Değerli okuyucularımız, - ~ Dergimizin yeni bir sayısıyla daha sizleri selamlamaktan mutluluk duyuyoruz. ' . j Bir süredir Türkiye'de sistem, iktidar, iktidarın asıl ve gizli sahipleri ve Refah Partisi'nin hükümete ortak oluşuyla başlayan yeni dönemi ve müslümanların nasıl bir vaziyet takınması gerek- tiğini tartıştıktan sorira,'b~u sayımızda aslında yine bu konulardan bağımsız olmayan, adeta sistemin bir parçasını teşkil eden medya olgusunu ele alıyoruz. Medyanın kaçıncı kuvvet olduğunu, ser­ maye ilişkilerini, bireysel ve toplumsal ahlaktan zihinsel uyuştur­ maya kadar kitleler üzerinde gerçekleştirdiği tahribatı, ürettiği problemlerin işletilme tarzından ve sahiplerinden mi, yoksa bizatihi kendi işleyiş mantığından mı kaynaklandığını irdelemeye çalışıyoruz. * Bu bakımdan gerçekleştirdiğimiz soruşturmanın okuyucularımız açısından ufuk açıcı olacağını umuyor Ve sorularımıza cevap verme nezaketini göstererek değerli fikirlerinden istifade etme imkanı tanıyan şahsiyetlere burada bir kez daha teşekkür ediyoruz. Okuyucularımız bu sayımızda deneme, inceleme*araştırma ve çeviri türünde ve konu itibariyle son derece geniş bir yelpazede yer alan pek çok özgün çalışmayı da bulabilirler. Yine bu sayımızda ilk defa kültür-sanat sayfalarına yer veriyoruz. Bu çerçevede gerek kültür-sanat sayfalarımıza ve gerekse dergimizin tüm köşelerine okuyucularımızın katkılarını bek­ lediğimizi belirtmek istiyoruz. . , * 1997'nin ilk sayısında buluşmak dileğiyle,• Selam ve sevgiler. \ • . " - • ...•;. AKV Merkez ve Şube Adresleri: Ümran Ankara: Küçükesat Cad. (Akay Yokuşu) No: 15/19 Lale Apt. Merkez: Akbıyık Cad. Bakanlıklar / ANKARA • "Sultanahmet Camii Yanı ' "'-'. Tel:4186860 (Eski Sıbyan Mektebi) , , Hopa: Kemalpaşa Beldesi Tel: 517 44 44..' -.' Hopa/Artvin İrtb. tel:0466-3612609 ;İstanbul . İsparta: PirT Mehmet Mah. Boğaziçi Sok. N.9 Aksaray: Horhor Cad. Ragrpbey Sk. No: 2/10 Kat.1 İsparta Tel: 0246-2184030. Fatih • - v İzmit: Tepecik Mah. TeI5348888 Feridun Ozbay Cad. ' " Üsküdar. Balaban (Doğancılar) Cd. No: 20/1 No: 15/3 İZMİT Tel: 0262-3224717 A Üsküdar " -> Konya: Ferhuniye Mah. Ekko İşhanı N. 28/C Tel.:333 21 94-341 73 69 , K.1 D.102 Selçuklu/Konya Kağıthane: Sanayi Mah. Gümüşhane Cd. Tel:3507733 ," Yaşaröğullan İş Merkezi, N.4 Kat. 4 Kağıthane Trabzon: Uzun sk.N: 91/5 - - .. Tel: 26917 69 * Trabzon Tel: 321 95 44 Güngören: Malazgirt Cd. Zonguldak: Gazi Paşa Cd. PTT Sk. N.8 Sanayi Mah. Sinanpaşa Sk. N. 60 Güngören Zonguldak Tel:0372-2535495 ~ ' Tel5845360 , . . Ümran Almanya Temsilcisi: Adana: Bakunyurdu Cad. Recep Aykan — No: 86 Adana . Büchekloh31 . Tel:4316012 45327 Essen Almanya — -; " içindekiler _ Şeytanın medyatik yüzü 13 Abdullah Yıldız • ^ Kitle intihar araçları 9 Mesut Karaşahan - . Ya medya olmasaydı! 14.. Can Server Kirli medyanın — ' , . 7 ' •histerik İslam düşmanlığı 16 Abdurrahman A. Emir oğlu İnsanî ve İslamî medya boş bir hayal 21 Ulvi Alacakaptan Medya İslamî değerleri tüketiyor 24 Abdurrahman Arslan Toplum ve medya: Kapağını bulan tencere 27 Abdurrahman Dilipak Medya:Bir hayal dünyası! 29 CevatÖzkaya x Düşünce özgürlüğü , > • - _• _ . medyanın tehdidi altında 31 Ahmet Tezcan İyiliğin ortaya çıkışı ,34 .Haluk Burhan . Garaudy ve Siyonist efsane(ler)in sonu 37 Ubeydullah Baykarâ .. Hayat memat 42 Said Çekmegil RP'yi bekleyen tehlikeler-lif: Dünyevileşme 43 Prof. Dr. Burhanettin Can ' • "Tarihsel süreçte ve Kur'an'da kadın (II) 50 Fatma Kutluoğlu ' ' Model insan Hz.Muhammed(s.a.) 54 Serdar Özdemir - Kur'an'a sımsıkı sarılmak 58 * Şemsettin Özdemir'le söyleşi İslami üslup ve demokrasi sempozyumu 63 El-Muctema'dan çev. Metin Çığnkçı - Tasavvufun İslâm kültürüne « olumsuz etkileri(III) 67 Prof. Dr. İbrahim Sarmış Mutad meseleler: "O" 75 Aziz Erdoğan En önde ben zulme karşı 76 Lokman Yıldırım Gülefşan gönül 77 Aziz Erdoğan ; . . • _ ' . ' Alıntı ve değiniler 78 Rıfat Küçük , , Kitap dünyası 80 İlhan Gündoğdu • . . • - ~s~- -. * - < * - gündem Şeytanın medyatik yüzü Abdullah Yıldız Zihin Çelen, Vesvese Veren, Saptırıcı Düşman: Şeytan' "Ve işte böylece, hem insan­ lar hem de görünmez varlıklar içinden zihin çelmeyi amaçlayan yaldızlı/parlak yarı hakikat sözleri(*) birbirlerine fısıldayan şey­ tani güçleri her peygambere düş­ man kıldık. Eğer Rabbin dikseydi bunu yapamazlardı. Öyleyse on­ ları, uydurdukları yalan/iftira­ larla başbaşa bırakıver."(En'am 6/112) . ' *' • , '.. Hiç kuşku yok ki, yaşamakta olduğumuz şu dünya hayatı Bir imtihandan .ibarettir t67/2). Allahu Teala, bizleri pek çok- şeyle imtihan etmekte, denemektedir. Bu zor ye çetin hayat sınavında en önemli rol ise Şeytan 'a ^veril­ miştir; onun görevi insanları Al­ latılın yolundan alıkoymak ve, saptırmaktır: "Andolsun ki, sizi yeryüzüne yerleştirdik ve size orada geçim­ likler varettik. Ne kadar az şükre­ diyorsunuz! "Sizi yarattık, sonra şekillen­ dirdik, sonra da meleklere "Adem" e secde edip/üstünlüğünü onaylayın" dedik. İblis hariç hep­ si secde etti; ö secde etmedi. "Allah: "Emrettiğim halde neden secde etmedin!" dedi. İb-' Us: "Ben ondan üstünüm. Çünkü beni ateşten yarattın; onu çamur­ dan" dedi.' . . " "Allah: "İn oradan" dedi. "Sana orada büyüklenmek yaraş­ maz. Çık, çünkü sen aşağılık biri­ sin." "İblis: "İnsanların tekrar diriltilecekleri güne kadar bana mühlet ver" dedi. "Allah: "Sana., mühlet verildi" dedi. v. "İblis: "Beni -azdırdığın için andolsun ki gidip, senin dosdoğru yolunun üstünde pusuya yataca­ ğım. "Sonra onlara,, önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Onlajrın çoğunu şükreder bulamaya­ caksın." dedi. sAllah: "Aşağılanmış ve kovul­ muş olarak oradan çık. Onlardankim sana uyarsa, andolsun ki ce­ hennemi hepinizle dolduraca­ ğım." (A''râf7110-18) r Allahu Teala, kıyamete kadar Şeytan'a süre tanımış ve onun "saptıncılık" misyonunu yüklen­ mesine müsaade etmiştir. Üstelik Şeytan, birtakım güç ve imkanla­ ra da sahiptir; insanlar ve cinler­ den (114/6) pelTçok askerleri ve yardimcıları vardır. Yazımizln başındaki ayette (6112) ifade buyurulduğu üzere, tarihin her dö-" neminde, Allah'ın dosdoğru yolu' nun temsilcileri, karşılarında hep bu "şeytani kuvvetleri" yani "şer. cephesini" bulmuşlardır. Şeytan ve taraftarları, sadece peygamber­ ler için" değil, bütün zamanlar ve mekanlarda insanoğlu için zihin çelen, vesvese veren, iğvâ eden "apaçık bir düşman" (2/168, 208; 6/142; 7/22; 12/5; 20/117; 28(15-36/60; 43/62; 17/53) ve "apaçık bir saptırıcı" (4/60, 119;" 25/29; 27/24; 28/15;'36/62)" olmuştur. '" '," Psikolojik Savaşta Medya Faktörü ya da Şeytanın Atlıları ve Yayaları Şeytanî güçlerin, geçmişte^ peygamberlere, günümüzde* de '. müminlere karşı yürüttükleri mü- ? cadeleyi, kelimenin tam anlamıy­ la bir "psikolojik savaş" olarak tanımlayabiliriz. Bu- savaşta "Hizb'üş-Şeytan"ın amacı, pey­ gamberler vasıtasıyla tebliğ ve tatbik olunan ilahi mesajın insan­ lara ulaşmasını engellemek, mu-. kasım - aralık 1996 gündem hataplarıri zihinlerini çelmek, on­ piyadeleriyle de avlamakta ve landırmâk ve ayartmak" anlam­ ların kalplerine vesvese vererek larına gelmektedir."(3)"'"İcIâb" kendilerine tutsak etmektedirler: ayaklarını kaydırmak, ne yapıp Merhum Seyyit Kutup, bu . ise "zor kullanarak ya da yaygaedip insanları Allah'ın yolundan • fa kopararak denetim altına al­ ayeti (17/64) şöyle yorumlar: alıkoymaktır. . mak ve ele geçirmek" demek­ "Bunlar saptırma ve kuşatma­ tir.^) Şeytanın, Ademoğullarına nın, kalplere, akıllara ve duygula­ karşı başlattığı ve kıyamete dek Bütün bu yorum ve açıklamara egemen olma yöntemlerinin sürecek olan bu psikolojik müca­ canlandırılmasıdır. Bu büyük bir ,1ar, şeytanın medyatik yüzünü deleye Kur'an ısrarla dikkat çe­ ve gücünü anlamamıza yardımcı savaş meydanıdır. Burada bağırtlker. Şeytan'ın bu amaca ulaşmak lar, atlılar, piyadeler, savaşların- olmaktadır, için her yolu -ama her yolu- de­ ve meydan okuyuşların metoduna Ancak şeytan, "medya silahı­ neyeceği çarpıcı misaller ve sem­ uygun olarak kullanılmaktadır. nı" sadece provakasyon, kışkırt­ bollerle anlatılır, tasvir edilir: Burada ses, düşmanın sabrını ta­ ma, ayartma, kandırma ya da al­ "Dosdoğru yolunun üstünde şırmak ve onları sağlam kalele­ datma amacıyla kullanmaz. Hatta pusuya yatacağım. Sonra onlara rinden dışarı çıkarmak için kulla­ şeytanın yegane silahı medya va­ önlerinden, arkalarından, sıtaları değildir; o, insanları sağlarından ve sollarından "dpğru yol"dan alıkoymak .Günümüzde "şeytanın sesi" sokulacağım." (7/16-17) için akla ve hayale dahi gel* Kur'an bir başka yerde yâ da "sözcüsü" olarak tanım­ meyecek her türlü yöntemi ve şöyle bir savaş sahnesi çizer: layabileceğimiz medya araçları­- aracı kullanmakta ve adeta "(Şeytan: ... "Onun nın yaptığı da halkta kuruntu­ binbir surata ve kılığa girmek­ (Adem'in) soyunu, pek azı ha­ tedir. riç ovucumun içine alıp mah­ lar, fantazyalar, düşler yarat­ Muhammed Esed, Kur'an mak, onlara bir avuç şeytanlaş-• Mesajı'nda" Araf/17' de* geçen vederim." ' . 'JAllah dedi ki: "Defol git! mış azınlığın çılgın yaşam biçi­ "onlara önlerinden/ellerinin arasından ve arkalarından so­ Artık onlardan kim sana uyarmini bir "model" olarak takdim kulacağım" ifadesine "hem ba, iyi bilin cezanız cehennem­ etmek, tüketim hırsını körükle­ açıktan açığa, hem de akılla-, dir.Mükemmel bir ceza!... • "Hem onlardan gücünün mek, fahşa, münker ve haram­ rının ermediği yol ve yöntem­ yettiklerini sesinle ayar- ları altın tas içinde sunmaktır. lerle" şeklinde meal verir. Ay, rica şu açıklamayı da ilave tıp/tahrik ederek siperlerin­ eder: "Sağlarından ve solların- \ den çıkar; atlılarını ve yaya­ dan" ifadesi de "her yönden ve larını nara attırarak üzerlerine' nılıyor. Veya kurulmuş olan tuza­ mümkün olan her vesileyle, her çullandır; mallarına ve evlatları­ ğa, planlanmış olan taktiğe ulaş­ vasıtayla" anlamına gelir.(5) na ortak ol. Onlara vaadler yap!^ maları için onlara bir süre tanını­ Keza bu ayette sözü edilen yor. Tahrike kapılıp ortaya çıktık­ Fakat şeytan, onlara batıldan Şeytanın "önden" sokulması^ larında atlılar odları yakalıyor ve başka birşey vaadetmez.. •. "ahiret hayatı konusunda şüpheye piyadeler etrafını kuşatıyor." (1) "Doğrusu benim salih kulladüşürmesi veya gelecek endişesi­ rım'var ya! Senin onlar üzerinde Sözkonusıu ayette geçen "se­ ne sevketmesi" olarak; "arka­ hiçbir etkinliğin yoktur. sinle onlardaın gücünün yettiği­ dan" sokulması, "dünyevî arzula­ 'tRabbin ise, vekil olarak ye­ ni ayart" ifadesini Mücahit, "eğ­ rı süsleyip hoş göstermesi" şek­ ter"Jİsra 17162-65) lence ve şarkılarla aldat" şeklinde r linde; "sağdan' sokulması, Görüldüğü gibi'şeytan ve as­ tefsir etmiştir. İbn Abbas ise "Aİ-_ "dostça, arkadaşça ya da kibir" ve kerleri, psikolojik mücadelenin lah'a isyana çağıran herşeyle" de­ riya aşılayarak", "soldan" sokul­ bütün unsurlarını kullanmakta ve miştir. Katade ve İbn Cerir de bu ması ise, "düşmanca veya kalple­ insanları avucunun içine alıp görüşü tercih etmiştir. (2)' rine isyan duygusu vererek" bici-' mahvetmek için görüntülü, sesli, Ayette geçen "İstifzaz" eyle­ N minde yorumlanmıştır.(6) yazılı ve resimli medya vasıtala­ mi, lügatte, "kışkırtmak, provake Şimdi, şeytanın insanoğluna rıyla onlan tahrik edip atlıları ve etmek, harekete geçirmek, ayak, 4 ümran x ./ •> m e d y a te geçen, şeytanların fısıldadiği karşı kullandığı her türlü psikolo­ lük, şeffaflık adı altında her türlü "süslü yalanlar" yani "zuh- hayasızlığı gözler önüne sermek, jik silahlara ve onu elde etmek için ftaşvurduğu yöntemlerden bir * ruPel-kavl" hakkında M.Esed şu , insanların yatak odalarına, özel açıklamayı yapar: "Lafzen 'akıl çoğuna Kur'an'da nasıl dikkat çetelefon görüşmelerine kadar mah-kildiğine bakalım ve bu yöntem* çelici süslü konuşmalar' yahut' remiyetlerine girmek, suret-i hak­ ve vasıtaların günümüzde nasıl . - 'cilalı yalanlar' yani aldatıcı çeki- tan gözüküp yanlışı "doğru gibi" bir veçhe kazandığını anlamaya ..-' ettikleriyle insanı baştan çıkaran göstermek(dezenformasyon), hal- \ ve onu bütün gerçek ruhsal de­ ka hizmet ettiğini iddia edip onu çalışalım. Daha doğrusu şeytanın ğerleri gözardı etmeye yönelten aldatmak, kamuoyunu haberdar "medyatik yüzünü" görelim: yarı hakikatler. "(7) Gerçekleri ediyoruz deyip gerçekleri ustaca söylediklerini, doğruları yazdık­ saklamak, insanları bilgilendiri­ Medyatik Şeytan: Yalan, larını ifade edip yalanlan yuttur­ yoruz deyip cahilleştirmek; bütün Dolan, İftira, Aldatma, Aspara­ mak tam bir medya şaytanlığı- bunlar da medyanın f eytahi desigas, Dezenformasyon.:. dır. • ' selerindendir. " • - Şeytanlaşmış medyanın en bü­ , İkinci olarak; yalan'yaadlerde yük sermayesi, hiç şüphe yok ki, bulunmak, aldatmak, yanlış yön­ Şeytanın İlk İcraatı: Çıplak­ yalan ve iftiradır. Yalan haberler lendirme ve bilgilendirmelerle, lık, Fâhşa ve Münkeri Hoş Gös­ yaymak, yanlış ve,batıl düşünce­ vesveselerle insanları şaşırtmak; terip Teşvik Etmek ler empoze etmek,-inanan-insan­ yalancılıkları* ortaya çıkınca da ları karalamak için iftiralar uy­ -ustaca işin içinden sıyrılmaya ça-' Şeytani kuvvetler, ilk faaliyet- durmak, onları küçük düşürücü lışmak: '•..'• leri olan çıplaklık ve çirkin haya­ hakaret dolu sözler sarfetmek; "(Kıyamette) İş bitince şeytan sızlıkları yayma eylemini bütün bunlar şeytani medyanın bu der ki:- 'Şüphesiz Allah size ger­ Hz.Adem 'den beri ^kesintisiz sür­ bağlamda başvurduğu yöntemler­ çeği vaadetti. Ben de size vaadet- dürmektedir: , ' • "i den bazılarıdır. tim.Ama size yalancı çıktım. Ma"Şeytan, gizli kalmış ayıp yer­ Şeytan, nasıl ki, Hz.Adem'i arnâfih benim sizin üzerinizde bir lerini onlara göstermek için ves­ kandırırken kendisini bir "dost" hakimiyetim yoktu; ancak sizi da­ veseyererek dedi ki: "Rabbinizin vet ettim; siz de hemen bana ica- • size bu ağacı yasaklaması, melek ''olarak takdim ediyor ve "sadece bet ettiniz. Binaenaleyh beni kö- olmayasınız veyd'burada ebedi onun iyiliğini düşündüğünü" tülemeyin. Kendinizi kınayın.." (7/21) söylüyorsa, bugün medya kalmayasınız diyedir'"(7/20) "... şeytanı da kendisini aynen öyle - (İbrahim 14122) ' ' O (yasak) ağacın meyvesini tad"Şeytan onlara va'deder, on-. dıklarında ayıp yerlerini farketii- t • taktim etmektedir. "Ya medya, ol­ lan kuruntulara düşürür; ama •Ur..."(7121) r - • masaydı!" bağırtıİarıyla birer "ha­ şeytan onlara bir aldanıştan baş­ kikat havarisi" kesilen yalancı - Allah'ın yasaklarını çiğne-/ ka bir şey vadetmez." (Nisa mekle çıplaklık arasındaki para­ medya, toplumsal kirliliğin ve ah­ 41120) laki çürümenin en büyük mimarı lellik ne kadar ilginçtir! Ardından Günümüzde "şeytanin sesi" . gelen ayet-i kerimelerde Allahu olduğunu unutturmaya çalışmak­ ya da "sözcüsü" olarak tanımla­ Teala'nın şeytan ve taraftarlanna tadır. İktidarların kredileriyle bes­ yabileceğimiz medya araçlarının lenen, halkı tabak-çanak kuponlakarşı bizleri bu konuda uyarması yaptığı da halkta kuruntular, fan- ise çok daha manidar değil mi? nyla "sırf halkın yararını düşünetazyalar, düşler yaratmak, onlara rek"(!) aldatan, çıplaklığı ve her "Ey Ademoğulları! Şeytan, el- \ bir avuç şeytanlaşmış azınlığın . biselerini çıkarttırıp ayıp yerleri­ türlü çirkin hayasızlığı yaygınlaşçılgın yaşam biçimini bir "mo­ ni göstererek ana babanızı cen­ ' tiran, reyting uğruna her türlü ke­ del" olarak takdim etmek, tüke­ netten çıkardığı gibi sizi de aldat­ pazeliği yapan sanki onlar değil­ tim hırsını körüklemek, fahşa," masın. Çünkü o ve taraftarları, dir! Ama şeytanın kadim taktiği münker ve haramları altın tas budur: Yaldızlı sözlerle ve zihin sizin onları göremediğiniz yön­ içinde sunmaktır. .' ; . den sizi gözetlemektedirler." çelen yan hakikâtlerle halkı ifsat etmek. Yazımızın başındaki ayet­ Öte yandan demokrasi, özgür- (7/27) ; y * -kasım - aralık 1996 5 gündem TV ekranları ve boyalı basın kanalıyla ha bire* yaygınlaştırıl­ maya çalışılan çıplaklık kültürü­ nün manevi duyguları ve ahlaki erdemleri nasıl kemirdiğini hep birlikte görüyoruz. Toplumumuz­ da çıplaklıkla ahlaki erozyonun "atbaşı" gitmesi hiç de tesadüfi değildir. O halde şeytan ve taraf-» tadarının, bir toplumun çürüme­ sinde çıplaklık olgusunun rolünü çok erkenden farkettiklerini Kur'anî işaretlerden hareketle söyleyebilmekteyiz. Şeytanın, Ademoğullarını al* datmak için başvurduğu yöntem­ lerden en önemlisi de, Allah'ın " haram kıldığı çirkin şeyleri, fahşa ve münkerleri allayıp pullayarak güzel ve çekici göstermesidir: • "İblis :'Rabbim! Beni azdır­ mana karşılık onlara dünyada ' yaptıklarını süslü göstereceğim; ve onların tümünü kesinlikle yol­ dan çıkaracağım.' dedi." (Hicr 15/39. Ayrıca bkz. 8/48; 16/63; 27/24) Ne yazık ki, insanların çoğun­ luğu, şeytanın süslediği çirkin amelleri işlemeyi sürdürmekte ve genellikle akıl ve basiretlerini kullanamamaktadır: ., "Şeytan onlara,yaptıklarıx amelleri süsleyip onları yoldan çıkardı. Halbuki, basiretlerini ' kullanabilirlerdi." (Ankebut 29/38). . { , . ...-.• Ama "Şeytan onları kuşat­ mış _ ve onlara Allah'ın mesajını' unutturmuştur." (Mücadele 58/19). Böylece onlar "şeytanın hizbi"ne dahil olmuşlar ve onun her emrini yerine getirir hale gel­ mişlerdir. Artık şeytan onlara kö­ tülükleri emreder, vahyeder, fısıl­ dar, onlar da derhal yerine getirir-' • . '< ler. İşte bu noktada şeytanın medunvan yatik.yüzü bir kez daha karşımıza nın izinden giderse, bilsin ki o çıkar. Şeytan, can yoldaşlaçirkin hayasızlıkları ve kötülük- . leri emreder."(Nur 24/21) rı(43/36), dostları (4/76); 16/63, 100), kardeşleri(17/27) ye emi"O size ancak kötülüğü, ha­ rerleri(26/221-223) vasıtasıyla yasızlığı ve Allah'a karşı bilme­ haramları yaygınlaştınr. diğiniz şeyleri söylemenizi emre­ Günümüzde şeytanın kötülük­ der." (Bakara 2/169) leri ve haramları emredip yaygın­ laştırmasında en büyük rolü-, nü­ . Şeytanî Söylem: "Atalarımı­ zul edip (26/221-222) denetimi zın İzindeyiz ve Asla Ayrılma­ altına aldığı (58/19) medya vası­ yız" . • . taları yapmaktadır: ~, Bugün lüks tüketimin, israfın, Tarih boyunca, tevhid çizgisi­ saçıp savurmanın en büyük tah­ nin önündeki en büyük engel v rikçisi medya şeytanı değil midir? "geleneksel çizgi" yani "atala­ rın dini" olmuştur. Peygamberler "Saçıp-savuranlar şeytanla­ karşılarında hep Lat; Menat, Uzza rın kardeşleridirler" -(İsra . (53/19-20) veya'Vedd* Suvâ, Ye17/27). • ."...ğûs, Ye'ûk, Nesir (71/23) gibi İçki, kumar ve benzeri kötü­ ulusal ilahların izinden ayrılmak lükler medya vasıtasıyla yayılmı­ istemeyen "gerici"'ve "tutucu"layor mu? Allah'ı anmayı ve ona rı bulmuşlardır. İlahi mesajın ya­ ibadeti unutturan şu büyüleyici yılması halinde saltanatlarının ve şeytani kutular değil mi? "Şeytan, uyuşturucu ve kuma­ etkinliklerinin yıkılmasından kor-' kan egemen sınıflar, parababalan, ra sokularak aranıza düşmanlık üfürükçü din bezirganları hep bir ve kin yerleştirip sizi Allah'ı an­ ağızdan haykırırlar: "Sakın ha! maktan ve namazdan geri çevir­ İlahlarınızdan vazgeçmeyin." mek ister." (Maide 5191) (71/23) . ~•• Şeytan, çirkin işleri, günahla­ Şeytanlar ve onların sözcülü­ rı, haramları, kötülükleri medya ğünü yapan o" günün kamuoyu kanalıyla insanlara icbar etmiyor oluşturma vasıtaları olan.şairler mu? ; ve kahinler hep "ataların dini"ni "Ey iman edenler! Şeytanın adımlarını izlemeyin. Kim şeyta­ savunurlar. Egemen güçler de medya " şeytanların ve şairlerin (medya­ lenleri "Biz atalarımızı bir sistem meseydim. "Yemin olsun ki, bana gelen nın) çağrısına kulak verirler. Şey­ üzerinde bulduk; biz de onların zikir'den (Kur'an'dan) beni o tanlar ve arkadaşları, yaptıkları izlerine uyarız, dediler." (Zuhruf saptırdı. Zaten şeytan insanı yü­ bütün icraatları, işledikleri cü­ 43/23) rümleri, günahları, uyguladıkları Günümüzde şeytanların nüzul, züstü bırakır." (F urkan 25/28-29) Ademoğullarıni Allah'ın yo­ zulüm düzenlerini hep "ataları­ edip itaat altına aldığı, ve yönlen­ r mızdan böyle gördük" diye sa­ dirdiği insanların ve onların söz-: lundan saptırıp alıkoymak şeyta-* nın tarihi görevi değil midir? Ad, vunurlar. Her türlü suç ve kaba­ cülüğünü yapan medyanın dönüp hatlerini, vurgun ve talanlarını dolaşıp "Atam, izindeyiz" sloga­ Semud ve Sebe örneğinde olduğu "atamızın izindeyiz" diyerek ka­ nına sığınmalarının nedeni şimdi,' gibi: "Şeytan onlara amellerini mufle ederler. Dahası, gerçek daha iyi anlaşılmıyor mu? süslü göstermiş ve kendilerini Al-, müslümanların kendileri oldukla-/ rını, hatta Allah'ın dinini en iyi Medya Şeytanının Fitneci, lah'ın yolundan saptırmıştır." kendilerinin anlayıp yaşadıklarını Fesatçı ve Din Düşmanı Tutu­ (Nemi 27/24; Ankebut 29/38) Şeytanların kendilerine nüzul iddia ederler. '•"••. mu -. ve nüfuz ettiği şeytanlaşmış in­ Kur'an-ı Kerim ise şeytanların sanlar ve şeytanın borazanlığını ve dostlarının hile ve yalanlarını Şeytan ve askerleri, gelenek­ yapan medya, insanları Allah'ın şöyle ortaya çıkarır:" sel "ata dini/düzeni" karşısında Dini'nden saptırmak için da-, "Şeytanların kimin üzeri­ ha çok din konusunda şüphe­ ne indiğini size' haber vereyim , Dikkat edilmesi gereken bir ler ortaya atar, dini oyunreğmi? lence konusu yapar ve kafala"Onlar her (kendini alda­ başka nokta, medyada yer alan tan) yalancı günahkara(ka- haberleri tetkik edip doğruluğu­ . rı karmakarışık hale getirir­ hinle're) inerler. • " nu araştırmadan kullanmamak­ ler: "Onlar ki, başkalarını Al­ ''• "Onlar (şeytanın yalanla­ tır. Kur'an, bu konuda da bizi lah'ın yolundan çevirirler ve t rına) kulak verirler ve yalan uyarır:"Ey inananlar, size yoldan onu eğri, dolambaçlı göster­ söylerler.' "Şairlere de akılsız azgın­ çıkmış bir bozguncu bir haber meye çalışırlar ve onlar ki ahir et hayatının gerçek oldu­ lar uyarlar."- (Şuara 26/221getirdiği zaman onun doğruluğu­ ğunu kabule yanaşmazlar." 224) - • ' \ nu araştırın. Yoksa bilmeyerek JA'raf 7 146) ,'. • - "Onlar utanç verici bir i§ "Onlar ki, dinlerini bir (fahşa)yaptıkları-zaman, "Biz •bir topluluğa karşı kötülük eder­ eğlence ve oyun yerine koy­ atalarımızı bu işi yapar bul­ siniz de sonra yaptığınıza pişman dular ve dünya hayatı kendi­ duk; hem Allah da bunu em­ olursunuz." (Hücurat 49/6) lerini aldattı. Ve Allah: "On­ retmiştir bize" derler hemen. . lar bu Hesap Günü'nün gelip De ki: "Bakın, Allah asla çatacağını nasıl'gözardı edip utanç ve tiksinti veren şeyleriemr, en büyük tehlike olarak gerçek retmez.."(A'râf7/28) din olan "Allah'ın dini"ni.görür-" unuttular ve ayetlerimizi nasıl in­ "Onlara "Allah'ın indirdiğine ler* İnsanları ilahi mesajdan yani kar ettilerse biz de bugün onları x öyle gözardı edeceğiz" diyecek." tabi olun!" denildiği zaman, Kur'an'dan uzak tutmak için her (A! raf 7 15 V) "Hayır! Biz atalarımızdan gördü­ yolu denerler. Bu bağlamda, in­ "Yine bunun gibi, onların or­ ğümüz (inanç ve eylem biçimle­ sanların Kur'ari'a ulaşmasını en­ takları, müşriklerden çoğuna ço­ rime uyarız!" derler. Öyle mi, ya gelleyen her şey, şeytanların, işine cuklarını öldürmeyi bile süslü Şeytan onları yakıcı ateşin azabı­ yarayacaktır. Bu engellemelerin' gösterir ve böylece onları helake na çağırmışsa?"(Lokman 31/21) ve vahyden uzak durmanın sonu sürükler ve ^dinlerini karmakarı­ "Bu böyledir. Senden önce hangi elbette pişmanlık olacaktır: şık kılarlar." (Enam 6/137) ülkeye uyarıcı gönderdiysek ora­ "Yazıklar olsun banabKeşke Cahiliye Arapları ile bugünkü nın refahtan şımarmış önde ge­ filanı (şeytani güçlefi) dost edinkasım- aralık 1996 7 / gündem müşrikler arasındaki fark, sadece na kadar her şeylerine dikkât et­ tirdiği zaman önün doğruluğunu şu: Onlar kız çocuklarmı diri diri mek, açık vermemeye özen gös­ araştırın. Yoksa bilmeyerek bir ' toprağa gömüyorlardı; şimdikiler termek zorundadırlar. Şu iki ayet, topluluğa karşı kötülük edersiniz ise "yaşayan ölüler" haline getiri­ bu tür konularda bizleri daha dik­ de sonra yaptığınıza pişman olur­ sunuz."(Hucurat 49/6) yor; ya uyuşturucunun ya fuhşun katli olmaya çağırmıyor mu? Kısaca, müslümanlar kendi . ya da birbaşka kepazeliğin kurba­ "Mümin kullarıma de ki: 'En nı hahne getiriyorlar. güzel biçimde konuşun' Doğrusu asli misyonlarını unutmaz, nefis­ Zaten şeytani düzenlerin te­ şeytan, aralarını bozmak ister. leri temizler, dinde ihlas sahibi mel görevi toplumsal dengeleri Çünkü şeytan insanın apaçık düş- olurlarsa; İslâmî ilkeleri kendi bünyelerinden ve kurumlarından altüst etmek, ekini ve nesli yani : manidir." (İsra 17/53) ekonomiyi ve ahlaki da bozmak Bu bağlamda, her müslüma- «- başlayarak ayakta tutarlarsa, o za­ değil midir? man şeytani güçler ve dalalette nın, ağzından çıkanı kulağının "Onlar işbaşına geçtiklerinde, duyması gerekir. Aksi halde, . bulunanlar onlara asla zarar veremeyecektir:" orada fesat çıkarmaya, ekini ve medya şeytanı, bu sözlerinizi bir nesli de mahvetmeye koyulurlar." gün karşınıza çıkanverir ve in­ "Ey imana ermiş olanlar! Siz ^kendinizden sorumlusunuz; siz , • (2 Bakara 205) sanlarla aranızı Bozar. (Küçük bir doğru yolda olduğunuz takdirde örnek olması »bakımından; ErbaŞeytanî Medyanın Desiseleri kan'm "gulu gulu"-esprisinin Af­ ' sapkınlığa düşenler size hiçbir _ Karşısında Görevlerimiz rika gezisinde karşısına çıkarıl­ zarar veremezler." (Maide 5/105) ' Ve hiç şüphesiz şeytani güçle­ masını hatırlatabiliriz.) Öncelikle, şeytanın her türlü *$ Keza, müsliimanlar, yerine re karşı mücadelemiz kıyamete hile ve desiselerine , vesveseleri­ getiremeyecekleri vaadlerde bu­ kadar sürecektir: "İman edenler Allah yolunda ne, dürtüklemelerine karşı uyanık lunmamalıdırlar: "Ey iman edenve müteyakkız olmak, bunlardan ' ler, yapamayacağınız^ şeyi- niçin savaşırlar; küfredenler ise tağuti '" Allah'a sığınmak durumundayız. söylersiniz? Yapmayacağınız şeyi güçler uğrunda savaşırlar. O hal­ Bu sürekli teyakkuz ve şeytanın söylemeniz Allah'ı gazaplandır- de şeytanın dostlarına karşı sava- ^ şın; şüphe yok ki, şeytanın hile ve şerrinden Allah'a sığınma bilinci, maktadır." (61/2-3) ona karşı mukabil tedbirler alma , Öte yandan müslümanlar, ko­ tuzakları kesinlikle zayıftır." (Ni­ v sa 4/76). konusunda inananları hep diri tu­ nuşmalarında asla sövgüye yer tacaktır. vermemelidirler: "Onların Al­ Dipnotlar Müminler, her şeyden önce lah'tan başka çağrıda bulunduk­ -. , (*) Bkz. 7. dipnot. "emrolundukları gibi dosdoğru ' larına sövmeyin ki, 'onlar da bil­ ' (1) Prof. Seyyit Kutup, Fi-Zılâl'il- '" olmak" (42/15), günahlarından meyerek sınırı aşıp Allah'a söv- . KÛr'ân, çev. S.Üçan, V.İnce, M.Yolarınıp temiz kalmak(87/14; 91/9), meşinler." (Enam 6/108) cu, Dünya Y., c.7, s.57.. pisliklerden uzak durmak (53/32) Dikkat edilmesi gereken bir • (2) İbn Kesir Tefsiri, çev. Bekir ve nefislerine uymamakla (89/40) başka nokta, medyada yer alan Karlığa, Bedreddin Çetinel, Çağrı y., \ emrölunmuşlardır. Sadece kendi C.9.S.4792. ' • haberleri tetkik edip doğruluğunu 3) Serdar Mutçalı, Arapça-Türkçe ' hevasına değil, başkalarının hevaaraştırmadan kullanmamaktır. lanna da uymamak(42/15) onun Duyduğumuz herhangi bir haberi, Sözlük, Dağarcık y. "fezze" md. (4) Ragıb el-Isfahani, el-Müfredat, alamet-i farikası olmalıdır. tahkik etmeden doğru imiş gibi Kahraman y. "Ce-le-be" md. Böylece müminler, şeytanın mesned yaparak konuşmak ya da (5) Muhammed Esed, Kur'an Meyaygaracılarına, medyatik bora­ o habere göre tepki geliştirmek sajı(Meal-Tefsir), çev. Cahit Koytak, zanlarına fırsat vermemelidirler. başımıza olmadık problemler aça­ Ahmet Ertürk, İşaret y., c.l, s.271Buna ilaveten, müslümanlar bilir. 272. (6) A.Ağırakça ve Beşir Eryarsoy^ ve özellikle de İslâmî kesimi tem­ Kur'an, bu konuda da bizi Kur'an^ı Kerim ve Nüzul Sebepli sil etmek konumunda bulunan uyarır: Türkçe Meali, Fikir Y., s.151; İbn Ke­ öndekiler oturup kalkmalarından "Ey inananlar, size yoldan sir Tefsiri, c.6, s.2919-2920. yaşam biçimlerine, konuşmalarıçıkmış bir bozguncu bir haber ge: (7) M.Esed, a.g.e., c.l, s.349. t 8 ümran - • gündem Kitle intihar araçları Mesut Karaşahan Yeryüzü Böyle Felaket Görmedi Acaba insanlık tarihinde ya­ şanmış büyük felaket ve faci­ alardan hangisi, bugün karşı karşıya olduğumuz medya -ve özellikle de televizyon- adlı fe­ nomen ile mukayese edilebilir? İnsanlık üzerinde yaptığı tahri­ bat, verdiği zarar ve ziyan bakı­ mından onu aşabilecek başka bir felaket yaşanmış mıdır? • Hz.Nuh (a.s.) zamanında "ya­ şanan tufan, sapmış kavimler_ ceza! olarak musallat edilen di­ ğer musibetler, sel, yangın, bu­ laşıcı hastalık vb. felaketler,i nsanoğlunun biribirine reva gördüğü katliam ve soykırımlar, herhalde sınırlı kalmış vakalar­ dı. Bugün işe yeryüzü Aydmlanma'nın karanlık dünyasında smır tanımayan kapitalizm, sı­ nır tanımayan modernizm ve hepsinden öte onların başlıca sızma ve yayılma vasıtası ola­ rak smır tammayan medya-TV felaketiyle, dünyanın her köşe­ sini kasıp kavuran yeni bir tür veba salgınıyla karşı karşıya. Televizyon programları kaçınılmaz biçimde drama özelliği kazanmaktadır. Tekrarlanabilme özelliği, on­ ların gerçek olay olmaktan çıkıp drama haline gel­ mesini sağlamaktadır. En gerçekçi görüntüler, insanî hassasiyetimize hitap eden en kayda değer vakalar, çerçeve içinde takdim edilirken seyirlik malzemeye dönüşmekte ve seyreden için gerçek değerinden birşeyler yitirmektedir. Büyük Birader'in artık yeryüzü dışında konuşlanmış, dünya yö­ rüngesine oturmuş gözü, kulağı, dili ile karşı karşıya. TV: Artık Aileden Biri Geçmişin lokal çapta kalan felaketlerinden farklı olarak bu­ günün televizyonu öylesine yaygınlık kesbetmiş bir musi­ bettir ki, ne yüksek dağların te­ pesine çıkmak, ne ücra, balta girmemiş ormanlara, uçsuz bu-, caksız çöllere veya -en yanlış tedbir olacaktır bu- evimizin gizli köşelerine saklanarak kur­ tulmak mümkündür ondan. Te­ levizyon kullanımına ilişkin is­ tatistikler hadisenin vehametini ortaya koymaktadır. Bu bakım­ dan dünya standardım yakaladı­ ğı söylenebilecek olan Türkiye'de, Başbakanlık Aile araştır­ ma-Kurumu'nun yaptırdığı "Türkiye'de Televizyon ve Aile " başlıklı bir araştırmaya göre 1995 Şubat'ı itibariyle 100 ailenin 98'inde televizyon bu­ lunmakta ve hatta bunların da dörtte biri, ikişer adet televiz­ yona sahip bulunmaktadır.. . Yine aynı araştırmaya göre Türkiye'de .aile fertleri/günde ortalama 3 saat 40 dakika tele­ vizyon "seyretmektedir" ki, bu da hafta 25 saat 36 dakikalık bir zaman diliminin televizyona hasredildiği, daha doğrusu heba edildiği anlamına gelmektedir. kasım-aralık 1996 9 \ gündem . ' Veya daha çarpıcı bir ifadeyle, vam ettirdiği "laik-demokrat çek olaylar sadece bir kez yaşa­ . »uyku dışında aktif olarak geçen * sahtekarlık ve ikiyüzlülük gele­ nır ve tekrarlanamazken, "tele­ zamanımızın artık yüzde 30'u neğini* de konumuzun dışında vizyonda görünen herşeyin çer­ televizyonun pırıltılı ekranı kar­ tutacağız. çevelenmesi ve çoğu şeylerin şısında geçmektedir. (Sabah,' Yukarıdaki istatistiklerin de tekrarlanabilir oluşu, televizyo­ 4.2.1995) gösterdiği gibi, insanların uya­ nu bir bütün olarak kaçınılmaz "îslamî" TV ve radyo kanalnık oldukları zamanın büyük biçimde 'gösteri'ye çevirmekte" lannın yayın hayatına atılması, kısmını "harcadıkları" televiz- dif5"(Esslin, TV Beyaz Camın bugüne kadar "medyatik kirlen- . yonun, karşısında tek tek birey­ Arkası, s. 18) En gerçekçi gö­ me"den uzak kalmaya çalışan ler olarak bulunan kitleleri etki­ rüntüler dahi çerçeve içinde tak­ müslüman kesimlerin aynı leme gücü tartışma götürmez dim edilirken seyirlik malze­ yığnlara dahil olmalarım ve fa­ bir husustur. İnsanlar çoğu za­ meye dönüşmekte ve seyreden ciadan nasiplenmelerini kolay­ man siyasal tutumlarından gi­ için gerçek değerinden birşeyler laştırmıştır. yim kuşam tarzlarına kadar ha­ yitirmektedir. Ne haber prog­ Denebilir ki artık.televizyon yatın her alanmda neyi, ne za­ ramlan ne de hatta "canlı yayınaileden biri, çevremizin tabiî bir man, nasıl ve niçin yapacakları­ - 1ar" bu kusurdan beridir. Çünkü unsuru, sorgusuz sualsiz kabul nı televizyon vasıtasıyla belirle­ canlı yayınlarda.bile vakıanın edilen bir "yanaşma" olup çık­ mektedirler. Yediden yetmişe, kendisideğil, belli noktalara mıştır. " ' '' genç-yaşlı, zengin-yoksul, he­ özel.amaçlarla yerleştirilmiş ka­ men herkes bu sihirli kutunun meraların seyirci üzerinde hangi büyüsünden nasibini almakta, TV Bir Kültür Aracı Ola­ etki icra edilmek isteniyorsa an­ bilir mi(ydi)? "dünya TV" seyircilerinin uy­ cak, o görüntüyü' sağladığı, ya­ gun adım yürüyüşü"ne iştirak pımcısından ışıkçısına ve resim . * "Medium" (vasıtaj med- ^etmektedir. seçicisine kadar bir dizi müda­ TV'nin kitleler üzerinde icra halenin biçim kazandırdığı " yum) kelimesinin çoğulu olan ettiği olumsuz tesirle ise, sanıl­ "drama" seyredilmektedir. Kal­ "media" (ya da kitle iletişim dığı gibi onu işletenlerin dünya dı ki, bizler artık haber konusu araçları anlamında kullanılan görüşlerinden kaynaklanma­ hadiseleri bile "canlandırma" "mass media"); gazetesiyle, maktadır. BBC'de başta drama adı altında drama biçiminde , dergisiyle, radyosu, televizyonu bölümünde olmak üzere yıllarca . seyretmekteyiz. ve* en yeni biçimi olan interrie"Başkaları"nın çektiği acı tiyle yeryüzünde bilgi akışını ve. görev yapmış olan Martin Esslin'in vurguladığı gibi, televiz­ ve ıstıraplar, aile faciaları, yan­ haberleşmeyi geliştirdiği, sü­ yonun bizatihi işleyiş mantığın­ gın, sel baskını, trafik kazası ratlendirdiği ve bizlerin, eski dan kaynaklanan problemler yb. felaketlerden yürek parçala­ dönemlere nazaran olan biten mevcuttur. TV'nin bir bilgilen­ yıcı manzaralar, insanî hassasi­ - ' hadiselere ilişkin daha çabuk ve yetimize hitap eden haber konu­ , daha fazla bilgi sahibi olmamızı, me ve kültür vasıtası olmasını engelleyen, bir eğlence aracın­ lan olmaktan ziyade, fındık fıs­ sağladığı iddiasıyla/efsanesiyle dan öteye gitmesine imkan bı­ tık yiyerek çay-kahve içerek .- hükmünü yürütmektedir. Med­ rakmayan yapısal problemler "seyrettiğimiz" seyirlik malze­ yanın dayandığı bu "ehformâmeye dönüşmekte, birer eğlen­ tik cehalet" illüzyonu yeterince . söz konusudur • t Televizyon programları ka­ ce vasıtası haline gelmektedir. deşifre edilmiş olduğundan, ko­ çınılmaz biçimde drama özelliği İnsanî hassasiyet ve hissiyatı­ numuzu medyanın ve özellikle kazanmaktadır. Tekrarlanabil­ mız körelrriekte, dumura uğra­ de TV'nin "kitlesel intihar"ı me özelliği, onların gerçek olay maktadır. nasıl kotardığını irdelemekle sı­ olmaktan çıkıp drama haline nırlı tutacağız. Bu bakımdan "Başkaları"nın basma gelen gelmejsini sağlamaktadır. Ger"laikçi" medyanın ısrarla defelaketler ancak dedikodu mahi- 10 ümran " / medya yerindeki şeyler olarak ilgimizi çekmektedir. "Bütün kurgular son tahlilde birer dedikodudur. İster kurguya dayalı, isterse 'gerçek' olsun; sonu. gelmeyen karakter selini dramatik biçim­ de aktaran televizyon en geliş­ miş dedikodu ulaştırıcısı ma­ kinedir." Öte yandan "mahrem dünyalara en fazla giren drama­ tik bir araç olmasından dolayı bütün, iletişim' araçları içinde röntgenciliğe en yatkın araçtır." (M. Esslin, s.33-34) Dolayısıyla televizyon müptelaları aslmda birer röntgencidir. Zira ne tiyat­ ro oyunu ne de sinema filmi, te­ levizyon kadar yakın mesafeden ve mahfem bir ortamda seyredilebilmektedir. Televizyon soyut meseleleri ele almanın neredeyse imkansız olduğu bir araçtır. Dolayısıyla heyecan verici 've sansasyonel nitelikli olmayan kültürel konu­ ların işlenmesi, herhangi bir ko­ nuda halkın bilgi ve kültür dü­ zeyini yükseltecek, konuya vu— "kufiyetini arttıracak yayınların başarılı olması son derece zor­ laşmaktadır. Bu noktada Cemil Meric'in daha 1982'de söyledi-, ği şu sözleri hatırlamamak mümkün değildir: "Televizyon kültürü diye bir mefhum tanımıyorum. Televiz­ yon, aylak, şuuru iğdiş edilmiş, hiçbir zaman okumak ve düşün­ mek alışkanlığı kazanmamış so­ kaktaki, adam için icad edilmiş bir nevi afyondur. Televizyon, şuurdaki son pırıltıları da ypkedeh bir cehennem makinesidir. Kişiyi gerçek hayattan koparan ve bir hayal dünyasında yaşatan hissî bir istimna."..", (Kültürden İrfana, 1986, s.4.04) Şori yıllar : . da özel televizyon kurumlarının yaygınlaşmasıyla birlikte me­ raklı birer takipçisi olduğumuz sözde kültürel nitelikli tartışma, açıkoturum ve panel türünden programları bu çerçevede de­ ğerlendirmek mecburiyetinde­ yiz. Televizyonun yalancı dün­ yasından kitabın, okumanın ve .tefekkürün sahici dünyasına" tekrar dönmek zorundayız. Bu­ nun aksi kültürel bir intihar ola­ caktır. Televizyon sadece kitlelerin kültürel düzeyini,aşağıya çekmemekktedir, sadece dünya kültürü üzerinde homojenleştirici bir etki yapmamaktadır, entellektüel uğraş veren, kitlelere yol göstermesi, onların bir adım önünde bulunması gereken ye fakat televizyonda gözükmeyi alışkanlık edinen kimseler de bu basitleşmeden, seviyesizleşmeden nasibini almaktadır. Te­ levizyonun bir eğlence aracın­ dan öteye gidememesi bir yana,, 12 yaşındaki bir çocuğun zeka düzeyini esas alması da bunda rol oynamaktadır. Şu halde bırakınız bir kültür aracı olmasını, televizyonla bir­ likte adeta insanlığın yazılı kül­ tür ve medeniyet dönemi sona ermekte, insanlık tekrar tarih öncesine dönmektedir." ' Şiddet ve Cinsellik Düşünceden, tefekkürden yana verebilecek pek birşeyi ol- * mayan televizyonun ilgiye maz r har olmak için başvuracağı şey­ ler neredeyse kaçınılmaz biçim­ de şiddet ve cinsellik olmakta­ dır. Bu her iki unsur da insan fıtratının zaaflarını teşkil et­ mekte ve çağımızda yaşanan te­ levizyon istila, ve salgım işte bu zaaflardan istifadeyle her mekana.sızabilmektedir. •.*_. _'.<„._..._ Bugün "reality show"lardan haber bültenlerine ve hatta çizgi filmlere kadar şiddet ve vahşet sahneleri medyanın en gözde malzemelerini teşkil etmektedir. En yürek parçalayıcı, en dehşet saçıcı, en korkunç, enx kanlı;. en...görüntüleri yayınlayan te­ levizyon kanalı olabilmenin, kan ve gözyaşı sayesinde "ra-_ ting" yapıp reklam gelirlerini arttırâbilmenin kavgası veril­ mektedir. Haber vermekten zi­ yade heyecan uyandırmanın kaygısını taşıyan bir muhabir için trafik kazasmda kanuna di• ' • ' • * . . kasvm.-arahk.1996 / v 11 gündem reksiyon şaplanmış, iç organları medya patronlarınca bu zaaf iyi kaptan'm enfes bir benzetmey­ dışarıya fırlamış bir kimsenin değerlendirilmiştir. İslam'daki le ifşa ettiği gibi, o bazen "abgörüntüsü belki de ödül getire­ aile ve evlilik kurumu bahis destli kapitalizm" suretine bile cek derecede bulunmaz bir fırr konusu olduğunda kadın özgür­ bürünebilmekte, ihlash ürünler­ sattır, insani duygulardan, acı­ lüğünden yana mangalda kül bı­ le karşımıza'çıkıp müslümanlan ma ve ürpermeden ziyade se­ rakmayıp Hz.Peygamber'e iftira ve kutsal değerlerini de sürece vinç çığlıklanylakarşılanması atacak kadar ileri giden, İs­ dahil edebbilmektedir. Televiz­ gereken bir manzaradır. Çünkü lam'ın ihdas etmediği fakat ıs­ yonun cinsellik duygusunu nasıl o iç organların dışarıya sarkmış lah etmeye çalıştığı çokeşlilik istismar ettiğine, sapıklık ve hali "çok çok reyting" yapa­ uygulamasını mahkum etme ya­ dengesizliklerin özendirilmesi • cak, "çok çok para" getirecek­ rışına girenler, tarihin her döne­ ve yaygınlaştırılması için nasıl tir. • minde prim yapmış olan cinsel­ gayret sarfettiğine dair örnekler , Tekrar istatistiklere dönecek liği ve kadını istismar etmekten artık kanıksadığımız,- aşinalık olursak medyada şiddet olgusu­ çekinmemektedirler. kesbettiğimiz sıradan vakalar nun ne kadar vahim boyut­ haline geldi. Burada şu Haber vermekten ziyade heyecan kadarını zikredelim ki, bu lara tırmandığına dair bir fikir sahibi olabiliriz. Yapı­ uyandırmanın kaygısını taşıyan bir satırların yazan medyada lan araştırmalara göre muhabir için trafik kazasında şiddet konusuna ilginç ör­ ABD'de bir çocuk daha .il­ nekler tespit etmek dü­ karnına direksiyon saplanmış, iç kokulu bitirmeden televiz­ şüncesiyle belli bir hafta organları dışarıya fırlamış bir yon ekranlarından 8 bin boyunca yayınlanan sözde ~ adet cinayet vakası izleme kimsenin görüntüsü belki de ödül "reality show"lan takibetgetirecek derecede bulunmaz bir mek istemişti. Fakat daha imkanı bulmaktadır. Yine Türkiye'de de televizyon fırsattır, insani duygulardan, acıma bir hafta öncesinde, bir filmlerindeki şiddet unsuru akşam yemeği esnasında ve ürpermeden ziyade sevinç yüzde 62'lik bir oranla çığlıklarıyla karşılanması gereken böyle dehşetengiz prog­ dünya standardını yakala­ ramlardan bir tanesinin bir manzaradır. Çünkü o iç mış bulunmaktadır. (Milli­ anonsuna tanık olduğunda organların dışarıya sarkmış hali neye uğradığını şaşırmış, yet, 4.3.1995) Televizyon kanallarımızda saatte orta­ "çok çok reyting"-yapacak, "çok gözleri kararıp uzun süre lama 32 şiddet sahnesi ye-" kendine gelememişti. Zira çok para" getirecektir. ralırken, pazar günü tele­ . günlerce yayınlanan, sa­ vizyon basma oturan" bir çocuk Fuhşun, ahlaksızlığın, cinsel bah, öğle veya akşam, vakit göen fazla seyredilen yedi kanalda sapıklık ve ensest ilişkilerin sal­ ' zetmeksizin, hatta çocuk prog­ 600'den fazla şiddet olayına, bu gın hastalık gibi yaygınlaşması ramlan arasında aniden ekrana şiddet olaylarında ise 500'den pahasına bu sektörden büyük düşüveren bu» görüntülerde fazla insanın vahşice öldürülü­ karlar kotarmakta bir an bile te­ "dindar kisvesine bürünen bir şüne tamk olmaktadır. Artık si­ reddüt etmemektedir. Tereddüt adamın homoseksüel ilişki­ yasetçilerimiz eğitim sisteminetmek bir yana, özgürlük, çağ­ sinden gizli kamerayla "tespit .de kaliteyi arttırma üzerine dile­ daşlık, modernlik... kisveleri al­ edilmiş" iğrenç sahneler, ilgiyi dikleri gibi belagatli nutuklar tında bataklığın büyümesine ça­ arttırmaktan başka bir amaca' atabilirler! ' lışmaktadırlar. Bu anlamda ka­ yaramayan sembolik bir karart­ Medya istilasının nüfuzuna pitalizmin tüketim konusu yap-v mayla tekrar tekrar gösterili­ imkan tanıyan insan fıtratındaki maktan geri duracağı hiçbir kut­ yordu. Tabiî, bu'tür rezil prog­ ikinci özellik ise cinselliğe olan sal, manevi, insani yüce değer ramları inceleyip birtakım tes­ zaafıdır ve bugüne kadar da ,ve varlık yoktur. Ulvi Alaca-' pitlerde bulunma projesi de 12 unvan medya çoktan akim kalıyordu. Belki bu noktada sormak gerekir, siyasi konularda muhalif yayınları ce­ zalandırmakta gecikmeyen, bu yüzden özel TV kanallarına sık sık yayını durdurma cezası ve­ ren RTÜK adlı kurul -ki içinde müslüman şahsiyetler de yer al­ makta- böylesi tahrip gücü yük­ sek gayri ahlaki nitelikli prog­ ramlara niçin pek ses çıkarma­ maktadır? ' ' ' Yazılı Basın: Bataklığın Öbür Yakası ^ . Yazılı basın kuşkusuz şiddet unsurunda olduğu gibi bu hu­ susta da görsel basın ile yarış . halindedir. Fuhşun ve her türlü sapıklığın yaygınlşması için sözde "bilimsel" incelemeler yayınlamakta, televizyonun yaptığı gibi, son derece istisnai örnekleri mercek altına alıp bü­ yüterek toplumun geneline maletmeye, alışılmış ve olağan şeyler gibi algılanmasını sağla­ maya çalışmaktadır. Yazılı basından vereceğimiz iki örnek, oynanan çirkin oyu­ nun vehametini gözler önüne sermeye yetecektir sanıyoruz. Bunlardan ilki, sözümona ciddi ve entelİektüel düzeyde yayın yapmakla övünen, içinde nispe­ ten dürüst ve insaf sahibi dene­ bilecek kalemler barındırmakla birlikte manşetlerinde sık sık "laikçi koro"ya dahil olan Ye­ ni Yüzyıl gazetesinden. 19 Ey­ lül 1996 tarihli nüshasında cin­ sellik konulu bir dizi-yazının yakınma ifade eden başlığı şöy­ leydi: "Farklı Cinselliklere Geçit Yok" Burada gayet ma­ sum bir ifade olan "farklı"cin­ • Bu insana parmak ısırtacak sellikken kasıt kuşkusuz cinsel denli "bilimsel"(!) görüşlerin sapıklıklar. Yazı şöyle devam sahibi "cinsiyet sinırları"nı ediyor: herhalde Berlin Duvarı gibi bir"Dünyanın önde gelen ku­ şey sanıyordu.' Demek ki insan­ rum ve kuruluşları eşcinselliğin lık tarih boyunca çirkin ve gayri - hastalık ya da sapıklık olmadı­ insani bulduğu bu tür sapıklıkğını söylüyor ama, Türkiye in­ '• lârın birdenbire aslında olağan sanı buna nedense kulak asmı­ ve normal şeyler olduğuna ka­ yor. Bunun nedeni ise cinsel ko­ rar vermişti veya öyle olduğu­ nulardaki bilgisizlik." (Bu yak­ nun farkına varmıştı! İki binli laşıma göre herhalde Hz.Lut'un yıllara yaklaştığımız şu günler­ (AS) sapık kavmini, sefillerin de ne cinsel sapmalar ne de çıp­ en sefili seviyesine inmiş bu ya­ laklık tartışma konusu edilme­ ratıkları, bilgi düzeyi son derece meliydi! Sahi şu, büyük bir he­ yüksek, ilim ve tefekkürün zir­ yecanla beklenen 2000 yılında velerinde dolaşan bir topluluk, ne değişecekti? 2000 yılma gi­ telakki etmek gerekecek!) rer girmez dünya ve insanlık bir sihirli değneğin dokunuşuyla Bu konudaki ikinci örneği­ miz ise, adından başka hiçbir-' niteliksel bir farklılaşmaya mı uğrayacak veya mesela zulüm ' "yanı radikal olmayan bir gazete­ ye sömürü bütünüyle ortadan den. Radikal'in 20 Ekim 1996 mı kalkacak, ya da insanın fıtra­ günü verdiği ilavesinde "Transeksüellik Bir Hastalık Değil", tının değişmesi sonucu bütün değer yargılan yeniden mi tes­ başlıklı bir yazıda şu herzeler pit edilecekti? - - ' yer alıyor: İster yazılı ve sözlü,' ister "Cinsiyet sınırlarının gide­ görsel nitelikli olsun, bugün rek yıkılmaya başladığı bir dün­ yada yaşıyoruz. Gitgide daha" gerçekten de bizzat insanı tahrip etmeyi hedefleyen ve dizginlen­ çok insan cinsiyetini değiştiri­ mesi güç olan medya "adında bir yor. Karşı cinsin kılığında do­ felaketle karşı karşıyayiz. İnsan laşmayı yeğleyenlerin sayısı 'ar­ aklım, neslini, dinini ve dolayı­ tıyor. Buna karşılık bağnazların sıyla canını ve malini tehdit bağnazlık dozajı da artış göster­ eden bir saldınyla karşı karşıya­ mekte. Cinsiyet sınırını aşanlar yiz." İnsanî ve kutsal olan ne her ülkede belirli kesimlerin tep­ varsa değersizleştirip anlamsız-' kisiyle karşı karşıya(.>.) Ama laştıran, tüketen ve daima tüke­ cinsiyet değiştirenleri tehdit ten, üretilme ve zorunlu işleyiş eden tek tehlike, şiddet hedefi ol­ mantığı gereği bunu yapan bir mak değil. Onlar hasta ya da sa­ Leviathan'la karşı'karşıyapık olarak görülmekten şikayet­ yız.Ona sahip olanlanlanh de­ çi. Oysa, psikoterapötik meslek erbabı bu eğilimi bir hastalık ~ ğişmesi değil, ona bakış açımı­ zın uyanıklığıdır bizi bu sessiz olarak sınıflandırmaktan yana ve gönüllü intiharın cazibesin­ olsa da, cinsiyet değiştirme ar­ den kurtaracak ola n zusu bir hastalık değil.!" kasım - aralık 199613 gündem Ya medya olmasaydı! • Can Server • • . • . — • ' * t _ 1860'lardan sonra varlığmı bitlenene kadar suçsuzdur." hissettiren Türk gazeteciliğinin hükmü yer almasına rağmen geldiği sbn noktadan baktığı­ medyaya kuralsızlık kuralı ha­ mızda bazı köşe taşlan canlanı­ kimdir. Önce idam, sonra karar yor hafızalarda. Agâh Efendi­ düşünülmektedir. Bunun neresi ler, Şinasiîer, Sedat Simaviler, insan hakkı, neresi özgürlüktür, Kemal ılıcaklar ve daha nice "susanların konuştuğu,"konu­ tedavülden kalkan emekçiler. şanların sustuğu" programının Bu isimlerle bir asrını geride ilkesi nedir? Daha kaç kişiyi bıraktı gazetecilik. Televizyon­ suçlayacaktır. Bu programı ha­ culuk ise daha çiçeği burnunda. zırlayan metyatörümüz(!) prog­ Bugün basm; özgürlük adı­ ramcılık, haber hürriyeti konu-' na totaliter bir baskı oluştur­ larında ihtisas yapmış mıdır? muştur. Ülkenin üzerinde dola­ Türkiye'de kaç gazeteci, kaç şan karabasan olmuştur. İnsan­ programcı bu işin uzmanlığını lar gazetelerden ve gazeteciler­ yapmıştır. Fatih Altaylı mı, Fat­ den korkmaktadır. Konuyu ge­ ma Girik mi, Kadir İnanır mi? nellersek Medya bugün halkı Bu insanlar sinema sanatçısı mı, bilinçlendirmekten çok vatan- . yargıç mı, gazeteci mi? 80'li yıllardan sonra çeşitle­ daşı hizaya getirmek(!) için nen görsel yayınlar bazı değer­ kullanılmaktadır. Hiç beklemediğiniz bir anda leri hiçe saymaktadır. Dili de­ kişilik haklarınız tarumar edile­ jenere etmişlerdir. Kulakları­ bilir. Adiniz hırsıza, yolsuza, mız garib telaffuzlara tanık ol­ hatta namus tacirine .çıkabilir. muştur. Hiç mektep ve medre­ Salan ola bu medyacılara dalaş- se görmeyenlere önceleri ne mayasınız. Bugün medyamız(!) dendiğini bilmiyorum, fakat infazını yargısız yapmaktadır. bugünden sonra en azından Hukukta dahi "Kişinin suçu sa- "programcı" denmelidir. Dilin 14 ümran s ' asaleti kalmamıştır. Özel Tele­ vizyonların çoğunun ismi ya­ bancı, Reklemlardaki sözler yabancı; bunları dinleyense bi­ zim insanımız. Bu işin bir ku­ ralı olmalıdır- Mühür kimde ise Süleyman odur gibi eline mikrofon alıp bir de kamera bulan televizyoncu olursa san- . süre ne hacet. Fazla değil, bundan on-onbeş yıl öncesine kadar insanlar birbirine bir konuyu kanıtla­ mak için gazeteleri delil göste- "' rirlerdi. Erbab-ı kalem bir neb- • ze de olsa ülke insanının nab­ zım tutuyordu. Köşe yazarlığı­ nın, gazeteci ve programcı ol­ manın bir asaleti vardı. Haber­ lerin inandırıcılığı bugünkü noktadan baktığımızda tartışıl­ mazdı. Bugün gazetelerin ha­ berleri aynı hassasiyetle izlenilmemektedir. Yalan ve yan­ lış haberler gerçek haberleri de gölgede bırakmaktadır. Med- * yanın "doğru haber" sözleri hafızalardan silinip sloganlara taşınmıştır. Karşılıksız aşkların medya kartpostallarda kaldığı gibi. Haber yapımcılarının objek­ tif olduklan(!) yönelttikleri so­ rulardan anlaşılıyor. İnsanlar konuşmuyor, konuşturuluyor. Yani söylenen değil söyletil­ mek istenen esas alınıyor. • - -Türk-insanı çok unutkan;bir o kadar da vefalı. Daha bü­ yü olmadı, bir parti lideri çıktı. "Ülkeyi Sabah Çetesinden kurtaracağız" dedi. Bugün basın susturulmasın, sansür edilmesin diye kalabalık şehir­ lerde imza toparlıyor ve boy gösteriyor. Bu tam devekuşu misalidir. Deve kuşuna "deve misin, kuş musun?" demişler. Deveyim, demiş. O zaman üze­ rinde yük taşıman lazım, de­ mişler. O zaman "kuşum" de­ miş. Uç, demişler; deveyim, demiş. Türkiye'nin kaderinde bu tezat mevcuttur. Promosyon yasasından önce de "sansür yar, susturuluyo­ ruz," diye bağıran medya, aynı gerekçe ile bir gazetenin dağı­ tımını durdurdu. Bu ne per­ hiz... . ; '.-,. "Ya Medya Olmasaydı...",- Medya olmasaydı; cinsel eğitimden yoksun kalacaktık. Hiçbir yatak odasını görmemiz mümkün olmayacak, mahremi­ yet sır olacaktı. , -.Medya olmasaydı kesilmiş kolları, koparılmış başları yemek masasmda en canlı ob­ jektiflerden doyasıya seyredemiyecektik.... - Medya olmasaydı as­ paragas, yamultma,. hür yorum(!) tabirleri lügatlerin bir köşesinde cılız kalacaktı. - Medya olmasaydı; köşe yazarlığı nedir, hangi ağırlık­ tadır, soruları akıllarımızın ucundan dahi geçmeyecekti. Eşel mobil ve dolarla maaş, in­ sanımız için âfâkî olacaktı. - - - Medya olmasaydı, görüntüsel tüketim, makinalaşma, il­ lüzyon, dezenformasyon nedir öğrenemeyecektik. - - Medya olmasaydı mutfak-, larımız fakir, zihinlerimiz ber­ rak, hislerimiz temiz, gönül­ lerimiz zengin olacaktı. - Medya olmasaydı mik­ rofonlara ürpererek, acaba han­ gi sözlerimiz makaslanacak diye gayri ihtiyari bir nazarla bakmayacaktık. - Öyleyse "Anneme med­ yacı olduğumu sakın söy­ lemeyin!" kasım - aralık 1996 15 gündem Kirli medyanın histerik İslam düşmanlığı - b i r ö r n e k 1 e m eAbdurrahman A. Emiroğlu taşmaktadır." "Ey iman edenler! Sizden" larından (3/118) olmayan kişileri veli edinme­ Medya şeytanının İslam yin. Onlar sizi yoldan çıkar­ düşmanliğına tanık olmak için, mak için ellerinden gelen hiç­ herhangi bir "ceride-i şeytafıibir çabayı esirgemezler ve sizi sıkıntıda görmek isterler. Kin­ , ye"yi alıp şöyle bir sayfalarım leri ağızlarından taşmaktadır. çevirmek, haberlerin ve yo­ Kalplerinde gizledikleri ise da­ rumların başlıklarına bakmak ha büyüktür." (Al-i İmranll 18) bile yeterlidir. Ya da şeytani Şeytanın sözcülüğünü ya­ kanallardan birinin düğmesine pan medyada gün geçmez ki, • basıp bir miktar vaktinizi heba islam aleyhinde Veyahut müs- etmeniz kafidir. Biz de öyle yaptık; fazla lümanları karalayan bir haber yorum ya da görüntü yer alma­ içeri gitmeyelim diye birkaç sın. Görüntülü ve yazılı versi­ gündür, sözünü ettiğimiz ceri­ . yonu ile gırtlağına kadar kir­ delerden "onbinlik"-iki tanesi­ lenmiş medya, müslümanlarm ni takip etmeye karar verdik: " yaptığı her faaliyeti, ağızların­ Yeni Yüzyıl ve Radikal. Her dan çıkan her sözü bahane ede^ iki "ucuz" gazete de' entellekrek "yaygara. koparmayı" tüel ve seçkin olduğu iddiasın­ (17/64), Her fırsattan yararla­ da. Liberali ve solcusuyla "aynarak İslam'a ve inananlara ça­ dın"(!) kesimin gazeteleri ola­ mur atmayı bir alışkanlık hali­ rak biliniyorlar. Güya daha ' ne getirmiştir. Lağımlaşmış hoşgörülü, daha objektif, daha halleriyle dehşet saçan ekran­ tarafsız, daha dürüst daha dalar, mürekkep yerine kan dam­ halar! ' ' layan kalemler, müslümanlara Ama, İslam'a sıra gelince adeta kin kusmaktadır. objektiflik, aydın olmak, taraf­ Kur'an'ın veciz ifadesi ile sızlık, hoşgörü, hepsi bir kena­ "onların düşmanlıkları ağız­ ra bırakıhveriyor. Hepsinin is­ 16 unvan lam fobisi ortaya çıkıyeriyor. Aydım böyle olunca diğerleri­ ni siz düşünün! / İslam'a Hergün Çamur Atıyor, Çünkü "O Bir Radi­ kal"! Dilerseniz, önce bu gazete­ lerden birinin sayfalan arasın­ da "radikal" bir gezinti yapa­ lım; sadece bir haftalığına "Radikal" takılalım! "Sincan'da herşey İslam'a uyduruluyor." (4.11.96). "Sitelerde İslami yaşam" (4.11.96). •• '• • "Ezan sesiyle uyan­ mak''^. 11.96). • "İslami işe, İslami adam" (5.11.96). "Medya destekli islam" (5.11.96). • "Terörün Merkezi: Tahran" (5.11.96).. "İslami sermaye devleşiyor" (8.11.96) r "İshak Manisa'yı İslami ör­ güt kaçırmış" (9.11.96). "Laiklik ihanete uğradı" medya • . " Yeni Yüzyıl ve Radikal. Her iki "ucuz" gazete de entellektüel ve seçkin olduğu iddiasında. Liberali ve solcusuyla "aydın"(!) kesimin gazetele­ ri olarak biliniyorlar. Güya daha hoş­ görülü, daha objektif, daha tarafsız, daha dürüst, daha dahalar! Ama, İslam'a sıra gelince objektiflik, aydın olmak, tarafsızlık, hoşgörü, hepsi bir kenara bırakılıveriyor. Hepsinin islâm fobisi ortaya çıkıveriyor. (10.11.96). "Tesettür otelden işgal"(10.11.96). "Paşa, başkanı hizaya sok­ tu" (11.11.96). Bu başlıklar listesi uzayıp gidiyor. Bir fikir vermesi bakı­ mından bu kadarıyla yerinelim. Gördüğünüz gibi "entel" gazetemiz her Allah'ın günü "İslam tehlikesi"nden(!) dem vuruyor ve felaket tellallığına aralıksız devam ediyor. Dikkat. etmişseniz, gazeteyi takip etti­ ğimiz bir hafta içinde her sayida hem de bir kaç haber veya yorumla "İslam" sözcüğü kul­ lanılmaya özen gösterilerek müslümanlara kin kusulmuş. Radikal sadece bir gün ıskala­ mış. Belki de o gün gazete al­ mayı biz unutmuştuk. Neyse... Şimdi, isterseniz tahammü­ lünüzü biraz daha"zorlayalım ve yukarıdaki başlıkların alto­ da ne herzeler yumurtlandığını birlikte görelim. Ha! Bu arada Yeni Yüzyıl'ı unuttuğumuzu sanmayın. Onun da îslam düş- manlığında öbüründen aşağı kalır ya­ nı yok. Ne de olsa ikisi de entel takılı­ yorlar.. Hadi arada bir ona da gönderme­ ler yapalım. Ama lütfen ağzınıza mu­ kayyet olun: "Laik Cumhuriyet İçin En Büyük Tehlike: "Ka­ dınların Elini Sıkmamak" "Kadınların elinin sıkılmamasından" sıradan bir vatandaş şikayetçi olsa, belki anlamaya çalışırsınız; ama bu koskoca­ man bir profesörşe ve hem de -sakın yanlış anlamayın- bir kadınsa, sanırım vakıayı algı­ lamakta epey güçlük çekersi­ niz. Bakınız ünlü ilim kadınımız ne buyuruyorlar, "Laiklik İhante Uğradı" başlıklı gayet ilmi ve akademik(!) makalele­ rinde: "Laiklik ve demokrasi adı­ na ciddi bir tehlikenin varlığın­ dan kaygı duyuyoruz.(...) Dev­ let dairelerinde işler öğlen na­ mazı sonrası, ikindide, başlıyorr Sürekli olarak 'cuma namazı . zorunlu tatil olsun' propagan­ dası yapılıyor. Devletin resmi gezilerinde, uçaklarda toplu namaz kılmıyor. "Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne özel olarak türban­ lı, karaçarşafh, takkeli^ cüppeli ziyaretler yapılıyor. İnsan hak­ larından sorumlu Devlet Baka­ nı, îmam nikahının yasallaş­ mışını istiyor. Bakanlar, kay­ makamlar, valiler, kadınla­ rın elini sıkmıyor.(...) "Mayolu kadın afişleri, kentlerdeki reklam panolarına astırılmıyor. İlahiler eşliğinde tesettür defileleri yapılıyor..." (Prof. Dr. Necla Arat, Radikal, 10.11.96) Gördünüz mü "ciddi tehlike"yi! Maazallah, cuma vakti tatil olursa, imam nikahı yasallaşırsa, mayolu afişler sokakla­ ra asılmazsa laik cumhuriyetin köküne kibrit suyu döktünüz demektir. Nedense laik yobazları en çok kadınların giyinmeleri ve­ ya soyunmaları ilgilendiriyor. Anlaşılan, kadınların araba reklamından jakuzi reklamına kadar her fırsatta bedenlerini sergilemek laik cumhuriyeti yüceltiyor; ama okullara, 4ıas. tanelere başörtüyle gitmek, Meclis'e çarşafla girmek,-dışı onları içi müslümanlan yakantesettür defileleri düzenlemek, laik cumhuriyet düzeninin te­ mellerini sarsıyor. Bu yüzden olsa gerek, söz­ de aydın gazetesi Yeni Yüzyıl, şöyle manşet atıyor: "Ve çar­ şaf Meclis'te" (13.11.96), At. nalı büyüklüğündeki bu man­ şetin altmda ise şu spot cümle yer alıyor: "10 Kasım'a çirkin tepki ve Harp okullarım ele ge­ çirme planı. ile. gerginliği tır­ mandıran Refahlılar, Meclis'te çarşaf yasağım deldi." kasvn- aralık 1996 17 gündem >Şu haber-yorumlan birlikte Gelin,de isyan etmeyin: Kayseri Büyükşehir Belediye tahlifedelim. (Bazı cümlelerin Başkanı Şükrü Karatepe'nin altını biz çizdik): ''Beylerbeyi . "Atatürk" veya "10 Kasım" camiinin yakınında bulunduğu kelimelerini dahi kullanmadığı için tüm lokantalar ve cafelerr konuşması ve yine Hasan Hü­ de içki satışı yasak. Beylerbe­ seyin Ceylan'ıh üç yıl önce yi'nin denize açılan tek sahi­ Hollanda'da yaptığı konuşma, linde çok güzel mini restoran­ çığırtkan medya tarafından lar ve midye tava satan aya­ kasıtlı biçimde ve yorumlana­ küstü câfeler var. Midyenizi rak gündeme getiriliyor, adeta yerken bira isteseniz bulamı•- bir kaşık suda fırtına koparılı­ ' yorsunuz.(...). "Bu Beylerbeyi Camii'nin yor; ardından da "gerginliği tırmandıran" Refahlılar oluyor. hemen yanındaki eski yaİşte size. tipik bir medya çar­ lı(...)otel haline getirildi(...) pıtması. Kasıtlı ve yanlı ya­ Otelin yöneticisi, İstanbul bo­ yınlarla ortamı iyice gerip, ğazının tüm güzelliklerine açı­ sonra da "niçin gerginlik yara­ lan otelin romantik odalarına tıyorsunuz?" gibi suçlamalarda aşıkların gelmesini istiyormuş. bulunmak; derenin altbaşında Ama küçük bir sorun var. su içeri koyunu yemeyi kafası­ Aşıklar sabah erken bir saat­ na koyan kurdun, bahane ola­ te yanıbaşındaki camiden rak "niçin suyumu bulandırı- yükselen sabah ezanı sesi ile yorsun?" demesine benzemi­ uyanacaklar."(Füsun Özbilyor mu? Ama neylersiniz, gen, Radikal, 5.11.96) medya bu; hem suçlu hem de Ah, zavallı radikal laikler, hem de güçlü! _ ne sıkıntılar çekiyorlar şu ülke­ de! Şöyle karın doyası midye­ Laik Yobazların Fobileri: lerini yiyip biralarım bile yuEzan, Çarşaf, Cüppe, Sarık... dumlayamıyorlar! Şu camiler, Hobileri: Meyhane, Bira, şu ezanlar olmasa; bir de şu kara çarşaflı, sakallı cüppeliler Güzellik Yarışması... olmasa, istedikleri gibi tepineŞeytanın "kitle iğfal araçla­ cekler bu memlekette! Ama canım, bu müslümanrı" olarak niteleyeceğimiz medya ve "şeytanın tetikçiliği- lar da çok oluyorlar hani! Ne "ni"-yapan medya şövalyeleri, mi yapıyorlar? Radikal'den iz. ' niçin bu kadar müslümanların ~ leyelim: yaşantısından, giyim-kuşamın"Didim'de muhafazakarlara dan, hatta ibadetinden rahatsız Jıizmet veren 5 yıldızlı Caprice oluyorlar acaba? Bu düşmanlı-. otelin kadınlar plajı... Kapısın­ ğın, bu fobilerin temelinde bir da "fotoğraf makinesi ve ka­ takım bilinçaltı düşünceler, merayla girmek yasaktır" ya­ bastırılmış duygular yer alıyor zan plajda kadınlar kapalı ma­ olmasın? yolar ve streç şortlar-T'shirt18' unvan lerle denize giriyor. Denizden çıkanlar başlarını bağlayıp pardesülerini giyiyor..." (Radikal, 10.11.96) Bizim Caprice Te derdimiz başka, onlarınki başka! Adam­ lar, galiba kamera ve fotoğraf makinalarıyla Caprice Plaj'da şöyle bol bol et manzaraları çekemediklerine yanıyorlar • Sincan'daki, Yozgat'taki ayyaşların, şöyle gönüllerince demlenememeleri de bunların en büyük derdi: "Sincan'da meyhaneler ka­ patıldı. Güzellik yarışmasının yerini Kur'an okuma yarışması aldı. İçmek isteyen Ankara'ya gidiyor. Sincan Belediyesi, seyyar cenaze yıkama otobüsü­ nü de hizmete soktu." (Radi­ kal, 4. 11.96) Şu Sincan Belediyesi de amma tehlikeli işler yapıyor doğrusu! Türkiye gibi laik bir ülkede seyyar cenaze arabası­ nın işi ne! Sonra, akşamcı va­ tandaşların işini niye zorlaştırı­ yorsunuz canım?! Yimpaş da kalkmış Yoz­ gat'taki meyhaneleri, içkili lo­ kantaları satın alıp ıslah edi­ yormuş. (8.11.96). Yimpaş'ın sabıkası(!) bununla bitmiyor: İki yerel TV'yi satın almış; spikerler de tesettüre girmiş. Radikal durur mu? Tehlikeye ilk sayfanın yarışım- işgal ede­ cek biçimde dikkat çekiyor: "Yozgat'ın Fethi" (21.10.96) Uzaydan Gelen Garip Ya­ ratıklar: Müslümanlar! İslami potansiyel, siyasal, medya ekonomik ve entellektüel per- bir pankartta gördüğü Şûra su­ ' de bir başka alışkanlığı bu şey­ formanslarıyla bir anda ülke resinden seçilmiş bir ayeti, giz-^ tani medyanın. Uğur Mumcu gündemine otorup tehlikeli(!) li örgüt kararı zanneden gözü katledilir; "gericiler öldürdü" tırmanışlarını sürdürünce; ma­ dönmüş İslam düşmanlarına diye yaygara koparıkr ve haf­ lum medya, bu nereden zuhur kadar, neler gördük biz! talarca, hatta aylarca "kahrol­ ettikleri belli olmayan acaip Bu sözde aydın tipi, halkına sun şeriat" naraları atılır, Tu­ yaratıkları(!) araştırmaya ko­ öylesine yabancı ve ondan öy­ ran Dursun, Bahriye Üçok, Çe­ yuluyor, mercek altına alıyor­ lesine kopuktur ki, bütün yal­ tin Emeç öldürülür, adres belli­ lar: ' dızlı laflarına, "halkçılık", dir; "şeriatçılar"... Allah aşkı­ "İslami gettolar"ı keşfedi­ "yerlilik" edebiyatına karşın, na, şimdiye dek, bu yalanlar­ yor, giyim kuşamlarından otu­ halkından nefret eder. Hele bu dan hangisi tuttu?! rup kalkmalarına, hatta selam­ halk, inançlarına düşkün ve di­ İşte son örnek: "Musevi laşmalarına kadar herşsyi ince­ ni bütün kesimse iyice küçüm- işadamı Sami Manisa'nın oğlu lemeye alıyorlar. senir, hor görülür. İşte size kü­ İshak Manisa'yı kaçıran kişile­ Örneğin," Şenay Hanım, çük bir örnek: Gazetecimiz, rin İslami Selefe mensup^ ol­ araştırmacı gazeteciliğin en ra­ sanki uzaylılardan, yada yaba- dukları, açıklandı." (Radikal dikal biçimini sergilercesi9.11.96). - . ne, İslami kesimin selam­ Alın size bir örgüt daha! * Gördünüz mü "ciddi laşmada kullandığı bir tür tehlike"yi! Maazallah, cuma 'Nasıl olsa kamuoyu yuparolayı keşfediyor: "Ha­ ' vakti tatil olursa, imam nikahı tar(!?); -. yırlı günler" ya da "Esse­ lamü aleyküm"! (Radikal yasallaşırsa, mayolu afişler so­ Medyanın Şeytanlığı, kaklara asılmazsa laik cumhu­ Boyası ve Foyası 5.11.96). riyetin köküne kibrit suyu Güler misiniz, ağlar mı­ sınız? döktünüz demektir. i Aslında, bizdeki malum medya, ne demokrattır, .ne Ey Allah'ım! Şu ülkede ( "aydın" geçinen, ama halkının nilerden söz ediyor, "Kon­ özgürlükçü,- ne de anti-emper%99'unun mensubu bulundu­ ya'da İstanbul'a taş çıkartan yalist. Ama lafa geldi mi, öz­ ğu din hakkında küçücük bir dey hipermarket" başlıklı ha­ güldük havarisi kesilir; sadece o ayakta kalmıştır, "4.k*uv-" kitap dahi okuma zahmetine berinde: . vef'tir, "Türkiye'nin nefes bo­ girmeyen zır-cahillere ne za­ "Hayatlarında ilk kez oto­ man anlatabileceğiz, basit isla­ matik kapılarla karşılaşan bazı rusudur", ' vs.vs.(9.11.96. mi kuralları. Mesela, "selamü- Konyalılar, açılan kapılara Y.Yüzyıl). Aslmda bunlar, bel-, naleyküm"le "esselamü aley­ korku ile bakıyor... Kırsal, ke­ li holdinglerin nefes borusudur küm" arasındaki farkı?! Gali- simden alışverişe gelen köylü­ ve ABD^nin ya da Batı'nın ,ba"n"(en) defa da anlatsak na­ ler, sırtlarında heybeleri ile "5.gücü"dür; Cemil Meric'in • file! Gazeteci kızımızı da ma­ alışveriş yapıyor." (Yeni Yüz­ tanımlamasıyla "Batı'nın yeniçerileri"dir. Onlar,hapşırırsa* zur görmek lazım; çünkü biz, yıl, 26.10.1996) nice ağabeylerinin ve ablaları­ Ne diyelim! Entel gazete- •, bunlar nezleye tutulurlar.nın îslam konusundaki nice ca­ den,' entel yaklaşım! ABD,<"yeni*soğuk savaş" hilliklerini biliyoruz. "Bu yıl Ha! Az kalsın unutuyorduk; döneminin "umacısı" olarak Kurban Bayramı Hac mevsi­ ellerinde teşbihten başka silahı , İslam'ı ve müslümanları seçti mine tesadüf etti" diye haber olmayan müslümanları her fır­ ya; bizim devşirmeler kovboy­ üreten zavallılardan tutun da, satta "terörist" gibi göstermek dan çok kovboy kesilerek büfc<xsım aralık 1996 19 i- gündem tün silahlarını İslam'a çevirdi­ açılmadığını, ama hükümetin ler: "Müslüman eşittir terö­ 4»aşlattığı çalışmalar sonucu rist"; nerde bir cinayet, terör, 1999'dan itibaren yılda 200 katliam var; yık müslümanla- milyon dolar gelir sağlanacağı­ rın sırtına gitsin. Cezair'de, nı açıkladı. (24.11.96 tarihli Mısır'da ne kadar olay var; gazeteler) Bizim çok bağım­ suçlu aramaya gerek yok; müs- v sız^ !> ve entel bir gazetemiz lümanlar! Hatta işgal altındaki sırf Erbakan'a muhalefet olsun ülkesini kurtarmak için müca­ diye mi, yoksa sömürge aydı­ dele veren Filistinli; o da terö­ nı psikolojisiyle mi bilemiyo­ rist. Dünya terörünün merkez­ ruz, ertesi gün olayı şöyle ha­ leri ise "Sam Amcaları" tara­ ber veriyor: fından tâyin edilmiştir: İran, "Hoca soda tekellerine kar­ Sudan, Libya... şı. "Erbakan, Beypazarı Proje­ ABD basınında bu istika­ siyle ABD'li devlerin egemen­ mette bir haber mi çıktı; ay­ liğini kumaya çalışacak. nen, hatta katkılarda bulunarak . "Uzmanlar, ABD'li tekelle­ iktibas eder bizim besleme- rin engellemesi durumunda dünyanın ikinci büyük trona ler.İşte son örneklerinden biri: "Terörün Merkezi: Tah­ madeni olan Beypazan'nm pa­ ran. Amerikan Time dergisi, zara girmekte zorlanabileceği­ Tahran destekli uluslararası te­ ni ve böylece tüm yatırımın da rörizmi kapak konusu yaptı. boşa gidebileceğini belirtiyor. CIA'ya göre Tahran 17 yıld'a "Uzmanlar, 3 yıl sonra 1 1000'den fazla insanın ölüı-. milyon ton ürünü pazara sun­ iminden doğrudan sorumlu." mayı hedefleyen Etibank'ın bu (Yeni Yüzyıl, 6.11.1996) planının ABD'li devler tarafın­ Time_ yazmışsa, kaynak da dan engellenebileceğini ileri CIA'ysa," onlara göre "el-hsık sürüyorlar. Bu durumda da 380 doğrudur." Hem siz, Amerika milyon dolarlık yatırım boşa babadan daha mi iyi bileceksi­ gitmiş olacak. niz canım! "Erbakan bir taraftan kay­ Dedik ya, bunların bağım­ nak bulmak için hızlı bir "özel­ sızlığı," anti-emperyalistliği, leştirme hamlesi" yapmaya ça­ hatta vatanperverlikleri, sadece lışırken diğer taraftan da.380 laftan ibaret! Buyurun size. bir milyon dolarlık kamu yatırımı­ örnek daha: Biliyorsunuz, geç­ na girişiyor..." (12.11.1996) tiğimiz günlerde Başbakan Gazetenin adını mı merak Necmettin Erbakan, 17 ynl ön­ ettiniz? Şey.. "Amerika'nın ce Beypazarı'nda tesadüfen Sesi"... Pardon... Hillary Clinbulunan trona madeninin, o toh imzalı köşe yazısını görün­ gün bu gündür dış güçlerin ce öyle sanmıştık; meğer Yeni (özellikle ABD'nin) engelle­ Yüzyıl'mış..:) . meleri yüzünden işletmeye Sayın Erbakan, ne işiniz var 20 unvan sizin sodayla, trona madeniy-' le!? Niçin fincancı katırlarını ürkütüyorsunuz? Bakın yerli işbirlikçileri 380 milyonluk ya­ tırımın boşa gideceğini söylü­ yorlar. Hocam en iyisi siz, o parayla "gazocağı imalatha- -. nesi" yapın. Trona ürünlerini de "Amerika babalarından" ucuz fiata alırsınız; hem de hiç başınız ağrımamış olur! Hey gidi, Yeni Yüzyıl'in devrimci kalemşörleri hey! Sevsinler sizin "anti-emperyalistliğinizi"!:. "Demokratlıklarını" ise hiç sormayın! Hani, meşhur generalimiz Silahçıoğlu, Sultanbeyli'nin göbeğine-trafiği altüst-etmek pahasına- bir Atatürk heykeli diktirmişti ya! Hem de Kay­ makama ve RP 'li. Başkan 'a rağmen... Radikal çok demok­ rat!) bir başlıkla .olayı alkışla­ dı; darbe hevesini dışa vura­ rak: "Paşa, Başkan'ı, Hizaya soktu."!!! (11.11.1996) Demokratikliğinizi de sev­ sinler... *** Evet, işte böyle medyamı­ zın hal-i pür-melali... İsterseniz; yazımızı daha fazla uzatarak sinirlerimizi iyi­ ce bozmayalım. Ne dersiniz; bir haftalığına "radikal" ve "entel" takılmak hayli öğretici değil mi? Adam­ ların foyası da boyası da bir-iki gün içinde ortaya çıkıveriyor... soruşturma İnsanî ve İslâmî medya boş bir hayal" Ulvi Alacakaptan Tiyatro sanatçısı Medya fenomenine itiştin aşağıdaki sorularımıza cevap verme nezaketini göstererek vukuf sahibi yaklaşımlarından istifade etmemize imkan tanıyan değerli şahsiyetlere bura­ da bir kez daha teşekkür ediyoruz, h Medya-sermaye ilişkilerinde özettikle I98öflerden, ; itibaren gözlenen bir içice geçme ve tekelleşme 'eğilimi, sizce, yayıncılık anlayış ve ilkeleri üzerinde ne gibi etkiler icra etmiştir? 2. Özel TVlerin yaygınlaşmasıyla birlikte tanışttğımiz "reatity-show"tarda ve haber bültenlerinde yeralan bir yandan şiddet ye vahşet görüntüleri* yürek parçalayıcı manzaralar, öte yandan mahrem alanlara gizli kameralarla tecavüz ve insanların ayıp ve kusurlarının teşhiri hangi amaç ve yayıncüik ilkeleriyle medyada rağbet görmektedir? dı. Belki o gün farkedenler pek azdır ama, şimdi gemi azıya al­ mış gidiyor. Yine kapitalizmle bağlantılı olmak üzere meselenin bir başka cephesi daha var: Duyduğumuz kadarıyla bu büyük medya grup­ ları kendi bünyelerinde finans­ man departmanları kurmuş du­ rumdalar, ki bunun basınla filan pek ilgisi yok. Promosyonla top­ ladıkları parayı bugün dövizde, yarın repoda vb. şekilde değer• lendirmek istiyorlar. Ahlakî açıdan, dinî açıdan, fer Mutlu- bir açıkoturumda, ya­ demokrasi açısından bakmaya Öncelikle sorudan hareket kalkarsak, yani kapitalizm açısın­ edecek olursak şunu diye- v yınlarında pek tiyatrodan, kültür­ den bahsetmediği söylenince dan eleştirmeksizin yaklaşırsak, biliriz ki, bugün medya-sermaye kanaatimce belki yanlış olmayan ilişkileri yok. Sermaye bizatihi, "Onlar neymiş? Onlar bana kaç para getirir?" diye cevap, ama uzak bir noktadan bakmış medyanın kendisi. vermişti ki, kendi mantığı içinde oluruz hadiseye: Tek kutsalı ve tek ereği kâr başarılı bir karşı çıkıştı bu. Amaç kâr olunca herşey mu­ olan kapitalizmden kültür plânın­ Batılı ülkelerde ise para kaza­ bah hale geliyor. Bunu denetle­ da, insanların arasındaki iletişimi nırken pek fazla kırıp dökmeden, yecek mekanizmalan da ya ken­ güçlendirmek babında veyahut yakıp'yıkmadan yapmak duru­ dileri oluşturduğu ya da oluştu­ da insanları bilgilendirmek babın­ rulmasına izin vermedikleri için da herhangi ilkeli bir şeyden sö- , munda kalıyorlar. Belki gönülleri daha kabasını arzu etse de, artık Basın konseyi var, basın khlak zetmek mümkün değildir/Ancak, sistem yerleşmiş, kurumlar, pro­ yasaları var- kağıt üzerinde çok bu bazı ülkelerde daha rafine, da­ fesyonellikler devreye girmiş. güzel kanun ve yasaların yapıla­ ha ince bir şekilde yürütülür, bi­ bildiği ülkemizde, bunların uygu­ zim gibi ülkelerde ise daha vahşi Bizde medya-sermaye özdeş­ lama açısından ne hale geldiği ve kaba saba bir biçimde yürütü­ leşmesi 12 eylül'ün hemen arefeherkesin malumu. lür.' . sinde Milliyet gazetesinin Aydın Doğan'ın eline geçmesiyle, basın Şu an birkaç medya grubu Bundan seneler önce Sabah dışı sermayenin girmesiyle başla­ göz önünde. Fakat diğerleri de gazetesinin yayın yönetmeni -Za­ 1 kasım - aralık 1996 21 soruşturma çok masum durumda değil. Bu bir sistem meselesidir. Eskiden sistem yerine düzen denirdi. Çok yıprandığı için kullanılmaz oldu. Tıpkı kapitalizm yerine artık ser­ best piyasa ekonomisi denmesi gibi. Evet bir serbestilik var; bu da kâr elde etme ve hiçbir kural tanımama serbestisi. Kapitalist te­ oriye göre serbest piyasa ekono­ misinde güya fiyatlar özgürce oluşacakken, burada bazı yayın organları özgürce fiyatını düşüremiyor. Diğer küçük medya kuruluşla­ rı da bir gün büyük olacakları ha­ yaliyle çalışıp çabalıyorlar. Bu­ gün büyük olmamanın getirdiği eksilerden şikayet ediyorlar. Ama haberlerin toplanış biçiminden veriliş biçimine yorumlara kadar mantık olarak çok farklı değil. Hatta ne yazık ki, bizim diyebile­ ceğimiz, inançlı kesimlere hitap eden, ahlaki sınırları olan yayın organları da küçük kalmak zorun­ da kalıyor. Çünkü benim inancı­ ma göre müslüman bir gazeteci­ nin bugünkü bilinen gazeteciler 22 unvan gibi davrana­ rak mesleğini sürdürmesi ancak İs­ lam'dan uzak. 1 a ş ma s ı y 1 a mümkündür. Haber toplar­ ken para ye­ dirmekten ba­ zı imkanlar te­ min etmeye kadar, haberi bazı çevrelerin _ isteğiyle çarpıtmaktan, sansasyon adı­ na düzmece haberlerden düzenlenmiş haberlere kadar gayri ahlaki yollara başvurması gerekiyor. Şayet bunu yaparsa in­ sanların İslamî ve insanî haklarını ihlal etmiş olur; bu da hoş birşey değildir. Ama öbür yandan, her ne ka : dar bazı hassasiyetleri olsa da, okuyucunun kendisi de bu töz du­ man içinde biraz toz yutuyor ve dolayısıyla o da böyle şeyler isti­ yor. , Kapitalizmin gereği olarak, is­ ter gazete olsun ister kuru temiz-, leme firması olsun, büyümeye doğru gitmek zorunluluğu vardır. Bu aslında kendi mantığı içinde de doğrudur. Çünkü bu tip kapita­ list işletmeler giderek fazla üre­ tim yapmak, giderek fazla satmak zorundadırlar. Eğer şu büyüklük­ te muhafaza olalım derlerse de geriye doğru giderler. Bunu da kararnamelerle veya Meclis'te ayarlayamazsınız. Bu tabii büyük olanın doğru olduğu yanılsamasına götürmek­ tedir insanları. Onun için mesela gazeteler "en büyük" "en iyi".. hep "en" diye kendilerini tanım­ lamaktadırlar. Bu elbette hakikati "en büyük" gazetenin söylediği anlamma gelmiyor. Büyümek için her tür yolu de­ nemek, bizim gibi ekonomik ya­ saların bile dünya ölçeğine göre biraz daha vahşice işlediği yerler? de kaçınılmaz oluyor. Büyüdüğü­ nüz zaman da mesela artık doğuş­ tan gazeteciler kalmıyor; dolarla maaş alan gazeteciler ortaya çıkı­ yor. Bir sanatçı olarak bana sorar­ sanız eğer, dolarla maaş alıp da Türk lirasına talim edenlerin ha­ linden anlamak pek kolay olmaz. Artık başyazarlar gazetecilik­ ten almıyorlar o paraları. Devletle ilişkiler, bazı teşvikler Vb. yani benim bile aklımın almayacağı ki biraz kitap okuduğum* için ak: ' lımm alması gerekirdi- işler görü­ yorlar. Medya bugün sektörlerin en kuvvetlilerinden bir tanesi oldu. Mesela hükümetleri belirleyebiliyorlar. Onlar için artık dör­ düncü kuvvet olmak yetmiyor, birinci kuvvet olmak istedikleri söyleniyor. Tabii, herhangi bir eleştiri karşısında da hemen işte "halkın haber alma özgürlüğü engelleniyor" biçiminde yakın. maya başlıyorlar. Oysa ben, basın ahlak yasalarının gayet iyi işledi­ ği, bu tür promosyonların olmadı­ ğı, insanlara "daha ahlaklı" davranıldığı bir basın mekanizmasın­ da bilejıalkın haber alabileceği kanısında değilim. Çünkü dünya genelinde insanların neyi duyma­ sı isteniyorsa ondan haberdar edi­ liyorlar. Ve onlardan, herşeyden haberdar olan, "demokrat", "çağ­ daş" insanlar olmaları isteniyor. İnsan gitgide daha fazla uyan al­ dığında daha mutsuz oluyor, çün- 2 medya denilen şey bu mantığa dayanı­ haberdar ederfeğitmez, eğlen­ kü artık hayata hiçbir müdahalesi yor; yani büyük çapta üretim. Te­ dirir. kalmamıştır. Bugünkü R'uanda levizyon bugün kapitalizmin en Bir parti miting yapıyorsa, katliamı beş yüz sene önce olsay­ büyük üretim aracıdır; bizatihi eğer "bizim TV kanalı"mn des­ dı, çoğumuz bundan haberimiz kapitalizmin yerine geçmiştir. tekleyeceği bir partiyse, ben çeki­ bile olmadan yaşamımızı tamam­ Çünkü bundan daha şeytani bir me gidecek kamera ekibine derim lar giderdik. Bugün benim gözü­ alet icat edilmedi insanların zi­ ki, "zumla çalışın, tele ili çalı­ mün önünde, televizyonlarda, hinlerini, zevklerini, anlayışlarını şın, hadi sizden iyi şeyler bekli­ hergün ölen insanları görüyorum aynileştirmek için. yorum."- Çünkü zum ve tele-obve eğer çok çok katılaşmamışsam "Reality-show"lara gelince; bunlardan etkileniyorum, fakat jektifler görüntüyü yakınlaştırır evet, onlar realiteyle ilgili. Ama ve böylelikle beşyüz kişilik bir yapacak hiçbirşeyim yok. merhum Beheşti'nin deyişiyle mitingi ortasından zumladığınızMedya için çok seyredilmek "realite -yani gerçek- başka bir- da beş bin kişi gibi gözükür. Eğer demek çok kar etmek demektir. şeydir, hakikat başka birşey." aleyhinde isek mitingi düzenle­ Çok seyredilmek çok reklam geti­ Gerçek yaşanmakta olandır; ama yenlerin, bu sefer "geniş açı" kul­ rir. Martin Esslin'in TV adlı kita­ işin hakikati bu değildir. En azın- landırtırız. Geniş açı sujelerle ob­ bında da dediği gibi burada herşey reklamlar içindir. Gös­ jeler arasındaki mesafeyi terilen haberler, eğlence açar ve daha tenha göste­ Şöyle safdilce bir düşünüş var: programları, filmler vs. rir. Bu bir alettir; bunun içine hepsi de ikinci plandadır. . Şöyle safdilce bir dü­ hayrı koyarsak hayrı yayar; şünüş var: Bu bir alettir; "Bunlar reklamların bunun.içine bir hayrı ko­ arasındaki boşlukları şerri koyarsak şerri yayar. Hayır, yarsak hayrı yayar; şerri doldurmak içindir" di­ bu o kadar basit bir hadise değil. .koyarsak şerri yayar. Ha­ yor, Martin Esslin. Tele­ Burada aracın bizzatihi kendisi yır, bu o kadar basit bir vizyonun iyisinin, doğru­ sunun, güzelinin olamaya­ mesajdır. Hem o canavarın bir dişlisi, hadise değil. Burada ara­ cın bizzatihi kendisi me­ cağı kanaatindeyim; kaldı hem de bir melek olacaksınız; sajdır. Bu, böyle işleyen ki islarhîsi olsun. Bu be- • işte bu mümkün değildir. bir canavardır; hem o canim şahsi fikrim değil; . navanri bir dişlisi, hem de . dünyada pekçok ciddi bi­ lim adamı, sanatçı, yazar-çizer..! dan her zaman bu değildir. İnsan­ bir melek olacaksınız; işte bu bü fikirde. Pek çok kitaplar ya­ lar savaşı da televizyondan bili­ mümkün değildir. _ Bilimin; hakkın da hizmetinde, yınlanıyor. Müslümanları gözöyorlar, ahlakı da. Kadın erkeği te­ nüne alırsak, TV onların yeni levizyondan tanıyor, erkek de ka­ şeytanın da hizmetinde olabileceği­ ni düşünmeme rağmen, televizyon oyuncağı. dını televizyon vasıtasıyla tanıyor. konusunda bu» kadar iyimser deği­ Cinsellik tarihin her dönemin­ Genel olarak insanlar dünyada lim; öbür türlü de kullanılabileceği de para etmiş bir iştir. Televiz­ sahte duygu ve fikirlerle besleni­ v kanısında değilim. Seyredilme bi­ yonda çocuk programlarına, çizgi yorlar. Çünkü insanların zevkleri­ çiminden programların yapılma, bi­ filmlerin hemen hemen hepsinde ni, fikirlerini birörnek yapması çimine kadar hepsi biribirini belir­ sahte tanrılar gösteriliyor. Hem lazım medyanın. Üniformalaştırde yarı insan, yarı makina, yarı leyen bir süreç hakim. Burada gü­ ması lâzım. Üniformalaştıracaksızel bir sözü hatırlatmakta fayda tanrı. Yani Eski Yunanlılardan nız ki aynı tabaktan, aynı vazo­ bir gıdım ileri gitmiş'durumdayız. var..Bu sözün sahibi -ki söyleyeni dan yüzlerce, binlerce satasıOnlarınki yan insan, yarı tanrıy­ belli değildir, anonimdir- şöyle di­ nız.Herkes o ürünü aldığı zaman dı; biz bir de makinayı köydük yor: "Şu insanları anlamıyorum. "çağdaş" bir insan, zevk sahibi içine. Makineyi koymamız lazım; Yabancılar girmesin diye evlerinin bir birey olduğuna inanacak. Bu­ kapılarını kapatıyorlar,, sonra çünkü bilgisayar satacağız. , na inanacak ki, kapitalizm yürü­ gidip televizyonlarını açıyorlar." sün. Çünkü "nrass production" Televizyonlar haber vermez, kasım - aralık 1996 23 soruşturma "Medya Islamî değerleri tüketiyor" Abdurrahman Arslan Araştırmacı-yazar sanlar birbaşka şeyi daha tartışAbdurrahman Arslan ile yaptığımız söyleşi konu itibariy- -' maya başlıyorlar: Acaba bu araçların, örneğin gazetelerin le medyayı kendi işleyiş mantığı toplumun sekülerleşmesine bir bakımından irdelemeyi hedefle­ etkileri oluyor mu, olmuyor di ve kısmen soruşturma kapsa­ mu? diye uzun sürecek bir tarmının dışında gerçekleşti. ' tışmanın içine girilmeye başla­ nıyor. Demek ki toplum haberin Yaklaşık 20.yüzyılın başla­ kitleselleşmesiyle birlikte mev­ s rından itibaren elektriğin de ilk cut dinî değerler açisından bu­ defa matbaaya uygulanması so­ nun bir sekülerleşmeye yol açan nucunda büyük oranda gazete bir boyutunun olabileceği husu­ basma imkanına ulaşılmıştır. Bu sunda da ciddi bir takım endişe­ esnada iki şey birden oluşmaya ler taşımaya başlıyorlar. başlıyor: Kitle haberleşme araç­ Burada belki- dikkat çeken ları dediğimiz olgu oluşmaya şeylerden birisi de ilk defa kitle başlıyor; büyük oranda gazete haberleşme araçlarının -ki artık basımı aynı zamanda belirli bir medya olarak tanımlanıyor- ah­ kitleye ulaşma maksadını taşı­ lak ile ilişkileri üzerinde durmak. maktadır. Dolayısıyla bir oku­ gerekmektedir. Tabii ki büyük yucu kitlesi ortaya çıkıyor ki bu oranda dünyanın hemen her ye­ " daha sonra radyoyla ve televiz­ rinde, kültürlerde dikkat çeken yonla dinleyici ve seyirci kitle­ birşey var: Dindar kesimin bi­ sine dönüşecektir. Sonuçta bu rinci derecede mevcut olana ah­ haberleşme araçlarının kitlesellaki açıdan tavır koyması ya da leşmesi, yâni hem insanların onu ahlaki açıdan eleştiriye tabi bunlardan haberdar olurken kittutması. leselleşmesi hem de bu araçların kitleselleşmesi dediğimiz bir ol­ Bizim ülkemizde de bu aynı guyla karşı karşıya geliyoruz. şekilde tartışma konusu oldu. _ Medya ve ahlak ilişkisi üzerinde 20.yüzyılın başlarında bu -belki yeteri kadar olmasa daaraçların ilk yaygınlık gösterdi­ tartışma başladı. Tepkilerin"bü­ ği yer İngiltere'dir. Burada in­ 24 unvan yük çoğunluğu genel olarakmedyanın ahlaka yönelik olum­ suz tavrandın şikayetle başladı, burada üzerinde düşünmemiz gereken şeylerden biri de şu hu­ sustu: Eğer özellikle televizyon, gerçeği yansıtmallkesiyle hare­ ket ediyorsa -ki bütün TV kanalları haber veya drama olarak, yaşanan realitenin gerçekliğini yansıtma iddiasındadırlar- kaçı­ nılmaz olarak mahremiyete mü­ dahale etmek gibi, mahremi­ yeti aşikarlaştırmak gibi bir faaliyet içine girmesi kaçınıl­ maz olmaktadır. Siz eğer aile hayatıyla ilgili bir program ya­ pıyorsanız, bu, kaçınılmaz ola­ rak evin mahrimeyitinin de aşikarlaştrnlmasım getirecektir ki, bu anlamdaki mahremiyet, ge­ nel olarak toplum, kitleye kapa­ lı bir mahremiyettir. Ama tanı­ dıklara ve komşulara açık bir mahremiyet anlayışıdır bu. Fa­ kat siz bunu. ilk defa geniş kitle­ lerin tanıklığına sunmaktasınız ki, bu, zannediyorum mahremi­ yete ilk müdahaledir. Ve bu, müslümanların büyük çoğunlu­ ğunun zannettiği gibi de bu programı yapanların ya da tele- medya vizyonu idare edenlerin ideolo-, jik yapılarından kaynaklanma­ maktadır. Bu, televizyon denen aracın bizzat kendisiyle ilgili birşeydir. Dolayısıyla burada aracın da pek masum olmadığı fikrini ileri sürebiliriz. Bunun da tartışılması gerektiği kanaatin­ deyim. Böyle bir zorunluluktan do­ layı belli bir ahlaki anlayışı kitle iletişim araçlarının her zaman dışlamaları ve görmezlikten gel­ meleri gerekir. Aksi halde, bir ahlak,anlayışı içinde hareket edilirse birçok şeyin haber ol­ maktan çıkma "tehlikesi" var­ dır. Dolayısıyla da siz bazı şey­ lerin gizli kalmasını ahlaken uy­ gun görüyorsanız, onu haberleştiremezsiniz. Bunu yapabilme­ niz için bu ahlaki anlayışı dışta tutmanız gerekir. Dolayısıyla da ilk defa ahlak ile bu programlan : yapanlar arasında bir çelişki doğmamaktadır. İslam'ın ahlakı ile bizatihi bu araçların kendisi arasında ve araçların yüklendiği bir"bakıma ideolojik yapı arasın­ da bir çelişki olduğu kanaatin­ deyim. Sadece kullanan kişinin amacı doğrultusunda kullanaldığını söylemek, belki görünüşte öyle olsa bile, son tahlilde bu mümkün değildir. Her şeyden önce biz o aracın kamerasını kullanırken bile belirli bir yer­ den taraf olarak görüntüyü bize yansıtmaktadır. Mahremiyet aşikarlaştınlması, hayatın gerçek­ lerini insanlara aktarma amacı gibi çok masum bir amaçla orta­ ya çıkmaktadır, ki hiç de masum olmadığı kanaatindeyim. Özellikle görüntüyü esas alan araçların, programlarında değişik olanı sunmak gibi bir mecburiyetle­ ri de söz konusudur. Dolayısıyla burada dikkatimizi çeken •'. önemli bir nokta daha ortaya çıkmaktadır: Değişimin bizzat ken­ disi bir değer haline gelmektedir. Oysa bu değişimin pozitif mi, negatif mi olduğu hususu tartışılmamak^tadır. Önemli olan bizatihi deği­ şimin kendisini ekranlardan sunmaktır. Bu anlamda bizzat değişikliğin bir değer olarak or­ taya çıkması, toplumsal ahlak açışından, toplumsal ilişkiler açısından trajik bir noktadır. . Marjinal olanı, toplumun hastalıklı unsurlarını anlatırken toplumu hasta eden bir niteliği vardır bu programların. Özen­ dirme, teşvik etme, yapılma biçimini kolaylaştırma ... diye sayabiliriz. Toplumda mevcut bir hasta­ lığı anlatayım derken aynı za­ manda o toplumu hastalıklı hale getirerek anlatmaktadır. Dolayı­ sıyla burada anlatım, bir anlat­ ma olarak kalmamaktadır. Şiddet ve cinsellik unsurları­ nın yaygın şekilde kullanılması, kitlenin ilgisini çekme ve deği­ şik şeyler sunma amacından kaynaklanan bir hadisedir. Bu elbette bizim gibi ülkelerin ira­ delerinin de dışına taşmaktadır. Çünkü bütün bu programların birçoğu dışarıdan satın alınmak­ tadır. Dolayısıyla biz şiddet içermeyen programlar yaparız demek, teorik düzlemde müm­ kündür, hatta pratikte de müm­ kündür; fakat siz bunu bir süre denedikten sonra topluma yeni ve değişik olanı sunduğunuzda belki on-onbeş yıl gecikmeyle yine bugünkü şiddet filmleri gi­ bi birtakım filmler ya da kendi tanımınızın dışında, şiddet içe­ ren programlar yapmanız zorun­ luluk haline gelecektir. Çünkü Batı'da gelişen çizgi onları bu noktaya getirdi: _Televizyonlardan önce rad­ yolarla başlayan maceramızın bugün geldiği noktada baktığı­ mızda, dün ahlaksız olarak bul­ duğumuz birçok şeyi artık bu­ gün radyo-TV programının bir kaçınılmazı, bir gereği olarak düşünmeye başlamışızdır.' Bu­ nun böyle olacağını söylemek pek kehanet gerektiren birşey değildir. • - Burada insanlığın görüritüsel bir tüketim hastalığına da yakalandığını söyleyebiliriz. Bu süreçte kitleye devamlı" olarak değişik olanı vermek zorundası­ nız. Çünkü o yeni olan şeyleri tüketmek istemektedir. Böyle bir aşamada onun ahlaki olup olmadığı artık önemli değildir. Müslümanlar mesela sanat olgusunu tartışmadıkları gibi, belki de zamansız yakalandıkla­ rından'dolayı, televizyonun biJcasım'- arahk 1996 25 soruşturma manlann tüketim ve beğenisine şarkisini çalmasını" istemişti! zatihi kendisini de tartışmadılar. . Kanaatimce İslamcı söyle­ sunulmaya çalışılmasıdır. Bütün Kanaatimce bu şimdiye kadar bu geçmişe ait birikinin Batı'da- İslam tarihinde görülmemiş birmin ciddi problemlerinden birisi ki anlamında bile olsa çok yete­ şeydir. Hiçbir peygamber insan­ de şudur ki, müslümanlar genel nekli insanlar tarafından bugüne ları İslam'a def çalarak çağırmaolarak araçlara bir anlam ve de­ aktarılabildiği kanaatinde de de­ mıştır. Kur'an bize böyle birşey ğer yüklemediler. Onların biza­ ğilim. bildirmiyor. Dolayısıyla "hida­ tihi kullananlar tarafından kötü kullanıldığını iddia ettiler. As­ Burada iki problem vardır: yetten uzaklaşanlar için bir şar­ lında bunda bir doğruluk payı Aracın bizatihi kendisinin değer kı" istemek, çok tipik, bugün vardı; fakat hakikatin kendisini yüklü olması ve önünüzdeki kit­ rastladığımız tüketim toplumu­ yansıtmıyordu. Bugün de öyle­ lenin beklentileri. Değişikliğe nun İslam formu içerisindeki bir tezahürüdür. dir. Birçok İslamî program da yaparak insanları- aptal­ Müslümanlar yazılı ve sözlü Müslüman radyo ve TV laştırmanız, tüketici haline kültür geleneğini bırakarak tele­ yayıncılığı maalesef, hayata dönüştürmeniz mümkün­ geçirilmesi gereken İslamî vizyonlar sayesinde, görüntülü dür. Dolayısıyla değerden değerlerin koflaştırılmasına bağımsız araçları düşünme­ kültür geleneğine geçmeye başla sebebiyet vermiştir. Mahre­ dılar. Dolayısıyla artık öğrendi­ miyeti fazla kaale almayan nin pek de mümkün olama­ yacağını bugün çok daha iyi ğinin hayatta bir karşılığını bul­ yayınlar haya duygusunu anlıyoruz. zayıflatmıştır. Aile içindeki mayı düşünmeyeceklerdir. ilişkiler zincirini sıradanBatı'da gelişen ..sanat, Öğrendiğini yaşamanın bir değe laştırıp rasyonelleştiriyor, özellikle Hıristiyanlık tarihi ri olmayacaktır. Çünkü artık parçalıyor. Bazı değerler boyunca eldeedilmiş bütün seyredilen bir kültür sürecine vardır ki iletinin konusu ya­ kazanımların modern dö­ pılamaz. Müslümanlar ya-, nemle birlikte yeniden yeni girmişlerdir. Özelikle bazı tele­ kalıplar, yeni araçlar ve yeni vizyon programlarında siyaset, zıh ve sözlü kültür gelene­ ğini bırakarak televizyonlar amaçlar için bir bakıma ye­ İslam gibi konuların tartışılma­ sayesinde, görüntülü kültür niden değerlendirilmesidir. sından dolayı düşünceyi de gö­ geleneğine geçmeye başla­ Bizde de radyo, televizyon rüntü kültürünün üzerine kur-? dılar. Dolayısıyla artık öğ­ ve sinemayla birlikte buna benzer bir sürecin başladığı­ mak gibi çok yalın ve kökleri ol­ rendiğinin hayatta-bir karşı­ lığını bulmayı düşünmeye­ nı söylemek mümkün. Biz mayan bir düşünceye de sahip ceklerdir. Öğrendiğini ya­ de bin dörtyüz yıllık tarihi­ olmaya başlamışlardır. şamanın bir değeri olmaya­ mizdeki bütün birikimleri, caktır. Çünkü artık seyredi­ bütün "ideolojik" beklentile­ len bir kültür sürecine girmişler­ rimizi bugünkü sanatın insanları susamış bir kitlenin taleplerini dir. Özelikle bazı televizyon ve araçlarıyla yeniden kullanmak her zaman karşılamak, İslam programlarında siyaset, İslam istiyoruz. Aslında burada kulla­ adına, mümkün değildir. Esasen gibi konuların tartışılmasından nılan bizim birikimimiz değildir. böyle bir talep durumunun her Bizim birikimimizin bugünkü zaman meşru olduğunu da söy­ dolayı düşünceyi de görüntü kültürünün üzerine kurmak gibi amaçlar ve araçlar bağlamında lemek mümkün değildir. sanat tarafından kullanılmasıdır; Bundan bir zaman önce bir çok yalın ve kökleri olmayan bir geçmişinden kopuk, ama büyük özel radyoda şöyle bir olaya ta­ düşünceye de sahip olmaya baş­ oranda tüketen bir, kitle Qİmaya nık olmuştum: Genç bir kız, lamışlardır. Kitapla düşünmek aday, hatta ona doğru ilk adımla­ diskjokeyden "Hidayetten'sa­ çok daha köklü ve kadim bir tarzdır. rını atmış bir kitle olan müslüpanlar için falan adamın filan 26 unvan soruşturma 66 Toplum ve medya: Kapağını bulan tencere" Abdurrahman Dilipak Gazeteeci-yazar Medya denilen hadise, sonuçta bir üründür. Bir ürünü gerçekleştirmenin de bir maliyeti vardır. Bu maliyet-de son yıllarda giderek arttı. Artık yerel gazeteler ve amatör dergi­ lerle yayıncılık işi yürütülemi'yordu, Dev yatırımlar gündeme geldi. ' Türkiye'de medya dendiğin­ de iki grup akla geliyor: Doğan ve Dinç Bilgin grubu. Bunlar Türkiye'deki hem "r.ating"in hem de günlük gazete, trajmıh yüzde 70'ini tek başlarına elle­ rinde tutuyorlar; tröst oluştur-; dular; dağıtımın tamahımı de­ netliyorlar. Sermaye, siyaset ve medya arasında bir kan bağı, bir bü­ tünlük var. Ama birkaç yü içe­ risinde internetin devreye gir­ mesiyle yeni bir medya anlayışı ortaya çıktı ve maliyetler çok 1 Gizli kamera ve insanların kusurlarının teşhiri kuşkusuz hem gayri ahlaki hem de hukuka aykırı. Fakat sonuçta insanlar bunu izliyorlar ve merak /• ediyorlar. Kapıları dinleyen insanlar bu program­ larda ekrana kulağını yapıştırıyor ve bundan sadist­ çe bir zevk de alıyor. Kendi yapamadığı şeyi, <.; beklentilerini orada görünce buna destek veriyor. Demek ki sadece medya değil, bu medyaya destek veren, bu "rating"leri yükselten toplumda da bir anomali var. hızlı bir şekilde düştü. Ancak bu Türkiye'de yeteri kadar yaygınlaşmadığı için, şu anda ser­ mayenin medya üzerinde dene­ timi çok ağırlıklı. Ve şu anda bunun mevcut yapıyla aşılması da müiüikün gözükmüyor. Med­ yanın Jbir yandan kamuoyunun taleplerini iktidara yansıtmak gibi biı görevi var, bir yandan da kamuoyu oluşturmak gibi bir görevi var. Medya patronla­ rının da belli bir siyasi tercihi var, iktisadi yatırımları var, ' ideolojik tercihleri var. Bunları ^ topluma yansıtıyor; kamuoyu oluşturuyor. Eğer basm sağlıklı bir şekilde oluşmamışsa, siya­ set de sağlıklı bir şekilde oluş­ muyor. Yatırım ve tüketim de sağlıklı bir şekilde teşekkül et­ miyor. , kasım - aralık. 1996 27 soruşturma etti. Böylece tencere ile kapak arasında bir uyumsuzluk yok. Peki yanlış kimde? Yanlış, aynı.anda halkta ve medyada. . Biribirlerini üreti­ yorlar. '2 layış hakim oluyor. Bu tabiî ki bir hukuk devleti için çok bü­ yük bir zaaf, çok tehlikeli bir süreçtir. ' Aynı şey gazetelerde de mevcut. İşte "gelir, kulağını çe­ kerim, haa! Muhtar!... " filan gibi üsluplarla çok okunan bü tür köşeler giderek "realityshow"lara dönüştü. Zaten gaze­ te, bizim televizyonların arka bahçesidir. Gizli kamera ve insanların kusurlarının teşhiri kuşkusuz hem gayri ahlaki hem de huku­ ka aykırı peyler. Fakat sonuçta insanlar bunu izliyorlar ve me­ rak ediyorlar. Kapılan dinleyen insanlar bu programlarda ekra­ na kulağını yapıştınyor ve bun­ dan sadistçe bir zevk de alıyor. Kendi yapamadığı şeyi, beklen­ tilerini orada görünce buna des­ tek veriyor. Demek ki sadece medya değil, bu medyaya des­ tek veren, bu "rating'leri yük­ selten toplumda da bir anomali yar. Ama ben yine de bu "rating"lerin çok sağlıklı olduğunu düşünmüyorum. İnsanlar gaze-' teleri alırken de, akşam geç va­ kitte olan olaylan, daha yüksek tirajlı gazetelerden, daha büyük gazetelerden öğrenmeyi tercih ediyor; çünkü onlar daha fazla haber veriyorlar. insanlar, me­ sela mahalle kadınları da bir ara­ ya geldiklerinde kendi aralarında ay­ nı "reality-show"lan . oynuyorlardı. Onla­ Birtakım televizyon "ra- rın günlük hayatlarıyla bu prog­ ting"lerine bakıyorsunuz; en ramlar biribirlerine çok benzi­ yüksek "rating"ler en düşük se­ yor. Zaten televizyon, toplumda­ viyede kültürel muhtevaya sa­ ki bu anomaliyi tekrar ekranahip olanlardır. Ya da magazin yansıtıyor. Bu bir bakıma iyi. ağırlıklı, ajitasyona dayalı, . Bizler toplumda yaşanan dramın olayların sonuçlarını tartışan nasıl bir rezalet olduğunu görü­ bir gazetecilik ve basın anlayışı yoruz. Ama bunu örnekleyip ortaya çıktı. Bu tabii ki toplu­ yaygınlaştırıyoruz. Bir gecekon­ mun geleceği açısından çok du faciası, kızının ırzına geçen sağlıklı değil. Çok basit bir söz baba senaryoları, koşan, bağıran var: Basit insanlar insanları tar­ çağıran kimseler... bundan insan­ tışırlar, biraz gelişkinler olayla- • lar vicdanen tatmin oluyorlar, rı tartışırlar, akıllı insanlar ise sorunlarının çözüldüğünü düşü­ kavramları tartışırlar. Biz sade­ lüyorlar. ' ce olayları ve sonuçlarını tartı­ Halbuki onbinlerce örnekten şırız. bir örneğin üzerine gidiyorsu­ • Bu piyasa kendini dengeler nuz ve onu da çok farklı biçim­ diye bir düşünce var. Gazete, ga­ de çözüyorsunuz. Hukukî, zetecilerin elinde değilse okuyu­ mantıkî, ahlakî, tabiî bir süreç cular da bu gazeteyi almaz diye içerisinde çözmüyorsunuz. Problem çqk yönlü. Tek bir düşünüyorduk ama, insanlar de­ Medyayı bir silah olarak kulla­ • sorumlu yok. Tek bir sorumlu terjan kuyruklarına girdiler. Ten­ nıp sorumlu gördüğünüz kişile­ olsaydı, toplum direnir, çalışan- , cere alanlar, bunun yanında bir re hem yargı, hem infaz, hem lar ve kurumlar direnir ve bu de gazete aldılar ve sonuçta bu savcı edasıyla yaklaşıp "çöz­ anomali aşılabilirdi. Ama- biri durmu desteklediler. Basın da bu düm" diyorsunuz. Nasıl çöz­ yapıyor ve ötekiler de onü des- • toplumun bir parçası. Basın ken? dün? Ben çözdüm! Böylece tekliyorlar. Bir suç ortaklığı, : dini kötü bir örnek olarak toplu- kendi kendisine hukuk üreten, yani kollektif bir suç var or­ ma sundu, toplum da bunu kabul kendi normlarını koyan bir an­ tada. 28 ümran soruşturma "Medya: Bir hayal dünyası!" Cevat Özkaya Dayanışma Türkiye'de gazetelerin sermayeyle ilişkileri baş­ langıçtan itibaren hep farklı bir biçimde olagelmiştir. '83'ten iti­ baren ekonomik yapının da de­ ğişmesiyle, Özal'ın bir transfor­ masyon meydana getirme çaba­ sından sonra bütün toplumsal di­ namiklerde olduğu gibi, başında da bir değişim ve dönüşüm mey­ dana geldi., Sermaye ile basın daha önce de yakınlık ilişkisi içindeydi. Ya­ ni filan basın filan sermayeye ya• kin olabiliyordu. Basın sermaye- darları genellikle basın mesleğin- den gelen insanlardı. Mesela Simavi basın geleneğinden geliyor­ du. Bunun bugünküne nazaran iyi bir tarafı yardı: Gazetecilikten anlıyorlardı, kendilerine göre birtakım ilkeleri vardı. Dejene­ rasyonun sebebi olmalarına rağ­ men ortaya birtakım ilkeleri ko­ yuyorlardı. Daha sonra oğlu Hal­ dun Simavi birbaşka basın gru­ bunu, Günaydın'ı kurdu. Erol Si­ mavi Hürriyet'te devam etti. Karacanlar bir başka basın grubuy­ du. Kemal Ilıcak, başından itiba. ren basında çahşiyordu. Yani bu dönemlerde basınla iştigal bir ai­ 1 le mesleğiydi. " ' . Fakat bilhassa '80'lerin so­ nunda, '90'lann başında meyda­ na gelen olay, herhangi bir yerde sermaye kazanmış diğer patron­ ların doğrudan doğruya basın"patronu haline gelmesidir. Artık bu dönemde gazeteler "body-guard" gibi kullanılmaya başlandı. Medya herhangi bir sermaye gru­ buna yakın birşey olmaktan ziya­ de, bir grubun organı haline gel­ di. Bir grubun içindeki bir şirket haline geldi. , • Basın, serbest piyasa ekono­ misi diye birşeyi savunuyor. Pe­ ki, Doğan grubundaki bir gazete­ cinin Sabah grubuna gitme ihti­ mali veya bunun tersi bir ihtimal yoksa bu ilkeleri nasıhsavunabilirler? Medyanıri'yüzde 80'i bu iki grubun denetiminde. Bu "ne , demektir? Bu iki gruptan ayrılan bir basın emekçisi büyük ihtimal­ le işsiz kalacak demektir bu. Bnu kullanarak hem onların serbest çalışma özgürlüğünü kısıtlamış­ lar, hem de o kısıtlamayı bu in­ sanlara savundurmaktadırlar! Bu­ rada özgürlük diye birşey arama­ nın imkanı yokr Medya içinden buna başkaldıran çıkmadı henüz. Vakfı Bşk • Ayrıca bir de yükseltilmiş ha­ yat standartları söz konusu med­ ya içinde. İnsanlar bu yüksek ha­ yat standartlarından, kolayca vaz­ geçemiyorlar. Dolayısıyla med­ yanın bu konuda çok fazla doğ­ ruları yazabileceğini düşünmek pek doğru değildir. Dolarla maaş alan, açık çekle dolaşan yazarlar­ dan,"" başyazarlardan bunu bekle­ mek mümkün değildir. Basın özgürlüğü adına talep edilen şey aslında bir ayrıcalık­ tır. Alınmış kredilerin, hiçbir işe yaramayan kamu bankası reklamlanyla ödenmesi, zaten zarar eden kamu kuruluşlarının reklamlarıyla ödenmesi ayrıcalığı­ dır. Bu, bir saadet zinciridir. Fik­ ri özgürlüğün kısıtlanması herke­ sin zararına olacak birşeydir; ama emeğin karşılığı olmayan bu tür saadet zincirlerinin de kı­ rılması gerekmektedir. Bu kredilerin hem kendisi hem de ödenme biçimi son dere­ ce ucuzdur; adeta hiçbir bedel ödememektir ödenme biçimleri. Emlak Bankası 50 veya 100 mil­ yarlık bir ilanı filan gazeteye ve­ ya televizyona verir. Niçin verir böyle bir ilanı? Emlak gazetesi^ kasım - arahk 1996 29 soruşturma lin hepsi aynıdır ve şablondur; sadece ufak tefek kelime değişik­ likleri vardır. Mesela "zavallı ka­ dın çocuklarıyla beraber oturur­ ken birdenbire içeri girdi ve işte Bunların rağbet görmesi­ bilmem ne yaptı.." biçiminde bir nin tek bir ilkesi var: "Ra­ anlatıma bakalım. Burada öldür­ ting". Peki niçin "rating"? Çün­ meyi elbette müspet karşılaya­ kü basında ustalann. söylediğine mazsınız. Ama niçin öldürdü? O göre "kötü haber iyi haberdir." zavallı kadın ne yaptı? Bunların^ . Kötü haber çok "rating" alan nasıl algılanması lazım? .Toplum hberdir, çok izleyici, çok okuyu­ içinde bu olaylar niçin meydana, cu toplayan haberdir. Çün­ geliyor? Bütün bunlann ce­ kü' insanlar alelade şeylerle, " vabı, arka planı ortada yok. Basın özgürlüğü adına fazla kendilerini düşündür- . Ekranda zavallı bir kadın ve meyecek şeylerle uğraşmayı kan görüyorsunuz. Üç ya­ talep edilen şey aslında bir severler. şında, beş yaşında, babası ayrıcalıktır. Alınmış kredilerin, tarafından Hâlbuki Kur'an "çirkin annesi öldürül­ hiçbir işe yaramayan kamu hayasızlıkları yaygınlaşmüş ve zaten şoke uğramış, o cinayeti görmüş bir çocu­ • tırmayın" der. .Mesela çok bankası reklamlarıyla ğu ekrana çıkarmanın amacı insancıl gözüken, sunucu­ ödenmesi; zaten zarar eden ne olabilir? "O çocuğu önce nun gözyaşları dökebildiği bir programda biribiriyle kamu kuruluşlarının reklamla­ ben ekrana çıkardım" di­ yebilmek mi? • evlenmiş iki kızekrana ge­ rıyla ödenmesi ayrıcalığıdır. Bu noktada Fransız dü­ tiriliyor. Bu istisnai ve yayBu, bir saadet zinciridir. şünür Baudrillard'ın söyle­ gınlaştırılmaması gereken bir hadise, bir sapmadır. Fikir özgürlüğünün kısıtlanma­ diklerini hatırlamakta fayda var, Kitle bundan birkaç se­ Burada yapılan, "çirkin ha­ sı herkesin zararına olacak ne önceki kadar medyayla yasızlıkların yaygınlaştırılmasıdır." "Böyle bir gerçek birşeydir; ama emeğin karşılığı ilgili değil'. Evet izliyor; fa­ olmayan bu tür saadet kat medyaya güvenmiyor, . var, insanlar haberdar olma­ onların doğru olduğuna lı" deniyor. Bu kimin gerçe­ zincirlerinin de kırılması inanmıyor ve kitle olarak ği? Niçin gerçek? Niçin in­ gerekmektedir tepki vermiyor. Baudrillard sanlar böyle bir "gerçek"i şunu söylüyordu: bilmek zorunda olsunlar? "Daha önce idare edenler Bunun haber değeri nedir? Beni yor" biçimindeki bir savunma niçin ilgilendiriyor? Medya sade­ gerçekçi değildir. İnsanlar, onla­ kitlenin tepkisini absorbe etmek ve onu sıfıra indirmek için uğra­ ce insanların ilgi alanlarına hitap ra daha insani çehreli bir dünya etmemektedir; aynı zamanda ilgi takdim etmeye çalıştığında izle­ şırlardı. Ama kitle öyle bir hale de oluşturmaktadır. Hatta daha miyorlar mı? . geldi ki, ne verirseniz verin ye­ rinden kıpırdamıyor; adeta ka­ ziyade yaptığı budur. Mesela Esenler'de bir adamın : inattaki karadelikler gibi herşeyi üç kişiyi öldürdüğünü, onun ço Dolayısıyla medyada yer alan çuklannı ekranlara çıkararak an­ içine alıyor. Şimdi ise yönetenler şeylere baktığımızda, bunların latmanın topluma ne yararı olabi­ kitlenin tepki vermesini istiyor­ belki yüzde 70'i gerçekle ilgili lir? Ve anlatırken de olayın de­ lar. Fakat kitle tepki vermiyor." değildir. Gerçekle ilgili olmayan rinlemesine bir boyutunu anlat­ Bu karadelik kimi yutacak, o , şeyleri insanlara izletiyorlar. mış olmuyorsunuz. Bu tür dra­ belli değil. Türkiye'de vuku bul­ Onun için denilir ki, medya dünmatik hadiselerde kullanılan di­ maya başlayan da budur. ._yası bir hayal dünyasıdır ve in­ ilan vermediği zaman ev mi satamamıştır? Hayır, sebep bu değil. Zira ödemeler bu şekilde yapılı­ yor. 2 3 0 umrcuı sanlar o hayal dünasında yaşatı­ lırlar. Yöneticiler ise -ki bu an­ lamda Holywood bir yöneticidirbu hayal dünyasında yaşamazlar. O hayal dünyasında başkaları ya­ şar. İdare edilecek durumda olan­ lar yaşıyor o hayal dünyasında. Medya kapitalizmden, serma­ ye ve paradan bağımsız değil. Medya aynı zamanda bir ihtiyaç oluşturma aracıdır da. Yani "halk bunları, bu tür programları isti-^ • soruşturma Düşünce özgürlüğü medyanın tehdidi altında" Ahmet Tezcan / Soruda belirtildiği gibi '80'den sonra basın kuru­ luşlarının sahibi pozisyonunda, bu mesleğin içinden gelmeyen" birtakım holding sahipleri görül­ meye başlandı. Bu kimselerin birinci derecede basın organları­ nı almalarının sebebi kendi işleri için bir güç oluşturabilme istek­ leridir. Adı üstünde: Medya bir güç. Dördüncü kuvvet diyoruz. •Kuvvet kısmı kesin, ama dör­ düncü mü, birinci mi, burası belli değil. Bu sermaye grupları­ nın medya kürüluşlarihı satın al-" maya başlaması, özellikle Asil Nadir'in Türkiye'ye gelerek üç : ' dört gazete birden sahibi olması, medyada bir tekelleşme olgusu­ nu başlattı. .•'.•'Temelinde gazetecilik, halkı bilgilendirme amacıyla başlan­ mayan bir işin tekelleşmeye dö­ nüşmemesi mümkün değil, eğer önünüzde birtakım yasal "engel. ler, prosedürler yoksa. Maalesef Türkiye'de böyle bir boşluk doğdu ve bir kişi üç dört gazete, sekiz-on dergi, birkaç televizyon sahibi oldu. Bu tabii bir grup 1 - - anlayışını ortaya çıkarıyor. Grup anlayışı nedir? Eğer bir gruba, diyelim ki Doğan Gru­ bu'na. bağlı bir gazete ilk çıktı­ ğında diğerlerinden biraz farklı gibi görünse de, diğer gazetele­ rin önünü kesecek onun asıl ga­ zetesi hangisiyse onun önünü kesecek haberler yaptığınız za­ man içerde kıyamet kopar. Ve dolayısıyla o gruba bağlı gazete­ ler ve bu gazetelerde çalışan ya­ zarlar biribirini eleştiremez. İşte bû, söz tekelini oluşturu­ yor. Bu söz tekeli daha sonra gi-" derek bir personel ambargosu­ na dönüştü. Ne yazık ki, işsiz kalırım endişesiyle buna sesini çıkaramayan basın mensupları kendilerini bir manipülasyon fırtınasının içinde buldular. Bu­ gün köşe yazılarından bulmaca­ lara varıncaya kadar manipülas,yonun yeralmadığı hiçbir sayfa, kalmadı. Atılan manşetler, yapı­ lan yorumlar., hepsi o holdingin ticari çıkarları doğrultusunda şe­ killenmeye başladı. Gerek poli­ tik, gerekse sosyal konulara ve hatta televizyon sayfalarına dahi • / • • TV program yapımcısı yansıdı bu durum. Ve öyle bir anlayış ortaya çıktı ki, bazı tele­ vizyonların günlük yayın akışla­ rının televizyon sayfalarında ya­ yınlanması için dahi yönetim kurulu karan çıkması icapetti. Böylesi bir yapılanma içerisinde zaten basın özgürlüğünden bâh-' sedebilmek mümkün değil. Ba­ sın özgürlüğüne en büyük engel siyasiler değildir bence. Şu gün­ lerde en büyük engel gazetecile­ rin bizzat kendileridir. Basın öz­ gürlüğünün önünü tıkayan yine basındır. Demokrasi ve özgür­ lük arayışlannın örice basın içe­ risinde olması gerekir ki, daha sonra bunu topluma teşmil ede­ bilelim. Maalesef medyanın kendi içinde bir demokrasi yok. Patronokrasi söz konusu. Pat-' ronun dediği olur anlayışıyla ya­ zılar yazılıyor, haberler buna göre düzenleniyor. Şu anda iki büyük grup ha­ kim. Ama iki büyük gruptan biriçok daha yaygın vaziyette: Do­ ğan grubu. Yani medyanın şu anda imparatoru Aydın Doğan". Onun dediği olur; kendisine rakasım- aralık-1996 31 soruşturma - sunun, medyadaki sermaye yapıkip olarak görünen Dinç Billanışının ta kendisidir. Bunun gin'in çıkışları ise belli bir yere önüne geçebilmek için bir antikadar geldi ve ondan sonra dur­ kartel yasasını işletebilmek la­ du; durmak zorunda kaldı. Hat­ zımdır. Rekabet kurulunu bir an ta işbirliği yapmaya kadar gitti­ önce oluşturabilmek, medya ile ler, kendi aralarında bir centil­ politika arasındaki para musluk­ menlik anlaşması imzalayarak larını kapatmak lazımdır. Özel­ eleman geçişine mani oldular. likle jnedya kuruluşlarının mali Yani elemanlarına iş kapılarını yapısmı şeffaflaştırmak ve özel­ kapattılar. Ve bu arada bir tröst likle bankalarla olan ticari ilişkioluşturdular. Mesela biz burada lenini sır niteliğinden çıkartmak program yapıyoruz. Basın öz­ lazımdır. Bunu yapmazsanız bir­ gürlüğü ya da medyada tekelleş­ takım gizli-kapaklı işlerin önünü me gibi konularda kendilerine kesemezsiniz ve dolayısıyla ha­ -davet gönderdiğim zaman asla berlerin içindeki manipülasyon yanaşmıyorlar. "Biz" diyorlar unsurlarını temizleyemezsiniz. "ya Kanal D'de çıkarız ekrana, ya da ATV'de." Yani kendin pişir kendin ye zihniyetiyle, Medyadaki şiddet olgusu. sen sor sen cevâpla'tekniğiyle insanların içindeki birta­ yürütüyorlar işlerini. kım duygulardan kaynaklan­ maktadır. İnsanda şiddet vardır, Şu anda özgür bir basından, bağımsız bir basından söz etmek . şehvet vardır. Şiddet ile şehvet biribirinin ikiz kardeşi gibidir. mümkün değil.Bunun,sebebi de Biribirine dönüşebilirler, biribikanunlar değil, politikacılar de­ rine çok benzerler. Şiddet arttığı ğil, medyadaki tekelleşme olgu- 2 32 unvan zaman şehvete dönüşür;"şehvet arttığı zaman da şiddete dönü­ şür. . Özel televizyonların peşpeşe çoğalması aralarında bir rekabet % savaşına yolaçü. İnsana yatırım yapmıyorsunuz, binalara yatırım yapıyorsunuz. Habercilik peşin­ de kaçmıyorsunuz; haberci yetiştirmiyorsunz. Asli fonksiyo­ nunuzu icra etmiyor.-'buriun ya­ raşıra işi fındık-fiştık yansı hali­ ne dönüştürüyorsunz. Elde ye. terli materyal yok; yeterli insan yok. Durum böyle olunca en ko­ lay işe başvuruyorlar ve insana rın şehvet ve.şiddet duygularını harekete geçirmeyi planlıyorlar. Bir zamanlar kırmızı noktalı filmler vardı -ki şimdi yine varinsanlann cinsellik duygularına hitap eden, onlan şehvete geti­ ren birtakım görüntülerle "rating" toplamaya başladılar. Bu "rating" sadece reklam alabil­ mek amacını taşıyordu. Vatan­ daşı ilgilendiren birtarafı yoktu. Sonra bu bir furya halinde geldi . geçti; arkasından kanlı görüntü­ ler ekranı kapladı. Bu kanlı görüntüler insan­ larda bir dehşet duygusu yarattı. Bu dehşet duygusu fazlalaştığı zaman hazza dönüşür. Bunu is­ tismar etmeye başladılar, ki bü-" tün dünyada yapılagelmiş birşeydir. Ama birtakım ülkelerde bunun önünü kesmek için lıala çalışmalar devam ediyor. Bir furya halinde, biribirinin kopya­ sı programlar peşpeşe gelmeye başlayınca bu da. gına getirmeye başladı. Doç. Dr. Nurdoğan Rigel'in "çocuk ve şiddet" konulu bir çalışması var. Oradaki araştır­ maya görejise cinayetlerinin ar : medya tıyor olmasının arkasında tele­ misyon yattığına inanmıyorum. zaman bunu ekrana getiriyorsak, vizyonlardaki şiddet unsuru bu­ Bu hemen hemen bütün televiz­ bu, haysiyetsizliğin üstüne tüy dikmek demektir. Birtakım in­ lunmakta, v yonlar için geçerlidir.' Bir ikincisi, insanın çaresizli­ Gizli kamera RTÜK kanunu­ sanların pozisyonları itibariyle ğine, insan unsuruna karşı seyir­ na göre yasaktır. İzin alınmadan bu tür sapkınlıkların gündeme cinin duyarsızlaşmasına sebep gizli kamerayla çekim yapılması gelmesinde -önünü kesmek- için oluyor. Yemek yerken katledil­ yasaktır; hiçbir açık kapı da bı­ fayda vardır. "Eğer p insan kendi­ miş insan görüntüleri seyredi­ rakılmamıştır. Uygulamada bu­ sini birtakım maddi ya da mane­ yorsunuz ve rahatlıkla yemek na uyulmuyor; ama bu kanunun vi misyonların arkasında zırhlayemeye devam edebiliyorsunuz. kendisi de sağlıklı değil. Gizli, yarak birtakım sapkınlıklarda . Halbuki eskiden böyle değildi. kamera olmalı; ama yatak oda­ bulunuyorsa, elbette bunlar ek­ Mesela çocukluğumuzdan hatır­ sında işi olmamalı. Gizli kame­ rana getirilip haber yapılabilir. lıyorum, başından vurulmuş bir ra, insani zaaflara dayanarak ha- - Ama neticede bunun seyirciyi adamın cesedi hala gözü­ bercilik yapılmasında araç ola- rencide etmeden yapılması gere­ kir. Çünkü oradaki çıplak mün önünden gitmez. Gün­ Basın özgürlüğüne en büyük görüntüler seyirciyi renci­ lerce uyuyamamışımda - . engel ıgel siyasiler değildir bence. Ş Şu de eder ve onun içindeki Ama şimdi benim çocukla­ rımdan herhangi bir tanesi günlerde ilerde en büyük engel gazeteci gazetecile­ değerler sistemini çürütür, özgüvenini kaybetmesine sokakta başından vurulmuş rin bizzat kendileridir. Basın yolaçar. Bunun bir şekilde bir insan cesedi görse belki özgürlüğünün gürlüğünün önünü tıkayan yi yine - yolunun bulunması, gere­ başını çevirip bakmayacak­ basındır. ısındır. Demokrasi ve özgürlü özgürlük kiyorsa kamuflajla veril­ tır. Dolayısıyla onların içindeki insanî duyguları arayışlarının lyışlarının önce basın içerisin içerisinde mesi ;ve o suçu işleyen in­ sana da bir açık kapı bıra­ da öldürüyorlar. olması lası gerekir ki, daha sonra bunu bu kılması gerekir. Kişinin Bu şiddetin önüne geçi­ topluma teşmil edebilelim, edebilelim. mesela soyadını verdiğiniz lebilmesi için yaptırımlar alesef medyanın kendi içinde bir zaman bütün ailesini teşhir .mutlaka olmalı; ama her- Maalesef mokrasi yok. Patronokrasi demokrasi Patronokrasi sc söz etmiş oluyorsunuz ve o şeyden önce bir meslek haysiyetinin olması lazım. konusu. tuşu. Patronun dediği olur an anla­ günahı bütün ailesine pay­ • Meslek haysiyeti nedir? O yışıyla sfiyla yazılar yazılıyor, haberh haberler laştırıyorsunuz. Buna hak­ kınız olmamalı. Gizli ka­ mesleğin gerektirdiği ilke­ buna göre düzenleniyor. mera, ancak toplumun lere uyma durumudur. menfaati çok icap ettiri­ . Bu mesleğin birtakım yorsa kullanılmalı ve yatak oda­ rak kullanılmamalı. Her insanın ilkeleri var. Bunlar tesjsit edil­ sına kesinlikle sokulmamalı. miş. Bu ilkelerden herhangi biri-- -- birtakım zaafları olabilir. Bu. tür yöntemlere başvurul­ • Bu konuyu programlanmızne ittiba edilmesi, herhangi biri­dan bir tanesinde işlemiştik. Ay­ ma olayının zaman içerisinde nin uygulanması, ihya edilmesi,ı, şe Önal'm psikiyatrlar tarafın­ azalıp azalmayacağı toplumsal herhangi bir kanun çıkartmadanrı tepkiye bağlı bir husustur. Hâlâ dan da doğrulanan şu sözü son bu işin özdenetim yoluyla düzel­ Kemal Sunal'm filmleri 18.572 derece enteresandır: tilmesini sağlayacaktır.' "Eğer .biz kendi özel hayatı­ defa oynatılıyor ve hâlâ "rating" Ama maalesef basın olarakt mızda bu tür zaaflarımızla ilgili alıyorsa, kabahat biraz da vatan­ bizim en büyük ilkemiz var: İl­ olayları da ekrana getirebiliyor- daşta demektir. Dolayısıyla ben­ kesizlik. Ve en büyük hedefimizz ., sak, başkalarını haber* yapma ce burada birinci derecede suçlu, ise halkı bilgilendirmek değil, bu "rating"leri arttıran unsurdur, hakkımız doğar." kesemizi doldurmak, gücümüzee Ama eğer kendimiz her ku- yani "zapping" aletini elinde tu­ güç katmak. Bunun ötesinde» suru işliyor da birbaşkası yaptığı tan vatandaştır. herhangi bir idealist anlamdaa kasım - ardhk 1996 33 deneme • » • - iyiliğin ortaya çıkı 1 Haluk Burhan Kötülüğü yalnız bırakmaya dair niyetimiz, varlığımızın iptaline kapı açabilir. Varoluşumu­ zun mümkün'den çıkarılması ile şöyle bir vehim yaşama alanım saracaktır: 'hak hiçbir za­ man gelemeyecek, bâtıl zail olamayacak'. Bu vehmin zayıf ihtimal olmadığım düşünüyorum.. Kötülüğü yalnız bırakmaya yönelmişken yalnız kalmak, 'kötülüğü engelleyemeyen iyiliğe' dö­ nüşmek, giderek kötülük tarafından yok edil­ mek tehlikesi vardır. Sıradan adam, kötülüğün karşısında varolu­ şunu yitirişini zorba iktidarlar karşısında pey­ gamberlerin katledilişinden daha değersiz bulur. Sıradanhk yani peygamber olmama hali, pey­ gamberlerin mücadelelerinindeğerlendirilmesinde kendine iki gerekçe düzlemi kurar: a) biz peygamber değiliz (Allah davranışlarımızı tas­ dik etmemiştir) b) peygamber gibi de davra­ nanlayız (gündelik hayatı ismet üzre kurama­ yız). Böylece değerler adına ölüm (katledilme) Allah tarafından geleceğe taşınmadığı, unutula­ cağı, insanların içinde hiçbir etkisi bulunmadığı vs. gibi sebeblerle değersizlesin Peygamberle­ rin ve salihlerin katli ise böyle değildir (çünkü Allah bizzat Kitab'ında onları zikrederek ölüme giden mücadelelerini "değerli" kılmıştır, denir). Birey (sıradan adam) varoluşunun ortadan kal­ dırıldığı anı değerli kılmak adına bekler. Sanıldığının aksine varoluşunun iptali varlı­ ğın da iptali anlamı taşımaz. Bilakis varoluş ancak varlıkta var kılınabilir. Ölümümüzü ve . . . 34 ümran /• yahut katledilmemizi değerli kılmak için bekle­ mek, kanımızı kötülüğe sıçratıp onda lekeler bırakmasına vesile kılmak... varoluşun metodu değildir. Varoluş, varkıhmşımızın idraki ile tit­ remektir. Varedılişinin farkına, bilgisine vakıf olan ve inanan birey, kendini varlık haline geti­ rirken bekleyemez, imanını donduramaz idi. O halde kötülüğün karşısında yalnız kalaca­ ğını farkeden bireyin katledilme anını değerli kılmak için beklemesi varoluşunu ertelemesi mümkün.değil. Yahut, varkılmışının idrakine vardığı düşünülen bireyin durgunluğu seçişi(duran şey kokuşur, bekleyen su çürür) gerçekte varoluşun zuhuruna hazırlanılmadığı anlamın­ dadır. Kötü kötülük eder ve iyi de iyiliği teşmil et­ mek ister. Kötü karşısında kimilerinin 'pisi pi­ sine gitti' kabilinden sözleri bu manada kötüye hizmet eder. Çünkü iyi, .bu sözün muhatabı olmamakhk adına kendim dizginler ve hep daha üstün bir eylem için saklar. İyi, belli başlı bir kaç noktada değerlendirme hatası yapmaktan kendini çoğu kere kurtara­ maz: a) Kötüyü tanımlayamaz, derecelendiremez, temel bir kötü fikrini olgunlaştıramaz. Tü­ revlerle ğraşır. b) Kötüyle uğraşamaz, zulme uğrayışının karşısmda hayr ile mücehhez bir amel geliştiremez; böylece kendi de 'kötü'lük sahibi olur. c) Kötüyle uğraşısı lokal bir pozis­ yondur. Yani kötülükle uğraşısı kendi yaşama alanı dışına çıksın içindir. Böylece kendi iyiliği İyiliğin o r t a y a çıkışı / ^ de lokal kalır. . lakçı yaklaşımlar içermemesidir. Buria göre bireylerin varoluşlarını mümkün Haddi aşmışlıkla ortaya çıkaracağımız cana­ kılmak için önce kötülüğü bütün çıplaklığı ile varlar .yani kötülüğü için muharrik kılındığımız tanımaları, ikincil düzeydeki çirkinlik ve hak­ insan, hayvan ve nebatat... ile uğraşımız bu var­ sızlıklardan bunları ayırdetme melekelerini ge­ lıkların yok edilmesine yönelen ıslah çalışması liştirmeleri gerekiyor. Sonra ise bizzat kötülü­ ile aslına iade edilmeyecektir. Ne cezalar, ne ğün kendisi ile çatışmayı temel alan bir mücatecrit etmeler... kötünün, tabiatının ifsad edihedeyi ortaya koymalıdır. Örneğin dağdaki kur­ lip(deformasyona uğrayıp) niteliğin değişmesi dun köye inip insan ve hayvanlara saldırması karşısında iyileştirici önlemler haline gelemeye­ değildir kötü olan. Bilakis avcıyı dağdaki kur­ cek.-Bunları asli haline yani tabiatına döndür­ dun aç kalmasına neden teşkil edecek kadar ey­ meye çalışan birey çaresizlik duvarına çarpa­ leminde azad kılmaktır. Çün­ cak. Çünkü kötü, bir bakıma kü bu kez, canavarın başımı­ Kötü, bir bakıma bizim yan- bizim yansımamızdır. Kötüyü za musallat kılınmasında hiç sımamızdır. Kötüyü denetim denetim altında tutmaya çalış­ dahli yokmuşçasına avcıya altında tutmaya çalıştıkça, tıkça, yeni kötüler daha 'kurtarıcı' misyonu vermek­ komplike yaklaşımlarla zuhur ten k"§hdimizi alamayacağız. yeni kötüler daha komplike etmekten kendini alamaz. Avcının tabii dengeye yönelik yaklaşımlarla zuhur etmekten Kötü biziz. Martılar de­ ihtirasını besledikçe kurt avcı­ kendini alamaz.İnsanlar; ya nizlerden değil de'şehir çöp­ yı, avcı da kurt tehdidini tah­ fahşa ve fücura kapıldıkları lüklerinden besleniyorlarsa kim kılacak. Bu beladan (kö­ için kötülüğü inşa ederler ya müsebbib bulmak için zanlı­ tülükten), kurtuluşun yegane ların gözlerinde araştıracağı­ çaresi, avcının ihtiyacının üs­ da iyiliği kendi yaşama alan­ mız suç izini hiç yakalayama­ tünde tabiattan hak alma iste­ ları dışına teşmil etmedikleri yacağız. Bütün caniler, sapık­ ğini kıracak şekilde davran­ için kötülüğün zuhuruna ze­ lar ve düşük varlıklar bizim maktan başka değil. Bü da kö­ min hazırlarlar. Her iki du­ 'masumane' kazanımlarımızyün ferdlerinin birbirlerinden rumda da "iyi", kendini "kö­ dan husule geldi. Bu, bizden ekonomik bakımdan yabancı­ müstakil bir kötülük oluşu­ laşmalarını engellemek, tabi­ tü" karşısında aciz bıraktığı munun mevcudiyeti teorisini yahut bir şekilde kötülükle kırar. __ atı sömürmemek, adaleti ko­ rumak gibi bir dizi tedbirin birlikte gelen dünyevileşmeye İnsanlar; ya fahşa ve fü­ ortaya çıkması anlamına geli­ teslim ettiği, yani kötülüğün cura kapıldıklan için kötülü­ yor. Haddi aşarak sahip ol­ ğü inşa ederler ya da iyiliği . gizli, dolaylı ortağı haline duklarımız yüzünden yoksun kendi yaşama alanları dışına geldiği için müsebbiptir. kılınanlar (tıpkı kurtlar gibi) teşmil etmedikleri (bir tür canâvarlaşıyor, şahsiyetimiz ^ise başkalaşıyor: olimpios tesis ettikleri) için kötülüğün zuhuruna bizi ahlaksız kılıyor. Böylece kötülüğün bizim zemin hazırlarlar. Kötülük bu ikisinin dışında ellerimizden^ hem de 'masum' eylemlerimizden bir yolu tutarak hakim kılınamaz. Her iki du­ çıkarak aleme musallat kılındığını ifade etmek rumda da "iyi", kendini "kötü" karşısında aciz zor değil. Her şeyi tabiatına döndürecek bir da-, bıraktığı yahut bir şekilde kötülükle birlikte ge­ va ile belayı karşılayabiliriz. len dünyevileşmeye teslim ettiği, yani kötülü­ ğün gizli, dolaylı ortağı haline geldiği için müKötüye verilecek en rasyonel cevap, günüsebbibtir. "müz ahlakçılarının ve normative yaklaşım iddi­ alarının izlediği yoldan çıkmayacak. Bu konu­ Kötülüğün yalnız bırakılması, kötünün yaşa-. daki söylemimizdeki kesinliğin nedeni kötüyle ma düzleminden bir şekilde sürülmesi yahut ka­ mücadele etmiş resullerin yaklaşımlarının ahpatılması değildir. Üstelik tarihten beri gelen inkasım - aralık 1996,35 deneme toplumların huzuruna çıkmalıdır. Bununla iyili­ san davranışlarına göz attığımızda kötü, tarihsel ğin "toplum için/toplum adına" yapılmasını olarak çoğu zaman galiptir. Bu, "iyi"niri kötü kastetmiyoruz. İyiliğin muhatabı Allah'tır, kö­ karşısında başarısızlığının göstergesi olmasa bi­ tülüğün muhatabı toplum ve "ben"dir. Buna gö­ le; "iyi"nin kötüyle mücadeleyi bilmediği /ya­ re nefsini emredilmiş takvaya sevkeden birey hut istemediği, kendini kötü kıldığı gerçeğinin ve toplumlar için Rabb arzı tekeffül edecektir. göstergesi olabilir. "İyilik" hakimse bu onun Kitap'da. A-raf 96 ayeti bu tekeffülü bildirir: iyiliği zorla dayatması için temel teşkil etmez. "(O) ülkelerin halkı inanıp korunsalardı, elbet­ Kur'an toplumların dayatma ile saptırıldığını te üzerlerine gökten ve yerden bolluklar açar­ (Fir'avn toplumunu saptırdı 20/79) beyan edi­ dık..." . Yahut: "Sabrettikleri ve ayetlerimize yor. Buna göre dayatmanın bizatihi kötülük ol­ kesinlikle inandıkları zaman, onların içinden, duğu ve sapma eğilimlerini beslediği düşünüle­ buyruğumuzla doğru yola ileten önderler yetiş-, bilir. İyilik hakim kılındığında, bireyler iyiliği tirmiştik" mealindeki Secde 24 ayeti bu tekef­ ye kötülüğü seçme imkanım, elde edebilmeliler fülü işaret eder. ama neticelerini de yaşamalılar. Dinin ahkamı suçlunun tamamen ihti­ Yeryüzünde hiç kötüyarına, bilgisine ve son Yeryüzünde hiç kötülük bulunmasa lük bulunmasa bile^mtiolarak da seçmesine bıra­ bile imtihan tükenmeyecekti. Birr - h a n tükenmeyecekti, Birr kılmış idrakına bir helak sahipleri sıkıştırılmadan şeklinde gelmeli. Eğer sahipleri sıkıştırılmadan tanınamaz. tanınamaz. Yusuf'un ba­ iyilik böyle-bir ortam ku- Yusuf'un babası kör olmuştu, Eyüb bası kör olmuştu, Eyüb ramamışsa hakim ve ikti­ hastalıklara duçar kalmıştı. Kötü- . hastalıklara duçar kalmış­ dar değildir ve ahkamı nün varoluşu imtihandır. Bir anlam­ tı. Kötünün varoluşu im­ uygulaması dayatma, zor­ da arzda adil, müreffeh, mutlu, abid tihandır. Bir anlamda arz­ balık nev'indendir. Hırsı­ bir toplum kurulmuş bulunsa bile da adil, müreffeh, mutlu, za meydan vermeyecek abid bir toplum kurulmuş Rabb, ebrar kılınmış bireylerin ta­ bulunsa bile Rabb, ebrar bir geçimlik dünyası ku­ rulmalı; hırsız, çalma ey­ nınması için imtihanı yine tahakkuk kılmmış bireylerin tanın­ lemini karşılayan ahkamı ettirecek, iyiler ile iyiliğe güç yetire- ması için imtihanı yine bilmeli; çalmak hırsız meyenler yeniden ortaya çıkacaktı. tahakkuk ettirecek, iyiler için bu ahkamı seçmek ile iyiliğe güç yetiremeolmalı. . yenler yeniden ortaya çı­ kacaktı. İyi; kötüden intikam almak; fakirliği İyi müstazaf kılınmışsa, saldırganlıkla kötü­ iptal etmek, hastalığı ve musibetleri tamamen yü kıramaz. Allah iyiyi ancak iyi olduğu için yok etmek niyetiyle bir dava haline gelemez. varis kılar. Bu nedenle iyinin hakimiyeti için İyi, kendi basma doğruluk ve ahlak halinde zu­ güce ihtiyacı yoktur. Çünkü iyi bizatihi güç(izhur etmelidir: -. .. • zet)tür. Böylece Allah, birey ve toplumları ne­ "... Asıl iyilik, odur ki, Allah'a, ahir et günü­ fislerini iyiye tahvil edinceye değin sınar. Nite­ ne, meleklere, Kitaba ve peygamberlere inandı; kim Yusuf (as) kıssası bu çerçevede anlaşılma­ Allah rızası için yakınlara, yetimlere, yoksullara, lıdır. Keza Allah İbrahim'in (as) halini de şöyle yolda kalmışlara, dilencilere ve boyunduruk al­ arzeder: "Rabb'i, bir zaman İbrahim'i birtakım tında bulunanlara mal verdi; namazı kıldı, zekatı kelimelerle sınamış, o da onları tamamlayınca: verdi. Andlaşma yaptıkları zaman andlaşmaları"Ben seni insanlara önder yapacağım", demişti. nı yerine getirenler; sıkıntı, hastalık ve savaş za­ "Soyumdan da" dedi. (Rabb):"Zalimlere ah­ manlarında sabredenler, işte doğru olanlar on­ dim ermez." buyurdu"(2/124). Birr(İyilik) için­ lardır, korunanlar da onlardır." (2 Bakara 177). de hiçbir şekilde zulm tasarrufu beslemeden 36 ümran inceleme Garaudy ve Siyonist efsane(ler)in sonu Ubeydullah Baykara ••'Durum gerçekten böyleyse, nasıl Düşünce Özgürlüğünün Sı­ olur dd bu adam Amerikan dış nırları politikası hakkında bu kadar kor­ Düşünce ve eylemin, fakat bil­ hassa düşüncenin neredeyse sınır- V kunç şeyler yazabilir?' Bu ikinci sız bir özgürlüğe sahip olduğu ya-, cümleyi hiç yazmazlar. Ama as­ lında bu ikinci cümle olmasaydı, nılsaması/efsahesidir modern za­ ben acaba yanlış birşey mi yapı­ manlarda Batı'yi ve münhasıran yorum diye kuşkuya kapılırdım." ABD'yi dünyanın geri kalan kıs­ (Aktaran Ragıp Duran, Apoletli mındaki "aydın" ve entellektüelMedya, s.73) ler için cazip kılan şey. Oysa Garaudy ise bu "rafine totaliChomsky, A B D ' n i n Üçüncü terizm"in en sön kurbanlarından Dünya üzerinde tatbik ettiği şid­ biri olmuştur. Gerek Marksist, ge­ det politikalarını ve "demokratik rekse müslüman olduğu dönemde illüzyonu" son derece yetkin bir makalelerini başlıca büyük gazete vukufla ifşa eden Noam ve dergilerde yayınlatabilen, fi­ Çhomsky, bu cazibenin altında ne kirleriyle sık sık gündeme gelebi­ büyük bir aldatmacanın, ne kadar len bir kimse iken, önce/80'lerin kurnazca bir tuzağın yattığını başlarında "Siyasi Siyonizm"e kendi tecrübesiyle göstermiş bir ilişkin çalışmasıyla bu konumunu entellektüeldir. New York Tiyitirmiş, ardından İsrail, Mitler ve mes'în kendisi hakkında sarfettiği Terör başlığıyla Türkçeye çevri­ "Noam Chomsky, düşüncelerinin len incelemesiyle, "kitabını ya­ gücü, yaygınlığı, ilginçliği ve et­ yınlatacak yayınevi bulamayan kisiyle belki de yaşayan en önemli bir düşünür" haline gelmiştir. entellektüeldir" biçimindeki övgü Çrîhkü Chomsky gibi Garaudy dolu olduğu sanılan ifadeyle ilgili de Batı'da varsayılan düşünce bakınız neler söylüyor: hürriyetinin görünmez duvarları­ "Evet, gazetede yayınlanan bu nın arkasında dokunulmazlık sa­ cümle bir kitabımın arka kapa­ hibi belli konulardan birisini; yani ğında yer aldı. Ama bakın her za­ siyasi Siyonizm'i tartışmaya kal­ man ihtiyatlı olmak gerek! Çünkü kışmıştır. Çünkü siyasi Siyonizm New York Times gazetesinden alı­ böyle bir dokunulmazlığa sahip nan bu cümlenin devamı şöyle: konuların başında gelmektedir. Garaudy bunun ne kadar böyle olduğunu şöyle ifade etmekteâir:"Bugün Fransa'da Katolik inancı eleştirilebilir. Marksizm ko­ nuşulabilir. Allahsızlık tartışılabU lir. Milliyetçilik ele alınabilir. Sov-. yetler Birliği'nin rejimi yerden ye­ re vurulabilir. Birleşik Amerika ve Güney Afrika'nın yönetim biçimle­ ri suçlanabilir. Yahut anarşi veya monarşi taraflısı görünülebilir. Bütün bunları yaparken insan, normal bir tartışma veya çekişme' nih ötesinde hiçbir rizikoya kat­ lanmak zorunda değildir. Ancak' Siyonizm konusu ortaya çıktığında dünya bir anda değişmektedir. Bu çizgiden sonra düşünen insan, edebiyatı geride bırakır ve 'suçceza' alanına girer." (Siyonizm Dosyası, Çev: Nezih Uzel, Pınar Yay. 1983, s. 15) Çünkü hakkaniyet ölçülerine uyanın değil, güçlü planın haklı olduğu bir dünyada Siyonist Ya­ hudi lobisi muazzam bir güce sa-. hipse, devletleşmeden önce Siyo­ nist çetelerin, daha sonra da İsrail devletinin işlediği zulümler hak­ sızlık olarak görülmeyecektir. Böyle görülmemesi için bütün imkanlar seferber edilecektir. kasım - aralık.1996 37 inceleme . Medya kuruluşları sürekli bir bas­ yonizm Yahudiliğin kurtarıcı Halbuki Filistin'e geri dönüşü kı ye denetim altında tutulacak -ki Mehdi beklentisini ifade eder. binlerce yıldır gönüllerinde bir ideal olarak yaşatan yahudiliğin çoğu zaten kendi ellerinde olduğu Kutsal topraklara doğru bir hac ruhani liderleri bu ideallerine pek için buna bile gerek yoktur- haber geleneğinin doğmasına sebep taraftar bulamamışlardı yirminci bültenlerinde Filistin halkının olan bu Siyonizm çok sınırlı bir çektiği acı ve ızdırap, maruz kal­ • insan grubunun çevresinde varlı­ yüzyıla gelinceye dek. Şimdi ise dığı işkence örtbas edilecek, ede­ ğını devam ettirmiş ve hiçbir dö­ bu "geri dönüş" hasreti efsanesi bi eserler kaleme alınacak, ro­ nemde müslümanların muhalefe­ Siyonizm'in sömürgeci politika­ larını maskelemeye yaramaktadır. manlar yazılacak, filmler çevrile­ tiyle karşılaşmamıştır. cek ve İsrail askerleri Filistinli Siyasi Siyonizm ise Theodore gençlerin kollarını taşlarla kırar­ Herzl ile doğmuştur. "Herzl onu Kitab-ı Mukaddes: Terör ve İş­ ken, üstelik bu hadiseler televiz­ 1894'te kaleme aldığı 'Judensta- gal Kılavuzu yon ekranlarından tüm dünyanın at' yani Yahudi Devleti adlı kiSiyonistlerin Filistinli müslütanıklığına sunulurken," in­ manlara reva gördükleri her sanların yine de yahudiletürlü cinayet ve katliama Ben Gurion'un daha 1937'de rin Hitler döneminde ne meşrulaştırmak için başvur­ İsrail'in sınırlarını Eski Ahid'e ba­ dukları büyük bir zulme maruz çarelerin başında kaldıklarını, İsrail'de yaşa­ karak çizdiği bilinmektedir. Bu yak­ Kitabı Mukaddes'e müraca­ yan Yahudilerin ne kadar laşım içerisinde "kanlı katliamlar, at gelir. "Kitabı Mukaddes da "uygar" ve "çağdaş"(?) kutsal kitabın satırları arasında te­ daima bir saldırıyı önceden -Arapların ise "terörist", meşrulaştırmada kullanıl­ "vahşi" ve "ilkel"(!) olduk­ mize çıkacak malzeme bulabilmek­ makta yahut bir işgali doğ­ tedir. Kitaptaki emirler "gayet larını düşünmeleri sağlana­ rulamaya yaramaktadır." caktır. Bunu sağlamak için­ açıktır"(!), hiç şüpheye meydan ver­ Hatta Ben Gurion'un se bir dizi efsane devreye daha 1937'de İsrail'in sınır­ meyecek şekilde(!) katliamı emret­ sokulacaktır. larını Eski Ahid'e bakarak mektedir; gerek emre muhatap çizdiği bilinmektedir. Bu olanların gerekse katledilmesi emre­ yaklaşım içerisinde "kanlı Siyonizm: Milliyetçi ve katliamlar, kutsal kitabın Sömürgeci Bir Doktrin dilenlerin bugünkü İsrail ve Filistin satırları arasında temize çı­ Siyonistlerin bizzat halkarıyla bir ilgisi bulunmasa ve kacak malzeme bulabilmek­ kendi tanımlamalarına göre hatta Kitabı Mukaddes'teki "ma­ tedir. Kutsal kitapta yer ajan Siyonizm "Theodore sallar" arkeolojik kazılarla yalan­ İsrail devleti adına hareket Herzl tarafından kurulmuş eden bugünkü İsrail devleti olan siyasi hareketin adı­ lanmış olsa da bu böyledir Ken'an ilinde oturanları yok dır", yani siyasi bir dokt­ tapçıkta sistemleştirir ve 1897'de eden eski devletin hareketlerini rindir. Birbaşka tanımda onun tekrarlamaktadır." Kitaptaki emir­ Bazel'de tertiplenen İlk Dünya "19. yüzyıl Avrupa milliyetçili­ Siyonist Köngresi'nde uygulama ler "gayet açıktır"(!), hiç şüpheye ğinden doğmuş milliyetçi bir meydan vermeyecek şekilde(!) alanına geçirir. Yahudi devletinin doktrin" olduğu belirtilir. Üçüncü katliamı emretmektedir; gerek vatanı olarak ise, her ne kadar bir tanımlama ise Siyonizm'in sö­ emre muhatap olanların gerekse dünyanın ücra köslerinden** kimi mürgeci bir doktrin oluşuna vur­ katledilmesi'emredilenlerin bu­ ülkeler gündeme gelmişse de, Fi­ gu yapar. Nitekim Herzl bu konu­ günkü İsrail ve Filistin halkarıyla listin toprakları tercih edilecektir. daki gayesini gizlemekten kaçın­ Herzl bu toprakların kutsallığına bir ilgisi bulunmasa ve hatta Kita­ mamıştır. (İsrail Mitler ve Terör, inandığı için değil, Fakat "Si- bı Mukaddes'teki "masallar" ar­ Çev. Cemal Aydın, Pınar Yay. yon'un dostları"nın beğenisini ka­ keolojik kazılarla yalanlanmış ol­ 1996,s.l8-19) zanabilmek ve dini geleneğin des­ sa da bu böyledir: Siyasi Siyonizm'i dini Siyo­ teğini elde etmek için bu tercihi "Burada oturan halkların şe­ nizm ile karıştırmamak gerektir, yapacaktır. hirlerini Allah'ın sana miras olamistiklerin savunageldiği dini.Si38 ümran Siyonist efsaneler 1 '^^V^^^^^-^V^K ^ rak verdi... buralarda hiçbir canlı zılderililerden arındı­ bırkmayacaksın. Hititleri, Amarit- ran "koyu dindar söleri, Kenanlıları, Perizitleri, Himürgeciler"in gerçekvitleri ve Jebuzitleri hareketsiz bı­ ' leştirdikleri katliamları rakacaksın... Allah'ın sana bunu meşrulaştırmalarını emrediyor::. Şimdi git Amelek'i sağlamış, bu insanlar vur... Herşeylerini ellerinden al. Kızılderilileri katleder­ Geriye hiçbirşey bırakma... Her ken Yeşu'yu ve onun yere ölüm saç... Erkekleri ve ka­ Amorileri ve Filistinli­ dınları, çocukları ve süt çocukla­ leri "kutsal yokedişi"ni rını, öküzleri ve koyunları, deve­ _yadetmişlerdir.(age, leri ve eşekleri öldür." (Samuel'in s.63) 1. Kitbı XV, 3) (Siyonizm Dosya­ Halbuki Kitab-ı sı, s.31-33) Mukaddes'te anlatılan­ ları başka herhangi bir Veya Kitabı Mukaddes'in Yekaynakla teyidetmek şu kitabına bakılır ve buradan mümkün olmamıştır "vaad" kavramı ve bu vaadin ger­ bugüne kadar. Hatta çeklemesi için ne tür usullere baş­ bilakis arkeolojik kazı­ vurulacağına ilişkin stratejik ders­ lar bu rivayetleri ya­ ler çıkarılır. "Buna göre Tanrı, lanlamaktadır. Mesela Yuşa Peygamber'e diğer halkları yok etme emri vermiş, Yuşa da i bu kazılara göre M.Ö.13.yy yüzyıl so­ bu emri yine Tann'nın yardımı ile nunda Yahudilerin Eriyerine getirmiştir. Aynı- şekilde ha'yı ele geçirmeleri diye bir ha­ 'seçilmiş halk' ve Nil'den Fırat'a dise söz konusu olmamıştır, çün­ uzanan 'Büyük İsrail' gibi kav­ kü bu dönemde Eriha diyç bir ramlar da Yuşa'nın kitabına da­ yerleşim merkezi mevcut değil­ yandırılmaktadır." (age, s.93) dir! Ve daha bunun gibi pekçok Siyonist ideolojinin Kitab-ı rivayetin sahteliği bu şekilde orta­ Mukaddes'ten dayanak aradığı ya çıkarılmıştır, (a.g.e., s.55-56) birbaşka kısım da Tekvin 15/18Fakat ne yazık ki bu uydurma 21 bölümleridir. Burada şöyle rivayetler İsrailli çocuklara okul­ yazmaktadır: larda ders konusu olarak öğretil­ "O günde Rab Abram'la (İb­ mekte ve gözünü kırpmadan in­ rahim'le) ahdedip dedi: Mısır. ır­ san katleden, kadın çocuk deme­ mağından^ büyük ırmağa, Fırat ır­ den tüm Filistin halkına akla gel­ mağına kadar, bu diyarı senin medik işkenceleri reva görmekten zürriyetine verdim." Siyonist ka­ çekinmeyen kimseler olarak ye­ tiller için artık bu ahdin muhteva­ tişmeleri sağlanmaktadır. Telsı ve söz konusu vaadin muhata­ Aviv Üniversitesi psikoloji uzma­ bının kimler olduğu önemli değil­ dir, hiç araştırıp inceleme, tartış-" nı G.Tamerin'in uyguladığı bir testte 4. ve 8. sınıf öğrencilerine maya gerek yoktur. Gayet pişkin "farzedelim ki İsrail ordusu savaş bir şekilde dünyaya Filistin'in sırasında bir arap köyünü ele ge­ kendilerine Tann'nın bağışladığı çirmiş olsun, acaba ordu Yebir diyar olduğunu ilan edebilirşu'nun Erihahlara yaptığını halka ler.(Mitler ve Terör, s.171) Nite­ yapmalı mıdır, yapmamalı mı­ kim Kitab-ı Mukaddes'i aynı za­ dır?" sorusunu yöneltmiş ve 1000 hiri okuyuş, Amerika kıtasını Kı­ ww.*gyffy°»w , ( wj? gyg'?:wwy»: wwf. ı;&'-my jj Roger Garaudy İSRAİL MİTLER ve TERÖR .V»*j*n"^)'«»*j* J W-*wto-jw»»a*(; <o Vv«wt<fcj>aw«ıWo»>w»w»wfc**fc*wt A*s*.*ı*i*3™Ae»&^'Av öğrenci içinden evet cevabını ve­ renlerin sayısı bölgelere göre %65 ile %95 arasında değişmiştir. (Siyonizm" Dosyası, s.100) Siyonistlerin Nazilerle İşbirliği Arayışları. x Kitabı Mukaddes'e müraca­ atın yamsıra, Siyasi Siyonizm'in tedhiş ve terör politikalarını meş­ rulaştırmada kullandığı birbaşka efsane ise Hitler ve Nazilerin gi­ riştiği Yahudi soykırımı efsanesidir ki, bu efsaneyi oluşturan ya­ lanlar dizisini irdelemeye geçme­ den önce Siyonist liderlerin "kü­ çük bir sırn"nı zikretmek yerinde olacaktır: • . Garaudy'nin son derece tat­ min edici bir tarzda delillendirerek ifşa ettiği gibi, Siyonist lider­ ler 2.Dünya Savaşı'nın hemen arefesinde ve Savaş'm en şiddetli günlerinde Nazilerle işbirliği yol­ larını araştırmışlar, bu uğurda kasım - aralık 1996 39 inceleme kendi halklarına dahi ihanet et­ mektedir..: Siyonizm'in gerçek­ diler açısından en haincesi- ise Si­ mekten kaçınmamışlardır ve ga­ leştirilmesi sadece dışarıdaki Ya­ yonist hedeflerin Alman hüküme­ yeye giden her yol meşrudur gay­ hudilerin Almanya'nın bugünkü tince tanınması şartıyla Almanla­ ri ahlaki prensibinin tarihteki en yönetimine karşı hınçları yüzün­ rın safında savaşa katılmayı kabul çarpıcı örneklerinden birini ver­ den engellenmektedir. Halihazır­ etmek şeklinde olmuştur. mişlerdir. da Almanya'ya karşı yürütülmek­ • Siyonistlerin Nazilere yaptığı Siyonistlerle Nazileri birleşti­ te olan boykot propagandası, özü bu tür teklifler' muhataplarınca ren ortak temel ırkçılıktır. Bütün itibariyle Siyonist değildir..."' ciddiye alınmamış ve müzakere­ ırkçı düşüncelerde olduğu gibi, bu Memorandum'da ifade edildi­ ler 1941 Aralık ayında son bul­ ikisi için de temel hedef "saf kanı ğine göre eğer Almanlar bu işbir­ muştur. (a.g.e., 77-81) • konımak"tır. "Bu yüzden Alman­ liği teklifini kabul edecek olursa ya'dan, sonra da ele geçirdikleri bundan hayli karlı da çıkacaklar­ , 3 Milyon Yahudinin 6 Mil­ diğer Avrupa ülkelerinden bütün dır. Zira Siyonistler bu durumda yonu Nasıl Katledildi? Yahudiler'i kovup atmak gibi ca­ "yabancı ülkelerdeki Yahudileri Siyonist efsanelerin en yaygın navarca gayelerini kamçılayan Alman aleyhtarı boykottan uzak ve fonksiyonel olanı, propaganda­ sistemli Yahudi düşmanlıklarına tutmaya çalışacakları" taahhüdün- ya en çok malzeme teşkil etmiş rağmen, Naziler, Siyonistleri ve yazılı/sözlü/görüntülü her değerli muhataplar olarak gö­ türlü iletişim vasıtasıyla en 50 milyon insanın öldüğü rüyorlardı; çünkü Siyonistler fazla işlenmiş olanı kuşkusuz onların bu gayesine hizmet 2. Dünya Savaşı'nm tek mazlum Nazilerin.eliyle Yahudi soy­ halkının Yahudilermiş gibi gös­ kırımı iddiasıdır. "Oscar" ediyordu." Almanya Siyonist Fede­ terilmesi, herhalde, Amerika kı­ ödülü alan filmlerde, edebi TV dizilerinde rasyonu, Nazi Partisi'ne 21 tasını Kızılderililerden temizle­ ürünlerde, dünya hep Holokost'u, yani Haziran 1933'te gönderdiği memorandumda açıkça işbirli­ yip Afrika'nın zenci insanlarını milyonlarca Yahudinin Nazi­ ği teklifinde bulunur: köleleştirerek yüz milyonlarca ler tarafından kurban edilişi­ "Irk ilkesini temel almış insanın canına kasteden Batılı ni, dünyanın bu en büyük(!) zulmünü seyreder ve okur ve olan yeni devletin kuruluşun­ sömürgecilerin ve mesela eli tam da Filistin'de sergilediği da, bizler cemaatimizi bu yeni kanlı bir diktatör olan Stalin'in vahşet ve terörden dolayı İs­ yapılara uydurmayı temenni ediyoruz.. Bizim Yahudi milli­ oldukça işine gelmiş olmalıdır. rail devletine ve Siyonizm'e lanetler yağdıracakken, far­ yetini kabulümüz bize Alman halkıyla ve onun milli ve ırkî ger­ de bulunmaktadırlar. (İsrail Mit­ kında olmadan dikkatleri başka yöne çekilir ve neredeyse mazlu­ çekleriyle açık ve samimi ilişkiler ler ve Terör, s.71) kurma imkanı vermektedir. Bu Siyonist liderliğin bu işbirliği ma değil de zalime acır bir halde tavrımız şüphe götürmez, çünkü teklifleri 2. Dünya Savaşı boyun­ bulur kendisini. Artık Siyonist ef­ sane üretim odaklan görevlerini bizler bu temel ilkeleri küçük gör­ ca da devam eder. Eğer Naziler müyoruz, çünkü bizler de Yahudi İsrail devletinin kurulmasına kat­ başarıyla yerine getirmiş demek­ topluluğunun sağlığının korunma­ kıda bulunurlarsa ve meselalkapi- tir. Halbuki ne Hitler'in Yahudile­ sı için karma evliliklere karşıyız... talist, teknisyen, asker vb. 1684 ri imha talimatının ve Kasım Bizler cemaatlerinin bilincinde Yahudinin Filistin'e gitmesine 1944'te bunun durdurulması em­ olan Yahudiler ile Alman devleti 'izin verirlerse, Macar Yahudile­ arasında dürüst ilişkiler kurulma­ rinin Austvvitz toplama kampına rinin herhangi bir yerde izine rast­ sının mümkün olduğuna inanıyo­ götürülüşü esnasında problem çı­ lanmış, ne de gaz odalarının varlı­ ruz. karılmamasına' çalışıcaklarını, on­ ğı ispatlanabilmiştir. Nazilerin çe­ ları kandırıp yatıştırmaya gayret şitli yazışma ve notlarında geçen Bu pratik hedeflere erişebil­ mek için Siyonizm, Yahudilere te­ edeceklerini taahhüt ederler. İş­ "nihai çözüm" hiçbir zaman katli­ melden düşman bir hükümetle da­ birliği tekliflerinin en ilginci -ve am anlamına gelmemiş, belki Ya­ Nazi zulmüne maruz kalan Yahu­ hudilerin Avrupa'dan çıkarılmahi işbirliği edebileceğini ümit et­ 40 unvan Siyohist efsaneler lannı ifade etmiş, toplama kamp­ da "tarafsız olması mümkün olmalarında ise Yahudiler katledilmek­ . yan Nürnberg'te. de akıllara dur­ ten ziyade işçi olarak -ve kuşku­ gunluk veren hukuki skandallar suz acımasız şartlar altında- çalış-, yaşanmıştır. Almanya'yı Savaş'a tırılmışlardır. Mesela 1942'den sürükleyen, teşvik eden ve savaş 1944'e kadar Auschwitz'in 39' esnasında masum sivilleri hatta uydu kampından 31'i mahpuslar­ askeri bir gerekliliğin söz konusu dan işçi olarak yararlanıyor ve olmadığı, savaşan tarafın teslim bunlardan 19' u da ezici çoğunluolduğu bir zamanda bile -mesela . . ğu Yahudi olan kişileri kullanı­ Sovyet ordusunun Dresden'de yordu." Hatta Yahudi olsun olma­ 200 bin sivili hava bombardıma­ sın işinde sivrilen tüm tutuklulara nıyla, Amerikalıların Hiroşima ve prim verilmesi dahi gündeme gel­ Nagazaki'de 300 bin sivili,atom miştir. bombalarıyla katletmeleri gibiNaziler tarafından 6 milyon ' katleden kimseler yargılanmamıştır Nürnberg'te. ' • Yahudinin katledildiği yalanı sa­ ' Fakat daha da vaTıim olanı, vaş sonrasında düzmece mahke­ burada herhangi bir delile /ispata melerde ortaya çıkacaktır. Mesela lüzum görülmeyişidir. Zira Frankfurt'ta 20 Aralık 1963'ten "mahkeme kamuoyunca bilinen 20 Ağustos 1965'e kadar süren olaylar için deliller getirilmesini Auschwitz davasında ağır ceza istemeyecek... Müttefik hükümet­ mahkemesi Yahudi katliamının lerin belge ve raporlarını da sahih sanıkları aleyhine "gülünç veri­ deliller olarak ele alacaktır^" ler bulunduğunu", "alelade bir (Mitler ve Terör, s.93-103) - ' cinayet davasında.dahi sahip Sonuçta yukarıda da değindi­ olunan bütün soruşturma araç­ ğimiz gibi ne gaz odalarının mev­ larından hemen hemen yoksun" cudiyeti ne de Hitler'in soykırım olduğunu kabul etmek zorunda talimatı ispatlanmış olmasa da "6 kalmıştır. Savaş suçlarının yargı­ milyon Yahudinin katledildiği" landığı Dachau'ya ABD'nin gön­ yalanı mahkeme kararıyla sabit derdiği hâkimlerden biri olan Stephen S.Piriter'a göre ise Dac- . bir gerçeklikmiş gibi tüm dünya­ ya yutturulmuştur. • " . haû'dajgaz odası diye tanıtılan yer "bir ölü yakma fırınından Fakat,ne ilginçtir ki Almanya • başka birşey değildir. Almanboyundufuğundaki Avrupa'da 3 ya'daki diğer toplama kampların- ' milyon 117 bin Yahudi bulun­ da da hiçbir gaz odası yoktu." maktaydı ve bu kadar Yahudinin (Mitler ve Terör s. 126-128) 6 milyonunun imha edilmesi mümkün gözükmemekteydi! Efsanenin oluşumunda büyük Daha da ilginci katliama sahne rolü olan ünlü Nürnberg mahke­ olduğu iddia edilen mahallerde mesi ise -ki kararlan yasayla ko­ ölen kimselerin sayısını gösteren ruma altına alınmış, kutsanmış, aksini iddia edenler' Garaüdy gibi " tabelalardaki rakamlar zamanla değişecek ve azalıverecekti! Bu u cezalandırılmayla karşı karşıya cümleden mesela Birkanaukalmıştır- başlı başına' büyük sah­ tekarlık ve'aldatmaca-örneğidir. Auschwitz'deki levhanın değiştiri­ Galip devletlerin oluşturduğu ve • lip burada ölen Yahudi sayısının 4 milyon değil 1 milyon olduğunun onların "savaş çabalarının, bir de­ belirtilmesi, Dachau "gaz odavamını temsil eden," dolayısıyla sı"nın levhasının değiştirilip bu­ nun hiçbir zaman faaliyete geçme­ diğinin açıklanması ve Paris'teki "Velodrome d'Hiver" levhasın­ daki, buraya yerleştirilen Yahudi­ lerin-sayısının ilk levhada yazıldı­ ğı gibi 30 bin değil, 8.160 olduğu­ nun belirtilmesi başlıca ilginç ör- . neklendir ve bu rakamların da za­ manla değişmeyeceğinin garantisi yoktur!(Mitler ve Terör, s.161) 50 milyon insanın öldüğü 2. Dünya Savaşı'nın tek mazlum kesiminin Yahûdilermiş gibi gös-. terilmesi, herhalde, Amerika kıta­ sını Kızılderililerden temizleyip Afrika'nın zenci insanlarını köleleştirerek yüz milyonlarca insa­ nın canına kasteden Batılı sömür­ gecilerin ve mesela eli kanlı bir diktatör olan Stalin'in oldukça işine gelmiş olmalıdır. Çünkü zi­ hinlerde kendi cinayetleri yerine bir. tek kişinin -Hitler'in- ve sanki bir tek topluluğa -Yahudilere-'re­ va gördüğü zulüm yer etmiştir. Fakat artık bundan böyle Si-' yonist efsane ve yalanlar ne Batılı sömürgeci efendilerin zulmünü ne de kendi cinayetlerini perdeleme­ ye yetmeyeceği gibi, dış borcu 20 milyar doları bulan ve ABD yar­ dımı olmaksızın ayakta kalma im- .. kanı bulunmayan bir terörist İsrail devletinin bekasını da sağlayama­ yacaktır. 1993 yılından bu yana Filistin ve Ortadoğu'da estirilmek istenen suni barış rüzgarlarının dinmeye yüz tuttuğu şu günlerde Garaudy'nin son çalışması adeta dünyayı sarıp sarmalayan bu Si­ yonist efsaneler perdesinin ara­ lanmasında atılmış önemli bir adımdır. Dünya müslümânları ve insaf sahibi her insan yeryüzünde böyle yürekli bilge ve düşünürle­ re sahip olduğu için Allah'a hamdetmeli ve bundan mutluluk duy­ malıdır. • " kasım - aralık 1996 41 deneme .Hayat memat M. Said Çekmegil Hayat ebedi hayatı muştuluyorsa, ne güzel. nin mutlu alemine, münkirin acı sonuna açılan ilk Hayat da memat da insanoğlunun keyfine bı­ ve son kapıdır. Onu boş işlerle, behaimi arzularla rakılmamıştır. Hayata başlamak da, hayatı sona heder etmek selim akla yakışmaz. ' erdirmek de insanın keyfiyetinde olmamıştır. Bu, Allah'tan mutluluğa doğru yol alan bir ömür gerçeği idrak edenler, hayatı da mematı da fıkheisteyelim. Ama yarın ne olabileceğimizi; nerede dip anlayabilirler. öleceğimizi bilmediğimiz için, her imkan ve her İnsanoğluna ancak hayatın izzetlisini veya zilfırsatta âbitliğimize deva edelim; ebedi istikbali­ letlisini seçme yetkisi verilmiştir. İzzetlisi övül­ mizi kazandıracak olan emr-i bilmaruf ve nehyi müş, zilletlisi yerilmiştir. anilmünker ibadetini ihmal etme­ Dünyanın neticesinden İnsan anasını, babasını, doğa-, yelim; kötü bir akıbete düşmek­ cağı zaman ve mekanı, taşıyaca­ firar edemezsin; istesen de ten korunmanın (muttaki olma­ ğı kanı, gömüleceği anı kendisi istemesen de firari olamaz­ nın) yollarını arayalım. seçmez; yarın ne olacağını bile­ Nankörler de yaşıyor. Kurtlar sın. İnsan Fatır değil ki mez, ama kesintisiz saadete gi­ kuşlar da yaşıyor. Dikenler çi­ ölmesin. Her nefis ölümü çekler de hayat sürüyor. Kurtlar, den yola talip olma hakkı bizzat nefsine bırakılmıştır. İsteyen mü­ tadacak, işlerinin ecrini gö­ dikenler; özellikle nankörler gibi teşekkir kalsın, isteyen nankör­ recek. Ey şakir! ölümden olmaktan kaçınalım. Fasıklardan lük etsin (76/3). olmayı hiç sevmeyelim. Kadir-i korkma. Sen ölümün öldü­ mutlak tarafından bahşedilen güç Şakirler hayatın mutluluğu­ nun devamlılığına talip olanlar­ rüleceği bir aleme gidecek­ ve imkanlarımızla âbitler olalım dır. Nankörler mutsuzluğa müs- sin. Ölmekten, ölmemekten ki melekler bizlere gıpta etsinler. Ot gibi bitip yitmek, kuş gibi, tehak olmuş şakilerdir. Dünyayı şakirler değil de şakiler balık gibi yem olup gitmek, it gi­ cennete çevirmek ütopyası insa­ korksun. bi bir kemik ardında sürünüp na yakışmaz; ama cenneti dünya­ durmak insanımıza yakışmıyor. da iken kazanmayı istemek beşeri güzelleştirir. Sen ve tüm insanoğlu, çocuk değilsek, bunaDünyanın neticesinden firar edemezsin; iste­ mamışsak; maymunlaşmamışsak, nebatlaşmamışsen de istemesen de firari olamazsın. Ben istedisak; melek olmadığımızı da idrak etmişsek; sevap ' ğim yere giderim desen de gidemezsin. İnsan Fa• ve zenbimizle beraber insan olduğumuzu unutma­ tır değil ki ölmesin (55/26-27). Her nefis ölümü yıp, cinden ve insandan oluşan şeytanın şerrin­ tadacak, işlerinin ecrini görecek(3/185). Ey şakir! den, nassın Rabbine, nassın Malikine, nassın İlaölümden korkma. Sen ölümün öldürüleceği bir hına"sığınalım. Allah yardımcımız olsun, ki dava­ aleme gideceksin. Ölmekten; ölmemekten şakiler mızın doğruluğundan endişeye düşmeyelim. . korksun(l). Ölmekten, ölmemekten şakirler değil de .şakiler korksun. Rabbimiz Allah'tır diyerek hak yolda dosdoğru gitmek için çırpınanlara kor­ Dipnotlar (1) Bkz: İnsanın Yolu İslâm, Çekmegil, 4. bölüm, kulacak birşey yoktur; mahzun da olacak değil­ sh.245 . '.'.-.. dir^). (2) Bkz: Ayetler Işığında Reçeteler, Çekmegil, s.l 10 Dünyamız ebediyete açılan bir kapıdır. Mümi42 ümran ', • ' inceleme RE'yi bekleyen tehlikeler -III: Dünyevileşme s -r Prof.İ)r. Burhanettin Can Bu dönem Uhut'umuz olmasın Dünyevileşme hastalığının, . makam tutkusu ve mal tutkusu olmak üzere iki temel unsuru vardır. Makam tutkusunu ve neden olabi­ leceği toplumsal yaraları, geçen , yazımızda incelemiştik. Burada ise, mal tutkusunu ve bunun neden olduğu toplumsal sorunları incele­ yeceğiz; Dünyevileşme sorunu; gerek fert, gerekse cemaat bazında üzeri­ ne eğinilmesi gereken bir sorun­ dur. Gerek Kur'an-ı Kerim, gerek­ se Hz.Peygamber bu konu üzerin­ de önemle durmuştur. 4 Halife dö­ neminde, özellikle, Hz.Ömer-, vali­ lerinin tutum ve'davranışlarını, ya­ şantılarını yakından izlemiş; ma- .kamını putlaştıranları lüks içeri­ sinde yaşayanları/halka yabancı­ laşanları hemen görevden almıştır(l).. __ Yöneticilerin yetki sahibi ol­ maları, her zaman toplumun önün­ de bulunmaları nedeniyle, yaşantı­ ları ve tavırları, toplumu önemli bir şekilde etkiler. Lüks ve israf içerisinde yaşa­ yan bir yönetici ile, lüks ve israf içerisinde yaşayan zengin bir şah­ sın, toplum üzerinde bir tahribatı vardır. Ancak yöneticinin yaptığı tahribat, diğerine nazaran çok faz­ ladır. Geçen yazıda sözkonusu et­ tiğimiz Gazali'nin Sultan'a yazdı­ motivasyon kaynağıdır. Öyle ki ğı mektupta, Gazali: (Sultan'a hi­ insan bir şeyler kazanabilmek, eltaben) "Oysa sen lüks içinde bir ~de edebilmek için bütün yeteneği­ hayat sürdürüyor, yönetimin altın-' ni ortaya koymaktadır. Bu gerçeği da bulunan insanlara, onların so­ göremiyen Marksizmin teorisyenrunlarına karşı ilgisiz davranıyor­ leri, mülkiyete ve mülkiyet duy­ sun" diyerek bu tehlikeye dikkat gusuna savaş açmışlardır. Böyle­ çekiyordu. Bu noktadan hareketle, likle insanların yeteneklerini kö­ dünyevileşmenin makam tutkusu reltmişler ve çalışma azimlerini unsuruna öncelik vererek konuyu kırmışlardır. önceki yazımızda inceledik. Liberalizmin teorisyenleri de, Diğer önemli bir nokta ise, ya­ her türlü motivasyonun kaynağı zı serisine RP'yi Bekleyen Tehli­ olarak da neredeyse, yalnızca keler başlığını vermemizdir. Başlı­ mülkiyeti görmüşlerdir. Aşırı şe­ ğı, RP'nin Yaptığı Hatalar değil kilde tahrik edilmiş mülkiyet duy­ de, RP'yi Bekleyen Tehlikeler" di­ gusu, hiçbir şekilde tatmin olma­ ye seçmemizin nedeni, yazı seri­ yan, hiçbir şeyle yetinmeyen aç sinde ifade olunan hataların henüz- gözlü yeni bir insan unsurunun or­ vuku bulmamış olmasıdır. Vuku taya çıkmasına neden olmuştur. bulma ihtimali vardır. Türkiye'nin Böylece insanlık, iki aşırı uç ara­ sorunlarıyla karşı karşıya bulunan sındaki kavganın ortasında kala­ RP yöneticileri, bu sorunlar altın­ rak, ifratla tefrit arasında bocala­ da bunalarak bu konulara yeterin­ yıp durmuştur. ce dikkat edememiş olabilirler. Bu -- Gerçekte; bir şeye sahip olma açıdan, bu yazı serisi, bir uyan gö-. yaratılıştan gelen, fıtri' bir duygu­ revini ifâ etmektedir. dur: •- ^ . • "Mal ve çocuklar, dünya ha­ yatının çekici-süsüdür; Sürekli Mal, Mülk, Servet Sevgisi olan salih davranışlar ise, RabbiFıtri Bir Özelliktir nin katında sevap bakımından da­ ha hayırlıdır, umut etmek bakı­ Bir şeye sahip olma yaratılış­ mından da daha hayırlıdır." (48 tan gelen önemli bir duygudur. Kehf46)' . Mal, mülk edinme, servet sahibi Bu duygu; Kur'an-ı Kerim'de olma, insan yaşamında önemli bir kasım '- aralık 1996 - 4 3 inceleme şehvet kelimesiyle nitelendirilerek Yukarıda zikrolunan bütün mülke, servete kutsallık düzeyinde hem konunun önemi vurgulanıyor, ayetlerde, mal, mülk ve servet bir sevgiyle bağlanmaktır. Mal, hem de bu duyguya karşı insan edinmenin insan yaşamında önem­ mülk, servet edinmeyi bir tutku uyarılıyor: ,• li bir etkisi olduğu, bir yandan ifa­ haline getirmedir. İnsanın çevresi­ ; "Kadınlara* oğullara, kantar de edilirken; diğer yandan da bun­ ni göremeyecek tarzda mal mülke,, kantar yığılmış altın ve gümüşe, ların dünya hayatının geçici bir sü­ servete bağlanmasıdır yanlış olan. salma güzel atlara, hayvanlara ve reç metaı olduğu, asıl gerçek ola­ . Hz.Süleyman mal sevgisini, s ekinlere duyulan şehvet tutkusu, nın Allah katında var olduğu orta­ bir başka sevgiye (Allah sevgisi­ insanlar için süslendirilip çekici ya konulmaktadır. Böylelikle'jjnsane), ulaşmak için bir araç olarak kılındı. Bunlar, dünya hayatının nın bu konudaki tavrının ihtiyatlı görmüştür: metaıdır. Asıl varılacak güzel yer, ve dengeli olması gerektiğine dik­ "O (Hz.Süleyman)da demişti . Allah katında olandır" (3 Ali İmkatler çekiliyor. ki: "Gerçekten ben, mal sevgisini ran 14) • Burada; insanların mal, mülk Rabbimi zikretmekten dolayı ter­ Bütün bu sahiplenilmek iste­ edinmesi, servet sahibi olmaları, cih edip sevdim" (38 Sad 32) nen şeyler, dünya hayatının metaı zengin olmaları eleştirilmiyor, ya­ Böyle bir bakış açısı insanı olarak nitelendirilmekle de dikka-" dırganmıyor. Sadece zenginleş­ gerçekten özgür kılar, mala, mül­ timiz bir başka boyuta, Ahiret bo­ mek için sarf edilecek çabalarda ke, makama olan esirlikten kurta­ yutuna çekilmiş oluyor. Şehvet ve kazanılan servete, hükmetmede rır. Onun için Hz.Ömer ''Dünyaya tutkusu ile bağlanılan şeye; sahip takınılacak tavırda, dikkatli olma­ daha az meylettikçe daha hür ya­ olunulmuş değil teslim 6luşarsın" demiştir. nulmuş olunmaktadır. Hük­ ' Hakka yönelme, Hakkı Lüks ve israf içerisinde medilmiş değil, hükmü altına zikretme konusunda mal ve yaşayan bir yönetici ile, lüks ve mülkün bir engel teşkil etme­ girilmiş olunmaktadır. Bu açı­ dan, yararlı değil zararlıdır. israf içerisinde yaşayan zengin mesi böyle "bir anlayışın sonu­ Görünüş itibariyle çok güzel bir şahsın, toplum üzerinde bir cunda meydana gelir. cezbedici, fakat .iç yapı itiba­ "Ey iman edenler, ne mal­ riyle, bir başka şey yanında tahribatı vardır. Ancak yönetici­ larınız, ne de çocuklarınız sizi güzel olmayan, geçici olan nin yaptığı tahribat, diğerine Allah'ı zikretmekten 'tutkuya herşey birer metadır. Tıpkı kaptırıp- alıkoymasın', kim nazaran çok fazladır. birçok seyyar satıcı tezgahlaböyle yaparsa, artık onlar rındaki meyvelerin organizas­ kayba uğrayanların ta kendi­ yon görüntüsü gibi: Tıpkı kurtlu mız gerektiği konusunda, uyarılıleridir" (63 Münafikun 9) . alımlı elma gibi. Meta kavramında yoruz. Bu noktadan, hareketle Hz. Böyle bir anlayış sayesinde in­ aldanma, yanılma, yanlış yönelme Ömer, devlet memurlarını şöyle san, kendi mal ve mülkünü de son­ unsurları vardır. Gerçek, cazip hoş uyarmıştır: suz bir özgürlüğe sahip olarak, di- ' bir örtü ile gizlenmektedir: • '•'Parayı temiz tutmanın üç yo­ lediğince kullanamayacağını an­ "Bilin ki, dünya hayatı ancak lunu görüyorum. Birincisi, meşru lar: bir oyun ^utkulu bir oyalanma, bir vasıtalarla kazanılmalıdır, ikincisi "Dediler ki: "Ey Şuayb, atala- . süs, kendi aranızda bir övünme, meşru şeylere harcanmalıdır, rımızın taptığı şeyleri bırakmamızı mal ve çocuklarda bir çoğalma üçüncüsü gayrı meşru şeylere sarya da mallarımız konusunda dile- . tutkusudur. Bir yağmur örneği gi­ fedilmesi önlenmelidir" (2). diğimiz gibi davranmaktan vaz­ bi; onun bitirdiği ekin ekicilerin Demek ki kötü olan servet geçmemizi senin namazın mı em­ hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuveedinmek değil, serveti elde etmede retmektedir? Çünkü sen, gerçekte rir, bir de bakarsın ki sapsarı ke^ kullanmada ve harcamadaki gayrı yumuşak huylu, aklı başında (reşit silmiş, sonra da o, bir çer-çöp olu­ meşruluktur. bir adam)sın. vermiştir. Ahirette ise şiddetli bir Ancak böyle bir anlayış saye- . azab, Allah'tan bir mağfiret ve bir Mal, Mülk, Servet Tutkusu sinde İnsan; kendi malında yok­ hoşnutluk da vardır. Dünya haya­ sulların, dilenenlerin de bir hakkı tı, aldanış olan bir metadan başka olduğunu (3); maldan infak edil­ Kötü olan, "yanlış olan; malı, birşey değildir" (57 Hadid 20). mesi gerektiğini(4) mal ve çocukmülkü, serveti sevmek değil, mala, 44 ümran RP ve dünyevileşme çöplerinden yiyecek, giyecek top­ hırsıyla seviyorsunuz." ların bu dünyada birer imtihan ol­ lanılan bir ülkede tam bir israf ve (89 Fecr 18-20) duğunu^) idrak edecek olgun bir çılgınlık gösterisine dönüşür. Dü­ düzeye ulaşır. , "Muhakkak o, mal sevgisinden ğünün yapıldığı otel, gelin giysisi Mal sevgisinin, mal tutkusuna dolayı da çok katıdır" (100 Adiyat ve arabası bir güç, asalet gösterisi­ dönüşmediği toplumlarda, toplum­ 8) \ dir.' sal bir denge kurulur. Mal ve mülk Güçle, zenginlik eşdeğer hale Bunlar, gerçekten güçlülüğün farklılığı, sınıfsal bir ayırım oluş­ gelince; bunun insandaki ilk tahrip mü? yoksa çılgınlığın ve buna ne­ turmaz. Toplumsal gerilim yaşan­ edici etkisi, Müstağnileşmedir. den olanbunalımın mı bir belirtisi­ maz. Kavga ile değil, Allah korku-_ Yani, insanın kendi kendisine ye­ dir? Üzerinde belki de hiç düşüsu, Ahiret hayatı boyutu ile bir ter olması, bir başkasına ihtiyaç denge oluşur. İşte bu, mümin bir . nülmemektedir. Sosyal patlamalar duymamasıdır: böyle tezatların sonunda oluşma­ toplumla, mümin olmayan bir top­ "İnsan mutlaka azar. Kendim mış mıdır tarihte? lum arasındaki ayırıcı temel nite­ müstağni gördüğünden^ (96 Alak liklerden biridir. Bunu göremeyen , 6,7). Mal tutkusunun hakim olmaya Marksist teorisyenler, İslam top-' başladığı toplumlarda ibadet, şekli İşte dünyadaki ve Türkiye'deki lumlannı izah edebilmek için "As­ azgınlığın, çılgınlığın perde arka­ gösterişe dönüşebilir: ya türü üretim tarzı" tezleriyle sındaki en temel etken budur. "Dini yalanlamakta olanı gör­ kendilerini anlamsız bir tarza çok Kur'an-ı Kerim müminleri bu ko- • dün mü? zorlamışlardır. nuda değişik örnekler vererek sü­ İşte yetimi itip-kakan, yoksulu rekli uyarmaktadır. • doyurmayı teşvik etmeyen odur. Mal sevgisi, mal tutkusuna dö,Müstağnileşme olayının en-ti- ••"-. İşte şu namaz kılanların vay nüşürse, Allah korkusu, Ahiret ha­ .pik temsilcisi olarak Karun, haline, ki onlar namazlarında yayatı, unutulursa; mal, mülk, servet bütün_beşeri ilişkilerin odak nok- -• nılgıdadırlar, onlar gösteriş yap­ Kur'an-ı Kerim'de tüm insanlara örnek olarak gösterilmektedir: maktadırlar. Ve ufacık bir yardımı tasını işgal eder. Toplumsal norm­ "Gerçek şu ki, Karun, Mu- . da engellemektedirler." (107) Ma­ lar değişir. Mal, mülk Ve servetle .sa'nın kavmindendi, ancak onlara un 1-7) ... . öğünme toplumsal bir standart ha­ karşı azgınlaştı(bağyetti). Biz, Bugün için müslümanlan bek­ line gelir: : ona öyle hazineler yermiştik ki, leyen en temel tehlike; ruhunu "(Mal .mülk ve servetle) çok­ onun anahtarları birlikte(taşımaya) özünü kaybetmiş, şekli olan bu lukla övünme, sizi tutkuyla oyala­ davranan güçlü bir topluluğa ağır ibadet anlayışıdır. Buna karşı da­ yıp kendinizden geçirdi."(102 Tegeliyordu. Hani kavmi Oha demiş­ vet ve denetim mekanizmaları ile kasür 1) ' ti ki:"Şımararak sevinme, çünkü , tedbir alınmalıdır. "Ki o, mal yığıp biriktiren ve Allah, şımararak sevince kapılan-' . onu saydıkça sayandır. Gerçekten lan sevmez." Refahtan Şımarıp Azma: Azmalının kendisini ebedi kılacağını Allah'ın sana verdiğiyle ahiret dırıcı Bolluk sanmaktadır" (104 Hümeze 23). yurdunu ara, dünyadan da kendi Böyle bir toplumda; mal tüke­ payını(nasibi) unutma. Allah'ın Mal, mülk ve servetin toplum­ timi, israf güçlülüğün bir gösterge­ sana ihsan ettiği gibi, sen de ih­ da bütün ilişkileri belirleyen bir sidir. • • ' '• sanda bulun ve yeryüzünde boz­ ölçü haline gelmesi; daha fazla "O, hiç kimsenin kendisine as­ gunculuk arama. Çünkü Allah, güç elde etmek için daha çok zen­ la güç yetiremeyeceğini mi sanı­ bozgun çıkaranları sevmez. • ginleşme gerektiği dürtüsünü, tah­ yor. O: "yığınla mal tüketip yok Dedi ki: "Bu, bende olan bir rik edecektir. Zengin, daha çok " ettim" diyor(90 Beled 5-6). bilgi dolayısıyla bana verilmiş- • zenginleşmek ' isteyecektir. Bu anlayışta evdeki eşya, elbi­ tir." Bilmez mi ki, gerçekten Al- . se ve araba, model've markalarla . Kur'an-ı Kerim'de bu konu şu şe­ lah, kendisinden önceki kuşaklar­ kilde vurgulanmaktadır: ölçülür. Bunların; mevsimlik, ay­ dan kuvvet bakımından kendi­ "Yoksulu yedirmek için birbi­ lık, haftalık, hatta günlük olacak sinden daha güçlü ve insan sayı­ rinizi teşvik etmiyorsunuz. Mirası tarzda değişmesi gerekir. Her gün sı, bakımından daha çok olan sınır tanımaz bir tarzda yiyorsu­ ayn bir elbise giymek, hergün ayrı kimseleri yıkıma uğratmıştır. nuz. - . . . ' . • bir araba kullanmak, güçlülüğün Suçlu günahkarlardan kendi güMalı da bir yığma tutkusu ve tipik sembolleri olur. Düğünler; ; kasun - aralık 1996 45 inceleme nahları sorulmaz. sal dengeyi bozacağı, sonunda hiplerine, ilim sahiplerine muhta­ Böylelikle kendi ihtişamlı-süsü toplumu kaosa, anarşiye veya yok cız. Altın tepsiler içerisinde mille­ r içinde kavminin karşısına çıktı. oluşa götüreceği ifade ediliyordu. timize sunulan reçetelerle neyi Dünya hayatını istemekte olan­ Nitekim aynı hatayı işleyen geç­ gizlediklerini bilmeye muhtacız. lar: Ah keşke, Karun'a verilenin Maske ve makyajın arkasındaki miş toplulukların yok olduğu açık­ bir benzeri bizim de olsaydı. Ger­ gerçek yüzü görmeye göstermeye lanıyordu. Bütün bunlardan ders çekten o, büyük bir pay sahibidir." muhtacız. Maskeleri düşürmeye, alamayan, Karun ve serveti, Allah makyajı silmeye, böylelikle halka dediler. tarafından yerle bir ediliyordu. gerçeği-göstermeye ve gerçek kur­ Kendilerine ilim verilenler Karun olayının toplumsal cep­ tuluş yollannı sunmaya mecburuz. ise: "Yazıklar olsun size, Allah'ın hesi ise en az Karun'un cephesi Karun olayından alınması ge­ sevabı, iman eden ve salih amel­ kadar dikkat çekicidir. Burada top- . reken önemli bir ders de, Karun ve lerde bulunan kimse için daha ha­ lum iki ayrı gruba ayrılmıştır. Bi­ servetinin yok olması karşısında, yırlıdır; buna da sabredenlerden rinci grup, görünenle yetinen ve halkın pişmanlık duyması ve hak­ başkası kavuşturulmaz." dediler. dünyayı isteyenler; ikinci grup kı görüp teslim etmesidir. Öyleyse Sonunda onu da, konağını da olayların perde arkasına, özüne doğru zeminde, doğru bir zaman­ yerin dibine geçirdik." (28 Kasas nüfuz etmek isteyen ilim erbabı­ da, dosdoğru bir anlatımla halk 76-81) dır. _. uyanlabilir. Halkın duyu organlan Burada anlatılan olayın iki Olayların hep görünen yüzü ile üzerindeki perdeler, parçalanabilir, cephesi vardır: Birincisi Karun'un yetinen ehli dünya, Karun'a heves aklında ve kalbindeki paslar sili­ bakış açısı, ikincisi ise halkın ba­ etmekte onun gibi olmak istemeknebilir. İşte o zaman halk kış açısıdır. "kral çıplak" diye vargücüyle Karun açısından olaya jüks ve israf içinde yaşayanlaLüks yaşayanla­ haykırarak bu sistemi reddeyaklaştığımızda, "Karun"a mülkle decektir. . rınn yaşantılarına, mal ve mülkle­ verilen aşırı bir zenginliğin, onu şımarttığı, hak hukuk ta­ RP yöneticileri bu gerçek­ ine özenme beşeri bir zaaf olarine ola­ leri unutmamalıdırlar. Halka nımaz bir hale getirdiğidir. ak her zaman karşımıza çıka­ çıkarak gerçekleri bütün açıklığı ile Ulaştığı servetin tükenmez, caktır. aktır. Bu zaafa karşı toplumu, "* anlatıp destek istemelidirler. bitmez, yok olmaz olduğuna Aşın servet edinme tutkuolan aşın inancıdır... Bu aşırı özellikle, uyara­ izellikle, müslümanları uyarasu(cinnet hali); kendi dışında­ güven, onu görmez, işitmez cak ık davetçiîere, organizasyonla­ organizasyonla ki kazanımlara karşı taham­ ve dinlemez yapmıştır. Böy­ ra ihtiyaç vardır. mülsüzlüğü, onların ellerin­ lelikle, kendisine yapılan çağ­ deki imkanlan elde etme ve­ rılara ve uya'rılara karşı duya yok etme anlayışını beraberin­ yarsızlaşmıştır. Başkalanna ihsan­ tedir. Burada belki haset belki kin de getirir: da bulunması istenmektedir. ve öfke duygusu ile ona diş bile­ "Davud'un yanına girdiklerin­ miş de olabilirler. Karun'un bütün bu uyarılara de o onlardan (davacılardan) ürk­ İlim sahipleri ise bu aşın ser­ karşı cevabı daha da ilginçtir. Ser­ müştü; Onlar dediler ki: "Korkma, vet birikiminin Karun için hayırlı vetini kendisinde var olan bir bilgi iki davacıyız, birimiz diğerimize olmadığı, onun yok oluşunun bir vasıtasıyla kazandığını iddia et­ haksızlıkta bulundu. Şimdi sen işareti olduğu inancındadırlar. mektedir. Madem ki herşeyi bilgi­ aramızda hak ile hükmet, karannOnun için Karun gibi olmak iste­ si sayesinde kazandı, herşeyi ken­ da zulme sapma ve bizi doğru yo­ yenleri kınamaktadırlar. Allah'ın di gücü ve bileği sayesinde elde lun ortasına yöneltip-ilet." sevabının mal ve mülkte değil, etti; onda hiç kimsenin hakkı ve "Bu benim kardeşimdir, dok­ iman edip salih amel yapmakta ol­ payı olamazdı. Bu temelde, üretim san dokuz koyunu vardır, benimse duğunu söylemektedirler. Böyle ile paylaşım arasındaki kavga idi. bir tek koyunum var. Buna rağ­ bir sevaba böyle bir kurtuluşa da Allah paylaşmayı emrediyor­ men "Onu da benim payıma( koancak sabır ile ulaşılacağı ifade du; servetin aşın bir şekilde tek bir yunlanma) kat" dedi ve bana, koedilmektedir. elde toplanmasını istemiyordu. nuşma(tarzın)da üstün geldi. Bugürr her zamankinden daha Böyle bir olayın toplanmasını iste­ (Davud) dedi ki: Andolsun sefazla, düşünen araştıran, akıl sa­ miyordu: Böyle bir olayın toplum- 46 ümran - . - v - RP ve dünyevileşme nih koyununu kendi koyunlarına • (katmak) istemekle sana zulmet­ miştir. Doğrusu emek ve mal güçlerini birleştirip katan ortak­ lardan çoğu, birbirlerine karşı tecavüz (bağy) edenler; ancak iman edip de salih amellerde bu-. Iunanlar başka. Onlar da ne ka-. dar azdır." (38 Sad 21-24) İki kardeş arasında geçen bir dava: Kardeşlerden birinin 99 kb- yunu, diğerinin bir koyunu var. 99 koyunu olan, bir tek koyunu da alıp, kardeşini yok etmek istiyor. Kontrolsuz, ilkesiz mülk edin­ menin verdiği bir doymazlık bir • oburluk duygusudur bu. Çevresini yok ederek büyüme, nereye kadar? İnsanlar vücutlarına sülük takarlar. Sülükler doyacak kadar değil, kendilerinf öldürecek kadar kan emer, sonra da düşüp ölürler. Aşırı mal . tutkusu, neticesinde sahibini de tahrip edecek mekanizmayı bera­ berinde getirir. İki davacı olayı, tekelleşme düşüncesinin tipik bir örneğidir. Onun için Allah sermayenin belli ellerde toplanmasını istememekte­ dir: • "... Öyle ki (bu mallar ve ser­ vet) sizden zengin olanlar arasında dönüp dolaşan bir devlet olmasın" (59Haşr7) Mal ve servet dağılımı açısın­ dan, toplumun değişik sosyal ke­ simleri arasında büyük uçurumlar meydana gelirse; zengin olanlar, varlıklarını, fakir insanların elle­ rindekini de alarak, iki davacı ör­ neğindeki gibi, büyütmeyi hedef­ lerse, toplumda kaçınılmaz olarak huzursuzluk, bunalım, çatışma or­ taya çıkacaktır. Herkes Karun'un sahip olduğu imkanlara, ne pahası­ na olursa olsun sahip olmak iste­ yecektir. İnsana tek düşünce ha­ kim olacaktır: Bende de mutlaka olmalıdır'. Bundan dolayı Allah; * "Eğer insanlar (Allah'a karşı isyanda birleşip) tek bir ümmet olacak olmasaydı, Rahmana(Allah'a karşı) küfredenlerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerinde çıkıp^yükselecekleri merdivenler ya­ pardık. Evlerine kapılar ve üzerinde yaslanıp dayanacakları koltuklar, ve (daha nice) çekici-süsler(de ve­ rirdik). Bütün bunlar, yalnızca dünya hayatının metaldir. Ahiret ise, senin Rabinin katında muttakiler içindir." (43 Zuhruf 33-35), diyerek bizi uyarmaktadır. İnsanlarda, genelde, servet edinme özlemleri önemli bir duy­ gudur. Burada yadırganan servet edinme değil, servete olan aşırı tutku, bağımlılıktır. Bu, berabe­ rinde ilkesiz kazanma, ilkesiz kul­ lanma- ve ilkesiz sarfetmeyi getirir. Genelde Müstekbirler, müstağnileştikleri için toplumdaki hiçbir kurala uymazlar. Kendi kurallannı kendileri kor, kendi kurallarını kendiler bozarlar: .Kanun, nizam gelenek görenek tanımazlar. Yani tam bir fesatçıdırlar. Fesatçı ol­ dukları için de toplumu yok oluşa sürüklerler: ."Biz, bir ülkeyi yıkıma uğrat­ mak istediğimiz zaman, onun "varlık ve güç sahihi önde gelen­ lerine 'emrederiz, böylelikle onlar onda bozgunculuk çıkarırlar. Artık onun üzerine söz hak olur da, onu kökünden darmadağın ederiz." (17Isral6) İşte Gazali'nin yöneticilerin lüks içinde yaşamamaları gerekti­ ğini vurgulamasının temel neden­ lerinden biri budur. Allah'ın, Ka­ run gibi olanları yerle bir yaparak diğer insanları uyarması, insanlara karşı Rahman ve Rahim oluşundandır. Allah'ın nzkı belli bir ölçü ile yayması da müstağnileşmeye mani olmak içindir: "Eğer Allah, kulları için-rızkı (sınırsızca) geniş tutuı^-yay saydı, gerçekten yeryüzünde azarlardı. Ancak o dilediği miktar ile indirir. . Çünkü o, kullarından haberi olan­ dır, görendir." (42 Şura 27). Bugün Batı toplumlarında, özellikle, ABD'de karşılaşılan te­ mel sıkıntı, her türlü imkana sahip olan insanların çılgınlığıdır. Müstağnileşen bu insan unsuru, hiçbir . ahlaki endişe taşımamaktadır. Azdıncı bolluğun, baştan çıkarıcı rer fahın toplumdaki tahribatı, Batı'nın en ciddi sorunudur. "Baştan çıkancı bolluk kavra­ mı, ahlaki değerlerin giderek azal­ dığı, maddi ve ruhi tatminin öne çıktığı bir toplumu tanımlar. Kışkırtıcı bolluğun toplumda çürümeye yol açan öğesi yalnızca var olan bolluğu değildir. Sayılan gittikçe artan ve televizyon ya da bolluğa yakın olmaları nedeni ile v bu ortamı tanıyan ama bu ortamın ayrıcalıklarından faydalanamayan kitleler de de bir bozulma ve kıs­ kançlık ortamı yaratacaklardır.. Bu kişilerde bolluğa erişmek için mi­ litan bir istek ve 'çabuk zengin ol­ ma' yolunda bütün ahlaki kısıtlamalan göz ardı etme eğilimi getir­ mektedir... Ama bütün gereksin­ melerin giderilebildiği bir toplum, ayrtı zamanda»hiçbir ahlaki değer­ lendirme kriterinin de olmadığı bir toplumdur.. " , .".. Kişide izin verilen şeylerin sınınnı zorlama ve içsel bir dene­ tim olmadığı için 'bir şeyin yapılıp yanına kar kalmas>' istekleri ağır basar. Bu durumda, kişiler siste­ min prosedürünün ne kadar etkin olduğunu değerlendirip, davranış- . lannı buna göre ayarlarlar"(6) İşte Karun olayında, sade va­ tandaşla alimler arasındaki bakış açısının farklılığı burada ortaya çıkmaktadır. Olaylann özüne nü­ fuz edebilme, gidişi görebilme bu­ gün için en çok aranan bir meziyet 'haline gelmiştir.-Lüks ve israf k a s ı m - a r a l ı k J 996 47 inceleme kusuna kapılabilirler. Bu zaafa içinde yaşayanlann yaşantılarına, O söyle demişti: "Doğrusu Allah karşı tavır koymak müslürnanları mal ve mülklerine özenme beşeri size onu seçti ve onun bilgi ve vü­ korumak davetçilerin ve" cemaatle­ 'bir zaaf olarak her zaman karşımı­ cut gelişimini arttırdı. Allah, kime rin görevidir: za çıkacaktır. Bu zaafa karşı toplu­ dilerse mülkünü verir; Allah rah"Andolsun, sana çiftten yediyi mu, özellikle, müslürnanları uyametiyle geniş olandır, bilendir". • racak davetçilere, organizasyonla­ ve büyük Kur'an' ı verdik. Sakın (2 Bakara 247) ' ' onlardan bazılarına yararlandır­ ra ihtiyaç yardır: (Benzer bir ifade 43 Zuhruf 31 dığımız şeylere gözünü dikme, on­ 'de yer almaktadır) "Musa dedi ki: "Rabbimiz, lara karsı hüzne kapılma, mümin­ Şüphesiz sen, Firavun'a ve önde ler için de (şefkat) kanatlarını ger. Uhud Savaşı ve Alınacak gelen çevresine dünya hayatında Ve de ki: "Şüphe yok, ben apa­ Ders bir çekicilik (güç ve ihtişam) ve çık bir uyarıcı-korkutucuyum." mallar verdin. Rabbimiz, senin yo­ (15 Hıcr 87-89) Uhud Savaşı, İslâm tarihinde, lundan saptırmaları için (mi?) RP yöneticileri, RP kadrolarını Bedir'den sonra yapılan ikinci Rabbimiz, mallarını yerin dibine bekleyen büyük tehlikeye karşı önemli savaştır. Savaş öncesi, sa­ geçir ve onların kalblerinin üzeri­ vaş esnası ve savaş sonrası ni şiddetle bağla; onlar, acık­ vuku bulan olaylar, tarih boyu lı azabı görecekleri zamana Kirlenmiş, çürümüş bir hep ders alınması gereken kadar iman etmeyecekler." sistemi değiştirmeye talip olan­ özelliktedir. (10 Yunus 88) Hz.Peygamber Uhud da­ Burada iki farklı nokta lar, herkesten daha çok dikkatli, ğındaki geçide 40 okçu yerleş­ var: Birincisi, Kur'an örne­ herkesten daha çok topluma tirir ve der ki: "Benden size ğinde olduğu gibi insanların açık, denetime açık, uyarılara, ikinci bir emir gelinceye kadar mal, mülk, servet karşısında nasihata açık olmalıdır. Zafer biz savaşı kazansak da kaybetgösterdiği zaaf, mal, mülk, servet sahibi olmak için sınır sarhoşluğunun oluşturduğu gu­ sek te bulunduğunuz yerden ayrılmayacaksınız" ~ tanımayan bir tutku, ihtirasa rur, kibir bugüne kadar her ha­ Geçide yerleştirilen 40 ok- -> , saplanıp kalmak. İlkesizliği reketin sonunu hazırlamıştır. çu, İslam ordusunu 200 kişilik bayrak edinmek. İkincisi; Fi­ süvari birliği ile arkadan vur­ ravun gibi sapmış olanların, mak isteyen Halit bin Velit'i mal ve mülklerini insanları durdurur. Halit bin Velit geçit'in şimdiden önlem almalıdırlar. Hühak yoldan saptırmak için sarfetötesinde sabırla bekler. Başlangıç­ kümetolmuş bir partiye toplumun meleri, seferber olmalarıdır. ta İslam ordusu savaşı kazanmış­ her kesiminin üşüşebileceğini göz Halkı saptırabilmek için her tır. Müşrik ordusu, panik halinde önüne alırsak; pek çok menfaat türlü, cazip görüntü altında, deği­ kaçmaktadır. Müslüman savaşçı­ gurubu, partide yer edinebilmek şik kurumlar oluşturmak, ellerin­ lar, harp meydanında ganimet top­ için şimdiden infak adı altında deki tüm imkanları seferber et­ lamaya başlamışlardır. Savaşın ka­ partiye yardım yarışına girebilir­ mek, bunların tarihsel bir özelliği­ zanıldığını ve ganimet toplandığı­ ler. Gelecekte bu yardımlarını bir dir: " nı gören geçitteki okçulardan bü­ silah, olarak kullanıp; partiye mad­ "Gerçek su ki, küfre sapanlar, yük bir kısmı, ganimetten payları­ di yardım yapanın, milletvekili ve(insanları) Allah'ın yolundan en­ nı almak için, komutanlarının bügellemek için mallarını harcarlar; ' ya bakan olmaya daha çok hak sa­ . tün ısrarlarına rağmen görev böl­ bundan böyle de harcayacaklar: hibi olduğunu iddia edebilirler: gelerini terk etmişlerdir. Bunu gö­ "Onlara peygamberleri dedi Sonra bu, onların kahırlı özlemleri ren Halit bin Velit süvari birliği ile ki: "Allah size Talut'u yönetici olacaktır, sonra da bozguna uğra­ geçite saldırmış, 10 okçuyu öldü­ olarak gönderdi." Onlar: "Biz hü­ tılacaklardır. Küfredenler sonun­ rerek ganimet toplamaya dalmış kümdarlığa, ona göre daha çok da cehenneme sürülüp toplana­ olan islam ordusunu arkadan vu­ hak sahibiyken ve ona bir mal(sercakladır." (8 Enfal 36) rmuştur. Bu haberin duyulması ile vet) bolluğu) verilmemişken, nasıl İşte böyle bir kuşatma içerisin­ kaçan düşman ordusu geri dö­ bizi yönetmek üzere hükümdarlık de müslümanlar, bugün güç elde nmüştür. Müslümanlar iki ateş (mülk) onun olabilir?" demişlerdi. edebilmek için mal ve makam tut­ 48 unvan RP ve dünyevileşme arasında kalmış ve dağa çekilerek önce karşı oldukları herşeyi, ken­ masıdır. Ama iktidarda yalnız bu büyük bir kayıp vermekten kurtu­ dilerinin yapmalarıdır. Tevfik Fik­ nicel destekle kalınmaz. İktidarda lmuşlardır. Kazanılmış bir savaş, ret, Hane-i Yağma şiirini İttihat- adaleti sağlayacak yetenekli, eği­ ganimetten pay kapma duygusu­ Terakki'nin yağmacılığını yermek tim görmüş kadrolarla kalınır. Kir­ nun kurbanı edilerek kaybedilmiş­ için yazmamış mıdır? Namık Ke­ lenmiş toplumlarda bu kadrolar, tir. mal bir çok şiirini bu anlayışı yer­ kirliliğe karşı kelle koltukta müca­ Görevi terk eden bu insanlar, mek için yazmamış mıdır? . dele vermek zorundalar. Hiçbir muhacir veya ensardı. Her ikisi de Bir dava için mücadele eden ahlakî ölçü tanımayan bir menfaat İslam davası için dünyayı gözle­ kadro, iktidar olduklarında, kadro­ şebekesine karşı yerilen bir müca­ rinde ve gönüllerinde sıfırlamışlar­ nun bir kısmı yönetim kademele-. deledir bu. Ahtapotun kollan gibi dı. Yalnızca Allah'ın davası içini rinde görev alır. Diğerleri alamaz. her tarafa uzanmış bir zehirli sar­ seferber olmuşlardı. Muhacirler, Bu en doğal durumdur. Yönetim maşık gibi her mekanizmayı sar­ mallarını, mülklerini herşeylerini kademesine gelenler; mal ve ma­ mıştır. Bunlara karşı mücâdele Mekke'de bırakarak Medine'ye kam tutkusuna kapılıp ilkesiz, edenler, mal ve makam tutkusuna göç etmişlerdir. Ensar ise göç gayn meşru yollara saparak yaşam kapılmaması gerekir. Böyle bir eden bu mümin kardeşlerine kuca­ . standartlarını. değiştirirlerse; hem mücadeleye gönül verenler bu iki ğını açmış, herşeylerini onlarla dava, hem kadro,- hem de toplum hastalığa karşı teyakkuz halinde paylaşmıştır. Bir dava için dünya­ yara alacaktır. Özellikle kadro olmalıdırlar. Hz. Peygamber, tüm ya ve dünya nimetlerine başkaldıriçinde ciddi bir bunalım doğacak­ •müminleri bu konuda şöyle uyar­ mış, tavır koymuşlardır. Fakat bir tır. Mücadele azmi şevki kırılacak­ maktadır: anlık "gaflet veya dalgınlık veya tır. \ "Vallahi ben vefatımdan sonra vukufsuzluk, savaşın kaybedilme-" Hz.Ömer bundan dolayı me­ sizlerin müşrikliğe döneceğinden sine yetmiştir. murlarına mal beyânı mecburiyeti­ hiç endişe etmem. Fakat ben sizle­ Bugün, hükümet olmuş, bele­ ni getirmiş, yazdığı bütün mektup­ rin dünyaya aşın düşkünlük yapıp diyelerin büyük çoğunluğunu al­ larda valilerini, komutanlarını bu nefsaniyet yarışına kalkışmanız­ mış olan RP; Uhud Savaşı'ndan konuda uyarmıştır. Yapılacak uya­ dan (birbirinizle didişmenizden) ders almalı, Uhud Savaşı'ndaki nlara da daima açık olmuştur(7): •korkanm" (Buhari 14/6366:14) mesajı iyi değerlendirmelidir. Yö­ "Bu haberi Emir-ül-müminine " Umulur ki bü tarihi gerçekler­ netime gelmiş olmak, başarı ka­ veriniz. Çünkü o servet ve devlette den, tüm müminler gerekli dersi zanmış olmak yapmamız gereken Allah'ın mutemedidir. alır. Umulur ki bu dönem bizim görevlerimizi unutmayı veya ih­ Huccac, cuz' ve Bişr'e haber , Uhut'umuz olmaz. . mal etmeyi meşru kılmaz.Bu ma-. salınsın ve hesaplarını murakabe kamlar, mal, mülk edinme, güç ettirsin. „ ~ ' ' -, kazanma yerleri olarak görülme­ İki Nafi'ı de unutma, Beni melidir. Dipnotlar: Nasr'ın ileri gelenlerinden ibn Kirlenmiş, çürümüş bir sistemi Galleb'ide. (1) Numanî, S.: Bütün Yönleriyle değiştirmeye talip olanlar,.herkes­ Asım da pek masum değil, O. Hz.Ömer ve Devlet İdaresi. Hikmet ten daha çok dikkatli, herkesten Benî Bedr'in kayirdığıdır. Davar Çağ Yayınlan, İstanbul cilt 2. daha çok topluma açık, denetime Şibl ile beraber Muharrişe de (2) Numanî, S.: A.g.e. s.356 açık, uyarılara, nasihata açık ol­ sor, çünkü o da hudutlarda dile • (3) 51 Zariyat 19; 70 Mearic 24, malıdır. Zafer sarhoşluğunun oluş­ düşmüştü. • , •-•*•• 26; 68 Kalem 17-33 turduğu gurur, kibir bugüne kadar Onlarla çarpıştık onlarla • (4) 2 Bakara 261-265,274 her hareketin sonunu hazırlamıştır. (5) 17 İsra 6, 18 Kehf 32-43, 23 döndük. Türkiye'de toplumun özünü değiş­ Ama onlar zengin biz ise de­ Müminn 55, 74 Müddesir 12, 71 Nuh tirmek isteyenler bu gerçeği unut­ ğiliz." ' >! 12,9Tevbe55,85 (6) Brezezînski, Z. Kontrolden mamalıdırlar. Îttihat-Terakkinih Çıkmış Dünya, Türkiye iş Bankası düştüğü en büyük hata; hazırlıksız Sonuç:. Kültür Yayınlan, İstanbul, (1993) oluşun yanında, iktidarı bir yağma s:72-73 ve talan mekanizması olarak gör­ İktidara halkın oylarıyla geli­ (7) Numanî S., A.g.e. s.49 müş olmasıdır. İktidar olmadan nir. Bu niceliğin yönetime yansı­ kasım - arahk 1996 49 " inceleme Tarihsel süreçte ve Kur-an'da-kadın (II) Fatma Kutluoğlu İslâmî öğretide kadının top­ lumsal kişiliğini geliştirip koruma hakları teminat altına alınmıştır. Kur'an-ı Kerim, hiçbir cinsel ay­ rım kaydı koymadan toplumsalJaşma sürecinin insan fıtratına yerleştirildiğini ve yaratılışında zaten varolduğunu bildirir. 49/Hucurat 13. ayeti bu bakımdan da anlamlıdır. Bu ayeti kerimede insanların birbirleriyle canlı iliş­ kilerini teşvik eden bir işleyiş öğütlenmektedir. Renk, dil ve fi­ ziksel özelliklerin farklılığı, bir aşağılama vesilesi değil; zengin­ lik vesilesidir. Farklılıklar, insan­ ların birbirlerini tanımalarını teş- vik eder; kendinde olanla diğerle­ rine katkıda bulunmaya sevkeder. Böylece fiziksel farklılıklar ve ta­ nışma eylemi toplumsal hayatı olumlu anlamda motive edebilir. İslami anlayışta cinsiyet, renk, dil ve fiziksel özelliklerin farklılıkla­ rı Batı'da olduğu gibi bir aşağıla­ ma vesilesi değildir. Amerika ve Avrupa'da "zenci" denildiğinde ne anlama geldiğini ve bu halkın ırkî farklılıklarından dolayı hâlâ ne denli aşağılandığını söylemeye bile gerek yoktur. Zira "âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz'' denir. Bundan dolayıdır ki bu zihniyet 50 ümran Mümin erkek ve kadınların sıkı bir dayanışma içinde bulunmaları gerekmektedir. Çünkü toplum içinde iyiliği emretmek, kötülükten alıkoymak böyle bir dayanışmayı gerekli kılmaktadır.1400 yıl önce­ sinden böylesine net ifadelerle kadını toplum içinde aktif ve mesul bir konuma koyan İslam'dan başka hangi sistem olabilirdi? sahiplerinin lafları parlak ve gü­ zel olabilir fakat tatbikatları tam aksi olmaktadır. Bu noktada in­ sanlık onurunu koruyup insanca hayat sürmek isteyenler, daha dikkatli olmak've her halükarda hakkı ve doğruyu savunmak mec­ buriyetindedirler. Hak ve adalet bugün olduğu gibi bireylere ve toplumlara göre değişkenlik arzederse, ister istemez karşımızda, ezilen insanlar, katledilen maz­ lumlar, cinselliği meta haline ge­ tirilen ve bu noktada alabildiğine sömürülen kadın ve çocuklar, itilen-horlanan yaşlılar, heba edilen çevre, yok olan tarihi buluruz. Buda yaşanabilir bir dünya ol­ maktan çıkar. Böyle bir ortamda • bunalımlı bir gençlik, rayından çıkmış bir nesil, alkol, eroin-esrar ve fuhuş batağında çırpınan bir gelecek manzarası ile, temenni et­ mesek de karşı karşıya kalırız. Temiz Toplum Oluşumunda Kadın ve Erkeğin Sorumluluğu İslam temiz bir toplum vaade. der. İşte bu toplumda sosyal çev­ reyi tümüyle tahribeden alkol ve ' tüni uyuşturucuları, fuhuş ve zi­ nayı insan fıtratını ve ahlakını yok edici unsurlar olarak görür, bu sebeple de tüm gayri ahlaki insana zarar veren tutum ve dav­ ranışları yasaklar. ' Bu tmiz toplumun oluşumun­ da, kadın ve erkeği aynı şekilde mesul tutar. Hiçbir ayrıma yer ver­ mez. 9/Tevbe suresinin 71. ayeti kerimesi kadın-erkek eşitliğini vurgulamanın ötesinde her iki cinsin birbiriyle dost olmaları ve dolayısıyla dayanışmaları gerekti­ ğini açıkça gözler önüne serer. Kur'an'da kadın "inanan erkekler ve kadınlar mesajları içeren ve "Müslüman zu'runa vararak: birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği Kadın"ın siyasi otorite nezdinde -Ey Allah'ın elçisi! Kocam emrederler, kötülükten alıkorlar, hakkını elde edebilmek için gös­ benimle evlendiğinde ben genÇnamazı kılarlar, zekatı verirler, terdiği çabaları anlatan bir sure­ tim. O zaman beni arzuluyordu. Allah'a ve Resulüne itaat ederler. dir. Siyasi otoritenin itirazlarına. Ona birçok çocuk verdim. Yaşı­ İşte onlara Allah rahmet edecek­ rağmen kadın haklı davasında ıs­ mın ilerlediği bir sırada beni ana­ tir. Allah daima üstündür, hikmet rar etmiş, uğradığı zulmü Allah'a sına benzeterek, yalnız bırakıver­ sahibidir." şikayet etmiştir. Bu kadının hak­ di. Eğer bir yolunu bulur da ara­ Bu ayeti kerimeye göre mü­ larını elde edebilmek için göster­ mızı düzeltebilirsen çok iyi olur. min erkek ve kadınların sıkı bir diği örnek gayret ve çaba Allah'ın Hz.Peygamber(as): dayanışma içinde bulunmaları ge­ takdirine mazhar olmuştur: .Yüce Allah'ın şimdiye kadar rekmektedir. Çünkü toplum için­ "Allah kocası hakkında senin­ bana bu konuda herhangi bir emri de iyiliği emretmek/kötülükten le tartışan ve Allah'a şikayette ulaşmış değildir. Bana göre, artık ^alıkoymak böyle bir dayanışmayı bulunan kadının sözünü işitmiştir. sen kocana haramsın.Kadın: gerekli kılmaktadır. 1400 yıl önce­ Esasen Allah konuşmanızı işitir, -Ey Allah'ın elçisi, kocam val­ sinden böylesine net ifadelerle şüphesiz ki Allah işitendir, bilen­ lahi talak kelimesini kullanmadı, kadını toplum içinde aktif Ve me­ dir." (58/Mücadele) deyince: sul bir konuma koyan İs­ Hz.Peygamber(s) yine: lam'dan başka hangi sistem -Artık sen kocana ha­ Mücadele sûresi, "İslam'da kadın ram olmuşsun, diye tekrar­ olabilirdi? Aynı şekilde erkek karşısında mahkumdur, 60/Mümtahine suresinin 12. ladı. Kadın: ayeti kerimesi ise 1,4 asır ev­ ^•Kurbanın olayım". Ey kadının kocasına karşı söz hakkı vel kadına seçme hakkını yoktur vs." şeklinde dile getirilen ve Allah'ın elçisi! Halime acı, vermiş bulunmaktadır: diye yalvardı. Sonra da ha­ İslam'a haksız olarak yamanmaya lini Allah'a şikayet ederek:' "Ey peygamber inanmış çalışılan bakış açısının, Kur'an'a kadınlar sana Allah'a hiçbir -Allah'ım! Yalnızlığın şeyi ortak koşmamak, hırsız­ ne kadar aykırı olduğunu ve bu tür acısından ve ızdırabımın lık yapmamak, zina etmemek, anlayışın İslam'la ilgisi olmadığını şiddetinden sana şikayet çocuklarını öldürmemek, el­ ediyorum. Küçük çocuklanakıl sahiplerine gösterir. leriyle ayakları arasında bir , mı ona bıraksam perişan iftira uydurup getirmemek _. .._._ olacaklar. Kendi yanıma al­ üzere sana biat etmek için 'geldik­ Bu surenin adı hakları uğrun­ sam aç kalacaklar. Allah'ım sana lerinde, onların biatlannı al ve şikayet ediyorum! Peygamberine da mücadele veren kadın demek­ onlar için allah'tan mağfiret dile, tir. Ayet bize göstermektedir ki bir vahiy indir, diye dua ediyordu. şüphesiz ki Allah çok bağışlayan a)Haklarını elde etmek için büyük -Kadın henüz oradan ayrılmadan ve çok esirgeyendir" bir çaba gösteren ve bu uğurda Mücadele Suresinin ilk ayetleri na­ Ancak Hz.Peygamber (as)den mücadele veren kadın Kur'an'da zil olmuştur." sonra kadınların, ilahi vahyin ken­ bir Sûreye ad olacak kadar yüce­ Sonuç olarak Cenab-ı Hak kâ-' dilerine vermiş olduğu seçme, yö­ dir, b) Böyle bir kadının sesi ve dini, haklan için mücadeleye teş­ netimi belirleme hakkından mah­ şikayeti Allah(c.c) tarafından ti­ vik etmekte ve ona açık bir des­ rum bırakıldıklarını görüyoruz. * tizlikle dinlenir. c)Böyle bir kadı­ tek .vermektedir. nın Peygamber (s)le konuşması Mücadele sûresi, "İslam'da Müslüman Kadının Müca^ da Allah tarafından izlenmekte­ kadın erkek karşısında mahkum­ deleri Karakteri dir. "Görüleceği üzere sûre adını dur, kadının kocasına karşı söz Hz.Peygamber(s) ile'tartışan ka­ hakkı yoktur vs." şeklinde dile ge­ ' Şu halde kadınlar haklarını el­ dın Havle binti Huveylid(ra.)den tirilen ve İslam'a haksız olarak ya­ de edebilmek için mücâdele ver­ almıştır. Kaynaklarda geçtiğine manmaya çalışılan bakış açısının, mek durumundadırlar. "Mücade­ göre bu kadın uğradığı zulmü gi­ Kur'an'a ne kadar aykırı olduğu­ le Suresi" bu bakımdan önemli dermek için Hz.Peygamber'in hu- nu ve bu tür anlayışın İslam'la ilkasım - aralık 1996 51 inceleme nahta ve sevapta, iyilik ve güzel­ ahlaksız olarak nitelemekle birlik­ gisi olmadığını akıl sahiplerine likte, kötülük ve neticesinde hep te, erkeğin yaptığı ahlaksızlığı ve gösterir. Bu ayeti takiben şikayet eden Jcadının (Havle binti Huvey- - eşittirler. Bu birlikteliği ve ta­ fuhşu ise erkekliğinin gereği, güç­ mamlayıcılığı vurgulayan birçok lülük emaresi; elinin kiri veya lid) durumuyla ilgili hukuki dü­ âyeti kerime vardır. Ancak biz milli çapkın gibi geleneksel cilalı zenlemeyi içeren dört ayet daha bunlardan birini zikretmekle ye­ ifadelerle tabii birşeymiş gibi su­ nazil olur.' Bütün bu ayetler dik­ narlar. Oysa Kür'an'ın ifadesiyle tinmek istiyoruz: katle tahlil edilecek olursa, Havle "Müslüman erkeklerle, müslü- ikisi de yaptıklarından aynı oran­ ile kocası arasında çıkan bu anlaş­ man kadınlara, mümin erkeklerle, da mesul ve herbiri de aynı adla mazlığın çözümünün, kadının le­ mümin kadınlara ibadete devam anılırlar ve her ikisi de birbirine hine tecelli etmesi de dikkat çeki­ eden erkeklerle, ibadete devam denktir. Nur suresinin 3. ayeti ke­ cidir. Şayet iddia edildiği gibi İs­ eden kadınlara, sadık erkeklere rimesi bunu ifade etmesi bakı­ lam kadını ezen, onun haklarını elinden alan, erkeği kadından üs­ 'sadık kadınlara, Allah'tan hak­ mından önemlidir: tün gören bir din olsaydı, bu ko­ kıyla korkan erkeklerle, Al-' "Zina eden erkek, zina eden nuda da erkeğin lehine ortaya bir lah'dan hakkıyla korkan kadınla- veya ortak koşan kadından başka­ sıyla evlenemez,. zina eden çözüm koyması mantıkî kadın da zina eden veya bir gereklilik olurdu. Hal­ Kur'an kadınların şahsiyetlerini ortak koşan erkekten baş­ buki durum tam aksine kasıyla evlenemez. Böyleolmuştur. Buradan da erkeklerden bağımsız olarak geliştir­ leriyle evlenmek inananla­ Kur'an kadınların şahsi­ melerini, erkeği kendisinden üstün ra haram kılınmıştır." yetlerini erkeklerden ba­ ğımsız olarak geliştirme­ görüp onun haksızlıklarına boyun eğ­ Riyakarlık/ikiyüzlülük lerini, erkeği kendisinden memelerini, bu haksızlıkları ortadan bu saldırgan ve maddeci bakış açısının en bariz üstün görüp onun haksız­ kaldırmak için gerekli girişimlerde özelliğidir. lıklarına boyun eğmeme­ bulunmalarını istemektedir.Kur 'an 'in lerini, bu haksızlıkları or­ çizdiği bu kadın tipinin ezilen, sömü­ tadan kaldırmak için geKür'an ve Çokevlilik ,rekli girişimlerde bulun­ rülen, horlanan aşağılanan ve erkeğin malarını istemektedir. elinde mahkum bir kadın tipi olduğu­ Bu sebepledir ki kendi­ Kur'an'm çizdiği bu ka­ lerinde bir resmi eşleri, bir nu hangi insaf sahibi kabul edebilir? de sayısı belli olmayan, dın tipinin ezilen, sömü­ rülen, horlanan aşağıla­ sosyal konumları ve güç­ nan ve erkeğin elinde mahkum bir ra, sadaka veren erkeklerle, sada­ leri itibariyle adetleri değişken kadın tipi olduğunu hangi insaf ka veren kadınlara, oruç tutan er­ metresleri bulunduğu halde, bunu sahibi kabul edebilir? keklerle, oruç tutan kadınlara, if­ özgürlük, çağdaşlık vs.vs. gibi ifa­ İslam'ı, ne pahasına olursa ol­ fetlerini koruyan erkeklerle iffet­ delerle meşruymuş gibi gösterip, lerini koruyan kadınlara, Allah'ı İslam'ın sadece zaruret halinde bir sun, karalamak isteyenlerin kendi çok anan erkeklerle, Allah'ı çok ruhsat olarak verdiği Çokevlilik hayallerinde çizdikleri ve görmek anan kadınlara, şüphesiz ki Allah, iznini utanmadan eleştirebilmek­ istedikleri Müslüman Kadın'la onların hepsine bir mağfiret ve tedirler. Kaldı ki çok kadınla ev­ Kür'an'ın örnek gösterdiği müca­ büyük bir mükafat hazırlamıştır." lenmeyi ortaya atan Kur'an değil­ deleci, şahsiyetinin bilincindeki (Ahzab35) Müslüman Kadın arasında hiçbir dir. Aksine Kur'an çok kadınla ev­ Bu ve benzeri ayetlerde dikkat lenmeye bir sınır getirmiştir. Söz­ ilginin olmadığına akıl ve tefek­ çeken bir husus da "iffetli erkek, gelimi İslam, Kitabı Mukaddes'in kür sahipleri için sadece bu ayet­ iffetli kadın- zina eden erkek, zi­ (Bible) Ha'zreti Davud'a atfettiği ler dahi yeterlidir. na eden kadın" ifadelerinde kadın "harem" kurumunu veya Hz.Şüve erkeğin eşdeğer olmalarıdır. leyman'ıiı 300 cariyesi dışında Kadın-Erkek Eşdeğerliği Oysa genel itibariyle bugünkü 700 karısı olması ^I.Krallar, 1,3) toplumlar düşük kadını ifeetsiz ve durumunu yahut da İslam öncesi İslam'da kadın ve erkek gü­ 52 ümran Kur'an'da kadın Arabistan'ında mevcut olduğu ha­ nizden korkarsanız, bir tane se- ade eder ve bu da kadının muvaliyle sınırsız sayıda kadınla evlen- ,. çin, yahut sahip olduğunuzla yeti­ , fakatine bağlıdır."Üstüd M. meyi reddeder." (1) nin. Bu (tek kadınla evlenme) Abduh: Gerçi Kur'an çok kadınla ev­ adaletten sapmamanız bakımın­ "Kötülükleri ortadan kaldırlenmeyi yasaklamaz. Fakat bunu dan daha uygundur." - mak iyilikleri elde etmekten önce az uygulanabilir duruma sokan Aynı surede yeralan'bu iki *' gelir. bazi şartlar koyar. ayet birlikte değerlendirilirse, tek "Adaletsizlikten korkulduğun­ "Eğer aralarında adaleti yerine v kadınla evlenmenin esas olduğu, da teaddüdü zevcatın kesin haram getirememekten korkarsanız, o çok evliliğin ancak istisnai du­ olduğu anlaşılmış olmaktadır." zaman bir kadınla evlenin." ^Ni­ rumlarda olduğunu görmekteyiz. der. Pek tabii olarak bu (haramisa .3) ayetinden de anlaşılacağı * Buna da kadının muvafakati alın­ yet) durumda evlilik akdi yapılsa üzre şartsız ve kayıtsız bir evlilik mak şartıyla cevaz verilmektedir. ahid batıl veya fasit olur anlamı yoktur. Aksine temel şart olarak Yüce Allah Nisa 129. ayeti keri­ çıkarılmamaktadır. Çünkü bura­ ' eşler arasında adaletin tesisine mede isteseler de hiçbir şekilde daki haramlık geçicidir. Akdin işaret edilmiştir. kadınlar arasında adaleti sağlaya­ butlanını gerektirmez. O halde İlahi Mesaj bu temel şartın ne • mayacaklarını kesin olarak ifade buradan anlaşılan şudur: Üstad kadar uğraşılırsa uğraşılsın eşler etmektedir. Kur'an'ın ifadesiyle M.Abduh bizzat etkilerini müşaarasında tesisinin imkansız oldu­ zulmetmemek için uyulacak en hade ettiği teaddüdte aileden top­ ğunu, dolayısıyla kişi için en uy­ doğru yol tek bir kadınla yetin­ luma varan büyük zararlar olduğu gununun tek evlilik olduğunu ifa­ mektir. kanısındadır. "(2) de eder. İslam poligamiyi yasak­ Bu demek değildir ki Kur'an Şunu unutmamak gerek ruh­ lamaz fakat zorlaştırıcı "şartlar ko­ - birden fazla evlenmeyi yasakla­ satlar kullanma selahiyetine haiz yar. Şöyle ki: a) ferdi b) sosyal" mış veya teşvik etmiştir. Bilakis olmayan insanlar tarafından kul­ bakımdan buna ihtiyaç bulunmak. . İlahi yasa, insanların tüm ihtiyaç- lanılırsa, hiç şüphe yok ki çok bü­ (Yakın tarihe baktığımızda Al­ ' larına çözüm bulduğu, tüm ulus­ yük zulümler ve felaketler doğar. manya'da II.Dünya Savaşı'nda ların şartlan ve değişik durumla­ Bu da kesinlikle aile kurumunu erkekler kırıldığı için, çok kadınla rına rağmen istediklerinin tümünü tahribeden çok daha büyük prob­ evlenilmesine müsaade edilmesi bulabildikleri yasadır. lemleri beraberinde getirecektir. öngörülmüştür.) c) Birden fazla Teaddüdün mubah kılınmasın­ Her toplumda olduğu gibi bizim kadınla evlenmenin gerektirdiği da, ona teşvik anlamı asla yoktur. toplumumuzun içinde de İlahi yükümlülükleri yerine getirme Bilakis bir çekince vardır. O da mesajın ruhundan uzak, maksadı­ gücüne sahip olmak; d) Adalete adaletin eşler arasında tesisinin nı aşan sadece nefsi emmareyi riayet. mümkün olmadığıdır. Bununla tatmine yönelik bu tür tatbikatları "Ne kadar çabalasanız kadın­ birlikte onun yasaklanmasında İslam'a ve onun Raslune maletözellikle çözümü teaddütte bulu­ mek düpedüz bir iftira olur. Bunu lar arasında adalete riayet ede­ mezsiniz; o halde birine büsbütün nan bazı özel problemlerin, çö­ yapanların dinle ne alakası olabi­ zümsüz kalmasına neden olma lir ki? Olsa olsa dini, egosunun meyledip te diğerini askıda gibi vardır. Bütün akıl ve izan sahiple­ tatmini için kullanmaya kalkan bırakmayın. Eğer iyilik ve düzen için çalışır, günahtan sakınırsanız rinin takdir edeceği gibi, en haki­ sahtekarlardır. mane yasa, problemlerin çözümü­ bilin ki Allah günahlarınızı çok İşte bu yüce din en büyük za­ bağışlayıcı ve çok merhamet edi­ ne kapıyı açık bırakan ve onun' rarı kafirlerden ziyade dini din üzerine kapı kapatmayan yasadır. . adına istismara kalkan bu. sefih­ cidir." (4 Nisa 129) ~ Zira akıllı insan en üstün yaşam lerden görmüştür. Ve Cenab-ı Hak Nisa .3.'de biçimini tercih eder. Bilge olan şöyle buyurur: ' Dipnotlar "Eğer yetim kızların haklarını hukukçu ulusuna en kapsamlı ka1) Roger.Garaudy, İslam ve İnsan­ gözetemiyeceğinizden korkarsınaz ' nunu tercih eder. Üstad M.Hamilığın Geleceği, s.l45,İst-l990 size helal olan diğer kadınlardan dullah'ın dediği gibi: 2) M. Hamidullah, İslam'a Giriş, "Hukuk çok eşliliği mecburi İst. 1965, s.221. " ikişer, üçer, dörder nikahlayınız. Eğer adalete riayet edemiyeceği- kılmaz, bazı hallerde buna müsa­ ' x kasım -aralık 1996 53 tarihten günümüze Model insan Hz. Muhammed (s. a.) Serdar Özdemir san"ı tercih etmek suretiyle be­ recek güce sahip değilim. Eğer lirlemiştir. ben gaybı bilseydim elbette da­ . Yüce bir gaye ile seçilen bu ha çok hayır yapmak isterdim İnsanlığın bugün ulaştığı görevli, içinden çıktığı toplu­ ve bana hiç bir fenalık dokun­ bilgi ve tecrübe kabul etmekte­ mazdı. Ben sadece inanan bir dir ki, en iyi, en başarılı ve aym - mun her hangi bir ferdi gibi; bir beşerin taşıdığı özelliklere kavim için uyarıcı ve müjdeci­ zamanda en kolay eğitim ve haiz olan seçkin kişi, normal yim." \A'rafl7:31) * öğretim yolu, bir örneğe, diğer bir insan gibi, yiyen, içen, uyu­ "Ben nefsimi temize çıkarabir deyişle, bir modele bağlı yan, geçimini sağlamak için ça­ mam. Çünkü gerçekten nefis, olarak uygulanan eğitim meto­ lışan, yorulan evlenen, çoluk Rabbimin esirgediği dışında dudur. Eğer siz bir ferde ya da çocuk sahibi olan sevinen, üzü­ olanca gücüyle kötülüğü emretopluma farklı bir yön vermek, len, vb. türri "beşeri" hususiyet­ ' der..." (Yasauf112:53) ' . ' . yeni bir konum kazandırmak leri haiz bir "insan"dır. "Andolsun biz senden önce . veya bir halden başka bir hale Bu açıdan Kur'an'a yönel­ ' de resuller gönderdik, onlara koymak istiyorsanız, bunun en da eşler ve çocuklar verdik. diğimizde, gerek önceki pey­ kolay ve kalıcı yolu, önlerine Hiçbir resul, Allah'ın izni ol­ gamberlerin, gerekse Hz.Muolmasını istediğiniz durumu madıkça herhangi bir mucize hammed'in vasıfları anlatılır­ gösteren bir örnek, bir model getiremez..." (Ra'd/13:38) ken, bu noktaya vurgu yapıldı­ koymaktır. Bu durum teknik İnsanların değişimine mo­ ğını açık bir şekilde müşahade sahada olduğu gibi, sosyal sa­ del olsun için, insandan bir edebiliriz. Konuyla ilgili bir halar içinde aynen geçerlidir. model seçmekten daha tabii kaç ayeti örnek olarak zikrede­ Şüphesiz, inşam yoktan vabirşey düşünülemez. YüceYalim: reden Allah, onu zaafları ve ka­ ratıcı'nın bu konudaki tasarru­ "Meryem oğlu Mesih bir re­ biliyetleriyle en iyi tanıyan yü­ fu da mutlak örneklik ve bağlasulden başkası değildir. Ondan ce varlık olarak, insanlığın önce de resuller gelip geçmiş­ . yıcılık göstermektedir elbette. bunca deneme ve tecrübeden Allah Teala, insanlara rehbertir. Onun annesi özü sözü doğ­ sonra elde ettiği sonucu, insan­ v ru biri idi. İkisfde yemek yer­ lik etmesi için hemcinslerinden ların değişmesi gereken dö­ bir kişiyi seçmiş, onun aracılığı lerdi..." (Maide 15:75) nemlerde hep uygulamıştır. İn­ ile, nasıl bir ideal insan, ideal "De ki: 'Ben Allah'ın dile­ sanlığa rehber olarak gönderi­ kul istediğini onların şahsında diğinden başka kendime her­ len elçisini, yine toplumun dile getirmiştir: hangi bir fayda veya zarar ve­ içinden bir fert olan bir "inO Bir Beşerdir... 54 unvan • model i n s a n Hz.Munammed "Ahdolsun Allah'ın Rasurisi olması gerekirdi. Ancak o Yahut altından bir evin olmalı, • lünde, sizin için, Allah' ı ve ahitakdirde kendisine iman edebi­ yahut göğe yükselmelisin. An­ ret gününü arzu edenlerle, Al­ lirler ve söylediklerine kulak cak senin göğe çıktığına^ oku­ lah'ı çok ananlar için, güzel- verirlerdi: yacağımız bir kitabı bize indi­ bir örnek vardır." (Ah"Toplumun küfre sapanla­ receğin zamana kadar, asla zab/33:21) rından bir grup kodaman şöyle inanmayız.' De ki: Rabbimin Allah'ın insanlara rehber konuşmuştu: 'Bize göre sen, bi­ şanı yücedir. Ben sadece elçi olarak gönderilen peygamber­ zim gibi bir insandan başkası olarak gönderilen bir insan de­ lerin bir beşer olduğu, diğer in­ değilsin. Bakıyoruz sana, ayak ğil miyim?" (İsral 17:90-93) sanlar gibi, bir insan olduğu takımımızın basit görüşlü in­ Yukarıda zikrettiğimiz ayethususundaki ısrarına rağmen; sanlarından başkası ardına i kerimelerde çok açık bir şe­ rasullerin bir "beşer" olmasma düşmüyor. Sizin bize hiçbir üs­ kilde görüldüğü gibi, bir kısım . şaşıran, dahası haddini aşarak tünlüğünüzün olduğna da inan­ insanlar, kendilerini doğru yola itiraz eden ve bu durumu iletmek üzere görevlendir kabul edemeyen, peygam­ rilen kişinin, bir "beşer" Bunlar peygamberlere karşı berden insan-üstü özel­ olmasını kabul edemeçıkmamış, ona iman etmiş, onun likler, kabiliyetler ve me­ . yerek, karşı çıkmışlar ve ziyetler bekleyenleri mü- izinden gitmiş; ancak peygamberle­ ondan insan-üstü talep- > ri olduğundan fazla yücelterek, ön-» lerde bulunmuşlardır. Ki. şahade etmekteyiz. Kanaatimizce bu anla­ lan olağanüstü varlıklar haline ge­ tab-ı Kerim'ihde herşeyi yışta olanları.iki ayrı baş­ tirerek, methetmede aşırıya gitmeen açık bir biçimde kul­ lık altında ele almak ge­ leri sebebiyle, hataya düşmüşlerdir. larına bildiren Allah Terekmektedir. ala, onların bu tavrını, hi­ Şüphesiz bu hatanın da mertebeleri dayetlerine engel olan bir Birincisi: Kur'an'da sözkonusudur. Ki bunun en uçtaki - açmaz olarak belirtmekte " örneğini bize yine Kur'an haber ^ çok net bir şekilde ortaya ve her sözün önünü kese­ konan, rasullerin beşeri- vermektedir: Hıristiyanların, Mer­ c e k veciz bir ifadeyle, liğine açıkça karşı çıkan yem oğlu İsa'yı, bir beşerin ötesine bunun gerekçesini bizlere müşriklerdir. Onlar, haber vermektedir: taşıyarak uluhiyyet mertebesine peygamberlik müessesesi­ "Kendilerine hidayeti , çıkarmaları. ni kabul ediyorlardı. An­ rehberi geldiğinde insan­ cak, peygamber olarak," ların iman etmelerine, kendi içlerinden bir "insan"ın şöyle demelerinden başka bir mıyoruz. Aksine sizi yalancılar şey engel olmadı: 'Allak, bir sayıyoruz." (Hud/11:27) % görevlendirilmiş olabileceğine, ihtimal vermiyorlar; böyle yüce insanı mı rasul gönder­ "Dediler ki: 'Bizim için yer­ bir görev için ancak meleklerin di?'" (İsral 17:94). , den bir pınar fışkırtmadığın sü­ gönderilmesi gerektiğini iddia "De ki: 'Eğer yeryüzünde rece sana asla inanmayacağız. ediyorlardı. Onlara göre, Allah Yahut senin hurmalardan,* iskan eden, orada dolaşanlar böyle bir görev için ancak bir üzümlerden oluşan'bir bahçen melekler olsaydı, elbette onla­ melek görevlendirirdi. Ya da ra elçi olarak bir melek göndeolmalı. Onların aralarından şı­ bu insanın, sıradan bir "beşer" '. rirdik?''(İsral 17:95)rıl şırıl ırmaklar akıtmalısın. • olmaması, olağanüstü özellik­ Yahud iddia ettiğin gibi göğü leri olan, her istediğini ve her İkincisi: parçalar halinde üzerimize düistenileni anında yapabilen -bir Peygamberlerin normal bi-şürmelisiri, yahut Allah'ı ve anlamda ilahi vasıfları olan- bi­ melekleri karşımıza dikmelisin. rer insan olduğunu kabul edekasım - aralık 1996 55 tarihten günümüze meyerek hataya düşen ikinci hadisde, Rasulullah şöyle buyur­ den söylemekte olduğun sözleri grub ise, birinciden oldukça muştur: "Hristiyanların, Mer­ söyle" buyurdu." (Buhari, Kitafarklı bir durumda karşımıza yem oğlunu batıl ve aşırı surette bu'1-Meğazi; Bab:12, H.no:49.) Burada da Hz.Peygamber, çıkmaktadır. Bunlar peygam­ methettikleri gibi, sakın sizler de berlere karşı çıkmamış, ona beni methetmede aşın gitmeyi­ kendisinin gaybı bilen birisi iman etmiş, onun izinden git­ niz. Şüphesiz, ben sadece Al­ olarak vasfedilmesine nza gös­ miş; ancak peygamberleri oldu­ lah'ın bir kuluyum. Onun için ba­ termemiş, gaybın yalnızca Al­ ğundan fazla yücelterek, onları na sadece, Allah'ın kulu ve Rasu- lah'ın bilgisi dahilinde olduğu olağanüstü varlıklar haline lü deyiniz!" (Buhari, Kitabu'l- şeklindeki Kur'an imanmı bir başka şekilde vurgulamıştır. getirerek, methetmede aşırıya Enbiya; Bab:, 50., H.no: 115) Yine Buhari'nin rivayet etti­ Konumuz açısından bakarsak, gitmeleri sebebiyle, hataya düşmüşlerdir. Şüphesiz bu ha­ ği bir başka hadis de, bu konu­ kendisinin "insanüstü" görül­ tanın da mertebeleri sözkonsu- da Rasulullah'ın hassasiyetini mesini, "beşer" olmanın ötesin­ dur. Ki bunun en uçtaki örneği­ açık bir biçimde ortaya koy- de bir yere konulmasını kabul . maktadır: etmemiş ve bu konuda yapılan ni bize yine Kur'an haber yanlışlığa anında müda­ * vermektedir. Hıristiyanla­ "Onlar peygamberdi", hale etmiştir. rın, Meryem oğlu İsa'yı, "o Allah'ın has kulu idi", "ama Niyetimiz risalet, bir beşerin ötesine taşıya­ rak, uluhiyyet mertebesi­ onlar sahabeydi" gibi ucuz maze­ gayb, mucize vd. kavram­ ne çıkarmaları karşısında, retlere sığınmak, meseleye bu açı­ ların kelami tartışmalarına Allah Teala, hesap günün­ dan yaklaşıldığında mümkün değil­ girmek ya da hadis usu­ lünde benzeri problemleri deki bir manzarayı ibretle dir... Geriye birtek şey kalıyor: tartışmak değildir. Belki gözümüzün önüne sermek­ te ve bundan ibret almamır Onların bu başarılarının, bu örnek konunun tabiatı gereği ve model oluşlarının arka-planmı, oralarla da alakası olmak­ zı istemektedir: . "Allah şunu da söyledi: ilkelerini tesbit etmek, esaslarını la birlikte, bizim jısıl ga­ yemiz; genelde peygam-' 'Ey Meryem oğlu İsa! Al­ belirlemek ve ona göre berliği ve peygamberleri, lah'ın yanında beni ve anhareket etmektir. özelde Hz.Muhamnemi de iki tanrı olarak ka­ % med(s.a.)i doğru bir zeminde "Muavviz kızı Rubeyy şöy­ bul edin diye insanlara sen mi tanımak, buna bağlı olarak da le demiştir: Ben gelin olduğum söyledin?' İsa dedi ki: 'Haşa! Teşbih ederim seni. Hakkım ol­ günün kuşluk vaktinde Pey­ özellikle yaşanan hayat ve yapı­ mayan birşeyi söylemek benim gamber^.a.) benim evlenme lan pratik mücadele içinde, haddime değildir. Eğer onu törenime geldi de, senin benim müslüman insan unsurunun söylemişserh sen onu elbette bi­ yanıma oturuşun gibi. benim" kendine örnek alacağı, tavır ve döşeğimin üzerine oturdu. O sı­ davranışlarında model olarak lirsin..." (Maide 65:116) rada birtakım kızcağızlar def görebileceği bir "Nebi" örneği­ Kur'an'ı en güzel anlayan ve insanların anlaması için en çalıyorlar ve babalarımızdan ni ortaya koymaya çalışmaktır. anlamlı tefsirini yapan Hz.Pey- Bedir gazasında şehid olanların Hz.Muhammed(s.)in Beşe­ gamber(s.a.), kendine has veciz güzel vasıflarını zikrediyorlar­ rî Mücadelesini Örnek Al­ ifadesiyle; bu konuda düşülen dı. Bu kızlardan birisi: -İçimiz­ hataya işaret etmekte ve de bir Peygamber var ki, o ya­ mak rın ne olacağım bilir! dedi. Bu­ mü'minleri ikaz etmektedir: Konuya bu açıdan yaklaş­ İbn Abbas ve Hz. Ömer'in ri­ nun üzerine Peygamber (s.a.): vayeti ile Buhari'nin aktardığı "Kızım böyle söyleme, önce­ manın önemi şuradadır: Rasu56 ümran model insan Hz.Muhammed lullah'ın yürüttüğü ve sonunda başarıya ulaştığı yirmi üç yıllık bir mücadelesi vardır. Allah'a • ve Rasulüne iman ederi hermü'minin bu mücadeleyi ken­ dine örnek alması gerekmekte­ dir. Ancak eğer birileri çıkar . da, Rasulullah'ı -hatta sahabeyi bile- "insan-üstü" varlıklar ola­ rak kabul ettirmek isterlerse, . . onları örnek almak nasıl müm­ kün olabilecektir? Konun öne­ mi işte buradadır. Bizim inancımız ve iddi­ amız odur ki; onlar da bizim gibi bir beşerdiler, onlar da bi- ' zim sahip olduğumuz imkan ve . kabiliyetlere sahip oldukları gibi, aynı zamanda bizim du­ çar olduğumuz -insan olmanın getirdiği fıtri- zaafiyetlere du­ çardılar. Mesela; onların da günleri yirmidört saat, ayları otuz gündü. Ama onlar da bi­ zim gibi insan olduklarından aynı zamanda uyumak zorun-, daydılar da... Biz de onların sa­ hip olduğu akla sahibiz, ama onlar da bizim gibi."nefis" sa­ hibi idiler. Daha önemlisi, on­ ların da bizim de, tüm Ademoğlunun ortak düşmanı şey­ tan, o zaman da aym şeytandı, şimdide... s O halde, "Onlar peygamber­ di", "o Allah'ın has kulu idi", •"ama onlar sahabeydi" gibi ucuz mazeretlere sığınmak, meseleye bu açıdan yaklaşıldı­ ğında mümkün değildir... Geri­ ye birtek şey kalıyor: O da, on­ ların bu başarılarının, bü örnek ve model oluşlarının,' arkâ-planını tesbit etmek, ilkelerini tesbit etmek, esaslarım belirlemek kaldı... Eğer Rasulullah bazı ta­ ve ona göre hareket etmektir., Hz.Peygamber'in askeri rihçilerin kendisini olağanüstü mücadelesini inceleyen değerli niteliklerle dolu bir hayat ile müellif Mahmut Şit Hattab'ın anlattıklarını bilseydi, bu işe Türkçe'ye "Komutan Peygam­ asla rıza göstermezdi... O her ber" olarak çevrilen gerçekten halükârda insanlara kendisinin önemli çalışması, Rasulullah'ın de bir beşer olduğunu telkin et­ mücadelesinin, "iş yapmak" is­ mekteydi... Rasulullah komutadaki kişi­ teyen insanlar için nasıl bir mo­ del olduğunu merak edenlerin sel niteliklerine ilave olarak biokuması gereken önemli bir linen bütün savaş taktiklerine eserdir. Bu eserin önsözünde. uymuştur ve bundan dolayı da M. Şit Hattab, Rasulullah'ın düşmanlarına karşı basan sağ­ mücadelesinin ve başarılarının lamıştır. Eğer en ufak bir ihti­ gerçek sebeplerini tahlil ve tet­ yatsızlık, tedbirsizlik göstermiş kik etmek gerektiğini, ancak olsaydı sonuç tam tersine ola­ böyle yapıldığı takdirde örnek bilirdi... Bedir savaşı öncesi müşrik­ alınacak bir model teşkil edebi­ leceğini şu şekilde ifade etmek­ leri çok, ashabmı sayı ye kuv­ vetçe az gördüğünde tereddüt tedir: ••••_• - "Ben bu eseri yazarken, fi­ gösterseydi durum ne olurdu? ilen savaşta meydana gelmesi Huneyn sâvaşmda müslümanmümkün olmayan bazı olayları lann kaçışı sonucu kendi aile­ yazmaya gerek görmedim. Ba­ sinden ve muhacirlerden sade­ zı tarihçiler- sözünü ettiğimiz ce on kişi ile direnmemiş ol­ olayları gözönünde tutup Rasu­ saydı durum ne olacaktı? Niçin lullah'ın savaşlarda elde etmiş müslümanlardan bir grup savaş olduğu başarılan alışılmışın dı­ esnasmda namaz kılarken diğer şında olağan üstü harikalara grup onlara yönelik düşman dayandırmakta ve bunu normal saldınlannı püskürtmeye çalış-^ şartlar allında cereyan etmiş bir maktadır?. harp niteliği taşımamak şeklin­ Bu dakik hesaplar, maharet- de yorumlamaktadırlar. Bu ta­ li sevk ve idare ortada iken, * ' rihçiler söz konusu olağanüstü acaba Rasulullah'ın başarısı, halleri nübüvvete mahsus zu­ olağanüstü niteliklerden mi, hurat olarak yorumlamaktadır­ yoksa normal şartlar altındaki lar . ' ' . . • • - . . , harp teknik ve maharetlerinden Rasulullah, olağanüstü nite­ mi kaynaklanmaktadır? liklerle başarıya ulaştıysa, bura­ Gerçek şu" ki, başarı Al­ daki başarı ne kıymet ifade lah'tandır. Bunda şüphe yoktur. eder? Müslümanlar onun yâ-. ' Ama Allah, savaşın gereklerini şantısını nasıl anlayıp örnek yerine getirmeyen bir kimseye edinebilecekler? Zira Rasulul­ başarı vermez. (Mahmut Şit lah'ın irtihali ile olağanüstü Hattab, Komutan Peygamber, haller bitti, geriye acı gerçekler 9_.11.) kasım-aralık 1996 57 sohbet Kur'an'a sımsıkı sarılmak i • Şemseddin Özdemir Kitab'a Sımsıkı Sarılmak Geçen sayıda Kur'an-ı Ke­ rim'in nasıl bir kitap olduğu üzerinde durmuş, >Kur' an' m kolay'anlaşılır ve apaçık bir ki­ tap olduğunu belirtmiştik. Al­ lah mü'minlere gerçekten de onların anlayabileceği kolay­ lık, basitlik ve sadelikte, baş­ vurdukları takdirde problemle­ rini çözebilecekleri bir kitap indirmiştir. Böyle bir kitabı gönderen Allah, bu kitabı biz­ lere yüklemiştir, emanet etmiş­ tir. Ahzab suresi 72..ayette şöyle denmektedir: "Gerçek şu ki biz emanetle­ ri göklere, yerş ve dağlara .sunduk dâ, onlar bunu yüklen­ mekten kaçındılar, ondan kor­ kuya kapıldılar. Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zalim ve çok cahildir." Haşr suresi 21. ayette ise şöyle ifade edilir: "Şüphesiz biz Kur'an'ı bir dağın üzerine indirmiş olsay­ dık, andolsun onun Allah kor­ kusundan boyun eğerek pa­ 58 ümran İslâm dünyasındaki pekçok insan kendi yorumunu esas alıyor; liderinin veya teşkilatının yorumunu or­ taya koyuyor, sımsıkı ona yapışıyor ve insanları ora­ ya çağırıyor. Allah'ın Kitabı'na değil. Sonra da niçin başarılı olamadık, parça parça olduk diye biribirlerine soruyorlar. ramparça olduğunu görürdü­ nüz, işte biz belki düşünürler diye insanlara örnekleri böyle, vermekteyiz." Dağın böyle bir tavrını ör­ nek veren Allah diyor ki, müslümanlara bırakılan işte böyle bir emanettir. Dağ paramparça olacaksa, müslümanlann ken­ dilerine Rableri tarafından na­ sıl bir emanetin yükletilmiş ol­ duğunu görmeleri ve bilmeleri gerekmektedir. Yüklendikleri, çok ağır bir yük. Bu anlamda Kur'an'a dön­ mek, bu emanetin ne olduğunu iyi kavramak, Allah'ın kendi­ lerine yüklediği bu görevi yeri­ ne getirmek için gayret sarfetmek, müminler olarak hepimi­ ze düşen bir görev olması gere­ kir. Çünkü emanet çok ağırdır. Ama ne gariptir ki, bugün dağı paramparça etme nokta­ sında olabilecek bir Kur'an so­ rumluluğu ve emaneti, sözde Kur'an'a tabi olduğunu söyle­ yen birçok müslümanda ciddi bir rahatsızlık meydana getir­ memektedir. Bu, üzerinde dü­ şünülmesi gereken bir husus­ tur. Bu ne biçim bir emanet anlayışıdır ki, bir kitaba varis kılınmışız, kitap bize emanet olarak Allah tarafından gönde­ rilmiş, fakat biz bu durum kar­ şısında hiçbir rahatsızlık duy­ mamaktayız; onun ne olduğu­ nu merak edip oha bakmamak­ tayız ve o da bizim problemle­ rimize çözüm getirme nokta­ sında görevini yerine getire­ memektedir. Allah Kuran'da müminlere \ Kur'an'a sanlmak kuşkusuz başka görevler de tım ki, ona sımsıkı sanlırsamz bizden ne isteyip ne istemedi­ yüklemektedir. Emanet olarak asla sapıklığa düşmezsiniz ve ğini bilmemiz gerekmektedir. verilen bu Kur'an'a sımsıkı ya­ O Allah'ın kitabı Kur'an'dır." Bundan sonra da "işittik ve ita­ pışmaları ve onu'asla terkedil­ Bütün bu uyarılardan bir at ettik" diyerek ona boyun eğ­ miş halde bırakmamaları konu­ gerçeği görmekteyiz: Allah memiz, onu önce kendi hayatı­ sunda birçok yerde ikazlarda kendi vahyettiği kitabına sım­ mızda yaşamak, daha sonra bulunuyor. Şu hususun altını sıkı sarılmamızı, ona çok güzel onun hayata hakim kılınması çizmek lazımdır: Kur'an'a sım­ bir şekilde bağlanmamızı em­ için mücadele etmeye karar sıkı yapışın. Bu elbette maddi retmektedir. Araf, Zuhruf, Al-i vermek mecburiyetindeyiz. anlamda bir yapışma değildir. imran ve daha pek çok surede . Onu pratiğimizde yaşayaca­ Al-i İmran 101. ayette - "kitaba sımsıkı sarılmak"tan ğız; rehberimiz o olacak; tartış­ özetle- "kim Allah'a sımsıkı bahsedilmektedir. Onda olanı masız doğrularımızı ondan ala­ tutunursa", 102. ayette ve de­ düşünmemiz istenmektedir. cağız ve onun insanlara hük­ vamında "toptan Allah'ın ipi­ "Eğer Kitab'a sımsıkı sanlır­ medebileceği bir noktaya gel­ ne sımsıkı yapışın ve dağılıp samz asla sapıklığa düşmez­ mesi için elimizden gelen gay­ siniz" denmektedir. reti sarfetmemiz gerekecektir. parçalanmayın" denmektedir. Ancak böyle yaparsak, Yunus suresi 43. umulur ki Kitab'a sım­ ayette ise şöyle ifade edi­ Hz.Ömer (r.a.) şöyle demiştir: sıkı sarılanlardan olu­ liyor: "Bu Kur'an sizin için bir mükafat, ruz. Yoksa böyle yap­ "Sen, sana vahyedilebir şeref ve bir hazinedir. Siz maz da, bugün dünya­ ne sımsıkı sarıl. Hiç şüp­ Kur'an'a uyun; Kur'an'ı kendinize daki pekçok müslüma- hesiz ki bu Kur'ân sana nın olduğu gibi, kendi ve kavmine gerçekten bir uydurmayın. Kim Kur'an-ı Kerim'i zikirdir. Siz ondan hesa­ kendisine uydurursa Kur'an onu Ce- kanaat ve düşünceleri­ ba çekileceksiniz." ' hennem'e kadar sürükler. Fakat kim ni, kendi inanma bi­ v çimlerini, islam'dan Araf süresinde Kitap Kur'an'a tabi olursa, Kur'an onu kendi anladıklarını * Ehli'yle ilgili bir konu' Firdevs cennetlerine götürür. Allah "Allah'ın ipi" yapar, aktarılırken, "onlar Ki.ona sarılıp da Allah'ın kapalı gözleri, sağır kulakları, kilitli tab'a sımsıkı sarılırlar ipine sarıldık zanneder­ kapıları Kur'an-ı Rerim'le açar." ve namazı dosdoğru sek, bugün onların için­ ikame ederler"; yine de bulunduğu duruma düşece-, birbaşka yerde -171. ayetteğiz demektir; yani zillet, sefa­ "size verdiklerimize sımsıkı Dönüp baktığımızda, bugün x sarılın ve onda olanı düşü­ müslümanlar olarak, dünyada­ let, gerilik, kan, gözyaşı ve binün" denmektedir. ki İslam ümmeti ve Türki- ribirini katletmenin normal sa­ Yine Araf 13 te "Rabbiniz- ye'deki müslümanlar olarak yıldığı bir duruma....Bütün den size indirilene uyun," Jbir- gerçekten de", burada ifade edi- bunlar "kitab" yerine kendi başka ayeti kerimede "bu in­ ' len anlamıyla Kitab'a sımsıkı yapıştıkları, kitap ve din oldu­ dirdiğimiz mübarek bir ki­ sarılâbilmekte miyiz? Ne de­ ğunu söyledikleri iplerin çü­ rüklüğünün sonucudur. , taptır; ona uyun ve korkup mektir sımsıkı sanlmak? sakının" ifadeleri geçmekte­ İslam dünyasındaki pekçok Bunun için evvela Kur'an'ı dir. insan kendi yorumunu ortaya Kerim'in ne olduğunu bilme­ Hz.Peygamber'in (s.) ise miz lazımdır, Allah'ın o kitabı koyuyor; hderinin veya teşkila­ şöyle bir ifadesi vardır: "Ey in­ bize hangi özelliklerle indirdi­ tının yorumunu ortaya koyu­ sanlar, size Öyle birşey bırak­ ğini, içinde nelerin olduğunu, yor, sımsıkı ona yapışıyor ve kasım - aralık 1996 59 "V sohbet insanları oraya çağırıyor. Al- lah'ın Kitabı'na değil. Sonra da niçin başarılı olamadık, parça parça olduk diye biribirlerine soruyorlar." Eğer bir parçalan­ ma varsa, eğer işler iyi gitmi-_ yorsa, herkes tekraren dönüp şu soruyu sormalı: Acaba bir gerçekten Rabbimizin burada bize verdiği doğ­ rudan talimatlara, farz olan ta­ limatlara -bunlar keyfi uygula­ ma değildir; Allah'tan bir emirdir, farzdır- hakkıyla uyup Allah'ın Kitabı'na mı bağlanıyoruz, yoksa kendi ya­ nımızdan çıkarttığımız -İs­ lam'a ters olmasa bile- kendi kanaatlerimize ve yorumları­ mıza Allah'ın Kitabı'ndan daha çok mu bağlanıyoruz? Sorun buradadır ve İslam dünyası ve müslümanlar birkaç asırdan fazla bir zamandan beri -istis­ nalar hariç büyük ölçüde- o sımsıkı yapışmaları gereken ta­ limatı unutup Allah'ın ipi yeri­ ne başka ipler ihdas ettikleri için, o her yapıştıkları ip so­ nunda çürük çıktığı için onları hüsrana uğratmıştır, sıkıntıya ve zillete duçar etmiştir. Bizim kurtuluşumuz Allah'ın Kita­ bı'na yeniden sımsıkı sarıl­ maktan geçer. :• Hz.Ömer (r.a.) şöyle demiş­ tir: "Bu Kur'an sizin için bir mükafat, bir şeref ve bir hazi­ nedir. Siz K u r ' a n ' a uyun; Kur'ân'ı kendinize uydurma­ yın. Kim Kur'ân-ı Kerim'i kendisine uydurursa Kur'an onu Cehennem'e kadar sürük­ ler. Fakat kim Kur'an'a tabi . 6 0 umrem olursa, Kur'an onu Firdevs . arasında bulunduğu sürece in­ cennetlerine götürür. Allah ka­ sanlar ondan nasıl haberdar palı gözleri, sağu- kulakları, ki­ olacaklardır? Demek ki bir gö­ litli kapıları Kur'an-ı Kerim'le revimiz Kitab'ı insanlara açık­ açar." (Hadislerle Müslüman^ lamak, bir görevimiz de onu lık,c.5,s.l584) gizlemerhektir. Anlatmamak, gizlemek anlamına gelir. Eğer Kitab'ı Terkedilmiş Bı­ biz Kitab'ı insanlara.tebliğ et­ miyor, insanlara açıklamıyor­ rakmak. sak, onu gizliyoruz demektir. Yeterince açıklamamak da bir Kur'an'a sımsıkı sarılma­ mak demek, onu terkedilmiş gizlemedir. Sonuçta, yapmadı­ bırakmak demektir. Bu konuda ğımız eylemden dolayı tersi orKur'an-ı Kerim bizi çok uyar­ • taya çıkıyor. Kitab'ı bileceksi­ mıştır. Kitap'in terkedilmiş niz, okuyup kavrayacaksınız, olarak bırakılmaması için, Ki- vebalinizi bileceksiniz, ama tap'ın ihmal edilmemesi için anlatmak için bir gayret sarfetAllah bizi uyarmıştır. meyeceksiniz. İşte o zaman Bakara/10l'de şöyle den­ "gizleyenlerden" olmuyor muyuz? > mektedir: Bugün Kur'ah'la- uğraştığı­ "Ne zaman onlara Allah'ın katından yanlarındakini doğ­ nı söyleyen çevrelerin önemli rulayan bir peygamber gelse, bir problemi de entellektüel kendilerine kitap verilenlerden. haz^ almak için, zevk almak bir takımı sanki kendileri hiç için Kur'an'ı araştırma kitabı bilmiyorlarmış gibi, Allah'ın yapmalarıdır. Bilgili olmak, in­ sanları mat etmek veya cevap Kitabı'nı arkalarına attılar." Bu Kitap Ehli'yle ilgili bir vermek, ne kadar bilgili oldu­ uyarıdır; ama peygamberlerin ğunu göstermek... bunu yap­ arkası kesildikten sonra bugün maları önemli bir sapmadır. kendisine vahyin tebliğ edildi­ Kur'an-ı Kerim akademik araşği pek çok müslüman da bu . tırma kitabı değildir; ve bu ni­ tehditvarî uyarının kapsamına yetle de inmemiştir. Ancak ve girmiş bulunmaktadır. ancak yaşanmak üzere inmişi i Al-i İmran suresi 187. ayet­ t Fakat Kur'an'dan çok bahse­ teki-talimat ilginçtir: "Hani kendilerine kitap ve­ den belli kesimlerde gözlemle­ rilenlerden onu mutlaka insan­ diğimiz şudur ki, Kur'an birile­ lara açıklayacaksınız ye onu rini eleştirmek-ve kendi bilgi gizlemeyeceksiniz diye kesin dağarcığını arttırmak için oku­ söz almıştık. Fakat bunlar onu nan bir kitap halinde tutulmak­ arkalarına attılar. Ve ona kar­ tadır. Bu kesimlerin en kısa za­ şılık az bir değeri satın aldılar. manda girdikleri bu girdaptan çıkmaları gerekmektedir. Ön­ O aldıkları şey ne kötüdür." Kitap mushafın sayfaları celikle bütün pratiklerini Kur'an'a sarılmak Kur'an'a döndürmeleri gerekir. muyuz? Hz.Peygamber'in (s.) hüküm ver." (Elmalılı Tefsiri, Kur'an kibirlinin kibrini kırar. Allah'a şikayet ettiklerinden c.5, s.3583)' Ama kişi Kur'an'ı okuyup da miyiz, etmediklerinden miyiz? Ve yine sahabeden E b u . caka satıyorsa, kendini, ne ka­ Eğer -Allah korusun- böyle bir Musa, -Kur'an okuyanları top­ dar bilgili görürse görsün, o şikayetin" muhatabı biz isek, iş­ layarak şöyle demiştir: Kur'an'ı anlamamış demektir; te o zaman mahvolmuşuz de­ "Siz memleketin Kur'an'ı daha doğrusu, tam aksini tatbik mektir. okuyan kimselerisiniz. Bu yüz-. ediyor demektir. Bu bir sapma­ Yine bu konuyla ilgili deği­ den K u r ' a n ' d a n uzun süre dır. K u r ' a n okuyup sürekli şik ayetlerde şöyle ifadeler bu­ uzaklaşmayın. Yani Kur'an'ı Kur'an deyip de. sözünde dur­ lunmaktadır: okumayı,, tedris etmeyi ihmal mayan bir adamın Kur'an'la ir­ Maide/68: "Onlar Tevrat'ı, etmeyin. Aksi halde Ehl-i Kitibatını dikkate almak zordur. İncil'i ve Rabb'ihden indirilen , tab'ın kalplerinin katılaştığı gi­ Kur'an-ı Kerim'i salt bilgilen­ Kur'an'ı ayakta tutmadıkça bi sizin-de kalpleriniz katıla­ mek için okuyan, tartışmak hiçbir esas üzerinde değiller- şır." Gerçekten bugün de onu için tartışan, bilgi dağarcı­ görüyoruz. Bazı insanlar ğım arttırarak oryantalistle­ •var ki, üç beş sene heye­ Bazı insanlar var ki, re benzer bir mantıkla oku­ canla Kur'an-ı Kerim'i* üç beş sene heyecanla Kur'an-ı okuyorlar, daha sonra ise yan ve sonuçta kendi pra­ Kerim'i okuyorlar, daha sonra bırakıveriyorlar ve bir da­ tiklerini değiştirmeyip ha­ talarını düzeltmeydiler cid­ ise bırakıveriyorlar ve bir daha ha da ellerine alamıyorlar. di bir sapma içindedirler. Yani siz Kur'an-ı Kerim'i da ellerine alamıyorlar. terkedilmiş bırakırsanız, o Furkan suresinde 29. Yani siz Kur'an-ı Kerim'i terke­ da sizi terkediyor. Ve Ehl-i ayetten itibaren devam dilmiş bırakırsanız, o da sizi Kitab'ın kalplerinin katı­ eden ayetler silsilesinde bir terkediyor. Ve Ehl-i Kitab'ın laşması gibi, kalpler katıla- . şikayet vardır. Kur'an ahikalplerinin katılaşması gibi, şıyor, araya mesafeler girt ret günü olacak olan bir yor ve Kur'an'la olan irti­ tartışmayı olmuş gibi akta­ kalpler katılaşıyor, araya mesa^ bat kopup başka irtibatlar rarak Hz.Peygamber'in(s.) feler giriyor ve Kur'an'la olan .devreye giriyor, bir şikayetinden bahseder. \ irtibat kopup başka irtibatlar Resulullah o gün şöyle di­ Zuhruf suresinin 36-38. devreye giriyor. yecektir: ayetlerinde Allah şöyle di­ yor: "Kim benim zikrimi, "Yarabbi, gerçekten be­ Kur'an'ı görmezlikten gelir, nim ümmetim benden sonra dir." ihmal ederse, - ona bir şeytanı Kur'an'ı terkedilmiş bıraktı." -Elmalılı'nın Furkan/30. Hz.Peygamber Aleyhisselam ayetin tefsiri anlamında zikret­ arkadaş kılarız. O şeytân o in­ kendi ümmetini, kendi toplu­ tiği bir hadis-i şerif vardır: sanı doğru yoldan saptırdığı munu, kendisinden^ sonra "Her kim Kur'an-ı Kerim'i öğ­ halde o kişi'hala sırat-ı müsta­ Kur'an'ı terkedilmiş bırakma-, renir de -bu öğrenmeyi muhte­ kim üzre olduğunu zanneder." lanndan dolayı Allah'a şikayet Nice müslüman bugün 'Al­ vasıyla anlamak olarak almalıediyor. Bu, altı çizilmesi gere­ -yız- mushafı asar, ilgilenmez, lah'ın kitabını terkedilmiş bı­ ken bir ayet, üzerinde durulma-, ve ona bakmazsa, kıyamet gü­ rakmakta ve böylece şeytan sı gereken bir konudur. nü Kur'an-ı Kerim gelir, onun - onunla arkadaş olmakta, onu İslam adı altında bir yığm hu­ Herkes şunu sormalıdır; Biz yakasına sarılır ve şöyle der: gerçekten Kur'an'ı terkedilmiş "Yarabbi, bu kulun beni ter- rafeye, bidate, yanlışa, yalana bırakıyor_muyuz, bırakmıyor ketti, benimle önün arasında tabi kılmakta, o da hala İslam kasım - aralık 1996 61 sohbet durumdan kurtulmak için çok mayacaklardır; "amenna" diye­ adına hizmet ettiğini, sırat-ı ciddi çalışmalar görülmektedir. ceklerdir, "işittik ve boyun eğ­ müstakim için mücadele ettiği­ Hamdolsun bütün İslam top­ ni zannetmektedir. Halbuki o' dik." Ancak böyle dediğimiz raklarında müslümanlar yeni­ zaman, Kur'an'ı terkedilmiş Kur'an'ı terkedilmiş bıraktığı den Allah'ın Kitabı'na dön­ bırakmanın doğurduğu prob­ için bir şeytanın emrine uy­ mekte, ona samimiyetle yönel­ lemleri yaşamamış oluruz. muştur. mekte, onu öğrenmeye ve öğ­ Yoksa doğru yol adına, İslam Yine Tâhâ 124-126. ayetle­ retmeye gayret sarf etmektedir­ adına birçok yanlışı sergiler de rinde Allah şunu açıkça belirt­ ler. Bu süreç hızlandıkça, hala Allah için birşey yaptığı­ mektedir: Kur'an-ı Kerim 21. yüzyılda mızı zannederiz. "Kim de zikrimden yüz çevi­ yeniden iniyormuşcasına tüm Bugün müslümanlara baktı­ rirse, Kur'an'ı ihmal ederse insanlığı aydınlatacaktır ve ğımızda böyle bir garabetle bunalıma düşer. Kıyamet günü onun arzu ettiği hayat tarzım karşılaşıyoruz. Bir müslümanm onu kör olarak hasredip ortaya müslümanlar inşa edebilecek­ helal dediğine bir diğeri haram, çıkartırız. 'Ey Rabbim' der lerdir. Bunu yapabilmeleri, birisinin haram dediğine öbürü 'ben gören bir kimseydim, bumezkur ayetlerde belirtilen il­ - gün beni niçin kör olarak has­ helal diyor.'Bu anlaşılır birşey kelere sıkı sıkıya sarılmalarına değildir. rediyorsun?' Allah da şöyle bağlıdır. ' der: 'Bu böyledir. Sana ayetle­ - Eğer müslümanlar Kur'an'ı gerçek anlamda terkedilmiş bı­ '- Burada ifade edilen husus­ rimiz geldiğinde yan çizdin; lar, Kur'an'a sımsıkı yapışma rakmamış olsalardı, gerçekten bugün de sen ihmal ediliyor­ ve onu terkedilmiş bırakmama sımsıkı yapışsalardı Allah'ın sun." yönündeki talimatlar, namaz Kitabı'na, İslam tarihinde A Bu ayetler bütününe baktı­ ve oruç ne kadar farzsa o kadar mezhebindeki bir adamın arka­ ğımızda; bugün müslümanlar farzdır. Hacc ne kadar farzsa sında B mezhebindeki bir itikadi esaslarım, ahlaki ilkele­ hatta ondan daha çok farzdır. adam namaz kılarken nasıl te­ rini, ekonomik ve siyasi anla­ Çünkü bunlar olmaksızın na­ reddüt edebilirdi? Bir mezhe­ yışlarım, cemaatleşme anlayış­ bin, bir alimin haram dediğine - maz da olmaz, oruç ve hacc da larım, aile ilişkilerini ve miras olmaz. Kur'an'a sımsıkı sarıl­ bir diğeri nasıl helal diyebilirhukuklarım... bunların hangisi­ mayan, terkedilmiş bırakan ve ni, ne derece Kur'an'la tanzim , di? Bu din Allah'ın tek dini ol­ Allah'ın verdiği emaneti dikka­ ediyorlar? Hangi konularda duğuna göre, A mezhebinde te almayan insanların ibadetleri Kur'an-ı Kerim onlann rehbe­ birşey yapıp cennete gideceksi­ şekli alışkanlıklardır. Dolayı­ ri? Müslümanların bugün yaşa­ niz, aynı şeyi B mezhebinde sıyla öncelikle bu farzın çok dığı bunalımı Allah burada ha­ yaparsanız cehenneme gide­ iyi anlaşılması gerekmektedir. ber vermiştir. İslam dünyasının ceksiniz... Olmaz böyle şey! Kur'an'a ilişkin bu talimat­ bu' bunalımdan çıkmasının tek Asıl müctehidin kastetmediği ları pratiğe aktarmazsak dün­ yolu tekrar Kur'an'a sımsıkı hataya, sonrakilerin körükörüyada zillet ve sefaletten kurtu­ ; ne, yobazlığının sonucu düş, sanlmasıdır; müslümanların lamayacağımız gibi ahireti de Kur'an'ı terkedilmiş bırakma *mesi dolayısıyla ortaya çıkmış­ kaybederiz. Allah'ın bizi, tır bu durum. zillet ve hastalığından vazgeçip Kur'an-ı Kerim'i rehber edi­ Kur'an-ı Kerim'i terkedil­ Kur'an'ı terkedilmemiş bıraka­ nen, ona hakkıyla sımsıkı yapı­ miş bırakmanın sonucu, bu bü­ cak hale gelmeleridir. Kur'an-ı şan müminlerden eylemesini yük emaneti ihmal etmenin Kerim artık onlann rehberi dileriz. •' • olacaktır, onun ışığı olacaktır. •sonucu bugün müslüman dün­ Yay. haz. Ubeydüllah Bayya büyük oranda bu zilleti ya­ Kur'an'da bir hüküm varsa on­ kara şamaktadır. Son yüzyılda bu dan kurtulmak için bahane ara­ 62 ümran sempozyum bir sempozyum: İslâmî üslûp ve demokrasi \. M. Fethi Osman, Raşid el-Gannûşî, Abdülvahhab el-Mesîrî, Fehmi Huveydî el-Muctema'dan gev. Metin Çığrıkçı Eylül ayında Londra'da "Siyasetin Kanuniyeti" konulu bir top­ yanlıştır, tehlikelidir: Örneğin; lantı yapıldı. Toplantıya İslam Dünyası'ndan çeşitli düşünürler ka­ Beni Sakîfe Kabilesi'nin Ebu tıldı. İslam Dünyası'nm içinde bulunduğu, tarihten günümüze ka­ Bekir'in halifeliği için biati, dar devam eden İslami düşünce problemleri ve kültürel tıkanıklık­ Raşid Halifeler'in seçim şekil­ lar ele"almdı; bu bağlamda Demokrasi-İslam ilişkileri tartışıldı. leri gibi konular (siyasi yapı­ Toplantıya konuşmacı olarak İslam düşüncesinin ve İslami hare­ lanmada, yönetimde) vazgeçil­ ketlerin Önde gelen isimlerinden Raşid el-Gannûşî, Fehmi Huvey­mez kaynak olaylar olarak ka­ dî, Fethi Osman, Abdülvahhab el-Mesîrî gibi simalar katıldılar: bul edilir. Maverdî ve Ebû Ya'lâ'yı Yapılan konuşmaların en önemlileri olmaları hasebiyle bu dört okuyan bir kişi yönetimle ilgili şahsın görüşlerine yer verdik. hükümlerin Berii Sakîfe Dr. Muhammed Fethi Os­ geçmesiyle etkinliğini yitirme­ bey'atından hareketle tesbitlendiğini ve konuyla ilgili ola­ mektedir. İslam Fıkhı Kur'an man: Kitab, ve Sünnet'i açıkla­ ve Sünnet kaynaklı olması iti­ rak da okuyucuyu kayıtladığım mayla oluşmuş olan îslam Fık­ bariyle süreklilik arzeder. Yani görür. Mesela; Ebû Bekir'e bi­ at edenlerin sayısı kadar bir ra­ hı insan ürünü bir ilimdir/Şer- ilahi kaynaklı olmayan- diğer heden, inceleyen fakihin bulun­ beşeri hukuklar hep zaman aşı­ kamın halifeye biatin geçerlili­ duğu şartların gerektirdiği ne­ mına uğrar ve geçici olur. "Kı­ ği için yeterli bir rakam olduğu yas tek basma yeterli midir?" belirtilir buralarda. ticelerdir bu ilim... İşte böylesi konular ele alı­ Dolayısıyla geçmiş şartlara konusunu biraz ele alalım: Kı­ göre oluşmuş "Fıkıh Usulü" yas elbette ki tek başına, yaşa­ nırken geniş düşünebilmemizi dığımız problemleri çözemez. engelleyecek "tarih hapisha­ nün yeni şartlar doğrultusunda nesinden kurtulmak lazımdır. Zira kıyasî hükümler geçmiş ihtiyaç vdııyulan yeni fıkıh raetodlanna engel olmasma fırsat tarihi olaylardan hereketle Her şey tarihi hadiselerden ha­ oluşmuştur. Bilindiği üzere her reketle çözülecektir diye zanvermemeliyiz. Bunu söylemek­ dönemin olayları arasında nedilmemelidir. le eski "Fıkıh Usulü"nü inkar Ahkamla ilgili, çeşitli konu­ önemli değişiklikler vardır. • ediyor değiliz; elbette ki unsur­ Müslümanların çoğunun, larla ilgili illa,da eldeki mevcut larından faydalanacağız. Şunu asla unutmamalıyız, İslam Fık­ fıkhi ve fikri meseleleri ele al­ nasslah sürekli tekrarlama alış­ hı Latin kökenli "Batılı'Hu- masında özellikle tarihi hadise­ kanlığından kurtulunmalıdır. kuk"lar gibi üzerinden zaman leri temel almaları son derece Çünkü bu nasslarm çoğu, gerkâsım - aralık 1996 63 sempozyum çek başvuru kaynağı -ki biz de "teşrî' özelliği olmayan" diye ğı konusunda müttefiktirler. önce onlara başvurmalıyız- ikiye ayırarak şöyle der: "Her­ Resulün iman eden, sonra küfre Kur'an Ve Sünnet'e müracaat kes ictihad yapabileceğine göre giren, yine iman eden yine küf­ ederek elde edilmiş ictihadlar- Resul(s.) neden ictihad etmiş reden ve artık küfründe sürekli dır. olmasın? Resul'e ğece-gündüz olan tiplere mukavemet ettiğini İşte bu noktada teşri'îdeki sürekli vahy indiği, nübüvvetin belirtirler. Yani İslam ordusun­ konumu itibariyle Sünnetin sı­ sadece vahyden ibaret olduğu dan küfür ordusuna gidip gel­ nırlarım tesbit zorunluluğu kar­ zannedilir. Böyle düşünenler meyi alışkanlık edinmiş, böyle­ şımıza çıkar: . Peygamber (s.)'in akli yeterlili­ ce İslam ümmeti aleyhine tehli­ 1- Müslümanların imamı ğinin olmadığını zannederek keli hale gelmiş özel bazı in­ olarak Resul(s.)'ün yaptığı iş­ şahsiyetini küçümsemiş olurlar. sanlar hakkında, bu hüküm ve­ ler; bunlar peygamber'in, kendi Oysa ki Resul kanun koyabile­ rilmiştir peygamber tarafın­ zamanının gereklerine göre cek teşri(ictihadi) özelliği olan dan... oluşturduğu ictihadlarım Bu olay, haklarında içerir. kanuni yaptırımlar hazır­ Dr. Muhammed Fethi Osman: 2- Bir beşer olarak İşte böylesi konular ele alınırken . lanmış mürtedlerle ilgili: yaptığı işler; bir yiyeceği hükümlere delil teşkil et geniş düşünebilmemizi engelleyecek mez. Maverdî de bu ola­ bir başka yiyeceğe, bir rengi diğer bir renge üs­ "tarih hapishanesinden kurtulmak yı savaş şartlarında ordu lazımdır. Her şey tarihi hadiselerden mensubu olan şahıslara tün tutması gibi... 3- Nebi sıfatıyla yap­ hareketle çözülecektir diye zannedil- hasretmiştir. Mürted için tığı işler ve söyledikleri. deül olarak görmemiştir. memelidir.Ahkamla ilgili, çeşitli Resulün zamanında yaşa­ Vürûd ye delâleti yö­ konularla ilgili illa da eldeki mevcut mış olsaydık sorun yok­ nüyle sünnet teşrî' de­ tu. Zira o devlet başkanı nasslan sürekli tekrarlama alışkanlı­ mek midir? Konuyu iki ğından kurtulunmalıdır. Çünkü bu merhalede inceleyebili­ anlamıyla ümmetin ima­ nasslarm çoğu, gerçek başvuru mı ve kesin ahkam koyan riz: teşrî' makamındaki nebi Birinci merhale yöne­ kaynağı -ki biz de önce onlara baş­ idi. O halde şimdi biz bir timle ilgili bir takım vurmalıyız-Kur'an ve Sünnet'e nebi sıfatıyla söyledikleri nasslar vardır. Bu çerçe­ müracaat ederek elde edilmiş * vede bakıldığında devlet ile bir devlet başkanı sı­ ictihadlardır. fatıyla söylediklerinin sı­ başkanının hüküm koy­ nırlarını tesbit etmek zo­ madaki yeri Kur'an ve, rundayız. Sünnet'te izah edilmiştir. Dev­ yetkin bir akla sahipti. Bütün Peygamber'in nebi olarak siyasi ictihadlarında ve ümme­ let meclisi başkanın kanun söyledikleri, müslümanları her tine önderliği hususunda so­ koyma sınırlarını Kur'an ve Sünnet ölçüleri çerçevesinde zaman için bağlarken, ikincisi rumluluk sahibi bir liderdi." ise siyasi otoritesi altında yaşa­ Kitab ve Sünnet incelenir­ denetler. İkinci merhaleye gelince; mış olanları bağlar. Biz ancak ken Sünnet olarak adlandırılan Peygamber döneminde cereyan bazı peygamber ictihadlarmın parlamento içinde şahıslarla il­ etmiş olan tarihi hadiselerle or­ maksadlân iyi anlaşılmalıdır. gili, iktisatla ilgili vsT konular­ taya çıkmış nasslan inceleriz. Örneğin; "Kim dinini değişti­ la ilgili araştırma yapan çeşitli "Ta'lîlu'l-Ahkâm" adlı rirse onu öldürünüz!" hadisini komisyonlar kanunlar yaparlar. eserinde Prof.Mühammed Şelbî alalım: Müslümanlar Re- Komisyon üyeleri ya milletve­ sünneti "teşrî' özelliği olan", sul(s.)ün bu işi ne zaman yaptı­ killerinden oluşur ya da atan64 ümran İslam ve demokrasi • Demokrasinin özü olan şura (danışma mekanizması) ümme­ tin de kabul ettiği otoritelerin aslıdır. Kanun ve yaptırım gü­ **# cünün kaynağı ise Allah'tır. Fehmi Huveydî Demokratik sistemde yer Dr. Abdülvahhab el-Mesîalan partilere gelince; Dr. Yu­ n Günümüz Arap aleminde suf el-Kardavî'nin bu konuda ' Dünyanın çeşitli milletleriy­ kanun hakimiyeti konusunda önemli bir izahı vardır ki ben le kurulan diyaloglarda son yıl­ ciddi aksaklıklar vardır. Kanun de aynen katılıyorum: Mezhep­ larda yeni üslublar geliştiril­ mektedir. Artık yeni İslami üs- otoritesinin oluşturulmasıyla il­ ler, dini hususlardaki hiziblerlûb(söylem) salt Batı'ya saldır­ gili olarak toplumdaki insanla­ dir(partilerdir). Partiler ise si­ ganlık özelliği taşımıyor. Kar­ rın rızası ve konunun amaçları- yaset konusundaki mezhepler­ dir. İşte bundan dolayı şılıklı anlayış esasına da­ partilerin çokluğu sorun yanmakta olup yapıcı eleş' Raşid el-Gannûşî: değildir. Önemli olan de­ 'tiriler getirilmektedir; Ör­ Neden demokrasi düşmanlığı mokratik kurallara uygun neğin; Batı tecrübesinin yapılıyor? İşi demokrasi düş­ hreket ederken elimizdeki ürünü olan Demokrasi, ar­ kaynaklarımızı, kültürel manlığı olan kesimler vardır. Bi­ tık İslamî söylem tarafın­ zim için en doğru olan şey, İsla­ zenginliklerimizi bilme­ dan da kullanılır hale gel­ miştir. Bu yerinde bir tavır­ mî akımların hem kendi arala­ miz ve asıl görevimizin İs­ dır; zira demokrasi gerçeği­ rında ve hem de diğer İslam dışı lam'ı ikame etme; şeriatın ni hiçe sayamayız, değiştir-' akımlar arasında karşılıklı iyini- maksatlarım ortaya koyma olduğunu anlamamız gere­ meye de kalkışamayız. yet ilişkisini oluşturabilmemizkiri "• , Modern asırda yaşadığımız Buna rağmen bazı dir. Bunun aksi bir tavır, herşesürece varolan yanlışları­ gençler demokrasinin kü­ mızı devam ettirmemiz uy- „ ye karşı rastğele bir şiddeti ve für olduğunu ileri sürüyor­ gun değildir; tabii ki yeni­ kargaşayı seçmemiz-anlamına lar. İslami söylemde Delikleri takîb edeceğiz diye ~\n - - gelecektir. 1 _ mokrasi'ye sövmeye artık başkalarının hatalarını da yer verilmemelidir. Zira alacak değiliz. İşte bu nok­ Demokrasi günümüz İslami ce­ m ortaya koyma şeklindeki iki ta dikkate alınarak Demokra­ maatleri arasında bir hoşgörü si'den faydalanılmalıdır. Zira unsur vazgeçilmezdir. Dolayı­ kendisindeii istifade edilmesi sıyla bu Demokrasi'yi gerektir­ zemini ve ortak bir saha olarak gereken Demokrasi'riin kayna­ mektedir. İslam ve Arap ülkele­ görülmelidir. Ümmetin gelece­ ğı olan Batı toplumlarının geç­ rinde Demokrasi bulunmadığın­ ğini savunan bütün güçler onun mişinde imparatorluk tecrübesi dan dolayı ciddi yönetim ve ka­ etrafında toplanmalıdır. Bizim anlayışımızla De­ vardır. Yani demokratiklikleri- nun problemleri yaşanmaktadır, : mokrasi arasındaki benzerliği Demokrasi'den korkmama­ nin ve medeni oluşlarının geç ifade etmesi bakımından şu lıyız; onunla ilgili yersiz şüp­ misi çok köklü de değildir. Çağdaş İslamî söylem mer­ helere kapılmamalıyız. Demok­ ayet önemli bir kıstastır: "Rabkezi devlet anlayışını şiddetle rasi ne helali haram ne de hara­ binin yoluna hikmetle ve gü­ eleştirmektedir. 1965'lere ge­ mı helal yapan bir sistem değil­ zel öğütle davet et!" Burada linceye dek bu anlayış hakim dir, dolayısıyla bize sıkıntı ya- geçen güzel öğüt; ölçülü, düz­ gün konuşmadır. Hikmet ise iken şimdilerde işini bilen, eh­ , ratâcağı zannedilmemelidir. mış müsteşarlardan teşekkül eder. liyetli bir toplum, eksen kabul edilmektedir. kasım - aralık 1996 65 sempozyum zamanın şartlarına göre uygun mızda içtihadı hiçe sayan dini Demokrasinin bize uygun­ bir üslûb kullanma gayretidir, bir müessese göremeyiz, icti- luğu araştırılmalıdır, zira onda "• yetişidir. Faydalı olanın zararlı. had kapısı her zaman açıktır. bize yarayabilecek orjinal şey­ olana tercih edilebilmesidir. Bir önceki içtihada onu gerekli - ler mevcuttur. Hiç kimse, AfKişi aklım faydalı olanla zarar­ kılan şartlara rağmen körükörü- gani, Abduh, el-Benna ve Mevlı olanı ayırdedebilmeye hasretne bağlanmadan vahy doğrultu­ dudî'nin görüşlerinden hareket­ melidir. Bunu yaptığında kişi sunda işler düzenlenmelidir. le Demokrasiyi reddetmeye akıldan faydalanmış, sorumlu­ Neden Demokrasi düşman­ kalkışmamalıdır. Demokrasinin luğunu yerine getirmiş olur. lığı yapılıyor? İşi Demokrasi tarafsızca incelenmesini istiyo­ Kanun otoritesinin yokluğu düşmanlığı olan kesimler var­ ruz ve İslami Islah Harekeve baskıcı rejimler, toplumsal dır. Bizim için en doğru olan ti'nin bu hususta yürüttüğü çaçöküşü doğuran kıstaslardır. şey, İslamî akımların hem ken­ lışmaları da takdir ediyoruz; Toplumsal bilinçlenmeyi sağla­ di aralarında ve hem de diğer ancak yapılanları yeterli de dığımızda baskıcı, dikta sistemi' İslam dışı akımlar arasında kar- görmüyoruz. kurmaya yeltenenlere karşı bü­ • şılıklı iyiniyet ilişkisini oluştuGünümüzün İslamcıları ola­ yük bir engel ve yaptırım oluş­ rabilmemizdir. Bunun aksi bir rak zelil bir dünyada yaşıyoruz. turmuş olacağız. Oluşturulmak tavır, herşeye karşı rastgele bir Bundan dolayı birbirimize Al­ istenen İslamî toplum, öz itiba­ şiddeti ve kargaşayı seçmemiz lah'tan sakınmayı tavsiye etriyle temel kurallara bağlı olarak. • anlamına gelecektir, s • memiz ve hayatımızı ilahi öl-, sağlam bir şekilde inşa edilebilir. İslam'ın yeniden dirilişi için çülere göre tanzim etmemiz ge­ gerekli bilinçlenmeye, "hareket rekmektedir. Takva en isabetli ### anlayışlarına sahip olamazsak silahtır. O olmaksızın düşman­ Raşid el-Gannûşî , ancak vurucu, yokedici kuvvet­ larımıza karşı galip gelemeyiz, lere sahip olmuş oluruz. Bu, çünkü müslümanlar ancak Al­ îslam ümmetinin geleceği Haricilere ait bir özelliktir ki lah'la birlikte oldukça yenilme­ konusunda çok ciddi sorumlu-" onlar bu tavırlarıyla ümmete yeceklerdir. Yalnızca teknolo­ hıklarımız vardır. Bazılarımız , yalnızca kan ye katliamlar sun­ jik atılımlarla, kanuni düzenle­ bazılarımıza, tahammül etmeyi muştur.. melerle, bir takım sahalardaki bilmeliyiz, birbirimizin faydalı Ben geleneksel İslam kültü- * ilerlemişliklerle zafer elde edeyönlerini araştırmalıyız. Birbi­ rüne karşı çıkanlardan değilim, meyiz. Hayatımızda sürekli rimizin kötülüklerini araştırma­ ancak İslam kültürünün yeni olarak cesaretle ilahi kuralları mız şiddeti, ayrımcılığı doğura­ hamleler yapmasına engel teş­ uygulayabilmemiz, Kur'an'ı cak ve karşılıklı diyalogu yok kil edecek çeşitli unsurlara da okumakla, Allah'la ve Ahiret edecektir. şüpheyle bakiyorum(eleştirile- günüyle karşılaşmaya hazırlan­ bilmesini istiyorum). Hicri be­ makla, kardeşlerimizi kendi ne­ Toplumların tek bir noktada şinci yüzyıldan beri İşlami dü­ fislerimize tercih etmekle, on­ birleşmeleri, tek bir mezhep ve şüncenin gelişimine engel teş­ lara dua etmekle mümkün olur. fikirde olmaları mümkün değilkil etmiş örneğin; "İhyau'l. dir. Bugün İslam ümmeti için Böylece dünyadaki konu­ Ulumi'd-Din" gibi eserlere kar­ mumuzla Allah katında elde Siyonizm'den ve diktatör rejim­ şı dikkatli olunmalıdır. Zira edeceğimiz itibarımız arasında lerden daha tehlikelisi şiddet Tunuslu tanınmış fakih Mârîzî iyi bir denge kurmuş olacağız. yanlısı olmaktır, tekfir görüşü­ onları saptıracağı endişesiyle İşte, İslam'ın yeniden dirilişi nü savunmaktır. Şiddet ve tek­ İhya'nın ilkokul talebelerine budur!... fir İslam'a zarar verir, diyalogu okutulmasını yasaklayan bir . ortadan kaldırır. (el-Muctema' 24-30 Eylül fetva çıkarmıştır. ^ ' 1996) İslam'ın tarihine baktığı­ 66 ümran inceleme Tasavvufun islam kültürüne olumsuz etkileri (in) Prof. Dr. İbrahim Sarmış f- Tasavvuf müslümanların din anlayışını bozmuştur: ' çıkmasına kadaf gitmiştir. Karşı'çıkıp eleştirenleri de sevgiden yok­ sun ve dinin kabuğunda kalan haki­ Yüce Allah, geçerli ve tarafın­ katsiz kişiler olarak nitelemiştir. dan makbul olan dinin ancak İslam Yunus Emre'den Celaleddin olduğunu, insanların ancak müslüRûmi'ye ve İbn Farıd ve İbn Ara­ man olmakla Allah'ın azabından bi'ye ve onların yolundan gidenle­ kurtulabileceklerini bildirmiştir. re kadar tasavvufun felsefesiyle • Şöyle buyuruyor: "Allah katında uğraşanlar sevgi, din ve; dinlerin birliği gibi İslam şeriaüyla bağdaş­ din İslam'dır" 1 1 6 "Kim İslam'dan . başka bir din ararsa, bilsin ki aradı­ : mayan bir din anlayışını meydana getirmiş ve hangi diriden ve inanç­ ğı o din kendisinden asla kabul edilmeyecektir ve kendisi ahirette / tan olursa olsun, neticede Allah'ın ^tecellisi ve görünümü olduğu için zarar edenlerden olacaktır." H' •' hepsinin aynı olduğunu söylemiş­ Allah'ın kabul ettiği ve geçerli olan tir. , ' İslam'ın öğretileri de Kur'an-ı Ke- Dinin emir ve yasaklarına bakış rim'de ve Rasululİah'ın sahih sün­ açısını bozmuş, tasvip etmediği netinde belirlenmiştir. birçok şeyleri terviç etmiştir. Ta­ Böyle iken, tasavvuf; Allah'ın savvuf çevrelerinde meyhane ede­ dinini şeriat, tarikat, marifet ve ha- ' biyatı oluşturulmuştur. Aşk, şarap, kik'at diye parsellemiş, şeriata dinin mey, kadeh, sekr, sahv, mahv, saki, kabuğu ve zahiri adını vererek kur­ rindan gibi baştan sona kadar mey­ tuluş için kişinin mutlaka tarikat hane terim ve anlamları kullanıl­ yolu ile marifet ve hakikata ulaş-s mıştır. Dine aykırı sözlerini kamuf­ . ması gerektiğini söylemiştir.^Şerile etmek için de sahiplerinin aşk ve atın hükümleri üzerinde hassasiyet sarhoşluk halinde söylediklerini id­ gösteren ve ondan meydana gelendia etmiştir. sapmalan eleştiren din alimleri de Bütün bunlara dair örnekleri zahir ehli Molla Kasım, sevgiden burada sıralamak mümkün değil­ yoksun kaba softa olarak nitelemiş- • dir. Ancak ibret olacak bazı örnek­ tir. Helal ve haramları tevil ederek ler vermeğe çalışacağız.seri ahkamı çığırından çıkarmış ve -* Muhyiddin İbn Arabi şöyle disonunda ibahiyye (her halti işleme­ yor:"İnsanlar Allah hakkında türlü yi serbest gören) mezhebin ortaya inançlara inanmışlardır. Ben ise, inandıklarının hepsine inanırım." 118 " "Bugüne kadar dini dinime ya­ kın olmadığı için arkadaşıma karşı çıkıyordum. Ama bugün kalbim artık her şeyi kabul eder oldu. Cey­ lanların çayın, rahiplerin manastı-' n, putların barınağı, tavaf edenle­ rin kâbesi, tevratın sayfaları ve Kur'ah'ın mushafı oldu." Süvarileri ne tarafa yönelirse yönelsin, ben sevgi dinine inanıyorum. Din be­ nim dinim ye imanımdır." 119 .İbn Arabi taraftarlarını muay­ yen bir dine bağlı kalıp onun dışındakileri reddetmekten sakındırarak şöyle demektedir: "Sakın, sakın, muayyen bir ka­ yıtla kayıtlı kalarak onun dışındakileri red etme. Böyle yaparsan, çok çok hayırdan mahrum kalırsın. Hatta işi olduğu gibi anlatmaktan yoksun olursun. Onun yerine bütün inançlar için nefsinde heyuli öl. Zi­ ra Allah nesiller arasından sadece bir nesille (yahut zamanlardan* sa­ dece bir zamana) sınırlanmayacak kadar büyüktür. Hepsi de isabet et­ miş ve her isabet eden mükafatını almıştır. Mükafat alan herkes de mutludur. Her mutludan da Allah razıdır."12<y İbn Arabi'ye göre dinler iki kıkasım - aralık 1996 6 7 , inceleme simdir; a- Allah elçilerinin getirdi­ vücutçu görüşüne göre) yorumlan­ şeklinde yorumladığı bir ayettir. ği din, b- İnsanların dünya ve ahidıklarında, Allah hakkında inançla-- Böylece İbn Arabi, çok tanrıcılığı, retlerini düzenlemek için bizzat rın yer aldığı görülen dinlerle karşı resimlere ve putlara tapanların sa­ kendilerinin kurdukları din. karşıya geliyoruz. . . dece sahne ve manzaralar veya bû Ancak bilinen ve alışılagelmiş ; Çok sayıdaki diğer inançlarla hakikatin tezahürleri olarak gör- / olan din) Allah elçilerinin getirmiş birlikte, tek tanrıcılık ile çoktanndükleri ilahların (suretleri) ardında oldukları dindir. Bu yüzden Allah cılık, onun nazariyesi ışığında yo­ bir hakikat olduğunu tamamıyle id­ bu dini diğer dinlere tercih etmiştir. rumlandıkları takdirde, evrensel rak etmeleri şartıyla, red etmemek­ Onun için yüce Allah Kur'an-ı Kedinden başka birşey değildir. Ona tedir. Suretler ve putlar tek başları­ rim'inde "Şüphesiz ki Allah katın­ göre, tek tanrıcılık ile çok tanrıcılık na, diğer bütün tezahürler gibi daki din İslam'dır", "Ancak müslüarasındaki fark, birle çok arasında­ bomboş şeylerdir. man olarak ölün" buyurmaktadır. ki mantıki farka karşılıktır. Çok İbn Arabi şöyle soruyor: Puta İslam'da ise, inkıyad etmek, boyun tanrıcılık, çok tanrıya inananların, tapanlar "Biz onlara belki bizi Al­ eğmek de kulun işi olduğuna göre, bütünün mutlak birliğini idrak ede­ lah'a yaklaştırırlar diye ibadet edi­ din de kulun işidir. memelerinden doğmuştur ki, bu id­ yoruz" 123 dediklerinde, ilahları­ rak edemeyiş dolayısıyla bunlar niO halde bütün dinlerin kulun işi nın noksanlık ve acizliğinden ha­ olduğunu söyleyebiliriz. Oysa berdar değiller miydi? Bütün bütün dinler Allah'ındır. Öy­ putların en büyüğü Allah'tır., Tasavvufun felsefesiyle uğraşan­ Sadece onun birliğinden (mec­ leyse, neye tapılırsa tapılsın, lar sevgi, din ve dinlerin birliği muundan) bütün aciz yaratık­ neye boyun eğilirse eğilsin, neticede Allah'a tapılmış olur. gibi İslam şeriatıyla bağdaşma­ lara yardım gelir ve bütün ya­ İşte İbn Arabi, ilahi olsun ratıklar (suretler olarak) çare­ yan bir din anlayışını meydana sizdir... > • olmasın, bütün dinlerin geçerli getirmiş ve hangi dinden ve olduğunu şu meşhur beyti ile Allah'ı mutlak evrenselli­ ifade eder: "Allah hakkinda inançtan olursa olsun, neticede ğinden yoksun bırakan veya insanlar çeşitli inançlara sahip onun bütün mahiyetini hem Allah'ın tecellisi ve görünümü oldular. Ben ise, onların inan­ tenzihi, hem teşbihi bir hakikat dıklarının hepsine şehadet edi­ olduğu için hepsinin ayni olduğu­ olarak açıklamaktan aciz kalan yorum"^! ', . , "herhangi bir inanç,: ibn Ara­ nu söylemiştir.Dinin emir ve göre kısmi ve eksiktir. "Vahdeti vücutçulara göre yasaklarına bakış açısını boz­ bi'ye Bir yıldıza ya da bir ağaca ibabütün dinler eşittir. Çünkü muş, tasvip etmediği birçok • det etmek, gerçek Allah'ın an­ varlık: birdir. O da Allah'tır. O cak kısmi bir tezahürü olan bir halde bütün dinler Allah'tan­ .; şeyleri terviç etmiştir. ilaha ibadet etmektir. Fakat dır. Böyle olunca dinler ara­ ona her şekilde tapınmak, ibadetin sındaki bütün ayrılık ve farklılık tek gerçek konusu olan Allah'a ta­ ortadan kalkar." 122 hayette bölünemez olan varlığı bö­ pınmaktır. Diğer bütün ilahlar lünebilir sayarlar. "Gerçekte" diyor • İbn Arabi'nin vahdeti vücut gö­ "inançların akledilir (makul) konu­ İbn Arabi, Allah'ın şeriki yoktur, rüşü kesiminde ulaşılan netice şu­ larıdır" Biz onları zihinlerimizde çünkü O, şerik denilenler dahil, her dur; eğer İbn Arabi'ninki gibi me­ yaratırız. Ne kadar kısmi olursa ol­ şeyin aynıdır. İbadet edilen her şey tafizik bir sistem herhangi bir din sun, herkes inancında haklı, fakat onun bir sureti ve görünümüdür. şeklinin doğmasına sebep olacaksa, inanç konusunun Allah olmadığı Fiilen ondan başka ibadet edilen bu dinin mantıki olarak muhakkak halde, Allah olduğunu söylemekte, her şey onun bir sureti ve görünü­ evrensel tabiatlı bir din olmalıdır haksızdır. Sadece arifler, ismi bü­ müdür. Fiilen ondan başka ibadet Yani Theistik olmayıp taavVufı bir tün ilahi isimlerin en evrenseli olan edilen hiçbir şey yoktur. "Ve senin din olmalıdır. , hakiki Allah'a ibadet ederler. Onla­ Rabbin kendisinden başkasına iba­ . Bu (vahdeti vücut) sistemine ra "Zamanın abidleri" adı verilir. det etmemeni bildirdi" (İsra 23) de­ göre bütün yollar Allah'a ileten bir Çünkü zamanın her anında, yepye­ miyor mu?. (doğru yol)a iletmektedir. En kaba ni bir tezahürde Allah'a ibadet puta tapıcılık şeklinden en soyut Bu, İbn Arabi'nin "Senin Rab­ ederler. Onların özel bir durumu din felsefesine kadar, İbn Arabi'nin bin kendisinden başka hiçbir şeye vardır. Onlar, Allah'ın sırf tenzihiifadesiyle, doğru olarak (vahdeti ibadet edilmediğini söylemiştir" 68 ümran tasavvufun zararları azap etmesi müstahil olur. Onun re muhalefet etse de, yine de Al­ ni ileri süren filozofların inancı ile için şöyle diyor: lah'ın hükmüdür. Çünkü hakikatte sırf teşbihini ileri süren çok tanrıcı­ "Ortada sadece bir ihtimal kaldı ancak Allah'ın hükmü yürümekte­ nın inancını mezcederler. Çünkü ne ki, o da Hakkın vadini yerine geti­ dir. Her ne kadar (şeriatın) kurulup tek başına tenzih, ne de tek başına receğidir" tehdidini yerine getire­ yerleşmesi ilahi iradeye bağlı ise teşbih hakikatin tüm mahiyetini ceğine dair ise, ortada hiçbir delil de, alemdeki her şey şeriatın hük­ açıklar. yoktur. Küfür ve isyan ehli cehen­ müne değil, Allah'ın iradesine bağ­ Sadece teşbih, birçok tanrıcılık neme girseler de onlar orada ayrı lıdır. Bundan dolayıdır ki, şeriatın şekline götürür ki, İbn Arabi bunu bir zevk ve nimet, cennet nimetleri kurulup yerleşmesi hakkındaki ila­ kötülemektedir. Geriye kendisine hi irade gerçekleşmiştir. Çünkü, kalan tek din, bütün dinleri içine . içerisindedir. Bu bakımdan onlarla müminler arasında bir fark yoktur.' ilahi irade (meşiet) ancak şeriatın alan ve garip bir şekilde İslam Fark sadece tecelli Bakımındandır. kurulup yerleşmesini dilemiştir. Hz.Muhammed'in tek tanrıcı is­ Azaba azap denilmesi, tatlı oluşunYoksa onun getirdikleriyle amel et­ lam'ı değil, kendisinin İslam adını dandır. Bu azap sözü, onda gizli meyi asla dilemiş değildir." 127 verdiği idealistik monism ya da olan lezzet için bir kabuk gibidir. •' "Açıkça görülmektedir ki İbn vahdeti vücut sistemi- olarak belir­ Kabuk ise, özü koruyan bir şeydir." Arabi'ye göre şeriatın hükümleri­ lediği evrensel dindir. 125 nin hiçbir bağlayıcılığı yoktur. Bi­ İbn Arabi'ye göre islam sadece raz önce, sadece şeriat açısından İbn Arabi, tapılan her şeye taHz.Muhammed'in dini olmayıp • hepsinin tasvip gördüğünü bütün din ve inançların ifade­ söylemiştik. Şeriatın hü­ sidir. İbn Arabi din felsefesi- . İbn Arabi, tapilan her şeye kümleri sadece gösterme­ ni şu şiirinde özetlemektedir: tapanların gerçekte Allah'a tapmış liktir., "Herkes Allah hakkında olduklarını ve azap görmesi için Kur'an-ı Kerim, Firavn çeşitli inançlara bağlandıiçin "Allah, onu herkese ib­ Bense onların inandıklarının cehenneme gönderilecek kişilerin ret olarak dünya ve ahiret hepsine inanıyorum." orada azap yerine lezzet görecekleri azabıyla cezalandırdı." 128 İbn Arabi, evrensel din ni söylerken, bunun doğal sonucu "Artık o çetin azabımızı ile ilgili olarak aynı neticeye gördükleri zaman .'Allah'a, başka bir yoldan varmakta­ olarak şeriat hükümlerinin de inandık ve ona ortak koştu­ dır. Onca, "Aşk, Mtün ibadet bağlayıcı olmadığını ğumuz şeyleri inkar ettik', şekillerinin temelidir. İbadet söyleyecektir. dediler. Fakat azabımızı etmek; ibadei edilen şeyi V gördükleri zaman imanları sevmektir. Fakat-aşk -ibn _ kendilerine fayda vermeyecektir. panlânn gerçekte Allah'a tapmış Arabi devam ediyor- bütün varlık­ Allah'ın kullan hakkında câri ola­ olduklarını ve azap görmesi için lara nüfuz eden ve onları birbirine gelen sünneti(kanunu) budur." 129 cehenneme gönderilecek kişilerin bağlayan bir ilkedir. Şekil bakımın­ derken, İbn Arabi ise şöyle demek­ orada azap yerine lezzet görecekle­ dan pek çök ise de, bir evrensel tedir: • 'ı rini söylerken, bunun doğal sonucu cins teşkil etmektedir. O, asli bir­ "Allah onun nefsini ahiret aza­ olarak şeriat hükümlerinin de bağ­ liktir; ilahi hüviyetin kendisidir. bından kurtardığı gibi bedenini de layıcı olmadığını söyleyecektir. İbn Bundan dolayı ibadetin en yüksek kurtardı. Böylece maddi ve manevi Arabi'ye'göre şeriat, toplumu doğ­ .ve en hakiki konusu, Allah'ın iba­ olarak kurtuluş onu kuşatmış(tamaru yola iletmek, onu yönetmek, kı­ det edildiği en yüksek tezahür aşk­ men kurtulmuştur." 130 sacası amel olunmak için gönderil­ tır." 124 "Bütün bu anlattıklarımızdan şu memiştir. Bu bakımdan ona muha­ İbadet edilen her şeyin Allah'ın sonuca ulaşmaktayız; İbn Arabi is­ lefet etmekte bir sakınca sözkonusureti olduğu ve bu ibadetten de tediği kadar Allah'tan, peygamber­ su değildir. Çünkü bağlayıcı değil­ hem tapanlar hem Allah'ın razı ol­ den, dinden, cennetten ve'cehen­ dir. Amaç zahiri kurtarmaktır. 126 duğu inancı ister istemez' cehen-. nemden söz etsin. (Onun düşünce­ nem azabının inkar edilmesini ge- •* Bu konudaki görüşünü şöyle açık­ sinde) bütün bu kelimelerin gerçek lar: " ' rektirecektir. Çünkü, bu sevgi di­ anlamda dini bir anlamı yoktur. "Biz biliriz ki bütün dünyada ninde bütün dinlerin mensupları Çünkü, bu kelimeler, ancak ilahi yürürlükte olan her hüküm, şeriat aynı-olup hepsi Allah'ın suretleri bir dinde gerçek anlamda dini bir olduğu için Allah'ın kendi kendine » olarak adlandırılan zahiri hükümle­ kasım'.- aralık 1996 69 inceleme anlamı yoktur. Çünkü bu kelime­ uğrar benim, . ler, ancak ilahi bir dinde gerçekanCem'edip bunca kumaşı bir be; lamlarını taşıyabilirler. İbn Arabi, zistan olurum, İslam dininin hakim olduğu bir Geh nasara, geh yahudi, gehi toplumda yaşadığı için bu kelimleri • tersa(müşrik) kullanmak zorunda kalmıştır. Şayet ; Geh mecusi, gehi şia, geh olur > asrımızda, bilhassa dinsizliğin ya sünni müselman olurum." 133 da sınırsız bir fikir hürriyetinin ha­ İbn Arabi'nin felsefesini satan kim olduğu bir ülkede yaşamış ol­ Şebusteri (öl.720/1320)nin şu söz­ saydı, belki de böyle hareket et­ lerine de bakalım: "Önündeki şu mez. Fikirlerini açıkça ortaya ko­ perde kalktı mı ne mezhebin hük­ yar ve onları dini bir maske altında mü kalır, ne Sinin. Bütün şeriat hü­ sunma gereği duymazdı. Yine vur­ kümleri senle benden doğar. Çünkü gulanması gereken bir başka ger­ bu hükümler, senin canına, tenine çek de, İbn Arabi, yaymaya çalıştı­ bağlıdır. Arada ben ile sen .kalma­ ğı vahdeti vücut öğretisiyle İslam yınca, Kabe nedir, Havra nedir, ki­ dinini ve dayandığı esasları yıkma­ lise ne... Cüz'i alemden geçip külli yı da amaçlamıştır." 131 aleme varan kişi bu sun bilir. Bu­ İbn Arabi, İbn Farıd, Abdülkerada hulujyn da imkanı yoktur itti­ rim el Cîlî, Kaşanî , Molla Camî, hadın da. Çünkü birlikte ikilik dü-' Suhreverdî, Hallaç, Ebu Yezid Bisşüncesi sapıklıktır. Hak'tan başka tamî, İbn Seb'in, ibn Beşiş, Tilimbir varlık yok. İster o haktır de, is­ sanî, Et-Tusî, Attarve burada saya­ ter ben hakkım de." 134 mayacağımız kadar tasavvuf meş­ Dr.Mustafa Kara'nın kitabında hurunun inancı ve kanaati budur. , naklettiklerinden birkaç örnek daha CelaleddinRumî'nin Divan'ınverelim: dan nakledilen şu .beyitlere baka­ "Medrese ile minare yıkılma­ lım: dıkça, kalendîrilik halleri düzene "Canım ey nur, kaçma benden, girmez. İman küfür, küfjjr de iman kaçma benden, • . olmadıkça hiçbir tanrı kulu gerçek­ Ey parlayan görünüm, kaçma ten müslüman olmaz." 135 benden, kaçma benden, "Aşk mezhebinde küfürle iman yoktur. Aşkta ne beden vardır, ne • Şu sarığa bak, onu nasıl başıma akıl, ne can vardır, ne gönül. Kim • koydum, böyle değilse, aşık değildir." 136 Hatta bileğime taktığım Zer­ "Kafir de sensin, küfür de. İki­ düşt'ün zunnanna bak, sinden de betersin sen. Eman yurdu Zunnarı taşırım, yemliği ta­ da sensin, iman da sensin, ikisine şırım, belki nuru taşırım, kaçma de başsın sen." 137 benden, - "Birşey küfür de olsa, suç da Müslümanım ben, ama hıristiolsa, kara şeytan da7 olsa, onun (aş­ yanım, Bırahmanistim, Zerdüştim, kın) güneşi o şeye vurdu mu dolu­ Ey Yüce hak, sana tevekkül et­ nay olur gider." 138 tim, kaçma benden, "Aşık, içinde bulunduğu halin Bir tek tapınağım, mescid, kili­ sarhoşudur. Bu yüzden küfürden de se veya puthanem yok benim, r Sonsuz nimetim yüce yüzünde-, yücedir, imandan da. Küfürle iman zaten ikisi de onun kapısıdır. Çün-, dir, kaçma benden, kaçma ben­ kü O içtir. Küfürle din onun iki ka­ den." 132 buğudur. Küfür dıştaki kuru kabuk­ Bir de Niyazi Mısrî'nin şu be­ tur, imansa içteki tatlı kabuk." !39 yitlerine bakalım: "Gerçek küfür, kime yüz göste­ "Bu cihanın halkına bir yolum 70 ümran rirse, o kimse mecazi müslümanlıktan usanır. Her putta gizli bir can var, küfürde bir iman gizli. Küfür de daima tanrıyı teşbih etmekte. 'Ve in min şey'in illa yusebbihu bi^ hamdihi" (İsra 44) ayetine bak. Bu­ rada kınamanın ne lüzumu var!" 140 Mustafa. Kara'nın kitabından bu örnekleri daha da çoğaltmamız mümkündür. Yunus Emre ise şöyle diyor: "Muhammed ile bile Miraca çı­ kan benim -Ashabı Suffa'yla yalın­ cak olan benim. Sabır ile kanaati veribidim bun­ lara- Kırkını bir gömleğe kılan be­ nim, . Ol kırktan birisine çaldım idi neşteri- Kırkından kan akıtıp ibret gösteren benim, Adem peygamber ile Havva ya­ ratılmadan- Uçmaktan sürülüben ol müflis olan benim. Musa peygamber ile binbir ke­ lime kıldım- İsa peygamber ile göklere çıkan benim. İbrahim Edhem vakti terketti tacu tahtı- Allah aşkına baktı, ol. sırrı duyan benim. Abdurrezzak ol derviş yoldaş edindi beni- Hallacı Mansur ile da­ ra asılan benim. Ömeri Hattab ile çok adlu dad işledim- Oğlıla fısk içinde hadde basılan benim. Adımı Yunus taktım, sırrım aleme çaktım-Leyhu kalemden neden dilde söylenen benim." 141 Şebusterî'nin şu sözlerine baka­ lım: . — "Bu makamda put, aşk ve birlik mazhardır . Zunnar kuşanmak da hizmete bağlanmaktır. Küfür de varlıkla olur, din de... Onun için birlik (tevhid), puta tapmanın ta kendisidir. Bütün varolan şeyler varlığın mazharlan ve tecelli yerle­ ridir. Onların biri de puttur. Ey akıllı kişi! iyi düşün, put varlık bakımından batıl değildir ki. Bilki putu yaratan da yüce tanrıdır. s tasavvufun zararları 144 •: . . „ İyinin yaptığı her şey iyidir. Mutyaratılanı seven Yunus Emre'nin . lak varlık nerede varsa, ne ile zu­ Bu anlayış, İslam aleminde fi­ felsefesi hep bu bulanıklıktan kay­ lizlenip boy vermeye ve yayılmaya hur etmişse, orası ve o şey hayır­ naklanmaktadır. Yahudi, hıristiyan, başladığı tarihlerden itibaren İslam dan ibarettir. Eğer o şeyde birşey mecusi, putperest ve müslüman alemi düşünce olarak gerilediği gi­ varsa, o varlıktan meydana gelme­ ayırımı* yapmayıp meyhanecinin bi, gittikçe İslam'ın safiyetinden de. miştir. sarhoşluğu olan aşkı ve sekri şeri­ uzaklaşmıştır. Vahdeti Vücut, hulul atın üstüne çıkaran sapıklık bu has­ Müslüman, puta tapmak ne­ ve ittihad inançlarının İslam ale­ talığın ürünüdür. Her varlığı Allah dir bilseydi, dinin puta tapmak­ minde veba hastalığı gibi yayıldığı görme, Allah'a isyanın simgesi ve tan ibaret olduğunu anlardı. iki dönemden birinde İsjam alemi tağutun sembolü olan Firavnı arif Müşrik de putun hakikatini bilsey­ Moğollar tarafından, diğerinde de billah ve cennetlik mümin görme, di, hiç dininde yol azıtır, sapık olur Haçlılar tarafından yerle bir edil­ kendini tanrı ilan etme, şeriat hü­ muydu? O, putu ancak görünen bir t miştir. O saldırıların etkisinden İs­ kümlerini takmama ve enternasyosuretten ibaret gördü de o sebeple lam alemi uzun müddet belini şeriata kafir oldu. Sen de ona doğrultamamıştır.,Bu sapık gizli olan hakikati, onda hakkı Yahudi, hıristiyan, mecusi, inanç ve akımların önüne ancak görmezsen, sana da şeriatta putperest ve müslüman ayrı­ sahih bir Kur'an Ve sünnet eğitimüslüman demezler." 142 • mi ile geçilebileceğini belirtme­ Tasavvufun İslam anlayışı­ mı yapmayıp meyhanecinin miz lazımdır. nı ve tevhid dinini ne' duruma sarhoşluğu olan aşkı ye sekri "getirdiğinim bütün bunlar gös­ *.' * * şeriatın üstüne çıkaran sapıktermeye yeterlidir sanırız. Ceg) Tasavvuf İslam'ın İnsa­ laleddin Rumi, Yunus Emre, na Bakışını Bozmuştur: .-. . lık bu hastalığın ürünüdür. İbn Arabi, Hallaç, Molla Cami, Her varlığı Allah görme, Al­ İslam, insanın mükerrem ve Attar ve benzerlerinin kültürü lah'a isyanın simgesi ve tağu­ ' , yüce Allah'ın verdiği emaneti ile insanlara sunulan islam bu­ dur. Bu anlayış tasavvuf yolu tun sembolü olan Firavnı arif '. yüklenebilecek bir varlık olarak . yaratıldığını belirtir. En güzel - ile İslam'a girenlerin yanlış billah ve cennetlik mümin gör­ yaratılışta yaratıldığını ve diğer . üzerinde devam etmelerine se­ me, kendini tanrı ilan etme, şe­ yaratıklar arasından emir ve ya­ bep olmakla kalmamakta, müslüman kimi insanların bu riat hükümlerini takmama ve sakları gözeterek yaşamaya el­ verişli, yeryüzünde halife. olayanlış sebebiyle İslam'ın canir enterriâsyonel sevgi dinini pro- „ rak yaratıldığını söyler. Yüce na okuduğu olmaktadır. • Allah'ın buyruklarına göre ha­ Örneğin irhari eden (müslü--"" . paganda etme^akımı bu. reket ettiği takdirde en yüce man)lar, yahudiler, hıristiyansapıklığın neticesidir. makamlara layık olduğu halde, • 1ar ve.mecusilerden Hz.MuAllah'ı bırakıp başka varlıkların is­ hammed'in tebliğ ettiği İslam'a *nel sevgi dinini propaganda etme teği doğrultusunda yaşadığı takdir- " inanan ve salih amel işleyen kişile­ -akımı bu sapıklığın neticesidir. Bu de cehenneme gideceğini söyler. anlayışın İslam âlemini ,ve müslü­ rin cennete girecekleri Kur'an'da , İnsan ne lanetlenmiş ve asla ıs-' man zihinleri ahtapot gibi sardığı belirtildiği ve kapalı bir tarafı bu­ lah olmayacak bir şeytan, ne de ve Allah'ın tevhid dini gibi zihinle­ lunmadığı halde, tasavvufun büyümasum bir melektir. Hayra ve şerre re din olarak'yerleştiği bir realite­ süyle büyülenip dinlerin birliği ve müsait olarak yaratılmıştır. Yete­ dir. Bu gerçeği Fazlurrahman haklı dinler üstü gerçek (hurafe)sine nekleri sınırlı ve yaptıklarından so­ olarak şöyle dile getirmektedir. kendini kaptıran kimi müslürumludur. Toplumun en büyüğü, "Ancak yukarıda anlatıldığı şe­ man(sufıjlerin Kur'an'a ve Hz.Muen meşhuru ve en üst düzeyde ola­ kilde işler sertleşince", sufizm orta­ hammed'e iman etmeyi devredışı nı böyle olduğu gibi, sıradan insan­ ya bir halk dini hareketi olarak çıkbırakan yorumlan hep bu hastalıkta lar da böyledir. Aralarındaki üstün­ ' mış ve altıncı-yedinci (12 ve 13.) •ileri gelmektedir. Cehenneme kim­ lük sadece takva, yani İslam'ın hüasırlardan itibaren kendine özgü senin girmemesi için vücutlarının kümlerni gözetme derecelerine gö­ adetleriyle kendini sadece bir din büyütülüp cehennemi doldurmasını re olur. İnsanın İslam'daki konumu olarak değil/anı zamanda din üze­ savunan Ebu Yezid Bistarçıi 143 ve ^anahatlanyla bu şekildedir. rinde bir din olarak onaylamıştır." ne olursa olsun yaratandan" ötürü kasun - arohk 1996 71 N. -->. inceleme ^ Tasavvuf ise, İslam'ın insan _ Şeyhin konumu ve-şeyh-mürid ilişkileri incelendiği zaman' bu tab­ hakkındaki bu dengeli ve tabiatına lo gözümüzün önünde şekillenir. uygun yapısını altüst etmiş, top­ Şeyh-mürid ilişkilerini, kutuplar, lumda sınıf farkını doğurmuş, şey­ tan gibi uslanmaz ve ıslah olmaz ' evliya, ebdal, evtad, nukeba, nuceba, urefa gibi tasavvuf ülkesinin azgın bir nefissahibi olduğunu hayali kurmaylarının konumlan in­ söyleyerek ümrünü bu mevhum celendiği zaman bu söylenenler düşmanla mücadele ederek geçir­ müşahade edilir. Bunu görmek için mesini söylemiştir. bazı örnekler verelim. İnsanlardan kimilerini peygam­ Muhammed Emin el-Kurdi berlerin ötesinde ve kainatın kade­ şöyle demektedir: . rinde tasarruf edenler kabul eder­ "Mürid, şeyhine tazim göster­ ken, kimilerini de kapıkulu, şeyhin meli, açık ve gizli bütün durumlar­ hizmetçisi ve eşiğinde kölesi haline da onu büyük tanımalıdır. Maksu­ getirmiştir. Ğavs-ı azam, kutbulakdunun ancak onun elinde gerçekle­ tab, ğavsı samedani, kaderlerde ve şebileceğine inanmalıdır. Gözü . kalpler üzerinde tasarrufu olan, Al. lah ve peygamberle görüşüp onlar­ başka bir şeyhe meyledecek olursa, _ şeyhinden mahrum olur ve feyz dan talimat alan, yazdığı ve konuş­ kendisine kapanır. Şeyhin bütün ta­ tukları Allah'ın ilhamı ve peygam­ sarruflarına razı olması, ona" itaat berin telkini olan, hayat çarkını ve etmesi ve' boyun eğmesi gerekir. kişilerin geleceğini parmağıyla ida­ Mal ve beden ile ona hizmet etme­ re eden, hayatta olduğu kadar öl­ lidir. Çünkü irade ve muhabbetin dükten sonra da hayat üzerinde ta­ cevheri ancak bu yolla belli olur. sarrufu olan, hayır ve şer sağlayan, Doğruluk ve samimiyet ölçüsü an­ imdada koşan, bağlılarını ahirette cak bu ölçü ile bilinir. İşlediğinin destekleyip kurtaran ve Allah ile zahiri haram da olsa, şeyhinin yap­ insanlar arasında aracılık yapan bir konuma getirirken, kimilerini de • tığına itiraz etmemelidir. Ona "Ni­ çin böyle yaptın?" dememelidir. kapının eşiğinde köle, nefsini öl­ dürmesi için tuvalet kapısında bek- . Çünkü şeyhine "Niçin?" diyen ki­ şi asla felah bulamaz. Zahirde çi yahut halk pazarında palyaço, şeyhten kötü bir durum sadır olabi­ şeyhin elinde oyuncak ve geleceği lir, fakat batını itibariyle o durum onun himmetine kalmış bir* zavallı güzeldir. Külli ve cüzi, ibadet ve yapmaktadır. adet olsun, bütün işlerde iradesini Zavallının yaptığı ibadet ve iyi­ şeyhinin iradesine teslim etmelidir. liklerin kabul olması için Allah ile Gerçek müridin alametlerinden kendisi arasında şeyhi aracı yap­ biri de, şeyhi kendisine "şu fırına mak zorundadır. Şeyhin odasında oturamaz, eşyasını kullanamaz, • gir" derse, girmesidir. Şeyhin du­ yokluğunda hakkında aklına birşey ^ rumlarını hiçbir şekilde araştırmamalıdır. Zira böyle bir, şey çok kişi getiremez, sevdiği kız veya boşadıiçin meydana geldiği gibi, helakine ğı hanımla evlenemez, seccadesine sebep olabilir. Bütün durumlarda oturamaz, gece gündüz varlığını ve şeyhi hakkında hüsnü zanda bulun­ ^murakabesini aklından çıkaramaz, malıdır.. izni olmadan çalışıp kazanamaz, Bereketini kazanması için ika­ bir .yere gidemez, evlenemez,.boşamette ve yolculukta, bütün işlerin­ namaz, kısaca bağımsız ve sorumlu de şeyhini kalbinden çıkarmamalı­ bir insanın yapması gereken işleri dır. Dünya ve ahiretle ilgili elde et­ yapma hak ve hürriyetine sahip tiği bütün bereketlerin kendisine olamaz. . 72 ümran şeyhinden geldiğine inanmalıdır. Testerelerle bile kesilse, şeyhinin bir sırrını açmamalıdır. Şeyhinin gönlünün meylettiğini sezdiği bir kadınla evlenmemeli ve şeyhinin boşadığı yahut ondan dul kalan bir kadınla asla evlenmemelidir. Şey­ hin sevdiği kişilerle oturmalı, sev­ mediği kişilerle oturup kalkmama­ lıdır. Kendisine iltifat etmemesine ve kendisinden yüz çevirmesine sabretmeli, falan için şöyle böyle yaptığı halde bana niçin böyle yap­ mıyor, dememelidir. Şeyh için ha­ zırlanmış yere oturmamalı, izni ol­ madan herhangi bir konuda ona ıs­ rar etmemeli, yolculuğa çıkmamalı, evlenmemeli ve önemli bir iş yap-v manialıdır..." 145 Şeyhin elinde müridin gassalin elindeki cenaze gibi olması gerek­ tiği, her nimeti ve feyzi ondan bil­ mesi, ona itiraz etmemesi ve kulu kölesi olması gerektiği inancı adab kitaplarının hemen hepsinde mev­ cuttur. Mesela bugün kimi tasavvufçuların adab olarak okuttukları ve din kitabı gibi belledikleri Mu­ hammed İbn Abdullah Hani'nin Ali Hüsrevoğlu tarafından tercü­ me edilen ve istanbul 1980 tarihin­ de "basılan Adab kitabından 152156 sayfalarına bakılabilir. Şeyh-mürid ilişkileri konusun­ da tasavvufçulann delisi bu şekilde düşündüğü gibi,' velisi de bu şekil­ de düşünmektedir. Mesela kendisi­ ni Hatemu'l-Evliya olarak ilan eden İbn Arabi bunu şöyle ifade et­ mektedir: . ^ ' "Bu itaatin üstünkörü ve ihlasla olması lazımdır. Şartsız ve tam ol­ malıdır. Mürid, tevilsiz, cevapsız, özürsüz ve tepkisiz şeyhin emirle­ rine harfiyyen bağlı kalır. Şeyhin emri akıldışı da olsa, hatta ha­ ram işlemeyi de emretse, harfiy­ yen ona itaat etmesi lazımdır. Şe­ riata muhalefet ettiğini görsen bile, ona itiraz etmeyi aklına bile getirmemelisin. Çünkü insan ma- tasavvufun zararları sum değildir." 146 kırılması için bir süre dilenciliğe şu sözünü dinle: Avarifu'l-Maarif sahibi Suhredevam etmesini söyler. Çünkü ki­ - "Şeyhine niçin?" diye soran verdî de şöyle demektedir: bir öldürücü hastalıklardandır. Gu­ kimse felah bulmaz. Suretini kal­ "Şeyhin sözü hak ile^ haktan ve rur da böyledir. .' binden ve hayalinden sakın çı­ hak içindir. Cebrail, vahiy konıP Daha çok beden ve elbise te­ karma., Bir an olsun ondan gafil sunda emin olduğu gibi, şeyh de il­ mizliğine özen gösterdiğini, buna olursan, bil ki bu senin bedbahtlıhamı müridlere aktarmada emindir. sevinip dikkat ettiğini görürse, ban- ğındandır. Onda fena makanıma Cebrail vahiyde hiyanet etmediği yo-tuvalet işlerini görüp temizle­ erişmeye çalış. Böylece onda beka gibi, şeyh de ilhamda hıyanet et­ mekte ve pis yerleri süpürmekte- makamına ulaşırsın."150 mez. Rasulullah nevasından konuş­ çalıştırır. Gurur ve temizliğini bu­ Tasavvufçular, şeyhin emir ve madığı gibi, şeyh de ona uyarak za­ landırması için dumanlı yerlerde ve yasak hiçbir isteğine müridin mu­ hir ve batında hevasında konuş­ mutfakta çalıştırır. Çünkü elbisele­ halefet etmemesini emretmektedir­ maz." 147 ' rini temizleyen ve süslenenler, te­ ler. Hz.Peygamber'in sünnetine "Müridin şeyhe karşı en güzel miz elbise ve renkli seccadeler iste­ açıkça muhalefet ettiğini görse bi­ edebi, sessizlik, donukluk ve Jıareyenlerin bütün gün kendini süsle­ le. Şeyhin hiçbir arzusuna muhale­ ketsizlik(sükut, humud ve cuyen gelinden farkları yoktur. İnsa­ fet etmemesini söylemektedirmudjdur. Şeyhin izni olmadan çok nın kendisine veya başka bir puta ler.151 konuşmamalı, çok gülmemeli ve Müridin şeyhin avucunda sesini yükseltmemelidir. Şeyhin ~ kalması ve her şeyini dilediği Tasavvuf kültüründe durumundan kendisine kapalı bir gibi kontrol etmesi için tasav­ şey olursa, Musa ile Hızır kıssa­ vufçular Şarani diliyle, şeyhine ve şeyh-mürid sisteminde sını hatırlamalı ve itiraz etmeme­ başka bir şeyhi ortak koşmanın lidir. Üstadına "Hayır" diyen as­ müridin şahsiyetinin olabildiği Allah'a ortak koşmak gibi oldu­ kadar yokedilmesine karşın, ğunu telkin ederler. 152 la felah bulamaz. Şeyh varken, mürid sâdece farz namazı kılma­ şeyh yüceltilmekte, kutsallaştı­ , Şeyhin tarikatından başka lıdır. Çünkü onun görevi hizmet­ tarikat ^seçenveya onun göster­ tir. Şeyhine bütün durumlarını rmakta ve kendisine bir nevi diği yoldan başka bir yolda gi­ dokunulmazlık özellikleri açmalı ve gizlememelidir." 148 den kişinin dinden çıkmış gibi Şufiler arasında Kur'an ve verilmektedir. _ olacağını bile söylerler. 153 Sünnete en yakın kabul edilen ve Bu felsefe, eski süfılerde ol­ din ilimlerini ihya etmek için İhya tapması arasında hiçbir fark yoktur. duğu gibi yenilerinde de yer yer kitabını yazan Gazali, de.şeyh-mÜT Allah'tan başkasına taptığı müd­ devam etmektedir. Şunlardan da rid ilişkileri konusunda şöyle de­ detçe kendisi ile Allah arasında - bir iki örnek Verelim. mektedir: ... > perde olur.." 149 Bilindiği gibi tasavvuf anlayı-' , "Zahiri ibadetlerle süslenip or­ Tasavvuf kültüründe ve şeyh- şında şeyhin elinde mürid, gassalin ganları açık günahlardan temizlen­ mürid sisteminde müridin şahsiye­ elindeki cenaze gibidir? Müridin zi­ diği zaman, şeyh ahlakına ve kalbi­ tinin olabildiği kadar yokedilmesi­ kirden namazına kadar, uykusun­ nin hastalıklarına nüfuz etmek için ne karşın, şeyh yüceltilmekte, kiıt- dan çilesine kadar hemen bütün ahvalin(davranış) kafineleriyle sallaştırılmakta ve kendisine bir davranış ve ibadet şekli şeyh onun batın durumuna bakar. Zaruri nevi dokunulmazlık özellikleri ve­ tarafından belirlenmektedir.ihtiyacından fazla malını görürse, rilmektedir. Bunun örnekleri çok- Mesela şöyle denilmektedir: ,oridan alır ve hayırlarda harcar. . tur. Mesela Muhammed Osman "Mürid şeyhinin terbiyesinde, gas­ Ona iltifat etmemesi için kalbini şöyle demektedir: salin elindeki ölü gibi olmalıdır'ki ondan boşaltır. "Geçtiğin'her halde şeyhini^ o şeyh müride istediği gibi hareket Onda izzeti nefis, gurur ve kibir görmen vejbunun onun vasıtasıyla edebilsin. __ • '• • görürse, dilencilik yapmak için çar­ olduğunu bilmen gerekir. Adabın Kalbinde şeyhin efali üzerine şı pazara çıkmasını emreder. Çün­ biri de, namazda oturur gibi huzu­ itiraz etmemelidir. Şeyhe itiraz çok kü izzeti nefis ve liderlik duygusu runda oturman,- onda fena bulman, çirkindir. Muteriz(itiraz eden) ancak zelil yapmakla kırılır. Dilen­ seccadesine oturmâman, ibriği ile mazur olamaz."154 cilikten daha çok zelil yapan birşey abdest almaman ve bastonuna da"Babası, oğlu ve bütün insan­ de yoktur. İzzeti nefsi ve kibrinin yanmamandır. Ermişlerden birinin lardan kendisine daha sevimli olkasım - aralık 1996 73 inceleme madıkça, hiçbiriniz iman etmiş ol­ maz" buyurduğu gibi peygamber efendimiz, mürşidi hakiki peygam­ ber efendimizin varisi olduğundan,' "onun makamında oturduğundan o zamanın o mümini de onu o tarzda sevmesi lazımdır. O tarzda sev­ mezse hava alır. Rasulullahı sev­ meyenin amelleri heba olduğu gibi/ o mürşide Allah'ın rızası için bağ­ lanmayan dakendisi bilir. Onun için bu sevgi bağını, saygı bağını, o ruhani irtibatı güzelce yapın." 155 Tasavvufçular, müslümanları şeyh-ile şeytan arasında bir tercih yapmak zorunda bırakarak bunun dışında başka bir kurtuluş yolunun -bulunmadığını telkin ederler. Bu konuda sloganları da "Şeyhi(mürşidi) olmayanın şeyhi şeytandır." 156 sözleridir. Tasavvufun insan şahsiyetini nasıl öldürdüğünü kendi sözlerin­ den okuyalım; "Veliler serdarı Şah Bahaeddin •>Nakşibend hazretleri birgün yolda giderken, bir köpeğin • ayak çukurunda biriken suya bakarak "Ben şu sudan daha kirliyim" der­ ler. Yanındakilerin şaşırdıkları, hayret ettiklerini görünce,, ilave eder: "Hatta ben kafirden daha adi ve kirliyim" îşte denge noktasında olmak budur. 157. "Yola giren padişaha dilencilik yaptırılmıştır. İntisap etmek isteyen - vezire sokaklarda sakatat sattırıl­ mış, devrin en -büyük .ilim otoritelerine tekkenin helaları temizlettirilmiştir." 158 Gördüğümüz gibi tasavvuf, İs­ lam'dan aldığı unsurları yabancı kültür ve anlayışlarla karıştırmış, zaruratı diniyye olarak bilinen ve onlara inanmadan kişinin mümin, olamayacağı değerleri, hüküm ve prensipleri elinden geldiği kadar kendi kültürüne benzetmeye ve sulandırmaya çalışmıştır. Bidatlarla dolu pasif ameli hayatından, İs­ lam'a yabancı inanç ve kültürlerle yoğrulmuş felsefi yönüne kadar tasavvuf İslam âlemine çok pahalıya mal olmuştur. Hatta İs­ lam'a girecek ve hidayeti bulacak kimi insanların da İslam yerine tasavvuf dinine takılıp kalmalanna sebep olmuştur. Olumlu yanlan bir yana bırakılırsa, tasavvufun "müslümanlara kazandırdığı ve onlara getirdiği anlayış budur. . _ '.•'•_ 135- Dr.Mustafa Kara, 325, Rubailer, 83'den naklen, J36- Dr.Mustafa Kara, a.g.e. 326, Rubailer 9 l'den naklen, 137- Dr.Mustafa kara, a.g.e., 326,' Rubailer 223'den naklen. __ . ' 138- Dr.Mustafa Kara, 326, Divan-ı Kebir, 5/478'den naklen 139- Dr. Mustafa Kara, a.g.e., 326, Mesnevi, 66696'dan naklen. 140- DrJvlustafa Kara, a.g.e. 326, Gülşen-i Raz, 72'den naklen.. 141- Yunus Emre Divanı, 144, 185 Dipnotlar nolu şiir, hazırlayan, Dr.Mustafa Tatçı, Akçağ Yay. Ankara 1991. 116-AHİmran, 19 142- Dr.Mustafa Kara, 328, Gülşeni 117- Ali imran, 85 Raz, 71 -72'den naklen.' 118- İbn şArabi, Fusus, 225, 191-İ96, 143- Abdurrahman Bedevi, Şatahatu'sAynca bkz. Dr. Abdulkadir Mahmud, Age. Sufıyye, 31. 516-521. • 144- Fazlurrahman, Tarih, Boyunca İs­ 119- İbn Arabi, Zehairu'l-A'lak Şerhu lami Metodoloji Sorunu, 114, Ter. Prof. Tercumani'l-Eşvak, 39, yine bkz. Abdul­ Salih Akdemir, Ankara Okulu Yay. 1995. kadir Mahmud, Age.. 503-531, Dr. Kemal 145- Muhammed Emin Kürdi, Ten-' Muhammed lsa,-Nâzarat ft Mu'tekadi İbn viru'l-kulub fi muameleti Allami'l-öuyub, Arabi, 51, 59?Daru'l, Muctema, 1986, Bur528-531, Hicri 1384, Mısır. Kitabın adında haneddin el-Bikai, Masrau't-Tasavvuf, 99yer alan "Allamu'I-öuyub" (ğaybleri bilen) 100, Tah. Abdurrahman el-vekil, niteliği, bu durumda herhalde şeyhin ken­ 120- İbn Arabi, Fusus, 112-113, Bali disine ait olacaktır. Şerhi, 191, hicri 1309 146- İbn Arabi, Tedbirat, 226-227'den 12I-' İbn Arabi, Fütuhat," 3/175,, naklen, A.Palacics, İbn Arabi Hayatuhu ve Doç.Dr.Salih Akdemir, Age. 30 Mezhebuhu, 140-141, Ter. Abrdurrahman ' 122Abdurrahmüan Bedevi, Bedevi, Beyrut, 1979 Şatahatu's-Sufıyye, 16 147- Suhreverdi, Avarifu'l-Maarif, > 123-Zumer,3 203-206, İhya kitabı sonunda, el-Mek124- Ebu'I-Ala Afifi, Muhyiddin İbn tebetu't-Ticariyye, Kahire. Arabi'nin Tasavvuf Felsefesi, 132-135, Te. 148- Suhreverdi, Avarifu'l-Maarif, Mehmet Dağ, A.Ü.l.F. yaynlari, 1975 . . 197-203, İhya sonunda, 125-İbn Arabi, Fusus, 93-94 149- Gazali, İhyau Ulumiddin, 3/60, el126- İbn Arabi'nin din anlayışına alHalebi, Kahire, 1939, Gazali ermiş olmak danarak müslüman olan Garaudy gibi muhiçin Hint yogilerini de örnek vermekte tedilerin kulakları çınlasın. ' sakınca görmez. . . (Bkz. Doç.Dr. Salih Akdemir, İslami' 150- Muhammed Osman, el-Hibetu'lAraştırmalar, 24-25, c.2, sayı 7, 1988, Yeni Muktebese, 113, Mısır, 1939 Şafak, 1.4.1996 sayısı). Ne yazık ki Seyyid 151- eş-Şarani, Kavaidu's-Sufiyye, Hüseyin Nasr gibi işrak felsefesi ve vahdti 131, Mısır, ' •- ' vüdut savunucuları onlara* kötü örnek ol­ 152-eş-Şarani, a.g.e. 154. maktadırlar. 153- eş-Şarani, Letaifu'l-Minen, 2/103 - 127- İbn Arabi, Fusus, 165 ' 154- Mehmed Zahid Kotku, Tasavvufi 128-Naziat,25 Ahlak, 2/218, 263, Seha Neşriyat, İstanbul, 129-Mümin, 84-85 Ramazanoğlu Mahmud Sami, Musahabe, v 130- İbn Arabi, Fusus, İ/212, Dr. Afifi 6/188, Erkam Yay. İstanbul, 1982 .' neşri. 155- Prof.Dr.M.Esat Coşan, Tasavvufa 131- Doç. Dr. Salih Akdemir, a.g.e. 32- ' Giriş, 21, Gümüş Yay. Konya, 1990. . 3 3 , E.Afifi, The Mystical Philosophy, 156- el-Kuşeyri, er-Risaletu'1-kuşey160'dan naklen. riyye, 2/735, Matbaatu Tari't-telif, Mısır, 132- Dr.Mustafa Ğalveş, et-Tasav­ 1966, eş-Şarani, Letaifu'l-Minen, 147, vuftu'l-Mizan, 100-101, daru nahdati Mısr, Mısır 1913. Kahire, 157- Yaşar Nuri'Öztürk, Kur'an-ı "133- Niyazi Divanı, 109, Maarif Kerim ve Sünnete Göre Tasavvuf, 483, İs­ Kütüphanesi, İstanbul 1963 tanbul, 1989. , - 134- Dr.Mustafa Kara, Tasavvuf ve 158- Yaşar Nuri Öztürk, a.g.e., 120 Tarikatler tarihi, 325, Gülşeni Raz'dan nak­ 74 ımvan \ len, kültür-sanat Mutad meseleler "O" Aziz Erdoğan O, bir zamanlar varlığının farkında değildi. Alfabede nev-i şahsına münhasır bir yeri vardı. Diğer harfler gibi yeri geldiğin­ de "oo" der geçerlerdi. Yıllar sonra varlığının farkına varabil­ di. Susar dediler, susmadı. Ya­ şamaz dediler, beklediler o öl­ medi. Zamana karışır dediler, zaman O'nu tarihe yazdı. . " Önce O; hoca dediler, olma­ dı. Q hacı dediler, olmadı. O * çağdaş değil dediler hiç mi hiç olmadı. İki numara büyüğünü bulamayınca onunla yetindiler. O ise yoluna devam etti. Çünkü onun alfabede yeri vardı. de, paparazilerde, basında bol bol adı geçti ve her boyutta fo­ toğrafları yayınlandı. Eee par­ don Ooo... O artık iktidardı, ama bazı­ larına göre muktedir değildi. Ki­ mileri ise onu görünce cin çarp­ mışa dönüyor. Uyku ve düneği terk ediyordu. Her taşın altından o çıkıyordu. "Ama, nasıl niçin, ne yapmalı" soruları kafa larda cirit atıyordu. -.,-• •O ise ekonomik düşündü, politik düşündü, hele demokra­ siyi hiç dilinden düşürmedi. Na­ file olan; şablonik beyinlere bu­ nu anlatamadı, ya da o kafalar bu mantığı anlamlandıramadı. Fakat olan oldu. O rüşdünü isbat edercesine icraate koyuldu. He­ sabı ve kitabı düşünerek... "Cumhur abi, bu iş bizi aşar" denilen reklam onun saltanatına tevafuk etti. Cumhur abi; ne dersin "o", aşılmaz biri mi? İlkesizlikle suçlandı. Ya da "ilkelere saygısından tedirginlik uyandırdı. Yersiz de olsa fin­ cancı katırlarını ara ara ürkütü' verdi. Fincanlar çatlıyor, katırla­ ra birşey olmuyordu. Sadece yıllar yılı ya fosil oluyorlardı ya da diriazör.' O yola devam, dedi. Yürüdü, *** yıllara ve yollara. Belki rüyala­ rım gerçek olur diye geceleri is­ O, fakir edebiyatları arasında tihareyi ihmal etmedi. Bir bahar günü yattığı istihar.eyi hayıra" büyüdü. İleriyi düşündü. Ümmeyorumlayarak rejimle dest-i iz­ . tin içine düştüğü durumdan muzdaripti. Çok düşündü işin içinden divaçta bulundu. Magazin x'ler- çıkamadı. Çıkmayı da" istedi de­ nilemez. Cemiyet mistisizmi O'nu bu dertlerle hemhal olma­ ya zorluyordu. Tavizin "T"sin-X den vazgeçmedi. Kısacası o hiç­ bir "T'nin özelleştirilmesinden yâna değildi. Bol bol okuyordu. O'nun okumasını görenler hay­ retler içerisinde hep" beraber "ooö" dediler. O aldırış etmedi. Günün birinde "petrolün başka, dostluğun başka" oldu­ ğunu öğrendi, istemiye istemiye üç beş kuruş kazanacaktı. Üm­ met için,- vatan için... Zamanla onun* alfabesinde" " o " harflikten çıkıp râkamlaştı. Servetine ser­ vet katmak için gece gündüz ibadet aşkıyla çalıştı. O da so­ nunda farkına varabildi. O, ede­ biyatlarda kaldı. -Yaşasın sürre­ alizm! O günden sonra onun adı' bütün faili meçhullere karıştı. O, Orhun Abidesi, Ordu,.Orostopontopolis, ortak pazar, oo, poo mastika. O şimdi asker. O var ya o. Sağ olsun vatan, mil­ let, salata. kasım- aralık 1996 75 kültür-saiıat 6o Önde Ben Zulme Hatşı İcazetalınıyor büyük şeften " , kelepçe vurulacak hayata, yine itiraz yok ^ • çığırtkanlar kendilerine zimmetlenen kelimelerle bildiriler okuyorlar ~ güneş doğmayacak bundan böyle eriyor buzdan devrimler , . '• Ölüm davetiyeleri çıkarılıyor \^ her gün peşimizde kiralık katiller ' gölgelerinden korkar oluyor . » insanlar - \ ' özenle seçiyorlar kelimelerini kavramlar idam sehpalarımız oluyor laiklik inkılaplar vesair" " . . , . kana doymuyor kadavralar ' canlanmız ellerinde oyuncak canlar, gölgelerinden ülken cellatlar en bakir yerlerimize kadar girip _ . idam fermanlarımızı onaylıyorlar ( Fukara tükürüğünden sermaye yapanlar en ücra yerlerimize kadar sokularak ulufeler devşirmede heykeltraşlar • katiller, erdem avcıları, kadavralar kendilerince uygun görmedikleri bir yanımızı kanatarak halkedeceklermiş on yılda onbeşmilyon halk '• '. •• Sabrımı donmuş bir sükût sayınca katmamışlar hesaba beni \ '' içimde biriktirdiğim öfke kudurunca saldılarüzerime oç itlerini . isyankanm , asiyim eh önde ben zulme karşı kefbelada Hüseyin gibiyim • 'en önde ben hıyanete karşı ' •elimde kefenim takatimi aşan yükesanlıyorum Lokman Yıldırım 76 ümran - kültür-sanat Gülef şan gönül •«, Bırakın beni kendim olayım. Düşüncemi zorlamayayım. İnsanlara yapmacık gülmeye- . yim. Zoraki bir merhaba için sı­ kıntıya girmeyeyim". Ayıplayanın ayıplamasından korkmadan duy­ gularımı ifade edeyim. Kendimi ' ben düşüneyim. """ Doğallığımı gizleyerek, iste­ ğiniz üzere makinalaşamam. Bir defacık olsun hatınnız için kah­ ve içsem dahi, ondan asla zevk - alamam. Niçin beni bolumdan tutarak şu istikamete, bu istika­ mete sürüklüyorsunuz. "Elif gibi doğru ol" deyip Lamelife benze­ tiyorsunuz? Ben de harfleri tanı­ rım. Öğrenirim elifbayı, amme _ cüzünü, ruhumun "ülkesinde. Ru­ hum; törpülenmekten kanatlan kırpılmış kuşa döndü, uçamıyor. Dengesini sağlayıp yürüyemiyor.' Hele hele o kalın olarak telaffuz edilen "Ruuh, ruuh!" kelimesini ; benliğine yakıştıramıyor* Belki yazılışları aynı.ama;_o hep zarif bir ruh kelimesini kimliğinde görmek istiyor. "Canların canı uğruna, can vermeyi cana minnet sayan" bir ruh olmak istiyor.". Bedenim, her gece karanlığın * . karşısında hazırola geçer. Ru-" hum cevabını sunar karanlığa. Cevap verme özgürlüğünü yaşar. "Sen koca yıllan arkanda bırak­ tın, memnun musun bundan?" sorusuna; geceden.-bakire bir kı­ zın aile meclisindeki evlilik sö­ zünden utandığı gibi- utanır da cevap vermez. Gözlerim tavan aralarında bir şeyler arar, yut- kunma sermayemi bir süre kulla- ninni. Hep utanır, utanırım. Ya- rab utanmak ne güzel "servet" Acaba; onlann da ruhu ve gönlü deyip şükrederim. Yatağımla olsa sıcak bir gülücükle selamlar, dertleşir, "Yine zevrak-ı derumı insanlan? Katıksız sevgilere num kuılıp kenare düştü" mısra­ açrlar mı gönül kapılanm? sını bozuk bir kasetçalar gibi mıMakinaların ruhunun olma­ nldanır, dururum. sından yanayım. Fakat, gönülle­ Ruhumun sevmediği tek keli­ rin makinalaşmasına tahammül me "telaffuzu kalın ve bir o ka­ edemiyorum. Ey ruhum; gönlü­ dar da soğuk olan -"ruh" kelime­ mün sesini dinle, sana sesleniyo­ sidir. Çünkü o Mimarların Mi­ rum. marının imzasını taşıyor. Bir de • A.E. kapısında "hüve'1-bâki" yazıyor.' Kuşlar ona özenerek semada raks ediyor. Nisan Müjdecileri Belli ki ay onun ay­ dınlığını kıskandığı Şimdi tarih bir destan - için bazı geceler daha zaman tarihtir şimdi. ' • • . . berrak bakıyor tepe­ mizden. Fakat, gönül uine Nil'ekör düştü zerafetinden taviz ver­ hızır geçmez oldu o semtten -. miyor. Bütün güzelle­ bir kabristan sessizliği - . > re ve güzelliklere büründü ruh[ülkesi mihmankarlık ediyor. -' ** s Katıksız sevgiler için bengisu sunar akşamlar kapılarını sonuna ka­ karanlıklar... VusuFyn kuuusunda dar lıralıyor. Mutlulu­ asra yeminleşehler ğu yüzünden okunu­ bir lohusa sabırsızlığımla yor. Yirmi dört saat -oekliuor ' .,,... görev aşkıyla yanan doğacak gündüzleri gönlüm; gece gündüz demeden gönüllü as­ vakanüyisler şerh düşsün '" kerlik yapıyor. Parola­ Hafkaslann kılıç çeken güneşi sı: "Gönül taşıyanlar nur uağdırdı üstümüze görev başına." bir zemheri günü ansızın Makina kelimesi­ nin soğukluğunu duy­ mamak elde ,değil. Makinaların o soğuk­ luğu yapılışlarındaki zorlamadan aldıkları inancındayım. Neza­ ketten, vefadan, sadaketten anlamıyorlar. nisan müjdecileri bereket haberi getirdi. ufuklar omuzladı Şamil'i sığırcıklar terennüm etti.. Şimdi bahar bir destan ^ zaman tarihtir şimdi. R.ir ' kasım - aralık 1996 77 kırk ambar Alıntı ve değinilen... ' Atatürkçülük buysa, Atatürk yanılmış demektir , Öyle konular Vardır ki, tekrar tek­ rar yazmaktan bıkarsınız. Ama yanlış 'olan şey; göz göre göre ve inatla sür­ dürüldüğü için de yazmadan dura­ mazsınız. Aynı laflan tekrarlayıp durmak istemez, bunalır kalırsınız. Artık şu başörtüsü yasağı konu­ sunda söyleyecek bir şey bulamıyo­ rum. Ama gencecik hemşire kızların stajları gözümün önünde yakılırken; başörtülü bir yargıç köşeye sıkıştırılıp başı açılırken; üstüne üstlük, Danış- . tay'da bir takım'hakimler kalkıp, bu aleni insan haklan ihlaline hukuki ki-lif uydurmaya çalışırken, susup otur­ mak da elimden gelmiyof. Hiçbir suçum olmamasına rağ­ men, beri o genç kızlar karşısında uta­ nıyorum. Yaşar Kemal'e reva görülen beş yıllık konuşma yasağı karşısında na­ sıl utanıyorsam ve isyan ediyorsam, örtünme yasağı,karşısında da aynı duygulan duyuyorum. Ve inanın, şaşıp şaşıp kalıyorum: Haftalardır düşünce suçu aleyhine yazıp çizenlef; demeçler verenler, pa­ neller, gösteriler düzenleyenler nere­ deler? İnanç ve ibadet özgürlüğüne arka çıkacak'çağdaş hukukçular, laikliğin gerçek savunucuları nereye gittiler? Sivil toplumun bağnnda açılan şu türban yarası neredeyse kangrenleşirken; sivil toplum kuruluşlarımız ne yapıyor? •' Yasaksız üniversite isteyen genç­ lerimiz, öğrenci kuruluşlarımız neden başörtülü arkadaşlan için destek ey­ lemleri düzenlemiyor? Örneğin, ne­ den bütün kız öğrenciler bir günlüğü­ ne başlannı örtüp okulun kapısına da­ yanmıyor? İnsan Hakları Derneği'ni arıyo­ rum, acaba birşey söylediler de ben 78 ümran mi kaçırdım diye. Telefona cevap ve­ ren duyarsız bir sesten, "Bu konuda herhangi bir açıklamalan olmadığını" öğreniyorum. •.•_.'• Bir karamsarlıktır çöküyor üstü­ me. Danıştay Daireler Kurulu'nun her biri skandal sayılabilecek cümlelerle dolu şu kararma bakın: - "Yükseköğretim öğrencisinin, ön­ celikle ve özellikle Atatürk İnkılaplannı ve ilkelerini benimsemiş ve bu il­ keler doğrultusunda davranan bir kişi olması gerekir"miş. .Pysa, "türban takan öğrenci Ata­ türk inkılap ve ilkelerine aykırı dav­ ranmış, böylelikle yükseköğretim öğ­ rencisi olma sıfatının gerektirdiği iti­ bar ve güven duygusunu sarsmış" oluyormuş! Bir kere, neden yükseköğrenim, öğrencisinin öncelikle ve özellikle Atatürk İnkılaplarını ve ilkelerini be­ nimsemiş olması" gerekirmiş? Kim söylemiş öyle gerektiğini? Türkiye'de herkes ille de Ata­ türkçü olacak ya da Atatürk'ü Danış­ tay gibi yorumlayacak diye bir yasa mı var? Ya da üniversite öğrencileri­ ne Atatürkçülük şartı getiren özel bir yasa mı çıktı? Üniversite giriş sınavlarında gençler özel bir Atatürkçülük testin­ den geçirilmediklerine göre; bugün üniversiteyi dolduran binbir görüşten öğrencinin, solcunun, anarşistin, libe­ ralin; röck'çının, popçunun, heavy metal'cinin, hangisinin ne kadar Ata­ türkçü olduğunu kim tayin edecek? Ben burada, ne Atatürkçülüğün ne olduğunu tartışmak; ne de tarihi olayları güncel bir kavga konusu ha­ line getirip Kıyafet Devrimi hakkında konuşmak niyetinde değilim. Ama ölümünden 60 yıl sonra, ki­ mileri hâlâ, Atatürk'ün bazı sözlerini ve uygulamalarını öne sürerek aklı­ mıza ipotek koymak istiyorsa, buna . itirazım var. . ' Ben Atatürk'ü severim. Ama öz­ gür düşünceyi, ondan, daha çok seve-. rim. „ -i _ Eğer Atatürkçülük, temel insan haklanyla çelişiyorsa, burada yeniden tarif edilmesi gereken şey insan hak­ lan değil Atatürkçülüktür. Ve eğer Atatürkçülük, başını ör­ ten genç kızlan cahil bırakmayı em-, rediyorsa, ben Atatürk'ten-değil, ba­ şörtülü mazlumdan yanayım. - Gülay Göktürk/Yeni Yüzyıl, 2-11'1996 İsrail'le Onüç Anlaşma Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller, Türkiye ile İsrail arasında 1993 yılından bu yana 13 anlaşma imzalandığını, bu anlaş­ maların Refah-yol Hükümeti tarafın­ dan geçersiz kılınmasının söz konusu olamayacağını söyledi. Tansu Çiller Türkiye ile İsrail arasındaki anlaşmaları şöyle sıraladı: 1 .Kültür, eğitim ve bilim alanlarında işbirliği anlaşması, 2. Karşılıklı anla­ yış ve işbirliği ilkeleri muhtırası, 3.Çevre sorunları ve doğanın korunmasında işbirliği anlaşması, 4. Tele­ komünikasyon ve posta hizmetleri alanlarında işbirliği anlaşması, 5. Uyuşturucu ve psikotrop madde ka­ çakçılığı ve kullanımı anlaşması, 6. Sağlık ve tıp alanında işbirliği anlaş­ ması, 7. Tarım alanında işbirliği ko­ nusunda mutabakat zaptı, 8. Askeri eğitim işbirliği anlaşması, 9.Serbest ticaret anlaşması, 10. Yatırımların , karşılıklı teşviki ve korunması anlaş­ ması, 11. Çifte vergilendirmenin ön­ lenmesi anlaşması, 12.Ekonomik, bi­ limsel ve teknik işbirliği anlaşması, 13. Savunma sanayii işbirliği anlaş-ması. • Zaman, 31-10-1996 Türki Cumhuriyetler'de "Ma" de in USA" İslam'ı Alman İmparatoru İkinci Wil- kırk ambar helrri, İslamiyetin kutsal bölgelerinde ' ve Orta Asya'nın tamamı Müslüman olan büyük yerleşim merkezlerinde İslami propaganda atağı başlattı. Kendisinin, İslamiyet'in koruyucusu olduğunu duyurdu, ' Geçmişte süper güç Alman­ ya'ydı. Şimdi Amerika... Eskiden Or­ ta Asya'ya Almanlar girmek istiyor­ du, şimdi daha çok Amerikalılar.... Türkî Cumhuriyetlerde bir dönem ko­ münizm hakimdi. Şimdi kimlik de­ ğiştirdiler, ama dinle bir ilgileri yok. Dolayısıyla birileri onların gençliğini İslamî çizgiye çekmek istiyor. Bu iş için en güvenli kadroyu ye­ tiştirmenin yolu yeni okullar kurup, eğitimjseferberliği başlatmaktı... Amerikalıların İslâmî eğitim veren okullar açması biraz garip kaçardı, ama bir Müslüman ülkenin, mesela Türkiye'nin hocaları'bu işi pekâla ya­ pabilirdi... , Hürriyet, 2-11-1996 : " "MİT okul için destek verdi" Fethullah Gülen: Ben Sayın Cumhurbaşkanımıza sordurdum, "Devletin Kuzey Irak'ta bir okul aç­ masını .ben şahsen zaruri görüyorum, aksi halde oradaki Türkmenler 4 ! Kürtler eritir, eğer siz yapmayacaksa-. nız, bilin ki biz yapacağız" dedim. Onlar da nasıl istiyorsanız öyle "yapın dedi. Onun için MİT de, oradaki is : tihbarat örgütleri de bu işin hep ya­ nında oldu. Ve Erbil bombalandığı halde bizim okula bir şey yapmadılar.. Irak da yapmadı, Barzani de. Orada eğitim devam ediyor. Hatta ikincisi­ nin, üçüncüsünün açılması bahis mevzuu* Onlar çevremizde bir şey oluşturacaksa, otonom bir devlet ola­ caksa onların şiddetini, hiddetini kır­ ma adına yararı olduğuna inanıyo­ rum... ,".-'• ^ Aktüel. 16.9.1996 • ~ ' ' Zaman akıl zamanıdır Karatepe'nin genişletilmiş il di­ vanında yaptığı konuşmanın kendisi, amacı, içeriği değil, içindeki birkaç cümle ülke gündemini oluşturuyor. Üstelik bir birkaç cümle montajda yeniden kurgulanarak konuşmanın özüymüş gibi yeriliyor. Bu dezenfor- masyon ortamı, onu yaratanları bile etkisi altına alıyor. Türkiye'nin güzi­ de köşe yazarları, önde gelen bilim adamları, Karatepe'nin konuşma metnini okumadan, daha önce yaz­ dığı yazıları görmeden, basında ak-' tarılandan yola çıkıyorlar. İlkeleri tartışan yok, herkes birilerini düş­ man ilan etme ve düşmanı yok etme peşinde. Askeri otorite, seçimle gelmiş belediye Başkanı'na her türlü hakareti ederek,_onun yetki alanına girerek, Sultanbeyli'nin ortasına sün­ gü denetiminde heykel dikiyon As­ keri otoritenin siyasi otoriteyi sigaya,. çekmesi, yani demokratik ilkelerin ayaklar altına alınması sorun edil­ mediği gibi, Atatürk heykeli ile . demokrasi özdeş kılınıyor, heykelin dikilmesi demokrasinin zaferi olarak yorumsuz alkışlanıyor. Ali Bayramoğlu Y.Yüzyıl, 14-1.196 v ' •*"• Laiklik ihanete uğradı • Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne özel olarak türbanlı, karaçarşaflı, tak­ keli, cüppeli ziyaretler yapılıyor. İn­ san haklarından sorumlu Devlet Bakanı, imâm nikahının yasallaşmasını istiyor. Bakanlar, kaymakam­ lar, valiler, kadınların elini sıkmıyor. Radikal dinciler, her cuma sokaklarda pervasızca şeriat provaları yapıyorlar. Mayolu kadın afişleri, kentlerdeki . reklam panolarına astırılmıyor. İlahiler eşliğinde tesettür defileleri yapılıyor. Dinci kesim için, beş yıl­ dızlı oteller, mahalleler, tatil siteleri : kuruluyor.' ' " ' - . . . • . Bu 10 Kasım'da daha bir hüzün­ lüyüz ve ulusça başımız önümüze eğik... •.'.". " Prof.Dr.Neda Arat Radikal 1011-96-- Zonguldak ÂKV'de yeni fâaliyetler Araştırma, ve Kültür Vakfı Zonguldak Şubesi tarafından Zon-^ guldak'ta; sosyal, kültürel ve dü­ şünsel bir canlılık kazandırmak amacıyla Ekim ve Kasım ayları içinde iki ayrı organizasyon ger­ çekleştirildi.' ' Bunların ilki 19.09.1996 tari­ hinde vakıf binamızda araştırma- ' cı-yazar Hikmet Zeyveft'nin katı­ lımıyla gerçekleşen sohbet prog­ ramıydı. Kur'an üzerine yapılan sohbette Zeyveli, Kur'an'ın ev­ renselliği, K u r ' a n ' ı anlamada metod, insanın tekamülü \t bu tekamüle Kur'an'ın verdiği cevap, değişen ortam've şartlarda öncül . ayetlerinin hükmü (Nasih-Mensuh) konular üzerinde durdu. . Kur'an'ın doğru anlaşılması ve yaşama aktarılmasında önemli olduğuna inandığımız bu konu- „ ların işlenmesi ve bazı kavram­ ların içinin doldurulması önemli bir kazanım oldu, Ancak zaman darlığı, tartışîlması gereken bazı konuların gündeme alınamaması sonucunu doğurdu. ' „ Kasım ayı içinde gerçekleş­ tirilen diğer bir faaliyet ise geçen yıl ilki yapılan tiyatro organizas­ yonunun ikinci kez_gerçekleştjr-mesîydî.Bu tür kültüre] ve sanatsal etkinlikler açısından-Anadolu'nun fakirliği gözönüne alındığında or­ ganizasyonun önemi daha bir belir­ ginlik kazanmaktadır. Btf bakım­ dan UlvJ Alacakaptan'm hemen hemen bütün yaş gruplarına ve fjkîr düzeyine hitap eden "Med­ dah ve Yardakçıları" adlı oyunu beklenenin çok üstünde bir tevec­ cüh ile karşılandı. Bu teveccüh, benzer organizasyonların tekrar gerçekleştirilmesi yönünde önemli bir moral desteği oluşturdu. kasım - aralık199679 kırk ambar Kitap dünyası...İslami Hareket İlkeler Sorunlar II İslami hareket, İslam'ı yeni­ den ümmet ve yönetim olarak ya­ şanılır kılmak ve İslam_karşıtı güçlerin hakimiyetini kırmak ' amacına yönelik ilkeli ve sürekli" ligi olan çabaların genel ifadesi­ dir, İslami hareketin başarısı, İslamî mücadele yönteminin vahyi temele dayanmasına; açık, anlaşı­ lır ve sorunları kuşatabilir olması­ na bağlıdır. İslamî hareketin yöntem ko­ nusunda çözmesi'gereken sorun. laf, tarihi olandan çok, günümüz­ de yaşanılan problemlerle ilgili­ dir. Ümmetin yeniden oluşturul­ ması veya değiştirilmesi, öncülü­ ğün vasfı ve parti vakıası, tağuti rejimlerde legalite-illeğalite me-, selesi, yerellik-evrensellik soru­ nu, şiddet-devrim-demokrasi iliş­ kileri, oılus-vatan-bölge-sınıf kav­ ramları, önderliğin tekliği veya çokluğu, imamet ye hilafet teori­ lerine yaklaşım, azınlıklar ye ço­ ğunluk meselesi, aşama tartışma­ ları gibi konular, günümüz gej\ çektiğinde çözülmesi gereken yöntemle ilgili temel başlıklardır. Muhammed Fadlallah, bu ça­ lışmasında İslami hareketin yön­ tem sorunuyla ilgili temel konula­ ra kapsamlı bir birikim ve aynntı, h bir kuşatıcılıkla önemli açıkla­ malar getiriyor. İslami hareketin yöntemsel sorunları hakkında ka­ leme alınan bu kitabı değeri; kı­ lan bir diğer etken de, belli bir za­ man diliminde masa başında otu­ rup yazılmaması, dolayısıyla so­ 80 unvan yut bir düşünceden kaynaklanmamasıdır. Bu kitap, birbirini izle­ yen zaman dilimlerinde, İslami hareketin doğal olarak yaşadığı pratik hayatın içinde, onu kuşatan atmosferde ve karşılaşılan engel­ lemeler düzleminde yazılmıştır. . Muhammed'Fadlallah, Ekin yay., 296 s. Siyasi Felsefenin Büyük Dü­ şünürleri Eberistein'ın görüşleri Batı demokrasisinin sıhhati gözetile­ rek yapılmış değerleîıdirme ve yorumlan yansıtıyor. Fakat bura­ da bir göz boyama çabası veya Batı medeniyetini mazur göster­ me endişesi yok. Çünkü kitabın yazıldığı günün şartlan, dıştan bir zorlamayla Batılı zihniyetten kuş­ ku duymayı yahut bir dış zorlama yüzünden savunmaya geçmeyi gerektirmiyor. İslam'ın meydan okuyuşuyla karşılaşmak gerçeklik alanı dışında. Demokrasi karşı­ sında bir tehlike sayılan ve mede­ niyete intibakı için uygun bir for­ mül bulunamamış olan Soyyet ve Çin komünizmi de tabiatı gereği Batı felsefesinin "harici"» değer­ leri olarak kabul edilmiyor. İşte bu zihni ortam içinde yazılmış ol­ ması yüzünden elinizdeki kitap öğretici işlevini kaybetmemiş sa­ yılır. Üstelik bu kitapta dünyanın 1990 sonrası aldığı biçimi siyasi düşünce bakımından yerli yerince ' değerlendirmek istiyenler için. gü­ venilir ip uçlan bolca var. William Ebenstein, Türkçesi: İsmet Özel, Şule Yay. 366 s. Batı Düşüncesinde İslâm AlbertHabib Hourani'nin bu kitabı, 9 ayrı makaleden oluş­ makta ve ilk makale kitaba ad ol­ maktadır. Kitap, genel bir İslam tarihi, Oryantalizm tarihi ve kül­ tür değişimi tarihi incelemesidir. , Okuyucu, bu kitapta, İslâm dün' yasının" Avrupa'yı nasıl etkiledi­ ğini ve Avrupa'dan nasıl etkilen­ diğini görecektir. Kültürel deği­ şim, Ortadoğu'nun bu değişimde­ ki yeri ve önemi, entellektüel ya­ şam, kitabın aha konulan arasın­ dadır. Gerçekten 'İslam dünyası ile Batı dünyasrarasında nasıl bir etkileşim oldu?-' sorusuna cevap arıyorsanız, bu çalışma size aradı­ ğınızı derli-toplu bir şekilde verecektir. Albert Hourani, Pınar Yay. 267 s. ' Hasan Aycın'ın, YediGeceKitapları taralından yayınlanan Gece Yürüyüşü albümünden alınmıştır.