ÖZEL SAHAKYAN NUNYAN ERMENİ LİSESİ FELSEFE DERGİSİ DÜŞ’ÜN ATÖLYESİ “HER BİLDİĞİNİ SÖYLEME, FAKAT HER SÖYLEDİĞİNİ BİL.” MAREEL LENOİR İÇİNDEKİLER FELSEFENİN YARARI NEDİR?.....................................................................1 FELSEFEYİ MİZAH YOLUYLA ANLAMAK………………………………..2 AHMET ALTAN’DAN “FELSEFE VE TAVŞAN” ADLI KÖŞE YAZISI…..3 SOKRATES’İN ÜÇLÜ FİLTRE TESTİ……………………………………... 4 DİYOJEN’DEN DÜŞÜNDÜREN DÖRT ANEKTOD…………………. … ..5 ÖĞRENCİMİZDEN MUTLULUĞA DAİR BİR YAZI……………………….6 FELSEFE ANEKTODLARI………………. …………………………….... .. 7 THOMAS MORE-ÜTOPYA………………………………………………..…8 ARTEMİS VE ORİON ……………………………………………….…..…..10 KRAL MİDAS’IN KULAKLARININ UZAMASI ……..………………..…. 11 FELSEFE PROFESÖRÜNDEN KAVANOZLU DERS…………..…… .....12 FELSEFEYİ SEVDİREN KİTAPLAR ………………………………….….13 ERDEMLİ İNSANLARIN DOKUZ DÜŞÜNCESİ………………………. ..14 FELSEFENİN YARARI NEDİR? Felsefenin yararı veya gerekliliği onun toplumsal-kültürel işlevi ve felsefenin tarihsel gelişimi ile ilgili olarak birkaç şey söylemek gerekir. Mongolfier kardeşler icat etmiş oldukları balonla ilk uçuşlarını yapmak istedikleri sırada gösteriyi izlemek için meydanda toplanan seyirciler arasından biri yanında bulunan tonton tavırlı, yaşlı, saygıdeğer bir baya dönerek biraz saf bir tavırla şu soruyu sorar: "İyi de bu ne işe yarıyor bayım?" Sözü edilen yaşlı bay - ki o sıralarda Fransa'yı ziyaret etmekte olan ünlü Amerikalı bilgin ve siyaset adamı Benjamin Franklin'dir - aynı ölçüde hoşgörülü bir şekilde gülümseyerek şu cevabı verir: "Yeni doğmuş bir bebek ne işe yarar bayım?" Kanımızca bu cevap, felsefenin ve aslında daha genel olarak diğer temel kültürel etkinliklerin son tahlilde ne işe yaradıkları sorusuna verilebilecek en güzel ve en anlamlı cevaptır. Konuya bir işe yaramak açısından baktığımızda en çok işe yaradığı düşünülen bazı etkinliklerimizin bir işe yaramadığını da görebiliriz. Örneğin bilim bile çoğu kez bir işe yaramaz. Felsefe; insanı insan yapan ve bir hiç olmaktan kurtaran araştırma ruhunun, anlamlandırma, yorumlama ve değerlendirme etkinliğinin, önemli sorular sorma ve onlara ciddi olarak cevaplar arama özelliğinin, erdemli olma ve mutlu yaşama talebinin, kısacası bilgeliğe ulaşma özleminin en hakiki ifadesidir. Prof. Dr. Ahmet Arslan –Felsefeye Giriş Kitabı 1 FELSEFEYİ MİZAH YOLUYLA ANLAMAK Felsefe de tıpkı mizah gibi aklımızı gıdıklamaz mı? Bu yüzden ikisi de aynı şekilde hareket ederler. Olayları algılama tarzımızda karışıklık yaratarak bizi şaşırtırlar, dünyalarımızı altüst eder, hayatın saklı, çoğunlukla huzur kaçırtıcı gerçeklerini bulup çıkarırlar. Filozofun içgörü dediği şeyle fıkracının esprisi aynıdır aslında. Siz hâlâ felsefenin sıkıcı ve anlaşılmaz olduğunu mu düşünüyorsunuz? Harvard’lı iki felsefe profesörü, felsefeyi fildişi kulelerinden indirip herkesle buluşturmaya karar vermiş. Üstelik bunu mizah yoluyla yapmayı düşünmüşler. Ortaya, 20 dile çevrilmiş, Amerika, İngiltere ve Fransa’da çok satan listelerine girmiş ele avuca sığmaz, çok matrak ve zengin içerikli bir kitap çıkmış: “Platon Bir Gün Kolunda Bir Ornitorenkle Bara Girer...” Bu şahane buluşun sahibi profesörlerimiz kitaplarında, Metafizik, Mantık, Etik, Epistemoloji, Din Felsefesi, Görelilik, Varoluşçuluk, Dil Felsefesi, Toplum ve Siyaset Felsefesi ve Metafelsefe konu başlıklarıyla, filozofları ve kavramları büyük ustalar gibi kendi yarattıkları karakterler olan Bilge Tasso ve Dimitri arasındaki olağanüstü eğlenceli diyaloglarla anlatıyorlar. Eğer felsefe sizin için korkutucu görünüyor fakat büyük sorular kafanızı sürekli kurcalıyorsa bu kitap tam size göre diyebiliriz. Kitabı okumaya başladığınızda kendinizi olağanüstü eğlenceli bir felsefe dersinin içinde bulacaksınız. Felsefi kavramların esprilerle nasıl aydınlatılabileceğini, mizahında aslında büyüleyici bir felsefi içerik barındırdığını göreceksiniz. Bu kitap hem okuma hem de felsefi düşünce alışkanlıklarının zayıf olduğu bir ülke için kitap okumayı ve felsefeyi herkese sevdirecek nefis bir kitap. Çok güleceksiniz, çok şey öğreneceksiniz ve çok seveceksiniz . Bu kadar şey söyledikten sonra bitirmeden kitabın tarzını anlatacak bir “felsefespri”yi burada paylaşalım. Kitabın Mantık bölümünde ‘Tümevarımlı Mantık’ı kendine has üsluplarıyla ve Sherlock Holmes’dan örneklerle anlatan filozoflarımız konuyu şu fıkrayla bağlarlar: Holmes, Watson’la birlikte kamp yapmaktadır. Gecenin geç bir saatinde Holmes uyanır ve Dr. Watson’ı dürter. “Watson” der, “göğe bak ve bana ne gördüğünü söyle.” “Milyonlarca yıldız görüyorum, Holmes” der Watson. “Peki, bundan ne sonuca varıyorsun, Watson?” Watson biraz düşünür, sonunda, “Şey” der, “astronomik açıdan milyonlarca galaksi ve muhtemelen milyarlarca gezegen bulunduğu sonucuna varıyorum. Astrolojik açıdan Satürn’ün Aslan burcuna girdiğini görüyorum. Zamansal açıdan saatin yaklaşık üçü çeyrek geçtiğini kestirebiliyorum. Meteorolojik açıdan yarının harika geçeceğini düşünüyorum. Teolojik açıdansa Tanrı’nın her şeye gücünün yettiğini ve bizim minnacık olduğumuzu çıkarabiliyorum. E, peki sen ne sonuca vardın, Holmes?” “Birisi çadırımızı çalmış, dostum.” 2 FELSEFEYİ KİTAPLARLA SEVMEK Felsefe, insanlara, karanlık, karmaşık, anlaşılmaz,ürkütücü bir sonsuzluk gibi gelir, hayatın en temel sorularına cevap arayan filozofların görüşlerine,sanki bu iş onların hayatını hiç ilgilendirmiyormuş gibi uzak dururlar, felsefe "derin" insanlara ait bir işmiş gibi gündelik konularımızın dışına itilir. Halbuki, binlerce yıldan beri süregelen felsefi tartışmalar bir "polisiye roman" gibi heyecanlı ve zevklidir, "katil kim" sorusuna cevap arayan dedektifler gibi, filozoflar da "yaradılışın" sırrını çözmeye, hayatın "failini" bulmaya uğraşırlar. Norveçli bir felsefe öğretmeni olan Jostein Gaarder de otuz dokuz yaşındayken, insanlara özellikle de öğrencilere felsefeyi sevdirmek için "Sofinin Dünyası" isimli bir romanı yazmış, kitap Türkiye'de dahil bütün dünyada bestseller olmuş. Roman, on üç yaşındaki Sofinin bir gün posta kutusunda kendisine gönderilmiş bir mektup bulmasıyla başlıyor. Mektubu açtığında tek kelimelik bir soruyla karşılaşıyor. "Kimsin?"Bu soru küçük kızın aklına takılıyor, "ben kimim" diye düşünmeye başlıyor.Ertesi gün bir mektup daha geliyor.Onda da başka bir soru var."Dünya nasıl yaratıldı?" Küçük kız bu iki sorunun cevabını düşünmeye başlıyor ve bu iki sorunun dışındaki bütün tartışmalar, bütün dersler ona anlamsız gözüküyor. Sonra kıza üçüncü bir mektup geliyor ve bu mektupta,meçhul biri ona felsefenin bu soruların cevabını araştırdığını söyleyerek, hayat ve felsefe hakkında bilgiler vermeye koyuluyor: "Bundan iki bin yıl önce yaşamış bir filozofa göre,felsefe insanların hayretinden doğmuştur. Ona göre,insanlar kendi varoluşlarına şaşarlar, felsefi soruların çoğu da böylelikle kendiliğinden ortaya çıkar. Bir sihirbazlık seyreder gibidir insanlar... Birçok insan için dünya, sihirbazın beş dakika önce bomboş olan bir silindir şapkadan tavşan çıkarması kadar akıl almaz bir şeydir. Tavşan meselesinde sihirbazın bizi kandırdığını biliriz. Merak ettiğimiz şey bunu nasıl becerdiğidir. Dünyadan söz ederken ise durum biraz farklıdır. Dünyanın hokus pokus bir şey olmadığını biliriz, çünkü biz de dünyada yaşamakta olup onun bir parçasıyız. Aslında sihirbazın silindir şapkasından çıkarılan biziz. Tavşanla aramızdaki tek fark, tavşanın bir sihirbazlık oyununa dahil olduğunun farkında olmayışıdır. Biz ise gizemli bir şeylerin parçası olduğumuza inanır, şeylerin arasındaki ilişkiyi bulmaya çalışırız." Roman, küçük bir kızın dikkatini çekecek sorular ve bu sorulara verilen felsefi cevaplarla bütün felsefe tarihini, insanoğlunun düşünce mecarasını, kendini ve yaradılışının sırrını aramasının şaşırtıcı hikayesini anlatıyor. Üstelik bütün bunlar on üç yaşındaki bir çocuğun bile anlayabileceği bir üslupla yazılıyor, felsefenin hiç de insanları korkutacak bir iş olmadığı zekice bulunmuş bir kurguyla gösteriliyor. En karışık görünen konuların, insanlara, özellikle de çocuklara, onların meraklarını uyandırarak zevkle öğretebileceğini fark ediyorsunuz. Bu kitabı okuyan bir çocuk artık hayatı boyunca felsefeden korkmaz, hayatla ilgili soruları bilir, bunların cevapları konusunda fikir sahibi olur,düşünmeyi öğrenir ve bütün bunları zevkle, istekle yapar. Eğer sihirli şapkadan çıkan bir "tavşandan" farklı olmak istiyorsanız felsefeyle ilgilenmeniz gerektiğini "Sofinin Dünyasını" okurken kavrayabilirsiniz ve çocuklara felsefe öğretileceğini, bunun için onların merakını harekete geçirmenin yeterli olduğunu anlayabilirsiniz. Okuyun bu kitabı, mümkünse çocuklarınıza da okutun. Ülkemizdeki "tavşanların" sayısı azalsın biraz. Ahmet Altan, Yeni Yüzyıl, 23 Şubat 1996 3 SOKRATES’İN ÜÇLÜ FİLTRE TESTİ Günlerden bir gün Sokrates’in karşısına bir adam dikilir. Adam heyecanla Sokrates’in yanına yaklaşarak sorar; “Talebelerinizden biri hakkında ne duyduğumu biliyor musunuz?” “Bir dakika” der Sokrates; “Önce sana üçlü bir filtre testi yapmam lâzım.” Adam şaşkınlık içinde Sokrates’in suratına bakakalır. Sokrates devam eder; “Talebem hakkında konuşmadan önce, söyleyeceklerin hakkında bir dakika düşün istersen” diyerek, filtre testine başlar. “İlk filtre ‘doğru’luk filtresi. Bana söyleyeceğin şeyin kesinlikle doğru olduğuna emin misin? “Hayır” diye cevap verir adam. Sokrates kafasını sallayarak; “Anladım, yâni haberin doğru olup olmadığından emin değilsin. O hâlde şimdi ikinci filtreye geçelim bakalım. Bu filtre ‘iyi’lik filtresi. Talebem hakkında söyleyeceğin şey iyi bir konu hakkında mı?”Yine “Hayır” diye cevap verir adam. “Öyleyse, talebem hakkında doğru olduğunu bilmediğin, iyi de olmayan bir şeyi söylemek istiyorsun öyle mi?” diye sorar Sokrates. Adam bir parça utanarak, omzunu silker. Sokrates devam eder; “Hâlâ testi geçebileceğine emin misin? Çünkü üçüncü filtre de ‘fayda’ filtresi. Talebem hakkında söyleyeceğin şey, benim için faydalı bir şey mi?” “Hayır, tam olarak sayılmaz” der adam. “Anlaşıldı” der Sokrates; “Söyleyeceğin şey ne gerçek, ne iyi, ne de faydalı… O zaman neden söyleyeceksin ki?!” 4 4444ömöj 444444444444kjhkhk DİYOJEN'DEN DÜŞÜNDÜREN DÖRT ANEKDOT Sadaka ve Heykeller Diyojen bazen heykellerden para istermiş. - Ne için böyle yapıyorsun? Diye soranlara da şu cevabı verirmiş: - Red cevabına alışmak için!... İnsanın Dünya Telaşı Diyojen, halkın daimi bir telaş ve koşuşturma içinde oluşuna, sürekli binalar yapışına baktıkça şöyle dermiş: - İnsanlar dünyada nihayet altmış sene yaşayabileceklerini bildikleri halde bu kadar tedarikte bulunuyorlar; ya bir de altıyüz sene yaşayacaklarından emin olsalardı, neler yapmazlardı? Diyojen ve Köpekler Diyojen bir gün sokak ortasında yemek yerken, gelip geçenler etrafına toplanıp, - Köpek! Köpek! Diye kızdırmaya başlamışlar. Diyojen bir müddet sustuktan sonra şöyle demiş: - Köpek ben değilim, sizsiniz. Çünkü yemek yiyen bir adamın etrafına toplanıyorsunuz…! Güzel Ahlakın Rengi Diyojen, bir delikanlının utandığı için yüzünün kızardığını görünce şöyle der: - Gayret evladım! İşte güzel ahlakın rengi yüzünde ortaya çıkıyor!... 5 ÖĞRENCİMİZDEN MUTLULUĞA DAİR BİR YAZI Mutluluk nedir? Kimde? Nasıl? Diye sürekli kendimize sorular sorarız. Sonra da mutsuzum, diye yakınırız. Peki, mutlu olmak için ne yaparız? Mutluluk getirdiğine inandığımız ne kendiliğinden geldi ki? Başarı? Kim yattığı yerden başarılı olabiliyor? Yada para? Kim bir sabah uyandığında tomar tomar parayla karşılaşır? Piyangodan para çıkması için bile bir şeyler yaparız. Peki hiç mutluluğu yanlış yerde aradığınızı düşündünüz mü? Mesela boyum kısa diye mutsuz olacağınıza bugün de sağlıklıyım diye düşündünüz mü? Bence, insanların mutsuz olma sebepleri bu, mutluluğu yanlış yerde, uzakta arıyoruz. En basitinden, sağlıklı olmamız, çoğu çocuk okuyamazken rahat rahat okula gidip gelebilmemiz, ailemizin yanımızda olması, arkadaşlarımızın olması hatta aklıma gelmeyen bir çok sebep var mutluluğa. Mutlu olmak için sahip olmadıklarımızı değil sahip olduklarımızı düşünmeliyiz. Gördüğünüz gibi mutluluk var, ulaşmak da ne imkansız ne de zor, yeter ki mutlu olmak isteyin bahane çok emin olun Hayatınızdaki mutlulukları fark etmeniz dileğiyle … Tanya Serena Demirciyan 6 FELSEFE ANEKTODLARI Felsefe hocası sınavda tek bir soru sorar? "Risk nedir ?" Tüm öğrenciler harıl harıl yazmaya başlarlar.Kağıtları doldururlar. Hatta bazıları ikinci bir kağıdı bile doldurur. Ama öğrencinin biri kağıda sadece 1 cümle yazar. Sınav sonuçları açıklanır.Herkes düşük not almıştır. Ama tek cümle yazan öğrenci 100 alır. Öğrencinin ne yazdığını merak ediyor musunuz? Öğrenci kağıda sadece şu cümleyi yazmış: "İşte risk budur" Gerçekten de sınav kağıdına tek cümle yazmak büyük bir risktir. Bu da sorunun cevabını en iyi şekilde açıkladığı için hoca 100 vermiştir . Felsefe hocası tekrar sınav yapar.Sınavda önceki sorunun aynısını sorar: "Risk nedir ?" Önceki sınavda 100 alan öğrenci kendinden gayet emin bir şekilde aynı cevabı yazar: "İşte risk budur" Sınav sonuçları açıklanır.Bizim öğrenci 0 alır. Hemen hocaya gider itiraz eder: - "Hocam ilk sınavda aynı cevabı yazdım 100 verdiniz.Şimdi niye 0 verdiniz" - "Aynı riski 2 defa göze almak aptallıktır." 7 THOMAS MORE-ÜTOPYA NASIL BİR YERDİR ÜTOPYA? More’un Ütopya ülkesinden biraz bahsetmek gerekirse bu ülkede öncelikle her insan üreticidir. Üretime katılmayan eşek arıları, hazır yiyiciler yoktur. Bu adada planlı bir şekilde kâr etmek için değil, ihtiyaca göre üretim yapılır. Çünkü More’a göre insanların mutluluğu için iyi yönetilme değil de eşitlik içinde özel mülkiyetin kaldırılması gereklidir. Onun ülkesinde hiç kimse özel mülk kavramını bilmez. Böylelikle kıskançlık, fesatlık ve açgözlülüğün neden olduğu bir çok beladan uzak durmuş olunur. Ütopya adasında, hepsi aynı plana sahip 54 kent vardır. Bütün cadde genişlikleri aynıdır. Herkesin evi aynı stildedir. Evlerde bir sokak bir de bahçe kapısı var ve kilit yoktur. Sahiplik duygusu olmasın diye 10 yılda bir evler değiştirilir. Köylerde her biri 40 kişiyi barındıran çiftlikler bulunur çiftlikler çalışanlar tarafından yönetilir. Bireyler aileleri, aileler “philarch” denen yönetim birimlerini oluşturur. Philarch önderleri daha üst bir kademede temsil olunur. Philarch aynı zamanda bir iş birimidir. Tarlalarda kolektif çalışılır. Sabah 3 öğleden sonra 3 olmak üzere günde 6 saat çalışılır. Yani çalışma süreleri sadece 6 saattir. Bu durumu More, seçkinlerin ve zenginlerin olmadığı herkesin üretime katıldığı Ütopya gibi bir ülkede 6 saat çalışma yeter diye açıklar. Kautsky Utopia incelemesinde aynı iş saati önerisinin Marx’ın Kapital’inde yer aldığından bahseder. Her şeyin böylesine düzenli olduğu bir adada kıyafetler de tabi ki düzenlidir. Hemen hemen herkes aynı şekilde gösterişsiz bir renkte giysiler giyinir. Çünkü Ütopya’da insanlar dış görünüşlerine göre değil kişilik yapılarına göre nitelendirilir. Ütopya halkı arasında eşitlik vardır. Kolektif yaşam sadece tarlalarda değil, ihtiyaçların giderilmesinde de söz konusudur. Çocuklar ortak bakım hanelerde büyür, yemekler ortak yemekhanelerde yenir. Her üretici üretiminin fazlasını belli zamanlar zarfında ortak bir alana getirir. Ve bu alanda eşit şekilde ihtiyaca göre yurttaşlara pay edilir. Para Ütopya’da gereksiz bir kavramdır. Altın gibi göz alıcı madenler ise Ütopyalılara küçük yaşlarında oynasın diye verilen büyüklerin taşıması, takması halk içinde hoş karşılanmayan yararsız maddelerdir. Devlete ve yönetime dair tüm sorunlar halk kurultaylarında görüşülür. Kurultay ve büyük halk toplantıları dışında memleket meselelerini konuşmak yasaktır. Yönetsel olarak cumhuriyetten bahsedildiği söylenebilir. Sınıf yoktur. 8 THOMAS MORE-ÜTOPYA TEORİDE ÇELİŞKİLER PRATİKTE İLGİNÇLİKLER Thomas More’un Ütopya adlı eseri her ne kadar sosyalist bir ülkeyi betimliyor dense de sosyalizmle tezat teşkil edecek hususlar da barındırır. Ancak bunlar yazarın 1478-1535 arasında monarşiyle yönetilen İngiltere’de yaşadığı dikkate alınarak göz önünde bulundurulmalıdır. Thomas More’un Ütopyası’nda köle kavramının olması eserindeki sosyalizmle tezat teşkil eden başlıca çelişkisidir. (Kitap 16 köleliğin yaygın olduğu yüzyılda yazılmıştır) Her ne kadar Ütopyalı yurttaşlardan kötü suç işlemiş olanlar köle olsa hatta kölelik Ütopya’da komşu ülkelerden gönüllü köleler gelecek kadar cazip olsa da dünya vatandaşlarının eşitliğini savunan sosyalizmle bu olgu başlı başına uyuşmazlık taşır. More’un yaşamı da son derece ilginçtir. More kendisini idam ettiren İngiltere Kralı VIII. Henry’nin baş danışmanlığını yapmıştır. Lâkin bu danışmanlık zorakidir. More VIII. Henry’nin danışmanı olmayı reddetmiş ancak zorla bu göreve getirilmiştir. Ütopya adlı eserinin birinci bölümünde dönemin İngiltere’sindeki gelir dağılımındaki eşitsizlikleri yermiş, bütün yurttaşların eşit olduğu Ütopya ülkesine özlem duymuş, İngiliz emperyalizmine duyduğu tepkiden Ütopya’yı yazmış birinin İngiltere kralına danışman olması son derece ilginçtir. Yazarın idam edilerek yaşamının sona erme nedeni odukça ilgi çekicidir. More Ütopya kitabı ve sivri dilli eleştiri yazılarından dolayı değil kralın uğruna ülkesinin dinini değiştirdiği Anne Boleyn’le evlenmesini onaylamaması yüzünden idam edilmiştir. VIII. Henry tarafından başı kestirilen More’un idam sırasındaki rahatlığı da son derece ilginçtir. Ne de olsa yazar yazdığı kitapla ölümsüzler arasına girdiğinden ölüm onun için korkulacak bir şey değildir. More ellerinde balta, yüzlerinde kara maske olan cellatlarıyla bir süre dalga geçtikten sonra, “Kellesi uçmakla insanın başına felaket gelmez” demiştir. Daha sonra ise “sakalım vatana ihanet etmedi, en azından benimle birlikte idam edilmesin’’ diyerek boynunu teslim etmiştir. Yazarın çelişkileri ve ilginç yaşam hikayesi ölümünden sonra da devam etmiştir. Kızı Londra köprüsüne asılan babasının başını görevlilere rüşvet vererek geri almış ve yıllarca kesik başı evinde saklamıştır. Hatta öldüğünde yakınları tarafından babasının kesik başıyla birlikte toprağa verilmiştir. Yazarın en hoş ve en enteresan özelliğini yazının sonunda verelim. Pek dindar olmayan yazarımız ölümünden 400 yıl sonra Vatikan tarafından aziz ilan edilmiştir. Ne ilginç değil mi ? Biraz mübala yaparsak aziz bir sosyalist! 9 YUNAN MİTOLOJİSİ Artemis günün birinde uzun boylu iri yapılı fakat çok yakışıklı bir avcı olan Orion'u görerek ona aşık oldu. Öyle ki bir zamanlar kendi kendine aldığı evlenmeme kararını bile unutup bu yakışıklı avcı ile evlenmek istedi. Fakat Apollon kız kardeşinin bu dev cüsseli mahlukla evlenmesini uygun bulmuyordu. Kız kardeşini vazgeçirmek için çok uğraştı ancak Artemis onu dinlemedi. Kardeşinin Orion'a duyduğu sevginin ne kadar büyük olduğunu görünce de bunu kıskanmaya başladı. Ne söylerse söylesin kardeşi Artemis'i vazgeçiremeyeceğini anlayınca hileye başvurarak Orion'u ortadan kaldırmaya karar verdi. Birgün Orion denize girmiş yüzüyordu. Kıyıdan o kadar uzaklaşmıştı ki, başı kara küçük bir nokta gibi görünüyordu. Apollon kız kardeşini yanına çağırdı, uzaktan görünen kara noktayı ona göstererek "Oraya kadar okunu gönderebilir misin?" dedi. Artemis heyecanla yayını hazırlarken o kara noktanın sevdiği erkeğin kafası olabileceğinin nerden bilecekti ki. Yayını çekti ve ok fırladı. Çok iyi nişancı olan Artemis'in oku tam hedefi vurmuştu ve Artemis bilmeden sevdiği erkeği başından vurmuştu. Bu ölüm onu çok üzdü günlerce bulutların ardına gizlendi gök yüzünde dolaşmaz geceleri yeryüzünü aydınlatmaz oldu. Sonunda bir gün babasının yanına giderek ondan Orion'u bir takım yıldızı olarak gök yüzüne çıkarmasını istedi. Zeus ta kızının bu arzusunu yerine getirdi. 10 YUNAN MİTOLOJİSİ Efsaneye göre Marsyas adındaki bir Satiros (Keçi ayaklı, sivri kulaklı yarı insan yarı hayvan yaratıklar) bir gün kırlarda dolaşırken Athena'nın icat ettiği ancak çalarken yüzü çirkinleştiğinden fırlatıp attığı flütü bulmuş. Bir tanrıçanın eseri olduğu için çok güzel sesler çıkaran flütü çalmaya başlamış ve bir süre sonra marifetin kendisinde olduğuna inanmaya başlayarak kendini Apollon'a rakip görmeye başlamış. Bunun üzerine Apollon kazananın kaybedene istediğini yapabilmesi şartıyla Marsyas ile bir yarış yapmaya karar verdi. Apollon'un arkadaşları olan Musa'lar ve Phrygia (Fyrigia) kralı Midas yarışmada hakem oldular. Apollon gitarı ile çok güzel şarkılar çalarak ortalığı inletti. Marsyas da flütü ile ondan geri kalmayarak çok güzel şarkılar çaldı. Hakemler tereddüt ediyorlardı. Bunun üzerine Apollon Lir'ini eline aldı. O kadar güzel o kadar hoş şarkılar çaldı ki dağlar taşlar heyecandan titrediler. Marsyas Apollon gibi çalamayacağını itiraf etmek zorunda kaldı. Apollon anlaşma gereği Marsyas'ı ölümle cezalandırdı. Yarışma sırasında Marsyas'ın tarafını tutarak onun daha iyi çaldığını iddia eden Midas'a da ceza verdi. Onun kulaklarının iyi işitmediğini söyleyerek insanlara özgü kulakları ona uygun görmedi ve Midas'ın kulaklarını uzatarak eşek kulaklarına çevirdi. Midas kulaklarından öyle utanıyordu ki sürekli başında bir kalpakla dolaşmaya başladı. Fakat berberi saçlarını keserken kulaklarını farketmişti. Midas hiç kimseye anlatmama şartıyla berberine yaşamını bağışladı. Fakat berber bu sırrı içinde saklamakta çok zorlandı. Birilerine söylemezse patlayacağını düşünüyordu, diğer yandan söylediği taktirde Kral'ın kendisini öldürmesinden korkuyordu. Sonunda bir gün daha fazla dayanamayarak ıssız bir yerde bir çukur açtı, ve oraya eğilerek yavaşça "Haberiniz var mı, Kral Midas eşek kulaklıdır" diye fısıldadı. Bunu söyleyince üzerinden büyük bir yük kalkmış gibi oldu ve rahatladı. Fakat kazdığı çukurun yanındaki kamışları hesaba katmamıştı. Kamışlar rüzgarla sallandıkları zaman "Midas'ın kulakları eşek kulakları, Midas'ın kulakları eşek kulakları" diye sırrı her tarafa yaydılar. 11 FELSEFİ BİR HİKAYE Bir gün bir felsefe profesörü, elinde bazı malzemelerle derse gelir. Ders başladığında; hiçbir şey söylemeden, önüne büyükçe kavanozunu alır. Sonra da kavanozu ağzına kadar tenis topları ile doldurur. Ardından öğrencilerine kavanozun dolup dolmadığını sorar. Bütün öğrenciler hep bir ağızdan dolduğunu söylerler. Bunun üzerine; profesör önündeki kutulardan birinden aldığı çakıl taşlarını, kavanoza döker. Çakıl taşları kayarak, tenis toplarının aralarındaki boşlukları doldurmaya başlar. Profesör yeniden kavanozun dolup dolmadığını sorar. Öğrenciler yine hep birlikte;‘evet doldu’ derler. Profesör bu defa da, masanın üzerindeki diğer kutuyu eline alır ve içindeki kumu yavaşça kavanoza döker. Tabii ki kumlar da çakıl taşlarının aralarındaki boşlukları doldurur. Profesör yine aynı soruyu sorar. Öğrenciler de yine koro halinde ‘evet doldu’ derler. Profesör bu kez ise masanın altında hazır bekleyen iki fincan kahveyi alır. Başlar kahveyi kavanozun içine dökmeye. Bu kez de kahve de kumların arasında kalan boşlukları doldurur. Bunun üzerine öğrenciler gülmeye başlar. Ardından profesör öğrencilerine nasihat etmeye başlar. ” Bu kavanoz sizin hayatınızdır. Tenis topları; hayatınızdaki önemli şeylerdir. Yani aileniz, çocuklarınız, sağlığınız, arkadaşlarınız gibi. Diğer şeyleri kaybetseniz de, bunlar hayatınızı doldurmaya yeter. Çakıl taşları ise sizin için daha az önemli olan diğer şeylerdir. Yani işiniz, eviniz, arabanız gibi. Kum ise diğer ufak tefek şeylerdir. Şayet kavanoza önce kum doldurursanız; çakıl taşlarına ve özellikle de tenis toplarına yeterli yer kalmaz. Aynı şey hayatımız için de geçerlidir. Vaktinizi ve enerjinizi,ufak tefek şeylere harcar, israf ederseniz; bu defa da önemli şeyler için vakit kalmayacaktır. Dikkatinizi mutluluğunuz için önemli olan şeylere çevirin. Çocuklarınızla oynayın. Sağlığınıza dikkat edin. Sevdiklerinizle yemeğe çıkın. Evinizin ihtiyaçlarını karşılayın. Öncelikle tenis toplarını kavanoza yerleştirin. Öncelikleri, sıralamayı iyi bilin. Gerisi hep kumdur.” Bu arada bir öğrenci merakla şu soruyu sorar: ‘Hocam peki, o iki fincan kahve nedir?’ Profesör gülerek cevaplar; bu soruyu bekliyordum. Hayatınız ne kadar dolu olursa olsun; her zaman dostlarınız ve sevdiklerinizle bir fincan kahve içecek kadar yer vardır. 12 1. SOFİ’NİN DÜNYASI…………………………… JOSTEİN GAARDER 2. SİMPSONLAR VE FELSEFE……………………WİLLİAM IRVİN-MARK T. CONARDAEON J. SKOBLE 3. MARTI……………………………………………..RİCHARD BACH 4. SOCRATES’İN SAVUNMASI……………………PLATON 5. ÜTOPYA…………………………………………...THOMAS MORE 6. GÜNEŞ ÜLKESİ ………………………………….TOMMASO CAMPANELLA 7. NİECHE AĞLADIĞINDA……………………… IRVİN D. YALOM 13 ERDEMLİ İNSANLARIN DOKUZ DÜŞÜNCESİ VARDIR: 1. Baktıklarında berrak görmeyi düşünürler, 2. Dinlediklerinde iyi duymayı düşünürler, 3. Görünüşleri bakımından cana yakın olmayı düşünürler, 4. Davranışlarında saygılı olmayı düşünürler, 5. Konuşmalarında doğru sözlü olmayı düşünürler, 6. İşlerinde ciddi olmayı düşünürler, 7. Kuşkuya düştüklerinde soruları nasıl soracaklarını düşünürler, 8. Öfkelendiklerinde sorunları düşünürler, 9. Kazancı gördüklerinde adaleti düşünürler. KONFÜÇYUS “HİÇ KİMSE BİLEREK KÖTÜ OLMAZ. KÖTÜLÜK BİLGİ EKSİKLİĞİNDEN İLERİ GELİR.” SOKRATES 14