1 TC SAĞLIKBAKANLIĞI HASEKİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA

advertisement
TC
SAĞLIKBAKANLIĞI
HASEKİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
AİLE HEKİMLİĞİ
Genel koordinator:Doç.Dr. Mustafa Yenigün
Tez şefi:Uz.Dr.Fuat ŞAR
İNSULİN KULLANAN TİP 1 DİABETİK HASTALAR İLE ORAL ANTİDİABETİK
KULLANAN TİP2 DİYABETİK HASTALARI KARŞILAŞTIRILARAK,İNSULİN
KULLANIMININ DEPRESYON İÇİN EK BİR RİSK FAKTÖRÜ OLUP
OLMADIĞININ ARAŞTIRILMASI
Dr.Sibel Gürsoy
Uzmanlık Tezi
İstanbul,2007
1
ÖNSÖZ
Asistanlık eğitimim sırasında desteklerini esirgemeyen sevgili hocam 5.
Dahiliye Klinik Şefi Uz.Dr. Fuat Şar’a ve Nefroloji kliniği şefi Doc. Dr. Rümeyza
Kazancıoğlu ve5. Dahiliye uzmanları Uz.dr . Emel Tatlı,Uz.Dr. Burcu Hacıoğlu
,Uz.Dr. Süleyman Çoşgun, Uz.dr Savaş Öztürk ve ayrıca rotasyonlarım sırasında
eğitimime katkıda bulunan değerli hocalarım Kadın Hastalıkları ve Doğum Klinik Şefi
Sayın Jin.Op. Dr.Ahmet Çetin’e, Bakırköy Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları hastanesi
6. Psikiyatri Klinik Şefi Sayın Doc.Dr.Salih Yaşar Özden’e,1. Cerrahi Klinik Şef
vekilleri SayınDoç.Op.Dr. Haldun Sunar veSayın Op.Dr. Muzaffer Akıncı’ya,Çocuk
Sağlığı ve Hastalıkları Klinik Şefi Sayın Prof.Dr.Murat Elevli’ye ve ihtisas süresince
her an yardım ve desteğini esirgemeyen ve Aile Hekimliği Kordinatörü,4. Dahiliye
Klinik Şefi Doc.Dr.Mustafa Yenigün’e ihtisasımın acı ve tatlı günlerinde birlikte birçok
şeyi paylaştığımız asistan arkadaşlarıma,servis hemşirerimize ve yardımcı
personelimize,Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesinin diğer çalışanlarına en içten
teşekkür eder ve saygılarımı sunarım.
İhtisasım sırasında desteğini biran olsun esirgemeyen aileme teşekkür
ederim.
Dr.Sibel Gürsoy
(İstanbul-2007)
2
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ VE AMAÇ…………………………………………………………………………..1
GENEL BİLGİLER………………………………………………………………………...3
MATERYAL VE METOD………………………………………………………………...35
BULGULAR……………………………………………………………………………..…37
TARTIŞMA…………………………………………………………………………….…..40
SONUÇ…………………………………………………………………………………….45
KAYNAKLAR……………………………………………………………….……………..46
3
ŞEKİLLER
Şekil 1:Major depresif atak için DSM-IV ve ICD-10 ölçültleri
Şekil2:Tanı konmadan önce yapılması gerekenler
Şekil 3:Belirtileridepresyonla karışabilen bir kısım medikal hastalık
Şekil 4:Belirtileri depresyonla karışabilen bir kısım psikiyatrik bozukluk
TABLOLAR
Tablo1:Diyabetin klinik evreleri ve etyolojik tiplerine göre sınıflamas
Tablo 2:Diyabetes mellitusun etyolojik sınıflaması
Tablo3:Diyabetes mellitus’un Tanı kriterleri
Tablo 4:Plazma açlık glukoz değeri 100 mg /dl üzerinde olan hastalarda OGTT
yapılmasının yararları
Tablo 5:Açlık kan şekeri değerlerinin kategorileri
Tablo6:Glukoz toleransının açlık plazma glukoz değerlerine göre kategorileri
Tablo 7: Çocuk ve Adolesanlarda tip 2 diyabet için risk faktörleri
Tablo 8:En sık kullanılan tedavi rejimleri
Tablo 9:Diyabetes mellitus’un kronik komplikasyonları
Tablo 10:Depresyon tanısı
Tablo 11:Depresyon tedavisinde kullanılan ilaçlar,dozu,etkin tedavi süresi
Tablo 12:Çalışmaya alınan hastaların verileri
Tablo 13:İnsulin kullanan tip1 diyabetik olgular ve OAD kullanan tip2 diyabetik
olguların ortalama değerleri,standart sapmaları,p değerleri
Tablo 14:Çalışmaya dahil edilen olguların cinsiyet dağımı,komplikasyon
varlığı,depresyon düzeyi
Tablo 15:Çalışmaya dahil edilen olguların cinsiyetler arasında yaş ortalaması,diyabet
süresi,HgbA1C ve depresyon düzeyi
Tablo 16:Cinsiyetler arasında komplikasyon ve depresyon varlığı
Tablo 17 :Komplikasyon olan ve olmayan olgularda yaş,diyabet süresi,Hgb
A1C,depresyon düzeyi ortalaması ve standart sapması
Tablo 18:Komplikasyon olan ve olmayan olgularda depresyon varlığı
Tablo 19: Depresyonu olan ve olmayan olgularda yaş,diyabet süresi,Hgb A1C
ortalaması ve standart sapması
4
KISALTMALAR
TSAD:Trisklik antidepresan
SSRI:Serotonin geri alım inhibitörleri
MAO inh.:Monoaminooksidaz inhibitörleri
IFG:Bozulmuş açlık glukozu
IGT:Bozulmuş glukoz toleransı
TİP 1 DM:Tip 1 Diabetes Mellitus
TİP2 DM:Tip2 Diabetes Mellitus
OGTT:Oral glukoz tolerans testi
ADA: Amerikan Diabet Birliği
WHO:Dünya Sağlık örgütü
TÜDEP:Türkiye Diyabetik Epidemiyoloji Çalışması
ABD:Amerika Birleşik Devletleri
NDDG: National Diabetes Data Grup
AKŞ:Açlık kan şekeri
HbA1c:Glukolize hemoglobulin
LADA:Erişkindeki geç otoimmun diyabet
GLUT-4:Glukoz taşıyıcı protein 4
DCTT :Diabetes Control and Complication Trail
UKPDS:United Kingdom Prospective Diabetes Study
ACE:Amerikan Endokrinoloji Komitesi
MNT:Medical Nutrition Theraphy
NPH: Neutral Protamine Hagedorn
CSII:Continuous Subcutenous İnsulin İnfusion
ATP:Adenosin Tri Fosfat
DSM-IV:Mental bozuklukların tanımlanması ve sınıflandırılması el kitabı(Diagnostic
and Statistical Manual of Mental Disorders)
NIHM:Ulusal Mental Sağlık enstitüsü
5HİAA:5 Hidroksiindolasetik asit
HVA:Homovalinik asit
3MHPG:3- metoksi 4-hidroksifenilglikol
PRL:prolaktin
ACTH:Adrenokortikotropik hormon
5-HT2 :5 hidroksitriptamin resptörleri
D1:dopamin-1 reseptörü
GABA:gama aminobutirikasit
IP3:İnositol trifosfat ikincil reseptör sistemi
Ca:Kalsiyum
FSH:Folikül stimulan horman
LH:Lüteinize edici hormon
TRH:Tirotropin Releasing Hormon
TSH:Tirotropin Stimulan Hormon
REM: rapid eye movements
EEG: Elektroensefalografi
SPECT:Single photon emission computed tomography
PET:POZİTRON EMİSYON TOMOGRAFİ
RFLP:Restriksiyon parça uzunluk Polimorfizm(Restriction Fragment Length
Polymorphism)
EKT:Elektrokonvulsif tedavi
OAD:Oral antidiyabetik ilaç
5
GİRİŞ ve AMAÇ
Diyabetes mellitus(DM) ,beta hücrelerinden salgılanan insulin miktarında
azalma (ya da insulin yokluğu),ya da periferik dokuda insuline duyarsızlık nedeniyle
ortaya çıkan hiperglisemi ile karekterize metabolik hastalıktır.Gelişen teknolojiye bağlı
olarak sedanter yaşam ve obezitenin yaygınlaşması,hastalığın tüm dünyada
sıklığının giderek artmasına
neden olmuştur. 2000 yılında 151 milyon olan
dünyadaki diyabetli sayısının 2025 yılında 2 katına çıkarak yaklaşık olarak 300
milyona ulaşacağı öngörülmektedir(9-10).
DM ,organik bir hastalık olmanın yanında,psikiyatrik ve psikososyal boyutları
olan bir durumdur;diyabetli fiziksel,duygusal,sosyal ve cinsellikle ilgili bir dizi sorun ve
çatışmayla karşı karşı karşıyadır(11-12). Kan şekeri ve düzensizlikleri doğrudan
beyni ve ruhsal işlevleri etkilemektedir.Tersine kan şekeri de ruhsal ve duygusal
değişimlerden etkilenir(11,13).Eren ve Eren ve arkadaşları kan şekeri kontrolü kötü
olan diyabetik hastalardaki anksiyete ve depresyon sıklığını ,kan şekeri kontrolü iyi
olan hastalardan daha yüksek olarak bulmuştur(14).Tıbbi tedaviye karşın kan şekeri
düzenlenemeyen olgularda stres ve kaygı önemli bir etkendir.Böyle durumlarda ilacın
dozunu
değiştirmeden
önce,psikolojik
ve
psikososyal
değerlendirme
yapılmalıdır(11,13).
Erişkin diyabetli hastaların %18’inde psikiyatrik yardım gerektirecek düzeyde
bozukluklar geliştiği bildirilmektedir.Ancak bu psikopatolojik durumların %10’unun
tanınmadığı bilinmktedir(11). O nedenle hastanın muayenesinde bedensel
yakınmaların yanı sıra ruhsal,duygusal ve davranışsal durumnda dikkate alınması
önemlidir(13). Diyabette,komplikasyonlarına,girişimsel tetkik ve tedavi yöntemlerine
karşı ruhsal belirtiler, özellikle depresyon ve anksiyete belirtilerini içeren uyum
bozukluğu gelişebilir(11,13).
Diyabetes mellitusla en sık birlikte görülen psikiyatrik durumlar anksiyete ve
depresyondur(14,18). Diyabetli hastalarda depresyon,genel nüfusa göre daha yüksek
oranda görülmektedir.Diyabete eşlik eden depresyon,hastanın uyumunu,yaşam
kalitesini,tedaviye yanıtını,prognozu,diyabetin gidişini ,mortalite ve morbiditeyi
olumsuz etkilemekte;diyabetin kontrol altına alınmasını güçleştirmektedir.Depresyon
belirtleri ile diyabet belirtileri birbirini artırıcı yönde etki etmektedir (11,12).Anderson
ve arkadaşlarının metaanalizinde depresyonun diyabetli hastalarda genel
populasyona göre iki kat fazla görüldüğü bildirilmiştir(15). Depresyon ,hastalığa bağlı
yıkım ve mortaliteyi artırması bakımından önemlidir.Kronik hastalığa eşlik eden
depresyon hem tedaviye uyumu ve hastalığın gidişini olumsuz etkilemekte,hem de
tedavi maliyetini artırmaktadır.
Diyabete bağlı komplikasyon gelişen hastalarda depresyon yaygınlığı daha
yüksektir. Diyabetin komplikasyonları geliştikçe hastanın yaşam kalitesi
düşmekte,yaşamındaki engellenmeler artmakta ; bu durum depresyon şiddetinin ve
yineleme riskinin artmasına neden olmaktadır( 11,13,16). Eren ve Erdi diyabetik
komplikasyonu olan hastalarda major depresif bozukluk oranını %68,yaygın
anksiyete bozukluğu oranını %10,obsesif kompulsif bozukluk oranını %10
olarak;diyabetik komplikasyonu olmayan hastalarda bu oranları sırasıyla
%38.9,%3.7,%1.9 olarak bulmuşlardır(17). Hasta yeterli olmasına karşın tedavide
işbirliği yapmıyorsa,tibbi durumu dengeli olmasına karşın kendini iyi
hissetmiyorsa,tibbi durumun elverdiğinden daha alt düzeyde işlevsellik
gösteriyorsa,ilgi
alanında
yaygın
azalma
varsa,depresyon
yönünden
değerlendirilmelidir(11,12).
1
Diyabetin kontrolünde temel amaç ,hastalığın acil ve uzun süreli
komplikasyonlarından kaçınmak ve iyi bir yaşam sürdürebilmektir (19). Bu amacın
gerçekleştirilmesinde, başlangıçtan itibaren diyabetin psikiyatrik yönlerinin
değerlendirilmesi, tedavi sürecinde pek çok sorunun daha kolay aşılmasını
sağlayacaktır.Diyabet kontrolü için psikolojik ve psikososyal sorunların tanınması ve
önlem için girişimlerde bulunması gereklidir.
Bu çalışmada,araştırma sonuçlarındanda yola çıkarak amacımız İnsulin kullanan Tip
1 diyabetes mellitus ve OAD kullanan Tip2 diyabetes mellitus tanısıyla tedavi gören
hastaların depresyon yönünden değerlendirilmesi ve depresyon düzeylerini etkileyen
etkenlerinin, bu iki grubu karşılaştırarak insulin kullanımının depresyon açısından
risk faktörü olup olmadığının araştırılmasıdır.
2
GENEL BİLGİLER
DİABETES MELLİTUS
TANIMLANMASI
Diabetes mellitus insulin sekresyonu ,insulinin etkisi veya herikisindeki
bozukluklardan
kaynaklanan
hiperglisemi
ile
karakterize,metabolik
bir
hastalıktır.diyabetteki kronik hiperglisemi özelliklegözler,böbrekler,sinirler,kalp ve kan
damarları gibi bazı organlarda uzun dönemde hasar,disfonksiyon ve yetmezliğe
neden olur.
Diabet gelişimi bazı patojenik olayları içerir.Diabetteki karbonhidrat,yağve
protein metabolizması anormallikleri insulinin hedef dokulardakieksik etkis
nedeniyledir.İnsulin etkisindeki eksiklik, yetersiz insulin sekresyonuve /veya insuline
azalmış doku cevabı sonucunda gelişir.Aynı hastada insulin sekresyonundaki
bozukluk ve insulin etkisindeki eksiklik sıklıkla bir arada bulunur ve çoğu zaman hangi
anormalliğin hipergliseminin primer nedeni olduğu açık değildir.
Belirgin hipergliseminin semptomları poliüri,polidipsi,kilo kaybı,bazen de
polifaji ve görme bozukluğunu içerir.Büyüme bozukluğu ve bazı enfeksiyonlara
yatkınlık da kronik hiperglisemiye eşlik edebilir.Diyabetin akut yaşamı tehdit edici
sonuçları ketoasidoz veya nonketotik hiperozmalar sendromdur.Uzun dönem
komplikasyonları ise ise görme kaybı ile sonuçlanabilen retinopati;renal yetmezliğe
gidebilen nefropati;ayak ülserleri,amputasyon ve Charcot eklemine yol açabilen
periferik nöropati;gastrointestinal,genitoüriner,kardiyovasküler semptomlara ve
seksüel disfonksiyona neden olan otonom nöropatiyi içerir.Doku proteinleri ve diğer
makromoleküllerin
glikasyonunun,poliol
bileşiklerin
aşırı
üretiminin,kronik
hiperglisemideki
doku
hasarına
yol
açan
mekanizmalarından
olduğu
düşünülmektedir. Diyabetli hastalarda aterosklerotik kardiyovasküler,periferal
vasküler ve serebrovasküler hastalık insidansı artmıştır.Hipertansiyon,lipoprotein
metabolizması anormallikleri ,peridontal hastalık diyabetli hastalarda sık
görülür.Diyabetin emosyonel ve sosyal etkisi hastalarda ve yakınlarında belirgin
psikososyal disfonksiyona neden olabilir.
Diabetes mellitusun belli başlı iki tipi vardır:TİP1 ve TİP2.TİP1 DM’da insulin
sekresyonunda mutlak eksiklik vardır.Prevalansı çok daha fazla olan TİP2 DM’da ise
neden insulin etkisi rezistans ve yetersiz insulin sekretuvar cevabının
kombinasyonudur.Bu tipde ,klinik semptomlar ortaya çıkmadan önceki uzun sürede
belli derecedeki hiperglisemi, hedef dokularda patolojik ve fonksiyonel değişiklikler
yaratabilir.Bu asemptomatik sürede açlık plazma glukozu veya OGTT ile karbonhidrat
metabolizmasındaki bozukluğun gösterilmesi mümkün olabilir.
SINIFLANDIRILMASI
Günümüzde bir çok diabet formunun etyolojisi tespit edildiğinden,bir sınıflamaya
ihtiyaç duyulmuştur.ADA tarafından 1997’de önerilen klinik sınıflama,1999’da “WHO
Diyabet Ekspret Komitesi” tarafından adapte edilmiş ve DM’nin,klinik evre ve
3
etyolojisine göre sınıflaması yapılmış.(1-2)Bu sınıflama aşağıdaki bir tablo şeklinde
sunulmuştur.
TABLO 1:Diyabetin klinik evreleri ve etyolojik tiplerine göre sınıflaması
Daha önceki yıllarda,tedavi veya başlangıç yaşı gibi kriterler esas alınarak yapılan
diabet sınıflaması günümüzde patolojik sürece bakılarak yapılmaktadır.(2)
Tablo 2 Diabetes Mellitusun Etiyolojik Sınıflaması(ADA ,1997)
1-Tip 1 diyabet (B hücre yıkımı,çoğunlukla mutlak insulin eksikliği)
A.İmmunolojik
B.İdiopatik
2-Tip2 diyabet(relatif insulin eksikliği ve insulin direnci yada insulin salınım defekti ile birlikte insulin direnci )
3-Diğer spesifik diyabet tipleri
*B hücre fonksiyonunda genetik defektle karakterize
*İnsulin etkisinde genetik defekt
*Ekzokrin pankreas hastalıkları-kronik pankeatit,pankreatektomi,hemokromatoz ve kistik fibroz
*Endokrinopatiler-Primer aldestronizm,Cushing
sendromu,akromegalifeokromasitoma,glukagonoma,polikistik over.
*İlaç yada diğer kimyasallara bağlı gelişenler-tiyazid grubu diüretikler,B
_blokerler,glukokortikoidler,fenitoin,nikotinik asit,katekolaminler,östrogen ve progestron birleşikleri, ve
antidepresan ilaçlar( özellikle klozapin,olanzapin ve rsiperidon),tetraklorodibenzo(para)dioksin
*Enfeksiyonlar-konjenital rubella,sitomegalovirus,koksaki virus
*İmmunolojik diabetin az izlenen formları-anti insulin antikorları
*Diabetle ilişkilendirilen genetik sendromlar-Down Sendromu,Huntington koresi,Muskuler distrofi ve
lipodistrofik hastalıklar
4-Gestasyonel Diabetes Mellitus(GDM) (1,2,3)
4
EPİDEMİYOLOJİ
Dünyada 177 milyondan fazla Diabetes mellitus hastası olduğu tahmin
edilmektedir.Dünya sağlık örgütünün(WHO)verilerine göre bu sayı 2025’te 300
milyona yükselecektir.Gelişmiş ülkelerin çoğunda ölüm nedenleri arasında
dördüncüdür.Son 20 yılda çoğunluğu TİP 2 diyabet olmak üzere diyabet
prevalansında belirgin bir artış izlenmiştir.Günümüzde TİP2 diyabet epidemisinden
bahsedilmeye başlanmıştır.
Amerikada 1976-1988 yılları arasında 40-74 yaşlarındaki yetişkinlerdeki
diyabet prevalansı %11.4’ten %14.3’e yükselmiştir.Danimarkada 22 yıllıkbir periodda
diyabet prevalansında %38 artış izlendi.Avustralyada 1981 yılında yapılan tahmine
göre%3.4 olması gereken diyabet’li hasta sayısı şu an nüfusun %7.5’i dir.Ülkemizde
ise
1997-1998
yıllarında
yapılan
‘Türkiye
Diabetik
Epidemiyoloji
Çalışması(TÜDEP)’e göre 20-80 yaş grubu diyabet sıklığı %7.2 IGT %6.7,
bilinmeyen (yeni) diyabet oranının ise yaklaşık %30 olduğu bulunmuştur.(4)
Artan Obezite ve fizik aktivite azlığı nedeniyle TİP 2 diyabet prevalansının daha
hızlı artması beklenmektedir.Erkek ve kadında görülme sıklığı benzerdir fakat 60
yaşın üzerindeki erkeklerde sıklık bir miktar artmıştır.Diyabet prevalansı 20 yaş
altında % 019 iken 20 yaş üzeri %8.6 yükselir.
Diyabet insidansında belirgin coğrafik farklılıklar vardır.İskandinav ülkeleri en
yüksek insidansa sahiptirler.Bunlardan Finlandiyanın insidansı yıllık 35/100.000 ile
yüksek,Japonya ve Çin’in TİP1 diyabet insidansı 3/100.000 ile düşük,Kuzey Avrupa
ve ABD’nin 8-17/100.000 ile orta derecededir.Tip2 diyabet prevalansı ve IGT Pasifik
adalarında en yüksek,Hindistan ve ABD’de orta,Rusya ve Çin’de düşüktür.Bu
değişkenlik genetik,davranışsal ve çevresel faktörlere bağlanmıştır.Diyabet
prevalansı ayrıca ele alınan ülkenin farklı etnik gruplarında da değişkenlik
gösterir.(5,6,4)
DİABETES MELLİTUS’UN TANISI
Dünya Sağlık Örgütü ve National Diabetes Data Grup(NDDG) diyabetin tanı
kriterlerini bazı verileri temel alarak belirlemiştir.Açlık glukoz değerleri spektrumu ve
oral glukoz tolerans testine yanıtlar normal bireyler arasında değişkenlikler
gösterir.Diabet tanısı toplumdaki normal glisemi değerlerinden sapmaya göre değil
diyabete spesifik komplikasyonların prevalansının artmaya başladığı hiperglisemi
değerleri ele alınarak düzenlenmiştir.(3)
Tablo 3 Diabetes Mellitus’un Tanı kriterleri:
•
Diyabet semptomları (poliüri,polidipsi,polifaji,açıklanamayan kilo kaybı) ile birlikte herhangi
birandaki son öğüne bakılmaksızın plazma glukoz değerinin 200 mg/dl veya üstü ise
•
Açlık plazma glukoz değerinin 126 mg/dl ve üstü ise.Açlık en az 8 saat hiçbir kalori almamak
demektir.
•
Oral Glukoz Testi (OGTT) sırasında 2. saat plazma glukozu 200 mg/dl ve üstü ise.(75gr)
5
Kriterlerinden en az birinin bulunması tanıyı koydurur.Plazma açlık glukozu ve
postprandial glukoz değerleri birbiriyle yüksek oranda koreledir fakat farklı metabolik
kontroller altında oldukları ve biri normal iken diğerinin anormal olabileceği
bilinmelidir.
Epidomiyolojik çalışmalarda ,diyabet insidansı ve prevalansı açlık plazma
glukozunun 126mg/dl olmasına dayandırılır.
Tablo 4 Plazma açlık glukoz değeri 100 mg/dl üzerinde ise OGTT planlamak
faydalıdır çünkü:
•
Tarama testlerinde Diyabet tanısı konmamış hastaların % 30 ‘una 2 saatlik
tokluk plazma glukozu değerleriyle diyabet tanısı konmuştur.
•
Kişiler açlık ve tokluk değerlerine göre farklı sınıfalara girdiğinde bunlarda
daha anormal olan değer dikkate alınır.
•
Bozulmuş açlık glukoz değerleri 110-125 mg/dl olan hastaların %20’si
diyabetik postprandiyal 2. saat değerlerine sahiptir.
•
İki saatlik kan glukoz değerleri mortalite,kalp damar hastalığı ve retinopati
açısından açlık glukozu değerlerine göre daha iyi öngörü sağlar.
Yakın zamanlarda diyabet tanı kriterlerine uymayan,ancak normal gruba da
dahil edilmeyecek ara grup olduğu fark edilmiştir.IFG(bozulmuş açlık glukozu) adı
verilen grup;AKŞ 110 mg/dl ve üstü fakat <200 mg/dl veya OGTT 2. saat glukoz
düzeyi 140 ve üstü fakat < 200 mg/dl olarak tarif edildi.böylece
Tablo 5 AKŞ değerlerinin kategorileri:
1-AKŞ<110 mg/dl=normal açlık glukozu
2-AKŞ 110 mg/dl ve üstü ve <126 mg/dl=IFG
3-AKŞ 126 mg/dl ve üstü=Diyabet tanısı
Tablo 6 Glukoz toleransı açlık plazma glukoz (FPG) değerlerine göre 3 kategoriye
ayrılır
1.
FPG < 100 mg/dl normaldir
2.
FPG 100 mg/dl ve üstü yada <126 ile bozulmuş açlık glukozu(IFG)
3.FPG 126 mg/dl ve üstü iken diyabet tanısı konur
6
IFG (Bozulmuş açlık glukozu) değeri IGT (Bozulmuş glukoz toleransı)
değerleri ilekıyaslanabilir ve bu 75 gr lık oral glukoz yüklemesi sırasında 2. saatteki
kan şekeri değerlidir.Bozulmuş açlık glukozu ve bozulmuş glukoz toleransı tanısı alan
kişiler 5 yıl sonrasında %40 Tip 2 diyabet geliştirme riski ve kardiyovasküler hastalık
riski taşırlar.
Gözden geçirilen bu bu kriterler asemptomatik kişilerde diyabet tanısı için
açlık plazma glukoz değerlerinin güvenilir olduğunu gösterir.Oral glukoz tolerans testi
rutin uygulamada önerilmez.Diyabet tanısında idrarda glukoz tayininin,kanda HbA1c
ölçümünün pek yeri yoktur.
Tarama testi sonrası kesin tanı koymadan önce test tekrarı yapılmalıdır.Açlık
plazma glukoz değeri normale döndüğü hallerde diyabet tanısı değiştirilir.(3,6,1)
TİP 1 DİYABET
Bu otoimmün hastalık genetik çevresel tetikleyicilerin sonucudur.Bu hastaların
adacık hücrelerinde daha sonra B-hücresi harabiyetinde rol oynayacak olan CD8
hücre infiltrasyonu vardır.Genellikle genetik yatkınlıktan hastalığın ortaya çıkış
zamanına kadar uzun bir prodramal dönem vardır. Bu hastalar insulin,glutamik asit
dekarboksilaz ve tirozin fosfat 1A_2’yi içeren adacık antijenler karşı çeşitli antikorlar
sergileyebilmektedir.Bu nedenle,özgüllüğü kaybetmeden duyarlılığı artırmak için ön
görme ve tanı koyma ölçümlerinde tek bir test yerine bir belirteçler kombinasyonu
kullanılmalıdır.
Tip1 otoimmun Poliglandular Sendromda ilginç bir otoimmun diyabet çeşidi
görülmektedir.Bu sendrom otoimmun düzenleyici gendeki bir dizi endokrinolojik
bozukluğa neden olan bir mutasyondan kaynaklanmaktadır.
Genetik olarak yatkın olan bireylerde tip 1 diyabet gelişiminde çevresel
tetikleyicinin Coxsackie viruus olduğuna inanılmaktadır.Bunun nedeni virus ile adacık
hücresi dokusundaki antijen arasında antijenik benzerliğin olması olabilir.Buna
moleküler benzerlik denir.
Tip1 diyabetli hastalar B-hücrelerinin immunolojik harabiyetine bağlı olarak
ya tam ya da tama yakın bir biçimde insulinden yoksundurlar.Ciddi boyutlarda
olabilen hiperglisemi ve aynı zamanda yaşamı tehdit eden ketoasidozun önlenmesi
için insuline ihtiyaç vardır.Her ne kadar bu hastaların çoğu zayıf ve 20 yaşın altında
olsa da,bu hastalık her yaşta gelişebilir.(7)
Erişkinlerdeki geç otoimmun diyabet(LADA),Tip 1 diyabetin daha yavaş
başlangıçlı bir biçimidir.Bu hastalar sıklıkla tip 2 diyabet tanısı konabilmektedir.Bu
hastalar glutamik asit dekarboksilaza karşı antikorlara sahip olma,düşük C_PEPTİD
düzeyleri,düşük endojen insulin üretimi ve insulin adacık hücrelerine karşı antikorlara
sahip olma ile tanınabilirler.Bu bireyler metabolik sendromun bilinen belirti ve
bulgularına sahip değildir ve tip 2 diyabet hastalarından daha hızlı,ancak klasik tip
1diyabet hastalarından daha yavaş bir biçimde insuline bağımlı hale gelirler.Tip 2
diyabetli hastaların yaklaşık olarak %10’u aslında LADA olabilir ve aslında bunlar tip
1diyabet hastalarıdır.
7
Tip 1 diyabetli probandın birinci dereceden akrabalarında tip 1 diyabet gelişme
riski Kuzey Amerika’daki beyaz ırka mensup toplumlarda % 5-7 iken,bu oran aile
öyküsü olmayanlarda < %1 ve genel populasyonda ise % 0.12’dir.Bu hastalar ağır
diyabet komplikasyonları olan ketoasidoz,laktik asidoz ve metabolik dekompresyonun
önlenmesi için yaşam boyu günlük eksojen insulin gereksinimin duyarlar. (7)
TİP 2 DİYABET
Tip 2 ya da insuline bağımlı olmayan diyabet Amerika birleşik devletlerinde
diyabet tanısı konan tüm hastaların yaklaşık olarak % 90-95’ini oluşturmaktadır.Bu
diyabetli hastaların % 90’ında ailede diyabet öyküsü olup tek yumurta ikizlerinde
birlikte görülme olasılığı %60-90’dır.Her ne kadar bu hastalar ketonemik olabilseler
de,diyabet nedeniyle ketoasidoza girmemektedirler.Bu hastalarda genellikle tartı
fazlalığı mevcuttur ve yaklaşık % 90’ı,özellikle santral olmak üzere obezdir.
Tip 2 diyabet insulin rezistansı,yetersiz insulin sekresyonu ve aşırı hepatik
glukoz yapımı ile karekterizedir.Hastalığın erken evresinde pankreas B hücrelerinden
insulin sekresyonunu artırır böylece insulin rezistansına rağmen glukoz toleransı
normal kalır.Ardından vücudun insulin rezistansını yenmek için gerekli
hiperinsulinemik
durumu
sağlayamaması
ile
postprandial
hiperglisemi
gelişir.Sonunda insulin sekresyonunun iyice azalması ve karaciğerde glukoz
sekresyonunun artması açlık kan glukozunu yükseltir.
Tip 2 diyabete genellikle 30yaşından sonra tanı konmakta olsa da,özellikle
afrika kökenli Amerikalılar ve Latin Amerika kökenli adelosanlar olmak üzere daha
genç yaşta tanı alan bireylerin sayısı giderek artmaktadır.Gerçekten de,hem obezite
hem de tip 2 diyabetteki artışlar dünya genelinde söz konusu olan ikili epidemileri
temsil etmektedir.
Açıkcası,obezite çocukluk çağında artmış tip 2 diyabet etyolojisindeki
lokomotif güçtür.Obezite iç organlarda yağ depolarından insuline duyarlı dokulara
yağ asidi akışını hızlandırarak insulin direncini artırmaktadır.Yağ asitleri substrat
kullanımı için gukozla yarışmaktadır.Ayrıca ,kas ve karaciğerdeki yağ depoları da
insulin direncini artırabilir.Bu durm glukoz kullanımındaki insulin reseptörü
kusurlarına bağlı olarak glukoz taşıcı 4’ün(GLUT_4 ) hücre membranına
translokasyonunda geçikme olduğunda oluşmaktadır.
İnsulin direnci olan ya dadiyabetr geliştirmeye yatkın olan hastalar trigliserit
depolama yeteneği zayıf olan daha büyük adipositlere sahiptir.Daha küçük olan bu
adipositler insulin duyarlılığını iyileştiren adinopektin üretimi için de kaynak
olabilirler,buna karşılık daha büyük adipositler ise insulin duyarlılığını bozan
resistin,interlökin-6 ve TNF_alfa üretirler.
8
Tablo 7 Çocuk ve adolesanlarda tip 2 diyabet için bilinen risk faktörleri şunlardır
1-Düşük fizik aktivite
2-Yüksek kalorili diyetler,özellikle de trans_yağ asitlerini ya da doymuş yağları
içerenler
3-Gebelik yaşına göre düşük doğum ağırlıkla doğma
4-Birinci ve ikinci dereceden akrabalarda pozitif öykü
5-Yüksek riskli etnik köken(örn.,Latin Amerika,Afrika kökenli Amerikalılar,Pasifik
Adası kökenliler)
6-Artmış insulin direnci (8)
Fetal gelişim sırasında intraüterin çevre glukoz metobolizmasını önmeli ölçüde
etkileyebilir.İntrauterin malnutrisyon B-hücrelerinin sayısını ve işlevlerini etkileyerek
erişkin dönemdeki insulin salgısını bozabilir.Annelerinde gestasyonel diyabet öyküsü
olan çocuklardada artmış tip 2 diyabet ve insulin direnci gelişme riski vardır.Maternal
hiperglisemi fetal hiperinsulinemiyi uyarabilir ve böylece artmış lipogeneze neden
olur.Journal of the American Medical Association ‘da yakın zamanda yayınlanan bir
makale tahıllara yaşamın 3. ayından önce ya da 7. aydan sonra başlamasının
çocuğun tip 2diyabet gelişme riskini 5 kat artırdığını ve yinerisk altındaki bir çocuğa
gluten içeren takviyelerin yaşamın üçüncü ayınadan önce başlatılmasının diyabet
riskini 4 kat artırdığını göstermiştir.
Sobngwi ve ark., tarafından yakın bir zamanda yapılan bir çalışmada tip 1
diyabetli annelerin çocuklarının çoğu,tip 2 diyabet geliştirme açısından yüksek risk
taşıyan özellikler sergilemiştir.Bu birliktelik genetik yatkınlıkdan bağımsız bir biçimde
sergilenmiştir.
Açıkcası,intaruterin yaşamda tip 1 diyabetik çevreye maruz kalmanın tip 2
diyabet geliştirme riskini arttırdığını görmek için daha fazla çalışmaya gereksinim
vardır.
Nadiren hasta hekime klasik polifaji,polidipsi,kilokaybı ve poliüri yakınması ile
başvurabilse de genellikle bitkinlik,göz kararması,baş dönmesi,vertigo,tekrarlayan
mantar enfeksiyonları,bozulmuş yara iyleşmesi,cinsel işlev bozukluğu ev hatta terinin
tatlı olması gibi daha müphem bulgularla gelir.
Ne yazık ki,tip 2 diyabet yıllarca asemptomati kalabilir. Tip 2 diyabet tanısı
genellikle insulin direnci vepostprandial hiperglisemiyi içeren durumun
başlamasından yıllar sonra konur.Bu nedenle,tanı konduğunda makrovasküler etkiler
iyice yerleşmiştir.
DİABETES MELLİTUS’UN TEDAVİSİ
Diabetes Control and Complication Trail(DCCT),kumamato Trail,United
Kingdom Prospective Diabetes Study (UKPDS) çalışmalarının sonuçlarına göre sıkı
glismik kontrol Tip 1 ve Tip 2 DM de uzun dönem mikrovaskuler komplikasyonlarının
9
belirmesini yada var olan komplikasyonların ilerlemesini geciktirir.Kumamoto
çalışmasına göre devam eden izlenimlerde komplikasyonlardan korunmak ve
geçiktirmek için optimal glsemik kontrol HbA1c < %6.5 ,açlık glukoz düzeyi < 110
mg/dl ve 2. saatte posprandial glukoz seviyesi <180 mg/dl olmalıdır.
Genel prensipler
1-Hiperglisemi semptomları düzeltmek
2- Mikrovaskuler ve makrovaskuler komplikasyonlardan korumak
3-Normale yakın bir yaşam kalitesi sağlamak
American Diabetes Association (ADA)’nın önerisinde HbA1c < % 7 preprandial
glukoz seviyesi 90-130 mg/dl ve postprandial glukoz seviyesi <180 mg/dl seviyesinde
tutulmalıdır.
Amerikan Endokrinoloji Komitesinin (ACE)’nin önerisinde Hb A1c < % 6.5
preprandial glukoz seviyesi <% 110 mg/dl ve postprandial glukoz seviyesi < 140
mg/dl olmalıdır.
Tip 1 ve Tip 2 diyabet’li bireylerde eğitimin amacı işbirliğini artırmak,glisemik
kontrolü optimize etmektir. Tip 1 diyabet’li hastalar ve yakınları insulin
uygulaması,evde kan glukoz ölçümü,idrar glukoz ve keton tayini,egzersiz sırasında
insulin dozu ve gıda alımının düzenlenmesi,ketoasidozdan korunma ve
hipogliseminin tedavisi ve hastalık durumunda diyabetin yönetimi konularında
eğitilmelidirler.
Tip 2 diyabet’li hastalar da buna benzer beceriler kazandırmakla birlikte
beslenme ve kilo kontrolü konusuna özel önem verilmelidir.Hastalar kullandıkları
oralantidiyabetiklerin etki ve yanetkileri konuusnda bilgilendirilmeli ve zamanla bu
ajanların optimal kontrol için yetmeye bileceği,insulin tedavisine başlanabileceği ifade
edilmelidir.
Amerikan Diyabet Birliği (ADA) tarafından kulanılan Medical Nutrition
Theraphy (MNT) terminolojisi kalori alımıyla diyabet tedavisinin diğer alanlarının
(insulin,egzersiz ve kilo verme) optimal kordinasyonunu ifade eder.Tip 2diayebet’li
kişilerde
yağ
alımının
azaltılması,orta
düzeyde
kalori
alımı,hiperlipidemi,hiperglisemi,hipertansiyonun
düzeltilmesi,fiziksel
aktivitenin
artırılması MNT’nin ana hedefleridir.
Diyabet tanısı konan kişide egzersiz yapılarak kardiyovasküler risk
faktörlerinde azalma,kan basıncında düşme,mevcut kas kitlesinin idamesi,vücut yağ
miktarında azalma ve kilo kaybı sağlanır.Tip 1 ve Tip 2 diyabet’de egzersiz,kan
şekerinin düşürmek ve insulin sensivitesini artırmak için faydalıdır.
Tip 1 ve Tip 2 diyabet’li hastalarda asemptomatik kardiyovasküler hastalıklar
genç yaşlarda belirdiğinden egzersiz toleransları değerlendirimelidir.
10
Tip 1 Diyabet’li hastalarda endojen insulin salınımı olmadığı için
amaç,mümkün olduğu kadar fizyolojik salınımı taklit etmektir.Bazal insulin
uygulaması ile glukojen yıkımı,glukoneogenez,ketogenez ve lipoliz regüle
olur.Yemeklerle alınankısa etkili insulin,normal glukoz kullanımını ve depo edilmesini
sağlar.
Yoğun insulin tedavisi ile amaç,normal yada normale yakın plazma glukoz
değerleri elde ederek mikrovaskuler komplikasyonların ortaya çıkmasını geciktirmek
yada ilerlemesini engellemektir.Konvansiyonel tedaviye göre 3 kat daha fazla
hipoglisemiye neden olur.Metaanaliz yoğun tedavinin toplam makrovaskuler olay
sayısını azalttığı fakat makrovaskuler komplikasyonlardan ölüm ve etkilenen hasta
sayısını değiştirmediği bulundu.
Günümüzde kullanılan insulin preparatları rekombinant DNA teknolojisi ile
üretilmiştir.Çoğu hızlı,kısa,orta ve uzun etkili U_100(100 ünite/ml) formundadır.Kısa
etkili insulin analoğu Lispro ve Aspart insulindir.
Uzun etkili insulin glargin,NPH insulin ile karşılaştırıldığında etkisi geç
başlar,etki süresi uzundur(yaklaşık 24 saat) ve pik yapmaz.Bazal insulin ihtiyacı ortak
etkili(NPH yada Lente insulin) veya uzun etkili (ulturalente yada glargin
insulin)formulasyonlarından sağlanır.Detemir diğer uzun etkili insulin analoğudur ve
albumine bağlanır.
Hastanın yaşı,hayat tarzı,motivasyonu,genel sağlık durumu ve tedavinin
amaçları belirlenerek hastaya en uygun tedavi rejimi belirlenmelidir.Sık kan şekeri
ölçümleri şarttır.(4 yada 8 kez/gün )
CSII(Continuous subcutaneous insulin infusion) diğer bir multipl komponent
insulin rejimidir.Bu yöntemin başarısında pompa hakkında iyi bir hasta eğitimi, yakın
takip ve sık kan şekeri ölçümü şarttır.
Tip 2 diyabetin başlangıç tedavisin de genellikle insulin yoktur.Diyet,egzersiz
kilo verme ve oralantihiperglisemik ajanlar başlangıçta glisemik kontrol için yeterli
olacaktır.Kombinasyon tedavisine rağmen eğer glisemik kontrol sağlanmazsa insulin
tedavisi verilir.Diyabetin ilerleyici bir hastalık olması nedeniyle insulin kullanımı er
yada geç varılacak noktadır.
Tip 2 diyabet’de insulin tedavisinin hedefleri Tip 1 diabetteki ile benzerlik
gösterir.Hipergliseminin klinik semptomlarının eliminasyonu önemli bir hedeftir ve
böylece mikrovaskuler ve makrovaskuler komplikasyon riski azaltılır.Bununla birlikte
obezite,hipertansiyon,dislipidemi ,kalp damar hastalıkları ve diayebetle ilgili
komplikasyonların tedavisine önem verilmelidir.
Yeni tanı almış Tip 2 diyabet’li hastaların % 20- % 50’sinde diyabete spesifik
komplikasyonlar zaten vardır.
Oral antihiperglisemik ajanlar birbirinden farklı patofizyolojik süreçleri
etkileyerek kan glukozunu düşürüler . İnsulin sekretegogları : sülfanilüreler
(chlorpropamid,glyburide ,glyburide,glipizide, glimepirid) ve nonsulfanilüre .İnsulin
sekretegogları :repaglinide ve nateglinide ATP sensitif K kanallarının SUR_1 alt
11
ünitesine bağlanarak insulin sekresyonunu stimule eder.Biguanidler grubunu temsil
eden Metformin hepatik glukoz yapının azaltır ve periferal glukoz kullanımın bir
miktar düzeltir.Alfa_Glukosidaz İnhitörleri postprandial karbonhidrat sindirimini
geçiktirerek
etkilidir.Thiazolidinedionlar
grubunda troglitazon,pioglitazon
ve
rosiglitazon yer alır.Peroxisome proliferator- activated receptor-gama (PPAR_g)
nükleer reseptörüne bağlanırlar.Preadipositlerin adipositlere diferansiyasyonunu
hızlandırıken artan yağasiti alımı ve depolanması ile insulin rezistansını azaltırlar.
Monoterapide
insulin
sekretegogları,biguanidler,
Thiazolidinedionlar
(HbA1c’de %1-2 azalma) ve insulin etkilidir.Alfa-glukosidaz inhibitörlerinin etkinliği az
olduğu için tek başına pek önerilmez.:
Tablo 8 En sık kullanılan tedavi rejimler
1-İnsülin sekretegogları ve metformin yada Thiazolidinedionlar
2-Sülfanilüre ve Alfa-glukosidaz inhibitörleri
3-İnsulin,metformin yada Thiazolidinedionlar
Diyet,egzersiz ve multiple oral ajanlarla tedaviye yanıt vermeyen
hastada insulin tedavisi endikedir ve bu durumda 0.3-0.40 U/kg/gün sabah yada
yatarken verilecek orata yada uzun etkili insulin tedavide yeterli olacaktır.İnsulin tek
başına yada oral antihiperglisemik ajanlarla birlikte kullanılabilir.
DİABETES MELLİTUS’UN KRONİK KOMPLİKASYONLARI
Diabetes Mellitusun kronik komplikasyonları vaskuler ( mikro vaskuler
ve makrovaskuler ) ve nonvaskuler komplikasyonlar diye iki gruba ayrılır. Bu
komplikasyonlar hastalığın ikinci dekatında belirginleşir. Tip 2 diyabette uzun bir
asemptomatik dönem olduğu için tanı anında komplikasyonlarla karşılaşılabilir.
Kronik hiperglisemi mikrovaskuler komplikasyonların sebebidir. Makrovaskuler
komplikasyonlarla kronik komplikasyonlar arasındaki neden sonuç ilişkisindeki tam
olarak kurulamamıştır fakat koroner damar hastalığı ve mortalite tip 2 diyabetik
hastalarda 2-4 kat artmıştır. Bu olaylar bozulmuş açlık glukozu,postprandial gluko ve
HbA1c değerleri ile korelasyon gösterir. Dislipidemi ve hipertansiyonda
makrovaskuler komplikasyonlarda önemli rol oynar.
12
Tablo 9 Diabetes mellitus’un Kronik Komplikasyonları
1-Mikrovaskuler
1. Göz hastalıkları
a. Retinopati(proliferatif /non proliferatif)
b. Makuler Ödem
2. Nöropati
a. Duyusal ve motor ( mono ve polinöropati)
3. Nefropati
2-Makrovaskuler
a. Koroner arter hastalığı
b.Periferik damar hastalığı
c.Serebrovaskuler hastalık
3 Diğerleri
a. Gastrointestinal (gastroparezi,diyare)
b. Genitoüriner (üropati,seksüel disfonksiyon)
c. Dermatolojik
d. İnfeksiyon
e. Katarakt
f. Glukoma
DEPRESYON:
Klinik ve biyolojik yönelimli araştırmacılar duygudurum bozukluklarıile ilgili
çalışmalar
yaptıkça,önceden
tanımlanan
hastalar
arasındaki
ayrımlar
değerlendirilerek DSM-IV de resmi olarak tanınlanmışlardır. Major depresif bozukluk
ve bipolar 1 bozukluğu iki ana duygudurum bozukluğudur.Major depresif bozukluk ve
bipolar 1 bozukluğu sıklıkla affektif
Bozukluk olarak adlandırılırdı;ancak bu bozukluklarda önemli patoloji,kişinin o
anki emosyonel içeriğinin dışa vurumu olan affek’te değil,kişinin sürekli içsel
emosyonel durumu olan mizaçtır.Sadece depresif ataklar geçiren hastaların major
depresif bozukluğu vardır,bazen bu durum unipolar depresyon olarak
adlandırılır.Ancak bu DSM-IV terimi değildir.Hem manik,hem de depresif ataklar
geçiren ya da sadece manik ataklar geçiren hastalarda da bipolar-1 bozukluğu
bulunur.Minör depresif bozuklukta semptom şiddeti major depresif bozukluk için
gerekli şiddete ulaşamaz.;tekrarlayıcı kısa depresif bozuklukta,depresif semptomlar
13
major depresif bozukluk tanısı koydurmayacak kadar kısa bir süre için tanı ölçültlerini
dolduracak şiddettedir.Bipolar 2 bozuklukta ise mani semptomları bipolar 1
bozuklukta görülen manik atak tanı ölçültlerini karşılamayan şiddette olan hipomanik
ataklarla değişen major depresif ataklar vardır.Ek duygudurum bozukluğu tanıları ise
genel tıbbi bir duruma bağlı duygudurum bozukluğu,maddeye bağlı duygudurum
bozukluğu ve başka türlü adlandırılamayan duygudurum bozukluğunu kapsar.
Major depresif bozukluk ve bipolar 1 bozukluğu arasındaki ilişkiyi ele alan
enaz 3 kuram vardır.En çok kabul gören varsayım ki birçok genetik ve biyokimyasal
çalışmaylada desteklenmiştir,major depresif bozukluk ve bipolar 1 bozukluğun iki
farklı bozukluk olduğu şeklindedir.Son zamanalarda bazı arştırmacılar bipolar
bozukluğun major depresif bozuklukda görülen aynı fizyopatolojik sürecin daha
şiddetli ifadesi olduğunu ileri sürdüler.Üçüncü varsayım ise depresyon ve maninin
emosyonel yaşantının aynı düzlemdeki iki aşırı ucu olduğu şeklindedir.BU fikir hem
depresif,hem de manik özelliklerin bir arada bulunduğu karışık tablosu olan hastaların
gözlenmesi nedeniyle desteklenmemiştir.
Epidemiyoloji
Major depresif bozukluk yaşam boyu yaygınlığı %15 kadar olan ve hatta
kadınlarda %25 kadar yüksek olabilen yaygın bir bozukluktur. Major depresif
bozukluğun görülme sıklığı yoğun bakım hastalarında (bu hastaların oranı %10’a
yaklaşır) ve tıbbi nedenlerle yatan hastalarda (bu oran %10’a yaklaşır.) daha
yüksektir.Bipolar 1 bozukluğu ise major depresif bozukluktan daha az sıklıkta
görülür.Yaşam boyu yakalanma sıklığı %1’dir ve bu oran ile şizofreniye yakın sıklıkta
görülür.Bipolar 1bozukluğun seyrinin major depresif bozukluğun seyri kadar iyi
olmadığı anlaşılmıştır,bu nedenle bipolar 1 bozukluğun hastalara,alilerine ve topluma
maliyetleri yüksektir.Bipolar 1bozukluğu ile major depresif bozukluk arasındaki bir
diğer fark bipolar 1 bozukluğu olan çoğu kişinin ergeç hekimin dikkatini çekmesi ve
tedavi uygulamasıdır.Oysa major depresif bozukluğu olan kişilerin ancak yarısı özgül
tedavi alır.NIHM toplumda ve hekimler arasında depresyonla ilgili farkındalığı
artırmak için bir program başlatmasına rağmen,depresyon semptomları sıklıkla uygun
olmayacak şekilde strese karşı makul tepkiler,irade zayıflığı ya da basitçe bazı ikincil
kazançlara ulaşmak için bilinçli bir girişim olarak algılanarak gözden kaçmamaktadır.
Cinsiyet
Kültür ya da ülkeden bağımsız olarak major depresif bozukluğun kadınlarda
erkeklerin iki katı fazla görüldüğü hemen hemen evrensel bir gözlemdir.Bu farklılığın
nedeni bilimemesine rağmen,araştırmalar batı ülkelerinde bu farklılığın hormanal
faklılıklar,çocuk doğurmanın etkileri,kadınlar ve erkekler için psikososyal yüklenmenin
farklılığı ve öğrenilmiş çarezislikle ilgili davranış modelerine bağlı olduğu
varsayılmaktadır.
Yaş
Major depresif bozukluğun ortalama başlangıç yaşı 40’dır.Hastaların
%50’sinde başlangıç 20-50 yaşları arasındadır.Major depresif bozuklukçocuklukta
veya genç yaşta da yaygın olmamasına rağmen görülebilir.Bazı yeni epidemiyolojik
veriler 20 yaşının altındaki kişlerde major depresif bozukluğun artmakta olduğunu
14
telkin etmektedir.Eğer bu gözlem doğru ise,bu durum bu yaş gurubunda alkol ve
diğer maddelerin kullanımının artmış olmasıyla ilişkili olabilir.
Irk
Duygudurum bozukluklarının görülme sıklığı ırklar arasında farklı değildir.
Evlilik Durumu
Genelde major depresif bozukluk hiç yakın ilişkisi olamayan,boşanmış veya
ayrı yaşayan bireylerde en sıktır.Bipolar 1 bozukluğu evlilere nazaran boşanmış ya
da yalnız yaşayan bierylerde daha sık görülebilir.Ancak bu fark erken başlangıcın ve
hastalığın tipik özelliği olan hastalığın sonucu olarak ortaya çıkan evlilik uyuşmazlığın
yansıması olabilir.
Sosyoekonomik ve Kültürel Özellikler
Sosyoekonomik durum ve major depresif bozukluk arasında hiç bir bağlantı
bulunmamışken,üst sosyoekonomik düzeyde belki de ön yargıdan dolayı ortalamdan
daha yüksek oranda bipolar 1 bozukluğu görülmektedir.Depresyon kırsal kesimde
şehirdekinden daha yaygın olabilir.Bipolar 1 bozukluğu muhtemelen hastalığın erken
başlangıcının yansıması sonucu,yüksek öğrenimi olmayanlarda olanlara göre daha
sık görülmektedir.
Etyoloji
Duygu durum bozukluklarının nedenleri bilinmemektedir. Duygu durum
bozukluklarının biyolojik ya da psikososyal nedenlerini tanımlama girişimlerin çoğu
halen mevcut olan ve klinik temelli tanı sistemleriyle(DSM-IV’de dahil ) tanımlanan
hastaların farklı oluşları (heterojenite) nedeniyle engellenebilmektedir.Neden
olabilecek etmenleryapay olarak biyolojişk,genetik ve psikosoyal etmenler olarak üçe
bölünebilir.Bu bölünme yapaydır,çünkü bu üç etmen de kendi aralarında
etkileşmektedirler.
Biyolojik Etmenler;duygu durum bozuklukluklu hastaların kan,idrar ve beyin
omirilik sıvısın ile yapılan çoğu çalışmada 5-HİAA,HVA ve 3-MHPG gibi biyolojik amin
metabolitlerinde çeşitli anormallikler kaydedilmiştir.Toplanılan veriler duygu durum
bozukluklarının biyolojik aminlerin heterojen düzensizliği ile ilgili olduğu hipotezi ile
uyumludur.
BİYOJENİK AMİNLER;NA ve serotonin duygu
fizyopatolojisinde ençok düşünülen iki biyojenik amindir.
durum
bozukluklarının
Noradrenalin:
Beta adrenerjik reseptör down regülasyonu ve klinik olarak antidepresan
yanıt arasındaki bağlantılarla ilgili temel bilim çalışmaları depresyonda noradrenerjik
sistemin doğrudan rolü olduğunu ileri sürmektedir.Diğer bazı kanıtlarsa depresyonda
presinaptik alfa 2 adrenerjik reseptörlerin de etkisini ima etmektedir,çünkü bu
reseptörlerin aktivasyonu salınan
15
Noradrenalin miktarını artırmaktadır.Presinaptik alfa-2 adrenerjik reseptörler
ayrıca serotonerjik nöronlar üzerinde de yer almaktadır ve salınan serotonin miktarını
da düzenlemektedirler.Klinik olarak etkin hemen hemen tamamen noradrenerjik
antidepresyonların varlığı-ör.desipiramin- en azından depresyon semptomlarının
fziyopatalojisinde noradrenalinin rolü üzerine diğer destekleyici kanıtlardır.
Serotonin:
SSRI’ların-ör.fluoksetin-depresyon tedavisinde müthiş etkileri serotonini
depresyonla en yakın ilişkili biyolojik amin haline getirmiştir.Çok sayıda serotononin
reseptör alt tiplerinin tanımlanması da depresyon için en özgül tedavi yöntemlerinin
gelişmesi ile ilgili olarak çeşitli araştırma topluluklarında heycanı artırmıştır.SSRI’ların
ve diğer serotonerjik antidepresanların depresyon tedavisinde etkin olmaları yanı
sıra,diğer veriler de serotoninin deprsyonnun fizyopatalojisinde etkili olduğunu
göstermiştir.Serotoninnin azalması depresyonu hızlandırabilir ve bazı intihar eden
hastalarda BOS serotonin metabolitleri düşük bulunmuş,trombositlere imipraminin
bağlanmasının ölçülmesi ile trombosit üzerindeki serotonin tutan(reuptake) alanların
azaldığı gösterilmiştir.Bazı depresyon hastaları ayrıca serotonerjik ajanlara büyüme
hormonu,PRL ya da ACTH gibi maddelerle anormal nöroendokrin yanıtlar verirler.Şu
anda kullanılan serotenerjik antidepresanlar birincil olarakserotonin geri alımını
engelleyerek etki etmelerine rağmen,gelecek nesil antidepresanların serotonin
sistemin üzerinde başka etkileri olabilir.Ör.5-HT 2 reseptörünün antagonize den
nefazodon (serzone),5-HT 1A agonisti ipsapiron gibi.
Dopamin:
Noradrenalin ve serotonin depresyon fizyopatalojisinde en sık anılan biyoloji
aminler olmalarına rağmen,dopaminin de depresyonda rolü olduğu ile ilgili kuramlar
ortaya atılmıştır.Veriler dopamin etkinliğinindepresyonda azaldığını ve manide artığını
telkin etmektedir.Yeni dopamin reseptör alt grublarının keşfi,dopaminin presinaptik ve
postsinaptik regülasyonu ile ilgili bilinenlerin artması dopaminve duygudurum
bozuklukları arasındaki ilişkiyi araştıran çalışmalraı zenginleştirmiştir.Dopamin
konsantrasyonunu azaltan ilaçlar-ör. Reserpin- ya da hastalıklar-ör.parkinson
hastalığı-depresif belirtilerle birliktedir.Bunun yanı sıra dopamin konsantrasyonunu
artıran ilaçlar-ör.tirozin,amfetaminve bupropion (Wellbutrin)-depresif belirtileri
azaltırlar. Depresyon ve dopamin ile ilişkili iki yeni kuramda mezolimbik dopamin
yolağının depresyonda işlevinin bozulmuşl olabileceği ve dopamin tip1(D1) reseptörü
etkinliğinin depresyonda azalmış olabileceği şeklindedir.
Diğer Nörokimyasal Etmenler
Şu ana kadar ki veriler bir sonuca ulaşmamakla birlikte,aminoasit
nörotransmitterlerin-ör.GABA ve nöroaktif peptidlerin (öz. Vazopressin ve endojen
opiatlar)duygu durum bozuklukları fizyopatolojisinde etkileri olabileceği telkin
etmektedir.Bazı arştırmacılar ikincil ulak sistemlerin de-ör.adenilat siklaz,IP3 ve Ca
regülasyonu-neden olabileceğini ileri sürmektedir.
16
Nöroendokrin eksenlerin düzeninde hipotalamus merkezdir ve kendisi
biyojenik nörotransmitterleri kullanan çok sayıda nöronal girdi alır.Duygu durum
bozukluğu
olan
hastalarda
çok
sayıda
nöroendokrin
düzensizlik
kaydedilmiştir.Bundan dolayı,nöroendokrin eksenlerin normal düzeni biyojenik amin
içeren nöronlarda anormal işlevselliğin sonucu olabilir.Bir nöroendokrin eksende özel
bir düzen bozukluğunun (ör.tiroid yada adrenal eksen) duygu durum bozukluğuna
neden olması kuramsal olarak olasıysa da,bu düzensizliklerin altta yatan temel bir
beyin bozukluğunun yansımaları olmaları çok daha olası görünmektedir. Duygu
durum bozuklukları ile ilişkili ana nöroendokrin eksenler adrenal,tiroid ve büyüme
hormonu eksenleridir.duygudurum bozukluğu olan hastalarda tanımlanan diğer
nöroendokrin anormallikler nokturnal melatonin salgılanmasının azalması,triptofan
verilmesine PRL salınımının azalması,FSH ve LH bazal değerlerinde azalma ve
erkeklerde testesteron düzeyinde düşüş olarak tanımlanmıştır.
Tiroid Ekseni:
Tiroid bozuklukları sıklıkla afektif belitilerle birliktedir ve araştırmacılar duygu
durum bozukluğu olan hastalarda anormal tiroid eksen düzeni tanımlamışlardır.Bu
ilişkinin klinikte doğrudan etkisi tüm afektif hastalarda tiroidlerinin durumlarını
saptamak için ölçüm yapmanın önemini vurgulamasıdır.Çalışmalrdaki değişmez
bulgu da normal tiroid ekseni olan major depresif bozukluklu hastaların yaklaşık
1/3’inde sentetik TRH infuzyonuna azalmış TSH salınımının bulunmasıdır.Ancak aynı
anormallik çok sayıda diğer psikiyatrik tanı gruplarında bulunmuştur ve bu testin
amaçlı yararlılığını sınırlamaktadır.Dahası TRH test sonuçlarını temel alarak depresif
hastaların alt tiplerini saptama girişimleri halen tartışmalıdır.
Büyüme Hormonu:
Bir çok çalışmada depresif hastalar ve normal kişiler arasında büyüme
hormonu salınım düzeni ile ilgili istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmuştur.Depresif
hastalarda uykuda büyüme hormonu salınımının uyarılmasında azalma vardır.Uyku
anormallikleri depresyonla sık görülen belirti olduğundan dolayı,uyku ile ilgili bir
nöroendokrin belirteç bulmak araştırmalara konu olmuştur.Ayrıca çalışmalarda
büyüme hormonu salgılanmasını artırmak için kullanılan Klonidine depresif
hastalarda azalmış yanıt bulunmuştur.
Uyku Anormallikleri
Uykuya dalmakta güçlük,sabah erken uyanma,sık uyanma çok uyuma gibi
uyku problemleri depresyonda sık görülür ve klasik belirtilerdir.Uyku gereksiniminin
azalması ise mani içn klasik belirtidir.Araştırmacılar depresif hastaların uyku EEG
lerinde anormallikler bulunduğunu uzun zamandır tanımlamaktadırlar.Sık görülen
aormallikler uykuya geçişte gecikme,REM latansında kısalma ( uykuya dalma ve ilk
REM dönemi arasındaki süre) ,ilk REM döneminin süresinin uzaması ve anormal
delta uykusudur.Bazı araştırmacılar duygudurum bozukluklu hastaları tanı amaçlı
değerlendirmek için uyku EEG’sini kullanmışlardır.
17
Tutuşturma
Tutuşturma bir nöronun tekrarlaycı bir şekilde eşik altı uyarılmasının er geç bir
aksiyon potansiyeli yaratması ile ilgili elektrofizyolojik bir süreçtir.Organ
düzeyinde,beynin bir bölgesinin tekrarlayıcı bir şekilde eşik latı uyarılması nöbet
doğurur.Karbamazepin veyaValproat gibi antikonvulzan ilaçların özellikle bipolar 1
bozukluğu olmak üzere duygudurumbozukluklarının tedavisinde yararlı oldukları ile
ilgili gözlemler, duygudurumbozukluklarının fizyopatolojisinde temporal loblardaki
ateşleme sürecinin neden olabileceği kuramının ortaya atılmasına neden olmuştur.
Döngülü Ritimler
Depresyonda uyku yapısındaki anormallikler ve uyku yoksunluğu ile birlikte
depresyonda geçici düzelme ortaya çıkması, depresyonun döngülü ritimlerde
anormal birdüzenin yansıması olduğu kuramlarına yol açmıştır.Bazı deneysel hayvan
çalışmalarında çoğu standart antidepresan tedavinin bir dizi içsel biyolojik saatleri
değiştirmede etkili olduğu gösterilmiştir.
Nöroimmun Düzenleme
Araştırmacılar depresif kişilerde ve bir akraba ,eş ya da yakın arkadaşının
kaybı nedeniyle yas tutan kişilerde bağışıklık sistemi ile ilgili anormallikler
kaydetmişlerdir.Kortizol eksenindeki düzen bozukluğu bağışıklık durumunu
etkileyebilir;beklide bağışıklık sisteminin hipotalamusla ilgili düzenlenmesinde
anormallik bulunmaktadır.Daha düşük bir olasılık ise,bağışıklık sistemini tutan birincil
fizyopatolojik sürecin bazı hastalarda Duygudurum bozuklukluğu belirtilerine yol
açmış olmasıdır.
Beyin Görüntülemesi
Duygudurum bozukluğu hastalarla ilgili beyin görüntüleme çalışmaları bu
bozukluklarda anormal beyin işlevi olduğuna dair halen bir sonuca varmayan ipuçları
sağlanmıştır.
Çalışmalarda,birbirini tutan bulgular olmamasına rağmen veriler:
o Önemli bir grup bipolar 1 bozuklukluğu bulunan hastada,özellikle de
erkeklerde beyin ventriküllerinde genişleme;
o Ventrikuler genişlemenin major depresif bozukluğu bulunan hastalarda
bipolar 1 bozukluğu bulunan hastalara göredaha az sıklıkta
görüldüğünü telkin etmektedir.
Duygudurum bozukluklarında beyin kan akımı ile ilgili literatürdeki çoğu
çalışma
SPECT ya da PET kullanılarak yapılmıştır.Çalışmaların küçük bir
çoğunluğunda genelde serebral kortekste ve özellikle de frontal kortikal alanları tutan
kan akımında azalma saptanmıştır.Tersine olarak bir çalışmada da,major depresif
bozukluklu hastalarda beyin kan akımında artma bulunmuştur.Bu çalışmada
korteksbazal ganglionlar ve medial talamusta duruma bağlı artış bulunmuştur.Bu
çalışmada korteks,bazal ganglionlar ve medial talamusta duruma bağlı artış
bulunmuştur.Amigdalde ise özelliğe bağlı artış olabileceği ileri sürülmüştür.
18
Nöroanatomik Düşünceler
Duygudurum bozukluklarının belirtileri de,biyolojik araştırma bulguları da
duygudurum bozukluklarında limbik sistem,bazal ganglion ve hipotalamus patolojisi
olduğu varsayımını desteklemektedir.Bazal ganglionlar ve limbik sistemi tutan
nörolojik bozukluklar (özellikle dominan olmayan hemisferi tutan uyarıcı lezyonlar)
muhtemelen depresif belirtilerle ortaya çıkarlar.Limbik sistem ve bazal ganglionlar
yakın ilişki içindedirler ve emosyon üretiminde limbik sistemin temel rol oynadığı
varsayılır. Hipotalamusta işlev bozukluğunun depresif hastada uyku,iştah ve cinsel
davranımda,ayrıca endokrin,imunolojik ve kronobiyolojik ölçümlerde biyolojik
değişimlere yol açtığı tahmin edilmektedir.Depresif hastadaki kambur duruş,motor
yavaşlama ve minör bilişsel bozulma Parkinson hastalığı ve diğer subkortikal
demanslar gibi bazal ganglion bozukluklarında görülen bulgulara benzerdir.
GENETİK ETMENLER
Genetik veriler Duygudurum bozukluklarının gelişiminde soya çekimin önemli
bir etmen olduğunu güçlü bir şekilde göstermektedir.Ancak psikososyal etkileri
dışlamanın olanaksızlığı yanı sıra,genetik olmayan etmenlerin bazı insanlarda
Duygudurum bozukluğugelişmesinde muhtemelen neden olmaları göz önüne
alındığında,genetik geçişin biçiminin karmaşık mekanizmalar aracılığıyla olduğu
sonucuna varılır.Bunlara ek olarakbipolar1 bozukluğunda genetik geçiş major
depresif bozuluktan çok daha güçlüdür.
Aile Çalışmaları
Genetik çalışmalar yineleyici bir biçimde bipolar1 probandların birinci derece
akrabalarında bipolar1 bozukluğun görülme oranının kontrollerin 1. derece
akrabalrından 8-18 kat,major depresif bozukluğun ise 2-10 kat fazla olduğunu
saptamıştır.Aile çalışmaları ayrıca major depresif bozukluğu olan probandların birinci
derece akrabalarındakontrol grubunun akrabalarında görünenden 1.5-2.5 kat daha
fazla bipolar 1bozukluğu ve2-3 kat daha fazla major depresif bozukluk
görüldüğünü,akrabalık derecesi azaldıkça duygudurum bozukluğuna yakalanma
olasılığının azaldığını göstermiştir.Ör.ikinci derece bir akraba (ör. Kuzen) birinci
derece bir akrabadan (ör.kardeş) daha düşük bir oranda etkilenecektir.Bipolar1
bozukluğun genetik yönü tüm bipolar 1bozukluğun hastaların %50sinin en
azındanbir ebeveyninde duygudurum bozukluğu ( ensık major depresif bozukluk
olması ilede gösterilir.
Eğer bir ebeveynde bipolar 1bozukluğu varsa,herhangi bir çocuğun
duygudurum bozukluğuna yakalanma şansı %25;eğer her iki ebebeynde bipolar
1bozukluğu varsa bir çocuğun duygudurum bozukluğuna yakalanma şansı %50-75tir.
Evlat Edinme Çalışmaları
Evlat edinme çalışmaları duygudurum bozukluklarının genetik geçişini
destekleyen veriler üretmiştir.Üç evlat edinme çalışmasının ikisinde major depresif
bozukluğun kalıtımsal yönü ile ilgili güçlü genetik ilişki bulunmuştur. Bipolar
1bozukluğu için yapılan tek evlat edinme çalışmasında da genetiktemel
desteklenmiştir.Temel olarak bu evlat edinme çaılşmaları etkilenen anne-baabnın
19
biyolojik çocukluklarının, duygudurum bozukluğu olamyan ailelerin yanında yetiştirilse
bile , duygudurum bozukluğu açısından daha yüksek risk altında bulunduğunu
göstermektedir.Evlat edinme çalışmalarında ayrıca,evlat edinilmiş ve duygudurum
bozukluğu olan çocukların biyolojik anne ve babalarında da,evlat edinilmemiş ve
duygudurum bozukluğu olan çocukların anne ve babalarında da duygudurum
bozukluğu prevalansının benzer olduğu bulunmuştur.Evlat edinen anne ve
babalardaki duygudurum bozukluğu prevalansı genel toplumdaki prevalans kadardır.
İkiz Çalışmaları
İkiz çalışmaları tek yumurta ikizlerinde bipolar 1 bozukluğun eş görülme
oranının çalışmaya göre %33-90 arasında, major depresif bozukluk için yaklaşık %50
olduğunu göstermektedir..Tersine,çift yumurta ikizlerinde eşgörülme oranı bipolar 1
bozukluğu için %5-25, major depresif bozukluk için %10-25’tir.
Bağlantı Çalışmaları
Restriksiyon Parça Uzunluk Polimorfizmleri (RFLP’leri) dahil olmak üzere
moleküler biyolojideki modern teknikleri özgül genler ya da gen belirteçleri ve bir
duygudurum bozukluğu arasındaki çeşitli ilişkileri kaybeden,doğrulayan ya da
doğrulamakta başarısız olan çok sayıda çalışmaya yol açmıştır.Halen hiçbir genetik
ilişki olarak doğrulanmamıştır.
Bu çalışmaların en akılcı yorumu olumlu çalışmalarda tanımlanan özel
genlerin bu aile çalışmalarında duygudurum bozukluğunun genetik geçişinden
sorumlu olamayacağı şeklindedir.Özellikle bipolar1 bozukluğu olmak üzere
duygudurum bozuklukları ve genetik belirteçler arasındaki ilişki 5,11 ve X
kromozomları için vurgulanmıştır.D1 reseptör geni 5. kromozom üzerinde yer
almaktadır..Katekolamin üretim oranını sınırlayan enzim olan tirozin hidroksilaz geni
ise 11. kromozomda yerleşmiştir.
11. kromozom ve bipolar 1 bozukluğu
Bir eski gelenekçi Amish ailesindeki bipolar 1 bozukluğu ve 11.koromozum
kısa kolundaki genetik belirteçler arasında bağlantı ile ilgili1987’debir çalışma
yayınlandı.Bu pedigri ve önceden etkilenmemiş aile üyelerinde bipolar 1 bozukluğun
oratya çıkması ileriye dönük izlenmiş ve istatistiksel bağlantı kurulamamıştır.Olayların
gidişi mental bozukluklarla ilişkili genetik bağlantı çalışmaları yapma ya da
yorumlamak için dikkatli olunması gerektiğini telkin etmektedir.
X kromozomu ve Bipolar1 Bozukluğu
Bipolar 1 bozukluğu ve renk körlüğü ile glukoz -6- fosfat dehidrogenaz
eksikliğinden sorumlu genlerin bulunduğu X kromozom bölgesi arasında bağlantı
olabileceği düşünülmektedir.Psikiyatride çoğu bağlantı çalışmalarında olduğu gibi
moleküler genetik tekniklerinin uygulanması tartışmalı sonuçlar sunmaktadır; bazı
çalışmalar bir bağlantı bulmuşlar,diğer çalışmalar ise bulamamışlardır.En tutucu
yorum ise X’e bağlı genin bazı hastalar ve ailelerde Bipolar 1 bozukluğu gelişiminde
etken olduğu şeklindedir.
20
PSİKOSOSYAL ETKENLER
Yaşam olayları ve Çevresel Zorlanma
Duygudurum bozukluklarının ilk ataklarında sonraki ataklarına göre atak
öncesinde daha sık oranda zorlayıcı yaşam olaylarının görülmesi daha sonradan
onaylanmış olan eski bir klinik gözlemdir.Bu bağlantı hem major depresif
bozukluk,hemde bipolar 1bozukluğu olan hastalar için bildirilmektedir.İlk atağa eşlik
eden zorlanmanın beyin biyolojisinde uzun süreli değişikliklerle sonuçlandığı
şeklindeki bir bu gözlemi açıklamak için önerilmiştir.Bu uzun süreli değişiklikler çeşitli
nörotransmitter ve nöronlar arası sinyalleme sistemlerinin işlevsellik düzeylerinde
değişiklikler yaratabilir.Bu değişiklikler nöron kaybına ve sinaptik bağlanmalarda aşırı
azalmaya kadar gidebilir.Bu değişikliklerin net sonucu,dış zorlanma olmadan bile
kişinin daha sonra bir Duygudurum bozukluğu atakları geçirmesinde yüksek risk
oluşmasına neden olmasıdır.
Bazı klinisyenler depresyonda yaşam olaylarının birincil ya da temel rol
oynadığına inanırlar;diğer klinisyenlerse yaşam olaylarının depresyon başlangıcında
ve süresinde sadece sınırlı rolleri olduğunu düşünürler.Geç başlangıçlı depresyonla
birlikte ensık görülen yaşam olaylarının 11 yaş öncesi anne –baba kaybı olduğu ise
en yorumlanması zor veridir.Bir depresyon atağının başlangıcında en sık görülen
çevresel zorlayıcı ise eş kaybıdır.
Aile
Aile işlevselliği ve Duygudurum bozukluğu,özellikle de
major depresif
bozukluğun başlangıcı arasındaki ilişkiyi ele alan birkaç kuramsal makale ve bir çok
kısa bildiri yayınlanmıştır.Bir kaç makalede ailede gözlenen psikopatalojinin hasta
tedavi edilmekteyken ve hatta iyileştikten sonra bile sürme eğiliminde olduğu
gösterilmiştir.Dahası,
ailedeki
psikopatoloji
düzeyi
hastanın
iyileşme
oranını,semptomların
geriye
dönmesini
ve
iyileşme
sonrası uyumunu
etkileyebilir.Klinik veriler hastanın aile yaşamının değerlendirilmesinin ve aile ile ilgili
herhangi bir stresi tanımlamanın önemini vurgulamaktadır.
Hastalık Öncesi(Premorbid) Kişilik Etkenleri
Kişiyi depresyona yatkın kılan tek kişilik özelliği ya da tipi
saptanmamıştır.Hangi kişilik yapısında olursa olsun tüm insanlar aynı koşullar altında
depresyona girerler;ancak oral bağımlı,obsesif-kompulsif,histronik gibi bazı kişilik
tipleri yansıtma ve diğer dışavurucu
savunma mekanizmalarını kullanan
antisosyal,paranoid ve diğer kişilik tiplerinden daha fazla depresyon riski
altındadır.Geç başlangıçlı bipolar1 bozukluğuyla ilişkili herhangi bir özel kişililk
bozukluğuda gösterilememiştir.Ancak distimik bozukluk ve siklotimik bozukluk Geç
başlangıçlı bipolar1 bozukluğuyla ilişkilidir.
Psikoanalitik ve Psikodinamik Etmenler
Depresyonu anlama girişimlerinde,Sigmaud Freud nesne kaybı ve melankoli
arasında bir ilişki olduğunu ileri sürdü.Depresyondaki hastanın öfkesinin kayıp nesne
ile özdeşim nedeniyle içe yöneldiğini öne sürüldü. Freud bir objeyi terk etmek için
21
egonun tek yolunun içe alma (introjeksiyon) olduğuna inanıyordu. Depresif hastanın
suçluluk ve kendi kendini kınama ile birlikte derin bir değersizlik duygusu
hissetmesi,ama yas tutanda bu duyguların olmaması temelinde melankoli ya da
depresyonu yastan ayır etti.
Melanie Klein daha sonra depresif duruma bağladı.Manik depresif döngüleri
çocukluk çağında seven içe alınan nesneleri(loving introjects)oluşturmada
başarısızlığın yansıması olarak ele aldı.Onun görüşüne göre,depresif hastalar kendi
yıkıcılıkları ve aç gözlülükleri nedeniyle seven objelere zarar verme kaygılarından
yakınırlar.Bu fantezideki yıkım nedeniyle,geride kalan nefret edilen objeler tarafından
kötülük göreceklerini yaşantılarlar.Depresif hasta için temel olan değersizlik duygusu
hastanın yıkıcı fantezileri ve dürtüleri nedeniyle iyi içsel ebeveynin kötülük edenlere
dönüştürülmesi duyumundan gelişir.
E.Bibring depresyonu içe yönelen saldırganlıkla çok az ilişkisi olan birincik
afektif bir durum olarak ele aldı.Ayrıca depresyonu kişinin özlemleri ve gerçekliği
arasında kalan ego gerginliğinden ortaya çıkan bir etki olarak düşündü.Depresif
hasta idealleri yaşamamış olduğunu fark ettiği zaman kendini yardımsız vegüçsüz
hisseder.Temelde depresyon egonun özsaygısının (self-esteem) kısmi ya da tam
çökmesi olarak özetlenebilir.
Son olarak Heinz Kohut depresyonu kendilik psikolojidi açısından yeniden
tanımladı.Ayna tutma,yüceleştirme için kendilik-nesnesi gereksinimleri önemli
kimselerden
gelmediğinde,özlenen
yanıtı
alamadığı
için
depresif
kişi
tamamlanmamışlık ve ümitsizlik hisseder.Bu görüş çerçevesinde,çevreden gelen
bazı yanıtlar kendilik değerini ve bütünlük duygusunu sürdürmek için gereklidir.
Öğrenilmiş Çaresizlik
Deneysel olarak, kaçamıyacakları yineleyici elektrik şoklarına maruz bırakılan
hayvanlar
sonunda
bıkarak
gelecek
şoklardan
kaçma
girişiminde
bulunmamışlardır.Bu hayvanlar çaresiz olduklarını öğrenmişlerdir. Depresyonda olan
insanlar kendilerini benzer bir çaresizlik durumunda bulabilirler.Öğrenilmiş çaresizlik
kuramına göre, depresyon eğer kilinisyen hastaya çevresini kontrol etme duyumunu
ve çevresinin efendisi olmayı yavaş yavaş öğretirse depresyon düzelebilir.Klinisyen
tedavi için ödüllendirici davranış tekniklerini ve olumlu pekiştirmeyi kullanır.
Bilişsel Kuram
Bilişsel kurama göre yaygın bilişsel yanlış yorumlamalar yaşam deneyimini
olumsuz çarpıtma,kendini olumsuz değerlendirme,kötümserlik ve umutsuzluktur.Bu
öğrenilmiş olumsuz görüşler daha sonra depresyon duygusuna yol açar.Bir bilişsel
terapist hastanın düşüncelerini kaydetme ve bilinçli bir şekilde tanımlama gibi
davranışçı ödevler olarak olumsuz bilişleri ortaya koymaya çalışır.
22
Tanı
ŞEKİL 1.MAJOR DEPRESİF ATAK için DSM-IV-TR Ve ICD-10 ÖLÇÜLTLERİ
Şekil 1’de Major depresif atak için DSM-IV-TR ve ICD-10 tanı sistemlerinin
tanımladıkları belirtiler ve bu belirtilerin üst üste gelenleri ile farklılaşanları
gösterilmiştir.
Bir çok belirtide olduğu gibi depresif çökkün duygudurumu ve ilgi kaybı,haz
alamama gibi depresyon tanısı için çok temel iki belirti her iki sitem için
ortaktır.Depresyon yaşayan kişilerin hayatlarını kaybetmelerinin başlıca sebebi olan
intihar düşünce ve eylemleride her iki sistem tarafından dikkate alınmıştır.
Depresyonun bilişsel belirtilerinden olan konsantrasyon bozukluğu ve
kararsızlık DSM sisteminde önemsenirken,ICD sistemi bilisel belirtilerden dikkat
azalmasını vurgulamış ve konsantrasyon bozukluğu yerine dikkatini toplayamamayı
yeğlemiştir.Geleceğe yönelik karamsarlık ve güvensizlik de ICD sisteminin önemli
vurgularındandır.
Bulgular
™ Kilo kaybı yaygındır.Özellikle yaşlılarda besinsiz kalma risk
oluşturabilir.
™ Aktivitelerde belirgin azalma şiddetli depresyonun görüntüsü olabilir.
Psikomotor gerileme yaygındır ve hem hareketler hem de konuşmada
ortaya
çıkar.Ses
tonu
azalmıştır,yüz
anlamsızdır.Retardasyon(gerileme)
yerine
ajitasyon
da
olabilir.Ajitasyon hem düşüncelerde hem de vücut hareketlerinde
görülebilir ve bazen ön plandaki bulgudur.
™ Bu iki örnek (ajite ve retarde özellikler) bazı hastalarda farklı
zamanlarda görülebilir.
23
Belirtiler
™ Uygun sorular sorularak depresif duygu durumu ortaya çıkarılabilir.
Hastalar
öncellikle
fizksel
problemlerden(ör.sürekli
uyuşukluk)yakınırlar
™ Anhedonia çeşitli şiddetlerde olmak üzere genellikle vardır.
™ Depresyonda genellikle iştah ve kilo kaybı görülür.
™ Erken uyanma ile birlikte giden uyku bozukluğu yaygındır.
™ Endişe duyulması gereken ilk şey intihar eğilimidir.Bu eğilim direk
sorularla ortaya çıkabilir.Ör.’herzaman hayatın yaşanmaya değer
olmadığını düşünüyor musunuz ? veya ‘herzaman kendinize zarar
vermeyi düşünüyor musunuz?’Bu tür soruların hastanın aklına
intiharı soktuğuna dair veri yoktur.
™ Suçluluk ve/ veya değersizlik duyguları yagın olabilir;bunlar hezeyan
yokluğunda olabilirler ve hastalar insanların kendilerinden kaçtığını
yada kendilerini öldüreceklerini düşünebilirler.
™ Hipokondria görülebilir.Özellikle bağırsak fonksiyonları başta olmak
üzere vücut fonksiyonlarından endişe duyma yaygındır;bu
duygularda hezeyan yoğunluğunda olabilir (ör.benim bağırsaklarım
çalışmıyor)Ancak depresyon gerçek kabızlık da özellikle yaşlı
hastalarda olmak üzere yaygındır.
DSM-IV –TR tanı sistemine göre tanı,tablo 10 daki kurallara göre
konur.Bu kriterleri karşılayanlar Major Depresyon tanısı alırlar. Ancak
tedaviye ihtiyaç duyulması veya tedaviden yarar görebilmek için ilk
ölçültte belirtilen 5 kriteri karşılamak şart değildir daha azını
karşılayanlar da tedaviye cevap verebilirler.Aynı şekilde hafif veya orta
şiddette depresyonlar da kronikleşebilir ve bunlarında tedaviye cevap
vermeleri söz konusudur.
Tablo 10 Tanı kararı
Major depresyon tanısı için DSM-IV-TR sisteminde tanımlanan belirtilerden 5 veya
daha fazlasının bulunması gerekir.
Bu belirtiler 2 haftadan uzun süredir sürekli olarak bulunmalıdırve kişinin
fonksiyonlarında önemli derecede sıkıntı ve bozulmaya neden olacak şiddette
olmalıdır.
Bu belirtiler genel bir medikal bozukluk yada bir maddenin kullanılmasına bağlı
olmamalıdır ve ya başka bir psikiyatrik bozukluk ile daha iyi açıklanamamalıdır.
Depresyonda doğru hikaye almak tanıya gidebilmek için en iyi
araçtır.Burada önemli olan hikayede söz edilen duygu davranışların hangi depresyon
belirtisi olduğunu tanıyabilmek ve bunların hangi şiddette olduklarında patolojik
sayılacaklarını bilebilmektir.Şiddet objektif testlerle belirlenebilir ve bu testler tanıda
yardımcı olabilirler.
24
Sorulabilecek direkt sorular :
™ Daha önce herhangi bir ruhsal hastalık geçirdiniz mi?
™ Daha önce depresyon geçirdiniz mi?Eğer kullandıysanız nasıl bir tedavi
aldınız ve tedaviye cevabınız nasıldı?
™ Sizi endişeye düşüren herhangi bir fiziksel belirtiniz var mı?Özellikle
solunum,gastrointestinal ve kalp damar sistemi ile ilgili rutin soruları
sorunuz.
™ Özellikle enerjik ve aktif olduğunuz zamanlar oluyor mu?Böyle dönemler
(1 hafta süreyle aktif) ‘iki uçlu bozukluğun’ sorularını gündeme getirmelidir.
™ Ne kadar süredir depresif hissediyorsunuz?Kronik depresyon hafif şiddette
de olsa tedaviye cevap verebilir.
™ Uyku ile ilgili herhangi bir probleminiz var mı?Major depresyonda sabahları
erken uyanma yaygındır fakat hemen hemen tüm uyku bozuklukları da
görülebilir.
™ İştah veya kilo kaybı var mı,bağırsaklarınız ne alemde ?Özellikle yaşlı
kişiler söz konusu olduğu zaman kendini ihmal etme önemlidir.
™ Depresyonunuzdan kurtulmak için herhangi bir şey alıyor musunuz
?Özellikle alkol,kanun dışı ilaçları soruşturunuz.Bunlar nadiren
kendiliğinden söylenir oysa yazılan ilaçlarla etkileşebilirler.
™ Huzursuz ya da ajite misiniz veya aktiviteniz azaldı mı?Dikkatinizi
yoğunlaştırmakta zorlanıyor musunuz? Daha önce zevk aldığınız
şeylerden artık zevk almıyor musunuz?İşiniz de ve/ veya insan
ilişkilerinizde problem var mı?Bu alanlar genellikle etkilenmiştir.
™ Her zaman başka insanların size karşı olduklarını hissediyor musunuz?Bu
düşünceler hezeyan seviyesine ulaşabilir.
™ Fiziksel sağlınız hakkında endişeler var mı?Varsa ne tür?Hezayanlı
düşüncelerin içeriği sıklıkla medikal tedaviye ihtiyaç duymakla ilişkilidir.
™ Her zaman umutsuz musunuz?Hayat değersiz geliyor mu?Kendinize
zarar vermeyi düşünüyor ve zarar vermeye gayret ediyor musunuz ?İntihar
riski problemine böyle birbirini izleyen sorularla yaklaşmak en iyisidir.
™ Kimlerle kişisel ilişkileriniz var ve bunlardan en fazla destek veren ve
yardımcı olan hangisidir ?Destek veren akraba veya arkadaşlar
depresyonun yönetiminde anahtar rol oynayabilirler.
™ Endişe duyduğunuz başka bir şey var mı?Böyle açık uçlu sorular kişinin
endişelerini (somatik ) ortaya çıkarma imkanı sağlıyabililer.
Akraba ve/ veya arkadaşlardan alınabilecek bilgiler:
Ailevi veya kişisel ruhsal hastalık hikayesi
Depresyonu tetikleyebilecek olay veya yüklenmeler ve bunların süreleri.
İntihar eğiliminin olup olmadığı.Genellikle kişinin kendisinden elde edilemez.
Daha önce aldığı tedavilere verdiği cevap ve bu ilaçların yan etkilerinin olup
olmadığı.
™ Alkol ve/ veya ilaç kötüye kullanımının olup olmadığı.
™ Daha önceki tedavilere uyum gösterip göstermediği.
™ Tedavi sırasında hastayı destekleyecek ve tedaviye uyumunu denetleyecek bir
aile üyesi veya arkadaşının bulunup bulunmadığını ve bu kişinin kim olduğu.
™
™
™
™
25
Kişilerde tespit edilen bütün bulgu ve belirtiler depresyona işaret etse bile,özel olarak
depresyon ve genel olarak herhangi bir psikiyatri tanı konmadan önce yapılması
gereken üç şey daha vardır:
Şekil 2:Tanı konmadan önce yapılması gerekenler
™ Mevcut belirtilerin herhangi bir medikal hastalığa bağlı olup olmadığını
ayırmak.Bu iyi bir fizik ve nöroljik muayene ve çalışılan kurumun yetenekleri
çerçevesinde yapılacak labratuar incelemeleri ile sağlanabilir.Depresyonun
büyük oranda fiziksel hastalıkla ilişkili olduğu unutulmamalıdır.(yaşlılarda
yaklaşık %50)
™ Belirtilerin herhangi bir ilaç veya kanun dışı madde kullanımına bağlı olup
olmadığı iyi bir soruşturma ve muayene ile ayırılabilir.
™ Belirtilerin işlevselliği bozacak düzeyde olup olmadığı soruşturularak veya
mümkünse psikolojik testlerle tespit edilebilir.
AYIRICI TANI
Şekil
3:belirtileri
depresyonla
karışabilen
26
bir
kısım
medikal
hastalık
Şekil 4 :Belirtileri depresyonla karışan bir kısım psikiyatrik bozukluklar
Tedavi
Major depresif bozuklukların %70-80’i tedavi edilebilir.Doktor psiko terapik
yaklaşımlarla farmakoterapiyi birleştirmelidir.Doktorların başlıca psikodinamik
etkenlerle duygudurum bozukluklarının geliştiğini gözönüne almaları ve ilaçları
kullanmadaki ambivalansları,yetersiz bir yanıta,tedaviye uyumsuzluğa ve tedavi
dönemini kısa tutarak yeresiz doz kullanımına neden olabilir.Buna karşın doktorlar
hastanın psikososyal gereksinimlerine önem vermezlerse farmakoterapinin sonuçları
yetersiz kalabilir.
Farmakolojik
Hemen ve daima major depresif bozuklukta endikedir ve distimik bozukluk
olgularında kullanılabilir
27
Tablo 11 Depresyon tedavisinde kullanılan ilaçlar,dozu,etkin tedavi için kullanım
süresi
Antidepresan
Trisiklik
İmipiramin,desipiramin
Nortriptilin
Amitriptilin
Maprotilin
protriptilin
MAO inh.
Fenelzin
İzokarboksazid
tranilsipromin
SSRI
Fluoksetin
Diğer
bupropion
Trazodon
Amoksapin
Lityum
EKT
yada
6 haftadan uzun süreli
kullanım
Günlük doz
250mg<
veya=
yada
desipiraminin
plazma
düzeyi 125 ng/ml< veya=
ve imipiraminin 200ng/ml
< veya =
100 mg< veya = yada
plazma düzeyi 50-150
ng/ml
250 mg< veya =
60 mg<
4 ile 6 hafta
kullanım
Günlük doz
200-249 mg
süreli
200-249
40-59 mg
60 mg< veya =
40 mg<
45-59
30-39
20 mg< veya =
5-19
400 mg<
300 mg< veya =
300 mg <
Plazma düzeyleri 0,7-1,1
mEq /lt
12<veya = tümü,en az
altısı bilateral
300-399 mg
200-299 mg
200-299 mg
Plazma düzeyleri 0,40,69mEq/l
9-11 < veya = unilateral
75-99 mg
™ Ailede belli bir ilaca olumlu yanıt öyküsü varsa,öncelikle o ilaç
denenmelidir.
™ Klinisyenin tercihine göre TSAD,tetrasiklik antidepresan veya SSRI ile
başlanılır ve iki,üç hafta izlenir.Genellikle dört hafta içinde yanıt
görülür.Hastaların yaklaşık %75’i olumlu yanıt verir.Semptomlar 4-6
hafta sonunda devam ediyorsa ilaç serum düzeyleri ölçülmelidir.Yanıt
yetersiz veya yan etkiler ortaya çıkıyorsa farklı bir sınıfa ör.trisiklikten
SSRI’a geçmeyi düşünün.Antikolinerjik yan etkilerden sakınmak
istendiğinde SSRI’lar kullanılmalıdır.
™ Lityum,L-Triiyodotironin (T3) veya amfetamin antidepresan tedaviye
eklenebilir.
™ Semptomlar yinede iyileşmezse MAO inh.’leri deneyiniz.Tiramin içeren
maddelerden kısıtlanmış diyet kullanıldığında güvenlidir.Öncellikle atipk
28
™
™
™
™
özellikleri,psikotik özellikleri veya bipolar 1 bozuklukla ilgili olan major
depresif epizodlar MAO inh.’lerine yanıt verir.MAO inh.’leri SSRI’lerinin
kesilmesinden 2-5 haftaya kadar verilmemelidir;ör.fluoksetinden sonra 5
hafta,paroksetin sonra 2 hafta,SSRI ve diğer serotonerjik ilaç
ör.klomipramin MAO inh. Kesildikten sonra 2 hafta süreyle
verilmemelidir.
Bupropion güvenilir ve etkin bir antidepresan ilaçtır.Sempatomimetiklerin
yüksek olasılıkla kötüye kullanımı olduğundan birinci sırada kullanılması
nadirdir.Alprazolamın sedasyon,motor bozulma ve kötüye kullanım
olasılığı nedeniyle birinci sıra kullanımı seyrektir.Birinci sıra bir ilaç
olarak,trazodon belirgin sedatif özelliklerinden ve erkeklerde priapizmle
ilişkisinden dolayı kullanımı sınırlıdır.
Antidepresanlarla en az altı ay süreyle idame tedavisi yinelemeyi
önlemede yardımcıdır.Uzun süreli tedavi,yineleyici major depresif
bozukluğu olan hastalarda uygun olabilir.Lityum yineleyici major depresif
bozukluk tedavisinde ek olarak kullanılması etkilidir.
EKT,dirençli major depresif bozukluk ve psikotik özellikleri olan major
depresif epizodlarda yararlıdır;tedaviye hızlı yanıt istendiğinde veya
antidepresanların
yan
etkilerinden
kaçınılması
gerektiğinde
uygundur.(EKT birinci sıra antidepresan tedavide yer almaz)
Lityum,bipolar bozuklukdaki depresyon tedavisinde birinci sıra
antidepresan olmalıdır.Heterosiklik bir antidepresan,T3 veya MAO
inh’leri gerekirse eklenebilir,fakat manik semptomların çıkışına karşı
hasta dikkatlice izlenmelidir.
Psikolojik
Antidepresanlarla birlikte psikoterapi major depresif bozukluğun
tedavisinde her birinin tek başına kullanılmasına göre daha etkilidir.
™
™
™
™
™
™
™
Bilişsel terapi
Davranış terapisi
Kişilerarası terapi
Psikanalitik yönelimli psikoterapi
Destekleyici psikoterapi
Grup terapisi
Aile terapisi
DİYABET ve DEPRESYON
Diyabetes mellitus kronik metabolik bir hastalıktır.Diyabet fizksel bir hastalık
olmasının yanı sıra,tüm kronik hastalıklar gibi psikiyatrik ve psikososyal boyutları olan
bireyi ruhsal,duygusal,sosyal ,psikoseksüel sorunlarla karşı karşıya bırakan endokrin
bir bozukluktur.
Diyabetin,tüm davranış ve duygularımızın şekillendiği ortam olan beyni ve
diğer organları etkilediği,psikilojik fenomenlerin tümünün,davranış,duygu,düşünce
merkezlerindeki yani beyinde ki denetimin azalmasıyla oluşan bilinç dışı metaryal
29
serbestleşmesi ya da yoksunluk,defisiter belirti ve bulgular olarak tanımlandığı göz
önüne
alındığında,diyabetli
bireylerde
yeterli
psikolojik
organizasyon
sağlanmadığında ruhsal tepki ve bozuklukların oluşabileceği bilinmektedir.
Diyabetli bireylerde emosyonel tepkiler,uyum güçlükleri ve depresif bozukluklar
en sık karşılaşılan ruhsal sorunlardır.
Son yıllarda ,depresif bozukluk ve diyabet birlikteliği klinisyenlerin ve
araştırmacıların sıklıkla karşılaştığı ve üzerinde çalıştıkları konu haline gelmiştir.
Depresif bozukluk ve diyabet ilişkisinde 3 temel neden üzerinde araştırmalar
yoğunlaşmıştır:
Depresif bozukluk ve diyabet ilişkisinde en temel mekanizmanın diyabetin ve/veya
fiziksel komplikasyonlarının depresyona neden olduğu şeklindedir.Bu durum
metabolik homeostazisin bozulması ve duygu,düşünce,davranış düzenleyicisi beynin
etkilenmesi sonucu ortaya çıkar.Ancak net verilerle, diğer kronik hastalıklar-depresif
bozukluklar ilişkisini açığa çıkaran genel bilimsel veriler dışında Diyabet’e özgü
spesifik zincir daha henüz belirlenmiş değildir.
• Psikolojik faktörlerin doğrudan Diyabet’i başlattığı tarzındadır.Her ne kadar
stresin diyabetiklerde glisemi kontrolünü zorlaştırdığı yada bazı hastalardaki
mizaç ve kişilik özelliklerinin glisemi düzeylerini olumsuz etkilediği bilinse
de,psikolojik faktörlerin,doğrudan diyabetin başlaması için yeterli olmadığı
belirlenmiştir.
• Potansiyel başka bir ilişki de genetik geçiştir.Naudsley tarafından 19. yy’da ilk
kez ortaya konan bulgularla,psikiyatrik bozukluğu olan ailelerde,diyabetin sık
izlendiği belirlenmiştir.Genetik çalışmalar,genellikle ‘duygudurum bozukluğu’
olgular üzerinde yoğunlaşmış olup,11. kromozomun kısa kolunda,insulin
growth faktör-1,tirozin karboksilaz ve human_ras onkojen’i belirlemişler,ancak
veriler henüz kanıtlanmamıştır.
• En
son varsayım olarak ise depresyonun diyabete yol açtığı
tarzındadır.Araştırmacılar,psikiyatrik hastalıklardaki glukoz metobalizması
üzerinde çalışmışlar,özellikle depresyonda ve psikotrop ilaç kullanımı sonucu
ortaya
çıkan
hipotalamo-hipofizer
akstaki
bozuklukların
diyabeti
oluşturabileceğini varsaymışlardır.Ayrıca karbonhidrat
metobolizması
üzerine de etki eden psikotropların,özellikle lityumun en çok araştırılan
konuyu
oluşturmuş,ancak
doğrudan
ilişkiyi
gösteren
kanıtlara
rastlanmamıştır.
Depresif bozukluk,diyabet ilişkisini etyolojik bazda açıklamak günümüz verileri
içinde henüz zordur.Ancak ,klinisyenler sıklıkla diyabetli depresif hastalarla
karşılaşmaktadır.
İnsulin bağımlı ya da insulin almayan diyabetli hastalardaki depresyon
prevalansının araştırıldığı çalışmalar,depresyonun nokta prevalansını %8.928,yaşam boyu prevalansını ise %14.4-24 olarak bildirmektedir.
Araştırıcılar,çalışmalarında,uzun süreli diyabetik olanların henüz tanı konmuş
diyabetiklere oranla3.7 kez daha depresif olduklarını,nöropatisi olan diyabetik
30
kadınlarla,nöropatisi olmayanları karşılaştırdıkları çalışmalarında
olanların,olmayanlara oranla daha depresif olduklarını belirlemişlerdir.
nöropatisi
Araştırma bulguları;diyabetiklerin depresyon riski altında oldukları,depresyon
prevalansının,diyabetiklerde normal populasyona göre daha sık görüldüğünü
bildirilmektedir.
Ancak diyabetiklerin depresyon semptomatoloji,derece ve oranlarının,diğer
kronik hastalıklarla karşılaştırmasını içeren standarize araştırmaların,diyabetlilerin
depresyon riskini daha net ortaya çıkaracağı da vurgulanmaktadır.
Masterson,diyabetiklerin depresyon prevalansınının diğer kronik hastalıklara
sahip olgulara göre daha az olduğunu belirlemiş,ancak bazı diyabetli subgrupların
risk altında olduğunu vurgulamıştır.Ailede depresyon öyküsü olması,ayrı ya da bekar
olma ,kötü sosyoekonomik düzeye sahip olma, major sosyal problemin bulunması
risk faktörü olarak belirlenmiştir.Ayrıca diyabeti erken yaşta başlayanlar, diyabetli
kalma süresi uzun olanlar en önemlisi de komplikasyonlu diyabetlilerden oluşan
subgruplarındepresyona yakalanma açısından daha çok risk altında oldukları
saptanmıştır.Semptomatoloji açısından incelendiğinde diyabet ve depresyon birlikte
ise,klasik depresyon semptomatolojisinden farklı klinik depresyon semptomlarının
bulunduğu bildirilmektedir.
Prevalans çalışmalarında,Tip 1 ve Tip 2 diyabetli hastalarda depresyon
prevalansı:Dokuz kontrollü çalışmanın ,8’inde diyabetik grupta kontrol gurubuna göre
ciddi depresyon prevalans artışı ya da ciddi düzeyde depresif semptom varlığı
saptanmıştır.Kontrol grubu ile çalışılan diyabetiklerde depresyon prevalansı %8.527.3 (ort.: %15.2 ) olup kontrolsüz çalışmalarda ise benzer prevalans %10-28 (ort.:
%14) izlenmiştir.
Depresif hastalığın temel özelliği depresif mizaçve umutsuzluktur.Depresif
hastalar,ilgi duydukları aktivitelere olan ilgilerini kaybederler,günlük işleri ile bile
yorulurlar,toplumdan koparlar ve yaşamı daha önceden görmedikleri bir uğraş,savaş
gibi görmeye başlarlar.Özgüvenlerini ve öz saygılarını kaybederler,kararsızlık ve
değersizlik gibi sabit fikirlere sahip olurlar ve kognitif bozukluklar gösterirler.Hastalar
gelecekleri için endişeli olup ölüm korkusu ile dolu olurlar.Hastalığın
ilerlemesi,komplikasyonların
ortaya
çıkması,hastayı
umutsuzluğa
sürükler,umutsuzluk ise intihar davranışı depresyon ilişkisinde en önemli ara
değişken olarak saptanmıştır.
Depresyon varlığının,sıklıkla glisemik kontrolün bozulmasına yol açtığı da
yukarıda detaylı olarak bahsedilen kognitif özellikleri ile biyolojik bozulmanın her
ikisininde (kendini ihmal,yorgunluk ve kuvvet kaybı dahil olabilen ) hastayı umutsuz
hale getirdiği bildirilmektedir.Diğer yandan,bir çok hasta duygusal deneyimlerini
doktorları ile konuşmakta güçlük çekerler.Bunun nedenleri arasındasıkılma, utanma
ve başka bir doktorun canını sıktığına dair üstü kapalı sözler söyleyerek
yakınma,iyileşemeyeceğine ve iyileştirilemeyeceğine dair bir inanca sahip olma
vardır.Genel olarak hekimin hastayla kuracağı empati düzeyi ne kadar derin
olursa,doktorun hastayı ve kliniğianlaması,diyabetin üzerine binen diğer hastalıkları
ve dolayısıyla depresyonu anlaması,o kadar kolay olur.
31
Depresyon açısından bazen tanı çok açıktır.Hastanın sıkıntılı ve ağlamaklı hali
depresyona işaret eder.Bununla beraber,bir çok hasta yanıltıcı görünüş
gösterebilir.(ciddi depresif olsalar bile) ve o zaman burada sınırları belirlenmiş dostça
hasta-hekim ilişkisi ve klinik sezgi önem kazanır.
Hastanın diyabetik kontrolünün niteliği ile ilgili ipuçları açık olabilir.Ciddi
depresyondaki hasta ketoasidozda olabilir.Bu ya devamlı kötü şeker kontrolün
sonucu veya ölüm düşüncesi ile tedaviyi aniden tamamen kesme sonucu olabilir.Çok
daha fazla yaygın olanı yukarıda bahsedildiği gibi kontrol eksikliğidir.Düşünce,enerji
ve hastanın görünümdeki depresif değişikliklerin sonucu olarak dikkatsizce kendi
kendine kontrol ya da kötü bir şekilde kontrolün herikisi de bu konuda çok daha
sıklıkla rastlanan bir bozukluk durumudur.
İştah genelde azalmasına rağmen artmış insulin ihtiyacı,depresif epizod
sırasında karakteristiktir.Bu gözleminaçıklaması bilinmemekle birlikte,artmış
kortikosteroid ve growth hormon salınımının ya da muhtemel,katekolamin salınmını
stimule eden sempato-Adrenal sistem aktivasyonun sonucu olduğu bildirilmektedir.
Diyabetli hastalarda depresyon takibinin ilkeleri,nondiyabetklerden farklı
değildir.hekim öncelikle tedaviyi sağlayıp sağlayamacağına karar vermelidir.Hafif
vakalarda hastalık ilaç tedavisi gerektirecek kadar ağır olmayabilir,iyi organize edilmiş
hasta-hekim ilişkisi,sosyal desteğin işlevsellik kazanmış olması ve psikoterapötik
destek ile bozukluk tedavi olabilir.Spontan iyileşme seyrek değildir.Böyle durumlarda
hastaya neyin daha fazla faydalı olacağı,sosyal problemler yada yetersiz ağrı tedavisi
gibi ilave durumlara bağlıdır.
Hasta ciddi şekilde deprese ise,genel kurallara ilave olarak,muhtemel spesifik
tedavi gerekli olacaktır.Ana tedavi,antidepresif ilaç kullanımıdır.Presipitan faktörün
varlığı olsun veya olmasın %70-80 olguda depresif bulgular geriler ve
kaybolur.Seçkin ilaç yoktur.Mevcut ilaçlar aynı derecede etkilidir.Psikiyatristler,ilaç
kullanımlarını,tecrübeleri ile sınırlamalı ve hastaların ilacın özelliklerini
anlamasını;’antidepresanlar bağımlılık yapar yada derhal hemen faydalı olur’gibi
yanlış anlamaları engellemeyi sağlamalıdırlar.İlaç uygun dozda reçete edilmeli,etkiyi
sağlamak için yeterli süre kullanılmaya devam edilmelidir.
1970 ve 1980’lered TSAD’lar depresyon için yaygın olarak reçete edildiği ve
ayrıca ağrılı diyabetik nöropatilinin seyrinde değerli rolünün olduğu bildirilmekteyse
de,yüksek yanetki oranı ve aşırı doz ile seyrek olamayan derecede letal oluşu
nedeniyle,son yıllarda yeni nesil antidepresan ilaçlar daha rahat kullanılmaya
başlanmıştır.Bu çok önemli grup,Selektif serotonin geri alım inhibitörleridir.Bu
bileşlikler,depresyona neden olduğu bilinen ana nörotransmitterlere etki ederler.
En az TSAD’ler kadar etkilidirler ve başlıca antikolinerjik etkilerinin
eksikliğinden
dolayı
daha
az
yanetkileri
vardır.Aşırı
dozlarda
daha
emniyetlidir.Bununla beraber yan etkisi ve riski yok değildir.Ve eski ilaçlardan daha
pahalıdırlar.Ayrıca,fluoksetin ile yapılan çalışmalarda, fluoksetinin gelişen hipoglisemi
ve ilacın kesilmesinden sonra meydana gelen hiperglisemi ile glisemi kontrolünü
değiştirdiği,diğer SSRI’lerin verileri arasında bu tarz bir etkinin olamadığı
bildirilmektedir.Diyabetli hastalarda en çok sakınılması gereken antidepresanlar MAO
32
inhibitörleri olduğu,çünkü insulin ve OAD ajanların,hipoglisemik etkilerini artırdıkları
bildirilmektedir.
Antidepresan tedaviye yabancı bir Endokrinoloji hekimi için,yardım mutlaka bir
Psikiyatri hekiminden elde edilmelidir.Özellikle;
• Teşhis hakkında şüphe varsa
• Hastanın depresyonu ciddi ise,örneğin intihar düşüncesi var veya psikotik
özellikler mevcut ise
• Zoralştıran fizksel faktörler varsa (kalp hastalığı,epilepsi gibi)
• Hastanın antidepresan ilaç tedavisine uygun cevabı yoksa yada tedaviyi
isteksiz alıyorsa
Psikiyatrik yardım sağlanmalıdır.
SONUÇ
Diyabetli yetişkinlerde depresyon prevalansı ortalama %15 olduğu,diyabetli
hastalarda depresyonun genel nüfusa göre çok daha fazla olduğu
bildirilmektedir.Diğer bir çok kronik hastalıkta olduğu gibi diyabetli hastalarda
dagelişen psişik sendromlar arasında en yaygını depresyondur.Diyabete eşlik eden
depresyon hastasının uyumunu,yaşam kalitesini,tedaviye cevabı,prognozu,diyabetin
seyrini,motalite ve morbiteyi olumsuz etkiler.Depresif hastalık,diyabetin denetimini
bozar.Depresyon semptomları ile diyabetin semptomları birbirini artırıcı yönde etki
eder.Depresyonda gelişen hormonal bozukluklar kan şekerinin denetimini bozduğu
gibi,kan şekerinde ki düzensizlikler depresif tablonun şiddetini artırır.Diyabetin
komplikasyonları arttıkça,depresif tablonun şiddetlendiği belirtilmiştir.
Diyabetik bir hastada depresyon tanı ve ayırıcı tanısında;
o Fiziksel
hastalığa ‘doğal-beklenen’ tepki ile aşırı uygunsuz ya
dapatolojik durumun ayıredilmesi
o Belirtri ve bulgulardan,tibbi hastalığa bağlı somatik bulgular iledepresyona bağlıpsikofizyolojik bozuklukların ayrımı dikkat edilmesi
gereken önemli unsurdur.
Laterji,kilo kaybı ya da artımı,insomni,psikomotor retardasyon,yorgunluk hali
gibi depresyon tanısında patogonomik olan vejetatif belirti ve bulgular fiziksel
hastalığa bağlı da olabilir.Bu nedenle depresyon tanısında somatik vejetatif
bulgulardan çok affektif ve kognitif semptomlar esas alınmalıdır.
Diyabetin komplikasyonları artınca,hastalığın engellemeleri ve hastanın yaşam
alanlarındaki örseleyici etkisi depresyon şiddetini de arttırmaktadır.Günlük
uygulamada,tedavi reddi,uygun tedaviye rağmen yakınmaların geçmemesi ve
somatik yakınmaların şiddeti ile fiziksel hastalık şiddetinin orantılı olmaması(somatik
semptomların depresyona ilişkin duygusal,davranışsal ve düşünsel semptomlarla
ilişkisi olması),depresif hastalık gelişimi yönünden dikkat çekicidir.Hasta yeterli
olmasına rağmen tedaviye katılmıyor ise,tıbbi durum dengeli olmasına
33
rağmen,kendini iyi hissetmiyorsa,tıbbi durumun elverdiğinden daha alt düzeyde
işlevsellik gösteriyorsa,ilgi alanında yaygın azalma varsa depresyon yönünden
düşünmek gerekir.
Uygulanacak eklektik yaklaşım ile hastaların depresyonunun tedavi
edilebileceği gibi diyabetin tedavisinin de regüler tarzda yapılabileceği ve hastanın
yaşam kalitesinin yükseltileceği açıktır.
34
MATERYAL VE METOD
Yaptığımız çalışmaya;Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi Diyabet
Polikliniğinden takipli İnsulin kullanan Tip1 Diyabet tanısı alan 30 hasta ile Oral
Antidiyabetik kullanan
Tip 2 diyabet tanısı alan 28 toplam 58 olgu dahil
edilmiştir.İnsulin kullananTip 1 diyabetli olguların yaşları 15 ile 73 yaş ,OAD kullanan
Tip2 diyabetli olguların yaşları ise 41 ile 77 yaş arası olup32’si kadın (%55),26’sı
erkek (%45)ti.Bu hastalar Diyabet poliklinik dosyaları taranarak geçmiş öykülerinde
ve yatışları sırasında depresyon tanısı almamış,antidepresan tedavi almamış düzenli
takipleri olan,bilişsel fonksiyonlarında herhangi bir defisit saptanmayan insulin
kullanan tip1 diabetik ve OAD kulanan tip2 diabetik olgulardan seçildi.
Tüm hastaların dosyaları taranarak
demografik özellikleri(yaş,cinsiyet)
Hgba1c ,Diyabet yaşı,komplikasyonları kaydedildi.Seçilen hastalar telefonla aranarak
çalışmamızın amacı anlatıldı ve randevu verildi. Hastaların depresyon durumları
Beck Depression Inventory anket formu ile,hastaneye çağrılarak,sessiz ortamda
hekimle birebir görüşme yapılarak değerlendirildi .Testin değerlendirilmesinde
Kesme değeri olarak 17 kabul edildi.17 puanın üstü depresif olarak değerlendirildi.
Istatistiksel analiz verilerin değerlendirilmesinde SPSS for windows 10.0 istatistik
paket programı kullanıldı. Karşılaştırmalarda student’s t, Mann whitney u ve ki-kare
testleri kullanıldı.p<0.05 anlamlı kabul edildi.
TABLO 12:HASTALARIN TÜM VERİLERİ
Adı soyadı
Emre Mertoğlu
Hatice S.Önkol
Esra Aktaş
Emin Hazar
Savaş Halıcı
Nihan Pala
Doğan Güvener
Nihal Kaya
İslam Tezkaç
Şahin Demiral
Sezin B.Demir
Vahide Kotancı
Cansu Karamanoğlu
Hamidiye Erkal
Hakan Taban
Kezban N.Bostancı
Can Şahna
Bilal Sayın
Özlem Gündoğan
Hasibe Kara
Bayram Şaşmaz
Serap Çevik
Özlem Kaya
yaşı
cinsiyeti
DM
tipi
İlaç
kullanımı
Diabet
yaşı
HgbA1c
düzeyi
Komplikasyon
varlığı
depresyon
skalası
anlamlı
17
24
35
35
45
20
18
17
35
29
26
52
19
40
21
31
20
19
29
31
21
18
21
E
K
K
E
E
K
E
K
E
E
K
K
K
K
E
K
E
E
K
K
E
K
K
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
İNSULİN
İNSULİN
İNSULİN
İNSULİN
İNSULİN
İNSULİN
İNSULİN
İNSULİN
İNSULİN
İNSULİN
İNSULİN
İNSULİN
İNSULİN
İNSULİN
İNSULİN
İNSULİN
İNSULİN
İNSULİN
İNSULİN
İNSULİN
İNSULİN
İNSULİN
İNSULİN
2
8
9
1,5
9
1
10
11
10
23
10
38
6
7
1
19
5
9
8
4
7
0
13
16
6,9
6,5
7,2
8,1
11,5
10,51
9,4
7,3
8,9
8,2
12,2
9,6
12,4
10,5
10,2
10,5
10,2
4,5
3,77
10,6
10,5
11,3
YOK
YOK
YOK
YOK
YOK
YOK
YOK
YOK
YOK
YOK
YOK
VAR
YOK
YOK
YOK
YOK
YOK
YOK
YOK
YOK
VAR
YOK
YOK
16
21
29
23
27
21
3
28
15
10
8
27
19
16
19
22
9
11
17
15
9
9
11
Değil
Anlamlı
Anlamlı
Anlamlı
Anlamlı
Anlamlı
Değil
Anlamlı
Değil
Değil
Değil
Anlamlı
Anlamlı
Değil
Anlamlı
Anlamlı
Değil
Değil
Anlamlı
Değil
Değil
Değil
Değil
35
Tuğba Demir
Süleyman Katiloğlu
Hülya Şerifoğlu
Sercan Dirim
Oğuzhan Öner
İskender Saç
Burcu Kent
Ayşe Şahin
Rezan Gürsoy
Ali Köse
Hasan Çırak
Ramize Gültekin
Mehmet Avcı
Mehmet Çeper
Yunus Aytekin
Mustafa Aker
Hayriye Akdeniz
Melahat Omrak
Nevzat Erkan
Nurten Ersoy
Şefika Muafık
Hayranuş Tezekçi
Yüksel Düz
Şakire Uluçay
Ömür Balta
Hatice Tat
Emanullah Şenözer
Ömer Erzen
Mürvet Kıvanç
Satı Yeşilçimen
Zeliha Doğan
Şerafettin Karaoğlan
Emsal Tenekeci
Hatice Avan
Akif Aynur
24
34
40
22
14
73
25
47
57
45
57
57
41
60
68
73
63
58
62
61
62
77
59
67
47
53
66
54
44
42
63
60
60
54
49
K
E
K
E
E
E
K
K
K
E
E
K
E
E
K
E
K
K
E
K
K
K
E
K
E
K
E
E
K
K
K
E
K
K
E
1
1
1
1
1
1
1
2
2
2
2
2
2
2
2
2
2
2
2
2
2
2
2
2
2
2
2
2
2
2
2
2
2
2
2
İNSULİN
İNSULİN
İNSULİN
İNSULİN
İNSULİN
İNSULİN
İNSULİN
OAD
OAD
OAD
OAD
OAD
OAD
OAD
OAD
OAD
OAD
OAD
OAD
OAD
OAD
OAD
OAD
OAD
OAD
OAD
OAD
OAD
OAD
OAD
OAD
OAD
OAD
OAD
OAD
36
8
3
26
14
0
0
0
12
3
30
9
8
6
17
5
27
22
10
9
22
17
20
14
24
15
5
2
6
8
2,5
13
6
4
1
5
7,6
15,2
7,41
10,1
16,6
5,9
11,3
7,8
6,1
12
9
9,5
8,6
6,5
6,4
9,2
11,6
7,84
5,4
10,9
8,2
9
7,7
10,7
10,4
11,1
6,9
6
8,2
7,4
8,3
7,4
6,3
7
5,7
YOK
YOK
YOK
YOK
YOK
YOK
YOK
VAR
YOK
VAR
VAR
VAR
VAR
VAR
YOK
VAR
VAR
VAR
VAR
VAR
VAR
VAR
VAR
VAR
VAR
YOK
YOK
VAR
VAR
YOK
VAR
VAR
YOK
VAR
VAR
3
11
27
2
10
15
24
20
8
18
10
12
23
15
1
14
10
15
9
12
45
15
15
12
32
10
1
11
19
10
6
9
5
11
5
Değil
Değil
Anlamlı
Değil
Değil
Değil
Anlamlı
Anlamlı
Değil
Anlamlı
Değil
Değil
Anlamlı
Değil
Değil
Değil
Değil
Değil
Değil
Değil
Anlamlı
Değil
Değil
Değil
Anlamlı
Değil
Değil
Değil
Anlamlı
Değil
Değil
Değil
Değil
Değil
Değil
BULGULAR
Yaptığımız çalışmada hasta grubundaki kişilerin yaş ortalaması İnsulin
kullanan Tip 1 Diyabetli olgularda 28.50 ± 12.50 Oral Antidiabetik kullanan Tip 2
Diyabetli olgularda 57.36± 8.12,diyabet yaşı ortalaması insulin kullanan tip1 diyabetli
olgularda 8.75± 8,56 OAD kullanan Tip 2 diyabetli hastalarda 11.52± 8.12, HgbA1C
düzeyi ortalaması insulin kullanan Tip 1 Diyabetli hastalarda 9.70 ± 3.03 OAD
kullanan Tip2 Diyabetli hastalarda 8.26 ± 1,87,Beck Depresyon skalası ölçeği
ortalama değeri İnsulin kullanan Tip1 diyabetli olgularda 15.90 ± 7,85 OAD kullanan
Tip 2 diyabetli olgularda ise 13.32 ± 8.98 olarak tespit edilmiştir.
Tablo 13:İnsulin kullanan Tip 1 diyabetli olgular ve OAD kullanan Tip 2 diyabetli
Olguların ortalama değerleri ,standart sapmaları(SS) ve p değerleri
Tip I
Ortalama
Yaş
28,50
Diabet yaşı
8,75
HgbA1c düzeyi
9,70
depresyon skalası 15,90
Tip II
Ortalama
57,36
11,52
8,26
13,32
DM
SS
12,50
8,56
3,03
7,85
SS
9,06
8,12
1,87
8,98
p
,000***
,212
,035*
,249
Tablo 13’de görüldüğü gibi Tip II olguların yaş ortalaması Tip I olgulara göre
anlamlı derecede daha fazla bulundu(p<0.001).Tip I ve II olgular arasında diabet
süresi bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktu(p>0.05).Tip I olguların
HbA1c ortalaması ise Tip II olgulara göre anlamlı derecede daha
fazlaydı(p<0.001).Tip I ve II olgular arasında depresyon skalası puan ortalaması
bakımından ilişki saptandı ama istatistiksel olarak anlamlılığa ulaşılamadı(p>0.05).
Tablo 14:Çalışmaya dahil edilen olguların Cinsiyet dağılımı,komplikasyon varlığı ve
depresyon düzeyi
DM
Cinsiyet
Erkek
Kadın
komplikasyon
Yok
Var
Depresyon
Değil
Anlamlı
Tip I
n
%
Tip II
n
%
Ki-kare p
14
16
46,7
53,3
12
16
42,9
57,1
0,08
0,771
28
2
93,3
6,7
6
22
21,4
78,6
30,87
0,000***
17
13
56,7
43,3
22
6
78,6
21,4
3,15
0,076
Tablo 14’de görüldüğü gibi Tip II olgularda komplikasyon varlığı Tip I olgulara
göre anlamlı derecede daha fazlaydı(p<0.001).Tip I ve II olgular arasında cinsiyet
37
dağılımı bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmadı(p>0.05).Tip I ve
II olgular arasında depresyon varlığı bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir
farklılık bulunmadı(p>0.05).
Tablo15:Çalışmaya dahil edilen olguların cinsiyetler arasında yaş ortalaması
,diyabet süresi Hgb A1C , depresyon düzeyi
Erkek
Ortalama
Yaş
41,38
Diabet yaşı
9,25
HgbA1c düzeyi
9,32
depresyon skalası 13,15
Cinsiyet
SS
18,87
7,98
3,03
7,42
Kadın
Ortalama
43,28
10,77
8,74
15,88
SS
17,83
8,79
2,24
9,13
p
,696
,499
,402
,225
Tablo 15’de gösterildiği gibi cinsiyetler arasında yaş ortalaması bakımından
istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamıştır(p>0.05).Cinsiyetler arasında
diyabet süre ortalaması bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık
bulunmamıştır(p>0.05). Cinsiyetler arasında HbA1c düzeyi bakımından istatistiksel
olarak anlamlı bir farklılık bulunmamıştır(p>0.05).Cinsiyetler arasında depresyon
skalası puan ortalaması bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık
bulunmamıştır(p>0.05).
Tablo 16 Cinsiyetler arasında komplikasyon ve depresyon varlığı
Cinsiyet
komplikasyon
Yok
Var
Depresyon
Değil
Anlamlı
Erkek
n
%
Kadın
n
%
Ki-kare p
14
12
53,8
46,2
20
12
62,5
37,5
0,44
0,506
20
6
76,9
23,1
19
13
59,4
40,6
2,00
0,157
Tablo16’de görüldüğü gibi cinsiyetler arasında komplikasyon varlığı bakımından
istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamıştır(p>0.05). cinsiyetler arasında
depresyon varlığı bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık
bulunmamıştır(p>0.05).
38
Tablo 17: Komplikasyon olan ve olmayan olgularda yaş,diyabet süresi,Hgb A1C
,depresyon düzeyi ortalaması ve standart sapma (SS) değerleri
Yok
Ortalama
Yaş
33,18
Diabet yaşı
7,03
HgbA1c düzeyi
9,18
depresyon skalası 14,00
Var
Ortalama
55,54
14,42
8,74
15,58
komplikasyon
SS
16,27
6,36
3,01
8,15
SS
11,49
9,12
1,95
8,94
p
,000***
,001***
,528
,487
Tablo 17’de görüldüğü gibi komplikasyonu olan olguların yaş ortalaması, olmayan
olgulara göre anlamlı derecede daha fazlaydı(p<0.001).Komplikasyonu olan olguların
diyabet süre ortalaması, olmayan olgulara göre anlamlı derecede daha
fazlaydı(p<0.001).Komplikasyonu olan ve olmayan olgular arasında HbA1c düzeyi
bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamıştır(p>0.05).
Komplikasyonu olan ve olmayan olgular arasında depresyon skalası puan ortalaması
bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamıştır(p>0.05).
Tablo 18:Komplikasyon olan ve olmayan olgularda depresyon varlığı
komplikasyon Yok
n
Depresyon
Değil
22
Anlamlı
12
%
Var
n
%
Ki-kare p
64,7
35,3
17
7
70,8
29,2
0,24
0,624
Tablo 18’da görüldüğü gibi komplikasyonu olan ve olmayan olgular arasında
depresyon varlığı bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık
bulunmamıştır(p>0.05).
Tablo 19:Depresyonu olan ve olmayan olgularda yaş,diyabet süresi,HgbA1C
ortalaması ve standart sapması(SS).
Depresyon
Düzeyi
Yaş
Diabet yaşı
HgbA1c düzeyi
Değil
Ortalama SS
45,69
19,62
9,22
7,28
9,01
2,87
Anlamlı
Ortalama
35,74
11,87
8,97
SS
12,72
10,31
2,07
p
,049*
,263
,958
Tablo 19’de görüldüğü gibi depresyonu olan olguların yaş ortalaması, olmayan
olgulara göre anlamlı derecede daha düşük bulunmuştur(p<0.05).Depresyonu olan
ve olmayan olgular arasında diabet süresi bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir
farklılık bulunmamıştır (p>0.05). Depresyonu olan ve olmayan olgular arasında
HbA1c
düzeyi
bakımından
istatistiksel
olarak
anlamlı
bir
farklılık
bulunmamıştır(p>0.05).
39
TARTIŞMA
DM temelde endokrin sisteme ait bir bozukluk olmakla birlikte,hasta
açısından ruhsal,duygusal ve psikososyal boyutları olan bir durumdur.Diyabetli olan
hastalarda psikiyatrik bozuklukların sık görüldüğü bilinmektedir.
Yaptığımız çalışmada temel amacımız İnsulin kullanan Tip 1 diyabetik
olgularla OAD kullanan tip2 diyabetik olguları karşılaştırarak insulin kullanımının
depresyon için ek bir risk faktörü olup olmadığını araştırmaktır.
Hastaların çoğunluğunu Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesine Diyabet
polkliniğimize başvuran insulin kullanan tip1 diyabet ve OAD kullanan tip2 diyabet
tanısı konmuş hastalardan oluştuğu çalışmamızda ,takipli,psikiyatrik bir hastalık
nedeniyle ilaç kullanmayan hastalarda depresyon düzeyi ölçülmüştür.
Bulgularımıza baktığımızda çalışmaya aldığımız
İnsulin kullanan tip1
diyabetli olguların 13’sinde (%43.36)OAD kullanan tip2 diyabetli olguların
21’sinde(%43.15) Beck depresyon skalasına göre depresif semptomlar saptanmıştır.
Özkan ve Turgay(22) ,Tip 1 ve TİP2 DM’u olan hastalarda DSM-III-R tanı
ölçültlerine göre psikiyatrik morbiteyi araştırmışlar,hastalara Beck
Depresyon
Ölçeği,SCL-90 ve Toronto Aleksitimi Skalası uygulamışlardır.Ensık konan tanının
uyum bozukluğu(%37.5) olduğu,hastaların %6.65 ‘inde major depresyonun
bulunduğu bildirilmiştir.Klinik görüşme ve Hamilton Depresyon Ölçeği (HDÖ) ile
yapılan bir başka çalışmada hastaların %11’inde major depresyon saptanmıştır(23).
Yapılandırılmış görüşme teknikleri kullanılarak DM’ta psikiyatrik hastalıkların yaşam
boyu yaygınlığı araştırıldığı çalışmalarda,en sıklıkla duygudurum ve anksiyete
bozukluklarının görüldüğü bildirilerek Tip 1 DM’ ta major depresyonun yaşamboyu
yaygınlığı için %25,yaygın anksiyete bozukluğunun yaşam boyu yaygınlığı için
%32’ye ulaşan oranlar verilmiştir(24,25). Goldney ve arkadaşları ise diyabetik
hastalarda depresyon sıklığını %24,diyabetik olmayanlarda ise %17 olarak
bildirmişlerdir(26). Okanovic ve arkadaşlarının CES-D (Center of epidemiological
Studies Depression Scale) kullanarak yaptıkları çalışmada diabetteki depresyon
oranı %33 olarak bildirilmiştir(27). Hermanns ve arkadaşları da diyabetik olan
veolmayan hastaların yaygınlığını araştırmışlar ve diyabetik hastalardaki duygudurum
bozukluklarının yaygınlığını diyabetik olmayanlardan yüksek bulmuştur(28). Nichols
ve Brown diyabetli hastalarda depresyon sıklığını %11.2 oranında bulmuşlardır(29).
Zenteno ve Cardiel Tip 2 diyabetli bireylerin% 33’ünde depresyon
saptamışlardır(31).Eren ve arkadaşları,DSM-IV tanı ölçültlerine göre 104 diyabetli
hastanın 55’ine(%58.9) major depresif bozukluk tanısı koymuşlardır(32) .
Gülseren ve arkadaşları diyabetik hastaların %15’inde görüşme anında major
depresif bozukluk saptamışlardır(32). Tip 1 diyabeti olanlarda depresyon(%47.7) ve
anksiyete (%22.7) oranını Tip 2 diyabetlilerden daha yüksek oranda
saptamışlardır(30).
Tüm çocukların %10’unda davranışsal ve duygusal belirtiler tanımlanırken, bu oran
kronik sağlık sorunları olan çocuklarda %20’ye çıkmaktadır (Committe on Children
with Disabilities and Committe on Psychosocial Aspects of Child and Family Health
1993).İnsuline bağımlı diabetes mellitus (TİP 1 DM), yaşam boyu devam eden, astım
ve serebral palsinin ardından 16 yaş altındaki çocuklarda en sık görülen kronik
hastalıktır (Dantzer ve ark. 2003) ve normal metabolik durumu devam ettirebilmek
için diyet, egzersiz, insülin enjeksiyonunu içeren tedavi yöntemlerini gerektirir.
Ülkemizde 0-15 yaşları arasındaki çocuklarda TİP1DM sıklığının 100000’de 2.5
olduğu bildirilmektedir (Günöz ve ark1999). TİP 1 DM tedavisinde son yıllardaki
ilerlemelere rağmen, diyet, egzersiz, insulin enjeksiyonları gibi gerekliliklerin varlığı
40
nedeniyle TİP 1 DM tanısı konulan çocuk ve ergenlerin psikolojik güçlükler için risk
altında oldukları söylenebilir.
TİP 1 DM çocuklarda 2 kat, ergenlerde 3 kat daha fazla oranda depresyon bulunduğu
bildirilmektedir (45). Gençlerde depresyonun eşik altı görünümlerinin de klinik
depresyon kadar zarar verici olabildiğine dair kanıtlar bulunmaktadır. Bu bireyler
mutsuzluk, iritabilite, uyku bozuklukları, karamsarlık gibi depresyon belirtilerini
bildirmelerine rağmen Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal Elkitabı, 4. Basımda
(DSM IV) (APA 1994) depresyon tanısı için gereken tanı ölçütlerinin hepsini
karşılamayabilirler. Depresif belirtilerinbu eşik altı görünümleri tanısal düzeydeki
depresyon tablosundan daha sıktır ve genç insanlarda yüksek düzey depresif
belirtiler sonraki bozuklukların habercisidir (108).Kronik bir hastalığa sahip olma, bu
hastalığa uyumsağlama, çocuğun ve ailesinin yaşam tarzlarındaki değişiklikler,
hastalığın sosyal ilişkilere getirdiği yükler, benlik saygısında azalma,
komplikasyonlarla ilgili duyulan korku gibi faktörlerin bu bireylerde depresyon
gelişmesinde etkili olduğu düşünülmektedir (110).
Diabetli çocuk ve ergenlerde depresyon önemli bir sorundur (45). Bu iki
hastalığın birlikteliği özkıyım düşüncelerinde artma (98), daha sık hastaneye yatma
(97), akut komplikasyonlarda (diabetik ketosaidoz ya da hipogilisemi) artış (107) gibi
olumsuz sonuçlar için risk oluşturmaktadır. Depresyonun TİP 1 DM üzerine olan
olumsuz etkilerinin yanı sıra TİP 1 DM’in depresyon üzerine olan etkileri de göz ardı
edilmemelidir.Yapılan bir çalışmada, hem TİP 1 DM hem de depresyonu olan
gençlerde sadece depresyonu olan gençlere göre depresyon epizodlarının daha
uzun sürdüğü ve daha sık tekrarladığı, yani daha kötü bir prognoza sahip olduğu
bildirilmiştir (103).
Diabetli gençlerde yapılan çalışmalar, depresif belirtilerin varlığının sık
hastaneye
yatma, hastalığa uyumun kötü olması, kötü metabolik kontrol, ebeveynlerle
çatışmalarda artış gibi olumsuz sonuçlarla ilişkili olduğunu göstermiştir (109, 104,
101, 111). Depresyon ve anksiyete gibi belirtiler hastanın önerilen tedaviye katılımına
olan olumsuz etkileri ya da kendine zarar verme davranışlarının bir formu olarak
istemli olarak tedaviye katılmamalarına neden olarak olumsuz sonuçların ortaya
çıkmasında etkili olabilirler (97).
JH Noh ve arkadaşların yaptığı çalışmada insulin kullanan Tip2 DM’lu
olgularla(sadece insulin yada OAD ile kombine ) sadece OAD kullanan Tip 2 DM ‘lu
olguları karşılaştırmışlar.Bu çalışmada 66 hastada %32.4’ü BDI>16 depresif
semptomlar gösterilmiş, 57 hastada %27.9 BDI >= 18 kriteri ile major depresyon
tespit edilmiş.İki grup arasındaki demografik özellikler
karşılaştırılmış,multipl
regresyon analizi yapılarak çeşitli bağımsız değişkenler referans olarak tespit
edilmiş,buna göre düzenlemeler yapıldıktan sonra insulin grubunda depresyon
frekansı OAD grubuna göre daha yüksek bulunmuştur.İki grup arasındaki BDI
maddeleri
kıyaslandığında ise umutsuzluk,başarısızlık duygusu ,tatmin
olamama,kendini suçlu hissetme,ağlama nöbetleri gibi kognitif semptomlar insulin
grubunda OAD grubuna göre belirli anlamda yüksek bulunmuş.Somatik semptomlarla
ilgili maddeler arasında çalışmak için güçsüzlük,yetersizlik gibi skorlar insulin
grubunda yüksek anlamda bulunmuştur. Bizim çalışmamızda ise insulin kullanan
tip1 diabetik olgularla OAD kulanan tip2 diyabetik olgular karşılaştırıldığında ise
çalışmaların aksine anlamlı bir fark saptanmamıştır.
Depresyon ve anksiyete düzeylerini yordayan değişkenler araştrıldığında,Dm’un
süresinin depresif belirti ve anksiyete düzeyini,yaşın anksiyete düzeyini anlamlı
41
biçimde yordadığı görülmektedir.Buna göre hastalık süresi uzadıkça depresif belirti
düzeyi artmakta ancak anksiyete düzeyi düşmekte,yaş ilerledikçe de anksiyete
düzeylerinde bir düşme olmaktadır.Diabetin farklı vücut organlarını etkileyebilen ve
bununla bağlantılı olarak ileri düzeyde yeti yitimine yol açabilen bir hastalık
olması,tanının yeni konduğu dönemlerde ve genç hastalarda,hastalığa ilişkin
belirsizliğin,kişisel yeterliliğin kaybedileceği gibi geleceğe yönelik endişelerin daha
yoğun olarak yaşanmasına yol açabilir.Hastalık süresi uzadıkça ,belirsizliğin ve
hastalığı kabullenmeyle bağlantılı olarak endişelerin göreceli olarak azaldığı ancak
diyabetin yol açtığı kısıtlamaların,kayıpların yada kan şekeri düzeylerindeki kronik
dalgalanmaların SSS’de etkilerine bağlı olarak
DM’da hastalık yaşı arttıkça
anksiyete düzeylerinin azaldığını göstermiştir.Araştırmalarda elde edilen verilere
göre,diabet tanısının yeni konduğu dönemlerde anksiyete bozukluğu,hastalık ilerleyip
süre uzadıkça depresif bozukluk açısından hastaların risk altında oldukları
söylenebilir(31,32.33). Yaş ve hastalık süresi arttıkça hastalar daha fazla psikolojik
güçlük yaşadıklarını tanımlamaktadırlar. Bu bulguda artan yaşla birlikte ergenlik
dönemine ait sorunların daha fazla yaşanmasının etkisi olduğu düşünülebilir. Ancak
sağlıklı çocuklarda yaşla bildirilen psikolojik güçlükler arasında anlamlı bir ilişkinin
bulunmaması, çocuk ve ergenlerde İBDM’nin ruhsal sağlığı olumsuz etkileyen önemli
bir faktör olduğuna işaret etmektedir. Diabetik ergenlerde yapılan
çalışmalarda tanıdan sonraki ilk yıl ve tanıdan 10 yıl sonra, başta depresyon ve
anksiyete bozuklukları olmak üzere ikincil psikiyatrik hastalıkların gelişimi için yüksek
risk taşıyan iki dönem olduğu saptanmıştır.Böylesi bir hastalığa sahip olmanın başlı
başına bir stres kaynağı olduğu, çünkü sağlığın kaybı, hasta ve ailesi için yeni günlük
gereksinimler ve yaşam tarzında temel değişiklikleri yansıttığı ileri sürülmektedir (44,
45).Bizim çalışmamızda ise araştırmaların aksine depresyonu olan olguların yaş
ortalaması ,olmayan olgulara göre anlamlı derecede düşük bulunurken diabet süresi
bakımından anlamlı bir fark saptanmamıştır.
Araştırmalar göz önüne alındığında sağaltım planı yapılırken bu durumun göz
önünde bulundurulması yaralı olacaktır.
Cinsiyetler arası farklılık açısından değerlendirildiğinde,kadın hastalarda erkek
hastalara göre sosyal fonksiyon dışındaki tüm alanlarda yaşam kalitesi puanlarının
daha düşük ;orta ve ağır düzeyde yeti yitiminin daha fazla olduğu görülmektedir.Bu
durum ,depresyon anksiyete düzeylerinin erkek hastalara göre kadınlarda daha
yüksek olması ile ilişkili olabilir.Sevinçok ve arkadaşlarının çalışmasında ,kadınların
depresyon puanları erkeklerden daha yüksek saptanmıştır(35). Hermanns ve
arkadaşları ,kadın olmanın anksiyete ve depresyon için ek bir risk faktörü olduğunu
bildirmişlerdir(28). Okanovic ve arkadaşları ile Zenteno ve Cardiel ‘in çalışmalarında
ise kadın olmak depresyon için risk etkeni olarak belirlenmiştir(27,31). Nichols ve
Brown,depresyonun diyabetli kadınlarda erkeklerden 2 kat daha çok
görüldüğünü;Lloyd ve arkadaşları kadınlarda anksiyete düzeyinin , erkeklerde ise
depresyon düzeyinin yüksek olduğunu;kan şekeri kontrolü ile anksiyete arasında ilişki
bulunduğunu bildirmişlerdir(29,36).Ancak diabetik hastalarda yaşam kalitesiyle
cinsiyet arasında herhangi bir ilişkinin saptanmadığı çalışmalarda vardır(33,34).
Genel olarak bu sonuçların aksine bizim çalışmamızda cinsiyetler arasında
depresyon skalası puan ortalaması ve kan şekeri regülasyonu göstergesi olarak
kullanılan Hgb A1C düzeyi açısından herhangi bir farklılık saptanmamıştır.
Diabetik hastalarda uzun süreli kan şekeri kontrolünü değerlendirmede ‘altın
standart’ olarak kabul edilmiş olan en önemli gösterge glikolize hemoglobinin ( Hgb
A1C ) ölçülmesidir.Elde edilen sonuçlar Hgb değerleri ile oranlarak % Hgb ‘e çevrilir.
Hgb A1C ‘nin %6 dan küçük olması beklenir,ancak %7’ye kadar olan değerler de
42
kabul edilebilir sınırlar içindedir.Kan şeker düzeyleri stabilize olan hastalarda 2-4
ayda bir yapılacak kontrollerin yeterli olacağı bildirilmektedir (35,36). DM’ta psikiyatrik
bozukluklarla metabolik kontrol arasındaki ilişkinin araştırıldığı çalışmalardan elde
edilen sonuçlar birbiriyle çelişmektedir.Lustman ve arkadaşları (37), yeterli metabolik
kontrolün sağlanamadığı diabetik hastalarda psikiyatrik bozuklukların yaşam boyu
yaygınlık oranlarının daha yüksek olduğunu bildirmişlerdir,Kuloğlu ve arkadaşları (38)
Tip2 DM tanılı hastalarda yaptıkları çalışmada, Hgb A1C düzeyine göre kan şekeri
kontrol altında olmayanlarda anksiyete ve depresif belirti düzeylerinin daha fazla
olduğunu bulmuşlardır. Tip 1DM’de metabolik kontrol ile psikopatoloji arasındaki
ilişkiyi inceleyen çalışmalardaki çelişkili sonuçlar;kullanılan yöntem, örneklem seçimi
ve değerlendirme teknikleri arasındaki farklılıklara bağlı olabilir. Ayrıca bu konudaki
çelişkili bulgular üçüncü değişkenlerin varlığını işaret ediyor olabilir. Olumsuz yaşam
olayları ve onları yordama tarzı, hastalığa uyum sağlama,tedavi planlarına katılma,
medikal tedaviye uyumsuzluk, diğer psikiyatrik hastalıkların varlığı, başa çıkma
davranışları gibi etmenlerin metabolik kontrolde etkili olduğunu ileri sürülmektedir
(46).Winocour ve arkadaşlarının (47) verileri böyle bir bağlantının
varlığını
desteklememektedir.Bizim bulgularımızda Hgb A1C ile depresyon arasında anlamlı
bir ilişki saptamamıştır.
Larsson ve arkadaşları(48),metabolik kontrolün yetersiz olduğu hastalarda
yaşam kalitesinin daha kötü , yeti yitiminin daha kötü ve yeti yitiminin daha fazla
olduğunu bildirmişlerdir.Yapılan bazı çalışmalarda ise yaşam kalitesiyle metabolik
kontrol arasında bir ilişki bulunamamıştır(49).
Tip 2 DM tanısıyla izlenen hastalarda komplikasyonlarla depresif semptomlar
arasındaki ilişkinin araştırıldığı çalışmada,komplikasyon olanlarda depresif belirti
düzeylerinin daha yüksek olduğu belirlenmiştir(50) .Tip 1DM’u olan hastalarla
yapılan iki ayrı çalışmada ise komplikasyonlarla psikiyatrik bozukluklar arasında bir
ilişki olmadığı bildirilmiştir (51,25). Zentona ve Cardiel kronik komplikasyonların
varlığının depresyon için risk etkeni olduğunu bildirmiştir(31).Glisemik kontrol
sağlanmadığında kronik komplikasyonlar ortaya çıkar ki,en çok görülen
retinopati,periferal nöropati ve nefropatidir(14).Hermanns ve arkadaşları
çalışmalarında,diyabetlilerde ensık görülen komplikasyonları
nöropati (%49.6)
retinopati
(%31.4)
ve
nefropati
(%6.2)olarak
saptamışlardır(28).Ayrıca
hipertansiyonun diyabetiklerde 1.5-2 kat daha fazla görülen bir komplikasyon
olduğuda bilinmektedir.UKPDS çalışmasında Hiperglisemi diyabetik nefropati için
önemli bir risk faktüdür.Ortalama HgbA1C düzeyleri sonradan böbrek
fonksiyonlarının kaybedilmesi ile korelasyon göstermektedir. Eren ve Erdi’nin 2003
yılında Türk Psikiyatri Dergisinde yayınlanan Tip 2 Diyabetik Hastalarda Kan şekeri
kontrolü ile Psikiyatrik Bozuklukların İlişkisi adlı çalışmasında Hgb A1C düzeyine göre
kötü glisemik kontrolü olan (Hgb A1C >%7) I. Grup(n=40),iyi glisemik kontrolü
olan(Hgb A1C<%7)II. Grup(n=64) olarak ele alınmış.I. grup hastalarda
nöropati,retinopati ve toplam komplikasyon varlığı anlamlı olarak II. gruptan yüksek
bulunmuş.Nefropati gelişme oranı iki grup arasında farklı saptanmamıştır(131).
Başka bir açıdan ele aldığımızda Ok meydanı EAH 1.İç Hastalığı Kliniği Dr.Serhat
Karadağ’ın 2006 yılında yaptığı tez çalışmasında HgbA1C ile albumin düzeyleri
karşılaştırılmış(normoalbuminürik,mikroalbuminürik ve makroalbuminürik olmak üzere
üç grup) ve gruplar arasında anlamlı bir fark saptanmamıştır(132). UKPDS
çalışmasında diyabeti olan 4585 erkek ve kadın 10 yıl takip edilmiş yoğun kan
glukozu kontrolü (insulin veya sufanilüre tedavisi)veya konvansiyel bakım ile
randomize edildi.Hgb A1C’deki her %1’lik düşüş diabet ile ilişkili komplikasyonları
%21(p<0.001),diabetle ilişkili ölümleri %21(p<0.0001) MI ‘ı %14 (P<0.0001) ve
43
mikrovasküler komplikasyonları ise %37 azalttı.Böylece Tip 2 diyabette yoğun
diyabet tedavisinin diyabetli kişilerde mikroalbüminüri ve aşikar nefropati gelişimi
riskini anlamlı ölçüde azaltabildiğini belirgin bir şekilde gösterildi. Bu nedenle kişisel
olarak mümkün olan en düşük HbA1c düzeyi nefropatinin önlenmesi için hedef
olmalıdır.Bizim yaptığımız çalışmadaki kıstlılık ise vaka sayısının az olması ve takip
süresinin kısa olması ve kesitsel bir çalışma olmasıdır,buna bağlı olarak
çalışmamızda;Diabetik nefropatisi olan olgularla ,diabetik nefropati saptanmayan
olgular karşılaştırıldığında Hgb A1C değerleri arasında herhangi bir fark
saptanmamıştır.
Eren ve Erdi,diyabetik komplikasyonu olan hastalarda major depresif bozukluk
oranını (%68),diyabetik komplikasyonu olmayan hastalardan (%38.9) daha yüksek
bulunmuşlardır(17). Leedom ve arkadaşları ,Tip 2 DM tanısıyla izlenen ve
komplikasyon gelişen hastalarda depresif belirti düzeylerinin daha yüksek olduğunu
bildirmişlerdir(59). Gülseren ve arkadaşlarının çalışmasında ise komplikasyonlar ile
depresyon arasında anlamlı bir ilişki bulunamamıştır(32).Ekim 2006 yılında Türk
Nefroloji Diyaliz ve Transplantasyon Dergisi’nde yayılanan Periton dializ
hastalarımızın depresyon durumlarının Pre-dializ hastalarla karşılaştırmalı olarak
incelenmesi adlı çalışmada Haseki EAH Periton diyalizi polikliniğinden takipli en az
dört aydır periton diyalizi programında olan 21 gönüllü hasta ile (grup1)nefroloji
polikliniğimizden takiplidiyalize girmeyen 30 gönüllü diayabetik nefropatili hasta(grup
2)çalışmaya dahil edildi.Hastaların depresyon durumları Beck Depression Inventory
anket formu ile,hastaneye çağrılarak,sessiz ortamda hekimle birebir görüşme
yapılarak değerlendirildi.Depresyonskoru 17’nin üzerinde olanlar depresif olarak
kabul edildi.Ki-kare testi kullanılarak gruplar birbiriyle karşılaştırıldı. p<0.05 anlamlı
kabul edildi.Çalışmaya dahil edilen grupların Beck Depression Inventory anket formu
ile değerlendirilmesi sonucunda periton diyalizi hastalarının%40’ı depresif (9
hasta)bulunurken diyalize girmeyen nefropatisi olan hastaların %36,6’sı depresif (12
hasta)olarak saptandı.Grup 1 ile grup2 arasında depresif durum açısından anlamlı bir
sonuca ulaşılamadı(129). 42. Ulusal Diyabet Kongresinde poster sunumu olarak
gösterilen Nefropatisi olan ve hemodiyalize girmeyen Tip2 diyabetli hastaların
depresyon skalaları ile ilgili çalışmamızda ise Nefroloji polikliniğimizden
takipli,hemodiyalize
girmeyen
diyabetik
nefropatisi
olan
30
hasta(Grup1),hemodiyalize girmeyen non diyabetik nefropatili 9 hasta (grup2) ve
sağlıklı kişilerden seçilmiş 21 olgu(grup3) olmak üzere toplam 60 hasta çalışmaya
alındı.Bu hastaların depresyon durumları Beck Depression Inventory anket formu ile
değerlendirildi. Depresyon skoru 17’nin üzerinde olanlar depresif olarak kabul
edildi.Grup 1 ile grup 2 arasında depresyon skoru yönünden anlamlılık
saptanmazken (grup1:19.17± 11,57 grup2 11.44± 11.60,p=0.608)Grup 1 ile 3
arasında
depresyon
skoru
yönünden
anlamlılık
saptandı.(grup1:19.17±11.57,grup3:12.29 ±9.12 p=0.029)Bu sonuçlarla diyalize
girmeyen diyabetik nefropatili hastaların sağlıklı kişilerden oluşan kontrol grubu ile
karşılaştırıldığında depresif bir yapıya sahip olduklarını göstermektedir(130).Bizim
çalışmamızda komplikasyon açısından
diabetik nefropatisi olan olgulardan
seçilmiştir.Ancak ,yapılan istatisliksel analiz sonucunda komplikasyonlarla depresyon
arasında anlamlı ilişki bulunamamıştır(p>0.05).
44
SONUÇ
Sonuç olarak DM tıbbi ,sosyal ve ekonomik etkileri olan ve ülkemizde çok önemli bir
sağlık sorunudur.Diyabetik hastaların bütüncül olarak ele alınması,fiziksel sağaltım
yanında hastalığa eşlik eden psikiyatrik tabloların da tanı ve sağaltımı
gerekmektedir.Hastalığın metabolik kontrolüne katkısı yanında hastaların yaşam
kalitelerinin artırılması ve yeti yitimlerinin azaltılması için risk grubu olarak kabul
edilecek hastalara yönelik psikiyatrik girişimler önem kazanmaktadır.Böylece
diyabetik hasta için optimal sağaltım ve bakım koşulları gerçekleşmiş olacaktır.
Bu nedenle Diabetes mellitusun psikolojik yönü bir çok araştırmacı tarafından merak
konusu olmuştur.Bizde bundan yola çıkarak yoğun insulin tedavisinin diyabet
hastaları için depresyon açısından risk faktörü olup olmadığını araştırdık.Yapılan bir
çok araştırmanın aksine insulin kullanan tip 1 DM hastalarla OAD kullanan tip 2
diyabetli hastaları kan şekeri regülasyonu ve komplikasyonları,cinsiyet,diyabet yaşı
gibi çoklu değişkenleride göz önünde bulundurarak karşılaştırdık ve anlamlı bir fark
saptamadık.Bu çalışmamızın en büyük kısıtlaması birey sayısının az
olması,depresyon gelişimini engelleyen sosyoekonomik ve eğitim durumu,kültürel öz
geçmişe bağlı olarak farklı olabileceği için ;insulin tedavisi ile depresyon arasındaki
ilişki tam olarak gösterilememiştir.
Yinede DM’un psikiyatrik hastalıklarda yüksek oranlarda görülmesi ve diyabet ile
psikiyatrik bozuklukların birbiri ile etkileşimi nedeni ile,diyabette psikiyatrik bozukluğa
neden olabilecek fizyolojik ve davranışsal etkenlerin ortaya çıkarılmasında daha
kapsamlı çalışmalara gereksinme olduğu düşünülmektedir.
45
KAYNAKLAR
1.Altuntaş Y.Diabetes mellitus’un tanımı ,tanısı ve sınıflaması.İn:Yenigün M,Altuntaş
Y,editörler.Her yönüyle diabetes mellitus.2.baskı.İstanbul:Nobel tıp kitapevi,2001;5162.
2.Bennett PH,Krowler WC.Definition,diagnosis and classification of diabetes mellitus
and glucose homeostasis.İn:Kahn CR,Weir GC,King GL,Jacobson AM,Moses
AC,Smith RJ,editors.Joslin’s diabetes mellitus.14 th ed.Boston:Lippincott Williams
&Wilkins,2005;331-40.
3,Powers AC.Diabetes Mellitus.İn:Kasper DL,Fauci AS,Longo DL,Braunwald
E,Hauser SL,Jameson JL,editors.Harrison’s principles of internal medicine.16 th
ed.USA:McGraw Hill,2005;2152-80.
4.Satman İ.Diabetes mellitus’un epidemiyolojisi.İn:Yenigün M,Altuntaş Y,editörler.Her
yönüyle diabetes mellitus.2. baskı.İstanbul:Nobel tıp kitapevi,2001;69-84.
5.Warram JH,Krolewski WC.Epidemiology of type 2 diabetes mellitus.İn:Kahn
CR,,Weir GC;King GL,Jacobson AM,Moses AC;Smith RJ,editors.Joslin’s diabetes
mellitus.14 th ed.Boston:Lippincott Wiliams &Wilkins,2005;341-54.
6.Shaw J,Zimmet P.Epidemiology of type 2 diabetes.an increasing problem,also in
dialisysis units.İn:Mogensen CE editor.Diabetic nephropathy in type 2
diabetes.London:Science Pres,2002;21-30.
7.Pietropaolo M,Le Roith D.Pathogenesis of diabetes:our current understanding.Clin
cornerstone 4, 2001;1-16.
8.American Diabetes Association.Screening for type 2 diabetes.Diabetes care 26
(Suppl 1) ,2003;S21-S24.
9.Tanyeri F.Diabetes mellitus tanım ve sınıflandırma.Aktüel Tıp Diabet forumu
2002;7:4-10
10.Yılmaz T.Diabetes mellitusun tanı kriterleri ve sınıflaması.T Yılmaz,M Bahçeci,A
Büyükbeşe(eds),Diabetes mellitus’un Modem Tedavisi,brinci baskı,İstanbul,Türkiye
Diyabet vakfı,2003.
11.Özkan s.Psikiyatrik ve psikososyal açıdan diyabet.Psikiyatrik Tıp:KonsultasyonLiyezon Psikiyatrisi,İstanbul,1993.
12.Buzlu s.Diyabetin psikososyal yönü.S Erdoğan(ed) Diyabet Hemşireliği Temel
Bilgiler,İstanbul,Yüce Yayım Dağıtım,2002.
13.Akbay Pırıldar Ş.Dahiliye ve psikiyatri V.Diyabetet Depresyon ve anksiyete
Bozuklukları,birinci baskı,İstanbul,Okuyan Us Yayınları,2003.
46
14.Lloyd CE,Brown FJ.Depression and diabetes Curr Women’s Health Rep
2002;2:188-193.
15.Anderson RJ,Freedland KE,ClouseRE,Lustman PJ.The prevalance of comorbid
depression in adults with diabetes: a metaanalysis.Diabetes Care 2001;24:10691078.
16.Aslan
H,Diler
RS,Alparslan
ZN,Tetiker
T.Diabetik
hastalarda
depresyon,kaygı,aleksitimi ve kan şekeri kontrolü.Çukurova Üniversitesi Tıp Fakultesi
Dergisi 1997;22:48-52.
17.Eren İ,Erdi Ö.Tip II diabetes mellitusta komplikasyonların psikiyatrik komorbilteye
etkisi.3P Dergisi 2004;12:209-216.
18.Grigsby AB,Anderson RJ ,Freedland KE,Clouse RE,Lustman PJ.Prevalance of
anxiety in adults with diabetes:a systematic review.J Psychosom Res 2002;53:10531060.
19.Olgun N Diyabette kendi kendine takip ilkeleri.Diabetes Mellitus’un Modern
Tedavisi.T Yılmaz,M Bahçeci,A Büyükbeşe(eds) Diabetes Mellitus’un Modern
Tedavisi,birinci baskı,İstanbul,Türkiye Diyabet Vakfı,2003.
20.E.D. Bashoff,R.S.Beaser,İnsulin therapy and the reluctant patient:overcoming
obstacles to success,Postgrad.Med.97 ,1995;93-96.
21.T.M.E Davis,R.M.Clifford,W.A.Davis,Effect of insulin thearapy on quality of life in
type 2 diabetes mellitus:the Fremantle diabetes study,Diabetes Res.Clin.Pract.52
,2001;63-71.
22.Özkan S ,Turgay M Tip1 ve Tip2 diabetik hastalarda psikiyatrik morbitide ve
hastalıkla baş etme güçlükleri.Konsultasyon-liyezon psikiyatrisi,1. baskı,S Özkan
(ed), İSTANBUL,1994; 398-407.
23.Çolak R,Yabanoğlu İ,Baştürk M ve ark.Diyabetes mellituslu hastaların psikiyatrik
değerlendirilmesi.XXXV Ulusal Diyabet Kongresi ve Uluslar arası Obesite
Sempozyumu Bildiri Kitabı ,1999;42.
24.Lustman PJ,Griffith LS,Clouse RE ve ark.Psychiatric illness in diabetes mellitus
.Relationship to symptoms and glucose control.J Nerv Ment Dis ,1986;174:736-42.
25.Popkins MK,Callies AL,,Lentz RD ve ark.Prevalance of major depression,simple
phobia,and other psychiatric disorders in patients with long-standing type 1 diabetes
mellitus.Arch Gen Psychiatry,1988;45:64-68.
26.Goldney RD,Fisher LJ,Philips PJ,Wilson DH.Diabetes,depression and quality of
life.Diabetes Care 2004;27:1066-1070.
27.Okanovic MP,Peros K,Szabo S,Begict D,Metelko Z.Depression in Croation Type 2
diabetic patients:prevalance and risk factors.A Croation Survey From the European
Depression in Diabetes Research Consortium.Diabet Med 2005;22:942-945.
47
28.Hermanns N,Kulzer B,Krichbaumt M,Kubiak T Haak T.Affective and anxiety
disorders in aGerman sample of diabetic patients:prevalance,comorbidity and risk
factors.Diabet Med 2005;22:293-300.
29.Nichols GA,Brown JB.Unadjusted and adjusted prevalence of diagnosed
depression in type 2 diabetes.Diabetes Care 2003;26:744-749.
30.Gülseren Ş.,Böncü B,Aydemir Ö,Kültür S.Tip 1 ve Tip2
hastalarda anksiyete ve depresyon.3P Dergisi 2002;33:53-60.
diabetes mellituslu
31.Zento JFT,Cardiel MH.Risk factors associated with depression in patients with
Type 2 diabetes mellitus Arc Med Res 2002;33:53-60.
32.Gülseren L,Hekimsoy Z,Gülseren Ş,Bodur Z,Kültür S.Diabetes mellituslu
hastalarda depresyon ,anksiyete,yaşam kalitesi ve yeti yitimi .Türk Psikiyatri Dergisi
2001;12:89-98.
33. Bahar A,Sertbaş G,Sönmez A Diabetes mellituslu hastaların depresyon ve
anksiyete düzeylerinin belirlenmesi.Anadolu Psikiyatri Dergisi 2006;7:18-26.
34.Jhonson JA;Nowatzki TE,Coons SJ ve ARK.Health –related quality of life of
diabetic Pima İndians.Med Care,1996;34:97-102.
35. DeFronzo RA, Goals of Diabetes Management. Current Management of Diabetes
Mellitus, cilt 1, DeFronzo (ed), Philadelphia, Mosby A Times Mirror Company, 1998;
s. 5-7.
36.Skyler JS ,Monitoring of type I Diabetes Mellitus. Current Management of
Diabetes Mellitus, cilt 1, DeFronzo RA (ed), Philadelphia, Mosby A Times Mirror
Company, 1988; s. 50-54.
37.Lustman PJ, Griffith LS, Clouse RE ve ark. Psychiatric illness in diabetes mellitus.
Relationship to symptoms and glucose control. J Nerv Ment Dis, 1986;174:736-42.
38.Kuloğlu M, Karaoğlu A, Atmaca M ve ark., Tip II diabetik hastalarda psikiyatrik
belirtiler ve kan şekeri kontrolü. Düşünen Adam, 2000; 13:19-23.
39.Grey M, Whittemore R, Taborlane W, Depression in type 1 diabetes in
children: Naturel history and correlates, J Psychosom Res, 2002; 53:907-911.
40.Goldston BD, Kelly AE, Reboussin DM, Daniel SS, Smith JA, Scwartz RP, Lorentz
W, Hill C, Suicidal ideation and behaviour and noncompliance with medical regimen
among diabetic adolescents J Am Acad Child Adolesc Psychiatry, 1997; 36:1528-36.
41.Garrison MM, Katon WJ, Richardson LP, (2005) The impact of psychiatric comorbidities on readmission for diabetes in youth, Diabetes Care, 2005,
28:2150-2154.
48
42.Rewers A, Chase HP, Mackenzie T, Walravens P, Roback M, Rewers M,
Hamman RF, Klingensmith G, Predictors of acute complikations in children with type
1 diabetes , JAMA, 2002;287:2511-2518.
43.Kovacs M, Obrosky DS, Goldston BD, Drash A, A major depressive disorder in
youths wih IDDM: a controlled prospective study of course
and outcome, Diabetes Care, 1997; 20(1):45-51.
44. Kovacs M, Goldston BD, Obrosky DS,Bonar DS, Psychiatric disorders in youths
with IDDM: rates and risk factors, Diabetes Care, 1997; 20(1):36-44.
45.Grey M, Whittemore R, Taborlane W, Depression in type 1 diabetes in children:
Naturel history and correlates, J Psychosom Res, 2002; 53:907-911.
46.Dantzer C, Swenzen J, Maurice-Tisson S, Salamon R, Anxiety and depression in
juvenile diabetes: A critical review. Clin Psychol Rev, 2003; 23:787-800.
47.Winocour PH, Main CJ, Medlicott G ve ark., A psychometric evaluation of adult
patients with type I (insulin-dependent) diabetes mellitus. Prevalence of psychological
dysfunction and relationship to demographic variables, metabolic control and
complications. Diabetes Res, 1990;14:171-76.
48.Larsson D, Lager I, Nilsson PM ve ark., Socio-economic characteristics and
quality of life in diabetes mellitus relation to metabolic control. Scand J Public Health,
1999; 27:101-5.
49. Johnson JA, Nowatzki TE, Coons SJ ve ark.,Health-related quality of life of
diabetic Pima Indians. Med Care, 1996; 34:97-102.
50. Leedom L, Meehan WP, Procci W ve ark., Symptoms of depression in patients
with type II diabetes mellitus. Psychosomatics,1991; 32:280-6.
51. Wilkinson G, Borsey DQ, Leslie P ve ark. ,Psychiatric morbidity and social
problems in patients with insulin-dependent diabetes mellitus. Br J Psychiatry,
1988;153:38-43.
52.Klein BE, Klein R, Moss S ve ark., Self-rated health and diabetes of long duration.
The Wisconsin Epidemiologic Study of Diabetic Retinopathy. Diabetes Care,1998;
21:236-40.
53.Klein R, Klein BE ,Relation of glycemic control to diabetic complications and
health outcomes. Diabetes Care,1998 ,suppl. 3; 21:39-43.
54. Gulliford MC, Mahabir D, Relationship of health-related quality of life to symptom
severity in diabetes mellitus: a study in Trinidad and Tobago. J Clin Epidemiol, 1999;
52:773-80.
55. Jacobson AM, De Groot M, Samson JA ve ark. , The evaluation of two measures
of quality of life in patients with type I and type II diabetes. Diabetes Care,
1994;17:267-74.
49
56. Wikblad K, Smide B, Bergstrom A ve ark., Outcome of clinical foot examination in
relation to self-perceived health and glycemic control in a grup of urban Tanzanian
diabetic patients. Diabetes Res Clin Pract, 1997;37:185-92.
57.Anderson RM, Fıtzgerald JT, Wisdom K ve ark., A Comparison of global versus
disease-specific quality of life measures in patients with NIDDM. Diabetes Care,
1997; 20: 299-305.
58. Erbay P, Aksakoğlu G, Uçku R. Tip II diabetiklerde komplikasyonlar: Bir
eşleştirme modeli. 4.Ulusal Halk Sağlığı Kongresi Kitabı, 12-16 Eylül 1994, Didim.
59. Leedom L, Meehan Wp, Procci W, Zeidler A.Symptoms of depression in patients
with Tip II diabetes mellitus. Psychosomatics 1991; 32:280-286.
60.American Psychiatric Association 1994, Mental Bozuklukları Tanısal ve Sayımsal
Elkitabı, dördüncü baskı (DSM-IV) (Çev. Ed: E. Köroğlu) Hekimler Yayın Birliği,
Ankara, 1995.
61.Aydemir Ö, Güvenir T, Küey L ve ark. ,Hastane Anksiyete ve Depresyon Ölçeği
Türkçe formunun geçerlilik ve Güvenilirliği. Türk Psikiyatri Dergisi, 1997; 8: 280-7.
62. Brown GR, Philbrick K, Sexual Disorders and Dysfunctions. Textbook of
Consultation-Liasion Psychiatry, 1. baskı, cilt 1, JR Rundell, MG Wise (ed),
Washington DC, American Psychiatric Press, 1996; s. 467-484.
63.Cox DJ, Gonder Frederick L, Major developments in behavioral diabetes
research. J Consult Clin Psychol, 1992; 60: 628-38.
64. Geffken GR, Ward HE, Staab JP ve ark. ,Psychiatric morbidity in endocrine
disorders. CB Nemeroff (ed), The Psychiatric Clinics of North America, 1998; 21:
473-89.
65.Gray KF, Cummings JL ,Dementia. Textbook of Consultation-Liaison Psychiatry,
1. baskı, JR Rundell, MG Wise (ed), Washington DC, American Psychiatric Press,
1996; s. 276-309.
66. Hermann BP, Vickrey B, Hays RD ve ark.,A comparison of health-related quality
of life in patients with epilepsy, diabetes and multiple sclerosis. Epilepsy Res, 1996;
25:113-8.
67 Kathol R ,Internal Medicine and Medical Subspecialties: Endocrine Disorders.
Textbook of Consultation-Liaison Psychiatry, 1. baskı, JR Rundell, MG Wise (ed),
Washington DC, American Psychiatric Press, 1996; s. 579-584.
68. Komarroff AL, Fagioli LR, Doolittle TH ve ark, Health status in patients with
chronic fatigue syndrome and in general population and disease comparison groups.
Am J Med, 1996 ;101:281-90.
50
69.Kuloğlu M, Karaoğlu A, Atmaca M ve ark. ,Tip II diabetik hastalarda psikiyatrik
belirtiler ve kan şekeri kontrolü. Düşünen Adam, ;2000 13:19-23.
70.Larsson D, Lager I, Nilsson PM ve ark. ,Socio-economic characteristics and
quality of life in diabetes mellitus relation to metabolic control. Scand J Public Health,
1999; 27:101-5.
71.Lee PP, Whitcup SM, Hays RD ve ark, The relationship between visual acuity and
functioning and well-being among diabetics. Qual Life Res, 1995;4:319-23.
72.Leedom L, Meehan WP, Procci W ve ark.,Symptoms of depression in patients
with type II diabetes mellitus. Psychosomatics; 1991 32:280-6.
73. Lyons RA, Lo SV, Littlepage BN ve ark. ,Comparative health status of patients
with 11 common illnesses in Wales. J Epidemiol Community Health, 1994; 48:38890.
74. Özkan S, Psikiyatrik Tıp: Konsultasyon-Liyezon Psikiyatrisi, 1. baskı, İstanbul,
1993; s.94-99.
75.Piehlmeier W, Bullinger M, Kirschberger I ve ark. , Evaluation of the quality of life
of patients with insulin-dependent diabetes mellitus before and after organ
transplantation with the SF-36 health survey. Eur J Surg, 1996 ;162:933-40.
76. Silvers D, Kipnes M, Broadstone V ve ark. ,Domperidone in the management of
symptoms of diabetic gastroparesis: efficacy, tolerability, and quality of life outcomes
in a multicenter controlled trial. Clin Ther, 1998;20:438-53.
77.Stewart AL, Hays RD, Ware JEJ ve ark. ,The MOS short-form general health
survey: reliability and validity in a patient population. Med Care, 1988;26:724-735.
78.Tilly KF, Belton AB, McLachlan JF ve ark. ,Continuous monitoring of health status
outcomes: experience with a diabetes education program. Diabetes Educ,
1995;21:413-9.
79.Tosun H, Alpar Ş ,19-25 yaş grubundaki genç erişkin diabetes mellituslu
hastaların anksiyete düzeylerinin karşılaştırılması. XXXV. Ulusal Diyabet Kongresi ve
Uluslararası Obesite Sempozyumu Bildiri kitabı,
1999; s. 123.
80.Ware JE, Sherbourne CD ,The MOS 36-item Short-Form Health Survey (SF-36).
I. Conceptual framework and item selection. Med Care, 1992 ;30:473-83.
81.Weilburg JB, Winkelman JW ,Sleep Disorders. Textbook of Consultation-Liasion
Psychiatry, 1. baskı, JR Rundell, MG Wise (ed), Washington DC, American
Psychiatric Press, 1996;s.507-531.
82.Weinberger M, Kirkman MS, Samsa GP ve ark., The relationship between
glycemic control and health-related quality of life in patients with non-insulindependent diabetes mellitus. Med Care, 1994 32:1173-81.
51
83.Weinberger M, Kirkman MS, Samsa GP ve ark. , A nurse-coordinated intervention
for primary care patients with non-insulin-dependent diabetes mellitus impact on
glycemic controland health-related quality of life.J Gen Intern Med,1995;10:59-66.
84.Wilkinson G, Borsey DQ, Leslie P ve ark.,Psychiatric morbidity and social
problems in patients with insulin-dependent diabetes mellitus. Br J Psychiatry,
1988;153:38-43.
85.Winocour PH, Main CJ, Medlicott G ve ark.,A psychometric evaluation of adult
patients with type I (insulin-dependent) diabetes mellitus. Prevalence of psychological
dysfunction and relationship to demographic variables, metabolic control and
complications. Diabetes Res, 1990;4:171-76.
86.Wu SY, Sainfort F, Tomar RH ve ark.,Development and application of a model to
estimate the impact of type 1 diabetes on health-related quality of life. Diabetes Care,
1988;21:725-31.
87.Zigmond AS, Snaith PR,The Hospital Anxiety and Depression Scale. Acta
Psychiatr Scand, 1983;7:361-70.
88. Aydemir Ö. Hastane Anksiyete ve depresyonÖlçeği Türkçe formunun geçerlilik ve
güvenilirlik çalışması. Türk Psikiyatri Dergisi 1997; 8:280-287.
89.Aydemir Ö, Köroğlu E. Psikiyatride Kullanılan Klinik Ölçekler. Ankara, Hekimler
Yayın Birliği 2000.
90. Gülseren L, Gülseren Ş, Hekimsoy Z, Bodur Z,Kültür S. Majör depresif bozukluğu
olan diabetes mellituslu hastalarda fluoksetin ve paroksetinin depresyon-anksiyete
yaşam kalitesi, yeti yitimi ve metabolik kontrol üzerine etkisi: Tek-körkarşılaştırmalı bir
çalışma. Klinik PsikofarmakolojiBülteni 2001; 11:1-10.
91. Süleymanoğlu Mermer G, Bayık A. Damlacık Köyünde Tip II DM prevalansının
belirlenmesi ve DM’lu hastalara uygulanan diabet eğitimi programının
değerlendirilmesi. 8. Halk Sağlığı Kongresi (23-28 Eylül 2002) Kongre Kitabı II,
Diyarbakır,Dicle Üniversitesi Basımevi.
93 Özmen M. Diabette psiko-sosyal problemler. Türk Diabet Yıllığı 2000-2001.
İstanbul, Türk Diabet Cemiyeti Yıllık Yayın Organı, 2001.
94.American Psychiatric Association , Diagnostic and Statistical Manual of Mental
Disorders, Türkçe çevirisi; Mental bozuklukların Tanısal ve Sayımsan Elkitabı, 4.
Basım (DSM IV), 1994; Köroğlu E, Hekimler Yayın Birliği, Ankara.
95.Committe on Children with Disabilities and Committe on Psychosocial Aspects of
Child and Family Health Psychosocial risks of chronic health conditions in childhood
and adolescence, Pediatrics , 1993 92:6, 876-878.
96.Dantzer C, Swenzen J, Maurice-Tisson S, Salamon R, Anxiety and depression in
juvenile diabetes: A critical review. Clin Psychol Rev, 2003; 23:787-800.
52
97.Garrison MM, Katon WJ, Richardson LP, The impact of psychiatric comorbidities
on readmission for diabetes in youth, Diabetes Care, 2005, 28:2150-2154.
98.Goldston BD, Kelly AE, Reboussin DM, Daniel SS, Smith JA, Scwartz RP, Lorentz
W, Hill C, Suicidal ideation and behaviour and noncompliance with medical regimen
among diabetic adolescents J Am Acad Child Adolesc Psychiatry, 1997;36:1528-36.
99.J.A.Hanninen,J.K Takala,S.Keinanen-Kiukaanniemi,Depression in subjects with
type 2 diabetes:predictive factors and relation to quality of life,Diabetes Care
22,1999; 997-998.
100.Günöz H Oraltay İŞ, Güven P, National working group for child and adolescent
diabetics, Diabetes Nutr Metab, 1999; 12(3), p:232.
101.Hood KK, Huestis S, Maher A, Butler D, Volkening L, Laffel LMB , Depressive
symptoms in adolescent with type 1 diabetes, Association with diabetes specific
characteristics, Diabetes Care, 2006 ;29:6, 1389-1391.
102..Lernmark B, Persson B, Fisher L, Rydelius PA, Symptoms of depression are
important to psychological adaptation and metabolic control in children with diabetes
mellitus, Diabet Med, 1999 ;16:14-22.
103.McCellan JM, Werry JS, Research psychiatric diagnostic interviews for children
and adolescents, J Am Acad Child Adolesc Psychiatry 2000;39:1: 19-27.
104.Northam EA, Matthews PJ, Anderson FJ, Cameron FJ, Werther GA, Psychiatric
morbidity and health outcome in Type 1 diabetes-perspectives from a prospective
longitudinal study, Diabet Med, 2004; 22:152-157.
105.Öner N, Piers-Harris’in Çocuklarda Öz-kavramı ölçeği el kitabı,1996, Türk
Psikologlar Derneği Öy B, Çocuklar için depresyon ölçeği: geçerlilik ve güvenirlik
çalışması, Turk Psikiyatri Derg, 1991; 2:132-135.
106.Özusta Ş,
Çocuklar için durumluluk- sürekli kaygı envanterinin
uyarlama,geçerlilik ve güvenirlik çalışması, Yüksek lisans tezi,1993; Ankara.
107.Rewers A, Chase HP, Mackenzie T, Walravens P, Roback M, Rewers M,
Hamman RF, Klingensmith G, Predictors of acute complikations in children with
type1 diabetes , JAMA, 2002; 287:2511-2518.
108.Stewart MS, Rao U, White P, Depression and diabetes in children and
adolescents, Curr Opin Pediatr, 2005; 17:626-631.
109.Stewart SM, RaoU, Emslie GJ, Klein D, White PC, Depressive syptoms predict
hospitalization in adoescents with type 1 diabetes, Pediatrics , 2005; 115:1315-19.
110.Szydlo D, van Wattum PJ, Woolston J, Psychological aspects of diabetes
mellitus, Child Adolesc Psychiatr Clin N Am, 2003; 12:3, 439-458.
53
111.Whittemore R, Kanner S, Singleton S, Hamrin V, Chiu J, Grey M, Correlates of
depressive symptoms in adolescents with type diabetes, Pediatric Diabetes, 2002;
3:135-143.
112.J.A Gavard,P.J. Lustman,R.E Clouse,Prevalence of depression in adults with
diabetes:an epidermiological evaluation,Diabetes Care 16 ,1993;1167-1178.
113.P.J.Lustman ,L.S.Griffith,J.A Gavard, R.E Clouse ,Depression in adults with
diabetes,Diabetes Care15 ,1992; 1631-1639.
114.M.Peyrot,R.R Rubin,Levels and risks of depression and anxiety symptomology
among diabetic adults,Diabetes Care 20 ,1997;585-590.
115. P.J.Lustman,K.E.Freedeland,R.M.Carney,B.A.Hong,R.E.Clouse,Similarity of
depression in diabetic and psychiatric patients,Psychosom.Med.54,1992;602-611.
116. P.J.Lustman,M.D.Groot,R.J.Anderson, R.M.Carney ,K.E.Freedeland ,
R.E.Clouse,Depression and poor glycemic control: a meta-analytic review of the
litarute,Diabetes Care 23,2000, 934-942.
117.C.E.Llyod ,P.H.Dyer,A.H.Barnett, Prevalence of symptoms of depression and
anxiety in a diabetes clinic population,Diabet.Med. 17,2000; 198-2002.
118.P.J.Lustman, Griffith LS, R.E.Clouse, Depression in adults with diabetes :results
of 5-yr follow-up study, Diabetes Care 11,1988;605-612.
119.M.D.Marcus,R.R.Wing,J.Guare,E.H.Blair,A.Jawad,Lifetime Prevalence of major
depression and its effect on treatment outcome in obese type 2 diabetic patients,
Diabetes Care 15,1992; 253-255.
120.H.Viinamaki,L.Niskanen,M.Uusitupa,Mental well-being in people with non-insulindependent diabetes,Acta.Psychiatr.Scand.93,1995; 392-397.
121.M.D.Groot, R.J.Anderson,K.E.Freedeland ,R.E.Clouse,P.J.Lustman,Association
of depression and diabetes complications: a meta-analysis, Psychosom. Med.63,
2001; 619-630.
122.P.T.Donnan,D.T.Steinke,RW.Newton,A.D.Morris,DARTS/MEMO Collaboration,
Changes in treatmant after the start of oral hypoglycemic thearpy in type 2 diabetes:a
population-based study,Diabet .Med.19,2002; 606-610.
123.N.L.Smith,S.R.Heckbert,V.ABittner,Antidiabetic treatment trends in achort of
elderly people with diabetes.The cardiovascul1ar health study,1989-1997,Diabetes
Care 22,1999;736-742.
124.UKPDS group,Quality of life in type 2 diabetic patients is affected by
complications but not by intensive policies to improve blood glucose or blood
pressure control , Diabetes Care 22,1999;1125-1136.
54
125.DCCT Research group,influence of intensive diabetes treatment on quality-oflife outcomes indiabetes control and complications trial, Diabetes Care 19,1996;195203.
126.S.A.Black,K.S.Markides,Depressive symptoms and mortality in older Mexican
Americans,Ann .epidermiol.9 ,1999; 45-52.
127. M.D.Groot, ,P.J.Lustman,Depression among african-americans with diabetes,
Diabetes Care 24,2001; 407-408.
128.T.L.Gary,R.M.Crum,Cooper-Patrick,L.D.Ford,F.LBrancati, Depressive symptoms
and metabolic control in african-americans with type 2 diabetes, Diabetes Care
23,2000; 23-29.
129.Kutlu .Ç.Gürsoy.SL,Memili VK.,Gümüş .A.,Şar.F,Kazancıoğlu. R,Haseki Eğitim
ve Araştırma Hastanesi 5.İç hastalıkları Kliniği,Biyokimya ve Klinik Biyokimya
labratuvarı,Nefroloji Kliniği,Türk Nefroloji Diyaliz ve Transplantasyon Dergisi Ekim
2006 ;15:113.
130.Memili .V.,Gürsoy.S.,Kutlu.Ç.,Ataoğlu E.,Kazancıoğlu .R.,Şar .F.,Haseki Eğitim
ve Araştırma Hastanesi 5.İç Hastalıkları Kliniği,4.İç Hastalıkları Kliniği,Nefroloji
Kliniği,42. Ulusal Diyabet Kongresi ,2006:35.
131 Eren İ,Erdi Ö.,Özcankaya.R.,Tip II diabetik hastalarda kan şekeri kontrolü ile
psikiyatrik bozuklukların ilişkisi etkisi.Türk Psikiyatri Dergisi 2003;3:184-191.
132.Karadoğan .S.Okmeydanı EAH 1. İç Hastalıkları kliniği Tip 2 diabetes mellituslu
renal disfonksiyonu olmayan nefropatili hastalarda albuminüri ile serum sistatin c
ilişkisi tez çalışması İstanbul,2006:44-51-52 .
55
Download