Ey Kadınlar! Susmayın, Haykırın! Feminizm yüzyıllar boyunca hem erkekler hem de kadınlar tarafından tartışılan bir konu olmuş. Bazen "erkek düşmanlığı" bazen de "kadının kendini üstün görmesi" olarak adlandırılmış. Kendimi her zaman bilinçli feminist biri olarak tanımlarım; ancak şunu söyleyebilirim ki feminizm bu iki kavramdan biri değil. Feminizm, her alanda kadınla erkeğin eşit olduğunu savunmaktır. Feminizm, kadınların hak arayışının adıdır. Bu hak arayışlarından biri de demokrasi alanında olmuştur. Her birey gibi kadın-erkek ayrımı yapılmaksızın kadınlar da oy kullanabilmek için savaş vermişlerdir. İşte, en son bu oy kullanabilme mücadelesini Sarah Gavron'ın yönetmenliğini yaptığı "Suffragette" yani Türkçe tercümesiyle "Diren!" bu direnişi anlatan film oldu. Film hakkında kısa bir bilgi vermem gerekirse tarihin ilk feminist hareketlerinden birini başlatan işçi sınıfı kadınların, gittikçe acımasızlaşan hükümete karşı yürüttükleri mücadeleye odaklanan film, bu ekibin bir üyesi olan Maud'un hikâyesini ele alıyor ve olay örgüsü onun etrafında gelişiyor. Maud bir süre sonra iş arkadaşı Violet'in de etkisiyle direniş hareketine dahil olur. Tüm risklerin farkında olan Maud, oy hakkını kazanmadan kadınlar için iyi bir gelecek olmayacağını anladığında hareketin içine daha fazla dahil olur. Sonrasında direnişçilerin içinde hem sözcülük yapması hem de eylemlerde ön plana çıkması nedeniyle hükümetin aranan kadın direnişçiler listesine giren Maud, bir gösterinden sonra tutuklanır ve bir hafta boyunca hapiste kalır. Bu süre içinde hem kocası hem de çocuğu kendinden uzaklaşır hatta deyim yerindeyse "mahalle baskısı" denilen olayı yaşar. Filmin çok etkileyici bir sonu vardı ancak bu yazıda klasik kadın hakları propagandası yapmayacağım. Aksine burada biz kadınları eleştireceğim. Filmin sonunda kadınlara oy hakkı veren ülke isimlerinin gösterildiği bir kısım vardı ki bu kısım beni bu eleştiriyi yapmaya yönlendiren kısım oldu. O ülkelerin içinde Türkiye'de vardı hem de şu an "özgürlüklerine, demokrasilerine" özenerek baktığımız pek çok gelişmiş Avrupa ülkesinden önce bu hakkı elde etmişiz. Tabii ki burada bunun için Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'e teşekkür etmemek olmaz. Ancak bu hakka ne kadar sahip çıkıyoruz tartışma konusu. Oyunu kocasının yönlendirmesi altında kullanan kadınlardan, oy kullanmaya gitmeyen kadınlara kadar kara bir tabloya sahibiz. Hatta öyle ki bir ara "erkeklerimiz var, onlar bizim adımıza oy kullansın kadınlar oy kullanmasın" diyen kadınlarımız(!) bile oldu. Şimdi bu tablo içinde Maud'un çocuğunu bile geride bırakarak yaptığı fedakârlıkları yapmak ne kadar doğru? Yani kimin için ve ne için kendimizi feda ediyoruz diye düşünmeden edemiyor insan. Üç ay önce Suudi Arabistan'da kadınlara yerel seçimler için oy kullanma hakkı verildi ve deyim yerindeyse Suudi Arabistanlı kadınlar bu haberi sevinç gözyaşları ile karşıladılar. Bize bu durum garip geliyor çünkü biz bu hakkı seksen beş yıl önce kazanmışız, yani çok uzakta kalmış. Öyle ki bu hakkımızın değerini bilemeyip şu anda Suudi Arabistan, İran ayarındaki ülkelere özenir hâle geldik. Sadece oy hakkı konusunda da değil. Giyimden, yaşam tarzına hatta konuşma, gülme hakkımıza kadar kısıtlanır olduk. Bu ülkede kadınlara, ülkenin Başbakan yardımcısı tarafından "Herkesin içinde kahkaha atarak gülmeyeceksiniz! Bu iffetsizliktir." denildi. Temel bir ihtiyaç olan mutlu olmanın göstergesi kahkaha atmak bile kısıtlanmak istenildi. Peki, soruyorum size Türkiye'de birkaç dernek dışında kaç kadın buna tepki gösterdi? 39.9 milyon kadından kaç milyonu "Sen kim oluyorsun da benim hakkımı kısıtlıyorsun, bu özgürlüklerin kısıtlanmasına girer seni dava ediyorum." dedi? Belki bir milyon ya da daha az? Yine bu kez saldırı hamile kadınlara gerçekleşti. Anne olacak kadınlara. "Hamile kadının sokağa çıkması terbiyesizliktir." sözleri devletin televizyonunda bir ramazan günü(!) sarf edildi. Tepki? Yine olmadı. Bardağı son taşıran damla ise tecavüz gibi hiçbir şekilde savunması olmayan bir suçu meşru kılan açıklama, işte o son damla oldu. İlahiyat profesörü olduğunu iddia eden bir kişi tarafından "Kadın dekolte giyiniyorsa o kadına tecavüz edilir." açıklamaları ile tecavüzcü haklı bulundu. İşte en büyük tepki burada gelmeliydi. 39.9 milyon kadın değil belki ama bir otuz milyonu hadi kötümser olalım bir on milyonu sokaklara dökülüp tepki göstermeliydi. Peki, biz ne yaptık? Yine ve yine sustuk. Geçen gün Özgecan Aslan'ın ölüm yıl dönümüydü. Ancak bir noktayı atlıyoruz bir yılda 1134 kadın bir ya da birkaç erkek tarafından öldürülmüş. Birkaçından haberimiz ya oldu ya da olmadı. Şimdi bu haberleri okurken küfürler edip erkekleri lanetlemeyi biliyoruz. Peki, biz ne yaptık? Kadınlar olarak gücümüzü tweet atmak yerine başka şekilde gösterdik mi? Hayır. Eğer kadınlar olarak susmaya devam edersek değil 1134, 10134 Özgecan kaybedeceğiz. Belki de bir sonraki Özgecan biz oluruz... Kim bilir? Kaynakça "Diren!". beyazperde.com. y.y. 15 Ocak 2016.Web.3 Mart 2016. Diren. Sarah, Gavron. Focus Features, 2015.