Kırgızistan - Stratejik Düşünce Enstitüsü

advertisement
Kırgızistan - Türkiye İlişkilerinin Geleceği
Sempozyumu
Konsept Metinleri
Mayıs-2013
Kırgızistan/Bişkek
1
İçindekiler
Bağımsızlıktan Günümüze Kırgızistan-Türkiye İlişkileri ve........................................................................3
Geleceğe İlişkin Düşünceler ......................................................................................................................................3
Türkiye - Kırgızistan Ekonomi - Ticaret İlişkileri ......................................................................................... 10
Küresel Ekonomik Krizin Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinde Etkileri ............................................... 15
Kırgızistan-Türkiye Ticari ve Ekonomik İlişkileri ........................................................................................ 24
Uluslararası Öğrenci Hareketliliği Bağlamında Büyük Öğrenci Projesi ve Türkiye Bursları ...... 34
Türkiye - Kırgızistan İlişkileri .............................................................................................................................. 39
TİKA Orta Asya’daki Faaliyetleri ve Misyonu ................................................................................................. 47
Turkey – Kyrgyzstan Relations in light of Economic Security ................................................................. 50
Russia’s Policy Towards Central Asia: Dynamics of Change and Continuity ..................................... 54
Çin’in Orta Asya Çıkarı ve Kırgızistan Güvenlik Politikası ........................................................................ 57
Türkiye’nin Orta Asya’da Güvenlik Alanında İşbirliği Arayışları ........................................................... 65
2
Bağımsızlıktan Günümüze Kırgızistan-Türkiye İlişkileri ve
Geleceğe İlişkin Düşünceler
Prof. Dr. A. Ahat Andican
Devlet Eski Bakanı, İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi
Türkiye ile Kırgızistan arasındaki siyasi ilişkiler henüz Sovyetler Birliği’nin resmen
dağılmadığı dönemlerde başlamıştır.
Cumhurbaşkanı Özal’ın 1991 Nisan ayında
gerçekleştirdiği Rusya-Ukrayna ve Kazakistan’ı içeren Sovyetler Birliği gezisinin ardından 29
Mayıs tarihinde Türkiye’yi ziyaret eden Kırgızistan Heyeti ile ekonomik ve ticari işbirliğine
dair bir protokol imzalanmış, bunu bir ay sonra yine Ankara’da imzalanan Eğitim-Kültür ve
Bilimsel değişim protokolü izlemiştir. Sovyetlerin dağıldığı dönemde ilan edilen Kırgızistan
bağımsızlığını 16 Aralık 1991 tarihinde tanıyan ilk ülke Türkiye oldu. Kırgızistan
Cumhurbaşkanı Akayev’in 21 Ocak 1992 tarihinde başlayan Türkiye ziyareti iki ülke
arasındaki diplomatik ilişkilerin resmen başlamasını sağlamış, daha önce Sovyetler Birliğinin
bir üyesi iken Türkiye ile imzalanan antlaşmalar çok daha kapsamlı olarak ve bu kez
Cumhurbaşkanları düzeyinde yeniden düzenlenmiştir. Bunu karşılıklı olarak büyükelçiliklerin
açılması izleyecektir.
Başlangıç döneminden itibaren iki ülke arasındaki siyasi ve diplomatik ilişkilerin başlıca iki
platformda sürdürüldüğü görülmektedir. Bunların ilki, Kırgızistan’ın devlet başkanı
seviyesinde düzenli olarak katıldığı Türk Dili Konuşan Devlet BaşkanlarıZirveleri, ikincisi
ise, devletlerarası ikili ilişkiler zeminidir. Söz konusu ikili ilişkiler çerçevesinde bugüne dek
eğitim, kültür, ticaret ve ekonomik işbirliği, ulaştırma, iletişim, askeri ve diğer alanlarda
100’ü aşkın anlaşma ve işbirliği belgesi imzalanmış durumdadır. Aynı dönemde Türkiye,
diğer Türk Cumhuriyetleri için olduğu gibi, Kırgızistan’ın da uluslararası topluma sorunsuz
bir şekilde eklemlenebilmesi yönünde ciddi bir çaba göstermiştir. Bu çerçevede Türkiye,
Kırgızistan’ın BM ve AGİT gibi uluslararası nitelikte, Ekonomik İşbirliği Teşkilatı gibi
bölgesel nitelikte yapılanmalara üye olmasını desteklemiş, NATO’nun BİO programına
katılmasına katkı sağlamıştır. Bu dönemde iki ülke arasındaki siyasi ve diplomatik ilişkileri
şekillendirilmesini sağlayan temel belgeler, iki ülke Cumhurbaşkanları tarafından 1997
3
yılında imzalanan “Ebedi Dostluk ve İşbirliği Anlaşması” ve bundan iki yıl sonra yayımlanan
“Türkiye ve Kırgızistan: Birlikte 21. Yüzyıla” bildirisi olmuştur.
2005 yılında Başkan Akayev’in ülkeyi terk etmesi ile sonuçlanan Lale Devrimi’yle iktidara
gelen KurmanbekBakiyev, 2008’lere gelindiğinde başta nepotizm ve yolsuzluk olmak üzere
Akayev’e yüklenilen tüm olumsuzlukları tekrar eder konuma gelmişti ve 2010 yılı nisanında
bir halk ayaklanması sonucunda o da ülkeyi terk etmek zorunda kalacaktı. Bakiyev’den sonra
muhalefet liderlerinden Roza Otunbayeva önderliğinde kurulan geçici hükümet ülkedeki
başkanlık sistemini parlamenter sisteme dönüştürme yönünde kararlar aldı ve böylece
Kırgızistan siyasetinde ciddi bir dönüşüm süreci başlamış oldu. Bu dönemde Türkiye’nin
siyasi ve ekonomik açılardan Kırgızistan’daki siyasal değişim sürecine destek verdiği
görülmektedir. Ekonomik yardımlar, nakit para transferi ile Kırgızistan’ın bütçe açığının
azaltılmasına yardımcı olmak, Türkiye’ye olan borçların bir kısmını silmek, Fergana
vadisindeki çatışmalarda harap olan binaların yeniden inşasına katkı sağlamak ve başta Manas
Üniversitesi’nin modernizasyonu olmak üzere Kırgız ekonomisinin çeşitli alanlarına
gelecekte 450 milyon ABD dolarına varacak yatırımlarda bulunmak şeklinde gerçekleşmiştir.
2010 yılından itibaren Almasbek Atambayev’in başbakanlığı ve cumhurbaşkanlığı
dönemlerinde Türkiye-Kırgızistan ilişkilerinin bir üst düzeye taşındığı söylenebilir. İki ülke
arasındaki ekonomik ve siyasi ilişkileri geliştirebilmek için, Türk başbakanının 2-3 Şubat
2011 tarihli ziyareti esnasında, iki taraf başbakanlarının yönetiminde çalışacak Yüksek
Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi kurulması kararlaştırılmıştır. Başbakanlar denetimindeki
uzman bakanlıklara bağlı komisyonlar ve ortak stratejik planlama gruplarınca iki ülke
ilişkilerinin geliştirilmesi yönünde hazırlanacak planlar konseyde onaylanarak strateji haline
dönüştürülecektir. Konsey sekreterliği iki ülke Dışişleri Bakanları tarafından yürütecektir. Söz
konusu “Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi Kurulmasına İlişkin Ortak Karar” iki ülke
arasında diplomatik alanda imzalanan üçüncü temel belgedir ve bu belge ile başlatılan
stratejik ortaklık ve oluşturulan konsey ile bu kararın kurumlaştırılması iki ülke arasındaki
ilişkilerin geldiği en üst noktayı göstermektedir
Ankara ve Pişkek’in temel aktörler olduğu bu yapılanma çerçevesinde iki ülkenin Birleşmiş
Milletler, Avrupa Konseyi gibi uluslararası organizasyonlarda birbirlerini desteklemeleri
yönünde bir karar alınmıştır. Atambayev’in karşılıklı görüşmeler sırasında gündeme getirdiği
iki konu Kırgızistan’ın Türk dış politikası ve Orta Asya ile ilişkiler açısından önemli bir rol
oynayabileceğini göstermektedir. Atambayev’in ilk önerisi ABD’nin Afganistan’dan
4
çekilmesinden sonra Manas Transit Merkezinin Şanghay ile İstanbul arasında kurulacak hava
ticaret köprüsü için bir depolama merkezi olarak görev yapması şeklindedir. Bu öneri temelde
Türk-Çin ilişkilerini güçlendirerek Türkiye’nin ŞİÖ ile kurmak istediği organik ilişkiye zemin
hazırlama arayışı olarak değerlendirilebilir. Atambayev’in ikinci önerisi ise, Türk Dış
Politikasının temel belirleyicisi olan AB’ye üye olma hedefinin gerçekleşmesinin mümkün
olmadığı noktasından hareketle, Türkiye, Kırgızistan ve Rusya arasında bir birliktelik
oluşturulması yönündedir. Bu önerileriyle Atambayev Türkiye’yi Kırgız dış politikası
açısından belirleyici iki büyük gücün, yani, Rusya ve Çin’in yanına üçüncü büyük güç olarak
taşıma arayışındadır.
Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi ile birlikte Kırgızistan’ın Türkiye’ye olan 51
milyon dolar borcu silinmiş ve 10 milyon dolarlık bir hibe yardımı yapılmıştır. Ankara,
Kırgızistan’ın savunma sektörüne katkıda bulunabilmek için bir Askeri Akademi kuruluşuna
önayak olma yönünde yükümlülük üstlenmiş ve bu amaçla milyon dolarlık bir fon ayırmıştır.
Ayrıca güvenlik ve diplomasi alanlarında eğitim veren Türk akademik kurumlardaki Kırgız
öğrencilerin sayılarının artırılması konusunda uzlaşılmıştır. Bu gelişmelerle birlikte iki ülke
arasında vize uygulamasının kaldırılması kararı da alınmıştır.
Kırgızistan’ın bağımsızlığından bu yana geçen 20 yıl boyunca iki ülke arasındaki ilişkilerin
ortaya çıkardığı sonuçlar satırbaşlarıyla şu şekilde özetlenebilir.
Türkiye Kırgızistan’ın devletleşmesi ve uluslararası topluma katılım sürecine ciddi bir destek
sağlamıştır. Lale Devrimi ve iç çatışma gibi çalkantılı dönemlerde bu ülke ile dayanışma
içerisinde olmuş ve ülkedeki istikrarın sağlanabilmesi için kendisine yöneltilen talepleri
imkânları ölçüsünde karşılamağa çalışmıştır.
İki ülke arasında 1991-93 yılları arasında imzalanan anlaşmalar gereğince, Büyük Öğrenci
Projesi kapsamında, 2008-2009 öğretim yılına kadar Kırgızistan’dan Türkiye’ye 3000
civarında öğrenci gelmiştir. Günümüzde 600 civarında öğrenci eğitim görmeye devam
etmektedir. Diğer taraftan Kırgızistan’da ikili anlaşmalarla kurulan, birisi Üniversite olmak
üzere 5 Türk eğitim kurumu vardır. Ayrıca Türk STK’ları ve Özel sektörü tarafından kurulan
iki üniversite, iki fakülte ve 15’in üzerinde orta öğretim kurumu faaliyet göstermektedir. İki
ülkenin ortak tarihlerinin ve kültür değerlerinin ortaya çıkarılması ve tanıtımının sağlanması
konusunda TÜRKSOY, Üniversiteler ve çeşitli STK’lar aracılığıyla yapılan çalışmalarda bir
hayli mesafe alınmış, Kırgız tarihinin şekillenmesinde temel değere sahip olan Manas kimliği
ve destanı Türk kültür çevrelerinde bilinir hale getirilmiştir
5
20 yılı aşan bu süreç boyunca TİKA, Kırgızistan’da KOBİ’ler, sağlık, eğitim, altyapı gibi
alanlarda 40’ın üzerinde projeyi gerçekleştirmiştir.
Türkiye’nin TİKA aracılığıyla ve
doğrudan yaptığı yardımların kapasitesi 2012 itibarıyla 100 milyon doları aşmış olup
Kırgızistan diğer bölge ülkelerine göre Türk yardımlarında ilk sıraya yükselmiştir.
Bağımsızlıktan bu yana TİKA’nın 2.000-2.500 Kırgızistan vatandaşının kısa veya uzun süreli
teknik yardımlar veya kalkınma yardımları kapsamında eğitim almasını sağladığı
bilinmektedir.
İki ülke arasındaki ticaret hacmi yaklaşık 160 milyon USD ulaşmıştır ve Yüksek Düzeyli
Stratejik İşbirliği Konseyi bağlamında 1 milyar dolara çıkarılması hedeflenmektedir. 2011 yılı
itibarıyla Kırgızistan’da 300 civarında Türk Firması faaliyet göstermekte olup bu firmaların
toplam yatırım tutarı 500 milyon USD civarındadır. İki ülke arasında vizelerin kaldırılmış
olması işadamlarının bölgedeki faaliyetlerini kolaylaştıracağı gibi toplumlararası turizm
potansiyelini de artıracak ve yukarıda bahsedilen kapasitelerin daha üst düzeylere taşınmasını
sağlayacaktır.
Diğer taraftan Türkiye’nin Kırgızistan Milli Petrol Dağıtım Şirketi Kırgız Neftgaz, Rus
ordusu için denizaltı silahları imal eden Dastan Askeri Kompleksi ve ABD’ye kiralanan
Manas Askeri Üssüne jet benzini ikmali gibi stratejik alanlarda yatırım ve ortaklık istekleri
olduğu bilinmektedir. Kuşkusuz söz konusu sektörler büyük komşu Rusya’nın da etkin
olduğu alanlardır. Bu gerçeğin farkında olan Türkiye yatırım alanlarının üç taraflı
görüşmelerle belirlenmesi yönünde söylemler geliştirmektedir.
Söz konusu gelişmelerin ışığında, Kırgızistan’da parlamenter rejimin ve demokrasinin
yerleştiği ve geliştiği oranda Türkiye ile siyasi, ekonomik ve kültürel ilişkilerin giderek
artacağı ve derinleşeceği öngörülebilir.
Önümüzdeki dönemle ilgili muhtemel gelişmeler ve potansiyel politik açılımlarla ilgili bir
değerlendirme yapacak olursak şöyle bir tablo çizilebilir.
Karbon enerji kaynaklarına sahip olmayan Kırgızistan bölgedeki en fakir ülke konumundadır.
Muazzam bir hidroelektrik enerji potansiyeline sahip olmasına karşın, bu kaynağın verimli
hale getirilebilmesi için çok büyük miktarlarda yatırım gerekmektedir. Dolayısıyla ülke ciddi
bir enerji yetmezliği sorunu yaşamaktadır. Büyük bir Özbek azınlık barındırması nedeniyle
güçlü komşusu Özbekistan ile her an sorun yaşama riskiyle karşı karşıya olan Kırgızistan,
ayrıca su kaynaklarının paylaşımı konusunda da bu ülkeyle anlaşmazlık içerisindedir.
Ekonomik yetersizlik nedeniyle savunma alanlarına yatırım yapılamadığı için ülke
6
bağımsızlığa kavuştuğu dönemden itibaren ciddi bir güvenlik zafiyeti ile karşı karşıyadır.
Bütün bu nedenlerle Kırgızistan ilk günden itibaren bölgede etkin olan büyük güçler, yani
Rusya, Çin ve ABD arasında çok yönlü bir denge politikası izlemek zorunda kalmıştır. Son
yıllarda giderek derinleşen ilişkiler kurduğu Türkiye’yi de söz konusu denge politikasının
önemli bir parçası olarak dış politika denklemine dahil etmek istemektedir. Atambayev’in
Türkiye’yi Çin ve Rusya ile ortak ekonomi ve güvenlik işbirliği platformuna taşımayı
amaçlayan önerileri söz konusu denge politikasının bir gereği olarak tanımlanabilir. Türkiye
Kırgız yönetimi için ekonomi, güvenlik ve eğitim alanlarındaki ihtiyaçlarını karşılama
konusunda yeni ve güvenli bir partner olma yolundadır.
Türkiye ise bölge ülkeleri ile olan ilişkilerinde farklı biçim ve içerikte politikalar üretmek
zorunda kalmıştır. Türkmenistan, 1995 yılından bu yana sürdürdüğü tam tarafsızlık ve hiçbir
blokun üyesi olmama politikasının gereği olarak, diğer ülkelerle olduğu gibi, Türkiye ile olan
ilişkilerini de ekonomi ve eğitim alanlarıyla sınırlandırmış durumdadır. Bölgenin güçlü ülkesi
Özbekistan 1994’lerden itibaren ortaya çıkan sorunlar nedeniyle Türkiye ile olan siyasi
ilişkilerini büyük ölçüde sınırlandırmış durumdadır ve son yıllarda biraz gevşetmiş olmakla
birlikte söz konusu yaklaşımını günümüzde de sürdürmektedir. Enerji zengini Kazakistan ise,
ekonomik gücünün ve uluslararası politikadaki etkinliğinin artmasına paralel olarak Türkiye
ile olan ilişkilerini de daha yoğunlaştırmış durumdadır. Özellikle Nazarbayev’in Türk
Dünyasına yönelik olumlu yaklaşımları Türkiye – Kazakistan ilişkilerinin her alanda
gelişmesine katkı sağlamıştır.
Bu noktada Türkiye’nin Kırgızistan’a özel bir statü vererek iki ülke arasındaki ilişkileri daha
üst bir düzeye taşıması, diğer Orta Asya Türk Cumhuriyetlerine bir örnek teşkil etmesi
bakımından çok önemlidir. Oluşturulan stratejik ortaklığın her iki tarafa da somut katkılar
sağlaması durumunda bölgedeki Türk Cumhuriyetleri Türkiye’ye yönelik tutumlarını yeniden
gözden geçirebileceklerdir. Bu durumda Kırgızistan Türkiye’nin Orta Asya’ya yönelik
politikalarının derinleşmesinde önemli bir sıçrama tahtası görevi görmüş olacaktır. Diğer
taraftan Türkiye’nin Kırgızistan’a sağladığı özel statünün bir diğer nedeni de Şangay İşbirliği
Örgütüne eklemlenme arayışlarına yardımcı olabileceğine dair inancıdır.
Kuşkusuz yukarıda ifade edilen görüşlerin hayatiyete geçirilebilmesi ancak Türk-Kırgız
stratejik ortaklığının olumlu sonuçlar vermesiyle mümkün olacaktır. Öncelikle stratejik
sektörlerde olmak üzere Türk yatırımlarının artması ve ekonomik işbirliğinin üst düzeylere
çıkarılması gerekmektedir. Kırgızistan için en hayati ve stratejik sektör Hidroelektrik enerji
7
üretim ve iletim alanıdır. Türkiye bu alanda tek başına yeterli olamayabilir. Bu durumda
ABD’nin Kırgızistan-Tacikistan ve Afganistan çerçevesinde Elektrik Enerjisi Üretme ve HintPakistan alt kıtasına taşıma şeklinde gündeme getirdiği büyük projenin gerçekleşmesi
yönünde destek sağlayabilir. Karşılıklı ticaret hacminin artması bir diğer önemli konudur ve
Kars-Tiflis demiryolunun tamamlanmasıyla kesintisiz demiryolu ulaşımının sağlanması bu
alanda ciddi bir artış sağlayacaktır.
Türkiye’nin katkı sağlaması gereken alanlardan birisi de Kırgızistan istikrarının
güçlendirilmesi, savunma ve güvenlik desteğinin sağlanmasıyla uluslararası terörizme karşı
mücadele imkânlarının artırılmasıdır. Bu alanda malzeme, eğitim ve personel desteği büyük
önem taşımaktadır. ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi ve daha sonra Kırgızistan’daki Manas
Üssünü boşaltması durumunda, Kırgızistan’ın yürüttüğü çok yönlü denge politikası büyük
ölçüde şekil değiştirmek zorunda kalacaktır. Böylesi bir durumda kartlarını doğru oynayan bir
Türkiye oluşacak jeopolitik boşluğu doldurabilir. Bu ise Orta Asya’daki dengelerin
belirlenmesinde söz sahibi bir Türkiye’nin ortaya çıkması anlamına gelecektir.
Türk dünyası devletlerinin ortak tarihi, geçmişi bir; ancak bu devletler, halklarının sadece
kendilerine ait olan özelliklerini de taşımakta. Ortak dil meselesine gelince, şu anda bizlerin
birbirimizi anlamaya gücümüz yetiyor.
Tarihi İpek Yolu, Kırgızistan toprakları üzerinden geçiyor. İpek Yolu'nu yeniden canlandırma
projesi 90'lı yıllarda Kırgızistan'ın inisiyatifiyle başlamıştı. Kırgızistan, denize kıyısı olmayan
dağlık coğrafyaya sahip bir ülke. Yükler kara üzerinden taşınır. Bu yüzden ulaşım ve iletişimi
geliştirmek bizim için stratejik olarak önemlidir.
KIRGIZİSTANDA İKİLİ ANLAŞMA İLE AÇILAN EĞİTİM KURUMLARIMIZ
Manas Üniversitesi
Kırgız Türk Anadolu Kız Meslek Lisesi
Kırgız Türk Anadolu Lisesi
Bişkek Türk İlköğretim Okulu
Türkiye Türkçesi Eğitim Öğretim Merkezi
8
KIRGIZİSTANDA TÜRK GİRİŞİMCİLERİ TARAFINDAN AÇILAN EĞİTİM KURUMLARI
Atatürk Alatoo Üniversitesi
Araşan İlahiyat Fakültesi
Oş İlahiyat Fakültesi
Calalabad İktisat ve Girişimcilik Üniversitesi
Sebat Eğitim Kurumları
Andican, A. Ahat (Prof. Dr.)
1950 yılında doğdu. İlk, Orta ve Lise öğrenimini Akşehir’de tamamlayarak 1968 yılında İ.Ü.
Cerrahpaşa Tıp Fakültesine girdi. 1974 yılında mezun olan Andican aynı fakültenin Genel
Cerrahi Ana Bilim Dalında akademik kariyer yaptı ve 1991 yılında Profesör oldu. 1980’li
yıllardan başlayarak Sovyetler Birliği, Türk dış politikası ve Türk Dünyası ile ilgili çalışmalar
yaptı. Bu alanda çeşitli STK’larda yöneticilik görevlerinde bulundu, dergi çıkardı, makaleler
yayınladı ve siyasi kadrolara danışmanlık yaptı. 1995 yılı genel seçimlerinde Anavatan
Partisinden İstanbul Milletvekili seçildi. 1997 yılında kurulan 55. Hükümette Türk
Cumhuriyetleri ve Türk Topluluklarından sorumlu Devlet Bakanlığı ve Hükümet Sözcülüğü
görevine getirildi. 1999 Genel seçimlerinde yeniden İstanbul Milletvekili seçilen Dr. Andican,
TBMM Milli Eğitim Komisyonu ve Dışişleri Komisyonu üyeliği görevlerinde bulundu. 20002002 yılları arasında Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinde Türkiye’yi temsil etti. 2005
yılında akademik hayata geri dönen Andican halen İstanbul Üniversitesindeki öğretim üyeliği
görevini sürdürmektedir. 2003 yılından bu yana Okan Üniversitesi mütevelli heyet üyesidir.
2011 yılından itibaren Harp Akademileri, Stratejik Araştırmalar Enstitüsünde “Küresel
Politikalarda Orta Asya” başlığı altında Doktora ve Yüksek Lisans dersleri vermektedir. Türk
Dünyası ve Türk dış politikası ile ilgili olarak Değişim Sürecinde Türk Dünyası (1996),
Cedidizmden Bağımsızlığa Hariçte Türkistan Mücadelesi (2003) ve Osmanlı’dan Günümüze
Türkiye ve Orta Asya (2009) başlıklı üç kitabı vardır. İkinci kitap Turkestan Struggle Abroad
(2007) başlığıyla yurtdışında yayımlanmıştır. Dr. Andican evli olup iki çocuk babasıdır.
9
Türkiye - Kırgızistan Ekonomi - Ticaret İlişkileri
Ahmet KAYA
TOBB DEİK
Türk Kırgız İş Konseyi Başkanı
SDE Yüksek İstişare Kurulu Üyesi
Türkiye - Kırgızistan İlişkilerinin temelleri oldukça eskilere dayanmaktadır. Türk tarihinin ve
Türk kültürünün ortak değerleri arasında birçok Türk-İslam büyüklerimiz bulunmaktadır.
Kırgızistan'ın Güneyinde bulunan Balasagun'da yetişmiş ve Karahanlı Devleti zamanında
yaşamış olan Yusuf Has Hacip'in ünlü eseri Kutadgu Bilig bir siyasetname ve nasihatname
olarak Türk Edebiyatında yerini almıştır.
1914 yılının 23 Şubatında düzenlenen Rusya Askeri bakanlığının gizli bildirisinde şöyle
bilgiler vardı: “Şu anki Türkistan’da Türk yaralı askerlerine yardım amaçlı para toplanmasıyla
ilgili çalışmalar yürütülmektedir. 1915 yılında Pişpek bölgesindeki Tokmok şehrinde yaşayan
Rus N.Mihankov’un anlattıklarına göre Kırgızistan’ın 37 ilçe kaymakamlığından Kırgız
kaymakamlarının teşvikiyle yerli halktan toplanan paraları Afganistan üzerinden Türkiye’ye
gönderilmiştir. Kırgızlar, diğer Türkistan'da yaşayan halk gibi Osmanlı Devletinin zor
günlerinde ve Milli Mücadele yıllarında Osmanlı Devletine yardımda bulunmuşlardır.
Kırgızistan'da bugün Türk sermayeli yaklaşık 300 firma faaliyet göstermektedir. Türkiye
Kırgızistan'ın ithalat ve ihracatında ilk 5 ülke içinde bulunmaktadır,
Yatırım yayılma
kapasitesi açısından ise eğitimden bankacılığa, hizmetten gıda üretimine kadar birçok değişik
sektörde ilk sırada bulunmaktadır.
Son beş yıldır iki ülke arasındaki ticaret hacminde artış görülmektedir. Türkiye’nin hedefi bu
hacmi birinci aşamada 300 milyon dolara, ileride de 1 milyar dolara çıkarmaktır.
Kırgızistan’ın Orta Asya bölgesindeki jeopolitik konumu son derece önemlidir. Çünkü
Kırgızistan, Özbekistan’ı ve Güney Kazakistan’ı etkileyebilecek su kaynaklarına sahiptir. Çin
ile Orta Asya ülkelerini birbirine bağlamaktadır. Afganistan’ın kuzeyinde yer almaktadır.
10
ABD ve Rus askerî üsleri bulunmaktadır. Önümüzdeki süreçte Gümrük Birliği’nin tam üyesi
olması planlanmaktadır.
Kırgız tarihine baktığımızda, yüzyıllardır diplomasiyi ve stratejiyi çok iyi kullandığı bu
konuda tarihten gelen bir tecrübesi olduğu da görülmektedir. Bu sayede Kırgızistan Orta
Asya’da çok partili parlamenter demokrasiyi başarıyla gerçekleştirebilmiştir. Ayrıca Kırgız
diplomasisi farklı ajandaları bulunan ve farklı kutup başları olan Rusya Federasyonu,
Kazakistan, Çin, ABD, AB ve Türkiye ile yakın ve dengeli ilişkiler kurmayı
başarabilmektedir.
Türkiye ile Kırgızistan arasında karşılıklı olarak son yıllarda yapılan Cumhurbaşkanı ve
Başbakan ziyaretleri iki ülke arasında işbirliğin daha derinleşmesine yeni bir adım olmuştur,
Son yıllarda yapılan reformlar ülkede istikrarı arttırmış, yatırım mevzuatında yapılan
iyileştirmeler Türk yatırımcılar tarafından takip edilmiş ve bundan dolayı da ticarette ve
yatırımlarda bir artış yaşanmaya başlanmıştır.
Özellikle mevcut Cumhurbaşkanı Sayın Almazbek Atambayev’in 2011 yılında demokratik
geçiş süreci ile devlet başkanı olmasının ardından Yeni Kırgızistan’da gelişme yolunda
adımlar atmaya başlamıştır. Bu yolda Türkiye ile olan ilişkiler Kırgızistan için özel bir anlam
taşımaktadır. Sayın Atambayev’in göreve geldikten sonra ilk resmi yurtdışı gezisini
Türkiye’ye yapması, Türkiye ile Kırgızistan arasında Bakanlar ve üst düzey yetkililerin
katıldığı “Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi “ toplantıları bunun en net kanıtıdır.
Yeni Kırgızistan’ın bu günlerine gelmesi iktidar ve para hırsı ile hareket eden yöneticilerinden
kurtulması ile başlamıştır. 200 den fazla kişinin ölmesine ve 1.500 den fazla kişinin
yaralanmasına sebep olan 2010 olayları Yeni Kırgızistan için milat olmuştur. Oş ve
Celalabad'da devrik Devlet Başkanı Bakiyev taraftarları tarafından 12 Mayıs 2010 da
başlatılan gerginlik 10 Haziran 2010 da provokasyon ile olaylar patlak verdiğinde, Oş
Merkezinde organize edilen silahlı guruplar evlere ve işyerlerine saldırdılar, sokaklarda
binaları ve araçları ateşe verdiler. Vatandaşlar arasında düşmanlık ve fitne tohumları ekmek
için hem Kırgızların hemde Özbeklerin ev ve işyerlerine saldırarak cinayetler işlediler.
Burada amaç Kırgız ve Özbekler arasında kargaşa çıkarmak, insanları öfke ve intikam
duygusuyla sokaklara dökmekti. Etnik çatışma görüntüsü verilmeye çalışılan olayların
arkasında Devrik Başkan Bakiyev'e bağlı güçlerin ve iktidar boşluğundan yararlanmak isteyen
çetelerin bulunduğu ortaya çıkmaktadır.
11
Yakalanan suçluların kamuflaj giysileri ve polis elbiseleri giymiş paralı asker olmaları,
yasadışı silahları, kaleşnikof ve roketatarlar kullanmaları, bol miktarda cephanelerinin olması,
yakalanan otomobillerin ve silahların hem Kırgızların, hem Özbeklerin konutlarının
yakılmasında, şahısların öldürülmesinde kullanılmaları olayların provokasyon olduğunun en
büyük delilleridir. Ortada etnik bir Kırgız-Özbek çatışması yoktur, provokatörlerin cinayetleri
vardır. Provokatörler hem Kırgızları , hem de Özbekleri katletmişlerdir.
Amaç, 27-Haziran-2010 tarihinde yapılan Anayasa Referandumuna mani olmaktı. Geçici
Hükümet Anayasa'da yapmış olduğu değişiklik ile Kırgızistan'ın yaklaşık 20 yıldır çektiği anti
demokratik yapıyı düzeltmeyi, yolsuzlukların önüne geçmeyi hedeflemekteydi. Bakiyev
Ailesi bu duruma mani olmak istemişti. Devrik Başkan Bakiyev'in kardeşi Janish Bakiyev,
Orta Asyanın eroin trafiğini idare etmekte, Bakiyev'in iktidarı zamanında işlenen faili meçhul
cinayetlerin ,yolsuzlukların, tüm sokak çatışmalarının ve ölümlerin sorumlusu olduğu ortaya
çıkmıştı.
Sonuçta Yeni Anayasa’nın kabul edilmesi ile Yeni Kırgızistan’a adım atılmış oldu. 2010
yılından itibaren yapılan mevzuat değişiklikleri ve reformlar sayesinde istikrarlı bir büyüme
yakalanmış oldu.
2012 yılı sonundaki duruma baktığımızda dünya ekonomilerinde yaşanan durgunluk ve
ekonomik yavaşlamaya, birçok ülkede ortaya çıkan borç krizi tehdidine, ülkenin en büyük
gelirlerinden olan Kumtor Altın madenindeki üretimin düşmesine rağmen Hükümetin almış
olduğu tedbirler sayesinde Kırgızistan ekonomisi büyümesine devam etmiştir.
Toplam bütçe gelirleri 2011 yılına göre % 12 artmıştır. Buna bağlı olarak ücretlerde yaşanan
ortalama % 15 lik artış ekonominin canlanmasına yol açmıştır. Kırgız Merkez Bankası’nın
enflasyon ile mücadele politikaları sayesinde enflasyon artışı da kontrol altına alınmış ve
hedef enflasyon oranı olan % 7-9 oranlarında kalınmıştır.
2012 yılından itibaren Kırgız Hükümetinin hedefi, yatırımın önündeki engellerin kaldırılması,
ekonominin gelişmesi, ülkeye yabancı sermayenin girişinin hızlandırılması için gerekli olan
tedbirlerin alınması sonuçta yatırım ortamının iyileştirilmesidir. Bu kapsamda yabancılara
uygulanan vize prosedürleri basitleştirilmiş, 44 ülke vatandaşlarına vizesiz rejim
uygulanmaya başlanmıştır. Bu sayede turizm gelirlerinin de arttırılması hedeflenmektedir.
12
Kırgızistan’ın bir diğer geliri de yurt dışında çalışan Kırgızlardan gelmektedir. 500 bin’den
fazla Kırgız başta Rusya Federasyonu olmak üzere yurt dışında çalışmakta, kazanmış
oldukları paraları Kırgızistan’a göndermektedirler. 2 milyar Dolar’dan fazla olduğu tahmin
edilen bu para sayesinde Kırgız Ekonomisi her zaman dinamik kalmakta, başta emlak ve
otomotiv sektörü olmak üzere tüm sektörler bu döviz ve yatırımdan paylarını almaktadır.
Makro ekonomik istikrarın sağlanması için son iki yıldır yapılan en kapsamlı mevzuat
değişikliklerini ve tedbirleri şu şekilde sıralayabiliriz;
Yerel Yönetimlerin yetkilerinin arttırılması,
Tarım işletmelerinde vergi ve KDV indirimi yapılması,
Sigorta ve vergi primleri toplayan idarelerin hizmete daha uygun hale getirilmesi,
Küçük ve orta ölçekli işletmeler için muhasebe işlemlerinin basitleştirilmesi;
Leasing sisteminin uygun hale getirilmesi,
Kilit sektörlerde çalışan 60’ a yakın şirkete vergi muafiyeti sağlanması,
Gümrük Birliği ve gelecekteki Avrasya Ekonomik Birliği’ne uyum için mevzuatta
değişiklikler ve anlaşmalar yapılması,
Kamu yönetiminin modernizasyonu için çalışmalar yapılması,
2013 de Kırgız Hükümeti tarafından hazırlanan Eylem Planı onaylanmış ve çalışmalara
başlanılmıştır. Yıllık büyüme oranı % 7 ve tek haneli enflasyon hedeflenmiştir. Bütçe açığı
oranı milli hâsılanın % 5,3 ünü geçmeyecek ve kamu borç oranı kontrol altında tutulacaktır.
En önemli hedef ve ulusal strateji yatırımcıların güvenini kazanmak ve sürdürülebilir bir
kalkınmayı sağlamaktır. Enerji, madencilik, ulaştırma, haberleşme ve turizm endüstrisi
stratejik sektörler olarak belirlenmiştir. Yasama, yürütme ve yargı organları sivil toplum
kuruluşları ile işbirliği yaparak kendilerini geliştireceklerdir. Yatırımcıların haksızlığa
uğramasının, adaletsizliğe uğramasının önü bu şekilde kesilecektir. Mahkemelerin
bağımsızlığı sağlanacaktır.
Sonuç.
Kırgızistan’da Türk iş dünyası ve iş adamlarımız için fırsatlar bulunmaktadır. Yönetimin
Türkiye’ye bakış açısı son derece olumludur. Kırgız Hükümetinin almış oldukları tedbirler,
13
uyum paketleri ve mevzuattaki değişiklikler meyvelerini birkaç yıl içinde verecektir.
Türkiye’nin 2001 krizindeki durumu ve son on yıllık çalışmaları sonucunda geldiği nokta
ortadadır. Kırgızistan’da Türkiye’nin yolundan gitmektedir. Hükümetin uygulamış olduğu
programlar, acil eylem planları oldukça mantıklıdır. Hali hazırda Kırgızistan bir fırsatlar
ülkesi haline gelmiştir. Türk işadamlarının ciddi yatırımlara el atarak bu fırsatları
değerlendirmesi gerekmektedir.
Önümüzdeki süreçte yatırım yapılması ve değerlendirilmesi gereken;
Telekom özelleştirmesi,
Hidroelektrik barajlar ve santralleri,
Kömür madenleri,
Alüminyum madenleri,
Altın madenleri,
Bankacılık yatırımları,
Issık göl bölgesinde turizm yatırımları, tarımsal işletmeler,
Et ürünleri tesisleri,
Bu yatırımları yapacak ve organize edecek iş adamlarımızın tek başlarına veya güçlerini
birleştirerek bu işlere girmesi gerekmektedir. Kırgızistan’da küçük ve orta ölçekli Türk iş
adamlarımız vardır. Fakat belli bir büyüklükten sonra yatırım yapacak iş adamlarımıza ihtiyaç
vardır. Bu tür yatırımlar daha çok Rus, Çin ve Avrupa Birliği ülkelerinden gelen iş adamları
tarafından yapılmaktadır.
Türk işadamlarımızın bu konularda yönlendirilmesi gerekmektedir.
Kaya, Ahmet
1963 Ankara doğumludur. Termikel A.Ş. Yönetim Kurulu üyesidir. 1991 yılından itibaren
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Delegeliği ve Sanayi Konseyi Üyeliği, ASO 1.Organize
Sanayi Bölgesi Başkanlığı, Ankara Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkan Yardımcılığı,
İstanbul Dünya Ticaret Merkezi Denetim Kurulu Üyeliği, Ankara 2.Organize Sanayi Yönetim
Kurulu Başkanlığı, Organize Sanayi Bölgeleri Üst kuruluşu Yönetim Kurulu Üyeliği yapmış
olan Kaya halen Ankara Sanayi Odası Meclis Üyeliği, Ankara Demir ve Demir Dışı Metaller
İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu üyeliği, Türkiye İhracatçılar Meclisi Üyesi. TOBB-DEİK
Türk Kırgız İş Konseyi Başkanlığı görevlerini sürdürmektedir.
14
Küresel Ekonomik Krizin Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinde Etkileri
Hasan KIZILIRMAK
SDE Stratejik Planlama Kurulu Üyesi
Küresel Görünüm
Küresel ekonomide son altı ayda güçlenme sinyalleri görülmesine rağmen, 2013 yılı
büyümesinin geçen yıl büyümesinin çok üzerinde olmayacağı beklenmekte ve yeni riskler
belirmektedir. Gelişmiş ülkelerde finansal piyasalarda sağlanan iyileşmenin reel ekonomiye
yansımaları sınırlı kalmaktadır.
Uluslararası Para Fonu’na (IMF) göre, küresel ekonomi üç hızda büyüme eğilimine girmiştir.
Yükselen ve gelişmekte olan ülkelerde büyüme performansı iyileşmekte, ABD’de toparlanma
eğilimi sürmekte, Avro Bölgesi ve Japonya’da ise büyüme hızında toparlanma eğilimi yavaş
bir hızda devam etmektedir. Yükselen ve gelişmekte olan ekonomilerin gelişmiş ülkelerde
süregelen genişlemeci para politikalarından en az düzeyde etkilenmeleri için mali alan
yaratmaları
ve
bankacılık
düzenleme
ve
denetleme
uygulamalarına
yönelmeleri
önerilmektedir. Diğer yandan, küresel arz ve talebin dengelenmesinin gerekliliğine
değinilerek, yüksek fazla veren ülkelerden Almanya’nın daha fazla yatırım, Çin’in ise daha
fazla tüketim yapmasının gerekli olduğunu belirtilmektedir.
Uluslararası Para Fonu’nun tahminleri uyarınca, 2012 yılında % 3.2 büyüyen küresel
ekonominin 2013 yılında % 3.5 büyümesi beklenmektedir.
28 Mart 2013 tarihinde yayınlanan İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) ara dönem
değerlendirme raporunda, 2012 yılında zayıflayan küresel ekonomik görünümün iyileşme
gösterdiği ve birçok ülkede ekonomik aktivitenin canlılık kazanmaya başladığı ifade
edilmiştir. G7 ülkelerinin (ABD, Japonya, Almanya, Fransa, İtalya, İngiltere ve Kanada )
2013 yılının birinci çeyreğinde yüzde 2,4 oranında, ikinci çeyreğinde ise yüzde 1,8 oranında
büyümesi beklenmektedir.
Diğer yandan, rapora göre gelişmekte olan ülkeler arasında büyük farklar olsa da, gelişmiş
ülkelerden çok daha hızlı büyümeye devam edecektir. 2013 yılının ilk çeyreğinde Çin’deki
15
yıllık büyümenin yüzde 8 oranının üzerinde kalmaya devam edeceği tahmin edilmektedir. Söz
konusu raporda ayrıca, dünya ticaret hacmi büyümesinin 2012 yılından bu yana yavaşladığı
belirtilerek küresel PMI (Purchasing Managers’ Index – Satın Alma Endeksi) ihracat
siparişleri alt-endeksinde henüz yükselme sinyalleri görülmese de 2013’ün ilk çeyreğinde
hem OECD ülkelerinde hem de OECD üyesi olmayan ülkelerde hasılanın artmasının ticaret
hacimlerini yükselteceği tahmin edilmiştir.
2012 yılı son çeyreğinde yüzde 0,6 oranında daralan Avro Bölgesinde ekonomik aktivite yılın
ilk aylarında zayıf görünümünü devam ettirmiştir. Enflasyonun baskı unsuru olmaktan çıktığı
konjonktürde destekleyici para politikasını uygulamaya devam edeceğini açıklayan Avrupa
Merkez Bankası (ECB), Avro Bölgesinin 2013 yılı genelinde yüzde 0,9 ila yüzde 0,1
aralığında daralacağını tahmin etmektedir.
Küresel İşbirliği
Krizden sonra, küresel ekonomide büyüme performansını iyileştirmeye, ülkeler ve bölgeler
arasındaki ticarette arz ve talebi dengelemeye, yapısal sorunlarla baş edebilmek ve riskleri
yönetmeye yönelik oluşturulan, yeni iş birlikleri ile serbest ticaret anlaşmalarının yapılması
çabaları dikkati çekmektedir.
IMF-ECB-AB Komisyonundan oluşan Troyka ile Güney Kıbrıs Rum Yönetimi arasında 24
Mart 2013 tarihinde, Avrupa İstikrar Mekanizması (ESM) ve IMF’nin finanse edeceği 10
milyar avro tutarında makro ekonomik uyum programı ve bankaların yeniden yapılandırılması
programlarından
oluşan
anlaşma
imzalanmıştır.
AB
GSYH’sinin
yüzde
0,2’si
büyüklüğündeki Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ekonomisinin ve bankalarının
kurtarılmasının diğer ekonomiler üzerinde doğrudan ve büyük çapta etki yaratmayacağı
beklenmektedir. Ancak bankaların yeniden yapılandırma pratikleri açısından GKRY tek ve
istisnai ülke örneği olmuştur. Piyasalara gelecekteki banka kurtarma operasyonlarının
maliyetinin artık vergi mükellefleri değil, kreditörler ve mevduat sahipleri tarafından
yükleneceği mesajı verilmiştir.
Sorunlu Avro Bölgesi ülkelerinde banka mevduatlarının yıllık değişimi ve finansal olmayan
kuruluşların (FOK) kredi faizlerinin Almanya’ya göre farkları görülmektedir. Son GKRY
kurtarma operasyonu pratiklerinin sorunlu ülkelerde bankaların fonlama maliyetini ve reel
sektörün kredi maliyetini artırması beklenmektedir.
16
Dünyanın en büyük ticari ilişkisi olması beklenen ABD-AB arasındaki serbest ticaret
anlaşması için düğmeye basılmıştır. Şubat ayında Avrupa Birliği ile kapsamlı Transatlantik
Yatırım ve Ticaret görüşmelerine başlayacağını ilan eden Obama, anlaşmayla birlikte ABD’li
vatandaşlara yeni istihdam alanlarının yaratmayı ve yükselen Asya ekonomilerine karşı
rekabet gücünü kaybetmemeyi amaçlamaktadır. AB yetkilileri, olası serbest ticaret
anlaşmasının Avrupa’da GSYH’yı ikiye katlayacağı görüşündedir. Serbest ticaret anlaşmasına
ilişkin görüşmelerin Haziran ayı sonunda başlaması beklenmektedir. Mevcutta zaten düşük
seviyede olan ABD-AB gümrük tarifeleri nedeniyle anlaşmanın odak noktasını tarifelerden
ziyade diğer ticaret engelleri oluşturmaktadır. Teknik düzenlemeler, standartlar ve
sertifikalardaki farklılıklar gibi engellerin kaldırılmasına yönelik düzenlemelerin anlaşmanın
temelini oluşturması beklenmektedir.
Gelişmiş ülkelerin ekonomik büyümelerini desteklemek için sürdürdüğü serbest ticaret
anlaşmalarına Japonya da katılmıştır. 25 Mart tarihinde Japonya ve AB, serbest ticaret
anlaşması için görüşmelere başlamıştır. Mali sıkıntılar, yapısal problemler ve yaşlanan
nüfusla mücadele eden Japonya ve AB, ekonomilerini desteklemek için bir araya gelmişlerdir.
Japonya, AB’den sonra Çin ve Güney Kore’yle de serbest ticaret anlaşması için görüşmelere
başlayacağını açıklamıştır. AB’nin ve Japonya’nın elektronik ve otomobil sektörlerine
uyguladığı sırasıyla yüzde 14 ve yüzde 10 oranındaki tarifeler, ülkenin bu ihraç mallarında
Koreli rakiplerine kıyasla dezavantajlı konuma düşmesine neden olmaktadır. Japonya ayrıca,
Avrupalı şirketleri ülkeye çekerek ekonomiyi canlandırma amacını da taşımaktadır.
BRICS ülkeleri (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) Nisan ayının ilk haftasında
yapılan görüşmeler neticesinde ortak bir kalkınma bankası kurulması konusunda
anlaşmışlardır. Fakat kurulması planlanan bankanın büyüklük ve yapısına ilişkin herhangi bir
açıklama yapılmamıştır. Toplamda 4,4 trilyon dolarlık döviz rezervine sahip olan ve dünya
nüfusunun yüzde 43'ünü oluşturan dünyanın en büyük gelişmekte olan ülkeleri kalkınma ve
döviz volatilitesi sorunlarını çözmek için yeni bir banka kurmayı ve bu sayede IMF ve Dünya
Bankasına alternatif bir yapı oluşturmayı planlamaktadırlar. Kurulması planlanan bu bankayla
gelişmekte olan ekonomilerin büyük altyapı ve ticaret projelerinin finansmanının sağlanması
ve IMF ve Dünya Bankasına olan bağımlılıklarının azaltılması hedeflenmektedir. Üye ülkeler
100 milyar dolarlık bir döviz havuzu konusunda anlaşmaya varmışlardır. Bu sayede küresel
finansal risklere veya krizlere karşı kendilerini emniyet altına almaya çalışmaktadırlar.
17
Çin’in gelişmekte olan ekonomilerle olan ekonomik ilişkileri artmaya devam etmektedir. Çin
ve Brezilya, küresel piyasadaki muhtemel krizlere karşı önlem almak amacıyla döviz takas
anlaşması imzalamıştır. Geçen yıl müzakere edilen anlaşma, Güney Afrika'da BRICS ülkeleri
görüşmeleri sırasında imzalanmıştır. Anlaşmaya göre Çin ve Brezilya olası bir krizde 30
milyar dolar değerinde döviz değiş tokuşu gerçekleştirebilecektir. Yapılan bu anlaşmanın, çift
taraflı ticaretin küresel finansal durumlardan etkilenmeden düzgün bir şekilde sürdürülmesini
sağlayacağı belirtilmiştir.
Çin Merkez Bankası tarafından Nisan ayının ilk haftasındaki Para Politikası Kurulu
toplantısının ardından yapılan açıklamada ekonominin büyüme eğilimini devam ettirmesine
rağmen gelecekte enflasyonla ilgili belirsizliklerin olabileceği belirtilmiştir. Ayrıca uygulanan
politikaların devamlılığı ve ekonomide istikrarı sağlama adına daha ileriye ve hedefe dönük,
esnek politikalar uygulanacağı ve para politikasının ekonomik büyüme ve enflasyonu kontrol
altına alma işini birlikte üstleneceği belirtilmiştir. Çin, son birkaç yıldır dış ticarete dayalı
ekonomisini çeşitlendirmek için iç ve batı bölgelerde yatırım teşviki ile iç tüketimi artırma ve
bölgesel gelişmişlik farklılıklarını azaltma politikaları uygulamaktadır. Bu gelişme
çerçevesinde Çin'in daha az gelişmiş bölgeleri olan batı ve iç bölgelerinde yüksek teknoloji
sektöründe yabancı yatırımın arttığı "Fortune 500" şirketlerinin birçoğunun bu alanda yatırım
yaptıkları belirtilmiştir.
Önümüzdeki süreçte Hindistan ekonomisindeki büyümeyi etkileyecak en önemli gelişme
Doğu Asya ile olan ilişkiler olacaktır. Çin ekonomisindeki reel ücretlerin artmaya başlaması
ve kurun değerlenmesiyle birlikte Hindistan ekonomisinde emek yoğun endüstrilere olan
yabancı yatırımlar artmaya başlayacaktır. Bölge ekonomileriyle imzalanan bölgesel serbest
ticaret anlaşmaları bu pazara girişi kolaylaştıracaktır. Ayrıca Doğu Asya’da hizmetler
sektöründeki canlanma ve dışa açılmayla beraber Hindistan’ın bu alandaki tecrübe birikimi
önemli fırsatlar sunmaktadır.
Hindistan ekonomisi krizden önceki yüksek büyüme performansının aksine son dönemde
yüksek enflasyon, cari açık ve bütçe açıkları nedeniyle düşük büyüme performansı
göstermektedir. Açıklanan verilere göre 2012 yılının son çeyreğinde (Hindistan mali yılının
üçüncü çeyreği) Hindistan ekonomisi yüzde 4,5 ile son 15 çeyreğin en düşük büyümesini
kaydetmiştir.
18
Orta Asya Türk Cumhuriyetleri Ekonomileri
Birleşmiş Milletler’in kriz öncesi ve krizden hemen sonrasını içerecek şekilde, 2006-2009
dönemine ilişkin verileri, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’nin de içinde yer aldığı Bağımsız
Devletler Topluluğu ve Gürcistan ekonomisinin ortalama % 2.2 büyüdüğünü göstermektedir.
2010 ve 2011 yıllarında % 4.8 büyüyen Gürcistan ve Bağımsız Devletler Topluluğu
ekonomisindeki büyüme hızı 2012 yılında yavaşlamış ve büyüme oranı % 3.8’e düşmüştür.
Bu oran Bağımsız Devletler Topluluğu ve Gürcistan ekonomisinin, Birleşmiş Milletler
verilerine göre 2011 yılında % 1.4, 2012 yılında % 1.1 büyüyen gelişmiş ekonomilerden daha
hızlı büyüdüğünü göstermektedir. Dolayısıyla, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’ni de içeren
bölge ekonomileri, küresel talebin daralması nedeniyle ihracatlarının azalmasına bağlı olarak
küresel krizin etkilerinden kaçamamış, ancak petrol ve emtia fiyatları, tarımsal üretimde artış
ve güçlü iç talep sayesinde küresel krizin ekonomik büyüme üzerindeki etkisi gelişmiş
ekonomiler üzerindeki kadar yıkıcı olmamıştır.
IMF tahminleri uyarınca, 2012 yılında % 3.2 büyüyen küresel ekonominin 2013 yılında % 3.5
büyümesi beklenirken; 2012’de % 3.6 büyüyen Bağımsız Devletler Topluluğu ekonomisi
2013’de % 3.8 büyüyecektir. IMF’nin tahminleri 2013 yılında gelişmiş ekonomilerin % 1.4
büyüyeceğine yöneliktir. Dolayısıyla Bağımsız Devletler Topluluğu (Moldova – Ukrayna Belarus - Rusya Federasyonu - Gürcistan – Ermenistan - Azerbaycan - Kazakistan –
Kırgızistan - Özbekistan - Tacikistan –Türkmenistan) 2013 yılında gelişmiş ekonomilerden
daha yüksek büyüme performansı sergileyecektir. Birleşmiş Milletler’in 2013 yılı için
ekonomik büyüme tahminleri de, Uluslararası Para Fonu’nun tahminlerine uyumlu şekilde,
Gürcistan ekonomisi ile birlikte Bağımsız Devletler Topluluğu ekonomisindeki büyümenin,
gelişmiş ekonomilerdeki büyümenin üzerinde olacağına işaret etmektedir.
Asya Kalkınma Bankası( ADB), Asya ekonomisinin 2012 yılında % 6 oranında büyüdüğünü,
2013 yılında ise % 6.6 büyüyeceğini; 2012 yılında % 5.3 büyüyen Orta Asya ekonomisinin
ise 2013 yılında % 5.7 büyüyeceğini tahmin etmektedir. Asya Kalkınma Bankası’nın Asya
ekonomisinin tamamına ve Orta Asya ekonomisine ilişkin güncellenen söz konusu büyüme
tahminleri, uluslararası ekonomik koşullar ve azalan dış talep dikkate alınarak revize edilmiş
ve daha önceki ekonomik büyüme tahminlerinin gerisinde tutulmuştur. Uluslararası ekonomik
koşulların Orta Asya Cumhuriyetleri’nde GSYH üzerine olumsuz etkilerinin, işgücü
piyasalarındaki olumlu görünüm ve azalan enflasyonun ivme kazandırdığı iç talep ile
dengelenmesi beklenmekle ve Orta Asya’daki ekonomik büyüme hızının yavaşlaması
19
özellikle bölgenin iki büyük ekonomisi olan Azerbaycan ve Kazakistan’daki ekonomik
koşullara bağlanmaktadır. Zira Azerbaycan’da düşük petrol üretimi ve artan memur
maaşlarında
beklenmeyen
gecikmeler
ekonomik
büyüme
tahminlerini
olumsuz
etkilemektedir. Diğer taraftan Kazakistan’da maden fiyatlarındaki düşüş, zayıflayan sanayi
sektörü, tarımsal üretimde % 20’den fazla azalış ve başlıca yatırım projelerindeki gecikmeler
ekonominin durgunlaşmasının nedenlerini oluşturmaktadır.
Asya Kalkınma Bankası’nın verileri, Orta Asya ekonomisindeki büyümenin, Asya
ekonomisinin tamamındaki büyümenin gerisinde kalmakta olduğunu ve 2013 yılında Orta
Asya Türk Cumhuriyetleri arasında en iyi büyüme performansının 2012 yılında olduğu gibi
Türkmenistan ve Özbekistan tarafından sergileneceğini göstermekte iken, IMF’in tahminleri
2013 yılında Orta Asya Türk Cumhuriyetleri arasında en yüksek ekonomik büyüme
performansını Kırgızistan’ın göstereceğine yöneliktir.
Diğer taraftan, gelişmiş ülkelerde ithalat talebinin daha da azalması Orta Asya Türk
Cumhuriyetleri’ni hem ekonomik büyüme hem de yoksullukla mücadele açısından olumsuz
etkileyebileceğinden, özellikle Avro alanında krizin derinleşmesi Orta Asya Türk
Cumhuriyetleri için hala ciddi bir risk teşkil etmektedir. Borç krizi ve kemer sıkma
politikalarının ekonomik büyümeyi baskı altına aldığı Avro alanında ve Avrupa Birliği’nin
tümünde ekonomik koşulların kötüleşmesi bölgenin ithalat talebini azaltırken emtia
fiyatlarının düşmesine neden olacaktır. Avrupa Birliği ekonomisinden kaynaklanan söz
konusu risk öncelikle Avro alanına ihracat bağımlılığı yüksek olan Azerbaycan ve Kazakistan
için mevcuttur.
Uluslararası Çalışma Örgütü’nün verileri Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri (AB üyesi
olmayanlar) ile Bağımsız Devletler Topluluğu’nun tamamında işsizlik oranının 2010 yılında
% 9.5 ile, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki işsizlik oranının gerisinde kalsa da küresel işsizlik
oranını aştığını göstermektedir. Ancak bölgedeki işsizlik oranının yüksekliği, net enerji
ithalatçısı olan Ukrayna, Gürcistan ve Ermenistan’daki işsizlik oranlarının yüksekliğinden
kaynaklanmaktadır. Zira mevcut veriler, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri arasında sadece
Kırgızistan’da 2011 yılında % 7.9’a ulaşan işsizlik oranının küresel işsizlik oranını aştığını
göstermektedir.
Diğer taraftan, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’nde işgücü piyasasının krizden etkilenmemiş
olması, krizin yoksulluğu artırma riskini de azaltmıştır. Ekonomik büyüme otomatik olarak
yoksulluğu azaltmasa da, ekonomik daralmanın yoksullukla mücadeleyi olumsuz etkilediği
20
açıktır. Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’nde ekonomik büyüme hızının yavaşlamaya devam
etmesi yoksulluk oranlarını artırma riski taşımaktadır.
Sonuç ve Değerlendirme
Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında ekonomik yapılarındaki benzerliklere rağmen, Orta
Asya Türk Cumhuriyetleri merkezi planlama ekonomisinden piyasa ekonomisine geçiş
sürecinde aynı performansı sergilememişler; Türkmenistan ve Özbekistan geçiş sürecinde
nispeten daha az reformist olmuştur. Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’nin küresel ekonomiye
entegrasyonları da farklı düzeylerde kalmıştır. Küresel ekonomiye daha fazla entegre olmuş
ekonomilerin, küresel krizlere karşı daha savunmasız olması nedeniyle, 2008 küresel
ekonomik krizi Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’nin tamamını aynı ölçüde etkilememiştir.
Krizin etkileri konusunda yapılan bir değerlendirmede, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’nde
ekonomik büyüme hızının 2009 yılında düştüğü, Azerbaycan ekonomisi hariç diğer Orta Asya
Türk cumhuriyetleri ekonomilerinde toparlanma sürecinin 2010 ve 2011 yıllarında başladığı
görülmektedir. Küresel kriz Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’nin tamamında ekonomik
büyümeyi olumsuz etkilemiş olsa da, söz konusu ekonomiler küresel krizden gelişmiş
ekonomiler kadar ağır etkilenmemiştir. Zira bölgedeki ekonomik büyüme, 2006-2009
döneminde olduğu gibi, 2010-2012 döneminde de gelişmiş ekonomilerdeki büyümeyi
aşmıştır. Uluslararası Para Fonu’nun ve Asya Kalkınma Bankası'nın ekonomik büyüme
tahminleri, 2013 yılında Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’ndeki ekonomik büyümenin,
gelişmiş ekonomilerdeki büyümeyi aşacağına ancak Asya’nın tamamında beklenen
büyümenin gerisinde kalacağına yöneliktir.
Diğer taraftan, küresel krizin Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’nin işgücü piyasası üzerinde
yıkıcı etkileri olmamıştır ve Uluslararası Para Fonu’nun tahminleri, ekonomik büyüme
hızındaki yavaşlamaya rağmen, 2013 yılında işsizlik oranlarının artış göstermeyeceği
yönündedir.
Gelişmiş ekonomilerin çoğunda devam eden ve ekonomik büyümeyi yavaşlatan kemer sıkma
politikaları nedeniyle 2013 yılında beklenen % 3.5 oranındaki küresel ekonomik büyüme,
gelişmiş ekonomilerin ve bölgesel grupların sergileyecekleri farklılaşan büyüme performansı
nedeniyle “çok-vitesli” bir büyüme olacaktır ve bu büyüme sürecinde bazı ülkelerde
ekonomik daralma yaşanması ihtimali mevcuttur. Uluslararası Para Fonu 2013’de ekonomik
daralma yaşayacak bölge olarak Avrupa Birliği’ni işaret etmektedir ve günümüzde küresel
21
ekonomi için en büyük risk Avro alanı krizinin derinleşmesidir. Dolayısıyla küresel ekonomi
için risk teşkil eden Avrupa Birliği’ndeki krizin derinleşmesi, ticaret ve finans kanalları
aracılığıyla, ihracatları önemli ölçüde Avrupa Birliği’ne dayanan Türkiye ve Orta Asya Türk
Cumhuriyetleri ekonomileri için de risk oluşturmaktadır.
Diğer taraftan ekonomik liberalizasyon ve dışa açılma konusunda daha az reformist olan
Türkmenistan ve Özbekistan’ın, diğer Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile Türkiye’ye kıyasla
küresel krizden daha az etkilenmiş olması, bir ulusal ekonominin küresel krizlere karşı
hassasiyetinin küresel ekonomiye entegre olma düzeyiyle doğru orantılı olarak arttığı
gerçeğinin altını çizmektedir. Dolayısıyla, küresel krizin nedenlerini kontrol edemeyen
Türkiye ve Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’nin küresel krizden etkilenme durumları ve krizin
olumsuz etkileri ile baş edebilme kapasiteleri sadece ekonomi yönetimlerinin başarılı olup
olmaması ile açıklanacak bir durum değildir. Küresel riskler mevcut olduğu müddetçe, ulusal
ekonomilerin küresel krizden olumsuz etkilenme riski mevcut olacaktır.
Kaynaklar:
1)Uluslararası Para Fonu (IMF)
2) Eurostat
3) Thomson Reuters
4) OECD Main Economic Indicators
5) National Bureau of Statistics of China
6) OECD Economic Outlook Interim Assesment
7) AB Komisyonu
8) Avrupa Merkez Bankası (ECB)
9) The Institute of International Finance (IIF)
10) ILO, Global Employment Trends 2012, Geneva 2012.
11) Uluslararası Enerji Ajansı (IEA)
12) Asya Kalkınma Bankası (ADB)
13) T.C. Başbakanlık Hazine müsteşarlığı
14) T.C. Kalkınma Bakanlığı
22
Kızılırmak, Hasan
1959 Kırşehir doğumludur. Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nden 1984
yılında mezun olmuştur. 1986’da İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi, İşletme İktisadı
Enstitüsü İşletmecilik İhtisası Yüksek Lisans Programını; 1987’de aynı fakültenin İşletme
Finansı Anabilim Dalı Yüksek Lisans Programını, İstanbul Teknik Üniversitesi İşletme
Fakültesi İstatistik Anabilim Dalı Yüksek Lisans Yaz Okulunu bitirmiştir.
1986-1989 yılları arasında Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nde
Araştırma görevlisi olarak, 1989-1990 yıllarında Petlas Lastik San. ve Tic. A.Ş.’de, 19902008 yılları arasında Petkim Petrokimya Holding A.Ş.’de ve 2008-2011 yılları arasında İller
Bankası Genel Müdürlüğünde, değişik yönetim kademelerinde çalışmıştır. 2011 yılında
çalışmaya başladığı T.C. Başbakanlık Hazine Müsteşarlığındaki görevine devam etmektedir.
Hazine Müsteşarlığı, Devlet Planlama Teşkilatı başta olmak üzere birçok kamu kurumu
projesinde görev almıştır.
Ankara’da bulunan Stratejik Düşünce ve Araştırma Vakfı’nın Kurucu üyesidir. Stratejik
Düşünce Enstitüsü’nde Stratejik Planlama Kurulu üyesi olarak görev yapmaktadır. Sayın
Kızılırmak’ın; Ekonomi, finans, bankacılık, enerji ve bilişim konularında yayınlanmış çok
sayıda araştırma ve makalesi bulunmaktadır. Evli ve bir çocuk babasıdır.
23
Kırgızistan-Türkiye Ticari ve Ekonomik İlişkileri
Behzat ERTEN
Dış Ticaret Uzmanı
Kırgızistan Eski Ticaret Başmüşaviri
Tarihte ilk Müslüman Türk Devletinin kurulduğu Kırgızistan’da iki devleti birbirine
bağlayan tarihsel, kültürel, dil ve din gibi ortak değerler bulunmaktadır. Bu ortak değerler
Kırgızistan’ın bağımsızlığını ilanından hemen sonra, Türkiye’nin Kırgızistan’ı tanıyan ilk
ülke olmasıyla büyük bir anlam kazanmıştır. Bağımsızlığın ilanından sonra, dostluktan öte
kardeş iki ülke arasında 1,5 yıl içinde 29 anlaşma ve protokol imzalanmıştır. Bu anlaşmaların
ekonomik ve ticari olanları:
-
Ekonomik ve Ticari İşbirliğine İlişkin Protokol (23 Aralık 1991)
-
Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunması Anlaşması (28 Nisan 1992)
-
Karma Ekonomik Komisyon Kurulmasına Dair Anlaşma (1995)
-
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kırgız Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Ticaret ve
Ekonomik İşbirliği Anlaşması (1997)
-
Türkiye Cumhuriyeti ile Kırgız Cumhuriyeti Arasında Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde
Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi Kaçakçılığına Engel Olma Anlaşması (2 Temmuz
1999)
-
1997 yılında başlayan KEK toplantılarının 6’ncısı Nisan 2012 tarihinde yapılmıştır.
Kırgız Cumhuriyeti 1998 yılında Dünya Ticaret Örgütüne üye olmuş ve Türkiye’nin
de aralarında olduğu diğer ülkelerden ‘En Çok Kayrılan Ülke’ statüsünü almıştır. Dolaysıyla
iki ülkenin malları DTÖ kuralları gereği birbirlerinin pazarına girişte diğer ülkelerle eşit
muamele görmektedir.
Ayrıca Türkiye 1996 yılında Avrupa Birliği ile kurulan Gümrük Birliği kapsamında
AB’nin en az gelişmiş ülkelere uyguladığı tarife tavizlerinden oluşan ‘Genelleştirilmiş
24
Tercihler Sistemi’ni üstlenmiştir. Bu çerçevede 2002 yılından bu yana Kırgızistan menşeli
sanayi mallarının önemli bir kısmı Türkiye’ye tavizli gümrük vergileriyle giriş yapmaktadır.
2014 yılında yeni ‘Genelleştirilmiş Tercihler Sistemi Plus’ kapsamında yeni listenin
oluşturulması planlanmakta olup, listeden Rusya, Kazakistan gibi ülkelerin çıkarılması,
Kırgızistan’ın ise bu listede kalacağı beklenmektedir. Bu durumun Kırgızistan menşeli
ürünlerinin AB ülkeleri ve Türkiye’ye olan ihracatında vergiler açısından üstünlük
kazandıracağı düşünülmektedir.
Türkiye ile Kırgızistan arasında olan dış ticarete yeni bir ivme kazandıracağı beklenen
Tercihli Ticaret Anlaşması’nın görüşmelerinin ilk ayağı 18 Mayıs 2008 tarihinde Bişkek’te
yapılmıştır. Kırgızistan tarım ve hayvancılık ürünlerine taviz talep ederken, Türkiye’nin taviz
talep listesinde ağırlıkla inşaat, sanayi ve tekstil ürünleri yer almış olup, görüşmeler halen
devam etmektedir. Görüldüğü gibi Türkiye ve Kırgızistan arasında Hükümetler düzeyinde
halen yasal altyapı sorunu bulunmamaktadır.
Ekonomik ve Ticari ilişkilerimizi incelerken konuyu devlet ve özel sektör olarak ele
alırsak, Türk Devletinin sağladığı imkanlar olarak, 1993 yılında Türk Exim Bank ile Kırgız
Cumhuriyeti Merkez Bankası arasında imzalanan 75 milyon Dolarlık krediyi hatırlamak
mümkündür. Bu kredinin 48 milyon doları kullandırılmış, geri ödemesi 6 defa ertelenmiş,
2012 yılında ise Türkiye borcu silmiştir. Ayrıca 2012 yılında çok düşük faizli 100 milyon
Dolar kredi ve 6 milyon dolar hibe anlaşmasına imza atılmış, bugün itibariyle bu kredinin
büyük kısmı kullandırılmıştır.
1995 yılında kurulan Kırgız-Türk Manas Üniversitesi’nin bütçesi Türkiye tarafından
karşılanmaktadır. Bundan başka TİKA’nın her yıl 2 milyon dolar civarında Kırgızistan’a
yardımı sözkonusudur. Yine Türkiye’nin Kırgızistan’a açtığı Anadolu Lisesi, Anadolu Kız
Meslek Lisesi, İlköğretim Okulu ve Dil Öğretim merkezini Türkiye’nin Kırgızistan’a yardımı
olarak görmek gerekir.
Özel sektör veya sivil toplum örgütü nitelikli kuruluşlar da Devletten aşağı kalmamış.
Sebat Eğitim Kurumları 1 Üniversite ve Kırgızistan’ın her ilinde ve bazı ilçelerinde olmak
üzere 14 Lise açmıştır. Yine Türk Dünyası Vakfı 1 Enstitü, Araşan Vakfı İlahiyat Fakültesi,
Akgün Eğitim Kurumları 16 öğrenci yurdu ile Kırgızistan’a hizmet vermektedir.
Kırgız Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı kayıtlarına göre 1 Ocak 2012 tarihi itibariyle
Kırgızistan’da 186 adet Türk firması ve 113 adet Türk sermayesi katılımlı ortak şirket aktif
olarak faaliyet göstermektedir. Türkiye’de ise 78 adet Kırgız sermayeli şirket bulunmaktadır.
25
Türkiye’nin Kırgızistan’da toplam 285 milyon doları aşan yatırımı mevcuttur. 2012 yılında
20,2 milyon dolar yatırım yapılmıştır. Ancak, Kırgızistan’da küçük sermayelerle yatırım
yapan işadamlarımız kazancını burada işini büyütmek veya başka alanlarda yatırım yapmak
için kullandıklarından tahminlerimize göre Türk işadamlarının yatırımları 500 milyon ile 1
milyar dolar arasında bir sermaye büyüklüğüne ulaştığı yönündedir.
Türk girişimciler tarafında kurulmuş firmalarda 5.000 civarında Kırgız vatandaşına
istihdam sağlanmaktadır.
2012 yılında Kırgızistan’ın Gayrisafi Yurtiçi Hasılası 6,48 milyar Dolar olarak
gerçekleşmiş olup, 2011 yılına kıyasla %0,9 oranında azalmıştır. Sözkonusu azalma Kumtor
altın madenini işleten işletmeden kaynaklanmıştır. Kumtor dikkate alınmadığında %5’lik artış
sözkonusudur. Toplam sanayi üretimi 2,85 milyar Dolar. Tarım, hayvancılık, avcılık ve
ormancılık sektörlerinde toplam üretim değeri 3,56 milyar Dolardır. Ana sermayeye yapılan
yatırımların miktarı 1,33 milyar ABD Doları olup, 2011 yılına kıyasla %21,5 oranında
artmıştır. Tüm taşıma araçlarıyla taşınan yükün toplam tutarı 39.456 bin ton olmuş ve %4,5
oranında artmıştır. 2012 yılı enflasyon oranı %7,5’olmuştur.
Kırgız Cumhuriyeti Milli İstatistik Komitesi yayınlarına göre 1 Ocak 2012 tarihi
itibariyle Kırgızistan topraklarında 26.400 şirket (tüzel kişi) faaliyet göstermektedir. Bunların
içinde %29,4’ü Devlet şirketleri olup, özel şirketlerin payı %70,6’dır. Tüzel kişilerin büyük
kısmı Bişkek’te yoğunlaşmış küçük işletmelerden oluşmaktadır. Orta ve büyük işletmelerin
payı sırasıyla %14 ve %6,5’tir.
Cari fiyatlarla Gayrisafi Yurtiçi Hasılanın yapısında tarım sektörünün payı %17,5,
ticaret %16,2, vergilerin payı %13,4, İmalat sanayisi %12,5 olmuştur. GSYİH yapısının
Mal/Hizmet dağılımında 2012 yılında Hizmet sektörü öne çıkmış, Mal üretimi %40, Hizmet
üretimi ise 46,6 şeklinde gerçekleşmiştir. Sektörel büyüme hızlarında ise tarımda %1,2’lik
artış, Sanayide Kumtordan kaynaklanan %20,2’lik azalma, Hizmette %9,8’lik artış olmuştur.
Kırgızistan’ın 2012 sonu itibariyle dış borç stoku yaklaşık 3 milyar dolar olup,
GSYİH’ye oranı %46,8’dir.
Kırgızistan’ın dünya ticaretinden aldığı pay oldukça düşük olup, onbinde ikiye
yakındır.
İhracatının
özellikle
komşularının ithalat
performansına
bağımlı
olduğu
görülmektedir. 1998 Rusya krizinde rublenin değerinin ani düşüşüyle Rusya’nın ithalatında
yaşanan düşüş ve bunun domino etkisi yaratarak Kazakistan’ın da Rusya’dan ithalatı
26
caydırmak için %200’lere varan oranlarda gümrük vergisi artırımına gitmesi Kırgızistan’ın
ihracatını olumsuz etkilemiştir. Bu dönemde Rusya’dan ithalat artarak ödemeler dengesinde
sarsıntıya sebep olmuştur.
Rusya krizi sırasında Orta Asya ülkeleri sınırlarını kapatarak, yüksek tarifeler
uygulamışlardır. Bu dönemde ülkeler arasında kurulmuş olan Gümrük Birliği uygulanamaz
hale gelmiştir. Kırgızistan ise bunun dışında kalmış, kısa vadede zarar görmüş ancak sınırları
kapatmak yerine batı ve Çin pazarlarıyla ticareti artırmaya çalışmıştır.
Kırgız Cumhuriyeti’nin coğrafi zorlukları ve sınırlı enerji kaynakları ithalatta diğer Orta
Asya ülkelerine bağımlılığını perçinlemiştir. Halihazırda Rusya % 33,2 gibi yüksek bir oranla
Kırgız Cumhuriyeti’nin en büyük ithalat pazarıdır. İthalata ilişkin verilere bakıldığında,
Kırgızistan’ın ithalatında BDT ülkelerinin payının yaklaşık %50 olduğu görülmektedir.
Ayrıca, BDT ülkelerinin %57,7’lik oranla Kırgızistan’ın en önemli ihracat pazarı oldukları
görülmektedir.
Kırgızistan’daki ticaret halen bölgesel düzeyde, bölge ülkeleriyle gerçekleştirilmektedir.
Bu nedenle tercihli ticaret anlaşmaları büyük önem arz etmektedir. Kırgızistan’a gelen
yabancı firmalar sadece Kırgızistan pazarına değil, bütün bölgeye satış yapma amacını
gütmektedirler.
Altın 1997 yılında Kumtor madeninde üretimin başlamasından itibaren ülkenin en büyük
ihracat kalemi olmuştur. Altın ülkenin ihracat gelirlerinin yaklaşık %45’ini oluşturmakta,
BDT ülkeleri dışına yapılan ihracatın yaklaşık %82’sine tekabül etmektedir. 2012 yılında
Kumtor altın madeninde üretim düşüklüğü nedeniyle bu oranlarda azalma meydana gelmiş,
ancak ilerdeki yıllarda aynı oranlara dönüleceği düşünülmektedir. Kırgız altınının alıcı
ülkeleri İsviçre, Birleşik Arap Emirlikleri ve Almanya’dır. Altının ihracat gelirlerinde bu
derece
yüksek bir paya sahip olması, uluslararası
piyasalarda altın fiyatlarının
dalgalanmasının ülkenin ekonomisine ciddi etkileri olmasına neden olmaktadır. Ayrıca,
mevcut rezervlerin sınırlılığı, ihracatta öncü yeni sektörlerin geliştirilmesi gerekliliğini de
ortaya çıkarmaktadır.
Ülkenin tekstil ihracatı ağırlıklı olarak Rusya’ya gönderilen hazır giyim ürünlerinden
oluşmaktadır. Ayrıca, Bişkek’teki Dordoy Pazarı da bölgedeki tekstil-hazır giyim ticareti
bakımından önemli bir merkez konumundadır. Konteynırlarda satılan mallar komşu
ülkelerden gelen alıcılara pazarlanmaktadır. 2008 yılında finansal krizin etkisiyle BDT
27
ülkelerine tekstil hazır giyim ihracatında önemli azalmalar olmuştur. 2010 yılı olaylarından
sonra hazır giyim ihracatında önemli ölçüde azalma meydana geleceği beklenirken, tersine
%70’lik artış olmuştur. 2011 yılında bu artış 2010’a kıyasla %13,6, 2012 de %10 olmuştur.
Tekstil ve konfeksiyon sektörü Kırgız sanayisinin lokomotifi haline geldiği söylenebilir.
2001 yılında uluslararası koalisyon tarafından Afganistan’a düzenlenen harekat amacıyla
ülkede konuşlanan silahlı kuvvetlere yönelik olarak yapılan uçak yakıtı satışı da önemli
gelirler arasında yer almaktadır. Amerikan Hava Üssünün Kırgızistan’dan kaldırılması konusu
2009 yılında gündeme gelmiş, taraflarca mutabık kalınarak 1 yıl süreyle uzatılmıştır.
Sözkonusu Üssün kaldırılması konusu devamlı gündeme gelmektedir.
Bölgedeki pazarlar Kırgızistan’ın elektrik ihracatı için önemli bir imkan sağlamaktadır.
Halihazırda %10 seviyesinde kullanılan elektrik üretimi potansiyeliyle bile ortalama yılda 2,5
milyar kilovat/saat (yaklaşık 100.000.000$) elektrik ihracatı gerçekleştirilmektedir.
Özbekistan ile gergin ilişkiler nedeniyle 2002 sonrasında ikili ticarette ciddi oranlarda
düşüş gözlemlenmiş ise de, 2004 yılından itibaren iki ülke arasındaki ticaret hacmi tekrar
yükselişe geçmiştir. Ancak Haziran 2010’da ülkede meydana gelen etnik çatışma sonucu
Özbekistan kapılarını uzun müddet kapalı tutulmuş ve bu da Özbekistan ile olan dış ticarete
olumsuz yansımıştır. İstikrarın olması halinde Özbekistan ile olan ticaret artış trendinde
olacağı düşünülmektedir.
Halihazırda Rusya, Beyaz Rusya ve Kazakistan’ın oluşturmuş oldukları Gümrük
Birliğine Kırgızistan’ın girmesine Hükümet tarafından sıcak bakıldığı izlenmekte olup, yakın
gelecekte üyelik konusunda görüşmelerin yapılabileceği düşünülmektedir. Kırgızistan’ın
Gümrük Birliği’ne giriş başvurusu kabul edildiği açıklanmıştır. Halihazırda Kırgızistan
müzakere edilecek konular üzerinde çalışmalar yürütmektedir.
18 Kasım 2011 tarihinde Petersburg’da çoğu BDT Ülkelerinin Hükümet Başkanları
‘Serbest Ticaret Alanı’na ilişkin anlaşmayı onaylayarak imzalamışlardır. Bunlar Rusya, Beyaz
Rusya, Ermenistan, Kazakistan, Moldova, Ukrayna, Kırgızistan ve Tacikistan’dır.
Azaerbaycan, Türkmenistan ve Özbekistan’ın da bu anlaşmaya katılmaları değerlendirme
aşamasındadır. Anlaşmanın maksadı bu ülkeler arasında olan dış ticarette gümrük vergilerinin
kaldırılmasıdır.
28
2012 yılı ticaret hacmi 7,27 milyar dolar civarında gerçekleşmiş olup, %11,8 oranında
artmıştır. İhracat %15,5’lik azalma ile 1,9 milyar dolar, ithalat ise %26,1 oranında artışla 5,4
milyar dolar olmuştur. Dış ticaret açığı 3,5 milyar dolar şeklinde gerçekleşmiştir.
Kırgızistan’ın ihracatında İsviçre %28,9, Kazakistan %21,4 Rusya %11,6 ile ilk sıralarda
yer almaktadır. 2012 yılı ihracat yapısını oluşturan ürünlerin büyükten küçüğe sıralaması;
kıymetli metaller (altın), tekstil ve hazır giyim, sebzeler, kerosin, elektrik, meyveler, pamuk
lifi, süt ve süt ürünleri şeklinde olmuştur.
Kırgızistan’ın ithalatında yer alan başlıca ülkeler Rusya %33,2, Çin Halk Cumhuriyeti
%22,5, Kazakistan %9,7, ABD (%4,7) ve Japonya’dır (%4).
İthalatın yapısında ilk sıraları mineral ürünler almaktadır (benzin, dizel, kerosin),
devamında sırasıyla; ikinci el otomobiller, giyim ve aksesuarları, ilaçlar, buğday, çikolata ve
kakao içeren diğer gıda ürünleri, inşaat demiri ve doğalgaz gelmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti Ekonomi Bakanlığı verilerine göre ikili ticaretimiz 2002 yılında
yaklaşık 41,6 milyon Dolar seviyesinde iken 10 yıl içerisinde 7 kat artarak 2012 yılında 302,6
milyon Dolar olmuştur. İkili ticarette Türkiye’nin daima fazla verdiği ve özellikle 2003
yılından itibaren bu fazlanın artarak devam ettiği görülmektedir.
Kırgızistan ile ticaretimizin sektörel dağılımı incelendiğinde, ihracatımızda sanayi
ürünlerinin %99,2 oranında bir payla ağırlığı olduğu, ithalatımızda ise tarım ürünlerinin
%84,1 oranında bir paya, sanayi ürünlerinin ise %15,8 gibi oldukça düşük bir paya sahip
olduğu görülmektedir.
Kırgız Cumhuriyeti’nin Türkiye’ye yönelik ihracatında en önemli kalemler 2012 yılında
12,8 milyon Dolar ile kuru fasulye olmuştur. İkinci sırada 5,8 milyon Dolarlık Pamuk, üçüncü
sırayı 4,6 milyon Dolar ile altın, dördüncü sırayı 4,4 milyon Dolar ile sebze ve sebze
karışımları almıştır.
Kırgız Cumhuriyeti’ne, 2012 yılı ihracatımız sırasıyla halılar (21,6 milyon Dolar),
altından mücevherat (15,5 milyon Dolar), tekstil ürünleri (13,02 milyon Dolar), elektrikli
fırınlar –ocaklar (7,2 milyon Dolar) yer almışlardır.
Fiyat ve kalite açısından genel bir kıyaslama yapıldığında Türk ürünleri Kırgızistan’ın
ithalatında büyük bir paya sahip olan ucuz Çin ürünleri ile pahalı Almanya ürünleri arasında
yer almaktadır. Çin ürünlerinin ülkeye ucuz, ancak düşük kalitede olarak girmesi son
29
dönemlerde tüketicileri daha kaliteli mal arayışlarına yönlendirmiştir. Bu durumda kaliteli ve
ucuz Türk ürünleri rağbet görmektedir. Ancak Çin ürünleri ile rekabete en olumsuz etki
nakliye maliyetlerinden kaynaklanmaktadır.
Kırgız Cumhuriyeti’nde uygulanan gümrük tarifeleri 0, 5, 10, 12, 15, 20 ve 30 olmak
üzere 7 seviyede toplanmıştır. Nomenklatürün %46,6’sı “0”, %14,2’si %5, %33,4’ü %10,
%3,1’i %12, %2,7’si %15, %0,2’si %20 ve yine %0,2’si %30 oranındaki gümrük
vergilerinden oluşmaktadır.
MFN (Dünya Ticaret Örgütüne üye ülkeler için uygulanan tavizli vergiler) vergilerin
basit ortalaması 2008 yılında %4,7 olmuştur. Gümrük vergileri tarım ürünlerinde %8,1, sanayi
ürünlerinde ise %4,1 seviyesindedir.
Bu alanda bilinmesi gereken BDT ülkelerinin serbest ticaret alanı kurmaya yönelik
olarak 15 Nisan 1994 tarihinde bir anlaşma imzaladığı, anlaşmaya göre Kırgızistan menşeilli
ürünler diğer BDT ülkelerinde vergiye tabii değildir. Sözkonusu muafiyet mobilya, video,
televizyon cihazları, kişisel bilgisayarlar ile söz konusu elektronik cihazların aksesuarları için
uygulanmamaktadır.
Kırgızistan bir tarım ülkesidir. 2008 yılı GSYİH’sında en büyük payı %25,8’lik payla
tarım sektörü almıştır. Kırgızistan tarım ürünlerinin ithalatçıları sırasıyla Rusya, Kazakistan,
Türkiye ve diğer komşu ülkelerdir. Kırgızistan’ın Türkiye’ye gerçekleştirdiği tarım ürünleri
ihracatının en önemli kalemleri fasulye, ceviz ve pamuk lifidir.
Hâlihazırda tarım ürünleri büyük ölçüde ham olarak ihraç edilmektedir. Hükümet
sözkonusu durumun düzeltilmesi, tarım ürünlerinin Kırgızistan’da işleme tabi olduktan sonra
çıkarılması yönünde çabalar göstermektedir. Tarım ürünlerini işleyen ve Hükümet tarafından
belirlenen kriterlere uyan şirketler 3 yıllık bir süreyle KDV ve Gelir vergisinden muaf
edilmiştir.
Sovyetler Birliği yıkılmasından itibaren tarım sektöründe traktör, tarım makine ve yedek
parçaları parkında pek yenilenmeye gidilmemiştir. Diğer bir ifadeyle sözkonusu alanda boşluk
mevcuttur. Çiftçilerin alışagelmiş BDT menşeli ürünleri kullanma yönündeki tercihlerine
rağmen, uygun fiyat ve ödeme koşulları sunulması ve satış sonrası servis ve parça temini
garantisi olması ve de gerekli düzeyde reklam ve tanıtım faaliyetlerinin yapılması halinde
Türk ürünlerin de Kırgızistan piyasasında yer alabileceği düşünülmektedir.
30
Bağımsızlık öncesi dönemde altın, kömür, uranyum ve antimon Kırgız Cumhuriyeti’nin
madencilik sektörüne damgasını vurmuştur. Kırgızistan’da çok sayıda altın maden yatağı
bulunmaktadır.
Kumtor Başkent Bişkek’in 350 kilometre güney doğusunda ve Çin sınırına 60 kilometre
mesafede bulunmaktadır. Kumtor Orta Asya’da yabancı yatırımcılar tarafından işletilen en
büyük altın madenidir. Maden bugüne kadar yaklaşık 253 ton altın üretmiştir. 2012 yılında
Kumtor’un üretimi yaklaşık iki kat azalarak 9,8 ton olmuştur (18,1 ton altın 2011 yılında)
olmuştur. 2013 yılı için altın üretim hacmi 17,1-18,7 ton olarak planlanmaktadır.
Bununla birlikte Kırgızistan topraklarının %90’ı dağlardan oluştuğu, Sovyetlerin
yıkılmasından sonra Hükümet tarafından maden arama ve tetkiki alanında hiçbir yatırım
olmadığı bilinmektedir
Kırgız Cumhuriyeti’nde sınırlı miktarda petrol ve doğal gaz rezervi bulunmaktadır. Yıllık
mevcut rezervlere yapılan yatırımlarla yılda 80.000 ton petrol elde edilebilmekte olup, iç
talebin %12’sini karşılamaktadır. Dolayısıyla, Kırgız Cumhuriyeti enerjide ağırlıklı olarak
komşu ülkelerden yapmakta olduğu ithalata bağımlıdır. Kömür üretimi de halen iç talebi
karşılamaktan uzaktır. Kırgız topraklarında bulunan büyük Kara-Keçe kömür yatağından
çıkarılan kömürün piyasada rekabet edebilir hale gelebilmesi için yaklaşık 60 km’lik
demiryolu inşaatına ihtiyaç duymaktadır.
Elektrik enerjisi üretimi Kırgızistan’daki temel endüstrilerden biridir. Ülkenin elektrik
enerjisi ağırlıklı olarak hidroelektrik santrallerinde üretilmekte ve düşük fiyattan arz
edilmektedir. Ülke hidroelektrik kaynakların genişliği bakımından Rusya ve Tacikistan’ın
ardından BDT ülkeleri arasında üçüncü sırada yer almaktadır. Ülke içi elektrik fiyatların
düşük olması nedeniyle yatırımların ihraç amaçlı olması gerektiği ve bunun için de ilgili
elektrik hatlarının kurulmasının gerektiği düşünülmektedir.
Ayrıca Kırgızistan’da Bişkek ve Oş şehrinde bulunan termik santrallerinde ısı ve elektrik
enerjisi üretilmektedir. Fakat bu üretim kış döneminde olup küçük hacimlerdedir. Enerji
tüketiminde hidroelektrik barajların payı %90’larda ısı termik santrallerin payı %10’un
altındadır.
Her ülkede olduğu gibi Kırgızistan’a da yatırım yapılmadan önce ilgili mevzuatın
incelenmesi, yapılan anlaşma ve şartların kâğıda dökülmesi çok önemlidir. Diğer önemli bir
husus profesyonel hukuk ve muhasebe uzmanlarından yardım alınmasıdır.
31
Türkiye’nin yatırımlar konusunda bu güne kadar önemli mesafe katettiği, ancak
istenilen büyüklüğe ulaşıldığını iddia etmek güçtür. Uluslararası düzeyde faaliyet gösteren
Türk sermayeli büyük firmaların Kırgızistan’da yatırım yapmalar sağlanmalıdır.
Kırgızistan 5 milyon nüfuslu küçük bir ülke olarak görülmemeli, Rusya’dan Çin’e
kadar çok geniş bir bölgedeki ticari operasyonlar için önemli bir yatırım merkezi olma
potansiyeli taşıdığı unutulmamalıdır. Bunun için Kırgızistan’ın Yatırımcıları cezbedecek
güvenli yatırım ortamını sağlaması yeterlidir.
Önümüzdeki yıllarda Ticaret hacminin 1 milyar dolara çıkarılması Kırgız
Cumhurbaşkanı ve Türkiye Başbakanı tarafından hedef olarak konulmuştur. Ticaretimizin
gelişim trendi içinde özel çalışma ve programlar uygulanması halinde ulaşabilecek bir hedef
olarak görülmektedir.
Bu açıdan iki ülkeyi işadamlarına iyi tanıtacak adımlar atılması, fuarlara katılım ile
Kırgızistan’ın yabancı sermaye ve dış ticaret alanındaki reformları çok iyi anlatılmalıdır.
İkili ticaretimizin gelişmesinin önündeki en büyük engel ulaştırma sektöründeki
sorunlardır. Ticari ilişkilerde mesafeden kaynaklanan dezavantaj elimine edilmeli ve
maliyetleri düşürecek hızlı, güvenli bir taşımacılık sistemini, demiryolu şeklinde bölgesel
boyutta (Çin, Hindistan, Pakistan) ele alacak çözümler üretilmelidir.
Kırgızistan ekonomisi rakamlarla değerlendirdiğimizde küçük bir ekonomi olarak
görülebilir. Ancak bu son derece yanıltıcı bir değerlendirmedir. Kırgızistan’da iş yapmak
isteyen yatırımcılar rakamların dışında ülkeyi görerek, yaşayan ekonomiyi anlamaları ve buna
göre karar vermelerinin daha doğru olacağını, DTÖ üyesi ilk merkezi Asya ülkesi olması ve
Çin ile Avrupa arasında ciddi bir geçiş ülkesi konumunda bulunduğu gerçeğini unutmamaları
gerekir.
Ayrıca Türkiye’nin AB ile üyelik müzakerelerinin devam etmesi, Türkiye’nin Avrasya
coğrafyasının merkezinde bir köprü konumunda olması, Türkiye’nin AB’ye üye olmasıyla
birlikte AB’nin Kafkasya ile komşu hale gelecek olması, önümüzdeki dönemde Asya’nın
Merkezinde bulunan Kırgızistan için de önemli avantajlar sağlayacaktır.
Bu açıdan Kırgızistan ile Türkiye’nin işbirliğinin üst seviyelerde devam etmesi, her iki
ülke içinde bu günden, yarının fırsatlarının yakalanması anlamına gelmektedir.
32
Erten, Behzat
1958 Yılında Tekirdağ-Saray'da doğan Behzat Erten,.İlk ve orta okulu Saray'da
bitirdi.Çanakkale Öğretmen Lisesi ve Atatürk Üniversitesi İşletme Fakültesi'ni bitirdikten
sonra Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü'nde Kamu Yönetimi yüksek lisansı
yapan Behzat Erten,Ticaret Bakanlığında İhracat Kontrolörü olarak işe başlamış, daha sonra
Başbakanlık Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığında HDT Uzmanı ve Şube Müdürü,
Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığında Daire Başkanı ve Genel Müdür Yardımcısı
görevlerinde bulunmuştur. 2009 yılı başında Kırgızistan Bişkek Büyükelçiliği'ne Ticaret Baş
müşaviri olarak atanmıştır. Dış Ticaret Müsteşarlığı'ndaki görevi esnasında; Türkiye Bilimsel
ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) Ulusal Metroloji Enstitüsü'nde Yönetim
Kurulu Üyeliği, Türk Standartlar Enstitüsü'nde (TSE) Teknik Kurul üyeliği, İlkokul
Öğretmenleri Sosyal Yardım Sandığı'nda (İLKSAN) Yönetim Kurulu Başkan
Vekilliği görevlerinde de bulunan, Erten, Ankara’da da faaliyet gösteren Tekirdağ Kültür ve
Yardımlaşma Derneği'nin kurucusu olmuş ve iki dönem Genel Başkanlığını üstlenmiştir.
33
Uluslararası Öğrenci Hareketliliği Bağlamında Büyük Öğrenci Projesi ve
Türkiye Bursları
Mehmet KÖSE
Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkan Yardımcısı
Uluslararası öğrenci hareketliliği, bireysel alan dışında bilimsel gelişme ve kültürel alış veriş
açısından da büyük önem taşımaktadır. Yabancı öğrenci hareketliliği üzerinden ülkeler ve
kültürler arası bilgi transferi yaşanmaktadır. Bu süreçte mevcut bilgi birikiminin
geliştirilmesi, yeni bilgi üretilmesi ve bilginin küresel dolaşıma sokulması mümkün
olabilmektedir.
Yabancı ülkelere giderek eğitim-öğretim görme faaliyeti; insanlar, toplumlar ve ülkeler
arasındaki ilişkilerin dini, ekonomik, siyasi ya da kültürel boyutlarını yüzyıllardır derinden
etkilemektedir. İnsan medeniyetinin fikrî gelişimi ve bu gelişimin birçok alandaki yansımaları
eğitim-öğretim temelinde kitlesel ve kurumsal bir mahiyet kazanmıştır. Antik çağlardan,
Helenistik döneme kadar Mezopotamya, Mısır, Sparta ve Atina eğitim-öğretim merkezleri ön
plana çıkmıştır.
İmparatorluklar çağında yabancı ülke ya da bölgelerden getirilen öğrencilerin yetiştirilmesi,
yetiştirildikten sonra ülkelerine dönmeleri ve ilim adamı ya da yönetici olarak öncü roller
üstlenmeleri yaygın görülen bir olgu olarak dikkat çekicidir. Osmanlı İmparatorluğu’nda da
gerek ilim adamı gerekse yönetici yetiştirmeye yönelik yabancı öğrenci uygulamaları zirve
noktaya ulaşmış, bölgesel ihtiyaçlar çerçevesinde insan yetiştirilmeye özen gösterilmiştir.
Orta Asya’da bulunan Hanlıklarda 19. yüzyılın ortalarından itibaren ağırlıklı olarak askeri
eğitim almak üzere birçok öğrenciyi İstanbul’a göndermiştir.1
Eğitim-öğretim faaliyetlerinin küresel boyuttaki ağırlığının Avrupa ve Amerika’ya kayması
ise modern döneme rastlamıştır. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında ülkeler arasında
anlaşmalar yoluyla bilim ve kültür alışverişi eğitim-öğretim yoluyla sağlanmaya başlamıştır.
1
Ahat Andican, Osmanlı’dan Günümüze Türkiye Orta Asya İlişkileri
34
1960’larda gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkelere kalkınmaya yönelik ‘yardım’ amaçlı
eğitim-öğretim bursları tahsis ettiği görülmektedir. Adından da malum olduğu üzere “Soğuk
Savaş” sıcak çatışmaların yaşanmadığı ancak ideolojik çatışmanın had safhada olduğu bir
dönemi nitelemektedir. Bu dönemde karşı kutuplarda yer alan devletler çeşitli burs
programları ile uluslararası öğrencileri kendi ülkelerine çekmeye çalışmıştır. Bundaki amaç;
eğitimlerini tamamlayan uluslararası öğrencinin ülkesine geri dönerek diğer kutba karşı
ideolojik ve askeri çevreleme politikasına hizmet etmelerini sağlamaktır.
Çift kutuplu dünya sisteminin sona ermesiyle beraber küreselleşmenin getirdiği değişimler
yükseköğretimin de uluslararasılaşmasını zorunlu kılmakta ve bu alanda rekabeti
artırmaktadır. Küresel düzeyde artan rekabet, inovasyon talepleri, yeni pazar ve üretim
seçenekleri; bilgi, teknoloji ve hizmet üreten “bilgi toplumu”nun, kalkınma için önemini daha
da belirginleştirmektedir.
Soğuk savaş sona ermesiyle sadece ideolojik savaş sona ermemiş aynı zamanda gücün doğası
da değişmiştir. İlk kez Harvard Üniversitesi profesörü Joseph Nye tarafından ortaya atılan
‘yumuşak güç’2 terimi ülkelerin diplomatik altyapısı, kültür alanında ortaya koydukları
ürünler, eğitim kapasitesi, iş dünyasındaki cazibesi ile sosyal bütünlük ve kültürüyle diğer
ülkeleri etkileyişini anlatmaktadır. Günümüzde, uluslararası öğrenci hareketliliği dış politika
yapım sürecinde yumuşak gücün önemli bir enstrümanı olarak ön plana çıkan kültürel
diplomasinin önemli bir aracı haline gelmiştir. Gelişmiş ülkeler dünyadan öğrenci çekerek
uluslararası sistemdeki yerlerini korumaya çalışırken, gelişmekte olan ülkeler ise uluslararası
öğrenciler aracılığıyla küresel sistemde biz de varız mesajı vermektedir. İlişkilerin giderek
daha karmaşık ve birbirine bağımlı hale geldiği günümüz dünyasında uluslararası öğrenci
hareketliliği devletlere siyasi, ekonomik ve kültürel anlamda önemli fırsatlar sunmaktadır.
Sovyetler Birliğinin dağılması Türkiye’nin uluslararası arena da önemini yitireceği endişesine
sebep olsa da, Türkiye özellikle 90’lı yılların başlarında kendi yolunu çizme girişimlerinde
bulunmuştur. Bu dağılış aynı zamanda Türkiye’ye Orta Asya Türk halklarıyla irtibatının
kesildiği 1920’li yıllardan sonra ilk kez yeniden irtibata geçme imkânını doğurmuştur.
Sovyetlerin dağılmasıyla dünyada tarihin sonunun3 geldiğini savını ortaya koyan akımla,
Türkiye’deki konjonktürün uyumluluğu ve buna ek olarak Türk halkının tarihsel bağlarının
bulunduğu soydaş topluluklarla etkileşime geçilmesi gerektiği yönündeki toplumsal baskısı
2
3
Joseph Nye, Soft Power (2004)
Francis Fukuyama, The End of History and the Last Man (1992)
35
Türkiye’yi yeni bağımsızlığını kazanmış Cumhuriyetlerin kalkınmasına için hızlı bir şekilde
adımlar atılması yönünde teşvik etmiştir. Türkiye, yukarıda bahsi geçen fırsatları
değerlendirmek adına aralarında tarih, kültür ve dil bağlarının bulunduğu Orta Asya Türk
Cumhuriyetlerini Orta Asya Türk Cumhuriyetlerini diplomatik olarak tanıyan ilk ülkelerden
biri olmuş ve karşılıklı ilişkileri bir an önce geliştirme yoluna gitmiştir. Bu amaçla Türkiye,
eğitim ilişkilerini daha kurumsal hale getirmek için 90’lı yılların başından itibaren bütün Orta
Asya Türk Cumhuriyetleriyle birçok eğitim, bilim, kültür işbirliği anlaşmaları imzalanmıştır.
Büyük Öğrenci Projesi, yukarıda bahsi geçen konular bağlamında, Sovyet Sosyalist
Cumhuriyetler
Birliği’nin
dağılmasının
ardından
bağımsızlıklarını
kazanan
Türk
Cumhuriyetleri ile ilişkileri geliştirmek ve bu ülkelerin yetişmiş insan gücü ihtiyacının
karşılanmasına yardımcı olmak suretiyle kalkınmalarını hızlı bir şekilde gerçekleştirmelerine
destek olmak amacıyla 1992 yılında başlatılmıştır. Türkiye, burslu uluslararası öğrenci
hareketliliğine yönelik faaliyetlerini, 1992 yılından itibaren Büyük Öğrenci Projesi’yle
sistematize etmeye başlamış ve günümüze kadar çok sayıda soydaş ve akraba toplulukların
ülkelerine mensup çok sayıda öğrenciyi yüksek eğitim kurumlarına kabul etmiştir.
Ülkemizde burslu olarak öğrenim görmek, özellikle tarihsel bağlarımızın bulunduğu pek çok
ülkede oldukça popüler ve talep edilir hâle gelmiştir. 90’lı yılların ilk yarısında yıllar boyunca
birbirinden uzakta kalmış Türk dünyasıyla etkileşimi bir an önce geliştirmek amacıyla
Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan’dan binlerle ifade
edilebilecek sayıda öğrenci Türkiye’ye eğitim amaçlı kabul edilmiştir. Bu dönemde nicelik ön
planda tutulduğu görülmektedir. Ancak, Türkiye’nin ekonomik, akademik ve fiziki
kapasitesinin üzerinde öğrenciyi kabul etmesi, bölge ülkelerinden gelen öğrencilerin ve
Türkiye’deki yüksek öğretim kurumlarının oryantasyon programlarına tabi tutulmadan eğitim
hayatına başlanması çeşitli sıkıntıları da beraberinde getirmiştir.
Yeniden yapılanma dönemi olarak adlandırabileceğimiz 90’lı yılların ikinci yarısından
itibaren uluslararası öğrenci hareketliliği anlamında büyük değişiklikler görülmektedir.
Yükseköğretim anlamında daha kurumsal ve daha uzun soluklu projeler olan Kazakistan’da
Ahmet Yesevi Üniversitesi ve Kırgızistan’da Manas Üniversitesi Türkiye Cumhuriyeti’nin
katkılarıyla kurulmuştur. Türk Cumhuriyetleri ile Türk ve Akraba Topluluklarındaki gençler
başta olmak üzere ortak anlayış geliştirmeleri ortak kültür değerlerimiz etrafında ahlaki ilkeler
ve evrensel değerlerle donatılmış ve başta Türk Uygarlığı olmak üzere dünya bilimine katkı
sağlamak amacıyla kurulan bu üniversiteler bölgede yer alan tüm Türk Cumhuriyetlerinden
36
öğrenci çekmiştir. Yüksek Öğretim Kurulu tarafından tanınan ve Türkiye’deki öğrenci seçme
sınavına göre Türk öğrencileri de kabul eden bu üniversiteler uluslararası öğrenci
hareketliliğine yeni bir boyut kazandırmıştır.
Bu dönemde, Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinde ve Türkiye’de meydana gelen sosyal,
ekonomik ve siyasi değişimler öğrenci hareketliliğini de aynı ölçüde etkilemiştir. Sözkonusu
ülkelerde meydana gelen bu değişiklikler Büyük Öğrenci Projesi kapsamında Türkiye’ye
gelen öğrenci sayısında büyük bir düşüşe sebep olduğu malumdur.
2000’li yıllarda ise küresel anlamda internet ve bilgi çağına geçilmesine rağmen Büyük
Öğrenci Projesi önceki yıllarda programlanan istikrarlı yapısını korumuştur.
Büyük beklenti ve umutlarla 1992 yılında başlatılan Büyük Öğrenci Projesi ile ülkemizde
burslu olarak öğrenim görmek, özellikle tarihsel bağlarımızın bulunduğu pek çok ülkede
oldukça popüler ve talep edilir hâle gelmiştir.
Ancak, Türkiye tarafından diğer ülkelere tahsis edilen kontenjanlardan yeterince
yararlanılmaması, burslardan istifade eden öğrencilerin çeşitli sebeplerle bursluluk statülerini
sürdürememeleri, öğrencilerin düşük başarı ve mezuniyet oranları gibi nedenler, söz konusu
projenin amaç ve araçlarının günümüz şartlarına yeniden uyarlanması hususunu gündeme
getirmiştir.
Bu düşünceden hareketle, ülkemizin son yıllardaki etkin dış politikası ve geçmiş yılların
deneyimleri göz önünde bulundurularak, kaynakların verimli kullanılması amacıyla konu
hakkında yeni bir uygulama geliştirilmesi zarureti hâsıl olmuştur. Uluslararası öğrenci
hareketliliğinin tüm dünyada giderek daha sıkı bir rekabet konusu hâline gelmesi de,
ülkemizin bu konuda daha isabetli çalışmalar yapmasına zemin hazırlamıştır.
Bu doğrultuda önceki yılların ve karşılıklı olarak beklenen faydaların bir muhasebesi
yapılarak, Başkanlığımız koordinasyonunda, ülkemize uluslararası öğrenci hareketliliği
rekabetinde ivme kazandıracak çalışmalara yoğunlaşılmıştır.
Uluslararası öğrenci hareketliliğinden yüksek pay alan ülkelerin burs sistemleri ayrıntılarıyla
incelenmiş ve söz konusu hareketliliğe ilişkin uygulamaların, Türkiye’nin ve öğrenci
gönderen ülkelerin uzun müddetli çıkarlarıyla uyumlulaştırılmasına yönelik tedbirler
alınmaya çalışılmıştır.
37
Başkanlığımız koordinasyonunda yürütülen bahse konu çalışmaların, aynı zamanda ulusal
politikaya mündemiç bir marka değeri taşımasından hareketle; 116 üniversite, 56 büyükelçilik
ve 21 bakanlık ve bağlı kuruluşun konu hakkındaki görüşleri alınmıştır.
Tüm bu çalışmaların ardından hayata geçirilen Türkiye Bursları uygulaması, Başkanlığımızın
sekretarya vazifesini sürdürdüğü ve Millî Eğitim Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, İçişleri
Bakanlığı, Maliye Bakanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı, Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı
ve Yunus Emre Enstitüsü gibi kurumların temsilcilerinden müteşekkil Uluslararası Öğrenciler
Değerlendirme Kurulu’nun görüşlerine sunulmuştur. Aralarında uzun bir süreden beri
uluslararası öğrenci hareketliliğine ilişkin görev faaliyetlerini üstlenen kurumların da yer
aldığı Değerlendirme Kurulu’nun 17 Eylül 2012 tarihli toplantısında olumlu görüşle kabul
edilen Türkiye Bursları, Başbakan Yardımcısı Sayın Bekir Bozdağ’ın onayıyla yürürlüğe
girmiştir.
Sonuç olarak, içinde bulunduğumuz bilgi çağı uluslararası öğrenci projelerinin durağan
yapısını ve öğrenci cezbetmedeki strateji eksikliğini kabul etmemekte uluslararası arena da
rekabeti zorunlu koşmaktadır. Bu noktadan hareketle, Türkiye Bursları yükseköğretimde
uluslararasılaşmanın yeni, dinamik ve kurumların eşgüdümüne dayanan bir yaklaşımla ele
alınmış, Dünyada yaşanmakta olan süreçle paralel olarak Türkiye’nin özellikle kamu
diplomasisi, kültürel tanıtım, dış politika ve ekonomi alanlarına pozitif katkı sağlayacak bir
yapıya kavuşturulmuştur.
38
Türkiye - Kırgızistan İlişkileri
İmdat PEKDEMİR
Türkiye, 16 Aralık 1991 tarihinde Kırgız Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını tanıyan ilk ülke
olmuş ve iki ülke arasında 29 Ocak 1992 tarihinde diplomatik ilişkiler tesis edilmiştir. 1992
yılı içerisinde karşılıklı olarak Bişkek ve Ankara’da Büyükelçilikler açılmıştır.
2008 yılında Büyükelçiliğimize bağlı olarak faaliyet gösterecek Celalabad Fahri
Konsolosluğumuz da hizmete açılmış ve Abdıkapar Kayıpov Fahri Konsolosumuz olarak
göreve başlamıştır.
Ülkemiz ile Kırgız Cumhuriyeti arasında eğitim, kültür, ticaret ve ekonomik işbirliği,
ulaştırma, iletişim, askeri ve diğer alanlarda 100’ü aşkın anlaşma ve işbirliği belgesi
imzalanmıştır. İki ülke Cumhurbaşkanları tarafından 1997 yılında imzalanan “Ebedi Dostluk
ve İşbirliği Anlaşması” ile 1999 yılında yayımlanan “Türkiye ve Kırgızistan: Birlikte 21.
Yüzyıla” bildirisi dostane ve kardeşçe ilişkilerin temelini oluşturan temel belgelerdir.
İki ülke arasında bugüne kadar, özellikle Cumhurbaşkanları düzeyinde, çok sayıda üst düzey
temas ve ziyaret gerçekleştirilmiştir. 25-28 Nisan 2011 tarihlerinde KC Başbakanı Almazbek
Atambayev tarafından ülkemize resmi bir ziyaret gerçekleştirilmiş olup, ziyaret sırasında iki
ülke arasında “Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi” kurulmuş, Sayın Başbakanımızın
Kırgızistan’ı ziyaretleri sırasında varılan mutabakat çerçevesinde bir “Vize Muafiyeti
Anlaşması” ile “Kırgızistan- Türkiye Manas Üniversitesi’nin İşleyiş Esaslarına Dair
Anlaşma” imzalanmıştır.
Ekonomik İlişkiler:
2010 yılında Türkiye ile Kırgızistan arasındaki ticaret hacmi (TÜİK rakamlarına göre) 212
milyon dolar olarak gerçekleşmiştir.
39
- İhracatımız: 164 milyon dolar
- İthalatımız: 48 milyon dolar
İhracatımızda başlıca kalemler: Giyim eşyaları, temizlik ürünleri, ilaçlar, tekstil mamulleri,
ayakkabı, kağıt ürünleri
İthalatımızda başlıca kalemler: Sebze-meyve, kerosin, pamuk lifi, deri, ceviz.
- Türkiye’nin Kırgızistan dış ticaretindeki payı 2010 yılı itibarıyla % 3 oranındadır.
Türk işadamları Kazak, Kanadalı, İngiliz ve Rusya işadamlarının arkasından beşinci sırada
yer almaktadır. 2006 yılına kadar ikinci sırada yer alan Türkiye, 2005 yılından itibaren
yoğunlaşan Kazak, ve İngiliz yatırımlarının etkisiyle gerilemiştir. Kırgız istatistiklerine göre
Türkiye’nin 1995-2010 dönemindeki doğrudan yatırım değeri 260 milyon dolar civarındadır.
Kırgızistan ile tabiatıyla kendi içinde gelişmekte ve şekillenmekte olan siyasi,
ekonomik/ticari, askeri ve kültür/eğitim alanlarındaki ilişkilerimiz, çok sayıdaki anlaşma ve
protokolden müteşekkil sağlam bir hukuki çerçevede, genel olarak sorunsuz şekilde
sürmektedir.
Uluslararası toplum tarafından “Asya’daki demokrasi adası” olarak nitelenen kardeş
Kırgızistan’da parlamenter demokratik hayatın kurumsallaşması Türkiye’yi memnun etmekte
ve Türkiye, geçmişten bugüne olduğu gibi bundan sonra da Kırgızistan’ın kalkınması ve
demokratikleşmesi adına destek vermeye devam edecektir. Bu destek kapsamında son olarak
Kırgızistan’ın 51 milyon Dolarlık kredi borcu silinmiş ve çeşitli projeler kapsamında 106
milyon Dolarlık yeni bir kredi sağlanmıştır.
Kırgızistan'ın Ekonomisi
Kırgız Cumhuriyeti’nin ekonomisi ağırlıklı olarak tarım, sanayi ve ticarete dayanmaktadır.
Tarım sektörü Gayri Safi Yurt İçi Hasıla’nın %20’sini oluşturmakta, faal işgücünün de
çoğunluğu tarım sektöründe istihdam edilmektedir.
Ülkedeki sanayi sektörünün önemli bir bölümünü de tarım ve hayvancılık ürünlerinin
işlenmesine dayalı gıda sanayi, tekstil, deri-kürk ve benzeri ürünlerin üretimine dayalı hafif
sanayi oluşturmaktadır.
40
Kırgızistan yaklaşık 890 dolar olan kişi başı yıllık gelir ortalaması ile fakir ülkeler grubunda
yer almaktadır.
2010 Nisan ayındaki halk hareketi ve özellikle 2010 Haziran’da ülkenin güney bölgesinde
yaşanan müessif olayların ardından devlet bütçesi ancak bağışçı ülkelerce sağlanan dış
yardımlar ve hibeler ile denkleştirilmeye çalışılmıştır.
Özel sektörün de doğrudan etkilendiği söz konusu olaylar neticesinde Kırgız ekonomisi bir
önceki yıla nazaran bir daralma yaşamış ve Gayri Safi Yurtiçi Hasıla 2010 yılı sonunda 2009
yılına göre % 1,4 azalarak 4.6 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir.
2010 yılı sonunda enflasyon oranı da bir önceki yıla kıyasla yaklaşık 12 puan artarak % 19,2
olarak belirlenmiştir.
Öte yandan, dış borç yükü Kırgız ekonomisinin başlıca sorunlarından biri olmaya devam
etmektedir. 2010 itibarıyla toplam dış borç 2,644 milyar dolar olarak belirlenmiştir.
1995-2010 döneminde toplam doğrudan yabancı yatırım istatistiklerine göre Kırgızistan’a
yaklaşık 3,819 milyar dolar doğrudan yabancı yatırım yapılmıştır.
Kırgızistan'ın Siyasi Görünümü
Kırgızistan’da 6-7 Nisan 2010 tarihlerinde Cumhurbaşkanı Bakiyev karşıtı olarak başlayan
gösteriler neticesinde, ana muhalefet partisi konumundaki Sosyal Demokrat Parti Meclis
Grubu Başkanı Roza Otunbayeva başkanlığında altı ay süreyle görev yapacağı açıklanan
“Geçici Yönetim” kurulmuş ve devrik lider Bakiyev ülkeyi terketmiştir.
Geçici yönetiminin açıkladığı çalışma takvimi uyarınca, “başkanlık” sisteminin bırakılarak
“parlamenter demokrasiye” geçilmesini de içeren Anayasa referandumu 27 Haziran 2010
tarihinde herhangi bir güvenlik sıkıntısı yaşanmadan başarıyla yapılmış, % 70 katılımın
olduğu referandumda % 90’lık bir çoğunluk yeni anayasaya ve Geçici Yönetim Başkanı Roza
Otunbaeva’nın “Geçiş Dönemi Cumhurbaşkanı” olmasına “evet” demiştir.
Geçiş dönemini müteakiben 30 Ekim 2011 tarihinde gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı
seçimlerini % 62,52 oy oranı ile ilk turda Başbakan Almazbek Atambayev kazanmış ve 1
Aralık 2011 tarihinde düzenlenen, Sayın Cumhurbaşkanımızın da iştirak ettiği devir-teslim
töreniyle Cumhurbaşkanlığı görevini üstlenmiştir.
41
Ülkede, 6 Eylül 2012’den bu yana Cantoro Satıbaldiev Başbakanlığında Sosyal Demokrat
Parti, Ata Meken Partisi ve Ar Namıs Partisi’nden müteşekkil koalisyon hükümeti görev
yapmaktadır.
Kırgızistan'a Seyahat Edecek Türk Vatandaşları
Kırgızistan’a seyahat edecek olan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları 1 ay süreyle vizeden
muaftır.
Öte yandan, Türkiye ile Kırgızistan arasında 26 Nisan 2011 tarihinde Ankara’da imzalanan
“Vize Muafiyeti Anlaşması” ile turistik amaçlı ziyaretlere “sınırsız vize muafiyeti”
getirilmekle birlikte, gerekli hukuki prosedürlerin tamamlanmaması nedeniyle söz konusu
Anlaşma henüz yürürlüğe girmemiştir.
KIRGIZİSTAN’DA EĞİTİM SİSTEMİ
Anaokulu başlama yaşı : 5-6
İlkokula başlama yaşı : 7
Birinci sınıftan dokuzuncu sınıfa kadar zorunlu eğitim uygulanmaktadır.
1-2-3 sınıf ilkokul (seytek uyumu)
4-5-6-7 ortaokul (semetey uyumu)
8-9-10-11 lise (manas uyumu)
10-11 meslek lisesi (uçulişsa)
Dokuzuncu sınıftan sonra öğrenci isterse eğitimini bırakabilir, isterse meslek lisesinden
devam edebilir (meslek lisesi sınavına girerek), isterse liseye devam edebilir.
Birinci sınıftan dördüncü sınıfa kadar öğrenciler haftada 24-25 saat;
Beşinci sınıftan dokuzuncu sınıfa kadar öğrenciler haftada 30-38 saat;
Onuncu ve onbirinci sınıflar haftada 35-36 saat eğitim görüyorlar.
42
Birinci sınıfa giden öğrenciler haftada 5 gün, diğer bütün sınıf öğrencileri haftada 6 gün okula
devam ediyorlar.
Meslek lisesini bitirenler, kendi bölümlerinden üniversitenin açık öğretim bölümünden
üçüncü sınıfından eğitime devam edebilir ancak kendi bölümlerine veya herhangi bir başka
bölüme normal eğitimden devam etmek isterlerse üniversitenin birinci sınıfından başlamaları
gerekir.
Genel liseyi bitirenler üniversite sınavlarına girip istedikleri bölüme birinci sınıftan
başlayarak eğitimlerine devam edebilirler.
TÜRKİYE-KIRGIZİSTAN EĞİTİM İLİŞKİLERİ
31 Ağustos 1991 tarihinde bağımsızlığını kazanan Kırgızistan ile eğitim ilişkilerimiz, diğer
Cumhuriyetlerde olduğu gibi, 1992 yılı başında ön protokollerin imzalanması ile başlamıştır.
Daha sonra 28 Şubat-6 Mart 1992 tarihleri arasında aralarında Bakanımızın da bulunduğu
heyetin ortak yapılacak faaliyetler için mutabakata varmak amacıyla söz konusu ülkelere
yaptığı ziyaret sonucunda her ülke eğitim bakanlığı ile mutabakat zabıtları imzalanmıştır.
Gelişen eğitim ilişkileri sonucunda en son eğitim iş birliği anlaşması 28 Haziran 1996
tarihinde Bişkek’te imzalanmıştır. Eğitim İş Birliği Anlaşması Taslağı hazırlık
çalışmaları devam etmektedir.
Anlaşmalarda yer alan hükümlerin uygulanması, uygulamada karşılaşılan sorunların
çözümlenmesi amacıyla oluşturulan Daimî Komisyon en son toplantısını (9’uncu) Bişkek’te
Nisan 2006’da yapmıştır.
Kırgızistan Cumhuriyeti Eğitim ve Bilim Bakanı Sayın İsengül BOLCUROVA, 04-09 Mayıs
2008 tarihleri arasında ülkemizi ziyaret etmiş ve Eğitim ve Bilim Mutabakat Zaptı 6 Mayıs
2008 tarihinde Ankara’da imzalanmıştır.
Ülkemizde 15/03/2013 tarihi itibari ile Türkiye Burslusu olarak Ön Lisans 29, Lisans
390, Yüksek Lisans 137 ve Doktora 70 olmak üzere 626 öğrenci eğitim görmektedir
43
Kırgızistan’da Bakanlığımız iş birliğinde açılan eğitim öğretim kurumlarından Türk Kırgız
Anadolu Kız Meslek Lisesine 1993 yılında akdedilen bir protokol ile 20 yıllığına tahsis edilen
binanın tahsis süresinin 2012 yılında dolması nedeniyle, Bişkek Büyükelçiliği Eğitim
Müşavirliğimizce hazırlanan ve Bakanlığımızca yeniden düzenlenen taslak protokol Dışişleri
Bakanlığına
gönderilmiş
ve
Bakanlığımız
adına
Bişkek
Büyükelçimiz
tarafından
imzalanmıştır.
25-28 Nisan 2011 tarihlerinde KC Başbakanı Almazbek ATAMBAYEV tarafından “Yüksek
Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi” kurulması amacıyla ülkemize gerçekleştirdiği resmi
ziyaret sırasında Kırgız Cumhuriyeti Eğitim ve Bilim Bakanı Kanat SADIKOV ile dönemin
Millî Eğitim Bakanı Nimet ÇUBUKÇU ikili bir görüşme yaparak eğitim iş birliğine yönelik
değerlendirmelerde bulunmuşlardır. Ayrıca 26 Nisan 2011 tarihinde “Kırgızistan- Türkiye
Manas Üniversitesi’nin İşleyiş Esaslarına Dair Anlaşma” imzalanmıştır.
Türkiye-Kırgızistan Hükümetler arası Karma Ekonomik Komisyonu (KEK) VI. Dönem
Toplantısı 4 Nisan 2012 tarihinde Bişkek’te gerçekleştirilmiştir.
Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (EİT) Ankara Eğitim Enstitüsünün Eğitim Bakanları düzeyindeki
1’inci Mütevelli Heyet Toplantısına katılmak üzere ülkemize gelen Kırgızistan Eğitim ve
Bilim Bakanı Kanat SADIKOV, Bakanımız ile ikili bir görüşme gerçekleştirmiştir. (Nisan
2012)
Öğretim Kurumları
Bakanlığımızca Kırgızistan’da bir Anadolu Lisesi (1993), bir Anadolu Kız Meslek Lisesi
(1992), bir İlköğretim Okulu (1999) ve bir Türkiye Türkçesi Eğitim Öğretim Merkezi (1996)
açılmıştır. Bu öğretim kurumlarında Bakanlığımızca görevlendirilen 57 öğretmen görev
yapmakta ve 2012-2013 eğitim öğretim yılı başı itibarıyla Bişkek Türk İlköğretim Okulunda
342, Bişkek Cumhuriyet Yetenekli Çocuklar Kırgız Türk Anadolu Lisesinde 176, Kırgız Türk
Anadolu Kız Meslek Lisesinde 187, Bişkek Türkiye Türkçesi Eğitim Öğretim Merkezinde
1284 olmak üzere toplam 1999 öğrenci ve kursiyer eğitim görmüştür.
Bugüne kadar Bişkek Türk İlköğretim Okulundan 186 Bişkek Cumhuriyet Yetenekli
Çocuklar Kırgız Türk Anadolu Lisesinden 432 , Kırgız Türk Anadolu Kız Meslek Lisesinden
499 öğrenci mezun olmuş, Bişkek Türkiye Türkçesi Eğitim Öğretim Merkezinden 11699
kursiyer sertifika almıştır.
44
İki ülke hükümetleri arasında 30 Eylül 1995 tarihinde imzalanan anlaşma gereği Bişkek’te
Kırgızistan–Türkiye Manas Üniversitesi kurulmuş ve 1997-1998 yılında öğretime başlamıştır.
Diğer Eğitim İş Birliği Faaliyetleri
a. Yaz aylarında Kırgızistan uyruklu eğitimcilere yönelik düzenlenen “Türkçe Öğretimi, Türk
Kültürünü ve Millî Eğitim Sistemini Tanıtma” (Eğitimdeki Gelişmeler ve Kültürel Paylaşım
Semineri) konulu seminerlere toplam 222 Kırgızistanlı eğitimci katılmıştır.
b-Bakanlığımızca Kırgızistan’da açılan öğretim kurumları için 1991-2012 yılları arasında
67658 ders ve kaynak kitabı, 1992-2005 yılları arasında 2288 ders araç-gereci, Teknik
Destek Projesi kapsamında ise 2004-2006 yılları arasında 20.550.00 $ değerinde 31 adet
malzeme gönderilmiştir.
c-Ülkemizde kutlanan özel gün ve millî bayramlara (19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve
Spor Bayramı, 24 Kasım Öğretmenler Günü v.b.) Kırgızistanlı öğretmen ve öğrencilerin de
katılımı sağlanmıştır.
ç-Kardeş okul uygulaması çerçevesinde ülkemizdeki 110 okul ile Kırgızistan’daki aynı tür ve
seviyedeki 110 okul arasında eşleştirme yapılarak kardeş okul olmaları sağlanmıştır.
d-Türkiye Türkçesinin Türk Dünyasının ortak iletişim dili olmasını sağlamak amacıyla ilgili
ülkelerin orta öğretim müfredatına seçmeli ders olarak konulması projesi çerçevesinde 20022003 öğretim yılı itibarıyla pilot seçilen 3 okulun 5’inci sınıflarında Türkçe öğretimi
başlatılmıştır.
Kırgızistan’da T.C. Vatandaşlarınca Açılan Öğretim Kurumları
Uluslararası Sebat Eğitim Kurumlarınca 14 lise, 1 uluslar arası okul, 1 dil merkezi ve 1
üniversite olmak üzere toplam 17 eğitim kurumu (ayrıca, 4 yüksek öğrenim öğrenci yurdu),
Türkiye Diyanet Vakfınca 1 ilahiyat fakültesi, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfınca 1 işletme
ve sosyal bilimler fakültesi, Kırgızistan Gençliğe Yardım Vakfı ve ülkemizdeki vakıflar iş
birliğinde 1 ilahiyat fakültesi olmak üzere toplam 3 fakülte açılmıştır.
45
Pekdemir, İmdat
1971 yılında Giresun Bulancak’ta doğdu. İlk ve Orta öğrenimini Bulancak’ta tamamladı. 1995
yılında Ortadoğu Teknik Üniversitesi Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi Bölümünden mezun
oldu. 1997 yılında Başbakanlık uzman yardımcılığı sınavını kazanarak Başbakanlıkta
çalışmaya başladı. 1997-2011 yılları arasında Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Genel
Müdürlüğü ile İdareyi Geliştirme Başkanlığında uzman yardımcısı ve uzman olarak görev
yaptı. 2002 yılında merkezi Paris’te olan İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı OECD’de bir
yıl süre ile staj ve danışmanlık yaptı. 2005-2007 yıllarında Başbakanlık bursu ile gittiği
İngiltere EXETER Üniversitesinde Avrupa Birliği konusunda yüksek lisans eğitimini
tamamladı. Evli ve üç çocuk babasıdır. İngilizce, Fransızca bilmektedir.
46
TİKA Orta Asya’daki Faaliyetleri ve Misyonu
Kemal ÖZCAN
Gelişmiş ülkelerin büyük bir çoğunluğu, az gelişmiş ve/veya gelişmekte olan
ülkelerdeki gücünü artırmak, sağlamlaştırmak için çeşitli dış politika enstrümanlarını devreye
sokarlar. Bu enstrümanlardan birisi de teknik yardım ve işbirliği yapmak yoluyla gelişmekte
olan ülkelerin kapasitelerini arttırıcı faaliyetlerde bulunmaktır. Bu amaç doğrultusunda
gelişmiş ülkelerin birçoğu gelişmekte olan ülkelerde faaliyet gösteren teknik işbirliği
örgütlerine sahiplerdir. ABD’nin USAID, Almanya’nın GIZ (GTZ), Japonya’nın JICA, G.
Kore’nin KOICA kuruluşları bu amaçlara hizmet etmektedirler.
25 Aralık 1991 tarihinde Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’nin
dağılmasıyla, Orta Asya ve Kafkasya’da birçok devletin bağımsızlığını kazanması, tüm
dünyada olduğu gibi Türkiye’de de yeni gelişmelere yol açacaktı. O günlerde bağımsızlığına
kavuşan Türk Cumhuriyetlerini tanıyan ilk ülke Türkiye olmuştu.
Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan, Azerbaycan ve Kırgızistan’dan oluşan bu
devletlerle ortak bir dile, ortak bir hafızaya ve ortak bir kültüre sahip olmamız ikili ve
bölgesel ilişkilerin güçlenmesine zemin hazırlamıştır. Türkiye ve Orta Asya ülkeleri bir
milletin, tek milletin farklı devletleri gibi davranmış; dış politikamız bölgede çok yönlü ve
proaktif bir anlayış sergilemiştir. Türkçe konuşan ülkelerle ilişkilerimiz Türkiye’nin
eskimeyen vizyonu olmuş ve bu vizyon küresel politikaların son 20 yılında önemli bir yer
kazanmıştır.
Ülkemizin 90’lı yıllarda Orta Asya konusundaki ilk önceliği genç Türk devletlerinin
uluslararası toplum tarafından kabul edilmesi olmuştur. Daha sonra ülkemiz, Orta Asya’da
yeni kurulan ülkelerde yaşayan soydaşlarımız için sosyal, ekonomik ve kültürel alanda birçok
çalışma yapmıştır. İlk başta yapılan yardımlar zaman içinde uzun soluklu projelere, kalkınma
merkezli işbirliği çalışmalarına dönüşmüştür. Bölgede yapılacak faaliyetleri ve dış politika
önceliklerini uygulayacak, koordine edecek bir organizasyon ihtiyacı doğmuş ve bu
doğrultuda Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA) 1992 yılında
kurulmuştur. Dış politikamıza aktif politika anlayışının yerleşmesi ile TİKA ortak değerlere
sahip olduğumuz ülkeler başta olmak üzere birçok bölge ve ülkede Türk dış politikasını
uygulayıcı bir aracı haline gelmiştir.
47
TİKA’nın o yıllardaki amacını Türk Cumhuriyetlerinin kendi sosyal yapısını
üretmesi, kendi kimliğini sağlıklı bir şekilde inşa etmesi, kültürel ve siyasi hakların gelişmesi,
teknik alt yapı konusunda eksiklerin giderilmesi olarak özetleyebiliriz. Eğitim, sağlık,
restorasyon, tarımsal kalkınma, maliye, turizm, sanayi alanında bir çok proje ve faaliyet TİKA
tarafından gerçekleştirilmiş. TİKA Program Koordinasyon Ofislerinin ilki Türkmenistan’da
açılmış; ilerleyen dönemlerde Avrasya bölgesinde bulunan ofis sayısı 6’ya çıkmıştır.
Türkiye’nin dostluk, kardeşlik ve işbirliği eli aynı heyecanı taşıdığımız ülkelere ulaşmıştır.
Teknik Altyapıdan Kurumsal Kapasite Artırımına Uzanan TİKA Projeleri
TİKA tarafından büyüyen, gelişen ata topraklarımızda yapılan çalışmaların niteliği
zaman içinde değişmiştir. 1995 yılına kadar kardeş ülkelerde ekonomik, sosyal ve kültürel
faaliyetler yürüten TİKA, o tarihten itibaren eğitim ve kültürel işbirliği çalışmalarına ağırlık
vermiştir. Biliyoruz ki her şeyin başı nitelikli, iyi yetişmiş insan nüfusuna sahip olmaya
bağlıdır. Nerede bir millet iyi bir eğitim sistemine sahipse, bilimi ve teknolojiyi yakından
takip ediyorsa orada sürdürülebilir kalkınmadan söz edilebilir. Bu yüzden TİKA 1995
yılından sonra ata topraklarında eğitim faaliyetlerini hızlandırmış; okullar, kütüphaneler,
laboratuarlar inşa edilmiş, üniversitelere teknik donanım yardımları yapılmıştır.
2000’li yıllarla başlayan süreçte dünya küreselleşmiş ve küreselleşmenin etkisi
doğudan batıya birçok coğrafyada hissedilmiştir. Bu dönemde aynı dili konuştuğumuz
ülkelerin kalkınma konusunda kazandığı ivmeye paralel olarak TİKA’nın bölgede yaptığı
projeler, kurumsal kapasite artırımı projelerine dönüşmüştür. Türkiye’nin ve TİKA’nın ortak
tarihi mirasa sahip olmanın verdiği haklı gururla ata toprakları için yaptığı projeler devam
etmektedir.
Bugünlere gelindiğinde Türk Coğrafyasının önemli bir kesimi zenginleşti, güçlendi
ve artık yardıma ihtiyaç duyan değil; yardım eden konumuna gelmiştir. TİKA artık bu kardeş
devletlerle beraberce, ortak projeler geliştirmek için çalışmakta ve karşılıklı tecrübe paylaşımı
yürütme stratejisini takip etmektedir.
Türkiye’nin dünyada ve bölgesinde önemli bir aktör haline gelme çabasının bir
uzantısı olarak 2000’li yıllardan itibaren dış politika anlayışı önemli değişimler geçirmiştir.
Bu değişim doğrultusunda TİKA faaliyet coğrafyasını genişletmiş; 2002 yılında 12 olan
Program Koordinasyon Ofisi sayısını 2011 yılında 25’e, 2012 yılında ise 33’e yükseltmiştir.
Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ofisi Başkanlığı bugün 30 işbirliği ortağı ülkede 33 Program
Koordinasyon Ofisi ile faaliyet göstermektedir. Türkiye’nin izlemiş olduğu aktif ve ilkeli dış
48
politikaya bağlı olarak TİKA’nın faaliyet gösterdiği ülkelerin sayısı her geçen gün
artmaktadır. Türkiye, TİKA aracılığı ile dost, kardeş ve akraba ülkelere yönelik olarak yaptığı
çalışmaların temelinde bir barış kuşağı oluşturma çabası bulunmaktadır.
TİKA kamu kurum ve kuruluşları, üniversiteler, sivil toplum kuruluşları ve özel
sektör arasında işbirliği mekanizması görevi yürütmekte; tüm bu aktörleri ortak paydalarda
buluşturmakta ve Türkiye’nin kalkınma yardımlarını kayıt altına almaktadır.
2002 yılında ülkemizin kalkınma yardımları 85 Milyon ABD doları iken bu rakam
2011 yılında 1 milyar 273 milyon ABD dolarına yükselmiştir. Türkiye bugün aynı dili
konuştuğumuz ülkelerle en çok teknik işbirliği yapan kuruluşları arasında yer almaktadır.
TİKA, ofislerinin bulunduğu ülkelerle beraber yaklaşık 100 ülkede kalkınma
merkezli işbirliği çalışmaları yapılmaktadır. Ülkemiz TİKA aracılığı ile Pasifik’ten Orta
Asya’ya, Ortadoğu ve Afrika’dan Balkanlara, Kafkasya’dan Latin Amerika’ya kadar birçok
ülke ile bilgi ve tecrübesini paylaşmaktadır.
49
Turkey – Kyrgyzstan Relations in light of Economic Security
Dr. Halil Kürşad ASLAN
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi
Kyrgyzstan is a country with almost 5.5 million people. Turkey was the first country to
recognize the independence of Kyrgyzstan along with other Central Asian countries. Sharing
common cultural ties, Turkey and Kyrgyz relations have been special. The trade volume
between the two countries is almost 200 million USD. According to Kyrgyz official data the
total value of Turkish direct investments in Kyrgyzstan between 1995 and 2010 has reached
around 260 million USD. This makes Turkey fifth place in terms of foreign investment. If we
think about Kyrgyzstan’s labor outflow to other countries this issue is the most critical one in
which Turkey could do something to improve bilateral relations with the highest win-win
potential.
There are almost two hundred million migrants worldwide, approximately 3% of the global
population. If all the world‘s labor migrants were to constitute a nation, it would be the 5th
most populous country in the world. In 2009, according to figures by the World Bank, total
recorded global remittance flows increased to USD 444 billion. The flow of officially
recorded remittances to developing countries increased from USD 17.7 billion in 1980, USD
30.6 billion in 1990, USD 80 billion in 2002, USD 160 billion in 2004, and to the peak level
at USD 336 billion in 2008.
Remittances provide significant economic potential for labor sending countries. In
Kyrgyzstan, for example, an average teacher‘s salary is USD 100-150 per month; meanwhile,
the average monthly remittance transfer is around USD 250, approximately 40 per cent of
average monthly earning abroad as of 2012. The economic importance of this money for those
migrant sending families is indisputable, allowing migrants‘ families to proliferate their
sources of income with additional remittance monies.
Another perspective is that these remittance monies are different from other forms of
international money flows. Remittances are decentralized in form and money flows directly
into the households‘ disposition. Unlike FDI or ODA, remittance monies flow directly to
individual households, usually to people at the lower echelons of income distribution, rather
than to public institutions. As stated by policy experts, in comparison with official aid
50
remittances ―flows directly to the people who really need it and do not require a costly
government bureaucracy on the sending side, and they are far less ―likely to be siphoned off
into the pockets of corrupt government officials. The large amount of money flowing into the
labor sending countries is also beneficial at the government level, since these remittances are
also a stable source of funding for national governments. For example, as stated by a policy
expert, unlike foreign aid, labor remittances are not subject to the whims of donors, or the
conditionality of lending institutions, or the herd behavior of private investors and money
market centers.
In the post-Soviet domain the most significant labor suppliers to the Russian economy within
the CIS system are three Central Asian nations, Kyrgyzstan, Uzbekistan, and Tajikistan, and
naturally they are also significant remittance receivers.
The remittance figures for Kyrgyzstan and Uzbekistan are striking in comparison with the
magnitude of their corresponding national macroeconomic indicators. For example, ―In
1992-2000, the Kyrgyz Republic received USD 1,690 million in external assistance. In 2005,
total external flow of aid including the official development assistance (ODA) came to USD
268.5 million, and foreign direct investment (FDI) net inflow amounted to USD 42 million.
While the sum of these two major financial inflows equal to 12.5% of GDP for that year,
estimated total remittance inflow, at a conservative level, is USD 600-700 million for that
year, and equals 26% of GDP. Estimates of the number of labor emigrants concerned vary
from 350,000 to over 1 million for Kyrgyzstan out of a total population of approximately 5.5
million. If we accept the conservative estimates, at least one quarter of the labor force in
Kyrgyzstan has been experiencing labor migration in one way or another in the recent decade.
In the development literature it has been debated since the early 1970s that labor migration
and migrants‘ remittances can potentially be an important part of national growth and
development strategies, or conversely they are nothing but low level traps to those labor
sending countries. Another mid-way perspective has argued that migration‘s developmental
outcomes are hard to calculate, and disputed and unsettled at best. Because of this difficulty in
measuring the developmental outcome, which is context specific, it would be the best
available choice to analyze micro level behaviors. Thus, in order to measure the extent of
potential developmental outcomes, an analyst must uncover remittance usage patterns in the
form of consumption, saving and investment decisions at the micro level. Therefore, in light
of the changing economic relations in these transition societies sociological institutions in the
form of daily habits, regularities, and informal rules in the economic lives of people become
influential.
51
Scholars and policymakers have studied labor out-migration, remittances, and development
and have built a substantial body of literature addressing these issues. For example, many
scholars have focused on: the propensity of, especially poor, people to migrate; once they
have migrated, upon their propensity to remit; and the propensity of people to use remittances
as investments in certain sectors among the important parameters to measure. It is significant
to note that only a fraction of remittance monies are allocated to productive investments while
the vast majority is reserved for consumptive investments all over the developing countries.
Relatively less productive investments were seen associated with remittances, and there were
a large share of consumptive investments out of remittances in Kyrgyzstan.
In the migration and development literature significant questions still remain to be settled and
answered. For instance, ―the fundamental question for researchers is not whether or not
migration leads to certain types of development, but why migration has more positive
development outcomes in some migrant-sending areas and less positive or negative outcomes
in others. This question is more relevant, valuable, and understudied in the post-Soviet
transition countries. Additionally, there is a lack of empirical study in the post-Soviet area,
and little is known about migration, remittance, and development relationship based on micro
analysis of migrants and historical-sociological determinants to affect individual behaviors.
The conventional theories see potential migrants as individual, utility-maximizing rational
actors; the reality is more complex, which helps explain, for example, why Central Asian
migrants usually go to Russia, rather than another country such as Japan. According to data
among Kyrgyz labor migrants, Russia and Kazakhstan are the most popular countries. More
than 90% of Kyrgyz labor migrants prefer to go to these countries. Remaining fraction is
distributed in different locations such as Germany, China, South Korea and Turkey. A closer
looking of the classification of locations where Kyrgyz labor migrants have worked displays
that the most popular destinations are metropol cities of Russia.
In order to improve Turkish and Kyrgyz economic relations it would be convenient to
facilitate Kyrgyz labor migration flow towards Turkey with formal and informal institutional
mechanisms. Currently Turkey is a host country to almost one to two million irregular labor
migrants who generally come from neighboring countries including Iraq, Syria, North Africa,
Georgia, and Armenia among others. Turkey might prefer Central Asian migrants and
facilitate their access to Turkish labor market. Kyrgyz Republic and Turkey should determine
the details and procedures of overall migration issues with the help of experts and academic
guidance.
52
Aslan, Kürşad (Yard. Doç. Dr.)
Dr. Kürşad Aslan’ın ilgi alanları arasında Türkiye’nin akrabalık ve kültürel bağları bulunan
Orta Asya, Kafkasya, Arap ve İslam Dünyası’ndaki siyasi kurumların yanı sıra ekonomik
kalkınma ve rejim değişikliği konuları yer almaktadır. Dr. Aslan, İngilizce ve Fransızca
bilmektedir. İlgi alanları olan bölgelerdeki sosyal ve kültürel kurumların siyaset ekonomisine
etkilerini inceleyen Kürşad Aslan, doktora tezinin veri toplama ve daha sonraki aşamalarında
Orta Asya ülkelerinden Kırgızistan ve Özbekistan’da altı ay süreyle bulunmuştur. Doktora
eğitimi sonrasında Kuzey Afrika ülkeleri Fas, Tunus, Cezayir ve Libya üzerinde
incelemelerde bulunan Dr. Aslan özellikle farklı koloniyal tecrübeleri bulunan Orta Asya
ülkeleri ile Kuzey Afrika ülkeleri arasındaki siyasi ve ekonomik paralellikler üzerinde
çalışmalar yapmaktadır. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi’nde görev yapan Dr. Aslan
ağırlıklı olarak araştırma yöntemleri ile siyaset ekonomisi alanlarında lisans ve yüksek lisans
dersleri vermektedir. Eğitimi: Doktora (Uluslararası İlişkiler ve Karşılaştırmalı Siyaset):2011
Kent State University, Kent, Ohio, A.B.D. Yüksek Lisans (Siyasi Tarih ve Uluslararası
İlişkiler):1999 Marmara Üniversitesi. Lisans (Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi): 1994 Orta
Doğu Teknik Üniversitesi, Ankara. Doktora Tezi: Labor Migration from Rural Central Asia:
The Potential for Development in Kyrgyzstan and Uzbekistan (Orta Asya’nın Kırsalından İşçi
Göçü: Kırgızistan ve Özbekistan’da Kalkınma Potansiyeli).
53
Russia’s Policy Towards Central Asia: Dynamics of Change and Continuity
(Rusya’nın Orta Asya Politikası: Devamlılık ve Değişimin Dinamikleri)
Oktay F. Tanrısever
Middle East Technical University, Ankara-Turkey
(Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Ankara-Türkiye)
This conference paper seeks to discuss the dynamics of change and continuity in Russia’s
relations with the Central Asian countries. As the former imperial power that controlled
Central Asia for more than two centuries, Russsia has continued to consider this region within
its own sphere of influence even after the collapse of the Soviet Union and the independence
of the Central Asian countries in late 1991.
Moscow has largely taken the advantege of its unique geopolitical advantage around Central
Asia. Not surprisingly, the Central Asian states of Kazakhtsan, Kyrgyzstan, Turkmenistan,
Uzbekistan and Tajikistan have sought to develop closer relations with Moscow even after the
disintegration of the Soviet Union. Russia has taken the control of their border security as
well as the control of their main gateway to the rest of the for exporting their hydrocarbon
energy resources. The lack of significant other great power interest in ending the Russian
hegemony over the Central Asian countries have reinforced the Russia’s regional hegemony
even further.
Gradually things have started to change in the relations between Russia and the Central Asian
states. To begin with, energy security has become a very important issue for the Central Asian
countries. Despite the ongoing disagreements, Kazakhstan and Turkmenistan seem to be
interested in exporting their oil and natural gas reserves through linking their pipeline
networks with that of Azerbaijan so that they could use the Baku-Tbilisi-Ceyhan (BTC) and
54
the Baku-Tbilisi-Erzurum (BTE) pipelines, which were realized through the close
cooperation of the US and Turkey as well as Azerbaijan and Georgia.
In addition to energy security, the cooperation of the Central Asian states with NATO
through the Partnership for Peace (PfP) program plays
acrucial role in changing the
orientations of the Central Asian states. This security cooperation is likely to remain very
important in order to prevent the destabilizing influences of the Af-Pak region on Central
Asia. Besides, the US and its NATO partners, including Turkey, are likely to continue their
cooperation with the Central Asian states in the field of soft security including Afghanistanrelated problems of drug trafficking, organized crime and terrorism in Central Asia. The
security of the Northern Distribution Network for Afghanistan is also another common
interest of the Central Asian states and the NATO partners.
In the light of these developments in energy security and soft security issues, this paper argues
that Russia’s initial policy of undermining the development of bilateral and multilateral
relations of the Central Asian countries with international actors other than Moscow has failed
especially in early 2000s. The evolving international cooperation against international
terrorism in Afganistan and its neighbourhood following the 9/11 terrorist attacks made
Russia’s policy of ‘regional isolationism’ redundant. Besides, Moscow’s policy of preventing
the Central Asian states from exporting their energy resources through the pipelines bypassing
Russia has also suffered a major setback when Baku-Tbilisi-Ceyhan pipeline became
operational and the Central Asian states started to export their hydrocarbon energy resources
to China especially since mid-2000s.
The paper initially examines the assumptions of Russia’s overall approach towards Central
Asia. Next, it explores the implementation of Russia’s foreign policy towards Central Asia
under the Presidency of Boris Yeltsin in the 1990s. The following part of the paper focuses on
Russian foreign policy towards Central Asia under the Presidency of Vladimir Putin since
2000. Afterwards, the paper will discuss the impact of security developments on Russia’s
regional policy especially in the aftermath of 9/11. Before the conclusion part, the paper
discusses the impact of the energy developments on Moscow’s foreign policy towards Central
Asia.
55
Tanrısever, Oktay F. (Assoc. Prof. Dr.)
Dr. Oktay F. Tanrisever is an Associate Professor at the Department of International
Relations of the Middle East Technical University, Ankara, Turkey. He is also the Associate
Dean of the Faculty of Economic and Administrative Sciences and the Chairperson of the
Area Studies PhD Program at the same university. After graduating from the BSc and MSc
programs in International Relations of the Middle East Technical University, he received his
PhD degree from the University of London. His research interests include the foreign policies
of Turkey and Russia, security and peace-building in the Black Sea, the Caucasus and Asia,
international politics of energy, water and environment as well as theories of international
relations. His recent publications include Afghanistan and Central Asia: NATO’s Role in
Regional Security since 9/11, ed. Oktay F. Tanrisever, Amsterdam: IOS Press, 2013, Turkey
and Russia in the Black Sea Region: Dynamics of Cooperation and Conflict, EDAM Black
Sea Discussion Papers, No.1, 2012, pp.1-26 and (Co-authored with Pinar Bilgin), ‘A Telling
Story of
IR in the Periphery: Telling Turkey about the World, Telling the World about
Turkey’, Journal of International Relations and Development, Vol. 12, No.2, 2009, pp.174179.
56
Çin’in Orta Asya Çıkarı ve Kırgızistan Güvenlik Politikası
Erkin EKREM
SDE Uzmanı
Hacettepe Üniversitesi
Orta Asya’nın Tarihsel Jeopolitik Önemi
Tarihte Çin açısından Orta Asya bir Doğu-Batı köprüsüydü, İpek Yolu’nun hinterlandı,
güvenlik ve ekonomik çıkarlar alanıydı. Çin tarih eserlerinde “Xi-yü” yani Batı Bölgeleri
adını verdiği Orta Asya, aynı zamanda “yeryüzü düzeni” nin (Chinese world order) ve “haraç
sistemi” nin (tributary system) uygulama sahasıydı. Çin’de kurulan 25 hanedanın 4’ü, kendi
çıkarlarını elde etmek için Orta Asya’yı işgal etmişti. Bu hanedanlar, Çin tarihinde en güçlü
olan Han Sülâlesi (M.Ö.206-M.S.8), Tang Sülâlesi (581-906), Yuan (Moğullar) Sülâlesi
(1271-1368) ve Mançu Sülâlesi (1644-1911)’nden oluşurken, aynı zamanda, Asya’nın ve
hatta ekonomik üretim gücüne göre dünyanın en büyük güçleri sayılmaktaydı. Tersten
okunduğunda Orta Asya’yı kontrol altına alabilen Çin’de kurulmuş olan bu hanedanlar da
büyük güce dönüşmüşlerdi. Bu tarihsel jeopolitik tespit, büyüyen Çin’in, Orta Asya’ya
genişleyeceği ya da bir başka deyiş ile Çin’in Orta Asya’yı elinde tutması ise, yükselen Çin’in
gücünü pekiştirebilmektedir.
Ancak, Çin’in tarihin belli dönemlerinde Orta Asya işgalleri, kalıcı olmamış ve kendi
kültürünün izlerini de bırakamamıştır. Han Sülâlesi döneminde, Orta Asya bölgesi halkının
ayaklanması, Tang Sülâlesi döneminde, Türkler ve Arapların karşı koyması, Yuan Sülâlesi
döneminde Çağatay devletinin bağımsızlığı ve devamında Timur devletinin Orta Asya’ya
hâkim olması ve Mançu Sülâlesi döneminde de Rusya’nın Orta Asya’yı işgal etmesi
sonucunda Çin, bölgeyi terk etmek zorunda kalmıştır. 1884 yılından itibaren ise, Orta Asya,
tam anlamıyla ikiye bölünerek Rusya ile Çin hâkimiyeti tarafından paylaşılmıştır.
Orta Asya, eski Çin, Hindistan, İran ve Yunan medeniyetleri arasında bulunduğu için İpek
Yolu’nun çöküşüne kadar olan tarihte medeniyet sentezi oluşturarak kendine özgü medeniyet
yaratmış ve dünya medeniyetine katkılarda bulunmuştur. Orta Asya, tarihte İpek Yolu
vesilesiyle çeşitli kültür ve farklı medeniyetleri barındırmış ve aynı zamanda büyük güçlerin
ekonomik ve jeopolitik mücadelelerine sahne olmuştur.
57
Çin’in Kalkınma Stratejisi ve Orta Asya’ya Yönlenişi
Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurucusu Mao Zedong’un ölümünden (9 Eylül 1976) sonra, Çin’in
ikinci nesil en güçlü lideri Deng Xiaoping Çin’i idare etmeye başlamıştır. 1978 yılından
itibaren Çin’de etkisini artıran Deng, Mao döneminde, özellikle Kültür Devrimi’nde tahribata
uğrayan Çin ekonomisinin canlandırılması ve Sovyet tehdidine karşı güvenlik sağlayıcı bir
dizi reform yapılması kararını almıştır. 1971’den sonra, Sovyetler Birliği’ne karşı ABD ile
kurulan stratejik ittifak nispeten Çin’in dış güvenliğini sağlamış durumdaydı. Bu ortam, Çin
ekonomisini canlandırmak ve toplumsal refahı yükseltmek için uygun zemini yaratmıştı.
Deng’in tespitine göre, dünya çapında bir savaş çıkmayacaktı, ancak bölgesel çatışmalar
devam edebilecekti. Çin, Deng’ın bu öngörüsü üzerine modern bir Çin yaratmak için
kalkınma stratejisini ortaya koymuştu. 1987’de olgunlaşan bu kalkınma stratejisi, 70 yıllık
(1987-2050) Üç Aşamalı Milli Kalkınma Stratejisi olarak kabul edilmişti:
• Birinci Aşama
1980-1990 yılları arasında Çin’in Gayri Safi Milli Hâsıla (GSMH) oranı bir kat artacaktı ve
halkın yaşam standardı, açlık seviyesinden doyum düzeyine gelecekti, yani kişi başına gelir
250 Dolardan 500 Dolara ulaşacaktı. Hedef ise, halkın geçim problemini çözmekti.
• İkinci Aşama
1990-2000 yılları arasında Çin’in GSMH oranı bir kat daha artacak ve kişi başına düşen gelir
800-1000 Dolara yükselerek halkın yaşam standardı “Küçük Refah” (Xiao-kang, nispi refah)
seviyesine ulaşacak, Çin’in GSMH oranı ise bir trilyon dolara ulaşacaktı. Bu durum Çin’i
dünyanın önde gelen ülkelerinin saflarına sokacaktı. Hedef ise, halkın yaşam standardını nispi
refahlı düzeye getirmekti.
• Üçüncü Aşama
30-50 sene içinde, yani 2030-2050 yıllarında Çin’in GSMH oranı iki kat artacak ve kişi başına
düşen gelir 4000 Dolara yükselecektir. Çin nüfusunun 1.5 milyar olduğu hesap edilirse, Çin’in
GSMH’i 6 trilyon Dolar olacak ve şu andaki ABD ve AB’nin 10 trilyon Dolar olan GSMH
oranlarının yarısından ve Japonya’nın 4 trilyon Dolar olan GSMH seviyesinden fazla
olacaktır. Hedef ise, halkın yaşam standardını, orta derecede gelişmiş ülkelerin seviyesine
yükseltmek ve temel modernleşme düzeyine ulaştırmaktır.
10 Ekim 2000 tarihinde, Çin Komünist Partisi’nin 15. Kongresi’nin 5. Toplantısı’nda, Çin
Başkanı Jiang Zemin, Çin’in artık ikinci aşamayı tamamladığını ve 2001 yılından itibaren
58
üçüncü aşamaya geçebileceğini ilan etmişti. 2002 yılının sonunda düzenlenen Çin Komünist
Partisi’nin 16. Kongresi’nde, üçüncü aşamanın üç aşamasını açıklamıştır. Yanı, 2000-2050
yıllarını üç aşamaya (2000-2010, 2010-2020, 2020-2050) bölerek planlanan hedefin ilk
aşamasında: 2010 yılında gayri safi milli hâsılayı, 2000 yılının bir katına (2000 dolar)
çıkarmak ve sosyalist piyasa ekonomi sistemini nispeten tamamlamaktı; ikinci aşamasında,
2020 yılında GSYH 2000 yılına göre iki katına (4000 dolar) çıkartılmasıydı; üçüncü
aşamasında ise, 30 yıllık sürede Çin’in modernleşmesini gerçekleştirecek olmasıydı. Aslında,
Çin’in kalkınma stratejisinin hedefi 2020 yılında gerçekleşeceği öngörülmektedir.
Çin’in söz konusu stratejisinin gerçekleştirilmesi için ekonomik kalkınma ve yurtiçi ve
yurtdışı istikrar ortamı sağlanması gerekmektedir. Çin’in bu ulusal çıkarları son 30 yıllık
ekonomik büyüme mucizesi ve askerî modernizasyonu ile gösterilmiştir. Çin’in dış politikası
da ekonomik kalkınma ile güvenlik ortamını yaratma yönünde geliştirilmiştir. Orta Asya,
zengin enerji ve ham maddeler ile Çin’in ekonomik kalkınması için kaynak sağlamaktadır;
aynı zamanda bir pazar olarak Çin’in ilgisini çekmektedir. Orta Asya, Çin’in Avrasya ve ötesi
olan Avrupa’ya ulaşması için vazgeçilmez bir köprüdür. Bu köprü, Çin’i Avrasya’ya
bağlayabildiği gibi engelleye de bilir. Güvenlik açısından Orta Asya, Çin’in sınır güvenliğini
ilgilendirdiği gibi, Doğu Türkistan’ın istikrarını da etkilemektedir. Doğu Türkistan’ın
istikrarsızlığı, Tibet ve İç Moğolistan’a domino etkisi yaratabilmektedir. Siyasî yönetim
açısından Pekin’e bağlanmış olan Doğu Türkistan, coğrafyası ile birlikte tarih, dil, din ve
diğer toplumsal özellikleri ile Orta Asya ile bir bütündür. Tarihte birçok bölgesel güç, Orta
Asya’da etkin olma için mücadeleler yapmıştır. Bugün de dünyanın önde gelen güçleri Orta
Asya’da güç mücadelesi yapmaktadır. Jeopolitik açısından, Çin’in Orta Asya’da etkin olan
güçler ile siyasî dengeleri tesis etmesini zorunlu kılmaktadır. Anlaşıldığı gibi, Orta Asya
Çin’in ulusal çıkarlarını yakından ve derinden etkilemektedir. Bu bağlamda gerçekleşebilir ve
sürdürebilir bir Orta Asya politikası, Çin’in ekonomik büyüme ve güvenlik ortamının
sağlanması gibi çıkarları açısından zaruridir.
Çin’in Orta Asya Politikası
Orta Asya’nın kaderi, 1991 yılında Sovyetlerin çökmesi ve Sovyetlere bağlı olan Orta
Asya’daki Sovyet Sosyalist Cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını ilan etmeleri ile değişmiştir.
Sovyetlerin çöküşü ile Çin’in yükselişi aynı döneme rastlamış ve Orta Asya’da yaratılan
siyasal boşluğa Çin’in yönlenmesine fırsat yaratmıştır. Tarihten beri yükselen güçlerin
güvenlik ve ekonomik çıkarları nedeniyle dışa genişlemesi söz konusu olmuştur. Çin’in
jeostratejik konumu ve ulusal çıkarları gereğiyle dışa genişlemesi, Doğu (Asya Pasifik) ve
Batı (Avrasya) olmak üzere iki yönde olmuştur. Çin, kuzeyinde Rusya, güneyinde Hindistan
gibi güçler olması nedeniyle nispeten boş alan olan Avrasya ve Asya Pasifik gibi iki bölgeye
açılmak zorundadır. Fakat, doğuda Tayvan sorunu ve batıda Doğu Türkistan ile Tibet
sorunları ve onun arkasındaki karmaşık ilişkileri, söz konusu genişlemeyi belli ölçüde
engellemektedir.
59
1991 yılından sonra, Sovyetlerin kontrolünden çıkmış olan Orta Asya, son derece savunmasız
bir bölge olarak jeoenerji ve jeostratejik açıdan küresel ve bölgesel güçlerin dikkatini
çekmeye başlamıştır. Orta Asya, tekrar küresel ve bölgesel güçlerin ilgi odağı hâline
gelmiştir. Çin açısından Orta Asya, Çin’in siyasî, güvenlik, enerji ve ekonomik çıkarlarını
ilgilendiren bir bölge olarak -tarihte olduğu- gibi çıkarlarına göre kapsamlı politikaları tespit
etmiştir. Çin, siyasî açısından bir
yandan bağımsızlığa kavuşan Orta Tablo 1: Orta Asya’daki Beş Ülkenin Tespit Edilmiş
Petrol ve Doğalgaz Rezervleri
Asya
devletlerini
tanımaya ÜLKELER
PETROL
DOĞALGAZ
çalışırken, diğer yandan da, Orta
(Milyar Varil)
(trilyon kübik
feet-tcf)
Asya’nın
tanımını
yeniden
Kazakistan
10-17
53-83
anlamlandırmaya başlamıştır. Orta
Asya’da çıkarları olan Rusya, ABD, Kırgızistan
0.04
0.2
AB ve Türkiye, İran, Hindistan
Tacikistan
0.012
0.2
hatta Japonya ile Güney Kore gibi
1.7
98-155
diğer güçlerin bölgedeki etkisine Türkmenistan
karşı bölge ülkelerle ikili ve çok Özbekistan
0.6
40-88
taraflı
diplomasisini
Dünya
1.033.2
5.142
etkinleştirmektedir.
Güvenlik
açısından Orta Asya bölgesi, Çin’in
Doğu Türkistan bölgesi ile hemhudut olduğu için bir dizi sınır güvenliği müzakereleri
başlamış ve bu gelişmeler Şanghay Beşlisi örgütünün doğuşuna sebep olmuştur. Söz konusu
örgüt Haziran 2001’de Orta Asya’da bölgesel ekonomi ile güvenlik işbirliğini amaçlanan
Şanghay İşbirliği Örgütü’ne dönüşmüştür. Terörle mücadelesi ve ortak askerî tatbikatlar
Çin’in Orta Asya güvenlik politikasının araçları olmuştur.
Tablo 2: Çin’in Orta Asya Ülkeleriyle Ticari İlişkileri: İhracat-İthalat Ürünleri
Ülke/Ürün
Kazakistan
Kırgızistan
Tacikistan
Özbekistan
Türkmenistan
İhracat
İnorganik kimya
ürünleri, boya, deri
ürünleri, iplik, tekstil
ürünleri
Kıyafet, tekstil
ürünleri,
ayakkabı,
makine-elektrik
ürünleri,
hububat,
iletişim ürünleri
Tekstil
ürünleri, çay,
makineelektrik
ürünleri
Çay, coco,
inorganik kimya
ürünleri, sanayi
makineleri
Doğalgaz,
makineler,
çay, tıbbi
cihazlar,
tekstil, hafif
sanayi ürünleri
İthalat
Renkli metaller,
bakır, demir, ham
maddeler
Demir,
alüminyum, yün
Pamuk ipliği,
alüminyum,
demir çelik,
pamuk
İplik, makine
yağı
Koza, ham
deri, pamuk
kumaşı
Kaynak: Çin Dışişleri Bakanlığı web sayfası
Ekonomik açıdan, Orta Asya’nın enerji dâhil zengin hammaddelerine sahip olmak ve bu
bölgeyi bir pazara dönüştürmek için Çin, bölge ülkeleriyle ticarî ve ekonomik işbirliği
geliştirmektedir. Orta Asya, Çin’in Batı Bölgeleri Kalkınma Projesi’ni ve Avrasya stratejisi
60
Tablo 3: Çin’in Kırgızistan Ticari İlişkileri (1992-2012)
Ülke
Kırgızi
stan
Yıllar
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
2009
2010
2011
2012
Ticaret
Hacmi
(milyar
dolar)
İhracat
(milyar
dolar)
İthalat
(milyar
dolar)
0.036
0.103
0.105
0.231
0.106
0.107
0.198
0.135
0.177
0.119
0.202
0.314
0.602
0.972
2.226
3.779
9.333
5.276
4.20
4.976
5.16
0.019
0.037
0.030
0.107
0.069
0.071
0.172
0.103
0.110
0.077
0.146
0.245
0.493
0.867
2.113
3.667
9.21
5.228
4.13
4.878
5.07
0.017
0.066
0.075
0.124
0.037
0.037
0.026
0.032
0.067
0.042
0.056
0.069
0.1095
0.105
0.113
0.112
0.12
0.048
0.07
0.098
0.09
Dengeler
Bir önceki yıla göre artış oranı %
Ticaret Hacmi
0.002
-0.029
-0.045
-0.017
0.032
0.035
0.146
0.071
0.043
0.035
0.090
0.176
0.383
0.762
2.00
3.555
9.09
5.18
4.06
4.78
4.98
188.6
2.7
119.2
-54.3
1.0
85.8
-31.9
31.7
-33.1
69.8
55.7
91.6
61.4
128.9
69.8
147
-43.5
-21.1
18.5
3.7
İhracat
93.9
-18.1
259.2
-36.1
2.8
144.2
40.3
7.1
-30.4
90.7
67.7
101.0
76.0
143.6
74.6
151.3
-43.3
-21.8
18.2
4.0
İthalat
295.8
14.3
63.7
-70.2
-2.1
-28.7
24.4
110.9
-37.4
32.0
24.1
58.4
-4.1
7.5
-6.7
6.7
-60.1
46.2
36.0
-9.4
Kaynak: Çin Dışişleri Bakanlığı, Çin Gümrük Dairesi ve Ticaret Bakanlığı web sayfası
olan Asya-Avrupa Köprüsü Projesi’ni (Yeni İpek Yolu Projesi) etkileyen bir bölgedir. Bu
bağlamda Çin, Şanghay İşbirliği Örgütü çerçevesinde sınır ticaret anlaşmaları ve bölgesel
serbest ticaret anlaşması aracılığı ile ekonomik çıkarlar sağlamaya çalışmaktadır. Ayrıca,
Doğu Türkistan’ın kalkınma ve refah düzeyini arttırmakla bu bölgeyi Orta Asya ve Güney
Asya’nın çekim merkezine dönüştürmeye gayret göstermektedir. Enerji çıkarları açısından
petrol ve doğalgaz arama, işletme ve boru hatları döşeme alanlarında yatırım yapmakla enerji
güvenliğini sağlamaktadır.
Yani Çin, Şanghay İşbirliği Örgütü çerçevesinde dış politika, ekonomi ve askerî gibi değişik
araçları kullanarak Çin-Orta Asya ilişkilerinin güçlendirilmesine ve bölgede etkin konuma
gelmeye karşı bir dizi esnek politikalarını ortaya koymaktadır.
Çin Açısından Kırgızistan’ın Güvenlik Önemi
Çin’in ulusal çıkarları devletin bekası ve halkın refahıdır, ulusal hedefi ise ulusal güvenlik ve
ekonomik kalkınmasıdır. Bunun yanında Çin, kültürü ve Çin ulusal imajını da ulusal çıkarları
olarak kabul etmektedir. Bugünkü Kırgızistan, Çin’in ekonomik kalkınma stratejisinde fazla
bir yeri yoktur. Kırgızistan, Çin’in ekonomik kalkınmasında en çok ihtiyaç duyulan enerji ve
61
stratejik ham madde tedarik ülkesi değildir. Kırgızistan’ın bağımsızlığından buyana ÇinKırgızistan ticaret ilişkileri de önemli sayılmayacak düzeydedir. Dünyanın en büyük ticaret
ülkesi ve ikinci ekonomik gücü olan Çin, 2012 yılı dış ticaret hacmi 3 trilyon 866 milyar 760
bin dolar olup, ihracatı 2 trilyon 489 milyar dolar ve ithalatı 1 trilyon 817 milyar 830 bin dolar
olarak gerçekleşmiştir. Dış ticaret fazlası 231 milyar dolardır. Bu bakımdan Çin-Kırgızistan
arasındaki ticaret ve ekonomik ilişkileri Çin’in ekonomik çıkarları etkilemeyeceği gibi ticaretekonomi araçlarla ikili ilişkileri üzerinde stratejik etkisi de olmayacaktır. Ancak, büyük
sermaye ve yeterli teknolojiye sahip ve bölgesel ile küresel etkisi giderek artan Çin’e
Kırgızistan daha çok ihtiyaç duymaktadır.
Çin bazen Kırgızistan güvenlik birimlerine araç-gereç hibe etmektedir. Fakat Kırgızistan’ın
reel ekonomik kalkınmasına fazla katkılarda bulunmamaktadır. Örneğin Rusya, Türkiye ve
Güney Kore gibi ülkelerin Kırgızistan’ın borcunu silmeleri, Bişkek’in dış borç düzeyinin
sabitleştirilmesi açısından önemli olduğu gibi ülke kalkınması için de olumlu ortam
yaratmaktadır. Pekin ise, Kırgızistan için bu tür ya da benzer bir kıyak yapmış değildir.
Kırgızistan, Çin’in Kazakistan ve Türkmenistan ile enerji işbirliğinden payını alamamıştır.
Çin-Türkmenistan doğalgaz boru hattı ve Çin-Kazakistan petrol boru hattı Kırgızistan ve
Tacikistan’dan geçmemektedir, bu bağlamda İran’dan Afganistan, Tacikistan ve Kırgızistan
ülkelerinde geçen ve Doğu Türkistan’a ulaştırılan doğalgaz boru hattına sıcak bakmaktadır.
Ancak, İran-Çin boru hattının şu anda hayata geçirilmesi zor olarak görünmektedir. Orta Asya
enerjisi Çin’in alternatif enerji tedarik bölgesidir, bölge enerjisinin güvenliğini sağlamak için
enerji kaynağı dâhil boru hatların de çeşitlendirilmesi gerekmektedir.
Çin’in Kırgızistan üzerinde en çok güvenlik çıkarları bulunmaktadır. Çin’in sınır komşusu
toplam 14 olup Xinjiang Uygur Özerk Bölgesi (Doğu Türkistan) sekiz devlet (Rusya,
Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Pakistan, Moğolistan, Hindistan, Afganistan) ile hem
huduttur ve 5600 km sınırı paylaşmaktadır. Kırgızistan ile yaklaşık 1100 km ortak sınırı
vardır. Çin-Kırgızistan arasında 300 bin hektarlık sınır bölge ihtilafı vardı. Bu sorun Temmuz
1996’da imzalanan ve Çin-Kırgızistan sınırları Sözleşmesi ve Ağustos 1999’da imzalanan ek
sözleşmesi ile çözüme kavuşturulmuştur. Eylül 2003’te iki ülke arasındaki sınır çekme
çalışmaları sona ermiştir. Xinjiang Uygur Özerk Bölgesi’nin sekiz ülkeye yönelik 18 dış
ticaret kapısının 3’ü Kırgızistan sınırındadır. Bütün bunlar Kırgızistan’ın Çin için jeopolitik
önemi olduğunu göstermektedir. Ayrıca, 2014 yılına kadar ABD ve Rusya’nın üsleri
Kırgızistan’da konuşlandırmaya devam ettiği sürece, Çin’in jeopolitik bakımında Kırgızistan
ile yakından ilgilenmek zorundadır.
Kırgızistan’ın Rusya Federasyonu’nun oluşturduğu Gümrük Birliği ve Rusya Devlet Başkanı
Vilademir Putin’in Avrasya Birliği’ne üye olması da Çin’in ulusal çıkarlarında önem
kazanacaktır. Bunun nedeni de Avrasya Birliği, Şanghay İşbirliği Örgütü’nün işlevsel
dinamizmini gölgede bırakabilir; Gümrük Birliği ise Şanghay İşbirliği Örgütü’ne üye ülkelere
bazı ticari yaptırımı yaratabilecektir. Gümrük Birliği üyeleri kendi aralarında gümrük
uygulamasını kaldırarak dışa yönelik ortak gümrük tarifesi tedbiri ve dış ticarette ortak
politika alma yükümlülüğü vardır, bu da Avrasya Birliği ve Gümrük Birliği dışında kalan
Çin’in Orta Asya ve Avrasya’daki çıkarlarını olumsuz etkileyebilir. Neticede Çin, Şanghay
62
İşbirliği Örgütü üyeleri arasındaki ticaret sürtüşmeleri, uluslararası düzeye ulaşabilme ihtimali
de vardır. Eğer söz konusu Gümrük Birliği’ne Kırgızistan ve Tacikistan, hatta Özbekistan’ın
da üye olması sonucunda, Şanghay İşbirliği Örgütü’nün Orta Asya’daki ekonomik ve
güvenlik alanındaki işbirliği fonksiyonu daha da zarar görecektir. Ayrıca, 7 Ekim 2002
tarihinde altı BDT ülkesi tarafından oluşturulan Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü, işlevsel
açısından Şanghay İşbirliği Örgütü için algılamaya göre ya rakip yada işbirlikçi durumu da
söz konusudur. Böyle bir durumda Çin’in Rusya’nın arka bahçesi olan Orta Asya’da mevcut
etkisini koruması veya daha etkili olabilmesi için ya kendisinin söz konusu Gümrük Birliği ile
Avrasya Birliği’nin birine üye olması ya da, ŞİÖ üyeliğini çoğaltması yolunu tercih etmek
zorunluğu ortaya çıkacaktır.
Kırgızistan, Çin’in Avrasya Stratejisi (Asya-Avrupa) olan Yeni İpek Yolu Projesi’nin
gerçekleşmesi için de önemlidir. Söz konusu proje havadan ve karardan Çin-Avrupa
bölgelerini bağlamakla eski İpek Yolu’nda olduğu gibi yükselen Çin’in iki kıtadaki
ekonomik, ticaret ve enerji çıkarlarını (pazar ve stratejik ham madde kaynağı) korumak ve
bundan dolayı bölgedeki siyasî üstünlüğünü sağlamayı amaçlanmaktadır. Çin-Kırgızistan
arasındaki demiryolu da ikili ilişkileri için önemlidir. Bu demiryolu, Doğu Türkistan’ın
Kaşgar’dan İrkeştam geçidindeki Torugart sınır kapısına (176 km), buradan Kırgızistan’a
geçerek Celalabat’a (577 km) ve buradan Özbekistan’ın Andican’a (50 km) ulaşmaktadır.
Buradan Özbekistan’ın demiryolu ağına bağlanabilmektedir. Söz konusu demiryolu 6.5
milyar dolardan fazla yatırıma ihtiyaç duyulmakta ve Çin’in Yeni İpekyolu Projesi’nin
(Avrasya stratejisi) bir parçasını oluşturmaktadır. Çin de Kırgızistan’ın gümüş, alüminyum,
bakır ve kömür gibi maddelerine erişmesine kolaylık sağlayabilmektedir. Bu şekilde
Kırgızistan-Çin arasındaki ekonomik işbirliğini de arttırabilmektedir. Ancak, Pekin çok ısrarlı
olmasına rağmen, bu projeyi 10 yıldan fazla bir süredir hayata geçirememektedir. Finansal
yatırım sorunu henüz sonuçlanmamakla birlikte Kırgızistan muhalifler de bu projeye sıcak
bakmamaktadır. Ayrıca, Kırgızistan daha çok Bişkek-Oş demiryolunun inşası ve söz konusu
Çin-Kırgızistan-Özbekistan demiryolu ile birlikte alınmasını istemektedir. Kırgızistan’ın bu
projesi Rusya’nın Sibirya bölgesini Pakistan ile Hindistan’ı da bağlayacaktır. Çin ise buna
sıcak bakmamaktadır.
Çin’in Kırgızistan üzerinde en önemli çıkarı ise güvenliktir. Bunun nedeni ise, Kırgızistan,
Doğu Türkistan ayrılıkçı faaliyetleri açısından Çin’in ulusal ve sınır güvenliği, Çin’in
Kırgızistan’daki maden yatırımın ile Çinlilerin mal-mülkinin güvenliği ve Kırgızistan’daki
demiryolun güvenliği ile ilgilidir. Kırgızistan’ın Çin’in güvenlik açısından önemi, Çin Halk
Cumhuriyeti’nin yabancı ülkeler ile karada ilk defa yapılan askerî tatbikatının Kırgızistan
ordusu ile yapılmış olmasından anlaşılmaktadır.
Kırgızistan, Çin’in en hassas bölgesi olan Xinjiang Uygur Özerk Bölgesi ile tarihsel, kültürel,
etnik ve dinî ilişkileri vardır. Xinjiang Uygur Özerk Bölgesi’nde 180 bin Kırgız (2010 yılı)
yaşamaktadır, Kırgızistan’da da yaklaşık 70 bin Uygur yaşamaktadır. Doğu Türkistan
ayrılıkçı faaliyetlerini esasen Uygurlar sürdürdüğü için Kırgızistan dâhil bütün Orta Asya
Cumhuriyetleri ve Afganistan ile Pakistan’daki ayrılıkçı Uygur örgütlerden endişe
duymaktadır. Uygur Özerk Bölgesi Çin’in yumuşak karnı olarak Çin-Avrasya bölgelerini
bağlayan aynı zamanda ayrıştıran bir bölgedir: Uygur Özerk Bölgesi’nin istikrarlı olmasıyla
63
ancak Çin’in Orta Asya yada Avrasya’daki çıkarları sağlanabilir; aksi halde ticareti sağlayan
demir yolları ve karayolları kesileceği gibi enerji yolu da tehdit altına girecektir. İleriye dönük
Çin’in ekonomik kalkınma ve büyük güç olma emelleri de engellenebilir. Daha da önemli
olan ise, Çin’in rakip güçleri durumdan istifade ederek Çin’e baskı yapmasının aracına
dönüştürebilir.
Uygur ayrılıkçı davası devam ettiği sürece Çin Kırgızistan’a daha çok ihtiyaç duyacaktır.
Diğer yandan Orta Asya’da yaşanan istikrarsızlıklar tarihin her dönemde olduğun gibi Uygur
Özerk Bölgesini de etkilemektedir. Bu bağlamda Kırgızistan’ın siyasal otoriterin istikrarı
fevkalade önem kazanmaktadır. Kırgızistan’ın siyasal istikrarı aynı zamanda Çin’in şu anda
sürdürmekte olan ekonomik kalkınması için iç ve dış ortamında istikrarlı ortam yaratma dış
politika stratejisi ile uyumludur. Fakat Kırgızistan’da yaşanan iki defa hükümet karşıtı
hareketinde Pekin’in iktidara mı? Yoksa karşıt güçlere mi? destek verme konusunda
tereddütte kalmıştır. Üstelik Şanghay İşbirliği Örgütü böyle bir siyasal çalkantılı gelişmelere
ve bölge ülkelerin toprak ihtilaflarına karşı çare bulamadığını göstermiştir. Dolayısıyla, güçlü
bir Kırgızistan otoritesi ve Kırgızistan’ın toprak bütünlüğünü istemektedir.
Çin, Orta Asya’daki güvenlik, stratejik ham madde, enerji ve pazarı gibi çıkarları
sağlayabilmek için Şanghay İşbirliği Örgütü zemininin yetersiz kalacağı bir gerçektir.
Bölgede çıkarları olan sadece Rusya ile Çin değil, aynı zamanda ABD ve bölgesel güçleri
olan Hindistan, Pakistan, İran ve Türkiye de vardır, hatta bölgeden uzak olan Japonya ile
Güney Kore’nin de çıkarları vardır. Bu ülkeler belli düzeyde bölge üzerinde etkileri de vardır.
Bütün bu durumlara karşı Çin’in Uygur Özerk Bölgesini Orta Asya ve Güney Asya bölgelerin
çekim merkezi haline dönüştürmeye çalışmaktadır. Bölgenin çekim merkezi olan Uygur
Özerk Bölgesi ayını zamanda Orta Asya ve Güney Asya’ya yönelik stratejik sıçrama tahtasına
dönüşebilir. Bu bağlamda, Çin Hükümeti Doğu Türkistan’da ciddi yatırım yapmaya
çalışmaktadır, neticede Uygur Özerk Bölgesi’nin çekim merkezi statüsünü güçlendirecek aynı
zamanda Uygur ayrılıkçı faaliyetleri ekonomik kalkınma yoluyla yatıştırmaya çalışmaktadır.
Ekrem, Erkin (Doç. Dr.)
Lisans eğitimini Xinjiang Çin Tıp Fakültesi’nde tamamladıktan sonra yüksek lisansını 19931995 yılları arasında, doktorasını da 1995-2003 yılları arasında Hacettepe Üniversitesi Tarih
Bölümünde tamamlamıştır. 1999 yılında Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümü’nde Araştırma
Görevlisi olarak çalışmalarına başlayan Ekrem 2007’de Yrd. Doç; 2009’da Doç. Ünvanı
kazanmıştır. Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim üyesi ve Stratejik Düşünce
Enstitüsü uzmanıdır.
64
Türkiye’nin Orta Asya’da Güvenlik Alanında İşbirliği Arayışları
Aydın BOLAT
SDE Stratejik Planlama Kurulu Başkanı
Türkiye-Kırgızistan: TAKM’da Birlikte ŞİÖ’de Ortak
2013 yılında Türkiye Doğu’da ataklar yapıyor. Ön hazırlıkları ve alt yapıları daha önceki
yıllara yayılan çalışmaların sonunda Türkiye 25 Ocak 2013’te Azerbaycan, Kırgızistan ve
Moğolistan’la birlikte Azerbaycan, Bakü’de Avrasya Askeri Statülü Kolluk Kuvvetleri
Teşkilatı’nı (TAKM) kurdu. Sembolünde bir at ve beraberinde dört yıldız bulunan ve kısa
adını kurucu üye ülkelerin baş harflerinden alan TAKM askeri ortaklık statüsünde uluslar
arası resmi bir örgüttür. Yine Türkiye 26 Nisan 2013’te Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ)’yle
‘Diyalog Ortaklığı’ anlaşması imzaladı. Çin ve Rusya’nın liderliğinde olan ŞİÖ’nün üyeleri
arasında Orta Asya Türk Cumhuriyetleri (Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan, Tacikistan) de
var. Diyalog Ortaklığı, örgüt yapısında gözlemci üyelikten önceki ilk basamak. Avrupa Birliği
(AB) üyeliği sürecinde başarıya ulaşamayan, NATO’da sorgulama dönemi yaşayan Türkiye;
ŞİÖ ile bu tür bir anlaşma yapan ilk NATO ülkesi olmasıyla oldukça dikkat çekmiş
bulunuyor.
Avrasya’da Türk Cumhuriyetleriyle TAKM kuran Türkiye, Asya’da yeni stratejik
‘ortaklık’ vizyonu oluşturuyor. Güvenlik, ekonomi ve eğitim işbirliklerini önceleyen bu
uluslar arası teşkilatların her ikisinde de Türkiye, Kırgızistan ve Moğolistan ortak olarak
bulunuyorlar. Türkiye’nin bünyesine yeni katıldığı stratejik değer taşıyan ve jeopolitik önemi
ihmal edilemez olan TAKM ve ŞİÖ üzerinde kısaca bir değerlendirme yapalım.
Türkiye Avrasya’da TAKM’da
Dünya’da 56 ülkede Jandarma ve ya Askeri Statülü Kolluk Kuvvetleri Teşkilatı
bulunmakta olup, bu teşkilatlar, Avrupa ve Akdeniz Jandarmalar ve Askeri Statülü Kolluk
Kuvvetleri Birliği (FIEP), Avrupa Jandarma Kuvveti (AJK), Afrika Jandarma Birliği (AJB)
gibi uluslar arası organizasyon ve kurumlar vasıtasıyla çeşitli askeri ortaklıklar
65
kurmaktadırlar. Benzer şekilde, Kafkasya ve Orta Asya’da bulunan jandarma ve askeri statülü
kolluk kuvvetleri arasında Türkiye, Azerbaycan, Kırgızistan ve Moğolistan’ın dâhil olduğu
bir organizasyon Avrasya Askeri Statülü Kolluk Kuvvetleri Teşkilatı (TAKM) 25 Ocak 2013
tarihinde Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de kurulmuştur. Teşkilatın sembolü kurucu ülkelerin
kültürlerinde büyük bir öneme sahip olan ‘AT’ olarak belirlenmiş ve sembol üzerindeki 4
yıldız kurucu ülkeleri temsil etmektedir.
‘Mutabakat Muhtırası’nda TAKM teşkilatının, hiç bir ülke ve kuruluşa karşı
oluşturulmadığı, üye ülkelerin Askeri Statülü Kolluk Kuvvetleri arasında bilgi ve tecrübe
değişimini esas aldığı, sadece barışa hizmet etmeyi ve vatandaşlarına insan odaklı çağdaş
kolluk hizmeti vermeyi hedeflediği vurgulanmıştır. TAKM teşkilatına, Avrasya bölgesinde,
karşılıklı işbirliği ve dayanışmayı geliştirmek isteyen tüm ülkelerin jandarmaları ile Askeri
Statülü Kolluk Kuvvetleri üye olmak için başvurabileceklerdir. Kazakistan, Özbekistan,
Türkmenistan katılması beklenen ilk sıradaki ülkelerdir.
TAKM’ın ilk dönem Başkanlığı ve Daimi Sekretarya görevi Türkiye’nin Jandarma Genel
Komutanlığı tarafından yürütülmektedir. İlk Dönem Başkanı Jandarma Genel Komutanı
Orgeneral Bekir Kalyoncu’dur. Harekât ve Teşkilatlanma, Suçla Mücadele, Personel ve
Eğitim İşbirliği, lojistik, Teknoloji ve Araştırma Geliştirme Komisyonları bulunan TAKM
teşkilatı, terörle mücadele harekâtı, toplumsal olaylarla mücadele, sınır koruma, barışı
destekleme ve koruma harekâtı ile halkla ilişkiler alanlarında iş birliğinin geliştirilmesini
amaçlıyor. Terörle mücadele, organize suçlar, yasadışı göç ile mücadele, kaçakçılık ve radikal
grupların faaliyetlerini önleme, tek er, birlik ve lider eğitimi, özel birlik ve birimlerin eğitimi
konularında kapsamlı işbirliklerin geliştirilmesi hedefleniyor. Uluslar arası suçlarla mücadele,
bölgedeki enerji hatlarının güvenliğinin sağlanması, paramiliter örgütlerle karşı bir kuvvet
oluşturulması, teröre karşı ortak bir adım, özellikle iç güvenlikle ilgili ortak bir yapılanma,
karşılıklı istihbarat ve bilgi akışını düzenleyen çalışma usulleriyle stratejik bir güvenlik
ortaklığı olarak çerçevelenmiş bir kuruluş TAKM.
Avrupa çevreleri ve Batı medyası; “Büyük Turan Ordusu kuruluyor”, “Türk Dünyası
Ortak Ordusu”, “Avrasya’da Dev İşbirliği”, “Türkiye NATO üyesi olduğunu unutmasın!” gibi
yorum ve değerlendirmelerle TAKM’ın kuruluşundan rahatsız ve tedirgin olduğunu ortaya
koydu.
NATO’ya, Rusya’ya, Çin’e karşı bir oluşum olmadığı özellikle açıklanan teşkilat
Pantürkist bir hareket olmadığı gibi herhangi bir askeri müdahale kuvvetini de
66
bulundurmuyor. TAKM, Türkiye’nin örtülü stratejik amaçları için hazırlamış olduğu planın
parçası ya da bir liderlik arayışı da değildir. Ayrıca NATO’ya benzer bir misyonu da yoktur.
Ancak TAKM, Avrasya’da öncelikle Türkiye’nin girişimi ve öncülüğünde kurulmuş bir
takımdır. Azerbaycan, Kırgızistan ve Moğolistan bu çabaya destek vermişlerdir. Faaliyet alanı
tam olarak kesinleşmemiş olan TAKM, üye devletlerin siyasi ve stratejik ağırlıklarını
artıracağı beklenebilir. Avrasya’da Türk Cumhuriyetleri ile yürütülen Türk Parlamenterler
Birliği, TÜRKSOY, TİKA v.b. gibi ortak projeler ve işbirliklerine pozitif katkılar sunacak ve
yeni boyutlar ekleyen bir projedir TAKM. Türkiye’nin Batı’ya da Doğu’ya da bir alternatif
stratejik kartı olabilir. TAKM’nin dolaylı ve potansiyel hedefleri arasında gelişmiş silah
üretimi, füze kalkanı, uzun menzilli füze, savaş uçakları, savaş gemileri, helikopter ve
insansız hava silah sistemleri üretimi ve paylaşımı için ekonomik ve teknolojik güçlerinin
birleştirilmesi neden bulunmasın? Ortak güvenlik ihtiyaçlarına cevap verecek üyelerine tehdit
oluşturan dış güçlere karşı orduların bütün kabiliyetleriyle savunma yapabilecekleri bir
gelecek tasavvurunun ön testi, hazırlığı ve ilk adımı neden olmasın?
Askeri bakımdan Türk Cumhuriyetleri arasından eğitim ve değişim programları zaten
yıllardır uygulanıyor. Türkiye’de Harp Akademilerinde, Harp Okullarında ve Askeri sınıf
okullarında hatta emniyet teşkilatı ve polis okullarında Türk Cumhuriyetlerinden gelen
öğrencilere eğitimler veriliyor.
Türkiye Şanghay İşbirliği Örgütü(ŞİÖ)’nde “Diyalog Ortağı”
1996’da aralarındaki sınır sorunlarını ve sınır güvenliklerini inşa etmek amacıyla Çin,
Rusya, Kazakistan ve Kırgızistan ve Tacikistan ülkeleri tarafından kurulan Şanghay Beşlisi’ne
Özbekistan’ın da katılmasıyla 15 Haziran 2001’de bölgesel güvenlik ve ekonomik işbirliği iş
birliği örgütü olarak Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) resmen kurulmuş oldu. 6 asıl üye
ülkelere, gözlemci statüsüyle 5 ülkenin (Hindistan, İran, Moğolistan, Pakistan ve Afganistan)
de ŞİÖ’ye katılmasıyla örgüt ilgi çekici hale geldi. Sri Lanka ve Belarus ülkelerinin Diyalog
Ortaklığına 26 Nisan 2013’te Türkiye’de resmen eklenince iyice genişleyen örgütün coğrafi
kapsama alanı Doğu, Orta, Batı ve Güney Asya’ya açılmış bütün Asya kıtasını temsil etme
özelliği taşımaktadır. 2001 yılından üye ülke başkentlerinde 12 zirve toplantısı
gerçekleştirilmiştir. ŞİÖ sözleşmesinde, örgütün temel amaçları; üye devletler arasında
karşılıklı güven, iyi komşuluk ilişkilerini geliştirmek, siyaset, ticaret, ekonomi, bilim,
teknoloji, kültür, eğitim, enerji, ulaştırma, turizm, çevre v.b. alanlarda etkili bir işbirliğini
teşvik etmek, bölgede barış, güvenlik, istikrarı sağlamak için çaba göstermek olarak
67
belirtilmişti. ŞİÖ’nün asıl kuruluş amacı ise Çin ve Rusya’nın Avrasya bölgesindeki enerji
kaynaklarına sahip çıkması (mümkünse bir ‘enerji kulübü’ olabilmek) ve ABD’nin Orta
Asya’daki etkinliğini azaltmak olarak yorumlanabilir.
ŞİÖ, Çin’de bulunan bir şehrin adıyla anılan ilk bölgesel örgüt olma özelliğine sahiptir.
Örgüte üye ülkeler 37 milyon km2 alanı kapsamakta ve Avrasya’nın %74’üne denk
gelmektedir. 2,7 milyar nüfusa sahip olan ŞİÖ, dünya nüfusunun %40’ını oluşturmaktadır.
Gözlemci ve Diyalog Ortağı ülkelerle birlikte ŞİÖ Avrasya’nın en büyük ekonomik ve
güvenlikle ilgili bölgesel örgütü halini almıştır. Daimi üye ülkelerin 2011’deki toplam GSYİH
7,67 Trilyon Dolar olup bu rakam dünya ekonomisinin %12,5’ine tekabül ediyor. ŞİÖ’nün
2001’deki ticaret hacmi 12 Milyar Dolar’dan 2012’de 84 Milyar Dolara ulaşmıştır.
ŞİÖ’nün dünyadaki diğer çatı örgütlerden daha farklı bir örgüt yapısı bulunuyor ve belirli
ihtisas alanında değil, birçok çeşitli alanda çalışmalar yapıyor. Askeri olarak üye ülkeler belli
aralıklarla askeri tatbikatlar ve anti-terör içerikli eğitimler düzenleniyor, ancak yapının
ekonomik ve ticari işbirliği de bulunuyor. Bu özelliğiyle ŞİÖ, NATO ve AB gibi uluslar arası
kuruluşlardan daha farklı, çok boyutlu bir yapılanma içerisinde. Örgütün ana söylemi ve
sloganı “Asya’da güven ve istikrar” önceliğiyle birlikte bölgesel ekonomik kalkınmanın
desteklenmesi. ŞİÖ bu gün bütün dünyayı etkileyebilecek kararlar alabilecek güç ve
kapasiteye ulaşmış bulunuyor.
BM Güvenlik Konseyi’nin BM kararlarını veto etme yetkisi olan 5 daimi üyesinden ikisi
(Çin ve Rusya) ŞİÖ kurucu üyeleridir. Dünya’da nükleer güce sahip olan 10 ülkeden 5’i (Çin,
Rusya, Hindistan, Pakistan, İran) ŞİÖ bünyesindedir. ŞİÖ dünyanın en büyük ordusuna ve
pazarına sahiptir. Ayrıca dünyanın en büyük enerji üreticisi ülkesiyle (Rusya), en yüksek
enerji tüketen (Çin)de örgütün üyesidir. Dünya enerji üretim ve kullanım pazarını yarısından
fazlasını elinde bulunduran örgüt, ABD ve AB’ye karşı etkili bir kutup ve alternatif
oluşturmaktadır. 2007 Bişkek Zirvesi’nde, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in “Tek
kutuplu dünya kabul edilemez” açıklaması örgütün sözleşmesinde yazılı hedefleri ve yapılan
beyanların ötesinde örgütün esas misyonunu özetlemektedir. ABD üzerinden batıya karşı
alternatif ve etkili bir blok oluşturmak yanında dünya nüfusunun %25’inin yaşadığı
coğrafyada terör, ayrılıkçılık ve aşırılıkla mücadele söylemiyle Avrasya’daki halk ve
uygarlıkları kontrol altına almak.
Çin, örgütün askeri ya da siyasi bir güce ve kutba dönüşmeyeceğini, dünya barışını
hedeflediğini ve hiçbir ülke ve ya kuruluşa karşı faaliyet yürütmediğini vurgulasa da örgütün
68
kuruluşundan bu yana ekonomik kararlar ve hedeflerinden ziyade askeri tatbikat ve
eğitimleriyle gündeme gelmesi, Pekin ve Moskova gibi iki askeri gücün örgütün temel
unsurları olması sebebiyle Batı kamuoyu ŞİÖ’yü ‘Doğu’nun NATO’su’ ve ‘Yeni Varşova
Paktı’ olarak nitelendirmeler yapabilmektedir. Yukarıdaki mülahazalar dikkate alınınca,
söylentiler ve endişeler çok haksiz da sayılmaz.
Bütün bunların ötesinde ancak, Çin-Rusya bölgesel rekabet sorunu, örgüt içi siyasi,
ekonomik ve güvenlik alanlarında entegrasyon sorunları ile bölgesel kronik problemler (terör,
Doğu Türkistan, Afganistan, Keşmir v.s.) örgütün kapasitesini ve siyasal manevra
kabiliyetlerini sınırlamakta ve engellemektedir.
Türkiye ŞİÖ’de Ne Arıyor?
Türkiye’nin ŞİÖ ile “diyalog ortaklığı” kurması 2012’de yapılan Pekin Zirvesi’nde
kararlaştırılmıştı. Türkiye ile ŞİÖ arasında kurumsal işbirliği sağlayacak “diyalog ortaklığı”
anlaşması 26 Nisan 2013 tarihinde Kazakistan’da resmen imzalandı. Mutabakat belgesine,
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile ŞİÖ Genel Sekreteri Dimitri Mezentsev imza attılar.
İmzalanan belgeyi iki tarafın ‘ortak kader beyanı’ olarak tanımlayan Davutoğlu, tarafların “el
ele ve omuz omuza yürüyeceği uzun bir yolun başlangıcında” olduklarını söyledi. İmza
töreninde Davutoğlu; “tarihi bir ana” tanıklık yaptıklarını belirterek, “tüm üye ülkelere,
Türkiye’nin binlerce yıldır beraber olan ülkelerden oluşan bir ailenin üyesi haline geleceği bu
yeni dönemi mümkün kıldıkları için teşekkür ediyorum” dedi. Mezentsev ise Türkiye’nin
katılmasıyla “Şanghay ruhunun” güçleneceğini belirtirken, “Bu sadece Tükiye için değil, ŞİÖ
için çok önemli bir gün” diye konuştu.
“Diyalog Ortaklığı” Ne Anlama Geliyor?
Türkiye’nin ortak tarih, kültür ve din bağı olan bölgeyle işbirliğini daha da önemli hale
getirdi. Türkiye’ye; Türk Dünyası, akraba topluluklar ve Müslüman toplumlarla iş birliği ve
yakınlaşma için bir zemin oluşturuyor. Hem ikili hem de çok taraflı olarak üye ülkelerle
ilişkileri geliştirip derinleştirmek için yeni bir fırsat oluşturuyor. ŞİÖ ile uluslar arası terörün
ortadan kalkması yönünde gösterilen irade gibi birçok ortak nokta bulunuyor. Türkiye’nin
AB’ne üyeliğini engelleyen Avrupa ülkelerine ve AB’ye bir uyarı mesajı olarak anlaşılabilir.
Türkiye’nin yaşadığı iç ve dış politikadaki değişim süreci ve yeni vizyonu bakımından
eleştirilen, sorgulanan ve güven kaybı yaşanan NATO için de bir mesaj anlamı taşıyor.
Türkiye’nin yalnızca bölgesel değil aynı zamanda küresel güç olma isteği onu yeni arayışlara
69
itiyor. Türkiye “Avrasya Birliği” oluşumunda yerini almaya hazırlanıyor. ŞİÖ’nün bu konuda
en büyük katkıyı sağlayacağını değerlendiriyor. Aslında Türkiye ŞİÖ’de geleceğini arıyor.
Dünyanın güç merkezinin gün geçtikçe Doğu’ya doğru kayması hatta ABD’nin de AsyaPasifik’e yönelmesi Türkiye’nin ŞİÖ’ye yakınlaşmasını anlaşılır kılıyor. ŞİÖ’nün ilk kez bir
NATO üyesi için kapısını açması, örgütün üçüncü ülkelere karşı olmayan ve açık bir
karaktere sahip olduğunu gösteriyor. Çin’de 60 milyon civarında Rusya’da 25 milyon kadar
Müslüman nüfusla birlikte diğer üye ülkelerin Müslüman ve Türk özelliği dikkate alınırsa
ŞİÖ’de İslam faktörünün yanı sıra Türk faktörünün de güçlenerek Rus-Çin güç merkezi
dışında üçüncü bir güç merkezi olarak ortaya çıkabilir. Bu durum ŞİÖ’ne yeni bir stratejik
boyut ekleyecek ve örgütün jeopolitiğini etkileyecektir.
“AB Türkiye’yi üyeliğe kabul etmezse biz de Şanghay’a gireriz” diyen Başbakan
Erdoğan Brüksel’in adil bir uzlaşma ortağı olmadığını söyleyerek Türkiye’nin hızla büyüyen
ekonomisi ve siyasi yükselişiyle Şanghay ya da başka alternatifleri olabileceğini açıklamış
oluyordu. Amerika ise Türkiye’nin NATO üyesi olduğunu hatırlatarak Türkiye’nin başka
güvenlik kurumlarına üye olup olamayacağının tartışma konusu olduğu görüşünce. Yani
Türkiye’nin ŞİÖ girişiminden memnuniyetsiz ve tedirgin. Ancak Davutoğlu; artık soğuk
savaşın bittiğini ve Türkiye’nin bu mantığın kölesi olamayacağını söyleyerek hem NATO
hem de ŞİÖ gibi çifte üyeliğin mümkün olduğunu çünkü Rusya ve Çin’in artık NATO
tarafından düşman olarak görülmediğini öne sürüyor. Esasında Türkiye’nin muhtemel ŞİÖ’ne
üyeliği Rusya ve Çin merkezli siyaset takip etmesi, ABD’nin Avrasya politikası için tehdit ve
büyük riskler taşıyacaktır. Fakat bu vesileyle ABD, Türkiye eliyle örgütte alınan kararlara
müdahil olma şansına da sahip olabilir.
ŞİÖ’de ‘Diyalog Ortaklığı’ statüsünün; yetkileri sınırlıdır, sadece bazı teklifler sunabilir
ve örgüt platformunda işbirliği yapma imkânları vardır. Örgütün karar alma mekanizmasından
uzaktır. Türkiye’nin örgüt içinde etkili olabilmesi için önce gözlemci sonra üyelik statüsüne
sahip olması gerekmektedir. Bu süreci de zaman belirleyecektir.
Türkiye’nin ŞİÖ’de ilişkilerini sınırlayan etkenleri de göz önünde tutmak gerekir.
Türkiye’nin Rusya ve Çin’le birçok konuda fikir ayrılığı bulunuyor. Birisi Rusya ve Çin’le
Suriye konusunda görüş ayrılığı içinde olması, Çin’in Sincan bölgesi Uygur Türklerine
soykırım yaptığı iddiaları ilişkilerde sıkıntılar yaratıyor. Demokrasi, fikir ve vicdan hürriyeti,
insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi değerler ŞİÖ ülkelerinde henüz gelişmemiş durumda.
70
İşte bunlardan dolayı ŞİÖ Türkiye için AB’nin alternatifi olamaz değerlendirmeleri yapılıyor.
Hem yapısı hem de değer ve hedefleri AB’den çok farklı bir kuruluş.
Sonuç: Yeni Bir Dünya Kuruluyor!
Küresel güç merkezlerindeki değişimler ve dönüşümler, Türk Dış Politikasındaki Yeni
Türkiye vizyonu olarak belirginleşen özgürlük-güvenlik dengesinde çok boyutlu ve çok yönlü
ilişkiler ile küresel güçler arasında dengeli ilişkiler kurmak ve komşu havzalarda etkinlik
sağlamak çabaları Türkiye’yi stratejik olarak yeni gelecek arayışlarına ve yeni alternatif
yoklamalarına sevketti. Eski gücünde olmayan ABD ve NATO ile sarsılan güven, yıllardır
AB üyelik sürecinde oyalanan Türkiye; dünyanın ekonomik ve siyasi güç merkezinin giderek
Doğu’ya kaymasıyla, Doğu-Batı arasındaki merkezi konumu nedeniyle Avrasya, Orta Asya
ve Uzak Doğu’daki kurumlara ve ülkelere yakınlaşmak istemesi haklı ve reelpolitik bir arayış
olarak görülmelidir. Türkiye’nin İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT), Arap Birliği, Afrika Birliği,
Körfez İşbirliği Konseyi ile Türk Dünyası’nda geliştirdiği ve giderek güçlendirdiği stratejik
ve ekonomik işbirliği çabalarını bu arayışla birlikte değerlendirmek gerekiyor.
Türkiye NATO’ya mahkûm ve mecbur değil, AB üyeliği de olmazsa olmaz şartlar
arasında eğil, Amerika ve Avrupa Türkiye için seçeneksiz tek eksen ve dünyanın tek merkezi
değil! Ancak; Türkiye halen dünyanın en büyük savunma örgütü NATO’nun veto yetkisine
sahip üyesi, bir çok Avrupa kurumunda üye, AB ile de tam üyelik sürecinde bulunuyor. Batı
eksenli ülke ve kurumlara tepkileri ne olursa olsun bugünden yarına Türkiye’nin AvrupaAtlantik kurumlarından ve yöneliminden vazgeçeceğini düşünmek doğru ve gerçekçi olmaz.
Son dönemlerde Türkiye’nin dış politikasını farklı havzalara ve coğrafyalara açma
arayışlarında olduğu, jeopolitik konumu gereği çeşitli bölgesel organizasyon ve kurumlarda
söz sahibi olma potansiyeline sahip olması, uluslar arası sorunlarda ‘arabuluculuk’ ve
‘katalizörlük’ görevini bu sayede yerine getirebilmesine de hizmet edebilir.
Amerika ve Avrupa’da 2008 yılından beri devam eden ekonomik çöküntüyle bağlantılı
siyasi ve stratejik güç kaybı, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’dan yükselen Arap halk isyan ve
devrimlerinin sarsıntıları, artan enerji talebinin tetiklediği savaşlar ve terör, Çin ve Rusya ile
birlikte yükselen yeni ülkeler ve aktörler yeni bir dünya düzeninin ayak sesleri. Küresel güç
dengeleri değişecek; uluslar arası sistem dönüşecek ve yeni bir dünya kurulacak. Dünya
tarihinin bu kader anında ve geçiş döneminde Türkiye, iç politik ve ekonomik istikrarı,
71
potansiyeli yanında bölgesinde artan etkinliği, diplomatik atakları ve jeopolitik konumuyla
avantajlı bir durumda ve kilit bir rolde bulunuyor. Bölgesel güç inisiyatiflerini ve
potansiyellerini iyi kullanarak İslam ülkeleriyle birlikte yeni dünyanın küresel kurucu
aktörlerinden birisi olabilir. Avrasya’da TAKM kuran, Asya’da ortak vizyon oluşturan
Türkiye; kendisiyle birlikte medeniyet coğrafyasını yeni bir geleceğe ve yeni bir dünyaya
hazırlayabilir. Elindeki bölgesel ve küresel diğer argümanlarla birlikte, ŞİÖ ve TAKM’da
Türkiye’nin bu hedefteki güç dinamiklerinden olabilecek organizasyonlardır.
Bolat, Aydın:
1976 yılında Ankara Yüksek Öğretmen Okulu ve A.Ü. Fen Fakültesi Matematik-Astronomi
bölümünden mezun oldu. Daha sonra aynı fakültenin Matematik Bölümü Yüksek Lisans
programını bitirdi. Türk Silahlı Kuvvetlerinde Öğretmen subay kadrosuyla Kara Harp Okulu
Öğretim Görevlisi iken 1994 yılında kendi isteğiyle emekli oldu. 1994-2008 yılları arasında
bir süre kendi adına özel eğitimcilik ve yayıncılık yaptı. Ülkenin siyasi, idari ve ekonomik
değişim politikalarını desteklemek ve içinde bulunmak maksadıyla bir grup arkadaşı ile 2002
yılında Yarınlar İçin Düşünce Platformu’nu kurdular. Aynı amaçla Ekim 2005’te bu
platformun yayın organı olarak Düşünce Dergisini yayın hayatına kazandırdılar. Halen SDE
tarafından yayınlanan SD (Stratejik Düşünce) dergisinde, ulusal ve uluslararası konularda
analist olarak yazılar yazan Bolat, Ankara’da ikamet etmekte olup, evli ve üç çocuk babasıdır.
İngilizce bilmektedir.
72
Download