küçükmenderes sunuş yazısı

advertisement
KÜÇÜKMENDERES SUNUŞ YAZISI
Ödemiş’te Cumhuriyetin ilk yıllarında, hemen hepsi 1015 yıla sığdırılmış birçok çağdaş atılım ve değişim yaşanmıştır.
Elektriğin Ödemiş’e çok erken gelmesi, mükemmel bir su
şebekesi, planlı şehircilik, parklar, yazlık-kışlık sinemalar ve sebze
hali (kasaphane) bunlardan bir kaçıdır.
Ödemiş’in yakın tarihini ve Ödemiş Belediyesinin geçmişteki güçlü hamlelerini inceleme konusu yapan Elektrik
Mühendisi Bekir Keskin, fırsat buldukça gazetemize yazılar
gönderiyor. Neredeyse birbirini tamamlar nitelikte olan ve
Ödemiş’te cumhuriyetin ilk yıllarının unutulmuş bazı
ayrıntılarını belgelerle gün yüzüne çıkaran bu incelemelerin
yerel tarih bilincine katkısı olacağını düşündük.
Ödemiş’in yakın dönem kültür ve ekonomik yaşamından
kesitlerin yer aldığı makaleler, havzamızın gittikçe kısıtlı hale
gelen su kaynakları ile ilgili bir tespit ile başlıyor, bir dilek ile
sona eriyor; Ödemiş’te yaşayanların hayatını kolaylaştıracak
doğalgazın Ödemiş’e ulaştırılması...
Makaleler ve yazılar değişik konularda, ama hepsi birer
yerel öykü olarak hafızalardan yazıya geçiriliyor.
Küçükmenderes Gazetesi
Ağustos, 2007
2
İÇİNDEKİLER
KÜÇÜKMENDERES SUNUŞ YAZISI.......................................... 1
ÖNSÖZ ............................................................................................. 5
Kentlerin Kültürel Belleği .............................................................. 9
Su Kaynaklarının Etkili Yönetimi ............................................... 13
İzmir-Aydın Demiryolu’nun Ödemiş’e bağlanması ve
Demiryolunun Önemi .................................................................. 17
Cumhuriyet Öncesi Ödemiş’te Elektriğin İlk İzleri.................. 27
Zahmetli ama Başarılı bir Yatırım Öyküsü:............................... 39
Ödemiş Belediyesi Gazoz Fabrikası (1939 – 1948)................... 61
Ödemiş’te Şükrü Saraçoğlu Anıtı ............................................... 71
Ödemiş’in ‘Türk Hava Kurumu’na bağışladığı 4 uçak.............. 79
Ödemiş’te Yerli – Muhacir Kaynaşması..................................... 83
Havuzlu Parkın Taflanları ........................................................... 89
Belgelerin Tanıklığıyla Cumhuriyet’in Onuncu Yılında
Ödemiş Ekonomisi........................................................................ 95
Ödemiş Himaye-i Etfal Cemiyeti – Anaokulu’ ......................... 115
Haber Değeri Olmayan, Sıradan İnsanlar................................ 131
İğneci Hilmi Bey’in Ödemiş’te ‘Tiyatro ve Musikî Cemiyetleri’
Serüveni........................................................................................ 135
Ödemiş Takviyeli Söke Karması ile Yunanistan Sisam Adası
Karması Futbol Maçı – 1953....................................................... 151
Drama’dan Ödemiş’e, 80 Yılda Yorulmayan Bir Soluk: ‘Ahmet
Aksay’ ve İlk Resim Sergisi ........................................................... 155
Belediye Elektrik İşletmelerinde 2. Dönem Usta’ları ............. 171
Ödemiş’te Doğalgaz ................................................................... 185
3
4
ÖNSÖZ
Ödemiş’in yakın tarihine ilişkin biriktirdiğim belge
ve fotoğrafları, bir kişisel kolleksiyondan, kentsel bellek’e
taşımanın önemli ve gerekli olduğunu düşünüyordum.
Arşivimdeki belgelerin çoğu, Genç Türkiye Cumhuriyeti’nde hızlı dönüşümlerin yaşandığı yıllara ilişkindi.
Ödemiş kenti de bu gelişmelerden nasibini almıştı. Kentteki gelişmeleri ve değişimi izlemek gerçekten heyecan
vericiydi.
Yıllardır topladığım bilgileri ve heyecanımı, birer
öykü havasında yöremiz insanlarıyla paylaşmak için bir
yerel gazete iyi bir fırsat olabilirdi. Nitekim, Küçükmenderes Gazetesi gönderdiğim tüm yazıları bekletmeden
yayınladı. Onlar yayınladıkça, ben de yenilerini yazmayı
sürdürdüm. Böylece, gazete yönetimi ile beraber kendi
kendimize durumdan vazife çıkararak, Ödemiş’in yakın
tarihine daldık. Bana ayrıca, gazetede bir köşe de ayırdılar;
‘Söz Uçar Yazı Kalır’.
Bu güne değin Küçükmenderes Gazetesinde, Ödemiş’in yakın dönemi ile ilgili 25’e yakın makale yayınlandı.
Yöremizin geçmişine dair bilgi edinmek isteyen bir
araştırmacının başvuracağı ortalama bilgi kaynakları gerçekten geniştir, ama dağınıktır. Yakın dönem (Cumhuriyet
Dönemi), henüz araştırma ve yazılma aşamasındadır. Bu
yüzden; yakın dönem ile ilgili ayrıntılara inilmesi ve ulaşılabilen her yeni belgeyle Ödemiş’in bir başka yönünün
ortaya çıkarılmasını önemsiyorum.
Ödemiş yazılarını oluştururken; belge, fotoğraf, kitap, dergi ve gazetelere dayanarak, Ödemiş’in yakın tari5
hinden bazı ayrıntıları, bazen diğer kentler için de örnek
sayılabilecek olaylar, bazen de kişiler üzerinden aktarmayı
amaçladım.
Ulaşabildiğim kaynaklar, konuları tüm ayrıntılarıyla ortaya çıkarmak için elbette yeterli olamazdı. Kitapta
toplanan incelemelerin bazılarını yazarken, kurum arşivi
geleneğimiz olmamasının eksikliğini hissettim. Zaten, belgeler konusunda ulusal arşivler ve kentlerimizin kurumları, pek az yardımcı olabilmekteler. Örneğin Belediyemizde, 1945 yılından öncesine dair Belediye Meclis tutanakları
yoktur. Ticaret Odasındaki kayıtlar son yıllara aittir. Ödemiş Kütüphanesinde bir belgeler arşivi yoktur. Ödemiş
Müzesi; antik döneme ve etnografik objelere ağırlık vermiştir. Ödemiş’teki THK, ÇEK, Kızılay, Halkevleri gibi
neredeyse cumhuriyetle yaşıt kurumlar da belge yönünden
oldukça yoksuldur. Bu nedenle, doğal olarak, Türkiye tarihine doğru yaklaşımda bulunduğuna inandığım birçok
kaynaktan da sık sık yararlandım.
Makaleleri yazarken, ‘olsa olsa böyledir’lere yaslanarak değil, belgelere ve sınırlı sayıda da olsa kişilerin tanıklıklarına başvurmak gerekti. Belgesel kanıtların eksikliğini giderebilmek için, o dönemi hatırlayabilecek insanlara
gittim. Bildiklerini esirgemeden, uzun uzun anlattılar.
Yıllardır korudukları aile fotoğraflarını ortaya çıkardılar.
Hepsine teşekkür ediyorum.
Bazı makalelerde, gereksiz ya da fazla görülebilecek
bilgi ve belgelere de yer verilmiş olması, o tür belge ve bilgilerin zor erişilebilme olasılığına karşı, diğer araştırmacılara o konuda birşeyler bırakma dürtüsünün ağır basmasındandır. Ayrıca, bu bilgilerin en azından bir kısmının,
benim de yeni ulaştığım ve başkalarıyla da paylaşmak istediğim konular olduğunu belirtmeliyim. Öte yandan,
bugüne dek yayınlanmış bilgileri tekrarlamaktan mümkün
olduğunca kaçındım.
6
Ödemiş yakın tarihine ilişkin yazılması gereken bir
çok konu var; supermarketler öncesi, hemen hemen Türkiyenin ilk memur tüketim malları kooperatifi olan ve yıllar
boyunca özverili bir hizmet anlayışı ile çalışan ÖMİK
(Ödemiş Memurları İstihklak Kooperatifi), Ödemişspor
öncesi futbol kulüpleri, yazlık-kışlık sinemalar, Gölcük’e
teleferik kurulması girişimi, Ödemiş Tekstil Fabrikası’nın
hazin öyküsü gibi. Bu konular da yazılmalı, kentsel belleğimize katılmalı bence.
Küçükmenderes Gazetesi, yayınlanan makalelerin
topluca daha kolay izlenebilmesi ve daha geniş bir kitleye
ulaşması için yayınlanmış olan yazılardan bir seçki yapma
önerisi getirdi ve bu kitabı oluşturduk. Yazıları ve incelemeleri derlerken, tekrarlardan kaçınmak için, birçok makale, kitap bütünlüğü içinde anlam kazanabilecek biçimde
yeniden gözden geçirildi, daha önce yayınlanmamış fotoğraflarla zenginleştirildi.
Bu kitabın yayınlanmasını sağlayan Küçükmenderes
Gazetesi’ne, tüm yazıları elden geçirip, neredeyse yeniden
yazan İlhami Gülcan’a, kitabın yayına hazırlanma çabalarını üslenen Vedat Serim’e teşekkürler ederim.
Sonuçta, bir tarihçi veya edebiyatçı değilim. Yakın
tarih ile ilgilenmeye, teknik ağırlıklı eğitim almış biri olarak kalkıştığımın ben de farkındayım. Bu yüzden, eksiklerim ve yanlışlarıma hoşgörüyle yaklaşmış olmanızı diliyorum.
Bekir Keskin
Ekim 2007
Ödemiş
7
8
İLK SÖZ yerine:
Kentlerin Kültürel Belleği
Toplumların yok olmaktan / kaybolmaktan kurtarabildiği ve koruyabildiği kadar belge ve dökümanlar kültürel bilinç olarak geleceğe aktarılıyor. Toplumsal anılarımızı geleceğe taşımanın en etkili yolu; yazılı, kayıtlı belgelerin olması ve bunların biraraya getirilerek, birbirleriyle
ilişkilendirilmesidir.
Ortaya çıkarılmadığı sürece kültürel belleğimiz
silikleşiyor, kültürel değerlerimizden uzaklaşıyoruz. Sözlü
kültür geleneğinden gelen bir toplum olmamızdan olsa
gerek, birçok belgenin birer kültürel birikim aracı olduğu
gerçeği göz ardı ediliyor.
Ödemiş Hükümet Meydanı, 1970’ler
9
Hem değerlerimizi ortaya çıkarmak istiyoruz, hem
de yazmak-çizmek ve belgeleri saklamak konularında tembellik yapıyoruz. Bu tembellik bizi giderek toplumsal belleği zayıf bir toplum haline getiriyor.
Nelerin kültürel birikim olduğu ve nelerin korunması gerektiği, aşağı yukarı bilinmektedir. Biliniyor da,
Ödemiş’ten toplanan bağışlarla alınan dört uçağı hatırlayan var mı? Osmanlı döneminde yöremizde yaşayan
değişik kültürlerin farklı renkleri nasıldı ve neler yaşanmıştı? Tire, bir darphane kurulacak kadar önemli bir
Osmanlı kenti değil miydi? Onassis’in babası İzmir’e,
Bayındır’ın bir köyünden göç etmemiş miydi? Küçükmenderes havzasında yok olan madenler, tütüncülük veya
kendir tarımı konularında elimizde neler var? Yöremiz
sanatçılarının ve sporcularının hangilerini tanıyoruz?
Yöremizin geçmişine dair, zeybek öykülerinde ya da benzerlerinde anlatılanlardan öte neleri önemsiyoruz?
Yıllar geçtikçe eski belgelere / bilgilere ulaşmak çok
daha güçleşiyor.
Yörede yayınlanmış dergilerden iki örnek;
Tire Halkevi Dergisi ‘Küçük Menderes’ İkinciteşrin, 1940, Yıl:1, Sayı:4 ve
‘Yeni Ödemiş Mecbuası’, 15 Teşrinisani 1932, Sayı:2
Gerekli mi eskileri eşelemek?
10
Evet, yaşadığımız çevreyi tanımak, benimsemek ve
önemsemek için gerekli. Bir merakı gidermek, bilgilenmek,
hatta bir araştırma dalını beslemek için gerekli. Her bilgi,
en azından onu kullanan, ondan yararlanan açısından gereklidir. Kültürel süreklilik kaygısı güdenler, kaybolan değerler ortamında yaşamak istemeyenler, bilgiyi paylaşmak
ve karşılıklı kültürel etkileşim sürecine katkıda bulunmak
zorunda görmelidir kendilerini.
Her kültürel sistem, belli süreçler içinde kendine
uygun insanı yetiştirir, o doğrultuda eğitir. Bölgenin tarihsel ve kültürel ortamından beslenen insan ise, sistemin
kendisine kazandırdığı kültürü geliştirip büyütebilen insandır. Kendi öz değerlerinin farkında olmayan, tarihini ve
kültürünü unutan insan istemiyorsak, unutturmamak için
çaba göstermeliyiz. Bu çaba, içinden geçtiğimiz çok kanallı
küresel bilgi bombardımanı çağında daha da önem kazanıyor.
1940’lı yıllarda Ödemiş Hükümet Binası önü
Küçükmenderes Gazetesi’nin yıllardır böyle bir işlev görmekte olduğunu bilmem düşündünüz mü? Küçükmenderes Gazetesi, sınırlı olanaklarla ve özverili çabalarla,
11
yitip gidecek bilgileri kayda geçirmekte aracılık yapıyor.
Kültür sayfalarına yer veren yerel basına katkıda bulunmak, bir tür yurttaşlık görevi olarak görülmelidir.
Küçükmenderes’in ‘Harman Kültür Sanat’ sayfalarını, bir iki sayfalık ek’ten “Küçükmenderes Kültür Sanat
Dergisi”ne dönüştürmeye yetecek öykü ve malzeme arasında yaşıyoruz.
Bunların yazılması gerek. Eli kalem tutanların
yazması gerek...
Çünkü, ‘söz uçar, yazı kalır’, ya da ‘söz, buz üstüne yazılmış yazıdır’ değil mi?
(12 Nisan 2005)
12
Su Kaynaklarının Etkili Yönetimi
Giderek azalan su kaynakları, sulu tarımın çok
yoğun olduğu bölgemizde, öncelikli sorunların başında
geliyor. Ciddi bir ekolojik dengesizlikle ve bunun yol
açacağı olumsuzluklarla karşı karşıya kalmak üzereyiz.
En eski çağlardan bu yana, Küçükmenderes'le
birlikte oluşan taşkın ovaları, en değerli yerleşim ve
tarım alanlarını oluşturdu. Geçmiş büyük uygarlıkları
besleyen Küçükmenderes havzasında yaşayanlar, su açısından güvenli ve şanslı bir ortam buldukları için kentlerini buralarda kurdular.
Yakın tarihlere kadar, Küçükmenderes ve yan
kollarındaki derelerin balık tutulacak kadar bol sulu
olduğu yerel belleklerdedir. 20-30 yıl önce, nehrin
kıyılarındaki sazlıklarda balık tutuluyor, piknik yapılıyor, hayvanlar ve tarlalar ırmak suyu ile sulanıyordu.
Geçen zaman içinde bölgemizde, ekilebilir tarım
topraklarının sınırına yaklaşıldı.
Tarımdaki kazanç sadece ekili alanların genişliğine
bağlı değildir. Zaten; tarımdaki gelişimi birim alandan
sağlanacak verim artışı ile tanımlamak zorundayız. Elbette,
verim artışı yanında, tarımsal ürünlerin fiyatları ve bunların tarım kesiminde gelir artışına dönüşmesi de önemli.
Ayrıca, ürün fiyatlarındaki dengesizlik, ülke ekonomisindeki birçok değişime de bağlıdır. Ama biz, ekonomik incelemeyi ayrı tutarak, konunun bir başka yönüne bakalım.
Yüzey suları seviyesindeki düşme, çiftçimizi yeni
bir sorun ile karşı karşıya bırakmakta. Su kaynaklarının
kullanımındaki yanlışlıklar ve ihmâl, zaten kıt olan su
13
kaynaklarını iyice yetersiz kılmaktadır. Küçülen tarlaların
su ihtiyacını ortak su kullanım tesisleri ve damlama-su ile
karşılamak yerine, yeni sondajlar yapmak ve daha derin
kuyular açmak yanlış su kullanımına bir başka örnektir.
Yerküremizdeki suyun %97.5’i denizlerde bulunan
tuzlu su ve yalnızca %2.5’i tatlı sudur. Tatlı suların büyük
bir bölümü de kutuplarda buzul olarak ve yer altında fosil
olarak bulunur. Bize kullanmak üzere kalan tatlı-su miktarı
%0.26'dır. Sınırlı olan su kaynakları dünya ölçeğinde ele
alınmalı, ekonomik ve sosyal gelişme açısından doğru yere
oturtarak değerlendirilmelidir.
20. yüzyıl başında yöremizde bir incir mağazası
Yaşamın olmazsa olmaz bir öğesi olmasından dolayı suyun her bir damlası dahi boşa harcanmadan, verimli
bir şekilde kullanılmalıdır. Dünya bir su yoksunluğuna
doğru yol almaktadır. Şehirlerdeki nüfusun giderek artmasından ve su kaynaklarına daha zor ulaşılabilir olmasından
dolayı, atık-suların arıtma tesislerinden geçirildikten sonra
tarımda değerlendirilmesi dahi zorunlu çözümlerin arasına
girmiştir.
14
Tam kullanım gerçekleştirildiğinde, ülkemizde kişi
başına yıllık su potansiyeli yaklaşık olarak 2.500 m3 dolayındadır. Bu miktar Irak’ta 6.500 m3, Suriye'de ise 3.500
m3'tür. Bu basit, bölgesel karşılaştırma dahi, ülkemizin
toprak büyüklüğü/nüfus kıyaslaması yapıldığında su kaynakları bakımından zengin olmadığının bir göstergesidir.
Mevcut verilerle, ülkemizin kişi başına su tüketimi
açısından, dünya ölçeğinde de pek üst sıralarda olmadığı
söylenebilir. Endüstriyel ve tarımsal su gereksinimi katlanarak büyümektedir. 2015 yılında su sıkıntısının önemli bir
safhaya ulaşacağından sıkça söz edilir olmuştur.
20. yüzyıl başında yöremizde bir tütün mağazası
Su talebindeki artış bu hızla devam ederse, havzamızın su kaynakları, 2030’larda iyice yetersiz kalacak ve
sorun yalnızca bölgemiz için değil, aynı zamanda küresel
olarak da bir kriz anlamına gelecektir.
Beydağ barajı, yöremiz için yerinde bir karardır.
Devlet bütçesinden sulama yatırımlarına ayrılan pay azımsanmayacak kadar yüksek olmasına karşın, beklenen so15
nuçlara ulaşmak amacıyla yürütülecek çalışmalar yalnızca
devlet yatırımlarına dayanmamalıdır.
Havzamızda, tarıma ayrılan arazi miktarının sonuna yaklaşıldığından, birim alandan sağlanacak verim ve
tarımsal değer içinde suyun önemi ve verimli kullanımı,
tekrar tekrar ele alınması gerekli bir konu olarak önümüzde durmaktadır. Diğer bir deyişle, sulama ile ilgili yatırımlarda ve suyun doğru kullanımında fiziki alt yapı ile birlikte, tarımsal üretim sürecini de doğru seçeneklerle yönlendirmek ve yönetmek zorunluluğu vardır.
Su kaynaklarını en yaralı şekilde değerlendirmek
üzere havza bazında uzun dönemi kapsayacak bir planlama ve etkin bir su yönetimi gereklidir.
Bölgemiz tarımı için yapmamız gerekenler içinde
ilk sırada, suyun verimli kullanıldığı bir üretim modeline
yönelik koşulları yaratacak işletmecilik konusunda çiftçilerimizin bilgilendirilmesi ve desteklenmesi gelmelidir.
(12 Ağustos 1998)
16
İzmir-Aydın Demiryolu’nun Ödemiş’e
bağlanması ve Demiryolunun Önemi
Ülkemiz toprakları demiryolu ve tren taşımacılığıyla, 17. yüzyılda başlayan Sanayi Devrimi
sürecinde başka alanlarda yaşanan 100-150 yıl
gecikmeli gelişmelerin tersine, Avrupa’dan yalnızca
15-20 yıl sonra, 1800’lerin ortalarında (1856)
tanışmıştır.
Sanayi devriminin toplumsal yaşantıyı derinden
etkileyen yeniliklerinden 1 biri de demiryolu idi. Osmanlı
yöneticilerini demiryolu yapımına teşvik eden iki temel nedenden söz edilir. Bunlar; trenlerle hızlanacak asker ve teçhizat sevkiyatının artmakta olan iç karışıklıkların önlenmesinde sağlayacağı yarar ve tarımsal ürünlerin ihracat
limanlarına daha hızlı ulaştırılmasıyla ekonomiye canlılık
kazandırılacak olmasıydı. Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik ve siyasi bunalımın hafifletilmesine yardımcı olacağı umudu, demiryolu yapımının Avrupa’daki gelişmelerin
gecikmeden izlenmesini sağlamıştır.
Küçükmenderes ve Büyükmenderes havzalarının
maden, incir, üzüm, pamuk, tütün gibi ihraç mallarının
üretildiği bir bölge olması, ilk demiryolu hattının Batı Anadolu’da yapılmasını anlaşılır kılmaktadır. Nitekim, demiryollarının tüm Anadolu topraklarında yaygınlaştığı 18891
Makinalaşma, buhar gücünden yararlanma ve elektrik gibi teknolojik
yenilikler…
17
1911 arası dönemde Osmanlı İmparatorluğu’nun bütününde tarımsal üretim %63 artarken, demiryollarının geçtiği
bölgelerdeki artış %114’ü bulmuştur. Ayrıca, İzmir-Aydın
demiryolunun geçtiği bölgelerden toplanan tarımsal vergiler 1856 ile 1909 yılları arasında 13 kat 2 artmıştı.
Küçükmenderes havzasından İzmir’e deve kervanı
Demiryolu taşımacılığı için Osmanlı Devleti’nin
yeterli deneyimi ve donanımı yoktu. Bu yüzden Robert
Wilkin adlı İzmir’de yaşayan bir İngiliz tüccar ile dört
ortağının demiryolu kurmak üzere hükümete yaptığı
‘imtiyaz’ başvurusu gecikmeden cevaplanmış ve 23 Eylül
1856 tarihinde imzalanan bir sözleşme ile İzmir’den
Aydın’a demiryolu döşenmesi ve tren işletmeciliği imtiyazı
bu kişilere verilmişti. 3
2
Anadolu ve Bağdat Demiryolları, Murat Özyüksel, Arda Yayınları,
İstanbul, 1988, s.11
3
ORC (Oriental Railway Company) olarak adlandırılan demiryolu
kumpanyası, Anadolu topraklarındaki ilk demiryolu teşebbüsü
olmuştur. Nakit sıkıntısı yaşayan şirket, 1857 yılında el değiştirerek,
‘İzmir’den-Aydın’a Osmanlı Demiryolu’ adını aldı. Eylül 1857 ile
Kasım 1858 arasında döşenen 15 km’lik ilk raylardan sonra 1857’de
18
Demiryolu yapımı imtiyazını alan yabancı şirketler,
yatırdıkları parayı güvenceye almak için demiryolunun
geçtiği bölgelerdeki madenlerden, arazi ve ormanlardan
bir bedel ödemeden yararlanma hakkı ile Osmanlı Hükümeti’nden demiryolu yatırımı karşılığında en az %6 kâr
garantisi alıyorlardı. Buna karşın, şirket demiryolu boyunca döşeyeceği telgraf hattının birini Osmanlı Devleti’ne
tahsis edecek ve 1.200.000 Sterlin tutarındaki sermayesinin
yüzde ikisi olan 24 bin Sterlini kefâlet akçesi olarak
gösterecek, demiryolu 4 yılda tamamlanamadığı takdirde
bu para Osmanlı Hazinesine kalacaktı.
1905 yılındaki sermaye arttırımından sonra çıkarılan, 20 Pound değerinde
Aydın-İzmir Demiryolu Hisse Senedi
Demiryolları, İngilizlerin bölge ticaretindeki etkinliklerini arttırarak, madencilik, belediye hizmetleri gibi
sektörlerde yeni yatırımlara yönelmelerini sağladı. Gerek
İzmir-Aydın, gerekse İzmir-Turgutlu demiryolları, Batı
Anadolu’da İngiliz nüfusunun hızla yayılmasına yol açtı.
Vali Mustafa Paşa döneminde temeli atılan demiryolunun başlangıcında
yer alan Alsancak Garı (o dönemdeki ismi ile Punta Garı), 1858 yılında
hizmete açıldı. Ancak, resmi olarak ilk tren seferlerinin başlangıcı 24
Kasım 1860 tarihinde Alsancak’tan Torbalı’ya (43km) yapılan seferdir.
19
İzmir-Aydın demiryolunun önemli bir istasyonu olarak Selçuk-Efes
Bu durum, o güne kadar Müslüman ülkelerde sömürgesi bulunmayan ve Ortadoğu’daki kaynakların paylaşımında geç kalan Almanları da harekete geçirmiş ve
Avrupa’yı Basra Körfezi’ne bağlayan Bağdat Demiryollarının yapımına bu kez Almanlara verilen imtiyazla
başlanmıştır. I. Dünya Savaşı öncesi İtilaf ve İttifak devletleri kamplaşmasında Osmanlı toprakları üzerinde her iki
grubun etkinlik mücadelesinin payı büyüktür.
Aydın İstasyonu, 1900
20
Başlangıçta İzmir’den Aydın’a uzanan tek bir hat
olarak planlanan demiryolu, Torbalı’dan doğuya ayrılan
bir koldan Küçükmenderes havzasını izleyerek, Bayındır
üzerinden Tire’ye kadar yeni bir imtiyaz alınarak uzatılmış
ve 1883 yılı Eylül ayında işletmeye açılmıştı. Bu imtiyaza
Çatal-Ödemiş hattı dahil edilmemişti. Ödemişliler bir heyet kurarak, doğrudan demiryolunu yapan kumpanyaya
başvurdular. Kumpanya, Osmanlı Hükümetinden bu kesim için onay alarak, 10 Nisan 1884’de 10 maddelik ek bir
anlaşma imzaladı. Ancak, Osmanlı Hükümeti, önceki
anlaşmalardaki gibi olası zararlara karşı teminat vermeyi
kabul etmediğinden, bu teminat daha sonra geri alınmak
üzere Ödemişliler tarafından üslenildi. 4 Teminat olarak
verilen 40.000 Gümüş Mecidiye, Belediye gelirlerinin bir
kısmı ile Kaza İdare Heyetince aşar vergisine bir miktar
zam yapılarak ve Ödemişliler’den toplanan bağışlarla karşılandı. İzmir-Aydın Demiryolunu Tire’ye bağlayan Çatal
ara-istasyonundan Ödemiş’e kadar olan 25km’lik yeni
hattın yapımına başladı. Ödemiş-Tire demiryolu hattı 1888
yılı Aralık ayında bitirilerek, çalışmaya başladı.
Demiryolu tesis etmek üzere alınan imtiyazlar, demiryolunun geçtiği bölgelerdeki yeraltı ve yerüstü zenginliklerinin işletme ayrıcalığını da kapsıyordu. Bu yüzden,
Küçük Menderes ovası içindeki hat, Tire’den zımpara
madeni, Beydağ ve Kaymakçı’dan cıva madeni ile yörenin
tarımsal ürünlerinin İzmir Limanına taşınmasını kolaylaştırdı. Demiryolu bölge ekonomisinde de kıpırdanma
yaratmış ve özellikle azınlıklara yeni iş imkanları 5 doğmuştu.
4
Koca Doktor, Kaya Bengisu, s:74
Ödemiş-Bayındır civarında bir köyde yaşayan Yunan Armatör
Onassis’in (1906-1975) babası, 1908’de eşinin ölümü üzerine İzmir’e
göç ederek, demiryolu şirketinin yeni olanaklarıyla ticarete başlamıştır.
İzmir’de zenginleşen Onassisler 1922’de Arjantin’e göç ettiler.
5
21
‘İzmir-Aydın Demiryolu’nda çalışan yük trenlerinin
ilk dönemde ortalama hızının 6 saatte 15-16 km olduğu
tahmin ediliyor. Deve kervanlarının günde ancak 30 km
yol aldığı düşünülürse, demiryolunun mal akımını ne
ölçüde hızlandırdığı anlaşılmaktadır.
Demiryolunun Aydın’a ulaşmasını izleyen yıllarda
demiryolu, bölgede egemen taşıma aracı oldu. Kervan yolları ikinci plana itildi ve demiryolu istasyonları ile üretim
ve yerleşme merkezleri arasında ulaşımı sağlamak amacıyla kısa kervan yolları ağı oluştu, geleneksel yolların önemi azaldı. Demiryolunun Ödemiş’e ulaşması 7 ile aynı
dönemde Ödemiş kazası yeni karayollarıyla doğuda Kiraz
ve Beydağ’a kuzeyde ise Birgi ve Bozdağ’a bağlanarak
bölge içi taşıma ağı da tamamlanmış oldu.
İzmir-Aydın hattında çalışan 4-4-0 tekerlek tertibinde Sharp Stewart lokomotif
Demiryolu işletmeciliğinin ilk yıllarında beklenen
kârı elde edemeyen Aydın-İzmir Demiryolu Şirketi’nin
kazançlı hale gelmesi, 1905’te yapılan finansal düzenleme
sonrası olmuştur. 1 Aralık 1905’te Londra’da çıkarılan his6
İzmir-Aydın demiryolunda 1890’larda 4-4-0 tekerlek tertibinde, sekiz
adet Sharp Stewart imalatı çift silindirli, 31 tonluk lokomotif, iki adet
Swindon ile altı adet Robert Stevenson lokomotiflerin kullanılmış
olduğu bilinmektedir.
7
Başlangıçta istasyon şehrin 1,5 km kadar güney-batısına yapılmış,
1940’ta şehrin içine kadar uzatılan demiryolu ile yeni istasyon oluşturulmuştur.
22
se senetleri ile 1.192.000 İngiliz Lirası (Pound) olarak belirlenen yeni sermaye tutarı her biri 20 Pound değerinde
44.600 normal ve 15.000 imtiyazlı hisse senedi olarak
yeniden düzenlendi. 8 Aydın-İzmir Demiryolu Şirketi bu
düzenleme sonrası daha düzgün çalışmaya başlamış ve
Anadolu’da faaliyet gösteren demiryolu şirketlerinin en
kârlılarından biri 9 olarak, 1935 yılında devletleştirilinceye
kadar da bu durumunu korumuştur.
Günümüzde ‘Eski İstasyon’ olarak bilinen Ödemiş İstasyonunun,
1940’lardaki görünümü
Demiryolu şirketinin düzenli Ödemiş seferine başlaması üzerine, Ödemişli yöneticiler, şirkete verdikleri teminat parasını geri almak üzere başvuruda bulunurlar.
1894 ve 1895 yılları, Demiryolu Kumpanyası’na verilen
teminatın iadesi için Ticaret ve Nafıa Nezareti ile Aydın
8
Eski Tahviller ve Hisse Senetleri, Türkiye Kalkınma Bankası A.Ş.,
Ankara, 1993, s:3
9
Emperyalizmin Türkiye’ye Girişi, Orhan Kurmuş, Savaş Yayınları,
1982, s:52
23
Valiliği arasında yapılan yazışmalar 10 ile geçer. Aydın
Valiliği’nin şirket aleyhine açtığı dava temyize kadar gider.
Davanın, Aydın Valiliği, dolayısıyla Ödemiş halkı lehine
sonuçlanmış olduğunu teyit eden 1913 yılına ait bir yazı
Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi’nde (BCA) bulunmaktadır.
Bu belgede, dava vekili Ruhi Bey’in eşi Zeynep Şadiye Hanım, ‘Nafıa Nezareti Celilesi’ne diye başlayan ‘Maruzat’ ile
merhum eşine ait 102 liralık avukatlık ücretinin ödenmesini talep etmektedir. 11 Belgelerden, Zeynep Hanım’ın bu
parayı demiryolu şirketinden alamadığı anlaşılmaktadır.
Ödemiş Belediye Reisi Mustafa Bengisu, 1927 yılında hükümete açtırılan dava ile, Ödemişliler’in ödediği teminat tutarının geri alınmasını sağlamıştır. Ödemiş Belediyesi’nin, su ve elektrik işlerine başlamak üzere finansman
aradığı bir dönemde, Aydın-İzmir Demiryolu Şirketine
demiryolunun Ödemiş’e kadar uzatılması için teminat
olarak verilen 8.000 Osmanlı altını karşılığı olan 40.000
gümüş mecidiye geri alınmış ve bu para önemli ölçüde
Belediye’nin kamulaştırma masraflarında ve belediyenin
yeni yatırımlarında kullanılmıştır. 12
Cumhuriyet’in ilanını izleyen yıllarda toplam 63,5
milyon sterlin tutarında sermayesi olan 94 yabancı şirketten; 7’si demiryolları, 6’sı madencilik, 23’ü bankacılık ve
12’si sanayi kesimindeydi. Bunlardan yalnızca iki yabancı
demiryolu şirketi devletleştirilmiştir.
Cumhuriyet yönetimi, Osmanlı’dan 4.000 km’lik
demiryolu ağı devraldı. Osmanlı İmparatorluğu döneminde yapılan demiryollarından Türkiye Cumhuriyeti sınırları
içinde kalan 1.196 km’si çeşitli anlaşmalarla Türkiye Cum10
BCA, Dosya: 094, Fon: 230.0.0, Yer: 9.36.4 no ile kayıtlı dosyada bu
konu ile ilgili muhtelif yazışmalar vardır.
11
BCA, 094-230/9.36 no ile kayıtlı 17.5.1913 tarihli mektup,
12
Koca Doktor, Kaya Bengisu, BAB Yayınları, s:74
24
huriyeti’ne geçti. 2.780 km’lik kısmı ise imtiyazlı şirketlerden o zamanki rayiçlerle 336 milyon lira bedelle satın alındı. 13
İzmir-Aydın Demiryolu Şirketi 30 Mayıs 1931 tarih
ve 2745 Sayılı Kanunla, 1.825.800 Sterlin 14 karşılığı “...
devletin bizzat demiryolunu özendiren politikasının ardından 1
Haziran 1935 tarihinde devletleştirildi. İzmir-Aydın güzergahı
içinde kabul edilen Torbalı-Ödemiş hattının satın alınması 1
Temmuz 1935 tarihinde Ödemiş İstasyonunda törenlerle
kutlandı.” 15
Türkiye’de 1923-1940 yılları arasında demiryollarının ‘Atılım Çağı’ yaşandı. Bu dönemde toplam demiryolu
uzunluğu 8.637 km’ye 16 ulaşmıştır. Cumhuriyet’in 10.
yılında ‘demir ağlarla ördük anayurdu dört baştan’
sloganı, demiryolu yapımının ne kadar önemsendiğinin
kanıtıdır.
Ülkemizde 1940 ile 1950 arası demiryolları için durgunluk dönemidir. 1950’den günümüze kadar ise sadece
1.871 km’lik yeni yol yapılabilmiştir. Nice sancılı çabalarla
yapımına başlanılan demiryolları, 1950’den itibaren uluslararası piyasa mekanizmalarının kurallarına terk edilerek,
çarpık bir politika doğrultusunda ihmâl edildi. Hükümet
programlarında 1950 yılından sonra yeni demiryolu yapımı gündeme gelmedi ve 1980’lerde otoyol yatırımlarına verilen abartılı önemle birlikte demiryolu taşımacılığı oldukça geri plana itildi.
Üyesi olmak için çabaladığımız Avrupa Birliği
ülkelerinde, günümüzde, 10.000 kişiye düşen demiryolu
13
Demiryolu Dergisi, Sayı:56-60, Mayıs-Eylül 1956, s:2
Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması (19231931), Mete Tunçay s:206
15
Sosyal-Siyasal-Ekonomik-Kültürel Açıdan Ödemiş Kenti (19081950), Günver Güneş, Yayınlanmamış Doktora Tezi, İzmir, 1997, s:87
16
Türk Ulaşım-Sen. 1999 Yılı Sektör Raporu
14
25
uzunluğu ortalama 5,1 km iken, ülkemizde bu oran ne
yazık ki, 1,4 km olarak kalmıştır.
Çift hatlı, elektrikli ve otomatik sinyalizasyonlu bir
demiryolu hattının yapım maliyeti 6 şeritli bir otoyolun
maliyetinin üçte biridir. İşletim aşamasında ise 2.400 beygir
gücünde bir lokomotifin çektiği vagonlarla taşınabilen
1.000 tonluk yük, her biri 200 beygir gücünde 50 kamyon
ile ancak taşınabilmektedir. Demiryolu, çekilen sıkıntıların
ve yapılan yatırımın hakkını veren bir toplu taşıma aracıdır.
Demiryolu taşımacılığı, ekonomide yoğun rekabetin yaşandığı günümüz koşullarında, güvenlik ve fiyat açısından karayolu taşımacılığı karşısında ciddi bir alternatif
olarak yeniden gündeme alınmayı beklemektedir. Yeni hat
yapımına geçmeden, en azından, teknolojik açıdan hemen
hemen yarım yüzyıldır hiç yenilenmeyen demiryolu şebekemiz ilkel sayılabilecek donanımdan kurtarılmalı, hız
limitlerini 130 km/saate yükseltecek ray ve köprü yenilenmeleri yapılmalıdır.
Ödemiş demiryolu hattı da iptal edilmek yerine
yenilenmeyi bekleyen hatlar arasında görülmelidir.
( 5 – 14 Şubat 2003)
26
Cumhuriyet Öncesi Ödemiş’te Elektriğin İlk
İzleri
Ödemiş, modern bir elektrik şebekesine birçok il
merkezinden önce, 1932’de kavuşmuştur. Ancak,
Ödemiş elektrik ile ilk kez 1932 yılında işletmeye açılan
Üzümlü Hidro-elektrik Santralı sayesinde tanışmamıştır. Ödemiş’te yaşayanlar elektriği 1932 yılından çok
daha önce bilmekte ve kullanmaktaydılar.
Cumhuriyet öncesi Ödemiş’te biri başarısız
olmak üzere üç elektrik tesisi girişimi olmuştur.
Elektrik, buhar makinesinin keşfiyle başladığı
kabul edilen sanayi devrimi gelişmelerinin en önemlilerinden birisidir. Buhar makinesi, sanayinin gelişimi için
temel hammadde olan maden üretimine büyük kolaylıklar
sağladığı için makineleşmeyi en çabuk madenciler ve
maden işleyen sektörler benimsedi. 19. yüzyılda makine
kullanımı değişik alanlara yayılırken, elektrik bilimindeki
gelişmeler de sürmüş ve elektrik önemli teknolojik atılımlara olanak sağlamıştır.
Elektrik enerjisinin sanayi alanında kullanılmasından kısa bir süre sonra, ticari olarak kullanılabilir standartlara ulaşan ampuller sayesinde, elektrik bir aydınlatma aracı olarak da kent sokaklarına ve konutlara girmiştir.
19. yy sonlarında, belli başlı Avrupa kentleri elektrikle aydınlatılmaya başlamıştır.
Avrupa ve Amerika’da elektrik enerjisinden yararlanıldığı yılların Osmanlı İmparatorluğu’nda batılılaşma
27
kıpırtılarının başladığı döneme rastlamasına karşın, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki değişim Batıdaki gelişmeleri
izleyecek düzeyde olamamıştır. Abdülhamit yönetimi
(1876-1909) Avrupa’dan yayılan teknik gelişmelere kuşku
ve çekinceyle yaklaşmış, telgraf ve demiryolları gibi askeri
amaçların gerektirdiği teknolojik yeniliklerin alınması
dışında, halkın yaşantısında değişim yaratacak yeniliklere
kayıtsız kalmıştır.
Osmanlı dönemi, Phillips ampül reklamı
Abdülhamit yönetiminin kuşkucu ve geciktirici
tutumundan sonra işbaşına gelen 2. Meşrutiyet yönetiminin (1908-1918), batılılaşma hamleleri sırasındaki iyi
niyetli yaklaşımlara ve batılı şirketlerce ısrarla istenen imtiyazların verilmesine rağmen, elektrik, Osmanlı toplumu
için önemsenmeyen ve kullanımı özendirilmeyen bir teknoloji olarak kalmıştır. Osmanlı yönetimi Cumhuriyet’e,
elektriği ülke nüfusunun sadece %3’ünün tanıdığı bir ülke
bırakmıştır.
Şehirleri elektriklendirme çalışmaları, Osmanlı İmparatorluğu’ndan devralındığı biçimiyle Cumhuriyetin ilk
yıllarında da yavaş ilerlemiş, Anadolu kentlerinde elektriğin günlük yaşama girmesi ancak 1930’lu yıllarda belediyelerce ele alınan bir konu olmuştur. Nitekim, Ödemiş modern bir elektrik şebekesine Ödemiş Belediyesi’nin 1926’da
başlattığı çabalarla, 1932 yılında kavuşmuştur. Ödemiş
Belediyesi’nin elektrik işlerine, henüz ülke gündeminde
yer almamışken, çok daha erken kalkışmasında, Ödemiş’te
elektriğin Cumhuriyet öncesinden beri biliniyor ve sınırlı
28
bir bölgede de olsa kullanılıyor olmasının büyük bir etkisi
olmuştur.
Küçükmenderes havzasında ilk elektrik kullanımı,
sınırlı tarihsel kaynaklarda ve çok az sayıdaki belgenin satır aralarından çıkarabildiğimiz kadarıyla, maden ocaklarında başlamıştır.
Beydağ yöresindeki araziler içinde Emirli’de antimon, Halıköyü’nde cıva olmak üzere işletme hakkı yabancılarda olan iki zengin maden sahası bulunuyordu. Batı
Anadolu topraklarında antimon yatakları olduğunu ilk
fark eden J. W. Wilkinson adlı bir İngiliz tüccar olmuştu.
19. yüzyılın ortalarında Beydağ-Çinlikaya madenlerini
işletmek üzere 9.200 dönüm alanı kapsayan maden
çıkarma imtiyazı almayı başaran Wilkinson, sermaye
yokluğu nedeniyle madeni işletememiş ve ertesi yıl
madendeki haklarını bir İngiliz-İsviçre şirketi olan
‘Sturzenegger and Ress’ ortaklığına satmıştı. Sturzenegger
and Ress, Wilkinson’dan aldığı hakların yarısını Londra
Ticaret Sicili’ne kayıtlı olan İzmir Antimuan Şirketi’ne 17
(Smyrna Antimony Company) devretti. İzmir Antimuan
Şirketi, 1913 yılında İngiliz-İsviçre şirketinin kalan hisselerini de satın aldı, madene buhar makineleri ve vinçler
getirterek cevher üretimini arttırdı. Şirket, 1915’te buhar
makinelerine 65 kW gücünde büyük volanlı, Ruston marka
bir alternatör (dinamo) ekleyerek, madendeki makinelerin
bazılarını elektrikle çalıştırmış, hatta maden galerilerini
elektrikle aydınlatmıştı. Bu jeneratörün, daha sonra ne
olduğu ve Yunan işgali sırasında bu İngiliz şirketiyle
17
Cumhuriyet Döneminde de İzmir Antimuan Şirketi idaresinde
Thomas Boven Rees tarafından işletilen maden, 1925-1930 yıllarında
İngiliz Cucsun Şirketinin denetiminde %20 verimi geçememiştir.
(Günver Güneş, s.210) 1931 yılında fesh edilen şirketin bütün mal
varlığı İngiliz Ticaret Dairesine 137285 numara ile kaydolunan
“Odemish Mining Co. Ltd.” Şirketine devredilmiştir (Emperyalizmin
Türkiye’ye Girişi, Orhan Kurmuş, s:191).
29
Yunanlılar arasında ne gibi ilişkiler olduğu tam olarak
bilinmemesine karşın, bir varsayım olarak, Ödemiş’e getirtilmiş olabileceği düşünülebilir.
Aynı yıllarda Ödemiş yöresinde elektrik kullanımına yönelik bir başka girişim, Davityanlar’ın fabrikası
ile ilgilidir. İzmir’deki iş çevreleriyle ve Levanten ailelerle
de yakın ilişkileri olan Davityan Ailesi’nin bireyleri, teknik
gelişmeleri yakından izleyen insanlardı. Baba Davityan
büyük bir zeytinyağı tüccarıydı. Ailenin büyük oğlu Harun, Tire Belediye Meclisi’nde de görev yapmış, Küçükmenderes havzasındaki köylüler arasında itibarı yüksek
bir tüccardı. Ailenin küçük oğlu Seroppe ise İstanbul Hukuk
Mektebi’nden sonra Paris’te Sorbonne Üniversitesi’nde eğitimini sürdürmüş, Almanya ve Avusturya’ya da giderek
bilgi ve görgüsünü artırmıştı. Seroppe Davityan 1880’de
İzmir’e döndüğünde İzmir’in en iyi avukatlardan biri
olmasının yanı sıra, Avrupa’daki teknik gelişmeleri de yakından bilen bir kişiydi.
Davityan ailesinin, 20. yüzyılın başlarında Ödemiş’in 2 km. kadar kuzeyinde Zeytinlik Köyü’ne yakın,
‘Çanlı Bahçe’ olarak anılan yerde bir deri işleme fabrikası,
bir de zeytinyağı fabrikası vardı. 1907 yılında Çakırcalı
Mehmet Efe tarafından yakılan bu fabrikaları 1912’de
yenilemek istediler. Şehir elektrik şebekelerinin ve elektrikle işleyen aletlerin yaygınlaştığı bir dönemde Avrupa’da
bulunan Mösyö Seroppe fabrikada yeni bir teknoloji olarak
elektrik kullanmak istedi.
Elektrik üretimi için akla ilk gelen, buharla çalışan
bir jeneratör kurmak idi. Ancak, buhar makinesinin kazanını ısıtmak için bol miktarda odun veya kömür gerekmekteydi. Ödemiş yakınlarda kömür madenleri yoktu, taşıma
odun ve kömür ile buhar makinesinin kazanındaki suyu
kaynatmak güçtü. Deniz seviyesinden 950 metre yükseklikte bulunan Gölcük’ün, Gediz yönüne akan ayağı kapatılarak, Ödemiş tarafına akıtılacak göl suyunun önüne bir
30
türbin koyarak elektrik elde etmenin ucuz bir enerji kaynağı olacağı düşünüldü. Üstelik, üretilen elektrik, fabrikadaki
motorların yanı sıra, Ödemiş Şehrinin bir kısım ihtiyacının
karşılanmasını da sağlayabilir ve fabrikadan elde edilen
kazancın, elektrik satışından elde edilecek gelirle birleşmesi durumunda elektrik üretimi kârlı olabilirdi.
Davityanlar 1912’de, Gölcük Gölü’nden akıtılacak
suyla çalışan bir türbin kurmak için harekete geçtiler. Mösyö Seroppe, Gölcük Gölü’nden elektrik üretmek üzere İzmir’den iki su mühendisi getirtti. 18 Gölde sondajlar yapılarak, gölün su kapasitesi incelendi, arazinin durumuna
bakıldı, ancak Gölcük’ün su rezervi böyle bir santral için
yeterli bulunmayarak projeden vazgeçildi.
Osmanlıca, Gölcük-Aydın yazılı kart
Ödemişliler arasında, Gölcük’ün suyundan yararlanarak elektrik elde edilmesi düşüncesi o boyuta ulaşmıştır
ki, Cumhuriyet sonrasında da elektrik üretimi denilince
akla ilk gelen çözüm, Gölcük’ten Zeytinlik Köyü’ne akıtıla18
Bize Derler Çakırca, Halil Dural, s.94
31
cak su ile çalıştırılacak bir hidro-elektrik santral olmuştur.
Hiç bir zaman gerçekleşmemiş olmasına karşın, Gölcük
Gölü’nden elektrik üretme projesinin 1927 ve 1953 yıllarında iki kez daha gündeme gelmiş olmasına bakılırsa, Gölcük, yörede suyla elektrik üretimi için doğal bir baraj gölü
olarak görülmüştür.
1930’lu yılarda Gölcük
Hem Beydağ madenlerinde, hem de Davityanlar’ın
fabrikalarında elektrik kullanımı çabaları, sınai kullanıma
yöneliktir ve şehir aydınlatması amaçlı değildir. Ödemiş
akşamlarında sokakların ilk kez elektrikle aydınlatılması,
Yunan İşgali sırasında olmuştur.
Ulaşılabilen sınırlı bilgilere ve özellikle işgal kuvvetlerinin İzmir’deki uygulamalarına bakarak 19 , Yunan işgali sırasında (1919-1922) Ödemiş’te elektrikle yapılan ay19
İzmir’de Yunanlıların Son Günleri, Bilge Umar, Bilgi Yayınları,
Haziran 1974. Bu kitapta, Yunanlıların sanki işgal kuvvetleri olarak değil de yerleşmek üzere gelmiş oldukları düşüncesinden hareketle, ilk
dönemde kentsel düzenlemelere önem verdikleri anlatılır.
32
dınlatmadan ve dolayısıyla elektriğin varlığından söz edebiliyoruz.
İşgal sırasında Ödemiş Yunan karargâhı, 1914 yılında eğitime başlayan Zirai İdadi Mektebi binasında (Eski
Ödemiş Lisesi) konuşlanmıştı. Kuvayi Milliye direnişi
arttıkça, iki alay büyüklüğüne ulaşan Yunan taburları ise,
Osmanlılar’ın Müzaharat Taburu olarak kullandığı Türk
Kışlası’na (Atatürk İlköğretim Okulu) yerleştirilmişti. 20 Bu
yıllarda Ödemiş sokakları, bir bekçinin hava kararınca
yaktığı, sabah namazında söndürdüğü az sayıda yağlı fenerle aydınlatılıyordu. 21 Konutlarda ise mum ve çırağman
denilen aydınlatma araçları kullanılıyordu. Ödemiş akşamları, seyrek fenerlerle yeteri kadar aydınlatılamadığı için,
Yunan komutan Fifi, evlerin önünde fener yakılmasını
emretmişti. İlkkurşun’da başlayıp gelişen Kuvayi Milliye
direnişine aktif olarak katılan bir yöre olarak, 3-4 bin
kadarı Rum ve Ermenilerden oluşan 18-20 bin nüfuslu bu
karanlık kasaba, Yunan askerleri için tehlikelerle doluydu.
Ödemiş’teki Yunanlı yetkililer, bir jeneratör getirterek, karargâhı ve çevresindeki sınırlı bir bölgenin aydınlatılmasını
sağladılar. Herhangi bir ciddi kanıta ve belgeye dayanmasa da, bu jeneratörün Beydağ madenlerinden getirtilmiş
olabileceği bir iddia olarak ortadadır. 1925 tarihli şehir
haritasında bu motorun yeri, Kubbeli Caminin biraz kuzeyinde işaretlidir. Motor karargâha yakın bir ‘mağaza’ya
yerleştirilmiş, yollara ağaç direkler dikilmiş, karargâh aydınlatılmasının yanı sıra, kuzeydeki askeri kışlaya da elektrik verilmişti. Jeneratörden çıkan diğer bir kol ise güneye,
Meyhane Boğazı’na kadar, kiliseye (İyi Sinema) ve kilise20
Müzaharat taburları, Osmanlıların son döneminde, tımarlı sisteme
benzer bir düzenlemedir. Silahlarını kendileri bulan ordu mensupları
olarak tanımlanabilir. Burası Cumhuriyetten sonra Topçu Birliği oldu.
(Behiç Galip Yavuz’dan derlenmiştir.)
21
1892’de Ödemiş’te sokaklarda yakılmakta olan fener sayısı yaklaşık
165 idi (Ödemiş Kentinin Tarihçesi, Behiç Galip Yavuz, s.18).
33
nin arkasındaki Rum Mektebi’ne (İstiklal İlköğretim Okulu)
kadar uzatılmıştı. Bu derme-çatma şebeke ile eşraftan belli
başlı kimseler de evlerini birkaç ampulle aydınlatmışlardı.
Bu Ödemiş’in ilk elektrik şebekesidir.
Yunanlıların jeneratörü çalıştırmaya başlamalarından bir süre sonra döneme uygun sessiz filmler oynatılan
bir sinema da kuruldu. Mağazadaki elektrik jeneratörünü
ve sinema makinesini Perikles adlı bir yerli Rum’un 22
işlettiği bilinmektedir. Hatta, Ahmet Efe ile Köselerli Ömer
Efe Çavuş sinemada film seyrederken Yunan askerlerince
tutuklanıp 23 Atina’ya sürgüne gönderilmişlerdir.
Sinemadaki film makinesinin elektrikle işletilmesi
zorunluluğu, Ödemiş’te 1920 yılında elektriğin varlığına
bir başka kanıttır.
1917 yılına ait bir evin elektrik planı
22
Perikles, Rumlar giderken Ödemiş’i terk etmemiş, ama bir yanlışlık
sonucu öldürülmüştür. 1927 doğumlu Osman Karhan, Perikles’i ve
Perikles’in öldürülüşünü ustasından dinlediğini söylemiştir.
23
Ödemiş’in Tarihi, Behiç Galip Yavuz, 1998 Baskısı, s.115. Behiç
Galip Yavuz, sinemanın yeri olarak da jeneratörün bulunduğu mağazaya yakın, karargâh binasının yakınlarında bir binadan söz etmektedir.
Nitekim, 1925 tarihli Ödemiş kent haritasında santralın bulunduğu yer
ile Behiç Galip Yavuz’un belirttiği yer çakışmaktadır.
34
1929 yılında buharlı elektrik jeneratörü önünde,
Şeref Işıktaş ve Nuri Gemici
Bu elektrik motoru, Cumhuriyet’in kurulmasından
sonra çarşıda daha merkezi bir yere, Gazi Caddesi’nde
Türkocağı olarak kullanılmaya başlanan Ermeni Mektebi’nin karşısında bir mağazaya taşındı. Ödemiş’lilerin
Yunanlılar şehri terk ettikten sonra önlerinde buldukları
elektrik şebekesi günümüz ölçülerine göre çok dermeçatma bir sistem olarak düşünülmelidir. Cumhuriyetin ilk
belediyesi, bu motoru çalıştırarak elektrik satışı yapmış ve
Meyhane Boğazı bir ana cadde olarak üç beş lamba ile aydınlatılmıştır.
Azınlıkların Ödemiş’ten ayrılmasından sonra elektrik motorunun yakınındaki kilise de sinemaya 24 çevril24
Ayrıca, Yunanlılar Ödemiş’i terk ettikten bir süre sonra Cumhuriyet
yönetiminin kurduğu Türkocağı’nda bir sinema makinesi bulunduğu
bilinmektedir.
35
miştir. ‘İyi Sinema’ antetli kağıtlarda 25 bu sinemanın
kuruluş tarihinin 1923 olarak gösterilmesi, 1923 yılında
Ödemiş’te elektrik kullanıldığına işaret eder. Belediye
Başkanı Ragıp Mısırlıoğlu’nun yaptığı önemli işlerden
birisinin elektrik motorunun eski Yunan karargâhından
alınarak çarşının içinde bir mağazaya taşınması olduğu
anlaşılmaktadır.
1925 yılına ait Ödemiş haritasında elektrik motorunun yeri belirtilmektedir.
25
Bakınız; ‘Belediye Elektrik İşletmelerinde 2. Dönem Ustaları ve
Mehmet Obut’ Makalesi
36
Bu yıllarda, Ödemiş’te elektrikle ilgili bir diğer
girişim de Mustafa Bengisu, Telgrafçı Hasan ve Müezzin
Hakkı Bey’in elektrik satışı yapmak üzere kurdukları üç
ortaklı ‘Işık’ 26 adlı bir şirkettir. Fikir ya da proje aşamasında kalan bu girişim, hem gerekli sermayeyi bulamamış,
hem de hükümetten gerekli izni alamamıştır.
Üzümlü Santralı’nın işletmeye açılmasından önce
Ödemiş’te elektriğin varlığına ilişkin başka kanıtlar da vardır. Evlerinin arka bahçelerine komşu olan mağazada bulunan elektrik motorunun soğutma sisteminden, kovalarla
sıcak su alıp 27 evde banyo yaptıklarını hatırlayanlar 28 veya
1927 yılında Ödemiş’te göz kırpan, kör elektrik lambalarından söz edenler olmuştur. Bu arada, santral inşaatının
devam ettiği günlerde, 30 Eylül 1930 tarihli Hizmet Gazetesi’ne Ödemiş’ten gönderilen bir mektuptan 29 da, belediyenin elektrik parası toplamakta olduğunu öğreniyoruz.
Yunanlılar’dan kalan elektrik motoru, 1932 yılında
tamamlanan Üzümlü Elektrik Santralı’nın devreye girmesinden bir süre sonra, bulunduğu mağazadan kaldırılarak,
26
Ödemiş’in Tarihi, Halil Dural, s.149. Dr. Mustafa Bengisu, bu şirketi
kurdukları sırada İl Genel Meclisi üyesidir.
27
O yıllarda henüz Ödemiş su şebekesi yapılmamıştı ve evlere mahalle
çeşmelerinden su taşınıyordu.
28
Halide Köymen, Ödemiş’e 1924 yılında 7-8 yaşında iken müdadil
olarak Drama’dan gelmiştir.
29
Ödemiş’te Serbest Cumhuriyet Fırkası, Cem Emrence, Toplumsal
Tarih Dergisi, Sayı.72, Aralık 1999, s.32. Gerçi, gazetede yayınlanan
mektup bir şikayet mektubudur. Ancak, satır arasında belediyenin
tenvirat (aydınlatma) için para toplamakta olduğundan bahsedilmektedir. Mektupta, belediyenin yaptığı istimlak ve yıkımlarda enkazı
Belediye Başkan Vekili Ali Hafız’ın kendi lehine kullandığı, belediye
arabalarının bu işlem sırasında bedava çalıştırıldığı, belediye ahırlarındaki gübrelerin belediye muhasebecisinin bahçesine kaldırıldığı ve
tenvirat ile tanzifat (temizlik) parası toplayan kurumun, çoğu mahalleye
çöpçü bile göndermezken, Adliye Vekili Mahmut Esat Bey’in kazayı
ziyaretinde büyük masraflar yapması eleştirilmektedir.
37
yedek olarak kullanılmak üzere Belediye Buz Fabrikası’na
taşındı. 1960’lı yıllarda yapılan yol genişletme çalışmaları
sırasında Ödemiş’in bu ilk jeneratörünün ankarajlarına
rastlandı. 30 2000 yılında ise ‘Ödemiş Su Şebekesi’ yenilenirken yapılan kazılarda mağaza ile mağazanın karşısındaki
İyi Sinema ve yan sokağında bulunan Türkocağı’na giden
eski model yağlı tip kablo ortaya çıktı. Ne yazık ki, adı
geçen bu binaların hiçbiri bugün yoktur.
Ödemiş Belediyesi’nin Cumhuriyet’in ilk yıllarından başlayarak elektrik işlerini biliyor olmasının, 1926
yılında birçok il merkezinden önce modern bir elektrik
şebekesi kurmak için hükümete imtiyaz başvurusunda
bulunmasında büyük bir etkisi olmuştur.
Ödemiş kentinin modern bir elektrik şebekesi ile
donatılması ve tüm Ödemiş’te elektrik kullanımının yaygınlaşması, 1932 yılında, birçok il merkezinden önce gerçekleşmiştir.
( 24 Mayıs 2005)
30
Belediye Elektrik Ustası Mehmet Obut’un anlatımı.
38
Zahmetli ama Başarılı bir Yatırım Öyküsü:
Ödemiş Elektrik Santralı – 1930 ve Sonrası
Belediyeler büyük ölçekli yatırımlara kalkışırken,
önlerindeki en büyük engel tartışmasız biçimde; yetersiz
bütçe ve sınırlı kaynaklar olmaktadır. Kaynak ve bütçe
yetersizliğinin yanı sıra, merkezi hükümetin yasal olarak
da belediyelerin elini kolunu bağlaması, birçok yatırımın
iyiniyet düzeyinde kalmasına yol açmaktadır.
Ödemiş İlçesi’nin 1930 yılında hidroelektrik santrala ve modern elektrik ve içme-suyu şebekelerine kavuşması, yukarıdaki genel tabloda bir istisnadır. Ödemiş böylesi
önemli bir yatırımı, konunun önemini kavrayan yerel
yöneticilerin akılcı yaklaşımları sayesinde başarmış, kaynak yetersizliği bahane oluşturmamıştır.
Cumhuriyet’in ilk on yılında, şehir elektriklendirmesini bir ilçe olarak, Ankara, Samsun, Trabzon, Adana,
Konya, Kayseri, Malatya, Antalya, Denizli, Sivas il merkezleriyle aynı dönemde, sadece Ödemiş gerçekleştirebilmiştir. 31
Anadolu kentlerinde elektriğin günlük hayatın parçası haline gelmesi, Cumhuriyet belediyelerince ele alınan
bir konu oldu. Hükümetin belediyelerin becerilerine bıraktığı şehir elektrik şebekeleri, belediyelerin mali gücünü
aşan boyutlarda yatırımlardı.
31
Türk Devrimi ve Sonrası, Taner Timur, s: 205
39
Belediyelerin finansman, planlama ve hukuksal konularda bilgi ve deneyim yetersizlikleri nedeniyle birçok
kentte değişik çözümler 32 denenmiş, çoğunlukla da sancılı
örnekler yaşanmıştır. Birçok şehir ise iki yıl boyunca, hükümet tarafından verilen imtiyazın tanıdığı hakları kullanmak üzere, proje dahi oluşturamamışlardı.
1926 yılında Ödemiş’e verilen imtiyaz sözleşmesi kapağı
Ülkemizde elektrik ve içme suyu şebekesi kurmayı
becerebilen ilk ilçelerden birisi olan Ödemiş’te de ciddi
sorunlar yaşanmıştır. Ödemiş Belediyesi, Ziraat Bankası’ndan alınan kredinin geri ödemelerini aksatınca, ‘Elektrik
ve Su İşletmesi’ni bankaya devretmek zorunda kalmıştır.
1932’de tamamlanarak halkın kullanımına sunulan elektrik
32
Ordu Belediyesi, 1927 yılında elektrik teşkilatının kurulması için
aldığı imtiyazı kullanmak üzere Ordu’lu bir kısım tüccarın da
katkısıyla, elektrik şebekesinin müteahhitliğini, Alman ‘Bergman
Helyus’ firmasına vermiştir. Belediye son taksidi ödemekte sıkıntı
çekince, dönemin belediye başkanı Kalfazade Rıfat Bey, şahsına ait
emlâkı teminat olarak gösterdiği için, son taksidi bizzat kendi emlâkını
satarak ödemek zorunda kalmıştı.
40
ve su tesisleri, 1934 ile 1944 arasında 10 yıl boyunca T.C.
Ziraat Bankası tarafından yönetilmiştir.
Mösyö Giraud tarafından çizilen Ödemiş-Üzümlü Santralının Yerleşim Planı
(BCA, Bayındırlık Bakanlığı Fonu, 230.01/121.17.02 no)
Merkez Bankası’nın henüz kurulmadığı bir dönemde Ziraat Bankası, ülkenin mali politikalarında etkin görev
üstlenen, ama asıl fonksiyonu tarımı ve çiftçiyi desteklemek olan bir bankaydı. Ziraat Bankası’nın bir devlet
bankası görevini de yürütüyor olması, bir kentin elektrik
ve su işletmesini devralırken bir çelişki olarak görülmemiştir. Ödemiş Belediyesi açısından bakıldığında ise, her
ne kadar tesislerin kontrolü ellerinden çıkıp Ziraat Bankası’na devredilmiş olsa da, sonuçta kentte yaşayanlar bu
çağdaş hizmetlerden yararlandıkları için, konu bu boyutuyla irdelenmemiştir.
Ödemiş’in tüm mahallelerini kapsayan bir elektrik
ve içme-suyu şebekesi kurma çalışmaları Belediye Başkanı
Ragıp Mısırlıoğlu’nun 33 çabalarıyla başlamıştır. 1926 yılın33
Ragıp Mısırlıoğlu, 1923 ile 1927 yılları arasında Belediye Başkanlığı
yap-mıştır. Ragıp Bey, kendisinden sonra Belediye Başkanı olan Dr.
41
da alınan ‘imtiyaz müsaadesi’ 34 ne bağlı olarak oluşturulması gereken projeler, araya giren belediye seçimleri
nedeniyle hükümete 1928 yılında teslim edilebilmiştir.
Verilen proje dosyası içinde bulunan gerekçeli
raporun giriş bölümü, ülkenin diğer yörelerine göre
gelişmiş bir Batı Anadolu kasabası olmasına rağmen,
Ödemiş’in 1928 yılındaki içme suyu durumunu saptaması
nedeniyle önemli bir belgedir. Mühendis H. Giraud’a
hazırlatılan bu projelerin Bayındırlık Bakanlığı’na ait bir
mektu-bun eki olarak günümüze ulaşmış olması büyük bir
şanstır. Raporun 35 bazı bölümleri aşağıda sunulmaktadır;
“... Ödemiş Şehrinin içilebilir suyunun kaynağı uzunca
süredir bir değirmenin giderinden, açık havadan akan
şüpheli bir sudan alınmasıyla sınırlı kalmıştır.
Şehre su sağlayan ana borunun ağzı şehire gelmeden önce
6 kilometreden uzun bir parkuru bir dere yatağı seli
içinden geçmektedir. Bu su şehre çömlekten künkler içinde
Mustafa Bengisu’nun karısının amcasıdır. Ragıp Bey’in babası
Mısır’dan Ödemiş’e gelip yerleşmiş Süleyman Seyfettin Bey’dir. Bu
yüzden ailenin lakabı Mısırlızade’dir
34
BCA, Belge no: 230.01/118.10.01. Ödemiş elektriğe kavuşmak üzere
ilk başvuran şehirlerden birisidir. “Ödemiş Şehri ve civarı için elektrik
ve su dağıtımı inşa ve işletilmesi” imtiyazı Reis-i Cumhur Gazi
M.Kemal ve 12 Bakanın imzasını taşıyan 3255 sayılı kararname ile 25
Şubat 1926 tarihinde Ödemiş Belediyesi’ne verilmiştir. Bu kararnamede
“İzmir Vilayetine tabi Ödemiş Kazası civarında vaki Gölcük Gölünden
elektrik kuvveti istihsali ile şehrin tenviri için cereyan iysali ve şehre
içilebilecek su isalesi imtiyazının, mahallince tanzim ve Nafi’a
Meclisince tensib edilmiş olan merbut mukavele ve şartnameler
mucibince, altmış sene müddetle Ödemiş Belediyesine itası, Nafıa
Vekaletinin 25 Şubat 1926 tarih ve 575/1268 numaralı tezkiresiyle
vuku’bulan teklifi üzerine, İcra Vekilleri Hey’etinin 25 Şubat 1926
tarihli ictimaında tasvip ve kabul olunmuştur.” denilmektedir.
35
BCA, Bayındırlık Bakanlığı Fonu, 230.01/121.17.02 no ile kayıtlı
belge, Ömer Turan tarafından tercüme edilmiştir.
42
getirilmektedir. Su getirilen bu parkur boyunca künklerde
insan ve hayvanların ihtiyaçlarını giderebilecekleri
tamamen açık su prizleri bulunmaktadır.
... Kuraklık zamanında suyun şehre yönlendirildiği
noktada debisi 4 litredir. Bu suyun üçte biri halk
çeşmelerine gelmeden yolda kaybolmaktadır, ki bu da
günde kişi başına dağıtılan 8 litre suya denk gelir.
Dağıtılan suyun hacmi, evlerde kullanım için tamamen
yetersizdir.
... Bugün için 19.000 olan nüfusun ileride 35.000’e
yükseleceğini varsayarak, günde kişi başına yaklaşık 50
litre su sağlayabilmek için Ödemiş’e debisi saniyede 20
litre su getirmenin gerekli olacağını hesap ediyoruz.”
‘Ödemiş Elektrik Santralı ve İçme Suyu
Yatırımı’nın keşfi ve avam projelerinin hemen tamamının
bulunduğu bu dosyada, tesisatın nelerden oluşacağı
başlıklar halinde şu şekilde sıralanmaktadır;
Yapılacak İşler
Lira, kuruş
Kaptaj havuzu
1.519,51
Su kemeri sifonu
928,44
Dolum havuzu, filtre ve yerleştirilmesi
4.325,82
Cebri boru( 360 mm çapında 2x2.640 mt)
67.286,69
Hidro-elektrik santralı
(110 ve 285 kW iki türbin)
28.756,82
Santral toplama borusu
30.061,45
600m3’lük reservuar-depo
19.813,88
Şehir su dağıtım şebekesi
98.637,68
10kV Elektrik iletim hattı (10,5 km)
22.260,00
Şehir elektrik dağıtım ağı (şebekesi)
39.018,00
Toplam Keşif Bedeli……….
326.890 lira, 29 kuruş
Ödemiş Belediyesi bu işlere kalkışırken, belediye
gelirlerinin bir kısmı ile bazı arazi ve emlâkını teminat
olarak göstermeyi tasarlamıştı. Elektrik ve su şebekelerini
43
kurmak üzere anlaşma yapılan yabancı şirketler, bu ölçekte
bir yatırım için belediyenin kendi kaynak-larından verdiği
ödeme garantisini yeterli bulmadılar. Yazışmalardan, bir
bankanın vereceği garanti mektubu istedikleri anlaşılmaktadır. Ülkede sanayileşmeyi ve özel sektör yatırımlarını
teşvik etmek üzere 1927’de çıkarılan Teşvik-i Sanayii
Kanunu’na karşın ortada belediye yatırımlarını destekleyen
ulusal bir kredi ve bankacılık sistemi oluşmamıştı.
Ödemiş’te yapılacaklar için belediyenin gösterdiği teminatlarla kefil olabilecek belli başlı dört banka bulunmaktaydı;
1924’te kurulan ‘İş Bankası’, 1925’te kurulan ‘Sanayi ve
Maadin Bankası’, 1927’de kurulan ‘Emlak ve Eytam Bankası’
ve 1888 tarihli bir nizamname (tüzük) ile 10 milyon lira
sermayeli olarak bankacılığa başlayan ‘Ziraat Bankası’.
Bunların her birinin kuruluş amaçları farklıydı ve sermaye
yapıları böyle bir krediye kefil olmaya uygun değildi.
‘Teminat Mektubu’ sorunu, elektrik ve içme-suyu
tesislerine başlamak için her türlü hazırlığı tamamlamış
olan belediyenin önünde büyük bir engeldi. Ödemiş Belediyesi, elektrik veya su tesisatının herhangi birinden, ya da
tüm yatırımdan vazgeçecekti. Projenin bir bütün olarak
gerçekleştirilmesi için Ankara’dan hükümet desteği zorunluydu. Hükümet ise her türlü bürokratik yardımı yapmaya
hazır olmasına karşın, nakit para veya ödemeler için ‘devlet
garantisi’ veremiyordu. Cumhuriyet yönetimi, kalkınma ve
yatırım uğruna dış açıkların artmasından çekinmekte,
borçlanmaya karşı aşırı duyarlılık göstermekteydi. Hükümetin bu tavrı dünyadaki genel durumla da yakından
ilgiliydi.
1929 dünya ekonomik bunalımı Türkiye’yi de içine
alarak genişlemeye başlamıştı. Lozan Anlaşması’na göre
Osmanlı dış borçlarının ilk taksit ödemeleri 1928 yılında
güçlükle yapılabilmişti. Oysa, kalkınma; cumhuriyet kadroları için önemli hedefti. Ama, yatırımların devlet bütçesinde dış açık yaratmadan yerli kaynaklara dayandırılarak
44
gerçekleştirilmesi daha da önemliydi. Hükümet, dış borçların Osmanlı İmparatorluğu’nda yarattığı sonuçların, Cumhuriyet’in amaçlarıyla çelişmesinden çekiniyordu.
Ödemiş Belediyesi, 1940’lar
Ödemiş’te cumhuriyet kurulduktan sonra ilk belediye başkanlığı 36 görevini yürüten Şükrü Saraçoğlu, o sırada Maliye Bakanıydı. Saraçoğlu, çözüm için Belediye Başkanı Mustafa Bengisu ile birlikte Başbakan İsmet İnönü’ye
gitti. 37 Asli görevi olmamasına karşın, Ziraat Bankası
Ödemiş’te yapılacak tesislere belediyenin vereceği ipoteklerle ‘Teminat Mektubu’ vermeye ikna edildi.
Teminat mektubu sorunu çözüldükten sonra,
elektrik işleri için Macar Ganz ve su işleri için ise Fransız
Pont a Mousson firmaları ile imzalanan mukavele, Ödemiş
36
Şükrü Saraçoğlu milletvekili olmadan önce 5 Mart 1923 ile 31 Mart
1923 tarihleri arasında Ödemiş Belediye Başkanlığı yapmıştır.
37
Koca Doktor, Kaya Bengisu, s:88
45
Belediye Meclisi’nin 26 Aralık 1929 tarih ve 603 no’lu
kararıyla onaylandı ve 21 Ocak 1930’da temel atma töreni
yapılarak işe başlandı. 38
Santral yerine boruların öküz arabalarında insan ile taşınması, 1932
Firmaların malzemeleri Ödemiş istasyonuna
getirmeye başlamasıyla belediye yönetimi rahatlamıştı.
Gemilerle İzmir Limanına gelen herbiri 180 ve 250 kg
ağırlığında 2.000 çelik boru, trenlere yüklenerek Ödemiş’e
getiriliyor ve trenden insan gücüyle indiriliyordu. Borular,
oldukça güç koşullarda dar toprak yollardan kamyonlarla
ve öküz arabalarıyla santral alanına taşınıyordu. İstasyondan Üzümlü Köyü’ne kadar oldukça kötü bir yoldan giden
kamyonların her biri sadece 7 boru alabiliyor ve günde en
çok iki-üç sefer yapılabiliyordu. Öküz arabaları ise günde
ancak iki boru taşıyabiliyor, tek seferi zor tamamlıyordu.
Üzümlü Köyü’nde biriken borular, sarp yerlerden, dar pa38
Bu tarihler, Belediye Başkanı Mustafa Bengisu’nun 1932 yılında
T.C. Ziraat Bankası’na yazdığı mektuptan alınmıştır. Bu mektup, Bekir
Keskin arşivindedir.
46
tikalardan dağın tepesine hayvanlarla ve insan gücüyle
taşınıyordu. 39 İşçiler bellerine bağladıkları ipin diğer
ucunu yukarıda bir ağaca bağlayarak, boruları dik vadiden
aşağı-ya insanüstü bir gayretle indiriyorlardı.
Halk arasında uçurumdan yuvarlanan öküzlerin,
araba çekerken düşüp yaralanan köylülerin hikayeleri anlatılıyordu. Belediye, bu telaşın yanı sıra, Serbest Fırka muhalefetinin belediyeyi halkın parasını çar-çur etmekle
suçlayan haksız propagandasıyla da baş etmek zorunda
kalmıştı. Oysa santral inşaatı program dahilinde ilerliyordu.
Elektrik ve su tesisatını üstlenen firmaların hızlı ve
düzenli çalışmaları sonucunda santral ile elektrik ve su
şebekeleri 1932 ilkbaharında tamamlandı. 40 Santraldan
Ödemiş’e yeni bir boru hattı ve şehir elektrik şebekesinin
uzatılması gibi ek işlerle birlikte yapılan masraf 400 bin
lirayı buldu.
1933 yılında Ödemiş’e gelen Mühendis Abdullah Hüsrev’in,
39
‘Ödemiş’te Su ve Elektrik’, Mühendis Abdullah Hüsrev, İstanbul
Matbaacılık Neşriyatı, 1933, s: 18-22
40
1 Nisan 1932 günü Havuzlu Park’ta yapılan töreni 2002 yılında
Ödemiş’te hatırlayanlar vardı.
47
Ödemiş’te yapılanlardan etkilenerek hazırladığı kitabın kapağı.
Bitirilen tesisler için, şirketlere ödemelerin 250.000
liralık kısmı Belediyenin kendi kaynaklarından, kalanı
teminat mektubunu veren Ziraat Bankası’nca yapıldı.
Ödemiş Belediyesi, kendi bünyesinde yeni bir birim kurarak, santralın çalıştırılması, bakımı, abone ve idari
işler için düzenlemeler yaptı. Tesisler yapılırken çalışan
ustalar mümkün olduğunca belediye tarafından işe alınarak deneyimli kadrolar oluşturulmasına özen gösterildi. 41
Belediye, bir yandan elektrik ve içme-suyu için yeni aboneler kazanmaya, bir yandan da elektrik kullanımını yaygınlaştırmak için halka elektriğin tehlikesiz ve ucuz olduğunu
kanıtlamaya çabalıyordu. 1933 yılında yerel ‘Yeni Ödemiş’
Gazetesinde Belediye Fen Memuru Hikmet Bey, şunları
yazıyordu:
“Petrol lambasının kokusu var, döküldüğü yere leke
yapar, lamba bozulur alev alır ve bir yangına sebebiyet
verir. Kokusu sıhhate muzırdır, ziyası gözleri harab
eder. Ve nihayet bir ecnebi malıdır. Gaz kullanmakla
paramızı ecnebiye veriyoruz. Halbuki elektrik kokusu
yoktur, rahattır, temizdir, sıhhate gözlere zararı yoktur,
yangın tehlikesi hiç yoktur. Gazın lambasının ziyası
insana uyuşukluk, tembellik verir. Elektrik ziyası
bilakis neşe, hayat verir. Petrol lambaları istimal eden
aileler, ticarethaneler tasarruf için, istifadeleri için
behemehal elektrik almalıdırlar”
veya,
“… bu izahatı vermekteki maksadım, birçok müşteriler
evlerine veya mağazalarına elektrik almak istedikleri
41
Bunlar genellikle muhacir kimselerdir ve yerleşik hayata geçmek için
uygun yer arayışı içindedirler. Örneğin; Su Ustabaşısı Osman Suer, Su
Santral Başmakinisti Hamdi Subaşı (1904-1988), Elektrik Ustabaşısı
Şeref Işıktaş (1902-1956), Hasan Gözoğlu, Hasan Güldü, soyadları
yaptıkları işlerle özdeşleşen ustalardandır.
48
halde korkuyorlar. Elektrikten yangın olurmuş diye
rabıt ve tesisat bedellerini ödemeye kudretleri olduğu
halde sarfı nazar ediyorlar. Halbuki fenni bir şekilde
yapılan bir elektrik tesisatı her türlü vesaiti
tenviriyeden (aydınlatma araçları) daha emniyetlidir.
Bu ciheti bütün dünya, bütün medeni milletler kabul
ve tasdik etmiş ve elektriklenmeyi yani elektrikten
mümkün olan istifadeyi temin etmeği kabul
etmişlerdir.” 42
Bu türden makalelerde, elektrik ışığı ile petrol lambaları kıyaslanıyor, elektriğe olan ilginin artması için kampanya yürütülüyordu.
Gaz lambalarıyla aydınlatılan bir evin aydınlatmaya ayırdığı aylık gider 150 kuruş olurken, her gece üç
elektrik lambasının beşer saat yanması durumunda bir
aylık elektrik bedelinin 93 kuruş olacağı hesaplanarak,
“...görülüyor ki müşteri evvelce yaptığı gibi elektrik tenviratında
da bir parça dikkatli davranacak olursa vereceği para bir lirayı
bile
bulmuyor” 43
denilerek,
elektrik
kullanımı
özendirilmeye çalışılıyordu. Berber ve terzi dükkanları için
ise aylık 40 kuruş gaz lambası masrafına karşılık, 50 kuruş
elektrik masrafı hesaplanmaktaydı. Bu çabaların da
katkısıyla 1933 yılı sonunda Ödemiş şehri elektrik tesisatı
420 aboneye ulaştı.
Ödemiş Belediyesi, 1 kWh sarfiyat için elektrik
tarifesini 44 ‘konut’ aboneleri için 12 kuruş, ‘sanayi aboneleri’
42
Ödemiş’te Elektrik Tesisatı, Fen Memuru Hikmet, Yeni Ödemiş
Mecbuası, 15 Şubat 1933, s:6
43
Yeni Ödemiş Mecbuası, Sayı:7, 15 Nisan 1933, s:8
44
Elektrik tarifesi imtiyaz anlaşmasında öngörüldüğü biçimiyle;
Kaymakam, Belediye Başkanı ve Nafıa Vekaletinden bir yetkiliden
oluşan komisyon tarafından belirleniyordu. Bu sistem değişik şehirlerde
farklı elektrik fiyatı uygulamasını doğurmuştur. Ödemiş’in düşük elektrik tarifesi uygulaması Belediyelerin elektrik tarifelerini kendilerinin
49
için ise 6 kuruş olarak belirledi. Oysa, 1930’ların ortalarında 1 kWh elektrik tarifeleri;
İzmir
İstanbul
Samsun
Trabzon
Giresun
Antalya
Konutlar
24 krş
18 krş
25 krş
15 krş
25 krş
15 krş
Sanayi
12,5 krş
6-10 krş
15 krş
10 krş
15 krş
10 krş
olarak uygulanmaktaydı. 45 Bu tarife bedelleri, Ödemiş
Belediyesi’nin yatırım maliyetini, kredi geri ödemelerini ve
amortisman giderlerini iyi hesaplayamadığını göstermektedir. Bu uygulama, Ödemiş’te elektriğin daha çabuk benimsemesini sağlamış, ancak düşük elektrik tarifesi belediyeye öngöremediği mali sorunlar yaratmıştır.
Ödemiş’e içme suyu getirilmesi töreni, 1932
belirlediği sonraki yıllarda da devam etmiştir. 1960’lı yıllarda 1 kWh
elektrik tarifesi, komşu ilçelerden Tire’de 90 krş, Bayındır’da 110 krş
iken; Ödemiş’te 40 krş olarak uygulanmıştır.
45
Ödemiş Elektrik Tesisatı, Nedim Bey, Yeni Ödemiş Mecmuası, Sayı:
7, s: 9
50
Şirketlere yapılan ödemeler sırasında, Ziraat
Bankası’ndan alınan borcun iki yıl içinde kapatılması
kararlaştırılmıştı. Oysa, elektrik ve su abonelerinden tahsil
edilecek para ile borcun ödenmesi mümkün görülmüyordu. Ziraat Bankası’ndan alınan kredinin %9’u bulan
faizini ödemek, bu arada imar ve kamulaştırma çalışmalarını sürdürmek Belediye için zor oluyordu. Bütçe dengeleri bozulan belediye maaş ödeyemeyecek 46 kadar darlık
içine düşmüştü. Elektrik tarifesini yükseltmek de çözüm
olmayacaktı.
Belediyenin, Ziraat Bankası’nın ödemeler ile ilgili
artan baskılarının üstesinden gelmekte zorlandığı bir dönemde, 1888’de demiryolunun Ödemiş’e kadar uzatılması
için Aydın-İzmir Demiryolu Şirketine teminat olarak
verilen 8.000 Osmanlı altını karşılığı olan 40.000 gümüş
mecidiyenin 1933 yılında hükümete açtırılan dava ile geri
alınması, Belediyeyi biraz rahatlatmıştı. Gerçi, bu paranın
önemli kısmı kamulaştırma giderleri için kullanılmak zorunda kalınsa da, elektrik ve su işlerine yine de bir miktar
ayrılabilmişti. 47
Ziraat Bankası yöneticileri ile kredi koşullarını tekrar gözden geçirmenin gerekliliği ortadaydı. Belediye Başkanı Mustafa Bengisu’nun yürüttüğü görüşmeler sırasında
Şükrü Saraçoğlu ve Ödemiş Kaymakamı da sürece katıldılar. Vadenin uzatılması ve faizin düşürülmesi konusu tartışıldı. T.C. Ziraat Bankası yönetimi, Ödemiş Belediyesi’nin
faiziyle birlikte 190.000 liraya ulaşan borcunu ‘Elektrik ve Su
İşletmesi’ yönetiminin Ziraat Bankası’na devredilmesi koşuluyla uzun vadeye yaymayı kabul etti. Banka, belediyeye
başka seçenek bırakmıyor, kendi koşullarını dayatıyordu.
46
Koca Doktor, Kaya Bengisu, BAB Yayınları, s: 93
Koca Doktor, Kaya Bengisu, s:74 ve ‘İzmir-Aydın Demiryolu’nun
Ödemiş’e Bağlanması ve Demiryolunun Önemi’, Bekir Keskin,
Küçükmenderes Gazetesi, 18 Haziran 2002.
47
51
Ödemiş Belediyesi Elektrik-Su İşletmesi çalışanları,
Belediye Reisi Dr. Mustafa Bengisu ile birlikte, 1934.
Ödemiş Belediye Reisi Dr. Mustafa Bey imzasıyla
1934 yılında Ziraat Bankası Genel Müdürlüğü’ne hitaben
yazılan mektup 48 , Ziraat Bankası ile Ödemiş Belediyesi
arasında yapılan zoraki anlaşmanın koşulları hakkında
geniş bilgi içeriyor:
“... Belediye Su ve Elektrik tesisatı hakkında haiz olduğu
imtiyazının işletmesini bu mukavelede münderiç borç
taksitleri mukavele hükümleri dairesinde ödeninceye kadar
işbu mukavelede tasrih edilen hüküm ve şartlar dairesinde
mer’i olmak üzere Bankaya devrettiğini teyit eder. ....”
“... Su ve Elektrik tesisatının şehir dahil ve haricindeki
halen mevcut ve atiyen mevcut bulunabilecek olan bütün
mebani tesisat ve şebekesiyle nukut ayniyat, demirbaş
kullanılmış veya kullanılmamış malzeme ve iptidai
maddelerin ve gerek aboneler ile münakit mukavelelere
müstenit, gerek bunlar haricinde olarak haiz olduğu
48
Mektubun orijinali Bekir Keskin arşivindedir.
52
hakların kaffesi ve şehir dahilindeki mazotla işleyen
elektrik santralı, binaları ve tesisatı devredilecek işletmeye
dahildir. Belediye mevcuatından inşaat haricinde Su ve
Elektrik işlerine tahsis edilmiş olan menkul ve gayri
menkullar hakkında da bu hüküm geçerlidir.”
İşletmenin gelir ve giderleri ile ilgili son söz de bankaya
bırakılıyordu:
“... Banka devraldığı işbu tesisatı doğrudan doğruya veya
kendisine mülhak bir idare halinde işletmekte muhtardır.
Her hangi şekilde idare edilirse edilsin bütçesi Bankaca
tesbit olunur. ... Tarifeden tenzilat icrasına teşebbüs
etmemeği veya kanunen buna hak ve selâhiyeti kullanmamayı Belediye şimdiden kabul ve taahhüt eder”.
Banka ile varılan anlaşma Belediye Meclisince de
uygun bulundu ve onaylanmak üzere 20 Şubat 1934 tarihli
yazı ile Ödemiş Kaymakamlığı’na sunuldu. 49 Ancak, Ödemiş Kaymakamı Haşim Şerif Bey, belediyeye kabul ettirilen şartlarla hazırlanan mukavelenameyi Ödemiş’in aleyhine buldu. Kaymakam Haşim Bey’in çağdaş bir hizmetin
yerine getirilmesi için gösterilen iyi niyetin bankacılık ve
finans kuralları öne sürülerek belediyeye pahalıya
ödetilmekte olduğu, hatta bir dayatma ile karşı karşıya
kalındığı tespiti anlamlıdır. Konunun önemi ve Cumhuriyet kadrolarının imtiyazlı işler ve borçlanmaya karşı
tavrını yansıtması açısından 21 Şubat 1934 tarihli bu
mektubu 50 sayfalarımıza aynen almakta yarar vardır:
49
1930 yılında çıkarılan 1580 sayılı Belediye Kanunu’nun, ‘Bütçenin
Tasdiği’ başlıklı 70. Maddesine göre; bir yıldan daha uzun süreli belediye sözleşmelerinin, belediye meclisinde kabul edilmesinden sonra,
mahalli mülki idare amiri tarafından da onaylanması gerekmekteydi.
50
Mektubun bir kopyası Bekir Keskin arşivindedir.
53
“Belediye Riyaset Muhteremesine
Belediye’nin Su ve Elektrik tesisatından dolayı Ziraat
Bankasına borçlandığı paranın 15 sene içinde ödeme
şartlarını gösteren Mukavele müsveddesiyle (taslağı)
Belediye Meclisince bu hususta ittihaz buyurulan kararı
okundu.
Öyle zan ve tahmin ediyorum ki bu Mukavele müsveddesi Belediye Hukuk Müşavirinin dikkati nazarından
uzak kalmış ve mukavele Banka için tatminkar ve Belediye
için de Ziraat Bankasına karşı cemilekâr olarak Banka
Hukuk Müşavirliği tarafından yazılmıştır.
Meclis-i Belediye bu Mukaveleyi akte selâhiyet vermekle
vazife ve vicdan mes’uliyeti karşısında kalacakdır. Bu
bağlantıdan Belediye’nin bugünkü vaziyeti daha ümitli ve
endişesizdir. Belediye borçtan faizi kabul edecekse, mutlak
şekilde %3’ü geçirtmemeli ve esasen tesisatı bütün vecaibi
ile devrettiğine ve muhtelif kanunlarla temin edeceği
varidatı da karşılık gösterdiğine göre taahhüdatını ifa
edemezse şeklini mevzuu bahis ettirilmemelidir.
Belediye’nin Yüksek Meclisi işletme ve idame hakkında
yalnız muayyen bir masraf kabul etmeli ve kadro
tanziminde ve vazifesini iyi yapmamasından dolayı
bankaca vazifesinden çıkarılacak memurlara tazminat
vermek gibi cömertliklerden sarfı nazar buyurulmalıdır.
Gaye borç ödemek olduğuna göre masraf da azaltılmalıdır.
Belediye Azasından Mithat Beyefendi’nin 51 ruznamede
yazılı beyanatını ve endişelerini yerinde buluyorum ve
belediye lehine bir madde olmayan bu Mukavele
müsveddesinin tasdikini memleket menfaatına uygun
görmediğimden geri yolluyorum.
Hürmetler Efendim
Haşim Şerif
Kaymakam”
51
Mithat Baykal, daha sonra 1935-1942 ve 1946-1949 yıllarında iki
dönem belediye başkanlığı yapmıştır.
54
Kaymakam Haşim Bey’in Ziraat Bankası ile yapılan
anlaşmaya yerinde ve zamanında karşı çıkışı etkili oldu.
Ziraat Bankası ile tekrar masaya oturuldu ve faiz %4’e
indirildi. 52 Ancak, Ziraat Bankası Genel Müdürlüğü
‘Elektrik ve Su İşletmesi’ni kendisinin yönetmesi hususunda
taviz vermeye yanaşmadı. Ziraat Bankası, ödemeleri geniş
bir zaman dilimine yayarken, borç ödemelerini belirli
esaslara bağlamakla kalmamış, elektrik ve su işletmesinin
yönetimini üstlendiği halde, devlete karşı imtiyazdan doğan sorumlulukları belediyenin üstünde bırakmıştı. Bu
yüzden, 1926 yılında hükümet ile Ödemiş Belediyesi
arasında yapılan ‘İmtiyaz Anlaşması’nın ‘İşletmenin Devri’
ile ilgili maddelerine aykırı bir durum oluşmuştu. ‘Belediyenin imtiyaza konu olan elektrik ve içme-suyu işlerini
yürütmek üzere bir Anonim Şirket kurması gerekliliği ve
işletmenin bir başka kuruluşa ancak Anonim Şirketten hisse
satışı yapılarak devredebileceği’ hükmü göz ardı edilmiş veya
atlanmıştı.
Sonuçta, ‘Ödemiş Belediyesi Elektrik ve Su İşletmesi ve
Bağlı Kuruluşlar’ belediyenin borcuna karşılık 1934 yılında
tüm varlıklarıyla T.C. Ziraat Bankası’na devredildi.
Başlangıçta sadece elektrik, su ve soğuk hava deposu
tesislerini işleten banka, belediyenin daha sonraki yıllarda
kendi kaynaklarıyla kurduğu Buz Fabrikası ile Gazoz
Fabrikası’nı da anlaşma kapsamına alarak ‘Ziraat Bankası
Ödemiş Elektrik, Su ve Soğuk Hava, Buz ve Gazoz Fabrikası
İşletme Müdürlüğü’ olarak yeni bir kurumsal yapı oluşturdu.
İşletmeyi devralan Ziraat Bankası, faaliyetlerinde
önceliklerin neler olduğunu yayınladığı bir ‘nizamname’
52
Bu görüşmeler sırasında, İş Bankası’nın kuruluşunu tamamlayan
Celal Bayar İktisat Vekili’dir. Müdafa-ı Hukuk yıllarında işgal
kuvvetlerinden saklanırken sığındığı Ödemiş’e vefa borcunu ödemek
üzere, Ödemiş Belediyesi ile Ziraat Bankası arasındaki anlaşmanın
daha uygun koşullarda bağıtlanmasına yardımı olmuştur.
55
ile belirlemiştir. Hazırlanan ‘muhasebe yönetmeliği’ ise hesapların Ziraat Bankası muhasebe sistemine uygun biçimde yapılmasına yöneliktir.
Ziraat Bankası Genel Müdürlüğü’nün sonraki
yıllarda ‘Ödemiş Su ve Elektrik İşletme İdaresi Teşkilat ve
Muamelat İzahnamesi’ 53 başlığıyla yayınladığı 150 maddelik
yönetmelik çok ayrıntılı düzenlemeler içermektedir.
Yönetmeliğin ‘Başlangıç’ kısmında durum Ziraat Bankası
gözüyle;
“Ödemiş Belediyesi ile Bankamız arasında aktolunan
mukavelenameler mucibince Belediyenin Bankamıza olan
borçlarının itfasına kadar işletmesi Bankamıza devredilmiş
bulunan Ödemiş Su ve Elektrik tesisatı ile zeyil
mukavelelerle bu tesisata sonradan ilave edilmiş olan Buz
ve Gazoz Fabrikası gibi müesseselerin borcu bir an evvel
kapatarak gerek Bankamıza ve gerek Belediyeye nafi
olabilmelerini teminen Bankamızca kurulmuş olan İşletme
İdaresinin teşkilat ve muameleleri bu izahname hükümleri
dahilinde cereyan eder”
biçiminde açıklanmaktadır.
Ziraat Bankası gibi kuruluş amacı tarımın desteklenmesi olan bir bankanın, 10 yıl boyunca elektrik ve içmesuyu işleriyle uğraşması, hatta soğuk hava ve gazoz fabrikası işletmesi, cumhuriyet tarihi içinde alışılmadık uygulamalardan birisi olarak kayda geçmiştir.
Yapılan anlaşmanın imtiyaz iznine aykırı hükümler
içerdiği ve bazı hukuksal yükümlülüklerin göz ardı edilmiş olduğu, işletmenin Ziraat Bankası tarafından yönetildiği süre boyunca Nafıa Vekaleti’nin gündeminde kalmaya
devam etti. Nafıa Vekaleti yetkilileri, bir çok yazışma ile
53
1939 yılına ait bu belgenin bir kopyası, Bekir Keskin arşivinde bulunmaktadır.
56
belediyeyi uyararak, devir işleminin 1926 yılında
belediyeye verilen imtiyaz iznine uygun yapılmadığını
vurgulamak zorunda kalmasına karşın, Ödemiş elektrik-su
şebekelerinin 10 yıl boyunca Ziraat Bankası tarafından
işletilmesine de devam edilmiştir. 54
‘T.C. Ziraat Bankası Ödemiş Elektrik, Su ve Soğuk Hava, Buz ve Gazoz
Fabrikası İşletme Müdürlüğü’ antetli kağıt, 1939
Ödemiş elektrik şebekesi, Ziraat Bankası döneminde genişletilmemiş, sisteme yeni bir jeneratör eklenmemiş,
fakat abone sayısı sürekli artmıştır. Ziraat Bankası, yeni ve
iyileştirici yatırımlara yanaşmamış, yalnızca alacaklarının
bir an önce tahsiliyle ilgilenmiştir. İşletme, 1944 yılında
Ziraat Bankası’ndan tekrar belediyeye geçerken hazırlanan
devir kayıtlarında 55 bu durum açıkça görülmektedir. Şebekenin demirbaş kayıtları neredeyse 1934 yılı ile aynıdır.
Ödemiş Su ve Elektrik İdaresi’nin, 15 yıllık anlaşma
süresi dolmadan T.C. Ziraat Bankası tarafından tekrar
Ödemiş Belediyesine devri Şükrü Saraçoğlu’nun başbakan
olduğu 31 Mayıs 1944 tarihinde gerçekleşmiştir. Ödemiş
Elektrik ve Su İşletmesi’nin kârı, 10 yıl boyunca bankanın
alacağına karşılık, Ziraat Bankası tarafından mahsup edil54
‘Elektrik İşleri Etüd İdaresi’ tarafından yayınlanan 1940 yılına ait
‘Türkiyenin Energi Ekonomisi ve Elektriklendirilmesi’ broşüründe
Ödemiş Santralının sahibi olarak T.C. Ziraat Bankası gösterilmektedir.
55
Devir kayıtlarının bir kopyası, Bekir Keskin arşivindedir.
57
miş, ama borcun bitmesine yetmemiştir. Belediye, işletmeyi geri alırken kalan borcu karşılayabilmek için bir çok
emlâk satmak zorunda kalmıştır. 1948 yılında imar düzenlemeleriyle ilgili harcamaların tartışıldığı bir belediye meclis toplantısında dönemin Belediye Başkanı Mithat Baykal,
“Vaktiyle Su ve Elektrik İdaresinin bir an evvel Ziraat
Bankası’ndan Belediye’ye devredilmesi için bir çok arsa ve
binaların satılmış olduğunu ve başkaca emlâk satılmamasının
meclisce takarrur etmiş bulunduğunu…” 56 dile getirmekteydi.
Elektrik İşleri Etüd İdaresi’nin (EİE) 1940 yılına ait istatistiklerinde,
Ödemiş Santralı’nın sahibi olarak ‘Ziraat Bankası’ gösterilmektedir.
Bugün eldeki belgelere dayanarak değerlendirildiğinde, Ödemiş İçme Suyu ve Elektrik Şebekesinin o günlerin koşulları içinde ‘özverili bir yatırım öyküsü’ olduğu
ortadadır. Benimsenen yol; kâh bürokrasiyi zorlamak, kâh
değişik kademelerdeki yöneticileri ve merkezi hükümeti
işin içine katmak olmuştur. Belediye, bir çok zorlukların
üstesinden gelmiş, sonuç alıcı bir strateji izleyerek yatırımın sonunu getirebilmiştir. Ülkemize özgü çarpıklıklar
içeren ama başarılı olan bu deneyimin ve böyle bir işletmenin cumhuriyet tarihimiz içinde bir başka örneği yoktur.
56
Ödemiş Belediye Meclisi’nin 18 Ekim 1948 tarihli Toplantı Tutanağı
58
Ödemiş’in 1930’lu yılların bunalımlı dünya ve
Türkiye koşullarında belli başlı 10 büyük il ile aynı dönemde, boyutları bir ilçenin kapasitesinin çok üstünde bir
elektrik ve su şebekesi yatırımını hayal olmaktan çıkarıp
gerçekleştirmesi, günümüzde yeni atılımlar için cesaretlendirici bir deneyim olarak görülmelidir.
Ödemiş, Ulus Meydanı, 1940’lı yıllar
Günümüzde Ödemiş’i bir doğalgaz hamlesi beklemektedir. 57 Ödemiş’te yaşayanların beklediği büyük
ölçekli yatırımların başında gelen doğalgaz şebekesinin
Ödemiş’e kadar uzatılması konusu, Ödemiş Belediyesi’nin
günde-mine girmelidir. Belediye, doğalgazı Ödemiş’te
yaşayan-ların tümünü ilgilendiren büyük ölçekli bir proje
olarak önemsemeli ve hükümetten Ödemiş için doğalgaz
talep etmelidir. Ödemiş Belediyesi’nin bu tür projeleri
başarabi-lecek deneyimi ve geleneği vardır. Kaldı ki;
büyük ölçekli bir yatırım olarak elektrik ve su şebekesi,
Ödemiş’in tari-hindeki tek örnek değildir. Ödemiş, içme
57
Ödemiş’te Doğalgaz, Bekir Keskin, Küçükmenderes Gazetesi, 30
Ekim 2002
59
suyu şebekesinde kullandığı ‘santrifuj usulü dökme, vidalı
Union tipi borular’ı yurtdışından getiren ilk belediyedir.
1952’de Belediye Başkanı Ahmet Okçular döneminde su
şebekesi yenile-nirken, Almanya’dan getirtilen vidalı
borular, dışalımın çok kısıtlı olduğu bir dönemde sıkı
devlet bürokrasini aşarak ithal edilebilen ilk santrifuj usulü
dökme borular olarak belleklerdedir.
Hem elektrik şebekesinin, hem de vidalı boruların
Ödemiş’e getirildiği dönem; belediye yönetiminin arkasına
Ankara’dan güçlü bir iktidar desteği aldığı dönemdir.
Tire’ye ulaşan doğalgaz hattının Ödemiş’e kadar
uzatıl-ması isteğimiz bir hayal olarak görülmemelidir.
(4-11 Ekim 2005)
60
Ödemiş Belediyesi Gazoz Fabrikası
(1939 – 1948)
( T.C. Ziraat Bankası Ödemiş Elektrik, Su ve
Soğuk Hava, Buz ve Gazoz Fabrikası İşletme
Müdürlüğü )
Ticari olarak yaygınlaşması, 1800’lerin başlarına
uzanan alkolsüz bir içecek olan ‘gazoz’, sindirimi kolaylaştırmak ve ferahlamak için içilen gazlı (karbonlu) bir
meşrubattır. Dilimize, Fransızca gazlı su anlamında “l’eau
gageuse”dan geçmiştir. Gazoz yapımı, gaz içeren maden
sularına esans eklenerek başlamıştır. Bileşim olarak, hemen
hemen tamamı tatlandırılmış su olduğu için, gazoz yapımında en önemli nokta, suyun kalitesidir. 58 Şeker veya
şurupla tatlandırılmış sodalı suya eklenen meyve esansı,
gazoza farklı markalarda değişik tatlar kazandırır. Böylece,
kokulu bir şerbet haline gelen karışıma, sıkıştırılmış hava
ile birlikte tatsız ve kokusuz bir gaz olan karbondioksit
eklenerek gazoz elde edilir. Sonraki işlem, şişeleme ve karışımdaki gazın uçmaması için şişenin ağzının sıkıca kapatılmasıdır. Mantarla kapatılan meşrubat şişelerinden bekledikleri verimi alamayan üreticiler, 1892 yılında şişelerin
ağzını kilitleyen bilyeli kapak kullanmaya, ardından da
kapsüllü teneke kapak sistemine geçtiler.
58
Ödemiş’te bulunan ‘Libero’ gazozları sahibi Muzaffer Subaşı, suyun
temiz, duru ve yabancı maddelerden arındırılmış olmasına ilaveten, su
ile karbondioksit karışımı yapılırken, suyun ısı derecesinin dahi önemli
bir faktör olduğunu vurgulamaktadır.
61
Gazlı içeceklerin üretilmeye başlandığı ilk yıllarda,
kola kategorisindeki içecekler güç verici, sindirimi kolaylaştırıcı, ishal kesici şifalı su olarak kullanılıyor ve sodalı su
ile kola karışımı bir ilaç olarak satılıyordu. Kola ağacının
yapraklarından elde edilen konsantrenin, şurupla karıştırılması ile oluşturulan bu karışımın, susuzluğu gidermek
için de uygun bir içecek olarak kabul görmesinden sonra,
meşrubat işi hızla gelişti. Meşrubat işinin hız kazandığı
1920’lerde, Amerika’da 5.000’den fazla karbonlu içecek şişeleme tesisi vardı.
1900’lü yılların başında Amerika’da meşrubat satan bir eczane-dükkân
Osmanlı toplumunda içecek alışkanlığını, kaynatılmış otlar veya reçellerden yapılan, bazen kar ilave edilerek
içilen soğuk şerbetler ve meyve suları karşıladığı için, gazlı
içeceklere rağbet edilmemiştir. Kolalı içeceklerse ilaç olarak
benimsenmiş ve ‘eczane müstahzar’ı olarak kabul edilmiştir.
Osmanlı döneminde ilk kolalı yerli 59 meşrubatın, 1897’de
59
1890 yılında İstanbulda yaklaşık 265 eczane bulunuyordu. Bunlardan,
yalnızca 4 tanesi Türklere aitti. Eşref İbrahim (Kantarcılar no: 62),
62
‘Kola-Hamdi’ (Elixir Digestif Hamdi) markasıyla Eczacı
Hamdi Bey tarafından üretildiği 60 bilinmektedir. 1955’te
eczanelerde müstahzar yapımına son verilinceye kadar,
kola içeren gazlı içecekler eczanelerde satılmaya devam
edildi.
Ödemiş’te yaşayanlar, gazoz ile 1930’lu yılların
başında tanıştı. Gazozcu Mustafa Bey’in sebze halinde
(kasaphane) açtığı bir dükkânda üreterek Ödemiş’e tanıttığı gazoz, ilkel sayılabilecek bir teknikle, göz kararı ölçümlendirilerek hazırlanıyordu. Gazoz, şişelere elle dolduruluyor ve şişelerin ağzı mantarla kapatılıyordu. Bir şişe gazozun perakende fiyatı 5 kuruştu. Ödemiş halkı gazozu
tanıdıktan sonra kolayca benimsemiş ve gazoz, yörede yeni bir tat yaratmıştır.
Yenigün Gazozları, Gazozcu Mustafa Bey’in dükkanı, 1934.
10 Haziran 1934’te Sebzehali’nde çıkan yangında
Gazozcu Mustafa’nın dükkânının da yanması 61 Ödemiş’te
Ahmet Hamdi (Zeyrek sokağı no: 1), Sait Mustafa (Yeni mahalle no: 92
Hasköy) ve Reşit Mehmet.
60
Tombak Kolleksiyon ve Sanat Dergisi, Sayı: 17, 1997, s: 19
61
Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Fon No: 030.10, Dosya: 120.855.7
no ile kayıtlı İzmir Vilayetinin Başbakanlığa gönderdiği 10.6.1934 tarih
63
daha yeni başlamış olan gazoz üretiminin durmasına
neden oldu.
Gazozcu Mustafa Bey’in imalathanesinden sonra,
modern kabul edilebilecek ilk gazoz tesisi 1939’da, Belediye Başkanı Mithat Baykal 62 döneminde belediye tarafından açıldı.
Yurtdışından 3 adet ithal edilen normal suyu
çırparak sodalı suya çeviren makinalardan birisini Ödemiş
Belediyesi almıştı. 63 Belediye, gazoz fabrikasını Eski İstasyon’daki Belediye Buz Deposu yanında bir alana kurdu.
Tanesi 7 kuruştan 8.650 adet 200 cc’lik cam şişe alındı.
Gazoz fabrikasının kuruluş gideri kayıtlara 5.677 lira
olarak geçmiştir. 10 Temmuz 1939’da sade ve meyvalı
gazoz üretmek üzere kurulan tesis, o günün koşullarında
fabrika olarak anılıyordu.
Gazoz fabrikası işletmesi, Ödemiş’e mübadil olarak
gelenlerden Ahmet, Refik ve Tevfik Tütüncü kardeşleri işe
alarak faaliyete başladı. Belediye fabrikasında gazoz işini
öğrenen Tütüncü Kardeşler, Ödemiş’te gazoz işini uzun
yıllar sürdürmüş ve sektörün en bilinen ailesi oldular.
Belediye gazozu esnafa, etiketsiz 24 şişelik tahta
kasalarla şişe depozito bedelleri hesaplanarak veriliyordu.
Gazozun perakende satışı ise, kahvehanelerde ve eğlence
yerlerinde, geniş ağızlı toprak küpler içinde, ‘Ödemiş
Belediyesi Buz Fabrikası’da üretilen kalıp buzlarla soğutularak yapılmaktaydı.
Gazoz ve buz üretimi gibi çağdaş belediye görevleri
içinde tanımlanmayan, ama kentte yaşayanların yatırım
ve 1781/5340 no’lu telgrafında ‘Ödemiş’te Sebze Hali ittisalinde
Helvacı Ragıp’ın dükkanında yangın olduğu ve Gazozcu Mustafa’nın
da dükkanının tamamen yandığı …’ bildirilmektedir.
62
Mithat Baykal, 1935-1942 ve 1946-1949 arası iki dönem belediye
başkanlığı yapmıştır.
63
‘Üç Kardeşler Gazoz Fabrikası’ ile ilgili bilgiler ve fotoğraflar
Veteriner Şevket Tütüncü’den alınmıştır.
64
gücünü aşan tüketim malları üretiminin belediye tarafından yerine getirilmesi, o günün koşullarında biraz da zorunluluktan kaynaklanmıştır. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında, değişik alanlardaki yatırımcı eksikliği nedeniyle belediyeler, asıl görevleri yanında, elektrik üretmek, otel ve
hamam işletmek, değirmen, soğuk hava deposu, buz ve
gazoz fabrikası kurmak gibi değişik hizmetlerin sağlanmasında da etkin olmuşlardır.
Ödemiş Belediyesi, cumhuriyetin ilk yıllarında
kentte eksikliği çekilen hemen her alanda öncü bir yatırımcı gibi davranmıştır. Ödemişin elektrik ve su şebekesini
birçok il merkezinden önce tamamlanması, bunlardan en
önemlisidir. Ödemiş, hizmetler açısından şanslı kentlerden
biri olmasına karşın elektrik ve içme suyu şebekesi yapımı
sırasındaki borçlarına karşılık, ‘Ödemiş Elektrik ve Su
İşletmesi ve Bağlı Kuruluşlar’ını 1934 yılında Ziraat Bankası’na devretmek zorunda kalması, talihsizlik olmuştur. 64
Başlangıçta sadece elektrik, içme suyu ve soğuk hava deposu tesislerini işleten Ziraat Bankası, borç ödemelerini
hızlandırmak için Belediye bünyesinde kurulan buz ve
gazoz fabrikalarını da devralmış ve İşletme T.C. Ziraat
Bankası Genel Müdürlüğü’ne bağlı ‘Ziraat Bankası Ödemiş
Elektrik, Su ve Soğuk Hava, Buz ve Gazoz Fabrikası İşletme
Müdürlüğü’ olarak yeni bir tüzel kişiliğe dönüşmüştür. Bu
tesislerin tümü banka tarafından hazırlanan bir talimatname ile yönetilmiş, ama belediye çatısı altında bir müessese
olarak işletilmiştir.
Bir bankanın gazoz imalathanesi işletmesinin
Türkiye’de, belki de dünyada bir başka örneğine rastlamak
zor olsa gerek. Gazoz fabrikası, Ziraat Bankası için işletmenin türüne bakılmaksızın, bir bütünün parçası olarak bele64
Bu konu “T.C. Ziraat Bankası Ödemiş Elektrik, Su ve Soğuk Hava,
Buz ve Gazoz Fabrikası İşletme Müdürlüğü 1934-1944” başlıklı
makalede anlatılmaktadır.
65
diyenin borç ödemelerini hızlandırmak için, ilave bir gelir
kaynağı olarak değerlendirilmiştir.
Gazoz Fabrikası işletmeye alındıktan sonra, 1942
yılına kadar düzenli çalıştı. 2. Dünya Savaşı’nın ülke
ekonomisine dayattığı zor koşullar ve hammadde teminindeki güçlükler nedeniyle beklenen kâr elde edilemeyince, Ziraat Bankası yönetimi gazoz üretimini durdurdu.
Ödemiş gazozsuz, Tütüncü Kardeşler de işsiz kalmıştı.
Tütüncü Kardeşler, İnönü Mahallesi, Şahin Sokak’taki
evlerinin arka bahçesinde kendileri gazoz imalatına başladılar ve Belediye Gazoz Fabrikası yeniden açılıncaya kadar
Ödemişliler’e ev arasında yaptıkları gazozu içirdiler.
Ödemiş Belediyesi’nin 1946 yılına ait antetli kağıdı
1 Haziran 1944’te, Ziraat Bankası’nın işletme üzerindeki denetimi sona erince, Elektrik ve Su İşletmesi ile birlikte gazoz ve buz tesisleri de tekrar Ödemiş Belediyesi’ne
geçti. Gazoza alışmış olan ve belediye gazozunu özleyen
halktan gelen talep, belediye gazozunu yeniden gündeme
taşıdı.
Girişimci ve aydın bir belediye başkanı olan Mutahhar Başoğlu 65 , kullanılmayan tesis için gerekli hazırlıkların
yapılarak üretime başlanmasını istedi. Deneme üretiminden olumlu sonuç alan ‘Belediye Elektrik, Su Direktörlüğü’,
gazoz üretimine hazır olunduğunu bir rapor ile Belediye
Başkanlığına bildirdi. 16 Mayıs 1945 tarihli ‘Su ve Elektrik
65
Mutahar Başoğlu 1943-1946 arasında belediye başkanlığı yapmıştır.
66
İşletme Direktörlüğü’ raporu gazoz maliyet hesaplarını da
ortaya koyduğu için bu yazıyı aynen almakta yarar vardır;
Belediye Başkanlığı’na
Ödemiş
Memleketimizin senelerden beri karşılanmayan ve
oldukça mübalağalı tefsirlerle imkansızlığı ileri
sürülen gazoz istimali için yaptığımız tecrübe
müsbet bir neticeye varmıştır. Mevcut gazozlar
temizlik ve nefaset bakımından itimada değer. Bir
şişe gazozun umumi maliyetini teşkil eden muhtelif
masrafları aşağıya çıkarılmıştır. Kâr gayesiyle değil,
halka faideli olmak düşüncesiyle hareket edildiğinden oldukça müsait bir fiyatla satılabileceğini
ümit ediyoruz ve toptan olarak 8 (sekiz) kuruşa
satılması muvafık olacağını, perakende satış fiyatının tesbitinin karara bağlanmasını yüksek katınıza
arz ederiz.
200 gramlık bir şişe gazozun maliyetini teşkil eden
masrafları:
Şeker
Asit karbon
Kapsül (Kapak)
Limontuzu
Şişe amortismanları
Esans
Muamele vergisi
İşçilik ve makina amortismanı
Toplam
Kuruş Santim
2
1
50
50
50
1
1
20
1
30
8
00
18 Mayıs 1945 tarihinde, Belediye Başkanı Mutahhar
Başoğlu başkanlığında toplanan Belediye encümeni, gazoz
67
üretimine devam etme kararı verdi. Belediyenin kâr oranını ortaya koyan ve önceki yazıyı tamamlayan bu encümen
kararını, geleceğe taşınacak bir belge olarak aktarmak yerinde olur;
T.C. Ödemiş Belediyesi
Encümen Kalemi Sayı: 611
Su ve Elektrik İşletme Müdürlüğünün 16.5.1945
tarihli ve 474 sayılı takriri okundu:
İşletmenin Buz Deposu yanında evvelce inşa
ettirilen gazoz imalathanesinde bir kaç senedir
gazoz imal edilmemekte ve memleketin bu yoksuzluk
içinde bulunması münasib görülmeyerek gazoz
imali tecrübeleri yaptırılmış ve müsbet netice
vermiştir. Yapılan masrafa göre beher şişenin sekiz
kuruşa mal olduğu anlaşılmakla, toptan 1 kuruş kâr
ile beher şişesinin dokuz’ar kuruştan kahvecilere ve
isteyenlere verilmesi ve soğutma için buz masrafı
dahil 3,5 kuruş kâr ile 12,5 kuruşa perakende
suretiyle kahvecilerin de satması muvafık görüldüğünden keyfiyetin İşletme İdaresine ve ilgililere
tebliği ve kararın birer örneğinin Merkez Memurluğuna da verilmesine karar verildi.
18/5/1945
Yeniden üretime başlayan belediye gazoz imalâthanesinde, işi bilenler olarak Tütüncü Kardeşler’den Refik
ve Tevfik tekrar çalışmaya başladılar.
Bir-iki yıl işletilebilen belediye gazoz tesisi, ev
aralarında yapılmaya başlanan gazozların fiyatlarıyla rekabet edemedi. Ödemiş Belediye Meclisi’nin 18 Kasım 1948
tarihli toplantısında, ‘Belediye Gazoz Fabrikası’nın kapatılması ve mallarının satılmasına karar verildi.
68
Satışa çıkan belediye gazoz tesislerine Tütüncü
Kardeşler talip olur ve yerel bir özelleştirme örneği yaşanır.
Belediye, özel sektör piyasaya girince, zarar ederek devam
etmek yerine asli görevi olmayan bir hizmeti bırakmıştır.
Ödemiş Belediyesi Buz Fabrikası, 1945.
Gazozculuk mesleğine Belediye Gazoz Fabrikası’nda başlayan Refik, Ahmet ve Tevfik Tütüncü Kardeşler,
belediyeden satın aldıkları gazoz makinesi ile gazoz imalâtını ev arasından ruhsatlı bir imalathaneye taşıdılar ve gazozculuğu önce eski istasyonda, sonra da Gazi Caddesinde
bir dükkânda ‘Üç Kardeşler’ markasıyla uzun yıllar sürdürdüler. 1965 yılında Üç Kardeşlerden Ahmet pastaneciliğe
geçerken, Refik ve Tevfik gazoz işine devam etti.
Tütüncü Kardeşler, muhtelif dönemlerde açtıkları
imalathanelerle Ödemiş’te yerli gazoz üretiminde öncülük
yapmışlar ve gazoz zevkinin devam etmesini sağlamışlardır. Belediyenin 1939 yılında getirttiği gazoz makinesi,
Tütüncü Kardeşlerden sonra, Mercan Gazozları’na geçti ve
1970’li yıllara kadar da kullanıldı.
Henüz Coca-Cola, Pepsi Cola gibi yabancı meşrubatların bilinmediği, büyük kentlerde üretilen meşrubatın
da Ödemiş’e ulaşmasının güç olduğu yıllarda gazoz, yörede en yaygın içecekti. Eğlence yerlerinde, sinemalarda,
69
bayramlarda veya mahalle aralarını dolaşarak gazoz satmak, gençler için bir kazanç kapısı oluşturdu.
Geleneksel gazoz imalathaneleri şeklinde hemen
her irice kasabada görülen alkolsüz içecek üretimi, zamanla büyük bir değişim geçirerek günümüzde bir sektör
haline geldi. Meşrubat sektörü, gazlı içeceklerin yanı sıra,
meyvesuyu ve pastörize içecekler üreten tesisler olarak,
basit imalathanelerden, otomatik şişe yıkama sistemli, bilgisayarlı üretim birimleri olan gerçek fabrikalara dönüştü.
Üç Kardeşler, ‘Birlik Gazozları’ markasıyla gazoz ürettikleri günlerde
gazoz makinesi önünde.
Günümüzde Ödemiş’te, bilgisayarlı modern tesislerde ‘Libero’ ve geleneksel yöntemle ‘Mercan’ gazozları
üretimlerini sürdürmektedir.
Kısa bir süre de olsa, belediyenin gazoz üretmesi,
bu işin Ziraat Bankası çatısı altında sürdürülmesi ve hatta,
gazoz üretiminde basit bir özelleştirme yaşanması ‘yerel
tarih’ belleklerimizde özgün bir yer tutmaktadır.
Bir bankanın gazoz üretmiş olmasını, bizimle birlikte en çok Ziraat Bankası yöneticilerinin hayretle karşılayacağı açıktır.
(28 Temmuz 2005)
70
Ödemiş’te Şükrü Saraçoğlu Anıtı
Yerel tarih kapsamında yapılan çalışmalarda gecikmeler, anıların doğruluğuna gölge düşürüyor. Olayları yaşayanlardan ne olup bittiğini doğrulatmak bile güçleşiyor.
İlk elden tanıklar kalmayınca veya belgeler kaybolunca,
kültürel değer taşıyan olayları, geçmişin unutulmuşluğu
arasından bulup çıkarmak zorlaşıyor. Çoğu kimse gerçek
öyküyü unutmuş oluyor, kendi yorumlarından süzülenleri
aktarıyor.
Kulaktan dolma bilgileri, hurafeleri veya olsa olsaları doğru bilgilerle düzeltmek ve gerçeklerle yer değiştirmek gerekiyor. Unutmanın önündeki engel, yaşananların
yazıya dökülmesiyle aşılıyor.
Şükrü Saraçoğlu anıtı, 1943
71
Ödemiş’teki ‘Şükrü Saraçoğlu Anıtı’ benzer bir
unutuluşu yaşamıştır. 1943 yılında Ödemiş Belediyesi
tarafından doğduğu evin önünde bir arsaya yaptırılan anıt,
yalnızca 7 yıl ayakta kaldıktan sonra, 1950 yılında Demokrat Parti iktidarı ile birlikte kentin belleğinden silinmiş gitmiştir. Günümüzde, anıta dair dumanlı bellek parçalarından ve tek bir fotoğraftan başka bir iz kalmamıştır.
Siyasi yaşantısına Ödemiş Belediye Başkanı olarak
başlayan Şükrü Saraçoğlu, ülke yönetiminde 1925’te Fethi
Okyar Kabinesinde maarif vekili, 1926’da Mübadele
Komisyonu Türk Murahhas Heyeti Başkanı, 1927’de İsmet
Paşa Kabinesinde maliye bakanı, daha sonra dışişleri
bakanı, 1942-1946 yılları arası başbakan ve 1948-1950 yılları
arası meclis başkanı olarak büyük sorumluluklar üstlenmiş
bir kimsedir. Ülkemiz sporuna ise 1934-1950 arası 16 yıl
Fenerbahçe başkanlığı yaparak katkıda bulunmuştur.
Saraçoğlu 66 , gerek Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu
kadrosunun, gerekse Ankara’da hükümetin bir üyesi olarak görev yaptığı süre boyunca Ödemiş’le bağlarını kopartmamış, Ödemiş’e olan tutkusu kaybolmamış ve Ödemiş
belediye başkanlarıyla ilişkileri her zaman destekleyici
olmuştur. Şükrü Saraçoğlu’nun, Ödemiş’in çehresini değiştiren belediye başkanı olarak kabul edilen Mustafa Bengisu
ve arkadaşları ile Kuvayi Milliye’den gelen yakınlıkları,
Ödemiş’te çağdaş şehircilik çalışmalarında ilk harçlar
konulurken bir işbirliğine dönüşmüş ve sonraki yıllarda
görev yapan belediye başkanları ile de uyumlu çalışmaları
Ödemiş’e bir çok hizmetin getirilmesinde etkili olmuştur.
Çocuklarına ve torunlarına doğumlarını Ödemiş’te
yaparak, nüfus kayıtlarında doğum yerlerinin Ödemiş yazmasını vasiyet edecek kadar Ödemiş’e düşkün olan
66
Şükrü Saraçoğlu, 1950 Genel seçimlerinde CHP İzmir Milletvekili
adayı iken, CHP’nin İzmir’de seçimi kaybetmesi üzerine Parlamentoya
girememiştir. Saraçoğlu, 27 Aralık 1953’te prostat hastalığı sonrası
İstanbul’da ölmüş ve Zincirlikuyu mezarlığına defnedilmiştir.
72
Saraçoğlu’nun, Ödemiş için her fırsatta birşeyler yapması,
‘merkezden yönetim’ yapısını benimseyen Türkiye’de bir
ilçe için azımsanmayacak bir katkı olarak görülmelidir.
Saraçoğlu Şerife Hanım Çeşmesi, 1950’ler. Yapımı 1937
Saraçoğlu Şükrü Bey, Ankara’daki işlerden fırsat
buldukça Ödemiş’e gelip, memleket havası almayı, çocukluk arkadaşlarıyla görüşüp şakalaşmayı, hatta bir fırsatını
bulup zeybek oynamayı çok severdi. Ödemiş’e geleceği
zaman Gölcük’e de çıkmak için özellikle uygun mevsimi
seçerdi. ‘İzmir’den otorayla yeni istasyona gelir, halk onu
Zurnacı Kara Mehmet, davulcu Deli Veli ile karşılar, meydanda
zeybek oynanır, hep birlikte Gölcük’e gidilirdi.’ 67 Ödemiş’le bu
denli içli dışlı olan Saraçoğlu, 1937 yılında annesi Şerife
Hanım adına bir çeşme yaptırmış ve Ödemiş Belediyesi de
çeşmenin bulunduğu alanı küçük bir park olarak düzenleyerek, Saraçoğlu Şerife Hanım çeşmesini süslemişti.
Ödemiş Belediye Başkanı Mutahhar Şerif Başoğlu 68 , Saraçoğlu’nun Başbakanlık yaptığı yıllara denk gelen
67
‘Gölcük ve Yeniceköy Panayırları’, Mustafa Erdal, Küçükmenderes
Gazetesi, 2005
68
13 Nisan 1943 ile 7 Şubat 1946 tarihleri arasında Ödemiş’te Belediye
Başkanlığı yapmış olan Mutahhar Başoğlu, Osmanlı dönemi Ödemiş
73
yıllarda, Saraçoğlu’na yaslanarak, Başkent’ten Ödemiş için
istediklerinin hemen hemen tümünü alıyordu. İkinci Dünya Savaşının ülkeyi yokluklarla sarmaladığı yıllara denk
düşen bu dönemde dahi Ödemiş, belediye hizmetleri
açısından hayli şanslı bir kent olmuştur.
Günümüzde Saraçoğlu Şerife Hanım Çeşmesi
belediye başkanlarından Başçavuşzade Şerif Bey’in oğludur. Amerikan
Koleji’nde ve Fransa’da okudu. İstanbul Hukuk Fakültesini birincilikle
bitirdikten sonra eğitimini yurtdışında sürdürmüş, ülkeye döndükten
sonra ‘Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü’ yapmış, bürokrasi deneyimi de olan başarılı bir belediye başkanıdır. Mutahhar Başoğlu’nun
eğitiminde Şükrü Saraçoğlu’nun azımsanmayacak katkıları vardır.
Abisi İbrahim kalpten aniden öldü, kızkardeşi ölünceye kadar Ödemiş’te yaşadı. Diğer kardeşi Profesör Muzaffer Şerif (29 Temmuz
1906 –16 Ekim 1988, Fairbanks, Alaska) ise sosyal psikoloji biliminin
kurucusudur. 1944 yılında Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesinde solcu
oldukları gerekçesiyle üniversiteden uzaklaştırılan öğretim üyeleri,
Pertev Naili Boratav, Behice Boran ve Niyazi Berkes ile birlikte görevine son verildikten sonra (1948 yılında Danıştay görevine iade etti),
Amerika’da sosyal psikoloji dalında dünya ölçeğinde başarılar sergilemiş ve sosyal psikoloji bilim dalının dünyadaki en etkili ismi olarak
çalışmalar yürütmüştür. Ödemiş, Muzaffer Şerif’i de unutmamalıdır.
74
Mutahhar Başoğlu döneminde (1943-1946) belediye
meclis üyeliği yapmış olan Halil Dural’ın, tedrisat müfettişiyken tanıştığı bir bürokratın sözünü, Ankara bürokrasi
çevrelerinin Ödemiş’e yaklaşımını yansıttığı için buraya
almakta yarar var: ‘Yahu, sizin bir belediye reisiniz var,
Ödemiş’te erkek sanat okulu yapılsın diye tutturdu, bir türlü
vazgeçiremedik. Arkasını Saraçoğlu’na dayamış, bir çocuk gibi,
isterim de isterim diyor. Ne yapalım biz de açmağa mecbur
olduk’ 69 .
Belediye açısından Mutahhar Şerif Başoğlu döneminin iki önemli olayı, elektrik ve su işlerinin Ziraat Bankası’ndan tekrar belediyeye devri ve modern bir ‘Ödemiş
İmar Planı’nın Türkiye ölçeğinde bir yarışma açılarak
kabulüdür.
Şükrü Saraçoğlu, ‘1926 ve TIME’ Dergisi kapağında, 12 Temmuz 1943
Ödemiş İmar Planı’nı ülke çapında bir proje yarışmasına dönüştüren Saraçoğlu, jüri başkanlığını da kendisi
üstlenmiş, jürideki uluslararası şehircilik uzmanlarıyla be69
Ödemiş’in Tarihi, Halil Dural, s: 206. Teknik Öğretim Şube Müdürü
Nurettin Boyman’ın bir sohbet arasında söylediği sözler.
75
raber Ödemiş’e kadar gelerek, seçilen projenin uygulanmasında da etkili olmuştr. Ödemiş, geniş parklarını ve düzenli bir kent yerleşimini büyük ölçüde bu plana borçludur.
Ödemiş’e oldukça geniş imkanlar sağlayan Saraçoğlu’nun, Ödemiş’e; yeni istasyon, halkevi binaları (günümüzdeki Park-Kulüp ve sinema binaları), elektrik ve su
şebekeleri gibi büyük işler yanında daha pek çok eserde
katkısı vardır. Saraçoğlu, Ödemiş’e büyük bir memleket
hastanesi kurulmasına da destek vermiş, yapılan mütevazi
törene bizzat katılarak ilk harcı da kendisi koymuştur.
Mutahhar Başoğlu’nun belediye başkanlığından sonra hastahane işi takip edilmeyince, atılan temel ne yazık ki bir
çukur olarak kalmıştır. Ödemiş Devlet Hastanesi çok daha
sonra, 1965 yılında Ödemişliler’den toplanan paraların da
katkısıyla tamamlanabilmiştir.
Saraçoğlu, Ödemiş’te çocuklarla, 1948
Saraçoğlu’nun Ödemiş sevgisine ve Ödemiş’e hizmetlerine karşılık Ödemişliler, şükranlarını bir anıt ile gelecek kuşaklara taşımak istediler. Belediye Başkanı Mutahhar Başoğlu döneminde, Saraçoğlu’nun Emmioğlu Mahallesi Müftüler Çıkmazı’ndaki doğup büyüdüğü evin önün76
deki arsaya küçük bir park ve ortasına da mermer sütunlu
bir anıt yapıldı. Bu anıt için belediye bütçesinden 20.000
liraya yakın bir para harcandığı kayıtlardadır.
Başbakan Şükrü Saraçoğlu, 1 Eylül 1943 tarihinde
Ödemiş Belediyesi tarafından yaptırılan anıtın açılışında
bulunmak üzere Ödemiş’e gelir. Birlikte geldiği başkentin
yönetim kadrolarına, Ödemiş’i ve hemşerihlerinin başardıklarını göstererek duyduğu gururu gizlemez ve bu ziyareti Ödemiş’in yeni ihtiyaçlarını tespit etmek için bir fırsata
dönüştürür. Bu gezi sırasında küçük boyutlu da olsa bazı
yatırımların temeli atılır. Bunlar içinde, Tekeli’deki köprü
ve genişleyen elektrik şebekesinin ihtiyacını karşılamak
üzere yeni bir elektrik santralı binası ile trafo binası da
bulunmaktaydı.
Saraçoğlu’nun 1943 yılındaki Ödemiş ziyaretini
hatırlayanlar: “… Saraçoğlu ile beraber Ankara’dan çok sayıda
paşa da geldi. Ankara’nın bütün büyük adamları geldi.
Akşamüstü geldiler. Saraçoğlu zeybek oynadı.” diye
anlatmışlardır. Ankara’dan gelen heyet Gölcük’e de çıkmış
ve göl çevresinde Kermes Bayramı düzenlenmiş, bisiklet
yarışları yapılmıştır. Saraçoğlu’nun kendisi için yapılan
anıta ne çok sevindiği ortadadır.
Saraçoğlu 1949’da meclis başkanıyken Bayındırlık
Bakanı Şevket Adalan ile birlikte bu kez ‘kanalizasyon’ işi
için Ödemiş’e gelmiştir. İller Bankası’na zamanında
müracaat edilmediği için beklemekte olan kanalizasyon
projesinin mühendislik hesapları Saraçoğlu’nun işe el
atmasından sonra bitirilir ve cumhuriyetin ilk yıllarından
beri bekleyen modern bir kanalizasyon şebekesinin yapımı
1951 yılında başlar.
Saraçoğlu’nun destek verdiği yatırımlar, günümüzde dahi Ödemiş için kalıcı birer eser olmasına karşın,
Saraçoğlu Anıtı, 1950’de DP İktidarının Ödemiş’teki ilk
icraatlarından birisi olarak, ancak 7 yıl ayakta kaldıktan
sonra, Saraçoğlu Caddesi’nin adıyla birlikte kaldırılmıştır.
77
Günümüzde anıtı hatırlayan olmadığı gibi, izi de kalmamıştır. Oysa, Saraçoğlu anıtı, Ödemiş’in simgelerinden birisi haline gelebilirdi.
Şükrü Saraçoğlu Ödemiş’te 1960 sonrası tekrar
hatırlanmış, şehir stadına ve şehrin en işlek caddesine
Saraçoğlu’nun adı verilmiş, ama 1943 yılında yapılan anıt
dumanlı bellekler arasında unutulmuştur.
Saraçoğlu anıtı yeniden yapılabilir mi?
Evet hem de tıpkısı yapılabilir.
Yeni anıt daha kalıcı bir yere, stadyumun önündeki
parka yapılabilir. Ödemiş isterse yapabilir. Anıtın ‘yeniden
açılış’ töreni bir konferansla birleştirilebilir. Bu kapsamda,
50. ölüm yıldönümünde kaçırılan fırsat, bir ‘Saraçoğlu
Sempozyumu’ ile zenginleştirilerek, yakın tarihimizin bir
dönemi irdelenebilir.
(16 Haziran 2005)
78
Ödemiş’in ‘Türk Hava Kurumu’na
bağışladığı 4 uçak
Cumhuriyet’in ilk yıllarında, 16 Şubat 1925’te ‘Türk
Tayyare Cemiyeti’ adıyla bir kurum oluşturuldu. Bu sivil
kuruluş, ülkenin hava gücünün gelişmesine katkıda
bulunmak, havacılığın askeri, ekonomik, sosyal ve siyasal
önemini anlatmak; sivil, sportif ve turistik havacılığın
gelişmesini sağlamak ve Uçan bir Türk Gençliği yaratmak
doğrultusunda çalışmalar yapmak üzere kurulmuştu.
1926 yılında çekilişine başlanan‘Tayyare Piyangosu’nun ilk bileti
1927 Tayyare Cemiyeti ve 1934 yılıTHK yardım pulu
24 Mayıs 1935’te adı ‘Türk Hava Kurumu’ olarak
değiştirilen kuruluş, muhtelif bağışlar, piyango biletleri,
79
yardım pulları gibi birçok gelir kaynağıyla desteklenmekteydi.
Türk Hava Kurumu, Kurtuluş Savaşı’ndan yeni
çıkmış, yorgun ve yoksul bir halkın, inanılmaz maddimanevi desteğiyle gittikçe büyüdü ve çeşitli yardım kampanyalarıyla ilk 10 yıl içinde 351 uçak satın alarak, Türk
havacılığının hizmetine sundu. Uçağı hangi şehir aldıysa, o
şehrin adı veriliyordu ve alınan uçak Cumhuriyet Bayramı
sırasında o kente götürülerek halka gösteriliyordu. Yapılan
bağışlarla alınan ve Hava Kuvvetleri’ne teslim edilen ilk
uçak, Ceyhanlıların yardımlarıyla İtalya’dan alınan A 300-4
tipi uçak oldu. Ödemiş şehri de bu kampanyalara en
yoğun biçimde katılan şehirleren birisi olmuştur.
1928 yılında alınan ‘Ödemiş-2 Uçağı’ ve ‘Ad Verme Töreni’nde
Belediye Başkanı Doktor Mustafa Bengisu
Ödemiş’te Tayyare Cemiyeti’nin kuruluşundan
hemen sonra; 1926’da ‘Ödemiş’ adı verilen ilk uçak, 1928
yılında ise ‘Ödemiş 2’ alındı. 1933 yılında Ödemiş Tütüncüleri olarak toplanan paralarla bir bombardıman uçağı
daha alındı ve adı ‘Adagide Tayyaresi’ konuldu. Ödemiş’in
80
aldığı bir başka uçak ise, 1934’te Ankara’da Zafer ve Tayyare Bayramı’nda ad verme töreni yapılan ‘Birgi Tayyaresi’dir.
Ödemiş, THK Binası, 1934
1930’lu yılarda vatandaşların bağışlarıyla alınan THK filosundan bir uçak
Akseki Ticaret Bankası Müdürü Mithat Bey’in öncülüğünde, Ödemiş’ten 1933 yılına kadar toplanan tayyare
81
parası 330.000 lirayı bulmuştur. 1933 yılında Ticaret Odası
kayıtlarında yer alan bilgiye göre ‘Beydağ’ ve ‘Kiraz’ isimli
iki uçak daha alınarak Ödemiş’in 6 uçaklık bir filoya
sahip olması planlanmıştır. 70 Ödemiş ve çevresinden
toplanan 330.000 lira, Ödemiş elektrik ve su şebekesinin
1932 yılında 400.000 lira harcanarak yapılmış olduğu
düşünülürse hayli önemli bir tutardır.
Dünya ekonomik bunalımın etkilerinin sürdüğü bir
dönemde bir kasabanın bu ölçekte bir kampanya yürütebilmiş olması, yöredeki zenginliğin ve Ödemişliler’in
cumhuriyet sevgisinin bir göstergesi olarak değerlendirilmelidir.
THK yardım pulu, 1926
(3 Aralık 2005)
70
Ödemiş Ticaret ve Sanayi Odasının Aziz Cumhuriyetin Onuncu Bayramına Armağanı, s: 51
82
Ödemiş’te Yerli – Muhacir Kaynaşması
Osmanlı İmparatorluğu birçok etnik topluluğun
birarada yaşadığı, çeşitli dillerin konuşulduğu, üç kıtaya
yayılmış bir devlet olmasına karşın, Türkmenlerin önemi
ve özel yeri her zaman korunmuştur. Yükselme döneminde, devletin ve ordunun güvenliği için İmparatorluk
topraklarında gerekli görülen bölgelere Türkmenler ve Yörükler yerleştiriliyor ve nüfus hareketleri, devletin ekonomik politikalarından ziyade, güvenlik kaygısının öne çıktığı bir düzenlemeye dayanıyordu. Bu doğrultuda, Anadolu’dan Rumeli’ye de birçok göç yaşanmıştı. Ancak bu işlemler asimilasyona veya üretime yönelik, bilinçli bir karşılıklı göç ve muhacir yerleştirme planı çerçevesinde değildi.
18. yüzyıldan itibaren, Osmalı topraklarındaki kitlesel göç hareketlerinde ekonomik nedenler ağırlık kazandı.
19. yüzyılda Batı kapitalizminin Osmanlı İmparatorluğundan sağladığı tarım ürünlerinde ve madenlerin dışsatımında önemli artışlar yaşandı. Batı Anadolu’da tarım işçilerine
olan gereksinim gittikçe arttı. 1839 Tanzimat fermanının
yarattığı hareket özgürlüğü, gönüllü göçmen sayısını arttırdı ve İzmir Aydın bölgesine Ege adalarından, Balkanların çeşitli bölgelerinden kitlesel Rum göçü yoğunluk kazandı. 1900’lerin başından itibaren, Türklerle Rumların
sayıları kıyaslanmaya başlandı.
Mütareke döneminde Türkler ile Rumlar arasındaki
nüfus çoğunluğunun kime ait olduğu konusundaki tartışmalarda, Türk tarafının savunduğu veriler İttihat ve Terakki’nin de katkılarıyla tüm Aydın İlini kapsayacak şekilde
1917 yılında yapılan nüfus sayımına dayanıyordu. Rum
83
tarafının ‘kızıl istatistik’ diyerek karşı çıktığı bu istatistiklere
göre, 1917 yılı sonunda, nahiye ve köyleriyle birlikte
Ödemiş’te 75.930’u Müslüman, 31’i Musevi, 1.737’si Ermeni ve 6.429’u Rum olmak üzere 84.127 kişi yaşamaktadır. 71
1910 tarihli Aydın Vilayet Salnamesinde de yakın rakamlar
vardır. 72 Rum istatistiklerinde ise Soteriades ve
Anagnostopulu olmak üzere iki farklı kaynak vardır. 1912
yılında Ödemiş kazasında Soteriadis’e göre 28.600 kişilik
nüfus içinde 7.700 Hellen ve 1.200 Ermeni yaşıyordu.
Anagnostopulu da Sotiriadis’in verileriyle uyuşarak
Ödemiş kazasındaki Rumlardan 3.000’inin 4.000 Türk ile
birlikte Ödemiş kentinde, 2.800’ünün Ligda (Adagide) kasabasında ve 1.900’ünün Pirgion (Birgi) köyünde yaşadıklarını 73 yazmaktadır. Rum ve Osmanlı istatistiklerinin
ayrıl-dıkları nokta, Türk sayısı olmakla birlikte, Ödemiş
civarın-da yaşayan Rum ve Ermenilerin sayısında
neredeyse fikir birliği bulunmaktadır.
Çeşitli dönemlerde göç alarak büyümüş olan Ödemiş, kültüründe bu çeşitliliği barındırmakta olan bir Batı
Anadolu kentidir.
1776 tarihli ‘Karadoğanlı Vakfiyesi’nde; “Medine-i
Birgi kaza-yı nevahisinden Süleyman nahiyesine muzaf
haremeyn-i şerifeyn mukataatından...” 74 olarak anılan
Ödemiş, doğrudan doğruya “Süleyman Nahiyesi’ne bağlı bir
köy” olarak tanımlamaktadır. Ödemiş, bu yıllardan başlamak üzere ekonomik açıdan gelişmeye başlamış ve hızla
göç almıştır.
Halil Dural’ın ‘Ödemiş’in Tarihi’ kitabından öğrendiğimize göre; 17. yüzyılın başlarında ‘Boyalık Mevkii’
71
İzmir’de Belediye, Erkan Serçe, s:152
Günver Güneş, s:63
73
Anadolu ve Rum Göçmenlerinin Kökeni, Dr. Georgios Nakracas,
Belge Yayınları, Şubat 2003, s. 83
74
Ödemiş’in Tarihi, Halil Dural, s: 122
72
84
olarak bilinen Ödemiş’e para kazanmak için dışarıdan
gelen ve halk arasında biri ‘Tireli Kaba Sakaloğlu Ahmet Ağa’
diğeri de ‘Emmioğlu Koca Hüseyin’ olarak anılan iki kişinin,
bu küçük köye kazandırdıklarının da katkısıyla Ödemiş,
1869 yılında kaymakamlık düzeyine gelmiştir. 1877-78 Rus
Harbi’nden sonra dışarıdan gelen Türk ve Rumlar’la önemli bir değişim geçiren kasaba, bir ‘kent’ görünümü kazandı. Ödemiş, 1915’teki Balkan Göçleri, 1924 yılındaki
Lozan Mübadelesi’nden sonra ve 1950’lerdeki Bulgaristan
göçleriyle de farklı kültürlerin insanlarıyla genişlemiştir.
Ödemiş’in nüfus artış rakamları, bu hızlı büyümeyi açıklar
niteliktedir. 1841 yılında 8.000 ve 1892’de 9.130 kişinin
yaşadığı Ödemiş kentinin nüfusu 75 , 1905’te 14 bine
çıkmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında Ödemiş, 20 bin
kişinin yaşadığı bir ilçe merkezi olmuştur.
1924 Lozan Mübadelesi, Ödemiş’in sosyal yaşamında önemli etkiler yaratan en temel göç olayı olmuştur. 30
Ocak 1923 tarihinde Türkiye ile Yunanistan arasında
Lozan’da imzalanan ‘Türk-Yunan Mübadelesine ilişkin
Sözleşme ve Protokol’, Anadolu toplum yapısının türdeş bir
nitelik kazanarak uluslaşma sürecinin hızlanmasını
sağlayan önemli bir halka olarak düşünüldü. Bu sözleşme,
İstanbul dışındaki Türkiye topraklarında yerleşmiş RumOrtodoks Türk uyruklularla, Batı Trakya dışındaki Yunanistan topraklarında yerleşmiş Müslüman Yunan uyrukluların 1 Mayıs 1923’ten başlayarak zorunlu mübadelesini
(değiş-tokuş) içeriyordu. İsteğe bağlı olmayan her türlü
göç, yer değiştirenler için yeni sorunlar ve acılar doğurur.
Mübadele sırasında çift taraflı trajediler yaşandı. 1923-1930
dönemi, ‘mübadil’lerin yeni yerleşim yerlerine alışması,
yeniden üretici duruma gelmeleri ve Anadolu toplum yapısına, gerek kültürel ve psikolojik, gerekse ekonomik ve
siyasal uyum yılları oldu.
75
Ödemiş’in Tarihi, Behiç Galip Yavuz, 1998, s: 66, 71
85
Mübadele muhacırları karşılanırken, 1924
Mübadele sonrası, Türkiye’nin değişik yörelerinde
karşılaşılan yerli-muhacir ayrışması Ödemiş’te de kolaylıkla giderilememiştir. Muhacirler uzun yıllar muhacirlerle,
yerliler de yerlilerle evlenmeye devam etmişlerdir. Devlet
politikaları sonucunda zorunlu olarak bir araya gelen toplulukların ilk yıllardaki rahatsızlığı zaman içinde yumuşayarak, yerini uzaklardan gelen kardeşlerini kabullenmeye
dönüştü. Yeni gelenlerle, o topraklarda yıllardır yerleşik
yaşayanlar birbirlerini anladı, dolayısıyla da bu yeni komşuluğa ısınmış insanların yeni bir ortak yaşantısı oluştu.
Ödemiş’in kültürel dokunun yapısı, mübadil göçmenlerin
iskanıyla birlikte yeni bir görünüm kazandı.
Halk arasında yerli-muhacir ayrımı olduğu dönemde ‘yerlilerle, macırları bir kazanda kaynatsan, kemikleri ayrı
pişer’ biçimindeki yerleşik söz, bugün geçerliliğini yitirse
de o günlerdeki anlayışı yansıttığı için anılmaya değer.
Doğum yeri itibarıyla muhacir sayılabileceği için
zaman zaman ülkedeki yerli-muhacir ayrımından rahatsızlık duyan Atatürk, 17 Ocak 1931 tarihindeki konuşmasında; “Muhacirler, kaybedilmiş ülkelerimizin milli
86
hatıralarıdır” diyerek muhacirlerin de yerli vatandaşlar
kadar saygın olduğunu belirtmek zorunda kalmıştı. Atatürk bir başka demecinde ise, muhacirleri; “... tarihin yazdığı savaşlarda en geriye kalanlar, yani düşmanla sonuna kadar
dövüşenler, çekilen ordunun ric’at hatlarını sağlamak için
kendilerini fedâ edenler ve düşman karşısında kaçmak, çekilmek
nedir bilmeyenler” 76 olarak tanımlamaktaydı.
Kültürel süreçlerin kültürel olaylardan farkı; etkilerinin kalıcı olması, evrensel düzeyde geçerli etkiler yaratmalarındandır. Zorunlu olarak biraraya gelen toplulukların barış ve uzlaşmaya dayalı bir kültür ve tarih bilinci
yaratmaları süreci adım adım ilerlemektedir. Barış üretmeyen uygarlık ve kültür, önce yerel, sonra da evrensel kalıcılığa ulaşamıyor.
Ödemiş Hastanesi ve Hastane Caddesi 1933
Günümüzde, “aslen nerelisiniz?” diye sorulduğunda
“Çerkezim, Gürcüyüm, Yunanistan, Yugoslav göçmeniyim”
76
Rumeli’den Türk Göçleri, Bilal N. Şimşir, s:1
87
gibi cevaplar bekleyenlere benimsenmiş bir “Ödemişliyim,
Tireliyim” cevabının verilmesi, bir sosyal olayın kültürel
bir sürece dönüştüğünün, bunun da bir kültürel bilinç olarak ‘Ödemiş kültürü’ oluştuduğunu çıkarıyor.
Ayrılıkların kaşınmadığı, ortak noktaların genel
kabul gördüğü Ödemiş kültüründe, yağlı kebabı Ödemiş’e
Arnavutların getirmiş olmasının veya yöredeki tütün
tarımının Rumlarla canlanmış olduğunun pek bir önemi
kalmadı. Çünkü, içinde tüm göçlerden süzülüp gelmiş bir
kültürel zenginlik barındıran, ince duyarlılıklar taşıyan,
yağlı kebabı, taban gevreği, töngülü ve katmeriyle hatta
Havuzlu Parklarıyla, artık bir Ödemiş kültürü oluşmuştur.
Bize düşen, bu kültürü koruyup, beslemektir.
(12 Mayıs 2005)
88
Havuzlu Parkın Taflanları
Etrafındaki taflanlarla bütünleşmiş bir kültürel bellek
olan Havuzlu Park, Ödemiş için simgesel bir parktır ve
pazar-yeri gibi bir işlev yüklenecek alan değildir. Havuzlu
Park, kentsel belleğimizin bir parçası olarak yaşamalıdır.
Kentlerin de insanlar gibi bellekleri vardır ve kent
bellekleri yerel yönetimler eliyle yaşatılır.
Havuzlu Park, Cumhuriyet’in şehircilik alanında
yarattığı bir başarı anıtıdır. Ödemiş’e ve tarihe mal olmuş
bir Havuzlu Park’ın doğal halini bozarak, yenileme adına
betonlaştırılmş bir alan yaratmak, modern şehircilik anlayışı olarak kabul edilemez.
Yapımından hemen sonraki yıllarda Havuzlu Park
Havuzlu Park, bir kültürel birikimi batrındırarak
bugünlere gelmiş ve Ödemiş insanında bir tür alışkanlık
89
yaratmıştır. Havuzlu Park, Ödemiş’te bir kentsel bölgeyi
tanımlarken, nirengi noktası oluşturacak kadar özgün bir
parktır.
19. yüzyılın sonlarında, Datbey’in sırtlarından süzülüp, Ödemiş’i boydan boya geçtikten sonra Eski İstasyonun ötelerinde Rahmanlar Çayı’na karışan bir dere vardı.
Çayın kıyısındaki patika yol, kuzey köylülerini Ödemiş’e
ulaştırırdı. Ödemiş’e gelenler, bir çeşme başında soluklanırlar, harlakta hayvanlarını sularlar, hayvanlarıyla şehir
içine girmeyeceklerse, eşeklerini, atlarını buraya bağlayıp,
çarşıdaki işlerini halledip dönerlerdi. Burası, Rum Mahallesi’nin kıyısında, çarşının başladığı yerdi. Çarşının ötesinde, istasyona doğru Türk Mahallesi başlardı ve Katırcılar
Sokağı boyunca müslümanların dükkânları ile hanlar yer
alırdı.
1930’ların ortasında Havuzlu Park
Cumhuriyet döneminin ilk belediyesi, Rum ve Türk
yerleşimlerini birbirine bağlamak için dar sokakları açmış,
meydanlar oluşturmuş ve dereyi ıslah ederek bir kanalla
Ödemiş’in dışına taşımıştı. Bu arada, Yunanlılar’ın karargâh olarak kullandıkları bina da bir cumhuriyet kurumu
olarak okula dönüştürüldü. Sıra, kent içinde bazı alanları
parka dönüştürmeye gelince, ilk önce Havuzlu Park yapıl90
dı. Kısacası, kentin Rum ve Türk bölgelerinin bir kesişim
noktası olan, binek hayvanlarının soluklandığı harlaklı arsa ‘Asri bir Park’ olmuştu...
1932 yılında Ödemiş’in su şebekesini yapan Fransız
Pont a Mousson Şirketi, Paris’teki bir anıt-havuzun küçük
bir benzerini Ödemişliler’e hediye olarak bu parka yaptı.
Zaten, elektrik şirketi de iki trafo merkezinden birisini
parkın kıyısına yerleştirirken, trafo binasını da sıradan düz
bir bina olarak değil, yeni parkın görünümüne uygun bir
mimaride tasarlamıştı. Şehrin içme suyu şebekesi tamamlandığında açılış töreni de bu parkta yapıldı.
Havuzlu Park, yeşillendirildikten sonra
Havuzlu Park önünde ‘Zafer Anıtı’, 1936
91
Parkın yeşillendirilmesi sürerken, belediye 1936’da
parkın içine bir şehir kulübü, kıyısına da Zafer Anıtı inşa
etti. Havuzlu Park, çevresindeki okul, fırın, bakkal, berber
gibi oluşumlarla yeni bir merkeze dönüşmüştü. Ödemiş
Belediyesi, parkta oturanlar rahat etsin diye, Yeşil Ödemiş’in karakterine uygun olarak, parkın çevresine taflanlar
dikti. İnsanlar fıskiyelerle serinliyorlar, taflanların oluşturduğu doğal çitlerden dışarıdan içerisi kolayca görülmediği
için, aileler rahatça kahvaltılarını yapıp, çaylarını içiyorlardı. Yeni Park, gelen muhacirlerin yerleştirildiği mahallenin
serinleme, sıcak yaz akşamlarında bir nefes alma, buluşma,
paylaşma yeri haline geldi. Havuzlu Park bir kartpostal
görüntüsüne kavuştu. Ödemişliler bayramlarda ve yılbaşılarında, sevdiklerine tebrik kartı olarak parkın resimleri
olan kartları gönderiyordu. Daha sonra işbaşına gelen
belediye yönetimleri de o güzelim taflanlara ayrı bir özen
gösterdi, kuruyanların yerine yenilerini dikti, kalanları
budadı ve ilaçladı.
Şimdi bu park, modern şehircilik adına yeniden
düzenlenecek. Taflanlar söküldü, anıtsal ağaçlar seyreltildi.
Zaten, Fransızların yaptığı havuz, 1969 yılında yine Belediye eliyle ‘hıristiyan haçını andırıyor’ diye yıkılmış, yerine estetik ya da özgünlük kaygıları gözetilmeden düz bir
havuz yapılmıştı. Aynı dönemde parkın güney köşesine,
1932 yılında yapılan trafo binasının güzelliğiyle hiç uyuşmayan yeni bir bina dikildi. 1980 sonrası bir kez daha
oynadılar havuzla; minyatür köprülü gelişigüzel bir havuz
konduruldu. Şimdi Havuzlu Park, taflansız haliyle ve hemen her kentte görülebilecek sıradan havuzuyla 1932’lerdeki çıplak halini andırıyor.
‘Taflanların arkasında içki içiliyor’, veya ‘gençler, kızerkek bir arada oturuyorlar, bunu önleyelim’ anlayışıyla tarihten kopuk, köklerini yansıtmayan bir peyzaj mimarisi
anlayışı olur mu? Taflanların yerine alçak bir duvar örüp,
üstüne de belki demir parmaklık yapılacak. Hatta, Ulus
92
Meydanı’ndaki pazarı buraya taşımak ve pazarcı tezgâhlarına yer açmak için, fazla görülen yeşillikler de kesilebilir, park alanı betonlanabilir! Doğal bir bölüntü oluşturan
şirin taflanları kesen anlayış, bunları da düşünebilir.
1950’li yıllarda Havuzlu Park
Geçmişle bir bağ daha kopuyor. Koparan da kentlerin belleklerini korumakla yükümlü olan yerel yönetim...
Metropol kentlerin betonlaşması gibi, parklarıyla
ünlü Ödemiş de parksızlaşıyor.
Bir kaydırak, iki salıncak park değildir; park bir
kültürdür. Çukur Park’ı hatırlıyor musunuz? Yerinde
şimdi hükümet binası ve polis otoparkı var...
Londra’da korunmakta olan bir bölgede, bir evin
cephesinde yapılacak tadilat için dahi, sokağın başında bir
panoda tadilat projesi askıya çıkarılıyor. Mahalleli yapılacak düzenlemeyi inceliyor, sokağın estetik bütünlüğünü
bozabilecek bir düzenlemeyse, karşı çıkabiliyor. Sokağında ne
yapılacağını önceden biliyor. Gerek duyarsa, belediye meclisine başvurarak, yaşadığı sokağın görüntüsü adına itiraz
edebiliyor.
93
Ödemiş halkının sabah-ikindi kahvaltı yapmaya,
çay içmeye gittiği, mahallelinin buluşma yeri olan Havuzlu
Park işlevini yitiriyor, çoğu Ödemişli de yalnızca izlemekle, üzülmekle yetiniyor.
1960’larda Havuzlu Park
Kurallar, yasalar, düzenlemeler, vatandaşın mutluluğu için değil midir? Parkı yeniden düzenlemek gerekiyorsa, yapılanlar o çevrede yaşayanların çoğunu mutlu
etmelidir. Bu işler, ‘ben yaptım oldu’ anlayışına dayalı değil, kentte yaşayanların alışkanlıklarına, ihtiyaçlarına hatta
yaşam biçimlerine uygun olmalıdır.
Bir belediye, kendi elleriyle yeşerttiği bir kültür
mirasını, bindiği dalı keser mi?
(26 Nisan 2005)
94
Belgelerin Tanıklığıyla Cumhuriyet’in
Onuncu Yılında Ödemiş Ekonomisi
‘Ödemiş Ticaret ve Sanayi Odası’nın Aziz
Cumhuriyetin Onuncu Bayramına Armağanı’
1933 yılı Cumhuriyet’in kuruluşunun ‘Onuncu Yılı’
idi. Tüm ülkede heyecanlı bir bayram yaşanıyordu. Ragıp
Mısırlıoğlu döneminde (1923-1927) başlayan modern bir
şehir yaratma çabaları, Doktor Mustafa Bengisu’nun
belediye başkanlığı döneminde de (1927-1935) devam
ediyordu.
Cumhuriyet’in 10. yılında Ödemiş’te yoğun bir yıkım
ve yeniden imar çalışmaları aralıksız sürdürülüyor, yeni
caddeler açılıyor, çıkmaz sokaklar caddelere bağlanıyor, kent
içinde kalan mezarlıklar kaldırılıyor, yıkıntı alanları
temizleniyor ve yeşil alanlar, parklar oluşturuluyordu. Derme çatma binaların yıkımlarına ve kamulaştırmalara çok para
harcanıyordu. Cumhuriyet kutlamalarına, şehrin 10 yılda
değişen çehresi ve yeni tamamlanan elektrik ve içme suyu
şebekesine kavuşmuş olmanın coşkusu da eşlik ediyordu.
Havuzlu Park, heyecanın yaşandığı bir tören alanı gibiydi.
Bu çalışmalar sırasında, Belediye ve Kaymakamlık’la
birlikte Ticaret Odası da Ödemiş’teki değişim ve yenileşme
çabalarını destekleyen kuruluşların başında geliyordu.
1914 yılında kurulan Ödemiş Ticaret Odası, I. Dünya
Savaşı’nın kargaşa ortamında Ödemiş’in ekonomik yapısına
ve yöredeki önemine uygun çalışmalar içinde olamamış,
95
Cumhuriyet’in ilanından sonra cumhuriyet ideolojisine koşut
olarak yeniden yapılandırılınca, yörenin ticaretini düzenleyen
bir kurum olarak etkinliği de artmaya başlamıştı.77
Ödemiş Ticaret Odası’nın 1933 yılında yayınladığı kitabın kapağı
Ödemiş Ticaret Odası’nın yayınladığı ‘Ödemiş Ticaret
ve Sanayi Odasının Aziz Cumhuriyetin Onuncu Bayramına
Armağanı’ kitapçığı78 , hem Cumhuriyetin ilk 10 yılında
Ödemiş’te yaratılan değişimin, hem de kentin ekonomik
gelişiminin ortaya konduğu önemli bir belgedir. Kitapta,
Ödemiş’in yanısıra, Bayındır’a da geniş yer verilmiştir.
Ticaret Odasının 10. Yıl için hazırladığı 75 sayfalık kitapta
konuların 4 ana başlık altında incelendiğini görüyoruz;
77
Ödemiş Ticaret Odası, Bayındır İlçesi de faaliyet alanı içinde olmak
üzere, daha sonra Akseki Bankası adını alacak olan “İncir Üreticileri
Kooperatifi Bankası” ile birlikte 1929 yılında şehrin ana caddesi üzerinde yaptırılan yeni bir binaya taşınmıştı. Ticaret Odası’nın Ödemiş ekonomisiyle ilgili araştırma ve raporları önemli belgelerdir.
78
1933 yılında Ödemiş Ticaret ve Sanayi Odası Reisi Mustafa Hakkı
Bey’dir. Birinci reis, Vekil Kemal Bey, ikinci reis İsmail Hakkı Bey;
Oda azaları, Aksekili Mehmet Tevfik Bey, İhsan Bey ve Sadık Bey’dir.
Oda başkatibi ise Yeni Ödemiş Mecmuasını da çıkaran M. Nedim
Bey’dir.
96
1. Kazanın Ekincilik ve İktisat Vaziyeti
İpek İstihsali ve Mensucat İmali
Kendir İstihsali, Urgancılık
Zeytin ve Zeytinyağı Fabrikaları
Tütün Zeriyatı ve İhracatı
İncir
Arıcılık
Ormanlar ve Madenler
2. On Sene Zarfındaki İmran, Teceddüt, Yol, Maarif ve
İçtimai Asayiş ile Terakki Vaziyetleri
İçtimai Vaziyet
İlk, Orta ve Ana Mektepleri
Tüccar ve Sanatkarların Durumu
İktisadi ve İçtimai Teşekküller
İncir Kooperatifi
Tütün Kooperatifi
Zirai Kredi Kooperatifi
İstihlak Kooperatifi
Urgan Kooperatifi
3. Ticaret Odası Yönetimi
4. Bayındır Kazası
1933 yılına gelindiğinde, Ödemiş’in nasıl bir değişim geçirdiği, kitabın “Ödemiş Kazasının on sene zarfındaki
imran, tecettüt, yol, maarif ve içtimai asayiş ve terakki
vaziyetleri” bölümünde anlatılmaktadır. Cumhuriyet ile birlikte 10 yıllık gelişimi, kitaptaki anlatımı koruyarak özetlemekte yarar var;
“Ödemiş kazasını on sene evvel görenler, on sene ve
hatta son bir kaç sene içindeki teceddüt ve terakki
vaziyeti karşısında cidden kendilerini hayretten
kurtaramazlar. 1933 senesinden evvel kasabanın en
şerefli bir mevkii olan ve çok çirkin manzaralarile
memleketin sıhhi ve medeni vaziyeti üzerinde acı tesirler
icra eden büyük bir mezarlığının nihayet son dört sene
97
içinde büyük bir himmetle bir tarafında bahçe, çiçeklik,
çam ve daha mütenevvi ağaçları ile muhat ve büyük
Gazisi’nin kıymetli bir heykelini taşıyan ve en son
mimari tarzile inşa edilen bir hükümet evi… Bir
tarafında 23700 metre murabaı bahçe ile sağ ve solunda
büyük havuzları, mütenevvi ağaç ve çiçekleri ortasında
40 bin liradan fazla masrafla yapılmış bir tayyare binası
ve gazinosu ile cazip ve medeni iki muhteşem eser
vücude getirilmiştir.
On sene evvel yine mezarlık halinde ve Birgi yolu
medhalinin sağ ve solunda gecelerin emniyetini ve
gündüzlerin manzarasını ihlal ve umumun sıhhatını
izrar eden büyük bir saha üzerinde son üç sene zarfında
İnhisar İdaresi tarafından biri üç katlı ve 89 bin lira
masrafla bir depo, ikincisi on yedi bin lira masrafla bir
idarehane ve etraf ihata duvarları ile ceman 116 bin 50
lira ile muhteşem bir milli müessese vücude getirilmiştir.
Ödemiş şehri senelerden beri geceleri karanlıklar içinde
ve susuzluğun büyük derdiyle malul ve muzdarip iken,
hasseten son dört sene içinde büyük cumhuriyetimizin
mes’ut prensiplerinde istinat eden Ödemiş belediyesinin
yılmaz ve yorulmaz reisi doktor Mustafa Şevket beyin
yüksek himmetlerile bir taraftan şehire getirilen su ve
elektrik gibi en hayati ihtiyaçların en asri usullerle
temini büyük Türk inkılabına ve cumhuriyetin yüksek
şerefine layık eserlerdir.
Her sene kanunu saniden haziran nihayetine kadar
saniyede 200 litre, temmuz ve ağustos aylarında
saniyede 150 ila 60 litre, eylül-teşrini evvel ve teşrini
saniye kadar olan mevsimlerde 45 ila 55 litre ve teşrini
evvel 15 den kanunu evvel nihayetine kadar saniyede 60
ila 200 litre su ve kuvvet menbaından santrala ve
santraldan Ödemişe ulaştırılan su saniyede 30 litre olup
98
bu su ile bütün Ödemişliler ihtiyaçlarını ziyadesile temin
etmekte bulunmuşlardır.
Elektrik tesisatına gelince elektrik santralları kışın 500 ve
yazın en kurak zamanlarda ve şehirde bulunan
motorlarla beraber 200 beygir kuvvetine haizdirler.
Halen abone adedi 550 olup bu miktar günden güne
ziyadeleşmektedir.
Küçük sanayide işleyen 1 ila 20 beygir elektromotörlerin miktarı da 71 beygire baliğ olmuştur. Bugün
şebekede geceli gündüzlü daimi cereyan bulunması
hesabile bu motörler mütemadiyen çalışmaktadır.
İnşasına yeni başlanan son sistem ve asri bir mezbaha 35
beygirlik elektromotör ile ihzar edilmiştir. Şebeke hatları
mecmu tulü 35 kilometredir.
Ödemişin imran eserlerine üç dört sene zarfında
inzimam eden güzel eserlerden biri de geçen sene
Fransız mühendisleri tarafından 2000 liraya yakın
bir masrafla Ödemişin Zafer Meydanında yapılan
fıskiyeli havuzdur 79 . Temin edildiğine göre bu
havuzun mimari bir misli daha Türkiyede yoktur.
Bugün havuzun etrafı belediye tarafından halkın
tenezzühüne yardım edecek vaziyette yapılan bir parkla
çevrilmiştir.
Üç sene zarfında Ödemişte imar eserlerinden sesli
sinema ve binası, belediye otel ve gazinosu, yeni açılan ve
yeni inşa edilen havuzlu Gazi meydanı, fenni mimariye
muvafık ve asri sistemde günden güne tevessü eden
79
Günümüzde Havuzlu Park olarak bilinen yeşil alan. Neredeyse her
Belediye Başkanı, bu parkta en az bir kez düzenleme amacıyla
değişiklik yapmış ve Havuzlu Park günümüzde sıradan bir park
görünümüne bürünmüştür.
99
caddeleri hassaten istasyon caddesinin yapılmakta olan
son vaziyeti ile Ödemiş bu gün cidden yeni bir Ödemiş
olmuştur.
İzmir otelleri sırasında sayılacak derecede temiz ve güzel
dört büyük oteli ve müteaddit gazinoları ile seyyahların
nazarı dikkatini celb etmekte olan bu yeni Ödemişin
büyük cumhuriyetimizin feyz ve ilhamı ile bir kaç sene
zarfında daha müterakki ve daha asri bir kasaba
olacağında hiç şüphe yoktur.”
Ticaret Odası’nın ‘Onuncu Yıl’ kitabındaki saptamalar, cumhuriyet tarihi ile ilgili incelemelerde ortaya konulan değerlendirmeleri de doğrular niteliktedir.
1930’larda Uzun Sokak
Ödemiş’in cumhuriyetin ilk on yılında geçirdiği
dönüşüm, Prof. Metin Sözen’in ülkedeki genel durumu
özetleyen saptamasına uygun bir dönemdir; “Kurtuluş Savaşı sırasında, yanma, yıkılmalar ve geri kalmışlık sonucu
yeniden ele alınması gereken kentlerde, değişik işlevli birçok
yapıya gereksinim duyulmakta, sınırlı ekonomik koşullar içinde
100
bunların hızla üretilmesi gerekmekteydi. Bu yüzden, yaygın olan
üslup içinde kentler yeni yapılar ve alanlarla donatıldı.” 80
Osmanlı İmparatorluğu döneminde köklü bir imar
hareketi geçirmeyen ve şehircilik açısından nüfusuyla
orantılı gelişim gösteremeyen Ödemiş, 1919-1922 yılları
arasında yaşanan Yunan İşgali sonrasında yakılıp yıkılmamış 81 olmasına rağmen, iri bir köy görünümünden öteye
gidememişti. Oysa, cumhuriyetle birlikte Ödemiş, 10 yıl
içinde hayret uyandıracak ölçüde modern bir kent olma
doğrultusunda gelişiyordu. Modernleşen Ödemiş, elektrik
ve su şebekesini kurmuş ve işleten bir kent olarak çevresindeki zengin ham-madde kaynakları göz önüne alındığında,
modern bir fabrikayı da hak ediyordu. Yerel cumhuriyet
kadroları için kentlerin modernleşmesi bir belediye hizmeti
olarak kabul edilmişken, sanayileşme ve fabrikalaşma merkezi hükümetin sorumluluğundaydı. Ödemiş ileri gelenleri
kulaklarını Ankara’ya çevirmişler, fabrika için Ankara’dan
gelecek haberi bekliyorlardı.
Ödemiş Ticaret ve Sanayi Odası, 1940’lar
80
Cumhuriyet Dönemi Türk Mimarisi, Prof. Metin Sözen, s. 16
Ödemiş’in yanıbaşındaki Birgi Nahiyesi yakılmıştır. Birgi yangını
Behiç Galip Yavuz’un ‘Birgi’ kitabında ayrıntılarıyla anlatılmaktadır.
81
101
Ankara’dan gelecek haber gecikmedi. Hükümet
Ödemiş’e fabrika için heyetler göndermeye başladı.
Genç cumhuriyet, yerli sanayiyi oluşturup, ülkenin
her yöresini dengeli biçimde fabrikalarla donatmak ve
yabancı ülkelere bağımlılıktan kurtulmak istemekteydi. Bu
çabaya herkes kendi olanakları ölçüsünde katılmakta ve
diğer ülkelerdeki başarılı örnekler dikkatle incelenmekteydi. Atatürk’e çok yakın olan ve bir bakıma onun çevresindeki düşüncelerin de sözcülüğünü yapan Falih Rıfkı
Atay’a göre, “… ‘milli ve müstakil’ bir iktisat kurabilmek için
Türkiye’nin ‘İktisadi Kurtuluş Planı’ diye adlandırılabilecek bir
plana ihtiyaç vardır. Bu kurtuluş kavgasında; hem Rusya’dan,
hem İtalya’dan hatta dünyanın her tarafındaki tecrübelerden
ders... .” 82 alınması gerekiyordu.
Hükümet, dünya ekonomik bunalımının da etkisiyle devletçi kalkınmaya yönelik bir plan yaklaşımıyla
harekete geçerek, ‘Birinci Beş Yıllık Ekonomik Plan’ın (1.BYP)
hazırlıklarına başladı. Devletin yapacağı yatırımlar için
bizzat söz konusu kentlere gidilerek incelemeler yapılıyor
ve tüm ülkeye yayılmış dengeli bir sanayileşme uğruna dış
borçlanmaya gidilmemesine özen gösterilerek, bütçe dengelerinin sarsılmaması hedefleniyordu. 1932 yılında hazırlıklarına başlanan ve 1934-1939 yılları arasında uygulanan
1.Beş Yıllık Devlet Yatırım Programı için finansal ve teknik
destek sağlamak amacıyla, Başbakan İsmet İnönü Sovyetler
Birliği’ne gitti. Bu gezi sırasında yapılan görüşmelerde
Sovyet uzmanların Türkiye’ye gelerek incelemelerde bulunmaları kararlaştırıldı.
82
Türkiye Belgesel İktisat Tarihi, Cilt III, s:143
102
Hükümet Meydanı, 1933. Yeni inşa edilmekte olan Tekel binası.
Hükümet Meydanı, 1936
Hükümet Meydanı, 1968
103
Türkiye’nin yapısına uygun, Anadolu’nun dört bir
köşesini sarmalayacak bir sanayileşme hamlesinde, kendi
ülkesinde büyük bir başarı gösteren Sovyetler Birliği’nin
örnek olarak 83 öne çıkması şaşırtıcı olmamıştır. Sovyetler
Birliği, kapitalist ülkelerdekinin tersine, merkeziyetçi bir
ekonomi ve geniş bir plânlama yeteneği ile 1929-1932
dünya ekonomik bunalımından en az etkilenen ülkelerin
başında geliyordu. Sovyetler Birliği’nin sanayileşmedeki
başarısı Cumhuriyet yönetimini sanayi planlarını oluştururken bu ülkenin uzmanlarıyla işbirliği yapmaya yönlendirdi.
Ülkeye gelen ilk heyet, 12 Ağustos 1932 tarihinde
pamuklu mensucatla ilgili Sovyet Proje Tröstü Müdürü
İktisatçı Prof. Orloff başkanlığında, Sovyetler Birliği’nde
başarılı olan kalkınma planında çalışan deneyimli bir
uzmanlar grubuydu.
Ankara’da yapılan toplantılarda Sovyet heyetine
pamuklu dokumayla ilgili yapılan ön çalışmalar
anlatılarak, fabrika kurulması düşünülen yerlere bizzat
gidilmesi istendi. Önemli pamuk ekim alanları ve ev
dokumacılığının gelişmiş olduğu Eskişehir, Konya, Malatya, Kayseri, Ereğli, Afyon, Büyükmenderes ve Küçükmenderes bölgelerine geziler düzenlendi. Bu gezilerde, uzmanların bir kısmı mevcut pamuklu dokuma tesislerini incelerken, diğer grup ise fabrika kurulması düşünülen şehirlerdeki coğrafi, ekonomik ve endüstriyel koşulları değerlendiriyordu. 84
83
Öte yandan, hükümet yalnızca Sovyet uzmanlarının çalışmalarıyla
yetinmek istemiyordu. İtalyanlardan da kendi deneyimlerinin aktarılması istendi. 1933 yılı başlarında Washington Büyükelçisi Ahmet Muhtar
Bey aracılığıyla dönemin ünlü Amerikalı iktisatçılarından Edwin
Kemmerer’in de aralarında bulunduğu uzmanlar grubu da Türkiye’ye
çağrıldı. (Cumhuriyet Döneminin İktisat Tarihi (1923-1950), Yahya S.
Tezel, s:267)
84
Türkiye Belgesel İktisat Tarihi, Cilt III, s:158-160
104
Planda yer alan projelerin uygulanacağı şehirlerde
demiryolunun varlığı, pamuk ekim alanlarının büyüklüğü
ve hammadde kalitesi zorunlu koşullardı. Büyükmenderes
ve Küçükmenderes bölgelerindeki pamukçuluk bu bölgeleri aday yöreler olarak öne çıkarmıştı. Büyükmenderes
havzasında Denizli, Aydın ve Nazilli, Küçükmenderes
havzasında, Ödemiş ve Tire bu özellikleri taşıyan kentler
olarak adaylar arasındaydı.
Ankara’dan gelen haber doğrultusunda, Ödemiş
Belediyesi ve Ticaret Odası gerekli hazırlıkları yaptı. Belediye, Ödemiş’teki tesisleri gezdirdi, Ticaret Odası raporlar
hazırladı.
Ödemiş’e gelen Sovyet Heyeti yöredeki pamuk
üretiminin pamuklu dokuma fabrikası kurulması için
yeterli olmadığı kanısına vardı. Buna karşın, Küçükmenderes havzasındaki kendir üretimi dikkat çekiciydi.
Ödemiş’e bir kendir fabrikası kurulabilirdi. Pamuklu
dokuma fabrikası için Küçükmenderes yerine Büyükmenderes Havzası öne çıkıyordu ve fabrika yarışı Denizli,
Aydın ve Nazilli arasında geçecekti. Kurulacak fabrika için
Ödemiş’in yerel koşulları komisyon raporunda şu cümlelerle ortaya konulmuştur;
“... Ödemiş için burada verilen malumat ancak ihzari
mahiyette sayılabilir. Şehrin su yollarına dair malumat
belediye reisinden şifahen alınmıştır. Şehir suyu, kuvvetini
membalardan alır. Su tesisatının getirilebildiği su miktarı
saniyede 33 litredir. Şehir su şebekesinin tazyik gücü,
yangın söndürmek için kafidir. Şebeke, yangın muslukları
ile techiz edilmiştir. Şehirde kanalizasyon yoktur. Fakat
projesi yapılmaktadır.
Gördüğümüz fabrika sahası demiryolu civarında
bulunuyor. Burada yeraltı suları 12 mt derinliğinde
bulunmaktadır. Bu mıntıkada şehir su şebekesinin kolları
105
bulunmaktadır. Bu kolların verdiği su miktarı dahi tetkik
edilerek saniyede 3-4 litre olduğu anlaşılmıştır. Yukarıda
yazılanlara dayanarak Ödemiş sahasının su yolu ve
kanalizasyon imkanları hakkında şu neticelere gelebiliriz:
1- Ödemişteki su miktarına dair bütün malumat iyice
tesbit edilmelidir.
2- Yeraltı suları çok derinliklerde bulunduğu için
fabrikaya su vermek için bunlardan istifade etmek
müşkülata bağlıdır.
3- Anlaşılan, sahaya su tedariki için en iyi menba, şehir su
yolu olacaktır.
Tahkik edilmesi lazım olan şeyler:
A) Şehir su membaından kafi miktarda su almanın
mümkün olup olmıyacağı,
B) Şehir su şebekesinin bu miktar suyu mevcut su
borularını değiştirmeden geçirip, geçiremeyeceği.
Fabrika kanalizasyonu iki şekilde tasavvur olunabilir;
a-Fabrika kanalizasyonunu, projesi yapılmakta olan şehir
kanalizasyonuna bağlamak,
b-Pis sulardan, fabrika yakınında bulunan araziyi sulamak
için istifade etmek.” 85
Kendir Fabrikası konusuna Ticaret Odası’nın 10. Yıl
Broşüründe de önemli bir yer ayrılmıştır;
“Menderes havzasında senevi vasati olarak 500.000 kilo
kendir elyafı istihsal edilmekte ve bundan kısmen Tire,
Isparta ve Çanakkaleye kadar ihraç edildiği gibi kısmen de
senevi 140.000 kilo muhtelif cins urgan, çul, çuval ve
sicim imal edilmektedir. Bu mamulat tamamen evlerde
85
Uygulamaya Geçerken Türkiye’de Devletçiliğin Oluşumu, İlhan
Tekeli, Selim İlkin, s:E213
106
erkek ve kadın eli ile ibtidai tezgahlarda vücuda
getirilmektedir. Kaza merkezinde bu iş için halen 150 çark
mevcut ise de, ancak 75 çark çalışmaktadır. İmal edilen
urganlar Balıkesir, Kasaba, Akhisar, Kula ve sair civar
yerlere ihraç edildikten sonra mütebaki aksamı ile kazanın
mahalli ihtiyacı temin edilmektedir.” 86
Ödemiş Ticaret Odası’nın Ödemiş’e yapılacak bir
fabrikayı tüm imkanlarıyla desteklediği anlaşılmaktadır.
Ticaret Odasının 10. Yıl kitabında ‘Kazada kendir istihsali,
urgancılık ve urgan imalathaneleri’ bölümünde kendir fabrikasının Ödemiş’e sağlayacağı yararlar vurgulanmaktadır;
“Ödemiş kazasında bir urgan ve çuval fabrikası te’sisi
fikrile 1932 senesinde Tire ve Ödemiş’te ve bu sırada
Ödemiş Ticaret ve sanayi salonunda tetkikat yapan
Türk ve Rus mütehassıslarından mürekkep bir
hey’etin tetkikatları neticesinde Ödemiş Kendir ve
Sicimlerinin İtalya sicimlerine faik bir hassada olduğu
takdir edilmiştir... Küçük Menderes Havzası’nı teşkil
eden ve miktarı 80 bin dönümden fazla olan arazi
tamamen Kendir zer’iyatına tahsis edildiği takdirde
Ödemiş, Tire ve Bayındır kazalarının kendir mahsulünden senevi 4 ile 5 milyon kiloya yakın kendir elyafı
istihsal edilir ki; bu istihsal miktarı ile Ödemişte
yapılacağı mutasavver bir kendir ve çuval fabrikasının
idaresi te’min edilmekle beraber her sene hariçten
kazaya girmekte olan 40 bin kilo miktarında çuval,
kınnap ve kanaviçenin ihtiyacını temin etmiş olur.”
Ödemiş’e kendir fabrikası kurulması durumunda
Küçükmenderes bölgesinde tütün yetiştirilen alanların
büyük kısmının kendir ekimine ayrılacağı, elde edilecek
‘elyaf’ın yörede değerlendirilmesiyle Ödemiş’te yıllık 2 mil86
Ödemiş Ticaret ve Sanayi Odasının Aziz Cumhuriyetin Onuncu
Bayramına Armağanı, s: 17-18
107
yon lira tutarında bir servetin yalnız kendirden elde edilmiş
olacağı hesaplanmıştır. Ticaret Odası kitabında, kendire
ayrılan bölümünün sonunda “...hülasa: bugün memlekete pek
az nafi olan Menderes Havzası, Ödemişte yapılacak bir fabrika ile
memlekete büyük menfaatlar temin etmiş olur.” denilerek
yöredeki heyecan ve istek dile getirilmiştir.
Ödemiş’in yapısına uygun fabrika pamuktan kendire kaydırılınca, hükümet; kendirle ilgili diğer yörelerden
gelen bilgileri toplamış ve Ödemiş ile Kastamonu bölgeleri
kendir fabrikası için en uygun yerler olarak seçilmiştir. Kendir konusunu incelemek üzere Ödemiş’e bu kez bir başka
Sovyet uzman başkanlığında yeni bir heyet gelir. Heyetin
hazırladığı raporda kendir fabrikası konusu;
“Türkiye’de bulunduğum esnada Türk mensucat
müteassıslarından Mühendis Şevket Bey ve Fazlı
Beyler ile beraber, kendir zeriyatının kesif olduğu iki
mıntıkayı gezdim. Bu iki mıntıkada, daha fazla küçük
urgancılık sanayii temerküz etmiştir. 1 ile 4
Birinciteşrin tarihine kadar, İzmir mıntıkasında
Ödemiş, Tire, Bayındır ile 12-16 Ekim tarihlerinde de
Kastamonu, Daday ve Taşköprü şehirlerini gezdim.
Bu yerlerde bulunduğum zaman, köylülerin kendir
izhar tarzını, küçük urgancılık sanayiini, enerji
membalarını, fabrikalar tesisine müsait arsaları ve
saire mahalli şeraiti tetkik ettim. Türkiye kendir
sanayiine ait yerli kendir müstahsıllerinden şifahen
elde ettiğim malumatın Ankara’da yaptığım mukayese
ve tetkikler neticesinde bana verilen bilgilerin
noksanlığını ve kısmen doğru olmadığını tesbit ettim.
İstikbalde fabrika yerleri yapılırken istinat edilecek
olan bu malumat bir daha tahkik ve itmam edilmelidir.” 87
87
Türkiye Belgesel İktisat Tarihi, Cilt III, s:E 234
108
biçiminde aktarılmaktadır. Rapor, fabrika yer seçimi için
ciddi bir incelemenin gerekliliğini ve bir kararsızlığı yansıtmaktadır.
Ödemiş’e kurulacak fabrika konusu günümüze
kadar Ödemiş’te dedikodu düzeyinde konuşulagelmiştir.
Ödemiş’e kurulacak tekstil fabrikası konusu, Ödemişli tüccarların ve tütün tarımıyla uğraşan büyük çiftlik sahiplerinin de olaya sıcak bakmamaları nedeniyle küllendirilmiş
olabilir. Bu isteksizlikte, henüz tamamlanan elektrik ve su
şebekelerinin borç yükünün belediyeyi ve Ödemiş ileri
gelenlerini ürkütmüş olmasının da etkili olduğu düşünülebilir. Oysa, fabrika için kendi şehirlerinin adıın anılması
bile, bu yatırımı kendi kentlrine kaydırmak için başka
şehirlerde Ankara’yı zorlayan baskı grupları oluşmasına
neden olmuştur. Kendir fabrikası yarışından Kastamonu
galip çıkmıştır. Tekstil fabrikası ise Nazilli’ye yapılmıştır.
Nazilli Basma Fabrikası, 1942
Nazilli’de “25 Ağustos 1935 günü temeli atılan fabrika,
9 Ekim 1937 tarihinde hizmete açılmıştır. Fabrikanın iki postada
109
1.800 ve 8’er saatlik üç vardiyada 2.500 işçinin çalışması ve
yılda 18 milyon metre basma üretmesi öngörülüyordu. 19441945 senesi işçi sayısı 4.500’e ulaşmıştır.” 88 Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası’nın yarattığı istihdam Nazilli’nin
çehresini değiştirmiştir.
Ticaret ve Sanayi Odası kitapçığında yörenin temel
ekonomik girdisi olarak tarım konusu ele alınırken verilen
diğer bir bilgiye göre; Ödemiş Kazasında 40.000 kadar
zeytin ağacı vardır. Bu ağaçlardan her yıl ortalama
4.000.000 kilo tane zeytin ve bu tanelerden de yaklaşık
1.000.000 kilo zeytinyağı ile 800.000 kilo pirina 89 elde edilmektedir. Cumhuriyet öncesi, Ödemiş Kazası sınırları
içinde geleneksel yöntemlerle zeytin sıkan dört imalathane
varken, Cumhuriyet’in 10. yılında Ödemiş’te 4’ü buhar
gücüyle, 2’si su gücüyle çalışan toplam 6 yeni zeytinyağı
fabrikası açılmıştır. Üretilen zeytinyağının 500.000 kilosu
Ödemiş’te tüketilmekte, kalanı Ödemiş dışına gönderilmektedir. Pirinanın ise tamamı Ödemiş dışına yollanmaktadır. 1933 yılında ilçedeki zeytinyağı fabrikaları ile diğer
imalathanelerin listesi, kullandıkları motor güçleri ve
motor türleri de Ticaret Odası kitapçığında bulunan diğer
bir bilgidir.
Ticaret Odası, yöredeki “yeraltı zenginlikleri ve madencilik” durumunu da inceleme konusu yapmıştır. Ticaret
Odası, bölgede 20. yüzyılın başında yabancılar tarafından
başlatılan madenciliğin yerli sermaye tarafından da sürdürülebileceğine inanmaktadır. Ama, herhangi bir teşebbüse
geçilmemiş olması, yöre için bir eksikliktir. Bu yüzden
Ticaret Odası kitapçığında yerli sermaye tarafından işletil88
Bir Şehrin Yeniden Doğuşu: Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası ve
Bu Fabrikanın Nazilli Üzerindeki Etkileri, Halil Volkan Arıkan-Şahan
Savaş Karataşlı- Emre Özkan, s:161
89
pirina: zeytin sıkıldıktan sonra yağdan artakalan ve yakacak olarak da
kullanılan küspe.
110
meye uygun ve hiçbiri işletilmeyen madenlerin durumu
sıralanmaktadır; 90
Cinsi
Antimon
Cıva Madeni
Cıva Madeni
Cıva Madeni
Cıva Madeni
Mevkii
Kimin Tarafından İşletildiği
Mesçitli
Evvelce İngiliz Riz Kumpani
Karyesi
tarafından işletilmiştir
Göre Karyesinde Tayyare Cemiyeti tarafından
işletilmiştir
Yağcılar
Tayyare Cemiyeti tarafından
Karyesinde
işletilmiştir
Halılar
Mekşüfür91
Karyesinde
Kaymakçı
Bu maden kısmen bir vereseye aittir
Karyesinde
20. yüzyıl başı, İzmir’de İncir Sergisi
Ödemiş, 10 yıl gibi kısa bir sürede cumhuriyetin
başardıklarını görmek isteyen yabancı gezginler için de
dikkat çekici bir kasaba olmuştur. Sovyetler Birliği ile
ekonomik alandaki genel yakınlaşma ve Sovyet uzmanların ülkenin muhtelif bölgelerine yaptıkları inceleme gezile90
Ödemiş Ticaret ve Sanayi Odasının Aziz Cumhuriyetin Onuncu
Bayramına Armağanı, s:23
91
Mefşüfür: Varlığı bilinen, ancak günyüzüne çıkmamış.
111
ri, farklı Sovyet uzmanların Türkiye’yi ziyaretleriyle sürmüştü. 5 Nisan 1933’te Sovyet yazarı Leon Nikilin, Kurtuluş Savaşının tarihini ve cumhuriyetin başardıklarını yazmak üzere Ödemiş’e de gelmiştir. Bu ziyaret, Ödemiş’te
heyecanla karşılanmıştır. Yeni Ödemiş Mecmuası’nda
Nikitin’in Ödemiş’e gelişi, “Büyük inkilabımızın tarihini
yazacak olan Rus edip ve müverrihlerinden ve Rus alîmi meşhur
Maksim Gorki’nin arkadaşlarından Leon Nikilin Yoldaş,
Nisanın beşinci, yani kurban bayramının birinci günü akşamı
beraberlerinde İzmir Müze Müdürü Selahattin Bey olduğu halde
Ödemiş’e geldiler. … Gece Ödemiş’te Halk Fırkası’nda
mumaileyh şerefine verilen ziyafette kazanın iktisadî vaziyeti
hakkında Ticaret Odası Başkatibi M.Nedim Bey’den tafsilat
istediler. Fotoğraflar çekildi. Ödemiş’in genç Musiki Birliği
tarafından milli şarkılar çalındı ve zeybek oyunları oynandı.
Leon Nikilin Yoldaş, Türkün büyük inkilâp zaferlerinin sırları
hakkında büyük intibâhlar alarak Ödemiş’ten hareket etti.” 92
biçiminde verilmiştir.
Ticaret Odası Raporu’nda 1929-1932 yılları arasında Ödemiş Kazasının
tarımsal ürün durumu
92
Yeni Ödemiş Gazetesi, 15 Nisan 1933, sayı:7
112
Ödemiş’te, tarımsal ürünleri işleyen fabrikalar kurulamadığından tarımsal ürün fiyatlarındaki en küçük bir
oynama, yörenin ekonomik yapısında sarsıntılara neden
olmaktadır. Ticaret Odası kitapçığında tarım ve ekonomik
yapı konusunda bir genel değerlendirme yapılırken; 1930
dünya ekonomik bunalımının özellikle incir ve diğer tarım
ürünlerinin fiyatlarında büyük düşüşlere yol açmasının
Ödemiş’i de etkilediğine işaret etmektedir. Nitekim, tarımda yaşanan daralma, geçimini tarımdan kazanan yörede
hoşnutsuzluk yaratmış ve bu sıkıntı siyasi hayata da yansımıştır.
Ekin Pazarı, 1950’ler
1980’den sonra yıkılan, İstiklal İlkokulu önündeki Kompir Pazarı, 1960’lar
113
Ödemiş’in dünya ekonomik bunalımından nasıl
etkilendiğini ve bu nedenle kucak açtığı Serbest Cumhuriyet Fırkası serüveninin nasıl geliştiği ve sonuçları Cem Emrence’nin “Ödemiş’te Serbest Cumhuriyet Fırkası” makalesinde “diğer gelişmiş Ege kasabalarında yaşananların bir benzeri...” 93 biçiminde tanımlanıyor. Bu makalede; “Ödemiş’te
İktisadi krizden olumsuz etkilenen köylü ve tüccarların yeni
partinin tabanını oluşturdukları, ... tüccar, diş tabibi ve avukat
gibi eğitimli grupların kendilerini yeni partinin yerel yöneticileri
olarak buldukları...” anlatılmaktadır. 94
Sonuç olarak, Ödemiş’in cumhuriyetle başlayan
kalkınma hamlelerinde bir çok il merkezini geride bırakarak geliştiği görülmektedir. Ödemiş, cumhuriyetin ilk yıllarındaki atılımlarda bir fabrika sahibi olamasa da, modern
bir elektrik ve içme-suyu şebekesi, geniş ve verimli tarım
arazileri ile çevresindeki zengin yeraltı kaynakları göz önüne alındığında, 1933 yılında ekonomik gelişmeye oldukça
yatkın bir kasaba olma özelliğini ortaya koymuştur.
1960’lardan başlayarak Ödemiş, üzerine serpilen
toprağı silkeleyememiş ve içine kapalı, ekonomisi tarıma
dayalı, tarım sektöründeki fiyat dalgalanmalarından yoğun biçimde etkilenen bir kent olarak kalmıştır.
(29 Aralık 2005 )
93
Ödemiş’te Serbest Cumhuriyet Fırkası, Cem Emrence, Toplumsal
Tarih Dergisi, Aralık 1999, s:32
94
Serbest Cumhuriyet Fırkası, yerel seçimlerde Ödemiş’i kazanamasa
da, geçimini çiftçilikten sağlayan Bademye Nahiyesinde seçimi
kazanmıştı.
114
Cumhuriyetin hayırlı cemiyetlerinden;
Ödemiş Himaye-i Etfal Cemiyeti – Anaokulu’
1934 Yılı Broşürü
İşgal altındaki bir imparatorluktan, bağımsız bir
ulus-devlet olarak tarihteki yerini alan Türkiye Cumhuriyeti, ekonomiden başlayarak, eğitim, hukuk, politika, sanat
ve sosyal hizmetler gibi bir çok alanda yenilikler yaparak
girdiği yeni yapılanma sürecinde; korunmaya muhtaç çocuk sorununu Himaye-i Etfal Cemiyetleri (Çocuk Esirgeme Kurumu) eliyle çözme yolunu seçmiştir.
Ödemiş Himaye-i Etfal Cemiyeti,
‘Çocuk Yuvası’ broşürü kapağı, 1934
Ülke topraklarında kimsesiz ve muhtaç çocuklara
yardım için oluşturulan ilk kurumsal girişim 11 Ağustos
1917 tarihinde İstanbul Himaye-i Etfal Cemiyeti ile
başlatılmıştı. Osmanlı yönetimine bağlı bu cemiyet, Kurtuluş Savaşı günlerinde Ankara hükümetinin taleplerine
115
cevap veremeyince, 30 Haziran 1921 tarihinde Büyük
Millet Meclisi’ndeki bazı üyelerin girişimiyle Ankara’da
yeni bir Himaye-i Etfal Cemiyeti kuruldu. Her iki cemiyetin de aynı adla yardım toplamasının halk arasında kafa
karışıklığı yaratmaya başlaması üzerine, İstanbul ve Ankara Himaye-i Etfal Cemiyetleri arasında birleşmek için bazı
yazışmalar yapıldı. Hatta yüz-yüze görüşmeler de yapılmasına karşın, iki cemiyetin tek-çatı altında birleşmesi sağlanamadı. Milli mücadelenin kazanılması üzerine Ankara’daki cemiyet, bir cumhuriyet kurumu olarak ülke çapında örgütlenmeyi sürdürerek, muhtaç çocuklara yönelik
hizmetleri üstlendi. 1917 yılında İstanbul'da kurulan Himaye-i Etfal Cemiyeti ise 1923 yılındaki genel kurulundan
sonra, yeni bir genel kurul yapmayarak tarihe karıştı.
Atatürk’ün desteğiyle kurulan Himaye-i Etfal Cemiyeti, kuruluşunun ilk günlerinde cephede savaşan, şehit
düşen askerlerin çocuklarına yardım etmekle işe başlamış,
daha sonra etki alanını genişleterek, anneler ve ailelere
yönelik hizmetler de vermeye başlamıştır. Bünyesinde dispanserler, muayenehaneler, doğumevleri, aşevleri, çocuk
kütüphaneleri, süt damlaları, talebe sofraları vb. sosyal
hizmet amaçlı değişik kuruluşlar barındırarak hizmetleri
çeşitlendirdi.
Himaye-i Etfal Cemiyeti makbuzu
116
Himaye-i Etfal Cemiyeti’nin ülkemize kazandırdığı
anlamlı uygulamalardan birisi de Çocuk Haftası kutlamaları ve 23 Nisan Çocuk Bayramı olmuştur. 1929 yılından
sonra kutlanmaya başlanan çocuk haftası programlarıyla,
çocuğun önemi toplumun gündeminde tutulmaya başlanmıştır. 1935 yılında kabul edilen Ulusal Bayramlar ve Genel
Tatiller Hakkındaki Kanun’la ve Himaye-i Etfal Cemiyetinin
teklifiyle Hakimiyeti Milliye ve Çocuk Bayramı birleştirilerek, her yıl 23 Nisan günü Ulusal Egemenlik ve Çocuk
Bayramı olarak kutlanmaya başlandı.
Himaye-i Etfal Cemiyeti’nin adı 1936 yılında Türkçeleştirilerek, Çocuk Esirgeme Kurumu oldu.
Ödemiş’te Himaye-i Etfal Cemiyeti’nin şubesi
1926’da açılmıştır. Cemiyet, yörede kısa sürede önemsenmiş ve gerçekleştirdiği güzel ve çağdaş hizmetlerle Ödemiş’in önemli bir sosyal yardım kurumu haline gelmişir.
‘Himayei Etfal Cemiyeti, himayesine bir de Ana Mektebi
almakla, kazanın en mühim ve terbiyevi bir ihtiyacını temin
etmiştir. İlk teşekkülü senesi olan 1932 senesi 30 çocuğu terbiye
ve tedris ederek sene nihayetinde kaza halkının ve Vali Paşa
hazretlerinin huzuruile verdiği bir çocuk müsameresinde yüksek
muvaffakiyetler göstermiştir. Cemiyetin himayesinde bir de
musiki bandosu yetişmiştir.’ 95
1935 yılına gelindiğinde ülkede çocuklara yönelik
tek okuma odası (kütüphane) ile yurt çapındaki 13 Şevkat
Yurdu’ndan birisi Ödemiş’te açılmıştı. Ayrıca, diğeri İzmir’de eğitim veren ülkedeki modern iki Çocuk Yuvası
/Ana Mektebinden birisi Ödemiş’teydi. 96
Ödemiş Himayei Etfal Cemiyeti’nin ‘Çocuk Yuvası’na ‘... devam eden fakir, zengin yedi yaşını bitirmeyen
95
Ödemiş Ticaret ve Sanayi Odasının Aziz Cumhuriyetin Onuncu
Bayramına Armağanı, s: 48
96
SHÇEK Web Sayfası:
http://www.shcek.gov.tr/portal/dosyalar/shcek/tarihce/t02_1.asp
117
küçükler her sabah yuvanın kamyonu ile mektebe gelir ve akşama
evlerine dönerlerdi. Mektepte tatbik edilen sıhhî ve terbiyevî tarz
çocukları çok sıkı bağla mektebe ve muallimlerine bağlamaktaydı.
Bütün faideli şeyler onlara bilfiil gösterilmesi için çeşitli ders
vasıtaları tedarik edilmişti. Bütün yavrular kendilerine yarayacak şeyleri bizzat tecrübe ederek kendiliklerinden öğreniyorlardı.
Bunların mektepteki neş’eli ve bilgili hayatları başlı başına
tetkike şayandır. Burada küçücük yavrular kimsenin yardımına
muhtaç olmadan ve fakat daimi bir nezaret altında temizlik
yaparlar, sofralarını kurarlar, yemeklerini yerler, işlerini görürler, oyunlarını oynarlardı.’ 97
Hem Osmanlı döneminde, hem de cumhuriyet
döneminde öğretmenlik yapmış bir eğitimci olan Halil
Dural (1884–1975), ‘Ödemiş’in Tarihi’ kitabında Ödemiş’in
eğitim ve öğrenim durumunu, okullardaki öğretmenlerin
adlarını verecek kadar ayrıntıyla yazmıştır. Aynı zamanda
Himayei Etfal Cemiyeti başkanı da olan Halil Bey, kitabında Himayei Etfal Cemiyeti’nin açtığı ana okulunun öyküsüne 98 de yer vermektedir. Bu kitaba göre;
“1932 yılında Ödemiş’te Çocuk Esirgeme Kurumu çok faal
idi. Bu kurum Darül irfan binasını 4.100 liraya satın
almış, bu okulda özel bir ana mektebi açmıştı. Aslen
İzmir’li olup, Çapa Kız Öğretmen Okulundan mezun olan
Mihriban Hanım muallim ve mürebbiye olarak üç yıl bu
göreve devam etmişti. Ondan sonra ise İzmir’li Mürüvvet
Hanım tayin olunmuştu. Mürüvvet Hanım 5 yıl çalıştıktan sonra 1937 yılında ayrılmış ve okul da onun ayrılmasından sonra kapanmıştır. Eşyaları ziyan zebil olmuş,
Ödemişliler böyle bir okulu çok fazla aramalarına rağmen
böyle bir okul bir daha kurulamamıştır.”
97
Ödemiş Himayei Etfal Cemiyeti Çocuk Yuvası, Bilgi Matbaası,
İzmir 1934, s: 11
98
Ödemiş Tarihi, Halil Dural, Ödemiş Belediyesi Kültür Yayınları-1,
2004, s:179
118
Halil Dural okul kapandıktan sonraki durumu ise
şöyle özetler; “... binlerce liralık demirbaş eşya ve ders levazımı
yok bahasına ve hatta usulsüz olarak elden çıkarılmış, şahısların
cebine girmiştir. Diyebilirim ki; iş ders levazımının satılmasıyla
kalmamış, müessesenin aşevinin çivileri dahi bu soygunculuğa
maruz kalmış, nerede ise binanın çerçeve ve kapıları da sökülüp
satılmaya niyetlenmişse de, bina Verem Savaş Derneğine icara
verilmesiyle, bu amansız tahripkâr ellerden kurtulmuştur.”
Özel Devrim Okulu,1942
Halil Dural’ın bahsettiği Darül irfan, Ödemiş’te bir
özel ilkokuldur. 1908 yılında Meşrutiyetin ilanından sonra
iktidara gelen İttihat ve Terakki Partisi’nin eğitime önem
veren politikaları doğrultusunda ülke genelinde terâkki
(ilerleme) adı altında bir dizi atılım başlamıştı. İzmir’de de
Şumnulu Yusuf Ziya Bey bir darül irfan açmıştı. Yusuf Ziya
Bey, bir süre sonra Darül irfanın bir şubesini Ödemiş’te
Hacı Raif Efendinin evinde açmış, müdürlüğüne Mehmet
Esat Efendi’yi getirmişti. Okulun Ödemiş’te benimsenmesi
üzerine Yusuf Ziya Bey daha sonra bir bina yaptırarak,
okulu kendi binasına taşımıştı. Bu okul Yunan işgaline
kadar açık kalmış, işgal sonrası tekrar eğitime başlamasına
karşın, Yusuf Ziya Bey’in ölümü üzerine mirasçıları okulu
kapatarak, tütün deposu olarak kiraya vermişlerdi. Himaye-i Etfal Cemiyeti’nin çocuk yuvası açtığı yer, eskiden
119
okul olarak kullanılan bu binaydı. 99 Darül irfan binası
Ödemiş Himaye-i Etfal Cemiyeti tarafından 1932 yılında
4.000 liraya satın alınmıştı. Bina alınırken İzmir Valisi
Kazım Paşa da ‘İzmir Meclis-i Umumisi’ bütçesinden 2.000
lira katkı sağlamıştı.
Ticaret Odası’nın Cumhuriyetin 10. Yılına Armağanı adlı kitapta Ödemiş Himayei Etfal Cemiyetinin kuruluşundan 1933 yılına kadar idare bütçesi verilmektedir. Cemiyet;
1926 Haziran – 1927 Mayıs
1927 Haziran – 1928 Mayıs
1928 Haziran – 1929 Mayıs
1929 Haziran – 1930 Mayıs
1930 Haziran – 1931 Mayıs
1931 Haziran – 1932 Mayıs
1932 Haziran – 1933 Mayıs
1933 Haziran – 1934 Mayıs
arasında
arasında
arasında
arasında
arasında
arasında
arasında
arasında
3.643 lira
5.441 lira
4.916 lira
4.612 lira
4.305 lira
4.946 lira
6.283 lira
3.970 lira
gelir sağlamıştı. Himayei Etfal Cemiyeti’nin harcamaları
bağışlardan ve yardım pullarının satışlarından elde edilen
gelirlerden karşılanıyordu. 1932 ile 1933 yılı arasındaki
gelirlerindeki artıştan, ana okulu binası satın alınırken,
Ödemiş’te başarılı bir kampanya yapıldığı anlaşılmaktadır.
Bağışlarla faaliyetini sürdüren derneğin bir yıllık gelirini
kıyaslamak için, 1930’lu yıllarda bir gevreğin 1 kuruş
olduğunu hatırlatmakta yarar var.
Cumhuriyet’in kuruluşunun ‘Onuncu Yılı’ tüm
ülkede, başarılanların göz önüne serildiği bir şölen havasında kutlanıyordu. Cumhuriyet döneminde açılan türlü
çağdaş kuruluşlar ve kurumlar basılan kitap, broşür ve
99
Bu bina, günümüzde, İzmir Yolu üzerindeki Çarşı Polis Karakolu’nun bulunduğu arsada idi. Yol genişletme çalışmaları sırasında bu bina yıkılmıştır.
120
afişlerle bu kutlamalara katılıyor ve yurdun dört bir yanına
çalışmalarını gösteriyorlardı. Ödemiş Ticaret Odasının 10.
yıl kitapçığında, Ödemiş’teki ‘Hayırlı Cemiyetler’ bölümünde, 1933 yılında faal olan yardım amaçlı kuruluşlar
arasında ilk sırada Himayei Etfal yer almaktadır. 100 10. yıl
etkinliklerine Ödemiş Ana Mektebi de bir broşür ile katılmıştır.
Ödemiş Himayei Etfal Cemiyeti’nin, Ödemiş Çocuk
Yuvasını tanıtmak için bastırdığı broşür, cumhuriyet tarihimiz açısından çağdaşlaşmaya ve çocuklara verilen önemi
gösteren önemli bir belgedir. Ağırlıklı olarak fotoğraflardan oluşan kitapçık, Ana Okulu’nda çocuklara uygulanan
tüm eğitim faaliyetlerini ve okulun kalitesini gözler önüne
sermektedir. Broşürde; yardım pulu satarak ve/veya makbuzla para toplayarak derneğe gelir sağlayan yardım-sever
kimseler de fotoğraflarıyla tanıtılmaktadır.
Okuyucuları, 1932 ile 1938 yılları arasında Ödemiş’te
hizmet vermiş olan Himayei Etfal Cemiyeti - Çocık Yuvası’nın
34 sayfalık tanıtım broşüründen seçilen fotoğraflar ve alt yazıları
ile başbaşa bırakalım.
100
Kitapta daha sonra, sırasıyla; Hilali Ahmer (Kızılay), Türk Tayyare
Cemiyeti, Ödemiş Muallimler Birliği, Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti, Ödemiş’te Spor Kulüpleri, Ödemiş Gençliğinin Musiki ve Saz Kolu
tanıtılmaktadır.
121
(26 – 28 Ocak 2006)
122
‘Ödemiş’ Gemileri
SUNU:
Bordasında ‘Ödemiş’ yazan bir geminin
fotoğrafını gördüğümde, heyecanlandım… Fotoğraf kaç
yılına aitti ve bu kocaman gemiye Ödemiş ismi nasıl
verilmişti. Araştırmaya başladığımda önce Başbakanlık
Cumhuriyet Arşivinde 1943 ve 1945 yıllarına ait belgelere
ulaştım. Bir web-sayfasında ise Ercan Küçüktaş 101 ile
yapılan bir röportajda; “…talihsiz kardeş gemiler Ödemiş ve
Edirne, masal gemisi Gülcemal... çok güzeldi. Kömürlüydü
hepsi. Kuruçeşme'deki Galatasaray Adası kömür dolu olurdu
hep. Gemilere kömür ikmali oradan yapılırdı. Bazen kıyıdan
akıntıya bırakırdık kendimizi. Yüzer, gemilere yakından bakar
ve dönerdik...” 102 deniliyordu. Evet, bir Ödemiş gemisi
vardı, ama geminin öyküsünü oluşturamıyordum.
Emekli bir deniz subayı olan Ercan Küçüktaş,
kendisine gönderdiğim e-postayı hemen yanıtladı ve 1948
yılında deniz ticaret filomuza katılan Ödemiş Gemisi’nin
öyküsünü 103 gönderdi. Böylece, bir değil iki farklı Ödemiş
gemisi olduğu ortaya çıktı…
Ödemiş gemileri ile ilgili öykülerin Küçükmenderes Gazetesi okurlarına ulaşmasındaki katkısından dolayı,
emeklilik günlerini gemi maketleri yaparak geçiren Sayın
Ercan Küçüktaş’a teşekkür ediyorum.
101
http://www.geocities.com/modelgemi/hakkimda.html
http://www.denizce.com/boyuncaklar.asp
103
‘s/s ÖDEMİŞ ve EDİRNE – Talihsiz Kız Kardeşler’, Oktay Sönmez,
Anılarda Gemiler, s: 131-134
102
123
Türkiye, 2. Dünya Savaşı’na katılmamasına karşın,
savaş boyunca izlediği yansızlık politikalarında zaman
zaman büyük güçlüklerle karşılaştı. Hem Almanya, hem
de Müttefik Devletler bazen baskı uygulayarak, bazen de
türlü ödünler vermeyi göze alarak Türkiye’nin kendi
saflarında savaşa girmesini bekliyorlardı. Cumhurbaşkanı
İnönü ve Başbakan Şükrü Saraçoğlu, çeşitli gerekçeler ileri
sürerek bunları geri çevirmenin yolunu buluyor, ülkemize
savaş acısı yaşatmamak için kararlı tutumlarını değiştirmiyorlardı.
İngiltere, 1943 yılında Türkiye’nin müttefiklerin
yanında savaşa girmesi için yeni bir hamle yaptı. İngiltere
Başbakanı Churchill 30 Ocak 1943’te Adana’ya gelerek,
Yenice tren yolu kavşağında bir vagonda İsmet İnönü ve
Başbakan Şükrü Saraçoğlu ile görüştü. ‘Adana Konferansı’
olarak bilinen bu görüşmelerde; ‘Avrupa’nın doğusunda bir
ileri karakol yaratmak amacıyla Türkiye’nin askeri açıdan
güçlendirilmesi için Müttefikler tarafından askeri donanım
yardımı…’ vaad ediliyordu. Görüşmelerde Türkiye’nin
geniş bir silah ve askeri ihtiyaç listesi 104 hazırlaması kararlaştırılınca, İnönü uzun bir askeri ihtiyaç listesi hazırlatıp
süre istedi. Müttefikler ayrıca, Türkiye’nin Almanlar’la
yaptığı ticaretin azaltılması karşılığında bir dizi ekonomik
destek önerdiler Türkiye, paslanmaz çelik yapımında
kullanılan krom cevheri açısından dünya rezervinin %
20’sine sahipti ve Almanya, kendi topraklarında bulunmayan bu stratejik savaş made-nini Türkiye’den alıyordu.
İngilizler ve Amerikalılar, Almanya’ya yapılan
krom satışlarının azaltılmasını ve kendilerine daha fazla
104
İngiliz askeri yetkilileri ve Amerikalı diplomatlara ulaştırılan
listede; 2,300 tank, 1,200 uçak, 120,000 ton uçak yakıtı, uçaksavar
toplarıyla donanmış 25 RAF uçak-filosu, muhtelif tanksavarlar, zırhlı
araçlar, 2,600 makineli tüfek, lokomotifler ve kömürün yanı sıra,
kendileriyle yapılacak ticaret için kullanılacak deniz araçları
bulunuyordu.
124
satış yapılmasını istiyorlardı. Ancak, Türkiye’nin deniz taşıma filosu bu talebi karşılayacak gemilerden yoksundu.
Müttefikler, Türkiye’nin deniz taşıma kapasitesini güçlendirmek için ticari gemiler tahsis etmeyi bir çözüm olarak
gördüler. Verilecek gemiler, müttefik ülkelere satılacak
krom, bakır ve diğer mallarla askeri malzeme taşımakta
kullanılacaktı.
İngiltere'nin ilk aşamada tahsis ettiği 5 gemiye
Adana, Aydın, Maraş, Toros ve Ödemiş adları verildi. 105 Haliyle, Başbakan Şükrü Saraçoğlu’nun Ödemişli olması,
gemilerden birisine Ödemiş adının verilmesinde etkili
olmuştu. 2. Dünya Savaşı boyunca Türk bandırasıyla mal
taşıyan bu gemilerin de katkısıyla, Türkiye krom ile birlikte, kuru gıda, tütün ve yiyecek dışsatımını da arttırdı.
Öte yandan, yapılan müzakerelerde ortaya konulan geniş askeri malzeme ve ekonomik yardım konusunda
müttefikler, ticaret gemileri tahsis etmek kadar cömert
olamadılar. İngilizler, ilerleyen aylarda Türkiye’nin ihtiyacı olan askeri yardımları yapmadılar. Türkiye de baştan
beri sürdürdüğü değişmez tarafsızlık ilkesini terk etmedi.
Türkiye’nin tarafsız kalmakla daha kazançlı çıkacağı görüşünde ısrar etmesi karşısında İngilizler, Şubat
1944’te askeri görüşmeleri askıya aldılar ve herhangi bir
açıklama yapmadan askeri malzeme yardımını durdurdular.
Bu baskılara bir süre daha direnen Türkiye, savaşın
gidişinin iyice belirginleşmesi üzerine 2 Ağustos 1944’te
Almanya ile siyasal ilişkilerini kesti. Bunu 6 Ocak 1945’te
Japonya ile ilişkilerini kesmesi izledi. Şubat 1945’te
toplanan Yalta Konferansı’nda, müttefik liderler yeni
kurulacak Birleşmiş Milletler’e yalnızca 1 Mart 1945 tarihi105
BCA, 7.4.1943 tarihli belge. Dosya: 22878, Fon Kodu: 30.10.0.0,
Yer No: 191.312..20. Toros Gemisinin adı daha sonra Trabzon olarak
değiştirilmiştir.
125
ne kadar Almanya’ya savaş açmış ülkelerin katılmasını
içeren bir karar aldılar. Bunun üzerine Türkiye, 23 Şubat’ta
Almanya’ya savaş ilan etti. Bu sırada Almanya’nın yenilgisi kesinleşmiş olduğundan Türkiye fiilen savaşa girmemiş oldu.
2. Dünya Savaşı sona erdikten sonra Avrupa’daki
dengeler değişti. Savaştan galip çıkan müttefik ülkeler, savaş sonrası dönemde yeni bir paylaşım düzeni oluşturdular. Savaş sırasında verilen sözler unutuldu ve tahsis
edilen gemiler geri istendi.
Savaşın çetin koşullarında, Almanların hava
saldırıları tehlikesi altında 3 yıl boyunca birçok zor görevi
yerine getiren Ödemiş ve Trabzon gemileri İngiliz makamlarına teslim edilecekti. Konu, 25 Temmuz 1946 tarihinde Bakanlar Kurulu’nda görüşüldü. Gemileri İskenderiye Limanı’nda İngilizler’e teslim etmek üzere Devlet
Denizyolları Genel Müdür Yardımcısı Aziz Derya ile Gemi
Kurtarma uzmanı Kaptan L' Rees görevlendirildi. 106 Ödemiş, kendi adını taşıyan bir gemiden yoksun kalıyordu.
Doğduğu kentin adının bir gemide yaşatılmasını
arzu eden Şükrü Saraçoğlu’nun bu isteği için uzun bir süre
geçmesine gerek kalmadı. 1948 yılında İsveç’ten satın alınarak Türk deniz filosuna katılan iki gemi, bu dilek için
uygun bir fırsat oluşturdu. Bu kez, uzun yıllar okyanuslarda seyredecek bir başka Ödemiş gemisinin öyküsü başlıyordu…
İkinci Dünya Savaşı'nın sonuna yaklaşılırken, müttefiklerin Normandiya, Kuzey Afrika ve Sicilya'ya yaptığı
çıkartmalar, Almanya için sonun başlangıcı olan askeri
harekâtlardı. Almanya, bu sürecin ilk yıllarında, Türkiye
gibi tarafsızlık politikası yürüten bir başka ülke olan
106
BCA, 25.7.1946 tarihli belge. Sayı: 3/4541, Dosya: 47-174, Fon
Kodu: 30.18.1.2, Yer No: 111.52..10
126
İsveç’e, birbirinin tıpatıp aynı özelliklerde 3.652 gros-ton ağırlığında, 4.400 ton yük kapasiteli iki gemi sipariş etmişti.
1943 yılında Oskarhamn Varft A/B Tersanelerinde
yapımına başlanan 1.750 beygir gücünde, 3 silindirli buhar
makinasıyla çalışan gemiler 1945 baharında tamamlandı.
Uzunluğu 98 mt, genişliği 14,9 mt ve yüksekliği 6,2 mt
olan gemilere İskandinav mitolojilerinden esinlenerek
Heimdal ile Iduna adları verildi.
Gemilerin teslim edileceği sırada savaş Almanların
yenilgisiyle sona erince, İsveç hükümeti, 8 Mayıs 1945'te
tersane önünde bekleyen, henüz denizlere açılmamış iki
gemiye el koydu. Almanlar’a teslim edilemeyen iki gemi
bir süre sonra İsveç Hükümetince satışa çıkarıldı. Türkiye,
her bir gemi için, o dönem için elverişli bir fiyat olan
1.071.000 TL ödeyerek bu gemileri satın aldı. Heimdal
gemisine Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Şükrü
Saraçoğlu’nun hatırına Ödemiş, Iduna’ya da Edirne adı
verildi. Böylece, s/s Ödemiş ve s/s Edirne gemileri 1948
yılında yük taşımacılığında kullanılmak üzere Türk deniz
filosuna katılmış oldu.
Ödemiş Gemisi, 1960’lı yıllarda denizde...
127
1950’li yılların başında Türkiye Şilepçilik İşletmesi,
Kuzey Avrupa (Londra, Liverpool, Anvers, Rotterdam,
Bremen, Hamburg), Batı Akdeniz (Barselona, Marsilya,
Cenova, Napoli) ve Adriyatik (Venedik, Trieste, Rijeka)
Limanları olmak üzere üç yurtdışı hatta çalışıyordu. İki
kız kardeş gemi de, kısaca Kontinant Hattı olarak anılan
Kuzey Avrupa limanlarıyla Türkiye arasında servise kondu.
Ödemiş Gemisi, 1973 yılında Beşiktaş önlerinde demirli (Fotoğraf, Hürol
Hekimbaşı’ndan alınmıştır).
18 Ocak 1950'de Tekirdağ'dan ayçiçeği küspesi
yükleyerek Danimarka'ya doğru yola çıkan Edirne Gemisi,
29 Ocak 1950'de sisli, buz gibi bir Atlantik sabahının erken
saatlerinde “... kayalara yaklaştı, çarptı. Gemi gene de durmadı.
Gemi kayaların üstünden geçti, kayalar da geminin altını kavun
keser gibi kesti, sonunda kayaları atlayarak öbür tarafa geçti.” 107
Edirne gemisindeki 52 kişilik mürettebat, ıslak
balıkçıl kuşları gibi, adsız bir kayanın üstüne üşüşüp
kurtuldu. Gemi, Manş Denizi girişinde Normandiya kıyıları açıklarındaki Alderney Adası Feneri'nin iki buçuk mil
107
Denizaltı Dergisi, Aralık 1997
128
kuzeydoğusunda 108 sulara gömülüp kayboldu. s/s Ödemiş
(Heimdal) ise Akdeniz, Karadeniz, Ege, Adriyatik, Kuzey
Denizleri’nde tam otuz altı yıl ne iş verildiyse yapmaya
devam etti. Bu arada kömürle çalışan buharlı makineleri
mazotlu motorlarla değiştirildi.
1960 yılında Ödemiş gemisini gezen Oktay Sönmez, gemiyi “…güvertesinde ilk ve son o gün yürüdüm.
Yüklüydü. Güverte, günlerce su altında kalmıştı. Ama ne
bordasında, ne güvertesinde değil bir damla pas, boyayı
sarartmış kusmuş pas bile yoktu” diyerek hatırlamaktadır.
Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi’nde bulunan Ödemiş Gemisi ile ilgili bir belge
DB (Denizcilik Bankası) Deniz Nakliyatı TAO (eski
ismiyle Şilepçilik İşletmesi) 1976 yılında gemiyi hurdaya
çıkararak, Fikri Söker ve Ortakları’na sattı. Gemi sekiz yıl
kadar Paşabahçe önünde bir hüzün anıtı gibi yalnızlığı ve
terkedilmişliğini yaşadı. Ödemiş gemisi 1984’te Aliağa’da,
haddehanelerde eritilmek, sonra da yeni köşebentler,
kemereler, kaplamalar yapılmak üzere parçalandı. Kim
bilir, belki de Ödemiş gemisinden çıkan parçalar başka
gemilerin yapımında kullanılmış ve yeni bir gemi olarak
engin sulara açılmıştır.
108
Edirne Gemisi batığı, deniz dibinde 49044’764N - 02012’270W
konumunda yatmaktadır.
129
Telsiz-telgraf adresi TCGF olan s/s Ödemiş gemisinden kalan bazı objeler, en azından dümeni Ödemiş
Müzesine ulaşabilseydi ve geminin bir maketi ile birlikte
bazı belge ve resimler sergilenebilseydi, kentimizin adını
taşıyan gemilere ait bir bölüm kent arşivi bilincinin yerleşmesine bir katkı olmaz mıydı?
1955 yılında Ödemiş Gemisi’nden gelen telgraf mesajı. Mesajın üzerindeki el
yazısı notlar, telgrafın TCGF ( s/s Ödemiş ) aracılığı ile TCR'ye (Denizbank
Radyo) oradan da TAH'a (İstanbul Radyosu - günümüzdeki adı ile Türk Radyo)
gönderildiğini gösteriyor.
Bence, yerel yönetimlerin yazılı-çizili olmayan bir
görevi de kentle ilgili objelerin toplanması ve anıların, bilgilerin gelecek kuşaklara aktarılması olmalıdır.
(12 Aralık 2006)
130
Haber Değeri Olmayan, Sıradan İnsanlar
Uygarlık, yalnızca bir toplumun değil, bütün toplumların kültür birikimlerinin bileşimidir. Uygarlıklar
etkileşim içinde gelişirler ve insanlığın malı olurlar. Uygarlığı, geniş bir çerçeve içinde; ‘doğanın sırlarıyla, doğanın
güçlerini birleştirmek ve doğanın zenginliklerini insanlık yararına kullanmak’ olarak tanımlarsak, doğanın yarattıklarına karşılık, insanoğlunun yarattığı ve yaşadığı her
şey aslında bir kültürel birikimdir. Yazılı-basılı, sözlü-sazlı,
iyi-kötü, güzel-çirkin, doğru-yanlış her şey, kültürel bir
öğe veya simge olarak incelenebilir. Hatta, günümüz için
pek bir anlam ifade etmiyormuş gibi görünen ama toplum
adına bir görevi yerine getirmiş, ancak haberlere konu olacak olaylarda adı geçmemiş, medyatik olmayan ‘sıradan’
insanlar dahi kültürel zenginliğin yaratıcı birer parçasıdırlar.
Ödemiş’te 1946 Seçimleri
131
Sıradan insanlardan bazılarının öyküleri, birçok
medyatik insana kıyasla çok daha yoğun insani ve kalıcı
değerler içeriyor. Böylesi haber değeri olmayan insanları
ortaya çıkarıp onların birçok insanla ortak yanlarını,
yaşadıkları deneyimleri günümüze taşımak da kültür araştırmalarının bir parçası aslında...
Bir kuşağın ortak yönlerini göz önüne sermek üzere
içlerinden biri ya da bir kaçını anlatmak, daha doğrusu
haber değeri olmayan insanları da anlatmak kültürel birikimlere değerli katkılardır. Emin olun, sıradan insanların
öyküleri, küreselleşen dünya kültürü karşısında bir şemsiye oluşturacak kadar zenginliklerle dolu.
Küresel kültür olarak sunulan tüketim kültürünün
bir uzantısı olan magazin, birçok yerel değeri göz ardı
ederek, onun yerine cicili-bicili bir kültür aşılanmasına
yarıyor. Özünde bir kültür dayatması olan magazin, bir
nevi sarhoşluk halidir. Bizi, bugün için önemli gibi
görünen ama değerli oldukları tartışmaya açık insanların
yaşamlarının içine çeken magazin için, bir an gerçekler
dünyasından sıyrılıp geçici bir rüya aleminde dolaşmak mı
demeliyiz, yalanlar mı, sanal bir alem mi? Şunun adını
korkmadan koyalım; ölçüsüz magazin bombardımaları,
bireyleri kültürsüzleştiriyor. Medya, “... insanları böyle
biçimlendireyim, toplumu şöyle değiştireyim” diye yola
çıkmıyor elbette. Medya kendisine bağımlı bireylerin
beklentilerini karşıladıkça gelen talebe göre bunu daha da
abartıyor.
Bu bombardımanla başa çıkmamız gerekiyor.
Aslında öldürülen hepimizin kültürü. Hepimiz aynı
gemideyiz. Kültürlerin yok edilmesi, insanlığın da yavaş
yavaş yok edilmesi...
Çevremizde, başardıklarıyla bize umut aşılayan bir
yerel öyküler ve bölgesel kalmış insanlar kaynağı var.
Bunları ortaya çıkarmak aynı zamanda bir vefa
duygusunun gereği. Bu insanların öykülerini yazmakla
132
adsız kahramanlarımızdan bazılarını tanıma ve yapmış
oldukları anlamlı işleri öğrenme fırsatımız oluyor.
Birgi elektrik Santralını gerçekleştiren ekip; Birgi Belediye Başkanı, Şeref
Işıktaş ve Sami Bengisu
İnsanı insan yapan değerleri unutturmaya, insanın
elinden almaya hiç bir dayatmanın gücü yetmiyor. Ünlü
olmayan insanların güzel ve onurlu öykülerinin gelecek
kuşaklara aktarılması zenginliktir, kültürün güvencesidir.
Ödemiş’li yazar Behiç Duygulu’nun iki kitabı
133
Yerel insanlar ve yerel öyküler, yani medyatik olmayan sıradan insanların öyküleri, en iyi yerel gazeteler
aracılığı ile gün yüzüne çıkıyor. Ben kendi payıma; Küçükmenderes Gazetesi’nde o insanları yazarken, bir yurttaşlık
görevini yerine getirmiş olduğumu düşünüyorum.
Öyküleri yazılan insanların kimler olduğunu irdelemenin pek bir önemi de yok aslında... Önemli olan; belgeler kaybolmadan, henüz bilgilere ulaşılabiliyorken yaşanmış olanları kayda geçirebilmek. Yani, geçmişten geleceğe
nelerin taşınacağını, nelerin kalıcı olacağını yalnızca zamana bırakmamak, onların üzerinden bir çok bilgi verebilmek...
(12 Kasım 2005)
134
İğneci Hilmi Bey’in Ödemiş’te ‘Tiyatro ve
Musikî Cemiyetleri’ Serüveni
Cumhuriyet, 1923’ten başlayarak, kuruluş ideolojisine uygun insanlar yaratmanın aracı olarak tüm ülkede
bir ulusal kültür yaratma seferberliğine girişmiş ve bunun
için yeni kurumlara gereksinim duyulmuştur. Devrimlerle
başlatılan çağdaşlaşma çabalarının tüm yurtta yaygınlaştırılması çalışmalarını ilk yıllarda Türk Ocakları, sonraki
yıllarda ise Halkevleri üstlenmiştir.
31 Mart 1931’de Türk Ocakları’nın kapatılıp, ocakla
ilgili görevlerin ve mallarının önce Cumhuriyet Halk Partisi’ne, ardından da Halkevleri’ne devredilmesinden sonra
tüm ülkede olduğu gibi, Ödemiş’te de çağdaşlaşma çabalarına yönelik kültürel faaliyetlerin yürütülmesini Halkevleri üstlenmiştir. Halkevleri 9 Şubat 1932’de kurulmuş,
Ödemiş Halkevi ise 23 Şubat 1934’te açılmıştır.
Türk Ocakları’nın kapatılmasıyla Halkevleri’nin
kurulması arasında geçen sürede Ödemiş gençliği, sanat ve
müzik faaliyetlerini Ödemiş Muallimler Birliği çatısı altında bir ‘Musiki ve Saz Kolu’ oluşturarak sürdürdü. Muallimler Birliği’nin yaptığı çalışmalar ve cumhuriyetin ilk on
yılında Ödemiş’in genel görünümü, Ödemiş Ticaret Odası’nın 1933’te yayınladığı “Ödemiş Ticaret ve Sanayi Odasının
Aziz
Cumhuriyetin
Onuncu
Bayramına
Armağanı”
broşüründe coşkulu bir dille anlatılmaktadır; “Büyük
Cumhuriyetimizin Ödemiş gençliği, maarif, teceddüt ve
yükselmek hususunda gösterdiği kabiliyet ve istidadın yüksek bir
derecesini de musiki ve saz sanatlarında göstermektedir. On beş
135
parçadan mürekkep olan bu saz kolunun arasıra vermekte olduğu
büyük müsamerelerde gösterdiği muvaffakiyet cidden şayanı
şükrandır. İki sene gibi az bir zamanda büyük muvaffakiyetin bir
kaç sene içinde yetişecek gençler için büyük ve nefis bir sanat
numunesi olduğuna şüphe yoktur.”
Ödemiş Halkevi Şubesi’nin ilk Başkanı, Cumhuriyet Halk Fırkası’nın da önde gelenlerinden Muharrem Baran’dır. Ödemiş’teki kültür faaliyetlerinde ilk kıvılcımı
yaratan Ödemiş Halkevi Şubesi, çalışmalarını ilk yıllarda,
İyi Sinema’nın yan sokağında (günümüzde Türkocağı
Sokağı) cumhuriyetten önce Ermeni Mektebi olarak kullanılmış olan Türkocağı binasında yürütmüştür. Daha sonra
Türk Hava Kurumu (THK) binasında çalışmalarını sürdürmüştür.
Halkevi içinde farklı ilgi alanlarına olanak sağlamak üzere, yörenin üye yapısına bağlı olarak değişik alt
gruplar oluşturulmaktaydı. Ödemiş Halkevi dokuz kolda
faaliyet göstermiştir. Bunların bir tanesi de ‘Musiki ve
Temsil Kolu’ydu. 26 üyeyle çalışmalarına başlayan Halkevi Temsil Kolu, kuruluşunu izleyen dönemde yılda üçdört temsil verebilecek düzeye ulaşmıştı. Halkevi temsilleri
ve etkinlikleri ücretsizdi. Halkevleri Temsil Kolu tarafından sergilenen oyunlardan bazıları; Kozanoğlu, İstiklal,
Tarih Utansın, Vatan ve Vazife, Zafer Tablosu gibi tarihsel konulu ve halka ulusal bilinç aşılamak üzere seçilen oyunlardır. Para Delisi, İkizler, Bir İlan Hatası gibi oyunlar ise genel
ahlak ilkelerinin yerleştirilmesine yönelik ibret dersleri
içeren oyunlardır. Özyurd, Akın, İstikbal, Mavi Yıldırım gibi
milli duyguları harekete geçiren oyunlar ise yurdun diğer
bölgelerindeki halkevleri şubelerinin de oynadığı meşhur
oyunlardandır.
Üye sayısı kısa sürede 500’e ulaşan Ödemiş
Halkevi’nin ilk etkinliklerinden birisi de halkın sözlü geleneğinde yer etmiş folklorik bir konuyu işleyen ’Himmet’in
Oğlu’ adlı Tiyatro oyunu olmuştur.
136
‘Himmet’in Oğlu’ piyesi, 1 Mayıs 1936,
Sol başta ayakta Hilmi Bey, oturan sakallı Marangoz Namık, kadın rolünde
Berber Ahmet.
Atatürk’ün Türk kadınını her alanda yer almaya
özendirmesine rağmen, Ödemiş’te bayanlar, Halkevi’nin
ilk etkinliklerine katılmaktan çekinmişlerdir. Kaymakam
Haşim Bey’in öğretmen hanımları halkevi etkinliklerinde
yer almaları ve temsile çıkmaları için desteklemesi de, ilk
oyunda kadın rolünün bir kadın tarafından oynanmasını
sağlayamamıştır. Bayanlar, kaymakamın desteğiyle temsil
kolunda görev almışlar, rolleri varmış gibi provalara katılmışlar, ancak, piyes halka oynanırken sahnede yer almamışlardır. Ödemiş’in bu konuda öncülük yapan bayanlarının, Eczacı Erşan Şölen’in annesi öğretmen Leman Şölen ve kardeşi Halide Hanım oldukları, bu piyesin çalışma
fotoğrafından anlaşılmaktadır. Avukat Savga Ural’ın
annesi öğretmen Servet Hanım çalışmalara eşiyle birlikte
katılmaktaydı. Bayanların, oyunun provalarında bulunmasına rağmen, Himmet’in Oğlu piyesinde kadın rolünü Şehir
Kulübü’nde berberlik yapan Berber Ahmet oynamıştır.
137
Halkevleri Musiki Kolu da Tiyatro Kolu gibi üretken ve yöre halkı tarafından beğenilen etkinliklerde bulunuyordu. Bu alandaki faaliyetlerde görev yapan ve günümüzde de bu konu ile ilgili araştırma yapanların ilk elde
karşılaşacağı Halkevi üyesi sanatseverler arasında; musiki
bilgisiyle tanınan ve güzel keman çalan Rıza Karhan, hem
şarkı okuyan hem de temsillerde görev alan Celal Bey,
sesinin güzelliğini daha sonra taş plaklara da taşıyan Avni
Güler, tambur ve ud çalan Saatçı Mustafa, cümbüş ve ud
çalan İbrahim Keser, Belediye Fen Memuru Fevzi Bey,
Terzi İbrahim Dikmen, Seyreklili Hafız Mustafa ve İğneci
Hilmi Bey ilk hatırlanan kişilerdendir. Halkevi konserlerinde, güzel sesiyle bazen kendi derlediği şarkılar okuyan
günümüz bestecilerinden Kasım İnaltekin de halkevlerinin
son dönemlerinde çalışmalara katılmıştır.
Öğretmen Leman Şölen, İstiklal Okulunda öğrencileriyle, 1938
Faaliyetlerinin yaygınlaşmasından sonra halkevi
için hedef artık güzel bir salona kavuşmak ve daha güzel
oyunlar sahnelemek olmuştu. Halkevi, 1945 yılında yapı138
mına başlanan yeni binasına 1948’de geçebilmiştir. Günümüzde Belediye Kültür Merkezi, Park Kulüp ve Sağlık
Merkezi olarak kullanılan binalar, 700 kişilik balkonlu
salonu ile Ödemiş’te dönemin en modern yapısı olmuştu.
Değişik etkinliklere seyirci veya oyuncu olarak genellikle
memur ve öğretmen kesiminin katılımcı olduğu söylenebilir. İğneci Hilmi Bey’in hatırladığı biçimiyle ağırlıklı olarak da Ödemiş’e dışarıdan gelen memurlar faaliyetlere daha aktif olarak katılıyorlardı.
Ödemiş Halkevi faaliyetlerini sürdürdüğü 19341951 arasında ağırlıklı olarak, kutlama törenleri, konferanslar, temsil, müsamere, sergi, yabancı dil kursu ve gezi
gibi etkinliklerde bulunmuştur.
DP iktidarının ilk icraatlarından birisi de 16 yıl
boyunca ülkedeki sanat ve kültür etkinliklerinin en uzak
şehirlere kadar yayılmasını sağlamış olan Halkevlerinin
kapatılması oldu. Yerine bir başka kurumun açılmadığı
halkevlerinin kapatılması, cumhuriyetin kuruluş dönemini
yaşayan kuşak tarafından buruk bir özlemle anılmaktadır.
Ödemiş’te tiyatro serüveninin izlerini sürerken
buluştuğumuz Hilmi Bey’le o günlere dönerken ilk durağımız halkevlerinin coşkulu temsilleri oldu. O günleri inançlı
bir Cumhuriyet genci olarak yaşayan İğneci Hilmi Bey; “ ...
gençlik halkevlerinde barınıyordu, tiyatrosunu, sporunu, kitap
okumasını orada sürdürüyordu” diye özetledi halkevlerini.
1916 doğumlu Hilmi Ünal, Ödemiş’te uzun yıllar
sağlık memurluğu yaptığı için İğneci Hilmi Bey olarak
tanınmaktadır. Bir tiyatro tutkunu olan Hilmi Bey’in amatör tiyatro serüveni halkevlerinde başlamıştır. Hilmi Bey,
1939-1943 arasında ‘İhtiyat Askerliği’ görevi nedeniyle
tiyatro çalışmalarına uzak kalmış, askerden döndüğünde
kaldığı yerden başladığı tiyatro çalışmalarına 1980’li yıllara
kadar aralıksız devam etmiştir. Hilmi Ünal, tiyatro çalışmalarına ek olarak halkevleri musiki kolunda da görev almıştır. Hilmi Bey, halkevlerinden sonra kurulan başka bir
139
musiki cemiyetini de yıllarca neredeyse tek başına sürüklemiştir.
Hilmi Bey’in tiyatro ve musiki serüveni, Ödemiş’teki tiyatro ve musiki faaliyetlerinin tarihsel gelişimine
de uygundur. Hilmi Bey’in çalışmaları halkevinden
boşalan sanat etkinliklerini yürütmek üzere kurulan bir
başka dernekte de devam etmiştir.
DP’nin kültüre yaklaşımı, CHP’nin uyguladıklarının tersini yapmak üstüne kurulduğu için, 1950’li yıllarda
DP, çağdaş sanat etkinliklerini bir kıyıya itti. Türkiye’deki
birçok ilçe gibi Ödemiş de, devletin desteklediği kurumsallaşmış yerel kültürel dernekten yoksun kaldı.
İsmet İnönü, 15 Mayıs 1934 tarihinde Gölcük’te
1949 yılında Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün
Ödemiş’i ziyaretinde Gölcük’te gecelemesi, halkevinin hazırladığı bir konseri izlemesi ve halkevinin bahçesinde
otururken Hilmi Bey’in dört yaşındaki kızı Sabriye’yi
kucağına alarak sevmesi, Hilmi Bey’in unutamadığı anılarından biridir.
Hilmi Bey’in İnönü ile ilgili diğer bir anısı ise buruktur: İsmet İnönü’nün 1952’de muhalefet partisi başkanı
olarak geldiği Ödemiş’te eskisi gibi coşku ile karşılanma140
mıştır. Halkevleri kapatıltığı için İnönü’ye önceki gelişlerinde olduğu gibi bir konser verilemez. Halkevinde görev
almış olan bir avuç insan adına Hilmi Bey, halkevinin kapatılmış olmasından duydukları üzüntüyü İnönü’ye aktarır. İnönü, benzer faaliyetlerin başka bir çatı altında da sürdürülebileceğini hatırlatır. Böylece, halkevleri sonrası dönemde Ödemiş’te tiyatro ve konser faaliyetleri İnönü’nün
tavsiyesi de göz önüne alınarak yerel dernekler aracılığıyla
yürütülmeye başlanır.
Halkevi sonrası boşluğu doldurmak üzere ilk
kurulan dernek ‘Ödemiş Musiki Cemiyeti’dir. 1952 yılında
kurulan Ödemiş Musiki Cemiyeti, Ticaret Odası’nın az
ilerisinde İzmir Yolu üzerinde eski bir binada 109 faaliyete
başlamıştır. Dernek başkanlığını, daha önce Ödemiş
Halkevi Şubesi’nde de faal olarak çalışan Seyreklili Hafız
Mustafa yürütmeye başlar. Musiki Cemiyeti, bir süre bu
binada kaldıktan sonra, Şehir Hamamı’nın yanındaki
binaya taşındı. Yeni kurulan bu dernekte, Halkevi dönemindeki istek ve şevk yakalanamamıştır ne yazık ki...
Hilmi Bey, ‘Ödemiş Musiki Cemiyeti’ başkanlığını
1955 yıllarında yeni taşınılan binada devralır. Bu dernek
uzun yıllar boyunca, Ödemiş’te tiyatro çalışmaları için didinen tek kuruluş olmuştur.
Ödemiş Musiki Cemiyeti, şehir hamamının yanındaki binada 5 yıl kalır, 1960 İhtilali’nden sonra da THK
binasına taşınır. Avukat Rıza Aksoy’un babası Singerci
Hamdi Bey’in bir yıllık başkanlığı dışında, kapanıncaya
dek dernek başkanlığını Hilmi Bey yürütmüştür. Hamdi
Bey’i dernek başkanlığından, biraz da boğazlarına ve içkiye düşkün olan derneğin keman, ud ve klarnet çalan, saz
heyetinin yıldırdığı anlatılır. 1956 yılı yaz aylarında Göl109
Günümüzde Ordu Caddesi üzerinde Çarşı Polis Karakolun’nun
bulunduğu yerdeki bu bina, Cumhuriyetin ilk yıllarında ‘Himayeyi Etfal
Ana Mektebi’ olarak kullanılmıştı.
141
cük, bu grubun saz sesleri ve fasıllarıyla çınlamıştır. Yemeyi içmeyi kendisi de seven Hamdi Bey, böyle bir grupla
derneğin yürümeyeceğini kısa zamanda görmüş, dernek
yönetimini yeniden Hilmi Bey’ e bırakmıştır.
THK Binası, Belediye Şehir Salonu açılmadan önce 1950’lerin ortalarına kadar
Ödemiş’in tiyatro ve konser salonu idi. (Fotoğraf, 1938 yılna aittir)
Ödemiş Musiki Derneği’nin üye sayısı 30-40’ı geçmemiştir. Üyelerin çoğu da enstrüman çalan, koroda şarkı
söyleyenler ya da piyeslerde rol alanlardır. Derneğin yıllık
üyelik ödentileri bile toplanamamaktadır. Ödenti söz konusu olduğunda, üyeler ‘‘fiilen çalışıyorum, alet çalıyorum,
bir de para mı vereceğim” demekteydiler. Ayrıca, derneğin
kendi üyeleriyle yaptığı etkinlikler de ücretsizdi. Oysa,
Hilmi Bey’in dernek başkanı olarak “tiyatroya çıkıyoruz,
komiklik yapıyoruz, para mı vereceğiz” demeye hakkı yoktu,
ufak tefek harcamayı cebinden yaparak derneği ayakta
tutmaya çalışır. Çalışmalar yürütülmese ortada Cemiyet
kalmayacaktır. Hilmi Bey, dernek başkanı olarak her bir işe
koşturmak zorundadır.
Musiki cemiyetlerinde, amatör çalışmalara katılan
müzikseverler için en azından üç beş enstrumanın demir142
baş olarak bulunması gerekir. Oysa, dernekte kayıtlı olarak
uzun yıllar duvarda asılı, telleri kopuk, çatlak bir sazdan
başka estruman yoktur. Eş-dosttan alet çalmayı bilenlerle,
bazen halk sazıyla ama ağırlıklı olarak tiyatro koluyla 15
sene yürütmeye çalışırlar derneği. Dernekte klasik Türk
musikisi de, Türk halk müziği de çalışılmıştır. Musiki
Cemiyeti olarak konser verecekleri zaman, kendi olanakları yetersiz kaldığında Ödemiş Belediye Bandosu’ndan
eleman ve enstrüman takviyesi alırlar.
Ödemiş Belediye Bandosu, 1973
Hilmi Bey, o günleri anlatırken, “... ne saz var, ne
bina. Yürümedi tabii, kapandı. Ödemiş’te kendi başına alet çalan
çok kişi vardı ama yalnızca bir enstrumanı çalmak değil de,
etrafını toplamak, teşvik etmek... Bunu istiyor insan” demekten
de kendini alamıyor.
Kimler gelir giderdi derneğe diye sorulduğunda,
“sesi en güzel olanların başında Berber Mustafa vardı. Kasım
İnaltekin’in kardeşi Muharrem de şarkı okurdu. Adnan vardı.
Sazendelerden hatırlayabildiklerim: Marangoz Süleyman Aytun,
Foto Muzaffer Soyer, Yorgancı İsmail, Züccaciyeci Hikmet
Marmara, Tuhafiyeci Tevfik, kanun çalan Saatçi Mustafa, Terzi
İbrahim Dikmen idi hatırlayabildiğim kadarıyla. Rıza Karhan’ın
143
bir bestesi vardı, o çok istek alırdı. Tiyatroculardan da öğretmen
Behiç Galip Yavuz, İstanbul’da okuyan ve Ödemiş’e geldikçe
cemiyete uğrayan Aykut Oray ve Bilge Şen aklımda kalanlar.
Lise müdürü Ziya Bey’in de emekleri geçmiştir” diyerek
anlatımına o yoğun günlere içten özlemini katıyor.
Cemiyet çalışmalarına katıldığı ilk günlerde Türk halk müziği sanatçısı Bedia Akartürk’ün Türk sanat müziği okuduğunu hatırlıyor. Bedia Akartürk’ün bir ara tiyatroda da rol
almak istediğini, ama bu işlerden anlayanların; “ ... hayır,
bırak değişik dalları, sen Türk halk müziğinde yükseleceksin”
demiş olmaları da bir başka anısı...
Kasım İna1tekin’e konser için isteklerini iletmişler,
ama denk gelip solo konser verememiştir. Ödemişli neyzen
Sencer Bey’in THK binasında verdiği konserler vardır.
Hilmi Bey derneğin içinde bir yandan müzik çalışmaları yürütürken, bir grup meraklı arkadaşıyla tiyatro da
yapar. Zaman zaman başka ilçelere oyun ve konser için
giderler. Söke, Tire, Beydağ, Kiraz, Kaymakçı, Bayındır
temsil verdikleri kentlerdir. Sadece temsil masraflarını
karşılayacak kadar para istiyorlardı. “40-50 lira verirseniz
geliriz” dediklerini hatırlıyor, Hilmi Bey. Minibüs kirasına
temsil vermeye gittikleri bile olmuştur.
Ödemiş Musiki Cemiyeti, Ödemiş’te Moliere de
sahnelemiştir. Ancak, oyun orijinal biçimiyle oynanmamıştır. Sahnelenecek piyesler çoğu zaman görev alacak
kişilerin yapısına ve bulunabilen oyunculara göre yeniden
yazılıyordu. Moliere de de böyle bir düzenleme yapılmıştır. Oyunların ve konserlerin afişleri de elle yapılırdı. Provalardan çekilen fotoğrafın üzerine yazı yazarak kapıya
filan asarlar veya el ilanları hazırlarlardı. Zahmetli çalışmalardan sonra ortaya çıkan oyun yalnızca matine ve
suare olmak üzere iki temsil olarak oynandığından, afiş,
ilan gibi ek harcamalar yapamıyorlardı. Belki de o dönem
Ödemişliler’in oyunlarına ilişkin ilan veya afişlerin bulunmamasına hayıflanmamız gerekir.
144
Bazen de dışarıdan tiyatro getirirlerdi. 1972 yılında
Zeki Alasya ve Metin Akpınar ikilisi de tiyatrolarını yeni
kurduklarında Ödemiş’e gelmişlerdi.
Tiyatro veya konser biletlerini bizzat, dernek başkanı olarak Hilmi Bey satmak zorunda kalmıştır. Hilmi Bey
1960’lı yıllarda biletlerin 50 kuruş veya 1 lira olduğunu ve
tiyatrolar için bilet satmanın zorluğunu hâlâ hatırlar. Bilet
satmak için belediyeye gider, liseye gider, sanat okuluna
gider, Park Kulüp’te eş-dosta vermeye çalışır ve tiyatro severleri gelen tiyatronun çok kaliteli olduğuna ikna etmeye
çalışırdı. Tiyatronun sergileneceği gün, akşamüstü yeterli
bilet satıldı mı, gelen ekibi kurtarıyor mu diye heyecanla
hesap yaparlar. Çünkü, ekibin parası toplanmamşsa, eksik
kalanı ceplerinden ödeyeceklerdir. Bu zorluklarla devam
eden çalışmalarda derneğe gelir kalması bir yana, masrafları ucu ucuna çıkarırlar, çektikleri sıkıntı ve dedikodu
yanlarına kâr kalırdı. Derneği kapatmayı düşünürler ama
kendilerine de yediremezler.
Moliere’in ‘Kibarlık Budalası’ oyununda Hilmi Bey
145
Hilmi Bey ve bir avuç sanatsever değişik sohbetlerde zaman zaman derneğin maddi durumunun iyi olmadığını, kapanmak üzere olduğu yönünde sitem etmelerine
rağmen çalışmaları sürdürmekten de kendilerini alamazlar. Hilmi Bey bir ara Yeni Asır’a derneğin kapanmak
üzere olduğuna dair demeç verir. Bu demeci okuyan İzmir
Belediyesi Musiki Cemiyeti, Ödemiş’teki derneğe bir yazı
gönderir; “Derneğinizin müşkül durumda olduğunu okuduk,
dernek olarak Ödemiş’e gelip sizin adınıza konser vermek
istiyoruz” derler. Ödemiş Musiki Cemiyeti bu öneriyi
memnuniyetle kabul eder. Yetmişli yılların başında İzmirli
heyetin ücret almadan sergilediği bu konser derneğe biraz
gelir bırakmasına ve heyecan yaratmış, ama yalnızca derneğin kapanmasını geciktirmiştir.
Hilmi Bey, zor durumda olan derneğe Ödemiş Belediyesi’nin yardımcı olmasını ister. Belediye Başkanı Muzaffer Gönen’e: “Derneğe gençler katılmıyor, dernek kapanacak,
yürümüyor” der. En azından kira giderinden kurtulmak
için belediye otogarının ikinci katından bir odanın derneğe
146
verilmesi dernek için güvence olacaktır. Belediyeden karşılık alamazlar. Kiraları ödeyemeyecek duruma düşünce,
THK binasından çıkarılan dernek yeni bir yere de taşınamaz. Dernek, kendi başvurusu üzerine, mahkeme kararıyla
kapanır. Mahkeme ilâmını üzülerek saklamaktadır İğneci
Hilmi Bey.
Dernek kapandıktan sonra da Hilmi Bey turneye
çıkan tiyatroların ilk bağlantı kurduğu insandır. 1973 yılında Park Kulüp adına oyun getirirler. Park Kulüp Başkanı
Av. Osman İnal konuşma yaparak, Ödemiş’in sanatı ne
kadar çok sevdiğini, Park Kulüp’ün yardıma hazır olduğunu söyler. Ama dernek daha fazla yaşatılamamıştır.
Hilmi Bey, cemiyetin tiyatrolarında kızı Sabriye’nin
de oynamasını özendirir. Daha sonra Kadın Doğum Uzmanı olan Sabriye Hanım, Ödemiş Lisesindeki sanat faaliyetlerine de katılan faal ve yetenekli bir genç kızdır. 1960
sonrası dönemde Ödemiş Lisesi’nde yoğun tiyatro ve sanat
faaliyetleri vardır. Liseli gençler okuldaki tiyatro çalışmalarına ek olarak Musiki Cemiyeti için de gönüllü çalışırlar.
Bu kuşaktan sonra bu kaynağın da kuruduğunu söyleyebiliriz.
Hilmi Bey, 1961 yılına ait bir anısını anlatırken. “ ..
Erkek Güzeli piyesi için dört tane hanım lazım. Provalar akşam
yapılıyor. Aydın kişileri seçeceksin de, kızlarını provalara
yollayacaklar. Üç tane bulayım da, yeter. Ben oyunu ona göre
değiştiririm. Piyeste hizmetçi kız var. Hizmetçi kızı, uşak olarak
bir erkekten çıkarayım diyorum” diye heyecanla bir oyunun
sahneye konmasını anlatıyor. Kızı Sabriye liseye yeni
başlamıştır. Tiyatro’ya babası gibi meraklıdır. Tiyatroda bir
bayan rolü için herkese söylenmiyor. Oyunda rol alacak ilk
bayan Sabriye’dir. Diğer bayan rolü için ise Sabriye’nin kız
arkadaşı Ümit vardır. Ümit’in babası Ağır Ceza Reisi
Ahmet Bey’e gider rica eder, “Musiki cemiyetinde bir temsil
yapacağız, o temsil için üç tane bayan lazım, birisine bizim
Sabriye’yi alıyorum, bir de Sacide var...” Ağır ceza reisine
147
bunu söylemek de mesele. Hakim Bey’in nasıl tepki göstereceğini de bilemiyor. “Senin kız da olsa, oyunu çıkaracağız.
Ümit istekli, senden müsaade istiyor.” Ahmet Bey, cevaben
“madem senin kızın giriyor sen başlarında bulunacaksın, ben de
Ümit’i veriyorum, girsin oynasın” dedikten sonra rahatlar
Hilmi Bey. “Hevesli insanlar var ama onları destekleyecek
insanlar lazım” diyerek taşrada tiyatro hazırlamanın zorluğuna değindikten sonra, “Bugün bu etkinlikleri, etkin-likler
için harcanan çabaları ve sadece sanat aşkı için yürütülen
çalışmaları, gerçekleştirilenleri kaç kişi hatırlıyor acaba ... “ diye
de sormadan edemiyor.
Hilmi Bey’e Ödemiş’te sanat serüveninin genel bir
değerlendirmesini sorduğumuzda derin nefes alıyor. O
günlerden kalan anılar arasında, nedense önce sıkıntılı
olanları hatırlamıyor. İyimser bir bakış açısıyla yaklaşıyor.
“Bütün bunlar için ben boşuna çalıştım demiyorum. Hem bir
yardımım oldu Ödemiş’e, hem de günleri boşa geçirmedim.
Ödemiş’te şimdi anıyorlardır herhalde. Bunlar sanat faaliyetiydi.
Tiyatro getirmek külfetli iş. Dernek adına tiyatro getirip zarar
edilirse, dernek ödüyordu zararı. İçim sızlardı. Bazen de kendi
adıma getirirdim, zararı derneğe yüklenmesin diye. Zarar etsem
de ben zarar ediyordum, kimseye bir şeyim olmuyordu. Şimdi
telefonla, faksla yapıyorsun anlaşmaları. O zamanlarda adamlarla bizzat görüşeceksin, telgrafla teyit edilecek.”
Arada komik olaylar da yaşanmıştır. Hilmi Bey
anlatıyor;
“... bir gün Refik Lostar diye bir organizatör geldi.
Ünlü bir yazarın ‘Bütün Oğullarım’ diye çok kaliteli bir
piyesi için angajman yapacak benimle. Refik yapıştı mı
bırakmaz, iyi organizatör. Kabul ettim. Afişleri astık, reklâmlara başladık. Bir-iki gün sonra işittim ki, Ödemiş’e
aynı gün bir de konser grubu geliyor. Onu sinemacılar
getiriyor. Hapı yuttum diyorum. Onlar için de kötü, bizim
için de kötü. Hemen telgraf, “O gün Ödemiş’e bir konser
geliyor, bu anlaşmayı lütfen iptal edelim, başka bir güne bıraka148
lım.” Cevap yok. İçim içime sığmıyor. Gelirlerse anlaşma
parasını ben vereceğim. İki gün sonra gene telgraf çekiyorum, “Cevap alamadım” diyorum, “biz sizin heyetinizin
gelmesini istiyoruz ama durum böyledir, başka bir müzik
topluluğu geliyor, bilet satamayız filan.” Cevap yok. Tam
tiyatro günü adamlar grubuyla gelmez mi? Bilet de satamadım, alan yok. Ben anlaşma yaparken daima, bir cayma
olursa kendimizi kurtaralım diye bir noktasını bulurdum.
Refik parasını istiyor. O toplulukta başrol oynayan ünlü
oyunculardan biri vardı. “Falan oyuncu var mı?” diye soruyorum Refik Lostar’a. “Yok, onun yerine şu var” diyor. “Hah
şimdi hapı yuttun Refik” dedim içimden. Gittik karakola.
Komiser de bizden yana, Refik’e soruyor; “ .. falan oyuncu
var mı?” Refik Bey boynu bükük; “yok...” diyor. Komiser
“Olmaz ki Refik Bey, gidin ya adamı getirin, ya da oynanmayan
piyesin parası olmaz” diyerek hak veriyor bana. Beni dertten
kurtardı. Bunları ne sıkıntılar çekildi diye anlatıyorum.”
Hilmi Bey’in unutamadığı bir başka olay da sanatçı
olmanın zorluğunu gözler önüne serer niteliktedir. Bir gün
Tamburî Mehmet Bey olarak anılan usta bir musiki adamı
derneğe gelir. Dernek o günlerde hamamın oradaki binadadır. Mehmet Bey’e rica ederler, Musiki Cemiyeti’nin saz
çalanları ile birlikte meşk edilir. Mehmet Bey o gece, yaylı
tambur ile öyle güzel bir konser veriyor ki, yaylı tamburla
çaldığı ‘şehnaz longa’ için musiki bilgisi oldukça kuvvetli
olan Singerci Rıza Bey “hayret, yaylı tamburla şehnaz longa
nasıl çalınır?” diyerek şaşkınlığını ve takdirini belirtiyor.
“Neyse o gece adam ayrıldı gitti. Adam, şehir-şehir dolaşmaktan
sıkılmış, Ödemiş’te yapacak bir iş olsa yerleşmeyi düşünüyor.
Ödemiş’e gelse Musiki Derneği’nde gönüllü vazife yapacak.
Adam sanatçı, elinden her iş gelmez. Belediye bir kadro verse,
hem belediyede çalışır, hem de musiki cemiyetinde çalar diye
düşünüyorum.” Belediye Başkanı Muzaffer Bey’e durum
anlatılır ama adama ne belediyede ne de başka bir yerde iş
bulamazlar. Duruma üzülmüştür Hilmi Bey; “... böyle bir
149
adam Ödemiş’e geliyor da, bize yardımcı olmak istiyor, tabii
karnını doyurmak için iş de lazım. Belediye bu yıllarda Ödemişspor’un kuruluşunu yapıyor, başarılı futbolcuları Belediye’de
işe alıyor, ondan söylemiştim belediyeye...”
Mehmet Bey’in kim olduğunu söylemiyor Hilmi
Bey ama, Mehmet Bey’in sonradan çok meşhur olduğunu,
bestelerinin hâlâ kulaklarda ve gönüllerde olduğunu söylemekle yetiniyor.
İğneci Hilmi Bey’in Ödemiş’te Tiyatro ve Musiki
Serüveni’ni kendi sözleriyle özetlersek, eklenecek fazla
birşey de olamaz zaten; “Atılan tohum sağlam ise, attığımız
temeli devam ettirenler varsa, takdir edenler varsa, ne mutlu...”
Bugünlerde Ödemiş’teki musiki derneğini, emekli
bankacı Şükrü Bilgin ve emekli öğretmen Tahir Atik yürütüyor.
Anlattığımız günlerden sonrasını da onlara anlattırmak gerek, değil mi?
(18 Şubat – 18 Mart 2002)
150
Ödemiş Takviyeli Söke Karması ile
Yunanistan Sisam Adası Karması
Futbol Maçı – 1953
1950’li yıllarda Ödemiş’te olduğu gibi, Söke’de de
futbol revaçta bir spordu. O yıllarda Sökespor Futbol
Kulübünü, Söke eşrafından Özer ve Yılmaz Bey’ler idare
ediyordu. Bu aile İzmir’deki işleri nedeniyle Rumlarla da
yakın ilişki içindeydiler. Rumlarla olan bu tanışıklığı kullanarak, Sökespor futbol takımı ile Yunanistan’ın Sisam Adası Futbol takımı arasında bir dostluk maçı tertip etmişlerdi.
Ödemiş Top Sahası, 1950’ler
Kafile, Kuşadası’ndan bir gemi ile Sisam Adasına
geçer. Türk futbol takımı Sisam’da ilgi ile karşılanır. İzmir’den Sisam Adasına göç etmiş bir Rum, gelen takımın
tercümanlığını üstlenir ve onları gezdirir. O günlerde Si151
sam’da demirlemiş olan devrin en büyük İtalyan okul gemilerinden Montecuccoli’yi gezmek için özel izin alarak,
Söke Futbol takımına gemiyi gezdirir.
28 Eylül 1953 Pazar günü Sisam Adasında yapılacak maç için, Söke’de bir süre futbol oynamış olan Ödemiş’li Sabahattin 110 ile kardeşi Selahattin 111 ve yine Ödemiş’in o yıllardaki en iyi futbolcularından Fare Fikret’i de
takıma dahil ederek, karma bir takım oluştururlar.
Bir Amerikalı Türk takımını gazinoda ağırlar.
Yunanlılar, yenilmelerine rağmen, Türkleri çok iyi
ağırlamışlardı. Maç, Söke Karmasının 3-1 galibiyeti ile sona
erdi. Takımımızın gollerinden ikisini Sabahattin ve Selâhattin kardeşler atmıştı...
Söke Karması ile Sisam Takımları maç öncesi, 28 Eylül 1953
110
Ödemiş’in yetiştirdiği en büyük futbolculardan olan Sabahattin
Haskan (1926-1973), o sırada B-Milli Takımda da oynamaktadır. 1958
yılında, yılın en iyi futbolcusu seçilerek, ödülünü Alsancak Stadında
Futbol Federasyonu Başkanı Orhan Şeref Appak’tan almıştır.
111
1928 doğumlu Selahattin Haskan, Ödemiş Belediyesinden emekli
olmuştur.
152
Sabahattin Haskan, Ordu Milli takımıyla, 1952
Eşrefpaşa 2 – Ödemiş 1 (1952)
Ödemiş Top Sahasında 19 Mayıs Bayramı, 1950’ler
153
Söke Karması, İtalyan Okul gemisinde
Önde sağda oturan, Ödemiş’li Selahattin Haskan
(5 Ocak 2006)
154
Drama’dan Ödemiş’e, 80 Yılda Yorulmayan
Bir Soluk: ‘Ahmet Aksay’ ve İlk Resim Sergisi
3 Eylül’de Ödemiş’te bir sergi açılacak; ‘Ahmet
Aksay Resim Sergisi’... Sergiyi gezdiğinizde ‘mutlu bir
hayret’ içinde olacaksınız.
Serginin açılışı ile 80. yaş günü çakışacak olan
Ahmet Aksay, hayat çizgisine geniş ilgi alanları
sığdırabilen ender insanlardan. Bu sergi aracılığıyla
üretken bir insanı sanatçı yanıyla da tanıma ve usta işi
resimlerini izleme olanağına kavuşuyoruz. Kendisiyle
barışık bir yaşamın derinliklerinden süzülen birikimi
ortaya koyabilen az bulunur insanlardan Ahmet Aksay’ın
yağlı boya resimlerinden de kendisi gibi güzellikler
yayılıyor. Bu sergi, amatörce bir çabayla yapılan, ama
usta işi yağlı boya tabloların, aile breylerinden tüm
Ödemişlilerin beğenisine ulaşmasını sağlıyor..
Sanat, insanlar arası iletişimde bir büyülü dildir.
Sanat yaşamdır ve insan yaratıcılığının ürünüdür. Yaratıcılığı kendi yapısal özelliğine dönüştüren Ahmet Aksay’ın
tüm yaşamında bu yönünün ortaya çıkacağı çok fazla fırsat
yoktu. Ama, o koşulları zorlayarak bu yönünü geliştirme
çabası içinde olmuştur.
Onun yaşamı, hayatın acı-tatlı anları ile sanatçı
kişiliğinin karşılıklı birbirini beslediği bir çizginin yakalandığı kaliteyi sergiliyor. Dünyayı bu tür insanlar güzelleştiriyor.
Bu sergiyle, 80 yılın yorgunluğuna aldırmadan,
yaşamın ta içinden süzülen deneyim ve birikimlerini sanat
aracılığıyla ifade edebilen alçakgönüllü bir sanat emekçisi
ile tanışıyoruz. 1924 Drama doğumlu olan Ahmet Aksay,
155
Ödemiş’e ‘Mübadele’ sırasında 40 günlük bebek olarak
gelmiştir.
Ahmet Aksay, evindeki resim atölyesinde
Baba tarafına Ödemiş’te yer gösterilmesine karşılık,
anne tarafı Cumaovası yakınındaki Ahmetbeyli Köyü’ne
yerleştirilir. Drama’daki mallara karşılık gelmese de aileye
156
Ödemiş’te Hastane Caddesinde Rumlardan kalan bir ev,
Katırcılar Sokağında bir dükkân ve Seyrekli’de bir tarla
verilir. İlkokula 1931 yılında Zafer İlkokulu’nda başlayan
Ahmet Aksay, babasının köy katibi olarak Kiraz’a tayininin
çıkması üzerine, ilkokulu Kiraz’da bitirmiştir. Kiraz’da
ortaokul olmadığı için, ortaokula 1936 yılında Ödemiş’te
başlar. Ahmet Aksay, bazen halasının evinde kalarak, ama
çoğunlukla Kiraz-Ödemiş arasındaki 20 km’yi aşkın toprak
yolu bisikletle gidip gelerek, 1941-1942 öğretim yılında
okulu bitirir. Bisikletle gidiş gelişleri oyun haline getirerek,
otobüslerle yarıştığını hatırlamaktadır. Eğitimine askeri
lisede devam etmek ister, ama giriş sınavlarını kazanamaz.
Ahmet Aksay’dan, 1930’lu yıllar Ödemiş’i
Çalışma hayatına 18 yaşında Beydağ, Çaylı ve Kiraz
Tarım Kredi Kooperatifleri’nde stajyer memur olarak
başlar. II. Dünya Savaşı’nın ortasında, 1943 Nisan’ında
askere alınır. Çanakkale-Ezine’de askerlik görevini
yaparken Askeri Bando’ya seçilir. Bandoda, nefesli
sazlardan klarnet ve alto saksofon çalmıştır. 42 ay süren
157
askerlik, sanatçı kişiliğinin müzik yanının ortaya çıkmasını
sağlamış, sonradan bilinçli ve sürekli bir dinleyicisi olacağı
klasik batı müziğiyle bu dönemde tanışmıştır.
Askerden dönen Ahmet’e babası Ödemiş’te bir
bakkal dükkânı açar. Bakkallık yaparken bir yandan da
‘Ödemiş Halkevi Bandosu’nda saksofon çalmaktadır.
Daha sonra belediyeye geçen bando topluluğuyla törenlere
katılırlar, düğün ve sünnetlerde çalarlar. Günümüzde
‘playback’ veya tek enstrümanla yapılan törenler, o yıllarda
‘canlı müzik’ olarak bando ile isteklere cevap verecek kadar
becerikli bir ustalıkla yapılmaktaydı. Gerçekten de
bandocular hep hünerli birer caz müzisyenleri olmuşlardır.
Bandoya ve müziğe kendini kaptıran Ahmet Aksay,
bir İstanbul seyahatinden Ödemiş’e akordeonla döner. Akşamları metot kitabından kendi kendine akerdeon öğrenirken, gündüzleri dükkânda resim yapmayı sürdürür.
Bakkal dükkânında oturmak onun harektli kişiliğine uygun değildir. İyi bir müzisyen olmanın yanı sıra resim yapmanın da bir tutkuya dönüşmeye başlamasıyla, içinden
fışkıran sanatçı kişiliği akmak için yol aramaktadır. Resim
eğitimi almak üzere İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisine başvurur. Yetenek sınavını geçen Ahmet Aksay
1947 yılında akademiye kaydolur.
Parasız bir öğrenci için İstanbul’da yaşamak
zahmetli bir serüvendir. Okul için bir belge hazırlarken,
Ödemiş Ortaokulu’ndan Fransızca öğretmeni olan ve o
sırada Beşiktaş Noterliği yapan Belkıs Hanım (Ödemiş’te,
Dişçi Rüştü Elbi’nin Hanımı) ile karşılaşır. Belkis Hanım,
sanat aşkıyla yanan bu gence Noterde geçici de olsa bir iş
vererek yardımcı olmuştur.
İstanbul’da yaşamanın zorluğunu ve eğitimine
devam edebilmenin hiç de kolay olmadığını İstanbul’da
biraz yaşayınca anlayan Ahmet Aksay, yeni iş arayışlarına
girişir. Taksi şoförlüğü yapmanın uygun bir çözüm olabileceği düşüncesi ile İzmir’de üç ay kursa devam ederek,
158
belediye imtihanını verir ve ehliyet alır. 1948 yılı koşullarında ehliyet sahibi olmak bir meslek olarak kabul
edilmektedir. Kamyonculuk işinin kazançlı olması ve ailesinin kamyon almayı teklif etmesi kafasını bulandırır.
İstanbul’dan vazgeçerek, biraz da zorunluluktan kamyon
şoförlüğüne başlar. ‘Ödemiş-145’ plakalı 5 tonluk Austin
marka kamyona yüklediği 86 tütün balyası ile Ödemiş’ten
İzmir’e 11 saatte gittiğini hatırlamaktadır. Güzel Sanatlar
Akademisi’nden bir iki uyarı yazısı gelmiştir ama devamsızlıktan kaydı silinir.
1949-1954 arası kamyonculuk yapan Ahmet Aksay,
1953 yılında evlenir. Düzenli bir aile yaşamı için memurluk
daha caziptir. Posta İdaresi’nde açılan ‘münhal kadro imtihanı’nı kazanarak, İzmir’de göreve başlar. Kordon Postahanesi’nde bir yıl çalıştıktan sonra Ödemiş PTT’si şehirlerarası telefon servisine tayini çıkınca, genç çift evlerini
Ödemiş’e taşırlar.
1950’li yıllarda sadece 120-130 telefon abonesi olan
Ödemiş’ten başka bir kentle konuşmak isteyen, önce
postahaneye isteğini yazdırır ve sırasının gelmesini beklerdi. Şehirlerarası telefon görüşmeleri İzmir PTT’sine bağlanarak, Tire-Ödemiş-Bayındır ve Torbalı’nın ortak kullandıkları tek telli hat üzerinden yapılıyor, bu yapı, dört
ilçeden sadece birisinin şehirlerarası görüşme yapabilmesine olanak sağlıyordu. Bu sistemde şehirlerarası görüşme
yapabilmek için Tire ile Ödemiş 30’ar dakika, Bayındır ve
Torbalı ise 15’er dakikalık sırasını beklemek zorundaydı.
Ahmet Aksay telefon servisinde çalışırken, Ödemiş eşrafından bazılarının Celal Bayar ve Adnan Menderes ile
telefon görüşmelerinin bağlantılarını yaptığını, konuşulanlara kulak misafiri olduğunu da saklamıyor.
Ege insanının, yaşadığı anları keyiflendirebilecek
pek çok olanağı vardır. Bunlardan yararlanabilenler,
sıradan bir yaşam sürmek yerine, yaşamın değişik alanlarında kendi seçtikleri hayatı gönüllerince yaşayabiliyorlar.
159
Ödemiş gibi doğanın cömert davrandığı topraklarda yaşayan insanlar farklı ve renkli uğraşlar için daha çok
olanak bulabiliyorlar. Ahmet Aksay, alamadığı sanat
eğitimine küsmemiş, hayatını kaliteli bir sanat eseri gibi
yaşamıştır. PTT’deki işi dışında farklı ilgi alanlarında kendisini geliştirmeyi becerebilmiş; arıcılık, tavukçulukla uğraşmış, bir ara üzüm yetiştirip, kendi şarabını üretmiştir.
Tavuklarına musallat olan veba hastalığından bir gecede
150 tavuğunun ölmesinden sonra kalan 18 tavuğu kendi
yaptığı ilaçlı yemlerle eliyle tek-tek besleyerek kurtarmıştır. Yaptığı işte kusursuzluğu arayan kişiliği ile, arıcılığı o
kadar ciddiye almıştır ki, bir kovandan 70 kg bal alarak
rekor kırar. Arkadaşlarının ‘alkollü bal’ ürettiğine dair yaptıkları şakayı, boyutu neredeyse ülke çapında bir skandala
dönüşmeden zorlukla önleyebilmiştir. Ödemişli gazeteci
Burhan Esen şakayı ciddiye alarak İzmir gazetelerine haber
yapmış, bu haberi gören İstanbul gazeteleri de röportaj için
Ahmet Aksay’ı aramışlardır.
Bütün bu değişik uğraşlar içinde üç beş yılda bir de
olsa, içindeki sanatçı yönünü gemleyemez. Sehpasını kurar, tuvalini çıkarır ve resim yapmaya başlar. Arıcılık yaparken veya kümes başında tavuklarla uğraşırken, bir
yandan klasik müzik eşliğinde resim yaptığı anlar en keyifli anılarındandır.
Hayatındaki izler resminde seçtiği konulara da yansımaktadır. Hayatının her aşamasında onu destekleyen ve
arkadaşı gibi sıkıntılarını paylaştığı babasının yağlı boya
tablosu Ahmet Aksay’ın bir ‘başyapıt’ı gibidir. Bir Drama
kartpostalı hiç görmediği ama ailesinin kökleri orada
olduğu için özdeşlik kurduğu doğum yeri Drama’ya götürür onu. Eski Ödemiş manzaraları gençliğinden izler taşıyan resimlerdir. Ortaokul önünde bisikletli bir genci resmederken, Kiraz’dan Ödemiş’e bisikletle geldiği günlere
bir gönderme yapar gibidir. İçi daraldığında tuvalinden
özgürlüğe koşmaya hazırlanan doru bir at resmi fırlar.
160
Resimlerindeki bir diğer tema olan Birgi ise, her bir sokağında Küçükmenderes kültürünün hissedildiği bulunmaz
bir konudur. Bol bol Birgi resmi yapar.
Ahmey Aksay’ın Birgi çalışmalarından
Dergilerden beğendiği bir fotoğraf eğer belleğinde
yer eden bir anıyı çağrıştırıyorsa, siyah beyaz bir dergiden
bile olsa, onu yağlı boya tabloya dönüştürmeye koyulur.
Atatürk’ün en güzel duruşlarından birisini yakalamış, bakışlarındaki kararlılığı yorgun ellerinin sağlam fırça
darbeleriyle tuvalde yeniden yaratmıştır. Bu yaratı,
Atatürk’e minnetle bağlı, ‘Cumhuriyet Devrimleri’ne yürekten inanmış bir sade vatandaşın saygı duruşudur.
Yapısal olarak, savaş görmüş insanların tutumluluğu içinde olan Ahmet Aksay, savurganlığı sevmez. Yağlı
boya fırçalarını kendisi yapar. Şövalyesini, tuvallerini
kendisi çakar. 1948 yılında kamyon branda bezi üzerine
çalışılmış bir tablosu vardır. Beğenmediği resmin tuvali
boşa gitmesin diye çevirir, arka yüzüne de resim yapar.
Çünkü o kendisi için resim yapan bir amatördür ve bir gün
böyle bir sergide eserlerini sergileyeceği hiç aklına
gelmemiştir..
161
Ahmet Aksay, bir apartman dairesine taşınınca, 35
yıl boyunca yaşadıkları tek katlı evi kiraya vermeyip, atölyeye dönüştürdü. Sanat kıvılcımının ateşe dönüşmesi yıllar
sonra bu ‘atölye ev’ ile olmuştur. Sanatçı kişiliğini yaşamak
için hissettiği güçlü istek hiç sönmemişti. Günlük işlerden
arta kalan zamanını, sabahtan akşama, bu evde ‘mesai’ye
gider gibi resim yaparak geçiriyor, yoğun çalışmaktan
büyük bir zevk alıyor. Atölyesinde resim yapmaya başladıktan sonra, tüm yaşlıların biraz da kendilerini dinlemelerinden kaynaklanan, hep yakındığı ağrısı sızısı kalmadı.
Resim sanatının ürünleri çok önemli bir kültürel
birikimdir. Bunlara sahip çıkmaksa en azından bir yurttaşlık görevidir. Bu görevi ne denli yerine getirebildiğimizi,
yaşadığımız kısır kültür ortamında; eser üretenlere verdiğimiz öneme bakarak kolayca görebiliriz. Ahmet Aksay
gibi sadece kendinen değil; çağına, yaşadığına, yurduna ve
geleceğe karşı sorumluluk duyan seçkin insanlara dört elle
sarılmalıyız.
Kişiliği ve insanlığı, sanatçı yönüyle yoğrulmuş
Ahmet Aksay kendisini emekli etmediyse, sanatseverlerin
görevi onu desteklemek olmalı. Eline sağlık, bize bu güzel
tabloları armağan eden, yorulmaz yürek Ahmet Aksay...
Biraz soluklanıp, yeni bir Ahmet Aksay Sergisinde
buluşmak üzere...
(31 Ağustos, 2004)
162
Bir Futbol Efendisi: Sahir Gürkan
Küçükmenderes’in bereketli toprakları, ne ekersen,
karşılığını yerden fışkırır gibi veriyor. Emek verildiğinde
başarılı insan yetişmesinde de benzer bir bereketi var
yöremizin. 1930’ların Ödemişi’nde Mustafa Bengisu’nun
modern bir şehir yaratma çabaları sırasında mahalle
aralarında yamuk yumuk toplarla futbol oynayan çocuklar
arasından futbolun en tepesine, Futbol Federasyonu
Başkanlığına ulaşanlar oluyor. Bir fidan olarak yetiştiği
topraklarda, bir çınar gibi dallarını yaymış, önder
kişiliğinden yararlanacağımız, nice başarı öyküleriyle
Ödemişlilerin hep hatırlayacağı bir Sahir Gürkan’dan söz
ediyoruz...
Gürkan ailesi toplu halde, 1965
163
1923’te cumhuriyetin kuruluş pırıltıları içinde doğan
Sahir Gürkan’ın yaşamı, ülkemizde futbol sevgisinin futbol
kültürüne dönüşmesine ve sporun gelişimine katkıda bulunmakla geçmiştir.
Sahir Gürkan, ülkemiz sporuna sadece futbolcu
olarak değil, futbolda eğitimin sağlanması ve Türk antrenörlüğünün meslek haline gelmesi için yoğun çaba harcamıştır. Faal futbolculuktan Futbol Federasyonu Başkanlığına, Futbol Hakemleri Derneği’nin kuruculuğuna kadar
futbolun içinde, futbolla dolu geçirdiği yıllar boyunca
30’un üzerinde kitap, yüzlerce eğitim dergisinin hazırlanmasına katkısı oldu. Futbol Federasyonu Eğitim Dairesi’nin kurulmasına öncülük yaptı. Sahir Gürkan, toplumsal
ilerlemenin eğitimle gerçekleşebileceğine inanan bir eğitimcidir. Azimle çalışarak belirlenen hedefe ulaşılabileceğinin en iyi örnekleriyle doludur Sahir Gürkan’ın hayatı.
Sahir Gürkan’ın Ödemiş’te başlayan futbol tutkusu,
2. Dünya Savaşı nedeniyle Konya’ya nakledilen Harp
Okulu’nda okurken, bulabildiği her fırsatta futbol topuyla
tek başına yaptığı antremanlarla sürdü. Her akşamüstü
dersler bittikten sonra, ceza sahası dışından kale direğinin
üstüne yerleştirdiği kepleri teker teker uzaktan attığı
şutlarla yere düşürüyor, arkadaşlarının birbirlerinin omuzuna çıkarak kale direğinin üstüne koydukları paranın yazı
mı, tura mı olduğunu o yüksekliğe sıçrayarak söylüyordu.
2. Dünya Savaşı ve sonrası yokluk ve yoksunluk günlerinde
sportif gösterileriyle sınıfa hoşça vakit geçirme fırsatı sağlıyordu. Doğuştan iyi bir koşucu olan Sahir Gürkan, 1949
yılında Harp Okulunda öğrenciyken atletizmde 100 ve 200
metre dallarında A Milli Takım kadrosuna seçildi. Aynı
dönemde Ordu Milli Takımı’nın ilk milli maçında da
kadroda yer aldı ve Lille şehrinde Hollanda’yı 2-1
yendiğimiz maçta iki unutulmaz gol attı.
Sahir Gürkan, sporculuğunu araştırmacı ve eğitimci
kişiliğiyle birleştirmiş ender kişilerden biri olarak futbol
164
camiasında saygın bir yere sahiptir. Olimpiyatlarda
atletizm dalında madalya alan ilk atletimiz Ruhi Sarıalp, 60
yıllık arkadaşı Sahir Gürkan için, “Gerek askeri okul
yıllarındaki öğrenciliği süresinde, gerek ondan sonraki
yöneticilik yıllarında sevgili Sahir ideal bir sporcu gibi
davranmış, yarışmış ve hepsinin de ötesinde, önce atletizme
sonra da bütün gönlü ile futbola kendisini adamış, geçirdiği
talihsiz sakatlanmalara rağmen hiç yılmamış ve futbol
tarihimizde en iyi santrforlardan biri olarak yerini almıştır...”
derken gerek sporculuğu, gerekse yöneticiliğini en sade
biçimiyle tanımlamıştır.
Fransa-Türkiye Ordu Milli maçında bir volesi
Ordu Milli takımıyla, 1949
165
A-Lisans Antrenörlük kursunu bitirdi, İzmir ve Ankara Karagücü, Hacettepe, Ankara Demirspor takımlarında antrenörlük yaptı. 1965 yılında Türkiye Futbol Antrenörleri Derneği’ni kurarak, 8 yıl başkanlılığını yaptı. Bu
dernek futbol antrenörlerinin eğitimini üstlendi, ilk
uluslararası seminerleri düzenledi. Futbol Federasyonu’nda 12 yıl görev yaptıktan sonra, 1978 yılında Futbol
Federasyonu Başkanı oldu. Türkiye’de ilk Gençler Ligi’ni
kurdu, gençler için yaz kampları uygulamasını başlattı. O
dönemde, Türk futbolunun gelişimi için yabancı antrenör
yasağı gerekliydi. Sahir Gürkan büyük kulüplerin baskısına boyun eğmedi, yasağı getirdi.
Günümüzdeki şike, teşvik primi, futbol terörü tartışmalarını evindeki koltuktan tüyleri ürpererek dinliyor
olmalıdır. Çünkü şike yapan iki takım, Sahir Gürkan’ın
Federasyon Başkanlığı yaptığı bir dönemde tereddütsüz 3.
Lige düşürülmüştü. Bu takımlardan Altınordu, gençliğinde
futbol oynadığı takımdı. Ayrıca, spor bakanı da küme düşürülen takımın kentinden milletvekili seçlen Yüksel Çakmur’du.
Çalışmalarıyla alanlarında önem kazanmış ve kalıcı
olmuş, eserleri ve yaklaşımları ile bir çok insanı yönlendirmiş ‘iz bırakan’ kişiler, anılarını kendilerine saklamamalıdırlar. Sahir Gürkan bu görevi de yerine getirmiş ve ülkemiz futbolunun bir dönemine ışık tutan anılarını gelecek
kuşaklara aktarmıştır. Türkiye Futbol Vakfı tarafından
yayınlanan ‘Sahir Gürkan Belgeseli’ adlı kitapta futbolun
içinde geçen yaşam ve Türk futbolu için gerçekleştirdiği
ilkler, politik oyunlara karşı kararlı tutumu ve inandıklarını kararlılıkla savunması ayrıntılarıyla anlatılmaktadır. 112 Futbola ağırlık vererek sade ve akıcı bir dille aktardığı anılarında aynı zamanda ailesinin kökleri, Birgi’nin
112
‘Sahir Gürkan Belgeseli’, Türkiye Futbol Vakfı Yayınları, 1998
166
Yunan işgali günleri, efe hikayeleri, Kurtuluş Savaşı,
cumhuriyetin kuruluş günlerinin özverili çabaları ve o
yılların yaşam zorlukları aile büyüklerinden dinlediği
öykülerle beslenerek Ödemiş’e ve cumhuriyetin ilk yıllarına götürüyor insanı. Kitapta çocukluğunu geçirdiği
Ödemiş’in Mustafa Bengisu’lu yılları tamamen bir yerel
belgesel tadında yer almaktadır.
1. Dünya Savaşı sırasında İngilizlere esir düşerek
Süveyş Kanalı cıvarında bir İngiliz esir kampında kalan
babasının nerede olduğunu, ölüp ölmediğini bile bilmedikleri bir zaman diliminde; güney cephelerinde savaşan
bir subay olan abisi Cavit ile babasının karşılaşması, gibi
bölümler, ‘bu kadar da olmaz....’ dedirtecek türden ama
gerçek öykülerdir. İngilizler esir Türk subaylarına birer
emireri vermekteydiler. Esir Osmanlı subayı Cavit Bey’in
emireri hastalanır, Türk esirler arasından yeni bir emireri
seçer İngilizler. Yeni emireri, subayın çadırına geldiğinde
oğlu Cavit ile karşılaşır. Sahir Gürkan’ın anılarını soluk
soluğa okurken, bir ulusun nasıl ayakta kaldığına tanık
oluruz.
Günümüzde Birgi Deresi
167
Sahir Gürkan’ın çocukluğu, Birgi ve Ödemiş’te
geçmiştir. 5’i erkek, 3’ü kız 8 çocuklu bir ailenin en küçük
çocuğu olan Sahir Gürkan’ın aile fertlerinin yüreklerinde
Ödemiş, uzun yıllar bir özlem ve sevda olmayı sürdürmüştür. Ablası, Türkiye’nin ilk kadın hakimlerinden Hayrünnisa Fer (doğ. 1912), Yargıtay’dan emekli olduktan sonra
Amerika’da çocuklarının yanındayken, ölümü halinde
annesi ve kardeşlerinin mezarları yanına, Birgi’ye defnedilmesini vasiyet edecek kadar köklerine düşkün bir aileden
geliyor. Nitekim, Hayrünnisa Hanım, 93 yaşında ABD’de
yaşamını yitirdiğinde okyanus ötesinden Ödemiş’e getirilip, Birgi’nin serin servilerinin altında toprağa verilmiştir. 113.
Birgi’de bir sokak (Fotoğraf: Mehmet Nuri Ceylan, 2003)
Ödemiş’te futbolun başlangıç günlerini merak
edenlere veya yazacak olanlara da ipuçları veriyor Sahir
Gürkan’ın yaşam öyküsü. Abisi Kemal 1923 yılında Ödemiş’te Altınova Futbol Kulübü’nün kuruluşunda bulunur.
Diğer abileri Fikret ve Nevzat da futbola tutkundur.
Altınova’nın ardından kurulan Küçükmenderes kulübü,
iki Ödemiş takımı olarak yıllarca çekişmeli maçlar yapmışlardır.
82 yaşında, ama hala bir sporcu olan Sahir Gürkan,
bir ömre sığdırılmış nice kalıcı başarılarla sağlıklı bir emek113
Küçük Menderes Gazetesi, 17.02.2005, Sayı: 738
168
lilik dönemi yaşıyor. Yaz tatillerini Gölcük’teki evinde geçiriyor. Ödemiş’e geldiğinde özlediği ‘töngül’ü, ‘yağlı kebab’ı,
‘katmer’i yiyor, eş-dost ziyaretlerini yapıyor.
Kendi sözleriyle, “Mutluyum ve kendimi talihli bir
insan kabul ederim. Çünkü her çağda yaşayan insanlara nasip
olmayacak erişilmezlere eriştim...” derken kastettiği kişisel
zevkler, sefalar değildir; “Başka liderler gibi yalnızca sağlığında değil, ölümünden bunca yıl sonra da taptaze, sevilerek ve sayılarak anılan, dünyada bir benzeri olmayan
Büyük Atatürk’ü, büyük diplomat ve önder İsmet İnönü’yü,
büyük şair Yahya Kemal’i, insan kibarı, muhteşem Türk müziği bilgini, sesi okuyuşu, yorumu ‘sehl-i mümteni’ (kolay
ve sade göründüğü halde söylenmesi, benzeri yapılması
güç olan) Münir Nurettin Selçuk’u...” görmüş, dinlemiş ve
içine sindirmiş olmayı kasteder. İnsanlık adına; ilk atom
bombasının yarattığı acıyı iliklerinde hissetmenin kederini,
ayda ilk adımı görmüş olmak biraz hafifletir. Dünyayı kavrayışı bu kadar evrensel ve insancadır.
Sahir Gürkan, 1977
169
Böylesine dolu geçen ömrün anı damlaları okunmalı ve örnek oluşturmalı yeni kuşaklara...
Kendisini hiç bir zaman öne çıkartmayan, reklam
etmeyen, gönülden bağlı bulunduğu futbola bir kutsal zeytin ağacı gibi meyve verdikçe veren Sahir Gürkan, hem
kişiliğiyle efendi, hem de futbolun efendisi değil mi?
Sağlıklı ve uzun ömürler dileklerimizle, Sahir Gürkan’a kucak dolusu Ödemiş selamları gönderiyoruz.
Sahir Gürkan, kızı ve eşi ile, 2004
(24 Mayıs, 2005)
Sahir Gürkan 24 Mayıs 2006 tarihinde İstanbul’da vefat etmiş,
vasiyeti üzerine cenazesi Birgi’ye defnedilmiştir.
170
Belediye Elektrik İşletmelerinde 2. Dönem
Usta’ları
Bir Alçakgönüllü Usta ‘Mehmet Obut’
Ülkemizdeki hemen her kasabanın geçmişinde,
elektrik ve içme suyu işlerinde özverili çalışmalar yapan en
az bir ustadan bahsedilir. Cumhuriyetin kuruluşuyla
birlikte yarım yüzyıl boyunca ülkemiz şehirlerinin elektrik
işleri belediyelerce yürütüldüğü için böylesi anılmaya
değer yöre insanlarının varlığı doğaldır. Belediyelerimiz
dar olanaklarıyla ve sorumluluklarının önemine inanan az
sayıda becerikli ve özverili insanla bu işlerin üstesinden
gelmek zorunda kalmışlardır.
Birçok büyük ölçekli yatırımı, öz kaynakları ve
yerel ustalarla gerçekleştirmiş belediyelerden birisi olan
Ödemiş Belediyesi, yetenekli ustalar konusunda da şanslı
sayılmalıdır. 1930’lardan 1980’lere kadar Ödemiş’te serbest
elektrikçilik yapan ve elektrik işlerinin temel taşları olarak
kabul edilebilecek hemen tüm ustalar şu veya bu biçimde
‘Ödemiş Belediyesi Elektrik ve Su İşletmesi’nde yetişmişler ya
da işletmenin deneyiminden yararlanmışlardır.
Ödemiş’te, hem ülkedeki gelişmeler, hem de
belediyesel uygulamalar açısından ortak özellikler taşıyan
üç ayrı kuşak elektrik ustasından söz edilebilir. 1. dönem
ustaları olarak kabul edilebilecek olanlar, elektrik tesisatları ve içme suyu şebekeleri yapımının başlangıç yılları
olan 1930’larda göreve başlayıp belediyedeki çalışma sürelerini 1950’li yılların sonlarında tamamlayarak emekli
olanlardır. Şeref Işıktaş, Osman Suer, Hamdi Subaşı,
171
Nuri Gemici, Hasan Gözoğlu, Ganz Emin gibi soyadları
ve lakapları yaptıkları işlerle anılacak kadar kişisel becerileriyle özdeşleşmiş bu ustalar, elektrik ve su işlerinde ilk
dönemin temel taşlarıdır. Bu dönemin bitiş noktası Şeref
Usta ‘nın 114 ölümüyle çakışmıştır. Şeref Usta’nın adı
Ödemiş Sanayi Sitesindeki ana caddeye verilerek, sonraki
kuşaklara taşındığı için Şeref Usta Ödemiş’te 1. dönem
ustalarının en tanınmış ve bilinen kişisi olmuştur.
1950’lerin ortalarından, 1983 yılında elektrik işlerinde merkezi yapılanma dönemine geçiş için Belediye
elektrik işletmelerinin TEK’e (Türkiye Elektrik Kurumu)
devri arasındaki sürecin çalışanları 1. dönem ustalarından
emekli olanların yerine görev yapmaya başlayan 2. dönem
ustalardır. İkinci kuşağın çalıştığı dönem Türkiye’de teknik
meslekler yönünden de bir altın devrin başlangıcı olmuştur. Belediyelerin elektrik serüveni sona erdiğinde, belediye çalışanları özlük hakları korunarak belediyeden TEK
bünyesine geçmişlerdir. Elektrik çalışanlarının 1983 yılından günümüze kadar devam etmekte olan TEK-TEDAŞ
dönemi ise 3. dönem olarak ele alınmalıdır.
1933 doğumlu Mehmet Obut ‘Ödemiş Belediye
Elektrik ve Su İşletmesi’nin 2. dönem elektrik ustalarından
birisidir. Mehmet Obut’un meslek yaşamı, hem ülkedeki
ustaların durumunu yansıttığı, hem de kent belleği kapsamında Ödemiş’in geçmişinden kayda geçirilecek izlerle
dolu.
Mehmet Obut, çalışma hayatına 1949-50 yıllarında
İyi Sinema’da makinist Orhan Duru’nun yanında kopan
filmleri ekleyerek başlamıştır. İyi Sinema’daki makine önden pervaneli, yüksek ısıda ışık veren, yarım beygir gücün114
Şeref Usta (Işıktaş) 1908-1956 yılları arasında yaşamıştır. Şeref
Usta’nın yaşamı, “Ödemiş’te Elektrik ve Şeref Usta’lar” isimli bir
kitapta, ilgili dönemin incelemesi ise “Ödemiş Belediyesi Elektrik ve Su
İşletmesi” kitabında kapsamlı olarak anlatılmaktadır.
172
de eski bir Alman Zeiss-Ikon film makinesiydi. Bu tür
makinelerde filmler sık sık tutuşup, yanıverirdi. Kopan
filmleri eklemek ve film gösteriminin sürmesini sağlamak
ustalık gerektiriyordu. O günleri kendi anlatımıyla izlemeye başlayalım;
“Askere gitmeden önce bir yandan İyi Sinemada
makinist yardımcılığı yapıyor, diğer zamanlarda elektrik tesisatçılığı işinde çalışıyordum. O tarihlerde Elektrik Öğretmeni
İsmail Çeltikligil ‘Elektrik Tesisatçılığı’ kitapları yayınlıyordu.
Ben de elektriği anlamak için o kitaplardan çalışıyordum ve
ustam Orhan Abi de bana yardımcı oluyordu.”
Mehmet Obut’un İyi Sinema’dan aldığı bonservis
Askere gidinceye kadar gerek sinemada gerekse ev
elektrik tesisatlarında çalışan genç Mehmet Obut, bir
yandan da birçok taşralı genç gibi futbol tutkunudur.
“Gençliğimde futbol da oynuyordum. 1954 yılında Diyarbakır’a
askere gittim. Oradan beni elektrikçi olarak Elazığ’a sevk ettiler.
Elazığ’daki birliğimden İstanbul Tuzla Uçaksavar Okulundaki
telsiz tamir kursuna gönderdiler. 4,5 ay süren kursu başarıyla
bitirdim. Elazığ’a kıtama döndüğümde bu kez, ‘Telsiz Maniple
ve Mors Kursu’na başladım. O sırada İzmir’e elektrikçi lüzum
173
etmiş, beni seçtiler ve kalan 11,5 ay askerlik görevimi Tepecik
Askeri Fırını’nda elektrikçi olarak tamamladım.
Terhisimden sonra Ödemiş’te elektrik tesisatçılığı
yapmak istedim. Ancak, piyasada yapacak pek elektrik işi yoktu.
Ödemiş’te elektrik sıkıntısı vardı ve yeni abonelere elektrik
veremiyorlardı. Ödemiş Belediye binası yapılırken yevmiyeli
olarak elektrik işlerinde çalıştım.”
Mehmet Obut’un anlattıkları arasından süzülenler,
elektrik işlerinin Ödemiş’teki genel görünümünü de ortaya
koymaktadır. 1950’lerin başlarında kendi elektriğini üreten
kapalı bir devreyi andıran şehir şebekeleri, henüz ülkenin
değişik yerlerindeki santrallarla birbirine bağlanmamıştı.
Ödemiş, 1930 yılında yapılan Üzümlü Deresi’ndeki 305 ve
110 beygirlik iki hidro-türbin ile Ziraat Bankası köşesindeki 175 kVA’lık Atlantik marka jeneratör 115 ile aydınlatılıyordu. Bu santralların üretimi 25 bin nüfuslu kentin
elektrik ihtiyacını zorlukla karşılamaktaydı. 1950’li yılların
ortalarında evlere elektrik bağlatmak için belediyeden izin
almak hemen hemen imkansızdı. Buzdolabı olan 6-7 eve 116
veya motor kullanan işyerlerine bile iki diskli, iki rakam
göstergeli elektrik sayaçları takılarak tüketim denetim
altında tutulmak isteniyordu. Elektrik tüketimini kısıtlamak için elektrik gündüz pahalı, gece ise daha ucuz hesaplanıyordu. Ayrıca, 1930’lardan kalan tesisatta herhangi bir
yenileme yapılmadığı için elektrikler sık sık kesiliyordu.
Elektrik şebekesinin uç noktalarında 200-220 volt olması
gereken voltaj, 120-130 volta kadar düşüyor ve bazı insanlar 220 yerine 110 voltluk ampul kullanarak daha parlak
ışık elde etmeyi deniyorlardı. Bu durum, zaten telleri ince
115
Bu jeneratör, 1952 yılında Ziraat Bankası köşesinden Eski
İstasyon’a nakledilmiştir. Yedek olarak 50kVA’lık Skoda marka bir
jeneratör daha vardı.
116
Mehmet Obut, evlerinde buzdolabı olanları, Ratip Köymen, Niyazi
Köymen, Dökümcü Pakkanlı, Garajdaki Ömür Ayran ve Hüseyin Sıdal
olarak hatırlamaktadır.
174
olan elektrik şebekesine tellerine daha fazla yük bindiriyor
ve voltajların daha da düşmesine neden oluyordu.
Ödemiş Belediyesi 2. Kuşak Elektrik Ekibi – 1967
Ayaktakiler: Cemil Akar, Musa Hanoğlu, Mehmet Obut, Hasan Eşiyokkul,
Mustafa Pekışık, Necati Yurdakul, Burhan Yıldız, Oturanlar: Rıza Hasırcı,
Mehmet Akgün Cengiz, Muharrem Candaş, Rıza Zık, İsmet Tahirler
Mehmet Obut, elektrikçilik serüvenini anlatmaya, “
... elektrik tesisatçılığı işi kesatlaştı. O günlerde Malatyalı
İbrahim isimli bir şahıs Adagide’de açtığı sinemaya makinist
arıyormuş, beni buldular, Adagide’de işbaşı yaptım. Askere
gitmeden önce, Şeref Usta beni Belediye’ye alacağını söylemişti ve
ben de Belediye Elektrik İşletmesi’nde çalışmak için dilekçe
vermiştim. Ancak Şeref Usta’nın ani ölümü üzerine Ustabaşı
olan Mehmet Akgün Gezgin hemen karar veremedi. Adagide’de
sinemada çalışmaya başladıktan bir süre sonra, Ödemiş Belediyesi’nden işbaşı yapmam için çağırdılar. Benden önce işbaşı
yapmış olanlar; 1952 yılında Sebahattin Tatlıgöl, 1953 yılında
Muharrem Candaş, Necati Yurdakul ve Adil Duman idi. Adil çok
çalışkandı. 2 torba çimentoyu sırtında taşırdı. Çalışkanlığından
175
elektriğe almışlar. Belediyeye o yıllarda son olarak ben girdim”
diye devam ediyor.
Belediye Elektrik Ustaları İbrahim Çetin, Şükrü Ataklı
ve Necati Yurdakul’un (Uzun Necati) Belediye kimlik kartları
Saydığı adlardan ‘Uzun Necati’ lakablı Necati
Yurdakul, Ödemiş’in diğer tanınmış elektrik ustalarındandır. Hâlâ faal olarak çalışan Necati Yurdakul’u Ödemişliler, bisiklet üstünde, sırtında merdivenle evlerin havai
hatlarındaki arızalara giderken hatırlayacaklardır.
Ödemiş Hükümet Meydanı, 1975
176
Mehmet Obut’un belediyedeki 31 yıllık hizmetinin
başlangıç tarihi 7 Mart 1957’dir. O yıllarda THK binasının
giriş katında bulunan Ödemiş Belediye Elektrik İşletmesinde göreve başlayan Mehmet Obut’un işe başladığı dönemde Ödemiş Elektrik İşletmesinde faaliyetler Hidrolik Santral,
Termik Santral, Su Kısmı, Artezyen Kısmı ve Atölye olarak
dört alanda yürütülüyordu. Her kısımda sorumlu bir
ustabaşı bulunuyordu. Hidrolik santralda santral başmakinisti Hamdi Ersubaşı, Su kısmında Osman Suer, Termik
Santralda Nuri Gemici uzun yıllar bu görevlerini sürdürdüler.
Santralı işleten makinistlerle elektrikçiler aynı kurum içinde görev yapıyor olmalarına karşın görevleri farklıydı. Santralda iki kişi çalışıyordu. Santral makinisti Hamdi Subaşı ve borular boyunca dağda elinde kürek, sırtında
kurşun torbasıyla gezerek, boruların kontrolunu yapan
bekçi Hasan Karadağ, Ödemiş’in özverili ustaları olarak
(kayınpeder-damat) belleklerde yer etmişlerdir.
Ödemiş-Üzümlü Elektrik Santralı Lojman Binası, 2004
Altı kişilik elektrikçi ekibi ise Ödemiş’in tüm
elektrik şebekesinden sorumluydu. Elektrik ustaları, demir
direkleri kendileri yapıyorlar, bu direklerin dikileceği çu177
kurları kazıyorlar, direkleri de elle kendileri dikiyorlardı.
Direklerden evlere alınan branşman kabloları, evlerin iç
tesisatları vs. hepsi belediye ustaları tarafından yapılıyordu. Bugün için farklı uzmanlık alanı olan branşman, tel
çekme, direk dikme, trafo montajı gibi birçok iş içiçe
geçmekteydi. Zaman zaman dışarıdan yevmiyeci tutulsa
da, belediye elektrik işlerinin yükü bu 6 kişilik ekipteydi.
Belediyede işe başladığında 140 lira brüt, 103 lira
net maaş aldığını söyleyen Mehmet Obut, maaşıyla ilgili
“…aldığımız para yetiyordu, hatta arttırıyorduk” diye
bahsetmektedir. 117 2. dönem ustaları tokgözlülüklerinin
yanı sıra öğrenmenin ve eğitimin öneminin de farkında
olan insanlardır. Mehmet Obut gençliğinde ve mesleğinin
ilk yıllarında edindiği öğrenme alışkanlığını daha sonra da
sürdürmüş, meslekiçi öğrenim onun iş yaşamının vazgeçilmez bir parçası olmuştur. Kendi anlatımıyla;
“İşletmem beni, 1961 yılında İller Bankası’nın Ankara’da
açmış olduğu ‘Elektrik Ustaları Kursu’na yolladı. Kursu
başarı ile bitirip 1962 yılında yapılan elektrik
imtihanlarına girdim ve 3. sınıf elektrikçi ehliyetimi aldım.
1968 yılında da 2. sınıf imtihanlarına girmek için
müracaat ettiğimde, bundan böyle elektrik imtihanlarının
Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yapılacağını söylediler.
İmtihanlara girmek istiyorsam; Milli Eğitim Bakanlığı’nın
mektupla öğretim kursuna kayıt olmam gerekiyordu. Kayıt
oldum ve 45 ay kurs gördüm. Mesleğimi çok sevdiğimden
dolayı 3 sene bir çırpıda geçti. 1973 yılı mayıs ayında
İzmir Çınarlı Sanat Okulu’nda yazılı imtihanlara girdim
ve başarılı oldum. Sözlü imtihanlara ise 1973 kasımında
Ankara Yenimahalle’deki sanat okulunda girdim. Oradaki
hocalar çok başarılı olduğumu söyleyip, tebrik ettiler ve
117
O tarihte yeni mezun inşaat mühendisi 900 lira, 20 yıllık İlkokul
öğretmeni 200 lira maaş alıyordu.
178
ders bilgilerim yeni iken 1. sınıf ehliyet imtihanlarına da
girmemi tavsiye ettiler.”
Yetki sınıfı arttığı için, maaşının da artması
gerektiği halde, sendikanın yaptığı toplu iş sözleşmesinde
bu doğrultuda bir madde olmaması nedeniyle Mehmet
Obut maaş zammı alamaz. Bu haksızlığa gönül koyup işine
küsmek aklına dahi gelmemiştir.
“Ehliyet sınıfı yükselince terfi edilmesi gerekiyordu ama,
sendikamız terfi zammına karşı çıktı. Toplu iş sözleşmemizde
böyle bir maddenin olmadığı söylendi. Bu defa ben sendikamızla
ters düştüm. Sendikacılara; ‘…siz İzmir’deki üyelerinizi terfi
ettirmek için dershane tuttunuz, ders verdiniz, bir sürü
masraf yaptınız, biz kendi imkanlarımızla başka kursları
bitirdik, biz taşradakiler sizin üyeniz değil miyiz?’ dedim.
Bakarız dediler ama değişen birşey olmadı.”
1949 yılı, ‘Ödemiş Elektrik ve Su İdaresi’ çalışanları
Mehmet Obut, 1965 yılında şehir şebekesinin yenilenmesi sırasında topuğunu beton direk koparıncaya kadar
futbol oynamayı sürdürür. 15 Mayıs 1965 tarihinde Gençlik
Caddesi’ndeki Çocuk Bahçesi içindeki direkleri dikerken
179
geçirdiği iş kazası nedeniyle 55 gün dinmeyen, bir parmak
pıhtılaşan kanı Dişçi Rüştü Elbi iyileştirmiştir.
1957-1958 sezonu Altınova Futbol Takımı. Ayaktakiler: Erdinç Işıktaş, Keklik
Kemal, Beşiktaşlı Rahmi Yumurtacı Remzi, Yüksel Köymen, Mehmet Obut,
Hacı Ali’lerin Şakir, Şevket Köymen, İdareci Terzi Emin. Oturanlar: Şeref,
Yorgancı Özcan, Çakırcalılar’ın Torunu Davut, Hamdi Okan.
Mehmet Obut, kasaba yaşamında iddialı bir yeri
olan futbola tutkundur. 1950’li yıllarda Ödemiş’te, Altınova, Ödemiş Gençlik ve Yıldırımspor olarak üç takım
bulunmaktaydı. Cumhuriyet sonrası Yeşil Menderes olarak
kurulan ilk spor kulübü, daha sonra adını Altınova olarak
değiştirmişti. 1950 sonrası kurulan Gençlikspor, ağırlıklı
olarak DP’lilerin takımı olurken, Altınova tek parti dönemi
takımı olduğu için CHP’lilerin takımı olarak anılmaktaydı.
Tahsildar Hikmet Güriş tarafından kurulan Yıldırımspor
ise varlığını zar zor sürdürebilen kendi halinde bir amatör
kulüptü. Birçok şeyin siyasi yelpazedeki yerleriyle ayrıştığı
1950’li yıllarda ‘muhalif’ ve ‘muvafık’ kamplara ayrılan
ülkemizde insanlar kahvehanelerini dahi particilik
yüzünden ayırmışlardır. Bu ayrımlar, ne yazık ki, yakın
tarihimizin üzüntüyle hatırlanacak ayrıntılarındandır.
180
Mehmet Obut askerliği sırasında Elazığ Karagücü’nde futbol oynamıştır. Askerliği bitirip Ödemiş’e
döndüğünde, Gençlikspor Kulübünün gözde futbolcusu
Kum Nazmi 118 Gençlikspor’da kalecilik yapmasını ister.
Gençlikspor yöneticisi Bekir Abi, bölgeye yatırılacak 60 lira
lisans bedelini ödemeyince, Mehmet Obut da Gençlikspor
yerine Altınova takımında kaleci olarak oynamaya başlar.
Kaleye geçtiği 1958 yılında, Altınova 7 yıldır
yenemediği Gençlikspor ile bir maç yapacaktır. Maç öncesi,
Gençlik-spor’luların, “Belediye’de bizim ekmeğimizi yiyorsun,
gerekirse kalene topu sen atacaksın” diye takılmalarına karşın,
Altın-ova 2-1 galip gelir. Bir alt kimliğin insanın tüm
yaşamını yönlendirebilecek bir ağırlık taşıdığı ülkede
Mehmet Obut; yediği golden “... o tek golü de yemeyecektim,
zaten golü Kum Nazmi elle atmıştı” diye bahseder. Keşke
‘Kum Nazmi’ hayatta olsaydı da, onunla Ödemiş’te futbol
konuşsaydık!
1965 yılı Ödemiş’te elektrik şebekesi için bir dönüm
noktasıdır. Etibank’ın sorumluluğuna bırakılan bölgesel
santrallar ve enterkonnekte elektrik şebekesi ile birbirine
bağlanan şehirlerin kendi jeneratörlerine gerek kalmıyordu. Ödemiş ve çevresi, Soma santralından elektrik almaya
başlamış, İller Bankası kanalıyla da şehir-içinde yeni bir
“Beton Direkli Şebeke” çalışması başlatılmıştı. Soma Santralı’nın devreye girmesiyle kapasitesi artan elektrik üretimi
sayesinde Ege Bölgesi’nde bekleyen herkese elektrik
verilmesi mümkün oluyordu. Yine de bölgesel planlama
nedeniyle, belediye Ödemiş’in bir aylık elektrik kapasitesini önceden Etibank’a bildirmek zorundaydı. Yılda iki kez
kapasite arttırımı yapılabiliyordu. Eğer bu rakam aşılırsa
ceza ödeniyordu. Şehir jeneratörleri bu yüzden bir süre
118
Kum Nazmi, askerliği sırasında Malatya Karagücü’nde oynamıştır.
Ödemiş futbolu denilince, hatırlanacak insanların başında gelmesi
gereken bir kimsedir.
181
daha yedek olarak bekletilmiş ve yeni sistem oturdukça
diğer bölgelere ve fabrikalara satılmıştır.
1966’da Akbank önündeki direk üstünde
Mehmet Obut ve Necati Yurdakul
Mehmet Obut’a Belediye tarfından verilen Takdirname
Şehir elektrik şebekeleri genişlerken, yeni hatlarla
birlikte eski şebeke direkleri de değişmekteydi. Bu çalışmalarda müteahhit firma 119 tarafından Ödemiş’e 6 trafo ile
143 orta gerilim (OG) direği dikilmiş, yaklaşık 1200 direk
kullaılan alçak gerilim şebekesi de A’dan Z’ye belediye
119
Denizli’li Galip Becer Firması
182
ustaları tarafından yapılmıştır. Bu tür çalışmalarda OG
şebekesi İller Bankası kanalıyla bir müteahhide veriliyor,
alçak gerilim şebekesi belediye elektrikçileri tarafından
yapılıyordu. Belediye elektrikçileri ise yalnızca 6-7 usta.
Demir direkleri bile bu 6-7 usta belediye atölyesinde kendileri yapıyorlardı. Geceli gündüzlü vardiya usulü çalışan
ekip, çukur kazmak, direk dikmek, tel çekmek, evlerin
branşman arızalarına gitmek gibi her tür işi yapmak zorundaydı. 1980 yılında Ödemiş’te yapılan diğer bir şebeke
yenilemesinde ise şehir merkezine 59 trafo eklenmiştir.
Mehmet Obut’un işe başladığı 1957’de yalnızca 2 trafo binası varken, Obut 1987 yılında emekli olurken, Ödemiş’te
trafo sayısı 83’e ulaşmıştı. Bu çalışmalar sırasında 2. dönem
ustalarının tümü, bu çalışmaların içinde olmuşlar ve
işlerindeki ustalıklarıyla göz doldurmuşlardır.
Mehmet Obut meslek yaşamı içinde şehire gelen
elektrik hatlarının Etibank’ın sorumluluğunda olduğu dönemi, bu işlerin Etibank’tan TEK’e geçmesini ve Belediye
Elektrik İşletmeleri’nin TEK’e devrini yaşar. Bu devir
işlerinin her bir aşaması tüm sistemin yeniden gözden
geçirilmesi ve yeni bir organizasyon gerektirmiştir.
Hizmet sektöründeki işletmelerin hemen hemen
tümünde insan faktörü önemli bir unsur olarak karşımıza
çıkmaktadır. Belediye hizmetlerinde çalışan az sayıda usta
kendilerine düşenden fazlasını özveriyle yapmışlardır. Dönemsel olarak İkinci Dünya Savaşı’nın zorluk yıllarında
yetişmiş oldukları için, rahat yüzü görmemişler, her zorluğu vatan hizmetidir diye yakınmadan üstlenmiş bir kuşaktandırlar. Yokluğun ve darlığın ne anlama geldiğini bilen
insanlardır. Dişleriyle tırnaklarıyla çalışmışlar, gerek işlerinde, gerekse aile yaşantılarında kuruşun hesabını yapacak kadar tutumlu olmuşlar ve sosyal yaşamlarında da
ölçülü insanlar olarak kalmışlardır. Biraz da hepsinin
hayatını ve ortak değerleri yansıttığı için, Mehmet Obut’u
183
anlatırken özveriyle çalışmış diğer ustaları da saygıyla anmak gerekmektedir.
Mehmet Obut’un kişiliğinde tüm eski ustalara;
deyim yerindeyse, Ödemiş’in ‘kahrını’ çekenleri hak ettikleri saygıyla analım, küçük bir ‘ellerine ayaklarına sağlık’
teşekkürünü esirgemeyelim.
Ödemiş hava fotoğrafı, 1964
(8 Eylül 2005)
184
Ödemiş’te Doğalgaz
Dünyamız hızlı bir değişim süreci yaşıyor. Kabuk
değiştiren teknolojiler arasında enerji çok önemli bir yer
tutuyor. Son yıllarda tanıştığımız doğalgaz da kısa sürede
yeni bir alışkanlık ve pratik yaşam kolaylığını beraberinde
getiren enerji türü olmuştur. Ağırlıklı olarak ısınma ve sanayide kullanılan doğalgaz başka alanlarda da kullanım
kolaylığı sağlamaktadır. Komşu ülkelerde doğalgazla çalışan otomobiller yaygınlaşıyor, klimalar için ödenen yüksek
enerji bedelinin üstesinden gelmek üzere doğalgazla çalışan soğutucular 120 cazip hale gelmeye başlıyor. İnsan yaşamında böylesi önemli bir yeri olan enerji konusunda,
özellikle elektrik ve doğalgazda, ülkemiz için en büyük
handikaplardan biri de fiyat yüksekliği ve tüketiciye yüksek maliyetle ulaşıp değişik alanlarda kullanımının yaygınlaşamamasıdır.
‘Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru Hattı’nın temelinin atıldığı,
‘Mavi Akım Projesi’nin hızlandığı bugünlerde, ülkemiz yeni
bir beklenti içine girmiştir. Ülkenin bir çok kenti doğalgaz
boru hatlarıyla birbirine bağlanmakta, elektrik şebekesine
benzer bir ağ sistemiyle bir çok yerleşim yeri, ana boru hatlarıyla oluşan genel bir şebekenin parçası olmaktadır.
Türkiye doğalazla, 1980’lerin ortalarına doğru,
başkentin hava kirliliğine ivedi çözüm getirmek üzere, Bulgaristan’dan 850 km’lik bir hatla Ankara’ya doğalgaz
120
Birçok şirket şimdiden doğal gazla çalışan araba ve klima
piyasasında yer almak için çalışmalarını sürdürüyor. Doğal gazlı
soğutma sistemi Türkiye’de ilk kez İGDAŞ’ın Şişli ve Merter
binalarında kullanılmış ve sonuç başarılı olmuştur.
185
getirilmesiyle tanışmıştır. 121 Doğalgaz konusu kısa zamanda, yalnızca Ankara’nın hava kirliliği sorununa çözüm
olmaktan çıkarak, ülkenin enerji politikalarının belirleyicilerinden biri haline gelmiştir.
Sanayide, elektrik üretiminde, mutfakta, ısınma
amacıyla binalarda ve şimdi de serinlemek için kullanımı
gündeme gelen doğalgazı ve Ödemiş’te yaratacağı değişimi daha yakından izlememiz gerekmektedir.
*
*
*
1990 yılından bu yana Tire Organize Sanayi Bölgesi’nde başlayan sanayi yatırımları genişleyerek sürmektedir. Bölgemizde tekstil ve gıda ağırlıklı orta ve büyük
ölçekli işletmelerin kurulmaya devam edeceği ortadadır.
Buna karşın Ödemiş, ticari hayatına ivme kazandıran tarım
ve küçük sanayi dışında yıllarca yeni yatırımlara kapalı
kalmış ve ekonomik gelişmesi istenen düzeye erişememiştir. Ödemiş ve çevresinin büyük tüketim merkezlerine uzak oluşu ve sanayileşme kültürünün eksikliği yeni yatırımların yapılamamasının nedenleri arasında gösterilse de
bu durum kabul edilebilir değildir. Ödemiş Organize Sanayi Bölgesi, özverili çabalara karşın üretim veya yatırım
yapılacak düzeye gelememiştir.
Türkiye’de yeni bir sektör olan doğalgaz dağıtımı
için BOTAŞ (Boru Hatları ve Petrol Taşıma A.Ş.) tarafından
hazırlanan Türkiye çapındaki ‘Doğal Gaz Hatları’ planlamalarında Küçükmenderes Bölgesi’nin Tire’den sonraki
bölümü yer almamaktadır.
Ödemiş’in geleceği ve gelişimi için doğalgaz
kaynaklı ve ucuz enerji çok gereklidir. Ödemiş’te doğalgaz
kullanımına yönelik hazırlıklar için erken olduğu düşünülebilir. Ama, ülke ölçeğinde planlamaların yapıldığı bu121
Doğalgazda Hassas Denge, Kerim Ünal, Petrogaz Dergisi
186
günlerde Küçükmenderes Bölgesi’nin de ‘master plan’lara
dahil edilmesinin ‘tam zamanı’dır. Doğalgazın Ödemiş’e
ulaşmasını istemek, kentin geleceğini planlamak olarak
algılanmalıdır. Her ne kadar Ödemiş’te, doğalgaz tüketim
profili açısından konut tüketiminin ağırlıkta olduğu bir
model geçerli olsa da, kamusal yarar gözetildiğinde Küçükmenderes Bölgesi, doğalgaz için uygun bir alandır.
Doğalgaz çalışmaları başlatıldığında Tire Organize Sanayi
Bölgesi’ne ek olarak Ödemiş Organize Sanayi Bölgesi’nin
de, yatırım maliyetinin geri-dönüş beklentilerini karşılayacak tüketim potansiyeli vardır.
Mevcut, yapımı devam eden ve planlanan doğalgaz boru hatları
Klasik yakıtlardaki yakıt depolama sorununu da
ortadan kaldıran doğalgaz sadece sanayi için gerekli görülmemelidir. Doğalgaz konutlarda da yaygın olarak kullanılacaktır. Ödemiş’teki konutların çoklukla tek ya da iki katlı
olması ve kışların görece ılık geçmesi nedeniyle konutlarda
kalorifer kullanma oranı çok düşüktür. Ödemiş’te bir konutun yıllık yakacak ihtiyacının %70’ini kömür, %30’unu
odun oluşturmaktadır. Ancak, nüfusu birçok il merkezin187
den daha büyük olan Ödemiş’te ısınmanın yalnızca
sobalara bağlı olarak süremeyeceği ve katı yakıt kullanımının artmasıyla birlikte kentte hava ve çevre kirliliği sorununun Ankara gibi Ödemiş’te de sorun haline geleceği
açıktır.
Geleneksel ısınma alışkanlığını terk edip doğalgaz
kullanımına geçmek hiç de kolay değildir. Doğalgazın
kente gelmesiyle ilk aşamada caddelere ana boru hatlarının
döşenmesi gerekiyor. Böyle bir çalışmanın uzunca bir süre
kent içi trafiğini aksatacağı ve birtakım ek maliyetler
getireceği ortadadır. Ayrıca, doğalgazı ısınma amaçlı
kullanmak üzere, olası bir doğalgaz şebekesi kurulduğunda hane başına düşecek doğalgaz altyapı gideri bir hayli
yüksek olacaktır. Doğalgaz geldiği zaman binalara
kombi/kalorifer tesisatının kurulması ve her eve yüklenecek olan masrafın yüksekliği sıkıntı doğurabilecektir. Ancak bütün bunlar Ödemiş’in doğalgazı istemesinin önüne
engel olarak konulmamalıdır. Geleceğe dair beklentilerimizde kaderine razı bir tutum içinde olursak, bu duyguları
besleyecek olumsuz görüşlerin sıralanacağı olgular çoktur.
Doğalgaz çağdaş bir ayrıcalık ve zorunluluk olarak
önümüze geldiğine göre bazı zorlukların varlığına rağmen,
henüz planlama aşamasındayken bu bölge insanı olarak
taleplerimizi açıkça ortaya koymalıyız. Doğalgaz fiyatları
konusunda yaşananlar hevesimizi kırmamalıdır. Bugüne
kadar yürütülen hükümet politikaları ve yurtdışı bağlantısı
yapılan doğalgaz anlaşmaları nedeniyle, önümüzdeki
yıllarda doğalgaza uygulanacak vergi indirimleri ve özendirici düşük fiyat politikalarının gündeme geleceğini unutmamalıyız.
Yeni yatırımlar, yeni işler nedense önce tepkiyle
karşılanır bizde. Oysa, bir kez işe kalkışıldığında artık
sonuca ulaşmadan durulamayacağı geçmiş deneyimlerde
görülmüştür. Doğalgaz altyapısı için harcanacak 15-20
milyon dolarlık yatırım bedelinin geri dönüşünün uzun
188
zaman alacağı ve yüksek fiyatlardan dolayı doğalgaz
talebinin azalacağı yönündeki endişeler, özel sektör
yatırımcılarının böyle girişimlere katılmaları önünde engel
gibi görülmesine karşın, Ödemiş Organize Sanayi Bölge
Müdürlüğü (ÖOSB) bu girişimi başlatmıştır. ÖOSB, hem
sanayi bölgesine hem de kente doğalgaz temin edilmesi
konusunda BOTAŞ ile yapılan yazışmalar sonucunda,
sanayi kuruluşları ve kentteki kullanıcılar için
hazırlanan 122 formların doldurulmasını istemektedir.
Formlardaki talep-ler toplanarak, BOTAŞ’la yapılacak
görüşmelerde
bölgesel
talep
olarak
bölgenin
projelendirmeye alınmasının gerek-çesini oluşturacaktır.
Yazıda, ekteki formun doldurularak 20 Kasım 2002
tarihine kadar Organize Sanayi Bölge Müdürlüğü’ne
ulaştırılması istenmektedir.
Küçükmenderes Bölgesi’ndeki diğer belediyelerin
de bu koordinasyona katılıp, doğalgaz getirilmesiyle ilgili
çaba harcayan kuruluşlar arasına girmeleri gerekmektedir.
Tüm ilgili kurum ve kuruluşların da, bu durumu göz önünde bulundurarak birlikte hareket etmeleri ve altyapı
çalışmalarını birlikte gerçekleştirmeleri, bir görev gibi algılanmalıdır.
Konutlara ve sanayi tesislerine doğalgaz verilmesinin hukuki altyapısı olan bir ‘Ödemiş DoğalGaz Dağıtım
Şirketi’ kurulması ile ilgili çalışmalar gündemde olmalıdır.
Diğer kentlerde ticaret ve sanayi odaları buna öncülük
etmektedirler. 4646 sayılı Doğalgaz Piyasası Kanunu ile
belediyelere ‘Doğal Gaz Dağıtım Şirketi’ yönetimine katılma
hakkı tanınıyor. Ayrıca, bölgedeki belediyeler, doğalgazlı
yıllara bugünden hazırlanarak, yeni yapılacak binaların
avan doğal gaz tesisat projesinin de (gerekli giriş delikleri ve
122
Ödemiş Organize Sanayi Bölgesi Müdürlüğü’nün ortaklarına
gönderdiği 18 Ekim 2002 tarihli yazı.
189
kazan, baca ilişkileri) inşaat yapı projelerine eklenmesi
yönünde bir karar almayı tartışmaya açmalıdır.
Konunun ekonomisi çok fazla düşünülmeden,
Ankara’yı hava kirliğinden kurtarmak için yapılan yatırım,
Küçükmenderes Bölgesi için de esirgenmemelidir. Ödemiş,
‘Batı Anadolu Doğalgaz Ana İletim Hattı’ şebekesine
dahil edilmelidir. 1888 yılında İzmir-Tire demiryolunun
Çatal’dan Ödemiş’e uzatılması halktan para toplanıp, hattı
yapan şirkete ek ödeme yapılarak gerçekleşmişti. Oysa,
başlangıçta planlanan İzmir-Aydın demiryolu güzergahı
dışında kalmıştı! Gelecekte de benzer bir durumla
karşılaşmamak, yani, boru hattını Ödemiş’e kadar uzatmak
için ek öeme yapmak zorunda kalmamak için gecikmemeliyiz.
Türkiye koşullarında başlangıçta devlet desteği ve
öncülüğü olmaksızın, ekonomik kalkınmada kaldıraç görevini üslenecek büyük ölçekli altyapı tesislerinin hızlı bir
biçimde yapılanmasına olanak yoktur. Bu nedenle BOTAŞ,
Küçükmenderes için yeni bir olanak yaratılmasını bölge
insanına bir katkı olarak kabul etmeli, ilgili kamu kuruluşları yatırımın kendisine düşen maliyetini Ödemiş’ten esirgememelidir.
Ödemiş doğalgazı istemektedir. Küçükmenderes
havzasına doğalgaz gereklidir.
(30 Ekim 2002)
190
Download