tc gazi üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü iktisat anabilim dalı

advertisement
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İKTİSAT ANABİLİM DALI
İKTİSAT TEORİSİ BİLİM DALI
KONUT PİYASASI, İPOTEKLİ KONUT KREDİLERİ VE TÜRKİYE
UYGULAMASI
Yüksek Lisans Tezi
Hazırlayan
Beste ÖZGÜN
Tez Danışmanı
Doç. Dr. Hakan ÇERMİKLİ
Ankara-2010
ÖNSÖZ
Bu çalışmada konut piyasası incelenmiş, konut sektörünün iktisadi
boyutu ele alınmış, Türkiye’de uygulanan konut politikalarına değinilmiş, Türk
Konut Piyasasının sorunlarından bahsedilerek, konut finansmanı, konut
finansmanında
ipotekli
kredilerin
rolü
ve
Türk
Konut
piyasalarına
uygulanabilirliği tartışılarak, 2007 yılında Dünya konut piyasasında yaşanan
dalgalanmanın Türk Konut Piyasası üzerindeki yansımalarına değinilmiştir.
Öncelikle çalışmam süresince yardımlarını benden esirgemeyen
Doç.Dr. Hakan Çermikli’ye teşekkürü bir borç bilirim. Ayrıca bu tezin yazım
aşamasında dolaylı ya da dolaysız katkısı olan herkese teşekkür ederim.
II
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ……………………………………………………………………………i
İÇİNDEKİLER…………………………………………………………………...ii
SİMGELER VE KISALTMALAR………………………………………….......vi
TABLOLAR……………………………………………………………………..ix
ŞEKİLLER……………………………………………………………………….x
GİRİŞ……………………………………………………………………………..1
KAYNAKÇA…………………………………………………………………..161
TÜRKÇE ÖZET………………………………………………………………168
İNGİLİZCE ÖZET……………………………………………………………..170
BİRİNCİ BÖLÜM
KONUT PİYASASI
1.1
KONUT SEKTÖRÜNÜN İKTİSADİ BOYUTU .................................. 7
1.1.1
Konut Piyasası.......................................................................... 7
1.1.2
Konut Yatırımlarının Ekonomik Etkileri ................................... 12
1.1.3
Konut Yatırımlarının Sabit Sermaye Yatırımları ve GSYİH
içindeki payı .......................................................................................... 20
1.1.4
1.2
Konut Sektörü ve İstihdam İlişkisi ........................................... 24
DÜNYA KONUT PİYASASI VE BANKACILIK KESİMİ .................. 26
1.2.1
Aktif Fiyatları ve Bankacılık Krizleri......................................... 28
1.2.2
Seçilmiş Ülke Örnekleri .......................................................... 29
1.2.2.1 Doğu Asya Ülkeleri ............................................................. 29
1.2.2.2 İsveç ................................................................................... 33
1.2.2.3 Japonya .............................................................................. 37
İKİNCİ BÖLÜM
TÜRKİYE’DE KONUT POLİTİKALARI, KONUT FİNANSMANI ve KONUT
PİYASASINDA ORTAYA ÇIKAN SORUNLAR
2.1 TÜRKİYE’DE KONUT POLİTİKASI .................................................... 44
2.1.1 1923-1952 Dönemi Konut Politikası............................................. 45
2.1.2 1953-1960 Dönemi Konut Politikası............................................. 49
III
2.1.3 1961-1980 Dönemi Konut Politikası............................................. 50
2.1.4 1980 Sonrası Konut Politikası...................................................... 52
2.2 TÜRKİYE’DE KONUTLA İLGİLİ ÖNEMLİ KURUMLAR...................... 57
2.2.1 Emlak Kredi Bankası.................................................................... 57
2.2.2 Bayındırlık ve İskân Bakanlığı...................................................... 58
2.2.3 Arsa Ofisi Genel Müdürlüğü......................................................... 59
2.2.4 Sosyal Güvenlik Kurumları........................................................... 60
2.2.5 Yerel Yönetimler .......................................................................... 61
2.2.6 Toplu Konut İdaresi...................................................................... 62
2.2.6.1 Toplu Konut İdaresinin Görevleri ........................................... 65
2.3 TÜRKİYE’DEKİ KONUT FİNANSMAN SEKTÖRÜNÜN YAPISI......... 66
2.3.1 Kurumsal Olmayan Sektör ........................................................... 67
2.3.1.1 Yap-Satçılar .......................................................................... 67
2.3.1.2 Bireysel Tasarruflar ............................................................... 68
2.3.2 Kurumsal Sektör .......................................................................... 69
2.3.3 Türk Bankacılık Sektöründe Kredilerin Gelişimi ........................... 69
2.3.3.1 Türk Bankacılık Sektöründe Bireysel Krediler ....................... 72
2.3.3.2 Türk Bankacılık Sektöründe Konut Kredilerinin Gelişimi ....... 73
2.3.4 Konut Kredilerine İlişkin Diğer Ülke Uygulamaları ve Türkiye
Karşılaştırması...................................................................................... 77
2.3.5 Konut Kredilerindeki Riskler......................................................... 80
2.3.5.1 Temerrüt Riski ....................................................................... 80
2.3.5.2 Erken Ödeme Riski ............................................................... 80
2.3.5.3 Faiz Oranı Riski..................................................................... 81
2.3.5.4 Likidite Riski .......................................................................... 81
2.3.5.5 Hukuki Risk ........................................................................... 81
2.3.5.6 Dışsal Şok Riski .................................................................... 82
2.3.5.7 Yerel Risk .............................................................................. 82
2.3.5.8 Küresel Risk .......................................................................... 83
2.3.5.9 Risklerden Korunma Yolları................................................... 84
2.4 KONUT SORUNU .............................................................................. 85
2.4.1 Genel Olarak Konut Sorunu......................................................... 87
IV
2.4.2 Türkiye’de Konut Sorunun Boyutları ............................................ 91
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
İPOTEKLİ KREDİLER ve TÜRK KONUT PİYASASINA
UYGULANABİLİRLİĞİ
3.1 KONUT FİNANSMANI ve KONUT FİNANSMAN SİSTEMLERİ ......... 96
3.1.1 Doğrudan Finansman Sistemi...................................................... 97
3.1.2 Sözleşme Sistemi ........................................................................ 97
3.1.3 Mevduat Finansman Sistemi........................................................ 98
3.1.4 İpotek Bankası Sistemi ................................................................ 98
3.1.4.1 İpotek Bankacılık Sisteminde Kredi Kullanımı ....................... 99
3.1.4.2 İpotek Bankacılık Sisteminde Menkul Kıymetleştirme ........... 99
3.2 Bankacılık Sisteminde İpotek Kredileri ............................................. 100
3.2.1 Klasik İpotekli Konut Kredisi....................................................... 101
3.2.1.1 Tek Evli-Çok Evli İpotek Kredileri ........................................ 102
3.2.1.2 Uygun-Uygun Olmayan İpotek Kredileri .............................. 102
3.2.2 Artan Geri Ödemeli İpotek Kredileri ........................................... 103
3.2.3 Değişken Faizli İpotek Kredileri.................................................. 106
3.2.4 Ayarlanabilir Oranlı İpotek Kredisi.............................................. 107
3.2.5 Yeniden Müzakere Edilebilir İpotek Kredileri.............................. 109
3.2.6 Fiyat Düzeyine Ayarlı İpotek Kredileri ........................................ 110
3.2.7 Çeşitli İpotek Kredisi Türlerinin Türkiye’de Uygulanabilirliği ....... 112
3.2.7.1 Klasik İpotek Kredisi ............................................................ 113
3.2.7.2 Ayarlanabilir Oranlı İpotek Kredileri ..................................... 114
3.2.7.3 Fiyat Seviyesine Endeksli Konut Kredileri ........................... 115
3.2.7.4 Çift Endeksli Konut Kredisi .................................................. 116
3.3 İpotekli Konut Kredileri ve Menkul Kıymetleştirme............................ 118
3.3.1 İkincil İpotek Piyasaları Kurumları .............................................. 121
3.3.1.1 Federal İpotek Birliği(FNMA) ............................................... 121
3.3.1.2 Devlet İpotek Birliği(GNMA) ................................................ 122
3.3.1.3 Federal Konut İpotek Kredileri Şirketi(FHLMC) ................... 124
3.3.1.4 Federal Kredi Acenteleri...................................................... 124
3.3.1.5 Özel Firmalar....................................................................... 125
V
3.3.1.6 Derecelendirme Şirketleri .................................................... 125
3.3.2 İkincil İpotek Piyasaları Araçları ................................................. 126
3.3.2.1 İpotekten Geçen Menkul Kıymetler ..................................... 127
3.3.2.2 İpoteğe Dayalı Tahviller....................................................... 128
3.3.2.3 Teminatlı İpotek Yükümlülükleri .......................................... 130
3.3.2.4 Getirisi Ayrılan İpoteğe Dayalı Menkul Kıymetler ................ 131
3.4 KÜRESEL KRİZ VE KONUT PİYASASINA ETKİLERİ ..................... 132
3.4.1 KRİZE YOL AÇAN NEDENLER................................................. 138
3.4.1.1 İpotek Teminatlı Konut Kredilerinin Yapısının Bozulması.... 140
3.4.1.2 Faiz Yapısının Uyumsuzlaşması ......................................... 141
3.4.1.3 Konut Fiyatlarındaki Değişmeler.......................................... 142
3.4.1.4 Menkul Kıymetlerin Fonlanmasında Yaşanan Sıkışıklık...... 144
3.4.1.5 Kredi Türev Piyasalarının Genişlemesi ............................... 145
3.4.1.6 Kredi Derecelendirme Sürecindeki Sorunlar ....................... 145
3.5 Küresel Kriz ve Türk Konut Piyasası ................................................ 147
SONUÇ…………………………………………………………………………...157
KAYNAKÇA…………………………………………….………………………..161
ÖZET……………………………………………………………………………...168
ABSTRACT………………………………………………………………………170
VI
SİMGELER VE KISALTMALAR TABLOSU
AB
Avrupa Birliği
ABD
Amerika Birleşik Devletleri
ARMs
Ayarlanabilir İpotek Kredileri
BDDK
Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Kurumu
BOJ
Japonya Merkez Bankası
CAGAMAS
Ulusal İpotek Kuruluşu
CMO
Teminatlı İpotek Yükümlülükleri
COFI
Fon Maliyetleri Endeksi
DİBS
Devlet İç Borçlanma Senedi
DPT
Devlet Planlama Teşkilatı
ECB
Avrupa Merkez Bankası
FED
Amerika Merkez Bankası
FHA
Federal Konut İdaresi
FHLB
Federal Konut Kredi Bankaları
FHLMC
Federal Konut İpotek Kredisi Şirketi
FMHA
Çiftçi İpotek Birliği
FNMA
Federal İpotek Birliği
FSA
Finansal Servis Kurumu
GNMA
Devlet İpotek Birliği
GSMH
Gayrisafi Milli Hasıla
GSYİH
Gayrisafi Yurtiçi Hasıla
HKMC
Hong Kong İpotek Kuruluşu
IMF
Uluslararası Para Fonu
VII
IO
Yalnız Faizli SMBS’ler
KDV
Katma Değer Vergisi
KİT
Kamu İktisadi Teşebbüsü
KoMoCo
Kore İpotek Kurumu
LTV
Kredi Değer Oranı
MBS
İpoteğe Dayalı Menkul Kıymet
MPS
İpotekten Geçen Menkul Kıymet
NİKKEİ
Japon Borsası
OPEC
Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü
OYAK
Ordu ve Yardımlaşma Kurumu
PLAM
Fiyat Düzeyine Uyarlı İpotek Kredileri
PMI
İpotek Sigortası
PO
Yalnız Anaparalı SMBS’ler
REIT
Gayrimenkul Yatırımı Güvencesi
RRM
Yeniden Müzakere Edilebilir İpotek Kredileri
S&Ls
Tasarruf ve Kredi Birlikleri
SAL
Yapısal Uyarlama Programı
SIV
Yapılandırılmış Yatırım Aracı
SSK
Sosyal Sigorta Kurumu
SSY
Sabit Sermaye Yatırımı
TBMM
Türkiye Büyük Millet Meclisi
TCMB
Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası
TEFE
Toptan Eşya Fiyat Endeksi
TOKİ
Toplu Konut İdaresi
VIII
TÜİK
Türkiye İstatistik Kurumu
VA
Emekliler İdaresi
IX
TABLOLAR
Tablo 1: Toplam Nüfus .................................................................................... 8
Tablo 2: Kentlerde Gecekondu Nüfusu (1955-1995) ....................................... 9
Tablo 3: Kooperatiflerin Konut Üretimindeki Payı (1975-1998)...................... 11
Tablo 4: Konut İnşaatı Sektörünün Toplam Geriye-Doğru Bağlantı Etkilerinde
Önemli Olan Sektörler 1990 .......................................................................... 17
Tablo 5: Konut Altyapısı Sektörünün Toplam Geriye-Doğru Bağlantı
Etkilerinde Önemli Olan Sektörler 1990......................................................... 18
Tablo 6: İnşaat Sektörü ve GSYİH................................................................. 21
Tablo 7: Konut Sektörünün SSY ve GSYİH İçindeki Payı (Cari Üretici
Fiyatlarıyla Yüzde Değişim) (1990-2005) ...................................................... 22
Tablo 8: Konut Sektörünün SSY ve GSMH İçindeki Payının Avrupa Ülkeleriyle
Türkiye Açısından Karşılaştırılması ............................................................... 23
Tablo 9: Dönemlere Göre Toplam İstihdam Edilenler İle İnşaat Sektöründe
İstihdam Edilenlerin Karşılaştırılması (1994-2009) (Bin kişi).......................... 26
Tablo 10: Gayrimenkul Sektörüne Açılan Banka Kredileri, 1996 ................... 31
Tablo 11: İsveç’te Kriz Öncesi ve Sonrası Süreçte Gayrimenkul Kredileri..... 34
Tablo 12: Takipteki Kredi Rasyoları (Yüzde) ................................................. 41
Tablo 13: 1923-1950 Yılları Arasında Konut Yapımları ................................. 48
Tablo 14: Arsa Ofisi Genel Müdürlüğü Tarafından Satılan Arsa ve Arazilerin
Sektörler İtibariyle Dağılımı (1974-1999) ....................................................... 60
Tablo 15: Bireysel Krediler (2002-2009) ........................................................ 72
Tablo 16: Konut Kredileri ve Bireysel Kredilerin Gelişimi (2002-2009) .......... 74
Tablo 17: Konut Kredilerinin Vade Dağılımı(Eylül 2005)................................ 75
Tablo 18: Mevduatın Vade Yapısı(Bin TL)..................................................... 75
Tablo 19: Yurtdışından Sağlanan Krediler(Milyar TL).................................... 77
Tablo 20: AB ve EUR Para Birliği Ülkeleri Finansal Kuruluşlarınca
Kullandırılan Konut Kredileri (Milyon EUR) ................................................... 79
Tablo 21: VIII. Kalkınma Planı (2001-2005) Konut Gereksinimi Tahmini (Adet)
...................................................................................................................... 95
Tablo 22: ARMs Hakkındaki Temel Federal Kurallar................................... 108
Tablo 23: İpotekli Kredilere Dayalı Menkul Kıymetlerin Gelişimi.................. 144
Tablo 24: Yurtdışından Sağlanan Krediler(Milyar USD) .............................. 149
X
ŞEKİLLER
Şekil 1: Aktif Fiyatı ve Bankalardan Borçlanma İlişkisi................................... 28
Şekil 2: İsveç’te Aktif Fiyatları ve Kredi.......................................................... 35
Şekil 3: Japonya’da Takipteki Kredilerin Diğer Ülkelere Karşılaştırması........ 41
Şekil 4: Bankacılık Sektörü Yurtiçi Kredi Hacmi(Milyar TL)............................ 71
Şekil 5: Bireysel Kredilerdeki Gelişim(Milyar TL) ........................................... 71
Şekil 6: Takipteki Toplam Bireysel Kredilerin ve Konut Kredilerinin % Dağılımı
...................................................................................................................... 73
Şekil 7: Konut Kredilerinin Toplam Bireysel Krediler İçerisindeki Payı % ...... 74
Şekil 8: Konut Kredilerinin GSYİH’ya Oranı ................................................... 78
Şekil 9: Türk Bankacılık Sektörü Türev İşlemler Hacmi (MilyarTL) ................ 85
Şekil 10: İpotekli Kredilere Dayalı Menkul Kıymetleştirme Sürecinin İşleyişi 100
Şekil 11: İkincil Piyasada Nakit Akışı ........................................................... 119
Şekil 12: İpotekli Kredi Piyasasının İşleyişi ................................................. 133
Şekil 13: Subprime İpotekli Kredilerin Risk Profili ........................................ 146
Şekil 14: Konut Kredisi Yıllık Faiz Oranları .................................................. 148
Şekil 15: Mevduat Bankalarındaki Mevduat(Milyar TL)................................ 149
Şekil 16: Konut Kredilerinin Toplam Bireysel Krediler İçerisindeki Payı(%) . 150
Şekil 17: Takipteki Konut Kredilerinin Dağılımı(%) ...................................... 151
Şekil 18: 2004-2010 Yılları Arasında Kira Artış Oranları(%) ........................ 152
Şekil 19: İl Bazında Konut Satış Fiyatlarındaki Dönemsel Değişim ............. 153
Şekil 20: İstanbul İli Satılık Konut Fiyatları ile Konut Kredisi Faiz Oranlarının
Karşılaştırılması........................................................................................... 153
Şekil 21: Yeni ve İlave Konut Yapıların Bir Önceki Yılın Aynı Ayına Göre
Değişim Oranı(%) ........................................................................................ 154
Şekil 22: Dönemlik Konut Satış Sayıları(Türkiye) ........................................ 155
GİRİŞ
Konut sunumu, bir yandan barınma gibi bir sosyal gereksinimi
karşılarken, bir yandan da yatırımlarla bu sektöre girdi veren diğer sektörleri
etkilemekte, doğrudan ve dolaylı olarak sağladığı istihdam olanakları ile
ekonomik açıdan son derece önemli bir çalışma alanı yaratmaktadır. Hangi
gelişme düzeyinde olursa olsun dünyanın bütün ülkelerinde konut sektörü,
ekonominin önemli bir öğesidir. Konut, kalıcı ve yaygın yatırımlardan biri
olarak kabul görür. Hızlı kentleşme ve yüksek nüfus artışlarına bağlı olarak
konut gereksinimi de artmaktadır. Günümüzde gelişmekte olan ülkelerin
çoğunda durum böyledir.
Gelişmekte olan pek çok ülke gibi Türkiye'nin de en önemli
sorunlarından biri konut sorunudur. Cumhuriyetin ilk yıllarında Ankara'daki
memur kadrolarının ihtiyaçlarını karşılamak ve savaş nedeniyle tahrip olmuş
yerleşim yerlerinin ıslahı konut sorununun temelini oluştururken, 2.Dünya
Savaşı'nın sona ermesiyle yaşanan ekonomik ve sosyal değişim süreci ile
konut sorunu farklı boyutlara taşınmıştır. Bu dönemde çözüm bekleyen
sorunlar arasına yeterli sayıda, ucuz ve yaşanılabilir konut üretimini
sağlamak da eklenmiştir.
1950’li yıllarda ivme kazanan köyden kente göç neticesinde barınma
ihtiyaçlarını uygun şekilde karşılayamayan insanlar kendi çözümlerini
kendileri yaratmış ve gecekondulaşma bu ihtiyacın giderilmesinin en ucuz
yolu olarak ortaya çıkmıştır. Bu açıdan bakıldığında gecekondulaşma bir
sorun değil, var olan bir soruna toplumun bulduğu bir çözüm olarak karşımıza
çıkmaktadır. Ancak bu çözüm yolu pek çok sorunu da beraberinde getirmiştir.
1960’lı yılların ortalarında gecekondulara bakış açısı değişmeye başlamış, bu
yapıları inşa edenlere duyulan sempati yavaş yavaş kaybolmuştur. Bu
yıllarda gecekondu bölgeleri şehir peyzajını bozan, hazine arazileri üzerinde
izinsiz kurulmuş, sağlıksız ve çirkin birer yapı olmaktan çıkarak, şehirlerin
asayişten ulaşıma ve alt yapı sorunlarına kadar pek çok sorununun temel
suçlusu olarak görülmeye başlanmıştır. Öncelikle büyük şehirler etrafında
oluşan gecekondu kuşakları yavaş yavaş tüm şehirleri sararken, hükümetler
soruna farklı çözümler üretmeye çalışmışlardır. Hemen hemen her hükümet
2
programında gecekondu yapımını önlemek, mevcut gecekonduları ise
yasallaştırarak bir düzene sokmak öncelikli konu olmuştur. Bu amaçla sık sık
ve kapsam alanı bir öncekinden daha geniş olan gecekondu affı yasaları
çıkarılmıştır. Ancak imarlı konut üretimi arttırılamadığı için bu yasalar kentsel
rantın gecekondu sahiplerine aktarılmasına neden olmuştur.
Türkiye'nin konut üretiminde karşılaştığı en önemli sorunun kaynak
sıkıntısı olduğu genel kabul görmektedir. Hükümetler zaten sınırlı olan
fonlarını sanayileşme gibi ekonomik gelişmeyi doğrudan etkileyen alanlara
aktarmayı tercih etmişlerdir. Konut alanında ise mümkün olduğunca az
kaynakla çok konut üretme görüşü önem kazanmıştır. Ancak bu konudaki
çalışmalar gerek kaynak yetersizliği ve gerekse alınan tedbirlerin tek boyutlu
olması nedeniyle başarısız olmuştur.
Konut sorununu tanımlamaya çalıştığımızda; konutun birçok işlevi
olduğunu görmekteyiz. Konutun; a) bir barınak olmak, b) üretilen bir meta
olmak, c) bir tüketim malı olmak, d) bir yatırım olarak spekülatif değer
artışlarına el koyma yolu olmak, e) toplumda kişilere ve ailelere
geleceklerinde bir güvence sağlama mekanizması olmak, f) toplumsal
ilişkilerin
yeniden
üretilmesinin
amacı
olmak,
g)
kentsel
çevrenin
oluşturulmasında bir kültürel öğe olmak, h) emeğin yeniden üretilmesinde bir
role sahip bulunmak gibi çok sayıda işlevi vardır.
Konut sorunu, hangi gelişmişlik düzeyinde olursa olsun her ülkede
yaşanmaktadır. Her ülkede siyaset, konut sektörünü etkilemekte, bizim
ülkemizde de olduğu gibi bu soruna kimi zaman önem verilmekte, kimi
zaman da sorunun önemi göz ardı edilmektedir. Bu da sorunu, özellikle bizim
gibi
gelişmekte
olan
ülkelerde
ağırlaştırmakta,
politikasızlık,
politika
durumuna gelmektedir. Bu nedenle, konut sorununun aşılması bir taraftan
sağlıklı kentleşme ve konut politikaları geliştirilmesini içerirken diğer taraftan
bu politika uygulamalarının siyasi iktidarlara bağımlı olmaktan kurtarılmaları
gerekir.
Kentlerin fiziksel yapıları içinde en büyük pay konut alanlarına aittir.
Kentleri biçimlendiren ise, diğer pek çok etkenin yanısıra ağırlıkla bir ülkede
geçerli olan ekonomi politikasıdır. Ekonomi politikası, resmi siyasal ideolojinin
3
ekonomik yaşama ve kurallara yansımasıdır. Bunun en somut örneği de
1980 öncesi ile sonrası arasında Türkiye kentlerinde gözlemlenen büyük
farklılıklardır. 1980 sonrasında hızla yabancı sermayeye açılarak küresel
ekonomiye tutunmaya çalışan siyasal erk, kenti değiştirmenin yaşamı
değiştirmeye giden yolda önemli bir adım olduğunu düşünmüştür. Bu
doğrultuda ilk uygulamalar, liberal sağın eline geçen kent yönetimlerine geniş
imar yetkileri tanıyarak yeni rantiye sınıfları yaratmak, rant ekonomisini ve
işini bilen vatandaş tipini egemen kılmak olmuştur.
Devletin bölüşüm alanına müdahalesinin sonucunda ortaya çıkıp
gittikçe keskinleşen mekânsal eşitsizlikler, kentleşme ilkelerini siyasal
sebeplerle göz ardı eden yerel yönetimler; konut sorununu bireysel bir
tüketim sorunu olarak kabul edip bireysel tüketici kredileri ve ipotek kredileri
ile kamuya ek yük getirmeden aşmayı hedefleyen yönetimler yüzünden,
konut sorunu, bu gün Türkiye kentlerinin ama özelde büyük kentlerin temel
sorunsalı görünümündedir. Ancak sorunu kentsel sorun olarak betimlemek,
onun aslında bir toplumsal ve ekonomik sorun olduğu gerçeğini de
gizlememektedir.
Gelişme sürecinde olan ülkemizde yaşanan ekonomik ve sosyal
değişim,
kentleşme
ve
konut
sorunlarının
sürekli
olarak
yeniden
tanımlanmasını, yeni politika ve çözüm önerileri geliştirilmesini gerekli
kılmaktadır.
Çalışmamızda konut piyasasının ekonomik etkilerine, Türkiye ve
Dünya konut piyasasındaki gelişmelere, genel olarak konut sorununa ve
Türkiye’de konut sorunun boyutlarına, ipotekli krediler ve Türk Konut
Piyasasına uygulanabilirliğinin değerlendirilmesine yer verilmiştir. Ayrıca
2007 yılında Dünya konut piyasasında başlayan dalgalanma ve nedenleri ile
Türk konut piyasasına yansımaları da incelenmeye çalışılmıştır.
Tez üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde, konut sektörünün
iktisadi boyutuna değinilmiş, konut yatırımlarının ekonomik etkileri, sabit
sermaye yatırımları ve GSYİH içindeki payı, konut sektörü ve istihdam
ilişkisine değinilmiş, dünya konut piyasası ve bankacılık kesimi seçilmiş ülke
örnekleri ile incelenmiştir. İkinci bölümde, Türkiye’de 1923 yılından sonra
4
izlenen konut politikaları, Türkiye’de konut ile ilgili önemli kurumlar,
Türkiye’deki konut finansman sektörünün yapısı, konut kredilerindeki riskler
ve konut sorunu genel olarak ve Türk konut piyasası çerçevesinde
incelenmiştir. Üçüncü bölümde ise ipotekli krediler ve türlerine, ipotekli kredi
piyasasının işleyişine, ipotekli kredilerin Türkiye koşullarına uygunluğunun
değerlendirilmesine, küresel krize yol açan nedenler ile Türk konut
piyasasına olası etkileri incelenmeye çalışılmıştır.
Tezin hazırlanmasında izlenen yöntemle, konuya toplumsal ve
ekonomik açıdan bir yaklaşım geliştirilmeye çalışılmıştır.
Yukarıda kısaca belirtilen yöntemsel çerçeve içinde veri toplama
aşamasında, kaynak tarama tekniğinden yararlanılmıştır. Bunu yaparken;
• Konut piyasasına farklı yaklaşımlar getiren yurtdışında ve yurtiçinde
yayımlanmış erişebildiğimiz kitap, dergi, makale ve araştırmalara,
• Konut piyasasına ilişkin yayımlanmış araştırmalar ve resmi rakamlara,
DPT'nin, TÜİK'in, TCMB’nin, TBB’nin, BDDK’nın resmi kaynaklarına
başvurulmuştur.
BİRİNCİ BÖLÜM
KONUT PİYASASI
Konut, sosyal yaşamı dengeleyen önemli bir fonksiyona sahiptir.
Konut ihtiyacının doyurulma derecesi yaşam kalitesi ölçüsünün önemli bir
göstergesidir. Bireylerin barınma ihtiyacını karşılayan konut, toplum hayatının
ekonomik ve sosyal bakımdan en önemli unsurlarından biridir.
Konut, toplumsal bir sorun olduğu kadar hatta ondan da fazla
ekonomik bir kalkınma sorunudur. Geniş kitlelerin yetersiz barınma koşulları
içerisinde yaşamaları, toplumsal barış ve huzuru bozan bir etmendir. Ayrıca
yetersiz barınma koşulları sağlıklı kentleşmeyi olumsuz yönde etkilemekte,
modern ve çağdaş kentlerin ortaya çıkmasını engellemektedir. Bunun
yanında konut koşullarının yetersizliğinin ve konut yatırımlarının milli gelir
içindeki payının düşük olması, ekonomik kalkınma bakımından da olumsuz
sonuçlar doğurmaktadır. Konut yatırımlarının çarpan etkisinin büyük olması
nedeniyle, bu yatırımlar için ayrılan kaynakların planlı ve programlı
harcanması halinde ekonomik büyümeye pozitif katkı sağlayacağı bir
gerçektir.
Konut sektörü, inşaat sektörünün bir alt sektörü olup, kamu ve özel
sektör tarafından gerçekleştirilen konut yapımını kapsamaktadır. Her ülkede
olduğu gibi, Türkiye’de de ekonominin lokomotif sektörlerinden birisi haline
gelmiştir.
Konut ve konutun yarattığı sorunları incelemeden önce konut piyasası
ile ilgili birtakım kavramlara açıklama getirilmesi gerekmektedir. Bu
kavramlardan ilki, konut ihtiyacıdır.
Kişilerin ödeme güçlerinden ve bireysel tercihlerinden bağımsız olarak,
en düşük düzeyde barınabilmelerini sağlamak için gerekli konut sayısı ve
kalitesi, belli bir anda var olan konut sayısı ve kalitesinden farklı ise aradaki
farka konut ihtiyacı adı verilir. Konut talebi ise, konut ihtiyacından farklı olarak
ailelerin belli bir konutun fiyatını ve kirasını ödemeye istekli ve ödeme
gücünde olmalarını anlatan bir kavramdır. Konut talebi ekonomik bir kavram
iken konut ihtiyacı sosyal bir kavram özelliği taşır. Konut açığı ise mevcut
6
hane halkı sayısıyla, mevcut konut sayısı arasındaki hane halkı lehine
dengesizliği ifade etmektedir.
Diğer taraftan konut arzı, kâr amacı gütmeyen konut arzı ile spekülatif
konut arzı biçiminde olmak üzere iki kısımda incelenebilir (Türel, 1996:4). Kâr
amacı gütmeyen konut arzı, gerçek konut gereksinimini karşılamak üzere,
bireysel konut üretimi, kamu lojmanları üretimi, kooperatif ve belediye
ortaklıklarının konut üretimi ile Toplu Konut İdaresi’nin orta ve düşük gelir
gruplarına yönelik konut üretimi biçimlerinde görülmektedir (Alkan, 1998).
Spekülatif konut arzında ise var olan bir konut gereksinimi ve talebini
karşılamaktan
çok
üreticinin,
piyasa
koşullarında
talep
yaratacağını
düşündüğü bir konut arzı söz konusudur. Bir başka ifade ile satma amacıyla
konut üretimidir. Konut sorununun büyüklüğünü belirlemede kullanılabilecek
en önemli kıstas, konut ihtiyacı ve kâr amacı gütmeyen konut arzı arasındaki
dengedir. Yapılan tanımlamalardan hareket edersek, kişilerin ödeme
güçlerinden ve bireysel tercihlerinden bağımsız olarak gereken konut sayısı
ve kalitesinin mevcut durumdaki konut sayısı ve kalitesinden farklı olması
sonucu oluşan konut sayısı ile üretilen konut sayısı arasında oluşan farkın
nasıl karşılanacağı konut sorununu oluşturmaktadır.
Gereksinimler doyurulmadıkları zaman sorun olarak algılanmaya
başlanırlar. Doyuma ulaşma ise var olan kaynaklar ölçüsünde gerçekleşir.
Kişilerin temel gereksinimlerinden barınma gereksiniminin aracı olan konutta
da durum böyledir. Konuta olan gereksinim demografik bir özellik taşırken,
konut talebi ekonomik temelli bir kavramdır. Konut sorunu ise hem ekonomik
hem de demografik nedenlerden kaynaklanmaktadır. Öyle ki nüfus artışı ve
hareketliliği devam ettiği sürece konut gereksinimi bitmeyecektir. Ancak,
yeterli kaynak ve çaba harcandığında konut sorunu hafifletilebilir. Bunun için
de kapsamlı bir planlama ve uygulama kararlılığı şarttır.
Hangi gelişme düzeyinde olursa olsun dünyanın bütün ülkelerinde
konut sektörü, ekonominin önemli bir öğesidir. Konut sektöründeki yatırımlar,
gayrisafi yurtiçi hâsılanın yüzde 2'si ile yüzde 8'ini, sabit sermaye
oluşumunun da yüzde 15 ile yüzde 30'unu bulmaktadır. Konut, kalıcı ve
yaygın yatırımlardan biridir. Hızlı kentleşme ve yüksek nüfus artışlarına bağlı
7
olarak konut gereksinimi de artmaktadır. Günümüzde gelişmekte olan
ülkelerin çoğunda durum böyledir.
Konut sektörü, diğer ekonomik ve sosyal sektörlerde alınan politika
kararlarına
da
çok
duyarlıdır.
Konut
sektörünün
siyasal
öncelikler
gündemindeki yeri aşağılarda olmakla birlikte bu sektör, diğer alanlardaki
siyasal kararların sonuçlarından değişik ölçülerde etkilenir. Sektörün,
doğrudan üretime dönük bir çalışma mı, yoksa sosyal bir altyapı mı olduğu
tartışması sürmektedir. Sektörde oluşturulan politikalar ise dar sektörel
sınırları aşan sonuçlar doğurmakta, genellikle de, konut sektöründeki
politikaların geniş kapsamlı ekonomik sonuçları, dolaylı ve dolaysız bir
biçimde gerçekleşmektedir.
1.1
KONUT SEKTÖRÜNÜN İKTİSADİ BOYUTU
1.1.1 Konut Piyasası
Ülkemizde konut sorununun gelişimine baktığımızda, Cumhuriyetin
kurulduğu 1923 yılından bu yana geçen zaman içinde, değişik zamanlarda
konut sorununun değişik yönlerinin önem kazanmış olduğu görülecektir. 1927
yılından 1950 yılına kadar, nüfus artış oranı ve kentleşme hızı yavaştır.
Ankara dışındaki diğer yerlerde, konut sorunu yoktur. Ülke tek parti
yönetiminde olup konut sunum biçimleri çeşitlenmemiştir. 1950 yılından
sonra kentleşme hızı yükselmeye başlamış, konut sunum biçimleri ve
kurumsal
yapılar,
kentleşme
hızının
gerektirdiği
konut
gereksinimini
karşılayamaz durumuna gelmiştir.
Tablo 1 1927-2006 yılları arasındaki nüfusu ve nüfus artış oranını
göstermektedir. Tablodan da 1950 yılından 2002 yılına kadar nüfusun artış
oranının daha fazla olduğu görülmektedir. Soruna, içine girilen çok partili
dönemde siyasi görüşlerle çözüm aranmış, 1958 yılında İmar ve İskân
Bakanlığı kurulduktan sonra konut ve kentleşme sorunlarına çözüm üretmek
bu Bakanlığın sorumluluğuna verilmiştir.
8
Tablo 1: Toplam Nüfus
Nüfus Artış Oranı
Yıllar
Toplam Nüfus (bin)
1927
13,648
1935
16,158
0.18
1940
17,821
0.10
1945
18,79
0.05
1950
20,947
0.11
1955
24,064
0.15
1960
27,754
0.15
1965
31,391
0.13
1970
35,605
0.13
1975
40,347
0.13
1980
44,736
0.11
1985
50,664
0.13
2002
69,302
0.37
2003
70,231
0.01
2004
71,152
0.01
2005
72,065
0.01
2006
72,974
0.01
%
Kaynak: TÜİK, DPT verileri esas alınarak hazırlanmıştır.
Türkiye, 1950'lerin ikinci yarısından sonra sürdürmekte olduğu iç
pazara dayalı büyümeyi öngören kalkınma modelini bırakarak, dışa dönük
kalkınma modeline geçmiş, kaynaklarını uluslararası rekabet kurallarına göre
dış piyasalara üretim yapabilen sektörlere aktarmaya başlamıştır. Konut ve
kentleşme konusunda da 1950'li yılların ortalarında ortaya çıkan kimi
kurumlar, ya biçim değiştirmiş ya da uyum sağlayamayıp yok olmuştur.
1965 yılından sonra yap-satçı üretim ve gecekondu üretimi hız
kazanmıştır. Hızlı kentleşme ve nüfus artışı karşısında konut üretiminin
kentlerdeki nüfusun gereksinimlerini karşılayacak düzeye ulaştırılamaması
sonucu gecekondu nüfusu ve sayısında artış görülmüştür. Tablo 2’den de
görüleceği üzere 1955 yılında 250.000 olan gecekondu nüfusu 1995 yılında
9
10.000.000 düzeyine yükselmiştir. 1955 yılında gecekondu nüfusunun
kentsel nüfusa yüzdesi 4,7 iken 1995’te 35’e yükseldiği görülmektedir. Bu
sunum biçimleri, yüksek yoğunluklu ve önemli sorunları olan kentler
doğurmuştur. Konut sorunu büyümüş, 1970'li yıllarda yavaş yavaş toplu
konut türü sunum biçimleri ortaya çıkmaya başlamış ancak, bunlar
kurumsallaşamamıştır.
Tablo 2: Kentlerde Gecekondu Nüfusu (1955-1995)
Yıllar
Gecekondu
Gecekondu
Gecekondu
Sayısı
Nüfusu
Nüfusunun Kentsel
Nüfusa Yüzdesi
1955
50.000
250.000
4.7
1960
240.000
1.200.000
16.4
1965
430.000
2.150.000
22.9
1970
600.000
3.000.000
23.6
1980
1.150.000
5.750.000
26.1
1990
1.750.000
8.750.000
33.9
1995
2.000.000
10.000.000
35.0
Kaynak: Emre Kongar, “21.Yüzyılda Türkiye”, 1999, s.566.
1980'li yıllarda konut sorununa çözüm arayışları kurumsallaşmaya
başlamış ve 1984 yılında çıkarılan 2985 sayılı ikinci Toplu Konut Yasası ile
konut sunumu hızlanmıştır. Bu dönemde toplu konut sunumu kurumsallaşmış
ve kooperatifler en önemli konut üreticisi durumuna gelmiştir. 1980'li yıllar
Türkiye'nin yalnızca kentleşme alanında değil, toplumsal yaşamın her
alanında da dönüşüm yaşadığı yıllar olmuştur.
1980'lerde Türkiye, bir
yandan önceki dönemlerden devraldığı kentleşme ve konut sorunlarına, bir
yandan da yeni dönemin sorunlarına çözüm bulmaya çalışmıştır.
1980'den sonraki dönemde kentsel alanlarda yaşanan değişimlerden
birisi, gecekondulaşmanın değişen niteliğidir. Kullanıcıların başkalarının
arsaları üzerinde kendi emekleri ile ürettikleri tek ya da az katlı
gecekonduların yerini, 1980’lerden itibaren kullanıcı dışındaki gruplarca
üretilen çok katlı kaçak yapılaşma almıştır. Yine bu dönemde kentlerin imarlı
kesimlerinde de önemli değişimler yaşanmış, orta ve üst gelir gruplarına
10
yönelik seçeneklerin sayısı ve kooperatiflerin konut üretimindeki payı
artmıştır. Bunun nedeni de Toplu Konut İdaresi'nin kooperatiflere açtığı
kredilerdir. Kooperatiflerin konut üretiminden aldığı payın artması, arsa
gereksinimini artırmış ve kent dışında arsa alarak konut üretimini buralarda
yapmalarına yol açmıştır. Ayrıca toplu konut üretiminin kent dışına
taşınmasında Emlak Bankası ve Toplu Konut İdaresi uygulamalarının da
etkisi olmuştur. Bu oluşumların sonucu olarak yalnızca konut değil, konut
çevresinin teknik ve sosyal altyapısı ile birlikte bir bütün olarak üretilmesi
ilkesine dayanan, daha büyük kent parçalarının imara açılmasını gerektiren
toplu konut türü gelişmeler, egemen olmaya başlamıştır. Tablo 3’de 19751998 yılları arasında kooperatiflerin konut üretimindeki payını görmekteyiz.
1990’larda kooperatiflerin konut üretimindeki payında düşüş görülmektedir.
Bunun nedeni 1990’lı yıllarda TOKİ’nin kaynaklarının azalmaya başlamasıdır.
11
Tablo 3: Kooperatiflerin Konut Üretimindeki Payı (1975-1998)
Yıllar
İnşaat İzinleri
Yapı Kullanma İzinleri
İçindeki Payı (%)
içindeki Payı (%)
1975
7.7
8.1
1980
15.7
8.6
1984
20.3
15.9
1985
29.5
18.0
1986
36.4
20.3
1987
32.3
21.9
1988
35.4
21.1
1989
32.0
27.0
1990
18.5
25.2
1991
19.0
27.2
1992
26.0
31.0
1993
24.8
30.8
1994
22.4
26.4
1995
21.4
27.6
1996
22.8
29.6
1997
25.7
27.6
1998
22.8
26.4
Kaynak: TÜİK verileri esas alınarak hazırlanmıştır.
Türkiye'de konuta olan talep, nüfus artışı ve nüfus hareketleri,
kamulaştırma ve eskime, tabii afetlerden dolayı hasar veya tamamen yıkılma
gibi nedenlerden kaynaklanmaktadır.
Türkiye’de konut politikaları, 1963 yılından başlayarak DPT tarafından
hazırlanmaya başlanan 5 Yıllık Kalkınma Planları içinde yer almıştır. Ancak
söz konusu politikaların uygulanması noktasındaki başarısızlıklar konut
üretiminin ve finansmanının kurumsal olmayan bir yapı içinde gelişmesine
neden olmuştur.
Konut sorununu çözmek için denenen konut politikaları son yıllarda
özellikle konut finansman modellerine öncelik vermiştir. Daha önceki
dönemlerde piyasanın finansman yönüne ağırlık verilmeyişi ekonominin o
12
dönemdeki temel özelliğinden anlaşılabilir. 2004 yılına kadar Türkiye
ekonomisinin en belirgin özelliklerinden biri,
sürekli ve yüksek oranlı
enflasyondur. Söz konusu bu temel yapı orta ve uzun vadeli finansmana
ihtiyaç duyan konut finansmanını olumsuz yönde etkilemiştir. Türkiye'de
bireysel birikimlerin sanayileşmiş ülkelere oranla yetersizliği ve yüksek
enflasyon,
kredi
maliyetlerini
arttırmaktadır.
Bankaların
kaynaklarını
topladıkları kısa vadeli ve yüksek faizli mevduattan sağlamaları, kredi
maliyetlerini yükseltmektedir. Böylece özellikleri gereği düşük faizli orta veya
uzun vadeli sunulması gereken konut kredileri, yüksek faiz oranları nedeniyle
küçük hacimli ve kısa vadeli olabilmektedir.
Diğer taraftan Türkiye'de kamu borçları ekonomik dengesizliklere yol
açmakta kamu kesiminin mali sektöre oranla daha çok kaynak kullanmasıyla
ekonomik faaliyetlerin sürdürülmesi için gerekli kaynak miktarını sınırlı hale
getirmektedir. Ülke ekonomisinin sıkça yasadışı ekonomik krizler ve dengesiz
enflasyon
belli
dönemlerde
kamu
açıklarının
DİBS
ile
kapatılmaya
çalışılmasına yol açmıştır. Banka mevduat faiz oranlarından yüksek olan
DİBS faiz oranlarının etkisi ile yükselen piyasa faiz oranları birikimlerin konut
yatırımları yerine DİBS'lere yönelmesine neden olmuştur.
Türkiye ekonomisinin 1977 yılından itibaren resesyon dönemine
girmesi ve fiyatların süratle artmasından en fazla etkilenen sektörlerden biri
konut sektörü olmuştur. Özellikle bir taraftan 24 Ocak 1980 tarihinde
başlatılan daraltıcı para ve kredi politikası ve diğer taraftan 1980’den sonra
fiyatların
serbest
bırakılması
ve
yüksek
enflasyon
nedeniyle
konut
maliyetlerinin artması, konut sektörünün darboğaza girmesinin nedenlerinin
başında gelir.
1.1.2 Konut Yatırımlarının Ekonomik Etkileri
Konut üretimi, bir yandan barınma gibi bir ana sosyal gereksinimi
karşılarken, diğer taraftan bu sektöre yapılan yatırımlar, gerek sektöre girdi
veren üretim sektörleri üzerinde yarattığı etkiler, gerekse doğrudan ve dolaylı
olarak gelişmesini sağladığı istihdam olanakları ile ekonomik açıdan da
önemlidir.
13
1970 Petrol Krizi sonrasında tüm dünyada üretim sektörlerindeki
sermayenin bir bölümünün konut ve bina inşaat sektörüne kayması, konut
sektörünün makro ekonomik etkilerinin yeniden tüm dünyada gündeme
gelmesine neden olmuştur. Bunun yanı sıra, hızlı nüfus artışı ve buna bağlı
olarak artan iş talebinin yoğunlaştığı metropolitan alanlarda, bu sektöre
yönelik yatırımların yerel ekonomi açısından katkısının irdelenerek, konut
sektörünün yerel ekonominin itici güç olarak kullanılması gündeme gelmiştir
(Eraydın, Türel, Güzel 1996). Ayrıca, tüm ülkelerde konut, sabit sermaye
yatırımları içinde önemli bir pay almaktadır. Bu durum, konut sektörü
yatırımlarının iktisadi açıdan ortaya çıkardığı sonuçların gözden geçirilmesi
zorunluluğunu ortaya çıkarmaktadır.
Konut sektörü ile sermaye arasındaki ilişkinin artması, 1970 ekonomik
bunalımı sonrası ortaya çıkan gelişmelere dayandırılabilir. Bunalım sırasında,
özellikle sanayi üretim sektöründe yatırım yapmayı riskli gören yatırımcıların
bir bölümünün, konut ve ofis türü inşaatlara yatırım yapmayı yeğledikleri
izlenmektedir (Eraydın, Türel, Güzel 1996). Özel sektör sermayesi kentsel
inşaat sektörlerine yönelirken, devlet kanalı ile konut stokunun oluşturulduğu
pek çok ülkede, bakımı çok pahalı hale gelen konut stoku, devletin
harcamalarını azaltması politikası çerçevesinde özel kişilere satıldığı
görülmektedir.
Öte yandan, 1970 sonrası konut sektörüne sağlanan desteklerin tüm
dünyada arttığı izlenmektedir. Bu uygulamada, emek yoğun olan bu
sektördeki yatırım artışlarının getireceği istihdam talebi kadar, yerel
kaynaklara dayalı olarak gerçekleştirilen bu tür üretimin döviz gereksiniminin
düşük olması da bu sektörü çekici hale getirmiştir.
İkinci Dünya Savaş’ından sonra pek çok Batı Avrupa ülkesinde konut
kıtlığı yaşanmıştır. Bunun sonucu olarak konut politikası konut üreticilerinin
doğrudan veya dolaylı olarak desteklenmesi yönünde olmuştur (Kemp,
1990). Ayrıca kira kontrolü enflasyon ve ücret talepleri nedeniyle konut
politikasının bir parçası olarak tutulmuştur. Konut üreticilerinin desteklenmesi
konut sayısında hızlı bir artışa neden olurken, yeni yapılan konutların kiraları
14
ile kira kontrolünün olduğu yapıların kiraları arasında bir uçurum meydana
gelmiştir.
Bu politikaların sonucu olarak kira kontrolünün uygulandığı konut
sahipleri
binalarına
yatırım
yapmaktan
vazgeçmiş
veya
satmaya
başlamışlardır (Maclennan, 1988). Konut için yardım politikaları genellikle
hükümetlerin bu gelişmeyi engellemek için kira kontrolünden vazgeçip kiraları
piyasa fiyatına getirmek istedikleri zamanlar uygulamaya konmuştur. Konut
yardımlarının amacı, konut kiraları artarken kiranın gelire oranının makul bir
düzeyde kalmasını sağlamaktır.
Üreticiden tüketiciye doğru kayan yardım programları birtakım
gelişmelerin sonucunda ortaya çıkmıştır. Birinci gelişme büyük konut
darlığının bu yıllara kadar giderilmemiş olmasıdır. Dolayısıyla konut
probleminin niteliği değişmiştir. Problem, konut stokunu arttırmaktan çok
kiranın gelire oranının artmasını engellemek olarak algılanmaya başlamıştır;
yani probleme artık konuttan çok bir gelir problemi olarak bakılmaktadır.
Sonuçta benimsenen politika da konut üreticilerinin desteklenmesinden çok
konut harcamaları yönünden hane halkını desteklemek olmuştur.
İkinci önemli gelişme ise, 1970 ve 80’lerde refah devleti politikasının
karşılaştığı mali kriz olmuştur. Keynesci politikalardan para politikasına geçiş,
kamu sektörü borçlanmasının azalması ile birlikte, vergi oranlarının
düşürülmesi ve devlet harcamalarının kısılması gereğini ortaya çıkarmıştır.
Konut programları bu tür kısıntıların ana hedefi haline gelmiştir. Bu bağlamda
kiralık ev üretenlere desteğin kesilmesi sonucunda zor duruma düşecek olan
dar gelirli hane halkları yeni yardım programları ile desteklenmeye
başlanmıştır. Böylece, eldeki kamu fonları ile üretim için parasal desteğin
sağlayabileceği hane halkından fazlasının bu olanaktan yararlandırılabileceği
düşünülmüştür (Schussheim, 1989).
Üçüncü olarak, konuta yönelik gelişmelerin, serbest piyasa işleyişinin
etkinliğine olan güvenin yeniden artmasına bağlı olduğu söylenebilir.
Gelişmiş ülkelerde 1980’lerden itibaren serbest piyasa işleyişinin değişen
tüketici talep ve zevklerine daha esnek ve etkin bir şekilde karşılık vereceği
düşüncesi hâkim olmaya başlamıştır (Piven, 1987). Tüketiciye yönelik destek
15
politikaları uygulanmıştır. Tüketiciye yönelik destek bu kişilerin piyasaya
uygun fiyatları ödeyebilmesini sağlarken, üreticiye yönelik destek, konut
üreticilerinin piyasanın altında fiyatlar sunularak piyasanın serbest işlemesini
bozmasına neden olmaktadır. Dolayısıyla konut yardımı politikası piyasaya
uygun görülürken, üretici teşvikleri, kira ve fiyat kontrollerinin piyasayı
bozduğu iddia edilmektedir.
Konut stokunun mevcut talebi karşıladığı ve yıllık üretimin konut
talebinin altında kaldığı ülkelerde ise, konut üretimine yönelik politikalar
ağırlığını korumaktadır. Konut üreticilerinin desteklenmesi ve sosyal refahın
ana göstergesi olan konut kalitesinin yeni stok yaratılarak arttırılması ana
yaklaşım olarak görülmektedir.
Konut sektörü, imalat sanayi sektörlerinden yapısal olarak farklılık
göstermektedir. Ancak, bu sektördeki yatırımların ekonomik büyüme ve diğer
sektörler üzerinde yarattığı etkisi küçümsenmemelidir. Tam tersine, özellikle
girdi kullanım yoğunluğu ve çeşitliliği nedeniyle konut sektörünün diğer
sektörlerin üretimi için yarattığı talep çok önemli düzeylere varmaktadır.
Türkiye’de konut sektörü uzun yıllar verimsiz bir yatırım olarak
algılanmış ve önemli boyutlara varan talep gecekondularla aşılmaya
çalışılmıştır. Bu yaklaşım biçimi konut konusunda ortaya çıkan yoğun talep
baskısını yaratmıştır.
Ancak,
konut
üretiminin
sadece
bir
tüketim
gereksiniminin
karşılanması veya sosyal devletin sorumluluğunu yerine getirmesi olgusu
olarak tanımlamak yetersiz kalmakta, bu sektörün ekonomik büyüme ve diğer
ekonomik parametreler açısından değerlendirmesini yapmak gerekmektedir.
Konut harcamalarının çarpan etkisinin yüksek olması nedeniyle, bu tip
harcamalarda ortaya çıkan artış, mobilya beyaz eşya ve ev ile ilgili dayanıklı
tüketim malı alımını hızla arttırmakta ve diğer sektörlere de canlılık
kazandırmaktadır. Konut sektörünün büyük ölçüde yerli sanayiye dayanması,
yüksek katma değer yaratması, istihdam potansiyelinin büyüklüğü, başta
imalat olmak üzere diğer sektörlerle sıkı bir girdi çıktı ilişkisi içerisinde olması
nedeniyle ekonominin öncü sektörüdür.
16
Bir sektörün ileriye doğru etkisi, diğer sektörlerin üretimleri için gerekli
malları peşinen üreterek, bu sektörlerin veriminin artmasına, dolayısıyla
maliyetlerinin düşmesine yol açmakta ve böylece bu sektörlerin gelişmelerini
sağlamaktadır. Bir sektörün geriye dönük etkisi ise, diğer sektörlerin ürettiği
malları kendisi kullanarak, bu sektörlerin talebini arttırmakta ve bu sektörlerin
gelişmelerine yol açmaktadır. Konut sektörü, diğer sektörlerin ürettiği malları
kullanmakta ve bu sektörlere olan talebi arttırarak gelişmelerine yol
açmaktadır. Bu nedenle geriye dönük bağlantı etkisi yüksek bir sektördür.
Fakat konut sektörü diğer sektörler için gerekli malları üretmediği için ileriye
dönük etkisi sıfırdır (Eraydın, Türel, Güzel 1996).
Girdi-çıktı
analizinden
hareketle
konut
sektörünün
etkilerini
inceleyebiliriz. Girdi-çıktı analizinde bağlantı kavramı, herhangi bir sektörün
nihai talebinde olan bir birimlik bir artışın ekonominin diğer sektörlerinde yol
açacağı genişlemeyi tanımlamak amacıyla kullanılır. Eğer nihai talebi artan
sektör bir sektörden doğrudan girdi sağlıyorsa, sözü edilen bağlantı doğrudan
bağlantı olarak adlandırılır. Geri bağlantı doğrudan olabileceği gibi dolaylı
olarak da ortaya çıkabilir. Bu durumda ilk artışın olduğu sektörler diğer
sektörlerden doğrudan girdi almasa bile, girdi aldığı sektörlerin diğer
sektörlerin üretimlerini uyarması sonucu dolaylı bir etki de ortaya çıkacaktır.
Tablo 4 ve Tablo 5 de konut inşaatı ve konut altyapısı sektörlerinin doğrudan
ve toplam geriye bağlantı etkilerinde önemli olan sektörleri göstermektedir.
Tablodan görülebileceği gibi, 1990'da, demir-çelik ana sanayi ve çimento
sanayi konut inşaatı ve konut altyapısı sektörlerin en önemli doğrudan geri
bağlantısını oluşturmaktadır. Üçüncü sırada ise ağaç ve mantar ürünleri yer
almaktadır.
17
Tablo 4: Konut İnşaatı Sektörünün Toplam Geriye-Doğru Bağlantı
Etkilerinde Önemli Olan Sektörler 1990
Sektörler
Katsayılar
Konut İnşaatı
100.000
Demir-çelik ana sanayi
0.18263
Toptan-perakende ticaret
0.10717
Kara taşıması
0.10345
Ağaç ve mantar
0.10083
Çimento sanayi
0.08578
Diğer taş-toprağa dayalı sanayi
0.07745
Petrol alımı
0.05456
Madencilik
0.05222
Bankacılık-sigortacılık
0.04613
Elektrik
0.04205
Toplam
185.227
Diğer Etkiler
0.27385
Genel Toplam
212.612
Kaynak: Ayda Eraydın “Konut Yatırımlarının Ekonomik Etkileri”
18
Tablo 5: Konut Altyapısı Sektörünün Toplam Geriye-Doğru Bağlantı
Etkilerinde Önemli Olan Sektörler 1990
Sektörler
Katsayılar
Konut altyapısı
100.000
Demir-çelik ana
0.23102
sanayi
Ağaç ve mantar
0.09735
Petrol alımı
0.09413
Çimento sanayi
0.09329
Madencilik
0.07272
Kara taşıması
0.06369
Toptan perakende
0.05043
ticaret
Taş ocakçılığı
0.04823
Elektrik
0.04494
Elektriksiz makineler
0.04469
Toplam
184.050
Diğer Etkiler
0.24409
Genel Toplam
208.458
Kaynak: Ayda Eraydın “Konut Yatırımlarının Ekonomik
Etkileri”
Konut inşaatı sektörünün doğrudan geri bağlantısı olan sektörler incelendiğinde (Tablo 4 ve Tablo 5 ) konut inşaatı ile konut altyapısı sektörleri
arasında doğrudan bir ilişki olmadığı görülecektir. Konut inşaatına olan
talebin konut altyapısına olan talebi de arttırması beklendiğinden, konut
inşaatı sektörünün toplam geri bağlantısının yukarıda tartışılandan daha da
19
büyük olması gerekeceği gözden kaçmayacaktır.
Girdi-çıktı analizinde diğer önemli bir bağlantı kavramı da ileri-doğru
bağlantılardır. Ancak konut sektörü doğrudan nihai mal ürettiğinden ileri
doğru bağlantısı sıfırdır.
1990 yılı için yapılan analizde, konut sektörünün yatırım talebinde
oluşacak bir milyarlık bir artışın toplam ara malları talebini 1990 fiyatlarıyla
581 milyon lira uyaracağı hesaplanmıştır. 1990 yılında konut sektörünün
doğrudan ve dolaylı etkilerinin toplamı ise 2.12 olarak bulunmuştur.
Konut sektörü yatırımlarına ilişkin çeşitli rakamsal veriler bulunmasına
karşılık, yatırımların hesaplanmasında kullanılan veri bazının yetersizliği ve
karmaşıklığı, bu konunun yeniden irdelenmesini ve ek çalışmalar yapılmasını
gerektirmektedir. Bu konuda Ayda Eraydın’ın 1996 yılında TÜİK tarafından
1990’da hazırlanan girdi-çıktı tablosu esas alınarak yaptığı bir araştırmada
konut yatırımlarının toplam çarpan etkisi 2,52670 olup, her 1 milyarlık konut
yatırımı ekonomide iki milyar liralık üretim artışına neden olmaktadır
(Eraydın, 1996:132). Ancak yapılan araştırmalar 1990 yılında bu çarpan
değerinin düşerek 2,12611 olduğunu göstermektedir. Eldeki verilere göre
1992 yılındaki yatırımlarla ekonomiye 81,7-96,4 trilyon düzeylerinde talep
yaratılmış olmaktadır. Bu yaratılan talebin hangi sürede ekonomide tümüyle
yansıyacağı
ve
bunun
ne
kadarlık
bölümünün,
son
talep
olacağı
belirlenemeyeceğinden, bu değerlerin doğrudan GSMH ile karşılaştırılması
doğru değildir (Eraydın, Türel, Güzel, 1996:133). Ancak büyüklükler
açısından bir fikir vermesi için çarpan etkilerinin yanı sıra GSMH’nın ne
kadarı civarında gerçekleştiği bilgisi bu çalışmada verilmiştir. Buna göre
konut yatırımlarının üretim çarpan etkilerinin yıllara göre GSMH’nın %5,212,8’i civarında gerçekleştiği görülmektedir.
Sektörler arası ilişkiler ekonomik kalkınma yönünden çok önemli bir
faktördür. Bir sektörün gelişmesi, ekonomideki diğer sektörleri etkiler ve bu
sektörlerin gelişmesine yol açar. İşte sektörler arası ilişkilerin gelişmesi bütün
sektörlerin gelişmesine yol açacağı için ekonomik kalkınmayı hızlandırır. Bu
bakımdan sektörler arası ilişkileri fazla olan sektörlere kaynak tahsisinde
öncelik ve ağırlık verilmesi kaynak kullanımında etkinliği arttırır.
20
Konut sektörü, diğer sektörlerden oldukça farklı nitelikleri olan bir
sektördür. Bu sektör çıktıları doğrudan kullanıcının tüketimine sunulurken, bu
sektörün ürünlerini tüketen hane halklarının bu ürüne bir tüketim malı olarak
ayırabildikleri harcama payı kira şeklinde ortaya çıkmaktadır. Ancak konut
aynı zamanda bir yatırım aracıdır. Hane halklarının toplam tasarruflarından
bu sektöre ayırabildikleri yatırım payı, bir yatırım aracı olarak hane halkları
için önem kazanmaktadır.
Kısaca, hem bir tüketim malı hem de yatırım malı olan konuta yönelik
talep, sağlanan kredilerle desteklenmekte ve konut talebini arttırıcı yönde
etkili olmaktadır.
Konut yatırımlarının bir diğer özelliği büyük ölçüde işgücü kullanması
ve hızlı artan konut yatırımlarının bölge dışından yeni işgücü göçü olgusunu
ortaya çıkarmasıdır. Yeni gelen işgücüne yaratılan gelirin bir bölümünün
ücretler şeklinde geri ödeneceği, bu gelirin de bir bölümünün konut talebi
olarak yerel ekonomide çarpan etkiler yaratırken, diğer bölümünün işgücünün
geldiği bölgeye aktarılması nedeniyle bir azalmanın olacağı şeklinde, hem
pozitif hem de negatif yönlü etkisi olacağı söylenebilir.
1.1.3 Konut Yatırımlarının Sabit Sermaye Yatırımları ve GSYİH içindeki
payı
Konut sektörünün sektörler arası ilişkilerde ileriye dönük etkisinin sıfır
olması, bu sektörün üretken olmayan bir sektör olarak yorumlanmasına yol
açmaktadır (Eronat, 1977: 69). Ancak bir sektörün sektörler arası ilişkiler
açısından geriye doğru etkisi ileriye doğru etkisinden daha önemlidir ve
kaynak tahsisinde güvenilirliği daha fazladır. Konut sektörünün geriye dönük
etkisinin fazla olması aynı zamanda sanayinin hızla gelişmesine ve ülke
GSYİH’nın büyümesine yol açmaktadır. Tablo 6’da inşaat sektörü ve GSYİH
büyüme
oranları
bulunmaktadır.
Nitekim
konut
sektörünün
%80’nini
oluşturduğu inşaat sektörü ve GSYİH arasındaki ilişkiye bakıldığında özellikle
1997’den sonra sektördeki büyümenin GSYİH ile doğru orantılı olduğu
görülmektedir. 2005 yılında inşaat sektörü 21,5 ile en yüksek büyüme hızına
ulaşırken GSYİH’da 7,4 ile yüksek bir büyüme hızı göstermiştir. 2005 yılından
21
sonra inşaat sektöründeki büyüme hızının azalma seyrine girdiği görülmekte
olup
GSYİH’nın
da
buna
paralel
olarak
büyüme
hızının
düştüğü
görülmektedir.
Tablo 6: İnşaat Sektörü ve GSYİH
Yıllar
İnşaat
GSYİH
Sektörü
1997
9.3
7.5
1998
1.7
3.1
1999
-12.9
-4.7
2000
5.8
-7.2
2001
-3.3
-10.3
2002
-5.5
-7.5
2003
-9.0
5.8
2004
4.6
8.9
2005
21.5
7.4
2006
19.4
6.1
2007
5.7
4.6
2008
-8.2
0.9
Kaynak: DPT verileri esas alınarak hazırlanmıştır.
1970’lerde yaşanan Petrol Krizinin de etkisiyle pek çok ülkede 70’lerin
ikinci yarısı ve 80’lerin başlarında konut yatırımlarında önemli düşmeler
gözlenmektedir.
Konut
yatırımının
hane
halklarının
en
büyük
harcamalarından biri olduğu, batılı ülkelerde, mali konut kuruluşlarında
biriken kaynakların tüm ülkenin toplam tasarruflarının önemli bir bölümünü
oluşturduğu düşünülürse, bunun altyapı ve konut harici yatırımlar için de
önemli bir kaynak oluşturacağı tahmin edilebilir (Malpezzi, 1990).
Ülkeler
arası
karşılaştırmalar
yapıldığında,
konut
finansman
mekanizmalarının iyi işlediği ülkelerde, konut fiyatlarının gelire oranının da
daha düşük olduğu gözlemlenmektedir. Konut sektörünün gelişiminin
potansiyel yararlarının çok olmasına rağmen kısıtlı sayıda az gelişmiş ülkede
iyi işleyen finansman mekanizmaları kurulabilmiştir. Ayrıca az gelişmiş
ülkelerde gözlenen yüksek enflasyon oranları ve bozulan ticaret hadleri,
22
konut finansman sistemlerinin gelişmesini ve başarılı uygulanmasını engeller
durumdadır.
Konut kesiminin genel performansını ölçmeye yönelik en önemli
göstergelerden birisi, konut yatırımlarının sabit sermaye yatırımları (SSY)
içindeki payıdır. Bu da Tablo 7'de gösterilmiştir. Tablonun incelenmesinden
de görüleceği gibi, konut yatırımlarının toplam sabit sermaye yatırımları
içindeki payı, 1990 yılından sonra belirgin bir artış eğilimi göstermiştir. Konut
yatırımlarının SSY içindeki payı 1990 döneminde yüzde 33,1 iken, 1995
döneminde yüzde 35,1’e yükselmiştir. 2000-2005 yılları arasında ise düşüş
eğiliminde olup 2005 yılında yüzde 11,8’dir. Konut yatırımlarının GSYİH
içindeki payı 1990'da yüzde -3,2, 1995’de 4,2'ye yükselmiştir. 2000’den
2003’e kadar dalgalı bir seyir izlemekle beraber 2004 yılında artış seyri
içerisine girdiği ve 2005 yılında 29,9’a yükseldiği görülmektedir.
Tablo 7: Konut Sektörünün SSY ve GSYİH İçindeki Payı (Cari Üretici
Fiyatlarıyla Yüzde Değişim) (1990-2005)
Dönemler
Konut/SSY(%)
Konut/GSYİH
(1)
(%)
1990
33.1
-3.2
1995
35.7
4.2
2000
15.8
-9.7
2001
13.3
-8
2002
11.2
-14.9
2003
10.9
-11.4
2004
10.5
15.3
2005
11.8
29.9
Kaynak:DPT verileri esas alınarak hazırlanmıştır.
(1) Konut yatırımlarının sabit sermaye yatırımları içerisindeki
payını göstermektedir.
(2) Toplam Bina İnşaatının özel sektör itibarı ile GSYİH
içerisindeki payını göstermektedir.
Konut sektörünün sabit sermaye yatırımları içindeki payına Avrupa
ülkeleri ile Türkiye açısından bakacak olursak (Tablo 8), 1970-1989 yılları
23
ortalamasına göre bu dönemde Fransa'da yüzde 29, Almanya'da yüzde 28,
İtalya, Yunanistan, Hollanda'da yüzde 27, İspanya ve Danimarka'da yüzde
26, Belçika'da yüzde 25, İngiltere'de yüzde 20, Portekiz'de ise yüzde 19
olarak gerçekleşmiştir. Aynı dönemde Türkiye'de bu oran yüzde 23 olmuştur.
Tablo 8: Konut Sektörünün SSY ve GSMH İçindeki Payının Avrupa
Ülkeleriyle Türkiye Açısından Karşılaştırılması
Konut/SSY Konut/SSY Konut/GSMH Konut/GSMH
1970-1989
1990-1995
1970-1989
1990-1995
(%)
(%)
(%)
(%)
Fransa
29
27
6.2
5.1
Almanya
28
26
5.9
5.5
İtalya
27
26
5.5
5.6
Yunanistan
27
23
6.3
6.7
Hollanda
27
23
5.5
5.3
İspanya
26
20
5.8
8.6
Danimarka
26
20
5.2
5.3
Belçika
25
21
4.5
5.3
İrlanda
23
22
5.7
4.8
İngiltere
20
18
3.5
5.6
Portekiz
19
17
4.2
5.2
Türkiye
23
34
6.4
3.5
Kaynak: Paul Balchin, Housing Policy in Europe, 1996, s.5, Eurostat
Yearbook 1997, www.dpt.gov.tr
Bu da bize, 1970-1989 döneminde Avrupa'da hala konut yatırımlarına
önem verildiğini göstermektedir. Avrupa ülkeleri ile Türkiye'yi 1990-1995
dönemi verilerine göre karşılaştıracak olursak durumun tersine döndüğünü
görülmektedir. Avrupa ülkelerinde konut yatırımlarının payı azalırken,
Türkiye'de yüzde 34 olmuştur.
Türkiye'de 1989 yılından sonra, konut sektörü yatırımlarının, sabit
sermaye yatırımları içindeki payı yüzde 30'lar düzeyinde gerçekleşmiştir. Bu
oran yalnız 1994 yılında yüzde 41,7 olmak üzere çok yüksek bir orana
çıkmış, daha sonra tekrar yüzde 30'lar düzeyine düşmüştür. Buna paralel
24
olarak konut yatırımlarının GSMH içindeki payı da Türkiye'de 1970-1989
döneminde ortalama yüzde 6,4 olmuştur. Bu da ilgili yıllarda Avrupa
ülkeleriyle Türkiye'de konut yatırımlarının GSMH içindeki payının hemen
hemen aynı düzeyde gerçekleştiğini göstermektedir. Fakat 1990 yılından
sonra Türkiye'de konut yatırımlarının GSMH içindeki payının ciddi şekilde
düşmeye
başladığı
gözlenmektedir.
Bu
düşüş,
Toplu
Konut
Fonu
kaynaklarının Konsolide Bütçe'ye çeşitli oranlarda aktarılmaya başladığı
döneme karşılık gelmektedir. Fon'un çeşitli oranlarda konsolide bütçeye
aktarılmaya başladığı 1988 yılından itibaren düşme eğilimi hızlanmıştır. Bu
düşüşle, Emlak Bankası'nın konut kredisini açmayı durdurmasının da payı
bulunmaktadır.
Tablo 8'un incelenmesinde Avrupa ülkelerinde konut yatırımlarının
GSMH içindeki payının kararlılık gösterdiği, buna karşın Türkiye'de keskin
iniş ve çıkışlar olduğu görülmektedir. Bunun nedeni de, Türkiye'de ekonomik
ve sosyal politikaların kararsız olması, konut yatırımlarına sağlanan desteğin,
kısa dönemli kararlarla artırılıp azaltılmasıdır.
1.1.4 Konut Sektörü ve İstihdam İlişkisi
Ekonomik hedeflerin başında, ülkede mevcut işsizliği giderici ve
istihdam seviyesini arttırıcı ekonomik ve politik tedbirler gelir. Konut sektörü
istihdama önemli katkısı olan sektörlerden biridir.
Emek-yoğun üretim faaliyeti olan konut sektörü çok fazla kişiye
istihdam sağlarken, bunların bir bölümünün niteliksiz işgücü olması nedeniyle
özellikle
gelişmekte
olan
ülkeler
içinde
çok
önemli
bir
fonksiyonu
üstlenmektedir.
Konut sektörünün istihdama olan katkıları istihdam çarpanları yoluyla
bulunabilir. İstihdam çarpanı, sektörlerin nihai taleplerinde bir birimlik artışın,
istihdamda yaratacağı artışı ölçmektedir. Ayda Eraydın’ın 1996 yılında
yaptığı çalışmada konut sektörünün istihdam çarpanı 1990 için 28 kişi/milyar
TL, konut altyapısı sektörünün istihdam çarpanı ise 37 kişi/milyar TL olarak
25
hesaplanmıştır. Bu durumda konut sektöründe 1990 fiyatlarıyla yapılacak 1
milyar TL'lik bir yatırım, 28 kişiye yeni iş olanağı sağlayacaktır.
Sonuç olarak, konut ve konut altyapısı sektörleri üretime yaptıkları
katkı ölçüsünde istihdama katkıda bulunmamaktadırlar. Ancak, niteliksiz
işgücüne sağladığı istihdam olanağının da göz ardı edilmemesi gerekir.
Konut sektörü ile yaratılan istihdam, 1993 yılında en yüksek değere
ulaşmaktadır. Bu değer, toplam istihdamın yüzde 6,7’sidir. Tablo 9’de
görüleceği üzere 1993-2000 yılları arasında inşaat sektöründe istihdam
edilenlerin toplam işgücüne oranı sürekli dalgalanma göstermiş yüzde 6
civarında seyretmiştir. 2000 yılından sonra krizin etkisiyle düşüş göstermiş
2002 yılında en düşük oran olan yüzde 4,5’e düşmüştür. 2005 yılından sonra
konut sektöründeki canlanmanın etkisiyle oran yüzde 5,3 değerine
yükselmiştir.
26
Tablo 9: Dönemlere Göre Toplam İstihdam Edilenler İle İnşaat
Sektöründe İstihdam Edilenlerin Karşılaştırılması (1994-2009) (Bin kişi)
İnşaat
Toplam
Dönemler
Sektörü(B)
İstihdam(A)
B/A (%)
1993
1.238
18.427
6.7
1994
1.208
20.009
6.0
1995
1.238
20.587
6.0
1996
1.298
21.197
6.1
1997
1.320
21.205
6.2
1998
1.325
21.780
6.1
1999
1.364
22.048
6.2
2000
1.364
21.580
6.3
2001
1.110
21.524
5.2
2002
958
21.354
4.5
2003
965
21.147
4.6
2004
1.029
21.791
4.7
2005
1.173
22.046
5.3
2006
1.044
19.955
5.2
2007
1.231
20.738
5.9
2008
1.241
21.194
5.8
2009
1.249
21.277
5.8
Kaynak: TÜİK verileri esas alınarak hazırlanmıştır.
Diğer yandan konut sektörü diğer sektörlerin üretiminde kullanılmak
üzere herhangi bir mal sağlamıyorsa da, bütün sektörlerin kullanmak zorunda
olduğu ve verimini yükseltmek üzere çaba harcadığı işgücünün önemli bir
ihtiyacını karşılamaktadır (Eronat, 1977:76).
1.2
DÜNYA KONUT PİYASASI VE BANKACILIK KESİMİ
1980’li yıllarda tüm dünya ekonomilerini etkileyen serbestleşme
hareketi birçok ülkenin ekonomisinde önemli değişikliklere neden olmuştur.
Bu çerçevede sınır ötesi kısıtlamalar kaldırılmış, sermaye hareketleri
serbestleştirilmiş, döviz kurunun, faiz oranlarının ve bankaların kredi
sınırlarının belirlenmesinde uygulanan idari kontroller kaldırılmıştır. Tüm bu
27
gelişmelerin sonucunda ise mali hizmetlerde aşırı bir rekabet yaşanmaya
başlamış, kredi arzı hızla büyürken, mali kırılganlıklar da artmıştır.
Mali krizler genellikle aktif fiyatlarında oluşan artışın çökmesi
sonucunda oluşmaktadır. Gayrimenkul piyasalarında meydana gelen her
balon bankacılık krizine neden olmamaktadır. Fakat uluslararası uygulamalar
hem gelişmekte olan hem de gelişmiş ülkelerdeki gayrimenkul piyasalarında
oluşan balonun çökmesiyle bankacılık krizleri oluşması arasında çok önemli
bir korelâsyon bulunduğunu göstermektedir. Tarihte meydana gelen bu tür
mali krizlerin en önemlileri Hollanda’da Tulipmania, İngiltere’de Güney Deniz,
(South Sea Bubble) Fransa’da Missispi balonu (Missispi Boom) ve 1929’da
Amerika’da yaşanan Büyük Depresyondur (Erdönmez, 2005:59).
Yakın dönemde 1980’lerin sonunda Japonya’da gayrimenkul ve hisse
senedi piyasasında oluşan şişkinlik ve peşinden 1990 yılında baş gösteren
çöküş, Norveç, Finlandiya ve İsveç’te 1980’li ve 1990’lı yılların başında
yaşanan benzer deneyimler bu konudaki en tipik örneklerdir. Arjantin, Şili,
Endonezya, Meksika ile Güney Asya ülkelerinden Malezya, Endonezya,
Tayland ve Güney Kore gibi gelişmekte olan ülkelerde 1980 yılından beri
benzer şekilde finansal krizler meydana gelmiştir.
Bu ülkelerde aktif fiyatlarında artış meydana gelmesi ve peşinden bu
artışın çökmesi genellikle üç aşamadan oluşmaktadır. Birinci aşama finansal
serbestleşme sürecine girilmesi veya merkez bankasının borçlanmayı artırıcı
bir kararı ya da benzer bir olayla başlamaktadır. Ekonomide kredi
genişlemesine yol açan bu süreç sonucunda gayrimenkul ya da hisse senedi
fiyatlarında çok ciddi artış yaşanmakta, bu fiyatlardaki artış muhtemelen
yıllarca devam etmektedir. İkinci aşamada, gayrimenkul ya da hisse senedi
fiyatlarında oluşan bu şişkinlik belki birkaç gün ya da bir kaç ay gibi çok kısa
zamanda veya bazen daha uzun bir zaman diliminde çökmektedir. Üçüncü
aşamada, yüksek fiyattan aktifleri satın alan firmalar ya da benzer kurumlar
aktif fiyatlarındaki yükselişin düşmesiyle iflas etmeye başlamaktadır. Bu
süreci takiben ise, bankacılık ve/veya döviz krizleri meydana gelmektedir.
Yaşanan iflaslar ile bankacılık ve döviz krizleri reel sektörü zor duruma
28
düşürmekte ve ekonomide yıllarca sürecek sorunlara yol açmaktadır
(Erdönmez, 2005:59).
1.2.1 Aktif Fiyatları ve Bankacılık Krizleri
Literatürde aktif fiyatlarındaki her keskin düşüşün bankacılık krizine yol
açmadığı, önemli aktif düşüşleri olmadan da bankacılık krizinin oluşabileceği
belirtilmektedir. (ECB, 2000:21 ). Fisher’in Amerika’da 1929 yılında yaşanan
Büyük Depresyon üzerine yaptığı analizleri takiben, bazı iktisatçılar
tarafından aktif fiyatı-borç ilişkisi bankacılık sorunları arasındaki korelâsyon
tartışılmaya başlanmıştır. Bu sorunun hane halkı ve kurumsal sektörün
kırılganlığını artırırken bankaların varlıklarını sürdürmeleri üzerinde bir baskı
oluşturduğu belirtilmiştir. Aktif fiyatları-borç konjonktürünün oluşmasında
etken olan unsurlar arasında; teknolojik gelişmeler, kurumsal yapıda
meydana gelen değişiklikler ve deregülasyon süreci sayılabilir. Bundan
sonraki süreçte ekonomik büyümenin hızlanması ile hane halkı ve firmalar,
aktif fiyatlarının ileride daha da artacağı beklentisiyle kredi ile finanse etmek
suretiyle bu yatırımlara girmeyi tercih etmektedir. Bundan sonraki süreçte
teminat değerlerinin artması hane halkının kredi almasını sağlamakta,
bankalar da daha fazla kredi tahsis etmeyi tercih etmektedirler.
Şekil 1: Aktif Fiyatı ve Bankalardan Borçlanma İlişkisi
Gayrimenkul alımı finansmanında finansal sektörden aşırı borçlanma
yoluna gidilmesi aktif değerlerini denge noktasından çok yukarılara
taşıyabilmektedir. Ayrıca, yatırımcıların gelecekte gayrimenkul fiyatlarının
29
daha da artacağı beklentisi, aktif balonun oluşmasında önemli bir etkendir.
Piyasada fiyatlar yükselirken çok az kişi fiyatların düşeceğini öngörmektedir.
Gayrimenkul fiyatlarındaki çöküş çok sık olmadığı için bankalar da bu riski
tahmin edememektedir. Bu durum literatürde uzağı görememe- ‘disaster
myopia’ olarak adlandırılmaktadır. Daha da kötüsü balon döneminde
bankalar arasında gayrimenkul sektörüne kredi vermek için çok yoğun
rekabet yaşanmaktadır. Bankalar bu dönemde sektöre açılan kredi limitlerini
daha da artırmayı gözetmektedir. Bu dengesizliğin piyasa tarafından
düzeltilmesi aktif fiyatlarında aşağı yönlü hareketlerin başlamasına neden
olmaktadır. Kredi alanların karşılaştığı güçlükler bankalara yansımakta,
bankaların takipteki kredileri artmakta ve sermaye yeterlik sorunları baş
göstermektedir. Bu sorunlar bankaların kredi limitlerini azaltmalarına ve kredi
tayınlaması yapmalarına dolayısıyla müşterilerin sorunlarının daha da
ağırlaşmasına neden olmaktadır. Bazı durumlarda ise sisteme olan güvenin
sarsılmasıyla bankaların sağlamlığından şüpheye düşülmekte ve bu durum
bankalardan ani mevduat çekilişlerine neden olmaktadır. Tüm bu süreç ise
ekonomiyi finansal krize sürükleyebilmektedir. Bununla birlikte, Benston,
Kaufman gibi iktisatçılar, bankacılıktaki sorunların sistemin içinde var olan
sorunlardan
değil,
reel
ekonomiden
kaynakladığını
savunmaktadırlar.
Basiretli düzenlemelerin olmaması, denetimin etkin olarak yapılmaması ve
gevşek kredi standartları aktif fiyatı-borç ilişkisini ağırlaştırabilmektedir. Aktif
fiyatı-borç ilişkisini ağırlaştıran bir diğer unsur ise asimetrik bilginin varlığıdır.
Banka yöneticilerinin ve banka sahiplerinin özellikle mevduat sigortasına
güvenerek daha çok risk almaları, bunun da ahlaki risk yaratmasıdır (ECB,
2000:22).
1.2.2 Seçilmiş Ülke Örnekleri
1.2.2.1 Doğu Asya Ülkeleri
1990’ların ortalarında gayrimenkul piyasalarında yaşanan gelişmeler,
yabancı sermayenin girişiyle birlikte büyük bir ivme kazanmış ve bu durum
1997 yılında Asya finansal krizinin meydana gelmesinde önemli rol
30
oynamıştır. Krizin diğer nedenleri arasında Tayland ve diğer bölge
ekonomilerindeki dış açıkların aşırı büyümesi, uygulanan sabit döviz kuru
nedeniyle dış borçlanmanın teşvik edilmesi, bu durumun finansal ve
kurumsal sektör üzerinde döviz kuru riski yaratması yer almaktadır. Ayrıca,
ihtiyatlı düzenlemelerin yeterince sıkı olmaması ve finansal sektörün
denetiminin etkin bir şekilde yapılmaması da bankaların kredi portföylerinin
kalitesinin çok ciddi şekilde bozulmasına yol açmıştır.
1992-1996 yılları arasında gerçekleşen sermaye girişleri nedeniyle
Asya’da faiz oranları düşmüş ve yatırımlar için ucuz finansman olanağı
doğmuştur. Banka kredilerinin büyük bir bölümü spekülatif yatırım projelerine
ve gayrimenkul sektörüne verilmiştir. 1996 itibariyle Tayland’da gayrimenkul
sektörüne açılan krediler 160 milyar dolar tutarında olup, toplam kredilerin
yüzde 30-40’ını teşkil etmiştir. Finans şirketlerinin gayrimenkul sektörüne
açtıkları kredilerin ise bütün kredilerin yüzde 25-30’u olduğu tahmin
edilmektedir. Diğer ülkelerde de gayrimenkul sektörüne açılan kredilerde
büyük artış yaşanmıştır. 1992-1996 döneminde banka kredilerinin yüzde 70’i
gayrimenkul sektörüne ve hisse senedi piyasasına tahsis edilmiştir. Güney
Kore’de benzer şekilde büyük mali ortaklıklar gayrimenkule önemli ölçüde
yatırım yapmışlar, çoğunlukla da bankalar tarafından kısa dönemli finanse
edilmişlerdir (Erdönmez, 2005:61).
1990-1996
döneminde
yabancı
fonların
da
girişiyle
banka
kredilerindeki büyüme oranları GSYİH büyüme oranını aşmıştır. 1990-1996
döneminde
özel
sektöre
açılan
banka
kredilerinin
GSYİH’e
oranı
Hongkong’da yüzde 48, Endonezya’da yüzde 62, Malezya’da yüzde 40,
Filipinlerde yüzde 115 ve Tayland’da yüzde 70’dir. Karşılaştırma açısından
aynı oran Almanya’da yüzde 19, Japonya’da yüzde 3, İngiltere’de yüzde 16
ve ABD’de yüzde 21,5 olarak gerçekleşmiştir.
1995 ve 1996 yıllarında da gayrimenkul sektörüne açılan kredilerin
oranı, takipteki kredilerin artmasına rağmen yükselmeye devam etmiştir.
Goldman Sachs tarafından yapılan bir analize göre, 1997-1999 yıllarında
takipteki krediler Singapur’da yüzde 11, Hong Kong’da yüzde 15, Malezya’da
yüzde 20, Kore’de yüzde 34, Tayland’da ise yüzde 50 artmıştır.
31
Tablo 10: Gayrimenkul Sektörüne Açılan Banka Kredileri, 1996
Gayrimenkul
Özel Banka
Gayrimenkul
Takipteki
1996
Kredilerinin
Kredileri
Kredilerinin
Gayrimenkul
GSMH
Banka
(Milyon dolar)
GSYİH'ya
Kredilerinin
(Milyon
oranı (%)
Toplam Kredilere
dolar)
Kredilerine
Oranı (%)
Oranı (%)
Tayland
Endonezy
Malezya
30-40
25-30
30-40
160
54
120
44
7
58
16,0
18,0
6,0
176
197
94
Kore
Hong
Çin
Singapur
15-25
40-55
35-40
30-40
440
300
930
130
17
76
9
30
18,0
3,0
n.a
4,5
480
154
812
94
Kaynak: Pelin Ataman Erdönmez “Seçilmiş Ülkelerde Gayrimenkul Fiyatları ve Bankacılık
Sektöründeki Gelişmeler”
1996 yılında Amerika’da faiz oranlarının yükselmesiyle birlikte
gayrimenkul fiyatlarındaki artışta çöküşler başlamıştır. Amerikan dolarının
yene karşı değer kazanması, paraları dolara endeksli Asya ekonomilerinin
ihracattaki
rekabet
gücünün
azalmasına
neden
olmuştur.
Asya
ekonomilerindeki cari açıkların artması döviz rezervlerinin azalmasına neden
olmuş, bu durum ise, sabit döviz kurunun sürdürülebilirliğine ilişkin yatırımcı
endişelerini en üst seviyelere çıkarmıştır. 1997-1998 yıllarında aktif
fiyatlarında büyük düşüşler meydana gelmiş, takipteki kredilerde meydana
gelen artış kritik seviyelere ulaşmıştır.
Bankalar ve finansal kuruluşlar ülke paralarının devalüe edilmesini
takiben kredilerini geri çağırmaya başlamışlardır. Bu kuruluşların uzun
dönemli aktiflerini likidite edememeleri Doğu Asya ülkesindeki finansal
sistemiler için sıkıntı yaratmıştır.
Tayland mali açıdan güçlüğe düşen ve parası devalüe edilen ilk ülke
olmuştur. Mali kriz Kore, Endonezya ve Malezya’da diğer ülkelere oranla çok
çabuk yayılmıştır. Kriz sonrası süreçte bu ülkelerdeki bankacılık sektörü
kapsamlı olarak yeniden yapılandırma sürecine alınmıştır. Bu amaçla
takipteki kredi sorununun çözümü için aktif yönetim şirketleri kurulmuş,
bankaların yeniden sermayelendirmeleri için gerekli önlemler alınmış,
32
kurumsal yönetimin iyileştirilmesine yönelik çalışmalar yapılmış, alacakların
tahsilini kolaylaştırmak için İcra ve İflas Kanunu değiştirilmiştir. Asya’da,
beklentiler aktif balonunun çökmesinde çok etkili olmuştur. Asya ülkelerinde
1990’ların başında yaşanan mucize yıllar gelecekle ilgili beklentileri çok
yükseltmiş, firmaların borç kaldıraç oranlarını artırmalarına ve yüksek
kapasite beklentisiyle gayrimenkule yatırım yapmalarına neden olmuştur.
Aynı zamanda bankalar artan teminat değerlerini dikkate alarak kredi
hacimlerini artırmak istemişlerdir. Bu dönemde yabancı sermayenin girişiyle
birlikte piyasada likiditenin artması aktif fiyatlarını daha da yükseltmiştir.
Hane halkının ve kurumsal sektörün gayrimenkul alımlarında banka
kredilerine ağırlık vermeleri Asya ekonomilerinde gayrimenkul balonunu
oluşturan önemli bir sebeptir. Bankaların gayrimenkul sektörüne kredi
açmalarını kısıtlamak için birçok önlem gündeme gelmiştir. Gayrimenkul
sektörünü finanse etmek için alternatif bir kaynak olarak Amerika ve
Avustralya piyasalarında hâkim olan Gayrimenkul Yatırım Tröst ‘ü (Real
Estate Investment Trust (REIT))5 kullanılmaya başlanmıştır.
İpotek kredilerinin menkul kıymetleştirilmesi de bankaların likiditesini
artıran ve daha da önemlisi bankaların zarar yazmasına ve borç
değerlendirme standartlarına disiplin getiren bir unsur olarak görülmüştür.
Amerika’da
likiditeyi
artırmak
ve
gayrimenkul
piyasalarında
maliyet
finansmanını azaltmak için kurulan ipotek senetleri karşılığında menkul
kıymet çıkarma piyasası (The Mortgage-Backed Securities (MBS)) Asya’da
1997
krizi
sonrası
dönemde
oluşturulmuştur.
Böylelikle
gayrimenkul
şirketlerine aktiflerini bilanço dışına çıkarmalarına ve böylelikle likiditelerini
güçlendirmelerine ve sermaye getirilerinin artmalarına yol açmıştır. Borçlu
firmalar
bu
suretle
likit
olmayan
aktiflerini
menkul
kıymetleştirerek
bilançolarını yeniden yapılandırma imkânı bulmuştur. Diğer yandan mali
kurumlar takipteki kredilerini ikincil piyasa yoluyla satmak suretiyle elden
çıkarmaya çalışmışlardır.
Kore’de ikincil ipotek piyasasının oluşması kriz sonrası dönemde Kore
hükümetinden büyük destek alarak gerçekleşmiştir. 1999 yılında Kore İpotek
Kurumu’nun (KoMoCo)kurulmasıyla Kore’de aktif olarak ipoteklerin menkul
33
kıymetleştirilmesine imkân tanımıştır. Hong Kong ve Malezya’da da bu
amaçla devlet destekli Hong Kong İpotek Kuruluşu(HKMC) ve Ulusal İpotek
Kuruluşu (CAGAMAS) kurulmuştur. Diğer yandan Tayland, Endonezya ve
Singapur gibi Asya ülkelerinde bu piyasanın gelişimi yavaş olup istenen
düzeye ulaşmamıştır.
1.2.2.2 İsveç
İsveç’te, ilk finansal deregülasyon süreci, İkinci Dünya Savaşı
sonrasına rastlar. Bununla birlikte, finansal sistemin yapısını değiştiren esas
deregülasyon faaliyetleri 1980’lerin başlarında gerçekleşmiştir. Bu çerçevede,
öncelikle 1983 yılında bankalar için disponibilite oranları düşürülmüş, 1985
yılında faiz tavanları, Kasım 1985’de kredi tavanları, 1989 yılında ise döviz
işlemleri ile ilgili kısıtlayıcı düzenlemeler büyük ölçüde ortadan kaldırılmıştır.
Deregülasyon süreci sonrasında bankaların fonlarını büyük oranda tek
bir alana, emlak sektörüne tahsis etmeleri gayrimenkul fiyatlarında aşırı bir
şişkinliğe yol açarak yoğunlaşma riskini de beraberinde getirmiştir. Emlak
fiyatları 1980-85 arasında yüzde 275, 1985-90 arasında ise yüzde 140
oranında artmıştır. Deregülasyon sonucunda 1980’lerin ilk yarısında finansal
kurumlardan kullandırılan kredilerdeki artış oranı yüzde 11-17 arasında iken
1986’da yüzde 20’ye yükselmiştir. 1986-1990 yılları arasındaki beş yıllık
dönemde krediler yüzde 136 oranında (reel olarak yüzde 73) artmıştır.
Deregülasyon, piyasa payları için yaşanan rekabette yeni fırsatlar yaratmıştır.
Bankaların ve ipotek kuruluşlarının kredileri 1986-1990 yılları arasında
sırasıyla yüzde 174 ve yüzde 167 oranında artmıştır. Finans şirketleri artık
daha riskli piyasalara yönelmiş, mevduat toplama ya da menkul kıymet
çıkarma olanakları olmadığından, finansmanlarının bir kısmını şirket yatırım
sertifikaları
(marknadsbevis)
çıkarmak
suretiyle
karşılamışlardır.
Bu
sertifikalar bankalar tarafından garanti edilmiş, sonuçta bankalar daha fazla
kredi riski üstlenmişlerdir (Aydın, 2002:3-7).
34
Tablo 11: İsveç’te Kriz Öncesi ve Sonrası Süreçte Gayrimenkul Kredileri
( Yıllık yüzde değişme, %)
1990
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
İkametgâh
Büyük
İkametgâh Amaçlı
İkametgâh
Amaçlı
Şehirlerde
Gayrimenkul
Amaçlı
Gayrimenkul
Ticari
Kredilerinin GSYİH'e
Gayrimenkul
Fiyatları
Gayrimenkul
Oranı (%)
Kredileri
12,4
7,0
-9,3
-11,3
4,7
1,1
0,0
7,7
9,2
Fiyatları
3,0
-43,2
-12,0
-20,0
6,5
29,8
6,2
19,0
13,5
47,3
53,4
50,8
60,6
59,0
60,2
55,3
53,6
48,8
17,2
8,2
8,0
0,2
2,4
2,6
-0,8
0,0
Kaynak: ECB verileri esas alınarak hazırlanmıştır.
1989 Kasım’ına dek bir finansal krize yönelik işaretler olmamakla
beraber ekonomide yoğun bir ısınma söz konusudur. Fiyat artışları nedeniyle
konut amaçlılar dışındaki gayrimenkul yatırımları yaklaşık iki katına çıkmıştır.
1989 sonbaharında mevcut kira düzeylerinde kiracı bulmanın zorlaşmaya
başlamasıyla beraber krizin ilk sinyali gelmiştir. Borsa hızla gerilemiş, inşaat
ve gayrimenkul endeksi 1990 yılı sonuna gelindiğinde Ağustos 1989’daki
tepe noktasına kıyasla yüzde 52 düşmüştür.
Döviz kontrollerinin kaldırılmasını takiben, fonların başta emlak
piyasaları olmak üzere yurtdışı piyasalara yönlendirilmeye başlamasıyla
birlikte yurtiçi emlak değerlerinde yaşanan ani ve keskin fiyat düşüşleri emlak
şirketlerini ve bu şirketlerden yüksek fiyat aralığından ipotek alan finans
şirketlerini zor duruma düşürmüştür. Bankacılık sektörü de hem doğrudan,
hem de finans şirketlerinin kısmi finansmanını sağladıkları için dolaylı olarak
gayrimenkul teminatı karşılığı kredi alan hane halkları ve firmalar krizden
olumsuz şekilde etkilenmişlerdir.
Takipteki kredilerin toplam kredi hacmi içindeki payı sürekli artmıştır.
Bankaların takipteki kredilerinin 1990'da yüzde 75'ini, 1993'te ise yüzde
50'sini inşaat ve emlak sektörüne açılan krediler oluşturmuştur. İsveç'te
35
bankaların takipteki kredilerinin GSYİH içindeki payı 1993 yılında yüzde 11'e
ulaşmıştır. Şirket yatırım sertifikaları (marknadsbevis) çıkaran bir finans
firması olan Nyckeln’in vadesi gelmiş sertifikalarını Eylül 1990’da ödeyemez
hale gelmesi bu piyasanın tamamına yayılan bir kriz başlatmıştır. Kendini
kurtarabilen finans şirketleri banka kredilerine başvurmak zorunda kalmış ve
bir kaç ay içinde başka finans şirketleri de iflas etmiştir (Erdönmez, 2005:64).
Bankaların sadece gayrimenkul teminatına güvenerek yeterli düzeyde
mali analiz yapmadan kredi tahsis etmeleri, gayrimenkul fiyatlarının hızla
düşmeye başladığı bir ortamda sistemde ağır sorunlar yaratmıştır. Özellikle
emlak sektöründe faaliyet gösteren firmalara büyük oranda kredi tahsis
edilmesine karşılık, bu şirketlerin mali tablolarının yeterince şeffaf olmaması
yeterli düzeyde mali analiz yapılmasını engellemiştir.
Şekil 2: İsveç’te Aktif Fiyatları ve Kredi
Kaynak: Bäkström , (1997).
Finansal sistem deregülasyon sürecinin getirdiği yeniliklere kolay
uyum sağlayamamıştır. Deregülasyon sürecinde banka yöneticileri piyasa
paylarını ve kârlılıklarını artırmak için yeni riskler almaktan kaçınmadılar.
Bankaların kapsamlı bir kredi tahsis etme politikaları da bulunmamaktaydı.
İsveç’te kredi kararlarındaki temel yanlışlar, bankaların haklarında yeterince
bilgi sahibi olmadıkları müşteri, proje ve coğrafik bölgelere kredi tahsis
etmeleri ve sadece gayrimenkul sektöründe değil, diğer tüm sektörlerde
yüksek risk almalarıdır.
36
1930’lardan beri kriz geçirmeyen İsveç’te otoriteler finansal sistemde
meydana gelen bu değişikliklerin yeni bir krize neden olabileceğini
öngörememişlerdir. Finans şirketlerinin gayrimenkul finansmanında ağırlıklı
olarak yer almaları ve örtülü devlet garantisinden yararlanmamaları
nedeniyle, bankacılık sektöründe önemli bir sorun oluşturmaya başlamıştır.
Bu
şirketler
varlıklarını
sürdürmek
için
bankalardan
ağırlıklı
olarak
borçlanmaya başlamışlardır. 1992 yılında İsveç Parlamentosu 1992/93:135
sayılı devlet yasasını değiştiren acil bir kararname yayınlamış, banka ve
diğer kredi kuruluşlarının yükümlülüklerini zamanında karşılamayı garanti
etmiştir ( Erdönmez P, Tülay, B, 2001).
Kriz sonrasında bankacılık sisteminde birleşme ve devralmalar artmış,
bankacılığın yanı sıra sigorta, ipotek ve fon yönetimi gibi diğer finansal
alanlarda da faaliyet gösteren büyük uluslararası finans grupları ülkede etkin
olarak çalışmaya başlamıştır. İsveç’ten ortakları da olan bu gruplar
yurtdışında özellikle Kuzey ve Baltık ülkelerinde ve tek Pazar avantajı ile
Avrupa Birliği içinde faaliyet göstermiş, ancak piyasaların genişlemesi ve
piyasalarda daha fazla aktörün yer alması daha yoğun rekabeti de
beraberinde getirmiştir. Rekabet sadece gruplar bazında değil, piyasalar ve
ürünler bazında da ortaya çıkmış, banka aracılığına başvurmaksızın diğer
finansal enstrümanlara giden tasarruf miktarı önemli derecede artmıştır.
İsveç bankacılık sistemi yaşanan krizin ardından, 1990’ların sonlarında
daha güçlü bir yapıya kavuşmuştur. Kriz sırasında alınan önlemlerle
bankalara hücum ve bankaların batması önlenmiş, kriz sonrası dönemde
gerçekleşen birleşme ve satın almalar sonucu daha büyük bilançolara ve
daha sağlam özkaynak yapısına sahip bankaların sayısı artmıştır. Risk
yönetimi sonucunda kredi portföylerinin yapısı değişmiş, riski daha fazla
dağıtan, sağlam bir yapı ortaya çıkmıştır. Bankaların gelir yapıları da
değişmiş, komisyon gelirleri daha önemli bir paya sahip hale gelmiştir.
Kredi kullananlar daha temkinli, kredilerdeki artış 1980’lerin sonuna kıyasla
daha makul hale gelmiştir. Hem şirketler hem de hane halkı kesimi daha az
borçlanmaya, geri dönmeyen kredilerin toplam krediler içindeki payı
azalmaya başlamıştır. Gayrimenkul sektörüne açılan kredilerin bugünkü
37
durumuna bakıldığında, 1993 yılından beri gayrimenkul arzının düşük
seyrettiği gözlemlenmektedir. Harcanabilir gelirin cari fiyatlarla 1995’den beri
yüzde 35 arttığı, ayrıca büyük şehirlere olan göçün yoğunlaştığı bir ortamda
birçok büyük İsveç şehrinde fiyatlar çok yükselmiş, yeni evlerin inşa edilmesi
çok zor olmuştur.
Kredi piyasasında düşen faiz oranlarının hane halkını borçlanmaya
itmesi talebi artıcı bir etken olmuştur. İsveç 1990’ların ortalarından itibaren
yüksek enflasyon ortamından daha istikrarlı ve düşük bir enflasyon ortamına
girmiş, bu da kredi talebini artırmıştır. Hane halkı büyük İsveç bankaları için
önemli borçlu grubunu teşkil etmiş, bu gruba krediler toplam kredilerin yüzde
45’ini, gayrimenkul şirketlerine açılan krediler ise yüzde 20’sini oluşturmuştur.
Bununla birlikte, hane halkı için gelecekte ödemelerini yapma oranları ile faiz
oranı riskini yönetip yönetemeyecekleri önemli bir konudur. İsveç’te ekonomik
faaliyetlerin hızlanmasına bağlı olarak düşük enflasyon ortamı ve faiz
oranları, enflasyonun hızlandığı ve faiz oranlarının yükseldiği bir ortama
dönebilir. Hane halkı için faiz maliyeti artabilir. Bununla birlikte ev fiyatları
şimdiye kadar olduğu gibi aynı hızda artmayabilir. Sektörde gelecekte
rekabetin daha fazla artmasıyla hane halkına faiz riskini yönetebilecekleri
daha fazla enstrüman sunulması beklenmektedir (Riskbank, 2005:31).
1.2.2.3 Japonya
Japonya ekonomisi 1980’lerde hem gelişmiş hem de gelişmekte olan
ülkeler için model ekonomi niteliğindeydi. Japon firmalarının uluslararası
piyasalarda göstermiş oldukları başarılar finansal sistem üzerinde önemli etki
yaratmıştır. Japonya en yüksek tasarruf oranına sahip ülkelerden birisi olup,
bu tasarruflardan elde edilen fonlar Japon firmaları tarafından etkin
yatırımlara dönüştürülebilmiştir. Japon hisse senedi piyasası da bu dönemde
güçlü ekonominin önemli bir göstergesi olarak çok yüksek seviyelere
ulaşmıştır. 1980’lerin sonunda gayrimenkul fiyatları ve hisse senedi fiyatları
ise ciddi şekilde yükselmiştir. Arsa fiyatları 1980’lerin ilk yarısında yaklaşık
olarak iki kat, ikinci yarısında ise üç kat yükselmiştir.
38
Bu gelişmeler bankalar ve diğer mevduat toplayan kuruluşlar üzerinde
olumlu etki yapmıştır. Yeni başlayan fiyat rekabeti, bankaların faiz oranı
marjlarında aşağı yönlü bir baskı oluşturmuş, bu durum ise bankaları kredi
portföylerinde daha fazla risk almaya yöneltmiştir. Bankaların bireysel
kredileri içinde gayrimenkul sektörüne ve küçük ve orta ölçekli işletmelere
tahsis edilen kredilerde önemli artış olmuştur. Bu arada, bankaların piyasa
paylarını artırmaya odaklanmaları ve kredi verirken borçlunun nakit akım
analizinden çok teminatını göz önünde tutmaları gayrimenkul fiyatlarının
yükseldiği bir ortamda bankaların gevşek para politikası izlemelerine neden
olmuştur. Ayrıca, çoğu banka kredi onay sürecini hızlandırmak için kredi risk
değerlendirme görevini, kredi araştırma bürolarından alıp, bankaların satış
pazarlama
birimlerine
raporlama
yapan
bağımsız
izleme
bürolarına
vermişlerdir. 1990’lı yılların ortasında Japon finansal sisteminin sağlıklı
durumu tersine dönmüştür. 1990'ların başında aktif fiyatlarındaki yükseliş
ekonominin çöküşünü takiben Japon finansal sistemi mali krize girmiştir. Bu
süreçte Japon firmalarının karlılıkları çok düşük seviyelere gerilemiştir. Japon
hisse senedi ve arsa fiyatlarındaki balon patlayarak aktiflerin değerinin çok
ciddi şekilde düşmesine neden olmuştur. 1990’ların ilk yarısında ikametgâh
amaçlı arsa fiyatları tavan değerinin yüzde 50’sine gerilemiştir. Ticari amaçlı
arsa fiyatlarındaki dalgalanmalar ise çok daha uç noktalara ulaşmıştır. Aktif
değerinin gerilemesiyle Japon firmalarının finansal açıdan güçlüğe düşmesi
Japon bankalarını zor duruma girmelerine neden olmuştur ( Bank of Japon,
2005, Recent Economic and Financial Developments in Japan).
Aşırı değerlenen Japon hisse senedi piyasası 1989 yılı sonunda
Merkez Bankası'nın reeskont oranlarını birbiri ardına artırmasını takiben
tavan yapmışsa da 1990 yılında büyük bir çöküş yaşamıştır. Bu arada Maliye
Bakanlığı arsa fiyatlarındaki artışı sınırlamak için Nisan 1990’da gayrimenkul
sektörüne kredi verilmesini kısıtlayan duyurular yayınlamıştır. Bu duyurular
Japon bankalarının aktif büyümesinde düşüşe neden olmuş, banka aktifleri
1989’da 508 trilyon yenden 1990 yılında 491 trilyon yene düşmüştür. Ayrıca
1992 yılında, resmi olarak izlenen arsa fiyatları da düşmeye başlamıştır.
39
Bu gelişmelerin sonucunda ekonomik büyümede meydana gelen
yavaşlama, hisse senedi fiyatları ve gayrimenkul fiyatlarındaki düşüşle birlikte
bankaların ve diğer mali kurumların mali bünyelerinin zayıflamasına neden
olmuştur.
Bankaların
mali
bünyelerinin
zayıflaması;
(i)
gayrimenkul
şirketlerinin malvarlıklarının fiyatlarının düşmesi sonucunda gayrimenkul
sektörüne verilen kredilerin kalitesinin hızla düşmesinden, (ii) teminatların
değerinin düşmesinden7, (iii) bankaların hisse senetlerinin değerinin
düşmesinin sermayeleri üzerinde baskı oluşturmasından, (iv) ekonomik
büyümenin zayıflaması nedeniyle borçluların kredilerini geri ödemede
zorluklar yaşamalarından kaynaklanmıştır (Erdönmez, 2005:67).
1989 yılının ortalarında para otoriteleri aktif fiyatı enflasyonunun ve
faiz oranlarının artacağının farkına varmışlardır. Maliye Bakanlığı tarafından
arsa fiyatlarındaki artışı azaltmak için birçok önlem getirilmiştir. 1990 yılında
meydana gelen Körfez Krizi dünya ekonomisinin ve dolayısıyla petrol
bağımlısı Japonya’nın durumunun daha da zayıflamasına yol açmıştır.
Aktif fiyatlarında düşüşün başlamasıyla birlikte bankalar, gayrimenkul
sektörüne açılan kredileri kısıtlama yoluna gitmişlerdir. 1988 yılında Japon
bankaları Basel sermaye yeterlik rasyosunu tutturmaları için yapılan
düzenlemeler kapsamında sermaye maliyeti artmış, bankaların kredi açma
teşvikleri azalmış, kredi genişlemesi durmuştur. Bu faktörlere rağmen, aktif
fiyatlarının düşmesindeki en önemli etken spekülatif aktif fiyatı artışlarını
kendi kendine düzelten mekanizmadır. Gelecekte fiyatların daha da
düşeceğine ilişkin beklentiler satış getirmiş, bu da fiyat düşüşlerine neden
olmuştur. 1990’ların başında örneğin, Nikkei futures nakit piyasasında
düşüşe neden olmuştur.
Aktif fiyatlarının düşmesi Japon finansal kuruluşlarının karlılığını
etkilemiş, bütün finansal sistemin istikrarını tehdit etmiştir. Gayrimenkul
sektörüne
açılan
kredilerin
kalitesinin
kötüleşmesi
temel
problemi
oluşturmuştur.
Maliye Bakanlığı finansal kurumların artan takipteki kredi sorununa
çözüm bulmakta yavaş davranmıştır. 1991-1992 yılları arasında hisse senedi
ve arsa fiyatlarında yaşanan keskin düşüşten sonra bankaların takipteki
40
kredilerini zarar yazmadan tutmalarına imkân tanınmıştır. Bununla birlikte
küçük finansal kuruluşlarda mali sorunlar 1993 yılında baş göstermeye
başlamış, kısa zamanda ise jusen şirketlerinde sorunlar ortaya çıkmıştır.
Jusen şirketleri 1970’lerin ortalarında bankalar ile menkul kıymet ve
sigorta şirketleri tarafından ev ipotek (home mortgage) borçlanmasında
faaliyet göstermek amacıyla kurulmuştur. Jusen şirketlerinin kredi verme
kaliteleri hakkındaki endişeler 1992’de iyice artmaya başlamıştır. 1993
ilkbaharında kreditörler ve Jusen şirketlerinin sahipleri, Maliye Bakanlığı’nın
desteğiyle gayrimenkul fiyatlarının 10 yıllık bir dönemde iyileşeceği
varsayımıyla bir rehabilitasyon programı üzerinde anlaşmaya varmışlardır.
Söz konusu planda Jusen şirketlerine verilen kredilerin faiz oranlarının
düşürülmesi ve kreditörler tarafından ilave likidite sağlanması öngörülmüştür.
Ancak, öngörülenin aksine gayrimenkul fiyatları daha da düşmüştür. Ağustos
1995’de Maliye Bakanlığı Jusen şirketlerini özel olarak incelemeye almış ve
inceleme sonucunda, Jusen şirketlerinin ödeme güçlüğü içinde olduğu ve
takipteki kredilerin toplam krediler içindeki payının yüzde 74'e yükseldiği
ortaya çıkmıştır (Erdönmez, 2002:54).
Japonya'da 1997 yılında mali sistemdeki istikrarsızlık iyice artmıştır.
Yeni düzenlemeler ve değişen piyasa koşullarında bankalar kredi verme
politikalarını ciddi şekilde değiştirmişlerdir. Aslında kredi daralması süreci
uzun
bir
zaman
aralığında
gerçekleşmiştir.
Japon
bankaları
balon
ekonominin çöküşünden sonra sermaye rasyolarını korumak zorunda
kalmışlar, düşük karlılık ve sermaye piyasalarına sınırlı erişim ortamında aktif
büyüklüklerini küçültmeye çalışmışlardır. 1997 ve 1998 yıllarında kredi
zararlarında ciddi artışların yaşanması kredilerdeki daralmayı artırmıştır.
Düşük kredi talebiyle birlikte banka kredilerinde 1997 yılında artış
görülmemiş, 1998 yılından sonra da kredi talebi ciddi şekilde düşerek
ekonomiyi resesyona sürüklemiştir.
41
Tablo 12: Takipteki Kredi Rasyoları (Yüzde)
Takipteki
Aktifler/GSYİH
Takipteki Kred./Aktifler
63.3
130.1
217.4
4.5
10.1
3.6
Kred./GSYİH
Amerika (1991)
İsveç (1992)
Japonya (1999)
2.9
13.2
7.8
Kaynak: Nakaso, (2001)
Şekil 3: Japonya’da Takipteki Kredilerin Diğer Ülkelere Karşılaştırması
Kaynak: Nakaso, 2001 verileri esas alınarak hazırlanmıştır.
Devlet, kredi garanti modelleri için fonlamaları artırarak kredi
daralmasına çözüm bulunmasını teminen 1998 yılının sonunda bu modellere
20 trilyon yen tutarında ilave fon teklif etmiş, yeni fon aktarımı yapılması ise
1999 yılı yazında onaylanmıştır. Eylül 1999'da devlet, küçük ve orta ölçekli
şirketlerin kurumsal tahvil ihraçlarına garanti verdikleri yeni bir modeli
uygulayacaklarını duyurmuştur. Mart 1999'da bankalara yapılan sermaye
aktarımından sonra dahi banka kredilerinde artış olmamış, aksine 1999-2000
yıllarında negatif büyüme meydana gelmiştir.
Japon ekonomisinde 1990’ların ortasında patlak veren kriz mali
sisteme olan güvenin sarsılmasına yol açmıştır. Bu durum ise müşterilerin
mali sisteme olan güvenlerinin kaybolmasına ve harcama eğilimlerinin
azalmasına neden olmuştur. Bankaların yeni kredi açma olanakları, sermaye
42
pozisyonlarındaki kötüleşmeye bağlı olarak önemli ölçüde daralmıştır.
Daralan kredi imkânları kurumsal sektörün yatırım yapma imkânını önemli
ölçüde azaltmıştır Özellikle küçük ve orta ölçekli işletmeler bu durumdan ciddi
şekilde etkilenmişlerdir. Bu gelişmelerin sonucunda gelen ekonomik daralma,
ülkeyi uzun sürecek bir resesyona sürüklemiştir (Nakaso, H, 2001).
Japonya ile birlikte aynı dönemde benzer nedenlerle krize giren
İsveç'te mali sistemin sorunları kriz sonrası alınan önlemlerle kısa zamanda
çözümlenirken Japonya uzun yıllar kriz ortamı ile karşı karşıya kalmıştır.
Krizin maliyeti de (yaklaşık GSYİH'in yüzde 12'si) diğer ülkelerden (GSYİH'in
yüzde 6-10 arası) daha büyük olmuştur.
Japonya’da mevcut durumuna bakıldığında, aktif balonu dönemi
sonrasında yaşanan sıkıntıların aşıldığı gözlenmektedir. Firmaların büyük
çoğunluğu mikro ekonomik düzeyde yapısal reformları gerçekleştirerek
önemli gelişme kaydetmişlerdir. Verilere göre bütün firmalar işgücü ve üretim
kapasitesi fazlalığı sorununu çözmüşlerdir. Toplam borç stokunun satışlara
oranı bütün sektörlerdeki büyük ölçekli firmalarda düşmüştür. Bu durum aşırı
borçlanma sorununun büyük ölçüde çözümlendiğini göstermektedir.
Nisan
2005’den
itibaren
muhasebe
uygulamalarında
değişiklik
yapılması, firmaları arsalar da dâhil olmak üzere düşük getirili sabit aktiflerini
satmaya ya da elden çıkarmaya yöneltmiştir. Bu durum fazla üretim
kapasitesi sorununun aşılmasında da etkili olmuştur. Bankaların borçlanma
politikaları firma ölçeğinden bağımsız olarak daha aktif hale gelmiştir.
Bankaların mevcut durumları daha çok 1980’lerin yarısından sonraki
durumlarına benzemektedir. Takipteki kredilerin azalmasıyla bankaların risk
alma imkânları artmış, mali durumları da iyileşmiştir. Büyük firmalar ise,
1997-1998 mali krizi deneyimden sonra dolaylı finansmandan ziyade
doğrudan finansmanı tercih etmektedirler.
Gayrimenkul sektörünün bugünkü durumuna bakıldığında ise arsa
fiyatlarının son 11 yıldan beri düzenli olarak düştüğü görülmektedir. Mevcut
gayrimenkul piyasası en fazlar yapısal değişikliklere ihtiyaç duyulmaktadır.
Gayrimenkul sektöründe fazla sayıda işlem meydana gelmemektedir. Bunda
devlet yardımı olmaması da kısmen etkilidir. Japonya’da gayrimenkul
43
kredilerinde vergi yükü çok ağırdır. Japonya’da ipotekler için ikincil piyasanın
başlaması Kore ile aynı yılda olmuştur. İpotekli konut finansmanı kredileri için
ikincil piyasa çok sınırlıdır, bu da konut sektörünün likiditesinin ciddi şekilde
etkilemektedir.
İKİNCİ BÖLÜM
TÜRKİYE’DE KONUT POLİTİKALARI, KONUT FİNANSMANI ve KONUT
PİYASASINDA ORTAYA ÇIKAN SORUNLAR
2.1 TÜRKİYE’DE KONUT POLİTİKASI
Genel olarak konut politikası, devletçe belirlenen ve bireylerin konut
gereksinimini karşılamak amacıyla, önceliklere göre alınan, yasal önlemlerin
tümüne birden verilen addır. Değişik bir anlatımla konut politikası; gelir, konut
standardı ya da toplumsal öncelikleri olan, ulusal kalkınma planında yer alan,
ülkenin kentsel ve bölgesel yerleşme ve gelişme politikaları ile bağdaşması
gereken bedeller, kurallar ve önlemler bütünü olarak tanımlanabilir. Bu
politikalar, yasal belgelerde ve kalkınma planlarında ifadesini bulur (Cihan,
1994:40).
Gelişmekte olan ülkeler arasında yer alan Türkiye'de hızlı nüfus artışı
ve hızlı kentleşmeye bağlı olarak konut ihtiyacı her yıl katlanarak
büyümektedir. Ülkemizde Cumhuriyetin ilanından sonra farklı dönemlerde
değişik boyutlarda hissedilen konut sorununa çözüm bulmak için her dönem
içinde farklı politikalar denenmiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarında yaşanan konut
sorunu, sadece Ankara'nın savaştan zarar gören yerleşim yerlerinin ıslahı ve
göçmenlerin yerleştirilmesi biçiminde anlaşılmıştır. 1950'li yıllardan itibaren
tarımda yaşanan makineleşme kırsal kesimlerde işsizliği arttırırken, büyük
şehirlerdeki sanayileşme çabalarına bağlı olarak artan iş imkânları insanlara
daha iyi koşullarda yaşam vaat ederek köyden kente göçü hızlandırmıştır.
Ancak yaşanan hızlı göçler sonucunda alt yapı yetersizliği, özellikle büyük
şehirlerde barınma ihtiyacının son derece sağlıksız koşullarda, gecekondu
mahalleleri kurularak karşılanmaya çalışılmasına neden olmuştur. 1950’li
yıllarda ise gecekondulaşma problemi kabuk değiştirmeye başlamıştır. Bu
dönemde gecekondu kurulacak arazilerin göreceli olarak azalması önceki
dönemlerde kurulan gecekonduların birer ikişer yıkılarak yerlerine çoğu
zaman gecekondulardan çok daha iyi koşullara sahip olmayan apartmanların
yapılmasına yol açmıştır.
45
Şehirlerde ortaya çıkan sorunların çözümü konusunda bu güne kadar
uygulanan projeler sorunları birbirinden ayırarak çözmeye çalışmıştır. Yasal
ve
idari
düzenlemelerin
sistemsizliği
ve
karmaşıklığının
yanı
sıra
uygulamaların sık değişmesi dikkate alındığı zaman verimsiz bir sektör olarak
tanımlanan konut sektörü, hükümetlerin politika değişikliklerinin ya kurbanı
olmuş ya da sorumlusu olarak nitelendirilmiştir. Sahip olunan kıt kaynakların
sektörler arasındaki paylaşımında konut arzı genelde dezavantajlı konumda
kalmıştır. Özellikle yaşanan ekonomik krizlerin ardından konut sektörüne
yapılan yatırımlar sınırlandırılmış ve sanayileşme ya da ekonomik iyileşme
adına konut sektörü ihmal edilmiştir.
Türkiye'nin konut politikasıyla ilgili temel esaslar, dönemlere göre dört
başlık altında incelenebilir.
2.1.1 1923-1952 Dönemi Konut Politikası
1923-1945 arasında Türkiye ekonomisi, tek parti iktidarının ekonomi
politikalarının denendiği bir laboratuar olarak, tarım kesimi ağırlıklı bir yapı
sergilemektedir. Nüfusun büyük kısmı kırsal alanlarda yaşarken, 1927 yılında
çalışan nüfus tarım kesiminde istihdam edilmektedir. Bu dönemde Devlet
öncülüğünde sanayileşme ve özel sermaye birikimine ağırlık verilirken
(Kuruç, 1999:20), sınırlı da olsa tarımdan sanayiye kaynak aktarımı
görülmüştür (Türel, 1999:4).
Kentlerin, henüz yoğun bir göç dalgası ile karşı karşıya olmadığı bu
dönemde, doğal olarak kentleşmeden kaynaklanan bir konut sorunundan söz
edilemez. Henüz “gecekondu” kavramı da yerleşmiş bir kavram değildir.
1946-1952 dönemi, tarihsel süreçte Türkiye için önemli bir kırılma
noktasıdır. Çok partili siyasal sisteme geçişle birlikte, Türkiye’de popülist
politikaların başlangıcı, Köy Enstitülerinin yok edilişi ve üniversitelerde tasfiye
hareketleri, dönemin eksi hanesine kaydedilmiştir. Bir dönem önce atılan
ilerici bir adım, bir dönem sonra geriye çekilmiştir.
Türkiye, kapitalist dünya ile eklemlenme kararlılığını, 1947’de Dünya
Bankası ve IMF’e üye olarak, 1948’de ise İzmir İktisat Kongresi’ni
düzenleyerek göstermiştir. Aynı yıllarda, Marshall Yardımları ve askeri içerikli
46
Truman Doktrini ile dışa açık büyüme dönemine girmiştir (Kazgan, 1993:
254). 1946’da başlayan çok partili siyasal rejime geçiş süreci de, ekonomik
ve siyasal bir takım dönüşümlere zemin oluşturmuş, popülist politikaların
yerleşmeye başladığı, toplumun farklı kesimlerine yönelik politikaların
gündeme geldiği dönemin başlangıcı olmuştur(Boratav, 1998:74). Dönemin
üç temel iktisat politikası şunlardır: 1. Tarıma öncelik vererek sanayileşme, 2.
Özel kesim eliyle sanayileşme, 3. Dış ticarette serbestleşme (liberalizasyon)
(Tokgöz, 1997:115).
Savaş döneminde parasını arsaya yatıranlar, spekülatif beklentilerle
bu toprakları çok yüksek fiyatlardan piyasaya sunmaya çalışmışlar, artan
arsa fiyatları ve 1947 yılındaki 5020 sayılı yasaya göre belli oranlarda
artırılması öngörülen kiraların yasa dışı yollarla aşırı yükselmesi, kentlerin
çevresinde ilk gecekondu kuşaklarının oluşmasına yol açmıştır (Tekeli, 1996:
14-72).
Gecekondunun sorun olarak basına yansıması da 1947 yılındadır.
1947-1949 arasında gecekondu yerleşiminin, özellikle sanayi dokusunun
yoğunlaştığı alanların çevresini mahalleler biçiminde sardığı izlenmektedir ve
ayrıca kentsel alanların talanına ve vurgunculuğa da yol açmaktadır
(Şenyapılı, 1978:50-51).
1948 yılında çıkarılan Bina Yapımını Teşvik Yasası, belediyelere,
kentsel gelişmeyi yönlendirmek üzere arsa üretme yetkisi vermiştir. Bu yasa
ile belediyeler, Hazine arsalarını uygun koşullarla alarak, ev yapmak
isteyenlere yine uygun koşullarla devredebileceklerdir. Aynı yıl Ankara’daki
gecekonduların
iyileştirilmesi
ve
yasallaştırılması
için
de
çalışmalar
başlamıştır. Haziran 1949’da çıkarılan 5431 sayılı yasa ile izinsiz yapıların
yıktırılması düzenlenmiş ve yıl sonunda İstanbul’da gecekondu yıkımına
başlanmıştır(Alada, 2001: 139).
1923-1950 yılları arasında Türkiye'de ne kadar konut yapıldığı
konusunda yeterli istatistik bilgiye sahip değiliz. Toplanılabilen sınırlı bilgiler
47
Tablo 13'de gösterilmiştir. Türkiye'de toplam konut sunumunun gelişmesine
ilişkin bilgiler bulunmaktadır. Bu bilgiler çok güvenilir olmamakla birlikte yeni
konut yapımının düzeyi hakkında bize bir fikir vermektedir.
1950 yılına kadar yapılan konutlar, büyük ölçüde bireysel konut sunum
biçiminde olmuştur. Yeni sunum biçimlerinin gelişmesi, nüfus artışı yüzde
6'lar dolayında olan Ankara'da, bireysel sunum biçimlerinin yetersiz kalması
üzerine ve spekülatif olarak hızla artan arsa değerlerinden kaçınma yolu
olarak gelişmiştir. Bireysel üretim dışında gelişen ikinci üretim biçimi,
kooperatifler eliyle konut sunumu olmuştur. İlk konut kooperatifi 1935 yılında
Ankara'da kurulan Bahçelievler Konut Yapı Kooperatifi'dir. Kooperatif
Ankara'da üst düzey bürokratlar tarafından oluşturulmuştur. Konutlar için mal
oluşunun yüzde 90'ının üzerinde kredi sağlamıştır. Üretilen konutlar lüks
niteliktedir. Bu kooperatifi, yine bürokratların 1936 yılında kurduğu ve 51
konutunu 1937 yılında bitiren, Güvenevler Konut Yapı Kooperatifi izlemiştir.
Ankara'da bundan sonra kurulan kooperatifler bu iki kooperatifin yanlarında
arsa alarak konutlarını yapmışlardır (Tekeli, 1996:31).
48
Tablo 13: 1923-1950 Yılları Arasında Konut Yapımları
Yıllar
Yeni Yapılan
Maliye Kayıtlarına
Apartman
Konutlar Tahmini
Göre
Sayısı
Ev Sayısı
1923
-
1924
5270
1925
6.066
1926
6.887
1927
7.083
1928
7279
1929
8.552
1930
8.561
1931
7.795
1902
7.990
1933
8.356
1934
9.890
1935
10.374
1936
10.465
1937
12026
1938
14.178
1939
14.129
1940
9.983
17.739
384
1941
10.594
25.245
234
1942
9.040
12728
292
1943
9.620
12078
290
1944
11.631
20.615
167
1945
11.681
13.079
155
1946
13.039
19.395
292
1947
14.974
21.882
513
1948
16.470
24.383
818
1949
-
25.130
1.097
1950
-
25.347
1.430
Toplam
251.934
217.622
5.672
-
Kaynak: Ahmet Uzel, İmara İlişkin Bağışlamaların Gelişimi ve Değerlendirilmesi,
Konut 85, 1986,s.20. İlhan Tekeli, Türkiye'de Yaşamda ve Yazında Konut
Sorununun Gelişimi, 1996, s.35.
49
1950 yılından önce devletin iyi bir konut politikası izlediği söylenemez.
Bunun nedeni ise; o dönemde nüfusun büyük bir bölümünün, köyde,
kasabada yaşaması ve nüfus yoğunluğunun düşük olmasıdır. Ayrıca bu
tarihlerde kentleşme henüz dikkat çekici bir düzeyde değildir.
2.1.2 1953-1960 Dönemi Konut Politikası
Ülkemizde, 1950 yılından itibaren hızlı bir kalkınma ve sanayileşme
süreci başlamıştır. Sanayileşme sonucunda kırdan kente göç başlamıştır.
Nüfus yoğunluğu yüksek olan kentlerde konut sorunu gündeme gelmiştir.
Devlet tarafından denetimin azalması ve belirgin bir konut politikasının
belirlenememesi sonucunda gecekondulaşma başlamıştır. Bu dönemde
köyden kente göç sonucunda ortaya çıkan konut sorununun çözümü için
konut kooperatifleri yoğunluk kazanmıştır. Konut kooperatifleri, Türkiye Emlak
Kredi Bankası ve İmar İskân Bakanlığının desteğiyle konut üretimine
başlamıştır. 1946 ve 1960 yılları arasında, Türkiye Emlak Kredi Bankası
kooperatiflere 219.241.000 TL kredi açmıştır. Bu dönemde Ankara da 200,
Türkiye genelinde ise toplam 5088 konut kooperatifi kurulmuş ve 280.661
konut üretilmiştir (Koç, 1986:35).
1953’den sonra tarımsal ürün fiyatlarının ve ithalatın düşmeye
başlamasıyla ticaret hadleri sanayi lehine değişmiş ve sanayinin tarıma göre
daha kârlı olmasına yol açmıştır (Kazgan, 1988: 268). Doğal olarak bu durum
kentlerin üstün konuma gelerek kentleşmeyi hızlandıran bir çekicilik
kazanmalarına yol açmıştır.
Kentleşme hızının yüksek olduğu bu dönemde, planlama, konut ve
yapı malzemeleri konusunda uzmanlaşmak üzere, 1958 yılında İmar ve İskân
Bakanlığı kurulmuştur. Konut konusundaki gelişmeler ise şöyle özetlenebilir:
Öncelikle uzun süredir baskı altında tutulan kiraların, konutlar için 1 Haziran
1955’den sonra serbestleştirilmesi yönünde bir düzenleme yapılmıştır. Ancak
aşırı yükselen kiralar ve kiracıların yükselen sesleri karşısında, 1955’de
TBMM’den geçen bir yasa ile kiralar yeniden denetim altına alınmıştır. Bu
yasa ile 1939 tarihinden o güne kirada bulunan konutlara %200 kira zammı
getirirken, 1947’den sonra yapılmış konutların kiralarının 1953 düzeyinde
50
dondurulmasını ve daha sonra yapılmış ve yapılacak konutların kiralarının da
belediye encümenince belirlenecek emsal kira bedelini aşmaması hükmü
getirilmiştir (Tekeli, 1996:72).
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası 1958 tarih ve 7116 sayılı yasayla uzun
dönemde güdülecek konut politikasını "Devlet yoksul ve dar gelirli ailelerin
sağlık şartlarına uygun konut gereksinimini karşılayacak tedbirleri alır."
şeklinde belirtmiştir. Bu ilkeye göre devlet, ödeme güçleri, maliyetler ve kira
seviyesi yönünden mevcut konut piyasasındaki şartlara uygun olmayan,
düşük gelirli ailelerin konut gereksinimini karşılamayı, belli başlı görevleri
arasında saymak ve politikasını buna göre belirlemek durumundadır.
1958 yılında, bölge, şehir, kasaba ve köylerin planlaması, konut
politikaları belirlemek ve uygulamak, konut yapmak veya yaptırmak, yapı
malzemesi konuları ile uğraşmak, afetlerden önce ve sonra gerekli önlemleri
almak, kentsel altyapıyı gerçekleştirmek amacıyla İmar ve İskân Bakanlığı
kurulmuştur.
2.1.3 1961-1980 Dönemi Konut Politikası
27 Mayıs ihtilalının ardından beliren görüş, kalkınmanın plana
bağlanması yolundadır. Bu amaçla planlama çalışmaları ve planlama örgütü
kurulması düşüncesi, halka, üniversitelere kısaca kamuoyuna duyurulmuştur.
Ancak, DPT’nin kuruluş yasasının tasarısı tümüyle Milli Birlik Komitesi ürünü
olarak ortaya çıkmıştır. 91 sayılı bu yasa Ekim 1960’da uygulamaya
konmuştur (Tokgöz, 1997:135). 1961 Anayasa’sı ile de DPT Anayasal bir
kuruluş biçimini almıştır (91 sayılı yasa 6.3.1991 tarihinde 3701 sayılı yasa ile
yürürlükten kaldırılmış ve DPT örgütü yeniden düzenlenmiştir).
Bu yasa ile planlamanın hedefleri ve izleyeceği yol şöyle özetlenmiştir:
1. Demokrasi düzeni için kalkınma planı yapılacak
2. Beşer yıllık planlar on beş yıllık bir perspektif içinde hazırlanacak.
3. Karma ekonomi düzeneği içinde planlar, kamu kesimi için emredici,
özel kesim için yol gösterici olacak.
4. Yıllık büyüme hızı hedefi plan döneminde %7 olacak.
51
İlk Planın uygulamaya konuşu 1 Ocak 1963’dür. Planın giriş kısmında
Türkiye’nin durumu özetlenmiştir. Örneğin, köylerin %53’ü, kasabaların %55’i
içme suyundan; nüfusun %69’u elektrikten yoksundur. Kent konutlarının
%30’u oturulamayacak durumdadır. En büyük üç kentteki nüfusun %30’u tek
odalı konutlarda, 1,2 milyon insan gecekondularda yaşamaktadır. Plan
döneminde ortalama %6,6’lık büyüme hızı, ortalama %5,2’lik bir enflasyon
oranıyla gerçekleşmiştir. Net büyüme hızı ise yılda ortalama %3 nüfus artış
hızı çıkarıldığında %3,6 olmuştur. Birinci planın konut konusuna yaklaşımı
tümüyle iktisadi kaygılar taşımakta ve konut verimsiz bir yatırım olarak
tanımlanmaktadır.
Aynı
miktar
yatırımla
olabildiğince
çok
konut
yapılmasından söz edilen planda, sağlığa zararlı olmayan, küçük ve en ucuz
konut yapımı önerilmiştir. Yine bu planda, arsa spekülasyonunu önlemek ve
gecekondu arsalarının mülkiyet sorununu çözerek bu alanlara kamu
hizmetlerini götürmekten söz edilmiştir. Bu plan döneminde, 1965 yılında Kat
Mülkiyeti Yasası çıkarılarak bir parselde birden fazla konut biriminin
üretilmesine, yapsatçı ve kooperatif eliyle çok katlı binaların inşa edilmesine
olanak sağlanmıştır. 1966’da ise gecekonduları yasal hale getiren 775 sayılı
af yasası çıkarılmıştır (Şenyapılı, 1998:311).
Birikimlerin konut yatırımlarına yönelmesini engellemek için bu
dönemde konutun spekülatif çekiciliğini azaltacak bazı önlemler alınmıştır.
193 sayılı Vergi Yasası’nın gayrimenkul sermaye gelirlerini vergilendiren
hükmü ve servet bildirimi zorunluluğu, spekülatif konut talebini daraltıcı yönde
etkili olmuştur. Ayrıca, Emlak Bankası’nın kredi politikasının değişmesi,
kredilendirilecek konutların büyüklüğünü sınırlandırması ve bekleme süreleri
getirmesi de, özel kesimin spekülatif konut talebini daraltmıştır (Korum,
1982:133).
1968-1972 plan döneminde de konut sorununa bakışta pek farklılık
görülmez. “Ekonomik konut” ve “kendi evini yapana yardım” gibi önermelerle
planda yerini alan konut sorununa devletin yaklaşımı, devletin konut
piyasasında düzenleyici rol alması yönündedir. Toplam yatırımlar içinde
konutun payı, konut yatırımlarının en az düzeyde tutulması istense de, (1976
fiyatlarıyla) I. Plan döneminde %22,4 olarak gerçekleşmiştir. 1969’da 1164
52
sayılı yasa ile Arsa Ofisi Genel Müdürlüğü kurulmuştur. Ofisin kuruluş amacı,
arsa piyasasında düzenleyici alım satımlar yaparak, konut, sanayi, turizm,
eğitim, sağlık ve kamu tesisleri için arazi ve arsa sağlayarak, arsa
fiyatlarındaki
aşırı
yükselmeleri
önlemek
ve
arsa
vurgunculuğunu
engellemektir.
1973-1977 plan döneminde konut arzı sorununun özel kesim ile kamu
kesiminin işbirliği içinde çözülmesi önerisi dile getirilmiştir. Gecekonduların,
asgari barınma, ruh ve beden sağlığı koşullarını yerine getirme, çevre sağlığı
ve belediye hizmetlerini sağlama ölçülerine kavuşturulması için düzen altına
alınmasından söz edilmiştir. Plan dönemi için belirlenen konut gereksinimi
1,2 milyondur ve plan döneminde bu gereksinimin %80’i (985 bin) izinli
konutlarla karşılanmıştır. Bu dönemde 235 bin gecekondu yapılmıştır.
Ankara, İstanbul, İzmir gibi üç büyük kentin konut yığınının %70’i izinsiz
yapılmış gecekondulardan oluşmaktadır (Aydın, 2003:112).
2.1.4 1980 Sonrası Konut Politikası
Türkiye ekonomi tarihi sürecinde 1980 yılı önemli bir kırılma noktasını
temsil eder. 1979’da yoğunlaşan ekonomik bunalım, IMF ile bir destek
anlaşması (standby) yapılması sonucunda 24 Ocak 1980 tarihli bir ekonomik
paketi gündeme getirmiştir. Bu tarihten sonra ülkenin yazgısı tamamen
değişmektedir.
Siyasi
ortamdaki
kargaşa,
toplumsal
sorunların
ve
çatışmaların şiddet dozunu iyice arttırması ve ekonominin dibe vurması ile
çözümsüzlüğe doğru giderken, 12 Eylül 1980’de askerin müdahalesi ile
karşılaşılmıştır. Böylece siyasal sistem, tüm aktörleri ile devre dışı bırakılmış
ve yaklaşık 3 yıllık bir askeri yönetim dönemine girilmiştir.
1979-1980 yıllarında OPEC üyesi ülkelerin petrol fiyatlarına ikinci kez
zam (% 150 oranında) yapması, ikinci petrol krizi olarak dünya ekonomisini
derinden
etkilerken,
Türkiye
bu
krize
ağır
bir
ekonomik
bunalım
içerisindeyken yakalanmıştır (Kazgan, 1999:134). Dolar’ın uluslararası
piyasada hızla değer kazanması ve ABD’nin, uyguladığı sıkı para politikası
gereği faiz oranlarını yükseltmesi sonucunda Türkiye bir borç çıkmazına
53
düşmüş, Dünya Bankası ve IMF’nin güdümünde, uygulayabildiği ekonomi
politikalarını terk ederek yeni bir sürece girmiştir(Kazgan, 1999:135).
1979-1983 Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı döneminde yaşanan
bu dışsal ekonomik bunalım ve içsel siyasi kargaşa ülkeyi tam bir kaos içine
sürüklemiştir. Bu yılların ülke için tam bir gerileme dönemi olduğu
söylenebilir. 1979 ve 1980’de büyüme hızı negatif değerler almış, enflasyon
1980’de (TEFE) %107,2 olarak gerçekleşmiştir. Petrol fiyatlarının hızlı
yükselişi ile yatırımlar ertelenmiş, üretim daralmış, piyasalarda görülen kıtlık
yeraltı ekonomisini palazlandırmıştır. Fiyatlar “resmi” ve “karaborsa” olarak
ikili bir seyir izlemiştir. 12 Eylül’ün ardından sendikalar kapatılmış,
sanayileşme durmuş, işsizlik tırmanmıştır. Sanayi ve hizmetler son yirmi yılın
en düşük büyüme hızlarını göstermiştir. 1980’de vadeli mevduat ve kredi
faizleri serbest bırakılmış, 1982 banker faciaları eşliğinde bazı küçük
bankalarla birlikte bu sistem dibe vurmuştur (Kazgan, 1999:154).
1981’den itibaren kayıt dışı ekonominin üzerine gidilmiş, enflasyon
dizginlenmiş ve düşürülmüş, büyüme hızı negatiften %4 gibi pozitif bir değere
ulaşmıştır (Kazgan, 1999:155). 1981’de 1 dolar 142 TL olmuş, işçi dövizi
girişi artmıştır. Ancak, 1982’de Avrupa’da baş gösteren yabancı işçi
düşmanlığı sonucu, 1982 sonrasında yurda kesin dönüşler başlamış ve işçi
dövizleri de hızla düşüş göstermiştir.
1980-1983 arasında, IMF ile imzalanan destek anlaşması yürürlüğe
konmuş ve 24 Ocak kararları doğrultusunda serbest faize geçilmiş, Türk
Lirası yüksek oranda devalüe edilmiş, kamu harcamaları kısılmış, KİT’lere
zam yapma yetkisi verilmiş, sübvansiyonlar en aza indirilmiş, fiyat kontrolleri
azaltılmış, esnek kur, günlük döviz kuru uygulamasına geçilmiş, yabancı
sermaye özendirilmiş ve ihracata teşvik (vergi, ucuz kredi, döviz kullanımı
gibi) verilmiştir (Kazgan, 1999;146-155). 1980-1983 döneminde Dünya
Bankası ile de üç ayrı yapısal uyarlama programı (SAL) anlaşması
imzalanmıştır (Güler, 1996:58).
Tek hükümet iktidarı olması anlamında siyasi istikrarın sağlandığı V.
Plan döneminde Özal, ekonominin yönetimini, plan dışı, günlük, kısa vadeli
önlemlerle sürdürmeyi tercih etmiştir. Beşinci Plan o tarihe kadar hazırlanan
54
en ince plandır. Bu dönemde büyüme hızı ortalama %5,1 olarak
gerçekleşmiş, tarım neredeyse tümüyle doğa koşullarına bağlı kılınmıştır.
Yüksek enflasyon ve yüksek kredi faizleri nedeniyle sanayicinin yatırım
olanakları tıkanmış, ithalatın serbestliği üretici olmak yerine ithalatçı olmayı
cazip kılmıştır. Enflasyon çift rakamdan kurtulamamış, 1988’de %68,3,
1989’da ise %69,6 olarak gerçekleşmiştir. Zenginin daha zengin, yoksulun
daha yoksul olduğu bu dönemde orta direk erimeye başlamıştır. Mülk
gelirlerinin payı %42,9’dan %69,8’e yükselmiştir. 1983’de Bakanlar Kurulu
Kararı ile faizsiz bankacılık adı altında özel finans kurumları Türk bankacılık
sistemine dâhil edilmiştir.
V. Plan’ın ulaşmayı hedeflediği konut üretimi 1.161.000 birimdir. Ancak
Plan döneminde yapı kullanım izinlerine göre gerçekleşme 933.876 olmuştur.
Aynı dönemde yapı izni alan konut birimi sayısı ise 2.036.272’dir. Yapı
izinlerine göre gereksinimden 875.272 birim fazla konutun üretimine
başlanmış; yapı kullanım izinlerine göre ise 227.024 birim konut açığı kalmış
görünmektedir. Yapı kullanım izinlerinin yapı izinlerine göre daha geçerli
olduğu varsayılırsa (beş yıl içerisinde yapımı bitmeyen binalar için yeniden
yapı izni almak gerektiğinden), dönem içinde belirlenen konut açığının
gecekondularla ya da kullanım izni alınmamış konutlarla kapatıldığı
sanılmaktadır.
1983’de 2805 sayılı yasa ile Haziran 1981 tarihine kadar yapılmış olan
tüm gecekondular yasallaştırılmış ve hemen ardından çıkarılan 2980 sayılı
yasa ile de ilk yasada kapsam dışı bırakılan Boğaziçi gecekonduları
meşrulaştırılmıştır. 1984’de çıkarılan 2981 sayılı yasa ise gecekondu
sahiplerine kendi parselleri üzerinde dört kata kadar bina yapma olanağı
sağlamış, gecekondu alanları için ıslah imar planı kavramı geliştirilerek bu
alanların kentsel servislerden yararlanma yolu açılmıştır.
1987 Genel Seçimlerinden sonra konut inşaatları, uzun süren (4,5
yıllık) bir durgunluk dönemine, ekonomi ise plan dönemi sonunda
stagflasyona girmiştir. Konut kesimindeki durgunluğun gerekçeleri, toplu
konut kredilerinin kesintiye uğramasının yanı sıra borsa, döviz ve repo
getirilerinin yükselmesi olmuştur. Başlangıçta TOKİ yönetiminde ve bütçe
55
dışında yer alan toplu konut fonu, Hazine’ye gelir yaratmak için genel bütçe
içerisine alınmış, TOKİ, azalan gelir kaynaklarını kendi ürettiği konutlara
yönlendirerek, konut kooperatiflerinin kredi taleplerine sırt çevirmiştir (Geray,
2000: 6). 1992 yılı ortalarına kadar sessizliğini koruyan konut kesimi, 1992’de
devreye giren banka konut kredileri ile canlanmaya başlamıştır. 1993
ortalarında 14 bankanın Dolar, Mark ve Türk Lirası seçenekleriyle 5-10 yıl
vadeli konut kredisi açtıkları ve konut bedelinin %80 ile %100’ü oranında
kredi verdikleri görülmüştür (Yıldırım, 1993:6).
VI. Planın konut gereksinimine ilişkin kestirimi 1.800.000’dir. Beş yıllık
dönemde yapımına başlanan konut birimi sayısı 2.319.149; yapı izni alan
konut birimi sayısı ise 1.243.778 olmuştur. Kullanım izinlerine göre dönem
sonunda 556.222 birim konut açığı bulunurken, yapı izinlerine göre 519.149
konut fazlası görülmektedir. Yapı izinleri ile yapı kullanım izinleri arasındaki
fark ise 1.075.371 birimdir.
Çalkantılı 1999 yılı sona ererken, 2000-2002 yıllarını kapsayan 3 yıllık
bir istikrar programı uygulamaya sokulmuştur. 22 Aralık 1999’da IMF İcra
Kurulu tarafından onaylanan niyet mektubunda, programın hedefleri: kamu
açıklarının piyasalardaki baskısını azaltmak, kamu finansman dengesini
sağlıklı bir yapıya kavuşturmak, reel faizleri uygun bir düzeye indirmek,
enflasyonu tek haneli rakamlara düşürmek ve yapısal reformları da
gerçekleştirerek ekonomiyi sürdürülebilir bir büyüme ortamına kavuşturmak
olarak belirlenmiştir (Maliye Bakanlığı, 2000: 5).
Programın uygulamasına zaman geçirmeden başlanmış, öncelikle
1986 yılında başlayan ve 161 kuruluştaki kamu hisselerinin satışını içeren
özelleştirme hareketlerine hız verilmiştir. Bu kuruluşlardan 142’sinde hiç
kamu payı kalmazken, 17’sinde kısmen özelleştirme gerçekleştirilmiştir.
1998’de T.İş Bankası’ndaki kamu hisselerinin tamamı, 2000’de ise Tüpraş
hisselerinin büyük bölümü satılmıştır. Sümerbank, Denizbank, Etibank ve
Anadolubank’ın satışları ile kamu bankalarının özelleştirilmesinde ilk adım
atılmıştır (Maliye Bakanlığı, 2000:93). IMF ise Türkiye’ye açacağı kredi için,
Emlak Bankası’nın satılması, tütün yasasının çıkarılması ve Telekom
özelleştirmesinin hızlandırılması gibi koşullar öne sürmüştür.
56
Türkiye’de gelirlerin ücret ve maaşlardan oluşan kısmı, 1980’lerde reel
olarak gerilemeye başlamıştır. 1989’da yapılan %140’lar düzeyindeki artış/
iyileştirme biryana bırakılırsa, 1980 sonrasında uygulanan gelirler politikası,
emeği ile geçinen kesimlerde gelir kaybına yol açmıştır. Bu kayıp yalnızca
kentlerle
sınırlı
kalmayıp,
kırsal
alanda
da
tarım
kesiminin
desteklenmesinden vazgeçilmesi nedeniyle ortaya çıkmıştır. Böylece 1980’li
yıllarda hem kırsal hem de kentsel yoksulluk yükselme eğilimine girmiştir.
Ücret, maaş ve tarımsal gelirlerin düşmesi, bir yandan da 1980’lerin yeni
vergi politikalarının ürünüdür. Dolaysız vergilerden dolaylı vergilere doğru bir
kayma, vergi yükünü hakça olmayan bir biçimde en yoksulla en varsıldan eşit
biçimde taşımasını dayatmıştır. Katma Değer Vergisi (KDV) adı altında temel
tüketimden lüks tüketime kadar geniş bir ürün yelpazesine uygulanan bu
dolaylı vergi, gerçek gelirleri yoksul kesim için geriletmiş, vergi yükünü
üreticiden tüketiciye doğru kaydırmıştır. KDV’nin yanı sıra yüzün üzerinde
fonla da devlet gelir toplayarak, iç talebi kısıcı bir etki yaratmaya çalışmıştır.
KDV ve fon kesintileri değişmez oranlarda olduğundan, yoksullar aleyhine
bölüşüm ilişkilerini iyice bozmuştur. Kullanılabilir gelirleri ve buna bağlı olarak
satın alma güçleri azalan ücretli-maaşlı kesim, yoksulluk sınırına doğru
kayarak, bir zamanlar orta sınıf kentlileri oluşturan öğretmen, memur, işçi gibi
kesimler, kiralarını ödeyemez, emekli ikramiyeleri ile ev sahibi olamaz
duruma gelmiştir. Tarım kesiminde ailesini geçindiremeyen kır yoksulları ise,
kentlerin daha çok fırsat içerdiği düşüncesi ile kentlere göç etmeye başlamış,
konut piyasasına girmekte zorlanınca gecekondu ve yüksek yoğunluklu konut
sorununun tırmanışına neden olmuşlardır.
1984 yılındaki konut mevzuatına ilişkin düzenlemelerle kentsel alan
üretiminin çekici kılınması, yapım şirketlerinin kurulup spekülatif konut
sunumunun artmasına yol açmış, diğer yanda hükümetin ve yerel
yönetimlerin popülizm uğruna kentleşme ilkeleri ve imar mevzuatını göz ardı
ederek iyeliği tabana yayan gecekondu ve kaçak yapılanmaya göz
yummaları, kentlerin talanına zemin yaratmıştır. Yönetsel iyileştirme ve
devleti küçültme adına piyasa ekonomisini başat kılan önlemlerden birisi
olarak, planlama olgusunun içerik değiştirerek tüm üretim alanlarının piyasa
57
ekonomisi düzeneğine terk edildiği görülmüştür. Gündelik yaşamın tüm
alanları, ekonomi ve siyaset, artık “piyasalar neden” sorusuna göre
biçimlenirken, piyasalar, halk, devlet ve medyanın yanında dördüncü ve en
büyük güç olarak yüceltilmiştir.
2.2 TÜRKİYE’DE KONUTLA İLGİLİ ÖNEMLİ KURUMLAR
2.2.1 Emlak Kredi Bankası
Emlak Kredi Bankası 1926 yılında inşaat sektörünü geliştirmek ve
gerekli finansman desteğini sağlamak amacıyla Emlak ve Eytam Bankası adı
altında bir özel şirket olarak kurulmuş, 1964'de esas sözleşmesi değiştirilerek
kamu iktisadi teşebbüsü statüsü kazanmıştır. Emlak Kredi Bankası’nın
kuruluş amacı çağdaş bankacılığın gerektirdiği çalışma düzeni içinde tasarruf
birikimine katkıda bulunmak. Tasarrufları ekonominin gerek duyduğu
alanlarda değerlendirmek, konut sektörünü kredilendirmek, konut sektör
bankası
görevini
yürütmek
ve
böylelikle
uluslar
arası
ekonomiyle
bütünleşmenin sağlanmasına katkıda bulunmak olarak belirlenmiştir. Banka
bu amaçlara ulaşmak için şu faaliyetlerde bulunmakla görevlendirilmiştir:
-
Yurttaşları konuta kavuşturmak için kendisine ya da başkalarına ait
arsalar üzerine verimlilik ve karlılık ilkelerini de göz önünde tutarak bina
yapmak, bunları peşin ya da ipotek karşılığı taksitle satmak
-
Amaçları gerçekleştirmek için her türlü gayrı menkulü satın almak ya
da satmak
-
Örnek yerleşim alanları kurmak
-
Tasarrufların konut ihtiyacını finanse etmesini sağlamak amacıyla
yurt içinde ve dışında yapı tasarruf sandıkları kurmak
-
Yapı ve yapı malzemesi endüstrisi kurmak, yapı ve yapı malzemesi
ticaretini yapmak ve bu konuda kurulmuş ortaklıklara katılmak
2001 yılında bankacılık yapma yetkisi kaldırılarak, aktif ve pasifleri
Ziraat Bankası'na devredilinceye kadar, Emlak Kredi Bankası Türkiye'de
konut kredilerinde uzmanlaşmış ve ipotek kredisi uygulaması olan tek banka
olmuştur. Bankanın fon kaynakları, ticari bankacılık faaliyetleri neticesinde
58
topladığı satışı yapılan inşaatlardan elde edilen gelirler ve tahvil ihracı ile
sağladığı tonlardır. Emlak Kredi Bankası'na kuruluş sözleşmesiyle tahvil
çıkarma yetkisi verilmiş, zaman içinde yapılan çeşitli düzenlemelerle bu yetki
genişletilmiştir. Hazine garantisine sahip bu tahvillerin ödenmesinde
kullandırılan krediler de bir teminat görevi görmektedir ancak ülkemizin
içinde bulunduğu ekonomik koşullar nedeniyle Emlak Kredi Bankası tahvil
ihracı oldukça sınırlı kalmıştır. Banka en son 1983 yılında tahvil ihraç
etmiştir (Uludağ, Arıcan, 1999: 181-186 ).
1982 - 1984 yılları arasında faaliyet gösteren Kamu Konut Fonu kısa
süreli de olsa Emlak Kredi Bankası için fon kaynağı olmuştur. Kamu Konut
Fonu 1981 tarihli Toplu Konut Kanunu ile kurulmuş ve 1984'de Toplu Konut
İdaresi’nin kuruluşuna kadar 2 yıl Faaliyet göstermiştir. Kanun Fon'a
bütçeden aktarılacak olan kaynağın toplam giderlerin %5'inden az
olamayacağını karara bağlamıştır. Oysa 1982'de bütçenin %1,1'i 1983'de
ise ancak %0,7'si fona aktarılmıştır. Fon, bütçeden aktarılacak kaynaklara
doğrudan bağlı olduğundan ve yaşanan bütçe açıkları nedeniyle öngörülen
oranda bir kaynak akışı sağlanamadığından çok etkin olamamıştır.
Emlak Kredi Bankası konut kredilerini bireysel ya da kooperatif
kredileri olarak kullandırmıştır. Krediler 1989 yılına kadar 15 yıl vadeli ve
sabit oranlı olarak kullandırılırken bu yıldan sonra daha kısa vadeli, değişken
oranlı ve ya dövize endeksli krediler ağırlık kazanmıştır. Likidite sıkıntısı ve
kaynaklarındaki erime nedeniyle Emlak Kredi Bankası'nın ticari bankacılık
faaliyetleri ile konut kredileri ve inşaat faaliyetleri birbirinden ayrılmış, konut
kredileri TOKİ’ye, bankacılık faaliyetleri ise Ziraat Bankası ve Halk
Bankası'na devredilmiştir.
2.2.2 Bayındırlık ve İskân Bakanlığı
Kentlerin imarı ve konut sorununun çözümünün sadece yerel
yönetimlerin görevi olduğu görüşünün değişmesi ve merkezi yönetimin
sorunun çözümünde rol alması gerektiği fikrinin oluşmasıyla birlikte 1958'de
İmar ve İskân Vekâleti kurulmuştur. Kuruluş Kanununda bu bakanlığın
görevleri şöyle tanımlanmıştır:
59
- Yurdun bölge, şehir, kasaba ve köylerinin harita ve imar planını
hazırlamak
- Ülke şartlarına uygun konut politikalarını belirlemek ve uygulamak
- Gerekli yapı malzemelerinin teminini sağlayacak tedbirleri almak
İmar ve İskân Bakanlığı kurulduktan sonra konut üretimiyle yakından
ilgili iki banka Emlak Bankası ve İller Bankası bu bakanlığa bağlanmıştır.
Bakanlık konut üretimini arttırmak için pek çok mevzuat çıkartmış ve sosyal
konut standartları gibi pek çok uygulama başlatmıştır. Ancak finansman
desteği sağladığı konut sayısı bakımından sektöre destek vermede dördüncü
sıradadır. İmar ve İskân Bakanlığı 1984’de Bayındırlık Bakanlığı ile
birleştirilmiştir (Akçay, 1993:38-4-1).
2.2.3 Arsa Ofisi Genel Müdürlüğü
1969 yılında 1164 sayılı Yasa ile kurulan Arsa Ofisi Genel Müdürlüğü,
bugüne kadar sürdürdüğü çalışmalarını çoğunlukla sanayi tesisleri için arsa
temini üzerinde yoğunlaştırmış, konut ve diğer kullanımlara yönelik çabaları
kısıtlı kalmıştır. Tablo 14'da Arsa Ofisi tarafından satışı yapılan arsa ve
arazilerin
sektörler
itibariyle
dağılımı
görülmektedir.
Tablo
16'nın
incelenmesinden de görüleceği üzere, Ofis'in, 1974 yılından 1997 yılı sonuna
kadar geçen 23 yıllık sürede sattığı arsaların, ancak yüzde 36,1'i konut
arsasıdır. Ofis'in arsa üretiminde ve kentleşme sürecinin denetlenebilmesi
bağlamında fazla rol oynamamış olmasının nedenleri şöyle sıralanabilir; a)
Hazine arsa ve arazileri ile ilgili sağlıklı envanter bulunmaması, b) Yerel
yönetimler ile ilgili olarak gerekli eşgüdüm ve ortak çalışma ortamının
yaratılamamış olması, c) Plan yapma ve onama sürecinin yavaş işlemesi ve
bürokratik işlemlerin uzunluğu, d) Hazine arazilerinin mülkiyetine ilişkin
sorunların varlığı ve özellikle üzerinde gecekondu niteliğinde yapıların
bulunmasıdır (DPT, Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı Özel İhtisas
Komisyonu Konut Raporu, Konut, 1996:69).
60
Tablo 14: Arsa Ofisi Genel Müdürlüğü Tarafından Satılan Arsa ve
Arazilerin Sektörler İtibariyle Dağılımı (1974-1999)
Sektörler İtibariyle Dağılım(%)
Konut
Turizm
Sanayi
Kamu Hizmetleri
Eğitim Hizmetleri
Sağlık Hizmetleri
Toplam
36,1
0,3
62,0
1,4
0,2
0,01
100,0
Kaynak: Arsa Ofisi Genel Müdürlüğü verileri esas
alınarak hazırlanmıştır.
Arsa Ofisi Genel Müdürlüğü, 1989 yılında Maliye Bakanlığı'na
bağlanmış ve hazine arsalarının satışı ve pazarlanması amacıyla yeni
düzenlemeler yapılmıştır. Bu arada arsa sertifikası çıkarılması, uydu kentler
kurulması gibi girişimleri olmuş, ancak bu konuda başarılı olamamıştır. 1993
yılında 1164 sayılı Arsa Ofisi Yasa'sında bir Yasa Hükmünde Kararname ile
değişiklik yapılarak, Ofis'in yetkileri artırılmıştır. Bu yetkiler; 1) Konut, sanayi,
turizm ve kamu yapıları yanında, eğitim ve sağlık sektörleri için de arsa
sağlanması, 2) Sağladığı arazi ve arsaları Maliye Bakanlığı'nca belirlenecek
kurallara göre planlamak ve bunları planlı arsa olarak ya da altyapı tesislerini
yaparak/yaptırarak satmak, kiralamak, takas etmek ve kullanma hakkı
vermek, 3) Finansman sağlamak için tahvil çıkarmak, 4) Maliye Bakanlığı'nın
izniyle her türlü krediyi kullanmak, 5) Sermaye piyasası çerçevesinde
gayrimenkul yatırım ortaklıkları ve fonlar kurmak ve işletmek, 6) Ofis'in
amaçlarıyla ilgili bankalara ortak olmaktır.
Arsa
Ofisi,
1996
yılında,
Vakıflar
Bankası'yla
birlikte,
Vakıf
Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı'nı kurmuştur.
2.2.4 Sosyal Güvenlik Kurumları
Türkiye'de konut finansmanına katkıda bulunan 3 tane sosyal
yardımlaşma kurumu vardır. Bu kurumlardan en önemlisi olan SSK, Toplu
Konut Fonu kuruluncaya kadar konut finansmanının en önemli kaynağı
61
olmuştur. SSK, 1963-1980 döneminde toplam özel konut yatırımlarının %10’u
kadar kredi sağlamıştır. SSK kendisine prim ödeyen sigortalıların kurduğu
kooperatiflere yıllık %4-%5 sabit faizle 15 yıl vadeli kredi kullandırmıştır. 1984
yılından bu yana yeni kredi açmayan SSK'nın karşı karşıya olduğu sıkıntıların
temelinde bu aşırı yüksek sübvansiyonlu krediler olduğu iddia edilmektedir.
SSK 1963-1984 yılları arasında toplam 233 bin konul için kredi vermiştir. SSK
kooperatiflere ve kendi yaptırdığı konutların satışında kredi kullandırmıştır.
TOKİ kuruluncaya kadar konut sektörüne kredi sağlayan SSK bu döneme
kadar sektöre en çok katkıda bulunan kurum olmuştur.
OYAK 1963 yılından itibaren üyelerine konut kredisi vermektedir.
OYAK kredileri kooperatifler aracılığıyla kullanılabildiği gibi OYAK-İnşaat
tarafından üretilen konutların alımında ya da piyasadan konut alımında
kullanılabilmektedir. Kullandırılan kredilerin faizi %5-%7 arasında değişmiş,
1984 yılından sonra kademeli olarak %20'e çıkarılmıştır. Yine bu dönemde
vade 15 yıldan 10 yıla indirilmiştir (Teker, 1996:71-73).
BAĞ-KUR kendisine prim ödeyen sigortalılara 1976-1980 döneminde
kredi kullandırmıştır. Kullandırılan kredi, ödenmiş sigorta priminin %25'ini
geçmeyecek tutarda, en az 5 yıl BAĞ-KUR'a prim ödemiş sigortalılara konut
kooperatifleri aracılığıyla ödeniyordu. Krediler konut değerinin en çok %80’i
kadar, %5 sabit faizli ve 15 yıl vadeli olarak düzenlenmiştir. Finansman
sıkıntısı nedeniyle 1980 yılından beri yeni kredi vermeyen kurum, konut
kredisi kullandırdığı dönemde konut yatırımlarının %2,7'si oranında kredi
vermiştir (Uludağ, Arıcan, 1999:178-179).
2.2.5 Yerel Yönetimler
Yerel yönetimler konut üretimi ve finansmanı konusunda önemli roller
üstlenmektedirler. Belediyeler doğrudan konut üretimi projelerinde yer
alabildikleri gibi kurdukları çeşitli şirketler aracılığıyla aktif olarak konut
üretimine katılabilmektedirler. Ancak belediyelerin konut üretimine olan en
büyük katkıları alt yapısı hazır arsa sunumu yoluyla olmakladır.
1950'li yılların sonlarına kadar şehirlerin imarı sadece belediyelerin
görevi olarak görülmüştür. Dünya genelindeki uygulamaların konutların imar
62
edilmiş ve planlanmış bölgelerde inşa edilmesi şeklinde olduğu düşünülürse
bu yaklaşımın çok da yanlış olmadığı sonucuna varılabilir. Ancak Türkiye'de
belediyelerin hızlı kentleşme nedeniyle patlayan talebi karşılayacak düzeyde
imarlı arsa üretimini finanse edecek mali kaynaklara sahip olmadığı bir
gerçektir. Yeterli miktarda alt yapıya sahip arsa sunumunun olmaması, bir
yandan gecekondulaşmayı meşru kılarken diğer yandan alt yapısı olan
arsaların fiyatlarının süratle yükselmesine ve konut arzı içinde arsa
maliyetlerinin hızla artmasına neden olmuştur.
Belediyelerin arsa üretimi yaparak konut arzına destek olmasına örnek
olarak Batıkent projesi gösterilebilir. Bu projede Ankara Belediyesi gerekli alt
yapı yatırımlarını yaparak ürettiği arsaları konut kooperatiflerine düşük
fiyattan satmıştır. Böylece kooperatiflerin maliyetleri önemli ölçüde düşmüş
ve düşük ve orta gelirli ailelerin konut edinmeleri sağlanmıştır.
Dikmen Vadisi Konut Ve Çevre Geliştirme Projesi Türkiye'de
belediyeler tarafından yürütülen konut inşaatı projelerinden en büyük ve en
kapsamlı olanıdır. Bu proje Ankara belediyelerinin ortak kuruluşu olan
Metropol İmar A.Ş. tarafından üstlenilmiştir. Bu yatırımın maliyetinin
belediyelerin öz kaynaklarıyla finanse edemeyeceği kadar çok olması, farklı
finansman stratejileri arayışlarına neden olmuştur. Bu projede belediyeler alt
yapı ve çevre düzenlemesini yapmış ve inşaat için uygun bir alan
yaratmışlardır. Daha sonra büyük inşaat şirketleri bu arsalarda kendi
finansman
olanaklarını
kullanarak
spekülatif
amaçlı
konut
inşaatı
yapmışlardır. Öte yandan bölge içindeki çeşitli yatırımların inşaatı ise yapişlet-devret ile özel firmalara verilmiştir. Proje üzerinden elde edilecek rantın
%50’si belediyeye, kalan %50’si ise inşaatları yapan kurumlara ait olması
planlanmıştır.
2.2.6 Toplu Konut İdaresi
Hızlı şehirleşme ve nüfus artışı ile ekonomik, sosyal ve kültürel
gelişmeye bağımlı olarak küçük aile eğiliminin giderek anması konut
ihtiyacını hızla arttırmıştır (Kaya, 1992:1).
63
Türkiye'de özellikle 1950’li yıllardan sonra hızlı bir kentleşme süreci
yaşamıştır. Bunun doğal bir sonucu olarak, konut üretiminde ciddi
darboğazlarla karşılaşılmıştır. Konut üretimi ve finansmanında belirgin
politikalar uygulamaya konulamamış, dar gelirli yeni kentliler önceleri
genellikle kamuya ya da bir başkasına ait araziler üzerinde, kendi olanakları
nispetinde konutlarını inşa etmişlerdir. Bu yasal olmayan gelişme, daha
sonraları gereksinim sahiplerinin konutlarını kendi arsaları üzerinde, plansız
ve projesiz olarak üretmeleri sürecine dönüşmüştür. Sonuçta, kızla büyüyen
kentlerin çoğu kez, dış halkalarında "gecekondu bölgeleri"' ve "hisseli
gelişme alanları" olarak adlandırılan ve resmi olmayan konut stoku
oluşturmuştur.
Bu tür ara çözümler, gelişmekte olan her ülkede değişik adlarla ortaya
çıkmış ve temelinde aynı tür sorunları barındırmıştır.
Türkiye'de konut sorununun yüksek bir nüfus artış oranı ve hızlı bir
kentleşme sürecinden kaynaklandığı aşikârdır. Bununla birlikte, konut
sorununun bu derece karmaşık ve çözümü zor bir duruma gelmesinde, başta
konut finansmanı olmak üzere, teknik ve organizasyonel yetersizlikler ve
özellikle talep örgütlenmesindeki darboğazlar belirleyici olmuştur.
Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı, 17.03.1984 tarihinde
yayımlanarak yürürlüğe giren Tasarrufların Teşviki ve Kamu Yatırımlarının
Hızlandırılması Hakkında 2983 sayılı kanunla Başbakanlık Toplu Konut ve
Kamu Ortaklığı İdaresi Başkanlığı adı altında kurulmuştur. Başbakanlık
kuruluş Kanununda değişiklik yapan 01.05.1985 tarih. 3188 sayılı Kanunla da
Kamu Tüzel Kişiliği statüsüne sahip kılınmıştır. 10.04.1990 tarih 412/414
sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile de bu tüzel kişilik Toplu Konut İdaresi
ve Kamu Ortaklığı İdaresi olarak iki ayrı tüzel kişilik haline getirilmiştir.
Devletin bütçesinin sınırlı olması, konut üretimi için talep edilen
kredilerin devlet tarafından karşılanamaması sonucunda yeni bir finansman
mekanizmasına ihtiyaç duyulmuştur. Bu amaçla devlet bütçesine yük
olmayan, kâr amacı gütmeyen, bütçe dışında, süratli işleyen yeni bir
finansman modeli geliştirilmiştir.
64
Ülkemizin yaşadığı hızlı nüfus artışı ve hızlı kentleşme sebebiyle
oluşan konut ve kentleşme sorunlarının çözülmesi ve üretimin artırılarak
işsizliğin azaltılması amacıyla, 1984 yılında Genel İdare dışında Toplu Konut
ve Kamu Ortaklığı İdaresi Başkanlığı kurulmuştur. Bu tarihte yürürlüğe giren
2985 sayılı Toplu Konut Kanunu ile özerk Toplu Konut Fonu oluşturulmuştur.
Toplu Konut Fonu uygulamasının en önemli bölümü, toplu konut alanlarında
kooperatifler ve yapımcılar tarafından inşa edilecek konutlara kredi açılması
ve kullandırılmasıdır (Coşkun, 1988:61).
Temel görevi, Türkiye’de konut üretim sektörünün teşvik edilerek hızlı
artan konut talebinin planlı bir şekilde karşılanmasını sağlamak yönünde
belirlenmiştir. 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu Toplu Konut İdaresi
Başkanlığına özerk ve esnek hareket etme imkânı sağlamıştır. Aynı
zamanda, Genel Bütçe dışındaki Toplu Konut Fonu ile de İdare konut
uygulamaları için sürekli ve yeterli kaynağa sahip olmuştur.
1990 yılında 412 ve 414 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameler ile
Toplu Konut İdaresi Başkanlığı ve Kamu Ortaklığı İdaresi Başkanlığı şeklinde
iki ayrı idare olarak örgütlenmiştir. 1993 yılından itibaren de Toplu Konut
Fonu'nun Genel Bütçe kapsamına alınmasıyla İdare kaynaklarının azalması
İdareyi konut üretiminden uzaklaştırmıştır. İdare son yıllarda gittikçe azalan
sayılarda konutun üretimine destek verebilmiştir. Dolayısıyla, dar ve orta
gelirli
vatandaşlarımızın
nitelikli
konut
ihtiyacı
da
tam
olarak
karşılanamamıştır.
Toplu Konu Fonu, 20.6.2001 tarih ve 4684 sayılı Kanunla da tamamen
yürürlükten kaldırılmıştır. Fonun kaldırılması Toplu Konut İdaresi kaynaklarım
büyük ölçüde azaltmış ve bütçeden aktarılan ödeneklere bağımlı hale
getirmiştir. Hali hazırda, Toplu Konut İdaresi gelirleri, gayrimenkul satış ve
kira gelirlerinden, kredi geri dönüşlerinden, faiz gelirlerinden ve bütçe
ödeneklerinden oluşmaktadır.
Kuruluşundan itibaren, Toplu Konut Fonu'nun da sağladığı imkânlarla,
ülkemizde yerleşim ve konut politikalarının belirlenmesi ve uygulanmasında
en önemli kurum olan Toplu Konut İdaresi Başkanlığı, kuruluşundan
günümüze kadar yaklaşık 1,1 milyon konuta finansman desteği sağlamış,
65
aynı zamanda kendi arsaları üzerinde 43.145 konulun inşaatını da
tamamlamıştır.
2.2.6.1 Toplu Konut İdaresinin Görevleri
Toplu Konut İdaresi Başkanlığının temel görevleri 2985 sayılı Toplu
Konut Kanunu ile belirlenmiştir. İdarenin kuruluş aşamasında 2985 sayılı
Kanunun verdiği görevler şunlardır:
-
Devlet garantili ve garantisiz iç ve dış tahviller ile her türlü menkul
kıymetler çıkarmak,
-
Yurt içi ve yurt dışından Toplu Konut İdaresi'nce kullanma
alanlarında yararlanmak üzere kredi almaya karar vermek,
-
Konutların
finansmanı
için
bankaların
iştirakini
sağlayacak
tedbirleri almak, bu amaçla gerektiğinde bankalara kredi vermek, bu
hükmün uygulanmasına ilişkin usulleri tespit etmek,
-
Konut inşaatı ile ilgili sanayi veya bu alanlarda çalışanları
desteklemek,
-
Özellikle kalkınmada öncelikli yörelerde bulunan konut inşaatıyla
ilgili şirketlere iştirak etmek,
-
Gerektiğinde her çeşit araştırma, proje ve taahhüt işlemlerinin
sözleşmeyle yaptırılmasını temin etmek,
-
Kanunlarla ve diğer mevzuatla verilen görevleri yapmak.
Ancak İdarenin kuruluşundan bugüne kadar olan süreçte konut ve
kentleşme sorunlarının çözümüne yönelik önceliklerde değişiklikler olmuş ve
İdarenin konut ve kentleşme meselesinin tüm boyutlarında faaliyette
bulunmasına ihtiyaç duyulmuştur. Nitekim Hükümetimiz de Acil Eylem
Planında yer verdiği konut seferberliği kapsamında konut üretimi ve planlı
kentleşmeyi birlikte ele almıştır.
Bu çerçevede 06.08.2003 tarih ve 4966 sayılı kanunla yapılan
değişikliklerle, Toplu Konut İdaresinin 2985 sayılı Kanunla tanımlanan
görevleri arasına yeni görevler eklenmiştir.
Bu görevler şunlardır;
66
-
Konut sektörüyle ilgili şirketler kurmak veya kurulmuş şirketlere
iştirak etmek;
-
Ferdi
ve
toplu
konut
kredisi
vermek,
köy
mimarisinin
geliştirilmesine, gecekondu alanlarının dönüşümüne, tarihi doku ve
yöresel
mimarinin
korunup
yenilenmesine
yönelik
projeleri
kredilendirmek ve gerektiğinde tüm bu kredilerde faiz sübvansiyonu
yapmak;
-
Yurt içi ve yurt dışında doğrudan veya iştirakleri aracılığıyla proje
geliştirmek; konut, altyapı ve sosyal uygulamaları yapmak veya
yaptırmak;
-
İdareye kaynak sağlanmasını teminen kâr amaçlı projelerle
uygulamalar yapmak veya yaptırmak;
-
Doğal afet meydana gelen bölgelerde gerek görüldüğü takdirde
konut ve sosyal donatıları, altyapıları ile birlikte inşa etmek, teşvik
etmek ve desteklemek.
Bununla birlikte Toplu Konut İdaresi, uygulama yaptığı bölgelerde
birim kurabilme ve gerektiğinde bu birimlerde valilik, belediye ve diğer kamu
kurumları personelinden geçici görevli istihdam etme yetkisine sahip
olmuştur. Bu itibarla, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı Makam onayı ile İstanbul,
Bingöl, Erzurum, Diyarbakır ve Van'da birim kurma kararı alınmıştır.
Ayrıca yine yapılan yasal düzenlemelerle İdare, Hazineye ait arazileri
bağlı olduğu Bakan ve Maliye Bakanı teklifi ve Başbakan onayıyla bedelsiz
olarak devralma yetkisine sahip olmuştur.
2.3 TÜRKİYE’DEKİ KONUT FİNANSMAN SEKTÖRÜNÜN YAPISI
Konut finansman sisteminin temel işlevi, konut edinmek için fon ihtiyacı
olan kesimlere fon fazlası olan kesimlerden uygun vade ve oranda,
karşılanabilir maliyetlerle fon aktarılmasına aracılık etmektir. Diğer pek çok
gelişmekte olan ülkede olduğu gibi Türkiye'de de konut ihtiyacının ancak çok
küçük bir kısmı kurumlardan sağlanan fonlarla finanse edilmektedir.
Kurumsallaşmış sektörden sağlanan desteğin yetersiz olması kurumsal
olmayan yollarla konut edinimini yaygınlaştırmıştır.
67
2.3.1 Kurumsal Olmayan Sektör
Ülkemizde kurumsal sektörün konut talebini karşılamada yetersiz
kalması, var olan kurumsal yapının da ancak belirli düzeyde geliri olan
kişilere hitap etmesi, kurumsal olmayan konut finansman sistemlerinin
yaygınlaşmasına neden olmuştur. Bir ülkenin konut ihtiyacının büyük ölçüde
kurumsal olmayan sektör tarafından karşılanıyor olması ölçek ekonomisinden
yararlanılamaması nedeniyle yüksek maliyetli ve düşük standartlı spekülatif
amaçlı konut üretimine zemin hazırlamakta ve konut yatırımlarının GSMH
içindeki oranının artması, konut sorununu çözmemektedir.
Ülkemizde kurumsal olmayan sektörü iki başlık altında inceleyebiliriz:
2.3.1.1 Yap-Satçılar
Konut müteahhitleri yap-satçılar olarak da bilinmekte olup tüzel ya da
gerçek kişi olarak faaliyet gösterebilmekledirler. Yap-satçılar genellikle kat
karşılığı
olarak
aldıkları
arsalar
üzerine
küçük
ölçekli
apartmanlar
üretmektedirler. Yap-satçılar genelde küçük sermayeye sahiptirler. Bu
nedenle konut üretmek için ihtiyaç duydukları fonu inşaat sırasında sattıkları
dairelerden karşılamaktadırlar.
Yap-satçılar sınırlı fon kaynakları ile alt yapı kuracak güce sahip
olmadıklarından çoğunlukla alt yapısı kurulmuş gecekondu bölgelerini tercih
etmektedirler. Yap-satçılar ürettikleri konutları peşin olarak satabildikleri gibi
alıcıya bir-iki yıl kredi de açmaktadırlar. Kat karşılığı arsa temini de yine kısıtlı
sermaye nedeniyle kullanılmakta olan bir yöntemdir.
Yap-satçıların konut edinmek isteyenleri finanse etmesi iki şekilde
olmaktadır. Birinci yöntemde alıcı konut değerinin bir kısmını peşin olarak
öder. Peşinattan sonra kalan kısım için anlaşılan koşullarla senet düzenlenir.
Bu yöntem inşaata başlama ve inşaat devamı sırasındaki konut alımlarında
çok kullanılan bir yöntemdir. İkinci yöntem ise, özellikle şehir merkezine yakın
yerlerde olan ve alt yapısı tamamlanmış gecekondu arazilerinin karşılığında
daire verilmesi uygulamasıdır. 1980 sonrası yaygınlaşan kat karşılığı arazi
sisteminde
gecekondu
sahipleri
arazilerini
yap-satçılara
vermekte,
karşılığında arsa büyüklüğüne ve değerine göre 2-5 daire almaktadırlar.
68
Türkiye'deki konut üretiminin büyük bir kısmı yap-satçılar tarafından
gerçekleştirilmektedir. Bu sistem, üretilen konutların belirli bir standarda sahip
olmaması, kentsel arsa fiyatlarının yükselmesine zemin hazırlaması,
kaynakların etkin kullanılmaması ve spekülatif konut üretiminin yaygınlığı
nedeniyle eleştirilmektedir ( Alp, 2000:156).
2.3.1.2 Bireysel Tasarruflar
Bu sistemde konut almak isteyenler ihtiyaç duydukları fonları kişisel
ilişki içinde bulundukları fon fazlası olan kişilerden doğrudan doğruya
sağlamaktadırlar. Bu yöntem, genelde kişinin akraba ve arkadaşlarından
sağladığı fonlara kendi tasarruflarını eklemesi şeklinde işlemektedir.
Çoğunlukla aileler çocuklarının konut edinmesine yardımcı olmak amacıyla
onların
ihtiyaç
duydukları
fonların
bir
kısmını
karşılamak
yoluna
gitmektedirler.
Teknik olarak konut finansman sisteminin bir parçası olarak kabul
edilmemekle beraber gecekondu inşaatı da bireysel tasarruflar yoluyla konut
finansmanının içinde yer almaktadır. Pek çok gelişmekte olan ülkede olduğu
gibi Türkiye'de de 1960’lardan itibaren kırsal yapıda meydana gelen
değişmeler şehirlere olan göçü hızlandırmıştır. Bu göçün başlangıçta
yoğunlaştığı yerleşim birimleri ise sanayi ve hizmet sektörlerinin yoğunlaştığı
İstanbul, Ankara ve İzmir olmuştur. Hızlı göç karşısında şehirlerin gerekli
hızla konut arzını sağlayamaması bu kişilerin kendi sorunlarını kendilerinin
çözmesine neden oldu. Geleneksel olarak gecekondu, kentin çevresinde
hiçbir imar planına uymadan, Hazine arazisi üzerine izinsiz olarak yapılan ve
daha yapımı sırasında kullanılabilen, içinde yaşanırken ihtiyaca göre
geliştirilip değiştirilebilen bir konut tipidir (Türkiye'de Gecekondunun 50. Yılı,
Friedrich Ebert Vakfı Ekonomi Forumu, İstanbul, 1996:4-6). Benzer
ülkelerden farklı olarak Osmanlı toprak sisteminde özel mülkiyetin olmaması
ve şehirlerin çevresinde çok miktarda hazine arazisi, olması gecekondu
meşruiyetinin bir kaynağı olmaktadır.
Geleneksek olarak gecekondu mahallelerinin kurulmasında hemşerilik
ve akrabalık gibi temellere dayanan bir örgütlenme sistemi oluşmuştur.
69
Büyük şehre gelip yerleşen ve çekirdek yapıyı oluşturan kişiler, misafir
etmekten ev bulmaya, iş bulmadan borç para vermeye, gecekondu arazisi
temininden inşaatına yardım etmeye kadar pek çok konuda yeni gelenlere
destek olmuştur (Şen, 1996:8-9).
2.3.2 Kurumsal Sektör
Kurumsal sektör kamu otoritesi tarafından onaylanmış olan ve hukuki
bir temele dayanan, çoğu zaman faaliyet konusunda uzmanlaşmış
kurumlardır. Özellikle gelişmiş ülkelerde konut ihtiyacının büyük bir kısmı bu
sektör tarafından finanse edilmektedir. Bu piyasalarda gerek fon arz edenleri
gerekse fon talep edenleri korur nitelikte düzenlemeler yapılmıştır.
Ülkemizde konut sektöründe faaliyet gösteren kurumlar olmakla birlikte
bu kurumların çoğu resmi niteliklidir ve kurumsal bir konut finansman
sistemini oluşturmaktan çok uzaktırlar. Gerek finansal sistemin yeterince
gelişmemiş olması ve gerekse sistemle kişiler arasındaki iletişimsizlik
nedeniyle konut almak isteyenlere yeterli ve uygun fiyatlı kaynak temin etmek
mümkün olmamaktadır. Türkiye'de konut finansmanı alanında yapılan tüm
uygulamalarda
kaynak
problemi
söz
konusu
olduğundan
süreklilik
sağlanamamıştır. Ayrıca konut finansmanında fazla sübvansiyonlu finansman
katkısı sağlama yolu seçildiği için, bu katkıdan hem sınırlı sayıda kişi
yararlanmış hem de uygulanan programların kısa süreli olmasına neden
olunmuştur. Çoğunlukla devlet yönetiminde olan bu kurumlar ya kısa sürede
yüksek faizli ve kısa vadeli kredi vermeye başlamışlardır.
2.3.3 Türk Bankacılık Sektöründe Kredilerin Gelişimi
Gelişmiş ülkelerde konut finansmanında önemli bir yeri olan bankacılık
kesiminin
Türkiye’deki
yapısını
inceleyerek
krediler
içerisinde
konut
kredilerinin payına değineceğiz.
Enflasyon oranlarında 2003 yılından sonra yaşanan düşüş, ertelenen
tüketimin gerçekleşmesine yardımcı olmuş, bankacılık sektörünün hane
halkına sunduğu ürünlere olan talebi ve bu ürünlerin arzını artırmış, sonuçta
konut kredileri de artış trendine girmiştir. Bu anlamda, konut kredileri hacmi
70
2005 Aralık ayı itibarıyla 2002 yılı sonuna göre 37,2 kat artış göstermiştir.
Konut kredileri hacmi, bu yükselişe rağmen diğer ülke örneklerine göre
oldukça düşük düzeyde bulunmakla birlikte, konut kredilerinde yaşanan hızlı
artışın yakından takip edilmesinin gerekli olduğu düşünülmektedir. Bankalar
tarafından konut kredisi kullandırılırken sağlıklı bir mali analiz ve değerleme
yapılması ve etkin bir risk yönetimi ile olası zararları sınırlandıracak işlemlerin
göreceli olarak daha fazla kullanılması, konut kredisi kullandırımı nedeniyle
bankaların maruz kalabilecekleri riskleri minimuma indirmek açısından önem
arz etmektedir.
Bankacılık sektörünün kullandırdığı konut kredilerindeki hızlı artış,
makro ekonomideki yapısal faktörlerin iyileşmesinin bir sonucu olarak
değerlendirilebilir. 2002 yılından sonra yapılan reformlar, ekonomideki
dalgalanmaların azalmasına, enflasyonun düşmesine, nominal ve reel faiz
oranlarının gerilemesine neden olmuştur. Yeniden yapılandırma, İstanbul
yaklaşımı gibi uygulamalar ise Türk bankacılık sektörünün daha sağlıklı bir
mali bünyeye kavuşmasında olumlu katkılar sağlamıştır. Takipteki kredilerin
toplam krediler içerisindeki payı düşmüş, bağlı değerlerin toplam aktifler
içerisindeki payı azalmış, mevduatın krediye dönüşüm oranı artmıştır.
Yaşanan dezenflasyon sürecinde, faiz marjlarının daralmasıyla birlikte Türk
bankacılık sektörü kârlılığını artırmak için ürün ve müşteri çeşitliliğine
yönelmeye başlamıştır. Sektör, özellikle menkul kıymetlere önceki dönemlere
göre daha az plasman yaparken, kaynaklarını daha çok kredi kullandırmaya
kanalize etmiştir. Dolayısıyla, genelde kredilerin toplam aktif içerisindeki payı
artarken, özelde bireysel bankacılık da büyümeye başlamıştır. Diğer taraftan,
bankaların bireysel kredi faizleri de düşük seviyelere inmiştir. Bu gelişmeler
paralelinde, Türk bankacılık sektörünün kullandırdığı konut kredilerinin
miktarında hızlı artış, vadelerinde de uzama gerçekleşmiştir. Düşen reel
faizler ile yurtdışından daha düşük maliyetle sendikasyon ve seküritizasyon
kredileri temin etmeleri, bankalara daha düşük faiz oranları ile kredi
kullandırma imkânı sağlamıştır (Doğan, 2006:8).
Türk bankacılık sektörünün 2000 yıl sonu itibari ile yurtiçi kredi hacmi
28 milyar TL tutarındadır. Yıllar itibari ile yurtiçi kredi hacminde artış
71
görülmekle beraber özellikle 2004 yılından sonra kredi hacmindeki artış
oransal olarak artmakta 2007 yılından sonra yavaşlama görülmektedir.
Şekil 4: Bankacılık Sektörü Yurtiçi Kredi Hacmi(Milyar TL)
Kaynak: TCMB verileri esas alınarak hazırlanmıştır.
Toplam kredi hacmi artarken aynı zamanda bireysel kredilerin tutarı da
yükselmiş 2002 yılında 6,6 milyar TL iken 2009 yılında 129 milyar TL
düzeyine ulaşmıştır.
Şekil 5: Bireysel Kredilerdeki Gelişim(Milyar TL)
Kaynak: BDDK verileri esas alınarak hazırlanmıştır.
72
Bireysel kredilerde yaşanan artış eğilimin başlıca: (1) makro ekonomik
istikrar ve dezenflasyon sürecine bağlı olarak faizlerde yaşanan düşüş, (2)
faiz marjlarındaki daralma nedeniyle bankaların başta kredi portföyü olmak
üzere yeni kârlılık alanlarına yönelmeleri, (3) 2000 Kasım ve 2001 Şubat
krizleri dolayısıyla ertelenmiş talebin bekleyişlerdeki iyileşme nedeniyle
gerçekleşmesi olarak sıralanabileceği düşünülmektedir.
2.3.3.1 Türk Bankacılık Sektöründe Bireysel Krediler
Bireysel kredilerin hacmi 2009 yıl sonu itibarıyla 129,073 milyon TL’ye
ulaşmıştır. Bireysel kredilerin 92,064 milyon TL tutarındaki kısmı tüketici
kredilerinden, 38,096 milyon TL tutarındaki kısmı kredi kartlarından
oluşmaktadır.
Tablo 15: Bireysel Krediler (2002-2009)
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
2009
Tüketici
Kredileri
2,270
5,813
12,731
29,462
47,575
67,877
83,219
92,604
*Konut
460
786
2,631
13,037
23,377
32,448
39,278
44,641
*Taşıt
541
1,777
4,194
6,445
6,661
6,154
5,530
4,344
*İhtiyaç
-
-
5,585
8,715
15,719
25,860
33,206
38,096
*Diğer
1,269
3,250
320
1,264
1,818
3,414
5,205
5,523
Kredi Kartları
Toplam
Bireysel
Krediler
4,335
7,030
13,920
17,259
21,526
27,103
34,230
36,469
6,605
12,843 26,651
46,721
69,101
94,980
117,449 129,073
Kaynak: BDDK verileri esas alınarak hazırlanmıştır.
2002 yıl sonu itibarıyla bireysel kredilerin %65,6’sını kredi kartları ve
%7’sini konut kredileri oluşturmuştur. 2005 yıl sonunda ise toplam bireysel
krediler içinde tüketici kredilerinin payı %63 konut kredilerinin payı %27
oranında gerçekleşmiştir. 2009 yılında ise toplam bireysel krediler içerisinde
konut kredisinin payı %34’e yükselmiştir.
Türk bankacılık sektöründe 2002 yılından sonra brüt tahsili gecikmiş
alacaklarda azalmanın yanı sıra kredi hacmindeki artış nedeniyle takibe
dönüşüm oranları belirgin bir şekilde gerilemiştir. Brüt tahsili gecikmiş
alacakların brüt kredilere oranını ifade eden takibe dönüşüm oranı 2005
73
Aralık ayında %4,8 olarak gerçekleşmiştir. Fakat 2005 yılından sonra toplam
bireysel kredilerin takibe dönüşüm oranında artış görülmektedir. Bunun yanı
sıra konut kredilerinin takibe dönüşüm oranının toplam bireysel kredilere
bakıldığında düşük kaldığı görülmektedir. 2008 yılında toplam bireysel
kredilerin tüm sektörler içerisindeki takibe dönüşüm oranı %30,7 iken konut
kredilerinin takibe dönüşüm oranı %3,6’dır (Doğan, 2006:11).
Şekil 6: Takipteki Toplam Bireysel Kredilerin ve Konut Kredilerinin %
Dağılımı
Kaynak: BDDK verileri esas alınarak hazırlanmıştır.
2.3.3.2 Türk Bankacılık Sektöründe Konut Kredilerinin Gelişimi
Türk bankacılık sektöründe konut kredileri 2002 yılı sonunda 460
milyon TL bakiye arz ederken 2005 yıl sonu itibarıyla 13,037 milyon TL
düzeyine ulaşmıştır. 2009 yılında ise konut kredileri artış seyrine devam
ederek 44,641 milyon TL düzeyine ulaşmıştır. Diğer bir ifadeyle, konut
kredilerinin toplam bireysel krediler içerisinde payı 2002 yılında yaklaşık %6,9
civarında iken 2005 yılında %27,9 düzeyine, 2009 yılında ise %34,5 düzeyine
yükselmiştir. Türk bankacılık sektöründe konut kredileri artarken, takipteki
konut kredisi oranı 2008 yılında %3,6 seviyesindedir. Bu anlamda, konut
kredisinin takibe dönüşüm oranı oldukça düşük düzeylerde seyretmektedir.
74
Tablo 16: Konut Kredileri ve Bireysel Kredilerin Gelişimi (2002-2009)
Konut
Kredileri
Toplam
Bireysel
Krediler
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
2009
460
786
2,631
13,037
23,377
32,448
39,278
44,641
6,605
12,843
26,651
46,721
69,101
94,980
117,449 129,073
Kaynak: BDDK verileri esas alınarak hazırlanmıştır.
Şekil 7: Konut Kredilerinin Toplam Bireysel Krediler İçerisindeki Payı %
Kaynak: TCMB ve BDDK verileri esas alınarak hesaplanmıştır.
Şekil 7’de görüldüğü gibi, Türk bankacılık sektöründe 2002 yılı
sonrası dönemde kullandırılan kredi hacmi artarken, bireysel krediler de
artmış, konut kredilerinde de 2006 yılına kadar özellikle 2005 ve 2006
yıllarında belirgin bir yükselme yaşanmıştır. 2006 yılından sonra bireysel
kredilerin
içerisinde
görülmektedir.
konut
kredilerinin
yatay
bir
seyir
izlediği
75
Tablo 17: Konut Kredilerinin Vade Dağılımı(Eylül 2005)
Konut Kredileri
TL
ABD Doları(bin)
(%)
0-1 Yıl Vadeli
958.912
715.286
9.7
1-2 Yıl Vadeli
1.064.888
794.337
10.7
2-3 Yıl Vadeli
1.191.755
888.971
12
3-4 Yıl Vadeli
1.174.889
876.39
11.9
4-5 Yıl Vadeli
1.839.095
1.371.845
18.6
5-10 Yıl Vadeli
3.143.771
2.345.048
31.7
10-15 Yıl Vadeli
469.087
349.908
4.7
15-20 Yıl Vadeli
74.557
55.615
0.7
Toplam Konut Kredisi
9.916.954
7.397.400
100
Kaynak: BDDK verileri esas alınarak hesaplanmıştır.
Türk bankacılık sektöründe kullandırılan konut kredilerinin vade yapısı
önceki dönemlere göre uzamıştır. Şöyle ki, sektörün 2005 yılı Eylül ayı
itibarıyla kullandırdığı 5 yıla kadar vadeli konut kredilerinin toplamı 6,2 milyar
TL (4,6 milyar USD) tutarındadır. Bu tutar, toplam konut kredisi hacminin
%63’ünü oluşturmaktadır. 5-10 yıl vadeli krediler toplamı ise 3,1 milyar TL
(2,3 milyar USD) olup toplam içindeki payı %31,7 seviyesindedir. 10 yıldan
uzun vadeli konut kredilerinin toplamı da 543,6 milyon TL (405 milyon USD)
olup toplam içindeki payı %5,4 düzeyindedir.
Türk bankacılık sisteminin temel finansman kaynağı mevduat olup,
2005 yılı Aralık ayında toplam pasifin %61,2’sini mevduat oluşturmaktadır. Üç
aya kadar vadeli mevduat toplam mevduatın %89,9’una tekabül etmekte iken
12 ay ve daha uzun vadeli mevduat, toplam mevduattan %1,8 pay
almaktadır.
76
Tablo 18: Mevduatın Vade Yapısı(Bin TL)
1 Ay
1-3 Ay
3-6 Ay
6-12 Ay
12 Ay ve
Üstü
Toplam
Tutar
2005/Aralık 151.974.860 66.616.520 12.411.991 7.708.136 4.409.405 243.120.921
62,5
%
27,4
5,1
3,2
1,8
100,0
Kaynak: BDDK verileri esas alınarak hazırlanmıştır.
Son
dönemde
gerçekleştirilen
reformların
makro
ekonomik
göstergelerdeki olumlu yansımalarına ek olarak Türk bankacılık sisteminin
uluslararası
görünümünde
gelişmelerin
yanı
sıra
de
belirgin
uluslararası
iyileşmeler
finansal
gözlenmiştir.
piyasalardaki
Bu
konjonktür
bankacılık sisteminin dış piyasalardan daha uzun vadeli ve düşük maliyetli
fon temin etmelerine olanak sağlamıştır. Bu durum, bankacılık sisteminde
pasifin vadesinin uzamasına yardımcı olmaktadır. 2005 Aralık ayı itibarıyla
bankaların yurtdışından sağlamış olduğu kredi tutarı 15,2 milyar USD
seviyesindedir.
2007
görülmektedir.
Yurtdışı
yılına
kadar
piyasalardaki
sendikasyon
kredilerinde
dalgalanmaların
devam
artış
etmesi
nedeniyle bu piyasalardan borçlanma koşullarında zorlaşma yaşanmıştır.
2008’de 23,6 milyar USD olan sendikasyon ve seküritizasyon kredilerinin
toplam tutarı 5,4 milyar USD azalarak Aralık 2009’da 18,2 milyar USD’ye
gerilemiştir. 2009 yılında sendikasyon ve seküritizasyon kredilerinde
yenileme oranı %56,9 düzeyinde gerçekleşmiştir.
Küresel krizin derinleştiği Eylül 2008 dönemi öncesinde alınan
sendikasyon kredilerinin faiz oranları Libor+0,40 ilâ Libor+0,80 arasında iken
sonraki dönemlerde alınan kredilerin faiz oranları Libor+1,25 ilâ Libor+2
düzeylerine yükselmiştir.
77
Tablo 19: Yurtdışından Sağlanan Krediler(Milyar TL)
2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009
Sendikasyon ve
Seküritizasyon
3,6
6,6
10
15,2
22
26
23,6 18,2
Kredileri
Kaynak: BDDK ve TCMB verileri esas alınarak hazırlanmıştır.
2.3.4 Konut Kredilerine İlişkin Diğer Ülke Uygulamaları ve Türkiye
Karşılaştırması
Türk bankacılık sektöründe konut kredilerinin toplam aktife ve
GSYİH’ya oranı diğer birçok ülkeye göre oldukça düşük seviyededir. Nitekim
konut kredilerinin GSYİH’ya oranı ABD’de %65, AB’ye üye 15 ülke ortalaması
%46, Kanada’da %40 civarında seyretmekte iken, Türkiye’de %1,9
düzeyindedir. Türkiye’de konut kredisi piyasasında hızlı bir gelişme yaşansa
da bu piyasa hali hazırda sığdır.
78
Şekil 8: Konut Kredilerinin GSYİH’ya Oranı
Kaynak: World Bank &International Finance Corparation"Housing Finance in Emercing
Economies",2005 Türkiye için 2005 yılı, diğer seçilmiş ülkeler için 2004 ve 2003 yılları
verisidir.
Öte yandan, AB’nin 25 üyesi ve EUR alanındaki 12 üyenin finansal
kuruluşları tarafından son dönemlerde kullandırılan konut kredileri Tablo 20
verilmektedir. Özellikle Orta ve Doğu Avrupa’da konut kredisi sistemi hızla
gelişmektedir. Türkiye’de ise 2004 yıl sonu itibarıyla kullandırılan konut
kredisi tutarı 1.443 milyon EUR iken 2005 yıl sonu itibarıyla 7.815 milyon
EUR bakiye arz etmektedir. Türk bankacılık sisteminde kullandırılan konut
kredilerinde EUR bazında artış yaşanmıştır. Ancak, bu artışta söz konusu
dönemde TL’nin EUR’ya karşı değer kazanması da etkilidir. Bununla birlikte,
Türk bankacılık sisteminin kullandırdığı konut kredileri AB’nin 25 üyesi ve
EUR kullanan para birliği 12 üyenin finansal kuruluşları tarafından
kullandırılan konut kredilerine göre hala düşük seviyededir.
79
Tablo 20: AB ve EUR Para Birliği Ülkeleri Finansal Kuruluşlarınca
Kullandırılan Konut Kredileri (Milyon EUR)
Belçika
Çek Cmh.
Danimarka
Almanya
Estonya
2001
58,006
901,839
387
2002
63,609
3,545
921,822
593
2003
71,710
4,790
151,820
937,379
954
2004
80,440
6,885
163,450
949,457
1,500
Yunanistan
15,517
21,064
26,364
32,944
İspanya
206,815
236,388
277,573
335,665
320,761
34,710
107,711
221
6,533
1,504
761
259,812
29,631
6,018
57,448
390
27,329
72,554
965,934
2,026,112
3,073,881
347,954
44,126
131,660
390
286
7,052
3,639
898
282,937
35,988
6,885
64,954
457
1,040
30,960
81,219
1,035,553
2,188,524
3,323,029
385,078
55,012
154,374
722
553
8,291
6,093
1,061
302,392
39,746
8,258
66,485
557
1,427
36,049
84,129
1,101,859
2,360,453
3,722,676
432,396
73,739
185,014
1,311
996
9,335
8,255
1,276
331,742
48,064
10,734
71,139
732
2,032
41,544
96,086
1,238,444
2,591,481
4,123,480
Fransa
İrlanda
İtalya
Letonya
Litvanya
Luxemburg
Macaristan
Malta
Hollanda
Avusturya
Polonya
Portekiz
Slovenya
Slovakya
Finlandiya
İsveç
Birleşik Krallık
Para Birliği-12
A. Birliği-25
Kaynak: BDDK verileri esas alınarak hazırlanmıştır.
Türk bankacılık sektöründe kullandırılan konut kredilerinin vade yapısı
önceki dönemlere göre uzamıştır. Şöyle ki, sektörün 2005 yılı Eylül ayı
itibarıyla kullandırdığı 5 yıla kadar vadeli konut kredilerinin toplamı 6,2 milyar
TL (4,6 milyar USD) tutarındadır. Bu tutar, toplam konut kredisi hacminin
%63’ünü oluşturmaktadır. 5-10 yıl vadeli krediler toplamı ise 3,1 milyar TL
(2,3 milyar USD) olup toplam içindeki payı %31,7 seviyesindedir. 10 yıldan
80
uzun vadeli konut kredilerinin toplamı da 543,6 milyon TL (405 milyon USD)
olup toplam içindeki payı %5,4 düzeyindedir (Doğan, 2006:16).
2.3.5 Konut Kredilerindeki Riskler
2.3.5.1 Temerrüt Riski
Temerrüt riski, konut kredisi aylık geri ödemelerinin zamanında
ödenmemesi dolayısıyla ortaya çıkan risktir. Konut kredilerinde temerrüt
riskini özellikle “ödeme/gelir rasyosu” ve/veya “borç bakiyesi/konut değeri”
rasyosundaki değişiklikler etkilemektedir. Mevcut durumda konut kredilerinde
takibe dönüşüm oranının %0,1 seviyesinde olması temerrüt riskinin
hâlihazırda düşük olduğuna işaret etmektedir. Özellikle, vadeye kalan gün
sayısı azaldıkça temerrüt riskinin düştüğü görülmektedir. Ancak, kredi
kullanan temerrüt durumundan ne kadar çok korunursa (temerrüt durumunda
bankanın konuta el koymasını zorlaştırarak vb.) faiz oranları da o derecede
artmaktadır (Kahn ve diğerleri, 1994, JREFE; Ambrose and Buttimer, 2000,
JREFE). Bu anlamda, temerrüde düşmüş kredi kullanıcılarının korunması,
temerrüde düşmemiş kredi kullanıcılarının temerrüde düşenleri sübvanse
etmesi sonucunu doğurabilecektir (Yavaş, t.y:45).
2.3.5.2 Erken Ödeme Riski
İpotek kredilerinde krediyi veren kurum açısından ortaya çıkabilecek
bir risk unsuru erken ödeme riski, diğer bir ifadeyle peşim ödeme riskidir. Bu
risk türü, vade tarihi gelmeden kredi bakiyesinin peşin ödenerek kapatılması
durumunda ortaya çıkmaktadır. Riskin ortaya çıkmasındaki temel neden,
piyasa faiz oranlarının farklılaşmasıdır. Piyasa faiz oranlarının istikrarlı bir
seyir takip ettiği ekonomilerde erken ödeme riskinin ortaya çıkma ihtimali çok
küçüktür. Faiz oranlarının yükselişte olduğu dönemlerde değişken oranlı
ipotekli kredilerde erken ödeme riskinin ortaya çıkma ihtimali çok yüksek
iken, sabit oranlı ipotekli kredilerde riskin ortaya çıkması çok düşük, hatta
imkânsızdır (Yalçıner, 2006:94). Türkiye’de erken ödeme riskine karşılık %2
oranında bir ceza uygulanmaktadır.
81
2.3.5.3 Faiz Oranı Riski
Faiz oranı riski, hem kredi kullananların hem de kredi kullandıran
finans kuruluşlarının karşılaşabileceği bir risk türüdür. Faiz oranı riski, piyasa
faiz oranlarının ipotekli kredilerin düzenlenmesinde esas alınan faiz
oranlarından farklılaşması durumunda ortaya çıkmaktadır. Riskten etkilenen
taraflar ve etkinin boyutu ipotekli kredi türüne göre değişmektedir. Sabit faizli
kredilerde piyasa faiz oranlarının artması kredi veren tarafı olumsuz
etkilerken, değişken oranlı kredilerde olumlu etkilemektedir (Yalçıner,
2006:96)
Faiz oranı riskinin kredi kullananlar üzerindeki etkisine erken ödeme
riski başlığı altında değilmiştir. Faiz oranı riskine kredi veren kurumlar
açısından bakacak olursak; kredi kullandırıldıktan sonra faiz oranlarının
artması durumunda, kullandırılan konut kredisinin tüketiciyi koruma mevzuatı
hükümleri nedeniyle artırılamaması buna mukabil banka kaynaklarının kısa
vadeli yapısı nedeniyle bankanın maliyetlerinin artış göstermesi, bu durumun
banka mali bünyesini olumsuz etkileyebilecektir. Diğer bir ifadeyle, aktif pasif
arasındaki vade uyumsuzluğu, faiz oranlarındaki yükselme ile birlikte banka
borçlanmasının maliyetini artırırken, kredilerinden elde edilen geliri sabit
kalmaktadır.
2.3.5.4 Likidite Riski
En dar anlamda taşınmazın nakde dönüştürülememesi likidite riski
olarak
isimlendirilir.
Gayrimenkul
yatırımlarının
istenildiği
an
nakde
dönüştürülememesi, nakde dönüşüm için belirli bir süre beklenilmesi veya
piyasa değerinin altında bir bedelle nakde dönüştürülmesi daha geniş
anlamda likidite riski olarak ifade edilmektedir (Yalçıner, 2006:105)
2.3.5.5 Hukuki Risk
Hukuki risk, düzenleyici otoritelerin ve kanun koyucuların yanlış
analizleri ve amaca hizmet etmeyen mevzuat düzenlemeleri nedeniyle maruz
82
kalınan risktir. Nitekim yanlış düzenlenmiş bir konut kredisi sistemi finansal
piyasalarda ve ekonominin genelinde krize yol açabilir. Kötü dizayn edilmiş
finans sistemleri, finansal ve ekonomik krizlere sebep verebilmekte ve/veya
oluşan krizleri çok daha kötü duruma getirebilmektedir. 1997 yılında
meydana gelen son Asya krizinde en çok zarar gören ülkelerin ortak özelliği
ipotekli
kredi
veren
bankaların
yeterince
denetlenmemesi
sonucu
kullandırmamaları gereken kredileri kullandırmalarından kaynaklanmıştır
(Yavaş, t.y:32.).
2.3.5.6 Dışsal Şok Riski
Uluslararası piyasalarda ve/veya yerel piyasalarda aktif fiyatların
olduğundan fazla değerlenmesi, gayrimenkulün reel fiyatlarının birbirini
izleyen yıllarda %10’dan daha fazla artması (köpük) dolayısıyla maruz
kalınan risktir(European Central Bank, "Structural Factors in the EU Housing
Markets", March 2003).
2.3.5.7 Yerel Risk
Ülkenin varlık fiyatlarında yapay bir şekilde yaşanan aşırı artış
nedeniyle
maruz
kalınabilecek
risktir.
Uluslararası uygulamalar
hem
gelişmekte olan hem de gelişmiş ülkelerde gayrimenkul piyasalarında oluşan
fiyat artışlarının azalmasıyla bankacılık krizleri arasında çok önemli bir
korelasyon bulunduğunu göstermektedir (Erdönmez, 2005:25). Bu tür
krizlerin en önemlileri Hollanda’da Tulipmania, İngiltere’de Güney Deniz,
Fransa’da Missispi Balonu ve 1929 Büyük Depresyon’dur. Yakın dönemde
1980’lerin sonunda Japonya’da gayrimenkul ve hisse senedi piyasasında
oluşan ve akabinde 1990’da baş gösteren çöküş, Norveç, Finlandiya ve
İsveç’te yaşanan benzer deneyimler bu konudaki en tipik örneklerdir.
Arjantin, Şili, Meksika ile Güney Asya ülkelerinden Malezya, Endonezya,
Tayland ve Güney Kore gibi gelişmekte olan ülkelerde gayrimenkul
fiyatlarının aşırı değerlenmesinden dolayı finansal krizler meydana gelmiştir.
Japonya, 1980’lerin ikinci yarısından itibaren varlık fiyatlarının hızla
yükselmesi, para arzının ve kredi hacminin genişlemesi ve ekonominin aşırı
83
ısınmasıyla karakterize edilen köpük ekonomisi sürecine girmiştir. Bu artış
trendinde, 1980’lerin başında 10.000 Yen civarında olan Nikkei 225 endeksi
1989 yılı sonunda da 39.000 Yen’e ulaşmış, arsa fiyatları 1990 yılı itibarıyla
1985 yılındaki seviyesine göre yaklaşık dört kat yükselmiş ve varlıkların
değerindeki artış, 1986-1989 döneminde nominal GSYİH’nın %452’sine
karşılık gelmiştir (Çokaklı, 2002) .
Japonya’da köpük ekonomisine neden olan unsurlar temelde agresif
banka davranışları ve vergileme politikasıdır. Japon firmalara menkul kıymet
piyasasından fon toplayabilmeleri yönündeki kısıtlamaların kaldırılması,
büyük firmaların bankalara olan bağımlılıkları azalmıştır. Japon bankacılık
sistemi de agresif bir davranış biçimine girerek emlak piyasasına dayanan
küçük firmalara riskliliği yüksek kredi kullandırmaya başlamıştır. Diğer
taraftan, Japon vergi yasalarına göre arsayı elde tutarken uygulanan vergi
oranının, arsanın alım-satımında uygulanan orandan daha düşük olması arsa
fiyatları yükseldiğinde arsaların elde tutulmaya devam etmesine yol açmıştır.
Satış kazancından alınan vergi oranının yüksek olması da arsanın satışını
mümkün olduğunca geciktirmiştir.
Aktif fiyatları aşırı şişen ülkelerde gözlemlenen temel özelliklerden
birisi, yüksek kaldıraç oranına sahip firmaların kredi limitlerinin arsanın
değerine bağlı teminatlara göre belirlenmesidir. Aktif fiyatlarındaki artışın
azalmamsıyla arsa teminat değeri düşmekte, bu ise kredilerin tam olarak
teminatlandırılmadığı anlamına gelmektedir. Bankalar da buna göre kredi
limitlerini düşürmüşlerdir. Firmalar kredilerini geri ödemek için bu arsaları
satmaya başlamış ve neticede arsaların değeri daha da düşmüştür. Bu
durum sistemde zincir iflasları oluşana kadar devam etmiştir (Erdönmez, t.y:
13).
2.3.5.8 Küresel Risk
Uluslararası piyasalarda genel olarak aktif fiyatlarında yaşanabilecek
aşırı artışlar dolayısıyla maruz kalınabilecek riskleri ifade etmektedir. Son
dönemlerde uluslararası piyasalardaki likidite bolluğu gelişmekte olan
ülkelere fon akımını kolaylaştırmıştır. Bu durum yurt içi piyasada da yansıma
84
bulmuştur. Ancak, yaşanan bu likidite bolluğunun sona ermesiyle birlikte,
varlık fiyatlarının aşırı şişmesi durumunda küresel riskin yaşanabilme ihtimali
de bulunmaktadır.
2.3.5.9 Risklerden Korunma Yolları
Türk bankacılık sisteminin son dönemlerde kullandırdığı konut
kredilerinde artış görülmekle birlikte konut kredilerinin finansmanı da önem
arz etmektedir. Önceki bölümlerde de ifade olunduğu üzere bankalar geçmiş
dönemlere göre daha uzun vadelerde daha düşük maliyetle, daha kolay kredi
sağlama imkânına kavuşmuşlardır. Ancak bankaların genelde krediler özelde
konut kredileri için aktif pasif arasındaki vade uyumu, getiri maliyet oranı vb
gibi hususlara dikkat etmesi gerekmektedir. Bankalar etkin risk yönetimi
çerçevesinde, faaliyetlerinden kaynaklanabilecek riskleri bertaraf etme
yönünde çeşitli araçları önceki dönemlere göre daha fazla kullanmakta olup
bunlardan birisi de türev işlemlerdir. Söz konusu türev işlemler içerisinde yer
alan, faiz oranı swapı, bankaların kullandırdıkları sabit faizli krediler nedeniyle
maruz kalınabilecek faiz riskini sınırlayan araçlardan birisidir. Ayrıca,
bankaların son dönemlerde çapraz kur swapı, ulusal anapara faiz swapı, ikili
kur işlemlerinde bulunduğu kredi temerrüt yükümlülüğü, kredi temerrüt swapı
işlemlerine de yöneldiği görülmektedir.
85
Şekil 9: Türk Bankacılık Sektörü Türev İşlemler Hacmi (MilyarTL)
Kaynak: BDDK verileri esas alınarak hesaplanmıştır.
Konut kredisi kullandıran banka gruplarının yaptıkları türev işlemler
incelendiğinde; özel bankaların, kamu bankalarının ve yabancı bankaların
kullandırdıkları konut kredilerinin hızlı gelişmesine paralel olarak yaptıkları
türev işlemleri de artmıştır. Temmuz 2002 döneminde yapılan türev işlemler
27 milyar TL bakiye arz ederken, Kasım 2005 döneminde 68 milyar TL
bakiye arz etmektedir. Diğer bir ifadeyle, yapılan türev işlemlerdeki artış
%152 düzeyinde gerçekleşmiştir.
Bankalar, kullandırmış oldukları sabit faizli kredi miktarı arttıkça maruz
kalabilecekleri faiz oranı riskini bertaraf etmek için daha fazla faiz swapı
işlemlerine yönelmişlerdir.
2.4 KONUT SORUNU
Kentlerin fiziksel yapıları içinde en büyük pay konut alanlarına aittir.
TÜİK’in 2000 bina sayımı sonucuna göre ülkedeki mevcut binaların %85,9’u
ya tamamen konut ya da çoğunlukla konut içeren binalardır. Kentleri
biçimlendiren ise, diğer pek çok etkenin yanı sıra ağırlıkla bir ülkede geçerli
olan ekonomi politikasıdır. Ekonomi politikası, resmi siyasal ideolojinin
ekonomik yaşama ve kurallara yansımasıdır. Bunun en somut örneği de
86
1980 öncesi ile sonrası arasında Türkiye kentlerinde gözlemlenen büyük
farklılıklardır. 1980 sonrasında hızla yabancı sermayeye açılarak küresel
anamalcı ekonomiye tutunmaya çalışan siyasal erk, kenti değiştirmenin
yaşamı değiştirmeye giden yolda önemli bir adım olduğunu düşünmüştür. Bu
doğrultuda ilk uygulamalar, liberal sağın eline geçen kent yönetimlerine geniş
imar yetkileri tanıyarak yeni rantiye sınıfları yaratmak, rant ekonomisini ve
işini bilen vatandaş tipini egemen kılmak olmuştur. Gecekondu bağışlamaları,
tarım ve orman arazilerinin hızla imara açılmaları, çok katlı ya da villa tipi
konut kompleksleri girişimleri, otoyollar, altyapı çalışmaları ve kent
özeklerinde mantar gibi çoğalan döviz büfeleri, dev alış veriş mekânları ile
kentler büyük bir dönüşüm yaşarken, toplumsal yaşam da bu dönüşümden
payını almıştır.
Siyasal erk, serbest piyasa, küreselleşme, özelleştirme, küçülme,
kuralsızlaştırma (deregülasyon) söylemleri ile gittikçe daha çok yasa çıkaran,
yasa hükmünde kararnamelerle her şeyi düzen altına almaya çalışan bir erk
haline gelmiştir. Bu süreçte baskı düzenekleri daha çok alt ve orta gelir
kümelerinin üretim alanındaki örgütlülükleri üzerinde, yani sendika ve
dernekler üzerinde yoğunlaşmıştır. Sendikasızlaştırma ve taşeronlaştırma ile
emekçi
kitleler
örgütsüz
topluluklara
dönüştürülmüştür.
Toplumsal
hoşnutsuzluğu ve bunun radikal hareketlere dönüşmesini engellemek içinse,
bu kesimlerin ağırlıkta olduğu gecekondu alanlarına toplumsal donatı ve
altyapı ile tapu ya da tapu tahsis belgeleri ile yaklaşmaya çalışmıştır.
1980’lerin ortalarında yayın yaşamına katılan özel TV kanalları ve renkli
televizyon ile kentte yaşayanlara yönelik yeni tüketim kalıpları üretilmeye
başlandığı
da
görülmektedir.
Bir
anlamda
insanlara
gereksinimleri
öğretilmektedir. Yaşam kalitesi ve kentsel yaşam kalitesi kavramları üzerinde
durarak, konutun yalnızca içinin değil çevresinin de konforlu olması
gereksinimi öğretilmiştir. Her tür yakıtın ısınmada kullanılmasına göz
yumarak kentlerin havasını kirleten belediyeler, kirlilikten uzak, çevreye
duyarlı, alışveriş, eğlence, kültür ve spor kompleksleriyle bir bütün oluşturan,
dışarıya karşı yalıtılmış lüks konut sitelerine yeni imar alanları açarak ve
altyapı hizmetleri sunarak öncülük etmişlerdir. Reklamlar ve TV bu yeni
87
yaşam biçimlerini insanların odalarına kadar sokarak, onların gereksinimler
listesine bu tip konutları yerleştirmişlerdir. Tüketici kredileri ile özel oto
sahipliği ve kredi kartları ile sınırsız alış veriş yapma isteği özendirilmiş,
yüksek enflasyon ortamında döviz biriktirimi ve dövizle alışveriş, döviz kredisi
gibi seçenekler yoğun ilgi görmeye başlamışlardır.
Enflasyonun denetlenemediği, gelir dağılımının gittikçe adaletsizleştiği,
kentlerin taşıma sınırlarının zorlandığı ve siyasete daha çok sağın egemen
olduğu son yirmi yıl içinde ekonomi, kayıt dışı sektöre, ranta ve vurgunculuğa
doğru kaymıştır. Kentsel topraklar talan edilmiş ya da büyük holdinglere
resmi ellerden paylaştırılmış; taşınmaz fiyatları ve kiralar enflasyon
rakamlarının üzerinde artışlar göstermişlerdir. Yoksul halk kitleleri kent
özeklerinden, istenmeyen ve spekülatif kazanç vaat etmeyen alanlara,
gecekondulara, adı toplumsal konut olan düşük ölçünlü, niteliksiz konutlara
doğru itilmişlerdir. Kentler, toplumsal sınıflar arasındaki derin uçurumları
keskinleştiren ve neredeyse her bir toplumsal sınıfı kendi içinde hapseden
yalıtılmış mekânlara bölünmüşlerdir. İşte tam da bu noktada konut sorununun
ekonomik boyutları önem kazanmıştır.
Ancak sorunu kentsel sorun olarak betimlemek, onun aslında bir
toplumsal ve ekonomik sorun olduğu gerçeğini gizlememektedir. Bunun için
de, konutu hem iktisadi bir mal, hem karlı ve spekülatif bir sermaye yatırımı
hem de sosyo-kültürel ve siyasal bir ürün olarak kabullenmek gerekmektedir.
2.4.1 Genel Olarak Konut Sorunu
Yaşanılan mekân olarak konut, birey için pek çok işleve sahiptir.
Bunlar, barınak, üretilen bir meta, bir tüketim malı, spekülasyona konu bir
yatırım malı, gelecek güvencesi, toplumsal ilişkilerin yeniden üretiminde bir
araç, kentsel çevreyi üreten kültürel bir yapı, emeğin ve bireyin yeniden
üretiminde rol sahibi ve kişiyi dış etkilerden koruyan, ona hem toplumdan ayrı
hem de toplum içinde yaşaması için olanaklar sunan özel bir mekân olması
(Tekeli, 1996:2) biçiminde sıralanmaktadır. Bu çok işlevlilik konutun tek bir
biçimde
tanımlanmasını
güçleştirirken,
konuta
ilişkin
sorunları
da
88
çeşitlendirmektedir.
Bu
nedenle
öncelikle
şu
soruların
yanıtlanması
gerekmektedir:
1. Konut sorunu nedir?
2. Bireysel bir barınma sorunu mudur yoksa toplumsal bir yoksulluk/az
gelişmişlik sorunu mudur?
3. Konut sorunu sistemden mi bireylerden mi kaynaklanır?
4. Konut hangi koşullarda sorun halini alır?
5. Yoksulluk yuvalarıyla gösterişçi ve/ veya ikinci konutların başabaş
gittiği bir ülkede konut sorunu nasıl tanımlanabilir?
Ancak bu sorular yanıtlandığında sorun tanılanmış olabilir ve bundan
sonra çözüm arayışlarına girilebilir. Gereksinimler doyurulmadıkları zaman
sorun olarak algılanmaya başlanırlar. Doyuma ulaşma ise var olan kaynaklar
ölçüsünde
gerçekleşir.
Kişilerin
temel
gereksinimlerinden
barınma
gereksiniminin aracı olan konutta da durum böyledir.
Konuta olan gereksinim demografik, konut talebi ise ekonomik temelli
kavramlardır. Konut sorunu ise hem ekonomik hem de demografik
nedenlerden kaynaklanmaktadır. Öyle ki nüfus artışı ve hareketliliği devam
ettiği sürece konut gereksinimi bitmeyecektir. Ancak, yeterli kaynak ve çaba
harcandığında konut sorunu hafifletilebilir. Bunun için de kapsamlı bir
planlama ve uygulama kararlılığı şarttır.
Türkiye’de konut sorununu ortaya çıkaran etmenlere bakıldığında, şu
beş temel faktör ortaya çıkmaktadır. Bunlar:
-Hızlı ve plan dışı kentleşme: Daha çok ülke içi ve özellikle de kırdan
kente veya büyük kentlere doğru olan ve sanayileşmenin önünde giden nüfus
hareketliliğinden
kaynaklanan
konut
gereksinimi,
sorunun
kaynağına
oturmaktadır. Mevcut konut yığınından talep etme gücü olmayan ama kente
tutunma çabasında olan ailelerin ilk durağı gecekondu olmaktadır.
-Kentsel
topraklar
üzerindeki
kışkırtılmış
spekülasyon:
Kent
topraklarının özel mülkiyete konu, kıt bir mal olması, yerel yönetimlerce
sahiplenilmemesi ve büyük arsa sahiplerinin de geleceğe ilişkin beklentiler ile
toprakları boş tutması, planlı yerleşmenin önünü tıkamaktadır. Gecekondu bu
nedenlerle, başlangıçta barınma gereksinimlerini karşılayan masum bir araç
89
gibi görünse de zamanla kentsel rantların paylaşım aracı olmaktadır. Yerel ve
özeksel yönetimlerin kentsel toprak talanına göz yumması ve değer artışları
yoluyla elde edilen haksız kazançlara el koymaması, bu yağma düzenini
başat kılmaktadır.
-Adil olmayan gelir dağılımı: Yoksulluk, en az yaşam ölçünlerinin
içerdiği “temel gereksinmelerin karşılanabilmesi için yeterli gelirin elde
edilememesi” durumudur (Dağdemir, 1999:25).
-İmar afları: Türkiye’de imar afları geleneksel bir devlet politikası halini
almıştır. İlk af yasası 1949’da çıkarılmış, bunu 1953, 1963, 1966, 1976, 1983,
(1983- 1988 arasında beş ayrı af yasası çıkarılmış) ve 1990 af yasaları
izlemiştir (Buğra, 2000:113). Politik kaygıların beslediği bu süreç, yoksul ve
konuta ulaşamayan kesimlerin toplumsal başkaldırılarını yatıştırma ve 1980
sonrasının yeni dünya düzenine bu yığınları dâhil etme aracı olmuştur.
-Ekonomik
olmayan
konut
yatırımları:
Ulusal
kaynaklar
konut
yatırımına giderken sağlıklı bir planlama yapılmadığı için, gereksinim dışı
spekülatif konut yatırımları ağırlık kazanmaya başlamıştır. Orta ve düşük gelir
guruplarına hitap edecek konut politikaları yerine, büyük ölçekli, lüks ya da
ikinci konut yapımı hızlanmış (Geray, 1999:106), konut yapımı ağırlıklı olarak
serbest piyasa koşullarına terk edilmiştir. Konut sorununu asıl yaşamakta
olan kesimler göz ardı edilmiştir. Toplumsal konut projelerini desteklemek ve
dar gelirli kesimlerin konut gereksinmelerini gidermeye çalışmakla görevli
Toplu Konut İdaresi (TOKİ) bile, doğrudan konut sunumunu üst-orta ve
yüksek gelir gruplarına göre düzenlemektedir. Yoksul kesimlere yönelik konut
sunumu ise, içinde yaşayacak insanları dikkate almadan, en az kaynakla
olabildiğince çok konut üretme mantığının izlerini taşımaktadır. Daha içine
yerleşilmeden sıvası, boyası dökülerek, konut hurdalığı haline gelen bu tür
konut alanları, düşük gelirli aileler tarafından da istenmemektedir.
Buraya kadar sıralanan etkenler göz önüne alındığında, konut
sorununun kapitalist kente içsel, kapitalist kente özgü olduğu sonucuna
varılmaktadır. Kapitalizmin üretim, bölüşüm, dolaşım ve tüketim diyalektiği
içerisinde bir meta olarak yer alan konut, kar etme ve sermaye birikimini
sürekli kılma arzularının sonucu olarak, zaman içerisinde sorun biçiminde
90
görülmeye başlanmıştır (Arın, 1982:272-273). Nüfusun ve buna bağlı olarak
zevklerin, tüketimin, talebin yoğunlaştığı kentlerde, sermaye birikimini sürekli
kılma güdüsüyle hiçbir zaman herkes için yeterli, ulaşılabilir ve yaşanabilir
konut sunumu gerçekleştirilememiş, bir nitelik ve barınma yoğunluğu sorunu
olarak sürekli gündemde kalabilmiştir.
İktisadi insan (homo-economicus), en düşük risk ve en az çaba ile
fazla
yorulmadan
en
çok
karı
nasıl
edineceğinin
peşine
düşerek,
spekülasyona yönelmekte, sermayenin ikincil döngüsü olarak adlandırılan
mekân üretimi, sermayenin sıkıştığı noktada önem kazanmaktadır. Konut
sorunu bu bağlamda birçok özellik göz önüne alınarak tanımlanabilmektedir.
En basit haliyle sorun, gelir ve servet dağılımı dengesizliğinin yol açtığı
toplumsal tabakalaşmanın fiziksel görünümü biçimindedir. Çünkü konut
sorunu kentte yaşayan yoksul kesimlerin sorunu olmaktadır. Konut satın
alınması yani mülk konut olgusu topluma benimsetilip yaygınlaştırılmaya
çalışılırken, toplumun önemli bir kesiminin en az ücretle ya da düzenli geliri
olmadan yaşamaya çalıştığı göz ardı edilmektedir.
Üretilen
konutlar
ancak
orta-üst
gelir
kümelerine
yönelik
fiyatlandırılmakta, çok düşük gelir kümelerine yönelik kısıtlı konut üretimi ise
insan unsuru dikkate alınmadığı ve salt bir barınak olarak planlandığı için,
içinde yaşamayı kabullenenleri mutsuz kılmaktadır. Böyle bir durumda bir
ülkede hane halklarına eşit sayıda konut olsa bile konut sorunu varlığını
sürdürmektedir.
Eğer konut sorunu bireysel bir barınma sorunu olarak kabul edilmişse,
bireysel çözümlerin de kabulü gerekir. Oysa konut yapısı tüzel düzenlemeler
altında biçimlendirilmekte ve vergilendirilmektedir. Kentlerin fiziksel dokusuna
aykırı konut yapımı engellenmektedir. Konut, çevresine saldığı dışsallıklar
nedeniyle, düzen altına alınmaktadır. Yani konut, toplumsal bir üründür ve
sorun ise, toplumsal bir sorun olmak durumundadır. Tıpkı göç ve yoksulluk
gibi, bunların uzantısında yer alan konut yoksunluğu da toplumsal bir
sorundur. Konut, kullanım değerinden sıyrılıp değişim değerine büründüğü ve
devlet, üretimine ya da tüketimine müdahale etmeyi sisteme aykırı
gördüğünde, konut sorunu yoğunlaşmaktadır. Bu koşullar altında hem
91
gösterişci ve aşırı tüketim, hem de yoksunluk ve yetersiz tüketim olarak,
toplumsal bir sorun biçimini almaktadır. Aşırı tüketim, ulusal kaynakları
üretken olmayan bir alanda yoğunlaştırdığı için, fırsat maliyetini topluma
yüklemektedir. Gecekondu türü konutlar ya da sağlıksız, donatısız konut
alanları ise dışsal maliyetler yaratmakta, bazı durumlarda ulusal servetin
kaybına yol açmaktadır. Bu nedenlerle, toplumcu devlet anlayışı, konut
sorununu toplumsal bir sorun olarak algılayıp her iki uçtaki konut davranışını
düzen altına almayı ve toplumsal dengeyi kurmayı gerektirir.
2.4.2 Türkiye’de Konut Sorunun Boyutları
Son yıllarda sürekli gündemde bulunan ve en çok tartışılan konulardan
biri de konut sorunudur. Sosyal, ekonomik, yasal ve teknik boyutları karmaşık
bir şekilde etkileşen bu soruna çözüm getirebilmek için, sorunu bütünü ile ve
doğru biçimde tanımlamak gerekir.
Özellikle
büyük
kentlerde
görülen
ve
gittikçe
yaygınlaşan
gecekondular, beraberinde karşılanması güç ve pahalı teknik ve sosyal
altyapı sorunlarını getirdiği gibi, yasal ve sosyal açıdan da problemler
doğurmaktadır.
Bir ülkede yaşanmakta olan konut sorununun, o ülke koşullarından ve
özellikle de ülkenin ekonomik koşullarından bağımsız olarak ele alınması
beklenemez. Ulusal ekonomi içerisinde önemli bir büyüklüğe sahip olup,
iktisat politikalarından, devrevi dalgalanmalardan ve makro değişkenlerden
etkilenen ve de bütün bunları etkileyen bir sektör olarak Türkiye’de konut
kesimi, Türkiye Ekonomisi zemininde incelenmelidir.
Türkiye ekonomisinin devingen yapısı, özellikle 1950 yılında çok partili
siyasal yaşamın yönetime yansımasıyla ortaya çıkmaktadır. Siyasal idelojinin
değişimi,
iktisat
ideolojisinin
de
değişimini
gerekli
kılmış,
siyasal
istikrarsızlıklar giderek kronikleşirken, ekonomik istikrarsızlıkları doğuran ve
besleyen bir süreç yaratmıştır. 1960-1980 arası hükümet değişim hızı,
kalkınma planlarının beşer yıllık sürelerini anlamsız kılmış, hazırladığı planı
baştan sona uygulayan ve sonuçlarını görebilen bir yönetim olmamıştır
(Aydın, 2002:101).
92
1961 Anayasası konut yönünden yoksul ve dar gelirlilere öncelik
verirken, 1982 Anayasasında bu hüküm yer almamıştır. Dolayısıyla devlet
toplumda yaşayan bütün insanların konut ihtiyaçlarıyla ilgilenmek zorundadır.
1961 Anayasasının 49. maddesi vatandaşların sağlık haklarından söz
etmektedir. Bu madde aynı zamanda barınma hakkına da değinmektedir.
Böylece konut ve barınma hakkına sağlık koşulları arasında yer veren
geçmiş yüzyılların geleneksel anlayışı bu anayasada temel olmuştur
(Börtücene, 1975:32). 1961 Anayasası yalnızca yoksul ve dar gelirli
kesimlerin sağlık koşullarına uygun konut gereksemelerinin karşılanmasında
devlete görev vermektedir. Bu oldukça önemli bir önceliktir. Ancak
Anayasanın 3. maddesi kaynak sınırlılığının bu görevin yerine getirilmesinde
önemli bir engel olması halini gösterecek biçimde düzenlenmiştir. 1961
Anayasasında konut sorunu ile ilgili diğer bir madde 38. maddedir.
Kamulaştırma ile ilgili yazılan bu madde özellikle kent arazilerinin spekülatif
artışlarla konut sorununun çözümünün çıkmazda çırakmasını engellemek
üzere düşünülmüştür.
Diğer yandan 1982 Anayasasının "Konut Hakkı" başlıklı 57.
maddesinin tam metni şöyledir: "Devlet şehirlerin özelliklerini ve çevre
şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut ihtiyaçlarım karşılayacak
tedbirleri
alır.
Ayrıca,
toplu
konut
teşebbüslerini
destekler."
1961
Anayasasında ise Sağlık Hakkı kenar başlığını taşıyan 49. maddesinin ikinci
fıkrasında, "Devlet, yoksul ve dar gelirli ailelerin sağlık şartlarına uygun konut
ihtiyaçlarım karşılayıcı tedbirleri alır" ifadesi yer almaktaydı. Görüldüğü gibi
1982 Anayasası konutu sağlık hakkının bir uzantısı olarak değil, insanın
verimli çalışmasını doğrudan etkileyen ekonomik ve toplumsal bir sorun
olarak ele almıştır.
1961 Anayasası konut yönünden yoksul ve dar gelirlilere öncelik
verirken, 1982 Anayasasında bu hüküm yer almamıştır. Dolayısıyla, 1982
Anayasasına göre devlet, toplumda yaşayan bütün insanların konut
ihtiyaçlarıyla ilgilenmek zorundadır.
Ayrıca 1982 Anayasası, konutu dört duvar ve bir çalıdan ibaret
görmeyip, "kentlerin özelliklerini de hesaba katarak" ve "çevre koşullan
93
içinde" algılamak gerektiğini, toplu konut girişimlerinin devlet tarafından
destelenmesi gerektiğini de belirtmiştir.
Bir ülkedeki konut ihtiyacı ile ilişkili olan diğer kavramlar “konut açığı”
ve “konut sorunu” kavramlarıdır. “Konut sorunu; nitelikli konut sayısındaki
yetersizlikler nedeniyle, bazı ailelerin çağdaş yaşam düzeyine uygun
olmayan ve sağlık koşullarından uzak, niteliksiz konutlarda yaşamaları ve
nitelikli konutlarda yaşamak isteyenlerin de yüksek bedel ödemeleri anlamına
gelmektedir. Konut sorunu olgusunun ortaya çıkardığı bir diğer problem de
“konut açığı”dır. Konut açığı, bir ülkedeki konut stokunun gerekli olan
miktardan az olması anlamına gelmektedir ve kavramsal olarak niceliksel bir
içerikten daha çok niteliksel bir içerik taşımaktadır. Konut açığı bulunan bir
ülkede niteliksiz de olsa barınma gereksinimleri karşılanmaktadırlar. Bu
bağlamda da konut açığı, niceliksel bir açıktan daha çok bazı ailelerin
niteliksiz
konutlarda
barınmaları
gibi
arzulanmayan
bir
olguyu
tanımlamaktadır” (Ertürk, 1996:191-192).
Bir ülkede konut açığının olup olmadığı konut stoku verileriyle ortaya
konulabilir. Konut stoku, kısa dönemli (durağan) ve uzun dönemli (değişken)
olmak üzere iki yapıya sahiptir. “Bir ülkedeki konut stoku kısa dönemli yapıda
ele alındığında bu stok; mevcut konut sayısı, konut olmadıkları halde konut
gibi kullanılan yapılar ve türlü nedenlerle boş bekletilen konutlar toplamı ile
bu toplamdan yenilenmeleri gereken, başka amaçlar için kullanılan ve yazlık
konutların çıkarılması ile bulunmaktadır. Konut stoku uzun dönemli bir yapıda
ele alındığında; eskime, yangın, kamulaştırma, doğal yıkım olayları vb.
nedenler ile meydana gelen eskimeler dikkate alınmalıdır. Ayrıca yeni
üretilen konutların da dikkate alınması gerekecektir (Ertürk, 1996:200).
TÜİK’in 2000 yılı nüfus ve konut sayımı verilerinden yararlanılarak
yapılan araştırmaya göre, 2000 yılı itibariyle Türkiye’de 13 milyon 597 bin
676’sı il ve ilçelerde olmak üzere 16 milyon 235 bin 830 adet konut
bulunmaktadır. Sadece il ve ilçelerde bulunan konutlar dikkate alınarak
yapılan incelemeye göre, kentsel kesimde bulunan 13 milyon 597 bin 676
konut stokunun 8 milyon 366 bin 428 inşaat ruhsatı, 4 milyon 524 bin 170
94
yapı kullanım izni vardır. İnşaat ruhsatı bulunan konutların ancak %54’ü yapı
kullanım izni alabilmiştir (www.ntvmsnbc.com/news/192039.asp?0m=H13L&cp1=1).
Yine aynı araştırmaya göre; 2000 yılı itibariyle kentsel kesimde konut
ihtiyacı 10 milyon 906 bin 367 olarak belirlendi. Nüfus verileri dikkate
alındığında, 2000 yılı itibariyle Türkiye genelinde kentsel kesimde 2 milyon
691 bin 309 adet konut fazlası görünmektedir. Ancak inşaat ruhsatları ve yapı
kullanım izinleri dikkate alındığında bu rakam 6 milyon 382 bin 197 adetlik
açığa dönüşüyor (www.ntvmsnbc.com/news/192039.asp?0m=H13L&cp1=1).
Konut sorununun kesin çizgilerle ortaya konulmasında gerekli olan
unsurlardan birisi, konut sahipliği ile ilgili verilerdir. Konut sahipliği ise, ülkenin
sosyo-ekonomik yapısı, kişilerin gelirleri ve servetleri, hane halkı yapısı ve
konut stoku ile doğrudan bağlantılıdır.
Buna göre Türkiye genelinde il ve ilçe merkezlerindeki toplam 13
milyon 597 bin 676 konutta yaşayan kişilerin % 59.8 oranında ev sahibi,
%31.6’sı kiracı, %5.5’i ev sahibi olmayıp kira ödemeyen kişiler ve son olarak
% 2.2.’si lojmanda oturan kişilerden oluşmaktadır (www.konut.gov.tr./html/aevsahipliği.html).
DPT’nin VIII. Beş Yıllık Kalkınma Planında yapılan tahminlere
dayanılarak kentlerde demografik konut gereksinimi hesaplanmıştır. DPT ve
TÜİK verilerine göre 16 yılda (1990-2005) 4 milyondan fazla konut açığı
oluşmuştur.
Tablo 21’den de görüldüğü gibi yıllar itibarı ile nüfus artışı ile birlite
konut ihtiyacı da artmaktadır. 2001 yılında 568.600 adet olan kentlerdeki
toplam konut ihtiyacı 2005 itibarı ile 679.600’dür. 2001-2005 yılları toplam
konut ihtiyacının 3.075.000 adet’tir.
95
Tablo 21: VIII. Kalkınma Planı (2001-2005) Konut Gereksinimi Tahmini
(Adet)
Konut İhtiyacı
Yıllar
Yıllar Kent
Kentlerde
Yenileme ve
Kentlerde
Nüfusu
Demografik
Afet
Toplam
Artışı (Kişi)
Konut İhtiyacı
Konutu
Konut İhtiyacı
İhtiyacı
2001
2.100.000
496.400
72.200
568.600
2002
2.200.000
521.300
72.200
593.500
2003
2.221.000
527.500
72.200
599.700
2004
2.358.000
561.400
72.200
633.600
2005
2.545.000
607.400
72.200
679.600
2.714.000
361.000
3.075.000
Toplam
Kaynak: DPT verileri esas alınarak hazırlanmıştır.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
İPOTEKLİ KREDİLER ve TÜRK KONUT PİYASASINA
UYGULANABİLİRLİĞİ
3.1 KONUT FİNANSMANI ve KONUT FİNANSMAN SİSTEMLERİ
Barınma, insanların en temel ihtiyaçlarından birisidir. Oysa konut
fiyatları kişilerin gelirlerinin çok üzerindedir. Bu nedenle bir insanın konut
edinmesi için ya çok uzun yıllar tasarruf yapması ya da fon fazlası olan
ekonomik birimlerden borçlanması gereklidir. Fon fazlası olan ekonomik
birimlerden fon ihtiyacı olanlara ihtiyaç duydukları fonların aktarılması
finansal sistemin en önemli fonksiyonudur. Sistem, varlığını sürdürebilmek
için tasarruf yapan birimlere kaynaklarını kullandırmaları karşılığında tatmin
edici bir bedel ödemenin yanı sıra, fon ihtiyacı olan kesimlere kullandıkları
fonları geri ödeyebilmeleri için gerekli koşulları sağlamak zorundadır.
Sistemin etkin bir şekilde çalışması neticesinde konut sahibi olmak isteyenler
uzun süre birikim yaparak konut edinmek yerine, önce konutu edinip daha
sonra birikim yapma imkânına kavuşmuş olacaklardır. Ancak bunun için
sağlanacak fonun konut ihtiyacını giderecek düzeyde olmasının yanı sıra
uzun bir vadeye yayılması da gereklidir. Bir konut finansman sisteminin
etkinliği o piyasadaki arz edilebilir yeterli hacimdeki uzun vadeli konut
kredilerinin varlığıyla değerlendirilebilir.
Fon açığı olan ekonomik birimlerle fon fazlası olanların borç alma-borç
verme istek ve şartları çoğunlukla uyuşmaz. Taraflar arasındaki vade, miktar,
zamanlama ve yer uyuşmazlıklarının giderilmesi; tarafların karşı karşıya
kaldıkları risklerin azaltılması ve bilgi işlem maliyetlerinin düşürülmesi,
finansal sektörün gelişme düzeyine bağlı olarak ortaya çıkan finansal aracılar
vasıtasıyla yapılabilir. Aracılıktaki etkinlik düzeyine göre konut finansman
sistemleri 4 gruba ayrılabilir: (Boleat, 1985:7-11)
1.
Doğrudan Finansman Sistemi
2.
Sözleşme Sistemi
3.
Mevduat Finansman Sistemi
4.
İpotek Bankası Sistemi
97
3.1.1 Doğrudan Finansman Sistemi
Bu sistemde konut almak isteyenler ihtiyaç duydukları fonları ya kişisel
ilişki ya da iş ilişkisi içinde bulundukları fon fazlası olan kişilerden doğrudan
doğruya sağlamaktadırlar. Bu önem, kişinin akraba ve arkadaşlarından
sağladığı fonlara kendi tasarruflarını eklemesi şeklinde olabileceği gibi, konut
üreticisinin kredili satış yapması şeklinde de olabilir. Doğrudan finansman
yöntemi kaynak kullanımı açısından oldukça verimsizdir. Çünkü borç veren
ile borç alanın kredi miktarı, vade, faiz gibi konulardaki istekleri tam olarak
uyuşmaz. Kurumsal finansman yapısının tam olarak gelişmediği ya da
kişilerin mevcut yapıyı kullanamadıkları durumlarda başvurulan bir yöntemdir.
Ayrıca çok iyi, gelişmiş konut finansman sistemine sahip ülkelerde yaşasalar
bile aileler çocuklarının konut edinmesine yardımcı olmak amacıyla onların
ihtiyaç duydukları fonların bir kısmını karşılamak yoluna gitmektedirler.
Doğrudan finansman sistemi ayrıca kurumsal konut finansman sisteminin
çöküntüye uğradığı zamanlarda da geçici olarak kullanılmaktadır (Alp,
1996:23).
3.1.2 Sözleşme Sistemi
Konut almak isteyen kişiler önceden belirlenen bir süre boyunca,
piyasa faiz oranlarının altında bir getiri karşılığında tasarruflarını çeşitli
kurumlara yatırırlar. Bu sürenin sonunda biriktirdikleri miktarla orantılı bir
krediyi almaya hak kazanırlar. Bu kredinin faiz oranı da piyasa faizinin
altındadır. Bu
yolla
sağlanan kredi konut alış
bedelinin
%
40'ını
karşılayabilmektedir.
Konut kredisi vermekte kullanılan fonlar sisteme yeni katılan potansiyel
konut alıcılarının fonlarıdır. Sisteme yeni katılanların tasarrufları, kendileri
krediye hak kazanıncaya kadar bekletilmekte, bekleme süresini tamamlamış
olanlara kredi olarak verilmektedir. Bu da sisteme devamlı yeni kişilerin
katılmasını gerekli kılmaktadır. Sistemi cazip kılan genelde devletin sağladığı
sübvansiyonlardır (Akçay, 1993).
98
3.1.3 Mevduat Finansman Sistemi
Konut finansmanında en yaygın olarak kullanılan yöntemdir. Ticari
bankalar, tasarruf bankaları, tasarruf ve kredi birlikleri, emeklilik fonları yapı
toplulukları gibi pek çok kurumu kapsamaktadır. Bu finansal kurumlar piyasa
faizi ile topladıkları fonları yine piyasa faizi ile fon açığı olanlara kredi olarak
kullandırırlar. Bu kurumlardan bazıları devletçe sağlanan özel vergi
avantajları ve disponibilite indirimi gibi ayrıcalıkları kullanarak piyasa faizinin
altında ve nispeten uzun vadeli konut kredisi olarak arz ederler. Ancak bu
kurumların kısa vadeli olarak topladıkları fonları uzun vadeli konut kredilerine
yatırmaları kaynak eşleştirme sorununa neden olmaktadır.
3.1.4 İpotek Bankası Sistemi
Bu yöntemde konut kredisi veren kuruluşlar, kredileri vade sonuna
kadar aktiflerinde donuk bir varlık olarak taşımak yerine bu kredileri menkul
kıymetleştirerek yeni fon girişi sağlarlar. Bu nedenle ipotek bankası
sisteminde etkin bir ikincil ipotek piyasasına ihtiyaç vardır. İpoteğe dayalı
menkul kıymetlerin gelişebilmesi için vergisel avantajlara sahip olmaları
gereklidir. Ayrıca pek çok ülkede bazı kurumların bu tür varlıkları
portföylerinde belirli oranlarda tutmaları zorunlu hale getirilmiştir (Boleat,
1985:7-11).
Sistem geliştikçe çeşitli yatırımcıların beklentilerini karşılayacak
şekilde farklı enstrümanların oluşturulması, uzmanlaşmış ikincil ipotek
kurumlarının ortaya çıkması, ihraç edilen menkul kıymetlerden oluşturulan
kredi havuzunun getirisine endekslenen yatırım araçlarının riski azaltması
nedeniyle kaynakların en etkin şekilde değerlendirilmesi ve uzun vadeli konut
kredilerinin likit hale getirilmesi mümkün olmaktadır. Ancak çeşitli ayrıcalıklar
nedeniyle devlet kuruluşlarının finansal piyasada baskın konumda olması
konut kredilerinin fon kaynağını oluşturan menkul kıymetlerin rekabet şansını
azaltacak ve sistem işleyemez hale gelecektir.
İpotek bankaları, uzmanlaşmış finansal kurumlar olup bu bankacılık
modeli kira düzeyinde bir aylık taksit ödeme gücü olan kişilerden gerekli
koşulları sağlayanların bir konut alması durumunda, 30 yıla kadar vadeli kredi
99
sağlayan ve gerekli olan fonlamayı kendi kaynaklarına dayanarak, gerekli
fonu üreten bir sistemdir (Uludağ, 1997:48).
3.1.4.1 İpotek Bankacılık Sisteminde Kredi Kullanımı
İpotek bankasının bu fonksiyonu konut kredisi başvurularını toplamak,
değerlendirmek ve gerekli olan fonu temin ederek krediyi vermek şeklinde
özetlenebilir.
Bankalar
standart
başvuru
formları
ve
yine
standart
değerlendirme süreçleri kullanarak kredi kararını verirler. Çünkü bir kredinin
kolay menkul kıymetleştirilebilmesi için belirli kriterlere uygunluğunun
belgelenmesi gereklidir. Çoğu zaman ipotekli borç, rating şirketlerince
derecelendirilir, sigorta şirketlerince sigortalanır ve bazı kurumlarca getirisi
garanti altına alınır. Söz konusu kurumların gerekli işlemleri daha etkin bir
şekilde yürütebilmesi için benzer özelliklere sahip kredilere ihtiyaçları vardır.
İpotek bankalarının temel fon kaynakları ise başta mevduatlar olmak üzere
kendi sermayeleri ile ihraç ettikleri tahvil/bonolar ve portföylerindeki kredilere
dayanarak çıkarttıkları menkul kıymetlerdir.
3.1.4.2 İpotek Bankacılık Sisteminde Menkul Kıymetleştirme
Bu fonksiyon konut kredilerinden bir kredi havuzu oluşturarak ipoteğe
dayalı
menkul
kıymetleri
pazarlamak
olarak
tanımlanabilir.
Menkul
kıymetleştirme, kredi olarak kullanılmış fonların tekrar tedavül ve kullanıma
sokulması anlamında bir kaynak yenilenmesi işlemidir. İpotek bankası
kullandırdığı kredileri bir başka kuruma doğrudan satabileceği gibi, ipoteğe
dayalı menkul kıymet de ihraç edebilir. Aynı şekilde banka sadece kendi
kullandırdığı kredilerden bir havuz oluşturabileceği gibi başka kurumların
kredilerini de satın alarak bu havuza ekleyebilir.
100
Şekil 10: İpotekli Kredilere Dayalı Menkul Kıymetleştirme Sürecinin
İşleyişi
Kaynak: BOJ
ABD, ipotekli kredileri menkul kıymetleştirerek finansal sistemi tabana
yaymış ve buradan elde edilen fonlarla birincil piyasada konut kredilerinin
finansmanını ve sürekliliğini sağlamıştır. Ancak, özellikle denetim eksikliği
nedeniyle konut kredilerinin kullanım amacı konut edinme yerine konut
spekülatörlüğüne dönüşmüş ve sistem aksamaya başlamıştır. Bu amaçla
konut alanların genel ekonomik görünüme bağlı sebeplerle temerrüde
düşmesi, kredi ödemelerinin kesilmesine, ardından bu kredilere dayalı
menkul kıymetlere ilişkin ödemelerin durmasına sebep olmuştur. Sistemin
temelinde sorunlar olmasına rağmen bu kredilere dayalı menkul kıymet
ihraçlarının devam etmesi menkul kıymet ihraç standartlarının kalitesini
düşürmüştür.
3.2 Bankacılık Sisteminde İpotek Kredileri
İpotek kredileri, temelde özel hukuk hükümlerine dayanmaktadır. Bu
nedenle taraflar ihtiyaçları ve beklentileri doğrultusunda sözleşme hükümleri
düzenleyerek çok çeşitli ipotek kredisi türleri oluşturabilmektedirler. İpotek
kredisi sözleşmelerinin çeşitlenmesinde en etkin faktör ise içinde bulunulan
101
ülkenin ekonomik şartlarıdır. Bu bölümde sadece uygulamada çok sık
karşılaşılan ipotek kredilerinin incelenmesine yer verilecektir.
3.2.1 Klasik İpotekli Konut Kredisi
Teknik olarak ipotek kredisi krediyi verenle alanın üzerinde anlaşacağı
her şekilde olabilir. Bununla birlikle klasik (geleneksel) ipotek kredisi, sabit
faiz oranlı, eşit geri ödemeli, tamamen amortize edilen bir konut kredisi
şeklinde verilmektedir. Bu kredideki temel düşünce ipoteğin süresi içinde eşit
taksitli ödemeler neticesinde borcun faiz ve anapara olarak tamamen geri
ödenmesidir.
Geleneksel ipotek kredisinde borçlu borcunu sözleşme süresi içinde
anapara ve faizi ile birlikte öder. Faiz oranı, çoğunlukla risksiz faiz oranından
daha yüksektir. Söz konusu oranı, aynı vadedeki hazine kâğıtlarının getirisine
tahsil masrafları, ödenmeme riski, likidite riski gibi çeşitli olumsuz faktörlerin
neden olduğu risk priminin eklenmesiyle bulunur.
Genel olarak ipotekli kredilerde vade 20-30 yıldır ve ödemeler aylık
olarak yapılır. Eşit ödemeli ipotekler için her ayın ilk günü yapılacak ipotek
geri ödemesi tutarı bir önceki ayin başlangıcındaki mevcut ipotek bakiyesi
üzerinden hesaplanacak yıllık faiz tutarının 1/12 si ve mevcut ipotek bakiyesi
üzerinden ödenecek anapara taksitinin toplamıdır. Ödeme yapıldıkça toplam
ipotek tutarından ödenen tutar düşülür. Böylece zaman geçtikçe toplam borç
tutar azalır. Aynı şekilde zaman geçtikçe sabit taksit ödemeleri içindeki faizin
payı azalırken anapara ödemesinin payı artmaktadır(Fabozzİ, 1992:538).
Klasik ipotek kredilerinin genel bir özelliği olarak krediyi almış olan
taraf bakiyesini ödeyerek kredi vadesinden önce kapatma hakkına sahiptir.
Bu nedenle piyasa faiz oranları ipotek kredisinin faiz oranlarının altına
düştüğü zaman, krediyi alan taraf bu krediyi kapatacak ve daha uygun
koşullarla yeniden borçlanacaktır. Ancak krediyi alan kişinin böyle bir işlem
yapabilmesi için piyasadaki faizlerin, en az eski krediyi kapatıp yeniden
borçlanmak için yapılacak masrafları karşılayacak kadar düşmüş olması
gerekir.
Faizlerde
düşüş
olması
halinde
kredi
alan
daha
ucuza
borçlanabilmek için mevcut krediyi kapatma hakkına sahipken, kredi veren
102
faizlerin yükselmesi karşılığında krediyi sona erdirme veya faiz oranlarını
yükseltme
şansına
sahip
değildir(Alp,
2000:90-94).
Dolayısıyla
faiz
oranlarındaki yükselme kredi kullandıranları zarara uğratırken müşterilerin
kredilerini
vadesinden
önce
kapatarak
daha
düşük
faizli
kredilere
yönelmesiyle kredi kurumları erken ödeme riskiyle karşı karşıya kalacaktır.
Kısaca faizlerdeki dalgalanmalar karşısında krediyi kullanan taraf tam bir
koruma
altındayken,
krediyi
kullandıran
kurum
tüm
riski
üstlenmiş
bulunmaktadır. Bu nedenle klasik ipotek kredileri ekonomileri çok istikrarlı
olan ülkelerde uygulanabilmektedir.
Klasik ipotek kredileri çeşitli özelliklerine göre bazı alt gruplara
ayrılmaktadırlar.
3.2.1.1 Tek Evli-Çok Evli İpotek Kredileri
Tek evli ipotekler, çok pahalı bir mülke ilişkin olmakta ya da küçük aile
kredileri bir araya getirilerek bir kredi havuzu yapılmaktadır. Çok evli ipotekler
ise daha ziyade kompleks, site şeklinde tasarlanmış konut gruplarını
kapsayan büyük projelere uygulanır. Bunları ya büyük inşaat firmaları ya
kooperatifler ya da kamu kurumları talep etmektedir. Bu yöntemde
finansman, proje öncesinden başlayıp, yapım aşaması dâhil hatta konut
satışını da içine alan bir süreyi kapsar. Büyük projelerin bölümler halinde
yapılıp satılması halinde diğer bölümlerin ihtiyaç duyduğu finansman,
tamamlanmış ve ipotekli olarak satılan konutlardan sağlanan fon akışıyla
sağlanır.
3.2.1.2 Uygun-Uygun Olmayan İpotek Kredileri
ABD'de ipotek piyasası çok gelişmiştir ve bu ülke 1929'daki Bunalımda
konut finansman sistemi çöküntüye uğrayınca federal ipotek finans kurumlan
kurmuştur. Bu kurumlar, belli nitelikteki ipotekleri gerek satın alıp piyasaya
ipoteğe dayalı menkul kıymet arz ederler, gerekse diğer kurumların arz
edecekleri menkul kıymetlere dayanak teşkil eden ipotek kredilerine garanti
vererek likiditelerini arttırırlar. Ancak bunun için söz konusu kredilerin belli
standartları taşıması gereklidir. Krediler standart formlarda alman bilgilere
103
göre değerlendirilir. Bu tür ipoteklere uygun ipotekler denir. Bu standartların
dışındaki kredi işlemleri uygun olmayan ipoteklerdir ve federal kurumların
garantisi altında değillerdir. Genelde '"jumbo ipotekler "olarak adlandırılan ve
standartların çok üstünde bulunan bu ipotekler 'Private Label Mortgages"
diye adlandırılan özel bir piyasaya sahiptirler (Uludağ, Arıcan, 1999:48-49).
3.2.2 Artan Geri Ödemeli İpotek Kredileri
Artan geri ödemeli ipotek kredisi bazı kaynaklarda klasik ipotek
kredisinin bir türü, bazı kaynaklarda ise ayrı bir ipotek kredisi türü olarak
tanımlanmıştır. Artan geri ödemeli ipotek kredisinde de faiz oranı klasik
ipotek kredisinde olduğu gibi sabittir ancak temel farklılığı ödemelerin eşit
olmamasıdır. Bu kredi türünde ilk ödemeler klasik ipotek kredisinden daha
düşük olmakta ve yıllar geçtikçe artmaktadır. İlk kez ev alacak olan ve klasik
ipotek kredisi taksitlerini ödeyemeyecek kadar az gelire sahip gençleri hedef
alan artan geri ödemeli ipotek kredisinin temel varsayımı, çalışma hayatına
yeni atılan gençlerin ücretlerinin başlangıçta düşük olacağı, ancak tecrübeleri
arttıkça
daha
fazla
kazanacakları
ve
dolayısıyla
kredi
ödeyebilme
kapasitelerinin hızla artacağıdır (Clauretie, Terrence, Webb, t.y:376-379).
Ancak artan geri ödemeli ipotek kredisinde ilk yılların taksit ödemeleri klasik
ipotek kredisi ödemelerden daha az olduğu için yapılan ödeme kredinin
faizini bile karşılamakta yetersiz kalacaktır. Anapara ödemesi olmadığı ve
faizin bir kısmı da toplam borç bakiyesine eklendiği için kredinin ilk yarısında
negatif amortizasyon oluşacaktır.
Artan geri ödemeli ipotek kredisinin en büyük avantajı tilt etkisini
azaltmasıdır. İlk 6-7 yılın sonunda ödemeler artacağı için kredinin
ödenebilirliği artacaktır. Ayrıca her geçen yıl artan taksit ödemeleri kredi
kurumlarının beklenen gelirlerini arttıracaktır. Ancak artan geri ödemeli ipotek
kredisinin üç temel problemi bu kredi türünün yaygınlaşmasını engellemiştir
(Clauretie, Terrence, Webb, t.y:130-134).
104
Enflasyon gelecekteki enflasyon oranı hakkında çeşitli beklentiler
oluşturur ki Fisher denklemine(i ≡ r* + π (nominal faiz oranı = reel faiz oranı +
enflasyon) göre bu beklentiler uzun dönem faiz oranlarının yükselmesine
neden olur. Yani nominal faiz oranları enflasyon artışı ile artmaktadır.
Böylece konut kredisi almak isteyenler daha yüksek bir faiz oranı ile daha
yüksek kredi ödemeleri yapmak zorunda kalırlar. Enflasyon, beklentilere
uygun olarak yüksek çıkarsa kredi kullanarak satın alınan evin gerçek değeri
sözleşme sonunda değişmemiş olur. Ancak kredinin gerçek maliyeti
sözleşmenin ilk yıllarında yüksek, son yıllarında ise düşük olacaktır. Buna
"Tilt Etkisi" denir (Clauretie, Terrence, Webb, t.y:.83-86). İlk yıllarda
karşılaşılan
yüksek
maliyetler
kredi
kullananların
ödeme
zorlukları
çekmelerine neden olur. Çünkü kredi kullandıranlar, enflasyon beklentileri
doğrultusunda faiz oranının üzerine bir risk primi ekleyerek muhtemel
zararların oluşmasını engellemek isteyecektir. Enflasyonun, hane halklarının
gelirine etkisi her yıl adım adım gerçekleşir. Oysa kredinin maliyetine
sözleşmenin başında etki eder. Bu nedenle kredi kullananlar enflasyonun
yükseltici etkisinden henüz yararlanamamış olan gelirleriyle, enflasyondan
etkilenmiş taksitleri ödemek zorunda kalırlar. Zaman geçtikçe kredi taksitleri
sabit kalırken kredi kullananların gelirleri enflasyon nedeniyle artacak ve kredi
ödemelerinin gelire oranı azalacaktır.
Tilt Etkisi, başka bir ifadeyle taksitlerin gerçek değerinin (enflasyondan
arındırılmış değer) gelirin gerçek değerine oranı, kredinin ilk yıllarında
yüksekken, vade sonuna yaklaşıldıkça düşer. Tilt etkisinin büyüklüğü
beklenen enflasyon arttıkça artar. 1970'lerde ABD'de enflasyonun çok yüksek
değerlere ulaşmasıyla ipotek kredisi faiz oranları hızla arttı ve ev almak
isteyenlerin kredi taksitlerini ödeyebilme güçleri hızla düştü. Kredi verenler
sözleşme faizinin üzerine enflasyon primi eklediler ama eklenen bu primin
sözleşme
süresince
kalmayacağı
garanti
gerçekleşen
değildi.
enflasyon
Enflasyonun
oranının
tahmin
altında
edilenden
kalıp
yüksek
gerçekleşmesi halinde kredi kullandıranların getirisi azalacaktı. Tersi bir
durumda yani enflasyonun beklentilerin altında gerçekleşmesi halinde ise
105
kredi kullandıranlar erken ödeme riski ile karşı karşıya kalacaklardı
(Clauretie, Terrence, Webb, t.y:83-86).
Tilt etkisini ortadan kaldırarak kredinin ödenebilirliğini arttırmayı
amaçlayan artan geri ödemeli ipotek kredisi, ödenmeme riskini azaltmak için
talep ettiği yüksek peşinatla başka bir ödenebilirlik sorunu yaratmaktadır.
İkinci sorun, artan geri ödemeli ipotek kredisinin yarattığı faiz riskidir.
Ara ödemeler kredi kurumuna bu tutarı cari orandan kullanma şansı tanıdığı
için faiz riskini de azaltır. Negatif amortizasyona bağlı olarak da artar. Çünkü
sürekli büyüyen miktardaki kredi eski düşük orandan verilmiştir. Taşıdıkları
faiz riskini azaltmak için kredi kurumları artan geri ödemeli ipotek kredisi için
klasik ipotek kredisi için talep ettiklerinden daha yüksek oranda faiz talep
etmektedirler. Bu yüksek faiz oranının istenmesinde bir diğer etkili faktör FHA
garantisinin sadece ödenmeme riskini kapsamasıdır (Clauretie, Terrence,
Webb, t.y:130-134).
Diğer bir problem ise artan geri ödemeli ipotek kredisinin ödeme
tablosunun esnek olmamasıdır. Artan geri ödemeli ipotek kredisinde
ödemeler sadece 6-7 yıl süresince artmakta, kalan sürede ise taksitler sabit
kalmaktadır. Borçlunun gelirinin ödeme planındaki artışı yakalayamaması
durumunda ödemelerin değiştirilmesi mümkün olmamaktadır.
1950'lere kadar tasarruf ve kredi birlikleri ipotekli krediler pazarında
hızlı bir yükseliş yaşadılar. Konut ipoteklerine yatırım yapmaları halinde
sağladıkları vergi avantajları bu yükselişteki en etkili güç kaynağını
oluşturuyordu. S&Ls hızlı yükselişlerini sonraki yıllarda da sürdürdü. 1970’li
yıllar yıllık %6 enflasyon oranıyla başladı ama 1979 sonunda enflasyon
%13,3 oldu. Bu yıllarda enflasyonun değişkenliği de çok artmıştı. Değişken
enflasyon, S&Ls lerin kredileriyle mevduatları arasındaki vade uyuşmazlığı ve
yüksek faizler nedeniyle kredi kullananların ödeme güçlükleri yaşamalarına
ipotek piyasasının hem arz hem de talep kısmında krize neden oldu.
Bu yıllarda ipotek kredisi kullandıran kurumların yaşadığı bir diğer
sorun ise vade uyuşmazlığıdır. Uzun vadeli yatırımlardan beklenen geliri kısa
vadelilerden daha yüksektir. 1972'de ABD'de 3 aylık hazine bonolarının
getirisi %4,07 ve finansal aracıların aynı vadeli müşteri hesaplarına
106
uyguladıkları faiz %4,5 iken standart bir ipotek kredisinin faizi %7,6 idi. Uzun
vadeli kredilerin getirisiyle, kısa vadeli fon sağlamanın maliyeti arasındaki bu
fark, ipotek kredisi kullandıran kurumların yüksek kârla çalışmalarına olanak
veriyordu. Bu kâr fırsatlarını değerlendirmek isteyen kurumlar kısa vadeli
kaynaklarla uzun vadeli kredileri finanse etmekten çekinmediler. Piyasa
faizlerin
yükselmesi
önceleri
mevduat
hesaplarına
verilen
faizlere
yansıtılmadı. 1979'da 3 aylık hazine bonosunun faizi %10,04'e çıkmasına
rağmen mevduatlara önerilen faiz oranı %5,5'te kalmıştı. Bunun üzerine
mevduat hesaplarında çok hızlı bir azalma yaşanmaya başladı. Fon sağlama
ile fon kullandırma arasındaki bu farkın azalması, finansal kurumların ipotek
kredisi vermeye eskisi kadar istekli olmaması sonucunu doğurdu. Gerek arz
gerekse talep kısmında yaşanan bu sorunlar temelde klasik ipotek kredisinin
esnek olmayan yapısından kaynaklanmıştır (Clauretie, Terrence, Webb,
t.y:83-86).
3.2.3 Değişken Faizli İpotek Kredileri
Geleneksel ipoteklerin neden olduğu sorunları iki başlık altında arz ve
talep tarafı olarak değinelim. Arz probleminin temelinde vade uyuşmazlığı
yatmaktadır. İpotek kurumları piyasa gereği kısa vadeli borçlanıp uzun vadeli
konut kredilerine yatırdıkları için enflasyon nedeniyle yükselen fon maliyetleri
kredilere yansıtılamamış ve ipotek kredisi veren kurumlar büyük zararlar
etmişlerdir. Pek çok kredi kurumu içine düştükleri krizden kurtulmak için tasarruflara önerdikleri faiz oranlarını arttırmışlardır. Literatürde Ponzi Tekniği
olarak adlandırılan bu yöntem pek çok kurumu iflastan kurtaramamış ve
ipotek kredisi piyasasında büyük bir daralma meydana gelmiştir (Alp,
2000:88).
Talep yanında yaşanan sorun ise, Tilt Etkisi'nden kaynaklanmaktadır.
Yükselen faizler potansiyel kredi müşterilerinin, özellikle sözleşmenin ilk
yıllarındaki ağır reel taksit ödemesi nedeniyle ödeme güçlükleri yaşamaları
kredilere olan talebi azaltmıştır (Altman, 1981:14-15). İşte geleneksel
ipoteklerin neden olduğu bu sorunları gidermek amacıyla değişken oranlı
ipotek kredileri ortaya çıkmıştır. Bu kredide borçlunun kalan borcuna
107
uygulanan faiz oranı, sözleşmede belirlenen sürelerde, referans bir faiz
oranındaki değişmelere bağlı olarak arttırılıp azaltılmaktadır (Fabozzi,
1992:27-29). Amaç, piyasadaki cari faiz oranının kredilere yansıtılması ve bu
yolla ipotek kurumlarının taşıdıkları faiz riskini azaltmaktır. Geleneksel ipotek
kredisinde sadece ipotek kurumunun taşıdığı faiz riskinin bir kısmı bu
yöntemde krediyi alan tarafa aktarılmaktadır. Kredi riskinin müşteriyle
paylaşılması, kredi kurumlarının risklerini azaltırken kredilerden de ettikleri
geliri de azaltmaktadır. Değişken oranlı ipotek kredisinin faiz oranları, klasik
ipotek kredisinin faiz oranının altındadır.
Faiz oranlarının yeniden belirlenme dönemlerinin sıklığı, ilgili ülkenin
ekonomik parametrelerinin değişme hızına bağlı olarak değişir. Ekonomik
istikrarın olduğu, enflasyonun düşük ve az değişken olduğu ülkelerde faiz
oranlarının yeniden belirlenme dönemleri 2-3 yıl olurken; ekonomik istikrarın
olmadığı, enflasyondaki değişmenin çok yüksek olduğu ülkelerde söz konusu
süre 3-6 aya kadar inebilmektedir (Alp, 2000:90-91).
Değişken faizli ipotek kredilerinde karşılaşılan en önemli sorun faiz
oranlarının yeniden belirlenmesinde kullanılacak endeksin seçilmesidir. Kredi
veren kurumlar daha sonra tartışmaya olanak vermeyecek ve ülke
genelindeki ekonomik gelişmeleri doğru olarak yansıtacak endeksleri seçmek
zorundadır. Kredi alanlarca da benimsenmiş ve piyasada kullanılan
endekslerin dışında başka endekslerin kullanılması durumunda, kredi
alanların
bu
araca
olan
güvenlerinin
azalacağı
da
göz
önünde
bulundurulmalıdır (Alp, 2000:90-91).
3.2.4 Ayarlanabilir Oranlı İpotek Kredisi
Ayarlanabilir oranlı ipotek kredisi, değişken oranlı ipotek kredisinin bir
çeşidi olmasına rağmen literatürde değişken oranlı ipotek kredisi olarak da
adlandırılmaktadır. ARMs'da faiz oranı, ödeme tutarı veya vade, belirli bir
endeksteki değişmelere bağlı olarak zaman içinde değişiklik gösterir. Faiz
riskini elemine ettiği için ARMs’ın faiz oranı, klasik ipotek kredisi faiz
oranından daha düşüktür. Konut finansmanı ABD'de bir nevi hükümet
politikası olduğu için kredi kullanan kurumlar bazı kısıtlamalara tabidir. Bu
108
kısıtlamalar Federal S&L'ler(Tasarruf ve Kredi Birlikleri) ve ticari bankalarla
ulusal bankalar için farklılıklar göstermektedir. Tablo 22 temel kısıtlamaları
içermektedir:
Tablo 22: ARMs Hakkındaki Temel Federal Kurallar
Federal S&L ve Ticari
Ulusal Bankalar
Bankalar
Endeks
Faizin yeniden
Ulusal ya da bölgesel fon
COFI(Cost of Funds
maliyetleri endeksleri dâhil
Index), hazine bonosu
kredi kurumu ve kredi
getiri oranı ya da 3 yıl
borçlusunun kontrolünde
vadeli hazine tahvili
olmayan her türlü faiz oranı
getirisinden biri endeks
seçilebilir.
Bir sınırlama yoktur
olarak seçilmek
6 aydan kısa süreli bir
aralık belirlenir
belirlenme aralığı
Faizdeki
Taksit tutarı, kredi vadesi ve
Taksitlerde ve anapara
düzenleme
anapara ödemesi tutarında her
ödemesinde değişiklik
metodu
türlü değişiklik yapılabilir
yapılabilir
Negatif
Taksitlerin tutarı borcun
Limitler vardır
amortizasyon
tamamının kalan vadede
limiti
ödenmesini sağladığı sürece
bir kısıtlama yoktur
Erken ödeme
Erken ödeme cezalarının
Borcun vadesinden önce
olması zorunlu değildir
ödenmesi erken ödeme
cezası olmaksızın
yapılması söz konusu
değildir
Kaynak: Cansu Köse “İpotekli Konut Kredileri ve Türkiye’de Uygulanabilirliği”
Federal S&L ve Ticari Bankalar, faiz oranını belirlerken ulusal ya da
bölgesel fon maliyetleri endeksleri dâhil kredi kurumu ve kredi borçlusunun
kontrolünde olmayan her türlü faiz oranını endeks olarak alırken ulusal
bankalar, COFI(Cost of Funds Index), hazine bonosu getiri oranı ya da 3 yıl
vadeli hazine tahvili getirisinden birini endeks olarak seçmek zorundadır.
109
Faizin yeniden belirlenme aralığında Federal S&L ve Ticari Bankalar
için bir sınırlama yokken, ulusal bankalar için 6 aydan daha kısa süreli bir
aralık belirlenir.
Federal S&L ve Ticari Bankalar taksit tutarı, kredi vadesi ve anapara
ödemesi tutarında her türlü değişiklik yapılabilirken ulusal bankalar taksitlerde
ve anapara ödemesinde değişiklik yapılabilir kredi vadesinde değişiklik
yapamaz.
Federal S&L ve Ticari Bankalar için negatif amortizasyon limitinde
taksitlerin tutarı borcun tamamının kalan vadede ödenmesini sağladığı
sürece bir kısıtlama yoktur. Ulusal bankalar için negatif amortizasyon limitleri
için kısıtlama vardır.
Federal S&L ve Ticari Bankalar için erken ödeme cezası alınma
zorunluluğu yoktur. Ulusal bankalar için ise borcun vadesinden önce
ödenmesi erken ödeme cezası olmaksızın yapılması söz konusu değildir.
3.2.5 Yeniden Müzakere Edilebilir İpotek Kredileri
Yeniden müzakere edilebilir ipotek kredileri "rollover mortgage" olarak
da adlandırılır. Yeniden Müzakere Edilebilir İpotek Kredileri, 20-30 yıl vadeli
klasik ipotek kredisidir. Ancak sözleşmede belirlenen her periyodun sonunda
kalan borç bakiyesi tamamen ödenir. Yapılan bu toplu ödeme kredi
kurumunca yeniden finanse edilir. Bu yeni sözleşmenin öncekinden bağımsız
koşulları, faizi v.b. vardır. Periyotlar genelde 3-5 yıldır. Örneğin $100,000 bir
kredide 5 yıllık dönem içine yapılan ödemelerin anapara tutarı $1,250 olsun.
İlk periyodun sonunda kredi kullanan kalan, $98,750, peşin olarak
ödeyecektir.
Daha
sonra
$98,750
borç
için
yeni
bir
sözleşme
düzenlenecektir. Bu kredi türü hem kredi kullanıcısına hem de fon
sağlayıcısına
çeşitli
avantajlar
sağlamaktadır.
RRM,
uzun
vadeli
borçlanmanın düşük taksitlerini ve istikrarını hem de ekonomik konjonktürdeki değişimlere uyum sağlamak için gerekli olan esnekliği içermekledir
(Uludağ, Arıcan, 1999:48).
Daha önce de belirtildiği gibi ABD'de konut finansmanında tüketiciyi
korumak için pek çok düzenlemeler yapılmıştır. Yeni sözleşmedeki faiz
110
oranının eski faize oranla ne ölçüde değişeceği hukuki düzenlemelerde
belirlenmiştir. Yine tüketiciyi korumak için kredi kullandıran kuruma karşı
tarafın cari faiz oranını kabul etmesi durumunda borcun kalan bakiyesini
finanse etme yükümlülüğü getirilmiştir (Boleat, 1985:202-203). Ayrıca
müzakere edilen faiz tavanı nedeniyle borçluya yansıtılmayan faiz artışlarının
izleyen dönemlerin faizine eklenmesi de yasaktır. Yeni kredinin koşulları ana
sözleşmedeki
belirleyici
maddelerin
ışığı
altında
tarafların
karşılıklı
görüşmeleri sonucunda belirlenecektir. Borçlu daha avantajlı bir kredi
önerisiyle karşılaşırsa RRM sözleşmesini başka bir finansal kurumla
yapabilir.
RRM son yılların en popüler alternatif finansal araçlarından biridir.
Ancak
mevcut
kullanılmasında
düzenlemeler
yetersizdir.
Kredi
bu
kredinin
kullanmak
konut
finansmanında
isteyenler
sözleşmedeki
maddelere çok dikkat etmelidir. Yeni faizin nasıl hesaplanacağına dair açık
bilgilerin ve kredi kurumunun kalan borç bakiyesini finanse edeceğine dair
vereceği garantinin sözleşmede mutlaka olması gereklidir. Aksi takdirde
hiçbir kredi kurumunun borç bakiyesini finanse etmemesi ve kredi kullanan
kişinin zor durumda kalması söz konusudur.
3.2.6 Fiyat Düzeyine Ayarlı İpotek Kredileri
Fiyat düzeyine ayarlı ipotek kredileri hem faiz oranı belirlemede
yaşanan sorunları, hem de Tilt etkisi nedeniyle kredi talep edenlerin
karşılaştıkları ödeme güçlüklerini ortadan kaldıran bir yöntemdir. PLAM
yönteminde kredi kullandıranın krediden elde ettiği geliri gerçek getiri ve
enflasyonun neden olduğu aşınmanın karşılığı olarak ikiye ayrılır. Krediden
beklenen gerçek getiri, sözleşme ile belirlenen faiz oranıdır ve bu faizin reel
değeri sözleşme sonuna kadar sabittir. Enflasyonun anapara üzerinde
yarattığı aşınma oranı ise, enflasyon oluştuktan sonra belirlenir ve enflasyon
oranının aynısıdır. Yıllık olarak yılın enflasyon oranına göre yeniden
değerlenir. PLAM yönteminde yapılan ödemelerin reel değeri sabit kalırken
nominal tutarı değişmektedir (Boleat, 1985:203-206).
111
Fiyat düzeyine ayarlı ipotek kredisi, kredi geri ödemelerinin reel faiz
oranları çerçevesinde yapılmasını sağladığı için enflasyon riskini ortadan
kaldırmaktadır. İpotek kredisi türleri içinde sadece fiyat düzeyine ayarlı ipotek
kredisi, satın alma gücü riskini tamamıyla ortadan kaldırmaktadır (Alp, 2000:
97-98). Ayrıca enflasyon primi sözleşme faiz oranına eklenmediği için faiz
oranı diğer ipotek kredilerine oranla daha düşüktür. Düşük faiz oranı ve Tilt
Etkisinin olmaması nedeniyle ise kredinin ödenebilirliğini arttırmaktadır.
Ancak bu kredi türü bazı nedenlerden dolayı çok rağbet görmemektedir. İlk
olarak fiyat düzeyine ayarlı ipotek kredisi oldukça karışık bir yapıya sahiptir
ve kredi kullananlara ödemelerini neye göre yapacaklarını açıklamak çoğu
zaman oldukça güç olmaktadır.
İkinci sorun ise negatif amortizasyondur. Negatif amortizasyon kredi
taksitlerinin tutarı borcun tamamının geri kalan vadede ödenmesini
sağlamıyor ise ortaya çıkmaktadır. Bu yöntemde yapılan anapara ödemeleri
klasik ipotek kredilerine oranla daha yavaş birikmektedir. Düşük enflasyon
dönemlerinde bile enflasyona göre düzeltme işlemi neticesinde oluşan
negatif amortizasyon diğer değişken oranlı ipotek kredisi türlerine göre hem
daha büyük olmakta hem de daha uzun süre devam etmektedir. Kredi
kullananın gelirindeki artış enflasyondaki yükselişi yakalayamazsa ödeme
problemleri ortaya çıkabilmektedir. ABD'deki vergi kanunları fiyat düzeyine
ayarlı ipotek kredisinin kullanılmasını engellemektedir. Çünkü kredi kurumları
endekslenmiş bu anapara ödemeleri üzerinden vergi vermek zorunda
kalmaktadırlar. Oysa bu gelir henüz elde edilmemiştir. Kredi kurumları
endeksleme dolayısıyla artmış görünen kredi bakiyesi ancak vade sonunda
elde edilebilmektedir. Nakit akımlarının kredi vadesine yayılması ve verginin
olumsuz etkisi nedeniyle kredi veren kurumlar fiyat düzeyine ayarlı ipotek
kredisine çok sıcak bakmamaktadırlar. Hükümet kurumları da fiyat düzeyine
ayarlı ipotek kredisine çok taraftar değildirler. Federal kurallara tabi olan kredi
kurumlarının
fiyat
düzeyine
ayarlı
ipotek
kredisi
kullandırmaları
yasaklanmıştır. Yerel karakterli kurumların ise fiyat düzeyine ayarlı ipotek
kredisi verme hakları vardır ama bu kurumlar da bağlı oldukları eyaletin
kanunlarına tabidirler (Boleat, 1985:206).
112
3.2.7 Çeşitli İpotek Kredisi Türlerinin Türkiye’de Uygulanabilirliği
Pek çok gelişmekte olan ülkede olduğu gibi Türkiye'de de hızlı bir
nüfus artışı ve şehirleşme bir arada yaşanmaktadır. Zaten son derece kısıtlı
olan konut stoku, gerek hükümetlerin konuya yaklaşımı, gerekse gelir
düzeyinin düşüklüğü nedeniyle, konut arzının özellikle büyük kentlerde
talebin çok gerisinde kalmasına, ülkemizde yaşanan konut sorununun her
geçen gün daha da artmasına neden olmaktadır. Sorunun giderek
büyümesinin temel nedeni konut sektöründe gerek üretim ve gerekse
finansman alanında kurumsallaşmanın sağlanamamış olmasıdır.
Konut fiyatları, karakteristik özelliği nedeniyle kişilerin kısa ve orta
vadeli birikimleri ile finanse edebilecekleri tutarların çok üzerindedir. TOKİ
tarafından 1992'de yapılan bir araştırmaya göre ortalama konut fiyatları
standart bir ailenin toplam yıllık gelirinin 5-6 katı iken, ödenen kiraların gelire
oranı %24-%56 arasında değişmektedir (Türel, 1996:13-31). Söz konusu
araştırmada elde edilen bulguların güvenilirliği düşükse de, kişilerin gelecekte
elde
etmeleri
beklenen
gelirlerinin
bu
günden
konut
ihtiyaçlarının
karşılanmasında kullanılması gerektiğini göstermesi bakımından oldukça
çarpıcıdır. Bu noktada uzun vadeli ve geri ödemelerin gelire oranının düşük
olduğu krediler önem kazanmaktadır. Ancak Türkiye'de yaşanan yüksek
oranlı ve volatilitesi çok fazla olan enflasyon nedeniyle kredilerin uzun vadeli
olarak düzenlenmesi pek mümkün olmamaktadır. Geçmişte dönem dönem
devlet fonları kullanılarak uzun vadeli krediler açılmış, ancak fonların erimesi
nedeniyle bu uygulamalardan kısa sürelerde vazgeçilmek zorunda kalınmıştır.
Kurulacak
konut
finansman
sisteminin
sağlıklı
bir
şekilde
işleyebilmesi ve uzun yıllar faaliyetlerini sürdürebilmesi için, ülkenin genel
ekonomik şartlarına uygun olması ve piyasa koşulları içerisinde ihtiyaç
duyduğu
fonları
sübvansiyonlarla
yaratabilmesi
gereklidir.
kullandırılan
kredilerden
Devlet
sınırlı
tarafından
yüksek
sayıda
ailenin
yararlanabileceği unutulmamalıdır.
Çalışmanın bu bölümünde çeşitli ipotek kredisi türlerinin Türkiye'nin
ekonomik koşullarında uygulanabilirliği tartışılacaktır.
113
3.2.7.1 Klasik İpotek Kredisi
Klasik ipotek kredisi ortalama 20 yıl vadeli, sabit faizli, sabit taksitli
olan ve vade sonunda tamamen amortize edilen bir kredi türüdür. Bu kredi
türü enflasyonun düşük ve önceden tahmin edilebildiği gelişmiş ekonomilerde
başarıyla uygulanmıştır. Ancak 1970’lerden sonra tüm dünyada artan
enflasyon nedeniyle gerek gelişmiş ve gerekse de gelişmekte olan ülkelerde
klasik ipotek kredisine olan talep azalmıştır. Yüksek ve belirsiz enflasyon
kredi kurumlarını yatırdıkları anaparanın değerinin düşmesi riskiyle karşı
karşıya bırakırken, kredi kullanıcılarının da Tilt Etkisi ile yüz yüze gelmesine
neden olmuştur. Böylece klasik ipotek kredisinin hem arzı hem de talebi
azalmıştır.
Türkiye
yaklaşık
30-40
yıldır
yüksek
enflasyon
ortamında
yaşamaktadır. Piyasalardaki belirsizliğe yüksek ve oldukça değişken faiz
oranları eklenince finansal piyasalarda giderek daha kısa vadeli olarak fon
arz ve talep edilir olmuştur. Öz kaynak yetersizliği ve fon kaynaklarının çok
büyük bir kısmının 3 ay ve daha kısa vadeli olması sistemin uzun vadeli ve
sabit oranlı kredi kullandırmasını neredeyse imkânsız hale getirmektedir.
Krediye teminat olan ipotek hakkının paraya çevrilmesinde yaşanan
problemler
de
kredi
kurumlarının
bilançolarında
taşıdıkları
riskleri
arttırmaktadır. Tüm bu sorunlar nedeniyle kredi kurumları klasik ipotek
kredisine yatırım yapmaktan çekinmektedirler.
Kredi kullanıcıları açısından da durum çok farklı değildir. Belirsiz
enflasyon
nedeniyle
ancak
çok
yüksek
faiz
oranlarından
kredi
bulunabilmektedir. Yüksek faiz oranları ise uzun vadeli borçlanmanın
sağladığı düşük taksit avantajını ortadan kaldırmaktadır (Köse, 202:106-107).
Klasik ipotek kredilerinin tüketiciler açısından yarattığı bir diğer
olumsuzluk ise sabit taksitlerin gelir içindeki payının zaman içerisindeki
seyridir. Kredinin ilk yıllarında taksitlerin gelire oranı çok yüksekken, vade
sonlarına doğru oldukça önemsiz değerlere düşmektedir. Örneğin Emlak
Bankası'nın açtığı 15 yıl vadeli sabit faizli Yuva Kredilerinin taksitlerinin büyük
bir kısmının havale masrafından daha düşük olduğu için ödenmediği iddia
114
edilmektedir. Bu bir yandan kredilendirilen tutarın düşük olmasına diğer
yandan da kredi kullanan tarafın kredinin ilk yıllarında ödeme güçlükleriyle
karşılaşmasına neden olmaktadır.
3.2.7.2 Ayarlanabilir Oranlı İpotek Kredileri
Bu kredilerin klasik ipotek kredilerinden farkı faiz oranının, sözleşmede
belirlenen sürelerde, yine sözleşmede belirlenen endeksteki değişmelere
paralel olarak yeniden düzenlenmesidir. Bu kredinin temel amacı, kredi veren
kurumu kredi riskinden koruyarak, uzun vadeli fon arz etmek için talep
ettikleri spread miktarını azaltıp tüketicilerin daha uygun koşullarla kredi
kullanmalarına olanak sağlamaktır. Bu yöntemde faiz riski kredi kurumundan
alınarak kredi kullanan tarafa yüklenmektedir.
Bu kredi türünde önemli olan faiz belirleme aralığı ve faizin
belirlenmesinde esas alınacak endeksin seçilmesidir. Enflasyon oranının ve
volatilitesinin düşük olduğu ekonomilerde faiz oranının 3-5 yılda bir
belirlenmesi yeterli olurken, volatilenin yüksek olduğu ekonomilerde bu süre
3-6 aya kadar düşebilmektedir. Türkiye'de ekonominin fazla hareketli olduğu
da göz önüne alınırsa değişken oranlı ipotek kredisinin uygulanması
durumunda faiz oranının 3 ayda bir gözden geçirilmesi yerinde olacağı
söylenebilir (Köse, 2002:108-109).
Bu kredide önemli olan bir diğer konu ise endeks seçimidir. Seçilecek
endeksin kredi kurumunun fonlama maliyetini doğru şekilde yansıtması
gereklidir. Endeksin genel kabul gören ve sözleşme taraflarının üzerinde
uzlaştığı bir endeks olmasının yanı sıra kredi kurumlarının bireysel
hareketlerinden
etkilenmeyecek
kadar
güçlü
olması
gerekmektedir.
Ülkemizde bu niteliklere sahip bir endeks hesaplanmamaktadır. Ayrıca finans
kesiminde yer alan her kurumun fonlama maliyeti birbirinden oldukça
farklıdır.
Döviz kurları ve 3 aylık Hazine Bonolarının faizleri endeks olarak
kullanılabilir. Ancak Şubat Krizi'nin de gösterdiği gibi Türkiye'de hazine
bonolarının da değişkenliği oldukça yüksektir. Ayrıca gerek döviz kurları ve
gerekse Hazine Bonolarının faizlerinin yükselip düşmesinde piyasadaki bazı
115
aktörlerin spekülatif hareketlerinin etkin olduğu iddiaları vardır. Bu nedenle
endeksleme
problemi
çözülmeden
değişken
oranlı
ipotek
kredisinin
kullanılmasının çok sağlıklı olmadığı söylenebilir.
Değişken oranlı ipotek kredisinde yaşanabilecek bir diğer sıkıntı da
tüm faiz riskinin borçlu tarafından yüklenilmesine bağlı olarak ortaya
çıkmaktadır. Faiz oranlarının hızla yükseldiği dönemlerde borçlular kredi
taksitlerini ödemede sıkıntılar yaşayacaklardır. Geçmiş dönemlerde dövize
endeksli kredilerin geri ödenmesinde pek çok sorunla karşı karşıya kalınmış,
taksitleri ödeyemeyen pek çok kişi evlerini satmak zorunda kalmıştır. Bu
olumsuz durumun etkilerini azaltmak için kredi sözleşmelerine faiz ve ödeme
sınırlamaları konulabilir. Ancak kabul edilebilir bir koruma sağlamak için
borçluların ödemek durumunda kalacakları komisyon ve primler oldukça
yüksek olacaktır. Bu da borçlanmanın maliyetini arttıracaktır.
3.2.7.3 Fiyat Seviyesine Endeksli Konut Kredileri
Reel faizin sabit olduğu bu sistemde, her yıl borcun kalan kısmı
enflasyon oranında arttırılmakta, ortaya çıkan tutar kalan süreye göre tekrar
taksitlendirilmektedir.
Bu kredi türünde enflasyonun yarattığı faiz riskinin kredi kurumları
açısından en alt düzeye indirilmesi amaçlanmaktadır. Kredi kurumlarının
kullandırdıkları fonlardan elde edecekleri reel getiri oranı kredi vadesi sonuna
kadar aynı kalırken, borç kullanan kişinin yaptığı ödemelerin nominal tutarı
sürekli değişmektedir. Fiyat düzeyine ayarlı ipotek kredisinde faiz riski
azaltılarak, kredi faiz oranına eklenen spread daraltılmakta ve klasik ipotek
kredisine oranla daha yüksek oranda borçlanmaya olanak sağlanmaktadır
(Pinhas, 1992:4-8).
Türkiye'de bu yöntemin uygulanması sırasında karşılaşılabilecek ilk
sorun değişken oranlı ipotek kredisinde olduğu gibi endeks seçimidir.
Ülkemizde pek çok kurum tarafından birbirinden oldukça farklı enflasyon
endeksleri hesaplanmaktadır. Toptan eşya fiyatlarının gerek ekonominin
geleceği hakkında bilgi sunması gerekse volatilitesinin düşüklüğü nedeniyle
tercih edilmesi gerektiği düşünülmektedir. Sistemin hem kredi kurumlarının
116
hem de tüketiciler tarafından kabul edilmesinin sağlanması ve işlerliliğinin
arttırılması bakımından temel alınacak enflasyon oranının sözleşmede açıkça
belirlenmesi gereklidir.
Fiyat
düzeyine
ayarlı
ipotek
kredisi
enflasyon
ortamında
uygulanabilirliği olan bir kredi türüdür. Bu kredide faiz riski tamamıyla kredi
kullanan tarafa yüklenmektedir. Temel varsayım, fiyatlar genel seviyesi
yükselirken kişilerin gelirlerinin de artacağıdır. Ancak borçluların geliri her
zaman enflasyonla aynı oranda artmamaktadır. Özellikle ekonomik istikrar
tedbirlerinin uygulandığı dönemlerde ücret artışları enflasyon oranının
oldukça altında kalmakladır. Gelir artışının enflasyondan düşük kalması
durumunda, kredi kullananlar ödeme güçlükleriyle karşılaşmaktadırlar. Fiyat
seviyesine endeksli konut kredilerinde de ayarlanabilir faiz oranlı kredilerde
olduğu gibi faiz riskinin tamamen borçlu tarafın üzerinde kalması çeşitli
toplumsal huzursuzluklara neden olabilmektedir (Köse, 2002:111).
3.2.7.4 Çift Endeksli Konut Kredisi
Bu yöntemde kredi bakiyesi belirli bir endekse göre arttırılırken, geri
ödemeler de kredi kullanan kişinin gelirine endekslenmektedir. Bu yöntem bir
yandan kredi kullandıran kurumu faiz riskine karşı korurken, diğer yandan da
borçlunun
ödememe
durumu
ile
karşılaşmamasını
sağlamayı
amaçlamaktadır. Belirsizliklerin yüksek olduğu ekonomilerde ücret artışları
enflasyon ile aynı oranda olmamaktadır. Özellikle kriz dönemlerinde ve
ekonomik istikrar tedbirlerinin uygulanması sırasında ücretlerdeki artışların
enflasyonun altında kaldığı gözlenmektedir. Bu yöntemde taksit tutarı
enflasyona endekslenmekle birlikte, kredi kullananın gelirindeki artışın
enflasyonun altında kalması halinde ödemelerde gelir artışı dikkate
alınmaktadır.
Bu
yöntemde
de
kullanılacak
endekslerin
titizlikle
seçilmesi
gerekmektedir. Fiyat düzeyine ayarlı ipotek kredisi yönteminde olduğu gibi
toptan
eşya
fiyatları
endeksinin
kullanılmasının
yerinde
olduğu
düşünülmektedir. Bunun yanı sıra kredi kullananın gelirindeki değişmelerin
izlenebilmesi için de bir endeks belirlenmelidir. Yöntem kredi müşterilerinin
117
gelirlerindeki değişmelerin bireysel olarak izlenmesine olanak sağlasa bile,
Türkiye koşullarında sağlıklı bir veri akışının sağlanmasının güç olduğu da
göz önünde bulundurulunca endeks seçmenin daha faydalı olacağı
düşünülmektedir. Endeks seçiminde müşterinin istihdam durumuna göre
memur maaş artışları ya da işçi ücret artışları olabileceği gibi daha spesifik
endeksler de kullanılabilir. Ayrıca Türkiye'nin kendine has özellikleri göz
önünde bulundurularak vadesinin maksimum 10 yılla sınırlı tutulmasının
uygun olduğu söylenebilir (Köse, 2002:111-112).
Enflasyon ile gelir artışı arasında bir fark oluşması durumunda bu fark
toplam borç bakiyesine eklenmektedir. Bu farktan doğan alacak sözleşme
hükümlerine göre çeşitli şekillerde tahsil edilmektedir. Ara ödeme ve vade
sonunda toplu ödeme gibi yöntemler kullanılabileceği gibi, gelir artışının
enflasyondan yüksek olduğu dönemlerde taksit tutarını arttırmak ve vade
sonunda kalan borç bakiyesinin yeniden kredilendirilmesi, kullanılan
yöntemlerdir. Ayrıca ipotek sigortası şirketleri ya da devlet gibi sözleşmeye
taraf olmayan üçüncü bir kişi vade sonunda kredinin tamamının ödenmemiş
olması riskini üstlenebilmektedir.
Sonuç olarak, yukarıda sıralanan kredi tiplerinin Türkiye koşullarında
uygulama olanakları farklılık gösterir.
Klasik ipotek kredisinde kullanılabilecek kredi tutarı, fiyat düzeyine
ayarlı ipotek kredisi, değişken oranlı ipotek kredisi ve çift endeksli ipotek
kredisi ile kullanılabilecek olandan daha azdır. Bu kredi türünde, faiz riski
nedeniyle risk primi yüksektir. Bu nedenle özellikle kredinin ilk yıllarında kredi
kullanıcısını zorlamakta ve ödenmeme riskini arttırmaktadır. Değişken oranlı
ve fiyat düzeyine ayarlı ipotek kredisinde kullanılabilecek kredi tutarı klasik
kredilerdekinden daha yüksektir. Ancak farklı olarak bu kredilerde faiz
oranlarının yükselmesi faiz riski doğurmamakla birlikte ödenmeme riskine
neden olmaktadır. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde bu kredi çeşitlerinin
kullanılması, borçluların zor durumda kalmalarına ve sosyal rahatsızlıklara
neden olmaktadır. O nedenle bu kredi türleri uygulanırken devletin borçluları
ani faiz yükselişlerinden koruyacak tedbirler alması gerekebilir. Ancak bu
118
tedbirler
kredi
kurumlarının
fonlarının
erimesine
neden
olmamalı,
sübvansiyonlar düşük oranda tutulmalıdır.
Çift endeksli konut kredisinde borçlanma oranı klasik ipotek kredisinden
daha fazladır. Bu kredi türü kredi kurumlarını hem faiz hem de ödenmeme
riskinden korur. Ancak ücret artışlarıyla enflasyon oranı arasındaki farkın
yüksek olması durumunda vade sonunda yeniden finanslama sorunuyla karşı
karşıya kalınabilir. Kalan bakiyenin yeni bir kredi sözleşmesine konu olması
kredi kurumlarının pek tercih ettiği bir yöntem değildir. Çünkü bu, kredinin
planlanandan çok daha uzun vadeli olmasına neden olmaktadır. Uygulamada
ipotek sigortası şirketleri ya da devlet gibi sözleşmeye taraf olmayan üçüncü
bir kişi vade sonunda kredinin tamamının ödenmemiş olması riskini
üstlenmektedir (Fani Mea, t.y:8-22). Vade sonunda kredinin tamamının
ödenmemiş olması nedeniyle doğacak kayıpların, kredi kurumu, borçlu,
sigorta şirketi ve devlet arasında paylaştırılması riskin dağıtılmasını
sağlayacağı
için
tek
bir
tarafın
yüksek
bir
zararla
karşılaşmasını
engelleyebilecektir.
3.3 İpotekli Konut Kredileri ve Menkul Kıymetleştirme
Varlıkların nakit akımlarının menkul kıymetlere dönüştürmesi olarak
tanımlanabilecek olan menkul kıymetleştirme, ilk olarak 1970’li yıllarda
ABD'de ortaya çıkmış ve kısa sürede önemli gelişmeler göstermiştir. Bireysel
krediler ve benzeri borçlanma araçlarının bir araya getirilerek havuz
oluşturulması, bu havuzlara dayalı olarak menkul kıymetler türetilmesi ve
kredibilitelerinin zenginleştirilerek ve derecelendirilerek üçüncü yatırımcılara
satılması menkul kıymetleştirme olarak ifade edilir.
Menkul kıymetleştirme süreci geleneksel finansman yöntemlerinden
daha karmaşık bir yapıya sahip olduğu için çok sayıda katılımcıyı içerir.
Menkul kıymetleştirmede fon akışının sağlanması için gerekli her işlem
katılımcılardan
sağlanmaktadır.
biri
Bu
tarafından
yapı
yürütülmekte
nedeniyle
ve
menkul
böylece
ihtisaslaşma
kıymetleştirme
için
"yapılandırılmış finansman" terimi de kullanılmaktadır (ÖCAL, 1997:12-14).
119
İkincil ipotek piyasası, var olan ipoteklerin alınıp satıldığı piyasadır.
Tasarruf kurumları ve ipotek bankaları birincil piyasada ipotek kredisi
verdikten sonra bu kredileri başka kurumlara satarlar. Bu kredileri alan
kurumlar ise daha sonra bunları çıkaracakları diğer borçlanma enstrümanları
için teminat olarak kullanırlar. İpotek kredilerini ilk ihraççısından(tasarruf
kurumları) alan kurumlar, fon akışının temel kaynağını oluşturur. İlk ihraççı,
ipotek kredilerini satarak elde ettiği fonları yeni ipotek kredilerini fonlamak için
kullanır. Böylece konut kredileri finansmanı, tasarruf kurumlarının topladığı
mevduatlarla sınırlı kalmaz. Konut finansman kurumları açısından ipotek
kredilerinin ikincil piyasada satılması yoluyla fon sağlamak mevduat
toplayarak fon sağlamaktan daha avantajlıdır (Alp, 2000:105-108). Çünkü
yapısı gereği uzun vadeli olan konut kredilerini yine yapısı gereği kısa vadeli
olan mevduatlarla finanse etmek kredi kurumlarının portföylerinde faiz riski
birikmesine neden olmaktadır. Fon akışında tek fon kaynağı yatırımcı iken
nihai kullanıcı ev satın alan kişilerdir. Ev sahibinin varlığı olan konut kredinin
teminatını oluşturur, buna karşın ipoteğin kendisi, ikincil piyasada menkul
kıymetin teminatıdır. İpotek dayanaklı menkul kıymet yatırımcı için bir varlık
özelliği taşır. İkincil piyasada bu şekilde yaratılabilecek varlık sayısı için bir
sınırlama yoktur (Clauretie, Terrence, Webb, t.y:228-229).
Yukarıda
bahsedilen
ikincil
ipotek
piyasası
aşağıdaki
şekille
anlatılmaya çalışılmıştır. Şekil 11’i özetleyecek olursak; rating şirketleri
tarafından derecelendirme işlemi yapıldıktan sonra rating şirketlerinin yaptığı
derecelendirme sonucunda tasarruf kurumları ve ipotek bankaları ipotek
kredisi vermekte ve daha sonra bu kredileri başka kurumlara satmaktadırlar.
İkincil piyasa kurumları ise gerek tahvil gerekse ipoteğe dayalı menkul kıymet
ihraç ederek verilmiş olan konut kredileri için fon yaratırlar. Yatırım bankaları
aracılığı ile ilgili menkul kıymetlerin yatırımcılara ulaşması sağlanır. Bütün bu
süreç içerisinde sigorta sisteminin önemli bir yeri bulunmaktadır. Kredi
borçlarının ödenmemesi ya da başka olumsuzluklar durumunda sigorta
sistemi devreye girmektedir. Sigorta işleyişin zorunlu, ayrılmaz bir parçasıdır.
120
Şekil 11: İkincil Piyasada Nakit Akışı
1960'lara kadar pek çok tasarruf kurumu, sahip oldukları ipotek
kredilerini satmakta büyük güçlükler çekiyordu. Bunun temel nedeni, ipotek
portföylerinin homojen olmaması ve potansiyel alıcıların satın aldıkları
krediler nedeniyle ödememe riskiyle karşı karşıya kalmalarıydı. İpotek
kredilerinin alınıp satılamaması nedeniyle fonların arz ve talep dengesi gerek
bölgeler gerekse kurumlar arasında sağlanamamaktaydı. Göreceli olarak
daha yerleşik bölgelerde konut kredisi talebi azken, fon arzı fazla
olabilmektedir. Yeni gelişen bölgelerde ise konut kredisi talebi fazla iken
tasarruflar nispeten azdır. Benzer şekilde konut kredisi talebinin az olduğu
bölgelerde tasarruf kurumları ellerinde biriken fon fazlasını yatıracak uygun
bir araç ararlarken, kredi talebinin fazla olduğu bölgelerdeki tasarruf kurumlar
ise nakit sıkıntısı yaşarlar.
121
3.3.1 İkincil İpotek Piyasaları Kurumları
Temelde, birincil ve ikincil ipotek piyasasında faaliyet gösteren
kurumlar birbirlerine çok benzer. Bunun nedeni pek çok firmanın hem birincil
hem de ikincil piyasada faaliyet gösterebilmesidir. Ancak genelde hükümetler
tarafından kurulmuş olan bazı kurumlar sadece ikincil piyasada faaliyet
gösterirler. İpotek piyasasının en çok geliştiği ülke ABD olduğu için
çalışmamızda bu ülkede faaliyet gösteren kurumlar incelenmiştir.
İpotekli kredi piyasasının en gelişmiş olduğu ülke olan ABD’de ikincil
ipotek piyasasının kurulması için gerekli olan düzenlemelerin yapılması,
1929'daki Büyük Buhran'ın etkilerinin silinmeye çalışıldığı zamanlara
rastlamakladır.
Federal hükümet, bir yandan FHA(Federal Housing Administration) ve
VA(Veterans’ Administration) gibi sigorta şirketlerini kurarak birincil piyasada
kredi risklerini kontrol altına almaya, diğer yandan da çeşitli yasal düzenlemelerle kredi kurumlarının risklerini azaltmaya çalışmıştır (Boleat, 1985:229230). Bu yolda atılan ilk adım S&Ls ve diğer uzmanlaşmış konut kredisi
kurumlarının ihtiyaç duydukları kısa vadeli fonları sağlamak amacıyla Federal
Konut Kredi Bankalarının (Federal Home Loan Banks) kurulmasıdır. Bu
bankaların
ardından
ikincil
ipotek
piyasasını
oluşturmak
amacıyla
FNMA(Federal National Mortgage Association) diğer adıyla Fannie Mae
kurulmuştur. 1960'ların son çeyreğinde ikincil piyasada ipotek kredilerine
talep yaratma çalışmalarına hız verilmiştir. Bu amaçla GNMA( Government
Mortgage Association) diğer adıyla Ginne Mae kurulmuştur. 1970 yılında ise,
Federal Konut İpotek Kredisi Şirketi(Federal Home Loan Mortgage
Corporation) diğer adıyla Freddie Mae kurulmuştur. Bu kurumun amacı,
hükümet kurumlarınca sigorta edilen ve belirlenen standartlara uyan ipotek
kredilerini satın alarak, kredi kurumlarına fon sağlamaktır(Alp, 2000:107).
3.3.1.1 Federal İpotek Birliği(FNMA)
Amerikan Kongresi 1938 'de FNMA'yi İnşaat Finans Kurumu'nun
(Reconstruction Finance Corporation) bir parçası olarak kurmuştur. Kuruluş
amacı FHA'nın birincil piyasada yüklendiği misyonu ikincil piyasada devam
122
ettirmektir. 1980'lere kadar FHA ve VA konut kredisi kullanımını mümkün
kılabilmek için kredilere uygulanabilecek faiz oranları için üst sınır
belirlemişlerdir. Faizler yükseldikçe kredi kullanıcıları FHA garantili kredilere
yönelmişlerdir. Ayrıca mevcut ipotek kredilerinin değeri de yükselen faizleri
bağlı olarak düşmüştür. FNMA nın görevi değeri düşen bu ipotek kredilerini
nominal
değerinden
alarak
ipotek
kredisi
kurumlarına
yeni
krediler
vermelerini sağlamak için kaynak aktarmaktı. Faizler düştüğünde ise bu
kredileri nominal değerinden geri satarak getiri sağlamayı hedefleyen kurum,
ihtiyaç duyduğu fonları ise uzun vadeli tahvil ihraç ederek sağlamaya
çalışıyordu. Ancak taşıdığı yüksek faiz riski nedeniyle başlangıçta FNMA
hazineye oldukça büyük zararlar yazdırmıştır. Bu zararlar nedeniyle 1950'de
Housing Finance Agency'e devredilen FNMA 1954'de ayrı bir kurum olarak
faaliyetlerine devam etmiştir (Downs, 1985:263-266, Boleat, 1985:231-236).
FNMA' nın görevleri şöyle sıralanabilir:
-
FHA ve VA garantili kredileri ikincil piyasada desteklemek
-
Kredilerin yeniden finanse edilmesi sağlamak
FNMA ipoteğe dayalı menkul kıymet ihraç ederek ve ipotek kredisi
satın alarak ikincil piyasayı destekler. Önceleri sadece FHA ve VA garantili
kredileri satın alma yetkisi varken 1970 sonrası düzenlemeler neticesinde
diğer klasik ipotek kredilerini de almaya başlamıştır. ABD hazinesinden
borçlanarak ve sermaye yapısından dolayı gerek hisse senedi gerekse tahvil
ihraç ederek ihtiyaç duyduğu fonları temin eder. Satın aldığı ipotek
kredilerinin çoğunu kendi portföyünde tutan ve taşıdığı faiz riskini kontrol
etmek için zaman zaman bu kredileri satan FNMA, 1970’de vade
uyumsuzluğu sorunuyla karşı karşıya kalmıştır. 1980'lerin ortalarında ise
pass-through ve CMO ihraç ederek ve ayarlanabilir ipotek kredileri satın
alarak taşıdığı faiz riskini düşürmüştür (Clauretie, Terrence, Webb, t.y: 376377).
3.3.1.2 Devlet İpotek Birliği(GNMA)
1968'de çıkartılan bir kanunla kurulan GNMA(Government National
Mortgage Association) iki temel görevi vardır: Bu görevlerden birincisi
123
kurulmuş olan ipotek kredilerinin yönetimini ve likiditesini sağlamak diğeri ise
ipotek kredilerinin sürdürülebilirliğini sağlamaktır. Kuruluşunu takip eden
yıllarda GNMA düşük gelirli ailelerin ev sahibi olmalarına katkıda bulunmak
amacıyla düşük faizli kredi kullandırmak misyonunu da yüklenmiştir. Tandem
Planı adıyla anılan bu düzenlemeye göre GNMA düşük gelirli ailelere açtığı
kredileri bir iskonto oranından FNMA'ya satmakladır. Belirlenen iskonto oranı
FNMA'ya piyasa faiz getirisi sağlayacak şekilde belirlendiği için oluşan zarar
GNMA'nın üzerinde kalmaktadır. FNMA'nın Tandem Planı çerçevesinde
sürdürdüğü bu görev birincil piyasa görevi olarak nitelendirilmektedir ve hiçbir
zaman çok büyük boyutlara ulaşmamıştır (Clauretie, Terrence, Webb,
t.y:376-377).
GNMA, FHA ve VA(çok kısıtlı miktarda da olsa FmHA) garantili
kredilerden oluşan pass-troughlara garantör olarak hem ikincil piyasaya hem
de FHA ve VA sigortalı kredilere destek vermektedir. FNMA 'nın garantör
olduğu pass-throughlar GNMA pass- throughları olarak adlandırılmaktadır.
GNMA pass- throughları oldukça düşük riskli yatırım aracı olduğu için
piyasada çok talep görmektedir. Bu menkul kıymetlerin dayandığı krediler
FHA veya VA tarafından ödenmeme riskine karşı sigortalanmışlardır. GNMA
ise anapara ve faiz ödemelerinin zamanında yapılacağını garanti etmektedir.
Bu durumda havuzdaki kredilerin bazıları ödenmese bile GNMA passthroughları sahipleri FHA ya da VA ödemeleri tahsil edinceye kadar
beklemek zorunda kalmamaktadırlar(Downs, 1985:263-266).
GNMA, ne ipotek satın alır ne de ipoteğe dayalı menkul kıymet ihraç
eder. GNMA garantör kurumdur ve ödemelerin yatırımcılara zamanında ve
tam olarak ödenmesini garanti altına alır. Bu garanti karşılığında menkul
kıymetin dayandığı havuzun getirisinden pay alır. GNMA pass- throughlarının
getirisi dayandıkları kredilerin getirisinden %0,5 daha azdır. Bu farkın baz
puanı (%0,44) ipotek kurumunun servis ücreti olurken, 6 baz puanı GNMA
'ye garanti ücreti olarak aktarılır. GNMA asgari $1 milyon tutarındaki
havuzları kapsamaktadır. GNMA garantilerini FNMA garantilerinden ayıran
en önemli fark ödemelerdeki garantinin hükümet destekli olmasıdır. GNMA
124
herhangi bir nedenden dolayı garantiden doğan yükümlülüklerini yerine
getiremezse ABD hükümeti bu borcu üstlenmektedir.
1983'te GNMA II adı altında geliştirilen bir program ile faiz oranları
farkı %1 den fazla olmayan ipotek kredilerinin dâhil edilebildiği karışık
havuzlar da garanti altına alınmaktadır. GNMA garantisi sadece yeni
düzenlenmiş
ipotek
kredilerini
kapsamaktadır.
Bir
havuzun
garanti
kapsamına alınması için düzenlenme tarihinden itibaren en çok 24 ay geçmiş
olması gerekmektedir (Alp, 2000:116-117).
3.3.1.3 Federal Konut İpotek Kredileri Şirketi(FHLMC)
1970'de çıkartılan bir kanun ile kurulan FHLMC(Federal Home Loan
Mortgage Corporation), hem klasik hem de FHA ya da VA garantili ipotek
kredilerini almaya yetkili kılınmıştır. FNMA de bu iki kredi grubuna dayalı
havuzlarla çalıştığı için FHLMC klasik kredilerde, FNMA ise FHA ya da VA
garantili kredilerde uzmanlaşmıştır. FHLMC'nin başlangıç sermayesi $ 100
milyon değerindeki hisse senetlerinin 12 Federal Konul Kredisi Bankası’na
satılmasıyla oluşturulmuştur. Ayrıca $15 milyon değerinde intifa senedi de bu
bankalarca tasarruf kurumlarına satılmıştır. Bu satış işlemi 1980’lerin
ortalarında zor durumda kalan tasarruf kurumlarını kurtarma çabalarının bir
ürünüdür. FHLMC şirket statüsünde olduğu için hisse senetleri New York
Borsası'nda işlem görmektedir.
FHLMC'nin ihraç ettiği borçlanma senetleri ve menkul kıymetler şöyle
sıralanabilir:
-
Kırık senetler
-
İpotek katılım sertifikaIarı
-
Teminatlı ipotek yükümlülükleri
-
Garantili ipotek sertifikalar
3.3.1.4 Federal Kredi Acenteleri
ABD'de birincil ve ikincil ipotek piyasasında faaliyet gösteren pek çok
federal kredi kurumu vardır. Bunlar genelde tarım sektöründe faaliyet
göstermektedirler. 1987'deki yasal düzenlemeleri temel alan bu kurumlar
125
tarım sektörüne destek vermek amacını gütmektedirler. Bu kurumlardan en
önemlisi
Farmer
Mae
adıyla
anılan
Federal
Agricultural
Mortgage
Corperation'dır. Farmer Mae tıpkı GNMA ve FNMA gibi ipotek kredilerinden
oluşturulmuş havuzlara dayalı olarak ihraç edilen menkul kıymetlere ödenme
garantisi
vermektedir.
Ancak
Farmer
Mae'in
faaliyet
alanı
tarımsal
ipoteklerden oluşturulmuş havuzlarla sınırlıdır. Farmer Mae garantisi diğer
kurumların aksine ödemelerin (faiz+anapara) %90'ını kapsamaktadır. Farmer
Mae faaliyetlerinin devamı için ihtiyaç duyduğu fonları hazineden, banka
sigorta şirketi ve tarım sisteminde yer alan kurumlara sattığı hisse
senetlerinden ve garanti ücreti olarak topladığı ücretlerden sağlar. Garanti
ücreti 50 basis puan ile garanti kapsamındaki havuz, değerinin %1'i oranında
yıllık ödemelerden oluşmaktadır (Clauretie, Terrence, Webb, t.y: 248-249).
3.3.1.5 Özel Firmalar
Hükümetin ikincil piyasa ihtiyacını fark etmesi ve gerekli hukuki
düzenlemeleri
yapmasının
ardından
menkul
kıymetleştirmedeki
kâr
olanaklarını gören özel sektör kurumları birer ikişer piyasada yer almaya
başlamışlardır. Hukuken özel sektör kurumları hükümet kurumları gibi menkul
kıymet ihraç etme yetkisine sahiptirler. Bu kurumların ihraç ettikleri menkul
kıymetlerin
hükümet
menkul
kıymetlerinden
farkı,
ratinge
ihtiyaç
duymalarıdır.
Özel firmaların ipotek piyasalarında yüklendikleri bir diğer görev ise
ihraç edilen menkul kıymetlerin satışına aracılık etmektir. Pek çok özel sektör
kuruluşu hükümet kurumlarının kanunlar gereği uzak durmak zorunda
oldukları ya da çok riskli buldukları alanlarda da faaliyet göstermektedir.
(Öcal, 1997:12-17).
3.3.1.6 Derecelendirme Şirketleri
Menkul kıymetlere yatırım yapmanın yatırımcı açısından temel
avantajı tek tek ipotek sözleşmelerine yatırım yapmaktan daha az risk
taşımasıdır. Bir menkul kıymete yatırım yapmak isteyen yatırımcının havuzu
oluşturan kredi sözleşmelerinin niteliği, nakit akımları, faiz oranları, kredi
126
havuzunun
taşıdığı
güvenceler
gibi
pek
çok
faktörü
incelemesi
gerekmektedir. Bu incelemeleri yatırımcılar yerine rating şirketleri yapar ve
ihraç edilen menkul kıymete bir derece verir. Şirket gerekli görmesi halinde
önceki derecesini değiştirebilir. Rating şirketlerinin verdiği dereceler menkul
kıymetlerin likiditesini ve piyasa talebini doğrudan etkilemektedir.
3.3.2 İkincil İpotek Piyasaları Araçları
ABD’de önce FNMA daha sonra diğer kurumlar tarafından ipoteğe
dayalı menkul kıymet ihraçları olmuştur. İlk kullanılan araç, devlet garantili
ipotek kredilerine dayalı olan tahvillerdir. Daha sonra sırasıyla GNMA, FNMA
ve özel kurumlar, ipotekten geçen menkul kıymetleri ihraç etmişlerdir. İpoteğe
dayalı menkul kıymetler(mortgage backed securities) daha önce düzenlenmiş
olan ipotek kredilerinin bir araya getirilmesiyle oluşan ipotek havuzuna dayalı
olarak ihraç edilmiş olan menkul kıymetlerdir. İpoteğe dayalı menkul
kıymetlerin yatırımcılarına sağladıkları nakit akımları, dayalı oldukları
ipoteklerin nakit akımlarına bağlıdır.
İpoteğe dayalı menkul kıymetlerin riskleri azaltılmıştır. Karşı karşıya
kalınan riskin azaltılmasının en temel yolu portföy çeşitlendirmesidir. İpoteğe
dayalı menkul kıymetlere yatırım yapmak çeşitlendirme sağladığından ipotek
kredilerine yatırım yapmaktan daha az sistematik olmayan ödenmeme riski
içerir. Pek çok özel kesim tahvili gibi MBS'ler de Standart&Poor's ve Moody's
gibi derecelendirme şirketlerinden rating alır. Emeklilik fonları gibi pek çok
kurumsal yatırımcının risk MBS'ler özellikle bu tür kurumsal yatırımcılar
tarafından tercih edilmektedir. İpoteğe dayalı menkul kıymetlerin getirisi aynı
risk düzeyine sahip pek çok finansman aracının getirisinden daha yüksektir.
İpoteğe
dayalı
menkul
kıymetlerin
yatırımcılara
çekici
gelmesinin
nedenlerinden biri de, ipotek kredisi nakit akımlarında yeni düzenlemeler
yapmasıdır. Pek çok yatırımcı nakit akışları, dayandığı kıymetin nakit akışının
tamamıyla aynı olan bir menkul kıymete yatırım yapmak istememektedir.
İpoteğe dayalı menkul kıymetler, ipotek kredilerinin nakit akışını zaman ve
miktar olarak yeniden düzenleyerek yatırımcıların farklı istek ve beklentilerini
127
karşılayabilmektedir. Bu çeşitlilik nedeniyle ipoteğe dayalı menkul kıymetler
ipotek kredilerinden daha likittir.
İpoteğe dayalı menkul kıymetlerin piyasada tutulmasındaki en önemli
neden menkul kıymetlerin ipotek kredisinden daha likit olmasının yanında
nakit akımlarının da daha düzenli olmasıdır. Özellikle kredi ve tasarruf
kurumlarının bu enstrümanları borçlanma aracı olarak kullanmaları bu
kurumların borçlanma maliyetlerini aşağıya çekmektedir. Emeklilik fonları ve
hayat sigortası şirketleri gibi düşük riskli finansal araçlara yatırım yapmak
zorunda olan kurumlar ipoteğe dayalı menkul kıymetlere yatırım yaparak hem
portföy risklerini düşük tutup hem de yüksek getiri elde etme imkanına
kavuşmaktadırlar (Downs, 1985: 251-253).
İpoteğe dayalı menkul kıymetler dört gruba ayrılır:
1. İpotekten
Geçen
Menkul
Kıymetler(Mortgage
Pass-Through
Securities)
2. İpoteğe Dayalı Tahviller(Mortgage Backed Bones)
3. Teminatlı İpotek Yükümlülükleri(Collateralized Mortgage Obligation)
4. Getirisi Ayrılan İpoteğe Dayalı Menkul Kıymetler(Stripped Mortgage
Baked Securities)
3.3.2.1 İpotekten Geçen Menkul Kıymetler
İlk örnekleri 1960'ların ortalarında GNMA tarafından ihraç edilmiştir.
Bu menkul kıymet çeşidinde yatırımcı, oluşturulan ipotek havuzunun belirli bir
parçasının sahibi gibi ipotek kredilerinin anapara ve faiz ödemeleri ile erken
ödemelerden payına düşeni alır. GNMA ve diğer 2 kamu destekli ipotek
kurumu, yatırımcılara anapara ve faiz ödemelerinin zamanında yapılacağını
garanti eder. Bu garanti karşılığında belirli bir ücret alır. İpotek kredilerinin
faiz oranıyla bu kredilere dayalı olarak çıkarılan menkul kıymetlerin faiz
oranları arasında %0,5 oranında bir farklılık vardır. Bu fark GNMA'nın garanti
ücreti ile ipotek kredisi sağlayan kurumun servis ücreti olmaktadır. İpotek
kredisini düzenleyen kurumlar, kredinin geri ödemelerini tahsil edip, hizmet
ve diğer ücretleri düştükten sonra kalan tutarı menkul kıymet sahiplerine
transfer ederler.
128
İpotekten Geçen Menkul Kıymetler’in yatırımcısı, ipotek havuzunun
sahibi olduğundan kredilerin erken ödenme riskini üstlenmektedir. Havuzdaki
ipotek kredilerinin toplam erken ödemeleri MPS sahiplerine havuzdaki payları
oranında yansıtılır. Genelde yatırımcıların havuzdaki payları küçük, erken
ödemeler sınırlı düzeyde olduğundan bu risk çok büyük olmamakla birlikte,
genelde bir erken ödeme eğiliminin olması halinde örneğin faizler
düştüğünde MPS sahipleri büyük miktarda ve beklenmedik bir nakit akışıyla
karşı karşıya kalabilmektedirler.
MPS’ler, düşük risk taşımaları ve getirilerinin benzer risk düzeyindeki
yatırım araçlarına oranla yüksek olması nedeniyle yatırımcılara cazip
gelmektedir. Ayrıca hükümet tarafından sağlanan vergi teşvikleri bu menkul
kıymetlere olan talebi arttırmıştır. Ancak teşvikler yoluyla bu araçlara rekabet
avantajı sağlanmasının sermaye piyasalarındaki diğer araçların aleyhine
olduğu yolunda eleştiriler olmaktadır (Alp, 2000:111).
MPS'ler
rating
şirketleri
tarafından
derecelendirilirler.
Bu
değerlendirme sürecinde taşınmazın cinsine göre taşıdığı kredi riski,
bulunduğu bölge, LTV oranı ile pek çok faktör incelenir. LTV oranı, talep
edilen kredinin satın almak istenen gayrimenkulün değerine oranı olarak
ifade edilir. Kredi veren kurum açısından LTV oranın düşük olması tercih
edilen bir durumdur. Çünkü daha düşük LTV oranı daha düşük risk demektir.
Rating şirketleri ayrıca bu menkul kıymetler üzerindeki garanti şeklini de
incelerler. İhraççı firma havuzu, taşıdığı ödenmeme riskini azaltmak için
genelde sigortalı kredilerden (FHA, VA ya da PMI sigortalarına sahip)
oluşturur. Sigortasız kredi sözleşmelerinden oluşan bir havuzun menkul
kıymetlerinin satılması zor olacağı için, ihraççı ya havuz sigortası yaptırır ya
da ödenmeme riskini üzerine alarak havuzu kendisi sigorta eder.
3.3.2.2 İpoteğe Dayalı Tahviller
İpotekli tahviller, özel kesim tahvilleri gibi vadeye kadar her 6 ayda bir
faiz ödeyen ve vadede anapara ödemeli bir menkul kıymettir. İpotek kredileri,
tahvilin ihraççısına ait olup sadece tahvil konusu borcu garanti altına almak
için kullanılmaktadır. Bu menkul kıymet genelde klasik konut ipotek kredileri
129
ile ticari ipoteklere dayandırılmaktadır. Tahvilin vadesi ipoteklerin ortalama
vadesinden kısa ve faizi de ipotek kredi faizlerinden düşüktür. Vadeler 5-12
yıl arasında değişmekte olup tahvilleri anapara itfası vade sonunda yapılır
(Alp,
2000:133-135).
Aşkın
teminatlandırma
kullanılarak
kredibilitesi
arttırılabilir. İpotek havuzunun tutarı tahvilin nominal değerinden fazla olduğu
için aradaki fark ihraççı firmanın bilançosuna sermaye payı olarak eklenir
(Clauretie, Terrence, Webb, t.y:232-234).
İpoteğe dayalı tahvillerde tahvilin nakit akışı ipotek havuzunun nakit
akışından tamamen bağımsızdır. İhraççı kurum ipoteklerden elde ettiği nakit
girişi ile tahvilin faizini ödemeyi planlamaktadır. Ancak ipoteklerin nakit
akımlarındaki belirsizlik ihraççı kurum için bir risk faktörü olmaktadır. Bu riski
elemine
etmek
için
ihraççı,
ipotek
havuzundan
sağladığı
nakit
akımlarını(anapara, faiz ve erken ödemeleri) bir fonda biriktirir ve tahvillerin
faiz ödemelerini bu fondan yapar. Kredilerin nakit akımları aylık, tahvillerin
kupon ödemesi ise 6 ayda bir olduğu için bu fon nakit akımlarının
dengelenmesinde büyük rol oynar. Tahvil ihraççısı bu fonda biriken nakdi
kupon itfa tarihine kadar kısa vadeli yatırım araçlarında değerlendirir. Vade
tarihinde tahvilin anapara tutarı da bu fondan ödendikten sonra, kalan bakiye
ihraççı firmaya, elinde tuttuğu (sermayesine eklediği) menkul kıymetlerin
getirisi olarak döner, fonda oluşan tutar tahvilin anaparasını ödemede
yetersiz kalırsa havuzdaki ipotek kredilerinden bazıları satılır Bu durum ancak
havuzda beklendiği kadar erken ödeme olmaması, ödenmeyen kredilerin
oranının çok olması ya da fondan sağlanan gelirin de çok büyük çaplı
düşüşler olmasıyla mümkündür (Öcal, 1997:20-22).
İpotek tahvillerinin dayandığı havuz çoğu zaman bir yeddi eminin
gözetimindedir. Yeddi emin, ipotekleri piyasa faiz oranlarındaki değişikliklere
bağlı olarak değerler ve kararlaştırılan aşkın teminatın korunmasını sağlar.
Piyasa faizlerindeki yükseliş ipoteklerin piyasa fiyatının düşmesine neden
olur ve bu da tahvillerin dayandığı teminatın değerinin düşmesi anlamına
gelir. İpotek havuzunun değeri belirlenen limitin altına düşerse yeddi emin
ihraççıdan yeni ipotek kredileri ekleyerek havuzun değerini korumasını ister.
İpotek tahvillerinin değerini etkileyen faktörler şunlardır:
130
-
Teminat olarak kullanılan havuz içinde yer alan kredilerin niteliği(
İpoteklerin sigorta durumu, LTV oranı, konut ya da ticari ipotek
olmaları, birincil ya da ikincil ipotek olmaları vs)
-
İpotek kredilerinin faizi ile tahvilin faizi arasındaki fark (bu fark ne
kadar yüksek olursa tahvilin riski o kadar düşük olur)
-
İpotek kredilerinin erken ödenme ihtimali
-
Coğrafi çeşitlilik
-
Aşkın teminat oranı (Teminat olarak kullanılacak ipotek havuzunun
değeri tahvilin anapara tutarının ne kadar üstünde olursa tahvilin riski
o kadar düşük olur. Yüksek teminat değeri ipoteklerin taşıdığı
ödenmeme, erken ödeme ve nakit akımları düzensizliği gibi risklere
karşı koruma sağlar.)
İpoteğe dayalı tahviller, Standart & Poor's ve Moody's gibi rating
şirketlerinin değerlendirmelerine tabidir. İhraççının düşük faizle borçlanmasını
sağlayan temel faktör, dayanılan teminatın ve dolayısıyla tahvillerin düşük
riske sahip olmasıdır. İhraççı kurumlar teminatın değerini arttırmak için
sigortalı ipotek kredilerini havuza dâhil etmek, havuz sigortası yaptırmak,
aşkın teminat kullanmak bankalardan garanti mektubu almak gibi yöntemler
kullanmaktadırlar.
3.3.2.3 Teminatlı İpotek Yükümlülükleri
Teminatlı ipotek yükümlülükleri ABD’de ilk kez 1983 yılında ihraç
edilmiş ve hızla yaygınlaşmıştır. Bu menkul kıymet türünün bu kadar hızlı
yaygınlaşmasının temel nedeni, MBS'lerin getirisine sahip olması ama onun
taşıdığı nakit akımlarındaki belirsizlikten kaynaklanan riskleri taşımamasıdır
(Teker, Bahadır, 1996:48-52).
Teminatlı ipotek yükümlülükleri bir ipotek kredisi grubu veya MBS
portföyüne dayanılarak ihraç edilen bir menkul kıymet türüdür. CMO'lar nakit
akımlarını doğrudan veya MBS'ye dayalı olmaları halinde dolaylı olarak yine
ipotek kredisi gruplarından sağladıklarından türev menkul kıymetler olarak
ifade edilirler. Nakit akımlarını esas itibariyle dayanılan portföyden almakla
birlikte, getirileri dayanılan gruptan farklıdır (Alp, 2000:124-128).
131
CMO seriler halinde ihraç edilen menkul kıymetlerden oluşur.
CMO'larda ipotek kredilerinin oluşturduğu havuzdan sağlanan nakit akımları,
seriler arasında önceden belirlenmiş kurallar dâhilinde paylaştırılır. İler bir
seri havuzdan sağlanan nakit akımlarının farklı bir bölümünü alacak şekilde
düzenlenmiştir. Genelde CMO'larda 4 seri vardır. Bu seriler A,B,C ve Z
serileri olarak adlandırılır. A serisi bu seriler içinde en kısa vadeli ve en düşük
getirdi menkul kıymettir. Z serisi ise en uzun vadeli ve en yüksek getiri
oranını
vaat
eden
menkul
kıymettir.
Z
serisinin
faiz
ödemelerinin
geciktirilmesi diğer serilerin anapara ve faiz ödemelerinin hızlanmasına
neden olur. Bu seri önceki seriler itfa edilmeden anapara ve faiz alamazlar.
Bu nedenle Z serisine biriktirmeli tahviller ya da kuponsuz tahviller de
denmektedir (Teker, 1996:48-50).
3.3.2.4 Getirisi Ayrılan İpoteğe Dayalı Menkul Kıymetler
İlk kez 1986 yılında FNMA tarafından ihraç edilen bu menkul kıymet
türünün diğer menkul kıymetlerden temel farkı, dayandığı havuzun nakit
akımların bünyesindeki seriler arasında farklı olarak dağıtılmasına olanak
vermesidir. Bir ipotek havuzundan elde edilen nakit akımları farklılaştırılarak
yatırımcıların farklı ihtiyaçlarına cevap vermek amaçlanmıştır. Sadece
anapara ödemeleri ve erken ödemeleri yatırımcıya aktaranlar yalnız
anaparalı SMBS’ler(PO), ipotek kredilerinin faiz ödemelerini yatırımcısına
aktaranlar ise yalnız faizli SMBS’ler(IO) olarak adlandırılır. Toplam anapara
ödemeleri havuzun başlangıç değerine eşittir. Erken ödemeler önceden
tahmin edilemez oldukları için yalnız anaparalı SMBS ödemelerinin kesin
zamanı bilinemez. Getirinin dayandığı havuzda erken ödemeler hızlanırsa bu
durum ödemelerine de yansıyacaktır. Toplam faiz ödemeleri de önceden
kesin olarak tahmin edilemez. Çünkü faiz ödemeleri her dönemin sonundaki
borç bakiyesi üzerinden yapılır. Anapara ödemelerinin hızlanması borç
bakiyesini düşüreceği için faiz ödemelerini azaltır. Hızlanmış ödemeler yani
erken ödemeler PO sahipleri için avantajlı olabilirken IO sahipleri için her
zaman dezavantajlıdır.
132
Piyasa faiz oranlarındaki değişmeler hem PO hem de IO getirilerini
etkiler. Piyasa faizindeki değişme öncelikle menkul kıymetlerin değerinin
hesaplanmasında kullanılan iskonto oranını değiştirir. Faizlerin değişmesinin
diğer etkisi ise erken ödeme eğiliminin değişmesine neden olmasıdır. Lirken
ödeme eğiliminin artması PO ve IO'ların nakit akımları etkileyecektir.
Piyasa faiz oranı, menkul kıymetlerin dayandığı ipotek havuzunun faiz
oranından yüksekse, erken ödemeler azalır. Erken ödemelerin azalmasıyla
PO nakit akımlarının geriye itilmesi söz konusu olacaktır. İskonto oranının
artması ve nakit akımlarının gecikmesi PO'nun değerini düşürür. Oysa IO için
durum farklıdır. İskonto oranının artması IO'nun değerini düşürürken erken
ödemelerin azalmasıyla her dönem için baz alınacak borç bakiyesi azalacağı
için elde edilecek faiz artacaktır. Böylece iki etki birbirinin etkisini azaltacak
ve IO'nun piyasa değeri küçük bir oranda tutacaktır. Portföyün değeri ise PO
değerindeki değişmeden daha çok etkilendiği için az oranda düşecektir.
Piyasa faiz oranlarının çok ciddi bir miktarda düşmesi durumunda ise PO
değeri artacak ve portföyün değerine yaklaşacaktır. Bu durumda ise IO
değeri 0'a yaklaşır (Boleat, 1985).
3.4 KÜRESEL KRİZ VE KONUT PİYASASINA ETKİLERİ
Son yirmi yılda finansal piyasalar çok büyük değişim geçirmiştir.
Teknolojinin ilerlemesiyle birlikte bilgiye daha kolay ve ucuz ulaşılabilmesi,
bilginin daha etkin kullanılabilmesini sağlamış, sayısal tekniklerle birlikte risk
ve getiri beklentilerine göre birçok finansal ürün geliştirilmiştir. Ayrıca,
finansal ürünlerdeki çeşitlilik risk tercihlerinin genişlemesine, katılımcı
sayısının artmasına ve piyasaların büyümesine neden olmuştur. Özellikle
banka odaklı finansal piyasalardan piyasa odaklı finansal piyasalara geçiş,
yapısal anlamda finans sektörünü değişime uğratmıştır. Her bilginin dikkatle
ele alındığı, 24 saat sürekli işleyen ve coğrafi sınırları olmayan, odağında ise
ABD piyasalarının olduğu bir piyasalar sistemi ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla
ABD’de yaşanan bir sıkıntı küresel sistem içerisindeki tüm piyasalara
yansımakta, belli bir ülkeye has olayın etkisi, aynen yaşanılan krizde olduğu
gibi, düşünüldüğünden çok daha büyük olabilmektedir.
133
ABD’de 2007 yılında yaşanan finansal dalgalanma büyük ve gelişmiş
bir ekonominin bankacılık sistemini geçmişte emsali olmayan bir şekilde
sıkıntıya sürüklemiş, başta denetleyici ve düzenleyici kurumlar olmak üzere
herkesi nerede hata yapıldığı konusunda düşünmeye sevk etmiştir. Subprime
ipotekli konut kredilerinde geri ödemelerde yaşanan sorunlarla ortaya çıkan
finansal dalgalanma, çok hassas dengeler üzerine kurulu ve birbiriyle ilişkili
ABD piyasalarında büyük etki yaratmıştır. İpotek kredilerine dayalı menkul
kıymetler ile kredi türev ürünlerinin risklerinin yanlış ölçülmesi, kimi zamanda
finansal mühendislik teknikleri kullanılarak ölçülemez hale getirilmesi
akabinde denetleyici yapının eksiklikleri finansal kurumları etkilemiş ve
ipotekli kredi krizi olarak adlandırılan durum küresel bir likidite krizine
dönüşmüştür (BDDK, 2008:1).
İpotekli konut kredisi piyasası, ipotek kredisinin düzenlendiği birincil
piyasalar ile bu kredilere dayalı menkul kıymetlerin alınıp satıldığı ikincil
piyasalardan oluşmaktadır. Bu piyasanın, bireysel yatırımcıdan kurumsal
yatırımcıya, yatırım bankalarından serbest fonlara kadar çok çeşitli katılımcısı
bulunmaktadır.
Şekil 12: İpotekli Kredi Piyasasının İşleyişi
Kaynak: FSA
134
İpotekli kredi piyasasında süreç, yatırımcının gayrimenkul almak
amacıyla ipotek kredisi veren finansal kuruma başvuru yapması ve bunun
üzerine kredi veren tarafından ekspertiz bedelinin tespiti ile kredi başvuru
sahibinin ödeme kabiliyetinin doğru bir şekilde ölçülmesiyle başlamaktadır.
İpotekli kredi sisteminin temelini, bu işlem sonunda düzenlenen ipoteğe
dayalı kredi sözleşmeleri oluşturmaktadır. Bu sözleşmelerin hazırlanması
aşamasında yaşanacak sorunlar sistemin işleyişinde aksaklıklara neden
olmaktadır.
İpotekli kredi piyasası, kredi kullanıcıları için değişken faiz oranlı,
sadece faiz ödemeli, her şey dâhil, geleneksel ipotek kredileri gibi birçok
kredi
kullanım
alternatifi
sundukları seçenekler
sunmaktadır.
tüketici
İpotekli
açısından değil
kredi
kullandıranların
kullandıran
acısından
menfaatler içerdiğinden kredi kullanıcıları, kendileri için hangi kredi
seçeneğinin uygun olduğu konusunda iyi düşünmelidir. İpotekli kredi
kullananlar ilk önce konut kredisi kullanılarak alınması planlanan konutta ne
kadar süre için oturulacağı sorusuna da net yanıt verebilmelidir. Eğer uzun
süre oturum yapılması planlanmıyorsa 30 yıl vadeli değişken faizli ipotekli
kredi kullanımı akılcı bir yaklaşım olmayacaktır. Bu durumda sadece faiz
ödemeli ipotekli kredi kullanımı bir alternatif olabilmektedir (ABD Mortgage
Forum, 2008). ABD ipotekli kredi piyasasında bu temel hususlarda gereken
özenin gösterilmediği ileri sürülebilir. ABD Hükümetinin subprime ipotekli
kredileri teşvik etmesinin amacı, dar gelirli vatandaşları konut edindirmedir.
Ancak, bu teşviği bir hak olarak değerlendirenler yoğun kredi talebinde
bulunmuşlardır.
Sorunsuz işleyen bir kredi sistemi için, kredi verenin sadece kredi
vermek amacıyla değil, finansal sistemin istikrarını koruyacak sınırlar
dâhilinde kredi kullandırması ve kredi kullananın da ödemelerini zamanında
ve aksatmadan yapması ön koşuldur.
ABD ipotekli kredi piyasasında özellikle subprime ve değişken faiz
oranlı ipotekli kredilerin nakit akışlarının bozulması, bu piyasayla ilişkili
menkul kıymet piyasalarını da etkilemiştir. Subprime kredilerin özü gereği
riskli krediler grubunda yer almasına rağmen bu riskler yokmuş gibi bu tür
135
kredilerin kullandırılmasıyla sistem sorun çıkarmaya başlamıştır. Riski yüksek
kişilere daha yüksek faiz oranları ile ipotekli kredi kullandırılmış, faiz
oranlarının yükselmesi ile faiz yükü artmış neticede faiz ve anapara
ödemelerinde aksaklıklar baş göstermiştir.
Subprime ipotekli kredilerle başlayan kredi krizinin büyüyerek diğer
kredi türlerini de etkisi altına alması, ipotekli kredi piyasasının tamamının
etkilenmesine neden olmuştur. Konut fiyatlarındaki ani artışlar piyasada
asimetrik bilgiye neden olmuş, kredi kullanıcılarının yanlış yönlendirilmesine
yol açmış ve konut satın almanın bir yatırım aracı olarak algılanmasına
neden olmuştur. Oysaki ABD Hükümetinin amacı, düşük gelirli aileler ile
azınlıklara konut edinme kolaylıkları sunmaktı. ABD Hükümetinin yoğun
desteği nedeniyle düşük gelirli gruplar konut alım satımı yoluyla kâr elde
etme beklentisine girmiştir. Ancak, piyasada dengelerin bozulmasıyla
kullandırılan krediler karşılığında teminat olarak gösterilen konutların değeri
düşmüş ve teminat sağlamada güçlükler yaşanmıştır.
İpotekli kredi piyasasının temelini oluşturan ipotekli kredileri ihraç eden
kuruluşlar açısından ortaya çıkan temel sorun, bu kurumlarca düşük kredi
standartlarının
belirlenmesidir.
Kredi
verme
standartlarının
bankadan
bankaya farklılık göstermesi kredi kullananların profilinin takip edilmesini
zorlaştırmıştır. İpotekli kredi türlerini birbirinden ayıran temel özelliklerden biri
kredi
skorudur.
Skorlama
işlemleri
bankalar
dışında
hizmet
bedeli
karşılığında finans şirketleri tarafından da yapılabilmektedir. Kredi veren
kuruluşların kredinin kullandırımına ilişkin değerleme sürecinde hassas
davranmaması sistemi temelden sarsmıştır. Kredi skorlarının gerçeği
yansıtmayan derecelendirme işlemi sonrasında verilmesi kredi kalitesinin
bozulmasına ve kâr marjlarının azalmasına neden olmuştur.
Kredi veren kuruluşlar, karşılaştıkları riskleri bilanço dışına transfer
etme
konusunda
abartılı
davranmış,
maruz
kaldıkları
riskleri
kaydileştirdiklerinde ise bilançolarında önemli baskı oluşmuştur (IIF, 2008).
Kredi geri ödemelerinin kesilmesi nedeniyle menkul kıymet piyasasına fon
akışı durmuş/yavaşlamış ve ipotekli kredi kullandıranlar tarafından konutlar
geri alınmaya başlanmıştır. Ancak, sorunlu kredi sayısındaki artış nedeniyle
136
konut piyasasında oluşan arz fazlalığı konut fiyatlarını düşürmüş ve konut
satışları da yapılamaz hale gelince likidite sorunu ortaya çıkmıştır.
2005-2006 yıllarında kredi döngüsünün doyum noktasına ulaşmasıyla
birlikte, piyasada yatırım amaçlı kullanılabilecek büyük miktarlarda likiditenin
varlığı dar kâr marjlarının oluşmasına yol açmış, agresif bir şekilde kredi
kullandırımında artışa neden olmuş ve zaman zaman kredi kullandırımı ile bu
krediler karşılığı alınan teminatlarda gevşek politikalar izlenmesi sonucunu
doğurmuştur. Bankalarca kullandırılan kredilerin, bankaların hesaplarından
çıkarak artan bir kompleks yapıya ve karmaşıklığa sahip başka ürünlere
dönüşmesi durumunu ifade eden originate-to-distribute modelinin efektif bir
biçimde işlemesi; tüm piyasa oyuncularının risk yönetim politikaları ile
kamuyu bilgilendirme konularında yüksek standartlara sahip olması ve ilgili
risklerin ölçümü için güvenilir ve anlaşılır derecelendirmelerin var olması
durumunda mümkündür (IIF, 2008). İhraççıların ve yatırımcıların teşvikleri
birbirine yakın olduğunda ve piyasa fiyatlandırması ihraççıların daha özenli
ihraç yapmalarını sağlayan teşviklerini güçlendirdiğinde originate-to-distribute
modeli etkin şekilde çalışmaktadır (Kroszner, 2008). Ancak, bu şartlar son
dönemde genel yapı itibarıyla sağlanamamıştır (IIF, 2008).
İpotekli
kredi
piyasasında
originate-to-distribute
yaklaşımının
büyümesi, ipotekli kredi krizine kadar ABD ipotekli kredi borçlanmalarının
hızlı büyümesinde önemli bir rol oynamıştır. Bu büyüme subprime ve alt A
ipotekli kredilerine yoğunlaşırken ipoteklere dayalı menkul kıymet ihraçları
gerilemiştir. İpotekli kredilerdeki 2005 yılı ortalarından 2007 yılı ortalarına
kadar devam eden sürekli büyüme, kredi verenlerin piyasada değişik
seviyelerde kredi riski yaratmalarına neden olmuştur. Bu riskler arasında,
kredi kullananın gelir belgelerindeki eksiklikler, çok yüksek borç değer
rasyoları ve anapara ile faiz ödemelerinin gecikmesine sebep olabilecek
geleneksel olmayan geri ödeme planları yer almaktadır. Değişik risklerin
bulunduğu bu ortamda yatırımcılar kredi riski ile ilgili sıkıntılar yaşamıştır. Bu
durum menkul kıymet ihraç edenlerin ihraçlarını sürdürmeleri için gerekli
teşvikleri azaltmıştır (Kroszner, 2008).
137
Birincil piyasa ürünü olan ipotekli kredilerin ikincil piyasada işlem
görmesine aracılık eden menkul kıymetleştirme süreci, gayrimenkul üzerine
ipotek konulduktan sonra banka tarafından gayrimenkul bedeli karşılığında
menkul
kıymet
ihraç
edilmesi
üzerine
kuruludur.
Banka
tarafından
kullandırılan krediler aracı kurumlara ya da doğrudan olmak üzere yatırım
amaçlı yerli/yabancı yatırımcılara uzun vadeli olarak satılmaktadır. Bu menkul
kıymetler sistemin nasıl yapılandırıldığına bağlı olarak ya doğrudan
yatırımcıya uzun vadeli olarak satılmakta ya da yatırımcı ile banka arasında
kurulacak bir finansman kurumuna satılarak nakde çevrilmektedir. Bu şekilde
gayrimenkuller, menkul hale getirilerek menkul kıymet ihracı ve dolaşımı
kolaylaştırılmaktadır.
Sistem,
ipotekli
kredi
kullanan
tarafın
faiz
giderini,
menkul
kıymetleştirme sonucu ortaya çıkan menkul kıymeti elinde bulunduran tarafa
faiz geliri olarak aktarmaktadır. Bu süreçte, finansal aracı kuruluşlar hem
bilançolarındaki faiz riskini dağıtmakta hem de aracılık ve komisyon geliri
elde etmektedirler.
2006 yılında FED tarafından yapılan açıklamalarda, subprime ipotekli
kredi piyasasında verilen kredilerin kalitesinin bozulduğu ancak bunun bir kriz
olmadığı
belirtilmiştir.
Bu
dönemde
piyasalarda
yaşanan
gelişmeler
paralelinde ek düzenlemeler getirilmesi ve gözetim yöntemlerinin tekrar
gözden geçirilmesi konularında çalışmalar yapılması gerektiği gündeme
getirilmiştir. Ancak, diğer yandan Başkan Bush’un politikalarıyla uyumlu
olabilmesi için, subprime ipotekli kredilerine sınırlandırma getirilmesi ya da
refinansman olanaklarının kredi kullananların aleyhine çevrilmesi FED
tarafından istenmeyen bir durumu oluşturmaktaydı. Düzenlemelerin piyasa
koşullarına zarar vermeden gözden geçirilmesine karar verilmiş ve piyasanın
kendiliğinden denge sağlaması beklenmiştir. Bu dönemde FED, zorunlu
olmadıkça düzenleyici otoritelerin müdahalelerinin en son aşama olması
gerektiğini savunmuştur (Bernanke, 2008). Kredi piyasasında bir daralma
yaşanmaması amacıyla gerekli denetim ve düzenlemeler yapılmamış
piyasanın kendiliğinden dengeye gelmesi yönündeki beklenti ipotekli kredi
kriziyle sonuçlanmıştır.
138
İpoteklere
dayalı
menkul
kıymetleştirme
sürecinde
otoriteler,
düzenlemelerde ve denetim kurallarında, derecelere atfettikleri önemin,
yatırımcıların riskler hakkında bağımsız karar vermeleri ve kendilerine düşen
gerekli özeni göstermeleri hedefleriyle uyumlu olup olmadığını kontrol
etmelidir. Otoriteler, piyasa veya ticari şirketlere dair risk endişelerini
açıklamakta fakat bunlara karsı pozisyon almakta her zaman başarılı
olamamaktadır. Bu nedenle, otoriteler risk değerlendirmeleri ve uluslararası
politika geliştirme çalışmalarına öncelik vermeli, gerekli koordinasyonu
sağlamalı ve piyasalarla olan iletişimin etkinliğini arttırmalıdır (FSF, 2008).
Denetçiler
ve
merkez
bankaları
finansal
istikrar
risklerinin
değerlendirilmesi dâhil bilgi paylaşımı ve işbirliği içinde olmalıdır. Bilgi
paylaşımı piyasanın zor durumda olduğu dönemlerde ivme kazanmalıdır.
Merkez bankalarının piyasa likiditesi sıkışıklığını gidermesini kolaylaştırmak
için büyük ölçekli bankalar likidite ile ilgili acil durum planlarını yetkili otoriteler
ile paylaşmalıdır (FSF, 2008).
3.4.1 KRİZE YOL AÇAN NEDENLER
2000 yılının sonlarında dünya ekonomilerinde yavaşlama belirtilerinin
ortaya çıkması ile birlikte, basta ABD olmak üzere Avrupa ve Japonya
merkez bankaları, uyguladıkları para politikalarında önemli bir gevşemeye
giderek faiz oranlarını düşürdüler. Bu dönemde izlenen gevşek para
politikaları, bir yandan varlık fiyatlarında şişme yaratırken, diğer yandan
bankaların kısa vadeli ve düşük faizle borçlanarak, başta konut kredisi olmak
üzere uzun vadeli kredi plasmanı yapmalarını teşvik etti. Örneğin, ABD ve
Avrupa Birliği’nde kredi artış oranı hızla artarak uzun süre reel bazda çift
haneli seviyelerde seyretti. Gelişmekte olan ülkelerde kredi hacmindeki
genişleme ise daha belirgindi. Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri ile Baltık
ülkelerinde özel sektöre verilen kredi hacmi artış oranı reel olarak ortalama
yüzde 40’lara ulaştı. Bankaların, konut kredilerine olan talebi artırmak
amacıyla kredi çeşitlendirmesine gitmesi ve kredi koşullarını esnekleştirmesi
de özellikle geri ödeme olasılığı düşük olan tüketicilerin kredi kullanım
oranının hızla artmasına neden oldu (Yılmaz, 2008:1).
139
Bu dönemde genişleyen global likidite arzı ile birlikte uzun dönemli
faizlerin düşük seviyelerde seyretmesi, yüksek getiri sunan riskli varlıklara
olan talebi artırdı. Bu tip varlıklardan biri de yüksek riskli ipoteğe dayalı konut
kredileriydi. Bu varlıklar, menkul kıymet haline getirilip tekrar pazarlanarak
global finans sistemi içinde yaygın olarak işlem görmeye başladı. Türev
ürünlerin işlem hacmi hızla artarak astronomik seviyelere ulaştı. Ancak, bu
tür menkul kıymetlerin likit bir ikincil piyasaya sahip olmaması ve yeterince
denetlenememesi, risklerin doğru olarak fiyatlanmasını engelledi. Finans
sektöründe denetim, düzenleme ve bilgilendirme faaliyetleri ile özel sektörün
risk yönetiminin, iş dünyasındaki hızlı değişimin gerisinde kalması da, aşırı
risk alma, vade uyumsuzlukları ve varlık fiyatları enflasyonu gibi sorunlara
zemin hazırladı.
2004 yılının ikinci çeyreğinden itibaren Amerikan Merkez Bankası,
enflasyonist baskıları kontrol altına almak amacıyla faiz artırımlarına başladı.
Konut talebi 2005 yılı ortalarından başlayarak yavaşladı ve konut
fiyatlarındaki artış yerini durgunluğa bıraktı. Bu dönemde başta değişken
faizli konut kredileri olmak üzere tüm konut kredilerinde ödeme zorlukları
ortaya çıktı. Konut fiyatlarındaki yükseliş eğiliminin tersine dönmesi de
müşterilerin konutlarını satarak kredi borçlarını kapatma imkânını sınırladı.
2006 yılından itibaren konut kredilerinde ortaya çıkan ödeme zorlukları, kredi
dönüşlerine bağlı olarak ihraç edilen menkul kıymetlerde fiyatlandırma
güçlüğüne yol açtı. Yatırımcılar, güven kaybı nedeniyle varlığa dayalı menkul
kıymetlere ve ticari kâğıtlara olan taleplerini azalttılar ve daha az riskli olan
hazine kâğıtlarına yöneldiler. Finansal kuruluşlar, kısa vadeli likidite
ihtiyaçlarını karşılamak için sahip oldukları varlığa dayalı menkul kıymetleri
teminat göstermek konusunda problemler yaşamaya başladılar. Piyasalarda
önceleri likidite sıkışıklığı olarak ortaya çıkan problemler, bir süre sonra
finansal kuruluşların bilançolarında yüksek miktarda zarar yazmaları ile
birlikte bu kuruluşları iflas tehlikesi ile karşı karşıya getirdi (Yılmaz, 2008:2).
Mevcut duruma baktığımızda eşik altı konut kredileri piyasasında
başlayan sorunun, zamanla konut kredisi piyasasının diğer bölümlerine ve
diğer finans piyasalarına da yayıldığını ve finansal istikrarı tehdit eden bir
140
boyuta ulaştığını görüyoruz. Piyasalarda yaşanan güven kaybının etkisiyle,
finans kuruluşlarının pozisyonlarını kapatarak nakde dönmeye çalışmaları
kredi koşullarında sert bir sıkılaşma yaşanmasına neden olmaktadır. Eylül ayı
içerisinde ABD’nin önde gelen yatırım bankalarından Lehman Brothers’ın
iflas başvurusunda bulunması, büyüklüğü ne olursa olsun her finans
kuruluşunun iflasın eşiğine gelebileceğini ve hatta iflas edebileceğini
göstermiştir. Bunun neticesinde piyasalardaki gerginlik tırmanmış, risk
algılamalarındaki bozulmanın etkisiyle finans kuruluşları birbirlerine borç
vermede isteksiz davranma eğilimine girmiş ve daha yüksek risk primi talep
etmeye başlamışlardır. Karmaşık menkul kıymetlerin ihracı durma noktasına
gelmiş ve özel sektör tahvil piyasasında risk primi önemli ölçüde yükselmiştir.
Gelişmiş ülkelerde merkez bankaları ve hükümetler geçen zaman zarfında
finansal çalkantının ekonomileri üzerindeki etkilerinin sınırlı kalmasını ve
güven ortamının yeniden tesisini sağlamak amacıyla çeşitli önlemler
almışlardır. Ancak finans kuruluşlarının mali durumlarına ilişkin olumsuz
haberler, zararların artarak devam etmesi ve ekonomik verilerin beklentilerin
altında gerçekleşmesi, söz konusu önlemlerin etkinliğini sınırlamış, finansal
istikrara ve ekonomik gidişata ilişkin endişelerin artmasına neden olmuştur.
Likidite koşullarının olumlu olduğu 2003-2007 döneminde özellikle borç
dinamiklerinde bozulma gözlenen, dış kaynak ihtiyacı yüksek olan, bütçe
yapısı sağlam olmayan ülkeler bugün finansal çalkantıdan en çok etkilenen
ülkeler olmuşlardır. Söz konusu gelişmeler ışığında Uluslararası Para Fonu
(IMF) 2008 ve 2009 yılı küresel büyüme tahminini her üç ayda bir yayınladığı
raporlarda kademeli olarak aşağı çekmiştir (Yılmaz, 2008:3).
3.4.1.1 İpotek Teminatlı Konut Kredilerinin Yapısının Bozulması
Faizlerin düşük olduğu dönemlerde artan risk iştahıyla kişilerin kredi
geçmişlerine bakılmadan verilen subprime ipotekli kredilerde, faizlerin
yükselmesiyle birlikte temerrütler ve icra yoluyla satışlar artmaya başlamış ve
bu durum karmaşık türev araçlarla finansal sisteme yayılarak dalgalanmaya
neden olmuştur. 2007 yılının ikinci çeyreğinden sonra krize dönüşen bu
süreçte ipotekli kredilerin geri ödemelerinde yaşanan aksaklıklar sistemin
141
tamamını
olumsuz
etkilemiştir.
Faizlerin
düştüğü
dönemlerde
kredi
koşullarının düzeltilmesi amacıyla kredi kullanıcısı kredi koşullarını düşük faiz
oranı üzerinden yeniden yapılandırmaktadır. Konut kredilerinde faizlerin çok
düşük olduğu 2002 yılında refinansman yapan ipotekli kredi kullanıcısı
sayısında patlama olmuştur. 2005 ve 2006 yılları suresince sabit bir seyir
izleyen refinansman kullanımı, kriz döneminde borcunu ödeyemeyen ve
yeniden yapılandırma yoluna gidenler nedeniyle artış göstermiştir (BDDK,
2008:46).
2007
yılının
dördüncü
çeyreğinde
ipotekli
kredilerde
toplam
ödenmeme oranı, 2007 yılının ilk çeyreğine göre %35,3 oranında artış
göstermiştir. Prime ve subprime kredi kullanıcılarının ödeme güçlükleri
çekmeleri nedeniyle kredi koşulları ile ilgili düzeltmelere gidilmiştir. 2007 yılı
son çeyreğinde, kredi koşulları ile ilgili olarak yapılan toplam değişiklik sayısı,
2007 yılı ilk çeyreğine göre, prime kredilerde %33,8 oranında artış
gösterirken subprime kredi kullanıcılarında bu oran %62,5 oranında ciddi bir
yükseliş göstermiştir. Subprime ipotekli kredilerde, ödeme planlarının
iyileştirilmesi
%25,8
oranında
artış
gösterirken
kredi
koşullarının
yenilenmesinde %258,6 oranında artış gerçekleşmesi, subprime kredilerde
değişken faizli kredi kullanımının yarattığı sorunların bir göstergesi olarak
ifade edilebilir.
3.4.1.2 Faiz Yapısının Uyumsuzlaşması
Başkan Bush yönetiminin özellikle düşük gelirli aileleri hedef alan
konut edindirmeye yönelik politikaları nedeniyle her türlü esneklik sağlanması
sonucu subprime ve değişken faizli konut kredilerinin sayısında artış
olmuştur. Ancak ABD Hükümeti tarafından desteklenen bu programlar
çerçevesinde,
her
türlü
yatırımın
hükümet
tarafından
sağlanacağı
düşüncesiyle yatırımcılar tarafından doğru bir planlama yapılmadan konut
alımları gerçekleşmiştir. Bu çerçevede kullanılan konut kredilerinden de
özellikle değişken faizli olan ipotekli kredilerin geri ödeme tutarları, faiz
oranlarının artması nedeniyle oldukça yüksek düzeylere ulaşmıştır (BDDK,
2008:49).
142
Kredi faiz oranları arttığında, değişken faizli kredi kullananlarının faiz
yükü dolayısıyla taksit tutarları artmaktadır. 2000-2001 döneminde değişken
faizli ipotekli krediler yüksek oranda kullanılmıştır. Bu dönemde faiz oranları
ortalama %1,5-2 bandında seyretmiştir. 1997-2008 dönemi içinde 30 yıllık
sabit faizli ipotekli kredi oranları ortalamada %6,85, 15 yıllık sabit faizli
ipotekli kredi oranları %6,42, 1 yıllık değişken faizli ipotekli kredi oranları
%5,49 ve ipotekli kredi sözleşmelerinde belirtilen ipotekli kredi sözleşme
oranları %6,67 olarak gerçekleşmiştir.
3.4.1.3 Konut Fiyatlarındaki Değişmeler
Kısa vadeli dolar faizlerinin yükselmesiyle birlikte, sürekli yükselen
konut fiyatları 2006 yılında gayrimenkul piyasasında başlayan durgunlukla
birlikte düşmeye başlamıştır. Fiyatların daha da yükseleceği düşüncesiyle
yüksek faizlere katlanan tüketiciler için beklentilerinin tersine gelişmeler
ortaya çıkmıştır. Değişken faizli subprime ipotekli kredilerin piyasalar
üzerinde baskı yaratmasının ardından, FED tarafından faiz oranlarına
müdahale edilmiş ve kısa vadeli faiz oranları düşürülmüştür. Ancak, faiz
oranlarının düşürülmesi ipotekli kredilerin taksit ödemelerini bir dereceye
kadar indirmiş, teminat niteliğinde olan konutların değerini de azaltmıştır.
Konut değerlerinin yüksek olduğu dönemlerde, ipotekli kredilere dayalı
menkul kıymetlerin düşük risk grubunda değerlendirilerek yatırımcılara
sunulmasının
ardından
teminat
niteliğindeki
konut
değerlerinin
ani
düşmesiyle yüksek zararlar kaydedilmiştir.
İpotekli kredi krizinin ABD ekonomisini etkilemesinin en önemli
nedenlerinden biri, inşaat ve sigortacılık başta olmak üzere konuta bağlı
sektörlerde başlayan yavaşlamanın hızlı bir şekilde makro ekonomik
göstergelere yansımasıdır (BDDK, 2008:51).
Konut fiyatları artış eğiliminde iken ipotekli kredi kullananlar bu
durumdan, ödedikleri krediden daha yüksek fiyat seviyelerinde konuta sahip
olarak kârlı çıkacaklardır. Fakat faiz oranlarının yükselmeye başlaması ve
konut fiyatlarının sabitlenmesi sonucu bu durum bazı ülkelerde tersine
dönmüştür.
143
Konut fiyatları ile para arzı ve kredi piyasaları arasında dikkate değer
bir ilişki vardır. İpotekli kredi piyasasındaki yeniliklere bağlı olarak ABD
subprime kredi piyasalarında, yaşanan finansal sarsıntıdan dolayı son birkaç
yıldır konut piyasasında makro ekonomik bir istikrarsızlık söz konusudur.
Çalışmalar gösteriyor ki konut finans piyasasında değişim yapan ülkeler
konut piyasası kaynaklı şoklara daha fazla maruz kalırlar. Bunun nedeni,
konut sermayesinin konut değerine bağlı olarak finansal hızlandırıcının
etkisini kuvvetlendirmesidir. Konutun ipotek olarak gösterildiği gelişmiş
finansal piyasalara sahip ekonomilerde finansal piyasalar ve hane halkı konut
piyasasında yaşanan şoklara daha çok maruz kalmaktadır. Konut fiyatları
ipotekli kredi düzenlemeleri ile harekete geçen para politikalarına karşı tepki
gösterirler. Bu tepki gelişmiş kredi piyasalarına sahip ekonomilerde daha
fazladır. Aynı zamanda konut yatırımlarının para politikalarına tepkileri
çeşitlidir. ABD’ye baktığımızda 1980‘lere kadar para politikası şoklarının
konut yatırımları üzerindeki etkisi az olmuştur. Bunun nedeni bu süreçte
oluşan şokları kontrol etmek için sistematik para politikaları uygulanmış
olmasıdır. Diğer ülkelere baktığımızda ise genelde konut yatırımlarının para
politikası şoklarına esnekliği zamanla artış trendi içerisindedir. Para
politikasının konut piyasası üzerindeki etkileri farklı ülke ekonomilerinde
farklılaşır. Daha kırılgan ve gelişmiş kredi piyasalarına sahip ülkelerde para
politikasının etkileri konut yatırımlarından daha çok konut fiyatlarını etkiler. Şu
da bir gerçektir ki para politikası yapıcıları gelişmiş ipotekli kredi piyasasında
meydana
gelecek
konut
talebi
şoklarına
daha
agresif
bir
politika
geliştirmelidir. Bunun nedeni bu piyasalardaki ipotekli kredi borçlarının daha
fazla olmasıdır. Aynı zamanda kredi miktarını etkileyecek finansal şoklara
karşı da agresif politikalar geliştirilmelidir. Avrupa Birliği ile kıyasladığımızda
kredi piyasalarında yaşanan son kargaşa sonrası ABD’de faiz oranlarında
daha ciddi bir düşüş yaşanacağı görünmektedir. Gelişmiş kredi piyasalarına
sahip ülkelerde ekonomik istikrarı sağlamak için konut fiyatlarındaki değişime
uygun
para
uygulanacak
politikalarının
tutarlı
bir
uygulanması
risk
yönetimi
gerekmektedir.
politikasında
Bu
konut
durumda
fiyatlarının
değişmesine yol açan nedenler ve bu nedenlerin ekonomi üzerindeki etkileri
144
incelenmelidir. Konut fiyatlarındaki değişim ekonominin tümünü etkileyen bir
olgudur. Sadece para politikası düzenlemeleri ile bu fiyat değişiminin etkilerini
tamamen gidermek mümkün değildir. Para politikalarının yanı sıra ekonomiyi
düzenleyici birtakım farklı politikaların da uygulanması gerekir.
3.4.1.4 Menkul Kıymetlerin Fonlanmasında Yaşanan Sıkışıklık
İpotekli konut kredilerine dayalı olarak ihraç edilen menkul kıymet
piyasasının temel fon kaynağı olan ipotekli krediler geri ödemelerinin
yapılamaması
yaşanmaya
nedeniyle
başlamıştır.
ikincil
piyasanın
Özellikle
fonlanmasında
subprime
sıkıntılar
kredilerinin
menkul
kıymetleştirilmesi, sermaye piyasalarını derinleştirmekten ziyade mevcut
isleyişin temelden bozulmasına neden olmuştur.
1996 yılında ABD'de ipotekli kredilerine dayalı toplam 492,6 milyar $
menkul kıymet ihraç edilmiş ve bu miktar 2007 yılında 2.050,1 milyar $’a
yükselmiştir. İkincil piyasada bu kadar geniş hacimli bir piyasa yaratılmış ve
bu piyasanın fon kaynağı olan ipotekli krediler geri dönmemeye başlayınca
da tahvil geri ödemeleri yapılamamıştır. İpotekli kredilere dayalı menkul
kıymetler ile riskini dağıtmaya çalışan ancak, risklerini yok edemeyen finans
kuruluşları zarar açıklamaya başlamışlardır. Sonuçta piyasalarda panik
havasının oluşması bankalardan para çekilmesine, sermaye hareketlerinin
yavaşlamasına neden olarak likidite sorunlarını gündeme getirmiştir. 2000,
2004, 2005 ve 2006 yılları menkul kıymet ihraçlarında azalmanın yaşandığı
yıllar iken en fazla menkul kıymet ihracının 2003 yılında yapıldığı
görülmektedir (BDDK, 2008:53).
Tablo 23: İpotekli Kredilere Dayalı Menkul Kıymetlerin Gelişimi
(Milyar
USD)
Devlet
Garantili
MBS
Devlet
Garantili
CMO
Diğer
MBS
Toplam
2000
2,491
664
410
2001
2,830
801
2002
3,158
2003
3,493
Devlet MBS(%)
Vadesi
Diğer MBS(%)
Vadesi
İhraç
Gelmemiş
İhraç
Gelmemiş
3,565
-34,2
8,7
-27,3
7,9
495
4,127
149,8
13,6
112
21,0
926
602
4,686
36,5
11,6
21,9
21,4
1,003
742
5,238
37,3
10,6
30,8
23,3
145
2004
3,546
1,024
885
5,455
-49,5
1,5
16,9
19,3
2005
3,681
1,117
1,118
5,916
-3,9
3,8
59,9
26,3
2006
3,966
1,254
1,284
6,504
-8
7,7
19,7
14,8
2007
4,545
1,343
1,320
7,210
12,9
14,6
-12,2
2,9
Kaynak: SIFMA
3.4.1.5 Kredi Türev Piyasalarının Genişlemesi
Kredi sağlayan kurumlar alacaklarını teminat göstererek büyüklüğü
trilyon doları bulan konut tahvillerini piyasaya satmışlardır. Bu tahvillerin
getirileri, Amerikan hazine bonosunun çok üzerinde olduğu için özellikle riskli
ve yüksek getiri hedefleyen serbest fonların bu tahvillere yönelmesinde etkili
olmuştur. Bankalar, kredi alacaklarını menkul kıymetleştirme yoluyla yatırım
aracı haline çevirdikleri için ipotekli kredi piyasaları, sadece kredi veren
kuruluşla kredi kullanan arasındaki kredi ilişkisine bağlı bir piyasa
olmadığından tüm finansal sistem artan faizler karşısında dalgalanma
dönemine girmiştir.
Kredi veren kuruluşlar, karmaşık yapıdaki yatırım araçları yoluyla yeni
kazançlar elde etme imkânı bulmuşlardır. Bu menkul kıymetler, daha yüksek
kâr elde etmek isteyen yatırımcılar için de yeni birer alternatif haline gelmiştir.
Serbest fonlar gibi yüksek kaldıraçla işlem yapan fonlar, yüksek kar elde
etme isteğiyle bu tür kredi ürünlerine büyük ilgi göstermişlerdir. Serbest fonlar
fon büyüklüğünden daha fazla yatırım yaptıkları ve yüksek riske girdikleri için
normal şartlarda getirileri de yüksek olmaktadır. Ancak ABD'de finansal
sistem göstergeleri beklenenin tersine gelişince bu fonların varlıklarında ciddi
kayıplar olmuş fon büyüklüklerindeki büyük kayıplar sonrası gelen fon satış
talepleri likidite sorununu beraberinde getirmiştir. Büyük bankalar riskli
müşterilerine borç vermeyi durdurmuş, likidite krizi oluşmuş ve merkez
bankaları piyasaya para enjekte etmeye başlamıştır (BDDK, 2008:54).
3.4.1.6 Kredi Derecelendirme Sürecindeki Sorunlar
Kredi derecelendirme kuruluşları genellikle sadece kredi borcu
ödememe riskine karsı varlıkların derecelendirmesini yapmışlardır. Ancak bu
146
bakış açısı yatırımcılar tarafından yanlış anlaşılmıştır (Goodhart, 2007).
İkincil piyasada işlem yapan yatırımcılar için piyasa riski ve likidite riski söz
konusudur. Nitekim ikincil piyasalarda yaşanan krizin en belirgin riski likidite
riskidir. AAA ile derecelendirilen hükümet devlet borçlarından oldukça farklı
olan ticari ipotekli kredilere dayalı CMO’lar da AAA ile derecelendirilmiştir.
Derecelendirme kuruluşları, Moody’s tarafından yapılan öneriye kadar
holding varlıkları ile benzer özellik gösteren devlet borçlarının aynı olduklarını
kabul etmişlerdir. Moody’s, piyasa ve likidite riskini de kapsayan kredi
temerrüt riski gibi detaylı kategorilerle derecelendirme yapılmasını önermiştir.
Şekil 13: Subprime İpotekli Kredilerin Risk Profili
Kaynak: Crouhy, 2008
Derecelendirme yapısına bakıldığında, subprime kredilerine dayalı
tahvillerin %96 sına A grubu derece verilerek en başta, sistemin temelinin
sorunlu olarak kurulduğu görülmektedir. Eğer kredi türü itibariyle başta
sorunlu olan subprime kredilerine dayalı tahvillere bu kadar yüksek notlar
verilmeseydi,
CDO
sözleşmeleri
de
aşırı
yüksek
getiri
marjlarıyla
oluşturulmazdı. Yapılan hatalı derecelendirmelerle birlikte %3’luk BBB notuna
sahip tahvillere dayanak alınarak teminatsız finans kaynaklı ABS CDO
sözleşmeleri yazılmakla birlikte, bu sözleşmelerin AA ve A notlarına sahip
%14’luk
kısmına
CDO
kare
(CDO2)
adı
verilen
yeni
sözleşmeler
147
düzenlenmiştir. CDO sisteminin geniş aralıkta ve gereğinden fazla yüksek
notlarla derecelendirilmesi, aşırı teminatlandırmanın yapılması, ipotekli kredi
piyasasında çıkan kriz sonrasında büyük finansal kuruluşların bilançolarından
yüksek oranlarda varlık silmelerine neden olmuştur. Özellikle ipotekli kredi
piyasalarında ortaya çıkan kriz sonrasında derecelendirme kuruluşlarının
hızlıca not düşürmeleri sonucu CDO kapsamında yapılması gereken
ödemelerin yüklü miktarlarda olması piyasada likidite krizini artırmıştır(BDDK,
2008:56).
Kredi derecelendirme kuruluşları ard arda ipotekli kredilere dayalı
tahvillerin notunu indirirken paralarını fonlardan çekmek isteyen yatırımcı
sayısındaki artışla birlikte bu ürünleri nakde çevirmek de zorlaşmıştır. Aynı
kredi derecelendirme kurumlarının, bu tahvillere yakın tarihlerde olumlu notlar
verirken, bir anda not indirimlerine gitmesi sistemin sorgulanmasını da
beraberinde getirmiştir. Bu yatırım araçlarının fiyatları oldukça düşmüş ve
milyarlarca dolarlık fonlar değerini kaybetmiştir.
Kredi derecelendirme kuruluşlarının yatırımcılara açıkladığı modellerin
doğruluğu ve ihtiyaca uygunluğu, bankalardan kredilerin dönüsüne ilişkin
alınan bilgilerin açıklanmaması, stres testlerine ilişkin ek bilgiler verilmemesi
ve kullanılan modellere ilişkin varsayımların belirtilmemesi gibi sebeplerden
ötürü yatırımcı tarafından tam olarak anlaşılamamaktadır. Söz konusu
bilgilerin sunulması halinde bile modeller birçok yatırımcı için anlamsızdır.
Dolayısıyla derecelendirme modelleri bağımsız bir gözden geçirme ve dış
değerlendirmeye tabi tutulmalıdır (IIF, 2008).
3.5 Küresel Kriz ve Türk Konut Piyasası
Türkiye’de konut finansman sisteminde, ipotek kredileri ve süreklilik arz
eden kredi tipleri henüz tam olarak yerleşmemiştir.1980’lerde başlayan özel
konut finansman programları, ticari bankacılığın yan ürünleri olarak ortaya
çıkmıştır. Yüksek enflasyon oranları nedeniyle küçük hacimli ve sabit faizlerle
2-3 yıl vadeli krediler verilebilmiştir. Birkaç ticari banka ve TOKİ, değişken
faizlerde kredi verseler de, Şubat 2001 ekonomik krizi sonrasında bunların da
vadesi kısaltılmıştır.
148
Türkiye’de ekonomide iyimser bir havanın oluşması, faizlerin düşmeye
başlaması ile birlikte konut yeniden yatırımcıların gündemine gelmiştir. 2005
yılından sonra konut kredisi faizlerinin düşmeye başlaması ile birlikte konut
piyasasında tekrar canlanma olmuştur.
2007 yılında ABD konut sektöründe başlayan ve küresel krize
dönüşerek bütün dünyayı etkisi altına alan bir döneme girilmiştir. Türk
Bankacılık sektörünün 2001 krizinden sonra yeniden yapılandırılması ve
risklere duyarlı olması, küresel krize karşı daha dayanıklı olmasını
sağlamıştır. Diğer taraftan, küresel likidite krizi olarak dünyada başlayan ve
global resesyona dönüşen bu kriz Türkiye’yi en çok yabancı kaynak bulmak
ve dış borçların finansmanı konularında zorlamıştır. Ayrıca Türkiye’de ikincil
ipotek piyasasının bulunmaması ve ipotekli kredi kredisi uygulamasına 2007
yılı başında geçilmiş olması nedeniyle krizin konut sektörü üzerindeki etkileri
daha az olmuştur.
Türkiye’de 2000 yılından sonra konut piyasası ile ilgili bazı verileri
inceleyelim. Konut kredisi reel faiz oranlarının 2002 yılında 45 ile en yüksek
düzeye ulaştığı görülmekte olup 2002 yılından sonra dalgalı bir seyir
izlemekle beraber daha düşük seviyelerde olduğu görülmektedir. 2009
yılında 12 düzeyine düştüğü görülmektedir.
Şekil 14: Konut Kredisi Yıllık Faiz Oranları
Kaynak: TCMB verileri esas alınarak hazırlanmıştır.
149
Türkiye’de bankaların kredi kaynağının önemli bir kısmını oluşturan
mevduatların 2000 yılı sonrasında artış seyri içerisinde olduğu görülmektedir.
2000 yılında 29 milyar TL olan mevduat bankalarındaki mevduat tutarının
2009 yılında 332 milyar TL’ye yükseldiği görülmektedir.
Şekil 15: Mevduat Bankalarındaki Mevduat(Milyar TL)
Kaynak: TCMB verileri esas alınarak hazırlanmıştır.
2002 yılından 2007 yılına kadar sendikasyon ve seküritizasyon
kredileri artış seyrindeyken, 2007 yılında başlayan küresel kriz sonrasında
sendikasyon kredilerinde düşüş görülmektedir. 2007 yılında 26 milyar USD
olan sendikasyon ve seküritizasyon kredileri, 2009 yılında 18,2 milyar USD’e
düşmüştür.
Tablo 24: Yurtdışından Sağlanan Krediler(Milyar USD)
2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009
Sendikasyon ve
Seküritizasyon
3.6
6.6
10
15.2
22
26
23.6 18.2
Kredileri
Kaynak: BDDK ve TCMB verileri esas alınarak hazırlanmıştır.
Türkiye’de konut kredilerinin bireysel krediler içerisindeki payı 2005
yılından sonra artmış, 2005 yılında 27,9 milyar TL iken 2006 yılında 33,8
150
milyar TL’ye yükselmiş, 2007 yılından sonra da konut kredilerinde düşüş
yaşanmamış aynı seviyelerde kalmıştır.
Şekil 16: Konut Kredilerinin Toplam Bireysel Krediler İçerisindeki
Payı(%)
Kaynak: TCMB ve BDDK verileri esas alınarak hesaplanmıştır.
Dünya konut piyasasında yaşanan dalgalanma sonrasında da konut
kredilerinde düşüş yaşanmadığı aynı seviyelerde kaldığı görülmektedir. Türk
bankacılık sektöründe konut kredileri 2002 yılı sonunda 460 milyon TL bakiye
arz ederken 2005 yıl sonu itibarıyla 13,037 milyon TL düzeyine ulaşmıştır.
2009 yılında ise konut kredileri artış seyrine devam ederek 44,641 milyon TL
düzeyine ulaşmıştır. Diğer bir ifadeyle, konut kredilerinin toplam bireysel
krediler içerisinde payı 2002 yılında yaklaşık %6,9 civarında iken 2005
yılında %27,9 düzeyine, 2009 yılında ise %34,5 düzeyine yükselmiştir. Türk
bankacılık sektöründe konut kredileri artarken, takipteki konut kredisi oranı
2008 yılında %3,6 seviyesindedir. Bu anlamda, konut kredisinin takibe
dönüşüm oranı oldukça düşük düzeylerde seyretmekte olduğu görülmektedir.
151
Şekil 17: Takipteki Konut Kredilerinin Dağılımı(%)
Kaynak: TCMB ve BDDK verileri esas alınarak hesaplanmıştır.
2004-2010 yılları arasında kira artış oranlarını incelediğimizde Şekil
18’de görüldüğü üzere 2004-2007 yılları arasında kira artış oranları %18-%21
arasında olup oldukça yüksek seyretmektedir. 2007 yılından sonra kira artış
oranlarında ciddi bir düşüş görülmektedir. 2007 yılında %18 olan kira artış
oranının 2009 yılında %13’e, 2010 yılında ise %3 seviyelerine kadar
gerilediği görülmektedir.
152
Şekil 18: 2004-2010 Yılları Arasında Kira Artış Oranları(%)
Kaynak: TCMB verileri esas alınarak hazırlanmıştır.
2007-2009 yılları arasında konut satış fiyatları incelendiğinde Şekil
19’da görülebileceği üzere, Haziran 2007-Haziran 2009 dönemine ilişkin
yapılan hesaplamalarda en çok değer kaybının İstanbul ilinde olduğu
görülmektedir. İstanbul ilinde satılık konut fiyatları Haziran 2007’de 1.363
TL/M2 iken, fiyatlar Ocak 2008’de 1.438 TL/M2 düzeyine ulaşmış; ABD Kredi
Krizinin ortaya çıkması ile birlikte satılık konut fiyatlarında kademeli azalış
gözlemlenmiştir. İstanbul ilinde satılık fiyatları Haziran 2009 ‘da 1.188
TL/M2’ya kadar azalmış ve Ocak 2008’den Haziran 2009’a kadar olan kayıp
% 17,4 olarak gerçekleşmiştir.
153
Şekil 19: İl Bazında Konut Satış Fiyatlarındaki Dönemsel Değişim
Kaynak: (Çevrimiçi) http://www.garantimortgage.com/EmlakEndeksi.aspx ve
http://www.reidin.com
Şekil 20: İstanbul İli Satılık Konut Fiyatları ile Konut Kredisi Faiz
Oranlarının Karşılaştırılması
Kaynak: (Çevrimiçi) http://www.garantimortgage.com/EmlakEndeksi.aspx ve
http://www.reidin.com
Ülkemiz konut sektöründeki satılık fiyatlarının, kaçınılmaz olarak faiz
oranlarındaki gelişmelerle ters yönde hareket ettiğini söylemek mümkündür.
Bir
başka
ifade
ile
Haziran
2007-Haziran
2009
dönemi
içerisinde
İstanbul’daki konutların satılık metrekare fiyatları ve konut kredisi faiz oranları
incelendiğinde, faiz oranları ile konut fiyatlarının ters yönde hareket ettikleri
154
görülmektedir. En çok konut kredisi kullandıran 5 mevduat bankasının 60 ay
vadeli konut kredilerinin faiz oranları ortalaması Ocak 2008’de en düşük
seviye olan yüzde 1,24’e gerilemiş, bunun yansıması olarak Mart 2008’de
İstanbul’daki konutların satılık metrekare fiyatları en yüksek seviye olan 1.475
TL/M2’ye ulaşmıştır. Kasım 2008’i takiben Şubat 2009’da fiyatlar 1.155
TL/M2’ye kadar gerilemiştir. Aynı dönem içerisinde konut kredisi faiz
oranlarının aylık yüzde 1,89 ile en yüksek değere ulaştığı görülmektedir.
Şekil 21: Yeni ve İlave Konut Yapıların Bir Önceki Yılın Aynı Ayına Göre
Değişim Oranı(%)
Kaynak: TÜİK verileri esas alınarak hazırlanmıştır.
Şekil 21 incelendiğinde Türkiye’de 2004 yılında bir önceki yılın aynı
ayına göre yeni ve ilave konut yapılarının sayısındaki değişim oranı %54,4
iken, 2005 yılında sonra bu oran düşmeye başlamış ve 2008 yılında -10,8
seviyesine düşmüştür.
155
Şekil 22: Dönemlik Konut Satış Sayıları(Türkiye)
Kaynak: TÜİK verileri esas alınarak hazırlanmıştır.
Şekil 22’den de görüleceği gibi, 2010 yılı birinci döneminde, Türkiye’de
konut satışlarında bir önceki yılın aynı dönemine göre %26,13 oranında
düşüş gerçekleşmiştir. 2010 yılı birinci döneminde bir önceki yılın aynı
dönemine göre konut satışlarında 3 bölgede artış olurken, diğer 23 bölgede
düşüş gerçekleşmiştir.
Yukarıda Dünya Konut Piyasasında yaşanan dalgalanma sonrasında
Türk Konut Piyasası ile ilgili önemli rakamlara değinilmiştir. Yukarıdaki
verilerden görüldüğü üzere, kriz ile birlikte Türkiye’de bankaların sendikasyon
ve seküritizasyon kredileri sağlamada yani kaynak yaratmada güçlük
yaşamaya başladıkları görülmektedir. Kaynak yaratmada güçlük çeken
bankaların faiz oranlarının kriz ile birlikte 2006-2008 yılları arasında 2005
yılına göre daha yüksek seyretmekte olup faiz oranlarının artmasıyla birlikte
2005 yılından sonra artış seyrine giren konut kredilerinin 2007 yılından sonra
bireysel krediler içerisindeki payının yatay bir seyir izlediği görülmektedir.
Mevduatlarda artış olmasına rağmen mevduatların krediye dönüş oranı
düşük kalmıştır. Konut kredisi faiz oranlarının kriz ile birlikte yükselmesi ve
dünya konut piyasasındaki tedirginlik ile birlikte konut satış sayılarında düşüş
izlenmektedir. Konuta olan talebin düşmesi ile birlikte Türkiye’de konut satış
156
fiyatlarında özellikle büyük şehirlerde düşüş gözlenmektedir. Faiz oranlarının
1.89 ile 2005 yılından sonra en yüksek düzeye ulaştığı 2008 yılında konut
satış fiyatlarının faiz oranları ile ters yönlü hareket ederek düştüğü
görülmektedir. Bununla birlikte kira artış oranları da düşmüştür. Konut satış
fiyatlarındaki düşüşün beraberinde yeni ve ilave konut yapılarının sayısında
azalmayı getirdiği izlenmektedir. 2008 yılında 2007 yılına göre yeni ve ilave
konut yapımında düşüş gözlenmektedir.
Türk Konut Piyasası ile ilgili verilere genel olarak baktığımızda 2007
yılı sonrasında dünya konut piyasasında yaşanan dalgalanmadan konut
piyasasının olumsuz yönde etkilendiği görülmektedir. Kira artış oranları 2007
yılı sonrasında ciddi bir düşüş seyri içerisindedir. Konut edinmek amacı ile
konut kredisi kullanan bireyler, kira öder gibi konut kredisi taksidi ödemekte
ve konut kredisi kullanmakla katlandıkları maliyet olan faizi konut
fiyatlarındaki artış ile karşılamaktadırlar. Ev sahibi olan ve ikinci bir ev sahibi
olmak isteyen bireyler ise konut kredisi çekerek aldıkları konutların kiraları ile
kredi taksitlerini ödeyerek ev sahibi olma davranışı içerisindedirler.
2007
yılından sonra kira artış oranlarının ve konut satış fiyatlarının yüksek
oranlarda düşüş seyri içerisinde olduğu düşünülürse, birden fazla eve sahip
olmak isteyen bireylerin, kredi kullanarak gerek yatırım amaçlı gerekse
barınma
amaçlı
ev
sahibi
olma
oranlarında
düşüş
yaşanacağı
düşünülmektedir. 2008 yılında yeni ve ilave konut sayısının değişim oranının
bir önceki yılın aynı ayına göre -10,8 oranında gerilemesi ve konut
satışlarında bir önceki yılın aynı dönemine göre %26,13 oranında düşüş
göstermesi bu durumu destekleyici göstergelerdir. Konut satış fiyatları artış
seyrinde iken kârlı bir yatırım aracı olarak görülen konutun, fiyatlardaki ve
kira artış oranlarındaki düşüş ile birlikte kârlı bir yatırım aracı olmaktan
çıkacağı düşünülmektedir.
SONUÇ
Konut, toplumsal bir sorun olduğu kadar hatta ondan da fazla,
ekonomik bir kalkınma sorunudur. Geniş kitlelerin yetersiz barınma koşulları
içerisinde yaşamaları, toplumsal barış ve huzuru bozan bir etmendir. Ayrıca
yetersiz barınma koşulları sağlıklı kentleşmeyi olumsuz yönde etkilemekte,
modern ve çağdaş kentlerin ortaya çıkmasını engellemektedir. Bunun
yanında konut koşullarının yetersizliği ve konut yatırımlarının milli gelir
içindeki payının düşük olması, ekonomik kalkınma bakımından da olumsuz
sonuçlar doğurmaktadır. Konut yatırımlarının çarpan etkisinin büyük olması
nedeniyle, bu yatırımlar için ayrılan kaynakların planlı ve programlı
harcanması halinde ekonomik büyümeye pozitif katkı sağlayacağı bir
gerçektir.
Konut her ülkede olduğu gibi, Türkiye’de de ekonominin lokomotif
sektörlerinden
birisi
haline
gelmiştir.
Konut
sektörü,
imalat
sanayi
sektörlerinden yapısal olarak farklılık göstermektedir. Ancak, bu sektördeki
yatırımların ekonomik büyüme ve diğer sektörler üzerinde yarattığı etkisi
küçümsenmemelidir. Tam tersine, özellikle girdi kullanım yoğunluğu ve
çeşitliliği nedeniyle konut sektörünün diğer sektörlerin üretimi için yarattığı
talep çok önemli düzeylere varmaktadır.
Konut sektörünün sektörler arası ilişkilerde ileriye dönük etkisinin sıfır
olması, bu sektörün üretken olmayan bir sektör olarak yorumlanmasına yol
açmaktadır. Ancak bir sektörün sektörler arası ilişkiler açısından geriye doğru
etkisi ileriye doğru etkisinden daha önemlidir ve kaynak tahsisinde
güvenilirliği daha fazladır. Konut sektörünün geriye dönük etkisinin fazla
olması aynı zamanda sanayinin hızla gelişmesine ve ülke GSYİH’nın
büyümesine yol açmaktadır.
Konut aynı zamanda bir yatırım aracıdır. Hane halklarının toplam
tasarruflarından bu sektöre ayırabildikleri yatırım payı, bir yatırım aracı olarak
hane
halkları
için
önem
kazanmaktadır.
Avrupa
ülkelerinde
konut
yatırımlarının GSMH içindeki payının kararlılık gösterdiği, buna karşın
Türkiye'de
keskin
iniş
ve
çıkışlar,
ekonomik
istikrarsızlık
olduğu
görülmektedir. Bunun nedeni de, Türkiye'de ekonomik ve sosyal politikaların
158
kararsız olması, konut yatırımlarına sağlanan desteğin, kısa dönemli
kararlarla artırılıp azaltılmasıdır.
Yukarıda da bahsedildiği gibi hem ekonomik açıdan hem de sosyal
açıdan önemli bir sektör konut sektörünün sorunlarını belirlemek ve bu
sorunları etkin bir şekilde çözmek gerekmektedir. Konut sorununun
büyüklüğünü belirlemede kullanılabilecek en önemli kıstas, konut ihtiyacı ve
kâr amacı gütmeyen konut arzı arasındaki dengedir. Türkiye gibi gelir
seviyesinin düşük olduğu ülkelerde, konu ihtiyacı ve talebi arasında fark
yüksektir. Konut talebi ekonomik bir kavram iken konut ihtiyacı sosyal bir
kavram özelliği taşır. Nüfus artışının yüksek olduğu ülkemizde kişilerin
ödeme güçlerinden bağımsız olarak barınabilmeleri için gerekli konut sayısı
yüksek olup Türkiye’de kişiler bu konutları alabilecek yeterli gelir seviyesine
sahip değildirler.
Konut sunumu bu oluşum içerisinde, pazar ekonomisinin rehber
edindiği efektif talebe göre biçimlenmiştir. Ülkedeki konut sunumu efektif
talebin şiddetine göre belirlenirken, piyasa dışı yollardan da efektif talep gücü
olmayan yoksul kesimlere çözüm üretilmeye çalışılmıştır. Toplumun üst ve
üst-orta gelir kümelerini oluşturan haneler için ise konut artık bir sorun
olmaktan çıkmıştır. Özellikle 1980 sonrası konut üretim biçimleri bu
kesimlerin çeşitlenmiş taleplerini karşılamaya yönelik olarak örgütlenirken,
kamusal kaynakların büyük kısmı da bu konut alanlarında tüketilmiştir. Gerek
Emlak Bankası gerekse Toplu Konut İdaresi’nin kaynakları, lüks konut
sitelerinin üretimi için harcanmıştır. Türkiye’de konut sorunu dar ve sabit
gelirlilerin sorunu iken, bu sorunun çözümüne ilişkin öneriler, orta-üst gelir
kümelerine göre biçimlendirilmiş, hedef kitle hiçbir zaman gerçekten hedef
kitle olamamıştır. Konutun arz tarafındaki uygulamaların gerek siyasal
nedenler gerek konut üretimi için kurulan kurumların görevleri çerçevesinde
hareket etmemiş olması nedeniyle konut sorunu konut üretimi tarafında
gerekli ilerlemeyi kaydedemediği görülmektedir. Konut üretimi kâr amacı
gütmeyen bir yapı içerisinde olması gerekirken ilgili kurumlar kaynak
yaratamaması nedeniyle kâr amaçlı üretime başlayarak müteahhitler ile
yarışır hale gelmiştir.
159
Konut piyasasının talep tarafına bakacak olursak, konut sorununu
çözmek için denenen konut politikalarının 2005 yılından sonra özellikle konut
finansman
modellerine
öncelik
verdiği
görülmektedir.
Daha
önceki
dönemlerde piyasanın finansman yönüne ağırlık verilmeyişinin nedeni sürekli
ve yüksek oranlı enflasyondur. Türkiye'de bireysel birikimlerin sanayileşmiş
ülkelere
oranla
yetersizliği
ve
yüksek
enflasyon,
kredi
maliyetlerini
arttırmaktadır. Böylece özellikleri gereği düşük faizli orta veya uzun vadeli
sunulması gereken konut kredileri, yüksek faiz oranları nedeniyle küçük
hacimli ve kısa vadeli olabilmektedir.
Diğer taraftan Türkiye'de kamu borçları ekonomik dengesizliklere yol
açmakta kamu kesiminin mali sektöre oranla daha çok kaynak kullanmasıyla
ekonomik faaliyetlerin sürdürülmesi için gerekli kaynak miktarını sınırlı hale
getirmektedir. Türkiye’de konut sektörü uzun yıllar verimsiz bir yatırım olarak
algılanmış ve önemli boyutlara varan talep gecekondularla aşılmaya
çalışılmıştır. Özellikle yaşanan ekonomik krizlerin ardından konut sektörüne
yapılan yatırımlar sınırlandırılmış ve sanayileşme ya da ekonomik iyileşme
adına konut sektörü ihmal edilmiştir.
2005 yılından sonra ekonomik açıdan bir düzelme yaşanmasıyla
birlikte konut piyasasında kısa süreli bir canlanma yaşanmıştır. Fakat 2007
yılında Dünya konut piyasasında yaşanan dalgalanma ile birlikte Türk Konut
piyasasının bu durumdan etkilendiği görülmektedir. İpotekli kredi piyasasının
Türkiye’de gelişmemiş olması 2007 yılında dünyada başlayan ipotekli kredi
krizinden Türkiye piyasasının dolaylı olarak etkilenmesine yol açmıştır.
Dünya’da konut fiyatlarının düşüş eğilimine girmesiyle birlikte, 2007 yılından
sonra Türkiye’de de konut satış fiyatlarının ve kiralarının düşüş seyrine
girdiği, konut satış oranlarının düştüğü görülmektedir. Türkiye’de bireyler
barınma amaçlı konut edinmenin yanı sıra yatırım amaçlı konut ediniminde
de bulunmaktadır. Konut satış fiyatları ve kiraları artış seyri içerisinde iken
bireyler kendi tasarrufları ile ya da konut kredisi kullanarak konut sahibi
olarak konut fiyatlarının artış seyri içerisinde devam edeceği beklentisi ile
konut ediminin kârlı bir yatırım olacağını düşünmektedirler. Fakat konut satış
fiyatları düşüş seyrinde iken konut yatırımının kârlı bir yatırım aracı
160
olmayacağı düşünülmektedir. 2010 yılı verilerine bakıldığında konut satış
sayılarının bir önceki yılında aynı dönemine göre yüksek oranda düşüş
göstermiş olması bireylerin konut alımında farklı bir davranış içerisine
girdiklerinin göstergesidir.
Bu çalışmada, konut piyasası incelenmiş olup Türk Konut Piyasasının
sorunlarına
değinilmiş,
Türkiye’de
konut
piyasasına
yeterli
önemin
verilmemesiyle konut piyasasının yeterli ölçüde gelişemediği görülmüştür.
Bununla birlikte Dünya konut piyasasında yaşanan dalgalanma ile Türkiye’de
henüz gelişmemiş olan konut piyasasının bu dalgalanmadan olumsuz yönde
etkilenerek, bireylerin konut ediniminde düşüşe yol açtığı görülmektedir.
Türkiye’de konut piyasasının gerek arz gerek talep tarafının yeterince
gelişememiş
olmasının
konut
sektörünün
gerekli
ilerlemeyi
kaydedememesine yol açtığı yukarıda belirtilen çerçevede anlatılmaya
çalışılmıştır.
Buraya
kadar
konuşulan
çerçevede
konut
sektörünün
gelişebilmesi için önerilerimiz; konut üretimi amacıyla kurulan kuruluşların
görev tanımları çerçevesinde hareket etmeleri, konut üretimi için devletin ilgili
kaynak aktarımını diğer sektörlerle adil olacak şekilde yaparak mümkün
olduğu kadar ilgili kurumların kâr amaçlı üretim yapmasına izin verilmemesi,
hane halkı tasarruflarının konut finansman sistemine gelmesini sağlamak,
Türkiye’de konut finansman sisteminin gelişmesini sağlayıcı düzenlemeler
yaparak aracı kurumlar aracılığı ile riskin bankaların üzerinden alınmasını
sağlamaktır.
KAYNAKÇA
AKÇAY, Belgin, Türkiye İçin Yeni Bir Konul Finansman Modeli Yaklaşımı,
ODTÜ Mimarlık Fakültesi, Ankara, 1993.
ALADA, Adalet Bayramoğlu, Türkiye’de Belediyenin Yetmiş Yıllık Tarihine
Kronolojik Bir Yaklaşım: 1930-2000, Ankara: Mülkiyeliler Birliği Yayınları:
25, s.125-208, 2001.
ALKAN, Ayten, Türkiye’de 1980’den Sonra Dar Gelirlilerin Konut Sorunu
Ve Konut Kooperatifleri, Ankara: Türkkent Yayını, 1998.
ALP, Ali, Modern Konut Finansmanı, Sermaye Piyasaları Kurulu Yayın No:
51, İkinci Baskı, Ankara, 2000.
ALP, Ali, İpotek Kredileri Ve İpoteğe Dayalı Menkul Kıymetler Yoluyla
Türk Konut Finansman Sorununun Çözümünde Bir Model Önerisi,
Ankara, Sermaye Piyasası Kurulu, İlk Baskı, 1996.
ARIN, Tülay, “Konut Sorunu Ve Devlet Müdahalesi: Devlet Müdahaleleriyle
İlgili Genel Bir Değerlendirme”, İktisat Fakültesi Mecmuası, İstanbul
Üniversitesi Özel Sayı 1, Cilt 38, Sayı 1-2, s.269-313, 1982.
ATAMAN P, TÜLAY, B, “İsveç Bankacılık Krizi ve Bankacılık Sisteminin
Yeniden Yapılandırılması”, www.tbb.org.tr, 2001.
AYDIN,
A,
“İsveç Bankacılık Sistemi, Kriz, Krizde Yapılanlar ve Kriz
Sonrası” Bankacılar Dergisi, Sayı 40, 2002,
AYDIN, Saadet, “Türkiye’de Konut Sorununun Ekonomik Boyutları”, Ankara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü(Yüksek Lisans Tezi), 2003.
BALCHIN, Paul, Housing Policy in Europe, s.5, 1996.
BANK of JAPON, Recent Economic and Financial Developments in Japan,
www.boj.or.jp, 2005.
BERNANKE, Ben S., “The Economic Outlook, Before the Committee on the
Budget, U.S. House of Representatives”, January 17, 2008.
BOLEAT, Mark, National Housing Systems: A Comparative Study,
London, 1985.
BORATAV, Korkut, Türkiye İktisat Tarihi 1908-1985, Altıncı Baskı, Ankara:
Gerçek Yayınevi, 1998.
162
BÖRTÜCENE, İçen, "Kalkınma Planı ve Konut Sorununun Çözümünde
Umulan Gelişmeler Üzerinde Düşünceler" Konut Kurultayı, Ankara TMMOB
Yayım, s.31-52, 1975.
BUĞRA, Ayşe, Devlet Piyasa Karşıtlığının Ötesinde İhtiyaçlar Ve Tüketim
Üzerine Yazılar, İstanbul: İletişim Yayınları, 2000.
CİHAN,
Tülay,
Finansmanı”,
“Türkiye'de
Konut
Sektörünün
Ekonomik
Analizi
ve
Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
(Yüksek Lisans Tezi), 1994.
CLAURETIE, T.M. ve J.R. WEBB, The Theory And Practice Of Real Estate
Finance, The Dryden Press.
COŞKUN, Ali, Konut Sorunu, Toplu Konut Uygulama Sonuçları ve Son
Zamanlardaki Gelişmeler, Ankara: Türkiye Ticaret, Sanayi, Deniz Ticareti
Odaları ve Ticaret Borsaları Birliği, Yayın No: Genel 95 AR-GE 36, 1998.
CROUHY, Michel, Turnbull Stuart M. , “The Subprime Credit Crisis of 07”,
March 05, 2008.
ÇOKAKLI, S., "Bankacılık Sektöründe Yeniden Yapılandırma: Japonya
Örneği", BDDK Çalışma Raporu, Ağustos 2002.
DAĞDEMİR, Özcan,
“Türkiye Ekonomisinde Yoksulluk Sorunu Ve
Yoksulluğun Analizi, Hacettepe Üniversitesi İ.İ.B.F Dergisi, Cilt 17, Sayı 1, s.
23-40, 1999.
DEMİR, Faruk, KARABIYIK, Ayşegül, ERMİŞOĞLU Emine, KÜÇÜK Ayhan,
“ABD Mortgage Krizi”, BDDK Çalışma Tebliği, 2008.
DOĞAN, Ela, BDDK, “Türk Bankacılık Sektör Konut Kredileri Raporu”, 2006.
DOWNS, Anthony, The Revelation İn Real Estate Finance, The Brooking
Institution, 1985.
DPT, Ekonomik ve Sosyal Göstergeler
DPT, VIII. Beş Yıllık Kalkınma Planı, 2000.
DPT, Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı Özel İhtisas Komisyonu Konut
Raporu, 1996.
ECB, “Asset Prices and Banking Stability”, www.ecb.int., 2000.
163
ERAYDIN, Ayda (1994), “Ekonomik Kriz Ve Konut Sektörü Karşılıklı
Etkileşimler”, Türkkent Dokuzuncu Teknik Kongre, 1994, s.58-65.
ERAYDIN, Ayda, Ali TÜREL ve Alper GÜZEL, Konut Yatırımlarının
Ekonomik Etkileri, TOKİ, Konut Araştırmaları Dizisi:3, 1996.
ERDÖNMEZ, P., A., “Seçilmiş Ülkelerde Gayrimenkul Fiyatları ve Bankacılık
Sektöründeki Gelişmeler”, “Bankacılar Dergisi”, Sayı 54, 2005.
ERONAT, İlhan , Türkiye'de Konut Sorunu ve Politikası, Ankara:
İ.T.İ.A.,Yayın No:111 , 1977.
ERTÜRK H. (1996), Kent Ekonomisi, 2. Baskı, Ekin Kitabevi, Bursa
European Central Bank, “Structural Factors in the EU Housing Markets”,
March 2003.
FABOZZİ, Frank, The Handbook Of Mortgage-Backed Securities, 3rd
Edition, Probus Publishing Company, Chicago, 1992.
Fannie Mae , An Introduction to Fannie Mae, www.fanniemae.com/media/
pdf/fannie_mae_introduction.pdf, 2008.
Fannie Mae , Serving America’s Housing Market, 2007 Annual Report, Nisan
2008.
GERAY, Cevat , “2000’li Yılların Eşiğinde Toplumsal Konut, Arsa ve Kentsel
Gelişme Yöneltilerimize Toplu Bakış” Amme İdaresi Dergisi, 32/4, TODAİE,
s.85-116, 1999.
GOODHART, Charles, HOFFMAN Bonis ; “House Prices, Money, Credit and
the Macroecenomy “ , Avrupa Merkez Bankası W.P. , 2008
GÜLER, Birgül Ayman, Yeni Sağ ve Devletin Değişimi, Yapısal Uyarlama
Politikaları, Ankara: TODAİE, 1996.
IIF, Interim Report of the IIF Committee on Market Best Practices, April 2008.
IMF, Global Financial Stability Report - Systemic Risks and Restoring
Financial
KAZGAN, Gülten, Ekonomide Dışa Açık Büyüme, İstanbul: Altın Kitaplar,
1988
KAZGAN, Gülten, İktisadi Düşünce, 6.Basım, İstanbul: Remzi Kitabevi,
1993.
164
KAZGAN, Gülten, Tanzimat’tan XXI. Yüzyıla Türkiye Ekonomisi, Altın
Kitaplar Yayınevi, İstanbul, 1999.
KELEŞ, Ruşen, Kentbilim Terimleri Sözlüğü, Ankara: İmge Yayınları,
2.Baskı, 1998.
KELEŞ, Ruşen, Kentleşme Politikası, Ankara: İmge Yayınları, 3.Baskı,
1996.
KEMP, P., Income Related Assistance With Housing, 1990 Maclennan,
D., "Private Rental Housing: Britain View From Abroad", 1998.
KEMP, P., The Private Provision oj Rented Housing,
SCHUSSHEİM,
M.J.,
“Housing
and
Community
1998, s.147-74.
Development”,
Congressional Research, 1989.
KOÇ, Hakan, Kooperatifçilik Eğitimi ve Türkiye'de Konut Meselesi,
Ankara: Can Tekin Matbaası, 1986.
KORUM, Uğur , “1980 ve 1981 Yıllarında Konut Piyasası”, Konut 81, Ankara:
Kent-Koop Yayınları 20, s.105-142, 1982.
KÖSE, Cansu, “İpotekli Konut Kredileri ve Türkiye’de Uygulanabilirliği”,
Yüksek Lisans Tezi, 2002.
KROSZNER Randall S., “Prospects For Recovery and Repair Of Mortgage
Markets”, At The Conference of State Bank Supervisors Annual Conference,
Amelia Island Plantation, Florida, May 22, 2008.
KURUÇ, Bilsay , “Cumhuriyet Döneminde İktisat Politikaları Üzerine
Gözlemler”, (Ed. Zeynep RONA), TUBA, Tarih Vakfı ve Türk Sosyal Bilimler
Derneği, Cilt 2, 1999, s.21-32.
Maliye Bakanlığı, “2000 Yıllık Ekonomik Rapor”, 2000.
MALPEZZİ, S., "Urban Housing and Financial Markets: International
Comparison" Diban Studies, 1990, s.971-1023.
NAKASO, H, " The Financial Crisis in Japan During the 1990s:How the Bank
of Japan Responded and The Lessons Learnt", BIS Papers, 2001.
OCAK, Atila, “Türk Konut Sektöründe, Maliyet-Etkinlik analizi: Toplu Konut
İdaresi Başkanlığı, Yerel Yönetim, Konut Yapı Kooperatifleri ve Özel
Kesimde Karşılaştırmalı Bir Analiz”, Gazi Üniversitesi Yüksek Lisans Tezi,
2006.
165
ÖCAL, Nurcan, Türkiye'de Menkul Kıymetleştirme Uygulaması, Etkileri,
Sorunlar Ve Çözüm Önerileri, Sermaye Piyasası Kurulu Yayın No:
106,Ankara, s.12-14,1997.
PALABIYIK, Vildan, DEMİR, Hülya ; “ Konut Ediniminde Uzun Vadeli İpotek
Kredisi Sistemi “ , Jeodezi ve, Jeoinformasyon ve Arazi Yönetimi Dergisi,
sayı 92, 2005.
PİNHAS, David, “Konut Finansmanı Yöntemleri Ve 1970-1990 Döneminde
Türkiye'de Uygulanabilirliği”, 'Türkiye'nin Konut Sorununa Yeni Yaklaşımlar
Paneli, Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul, 1992.
PİVEN, F., “Cities, Housing and The Rise of Hyper Capitalist Regimes”,
paper presented at The City Renewal Through Partnership Conference,
Glasgow, 1987.
RISKBANK, Financial Stability Report, www.riksbank.com, 2005.
SAKARYA, Burçhan, “Küresel Finansal Yapı ve 2007 Yılı Dalgalanmaları”,
BDDK Çalışma Tebliği, 2008.
Soundness, World Economic and Financial Surveys, ISSN 0258-7440, April
2008.
ŞEN, Mustafa , “Türkiye’de Gecekondunun 50.Yılı”, Ekonomi Forumu,
İstanbul: Friedrich Ebert Vakfı, 1996.
ŞENYAPILI, Tansı, Bütünleşmemiş Kentli Nüfus Sorunu, Ankara: ODTÜ
Mimarlık Fakültesi Yayın No:27, 1978.
ŞENYAPILI, Tansı, Cumhuriyetin 75. Yılı, Gecekondunun 50. Yılı, İstanbul:
Tarih Vakfı Yayınları, 1998.
TCMB, İstatistikî Veriler
TEKELİ, İlhan, Türkiye'de Yaşamda ve Yazında Konut Sorununun
Gelişimi, Ankara: Toplu Konut İdaresi Başkanlığı, Konut Araştırmaları Dizisi
No:2, 1996.
TEKER, Murat Bahadır, Sermaye Piyasası Araçları Yoluyla Gayrı menkul
Finansmanı Ve Yatırımı, Sermaye Piyasaları Kurulu Yayınları No:43,
Ankara, 1996.
TOKGÖZ, Erdinç, Türkiye’nin İktisadi Gelişme Tarihi, Ankara: İmaj
Yayıncılık, 1997.
166
TÜİK, Ekonomik Göstergeler
TÜREL, Ali, Konut Üreticileri Mülk Konut Kiralık Konut, T.C.Başbakanlık
Toplu Konut İdaresi Başkanlığı, Konut Araştırmaları Dizisi:14, 1996.
TÜREL, Oktar, “İktisadi Gelişme Süreçleri 1923-1998”, (Ed. Zeynep RONA),
Tarih Vakfı ve Türk Sosyal Bilimler Derneği, Cilt 2, s.3-7, 1999.
ULUDAĞ, İlhan ve Erişah ARICAN, Finansal Hizmetler Ekonomisi, İstanbul:
Beta, 1999.
UZEL, Ahmet, “İmara İlişkin Bağışlamaların Gelişimi ve Değerlendirilmesi”,
Konut 85, s.20,1986.
World
Bank
&International
Finance
Corparation"Housing
Finance
in
Emercing Economies",2005.
World Economic and Financial Surveys , Global Financal Stability Report ,
IMF , 2008.
YALÇINER, Kürşat, İpotek Karşılığı Menkulleştirilmiş Krediler, Ankara, Gazi
Kitabevi, 2006.
YAVAŞ, A. “A’dan Z’ye Mortgage” Elliot Professor of Real Estate and
Resaearch Director of the Institute for Real Estate Studies, Pennsylvania
State University, USA.
YILDIRIM, Abdurrahman, “Konuta Kredi Dopingi ve Gayrimenkul Rantı”,
Cumhuriyet, s.6, 1993.
YILDIRIM, Atila, “Türkiye’de Konut Politikaları ve Uygulamaları”, Gazi
Üniversitesi Yüksek Lisans Tezi, 2000.
YILMAZ, Durmuş, “Küresel Mali Kriz ve Türkiye Ekonomisine Etkileri: Nasıl
Başladı, Hangi Aşamadayız?”,2008.
YİĞENOĞLU, Çetin, Çukurdaki Kent ve Ova, Çukurova, Niğde: Üniversal
Yayınları, 1993.
167
http://www.bddk.org.tr
http://www.dpt.gov.tr
http://www.ecb.int
http://www.garantimortgage.com/EmlakEndeksi.aspx
http://www.reidin.com
http://www.hazine.gov.tr
http://www.spk.gov.tr
http://www.tbb.org.tr
http://www.tcmb.gov.tr
http://www.tüik.gov.tr
ÖZET
ÖZGÜN, Beste. Konut Piyasası, İpotekli Konut Kredileri ve Türkiye
Uygulaması, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2010.
Bu çalışmada amaç, dünya konut piyasası ve Türkiye’de konut
piyasasının gelişimi incelenerek, konut finansman sisteminin ve ipotekli
kredilerin dünya ve Türkiye’deki uygulamalarından ve konut piyasasındaki
gelişmelerden hareketle Türk konut piyasasının bugün içerisinde bulunduğu
durumu
değerlendirmektir.
Konut
sektörünün
ekonomik
boyutu
incelendiğinde, konut sektöründeki yatırımların ekonomik büyüme ve diğer
sektörler üzerinde yarattığı etkisinin önemli olduğu görülmektedir. Özellikle
girdi kullanım yoğunluğu ve çeşitliliği nedeniyle konut sektörünün diğer
sektörlerin üretimi için yarattığı talep çok önemli düzeylerdedir. Fakat
Türkiye’de konut yatırımlarının uzun yıllar verimsiz bir yatırım olarak
algılanmış ve önemli boyutlara varan talebin gecekondularla aşılmaya
çalışılmıştır. Konut sorununun temel göstergesi olan konut ihtiyacı ve konut
talebi arasındaki fark Türk Konut Piyasasında yüksek olduğu görülmektedir.
Türkiye Cumhuriyet’in ilk yıllarında beri konut sorunu ile karşı karşıyadır.
Yasal ve idari düzenlemelerin sistemsizliği ve karmaşıklığının yanı sıra
uygulamaların sık değişmesi dikkate alındığı zaman verimsiz bir sektör olarak
tanımlanan konut sektörü, hükümetlerin politika değişikliklerinin ya kurbanı
olmuş ya da sorumlusu olarak nitelendirilmiştir. Sahip olunan kıt kaynakların
sektörler arasındaki paylaşımında konut arzı genelde dezavantajlı konumda
kalmıştır. Özellikle yaşanan ekonomik krizlerin ardından konut sektörüne
yapılan yatırımlar sınırlandırılmış ve sanayileşme ya da ekonomik iyileşme
adına konut sektörü ihmal edilmiştir. Türkiye’de konut finansman sektörünün
yapısı
incelendiğinde,
kurumsal
olmayan
yapının
hâkim
olduğu
görülmektedir. Kurumsal yapı, Türk ekonomisinin yüksek enflasyona
dayanan yapısı nedeniyle gelişememiştir. 2005 yılından sonra enflasyonun
düşüş seyrine geçmesiyle birlikte konut piyasasında kısa süreli bir canlanma
yaşanmıştır. 2007 yılında Dünya konut piyasasında yaşanan dalgalanma ile
Türk Konut Piyasasındaki canlanma yerini durgunluğa bırakmıştır. Bu
169
dalgalanma ile birlikte, Türkiye’de konut satış adetlerinin ve konut satış
fiyatlarının
düşüşe
geçtiği,
konut
kredisi
faiz
oranlarının
düştüğü
görülmektedir. Bununla birlikte konutun kârlı bir yatırım aracı olmaktan çıktığı
görülmektedir. Bütün bu sonuçlara varılırken, istatistikî verilere dayanılarak,
Türk ve Dünya konut piyasasının gelişim süreci ile ilgili kaynaklardan
yararlanılmıştır.
Anahtar Sözcükler
1. Konut Piyasası
2. Fiyat
3. Finansman
4. İpotek
5. Yatırım
ABSTRACT
ÖZGÜN, Beste. Housing Market, Mortgage Loans and Application inTurkey
, Thesis of Master, Ankara, 2010.
The purpose of this study is to analyze housing market in Turkey and
in World and to evaluate the position of Turkish housing market from
developments in housing finance system and in mortgage market nowadays.
When we analyze the economic dimension of housing market, we can see
that the effects of investments in housing market at economic growth and
others sectors are important. Especially, because of the intensity and variety
of input usage, the demand which housing market creates for the other
sector’s production is in important levels. But in Turkey housing investments
are perceived as inefficient investment for long years and the demand in
housing market is tried to pass over with slums. The difference between
housing necessity and housing demand is the basic indicator of housing
problem and this difference is too big in Turkey. Turkey is faced with housing
problem from the beginning years of the Republican Era. When the
unsystematic
and
complex
structure
of
legal
and
administrative
arrangements and the often change of applications take into consideration
housing market is determined as inefficient sector. Depending on this
housing market is fall prey to governments policy changes or qualified as the
responsible of the changes of policies. During distribution of restricted
sources housing supply is general in a disadvantageous position. Especially
after economic crises the investments in housing sector are restricted and
because of economic recovery and industrialization housing sector is
disregarded. When we analyze the structure of housing finance sector in
Turkey, we can see that the structure is not corporate. The corporate
structure could not be developed because of Turkish economy’s high inflation
structure. After 2005, decrease with inflation there is a volatile reactivation in
housing market. With the fluctuation in World’s housing market in 2007, the
reactivation leaves behind. With this fluctuation, the numbers of houses
which are in sale and the price of houses decreases and the mortgage
interest rates fall. Appending with this housing investments are not seen as
171
profitable any more. During reaching these conclusions we depend on
statistical data’s and resources about developments in Turkish and World
housing markets.
Key Words
1. Housing Market
2. Price
3. Finance
4. Mortgage
5. Investment
Download