tc gazi üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü tarih anabilim dalı

advertisement
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TARİH ANABİLİM DALI
ORTAÇAĞ TARİHİ BİLİM DALI
SULTAN TUĞRUL BEY DEVRİ HÂKİMİYET MÜCADELELERİ
(1040–1063)
YÜKSEK LİSANS TEZİ
Hazırlayan
Aslıhan KÖSE
Tez Danışmanı
Yrd. Doç. Dr Süleyman ÖZBEK
Ankara–2008
ONAY
Aslıhan KÖSE tarafından hazırlanan “Sultan Tuğrul Bey Devri
Hâkimiyet Mücadeleleri (1040- 1063)” başlıklı bu çalışma 02/06/2008
tarihinde yapılan savunma sınavı sonucunda oybirliği/oy çokluğu ile başarılı
bulunarak jürimiz tarafından Tarih Anabilim dalında yüksek lisans tezi olarak
kabul edilmiştir.
…………
Prof. Dr. İlhan ERDEM
…………
Yrd. Doç Dr. Süleyman ÖZBEK
…………
Doç. Dr. Altan ÇETİN
ÖNSÖZ
Uzun bir geçmişe sahip olan Türk tarihi, önemli dönüm noktaları teşkil
edecek birçok hadiselerle doludur. Şüphesiz ki bunlardan bir tanesi de temelleri Horasan’da atılan ve kurulduğu yer itibariyle İslam çevresinde ayrı bir siyasi ve sosyal yapıyla ortaya çıkan Selçuklu Devleti’dir. Bu özelliğinin yanı
sıra Selçuklu Devleti, Türklerin kurduğu yüze yakın siyasi teşekkül arasında
yer alan dört büyük devletten (Hun, Göktürk, Selçuklu ve Osmanlı) de üçüncüsü olmakla Türk tarihi içerisinde hatırı sayılır bir mevkiye ulaşmıştır.
Yeni kurulan bu Türk devletinde, oldukça ayrı bir siyasi ve sosyal yapı
meydana gelmiştir ki bununda başlıca özelliği eski Türk topluluğu ve hâkimiyet anlayışı ile İslam anlayışının kaynaşmasıdır. Bir başka deyişle Karahanlı
Devleti ile başlayan Türk -İslam kültürü Selçuklu devleti ile olgunluk safhasına ulaşmış, böylece ilk büyük Türk –İslam devleti olması itibariyle Selçuklu
Devleti Türk tarihinin akışına yeni bir yön vermiştir.
İşte Türk tarihinde böylesi önemli bir yere sahip olan Selçuklu Devleti’nin kuruluş aşaması da son derece önem arz eder. Zira büyük devletler
ancak atılan sağlam temeller üzerine inşa edilebilir. Biz çalışmamızda devletin kuruluş safhasında, bu temelleri ciddi bir şekilde sarsabilecek gerek hanedan içi gerekse hanedan dışı isyanları ele almayı amaçladık.
Geçiş dönemi kabul edilen bu zaman diliminde Türk hâkimiyet telakkisinin devamlılık ve bütünlülük çizgisini koruduğunu görmekteyiz. Ne var ki,
Tuğrul Bey devlet kurulduktan sonra katı bir merkeziyetçi tavır sergilemiş ve
bu durum zaman zaman -Türk hâkimiyet telakkisi gereğince- kendilerine de
hak tanınan Selçuklu şehzadelerin isyanıyla sonuçlanmıştır.
ii
Tezimizin birinci bölümünde Selçuklu Şehzadelilerinin isyanlarını meşrulaştıran bu hâkimiyet telakkisini ve İslamiyeti kabulünden sonraki farklılıkları
ele almaya çalıştık.
İkinci bölümde Selçuklu Bey’lerinin devlet bünyesinde verdikleri hizmetler ile çıkardıkları isyanlar ve bu isyanların çıkış sebep ve sonuçlarını kısa
bir değerlendirmeye tabi tutarak anlattık.
Üçüncü bölümde ise Tuğrul Bey’in izlediği politika gereği adeta Selçuklu devletinin bir iç meselesi haline gelen Besâsirî ve Türkmenlerin isyanlarını ele aldık. Ancak Besâsirî isyanını açıklamadan önce Selçuklu- Abbasi
ilişkilerine de kısaca değinmeyi faydalı bulduk.
Araştırmam esnasında başından itibaren yaptığı olumlu tenkitleriyle ve
hususi kütüphanesinden istifade etmemi sağlayarak bana maddi ve manevi
desteğini esirgemeyen saygı değer hocam Yrd. Doç. Dr. Süleyman ÖZBEK’e
ve yine çalışmalarım sırasında desteğini gördüğüm değerli eşim Atilla
KÖSE’ye ve katkılarından dolayı Leyla ÇEVİK hanımefendiye teşekkürlerimi
sunarım.
Aslıhan KÖSE
iii
İÇİNDEKİLER
Sayfa
ÖNSÖZ ...........................................................................................................i
İÇİNDEKİLER ................................................................................................iii
KISALTMALAR .............................................................................................vi
KAYNAKLAR ve ARAŞTIRMALARA DAİR .................................................iv
GİRİŞ ..............................................................................................................1
I. BÖLÜM
ORTAÇAĞ TÜRK- İSLAM DEVLETLERİNDE HÂKİMİYET ANLAYIŞI
1. HÂKİMİYET KAVRAMI VE İDARE ŞEKİLLERİ.........................................10
1.1. Eski Türklerde Hâkimiyetin Kaynağı ................................................12
1.1.1 “Kut” Anlayışı ..........................................................................12
1.1.2 Cihân Hâkimiyeti Mefkûresi ....................................................15
1.2. İslamiyet’in Kabulünden Sonra “Hâkimiyet Anlayışı” .......................19
1.3. Selçuklular Devrinde Hâkimiyet Anlayışı .........................................22
2. TÜRK - İSLAM DEVLETLERİNDE HÂKİMİYET SEMBOLLERİ ................26
II. BÖLÜM
TUĞRUL BEY DEVRİNDE SELÇUKLU HANEDANI ARASINDAKİ
HÂKİMİYET MÜCADELELERİ
1. İBRAHİM YINAL İSYANI ...........................................................................35
1.1. İsyana Kadar İbrahim Yınal’ın Siyasî ve Askerî Faaliyetleri.............35
1.1.1. Nişabur’ un Fethi ....................................................................36
1.1.2. Devletin Kuruluşundan Sonraki Taksiminde İbrahim
Yınal’ın Yeri ...........................................................................39
1.1.3. Türkmen Meselesinin Çözümü ve İbrahim Yınal ...................40
1.1.4. İbrahim Yınal’ın İran Üzerine Sefere Memur Edilmesi ............41
1.1.5. Hasankale Zaferi ....................................................................42
1.2. Tuğrul Bey ve İbrahim Yınal’ın Arasının Açılması İlk İsyan
Teşebbüsü .....................................................................................45
iv
1.3. İbrahim Yınal’ın Arslan Besâsirî ve Fatımî Halifeliği İle
Temasları.........................................................................................47
1.4. İbrahim Yınal’ın İkinci İsyanı ve Ölümü............................................48
2. KUTALMIŞ İSYANI ...................................................................................54
2.1. Mikail oğulları (Tuğrul-Çağrı Beyler) ile Arslan Yabgu Arasında Liderlik Mücadelesi ...............................................................................................55
2.2. İsyana Kadar Kutalmış’ın Siyasî ve Askerî Faaliyetleri ....................59
2.3. Kutalmış İsyanı ve İsyanın Bastırılması ...........................................62
3. ENÛŞİRVAN İSYANI................................................................................ 65
4. RESUL TEKİN İSYANI .............................................................................69
5. TUĞRUL BEY DÖNEMİNDE TÜRKMENLER ..........................................69
5.1. Arslan Yabgu’nun Yakalanışından Sonra Emrindeki Türkmenlerin
Durumu .........................................................................................................70
5.2. Devletin Kuruluşundan Sonra Türkmenlerin Durumu......................72
III. BÖLÜM
SELÇUKLU HANEDAN AZALARI DIŞINDA CEREYAN EDEN
HÂKİMİYET MÜCADELELERİ
1. SELÇUKLU -ABBASİ MÜNASEBETLERİ.................................................76
1.1. Abbasi Devletiyle İlk Münasebet......................................................76
1.2. Tuğrul Bey’in Bağdad’a Davet Edilişi Meselesi................................80
1.3. Tuğrul Bey’in Bağdad’a Girişi ve Abbasi Devletinde Hâkimiyetin
El Değiştirmesi................................................................................83
2. ARSLAN BESASİRÎ VE İSYANI................................................................85
2.1. İsyanı Önsesindeki Besâsirî’nin Bağdat’taki Askeri ve
Siyasi Faaliyetleri............................................................................85
2.2. Besâsirî- Fatımi Münasebetleri ........................................................87
2.3. Besâsirî’nin Musul’u Ele Geçirmesi..................................................88
2.4. Besâsirî İbrahim Yınal İlişkisi ve Besâsirî’nin Tuğrul Bey’e
Karşı İbrahim Yınal’ı Kışkırtması.....................................................89
2.5. Besâsirî’nin Ölümü ..........................................................................91
v
SONUÇ .........................................................................................................98
KAYNAKÇA ..............................................................................................102
ÖZET ..........................................................................................................106
ABSTRACT ................................................................................................107
vi
KISALTMALAR
Aksarayî, Müsâmeretü’l- Ahbâr: Aksarayî,
Kerîmüddin
Mahmûd,
Müsâmeretü’l- Ahbâr ve Müsayeretü’l
Ahyâr, (çev: Mürsel Öztürk)
A. Sevim- E.Merçil, Selçuklu Devletleri: Ali Sevim- Erdoğan Merçil, Selçuklu
Devletleri Tarihi Siyaset, Teşkilât ve Kültür
A. Sevim- Y. Yücel, Türkiye Tarihi: Ali Sevim, Yaşar Yücel, Türkiye Tarihi, Fe-
tih, Selçuklu ve Beylikler Dönemi
A. Sevim, “Besâsirî”:
Ali Sevim, “İlginç Yönleriyle Besâsirî İsyanı”
A. Sevim, “İbnü’l Cevzî, el-Muntazam”: Ali Sevim, “İbnü’l Cevzî’nin “el-
Muntazam” Adlı Eserindeki Selçuklularla
İlgili Bilgiler (H. 430–485= 1038–1092)”
Ali Sevim, “Sıbt İbnü’l
Cevzî’nin “Mir’atü’z-zaman fî Tarihi’l
Âyan” Adlı Eserindeki Selçuklularla İlgili
Bilgiler”, I
A. Sevim, “Sıbt- Mir’atü’z-zaman, Tuğrul Bey”:
A. Taneri, Türk Devlet Geleneği: A. Taneri, Türk Devlet Geleneği Dün- Bu-
gün
Bkz. :
Bakınız
B. Ögel, Gelişme Çağları:
B. Ögel, Dünden Bugüne Türk Kültürünün Gelişme Çağları
C. :
Cilt
Çev. :
Çeviren
Der. :
Derleyen
D. G. B. İ. T.:
Doğuştan Günümüze İslam Tarihi
E. Merçil, “Büyük Selçuklu”:
E. Merçil, “Büyük Selçuklu İmparatorluğu
Tarihi”, Türkler
ed. :
Editör
vii
F. Sümer, Oğuzlar:
F. Sümer, Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri
Boy Teşkilatı Destanları
Hüseynî, Ahbâr:
Sadruddîn Hüseynî, Ahbârü’d- Devleti’sSelçukiyye, (çev: Necati Nügal)
İ. A. :
İslam Ansiklopedisi
İ. Kafesoğlu, Milli Kültür:
İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü
İbnü’l Adîm, Bugye:
İbnü’l Adîm, Bugyetü’t Taleb fî Tarihi
Haleb (Seçmeler), Biyoğrafilerle Selçuklu
Tarihi, çeviri notlar ve açıklamalar:
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi:
İslam Tarihi, İbnü’l Esîr el- Kâmil fî’t-Tarih
Tercümesi, ( trc: A. Ağırakça A. Özaydın)
M. A. Köymen, Selçuklu Devri:
M. Altay Köymen, Selçuklu Devri Türk
Tarihi
M.A. Köymen, Alp Arslan ve Zamanı:M. Altay Köymen, Büyük Selçuklu İmpa-
ratorluğu Tarihi, III. Cilt: Alparslan ve
Zamanı
M. A. Köymen, Tuğrul Bey:
M. Altay Köymen, Tuğrul Bey ve Zamanı
M. A. Köymen, Kuruluş Devri:
M. Altay Köymen, M. Altay, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi, I. Cilt: Kuruluş Devri
N. Köseoğlu, Türk Dünyası:
Nevzat Köseoğlu, Türk Dünyası Tarihi ve
Türk Medeniyeti Üzerine Düşünceler
Neşr:
Neşreden
O. Turan, Cihân Hakimiyeti:
O. Turan, Türk Cihân Hakimiyeti Mefkûresi
O. Turan, Selçuklular Tarihi:
Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türkİslâm Medeniyeti
S. Koca, “Devlet Geleneği ve Teşkilatı”: S. Koca, “Eski Türklerde Devlet
Geleneği ve Teşkilatı”
T. M.:
Türkiyat Mecmuası
s. :
Sayfa
viii
S. :
Sayı
Trc. :
Tercüme
Yay. :
Yayınlayan
ix
KAYNAKLAR ve ARAŞTIRMALARA DAİR
Ortaçağ Türk Tarihinde gerek siyasi ve gerekse kültürel alanda yaptığı
faaliyetlerle önemli bir konuma yükselen Büyük Selçuklu Devletinin kuruluş
dönemine ait yazılı kaynağının olmaması, tezimizin hazırlanması esnasında
onunla temas kurmuş diğer devletlerin tarihçilerin eserlerinden faydalanmamızı zorunlu kılmıştır. Faydalandığımız bu eserler arasında çoğunluğunu
Arapça kaynakların yanı sıra Fars ve Süryani kaynakları da yer almıştır.
Çoğu zaman birbiriyle mukayese ederek doğruluğundan emin olmaya
çalıştığımız bu kaynaklar ile araştırma eserlerini şu şekilde tasnif ve tahlil etmek mümkündür.
İbnü’l Cevzî: Ebû’l-Ferec Abdu’r-Rahman b. Ali İbnü’l-Cevzî (ö.
597/1200–1201) tarafından yazılan el-Muntazam fi Tarihi’l-Mülûk ve’lÜmem1, Ortaçağ İslam Tarihi ile meşgul olanların mutlaka başvurmak zorunda olduğu önemli kaynaklardandır. Müellif, meydana gelen önemli siyasi, askeri ve özellikle dini hadiseleri naklederken o yıl içinde vefat eden önemli
kimselerin hayatlarından da bahsetmeyi ihmal etmez. Bu yönüyle eser, hicri
dördüncü, beşinci ve altıncı asır olaylarını ihtiva etmesi dolayısıyla, Büveyhi,
Gazneli, Fatımi, Abbasi, Selçuklu tarihleri açısından önemli bilgilerin bulunduğu bir kaynak özelliği arz etmektedir. Biz tezimizin hazırlanması sırasında
Ali Sevim’in yapmış olduğu “İbnü’l-Cevzî’nin “el- Muntazam” Adlı Eserindeki Selçuklularla İlgili Bilgiler”2 makalesinden faydalandık.
1
2
Ebû’l-Ferec Abdu’r-Rahman b. Ali İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam fi Tarihi’l-Mülûk ve’l-Ümem,
Haydarabad- Dekan 1359
A. Sevim, “İbnü’l Cevzî’nin “el-Muntazam” Adlı Eserindeki Selçuklularla İlgili Bilgiler (H.
430–485= 1038–1092)”, Belgeler, Türk Tarih Belgeleri Dergisi, Cilt XXVI, Sayı 30; Makaleler, (Yayına Hazırlayan: E. Semih Yalçın - Süleyman Özbek,) Ankara, 2005
x
İbnü’l Esîr: İslam dünyasının yetiştirdiği en büyük tarihçilerden biri
olan İzzu’d-Din Ebû’l Hasan Ali b. Muhammed el-Cezeri İbnü’l-Esîr
(ö.630/1232)’in yazmış olduğu el-Kâmil fi’t-Târih3, Ortaçağ İslam tarihinin
önemli kaynakları arasındadır. Eser, Büveyhi, Fatımi, Gazneli, Selçuklu, Abbasi devletleri ile ilgili olarak oldukça geniş malumat verir. Bu açıdan müellif,
bizim üzerinde durduğumuz konular hakkında çok önemli bilgileri nakletmektedir. Görüleceği üzere, tezimizin hemen hemen her safhasında, diğer tarihlerin bilgi vermedikleri ya da çok az malumat verdikleri hususlarda hem diğer
tarihçilerin eksikliklerini tamamlamak, hem onların yer vermedikleri hususları
açıklamak, hem de verilen bilgileri karşılaştırmak suretiyle kontrol etmek
maksadıyla İbnü’l-Esîr’e müracaat ettik. Bu sebeple, İbnü’l-Esir’in naklettiği
bilgiler bizim için fevkalade kıymetli olup birçok hususun aydınlanmasına
doğrudan katkıda bulunmuştur. Bu eser çalışmamızın temel kaynaklarından
biridir. Eser Tornberg tarafından 1863’de Leiden’de, buna dayalı olarak da
Beyrut’da neşredilmiştir. Biz ise çalışmamızda eserin İslam Tarihi4 adıyla
yayınlanan Türkçe tercümesinden faydalandık.
Sıbt İbnü’l-Cevzi: Sıbt İbnü’l-Cevzi olarak tanınan, Şemsüd-Din Ebû’lMuzaffer Yusuf b. Kızoğlu (ö. 654\1256)’na ait olan ve genel vekâyinâme türünde kaleme alınan Mir’âtü’z-zaman fî Târihi’l-Âyan5, Ortaçağ İslam Tarihi, özellikle de Selçuklu tarihiyle meşgul olanların kesinlikle başvurmaları gereken bir eserdir. Zira Sıbt İbnü’l-Cevzi, Selçuklu tarihi bakımından biraz muahhar olmasına rağmen, kendisinden önce yaşamış fakat dönemin çağdaş
tarihçileri Hilal b. el-Muhassin es-Sabi (ö.448 \ 1056)ve onun oğlu Garsu’nNime Muhammed b. Hilal b. el-Muhassin es-Sâbî (ö.480/1088)nin bize kadar
ulaşmayan eserlerinde yer alan rivayetler kullanmış olması yönüyle oldukça
ehemmiyeti haiz bir kaynak durumundadır.
3
İbnü’l-Esîr, el- Kâmil fî’t-Tarih, Beyrut, 1977
İbnü’l-Esîr, İslam Tarihi, İbnü’l Esîr el- Kâmil fî’t-Tarih Tercümesi, (trc: A. Ağırakça A. Özaydın),
XII Cilt, İstanbul, 1987
5
Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mir’âtü’z-Zaman fî Tarihi’l –Âyan, II. Cilt, Haydarabad, 1951
4
xi
Ancak ifade etmeye çalıştığımız gibi, Selçuklu, Fatımi, Abbasi ve
Büveyhi tarihleri açısından böylesine önemli bir kaynak olduğu halde, maalesef eserin tam bir neşrinin yapılmamış olması büyük bir talihsizliktir. Bilindiği
gibi eserin kısmi neşirleri yapılmıştır. Biz çalışmamızda, Ali Sevim tarafından
yapılmış olan Selçuklu Tarihi ile ilgili kısımlarının neşrinden6 istifade ettik.
İbnü’l Adîm: Bu eser, Kemalü’d-Din Ebü’l-Kasım Ömer b.İbnü’l Adîm
(ö.663/1264–1265) tarafından kaleme alınan Bugyetu’t-Taleb fî Tarihi’lHaleb, aslında, Haleb’te yetişen ve orada yaşamış âlimlerin ve oraya gelmiş
siyasi, askeri, dini sahada meşhur olmuş kimselerin terceme-i hallerini vermektir. Bu bağlamda, Haleb tarihiyle yakından alakalı kimselerin hayatları da
eserde yer almıştır. Bu sebeple eserde Selçuklu tarihiyle ilgili birçok şahıs
hakkında bilgi verilmektedir. Yine ayrıca Haleb’li olmamasına rağmen, gerek
Selçuklu, gerek Abbasi, gerek Fatımi, gerekse Haleb tarihleri bakımından
önemli hadiselere karışmış olan Besâsirî’nin hayatı, isyanı ve faaliyetleri oldukça ayrıntılı bir biçimde eserde yer almıştır. Bu yönüyle eser, SelçukluFatımi, Abbasi-Selçuklu münasebetlerine ışık tutan rivayetler nakledilmektedir. Ayrıca İbnü’l-Adîm kendinden önce telif edilmiş, fakat bize kadar ulaşmamış eserlerden ve şifahi kaynaklardan bilgiler aktarmasıyla da dikkati
çekmektedir. Bu noktadan bizim konumuz açısından birinci el kaynak mahiyetindedir. Dolayısıyla eserin verdiği bilgileri ehemmiyetli addedip, Besâsirî
ile ilgili konularda istifade ettiğimizi belirtmemiz gerekir.
Eserin Selçuklu tarihiyle ilgili kısımları, Selçuklu tarihçisi Ali Sevim tarafından, hem Arabça hem de ayrıca Türkçe tercümesi ayrı ayrı yayınlanmıştır. Bunlardan başka, eserden bazı parçalar çeşitli vesilelerle yayınlanmıştır.
Ayrıca, eserin tamamı son yıllarda neşredilmiştir. Biz araştırmamızda genellikle Ali Sevim’in Türkçe neşrini7 kullandık.
6
A. Sevim, Sıbt İbnü’l-Cevzî’nin “Mir’âtü’z-Zaman fî Tarihi’l –Âyan,” Adlı Eserindeki Selçuklularla İlgili Bilgiler I, Ankara, 1968
7
İbnü’l Adîm,, Bugyetü’t Taleb fî Tarihi Haleb (Seçmeler), Biyoğrafilerle Selçuklu Tarihi, (çeviri
notlar ve açıklamalar: Ali Sevim), 2. Baskı, Ankara, 1989
xii
Urfalı Mateos: Anadoluda yaşayan Ermeni ve Süryani yazarların hadiselerin içinde bulunmaları, sağlam malumat vermelerini mümkün kılmıştır.
Ermeli kaynakların en önemlisini muhakkak ki Urfalı Mateos’un Vekayinâmesi teşkil eder. Çağrı Bey’in 1018’de meydana gelen Anadolu akınlarından 1136 yılına kadar Selçuklular hakkında zengin malumat veren yazar, bu
devir olaylarının pek çoğuna şahittir veya onları görenlerden dinlemiştir. Daha
sonra bu esere Keşiş Grigor’un Zeyli8 de eklenmiş ve olaylar 1162 yılına değin uzatılmıştır. Ancak biz çalışmamız sırasında bu zengin eserden sadece
Çağrı Bey’in 1018’de meydana gelen Anadolu akınlarından bahsettiği bölümden faydalandık.
Ebu’l-Ferec
Gregory
Bar
Hebraeus:
Gregory
Ebu’l-Ferec
(ö.685/1286) ya da Bar Hebraeus olarak da tanınan Süryani tarihçi, ilahiyat,
felsefe ve Süryani grameri konularında ele aldığı pek çok eserin yanı sıra
tarih sahasında da genel vekayinâme türünde bir eser de kaleme almıştır.
Müellif, Tarihini yazarken Süryani seleflerinden başka İran ve Arab tarihçilerinden de yararlanmıştır. Yazarın İbnü’l-Esîr’den büyük ölçüde faydalandığı
muhakkaktır. Fakat yazar, Selçuklular tarihi için, esas itibariyle Bağdad ekolüne mensub tarihçilerden, özellikle de Sıbt İbnü’l-Cevzî’den oldukça faydalanmış görülmektedir. Ama yine, kendisi de bir takım tamamlayıcı bilgileri
ilave etmiştir.
Eser, Süryaniceden Ernest A.Wallis Budge tarafından İngilizce’ye;
Ömer Rıza Doğrul tarafından da Türkçe’ ye çevrilmiştir9. Biz tezimizin hazırlanması esnasında bu Türkçe tercümeyi kullandık.
Nizâmü’l-Mülk: Vezir Nizâmü’l-Mülk tarafından kaleme alınıp, kendisi
tarafından Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah’a takdim edilen eser, Farsça ya-
8
9
Urfalı Mateos, Urfalı Mateos Vekayi-nâmesi ve Papaz Grigor’un Zeyli, (Türkçe’ye çev. H.
Andreasyan, Notlar E. Dulaurer, H. Yınanç (çev),) Ankara, 2000
Ebu’l Ferec, Bar Hebraeus, Ebu’l Ferec Tarihi, (trc: Ö. Rıza Doğrul), I-II, Ankara,1999
xiii
zılmış, M. Altay Köymen tarafından Türkçe neşri10 yapılmıştır. Biz tezimizi
hazırlarken yazarın bu Türkçe tercümesinden faydalandık
Aksarayî, Kerîmüddin Mahmud b. Muhammed: Aksarayî’nin,
Müsâmeretü’l Ahbâr ve Müsâyeretü’l Ahyâr11 adlı eseri özellikle Türkiye
Selçukluları tarihinin ana kaynaklarından biridir. Ancak biz eserinde kısaca
yer verdiği ve Türkiye Selçukluları devletinin kurucusu olan Süleyman Şah’ın
babası Kutalmış hakkında yazdığı bilgilerden faydalandık.
Yusuf Has Hâcib: Türk hâkimiyet anlayışı konusunu ele alırken yararlandığımız önemli kaynaklardan bir tanesi Yusuf Has Hâcib’in 1069-1070’de
yazdığı Kutadgu Bilig’ dir.12 Onun hâkimiyet anlayışı ve hükümdar konularında yazdıkları, daha Hunlardan beri devam edegelen Türk hâkimiyet düşüncesi ve hükümdar telakkisinin tam bir ifadesidir diyebiliriz. 1825 yılından
beri ilim dünyasında tanınan bu kıymetli eserin birçok neşir ve tercümeleri
olduğu gibi biz araştırmamızda R. Rahmeti Arat neşrini kullandık.
Kaşgarlı Mahmûd: 1074’de kaleme alınıp, dört yılda tamamlandıktan
sonra halife el-Muktedî’ye sunulan Dîvânü’l- Lügati’t- Türk13, Arapça-Türkçe
sözlüktür. Eserinde Türk tarihi, mitolojisi, coğrafyası ve halk bilimine de yer
veren müellif, Türkçe sözlük yazan ilk kişidir. Eserin Türkçe tercümesi yapıldıktan sonra birçok defa basılmıştır. Biz çalışmamızda B. Atalay tarafından
yapılan tercümesinden faydalandık.
Ebu Abdullah Muhammed el- Azimî: Azimî Tarihi14, Hicretten sonraki olayları tarih sırasına göre veren Arapça bir eserdir. 1160 yılına kadar
geçen olayları ihtiva ettiği anlaşılan eserin mevcud nüzhası ancak 1143’e
10
Nizâmü’l Mülk, Siyâset-nâme, (trc: M. Altay Köymen), Ankara, 1999
Aksarayî, Kerîmüddin Mahmûd, Müsâmeretü’l- Ahbâr ve Müsayeretü’l Ahyâr, (çev: Mürsel
Öztürk), Ankara, 2000
12
Yusuf Has Hâcib, Kutadgu Bilig, (neşr: R Rahmeti Arat), 6. Baskı, Ankara, 1994
13
Kaşgarlı Mahmûd, Dîvânü’l- Lügati’t- Türk, I-III, (Terc. B. Atalay), Ankara, 1941
14
Azimî, Azimî Tarihi Selçuklularla İlgili Bölümler (H. 430–538= 1038/1039- 1143/1144), (Yay: A.
Sevim), Ankara, 1988
11
xiv
kadar gelmiştir. Eser, konumuzu geçtiği döneme yer vermesiyle sıklıkla başvurduğumuz eserlerdendir.
Sadruddîn Hüseynî: Müellifin hayatı hakkında bilgiler çok azdır.
Ahbârü’d- Devleti’s- Selçukiyye, adındaki eserin gerek adı gerekse müellifi
hakkında geğişik yorumlar vardır. Diğer bir adının da Zübdetü’t-tevârîh olarak
belirtilen eserin iki yerinde müellif adı olarak el-Hüseynî gösterilmiştir.
Selçuklu devletinin kuruluşu ve Tuğrul Bey dönemiyle ilgili verdiği bilgiler dönemin diğer kaynaklarıyla karşılaştırma yapma açısından bize oldukça
fayda sağlamıştır. Eser neşredilmiş olup, Türkçe tercümesi15 de yapılmıştır.
Biz bu tercümeden faydalandık.
Araştırma Eserleri:
Tez çalışmamamızın başlığını tesbit ettikten sonra konumuzla ilgili gerek kaynak gerekse tetkik eser araştırmasına başladık. Kaynaklarla ilgili bilgilere yukarıda temas ettmiştik. Şimdi de konumuzu doğrudan olmasa da dolaylı olarak ele alan tetkik eserlere kısaca deyinelim:
Konumuzla ilgili olarak çalışmalarından faydalandığımız önemli tarihçilerden ilki M. Altay Köymen’dir. Selçuklu tarihi ile ilgili yapmış olduğu umumi
çalışmaların yanı sıra konumuzla doğrudan alakalı olan Tuğrul Bey ve Zamanı16, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi Kuruluş Devri17, Büyük
Selçuklu İmparatorluğu Tarihi Alp Arslan ve Zamanı ve Selçuklu Devri
Türk Tarihi18 ve Selçuklu Devri Türk Tarihi19 adlı eserleri sıklıkla başvurduğumuz eserindendir.
15
Sadruddîn Hüseynî, Ahbârü’d- Devleti’s- Selçukiyye, (çev: Necati Lügal), Ankara, 1999
M. A. Köymen, Tuğrul Bey ve Zamanı, Ankara, 1976
17
M. A. Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi, I. Cilt: Kuruluş Devri, Ankara, 2000
18
M. A. Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi, III. Cilt: Alparslan ve Zamanı, Ankara,
2001
19
M. A. Köymen, Selçuklu Devri Türk Tarihi, Ankara, 1998
16
xv
Eserlerinden çok sık faydalandığımız bir diğer Selçuklu tarihçisi ise Ali
Sevim’dir. Ali Sevim’in Editörlüğünü Semih Yalçın ve Süleyman Özbek’in
yaptığı Makaleler’i içerisinde bulunan “Sıbt İbnü’l Cevzî’nin “Mir’atü’zzaman fî Tarihi’l Âyan” Adlı Eserindeki Selçuklularla İlgili Bilgiler, I”20 ve
“İbnü’l Cevzî’nin “el-Muntazam” Adlı Eserindeki Selçuklularla İlgili Bilgiler (H. 430–485= 1038–1092)”21 makaleleri hanedan azalarıyla alakalı verdiği geniş bilgilerden kullanmak için faydalandık. “İlginç Yönleriyle Besâsirî
İsyanı”22 makalesi ise tezimizin üçüncü bölümü olan Besâsirî isyanıyla bire
bir örtüştüğü için çalışmamızda da bize yol gösterici kaynak teşkil etti. Ali
Sevim’in Anadolu’nun Fethi Selçuklular Dönemi (Başlangıçtan 1086’ya
kadar)23 adlı eseri hanedan azalarının devletin kuruluş aşamasında yapmış
oldukları askeri faaliyetleri ele alması ve bu konuda bize önemli bilgiler vermesi açısından kayda değerdir. Ali Sevim’in münferit yazmış olduğu bu eserlerden başka Erdoğan Merçil24 ve Yaşar Yücel25 ile hazırlamış olduğu iki ayrı
eserden de faydalandık.
İbrahim Kafesoğlu’nun Selçuklu Tarihi26, adlı eserinin yanı sıra “Selçuklular”27 ve “Selçuk’un oğulları ve Torunları”28 adlı makaleleri dönemin
siyasi olaylarını açıklamamıza yardımcı olduğu gibi bunun yanı sıra oldukça
sık başvurduğumuz bir diğer eseri olan Türk Milli Kültürü29 adlı çalışması
ise bu olaylara mesnet olan hâkimiyet telakkisi, cihân hâkimiyeti anlayışı,
Türk Kültürü gibi konuları açıklamamızda yardımcı oldu.
20
A.Sevim, “Sıbt İbnü’l Cevzî’nin “Mir’atü’z-zaman fî Tarihi’l Âyan” Adlı Eserindeki Selçuklularla
İlgili Bilgiler”, I, Türk Tarih Belgeleri Dergisi, Cilt XVIII, Sayı 22 (1998),
21
A.Sevim, “İbnü’l Cevzî’nin “el-Muntazam” Adlı Eserindeki Selçuklularla İlgili Bilgiler (H. 430–
485= 1038–1092)”, Belgeler, Türk Tarih Belgeleri Dergisi, Cilt XXVI, Sayı 30
22
A.Sevim, “İlginç Yönleriyle Besâsirî İsyanı”, Belleten, Cilt LXIX, Sayı 225
23
A.Sevim, Anadolu’nun Fethi Selçuklular Dönemi (Başlangıçtan 1086’ya kadar), Ankara, 1988
24
A.Sevim- E. Merçil, Selçuklu Devletleri Tarihi Siyaset, Teşkilât ve Kültür, Ankara, 1995
25
A.Sevim- Y. Yücel, Türkiye Tarihi, Fetih, Selçuklu ve Beylikler Dönemi, Ankara, 1989
26
İ. Kafesoğlu, Selçuklu Tarihi, İstanbul, 1992
27
İ. Kafesoğlu, “Selçuklular”, İslam Ansiklopedisi, X. Cilt, İstanbul, 1966
28
İ. Kafesoğlu, “Selçuk’un oğulları ve Torunları” T. M., XIII, 1958,
29
İ. Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, 15. Baskı, İstanbul, 1997
xvi
Yine hâkimiyet anlayışını anlatırken yararlandığımız diğer önemli kaynak Osman Turan’ın Türk Cihân Hâkimiyeti Mefkûresi’dir.30 Bununla beraber Selçuklular Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti31 adlı çalışmasına da Selçuklular tarihi açısından derli toplu ve umumi bir eser özelliği taşımasıyla sıklıkla başvurduğumuz diğer bir eseridir.
Çalışmamızda faydalandığımız bir başka Selçuklu Tarihçisi Erdoğan
Merçil’dir. Erdoğan Merçil’in yukarıda bahsettiğimiz Ali Sevim ile beraber hazırladığı Selçuklu Devletleri Tarihi’ nden başka Müslüman Türk Devletleri32 adlı eseriyle “Büyük Selçuklu İmparatorluğu”33 adlı makalesi tezimizde
yer verdiğimiz çalışmalarındandır.
Yine bir diğer tarihçi Salim Koca’nın Dandanakandan Malazgirt’e34
adlı çalışmasından siyasi olayları incelerken, “Eski Türklerde Devlet Geleneği ve Teşkilâtı”35 ise hâkimiyet anlayışını açıklarken faydalandığımız çalışmalardandır.
Türk kültür tarihinin çeşitli yönleri üzerine önemli araştırmalar yapan
tarihçilerden Bahattin Ögel’in Dünden Bugüne Türk Kültürünün Gelişme
Çağları36, Aydın Taneri’nin Türk Devlet Geleneği37, Türk hâkimiyet anlayışını Kutadgu Bilig ışığında inceleyen Reşat Geneç’in Karahanlı Devlet Teşkilatı38, Abdulkadir Donuk’un “Türk Devletinde Hâkimiyet Anlayışı”39 ,
Mehmed Niyazi’nin Türk Devlet Felsefesi40,
30
Nevzat Köseoğlu’nın Türk
O. Turan, Türk Cihân Hâkimiyeti Mefkûresi, I, İstanbul, 1969
O. Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, İstanbul, İlaveli 3. Baskı, 1980
32
E. Merçil, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, Ankara, 2000
33
E. Merçil, “Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi”, Türkler, III. Cilt, (Ed: Salim Koca vd), Ankara,
2002
34
S. Koca, Dandanakan’dan Malazgirt’e, Giresun, 1997
35
S. Koca, “Eski Türklerde Devlet Geleneği ve Teşkilâtı”, Türkler, II. Cilt, (Ed: Salim Koca vd),
Ankara, 2002
36
B. Ögel, Dünden Bugüne Türk Kültürünün Gelişme Çağları, İstanbul, 2001
37
A. Taneri, Türk Devlet Geleneği Dün- Bugün, İstanbul, 1993
38
R. Genç, Karahanlı Devlet Teşkilatı, İstanbul, 1981
39
A. Donuk, “Tük Devletlerinde Hâkimiyet Anlayışı”,Tarih Enstitüsü Dergisi, Sayı: X, XI, 1979–
1980
40
M. Niyazi, Türk Devlet Felsefesi, İstanbul, 2006
31
xvii
Dünyası Tarihi ve Türk Medeniyeti Üzerine Düşünceler41, Fuat Köprülü’nün Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu42, Erol Güngör’ün Tarihte
Türkler43 ve Muharrem Ergin’in hazırladığı Orhun Abideleri44 konumuzun
birinci bölümünü teşkileden Ortaçağ Türk-İslam Devletlerinde Hâkimiyet Anlayışı‘nı hazırlamamız sırasında sıklıkla başvurduğumuz önemli eserlerdir.
Yine bu konuda faydalandığımız çalışmalardan birisi de Süleyman
Özbek’in “Siyasetnâme Özellikleri Açısından Râhatü’s-Sudûr’un değerlendirilmesi”45 isimli makalesidir. Zaman zaman diğer siyasetnâme tarzında
yazılmış eserle derli toplu bir karşılaştırma yapması bize bu konuda yol gösterici olmuştur.
C. Cahen, Yakındoğu İslam Tarihi üzerine yaptığı çalışmalarının bir
kısmını da Selçuklulara tahsis etmiştir. Biz bu eserlerinden birtanesi olan
Türklerin Anadolu’ya İlk Girişi46 isimli eserine yer verdik.
Faruk Sümer’in Oğuz etnolojisi üzerine yaptığı çalışması47 Selçuklu tarihi için önemli kaynaklardan biridir. Biz bu eserden daha çok Türkmen meselesini ele alırken faydalandık.
41
N. Köseoğlu, Türk Dünyası Tarihi ve Türk Medeniyeti Üzerine Düşünceler, İstanbul, 3. Basım, 1997
42
F. Köprülü, Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu, Genişletilmiş 4. Baskı, Ankara, 2006
43
E. Güngör, Tarihte Türkler, 7. Baskı, İstanbul, 1996
44
M. Ergin, Orhun Abideleri, İstanbul, 24. Baskı, 1999
45
S. Özbek, “Siyasetnâme Özellikleri Açısından Râhatü’s-Sudûr’un değerlendirilmesi”, Prof. Dr.
K. Yaşar Kopraman’a Armağan, Ankara, 2003
46
C. Cahen, Türklerin Anadolu’ya İlk Girişi (çev. Y. Yücel, B. Yediyıldız) ,Ankara, 1992
47
F. Sümer, Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri Boy Teşkilatı Destanları, İstanbul, 5. Baskı, 1999
GİRİŞ
Türk tarihinin önemli dönüm noktalarından birini Büyük Selçuklu Devleti oluşturur. Karahanlılarla başlayan Türk-İslam motifi, bu dönemde olgunluk
safhasına girmiş; adım attığı bu coğrafyada kendi özünü kaybetmeden sosyal, ekonomik, siyasî ve askerî bakımdan, yeni ama aslına bağlı bir Türkİslam kültürü oluşturmuştur.
Konumuza girizgâh olması ve hâkimiyet mücadelelerini daha iyi anlayabilmek için Selçuklu Devletinin kuruluşu ve Tuğrul Bey’in devletin başına
geçişine kadar olan dönemi ve bu sırada Orta ve Yakındoğu’nun siyasî tablosu hakkında kısa bir malumat vermeyi faydalı buluyoruz.
X. yüzyılın başlarında, Hazar Deniz’in doğusundan itibaren Sir Deryanın ortalarına kadar uzanan sahada başında Yabgu unvanı taşıyan Oğuzlar
Devleti bulunuyordu. Selçuklu ailesinin atası olan Dukak, bu devlet teşkilatı
içerisinde siyasî ve askerî ağırlığı olan en önemli kumandanlardan biriydi.48
Dukak, Oğuzlar arasında “Temir Yalığ” (demir yaylı) lakabı ile anılan
yiğit, ileri görüşlü ve tedbirli bir insandı.49 Bu unvan onun devlet içerisindeki
yerini göstermesi bakımından son derece önemlidir. Çünkü eski Türk geleneklerine göre yay hâkimiyet sembolü olup metbuluğu temsil ederdi.50
Dukak vefat ettiği sırada oğlu Selçuk henüz 17–18 yaşlarında idi. Sarayda yetişen Selçuk, sahip olduğu asalet ve liderlik vasıflarıyla kısa zamanda Yabgu tarafından fark edilerek ordu kumandanı anlamına gelen “subaşı”
olarak tayin edildi.51 Selçuk’un devlet içerisindeki hızlı yükselişi bir zaman
48
M. A. Köymen, Selçuklu Devri, s.23; E. Merçil, “Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi”, Türkler,
III., s.101
49
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s.361; Ebu’l Ferec, Tarih, I, s.292; İ. Kafesoğlu, “Selçuklular”,
İ.A., s.353
50
İ. Kafesoğlu, “ Selçuklular”, İ. A., s.353–354
51
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s.361
2
sonra Yabgu ile aralarının açılmasına sebep oldu.52 Yabgu’nun bu düşmanca
tutumu karşısında Selçuk, maiyetiyle birlikte Cend şehrine göç etti.53 Selçuk’un bu göçü hem kendisinin hem de mahiyetinin geleceği açısından son
derece önem arz etmektedir. Zira bu bölge, bir yandan Selçuklulara İslâmiyet
ile tanışma olanağı sağlarken diğer yandan Yabgu’nun buradaki idaresinin
zayıflığı sebebiyle Selçuklulara siyasî gelecek vaat ediyordu. Nitekim Selçuk,
İslâmiyeti kabul ettikten sonra Oğuz Yabgusu adına vergi toplamaya gelen
elçilere “ Müslümanlar kâfirlere vergi vermez” diyerek karşı çıktı ve Oğuzlarla
mücadeleye girdi.54 Her ne kadar bu mücadelenin neticesi tam belli olmasa
da bu olay Selçuk’un bölgedeki nüfuzunu artırdı. Bunun üzerine Türkistan
halkı ve Türk gazileri topluluklar halinde onun yanına gelmeye başladılar.
Selçuk’un mahiyetindeki bu artış zamanla Cend şehri ve havalisinin onlara
dar gelmesine sebep oldu. Böylece Selçuk bir yandan otlaklarını genişletmek
için fetihlere girişirken diğer yandan bölgedeki devletlerle anlaşmalar yapıyordu. Zira, Selçuk’un Oğuzlar karşısındaki başarısı onu kısa zamanda
Mâverâünnehir’de önemli bir siyasî güç haline getirmiş oluyordu. Bu durum
yine aynı bölgede hâkimiyet kurmayı amaçlayan Sâmâni Devleti’nin dikkatini
çekti. Sâmâni Devleti ile Selçuklular arasında bir anlaşma yapıldı. Yapılan bu
anlaşmaya göre, Sâmâni Devleti Selçuklulara sürülerini otlatması için Buhara
yakınlarındaki Nûr kasabasını verecek, Selçuk ise buna karşılık devlet sınırlarını diğer Türk akınlarına ve Karahanlılara karşı koruyacaktı.55 Tarihin önüne çıkardığı bu fırsatı iyi değerlendirmesini bilen Selçuk, oğlu Arslan idaresinde olan Türkmenleri Cend Bölgesinden Nur kasabası ve civarındaki otlaklara gönderdi. Kendisi ile beraber olan Türkmenler ise yine Cend ve yöresinde kaldılar.
İlig Nars Han’ın Sâmâni Devleti Devletini ortadan kaldırmasından sonra toprakları Karahanlılar ile Gazneliler arasında bölündü. Buna göre
52
İbnü’l Esîr, Selçuk Bey ile Yabgu’nun aralarının açılmasından bahsederken bu konuda Yabgu’nun
zevcesinin büyük rol oynadığından ve kocasını Selçuk’a karşı tahrik ettiğinden bahsetse de bunun gerçek olma ihtimali yok denecek kadar azdır. İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s.361
53
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s.361
54
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s.362
55
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s.362, M. A. Köymen, Kuruluş Devri, s. 34-35
3
Maveraünnehr’in yeni sahibi Karahanlılar olurken Harezm Gaznelilerin oldu.
Bölgede durumu tehlikeye giren Selçuk, son Sâmâni meliki Muntasır ile ittifaka girişmişse de onun ölümü (394\1004) üzerine bölgede yalnız kaldı.
Uzun ömürlü olduğu anlaşılan Selçuk Bey, yüz yaşını geçmiş olduğu
halde 398\1007 yılında Cend şehrinde öldü. Türkmen hükümdarlardan birinin
kızıyla evlenmiş olduğu rivâyet edilen Selçuk’un dört oğlu oldu.56 Bunlar Mikail, Arslan, Yusuf ve Musa adlarını taşımaktaydılar. Aynı zamanda Tuğrul ve
Çağrı Beylerinde babası olan Mikail daha Selçuk hayatta iken bir savaş sırasında vefat etti.57 Bunun üzerine Arslan, “Yabgu” unvanı alarak babasının
ölümünden sonra Selçukluların başına geçmiştir. Yine “inal” ve “inanç” unvanlarını aldığı tahmin edilen ve daha sonraları “Yabgu” unvanıyla uzun süre
yaşayan Musa, Arslan Yabgu’nun yanında yer almıştır. O sıralarda 13–14
yaşlarında bulunan Tuğrul ve Çağrı ise “Bey” unvanıyla devlet idaresinde
görev almışlardır.58 Selçuk’un ölümünden sonra Arslan Yabgu idaresindeki
Selçukluların hepsi Cend’den ayrılarak Mâverâünnehr’e, Buhara civarına indiler. 59
Selçuklular Mâverâünnehr’e indikleri zaman müttefikleri olan Sâmâni
Devleti ortadan kalkmış60, Buhara-Semerkant Bölgesi Gaznelilerin de desteğini alan Karahanlılar’ın eline geçmişti. Her ne kadar Karahanlı hükümdarı İliğ
Nars Han, Selçuklulardan çekiniyor ve onların kuvvetlerinden faydalanmak
istiyorsa da karşılıklı güvensizlik yüzünden aralarında mücadele başlamıştı.
Bu sırada Tuğrul ve Çağrı Beyler bir diğer Karahanlı hükümdarı olan Buğra
Han ile anlaşma yoluna gitmişlerse de Tuğrul Bey’in, Buğra Hanın verdiği
ziyafette tutuklanması Selçuklular ile Karalanlıların arasının açılmasına yol
56
Ebu’l Ferec, Tarih, I, s.292; İbnü’l Esîr, Selçuk’un üç oğlu olduğundan bahseder ve bunların adlarını Arslan, Mikâil ve Musa olarak zikreder. İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s.362,
57
Onun ölümünden sonra oğulları Tuğrul ve Çağrı, dedeleri Selçuk tarafından özenle yetiştirilmişlerdir. Daha geniş bilgi için bkz. İ. Kafesoğlu, “Selçuk’un oğulları ve Torunları” T. M. XIII, 1958,
s. 117–130
58
İ. Kafesoğlu,”Selçuklular”, İ. A., s.357
59
E. Merçil, “Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi”, Türkler, III, s.103
60
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s. 123-124
4
açtı.61 Çağrı Beyin şiddetli baskılarıyla serbest bırakılan Tuğrul Bey yanında
kardeşi Çağrı Bey ile beraber tekrar Mâverâünnehr’e döndüklerinde Buhara’yı ele geçiren Karahanlı ailesinden Ali Tigin ile mücadeleye girişmek zorunda kaldılar. Ali Tigin’nin Selçuklularla mücadele için diğer çevre devletlere
mektuplar göndererek yardım istemesi Çağrı Bey’in Anadoluya kadar uzanan
akınlarına neden olmuştur (407\1016–411\1021). 62
Selçukluların Maveraünnehr’de gittikçe güçlenmesi Karahanlılar ile
Gazneliler'i tedirgin etti. Bunun üzerine iki devlet arasında bir anlaşma yapıldı. Buna göre Selçuklularla ilgilenmek görevini üzerine alan Gazneli
Mahmûd, 415\1025'te Arslan Yabguyu bir hile ile yakalatıp, Hindistan'daki
Kâlencer Kalesine hapsetti.63 Bu hadiseden sonra, Selçuklularla Gazneliler
arasında, açık bir mücadele başladı. Onun esareti yıllarında Selçuklular, ortak hükümdar sistemiyle yönetildi. Mikâil'in oğulları Tuğrul ve Çağrı Beyler,
amcaları Musa Yabgu’nun hakimiyetini tanımakla birlikte, kendilerine bağlı
Selçuklularla ayrı bölgelerde yaşamaya başladılar.64
Mâhir süvarilerden oluşan Selçuklular, kalabalık hayvan sürüleri ve atları için, bol otlaklı, geniş yaylalar aradılar. Bu amaçla zaman zaman, komşuları Karahanlılar ve Gaznelilerin sınırlarına taşıp, yerli halkın şikâyetlerine
sebep oldular. Onların bu durumunu kendileri için tehlikeli gören Karahanlı
hükümdarı Ali Tigin, Selçuklu ailesi içinde karışıklık çıkarmak ve onları birbirine düşürmek için Musa Yabgu’nun oğlu Yusuf’u geniş ıktalar karşılığında
“İnanç Yabgu” ilan edip, Tuğrul ve Çağrı Beylere karşı harekete geçirmek
61
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s.362
Çağrı Bey, dağılan Selçuklulardan üç bin kişilik bir süvari kuvvetiyle, Gazneli mukavemet mevkilerini aşarak, Doğu Anadolu sınırlarına kadar gitti. Van Gölü havzasından, kuzeyde Tiflis'e kadar
uzanan bölgede keşif harekâtı yaptı. Ermeni ve Gürcü kuvvetlerini yenerek, bölgenin otlak ve
yaylaklarının keşfiyle, gerekli siyasî, etnik, kültürel ve askerî stratejik bilgileri topladı. Bizans
şehirlerine girdi. Keşif harekâtı neticesinde, bölgenin, Selçukluların yerleşmesine müsait olduğunu tespit ederek Tuğrul Bey'e bildirdi. Çağrı Bey’in Anadolu’ya yaptığı seferler hakkında daha geniş bilgi için bkz. A. Sevim, Anadolu’nun Fethi Selçuklular Dönemi, s. 19–22; A. Sevim- Y. Yücel, Türkiye Tarihi, s.31–34; M. H. Yinanç, Türkiye Tarihi Selçuklular Devri,
s.35–36
63
Bu konu daha sonra tafsilatiyla anlatılacaktır.
64
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s.293, 363; M. A. Köymen, Kuruluş Devri, s.83; F. Sümer, Oğuzlar, s.67-68
62
5
istemişse de Yusuf Bey’in buna taraftar olmaması üzerine amacına ulaşamadı. Bunun üzerine çok sinirlenen Ali Tigin, Selçuklular üzerine kuvvet gönderdi. Karahanlıların yaptığı bu seferlerin bir tanesinde Yusuf Bey öldürüldü.65 Musa Yabgu ile birleşen Tuğrul ve Çağrı Beyler, Karahanlı kuvvetlerini
yenerek, Yusuf Bey'in intikamını aldılar.66 Ne var ki Ali Tigin’in tekrar saldırması üzerine Selçuklular Harezm’e çekilmek zorunda kaldılar. Ancak burada
da Selçuklular’ın karşısına eski düşmanları Cend Emîr’i Şâh Melik çıktı. Selçukluların Harezm de olduğunu haber alan Şâh Melik, süratle harekete geçerek ani bir baskınla Selçukluları vurdu.67
Selçukluların esir yabgusu Arslan, 424/1032 yılında, Hindistan'da hapsedilmiş bulunduğu Kâlencer Kalesinde ölünce, Gaznelilerle ilişkiler daha da
bozuldu. Musa Yabgu ile yeğenleri Çağrı ve Tuğrul Beyler kumandasındaki
Selçuklu ve Türkmen güçleri, bölgenin en stratejik mevkiinde yer alan ve
Gaznelilere ait olan Horasan'a ani bir taarruzla girerek, Merv, Nişâpur ve
Serahs havalisini ele geçirdiler. Gazne sultanı Mesud, Selçukluları tanımak
zorunda kaldı. Musa Yabgu'ya, Tuğrul ve Çağrı beylere bulundukları yerlerin
valiliklerini verdi. 427/1035 yılında yapılan bu antlaşma, dört ay gibi kısa bir
süre devam etti. Yeniden başlayan Selçuklu - Gazneli mücadelesi, daha da
şiddetlendi. Selçuklular, hafif süvari kuvvetleriyle, Gaznelilerin fillerle takviye
edilmiş, ağır teçhizatlı, çoğu piyadeden meydana gelen ordusuna, gerilla savaşlarıyla çok kayıp verdirdiler. 430/1038 yılında Serahs civarında yapılan
savaşta, Gazneli ordusu ağır bir yenilgiye uğradı. Gazneli Sultan Mesud, büyük bir devlet adamı, cesur bir kumandan olmasına rağmen, bu yenilgiden
sonra, Nişâpur'u Selçuklulara bırakıp, kesin sonuç alınacak büyük savaşı
devamlı geciktirdi. Tuğrul Beyin üvey kardeşi İbrahim Yınal, 430/1038'de
Nişâpur'u alıp, Tuğrul Bey adına hutbe okuttu. Nişâpur'a gelen Tuğrul Bey’i
muhteşem bir törenle karşıladı.68 Tuğrul Bey, Sultanü'l-Muazzam (Büyük Sul-
65
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s.363; İ. Kafesoğlu,”Selçuklular”, İ. A., s.359
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s.363-364; M. A. Köymen, Kuruluş Devri, s.124-125
67
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s.364 E. Merçil, “Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi”, Türkler
III, s.105
68
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s.350
66
6
tan), Çağrı Bey de Melikü'l-Mülûk (Hükümdarların Hükümdarı) unvanını aldı.
Büyük Selçuklu Devleti'nin kuruluş ve istiklâlini (bağımsızlığını) ilân ettiler.
Selçuklu-Gazneli mücadelesi, 432\1040 Dandanakan Savaşı ve Selçukluların üstünlüğü ele geçirmesiyle neticelendi.69
Şimdi de Büyük Selçuklu Devleti kurulmadan önce orta ve ön Asya’nın
siyasî durumunu ele alalım:
Oğuz Yabgu Devleti: Hazar Denizi’nin doğusunda Sır Derya’nın ortalarına kadar uzanan sahada Oğuz Yabgu Devleti hüküm sürüyordu. Genellikle göçebe Oğuz boylarından oluşan Oğuz Yabgu Devleti, “Külerkin”,
“Sübaşı”, “Tarhan” ve “Yınal” unvanlarına sahip olan yöneticiler tarafından
yönetiliyordu. Devlet Yabgu’ya bağlı boylar birliğinden oluşuyordu. Bütün
devlet işleri bu boy beylerinin katıldığı kurultayda çözümlenirdi. 70
Oğuzlar, İslam âleminden Hazarlar ve Bulgarlar’a giden kervan ticaret
yolu üzerinde bulunmalarına ve Müslümanlarla sürekli temas halinde olmalarına rağmen, İslamiyet Oğuzlar arasında ancak X. yüzyılın ortalarında, özellikle Sırderya’nın aşağı taraflarındaki Oğuz kentlerinde yayılmaya başladı.
Oğuz Yabgu Devleti, Hazarlar’a tabi olarak 992 yılına kadar yaşadı.71
Karahanlı Devleti: 840 yılında başkenti Kaşgâr olmak üzere
Karahanlı Devleti kurulmuştur. Satuk Buğra Han, islamiyeti kabul eden ilk
hükümdarlarıdır. Onun ölümünden sonra başa geçen Arslan Han zamanında
fergana ve çevresi Samanoğulları’ndan alınmıştır. Nihayet, İlig Nars Han devrinde, Samanoğulları’na ait Maveraünnehr de Karahanlı Devleti’nin topraklarına katılarak geniş bir coğrafyaya ulaşılmıştır. Türk devlet geleneğne uygun
olarak 434\1042 yılıda devlet Batı ve Doğu Karahanlı Devleti olmak üzere
ikiye ayrıldı. Çok geçmeden her iki bölümde Büyük Selçuklu İmparatorluğu’na
tâbi hale geldi. Daha sonra her iki bölüm Karahıtayların yönetimi altına girdi.
69
Selçukluların ve Horasan’ın kaderini tayin eden Dandanakan Savaşı hakkında bkz. S. Koca,
Dandanakan’dan Malazgirt’e, s. 73–78
70
S. Koca, Dandanakan’dan Malazgirt’e, s. 42
71
A. Sevim- E. Merçil, Selçuklu Devletleri, s.2
7
Doğu bölümü 1211’de yıkıldı; Batısı ise Hârzemşahlar tarafından 1212 yılında ortadan kaldırıldı.72
Gazneliler Devleti: Gazneliler, Samanlı Devletinin dağılma döneminde ortaya çıkan bir Türk devletidir. Temelleri Samanlıların Horasan orduları
başkumandanı Alptekin tarafından atılmıştır. Samanlı valisi olan Sebük Tekin
'in bağımsız Gazne devletinin temellerini kuvvetlendirerek (367\977)
kısa
sürede devletin hâkimiyet alanlarını genişletti. Daha sonra tahta geçen Sultan
Mahmud devrinde Gazneliler bağımsız bir duruma geldi ve Abbasi Halifesi
tarafından da resmen tanındı. Parçalanan karahanlı devletini samanlılarla
birlikte bölüştüler. Bu bölüşmeden Sistan, Cüzcan, Çağanıyan, Huttalan ve
Harezm, Gazneli payına kalmış oldu. Hindistan'a yapmış olduğu büyük seferlerle Gazneli Mahmûd hem burada İslamiyetin yayılmasını sağlamış hemde
islam dünyasında ünlü bir kahraman olarak tanınmıştır.73 Sultan Mahmud'un
son zamanlarında Selçuklular Devlet kurma yolunda büyük Adîmlar atmışlardır. Özellikle büyük Türkmen kitlelerinin Maveraünnehr’den Horasan’a geçmelerine izin vermesi Gazneli devleti aleyhine telafisi güç sorunlar yaratmıştır. 74
Büveyhî Devleti: Ebu Şüca Büveyh tarafından kurulan ve İran kökenli
olan Büveyhoğulları devleti, kısa zamanda İsfahan, Cibâl, Kirman, Huzistan
ve yörelerine hâkim olmuştur. Muizzüddin Ahmet zamanında Büveyhiler,
Bağdat'a girip yönetimi ele geçirecek kadar güçlenmişlerdir. Onun oğlu
Adüduddevle Fenahüsrev zamanından devletin sınırları en geniş düzeyine
ulaştı. Fakat ölümünden sonra aile içinde ayrılık ve çekişmeler baş gösterdi.
Tuğrul Bey'in Bağdad'a girişi sırasında ortadan kaldırılmış (446\1055), ancak
bu ailenin bazı bireyleri, tabi emirlikler halinde bir süre daha siyasal yaşamlarını devam ettirmişlerdir. 75
72
A. Sevim- E. Merçil, Selçuklu Devletleri, s.2
E. Merçil, “Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi”, Türkler, III, s.103
74
A. Sevim- E. Merçil, Selçuklu Devletleri, s.3
75
M. A. Köymen, Selçuklu Devri, s.172; O. Turan, Selçuklu Tarihi, s.133–134
73
8
Abbasî
Devleti:
Hazreti
Peygamber'in
amcası
Abbas
bin
Abdülmuttalib'in soyundan gelen Abbasiler, Emevi hanedanlığına karşı sürdürdükleri uzun mücadelelerden sonra Emevilere son vererek kendi adları ile
alınan Abbasi Halifeliğini kurmuşlardır. Ebu Cafer Mansur zamanında hilafet
başkenti Bağdat'a nakledilmiştir. Mansur, halifeliği ciddi şekilde uğraştıran iç
sorunları büyük ölçüde çözümlemiş ülkede huzur ve sükûnu sağlamıştır. Harun Reşit zamanında Asya’da Arap hâkimiyeti yüksek bir düzeye ulaşmış idi
Harun Reşit'in son zamanlarıyla daha sonraki halifeler devrinde halifeliğin
siyasal birliği çözülmeye başlamıştı. Abbasîi Halifeliğinin hâkimiyeti Irak dışında adeta tamamen yıkılmış bir duruma gelmişti. Üstelik Kuzey Afrika’da
kurulan Şii Fatımî Halifeliği Sünni Abbasî Halifeliğini ciddi şekilde tehdit eder
durumdaydı. Nihayet İran ve Irak'ta kurup gelişen Şii Büveyhoğulları devleti
Halife Müstekfi zamanında Bağdatı işgal edip yönetimi ele geçirmişlerdi. Fakat 432\1040 yılından sonra kurulan Selçuklular İslam âleminin maddi kuvvet
ve kudretini ele geçirmeleri sonucu Abbasi Halifeliği önce Büveyhoğulları daha sonra Fatımî Halifeliğinin baskı ve tehdidinden kurtuldu.76
Fatımî Devleti: Orta Doğunun büyük devletlerinden birisi Fatımî Devleti idi. Bu devlet İsmaili daîlerinde Şiî adıyla tanınan Ebu Abdullah Hüseyin
bin Ahmet ve Ebu Muhammed Ubeydullah Mehdi’nin büyük çabalarıyla Kuzey Afrika'da kurulmuştur. Devletin sınırları halife Muizz Lidinillah ile oğlu
Aziz Billah devrinde Kızıldeniz’den Atlas okyanusuna kadar uzanan ülkeleri
ve bütün Kuzey Afrika’yı içine almakta idi. Halife Muntasır'ın saltanatı döneminde Fatimiler en haşmetli devirlerini yaşadılar. Bizans ile mücadeleri devam ederken Suriye ve Filistin'i de feth edip burada büyük bir devlet kuran
Selçuklular aleyhine Bizans ile iyi ilişki kurdular. Fatımîler 450/1058 yılında
Besâsirî’nin Bağdat'a girip Halifeyi esir almasından sonra bir yıl kadar Sünni
İslam hilafeti işgal ettiler. Fakat Abbasi devletinin koruyuculuğunu üzerine
almış olan Tuğrul Bey'in müdahalesi sonucunda Abbasi Hilafeti Fatımî tahakkümünden kurtuldu. XI yüzyılın sonunda Güney Anadolu Suriye ve Filistinde
üç haçlı devletinin kurulmasında sonra Fatımîler toprak kayıplarına uğradılar.
76
A. Sevim- E. Merçil, Selçuklu Devletleri, s.4-5
9
Fatımî vezirleri haçlılara karşı onlara büyük darbeler vuran Nurettin Mahmud
ile işbirliğinde bulundular. Fakat bir süre sonra Halifelerin hükümranlıklarını
yitirmeleri sonunda vezirler devlet yönetiminde hâkim olmaya başladılar. Nihayet Salâhaddîn Eyyübi tarafından 1171'de ortadan kaldırıldılar.77
Bizans İmparatorluğu: Selçuklu Devleti kurulduğu sırada Orta Doğuda Hristiyan devleti olarak Bizans İmparatorluğunu görmekteyiz. Justinianus,
Bizans’a en parlak devrini yaşatırken, II. Basil’in ölümü imparatorluğun dönüm noktası oldu Aleksios Komnenos tahtta geçişine kadar kadar Bizans'a
gerileme ve anarşi hüküm sürdü. Bu zaman zarfında Bizans, bir yandan içteki
isyanlarla ( 434\1042 – 439\1047 yılları arasında görevden alınan generallerin çıkarttığı isyanlar), diğer taraftan da dışarıdan gelen tehlikeler (Peçenekler
Tuna boylarında huzursuzluk çıkartırken, Normanlar Bizans memleketlerini
yağmalıyor, doğuna ise gittikçe artan güçleriyle Anadolu’ya seferler düzenleyen Selçuklular) ile uğraşmak zorunda kalmıştır. 78
Ülke böylesine ciddi sorunlarla karşı karşıya iken tahta geçen
Romanos Diogenes, Anadolu’daki Selçuklu fetihlerini durdurabilmek için askeri hazırlıklara başladı. Nihayet 1071’de Malazgirt’te yapılan savaşta Alp
Arslan karşısında yenilgiye uğrayarak hem savaşı hem de imparatorluğu
kaybetti. Bundan sonraki dönemlerde de Bizans’ın Anadolu’daki hâkimiyeti
Selçuklu fetihleri sebebiyle çökmeye başladı.79
77
A. Sevim- E. Merçil, Selçuklu Devletleri, s.5–6
M. A. Köymen, Selçuklu Devri, s.239
79
M. H. Yinanç, Türkiye Tarihi Selçuklular Devri, s.12–13
78
10
I. BÖLÜM
ORTAÇAĞ TÜRK- İSLÂM DEVLETLERİNDE HÂKİMİYET ANLAYIŞI
Tarih öncesinden günümüze uzanan zaman içerisinde yüzlerce Türk
devleti tarih sahnesine çıkmıştır. Bu Türk devletlerinin birçok ortak yönü olmakla birlikte bunlardan en belirleyici olanı "Türk Devlet Geleneği" ve “hâkimiyet anlayışı”dır. Dünyanın neresinde ve ne zaman kurulmuş olursa olsun
bir devlete Türk Devleti diyebilmemiz, Türk sıfatıyla tanımlayabilmemiz için
öncelikle söz konusu siyasî teşekkülün "Türk Devlet Geleneği" olarak adlandırılan idarî, malî, yargı, askerî ve kültürel bakımdan bu özellikleri temsil etmesi gerekir. Şu halde ayrı ayrı coğrafyalarda ve farklı zamanlarda tarih sahnesine çıkmış olan bu devletlere Türk sıfatını veren ortak payda Türk Devlet
Geleneği ve hâkimiyet anlayışıdır.80
Türk Devletlerinden birisinin siyasî gücünü kaybedip dağılmasını takiben bir başka Türk boyunun aynı coğrafyada yeni bir devlet kurması aslında
boyun adının değişmesinden başka bir şey değildir. Özellikle Türkistan, İtilUral ve Karadeniz'in kuzeyinde tarih sahnesine çıkan Türk devletlerinde bu
durum açıkça görülmektedir. Karahanlı, Gazneli, Selçuklu, Harzemşahlar vb.
örnekleri sıralayabileceğimiz bu Türk devletleri içerisinde biz, konumuz olması itibariyle Türk devletlerindeki hâkimiyet anlayışını daha çok Selçuklu Devleti eksenli olarak ele alacağız.
80
Bu konuda detaylı bilgi için bkz: R. Genç, Karahanlı Devlet Teşkilâtı; R. Şeşen, Salâhaddîn
Devrinde Eyyûbîler Devleti (Hicrî 569–589/ Miladî 1174-1193 ), İstanbul, 1983; A. Taneri,
Türk Devlet Geleneği, s.106; Mesela Eyyübi Devletini kuran hanedan Türk asıllı olmamasına
rağmen Devlet teşkilatında Selçuklu Türk Devlet Teşkilatını, müesseselerini örnek alması ve
uygulama alanına koyması sebebiyle Türk Devleti olarak kabul edilmektedir.
11
1. HÂKİMİYET KAVRAMI VE İDARE ŞEKİLLERİ
Hâkimiyet, kelime anlamı itibariyle; hükmeden, buyuran, üstün gücü
ifade etmekte, hâkimlik, amirlik ve üstünlük anlamında kullanılmaktadır. 81
Hâkimiyet “dış hâkimiyet” ve iç hâkimiyet olmak üzere iki şekilde görülür.82 Dış hâkimiyet, devletin diğer devletlerle olan münasebetlerini herhangi
bir başka devletin baskısı, müdahalesi ve aracılığı olmadan dilediği gibi tayin
ve tespit etmesi, karar verme serbestliğidir. Bir başka deyişle o devletin başka devletlerle hukuki anlamda eşit olmasıdır. İç hâkimiyet ise ülke içerisinde
mevcut otoritenin üzerinde herhangi bir gücün, kuvvetin bulunmamasıdır.
Diğer bir ifadeyle, devletin toprakları ve halkı üzerinde hukuki bakımdan emretme yetkisini tam olarak kullanması demektir.83
Devlette hâkimiyetin diğer bir unsuru ise “tam bağımsızlık”tır.84 Bağımsızlık Türk devletlerinde vazgeçilemez bir özelliktir. Türk milleti yeri geldiğinde vatanlarını terk etmiş; ancak bağımsızlığından asla ödün vermemiştir.
Hatta denilebilir ki; Türklerin tarihte bu kadar çok devlet kurmaları onların bağımsızlıklarına olan bu düşkünlüklerinden ileri gelmektedir. Çünkü Türkler,
bağımsızlıkları tehlikeye düştüğü anda başka yurt arayışına girmiş, gittikleri
yerlerde tam bağımsız yeni bir devlet kurmuşlardır.
Devletlerde çok çeşitli olan hükümranlık (hâkimiyet) şekilleri arasında
üç tip hâkimiyet şekline rastlanmıştır: Gelenekçi hâkimiyet, karizmatik hâkimiyet, kanunî hâkimiyet.85
Gelenekçi hükümranlıkta meşruluk, düzenin kutsallığı düşüncesine
dayanır. Buna göre kimin hükümdar olacağını gelenekler belirler, Bir başka
deyişle, gelenekçi hâkimiyette meşruiyet, eskiden beri süre gelmekte olan ve
değişilmeyeceğine inanılan düzenin kutsallığını benimsemeye dayanır. Böyle
81
M. Nihat, Özön, Osmanlıca Türkçe Sözlük,, s.222
Salim Koca,“Eski Türklerde Devlet Geleneği ve Teşkilâtı”, Türkler, II., s.312
83
S. Koca, “Devlet Geleneği ve Teşkilât”, Türkler, II, s.312
84
S. Koca, “Devlet Geleneği ve Teşkilât”, Türkler, II, s.313
85
İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s.248
82
12
bir hâkimiyet anlayışında hükümdar, hâkimiyetini yazılı hukuk kurallarına göre değil, örf, adet ve geleneklere uygun olarak kullanır ve bunun doğal sonucu olarak da uygulamadaki bozukluklar sistemin değil uygulayıcının sorumluluğundadır.86
Kanunî meşrulukta esaslar, önceden kanun tarafından belirlenmiştir.
Hâkimiyeti elinde bulunduranlar tarafsız kurallara göre hâkimiyetlerini sürdürürler. Hükümdar bu kurallara uymak zorundadır.87
Karizmatik meşruluk ise, iktidardakilere Tanrı tarafından verildiği kabul
edilen üstün vasıflardan kaynaklanmaktadır. Bu hâkimiyette esas bir nevi
insanüstülük yani, “lütuf ve inayetle donatılmış olma” gücüdür.88
Burada hükümdara olan bağlılık geleneklerden ileri gelmediği için karizmatik meşruluk taşıyan kişi, hâkimiyeti altındakilere başka uygulamalar
getirebilir ve yeni hedefler gösterebilir.89
Bu üç hâkimiyet tipi, biri diğerinin gelişimi olmadığından sıra takip etmez. Gelenekçi hâkimiyetin izlerine en modern toplumlarda da rastlandığı
gibi, karizmatik telâkki de eski ve yeniçağlarda sık görülür.
1.1.
Eski Türklerde Hâkimiyetin Kaynağı
1.1.1 “Kut” Anlayışı
Eski Türklerde siyasî iktidar anlamına gelmekte olan “kut”90, Tanrı tarafından hakanlara verilmekteydi. Bir başka deyişle, Tanrı “kut bağışı” 91 ile
86
İ. Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s.248; M. Niyazi, Türk Devlet Felsefesi ,s.44
İ. Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s.248; M. Niyazi, Türk Devlet Felsefesi, s.45
88
M. Niyazi, Türk Devlet Felsefesi, s.45
89
İ. Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s.248; M. Niyazi, Türk Devlet Felsefesi, s.45
90
Türkler, devletin bir unsuru olarak siyasi otorite veya siyasi iktidar kavramını “kut” sözü ile karşılıyorlardı. “kut” kelimesini, anlamı üzerine araştırma yapan tarihçiler saadet, makaddes, kutlu ve
mesud olma, şans, talih gibi anlamlarla ifade etmişlerdir. Geniş bilgi için bkz: A. Donuk, “Türk
87
13
Türk hakanına hükümdarlık güç ve yetkisi vermiş oluyordu. Eski Türklerdeki
siyasî iktidarın Tanrı tarafından verilmesi düşüncesi İslamiyetin kabulü sonrası da devam etmiş; Türkler bu defa “kut”a İslami bir anlam vererek onu Allah’ın takdiri veya nasibi olarak yorumlamışlardır.92
Eski Türk Devletleri’nde hükümranlık anlayışı karizmatik olup, yetki ve
kudret Tanrı’dan alınmıştır. Diğer bir ifadeyle, Türk hükümdarının idare etme
hakkı Tanrı tarafından bağışlanmıştır 93. Bu telâkkiyi Hun Devleti tanhusunun
“Benim hükümdar olmam Tanrı tarafından kararlaştırıldı”, Göktürk Devleti’nin
ünlü hanı Bilge Kağan’ın “Tanrı irade ettiği için tahta oturdum, dört yandaki
milletleri nizâm a soktum”, “Babam kağan ile anam hatunu Tanrı tahta oturttu” ve “Tanrı irade ettiği için kut’um olduğu için kağan oldum” vb. ifadelerinde
görmek mümkündür.94 Ayrıca, Asya Hun İmparatorluğunun unvanı da “Gök
tanrının, güneşin, ayın tahta çıkardığı Tanrı Kut’u Tanhu” idi.95 Burada “kut”
kavramı ön plana çıkmaktadır. Kut’un kelime manası, uğur, devlet, baht, saadet olmakla birlikte, Türk ve Moğollarda genellikle gökten inen bir nur sütunu
şeklinde tasavvur olunur ve han soyunun bundan meydana geldiğine inanılırdı.96 Kut taşıyan hakan mukaddes olup, Hazar hakan ailesinde olduğu gibi
yüzünü halka göstermezdi.97 Hanlar umumiyetle, gökten inen bir ışıktan gebe
kalmış bir prensesin evlatlarıdır.98 Nitekim Oğuznâme’ye göre Türklerin ilk
büyük atası Oğuz Kağan ilâhi bir menşeden gelmiş, daha çocuk iken bir ta-
Devletlerinde Hâkimiyet Anlayışı”,Tarih Enstitüsü Dergisi, Sayı: X, XI, Ancak kut sözü bizimde inceleyeceğimiz şekliyle bu anlamlarda daha farklı bir içerik ihtiva etmelidir.
91
Kutadgu Bilig’de şu şekilde ifade ediliyor; “Kut’un tabiatı hizmet şiarı adalettir. Fazilet ve kısmet
kuttan doğar. Hükümdarlığa yol ondan geçer. Her şey kutun eli altındadır. Bütün istekler onun
vasıtası ile gerçekleşir. Tanrısaldır. Dünyada tam bir iktidar kuşağı bağladı, kurt ile kuzu bir
arada yaşadı. Bey bu makama sen kendi gücün ve isteğin ile gelmedin, onu sana tanrı verdi. Hükümdarlar iktidarı tanrıdan alırlar” demiştir. Yusuf Has Hâcib, Kutadgu Bilig, s.45
92
M. Niyazi, Türk Devlet Felsefesi, s. 50
93
İ. Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s.256–257; M. Niyazi, Türk Devlet Felsefesi, s.45; M. A.
Köymen, Tuğrul Bey, s.71
94
İ. Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s.255; Osman Turan, Cihân Hâkimiyeti, s.147–186; M. Ergin,
Orhun Abideleri, s.17, 19, ve 36
95
İ. Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s.257
96
S. Özbek, “Siyasetnâme Özellikleri Açısından Râhatü’s-Sudûr’un değerlendirilmesi”, s.501; A.
Taneri, Türk Devlet Geleneği, s.106
97
İbn Fazlan, İbn Fazlan Seyahatnamesi, s. 77
98
A. Taneri, Türk Devlet Geleneği, s.106
14
kım kahramanlıklar yapmış ve kendisi gibi gökten ışık içinde yeryüzüne inen
bir kızla evlenmiştir.99
Kut, eski Türklerde siyasî iktidar anlamına gelmekte, bundan feragat
ise siyasî iktidardan vazgeçme idi.100 Tanrı, kut bağışı ile Türk hakanına hükümdarlık güç ve yetkisi vermekte, diğer bir ifade ile onu siyasî iktidar sahibi
kılmakta idi. İşte, Türk Kağanı’da Tanrıdan aldığı güç ile Türklerin anayurdu
Orta Asya’nın hemen her tarafında yaşayan milletleri kendisine tâbi kılıyor ve
onlara üstünlüğünü kabul ettiriyordu.101 Bundan başka deyişle, ilâhi menşeden gelen Türk Kağanını kut, yani siyasî iktidar ile donatan Tanrı, ona bir taraftan iktisadi güç anlamına gelen “ ülüg veya ülüş” bağışı vermekte ve Türk
ülkesinde bolluk ve bereketi artırmakta iken, diğer taraftan da yine ona verdiği güç “küç” ile düşmanlarına karşı zafer kazandırmaktaydı.102
Türklerdeki hâkimiyet anlayışının başka milletlerin kültürlerinde de görülebilen ilâhî kaynaklı hâkimiyet telâkkisinden ayrılan bir noktası vardır ki;
son derece önemli olup dikkate değerdir. Daha Hunlardan itibaren hâkimiyetin ilâhî kaynaklı olduğunu kabul etmekle beraber hakanlara herhangi bir surette ulûhiyet atfedilmemiştir.103 Hakan, Tanrı tarafından gönderilmiş ve kut
verilmiş bir insan olarak kabul edilmiştir. Benzeri başka kültürlerde kralın
kendisi de ilâhî menşeli olarak kabul edildiğinden bu inanç, “kral hata yapmaz, kral masumdur” fikrini de beraberinde getirdiği gibi kral veya imparatorluğu ilahlaştırmaya kadar varmıştır. Bu bağlamda Çin İmparatoru “güneşin
oğludur” ve bizatihi Tanrılık atfedilerek bedeni kutsallaştırılmaktadır.104 Hâlbuki Türk anlayışında ilâhî olan görevlendirme ve görevdir.105
99
O.Turan, Cihân Hâkimiyeti, s.146; M. Niyazi, Türk Devlet Felsefesi, s.45
R. Genç, Karahanlı Devlet Teşkilatı, s.67; İ. Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s.256–257
101
R. Genç, Karahanlı Devlet Teşkilatı, s.67; S. Koca, “Devlet Geleneği ve Teşkilât”, Türkler, II,
s.318
102
M. Niyazi, Türk Devlet Felsefesi, s.45; S. Koca, “Devlet Geleneği ve Teşkilât”, Türkler, II, s.318
103
Bu konuda yukarıda kısaca bahsettiğimiz Hazarları istisna olarak göstermek gerekmektedir.
104
“ Çinliler, Çin İmparatoruna, “Tien-tse”, yani “Gök’ün oğlu” delerdi. B. Öğel, Dünden Bugüne
Türk Kültürünün Gelişme Çağları, s.575
105
N. Köseoğlu, Türk Dünyası Tarihi s.37
100
15
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Türk Hakanı Tanrı tarafından bazı olağanüstü güçler ile donatılmış olmasına rağmen, o hiçbir zaman olağanüstü
bir varlık olarak kabul edilmemiş; hem iktidarını aldığı Tanrıya karşı sorumlu
olmuş, hem de yazılı olmayan Türk töresine karşıda yükümlülük taşımıştır.
Şayet, kağan bu sorumluluğu taşımaz, diğer bir ifade ile başarısız olursa,
Tanrı’nın verdiği kut yine Tanrı tarafından geri alınırdı.106 Burada hemen şunu
belirtmek gerekir ki; Türklerde yönetme yetki ve kudreti batıda olduğu gibi
babadan oğula süren ve soy asaletine bağlı olan bir anlayışla açıklanamaz.
Aksine Türklerde hükümdarlık "liyakat" ile kazanılırdı. Mesela, II. Göktürk
Devleti Kağanı Kapağan’ın oğlu İnal başarılı olamamış; bu sebeple Bilge ve
Kültigin Kardeşler “kut taplamadı” yani “kut ondan memnun olmadı” diyerek,
onu tahttan indirmişlerdir.107
1.1.2 Cihân Hâkimiyeti Mefkûresi
Türk hâkimiyet telâkkisi, “cihân hâkimiyeti mefkûresi”ne dayanır ve bu
mefkûreye göre; devlet, “ebed-müddet”108’tir.Türk devlet geleneği; dün, bugün, gelecek üçgeninde milletle bütünleşmiş çok sağlam bir karaktere sahiptir. Geçmiş ile geleceği bu kadar muazzam bir bütünlük halinde kucaklaştırabilen bir milliyetçilik anlayışı âdeta Allah’ın Türklere bir armağanıdır: “Gök’te
bir tek Allah, Yer’de de bir tek Hâkan olmalıdır” şeklindeki inanç, Hun ve Göktürk devirlerinden beri devam edip gelmiştir. Göktürk Kitâbelerinde: “…üstte
mavi gök, atta yağız yer kılındıktada, ikisi arasında kişi oğlu (insanoğlu) kılınmış…!”109 denilmektedir.
“Hükümran” olmak ve “hükmetmek”, Türk’ün yaratılışından getirdiği
güzel bir meziyettir. Türk insanının devlet kurmada, teşkilâtçılıkta, sevk ve
106
S. Koca, “Devlet Geleneği ve Teşkilât”, Türkler, II, s.18
S. Koca, “Devlet Geleneği ve Teşkilât”, Türkler, II, s.318
108
Türkler, kurdukları devletlerde daha baştan amaçlarını “devlet-i eded-i müddet” olarak belirlemişlerdir. Böylelikle onlar bir yandan devletlerinin temellerini atarken diğer yandan da amaçlarını
ortaya koyar ve cihân hâkimiyetinden bahseder.
109
M.Ergin, Orhun Abideleri, s.9
107
16
idaredeki üstün vasıfları hemen her zaman takdirle ve hayranlıkla ifâde edilmiştir.
Türklerde din, devlet, millet ve kâinat kavramları her devirde mukaddes sayılmıştır. Devletin ve milletin gücü ve kudreti, Allah’ın izni ile tahta oturtulmuş olan hükümdarın elinde olmalı ve o’na herkes kayıtsız şartsız itaat
etmelidir.110
Eski Türk fütuhatının felsefi temeli, dünyayı tek hükümdarın idaresinde
birleştirmeyi hedef tutan cihân hâkimiyeti telâkkisi111, şüphesiz milli geleneklere bağlılıklarını gördüğümüz Türk-İslam hükümdarlarında da gerçekleştirilmesi gerekli bir ana fikir halinde mevcut bulunuyordu. Cihân hükümdarlığı
için lüzumlu olan asâlete kaynak teşkil eden siyasî iktidarın Tanrı tarafından
verildiği düşüncesi, İslamî dönem Türk devletlerinde de yaşamakta idi.112
Göktürk Kitabelerinde rastladığımız “…üstte mavi gök, atta yağız yer
kılındıktada, ikisi arasında kişioğlu (insanoğlu) kılınmış insanoğlunun üzerine
ecdadım Bumin Kağan, İstemi Kağan oyurmuş…”113 ifadesi ile Türk destanlarındaki “Güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar” dünyanın töreye göre
Türk hükümdarı tarafından idare edilmesi ülküsü Xl. Yüzyılda Kaşgarlı
Mahmud’da bütün canlılığını muhafaza ediyordu. Kaşgarlı Mahmud şöyle
demektedir: “Tanrı devlet güneşini Türklerin burçlarında doğdurmuş, göklerdeki dairelere benzeyen yıldızları onların saltanatları etrafında döndürmüş ve
Türkleri yeryüzünde hâkim yapmıştır.” 114
Türk cihân hâkimiyeti düşüncesinin biri teorik diğeri uygulamada iki
cephesi vardır. Bu cephenin birincisi olan teorik uygulama “dört köşe” veya
“dört bulunğ” üzerinde Türklerin kutsal hükümranlığının tabi sayılmasıdır.
110
O. Turan, Cihân Hakimiyeti, s.75–101
O.Turan, Cihân Hâkimiyeti, s.75–101
112
Bu konuyla ilgili daha geniş bilgi “İslamiyetin Kabulünden Sonra “Hâkimiyet Anlayışı” başlıklı
konumuzda yer almıştır.
113
M.Ergin, Orhun Abideleri, s.33
114
İ. Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s.363.
111
17
İkincisi olan uygulama cephesi ise, “güneşin doğduğu yerden battığı yere
kadar” her yerin Türk idaresi altına alınmaya çalışılması ve zorlanmasıdır.115
Sultan Tuğrul Bey’in Bağdad hilâfet sarayında “Doğunun ve Batının
hükümdarı”116 olarak kılıç kuşanması, yine aynı unvana sahip Büyük Sultan
Melikşah’ın ölümünden az önce Bağdad da topladığı harp meclisinde Mısır
ve bütün Mağrib kıtasının (Kuzey Afrika) zaptını planlaması, oğlu Sultan
Sencer’in halifeye gönderdiği 1133 tarihli mektubunda “Ulu Tanrı’nın lütfu ile
cihân padişahlığına yükseldiği”ne dair ifadelere yer vermesi daha açık bir
mânâ kazanmaktadır.117
Fethedilecek olan yeni ülkelerin çeşitli bölgelerine gönderilecek hanedan üyelerinin önceden belirlenmesi de yine cihân hâkimiyeti anlayışının bir
gereği idi. Nitekim Selçuklular Dandanakan Savaşı’nın hemen arkasından
topladıkları kurultayda, fethedilecek yerlerle, idareciler tespit ettiler. 118
Kökleri eski zamanlara uzanan Türk cihân hâkimiyeti düşüncesi, İslamî
döneme “İlâ-yı Kelimetullâh”, “cihad” ve “gaza” fikirleriyle birleşmiş, Türk
“mülk ve millet” prensibi ile sonraki “din ve devlet” düsturu arasında denge
kurulmak suretiyle yeni bir düşünce terkibi (“Din-ü Devlet, Mülk-ü Millet”)
meydana getirilmiştir. Bu ülkü, fetihlerini Hıristiyan dünyasına dönük olarak
yapan Osmanlı Devleti’nde doruk noktasına ulaşacaktır. 119
Burada bir hususu daha belirtmek istiyoruz. Türk tarzı din-siyaset ilişkisi yorumu, diğer Müslüman devletlerde görülen İslâm yönetim biçiminin teokratikleşmesi eğilimlerine de engel olmuş, Türkler eski hâkimiyet ananeleriy-
115
Daha geniş bilgi için bkz: İ. Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s.248–254
Ebu’l Ferec, Tarih, I, s.305
117
İ. Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s.36; M. Niyazi, Türk Devlet Felsefesi, s. 176
118
Toplanan kurultayda, fethedilecek yerlerle, idareciler şu şekilde tespit edilmiştir. Ceyhun ile Gazne
arasındaki bölge Çağrı Beye, Bust-Sistan havalisi Musa Yabgu'ya, Nişâpur'dan itibaren bütün
batı bölgeleri Tuğrul Beye verildi. Çağrı Beyin oğlu Yakutî ile İbrahim Yınal, batı cephesinde
görev aldılar. Hanedandan Arslan Yabgu'nun oğlu Kutalmış, Cürcân ve Damgan'a, Çağrı Beyin
oğlu Kara Arslan Kavurd ise, Kirman havalisine tayin olundular.
119
İ. Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s.365
116
18
le İslam’ın özgün inanç sistemini harmanlayarak dinin siyaseten teokratik bir
yapıya kaymasına müsaade etmemişlerdir.
Görüldüğü üzere Türkler en eski zamanlardan beri sahip oldukları hükümdarların idare yetki ve haklarının ilâhî menşeli olduğu, yani hâkimiyet
haklarını Tanrı tarafından verildiği şeklindeki telakiyi İslamî dönemde de bütün canlılığı ile devam ettirmişlerdir. Bunun bir icabı olarak onlardaki devlet ve
siyasî otorite kavramları da umumiyetle eski geleneğin bir tezâhürü biçiminde
görünmektedir. Aynı şekilde hükümdarda aranan alplik, cesaret, bilgelik, erdemlilik ve şöhret sahibi bulunmak gibi, ifadesini Göktürk Kitabeleri’nde ve
Uygur metinlerinde barındıran eski inanışı, nazariyatta olduğu gibi pratikte de
devlet başkanlarından beklenen başlıca özelliklerden saymışlardır.120
Hükümdarın vazifeleri konusuna gelince; yine en güzel ifadesini Göktürk Kitabelerinde müşahede ettiğimiz ve halkı doyurmak, giydirmek, müreffeh kılmak, dirilik ve düzen içinde yaşatmak şeklinde özetlenebilecek hususlar da bu vazifelerin başında gelmiştir. Hatta hükümdar ile reâyanın, yani idare edenle edilenlerin birbirlerine karşı hak ve görevleri ile sorumlulukları karşılıklı hak-hukuk anlayışı içinde formüle edilmiş ve hükümdara dirlik ve düzenliğin bilhassa kanun hâkimiyetinin sağlanmasında büyük vazifeler terettüb
etmiş, bu hususların yerine getirilmesi reayanın hükümdar üzerindeki haklarından olmuştur. Böylelikle ancak modern idarelerde rastlanabilen ileri bir
kanun hâkimiyeti anlayışı ve adeta devletin halk için olduğu prensibi vasıtasıyla, bugün “sosyal devlet” adını verdiğimiz yüksek bir kültür örneği gösterilmiştir. Diğer taraftan Türk hakanının yeryüzündeki bütün insanların hükümdarı bulunduğu tarzındaki eski Türk hakanının yeryüzündeki bütün insanların
hükümdarı bulunduğu tarzındaki eski Türk hâkimiyet anlayışının da muhafaza edildiği görülmektedir.121
120
121
B. Öğel, Gelişme Çağları, s.580–584; R. Genç, Karahanlı Devlet Teşkilâtı, s.337
Bizim burada kısaca özetlemeye çalıştığımız Ortaçağ da Türk hükümdarların özellikleri
hakkındadaha geniş bilgi almak için bkz. S. Özbek, “Siyasetnâme Özellikleri Açısından
Râhatü’s-Sudûr’un değerlendirilmesi”, s.499–515; Ayrıca bkz. O. Turan, Cihân Hâkimiyeti,
19
1.2. İslamiyet’in Kabulünden Sonra “Hâkimiyet Anlayışı”
Türkler Müslüman olduktan sonra eski geleneklerinden birçoğunu devam ettirmekle birlikte artık yeni bir hayata geçmiş bulunuyordu. Bu yeniliğin
başlıca iki kaynağı vardı. Birincisi yeni bir inanç sistemini benimsemişlerdi ve
bu inanç sistemi insanın sadece Tanrı ile değil, aynı zamanda diğer insanlarla olan münasebetlerini de düzenliyordu. Bu nedenle Müslüman bir devletin
sosyal ve siyasî-iktisadi bakımdan da İslam esaslarına uygun bir teşkilatlanmaya geçmesi gerekiyordu. İkincisi Türkler Müslüman olarak yeni bir medeniyet dairesinin içine girmişler ve bu dairenin içerisinde olan başka milletlerle
de kültür ve medeniyet alışverişi yapmaya başlamışlardır.122
X. yüzyıl itibariyle Türk siyasî oluşumunda, sosyal tabakalaşmanın
devamı, halk dili olan Farsça ile Kur’an dili Arapça’nın konuşma da, yazışmada, edebiyatta, dini ve ilmi eserlerde kullanılması, Türk idareciler tarafından İslamî isimler, unvanlar alınması, var olan hükümet teşkilatının muhafaza
edilmesi, devleti koruma hizmetine yerli unsurların iştirak ettirilmesi ve İslam
inanç ve ideallerinin devlette üstün bir güç durumuna yükselmesi gibi özellikler yer almıştır.123
Fakat Türk-İslam devletinin Arap ve Fars kökenli İslam devletlerinden
farkları vardır. Bu noktalar özellikle hâkimiyet anlayışı, devlette askerî karakter, toprak rejimi ve sosyal haklarda belirir. O halde, bu Türk devletleri İslam
dininin hâkim bulunduğu ülkelerde mevcut değerler ile Türk gelenek ve göreneklerini birbiri ile kaynaştırarak kendine has siyasî teşekküller oluşturmuşlardır. 124
Karahanlılar devleti zamanında Orta Asya Türklerini büyük bir kısmı
İslâmiyeti kabul etmişlerdir. Böylece söz konusu dönemde özellikle Göktürk-
s. 120–127; M. Niyazi, Türk Devlet Felsefesi, s.82–86; B. Öğel, Gelişme Çağları, s.582–584;
R. Genç, Karahanlı Devlet Teşkilâtı, s.337
122
E.Güngör, Tarihte Türkler, s.159
123
İ. Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s.341
124
İ. Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s.342
20
ler ile başlayıp Uygurlar zamanında büyük bir gelişme gösteren Türk kültür ve
medeniyeti ile İslam kültür ve medeniyeti karışıp kaynaşmış ve Türk-İslam
medeniyeti adını verdiğimiz tarihi gelişmenin de temelleri atılmıştır.125 Devlet
yönetimi, ordu, sosyal hayat bakımından tamamen Türk olan bu devlet, dini
açıdan İslâmiyeti temsil ediyordu. Karahanlılar dönemi bu özelliğiyle adeta
Türk-İslam cemiyeti tipine doğru köprü vazifesi görmüş bulunuyordu. Bundan
sonra Gazneliler ile devam eden gelişme Selçuklular ile tamamlandı. Böylece bilhassa bahis konusu “kaynaşma” Selçuklular ile gerçekleşmiş oluyordu.126
Yeni bir din veya medeniyetin kabulü, cemiyette inanış, düşünüş ve
yaşayış gibi çeşitli bakımlardan meydana getirdiği değişiklik dolayısıyla bir
milletin tarihinde en önemli hadise olmak vasfını daima korumaktadır. Din
değiştirmenin millet hayatında meydana getirdiği farklılıkları Türk tarihinde
açık olarak görebilmekteyiz. Türkler, Müslüman olmadan önce gerek Türkistan’da ve gerekse yayıldıkları ülkelerde Budizm, Manihaizm, Musevilik ve
Hıristiyanlık gibi dinleri kabul etmişlerdir.127 Ancak bu dinlerin kabulü kısmen
olmuş ve büyük Türk kitlesi kendi Gök-Tanrı dinlerine bağlı kalmışlardır.128
Türklerin kısmen de olsa kabul ettikleri bu dinlerin ortaya koyduğu nizâm onların töre ve yaşantılarına uymadığı için kısa zamanda milli benliklerini kaybetmişlerdir. Göktürk hakanı Bilge Kağan, veziri Tonyukuk’tan bir Budist mabedinin yapılmasını istediği zaman bilge vezirin ona verdiği “savaşı ve hayvan eti yemeyi yasaklayan ve miskinlik telkin eden bu dinin kabulü Türkler
için felaket olur” cevabı, bu hususu bütün açıklığıyla ortaya koymaktadır.129
125
O.Turan, Cihân Hâkimiyeti, s.179–187; R. Genç, Karahanlı Devlet Teşkilâtı, 7
R. Genç, Karahanlı Devlet Teşkilâtı, s.7; İ. Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s.342
127
Türklerin kabul ettikleri bu dinler zamanla onların bulundukları coğrafyada asimile olmalarına
neden olmuştur. Hıristiyanlığı kabul etmiş olan Bulgar Türkleri asimilasyona uğramış olan
Türkler arasından verebileceğimiz misallerden birini teşkil eder.
128
H. Dursun Yıldız, “Türklerin Müslüman Olmaları”, D. G. B. İ. T., s.17–54
129
M. Niyazi, Türk Devlet Felsefesi, s.91; Büyük vezir Tonyukuk’un bu veciz sözlerin bir kehanet
olmadığını tarih göstermektedir. Nitekim yukarıda da ifade ettiğimiz gibi Museviliği kabul etmiş olan Hazarlar’ın, Hıristiyanlılığı benimsemiş bulunan Bulgar ve Macarlar’ın bugün için
Türklüklerinden bahsedilemez.
126
21
İslâmiyet’in kabulü Türklere yeni bir ruh ve kuvvet vermiş Asya steplerinden Avrupa’nın içlerine kadar uzanan sahalarda büyük ve uzun ömürlü
imparatorlukların kurulmasında başlıca etken olmuştur. Türkler İslam dinini
kabul edip bu yeni medeniyetin içerisine girince, maddi-manevi bir yükselişe
geçtikleri gibi kendi cihân hâkimiyeti mefkûreleri İslamiyetteki cihad anlayışıyla tamamlanıyor ve kuvvet buluyordu. Üstelik buna Kaşgarlı Mahmûd’un eserinde yer verdiği “Benim Türk adını verdiğim ve şarkta yetiştirdiğim bir ordum
vardır. Bir kavme gazaplandırdığım zaman onları o kavim üzerine saldırtırım
(hâkim kılarım).”130 mealindeki kudsî hadisi de eklenince bu kuvvet bizzat Hz.
Peygamber tarafından verilmiş oluyordu. 131
Müslüman Oğuzlar’ın, Hz. Muhammed zamanından beri asırlarca
Darü’l-Cihâd132 ilân edilerek seferler yapılmasına rağmen, bir türlü gerçekleştirilemeyen Anadolu’nun fethinde ve burasının ikinci bir Türk vatanı olmasında, Osmanlı Devleti gibi dünya tarihinin en büyük ve uzun ömürlü imparatorluklarından birinin kurulmasında İslam dininin oynadığı rol son derece önemlidir.133
Bunlardan daha önemlisi İslam dininin ortaya koyduğu nizâm ile Türk
töre ve yaşayışı birbirine uyduğu ve birbirini tamamladığı için Türkler milli varlıklarını devam ettirmişlerdir. İslam dinini kabul etmiş olan Türk boylarından
hiçbiri, diğer dinleri kabul edenler gibi varlıklarını kaybetmemişlerdir. Diğer bir
ifade ile dünyanın çeşitli bölgelerine dağılan Türk milleti varlığını İslam dini
sayesinde koruyabilmiştir.134
Bilindiği üzere, İslâmiyet’te devlet başkanı (halife), Allah’ın elçisi (resul)
olan Peygamberimize vekillik ettiği için “bütün Müslümanların başı” (Emirü’l130
Kaşgarlı Mahmûd, Dîvânü’l Lügati’t Türk, s.294
Daha geniş bilgi için bkz O.Turan, Cihân Hâkimiyeti, s. 194–201
132
Darü’l-Cihâd: Önce "Dar" mefhumu üzerinde duralım. Arapça bir kelime olan "Dar"ın lugat mânâsı; yerleşme mekânı, belde, mahalle ve arsaların tamamı, bir kavmin konakladığı, yerleştiği yerdir. İslâmi ıstılahta; "Herhangi bir inanç sahiplerinin kuvvet ve hâkimiyetle ele geçirdiği belde"
manasına kullanılır. Cihad kelimesi ise Arapça cehd, kökünden türetilmiştir. Cehd Türkçemizde
de kullanılan bir kelimedir, gayret göstermek anlamındadır, çalışmak manasınadır
133
H. Dursun Yıldız, “Türklerin Müslüman Olmaları”, D. G. B. İ. T., s. 54.
134
H. Dursun Yıldız, “Türklerin Müslüman Olmaları”, D. G. B. İ. T., s.54
131
22
mü’minin) diye anılır ve o, insanların dünya ve ahirete dair bütün işleri dâhil,
kâinat nizâmının İslam şeriatı dairesinde idaresinden sorumlu bulunurdu.135
Hâlbuki Türk hükümdarı Tanrı bağışı “kut” yolu ile yalnız yeryüzündeki insanları idare etmekle görevliydi.136
İşte hâkimiyet anlayışındaki bu ayrılık İslam tarihinde ilk defa Büyük
Selçuklu devleti çağında ortaya çıkmış ve Türk hükümdarları dünyayı idare
etme selâhiyetini halifeye devretmeyerek kendi uhdelerinde muhafaza
etmişlerdir. Daha önceki İslam devletlerinde, hatta Gaznelier’de bile devlet
başkanları “İslam halifesine bağlı birer Müslüman emir (kumandan, idareci)”
durumunda iken ve halifenin yüksek otoritesini tanıyarak her türlü icraatta dini
çerçeve içinde kalmaya, dünya meselelerini de şeriat hükümlerine göre
yürütmeğe gayret ederlerken, Selçuklu sultanları hürmette kusur etmedikleri
halifeyi sadece muhterem bir vatandaş addediyorlar ve hilâfet başkenti
Bağdad’a Türk devletinin sade bir şehri gözü ile bakıyorlardı. 137
1.3. Selçuklular Devrinde Hâkimiyet Anlayışı
Selçuklu Devletinde de tıpkı eski Türk Devletlerinde olduğu gibi devletin hanedanın ortak malı olduğu düşüncesi hâkimdi. Hükümdarların ilâhî
menşeli olduğu düşüncesine dayanan bu hâkimiyet telâkkisine göre, hükümdarlık iktidarı ve idare kabiliyeti kan ile evlatlarına da geçtiğinden bütün hanedan üyeleri hükümdar olmak hakkına sahiptiler.138 Bu nedenle zaman zaman ortaya çıkan ve çoğunlukla devletlerin parçalanması ve nihayetinde yok
olmasıyla neticelenen taht kavgalarının çıkış sebebi de Tanrı’nın onlara verdiği bu ortak hanedan anlayışıdır. Girişilen mücadele neticesinde kazananın
135
M. Niyazi, Türk Devlet Felsefesi, s.52–54.
M. Ergin, Orhun Abideleri, s.33
137
İ. Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s.346
138
İ. Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s.397; R.Genç, Karahanlı Devlet Teşkilâtı, s.13; S. Özbek,
“Siyasetnâme Özellikleri Açısından Râhatü’s-Sudûr’un değerlendirilmesi”, s.512
136
23
daha fazla ilâhî kudrete sahip olduğu kabul edilir ve hükümdar olarak o tanınırdı. 139
Alp Arslan’nın saltanatı zamanında vezirliğini yapmış olan Nizâmü’lmülk, “Siyâset-nâme” adlı eserinde aynen şöyle der; “… Yüce Allah her asırda ve çağda “halk” arasından birini seçer, onu padişahlara layık ve mehde
değer hünerlerle süsler insanlar onun adaleti içinde yaşasınlar, emin olsunlar,
daima devletlerinin bekasını istesinler diye, dünya işlerini ve Allah’ın kullarının huzur içinde yaşamalarını ona tevcih eder…”140 Nizâmü’l-mülk’e göre,
hükümdar kudretini doğrudan doğruya Tanrı’dan alır ve Tanrı adına saltanat
sürer, Onun bu ifadesinden anlaşılıyor ki, Tanrı birini hükümdar olarak seçerken, onun hangi ırktan olduğuna bakmamakta, sadece hükümdarlık vasıflarına sahip olup olmadığını göz önünde bulundurmaktadır. Burada Halifelikten
ve dünyevi selahiyetlerin onun tarafından Selçuklulara devredilmesinden hiç
bahsetmemesi de dikkate şayandır.141
Bizzat Alp Arslan’a göre, Tanrı kendisine teveccüh göstererek, onu
Ademoğlulları arasından, dünya işlerinin nizâma konması (terbiyet) için seçmiş, “zamanın çehresini fikirlerinin nuruyla aydınlatmış, dünya yüzünü devletinin büyüklüğü ve adaletiyle süslemiş, memleket caddesini kendisine göstermiş, devlet merdivenlerini çıkmasını emretmiştir”.142
Nizâmü’l-mülk, eserinin bir yerinde bütün memleket (mülk) ve raîyetin
Sultan’a ait olduğunu söyler.143 Böylece insanları idare etmesi için Tanrı tarafından seçilmiş kimsenin insanların en üstünü olacağı tabidir. Nizâmü’l-mülk
bu noktaya eserinde muhtelif vesilelerle işaret eder. Mesela “Tanrı’nın padişahı, bütün insanların üstü ve insanları onun astı olarak yarattığını, insanların
139
Daha önce belirttiğimiz gibi İslami dönemde hâkimiyet Allah’ın takdiri ve nasibi ile gerçekleşirdi.
M. Niyazi bu konuyu açıklarken şu ifadelere yer verir: “İslam inancında Allah kadir-i mutlaktır,
her şey onun tasarrufuna bağlıdır. Ancak bir insan nasibinde varsa devlet başkanı olabilir.” Ancak görülen o ki; bu “nasib olma”, yine Allah’ın üstün kıldığı soy arasında gerçekleşebilmektedir. M. Niyazi, Türk Devlet Felsefesi, s.54
140
Nizamü’l-mülk, Siyâset-nâme, s.6
141
M. A. Köymen, Alparslan ve Zamanı, s.69
142
M. A. Köymen, Alp Arslan ve Zamanı, s.69
143
Nizamü’l-mülk, Siyâset-nâme, s.58
24
rızkı ve büyüklüğü hükümdardan elde ettiklerini” açıkça kaydeder.144 Diğer
taraftan bizzat Sultan (Alp Arslan) da kumandanlarına verdiği nasihatlerde,
onlara nezaret etmenin kendisine düştüğünü, zira, Yüce Tanrı’nın onları kendisi üzerine değil, kendisini onlar üzerine başbuğ (salar) yaptığını belirtir.145
Yine Nizâmü’l-mülk, eserinin başka bir yerinde, Sultanın dünya ailesinin reisi,
insanların da onun ailesi, halkı ve köle (bene) olduğunu yazar.146
Yukarıda ele almaya çalıştığımız tüm bu örnekler Büyük Selçuklu çağında da hükümdarlık anlayışında eski Türk tesirinin varlığını ortaya koymaktadır.
Ancak şuna da işaret edelim ki Kafesoğlu’nun da belirttiği gibi Türk hükümdarları insanüstü bir varlık sayılmamışlardır.147 Esasen Türk telâkkisi
kut’a nail olmuş birinin ancak buna uygun hareket ettiği müddetçe hükümdar
olarak kalabileceği merkezindedir.148
Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, eski Türklerdeki siyasî iktidarın Tanrı
tarafından verilmesi telâkkisi İslâmiyet sonrası da aynen devam etmiştir. Bununla beraber biz artık dönemin kaynaklarında dini motifli rüyalara da rastlıyoruz. Bunun ilk misallerini aşağıda zikredeceğimiz üzere, Büyük Selçukluların atası Dukak’ın rüyalarında göreceğiz. 149
144
Nizamü’l-mülk, Siyâset-nâme, s.255
Nizamü’l-mülk, Siyâset-nâme, s.224
146
Nizamü’l-mülk, Siyâset-nâme, s.171; Bundan başka büyük Türk dilcisi Kaşgarlı Mahmud, İslami
dönemde de korunan ilahi kökenli Türk hâkimiyet anlayışını şu veciz ifadelerde ortaya koymuştur: “Tanrının devlet (kut) güneşini Türk burçlarından doğurmuş olduğunu ve onların mülkleri
üzerinde göklerin bütün dairelini döndürmüş bulunduğunu gördüm. Tanrı onlara Türk adını verdi ve onları yeryüzüne hükümdar yaptı. Zamanımızın hakanlarını onlardan çıkardı; dünya milletlerinin idare dizginlerini onların eline verdi: kendilerini hak üzere kuvvetlendirdi. Kaşgarlı
Mahmut, Dîvânü’l Lügati’t Türk, s.295. Kaşgarlı Mahmut’un bu sözleri sadece hâkimiyetin
kaynağını değil, aynı zamanda Türklerde cihânşümul, yani üniversal bir dünya görüşünün de
mevcut bulunduğunu göstermektedir. Bu duruma göre Tanrı, sadece Türk topluluklarının değil,
bütünüyle dünya milletlerinin idaresini Türklere vermiş bulunuyordu.
147
İ. Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s.244
148
S. Koca, “Devlet Geleneği ve Teşkilât”, Türkler, II, s.318
149
Daha Herodote’den başlayarak ilk zaman ve orta zaman kronikçilerinde rüya rivayetlerine sık sık
rastlanır. Burada amaç kurulan devletin halk tarafından meşruiyetinin artmasıdır. Biz buna benzer bir durumu da Osmanlı Devleti zamanında yazılan menkibelerde de görmekteyiz. Mesela:
“Osman, bir gece Şeyh Edebali’nin evinde misafir kalır. Uyumadan evvel ev sahibi bir kitap ge145
25
Selçuklular ile ilgili rüyanın iki versiyonu vardır. Birincisinde “Selçuk’un
babası Dukak rüyasında göbeğinden üç ağacın çıktığını150, her tarafı saran
dallarının göklere yükseldiğini görmüş ve bunun üzerine Korkut-ata’da kendisine evlatlarının cihân padişahı olacağını müjdelemiştir”.151 İkincisine göre,
“Oğuzların menkıbevi hükümdarları arasında Tuğrul isminde biri ile iki kardeşinden bahsedilir; bu çocukların babası, daha oğulları devlet kurmadan evvel
bir rüya görür; Kendi göbeğinden çıkan üç büyük ağaç gövdesi büyür büyür,
ve her tarafa gölge salar ve tepeleri göklere erer; bunu kabilenin kâhinine
söyleyerek tabir ettirir; bu kabile içinden büyük bir hükümdar çıkacağını zaten
evvelden haber vermiş olan kâhin, bu adama – çocuklarının hükümdar olacağını, fakat bu sırrı kimseye açmamasını, tembih eder.152
Anonim Selçuknâmeye göre, Selçukluların ceddi Lokman (Dukak olmalı) evleneceği zaman zifaf odasında Kur’ân-ı Kerim görmüş, bunun üzerine
Lokman bu evi terk ederek başka bir evde zifafa girmiş ve o gece rüyasında
Hz. Peygamberi görmüş, Hz. Peygamber Kur’ân’a gösterdiği hürmetten dolayı kendisinin ve çocuklarının Dünya ve Ahirette izzet ve devlete nail olmaları
için dua etmiştir.153 Sadruddin el- Hüseyni’ye göre ise bu rüyayı gören Selçuk
Bey’in babası Dukak olup, Hz. Peygamber’in ve ashabının dualarını almıştır.154
tirerek bir raf üstüne koyar. Osman bunun nasıl bir kitap olduğunu sorunca Kur’an olduğunu
söyler. Osman bunun üzerine kitabı eline alarak sabaha kadar ayakta okur. Sabaha karşı uykuya
dalar. Rüyasında bir melek görünerek gösterdiği bu hürmetten dolayı kendisinin ve neslinin
aziz ve mükerrem olacağını tebşir eder.” Fuat Köprülü, Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu, s.44–45
150
Öncelikle mitolojik dönem Türk düşüncesinde ağaç kutsal kabul edilir ve tanrıya ulaşmanın yolu
olarak görülür. Çünkü kutsal ağaçların başları insan gözüyle görünmeyecek şekilde göğe doğru
uzanmakta ve gökte olduğu farz edilen ve bir ışık âleminden ibaret olan cennete ulaşmaktadır.
İleriki dönemlerde ise kutsal ağaç Tanrıyı sembolize etmiştir. M. Ergin, Orhun Abideleri, s.23–
24). Eski Türk Mitolojisinde Tanrıya ulaşmada vasıta kılınan Ağaç kültü, aşağıdaki rüyalardan
anlaşılacağı üzere, İslâmi dönemde “saltanat”ın karşıtı görülmüş ve rüyada görülen ağaçlar bu
minval üzere yorumlanmıştır.
151
O. Turan, Cihân Hâkimiyeti, s.153- 154
152
O.Turan, Cihân Hâkimiyeti, s.154; F. Köprülü, Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu, s.46
153
F. Köprülü, Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu, s.46
154
O.Turan, Cihân Hâkimiyeti, s.154
26
2. TÜRK - İSLÂM DEVLETLERİNDE HÂKİMİYET SEMBOLLERİ
Hükümdarlık alâmetleri konusunda da büyük ölçüde eski geleneğin
hâkim olduğu çok açık bir şekilde görülmektedir. Bu, bilhassa onlara verilen
ve tarihi “kut” anlayışından kaynaklanan unvanlarda açıkça görüldüğü gibi,
öteki hâkimiyet sembolleri de tarihi geleneklerin bir devamı durumundadır.
Mesela ordu (başkent ve saray), orun (taht), otağ, tuğ, bayrak, kövrüg (davul
nevbet) bu cümledendir. Ancak, zamanın İslamî devlet anlayışının bir gereği
olarak Türk hükümdarları da halifeler ve kendi adlarına hutbe okutmuşlar,
halifelerden menşur almışlar, hil’at giymişler ve onlar tarafından tevcih edilen
lâkabları da kullanmışlardır. Ayrıca, unvanlar konusunda sahip-kıran, sultan
gibi unvanlar, hiç değilse kavram olarak Türk camiasında da benimsenmiştir.
Yine İslamî idare anlayışının bir sonucu olarak Müslüman Türk hükümdarlarından gaza ve cihat yapmaları da beklenmiş, pek çoğu halis dindar olan bu
hanedan mensupları da, Budist Uygurlara ve öteki gayri müslimlere karşı İslamî korumak ve yaymak için mücadele vermişler, bu uğurda şehit düşmüşler, gazi, mücahit sıfatlarını kazanmışlardır.155
1) Unvan ve Lâkablar
Bu konuyu izah ederken ilk olarak İslâmiyet öncesi hükümdar unvanlarından bahsetmekte yarar görüyoruz. Zira böylece Türk unvanlarındaki ilâhî
menşe telâkkisi ile bunun hâkimiyet anlayışındaki akislerini ve bunun devamlılık çizgisindeki yansımalarını daha iyi müşahede edebiliriz kanaatindeyiz.
Türk siyasî otorite telâkkisini ortaya koyan unvanların ilki “Tanrı-kut”
unvanıdır. Mete Han’ın da unvanı olan bu tabir Kut’un Tanrı menşeli oluşunu
ve siyasî otoritenin kaynağını göstermesi açısından önemlidir. Bir diğer eski
Türk hükümdar unvanı ise “kutlug”dur ve anlamı “Tanrı tarafından verilen
kut’a, siyasî otorite gücüne sahip olan” demektir. Bundan başka Göktürk kitabeleri’nde geçen “Tengri ifadesi; “Tanrıya benzer Tanrı” ya da “Tanrıya benzer Gök” şeklinde çevrilmiştir ve sanki Türk hükümdarının “Gök (Sema)’ün
155
R. Genç, “Karahanlı Devlet Teşkilatı”, s. 338
27
oğlu” olduğu anlayışı yerleştirilmeye çalışılmıştır. Ancak kimi tarihçiler yorumlarında burada geçen tâbi rin “Kendine benzer (eşi olmayan Tanrı’nın yarattığı kimse” demek olduğu fikrini benimsemişlerdir. Yine “Tengri Teg Tengride
Kut Bulmış”, “Tengri (Gök Kağan”, “Iduk-kut” gibi eski Türk hükümdar unvanlarının hepsi “hükümet etme hakkı olarak Tanrı tarafından bahşedilen yetki”
karşılığında kullanılmışlardır.156
Xl. yüzyıl hükümdar unvanlarına geçmeden önce Türk unvanlarında
görülen bazı deyişlerden söz etmek istiyoruz.
Türk hâkimiyet anlayışında bir kimsenin hükümdar olabilmesi için Tanrı’nın o kimseye “yarlıg” vermesi, onu ‘kut” ile donatması ve ayrıca hükümdarın “ülüg” sahibi olması gerekiyordu. 157 Bunların yanı sıra ‘küçlüg” ve “erdem”
tabirleri de Kağan’ın önemli özelliklerindendi. Türk hükümdarları bu deyişleri
unvanlarına dâhil etmekle siyasî otoritelerini hukuki bakımdan meşrulaştırmış
oluyorlardı. Bu sözcüklerden “yarlıg” “Tanrı’nın izni ve iyi kader” demektir.
Türk telâkkisi her konuyu Tanrı’nın iznine bağlıyordu. “erdem”, fazilet demekti
Kaşgarlı Mahmud bu sözü Arapça “edeb” tabiriyle karşılamıştır. Bir nevi Tanrı
vergisi olan erdem devlet yönetme yetkisi He çok yakından anılmış ayrıca
“Alplik” ile “erdem” yan yana söylenmiştir. “Ülüg” ise “Tanrı tarafından insanlara paylaştırılan akıl ve şans” idi. İslâmiyet sonrası bu tabir “nasip” kavramı
ile ifade edilmiştir. “Küçlüg” sözü de “güçlü” anlamında kullanılmış, Türk kağanları Tanrı’nın verdiği güçle hükümdar olduklarına inanmışlardır.158
İslamî dönem Türk devletlerinde kullanılan hükümdar unvanları ise
özetle şöyledir:
Karahanlılar camiasında hükümdar’a umumiyetle “beg: bey” diye hitab
edilmekteydi. Ayrıca “iliğ” unvanı da kullanıyordu. Ancak Kaharanlı hükümdarlarının en çok kullandıkları unvanlar “Han” ve “Hakan” olmuştur. Bununla
birlikte Arslan, Buğra, Tonga gibi Türk tarihinde “Onkun” olan çeşitli hayvan156
O.Turan, Cihân Hâkimiyeti, s.94–101; R. Genç, “Karahanlı Devlet Teşkilatı, s. 68.
S. Koca, Dandanakan’dan Malazgirt’e, s.159
158
B. Ögel, Devlet Anlayışı, s.231
157
28
lar ile Tabgaç, Kara, Kadir ve Kılıç gibi sıfatlarda unvanlarla birlikte
geçmektedir. Xl. Yüzyıl Karahanlı hükümdar (ve hatunlarının) unvanları
arasında “Terken”i de saymalıyız. “Sultan” tabirinin ise Karahanlılar çağında
yeni benimsenmeye başlayan bir unvan olduğunu eklemek gerekiyor.159
Selçuklu Devleti hükümdarlık haline geldiği zamandan itibaren (1092)
Melikşah’ın ölümüne kadar ki süreçte hanedanın başında bulunan hükümdarlar ( Tuğrul Bey, Alp Arslan, Melikşah ) “es-Sultan’ül-mu’azzam şâhenşâh”
(şahların şahı büyük sultan ) unvanını taşımışlar bu unvan altında paralar
bastırmışlardır.160 Bunun yanı sıra Sultan Tuğrul halifenin kendisine tevcih
ettiği “Melikü’l-maşrık ve’l-mağrib” (doğunun ve batının meliki) lakabını da
kullanmaktaydı. Alparslan’ın en ünlü lakabı Adududdevle idi.161
Esasen şekli bir durum ifade eden unvan ve lâkablar bahsedeceğimiz diğer hâkimiyet sembolleriyle birlikte siyasî otorite gücünün kimde
olduğunu tayin etmekteydi. Örneğin Selçuklu vassalık statüsünde tâbi devlet
hükümdarı metbu devlet başkanının unvan ve lâkablarını taşıyamıyordu. Bu
anlamda unvan ve lâkablarda derecelendirme söz konusudur.
“Siyâset-nâme”de bu lâkablar için uzun bir fasıl ayılmıştır. Anlaşıldığına göre unvan ve lâkablar Selçuklu sultanlarına Bağdad Abbasi Halifeliği tarafından tevcih olunuyordu. Halife dışında hanedan üyelerinden olmak üzere
hiç kimseyi saltanatlarında ortak tanımamışlardır. 162
2) Hutbe
İslam devletlerinde meşruiyetin bir şartı olarak halifenin hükümdarın
otoritesini tasdik etmesi gerekiyordu. Bunun göstergelerinden birisi de hükümdarın hâkim olduğu sahalardaki camilerde cuma namazları esnasında
159
R. Genç, Karahanlı Devlet Teşkilatı, s. 129–140
Nizamü’l-mülk, Siyâset-nâme, s.7; M.A. Köymen, Alp Arslan ve Zamanı, s. 74
161
A.Sevim- E. Merçil, Selçuklu Devletleri, s.500
162
Nizamü’l-mülk, Siyâset-nâme, s.105; M.A. Köymen, Alp Arslan ve Zamanı, s.75
160
29
halifeden sonra kendi adının, unvan ve lâkablarının zikredilmesidir. Buna
“hutbe”, hutbeyi okuyan din adamına da “hatib” denir.163
Tahta çıkan hükümdarın halife tarafından tanınmasının öncelikle alâmeti hutbedir. Hutbede öncelikle halifenin ismi ardından da hükümdarın ismi
halifenin kendisine verdiği unvan ve lâkablarla birlikte zikredilirdi.164 Tâbi bir
hükümdarın ülkesinde ise okunan hutbede önce Halifenin, ardından metbu
hükümdarın son olarak ta kendisinin ad, unvan ve lâkabları zikredilirdi. Aynı
durum tâbi hükümdarların bastırdığı Para içinde geçerlidir. Şayet tâbi hükümdarlar okuttuğu hutbeden ve bastırdığı paradan metbu hükümdarın ismini
çıkarmış ise, bu onun isyan ettiği anlamına geliyordu. Bu durumda metbu
hükümdar isyan eden tâbi hükümdarları üzerine ordu göndererek onu cezalandırıyordu.165
3) Sikke
Tahta çıkan bir hükümdarın bağımsızlık alâmeti olarak adına para bastırması ve İslamî meşruiyetin gereği, kendi adı ile unvan ve lâkablardan önce
zamanın halifesinin adını bu parada zikretmesi gerekiyordu.166
4) Hükümet Merkezi (Payitaht)
Başkent, bir devletin hem dış hem de iç hâkimiyetini belgeleyen
üçüncü önemli bir unsurdur. Orta Asya Türk toplulukları başkent kavramını
“Ötüken” bölgesi ile sembolize ederlerdi. Bu bölgeyi ele geçirip, kağanlık otağını oraya kuramamış bir kavim, Orta Asya üzerinde hâkim olma hakkını elde
edemezdi. Ötüken, Türk hayatında kutsal bir yer idi. Burası aynı zamanda
askerî strateji bakımından da önemliydi. Türklere göre ebedi bir devlete sahip
163
M.A. Köymen, Alp Arslan ve Zamanı, s.77
M.A. Köymen, Alp Arslan ve Zamanı, s.77–78
165
S.Koca, Dandanakan’dan Malazgirt’e, s. 167–168
166
A. Sevim- E. Merçil, Selçuklu Devletleri, s.501
164
30
olmak ancak başkent Ötüken’de il tutmakla mümkündü.167 Göktürk Kitabelerinde de “Ötüken” uzun uzun anlatılmıştır.168
Türkler “kağan otağının bulunduğu yer” anlamında “ordu” sözünü kullanmışlardır. Büyük Hun Devleti çağından beri yaşayan ordu deyimi esasen
hakan ailesinin bulunduğu devletin merkezini ifade ediyordu. Karahanlı Devleti’nde de görülen bu tabir devletin kuruluşu yıllarındaki payitahtlar olan
Kaşgar ve Balasagun’u da anlatan bir tabirdir. Kaşgarlı Mahmud bu konuda
şu bilgiyi verir: “ordu, hakanın oturduğu şehir demektir. Bundan alınarak hakanların oturduğu Kaşgar şehrine de ‘ordu-kent” denilmiştir.169
5) Saray
Saray, Türklere göre hükümdarlığın önemli alâmetlerinden biridir. Uygur Türkleri saraya, “Örg” (Örüg) adını verirlerdi. Türk hakanları ele geçirdikleri ülkeler ve sınırlara ‘hâkimiyet sembolü” olarak kendi saylarını da yaptırırlardı. Saray bir nevi “devlet evi” sayılırdı.170 Kaynaklarda “dergâh, bârgâh,
devlet-hâne” gibi isimlerle de zikredilen sarayda, hükümdar ve ailesi otururdu.
Ayrıca burada devletin resmi işleri de yapılırdı.171
6) Otağ
Eski Türk devletlerinden beri bilinen “otağ” yani “hakanlık çadırı” da
Türklerde hâkimiyet alâmetlerindendir. Büyük Selçuklularda saltanat çadırı
manasında “süradik” tabiri kullanılırdı. Hükümdar sefere çıkacağı zaman otağını ne tarafa kurdurmuşsa seferin o yöne yapılacağı anlamına geliyordu.172
167
B. Ögel, Gelişme Çağları, s. 117–129
Daha geniş Bilgi için Bkz. M.Ergin, Orhun Abideleri
169
Kaşgarlı Mahmût, Dîvânü’l- Lügati’t- Türk, I, s.124; R. Genç, Karahanlı Devlet Teşkilatı,
s.142–144
170
B. Ögel, Gelişme Çağları, s. 11, 130
171
S.Koca, Dandanakan’dan Malazgirt’e, s.168
172
M.A. Köymen, Tuğrul Bey, s.76–77
168
31
Saltanat çadırı sadece sefer zamanı değil sevinçli bir hadisenin kutlanacağı anlarda da kuruluyordu.173
7) Taht ve Tac
Türklerde hakan olmak vakıası, ilk defa tahta oturmakla kendisini gösterir. Eski Türkler taht’a “örgin” demişlerdir. Tahtın şekli ve kıymeti mevki ve
makama göre değişiyordu.174
Taç, tahttan hiç ayrılmayan bir hâkimiyet alâmeti idi. Hükümdarlar tahta çıktıkları zaman tacı da başlarına takarlardı.175
8) Çetr
Çetr hükümdarların başlarında taşınan bir nevi saltanat şemsiyesidir.
Karahanlılarda hükümdara ve prenslere mahsus çetrlerin vardı ve bunlar
kırmızı renkteydi. M. Altay Köymen, Selçuklularda çetr’in hâkimiyet sembolü
olarak bulunduğunu belirtmektedir.176
9) Bayrak
Hâkimiyet sembollerinden bayrak, Türk devletlerinin önemli simgelerindendi. Türkler, bayrak kelimesi ile birlikte “âlem” kelimesini de kullanmışlardır. Bu nedenle seferlerde ordunun önünde bayrak taşıyan kimseye “alemdar” denilmiştir. Karahanlılarda ve Büyük Selçuklularda bayrak ve tuğların
kırmızı renkte olduğu bilinmektedir. Bununla birlikte beyaz renkte hükümdar
renklerindendir.177
173
M.A. Köymen, Tuğrul Bey, s. 77
M.A. Köymen, Tuğrul Bey, s.80; M. A. Köymen, Alp Arslan ve Zamanı, s. 80; İ. Kafesoğlu,
Türk Milli Kültürü, s. 256
175
M.A. Köymen, Tuğrul Bey, s.80
176
M.A. Köymen, Tuğrul Bey, s.80; M. A. Köymen, Alp Arslan ve Zamanı, s. 83.
177
M. A. Köymen, Alp Arslan ve Zamanı, s. 83.
174
32
10) Tuğ
Eski Türklerin bağımsızlık sembollerinden olan tuğ (âlem) bayraklar
gibi al (turuncu-kırmızı) renkte idi. Hakanın tuğ sayısı dokuzdur. Zira, Türkler
dokuz sayısını uğurlu sayarlardı. Burada sözü edilen tuğ, at, yaban sığır vb.
kuyruklarından yapılmış tuğ değildir. Kastettiğimiz tuğ kumaştan yapılan bir
nevi sancaktır. Karahanlılar da at ve yaban sığırı kuyruğu gibi tüyler devletin
sembolü olarak değil, savaşta muharipler tarafından mızrak uçlarına veya at
eğerlerine takılan ve “beçkem” diye adlandırılan bir nevi yiğitlik alâmeti olarak
kullanılmıştır. 178
11) Nevbet
Nevbet, hükümdarlık sarayının kapısında veya saltanat çadırının
önünde o zamanın devlet bandosunun konser vermesi demektir. Nevbet, Sultan için, namaz vakitlerinde olmak üzere günde beş defa çalındığı halde; tâbi
hükümdarlar, üç defadan fazla çaldıramazlardı. Hükümdar seferde iken de
devlet orkestrası yanında olurdu.
Devlet mehteri geleneği eski Türk devletlerinden itibaren süregelmiştir.
Bu bir nevi mızıka takımına “tuğ” da denilmiştir. Yine hâkimiyet sembolü olarak davula “kövrüg”, “köbrüge”, “kös” isimleri verilmiştir. 179
12) Hil’at, Tıraz
Tıraz, üzerine hükümdarın ad ve lâkabların işlenmiş bulunduğu sembolü olan renkte imâl edilen elbisenin adıdır. Tıraz, hükümdar tarafından devlet adamlarına verildiği zaman hil’at adını alırdı. Diğer taraftan hil’at kelimesi
yalnızca elbiseyi değil, kemer, kılıç ve benzeri kuşam malzemesi ile at eğer
takımı gibi şeyleri de kapsamaktadır. 180
178
R. Genç, Karahanlı Devlet Teşkilatı, s.151–152
M. A. Köymen, Alp Arslan ve Zamanı, s. 88–89
180
M. A. Köymen, Alp Arslan ve Zamanı, s. 84–87; A. Sevim- E. Merçil, Selçuklu Devletleri, s.503
179
33
II. BÖLÜM
TUĞRUL BEY DEVRİNDE SELÇUKLU HANEDANI ARASINDAKİ
HÂKİMİYET MÜCADELELERİ
Tezimizin ikinci bölümünü oluşturan, “hanedan içi hâkimiyet mücadeleleri”ne geçmeden, bu mücadeleleri adeta meşrulaştıran, Türk hâkimiyet anlayışından doğan ve de hanedan üyelerine feth edilecek bölgelerin taksimi ile
buralarda metbu hükümdara bağlı tâbi devletler kurmayı sağlayan “ülkenin
taksimi meselesine” kısaca deyinmeyi faydalı buluyoruz.
Büyük Selçuklular bir Türk-İslâm devleti olmak itibariyle diğer Müslüman Türk devletlerinde de değişik ölçülerde gördüğümüz gibi eski Türk töre
ve gelenekleriyle İslâmî unsurların kaynaşmasından oluşan feodal bir yapıya
sahipti.
Türk hâkimiyet anlayışının "devlet hânedan azalarının müşterek mirasıdır"181 ilkesini benimseyen Selçuklu Devleti'nde tahta tevârüs için kesin bir
kaide yoktu. Bunun sonucu olarak da gerek Sultanların ölümünde ve gerekse
sağlıklarında saltanatı ele geçirmek üzere girişilen taht kavgaları hiç eksik
olmamıştır. Hânedan azalarının her biri hayatını ortaya koymak suretiyle böyle bir mücadeleye her an katılabilirdi. Mağlup olduğu takdirde ise hakkında
verilecek cezaya -ki bu genellikle yayının kirişiyle boğmak şeklinde olurdu182rıza göstermek durumundaydı.
Büyük Selçuklular'ın bütün tarihleri boyunca devam eden taht mücadelelerine halk seyirci kalmıştır. Halkın taht kavgalarında tarafsız kalması, muh181
"Devlet hânedan azalarının müşterek mirasıdır"ilkesiyle ilgili daha geniş bilgi için bkz. A. Donuk,
“Tük Devletlerinde Hâkimiyet Anlayışı”,Tarih Enstitüsü Dergisi, S: X, XI, s.35
182
Nitekim biz bunun bir örneğini tezimizin ilerleyen bölümlerinde İbrahim Yınal’ın Tuğrul Bey’e
isyanından sonra yakalanıp cezalandırılmasından sonra göreceğiz.
34
temelen "hükümdarı Tanrı tayin eder" şeklinde ifadesini bulan ve birinci bölümde de açıklamaya çalıştığımız “kut” inancından kaynaklanıyordu. Emir ve
kumandanlar ise özellikle fetret devri saltanat mücadelelerinde kendi çıkarlarını esas almış ve ona göre taraf değiştirmişlerdir.
Büyük Selçuklu Devleti’nin kurucusu olan Tuğrul Bey’in eşinin de etkisiyle üvey oğlu Süleyman’ı yerine veliaht tayin etmesi, ölümünden sonra Alp
Arslan ve Musa Yabgu’nun saltanat için mücadele etmesine engel olmamıştır.183 Bu misalden de anlaşıldığı gibi veliahtlık hükümdar öldükten sonra hukukî değerini kaybediyordu.
Türklerde hükümranlık hakkının karizmatik vasfı, birden fazla şahsın
aynı devlet idaresinde ve aynı kudrette Tanrı bağışı (kut) ile donatılmış olmasına imkân vermez. Karizma (Kut)’nın kan vasıtasıyla babadan (Hatun'dan
doğan oğulların hepsine intikal ettiği inancı dolayısıyla hükümdarın ölümünden sonra evlâtlar arasında vukûa gelen taht mücadelelerinde içlerinden biri
tam başarıya ulaşamadığı takdirde, başka bir ifadeyle kut'a nail olamadığının
anlaşılması halinde devlet parçalanmaktadır. Yani Türk devletlerinin merkeziyetçi bir karakter taşıması tamamen onların varlıklarını, kudret ve ihtişamlarını sürdürmeleriyle yakından alâkalıdır.
Büyük Selçuklular'da isyana girişmeyen bir hanedan mensubunun saltanatta hak iddia edebilir diye idam edildiğine rastlamıyoruz.
Hanedandan olanların kanı dökülmeden yayının kirişi ile boğulması
hükümdarın kutsî bir menşe’den geldiği telâkkisi ile ilgilidir. Bu gelenek çok
eski zamanlardan beri mevcuttur. İfade edilen telâkki onlarda esasen var olan
kan taassubu inancı ile de birleşerek hükümdar ailesine mensup olanların
kanlarının dökülmemesi âdetini doğurmuştur. Ok ve yayın eski Türk hayatındaki ehemmiyeti düşünülürse öldürme şekilleri arasında "yay kirişi ile boğma”nın en eski şekil olduğu söylenebilir. Türklerin kan dökmeme âdetine Büyük Selçuklularda da aynen riayet edilmiştir. Görüleceği gibi, tezimizin bir
183
Ebu’l Ferec, Tarih, I, s.316
35
bölümünü oluşturan hanedan içi hâkimiyet mücadelesini kaybeden İbrahim
Yınal’ın cezası da bu şekilde verilmiştir.184
İfade edildiği gibi, Büyük Selçuklu Devletinde saltanat verasetini tanzim eden bir esas mevcut değildir. Onlarda tahtı hanedanın muayyen azasına intikal ettiren bir gelenek de yerleşmemiştir Hâkimiyetin ilâhî menşe’li olduğunu kabul eden bu düşünce karşısında diğer âdet ve anlayışlar hükümsüz kalmıştır. Hanedandan biri bilfiil saltanatı ele geçirdikten sonra onun
meşruiyeti nazarî ve hukukî bakımdan mesele teşkil etmezdi.
Büyük Selçuklular'da ülkenin hanedan mensupları arasında muayyen
hâkimiyet sahalarına taksimi vazgeçilmez bir kaide olarak daima tatbik edilmiştir.185
1. İBRAHİM YINAL İSYANI
1.1. İsyana Kadar İbrahim Yınal’ın Siyasî ve Askerî Faaliyetleri
İbrahim Yınal, Tuğrul Bey’in ana bir kardeşi aynı zamanda amcası Yusuf Yınal’ın da oğludur.186 Kullandığı “yınal” unvanı Oğuz Yabgu devletinde
de çok sık görülen bir unvandır. “yınal”ı “inal” şeklinde zikreden Kaşgarlı
Mahmut, bu unvanın sadece ana tarafından soylu olan gençler tarafından
kullanıldığını belirtir.187
184
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX, s.
Nişâpur’un Selçuklular tarafından Fethedilmesinden sonra burası yeni kurulan devletin başkenti
oldu. Yeni başkentte kurulan kurultay da fethedilmesi planlanan memleket ve ülkeler Selçuklu
Beyleri arasında paylaştırıldı. Buna göre; Tuğrul Bey, Batı yönündeki ülkelerin fetihlerini üstlenecek, Serahs ve Belh şehirleri ile Amuderya-Gazne arasındaki memleketlere feth ile sahip olacak, Musa İnanç Yabgu ise Herat, Bust, İsfizar, ile Sistana kadar uzanan memleketlerde hâkim
olacaktı. İbrahim Yınal, Kuhistan’a; Kutalmış, Cürcan ve Damgan’a, Kavut ise Kirman’a atanmıştı. A.Sevim-E.Merçil, Selçuklu Devletleri, s. 27
186
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s.350
187
F. Sümer, Oğuzlar, s.81
185
36
İbrahim Yınal’ın, Selçukluların kuruluşundan itibaren devletin gelişip,
genişlemesinde bir hayli hizmetleri olmuştur. Hatta birçok yerin fethinde fiilen
görev almıştır. Bilindiği gibi İbrahim Yınal, isyanı sebebiyle Tuğrul Bey tarafından kendi yayının kirişiyle Rey şehri civarında 9 Cemaziyyü’l-Ahir 451/22
Haziran 1059’da boğularak öldürüldü.188
Şimdi İbrahim Yınal’ın devlet içindeki siyasî ve askerî faaliyetlerini kısaca ele alalım:
İbrahim Yınal’ın tarih kitaplarında yer alışı, Kafesoğlu’nun makalesinde
belirttiği üzere Tuğrul Bey ile Çağrı Bey’in yanlarında Musa Yabgu ve kuvvetleri ve Yınallılar189 ile beraber 426/1035 Mayıs ayında Ceyhun Irmağı’nı aşarak Gazneli topraklarına girdiğini belirttiği kayıtlar ile başlar.190
1.1.1 Nişâpur’ un Fethi
Tuğrul ve Çağrı Beyler, Harezm de müttefiklerini de kaybettikten sonra
adeta burada yaşama imkânını kaybetmiş ve 426/1035 yılı baharında bütün
ağırlıklarını alarak Nesa şehri çevresine gelip yerleşmişlerdi. Sultan Mesud,
Türkmenlerin burada yerleşmesine ve kuvvetlenmesine fırsat vermeden Selçukluların Horasan’dan çıkarılmasını istedi. Sultan Mesud’un emriyle fillerle
takviyeli büyük bir ordu hazırlandı. Başına Hâcib Beğ-toğdu geçirildi. Nesa
önlerinde yapılan savaş sonunda Gazneli ordusu bozgun halinde dağıldı(426/1035). 191
188
Hüseynî, Ahbâr, s.14; İ. Kafesoğlu “Selçuk’un Oğulları ve Torunları”,T. M., s.125–128.
Yınallılar; Yusuf Yınal’ın oğlu, Tuğrul Bey’in kardeşi İbrahim Yınal ve kuvvetlerine verilen addır.
Benzer bir adlandırma da Arslan Yabgu idaresideki Türkmenler içinde kullanılmış, onlar da
“yabgulular” adıyla anılmışlardır. İ. Kafesoğlu,”Selçuklular”, İ. A., s.360; F. Sümer, Oğuzlar,
s.102
190
İ.Kafesoğlu, “Selçuklular”, İ.A., s.360
191
Ebu’l Ferec, Tarih, I, s.296; S. Koca, Dandanakan’dan Malazgirt’e, s.64–67; F. Sümer, Oğuzlar, s.103
189
37
Nesa galibiyeti Selçukluların güçlerini ve kendilerine olan güvenlerini
artırmıştı.192 Bundan bir süre sonra, artan Türkmen nüfusundan dolayı bulundukları yerlerin kendilerine yetmediğini ileri sürerek Merv, Serahs ve Bâverd
gibi şehirleri de istediler.193 O sıralarda Hindistan seferine çıkmış olan
Gazneli Mesud, Selçuklu Türkmenleri meselesini Hâcib Sübaşı’ya bıraktı.
Serahs önlerinde ikinci defa karşı karşıya gelen Selçuklu- Gazneli orduları
aynı gün savaşa tutuştular. Baştan beri Selçuklulardan çekinen Hâcib Sübaşı
gece yakın adamlarıyla beraber kaçtı. Sabah bu durumu öğrenen Gazneli
askerleri, Selçuklu kuvvetleri karşısında tutunamayacaklarını anlayarak dağıldılar (430\1038).194
Bu ikinci zaferden sonra artık sıra Selçukluların kendi devletlerini kurmasına gelmişti. Hemen teşkilatlanma yoluna giden Selçuklular, düzenledikleri kurultayda, Tuğrul Bey’i başlarına hükümdar seçtiler ve ele geçirdikleri
toprakları kendi aralarında taksim ettiler. Buna göre, Tuğrul Bey, Horasan’ın
merkezi Nişâpur’u, Çağrı Bey Merv’i, Musa Yabgu da Serahs’ı aldı.195
Tuğrul Bey’in payına bırakılan Nişâpur henüz fethedilmemişti. Bunun
için görenlendirilen İbrahim Yınal, iki yüz üç yüz atlı bir kuvvet ile Nişâpur’un
yakınlarına geldi.196 Buradan bir elçi göndererek kendisinin Tuğrul, Davud ve
Yabgu’nun öncüsü olduğunu, eğer savaş yapacaklarsa geri döneceğini ve bu
kararlarını Tuğrul Bey’e haber vereceğini, eğer Selçuklu hâkimiyetini savaşsız kabul edecek olurlarsa şehre girerek hutbeyi Tuğrul Bey adına çevirece-
192
Hüseynî, Ahbâr, s.5; F. Sümer, Oğuzlar, s.104
F. Sümer, Oğuzlar, s.104–105
194
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s.350; Hüseynî, Ahbâr, s.6-7; O. Turan, Selçuklular Tarihi, s.6162; İ. Kafesoğlu “Selçuklular”,İ.A., s.361; S. Koca, Dandanakan’dan Malazgirt’e, s.69–70;
195
O. Turan, Selçuklular Tarihi, s.61; S. Koca, Dandanakan’dan Malazgirt’e, s.70–71; F. Sümer,
Oğuzlar, s.109
196
Ebu’l Ferec, Tarih, I, s.296; F. Sümer, Oğuzlar, s.109; İbnü’l Esîr’e göre Nişâpur’a giren İbrahim
Yınal değil, Tuğrul Bey’in kardeşi ve Alp Arslan’ın da babası olan Dâvud’dur. Dâvud (Çağrı
Bey), çatışma olmadan şehre girmiş, şehri yağmalamak istemişse debu Tuğrul Bey tarafından
engellenmiştir. Bunun üzerine yağmalama fikrinden vazgeçen Dâvud (Çağrı Bey), halktan taksitle haraç almaya razı olarak şehri Tuğrul Bey’e bıraktı. bkz. İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX.,
s.350. İbnü’l Esîr’in bu kaydını Ebu’l Ferec’de doğrular ve Çağrı Bey’in şehri yağmalamasına
Tuğrul Bey’in engel olduğunu ve buna gerekçe olarak halifenin yolladığı fermanı gösterir. Ebu’l
Ferec, Tarih, Is.296
193
38
ğini söyledi. Bu mesaja arkasından büyük bir ordunun gelmekte olduğunu da
ilave etti.197
Nişâpur âyânı İbrahim Yınal’ın elçisini ağırladılar. Gazneli Devletine
karşı ard arda kazanılan zaferler ve bu zaferin Selçuklulara getirdiği büyük ün
şehir halkını korkutuyordu. Şehrin ileri gelenleri Kadı Said’in evinde toplanarak burada alacakları kararı tartışmaya başladılar. Uzun tartışmalar sonunda,
eğer savaşmayı seçerlerse şehir halkının silah ehli olmamasından dolayı
Selçuklulara karşı koyamayacaklarını, kaldı ki; onların Gazneliler gibi büyük
bir orduyu bile yenebildiklerini söyleyerek şehrin yağma edilmemesi için en
doğru kararın şehri teslim etmek olduğuna karar verdiler.198 Kararı İbrahim
Yınal’a elçisi ile beraber gönderdiler. İbrahim Yınal aldığı cevaptan son derece memnun oldu ve şehrin yağmalanmasından korkan âyâna elçisi ile şu cevabı gönderdi “Çok iyi düşünmüşünüz. Akıllıca söz söylemişsiniz. Derhal
Tuğrul’a yazdım ve durumu bildirdim; (zira bizim büyüğümüz odur); tâ ki,
Dâvud ve Yabgu’yu, Serahs ve Merv’e; sayıları çok olan diğer ileri gelenler
(âyân)i diğer yerlere tayin etsin. Âdil bir “Padişah” olan Tuğrul ise kendi has
adamları (hâssegân) ile buraya gelecektir. Gönlünüzü kuvvetli tutmanız lâzımdır. Zira, şimdiye kadar ufak insanlardan sadır olan yağma ve iltizamsızlık
(bî-resm) nevinden olup bitenler zarurî idi. Onlar cenk yapıyorlardı. Bugün
(ise) durum başkadır: vilayet bizim oldu. İşleri ihlâle kimse cüret edemez. Ben
yarın şehre geleceğim ve Hurremek bahçesine ineceğim. Bilinsin.”199 Bu sözlerin üzerine Nişâpur âyânı ve halk rahat bir nefes aldılar. Hurremek bahçesini İbrahim Yınal için hazırladılar. İbrahim Yınal yanında Selçuklulara ait bir
bayrak, iki yedek atı ve oldukça eskimiş elbisesi ile şehre girdi. Gazneli devletinden ayrılarak Selçuklu hâkimiyetine girmiş olan Ebu’l Kasım da silahlı
4000 kadar kuvvetiyle Nişâpur’a gelerek İbrahim Yınal’a destek verdi. Bundan sonra gerekli tedbirleri alan İbrahim Yınal Cuma günü Büyük Cami de
Gazneli Mesud adına okunan hutbeyi Tuğrul Bey adına değiştirdi. Tuğrul Bey
197
M.A. Köymen, Kuruluş Devri, s.260
M.A. Köymen, Kuruluş Devri, s. 262
199
M.A. Köymen, Kuruluş Devri, s.262–263
198
39
hutbede “es-Sultanü’l Muazzam Rükdü’d- Dünya Ve’d-Din Ebu Talib”200 unvanıyla anıldı. Bundan on gün kadar sonra Tuğrul Bey Nişâpur’a gelerek tahtına oturdu.201
1.1.2. Devletin Kuruluşundan Sonraki Taksiminde İbrahim Yınal’ın
Yeri
Nişâpur’un Selçuklular tarafından fethedilmesinden sonra burası yeni
kurulan devletin başkenti oldu. Burada toplanan kurultay da fethedilmesi
planlanan memleket ve ülkeler Selçuklu Beyleri arasında paylaştırıldı. Buna
göre; Tuğrul Bey, Batı yönündeki ülkelerin fetihlerini üstlenecek, Serahs ve
Belh şehirleri ile Amuderya-Gazne arasındaki memleketlere feth ile sahip
olacak, Musa İnanç Yabgu ise Herat, Bust, İsfizar, ile Sistana kadar uzanan
memleketlerde hâkim olacaktı. İbrahim Yınal, Kuhistan’a; Kutalmış, Cürcan
ve Damgan’a, Kavut ise Kirman’a atanmıştı.202
Kararlaştırılan fetih planları gereğince harekete geçen Tuğrul, Çağrı ve
Musa İnanç Beyler, kendi bölgelerine giderek fetihlere giriştiler. Tuğrul Bey,
Curcan ve Taberistan’ı Selçuklu devleti sınırları içine aldı. ( 433\1041 –
434\1042 ). Çağrı Bey, Belh, Cüzcan, Badgis, Huttalan ile Toharistan’ın diğer şehir ve kalelerini birer birer ele geçirdi. Musa İnanç Bey de Herat’ı alarak
buraya yerleşti.203 Ancak daha sonra Gazne hükümdarı Mevdud, harekete
geçerek Herat’ı geri almayı başardı. Bunun üzerine Hârezm seferinden dönen Çağrı Bey, yeniden Gaznelilere karşı harekete geçerek Herat’ı kuşattıysa
200
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s.367; Hüseynî, Ahbâr, s.7; M.A. Köymen, Kuruluş Devri, s.264;
O. Turan, Cihân Hakimiyeti, s. 61–62
201
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s.350; Ebu’l Ferec, Tarih, I, s.296; F. Sümer, Oğuzlar, s.109;
İbnü’l Cevzi el- Muntazam adlı eserinde Nişapur’un Selçuklular tarafından alınmasını 10421043 yılı olayları arasında zikreder. (A. Sevim, “İbnü’l Cevzî el-Muntazam”. Herhalde onun bu
konuyu 1042–1043 yılları arasında zikretmesinde Gazneli Mesud’un Nişapur’u bir süre tekrar
ele geçirmesinde sonra Selçukluların buraya tekrar hâkim olmasının etkisi olabilir diye düşünmekteyiz. Ayrıntılı bilgi için bkz. M. A. Köymen, Tuğrul Bey, s. 23; O.Turan, Selçuklu Tarihi, s.111; A. Sevim – E. Merçil, Selçuklu Devletleri, s.24,27
202
Hüseynî, Ahbâr, s.12; M.A. Köymen, Selçuklu Devri s.47; A.Sevim-E.Merçil, Selçuklu Devletleri, s.27; O.Turan, Selçuklu Tarihi, s.111
203
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s.366–379; A. Sevim- E.Merçil, Selçuklu Devletleri, s.28
40
da hastalığı yüzünden geri çekilmek zorunda kaldı. Fakat bir süre sonra İbrahim Yınal’ın öz kardeşi Ertaş, Gazne Sultanı Mevdud ile yaptığı savaşta
onu ağır bir yenilgiye uğrattı. Böylelikle Musa İnanç Bey, Herat ve Sistan’a
tam anlamıyla hâkim oldu.204
İbrahim Yınal bu taksimden sonra Tuğrul Bey’in yanında batıya, İranAzerbaycan ve Anadolu’ya yapılan seferlerde yer almış, önemli vazifelerde
bulunmuştur. Bunlar sırası geldikçe aşağına ifade edilecektir.
1.1.3. Türkmen Meselesinin Çözümü ve İbrahim Yınal
Bir yandan Gaznelilerle Selçukluların mücadeleleri devam ederken diğer yandan Batı-İran’da Dihistan bölgesinin fethi ile görevlendirilen İbrahim
Yınal205, fetihlerini devam ettirmekteydi. Arslan Yabgu’ya bağlı olan Türkmenler206, Kâkuyeoğulları emîrlerinden Alâüddelle’nin elinde bulunan Rey şehrini
ele geçirerek burada Azizüddevle Kızıl Bey’in başında bulunduğu bir Türkmen Beyliği kurmuşlardı (429/1037–1038).207 Bunun üzerine İsfahan’a kaçan
Alâüddelle, Abbasi halifesi el-Kâim Biemrillah’tan yardım istedi. Halife ise
204
A. Sevim- E.Merçil, Selçuklu Devletleri, s.29
M.A. Köymen, Kuruluş Devri, s.269
206
Arslan Yabgu tutuklandıktan sonra Türkmenlerin başına Tuğrul ve Çağrı Bey’ler geçince Arslan
Yabgu’ya bağlı dört bin çadırlık Türkmen grubu, Arslan Yabgu yakalandığı zaman hiçbir şekilde kurtarma girişiminde bulunmadıklarına inandıkları Tuğrul ve Çağrı Beylerin emrine girmeye
yanaşmadılar. Bunun üzerine Sultan Mahmud’tan Horasan’a geçmek için izin istediler. Daha
sonra “Irak Türkmenleri” olarak da adlandırılan bu Türkmen grubu Nesâ, Bâverd ve Ferâve şehirleri çevresindeki sahalara yerleştiler. Bir süre burada sessiz duran Türkmenler, Gazneli valilerinin aşırı vergi talepleri yüzünden valiye tepki olarak bölgedeki dikili alanlara zarar vermeye
başladılar. Sultan Mahmud, Türkmenler üzerine bir ordu gönderdi. Sultan Mahmud’un büyük
ordusu karşısında tutunamayan Türkmenlerin bir kısmı Balhan Dağlarına sığınırken, bir kısmı
da batıya, Kirman’a doğru kaçtı (418\1028). Sultan Mahmud, bununla da yetinmeyerek Türkmenlerin güçlenmesine fırsat vermemek için zaman zaman onları tahribata uğrattı.
Sultan Mahmud öldükten sonra ki taht mücadeleleri sırasında tekrar önem kazanan Türkmenler,
Sultan Mesud’un mücadeleyi kazanmasından sonra Gazneli ordusu içerisinde Taş-ı Ferraş’ın
emri altında görev aldılar. Ne var ki, Taş-ı Ferraş, Türkmenleri sürekli baskı altında tutuyordu.
Sultan Mesud da Türkmenlerden endişe duyuyordu. Bunun üzerine şüphelendiği Türkmen
Bey’lerini öldürttü. Bu durum Türkmenlerin ayaklanmasına sebep oldu. Türkmenler önlerine
çıkan tüm şehirleri yağmaladılar Gazneli ordularını ise birer birer yendiler. Bundan sonra da
Türkmenlerin büyük bir kısmı Azerbaycan’a gitmek üzere batıya yöneldi (426\1034) bkz. M.A.
Köymen, Selçuklu Devri, s.158–167
207
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s.295–296; O.Turan, Selçuklu Tarihi, s.111;
205
41
yardımını almak amacıyla Tuğrul Bey’a başvurdu. Tuğrul Bey da bu sıra da
Dihistan’ın yönetimiyle meşgul bulunan İbrahim Yınal’ı,
Türkmenleri itaat
altına almakla görevlendirdi.208
Türkmen Beyleriyle bir araya gelen İbrahim Yınal, Türkmenlere: “Biz,
sizlerin bizim yanımızda kalmanızdan dolayı sıkıntıya düşüp tedirgin oluyoruz. Bu nedenle bizim sizlerle birlikte Rum (Anadolu)’a gidip orada cihad
yapmanız en iyi en doğru ve isabetli bir iş olur” dedi.209 Bunun üzerine Türkmenler El Cibâl bölgesinden ayrılarak 433/1041 yılında Diyarbekir ve Musul
taraflarına gittiler. 210
Türkmenlerin açtığı bu yoldan İbrahim Yınal ve Selçuklu ordusu daha
sonra geçecek ve Anadolu’ya birçok başarılı seferler düzenleyeceklerdir.211
İbrahim Yınal, Hemedan, Cibâl ve Rey şehirlerini teker teker ele geçirerek buraları Selçuklu hâkimiyetine dâhil etti (434/1042–1043).212 Bu bölgedeki Türkmenler ise batıya doğru hareket ettiler.213 Aynı yıl içerisinde Tuğrul
Bey Rey’e geldi. Burada İbrahim Yınal tarafından büyük bir merasimle karşılanan Tuğrul Bey, başkenti fetih politikalarına da uygun olarak daha batıda
bulunan Rey’e taşıdı. Burada hemen imâr faaliyetlerine başlanmasını emretti.
Şehirdeki eski hükümdar sarayını yıktırıp kendisine yeni bir saray yaptırdı.214
1.1.4. İbrahim Yınal’ın İran Üzerine Sefere Memur Edilmesi
Tuğrul Bey, Selçuklu sınırlarını genişletmek amacıyla emîr Merdavic’in
yönetimindeki Kazvin’e yürüdü. Kendisine karşı koyamayacağını anlayan
Merdavic, “yıllık 80 bin altın (dinar) vergi verme karşılığı” Selçuklulara bağ208
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s.298; O.Turan, Selçuklular Tarihi, s.111
A. Sevim, “İbnü’l Cevzî- el-Muntazam” s.444
210
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s.298; A. Sevim, “İbnü’l Cevzî- el-Muntazam” s.444
211
A. Sevim, “İbnü’l Cevzî- el-Muntazam” s.444
212
A. Sevim, “İbnü’l Cevzî- el-Muntazam” s.441
213
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s.298
214
A. Sevim- E. Merçil, Selçuklu Devletleri, s.30
209
42
landı. Tuğrul Bey, daha sonra İsfahan emîri Feramurz bin Alâuddevle’yi de
“Selçuklulara tâbi olarak yıllık vergi ödeme” karşılığında emîrliğinin yönetiminde bıraktı. Selçuklu vassallığını kabul etmeyen Hemedan emîri Gerşasp
ile Dihistan emîri Kâmyâr’ın emîrliklerine son verdi. Tuğrul Bey, Rey’e döndükten sonra, İbrahim Yınal, Kutalmış ve Kavurd’u İran’ın zapt edilmemiş
yerlerini itâat altına almakla görevlendirdi. İbrahim Yınal ve diğer Selçuklu
şehzadeleri birkaç yıl içinde Dînever, Karmîsîn, Hulvân, Hânikin, Şehrizûr,
Curcan, Damgan gibi şehirleri ve Kirman bölgesini Büveyhoğullarından alarak Selçuklu devletinin hâkimiyet sahasını genişlettiler. 215
1.1.5. Hasan-Kale Zaferi
Tuğrul Bey’in Azerbaycan’ın fethine memur ettiği Musa Yabgu’nun oğlu Hasan, Pasin ve Erzurum ovalarını ele geçirip, bir Bizans ülkesi olan
Vaspurakan (Van havzası)’a girdi ve akınlara başladı. Bu bölge hâkimi
Aaron, Gürcistan valisi Katakalon Kekaumenos’dan yardım istemek zorunda
kaldı. Bizans kuvvetleri birleşerek, Şehzade Hasan’ın kumandasındaki Selçuklu ordusu ile Büyük Zap (Stragna) suyu kenarında karşılaştılar. Savaş
başladıktan biraz sonra Bizanslılar Türk ordusunu tuzağa düşürmek için ağırlıklarını olduğu yerde bırakarak geri çekildiler. Selçuklu kuvvetleri onların bozulduğuna inanarak Bizans ordugâhına ilerlemiş ve yağmaya başlamıştı. Bu
olayda Bizanslılar’ın planı muvaffak olmuştu. Pusuya girdikleri yerden çıkarak
Selçuklu kuvvetlerine hücum ettiler ve onları bozguna uğrattılar. Şehzade
Hasan ve arkadaşlarının çoğu bu çarpışmada şehit edildiler (1048).216
Tuğrul Bey, şehit düşen Hasan’ın ve mağlup olan Selçuklu ordusunun
intikamını almak için çok vakit kaybetmedi. Azerbaycan valiliğine tayin ettiği
İbrahim Yınal’ı yeni bir Anadolu seferi ile görevlendirdi. Ayrıca Erran bölge-
215
216
O. Turan, Selçuklular Tarihi, s. 111.
M. A. Köymen, Selçuklu Devri, s.245; O. Turan, Selçuklular Tarihi, s.121, A. Sevim- Y. Yücel,
Türkiye Tarihi, s.41
43
sinde fetihlerde bulunan Kutalmış’a da onunla birleşmesini bildirdi.217 İbrahim
Yınal ve Kutalmış Bizans kaynaklarınca 100.000 kişilik kalabalık bir Selçuklu
ordusu olduğu halde Bizans topraklarına girdiler (1048–1049).218 Bizans generali Katakalon Kekaumenos’un Bizans hudutları dışında mücadele etme
teklifi red olundu ve Türk ordusu karşısında mukavemet edemeyeceğini anlayan Bizans kuvvetleri Pasin (Basean)’deki Ordoru’ya (Ordru) çekildi. Selçuklu
ordusu Vaspurakan ve Pasin’den geçerek, Karin bölgesi (Erzurum) içinden
batıda Haltik (Haldiye) bölgesine (Gümüşhane ve Trabzon havalisine); kuzeyde Sper (Ispir), Taik (OItu’nun kuzeyinde) ve Arşarunik kalelerine; güneyde ise Taron (Muş havalisi) ve Sisak’a (Ağrı havalısi) kadar yayıldılar. Öte
yandan İbrahim Yınal idaresindeki Selçuklu ordusu Karîn idare bölgesindeki
Arcn’e (Artze) geldi ve bu şehri yapılan savaştan sonra tahrip etti. Artze’den
kaçan halk, o sırada Bizanslılar tarafından tahkim olunan Kalikala
(Theodosiupolis, Karin)’ya göç etmiş olup, burası bu tarihten itibaren Erzen
er-Rûm (şimdiki Erzurum) adını taşımıştır.219
Artze’den sonra Selçuklular Bizans ordusuna doğru yürüdüler. İlerleyen Selçuklu kuvvetlerine karşı koyamayacaklarını anlayan Bizanslılar İmparator lX. Konstantinos Monomakhos’dan yardım istemişlerdi. İmparator kendisine tâbi olan Gürcü prensi Liparit’e valilere yardıma gelmesi için haber
gönderdi. Liparit takriben 20.000 kişi civarındaki ordusu ile Bizans kuvvetlerine yardıma geldi. Böylece 35.000 kişiye ulaşan Bizans ordusu müstahkem
karargâhından çıkmış, Pasin ovasındaki Kapetru kalesinin inşa edilmiş olduğu bir tepenin eteklerinde karargâh kurmuştu.220 Daha sonra bölgeye gelen
Selçuklu ordusu ile Bizans ordusu arasında şiddetli bir savaş başladı(1049).
Selçuklu ordusu biri İbrahim Yınal’ın diğeri ise Kutalmış’ın kumanda ettiği iki
büyük grup haIinde savaşıyordu. Bütün gece devam eden şiddetli çatışmalarda zaferin hangi tarafta olduğu belli değildi. Ancak Bizanslıların tamamen
217
M. H. Yınanç, Türkiye Tarihi Selçuklular Devri, s.46; Kutalmış bu sırada 1,5 yıldır kuşattığı
gencede idi.; 217 Azimî, Azimî Tarihi , s.8
218
Urfalı Mateos, Vekayi-nâmesi s.85–56; M. A. Köymen, Selçuklu Devri, s.246
219
Urfalı Mateos, Vekayi-name, s.86–87; O. Turan, Selçuklular Tarihi, s.122
220
M. A. Köymen, Selçuklu Devri, s.246; O. Turan, Selçuklular Tarihi, s.122
44
geri çekilmesi ve Liparit’in onlara uyması Selçuklulara bir hücum imkânı sağladı. Savaş, Bizans ordusunun bozgunu ve Liparit’in tutsaklığı ile sonuçlanmıştı.221 Mağlup Bizans kumandanları Van ve Ani şehirlerine çekilmek zorunda kaldılar. İslam kaynaklarına göre, Selçuklular’ın eline geçen esir sayısı
100.000’i, ganimet de 15.000 arabayı bulmaktaydı. Bizans’a karşı kazanılan
bu ilk ve büyük Hasan-kale (veya Pasinler) zaferinden sonra İbrahim Yınal
beraberinde mühim esir ve ganimetler olduğu halde Rey’de bulunan Tuğrul
Bey’in yanına döndü. 222
İmparator lX. Konstantinos Monomakhos batıda Bizans’ı ciddi bir şekilde tehdit eden diğer bir Türk kabilesi Peçenekler’in akınları nedeniyle doğuda Selçuklular ile anlaşmak zorunda idi. Bu sebepten imparator,
Mervânoğulları Emiri Nasr üd-devle Ahmed aracılığı ile Tuğrul Bey Bey’e barış teklifinde bulundu. Ayrıca esir bulunan Liparit’i kurtarmak için bir elçi heyeti ile Tuğrul Bey Bey’e bir miktar kurtuluş akçesi ve değerli hediyeler gönderdi. Tuğrul Bey kurtuluş akçesini almadan Liparit’i serbest bıraktı ve müzakerelerde bulunmak üzere halifenin akrabasından Şerif Ebul Fazl Nasır b.İsmail
başkanlığında bir heyeti 1049-1050’de İstanbul’a gönderdi. Yapılan görüşmeler sonucunda, İstanbul’da Emeviler zamanında inşa edilmiş, fakat o sırada
harap durumda bulunan camiin tamir edilmesi, Fatmî devleti adına okunan
hutbenin sünni Abbasi Halifesi (el-Kâim ) ve Tuğrul Bey adına okunması kararlaştırıldı. İmparator ayrıca camide namaz kılınmasına müsaade etti. Bu
anlaşma üzerine Bizans İmparatoru İstanbul’daki cami ile minaresini tamir
ettirdi, üzerine kandiller astırdı ve mihrabına da “ok ve yay” yaptırdı. Bu olay
“Tuğrul Bey’in şan ve şöhretini arttırmış ve iktidarı kökleşmişti.” Ancak Bizanslılar Selçuklu Devleti’ne yıllık vergi ödenmesi için yapılan teklifi kabul
etmediler. Bu suretle iki devlet arasında tam bir anlaşmaya varılamadı.223
221
Azimî, Azimî Tarihi, s.8; M. A. Köymen, Selçuklu Devri, s.245; O. Turan, Selçuklular Tarihi,
s.122
222
Azimî, Azimî Tarihi, s.8; Urfalı Mateos, Vekayi-nâme, s.90; M.A. Köymen, Selçuklu Devri,
s.247
223
M. A. Köymen, Selçuklu Devri, s.247–248; O. Turan, Selçuklular Devleti, s. 123–126.
45
1.2. Tuğrul Bey ve İbrahim Yınal’ın Arasının Açılması İlk İsyan
Teşebbüsü
Daha önce de belirttiğimiz gibi devletin kuruluş aşamasında Tuğrul
bey’in yanında, devletin gelişmesinde önemli rollerde bulunan İbrahim Yınal,
Cibâl eyaletlerinin fethine memur edilmiş ve burada birçok yeri ele geçirmişti.
Ne var ki Tuğrul Bey, ele geçirdiği bu yerleri ve Rey şehrini İbrahim Yınal’ın
elinden almış, hatta Rey şehrini devletin merkezi yapmıştı.224
Fetihlerine devam eden İbrahim Yınal, Hemedan şehirlerini de ele geçirdikten sonra225 belki de haklı bir şekilde fetih hakkı olarak buraları kendi
hâkimiyetine geçirmek istedi.226 Ancak Tuğrul Bey, İbrahim Yınal’ın bu niyetine ve uygulamasına müsaade etmeyerek söz konusu yerleri kendisine teslim
etmesini istediysede onun bu isteği İbrahim Yınal tarafından reddedildi227.
Bundan sonra İbrahim Yınal, Tuğrul Bey’le aralarının açılmasına sebep olarak gördüğü vezirini cezalandırdıktan sonra Tuğrul Bey’in huzurundan ayrıldı.
Bunun üzerine iki kardeş arasında meydana gelen anlaşmazlık daha da ilerleyip, sürtüşmeye dönüştü ve silahlı çatışmaya kadar gitti.228 Çünkü İbrahim
Yınal fethettiği yerleri Tuğrul Bey’e teslim etmemekte kararlıydı. Neticede
aralarında şiddetli bir savaş çıktı. Cereyan eden bu savaşta İbrahim Yınal
yenilerek, Sermac Kalesi’ne kapandı. Bu durum üzerine harekete geçen Tuğrul Bey, dört gün uğraştığı Sermac Kalesi’ni ele geçirdi. İbrahim Yınal, Tuğrul
Bey’in huzuruna çıkmak zorunda kaldı. Tuğrul Bey İbrahim Yınal’a iyi davrandı ve ondan aldığı yerleri tekrar geri verdi. Hatta Sultan, İbrahim Yınal’a
isterse kendisine vereceği topraklara gidip tek başına hüküm sürebileceği
gibi; isterse de kendi yanında kalabileceğini teklif ederek bu hususta onu serbest bıraktı. Ama İbrahim Yınal, Sultanın bu teklifi karşısında Sultanın yanın-
224
M. A. Köymen, Selçuklu Devri, s.58–59
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s.422
226
M. A. Köymen, Selçuklu Devri, s.59–60
227
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s.422; M. A. Köymen, Selçuklu Devri, s.59
228
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s.422
225
46
da kalmayı tercih etti (441/1049–1050).229 Bununla birlikte gerçekten İbrahim
Yınal’ın Tuğrul Bey’in yanında kalışının daha sonraki Selçuklu fetihleri açısından çok büyük önemli katkıları ve hizmetleri olduğunu görüyoruz.
İbrahim Yınal’ın bu isyanında hedefinin tahtı ele geçirmek ya da ayrı
bir devlet kurmak olmadığı, daha ziyade onun istediğinin ele geçirdiği yerleri
fetih hakkı olarak kendine bırakılması olduğu230 şeklindeki kanaati daha doğru buluyoruz.
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi İbrahim Yınal, Tuğrul Bey’in iktâ etmek
istediği sahaya gitmeyerek Onun yanında kaldı. Bundan sonra İbrahim Yınal,
yine bir kumandan olarak Tuğrul bey’in yanında kalmaya devam etti. Bununla
beraber İbrahim Yınal’ın bu ilk isyan teşebbüsünden sonra “rum gazası”’na
düzenlediği seferlere kadar yaklaşık dört yıl kaynaklarda adına sıklıkla rastlanmaz.
Tuğrul Bey seferini tamamlayıp Bağdad’a döndüğü zaman Musul ve
çevresini İbrahim Yınal’a bırakarak Onu hil’atlandırdı ve 20 bin dinar verdi.231
İbrahim Yınal’da Musul ve çevresinde adil bir hükümdar olarak görev yaptı.232
İbrahim Yınal, Musul’dan ayrılıp el-Cibâl bölgesine gitti (450/1058).
Tuğrul Bey bu gidişi isyan kabul ederek bir elçi gönderdi ve İbrahim Yınal’ı
Bağdad’a çağırdı.233 İbrahim Yınal henüz Tuğrul Bey’e mücadele etmeyi göze alamadığı için gelip itaatini bildirdi.234
229
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s.422–423; Azimî, Azimî Tarihi, s.11; M. A. Köymen, Selçuklu
Devri, s.59–60; O. Turan, Selçuklular Devri, s. 126.
230
M. A. Köymen, Selçuklu Devri, s.59
231
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s.480; M.A. Köymen, Selçuklu Devri, s.59; A. Sevim, “Sıbt
Mir’atü’z-zaman, Tuğrul Bey Dönemi”, s.51; F. Sümer, Oğuzlar, s.119
232
A. Sevim, “İbnü’l Cevzi, el-Muntazam”; s.464
233
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s.484
234
S.Koca, Dandanakan’dan Malazgirt’e, s. 112
47
1.3 İbrahim Yınal’ın Arslan Besâsirî ve Fatımî Halifeliği İle Temasları
Gerek Sünni, gerek Fâtımî kaynaklarında Fâtımîlerin ya Halife elMustansır, ya daî el-Müeyyed, ya da müttefikleri Besâsirî vasıtasıyla İbrahim
Yınal’ı, Tuğrul Bey’e karşı isyana teşvik ettikleri ve bu gayeyle aralarında işbirliği anlaşması yapıldığına dair bazı rivayetlerin bulunduğunu görüyoruz.235
Sıbt’ın nakline göre, denilir ki, İbrahim Yınal isyan düşüncesi ve niyetinden dolayı halen Selçukluların düşmanı ve aralarında mücadele devam
eden Fâtımîlerin müttefiki Besâsirî ile mektuplaşıyordu. Buna karşılık Besâsirî
ise, Selçuklulara karşı yürüttüğü mücadeleden galip çıkmak için İbrahim
Yınal’ı kardeşi Tuğrul Bey Bey’e karşı isyana teşvik edip, onu tek başına hükümdar olmaya tamahlandırıyordu. Dolayısıyla bu konuda ona yardım ve
destek vaadinde bulunuyordu.236 Bu rivayetten anlaşıldığına göre İbrahim
Yınal’ı isyana teşvik eden Besâsirî’dir. Hatta ona isyan için gerekli olan yardımı da Besâsirî vaat etmektedir. Ancak bu sırada zaten Besâsirî’nin kendisinin de Fâtımîlerle işbirliği yaptığını ve onlardan yardım aldığını düşünürsek,
onun Fâtımî hilâfeti adına hareket ettiğini dolayısıyla İbrahim Yınal ile kurduğu münasebetin de Fâtımîler adına yürütüldüğünü hatta vaat edilen yardımın
da Fâtımîler tarafından sağlanacağını kabul etmemiz gerecektir.
İbrahim Yınal’ı Tuğrul Bey’e karşı isyana teşvik edip onu tek başına
hükümdar olması yönünde destekleyen ve bu hususta ona her türlü yardımı,
desteği vaat eden Mısırlıların bir mektubunun Vezir İbn Müslime’nin eline
geçtiğine dair bilgi nakledilmektedir.237 Casusun Bağdad’da yakalandığını ve
dolayısıyla Fâtımîlerin mektubunun İbn Müslime’nin eline geçtiğini öğrenen
235
İbnü’l Adîm, Bugye, s.6; A. Sevim, “İbnü’l Cevzi, el-Muntazam” s.464; Ebu’l Ferec, Tarih, I,
s.313; M.A. Köymen, Tuğrul Bey, s.62–103
236
İbnü’l Adîm, Bugye, s.4; A. Sevim, “İbnü’l Cevzi, el-Muntazam” s.464; F. Sümer, Oğuzlar,
s.120
237
M. A. Köymen, Tuğrul Bey, s.62
48
İbrahim Yınal, bundan ötürü canı sıkıldı huzursuz oldu ve aynı gece yanındaki askerlerle birlikte Hemedan’a hareket etti.238
İbrahim Yınal ile Besâsirî arasında yapılan bu anlaşmada ilk teşebbüsün hangi taraftan geldiği ve anlaşmanın mahiyeti ile ilgili hususlarda tarihçiler arasında bir ittifak yoktur.
1.4. İbrahim Yınal’ın İkinci İsyanı ve Ölümü
İbrahim Yınal’ın isyanından hemen önce Bağdad’da gelişen hadiselere
baktığımız da, Tuğrul Bey’in İbrahim Yınal’ın kendisine karşı taşıdığı kötü
niyetleri, hal ve hareketlerini ve hatta onun hakkında isyan söylentilerini itibara alarak239 her şeye rağmen, muhtemel isyanını önlemek için bazı tedbirler
de aldığını görüyoruz. Tuğrul Bey 450/1058’de “Hadîmü’l-Has” Sav-Tekin’i
Musul’daki kardeşine hediyelerle göndererek onun Bağdad’a gelmesini istedi.240 Sultanın bu çağrısı üzerine İbrahim Yınal, Şubat 450/1058 sonunda ya
da Mart 450/1058 başında Musul’dan Bağdad’a geldi.241 Öte yandan söz konusu isyan söylentileri üzerine bundan doğabilecek kötü sonuçları önlemek
maksadıyla Halife el-Kâim ve Vezir İbn Müslime, İbrahim Yınal’ın Bağdad’a
gelmesinden istifade ederek Selçuklu yönetiminin zirvesinde meydana gelen
bu krizi çözmek için yoğun çaba sarf ediyorlardı. Nitekim İbn Müslime, Tuğrul
Bey’le bu hususta görüşerek, İbrahim Yınal hakkında ortaya çıkan isyan söylentilerinden ötürü Halifenin taşıdığı endişeleri ona iletti ve ondan kardeşine
karşı daha yumuşak davranmasını, gerekirse onu affetmesini ve böylece onu
238
M. A. Köymen, Tuğrul Bey, s.62
Zira İbnü’l Esîr’in ifadesine göre, bu sırada İbrahim Yınal Musul’dan ayrılıp Cibal’e gitmiş, Tuğrul
Bey de onun bu hareketini isyan kabul etmişti. Bkz. İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s.484
240
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX, s.484; A. Sevim, “İbnü’l Cevzi, el-Muntazam” s.464;
241
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX, s.484; A. Sevim, “Sıbt-Mir’âtü’z-Zaman Tuğrul Bey Dönemi”,
s.57–58
239
49
kazanmaya çalışması yolunda çaba sarf etmesini isteyen el-Kâim’in mesajını
Sultana bildirdi.242
Tuğrul Bey’in bu sert tutumuna ve İbrahim Yınal hakkındaki düşüncelerine rağmen, İbn Müslime taraflar arasındaki anlaşmazlığın diplomatik ve
barışçı yoldan çözülmesi için Tuğrul Bey’i yumuşatmaya ve daha itidalli davranması hususunda tavsiyelerde bulunmayı sürdürdü. Nitekim İbn Müslime’nin bu çabalarının tesiriyle biraz yumuşayan Tuğrul Bey, bir nevi vezirin
arabuluculuk teklifini kabul ederek, İbn Müslime’ye “Uygun gördüğünü yap”243
dedi ve onu bu hususta serbest bıraktı. Hatta Tuğrul Bey, İbrahim Yınal’ın
isyanının önlenmesi maksadıyla bu işin barışçı yollardan çözümlenmesi için
Amîdü’l-mülk el-Kündürî’yi bile görevlendirdiği gibi; ayrıca, askerler arasında
isyanla ilgili dedikodu çıkartanları cezalandıracağını bildirerek bu hususta
hassasiyetini gösteriyordu. Ancak Tuğrul Bey, bir yandan muhtemel isyanın
önlenmesi için tedbir almaya çalışırken, diğer yandan da bunların sonuç vermeyeceğine inanmış olmalı ki, İbrahim Yınal’ın başkaldırısına mutlak gözüyle
bakıyor ve bu yönde de stratejisini hazırlıyordu. Nitekim, “isyan vâki olursa
bunu halletmek için yaz mevsimini Horasan’da geçireceğim, daha sonra da
Mihrican’da (ilkbaharda) tekrar Irak’a dönerek Şam’a gidip Şiî-Fâtımîlerin ve
onların müttefiki Besâsirî ile savaşmak mutlaka boynumun borcu olsun.”244
diyerek her halükarda Fâtımîlerden ve Besâsirî’den bu hadiselerin intikamını
alacağını söylüyordu.
Tuğrul Bey’in affedici, hoşgörülü, değer verici davranışlarına rağmen,
İbrahim Yınal, Tuğrul Bey’e karşı taşıdığı niyetlerden ve hatta isyan fikrinden
vazgeçmemişti. Zira 0, Bağdad’dan Musul’u kuşatmış bulunan Besâsirî’ye
karşı gönderilmiş olmasına rağmen, buna uymamış ve bir nevi bu görevi savsaklamak maksadıyla Vasıt civarında oyalanıyordu.245
242
A. Sevim, “Sıbt-Mir’âtü’z-Zaman, Tuğrul Bey Dönemi”, s.58
A. Sevim, “Sıbt-Mir’âtü’z-Zaman, Tuğrul Bey Dönemi”, s.59
244
A. Sevim, “Sıbt-Mir’âtü’z-Zaman, Tuğrul Bey Dönemi”, s.61
245
M. A. Köymen, Tuğrul Bey, s.62
243
50
Öte yandan bu sırada bir yandan Besâsirî’nin Musul kuşatması devam
ediyor, diğer taraftan da İbrahim Yınal, Tuğrul Bey’in kendisine verdiği
Besâsirî’ye karşı Musul’u koruma görevini yerine getirmeyerek bir anlamda
isyanını başlatmış oluyordu. Artık bu gelişmeler üzerine Tuğrul Bey, yol durumunu ve kuşatma hakkındaki bilgileri bizzat kendisi topladıktan sonra gerekli hazırlıkları yaptıktan sonra, Bağdad’dan Musul’a hareket etmeye karar
verdi ve Eylül 450/1058 tarihini de sefer günü olarak tayin etti. Sultanın sefer
kararını duyan Halife, Reisü’r-Rüesâ aracılığıyla ona bir hil’at ve at göndererek Tuğrul Bey’den Musul’a bizzat kendisinin sefere çıkmamasını istedi. 246
Bu sırada Selçuklu ordusunun büyük bir kısmı Nevruz dolayısıyla Horasan’a gönderilmiş ve dolayısıyla halen Bağdad’da 2000 civarında süvari
bulunuyordu.247 Her şeye rağmen, Tuğrul Bey komutasındaki Selçuklu ordusu Ağustos 450/1058 ortalarında Bağdad’dan Musul’a hareket etti.248
Diğer yandan Besâsirî ile Kureyş 4 aylık bir kuşatma sonrasında şehri
tahrib edip Ağustos 450/1058 de Musul’a girmişlerdir.249
Nihayet Tuğrul Bey, Bağdad’daki mevcut askerleri ve Cibâl ’den gelen
takviye kuvvetlerle birlikte Eylül 450/1058 de Musul önlerine gelmiştir.250 Sultan’ın ordusuyla birlikte Musul önlerine geldiğini haber alan Besâsirî ile
Kureyş hemen şehirden kaçmış251 bundan sonra Tuğrul Bey’de şehre girip
kaleyi ve şehri teslim almıştır. Ancak Tuğrul Bey’in Musul’daki kalışı fazla
uzun sürmedi ve hemen buradan Nusaybin taraflarına hareket etti.252
246
A. Sevim, “Sıbt-Mir’âtü’z-Zaman, Tuğrul Bey Dönemi”, s.61
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s.484
248
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s.484–485
249
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s.485; Ebu’l Ferec,Tarih, I, s.313
250
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s.485
251
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s.484; Ebu’l Ferec, Tarih, I, s.313
252
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s.485; Hüseynî, Ahbâr, s.13; İbnü’l Adîm, Bugye, s.4
247
51
Tuğrul Bey ve ordusu Nusaybin’e bir gecelik mesafede bulunan bir
yerde konakladı. Fakat Nusaybin halkı sabah kalktıklarında Selçuklu ordusunu görememişler ve şaşırmışlardı.253
Tuğrul Bey’in bu ani hareketinin sebebine gelince; 1057 yılının sonlarında Tuğrul Bey’in Musul’u kendisine teslim edip, Bağdad’a gittiği tarihten
itibaren devam eden İbrahim Yınal’ın isyan söylentileri ve önlenmeye yönelik
sözünü ettiğimiz çabalara rağmen, onun bu hususta kesin kararlı olması sebebiyle nihayet isyanı gerçek olmuştu. Böylelikle Tuğrul Bey’e karşı isyan
etmiş bulunan İbrahim Yınal 450/1058’de yanındaki kuvvetlerle beraber Irak
bölgesinden ayrılıp, Selçuklu Devletinin merkezi durumundaki Hemedan’ı ele
geçirmek için hareket ettiğine dair haberler Tuğrul Bey’e ulaşmıştı.254 İşte bu
hadise üzerine Sultan ve Selçuklu ordusu Nusaybin’i acilen terk etmek zorunda kalmıştı.255
İşte İbrahim Yınal’ın isyanının gerçekliği karşısında; hem Selçuklu devletinin geleceğini, hem de devletin yıkılması veya İbrahim Yınal’ın eline geçmesi halinde uzun vadede Fâtımîler karşısında korumasız kalacak olan Abbasi hilâfetini, dolayısıyla Ehli Sünnet mezhebinin ve kitlenin istikbalini tehlikede gören Tuğrul Bey, hemen Kasım 450/1058’de yanındaki askerîn bir
kısmıyla birlikte İbrahim’in peşinden gitmek üzere Nusaybin’den hareket etti.256
Tuğrul Bey’in böylesine çabuk ve acele etmesinin sebeplerine baktığımızda; İbrahim Yınal’ın isyanıyla doğabilecek bu sonuçların yanında onun
kendisinden önce Hemedan’a varıp Selçuklu taht merkezini, devletin hazinelerini ve silahlarını ele geçirip hem kendisinin, hem de devletinin Fâtımîler
karşısında güçsüz kalmasına ve ayrıca İbrahim Yınal’ın Türkmenleri kendisi
aleyhine kışkırtarak, onları yanına çekmesi gibi endişelerin ve hususların
253
A. Sevim, “Sıbt-Mir’âtü’z-Zaman, Tuğrul Bey Dönemi”, s.63
A. Sevim, “İbnül Cevzi-el Muntazam”, s.464; Hüseynî, Ahbâr, s.13; M.A. Köymen, Tuğrul
Bey, s.59–63
255
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s.485; Ebu’l Ferec, Tarih, I, s.313
256
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s.484; Ebu’l Ferec, Tarih, Is. 313; Hüseynî, Ahbâr, s.13
254
52
mevcudiyetini görebiliriz. Zira Tuğrul Bey bu endişelerden dolayı çok seri bir
şekilde hareket ederek Kasım 450/1058’de İbrahim Yınal’dan önce
Hemedan’a ulaşmıştı.257 Bu arada Sultan, Nusaybin’den ayrılırken, hanımı
Altuncan Hatun’u, veziri Amîdü’l-mülk el-Kündürî ve üvey oğlu Enûşirvân’ı
orada bırakmış ve onlara derhal Bağdad’a gitmelerini emretmişti. Onlar da
Sultanın emri gereği Nusaybin’den ayrılarak Kasım 450/1058’de Bağdad’a
ulaştılar.258
Tuğrul Bey, İbrahim Yınal’dan önce Hemedan’a ulaşmış şehre kapanmıştı.259 Onun arkasından da İbrahim Yınal da Hemedan’a vardı. İbrahim
Yınal, gelir gelmez zaten önceden yurtlarından evlerinden uzak bırakıp Irak’a
savaşa götürmesi ve yeterince ganimet elde edememeleri sebebiyle Sultan’a
karşı bir kızgınlık içerisinde bulunan Türkmenlerle Tuğrul Bey’e karşı anlaştı.
Buna göre İbrahim Yınal kendilerini Irak’a savaşa götürmeyecek, buna karşılık Türkmenler de Tuğrul Bey’i Hemedan’da kuşatacak ve ona karşı savaşacaklardı.260 Bu suretle İbrahim Yınal, Tuğrul Bey’e karşı Türkmenleri yanına
alarak Sultanı Hemedan’da muhasara altına almıştı. Neticede kuşatma altında zor durumda kalan Sultan, Bağdad’a haber göndererek hanımı Altuncan
Hatun, veziri el-Kündürî, Enûşirvân ve diğer Selçuklu komutanlarından, kendisini, İbrahim’in muhasarasından kurtarmaları için yardım istemek zorunda
kalmıştı.261
Tuğrul Bey, kardeşi Ertaş’ın oğulluları Mehmet ve Ahmet’ in kendisine
katılmasıyla kuvvetleri 30 bini bulan İbrahim Yınal karşısında yenilgiye uğrayıp Hemedan kalesine çekildi.262 Çok geçmeden de burada onun tarafından
kuşatıldı. Çok sıkışık bir duruma düşen Tuğrul Bey, mektuplar yazarak veziri
Amîdü’l-mülk Kündürî, karısı Altuncan Hatun ve Enûşirvân’dan “askerleri ile
birlikte kendisine süratle yardıma gelmeleri” bildirdi.263 Bununla beraber
257
Ebu’l Ferec, Tarih, Is. 313
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s.484; A. Sevim, “Sıbt-Mir’âtü’z-Zaman, Tuğrul Bey Dönemi”,
s.64; İbnü’l Adîm, Bugye, s.4
259
A. Sevim, “Sıbt-Mir’âtü’z-Zaman, Tuğrul Bey Dönemi”, s.65
260
A. Sevim, “Sıbt-Mir’âtü’z-Zaman, Tuğrul Bey Dönemi”, s.82; O. Turan, Selçuklu Devletleri,
s. 90; M. A. Köymen, Tuğrul Bey, s. 58.
261
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s.488; Hüseynî, Ahbâr, s.14
258
53
Merv’de ağır hasta bulunan kardeşi Çağrı Bey’e de bir mektup göndererek
“sultanlığının elinden gitmek üzere olduğunu, bu nedenle acele olarak yardım
göndermesini” bildirdi.264
Sultanın yardım çağrısı üzerine Bağdad’ta bulunan Altuncan Hatun,
Hemedan’a gitmek üzere harekete geçip hazırlıklara başladı. Ancak bunu
öğrenen Halife el-Kâim, Besâsirî’in Selçuklu askerlerinden arınması halinde
Besâsirî’nin Bağdad’a saldırmasından ve dolayısıyla Abbasi hilâfetini ortadan
kaldırmasından korktuğu için Hatun’un ve dolayısıyla Selçuklu askerlerinin
Bağdad’tan ayrılmasına mani olmaya çalıştı. 265
Tuğrul Bey’in yenilgisi ve Arslan Besâsirî ve müttefiklerinin Bağdad’a
yürümekte olduğu haberleri şehirde büyük korku yarattı. Bu nedenle halife elKâim, Selçuklu kuvvetlerinin Bağdad’tan ayrılmalarını istemiyordu. Hatta durumun ciddileşmesi sebebiyle vezir Kündürî, Enûşirvân’ı sultan ilan etmek
düşüncesindeydi. Fakat Altuncan Hatun, oğlunu ve vezirini hapse attırmak
için harekete geçince vezir Kündürî Ahvaz’a kaçtı, yakalanan oğlu Enûşirvân
ise zincire vurularak hapsedildi. Böylece saltanat sorununu bertaraf eden
Altuncan Hatun, beraberinde emir İnanç, Ömer ve sultanın sadık emirleriyle
derhal ve süratle eşinin yardımına Hemedan’a hareket etti.266 Çağrı Bey’de
oğulları Kavurt, Alparslan ve Yakuti’yi kalabalık bir ordu ile kardeşine yardıma
gönderdi. Çok geçmeden Rey kenti yörelerinde yapılan ikinci şiddetli savaşta
(450\1059) İbrahim Yınal, kesin yenilgiye uğratıldı ve yeğenleri ile birlikte tutsak alınarak Tuğrul Bey’e teslim edildi.267 Sultan giriştiği isyanlarla devletin
başına ciddi tehlike ve buhranlar çıkartmış olan İbrahim Yınal ve yeğenlerini
eski Türk töresi gereğince yayın kirişi ile boğdurarak öldürttü.268 Böylece Selçuklu devletini ciddi bir şekilde sarsan bu isyan hareketi de böylece bastırılmış oldu.
262
A. Sevim, “Sıbt-Mir’âtü’z-Zaman, Tuğrul Bey Dönemi”, s.91; Azimî, Azimî Tarihi, s.15
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s.488
264
Hüseynî, Ahbâr, s.14
265
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s.488
266
İbnü’l Adîm, Bugye, s.4–5
267
Hüseynî, Ahbâr, s.14; İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s.489
268
Ebu’l Ferec, Tarih, I, s.313
263
54
2. KUTALMIŞ İSYANI
Babası Selçuk’un 100 yaşını aşkın olduğu halde Cend şehrinde ölmesinden sonra Arslan Yabgu, Selçukluların başına geçti.269 Bir süre sonra Selçukluların hepsi Cend’den ayrılarak Arslan Yabgu’nun faaliyet sahası olan
Mâverâünnehr’e, Buhara civarına indiler.270
Mâverâünnehr üzerinde hâkimiyet sağlamaya çalışan Karahanlılar ve
Gazneliler için Karahanlılardan Ali Tegin’e yardım ederek onun Buhara’yı ele
geçirmesine yardım eden (411\ 1020–1021) Arslan Yabgu, kuvvetli bir engeldi. Bunun üzerine Yusuf Kadir Han’ın ordusu doğudan Semerkan’ta doğru
ilerlerken, Sultan Mahmûd ise Ceyhun Irmağını geçerek, Mâverâünnehr’e
girdi.271 İki hükümdar Semerkant yakınlarında 414\1025’te bir araya gelerek
bir anlaşma yaptılar. Yapılan bu anlaşmadaki kararlardan birisi de Arslan
Yabgu ve emrindekilerin Horasan’a nakledilmeleriydi. Bu sırada Arslan Yabgu ve Ali Tegin, iki büyük devletin güçlerine mukavemet edemeyeceklerinden
Buhara’dan çöllere çekildiler. 272
Sultan Mahmûd, dostluk ve ittifak kurmak bahanesiyle Arslan Yabgu’ya elçi gönderdi. Selçuklular elçiye son derece önem verip sevindiler.
Arslan Yabgu onbin kişilik seçkin adamlarıyla Sultan Mahmûd’un yanına doğru yola çıktılar. Ancak Sultan Mahmûd yeniden elçi göndererek şimdilik orduya ihtiyacı olmadığını, bir bölük atlıyla gelmesini söyledi. Bunun üzerine
Arslan Yabgu yanına üç yüz kadar adamı ile oğlu Kutalmış273’ı da alarak Sultan’ın huzuruna çıktı.274 Ne var ki baştan beri niyeti Arslan Yabgu’yu bertaraf
269
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s. 489, M. A. Köymen, Selçuklu Devri, s.30
M. A. Köymen, Selçuklu Devri, s.30; E. Merçil, Selçuklu Devri, s.4
271
S.Koca, Dandanakan’dan Malazgirt’e, s.57
272
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s.363; E. Merçil, Selçuklu Devri Türk Tarihi, s.6
273
Kutalmış b. İsrail b. Selçuk b. Dukak, Tuğrul Bey’in ancasının oğlu olup Anadolu Selçuklularının
atasıdır. “Kutalmış” kelimesi dönemin çeşitli kaynaklarında farklı şekillerde yazılmıştır. Ancak
Osman Turan’ın neşrini yaptığı Müsameretü’l Ahbar’ın 12. sayfasına düştüğü dipnotta bu konuya şu cümleleri ile açıklık getirmiştir: “ilim âleminde şimdiye kadar kutulmuş, kutlumuş, kutlamış şeklindeki telaffuz yanlıştır. İsim “kutal” –(muteaddisi kutadmak: Kutadgu Bilig) kökü ile
“miş” naklî mazi ekinden mürekkep, Toktamış, Yağı basmış, İl-Tüzmiş tarzında Kutalmıştır.
Aksarayî, Müsâmeretü’l- Ahbâr, s.1
274
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s.363; Aksarayî, , Müsâmeretü’l- Ahbâr, s.7
270
55
etmek olan Sultan Mahmûd, verdiği ziyafet sırasında onu ve adamlarını tutuklayarak Hindistan’daki Kalencer kalesine kapattı.275
Arslan Yabgu’nun yakalanışından sonra Selçukluların başına geçen
Tuğrul ve Çağrı Beyler amcalarını kurtarmak için herhangi bir teşebbüste bulunmadılar.276 Bununla beraber oğlu Kutalmış, babasını kurtarmak için kılık
değiştirerek birkaç yıl kalenin etrafında dolaştı.277 Hatta bir keresinde Sultan
Mahmûd’un ölümünden sonra çıkan iktidar kargaşasından fırsat bulup 150
kadar Türkmenle kaleyi basıp babasını kaçırmayı başarmışsa da tekrar yakalanarak hapse atılmıştır.278 Ancak Kutalmış babasını kurtarmaktan vazgeçmedi. Birkaç yıl daha faaliyetlerini sürdüren Kutalmış babasının öldüğünü
öğrenince Tuğrul ve Çağrı Beylere katıldı.279
2.1. Mikail oğulları (Tuğrul-Çağrı Beyler) ile Arslan Yabgu Arasında Liderlik Mücadelesi
Selçuk Bey’in Cend şehrine göçü ve burada bulunduğu sırada Müslümanlığı kabul ederek kâfir soydaşlarına karşı başarılı gazalarda bulunması,
ona hem Türkmenler içerisinde hem de İslam dünyasında saygınlık kazandırmıştır. Böylece bölgede çıkış yapan yeni bir siyasi güç olarak varlığına
başlayan Selçuk, düzenlediği bu seferlerin birinde büyük oğlu Mikail’i şehit
275
S.Koca, Dandanakan’dan Malazgirt’e, s.58
İbnü’l Esîr, Serahs savaşından sonra Tuğrul Bey’in Gazneli Mesud’a mektup göndererek amcaları
Arslan Yabgu’yu hapisten çıkarmalarını istediğini belirtikten sonra Sultan’ın bunu kabul ettiğini, Arslan Yabgu’yu Belh’te huzuruna getirdiğini, burada Arslan Yabgu’nun yiyenlerine doğruluk üzere olmaları ve fitne ve fesattan el çekmelerini tavsiye eden bir mektup ile biz (dikiş aleti)
gönderdiğini kaydeder. Elçinin mektubu ve “biz”i teslim etmesinden sonra bu duruma sinirlenen
Selçuklu Beyleri eskiden yaptıkları gibi yağmalama faaliyetlerine devam ettiler. Bunun üzerine
Sultan Mesud, Aslan Yabgu’yu tekrar hapse attı. Bkz. İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s.365–366
277
S.Koca, Dandanakan’dan Malazgirt’e, s.58
278
Aksarayî, Müsâmeretü’l- Ahbâr, s. 9
279
S.Koca, Dandanakan’dan Malazgirt’e, s.58
276
56
verdi. Bundan sonra Mikail’in oğulları olan Tuğrul ve Çağrı Beyleri dedeleri
Selçuk yanında alarak özenle büyütülüp yetiştirmeye başladı.280
Selçuk Bey’in ölümü üzerine hayattaki büyük oğlu Arslan, “Yabgu” unvanı alarak Selçuklu ailesinin başına “bey” olarak geldi. Bununla birlikte
Arslan Yabgu, her ne kadar Selçukluların beyi durumunda olsa da bunun yanı sıra, ailenin diğer bireyleri kendilerine bağlı Oğuzların başında yarı bağımsız olarak hareket ediyorlardı. Böylelikle kaynaklarda genellikle Tuğrul ve
Çağrı beylere bağlı Oğuzlara “Selçuklular”, Arslan’a bağlı olanlara “Yabgulular”, Yusuf Yınal’a bağlı olanlara da “Yınallılar” adı verilmiştir.281
Şimdiye kadar ki olaylarda her şey Türk hâkimiyet anlayışının bir gereği olarak devam etse de az sonra temas edeceğimiz noktalar Selçuklu Beyleri Arslan Yabgu ile Tuğrul ve Çağrı Beyler arasında kaynaklarda ifadesini
bulmayan ancak içten içe gerçekleşen bir rekabetin varlığını ortaya koyuyor.
Acaba Tuğrul ve Çağrı Beylerin amcaları ile olan bu rekabetlerinin başlangıç
nedeni iki kardeşin Selçuk Bey tarafından bizzat yetiştirilmiş olmaları olabilir
mi? Selçuk Bey, babalarının ölümünden sonra torunlarını bir dede şevkati ile
mi gözetip kollamış yoksa onlardaki siyasi iktidar kabiliyetini mi görmüştür?
Daha önce de belirttiğimiz gibi kaynaklar bu noktada bize açıklayıcı bir bilgi
verememektedir. Bu nedenle biz olaylardan yola çıkarak bu konuya açıklık
getirmeye çalışacağız:
Babasının sağlığı sırasında başlayan ve onun ölümünden kısa bir süre
sonra da Samanlılara destek veren Arslan Yabgu daha sonra siyaset değiştirip Karahanlı Hükümdarı İlig Nasr Han’la birleşti. Ancak bu birleşme İlig Nasr
Han’ın Tuğrul ve Çağrı Bey’lere saldırmasına engel olmamıştır. O kadar ki
Karahanlı hükümdarının saldırıları karşısında Tuğrul ve Çağrı Bey’ler siyasi
varlıklarını devam ettirebilmek için diğer bir Karahanlı hükümdarı Buğra
Han’ın hizmetine girmek zorunda kaldılar. Ancak bu sırasında Tuğrul Bey,
280
Ebu’l Ferec, Tarih, I, s.292–293; Hüseyni, Ahbar, s.1; A. Sevim - E. Merçil, Selçuklu Devletleri Tarihi, s.16; F. Sümer, Oğuzlar, s.94
281
A. Sevim – E. Merçil, Selçuklular Devleti Tarihi, s.17;
57
kendisini tehlike olarak gören Buğra Han tarafından yakalanıp hapse atıldıysa da Çağrı Bey’in gayretleriyle tekrar serbest kalmış ve Selçuklular
Maveraünnehr’e dönmüşlerdir. Gerek İlig Nars Hanın saldırıları sırasında
gerekse Tuğrul Bey’in tutuklanışı esnasında Arslan Yabgu’nun yeğenlerine
yardım ettiğine dair bir bilgi bulunmamaktadır. Bununla beraber bu sırada
Arslan Yabgu taraf değiştirmiş ve Karahanlı hükümdarı Arslan Han tarafından
hapse atıldıktan sonra bir fırsatını bulup kaçan Ali Tigin ile iş birliği yaparak
onun Buhara’yı ele geçirmesine ve burada bir Karahanlı beyliği kurmasına
yardım etmiştir. Üstelik kızını Ali Tigin ile evlendirerek bu işbirliği bağını kuvvetlendirmiştir.282
İşte bu sırada Selçuklu ailesi arasında cereyan eden liderlik mücadelesi bir defa daha kendisini gösterdi. Şöyle ki; Arslan Yabgu yukarıda ifade
ettiğimiz Ali Tigin ile olan ittifakına Tuğrul ve Çağrı Beyleri dâhil etmedi. Hatta
evlilik yoluyla da bağını kuvvetlendirdiği Ali Tigin, Tuğrul ve Çağrı Bey’lere
karşı harekete geçerek onları oldukça zor bir duruma düşürdü. Şüphesiz ki
Ali Tigin bunu yaparken bu durumdan Arslan Yabgu’nun haberi olmaması
düşünülemez. Bu ciddi ve tehlikeli durum karşısından Çağrı Bey, Anadolu’ya
kadar uzanan yeni ve güvenli yurt arama faaliyetleri gerçekleşmiş, Tuğrul
Bey ise yanındaki Türkmenlerle çöllere çekilmişti.283
Tüm bunlar olurken Arslan Yabgu’nun da desteğiyle Ali Tigin, kısa
zamanda bölgede önemli bir güç haline geldi. Bu durum Hazerm ve
Maveraünnehr’de hâkimiyet sahibi olan ve burada kendilerine rakip görmek
istemeyen Gazneliler ile Karahanlıları son derece rahatsız etti. Bunun üzerine
harekete geçen Karahanlı (büyük) hükümdarı Yusuf Kadir Han İle Gazne Hükümdarı Mahmud, Semerkant yakınlarında bir araya gelerek kaynaklarda
“İran ve Turan sorunları” olarak ifadesini bulan bir toplantı yaptılar.284
282
A. Sevim – E. Merçil, Selçuklular Devleti Tarihi, s.18; F. Sümer, Oğuzlar, s. 90–94
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, s.291; Ebu’l Ferec, Tarih, I, s.293; A. Sevim – E. Merçil, Selçuklular
Devleti Tarihi, s.18; O. Turan. Selçuklular Tarihi, s.22;
284
A. Sevim – E. Merçil, Selçuklular Devleti Tarihi, s.19–20; O. Turan, Selçuklular Tarihi, s.54
283
58
Yapılan antlaşma şartlarına göre harekete geçen Gazneli Mahmûd, o
sırada Ali Tigin ile çöllere çekilmiş olan Arslan Yabgu’ya bir elçi göndererek
sarayına davet etti. Gazneli Mahmûd, onuruna verdiği bir ziyafet sırasında
Arslan Yabgu, oğlu Kutalmış ve yakın adamlarını yakalatıp Keşmir’e giden
geçitteki bir tepenin üzerinde bulunan Kalincar Kalesine hapsetti.285
Arslan Yabgu’nun yakalanışından sonra Tuğrul ve Çağrı Beyler amcalarını kurtarmaya yönelik herhangi bir fiili girişimde bulunmamışlardır. Kanaatimizce her ne kadar o sırada Selçuklular Gazneli Devleti gibi güçlü bir devlete karşı gelebilecek güçte ve yeterlilikte olamasalar da bu duruma tamamen
sessiz kalmalarında daha önce İlig Nars Han ve Ali Tigin’in saldırıları karşısında ve Tuğrul Bey tutuklandığında kendilerine yardım etmeyen amcalarına
karşı bir tavırdır. Zaten Tuğrul be Çağrı Beylerin Selçuklu ailesinin mücadelesi döneminde kendilerine rakip olan Arslan Yabgu’yu kurtarmak için herhangi
bir harekette bulunmaları beklenemezdi. Güçlü rakiplerinden Gazneli
Mahmûd sayesinde kurtulmuş olmaları onlar için bulunmaz fırsat oldu.
Her ne kadar genel kanaat Tuğrul ve Çağrı Beylerin Arslan Yabgu’yu
kurtarma konusunda bir gayret göstermedikleri yönünde olsa da İbnü’l Esîr’
deki bir kaydı da gözden uzak tutmamak gerekir. İbnü’l Esîr, Serahs savaşından sonra Tuğrul Bey’in Gazneli Mesud’a mektup göndererek amcaları
Arslan Yabgu’yu hapisten çıkarmalarını istediğini belirtikten sonra Sultan’ın
bunu kabul ettiğini, Arslan Yabgu’yu Belh’te huzuruna getirdiğini, burada
Arslan Yabgu’nun yiyenlerine doğruluk üzere olmaları ve fitne ve fesattan el
çekmelerini tavsiye eden bir mektup ile biz (dikiş aleti) gönderdiğini kaydeder.
Elçinin mektubu ve “biz”i teslim etmesinden sonra bu duruma sinirlenen Selçuklu Beyleri eskiden yaptıkları gibi yağmalama faaliyetlerine devam ettiler.
Bunun üzerine Sultan Mesud, Aslan Yabgu’yu tekrar hapse attı.
285
286
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, s.292; A. Sevim – E. Merçil, Selçuklular Devleti Tarihi, s.20; F. Sümer, Oğuzlar, s. 94–95; O. Turan, Selçuklular Tarihi, s.54
286
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX, s.365–36
59
2.2. İsyana Kadar Kutalmış’ın Askerî ve Siyasî Faaliyetleri
Büyük Selçuklu Devletinin kurulmasından bir süre sonra kararlaştırılan
fetih planları gereğince, batı yönündeki fetihleri yürütme görevini Tuğrul
Bey’in aldığını ve bunu gerçekleştirmek için İbrahim Yınal’ı Hemedan ve İsfahan’nın, Kutalmış ve Resultekin’i Hazar Denizi bölgesinin Hasan Bey ve
Yakutî’yi de Azerbaycan’nın fethi ile memur ettiğini287 daha önce belirtmiştik.
Buna göre Kutalmış, Geylan ve Târim bölgelerini fethettikten sonra,
ileri harekâtına devamla Aras Irmağını geçerek Erran ve Gürcistan’a girmeyi
başardı.288 Bu ara da Kutalmış, Bizans İmparatoru IX. Konstantin
Monomak’ın, Gürcü asıllı kumandanı Liparit yönetimindeki sevk ettiği ordunun, Şeddadoğulları Beyliğinin başkenti Dovin’i kuşatıp sıkıştırması sonucunda onları savunma amacıyla harekete geçerek Liparit’i Gence önlerinde
kesin bir yenilgiye uğratıp geri çekilmek zorunda bırakmıştı.
289
Kutalmış’ın
Tuğrul Bey’e haber vermeden bu işe girişmesinin nedeni, fetihlere memur
edilen hanedan azaları, Tuğrul Bey’in yüksek hâkimiyetini tanımakla beraber,
hareketlerinde tamamen müstakil olduklarından istedikleri şekil ve surette
istila yapabiliyorlardı.290
Bir yandan Kutalmış, diğer yandan İbrahim Yınal, harekâtlarını başarıyla devam ettirirken Musa Yabgu’nu oğlu olan Hasan Bey onlar kadar şanslı
olamadı. Daha önce tafsilatıyla anlattığımız Büyük Zap suyu civarında yapılan savaşta pusuya düşürülerek şehit edildi. Tuğrul Bey, Erran bçlgeside başarılı fetihlerde bulunan Kutalmış’ı, İbrahim Yınall’a beraber Anadolu’da fetihler yapmak ve bozguna uğratılan Selçuklu ordusunun öcünü almak amaçıyla
seferle görevlendirdi.291
287
M. H. Yinanç, Türkiye Tarihi Selçuklular Devri, s.44
M. H. Yinanç, Türkiye Tarihi Selçuklular Devri, s.45
289
A. Sevim- Y.Yücel, Türkiye Tarihi, s.41
290
M. H. Yinanç, Selçuklular Devri, s.45
291
A. Sevim - Y. Yücel, Türkiye Tarihi, s.42
288
60
Bizans kaynaklarında 100 bin kişi olduğu ifade edilen Selçuklu ordusu,
1048 yılında Anadolu’ya girdi.292 Hızla ilerleyen ve iki bölümden oluşan Selçuklu ordusunun bir bölümüne İbrahim Yınal, diğer bölümüne ise Kutalmış
kumandanlık ediyordu. 18 Eylül 1048’de Pasinler Ovasında gerçekleşen şiddetli savaşın sonucunda Bizans ordusu ağır bir yenilgiye uğradı. Başkumandanları Liparit ele geçirilerek Tuğrul Bey’e teslim edildi. Böylece Hasan Bey’in
öcü de alınmış oldu.293
Tuğrul Bey’ Halife tarafından Bağdad’a davet edildiğinde yanında
Kutalmış da bulunuyordu.294 Kutalmış burada bulunduğu sırada İbn İsfancus,
el- Müeyyed fîd- Dîn’in vaatlerine aldanıp Selçuklu tâbi liğinden çıktı. Bunun
üzerine Kutalmış, İbn. İsfancus üzerine sevk edildiyse de Besâsirî ’ni Musul
üzerine
yürüdüğünün
duyulmasından
sonra
Musul’a
gönderildi.
İbn.
İsfancus’u tedip etmek ise Irak valisi Âmidü’l Irâk Ebû Nasr’a kaldı.295
Tuğrul Bey derhal Kutalmış komutasında bir ordu kurup Besâsirî üzerine gönderdi. Baş Hacible beraber pek çok ileri geleni de Kutalmış’ın yanına
kattı. 296
Kutalmış komutasındaki askerler Musul’a gidiş esnasında aşırı derecede yağma yaptılar. Kadınları rahatsız ettiler. Bu durum Arapların bütünüyle
Besâsirî ye meyletmelerine neden oldu.297
292
Bu kısım daha önce tafsilatlı olarak ele alındığı için burada sadece konu bütünlüğü olması amacıyla özet olarak ele alıyoruz.
293
Tuğrul Bey, Anadolu’nun fethiyle bizzat ilgilenememiş, ancak görevlendirdiği Selçuklu prens ve
emîrlerinin gerçekleştirdikleri askeri hareketler genellikle bir akın ve istila hareketlerinden ibaret kalmıştır. Bkz Sevim A. Sevim-Y. Yücel, Türkiye Tarihi, s.42–48
294
Mükrimin Halil Yinanç eserinde dönemin Bizans kaynaklarına dayanarak, İbrahim Yınal’ın ilk
isyanı sırasında Kutalmış’ın da onunla olduğundan bahseder. Yine bu kaynaklara dayanarak
yaptığı açıklamanın devamında Kutalmış’ın kaçarak Liberya’ya geldiğinden, Tuğrul Bey’in
kendisini takip etmesi üzerine Bizans İmparatorundan yardım istediğinden Kars’ı muhasara ettiği sırada Tuğrul Bey’in Azerbaycan’a yürüdüğünü duyup buradan Arabistan’a kaçtığından bahseder. Ancak Tuğrul Bey İbrahim Yınal gibi Kutalmış’ı da affetmiş olacak ki o Bağdat’a girerken yanında Kutalmış da vardı. Bkz. M. H. Yinanç, Selçuklular Devri, s.49–50
295
A. Sevim, “Sıbt-Mir’âtü’z-Zaman, Tuğrul Bey Dönemi”, s.25
296
A. Sevim, “Sıbt-Mir’âtü’z-Zaman, Tuğrul Bey Dönemi”, s.25–26
297
A. Sevim, “Sıbt-Mir’âtü’z-Zaman, Tuğrul Bey Dönemi”s.26
61
Tuğrul Bey, Besâsirî üzerine bizzat kendisi gitmek istediyse de (Kasım
1056) Halife Kâim Biemrillah buna mani oldu ve yerine asker göndermesini
teklif etti.298 Bu sırada Besâsirî ve yanındakiler Musul’u Kureyş’ten almak için
harekete geçtiler.299
Besâsirî ’ye bağlı kuvvetlerle Kureyş’e bağlı kuvvetler asasında iki fersahlık bir mesafe kaldığında, Kureyş’in ordusundaki askerler gruplar halinde
Besâsirî ’nin saflarına geçtiler. Çok az adamıyla kalan Kureyş, yüksüz bir ata
binerek canın zor kurtardı. Bu durumu haber alan Kutalmış, saflar halinde
gelerek ikindi vaktine kadar savaştılar.300
Besâsirî ve müttefikleri Kutalmış ve ordusuna iyi planlanmış bir saldırı
düzenlediler. Kutalmış’ın komutasındaki Selçuklu ordusu çok ağır bir yenilgiye uğradı. Bu olay Sincar’a301 yakın bir yerde oldu. Kutalmış’ın ordusundan
pek çok insan öldü. Tuğrul Bey’in gönderdiği iki bin beş yüz kişilik destekten
ise sadece iki yüz kişi kurtulabildi. 302
Kutalmış yanındakilerle birlikte Sincar’a sığınmak istediyse de Sincar
halkı Kutalmış’a ve yanındakilere çok işkence ettiler.(448\1056)303
Bu olaydan biraz sonra Bağdad’a Besâsirî ’nin Musul’a girdiği ve orada Fâtımî halifesi adına hutbe okuttuğu haberi geldi. Bunun üzerine Tuğrul
Bey bizzat başında bulunduğu büyük bir ordu toplayarak Bağdat üzerine sefer yapmak için hazırlandı.
298
A. Sevim, “Sıbt-Mir’âtü’z-Zaman, Tuğrul Bey Dönemi”, s.26
A. Sevim, “Sıbt-Mir’âtü’z-Zaman, Tuğrul Bey Dönemi”, s.28
300
A. Sevim, “Sıbt-Mir’âtü’z-Zaman, Tuğrul Bey Dönemi”, s.28
301
Sincar, Nusaybin yakınlarında Sincar Dağı eteğinde bir şehirdir.
302
Ebu’l Ferec, Tarih, I, s.308; M. A. Köymen, Selçuklu Devri, s.62; Osman Turan, Selçuklu Tarihi, s.134
303
Ebu’l Ferec, Tarih, I, s.308; A. Sevim, “Sıbt-Mir’âtü’z-Zaman, Tuğrul Bey Dönemi”, s.34–35,
M.A. Köymen, Tuğrul Bey, s. 102
299
62
2.3. Kutalmış İsyanı ve İsyanın Bastırılması
Tuğrul Bey, saltanatı döneminde (1040–1063), güçlü bir devlet oluşturabilmek için katı bir merkeziyetçi yapı uyguladı. Ne var ki bu durum “devlet
hanedanın ortak malıdır” yönündeki hâkimiyet anlayışını benimsemiş olan
Selçuklu devletinde daha devletin kuruluşundan çok geçmeden hâkimiyet
mücadelelerine sahne olmaya başladı. Bunlardan ilki olan İbrahim Yınal isyanı hakkında geniş bilgiyi yukarıda vermeye çalışmıştık. Şimdi de hanedanın diğer bir üyesi ve Arslan yabgu’nun oğlu Kutalmış’ın Tuğrul Bey döneminde başlayıp, Alp Arslan döneminde nihayete eren hâkimiyet mücadelesini
açıklamaya çalışacağız.
Kuruluşundan itibaren devletin gelişmesinde ve genişlemesinde önemli katkılarda bulunan Kutalmış, tüm bu faaliyetleri ve başarılarına rağmen
kendi iradesine belirli bir bölge verilmediği gerekçesiyle harekete geçti.
Türkmenlerin de desteğini yanına alan Kutalmış, İran’ın Cibâl bölgesinde daha önce ele geçirdiği Girdkûh kalesini de mücadelesinin üssü haline getirerek
isyanını başlattı.304
Tuğrul Bey, isyanı bastırmak üzere gönderdiği Humar-tigin başarılı
olamayınca, bu sefer veziri Küdürî komutasındaki tüm Selçuklu ordusunu
Kutalmış’ın üzerine sevk etti. Sarp kayalar üzerine kurulu ve oldukça sağlam
olan Girdkûh kalesi kuşatmaya alınmasına rağmen ele geçirilmesi çok zor bir
kaleydi. Bu nedenle kuşatma gittikçe uzuyordu. Vezir Küdürî’ni yaptığı tüm
teslim olma çağrılarına Kutalmış, kabul edilmesi imkânsız şartlar ileri sürüyordu.305 Bu şartlar arasında;
1: Sultan’ın hayatına dokunmaması, bunun için yemin etmesi,
304
M. A. Köymen, Selçuklu Devri, s.63; Osman Turan, Selçuklular Tarihi, s.140; S.Koca, Dandanakan’dan Malazgirt’e, s.120
305
S.Koca, Dandanakan’dan Malazgirt’e, s.120
63
2: Emir Süleyman’ın kızıyla evlenmesi
3: isyan harekâtından dolayı kendisinden tazminat istenmemesi
4: idaresine bir bölge verilmesi
5: Ancak bu şartların kabul edilmesiyle barış yapılabileceğini söylese
de taleplerindeki “evlenme ve yemin” şartı nedeniyle bu teklif Vezir Küdürî
tarafından reddedildi.306
Tüm bunlar olurken Tuğrul Bey, yeni eşiyle307 başkent Rey’e dönerken hastalandı ve bundan altı ay kadar sonra vefat etti. Bunun üzerine Vezir
Küdürî kuşatmayı kaldırarak bir an önce Rey’e gitmek için harekete geçti.
Zira onun amacı Tuğrul Bey’in sağlığında veliaht ilan ettiği ve yaşı oldukça
küçük olan Süleyman’ı tahta geçirmekti. Böylece Selçuklu iktidarında üstün
bir hâkimiyet kurmayı amaçlıyordu.308
Tuğrul Bey’in ölüm haberini alan Kutalmış, “saltanat bize düşer. Babam bu yolda öldürüldü.” diyerek başlangıçta sadece kendi yönetimine verilen bir yer isterken o yeni gelişen duruma göre saltanat mücadelesine girişti.309 Yerli halkın devletin üstün kademelerini ele geçirmesinden son derece
rahatsız olan ve dışlandıklarını düşünen Türkmenler tıpkı İbrahim Yınal’da
olduğu gibi kendilerinden yardım isteyen Kutalmış’ın da yanında yer alarak310
yeniden devlete olan tepkilerini ortaya koydular. 311
306
A. Sevim, “Sıbt-Mir’âtü’z-Zaman, Tuğrul Bey Dönemi”, s.173; M. A. Köymen, Tuğrul Bey,
s.64;
307
Tuğrul Bey saltanatının son dönemlerinde Halifenin kızını almaya çalıştı. O bu sayede ele geçirdiği
siyasi hâkimiyetini devam ettirmek ve güçlendirmek çabasındaydı.
308
S.Koca, Dandanakan’dan Malazgirt’, s.121–124
309
Aksarayî, Müsâmeretü’l- Ahbâr:, s. 11
310
M. A. Köymen, Selçuklu Devri, s.63
311
S.Koca, Dandanakan’dan Malazgirt’e, s.125
64
Türkmenlerin de desteğini alan Kutalmış Rey şehrine doğru harekete
geçti. Vezir Küdürî, Kutalmış’ı Rey şehri yakınlarında karşıladı. Yapılan savaşta Vezir Küdürî yenilerek kaçıp Rey şehrine sığındı.312
Kutalmış kesin sonuç almak için Rey şehrini kuşattı. Vezir Küdürî içinde bulunduğu durumun ciddiyetinin farkındaydı. Bu sebeple daha önce kendisine elçi göndererek Süleyman’ı sultan olarak tanımasını isteyen Alp
Arslan’a bu sefer tahta davet için elçisini yolladı. Bir yandan da Alp Arslan
adına hutbe okuttu.
Alp Arslan’nın 20 bin kişilik ordusuyla Horasandan ayrılıp Rey’e gelmekte olduğu haberini alan Kutalmış iki ateş arasında kalmamak için derhal
harekete geçti. Alp Arslan’nın davasından vazgeçmesi için Kutalmış’a elçisini
yolladı. Ancak saltanatı ele geçirmek konusunda son derece kararlı olan
Kutalmış, bu teklifi reddetti.313
Kaçınılmaz olan karşılaşma Damgan yakınlarındaki Milh vadisinde
gerçekleşti.314 Aynı zamnda yıldız ilmiyle de meşgul olan Kutalmış, kendisi
için uygun zaman olmadığı kanaatine varıp savaşı geciktirmek istese de
onun niyetini anlayan Alp Arslan ani bir hareketle aralarındaki suya atını sürüp karşıya geçti. Neye uğradığını anlamayan Kutalmış, istemeyerek de olsa
savaşmak zorunda kaldı.315 Alp Arslan’nın düzenli birlikleri karşısında sayıları
daha çok olan Kutalmış’ın ordusu tutunamadı.316 Ordusu dağılan ve savaşı
kaybettiğini anlayan Kutalmış kaçmak isterken atından düştü ve öldü.317
Kutalmış’ın isyanı İbrahim Yınal’a nazaran daha sağlam temellere dayanıyordu. Çünkü sıkıştığı zaman sığınacağı kuvvetli bir kaleye ve kalabalık
bir Türkmen kuvvetine sahipti. Üstelik Kutalmış, durumu ne olursa olsun hiç312
A. Sevim, “Sıbt-Mir’âtü’z-Zaman, Tuğrul Bey Dönemi”, s.181; M. A. Köymen, Tuğrul Bey,
s.64;
313
S.Koca, Dandanakan’dan Malazgirt’e, s.126
314
Hüseynî, Ahbâr, s.21
315
Hüseynî, Ahbâr, s.21–22
316
Hüseynî, Kutalmış’ın askerlerinin sayısı hakkında bilgi verirken onların çokluğunu anlatmak için
“Melik Kutlumuş bin İsrail’in askerleri fezayı doldurmuştu.” der. Hüseynî, Ahbâr, s.21
317
Hüseynî, Ahbâr, s.22; Aksarayî, Müsâmeretü’l- Ahbâr, s.16
65
bir zaman geri Adîm atmamış, en sıkışık olduğu zamanda bile Tuğrul
Bey’den “yemin” talep etmiştir ki bu o dönemde sultana yapılmayacak bir teklifti. Bu aynı zamanda onun mevcut otoriteye karşı itimatsızlığını göstermesi
bakımından ayrıca dikkate şayandır.318
Kutalmış’ın isyanında dikkati çeken bir diğer nokta da onun davasını
tek başına yürütmesi, yabancı ve düşman devletlerin desteğini almamış, himayesine girmemiş olmasıdır. O sadece Türkmenlere güvenmekle yetindi. 319
Kutalmış isyanı “mahiyeti bakımından basit, gayesi bakımından daha
kesin, hukukî mesnedi bakımından daha sağlamdır.”320
3. ENÛŞİRVAN İSYANI
Şefâse ile Hafâceoğulları emîri Mahmud b. El-Ahrem’e ait olan ve içinde Hafâcîlerin de kalesinin bulunduğu Kal’atü’l-ayn halkı Tuğrul Bey’e bir
mektup göndererek “ kale ve şehirlerini kendisine teslim ettiklerini” bildirdiler.
Bu durum üzerine Tuğrul Bey, Harezimli eşi Altuncan Hatundan olan321 üvey
oğlu Enûşirvan’a Diyar-ı Rebiâ da Nusaybin ile Cezîretu İbn Ömer arasında
bulunan Saffân ile Kal’atü’l-ayn’ın yetki ve idaresini verdi. Enûşirvan da
adamlarını göndererek buraları teslim aldı (450/1058).322
Tuğrul Bey, Musul’a gelerek Emîrlik Sarayına yerleşen323 Besâsirî üzerine ikinci defa sefer düzenlediğinde (Receb 450/ Eylül 1058) yanında eşi
Altuncan Hatun ile Enûşirvan da bulunuyordu. Ancak bu sırada İbrahim
318
M.A. Köymen, Selçuklu Devri, s.65
M.A. Köymen, Selçuklu Devri, s.65
320
M.A. Köymen, Selçuklu Devri, s. 65
321
M. A. Köymen, Tuğrul Bey, s.62
322
A. Sevim, “Sıbt-Mir’âtü’z- Zaman, Tuğrul Bey Dönemi”, s.60; M. A. Köymen, Tuğrul Bey,
s.64
323
A. Sevim, “Sıbt-Mir’âtü’z- Zaman, Tuğrul Bey Dönemi”, s.62
319
66
Yınal’ın isyan ettiği324 haberi Tuğrul Bey’e ulaşınca hiç zaman kaybetmeden
Hemedan’a doğru yola koyulan Tuğrul Bey, Altuncan Hatun ile Enûşirvan’a,
“süratle Bağdad’a dönmelerini” ve “durumu gerektiren önlemleri alıp işlerini
yürütmelerini” bildirdi. Bunun üzerine Altuncan Hatun, Enûşirvan, yanlarında
vezir Amîdülmülk Kündürî ile Tuğrul Bey’in doktoru ve müneccimi olduğu halde Bağdad’a döndüler.325
Tuğrul Bey, İbrahim Yınal’a giriştiği mücadelede zor durumda kalarak
Hemedan Kalesine sığındı. Buradan vezir Amîdülmülk ve Hatun’a “ kendisini
takviye etmek için beraberindeki askerlerle derhal kendisine gelmelerini”326
içeren mektuplar gönderdi. Ancak Amîdülmülk, Tuğrul Bey’in bu durumdan
kurtulamayacağına inanmış olacak ki artık ona yardım edemeyecekleri konusunda Hatun’u ikna ettiği gibi oğlu Enûşirvan’ı da Sultan’ın yerine geçme hususunda gizlice ümitlendirip hazırlamaya başladı.327 Bağdad’daki Selçuklu
beylerinden İnanç ve Ömer Beyler, Enûşirvan’ı kendilerine yakın görmediklerini ve bu yüzden onun hakkındaki plan ve fikirlerini kabul etmeyeceklerini
Amîdülmülk ‘e bildirdiler. Selçuklu Beylerinin bu tutum ve davranışı karşısında Amîdülmülk, Enûşirvan’ı saklayıp koruma altına aldı ve onun hükümdarlığının açıklanması hususunda Halifeyle konuştu. İhtiyatı elden bırakmak istemeyen Halife, “ Bu, gizlenmesi gereken bir husustur. Bu arada Sultan Tuğrul
Bey’in ölümü hakkında birtakım asılsız haberler ortaya çıkmıştır. Eğer biz
Enûşirvan’ın hükümdarlığı konusunda bir açıklama yapacak olursak halk,
Sultanın ölümü hakkında ortaya atılmış olan yalan sözlere inanacaktır; ayrıca
ve müttefikleri de bize göz dikmeye başlayacaktır. Bu nedenle şu anda ivedilikle yapılması gereken şey, memleketin boş kalmaması amacıyla askerler
324
Bu konuyla ilgili geniş bilgi ilgili bölümde verildiği için konuyu oraya havale ederek burada kısaca
deyineceğiz. Ayrıca bkz. M. A. Köymen, Tuğrul Bey, s.58; O. Turan, Selçuklular Tarihi, s.
89–90; A. Sevim- E. Merçil, Selçuklu Devletleri, s. 43–44
325
A. Sevim, “Sıbt-Mir’âtü’z- Zaman, Tuğrul Bey Dönemi”, s.62–64; İbnü’l Adîm, Bugye, s.4; A.
Sevim, “İbnü’l Cevzî- el-Muntazam, s.464
326
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, s.485; A. Sevim, “Sıbt-Mir’âtü’z- Zaman, Tuğrul Bey Dönemi”, s.64
327
A. Sevim, “Sıbt-Mir’âtü’z- Zaman, Tuğrul Bey Dönemi”,a.65
67
için hiç zaman kaybetmeden birtakım önlemler alıp onları iyi bir şekilde yönetmek olacaktır.”328 sözleriyle Amîdülmülk’e tavsiyelerde bulundu.
Enûşirvan’ın gözünün Sultanın yerinde olması Altuncan Hatun’u çok
sinirlendirdi ve oğlunu ve vezirini yakalayıp tutuklatmak istedi.329 Bunun üzerine vezir Amîdülmülk ile Enûşirvan o sırada Reisürrüesa’nın çağrısıyla
Besâsirî’ye karşı bir önlem olarak Bağdad’a gelmiş ve Halifenin sarayının
karşı tarafındaki Necma’da karargâh kurmuş olan Dübeys’in yanına gittiler.
Dübeys kendine sığınan bu önemli misafirleri için kendi çadırının yanında
çadır kurarak onları buraya yerleştirdi. 330
Bu sırada Hatun, daha önce vezirin telkinleriyle ertelediği Hemedan’a
gitmeye karar verdi ve yola çıkmak için kısa sürede hazırlıklarını tamamladı.
Bu sırada Besâsirî’nin Bağdad’a girmesinden endişe duyan Halife, Hatun’a
Bağdad’dan gitmemesi için özel bir ulak gönderdiyse de ulak Hatun’a hareketinden sonra ulaşabildi. Halifenin tüm engellemelerine rağmen Hatun
Hemedan’a doğru yola çıktı.331
Bu arada Besâsirî’nin Bağdad’a yaklaşmakta olduğu haberleri gittikçe
yayılmakta idi. Durumun kötüleşmesinden endişelenen vezir yakın adamlarıyla Ahvaz’a giderken Enûşirvan da annesine katılmak üzere Bağdad’dan
ayrıldı. Ne var ki o, annesi tarafından yakalatılıp zincire vuruldu.332
Hemedan’a vardıklarında Enûşirvan’ın durumuna acıyan Tuğrul Bey onu affedip serbest bıraktı.333
Tuğrul Bey, zamanında yetişen destek kuvvetleri sayesinde kardeşi
İbrahim Yınal’ın isyanını bastırdı. Daha önce kendisini isyanından dolayı af-
328
A. Sevim, “Sıbt-Mir’âtü’z- Zaman, Tuğrul Bey Dönemi”, s.66–67
İbnü’l Adîm, Bugye, s.5; A. Sevim, “İbnü’l Cevzî- el-Muntazam, s.464
330
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, s.485;
331
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, s.485; A. Sevim, “İbnü’l Cevzî- el-Muntazam, s.464
332
A. Sevim, “Sıbt-Mir’âtü’z- Zaman, Tuğrul Bey Dönemi”, s.69; M. A. Köymen, Tuğrul Bey,
s.65
333
M. A. Köymen, Tuğrul Bey, s.65
329
68
feden Tuğrul Bey, bu sefer kendi yayının kirşiyle boğulmak suretiyle İbrahim
Yınal’ı öldürttü. 334
Devletin kuruluşundan kısa bir süre sonra İbrahim Yınal’ın isyanıyla
büyük bir tehlike atlatmış olan Tuğrul Bey, ilk iş olarak, bu isyan sırasında
Bağdad’a giren ve Sünnî İslamı tehlikeye sokan Besâsirî’ye karşı harekete
geçti. O bu amaçla Humar-Tekin komutasında bir ordu hazırladı. Bu sırada
Tuğrul Bey’in yanında bulunan Enûşirvan hazırlanan bu orduya kendi isteğiyle katıldı.335 Besâsirî’nin yakalanmasında büyük rol oynayan ve böylece Tuğrul Bey’in güvenini yeniden kazanan Enûşirvan, birden yeniden isyan etti.
Ancak İbrahim Yınal gibi büyük bir engeli ortadan kaldıran Tuğrul Bey için
Türkmenler gibi büyük bir desteğe sahip olmayan Enûşirvan’ın isyanını bastırmak çok kolay oldu. Selçuklu beylerinden Ay Tekin tarafından esir alınan
Enûşirvan, Rey’e getirildi. Burada annesinin mezarını ziyaret etmek istediğini
söyleyen Enûşirvan, girdiği türbeden çıkmayınca Ay Tekin durumu o sırada
Hemedan’a bulunan Tuğrul Bey’e bildirdi. Tuğrul Bey’in gönderdiği bir adam
onu zincire vurarak türbeden çıkarttı ve Rey on fersahtan biraz fazla bulunan
bir kaleye hapsetti (455/1063).336 Bu sırada Tuğrul Bey yeniden hastalandı.
Kale kumandanı Tuğrul Bey’in ölümünden sonra Enûşirvan’ı serbest bırakacağına dair söz vermişse de buna cesaret edemediği görülüyor. Durumu vezir Amîdülmülk’e mektupla bildiren kale kumandanı Amîdülmülk’ün “tekrar
isyan edebilir düşüncesiyle”337 serbest bırakılmaması yönünde yazdığı cevaptan sonra Enûşirvan’ın serbest kalmasına izin vermedi. Bunun üzerine
Enûşirvan, kale surlarından atlayarak intihar etti. 338
334
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, s.485; A. Sevim, “İbnü’l Cevzî- el-Muntazam, s.488; M. A. Köymen,
Tuğrul Bey, s.58; O. Turan, Selçuklular Tarihi, s. 89–90; A. Sevim- E. Merçil, Selçuklu Devletleri, s. 43–44
335
M. A. Köymen, Tuğrul Bey, s.65
336
A. Sevim, “Sıbt-Mir’âtü’z- Zaman, Tuğrul Bey Dönemi”, s.170
337
M. A. Köymen, Tuğrul Bey, s.66; A. Sevim, “Sıbt-Mir’âtü’z- Zaman, Tuğrul Bey Dönemi”,
s.184
338
M. A. Köymen, Tuğrul Bey, s.66; , M. A. Köymen, Alp Arslan ve Zamanı, s. 39–40; A. Sevim,
“Sıbt-Mir’âtü’z- Zaman, Tuğrul Bey Dönemi”, s.185
69
4. RESUL TEKİN İSYANI
Arslan Yabgu’nun esir edilmesi sırasında oldukça küçük olduğu anlaşılan Resul Tekin, abisi Kutalmış ile Tuğrul ve Çağrı Beylerin hizmetine girdiler.339 Bu sırada devletin gelişmesi için oldukça gayret sarf ettiklerini gördüğümüz Kutalmış ve Resul Tekin daha sonra fırsatlarını bulduklarında isyan
etmekten de geri durmamışlardır.
Bu iki kardeş arasında ilk isyan teşebbüsü Resul Tekin tarafından gerçekleştirilmiştir. Tuğrul Bey, Musul seferinde iken Resul Tekin, Basra, Ahvâz
ve Şiraz taraflarını istila etti. Merkeziyetçi yapıyı koruma konusunda son derece hassas olan Tuğrul Bey, Musul seferinden döndükten hemen sonra adı
geçen vilayetlerin valisi olan Hezâresb’i Resul Tekin üzerine gönderdi. Sebebi kaynaklarda belirtilmeyen bu isyan teşebbüsü kısa sürede bastırıldı ve Resul Tekin, esir edilerek Bağdad’a getirildi. Burada Halifenin şeaati ile (daha
önce İbrahim Yınal’ın ilk isyanında olduğu gibi) affedilerek Selçuklu Devleti
içerisideki hizmetlerine geri döndü.340 Bundan sonra kaynaklarda Resul Tekin ismine sıklıkla rastlanmaz.
Kutalmış’ın isyanı sırasında tekrar ortaya çıkan Resul Tekin, vakit
kaybetmeden abisine katıldı. Ancak kaynaklar isyan sırasında Resul Tekin’in
durumu ve yaptıkları hakkında bilgi vermezler. İsyanın bastırılması sonrasında Resul Tekin, Kutalmış’ın büyük oğlu ve ileri gelen kumandanlarla beraber
yakalandı. 341
5. TUĞRUL BEY DÖNEMİNDE TÜRKMENLER
Büyük Selçuklu Tarihi içerisinde Türkmenler, kuruluşundan yıkılışına
kadar önemli bir yere sahiptir. Her ne kadar Selçuklu hanedanı arasındaki
339
M. A. Köymen, Kuruluş Devri, s.119
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX, s.291; O. Turan, Selçuklu Tarihi, s.136
341
M. A. Köymen, Selçuklu Devri, s.64; O. Turan, Selçuklu Tarihi, s.149
340
70
hâkimiyet mücadelelerinde doğrudan yer almıyorlarsa da bu mücadeleler
sırasında gerek İbrahim Yınal’a gerekse Kutalmış’a verdikleri destekten dolayı “Türkmenler” konusuna kısaca deyinmeyi faydalı bulduk.
5.1. Arslan Yabgu’nun Yakalanışından Sonra Emrindeki Türkmenlerin Durumu.
Arslan Yabgu’nun Gazneli Mahmûd’un verdiği bir ziyafette tutuklanarak Kâlincar Kalesi’ne hapsedildiğinden daha önce bahsetmiştik. Onun tutuklanmasından sonra Arslan Yabgu’ya bağlı 4000 çadırlık Türkmenlerin ileri
gelenleri, Gazneli Mahmûd’a müracaat ederek “beylerinden (Tuğrul ve Çağrı
Beyler) zülüm görmekte ve eziyet çekmekte olduklarını” söyleyerek342 Sultan’dan Horosan’a geçmek için izin istediler. Gazneli Mahmûd, vezir ve emirlerin itirazlarına343 rağmen Türkmenlerin Horosan’a geçmesine müsaade etti.344 Böylece Horosan’a geçen Türkmenler, Serahs, Ferâve ve Abîverd çölünde yurt tuttular. Bu sırada başlarından Yağmur, Buka, Göktaş ve Kızıl adlı
beyler bulunuyordu.345
Gazneli Mahmûd, 418/1027 yılında gerçekleştirdiği Hind Seferinden
döndükten sonra Nesâ, Bâverd (Abîverd) ve İsferâyin’deki haktan Türkmenlerin tecavüzleri yüzünden pek çok şikâyet işitti. Bunun üzerine Sultan
Mahmûd, Türkmenleri cezalandırması için Tus valisi Arslan’ı görevlendirdiyse346 de o, Türkmenler üzerine yaptığı seferlerde başarılı olamadı. Şikâyetlerin ardı arkasının kesilmemesi üzerine Sultan Mahmûd, Türkmenler üzerine
kendisi yürümeye karar verdi (419/1028). Tus’a giden Sultan, burada mahiye342
Türkmenlerin gördüklerini iddia ettikleri zülüm ve eziyet hakkında kaynaklarımızda bilgi mevcut
değildir. Bu olsa olsa Türkmenlerin müstakilce yaşamak için söyledikleri bir bahane olabilir.
Ayrıntılı bilgi için bkz. F. Sümer, Oğuzlar, s.96
343
Hatta bunlardan Tus valisi, Gazneli Mahmûd’a Türkmenlerin ok atamamaları için “başparmaklarının kesilmesini tavsiye etmiş”, bu Gazneli Mahmûd tarafından şiddetle reddedilmişti. Bkz F.
Sümer, Oğuzlar, s.96
344
F. Sümer, Oğuzlar, s.95
345
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX, s.293
346
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s.292
71
tinden birkaç kumandanı daha görevlendirdikten sonra Tus valisi Arslan’ı tekrar Türkmenler üzerine yolladı. Ribât yakınlarında yapılan savaşta Türkmenler ağır bir yenilgiye uğradı. Kaçabilen Türkmenlerden bir kısmı Dihistan ve
Balhan’a giderken, diğer bir kısmı ise Azerbaycan ve Doğu Anadolu’ya kadar
uzanan sahada akınlar yaptılar. 347
Sultan Mahmûd’un ölümü (421/1030)’nden sonra oğulları arasında baş
gösteren taht mücadeleleri sırasında Türkmenlerin önemi birden arttı.
Gazneli Mahmûd’un oğullarından Mesud, babasının ölümünden sonra tahta
geçen kardeşi Muhammed’in hükümdarlığını tanımayarak o sırada bulunduğu İsfahan’dan kuvvetlerinden yararlanmak üzere yanına Türkmen Beylerinden Yağmur’u da alarak Horasan’a yürüdü.348 Ne var ki Mesud, Gazneli devlet adamlarının da desteğiyle tahtı ele geçirince Türkmenlere de ihtiyacı kalmadı. Bunun üzerine Balhan’daki Türkmenlerin Horasan’a dönmesine izin
verdiği gibi buraya döndükten sonra başlarında Türkmen beylerinden Kızıl,
Göktaş, Buka’nında bulunduğu Türkmen kuvvetlerini Irak ordusu kumandanı
Taş-ı Ferraş’ın komutasına vererek onları Gazneli ordusuna yardımcı kuvvet
olarak aldı.
Gazneli Mesud, ordusunda yer alan bu Türkmen kuvvetlerinden oldukça faydalandı. Türkmenler, Gazneli Mesud’un düzenlediği seferlerin başarılı olmasında önemli rol aldılar. Ancak buna rağmen Türkmenler ile
Gazneliler arasındaki karşılıklı güvensizlik hali devam ediyordu. Özellikle
başlarında bulunan Taş-ı Ferraş, Türkmenlerin serbest hareket etmesine izin
vermiyor ve onları sürekli baskı altında tutuyordu. Tuğrul ve Çağrı Beylerin
bile emri altına girmemiş olan bu Türkmenler, durumdan son derece rahatsız
olmalarına rağmen ister istemez buna bir süre katlamak zorunda kaldılar.349
Diğer taraftan Gazneli Mesud’da şimdilik emri altında bulunan bu “Türkmen
kuvvetinden” endişe ediyor ve onların kuvvetini kırmak için çareler arıyordu.
347
Özellikle bu Türkmenler Arslan Yabgu’nun Kâlincar kalesinden ok göndermesi üzerine onu kurtarma girişiminde bulundularsa da ancak Kutalmış’ı kurtarabilmişlerdir. Arslan Yabgu ise 7 yıl
süren esaret hayatından sonra ise burada vefat etti. (423/1032)
348
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX, s.292
349
S. Koca, Dandanakan’dan Malazgirt’e, s.63-64
72
Nitekim o, bu düşünce ile aralarında Yağmur’unda olduğu elli kadar Türkmen
beyini öldürttü.350 Bu olaydan sonra sayıları 10 bini geçen Türkmenler ayaklanarak Gaznelilere karşı harekette geçtiler. Kızıl, Göktaş ve Boğa gibi beylerinde katılmasıyla daha da güçlenen Türkmenler,
bölgedeki tüm şehirleri
yağma ve tahrip ettikten başka kendilerine karşı sevk edilen bütün Gazneli
komutanlarını birer birer yenilgiye uğrattılar. Hatta onlar savaşta ele geçirdikleri Taş-ı Ferraş’ın bedenini parça parça ettiler.351 Daha sonra bunlardan bir
bölüğü Acem Irak’ından kalmışsa da asıl büyük kısmı Azerbeycan’a giderek
buradaki Türkmenlerle birleştiler (1034). Buradan Türkmenlerin bir bölümü
doğu ve güneye yönelirken daha büyük bir gurup ise doğu Anadolu ya kadar
uzanan
akınlarda
bulundular
(1037).
Hatta
bunlardan
Ebu’l
Heyca
Hezbani’nin yönetimindeki Türkmenler Haçik komutasındaki Bizans kuvvetleri
ile çarpıştılar ve onları yenilgiye uğrattılar.
5.2. Devletin Kuruluşundan Sonra Türkmenlerin Durumu
Selçuklu beylerinin Horasanda devletlerini kurmaları (1040), Türkmenlerin uzun süreden beri süregelen yer ve yurt sıkıntısını sona erdirdiği gibi,
onların önüne İslam dünyasının kapılarını açmış bulunuyordu.352 Böylece
Türkmenler, kütleler halinde Hemedan, Azerbaycan gibi uclara yakın bölgelerde toplanmaya başladılar. Hatta onlardan bir kısmının Selçuklu beylerinin
emri altına girmek istemediği için daha önceden gelip Azerbaycan ve Irak’ın
kuzeyine yerleşmiş olduklarını ve burada kimi zaman Gazneliler tarafından
seferlerde önemli bir kuvvet olarak kullandığını, kimi zaman ise kendilerine
karşı tehlike olarak gördükleri Türkmenleri bertaraf etmeye çalıştıklarını yukarıda ifade etmiştik.
Gittikçe artan Türkmen kütleleri bir süre sonra bulundukları bölgede
huzursuzlukların çıkmasına neden oldu. Çünkü buralarda uzun süreden beri
350
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX, s.293
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX, s.294
352
S. Koca, Dandanakan’dan Malazgirt’e, s.93
351
73
yaşayan yerleşik halk ile “konar- göçer” hayat tarzına devam eden Türkmenler arasında sorunlar çıkmaktaydı. Geniş hayvan sürülerine sahip olan Türkmenler, yerli halkın ekili ve dikili arazisine zarar veriyordu. Onların bu davranışlarına devam etmeleri üzerine yerli halk, başta Abbasî Halifesi ve Tuğrul
Bey olmak üzere bölgedeki yöneticilere şikâyetlerini bildiriyorlardı. Bunun
üzerine Tuğrul Bey, bölgede iğtişaş (karışıklık) unsuru olarak görülen353
Türkmenleri kontrol altına alabilmek için başlarında bulunan boy beylerini
devlet hizmetine almak istediyse de Maveraünnehr’den beri aralarında karşılıklı güvensizlik hali devan eden Türkmenler, Tuğrul Bey’in bu teklifine yanaşmadılar.354 Bunun üzerine Tuğrul Bey, yerli meliklere Türkmenleri gazaya
sevk etmeleri tavsiyesinde bulundu. Bununla da yetinmeyen Tuğrul Bey, İbrahim Yınal ve Kutalmış gibi hanedan üyesi beyleri de onlara yol açmaları ve
rehberlik yapmaları için Azerbaycan’a gönderdi.355 Gerçekten bundan sonra
gerek şehzadelerin gerekse Tuğrul Bey’in batıya, Anadolu’ya yaptıkları seferlerde, Bağdad’da Büveyhiler’in ortadan kaldırılmasında Türkmenlerin çok
önemli katkıları olmuştur.
Peki, ne oldu da Selçuklu hizmetinde bu kadar önemli görevlerde bulunan Türkmenler, isyanları sırasında İbrahim Yınal ve Kutalmış’a destek vererek merkezi otoriteyi içinden çıkılması zor bir duruma sürüklemişlerdi? Aslında bu sorunun cevabı biraz da Türkmenlerin İbrahim Yınal’a destek vermek için sundukları şartlarda ifadesini bulmaktadır. Şöyle ki Türkmenler, İbrahim Yınal’a kabul ettirdikleri şartlarda;
1- “Arab Irak’ına sefer yapmamak
2- Sultan, yani Tuğrul Bey ile hiç barışmamak
353
S. Koca, Dandanakan’dan Malazgirt’e, s.93
M. A. Köymen, Selçuklu Devri, s.160
355
Tuğrul Bey’in Türkmenleri Azerbaycan’a yönlendirmesi oldukça manidardır. Çünkü Azerbaycan,
uzun zamandan beri Seyhun ırmağı ötesindeki yurtlarından gelmiş olan mücahitler ile Türkmenlerin toplandığı bir bölge idi. Buraya gelen Türkmenler, toplu halde bulundukları için kendi örf ve
adetlerini bütünüyle koruyorlardı. Üstelik burası Anadolu’ya yapılan gazaların da merkezi konumundaydı. Zaten Tuğrul Bey’in meliklere verdiği tavsiyenin hemen ardından İbrahim Yınal ile
Kutalmış’ı arkalarından göndermesi aslında sadece Türkmen meselesini halletmek için değil, oldukça kuvvetli olan bu gücü batıya yapılacak seferlerinde kullanmak istediğini göstermektedir.
354
74
3- Kendilerinin fikrini almadan bir kimseyi vezir yapmamak”356
şeklindeki isteklerini sunmuşlardır. Böylece Türkmenler sefer sırasında çektikleri sıkıntılara ve bunun sorumlusu olarak gördükleri vezirlere ile onlara
kulak veren Tuğrul Bey’e olan kızgınlıklarını böylece açığa vurmuş oluyorlardı.
Halife tarafından “doğunun ve batının hükümdarı” olarak ilan edilen
Tuğrul Bey, Türkmenlerin desteklediği İbrahim Yınal karşısında oldukça güç
bir duruma düştü. Zamanında gelen destek ile ancak kurtulabilen Tuğrul Bey,
görülüyor ki bu olaydan sonra da Türkmenleri tatmin edici bir çözüm bulamadığı gibi diğer taraftan Türkmenlerin memnuniyetsizliği de devam ediyordu.
Çünkü bu defa Türkmenler isyan eden diğer bir şehzade olan Kutalmış’ın
yanında yer aldılar.
Kutalmış, yaklaşık on bin kişilik kuvvetiyle Damgam yakınlarındaki
Gird-Kuh kalesine kapanmıştı. Tuğrul Bey’in ölüm haberi ulaşınca Kutalmış,
yanındakilerle kaleden indiğinde çoğu Rey ve Hemedan arasındaki bölgede
oturan Türkmenler kalabalık bir ordu ile Kutalmış’a katıldılar. Ancak kalabalık
orduya sahip olan Kutalmış, Alp Aslan karşısında başarılı olamamış ve hayatıyla beraber savaşı da kaybetmiştir.357
Her iki olayda da dikkati çeken diğer bir husus bu sırada hem Tuğrul
Bey’in hem de Alp Aslan’ın en yakınlarında bulunan beylerin hepsinin veya
çoğu kısmının memlük menşeli oluşudur. 358 Gerek Tuğrul Bey’in gerekse Alp
Aslan’ın has adamları arasında Türkmen Bey’lerinin olmayışı oldukça dikkat
çekicidir. Bu da bize daha kurucular devrinden itibaren Türkmenlerin ikinci
plana atıldığı izlenimini vermektedir. Nitekim tüm saltanat boyunca memnun
356
F. Sümer, Oğuzlar, s.128
M. A. Köymen, Selçuklu Devri, s.160; O. Turan, Selçuklular Tarihi, s.149
358
Tuğrul Bey’in son yıllarında onun başlıca emirleri olarak Erdem, Gevher-Âyîn, Humar Tigin, AyTiğin-i Süleymanî; Alp Aslan’ın yanında ise Köl- Sarığ, Pehlivan, Altun Tah, Sav-Tigin, Buldacı,
Sunkurca, Ağaca gibi emirler bulunuyordu ki bunların hepsi ya da büyük bir çoğunluğu memlük
menşeli idi. F. Sümer, Oğuzlar, s.129
357
75
edilemeyen Türkmenler, kuruluşunda olduğu gibi yıkılışında da etken olmuştur.
76
III. BÖLÜM
SELÇUKLU HANEDAN AZALARI DIŞINDA CEREYAN EDEN
HÂKİMİYET MÜCADELELERİ
Tuğrul Bey dönemi incelendiğinde yeni kurulan bu Türk devletinin Abbasî halifeliği ile olan ilişkilerin önemli bir yer tuttuğu görülecektir. Bu sebeple
Arslan Besasirî meselesini ele almadan önce Selçuklu Devletinin İslam dünyası içerisinde kuvvetlenmesine ve meşru bir siyasî teşekkül olarak tanınmasında önemli rol oynayan Abbasî halifeliği ile olan ilişkilerine kısaca deyinmek
istiyoruz.
1. SELÇUKLU-ABBASİ MÜNASEBETLERİ
1.1. Abbasî Devletiyle İlk Münasebet
İki devlet arasında gerçekleşen ilk münasebet, Nişâpur’un fethinden
ve burada Selçuklu Devletinin resmen kuruluşundan sonra başlar.359 Abbasî
halifesi el-Kâim Bi-emrillah, Tuğrul Bey’e ve o sırada fetihlerine devam etmekte olan diğer Selçuklu şehzadelerine ayrı ayrı elçiler ile ele geçirdikleri
yerlerde yağma ve tahrip yapmamalarını, bunun yerine imar ile meşgul olmalarını tembih eden mektuplar gönderdi.360 Görüldüğü üzere iki devlet arasındaki münasebetlerin başlamasında Abbasî Halifesi ilk Adîmı atan taraf ol359
M.A. Köymen, Tuğrul Bey, s.34; İ. Kafesoğlu “Selçuklular”, İ.A., s.361; O. Turan, Selçuklular
Tarihi, s.62
360
Ebu’l Ferec, Tarih, I, s.296; A. Sevim, “İbnül Cevzi-el Muntazam”, s.441; M.A. Köymen, Tuğrul Bey, s.34–37; O. Turan, Selçuklular Tarihi, s.69–70
77
muştur. Sebep her ne olursa olsun Tuğrul Bey bu durumun mana ve ehemmiyetini anlayarak tarihin önüne çıkardığı bu fırsatı çok iyi değerlendirmiş ve
Abbasî Halifesinin elçisine hürmet ve saygıda kusur etmemiştir.361
Selçuklular Dandanakan Savaşının kazanılmasından sonra bir kurultay düzenlediler. Söz konusu kurultayın en önemli yanlarından bir tanesi Abbasi Halifesine bir elçi gönderilmesine karar verilmesi idi.362 Tuğrul Bey Ebû
Ishakel-fukkaî adındaki elçi vasıtasıyla halifeye bir mektup gönderdi. O gönderdiği mektupta, Gazneli Mesud’un halka karşı sorumluluklarını yerine getirmediğini, bu sebeple idareyi ele aldıklarını ve adalet yolunu tutarak “memleketi muhafaza hususunda” halifenin kölesi olduklarını ifade etti.363 Tuğrul
Bey’in mektubu Selçuklu-Abbasi münasebetlerinin başlangıcı olması bakımından son derece önemlidir. Zira bu mektup Selçukluların Sünni inanca
mensup bir siyasi güç hüviyeti ile kazandıkları Dandanakan zaferi sonrasından Abbasi Halifesine gönderilmesi sebebiyle kendilerinin ve kimliklerinin
ispatı anlamına geliyordu.
Bu olaydan dört yıl sonra (434/1042) İbrahim Yınal, halifeye bir elçi
göndererek Tuğrul Bey’in hac yollarını Bedevilerden koruması için Bağdad’a
bir ordu göndermek istediğini bildirerek orduyu hürmetle ve hediyelerle karşılamasını tavsiye etti.364 Tuğrul Bey, Abbasilerle münasebetlerini geliştirmek
ve aynı zamanda halifenin düşmanlarına karşı Selçıkluların taşıdığı niyetlerinde ve güttüğü siyasette ciddi ve samimi olduğunu göstermek amacıyla olsa
gerek ki; halifeye bir mektup daha gönderdi. O 435/1043’de gönderdiği bu
mektupta insanları Gazneli Mahmûd ve Mesud’un zulümlerinden kurtardığını
tekrarladıktan sonra halifeye olan bağlılığını fethettiği yerlerde onun adını
okutarak ilan ettiğini ve kendisinin hükümdarlar çıkartan bir soydan geldiğini
361
A. . Sevim, “İbnül Cevzi-el Muntazam”, s.441–442; M.A. Köymen, Tuğrul Bey, s.34
İ. Kafesoğlu “Selçuklular”, İ.A., s.362; O. Turan, Selçuklular Tarihi, s.66;
363
M.A. Köymen, Tuğrul Bey, s.35; O. Turan, Selçuklular Tarihi, s.66–67
364
Ebu’l Ferec, Tarih, I, s.298; O. Turan, Selçuklular Tarihi, s.69
362
78
belirterek daha fazla hürmet gösterilmesini istedi.365 Görüldüğü gibi Tuğrul
Bey için halifenin kendisini meşru tanıması son derece önemliydi.
Selçukluların Abbasî hilâfetiyle kurdukları diplomatik münasebetler
elbette tek taraflı ve karşılıksız değildi. Zira Abbasî Halifesi de Selçuklularla
münasebeti ve bağı kuvvetlendirmek için aynı hassasiyeti göstermeye çalıştığını söyleyebiliriz. Sanırız bunda Abbasî Hilâfetinin o dönem içinde bulunduğu dini, siyasî ve askerî baskının etkisi de büyüktür. Bu sebeple Abbasî
halifesi başlangıçta her ne kadar niyetini açıkça belli etmese de Dandanakan
Savaşında Gaznelileri yenerek bölgede gittikçe kuvvetlenen ve Ehlisünnet
yanlısı olan Selçuklulardan faydalanmak istediği de açıktır. Nitekim halife dönemin önemli şahsiyetlerinden Kadı’l Kuzât el- Maverdî’yi Tuğrul Bey’e elçi
olarak göndermesi366 de Halifenin Selçuklu hükümdarına son derece önem
verdiğinin bir nişanesi sayılabilir.
Öte yandan, el- Maverdî’nin söz konusu ziyareti esnasında Tuğrul
Bey’in ona gösterdiği iltifat, saygı ve samimiyetin gerisinde Selçuklularla Abbasîler arasında birtakım görüşmelerin ve pazarlıkların olduğu neticesini çıkartabiliriz. Zira bu görüşmeler sonrasında muhtemelen el- Maverdî’nin Tuğrul Bey hakkında tam müspet bir kanaat bildirmesiyle birlikte Halifenin Tuğrul
Bey’e olan itimadının kuvvetlendiğini ve dolayısıyla onun kendisine bağlılığıyla ilgili şüphelerinin silindiği söylenebilir.367
Ebu’l Ferec, 1044 yılında Abbasî halifesi el-Kâim tarafından Tuğrul
Bey’e gönderilmiş bir mektuptan söz etmektedir. Halife bu mektubunda Tuğrul Bey’den şu isteklerde bulunur.
1- Fethettiği ülkelerle yetinip geriye kalan toprakları Arap emirlerine bırakmasını;
365
Ebu’l Ferec, Tarih, I, s.299–300; O. Turan, Selçuklular Tarihi, s.70
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s. 522; M.A. Köymen, Tuğrul Bey, s.35
367
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, s. 522; M.A. Köymen, Tuğrul Bey, s.36
366
79
2- Kendisini tâbi gördüğü için kesin olarak kendisine sadık kalmasını
ve öyle davranmasını ve bunu yeminlerle taahhüt etmesini;
3- Tebaya adaletle hükmetmesini;
4- Fethettiği memleketlerden, önceden adet olduğu üzere, halifeye
vergi göndermesini ve bu hususlara uymasını ister. Eğer Tuğrul Bey, bunları
yerine getirip uyarsa, halife de bunlara karşılık Tuğrul Bey’e mükâfat olarak
ahd, hil’at ve unvanlar vereceğini dolayısıyla onun sultanlığını kabul edip hâkimiyetini meşru kılacağını ve tanıyacağını bildirmiştir. 368
Tuğrul Bey, Halifenin koştuğu şartlar karşısında elçiye:”Benim askerlerim çoktur, sahip olduğumuz memleketler yetmemektedir, ihtiyacımız vardır.”
dedi. Bunun üzerine elçi “yetmezliğin sebebi memleketleri tahrip etmenizdir.
Bu durumda bütün dünyayı alsanız yine yetmez.” cevabını verdi.
Tuğrul Bey ikinci madde ile ilgili olarak, “yemin hususuna aklım ermez.
Benim kendimi hata yapmamak üzere tam anlamıyla zapt u rabt altına almam
mümkün mü?” deyince, elçi :“ Siz tüm kalbinizle bize bağlılığınızı gösterir ve
ancak doğru olanı yaparsanız hatadan kurtulursunuz.” dedi.
Diğer istek hususunda Tuğrul Bey, “Ben zaten dürüst ve adil olmaya
çalışıyorum. Ancak benim yanımda bulunan kimseler, aç gözlülük edip kötülük ediyorlarsa ben ne yapabilirim?”dedikten sonra son olarak da, “İstediğiniz
verginin miktarını bana bildirin. Gücüm yettiğince karşılamaya çalışırım:”369
diyerek elçiyi gönderdi.
Şimdi naklettiğimiz gibi, Halifenin Tuğrul Bey’den istekleri ve buna karşılık onun verdiği cevapları ele aldığımızda; öyle anlaşılıyor ki halife, Selçuklu
sultanından kayıtsız şartsız teslimiyetçi bir tavır beklemektedir. Hâlbuki Halifenin karşısında siyasî ve askerî bakımdan güçlü bir Selçuklu Sultanı bulunmaktadır. Bu konumuna rağmen Tuğrul Bey, Abbasî halifesinin istekleri kar368
369
Ebu’l Ferec, Tarih, I, s.302–303; M.A. Köymen, Tuğrul Bey, s.36–37
Ebu’l Ferec, Tarih, I, s.302–303; M.A. Köymen, Tuğrul Bey, s.36–37
80
şısında yine de saygılı bir tavır içerisinde olup hiç bir şekilde doğrudan tam
anlamıyla kafa tutar, isyankâr ve onu tanımaz bir tavır sergilemediğini söyleyebiliriz.
1045’de İbn Müslime, “Reisü’r-Rüesa” lakabını alarak el-Kâim’in veziri
370
oldu.
İbnü’l-Müslime (ö. 450/1058) mezhep itibariyle koyu bir Ehli Sünnet
mensubudur.371 Bundan dolayı İbn Müslime icraatlarında Selçuklulara karşı
meylinin olduğu ve hem Ehli Sünnet mezhebinin, hem de Abbasî hilâfetinin
gerek Fatımîler, gerek Büveyhîler karşısında korunmasının ancak Selçuklular
sayesinde mümkün olabileceğine inanmış biri olarak karşımıza çıkmaktadır.
1.2.
Tuğrul Bey’in Bağdad’a Davet Edilişi Meselesi
Tuğrul Bey’in Bağdad’a davet edilişi hem Abbasî hilafeti ve Ehli Sünnet İslam anlayışının geleceği, hem Selçuklular, hem de genel İslam tarihi ve
hatta dünya tarihi bakımından önemli gelişmelerin basamağı sayılmasından
ötürü oldukça ehemmiyet arz etmektedir. Ancak biz bu konuya, tezimizde
bütünlük arz etmesi bakımından deyindiğimiz için burada kısaca yer vermekle yetineceğiz.
Abbasî Selçuklu münasebetlerinde önemli sayılabilecek gelişmelerden
birini oluşturan bir diğer hadise de 1045’deki Hibetullah’ın Tuğrul Bey’i ziyareti ve Abbasî halifesinin Sultanı Bağdad’a, davet ettiğini bildiren mektubu kendisine ulaştırmasıdır.
Abbasî halifesi el-Kâim, kendisini bu durumdan kurtaracak ve kaybettiği dini hakimiyetini ona tekrar kazandıracak çıkış yolları arıyordu. Abbasî
halifesi’nin beklediği çıkış yolunu kısa zamanda İslam dünyasında önemli bir
370
371
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX, s. 404
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX,s. 640; Azimî’de 447/1055-1056 olayları zikredilirken Tuğrul Bey’in
“ehl-i sünnet ve’l cemaat mezhebine tabi olduğunu” kaydeder. Azimî, Azimî Tarihi, s.13; Oysaki Selçuklular İslamiyeti kabul ettikleri zaman Sünni İslam inancını benimsemişlerdi.
Azimî’nin bunu ayrıca ifade etmesi onun Sünni mezhebine mensubiyetini ve Şiilere karşı bulunduğunu özellikle belirtmek istemiş olmasından kaynaklandığını düşünmekteyiz.
81
güç haline gelen ve şimdi de Irak sınırlarına kadar ulaşmış olan Selçuklularda
gördü. Bunun üzerine o sırada Rey civarında bulunan Tuğrul Bey’den, Arslan
Besasirî’ye, dolayısıyla da Fâtımîlere karşı yardım etmesi ve Abbasî hilâfetini
bu tehlikeden kurtarması için elçisi ile bir mektup göndererek yardım istedi ve
onu Bağdad’a çağırdı.372 Ancak ne var ki Tuğrul Bey bu davete ancak on yıl
sonra 447/1055’te icabet etmiştir. Bunda büyük ölçüde Selçukluların hem
Bizans hem de Fâtımîler’e dönük politikalar takip ettiğini ve bu politikaların da
aslında Abbasîlerle mevcut münasebetlerin bir parçası olarak yürütüldüğünü
görüyoruz. Başka bir ifade ile 437/1045’den 447/1055 yılına kadar Selçukluların Abbasîlerle münasebetleri hem Fatımîler’e, hem de Bizans’a yönelik
Selçuklu siyasetiyle ilişkili ve birbirine endekslenmiş durumda olduğunu söyleyebiliriz. Yine Tuğrul Bey’in Halifenin davetine icabetteki gecikmesinin sebeplerini, Selçukluların Bağdad’a gelip Büveyhîlerin hâkimiyetine son vermeden evvel onların elinde bulunan topraklara hâkim olmayı hedeflemiş olmalarında aramak yerinde olur sanıyoruz. Zira böylece Selçuklular, zaten zayıflamış durumdaki Büveyhîleri iyice çökertip, kendi güçlerini ve hâkimiyetlerini
iyice pekiştirmek istiyor olmalıydılar.
Nitekim 437/1045’de Tuğrul Bey, İbrahim Yınal’dan Cibâl bölgesini feth
etmesini istedi. Bunun üzerine İbrahim Yınal da Gerşasf’ın elinde bulunan
Hemedan, Hulvan, Karmisin, Dinever’i feth etti.373 Çünkü Büveyhîler, Selçuklu fetihleri karşısında askerî bakımdan fazla bir varlık gösteremeyip onları
durdurmaya güçleri yetmiyordu. Bu durumda Büveyhîler, kendi aleyhlerine
gelişen Selçuklu fetihlerini durdurmaya güçleri yetmeyince, bu defa barış yoluyla bu fetihleri önlemenin çarelerini aramaya başladılar. Nitekim Büveyhî
hükümdarı Ebu Kalicar, Tuğrul Bey’den sulh istemek zorunda kaldı. Selçuklu
Sultanı bu talebi kabul ederek, İbrahim Yınal’dan şimdilik elindeki topraklarla
372
İbnü’l Adîm, Bugye, s. 2,4; S. Koca, Dandanakan’dan Malazgirt’e, s.102; Hüseynî, Ahbârü’dDevleti’s- Selçukiyye adlı eserinde bu konudan bahsederken şunları söylemektedir; “Besasirî
halife Kâim biemrillah’a mütehakkimane hitap ederdi. Hiç hürmet göstermezdi, kendisini çok
canını sıkardı. Bunun üzerine halife Kâim biemrillah Sultan Tıuğrul Bey’den yardın istedi.” Hüseynî, Ahbâr, s.13
373
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX, s. 528–529; Ebu’l Ferec, Tarih, I, s.303; O.Turan, Selçuklular
Tarihi, s.112
82
yetinmesini ve Büveyhî topraklarını ele geçirmede daha fazla ileri gitmemesini emretti. Böylece Büveyhîler ile Selçuklular arasında 1047’de sulh yapıldığı
gibi, ayrıca bu sulh, karşılıklı evlilik bağlarıyla daha da sağlamlaştırılmaya
çalışıldı.374
Büveyhîler diğer bir takım tedbirler yanında bu sulh ve yapılan siyasî
evlilik sayesinde Selçuklu ilerleyişini durduracaklarını sanmışlardır. Ancak
durum böyle olmadı. Selçukluların fetihleri Büveyhîller aleyhine devam etti.
Ta ki 1055’de Tuğrul Bey’in Bağdad’a girişine kadar aşama aşama
Büveyhîlerin topraklan Selçuklular tarafından istila edilmiş bulunuyordu.375
Bütün bunlar bize, Tuğrul Bey’in Bağdad’a gelip, Büveyi hanedanına son
vermeden ve Fatımîler ile Bizans’a karşı yürümeden evvel, geride kendisine
meşgale çıkartacak unsurları temizlemeye yönelik bir planı olduğunu, dolayısıyla 1045’teki Abbasî halifesinin davetine icabet etmekte gecikmesinin sebepleri olduğunu göstermektedir. Başka bir ifade ile Tuğrul Bey, Bağdada
gelmek için daha henüz şartların tam anlamıyla olgunlaşmadığını düşünmüş
ve bunu beklemiş olabilir diye düşünüyoruz.
Diğer yandan Selçuklu ordularının yaptıkları seferler sonucunda Irak
sınırlarına kadar dayanması, Büveyhîler gibi Fatımîleri de son derece telaşlandırdı. Bu iki devlet kültür bakımından ayrı olsa da dini anlayışları itibariyle
ortaklık arz ediyorlardı ve bu durum onları işbirliğine itiyordu. Diğer taraftan
Şîi inancını benimsemiş ve Büveyhîlerle işbirliğinde olan Bağdad ordusunun
Türk kökenli komutanı Arslan Besasirî de Selçuklu ordularının ilerleyişi karşısında herhangi bir şey yapamadı. Bunun üzerine Besasirî, Abbasî halifesi
üzerinde zaten var olan baskısını artırdı.376
İşte tüm bunların olduğu sırada Ebu’l Ferec, 1054 yılının vakalarını anlatırken, Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’in bir elçi ile el-Kâim’e gönderdiği bir
374
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX, s. 536
İ. Kafesoğlu,”Selçuklular”, İ. A., s. 363
376
S. Koca, Dandanakan’dan Malazgirt’e, s.101–102
375
83
mektuptan söz etmektedir.377 O, Tuğrul Bey’in söz konusu mektubunda şunları bildirdiğini ifade eder:
1-Hz. Peygambere hizmet etmekle şeref kazanmak ve kabul edilmek
için Bağdad’a gelmek arzusunu;
2- Mekke’ye gidip hac ibadetini yerine getirip dua ve niyazda bulunmak;
3- Hacıların geçtiği yollan bedevi ve eşkıyalardan temizleyip hac yolunun güvenliğini temin etmek,
4- Suriye ve Mısır’daki Fatımîlerle savaşmak ve oraları onlardan temizlemek gibi niyet ve hedeflerini açıklamıştır.378
Tuğrul Bey’in mektubu karşısında çok sevinen Halife el-Kâim,
Tuğrul Bey’e yazdığı cevapta Selçuklu Sultanının gayretini, hamiyetini övdükten sonra Bağdad’a gelme hususunda gecikmemesini rica etmiştir.379
1.3. Tuğrul Bey’in Bağdad’a Girişi ve Abbasî Devletinde Hâkimiyetin El Değiştirmesi
Yukarıda da belirttiğimiz gibi Tuğrul Bey’in Bağdad’a gelişi (447/1055)
her ne kadar Abbasi Halifesini memnun etsede bu durumdan memnun olmayan bir kesim de vardı ki bunlar Büveyhoğulları emrindeki gulam Türkler ve
Bağdad halkıydı. Onlar Tuğrul Bey’in Bağdad’a gelişini tepkiyle karşıladılar.380
377
Ebu’l Ferec, Tarih , I, s.306; M.A. Köymen, Tuğrul Bey, s.37-38
Ebu’l Ferec, Tarih, I, s.302, İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s. 462; O.Turan, Selçuklular Tarihi,
s.132
379
Ebu’l Ferec, Tarih, Is.302
380
M.A. Köymen, Tuğrul Bey, s.38; F. Sümer, Oğuzlar, s. 118
378
84
Tuğrul Bey’in adı o daha Bağdad’a girmeden hutbelerde zikredildi.381
Daha sonra kendisi Büveyhoğullarının idare merkezine yerleştikten sonra
burada valiler ve tahsildarlar tayin ederek Selçuklu teşkilatını kurdu. Böylelikle o amacının sadece Besasirî’ye karşı halifeye yardım etmek değil, Irak’ı
Arab’da Selçuklu hâkimiyetini kurmak olduğunu gösteriyordu.382
Selçukluların 1037-1038’den itibaren 447/1055’de Bağdad’a girişine
kadar geçen süre içerisinde Tuğrul Bey ile halife el-Kâim arasındaki ilişkiler
genellikle sıcak, samimi ve tâbi-metbuluk sınırları içerisinde cereyan ettiği
söylenebilir. Bunun yanında Selçukluların batıya doğru ilerlemeleri nedeniyle
gerek Bizans’a, gerek Büveyhîlere, gerek Fâtımîlere karşı takip ettikleri siyasetleri Abbasî hilâfetinin ve Ehli Sünnet mezhebinin yararına olduğu zaten
tarihi hadiselerin seyrinden de çıkartılabilir. Zira hem rakip Fatımî hilâfetinin
Abbasî hilâfeti aleyhine doğuya doğru yayılma ve onları ortadan kaldırmaya
yönelik faaliyetlerinin devam ettiğini, hem Abbasî hilâfetinin meşruiyetine
inanmadığı halde siyaseten bir arada yaşayan ancak Abbasî halifelerini tahakkümleri altına alıp, zaman zaman Fâtımîlere yakınlık duyan Büveyhîlerin
mevcudiyetini ve hem de Selçukluların batı politikası içerisinde önemli yeri
olan Hıristiyan Bizans’a karşı yürütülen Selçuklu akınları ve siyasetleri gibi
hususları göz önüne aldığımızda; Abbasî hilâfetine bağlılığını her fırsatta
göstermeye çalışan Selçukluların batıya doğru yönelmesi, hatta Irak’a ve
Şam bölgesine gelmeleri elbette Abbasî hilâfetinin geleceği ve varlığı açısından yararlı olduğu kabul edilmelidir.383
Ancak bütün bunları söylerken, Selçukluların Bağdad’a gelişlerinin sadece Halifenin davetiyle ve Sünni İslam anlayışlarıyla bağlantılı olarak dini
kaygılardan ötürü gerçekleştiğini de söylemek istemiyoruz. Elbette Selçuklular, zaten fetihlerle ve göçlerle batıya doğru geliyorlardı. Dolayısıyla Selçuklular için batıya gelmelerini gerektiren siyasî, askerî, sosyal ve iktisadi bir takım
sebeplerin varlığı da göz ardı edilmemelidir. Zira bu anlamda Selçuklu fetihle381
Ebu’l Ferec, Tarih, I, s.306; O.Turan, Selçuklular Tarihi, s.132
Ebu’l Ferec, Tarih, I, s.306; M.A. Köymen, Tuğrul Bey, s.39
383
İ. Kafesoğlu, “Selçuklular”, İ. A., s.336; C. Chan, Türklerin Anadolu’ya İlk Girişi, s.12–13
382
85
rinin ve idaresinin meşruiyetinin Abbasî halifesi tarafından tanınmasının Selçuklular açısından çok önemli bir kazanım olduğu unutulmamalıdır.
2. ARSLAN BESÂSİRÎ VE İSYANI
2.1. İsyanı Önsesindeki Besâsirî’nin Bağdad’taki Askerî ve Siyasî
Faaliyetleri
Besâsirî384’nin Bağdad’a geldikten sonra katıldığı Büveyhî ordusu içinde yaptığı hizmetler ve kazandığı başarılar sayesinde kısa sürede yükselmeye başladı. Zira o, Abbasi halifesi el-Kâim döneminde Irak Büveyhî hükümdarı Celâü’d-Devle ve Melikür-Rahim’in iktidarları esnasında Bağdadlı Türk askerlerinin lideri durumuna geçerek siyasî ve askerî planda etkili durama geldi.
“Onun şöhreti, azameti, konumu öylesine arttı ki, onun gibi kendi döneminde
Bağdad’ta bir başlka Müslüman ve Türk komutanı bulunmuyordu. Onun ünü
her tarafa yayıldı, ismi bütün Arap ve Acem emirlerinin önüne geçti. Irak minberlerinin çoğunda ve Ehvaz bölgesinde halife el-Kâim’in adının yanında
Besâsirî ’nin adı hutbelerde okunur oldu. Çok malın ve mülkün sahibi oldu.
Hatta Besâsirî ’nin bu konumundan dolayı halife el-Kâim, ona danışmaksızın
bir karar veremez hale geldi.”385
Besâsirî ’nin ortaya çıktığı ilk mühim askerî görev 1033’te vukua geldi.
Bu tarihte Bağdad’ın batı yakasında asayiş tamamen bozulmuş ve halkın
huzuru kalmamıştı. Karışıklık içerisinde bulunan Bağdad’ın Batı yakasını koruma görevini Sultanın naibleri cesareti, atılganlığı ve kabiliyeti ile tanınan
384
Besâsirî’nin tam kimliği kaynaklarda şu şekilde ifade edilmektedir: künyesi Ebu’l Mansur, Ebu’l
Hâris; adı Arslan b. Abdillah; lakabı el-Muzaffer; nisbesi ise el- Besâsirî, et-Türkî olduğu şeklindedir. Besâsirî, Besalı bir Türk yada başka bir tüccarın memlükî iken, Bahâü’d-Devle tarafından ya satın alınıp ya da başka bir yolla Bağdat’a getirilmiş, ve Büveyhi ordusuna dahil edilmiş
bulunmaktadır. Ayrıntılı bilgi için bkz: İbnü’l Adîm, Bugye, s.1–10; M.A. Köymen, Tuğrul
Bey, s.46; M. A.Köymen, Selçuklu Devri, s.170; O. Turan, Selçuklular Tarihi, s. 91
385
İbnü’l Adîm, Bugye, s.1; M.A. Köymen, Tuğrul Bey, s.46–47
86
Besâsirî’ye verildi.386 Zaten bu sıralarda yaşanan olaylar karşısında hem Abbasi hilâfetinin, hem de Büveyhî iktidarının güvenliği ve düzeni koruma noktasında otoriteleri çok zayıftı ve dolayısıyla istikrarı sağlamakta acizdiler.387
Besâsirî tarihin önüne çıkardığı bu fırsatı çok iyi değerlendirdi. Üstlendiği bu
görevi başarıyla yerine getirdi. Dolayısıyla bu başarıdan sonra onun yükselme dönemi başlamış oldu.
Büveyhî hükümdarı Celâü’d-Devle ile başkumandanı Bars Togan arasında çıkan anlaşmazlığa son vermek için görevlendirilen Besâsirî, Vasıt’a
çekilen Bars Togan’ı kolayca mağlup edip hayatına son verdi. Böylelikle
Besâsirî, Bağdad’lı Türk askerlerinin rakipsiz başkumandanlığına yükseldi.388
Celâü’d-Devle, 9 Mart 1044’te Bağdad’a vefat etti. Yerine komutan ve
askerlerin desteğini alan Melik Ebu Kalicâr, geçti. Ebu Kalicâr Türkler kendisinden korkmasın ve çekinmesin diye sadece yüz süvarisiyle Bağdad’a gitti.389
Ebu Kalicâr’ın Bağdad’a gelmesinden sonra Halife’nin emriyle başta
Besâsirî olmak üzere ordu komutanlarına hil’atlar verildi.390 (1045)
Besâsirî, Tuğrul Bey’in 1055 yılında Bağdad’a girmesinden391 sonra
Abbasi halifesini halife olarak kabul etmeyip Mısır’daki Fatımî halifesine saygısını bildirdi. Bundan sonra da Besâsirî, artık, tam bağımsız bir devletin hükümdarı şeklinde hareket etmeye başladı.
Tuğrul Bey’in, Bağdad’a girişinin akabinde, son Büveyhî hükümdarı elMelikü’r-Rahîm’e bağlı askerlerle Besâsirî’ye bağlı Bağdad’lı Türklerin ikta ve
mallarına el koydu. Bu şekilde maddi imkânları ellerinden alınan askerler,
Besâsirî ’nin etrafında toplandılar. Ayrıca Tuğrul Bey’in ordusundaki askerler,
386
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX, s.335
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX, s.335
388
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX, s.346–347
389
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX, s.348
390
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX, s.516–518
391
A. Sevim, “Sıbt-Mir’âtü’z-Zaman, Tuğrul Bey Dönemi”, s.8
387
87
ailelerini Horasan’da bırakmışlardı. Uzun zamandan beri de ailelerinden
uzakta idiler ve ailelerine rızık gönderememişlerdi. Tüm bunlara ilaveten,
Tuğrul Bey, Irak bölgesinde yağmayı da (gerçi önüne geçemiyordu ama) serbest bırakmamıştı. Bu ve benzeri şikâyetlerini dile getiren askerler de Tuğrul
Bey tarafından şiddetle cezalandırılıyordu.
Tuğrul Bey, bir yıldan fazla bir süre, kalabalık ordusuyla Bağdad’ta
kaldı. Bu kalabalık ordu ister istemez halkı çok rahatsız ediyordu. Bu nedenlerle, askerler, Tuğrul Bey’den, bölge halkı da, Tuğrul Bey askerlerinden çok
şikâyetçi idiler. 392
2.2. Besâsirî - Fatımî Münasebetleri
Tuğrul Bey’in Bağdad’a gelmesiyle kendisini güvende hissedemeyen
Besâsirî, önce Selçuklu vassalı ve Hile emiri Dübeys b. Sadaka’ya sonra da
Rahbe’ye gitti.393 Burada Fatımî Halifesi’ne bir mektup gönderip “kendisine
itaatle tâbi olduğunu ve Irakta kendi adına şiî hutbesi okutacağını” bildirdi.394
Irak ve Suriye’deki nüfuzunu güçlendirmek ve devam ettirmek isteyen Fatımî
devleti, baş propagandacı el-Müeyyed fi’d-Din ve Vezir Yazûrî’nin gayretleri
sonucunda, Besâsirî’yi desteklemeye koyuldu. Bunu üzerine fatimi halifesi elMustansır, Besâsirî’ye 500 bin altın, 500 at, 10 bin ok ve yay 1000 kılıç ve
mızrak gönderdikten sonra onu Rahbe Fatımî valiliğine atadı.395
el-Müeyyed fi’d-Dîn, bölgede bulunan Arap emirliklerini Besâsirî etrafında toplamaya büyük çaba harcadı. Bu hususta da büyük başarı sağladı. 396
Bölgede bulunan Arap emirlikleri de Tuğrul Bey karşısında varlıklarını
devam
392
ettirebilmek
için
Besâsirî’ye
destek
verme
niyetinde
idiler.
Ebu’l Ferec, Tarih, I, s.306–308; M. A. Köymen, Tuğrul Bey, s. 49; O. Turan, Selçuklular Tarihi, s. 133
393
Hüseynî, Ahbâr, s.13
394
M. A. Köymen, Selçuklular Devri, s. 172
395
M. A. Köymen, Selçuklular Devri, s. 172
396
A. Sevim, “Sıbt-Mir’âtü’z-Zaman, Tuğrul Bey Dönemi”, s.12–15
88
Tüm bu hususları iyi değerlendiren Besâsirî, güçlü bir askerî ittifak meydana
getirdi. 397
Bölgede tüm bunlar olurken Bağdad’ta tam bir karışıklık içindeydi.
Selçuklu ordusuna ait bir kısım askerler, ihtiyaçlarını karşılamak üzere
Bağdad’ın bazı mahallelerinde yağmalarda bulundular.398 Bu olay Tuğrul Bey
aleyhine halk arasında kötü bir hava yarattı. Buna karşılık Bağdad da bulunan Büveyhî hükümdarına ait bir kısım askerler şehir dışındaki Selçuklu askerlerine saldırıda bulundular. Bunun üzerine Tuğrul Bey, Büveyhî Hükümdarını tutukaltıp hapse attırdı. Böylece Büveyhîlerin Irak koluna son verilmiş
oldu.399
2.3. Besâsirî ’nin Musul’u Ele Geçirmesi
Gerek el-Müeyyed fi’d-Dîn’nin yaptığı çalışmalar gerekse Tuğrul Bey’in
emrindeki askerlerin Besâsirî’ye katılamasıyla gittikçe güçlenen Besâsirî,
Selçuklu vasalı Kureyş’in elinde bulunan Musul’a doğru harekete geçti. Çok
geçmeden durumun ciddiyetini anlayan Tuğrul Bey, Kutalmış ve Kureyşi bin
Selçuklu askerîyle birlikte Besâsirî’ye karşı gönderdi. Sincar yakınlarında yapılan savaşta400 Kureyş’in komutasındaki kuvvetlerin büyük bir bölümünün
Besâsirî ’ye katılması üzerine Selçuklu ordusu yenilgiye uğradı.401
Besâsirî komutasındaki ittifak kuvvetleri, Musul’u ele geçirdiler. Bu durum Besâsirî’nin gücünü iyiden iyiye artırdı.402
Tuğrul Bey, Sincar yenilgisinin intikamını almak için, on üç aydan fazla
bir süre kaldığı Bağdad’tan ayrılarak Musul’a hareket etti. Tuğrul Bey, Musul
397
A.Sevim, “Besâsirî”, s. 252
Ebu’l Ferec, Tarih, I, s.307 M. A. Köymen, Tuğrul Bey, s. 49
399
Hüseynî, Ahbâr, s.13; A.Sevim, “Besâsirî”, s. 252
400
Bu bahis hakkında Kutalmış’ın isyanı ile ilgili yapılan açıklamalarda geniş bilgi verildiği için burada sadece kısaca zikretmeyi uygun bulduk.
401
Ebu’l Ferec, Tarih, I, s.308
402
A.Sevim, “Besâsirî”, s. 253–255
398
89
ve çevresinde bulunan Besâsirî güçlerini buradan uzaklaştırdı. Bu arada
Besâsirî, ordusunu sürekli savaşacak şekilde bir düzene soktu. 403
Tuğrul Bey, Musul’u İbrahim Yınal’a bırakıp tekrar Bağdad’a döndü.
Fakat İbrahim Yınal, Cibal bölgesine gitti. İbrahim Yınal’ın Cibal bölgesine
gitmesi kuşku yarattı. Üstelik o, Tuğrul Bey’in Musul kuşatmasına da çok gecikerek gelmişti404. Tüm bunlardan sonra Bağdad’ta İbrahim Yınal’ın isyan
ettiğine dair şayialar çıktı. Bunun üzerine, İbrahim Yınal, Bağdad’a çağrıldı. O
da bu davete uydu ve Bağdad’a gelerek hem Tuğrul Bey’i hem de Halife’yi
isyancı olmadığına ikna etti.405
2.4. Besâsirî-İbrahim Yınal İlişkisi ve Besâsirî’nin Tuğrul Bey’e
Karşı İbrahim Yınal’ı Kışkırtması
İbrahim Yınal, Bağdad’a gelmeden önce, Besâsirî, Musul Emri Kureyş
b. Bedran ve el-Müeyyed fi’d-Dîn’e bir elçi gönderdi. İbrahim Yınal’ın bu elçisi
hepsi ile de görüşüp, İbrahim Yınal’ın, yanına dönmüştü. 406
Besâsirî ise, Selçuklulara karşı yürüttüğü mücadeleden galip çıkmak
için İbrahim Yınal’ı kardeşi Tuğrul Bey Bey’e karşı isyana teşvik edip, onu tek
başına hükümdar olmaya tamahlandırıyordu. Dolayısıyla bu konuda ona yardım ve destek vaadinde bulunuyordu.407 Bu rivayetten anlaşıldığına göre İbrahim Yınal’ı isyana teşvik eden Besâsirî ’dir. Hatta ona isyan için gerekli olan
yardımı da Besâsirî vaat etmektedir.
İbrahim Yınal’ı Tuğrul Bey’e karşı isyana teşvik edip onu tek başına
hükümdar olması yönünde destekleyen ve bu hususta ona her türlü yardımı,
desteği vaat eden Mısırlıların bir mektubunun Vezir İbn Müslime’nin eline
403
Ebu’l Ferec, Tarih, I, s.308–309; O.Turan, Selçuklular Tarihi, s.132
Hüseynî, Ahbâr, s.13; M. A. Köymen, Selçuklu Devri, s.59; O.Turan, Selçuklular Tarihi, s.132
405
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, s. 484
406
A. Sevim, “Sıbt-Mir’âtü’z-Zaman, Tuğrul Bey Dönemi”, s.60
407
İbnü’l Adîm, Bugye, s.4; M. A. Köymen, Tuğrul Bey, s. 58–103
404
90
geçtiğine dair bilgi nakledilmektedir.408 Casusun Bağdad’da yakalandığını ve
dolayısıyla Fâtımîlerin mektubunun İbn Müslime’nin eline geçtiğini öğrenen
İbrahim Yınal, bundan ötürü canı sıkıldı huzursuz oldu ve aynı gece yanındaki askerlerle birlikte Hemedan’a hareket etti.409
İbrahim Yınal, Tuğrul Bey’e karşı taşıdığı niyetlerden ve hatta isyan fikrinden vazgeçmemişti. Zira 0, Bağdad’dan Musul’u kuşatmış bulunan
Besâsirî ’ye karşı gönderilmiş olmasına rağmen, buna uymamış ve bir nevi
bu görevi savsaklamak maksadıyla Vasıt civarında oyalanıyordu.410
Öte yandan bu sırada bir yandan Besâsirî’nin Musul kuşatması devam
ediyor, diğer taraftan da İbrahim Yınal, Tuğrul Bey’in kendisine verdiği
Besâsirî’ye karşı Musul’u koruma görevini yerine getirmeyerek bir anlamda
isyanını başlatmış oluyordu.411 Artık bu gelişmeler üzerine Tuğrul Bey, yol
durumunu ve kuşatma hakkındaki bilgileri bizzat kendisi topladıktan sonra
gerekli hazırlıkları yapıp, Bağdad’dan Musul’a hareket etmeye karar verdi ve
Eylül 450/1058 tarihini de sefer günü olarak tayin etti. Sultanın sefer kararını
duyan Halife, Reisü’r-Rüesâ aracılığıyla ona bir hil’at ve at göndererek Tuğrul
Bey’den Musul’a bizzat kendisinin sefere çıkmamasını istediyse de bu Tuğrul
Bey tarafından “bize karşı niyetlerinizin samimi olmadığını artık anlıyorum. İlk
önce bize gitmeyiniz, fakat asker gönderiniz diye nasihat ettiniz bizde kabul
ettik. Askerlerim helak olunca da aynı nasihatı veriyorsunuz.” cevabı verilerek
reddedildi.412
Tuğrul Bey’in Musul’a seferi için bütün hazırlıkları tamamlanmıştı.
Bu sırada Selçuklu ordusunun büyük bir kısmı Nevruz dolayısıyla Horasan’a gönderilmiş ve dolayısıyla halen Bağdad’da 2000 civarında süvari
408
A. Sevim, “Sıbt-Mir’âtü’z-Zaman, Tuğrul Bey Dönemi”, s.63
A. Sevim, “Sıbt-Mir’âtü’z-Zaman, Tuğrul Bey Dönemi”, s.63
410
A. Sevim, “Sıbt-Mir’âtü’z-Zaman, Tuğrul Bey Dönemi”, s.60–63
411
O.Turan, Selçuklular Tarihi, s.137
412
Ebu’l Ferec, Tarih, I, s.308; A. Sevim, “Sıbt-Mir’âtü’z-Zaman, Tuğrul Bey Dönemi”, s.62–63
409
91
bulunuyordu.413 Her şeye rağmen, Tuğrul Bey komutasındaki Selçuklu ordusu Ağustos 450/1058 ortalarında Bağdad’dan Musul’a hareket etti.414
Diğer yandan Besâsirî ile Kureyş 4 aylık bir kuşatma sonrasında şehri
tahrib edip Ağustos 450/1058 de Musul’a girmişlerdir.415
Nihayet Tuğrul Bey, Bağdad’daki mevcut askerleri ve Cibâl ’den gelen
takviye kuvvetlerle birlikte Eylül 450/1058 de Musul önlerine gelmiştir.416 Sultan’ın ordusuyla birlikte Musul önlerine geldiğini haber alan Besâsirî ile
Kureyş hemen şehirden kaçmışlar417 ve Tuğrul Bey’de şehre girip kaleyi ve
şehri teslim almıştır.
2.5. Besâsirî ’nin Ölümü
Yukarda da ayrıntılı bir biçimde izah ettiğimiz üzere, İbrahim Yınal, Fatımî Besâsirî ittifakıyla anlaşma ve işbirliği yapmak suretiyle Tuğrul Bey’e
karşı isyan etmişti. Tuğrul Bey bu durumda hem kendi iktidarını, hem Selçuklular ve dolayısıyla bir anlamda Abbasileri doğrudan etkileyecek olan bu isyanı bastırmak üzere Irak’tan ayrılıp Hemedan’a hareket etmişti. Bunu takiben Bağdad’da kalan diğer Selçuklu askerleri de Hemedan da İbrahim’in kuşatması altında mahsur kalan Tuğrul Bey’e yardım etmek için şehri terk etmek zorunda kalmışlardı. Netice itibariyle İbrahim Yınal’ın isyanı, Bağdad’ın
Selçuklu askerînden boşalmasına neden olmuştu. Dolayısıyla Bağdad ve
Abbasi hilâfeti, Besâsirî karşısında savunmasız ve korumasız bir durumda
kalmıştı. Nitekim bu sonuç, Besâsirî ve müttefikleri için Abbasi başkentinin
istilasına uygun zemini hazırlanması anlamına geliyordu.418
413
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s.484
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s.484–485
415
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s.485; Ebu’l Ferec, Tarih, I, s.313
416
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s.485
417
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s.484; Ebu’l Ferec, Tarih, I, s. 313
418
Hüseynî, Ahbâr, s.14; İbnü’l Adîm, Bugye, s.4–5
414
92
İşte sözünü ettiğimiz gelişmelerin ortaya çıkardığı ortamdan istifade
etmeyi düşünen ve hatta bekleyen Besâsirî ve Kureyş, Bağdad’a yürüme kararını verdiler. Nitekim bunun sonucu olarak, 25 Aralık 450/1058 Cuma günü
Besâsirî kuvvetlerinin öncüleri Bağdad’ın Batı yakasıönlerine gelmişlerdi bile.419 Nihayet, Besâsirî ve adamları 27 Aralık 450/1058 Pazar günü Bağdad’a
girdiler.420 Böylece Besâsirî, 1055 de Fatımîlerle işbirliğine girip Abbasi hilâfetine karşı isyan ederek terk ettiği Bağdad’a, 3 yıl aradan sonra müttefiki ve
destekçisi Fatımî hilâfeti adına tekrar muzaffer bir şekilde geri dönüyordu.
Besâsirî muzaffer bir komutan edasıyla Bağdad’a girişi sırasında başının
üzerinde beyaz Fatımî bayrakları ve sancakları dalgalanıyordu.421 Öyle görünüyor ki Besâsirî’, Fatımî bayrağının ve sancağının altında Bağdad’a girmesiyle kendisinin doğrudan doğruya Fatımî hilâfetiyle işbirliği içerisinde bulunduğunu ve bu işgali de onlar adına yaptığını dolayısıyla onlara bağlılığını ilan
ediyordu.
Abbasi Sarayının (Daru’l-Hilafe) bulunduğu Doğu yakasında, Amdü’lIrak Ebu’l-Fazl el-Hemedânî Abbasi sarayını korumak için Türk, Deylemli
Haşimiyyun (Halifenin akrabaları) ve Abbasi görevlilerinden oluşan küçük bir
askerî kuvvet meydana getirmişti. Amidü’l-Irak, Hilâfet sarayını korumayı
amaçlıyordu. Nitekim bu bağlamda Sarayının çevresine hendekler kazılıyor
ve daha başka savunma tedbirleri alınıyordu.422
Nihayet Besâsirî ’nin askerleri Batı yakasından Doğu yakasına geçişi
sağlayan fakat yıkılmış olan köprüyü yeniden inşa ettiler ve sonrasında
Bağdad’ın doğu yakasına geçmeyi başardılar. Bu sırada Amidü’l-Irak’la
Besâsirî’nin askerleri arasında Dicle Nehri üzerindeki köprü de ve Doğu yakasında geniş bir bölgede birçok insanın hayatını kaybettiği çetin çarpışmalar
meydana geldi. Besâsirî bu çatışmalar sonunda Hilâfet sarayı dışında
419
Hüseynî, Ahbâr, s.14;İbnü’l Adîm, Bugye: 5
Hüseyni, Ahbâr, s.14; İbnü’l Adîm, Bugye, s.7–8;Azimî, Azimî Tarihi, s.12 (Azimî bu olayları
1052–53 yılı olayları arasında kaydetmiştir.)
421
İbnü’l Adîm, Bugye, s.5; Azimî, Azimî Tarihi, s.13; Ebu’l Ferec, Tarih, I, s. 313
422
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s. 641
420
93
Bağdad’ın Doğu yakasının birçok kesimlerine hâkim olmuştu.423 Besâsirî ’nin
bundan sonraki hedefi artık Abbasi sarayını ele geçirmekti. Nitekim üç gün
süren çarpışmalar neticesinde 19 Ocak 1059’da Besâsirî ve müttefikleri Abbasi Saray’ına girdiler. Böylece Hilâfet Sarayı Fatımîler adına Besâsirî tarafından işgal edilip ve yağmalandı.424 Abbasi halifesi el-Kâim, vezir ve yanındakiler Kureyş b. Bedran tarafından himaye altına alındı. Ancak daha sonra
Besâsirî ile Kureyş arasında bu himaye yüzünden ihtilaf çıktığını görüyoruz.
Zira, himaye meselesini duyan Besâsirî, Kureyş’e: “Sen Halife ile İbn Müslime’yi himayene mi alıyorsun? Diye çıkışmış neticede de Besâsirî vezir İbn
Müslime’yi, Kureyş de Halifeyi almıştı. İbn Müslime feci şekilde cezalandırılırken Halife, Tuğrul Bey’in İbrahim Yınal’ın isyanını bastırıp, Irak’a tekrar gelip
kendisini kurtarana kadar Hâdise’de bir yıla yakın bir süre zorunlu ikamet
ederek sürgün veya esaret hayatı yaşamıştır.425
Bir yandan kardeşi İbrahim Yınal’ın isyanıyla uğraşan Tuğrul Bey diğer
taraftan Besâsirî’ye elçiler göndererek halifenin kurtulması için diplomatik
çalışmalarda bulunuyordu.426 İbrahim Yınal’ın isyanını bastırdıktan sonra da
çok geçmeden Bağdad’a gitmek üzere Rey’den ayrıldı.427
Öte yandan Tuğrul Bey’in Bağdad’a gelmekte olduğunu haber alan
Besâsirî, binitleri, paraları ve mallarıyla Bağdad’tan süratle ayrılıp (Aralık
1059) Vasıt’a gitti. Bu sırada halife de tutulduğu Hadisetu Âne’den Bağdad’a
gitmek üzere ayrıldı. 428
Tuğrul Bey, Humartekin el-Tuğrâî komutasındaki Selçuklu ordusunu
Besâsirî üzerine gönderdi. O sırada Vasıt’ta bulunan Besâsirî Tuğrul Bey’in
de üzerine gelmekte olduğunu öğrenince Dübeyys’in yanına gidip ondan yar-
423
İbnü’l Adîm, Bugye, s.5
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s.486; İbnü’l Adîm, Bugye, s.5
425
İbnü’l Adîm, Bugye, s.6
426
İbnü’l Adîm, Bugye, s.7; M.A. Köymen, Tuğrul Bey, s.41–42
427
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s.489; Hüseynî, Ahbâr, s.14
428
A. Sevim, “Besâsirî”, s.274–277; İbnü’l Adîm, Bugye, s.7
424
94
dım istedi. Dübeys ise bu sırada Vâsıt’la Hille429 arasındaki bir mevkide bulunuyordu ve Sultan’ın dikkatlerini üzerine çekmekten korktuğu için Besâsirî ’yi
kabul etmekten imtina ediyordu. Ancak Besâsirî, kendisini onun insafına ve
merhametine bırakıp ondan himaye isteyince, Dübeys, Besâsirî’nin iltica talebini kabul etmek zorunda kalmıştı.430 Ama her halükarda Dübeys bunun
kendi başına dert açacağını tahmin ediyordu ki, her ihtimale karşı kendi mallarını ve adamlarının bir kısmını Batiha sahibi Ebu Nasr b. el-Heysem’le birlikte Batiha’ya431 göndererek Selçuklular karşısında tedbir almayı da ihmal
etmedi.
Diğer taraftan Besâsirî’yi takibe gönderilen Humar-Tekin komutasındaki Selçuklu ordusu 15 Ocak 1060 Cumartesi günü Dübeys’in karargâhının
yakınındaki bir yerde konakladı. Bu sırada Dübeys’e sığınmış bulunan
Besâsirî de ona yakın bir yerde bulunuyordu. Selçuklu ordusunun geldiğini
öğrenen Besâsirî, Dübeys’e haber göndererek gündüz yoldan gelmiş ve yorgun olan Selçuklu askerînin bu durumundan faydalanarak gece baskını yapmayı önerdi.432 Ancak Dübeys buna sıcak bakmadı ve sabah olsun gündüz
saldırırız dedi. Gece böylece hareketsiz geçti. Ertesi gün yani 16 Ocak 1060
Pazar günü Enû-Şirvan, Dübeys’e bir elçi göndererek görüşme teklifinde bulundu. Dübeys’in bu teklifini kabul etmesi üzerine Enû-Şirvan, onun yanına
giderek Vezir el-Kündürî’nin selamını ve bir mesajını iletti.433 el-Kündürî bu
mesajında Dübeys’e hitaben: “Şüphesiz ben, senin hakkında Sultan nezdinde teşebbüste bulunarak, onun kalbinde sana karşı bir yumuşaklık elde ettim
ve senin Sultana karşı dostluğunu ve itaatini açıklAdîm. Şimdi senin yapman
gereken şey, yanında bulunan Besâsirî’yi teslim edip, senin de adamlarınla
birlikte teslim olmandır. Zaten istenen Besâsirî’dir. Sen değilsin, bu yüzden
sana bir zarar gelmeyecektir. Besâsirî yaptıklarıyla büyük günah işlemiştir bu
sebeple suçu büyüktür. Ancak sen Arab âdeti gereği sana iltica eden birini
429
Hile, Kufe’nin kuzeyinde Fırat nehri kollarından biri olan Nehru Sûra üzerinde kurulmuş bir yerleşim birimidir.
430
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX, s. 491
431
A. Sevim, “Besâsirî”, s.265
432
İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX, s. 491
433
A. Sevim, “Besâsirî”, s.266
95
başkasına teslim etmekten hicab duyarsan, o zaman Besâsirî ’yi bize teslim
etme. Dolayısıyla ona verdiğin sözüne ve emanına bağlı kal. Fakat o zaman
ondan uzaklaş. Onu sen bize bırak. Biz onun işini görürüz.”434 diyordu.
Enû-Şirvan tarafından iletilen el-Kündürî’nin bu teklifine karşılık
Dübeys “Ben Sultanın hizmetçisiyim, şartlarına ve emirlerine boyun eğen,
ona itaat eden biriyim. Ancak Bedevilik âdeti gereği bana sığınmış bir kimsenin sığınma hakkına uymam lazımdır. Zira başlangıçta istemediğim halde o
kendisi bana geldi ve sığındı.”435 diyerek Besâsirî ’yi teslim etmeyi iltica hukukuna aykırı bularak kabul etmedi. Hatta Dübeys, kendi davranışını haklı
göstermek için daha önceki el-Kündürî ve Enû-Şirvan’ın kendisine sığınmalarını436 ona hatırlattı. Ayrıca Dübeys, Enû-Şirvan’a: “Bana göre yapılması gereken şey, senin gidip, Sultan’la Besâsirî ’nin arasını düzeltmen ve ona görev
vermek suretiyle hizmet ettirmendir. Zira Besâsirî gibilerinin hizmetinden
müstağni olunamaz. Artık olanlar oldu gitti. Allah onu affetsin.”437 dedi.
Görüldüğü gibi Dübeys, Besâsirî’nin dünürü ve eski müttefiki olması
sebebiyle olsa gerek ki, sanki onu korumaya çalışarak onun lehinde hareket
edip, bir nevi Sultanla Besâsirî’nin arasını uzlaştırma politikası takip ediyordu.
Dübeys’in bu tavrı ve teklifi karşısında Enû-Şirvan tepki göstermeyip,
adeta kabul eder gibi görünüp, ona: “Şimdi görüşmeler sonunda geldiğimiz
noktada ortaya çıkan fikirler ve içinde bulunduğumuz şartlarda bana göre,
herhangi bir çatışmanın çıkmaması için öncelikle iki tarafın askerlerinin şimdi
ki gibi karşı karşıya bulunduğu konumdan uzaklaşmaları gerekir. Ayıca bu
arada ben de senin bu teklifini Sultan’a bildireyim, ona danışayım. Her halükarda biz senin bu konudaki fikrine muhalefet etmeyiz. Zaten Tuğrul Bey de
434
A. Sevim, “Besâsirî”, s.278
A. Sevim, “Besâsirî”, s.279
436
Daha önce Zilkade 450’de el-Kündüri Hemedan’da mahsur kalan ve hayatından ümit kesilen Tuğrul Bey’in yerine Selçuklu tahtına Enu Şirvan’ın geçirilmesine çalışmışlardı. Ancak Tuğrul
Bey’in hanımı Hatun buna karşı çıkmış hatta onları tutuklama girişiminde bulunmuştu. Bu yüzden el-Kündüri ve Enu-Şırvan Hatun’un takibinden kurtulmak için o sırada Bağdad’da bulunan
Dübeys’e sığınmışlardı.
437
A. Sevim, “Sıbt-Mir’âtü’z-Zaman, Tuğrul Bey Dönemi”, s.116
435
96
bu sırada Nu’maniye’dedir.”438 dedi. Bu rivayetten de anlaşılacağı üzere kanaatimizce Enû-Şirvan, Dübeys’e güven verebilmek için diplomatik bir manevra yapıyordu. Zaten kaynaklarımızın ifadesine göre, aslında hem
Enûşirvân, hem de Dübeys birbirlerine karşı gizli niyetler taşıyorlar ve dolayısıyla birbirlerine karşı hile yapmayı planlıyorlardı. Zira, bu bağlamda Dübeys,
teklifinin değerlendirilmesi için bir yandan Sultanla irtibat kurulana kadar geçecek süre içerisinde zaman kazanıp Selçuklu askerlerini üzerinden uzaklaştırmak ve oyalamak isterken; diğer yandan da bu süre içerisinde de oradan
çöle çekilmek suretiyle adamlarını ve canını kurtarmayı hesap ediyordu.439
Buna karşılık Enû-Şirvan ise, Dübeys ve adamlarının oradan uzaklaşmasına
izin verir gibi gözüküp, arkalarından saldırmayı düşünüyordu.440 Nitekim
Dübeys’in adamları geri çekilmek bahanesiyle oradan kaçmak niyetiyle hareket etmeleriyle birlikte Selçuklu ordusu onların peşinden hücuma geçti. Bunun üzerine Dübeys geri dönerek durumu Besâsirî ’ye haber verdi ve ona:
“Artık iş sana kaldı. Ben ne yaptımsa kabul edilmedi. Bundan sonra başının
çaresine bak, doğru bildiğini yap, gayri sen bilirsin.”441 dedi. Öyle görünüyor
ki, hadiselerin akışı içerisinde kader Besâsirî’yi acı sona doğru sürüklüyordu.
Dübeys ve Besâsirî 18 Ocak 1060 Salı gecesini içinde bulundukları
durumu değerlendirerek geçirdikten sonra vardıkları karar gereği sabahleyin
adamlarıyla birlikte kaçmaya başladılar. Ancak bu sırada onları gözetleyen
Selçuklu askerleri onarın arkasından taarruza kalktılar. 19 Aralık 1059’da
Enûşirvân, Besâsirî ve Dübeys üzerine harekete geçti.
Çok geçmeden
Dübeys bozguna uğradı. Besâsirî çok güç bir duruma düştü. Bu sırada kendisine bir ok isabet etti. Zırhını kesmekle meşgul olduğu sırada bir Selçuklu
askerî tarafından yüzünden kılıçla yaralandı. Gümüştekin tarafından tutsak
alınan Besâsirî’nin daha sonra başını kesip sultana götürdü. Besâsirî’nin ke-
438
A. Sevim, “Sıbt-Mir’âtü’z-Zaman, Tuğrul Bey Dönemi”, s.116
A. Sevim, “Sıbt-Mir’âtü’z-Zaman, Tuğrul Bey Dönemi”, s.116
440
A. Sevim, “Sıbt-Mir’âtü’z-Zaman, Tuğrul Bey Dönemi”, s.117
441
A. Sevim, “Sıbt-Mir’âtü’z-Zaman, Tuğrul Bey Dönemi”, s.117
439
97
sik başı Bağdad’a gönderilerek şehrin her yerinde dolaştırıldı. Bundan sonra
Tuğrul Bey adamlarıyla Bağdad’a girdi. 442
Halife Bağdad’da büyük bir şölen düzenledi (27 Mart 1060). Tuğrul
Bey, Besâsirî isyanı sırasında tahrip olan mahalle han hamam ve işyerlerini
tamir ettirdi ve Bağdad askerî valiliğine Porsuk’u atadıktan sonra Bağdad’tan
ayrıldı (6 Nisan 1060).443
Besâsirî’nin
öldürülmesi
ile
Irak’ta
bir
devir
kapanmış
oldu.
Selçukluların Irak ve Suriye’ye inmeleri ve Şii-Türk Besâsirî’nin hâkimiyetine
son vermeleri ile Orta-Doğuda kuvvet dengesi değişti. Bundan sonra İslam
dünyasında Selçuklu Türklerinin hâkimiyet dönemi başladı. Irak bölgesindeki
Fatımî nüfuzu da sona erdi.444
442
Ebu’l Ferec, Tarih, I, s. 315; İbnü’l Adîm, Bugye, s.7-8; İbnü’l Esîr, İslam Tarihi, IX., s. 492 ;
A. Sevim, “Sıbt-Mir’âtü’z-Zaman, Tuğrul Bey Dönemi”, s.117, Azimî, Azimî Tarihi, s. 15
443
A. Sevim, “Besâsirî”, s.277–280; O. Turan, Selçuklular Tarihi, s.139
444
A. Sevim, “Besâsirî”, s.280
98
SONUÇ
Türk İslam medeniyetinde olgunluk safhası olan Selçuklular dönemi
Türk tarihi içerisinde önemli bir yere sahiptir. Şüphesiz Onu bu kadar önemli
yapan olay sadece kültürel alanda gerçekleştirdiği başarılar değildir.
Selçuklu Devleti’nin kısa zaman da toprakları Orta ve Ön Asya’da geniş bir mekâna yayılmış, birçok siyasi başarının yanı sıra daha kuruluşundan
15 yıl geçmeden Sünni Abbasi hilafetinin hamiliğini yapacak kadar bölgede
nüfuz ve kuvvet kazanmıştır. Kurucusu olan Tuğrul Bey zamanında bizzat
kendisinin de katıldığı Anadolu’ya seferler düzenlenmiş ve böylelikle Malazgirt Savaşı’ndan sonra Türklerin yurdu haline gelen Anadolu’nun kapıları ciddi şekilde zorlanmıştır.
Ancak tüm bunların gerçekleşmesinde önemli katkılarda bulunan Selçuklu şehzadelerinden İbrahim Yınal ve Kutalmış, bir süre sonra Tuğrul
Bey’in uyguladığı katı merkeziyetçi yapının da etkisiyle isyan etmişlerdir. Ne
var ki bu sadece görünen sebeptir. Asıl sebep ise Türk hâkimiyet anlayışının
onlara sağladığı hak’tır.
Selçuklu Devletinde de tıpkı eski Türk Devletlerinde olduğu gibi devletin hanedanın ortak malı olduğu düşüncesi hâkimdi. Hükümdarların ilâhî
menşeli olduğu düşüncesine dayanan bu hâkimiyet telâkkisine göre, hükümdarlık iktidarı ve idare kabiliyeti kan ile evlatlarına da geçtiğinden bütün hanedan üyeleri hükümdar olmak hakkına sahiptiler. Bu nedenle zaman zaman
ortaya çıkan ve çoğunlukla devletlerin parçalanması ve nihayetinde yok olmasıyla neticelenen taht kavgalarının çıkış sebebi de Tanrı’nın onlara verdiği
bu ortak hanedan anlayışıdır.
Daha devletin kuruluş aşamasında çıkan ve devleti ciddi şekilde sarsan bu iki isyanda biz bir başka tepkinin işaretlerini gördük. Şöyle ki; her iki
isyanda da Türkmenler (Arslan Yabgu’ya bağlı olup onun hapsedilmesinden
99
sonra daha çok Irak ve Azerbaycan yörelerine yerleşmişlerdir), merkezi yönetime karşı gerçekleşen isyanlara destek vererek adeta devletin kurulmasından sonra ikinci plana atılmalarının hesabını sormuşlardır.
Her iki isyanında çıkış sebebi görünüşte aynı olmasına rağmen,
Kutalmış’ın isyanı İbrahim Yınal’a nazaran daha sağlam temellere dayanıyordu. Çünkü sıkıştığı zaman sığınacağı kuvvetli bir kaleye ve kalabalık bir
Türkmen kuvvetine sahipti. Üstelik Kutalmış, durumu ne olursa olsun hiçbir
zaman geri Adîm atmamış, en sıkışık olduğu zamanda bile Tuğrul Bey’den
“yemin” talep etmiştir ki bu o dönemde sultana yapılamayacak bir teklifti. Bu
aynı zamanda onun mevcut otoriteye karşı itimatsızlığını göstermesi bakımından ayrıca dikkate şayandır.
İbrahim Yınal ise ilk isyan teşebbüsünde Tuğrul Bey karşısında başarısız olmuş ancak Onun bu girişimi Fatımîler ve dolayısıyla Besâsirî tarafından değerlendirilmek istenmiş, ilkinde sadece fethettiği yerleri hakkı olduğu
için almak isteyen İbrahim Yınal, ikinci isyanını saltanatı ele geçirmek üzere
gerçekleştirmiştir.
Kutalmış’ın isyanında dikkati çeken bir diğer nokta da onun davasını
tek başına yürütmesi, yabancı ve düşman devletlerin desteğini almamış, himayesine girmemiş olmasıdır. O sadece Türkmenlere güvenmekle yetindi.
İbrahim Yınal ise Türkmen desteğinin yanında yukarıda da belirttiğimiz
gibi Fatımîler ve Besâsirî’nin desteğini de almıştır. Bu ittifak karşısında bir ara
Hemedan’da sıkıştırıp çok zor duruma düşürdüğü Tuğrul Bey’i zamanında
gelen yardımlar ancak kurtarabilmiştir.
Kutalmış’ın isyanı Tuğrul Bey’in son zamanlarında gerçekleşmiş, onu
nihayete erdirmek ise Tuğrul Bey’den sonra devletin başına geçen Alp
Arslan’a kalmıştır.
Kutalmış isyanı “mahiyeti bakımından basit, gayesi bakımından daha
kesin, hukukî mesnedi bakımından daha sağlamdır.”
100
Tuğrul Bey devrinde ortaya çıkan isyanlar sadece bunlarla sınırlı değildi. Bundan başka her ne kadar yukarıda ifade edilen iki isyan kadar büyük
çaplı olmasa da Enûşirvan ve Resul Tekin isyanlarından da bahsetmek gerekti. Enûşirvan, Tuğrul Bey’in Harezmli eşinden olma üvey oğludur. Sebebi
kaynaklarda belirtilmeyen isyanı güçlü destek bulamadığı için kısa sürede
bastırlıdı. Diğer bir Selçuklu şehzadesi ve aynı zamanda Kutalmış’ın da kardeşi olan Resul Tekin ise 1057 yulındaki birinci isyanında Tuğrul Bey tarafından affedilmiş, daha sonra Kutalmış ile gerçekleştirdiği ikinci isyanında ise
Alp Aslan tarafından tutuklanmıştır.
Büyük Selçuklu Devletinin kurucusu oldukları kadar yıkılışında da
önemli rol oynayan Türkmenler, daha kuruluş döneminde merkezi idareye
karşı memnuniyetsizliklerini İbrahim Yınal ve Kutalmış isyanlarını destekleyerek göstermişlerdi. Bu sebeple her iki isyanda da önemli rol oynayan Türkmenler, bizimde çalışmamızda yer verdiğimiz başlıklardan olmuştur.
Kuruluş devrinde karşımıza çıkan bir diğer önemli hadise de Besâsirî
isyanıdır.
Tuğrul Bey, izlediği politika gereği kısa zamanda Abbasi hilafetinin
hamiliğini üstlendiğini yukarıda söylemiştik. Tuğrul Bey, Bağdat’a gelişinden
sonra Abbasi Devleti üzerinde tahakküm kuran Büveyhîleri ortadan kaldırdı.
Bundan sonra ise yazılı olmayan ancak fiiliyatta gerçekleşen dini ve siyasi
iktidar ayrımı gerçekleşmiş oldu. Bir diğer ifadeyle, Tuğrul Bey, siyasi yetkileri
üzerine alırken Abbasi Halifesinde sadece dini yetkiler kalmıştı. İşte bu sebepten dolayı Besâsirî’nin Bağdad’ı ele geçirmesi Tuğrul Bey tarafından adeta bir iç mesele gibi ele alınmış, İbrahim Yınal’ın isyanı bastırıldıktan hemen
sonra hazırlanan orduyla Bağdat üzerine yürüyerek halifeyi ve Bağdad’ı
Besâsirî’den kurtarmıştır.
Türklerin İslamiyet’ten önce taşıdıkları ve gerçekleştirmeye çalıştıkları
cihân hâkimiyeti mefkûresi, Tuğrul Bey sayesinde tekrar tarih sahnesine çıktı.
Her ne kadar bu çıkış devrinin başlangıcında İbrahin Yınal ve Kutalmış isyan
101
ederek Selçuklu devletini parçalanma tehlikesine soksa da yapılan yerinde
müdahaleler sonucu bu tehlikeler atlatılmış ve Selçuklular Türk ve İslam dünyası içerisindeki güçlü yerlerini koruyabilmiştir.
102
KAYNAKÇA
AKSARAYÎ, Kerîmüddin Mahmûd, Müsâmeretü’l- Ahbâr ve Müsayeretü’l
Ahyâr, (çev: Mürsel Öztürk), Ankara, 2000
CAHEN, Claude, Türklerin Anadolu’ya İlk Girişi (çev. Y. Yücel, B.
Yediyıldız) ,Ankara, 1992
el- AZİMÎ, Ebu Abdullah Muhammed, Azimî Tarihi Selçuklularla İlgili Bölümler (H. 430–538= 1038/1039- 1143/1144), (Yay: A. Sevim),
Ankara, 1988
EBU’L FEREC, Bar Hebraeus, Ebu’l Ferec Tarihi,( trc: Ö. Rıza Doğrul), I-II,
Ankara, 1999
ERGİN, Muharrem, Orhun Abideleri, İstanbul, 24. Baskı, 1999
DEMİR, Mustafa, Büyük Selçuklular Tarihi, Sakarya, 2004
DONUK, Abdülkadir, “Tük Devletlerinde Hâkimiyet Anlayışı”,Tarih Enstitüsü
Dergisi, Sayı: X, XI, 1979–1980
GENÇ, Reşat, Karahanlı Devlet Teşkilatı, İstanbul, 1981
GÜNGÖR, Erol, Tarihte Türkler, 7. Baskı, İstanbul, 1996
İBN FAZLAN, İbn Fazlan Seyahatnamesi, haz. Ramazan Şeşen, İstanbul,
1975
İBNÜ’L ADÎM, Bugyetü’t Taleb fî Tarihi Haleb (Seçmeler), Biyoğrafilerle
Selçuklu Tarihi, (çeviri notlar ve açıklamalar: Ali Sevim), 2.
Baskı, Ankara, 1989
İBNÜ’L ESÎR, İslam Tarihi, İbnü’l Esîr el- Kâmil fî’t-Tarih Tercümesi, Türkçe
trc: A. Özaydın, XII Cilt, İstanbul, 1987
KAFESOĞLU, İbrahim, “Selçuklular”, İslam Ansiklopedisi, X. Cilt, İstanbul,
1966
, “Selçuk’un oğulları ve Torunları” T. M., XIII, 1958,
103
, Selçuklu Tarihi, İstanbul, 1992
, Türk Milli Kültürü, 15. Baskı, İstanbul, 1997
KAŞGARLI MAHMÛD, Dîvânü’l- Lügati’t- Türk, I-III, (Terc. B. Atalay), Ankara, 1941
KÖPRÜLÜ, Fuat, Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu, Genişletilmiş 4.
Baskı, Ankara, 2006
KOCA, Salim, Dandanakan’dan Malazgirt’e, Giresun, 1997
, “Eski Türklerde Devlet Geleneği ve Teşkilâtı”, Türkler,
II. Cilt, (Ed: Salim Koca vd), Ankara, 2002
KÖSEOĞLU, Nevzat, Türk Dünyası Tarihi ve Türk Medeniyeti Üzerine
Düşünceler, İstanbul, 3. Basım, 1997
KÖYMEN, M. Altay, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi, I. Cilt: Kuruluş
Devri, Ankara, 2000
, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi, III. Cilt: Alparslan ve Zamanı, Ankara, 2001
, Selçuklu Devri Türk Tarihi, Ankara, 1998
, Tuğrul Bey ve Zamanı, Ankara, 1976
MEHMED NİYAZİ, Türk Devlet Felsefesi, İstanbul, 2006
MERÇİL, Erdoğan, “Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi”, Türkler, III. Cilt,
(Ed: Salim Koca vd), Ankara, 2002
, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, Ankara, 2000
NİZÂMÜ’L-MÜLK, Siyâset-nâme, (trc: M. Altay Köymen), Ankara, 1999
ÖGEL, Bahattin, Dünden Bugüne Türk Kültürünün Gelişme Çağları, İstanbul, 2001
ÖZBEK,
Süleyman,
“Siyasetnâme
Özellikleri
Açısından
Râhatü’s-
Sudûr’un değerlendirilmesi”, Prof. Dr. K. Yaşar Kopraman’a Armağan,
Ankara, 2003
104
ÖZÖN, M. Nihat, Osmanlıca Türkçe Sözlük, İstanbul, 1993
SADRUDDÎN Hüseynî, Ahbârü’d- Devleti’s- Selçukiyye, (çev: Necati
Lügal), Ankara, 1999
SEVİM, Ali, “İbnü’l Cevzî’nin “el-Muntazam” Adlı Eserindeki Selçuklularla İlgili
Bilgiler (H. 430–485= 1038–1092)”, Belgeler, Türk Tarih Belgeleri Dergisi, Cilt XXVI, Sayı 30
, “Sıbt İbnü’l Cevzî’nin “Mir’atü’z-zaman fî Tarihi’l Âyan”
Adlı Eserindeki Selçuklularla İlgili Bilgiler”, I, Türk Tarih Belgeleri Dergisi, Cilt XVIII, Sayı 22 (1998), s.1–90
, “İlginç Yönleriyle Besâsirî İsyanı”, Belleten, Cilt LXIX,
Sayı 225
, Makaleler, (Yayına Hazırlayan: E. Semih Yalçın - Süleyman Özbek,) Ankara, 2005
, Anadolu’nun Fethi Selçuklular Dönemi (Başlangıçtan 1086’ya kadar), Ankara, 1988
Sevim A. –Y. YÜCEL, Türkiye Tarihi, Fetih, Selçuklu ve Beylikler Dönemi,
Ankara, 1989
SEVİM, Ali - E. Merçil, Selçuklu Devletleri Tarihi Siyaset, Teşkilât ve Kültür, Ankara, 1995
SIBT İBNÜ’L-CEVZÎ, Miratü’z-Zaman fî Tarihi’l –Ayan, II. Cilt, Haydarabad,
1951, Selçuklularla İlgili Kısımlar, (Yay: Ali Sevim, Ankara),
1968
SÜMER, Faruk, Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri Boy Teşkilatı Destanları,
İstanbul, 5. Baskı, 1999
ŞEŞEN, Ramazan, Salâhaddîn Devrinde Eyyûbîler Devleti (Hicrî 569–
589/ Miladî1 1174–1193), İstanbul, 1983
TANERİ, Aydın, Türk Devlet Geleneği Dün- Bugün, İstanbul, 1993
105
TURAN, Osman, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, İstanbul,
İlaveli 3. Baskı, 1980
, Türk Cihân Hâkimiyeti Mefkûresi, I, İstanbul, 1969
URFALI MATEOS, Urfalı Mateos Vekayi-nâmesi ve Papaz Grigor’un Zeyli, (Türkçe’ye çev. H. Andreasyan, Notlar E. Dulaurer, H.
Yınanç (çev),) Ankara, 2000
YİNANÇ, Mükremin Halil, Türkiye Tarihi Selçuklular Devri, İstanbul, 1944
YILDIZ, H.Dursun, “Türklerin Müslüman Olmaları” Doğuştan Günümüze
Büyük İslam Tarihi, cilt:7, İstanbul, 1990
YUSUF HAS HÂCİB, Kutadgu Bilig, (neşr: R Rahmeti Arat), 6. Baskı, Ankara, 1994
106
ÖZET
KÖSE Aslıhan, Sultan Tuğrul Bey Devri Hâkimiyet Mücadeleleri (1040-1063),
Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2008
Türkiye de Selçuklu Tarihi üzerine özellikle son zamanlarda çok sayıda araştırma yapılmıştır. Ancak yapılan bu çalışmalar siyasi tarih nitelikli genel çalışmalardır. Biz çalışmamızda bu durumu göz önünde bulundurarak
Türk Devlet felsefesi ve hâkimiyet telakkisi esas olmak üzere Büyük Selçuklu
Sultanı Tuğrul Bey devrinde ortaya çıkan hâkimiyet mücadeleleri ve bunların
siyasi ve kültürel sahada sebep olduğu neticeleri ele almaya çalıştık.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi Tuğrul Bey devri esas alınarak sınırlama
yapılmış ve ele alınan zaman dilimi 1040- 1063 tarihleri arası olarak belirlenmiştir.
Çalışmamızın hazırlanması sırasında araştırma konusu olan dönemin
kaynaklarından ve diğer kaynak ile tetkik eserlerden istifade ederek sonuca
varmaya çalıştık.
Anahtar Sözcükler
1: Tuğrul Bey
2: İbrahim Yınal
3: Kutalmış
4: Besâsirî
107
ABSTRACT
Kose Aslıhan, The Struggles Of Dominance In The Period Of The Tugrul Beg
(1040–1063), Post Graduate, Study, Ankara, 2008
Especially in nowadays, lots of studies have been made about
selcuklu government history in Turkey. But these studies have features of
political history. Considering this fact, begining with the philosophy of Turkish
government first of all, we tried to focus into the dominance struggles and
their consiquences in the period of Tugrul Beg.
As mentioned, we limited the study with the period of Tugrul Beg and
specified the period of the time as between the dates of 1040–1063 .
We tried to reveal by studing bibliography belonged to that period and
other bibliography and studies about this topic.
Key Words
1. Tugrul Beg
2. Ibrahim Yinal
3. Kutalmis
4. Besasiri
Download