beslenme - Espace Privé Chenot D-Life

advertisement
SAĞLIKLI YAŞAM DERGİSİ
SAYI: 10 // HAZİRAN 2014
PRESTİJLİ
MEYVE
ANANAS
Sağlıklı
işbirliği
Chenot Group
& D-Life El Ele
ISSN 2146-6378
Genetik
BESLENME
Elmayla gelen güzellik + Mide nezlesi hakkında her şey + Mucize tohum chia
00 KAPAK 2.indd 3
5/28/14 4:51 PM
Espace Privé Chenot D-Life Istanbul müşterilerine,
detoks paketleri, çeşitli sağlıklı yaşam hizmetleri, cilt
bakımları ve incelme yöntemleri sunuyor. Chenot
Metodu’nda, kişiye özel beslenme programı, medikal
Spa ve well-being programları yer alıyor.
Doğuş Grubu bünyesinde
hizmet veren Espace Privé
Chenot D-Life Istanbul’da
uygulanan Chenot Metodu,
her insanın vücudunun
değişik dönemlerde farklı
ihtiyaçları olduğunu
savunuyor ve vücudun
gerek stres, gerek çevresel
faktörler, gerekse beslenme
ve yaşam tarzı sebebiyle
biriken toksinlerden
arındırılarak erken
yaşlanmasını önlemeyi
amaçlıyor.
22-23 CHENOT.indd 28
5/28/14 4:58 PM
Sağlıklı Yaşamın Referans
Merkezi’ne Bekliyoruz
Alanında kırk yıllık tecrübeye sahip ve tüm dünyada sağlıklı yaşamın mucidi olarak tanınan
Dr. Henri Chenot’nun ‘Chenot Metodu’ olarak bilinen programı, Espace Privé Chenot
D-Life Istanbul’un seçkin müşterilerine sağlıklı yaşam yolculuklarında destek oluyor.
Ayrıntılı bilgi için: 0212 381 30 00
22-23 CHENOT.indd 29
5/28/14 4:58 PM
içindekiler
SAYI 10 HAZİRAN 2014
İLKSÖZ
48
D
r. Henri Chenot, ömrünü adadığı
sağlıklı yaşam çalışmalarına katkıda
bulunmakla kalmadı, geliştirdiği felsefe ve metotla bu konuda gerçek bir otorite
oldu. Geliştirdiği biontoloji felsefesiyle insanı
bir bütün olarak ele alan ve zihin ile beden
arasında kurulması gereken önemli dengeye dikkat çeken Chenot, insanların bu hayati
dengeyi yakalayabilmesi için de meşhur Chenot Metodu’nu yarattı. İtalya’daki kliniğinde
uzun yıllardır bu felsefeyi ve metodu uygulayarak insanların sağlıklı bir yaşam sürmesine
yardımcı olan Dr. Henri Chenot İstanbul’da.
Doğuş Grubu’nun sağlıklı yaşam alanındaki
lokomotif markası D-Life ile işbirliği yaparak
artık Türkiye’de de hizmet edecek. Bu önemli
işbirliği çerçevesinde İstanbul, Ulus’taki D-Life
merkezi Espace Privé Chenot D-Life Istanbul adını aldı. Dr. Henri Chenot ve ekibinin
gözetiminde, Kardiyolog Dr. Demet Erciyes
yönetiminde Chenot Metodu’nu uygulamak
üzere yoluna devam eden merkezde, detoks
ve zayıflama hizmetlerinin yanı sıra, belki de
bu hizmetlere gerek kalmayacak şekilde hastalıkların önlenmesinde, genç ve sağlıklı bir hayat sürdürülmesinde gerekli her tür tedavi ve
uygulamayı sunacak. Hoş geldin Espace Privé
Chenot D-Life Istanbul...
30
100 kcal daha az
yiyin, zayıflayın.
42
D-LIFE DERGİ
İMTİYAZ SAHİBİ
D-LIFE Yönetim Kurulu Üyesi Damla ÇELIKÇI
YAYIN KOORDİNATÖRÜ
Şebnem DENKTAŞ
SORUMLU MÜDÜR
Kardiyolog Dr. Demet ERCİYES
ART DİREKTÖR
Hande MUMCUOĞLU
YAYIN DANIŞMA KURULU
Seçkin Aydın, Feyza Bayraktar,
Prof. Dr. Gönül Ergenekon, Prof. Dr. Hülya Günöz,
Prof. Dr. Hasan İlkova, Prof. Dr. Yaser Süleymanoğlu
YAPIM
Doğuş Yayın Grubu A.Ş.
Doğuş Center Maslak Ahi Evran Caddesi No: 4
Maslak - İstanbul Tel: (212) 304 0000, Faks: (212) 346 3000
YÖNETİM YERİ
Doğuş Holding A.Ş.
Huzur Mahallesi, Maslak Ayazağa Caddesi
No: 2 34396 Şişli - İstanbul
Tel: (212) 335 3232, Faks: (212) 335 3090
YAYIN TÜRÜ
Üç aylık yaygın süreli yayın
BASKI YERİ
Uniprint Basım Sanayi ve Ticaret A.Ş. İstanbul Asfaltı,
Ömerli Köyü, Hadımköy - İstanbul Tel: (212) 798 2840
34
Espace Privé Chenot
D-Life Istanbul’da
alkali beslenerek
zindelik kazanan
Yasemin Karani ve
Metin Ar.
ISSN 2146-6378
4 | D-LIFE HAZİRAN 2014
04-06 İCİNDEKİLER.indd 2
5/29/14 3:44 PM
06_DLIFE_MACAN.pdf
C
M
Y
CM
MY
CY
CMY
K
1
24.03.2014
15:02
içindekiler
SAYI 10 HAZİRAN 2014
BÖLÜMLER
72
Elma sadece
beden sağlığı
için değil, cilt
güzelliği için
de birebir.
7 Hayattarzı
Atlı safari, elektrikli otomobil, fosil mücevher,
sağlıklı ocak ve dahası...
13 Sağlık
Gastrit ve tedavisi, MS hastalığında
beslenmenin önemi, psikolojik yorgunlukla
baş etmenin yolları, kronobiyoloji hakkında
her şey...
29 Diyet-Hareket
Günde sadece 100 kalori azaltarak yazın fit
olmanın püf noktaları, Espace Privé Chenot
D-Life Istanbul’da alkali beslenerek zindeliği
yakalayanların başarı öyküsü, chia tohumu...
47 Beslenme
22
Dr. Henri Chenot,
D-Life ile büyük bir
işbirliğine imza attı.
Taneli sebzelere ve faydalarına yakından
bakış, Espace Privé Chenot D-Life Istanbul’un
mutfağından sağlıklı atıştırmalıklar ve tüm
bilinmeyenleriyle besin sinerjisi...
65 Yenilenin
Daha sıkı ve genç bir cilt için yapılması
gerekenler, organik ürünler, A’dan Z’ye el bakımı ve elma ile gelen güzellik...
FOCUS
74 Genetik beslenme
Bilim dünyası, hastalıklardan uzak, zinde,
sağlıklı ve uzun bir yaşamın anahtarının
genlere göre beslenme olduğunu keşfetti.
Kardiyolog Dr. Demet Erciyes yazdı.
78 Anjiyo şart mı?
74
Genetik beslenme, hastalıkların
önlenmesinde başvurulan
son yöntemlerden.
Sağlık sektörünün önde gelen isimleri
kalp-damar rahatsızlıklarının tanısında anjiyo
uygulamasının gerekli olup olmadığını
tartışıyor.
82 Koku hassasiyeti
Kokulara ne kadar duyarlısınız? Sadece
kötü kokular değil, güzel kokular da bazı
bünyelerde negatif reaksiyonlara yol
açabiliyor.
6 | D-LIFE HAZİRAN 2014
04-06 İCİNDEKİLER.indd 4
5/29/14 3:44 PM
hayattarzı
ATLI SAFARİ
Singita, mucizeler diyarı demek. Güney Afrika, Tanzanya ve
Zimbabve’de 12 lüks safari kampı işleten Singita, konuklarına
yaban hayatının tüm güzelliklerini bir mucize gibi yaşatmaya
çalışan bol ödüllü bir işletme. Tanzanya’nın kuzeyinde, Serengeti
topraklarındaki Grumeti Koruma Bölgesi’nde bulunan Singita
Sasakwa Lodge, atlı safari deneyimiyle bu mucizelerden birini
gerçekleştiriyor. Uçsuz bucaksız savanalarda dört nala koşarak
zürafaların, fillerin, zebraların yanına kadar gidiyor, gerçek bir doğa
deneyimi yaşıyorsunuz. Kampta sürekli sağlık kontrollerinden geçen,
eğitimli 18 safkan at bulunuyor. Yaklaşık 4-5 saat süren her safariye
iki deneyimli rehber ve bir seyis eşlik ediyor.
08-12 HAYAT TARZI.indd 5
5/28/14 4:54 PM
hayattarzı
BESLENME
Tamamen
doğal
Kalsiyum ve demir deposu
dut kurusunu en doğal
haliyle sunan Raya Organik,
sektörün genç firmalarından.
İngiltere’de okurken
organik ürünlerle tanışıp
kendi markasını yaratan
Neslişah Alkoçlar, organik
üretimin Türk mutfak
kültürünün temeli olduğunu
düşünüyor. Raya Organik
bu düşünceden hareketle
organik koşullarda ekilen,
yetiştirilen ve toplanan
sebze-meyveleri şık
ambalajlarla sunuyor.
www.rayaorganik.com
internet sitesi üzerinden
satışı yapılan ürünler baldan
zeytinyağına, tavuktan
havuca farklı çeşitlerden
oluşuyor.
OTOMOBİL
ELEKTRİKLİ SEDAN
Tesla’nın tamamen elektrikli yeni
sedan modeli Model S yollara çıkmaya
hazır. D segmenti sedan modellere
benzer boyutlardaki otomobil, 40
kWh, 60 kWh, 85 kWh ve 85 kWh
Performance olmak üzere dört farklı
güç seçeneği sunuyor. Her biri farklı
performanslara sahip otomobiller
arasında 0-100 km/s hıza 4,4 saniye
gibi en kısa sürede ulaşan Tesla Model
S 85 kWh. Otomobilin son sürati ise
210 km/s. Spor detaylarla süslenmiş
bu versiyonla beraber aktif hava
süspansiyon sistemi ve sportif çekiş
kontrolü standart olarak sunuluyor.
Elektrikli araçlar açısından bir devrim
niteliğinde olan Tesla Model S’lerin
büyük ilgi göreceği belirtiliyor.
KONFOR
Yastık mönüsü
Büyük ve lüks oteller müşteri memnuniyetini
en üst düzeye taşıyabilmek için her geçen gün
konfor hizmetlerine bir yenisini ekliyor. Oda servisi
kapsamında sunulan yastık mönüleri bunlardan biri.
İyi bir uyku uyumak günümüzde ciddi bir sorun.
Hele de evinizde değil de alışık olmadığınız bir
yerde uyuyorsanız, yatak ve yastık rahatlığının önemi
daha da büyük. Buradan yola çıkan Çırağan Palace
Kempinski, Cornelia Diamond Golf Resort & Spa,
Cornelia Deluxe Resort ve Conrad İstanbul gibi
oteller organikten ortopediğe konuklarına farklı
seçenekler sunan yastık mönüleri hazırlıyor. Size ise
sadece ihtiyacınıza göre seçim yapmak kalıyor.
AYAKK ABI
YUMUŞAKLIK HİSSİ
Yumuşak ve hareketli. Koruyucu ve güvenli. Ama aynı zamanda hafif ve hızlı. New
Balance’ın yeni modeli Fresh Foam ayağınızda yokmuş gibi rahat bir his yaratıyor.
Çünkü orta tabanın tasarımında değişiklik yapıldı. Yeni tasarım yastıklarla
ihtiyacınız olan rahatlığa ve stabilite için ihtiyacınız olan sağlamlığa olanak sağladı.
Performans orta tabanı; yumuşak ama özen gösterilerek yastıklı ve esnek olmak
üzere dikkatle tasarlandı. Fresh Foam tasarım olarak şık ama aynı zamanda
teknik özellikleriyle etkili ve sade bir model. Süper yastıklı alt taban teknolojisiyle
ayak tabanının doğal şeklini alırken aynı anda rahatlığı da sağlaması bu ayakkabıyı
farklı kılıyor.
8 | D-LIFE HAZİRAN 2014
08-12 HAYAT TARZI.indd 6
5/28/14 4:54 PM
MUTFAK
SAAT
Sezgisel ocak
Gaggenau, tüm yüzeyi indüksiyonlu modeli CX 480 ile yeni bir ocak konseptini
tanıtıyor. İndüksiyon, oldukça düşük oranda enerji tüketimiyle, kusursuz ve hızlı
yemek pişirmeyi simgeliyor. Ayrıca yeni ocak sayesinde yemek pişirilirken tüm
yüzey kullanılabiliyor. Sezgisel kontrol, ekstra büyük boyutlu bir dokunmatik TFT
ekran üzerinden gerçekleşiyor. Örneğin pişirme noktası ya da bir güç kademesinin
ayarlanması veya değiştirilmesi gibi fonksiyonların seçilmesi için kontrol panelinin
üzerine parmakla hafifçe dokunmak yeterli oluyor.
TAKI
FOSİL DİŞİNDEN MÜCEVHER
Monique Pean, Amerikalı bir takı tasarımcısı.
Hollywood yıldızlarının tercih ettiği tasarımlarının
en önemli özelliği, fosil dişi ve göktaşı gibi doğal
malzemelerden yapılmış olmaları. Üstelik hepsi
tek, eşi benzeri yok. Pean’in 2014 İlkbahar/Yaz
koleksiyonunun adı, The Renhet. Tasarımcı bu
çalışmasını hayata geçirirken Norveç’e yaptığı bir
seyahatten etkilenmiş. Bu yüzden mücevherlerin
hepsinde form, renk ve yapı üzerine odaklanmış.
İlkesi ise saflık olmuş. Koleksiyondaki tüylü
fildişi, mors dişi ve dinozor kemiği gibi fosilleşmiş
materyallere altın ve pırlantaların yanı sıra kovelit,
thomsonite ve spektrolit gibi mineral taşları ve
göktaşları eşlik ediyor.
YILDÖNÜMÜ
ŞEREFİNE
Arnold & Son, bu yıl köklü
tarihinin 250. yılını kutlarken,
saatçilik dünyasına meydan okuyan
yeniliklerle karşımıza çıkıyor. Yeni
ve sofistike TEC1 modeli, Arnold
& Son’ın yenilikçi ruhu, teknik
becerisi ve sanatsal başarısının
eşsiz bir örneğini oluşturuyor.
A&S8305 kalibre, akrep, yelkovan
ve tourbillon mekanizmasına
sahip, otomatik kurmalı, eşsiz
bir mekanizmaya ev sahipliği
yapıyor. Arnold & Son Araştırma
ve Geliştirme ekibinin bu modeli
tasarlarken yaşadığı zorluk, yüksek
salınımlı tourbillon’u, kronografı
ve otomatik kurma sistemini,
ileri bir teknikle ve zarif bir
şekilde biraraya getirmek oldu.
Böylelikle bu fonksiyonlara sahip
bir mekanizmanın alışılagelmiş
yerleşim düzeni tamamen bir
kenara bırakıldı ve yeni kalibre için,
yepyeni bir tasarım geliştirildi.
HAZİRAN 2014 D-LIFE
08-12 HAYAT TARZI.indd 7
| 9
5/28/14 4:54 PM
hayattarzı
MÜZİK
Müzik beynin gıdasıdır
Bilim insanları yaptıkları araştırmalardan yola çıkarak
sağlam bir beyin, güçlü bir hafıza ve yaratıcı hayal gücü
için müzik dinlememizi öneriyor.
NESLİHAN YAVUZER BEHMAURAS
K
imi insanlar kendini bir hayal denizinde görür, bol bol hayal kurar, kimileri içinse hayal
kurmak boşa geçen zamandır. Buradan
yola çıkan bilim insanları, hayal kurmanın insan
hayatı üzerindeki etkilerini araştırmışlar. New
York Üniversitesi’nde yaşları 22 ila 34 arasında
değişen 16 kadın ve erkeğin katıldığı çalışmada,
katılımcılara objelerden, yüzlerden ve manzaralardan oluşan karışık görüntü çiftleri dağıtılmış
ve bunlara bakarken MR makinesiyle beyinleri
taranmış. Verilere göre, görüntü çiftlerine baktıktan sonra zihnini dinlendiren ve hayal kuranların bu aradan sonra tekrar görüntü çiftlerine
baktığında çok daha iyi hatırladıkları tespit edilmiş. Arada zihnini dinlendirmeyen, hayal kurmayanların ise görüntü çiftlerine tekrar baktığında
hatırlamada zorluk yaşadığı gözlenmiş.
Bunun sonucunda bilim insanları hayal kurmanın hafızayı güçlendirdiğini, ara vererek zihnini
dinlendiren insanların hafızalarının ara vermeden
çalışanlara göre daha güçlü olduğunu ve her şeyi
daha iyi hatırladıklarını açıklamış. Ve şöyle bir
öneri yapmışlar: “Her şeyi kolayca hatırlayamıyorsanız bir ara verin ve kendinizi hayal denizine
bırakın.”
Şimdi bu araştırmayı okurken, “Hayatın bunca
koşturmasında, pesimist akışında, stresinde ben
nasıl hayal kuracağım?” diye düşünenler varsa,
bilim insanları hayal kurmaya teşvik edecekler
listesinin başında müziği öneriyor.
POZİTİF RİTİMLER
Beyin, insan organları içinde sırrı en az anlaşılan organ olma unvanını koruyor. Bilindiği
üzere beyin, sağ ve sol lob diye iki yarıküreden
meydana geliyor. Araştırmalara göre ritim, hayal
kurma, renk, boyut, hacim, müzik gibi vazifeler
sağ beynin uzmanlık alanına giriyor. Sol beyin ise
konuşma, matematiksel işlemler, diziler, sayılar
ve analiz gibi konularda yetenekli. Beynin sol tarafı bilgiyi mantıklı ve doğrusal olarak işlerken,
sağ beyin ayrıntıdan ziyade resmin bütünüyle
ilgileniyor, bilgiyi şekil ve hayal gücüyle işliyor.
Kitaro - Essential Kitaro
1980’lerde yayımlanan
İpek Yolu belgeseline
yaptığı bestelerle
gönlümüzde taht
kuran, New Age
müziğinin duayeni
Kitaro, “Müziklerimin
temeli şükürdür” diyor. Ve o şükür hali ile
dinleyeni alıp, birbirinden farklı diyarlara,
zamanlara, boyutlara taşıyan müziklere imza
atmaya devam ediyor. En güzel ve en etkileyici
bestelerinden oluşan Essential Kitaro albümü
ile hayatın koşturmasına kapıları kapatıp içsel
yolculuklara çıkabilir, ruh, beden ve zihninizi
huzurla besleyebilirsiniz.
Jim Brickman - Yesterday Once
More: A Tribute to the Music of
The Carpenters
Yani hayal kurabilmek ve daha yaratıcı olabilmek
için sağ beyni geliştirmek gerekiyor. Müzikle uğraşan, müzik icra eden veya enstrüman çalan
müzisyenlerde sağ beyin daha gelişmiş oluyor.
Kısacası, müzik sadece ruhun değil, sağ beynin
de gıdası!
Bilim insanları her müzikten çok, özellikle dinlenme ve hayal kurmaya teşvik edecek, pozitif
hisler veren, sözlerinde ve müzikal yapısında
negatif kelime ve ritim bulundurmayan, tercihen
klasik veya yumuşak ritimli müzikleri öneriyorlar.
Hani bazı bitkiler vardır; “Her derde deva” deriz.
İşte müzik de öyle… Ruhu besliyor, psikolojiye
iyi geliyor. Sağ beyni geliştiriyor, yaratıcılığı ve
hayal gücünü destekliyor, dolaylı olarak da yazımızın başında paylaştığımız araştırma sonucuna
kadar uzanıp, sizi bir yandan dinlendirirken, diğer
yandan hafızanızın güçlü kalmasında yardımcı
oluyor. Daha ne istenebilir ki?
İşte bu şifa kaynağından Radyo Voyage olarak biz de size bir demet sunmak istedik ve sizi
hayallerinize davet edecek müziklerle dolu iki
albüm ve günün her saatinde dinleyebileceğiniz
bir playlist hazırladık. Sunmak bizden, müziğin
şifasından faydalanmak sizden…
Jim Brickman,
çocukluğundan itibaren
hayranlıkla ve büyük
keyifle müziklerini
dinlediği, hatta müzik
bestelemeye başladığında
örnek aldığı efsanevi
grup “The Carpenters”a ithafen hazırlamış bu
albümü. Onların en güzel müziklerine kendi
piyanosunda adeta yeniden can vermiş. Huzur
dolu bir nostalji yolculuğuna çıkmak isterseniz bu
albüm tam size göre. Yanınıza eski hatıralarınızı
da almayı ihmal etmeyin.
Ve günün her saatinde dinleyebileceğiniz Radyo
Voyage’ın müzik listesinden sizin için seçtiklerimiz:
1. Chris Davis - To a Wild Rose
(The Classic Chillout Album)
2. Evanthia Reboutsika - Messenger
(Messenger - Ulak)
3. İnce Saz - Şarabi (Mazi Kalbimde)
4. Oscar Lopez - Loving You
(Flashback - The Best of Oscar Lopez)
5. Nina Rota - Kay (Music for Film)
6. Yanni - Voyage (Truth of Touch)
7. Pink Martini - City of Night (Hey Eugene!)
8. Tuluyhan Uğurlu - Suyun Dansı (Akdeniz)
9. Frank Sinatra feat Bono - I’ve Got You Under
My Skin (Frank Sinatra - Duets)
10. B-Tribe - Lagrimas (Volume 6)
radyovoyage.com
facebook.com/RadyoVoyage107.4
twitter.com/voyage1074
Katkılarıyla
10 | D-LIFE HAZİRAN 2014
08-12 HAYAT TARZI.indd 8
5/28/14 4:54 PM
hayattarzı
4 Saatte Süper İnsan
KİTAP
D VİTAMİNİ
DEVRİMİ
Uzun yıllar D vitamini üzerine
çalışmalar yapan Dr. Soram
Khalsa, teorilerini somut
verilerle kanıtlayıp kitaplaştırdı.
Y
az aylarıyla birlikte günler uzadı. Bu sayede güneş ışığına maruz kalma süremiz de arttı.
Güneşte fazla kalmak ciddi hastalıklara davetiye çıkarıyor ancak ondan tamamen kaçmak
da sağlık açısından tehlikeli olabiliyor. Mesela yüzde 10’u gıdalardan, geri kalanı güneşten
temin edilebilen D vitamini yoksunluğu gibi... Üstelik uzmanlar yeterince D vitamini alabilmek için cildin doğrudan güneş görmesi gerektiğini söylerken...
Amerikan Kanser Derneği’nin (ACS) yaptığı bir araştırmada ülkede yaşayan 40 yaş ve üstü
kadınların en çok meme kanserine yakalandığına dikkat çekiliyor. Aynı araştırma kansere yakalanma
riskini azaltacak etkenleri sıralarken D vitamininden hiç bahsetmiyor ancak, geçtiğimiz ay yayımlanan
bir kitap bu çok önemli vitamine dair bildiklerimizi gözden geçirmemizi sağlayacak. Zira uzun yıllar
D vitamini üzerinde araştırma yapan Dr. Soram Khalsa, nihayet teorilerini somut verilerle kanıtlayıp
kitaplaştırmayı başardı.
Dr. Khalsa’nın D Vitamini Devrimi adını verdiği kitap, D vitamini eksikliğinin hayatı tehdit eden
çok sayıda hastalığın yanı sıra kanserin 17 türüyle de bilimsel olarak bağlantılı olduğunu ortaya koyuyor. Başta ABD olmak üzere Avrupa’da büyük ses getiren kitap, Türkiye’de Pegasus Yayıncılık
tarafından yayımlandı. Kitabın arka kapağında gazeteci-yazar Arianne Huffington’ın görüşlerine yer
verilmiş: “Bu güçlü (ama ucuz) ‘mucize vitamin’ hakkındaki pratik ve bilgi dolu kılavuzu okuduktan
sonra sağlığınızın hissedilir şekilde düzeldiğini göreceksiniz. Dr. Soram’ın hastalıktan korunmaya ve
modern tıp ile alternatif yöntemleri birleştirmeye odaklanan yaklaşımı geleceğin tıp dünyasına yön
veriyor.”
MEME KANSERİ RİSKİ
Kitap, baştan sona yakın dönemde yapılan araştırma sonuçlarına
dayanıyor. Özellikle D vitamini yoksunluğunun meme, bağırsak ve
prostat kanserini tetiklediğine dikkat çekiliyor. Ayrıca grip, diyabet,
multipl skleroz (MS) ve koroner kalp hastalığı gibi hastalıkların da D
vitamini yoksunluğuyla bağlantılı olduğunu iddia ediyor.
Dr. Soram Khalsa’nın en büyük iddiası ise yeterince D vitamini alamadığımızda sadece raşitizme neden olduğu (çocuklarda
görülen bir kemik hastalığı) teorisinin çürütülmesi. Aslında Dr.
Khalsa, D vitamininin yeni bir etkisini ortaya çıkarıyor. Bunu
yaparken hem eksikliğin belirtilerini açıklıyor, hem de kendi
hastalarının D vitamini değerlerini normal seviyeye getirme,
sağlıklarını kazanma sürecine ışık tutuyor. Ancak en ilginç tespiti meme kanserine yönelik. Ona göre yeterli düzeyde D
vitamini alındığında göğüs dokularındaki sorunlu reseptörler
kanser riski taşımayacak.
ABD’de Holistik Tıp Birliği’nin kurucu üyesi ve ABD Tıbbi Akapunktur Derneği’nin kurucusu olan Khalsa, Florida’daki özel kliniğinde fitoterapi, homeopati, akupunktur ve çevresel tıp yöntemleriyle modern tıp yöntemlerini
birlikte uyguluyor.
Bu kitap herhangi bir diyet
ya da egzersiz kitabı değil.
İnsan bedenini değiştirme
konusunda 10 yıldan fazla
süren “takıntılı” bir arayışın
kitabı. NASA Ames Araştırma Merkezi’ndeki Singularity
Üniversitesi’nde öğretim
görevlisi Timothy Ferriss’in
yazdığı 4 Saatte Süper İnsan, 10 günde
yüzmeyi nasıl öğrenirsiniz; 12 haftada 50
km koşmaya nasıl alışırsınız; günde iki saat
uykuyla tamamen dinlenebilir misiniz gibi
sorulara yanıt veriyor.
Huzur
Bu kitapta klinik psikiyatr Linda Blair, daha
mutlu ve kendinden emin olmanız için
yapmanız gerekenler konusunda size yardımcı oluyor. Güçsüz hissetmenize neden
olan unsurları tespit ederek
sorunlarınızın altında yatan
temel meselelerin farkına
varmanızı sağlıyor. Mesleki
terimler kullanmadan,
esprili anlatımıyla sorunun
özünü ortaya çıkararak
aydınlatıcı bilgiler sunuyor.
Gerçekçi, uygulanabilir ve
cesaretlendirici tarzıyla
Blair, günümüzde en sık karşılaşılan
sorunlarla baş etmek için basit ve etkili
önerilerde bulunuyor.
Meşgul İnsanlar
İçin Meditasyon
Osho’nun kitabında
hızlı gevşeme ve rahatlama yolları; stresi
azaltma ve enerji üretme teknikleri; günlük
yaşama uygun basit
yöntemlerle anında
yararlı olabilecek etkili
stratejiler üzerinde duruluyor. “Gerilimin nedeni senin dışındaki
bir şey değil, gerilim senin içinde olanlarla
ilgili. Hiçbir neden yokken gergin olmak
çok aptalca göründüğü için, her zaman
gerginliğini açıklamanı sağlayacak dışsal bir
neden bulacaksın.” diyor Osho.
HAZİRAN 2014 D-LIFE
08-12 HAYAT TARZI.indd 9
| 11
5/28/14 4:54 PM
hayattarzı
5
11
1
6
8
7
10
2
9
3
4
12
ALIŞVERİŞ
Sıcak arınma
Banyo yaptığınızda sadece cildinizin yumuşacık olması, parıldaması ve temizlenmesi
yetmez. Güzel bir banyodan sonra kendinizi bedensel olduğu kadar ruhsal olarak da
arınmış hissedersiniz. Stres, yorgunluk ve yoğunluktan uzaklaşarak zihninizi yenilemek
için banyonuzda olmazsa olmazlara bir göz atın.
R
ahatlamak istiyorsanız loş ışık ve hoş koku iyi gelecektir. Bunun için
Sephora’nın rengarenk kokulu mumlarını öneriyoruz. Fiyatı 24,90
TL (1). D-Life’ta bulabileceğiniz Chenot Nemlendirici ve Enerji
Verici Vücut Losyonu, anında ve uzun süre etkili hidrasyon etkisiyle
cildi derinden nemlendiren ve canlandıran benzersiz bir bakımdır. 270
TL (2). Oasis’in jel bazlı vücut peeling’i doğal nem dengesini koruyarak
cildi nazikçe ölü hücrelerden arındırır. Ürünün fiyatı henüz belli değil (3).
Dinlendirici bir banyo sonrası vücudunuzu Boyner Evde’nin yüzde100
pamuklu bornozuna teslim edebilirsiniz. Fiyatı 99,95 TL (4). Chenot’nun
saf ve doğal esansiyel yağların bir karışımıyla formüle edilmiş arındırıcı
şampuanıyla saçlarınız yumuşaklığını kazanır. Fiyatı 120 TL (5).Tüm saç
tipleri için geçerli olan Chenot Arındırıcı Saç Maskesi, saf ve doğal yağ
özlerinden oluşan güçlendirici bir karışımla zenginleştirilmiştir. D-Life’ta
bulabilirsiniz. 120 TL. (6). D-Life kuru cilt fırçasıyla banyo öncesi basen
ve bacaklara masaj yaparak kan dolaşımını hızlandırabilirsiniz. Fiyatı 10
TL (7). Yves Rocher banyo küpü gevşetici bir banyo keyfi için ortam
hazırlar. Fiyatı 2,90 TL (8). Rasayana Organik Termal Tuz Enerjisi içerdiği esansiyel yağ, çiçek ve deniz tuzu karışımıyla termal etki göstererek
toksinlerden arındırır, selüliti önler, zayıflamaya yardımcı olur. Fiyatı 44
TL (9). Sephora’nın farklı kokulardaki köpükleri banyo esnasında rahatlatır, cildi yumuşatır ve vücutta hoş bir koku bırakır. Fiyatı 22,90 TL
(10). Karaca Home’un bambudan üretilen havlularının yanı sıra porselen
banyo aksesuvarlarından oluşan seti banyo keyfinde bütünlük hissini veriyor. Fiyatı 249,90 TL (11). Yves Rocher’in Organik Argan Yağı’nı hem
banyoda hem de banyo sonrasında vücudunuzu rahatlatmak ve masaj
için kullanabilirsiniz. Fiyatı 79,90 TL (12)
12 | D-LIFE HAZİRAN 2014
08-12 HAYAT TARZI.indd 10
5/28/14 4:54 PM
sağlık
ALZHEIMER
Amerikan Alzheimer’s Association tarafından
yapılan yeni bir araştırmada Alzheimer
hastalığına yakalanma oranında kadınların
erkeklerden daha fazla risk altında olduğu
ortaya çıktı. Özellikle 60’lı yaşlarındaki
kadınlar erkeklerden iki kat daha fazla risk
altında. Yaşlılıkla birlikte ortaya çıkan ve başta
unutkanlık olmak üzere çeşitli zihinsel ve
davranışsal bozukluklara yol açan ilerleyici
bir beyin hastalığı olan Alzheimer’a yakalanan
hastalarda beynin bazı bölgelerinde biriken
proteinlerin sinir hücrelerine zarar verdiği
biliniyor. Unutkanlık ve yeni şeyler öğrenme
güçlüğüyle baş gösteren hastalığı önlemek
mümkün. Yapılması gereken en önemli şey
sağlıklı ve dengeli beslenmek ve tabii düzenli
egzersiz yapmak.
HAZİRAN 2014 D-LIFE
13 sağlık kapak.indd 11
| 13
5/28/14 4:54 PM
sağlık
Mide
nezlesi
Gastrit, her yaşta ortaya çıkabilen yaygın bir mide
hastalığı. Midenin iltihaplanması olarak da biliniyor.
Bugün dünyada her10 kişiden biri gastritten şikayetçi.
Oysa beslenme alışkanlıklarını değiştirerek hastalığın
önüne geçilmesi mümkün. AYTEN YILMAZ
G
astrit tıpta, mide duvarının iç yüzeyinin iltihaplanması olarak tanımlanıyor. Hızlı başlangıçlı
ve kısa süreli olanlara akut gastrit
denirken, yıllarca sürdüğü durumlara ise kronik gastrit adı veriliyor.
Hastalığın en sık nedenlerinin
“helikobakter pylori enfeksiyonu”,
aspirin ve ağrı kesici ilaçlar olduğunu söyleyen Acıbadem Atakent
Hastanesi Gastroenteroloji Uzmanı Doç. Dr. Fatih Oğuz Önder
son bilgilere göre bu mikrobun
ülkemizde her 10 kişiden 6’sında
görüldüğüne dikkat çekiyor. Ağrı
kesiciler ve hastalığın diğer sebeplerini ise şöyle anlatıyor: “Ağrı
kesici ilaçlar mide duvarının direncini azaltır, iltihaplandırır ve
yara (ülser) açılmasını kolaylaştırır. Daha nadir görülen nedenler
arasında alkol ve ağır hastalıklar
sayılabilir. Ayrıca bir diğer gastrit nedeni de vücudun bağışıklık
sisteminin mide iç duvarına saldırısı sonucu gelişen ve mide iç
duvarının inceldiği atrofik gastrittir. Psikolojik nedenler ve stres
günümüzde gastrit nedeni olarak
kabul edilmemektedir. Ancak stres
altında olan kişilerde zaten var
olan gastrite bağlı ağrının ve diğer
şikayetlerin daha kolay ve şiddetli
olarak tarif edildiği biliniyor. Yani
stresli insanlar ağrıları daha sık
ifade ederken diğer insanlar aynı
ağrıyı ciddiye almayabiliyor.”
YAŞLANMA FAKTÖRÜ
Gastrit, kadınlarda ve erkeklerde
eşit sıklıkta görülüyor. Herhangi
bir meslek grubu ile ilişkisi bilinmiyor ancak stresli işi olanlarda
ağrının tarif edilmesine daha sık
rastlanıyor. Helikobakter pylori enfeksiyonunun sıklığı yaş ile
arttığı için yaş ilerledikçe gastrit
görülme olasılığı da artıyor. Gastrit sıklığı mevsime göre değişiklik
göstermese de gastrite bağlı gelişen
ülser kanamalarının sıklığı kasım
ayından mayısa kadar artıyor, yaz
aylarında ise azalıyor. Bu durumun
kesin nedeni bilinmiyor. Öne sürü14 | D-LIFE HAZİRAN 2014
14-15 GASTRID.indd 12
5/28/14 4:54 PM
Yapılması gerekenler
Yemeklerinizi az az, sık sık ve düzenli yiyin.
Yemeklerinizi çok sıcak veya çok soğuk yemeyin ve çok iyi
çiğneyin.
Günde 3-4 fincandan fazla çay-kahve içmeyin. Hazır meyve
sularını ve asitli içecekleri tercih etmeyin.
Yağda kızarmış ve kavrulmuş etler, sucuk, pastırma, salam, sosis,
salamura balık yemeyin.
Kepekli tahıl ürünleri, kuru baklagil (kuru fasulye, nohut,
barbunya, mercimek) tüketmeyin.
Hazır çorbaları, et suyu ile yapılmış çorbaları içmeyin.
Turşu, soğan, sarmısak, limon tuzu, zeytin, sirke ve acılı-salçalı
besinlerden kaçının.
Sütlü tatlı ve meyve kompostosu dışındaki kremalı, çikolatalı,
kızarmış tatlılar ve soslu besinlerden uzak durun.
Mayalı hamur ve tatlı yemeyin.
len olasılıklar arasında yaz aylarında yenen iyi yıkanmamış veya
pişmemiş meyve ve sebzeden gelen helikobakter pylori enfeksiyonunun birkaç ay içinde etkisini göstermesi ve mevsime göre değişen
yiyecek çeşitleri sayılıyor.
Doç. Dr. Fatih Oğuz Önder, hastalığın tanısının üç yöntem uygulanarak konulduğunu belirtiyor: “Birincisi, kişide hastalığın tipik
şikayetlerinin olması veya bunlara neden olabilecek ilaçların kullanılıp kullanılmadığının belirlenmesi. İkincisi ise üst sindirim sisteminin endoskopi ile incelenmesi. Son olarak da helikobakter pylori
enfeksiyonunun dolaylı yöntemlerle tespit edilmesi (kan, nefes
veya gayta testleri).”
DİYET DEĞİŞİKLİĞİ
Hastalığın nedeni tespit edildikten sonra, buna yönelik ilaçlar veya
yaşam tarzı ve diyet değişiklikleri ile tedaviye başlanıyor. Doç. Dr.
Önder, helikobakter pylori enfeksiyonunun tedavisinin zor olduğunu söylüyor: “Her 2-3 yılda bir ülkede görülen enfeksiyonun özelliklerine göre kullanılan ilaçlar değiştirilir. Uygun ve güncel tedavi
protokolleri ile hastaların çoğunda başarılı sonuçlar elde edilebilir.
Günümüzde iki hafta süreyle günde ikisi antibiyotik olan dört çeşit
ilacın kullanıldığı tedavi protokolleri tercih ediliyor. Ağrı kesici ilaç
kullanılmasına bağlı gastritin tedavisi ise ilacın kesilmesi, değiştirilmesi veya yanına mide iç duvarını koruyan ilaçların eklenmesi
ile sağlanır. Gastrit tedavi edildikten sonra hastaların büyük çoğunluğunda şikayetler kısa sürede düzelme gösterir. Ancak az sayıda
Belirtiler
Karnın üst yarısında ağrı Az miktarda yemek ile doyma ve
şişkinlik hissi Gaz ile şişkinlik ve geğirme İştahta azalma Bulantı
ve kusma Halsizlik (gastrite bağlı kansızlık gelişirse) Ağızdan kan
gelmesi veya gaita renginin siyah olması (ülser gelişirse)
Alkol ve sigaradan uzak durun.
hastada şikayetler azalmakla beraber birkaç ay devam edebilir. Bu
sürede ise mide asidini baskılayıcı tablet veya sıvı şekildeki ilaçlar
kullanılabilir.”
TEMİZLİĞİN ÖNEMİ
Mikroba bağlı gastrit tedavi edilmezse birçok hastada kalıcı oluyor.
Tedavi ile ortadan kaldırılabiliyor ve her 10 hastadan sekizinde temiz gıdalarla beslenme alışkanlığı sağlanabilirse tekrar bulaşmıyor.
İlaç ve alkol gibi nedenlere bağlı gastrit ise kullanıldığı sürece devam ediyor. Akrabalarında mide kanseri olan kişiler helikobakter
pylori enfeksiyonu açısından taranmalı ve tedavi edilmeli. Bu hastalarda mide kanseri riski diğer kişilere göre daha yüksek. Ayrıca mide
veya onikiparmak bağırsağı ülseri olan hastalarda mikrobun tedavisi verilmeli ve bir süre sonra yapılacak testlerle hastada mikrobun
kalmadığından emin olunmalı. Aksi halde ülser tekrarlayabilir ve
kanamaya neden olabilir. Daha nadir görülen atrofik gastrit gibi
hastalıklar ise kalıcıdır ve bazı hastalar düzenli aralıklarla endoskopi ile incelenmelidir. Bu hastalarda da mide kanseri riskinde artış
söz konusudur.
AÇLIK DÜŞMANI
Aç kalmanın gastritin şiddeti üzerinde bilinen bir etkisi bulunmuyor. Ancak bazı hastalarda mide ağrısı açlık ile artabiliyor. Bazılarında ise yemek yedikten sonra ağrı, şişkinlik, gaz gibi şikayetler
şiddetleniyor. Özellikle baharat, turşu gibi yiyecekler şikayetleri artırabiliyor. Fazla yemek yemek ise midede yanma hissini artırıyor.
Mide yedikçe genişleyen bir organ. Ayrıca, geceleri yemek yerseniz,
mide gece boyunca çalışmaya devam ediyor ve yoruluyor. Sindirimin gerçekleşmesi için en az üç saat gerekiyor. Bu yüzden uyku ve
yemek arasında en az bu kadar süre olmasına dikkat edin.
HAZİRAN 2014 D-LIFE
14-15 GASTRID.indd 13
| 15
5/28/14 4:54 PM
sağlık
Sizin astımınız
hangisi?
Astımın farklı etkenlere bağlı farklı çeşitleri var. Önemli olan doğru teşhisi
koyup doğru tedaviyi uygulamak. KARDİYOLOG DR. DEMET ERCİYES
A
stım denince akla tipik olarak aniden başlayan, krizler halinde olan nefes darlığı gelir. Hava yolunun daralarak nefes alıp vermeyi zorlaştırması şeklinde kendini gösteren
bu hastalık erişkinlerde olduğu gibi çocuklarda da gözlenebilir. Genetik ya da dış etkenlere bağlı olarak gelişebilir. Belirtileri
ataklar halinde olsa da hava yolundaki yapısal değişiklik, inflamasyon, yani yangı şeklinde süreklidir. Bu, mikrobik olmayan bir tür
iltihaptır. Bu yangı hava yolu duvarını şiş ve ödemli hale getirir ve
akciğerlerin uyaranlara karşı aşırı duyarlı olmasına sebebiyet verir.
Astımın şiddeti de bu yangının derecesi ile doğru orantılıdır. Hava
yolu ağız ve burundan itibaren başlayarak nefes borusu ile devam
eder, akciğerlerde sağ ve sol olmak üzere iki ana dala (bronşlar) ayrıldıktan sonra bir ağacın dalları gibi gittikçe incelen dalcıklara bölünür. Bu dalcıkların sonunda da havadan alınan oksijenin kana, kirli
kanda bulunan karbondioksitin de havaya geçtiği hava kesecikleri
(alveoller) vardır. Astımla beraber hava yolunda oluşan yangı tüm
hava yolunu etkiler ama fizyolojik etkileri orta boy bronşlarda ortaya çıkar. Astımlı hastada hava yolunun aşırı duyarlı hale gelmesi
normalde zararsız olan bir uyarana karşı daralmayla cevap vermesi
şeklinde gözükür.
Astım kronik bir hastalık olduğundan, kimi durumlarda hayat
boyu iyileşmeyen bir şekilde karşımıza çıkar. Ancak kontrol altına
16 | D-LIFE HAZİRAN 2014
16-17 ASTIM.indd 12
5/28/14 4:55 PM
alınabilmekte ve etkileri hafifletilebilmektedir. Kontrol altına alınamadığı durumlarda tehlikeli hastalıklar grubuna girer ve hayat
kalitesinin belirgin bir şekilde düşmesine neden olur.
ALERJEN FAKTÖRÜ
Astımın genel anlamda iki çeşidi vardır. Alerjik astım ve non-alerjik
astım. Alerjik astımın en belirgin özelliği, hastanın duyarlı olduğu
bir ya da daha fazla alerjenin olmasıdır. Bu alerjenler toz, duman,
akarlar, sigara dumanı, evcil hayvanların tüyleri, dışkıları, salyaları,
polenler, küfler, tütsüler, deodorantlar, parfümler olabilir. Bu duyarlılığın tespiti, bazı alerjik deri testleri ya da kanda IGE antikor ölçümü ile yapılabilmektedir. Alerjik astımın bir diğer özelliği ise ilk belirtilerini genellikle çocukluk döneminde göstermesidir. Hastada ya
da ailesinde alerjik nezle, egzama, ilaç alerjisi, besin alerjisi gibi başka alerjik hastalıklara da sıklıkla rastlanmaktadır. Alerjik astım, ilaç
tedavisine ve immunoterapiye (bağışıklık tedavisi) iyi cevap verir.
Non-alerjik astım çeşidinde ise hastanın duyarlılık gösterdiği belirli bir alerjen yoktur. Bu tip astım hastalarında görülen astım krizlerinin nedenleri genellikle nezle, grip ve faranjit gibi viral enfeksiyonlar, soğuk ya da nemli hava, hava kirliliği, sigara dumanı, kömür ya
da odun dumanı, aspirin, ağrı kesici ve romatizma ilaçları gibi kuvvetli ilaçlar, gıda katkı maddeleri, cila, boya, vernik, parfüm kokuları, daha da önemlisi stres gibi faktörlerdir. Bu tipte astım belirtileri
kendini genellikle 30 yaşından sonra gösterir. Non-alerjik astımın
seyri alerjik astıma göre çok daha kroniktir. Ayrıca krizler daha ağırdır ve tedaviye dirençlidir. Bu hastalarda immunoterapinin de yeri
yoktur. Bu nedenle non-alerjik astım çok daha tehlikelidir. Ancak
her iki astım çeşidinde de astım nedeni genetik ya da dış faktörlere
bağlı olabilir.
KARDİYAK ASTIM
Bu astım çeşitlerinin yanı sıra temelde büyük farklılıklar gösteren
ancak belirtileri benzeyebilen kardiyak astım da vardır. Bu durumda nefes darlığı kalp yetersizliğine bağlıdır. Kalp yeterince kan pompalayamaz. Kalp içindeki basınç artışı damarlar yoluyla akciğere
yansır ve alveoller içinde sıvı birikir; bu da nefes almayı zorlaştırır.
Özellikle yatınca kalbe dönen kan arttığı için bu hastalar uykuya
başladıktan iki ila dört saat sonra aniden boğulma hissi ile uyanır,
terleme, öksürük yaşayabilir; bazen ilerlememiş vakalarda oturunca
düzelebilir. Öksürükle birlikte pembe, köpüklü balgam olabilir.
Kalp kaynaklı astım ile bronşiyal astım sebepleri farklı olduğu
gibi, ilgili branşlar ve tedavi şekli de farklıdır. Kalp yetersizliği kardiyolojiyi ilgilendirir. Tedavi olmak için bir kardiyoloğa müracaat etmek gerekir. Yapılacak tetkikler kalp ile ilgili tetkiklerdir. Bronşiyal
astım içinse akciğer hastalıkları uzmanına müracaat etmek gerekir.
Yapılacak testler alerji testleri de dahil olmak üzere akciğer ile ilgili
testlerdir. Kardiyak astımı olan hastalarda genelde kalp yetersizliğine sebep olan kalp krizi, kalp kapak hastalığı gibi kardiyolojik geçmiş bulunur. Uygulanan tedavi birbirinden çok farklıdır. Bronşiyal
astımda bronş genişletici (Bronkodilatatör) veya kortikosteroidler
ile kardiyak astımda ise istirahat, diüretikler veya kalp kasını kuvvetlendirici bazı ilaçlar (digitalis) ile dispnenin rahatlaması sağlanabilir. Acil tedavide ayırıcı teşhisi iyi yapıp ona göre tedavi uygulamak son derece önemlidir.
Nefes darlığı bizi uyaran önemli bir belirtidir. Mutlaka bir hekime
müracaat edilmesi gerekir. Kardiyoloji ve akciğer hastalıklarını ilgilendiren hastalarda nefes darlığı önde gelen bir belirti olduğundan
bir kardiyolog veya akciğer hastalığı uzmanına muhakkak başvurulmalıdır.
HAZİRAN 2014 D-LIFE
16-17 ASTIM.indd 13
| 17
5/28/14 4:55 PM
sağlık
Dinlenirsem bir şeyim kalmaz demeyin.
Yorgunluğunuz psikolojik etkenlere bağlıysa
ileri safhalarda vücudunuza ciddi zararlar verebilir.
GÜLAY KOÇ
H
avanın iyice ısınmaya
başladığı, doğanın hareketlendiği yaz ayları,
kendimizi
nedensiz
yere yorgun hissedeceğimiz günlerin de habercisidir aynı zamanda. Bedensel açıdan hareketlilik
düzeyimizin azalması yorgunluğun (fizyolojik açıdan) sözlükteki
karşılığını oluşturuyor. Ancak
asıl dikkat edilmesi gereken psikolojik yorgunluk. Çünkü yapılan araştırmalar, bu yorgunluk
türünün daha etkili sonuçlara
neden olduğunu ortaya koyuyor.
Avrupa ve ABD’yi uzun süredir
etkisi altına alan bu hastalık bir
süredir ülkemizde de gözleniyor.
Hollanda Bilimsel Araştırma
Kurumu (NWO) ve Maastricht
Üniversitesi’nin geçtiğimiz aylarda yaptığı araştırma her beş kişiden birinin psikolojik olarak kendini yorgun hissettiğini ortaya
koyuyor. 45 iş kolunda ve 12 bin
kişi üzerinde yapılan araştırmaya
göre, çalışılan ortamın özellikleri
yorgunluk belirtilerinin ortaya
çıkmasını tetikliyor. Çalışanlar
arasındaki uyumsuzluk, beklentilerin yüksek olması, belirsizleşen
kurallar ve dengesiz ücret politikası deneklerin yorgunluğunu artıran nedenler olarak sıralanıyor.
Hepimiz
yorgunuz
18 | D-LIFE HAZİRAN 2014
18-19 YORGUNLUK.indd 12
5/28/14 4:55 PM
Püf noktası
Psikolojik yorgunluğu önleyebilirsiniz. Bunun için;
Yaratıcı olun ve yeni hobiler edinin.
Aile içi ilişkilerinizi sağlamlaştırın.
Size zarar veren ilişkilerinize detoks uygulayın.
Az eleştirin.
Zorluklarla yüz yüze gelmeye çalışın, cesur olun.
Her şeyden önce kendinize saygılı olun.
Fırsat buldukça seyahat edin.
Olumsuz düşüncelerden kendinizi arındırın.
Bu açıdan bakıldığında vücut fiziksel çalışmaya, strese ve uykusuzluğa karşı birtakım tepkiler geliştiriyor. Hastalıklara bağlı, yani patolojik yorgunluklar dinlenme, stres etkenlerinin ortadan kaldırılması ve düzgün beslenmeyle geçerken psikolojik yorgunluk kişileri
derinden etkiliyor. Sosyal hayattan uzaklaşma, bitmek bilmeyen
halsizlik ve “boşvermişlik” hali beraberinde psikolojik semptomları harekete geçiriyor. Uzmanlar uyarıyor. Yorgunluk altı haftadan
uzun sürüyorsa sebebi her ne olursa olsun mutlaka araştırmak gerekiyor.
Psikolojik yorgunluğun en önemli belirtisi, bir konu üzerinde
uzun süre odaklanamamak. İlerleyen evrelerde sabahları yataktan
kalkmak, günlük aktiviteleri yapmak istemiyorsunuz. Amerikalı
ünlü ressam John Singer Sargent’ın Repose isimli tablosunu gözünüzün önüne getirin. Koltuğun üzerine yığılıp kalmış, uyukluyor
mu yoksa baygın mı belli olmayan mağrur bir kadın figürü... Fiziksel bir yorgunluk mu, yoksa psikolojik mi anlaşılamıyor. Aslında bu
eser yorgunluğun tüm tanımlarını ortaya koyuyor.
KAYNAĞI STRES
Psikolojik yorgunluğun en belirgin nedeni olarak stres gösteriliyor. Günümüz koşullarında giderek artan yüksek başarı ihtiyacı,
yaşanan ani kayıplar, gelecek kaygısı, umutsuz ve çaresiz hissetme
Belirtiler
Bezginlik Bitkinlik Düşük enerji seviyesi
Günlük aktivitelere odaklanmada güçlük İş performansında düşüş
Konsantrasyon güçlüğü Uyku düzeninin bozulması
Hafıza problemleri
duygusal açıdan insanları yoruyor. Eğer şikayet ettiğiniz yorgunluk
fiziksel bir hastalık sonucunda oluşmamışsa, psikolojik yorgunluk
teşhisi konuyor.
Popüler ifade şekliyle tükenmişlik sendromu, stresle baş edememe
anksiyetesiyle birleştiğinde yorgunluğa neden oluyor. Yorgunluk
ve halsizlik bilindiği üzere sıklıkla anksiyete ve majör depresyon rahatsızlıklarında ortaya çıkıyor. Sonraki aşamada karşılaşılan psikolojik yorgunluk uykusuzluk sorununa da zemin oluşturuyor. Zihin
yoğun bir şekilde baskı altında olduğundan ve bu durumdan kurtulamama kaygısı yaşadığından sakinleşip uykuya dalmak güçleşiyor.
Peki ama psikolojik yorgunluk en çok kimleri etkisi altına alıyor?
Her meslek grubunda rastlansa da özellikle birebir insan ilişkilerinden sorumlu olanlar daha fazla risk grubu altında bulunuyor. Sağlık
sektörü çalışanları sıralamanın başında. Kafası sürekli meşgul, hırslı, sabırsız ve kontrolcü kişiler ile mükemmelliyetçiler yorgunluk
hissine çabucak kapılıyor. Psikolojik açıdan kendini yorgun hissedenlerin yüzde 70’ini 30 ila 50 yaş arası kadınlar oluşturuyor.
VİRAL ENFEKSİYONLAR
Psikolojik yorgunluğa maruz kalanların önce tahammül sınırları
daralıyor. Ardından önceleri rahatsızlık duymadıkları etkenlerden
tedirgin olmaya başlıyorlar. Etrafındaki insanların tutum ve davranışları gözlerine batmaya başlıyor. Bu yüzden oldukça öfkeli bir
hale bürünebiliyorlar. Hatta kimi zaman saldırganlaşabiliyorlar.
Hafızada gerileme, yeni bilgileri öğrenme ve akılda tutmada zorluklar yaşanıyor. Kas gruplarında ağrı ve lenf bezlerinde şişlik de psikolojik yorgunluğun belirtileri arasında gösteriliyor.
Yapılan araştırmalar psikolojik yorgunluğun kalıtsal değil, sonradan ortaya çıkabilen bir hastalık olduğunu gösteriyor. İşin en ilginç
yanı ise viral enfeksiyonlar sonucunda da gelişebilmesi. Bağışıklık
sistemini bozan bu enfeksiyonlar nörolojik ve psikolojik değişimlere yol açabiliyor. Human herpes virüsü, sitomegalovirüs ve EBV’nin
kronik yogunluğa neden olduğu biliniyor. Fiziksel travmalar, anestezik maddeler, çevresel toksinler ve cıva gibi ağır metaller rahatsızlığı tetikleyen diğer unsurlar.
Psikolojik yorgunluk belirtiler doğrultusunda tedavi ediliyor. B ve C
vitaminleri, bağışıklık sistemini güçlendirici ilaçlar ya da antidepresanlar doktor kontrolünde sunulan çözüm önerileri.
HAZİRAN 2014 D-LIFE
18-19 YORGUNLUK.indd 13
| 19
5/28/14 4:55 PM
sağlık
Kronobiyoloji
Geç yenen akşam yemeğinin vücuda verdiği zararları anlamak istiyorsak
her şeyden önce insan bedeninde doğal döngülerle uyum içinde değişen
fizyolojik safhaları anlamamız gerekir. DR. HENRI CHENOT
D
oğru bir diyetten bahsettiğimizde vurgu genellikle alınan
gıdaların niceliği ile niteliği ve ne kadar kalori tüketildiği üzerindedir. Ancak vücut dengesini etkileyen temel
unsurlardan biri genellikle ihmal edilir. O temel unsur
kronobiyoloji, yani doğal döngülerle uyum içinde değişen fizyolojik
safhalardır. Diğer tüm canlı yaratıklar gibi insan da kozmosu düzenleyen organize kurallar sisteminin parçasıdır. Bu kurallar öncelikle
gündüz ve gece arasındaki fark, mevsimler ve Ay’ın evreleri gibi doğal olayların döngüsel tabiatına dayanır.
Vücut gündüz ile gece arasındaki farkın temel günlük döngüsüyle
uyumlu olarak üç esas safhadan geçer:
• 12.00’de başlayıp 18.00’de sona eren asimilasyon safhası
• 18.00’de başlayıp 04.00’te biten yenilenme safhası
• 04.00’te başlayıp 12.00’de sona eren eliminasyon safhası
Yiyecekler gün içinde vücudun tüm fonksiyonlarını yerine getirmesi için gerekli olan besinleri (karbonhidratlar, proteinler, organik
asitler, mineraller, yağ asitleri) tedarik eder. Karaciğer detoks işlemi
yaparak ve besinleri seçip depolayarak (glikojen) sindirim sürecine
katkıda bulunur.
Birçok asit bu metabolik safhada atık madde olarak üretilir: aralarından bazıları -uçucu asitler- soluma ve böbrekler vasıtasıyla kolayca atılır. Vücudun nötrleştiremediği mineral asit fazlalığının ise kan
dolaşımına karışarak pH seviyesinde tehlikeli değişimlere neden
olmaması için yolun “saptırılması” ve bir şekilde dokuda “depolanması” gerekir. Mezenkim aslında karaciğer, akciğerler ve böbrekler
gibi ana salgı sistemlerinin bertaraf etmeyi başaramadığı atığı zapt
eden bir çeşit metabolik süngerdir. Bu fenomenin sonucu olarak
gün boyunca doku asidozuna progresif (ilerleyici) bir eğilim gelişir.
Mezenkimal dokudaki asit atığı katmanı giderek kendi koloidal ya-
20 | D-LIFE HAZİRAN 2014
20-21 KRONOBİYOLOJİ.indd 12
5/28/14 4:55 PM
VÜCUDUN
METABOLIK
SÜRECI GECELERI
TAMAMEN
DEĞIŞIR.
YIYECEKLERDEN
SAĞLANAN BESIN
MADDELERININ
AKIŞI AŞAMALI
OLARAK
TÜKENIR
VE VÜCUT
FIZYOLOJIK
PERHIZ
SAFHASINA
GIRER.
pısını değiştirir. Asit yığılmasının etkisi altında jel formunda katılaşır. Yarı-sıvı, jel formu yüzünden birçok mezenkimal fonksiyonla
uyuşmaz. Vücudun metabolik süreci geceleri tamamen değişir. Yiyeceklerden sağlanan besin maddelerinin akışı aşamalı olarak tükenir ve vücut fizyolojik perhiz safhasına girer.
Melatonin hormonunun salgılanması. Son derece önemli diğer iki
hormonun -serotonin ve dopamin- öncüsü olan bu madde vücut ısısındaki düşüşle aynı anda hipofiz bezi tarafından salgılanır. Uyku
kalitesi ve sürekliliği vücut ısısındaki ve melatonin seviyesindeki
düşüşle ilişkilidir.
DETOKSİFİKASYON
HIZLI YAŞLANMA
Bu yeni safhada vücut bir önceki periyoda hakim olan asimilasyon
ve depolama görevine ara vererek zehirsizleştirme (detoksifikasyon) ve yenilenme sistemlerini devreye sokar. Gündüz safhasında
olduğu gibi karaciğer ve böbrekler de gündüzleri mezenkimal dokuda biriken metabolik toksinlerin eliminasyonu işleminin dinamikleri arasında yer alır. Geceleri yapışkan hale gelen ve toksinleri
serbest bırakan mezenkimal dokuyu eritmek için dokular arasındaki bu alanda hidroliz süreci yaşanır. Dolayısıyla mezenkimin yapısı
ağırlıklı olarak yeniden sıvı hale gelir. İltihaplanma süreci ön hipofiz beziyle tetiklenir ve adrenal aktiviteyle hızlandırılır; bu, mezenkimin temizlenmesi açısından esas teşkil eden sağaltıcı bir işlemdir
ve vücuttaki en önemli tampon antitoksin sistemidir.
Tüm bu yoğun faaliyet günbatımından sonra başlayan (yenilenme
sürecinin başlangıcına denk gelecek biçimde saat 20.00 civarında)
ve sabahları güneş doğmadan önce yaklaşık bir derecelik ısı düşüşüyle birlikte gece boyunca devam eden vücut ısısındaki fizyolojik
düşüşe bağlantılı olarak tam bir perhiz halindeyken gerçekleşir.
Aynı zamanda vücut için yine hayati değerde olan ve diğer döngüyle
benzer ama tam tersi bir şablon izleyen bir döngü daha vardır:
Özellikle günün ilerleyen saatlerinde ağır bir akşam yemeği yeme
ve alkol alma alışkanlığı vücuttaki fizyolojik detoksifikasyon sürecine müdahale eder: Karaciğerin yaptığı işin büyük bölümü sindirime ve akşam yemeğinde alınan toksinlerin nötrleştirilmesine ayrılır. Beraberinde rahatsız ve huzursuz bir uyku gelir; sabah saat 01.00
ila 03.00 arasında uyanmak sıkça görülür. Böylece gece detoksifikasyonu bölünür ve yetersizleşir. Tek kelimeyle verimsiz olur. Dahası
melatonin hormonu üretme döngüsü de bozulur.
Eğer yukarıda belirtilen nedenlerle gece saatlerinde yenilenme
imkansızlaşırsa vücut etkin biçimde toksinden arınamaz. Bunun
en ivedi neticesi yaşlanma sürecinin hızlanmasıdır. Üstelik beynin
bağdokusunun yenilenmesi zarar görecek ve zihinsel yorgunluk,
konsantrasyon bozuklukları ve hafıza kaybı kaçınılmaz olacaktır.
Vücudun kronobiyolojik safhalarına gerekli desteğin verilmesi
için akşam yemeği günün en hafif yemeği olmalı ve geceleri gerçekleşen detoksifikasyon ve yenilenme süreçlerine mümkün olan
asgari müdahale için 20.00’den önce yenmelidir. Böylece karaciğer
sindirim fonksiyonunu tamamladıktan sonra kendini tamamen
gece detoksifikasyon sürecine adayabilir.
HAZİRAN 2014 D-LIFE
20-21 KRONOBİYOLOJİ.indd 13
| 21
5/28/14 4:55 PM
sağlık
Değişimin
adresi değişti
Doğuş Grubu, sağlıklı yaşam alanında
dünyaca ünlü Chenot Group ile işbirliği
yaparak Espace Privé Chenot D-Life
Istanbul’u hizmete açtı.
not Metodu’nu Türkiye’ye getiren ilk merkez oldu.
İnsan hayatını ve gelişimini, ruh ve beden olarak evrensel bir bütünlük içinde inceleyen ‘Biontoloji Akademisi’nin kurucusu Dr.
Henri Chenot’nun 40 yıllık birikimi ile ortaya çıkan Chenot Metodu, konunun uzmanları tarafından sürekli olarak geliştirilen ve
vücudun optimum fiziksel ve ruhsal noktaya gelmesini hedefleyen
bir sistem olarak biliniyor. Chenot Metodu, her insanın vücudunun
değişik dönemlerde farklı ihtiyaçları olduğunu savunuyor ve vücudun gerek stres, gerek çevresel faktörler, gerekse beslenme ve yaşam
tarzı sebebiyle biriken toksinlerden arındırılarak erken yaşlanmasını önlemeyi amaçlıyor. Bu sistem ayrıca, kişiye özel beslenme programı, medikal Spa ve well-being programlarını da içeriyor.
Program öncesinde yapılan Bio-enerjetik check-up ile bireye ait
enerji seviyeleri hakkında genel bir profil elde edilirken, bu sayede
kişi yalnızca ihtiyaç duyduğu hizmetlere yönlendiriliyor. Medikal
Spa terapileri sırasında Chenot’nun kendi laboratuvarlarında geliştirilmiş olan ürünlerin kullanılıyor olması ise sistemde tam bir
bütünlük sağlıyor.
MEDİKAL SPA MERKEZİ
G
ünlük hayatta yapacağınız küçük değişikliklerle etkin
bir şekilde incelmek, zihinsel ve bedensel sağlığınıza
kavuşmak ve dolayısıyla daha iyi bir yaşama adım atmak ister miydiniz? Tüm bunların mümkün olduğunu
öğreten Chenot Metodu, yaratıcısı Dr. Henri Chenot’nun D-Life ile
yaptığı işbirliği sonucu artık Türkiye’de de uygulanıyor. Doğuş Grubu bünyesinde faaliyetlerini sürdüren, sağlıklı yaşamayı hayat tarzı
haline getirmek isteyenlerin öncelikli adresi olan D-Life, bu işbirliği
çerçevesinde Espace Privé Chenot D-Life Istanbul adını aldı ve Che-
Kardiyolog Dr. Demet Erciyes yönetiminde hizmetlerini sürdüren
D-Life Sağlıklı Yaşam Merkezi, Chenot Group ile gerçekleştirilen
işbirliği çerçevesinde Espace Privé Chenot D-Life adını alırken müşterilerine, Çin tıbbından da örnek alınarak hazırlanan özel medikal
Spa terapileri ile zenginleştirilmiş Chenot Metodu’nu sunuyor.
Doğuş Grubu’nun Chenot Group ile işbirliğinin bir sonraki adımında ise 2015 yılında, İstanbul’da tam kapsamlı bir medikal Spa
merkezi açılması planlanıyor. Biri İtalya’daki medikal Spa konseptinde hizmet veren Palace Merano olmak üzere, toplamda yedi
merkezi bulunan Chenot Group, en iddialı merkezlerinden birini
Istanbul’da Doğuş Grubu işbirliği kapsamında açmaya hazırlanıyor.
Bu merkez, Grubun medikal Spa konseptli ikinci tesisi olma özelliği taşıyacak. Bu tesiste, İtalya’daki merkezde sunulan hizmetlerin
daha kapsamlı ve güncel şekilde yer alması planlanıyor.
22 | D-LIFE HAZİRAN 2014
22-23 CHENOT.indd 26
5/28/14 4:59 PM
SAĞLIKLI YAŞAMA
DAİR HER ŞEY
Espace Privé Chenot D-Life Istanbul müşterilerine detoks (arınma) paketleri, çeşitli
sağlıklı yaşam hizmetleri, cilt bakımları ve
incelme yöntemleri sunuyor.
Merkezde alınabilecek hizmetler arasında;
Su Terapisi (hidroterapi), Çamur Terapisi (fitomud), Chenot Detoks Masajı (genel
drenaj-cupping yöntemi ile), Chenot Enerji
Masajları (organ meridyenlerine uygulanan
terapiler), Chenot Bağ Doku Masajı, Chenot
Lenfatik Drenaj, Chenot Rahatlatıcı Masaj
(tonic), Chenot Ayak Tabanı ve El Masajı,
Chenot Selülit Masajı, Arındırıcı Cilt Bakımı,
Aydınlatıcı Cilt Bakımı, Yenileyici Cilt Bakımı (anti-age), Chenot Baş ve Boyun Masajı,
Kolonhidroterapi (kalın bağırsak temizliği),
Bio-enerjetik Check-up (kişinin enerji ve
frekans boyutunda incelendiği ve akabinde
terapilerinin belirlendiği Check-up sistemi),
Bio-enerjetic Treatment, Vitamin ve Mineral
Kürü, Ozon Terapi, Oksijen ve Biofoton Terapi, Doktor ve Diyetisyen Konsültasyonları,
Akupunktur, Bio-revitalizasyon, Gıda İntolerans Testi ve Fras Testi
yer alıyor.
Bunlara ek olarak Chenot’nun kendi laboratuvarlarında geliştirilmiş olan Chenot Detox, Nutrigen ve Regenage serilerinin yüz ve
vücut bakım ürünlerine de yine merkezde ulaşmak mümkün.
CHENOT D-LIFE BAG
Espace Privé Chenot D-Life Istanbul, sağlıklı yaşamın vazgeçilmezi
olan sağlıklı beslenme konusunda da hizmet veriyor. Merkezde,
diyetisyen konsültasyonu ve Michelin yıldızlı şefler tarafından içeriği hazırlanan özel mönüleri içeren “Chenot D-Life Bag” hizmeti
sunuluyor. “Chenot D-Life Bag”lerde sabah, öğlen, akşam ve zengin
ara öğün çeşitleri ile kişilerin sağlıklı beslenmesini sağlayan Detoks
BIO-ENERJETIK CHECK-UP ILE BIREYE
AIT ENERJI SEVIYELERI HAKKINDA
GENEL BIR PROFIL ELDE EDILIRKEN,
BU SAYEDE KIŞI YALNIZCA
IHTIYAÇ DUYDUĞU HIZMETLERE
YÖNLENDIRILIYOR.
ve Biolight mönülerinin yanı sıra Karın İnceltici ve Düşük Kalorili
mönüler de yer alıyor. Bu mönüler hem sağlıklı ve dengeli beslenerek kilo vermeye hem de formda kalmaya yardımcı oluyor. Sağlıklı
beslenmeyi yaşam tarzı haline getirmek isteyen kişiler, detoks süreçlerinde veya günlük hayatlarında “Chenot D-Life Bag” hizmetinden faydalanmaya devam edebilirler. Tel: (0212) 381 30 00
HAZİRAN 2014 D-LIFE
22-23 CHENOT.indd 27
| 23
5/29/14 3:46 PM
sağlık
Antibiyotik
kullanımının
artması bağışıklık
sistemini
savunmasız
bırakan nedenlerin
başında geliyor.
Uzmanlar
antibiyotiğin
olumsuz
etkilerinden
sakınmanın en
etkili yollarından
birinin probiyotik
tüketmek olduğu
görüşünde.
AHU YILDIZ
Probiyotik dopingi
S
on yıllarda hayatımıza giren probiyotik ürünler kimilerimizin günlük beslenme tablosunda önemli bir
yer tutmaya başladı bile. Ancak muhtemelen birçoğumuz probiyotik teriminin içeriğinden bihaberiz;
dahası “prebiyotik” ile “probiyotik” terimlerini birbirine karıştırıyor, hatta aynı anlama geldiklerini düşünüyoruz. Oysa
birbirleriyle bağlantılarına rağmen ikisi de farklı anlamlar
taşıyor.
Söze sindirim sistemimizde 500’den fazla türde yaklaşık
100 trilyon mikroorganizma, yani bakteri yaşadığını söyleyerek başlamak gerekiyor. Bakterilerin temelde insan sağlığını
bozan ve hastalıklara yol açan patojen bakteriler ile sindirim
sisteminin işlemesine yardım eden yararlı bakteriler olarak
ikiye ayrıldığı ise malumunuz. Vücudumuz sağlıklı biçimde
çalışabilmek, bağışıklık sistemini güçlendirmek için yararlı
ve zararlı bakteriler arasında bir denge kurmaya ihtiyaç duyar. İşte o zaman devreye probiyotik ve prebiyotikler girer.
Probiyotikler gerçek bakterilerdir. Bağırsak zarını koruyucu bir tabaka halinde kaplayarak bağırsak florasını düzenlerler. Koruyucu tabakanın ortadan kalkması durumunda
bağırsak geçirgenliği artar; yiyecekler yeterince sindirilemez
ve toksinler kan dolaşımına geçerek bağışıklık sistemini zayıflatır. Yani çeşitli hastalıkların yolu açılır.
Prebiyotikler ise probiyotiklerin çoğalmasını sağlayan ve
işlevlerini destekleyen karbonhidrat türevli besin kaynaklarıdır. Başka bir deyişle probiyotikler, prebiyotiklerle beslenir.
Prebiyotik besin kaynakları sindirim sisteminde emilmeden doğruca kalın bağırsağa ulaşarak probiyotikleri besler.
Probiyotikler yoğurt, ayran, kefir, süzme peynir, pastörize
edilmemiş turşu ve zeytin, boza, tarhana gibi fermente gıdaların içeriğinde bulunur. Prebiyotiklerin doğal besin kaynakları arasında soğan, sarmısak, pırasa, bezelye, hindiba,
buğday, arpa, çavdar, muz, yer elması, kuşkonmaz, domates,
soya fasulyesi sayılabilir. Ayrıca makarna, tahıl barları, yoğurt ve lor peyniri gibi besinlere eklenmesi de mümkün.
ANTİBİYOTİK: GERİ TEPEN SİLAH
Probiyotiklerin sağlığımız açısından faydalarının başında
bağırsak florasını düzenleyerek ishal, kabızlık, bazı kanser
türleri gibi hastalıkların oluşmasını engellemek geliyor. Ayrıca besin alerjisi riskini de azaltıyor. Ama belki de en önemli özellikleri bağışıklık sistemimize yaptıkları katkılar…
Zira siz de yaz-kış dinlemeden “Gripten, nezleden, solunum
yolları enfeksiyonlarından başımı kaldıramadım” diye yakınanlardansanız sürekli kılık değiştirerek vücudumuza sızan
mikroplarla nasıl mücadele edeceğinizi bilemiyorsunuz
demektir. Bağışıklık sistemimizin zayıflaması solunum yolları hastalıklarına davetiye çıkarıyor ve biz de çoğu zaman
24 | D-LIFE HAZİRAN 2014
24-25 PROBİYOTİK.indd 16
5/28/14 4:59 PM
çareyi antibiyotiklerde arıyoruz. Oysa sık sık ve kimi zaman gereksiz
durumlarda antibiyotik kullanımı geri tepen bir silah misali dönüp
yine bağışıklık sistemimizi vuruyor. Antibiyotikler vücudumuzdaki kötü bakterileri öldürürken iyi bakterileri de yok ediyor; yararlı
bakteriler eksildikçe bağışıklık sistemimiz çöküyor. Pennsylvania
Üniversitesi’nin yaptığı bir araştırma, uzun süreyle antibiyotik alımının yararlı bakterilerin dengesini bozarak mikropların gelişmesine fırsat tanıdığını ve antibiyotikle tedavi sürecinin hemen ardından
ikinci bir enfeksiyon riskini doğurduğunu gösterdi.
KEFİR İÇİN
Peki ama çözüm ne? Son yıllarda yapılan araştırmalar aslında insanlığın yüzlerce yıldır içgüdüsel olarak bildiği ama bilimsel olarak
açıklamakta zorlandığı bir gerçeği ortaya koydu: Sağlıklı beslenme,
spor ve vitamin takviyelerinin yanı sıra probiyotikler de bağışıklık
sistemimizin güçlenmesini sağlayan etkenlerden biri. Probiyotikler
farklı bağışıklık hücreleriyle
etkileşime girerek potansiyel
açıdan olumlu değişiklere
yol açarken, virüs bulaşmış
hücrelerle savaşıyor. National
Institute of Health dergisinde
yayımlanan bir araştırmada
yaşları 1 ila 6 arasında değişen
ve probiyotik süt içen çocuklarda soğuk algınlığına yakalanma oranının ciddi ölçüde
düştüğü görüldü. Antibiyotik
kullanımına bağlı olarak her
üç kişiden birinde gelişen ishal
de probiyotiklerin ilgi alanına
giriyor. Araştırma ve analiz organizasyonu California Rand
Health 2012’de devlet desteği de alarak Susanne Hempel’in liderliğinde bir çalışma yürüttü. 12 bin kişiyi içeren araştırmada, 63 klinik
çalışmadan elde edilen bulgular son derece çarpıcı: Probiyotikler
antibiyotik kullanımına bağlı ishal şikayetlerini yüzde 42 oranında
azaltıyor. Sık sık antibiyotik kullandığınız için zayıflayan bağışıklık
sisteminizi kuvvetlendirmenin ve yeniden hastalanmaktan sakınmanın “probiyotik” yöntemlerine gelince…
Kefir aslında fermente olmuş bir süt içeceği ve probiyotik kaynaklarının başında geliyor. Öyküsü yüzlerce yıl önce Kuzey Kafkasya’da
başlayan kefir bizim için zaten son derece tanıdık bir yiyecek; daha
doğrusu son yıllarda yeniden hatırladığımız eski bir dost. Uzmanlar
günde bir bardak kefir içmenin bağışıklık sistemini güçlendirmenin
yanı sıra sindirim sistemini de rahatlattığını belirtiyor. Mayhoş, kekremsi tadı yüzünden içmekten kaçınıyorsanız ya da çocuklarınıza
içiremiyorsanız birkaç önerimiz var: Muhallebi, sütlaç gibi sütlü tatlılara ekleyebilirsiniz. Sabahları 1 çay kaşığı vanilya ve sevdiğiniz bir
meyveyle blender’dan geçirip, bir gevrekle karıştırarak lezzetli bir
kahvaltı haline getirebilirsiniz. Keklerinize, çöreklerinize katabilirsiniz.
BAŞ TACI EV YOĞURDU
Yoğurdun sağlığa faydaları saymakla bitmez elbette; ama bir de market raflarında sıralanan probiyotik yoğurt meselesi var. Bir ürüne
probiyotik denmesi için bilinen yoğurt mayaları ile birlikte bir ya
da birden fazla probiyotik kültür içermesi gerekiyor (Lactobacillus
bulgaricus, streptococcus thermophilus, acti regularis, vb). Önceden
araştırın ve ürün etiketlerini dikkatle okuyun. Ayrıca bakterilerin ölmemesi için sıcak yemeklerle birlikte tüketilmemesi, açıldığında hemen tüketilmesi gerektiğini aklınızdan çıkarmayın. Pastörizasyon
süreci bakterilerin ölmesine neden olan bir diğer etken. Dolayısıyla
günlük sütler ve probiyotik yoğurtlarla yoğurdunuzu evde kendiniz
mayalayın.
SOĞAN, SARMISAK…
Soğan, sarmısak, pırasa, bezelye, domates, buğday, arpa, çavdar, muz,
yerelması gibi yukarıda saydığımız doğal prebiyotik kaynaklarını
beslenmenizden eksik etmeyin. Soğanı, sarmısağı, domatesi çiğ olarak tüketmeyi tercih edin.
PROBİYOTİK DÜŞMANLARI
Probiyotiklerin en büyük düşmanı antibiyotikler. Antibiyotik dışında doğum kontrol haplarında ya da bazı ilaçlarda bulunan kimi maddeler de probiyotikleri yok ediyor. Sudaki klor, fazla pişmiş et, rafine
buğday, hidrojenize yağlar (margarin, hidrojene
nebati yağ, hidrojene bitkisel yağ gibi) düşman sıralamasında listenin üst
sıralarında. Sonuç aynı:
Paketli gıdalardan uzak
durun, doğal gıdalara yönelin ve vücudunuzdaki
probiyotik dengesini koruyun.
HAZİRAN 2014 D-LIFE
24-25 PROBİYOTİK.indd 17
| 25
5/28/14 4:59 PM
sağlık
Her yaşta
folik asit
Folik asit hamilelik öncesinde ve hamilelik döneminde bebeğin sağlıklı gelişimi
açısından hayati önem taşıyan vitaminlerden biri. Ancak maharetleri sadece
hamilelik dönemiyle sınırlı değil. AHU YILDIZ
T
üm dünyada her yıl yaklaşık 200 bin çocuk nöral tüp kusurlarıyla dünyaya geliyor. Bazıları ömür boyu felçli kalıyor, bazılarının beyinleri hiç gelişmiyor. Nöral tüp insan
vücudunda beyin dokusundan başlayıp omuriliği de kapsayarak aşağı uzanan yapı ve döllenmeden sonraki iki ila üçüncü
hafta arasında gelişimi tamamlanıyor. Gelişme evresindeki herhangi bir sorunun telafisi yok. Nöral tüp defektinin görülme sıklığı
Avrupa’da binde 1, ABD’de binde 2, ülkemizde ise binde 3… İşte bu
yüzden doktorlar ve uzmanlar hamile kalmayı planlayan kadınlara
bıkıp usanmadan folik asit takviyesi alın diyor. Zira nöral tüp defektini önlemenin yolu folik asitten geçiyor.
1920’lerde bilim insanları folat eksikliği ve aneminin aynı hastalık olduğuna inanıyordu. 1931’de Lucy Willis’in gerçekleştirdiği bir
araştırma gebelik esnasında besinler vasıtasıyla folat tüketmenin
anemiyi önlediğini ortaya çıkardı. 1941’de İngiliz bilim insanları
ıspanak yapraklarından folik asit ayrıştırmayı başardı. Birçok incelemenin ardından nihayet 1991’de İngiltere’de Dr. Nicholas Wald
önderliğinde nöral tüp defekti sendromuyla çocuk dünyaya getiren
kadınlar üzerinde yürütülen bir araştırma, olağanüstü sonuçlarıyla
herkesi şaşırttı: İkinci kez hamile kalmadan önce ve hamileliğin ilk
üç ayı boyunca her gün folik asit alan kadınlarda bu sendromun görülme sıklığı yüzde 72 oranında azalıyordu. Folik asit işte o tarihten
beri sağlıklı bebekler dünyasının ayrılmaz bir parçası.
Ancak folik asidin mahareti hamilelikle sınırlı değil. Bir diğer adı
B9 olan folik asit, adından da anlaşılacağı üzere 8 farklı B vitaminin-
den biri. B vitaminlerinin hepsi vücudun karbonhidratları glikoza
dönüştürmesine, yani enerji üretmesine yardım eder. Aynı zamanda yağ ve proteinlerin kullanımını düzenler. Etki alanları cilt, saç
ve gözlerden sinir sistemine dek uzanır. Folik asit ise B9’un takviye
edilmiş gıdalarda bulunan sentetik bir formu. Tüm B vitaminleri
gibi suda çözünür, yani vücutta depolanmaz.
Folik asit beyin fonksiyonları, akıl ve ruh sağlığı üzerinde çok
önemli rol oynar. Özellikle bebeklik, ergenlik ve hamilelik gibi hücrelerin ve dokuların hızla büyüdüğü dönemlerde DNA ve RNA üretimini destekler. Ayrıca B12 vitaminiyle el ele çalışarak kırmızı kan
hücresi üretiminde ve demir emiliminde faydalı olur.
Folik asit eksikliği sanılandan çok daha fazla görülen bir durum.
Alkolizm, bağırsak iltihaplarından kaynaklanan rahatsızlıklar ve
çölyak hastalığı folik asit eksikliğinin başlıca nedenleri arasında.
Gelişim bozuklukları, dilde acıma, dişeti iltihabı, iştah kaybı, nefes
darlığı, ishal, sinirlilik, unutkanlık ve uyuşukluk ise emarelerinden
sadece birkaçı…
İŞİTME VE GÖRME KAYBI
ABD’de yapılan bir araştırma gereğinden fazla protein tüketen ve
diyetlerinde folik aside yer vermeyen orta yaş üzeri insanlarda yaşla
ilişkili işitme kaybı görülme sıklığının arttığını gösterdi. Folik asit
tüketimi bu süreci yavaşlatıyor. Elbette her yaştan insan için geçerli
bir çözüm bu… Görme bozuklukları ve göz hastalıkları üzerinde de
çok olumlu etkileri var.
26 | D-LIFE HAZİRAN 2014
26-28 FOLİK ASİT.indd 18
5/28/14 4:59 PM
Püf noktası
Uzmanlar hamilelik öncesi ve hamilelik döneminde 400-600 miligram folik asit alınması gerektiğini söylüyor.
Yetişkinlik döneminde önerilen folik asit miktarı 400 miligram.
İnsan vücudu folik asidin doğal formundan, yani folattan insan yapımı formu kadar kolay yararlanamıyor. Folat içeren gıdaları
vücudumuzun ihtiyacı kadar tüketip tüketmediğimizden emin olmamız pek mümkün değil. Bu yüzden en doğrusu doktorunuza
danışmanız ve gerekli gördüğü takdirde folik asit vitamini takviyesi almanız.
Ancak böyle bir durumda vitamini her gün aynı saatte almanızda fayda var.
HAZİRAN 2014 D-LIFE
26-28 FOLİK ASİT.indd 19
| 27
5/28/14 4:59 PM
sağlık
Folik asit
zenginleri
DEPRESYON
Folik asit ile depresyon arasındaki ilişki biraz karışık… Vücutlarında
folat seviyesi düşük insanlarda depresyon görülme sıklığının daha fazla, ayrıca folat seviyesi düşük insanların depresyona girme ihtimalinin
daha yüksek olduğuna işaret eden araştırmalar mevcut. Antidepresan
kullanımının folik asit ile dengelendiğinde nispeten iyi sonuçlar vereceğini gösteren araştırmalar da var. Ancak yine de kesinleşmiş verilerden henüz bahsedilmiyor.
KANSER
Folik asitten yana zengin diyetlerin bazı kanser türlerinin gelişmesinde
koruyucu rol oynadığı düşünülüyor. Bu türler arasında kolon kanseri
başı çekiyor; ardından göğüs, rahim ağzı, pankreas ve mide kanserleri
geliyor. Ancak uzmanlar folatın kanser oluşumunu nasıl engellediği
konusunda hala kuşkulu. Bazıları folik asidin DNA’yı sağlıklı tuttuğunu ve kansere yol açabilecek mutasyonları önlediğini savunuyor. Yüzde yüz bir kanıttan söz etmek mümkün olmasa da, folik asit bakımından dengeli bir diyet birçok soruna çare olabilir.
KALP HASTALIKLARI
Her ne kadar yapılan araştırmalar daima bir soru işareti bırakmaktan
yana olsalar da, uzmanların büyük bölümü folik asidin kalp sağlığı ile
sevgi dolu bir ilişkisi olduğunu söylüyor. Zira günlük beslenmenin folik asitten yana dengeli olması kalp hastalıkları riskini düşürebiliyor.
Aslında uzmanların önerileri kalp hastalıkları endişesi taşıyanların
folik asit dahil sağlıklı yiyeceklerden yeterli B vitamini almaları. Vitamin takviyelerine ihtiyaç duyulduğu takdirde en yetkili adres elbette
doktorunuz.
Folik asit bakımından
zengin gıdalar arasında
ıspanak, koyu yeşil
yapraklı sebzeler,
kuşkonmaz, şalgam,
pancar, hardal
yaprakları, Brüksel
lahanası, lima fasulyesi,
bira mayası, kök
sebzeler, tam tahıllar,
buğday rüşeymi,
bulgur, barbunya, kuru
fasulye, kivi, brokoli,
lahana, bezelye,
somon, portakal
suyu, avokado ve
süt sayılabilir. Öte
yandan ABD ve
Kanada’dan tutun
Şili, Yeni Zelanda,
Avustralya ve Kuveyt’e
dek birçok ülkede
devlet politikaları
doğrultusunda tam
tahıllı ekmekler,
makarna çeşitleri gibi
bazı gıdalar folik asit
ile desteklenerek
(folik asit seviyeleri
değişiyor) satışa
çıkarılıyor.
28 | D-LIFE HAZİRAN 2014
26-28 FOLİK ASİT.indd 20
5/28/14 4:59 PM
diyet-hareket
İP ATLAMAK
Çocukken en sevdiğimiz oyunlardan biriydi ip atlamak... Günümüz çocuklarının neredeyse
hiç bilmediği bu oyun, aslında insan vücudu için en faydalı egzersizler arasında yer alıyor.
Her zaman her yerde yapılabiliyor, çok kısa sürede vücutta bulunan tüm kasları çalıştırıp yağ
yakımını sağlayabiliyor. Kardiyo etkisi bulunan egzersiz özellikle baldır-bacak kasları için çok
etkili. Ayrıca kalçayı dikleştiriyor, kan ve lenf dolaşımını artırıyor. Hıza göre dakikada 10-20
kalori yakılmasını sağlayan ip atlama egzersizi kadınların selülit problemi için de birebir.
HAZİRAN 2014 D-LIFE
29 diyet kapak.indd 29
| 29
5/28/14 5:00 PM
diyet
100 kalori az yiyin
zayıflayın
Katı beslenme reçeteleri uygulamak yerine her gün 100 kalori kısıntı yaparak yavaş
ama kalıcı kilo kaybı sağlayabiliriz. DYT. ELİF SÖZEN
Y
az geldi çattı. Fazla kilolardan yavaş yavaş kurtulmak istiyorsak artık harekete geçmeliyiz. Unutmamamız gereken
bir konu var: Önümüzde ne kadar uzun zaman olursa sağlıklı ve zorlanmadan forma girme şansımız o kadar kolay
olacaktır. Eğer hedeflerinizin arasında kilo kaybı varsa, öncelikli
olarak yapmanız gereken, sabırsız ve hırslı olmaktan kaçınıp küçük
adımlarla hedefe yürümek olmalı. Çünkü çok kısa sürede hızlı kilo
kaybı için gerçekçi olmayan hedefler koymak, motivasyonunuzun
düşmesine sebep olabilir. Zayıflamaya en kolayından başlamaya,
yani beslenmemizde küçük değişiklikler yaparak günlük aldığımız
kalori miktarını yaklaşık 100 kcal azaltmaya ne dersiniz? Gelin bu
seçenekleri adım adım birlikte inceleyelim.
ADIM 1 İlk yapmanız gereken şey ne yediğinizin farkına var-
mak. Bunun için bir liste çıkarabilir ve haftalık tüm öğünlerinizde neler yediğinizi not edip, en sıklıkla yediğiniz şeylerin farkına
varabilirsiniz. Böyle bir uygulamayla kendi beslenmenizi kendiniz
kontrol ediyor olacaksınız ve istemsiz bir kalori kısıtlamasının kendiliğinden geldiğini göreceksiniz. Günlük aldığınız kalori miktarının minimum 100 kcal azalacağından emin olabilirsiniz.
ADIM 2 Kahvaltı alışkanlıklarınızı gözden geçirin. Kahvaltı için
alternatifler bulmak hem beslenmenizi monotonluktan kurtaracak
hem de metabolizmanızın canlanmasına yardımcı olacaktır. İşte
size kahvaltı için alternatifler ve 100 kcal azaltılmış versiyonları...
30 | D-LIFE HAZİRAN 2014
30-31 100 KCAL.indd 12
5/28/14 5:00 PM
1 adet tam tahıllı simit + 1 adet
kutu krem peynir 350 kcal ederken;
yarım tam tahıllı simit + 4 yemek kaşığı baharatlı lor peynir + 2 adet kuru
kayısı 250 kcal.
1 su bardağı tam yağlı inek sütü +
4 yemek kaşığı mısır gevreği + 1 orta
boy muzdan oluşan bir kahvaltı 370
kcal ederken; 1 su bardağı light inek
sütü + 4 yemek kaşığı yulaf ezmesi
+ 3 yemek kaşığı yabanmersini 270
kcal.
1 adet yumurtayla tavada sucuklu
yumurta + 2 dilim ekmek 350 kcal
ederken; 3 adet yumurta beyazından
oluşan yağsız beyaz omlet + 2 dilim
hindi füme + 1 ince dilim esmer ekmek 250 kcal.
ADIM 3 Atıştırmalıklarınızı gözden geçirin. Yeni bir beslenme
programına başlamak birçok kişi için artık zor değil, ancak yapılan
programın sonuca ulaşılıncaya kadar izlenmesi herkes için oldukça
zorlayıcı. Bizi en çok zorlayan şey ise öğünlerden sonra yemeye alışkın olduğumuz atıştırmalıklar. Atıştırmalıklar için farklı alternatifler bulmaya ne dersiniz? İşte birkaç öneri...
1 küçük kase mısır cipsi (50 g) 250 kcal ederken, 1 büyük kase
yağsız patlamış mısır 150 kcal.
1 tabak karışık kuruyemiş (10 adet ceviz, 10 adet badem, 10 adet
fındık) 300 kcal ederken, 1 avuç beyaz leblebi ve 1 avuç kabak çekirdeği 200 kcal.
1 küçük kase kurutulmuş meyve tabağı 250 kcal ederken, 1 küçük
kase taze meyve salatası 150 kcal.
Yayla çorbası, mercimek çorbası, kremalı mantar çorbası, et sulu
çorbalar, tavuk sulu şehriye çorbası ve toyga çorbası 200 kcal ve üzerinde kalori değerine sahip olabiliyor.
ADIM 6 Diyet yaparken en çok tercih ettiğimiz sağlıklı ve düşük
kalorili salatalara eklenen soslar bir anda onları kalori bombasına
dönüştürebilir. Diyetime uygun, kalorisi dengeli ve doğru bir tercih
yaptım diye düşünürken, fark etmeden neredeyse bir ana yemekten
daha kalorili salatalar tüketirken bulabilirsiniz kendinizi. Bu nedenle sosları kullanırken miktar ve çeşidine dikkat edin. İşte size farklı
kalori aralıklarında salata soslarından bazı örnekler...
2 yemek kaşığı sezar sos, İtalyan sos, parmesan, mavi peynir, zeytinyağı 150 kcal veya üstü kaloride iken; 2 yemek kaşığı balzamik
sirke, barbekü sos, nar ekşişi, pesto italyan, dion sirke yaklaşık 50
kcal içeriyor.
2 yemek kaşığı tabasco sos, salsa sos, teriyaki sos, ketçap, hardal,
soya sos ise yaklaşık 20 kcal içeriyor.
ADIM 7 Vazgeçemediğimiz makarnalar... Siz de her şeyden vaz-
geçerim ama makarnadan vazgeçemem diyenlerdenseniz, makarnanızı kalorisi daha düşük soslarla hazırlayarak beslenmenizde fark
yaratabilsiniz. İşte farklı soslar ve kalori değerleri. Seçim sizin!
Bolonez sos, kremalı mantar sos, büyük ton balığı ile 250 kcal ve
üzerinde ekstradan enerji alırken; napoliten sos, alfredo sos, 2 dilim
peynir, 200 g yoğurt, light ton balığı veya haşlanmış sebzelerle 150
kcal’den daha az enerji alırsınız.
Beslenmenizde küçük değişiklikler yaptığınızda vücudunuzdaki
farklılığı görmeniz çok zaman almayacak. Önemli olan aç kalmak
değil, işin gerçek sırrı yediklerimizin daha sağlıklı alternatifini bulmak ve böylece kısıtlamaların olmadığı bir beslenme planına sahip
olabilmek.
ADIM 4 Farklı içecek alternatifleri bulun. İçecekler zaman za-
man yemeklerin bir parçası olurken, zaman zaman da boş zamanlarımızı dolduran bir el alışkanlığı aslında. İçecek seçimlerinizde
yapacağınız küçük değişiklikler diyette hayat kurtarabilir. Aşağıda
içecekler için alternatifler ve 100 kcal daha az versiyonlarını bulacaksınız.
1 büyük boy yağlı sütten macciato ve latte yaklaşık 250 kcal ederken; 1 büyük boy yarım yağlı sütten cappucino 150 kcal.
1 bardak havuç suyu 150 kcal ederken; 1 bardak domates suyu 50
kcal veya sebze suyu 50 kcal.
250 cc kola 110 kcal ederken; 1 bardak light kola 2 kcal.
ADIM 5 Türk mutfağının vazgeçilmez bir parçası olan çorbala-
rın da zaman zaman yüksek kalori içerdiğini hiç düşünmüş müydünüz? Diyet yaparken özellikle doygunluk sinyalinin daha kısa sürede oluşması için verilen çorbalar konusunda doğru seçim yapmak
oldukça önemli. Gelin çorba tüketerek minimum ve maksimum
kaç kalori aldığınıza bakalım ve beslenmemizde fark edilmeyecek
değişiklikler yaratarak günlük aldığımız kaloriyi azaltalım.
Tarhana çorbası, sebze çorbası, kremasız minestrone çorba, kremasız mantar çorbası, karalahana çorbası ve bamya çorbası 100
kcal’den daha az kalori içerir.
HAZİRAN 2014 D-LIFE
| 31
diyet
Yaz diyeti
Spor yapanlar ve yapmayanlar için hazırladığımız iki ayrı örnek beslenme mönüsü
yaza fit bir vücutla girmenize yardımcı olacak. DYT. CANSU UYGUR
K
ış aylarının rehavetinden çıkarken, yeniden canlandığımız
günlere geldik. Kış ayları birçoğumuz için benzerdir, kalın
giysiler içerisinde belli olmayan fazlalıklarımızı göz ardı
ederiz. Ta ki yaz kapımızı çalana kadar... Kışın kendimizi o
kadar rahat bırakmışızdır ki, yaz öncesi sıkı, hızlı ve güvenli bir şekilde fit olmanın yollarını ararız. Peki, ne yapmalı? Nasıl beslenmeli? Egzersiz şart mı? Gelin bu soruların cevaplarını birlikte bulalım.
Kesinlikle ilk düşünmemiz ve kabul etmemiz gereken konu şudur: Bütün bir kış üzerimize eklediğimiz fazlalıklarımızı 15 gün-1
ay gibi kısa bir sürede veremeyiz. Diğer bir deyişle, sağlıklı bir şekilde veremeyiz, yoksa kilo vermekten kolay ne var... İyi bir planlama
ile aksiyona geçip “gerçek” fazlalıklarımızdan, yani yağlarımızdan
kurtulmanın en ideal şeklini uygulamalıyız.
Yağlardan kurtulmanın en güzel yolu vücudu şaşırtmak, kan-
dırmak ve onu ekstra yağlara ihtiyacı olmadığına inandırmaktır.
Bunu yapmak kulağa zormuş gibi gelse de aslında çok kolay. Vücudumuzun çalışma mekanizması bizim düşündüğümüzden biraz
daha farklıdır. En basit şekli ile; vücudumuz karbonhidrat, protein ve yağ tüketimlerimizden gram başına belli bir enerji sağlar. 1
gram karbonhidrat ve proteinden 4 kalori enerji sağlarken, 1 gram
yağdan 9 kalori enerji sağlar, açıkça yağlardan 2 kattan daha fazla
enerji elde eder. Tamamen düz bir mantıkla düşündüğümüzde, aslında kolayca tahmin edebiliriz: Vücut yağları harcamak istemez,
en sona saklar. Bunun sebebi kendini koruma içgüdüsüdür. En fazla enerjiyi yağlardan elde ettiği için tamamen koruma içgüdüsü ile
maksimum enerji elde ettiği besin maddesini harcamak için bekler,
onu sona saklar. Bu arada da eğer kilo vermeye uğraşıyor ve yanlış
bir beslenme şekli ve ağır bir egzersiz programı izliyorsak işte bu
32 | D-LIFE HAZİRAN 2014
32-33 YAZ DİYETİ indd.indd 12
5/28/14 5:00 PM
Örnek Mönü 1
(Spor yapmayanlar
için)
Uyanır uyanmaz:
Akşamdan ılık
suda sabaha kadar
bekletilmiş 2 adet
siyah kuru kayısı ve
içinde beklediği suyu
tüketiyoruz.
Kahvaltı (1 saat sonra):
•2 yumurta beyazından
sebzeli omlet
•2 parmak
büyüklüğünde az yağlı
beyaz peynir (kendi
2 parmağınız kadar)
•Dilediğiniz kadar
domates, salatalık,
yeşillik
•1-2 dilim tam tahıllı
ekmek (tam buğday
veya çavdar da olabilir)
•3 adet ceviz ya da
5 adet zeytin
•Bitki çayı
Ara Öğün
(3 saat sonra):
•1 bardak kefir
•1 halka ananas
Öğle Yemeği
(2-2,5 saat sonra):
•1 dilim tam tahıllı
ekmek ya da
1 kase çorba
•100-150 gr kadar et/
balık/tavuk/hindi ya
da 5-6 kaşık kadar
bakliyat yemeği
(nohut,mercimek,kuru
fasulye gibi)
•Yeşil salata
Ara Öğün
(3 saat sonra):
•5 adet badem (çiğ)
•3 adet kuru erik
Akşam Yemeği
(2 saat sonra):
•1 kase çorba
(kremasız, unsuz tercih
edilmeli)
•8-10 kaşık
(1 tabak) sebze yemeği;
zeytinyağlı ya da sıcak
fark etmez, suyundan
olmamalı.
•3 kaşık yoğurt
Ara Öğün
(3 saat sonra) –en son
uyumadan 2 saat önce
bitmiş olmalı
•1 soda
•1/4 bardak ayran
(karıştırıp içebilirsiniz)
Örnek Mönü 2
konuştuğumuz durum kaçınılmaz
olacaktır. Vücudumuz yağları tutacak fakat ekstra enerji ihtiyacını karşılamak için kas kütlesinden yemeye
başlayacaktır. Engel olunması gereken en önemli durum budur.
UFAK PORSİYONLAR
Vücudumuzun yağları harcaması
için onu şaşırtmalı ve kandırmalıyız
demiştik. Bunu ufak porsiyonlar ve
sık sık öğün tüketerek başarabiliriz.
Böylece hem metabolizmayı hızlandıracak hem de yağ kaybını sağlayabileceğiz. Hedefimiz haftalık 700 gr
- 1 kg kadar yağdan vermek olmalı,
bu da ayda ortalama 3-4 kg civarında
yağ, biraz da su kaybını göz önünde
bulundurursak toplamda 5 kg gibi
bir kilo kaybı sağlayabilir. Su kaybı
olmasını bekleriz çünkü hem artıracağımız sıvı tüketimi ile hem de
metabolizmanın hızlanması ile belli
bir miktar düşüş olabilir. Ancak bir
egzersiz programı izlersek buna da
engel olabiliriz.
Kilo verme sırasında kesinlikle
egzersiz yapmalısınız, yapmazsanız
kilo veremezsiniz diyemeyiz. Ancak
bu süreçte ve en önemlisi hayatın
her döneminde egzersiz yapmanın
saymakla bitmeyecek kadar faydası
vardır. Sindirim sisteminin en iyi şekilde çalışması, vücudun direncinin
artması, enerjinizin artması, beden
görüntünüzün iyileşmesi, kilo kaybına yönelik sarkmaları önlemesi ilk
başlarda sayılabilecek faydalarından
sadece birkaçıdır. Bu nedenle kilo
verme sürecine egzersizi de katabilirseniz çok büyük işleri çok daha kısa
zamanda başarabilirsiniz.
Bazal metabolizmamıza göre bir
kalori programı izlemeliyiz (bazal
metabolizmamız minimum ne kadar
enerjiye ihtiyacımız olduğunu söyleyen belirteçtir). Minimum enerji
miktarımızı tespit ettikten sonra
aynı kaloride beslenirsek, ekstra
enerji ihtiyaçlarımızı, yani günlük
yaşantımızdaki aktivitelerimiz (bunlar konuşmak, gülmek, yazı yazmak,
yemek yemek vb gibi aktivitelerdir)
için gerekli enerji ihtiyacımızı depo
yağlarımızdan kullanırız. Egzersiz
işin içinde ise enerji ihtiyacımız otomatik olarak artar. Bazal metabolizma hızımıza +250-300 kalori eklemeliyiz ve beslenme şeklimizi de buna
göre ayarlamalıyız. Günlük uyanma
ve uyuma saatlerimize göre 5 ila 7
öğün arasında değişen öğün sayıları
tercih etmeliyiz. Bu öğünleri 2-3 saatlik boşluklarla programımıza katmalıyız. Spor yapıyorsak spor öncesi ve
spor sonrası olmak üzere 2 ara öğün
tüketebiliriz. Bu sayfada hem spor
yapacaklar hem de yapmayacaklar
için iki ayrı örnek mönü paylaşacağım. Kilo vermenin öncelikli püf
noktalarını paylaştım, tabii doğru
zayıflamada takip edilmesi gereken
pek çok konu var; sağlıkla ilgili durumlar da önemli. Farklı medikal durumları olan kişilerin çok daha farklı
programlar izlemeleri gerekebilir.
(Spor yapanlar için)
Kahvaltı
(uyandıktan sonra
1saat içinde):
•3 yumurta beyazından
sebzeli omlet
•3 parmak ebatlarında
az yağlı beyaz peynir
(kendi 2 parmağınız
kadar)
•Dilediğiniz kadar
domates, salatalık,
yeşillik
•1-2 dilim tam tahıllı
ekmek (tam buğday
veya çavdar da olabilir)
•3 adet ceviz ya da 5
adet zeytin
•Bitki çayı
Ara Öğün
(3 saat sonra):
•1 bardak kefir
•1 halka ananas
Öğle Yemeği
(2-2,5 saat sonra):
•2 dilim tam tahıllı
ekmek ya da 1 kase
çorba+1 dilim tam
tahıllı ekmek
•200 g kadar et/
balık/tavuk/hindi ya
da 6-8 kaşık kadar
bakliyat yemeği
(nohut,mercimek,kuru
faulye gibi)
•Yeşil salata
Spor Öncesi Ara
Öğün (3 saat sonra):
•1 adet yerli muz
•1 bardak süt ya da
kefir
Spor Sonrası Ara
Öğün (spordan
10 dk sonra):
•10 adet badem (çiğ)
•3 adet kuru erik
Akşam Yemeği
(2 saat sonra):
•2 dilim tam tahıllı
ekmek
•8 kaşık (1 tabak)
sebze yemeği;
zeytinyağlı ya da sıcak
fark etmez, suyundan
olmamalı.
•3 kaşık yoğurt
Ara Öğün (2 saat
sonra) - en son
uyumadan 2 saat önce
bitmiş olmalı
•1 soda
•1/4 bardak ayran
(karıştırıp içebilirsiniz)
HAZİRAN 2014 D-LIFE
32-33 YAZ DİYETİ indd.indd 13
| 33
5/28/14 5:00 PM
diyet
PORTRE
Okuduğu bir kitap sayesinde
vegan ve alkali bir yaşam
sürmeye başlayan işadamı
Metin Ar ile İtalya dönüşü
soluğu Espace Privé Chenot
D-Life Istanbul’da alan iletişim
profesyoneli Yasemin Karani
detoksla birlikte gelen arınma
sürecini anlatıyor. GÜLAY KOÇ
A
METİN AR
BİR GÜN BİR KİTAP OKUDUM VE
HAYATIM DEĞİŞTİ. ÖNCE SPOR YAPMAYA,
ARDINDAN DA ALKALİ BESLENMEYE
BAŞLADIM.
NASIL
başardım?
34 | D-LIFE HAZİRAN 2014
34-39 NASIL BASARDIM.indd 38
5/28/14 5:02 PM
Alkali
yaşam
SIL
34-39 NASIL BASARDIM.indd 39
YASEMİN KARANİ
ESPACE PRIVÉ CHENOT
D-LIFE ISTANBUL’DAKİ
DETOKS UYGULAMALARINI
GÜNLÜK HAYATINIZIN
AKIŞI İÇİNDE RAHATLIKLA
YAPABİLİRSİNİZ.
HAZİRAN 2014 D-LIFE
| 35
5/28/14 5:02 PM
diyet
PORTRE
Günlük temponuz ne derece
yoğun, biraz bahsedebilir
misiniz?
Güne her daim erken başlamayı
seviyorum, özellikle de çalıştığım
dönemde hafta içi üç gün sabahları
08.00-09.00 saatleri arası pilates yapardım. Milano’dan İstanbul’a döneli
henüz bir ay oldu. Çalışmaya başlamadığımdan pilates saatlerimi biraz
daha ileriye çektim. Fakat hâlâ sabah
sporcusuyum. Ofiste ya da geçtiğimiz
yıl okulda uzun saatler geçirdiğim
için spor yapmak bana ayrı bir dinamizm katıyordu. Aynı zamanda günüm daha iyi geçiyordu.
Bu tempoda detoksla nasıl
tanıştınız?
Detoksla ağabeyim sayesinde tanıştım. Kendisi üç yıl üst üste Merano’daki Henri Chenot’nun merkezinde detoks programına katılmış; her
seferinde de uygulanan programdan
çok memnun kalarak dönmüştü.
Daha önce hiç detoks yapmayı denemediğim için nasıl bir his olduğunu
bilmiyordum. Ayrıca işten bir hafta
izin alıp yurtdışına gitmek zor geliyordu. Sonrasında İtalya’da yaşadığım bir yıl boyunca normal beslenme
düzenimin dışına çıktım. Okurken
hafta sonları İtalya’yı geziyorsanız,
yeme-içmenizden kısmak çok mümkün olmuyor. Döndüğümde kilomda bir farklılık olmamasına rağmen
kendimi çok hantal ve ağırlaşmış
hissetmeye başladım. Vücudum çok
su tutuyordu, bu da hareket gücümü yavaşlatıyordu. Bunun üzerine
detoks yapmaya karar verdim. İnternette araştırırken Henri Chenot’nun
Türkiye’de D-Life ile işbirliği yaptığını okudum. Bana gönderdikleri programa göre Merano’daki tesisle birebir
aynı terapileri uyguluyorlardı. Şu
anda hâlâ kendi zamanımı kendim
organize edebiliyorken bu programa
başlamaya karar verdim.
Hangi sıklıkla detoks
yapıyorsunuz?
Hayatımda ilk kez bir hafta boyunca Espace Privé Chenot D-Life Istanbul’daki detoksu uyguladım ve çok
memnun kaldım. Üçüncü günden
itibaren vücudunuzdan atılan ödem
ve toksinler sayesinde kendinizi kuş
gibi hafif ve rahatlamış hissediyorsunuz. Detoks boyunca sizi hiçbir besin grubundan mahrum etmeyerek,
doğru miktarda, zamanda ve kombinasyonlarda sunuyorlar. Bu sebeple
detoks öncelikle neyi neyle ve hangi
öğünde yemeniz gerektiğini öğrenmeniz açısından çok önemli. Chenot
Metodu diğer uygulamalar gibi sadece sıvı ya da salata gibi bir beslenme
şekli içermediği için günlük hayatın
akışı içerisinde rahatlıkla uygulanabilir bir program. Yeme paketi dışında günde iki saatinizi tesisteki diğer
terapilere ayırmanız gerekiyor. Bunlar da programın beslenme dışındaki
diğer tamamlayıcı uygulamaları. Detoks bitiminde normal yeme düzeninize dönmek diğer programlar gibi
özel bir süreç gerektirmiyor. Bundan
böyle her yıl vücudumun yenilenmesi için detoks yapmayı planlıyorum.
Detoks hayatınızda neleri
değiştirdi?
Son derece düzenli bir beslenme
alışkanlığı olan biri olmama rağmen
detoks bana daha önce sahip olmadığım bazı iyi alışkanlıklar kazandırdı.
Bunların en faydalısı günde iki litre
su içen biri olarak artık suyumu limonlu içmeye başlamış olmam ve
işlenmiş besinleri hayatımdan tamamen çıkarmam.
Detoks size nasıl bir beslenme
alışkanlığı kazandırdı?
Detokstan sonra buğday salatası bile
yerken karabuğday olmasına özen
göstermeye başladım. Bunun dışında
öğle saatlerinde daha karbonhidrat
ağırlıklı beslenirken eğer protein almak istiyorsam bunu akşama saklamayı tercih ediyorum. Bir de akşamları yediğim sebzelerin hafif ılınmış
olmalarına dikkat ediyorum.
Detoksun ruhsal anlamda da
arınmaya katkısı oluyor mu?
Muhakkak oluyor. Vücut zinde ve
sağlıklı olduğunda, bu ruh halinize
ve düşünce şeklinize de yansıyor.
Üretkenliği artırdığına inanıyorum.
Çünkü insan kendini hafif hissettiğinde her şeyin üstesinden gelecek
gücü buluyor.
Detoks süresince ne tür
egzersizler yaptınız?
Her zaman yaptığım gibi detoks süresince de haftada üç kez pilatese
gitmeye devam ettim. Bunun dışında
ekstra bir şey yapmadım.
İLK KEZ DETOKS
YAPACAKLARA
ÖNERİLER
Detoksu, özellikle de Chenot
detoksunu daha önce hiç
yapmamış olanlara kesinlikle
tavsiye ederim. Program boyunca
beslenmelerine ya da diğer
terapilere yönelik her türlü
sorularını Espace Privé Chenot
D-Life Istanbul’un uzman ekibine
danışabilirler. Detoks programının
hem beslenmesini hem de masaj
terapilerini aksatmadan uygulayarak
çok iyi bir sonuç elde edeceğinize
inanıyorum. Detoksla ilk kez Espace
Privé Chenot D-Life Istanbul’da
tanışmış biri olarak bundan sonra
her yıl vücudumun yenilenmesi için
detoks yapmayı planlıyorum.
36 | D-LIFE HAZİRAN 2014
34-39 NASIL BASARDIM.indd 40
5/28/14 5:02 PM
YASEMİN KARANİ
Lise öğrenimini Üsküdar Amerikan
Lisesi’nde tamamladıktan sonra 2002 yılında
Koç Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden
mezun olan Yasemin Karani, üniversite
yıllarında öğrenmeye başladığı Fransızcasını
güçlendirmek için 6 ay Paris Sorbonne
Üniversitesi Fransız Dili ve Kültürü
programına katıldı. İstanbul’a döndüğünde
Image Halkla İlişkiler’de görev yapıp, hemen
ardından De Beers Diamond Jewellers’ın
iletişim faaliyetlerini sürdürdü. Daha sonra
Cartier Türkiye’nin İletişim Müdürlüğü
görevini yürüten Karani, 2013’te Milano’daki
Bocconi Üniversitesi’nde Moda ve Tasarım
Yönetimi master’ı yaptı.
Yasemin Karani, günde
iki litre su içiyor,
işlenmiş besinleri
mutfağına sokmuyor.
HAZİRAN 2014 D-LIFE
34-39 NASIL BASARDIM.indd 41
| 37
5/28/14 5:02 PM
diyet
PORTRE
METİN AR
1952 yılında Samsun’da doğan Metin Ar, Robert Kolej’in
ardından Boğaziçi’nde lisans; İngiltere, London School
of Economics’te yüksek lisans eğitimini tamamladı.
Uzun yıllar Garanti Yatırım A.Ş. İcra Kurulu Başkanlığı’nı
yürüten başarılı işadamı geçtiğimiz yıl D.ream (Doğuş
Restaurant Entertainment and Management) Yönetim
Kurulu Başkanlığı’na geçti. Ar, halihazırda Pirelli şirketinin
de Yönetim Kurulu Başkanı olarak görev yapmakta.
CeoLife dergisi için bir süredir dünyanın değişik
yerlerinde edindiği yemek tecrübelerini kaleme alıp,
farklı kültürlerin yemeklerini merak edenlere www.
metinar.com aracılığıyla ulaşan Ar, İtalya Devleti’nce
verilen şövalye nişanına da sahip.
Metin Ar, günde dört litre sebzemeyve suyu ve yeşil çay tüketiyor.
İLK KEZ DETOKS
YAPACAKLARA
ÖNERİLER
Bunu bir disiplin içinde yapmak
lazım. Espace Privé Chenot
D-Life Istanbul’da bir haftalık
programlara katılabilirsiniz.
İster merkeze uğrayın, ister
uğramayın... Tabii eğer vaktiniz
bolsa gününüzü orada geçirebilir,
sürece daha iyi konsantre
olabilirsiniz. Size verilen
programın dışına çıkmadan
uygulayın. Ardından iki hafta
kendi kendinize green juice ve
salata diyeti yapın. Gününüzü
egzersiz yaparak geçirin. Sonra
tekrar bir hafta detoks uygulayın.
Bu programın bitiminde kendi
kendinize yaptığınız detoksu
uygulayın. Böylece vücudunuz
bir tempoya girmiş olacak. Dört
hafta sonra midenizin yarı yarıya
küçüldüğünü, açlık kavramınızın
değiştiğini fark edeceksiniz.
Ağırlığınızın yüzde 5’i gittiğinde ne
kadar mutlu olacağınızı düşünün.
38 | D-LIFE HAZİRAN 2014
34-39 NASIL BASARDIM.indd 42
5/28/14 5:02 PM
Günlük temponuz ne derece yoğun,
biraz bahsedebilir misiniz?
Maalesef hiçbir zaman güne beş saatlik uykuyla başlayanlardan olamadım. Mutlaka
yedi saat uyumam gerekiyor. Bu yüzden
her gece 24.00’te yatarım. Sadece cuma ve
cumartesi geceleri bir saat fazladan ayakta kalıyorum. Ancak her sabah hafta içi
7’de kalkarım, 8’de ofiste olur, akşam 18’e
kadar da rutin işlerimi yaparım. Ofiste geçirdiğim 10 saatlik süre içerisinde mutlaka
1,5 saatimi spora ayırırım. Ya sabah saatlerinde ya da akşam D-Gym’e uğrarım. Bazen
de herhangi bir randevum ya da iş yemeğim yoksa, öğlen saatlerinde D-Gym’de
olurum. Anlayacağınız hayatım Maslak
civarında bu tempoda geçiyor.
Bu tempoda detoksla nasıl
tanıştınız?
Dört sene öncesine kadar spor alışkanlığım
yoktu. Bir kitap okudum ve bu gerekli alışkanlığı edindim. Türkiye’de Çin Mucizesi
adıyla yayımlanan T. Colin Campbell’ın
China Study’si. Yaklaşık 400 sayfalık kitabı bitirdikten sonra Campbell’ın her dediğini yapmaya başladım. Kitapta genel
olarak kanser, kalp hastalıkları, obezite
gibi çağımızın en tehlikeli hastalıklarına
karşı kendinizi koruyacağınız metotlar ve
alkali yemek sistemi anlatılıyor. Et-tavuk,
hayvansal protein almamak, onların yerine sebze-meyve suları, kardiyo ve ağırlık
çalışmalarından oluşan tavsiyeler sunuluyor. Hem bu öğretinin, hem D-Gym’deki
çalışmalarımın, hem de Espace Privé Chenot D-Life Istanbul’da geçirdiğim vakit sayesinde iki yıl içinde toplam 24 kg verdim.
Birkaç beden küçüldüm. Bütün kan değerlerim iyileşti. Son iki senedir de bu değerler sabitlenmiş durumda. Bazen bir-iki kilo
alsam da çabucak veriyorum.
Hangi sıklıkla detoks yapıyorsunuz?
Daha önce Chenot’nun İtalya’daki merkezine gitmiş ve çok beğenmiştim. D-Life
ile yapılan anlaşma sonrasında neredeyse
haftada bir Ulus’tayım. Masaj dahil bir buçuk, iki saatlik bir uygulamaları var, onu
yaptırıyorum. Eğer hafta sonları yemeği
fazla kaçırırsam Chenot’nun yemeklerinden sipariş ediyorum. Merkezde olduğum
vakitler salata ağırlıklı bir beslenme programı uyguladım. Öğlen ve akşam salata
yiyordum. Gitmediğim zamanlarda da
evde ekmeksiz bir tabak zeytinyağlı yemek yiyorum. Salatayı ise büyük bir tabak
rokanın üzerine ince doğranmış cherry domates, nar ekşisi, biraz tuz ve çok hafif bir
miktar yağ ilave ederek tüketiyorum. Eğer
uzayan bir öğle yemeğiyse salata miktarını ikiye katlıyorum. İşim gereği sıklıkla
seyahat ediyorum. Geçenlerde Barcelona,
İspanya’da Ferran Adrià’nın yeni restoranı
Tickets’taydım. Öğle yemeği saat 15.00’te
başlayıp 18.00’e kadar sürdü ve tam 22
course yemek yedim. O yüzden hemen bir
hafta sıkı bir detoks yaptım.
Detoks hayatınızda neleri
değiştirdi?
İlk iki senelik diyetten sonra kan değerlerim düzeldi. Her ne kadar ilk başlarda et
yememekten ötürü B12 vitamini sorunu
olsa da bu sorun vitamin iğneleriyle çözüldü. Detoks sayesinde kondisyonum arttı.
Detoks yapmak size nasıl bir
beslenme alışkanlığı kazandırdı?
Dört senedir et-tavuk, süt, yoğurt ve hayvansal protein yemiyorum. Sadece bitkisel
proteinler, sebze ve arada haftada iki-üç
kere ızgara balık tüketiyorum. Sabahları
7’de kalktığımda, mevsimine göre değişse
de, yüzde 50’si domates (Denizli’den geliyor) suyu, yüzde 25’i nar suyu, yüzde 25’i
de havuç suyu olan taze sıkılmış yarım
litre meyve suyu içiyorum. Bu karışımın
içine ketentohumu ilave ediyorum. Aynı
yarım litreden yarım saat sonra bir daha
içiyorum. Ofiste de mutlaka yarım litre
green juice içiyorum. Bunların hepsi sabah
kahvaltısı niyetine. Yalnız içlerine mutlaka bir kaşık ketentohumu ilave ediyorum.
Gün içerisinde bir litre, içine bir miktar bal
ilave edilmiş yeşil çay (özel karışımım) içmiş oluyorum. Yani günü bir litre meyve,
bir litre sebze suyu, bir litre yeşil çay, iki
litre de green juice ile bitiriyorum. Bu arada green juice’u mutlaka zencefille birlikte hazırlatıyorum. Tabii haliyle su içmeye
vakit kalmıyor. Chenot yemekleri olmasa
da artık detoks yemeklerini de öğrendim.
Basit, akılda tutması kolay tüm bu anlat-
tığım juice’ları içtikten sonra sadece yiyebildiğim kadar salata yiyorum. Koyu ya da
açık renk fark etmez bol yeşillikli... Yeter
ki içine zeytinyağı koymayın. Biraz tuz ve
nar ekşisi ekleyebilirsiniz. Öğle yemeklerini ofiste yediğim zaman sadece büyük bir
tabak salata istiyorum. Sos eklenmemiş ve
karışık... Zaten o büyüklükte bir salatayı
yerken bile yoruluyor ve kendinizi tok hissediyorsunuz.
Detoks yapmanın ruhsal anlamda
arınmaya katkısı ne yönde oluyor?
Açıkçası bunu bilmiyorum çünkü hayatım boyunca hep mutluydum. Bu yaşam
tarzıyla daha az ya da daha çok mutlu oluyorum diyemem. Beş-altı sene önce kaz ciğerlerini, üzerine T-Bone steak’leri yerken
de mutluydum, şimdi meyve sularını içip,
salataları yerken de...
Detoks süresince ne tür egzersizler
yaptınız?
Detoks yaptğım süre boyunca ve sonrasında her gün düzenli spor yapma alışkanlığımı devam ettirdim. Günde 1,5 saat, hafta
sonları 2 saat kardiyo ve ağırlık çalışması
yapıyor, son olarak da masaj yaptırıyorum.
Şöyle düşünün: Günde 35 dakika kardiyo
yaptığınızda bile 500 kalori kaybetmiş oluyorsunuz. 7 gün yaparsanız 3500 kalori; bu
da ayda 14.000 kalori, yani iki kilogram demek. Ben de kardiyo yaparak kilomu sabit
tutuyorum.
HAZİRAN 2014 D-LIFE
34-39 NASIL BASARDIM.indd 43
| 39
5/28/14 5:02 PM
hareket
Güçlü irade
dayanıklı beden
ABD’de geliştirilen willPower & grace® grup çalışması kendinize duyduğunuz
güveni artırırken dayanıklı bir bedene sahip olmanızı da sağlıyor.
DOĞA ALTINTAÇ / D-GYM
A
ynı anda hem pilates disiplinine hem de yoganın dinginleştirici öğretilerine sahip bir egzersiz programı uygulamak ister miydiniz? Yanıtınız “evet” ise willPower & grace® grup çalışması sizin için en uygun çözüm olabilir. Bu
egzersiz tarzı Stacey Lei Kraus tarafından 1999 yılında New York,
ABD’de geliştirildi. Yüksek enerjili, tüm vücudun kondisyonunu
artıran ve mind-body dersleri uygulayıcıları tarafından tercih edilen willPower & grace®, bir kardiyovasküler egzersiz biçimi. Aynı
zamanda sporcular için ayak-fitness programı olan bu egzersiz,
boot-camp dersinin şiddeti, yoganın farkındalığı ve pilatesin disiplinini içerir. Öte yandan kendinize olan güveni geliştiren pozitif
bir felsefesi vardır. Bu konuda sizi oldukça mutlu eder. Ayağı kuvvetlendirmek için çıplak ayakla yapılan egzersiz ayak bileği, diz ve
kalça dengesini geliştirir. Ocak-haziran ayları arasında “split” çalışmalarını içeren esneklik egzersizleri, temmuz-aralık ayları arası
“plank” çalışmalarını içeren dayanıklılık egzersizleri de koreografiye eklenir. ABD ve Avrupa’da aranan dersler arasında olan willPower & grace® Türkiye’de ilk kez D-Gym’de uygulanıyor.
40 | D-LIFE HAZİRAN 2014
40-41 HAREKET.indd 44
5/28/14 5:02 PM
5- PLIE
Ayaklar kalça genişliğinde
açık paralel duruşta, arkada bir
sandalyeye oturuyormuş gibi
dizleri bükün ve düzelin. Diz
ve ayaklar aynı hizada olmalı.
Ayaklar kalçadan daha
geniş açık pozisyonda
dizlerinizi bükün ve
omurgayı yere dikey
şekilde aşağıya indirin
ve düzelin. Ayaklar ve
dizler aynı yönde köşeye
bakmalı, kalça omurga
ile aynı hizada olmalı.
FOTOĞRAFLAR: DİNÇER DİNÇ
1- SQUAT
2-
FUNCTIONAL
LUNGE
(başlangıç ve bitiş)
Bir ayakla öne adım atarken
diğer dizi büküp omurgayı
yere dikey olarak aşağıya
indirin. Düzelirken öndeki
ayağı diğer dizin üzerine
kadar çekin ve yukarı uzanın.
Öndeki ayak ve diz karşıya,
arkadaki ayak ve diz köşeye
bakmalı.
6-
COGAR LUNGE WITH ELBOW
Ağırlığı tek bacağa vererek dizi bükün ve kalçayı arkaya doğru
çıkarın. Sırtınız düz olmalı, ağırlık verdiğiniz ayak karşıya, diğeri
köşeye bakmalı. Sonra düzelin.
7-
SQUAT WITH
ROTATION
3- PELICAN
Squat yaparken omurgayı
çevirerek ellerle topuğun
yanından bir kutu alıyor gibi
yapın. Düzelirken omurgayı diğer
tarafa çevirerek yukarı uzanın ve
kutuyu yukarı koyuyormuş gibi
yapın. Omurga dönerken dizleri
ve kalçayı karşıya bakacak şekilde
tutmaya çalışın.
Tek ayak üstünde dururken;
a) Sadece başınızı sağa sola
çevirin.
b) Kollarınızı sallayarak
dengenizi bozmaya çalışın.
4-
TREE
Yogadaki ağaç pozunda 40
saniye kalarak gözlerinizi
kapatın ve bu egzersizleri
neden yaptığınızı düşünerek
bir dilek tutun.
8-
PLANK
Eller ya da dirsekler omzun altında, omurga doğal pozisyonda
1 dakika ya da durabildiğiniz kadar durmaya çalışın. Belinizin
çukurlaşmasına ve başınızın aşağı düşmesine izin vermeyin,
karnınızı sıkın.
HAZİRAN 2014 D-LIFE
40-41 HAREKET.indd 45
| 41
5/28/14 5:03 PM
diyet
Süper tohum
Birleşik Devletler’i saran “süper besin”
furyasında şu sıralar en gözde yiyecek
Güney Amerika’ya özgü chia tohumları.
Aztekler’in vazgeçilmez enerji kaynağı
olan chia Omega-3 ve lif bakımından
çok zengin. AHU YILDIZ
42 | D-LIFE HAZİRAN 2014
42-43 CHIA TOHUMU.indd 46
5/28/14 5:03 PM
S
ağlıklı yaşam ve beslenme alanında her gün yeni sayfalar
yazılıyor belki ama eski sayfaları karıştırmak da bir o kadar yarar getiriyor bazen. Bunun son örneği bir zamanlar
Aztekler’in vazgeçilmez enerji kaynağı olan chia tohumu.
Dr. Mehmet Öz’ün Oprah Winfrey Show’da chia tohumunu favori
yiyecekleri arasında saymasıyla bir anda gözler modern dünyada
unutulmaya yüz tutan bitkiye döndü.
Chia tohumları Meksika ile Guatemala’ya özgü, nane ailesine
mensup çiçekli bir bitkiden elde ediliyor. Chia ilk kez MÖ 3500 kadar eski bir dönemde Aztekler tarafından kullanılmaya başlandı.
Özellikle Meksika Vadisi’nde yetiştirilen bitki Aztek diyetinin ayrılmaz parçalarından biriydi.
Güney Amerika yerlileri yüzlerce yıl bitkinin tohumlarını ayıklayarak kimi zaman ham haliyle, kimi zaman suya ya da başka yiyeceklere karıştırarak tüketti. Yağını çıkarmak veya ezip un haline
getirmek de tercih ettikleri yöntemlerdi. Yıllarca bozulmadan saklanabilen chia ununu uzun yolculuklarda ve savaşlarda yanlarında
taşıyarak enerji yiyeceği olarak yiyorlardı.
İspanyollar 1500’lerde kıtaya ayak bastıklarında beslenme dahil
yerlilerin tüm geleneklerini ortadan kaldırmayı kendilerine görev
edinmişti. Chia da bu kıyımdan nasibini aldı, zira aynı zamanda tanrılara adak olarak sunulan yiyeceklerin başında geliyordu. İspanyollar chia tohumunu yasaklayınca yaklaşık 500 yıl boyunca sadece
Meksika’da belli bir bölgede yetiştirilebildi. Ardından yeniden yaygınlaştı. Ancak Arizona Üniversitesi’nden Wayne Coates 33 yıl önce
Arjantin’in kuzeyindeki çiftçiler için alternatif bir ürün olarak chia
üretimine başlayıncaya dek Kuzey Amerika’da fazla tanınmıyordu.
Coates’un araştırmaları bu minicik tohumların yarattığı mucizelerin yeniden gün ışığına çıkmasını sağladı.
Yaklaşık bir metre boyunda, mor veya beyaz çiçekler açan chia
bitkisini sıcak iklim koşulları sağlandığı sürece yetiştirmek çok
kolay. Şu anda Arjantin, Meksika, Peru ve Bolivya’da çiftçilerin en
rağbet ettiği ürünlerden. Hatta son yıllarda topa girmesine rağmen
Avustralya chia pazarında başa güreşmeye aday. Kuzey Amerika’da
göz okşayan görünümü yüzünden dekoratif amaçlı bahçelerde ve
evlerdeki saksılarda da yetiştiriliyor.
ÇÖLYAK İÇİN İDEAL
Chia tohumları genellikle 1 mm çapında, oval çekirdekler. Tek bir
tohumu yüzde 20 oranında protein, yüzde 34 oranında yağ ve yüzde 25 oranında diyet lifi içeriyor. Chia tohumlarından elde edilen
yağ, yüksek miktarda Omega-3 yağ asidi (ortalama yüzde 64) içeriyor. Üstelik de glütensiz, dolayısıyla çölyak hastalarına da tavsiye
ediliyor.
Ülkemizde organik ürünler satan mağazalarda, paketler halinde
karşımıza çıkan chia tohumlarından bir yemek kaşığını bir bardak
suya karıştırıp yarım saat kadar beklettiğinizde sıvı jelatini andıran
bir form kazandığını göreceksiniz. Bunun nedeni chia’daki çözünür
lifler. Araştırmalar chia tohumu hazmedildiğinde midede de benzer
bir form aldığını gösteriyor. Midede oluşan jel karbonhidratlar ile
onları kıran sindirim enzimleri arasında bir bariyer oluşturuyor,
dolayısıyla karbonhidratların şekere dönüşme sürecini yavaşlatıyor. İşte chia tohumunun tip 2 diyabet hastalarına ilk müjdesi: Kan
şekeri seviyelerini normalleştiriyor. Ayrıca suya karıştırıldığında aldığı form sayesinde acıkmayı önlüyor, uzun süre tok tutuyor. 2007
ve 2010’da Toronto Üniversitesi’nden Profesör Vladimir Vuksan’ın
yürüttüğü araştırmalar günde yaklaşık 3 çorba kaşığı chia tüketen
Besin değeri
100 g chia tohumu
Protein
Yağ
Karbonhidrat Kalsiyum
Demir
B3 vitamini
B1 vitamini
B2 vitamini
20.7 g
32.8 g
41.8 g
714 mg
16.4 mg
613 mg
0.18 mg
0.04 mg
diyabet hastalarının aritmi kan basınçlarında kayda değer bir düşme
olduğunu ortaya koydu. Chia tohumlarının bir diğer önemli özelliği, içeriklerindeki yüksek yağ seviyesi. Üstelik mükemmel kalitede
bir yağ: Omega-3 yağ asitleri bakımından en zengin bitkisel kaynak.
Doymamış yağ asitleri vücudun A, D, E, K gibi yağda çözünen vitaminleri emmesine yardım eder. Ayrıca et, balık yağı misali diğer
Omega-3 kaynaklarının tersine chia’da kolesterol olmaması da balık
kökenli ürünlerle karşılaştırıldığında onu avantajlı konuma getiriyor. Haziran 2012’de “Plant Foods for Human Nutrition” dergisinde
yayımlanan bir araştırmada, yedi gün boyunca günde 25 gram chia
tüketen kişilerin vücutlarındaki omega 3 yağ asidi seviyesinin hatırı
sayılır ölçüde yükseldiği görüldü.
Daha fazla lif: Sadece 28 gram chia tohumunda 11 gram diyet lifi
mevcut. Yani yetişkinler için tavsiye edilen günlük miktarın üçte
biri kadar. Sağlıklı bir sindirim sistemi açısından çok önemli bir ayrıntı.
Güçlü dişler ve kemikler: Bir avuç chia tohumu tavsiye edilen
günlük kalsiyum miktarının yüzde 18’ini içeriyor. Sağlıklı diş ve
kemiklere sahip olmak, ayrıca osteoporozdan korunmak için iyi bir
yöntem.
Manganez kaynağı: Manganez sağlığımız açısından çok önemli,
zira kemikler açısından faydaları saymakla bitmez ve vücudun biyotin, tiyamin gibi maddeleri kullanmasına yardım eder. 28 gram chia
tohumunda bu mineralin günlük tavsiye edilen miktarının tamamı
mevcut.
Protein deposu: Vejetaryenler için iyi haber: 28 gram chia tohumu
4,4 gram protein, yani günlük tavsiye edilen miktarın yaklaşık yüzde
10’unu içeriyor.
Fosfor etkisi: Chia tohumlarının içeriğindeki fosfor, sağlıklı kemikler ve dişler için iyi bir kaynak. Ama etki alanı bununla sınırlı değil.
Püf noktası
Chia tohumlarının aslında belirgin bir tadı yok. Kahvaltıdan sonra
bir bardak suda yarım saat bekleterek içmeniz mümkün. Ayrıca
kahvaltılık gevreklere, meyve-sebze sularına, çeşitli yemeklere,
salatalara ve yoğurda katabilirsiniz. Günlük önerilen tüketim miktarı
bir ya da iki çorba kaşığı. Diyetisyenler chia tohumlarıyla birlikte
bol su içilmesini öğütlüyor. Ancak alerjik etkileri olduğunu da göz
önünde bulundurarak doktorunuza danışmadan chia tohumu
tüketmemenizde fayda var.
HAZİRAN 2014 D-LIFE
42-43 CHIA TOHUMU.indd 47
| 43
5/28/14 5:03 PM
diyet
44 | D-LIFE HAZİRAN 2014
44-46 ANANAS.indd 48
5/28/14 5:03 PM
Prestijli
meyve
Yüzlerce yıl prestij simgesi olarak görülen ananas, kalp
rahatsızlıklarından soğuk algınlığına dek pek çok derde deva bir
meyve. Son yıllarda yapılan araştırmalar içeriğindeki bromelain
enziminin kanser üzerinde de olumlu etkileri olduğunu
gösteriyor. AHU YILDIZ
A
saletin ve prestijin meyvesi olur mu? Hem de kelimenin gerçek anlamıyla “bal” gibi olur… Güney
Amerika’ya özgü söz konusu “prestijli” meyveyle
ilk karşılaşan Avrupalı, Kristof Kolomb’du. 1493’te
Karayipler’e gerçekleştirdiği ikinci seyahatinde gemisiyle volkanik ada Guadaloupe’ye demir attığında çevreyi araştıran mürettebat beraberlerinde dışı çam kozalağını andıran, içi ise
elma gibi sulu, tatlı ve leziz ananaslarla döndü. Ananasa İngilizcedeki adı “pineapple” da bu tasvire atfen verildi.
Aslına bakarsanız ananas Karayipler’de yetişmiyordu ama kanolarıyla keşif gezilerine çıkan yerliler tadına hayran kalarak “anana”, yani “mükemmel meyve” dedikleri meyveleri Güney Amerika
anakarasından taşıyarak ziyafetlerinde baş tacı ediyordu. Kolomb
ve mürettebatın geri kalanının tepkisi de farklı değildi. Rönesans Avrupası’nda taze meyve çok sınırlı miktarda yetiştiriliyor,
nadir hazineler arasında sayılıyordu. Dolayısıyla Yenidünya’nın
egzotik meyvesi Kolomb’un yardımıyla ancak Avrupalı kraliyet
ailelerinin ve soyluların midesine inebildi. Avrupalı bahçıvanların ananas yetiştirme azmi ise 200 yıldan uzun süre sonra kıtanın
Akdeniz kıyılarında güç bela karşılığını buldu. Öte yandan ananas
mimariden heykele pek çok sanat dalını etkiledi, tablolarda yer
aldı. 1600’lerde İngiltere Kralı II. Charles resmi portresinde kraliyet imtiyazının simgelerinden kabul edilen ananasla resmedildi.
Orijini Güney Brezilya ve Paraguay olan ananas günümüzde Güney Amerika dışında Filipinler, Tayland, Hindistan, Malezya ve
Nijerya gibi iklimi uygun pek çok ülkede yetiştiriliyor. ABD’nin
ananas deposu ise 1900’lerden beri Hawaii. Ananas 1 ila 1,5 metre
uzunluğa ulaşabilen, kısa gövdeli, sivri yapraklı bir bitki. Meyvesi
için renkleri eflatundan açık mora ya da kırmızıya dek çeşitlenen
yaklaşık 200 çiçek veriyor. Ardından çiçekler birleşerek meyveyi
oluşturuyor. Ancak meyve vermesi iki yıla, hatta bazen üç yıla
uzayabiliyor.
SİNDİRİME EGZOTİK DOKUNUŞ
Egzotik kökeninden dolayı ülkemizde pek fazla tanınmasa ve
tüketilmese de ananas aslında pek çok derde deva bir meyve. 16
doğal mineral ve C vitamini başta olmak üzere içerdiği pek çok
vitaminle tansiyondan sindirim sorunları, grip ve kansere dek sağlığımız üzerinde sayısız faydası var.
Bilim camiası ananasın içeriğindeki beş enzimin bileşiminden
oluşan bromelain adlı maddeyi özellikle yere göğe koyamıyor.
Bromelain enzimi protein sindirimini kolaylaştırarak sindirimi
rahatlatıyor; midenin ve bağırsakların işleyişini düzenliyor. Bu enzimin iltihap ve kanın pıhtılaşmasını önleyici özellikleri olduğu
da yapılan birçok araştırmayla kanıtlanmış durumda. Sadece bu
kadar da değil. Avustralya’daki Queensland Enstitüsü’nde yapılan
HAZİRAN 2014 D-LIFE
44-46 ANANAS.indd 49
| 45
5/28/14 5:03 PM
diyet
Püf noktası
Ananas pek çok farklı biçimde
kullanabileceğiniz bir meyve. Taze
tüketmek ya da suyunu çıkarmak
muhtemelen aklınıza gelecek ilk
yöntemler. Ama çeşitli malzemelerle
soteleyip et yemekleri için soslar
yapmanız da mümkün. Ya da
tavada biraz kızartıp karamel
sosuyla süsleyerek hafif bir tatlı
hazırlayabilirsiniz. Sabah kahvaltılarında
peynirle birlikte tükettiğinizde tadına
doyamayacaksınız. Keklerde, pastalarda,
cheesecake çeşitlerinde ve meyve
salatalarında da tercih edebilirsiniz.
Besin değeri
100 g ananas
Enerji
Protein
Yağ
Karbonhidrat
Lif
Kalsiyum
Demir
Magnezyum
Fosfor
C vitamini
Vitamin B6
49 kalori
0.39 g
0.43 g
12.39 g
1.2
7 mg
0.37 g
14 mg
7 mg
15.4 mg
0.087 mg
bir araştırma bromelain enziminin tümör
oluşumunu neredeyse yüzde 70 oranında
engellediğini gösterdi. Araştırmaya göre
bromelain içindeki iki protein molekülünden biri tüm kanser türlerinde etkili olan
bir proteinin oluşmasını engellerken, diğeri kanserli hücreleri tanıyıp yok eden akyuvarları harekete geçiriyor. Ayrıca bromelain içeren krem ve merhemler yara ve yanık
izlerinin tedavisinde kullanılıyor.
Ananas aynı zamanda zengin bir antioksidan kaynağı. Vücutta serbest radikallere
karşı mücadele eden antioksidanlar hücrelerin zarar görmesini önlüyor. Dolayısıyla
ananas bu bakımdan da kalp hastalıkları,
mafsal iltihapları, beyin tümörleri ve çeşitli kanser türleri açısından olumlu etkilere
sahip.
Ananasın yararlarından bir diğeri de sağlıklı kemiklerin oluşumundaki marifetleri.
Magnezyum ve mineral açısından zenginliği sayesinde vücudun kemik ve bağ dokusu
oluşumunda olağanüstü katkılarda bulunuyor. Bir bardak ananas suyu tavsiye edilen günlük magnezyum ihtiyacının yüzde
73’ünü karşılıyor. Çocuklarda kemik gelişimi döneminde, yaşlılarda ise kemiklerin
güçlenmesinde tavsiye ediliyor. C vitamini açısından zenginliği ve iltihap önleyici
özellikleri nedeniyle Güney Amerika’da
yüzlerce yıldır insanlar ananası soğuk algınlığı, grip, nezle, boğaz ağrısı ve öksürük
tedavisinde doğal bir ilaç olarak kullanıyor.
Bağışıklık sistemini güçlendiriyor ve ateşle mücadele ediyor. Büyük bölümünün su
olması, kalorisinin düşüklüğü, yağ içermemesi, içerdiği enzimlerin yağ yakma özelliği diyet listelerinde de kendine sağlam bir
yer edinmesini sağlıyor.
Ananasın en zorlayıcı tarafı, çam kozalağını andıran dış yapısı nedeniyle nasıl soyulacağını kestirememek. Gerçi kimi marketlerde seçtiğiniz ananas özel makinelerle
soyulup dilimlenebiliyor. Ama hangisini
seçeceğiniz de önemli: Öncelikle üst kısmındaki yapraklar canlı ve taze görünmeli,
koyu yeşil yapraklılar tercih edilmeli, hatta
yapraklardan birini tutup çektiğinizde kolayca elinize gelmeli. Ananasın alt kısmı
da parmağınızla bastırdığınızda yumuşak
olmalı. Olgunluğunu ele veren hoş bir
kokusunun olması da önemli bir ayrıntı.
Ananası evde dilimlemeyi yeğliyorsanız
tırtıklı ve esnek bir bıçak yardımıyla üst ve
alt kısmını kestikten sonra dik tutarak kabuklarını soyun. Çabuk bozulan bir meyve
olduğunu, dilimledikten sonra ağzı sıkıca
kapalı poşetlerde buzdolabında 3 ila 4 gün
saklayabileceğinizi unutmayın.
46 | D-LIFE HAZİRAN 2014
44-46 ANANAS.indd 50
5/28/14 5:03 PM
beslenme
DOMATES
Yaz aylarının en güzel meyvelerinden domates; demir, potasyum, kalsiyum, likopen
ve fosfor mineralleri ile A, B ve C vitaminleri açısından zengin bir besindir. Lif zengini
kabuklarıyla birlikte tüketildiğinde sindirimi kolaylaştırır. Mide ve bağırsakların
düzenli çalışmasını sağlar. İyi bir idrar söktürücüdür ve vücuttaki zararlı maddelerin
uzaklaştırılmasına, böbrek taşlarının düşürülmesine yardımcı olur. Kanı temizler.
Kanseri, özellikle de prostat kanserini önlemede çok etkilidir. Kalp hastalıklarına karşı
koruyucudur. Damar sertliği ve romatizmaya iyi gelir. Ayrıca cildi tazeler, yaşlanmayı
geciktirir.
HAZİRAN 2014 D-LIFE
47 beslenme kapak.indd 11
| 47
5/28/14 5:04 PM
beslenme
Tane tane
sağlık
Taneli sebzeler ya da bir başka adıyla baklagillerin çoğu en ucuz
protein kaynakları arasında yer alıyor. Her sebze, çoğunlukla
mevsiminin başında badıç adı verilen kabuğuyla birlikte yeniyor.
Sonrasında ise taneleri kurutularak tüketiliyor. Yağsız, kolesterolsüz
bir protein ve lif kaynağı olarak karşımıza çıkan bu değerli
besinlerin haftada ortalama 5 gün, yaklaşık 80 gram, yani
üç yemek kaşığı kadar tüketilmesi öneriliyor. PINAR DENİZER
F
ASULYE
Tazeden kuruya Türk mutfağının en sık tüketilen baklagillerinden biridir. New Orleans, ABD’de bulunan Tulane Üniversitesi’nin yaptığı araştırma, haftada dört kez fasulye ve benzeri bakliyatları tüketmenin kalp
hastalığı riskini yüzde 19 oranında düşürdüğünü ortaya koydu. Ayrıca bazı
araştırmalar fasulyenin sindirim sistemini düzenlediğini ve sindirimle bağlantılı bazı kanser türlerini önleyici etkiye sahip olduğunu gösteriyor.
100 gram haşlanmış kuru fasulyenin kalori değeri 139’dur. Öte yandan aynı
miktarda fasulye, günlük protein ihtiyacının yüzde 19’unu karşılar. Yani hayvansal proteine karşı en güçlü alternatiflerden biridir. 6,3 gramlık yüksek lif
içeriğiyle sindirime destek olur. Folik asit, manganez, demir, magnezyum,
bakır ve kalsiyum gibi zengin vitamin ve mineral içeriği sayesinde kalp krizi
riskini azaltır, kolesterolü dengeler, zihni dinç tutar ve vücuda enerji verir. Serbest radikallerle savaşan süperoksit dismutaz gibi doğal antioksidan enzimlere
sahip olan fasulye, sindirimi zor bir baklagildir. Bu nedenle sindirim sorunları
olan kişilerin dikkatli tüketmesi önerilir.
48 | D-LIFE HAZİRAN 2014
48-53 TANELİ SEBZELER.indd 52
5/28/14 5:04 PM
ARALIK 2013 D-LIFE
48-53 TANELİ SEBZELER.indd 53
| 53
5/28/14 5:04 PM
beslenme
B
EZELYE
100 gram haşlanmış
bezelye sadece 84 kalori
olmasına karşın 5 gram lif,
5,4 gram protein içerir.
Tatlı lezzetiyle başta
çocuklar olmak üzere
hemen herkesin
en sevdiği yiyeceklerden
biridir bezelye. Nisan ayında
başlayan mevsimi temmuza
kadar sürer. Şekerli ve
nişastalı olsa da sağlığımız
için önemli olan pek çok
eşsiz fitobesin (bitkisel besin)
içerir. Bir bardak bezelyede
10 miligramdan fazla
bulunan coumestrol adlı
polifenol gibi... Meksika’da
yapılan bir araştırma her
gün iki miligramdan fazla
coumestrol alımının mide
kanseri riskini düşürdüğünü
ortaya koyuyor. Aynı
miktarda bezelyede 3,6
miligram lutein bulunur.
Amerikan Optometrik Birliği
günde 10 mg lutein alımının
ise göz sağlığını koruduğunu
belirtiyor.
Bezelye aynı zamanda
güçlü bir vitamin ve
mineral kaynağıdır. 100
gram haşlanmış bezelye
sadece 84 kalori olmasına
karşın 5 gram lif, 5,4 gram
protein içerir. Aynı miktarda
bezelye günlük K vitamini
ihtiyacının yüzde 32’sini, C
vitamini ihtiyacının yüzde
24’ünü karşılar. Bu lezzetli
sebze A vitamini, tiyamin
ve niacin gibi B kompleks
vitaminleri ile folik asidin
yanı sıra manganez, fosfor
gibi mineraller bakımından
oldukça zengindir.
50 | D-LIFE HAZİRAN 2014
48-53 TANELİ SEBZELER.indd 54
5/28/14 5:04 PM
B
AKLA
Lezzet ve besin deposu bakla, dünyada tarımı yapılan en eski bitkilerden biri kabul edilir. Şubat-mart
aylarında en taze halindeyken kabuğuyla tüketilen bakla, yaza doğru iyice olgunlaşır. Bu dönemde
kabuğundan ayrılan ve iç bakla adı verilen taneleri henüz kurumamış haldeyken de tüketilir. İlerleyen
dönemlerde ise taneleri kurutulur ve böylece bakla severler kış boyunca bu sebzeye hasret kalmaz.
Baskın lezzeti ve kremamsı dokusu baklayı hem ana yemek hem de garnitür olarak önemli bir sebze yapar.
100 gr haşlanmış, tuzsuz iç bakla 110 kaloridir. Bu değerli besin günlük lif ihtiyacının yüzde 22’si, folik asit
ihtiyacının yüzde 26’sı ve manganez ihtiyacının yüzde 21’ini karşılar. Bakla güçlü bir B kompleks vitaminleri
kaynağıdır. Tiyamin, riboflavin, niyasin bu sebzede bolca bulunur. Ayrıca magnezyum, potasyum, fosfor, bakır,
demir, çinko gibi mineraller ve protein açısından oldukça zengindir. Hatta günlük protein ihtiyacının yüzde 15’ini
karşılayabilir. Bütün besleyici özelliklerine karşın dikkatli tüketilmesi önerilen bakla, favizm adı verilen bir tür
kan rahatsızlığı bulunan kişilerde zehirlenmelere neden olabilir.
HAZİRAN 2014 D-LIFE
48-53 TANELİ SEBZELER.indd 55
| 51
5/28/14 5:04 PM
beslenme
B
ÖRÜLCE
Tarımı ilk olarak Batı Afrika’da yapıldığı tahmin edilen, Asya’nın büyük bölümünde yetiştirilen
börülce siyah benekli, minik beyaz taneleriyle dikkat çeker. Bazı kültürlerde iyi şans sembolü
olarak kabul edilen bu değerli baklagil, ABD Tarım Bakanlığı’nın hazırladığı besin piramidinde
etler ve baklagiller bölümünde yer alır. Çünkü içeriğindeki yüksek oranlı protein bu besini hayvansal
besinlere alternatif haline getirir.
100 gram haşlanmış börülce 116 kaloridir. Günlük lif ihtiyacının yüzde 26’sını, folik asit ihtiyacının
yüzde 52’sini karşılar. 7,7 gram protein içeren 100 gram börülce güçlü bir tiyamin kaynağıdır. Manganez,
fosfor, demir, magnezyum ve bakır bu baklagilde bulunan minerallerden bazılarıdır. İçeriğindeki yüksek
oranlı lif börülceyi sindirim dostu bir sebze haline getirir. Sindirimi çalıştırır, tokluk hissi vererek kilo
almayı ve diyabet riskini azaltır. Lipofilik, yani yağda çözünebilen antioksidan bakımından en zengin
sebzelerden biri olan börülceyi suda bekletmeden de haşlayarak tüketebilirsiniz.
52 | D-LIFE HAZİRAN 2014
48-53 TANELİ SEBZELER.indd 56
5/28/14 5:04 PM
B
ARBUNYA
Türk mutfağının
vazgeçilmez
lezzetlerinden
biri olan barbunya mart
ayında taze olarak sebze
reyonlarında yerini alır.
Taze olarak yaz mevsiminin
ortalarına kadar yenebilir.
Sonrasında da kurutulmuş
tüketilir. Vitamin ve mineral
deposu bu baklagil, hayvansal
gıdaların aksine yağ ve
kolesterol içermeden bol
miktarda protein alımını
sağlar. Bu sayede de kanser,
diyabet, kalp hastalığı, obezite
gibi rahatsızlıkları önler.
Özellikle çorba ve salatalarda
kullanmak sebzenin yararlı
özelliklerini daha çok ortaya
çıkarır.
100 gram haşlanmış
barbunya sadece 136
kaloridir. Buna karşın
günlük lif ihtiyacının yüzde
40’ını, protein ihtiyacının
yüzde 19’unu karşılayabilir.
Tiyamin, folik asit gibi
vitaminlerin yanı sıra fosfor,
manganez, demir, çinko,
magnezyum gibi mineraller
bakımından da oldukça
zengindir. İçeriğindeki
vitaminler DNA oluşumuna
yardım eder, enerji verir
ve beyin fonksiyonlarını
düzenler. Mineraller ise cilt
yaralarının iyileşmesine,
kemiklerin güçlenmesine,
damarların ve sinirlerin
sağlıklı kalmasına, kan
basıncının düzenlenmesine
destek olur.
HAZİRAN 2014 D-LIFE
48-53 TANELİ SEBZELER.indd 57
| 53
5/28/14 5:04 PM
beslenme
Birlikten
kuvvet doğar
Bazı yiyecekler birlikte tüketildiğinde vücuda daha
fazla yarar sağlıyor. İşte besin sinerjisi olarak adlandırılan
bu etkileşimin detayları... PINAR DENİZER
54 | D-LIFE HAZİRAN 2014
54-57 BESİN SİNERJİSİ.indd 52
5/28/14 5:04 PM
S
on 10 yılda bilim insanları yüzlerce fitobesin (bitkisel besin) tanımladı ve yiyecekleri doğal haline en yakın şekliyle tüketmenin
hastalıkları önlemede ne kadar
etkili olduğunu ortaya koydu. Öte yandan
yapılan araştırmalar bazı besinlerin birlikte
tüketildiğinde sağlık üzerindeki olumlu etkilerinin daha da arttığını gösteriyor.
Besin sinerjisinin temelinde de sağlıklı olmak için hangi yiyecekleri yediğiniz değil,
onları nasıl birleştirdiğiniz yatıyor, yani
biyokimyasal olarak birbirini dengeleyen
yiyeceklerin tüketilmesi temel alınıyor.
Minnesota Üniversitesi araştırmacılarından Dr. David Jacobs, besin sinerjisini besin maddelerinin daha fazla sağlıklı etkiye
sahip olmak için birlikte çalışması olarak
tanımlıyor.
Peki, yiyeceklerden maksimum yararı almak için hangi sebze, meyve, baklagil ya da
tahılı neyle eşleştirmek gerekiyor?
kalp dostu bir yiyecek olarak biliniyor. Öte
yandan yulaf ezmesini C vitamini zengini
portakal suyu ile birlikte tüketmek vücudun kolesterol seviyesini dengeliyor ve damar tıkanıklığını engelliyor. Ayrıca hem
portakal suyu hem de yulaf ezmesinde bulunan fenol bileşenler, serbest radikalleri
yok ederek çeşitli kanser türlerine ve yaşlanmaya karşı da koruma sağlıyor.
ISPANAK VE LIMON
Ispanak, kara lahana, pazı gibi yeşil yapraklı sebzelerde bitkisel demir bulunuyor. Bu
besinleri C vitamini ile birlikte tüketmekse
vücudun demiri emmesini kolaylaştırıyor.
DOMATES
VE AVOKADO
YULAF EZMESI VE
PORTAKAL SUYU
Sabah kahvaltılarının iki vazgeçilmezi portakal suyu ve yulaf ezmesi besin sinerjisi
bakımından güçlü bir birlikteliğe sahip. İşlemden geçirilmemiş yulaf ezmesi, damar
yollarını temizleyerek kalp krizini önleyen
Dana Farber Kancer Enstitüsü’nden araştırmacı Stacy Kennedy, C vitamininin bitkisel
demirin emilimini kolaylaştırdığını söylüyor. Bu vitamin bitkilerden alınan demiri
balık ve kırmızı ette bulunan demire benzer
bir hale getiriyor. Kırmızı kan hücrelerine
oksijen taşıyarak kas yorgunluğuna engel
olan demir, vücuda enerji verirken bağışıklık sistemini güçlendiriyor. Yeşil yapraklı
sebzelerle hazırlanan salataya eklenecek
bir miktar limon suyu, bir avuç çilek ya da
bir parça biber vücudun demiri daha güçlü
absorbe etmesini sağlıyor.
Purdue Üniversitesi’nin yaptığı araştırmaya göre, domates gibi renkli yiyeceklerde
bulunan karotenoidlerin vücut tarafından emilebilmesi için az miktarda yağla
tüketilmesi gerekiyor. Domates de kanser
riskini düşüren likopen karotenoidi bakımından oldukça zengin bir meyve. Ancak
bu besinin hastalıklara karşı kahramanca
çarpışmasını sağlamak için yaklaşık dört
gramlık tekli doymamış yağa ihtiyaç var
ve avokado bu açıdan ideal alternatif.
Bir domatesle birlikte tüketilecek çeyrek
avokado vücudun hem daha fazla likopen
almasını hem de A, D ve E gibi vitaminleri daha iyi özümsemesini sağlıyor.
Ayrıca yeşil yapraklı salatalara eklenen
ceviz, şam fıstığı ve peynir de aynı etkiyi
veriyor.
HAZİRAN 2014 D-LIFE
54-57 BESİN SİNERJİSİ.indd 53
| 55
5/28/14 5:04 PM
beslenme
Püf noktası
Bazı yiyecekler birlikte çok iyi
çalışsa da bazıları beraberken
yarardan çok zarar veriyor.
Süt ve çay: Avrupa Kalp
Dergisi’nde yayımlanan bir
araştırmaya göre, siyah çaya
inek sütü ilave etmek çayın kalp
dostu özelliğini yok ediyor.
Bunun nedeni sütte bulunan
kazein proteininin çaydaki
antioksidanları bağlayarak
vücut tarafından emilimini
engellemesi.
Çikolata ve süt: Araştırmalar
sütün kakaoda bulunan
flavonoidlerin emilimini
azalttığını ortaya koyuyor.
Uzmanlar kan basıncını
düşürmek gibi sağlıklı
etkileri olan bu antioksidan
flavonoidlerden yararlanmak
için sütsüz çikolata yenmesini
öneriyor.
Kahve ve yulaf ezmesi:
Kahve ve çayda bulunan
tanenler yulaf ezmesi gibi
bitkisel besinlerden elde
edilen demirin emilimini
engelliyor. Uzmanlar demir
eksikliğiniz varsa yulaf ezmenizi
yerken kahve ve çaydan uzak
durmanızı öneriyor.
BROKOLI VE DOMATES
Kansere karşı etkili bir sebze olduğu bilimsel çalışmalarla kanıtlanan brokoliyi likopen zengini domatesle birlikte tüketmek
kansere karşı koruyucu etkisini artırıyor.
2007 yılında fareler üzerinde yapılan bir
araştırma, domates ve brokolinin birlikte
tüketildiği zaman çok daha etkili bir şekilde tümörleri küçülttüğünü ortaya koymuş.
Illinois Üniversitesi uzmanlarından Prof.
John Erdman Jr., her bir yiyecekte bulunan
biyoaktif maddelerin farklı kanser hücreleriyle baş ettiğini söylüyor. Bu nedenle ikiliyi birlikte tüketmek başta prostat olmak
üzere kanser oluşumuna karşı vücudu güçlendiriyor.
şırken hafızayı güçlendiriyor. Ancak elmada bulunan kuersetin, kateşin adı verilen ve
kara üzümde bulunan bir başka flavonoid
ile birleşince kan pıhtılaşmalarını engelliyor ve kalp sağlığına destek oluyor. Kateşin, kara üzümün yanı sıra çikolata ile yeşil
çayda da bulunuyor ve bu maddelerin de
elmayla birlikte tüketilmesi sağlık üzerindeki olumlu etkiyi artırıyor.
ZERDEÇAL VE KARABIBER
Zerdeçal, zencefil ailesinden Asya’ya özgü
ilaç gibi bir baharat. Bu bitki başta diyabet
ELMA VE KARA ÜZÜM
Elmanın sağlık deposu bir meyve
olduğu tartışmasız bir gerçek. Meyveyi bu kadar sağlıklı yapan maddelerden biri de içeriğindeki kuersetin flavonoidi. Bu antioksidan
madde solunum problemleri
ve bazı kanser türleriyle sava-
56 | D-LIFE HAZİRAN 2014
54-57 BESİN SİNERJİSİ.indd 54
5/28/14 5:05 PM
olmak üzere kanser, solunum yolu hastalıkları, erken yaşlanma, enflamasyon
gibi çeşitli rahatsızlıklara karşı koruma
sağlıyor. Bitkinin bu kadar etkili olmasının nedeni içeriğindeki kurkumin adlı
polifenol. Ancak zerdeçal tek başına tüketildiğinde vücut kurkuminden yeterince
yararlanamıyor. Bu nedenle bütüncül tıbbın kurucularından kabul edilen Prof. Dr.
Andrew Weil gibi bazı uzmanlar zerdeçaldaki kurkuminden karabiberle birlikte
tüketerek bin kat daha fazla yararlanabilmenin mümkün olduğunu belirtiyor.
SARMISAK VE BALIK
Kimse kalbi için fazladan korumaya hayır
demez. Uzmanlar daha sağlıklı bir kalp
için kırmızı et yerine daha çok balık tüketilmesini öneriyor. Balıktaki çinko, demir, bakır, iyot ve selenyum gibi mineraller, doğal antienflamatuvar ve kolesterol
düşürücü olarak görev yapıyor. Sarmısak
ise başlı başına bir kanser savaşçısı ve bağışıklık sistemi güçlendirici. Deniz ürünlerini sarmısak kullanarak pişirmek kalp
sağlığını destekliyor, kolesterolü düşürüyor. Hatta 1997 yılında yapılan bir araştırma sarmısağın balık yağı takviyesiyle
birlikte alındığında kötü kolesterolü düşürmede daha etkili olduğunu gösteriyor.
MUZ VE YOĞURT
Yoğurt ve kefir gibi mayalama yöntemiyle elde edilen besinlerde probiyotik denen
canlı bakteriler bulunuyor. Bu bakteriler
bağışıklık ve sindirim sistemini güçlendiriyor. Bütün canlılar gibi bakterilerin
de besine ihtiyacı var. Bu bakterileri beslemek için de daha fazla inülin tüketmek
gerekiyor. Başta muz olmak üzere kuşkonmaz, yerelması, soğan, hindiba, sarmısak, pırasa, enginar, buğday gibi besinlerde bulunan inülin sindirilemeyen bir tür
karbonhidrat. Yoğurdu muz gibi inülin
zengini bir besinle karıştırmak bağırsaklardaki dost canlısı bakterileri de besliyor.
Böylece vücudun probiyotik ve kemik
güçlendirici kalsiyum alımı artıyor.
HAZİRAN 2014 D-LIFE
54-57 BESİN SİNERJİSİ.indd 55
| 57
5/28/14 5:05 PM
beslenme
TARİF
Sağlıklı
atıştırmalar
Atıştırmalıklar öğünlerinizde aşırı yemeyi engeller,
kan şekerinizi dengeler ve daha fazla besleyici
madde almanızı sağlar. Tabii sağlıklı tercihler
yapmak koşuluyla. Espace Privé Chenot D-Life
Istanbul mutfak şefi Mehmet Çamcı, merkezde
de satılan bazı sağlıklı atıştırmalıkların tariflerini
dergimizin okurlarıyla paylaştı. PINAR DENİZER
* Espace Privé Chenot D-Life Istanbul’da satılan atıştırmalıklarla
ilgili detaylı bilgi için: (0212) 381 30 00
58 | D-LIFE HAZİRAN 2014
58-63 YEMEK TARİF.indd 60
5/28/14 5:05 PM
HAZİRAN 2014 D-LIFE
58-63 YEMEK TARİF.indd 61
| 59
5/28/14 5:05 PM
beslenme
TARİF
MANTAR SOSLU
ÇITIR TOFU TOPLARI
Malzemeler: 80 g tofu, 10 g çamfıstığı,
20 g kuru üzüm, bir dal taze kekik, 100 g
mantar, 20 g kuru soğan, 3 g sarmısak,
2 ml zeytinyağı, karabiber
Hazırlanışı: Sert yapılı (silken olmayan)
tofuyu çamfıstığı ve kuş üzümüyle
birlikte doğrayıcıda püre haline getirin.
Soğan, sarmısak ve mantarı küçük küpler
halinde doğrayın ve ısıttığınız tavaya
zeytinyağı ekleyerek bu malzemeleri
biraz soteleyin. Karışıma yarım çay
bardağı kadar su ekleyin ve hafif sulu
kalacak şekilde pişirin. Sosu taze kekik
yaprakları ve karabiberle lezzetlendirerek
servis edin. Topları bu sosla birlikte
dilerseniz hafif fırınlayarak dilerseniz
çiğ olarak tüketin.
KURUTULMUŞ
SEBZE BAHÇESİ
Malzemeler: 100 g salatalık, 100 g havuç,
100 g pancar, 100 g turp, 100 g sakız kabak,
dilediğiniz taze ya da kuru baharatlar
Hazırlanışı: Bütün sebzeleri madeni para
kalınlığında doğrayın. Dilediğiniz baharatlarla
lezzetlendirin. Yağlı kağıt serdiğiniz bir
fırın tepsisine dilimlediğiniz sebzeleri dizin.
Önceden ısıtılmış 100oC’lik fırında cips
kıvamına gelene kadar kurutun.
60 | D-LIFE HAZİRAN 2014
58-63 YEMEK TARİF.indd 62
5/28/14 5:05 PM
KEREVİZ SOSLU SİYAH
FASULYE KÖFTESİ
Malzemeler: 100 g haşlanmış siyah fasulye, 10 g
çamfıstığı, iki dal maydanoz, 120 g kereviz sapı,
10 g soğan, 3 g sarmısak, 2 ml zeytinyağı, karabiber,
toz muskat
Hazırlanışı: Önceden haşlanmış siyah fasulye,
çamfıstığı ve iki dal maydanozu doğrayıcıda püre
haline getirin. Ceviz büyüklüğünde parçalar alarak
elinizde yuvarlayın. Hafifçe üstüne bastırarak elde
ettiğiniz yassı daireleri 10 dakika dinlenmeye
bırakın. Kereviz sapı, soğan ve sarmısakları minik
küpler halinde yemeklik doğrayın. Önceden
ısıttığınız tavaya zeytinyağını döküp soğan ve
sarmısakları hafifçe pişirin. Kereviz saplarını
ekleyerek sotelemeye devam edin. Karışıma
yaklaşık yarım çay bardağı kadar su katın ve hafif
sulu kalacak şekilde pişirin. Karabiber ve muskat
rendesi ekleyerek sosunuzu lezzetlendirin.
Köftelerinizi bu sosla birlikte dilerseniz hafif
fırınlayarak dilerseniz çiğ olarak tüketin.
CEVİZLİ İNCİR TOPLARI
Malzemeler: 200 g kuru incir,
100 g ceviz, 50 g kabak çekirdeği
Hazırlanışı: Bir gece soğuk suda beklettiğiniz
incirleri doğrayıcıda püre haline getirin. Aynı
doğrayıcıda irice parçaladığınız cevizleri incir
püresine ekleyin. Son olarak çekirdekleri
katın ve iyice karıştırın. Orta boy dondurma
kaşığıyla ya da ceviz büyüklüğünde parçalar
koparıp top haline getirin ve bir tepsiye
yerleştirin. Önceden ısıtılmış 100oC’lik fırında
yaklaşık iki saat kadar kurutup çıkarın.
HAZİRAN 2014 D-LIFE
58-63 YEMEK TARİF.indd 63
| 61
5/28/14 5:05 PM
beslenme
TARİF
YEŞİL BİBER
SOSLU
PINZIMONIO
Malzemeler: 20 g havuç,
20 g polorosso, 20 g
hindiba, 20 g salatalık,
20 g kuşkonmaz, 20 g kök
rezene, 10 g kereviz sapı,
2 pirinç yufkası, 30 ml
dip sos
Hazırlanışı: Yufka
haricindeki ürünleri ince
şeritler halinde kesin
ve her birini ayrı ayrı
kaplara yerleştirin. Düz
ve geniş bir kap içine
hafif ılık su koyun. Pirinç
yufkaları ile teker teker
çalışmanız gerektiği için
tamamını nemlendirmeyin.
Kullandıkça yanınızda
bulunan suda bekletip
tezgah üstüne alın. Bir
tarafından hafif dışarıda
kalacak şekilde tüm
ürünlerden azar azar
ekleyin ve yufkayı külah
şeklinde sarın.
Yeşil Biber Sosu
Malzemeler: 70 g yeşil
biber, 20 g soğan, 20 cc
elma sirkesi, 10 g zencefil
suyu
Hazırlanışı: Soğan ve
biberleri kabaca doğrayıp
tavada az zeytinyağıyla
soteleyin. Zencefil suyu
ve sirkeyi ekleyip bir taşım
kaynatın. Karıştırıcıda sos
kıvamına getirip servis edin.
62 | D-LIFE HAZİRAN 2014
58-63 YEMEK TARİF.indd 64
5/28/14 5:06 PM
KURUTULMUŞ
MEYVE BAHÇESİ
Malzemeler: 100 g armut,
100 g elma, 100 g ananas,
100 g portakal, 100 g kivi,
dilediğiniz mevsim meyvelerini
kullanabilirsiniz.
Hazırlanışı: Bütün meyveleri
madeni para kalınlığında
doğrayın. Dilediğiniz
baharatlarla lezzetlendirin.
Yağlı kağıt serdiğiniz bir
fırın tepsisine dilimlediğiniz
sebzeleri dizin. Önceden
ısıtılmış 100oC’lik fırında
cips kıvamına gelene kadar
BADEMLİ KAYISI TOPLARI
Malzemeler: 200 g gün kurusu kayısı, 100 g badem, 50 g ayçekirdeği içi
Hazırlanışı: Bir gece soğuk suda beklettiğiniz kayısıları doğrayıcıda püre haline getirin. Aynı
doğrayıcıda irice parçaladığınız bademleri kayısılara ekleyin. Son olarak çekirdekleri katın
ve iyice karıştırın. Orta boy dondurma kaşığıyla ya da ceviz büyüklüğünde parçalar koparıp
top haline getirin ve bir tepsiye yerleştirin. Önceden ısıtılmış 100oC’lik fırında yaklaşık iki
saat kadar kurutup çıkarın.
HAZİRAN 2014 D-LIFE
58-63 YEMEK TARİF.indd 65
| 63
5/28/14 5:06 PM
D-Marin_Turgutreis_TumRenkler_Ilan_205x265.pdf
2
18.04.2014
14:24
yenilenin
KETENTOHUMU
10 bin yıldır gıda olarak da kullanılan keten bitkisi etkili bir
gençlik, sağlık ve güzellik kaynağı. Ketentohumu yüksek
oranda çoklu doymamış yağ asitleri ve lifle birlikte bol
miktarda potasyum, az miktarda magnezyum, demir, bakır,
çinko ve çeşitli vitaminler içerir. Balık gibi ketentohumunda
da yoğun olarak bulunan Omega-3 yağ asitleri vücudumuzda
üretilemez, bu yüzden mutlaka besin yoluyla alınması gerekir.
Büyük oranda protein de içeren ketentohumununun yaşlanma
karşıtı cilt bakımında önemli bir rolü var. Cildin su ve besin
maddelerini sağlayarak hücre yapısını korumaya yardımcı.
Aynı zamanda toksinleri ciltten uzak tutar,
güneş ışınlarının yarattığı zararı önler.
HAZİRAN 2014 D-LIFE
65-73 YENİLENİN.indd 67
| 65
5/28/14 5:06 PM
yenilenin
Genç, gergin,
kusursuz
Sıkı bir cilt genç görünmenin en önemli parçası. Ancak zaman
içinde cilt sarkmaya başlar. Yerçekimini ve yılları tersine
çeviremesek de yaşam tarzımızda ve cilt bakımımızda bazı
değişiklikler yaparak daha sıkı ve genç bir cilde kavuşabiliriz.
EZGİ BİLGİ
66 | D-LIFE HAZİRAN 2014
65-73 YENİLENİN.indd 68
5/29/14 3:47 PM
B
ilim insanları yıllardır cilt yaşlanmasının önüne geçmenin yollarını arıyor. Çünkü geçen zamanın
insan vücudunda bıraktığı izler
en çok ciltte görülüyor. Genetiğin de etkili olduğu yaşlanma belirtileri çoğunlukla
çevresel faktörler ve hayat tarzına bağlı.
Örneğin güneş altında fazla vakit geçirmek,
sigara ve alkol gibi cildin yapısını etkiliyor.
Genlerimizi değiştiremeyeceğimiz için geçen zamanın izlerini en aza indirgemenin
yolu çevresel zararları kontrol altında tutmaktan geçiyor.
En önemli adım cildin kolajen ve elastin
seviyesini korumak. 30’lu yaşlarda kolajen
yapımı ve cilde elastikiyetini veren elastin
azalmaya başlar. Aynı zamanda yüzün destek mekanizmaları, yani kas ve kemikler
yavaş yavaş zayıflar. Böylece özellikle belli
bölgeler dolgunluğunu diğer bölgelere göre
daha hızlı kaybeder. Bu volüm kaybı sarkmaların başlıca nedenidir. Bunu önlemek
için aşağıdaki noktalara dikkat etmelisiniz.
1
En temel kural cildi güneşin zararlı ışınlarına karşı korumak. Uzun süre UV ışınlarına
maruz kalmak kolajenin parçalanması ve
elastinin azalmasına neden olur. Her sabah
güneş koruyucu kullanmalısınız. Helioplex
veya Mexoryl içeren geniş spektrumlu ve
uzun süre kalıcı bir krem tercih edin. En
az SPF 30 koruma faktörü olmasına dikkat
edin.
2
Elastin cildin elastikiyetini sağladığı için en
önemli madde. Ergenliğe adım attığımızda
elastin yapımı azalmaya başlar. Ancak elastin yapımını tetikleyecek bir çözüm henüz
bilinmiyor. Bununla birlikte kolajen yapımı elastine göre daha kolay. Dermatologların hemfikir olduğu buluşlardan biri şu ki
retinoidler içeren ürünler kolajen yapımını
ve hücresel onarımı artırıyor.
3
Serbest radikallerle savaşın. Cilt bakımının
süper kahramanları antioksidanlar cildi
tüm çevresel zararlara karşı koruyor. Serbest radikaller de denen bu zararlar elastinin azalmasına neden oluyor. Uzmanlar
birkaç antioksidanı birlikte kullanmayı
öneriyor çünkü antioksidanlar birlikte
daha etkili. A ve C vitamini ve koenzim Q10
içeren ürünleri tercih edin.
4
Göz çevrenize iyi bakın. 30’lu yaşların başında genellikle güneş hasarından doğan
kaz ayakları oluşmaya başlar. Göz etrafındaki koyu halkalar için kafein barındıran
bir krem tercih edin. Daha ileri yaşlarda
gece ve gündüz kullandığınız ürünün içeriğinde retinoid ya da peptid olmasına dikkat
edin. Kafein ve antioksidanlar enflamasyonu azaltır ve gözlerinizin daha genç görünmesine yardımcı olur.
5
Nemlendiricinizden maksimum verim
alın. Cildin neme ihtiyaç duyduğunu artık
hepimiz biliyoruz. Az bilinen şey nemlenHAZİRAN 2014 D-LIFE
65-73 YENİLENİN.indd 69
| 67
5/28/14 5:06 PM
yenilenin
DERMATOLOGLAR DEHIDRASYONUN OKSIDATIF
STRESI VE SERBEST RADIKAL ÜRETIMINI ARTIRDIĞINI
SÖYLÜYOR. NEMSIZ CILT KENDINI ONARAMIYOR
VE DAHA ÇOK HASAR GÖRÜYOR.
ra cildin sıkı olmasını sağlayan hormonu,
östrojen seviyesini azalttığı için son derece
zararlı. Alkol ise vücutta insülin seviyesini artırdığı için enflamasyonu ve sarkmayı
hızlandırıyor.
8 Beslenmenize dikkat edin. Yedikleri-
nizin sizi zayıf ya da şişman, yorgun ya da
canlı, mutlu ya da üzgün yapacağı bilinen
bir gerçek. Bu listeye bir de genç ya da yaşlı
görünmeyi ekleyin. Çünkü cildimiz yediklerimizden sandığımızdan çok etkileniyor.
Araştırmalar günde 2 kere 500 miligram C
vitamini almanın kolajen üretimini artırdığını ortaya koyuyor.
Koenzim Q10, omega 3, çinko gibi bileşenler cilt onarımında büyük role sahip. Bu
yüzden cildimizi mutlu etmenin yolu daha
çok balık (örneğin somon balığı), badem ve
fındık tüketmekten geçiyor. Ayrıca yeşil
sebzeler ve yeşil çay da oldukça faydalı.
9 Zevklerinizden vazgeçin. Kabullenme-
diricinin aynı zamanda serbest radikallerle
de savaştığı. Dermatologlar dehidrasyonun
oksidatif stresi ve serbest radikal üretimini
artırdığını söylüyor. Nemsiz cilt kendini
onaramıyor ve daha çok hasar görüyor. Bu
yüzden doğru nemlendirici çok önemli.
Kolesterol, seramid, yararlı yağ asitleri ve
niasinamid nem bariyerini korumada en iyi
içeriklerden. Ayrıca hyalüronik asit içeren
ürünler cildin nem bariyerini destekleyerek daha kalın ve güçlü olmasını sağlar.
6 Çene ve boynunuzu unutmayın. Boyun
bölgesinde cilt daha ince olduğundan yaş-
lanma belirtileri kendini daha açık gösterir.
30’lu ve 40’lı yaşlarda sarkmalar görünen
boyun için günlük bakımınıza boynunuzu
da eklemelisiniz. Çene bölgesiyse 40’lı yaşlarda gevşemeye başlar. Retinoid ve peptid
içerikli ürünleri bu hassas bölgelere de kullanın. Ayrıca çenedeki çökmelerin önüne
geçmek için diş sağlığı da çok önemli. Çürüyen ve sağlığını kaybeden dişler, çene derisine daha az destek anlamına geliyor.
7 Sigara ve alkolden uzak durun. Sigara
cildin oksijen almasını engeller, kolajen
ve elastin yapımını yok eder. Ayrıca siga-
si güç ancak tuz ve şeker cildin en büyük
düşmanlarından. İkisi de vücutta su tutma
özelliğine sahip olduğu için gözlerde ve
ayak bileklerinde şişliklere sebep olabiliyor. Kan dolaşımına katılan şeker de ilerlemiş glikasyon adı verilen, zararlı moleküllerin yapımını tetikliyor. AGE denilen bu
moleküller kolajen ve elastin yapısını zayıflatıyor. Üstelik hormonal dengesizlikler
de yine vücutta su birikimine sebep oluyor.
Eğer fazla şeker veya tuz kullandıysanız kafein içerikli kremler kan dolaşımını
hızlandırarak şişkinliği en aza indirir. Vücudunuzda şişlik hissediyorsanız kan dolaşımınızın hızlanması için egzersize mutlaka zaman ayırın. Ayrıca sodyum ve şeker
deposu olan işlenmiş karbonhidratlardan
uzak durun. Uzmanlar mümkünse ipek bir
yastık edinmenizi öneriyor. Yastığınız cildinize nazik davranırken, onu biraz yüksek
kullandığınızda göz altlarınızda da şişliğin
azaldığını göreceksiniz.
68 | D-LIFE HAZİRAN 2014
65-73 YENİLENİN.indd 70
5/28/14 5:06 PM
Editörün seçtikleri
Cildiniz için birden çok işlev gören,
yüksek performanslı ürünlerle genç kalın.
CHENOT COSMETIQUE
RENEWING ENZYMATIC
EXFOLIANT-YENİLEYİCİ
ENZİMATİK PEELING
Cildi ölü hücrelerden arındırarak cilt
tonunu iyileştirir ve yenilenmeyi hızlandırır.
İçeriğindeki asitler, enzimler ve mikro
tanecikler sayesinde ciltteki ölü derilerin
soyulmasını ve epidermal yenilenmeyi
hızlandıran üç etkili bir peeling ürünüdür.
Doğal hidrolipid dengesine zarar vermeden
cilt görünümünü belirgin şekilde iyileştirir.
220 TL
*Chenot ürünlerine Espace Privé
Chenot D-Life Istanbul’dan ulaşabilirsiniz.
BIOTHERM SKIN BEST
SERUM-IN-CREAM
2014’te Biotherm, Skin Best
serisi ile cilt gençliği alanında
uzmanlaşarak etkili ilk düzenleyici
ve gençleştirici konsantresini
yarattı. 30-40 yaş arasındaki
kadınlar için geliştirilen seri
yaşlanmanın erken belirtilerine
karşı enerji verici formülüyle
yorgunluğun izlerini siliyor, cilt
dokusu eşitsizliklerini ve ince
çizgileri gideriyor. Böylece
genç bir cilt görünümünün
korunmasında uzun süreli bir etki
sağlıyor. SKIN BEST serisinde yer
alan “krem kıvamındaki serum”da
serumun derinlemesine işleyen
etkisi ile kremin rahatlatıcı
özelliği birarada.190 TL (50ml)
CHENOT COSMETIQUE YOUTH
CONCENTRATE EYE CREAM
Göz çevresindeki hassas bölgeyi
rahatlatmak ve cilt tonunu düzeltmek
üzere özel olarak formüle edilmiş, yüksek
performanslı, çok amaçlı bir krem. Yaşa,
strese ve yorgunluğa bağlı göz altlarında
oluşan koyu halkaların, torbaların ve şişliklerin görünümünü
hafifletmeye yardımcı oluyor. Büyüme faktörlerinin,
peptidlerin, kök hücrelerin ve bitkisel bir canlandırıcının
bulunduğu bir kombinasyon. Bu bitkisel canlandırıcı
hormonal dengesizliklerle savaşırken kırışıkları, mimik
çizgilerini ve esneklik kaybını gözle görülür şekilde azaltıyor.
420 TL
KIEHL’S SUPER MULTICORRECTIVE CREAM
Yaşlanmanın birçok belirtisiyle aynı
anda savaşan, süper akıllı bir krem. 3
özel içerik ve en son bilimsel gelişmeler
kullanılarak formüle edilen Super MultiCorrective Cream’in cildi sıkılaştırdığı,
yüz hatlarını yeniden oluşturduğu,
cilt dokusunu yenilediği klinik olarak
kanıtlanmış. İki haftalık kullanımla ciltte
gözle görülür bir düzelme yaratıyor.
Yaşlanma belirtilerine karşı birlikte en
etkin ve hızlı sonucu verecek doğal
içerikleri biraraya getiren Kiehl’s
uzmanları jasmonik asit, kayın ağacı özü
ve hyalüronik asiti birleştirmiş. Bu çok
amaçlı krem çizgi ve kırışıkları azaltıyor,
cildi sıkılaştırıyor ve yüz hatlarını
yapılandırıyor. 169 TL (50ml)
CHENOT COSMETIQUE
REJUVENATING BODY
MODELING SERUM
- YENİLEYİCİ VE
ŞEKİLLENDİRİCİ
VÜCUT SERUMU
Cilt tonunun eşitlenmesini,
cildin sıkılaşmasını ve baştan
aşağı yenilenmesini sağlar.
Sarkmayı engelleyerek
dokulara pürüzsüzlük ve
esneklik kazandıran yaşlanma
karşıtı vücut serumudur.
Büyüme faktörleri, peptitler,
kök hücreler ve hormonal
dengesizliklerle savaşan
enerji verici bir bitkisel içerik
gibi aktif bileşenlerin bir
karışımıdır. Kuruma ve su
kaybı döngüsünün kırılmasına
yardımcı olarak cildi sıkılaştırır,
cilt tonunu eşitler.
430 TL
*Chenot ürünlerine Espace
Privé Chenot D-Life Istanbul’dan
ulaşabilirsiniz.
*Chenot ürünlerine Espace Privé Chenot D-Life Istanbul’dan ulaşabilirsiniz.
HAZİRAN 2014 D-LIFE
65-73 YENİLENİN.indd 71
| 69
5/29/14 3:48 PM
yenilenin
Gençlik elinizde
Ellerimiz her zaman göz önünde ve onları saklamanın hiçbir yolu yok.
Doğru bakımı uygulayarak ellerimizi güzelleştirmek ve yaşımızı ele vermelerinin
önüne geçmek mümkün. EZGİ BİLGİ
70 | D-LIFE HAZİRAN 2014
65-73 YENİLENİN.indd 72
5/28/14 5:06 PM
E
ller cildin dış etkenlerle en çok karşı
karşıya kaldığı bölgelerden. Dolayısıyla yaşımızı en çok gösteren yer
ellerimiz. Güneşin zararlı ışınları,
soğuk hava, yanlış sabun kullanımı gibi
birçok faktör el derisinin doğal nem dengesini kaybetmesine, lekelere ve elastikiyet
kaybına yol açıyor. Bunu önlemek ve oluşmuş hasarı bir nebze onarabilmek için cilt
bakımında yüzümüze harcadığımız enerji
ve vakti ellerimize de harcamalıyız.
ARINDIRIN
İki haftada bir ellerinizin üst kısmını mikrodermabrazyon özellikli bir ürünle yumuşatın. Yüzünüz için kullandığınız peeling
ürününü elleriniz için de kullanabilirsiniz.
Bu işlem ölü derilerin atılmasına yardımcı
olacağı gibi nemlendirici ve aktif bileşenle-
rin de cilde daha iyi nüfuz etmesini sağlayacaktır. Dermatologlar ciltte suyu tutan
katman epidermisin üst tabakasını arındırdığınız için fazla nem kaybını önlemeyi
öneriyor. Bu yüzden peeling’ten sonra mutlaka nemlendirici kullanılmalı.
UV IŞINLARI
Eller yılın 365 günü güneş ışınlarına maruz
kalıyor. Yüzünü zararlı güneş ışınlarından
koruyanlar bile çoğu zaman ellerini es geçebiliyor. Ancak zararlı UVA ve UVB ışınları cilt üzerinde pigmentasyon bozukluğu
yarattığı için koyu lekelere sebep oluyor.
Ayrıca zamanla cildin kolajen ve elastin
kaybını tetikleyerek kırışıklara ve cildin
sarkmasına yol açıyor. Bu yüzden geniş
spektrumlu ve özellikle SPF içerikli bir el
kremi kullanın. Yüzünüz için kullandığınız SPF koruma faktörlü kremi elinizin
üstüne, parmak ve bileklerinize yayabilirsiniz.
KOLAJEN YAPIMI
İlerleyen yaşla birlikte kolajen ve elastin
kaybı el derisinin incelmesine, elastikiyetini kaybetmesine neden oluyor. Bunun önüne geçmek ve kolajen üretimini artırmak
için her gece ellere retinol içerikli bir krem
uygulamak gerek. Bir A vitamini türevi
olan retinolün anti-aging’te en etkili silahlardan olduğu artık biliniyor. Hassas ciltlilerse hücre onarımına yardımcı ve nemi
hapseden peptid içerikli ürünleri tercih
etmeli. Kolajenin artması aynı zamanda
yaşlanma sonucu el üzerindeki damarların
belirginleşmesini de engeller. İleri yaşlarda
yağ kaybedildikçe ve dolaşım bozuklukları
arttıkça damarlar iyice ortaya çıkar. Retinoid içerikli kremler düzenli kullanımda
damarlı görünümü azaltıyor. Ancak bu
kremler ciltte kuruluk yapabileceği için
dermatologlar üzerine bir nemlendirici
kullanmayı öneriyor.
SABUNA DİKKAT
Ellerinizi çok sık yıkıyorsanız kullandığınız sabun önemli. Süt ve badem yağı gibi
besleyici içeriklere yönelin. Elinizin deterjan gibi kimyasallara direkt temas etmemesi için eldiven kullanmanız gerektiğini
aklınızdan çıkarmayın.
LEKELERİ SİLİN
Ellerinizde lekeler oluşmaya başladıysa çaresiz değilsiniz. Ancak sabırlı olmalısınız.
Hidrokinon içeren bir gece kremi kullanın.
Bu madde ekstra pigment oluşumundan
sorumlu enzimlerin üretimini durdurur
ve 2-4 hafta içinde renk eşitliği sağlanmaya
başlar. Yaşınızı ele veren küçük lekeler için
hem hidrokinon hem de retinoid içerikli
leke giderici serum ve kremlerden yardım
almayı deneyin.
Klinik çözümler
Lekelerden kurtulmak için:
Fraksiyonel lazer tedavileri yaşlanmış
ciltte epidermisin kolajen üretimini ve
hücre onarımını tetikliyor. Dolayısıyla
lekeler giderilirken cildin elastikiyetini
kazanması da sağlanıyor. Daha hızlı sonuç
için kimyasal peeling yaptırabilirsiniz.
Yüzeysel peelingte soyucu asitler renk
değişikliklerini hızla solduruyor.
İncelen deri için: Fazla kilo kaybından
kaynaklanan cilt incelmesi ve belirginleşen
damarlar için çeşitli dolgu yöntemleri
var. Hyalüronik asit içeren hazır dolgular
olduğu gibi daha büyük hacimlere ihtiyaç
duyulduğunda kişinin kendi vücudundan
alınan yağ ile de dolgu yapılabiliyor. Ayrıca
PRP adı verilen koldan alınan kanın bazı
işlemlerden geçirilerek saflaştırıldıktan
sonra cilde enjekte edilmesi de tercih
edilen yöntemlerden. Espace Privé
Chenot D-Life'ta uygulanan PRP, ayda en
az üç seans yapılıyor ve yaşlanan, çatlayan
ve lekeli cilt yenileniyor.
Belirgin damarlar için: Zamanla
yüzeye yaklaşan ve maviye dönen
damarlar skleroterapiyle giderilebiliyor.
Damarların hacimlerini küçülten bu işlem
damarlara özel bir solüsyon enjekte
edilerek yapılıyor. Birkaç seansın ardından
ellerin rahatladığını ve damarların
kaybolmaya başladığını görebilirsiniz.
Kırışık ve gevşeme için: Yaşlanmanın
etkilerine tek bir seansta çözüm
istiyorsanız Thermage’ı deneyin. Cildin
alt tabakaları ısıtılarak sıkılaştırılıyor ve
kolajen üretimini artırıyor. Vücudun diğer
yerlerinde de uygulanan bu yöntem
ayrıca acısız. Fraksiyonel lazer tedavilerinin
de yine kolajen yapımında başarılı
sonuçlar verdiğini belirtelim.
HAZİRAN 2014 D-LIFE
65-73 YENİLENİN.indd 73
| 71
5/28/14 5:06 PM
yenilenin
SiHiRLi
ELMA
Günde bir elma güzelliğinize güzellik
katar. Sulu, lezzetli bir elma sağlıklı
beslenmede önemli olduğu kadar cilt
bakımında da son derece etkili. Doğal
vitamin deposu elmanın faydalarını ve
evde kolayca uygulanabilecek karışımları
biraraya getirdik. EZGİ BİLGİ
72 | D-LIFE HAZİRAN 2014
65-73 YENİLENİN.indd 74
5/28/14 5:06 PM
güneş yanıklarının tedavisinde de faydaları
görülebiliyor.
5- Saç sağlığı: Elmadan elde edilen Procyanidin B2 adlı bileşim saçın sağlıklı ve parlak olması için güçlü bir tedavidir.
6- Vitamin deposu: Özellikle yeşil elma
A, B ve C vitamininden zengindir. Bu vitaminler cildin renk eşitsizliğini giderme ve
nemlendirmeye yardımcı olur.
7- Enfeksiyonlarla savaş: Elmanın içinde bağışıklık sistemini destekleyen pektin
maddesi var. Bu yüzden kronik akne ve cilt
enfeksiyonlarında etkili sonuçlar veriyor.
10 dakika sonra dairesel hareketlerle masaj
yaparak ılık suyla yıkayın.
MASKELER
Şişmiş gözlere
Elmanın mucize bir meyve olduğuna ikna
olduysanız farklı cilt ve saç sorunları için
deneyebileceğiniz reçetelerine göz atın.
İ
ngilizlerin ünlü “Günde bir elma doktoru uzak tutar” deyimini duymuşsunuzdur. Yüksek lif oranıyla kan şekerini
düzenleyen, içerdiği yoğun C vitamini
ve düşük kalorisiyle neredeyse bütün diyetlerin vazgeçilmezi olan elma tam bir
sağlık deposu. Ancak az bilinen bir yönü
daha var. O da güzellik kaynağı olduğu. Elmanın cilt ve saçlar için faydaları saymakla
bitmiyor.
Adem ile Havva’dan beri güzellik ve şifa
ritüellerinde kullanılan bu yasak meyve
bilimin de radarında. Önemli güzellik markaları, doğal tedavi aracı elmayı cilt bakım
ürünlerine ekledi. Peki, elmanın güzelliğe
güzellik katmasının sebebi neydi? Aşağıda
bu lezzetli meyvenin faydaları ve evde kolayca uygulanabilecek bakım formüllerini
bulacaksınız.
1- Güçlü antioksidan: Elmanın içindeki antioksidanlar cilt hücrelerini çevresel
faktörlere karşı koruyor ve doku hasarını
önlüyor. Böylece kırışıkların ve yaşlanma
etkilerinin azalmasına yardımcı oluyor.
2- Kolajen kaynağı: Cildi onaran, kolajen
ve elastin yapımını destekleyen elma cildin
yumuşak ve pürüzsüz olmasını sağlıyor.
3- Ton eşitleme: Elma suyu cildin pH dengesini sağlıyor. Gün içinde deri üzerinde biriken bakterileri temizlerken sebum üretimini düzenliyor. Cildin doğal yağı olan sebumun dengeli olması sivilce problemini
engelliyor. Ayrıca elma suyu stres sonucu
kuruluğun ve yorgunluğun izlerini siliyor.
4- UV koruması: SPF koruma faktörlü
ürünlerin yerini tutmasa da elma zararlı
UV ışınlarına karşı ekstra bir destek. Hatta
Canlandırın
Yağlı cildi arındıran, leke eğilimli ve stres
sebebiyle canlılığını yitirmiş cilde iyi gelen
bir tonik yapabilirsiniz. Bir elmanın göbeğini ve çekirdeklerini temizleyin ancak kabuğunu soymayın. Küçük küpler halinde
kesin. Ilık suyla bir sos tenceresine atın ve
kaynayana kadar bekleyin. Sonra ateşten
alın, soğuyana kadar bekleyin. Elma posasını ince bir süzgeçle süzün. Akne tedavisinde kullanılan güvercin ağacı tozunu
bir kaba koyup karıştırın ve karışımı tonik
gibi yüzünüze uygulayın.
Aydınlatın
Tene aydınlık veren, C vitamini ve enzimler sayesinde cilt tonunu eşitleyen bu
karışım için öncelikle elmayı püre haline
getirin. Daha sonra yarım limon suyu ve
2 yemek kaşığı süt tozu ekleyin. Homojen
hale gelene kadar karıştırdığınız bu karışımı tüm yüzünüze sürün. 15 dakika sonra
temizleyin.
Kronik akneler için
Eşit miktarda rendelenmiş çiğ elmayı ve
balı karıştırın. Temiz yüze uyguladıktan
sonra 10 dakika bekleyin ve soğuk suyla
yıkayın.
Kırışıkları azaltmak için
Çiğ elmayı rendeleyerek posasını yeni yıkadığınız yüzünüze sürün. 20 dakika bekledikten sonra ılık suyla temizleyin.
İki yemek kaşığı tatlandırılmamış elma sosunu rendelenmiş patatesle karıştırın. Bu
karışımı 20 dakika gözlerinizde beklettiğinizde şişliklerin indiğini göreceksiniz.
Saçlarınızı onarın
Kuru, yıpranmış saçlarınız varsa bu karışım sizin için. Saçınızın uzunluğuna göre 1
ya da 2 büyük elmayı soyun ve rendeleyin.
2 yemek kaşığı elma sirkesi, 1 çay kaşığı
limon suyu ve 1 yemek kaşığı mısır unu
ekleyin. Elde ettiğiniz karışımı kuru, yıkanmamış saça uygulayın. Yarım saat bekledikten sonra saçlarınızı şampuanlayın.
Saç derisini arındırın
Kepek, kuru saç derisi ve kaşıntı gibi sorunlar için 1 fincan tatlandırılmamış elma sosunu 2 yemek kaşığı süt tozu ve 1 çay kaşığı
deniz tuzuyla iyice karıştırın. Saç derisine
masaj yaparak kuru saça sürün. 15 dakika
sonra hafif bir şampuanla yıkayın.
Ölü hücrelerden kurtulun
Nazik bir peeling için eşit miktarda elma
püresi ve buğday tohumunu karıştırarak
bir hamur kıvamı elde edin. Temiz yüze sürüp 10 dakika bekledikten sonra kuruyan
yüzünüzü ılık suyla yıkayın.
Cildinizi yatıştırın
Kuruyan, hassaslaşan cildinizi nemlendirecek bu formülde işe soyulmuş ve rendelenmiş yarım elmayla başlayın. 2 yemek
kaşığı yulaf ezmesi, 2 çay kaşığı krema ve 2
yemek kaşığı balı rendelenmiş elmayla karıştırın. Karışımı temiz cilde uygulayın ve
HAZİRAN 2014 D-LIFE
65-73 YENİLENİN.indd 75
| 73
5/28/14 5:06 PM
focus
Beslenme biliminde devrim
Nutrigenetik
Genetik yatkınlığımız olan hastalıkları beslenme ve yaşam
tarzımızda yapacağımız bazı değişikliklerle önleyebiliriz.
KARDİYOLOG DR. DEMET ERCİYES
H
er insan birbirinden farklıdır. Tek yumurta
ikizleri hariç kimse birbirine benzemez ve
herkes farklı genetik özelliklere sahiptir. Genetikten bahsederken gen nedir ve genetik
geçiş nedir bundan da bahsetmekte fayda var.
İlk defa 1895’te Gregor Mendel yaptığı bir deney sonucu yazdığı makalede bazı kalıtımsal özelliklerin aktarılma yasalarını açıkladı. Gen terimi de ilk kez 1909’da
Wilhelm Johannsen tarafından ortaya atıldı. Gen, hücre
içinde kromozomlarda bulunan ve bireyin kalıtsal özelliklerinin nesilden nesile aktarılmasını sağlayan kalıtım
faktörüdür. Genin, çok uzun spiral (sarmal) şekilli DNA
molekülünün kalıtımla ilgili bir bölgesi olduğu kabul
edilmektedir. DNA’nın başlıca rolü bilginin uzun süreli
saklanması ve gelecek nesillere aktarılmasıdır. DNA’nın
yarısı dişi bireyden yarısı erkek bireyden gelir. Genelde
tek bir molekül değil, birbirine sıkıca sarılı bir çift molekülden oluşur. Bu iki uzun iplik sarmaşık gibi birbirine
sarılarak bir çift sarmal oluşturur.
Birçok hastalık genetik olarak ortaya çıkar. Bu hastalıklar Down sendromu, talassemi major hastalığında
olduğu gibi belirgin klinik özelliklere sahip olabilirken,
genetik yatkınlığa bağlı olarak kalp damar hastalığı gibi
yaşam tarzı ve dış faktörlerden etkilenmesi sonucu da
ortaya çıkabilir. Genetik ile ilgili çalışmalar uzun yıllardan beri bu konu ile ilgilenen bilim insanlarını çok
heyecanlandırmış, sürekli daha da ileri giden çalışmalara yol açmıştır. Son zamanlarda bu konuda ilerlemeler
kaydedilirken beslenme genetiği (nutrigenetik) üzerinde de durulmaktadır.
Beslenme genetiği, taşıdığımız genetik özellikleri belirleyerek besinlerden ne kadar faydalandığımızı saptamaya yardım eder. Böylece genetik yapımıza uygun hareket ederek doğru beslenmeyi ve aldığımız besinlerden
en uygun şekilde faydalanmayı öğrenebiliriz. Hatta bu
sayede genetik olarak yatkınlık taşıdığımız hastalıklardan korunmayı da sağlayabiliriz.
University College London’da Dr. Keith Grimaldi’nin
yaptığı bir çalışmada özellikle kalp-damar hastalığındaki risk faktörlerinden biri olan homosisteini yıkan
enzimin geninde bir değişiklik bu molekülün kanda
yükselmesine yol açar. Homosistein yüksekliği damar iç
yüzeyindeki (endotel) hasarın ilerlemesine sebep olur;
bunu takip eden trombosit aktivasyonu ve trombus
oluşumuna yol açarak damarlarda pıhtı oluşumuna ve
buna bağlı tıkanıklıklara sebebiyet verir. Homosistein
değerlerinin yüksek olması, kanın normalden daha fazla pıhtılaşmasına da yol açar. Bu kişiler bir tür B vitamini
(B9) olan folik asiti bol miktarda alırsa vücuttaki homosistein dengelenir. Mercimek ve yeşil yapraklı sebzeler
folik asit bakımından oldukça zengindir. Homosistein
yüksekliğine sadece genetik özellik sebep değildir; baş-
74 | D-LIFE HAZİRAN 2014
74-77 NUTRİGENETİK.indd 74
5/28/14 5:06 PM
HAZİRAN 2014 D-LIFE
74-77 NUTRİGENETİK.indd 75
| 75
5/28/14 5:06 PM
focus
ka sebepleri de olabilir. Tıpkı kolesterol yüksekliği gibi.
Ailevi kolesterol yüksekliğinde genetik olarak bir sebep
söz konusudur. Kişi nasıl beslenirse beslensin kolesterolü daima yüksektir. Bu kişiler kolesterollerini normale
çekebilmek için muhakkak kolesterol düşürücü ilaç
kullanmalıdır.
Glüten alerjisi olarak da bilinen çölyak hastalığı genetik bir hastalıktır. İnce bağırsağın tahılların içinde bulunan glüten proteinine karşı ömür boyu süren alerjisidir.
Tek tedavisi hayat boyu diyettir.
ABDOMİNAL OBEZİTE
Beslenme söz konusu olunca herkesin aklına kilo fazlalığı problemi gelir. Obezitenin sebepleri arasında genetik
faktörler de bulunduğundan, kilo kontrolü sağlanmaya
çalışırken kişinin sağlık profili çıkarılır. Kilo artışına sebep olabilecek, aynı zamanda da genetik olabilecek bazı
değişiklikler kontrol altına alınır.
Bazı kimseler yüksek kalorili beslendikleri halde kilo
almazlar. Bu, metabolizma hızına bağlıdır. Metabolizma
hızı da yaş, cins, hormonal ve genetik özelliklerden etkilendiği gibi yeme alışkanlığı, fiziksel aktivite ve yaşam
tarzından da etkilenmektedir.
Genetik olarak bir yatkınlığın söz konusu olduğu insülin direnci şeker metabolizmasındaki aksaklıkla beraber seyreden ve kilo vermeyi zorlaştıran metabolik bir
rahatsızlıktır. İnsülinin işlevine karşı vücutta bir direnç
gelişmiştir. Salgılanan insülin miktarı yeterli gelmez ve
bu durumda pankreastan daha fazla insülin salgılanır.
Bu da kan şekerinin hızla düşmesine sebep olur. Kan
şekerindeki düşmeye (hipoglisemi) bağlı olarak acıkma atakları ortaya çıkar. İnsülin direnci kilolu kişilerde
daha fazla görülür, hipoglisemi ataklarıyla beraber görülen acıkma, göz kararması, el titremesi ve hemen bir
GENETIK OLARAK BIR
YATKINLIĞIN SÖZ KONUSU
OLDUĞU INSÜLIN DIRENCI ŞEKER
METABOLIZMASINDAKI AKSAKLIKLA
BERABER SEYREDEN VE KILO VERMEYI
ZORLAŞTIRAN METABOLIK BIR
RAHATSIZLIKTIR.
şeyler yeme isteği ile birlikte kilo vermeye de önemli
derecede bir direnç söz konusudur. İnsülin direnci olan
kişiler kolay kilo veremez. Bu durum metabolizmadaki
bozukluğun yanı sıra beslenme şeklinde düzelme olmazsa ilerleyerek devam edecektir. İnsülin direnci olan
kişilerde abdominal obezite dediğimiz karın bölgesi yağlanma mevcuttur. İnsülin direnci vaktinde tespit edilemez ve gerekli önlemler alınmazsa ileride diyabet hastalığı ortaya çıkabilir. Tedavide ilk adım, düşük glisemik
indeksli gıdalarla beslenmek, kilo vermek ve beraberinde fiziksel aktiviteyi artırmak, spor yapmak, alkolden
mümkün olduğunca uzak durmaktır. Bu prensiplerle
hareket ederek uygun hayat tarzı değişikliğini yaptıktan
sonra sorun büyük ölçüde halledilir.
GENLERDE EKSİK ENZİMLER
Bazı kimseler bazı besinleri tükettiğinde iyi sindiremezler. Bu tür gıdaları sindirmede kullanılan enzim genetik
olarak eksik olabilir. Yapılan tetkiklerde bu aksaklık
saptanarak diyette gerekli düzenleme yapılmalıdır.
Genetik olarak da ortaya çıkabilen laktoz intoleransı
laktaz, yani süt şekerine hassasiyettir. Laktozun tamamen yok olduğu durum genetik bir durumdur ve çok
nadir görülür. Ancak, kısmi yetersizlikler daha sık görülür.
Laktoz intoleransı inek sütü alerjisi ile karıştırılmamalıdır. İnek sütü alerjisinde sütteki proteinlere karşı
bağışıklık sisteminde bir reaksiyon söz konusudur. Bu
besinle karşı karşıya kalınca vücutta antikorlar oluşur.
Alerjinin belirtileri döküntü, kusma, ishal, kanlı dışkının yanı sıra hırıltılı solunum ve değişik şiddette nefes
darlığı şeklinde kendini gösterebilir.
Laktoz intoleransı söz konusu ise durum farklıdır.
Laktoz tüm hayvanların sütlerinde bulunur. Bu nedenle
laktoz intoleransı belirtileri inek sütü alerjisinde olduğu
gibi sadece inek sütünü tüketince değil, diğer hayvan
76 | D-LIFE HAZİRAN 2014
74-77 NUTRİGENETİK.indd 76
5/28/14 5:06 PM
sütlerini tüketince de ortaya çıkar. Bağırsaklarımızda normalde bulunması gereken laktaz
isimli kimyasal madde laktoz ve su ile birleşince süt şekerini galaktoz ve glukoz isimli
daha küçük parçacıklara bölerek kana geçmesini sağlar. Süt şekerine hassas olan bireylerde
laktaz isimli kimyasal madde ya hiç yoktur
veya yetersizdir. Sonuç olarak süt şekeri kana
geçebilecek daha küçük parçacıklara bölünemediğinden bağırsak içinde kalarak buranın
sıvı-mineral dengesini olumsuz etkiler. Aşırı
sıvı-mineral birikimiyle genişleyen bağırsaklarda hareketlilik artar ve ishal ortaya çıkar.
Bunun yanında serbest halde yıkılmadan kalın bağırsaklara ulaşan laktoz buradaki bakteriler tarafından mayalanma işlemine uğrar ve
ortaya hidrojen gazı çıkar. Fazla miktardaki
hidrojen hem ishali artırır hem de gaz ve şişkinlik başta olmak üzere diğer sindirim sistemi yakınmalarına yol açar.
İNSAN GENOM PROJESİ
İnsan Genom Projesi 2001 yılında insan
DNA’sının yapısını açıklayarak bize çok
önemli bilgiler vermiştir. Genetik hastalıkların tespitinde ve tedavisinde büyük faydalar
sağlayacak bu gelişmeler aynı zamanda koruyucu sağlık alanında da çığır açan yeniliklere
yol göstermektedir. Genetik tetkik basit bir tükürük ya da kan testiyle, özelleşmiş laboratuvarlarda yapılır. Nutrigenetik incelemeler kişiye özel beslenme türünün en doğru şekilde
seçilebilmesinde çok önemlidir. Bu tetkikler
sayesinde hem kişilerin herhangi bir hastalığa
genetik olarak yatkın olup olmadığı saptanacak hem de bu sayede gerekli tedbirler alınabilecek ve hastalığın oluşması önlenecek ya da
iyice geciktirilebilecektir.
Nutrigenetik, yediğimiz besinlerin genlerimizi nasıl etkilediğini araştırırken sağlığımızı
da nasıl etkilediğini inceleyen bir bilim dalıdır. Aynı besini alan kişilerde farklı genetik
cevaplar oluşabilir.
Beslenmenin sağlığımız açısından ne kadar
önemli olduğu inkar edilemez bir gerçektir.
Sağlıklı beslenmede uyulması gerekli temel
prensipler genelde herkes için aynıdır. Seçilecek besinlerin kaliteleri, pişirme yöntemleri,
tüketilmesi gereken zaman ve miktarlar genelde değişmez. Ancak kişinin taşıdığı bazı
genetik özelliklere göre dikkat etmesi gereken
hususlar değişebilir. Beslenme ve yaşam tarzımıza göre özellikle genetik yatkınlığımız da
olan bazı hastalıkların ortaya çıkmasını kolaylaştırabiliriz veya engelleyebiliriz.
HAZİRAN 2014 D-LIFE
74-77 NUTRİGENETİK.indd 77
| 77
5/28/14 5:06 PM
focus
Koroner anjiyografi
gereksiz mi?
Sağlık Bakanlığı’nın yıl sonunda ihtiyaç olmamasına rağmen
anjiyo yapan doktorların ceza alabileceğini açıklaması tüm
gözleri kardiyologlara çevirdi. Sektör, hangi durumlarda anjiyo
yapılabileceğini tartışıyor. GÜLAY KOÇ
78 | D-LIFE HAZİRAN 2014
78-81 TARTISMA.indd 80
5/28/14 5:07 PM
S
ağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’nun geçtiğimiz aylarda düzenlediği
“2013 Yılı Değerlendirme ve Sağlıkta Gelecek Vizyonu” başlıklı toplantı
yeni bir tartışmayı gündeme getirdi. Toplantıda bu yılın sonunda başta
anjiyografi olmak üzere, sezeryan ve ilaç yazımı konusunda “gereksiz
uygulamalarda” bulunan doktorların ceza alması gündeme geldi. Bu
konu en çok kardiyologları ilgilendiriyor. Çünkü Türk Kardiyoloji Derneği’nin
öncülük ettiği Tekharf Çalışması’na göre Türkiye’de 3,5 milyon kalp-damar hastası bulunuyor ve tanı koymak için anjiyografi seçiliyor.
Türk Kardiyoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Ömer Kozan’a göre, gereksiz yapılan
her işlemin elbette zararları var. Ancak o, anjiyografinin kısmen zararsız bir tanı
yöntemi olduğunu savunuyor. Tabii ki ehil olmayan ellerde yapıldığında ciddi
yan etkilerle karşılanacağı göz ardı edilmeden... Anjiyonun eğitimli uzmanlar tarafından yapılması gerekiyor; aksi halde böbrek fonksiyon bozukluğu, kanama
ve damarlarda zedelenmeye kadar giden birçok sorun yaratabiliyor. Hatta Kozan,
“Gerekmedikçe yapılmamalıdır” diyor. “Bir anjiyo yapalım, damarlarınızı kontrolden geçirelim mantığı ile anjiyo yapılamaz. Koroner arter hastalığı olan olgularda ideal tedavi yaklaşımını saptamak amacıyla yapılmalıdır.”
Peki ama Sağlık Bakanlığı yapılan anjiyoların gerekli olup olmadığını nasıl
tespit edecek? Bu konuda Kozan’ın bir önerisi var: “Bakanlık kurumların yaptığı
anjiyoları tarafsız, işi bilen kişilere izleterek doğruluk oranını saptayabilir. Belirli
oranların üzerinde çıkan merkezlerin gereğinden fazla anjiyo yaptığına karar verebilir. O zaman da gereken yaptırımları uygulayabilir. Yapması da gerekir. Böylece kaliteyi artırır.” Kozan aksi halde “Gereksiz tıbbi uygulama yapılıyor” gibi bir
suçlamanın ağır bir ithamdan öteye geçemeyeceğini düşünüyor. Kontrolün, daha
liberal davranan meslektaşlarına biraz fren görevi göreceğini düşünüyor.
Öte yandan nüfus sayımıza bakıldığında, Avrupa ülkeleri ile kıyaslandığında
Türkiye’de fazla anjiyo yapılmadığını dile getiren Kozan, hatta daha az olduğunu
iddia ediyor. “Ancak bu sayıda bile anjiyo gereken hastalara ne kadar ulaşabiliyoruz biraz soru işaretleri var. Gerektiği halde anjiyo yapılamayan çok sayıda hasta
olduğunu düşünüyorum.”
Tanı koymak için anjiyo yapma fikrini doğru bulmayan Kozan, hastaların koroner arter hastası olup olmadıklarının anjiyo dışı tanı yöntemleriyle saptanabileceğini ; koroner arter hastalığı saptandıktan sonra da uygun tedaviye karar vermek için anjiyo yapılabileceğini söylüyor. Yani bir hastaya sadece koroner arter
hastalığı var mı diye anjiyo yapılmamalı.
RİSKLER BELİRLENİYOR
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Erdem
Kaşıkçıoğlu, “Anjiyo ile yapmaya çalıştığımız devam eden yaşamın ölümcül risklerini ortaya koymak” diyor. “Kısaca anjiyo dediğimiz koroner anjiyografi, kalbi
besleyen bu damarlarda bir sorun olup olmadığını ortaya koyan girişimsel bir değerlendirme yöntemidir. İnvazif tabirini doku bütünlüğünü ortadan kaldırarak
yapılan yöntemleri tanımlamak için kullanmaktayız.”
Kaşıkçıoğlu, damar sorunlarının tespit edilmesinde kullanılan bu yöntemin
diğer incelemelere göre daha etkin ve daha doğru sonuçlar verdiğine dikkat çekiyor. Bu yüzden anjiyo damar hastalıklarının tanısında altın değerinde bir yöntem olarak kabul ediliyor. Ancak buna rağmen tamamen masum olduğunu da
iddia etmiyor. “İstenmeden de olsa işlem sırasında ve sonrasında birtakım olumsuzluklara yol açabilmektedir. Bu olumsuzlukların bir kısmının sağlığı ciddi
anlamda tehdit edebileceğini belirtmek gerekir. Hastaya zarar verecek olumsuzlukların başında kanama, fistül ve anevrizma, enfeksiyon, alerji, emboli, felç ve
kalp durması yer alır.”
Kaşıkçıoğlu’na anjiyonun hastaya tanı konması için mutlaka uygulanması gerekip gerekmediğini sorduğumuzda şu yanıtı veriyor: “Bunu akut, yani başlangıçlı
gelişen durumlar ve kronik durumlar olarak ikiye ayırmak gerekir. Ani başlayan
bir göğüs ağrısında bir kalp krizi habercisi olabilen kalp şeridi görüntüsü veya
bazı kan belirteçlerinin yükselmesi durumunda acil bir şekilde anjiyoya başvu-
UZMANLAR
KONUYU TARTIŞIYOR
Sağlık sektörünün uzman isimleri hangi
koşullarda koroner anjiyografi yapılması
gerektiğini tartıştı.
PROF DR.
ERDEM
KAŞIKÇIOĞLU
İstanbul Üniversitesi
İstanbul Tıp Fakültesi
Öğretim Görevlisi
DOÇ. DR.
ALP BURAK
ÇATAKOĞLU
Liv Hospital
Girişimsel Kardiyolog
PROF. DR.
TİMUR
TİMURKAYNAK
Bayındır Hastanesi
İçerenköy Kardiyoloji
Kliniği Başkanı
PROF. DR.
ÖMER KOZAN
Türk Kardiyoloji
Derneği Başkanı
UZMAN DOKTOR
ZÜLFİKAR
DANAOĞLU
İzmir Kent Hastanesi
Kardiyoloji Kliniği
AR. GÖR.
MESUT MEHMET
ÖZDEMIR
Abant İzzet Baysal Üniv.
Tıp Fak. Kardiyoloji
Ana Bilim Dalı
HAZİRAN
ARALIK 2014
2013 D-LIFE
D-LIFE
78-81 TARTISMA.indd 81
| 79
81
5/28/14 5:07 PM
focus
rulmalı. Kronik dediğimiz durumda ise şikayetler birkaç haftadan
aylara, hatta yıllara uzanan bir süreç gösterebilir. Bu durumlarda
sırayla yapılması gereken birtakım tetkiklerde herhangi bir şüphe
ortaya çıktığında anjiyo yapılmalı. Buna karar verirken dikkat ettiğimiz en önemli unsur, hastanın göğüs ağrısının karakteri. Karar
verme sürecindeki en önemli nokta, anjiyo dışındaki hiçbir tetkikin koroner damarlarda hastalığın yüzde 100 olup olmadığını gösterememesidir. Kalp hastalığını işaret eden şikayetleri olan hastalarda
çoğunlukla son sözü anjiyo söyler.”
Gerekli ya da gereksiz anjiyo tespitinin çok zor bir iş olduğunu
söyleyen Kaşıkçıoğlu’na göre bakanlığın çıkış noktası, yapılan anjiyoların SGK bütçelerini zorlamaya başlamasından kaynaklanıyor.
Yapılmış olan anjiyolardan değerlendirilmiş olanların sorgulamasını yapmaya çalışmanın ise sorunun bilimsel taraflarıyla ciddi
tartışmalar doğuracağına inanıyor. “Her şeyden önce kalp-damar
hastalığı olduğu halde anjiyosu normal çıkan hastalara toplum taramalarında sıkla rastlanıldığı uluslararası bilimsel çalışmalarla
da ortaya konulmuştur. Hastanın başvuru sırasındaki durumunu
değerlendirmiş olan hekimin kanaatinin öncelikli olduğunu belirtmek gerekir. Sadece anjiyo dışında yapılmış olan tetkiklerle bir yargıya ulaşmanın her hasta için uygun olmadığı bilimsel gerçektir.”
GÜVENLİ BİR YÖNTEM
Liv Hospital’da görev yapan Girişimsel Kardiyolog Doç. Dr. Alp Burak Çatakoğlu, anjiyografinin dünyada 1958 yılından bu yana uygulanan güvenli bir yöntem olduğunu söylüyor. Girişimsel olan veya
olmayan her türlü testin sağlayabileceği majör faydaların yanında,
doğru hastaya doğru zamanda yapılacak bir anjiyografi işlemine
rağmen nadir görülebilecek komplikasyonların var olabileceğine
dikkat çekiyor. Tecrübeli bir girişimsel kardiyolog, modern yöntemlerle ve doğru malzemelerle bir anjiyografi işlemi uyguladığında bu
komplikasyon oranlarının sıfıra yakın olacağını da hemen ekliyor
Çatakoğlu. “Örneğin bir anjiyografi sonrası en sık görülen, hematom dediğimiz ve anjiyo girişi yerinde meydana gelen kan sızması,
morluk ve şişlik, el bileğinden ince malzemelerle yapılan bir anjiyo
girişimi sonrası sadece bin hastadan iki kişide gözlenmekte. Planlı
yapılan bir anjiyografi işlemi sonrası, bir kalp krizi veya felç geçirme, acil kalp ameliyatına alınma veya ölüm oranları günümüzde
tecrübeli kardiyologların elinde sıfır denecek kadar azdır. Diğer
yandan göz önüne alınması gereken önemli bir konu da kalp-damar
hastalıkların Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre başı çeken ölüm
nedeni olmasıdır. Bir taraftan kalp krizine veya ölüme yol açmadan
bu hastalığın teşhisi konulmalı, diğer yandan hastalığın oluşmasına
sebep olabilecek sigara, yüksek tansiyon, sağlıksız beslenme, hareketsiz yaşam, yüksek kolesterol ve şeker hastalığı gibi risk faktörleri
ile mücadele edip koruyucu tedbirler almak elzemdir.”
Sağlık Bakanlığı’nın anjiyoların gerekli olup olmadıklarının tespiti konusunda ne tür kriterler belirlediğini bilmediğini söyleyen
Çatakoğlu, “Ancak gerek Avrupa Kardiyoloji gerek Amerikan Kardiyoloji Cemiyetleri’nin koroner anjiyografinin kimlere, kim tarafından, hangi merkezlerde ve hangi şartlarda yapılması gerektiği ile
ilgili önerileri mevcuttur. Diğer taraftan, her ülke kendine ait bazı
geri ödeme ve denetleme kriterleri belirlemektedir” diyor. Şu anda
da Avrupa kıtasında en çok koroner anjiyografi yapılan ülkenin Almanya olduğunu söylüyor.
Türk Kardiyoloji Derneği’nin öncülük ettiği Tekharf çalışması verilerine göre Türkiye’de her 100 bin kişiden erkeklerde 760,
kadınlarda ise 380 kişi kalp krizi nedeniyle hayatını kaybediyor.
Türkiye’de yaklaşık 10 milyonun üzerinde hipertansiyon hastasının 3,5 milyonunun kalp-damar hastası olduğu öngörülüyor. Bu
sayıya her yıl 120 bin yeni hasta ekleniyor. Çatakoğlu, bu oranların
İngiltere veya Almanya’da görülen kalp krizi kaynaklı ölümlerin
yaklaşık 3 ila 4 katına denk geldiğini söylüyor. “Yapılan projeksiyonlarda 10 yıl içerisinde kalp-damar hastalığının toplumumuzda
katlanarak artacağına işaret ediliyor. Bu sebeplerle ve elde edilen verilerle doğru orantılı olarak koroner anjiyografi sayılarının ve anjiyografi yapan merkezlerin de sayıca artması öngörülebilir. Anjiyografi yapılan merkezlerin hem iç hem de dış denetimlere açık olması,
hatta uluslararası standartlara uyması herkesin ortak amacı olmalı.”
Bayındır Sağlık Grubu, Bayındır Hastanesi İçerenköy’de Kardiyoloji
Kliniği Başkanı Prof. Dr. Timur Timurkaynak, yapılan anjiyo sayılarında herhangi bir “patlama” olmadığını, sadece nüfusun yaşlandığını
söylüyor. Özellikle koroner anjiyografi kararı verilirken birçok
kriterin göz önüne
alınması gerektiğine
dikkat çeken Timurkaynak, “Öncelikle
hastanın şikayetinin
ANJIYODAN ÖNCE
olması önemlidir. Bu
UYGULANAN TESTLERIN
şikayet daha çok göGÜVENİLİRLİĞİ
ğüs ağrısı, nefes darlığı, bacaklarda şişme
ve çarpıntı gibi yakınmalardır. Bu şikayetleri olan hastalara EKG,
ekokardiyografi ve efor testi, miyokard sintigrafisi, bilgisayarlı koroner anjiyo gibi testler yapılır. Bu testlerin sonuçlarına göre anjiyografi kararı alınır. Ancak bu testlerin güvenilirliği maalesef yüzde
70-80’lerde kalır ve bu nedenle bir kısım hastada bu testler normal
bile olsa anjiyografi kararı hekimin ön sezilerine ve tecrübesine
göre alınabilir” diyor.
%80
EKONOMİK MALİYET YÜKSEK
Timurkaynak’a göre yapılan anjiyoların yüzde 30’undan fazlası normal çıkıyorsa, bu durumda merkez ya da hekim gereksiz işlem yapıyor demektir. Bunun yanında hiçbir test yapmadan hastaya anjiyo
yapılıyorsa bu da doğru endikasyon değildir. “Ancak unutulmaması
gerekir ki, hasta ile karşı karşıya kalan ve onun şikayetlerini dinleyen hekimdir. Kalp hastalığının kesin tanısı anjiyo ile konur. Her ne
kadar birçok test yapsanız da yüzde 100 tanı koyma olasılığı yoktur.
Bu nedenle de bakanlığın yapacağı denetimlerin ne kadar objektif
olacağı ve hangi kriterlere dayanacağı belirsizdir” diyor Timurkaynak. Ve her meslekte olduğu gibi bu meslekte de suistimaller
olabileceğine dikkat çekiyor. Tespitleri ise bir hayli düşündürücü:
“Sağlık sistemi, hekimleri performans sistemine zorladığından ne
kadar iş yaparsanız o kadar ücret alırsınız sistemi geçerlidir. Hekimler uzun yıllar ciddi şekilde yıpratılmışlardır. Bu da mesleğin saygınlığını azaltıp, hekime olan güvenin bozulmasına yol açmaktadır.
Hekim-hasta güveni zamanla örselenmiştir.”
Türkiye’de gereksiz anjiyo yapıldığını düşünüyor musunuz diye
80 | D-LIFE HAZİRAN 2014
78-81 TARTISMA.indd 82
5/28/14 5:07 PM
sorduğumuzda şu yanıtı veriyor: “Gereksiz işlemler yapılıyor olabilir ancak bunların oranının çok düşük olduğunu düşünüyorum.
Gereksiz bir işlem ciddi komplikasyonlara yol açabilir. Ekonomik
açıdan da yüksek maliyeti vardır. Kendi deneyimlerimden şunu
söyleyebilirim: Eğer hastama anjiyo ya da stent uygulaması gibi bir
işlem yapılması gerektiğini söylersem hemen arkasından şunu da
ekliyorum; ‘Lütfen benim bu kararımı inandığın iki farklı kardiyoloğa daha danış. En son kararı sen vereceksin.’ Bana da dış merkezde
anjiyo önerilmiş hastalar geliyor ikinci görüş için ve bir kısmının
hakikaten gereksiz olduğunu görüyorum. Ancak bu sadece anjiyo
için geçerli değil. Tıbbın tüm dallarındaki uygulamalar için de geçerlidir. Tıp çok sesli bir bilim dalıdır ve sadece kitaplardan öğrenilmez, tecrübe çok önemlidir.”
Timurkaynak, “Doktorun isteyeceği tetkikleri sınırlarsanız ortaya
çıkan yanlış tanı ve tedavilerin sorumluluğu kime ait olacaktır?”
diye soruyor. İşte tam da bu noktada hastaya çok büyük görev düştüğünü dile getiriyor. Hastaların istenen tetkiklerin ne için istendiği
ya da önerilen tedavinin neden önerildiği, bu tedaviyi kabul etmezse
ne gibi sonuçları olacağını doktoru ile konuşması gerekiyor. Doktor
ve hasta ilişkisi bir takım oyunu olmalı. Hasta da elini taşın altına
koymalı. “Koroner anjiyo kesin tanı için şarttır. Bugün halen altın
standart tanı yöntemidir. Eğer hastanın şikâyetleri ve tetkiklerinde
kalp damarlarında tıkanıklık bulgusu var ise, eğer hastada yüksek
risk bulguları (hipertansiyon, şeker hastalığı, kolesterol yüksekliği,
ailesinde kalp hastalığı, sigara, obezite) var ise o zaman kesin tanı
ve tedavi seçeneklerini belirlemek açısından koroner anjiyografi
gerekli olur.”
ÖNEMLİ OLAN DOKTORUN GÖRÜŞÜ
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Ana Bilim Dalı Araştırma Görevlisi Mesut Mehmet Özdemir de koroner
anjiyografinin bakanlık tarafından denetlenmesinin zor olacağı
görüşünde. Çünkü her ne kadar anjiyo uygulaması için Avrupa ve
Amerika kılavuzlarına göre belirli kriterler bulunsa da, hastanın şikayetlerini dinleyen ve muayenesini yapan kardiyoloji doktorunun
görüşü karar vermede önemli bir yer tutuyor. “Ancak yapılan koroner anjiyografi sonuçlarına bakarak, sağlıklı çıkan hasta oranlarının
fazla olması uygun olmayan işlem oranın da fazla olduğu anlamına
gelebilir” diyor Özdemir. “Bu durumda o merkezin koroner anjiyografi kararları sorgulanabilir, hatta uygulama yetkisi alınabilir ya
da belli bir süre işlem yapması engellenebilir. Avrupa ve Amerika
tedavi kılavuzlarına göre anjiyo kararı alınmasının belirli kriterler
çerçevesinde yapılması bu anlamda daha mantıklı görünmektedir.
Bu uygulama hem hastaları bazı gereksiz girişimsel uygulamalardan hem de hekimleri yasal birtakım yaptırımlardan koruyabilir.
Burada ulusal kardiyoloji derneklerinin de görüşü alınarak ülkenin
kendi şartları göz önünde bulundurulabilir. Hatta ulusal bir uygulama kılavuzu Sağlık Bakanlığı bünyesinde hayata geçirilebilir. Yine
de geçmişe yönelik gereksiz anjiyo uygulamalarının tespit edilmesi
oldukça zor görünmektedir. Bir başka pencereden bakılacak olursa,
tedavi merkezlerini ve hekimleri anjiyo kararı almaktan sakındırmak bazı hasta gruplarının tanı ve tedavi almasını geciktirebileceği
unutulmamalıdır.”
Döner sermaye kat sayısına göre devlet hastanelerindeki gelirlerin
belirlenmesi ve özel hastanelerin sayısının artması; kâr amaçlı ku-
rumlar olmasının sonucu hastalara gereksiz tıbbi işlem uygulamasını getirmiş olabileceğini de düşünüyor Özdemir. Aynı zamanda
doktorlar üzerinde tanıyı atlama korkusu da gereğinden fazla tetkik, hastaneye yatış ve tıbbi işlem miktarındaki artışı beraberinde
getirmiş olabileceğine dikkat çekiyor. Gereksiz anjiyo yapıldığını
düşündüğü hastalarla karşılaştıklarını anlatan Özdemir, “Ancak bu
durumda hekimi suçlamak yerine hastanın hekimi yanlış yönlendirmesi, şikayetlerini abartılı bir şekilde ifade etmesi de etkili olabilir. Sonuçta anjiyo kararı büyük oranda hastanın hekime verdiği
bilgilere bağlıdır ve bakanlığın hekimler üzerine olan yaptırım korkusu da vardır” diyor. Bunların dışında göğüs ağrısı ile kardiyoloji
polikliniğine gelen her hastaya kalp-damar hastalığı tespiti için koroner anjiyografi yapılmasının yüzde 100 gerekli olmadığını söylüyor.
İzmir Kent Hastanesi Kardiyoloji Kliniği Uzman Doktor Zülfikar
Danaoğlu ise anjiyonun İstanbul’da trafikte bir yerden başka bir
yere gitmek kadar riskli olmadığını söylüyor. Teknolojik gelişmelerle malzemelerin çok güvenilir olduğuna dikkat çekiyor: “Anjiyografide riski iki ana öğenin toplamı oluşturuyor. İlki işlemin riski, diğeri hastanın bedeninin durumuna bağlı risk. Şu anda bildiğim
kadarıyla anjiyo yapılan hastaların özet bilgileri ve anjiyo filmleri
başka bir hastanedeki kardiyoloji uzmanınca değerlendiriliyor ve
bu bilgiler Sağlık Bakanlığı’nca toplanıyor. Mantıklı bir yaklaşım
gibi görünüyor ancak bu konuda anlaşmazlık durumlarında bir hakem heyeti olmalı. Çünkü bazı hastalarda anjiyo görüntüsü ve hastanın kısa bilgisi yeterli olmayabilir. Yani bulgular siyah ve beyaz
gibi değil, gri diyebilirim. Anjiyoda darlık saptanan damara müdahale kararını vermek kolay olmuyor. Bu kararı kimi zaman hastanın şikayetiyle kimi zaman başka testlerle desteklemek gerekiyor.”
Anjiyoların çoğunun kamu tarafından karşılandığını ve bu yüzden
de denetlenmesi gerektiğini düşünen Danaoğlu, “Ancak hekimi cezalandırmakla denetim sağlanamaz. Bu sefer hastalara anjiyo kararı
verme eşiği yükselecek ve bu işleme gerçekten ihtiyacı olan, ancak
tanısı çok net ortaya konamayan ikilem yaşanan hastalar bu sebeple
risk altında kalacaktır” diyor.
Kamuoyunda anjiyo sayısının arttığına dair bir algı oluştuğunu
hatırlattığımız Danaoğlu, “Doğrudur. Anjiyo sayısı çok arttı ancak
bu, doktorlar istedi diye olmadı. Bu, nüfusun yaşlanması ile birlikte
daha çok özel veya resmi hastanelerin sayısının artması, anjiyo yapabilecek doktor ve laboratuvar sayısının artması ve tanı imkanlarının kolay ulaşabilir hale gelmesine bağlı” diyor. Ancak ona göre en
önemli tanı aracı hâlâ hastanın hikayesi.
3,5
MILYON
TÜRKIYE’DEKI
KALP-DAMAR HASTASI
HAZİRAN 2014 D-LIFE
78-81 TARTISMA.indd 83
| 81
5/28/14 5:07 PM
focus
Kokuna
dayanamıyorum
Nereye giderseniz gidin bir parfüm kokusu sizi takip ediyor. Bu yanınızda yürüyen
birinin kokusu da olabilir, bir mağaza ya da restoranın kokusu da. Kokular burna
hoş gelse de araştırmalar karanlık yönlerine dikkat çekiyor. PINAR DENİZER
B
irçok canlıyla kıyaslandığında zayıf kabul edilen koku duyumuz aslında o kadar da cılız değil. Binlerce farklı kokuyu
ayırabilecek güçteki koku duyumuz burun boşluğumuzda
bulunan ve beş ya da altı milyon sarımsı hücreden oluşan
iki küçük koku alıcı kesecik sayesinde çalışır. Koklamak kadar tat
almak için de en önemli organımız burnumuzdur. Çünkü dilimizdeki tat tanecikleri sadece tatlı, ekşi, acı ve tuzlu lezzetleri algılar.
Diğer bütün tatları algılamak için burun boşluğumuzdaki bu alıcılara iş düşer.
Kötü kokular, koku alma duyusu gelişmiş herkes için rahatsız
edicidir. Ancak bazen bir kişi için çok güzel olan bir koku bir başkası için rahatsız edici olabilir. Sonuçta bir parfüm mağazasına ya
da mis gibi kokan bir mum dükkanına girmek bazıları için zevkten
çok kaçınılması gereken sıkıntılı bir deneyim haline dönüşür. Bunun temel nedeni, kişilerin parfüm ya da kimyasallara gösterdiği
alerjik tepkidir. Gerçek bir parfüm alerjisinde bağışıklık sistemi bir
ya da daha fazla kokulu üründeki kimyasala tepki verir. Daha sık
rastlanılan durumda ise koku hassasiyeti yaşanır.
Parfüm pazarı gittikçe büyüse de ortaya yayılan kokulardan ra-
hatsız olan insan sayısı da artıyor ve koku hassasiyeti sorunu giderek yayılıyor. Burun boşluğundaki koku alıcılarının sayısı burnun
yapısıyla belirleniyor. Ancak kişinin yaşı ve cinsiyeti hassasiyetin
sıklığını ve seviyesini etkiliyor.
ÖKSÜRTEN SEMPTOMLAR
Araştırmalar rahatsızlık veren kokuların başında yüzde 30,5 ile
kişisel parfümlerin geldiğini gösteriyor. Alerjik reaksiyonlara yol
açarak rahatsızlık veren kokular arasında oda parfümleri, temizlik
ürünleri ve potpuriler de yer alıyor. Örneğin Danimarka’da yapılan
bir araştırma nüfusun yüzde 42’sinde parfüm gibi kokuların göz,
burun, ağız, boğaz ve ciğerlerinde tahrişe yol açtığını tespit etmiş.
Kullanılan ürünlerin karmaşık kimyasal bileşenlerden oluştuğu
düşünülünce tahrişe ya da alerjiye neden olan kokuyu tanımlamak
zorlaşıyor. Çünkü üreticilerin kullandıkları esansları gizleme hakkı var. İçindekiler kısmına baksanız da göreceğiniz tek şey parfüm
ya da esans yazısı olacak.
Üç binden fazla farklı koku üzerinde yapılan bir araştırma tek bir
üründeki koku için bile 50 ila 300 farklı kimyasal kullanıldığını
82 | D-LIFE HAZİRAN 2014
82-83 KOKU.indd 78
5/28/14 5:07 PM
ortaya koyuyor. Washington Üniversitesi araştırmacılarından Dr. Anne Steinemann’ın 2010 tarihli araştırmasında 133 VOC’u, yani ortama salınan tehlikeli uçucu organik bileşeni inceledi. Bunlardan 24’ü zehirli ya
da tehlikeli hava kirletici olarak tespit edildi. Hatta bir
kısmının kanserojen olduğu belirtildi. Toluen, benzen,
aseton, çam kokuları alfa ya da beta pinen ve kokulara
kalıcılığını veren etanol gibi maddelerin tahriş edici,
alerjen oldukları ortaya kondu.
ASTIM TETİKLEYİCİ
Koku hassasiyetini bu kadar karmaşık kılan şey herkesin kokulara farklı tepki vermesi. Yani sizi rahatsız
eden bir koku başkasına oldukça güzel gelebiliyor.
Buna karşın koku hassasiyetinde ortaya çıkan semptomlar ortak: Baş ağrısı, bulantı, deride kaşıntı, yanma
ya da kızarıklık gibi tahrişin yanı sıra gözlerde yanma,
batma ve sulanma, hapşırma, burun akıntısı ve tıkanıklığı, daha ağır vakalarda ise solunum güçlüğü gibi…
Alerjik yapıya sahip kişilerde ise boğazda tahriş ya da
bulantı gibi hafif tepkilerin yanı sıra migren, anksiyete
veya depresyon gibi ağır rahatsızlıklara da yol açabiliyor.
Şu anda parfüme aşırı duyarlılığa karşı semptom giderici tedavi haricinde bir şey uygulanamıyor. Hassasiyetin de ötesinde astım, alerji gibi hastalıkları olanlar
parfümlerin verebileceği ağır hasardan korunmak için
kapalı mekanlardan uzak durmak zorunda kalabiliyor.
Daha da kötüsü yapılan araştırmalar parfüme daha
fazla maruz kaldıkça hassasiyetin de artış gösterdiğini ya da yetişkinlikte ortaya çıkan astıma yol açtığını
gösteriyor.
Koku hassasiyeti için bireysel önlemler haricinde atılabilecek en önemli adım insanların bilinçlendirilmesi
ve kokulu ürünleri daha az tercih etmeye özendirilmesi. Ayrıca uzmanlar ev temizliği, çamaşır ya da kişisel
bakım için kokusuz alternatifler üzerinde çalışıyor.
Yine de hassasiyetiniz için kendi önlemlerinizi alabilirsiniz. Öncelikle alerji ya da hassasiyetinizi tetikleyen kokuların farkında olmak az da olsa hayatınızı
kolaylaştırabilir. Çevrenizdekilere kokuya bağlı alerji
ya da hassasiyetten yakındığınızı söyleyin.
PARFÜMSÜZ TEMİZLİK
Parfüm, kolonya, deodorant gibi kokulu bakım ürünleri kullanmayın. Ayrıca kullandığınız temizlik malzemelerinin mümkün olduğunca kokusuz olanlarını tercih edin. Başta tuvaletler olmak üzere ortak kullanım
alanlarında oda kokularından kaçının. Ofiste çalıştığınız ortamda koku problemi yaşanıyorsa çalışma alanınızın değiştirilmesini isteyin. İmkanınız varsa yaşam
alanlarınızda gaz ya da karbon filtreli hava temizleyici,
yoksa küçük bir fan kullanmayı deneyin.
Kokulardan kaçamayacağınız durumlar için mutlaka bir doktora danışın ve gerekirse yanınızda alerji, bulantı giderici, ağrı kesici ya da semptom giderici ilaçlar
bulundurun. Lavanta, okaliptüs, biberiye gibi bazı doğal kokular solunum sistemini rahatlatıcı özelliklere
sahiptir. Bu kokuları ayrı ayrı test edin ve size dokunup
dokunmadığından emin olun. Daha sonra bu kokuları solunumunuzu rahatlatmak için kullanabilirsiniz.
Gün içinde bolca su için ve dengeli beslenin. Vücudunuzun sağlıklı olması bağışıklık sisteminizi güçlendirerek solunum yollarınıza destek olur.
Parfüm gibi kokulu ürünler kullanırken koku yorgunluğu ortaya çıkar ve bir süre sonra parfümünüzün
fazla olup olmadığını anlamanız imkansızlaşır. Bundan emin olmak için bir kol boyu ötede duran birine
kokunuzu alıp almadığını sorabilirsiniz. Ayrıca sınıf,
ofis gibi kalabalık alanlarda sık zaman geçiriyorsanız
kendinizi ve çevrenizi rahatsız etmemek için daha az
parfüm kullanabilirsiniz.
Tehlikenin kokusu
ASETON Parfüm, kolonya, bulaşık deterjanı, tırnak
cilası çıkarıcı n Ağız ve boğaz kuruluğu, baş dönmesi,
mide bulantısı, koordinasyon yitimi, uyuşukluk,
konuşma bozukluğu
ALFA TERPİNOL Parfüm, kolonya, sabun, saç
spreyi, tıraş sonrası kokusu, deodorant, çamaşır
deterjanı, beyazlatıcısı ve yumuşatıcısı, oda parfümü n Gözlerde ve deride tahriş, mide bulantısı
BENZALDEHİT Parfüm, kolonya, saç spreyi,
çamaşır beyazlatıcı, deodorant, tıraş kremi, şampuan,
kalıp sabun, bulaşık deterjanı. n Boğazda, gözlerde,
ciltte ve ciğerlerde tahriş, baş dönmesi, sersemlik,
dermatit
ETANOL Parfüm, saç spreyi, şampuan, tıraş kremi,
sabun, tırnak cilası çıkarıcı, çamaşır yumuşatıcı, bulaşık
makinesi ve çamaşır deterjanı, oda kokusu. n Gözlerde
ve ciltte tahriş, mide bulantısı, baş ağrısı ve dönmesi
LİMONEN Kalıp sabun, tıraş kremi, deodorant,
tırnak cilası çıkarıcı, çamaşır yumuşatıcı ve beyazlatıcı,
dezenfektan spreyler, oda kokusu, bulaşık deterjanı
n Gözler, cilt, burun, boğazda ve solunum yollarında
tahriş, kusma ve baş ağrısı
HAZİRAN 2014 D-LIFE
82-83 KOKU.indd 79
| 83
5/28/14 5:07 PM
focus
Sağlıklı yardımcılar
Doğru beslenmek için sadece tüketeceğiniz
besinlerin sağlıklı olması yetmez. Hazırladığınız
yiyecek ya da içecekler için kullandığınız aletler
de aynı oranda önemli. PINAR DENİZER
Buharlı pişirici
Özellikle üç katlı buharlı pişiriciler mutfakta hayatı kolaylaştırıyor. Aynı anda bir
katta proteinleri, bir katta tam tahıllarınızı, diğer katta ise sebzelerinizi haşlayabiliyorsunuz. Birçoğu zamanlı olan bu alet sayesinde yemeğin pişip pişmediğini sürekli
kontrol etmenize de gerek yok.
Buharlı pişirme için bir başka alternatif de Uzakdoğu mutfağının vazgeçilmezi olan
bambu sepetler. Yağ içermeyen, besinlerin vitamin ve minerallerinin içinde kalmasını sağlayan bambu sepetler aynı zamanda buharlı pişiricilere göre daha ekonomik.
84 | D-LIFE HAZİRAN 2014
84-85 MUTFAK ALETLERİ.indd 78
5/28/14 5:07 PM
El blender'ı
Taneli çorba sevmeyenler için
ideal bir çorba karıştırıcısı olan
el blender'ı, ayrıca sos ve içecek
hazırlamak için de mutfağın olmazsa olmazları arasında. İnce
ve uzun yapısı sayesinde her türlü kap içerisinde kullanabileceğiniz bu ürünle pürüzsüz içecekler elde edebiliyorsunuz. Ancak
mümkünse metal blender tercih
etmekte ya da kullandığınız plastik blender'ın BPA içermediğinden
emin olmakta fayda var.
Smoothie
blender'ı
Meyve ve sebze sularıyla
yapılan içecekler vücutta
biriken zararlı maddelerin atılmasını hızlandırıyor, zayıflamaya ve
zinde kalmaya yardımcı oluyor. Bol
çeşitli ve lezzetli içecekleri hazırlamanın yolu da smoothie yapan blender'lardan geçiyor. Badem gibi sert yemişlerden buz, meyve, sebze ya da yoğurda kadar her türlü malzemeyi atıp
karıştırmanız yeterli. Tabii bütün bu
karışımları güçlü bir motora sahip,
standart bir blender'la da yapabilirsiniz. Ancak smoothie blender'larının
en büyük avantajı servis yapmayı kolaylaştıran bir musluğunun olması.
Çim suyu
sıkacağı
Özellikle sabah aç karnına içildiğinde bağışıklık sistemini
güçlendiren çim suyu 1,5 kg’lık
yeşilliğin sağladığı mineral, vitamin ve proteini barındırıyor.
Doğadaki 102 mineralin 92’sine
sahip olan ve vücudu toksinlerden arındıran bu içeceği evde yapmak için bir çim suyu sıkacağına
ihtiyaç var. Kendi yetiştirdiğiniz
buğday çimlerini sıkmak için elle
ya da elektrikle çalışan bir sıkacak
tercih edebilirsiniz. Manuel sıkacakların dezavantajı, sadece bu iş için
kullanılabilmesi. Hem çim hem de
farklı sebze ve meyvelerin suyunu
sıkmak istiyorsanız elektrikli aletlerden birini tercih etmeniz gerek.
Su iyonizatörü
Alkali su yüksek oranda oksijen
içerir. Yağ yakımını hızlandırırken
tokluk hissi verir ve vücudun asidik
yapısını nötrler. Piyasada satılan suların pH oranı 6,3 ila 8,3 arasındadır.
Oysa uzmanlara göre ideal pH 9,5’tur.
Her daim elinizin altında pH derecesi yüksek alkali su bulundurmak
istiyorsanız bir su iyonizatörü edinmenizde fayda var. Tezgah üstünden
kullanılan pratik ürünlerden tezgah
Espace Privé Chenot
D-Life Istanbul’da bulabilirsiniz.
altına monte edilen profesyonel modellere kadar farklı seçenekleri bulunan su arıtıcılarını kullanabilirsiniz.
Tercih ettiğiniz ürünün yüksek kaliteli titanyum ya da platin plakalı
olmasına dikkat edebilirsiniz. Ayrıca kendi kendini temizleyebilen
ürünlerin daha pratik olduğunu da
unutmayın.
Sebze ve meyve
kurutucu
Besinlerdeki fazla suyu kurutarak
sevdiğiniz sebze ve meyveleri mevsimi haricinde de sağlıkla tüketebilirsiniz. Bunun için fırınınızın yanı sıra
termostatik kurutucu da kullanabilirsiniz. Sebze ve meyve kurutucu tercih ederken mutlaka termostatlı ve
fanlı olmasına dikkat edin. Aksi halde istediğiniz performansı elde edemeyebilirsiniz. Ayrıca çok tepsili bir
kurutucu alırsanız aynı anda birkaç
farklı besini birlikte kurutabilirsiniz.
Yavaş meyve
suyu sıkacağı
Santrifüjle çalışan meyve suyu sıkacaklarında meyvelerin posası atılır.
Bu nedenle içeceklerin yararlı kısmı tüketilmemiş olur. Yavaş sıkma
sisteminde besinlerin suyu yavaşça
preslenerek çıkarılır. Bu meyve sıkacaklarıyla ede edilen sularda besin
kaybı en aza iner ve içeceğin dayanma
süresi uzar.
HAZİRAN 2014 D-LIFE
84-85 MUTFAK ALETLERİ.indd 79
| 85
5/28/14 5:08 PM
KURUMSAL
İDARİ
EĞİTMEN
Kalp gücü
Kardiyovasküler egzersizlerde kalbin çalışmasını belli oranda hızlandırıp kapasitesini
artırmanız gerekir. Ancak unutulmaması gereken en önemli husus,
sağlık hikayenizdir. GÖKHAN BİLGİÇ / D-GYM
BESLENME
SPA
BEYAZ
ZEMİNDE SB
KULLANIMI
ler sistemimizi kuvvetlendirir. Bu sayede daha yüksek eforda egzersiz
yapabiliriz ve dolayısıyla daha fazla enerji sarf ederiz.
Her egzersiz çeşidinde olduğu gibi, kardiyovasküler egzersizlerde de
önemsediğimiz bazı kural ve kaideler vardır. Yaptığınız her fiziksel aktivite veya kalp hızınızdaki artış verimli bir kardiyovasküler egzersiz
anlamına gelmeyebilir. Bir ev kadınının evde geçirdiği zamanda bile
kalp çalışmakta fakat zorlanmamaktadır. Kardiyovasküler egzersizlerde kalbin çalışmasını belli oranda hızlandırıp kapasitesini artırmasını
sağlamalıyız. Bu konuda ihmal edilmemesi gereken bir husus da sağlık
hikayemizdir.
NABIZ DOĞRU BELİRLENMELİ
C
anlıların yaşaması için olmazsa olmaz en önemli organlarından biri olan kalbimiz, dakikada ortalama 70 ila 90 kez kasılıp
gevşeyerek vücudumuzda yaklaşık 5,5 litre kanı gezdiren bir
pompa gibi görev yapar. Vücudumuzda bulunan kilometrelerce uzunluktaki damar ağı bu organımıza bağlıdır. Bu damarlarla
taşınan kanın hücrelere ulaşması kalbimizin kuvvetli ve sağlıklı olmasıyla gerçekleşir. Kalbimizin ve damarlarımızın içinde bulunduğu kardiyovasküler sistemimizin sorunsuz çalışabilmesi için kardiyovasküler
egzersizler yapmamız şarttır. Bu egzersizler sonucunda gündelik yaşantımızdaki fiziksel aktivitelerimiz de olumlu yönde etkilenir ve yaşam
kalitemiz artar.
Kardiyovasküler egzersizlerde kalbin dakikadaki kasılma sayısında
artış gözlenir. Bunun nedeni aktivitede kullandığımız büyük kas grupları olan bacaklardır. Tüm bu işlemleri tamamlamak için kalbimiz daha
verimli çalışmak zorundadır. Bunun yanı sıra bacak kaslarımızın yarattığı basınçlı kan akışı, kalbimizin uzun vadede daha fazla kan pompalamasını sağlar. Bu çalışma kalbimizi ve içinde bulunduğu kardiyovasküKARDİYOVASKÜLER ANTRENMAN TABLOSU
Yaş
Antrenman Şiddeti % 60 Antrenman Şiddeti % 80
20 – 29
115 – 120
153 – 160
30 – 39
109 – 114
145 – 152
40 – 49
103 – 108
137 – 144
50 – 59
97 – 102
129 – 136
60 – 69
91 – 96
121 – 128
Bir kardiyovasküler egzersizin en önemli noktaları frekans, süre ve nabızdır. Frekans kişinin sosyal ve iş yaşantısına, antrenman programına
ve hedeflerine göre belirlenir. Antrenman süresini kişilerin yakıt düzeylerine göre belirlemeliyiz. Antrenmana yeterli glikojen depolamadan gelen bir kişiye 60 dakika %75 şiddetle bir antrenman yaptırırsak
bu kişiye faydadan çok zarar vermiş oluruz. En önemli noktalardan
biri olan nabzın belirlenmesi ise bizim kardiyovasküler antrenmanımızın şiddetini belirlememizi sağlar. Ancak bu noktada bizi frenleyen
ve dikkat etmemizi zorunlu kılan kurallar olabilir. Egzersiz uzmanları
kardiyovasküler antrenmanlarda şiddet belirlerken, kişinin risk faktörlerini (sedanter hayat, aile hikayesinde kalp krizi, sigara kullanımı, kan
basıncında artış, kan yağlarında artış, açlık kan şekerinde artış, obezite)
değerlendirerek karar verirler. Bu risk faktörlerinin bir ya da birkaçının
mevcudiyeti kişinin düşük, orta veya yüksek riskli olarak sınıflandırılıp, kardiyovasküler egzersiz süre ve şiddetlerinin belirlenmesini sağlar.
Sağlığınızla ilgili bu genel durumu egzersizle ilişkilendirip bir egzersiz
reçetesi hazırlaması için egzersiz uzmanlarından yardım almalısınız. Bu
imkanınız yoksa, aşağıdaki tabloda verilen ortalama nabız değerlerine
uyarak minimum risk ile kardiyovasküler antrenmanlarınızı gerçekleştirebilirsiniz.
Bazı durumlarda kişilerin sağlık durumları egzersiz yapma konusunda biz egzersiz uzmanlarını çıkmaza sürükleyebilir. Böyle durumlar
olduğu takdirde bizler de spor hekimlerinden destek alırız. Yukarıda
saydığımız risk faktörleri sizlerde mevcut ise egzersiz programları hazırlanmadan önce sağlık durumunuz bir hekim tarafından kontrol edilip
onay alınmalıdır. Bisiklete binmek, yürümek veya koşmak her ne kadar kolay egzersizler gibi görünse de, bu bahsettiğimiz noktalara dikkat
edilmezse olumsuz sonuçlar doğuran aktiviteler haline dönüşebilir.
Kardiyovasküler egzersizlerin bütünün bir parçası olduğu unutulmamalıdır. Sadece bu boyutla devam edilirse tek yönlü egzersiz yapılmış
olunur. Bütünün diğer parçaları olan kassal egzersizler ve esneklik egzersizleri de programa bir uzman yardımı ile alınmalıdır.
D-GYM: 0212 346 35 45 / 346 30 46 - www.dgym.com.tr
86 | D-LIFE HAZİRAN 2014
86 DGYM.indd 84
5/28/14 5:08 PM
porsche design
Porsche Design Istanbul
Akasya AVM, Tel. 0216 290 38 58 | Maçka, Tel. 0212 224 90 90
www.porsche-design.com
PD_AZ_Turkey_SS14_GroupMagazineTurkey_205x265mm_4c_RZ_v1.indd 1
14.04.14 16:04
B O U T I Q U E I S TA N B U L
IstinyePark AVM • Tel: 0090 212 3455665
Hublot_DLifeMag_PopYGR_205x265.indd 1
11.04.14 09:30
Download