Gökçesu AKŞİT1 Berfin VARIŞLI2 ULUSÖTESİ KESİŞMELER: JEFF

advertisement
Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl: 4, Sayı: 25, Mart2016, s. 274-286
Gökçesu AKŞİT1
Berfin VARIŞLI2
ULUSÖTESİ KESİŞMELER: JEFF HEARN İLE SOSYAL
BİLİMLER ÜZERİNE YENİDEN DÜŞÜNMEK
Özet
Bu makalede “ulusötesi” olarak tanımlanan farklı kültürlerin ortak alanları ile ilgili
çalışmalar yürüten Jeff Hearn’ün, “kesişimsellik” vurgusu üzerinden, geleneksel
ikilikler ile bilim yapma geleneğinden farklı ve yeni, çalışma izleri sürülmeye ve
bu türden bilim yapmanın olanakları ve zorlukları gözden geçirilmeye çalışılmıştır.
Kavramlar birkaç farklı gruptan örnekler verilerek incelendi. Bu örneklerde hem
Hearn’ün çalışmaları, hem de bu çalışmalar sonucunda ortaya attığı kavramlar
tartışmaya açılmıştır. Ek ve tamamlayıcı olarak “gex” kavramı -cinsellik ve
cinsiyetin kesişimi, feminist bir eleştiri üzerinden çalışılarak geleneksel ikiliklere
dayalı ayrımlardan bazıları üzerine düşünülmüştür. Zira üzerinde yaşadığımız
dünyada gerek teoride gerekse pratikte keskin sınırları olan, kategorilere ayrılmış
kavramlar ya da olgular artık yerini sınırları bulanıklaşmış, tekillikten öte
çoğulculuğun ön plana çıktığı yaklaşımlara bırakıyor. Bu durumun önemi
ülkemizde yaşayan Suriyeli mültecilerin yaşam pratikleri özelinde göç ve
göçmenlik konuları tartışılarak vurgulanmıştır. Yeni bir sosyal bilimler pratiği için,
yukarıdaki kavramların altını çizmek makalenin temel amacını oluşturmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Ulusötesilik, Kesişimsellik, Sosyal Bilimler, Jeff Hearn, Gex.
TRANSNATIONAL INTERSECTIONS: RETHINKING SOCIAL
SCIENCES WITH JEFF HEARN
Abstract
This article carries out the work of Jeff Hearn, emphasizing first “transnationalism”
which can be defined simply as relating common areas of different cultures, and
second “intersectionality”, placing them as a novelty from the tradition of making
social sciences with its dissolution of the main dichotomies. Concepts are studied
1
Dr., Maltepe Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, [email protected]
Arş. Gör., Maltepe Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü, Doktora adayı,
[email protected]
2
275
Ulusötesi Kesişmeler: Jeff Hearn İle Sosyal Bilimler Üzerine Yeniden Düşünmek
by several examples, in which both Hearn 's work, and their results were put
forward as topics of discussion. Additionally and as a complementary the concept
of “gex” –the intersection of gender and sex, has been studied under feminist
criticism, as a revising of some of the distinctions based on traditional dichotomies.
The importance of the situation of Syrian refugees in our country is a manifestation
of the abondenment of such dualities. Our main aim is to highlight a new outlook
of a future social sciences practice focusing mainly on immigration through
transnationalism and intersectionality.
Key Words: Transnationalism, Intersectionality, Social Sciences, Jeff Hearn, Gex.
GİRİŞ
Nordik düşünür Jeff Hearn, kırk yılı aşkın bir süredir toplumsal cinsiyet, cinsellik,
erkeklikler, şiddet ve küreselleşme gibi pek çok alanda çalışmalar yapmayı sürdürmektedir.
Hearn’ün temel olarak Eleştirel Erkekler ve Erkeklikler İncelemeleri alanı altında olan, ki
kendisi bu alanın kurucusu olarak görülmektedir, ancak odaklandığı konular bakımından
kültürel çalışmalar olarak nitelendirebileceğimiz çalışmalarına baktığımızda, özellikle son
yıllarda ortaya koyduğu metinlerde ulusötesilik ve kesişimsellik konularının ön plana çıktığını
görmekteyiz.
Örneğin geçtiğimiz yıl yayımlanan, Wallace Hein ile beraber yazdığı makalesinde Hearn,
pazarlama ve tüketici davranışları araştırmalarındaki bilgi inşası sürecinde feminizmlerin
öneminin eksik olduğunu, bu nedenle de bu araştırmaların “tamamlanmamış” olduğunu ifade
etmiştir. Hearn’ün “eksik” olarak nitelendirdiği feminizmler kavramındaki çoğul eki olan “ler”in bir biçimi bu makalede ele alınacak olan kesişimsellik ve ulusötesilik vurgusu ile
yapılmaya çalışılmıştır. Dolayısıyla Hearn, feminizmler derken kesişimsel ve ulusötesi
feminizm, yani maddeci-söylemsel feminizm (material-discursive feminism), kuir teori ve
eleştirel erkekler ve erkeklikler çalışmalarını da içinde barındıran, tekçi olmayan, çoğulcu bir
feminizm anlayışının altını çizmektedir (Hearn ve Hein, 2015). Eleştirel Erkekler ve Erkeklikler
İncelemeleri feminizmin bir parçasıdır ve feminizminden ayrı düşünülmemelidir. Bu anlamda
Hearn bu fikir akımının ilk akla gelen savunucularındandır. 3 Bu düşüncenin Türkiye’deki
savunucuları arasında ise Deniz Kandiyoti (1997), Ayşe Gül Altınay (2004), Serpil Sancar
(2009) ve Hale Borak Boratav (2012) gibi alandaki çalışmalara yön vermiş ve yeni araştırmalara
ışık tutmuş akademisyenleri saymak mümkündür.
2014 ve 2011 yıllarında yayımlanan iki çalışmasında Hearn yine kesişimsellik ve
ulusötesilik kavramlarını irdelemiştir. 2011’de kaleme aldığı kitap bölümünde erkeklikler
çalışmalarında kesişimselliğin göz ardı edilen bir konu olduğunu, bu kavramı ulusötesilik,
yaşlanma ve erdemlilik konuları üzerinden ele almıştır (Hearn, 2011). 2014’te yayımlanan
makalesinde ise toplumsal cinsiyet kavramı içindeki farklı kesişimsellik senaryolarından
bahsetmektedir (Hearn, 2014). Kesişimsellik kavramı matematikte kümeler sisteminde olduğu
gibi birbirinden ayrı grupları birbirleriyle benzerlikleri ve ortaklıkları üzerinden anlamaya ve
araştırmaya çalışan bir çalışmanın önemli araçlarından biridir. Bu deneme boyunca kavram
birkaç farklı gruptan örnekler verilerek incelenmeye çalışılacaktır. Makalenin başlığında da
3
Bu düşüncenin diğer savunucuları için bkz. Kimmel (1987), Connell (1998, 2001, 2005), Nagel (2010).
The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 25, Mart 2016, s. 274-286
Gökçesu Akşit - Berfin Varışlı
276
belirttiğimiz üzere bu örneklerden bizce yeni bir tür akademik çalışma tasavvuru için en önemli
bulduğumuz ulusötesi kültürel çalışma örnekleridir. Bu örneklerde hem Hearn’ün çalışmaları,
hem de bu çalışmalar sonucunda ortaya attığı kesişimsellik kavramını burada ayrıca tartışmaya
açmayı umuyoruz. Ulusötesiliğe ek ve tamamlayıcı olarak “gex” kavramı yukarıda bahsedilen
Eleştirel Erkekler ve Erkeklikler İncelemeleri’yle birlikte işlenmesi gereken yine çok önemli bir
kavram. Gex kavramından hareketle burada diyebiliriz ki bahsedilen kesişimsellik feminist bir
eleştiri üzerinden çalışılacaktır.
Kesişimselliğin ilk kez feminist yazar Kimberlé Crenshaw, tarafından ortaya atılan bir
kavram olması, bu makale çalışmasına başlamamızda itici etkenlerden biridir. Yazar,
kesişimsellik kavramını cinsiyet ve ırk arasındaki ilişkiye vurgu yapmak üzere kullanmıştır
(Crenshaw, 1989). Ona göre, siyahi kadınların deneyimleri, cinsiyetin ve ırkın kesişmesi
nedeniyle beyaz kadınlardan farklıdır. Dolayısıyla siyah kadınların ataerkil düzen içinde maruz
kaldığı ayrımcılık beyaz kadınlarınkine kıyasla fazladır. Siyah kadınlar siyah ve kadın olmaları
nedeniyle farklı ama bir yandan da kesişen ve birbirini besleyen farklı eşitsizlikler ile karşı
karşıya kalmaktadırlar (Crenshaw, 1989). Crenshaw’un siyah kadınlar özelinde altını çizdiği
kesişimsellik ve onun neden olduğu ayrımcılık kuşkusuz dünyanın farklı bölgelerinde farklı
kimliklere sahip kişiler üzerinden çeşitlendirilebilir.
Makale yazarlarından birinin doktora tez danışmanının 2015 yılında Maltepe
Üniversitesi’nde yaptıkları özel görüşmelerde ortaya attığı ve yazarın kendisinin 2016 yılında
devam etmekte olan doktora tezinde4 kullandığı, tezin temel kavramlarından biri olan “katmerli
ayrımcılık” kavramı kesişimsellik kavramı ile örtüşmektedir. Katmerli kavramı, çok katmanlı
olma fikrinden yola çıkarak, bireyin kimliğini oluşturan cinsiyet, yaş, eğitim durumu, sosyoekonomik statü gibi değişkenler ile oluşan kimlik katmanları ifade etmek amacıyla
kullanılmıştır. Tıpkı kesişimsellik kavramında olduğu gibi katmerli kavramında da bireyin
kimlik inşasını oluşturan katmanlar gitgide iç içe girmekte ve muğlak bir hal almaktadır.
Crenshaw’un da altını çizdiği üzere, şayet ayrımcılığa maruz kalma durumu söz konusuysa,
kimlik katmanlarının oluşturduğu kesişimsellik nedeniyle tek tür ayrımcılıktan söz etmek
mümkün değildir. Kimliğin yapı taşı olan bu soyut katmanların kimi zaman hepsinin kimi
zaman da bir kaçı nedeniyle oluşabilecek ayrımcılık türleri, ki buna örnek olarak cinsiyete
dayalı ayrımcılık, etnik köken/ırk ayrımcılığı, yaş ayrımcılığı bu türlerin sadece birkaçıdır, bir
araya gelerek topyekün bir ayrımcılığa uğrama ve dışlanma haline neden olabilmektedir.
Bu makalede umudumuz kesişimsellik, ulusötesilik ve hatta ilişkisellik kavramlarından
yola çıkarak, hızla değişen dünyada başka türlü kavramsallaştırmaların mümkün ve gerekli
olduğu fikri üzerine düşünmektir. İlişkisellik, ulusötesi kesişmelerin oluştuğu kültürel
gerçekliğin, ancak ilişkiler üzerinden anlaşılabileceğini söyler, kimlik diğer durumlarla ilişkileri
içinde anlamlıdır ve örneğin göç ile dramatik şekilde değişebilir. Biz burada böylesi bir
gerçekliğin peşine düştük. Günümüzde kavramların en belirgin olarak gözler önüne serildiği
konu göç konusudur. Dolayısıyla sosyal bilimlerin herhangi bir alanında çalışan, fikir yürüten
akademisyenlerin değerli çalışmalarını ortaya çıkarırken bu kavramları akıllarının bir köşesinde
tutmaları önem arz etmektedir. Zira üzerinde yaşadığımız dünyada gerek teoride gerekse
pratikte keskin sınırları olan, kategorilere ayrılmış kavramlar ya da olgular yerini sınırları
4
Devam edilen söz konusu doktora tezi “Katmerli Ayrımcılık: 65 Yaş Üstü Kişilerle Yapılan Niteliksel Araştırma,
İstanbul Sancaktepe ve Şişli 2015-2016” adı altında Maltepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sosyoloji
Anabilim Dalında Prof. Dr. Belma Akşit’in tez danışmanılığında yürütülmektedir.
The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 25, Mart 2016, s. 274-286
277
Ulusötesi Kesişmeler: Jeff Hearn İle Sosyal Bilimler Üzerine Yeniden Düşünmek
bulanıklaşmış, tekillikten öte çoğulculuğun ön plana çıktığı yaklaşımlara bırakmaktadır. Hearn,
eleştirel erkekler ve erkeklikler incelemeleri alanında bu yolu izlemeyi benimser ve biz de bu
yoldan devam etmeyi deniyoruz. Makalenin ilk yarısında ikilikleri yıkan bir kavram olan gex
üzerinden kesişimsellik ve ilişkisellik; ikinci yarıda ise ulusötesilik kavramının önemi üzerinden
ülkemizde yaşayan Suriyeli mültecilerin yaşam pratikleri özelinde, göç ve göçmenlik konuları
tartışmaya açılacaktır.
İkiliklerin Yıkımı, Kesişimselliğin İnşası
Fe Dergi’de5 2014 yılında yayınlanan söyleşide Hearn, ikiliklerinin yıkımının ve yerine
kesişimselliğin inşasının eleştirel erkekler ve erkekliler incelemelerindeki ana hatlarını
anlatmıştır. Hearn’e göre ne tek tip bir erkeklikten, ne tek tip bir cinsellikten, ya da cinsiyetten
ne de tek tip bir feminizmden bahsetmek mümkündür. İşte bu nedenle kesişmeler Hearn’ün
çalışmalarının en belirgin, kritik ve de önemli kısmını oluşturmaktadır. Ayrıca Hearn bu
bağlamda, sınırları ve kategorileri olan bir erkeklikler çalışmalarına da karşı çıkmakta ve bu
çalışma alanının tüm farklı erkekler ve erkeklikler biçimlerini kapsayan geniş perspektifli
Eleştirel Erkekler ve Erkeklikler İncelemeleri (EEEİ) (Critical Studies on Men and
Masculinities) alanı olarak adlandırılması gerektiğine inanmaktadır. EEEİ alanında ortaya atılan
birçok kafa açıcı kavram ve düşüncenin yanı sıra, cinsellik ve toplumsal cinsiyet kavramlarının
bir kesişimi olan “gex” kavramı bizce en önemli kavramlardan biridir.
“Gex” kavramı Türkçe’ye toplumsal cinsiyet olarak çevrilen “gender” kavramı ile
cinsiyet anlamına gelen “sex” kavramının bir kesişmesidir Hearn (2012), cinsellik ve toplumsal
cinsiyet ayrımının yersiz olduğunu düşünmektedir. Bu nedenle iki kavramın da ortak
özelliklerini barındıran gex kavramını türetmiştir. Bu açıdan bakıldığında Hearn, bu kavramında
Judith Butler ile paralel fikirler ortaya atmıştır. Biyolojik cinsiyet ve toplumsal cinsiyet ilişkisi
üzerinde çalışan akademisyenlerden en bilinenlerinden biri kuşkusuz Judith Butler’dır. Butler
“toplumsal cinsiyet” ve “biyolojik cinsiyet”in farklı kavramlar olmadığını böyle bir ayrımın
yanlış olacağını ifade eder: “...hatta belki de “cinsiyetin aslında zaten başından beri toplumsal
cinsiyet olduğu, yani cinsiyet ile toplumsal cinsiyet arasındaki ayrımın aslında ayrım falan
olmadığı ortaya çıkar” (Butler, 1999, s. 52).
Bununla birlikte Simon De Beauvoir’ın (1989) meşhur “kadın doğulmaz, kadın olunur”
deyişi “cinsiyet” ve “toplumsal cinsiyet” ayrımını tartışmalarının deyim yerinde ise fitilini
ateşlemiştir, kuşkusuz Butler da bu tartışmanın taraflarından biridir. Gerek “Cinsiyet Belası”
gerekse henüz Türkçe’ye çevrilmeyen “Sex and Gender in Simone De Beauvoir’s Second Sex
(Simone De Beauvoir’in İkinci Cins’inde Cinsellik ve Cinsiyet)” adlı makalesinde Butler,
Beauvoir’ı “biyolojik cinsiyet ile toplumsal cinsiyeti birbirinden ayırmak suretiyle toplumsal
cinsiyeti, kişisel kimliğin zaman içinde oluşan bir boyutu” olarak yorumlamakla eleştirir
(Durudoğan, 2006, s. 7). Butler, Beauvoir’ın formüllemesini iki açıdan ele alır. Birincisi,
“biyoloji kaderdir” fikrine paralel olarak, bu formüllemenin üstü kapalı bir şekilde biyolojik
cinsiyeti doğal olarak kabul etmesi ve toplumsal cinsiyetin inşa edildiğini savunmasıdır (Butler,
2012).
Durudoğan’a göre, Butler’ın ilgisini çeken diğer çıkarım ise, toplumsal cinsiyet inşa
edilen bir süreç ise“(bir toplumsal cins olarak) kadın olmak doğal değilse ve bir yapılanma ise,
5
Ankara Üniversitesi Kadın Çalışmalarının yılda iki kere yayımlanan hakemli dergisi. Söz konusu söyleşinin yer
aldığı sayıya ve derginin diğer sayılarına http://cins.ankara.edu.tr/20142.html adresinden ulaşılabilir.
The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 25, Mart 2016, s. 274-286
Gökçesu Akşit - Berfin Varışlı
278
dişil bedenin “kadın”dan başka toplumsal cinsiyet olasılıklarının oluşmasına meydan veren bir
yer olarak görülmesini engelleyen hiç bir şey yoktur”. Şayet beden bir “konum” ise yani edilgen
bir tür istasyondan farkı yoksa, biyolojik cinsiyeti ne olursa olsun, bu bedende dişil ya da erkek
toplumsal cinsiyetlerin filizlenmesinde de bir sakınca yoktur (Durudoğan, 2006, s. 8).
Öte yandan Butler (1999) “kadın olmanın kültürel bir zorlamanın neticesi olduğu
muhakkaktır ve bu zorlamaya cinsiyetin neden olmadığı açıktır” diyerek tartışmaya son noktayı
koymuştur. Eğer Beauvoir’ın iddia ettiği gibi, “beden bir konum” ise; zaten kültürel olarak
yorumlanmamış bir bedenden bahsetmemiz mümkün değildir. Dolayısıyla, biyolojik cinsiyet,
yorumdan önce var olan anatomik bir olgu değildir. Tanım itibari ile biyolojik cinsiyet esasında
toplumsal cinsiyetten başka bir şey değildir” (Butler, 1999, s.12).
Butler (1999) dolaylı yoldan, tek tip bir kadın kimliğinin mevcut olmadığını dile
getirmiştir. Dahası, kültür içinde inşa edilmiş toplumsal cinsiyet kategorilerinin, ki bu
kategoriler Butler için muğlaktır ve böyle bir ayrım yapmak mantıksızdır, kişileri kategorik
olarak birbirine yaklaştıran bir unsur olmadığı fikrini savunmuştur. Butler’a göre, “kişi kadın
olsa bile bundan fazlasıdır; terim (kadın terimi) yeterince kapsayıcı değildir” (Butler, 1999, s.
46). Dolayısıyla, toplumsal cinsiyeti içinde üretildiği ve tekrarlandığı ırk, din, etnik kimliklerin
oluşturduğu siyasi ve kültürel kesişme noktalarından ayrı değerlendirmek imkansızdır.
Hearn’e göre gex asla “toplumsal cinsiyet” ve cinsiyet kavramlarının bileşimi olarak
düşünülmemelidir. Her ne kadar kendisi açıkça dile getirmese de bunun muhtemel nedeni
Hearn’un teklik fikrinden kaçışıdır. Hearn kullandığı neredeyse hiçbir kavram ve fikirde
teklikten bahsetmemektedir, yukarıda bahsedilen birkaç örnekte de olduğu gibi Hearn çalıştığı
tüm alanlarda kesişimsellikten ve ilişkisellikten bahsetmektedir (Hearn, 2011; Hearn, 2012;
Hearn, 2014; Hearn ve Hein, 2015).
Ancak teklik, kendine mahsusluk (unique) özelliği ile karıştırılmamalıdır. Hearn’ün
kavramları kendine mahsustur ancak başta erkeklikler (masculinities) kavramı olmak üzere
hiçbir kavramı, düşünceyi teklik üzerinden değerlendirmez. Teklik bir yandan tekdüzeliği
vurgularken bir yandan da ikiliklere de zemin oluşturmaktadır. Hearn ikiliklerden de
kaçınmaktadır. Kesişimsellik burada devreye girer. Hearn’ün bahsettiği kesişimsellik melezliği,
dolayısıyla bu kavramın belki de en çarpıcı örneklerinden “siborgluk” bilincini hatırlatır.
Siborgluk, Donna Harraway’in Hearn’den onlarca sene önce ileri sürdüğü, farklı feminizmler
fikrini de besleyen en temel ikiliklerden olan canlı-cansız (insan-makine) yahut canlı-canlı
(insan-hayvan) ikiliklerini yok sayarak kesişimsel, ilişkisel, ulusötesi ve hatta insanötesi bir
sosyal bilim yolunda atılan en sağlam adımların başında gelmektedir.
Haraway, kimi çevrelerce ağır eleştirilere maruz kalan, kimilerince de göklere çıkarılan
1985 yılında yayımladığı “Siborg Manifestosu: Yirminci Yüzyılın Sonlarında Bilim, Teknoloji
ve Sosyalist Feminizm” kitabında tıpkı Hearn gibi ikiliklere karşı çıkmaktadır. 1983’te Amerika
Birleşik Devletleri’nin o yıllarda en saygın akademik dergilerinden biri olan “Socialist
Review”deki sosyalist feminist yayınlara karşı yazılan makalelere bir cevap niteliği taşıyan
“Siborg Manifestosu” daha yayınlanmadan ilgi çekmiş, kimi çevreler tarafından göklere
çıkartılmış, kimi çevrelerce de tartışmalara yol açmıştır. Haraway’in metni o yıllarda tıpkı bir
sıçrama tahtası görevi üstlenerek bir devrim yaratmış ve yeni bir feminist kuramın ortaya
çıkmasına vesile olmuştur. Haraway, bilim ve teknolojide kaydedilen gelişmelerin insan
organizmasında kalıcı etkileri olacağını öne sürerek insan-makine ve hatta insan-hayvan melezi
bir siborg oluşumundan bahsetmektedir (Haraway, 1985).
The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 25, Mart 2016, s. 274-286
279
Ulusötesi Kesişmeler: Jeff Hearn İle Sosyal Bilimler Üzerine Yeniden Düşünmek
Donna Haraway, “Siborg Manifestosu”da günümüz dünyasında kapsamlı bir değişimi
öngörmüştür. Bu değişimin nedeni kuşkusuz bilim ve teknolojideki hızlı ve durdurulamayan
ilerlemedir. Bu ilerleme ile Haraway’in deyişiyle “sinyallerden ve elektromanyetik dalgalardan
oluşan hafif, temiz, taşınabilir” makineler üretilmeye başlanmış” (Haraway, 2006, s. 12); bu
makineler bir anlamda tüm insanoğlunu etkilemiş ve sonunda “siborg” denen insan-makine, ve
daha sonra insan-hayvan, melezleri ortaya çıkmıştır. Ancak bu teknolojik devrimin bir de
mutsuz yüzü vardır, o da bu “tertemiz” makinelerin yapımında çok ağır şartlarda çalışan ve
emeği sömürülen işçi sınıfıdır. Haraway bu işçilere örnek olarak Silikon Vadisi’nde yaşayan, 3.
Dünya ülkelerinden belli bir zamanda göç etmiş, ya da etmek zorunda kalan genellikle
kadınlardan oluşan bir topluluktan söz eder.
Bu kadınlar Haraway’ın ulusötesilik tezinin de örneklerini oluşturmaktadırlar. Cep
telefonu, cep bilgisayarı ya da benzeri cihazların monte ve de-montesinde çalıştırılan bu kadın
işçiler, Richard Gordon’ın ilk kez kullandığı “ev içi ekonomisi”nin neferleridir. Manifestonun
temel kavramlarından biri olan “ev içi ekonomisi” ile Gordon ve Haraway, “elektronik montajla
ortaya çıkan ve düz anlamıyla evde yapılan işler”i kastederler (Haraway, 2006, s. 40). Bununla
birlikte bu ekonomi, ataerkil kapitalizmin temel taşıdır, “bu kadınların özel hayatlarına dair
gerçeklikleri de, seri heteroseksüel tekeşliliği, çocuk bakmayı, geniş akrabalık bağlarından ya da
başka geleneksel cemaat ilişkilerinden uzakta durmayı, yaş ilerledikçe yalnızlık ihtimalinin
artmasını ve aşırı ekonomik muhtaçlığı içine alır” (Haraway, 2006, s.39).
Siborgluk hem “bir kader” (2006, s. 5) hem de bir kurtuluş yoludur. Düşünür,
manifestonun ilk cümlesinde siborgların izlemesi gereken politikanın ipucunu verir: feminizm,
sosyalizm ve materyalizme inanan bir ironik politik mit kurmaya yönelik bir çaba! Bu politik
mitin konusu olan kadınlar, bir başka ifade ile siborglar, (Haraway, 2006, s. 7) “zihin ile beden,
hayvan ile insan, organizma ile makine, kamusal ile özel, doğa ile kültür, erkekler ile kadınlar,
ilkel ile uygar arasındaki ikilikleri ideolojik açıdan sorunlu” bulurlar. Yaşanabilir bir dünya
ortaya çıkarmak için de tek çareleri, “Siborg Feminizmi” çatısı altında birleşmektir. Siborg
Feminizm, ikiliklerin, ata-erkil kapitalizm ve militarizmin panzehiridir.
Hearn, hiçbir çalışmasında direkt olarak siborglardan bahsetmese de öncülüğünü yaptığı
kesişimsellik kavramı düşünüldüğünde siborglar ya da daha geniş bir ifade ile siborg olmak
belki de Hearn’ün tam da işaret ettiği bir durumdur. Çünkü siborglar her şeyden önce melez
(insan-hayvan ya da insan-makine) varlıklardır, bir diğer deyişle ikilikleri yıkan ve kesişimsellik
ile karakterize varlıklardır. Hearn, Butler ve Haraway’i bir araya getiren üçüncü kavram ise
yerelliktir. Postmodern düşüncenin önemli birer parçası olan üç düşünür de yerelliğin ve yerel
kültürlerin önemine dikkat çekmiş, yerel kültürlerin değerinin altını çizmiştir. Tarih boyunca
süregelen zorunlu göç hareketlerine bakıldığında, toplumların göç ettikleri topluma uyum
sağlamak için çoğu kez yerel değerlerinden koparıldıkları görülmektedir. Oysa ki, yerellik,
özellikle yerel kültürlerin devamı ve diğer kültürlerle kesişimselliği açısından oldukça
önemlidir. Bu anlamda göç eden toplumun kültürünün geçiciliği, göç alan toplumun kültürünün
de kalıcılığı ikiliğini ortadan kaldıran ve katetogilerin kesişimselliğini esas alan ulusötesi bir
yaklaşım fikrinin benimsenmesi gerekmektedir. Başta da belirttiğimiz gibi, bu çalışmada
Türkiye’deki Suriyeli mülteciler özelinde ulusötesilik kavramının öneminin altı çizilmektedir.
Göç ve Kesişimsellik: Ulusötesi Çalışmalar
Hearn’ün ulusötesilik vurgusundan hareketle yürütülmüş yeni tür demenin elbet fazla
iddialı olabileceği ancak başlangıç seviyesinde sayılabilecek bir çalışma örneği, bu noktada
The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 25, Mart 2016, s. 274-286
Gökçesu Akşit - Berfin Varışlı
280
daha detaylı olarak konunun merkezine getirilebilir. Makale yazarlarından birinin katıldığı,
Orta Anadolu’da yaşayan Suriyeli göçmenlerin yerli halk ile yaşadıkları “sorunlu ulusötesi
karşılaşmaları” inceleyen “Zorunlu Göç, Sorunlu Karşılaşmalar: Hisar Köyü, Nevşehir’deki
Suriyeli Göçmenler Örneği” araştırması, kesişimsellik kavramı ile bakıldığında oldukça ufuk
açıcıdır (Akşit vd., 2016). 6
Bu çalışmanın teorik arka planı Arnold Van Gennep’ten alınan “eşiksellik” kavramı ile
biçimlenmiş (Van Gennep, 1960); Victor Turner (1969) ve Bjorn Thomassen (2009)’in
kullanımlarıyla geliştirilmiştir. Eşiksellik kavramı antropolojide bilinen ve geniş bir kavramdır.
Suriye’den gelen göçmenler için kullanıldığında Hearn’ün altını çizdiği kesişimsellik
kavramıyla örtüşen anlamlar da içermektedir ancak yine de şüphesiz daha endişe vericidir.
Eşiksellikte önceden olan belli ikilikler yerini boşluğa bırakmış gibidir, gidilecek yere bir türlü
varılamamaktadır çünkü neredeyse bu yer yoktur. Bu anlamda Hearn’ün potansiyel gördüğü
yerde eşiksellik kavramı bir arada kalmışlık, araftalık yahut bir olamama hali, yani bir ikiliğin
aşılamaması hali tanımlamaktadır. Elbette biz Suriye’den gelenlerin acısını görüyor ve içinde
bulunulan durumun hiçbir şekilde basit olmadığını kabul ediyoruz. Ancak burada
savunduğumuz eski/yeni, yerli/yabancı, kalıcı/geçici veya savaş/barış gibi keskin karşıtlıklarla
tanımlı ikilikler üzerinden, ya da en iyi ihtimalle bunların yok oluşuyla geçiş yapılan
araştırmanın ister istemez hep negatif olacağıdır
Hearn’le birlikte bizim burada altını çizdiğimiz kesişimsellik kavramı ise, eşiksellik
kavramı ile karşılaştırıldığında en azından biraz daha umut vericidir. Artık burada ne belli
karşıtlıklar ne de bir olamama hali yoktur ve değişimden etkilenen herkes katmerli bir şekilde
dönüşmüştür. Yapılan çalışmada yürüttüğümüz saha çalışmalarından sonra akılda kalan negatif
duygular değil daha çok farklı ulusların birbirleriyle farkında olmadan benzer biçimde
düşündükleri/iş yaptıkları olmuştur. Örneğin bir önceki göçmen grubu olan Kürt göçmenlerle
oluşan ilişkilerin neredeyse birebir aynıları katmerlenerek oluşmuştur. Yazarların Hisar
Köyü’nde tespit ettiği bu ulusötesi-ilişkisel durum, örneğin düşük ücret verilmesi sorunu, yahut
kadınlar konusundaki cinsel içerikli ön yargılar, tam da Hearn’ün altını çizdiği anlamda bir
kesişimsellik meselesi olarak okunabilir. Yani Suriye’den gelenler ve köyün yerlisi Türkiyeliler
arasında hem iş/para hem de kadınlarla ilgili mevzularda duyulan ortak hissiyatlar belki
özellikle bu iki konuda önemli sorunların katmerlenerek, yaşananlara neden olmasına yol
açmaktadır.
Hisar Köyü’nde karşılaşıldığı üzere ilişki ağları genelde hep kadınlar üzerinden
kurulmuş; köye ilk gelişler yine belli tek bir ailenin kızının kendi kocası ve çocuklarıyla
gelmesi, ve hem kalacak yer hem de iş olanaklarını yeterli bulması üzerine diğer kız kardeşlerini
çağırması şeklinde gelişmiştir. Benzer bir durum olarak, çalışma yaparken hem Suriye’den
gelenlere hem de köyün sakinlerine büyük oranda kadınların ortak komşuluk ilişkileri üzerinden
ulaştık (Akşit vd., 2016). Yine aynı şekilde incelenebilecek bir başlık altında, Suriye’den gelen
ve köydeki kadınların dil bariyerleri olduğu göz önünde bulundurularak, birbirleri ile daha çok
dış görünüş üzerinden ilişki kurdukları söylenebiliyor. Örneğin Hisar’daki kadınlar Suriye’den
gelenlerin ilk geldikleri süreçte giydiklerinden daha kısa kollu feraceler giymeye başladıklarını,
6
2014 sonbaharında yapılmış olanalan çalışması 2016 Mart ayında Maltepe Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi’nin
hakemli dergisi olan FefDergi’de yayımlanmıştır. Söz konusu dergiye fef.maltepe.edu.tr adresinden ulaşılabilir.
The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 25, Mart 2016, s. 274-286
281
Ulusötesi Kesişmeler: Jeff Hearn İle Sosyal Bilimler Üzerine Yeniden Düşünmek
hatta kendilerinin verdikleri tesettür kıyafetlerini kabul etmedikleri için bu yeni tip giyimi
nereden bulduklarını merak ettiklerini belirtmişlerdir. Bu merak bile başlı başına bir tür iletişim
isteği olarak görülebilir. Köydeki kadınlar Suriyelilerin giyimlerini dışlamamakta, merak
etmektelerdir. Aynı zamanda Suriyeli kadınlar da, duygularını makyajlarıyla belirttiklerini
söylemişlerdir. Mülakatlar bayram sırasında yapılmıştır ve kadınlar bayramları gülmek ve
şükretmek için eğlenerek geçirdiklerini belirtmişlerdir.
Bunlar gibi daha pek çok örnek verilebilir. İki farklı grubun ortak noktaları olarak
kadınların ilişkisellikleri ve iş bulma ağları ile kesişir şekilde, emek ve para konularında da iki
grup oldukça benzeşmektedirler. Köydekiler Suriyeliler, Suriyeliler ise köydekiler için, para
konusundan çok iyi anladıklarını ve paranın değerini “iyi” bildiklerini belirtmişlerdir. Burada
üstü kapalı şekilde kastedilen Suriyelilerin emeğinin karşılığının düşük fiyatlı olmasıdır.
Köydekiler Suriyelilerin pazarlık yaptıklarından ve paralarını kolay kolay harcamadıklarından
bahsederlerken, Suriyeliler de karşı tarafın aynı şekilde olduğunu düşünmekteydiler.
Göç ile birlikte piyasanın sürekli bir değişim içinde olduğu ve bunun tarafları ama
özellikle göç ile gelenleri sürekli bir arada kalma haline düşürdüğü savunulmuştur (Akşit vd.,
2016). Gruplar arası kesişimler üzerinden düşündüğümüzdeyse konu aynı anda iki tarafından da
etkilendiği ve katmerlendiği bir haldedir. Yeni gelenlere verilen ücretlerin düşüklüğü köydekiler
için de etkili olmakta, ve genel olarak bütün yevmiyeleri aşağıya çekmektedir. Tanıklık etmekte
olduğumuz süreç, toplumları ve kültürleri daha önce olmadığı kadar büyük bir hızla
değiştirmektedir. Bir yandan göçmenler, öte taraftan da göç alan toplumlar bu değişime yanıt
vermek zorunda kalmaktadırlar. Kesişimsellik hem bu değişkenlik içinde daha kolay
anlamlandırılır haller yaratmakta hem de hızlı bir çalışmayı mümkün hale getirmektedir. İleride
Suriye’den gelenler ile yapılacak bu türden pek çok çalışmanın olacağını düşünüyor, ve
uluaşırılık ve kesişimsellik gibi kavramlar üzerinden ikiliklere dayalı göç kategorilerinin
yeniden düşünülmesini öneriyoruz.
Hisar çalışmasında kullandığımız bir diğer temel kavram akışkanlık olmuştur (Akşit vd.,
2016). Akışkanlık, kavramların değişken ve muallak olduklarını söyler. Akışkanlık geleneksel
olarak göçte kullanılan yerli, yeni gibi ayrımları kesişimsellikte olduğu gibi bulanıklaştırmakta,
muğlak hale getirmektedir. Bu muğlaklıklar, ilişkilerdeki görece net ve açık seçiklikleri,
önceden kestirilebilirlikleri, planlanabilirlikleri aşındırmaktadır (Akşit vd. 2016). Kesişimsellik
üzerinden düşünmek akışkanlık kavramı ile benzemektedir. Burada bahsedilen akışkanlık
kavramını Zygmunt Bauman’dan ödünç aldık. Bauman, akışkanlık kavramını birçok
çalışmasında farklı alanlardaki benzeşme ve muğlaklığı açıklamak için kullanmaktadır
(Bauman, 2003; 2005; 2006; 2007a; 2007b; 2011). Bauman’a göre modern insan oldukça yoğun
bilgi ve imge bordardımanına maruz kalmaktadır. Böyle bir durumda artık hiçbir şey
katılaşmaya zaman ve imkan bulamamakta, ya eriyip yok olmakta ya da süratle bir başka şeye
dönüşmektedir. Dolayısıyla akışkanlık kavramı kesişimsellik kavramı ile birlikte, birbiriyle
örtüşen ve birbirini besleyen kavramlar olarak düşünülmelidir ancak eşiksellikte söz konusu
olan olamama duygusu burada da vardır.
Biz burada bu halin ayrılıklarından çok kesişimlerine bakmanın yerinde olduğu fikrini
savunduk. Bu seçim modern toplumların refahı ve iç huzuru açısından da önem arz etmektedir.
Katılıklar ve zıtlıklar farklı uluslardan ya da aynı ulus içinde dahi olsa farklı alt kültürlerden
bireyleri kolaylıkla bir çatışma ortamına sürükleyebilmektedir. Oysaki kesişimsellik ve
beraberinde gelen ulusötesilik, farklılıkların ve yerelliklerin değerinin kavranmasında, zıtlıkların
The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 25, Mart 2016, s. 274-286
Gökçesu Akşit - Berfin Varışlı
282
meydana getirebileceği çarpışmaların önlenmesinde çoğulculuğa ve çokluklara olan vurgusuyla
büyük rol oynamaktadır.
Nordik ve Afrikalı genç erkekler üzerine Hearn’ün katılımı ile yapılan bir diğer çalışmayı
incelemek, bu tür bir yeniden düşünme için iyi bir başlangıç yeri olacaktır. CROME (Critical
Research On Men In Europe) isimli bu çalışmada bu gruplardaki gençlerin şiddet üzerine ortak
deneyimlerine bakılmış, ve buradan hareketle genç erkek şiddeti anlaşılmaya çalışılmıştır.
Hearn ve arkadaşları bu çalışmayı yaparken şiddet algısında birbirinden çok farklı görünen bu
gruplarda ortak bir kesişimsel alan aramışlardır. Nordik çalışmaları Güney Afrika çalışmaları ile
karşılaştıran bu proje (Hearn, 2015b) dışında başka çalışmalardan da bahsetmek uygun
olacaktır. Mesela kadın ve erkeklerin çalışma yaşantısında eşit hak, şans ve sorumluluklara
sahip olmalarıyla ilgilenen bir diğer çalışmada Hearn ve arkadaşları (2015), kariyer oluşturma
davranışında kadın ve erkekler konusunda 1970’lerdeki yaklaşımları incelemiş, eskiden
kadınların yönetimsel kariyerler yapmalarını ya toptan engelleyen ya da çok zorlaştıran şekilde
“camdan tavan” yahut “camdan labirent” tasvirleriyle, bu zorlukları gören ancak kadınların
ortaklaşan çoklu baş etme stratejilerine7 yönelen ve bu kadınları destekleyen araştırmaları
savunmuştur.
Bu çalışmaları birleştirir şekilde “Dünya’nın Erkekleri: Cinsiyetler, Küresellikler,
Ulusötesi Zamanlar” kitabında Hearn (2015a), küreselleşme ve etkilerini dikkate alarak
erkekleri ve erkeklikler tartışmalarını çoklu “küreselleşmeler” ile analiz etmektedir. Bu
kapsamda temel eksen ulusötesi değişim ve ulusötesi patriyarkadır. Kitapta Küresel Kuzey
bölgeler çalışılarak çeşitli ulusötesi sorunlar ele alınmış, şiddet, tecavüz ve militarizm üzerinde
özellikle durulmuştur. Finans, aktivizm, çevre, göç, ulusötesi hareketler, bilgi ve iletişim
teknolojileri, nüfus ve cinsiyet dağılımları ve tüm bunların kesişimselliğinde bir cinsiyet
kategorisi olarak erkekliğin zorlukları tartışılmıştır (Hearn, 2015a). 2014’te yapılan bir başka
çalışmada ise Hearn ve arkadaşları organizasyonların geneli açısından cinsiyet ilişkilerini
70’lerdeki benzer metinlerle kesişimlerine bakarak incelemişlerdir. Cinsiyet, cinsellik-ki bu
ikisinin kesişimi bu makalenin ilk yarısında gex kavramıyla ifade edilmiştir- ve organizasyonel
yapı arasındaki kesişmeler çalışmanın odağıdır.
Yukarıda bahsi geçen çalışmalardan da anlaşılacağı üzere ulusötesi ve kesişimselliklere
vurgu yapan feminist projeler, günümüz sosyal bilimleri için bir yeniden gözden geçirme zemini
olarak düşünülebilir. Gex ve bunun gibi sınıf, cinsiyet, din, dil, ulus, ırk anlayışlarının
farklılıklarını değil benzerliklerini ifade eden kesişimsel kavramlar erkeklik çalışmaları ve
feminist çalışmaların geneli için önemlidir. Böylece aynı zamanda sadece bir toplama ya da
çıkarma işlemi gibi basitleştirilemeyecek çoğul durumlar daha derinden incelenebilir. Bu ihtiyaç
hem Kuzey ülkelerde hem de özellikle Suriye’den göç edenler ile şekillenen yerlerde gittikçe
önem arz etmektedir. Hearn’e göre böylesi kullanımların yaygınlaşması özellikle göç,
göçmenlik ve ırkçılık ile ilgili söylemlerle ilintilidir. Göçe ve göçmenlere bakış açımız
akademik çalışma alanlarında da bir dönüşüm ve değişim gerektirmektedir (Hearn, 2015b).
Artık uluslara bağlı kararlardan çok, çoğul ve benzerliklerin ön plana alındığı şekillerde
çalışmalıyız. “En kötü haliyle kesişimsellik, imtiyazlı Olanlara uygulanacağına, bir Öteki’yle
diyalog, Öteki’yi yeniden üretme biçimidir (Hearn, 2015b, s. 92)”.
7
Benzer bir çalışma Merve Bilgin tarafından Maltepe Üniversitesi’nde, yazarlardan birinin ve Bahattin Akşit’in tez
danışmanlığında, Suriye’den ve Post-Sovyetlerden gelen kadınların çalışma yaşamlarındaki güvencesizliklerle çoklu
baş etme stratejileri üzerinden İstanbul ve Antakya’da sürdürülmektedir.
The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 25, Mart 2016, s. 274-286
283
Ulusötesi Kesişmeler: Jeff Hearn İle Sosyal Bilimler Üzerine Yeniden Düşünmek
Sonuç
Elbette Suriye’den gelenler çok daha büyük bir değişim dinamiği olan göçün bu aralar en
görünen ve alttaki kitleye kıyasla küçük bir kısmıdır. Göç, kitlesel, dinamik, çok değişkenli,
(Castles ve Miller, 2008, s. 12-14) ve anlaşılması karmaşık bir süreçtir. Sağlık, siyasallık,
cinsiyet gibi pek çok dinamikle hızla gelişen, varoluşun her alanını etkileyen tarihsel, toplumsal
ve bireysel belirleyiciliktedir. Söz konusu süreçler günümüzdeki göçlerin etkisini daha da
büyütmektedir. Göçler Hearn’ün de savunduğu gibi çoklu küresellikler düzeyinde çalışılmalıdır.
Biz burada ulusötesi yaklaşımlarla yapılacak kesişimselliklere yönelik akademik çalışmaların bu
büyüklüğü görmek için anlamlı olabileceğini savunduk. Kalıplaşmış kalıcılık, geçicilik, göç
alan-veren, ya da itici-çekici faktörler ayrımları üzerinden yapılan çok yeni çalışmalar vardır
(Kryvenko vd. 2016), ancak bu gibi kalıpların da değişmesi artık an meselesidir. Örneğin,
kesişimsellik ve ulusötesilik üzerinden Suriye’den gelenlerin ve Hisar köylülerinin ortak
noktaları belirlenmeye çalışıldığında, kadınlar ve emek ilişkileri iki en önemli sorun olarak
karşımıza çıkmıştır (Akşit vd. 2016). Yukarıda da bahsedildiği gibi bu iki mesele de eski/yeni
yahut gelenler/kalanlar ayrımlarından değil çoklukla iki grubun kesişerek katmerlenen
benzerliklerinden doğmaktadır. Bizce bu gibi benzerlikler ancak grupların bir arada seslerinin
duyulmasını sağlayacak güvenli zeminlerin oluşması ve kendi kendilerini birbirlerine
anlatacakları ortamlar ile sağlanır.
Bu tür ortamlar bireyler arası etkileşime de zemin hazırlayacaktır. Sağlanacak bu tip bir
etkileşim, toplumsal farklılıklarının bir ayrımcılık unsuru olmasından ziyade ne denli bir
zenginlik unsuru olduğunun idrakı ile göç alan ve göç eden toplumlar açısından yaşamsal
öneme sahiptir. Yukarıda sözü edilen katmerli ayrımcılık sorunu ancak bireyler arasında sağlıklı
bir etkileşim ile çözülebilecektir. Bu etkileşim, kültürlerarası ulusaşırı kesişmeler ve bu
kesişmeler yoluyla ortaya çıkacak muhtemel katmerlenmiş benzerlikler üzerinden oluşturulacak
sosyal dayanışma ağlarını da beraberinde getirecektir. Bu nedenle Hearn’ün de vurguladığı
üzere, ulusötesi karşılaşmaların toplumsal dinamikleri şekillendirdiği günümüz toplumları
üzerine fikir yürüten sosyal bilimcilerin kesişimsellik ile ulusötesi bilinci benimsemiş olmaları
gerektiğini düşünüyoruz.
Biz temel olarak bu çalışmada, yalnızca Suriye’den Türkiye’ye göçü açıklarken değil,
genel olarak sosyal bilimleri düşünürken “ulusötesi teori”yi kesişimselliğin içinde kullandık.
Kesişimsellik sadece bir toplama veya çıkarma olarak anlaşılamayacak ayrımcılıkların,
katmerli” hale gelmesiydi. Biz Hearn ile bunu sadece ilk ortaya atıldığı haliyle ayrımcılık için
değil, genel olarak tüm sosyal bilimler kategorileri için vurgulayarak özellikle ulusötesi teori ile
bir arada göç kategorileri için uyguladık. Ulusaşırı teori, uluslararası göçü açıklarken göç eden
insanları, ve onların gereksinimlerini ve ilişki ağlarını merkeze alır (Akşit vd. 2016). Bu tarz
ilişki ağları düşünüldüğünde, kültür, sağlık, kadınlar, iş, emek ve politikalar çoklu şekillerde
karşımıza çıkmakta, küreselleşmenin kendisi bile tek bir durumdan öte birbiriyle ilişkili pek çok
dinamiğin bir bileşimi olarak çoğul şekilde düşünülebilmektedir. .
Denilebilir ki, ulusötesilik veya gex gibi kavramlar bize erkekler, erkeklikler, feminizm
ve bunların göç, şiddet, sağlık ve kültürle olan ilişkilerini anlamakta yeni bir bakış açısı
sağlamaktadırlar. Bu kavramlardan ilki ulus ile aşkınlığın bir kesişmesiyken, diğeri cinsellik ve
cinsiyeti kesiştirir ve sonuçta bu kesişmeler üzerinden bakmanın kavramların ayrı ayrı
çalışılmasından daha etkili olacağı sonucunu çıkarır. Neticede bu kavramların kesişimi basitçe
sadece toplanmaları ya da birbirlerinden çıkarılmaları yoluyla elde edilemeyecek kadar
The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 25, Mart 2016, s. 274-286
Gökçesu Akşit - Berfin Varışlı
284
karmaşık süreçleri analiz eder. Belki de Haraway’ın “Siborg Manifestosu”nun son satırında
dediği gibi artık, tanrıça olmaktansa siborg olmamızın zamanı gelmiştir.
KAYNAKLAR
AKŞİT, Gökçesu; VARIŞLI, Berfin, (2014), “Türkiye’de Eleştirel Erkekler ve
Erkeklikler Konusunu Feminizm İçinde Çalışmak: Jeff Hearn ile Erkekler ve
Erkekliklere Ulusaşırı Yaklaşımlar Üzerine Yapılan bir Röportaj”, Fe Dergi
Feminist Eleştiri, Ankara Üniversitesi KASAUM, cins.ankara.edu.tr
AKŞİT, Gökçesu; BOZOK, Mehmet; BOZOK, Nihan, (2016), “Zorunlu Göç, Sorunlu
Karşılaşmalar: Hisar Köyü, Nevşehir’deki Suriyeli Göçmenler Örneği”, Fef
Dergi, Maltepe Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi, fefmaltepe.edu.tr
ALTINAY, Ayşe Gül, (2004) “The Myth of the Military-nation: Militarism, Gender, and
Education in Turkey”, Palgrave Macmillan, New York.
BAUMAN, Zygmunt, (2003), “Liquid Love: On the Frailty of Human Bonds”, Polity
Cambridge.
BAUMAN, Zygmunt, (2005), “Bireyselleşmiş Toplum, (Çev. Yavuz Alogan), Ayrıntı,
İstanbul.
BAUMAN, Zygmunt, (2006), “Liquid Modernity”, Polity, Cambridge. BAUMAN, Zygmunt, (2007a), “Consuming Life”, Polity, Cambridge. BAUMAN, Zygmunt, (2007b), “Liquid Times: Living in an Age of Uncertainity”, Polity,
London.
BAUMAN, Zygmunt, (2011), “Culture in a Liquid Modern World”, Polity, Cambridge.
BORAK BORATAV, Hale; FİŞEK, Güler; ESLEN ZİYA, Hande, (2012), “ Erkekliğin
Toplumsal ve Gelişimsel İnşası, TÜBİTAK Sosyal ve Beşeri Bilimler Araştırma
Destek Grubu’nun desteğiyle.
BUTLER, Judith, (2014), Cinsiyet Belası: Feminizm ve Kimliğin Altüst Edilmesi, (Çev.
Başak Ertür), Metis Yayınevi, İstanbul.
CASTLES, Stephen, ve MILLER, J. Mark, (2008), “Göçler Çağı: Modern Dünyada
Uluslararası Göç Hareketleri”, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul.
CONNELL, Raewyn, (1998), “Toplumsal Cinsiyet ve İktidar”, (Çev. Cem Soydemir),
Ayrıntı, İstanbul.
CONNELL, Raewyn, ( 2001), “Studying Men and Masculinity Resources for Feminist
Research Publication”, Resources for Feminist Research, Vol. 29, No. ½
http://search.proquest.com/openview/1cb12b973e13aeccfe92f5a566b8b255/1?pqorigsite=gscholar&cbl=43888
CONNELL, Raewyn, (2005), “Masculinities”, University of California Press, Berkley.
CRENSHAW, Kimberle, (1989), “Demarginalizing the Intersection of Race and Sex: A
Black Feminist Critique of Antidiscrimination Doctrine, Feminist Theory and
The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 25, Mart 2016, s. 274-286
285
Ulusötesi Kesişmeler: Jeff Hearn İle Sosyal Bilimler Üzerine Yeniden Düşünmek
Antiracist Politics”, University of Chicago Legal Forum, Vol. 1989, Iss. 1,
Article 8.
DE BEAUVOIR, Simone, (1989), "The Second Sex", Vintage Publishing, London.
DURUDOĞAN, Hülya, (2006), "Judith Butler’da Biyolojik Cinsiyet- Toplumsal
Cinsiyet İlişkisi", Boğaziçi Yayınları Felsefe Tartışmaları; 37, 5-27.
HARAWAY, Donna, (2006), “Siborg Manifestosu”, (Çev. Osman Akınhay), Agora
Kitaplığı, İstanbul.
HEARN, Jeff, (2004), “Tracking ‘The Transnational’: Studying Transnational
Organizations and Managements, and The Management of Cohesion”, Culture
and Organization, 10(4), 273–290.
HEARN, Jeff, (2011), Neglected Intersectionalities in Studying Men, (Ed. H. Lutz et al.),
Framing Intersectionality: Debates on a Multi-faceted Concept in Gender Studies,
pp. 89-104 Farnharm, Ashgate.
HEARN, Jeff, (2012), “Male Bodies, Masculine Bodies, Men’s Bodies: The Need for a
Concept of Gex”, (Ed. B. S. Turner), Routledge Handbook of Body Studies,
Routledge International Handbooks (pp. 307-320), New York, Routledge.
HEARN, Jeff, (2014), “Sexualities, Organizations and Organization Sexualities”,
Organization, 21(3), 400-420.
HEARN, Jeff, (2015a), “Men of the World: Genders, Globalizations, Transnational
Times”, Sage, London.
HEARN, Jeff. (2015b), “Transnational Reflections on Transnational Research Projects on
Men, Boys and Gender Relations”, NORMA, 10(2), 86-104.
HEARN, Jeff; HEIN, Wallace, (2015), “Reframing Gender and Feminist Knowledge
Construction, Marketing and Consumer Research”, Journal of Marketing
Management, 31(15-16),1626-1651.
HEARN, Jeff; HAMSA, Anna-Maija; BIESE, Ingrid, (2015), “Opening Up New
Opportunities for Gender Equality Work”, Hanken/Edita, Helsinki.KANDİYOTİ,
Deniz, (1997), “Cariyeler, Bacılar, Yurttaşlar: Kimlikler ve Toplumsal
Dönüşümler”, (Çev: Aksu Bora, Feyziye Sayılan, Şirin Tekeli, Hüseyin Tapınç,
Ferhunde Özbay), Metis Yayınları, İstanbul.
KIMMEL, Michael, (1987), “Men’s Response to Feminism at the Turn of the Century”,
Gender and Society, Vol. 1, No. 3, pp. 261-283.
KRYVENKO, Yulia; İVANNİKOVA, Viktoriia; GYRYCH, Sergiy, (2016), “Migration
in the Era of Globalization: The Cases of Ukraine and Turkey”, Akademik Sosyal
Araştırmalar Dergisi, Yıl: 4, Sayı: 23, Mart 2016, s. 78-91.
NAGEL, Joane, (2010), “Erkeklik ve Milliyetçilik: Ulusun İnşasında Toplumsal Cinsiyet
ve Cinsellik”, (Der. Ayşe Gül Altınay), Vatan, Millet, Kadınlar, İletişim, İstanbul
SANCAR, Serpil, (2009), “Erkeklik: İmkansız İktidar: Ailede, Piyasada, Sokakta
Erkekler”, Metis Yayınları, İstanbul.
The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 25, Mart 2016, s. 274-286
Gökçesu Akşit - Berfin Varışlı
286
THOMASSEN, Bjorn, (2009), “The Uses and Meanings of Liminality”, International
Political Anthropology 2 (1), 5-27.
TURNER, Victor, (1969), “The Ritual Process: Structure and Anti-Structure”, Aldine de
Gruyter, Chicago.
VAN GENNEP, Arnold, (1960), “The Rites of Passage”, University of Chicago Press
Chicago.
The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 25, Mart 2016, s. 274-286
Download