T.C. SAĞLIK BAKANLIĞI Prof. Dr. SİYAMİ ERSEK GÖĞÜS KALP VE

advertisement
T.C.
SAĞLIK BAKANLIĞI
Prof. Dr. SİYAMİ ERSEK
GÖĞÜS KALP VE DAMAR CERRAHİSİ
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
BAŞHEKİM: PROF.DR.İBRAHİM YEKELER
KLİNİK ŞEFİ: PROF.DR.İBRAHİM YEKELER
PERİFERİK DAMAR CERRAHİSİ UYGULAMALARI SIRASINDA
GÖRÜLEN SENTETİK GREFT ENFEKSİYONLARI VE ETKİ EDEN
FAKTÖRLER NELERDİR?
(UZMANLIK TEZİ)
DR.ABDULLAH ÇELİK
HAZİRAN 2007
TEŞEKKÜR
Asistanlık eğitimim süresince kaliteli bir şekilde yetişmem için yakın ilgi ve desteğini
hiçbir zaman esirgemeyen, bilgi ve tecrübelerini bizlere aktarmak için fazlasıyla çaba ve
hoşgörü sarfeden, mesleki, etik ve insani değerlerini her zaman örnek alacağım, şefim ve
hastanemiz başhekimi Prof. Dr. İbrahim Yekeler’e,
Bilgi ve deneyimlerini büyük bir hoşgörüyle bizlere aktaran klinik şef yardımcımız
Dr. Atilla Kanca’ya,
Bizlerin yetişmesinde büyük emeği olan cerrahi direktörüm Doç. Dr. E.Ergin Eren’e,
Mesleki ve bilimsel alanda bilgi ve tecrübelerini bana aktaran cerrahi şeflerim Doç. Dr.
Azmi Özler, Doç. Dr. Sabri Dağsalı, Doç. Dr. Murat Demirtaş, Doç. Dr. Fuat Bilgen, Dr.
Serap Aykut Aka, Prof. Dr. Sertaç Çiçek, Prof. Dr. M.Salih Bilal, Dr. Ilgaz Doğusoy, Prof.
Dr. Zuhal Aykaç, Dr. Sevim Canik’e; şef muavinlerim Dr. Remzi Tosun, Dr. Murat Akçar,
Doç. Dr. Hakan Gerçekoğlu, Dr. Fikri Yapıcı, Dr. Tamer Okay, Dr. Vedat Özkul, Dr. Nihan
Yapıcı, Dr. Türkan Çoruh’a; kardiyoloji bölümündeki tüm şef ve şef yardımcılarıma,
Başasistanım ve ağabeyim olarak asistanlığım süresince her konuda desteğini
gördüğüm Dr. İlyas Kayacıoğluna,
Özellikle başta vasküler cerrahi olmak üzere cerrahi alanında kendisinden çok şeyler
öğrendiğim başasistanım ve tez danışmanım Dr. A.Kemal Tuygun’a,
Birlikte çalışmak fırsatı bulduğum uzmanlarım Dr. Mustafa İdiz, Dr. Mehmet Ateş, Dr.
Yavuz Şensöz, Dr. Cüneyt Konuralp, Dr. Ünsal Vural, Dr. A.Yavuz Balcı, Dr. Gerçek
Çamur’a; birikimlerinden faydalandığım tüm başasistan ve uzmanlarıma,
Beraber çalıştığımız asistan arkadaşlarım Dr. Hüseyin Şaşkın, Dr. Mine Tavlı, Dr.
Mustafa Keser, Dr. İbrahim Özdomaniç, Dr. Pınar Alkan, Dr. Uğur Kısa, Dr. Aslı Gözüaçık,
Dr. Rezan Aksoy’a ve diğer asistan arkadaşlarıma,
Hastanemizin her biriminde çalışan değerli hemşirelerine, tüm personel ve
görevlilerine,
Üzerimde sonsuz hak ve emekleri olan Anne ve Babama,
Teşekkür ederim.
Dr.Abdullah Çelik
Haziran 2007 / İstanbul
2
İÇİNDEKİLER
SAYFA
GİRİŞ VE AMAÇ
4
GENEL BİLGİLER
7
EKSTRA-ANATOMİK BAYPASLAR
14
PROSTETİK GREFTLER
23
YARA KOMPLİKASYONLARI
27
VASKÜLER GREFT ENFEKSİYONLARI
28
AORTİK GREFT ENFEKSİYONLARI
37
MATERYAL VE METOD
41
İSTATİKSEL DEĞERLENDİRMELER
43
BULGULAR
44
TARTIŞMA
53
KAYNAKLAR
59
3
GİRİŞ VE AMAÇ
Vasküler cerrahi 1940’lı yılların sonlarından itibaren hızlı bir gelişme dönemine girmiş
ve bu dönemden yüzyılın sonuna kadar en popüler çağını yaşamaya başlamıştır. Vasküler
cerrahinin önde gelen isimlerinden ‘Henry Haimovici’ bu döneme vasküler cerrahinin ‘altın
çağı’ ismini vermiş, bu gelişim dönemini konvansiyonel vasküler cerrahi prosedürleri ve
endovasküler revaskülarizasyon teknikleri olarak iki ana başlık altında sınıflandırmıştır (1).
Konvansiyonel vasküler cerrahi 1785’de John Hunter’in anevrizmayı proksimalden ligate
etmesi ile başlamıştır (1,2). Daha sonra 19. yüzyılın sonlarına doğru Dörfler’in ve 1901-1910
yılları arasında Alexis Carrel’in vasküler anastomozlar ve sütür teknikleri üzerinde yaptığı
deneysel çalışmalar vasküler cerrahideki gelişimi hızlandırmıştır (3). Vasküler cerrahide greft
kullanımı ilk defa 1913’de Pringle’in 2 hastaya ven grefti kullandığını rapor etmesi ile
başlamıştır.
Anevrizma veya stenotik aterosklerotik hastalıkların baypas prosedürü ile tedavisinde
kullanılan prostetik vasküler greftlerin kullanımı ilk defa 1952’de Voorhees ve arkadaşları (4)
tarafından rapor edilmiştir. Edwards ve DeBakey teflon ve dakronu bulmuşlardır ve 1957' den
itibaren yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır (5). 1972 yılında Politetrafloroetilen’nin
(PTFE) bulunmasından sonra femoropopliteal baypas için en uygun sentetik greft olduğu
görülmüştür. 1980'li yıllarda da aortoiliak tıkanıklıklarda dakron grefte iyi bir alternatif olarak
kullanılmaya başlanmıştır. Günümüzde hem dakron hem de PTFE gibi sentetik greftler
vasküler cerrahide son derece yaygın olarak kullanım alanı bulmuş materyallerdir. Greft
üretim teknolojisindeki gelişmeler neticesinde komplikasyonlar hızla azalmakla birlikte,
henüz ideal vasküler proteze ulaşılmış değildir (12).
Sentetik greft kullanımının bu denli artışı, dolaylı olarak sentetik greftlere bağlı greft
oklüzyonu ve greft enfeksiyonu gibi komplikasyonlarında insidansını artırmıştır (6). Bu
komplikasyonlar arasında prostetik greft ameliyatları sonrası görülen enfeksiyon, mortalite ve
morbidite açısından önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Greft enfeksiyonu
gelişmesinde DM, obesite ve hastaların sosyo-kültürel düzeyleri gibi preoperatif faktörler;
ameliyat tekniği, greftin cinsi, uygulama lokalizasyonu ve hijyenik koşullar gibi peroperatif
faktörler; postoperatif yoğun bakım ve hastanede kalış süresi gibi postoperatif faktörlerin rol
4
oynadığı bilinmektedir (8). Ancak enfeksiyonların oluşmasındaki en önemli faktör yara yeri
kontaminasyonudur (9).
Prostetik greft enfeksiyonu vasküler cerrahın karşılaştığı en korkulan
komplikasyonlar arasındadır, sıklıkla uzun süre hastanede yatmaya, çok sayıda operasyonlara
ve greftin çıkarılmasına neden olmaktadır. Bu durum organ yetmezliği, ampütasyon ve ölüme
de yol açabilmektedir. Bugüne kadar yapılan
enfeksiyonu insidansı,
çalışmalarda bildirilen prostetik greft
%2.1-%6 arasında değişmektedir (Tablo 1). Hastalar genellikle
ağrının devam etmesi, ateş, titreme, yara yeri akıntısı semptomlarıyla kliniğe başvururlar.
Tanı hastanın klinik bulguları yanısıra Doppler Ultrasonografi (DUS), Bilgisayarlı Tomografi
(BT), anjiografi, yara yeri ve kan kültürleri gibi yöntemlerle konulmaktadır. Birçok çalışmada
enfeksiyonun tanısında bilgisayarlı tomografinin sensivite ve spesivitesi incelenmiş ve bu tanı
yönteminin klinikte kullanımı rutin hale gelmiştir. Bu yöntem özellikle ameliyat sonrası ilk
12 haftada oluşan enfeksiyon ile retroperitonal hematomun ayırıcı tanısında önemlidir (11,24).
Tablo 1.Vasküler Greft Enfeksiyonları İnsidansı*
Çalışma
Olgu sayısı
Enfeksiyon sayısı
Hoffert et al., 1965 (1)
201
12 (6.0)
Lindenauer et al., 1967 (2)
890
12 (1.3)
Conn et al., 1970 (3)
435
22 (5.1)
3,397
40 (1.2)
Goldstone and Moore, 1974 (5)
566
27 (4.8)
Jameison et al., 1975 (6)
664
Liekweg and Greenfield, 1976 (7)
859
22 (2.6)
Yasher et al., 1978 (8)
590
32 (5.4)
Edwards et al., 1987 (9
2,614
24 (0.92)
322
11 (3.4)
10.538
217 (2.1)
Szilagyi et al., 1972 (4)
Fletcher et al., 1991 (10)
Total
15 (2.3)
* Jonathan BT, Larry HH. Complications in Vascular Surgery, Second Edition 16-305.
Prostetik greft enfeksiyonu tedavisi halen vasküler cerrahide önemli bir sorundur.
Extremite koruyucu girişimler son derece etkili ve hayat kurtarıcı olmalarına rağmen son
yıllarda artış gösteren prostetik greft enfeksiyonları yeni medikal ve cerrahi tedavi
metodlarının ve spektrumu genişleyen antibiyotik kullanımının artışına yol açmıştır. Çeşitli
cerrahi metodlar önerilmiş ve uygulanmış olmasına rağmen ideal revaskülarizasyon metodu
5
için halen bir fikir birliği yoktur (10). Tüm enfekte dokuların uzaklaştırılması, uygun
abtibiyoterapi ve ekstra-anatomik baypas ya da insitu rekonstrüksiyon teknikleri ile
revaskülarizasyon önerilmektedir (7).
Bu retrospektif çalışmadaki amacımız, vasküler cerrahinin en ciddi
komplikasyonlarından biri olan
prostetik greft enfeksiyonlarının altta yatan nedenlerini
belirlemek, postoperatif prostetik greft enfeksiyonu gelişimine etki eden risk faktörlerini
ortaya koymak, postoperatif dönemde greft oklüzyonunda rol oynayıp oynamadığını tespit
etmek, vasküler greft enfeksiyonunun greft cinsi, uygulama yeri, etken ve sosyokültürel yapı
ile olan ilişkisini araştırmak, antibiyotik profilaksisinin etkili olup olmayacağını göstermek
için yapıldı.
6
GENEL BİLGİLER
Periferik arter hastalığı
Periferik arter hastalığı (PAH) sık görülen, genellikle etiyolojisinde ateroskleroz olan,
yüksek prevalansı ve morbiditesi olan bir hastalıktır (13). Ateroskleroz koroner ve baş-boyun
gibi damarları etkilemesine rağmen PAH tanımı sıklıkla alt ekstremite arterlerinin
aterosklerotik hastalığı olarak kullanılmaktadır (14). Diğer bir deyimle PAH sıklıkla alt
eksremite arteryel dolaşım bozukluğunu tanımlayan ve ateroskleroz ile yakından ilgili olan bir
klinik tablodur.
PAH, distal aorta ve iliyak arterlerin tıkayıcı hastalığı, femoral arter, popliteal arter ya
da daha distal arterlerin oklüzyonu/daralması ve dolaşımın kısıtlanması, kladikasyo
intermitant ile başlayan ve daha sonra ekstremite amputasyonuna kadar gidebilen, hasta ve
hekim açısından oldukça zahmetli olduğu kadar, tedavi maliyetleri açısından da pahalı bir
hastalıktır.
PAH
toplumda
yaşlı
erkeklerde
ve
kadınlarda
%
20-30
sıklığında
görülebilmektedir (12). Tanı için sadece anamnez ve fizik muayene pek çok hasta için
yeterince güvenilir değildir. Bununla birlikte ayak bileği – kol basınç indeksi (ABI)
hesaplamalarıyla noninvazif olarak kolayca ve güvenilir biçimde tanı konur. PARTNERS
(PAD Awareness, Risk, Treatment: New Resources for Survival) çalışmasında PAH’nın ayak
bileği – kol basınç indeksi ölçümü yöntemiyle kolayca saptanabileceği ve bir tarama testi
olarak Doppler USG’ye göre ucuzluğu nedeniyle avantajlı oduğu bildirilmiştir (15,25,26).
Ayrıca hem hastaların hem de hekimlerin büyük bir oranının hastalığın farkında
olmayabileceği anlaşılmıştır. Diyabetik ve sigara tiryakisi olanların PAH için yüksek risk
taşıdığı bildirilmektedir (22). Yapılan başka bir çalışmada ise ileri yaşın, sigaranın, bedensel
inaktivitenin ve diabetes mellitusun risk faktörleri olduğu gösterilmiştir (16). Özellikle günde
25 ya da daha fazla sigara içmenin riski çok artırdığı ve kent yaşamının bu hastalığın ortaya
çıkışını tetiklediği bildirilmektedir (16). Risk faktörlerinin varlığı ve yaşam süresinin uzaması
doğal olarak PAH ile karşılaşılma sıklığını da artırmaktadır. Eskiden inanılanın aksine artık
PAH’nın prevalansı kadınlarla erkeklerde eşitlenmiştir. Ancak bu hastalık kadınlarda daha az
semptomatik olmaktadır. Tıptaki ilerlemeler ve yükselen yaşam kalitesine bağlı olarak yaşam
süreleri uzamakta ve toplumdaki yaşlı birey sayısı artmaktadır. Bununla ilgili olarak PAH
tanısı alan hasta sayısının da artacağı açıktır. Bunun dışında nüfus artışıyla doğru orantılı
7
olarak, oran değişmese bile PAH olan hasta sayısının artması beklenen bir durumdur. Son 73
yılda Türkiye’nin nüfusu yaklaşık beş kat artış göstererek 2000 yılında 67.803.927’ye
yükselmiştir. Ancak Türkiye’nin genç bir nüfusa sahip olması yakın dönemde ani bir artış
ihtimalini ortadan kaldırmaktadır. Sigara içme alışkanlığı gelişmiş ülkelerde azalırken bizim
gibi gelişmekte olan ülkelerde sigara tüketimi her yıl artış göstermektedir (17).
Ülkemizde sigaraya başlama yaşı 10-11 yaş düzeylerine indiğinden, sigara kullanımı
1988 yılında % 43,6 (PİAR) iken, bu oran 1997 yılında % 50 (OECD sağlık raporu 1999)
düzeyine ulaşmıştır (18). Bu durum ileriki on yıllarda PAH ile daha sık olarak
karşılaşılacağının bir göstergesidir. Sigara kullanımının azaltılması için alınacak tedbirlerin
yanı sıra sigara tiryakilerinin günlük içtiği sigara miktarının azaltılması da etkin bir yöntem
olarak görülmektedir. Bu nedenle sigara içilen alanların kısıtlanması etkili bir çözüm olabilir.
Toplumumuzda diyabet sıklığı şişmanlıkla paralel olarak artmaktadır (19,23). Diyabetik
hastalar PAH için potansiyel adaydırlar. Buna ek olarak sigara kullanımı da varsa risk çok
yükselmektedir. Özellikle diyabetli hastaların sigara kullanımının azaltılması PAH
prevalansını düşürecektir. Son olarak PAH’nın gelecek 10 yıllık prevalansını belirleyecek
olan etkenler yaşlı nüfus oranı, şehirlerde yaşayan nüfus oranının artması, genel olarak nüfus
artışı, diyabetli hasta sayısı ve sigara tiryakiliğidir. Bu etmenlerden kontrol edilmesi en kolay
olanı, sigara kullanımının azaltılması olarak görünmektedir (24). PAH’nın tedavisinde
konservatif, girişimsel radyoloji ve cerrahi tedavi yötemleri uygulanmaktadır. Cerrahi
tedavide kullanılan kondüitlerle ilgili araştırmalar devam etmesine karşın, günümüzde
kullanılan greftlerin dayanıklı alternatifler olduğu ispatlanmıştır ve periferal sirkülasyonda
hem anevrizmal hem de oklüziv hastalığın tedavisi için uygun, yeterli açıklıkları vardır
(20,21). Bunların kullanımı, aksi halde yaşamlarını ya da ekstremite kaybedecek olan çok
sayıda hastada başarılı revaskülarizasyon
sağlamıştır (27-32). Bu bölümde PAH’nın
etyolojisi, patofizyolojisi ve risk faktörleri gibi özellikleri ele alınmaktadır.
Etyoloji
Aterosklerozis
Buerger Hastalığı
Arteritler (Takayasu arteriti, giant cell)
Konnektif doku hastalıkları
Anevrizmalar
8
Risk faktörleri
Sigara
Hiperlipidemi
Hipertansiyon
ENDOTEL
Diabet/bozuk glukoz toleransı
FONKSİYON
Genetik
BOZUKLUĞU
Obezite
Hiperhomosisteinemi
Rheolojik değişiklikler
PAH’nın Klinik Sınıflaması (Fontaine Ratschkow Evrelemesi)
Evre 1: Asemptomatik
Evre 2: Kladikasyo İntermittent (kesik kesik topallama)
2a: Yürüme mesafesi>200m
2b: Yürüme mesafesi<200m
Evre 3: İstirahat Ağrısı
Evre 4: Nekroz/Gangren
4a: İstirahat Ağrısı(+)
4b: İstirahat Ağrısı(-)
Tablo 2. PAH’nın Prevalansı.
Asemptomatik Periferik Arter Hastalıkları
- Asemptomatik ABI* <0,9
> 55 yaş %15
Kladikasyo intermittent
> 55 yaş %5
> 85 yaş %24
Kritik İskemi
- 2 hafta süren ve analjezik gerektiren istirahat ağrısı,
- Ayakta ülser yada gangren ve basınç <50 mmHg
* ABI. Ankle-Brachial Index
9
1:2500
Ortalama yaşam süresinin uzamasına bağlı olarak yaşlılarda ateroskleroz gelişme ve
semptomatik periferik arter hastalığı görülme sıklığında da artış olmaktadır. Periferik arter
hastalığı olan yaşlılarda sıklıkla kalp ve beyin damarlarında da hastalık bulunmaktadır. Yaşın
ileri oluşu, diabetes mellitus ve sigara içmeye devam edilmesi de hastalığın seyrini olumsuz
yönde etkilemekte ve risk faktörlerinin üst üste eklenmesi ile damar hastalığı olanların ölüm
riski de artmaktadır. Yapılan araştırmalar damar hastalığı olan kişilerin genel topluma oranla
beklenen yaşam sürelerinin 10 yıl daha kısa olduğunu göstermiştir (16).
Alt extremiteleri tutan periferik arter hastalığında esas belirti çoğunlukla ağrıdır.
Aralıklarla ortaya çıkan ağrı genellikle intermittan klodikasyon
olarak isimlendirilir ve
hareket veya yol yürüme ile meydana gelir . 65 yaş üzerindeki kişilerde % 5 oranında görülür
(Tablo 2). İntermittan klodikasyon olanlarda periferik arter hastalığı olmayanlara oranla ölüm
riski 2 kat, beraberinde koroner arter hastalığı da olanlarda 3 kat artmaktadır (17).
Devamlı
ağrı
ise;
Akut
Yara
arteriyel
açılması
tıkanma
ve
gangren
Arterit
Flebit
veya
Lenfanjit’de olur.
Yaşlı hastalarda ağrı kendini daha farklı şekillerde de gösterebilir. Örneğin hasta
intermittent klodikasyon yerine bacaklarında gerginlik hissi, soğukluk veya duyu azalması
yakınması ile de başvurabilir. 70 yaşın altındakilerde intermitten klodikasyon, üstündekilerde
ise gangren görülme oranının daha yüksek olduğu gösterilmiştir (22). Ağrı oluştuğunda
hastanın oturması gerekmez, hareket durduğunda ağrı kısa sürede kaybolur veya hafif bir
yorgunluk kalır. Hastalar şikayetlerini gizleyebilmek için vitrin seyreder gibi duraklar, bu
nedenle halk arasında bu semptom “Vitrin hastalığı“olarak tanımlanmıştır. Ağrı hiçbir zaman
hastayı bağırtacak şiddette olmaz. Ayrıca, klodikasyon intermittent vücudun her yerinde
olabilir ve tıkanmanın proksimalini gösterir. Damar hastalıklarında ağrının yeri ile damar
tıkanması arasında lokalizasyon değerlendirildiğinde;
Ayak kavsindeki ağrı : Planter tıkanmasını,
Baldır ağrısı : Femoropopliteal bölge tıkanmasını,
Kalça ve bel ağrısı : İliak arter tıkanmasını,
İki taraflı kalça ve bel ağrısı : Aorto-iliak tıkanmasını,
Epigastriumda ağrı (postprandial ağrı ) : Mezenterik ve çöliak tıkanmayı,
Kollarda ağrı ve yorulma : Üst ekstremite tıkanıklığını düşündürmelidir.
10
KAH ve PAH
Koroner ve periferik arter hastalıklarının gelişmesinde aynı risk faktörleri etkili olduğu
için sıklıkla ikisi bir arada bulunur. Damar hastalığına bağlı olarak efor kapasitesinin kısıtlı
oluşu koroner arter hastalığının uzun süre sessiz kalmasına neden olabilir. Aynı anda koroner
ve periferik anjiografi yapılan 100 yaşlı hastanın incelenmesinde abdominal ve alt extremite
arterlerinde oklüziv hastalığı olanların % 48’inde en az bir koronerinde % 75 ve üzerinde
stenoz olduğu gösterilmiştir (21). Bir başka araştırmada abdominal
aorta’nın stenotik
hastalıkları nedeni ile ameliyat edilenlerde % 67 , abdominal aorta anevrizması nedeni ile
ameliyat edilenlerde % 45 oranında ölüm nedeninin miyokard infarktüsü olduğu saptanmıştır.
Ayrıca geç ölümlerin de % 38-55’i miyokard infarktüsüne bağlı olmaktadır. Bu nedenle
periferik arter hastalığı veya abdominal aorta anevrizması olanlar koroner arter hastalığı
açısından da iyi araştırılmalıdır. Ameliyat gerektiren koroner arter hastalığı olanlarda
öncelikle koroner baypas yapılmasının erken ve geç ölümleri azalttığı saptanmıştır (22).
Üst ve alt extremitelerin periferik arter hastalığından sorumlu en önemli neden
aterosklerozis obliteranstır. Yaş, sigara içilmesi, diabetes mellitus, siskemik hipertansiyon,
hiperkolesterolemi, düşük serum HDL seviyesi, LDL/HDL oranında yükselme gibi risk
faktörlerinin birarada oluşu ile görülme sıklığı artar. Klinik bulgular ve tedavi seçenekleri
tıkanıklığın yer ve yaygınlığına bağlıdır. Aortoiliak tıkanıklık (Le Riche hastalığı) abdominal
aortun ve bundan ayrılarak her iki alt extremiteye giden iliak arterlerde yavaş ilerleyen stenoz
ile karakterizedir. Birkaç yıl belirti vermeden seyredebilir (Şekil 1).
11
Şekil 1. Aortoiliak tıkanıklık (Le Riche sendromu).
İstirahat ağrısı ve gangren geç dönemde ortaya çıkar. Buna zıt olarak bacak atar
damarlarının arteriosklerozu ciddi dolaşım bozukluğuna neden olabilir. Hastaların % 70’inde
sadece intermittan klodikasyon vardır. İstirahat ağrısı, sinirlerin de hastalığa katılması veya
her ikisi birden hastaların % 16’sında; bacakta yara açılması, gangren veya her ikisi birden
yaklaşık % 10’unda görülür (Resim 1).
Resim 1. Gangren.
Aterosklerozis obliterans, hastadan hastaya değişen hız ve yerleşim yeri ile seyreder.
Diabetes mellitusun da birarada bulunması hastalığı hızlandırır ve seyrini kötüleştirir.
Diabetes mellituslu hastada periferik arter hastalığı ek sorunlar ortaya çıkması ve ölüm riski
açısından en büyük risk faktörüdür. Sadece alt extremitenin değil aynı zamanda göz, böbrek,
kalp ve beyin gibi organ damarlarınıda tutmaktadır (Şekil 2).
12
Şekil 2. Aterosklerozis Obliterans.
Diabetik hastalarda ateroskleroz daha yaygındır. Büyük damarlarda damar sertliğinin
yeri ve yaygınlığı diabetik ve diabetik olmayan hastalarda farklıdır. Diabetiklerde ilk tutulum
genellikle tibial ve popliteal arter gibi diz altındaki bacak damarlarında olur. Diabetik
olmayanlarda ise femoral ve iliak arterler ile aorta gibi uyluktan daha yukarı seviyedeki
damarlar aterosklerotik değişikliklere uğrar.
Alt ekstremite tıkayıcı arter hastalıkları:
%24 Aorto-iliak
%4 İliofemoral
%50 Femoropopliteal
%5 Popliteal
%17 Krural
Periferik arter hastalığının tedavisi
13
Konservatif tedavi
Girişimsel radyoloji
Risk faktörlerinin azaltılması
Sigaranın kesilmesi
Diyabetin kontrolü (HgbA1c <%7)
Cerrahi Tedavi
Balon Anjioplasti
Anatomik baypas cerrahisi
Stent yerleştirilmesi
Aterektomi
HT’nun kontrolü (<140/90 mmHg)
Aorto-bifemoral baypas
Aorto-biiliak baypas
İlio-femoral baypas
Yürüme egzersizi
Femoro-popliteal baypas
İlaç Tedavisi
Femoro-distal baypas
Aspirin 80-325 mg/gün (Coraspin ®)
Popliteo-distal baypas
Pentoksifilin (Trental®, Pentoks®)
Ekstra-anatomik baypas
Clopidogrel bisulfate ( Plavix®)
Aksillobifemoral baypas
Silostazol (Pletal®)
Femoro-femoral baypas
Sempatektomi
Amputasyon
Vasküler Cerrahide Postoperatif Takip
Erken Dönem
Geç Dönem
Greftin yada işlemin Değerlendirilmesi
Hastanın şikayeti
Nabızlar
Nabızlar ve ekstremitenin
görünümü
Grefte Doppler USG
ABI (Ankle/Brachial Index)
14
PAH olan hastaların %60’ında ani ve şiddetli ağrı meydana gelir. Diğerlerinde
soğukluk ve buna hafif ağrı eşlik eder. Yaşlılarda genellikle kollateral dolaşımın gelişmiş
olmasına bağlı olarak geri dönüşümü olmayan değişiklikler gençlere oranla daha az görülür.
Ani damar tıkanıklığında belirtiler
Nabız
yokluğu
Ağrı
Solukluk
Soğukluk
Hissizlik ve hareket kaybıdır.
EXTRA-ANATOMİK BAYPAS
Ekstra-anatomik baypas (EAB)’lar kırk yıldan daha uzun bir süredir yapılmakla
birlikte günümüzde daha yaygın bir şekilde kullanılan ve kabul edilen revaskülarizasyon
metodu olmuştur. Bu işlem esas olarak, komorbid hastalıklar nedeniyle standart
revaskülarizasyon prosedürlerinin gerçekleştirilmesinde cerrahi risk taşıyan ya da enfekte
aortik greft veya aortoduodenal fistül gibi
daha önce yapılan baypas’la ilişkili olarak
komplikasyon gelişen hastalarda yapılmaktadır.
Yaygın olarak kullanılan dört tip ekstra-anatomik baypas’lar şunlardır:
Axillofemoral
Femorofemoral
Obturatuar
Torakofemoral baypas’lardır.
Bu prosedürlerin yapıldığı hastaların çoğunda genellikle ilave cerrahi risklerde
olduğundan, herhangi bir komplikasyon felaket olabilir. Bu nedenle vasküler cerrahın bu
işlemle ilgili komplikasyonların farkında olması ve komplikasyonlar meydana geldiğinde ise
doğru ve zamanında müdahale etmesi önem taşımaktadır.
Axillofemoral baypas
15
Axillofemoral baypas ilk olarak Blaisdell ve arkadaşları tarafından 1960’lı yıllarda
gündeme getirilmiştir (24). Bu prosedür daha çok transabdominal aortik baypas için kabul
edilemez derecede risk taşıyan hastalarda revaskülarizasyon için tercih edilen bir metod
olmuştur. Axillofemoral baypas özellikle enfekte aortik greft veya aortoenterik fistül gelişen
hastalarda vazgeçilmez bir tekniktir. Bunt ve Moore literatürde yayınlanan ve 916 hastada
uygulanan axillofemoral greftle ilgili çalışmalarında %1.6’lık komplikasyon insidansı
saptamışlardır (916 hastanın 15’inde) (25). Son birkaç dekattan daha uzun bir süredir bu
tekniğin kullanımı dramatik olarak arttıkça bu tipteki uygulamalarda görülen spesifik
komplikasyonlarla ilgili çok sayıda çalışma ve olgu sunumu ortaya çıkmıştır (Şekil 3).
Şekil 3. Axillo-femoro-femoral baypas.
Axillofemoral baypas komplikasyonları
Proximal anastomotik bozulma
Üst extremite tromboembolik olayları
Axillofemoral greft enfeksiyonu
Perigreft seroma
Yapısal yetmezlik
Proximal Anastomotik Bozulma
Aksiller anastomotik bozulmanın başlangıçta tek tük görüldüğü düşünülmekteydi,
ancak Taylor ve ark. aksillofemoral baypas geçiren 202 hastanın 10’unda bu ciddi
komplikasyonun geliştiğini bildirmişlerdir (26). Taylor’un çalışmasında gösterildiği gibi bu
durum esas olarak ameliyat sonrası erken dönemde (1-46 gün) görülen bozulmayla meydana
gelir. White ve ark. tarafından yapılan başka bir çalışmada ise prosedürden 13- 30 gün sonra
bozulma meydana geldiği gösterilmiştir (27).
16
Aksiller anastomotik bozulmanın nedenleri
Enfeksiyon
Teknik hata
Teknik stres’tir (55).
Bununla ilgili klinik bulgular ise aksiller ağrı, brakial pleksus yaralanmasına neden
olabilen yaygın hematom ve psödoanevrizma oluşumudur. Aksiller anastomotik bozukluk
çok sıklıkla mekanik stres ve daha spesifik olarak da aşırı egzersiz veya aşırı üst ekstremite
hareketi ile bağlantılıdır. Egzersizle oluşan bu bozukluk çeşitli otörler tarafından bildirilmiştir
ve axiller pullout sendromu olarak tanımlanmaktadır (30). Aksiller anastomoz bozukluğuna
katkıda bulunan bir başka faktör de geçmişte kullanılan dakron greftlere kıyasla oldukça
inelastik olan PTFE greftlerin çok yaygın kullanımıdır.
Proksimal anastomotik bozulmadan kaçınmanın anahtarı, aksiller anastomozun doğru
anatomik yerleştirilmesidir. Blaisdell ve Hall
(29), 1963 yılında bu teknikle ilgili
yayınladıkları ilk çalışmada anastomozun aksiller arterin ilk bölümündeki pektoralis minor
tendonu’nun medialine yerleştirilmesi gerektiğini açıklamışlar ve 1985’te yaptıkları başka bir
çalışmada da tekrar etmişlerdir (31). Aksiller arterin bu ilk bölümünde hiç dallanma olmadığı
gibi daha az mobil ve anastomoz için de kullanılacak olan tek yerdir.
Aksiller arterin ilk bölümünü ekspoze etmek için pektoralis minör kasını bölmeye
gerek yoktur; çünkü böyle bir uygulama sadece anastomotik komplikasyon riskini artırır.
Başka bir teknik konu ise üst ekstremite abdüksiyonda iken aksillofemoral baypas
prosedürünü yapmaktır ki bu durum greftte bir miktar fazlalık yaratır ve kol maksimum
hareket sınırlarında dolanırken pathway uzunluğunun artmasını sağlar (32). Aksiller
anastomotik bozulmanın
tedavisi
supraklavüküler yaklaşım veya balon oklüzyonu
kullanarak subklavian arterin proksimal kontrolünü elde etmektir. Bozulmanın basit tamiri,
sekonder bozulmaya yol açtığı için mevcut grefte tekrar yeni interpoze greft yerleştirerek
yapılmalıdır. Ayrıca enfeksiyonun bozulmaya katkıda bulunucu bir faktör olmadığından emin
olmak için yara kültürleri gönderilmelidir.
Üst Ekstremite Tromboembolik Olayları
Üst ekstremite tromboembolizmi ameliyat sonrası erken veya geç dönemde ortaya
çıkabilen nadir bir aksillofemoral baypas komplikasyonudur; olguların büyük bir kısmı da
axillofemoral greft oklüzyonuyla ilişkilidir. 1995 yılında McLafferty ve ark.tarafından
yapılan bir çalışmada tüm hastalarda görülen üst ekstremite tromboembolizminin %2.7’sinin,
greft oklüzyonunun ise %25’inin axillofemoral baypas sonrası oluştuğu saptanmıştır (33-35).
17
Bu olaylar ameliyat sonrası 26 gün gibi erken dönemde ve 7 yıl gibi geç bir dönemde de
görülebilir. Aksillofemoral baypas sonrası üst ekstremitede geç dönem ağır iskemisi ender
olarak görülür ve prosedür sonrası
ağır iskemiye neden olan tromboembolik olayların
yayınlandığı birkaç olgu vardır ki bunlarda da ampütasyon gerekli olmuştur (36,37). Aksiller
arterin ilk bölümünde önemli dallanma yoktur ve segmentin proksimal ve distalinde olan
diğer bütün alanlarda geniş kollateral dallar vardır. Doğru yerleştirilen aksiller anastomozda
tromboz meydana gelirse kollateraller kolu perfüze eder; fakat anastomoz kollateralli bir
segmente yerleştirilirse ve tromboz meydana gelirse
kollateral akımı kesilir ve kolun
perfüzyonu tehlikeye girebilir. Aksiller trombozun tedavisi antikoagülasyon ya da distal bir
yaklaşımla tromboza ulaşma girişiminden ziyade
proksimal anastomozun erken
eksplorasyonu ve aksiller arterin onarımı olmalıdır.
Aksiller anastomozda aksillofemoral greftin trombozuna ek olarak eksternal vücut
ağırlığından kaynaklanan bası nedeniyle greftin gövdesinde meydana gelen tromboza ve
sonuçta greft oklüzyonuna yol açtığını bildiren çalışmalar yayınlanmıştır. Ancak PTFE
greftlerin kullanımı arttığından dolayı vücut ağırlığının yol açtığı kompresyon çok nadiren
greft trombozunun nedeni olarak görülür. Greft fazlalığının da stenoz ya da oklüzyona
katkıda bulunabileceğinden aşırı fazlalıktan kaçınmak gerekir. Tedavisi ise uç uca
anastomozla fazla greftin basit rezeksiyonudur.
Aksillofemoral baypas sonrası üst ekstremitenin distal embolizasyonu oldukça nadir bir
komplikasyondur ve esas olarak greft trombozu sonrasında meydana gelir. Bandyk ve ark.
tarafından distal embolik olaylarla ilgili dört epizod bildirilmiş ve proksimal greftin kör
(stump) parçasını embolilerin kaynağı olarak tanımlamışlardır (38-40). Brakial artere giden
embolizasyon; ağır, ekstremiteyi tehdit eden iskemiye yol açabilir. Bu komplikasyonun
tedavisi, brakial embolektomiden proksimal greftin profilaktik detaçmanına ve aksiller arterin
patch anjiyoplastisine kadar değişim gösterir.
Aksillofemoral Greft Enfeksiyonu
Aksillofemoral greft enfeksiyonu nadir, fakat ciddi bir komplikasyondur. Ascher ve
ark. 55 aksillofemoral baypas grefti üzerine yaptıkları çalışmada %3.6’lık enfeksiyon
insidansı saptamışlardır (41). Marston ve ark. aksillofemoral greft enfeksiyonunun %22’lik
kısmının perioperatif mortaliteyle ilişkili olduğunu ve sağ kalan hastaların da %57’sinde
ampütasyon gerekliliğini göstermişlerdir (42). Enfeksiyon çok sıklıkla kasık bölgesinde
meydana gelir ama midgreft enfeksiyonu da gözlenmektedir. Greftin çevre dokularla
mükemmel bütünleşmesi nedeniyle bütün greftin çıkarılması nadiren gerekli olmuştur. Çok
18
sayıda greft enfeksiyonu debridemanla, sistemik antibiyotik tedavisiyle ve agresif lokal yara
sağaltımıyla tedavi edilebilir (Resim 2A ve 2B). Enfekte segment gerekirse çıkarılabilir ve
onun yerine
interpoze otojen greft
konulabilir. Eğer enfeksiyon
greftin bütünüyle
çıkarılmasını gerektirise bu durumda alternatif rekonstrüksiyon, inen torasik aortadan femoral
artere kadar baypastır.
Resim 2A. Enfekte axillofemoral baypas.
Resim 2B. Enfekte olan protez materyalin kalan kökünü gösteren arteriyogram.
19
Perigreft Seroma
Perigreft seroma, dakron veya PTFE kullanılan çeşitli baypas prosedürlerinde bildirilen
nadir bir komplikasyondur. Buche ve ark. toplam 123 aksillofemoral baypas greftinda üç
perigreft seroma olgusu tanımlamaktadır (43). Perigreft seromanın klinik bulguları; greftin
üzerini örten ağrısız, nonpulsatil bir kitledir ki psödoanevrizmadan ayırt edilmesi gerekir.
Perigreft seroma’nın etyolojisi bilinmemektedir ancak oluşumu, greftin çevre bağ dokusuyla
yeterince bütünleşememesiyle ilişkilidir. Seroma histolojik olarak, ince fibröz membranın
oluşturduğu psödokapsül içine sınırlıdır. Psödokapsül genellikle berrak ve steril seröz sıvı
içermektedir fakat jelatinöz madde de bildirilmiştir (44,45). 1994’te Ahn ve ark. tarafından
yapılan bir çalışma da perigreft seromalı hastaların kanlarında fibroblast büyüme inhibisyon
faktörünü saptadıklarını bildirmişlerdir
(46). Kronik perigreft seroma, sıklıkla greft
implantasyonundan 4-8 hafta sonra aşikar hale gelir. Tanı duplex scan, BT veya seromanın
direkt aspirasyonu ile konabilir. Bazı yazarlar perigreft seromaların gözlemlenmesini
savunsa da standart tedavi yeni bir greft replasmanıyla eksizyonudur. Perigreft seromalar
greftin biyofilm enfeksiyonlarıyla da sıklıkla ilişkili olduklarından tanı için spesifik kültür
teknikleri de gereklidir.
Yapısal Yetmezlik
Axillofemoral baypasların büyük bir çoğunluğu PTFE greftler kullanılarak yapılır ve
bunlar
Dakron’a göre daha fazla güçlü ve dayanıklıdırlar. Bu avantaja rağmen çeşitli
yazarlar PTFE greftlerinde greft bozulmasına ve psödoanevrizmaya neden olan materyal
yetmezliğini bildirmişlerder (47). White ve ark. (27) göre 40’tan fazla olguda sütür hatları
sağlam kalırken PTFE greftlerin bozulduğu gözlemlenmiştir
(48),
bu da
problemin
geçmişte düşünüldüğü kadar nadir olmadığını gösterir. PTFE greftlerin mekanik yetmezliğiyle
ilişkili olan bir başka komplikasyon da baypas greftin gövdesinde psödoanevrizma
oluşumudur. Direkt travma sonrası aksillofemoral greftlerde gelişen psödoanevrizma olguları
saptanmıştır ama Piazza ve ark. tarafından yayınlanan 1993 bildirisinde herhangi bir
anevrizma olmaksızın oluşan nonanastomotik psödoanvrizmayı tanımlamaktadır (49). Bir
başka çalışma koagülopatili aksillofemoral greft’de çok sayıda anevrizma bildirmektedir
(50).Yapısal yetersizlik kaynaklı
komplikasyonların tedavisi
kısa
interpoze segment
kullanılarak greftin tutulan bölümünün derhal cerrahi eksplorasyonla replasmanıdır.
Femorofemoral baypas
20
Bu teknik Oudot , Beaconfield ve Freemanve Leeds tarafından 1950’lerde
kullanılmaya başlanmış ve 1960’larda da Vetto tarafından üne kavuşturulmuştur. Bundan
sonra femorofemoral greftin
uzun dönem açıklığının iyi olduğu gösterilmiş ve artık bu
uygulama kalıcı rekonstrüktif prosedür olarak düşünülmüştür (51-53). Femorofemoral greft,
tek taraflı iliak arter oklüzyonu mevcut olduğunda aortofemoral rekonstrüksiyona tercih
edilen ve kabul gören bir baypas türü olup, aortofemoral greft limb oklüzyonu tedavisinde de
kullanılmaktadır (54). Bu prosedür başlangıçta yüksek risk taşıyan daha yaşlı hastalar için
kullanıyordu
ancak şimdi minimal iliak arter oklüzyonunda, cinsel disfonksiyonun
önlenmesinin önemli olduğu genç erişkinlerde de tercih edilen bir işlem olmuştur.
Femorofemoral baypas greftlerinin erken komplikasyonları da diğer baypas
işlemleriyle ilişkili olan komplikasyonlara benzer ve bunlar; kanama, tromboz, hematom,
enfeksiyon ve lokal yara komplikasyonlarıdır. Penis şişmesi veya greftin tünellenmesiyle
ilişkili skrotal hematom, sadece femorofemoral baypasta görülen komplikasyonlardır ve
bunlar greftin retrofasiyal olarak geçirme girişimine bağlı olarak Retzius boşluğunda venöz
pleksusun bozulmasından kaynaklanmaktadır. Aksillofemoral baypastaki gibi greft pathwayi
femorofemoral baypas için de yaşamsal önem taşır.
Geç komplikasyonlar; anastomotik anevrizma , distal emboli ve çalma fenomeninin
gelişmesidir. PTFE greftlerin artan kullanımıyla femorofemoral greftlerde anastomotik
anevrizmayla karşılaşma artık çok nadirdir. Femorofemoral greftte tromboz ve süperfisyal
femoral veya
popliteal artere
distal embolizasyon bildirilmektedir (55,56). Donör
ekstremitede çalma, özellikle geçici klodikasyon için yapılan greftlerde gözlenmektedir
Geçici klodikasyonlu hastalar için donör ekstremite bilek basıncı treadmil egzersiz testiyle
değerlendirilmelidir. Donör ekstremitenin egzersizi sonrasında bilek basıncında azalma
olduğu halde
femorofemoral greft yapılırsa çalma fenomenin görülme olasılığı da artar.
Duplex scanning ve femoral arterin intra-arteriyell basınç ölçümü gibi diğer hemodinamik
testler, iliak arter’in önemli hemodinamik hastalığının saptanmasına yardımcı olabilir (57).
Femorofemoral baypas sonrası yüzeyel kasık enfeksiyonlarının tedavisi, sistemik
antibiyotikler ve lokal yara bakımıdır. Virgilio ve ark. tarafından 1995’te yapılan bir
çalışmada femorofemoral baypas’da görülen enfeksiyonlarda %20 mortalite ve %10
ampütasyon gibi ciddi komplikasyonların ortaya çıktığı gösterilmiştir (58).
Tedavisi ise
greftin derhal çıkarılmasını ve kan akımının başka bir yolla rekonstrüksiyonunu gerektirir.
Obturatuar baypas
21
Obturatuar baypas, genellikle çok sayıda kasık diseksiyonu, enfeksiyon sonucu
gelişen skar dokusu veya postradyasyon değişiklikleri görülen hastalarda yapılır. Bu prosedür
ilk önce Shaw ve Baue tarafından tanımlanmış ve artık günümüzde uygulanabilir bir teknik
olduğu sonucuna varılmıştır (59). Bu prosedürün olası komplikasyonları diseksiyon sırasında
obturatuar arterin, obturatuar sinirin veya genitoüriner sistemin
hasar görmesidir. Obturatuar
sinir hasarında kasıktan dizin medialine doğru yayılan ağrı, bazende parestezi
ve
hiperestezi, motor disfonksiyon ve adduktör kas zayıflığı görülür. Elektromiyografi veya
obturatuar sinir blokları tanı koymada yararlıdır (60). Obturatuar arter yaralanması
retroperitoneal hematoma ya da aşırı kan kaybına yol açar. Bildirilen ürolojik
komplikasyonlar; mesanede perforasyon ve ipsilateral üreterde transeksiyondur (61). Bu
prosedürü basitleştirmek için genellikle tünel aracının alttan geçirilmesi tercih edilmektedir
(62,63). İnsizyon adduktor longus tendonunun orta hattının hemen altından yapıldıktan sonra
bacak abdüksiyon ve eksternal rotasyonda iken adduktor longus ve magnus kaslarının altında
tunnel oluşturulur. Daha sonra geniş DeBakey klemp alttan yukarıya doğru geçirilir ve
obturatuar foramene doğru yöneltilir. Bu sırada operatörün eli obturator foramen üzerine
konur ve membrana penetre edilir. Daha sonra greft üstten uyluğun içine doğru popliteal
arterle anastomoze olması için çekilir. Obturatuar baypasın ilginç komlikasyonlarından biri
uyluğun interval gangrenidir. Popliteal ve tibial arterleriyle profunda femorisi
bağlayan
yeterli kolleteral yollar yoksa proksimal miyonekroz oluşabilir, çünkü obturatuar greft kasıkta
profunda femorisi baypas yapar. Profunda femorisi rekonstrüksiyona dahil ederek bu
komplikasyondan kaçınılabilir.
Torakofemoral baypas
Femoral arterden desendan torasik aortaya kadar yapılan ekstra-anatomik baypas ilk
olarak Blaisdell and ve ark. tarafından 1961 yılında tanıtılmıştır (64). Bu prosedür
gelişiminden günümüze kadar çok sayıda cerrah tarafından çeşitli endikasyonlar için
kullanılmıştır, bunlar;
Septik abdominal aortik endikasyonlar (enfekte aortik greftler ya da
aortoduodenal
fistüller) nedeniyle yerleştirilen ancak başarısız olunan aksillopopliteal ya da aksillofemoral
baypaslar,
Çok sayıda kompleks operasyon ya da enfeksiyonlar sonrasında retroperitonun
yeniden diseksiyonundan kaçınma,
22
Çok sayıda başarısız aortofemoral baypaslar.
Yukarıdaki örneklerde görüldüğü gibi temel olarak infrarenal abdominal aortaya
operasyon için rölatif olarak yeniden girilememe sözkonusudur (65). Prosedür oldukça
kolaydır ve inen torasik aortaya posterolateral torakotomi yoluyla yaklaşılır. Daha sonra greft
sol femoral artere giden anterior axiller, transdiafragmatik ve retroperitoneal
hatta
tünellenir. Revaskülarizasyonu tamamlamak için daha sonra femorofemoral baypas eklenir.
Bu teknik; damar hasarı, hemoraji, dalak fraktürü ve mesane hasarı gibi komplikasyonların
görülebilmesi nedeniyle yaygın olarak kullanılmamakla birlikte, insidansı da tam olarak
bilinmemektedir. Passman ve ark. tarafından son zamanlarda yapılan bir çalışmada desendan
torasik aortadan iliofemoral artere yapılan baypas prosedürleri için %79 oranında 5 yıllık
primer açıklık bildirilmektedir (66-68).
Sonuç
Ekstra-anatomik baypas greftleri yararlıdır ve sıklıkla özel durumlarda ve özel hasta
popülasyonunda kan akımını restore etmenin de etkin bir aracını sağlarlar. Bu greftlerin
bazılarının geçici olduklarının düşünülmelerine karşın, kalıcı rekonstrüksiyonlar olarak
beklenenden daha dayanıklı olduklarını gösteren yeterli veriler toplanmıştır. Aynı şekilde
PTFE greftlerin sık kullanımıyla daha yüksek oranda açıklık sağlanabilir ve geçmişte
bildirilenden daha az komplikasyon oranı görülebilir. Ekstra-anatomik baypas vasküler
cerrahi tekniklerinde önemli bir gelişme olup oldukça düşük komplikasyon oranlarıyla
revaskülirazasyon için önemli bir alternatif haline gelmiştir.
VASKÜLER CERRAHİDE KULLANILAN GREFTLER
Arteriyel ve venöz otogreftler hastalıklı veya hasarlı kan damarlarının replasmanında
seçilecek en ideal materyallerdir. Bununla birlikte otogreft temininin sınırlı olması nedeniyle
bunların yerine kullanılabilecek arteriyel malzemeye ihtiyaç vardır. Kullanılacak malzeme
dayanıklı olmalı, konak dokusuyla kolaylıkla bütünleşebilmeli, trombojenik akım yüzeyine
sahip olmamalı veya düşük derecede olmalı, nativ damarın özelliklerine yakın uyum
göstermeli, enfeksiyona dirençli ve kolayca dikilebilir olmalıdır (69,70). Arteriyel replasman
için henüz en ideal bir protez olmamasına rağmen abdominal aort replasmanında kullanılan
büyük çaplı dakron greftlerin yeterli olduğu görülmüştür. Bu greftlerin beş yıllık kümülatif
açıklık oranları %85-90 olarak bildirilmiştir (71-73). Nevelsteen e ark. (73) geç dönem açıklık
23
oranlarını 10 ve 15 yıl için sırasıyla %74 ve %70 olarak bildirmişlerdir. Ne yazık ki, küçük
çaplı (iç çapı 6 mm veya daha az) prostetik greftlerin ömrü, anastomotik intimal hiperplazi ve
bunu izleyen greft trombozu gelişimi yüzünden sınırlıdır. Politetrafloroetilen ya da
dakron’dan yapılmış küçük çaplı prostetik greftler diz üstünde kullanıldığında, kümülatif
açıklık oranları %37.9 ile %71 arasında, diz altında kullanıldıklarında ise %30 ile %57
arasında değişmektedir (74-77). Yaşlanan nüfustaki artış ve baypas prosedürlerinin
ekstremitenin daha distal damarlarına giderek artan sıklıkta uygulanması, günümüzde
uygulanan baypas prosedürlerinin sayısında ve karmaşıklığında artışa yol açmıştır. Hastaların
yaklaşık üçte birinde, ilk cerrahi prosedürden sonraki iki yıl içinde baypas greftiyle ilişkili
olarak ek cerrahi gerekeceği tahmin edilmektedir (78). Ayrıca, teknik hatalardan ya da greft
malzemesinin bozulmasından kaynaklanan komplikasyonlar da az değildir; bu olgularda
iskemik kalp hastalığının ilerlemesi ya da diğer aterosklerotik risk faktörleri nedeniyle
yeniden ameliyat riski de artış göstermektedir. Yeniden ameliyata bağlı mortalite oranları
%5’e, majör ekstremite kayıpları da %20’ye kadar çıkmaktadır (77). Sonuçta, greftle ilgili
komplikasyonların geliştiği hastalar, bunların replasmanı için gereken ikinci bir ameliyatı
kaldıramayacak durumda da olabilirler. Tekrarlayan arteriyel rekonstrüktif prosedürlerin
gerektiği hastaların demografik özelliklerindeki değişimler ve otojen greft malzemesinin
teminindeki kısıtlamalar, hastanın geri kalan yaşamında tatmin edici iş görmeyi sürdürecek
dayanıklı arteriyel malzemeye duyulan ihtiyacı artırmıştır.
Resim 3. Vasküler greftler (PTFE ve Dakron).
24
Dakron greftler
Dakron, aortun ve onun ana dallarının hasta segmentlerini replase etmek için en yaygın
kullanılan protez greftidir. Yapısında çok farklılıklar olmasına karşın bütün dakron greftler
birkaç ana kategoride gruplanabilir: Düğümlü (knitted) veya örülmüş (woven), düz veya
kabarık (Resim 3). Örgülü greftler; torasik ve abdominal aortik anevrizmaların tamirinde,
bilinen kanama eğilimi olan hastaların aortik replasmanında kullanıldığında tatmin edici
sonuçlar alınmıştır. Düğümlü greftler aort, iliyak, ana femoral ve yüzeyel femoral arterlerin
tıkayıcı lezyonlarının baypasında kullanılmaktadır. Aksillofemoral ya da femorofemoral
baypas greftlemede de başarıyla kullanılmaktadır.
Aortoiliyak ve aortofemoral baypas greftlerinin uzun dönem açıklık oranları %85-90
arasındadır ve eksternal destekli dakron greftlerin beş yıllık primer açıklık oranları
aksillofemoral için %78-88, diz üstü femoropopliteal için %71, diz altı için %57 olarak
bildirilmiştir (71-73,75). Robb ve ark.nın (72) yakın tarihli bir çalışmasında, eğer yüzeyel
femoral ve derin femoral arterlerin her ikisi de açık ise, aortofemoral greftlerin açıklığının
daha uzun dönemli olduğu bildirilmiştir.
Üretim şekli
Dakron greftlerinin üretim şekli, iyileşmeyi etkileyen ve/veya bu greftlerin geç
dönemdeki başarısızlıklarına katkıda bulunan faktörlerin anlaşılması için önemlidir.
1. Örgülü (woven) greftler
İki ilmiğin birbirine 90 derece kesişecek biçimde üretilen örgü greftler en güçlü
prostetik greftlerdir. Her yıl kullanılan greftlerin yaklaşık %45’i bu kategoriye girmektedir
(69,70).
2. Düğümlü (knitted)
Düğümlü greftler temelde iki tiptir, bunlar ilmiklerin birbiriyle kesişmesinden çok
düğümlenmesi ile oluşurlar.
Komplikasyonlar
Tüm dakron greftleriyle ilgili sistemik takip çalışmaları bugüne kadar yapılmamıştır.
Literatürdeki verilerin çoğu olgu çalışmalarındaki komplikasyonlarla sınırlıdır. Bu protezlerin
implantasyonunda görülen komplikasyonlar şunlardır:
Enfeksiyon
Dilatasyon
25
Para-anastomotik anevrizma ve psödoanevrizma
Anastomotik darlık
Üreterik obstrüksiyon
Neoplazi
Bu komplikasyonların %90’ı implantasyondan sonraki 3-5 yıl içinde meydana
gelmektedir.
PTFE Greftler
Ekspanse politetrafloroetilen (PTFE) greftleri; aortoiliofemoral, aksillofemoral ve
femorofemoral baypas’larda arteriyel protez malzemesi olarak yaygın bir şekilde
kullanılmaktadır. Ayrıca otojen ven temini mümkün olmadığında, karotis, subklavyan ve
viseral arter baypaslarında, diyalize giriş prosedürlerinde, popliteal ve tibial damarlarda,
inguinal baypas greftleme prosedürlerinde kondüit malzemesi olarak tercih edilmektedir.
PTFE greftleri implantasyondan sonra önemli dilatasyon göstermezler; oluşabilecek trombüs
trombektomi kateteri ile ya da trombolitik tedaviyle kolayca giderilebilir. Aortobifemoral
greftler için 4-5 yıllık açıklık oranları %91-95 arasında değişmektedir (79). Diyaliz girişi için
kullanıldığında PTFE greftlerinin bir yıllık açıklık oranları %17-79’dur (80,81). Diz üstü ve
diz altı femoropopliteal baypas greftlerinin 5 ile 8 yıl arasındaki primer açıklık oranları
sırasıyla %39.7-61 ve %27-39 arasındadır (27-29). Aksillofemoral baypas olarak kullanılan
PTFE grefti için 5 yıllık açıklık oranı %71 olarak bildirilmiştir (82).
Bu protezlerde
genişleme eğilimi çok azdır, dikişleri tutması iyidir ve ayrıca düz luminal yüzeyleri nedeniyle
trombüsün temizlenmesi kolaydır.
PTFE greftlerinin iyileşme karakteristikleri esas olarak deneysel hayvan çalışmalarında
araştırılmıştır. İnsanda kullanılan greftlerde, sadece tıkalı greftlerin değerlendirilmesi
yapıldığından, bu greftlerin kullanımı üzerine çalışma azdır. Deneysel olarak PTFE greftleri
yoğun fibröz dokuyla kolayca bütünleşebilmektedir. Luminal akım yüzeyi önce protein
tabakasıyla ve kanda bulunan hücresel elemanlarla kaplanır (83,84).
Poliüretan greftler
Otojen arteriyovenöz fistül veya PTFE interpozisyon grefti kullanımıyla ilgili uzun
dönemli sınırlama, bunlara ancak olgunlaşma sonrasında ulaşılabilinmesidir. Bu olgunlaşma
26
süresi arteriyovenöz fistül için 6 hafta ile 6 ay arasında, PTFE interpozisyon grefti için 10-14
gün arasında değişmektedir.
Biyolojik greftler
Umbilikal ven greftleri
Glutaraldehid-stabilize insan umbilikal veni (HUV), günümüzde femoropopliteal veya
tibial baypaslarda ya da diyaliz girişi için PTFE greftlerine alternatif olarak kullanılmaktadır.
Bu greftler doğum odasında umbilikal kordlardan hazırlanır.
Sonuç
Prostetik ve biyolojik greftlerin klinik uygulamaya girmesiyle, periferal vasküler
hastalığı olan kişilerin sağkalımı büyük ölçüde iyileşmiş ve uzamış bulunmaktadır. Bununla
birlikte vasküler cerrahlar, hastalıklı damarların baypası veya replasmanında kullandıkları
protezlerin değerlendirilmesinde genellikle eleştirel davranmamaktadırlar. Greftlerin daha
genç hastalarda giderek artan sıklıkta kullanımı ve cerrahi tekniklerin distal, küçük damar
baypaslarına doğru genişlemesi, dayanıklı protezlere olan ihtiyacı artırmakta ve kan-protez
yüzeyi etkileşimi konusunda iyi bir bilgilenmeyi gerektirmektedir. Açıkça görülmektedir ki,
büyük çaplı greftlerle (iç çapı 8 mm’den fazla) genellikle iyi sonuçlar alınmasına karşın, yine
de
mortalite
ya
da
ekstremite
kaybıyla
sonuçlanabilecek
komplikasyonlara
rastlanabilmektedir. Küçük çaplı greftlerin (6 mm’den az) uzun dönemli açıklık oranları,
büyük çaplı olanlara göre önemli derecede daha düşüktür. Bu greftlerin anastomotik intimal
hiperplazisi veya trombozu, antitrombotik veya antitrombosit ajanlarının kullanımıyla önemli
derecede düşürülebilmiş değildir.
VASKÜLER REKONSTRÜKTİF CERRAHİYİ İZLEYEN YARA
KOMPLİKASYONLARI
Yara iyileşmesindeki sorunlar, vasküler rekonstrüktif cerrahi ile ilgili en moral bozucu
ve tehlikeli komplikasyonlardır. Yara iyileşmesiyle ilgili komplikasyonlar; yaş, ileri
aterosklerotik hastalık, doku iskemisi, uzun insizyonlar ve beraberindeki morbiditelerle
ilişkilidir. Bu sorunların büyük bölümü zaten vasküler hasta popülasyonunda rutin olarak
bulunmaktadır. Bununla birlikte, vasküler rekonstrüksiyon uygulanan hastalardaki yara
27
komplikasyonları tıbbi literatürde fazla dikkat çekmemiştir. Sorunun olumlu yanı, çoğu yara
komplikasyonunun yüzeyel olması ve ekstremite yada grefti tehdit edecek boyutta
olmamasıdır. Yine de çok ağır durumlarda yara alttaki grefti etkileyebilir; bu durum da
kanama, mortalite ya da ekstremite kaybıyla sonuçlanacak olan greft oklüzyonuna yol
açabilir. Son 30 yıl içinde, yara komplikasyonları için iki sınıflama şeması ileri sürülmüştür.
Enfeksiyonun klinik sınıflaması ilk olarak, 20 yıllık bir süreçte 3300 arteriyel
rekonstrüksiyonu gözden geçiren Szilagyi ve ark. (85) tarafından ortaya konmuştur. Yara,
tutulumun derinliğine göre üç derecede sınıflandırılmaktadır. Birinci derece enfeksiyonlar
sadece dermisi etkiler. Greft tutulumu olmaksızın, subkutan alana uzanan enfeksiyonlar
derece II olarak değerlendirilir. En ciddileri olan III. derece enfeksiyonlar ise arteriyel greftin
bizzat kendisini etkilemektedir.
Etyolojik faktörler
Birçok çalışma, yara ve greft enfeksiyonlarının erken dönemde geliştiğini ortaya
koymuştur. Lorentzen’in çalışmasında, greft enfeksiyonlarının %85’i ilk 30 gün içinde
meydana gelmiştir (86). Benzer şekilde, Liekweg ve ark. kasıktaki yara enfeksiyonların
%85’inin ameliyattan sonra 5 hafta içinde görüldüğünü bildirmişlerdir (87). Bununla birlikte
greft enfeksiyonları, uygulamadan sonraki aylar hatta yıllar sonra bile klinik olarak belirgin
hale
gelmeyebilir.
Erken
dönemdeki
greft
enfeksiyonları,
beraberindeki
yara
komplikasyonları ve sistemik inflamasyona ait bulgular nedeniyle genellikle daha kolay
tanınmaktadır. Kendilerini daha geç dönemde gösterme eğilimindeki greft enfeksiyonlarında
ise sepsis bulguları genellikle yoktur ve semptomlar daha çok nonspesifiktir. Greft
enfeksiyonu ile ilgili morbidite ve mortalite, sadece enfeksiyonun kendini gösterdiği zamana
değil, aynı zamanda mikrobiyolojisine, greft yerleşimine ve tedavi yöntemine de bağlıdır.
Tanınamamış ya da tedavisi yeterli yapılamamış infrainguinal greft enfeksiyonunun
mortalitesi %0 ile %22 arasında değişmektedir; amputasyon oranları ise %8 ile %53
arasındadır; bir seride bildirilen amputasyon oranı %79’dur (88,89).
VASKÜLER GREFT ENFEKSİYONLARI
A. Epidemiyoloji
Vasküler greft infeksiyonu, vasküler cerrahide
rölatif ve nadir görülen bir
komplikasyondur. Bildirilen enfeksiyon insidansı, %2.1-%6 arasındadır (Tablo 1). Bu
değişkenlik; ameliyat sonrası takip süresindeki farklılıklar, greft materyalinin tipi,
28
konstrüksiyon metodu, antibiyotik profilaksisi kullanımı, enfeksiyona neden olan patogenezin
virülansıyla açıklanabilir. Greft enfeksiyonları implantasyondan yıllar sonra dahi klinik olarak
bariz hale gelmeyebildiklerinden, gerçek insidans daha yüksek olabilir. Müdahale
endikasyonu ve implantasyon bölgesi gibi durumlarında vasküler greft enfeksiyonu
insidansını etkilediği görülmüştür. Enfeksiyon en fazla inguinal bölge ya da yüzeyel olarak
yerleştirilen greftlerde görülür, bu da muhtemelen artmış bakteriyal kolonizasyon ve bu
bölgedeki hasta cildinin florasının kontaminasyonu ile ilişkilidir (90-94). Vasküler greft
enfeksiyonları sıklıkla greftin bakteriyel kontaminasyonuna yol açan operasyon işlemleri ve
konak defansını hasarlayan persistan karakteristiklerle ilişkilidir (Tablo 3). Vasküler
hastaların %90’nından daha fazlası zaten greft enfeksiyonunun gelişmesi için bir ya da daha
fazla risk faktörlerine sahiptirler (95-98).
Greft enfeksiyonunun rüptüre abdominal aortik anevrizma tamiri gibi acil işlemler
sonrası olması çok daha olasıdır. Yine steril cerrahi teknikler uygulanırken işleme bir müddet
aravermeler ve greftlerin veya aletlerin uygun olmayan sterilizasyonu da açık kontaminasyon
nedenleridir. Uzun süre preoperatif hospitalizasyon hastanın daha virülan bakteri suşlarıyla
kolonize olma riskini artırır ki bunlar sıklıkla geleneksel antibiyotik tedavisine dirençlidirler.
Enfekte deri ülserleri, gangrenöz ayak başparmakları ve diğer uzak enfeksiyon alanları greft
sepsisinin potansiyel kaynaklarıdır. Dört saatten daha uzun operasyon süresi greft sepsisinin
intraoperatif bakteriyel kontaminasyonu ile ilişkilidir. Eş zamanlı olarak yapılan bilier,
bağırsak veya ürolojik prosedürler, greftin yerleştirildiği temiz vasküler yatağı tehlikeye
sokabilen ek potansiyel kontaminasyon kaynakları oluştururlar. Hematom veya greft
trombozu
nedeniyle yapılan
reoperasyonlar da postoperatif enfeksiyon gelişimine etki
ederler. Safra fistülü ve diğer postoperatif işlemler sıklıkla vasküler greftin kolonizasyonuyla
sonuçlanır. Malnütrisyon, malignensi veya otoimmün hastalık nedeniyle immün fonksiyonu
bozulmuş olan kişiler, enfeksiyonla mücadelede çok daha fazla güçlük çekerler. Aynı şekilde
steroidler
veya
immunosuppressif kemoterapi gibi medikasyonların verilmesi hastanın
immünolojik yeterliliğini değişikliğe uğratır. Vasküler greft enfeksiyonu, implantasyona yol
açan vasküler problemlerden
daha kötü bir sonucu olan ve çok çaba gerektiren bir
komplikasyondur. Agresif antibiyotik verilmesi ve cerrahi tedaviye rağmen genel mortalite
oranları %10 ile %50 arasında iken,
genel ampütasyon oranları da %15-60 arasındadır
(99,102). Multipl operatif prosedürler, enfekte aortik greftler, hemoroji, sepsis gibi komplike
durumlarda ise en yüksek mortalite oranlarına (% 40–75) rastlanmaktadır (100). Sistemik
sepsis bulguları olan hastalarda ise prognoz özellikle ürkütücüdür. Bu durumun aksine,
29
femoropopliteal greft enfeksiyonlarının mortalitesi daha düşük (%10–25) görülürken, bazı
çalışmalarda ise ampütasyon oranının % 80’e yaklaştığı bildirilmektedir (101).
Prostetik vasküler greft enfeksiyonları nadir olmalarına rağmen, ampütasyon tehdidi,
organ fonksiyon kaybı ve bunların sonucunda görülebilen ölüm, vasküler cerrahın endişesini
ve agresif proflaksi kullanımını haklı çıkarır.
B. Bakteriyoloji
Hemen hemen her bir mikroorganizma sentetik grefti enfekte edebilir. Başlangıçta
yapılan çalışmalarda, greft enfeksiyonu’nun vasküler cerrahinin erken bir komplikasyonu
olduğu ve Staphylococcus aureus’un en yaygın patojen olduğu düşünülmekteydi (103,104).
Ancak arteriyel greft tekniklerinin giderek daha netleşmesi, değişik protez materyalleri ve
antibiyotik kullanımı, greft enfeksiyonlarının sıklığını ve yapısını da etkilemiştir. 1970’lerden
beri koagulaz-negatif stafilokoklar, gram-negatif bakteri ve polimikrobial enfeksiyonlar da
önemli hale gelmiştir. Cerrahlar
özellikle
de geç dönemde görülen enfeksiyonların
mikrobiyolojik örnekleme hatalarının olabileceğinin farkındadırlar (105). Escherichia coli,
Pseudomonas, Klebsiella, Proteus ve Enterobacter suşları gibi gram-negatif bakteriler
özellikle virulandırlar.
Tablo 3. Greft Enfeksiyonu Risk Faktörleri
Greft kontaminasyonu
Acil cerrahi
Uzun süre ameliyat öncesi hastanede kalma
Uzak enfeksiyon
Kusurlu streril teknik
Uzamış ameliyat süresi
Eş zamanlı gastrointesinal prosedür
Tekrarlayan vasküler prosedür
Ameliyat sonrası yüzeyel yara enfeksiyonları
Değişmiş konak savunması
Lokal faktörler
Biyomateryal özellikleri
Bakteriyel aderans
Biyofilm proliferasyonu
30
Makrofaj süpresyonu
Sitokin üretimi
Fibroblast inhibisyonu
Kollajen hiperplazi
Sistemik faktörler
Malnütrisyon
Malignensi
Diyabetes mellitus
Otoimmün hastalık
Kronik renal yetmezlik
Lökopeni
Kemoterapi
Kortikosteroid Kullanımı
Kandida, mikobakterium ve Aspergillus suşları nedeniyle oluşan mantar enfeksiyonları
nadirdir, özellikle de
geçmişte mantar enfeksiyonları tanısı konmuş
immünosüpresyonlu hastalarda
ya da ağır
tipik olarak görülür (Tablo 4). Erken görülen greft
enfeksiyonları vasküler baypas cerrahisini takiben ilk dört ay içerisinde görülür ve patojen
virulansıyla yakından ilişkilidir. Hastalar; ateş, lökositoz ve bakteriyemi gibi klasik greft
sepsisi bulguları ile başvururlar. Patojenler, kan kültürleri veya perigreft dokulardan alınan
kültürlerle kolaylıkla teşhis edilirler. S. aureus en yaygın görülen patojen olmayı devam
ettirmektedir (106,107). Koagulaz-pozitif suşlar, hemoliz ve sistemik konak cevabını provoke
ederek enfeksiyon komplikasyonlarının erken tanınmasını sağlayan toksinleri yapar. Gramnegatif
bakterilerde
erken dönem greft enfeksiyonlarında görülebilirler. Psödomonas
aeruginosa enfeksiyonu ise sıklıkla anastomotik kanamayla ilişkilidir. Greft-enterik erozyonu
ya da fistül gibi greft iyileşme komplikasyonlarında tipik olarak enterik gram-negatif
bakteriler görülür ve hem erken hem de geç postoperatif periodlarda gelişebilir.
Tablo 4. Prostetik Greft Enfeksiyonlarının Bakteriyoloisi: (n=1305 )*
Patojen
Staphylococcus aureus
AEF
Aİ
AF
FP
TA
İKS
Total
397
86
460
251
55
56
1305
16 (4)
7 (8)
124 (27)
70 (28)
12 (22)
28 (50)
257 (19)
Staphylococcus epidermidis 8 (2)
22 (26) 120 (26)
28 (11)
14 (25)
11 (20)
203 (16)
Streptococcus sp.
3 (3)
28 (11)
1 (2)
—
153 (12)
75 (19)
46 (10)
31
Escherichia coli
71 (18)
8 (21
55 (12)
8 (7)
1 (2)
—
163 (12)
Pseudomonas sp.
12 (3)
8 (9)
28 (6)
40 (16)
8 (14
—
96 (7)
Klebsiella sp.
20 (5)
4 (5)
23 (5)
5 (2)
1 (2)
6 (10)
59 (5)
Enterococcus sp.
32 (8)
8 (9)
9 (2)
18 (7)
2 (4)
—
69 (5)
Bacteroides sp.
32 (8)
1 (1)
14 (3)
5 (2)
—
—
52 (4)
Proteus sp.
16 (4)
1 (1)
18 (4)
8 (7)
1 (2)
—
54 (4)
Enterobacter sp.
20 (5)
8 (9)
9 (2)
5 (2)
—
—
42 (3)
Candida sp.
12 (3)
—
5 (1)
3 (1)
2 (4)
—
22 (2)
Serratia sp.
4 (1)
—
5 (1)
5 (2)
—
—
14 (1)
Other sp.
12 (3)
3 (3)
18 (4)
15 (2)
—
—
48 (4)
No growth culture
71 (18)
11 (13) 9 (2)
5 (2)
9 (16)
11 (20)
116 (9)
KISALTMALAR: AEF = Aortoenterik fistül veya erozyon; AI = Aortoiliak,
aortofemoral veya aortik tüp
greft; AF = Aortobifemoral veya iliofemoral greft; FP =
femoropopliteal, femorotibial, aksillofemoral, veya femorofemoral greft; TA= Torasik aorta
greft; İKS = İnnominat, karotid veya subklavian baypas greft veya endarterektomiyi takiben
karotid yama. * Jonathan BT, Larry HH. Complications in Vascular Surgery, Second Edition 16-308.
Geç görülen enfeksiyonlarda Stafilokokkus epidermidis veya diğer koagulaz-negatif
stafilokoklar (108,109) greft kolonizasyonunun en sık nedenidir. Bu inaktif enfeksiyonlar
implantasyondan aylar veya yıllar sonra kendilerini gösterirler (108-110). Düşük virülanslı
koagulaz-negatif stafilokoklar deri florasında normal olarak bulunurlar.
Bakteriler protez yüzeyde gizlenerek yapışık biyofilmde sağ kalır (111). Bu bakteriyel
biyofilm aynı zamanda protez yüzeye yerleşik olan simbiyotik enfeksiyonu oluşturur. Greft
sepsis bulguları (örn., ateş, lökositoz) yoktur. Bakteriyel biyofilm konak savunmasıyla uyum
gösterirse, perigreft dokunun ve komşu arterin lokal inflamasyonu daha sonra ortaya çıkar.
Perigreft sıvının
gram boyaması sadece beyaz kan hücrelerini gösterirken, rutin
kültürleri ve perigreft
kan
doku veya sıvısı sterildir. Bakteriyel biyofilm enfeksiyonları;
anastomotik anevrizma, perigreft apse ve greft–enterik fistül gibi yara
komplikasyonu olarak ortaya çıkabilir.
C. Patogenez
Biyomateryal yüzeylerin bakteriyel inokülasyonu
32
iyileşme
Direkt, lenfatik veya hematojen yollarla protez kondiütü mikroorganizmalara maruz
bırakan herhangi bir proçes, greft kolonizasyonuna ve daha sonrada enfeksiyona yol açabilir.
Biyomateryal yüzeyler; implantasyon prosedürü süresince, postoperatif yara-iyleşme
komplikasyonları veya daha sonra herhangi bir zamanda transmitan bakteriler veya
mantarlarla kontamine olabilirler.
Arteriyel rekonstrüksiyon süresince vasküler greftin direkt kontaminasyonu, operasyon
ekibinin aseptik teknikleri yaparken işleme ara vermesinden kaynaklanabilir. Greftlerin ve
cerrahi aletlerin doğru steril edilmemesi açık kontaminasyonun başlıca nedenleridir. Cilt veya
epidermal temasla protez greft hastanın endojen florasına maruz kalır. Deri temasının yüksek
olduğu femoral, popliteal ve axiller bölge gibi yüzeyel lokalizasyonlara yerleştirilen greftlerin
enfeksiyon insidanslarının daha yüksek görülmesi hiç şaşırtıcı değildir. İntestinal veya üriner
traktın hasarı veya açılması da endojen floranın diğer kaynaklarını oluşturur. Hastalıklı arter
duvarları da (örn., aterosklerotik plak veya
anevrizmal trombus) sıklıkla anlaşılamayan
bakteri kaynaklarıdır. Köpek modellerde septik odağa proksimal lenfatiklerin geçişinin akut
greft enfeksiyonunun gelişimine katkıda bulunduğu görülmüştür (113). Alt ekstremitede
iskemik ayak ülserleri veya gangren mevcut olduğu zaman, femoral anastomozlar özellikle bu
tip kontaminasyona karşı savunmasızdır. Eşzamanlı yapılan cerrahi prodsedürler (örn.,
gastrointestinal veya bilier trakt) protez grefte potansiyal bulaşmanın ilave kaynaklarını
sağlar.
Direkt yolla prostetik vasküler greft kontaminasyon riski ameliyat sonrası döneme
kadar devam eder. Eğer cerrahi yara revaskülirazasyonu takiben derhal fibrin kapama
geliştirmezse, alttaki greft direkt ekstansiyona duyarlı olur. Persistan yara drenajı ile iskemik
ya da hasarlı dokularda septik odak gelişebilir (114,115). Hematom ve lenfositler, greft
çevresinde ölü bir alan oluştururlar ki bu da hem bakteriler için ideal bir üreme ortamı sağlar
hemde perigreft doku ile greftin bütünleşememesi sonucunu doğurur. Hematojen yolla greftin
bakteriyel tutulumu yaygın değildir ama greft enfeksiyonlarının önemli potansiyel
mekanizmalarındandır. Deneysel olarak, S. aureus ‘un 107 koloni oluşturan birimi’nin (C
colony-forming units-CFUs) greft replasmanı yapılan hayvanlarda bir ay içerisinde %100
pozitif kültür gelişmine neden olduğu gösterilmiştir (116). Perioperatif periyot süresince
greft’de hematojen tutulum; intravenöz kateterler, enfekte üriner trakt veya uzak doku
enfeksiyonu
(örn., pnömoni veya
enfekte ayak
ülserleri ) gibi kaynaklardan
geçen
bakteriler yoluyla meydana gelebilir.
Parenteral antibiyotik tedavisi, deneysel olarak bakteriyemi kaynaklı greft enfeksiyonu
insidansını azaltır. Kontaminasyon riski implantasyondan hemen sonra en yüksekken,
33
luminal psödointimal tabakanın gelişimine paralel olarak zamanla azalmaktadır. (117). Greft,
implantasyondan uzun süre sonra hematojen yolla tutuluma duyarlıdır hatta implantasyondan
bir yıl sonra bile bakteriyemi kaynaklı greft enfeksiyonu bildirilmiştir.
Mikrokoloni formasyonu ve bakteriyel biyofilmler
Mikroorganizmaların protez yüzeye yerleşip enfeksiyon oluşturabilmeleri; bakterinin
adhezyon, kolonizasyon ve biyofilm formasyonuna
bağlıdır. Vasküler kondiütin fiziksel
özellikleri ve kimyasal bileşikleri de bakterinin biyomateryal yüzeye yapışabilme yeteneğini
etkiler. Safen ven gibi otojen greftler en düşük enfeksiyon duyarlılığına sahiptirler. Erken
postoperatif dönemde eğer enfeksiyon gelişmemişse bu otojen greftler uzun dönem açıklık
gösterirler. Kullanılan en yaygın iki sentetik materyal dakron ve PTFE’dir. Materyalin
poroz yapısı bakteriyel sekestrasyonu destekler, bakteriyel suşların PTFE’ye göre dakron’a
daha fazla afinitesinin olduğuda bilinmektedir (118,119). Vasküler protezlerde bakteriyel
aderans, bakteri
hücre duvarının yapısı ve gelişimi gibi özelliklerine bağlıdır (120).
Stafilokokkal greft enfeksiyonlarının prevalansı, gram pozitif bakterilerin protez yüzeyde
artmış aderansıyla kısmen açıklanabilir. Stafilokok suşları, deney koşullarında gram-negatif
bakteriden daha fazla görüldüğü gibi, sütür materyaline yapışması da E. coli’den 100 kat
daha fazladır (121). Geç dönemde görülen greft enfeksiyonlarının patogenezi, düşük virülanslı
mikroorganizmaların protezde kolonizasyonunun sonucudur. S. epidermidis gibi koagülaznegatif stafilokokların bazı suşları greft yüzeyine aderans yapar ve bakteri yüklü biyofilmde
yaşamını sürdürebilir. S. aureus ve gram-negatif bakteriden farklı olarak S. epidermidis,
sadece biyofilm içinde büyür toksin veya doku otolizine neden olabilen ürünleri meydana
getirmez, konağın savunmasının yeterli olduğu durumlarda
(114).
Yüzey
biyofilm,
organizmaların
oluşturduğu
çevre dokuları invaze etmez
extraselüler
matrix
içindeki
mikrokolonilerden meydana gelen kompleks bir yapı olup, enfeksiyona karşı gelişen dirence
önemli katkıda bulunur (122-124).
İmmün sistem aktivasyonu
Greft enfeksiyonu, hem mikroorganizmalar hem de vasküler biyomateryallerin
oluşturduğu
koinflamatuar
sitümülüslerle konak immün sistemin aktivasyonunu içeren
kompleks bir süreçtir. İnflamatuar süreç enfeksiyonu lokalize etmeye çalışırken, çevre doku
ve biyomateryal arasındaki ara yüzeyde mikrovasküler bozulma, hücre ölümü, doku nekrozu
ve nötrofil göçüne de yol açar. Enfeksiyonun derecesini patojenin virülansı, perigreft
inflamasyon ve doku hasarının derecesi belirler ama inaktif enfeksiyonlar bile damar duvarı
34
veya anastomotik bozulmaya ve kanamaya yol açan doku otolizi yapabilir. Greft
enfeksiyonunun klinik etkileri geniş spektrum da kendini gösterir ve bunlar; greft sepsisi,
lokalize perigreft apseleri , anastomotik psödoanevrizma
veya greft-enterik erozyon veya
fistül (aortoduodenal fistül) oluşumu şeklinde ortaya çıkabilir.
Biyomateryal enfeksiyonu, normal doku bütünlüğünün yokluğuyla karakterizedir.
Monosit veya doku makrofajı, spesifik büyüme faktörleri ve enzimler
yönlendirmede
çok
önemlidir
(125,126,127). Tümör nekroz faktör
bu aktiviteyi
alfa (TNF-a) ve
interlökin 1 (IL-1)’in aşırı üretiminin doku hasarına yol açtığı görülmüştür. TNF-a, nötrofil
komplement reseptör salınımını artıran önemli bir monosit ürünüdür. IL-1 salınımının fibröz
kapsül formasyonu derecesi ile uyumlu olduğu görülmüştür. Ayrıca TNF-a ve IL-1’ın
kollejenazı stimüle ederek iyileşmeye olumsuz katkıda bulunur. Bu iki sitokin bakteriyel
biyofilm enfeksiyonlarıyla ilişkili lokal doku hasarına aracılık eder. Biyomateryalin yüzey
biyofilminde S. epidermidisin persistan büyümesi,
kronik inflamatuar proçese ve çevre
dokularda hücresel hasara yol açarak greft dokusunun biyomateryal içine bütünleşmesini
inhibe eder, sonuçta perigreft kavitenin oluşumuna ve abseye yol açar. Bu proçese konağın
immün cevabı da aracılık ederek periprotez dokunun otolizine yol açar. İmmün cevap greftin
inkorpere
olamamasıyla
sonuçlanarak
çevre
doku
inflamasyonu
ve
çok
sayıda
polimorfonükleer lökosit meydana gelir (128-130).
Konağın immün sisteminin aracılık ettği kronik inflamasyon komşu arterite, sonuçta
psödoanevrizma oluşumuna yol açar. Bir bakteriyel hücre ürünü olan fibroblast inhibisyon
mediatörlerinin etkisiyle oluşan fibroblast inhibisyonunun, proinflamatuar sitokinlerden
bağımsız olarak biyomateryal enfeksiyonlarıyla ilişkili olduğu bildirilmektedir (131).
D. Koruma
Prostetik greft enfeksiyonundan korunma, vasküler cerrahide çok önemli bir
yaklaşımdır. Bu korkulan enfeksiyon riskini azaltmak için preoperatif, intraoperatif
ve
postoperatif olarak profilaktik önlemler alınmalıdır.
Preoperatif önlemler
Yaygın kullanılan antibiyotiklere karşı dirençli olan nozokomiyal bakteriyel suşlarla
hastanın kolonize olması riskini azaltmak için, uzun süreli preoperatif hastanede kalmaktan
kaçınılmalıdır. Hastanede beş günlük kalma süresi içinde hastanın florası bazı antibiyotiklere
karşı zaten hazır hale gelir (132). Preoperatif transfemoral anjiyografi, greft implasyonundan
35
bir haftadan daha uzun bir süre veya 24 saatten daha kısa bir süre önce yapılmalıdır. Aksi
takdirde yara enfeksiyonu insidansının arttığı ğörülmektedir (133). Hastanın kendi deri florası,
greft kontaminasyonunun primer kaynağı olduğu için deri hazırlamaya çok özen
gösterilmelidir. Ameliyattan önce antiseptik sabunla banyo yapma mevcut bakteri
kolonilerinin miktarını azaltır (134). Deriyi traş etmenin, tüyleri yok edici krem
kullanılmasına göre yara enfeksiyonları insidansını artırdığı bildirilmektedir
(135). Traş
tercih edilirse bu işlem hasta operasyon odasına alındıktan sonra yapılmalıdır. İnsizyondan
önce deri povidone-iodine, chlorhexidine veya her ikisiyle birlikte temizlenmelidir (136).
Profilaktik antibiyotiklerin standart olarak verilmesi, vasküler greft enfeksiyonlarına yol açan
yara enfeksiyonlarını azaltır (115). Antibiyotik seçimi lokal bakteriyel prevelans ve
duyarlılıklarla saptanmalıdır. S. aureus, S. epidermidis, ve gram-negatif organizmalar en
prevalant patojenlerdir. İlk doz antibiyotik, deri insizyonundan önce verilmelidir ve beklenen
patojenler için minimal bakterisidial konsantrasyonunun üstünde doku seviyelerini sürdürmek
için daha sonraki dozlar düzenli aralıklarla verilmelidir. Doz rejiminde değişiklikler,
antibiyotik eliminasyonu ve dağılım hızına bağlı olarak prosedür süresince gerekli olabilir.
Operasyon süresinin dört saati aşması, sıvı verilmesine bağlı kan hacmindeki aşırı
değişiklikler veya
renal perfüzyon sorunu yaşanırsa,
dozaji veya verilme sıklığını
değiştirmek gerekli hale gelebilir.
Cerrahiden bir saat önce, cerrahi süresince her iki üç saatte bir 1 gram verilen ve
ameliyat sonrası sekiz saatte bir verilen intravenöz (İV) cefazolin sodium, protez greft
implantasyonu yapılan hastaların çoğunda
mükemmel doku düzeylerine ulaşır. Hastanın
derisinde Metisiline-rezistan S. Aureus (MRSA) veya
patojen kültürlendiğinde, intravenöz
hospitalize hastalarda bilinen bir
olarak 1gr tek doz
vancomycin hydrochloride,
cerrahiden 1saat önce eklenebilir. Penisilin veya sefalosporinler’e alerjisi olan hastalar için
ameliyattan bir saat önce verilen ve daha sonra 8-12 saatte bir tekrarlanan üç doz parenteral
vancomycin (1 g) + gentamicin (1.5mg/kg), uygun profilaktik antibiyotik rejimidir. Bacak
veya başka bir uzak alanda eş zamanlı enfeksiyonları olan vasküler greft implantasyonu
yapılan hastalara kültür spesifik antibiyotikler verilmelidir. Bazı merkezler yüksek riskli
bakteriyemi olduğu düşünülen hastalarda 3-5 gün süresince veya bütün santral intravenöz
kataterler çıkarılana kadar profilaktik antibiyotiklere devam ederler. Buna karşın iki veya üç
dozdan daha fazla sürdürülen postoperatif profilaktik antibiyotikler verilmesini kanıtlayan
hiçbir bulgu yoktur.
İntraoperatif önlemler
36
Giderek doğru karar ve titiz cerrahi tekniğinin daha iyi anlaşılması göstermiştir ki,
vasküler
greft
enfeksiyonlarının
kaynaklanmaktadır
%60’ı
önlenebilir
operatif
komplikasyonlardan
(137). Eğer mümkünse, otolog ven kullanılmalıdır. Çünkü daha az
enfeksiyonla ilişkilidir ve
enfeksiyon meydana gelirse de sonuçları daha hafif olmaktadır
(138,139). Yine mümkünse kasıkta rekonstrüktif
işlemlerden kaçınılmalıdır, çünkü kasık
yaraları en fazla enfeksiyona yatkın olanlarıdır. Antibiyotik-emdirilmiş havlular (operasyon
alanının dışındaki potansiyel kontaminasyon yapan kaynaklarla teması
önler), dokuya
nazikçe dokunma, hematom oluşumunu önlemek için titiz çabalar, ölü boşluğu elimine
etmek için değişik katlarda insizyonun kapatılması, yara iyleşme problemlerini ve daha
sonraki enfeksiyonu azaltmada önemli teknik uyarıcıdırlar. Yara kapanmadan önce topikal
antibiyotiklerin verilmesi grefti çevreleyen dokularda antibiyotik konsantrasyonunu
artırmayla bir miktar yarar sağlayabilir.
Enterik patojenlerle kontaminasyonu önlemek için vasküler greft implantasyonu
süresince eş zamanlı gastrointestinal prosedürlerden kaçınmak en doğrusudur. Eğer işlem
süresince planlanmayan enterotomi oluşursa, tamir sonrasında hasta insizyonu kapatılmalı ve
kısa zamanda arteriyel rekonstrüksiyon ve eğer mümkünse antibiyotik-emdirilmiş protez
planlanmalıdır. Abdominal aortik anevrizmanın elektif onarımından sonra kolelitiyazis’li
hastalarda postoperatif %18’lik akut kolesistit insidansı bildirilmiştir (140). Eş zamanlı
kolesistektomi
sonrası aortik greft enfeksiyonu riski düşüktür, ancak Mayo Klinik
çalışmalarında yüksek komplikasyon oranı bildirilmiş ve aortik greft implante edildikten ve
retroperiton tamamen kapatıldıktan hemen sonra safra kesesinin çıkarılması önerilmiştir.
Postoperatif önlemler
Potansiyel bakteriyemi kaynaklarını elemine etmek için hastanın üriner kateteri ve
intravenöz yolu derhal çıkarılmalıdır. Postoperatif yara enfeksiyonlarının erken tanınması ve
agresif tedavisi alttaki greftin ekstansiyon riskini azaltmada çok önemlidir. Prostetik vasküler
greftleri olan hastalar, girişimsel prosedürleri takiben potansiyel bakteriyemi riskleri ile ilgili
olarak iyi eğitilmelidir. Hematojen yayılım, greft yerinde kaldığı müddetçe devam eden bir
risktir. Bakteriyel kolonizasyonu ve daha sonraki geç greft enfeksiyonunu önlemek için
dental çalışma, anjiyografi, sistoskopi ve kolonoskopiden önce
önerilir.
AORTİK GREFT ENFEKSİYONLARI
37
antibiyotik profilaksisi
Aortik greft enfeksiyonları, vasküler cerrahların karşılaştığı en tartışmalı ve en çok
çaba gerektiren problemleri arasında yer alır. Bu tür enfeksiyonu olan hastalar sıklıkla yaşlı,
kırılgan, ve çok sayıda medikal komorbiditeli ağır hastalar olduğundan, problemi tedavi
etmek için gereken yoğun ve karmaşık operasyonları tolere edemezler. Enfekte greft
materyalinin ve vasküler yapıların debridmanı, komple rezeksiyonu ve eksizyonu enfeksiyonu
eradike etmek açısından gereklidir. Aortik greft infeksiyonlarının tedavisinde çok fazla
gelişme olmasına rağmen, mortalitesi diğer vasküler hastalıklardan daha yüksektir (141,143).
Patogenez
Vasküler greftler, yerleştirme sırasında kontaminasyonla primer olarak veya
hematojen, lenfatik yayılımla implantasyon sonrası sekonder olarak enfekte olabilen yabancı
cisimlerdir. Klinik olarak semptomatik greft enfeksiyonlarının genel insidansı anatomik alana
göre değişir. Abdominal veya torasik kaviteye sınırlı aortik greftler nadiren enfekte olurlar ve
insidansları % 0.5 - 2
oranındadır (142). Distal anastomotik alanlar femoral düzeyde
olduğunda insidans % 2- 6’dir (144). Femoral alan, bazı özellkleriyle enfeksiyöz
komplikasyonlara yatkındır. İnguinal bölgenin temizlenmesi zordur ve insizyonları da
enfeksiyona daha yatkındır. İnguinal bölgedeki oblik olarak uzanan insizyonları daha fazla
açılma eğilimindedir. Ayrıca alt ekstremitede ana femoral arterin ekspozisyonu sırasında
yüzeyel inguinal lenf nodları genellikle transekte edildiğinden greftin potansiyel
kontaminasyon kaynağı olabildiği gibi, alt ekstremitenin açık-enfekte iskemik ülserleri,
gangrenöz ayak başparmakları, perineal ve perianal alan gibi inguinal lenfatiklerle drene olan
başka bir bölgedeki yaralar da kontaminasyon kaynakları olabilmektedir. Vasküler greft
enfeksiyonları etyolojisinde kasık yarasıyla ilgili başka bir faktör, greft yerleştirme sırasında
geçici lokal iskemidir ki bu durum yarayı enfeksiyona daha duyarlı hale getirir. Vasküler greft
enfeksiyonlarının çoğunluğu operasyon zamanında başlar (145). Aktif organizmalar arasında
Stafilokokkus epidermidis prevalansı da hastanın kendi deri florasıyla kontaminasyonun
önemli bir mekanizma oduğunu gösterir (146-148). S. aureus ve diğer nozokomiyal bakteriler
de çevresel kontaminasyon kaynaklarına işaret eder.
Klinik prezentasyon
Aortik greft enfeksiyonlarının klinik prezentasyonu rölatif ve çok fazla çeşitlilik
gösterebileceğinden tanısını koymak zor olabilir. Klinik bulguların insidansı ve ciddiyeti
sıklıkla mikroorganizmaya bağlıdır. S. aureus, P. aeruginosa ve E. coli gibi virülan
organizmalardan meydana gelen enfeksiyonlarda sistemik sepsis bulguları görülebilir.
38
Örneğin; ateş, titreme ve sola sapan yüksek sayıda beyaz kan hücre olan bir hastada, vasküler
greft enfeksiyonu olduğu düşünülmelidir. Virülan mikroorganizmalar aynı zamanda erken
enfeksiyon bulgularına neden olurlar ki greft implantasyonu ve enfeksiyon tanısı arasında
aylarca süren bir intervali kapsayabilir. İmplantasyonun yapıldığı birkaç hafta içinde tanısı
çok erken konan greft enfeksiyonları yara komplikasyonlarıyla ilişkilidir.
Tanı
Aortik greft enfeksiyonlarının bulguları çok değişken ve rölatif olduğu, atlanan tanının
sonuçlarının da ölümcül olabildiği için görüntüleme testleri önemlidir (149). Kullanılan
görüntüleme ve diğer tanısal testlerin tipleri klinik prezantasyona dayanır. BT, şüpheli aortik
greft enfeksiyonları için ana basamak tanısal görüntüleme tekniği olmuştur. Enfeksiyonu
düşündüren BT bulguları; ektopik gaz, periprotez sıvı, doku planları kaybı, perigreft
inflamatuar değişiklikleri, komşu bağırsağın kalınlaşması, hidroüreteronefroz ve anastomotik
psödoanevrizmadır (150). Bu bulgular çok spesifiktirler ve geç enfeksiyonlar için de oldukça
yararlıdırlar. İmplantasyonu takiben erken periyot süresince görülen perigreft sıvı , hava ve
inflamatuar değişiklikler 2-3 ay sürebilir. Üç ay sonra, postoperatif hematom ve gaz çözülmeli
ve doku planları normale dönmelidir (151). Magnetik rezonans imaging (MRI) ve
crosssectional görüntüleme BT’ye alternatiftir. BT’de görülen (periprotez hava, sıvı ve yapısal
anormallikler) özelliklere ek olarak MRI, özellikle
değerlendirmede
yararlıdır
(152).
Böyle
periprotez inflamatuar değişiklikleri
görüntüler
özellikle
enfeksiyon
alanını
değerlendirmede yararlı olabilirken operasyon yaklaşımını da belirleyebilir. Örneğin,
aortobifemoral baypasın tek distal bacağına yerleşik enfeksiyonu olan bir hastada bütün
protezin çıkarılması enfeksiyon tedavisi için gerekmeyebilir. Radionükleid görüntüleme de
vasküler protez enfeksiyonların tanısında kullanılmaktadır. indium111 (111I) işaretli otolog
beyaz kan hücrelerinin kullanıldığı sintigrafi günümüzde en yaygın kullanılan tekniktir, yine
gallium 67, technetium ve diğer izotoplarla işaretli beyaz hücre kullanımı da bildirilmektedir
(153,154). Ayrıca, beyaz hücreli sintigrafiden daha duyarlı olabilen human immunoglobulin
G temelinde sintigrafi de kullanılmaktadır (155). Arteriyografinin vasküler greft
enfeksiyonlarının tanısında yararı sınırlıdır ama bazen aortik psödoanevrizma hatta barsak
lümeninin içine kontrast sızmasını gösterir ki bu aortoenterik fistül için patognomoniktir.
Aortik greft enfeksiyonlarının önlenmesi
Vasküler cerrahi sonrasında yara enfeksiyonlarını önlemede kısa dönem antibiyotik
profilaksisinin yararı randomize çalışmalarda gösterilmiştir (156). Çok sıklıkla birinci kuşak
39
sefalosporin ameliyattan kısa bir süre önce ve ameliyat süresince verilir. Eğer kan kaybı çok
fazla ise veya
ameliyat uzamışsa, ameliyattan iki saat sonra da verilir. Bazı bulgular
gösteriyor ki bu uygulama, ameliyattan 4-5 gün sonraya kadar veya bütün invaziv materyaller
çıkarılıncaya kadar ek koruma sağlayabilir. Hastanın alt ekstremite iskemik lezyonlarının
enfekte olduğu durumlarda, kültür-spesifik antibiyotikler perioperatif olarak verilmelidir.
Keza daha spesifik profilaktik antibiyotik tedavisi belli başlı organizmaların prevalant olduğu
hastane bölümlerinde ve uzun süren hospitalizasyonda düşünülmelidir.
Tedavi
Tedavinin esas amaçları, yaşamı ve ekstremiteyi kurtarmaktır. Bu amaçlara,
enfeksiyonu en iyi şekilde eradike ederek ve vücut bölümlerine yeterli sirkülasyonu
sürdürerek ulaşılır. İkincil amaç, morbiditeyi ve ampütasyon riskini en aza indirerek yeniden
uzun süreli normal fonksiyonu restore etmeyi kapsar. Bütün enfekte materyallerin çıkarılması
ve uygun arteriyel rekonstrüksiyonla bu amaçlara ulaşılabilir. Aortik greft enfeksiyonu için
günümüzde desteklenen arteriyel rekonstrüksiyon yöntemleri; ekstra-anatomik baypas (157),
otojen süperfisiyal femoral veya popliteal venler (160), arteriyel allogreftler veya sıklıkla
antibiyotik emdirilmiş vasküler protezlerdir.
Extra-anatomik baypas
Ekstra-anatomik baypas genellikle axillofemoral baypas’ı kapsayan enfekte aortoiliak
rekonstrüksiyonlar için harika bir seçimdir. Özellikle enfekte aortik protezin çıkarılmasından
önce ekstra-anatomik baypas ile aşamalı bir operasyon uygulanması diğer prosedürlere göre
daha az fizyolojik hasar verebilir (158). Bu yaklaşımla aortik protezin çıkarılması süresince
alt ekstremite kan akımının korunması avantajı sağlanır ve böylece alt ekstremitenin iskemi
süresi de azaltılır.
Süperfisiyal popliteal venlerle in situ replasman
Ekstra-anatomik baypas’ın uzun dönem açıklığından doğan memnuniyetsizlik in situ
otojen ven rekonstrüksiyonu gelişimine yol açmıştır (159). İlk deneyimler, büyük safen
venleriyle elde edilmişti ancak daha sonra yerini geniş kalibresi ve daha üstün açıklığı
nedeniyle
süperfisiyal
femoropopliteal
venlere
bırakmıştır
(160).
Bu
prosedürden
‘‘neoaortoiliac’’ system (NAIS) prosedürü olarak bahsedilir. Bu rekonstrüksiyon en fazla aşırı
oklüsif hastalığı olan ve yetersiz runoff’lu hastalarda kullanılır.
Aortik greftin tümünün çıkarılmaması için alternatif yaklaşımlar
40
Enfekte aortik dokunun çıkarılmaması için klasik yaklaşımlar; agresif drenaj ve
enfekte dokunun debridmanı, kültür spesifik antibiyotik tedavisi, ekspoze protez materyalinin
örtülmesini sağlamak için titiz yara bakımı ve ekspoze protez materyalinin kas flepleriyle
örtülmesine dayanır.
MATERYAL VE METOD
Çalışmamızın amacı, anevrizmatik veya oklüziv arter hastalıkları nedeniyle prostetik
greft uygulanan ve sonrasında greft enfeksiyonu gelişen hastaların preoperatif dönem
karekteristiklerini incelemek, erken morbidite ve mortalite nedenlerini ortaya koymak, yapılan
operasyonlarda kullanılan greftlerin cinsleri, uygulama yerleri ve teknikleriyle olan ilişkilerini
saptamaktır
Prof. Dr. Siyami Ersek Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi Merkez’inde Ocak 2001 -Eylül
2006 tarihleri arasında değişik patolojiler nedeniyle acil veya elektif olarak sentetik greft
implantasyonu uygulanmış ve operasyonları farklı ekipler tarafından yapılmış 1870 hasta
çalışmamıza dahil edildi. Aynı dönem içerisinde renal arterlerin yukarısında anastomoz
gerektiren ve hipoplastik aortası olan hastalarla, rüptüre abdominal aort anevrizması nedeniyle
acil olarak ameliyata alınan hastalar çalışma dışında tutuldu.
Hastalarımız, Vasküler Cerrahi Kliniğimizin rutin periferik damar cerrahisi hazırlığına
tabi tutuldular. Medyan sternotomi, torakotomi, transabdominal veya retroperitoneal cerrahi
yaklaşımlarda hastalarımıza intravenöz narkotik anestezi tekniği ile genel anestezi uygulandı.
Epidural anestezi için uygun olmayan (başarısız girişim, İNR yüksekliği gibi) ve genel
anestezi uygulanan 32 olgu dışındaki inguinal bölge ve distalindeki girişimlerde epidural
41
anestezi uygulandı. Vücudunun herhangi bir bölgesinde açık yarası olan diyabetik veya diğer
riskli hastalarda preoperatif Vankomisin 1gr İV verilerek profilaksi sağlanırken, rutin
profilaksi 1 gr sefazolin İV ile sağlandı. Tüm hastalarımıza kros-klemp konulmadan 3-5
dakika önce
heparin 100 Ü/kg dozunda İV verilerek ACT (Activated Clotting Time )
değerinin 180-200 saniye düzeylerinde
olması sağlandı ve daha sonra heparin nötralize
edilmedi. Uygun ölçülerdeki greftin belirlenmesinin ardından genellikle önce proksimal
anastomozlar sonra distal anatomozlar yapıldı. Hastalar yoğun bakım sonrası servis
izlemlerini takiben taburcu edildi, postoperatif 10. gün, 2. ayda kontrole alındı, daha sonraki
takipleride 6 aylık dönemler şeklinde düzenlendi. Postoperatif 10-180 (ortalama 48 gün)
günleri arasında 216 hasta (%11.5) ağrılarının devam etmesi, ateş, titreme ve yara yeri akıntısı
gibi şikayetlerle kliniğimize müracaat etti. Greft enfeksiyonu düşünülen bu hastalar yara yeri
ve kan kültürleri alınarak hospitalize edildiler (Tablo 5). Alınan bu kültürlerin 120’inde
(%55.5) üreme görüldü. Kültürlenen mikroorganizmaların yarısından çoğunu stafilokokların
oluşturduğu dikkat çekmektedir (Tablo 6).
Tablo 5. Preoperatif veriler (Greft enfeksiyonu gelişen hastalarda, n=120)
Semptomlar
Ağrı
Ateş (>38Ċ)
I.Derece Enfeksiyon (Sadece dermisi tutan)
II.Derece Enfeksiyon [Subkutan alana uzanan, Greft tutulumu (-)]
III.Derece Enfeksiyon [Greft tutulumu (+)]
Enfekte deri ülserleri veya gangrenöz ayak baş parkakları
-Axiller bölge
Yara Lokalizasyonu
n
118
86
34
53
33
16
%
98.3
71.7
28.3
44.2
27.5
13.3
18
15.0
-İnguinal bölge proximali
13
10.8
-İnguinal bölge ve distali
76
63.3
Prostetik greft uygulanan 1870 hasta içinden greft enfeksiyonu gelişen hastalar
titizlikle seçildi. Özellikle
postoperatif dönemde hastaların kliniği ve greft uygulanan
bölgedeki açık yaradan, greftten, perigreft dokudan veya gelişen fistülden alınan koleksiyonun
mikrobiyolojik kültürlerinde üreme (+) olanlar esas alındı Kültürlerin %50.8’inde
Stafilokoklar, kalan hastalarda non spesifik mikroorganizmalar üredi. Yine şüpheli aortik greft
enfeksiyonları için ana basamak tanısal görüntüleme tekniklerinden olan BT bulgularına
(ektopik gaz, periprotez sıvı gibi) dikkat edildi (32).
42
Tablo 6. Kültürde üretilen mikroorganizmalar
Patojen
n
%
Staphylococcus aureus
37
30.8
Staphylococcus epidermidis
24
20
Escherichia coli
16
13.3
Pseudomonas suşları
9
7.5
Klebsiella suşları
6
5
Enterococcus suşları
5
4.2
Bacteroides suşları
4
3.3
Proteus suşları
2
1.7
Diğerleri
18
15
Toplam
120
Prostetik greft enfeksiyonu gelişen hastalarla ilgili bütün veriler ve yapılan
operasyonlara ait ameliyat epikrizleri incelenip kaydedildi. Bu hastalar cinsiyet, yaş, sosyokültürel düzeyleri, hijyen özellikleri, eşlik eden hastalıklar, uygulanan greftin cinsi ve
uygulama endikasyonları, uygulama lokalizasyonu, ameliyat tekniği, postoperatif yoğun
bakım, enfeksiyon lokalizasyonu, hastanede kalış süresi, uygulanan tedavi yöntemleri ve
sonuçları ile değerlendirildi. Tüm bu verilerle birlikte preoperatif, peroperatif ve postoperatif
faktörlerin greft enfeksiyonları ile ilişkileri irdelendi. Tanıda; fizik muayene, rutin
biyokimyasal tetkikler, doppler ultrasonografi (DUS), bilgisayarlı tomografi (BT), anjiografi,
yara yeri ve kan kültürü yöntemleri kullanıldı.
Greft enfeksiyonu nedeniyle yatırılan hastalardan steril koşullarda kültür alındıktan
sonra semptomatik tedaviye ilave olarak kültür-antibiyogram sonucu alınıncaya kadar tüm
hastalara proflaktik antibiyotik olarak 1.kuşak sefalosporin sekiz saatte bir 1gr uygulanmıştır.
Daha sonra hastaların tamamına kültür sonucuna bağlı yapılan antibiyograma uygun
antibiyotik tedavisi verildi. Tüm hastalara lokal yara temizliği ve debridman uygulandı. 104
hasta reopere edilirken diğer 16 hastanın tedavisi medikal yöntemlerle yapıldı ve uygun
antibiyotikler verildi. 16 hastada revaskülarizasyon yapılmamasının nedeni medikal tedaviye
dramatik cevap vermeleri veya distal damar yatağının uygun olmamasıydı (44).
İSTATİKSEL DEĞERLENDİRMELER
43
Hastalarla ilgili preoperatif, perioperatif ve postoperatif veriler oluşturulan bir Microsoft
Access® veri tabanında toplandı. Bu tabandaki bulguların istatistik incelemesi SPSS 11.0 for
Windows® programı kullanılarak gerçekleştirildi. Verilerin değerlendirilmesinde parametrik
veriler için Student t testi, nonparametrik veriler için Ki-kare testi kullanıldı. Tanımlayıcı
istatistiksel veriler ortalama ± standart sapma olarak verilmiş olup, tüm sonuçlar %95 güven
aralığında, anlamlılık p < 0.05 düzeyinde değerlendirildi. İki değişken arasındaki ilişkinin
büyüklüğünü, yönünü ve önemliliğini değerlendirmek amacıyla Pearson Korelasyon analizi
kullanıldı.
Bulunan ‘’p’’ değeri 0,05 ‘den küçükse anlamlı olarak kabul edildi.
BULGULAR
Demografik Veriler
Hastaların demografik verileri Tablo 7’de görülmektedir. Toplam 1870 hasta ile
yapılan çalışmada hastaların %90’a yakın kısmını erkekler oluşturmaktaydı (Tablo 7).
Hastalar ortalama olarak 60 yaş civarında olmakla birlikte, yaş aralığı 28 ile 79 arasında
değişmekteydi. Kadın ve erkeklerin yaş ortalamaları birbirlerinden istatistiksel olarak farklı
bulundu (p = 0.02).
Hastaların 1375’ine (%73.5) aterosklerotik tıkayıcı hastalık
nedeniyle, 472’sine (%25.3) anevrizma nedeniyle ve diğer hastalıklar olarak belirtilen
Buerger ve Takayasu hastalığı gibi inflamatuvar hastalıklara bağlı toplam 23 hastaya (%1.2)
prostetik vasküler greft uygulandı Prostetik greft uygulanan toplam 1870 hastanın 1340’ına
(%71.7) politerafloroetilen (PTFE) greft, 530’na (%28.3) Dacron greft uygulandı (Tablo 8).
Tablo 7: Hastaların demografik verileri.
Cinsiyet (E/K)
1627 / 243
Ortalama yaş (yıl)
55.35 ± 8.86 (28-79)
Erkek hastaların ortalama yaşı (yıl)
59.03 ± 9.37 (28-77)
Kadın hastaların ortalama yaşı (yıl)
65.9 ± 8.77 (52-79)
Sigara (paket/gün)
1.75 ± 0.2 (1-3)
Postop müracaat süresi (gün)
63.01 ± 7.38 (10-180)
44
Ortalama hastanede kalma süresi (preop/gün)
3.1 ± 0.4 (1-4)
Ortalama hastanede kalma süresi (postop/gün)
9.75 ± 0.5 (4-48)
Preoperatif Risk Faktörleri
Preoperatif risk faktörleri açısından incelendiklerinde, hastalarda en sık saptanan risk
faktörü sigara kullanımı idi (Tablo 8). Bunu sırası ile diabetes mellitus, hipertansiyon ve
hiperkolesterolemi ve diğer risk faktörleri izlemekteydi. Hastaların yarıya yakınında
hipertansiyon, diyabetes mellitus ve hiperkolesterolemi mevcuttu. Diyabet hastalarınında %
95’lere varan kısmı Tip II DM olup ortalama 10 yıldır insülin tedavisi almaktadırlar.
Tablo 8: Operasyon öncesi risk faktörleri.
Risk faktörü
n
%
Sigara öyküsü
1214
64.9
Hipertansiyon
1049
56.1
Diyabetes mellitus
889
47.5
Hiperkolesterolemi
886
47.4
Aile hikayesi
773
41.3
KAH
602
32.2
Obezite
582
31.5
Geçirilmiş serebrovasküler olay (SVO)
298
15.9
Revaskülarize Edilen Damarlar
Tüm hastaların yaklaşık olarak %80’ninin femoral arterine anastomoz uygulandı.
İkinci sırada popliteal arter yer alırken bunuda abdominal aort izlemektedir (Şekil 4).
45
Şekil 4. Greft uygulanan hedef damarlar.
Prostetik Greftlerin Kullanımı
Prostetik greft uygulanan toplam 1870 hastanın 1201’ına (%64.2) politerafloroetilen
(PTFE) greft, 669’na (%35.8) Dacron greft uygulandı. Operasyonlarda greftlerin kullanım
sıklığına bakıldığında PTFE greft, Dakron greftten iki kat daha fazla kullanılmaktadır.
Greft uygulama pozisyonu olarak 146 hastaya (%7.8) aortik tüp greft, 512 hastaya
(%27.4) aorto-bifemoral baypas, 56 hastaya (%3) aorto-femoral baypas, 76 hastaya (%4.1)
ilio-femoral baypas, 41 hastaya (%2.2) aorto-biiliyak baypas, 910 hastaya (%48.7) femoropopliteal baypas ve 129 hastaya da (%6.9) ekstra-anatomik baypas uygulandı (Şekil 5).
Ekstra-anatomik baypas şekli olarak 48 hastaya (%37.2) aksillo-femoral, 14 hastaya (%10.8)
aksillo-bifemoral,
58 hastaya
(%44.9) femoro-femoral baypas
torakofemoral ve obturatuar baypas uygulandı.
46
ve 9 hastaya (%7)
Şekil 5. Prostetik vasküler greft çeşitleri ve uygulama şekilleri.
İntraoperatif Komplikasyonlar
Prostetik greft uygulanan operasyonlar sırasında toplam 126 komplikasyon (%6.7)
meydana geldi. Bu komplikasyonlardan 124’ü (%98.4) geçici, 4’ü (%1.6) ise mortal seyretti
(Tablo 9). Kanama en sık görülen komplikasyondur ve tamamına yakınıda aortoiliak cerrahi
işlemleri sırasında görülür.İliak ven yaralanması ilk sırada görülürken bunu femoral ven
izlemektedir. Ex olanlardan 2’si KAH olan ve perop MI geçiren hastalardı, diğer 2’si de
abondan kanama snedeniyle gelişen hipotansiyon ve bradikardi sonucunda ex olan hastalardı.
Tablo 9. Operasyon sırasında meydana gelen komplikasyonlar.
Komplikasyon
n
Kanama (>1000 ml)
96
5.1
Üreter yaralanması
3
0.2
Komşu damar yaralanması
9
0.5
Barsak yaralanması
2
0.1
Ventriküler fibrilasyon
12
0.7
Mortalite
4
0.2
Toplam
126
Postoperatif morbidite
47
%
264 hastada (% 14.1) toplam 308 postoperatif morbiditeye rastlandı (Tablo 10). En sık
rastlanan morbidite kanama idi. Bu hastalar kanama revizyonuna alınanarak hemostaz
sağlanmıştır. Özellikle alt extremitede iskemik semptomlarla kendini gösteren greft
oklüzyonunda da trombektomi uygulandı. Erken dönemde greft enfeksiyonu gelişen hastalara
kan ve yara kültürleri alındıktan sonra Stafilokokkus aureus ve gram negatif patojenlere
yönelik profilaktik antibiyotik başlandı.
Tablo 10. Postoperatif komplikasyonlar.
Komplikasyon
n
%
Kanama
32
1.8
Greft oklüzyonu
23
1.2
Embolizasyon
28
1.5
120
6.4
Akut renal yetmezlik
34
1.8
Psödoanevrizma
26
1.4
Ekstremite kaybı
25
1.3
Nörolojik olaylar
20
1.1
Mortalite
32
1.7
Toplam
308
Greft enfeksiyonu
Greft enfeksiyonu gelişen hastaların 58’inde (%48.3) mortalite görüldü. Bunlardan
erken mortaliteye 32 olguda (%1.7) rastlandı. 12 olgu postoperatif erken dönemde solunum
yetmezliği nedeniyle kaybedildi. Bunların 6’sı preoperatif dönemde solunum fonksiyon
testleri ileri derecede tıkayıcı akciğer hastalığı belirtisi gösteren hastalar idi. Bu hastalar
postoperatif 9-26 günleri arasıda solunum yetersizliği nedeniyle kaybedildi. 4 olgu miyokard
enfarktüsü, 8 olgu renal tetmezlik, 3 olgu inme, 2 olgu GİS kanaması ve 3 olguda bilinmeyen
nedenlerle kaybedildi (Tablo 11).
Tablo 11. Greft enfeksiyonu gelişen hastaların prognozu.
Prognoz
n
%
Reoperasyon
23
19.2
Ekstrmite kaybı
28
23.3
Mortalite
58
48.3
48
Operasyon Süreleri
Hastaların ortalama drenaj miktarları 673.59 ± 361.5 mL (50-2900) olarak gerçekleşti.
Hastaların ortalama yoğun bakımda kalış süresi 16.9 ± 11.7 saat (8-96) olarak bulundu.
Taburcu edilen tüm olguların hastanede kalış süresi ortalama 6.57 ± 1.63 gün (3-21) olarak
saptandı. Üç kez kanam revizyonu nedeniyle postoperatif 45. gün ve ileri kronik tıkayıcı
akciğer hastalığına bağlı uzamış entübasyon nedeniyle postoperatif 44. gün taburcu edilen iki
hasta ortalama hesabına dahil edilmedi.
Greft enfeksiyonu gelişen hastalara bakış
Prostetik greft uygulanan hasta sayısı 1870 idi. Greft enfeksiyonu gelişen hasta sayısı
120, greft enfeksiyonu gelişmeyen diğer hasta sayısı ise 1750 idi. Hastalar greft enfeksiyonu
gelişen ve gelişmeyen hastalar olarak iki gruba ayrıldı ve gruplar birbirleri ile karşılaştırıldı.
Her iki gruba ait preoperatif veriler Tablo 12’de gösterilmiştir. Hastaların yaş ortalamaları,
diyabetes mellitus sıklığı, hipertansiyon, hiperkolesterolemi ve sigara kullanımı arasında
istatistiksel olarak anlamlı fark bulundu. Greft enfeksiyonu görülen hastalarda diyabet,
hipertansiyon,hiperkolesterolemi ve sigara kullanımı varlığının daha fazla olduğu saptandı.
Tablo 12 .Greft enfeksiyonu gelişen hastalarla diğer hastaların karşılaştırılması
Risk faktörü
Greft enf gelişen %
Diğer %
Toplam %
P
Yaş (yıl)
62.85 ± 8.86
54.96 ± 8.47
Sigara öyküsü
712
58.7
502
41.4
1214
0.02
Hipertansiyon
662
63.1
387
36.9
1049
0.02
Diyabetes mellitus
623
70
266
30
889
0.04
Hiperkolesterolemi
534
60.3
352
39.7
886
0.02
Aile hikayesi
346
44.8
427
55.2
773
0.44
KAH
324
53.8
278
46.2
602
0.46
Obezite
296
50.9
286
49.1
582
0.12
SVO
178
59.7
120
40.3
298
0.33
Ameliyat sürelerinin karşılaştırılması
49
0.001
Ameliyat gerektiren koroner arter hastalığı olanlarda öncelikle koroner baypas
yapılmasının erken ve geç ölümleri azalttığı bildirildiğinden (22), kliniğimizde periferik arter
hastalığı ile birlikte koroner baypas endikasyonu olan KAH’rına öncelikle koroner baypas
uygulamasına özen gösterildiği eğilimi saptanmış olundu (Tablo 13). Her iki grubun
postoperatif drenaj miktarları, ekstübasyon süreleri, yoğun bakımda kalış süreleri ve taburcu
süreleri arasında anlamlı farklılık saptanmadı. Ayrıca Postoperatif dönemde sol ventrikül
performansını ve renal diürezi iyileştirmek amacıyla uygulanan inotrop destek ve intraaortik
balon pompası (İABP) kullanımı açısından da her iki grupta anlamlı farklılık saptanmadı.
Tablo 13 .Greft enfeksiyonu gelişen hastalarla diğer hastaların karşılaştırılması
Değişken
Greft enfeksiyonu gelişen
Diğer
p
Drenaj (mL)
418.57 ± 104.07
344.44 ± 180.21
0.31
Ekstübasyon süresi (saat)
6.94 ± 4.30
6.77 ± 2.85
0.76
Yoğun bakımda kalış süresi (saat)
16.84 ± 6.76
18.76 ± 15.52
0.51
Taburcu olma süresi(gün)
6.34 ± 1.5
6.49 ± 1.82
0.39
İnotrop kullanımı
62 (%3.3)
73 (% 3.9)
0.56
İABP kullanımı
9 (%0.5)
11 (%0.6)
0.41
Greft uygulama pozisyonları ve komplikasyonları
Prostetik greft enfeksiyonu gelişen lokalizasyonlardan ilk sırada femoropopliteal
uygulamalar yer alırken bunu aortofemoral uygulamalar takip etmektedir. Proksimal ucu aort
ve iliyak arterler gibi yüksek basınçlı ve fazla hacimli kan taşıyan damarlarda yapılan
baypaslarda uzun dönemde oklüzyon oranlarında Dakron ve PTFE greftler arasında anlamlı
fark gözlenmezken, femoro-popliteal gibi basıncı ve debisi düşük akım formuna sahip ve
ekstremitenin hareketli yerlerine yapılan baypaslarda PTFE greftlerin geç dönem stenoz
oranlarının Dakron greftlere göre anlamlı derecede daha düşük olduğu bulunmuştur. Benzer
sonuçlar ekstra-anatomik femoro-femoral baypas gibi akım debisi ve basıncı düşük, kan akım
aerodinamiğinin değiştiği baypas prosedüründe de gözlenmiştir (Tablo 14A,14B). Bizim
kullandığımız PTFE greftler helezon ringli greftlerdir, bu yapı greftin dışardan bası ile
trombozunu önlemektedir (Resim 4).
50
Tablo 14A. Greft uygulama pozisyonları ve komplikasyonları.
Pozisyonlar
n
Enfeksiyon
%
Aortik tüp greft baypas
146
1
0.7
Aorto-biiliak baypas
41
1
2.4
İlio-femoral baypas
76
4
5.3
Aorto-bifemoral baypas
512
23
4.5
Aorto-femoral baypas
56
4
7.1
Femoro-popliteal baypas
910
75
8.2
9.3
Ekstra-anatomik baypas
129
12
Toplam
1870
120
6.7
Tablo 14B. Greft uygulama pozisyonları ve oklüzyonları.
Aortik
Aorto-
Aorto-
İliyo-
Aorto-
Femoro-
Extra-
Toplam
Dakron
tüp
2(%1.4)
bifemoral
6 (%1.3)
femoral
-
femoral
1 (%11)
biiliak
1 (%3)
popliteal
anatomik
2 (%66.7) 1 (%20)
669
PTFE
(n=141)
-
(473)
5 (%3.6)
(n=5)
1 (%2)
(n=9)
2 (%3)
(n=33)
-
(n=3)
68 (%7.5)
(n=5)
11(%8.9)
1201
Toplam
(n=5)
146
(n=139)
512
(n=51)
56
(n= 67)
76
(n=8)
41
(n=907)
910
(n=124)
129
1870
Resim 4. Helezon ringli PTFE greft.
Greftler arasında postoperatif enfeksiyon gelişme ve postop dönemde greft patensini
etkileme açısından istatistiksel olarak anlamlı bir fark görülmezken, kanama revizyonunun
51
dakron greftlerde daha fazla görüldüğü ve istatiksel olarak anlamlı olduğu görülmüştür (Tablo
15).
Tablo 15. Greft cinsleri ve postoperatif komplikasyonlar.
Komplikasyon
PTFE
%
Dakron
%
p
Enfeksiyon
84
6.3
36
6.8
0.13
Kanama revizyonu
9
28.1
23
71.9
0.04
Embolizasyon
15
53.6
13
46.4
0.46
Greft oklüzyonu
12
52.1
11
47.8
0.14
Greft enfeksiyonu gelişen hastaların operasyona alış şekilleri ve kullanılan greftler
incelendiğinde istatistiksel olarak anlamlı bir fark görülmedi (Tablo 16A ve 16B).
Tablo 16A.Greft enfeksiyonu gelişen hastaların operasyon şekilleri
Acil
Elektif
Dakron
6 (%46.2)
30 (%33)
0.21
PTFE
7 (%53.8)
77 (%72)
0.11
Toplam
13 (%7.9)
p
107 (%6.2)
Tablo 16B.
Hasta sayısı (n=1870)
Greft enfeksiyonu (+)
n=120 (%6.7)
Greft enfeksiyonu (-)
(n=1750)
Acil
n=13 (%10.8)
Dakron
n=6 (%46.2)
Elektif
n=107 (%89.2)
PTFE
n=7 (%53.8)
Dakron
n=77 (%72)
52
FTFE
n=30 (%33)
TARTIŞMA
Vasküler cerrahide prostetik vasküler greft kullanImı ilk defa 1952’de Voorhees ve
arkadaşları (5) tarafından rapor edilmiştir. Prostetik vasküler greftler sentetik, biyolojik ve
kompozit olabilirler. Sentetik olanlar da tekstil (prototipi Dakron) ve tekstil olmayan
[prototipi Teflon (PTFE)] olarak 2 grupta sınıflandırılırlar (6). Bypass prosedürü ve greft
uygulamasının başlaması ile 1950’li yıllardan sonra vasküler prostetik greft üretim teknolojisi
hızlı bir gelişme göstermiştir. Geliştirilen prostetik greftin biyolojik davranışı ve fizyolojik
uyumluluğu çok sayıda hayvan deneyleri ve klinik çalışma ile araştırılmıştır ve bu
çalışmalardan elde edilen sonuçlar ışığında insan organizmasına daha fazla uyum sağlayan ve
uzun dönem açıklık oranı daha iyi olan greftler geliştirilmiştir (7-10). Vücuda uygulanan her
prostetik vasküler greft bir yabancı cisim gibi davranır (11). Günümüzde greft üretim
teknolojisindeki gelişmeler neticesinde komplikasyonlar hızla azalmakla birlikte, henüz ideal
vasküler proteze ulaşılmış değildir (12,13). Küçük çaplı arteriyel rekonstrüksiyonlarda otojen
ven grefti en uygun yöntem olarak görülürken, büyük çaplı arterlerde ortaya çıkan
53
aterosklerotik tıkayıcı hastalıkta veya anevrizmatik değişikliklerde ven greft kullanılamaz
(14,15). Bu tür hastalıklarda prostetik vasküler greftler kullanmak zorunludur. Hastaya
uygulanacak baypas prosedüründe anatomik pozisyona göre greft seçimi önemlidir. Aortik
cerrahide Dakron greftler yeğlenirken orta çaplı arteriyel cerrahide (inguinal ve infrainguinal
bölge) PTFE greftler tercih edilmektedir (16,18).
Aterosklerotik tıkayıcı hastalıkta veya anevrizmatik değişikliklerde prostetik greft
baypas operasyonları kliniğimizde 20 yılı aşan bir süredir başarı ile uygulanmaktadır. İlk
olarak
femoral
lezyonu
olan
hastalara
uygulanan
teknik,
artan
deneyim
ve
modifikasyonlarıyla birlikte gittikçe artan sayıda hastaya uygulanmaya başlanmıştır. Aortun
anevrizmatik değişikliklerine yönelik operasyonlarda transperitoneal yaklaşım yerine
retroperitoneal yaklaşım başarıyla uygulanmış, uygun hastalarda neredeyse rutin hale
gelmiştir. Bizim çalışmamızdan çıkan sonuca göre proksimal ucu aort ve iliyak arterler gibi
yüksek basınçlı ve fazla hacimli kan taşıyan damarlarda yapılan baypaslarda uzun dönemde
oklüzyon oranlarında Dakron ve PTFE greftler arasında anlamlı fark gözlenmezken, femoropopliteal gibi basıncı ve debisi düşük akım formuna sahip ve ekstremitenin hareketli yerlerine
yapılan baypaslarda PTFE greftlerin geç dönem stenoz oranlarının Dakron greftlere göre
anlamlı derecede daha düşük olduğu bulunmuştur. Benzer sonuçlar ekstra-anatomik femorofemoral baypas gibi akım debisi ve basıncı düşük, kan akım aerodinamiğinin değiştiği baypas
prosedüründe de gözlenmiştir. Bizim kullandığımız PTFE greftler helezon ringli greftlerdir,
bu yapı greftin dışardan bası ile trombozunu önlemektedir.
Bizim çalışmamıza run-off kötü olan hastalara uygulanan greftler dahil edilmemiştir.
Oklüzyon olan hastalarda operasyonda yapılan gözlemde oklüzyonların çoğunun anastomoz
hattında oluşan intimal hiperplaziye paralel olarak geliştiği gözlenmiştir.Tüm bu sonuçlar
irdelendiğinde erken komplikasyon ve buna bağlı reoperasyon oranları kanama revizyonu
dışında Dakron ve PTFE uygulanan greftlerde anlamlı farklılık yaratmazken, Dakron greft
uygulananlarda kanama revizyonları daha fazla görülmüş ve istatistiksel olarak anlamlı
bulunmuştur (Tablo 15). Geç dönem komplikasyonların Dakron greft kullanılan hastalarda
PTFE greft kullanılan hastalardan daha yüksek oranda ortaya çıktığı tespit edilmiştir.
Arteriyel rekonstrüksiyon amacı ile sentetik greftlerin cerrahi tedavideki büyük
yararlarının yanısıra gözardı edilmemesi gereken en önemli problem enfeksiyona olan
yatkınlığın yüksek olmasıdır. Bu oran literatürlerde düşük olarak belirtilmekte (%1-6) (3-5)
ise de mortalitesi ve morbiditesi yüksek ciddi bir komplikasyonudur. Bir çok seride enfekte
greftlerde mortalite %40- 75 arasında, ekstremite kaybı %20-50 oranında değişmektedir
(92,93,94).
54
Bizim serimizde greft enfeksiyonu olan hastalarda reoperasyon %19.2, ekstremite kaybı
%23.3 ve mortalite 48.3 oranlarında görülerek bu bilgilerle parelellik göstermektedir.
Çalışmamızda greft enfeksiyonunun, en sık inguinal bölgede görüldüğü ve etkeninde
stafilokoklar olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca enfeksiyon sıklıkla postoperatif geç dönemde
ortaya çıkmıştır (Resim 5).
Resim 5. Femoro-popliteal baypas yapılmış bir hastada enfekte greft görünümü.
Greft enfeksiyonu için birçok sebep vardır. Bazıları klinik gözlemlerle ispat edilmiştir,
bazıları da laboratuar çalışmaları sonucunda tespit edilmiştir. Sonuç olarak prostetik greftlerin
bir şekilde kontamine olduğuna inanılır. Genellikle kabul gören görüş greftin implantasyon
esnasında kontamine olduğudur. Kontaminasyon birkaç yolla olabilir; greft veya cerrahi
aletlerin yetersiz sterilizasyonu veya sterilizasyon zincirinin bir yerde kırılması operasyon
esnasında greftin direkt olarak kontaminasyonuna yol açar. Ancak son yıllarda modern cerrahi
odalarında steril havalandırma sistemleri ile bu durum en aza indirilmiştir. Greft, hastanın
derisi ile direkt kontamine olabilir (12). Deri kıvrımları ve yüzeyinde izole edilen birçok flora
bakterisi (stafilokoklar) greft enfeksiyonu etkeni olarak izole edilmektedir (12). Femoral ve
popliteal bölgelerde greftin operasyon esnasında deriye değmesinin greft enfeksiyon
insidansını büyük oranda artırdığına inanılmaktadır (13). Enfekte lenf nodülleri ve kanalları
greft enfeksiyonunda diğer bir etkendir. Enfekte lenf nodülleri grefti iki şekilde kontamine
edebilir. Arteryel rekonstrüksiyon sırasında lenf yolları çapraz geçilir ve oluşan lenfore ile ve
bakteri kan akımı ile lenfatiko-venöz sisteme katılır ve grefti hematojen yayılım ile kontamine
eder. Bu mekanizma kasık insizyonu yapılan hastalarda ekstremite distalinde enfeksiyon veya
gangren varsa bakterilerin lenf yolu ile taşınması ve grefti enfekte etmesi bakımından
önemlidir. Cerrahi eksplorasyon sırasında periaortik lenf yollarını çapraz geçmekte aortik
55
greft enfeksiyonunda benzer rol oynar. Vasküler prostetik greft yakınında yara
enfeksiyonunun gelişmesi direk yayılım ile greft enfeksiyonunun gelişimine yol açabilir.
Femoral üçgende yara enfeksiyonu gelişimi riski yüksekliğinden dolayı komplikasyonlar ve
greft enfeksiyonu riski yüksektir. Diğer bir sebep post operatif greft çevresinde gelişen kan
veya serum kolleksiyonudur. Bu durum mikroorganizmalar için iyi bir besi yeri oluştururlar
(14).
Aortik greftin diğer bir potansiyel kontaminasyon sebebi aterosklerotik damarda veya
anevrizmada ateromatöz debridman veya trombüsün ince tabakalar halinde çıkarılmasıdır.
Birçok yazar böyle damarlarda yüksek insidansta bakteriyel üreme olduğunu göstermişlerdir
(16). Örneğin Macbeth ve arkadaşları elektif arteryel rekonstrüksiyon yapılan temiz vakalarda
rutin arteryel kültür yapmışlar ve pozitif kültür insidansını %43 (88 hastanın 38’inde) olarak
rapor etmişlerdir (15). Yine Macbeth ve arkadaşlarının yayınında ilginç olarak 3 hastada
(%0,9) ilk operasyon esnasında greft kültürü pozitif bulunmuştur (15). Aortik greft
kontaminasyonunda bir diğer risk aynı seansta yapılan apendektomi, kolesistektomi veya
diğer ek gastrointestinal veya genito üriner sistem prosedürlerinin yapılmasıdır. Prostetik
greftlerde kontaminasyon sıklıkla implantasyon sırasında olabileceği gibi bazı geç
enfeksiyonların hematojen yayılım ile oluştuğuna inanılmaktadır (18). Bu konu ile ilgili
olarak laboratuarda hayvan deneyi ile Dakron greftler kolaylıkla enfekte edilmişlerdir (19).
Fabrika greftlerinde yeni neointimal yüzey gelişene kadar septisemide inkomplet neointimada
bakteriler tutulur ve geç enfeksiyon gelişir. Neointimal yüzeyin grefti kapatması her greftte
değişik olmakla birlikte bu süre hayvan deneyinde köpeklerde ortalama bir yıl olarak
bulunmuştu (19). Bununla birlikte neointimal yüzeyler dinamiktir, sürekli değişikliklere uğrar
ve bu yeni gelişen neointimal yüzey defektleri greftte bakterilerin yerleşmesine izin verir ve
implantasyondan sonra klinikte geç görülen greft enfeksiyonları bu şekilde açıklanabilir. Bir
diğer açıklama şekli komşuluk yolu ve hematojen olarak perigreft dokunun enfekte olmasıdır.
Son zamanlarda yapılan yayınlarda greftin bir veya heriki bacağının trombozu veya
birden fazla operasyon sonrası greft enfeksiyon riskinin arttığı vurgulanmaktadır. Reilly ve
arkadaşlarının bir çalışmasında, bu tür vakalarda greft enfeksiyon insidansı %40 (20) ve
J.Goldston’un serisinde insidans %46 (5) olarak bulunmuştur. Greft enfeksiyonunda en sık
etken S.aureus’tur. 1977’de Liekveg ve arkadaşlarının serisinde S. Aureus %50 olarak
bulunmuştur (7). Bu oran bizim oranımıza yakındır. Ancak son yıllarda Gr (-) bakteri
insidansı giderek artış göstermiştir. Ilave olarak Gr (-) bakterilerle birlikte miks (aerob ve
aneorob) bakteri enfeksiyonlarında artış görülmüştür. Günümüzde en sık greft enfeksiyonu
etkenlerini sırası ile S.aureus, S.epidermitidis ve Gr (-) bakteriler oluşturur. Literatürde
56
mycobakteri ve fungus uda içeren çok geniş bir yelpaze rapor edilmiştir (21). Kanımızca
Kliniği’mizde yatan ve prostetik greft uygulanan hastalarda gelişen greft enfeksiyonlarının
hastanın sosyoekonomik ve kültürel düzeyi dişüklüğü, Kliniği’mizin daha önce eski ve
yetersiz bir binada ve yeterince izolasyon yapılamayan operasyon odaları ve post operatif
erken dönemde enfekte diğer hastalarla aynı odada yatma ve preoperaratif ve postoperatif
hijyenin, inguinal bölgenin temiz tutulması, tüm vücut banyosu, yatak çarşafı ve giyim
eşyalarının temizliği ile ilgilidir. Bir diğer risk faktörü; kemoterapötik ajanların iyi seçimi ve
post operatif uzun dönemde proflaktik uzun etkili antibiotik kullanımının belkide ülkemiz gibi
gelişmekte olan ülkeler için önemli bir korunma yolu olabileceğidir. Greft enfeksiyonlarında
asosiye hastalıklar olarak en sık D.M. görülmüştür. Asosiye hastalıkların varlığında greft
enfeksiyonu proflaksisi yapılması uygun olabilir. Sonuç olarak; greft enfeksiyonları, hasta ve
cerrah için önemli bir problemdir. Greft uygularken hasta seçimi ve uygulanan greftin
proflaksisi ve uygun antibiyoterapi yapılmalıdır.
Prostetik greft enfeksiyonlarında tedavi prensipleri 1984 yılında Hargrove ve Edmunds
tarafından tanımlanmıştır (25-27).
Bu prensipler aşağıdaki başlıklar altında toplanabilir;
1)- Acil reoperasyon ve enfekte dokunun debridmanı,
2)- Sütür hatlarında tutulum varsa prostetik greftin çıkarılması,
3)- Lokal antiseptiklerle irigasyon ve sistemik antibiyotik kullanımı,
4)- Pediküllü flepler veya omentum ile greftin kaplanması.
Greft enfeksiyonun birlikte olduğu psödoanevrizmalar mutlaka onarılmalıdır. Bu
prensiplerin özenle uygulandığı serilerinde Coselli ve Crawford yaşam oranlarını %70’e kadar
çıkarmayı başarmışlardır. Günümüzde en sık kullanılan pediküllü greft omentumdur.
Omentumun avantajları arasında kolayca ölü boşluğu doldurması, yeni grefti sarması,
oluşacak sıvını absorpsiyonu, anjiyojenik faktörlerin sekresyonu, ve kas greftleri ile
gerçekleşecek fonksiyon kaybının olmaması sayılabilir (55). Ayrıca çevre dokulardan
kollateral sirkülasyon oluşmasına faydası vardır. Omentum fleplerinin kullanıldığı vakalarda
6-8 hafta süreyle intravenöz antibiyotik verilmelidir.
Greft enfeksiyonlarının tedavisinde medikal tedaviye ilave olarak greftin çıkartılması,
endarterektomi, venöz otogreft replasmanı veya anevrizma mevcudiyetinde venöz otogreft ile
patchplasti uygulanabilir. Ancak yine de tedavide esas teşkil eden enfeksiyona neden olan
greftin çıkartılmasıdır. Greftin çıkartıldığı durumlarda ise ekstremitelerin kanlanmasında
57
önemli problem yaşanmaktadır. Ekstra anatomik baypas özellikle cerrahi alanın risk taşıdığı
durumlarda ekstremiteye kan akımını sağlamak amacı ile ilk olarak 1952 yılında Freeman ve
Leeds tarafından geliştirilmiştir (3). Bu amaçla bir çok metodlar uygulanmış olup son
zamanlarda en yaygın olan metodlardan birisi aksillo-femoral baypastır. Aksillo-femoral
baypas özellikle enfekte aortik greft ve in situ enfeksiyonla seyreden aortoenterik fistül,
kolostomi, ileostomi, inoperabıl intraabdominal malignensi, abdominal veya pelvik radyasyon
tedavisi uygulanan durumlar ve ileri derecede obesite durumlarında ekstremite kanlanmasını
sağlamak amacı ile uygulanmaktadır. Aksillofemoral baypasların uzun dönem sonuçları
anatomik baypas’lara göre pek yüz güldürücü (%33-47) değildir.
Bu nedenle ekstraanatomik baypas, kontrendike olduğu durum ortadan kalktıktan sonra
yeniden anatomik baypasa çevrilmesi alt ekstremite revaskülarizasyonunun açık kalma
süresini ve başarısını arttıracaktır. Aksillo-femoral baypasların greft kullanımına bağlı
komplikasyon oranı da anatomik baypaslara göre yüksektir ancak uygulamasının kolay ve
güvenli olması ve özellikle greft enfeksiyonu durumlarında oldukça faydalı bir metoddur. Bu
nedenle; hem greftin açık kalma oranını arttırmak hem de aksillo-femoral baypas’a bağlı olası
greft komplikasyondan korunmak için kontrendike durum olmadıkça ekstraanatomik baypası
anatomik baypas haline çevirmek daha uygun olmaktadır. Biz hastanemizde 22 hastada
adjuvan girişim olarak uyguladığımız aksillofemoral bypassların başarıyla 3 ay içinde
anatomik baypasa geri çevrilebildiğini ve iyi bir ara dönem cerrahi tedavi yöntemi olarak
kullanılabildiğini gözlemledik. Özellikle greft enfeksiyonu bulunan hastalarda enfeksiyonu
tamamen ortadan kaldırıp yeni bir aorto-iliyak veya aorto-femoral greft baypas yapılıncaya
kadar enfekte greftin çıkartılarak aynı anda aksillo-femoral greft baypas uygulamasının hasta
morbiditesi üzerine oldukça etkili olacağı kanaatindeyiz.
Sonuç olarak; dakron ve PTFE prostetik vasküler greft kullanılan hastalarda erken
dönem komplikasyonlarda anlamlı bir farklılık gözlenmezken, geç dönem komplikasyonlarda
(greft oklüzyonu ve enfeksiyonu) femoro-popliteal ve femorofemoral ekstra-anatomik
pozisyonlarda uygulanan dakron greftlerin PTFE greftlere göre daha büyük oklüzyon ve
enfeksiyon oranına sahip oldukları sonucu bulunmuştur. Abdominal aort ve iliyak arter
düzeyinde yapılan girişimlerdeki enfeksiyon oranlarında her iki greft arasında belirgin
farklılık görülmemiştir. Femoral arter ve daha distalindeki küçük çaplı arterlerde ve
ekstremitenin hareketli bölgelerindeki arteriyel girişimlerde prostetik greft kullanılması
gerektiğinde ringli PTFE greftler tercih sebebi olmalıdır.
58
KAYNAKLAR
1. Haimovici H. An historic overview of vascular surgery: Past record and new trends-a vision
for the 1990s. In: Haimovici H, ed. Vascular Surgery. Masschusetts: Blackwell Science,
1996:1-7.
2. Dotter CT, Judkins MP. Transluminal treatment of arteriosclerotic obstruction. Description
of a new technic and a preliminary report of its application 1964. Radiology 1989;172:904-20.
3.Kempczinski FR. Vascular conduits: An overview. In : Rutherford RB, ed. Vascular
Surgery. Philadelphia: WB Saunders Company, 2000:527-31.
4. Pringle JH. Two cases of vein grafting for the meintanence of a direct arterial circulation.
Lancet 1913;1:1975.
5. Voorhess AB Jr, Jaretzki A III, Blakemore AH. The use of tubes constructed from vinyon
‘N’ cloth in bridging arterial defects. Ann Surg 1952;135:332.
6. Erdoğan et al. Prosthetic Vascular Grafts Turkish J Thorac Cardiovasc Surg 2003;11:37-41
7. Brewster DC. Prosthetic grafts. In: Rutherford RB, ed. Vascular Surgery. Philadelphia: WB
Saunders Company, 2000:559-79.
59
8. Urayama H, Katada S, Kasashima F, Tanaka Y, Kawasuji K, Watanabe Y. Plasminogen
activators, matrix metalloproteinases and their inhibitors in implanted vascular prostheses. Eur
J Vasc Endovasc Surg 2000;20:501-7.
9. Tai NR, Salacinski HJ, Edwards A, Hamilton G, Seifalian AM. Compliance properties of
conduits used in vascular reconstruction. Br J Surg 2000;87:1516-24.
10. Pasquinelli G, Freyrie A, Preda P, Curti T, D’Addato M, Laschi R. Healing of prosthetic
arterial grafts. Scanning Microsc 1990;4:351-62.
11. Brothers TE, Graham LM, Till GO. Systemic effects of prosthetic vascular graft
implantation. Surgery 1988;104:375-82.
12. Vohra R, Thomson GJ, Carr HM, Sharma H. Comparison of different vascular prostheses
and matrices in relation to endothelial seeding. Br J Surg 1991;78:417-20.
13. Tiwari A, Salacinski H, Seifalian AM, Hamilton G. New prostheses for use in bypass
grafts with special emphasis on polyurethanes. Cardiovasc Surg 2002;10:191-7.
14. Gaylis H. Diagnosis and treatment of peripheral arterial disease. JAMA 2002;287(3):313.
15. Merenstein JH. Diagnosis and treatment of peripheral arterial disease. JAMA
2002;287(3):314.
16. Jimbo M. Diagnosis and treatment of peripheral arterial disease. JAMA 2002;287:314- 5.
17. Fried RE. Diagnosis and treatment of peripheral arterial disease. JAMA 2002;287:315-6.
18. Donnelly R, Emslie-Smith AM, Gardner ID, Morris AD. ABC of arterial and venous
disease: vascular complications of diabetes. BMJ 2000;320(7241):1062-6.
19. Stoffers HE, Rinkers PE, Kester AD, Kaiser V, Knottnerus JA. The prevalence of
asymptomatic and unrecognized peripheral arterial occlusive disease. Int J Epideol
1996;25(2):282-90.
20. Cengiz M, Perçin B. Sigara ve periferik damar hastalıkları. İç: Özyardımcı N (ed). Sigara
ve sağlık. Bursa :2002.332-6. 124. Frequency of asymptomatic peripheral arterial disease in
patients entering the department of general and internal medicine of a general-care hospital.
Heidrich H, Wenk R, Hesse P. Vasa. 2004 May;33(2):63-7.
21. Epidemiology of peripheral arterial disease in women. Higgins JP, Higgins JA. J
Epidemiol. 2003 Jan;13(1):1-14.
22. Classification, epidemiology, risk factors, and natural history of peripheral arterial disease.
Novo S. Diabetes Obes Metab. 2002 Mar;4 Suppl 2
23. Blaisdell FW, Hall AD. Axillary-femoral artery bypass for lower extremity ischemia.
Surgery 1963; 54:563–568.
60
24. Louw JH. Splenic to femoral and axillary to femoral bypass grafts in diffuse
arteriosclerotic occlusive disease. Lancet 1963; 1:401–402.
25. Bunt TJ, Moore W. Optimal proximal anastomosis/tunnel for axillofemoral grafts. J Vasc
Surg 1986; 3:673–676.
26. Taylor LM Jr, Park TC, Edwards JM, Yeager RA, McConnell DC, Moneta GA, Porer JM,
McConnell DC, Moneta GA, Porter JM. Acute disruption of polytetrafluoroethylene grafts
adjacent to axillary anastomoses: a complication of axillogemoral grafting. J Vasc Surg 1994;
20:520–526.
27. White GH, Donayre CE, Williams RA, White RA, Stabile BE, Wilson SE. Exertional
disruption of axillofemoral graft anastomosis—‘‘The axillary pull-out syndrome’’. Arch Surg
1990; 125:625–627.
28. Yeager RA, Taylor LM Jr. Axillary artery anastomosis to avoid axillofemoral bypass
disruption. Semin Vasc Surg 2000; 13:74–76.
29. Sullivan LP, Davidson PG, D’Anna JA, Sithian N. Disruption of the proximal
anastomosis of axillofemoral grafts: Two case reports. J Vasc Surg 1989; 10:190–192.
30. Darr AS, Finch DRA. Graft avulsion: An unreported complication of axillofemoral bypass
grafts. Br J Surg 1978; 65:442–446.
31. Blaisdell FW. Late axillary thrombosis in patients with occluded axillary-femoral bypass
grafts. J Vasc Surg 1985; 2:925.
32. Landry GJ, Moneta GL, Taylor LM, Porter JM. Axillobifemoral bypass. Ann Vasc Surg
2000; 14:296–305.
33. McLafferty RB, Taylor LM Jr, Moneta GL, Yeager RA, Edwards JM, Porter JM. Upper
extremity thromboembolism caused by occlusion of axillofemoral grafts. Am J Surg 1995;
169: 492–495.
34. Kempczinski R, Penn I. Upper extremity complication of axillofemoral grafts. Am J Surg
1978; 136:209–211.
35. Rashleigh-Belcher HJC, Newcombe JF. Axillary artery thrombosis: A complication of
axillofemoral bypass grafts. Surgery 1987; 101:373–375.
36. Farina C, Schultz RD, Feldhaus RJ. Late upper limb acute ischemia in a patient with an
occluded axillofemoral bypass graft. J Cardiovasc Surg 1990; 31:178–181.
37. Hartman AR, Fried KS, Khalil I, Riles TS. Late axillary artery thrombosis in patients with
occluded axillary-femoral bypass grafts. J Vasc Surg 1985; 2:285–287.
61
38. Jarowenko MV, Buchbinder D, Shah DM. Effect of external pressure on axillo-femoral
bypass grafts. Arch Surg 1981; 193:274–276.
39. Cavallaro A, Sclacca V, di Marzo LD, Bove S, Mingoli A. The effect of body weight
compression on axillo-femoral bypass patency. J Cardiovasc Surg 1988; 29:476–479.
40. Bandyk DF, Thiele BG, Radke HM. Upper extremity embolus secondary to axillofemoral
bypass grafts. Arch Surg 1983; 118:673–676.
41. Ascher E, Veith FJ, Gupta S. Axillopopliteal bypass grafting: Indications, late results, and
determinants of long-term patency. J Vasc Surg 1989; 10:285–291.
42. Marston WA, Risley GL, Criado E, Burnham SJ, Keagy BA. Management of failed and
infected axillofemoral grafts. J Vasc Surg 1994; 20:357–365.
43. Buche M, Schoevaerdts JC, Jaumin P, Ponlot R, Chalant CH. Perigraft seroma following
axillofemoral bypass: Report of three cases. Ann Vasc Surg 1986; 1:374–377.
44. Blumberg RM, Gelfand ML, Dale WA. Perigraft seromas complicating arterial grafts. J
Cardiovasc Surg 1983; 24:372.
45. Borreor E, Doscher W. Chronic perigraft seromas in PTFE grafts. J Cardiovasc Surg
1988; 29:46–49.
46. Ahn SS, Williams DE, Thye DA, Cheng KQ, Lee DA. The isolation of a fibroblast growth
inhibitor associated with perigraft seroma. J Vasc Surg 1994; 20:202–208.
47. Friedman SG, Long KC, Scher LA. Axillofemoral bypass graft fracture. Ann Vasc Surg
1996; 10:490–492.
48. Brophy CM, Quist WC, Kwolek C, LoGerfo FW. Disruption of proximal axillobifemoral
bypass graft anastomosis. J Vasc Surg 1992; 15:218–220.
49. Piazza D, Ameli FM, von Schroeder HP, Lossing A. Nonanastomotic pseudoaneurysm of
expanded polytetrafluoroethylene axillofemoral bypass graft. J Vasc Surg 1993; 17:777–779.
50. Okadome SMK, Onohara T, Yamamura S, et al. Recurrent multiple aneurysms in an
axillofemoral graft with coagulopathy. Acta Chir Scand 1990; 156:571–573.
51. Oudot J, Beaconfield P. Thrombosis of the aortic bifurcation treated by resection and
homograft replacement. Arch Surg 1953; 66:365–374.
52. Freeman NE, Leeds FH. Operations of large arteries: Application of recent advances.
Calif Med 1952; 77:229–233.
53. Vetto RM. The femoro-femoral shunt: An appraisal. Am J Surg 1966; 112:162.
54. Nolan KD, Benjamin ME, Murphy TJ, Pearce WH, McCarthy WJ, Yao JST, Flinn WR.
Femorofemoral bypass for aortofemoral graft limb occlusion: A ten year experience. J Vasc
Surg 1994; 19:851–857.
62
55. Seeger JM, Kwab-Gatt CS, Lazarus HM, Albo D. Embolic and occlusive complications
from thrombosed femorofemoral grafts. J Cardiovasc Surg 1980; 21:547–558.
56. Harris JP, Flinn WR, Rudo ND, Bergan JJ, Yao JS. Assessment of donor limb
hemodynamics in femorofemoral bypass for claudication. Surgery 1981; 90:764–773.
57. Gupta SK, Veith FJ, Kram HB, Wengerter KA. Significance and management of inflow
gradients
unexpectedly
generated
after
femorofemoral,
femoropopliteal,
and
femoroinfrapopliteal bypass grafting. J Vasc Surg 1990; 12:278–283.
58. de Virgilio C, Cherry KJ Jr, Gloviczki P, Naessens J, Bower T, Hallett J, Pairolero P.
Infected lower extremity extra-anatomic bypass grafts: Management of a serious complication
in highrisk patients. Ann Vasc Surg 1995; 9:459–466.
59. Shaw RS, Baue AE. Management of sepsis complicating arterial reconstructive
procedures. Surgery 1962; 53:75–76.
60. Sheiner NM, Sigman H, Stilman A. An unusual complication of obturator foramen arterial
bypass. J Caardiovasc Surg 1969; 10:324.
61. Pearce WH, Ricco JB, Yao JST. Modified technique of obturator bypass in failed or
infected grafts. Ann Surg 1983; 197:344–347.
62. Pearce WH, McCarthy WJ, Flinn WR, Yao JST. Obturator foramen bypass. In: Bergan JJ,
Yao JST, eds. Techniques in Arterial Surgery. Orlando, FL: Saunders, 1990:367–371.
63. Rudich M, Gutierrez IZ, Gage AA. Obturator foramen bypass in the management of
infected vascular prostheses. Am J Surg 1979; 137:657–660.
64. Blaisdell FW, DeMattei GA, Gauder PJ. Extraperitoneal thoracic aorta to femoral bypass
graft as replacement for an infected aortic bifurcation prosthesis. Am J Surg 1961; 102:583–
585.
65. McCarthy WJ, Rubin JR, Flinn WR, Williams LR, Bergan JJ, Yao JS. Descending
thoracic aorta-to-femoral artery bypass. Arch Surg 1986; 121:681–688.
66. McCarthy WJ, Mesh CL, McMillan WD, Flinn WR, Pearce WH, Yao JST. Descending
thoracic aorta-to-femoral artery bypass: Ten years’ experience with a durable procedure. J
Vasc Surg 1993; 17:336–347.
67. Ernst CB. Prevention of intestinal ischemia following abdominal aortic reconstruction.
Surgery 1983; 96:102–106.
68. Passman MA, Farber MA, Criado E, Marston WA, Burnham SJ, Keagy BA. Descending
thoracic aorta to iliofemoral artery bypass grafting: A role for primary revascularization for
aortoiliac occlusive disease. J Vasc Surg 1999; 29:249–258.
63
69. Pourdeyhimi B, Wagner D. On the correlation between the failure of vascular grafts and
their structural and material properties: Acritical analysis. J Biomed Mater Res 1986;
20(3):375–409.
70. Sauvage LR. Biologic behavior of grafts in arterial system. In: Haimovici H, ed. Vascular
Surgery 3rd ed. East Norwalk: Appleton and Lange, 1989:136–160.
71. Malone JM, Moore WS, Goldstone J. The natural history of bilateral aortofemoral bypass
grafts for ischemia of the lower extremities. Arch Surg 1975; 110(11):1300–1306.
72. Szilagyi DE, Elliott JP Jr, Smith RF, Reddy DJ, McPharlin M. A thirty-year survey of the
reconstructive surgical treatment of aortoiliac occlusive disease. J Vasc Surg 1986; 3(3): 421–
436.
73. Nevelsteen A, Wouters L, Suy R. Aortofemoral dacron reconstruction for aorto-iliac
occlusive disease: a 25-year survey. Eur J Vasc Surg 1991; 5(2):179–186.
74. Green RM, Abbott WM, Matsumoto T, Wheeler JR, Miller N, Veith FJ, et al. Prosthetic
above-knee femoropopliteal bypass grafting: Five-year results of a randomized trial. J Vasc
Surg 2000; 31(3):417–425.
75. El-Massry S, Saad E, Sauvage LR, Zammit M, Smith JC, Davis CC, et al.
Femoropopliteal bypass with externally supported knitted Dacron grafts: A follow-up of 200
grafts for one to twelve years. J Vasc Surg 1994; 19(3):487–494.
76. Johnson WC, Lee KK. A comparative evaluation of polytetrafluoroethylene, umbilical
vein, and saphenous vein bypass grafts for femoral-popliteal above-knee revascularization: A
prospective randomized Department of Veterans Affairs cooperative study. J Vasc Surg 2000;
32(2):268–277.
77. Quinones-Baldrich WJ, Prego AA, Ucelay-Gomez R, Freischlag JA, Ahn SS, Baker JD, et
al. Long-term results of infrainguinal revascularization with polytetrafluoroethylene: a tenyear experience. J Vasc Surg 1992; 16(2):209–217.
78. Guidoin R. A biological and structural evaluation of retrieved Dacron arterial prostheses
US Department of Commerce/National Bureau of Standards Implant Retrieval: Material and
Biological Analysis. 1981.
79. Cintora I, Pearce DE, Cannon JA. A clinical survey of aortobifemoral bypass using two
inherently different graft types. Ann Surg 1988; 208(5):625–630.
80. Bacchini G, Del Vecchio L, Andrulli S, Pontoriero G, Locatelli F. Survival of prosthetic
grafts of different materials after impairment of a native arteriovenous fistula in hemodialysis
patients. Asaio J 2001; 47(1):30–33.
64
81. Derenoncourt FJ. PTFE for A-V access: six years of experience with 310 reinforced and
stretch grafts. In: Henry ML, Ferguson RM, eds. Vascular Access for Hemodialysis—IV.
Chicago: Precept Press, 1995:286–291.
82. Landry GJ, Moneta GL, Taylor LM Jr, Porter JM. Axillobifemoral bypass. Ann Vasc Surg
2000; 14(3):296–305.
83. Boyce B. Physical characteristics of expanded polytetrafluoroethylene grafts. In: Stanley
JC, ed. Biologic and Synthetic Vascular Prostheses. New York: Grune and Stratton,
1982:553– 561.
84. Graham LM, Bergan JJ. Expanded polytetrafluoroethylene vascular grafts: Clinical and
experimental observation. In: Stanley JC, ed. Biologic and Synthetic Vascular Prostheses.
New York: Grune and Stratton, 1982:536–586.
85. Szilagyi DE, Smith RF, Elliott JP, Vrandecic MP. Infection in arterial reconstruction with
synthetic grafts. Ann Surg 1972; 176:321–333.
86. Lorentzen JE, Nielson OM, Arendrup H, Kimose HH, Bille S, Andersen J, Jensen CH,
Jacobsen F, Roder OC. Vascular graft infection: an analysis of sixty-two graft infections in
2411 consecutively implanted synthetic vascular grafts. Surgery 1985; 98:81–86.
87. Liekweg WG Jr, Greenfield LJ. Vascular prosthetic infections: collected experience and
results of treatment. Surgery 1977; 81:335–342.
88. Calligaro KD, Westcott CJ, Buckley RM, Savarese RP, DeLaurentis DA. Infrainguinal
anastomotic arterial graft infections treated by selective graft preservation. Ann Surg 1992;
216:74–79.
89. Kilta MJ, Goodson SF, Bishara RA, Meyer JP, Schuler JJ, Flanigan DP. Mortality and
limb loss with infected infrainguinal bypass. J Vasc Surg 1987; 5:566–571.
90. Hoffert PW, Gensler S, Haimovici H. Infection complicating arterial grafts. Arch Surg
1965; 90:427–435.
91. Lindenauer SM, Fry WS, Schaub G, Wild D. The use of antibiotics in the prevention of
vascular graft infections. Surgery 1967; 62:487–492.
92. Conn JH, Hardy JD, Chavez CM, Fain WR. Infected arterial grafts: Experience in 22
cases with emphasis on unusual bacteria and techniques. Ann Surg 1970; 171:704–712.
93. Szilagyi DE, Smith RE, Elliott JP, Vrandecic MP. Infection in arterial reconstruction with
synthetic grafts. Ann Surg 1972; 176:321–333.
94. Goldstone J, Moore WS. Infection in vascular prostheses: Clinical manifestations and
surgical management. Am J Surg 1974; 128:225–233.
65
95. Jamieson GC, DeWeese JA, Rob CG. Infected arterial grafts. Ann Surg 1975; 181:850–
852.
96. Liekweg WG, Greenfield LJ. Vascular prosthetic infections: Collected experience and
results of treatment. Surgery 1977; 81:335–342.
97. Yashar JJ, Wevman AK, Burnard RJ, Yashar J. Survival and limb salvage in patients with
infected arterial prostheses. Am J Surg 1978; 135:499–504.
98. Edwards WH, Martin RS, Jenkins JM, Edwards WH, Mulherin JL. Primary graft
infections. J Vasc Surg 1987; 6:235–239.
99. Fletcher JP, Dryden M, Sorrell TC. Infection of vascular prostheses. Aust NZ J Surg
1991; 61:432–435.
100. Seeger JM, Back MR, Albright JL, Carlton LM, Harward TRS, Kubulis MS, Flynn TC,
Huber TS. Influence of patient characteristics and treatment options on outcome of patients
with prosthetic aortic graft infection. Ann Vasc Surg 1999; 13:413–420.
101. Bunt TJ. Synthetic vascular graft infections: I. Graft infections. Surgery 1983; 93:733–
746.
102. O’Brien T, Collin J. Prosthetic vascular graft infection. Br J Surg 1992; 79:1262–1267.
103. Javid H, Julian OC, Dye WS, Hunter JA. Complications of abdominal aortic grafts. Arch
Surg 1962; 85:650–662.
104. Fry WS, Lindenauer SM. Infection complicating the use of plastic arterial implants. Arch
Surg 1967; 94:600–609.
105. Kwaan JHM, Connolly JE. Successful management of prosthetic graft infection with
continuous povidone-iodine irrigation. Arch Surg 1981; 116:716–720.
106. Calligaro KD, Westcott CJ, Buckley RM, Savarese RP, DeLaurentis DA. Infrainguinal
anastomotic arterial graft infections treated by selective graft preservation. Ann Surg 1992;
216:74–79.
107. Calligaro KD, Veith FJ, Gupta SK, Ascer E, Dietzek AM, Franco CD, Wengerter KR. A
DRAUS and 314 BERGAMINI modified method of management of prosthetic graft
infections involving an anastomosis to the common femoral artery. J Vasc Surg 1990;
11:485–492.
108. Bandyk DF, Berni GA, Thiele BL, Towne JB. Aortofemoral graft infection due to
Staphylococcus epidermidis. Arch Surg 1984; 119:102–108.
109. Santini C, Baiocchi P, Venditti M, Brandimarte C, Tarasi A, Rizzo L, Speziale F, Fiorani
P, Serra P. Aorto-femoral graft infections: A clinical and microbiological analysis. J Infect
1993; 27:17–26.
66
110. Dougherty SH, Simmons RL. Infections in bionic man: the pathobiology of infection in
prosthetic devices. Curr Probl Surg 1982; 119:268–319.
111. Bergamini TM, Bandyk DF, Govostis D, Keabnick HW, Towne JB. Infection of vascular
prosthesis caused by bacterial biofilms. J Vasc Surg 1988; 7:21–30.
112. Schmitt DD, Bandyk DF, Pequet AJ, Malangoni MA, Towne JB. Mucin production by
Staphylococcus epidermidis: A virulence factor promoting adherence to vascular grafts. Arch
Surg 1986; 121:89–95.
113. Rubin JR, Malone JM, Goldstone J. The role of the lymphatic system in acute arterial
prosthetic graft infections. J Vasc Surg 1985; 2:92–98.
114. Bergamini TM. Vascular prosthesis infection caused by bacterial biofilms. Semin Vasc
Surg 1990; 3:101–109.
115. Bandyk DF. Vascular graft infections: epidemiology, microbiology, pathogenesis and
prevention. In: Bernhard VM, Towne JB, eds. Complications in Vascular Surgery. St. Louis:
Quality Medical Publishing, 1991:223–234.
116. Roon AJ, Malone JM, Moore WS, Bean B, Campagna G. Bacteremic infectability: A
function
of vascular graft material and design. J Surg Res 1977; 22:489–498.
117. Malone JM, Moore WS, Campagna G, Bean B. Bacteremic infectability of vascular
grafts: The influence of pseudointimal integrity and duration of graft function. Surgery 1975;
78:211–216.
118. Schmitt DD, Bandyk DF, Pequet AJ, Towne JB. Bacterial adherence to vascular
prostheses: A determinant of graft infectivity. J Vasc Surg 1986; 3:732–740.
119. Sugarman B. In vitro adherence of bacteria to prosthetic vascular grafts. Infection 1982;
10: 9–12.
120. Costerton JW, Geesey GG, Cheng K-J. How bacteria stick. Sci Am 1978; 238:86–95.
121. Bergamini TM, Bandyk DF, Govostis D, Vetsch R, Towne JB. Identification of
Staphylococcus epidermidis vascular graft infections: A comparison of culture techniques. J
Vasc Surg 1989; 9:665–670.
122. Chih-Chang C, Williams DF. Effects of physical configuration and chemical structure of
materials on bacterial adhesion. Am J Surg 1984; 174:197–204.
123. McAuley CE, Steed DL, Webster MW. Bacteria presence in aortic thrombus at elective
aneurysm resection: Is it clinically significant? Am J Surg 1984; 147:322–324.
124. Costerton JW, Irvin RT, Cheng K-J. The bacterial glycocalyx in nature and disease.
Annu Rev Microbiol 1981; 35:299–334.
67
125. Ziegler-Heitbrock HW, Strobel M, Kieper D, Fingerle G, Schlunck T, Petersmann I,
Ellwart J, Blumenstein M, Haas JG. Differential expression of cytokines in human blood
monocyte subpopulations. Blood 1992; 79:503–511.
126. Henke PK, Bergamini TM, Garrison JR, Brittian KR, Peyton JR, Lam TM.
Staphylococcus epidermidis graft infection is associated with locally suppressed MHC-II and
elevated MAC-1 expression. Arch Surg 1997; 132:894–902.
127. Henke PK, Bergamini TM, Brittian KR, Polk HC Jr. Prostaglandin E2 modulates
monocyte MCH-II(Ia) suppression in biomaterial infection. J Surg Res 1997; 69:372–378.
128. Steenfoos HH, Hunt TK, Scheuenstuhl H, Goodson WH. Selective effects of tumor
necrosis factor-alpha on wound healing in rats. Surgery 1989; 106:171–176.
129. Knighton DR, Fiegel VD. The macrophage: Effector cell wound repair. Perspect Shock
Res 1989; 21:217–226.
130. Barbul A. Immune aspects of wound repair. Clin Plast Surg 1990; 17:433–442.
131. Henke PK, Bergamini TM, Watson AL, Brittian KR, Powell DW, Peyton JC. Bacterial
products primarily mediate fibroblast inhibition in biomaterial infection. J Surg Res 1998;
74:17–22.
132. Levy M, Schmitt DD, Edmistone CE. Sequential analysis of staphylococcal colonization
of body surfaces of patients undergoing vascular surgery. J Clin Microbiol 1990; 28:664–669.
133. Landreneau MD, Raju S. Infections after elective bypass surgery for lower limb
ischemia: The influence of pre-operative transcutaneous arteriography. Surgery 1981; 90:956–
961.
134. Cruse PJ, Foord R. A five-year prospective study of 23,649 surgical wounds. Arch Surg
1973; 107:206–209.
135. Cruse PJ, Foord R. A ten-year prospective study of 62939 wounds. The epidemiology of
wound infection. Surg Clin North Am 1980; 60:27–40.
136. Berry AR, Watt B, Goldacre MJ, Thomson JWW, McNair TJ. A comparison of the use
of povidone-iodine and chlorhexidine in the prophylaxis of postoperative wound infection. J
Hosp Infect 1982; 3:55–63.
137. Lorentzen JE, Nielsen OM, Arendrup H, Kimose HH, Bille S, Anderson J, Jensen CH,
Jacobsen F, Roder OC. Vascular graft infection: An analysis of sixty-two graft infections in
2411 consecutively implanted synthetic vascular grafts. Surgery 1985; 98:81–86.
138. Johnson JA, Cogbill TH, Strutt PJ, Gundersen AL. Wound complications after infrainguinal bypass: Classification, predisposing factors, and management. Arch Surg 1988;
123:859–862.
68
139. Newington D, Houghton PWJ, Baird RN, Horrocks M. Groin wound infections after
arterial surgery. Br J Surg 1991; 78:617–619.
140. Calligaro KE, Veith FJ. Surgery of the infected aortic graft. In: Bergan JJ, Yao JST, eds.
Aortic Surgery. Philadelphia: Saunders, 1989:485–496.
141. Balas P. An overview of aortofemoral graft infection. Eur J Vasc Endovasc Surg 1997;
14(suppl A):3–4.
142. Kearney RA, Eisen HJ, Wolf JE. Nonvalvular infections of the cardiovascular system.
Ann Intern Med 1994; 121:219–230. 332 CLAGETT
143. O’Brien T, Collin J. Prosthetic vascular graft infection. Br J Surg 1992; 79:1262–1267.
144. Lorentzen JE, Nielsen OM, Arendrup H, et al. Vascular graft infection: An analysis of
sixty-two graft infections in 2411 consecutively implanted synthetic vascular grafts. Surgery
1985; 98:81– 86.
145. Seabrook GR. Pathobiology of graft infections. Semin Vasc Surg 1990; 3:81–88.
146. Bandyk DF, Berni GA, Thiele BL, Towne JB. Aortofemoral graft infection due to
Staphylococcus epidermidis. Arch Surg 1984; 119:102–108.
147. Jones L, Braithwaite BD, Davies B, Heather BP, Earnshaw JJ. Mechanism of late
prosthetic vascular graft infection. Cardiovasc Surg 1997; 5:486–489.
148. Zdanowski Z, Danielsson G, Jonung T, Norgren L, Ribbe E, Thorne J, Kamme C,
Schalen C. Intraoperative contamination of synthetic vascular grafts. Effect of glove change
before graft implantation. A prospective randomized study. Eur J Vasc Endovasc Surg 2000;
19:283–287.
149. Schmitt DD, Seabrook GR, Bandyk DF, Towne JB. Graft excision and extra-anatomic
revascularization: The treatment of choice for the septic aortic prosthesis. J Cardiovasc Surg
1990; 31:327–332.
150. Bunt TJ. Vascular graft infections: A personal experience. Cardiovasc Surg 1993; 1:489–
492.
151. Yeager RA, Taylor LM, Moneta GL, Edwards JM, Nicoloff AD, McConnell DB, Porter
JM. Improved results with conventional management of infrarenal aortic infection. J Vasc
Surg 1999; 30:76–83.
152. Clagett GP, Bowers BL, Lopez-Viego MA, Rossi MB, Valentine RJ, Myers SI, Chervu
A. Creation of a neo-aortoiliac system from lower extremity deep and superficial veins. Ann
Surg 1993; 218:239–249.
69
153. Nevelsteen A, Lacroix H, Suy R. Autogenous reconstruction with the lower extremity
deep veins: An alternative treatment of prosthetic infection after reconstructive surgery for
aortoiliac disease. J Vasc Surg 1995; 22:129–134.
154. Clagett GP, Valentine RJ, Hagino RT. Autogenous aortoiliac/femoral reconstruction
from superficial femoral-popliteal veins: Feasibility and durability. J Vasc Surg 1997;
25:255–270.
155. Gorden LL, Hagino RT, Jackson MR, Modrall JG, Valentine RJ, Clagett GP. Complex
aortofemoral prosthetic infections—The role of autogenous superficial femoropopliteal vein
reconstruction. Arch Surg 1999; 134:615–621.
156. Kieffer E, Bahnini A, Koskas F, Ruotolo C, LeBlevec D, Plissonnier D. In situ allograft
replacement of infected infrarenal aortic prosthetic grafts: results in forty-three patients. J
Vasc Surg 1993; 17:349–356.
157. Leseche G, Castier Y, Petit MD, Bertrand P, Kitzis M, Mussot S, Besnard M, Cerceau O.
Long-term results of cryopreserved arterial allograft reconstruction in infected prosthetic
grafts and mycotic aneurysms of the abdominal aorta. J Vasc Surg 2001; 34:616–622.
158. Vogt PR, Brunner-LaRocca HP, Lachat M, Ruef C, Turina MI. Technical details with the
use of cryopreserved arterial allografts for aortic infection: Influence on early and midterm
mortality. J Vasc Surg 2002; 35:80–86.
159. Eugene, J., Goldstone, J., Moore, W.S.: Fifteen year experience with subcutaneous
bypass grafts for lower extremity ischemia. Ann Surg 1976; 188: 177. 2. Rutherford, R.B.,
Patt, A., Pearce, W.H.: Extraanatomic bypass: A closer view. J Vasc Surg 1987; 5:437.
160. Bunt, T.J.: Synthetic vascular graft infections: I. Graft infections. Surgery 1983; 93: 733.
70
Download