Untitled - Umran Dergisi

advertisement
Değerli okuyucularımız,
-
~
Dergimizin yeni bir sayısıyla daha sizleri selamlamaktan
mutluluk duyuyoruz.
'
. j
Bir süredir Türkiye'de sistem, iktidar, iktidarın asıl ve gizli
sahipleri ve Refah Partisi'nin hükümete ortak oluşuyla başlayan
yeni dönemi ve müslümanların nasıl bir vaziyet takınması gerek- tiğini tartıştıktan sorira,'b~u sayımızda aslında yine bu konulardan
bağımsız olmayan, adeta sistemin bir parçasını teşkil eden medya
olgusunu ele alıyoruz. Medyanın kaçıncı kuvvet olduğunu, ser­
maye ilişkilerini, bireysel ve toplumsal ahlaktan zihinsel uyuştur­
maya kadar kitleler üzerinde gerçekleştirdiği tahribatı, ürettiği
problemlerin işletilme tarzından ve sahiplerinden mi, yoksa
bizatihi kendi işleyiş mantığından mı kaynaklandığını irdelemeye
çalışıyoruz.
*
Bu bakımdan gerçekleştirdiğimiz soruşturmanın okuyucularımız
açısından ufuk açıcı olacağını umuyor Ve sorularımıza cevap
verme nezaketini göstererek değerli fikirlerinden istifade etme
imkanı tanıyan şahsiyetlere burada bir kez daha teşekkür ediyoruz.
Okuyucularımız bu sayımızda deneme, inceleme*araştırma ve
çeviri türünde ve konu itibariyle son derece geniş bir yelpazede
yer alan pek çok özgün çalışmayı da bulabilirler.
Yine bu sayımızda ilk defa kültür-sanat sayfalarına yer veriyoruz.
Bu çerçevede gerek kültür-sanat sayfalarımıza ve gerekse
dergimizin tüm köşelerine okuyucularımızın katkılarını bek­
lediğimizi belirtmek istiyoruz.
.
, *
1997'nin ilk sayısında buluşmak dileğiyle,•
Selam ve sevgiler.
\
• . "
- •
...•;.
AKV Merkez ve Şube Adresleri:
Ümran
Ankara: Küçükesat Cad.
(Akay Yokuşu) No: 15/19 Lale Apt.
Merkez: Akbıyık Cad.
Bakanlıklar / ANKARA •
"Sultanahmet Camii Yanı
'
"'-'.
Tel:4186860
(Eski Sıbyan Mektebi)
,
,
Hopa: Kemalpaşa Beldesi
Tel: 517 44 44..' -.'
Hopa/Artvin İrtb. tel:0466-3612609
;İstanbul
.
İsparta: PirT Mehmet Mah. Boğaziçi Sok. N.9
Aksaray: Horhor Cad. Ragrpbey Sk. No: 2/10 Kat.1 İsparta Tel: 0246-2184030.
Fatih
•
- v
İzmit: Tepecik Mah.
TeI5348888
Feridun Ozbay Cad.
' "
Üsküdar. Balaban (Doğancılar) Cd. No: 20/1
No: 15/3 İZMİT Tel: 0262-3224717
A
Üsküdar " ->
Konya: Ferhuniye Mah. Ekko İşhanı N. 28/C
Tel.:333 21 94-341 73 69 ,
K.1 D.102 Selçuklu/Konya
Kağıthane: Sanayi Mah. Gümüşhane Cd.
Tel:3507733
,"
Yaşaröğullan İş Merkezi, N.4 Kat. 4 Kağıthane Trabzon: Uzun sk.N: 91/5
- - ..
Tel: 26917 69
*
Trabzon Tel: 321 95 44
Güngören: Malazgirt Cd.
Zonguldak: Gazi Paşa Cd. PTT Sk. N.8
Sanayi Mah. Sinanpaşa Sk. N. 60 Güngören
Zonguldak Tel:0372-2535495 ~ '
Tel5845360
, .
.
Ümran Almanya Temsilcisi:
Adana: Bakunyurdu Cad.
Recep Aykan
—
No: 86 Adana .
Büchekloh31
.
Tel:4316012
45327 Essen Almanya
—
-;
"
içindekiler
_
Şeytanın medyatik yüzü 13 Abdullah Yıldız
• ^
Kitle intihar araçları 9 Mesut Karaşahan
- .
Ya medya olmasaydı! 14.. Can Server
Kirli medyanın — ' ,
.
7 '
•histerik İslam düşmanlığı 16 Abdurrahman A. Emir oğlu
İnsanî ve İslamî medya boş bir hayal 21 Ulvi Alacakaptan
Medya İslamî değerleri tüketiyor 24 Abdurrahman Arslan
Toplum ve medya:
Kapağını bulan tencere 27 Abdurrahman Dilipak
Medya:Bir hayal dünyası! 29 CevatÖzkaya
x
Düşünce özgürlüğü
,
> •
- _• _ .
medyanın tehdidi altında 31 Ahmet Tezcan
İyiliğin ortaya çıkışı ,34 .Haluk Burhan .
Garaudy ve Siyonist efsane(ler)in sonu 37 Ubeydullah Baykarâ ..
Hayat memat 42 Said Çekmegil
RP'yi bekleyen tehlikeler-lif:
Dünyevileşme 43 Prof. Dr. Burhanettin Can ' • "Tarihsel süreçte ve Kur'an'da kadın (II) 50 Fatma Kutluoğlu
' '
Model insan Hz.Muhammed(s.a.) 54 Serdar Özdemir
- Kur'an'a sımsıkı sarılmak 58 * Şemsettin Özdemir'le söyleşi
İslami üslup ve demokrasi sempozyumu 63 El-Muctema'dan çev. Metin Çığnkçı
- Tasavvufun İslâm kültürüne
«
olumsuz etkileri(III) 67 Prof. Dr. İbrahim Sarmış
Mutad meseleler: "O" 75 Aziz Erdoğan
En önde ben zulme karşı 76 Lokman Yıldırım
Gülefşan gönül 77 Aziz Erdoğan
;
.
. • _ ' . ' Alıntı ve değiniler 78 Rıfat Küçük
, ,
Kitap dünyası 80 İlhan Gündoğdu
•
.
.
•
-
~s~-
-.
*
-
<
*
-
gündem
Şeytanın medyatik
yüzü
Abdullah Yıldız
Zihin Çelen, Vesvese Veren,
Saptırıcı Düşman: Şeytan'
"Ve işte böylece, hem insan­
lar hem de görünmez varlıklar
içinden zihin çelmeyi amaçlayan
yaldızlı/parlak yarı hakikat sözleri(*) birbirlerine fısıldayan şey­
tani güçleri her peygambere düş­
man kıldık. Eğer Rabbin dikseydi
bunu yapamazlardı. Öyleyse on­
ları, uydurdukları yalan/iftira­
larla başbaşa bırakıver."(En'am
6/112)
.
' *' • , '..
Hiç kuşku yok ki, yaşamakta
olduğumuz şu dünya hayatı Bir
imtihandan .ibarettir t67/2). Allahu Teala, bizleri pek çok- şeyle
imtihan etmekte, denemektedir.
Bu zor ye çetin hayat sınavında
en önemli rol ise Şeytan 'a ^veril­
miştir; onun görevi insanları Al­
latılın yolundan alıkoymak ve,
saptırmaktır:
"Andolsun ki, sizi yeryüzüne
yerleştirdik ve size orada geçim­
likler varettik. Ne kadar az şükre­
diyorsunuz!
"Sizi yarattık, sonra şekillen­
dirdik, sonra da meleklere
"Adem" e secde edip/üstünlüğünü
onaylayın" dedik. İblis hariç hep­
si secde etti; ö secde etmedi.
"Allah: "Emrettiğim halde
neden secde etmedin!" dedi. İb-'
Us: "Ben ondan üstünüm. Çünkü
beni ateşten yarattın; onu çamur­
dan" dedi.' .
.
" "Allah: "İn oradan" dedi.
"Sana orada büyüklenmek yaraş­
maz. Çık, çünkü sen aşağılık biri­
sin."
"İblis: "İnsanların tekrar diriltilecekleri güne kadar bana
mühlet ver" dedi. "Allah: "Sana.,
mühlet verildi" dedi. v.
"İblis: "Beni -azdırdığın için
andolsun ki gidip, senin dosdoğru
yolunun üstünde pusuya yataca­
ğım.
"Sonra onlara,, önlerinden,
arkalarından, sağlarından ve
sollarından sokulacağım. Onlajrın çoğunu şükreder bulamaya­
caksın." dedi.
sAllah: "Aşağılanmış ve kovul­
muş olarak oradan çık. Onlardankim sana uyarsa, andolsun ki ce­
hennemi hepinizle dolduraca­
ğım." (A''râf7110-18)
r Allahu Teala, kıyamete kadar
Şeytan'a süre tanımış ve onun
"saptıncılık" misyonunu yüklen­
mesine müsaade etmiştir. Üstelik
Şeytan, birtakım güç ve imkanla­
ra da sahiptir; insanlar ve cinler­
den (114/6) pelTçok askerleri ve
yardimcıları vardır. Yazımizln
başındaki ayette (6112) ifade buyurulduğu üzere, tarihin her dö-"
neminde, Allah'ın dosdoğru yolu' nun temsilcileri, karşılarında hep
bu "şeytani kuvvetleri" yani "şer.
cephesini" bulmuşlardır. Şeytan
ve taraftarları, sadece peygamber­
ler için" değil, bütün zamanlar ve
mekanlarda insanoğlu için zihin
çelen, vesvese veren, iğvâ eden
"apaçık bir düşman" (2/168,
208; 6/142; 7/22; 12/5; 20/117;
28(15-36/60; 43/62; 17/53) ve
"apaçık bir saptırıcı" (4/60,
119;" 25/29; 27/24; 28/15;'36/62)"
olmuştur.
'" ',"
Psikolojik Savaşta Medya
Faktörü ya da Şeytanın Atlıları
ve Yayaları
Şeytanî güçlerin, geçmişte^
peygamberlere, günümüzde* de '.
müminlere karşı yürüttükleri mü- ?
cadeleyi, kelimenin tam anlamıy­
la bir "psikolojik savaş" olarak
tanımlayabiliriz. Bu- savaşta
"Hizb'üş-Şeytan"ın amacı, pey­
gamberler vasıtasıyla tebliğ ve
tatbik olunan ilahi mesajın insan­
lara ulaşmasını engellemek, mu-.
kasım - aralık 1996
gündem
hataplarıri zihinlerini çelmek, on­ piyadeleriyle de avlamakta ve
landırmâk ve ayartmak" anlam­
ların kalplerine vesvese vererek
larına gelmektedir."(3)"'"İcIâb"
kendilerine tutsak etmektedirler:
ayaklarını kaydırmak, ne yapıp
Merhum Seyyit Kutup, bu . ise "zor kullanarak ya da yaygaedip insanları Allah'ın yolundan
• fa kopararak denetim altına al­
ayeti (17/64) şöyle yorumlar:
alıkoymaktır. .
mak ve ele geçirmek" demek­
"Bunlar saptırma ve kuşatma­
tir.^)
Şeytanın, Ademoğullarına
nın, kalplere, akıllara ve duygula­
karşı başlattığı ve kıyamete dek
Bütün bu yorum ve açıklamara egemen olma yöntemlerinin
sürecek olan bu psikolojik müca­
canlandırılmasıdır. Bu büyük bir ,1ar, şeytanın medyatik yüzünü
deleye Kur'an ısrarla dikkat çe­
ve gücünü anlamamıza yardımcı
savaş meydanıdır. Burada bağırtlker. Şeytan'ın bu amaca ulaşmak
lar, atlılar, piyadeler, savaşların- olmaktadır,
için her yolu -ama her yolu- de­
ve meydan okuyuşların metoduna
Ancak şeytan, "medya silahı­
neyeceği çarpıcı misaller ve sem­ uygun olarak kullanılmaktadır.
nı" sadece provakasyon, kışkırt­
bollerle anlatılır, tasvir edilir:
Burada ses, düşmanın sabrını ta­
ma, ayartma, kandırma ya da al­
"Dosdoğru yolunun üstünde
şırmak ve onları sağlam kalele­
datma amacıyla kullanmaz. Hatta
pusuya yatacağım. Sonra onlara rinden dışarı çıkarmak için kulla­
şeytanın yegane silahı medya va­
önlerinden, arkalarından,
sıtaları değildir; o, insanları
sağlarından ve sollarından
"dpğru yol"dan alıkoymak
.Günümüzde "şeytanın sesi"
sokulacağım." (7/16-17)
için akla ve hayale dahi gel* Kur'an bir başka yerde yâ da "sözcüsü" olarak tanım­ meyecek her türlü yöntemi ve
şöyle bir savaş sahnesi çizer:
layabileceğimiz medya araçları­- aracı kullanmakta ve adeta
"(Şeytan:
...
"Onun nın yaptığı da halkta kuruntu­ binbir surata ve kılığa girmek­
(Adem'in) soyunu, pek azı ha­
tedir.
riç ovucumun içine alıp mah­ lar, fantazyalar, düşler yarat­
Muhammed Esed, Kur'an
mak, onlara bir avuç şeytanlaş-• Mesajı'nda" Araf/17' de* geçen
vederim."
'
.
'JAllah dedi ki: "Defol git! mış azınlığın çılgın yaşam biçi­ "onlara önlerinden/ellerinin
arasından ve arkalarından so­
Artık onlardan kim sana uyarmini bir "model" olarak takdim kulacağım"
ifadesine "hem
ba, iyi bilin cezanız cehennem­
etmek, tüketim hırsını körükle­ açıktan açığa, hem de akılla-,
dir.Mükemmel bir ceza!...
• "Hem onlardan gücünün mek, fahşa, münker ve haram­ rının ermediği yol ve yöntem­
yettiklerini sesinle ayar- ları altın tas içinde sunmaktır. lerle" şeklinde meal verir. Ay, rica şu açıklamayı da ilave
tıp/tahrik ederek siperlerin­
eder: "Sağlarından ve solların- \
den çıkar; atlılarını ve yaya­
dan" ifadesi de "her yönden ve
larını nara attırarak üzerlerine' nılıyor. Veya kurulmuş olan tuza­
mümkün olan her vesileyle, her
çullandır; mallarına ve evlatları­ ğa, planlanmış olan taktiğe ulaş­
vasıtayla" anlamına gelir.(5)
na ortak ol. Onlara vaadler yap!^ maları için onlara bir süre tanını­
Keza bu ayette sözü edilen
yor. Tahrike kapılıp ortaya çıktık­
Fakat şeytan, onlara batıldan
Şeytanın
"önden" sokulması^
larında
atlılar
odları
yakalıyor
ve
başka birşey vaadetmez.. •.
"ahiret
hayatı
konusunda şüpheye
piyadeler etrafını kuşatıyor." (1)
"Doğrusu benim salih kulladüşürmesi
veya
gelecek endişesi­
rım'var ya! Senin onlar üzerinde
Sözkonusıu ayette geçen "se­
ne
sevketmesi"
olarak; "arka­
hiçbir etkinliğin yoktur.
sinle onlardaın gücünün yettiği­
dan"
sokulması,
"dünyevî
arzula­
'tRabbin ise, vekil olarak ye­
ni ayart" ifadesini Mücahit, "eğ­
rı
süsleyip
hoş
göstermesi"
şek­
ter"Jİsra 17162-65)
lence ve şarkılarla aldat" şeklinde
r
linde;
"sağdan'
sokulması,
Görüldüğü gibi'şeytan ve as­ tefsir etmiştir. İbn Abbas ise "Aİ-_
"dostça, arkadaşça ya da kibir" ve
kerleri, psikolojik mücadelenin
lah'a isyana çağıran herşeyle" de­
riya aşılayarak", "soldan" sokul­
bütün unsurlarını kullanmakta ve
miştir. Katade ve İbn Cerir de bu
ması ise, "düşmanca veya kalple­
insanları avucunun içine alıp
görüşü tercih etmiştir. (2)'
rine isyan duygusu vererek" bici-'
mahvetmek için görüntülü, sesli,
Ayette geçen "İstifzaz" eyle­
N
minde yorumlanmıştır.(6)
yazılı ve resimli medya vasıtala­
mi, lügatte, "kışkırtmak, provake
Şimdi, şeytanın insanoğluna
rıyla onlan tahrik edip atlıları ve
etmek, harekete geçirmek, ayak, 4
ümran
x
./
•> m e d y a
te geçen, şeytanların fısıldadiği
karşı kullandığı her türlü psikolo­
lük, şeffaflık adı altında her türlü
"süslü yalanlar" yani "zuh- hayasızlığı gözler önüne sermek,
jik silahlara ve onu elde etmek
için ftaşvurduğu yöntemlerden bir * ruPel-kavl" hakkında M.Esed şu , insanların yatak odalarına, özel
açıklamayı yapar: "Lafzen 'akıl
çoğuna Kur'an'da nasıl dikkat çetelefon görüşmelerine kadar mah-kildiğine bakalım ve bu yöntem* çelici süslü konuşmalar' yahut' remiyetlerine girmek, suret-i hak­
ve vasıtaların günümüzde nasıl . - 'cilalı yalanlar' yani aldatıcı çeki- tan gözüküp yanlışı "doğru gibi"
bir veçhe kazandığını anlamaya ..-' ettikleriyle insanı baştan çıkaran
göstermek(dezenformasyon), hal- \
ve onu bütün gerçek ruhsal de­ ka hizmet ettiğini iddia edip onu
çalışalım. Daha doğrusu şeytanın
ğerleri gözardı etmeye yönelten aldatmak, kamuoyunu haberdar
"medyatik yüzünü" görelim:
yarı hakikatler. "(7) Gerçekleri
ediyoruz deyip gerçekleri ustaca
söylediklerini, doğruları yazdık­ saklamak, insanları bilgilendiri­
Medyatik Şeytan: Yalan,
larını ifade edip yalanlan yuttur­ yoruz deyip cahilleştirmek; bütün
Dolan, İftira, Aldatma, Aspara­
mak tam bir medya şaytanlığı- bunlar da medyanın f eytahi desigas, Dezenformasyon.:.
dır. •
' selerindendir.
"
•
- Şeytanlaşmış medyanın en bü­
, İkinci olarak; yalan'yaadlerde
yük sermayesi, hiç şüphe yok ki,
bulunmak, aldatmak, yanlış yön­
Şeytanın İlk İcraatı: Çıplak­
yalan ve iftiradır. Yalan haberler
lendirme ve bilgilendirmelerle, lık, Fâhşa ve Münkeri Hoş Gös­
yaymak, yanlış ve,batıl düşünce­
vesveselerle insanları şaşırtmak; terip Teşvik Etmek
ler empoze etmek,-inanan-insan­
yalancılıkları* ortaya çıkınca da
ları karalamak için iftiralar uy­ -ustaca işin içinden sıyrılmaya ça-'
Şeytani kuvvetler, ilk faaliyet- durmak, onları küçük düşürücü
lışmak:
'•..'•
leri olan çıplaklık ve çirkin haya­
hakaret dolu sözler sarfetmek;
"(Kıyamette) İş bitince şeytan sızlıkları yayma eylemini
bütün bunlar şeytani medyanın bu
der ki:- 'Şüphesiz Allah size ger­ Hz.Adem 'den beri ^kesintisiz sür­
bağlamda başvurduğu yöntemler­
çeği vaadetti. Ben de size vaadet- dürmektedir: , ' •
"i
den bazılarıdır.
tim.Ama size yalancı çıktım. Ma"Şeytan, gizli kalmış ayıp yer­
Şeytan, nasıl ki, Hz.Adem'i
arnâfih benim sizin üzerinizde bir lerini onlara göstermek için ves­
kandırırken kendisini bir "dost"
hakimiyetim yoktu; ancak sizi da­ veseyererek dedi ki: "Rabbinizin
vet ettim; siz de hemen bana ica- • size bu ağacı yasaklaması, melek
''olarak takdim ediyor ve "sadece
bet ettiniz. Binaenaleyh beni kö- olmayasınız veyd'burada ebedi
onun iyiliğini düşündüğünü"
tülemeyin. Kendinizi kınayın.."
(7/21) söylüyorsa, bugün medya
kalmayasınız diyedir'"(7/20) "...
şeytanı da kendisini aynen öyle - (İbrahim 14122) ' '
O (yasak) ağacın meyvesini tad"Şeytan onlara va'deder, on-. dıklarında ayıp yerlerini farketii- t
• taktim etmektedir. "Ya medya, ol­
lan kuruntulara düşürür; ama •Ur..."(7121) r - •
masaydı!" bağırtıİarıyla birer "ha­
şeytan onlara bir aldanıştan baş­
kikat havarisi" kesilen yalancı
- Allah'ın yasaklarını çiğne-/
ka bir şey vadetmez." (Nisa mekle çıplaklık arasındaki para­
medya, toplumsal kirliliğin ve ah­
41120)
laki çürümenin en büyük mimarı
lellik ne kadar ilginçtir! Ardından
Günümüzde "şeytanin sesi" . gelen ayet-i kerimelerde Allahu
olduğunu unutturmaya çalışmak­
ya da "sözcüsü" olarak tanımla­ Teala'nın şeytan ve taraftarlanna
tadır. İktidarların kredileriyle bes­
yabileceğimiz medya araçlarının
lenen, halkı tabak-çanak kuponlakarşı bizleri bu konuda uyarması
yaptığı da halkta kuruntular, fan- ise çok daha manidar değil mi?
nyla "sırf halkın yararını düşünetazyalar, düşler yaratmak, onlara
rek"(!) aldatan, çıplaklığı ve her
"Ey Ademoğulları! Şeytan, el- \
bir avuç şeytanlaşmış azınlığın . biselerini çıkarttırıp ayıp yerleri­
türlü çirkin hayasızlığı yaygınlaşçılgın yaşam biçimini bir "mo­ ni göstererek ana babanızı cen­
' tiran, reyting uğruna her türlü ke­
del" olarak takdim etmek, tüke­ netten çıkardığı gibi sizi de aldat­
pazeliği yapan sanki onlar değil­
tim hırsını körüklemek, fahşa," masın. Çünkü o ve taraftarları,
dir! Ama şeytanın kadim taktiği
münker ve haramları altın tas
budur: Yaldızlı sözlerle ve zihin
sizin onları göremediğiniz yön­
içinde sunmaktır.
.'
;
. den sizi gözetlemektedirler."
çelen yan hakikâtlerle halkı ifsat
etmek. Yazımızın başındaki ayet­
Öte yandan demokrasi, özgür- (7/27) ;
y
* -kasım - aralık 1996
5
gündem
TV ekranları ve boyalı basın
kanalıyla ha bire* yaygınlaştırıl­
maya çalışılan çıplaklık kültürü­
nün manevi duyguları ve ahlaki
erdemleri nasıl kemirdiğini hep
birlikte görüyoruz. Toplumumuz­
da çıplaklıkla ahlaki erozyonun
"atbaşı" gitmesi hiç de tesadüfi
değildir. O halde şeytan ve taraf-»
tadarının, bir toplumun çürüme­
sinde çıplaklık olgusunun rolünü
çok erkenden farkettiklerini
Kur'anî işaretlerden hareketle
söyleyebilmekteyiz.
Şeytanın, Ademoğullarını al*
datmak için başvurduğu yöntem­
lerden en önemlisi de, Allah'ın "
haram kıldığı çirkin şeyleri, fahşa
ve münkerleri allayıp pullayarak
güzel ve çekici göstermesidir:
• "İblis :'Rabbim! Beni azdır­
mana karşılık onlara dünyada
' yaptıklarını süslü göstereceğim;
ve onların tümünü kesinlikle yol­
dan çıkaracağım.' dedi." (Hicr
15/39. Ayrıca bkz. 8/48; 16/63;
27/24)
Ne yazık ki, insanların çoğun­
luğu, şeytanın süslediği çirkin
amelleri işlemeyi sürdürmekte ve
genellikle akıl ve basiretlerini
kullanamamaktadır: .,
"Şeytan
onlara,yaptıklarıx
amelleri süsleyip onları yoldan
çıkardı. Halbuki, basiretlerini
' kullanabilirlerdi."
(Ankebut
29/38). . { , . ...-.•
Ama "Şeytan onları kuşat­
mış _ ve onlara Allah'ın mesajını'
unutturmuştur." (Mücadele
58/19). Böylece onlar "şeytanın
hizbi"ne dahil olmuşlar ve onun
her emrini yerine getirir hale gel­
mişlerdir. Artık şeytan onlara kö­
tülükleri emreder, vahyeder, fısıl­
dar, onlar da derhal yerine getirir-'
• . '<
ler.
İşte bu noktada şeytanın medunvan
yatik.yüzü bir kez daha karşımıza
nın izinden giderse, bilsin ki o
çıkar. Şeytan, can yoldaşlaçirkin hayasızlıkları ve kötülük- .
leri emreder."(Nur 24/21)
rı(43/36), dostları (4/76); 16/63,
100), kardeşleri(17/27) ye emi"O size ancak kötülüğü, ha­
rerleri(26/221-223) vasıtasıyla
yasızlığı ve Allah'a karşı bilme­
haramları yaygınlaştınr.
diğiniz şeyleri söylemenizi emre­
Günümüzde şeytanın kötülük­
der." (Bakara 2/169) leri ve haramları emredip yaygın­
laştırmasında en büyük rolü-, nü­
. Şeytanî Söylem: "Atalarımı­
zul edip (26/221-222) denetimi
zın İzindeyiz ve Asla Ayrılma­
altına aldığı (58/19) medya vası­
yız"
. • .
taları yapmaktadır:
~,
Bugün lüks tüketimin, israfın,
Tarih boyunca, tevhid çizgisi­
saçıp savurmanın en büyük tah­
nin önündeki en büyük engel v
rikçisi medya şeytanı değil midir?
"geleneksel çizgi" yani "atala­
rın dini" olmuştur. Peygamberler
"Saçıp-savuranlar şeytanla­
karşılarında hep Lat; Menat, Uzza
rın kardeşleridirler" -(İsra
. (53/19-20) veya'Vedd* Suvâ, Ye17/27). •
."...ğûs, Ye'ûk, Nesir (71/23) gibi
İçki, kumar ve benzeri kötü­
ulusal ilahların izinden ayrılmak
lükler medya vasıtasıyla yayılmı­
istemeyen "gerici"'ve "tutucu"layor mu? Allah'ı anmayı ve ona
rı
bulmuşlardır. İlahi mesajın ya­
ibadeti unutturan şu büyüleyici
yılması halinde saltanatlarının ve
şeytani kutular değil mi?
"Şeytan, uyuşturucu ve kuma­ etkinliklerinin yıkılmasından kor-'
kan egemen sınıflar, parababalan,
ra sokularak aranıza düşmanlık
üfürükçü din bezirganları hep bir
ve kin yerleştirip sizi Allah'ı an­
ağızdan haykırırlar: "Sakın ha!
maktan ve namazdan geri çevir­
İlahlarınızdan vazgeçmeyin."
mek ister." (Maide 5191) (71/23)
.
~••
Şeytan, çirkin işleri, günahla­
Şeytanlar ve onların sözcülü­
rı, haramları, kötülükleri medya
ğünü yapan o" günün kamuoyu
kanalıyla insanlara icbar etmiyor
oluşturma vasıtaları olan.şairler
mu?
;
ve kahinler hep "ataların dini"ni
"Ey iman edenler! Şeytanın
adımlarını izlemeyin. Kim şeyta­ savunurlar. Egemen güçler de
medya
"
şeytanların ve şairlerin (medya­
lenleri "Biz atalarımızı bir sistem meseydim.
"Yemin
olsun
ki,
bana
gelen
nın) çağrısına kulak verirler. Şey­
üzerinde bulduk; biz de onların
zikir'den
(Kur'an'dan)
beni
o
tanlar ve arkadaşları, yaptıkları
izlerine uyarız, dediler." (Zuhruf
saptırdı.
Zaten
şeytan
insanı
yü­
bütün icraatları, işledikleri cü­
43/23)
rümleri, günahları, uyguladıkları
Günümüzde şeytanların nüzul, züstü bırakır." (F urkan 25/28-29)
Ademoğullarıni Allah'ın yo­
zulüm düzenlerini hep "ataları­
edip itaat altına aldığı, ve yönlen­
r
mızdan böyle gördük" diye sa­
dirdiği insanların ve onların söz-: lundan saptırıp alıkoymak şeyta-*
nın tarihi görevi değil midir? Ad,
vunurlar. Her türlü suç ve kaba­
cülüğünü yapan medyanın dönüp
hatlerini, vurgun ve talanlarını
dolaşıp "Atam, izindeyiz" sloga­ Semud ve Sebe örneğinde olduğu
"atamızın izindeyiz" diyerek ka­
nına sığınmalarının nedeni şimdi,' gibi:
"Şeytan onlara amellerini
mufle ederler. Dahası, gerçek
daha iyi anlaşılmıyor mu?
süslü göstermiş ve kendilerini Al-,
müslümanların kendileri oldukla-/
rını, hatta Allah'ın dinini en iyi
Medya Şeytanının Fitneci, lah'ın yolundan saptırmıştır."
kendilerinin anlayıp yaşadıklarını
Fesatçı ve Din Düşmanı Tutu­ (Nemi 27/24; Ankebut 29/38)
Şeytanların kendilerine nüzul
iddia ederler. '•"••.
mu
-.
ve
nüfuz
ettiği şeytanlaşmış in­
Kur'an-ı Kerim ise şeytanların
sanlar
ve
şeytanın borazanlığını
ve dostlarının hile ve yalanlarını
Şeytan ve askerleri, gelenek­
yapan
medya,
insanları Allah'ın
şöyle ortaya çıkarır:"
sel "ata dini/düzeni" karşısında
Dini'nden
saptırmak
için da-,
"Şeytanların kimin üzeri­
ha
çok
din
konusunda
şüphe­
ne indiğini size' haber vereyim ,
Dikkat
edilmesi
gereken
bir
ler ortaya atar, dini oyunreğmi? lence konusu yapar ve kafala"Onlar her (kendini alda­ başka nokta, medyada yer alan
tan) yalancı günahkara(ka- haberleri tetkik edip doğruluğu­ . rı karmakarışık hale getirir­
hinle're) inerler.
• " nu araştırmadan kullanmamak­ ler:
"Onlar ki, başkalarını Al­
''• "Onlar (şeytanın yalanla­
tır. Kur'an, bu konuda da bizi lah'ın yolundan çevirirler ve t
rına) kulak verirler ve yalan
uyarır:"Ey inananlar, size yoldan onu eğri, dolambaçlı göster­
söylerler.' "Şairlere de akılsız azgın­
çıkmış bir bozguncu bir haber meye çalışırlar ve onlar ki
ahir et hayatının gerçek oldu­
lar uyarlar."- (Şuara 26/221getirdiği zaman onun doğruluğu­ ğunu kabule yanaşmazlar."
224) - • ' \
nu araştırın. Yoksa bilmeyerek JA'raf 7 146) ,'. •
- "Onlar utanç verici bir i§
"Onlar ki, dinlerini bir
(fahşa)yaptıkları-zaman, "Biz •bir topluluğa karşı kötülük eder­
eğlence
ve oyun yerine koy­
atalarımızı bu işi yapar bul­ siniz de sonra yaptığınıza pişman
dular
ve
dünya hayatı kendi­
duk; hem Allah da bunu em­
olursunuz."
(Hücurat
49/6)
lerini aldattı. Ve Allah: "On­
retmiştir bize" derler hemen. .
lar bu Hesap Günü'nün gelip
De ki: "Bakın, Allah asla
çatacağını nasıl'gözardı edip
utanç ve tiksinti veren şeyleriemr, en büyük tehlike olarak gerçek
retmez.."(A'râf7/28)
din olan "Allah'ın dini"ni.görür-" unuttular ve ayetlerimizi nasıl in­
"Onlara "Allah'ın indirdiğine ler* İnsanları ilahi mesajdan yani kar ettilerse biz de bugün onları
x
öyle gözardı edeceğiz" diyecek."
tabi olun!" denildiği zaman,
Kur'an'dan uzak tutmak için her
(A!
raf 7 15 V)
"Hayır! Biz atalarımızdan gördü­ yolu denerler. Bu bağlamda, in­
"Yine bunun gibi, onların or­
ğümüz (inanç ve eylem biçimle­
sanların Kur'ari'a ulaşmasını en­
takları,
müşriklerden çoğuna ço­
rime uyarız!" derler. Öyle mi, ya
gelleyen her şey, şeytanların, işine
cuklarını
öldürmeyi bile süslü
Şeytan onları yakıcı ateşin azabı­ yarayacaktır. Bu engellemelerin'
gösterir
ve
böylece
onları helake
na çağırmışsa?"(Lokman 31/21)
ve vahyden uzak durmanın sonu
sürükler
ve
^dinlerini
karmakarı­
"Bu böyledir. Senden önce hangi elbette pişmanlık olacaktır:
şık
kılarlar."
(Enam
6/137)
ülkeye uyarıcı gönderdiysek ora­
"Yazıklar olsun banabKeşke
Cahiliye Arapları ile bugünkü
nın refahtan şımarmış önde ge­ filanı (şeytani güçlefi) dost edinkasım- aralık 1996
7
/
gündem
müşrikler arasındaki fark, sadece
na kadar her şeylerine dikkât et­ tirdiği zaman önün doğruluğunu
şu: Onlar kız çocuklarmı diri diri
mek, açık vermemeye özen gös­ araştırın. Yoksa bilmeyerek bir
' toprağa gömüyorlardı; şimdikiler
termek zorundadırlar. Şu iki ayet, topluluğa karşı kötülük edersiniz
ise "yaşayan ölüler" haline getiri­
bu tür konularda bizleri daha dik­ de sonra yaptığınıza pişman olur­
sunuz."(Hucurat 49/6)
yor; ya uyuşturucunun ya fuhşun
katli olmaya çağırmıyor mu?
Kısaca, müslümanlar kendi .
ya da birbaşka kepazeliğin kurba­
"Mümin kullarıma de ki: 'En
nı hahne getiriyorlar.
güzel biçimde konuşun' Doğrusu asli misyonlarını unutmaz, nefis­
Zaten şeytani düzenlerin te­
şeytan, aralarını bozmak ister. leri temizler, dinde ihlas sahibi
mel görevi toplumsal dengeleri
Çünkü şeytan insanın apaçık düş- olurlarsa; İslâmî ilkeleri kendi
bünyelerinden ve kurumlarından
altüst etmek, ekini ve nesli yani : manidir." (İsra 17/53)
ekonomiyi ve ahlaki da bozmak
Bu bağlamda, her müslüma- «- başlayarak ayakta tutarlarsa, o za­
değil midir?
man şeytani güçler ve dalalette
nın, ağzından çıkanı kulağının
"Onlar işbaşına geçtiklerinde, duyması gerekir. Aksi halde, . bulunanlar onlara asla zarar veremeyecektir:"
orada fesat çıkarmaya, ekini ve
medya şeytanı, bu sözlerinizi bir
nesli de mahvetmeye koyulurlar." gün karşınıza çıkanverir ve in­
"Ey imana ermiş olanlar! Siz
^kendinizden
sorumlusunuz; siz ,
• (2 Bakara 205)
sanlarla aranızı Bozar. (Küçük bir
doğru
yolda
olduğunuz
takdirde
örnek olması »bakımından; ErbaŞeytanî Medyanın Desiseleri
kan'm "gulu gulu"-esprisinin Af­ ' sapkınlığa düşenler size hiçbir _
Karşısında Görevlerimiz
rika gezisinde karşısına çıkarıl­ zarar veremezler." (Maide 5/105) '
Ve hiç şüphesiz şeytani güçle­
masını hatırlatabiliriz.)
Öncelikle, şeytanın her türlü *$ Keza, müsliimanlar, yerine re karşı mücadelemiz kıyamete
hile ve desiselerine , vesveseleri­
getiremeyecekleri vaadlerde bu­ kadar sürecektir:
"İman edenler Allah yolunda
ne, dürtüklemelerine karşı uyanık
lunmamalıdırlar: "Ey iman edenve müteyakkız olmak, bunlardan ' ler, yapamayacağınız^ şeyi- niçin savaşırlar; küfredenler ise tağuti
'" Allah'a sığınmak durumundayız.
söylersiniz? Yapmayacağınız şeyi güçler uğrunda savaşırlar. O hal­
Bu sürekli teyakkuz ve şeytanın
söylemeniz Allah'ı gazaplandır- de şeytanın dostlarına karşı sava- ^
şın; şüphe yok ki, şeytanın hile ve
şerrinden Allah'a sığınma bilinci,
maktadır." (61/2-3) ona karşı mukabil tedbirler alma ,
Öte yandan müslümanlar, ko­ tuzakları kesinlikle zayıftır." (Ni­ v
sa 4/76).
konusunda inananları hep diri tu­
nuşmalarında asla sövgüye yer
tacaktır.
vermemelidirler: "Onların Al­
Dipnotlar
Müminler, her şeyden önce
lah'tan başka çağrıda bulunduk­
-.
,
(*)
Bkz. 7. dipnot.
"emrolundukları gibi dosdoğru ' larına sövmeyin ki, 'onlar da bil­
'
(1)
Prof. Seyyit Kutup, Fi-Zılâl'il- '"
olmak" (42/15), günahlarından
meyerek sınırı aşıp Allah'a söv- .
KÛr'ân, çev. S.Üçan, V.İnce, M.Yolarınıp temiz kalmak(87/14; 91/9),
meşinler." (Enam 6/108)
cu, Dünya Y., c.7, s.57..
pisliklerden uzak durmak (53/32)
Dikkat edilmesi gereken bir
• (2) İbn Kesir Tefsiri, çev. Bekir
ve nefislerine uymamakla (89/40)
başka nokta, medyada yer alan
Karlığa, Bedreddin Çetinel, Çağrı y.,
\
emrölunmuşlardır. Sadece kendi
C.9.S.4792.
' •
haberleri tetkik edip doğruluğunu
3) Serdar Mutçalı, Arapça-Türkçe '
hevasına değil, başkalarının hevaaraştırmadan kullanmamaktır.
lanna da uymamak(42/15) onun
Duyduğumuz herhangi bir haberi, Sözlük, Dağarcık y. "fezze" md.
(4) Ragıb el-Isfahani, el-Müfredat,
alamet-i farikası olmalıdır.
tahkik etmeden doğru imiş gibi
Kahraman y. "Ce-le-be" md.
Böylece müminler, şeytanın
mesned yaparak konuşmak ya da
(5) Muhammed Esed, Kur'an Meyaygaracılarına, medyatik bora­
o habere göre tepki geliştirmek
sajı(Meal-Tefsir), çev. Cahit Koytak,
zanlarına fırsat vermemelidirler.
başımıza olmadık problemler aça­ Ahmet Ertürk, İşaret y., c.l, s.271Buna ilaveten, müslümanlar
bilir.
272.
(6) A.Ağırakça ve Beşir Eryarsoy^
ve özellikle de İslâmî kesimi tem­
Kur'an, bu konuda da bizi
Kur'an^ı Kerim ve Nüzul Sebepli
sil etmek konumunda bulunan
uyarır:
Türkçe Meali, Fikir Y., s.151; İbn Ke­
öndekiler oturup kalkmalarından
"Ey inananlar, size yoldan
sir Tefsiri, c.6, s.2919-2920.
yaşam biçimlerine, konuşmalarıçıkmış bir bozguncu bir haber ge:
(7) M.Esed, a.g.e., c.l, s.349.
t
8
ümran
-
•
gündem
Kitle intihar araçları
Mesut Karaşahan
Yeryüzü Böyle Felaket
Görmedi
Acaba insanlık tarihinde ya­
şanmış büyük felaket ve faci­
alardan hangisi, bugün karşı
karşıya olduğumuz medya -ve
özellikle de televizyon- adlı fe­
nomen ile mukayese edilebilir?
İnsanlık üzerinde yaptığı tahri­
bat, verdiği zarar ve ziyan bakı­
mından onu aşabilecek başka
bir felaket yaşanmış mıdır?
• Hz.Nuh (a.s.) zamanında "ya­
şanan tufan, sapmış kavimler_
ceza! olarak musallat edilen di­
ğer musibetler, sel, yangın, bu­
laşıcı hastalık vb. felaketler,i
nsanoğlunun biribirine reva
gördüğü katliam ve soykırımlar,
herhalde sınırlı kalmış vakalar­
dı. Bugün işe yeryüzü Aydmlanma'nın karanlık dünyasında
smır tanımayan kapitalizm, sı­
nır tanımayan modernizm ve
hepsinden öte onların başlıca
sızma ve yayılma vasıtası ola­
rak smır tammayan medya-TV
felaketiyle, dünyanın her köşe­
sini kasıp kavuran yeni bir tür
veba salgınıyla karşı karşıya.
Televizyon programları kaçınılmaz biçimde drama
özelliği kazanmaktadır. Tekrarlanabilme özelliği, on­
ların gerçek olay olmaktan çıkıp drama haline gel­
mesini sağlamaktadır. En gerçekçi görüntüler,
insanî hassasiyetimize hitap eden en kayda değer
vakalar, çerçeve içinde takdim edilirken seyirlik
malzemeye dönüşmekte ve seyreden için gerçek
değerinden birşeyler yitirmektedir.
Büyük Birader'in artık yeryüzü
dışında konuşlanmış, dünya yö­
rüngesine oturmuş gözü, kulağı,
dili ile karşı karşıya.
TV: Artık Aileden Biri
Geçmişin lokal çapta kalan
felaketlerinden farklı olarak bu­
günün televizyonu öylesine
yaygınlık kesbetmiş bir musi­
bettir ki, ne yüksek dağların te­
pesine çıkmak, ne ücra, balta
girmemiş ormanlara, uçsuz bu-,
caksız çöllere veya -en yanlış
tedbir olacaktır bu- evimizin
gizli köşelerine saklanarak kur­
tulmak mümkündür ondan. Te­
levizyon kullanımına ilişkin is­
tatistikler hadisenin vehametini
ortaya koymaktadır. Bu bakım­
dan dünya standardım yakaladı­
ğı söylenebilecek olan Türkiye'de, Başbakanlık Aile araştır­
ma-Kurumu'nun yaptırdığı
"Türkiye'de Televizyon ve
Aile " başlıklı bir araştırmaya
göre 1995 Şubat'ı itibariyle 100
ailenin 98'inde televizyon bu­
lunmakta ve hatta bunların da
dörtte biri, ikişer adet televiz­
yona sahip bulunmaktadır..
. Yine aynı araştırmaya göre
Türkiye'de .aile fertleri/günde
ortalama 3 saat 40 dakika tele­
vizyon "seyretmektedir" ki,
bu da hafta 25 saat 36 dakikalık
bir zaman diliminin televizyona
hasredildiği, daha doğrusu heba
edildiği anlamına gelmektedir.
kasım-aralık 1996
9
\
gündem
. ' Veya daha çarpıcı bir ifadeyle,
vam ettirdiği "laik-demokrat
çek olaylar sadece bir kez yaşa­
. »uyku dışında aktif olarak geçen * sahtekarlık ve ikiyüzlülük gele­ nır ve tekrarlanamazken, "tele­
zamanımızın artık yüzde 30'u
neğini* de konumuzun dışında
vizyonda görünen herşeyin çer­
televizyonun pırıltılı ekranı kar­
tutacağız.
çevelenmesi ve çoğu şeylerin
şısında geçmektedir. (Sabah,'
Yukarıdaki istatistiklerin de tekrarlanabilir oluşu, televizyo­
4.2.1995)
gösterdiği gibi, insanların uya­ nu bir bütün olarak kaçınılmaz
"îslamî" TV ve radyo kanalnık oldukları zamanın büyük biçimde 'gösteri'ye çevirmekte" lannın yayın hayatına atılması,
kısmını "harcadıkları" televiz- dif5"(Esslin, TV Beyaz Camın
bugüne kadar "medyatik kirlen- . yonun, karşısında tek tek birey­ Arkası, s. 18) En gerçekçi gö­
me"den uzak kalmaya çalışan
ler olarak bulunan kitleleri etki­ rüntüler dahi çerçeve içinde tak­
müslüman kesimlerin aynı
leme gücü tartışma götürmez dim edilirken seyirlik malze­
yığnlara dahil olmalarım ve fa­
bir husustur. İnsanlar çoğu za­ meye dönüşmekte ve seyreden
ciadan nasiplenmelerini kolay­
man siyasal tutumlarından gi­ için gerçek değerinden birşeyler
laştırmıştır.
yim kuşam tarzlarına kadar ha­ yitirmektedir. Ne haber prog­
Denebilir ki artık.televizyon
yatın her alanmda neyi, ne za­ ramlan ne de hatta "canlı yayınaileden biri, çevremizin tabiî bir
man, nasıl ve niçin yapacakları­ - 1ar" bu kusurdan beridir. Çünkü
unsuru, sorgusuz sualsiz kabul
nı televizyon vasıtasıyla belirle­ canlı yayınlarda.bile vakıanın
edilen bir "yanaşma" olup çık­
mektedirler. Yediden yetmişe, kendisideğil, belli noktalara
mıştır. "
' '' genç-yaşlı, zengin-yoksul, he­ özel.amaçlarla yerleştirilmiş ka­
men herkes bu sihirli kutunun
meraların seyirci üzerinde hangi
büyüsünden nasibini almakta,
TV Bir Kültür Aracı Ola­
etki icra edilmek isteniyorsa an­
bilir mi(ydi)?
"dünya TV" seyircilerinin uy­ cak, o görüntüyü' sağladığı, ya­
gun adım yürüyüşü"ne iştirak
pımcısından ışıkçısına ve resim
.
*
"Medium" (vasıtaj med- ^etmektedir.
seçicisine kadar bir dizi müda­
TV'nin kitleler üzerinde icra halenin biçim kazandırdığı
" yum) kelimesinin çoğulu olan
ettiği olumsuz tesirle ise, sanıl­ "drama" seyredilmektedir. Kal­
"media" (ya da kitle iletişim
dığı gibi onu işletenlerin dünya dı ki, bizler artık haber konusu
araçları anlamında kullanılan
görüşlerinden kaynaklanma­ hadiseleri bile "canlandırma"
"mass media"); gazetesiyle,
maktadır. BBC'de başta drama
adı altında drama biçiminde
,
dergisiyle, radyosu, televizyonu
bölümünde olmak üzere yıllarca . seyretmekteyiz. ve* en yeni biçimi olan interrie"Başkaları"nın çektiği acı
tiyle yeryüzünde bilgi akışını ve. görev yapmış olan Martin Esslin'in vurguladığı gibi, televiz­ ve ıstıraplar, aile faciaları, yan­
haberleşmeyi geliştirdiği, sü­
yonun bizatihi işleyiş mantığın­ gın, sel baskını, trafik kazası
ratlendirdiği ve bizlerin, eski
dan kaynaklanan problemler yb. felaketlerden yürek parçala­
dönemlere nazaran olan biten
mevcuttur. TV'nin bir bilgilen­ yıcı manzaralar, insanî hassasi­
- ' hadiselere ilişkin daha çabuk ve
yetimize hitap eden haber konu­
, daha fazla bilgi sahibi olmamızı, me ve kültür vasıtası olmasını
engelleyen, bir eğlence aracın­ lan olmaktan ziyade, fındık fıs­
sağladığı iddiasıyla/efsanesiyle
dan öteye gitmesine imkan bı­ tık yiyerek çay-kahve içerek
.- hükmünü yürütmektedir. Med­
rakmayan yapısal problemler
"seyrettiğimiz" seyirlik malze­
yanın dayandığı bu "ehformâmeye dönüşmekte, birer eğlen­
tik cehalet" illüzyonu yeterince . söz konusudur •
t
Televizyon programları ka­ ce vasıtası haline gelmektedir.
deşifre edilmiş olduğundan, ko­
çınılmaz biçimde drama özelliği
İnsanî hassasiyet ve hissiyatı­
numuzu medyanın ve özellikle
kazanmaktadır. Tekrarlanabil­
mız körelrriekte, dumura uğra­
de TV'nin "kitlesel intihar"ı
me özelliği, onların gerçek olay
maktadır.
nasıl kotardığını irdelemekle sı­
olmaktan çıkıp drama haline
nırlı tutacağız. Bu bakımdan
"Başkaları"nın basma gelen
gelmejsini sağlamaktadır. Ger"laikçi" medyanın ısrarla defelaketler ancak dedikodu mahi-
10 ümran "
/
medya
yerindeki şeyler olarak ilgimizi
çekmektedir. "Bütün kurgular
son tahlilde birer dedikodudur.
İster kurguya dayalı, isterse
'gerçek' olsun; sonu. gelmeyen
karakter selini dramatik biçim­
de aktaran televizyon en geliş­
miş dedikodu ulaştırıcısı ma­
kinedir." Öte yandan "mahrem
dünyalara en fazla giren drama­
tik bir araç olmasından dolayı
bütün, iletişim' araçları içinde
röntgenciliğe en yatkın araçtır."
(M. Esslin, s.33-34) Dolayısıyla
televizyon müptelaları aslmda
birer röntgencidir. Zira ne tiyat­
ro oyunu ne de sinema filmi, te­
levizyon kadar yakın mesafeden
ve mahfem bir ortamda seyredilebilmektedir.
Televizyon soyut meseleleri
ele almanın neredeyse imkansız
olduğu bir araçtır. Dolayısıyla
heyecan verici 've sansasyonel
nitelikli olmayan kültürel konu­
ların işlenmesi, herhangi bir ko­
nuda halkın bilgi ve kültür dü­
zeyini yükseltecek, konuya vu—
"kufiyetini arttıracak yayınların
başarılı olması son derece zor­
laşmaktadır. Bu noktada Cemil
Meric'in daha 1982'de söyledi-,
ği şu sözleri hatırlamamak
mümkün değildir:
"Televizyon kültürü diye bir
mefhum tanımıyorum. Televiz­
yon, aylak, şuuru iğdiş edilmiş,
hiçbir zaman okumak ve düşün­
mek alışkanlığı kazanmamış so­
kaktaki, adam için icad edilmiş
bir nevi afyondur. Televizyon,
şuurdaki son pırıltıları da ypkedeh bir cehennem makinesidir.
Kişiyi gerçek hayattan koparan
ve bir hayal dünyasında yaşatan
hissî bir istimna."..", (Kültürden
İrfana, 1986, s.4.04) Şori yıllar : .
da özel televizyon kurumlarının
yaygınlaşmasıyla birlikte me­
raklı birer takipçisi olduğumuz
sözde kültürel nitelikli tartışma,
açıkoturum ve panel türünden
programları bu çerçevede de­
ğerlendirmek mecburiyetinde­
yiz. Televizyonun yalancı dün­
yasından kitabın, okumanın ve
.tefekkürün sahici dünyasına"
tekrar dönmek zorundayız. Bu­
nun aksi kültürel bir intihar ola­
caktır. Televizyon sadece kitlelerin
kültürel düzeyini,aşağıya çekmemekktedir, sadece dünya
kültürü üzerinde homojenleştirici bir etki yapmamaktadır, entellektüel uğraş veren, kitlelere
yol göstermesi, onların bir adım
önünde bulunması gereken ye
fakat televizyonda gözükmeyi
alışkanlık edinen kimseler de
bu basitleşmeden, seviyesizleşmeden nasibini almaktadır. Te­
levizyonun bir eğlence aracın­
dan öteye gidememesi bir yana,,
12 yaşındaki bir çocuğun zeka
düzeyini esas alması da bunda
rol oynamaktadır.
Şu halde bırakınız bir kültür
aracı olmasını, televizyonla bir­
likte adeta insanlığın yazılı kül­
tür ve medeniyet dönemi sona
ermekte, insanlık tekrar tarih
öncesine dönmektedir." '
Şiddet ve Cinsellik
Düşünceden, tefekkürden
yana verebilecek pek birşeyi ol- *
mayan televizyonun ilgiye maz r
har olmak için başvuracağı şey­
ler neredeyse kaçınılmaz biçim­
de şiddet ve cinsellik olmakta­
dır. Bu her iki unsur da insan
fıtratının zaaflarını teşkil et­
mekte ve çağımızda yaşanan te­
levizyon istila, ve salgım işte bu
zaaflardan istifadeyle her mekana.sızabilmektedir. •.*_. _'.<„._..._
Bugün "reality show"lardan
haber bültenlerine ve hatta çizgi
filmlere kadar şiddet ve vahşet
sahneleri medyanın en gözde
malzemelerini teşkil etmektedir.
En yürek parçalayıcı, en dehşet
saçıcı, en korkunç, enx kanlı;.
en...görüntüleri yayınlayan te­
levizyon kanalı olabilmenin,
kan ve gözyaşı sayesinde "ra-_
ting" yapıp reklam gelirlerini
arttırâbilmenin kavgası veril­
mektedir. Haber vermekten zi­
yade heyecan uyandırmanın
kaygısını taşıyan bir muhabir
için trafik kazasmda kanuna di• ' • ' • * . .
kasvm.-arahk.1996
/
v
11
gündem
reksiyon şaplanmış, iç organları
medya patronlarınca bu zaaf iyi kaptan'm enfes bir benzetmey­
dışarıya fırlamış bir kimsenin
değerlendirilmiştir. İslam'daki le ifşa ettiği gibi, o bazen "abgörüntüsü belki de ödül getire­
aile ve evlilik kurumu bahis destli kapitalizm" suretine bile
cek derecede bulunmaz bir fırr
konusu olduğunda kadın özgür­ bürünebilmekte, ihlash ürünler­
sattır, insani duygulardan, acı­
lüğünden yana mangalda kül bı­ le karşımıza'çıkıp müslümanlan
ma ve ürpermeden ziyade se­
rakmayıp Hz.Peygamber'e iftira ve kutsal değerlerini de sürece
vinç çığlıklanylakarşılanması
atacak kadar ileri giden, İs­ dahil edebbilmektedir. Televiz­
gereken bir manzaradır. Çünkü
lam'ın ihdas etmediği fakat ıs­ yonun cinsellik duygusunu nasıl
o iç organların dışarıya sarkmış
lah etmeye çalıştığı çokeşlilik istismar ettiğine, sapıklık ve
hali "çok çok reyting" yapa­
uygulamasını mahkum etme ya­ dengesizliklerin özendirilmesi •
cak, "çok çok para" getirecek­
rışına girenler, tarihin her döne­ ve yaygınlaştırılması için nasıl
tir. • minde prim yapmış olan cinsel­ gayret sarfettiğine dair örnekler
, Tekrar istatistiklere dönecek
liği ve kadını istismar etmekten
artık kanıksadığımız,- aşinalık
olursak medyada şiddet olgusu­
çekinmemektedirler.
kesbettiğimiz sıradan vakalar
nun ne kadar vahim boyut­
haline geldi. Burada şu
Haber vermekten ziyade heyecan kadarını zikredelim ki, bu
lara tırmandığına dair bir
fikir sahibi olabiliriz. Yapı­ uyandırmanın kaygısını taşıyan bir satırların yazan medyada
lan araştırmalara göre
muhabir için trafik kazasında
şiddet konusuna ilginç ör­
ABD'de bir çocuk daha .il­
nekler
tespit etmek dü­
karnına direksiyon saplanmış, iç
kokulu bitirmeden televiz­
şüncesiyle
belli bir hafta
organları dışarıya fırlamış bir
yon ekranlarından 8 bin
boyunca yayınlanan sözde ~
adet cinayet vakası izleme kimsenin görüntüsü belki de ödül
"reality show"lan takibetgetirecek derecede bulunmaz bir mek istemişti. Fakat daha
imkanı bulmaktadır. Yine
Türkiye'de de televizyon fırsattır, insani duygulardan, acıma bir hafta öncesinde, bir
filmlerindeki şiddet unsuru
akşam yemeği esnasında
ve ürpermeden ziyade sevinç
yüzde 62'lik bir oranla
çığlıklarıyla karşılanması gereken böyle dehşetengiz prog­
dünya standardını yakala­
ramlardan bir tanesinin
bir manzaradır. Çünkü o iç
mış bulunmaktadır. (Milli­
anonsuna tanık olduğunda
organların dışarıya sarkmış hali neye uğradığını şaşırmış,
yet, 4.3.1995) Televizyon
kanallarımızda saatte orta­
"çok çok reyting"-yapacak, "çok gözleri kararıp uzun süre
lama 32 şiddet sahnesi ye-"
kendine gelememişti. Zira
çok para" getirecektir.
ralırken, pazar günü tele­
. günlerce yayınlanan, sa­
vizyon basma oturan" bir çocuk
Fuhşun, ahlaksızlığın, cinsel bah, öğle veya akşam, vakit göen fazla seyredilen yedi kanalda
sapıklık ve ensest ilişkilerin sal­ ' zetmeksizin, hatta çocuk prog­
600'den fazla şiddet olayına, bu
gın hastalık gibi yaygınlaşması ramlan arasında aniden ekrana
şiddet olaylarında ise 500'den
pahasına bu sektörden büyük düşüveren bu» görüntülerde
fazla insanın vahşice öldürülü­
karlar kotarmakta bir an bile te­ "dindar kisvesine bürünen bir
şüne tamk olmaktadır. Artık si­
reddüt etmemektedir. Tereddüt adamın homoseksüel ilişki­
yasetçilerimiz eğitim sisteminetmek bir yana, özgürlük, çağ­ sinden gizli kamerayla "tespit
.de kaliteyi arttırma üzerine dile­
daşlık, modernlik... kisveleri al­ edilmiş" iğrenç sahneler, ilgiyi
dikleri gibi belagatli nutuklar
tında bataklığın büyümesine ça­ arttırmaktan başka bir amaca' atabilirler!
'
lışmaktadırlar. Bu anlamda ka­ yaramayan sembolik bir karart­
Medya istilasının nüfuzuna
pitalizmin tüketim konusu yap-v mayla tekrar tekrar gösterili­
imkan tanıyan insan fıtratındaki
maktan geri duracağı hiçbir kut­ yordu. Tabiî, bu'tür rezil prog­
ikinci özellik ise cinselliğe olan
sal, manevi, insani yüce değer ramları inceleyip birtakım tes­
zaafıdır ve bugüne kadar da ,ve varlık yoktur. Ulvi Alaca-' pitlerde bulunma projesi de
12 unvan
medya
çoktan akim kalıyordu. Belki bu
noktada sormak gerekir, siyasi
konularda muhalif yayınları ce­
zalandırmakta gecikmeyen, bu
yüzden özel TV kanallarına sık
sık yayını durdurma cezası ve­
ren RTÜK adlı kurul -ki içinde
müslüman şahsiyetler de yer al­
makta- böylesi tahrip gücü yük­
sek gayri ahlaki nitelikli prog­
ramlara niçin pek ses çıkarma­
maktadır? ' ' '
Yazılı Basın: Bataklığın
Öbür Yakası ^
.
Yazılı basın kuşkusuz şiddet
unsurunda olduğu gibi bu hu­
susta da görsel basın ile yarış
. halindedir. Fuhşun ve her türlü
sapıklığın yaygınlşması için
sözde "bilimsel" incelemeler
yayınlamakta, televizyonun
yaptığı gibi, son derece istisnai
örnekleri mercek altına alıp bü­
yüterek toplumun geneline maletmeye, alışılmış ve olağan
şeyler gibi algılanmasını sağla­
maya çalışmaktadır.
Yazılı basından vereceğimiz
iki örnek, oynanan çirkin oyu­
nun vehametini gözler önüne
sermeye yetecektir sanıyoruz.
Bunlardan ilki, sözümona ciddi
ve entelİektüel düzeyde yayın
yapmakla övünen, içinde nispe­
ten dürüst ve insaf sahibi dene­
bilecek kalemler barındırmakla
birlikte manşetlerinde sık sık
"laikçi koro"ya dahil olan Ye­
ni Yüzyıl gazetesinden. 19 Ey­
lül 1996 tarihli nüshasında cin­
sellik konulu bir dizi-yazının
yakınma ifade eden başlığı şöy­
leydi: "Farklı Cinselliklere
Geçit Yok" Burada gayet ma­
sum bir ifade olan "farklı"cin­
• Bu insana parmak ısırtacak
sellikken kasıt kuşkusuz cinsel
denli "bilimsel"(!) görüşlerin
sapıklıklar. Yazı şöyle devam
sahibi "cinsiyet sinırları"nı
ediyor:
herhalde Berlin Duvarı gibi bir"Dünyanın önde gelen ku­
şey sanıyordu.' Demek ki insan­
rum ve kuruluşları eşcinselliğin
lık tarih boyunca çirkin ve gayri
- hastalık ya da sapıklık olmadı­
insani bulduğu bu tür sapıklıkğını söylüyor ama, Türkiye in­ '• lârın birdenbire aslında olağan
sanı buna nedense kulak asmı­
ve normal şeyler olduğuna ka­
yor. Bunun nedeni ise cinsel ko­
rar vermişti veya öyle olduğu­
nulardaki bilgisizlik." (Bu yak­
nun farkına varmıştı! İki binli
laşıma göre herhalde Hz.Lut'un
yıllara yaklaştığımız şu günler­
(AS) sapık kavmini, sefillerin
de ne cinsel sapmalar ne de çıp­
en sefili seviyesine inmiş bu ya­
laklık tartışma konusu edilme­
ratıkları, bilgi düzeyi son derece
meliydi! Sahi şu, büyük bir he­
yüksek, ilim ve tefekkürün zir­
yecanla beklenen 2000 yılında
velerinde dolaşan bir topluluk, ne değişecekti? 2000 yılma gi­
telakki etmek gerekecek!)
rer girmez dünya ve insanlık bir
sihirli değneğin dokunuşuyla
Bu konudaki ikinci örneği­
miz ise, adından başka hiçbir-' niteliksel bir farklılaşmaya mı
uğrayacak veya mesela zulüm
' "yanı radikal olmayan bir gazete­
ye sömürü bütünüyle ortadan
den. Radikal'in 20 Ekim 1996
mı kalkacak, ya da insanın fıtra­
günü verdiği ilavesinde "Transeksüellik Bir Hastalık Değil", tının değişmesi sonucu bütün
değer yargılan yeniden mi tes­
başlıklı bir yazıda şu herzeler
pit edilecekti? - - '
yer alıyor:
İster yazılı ve sözlü,' ister
"Cinsiyet sınırlarının gide­
görsel nitelikli olsun, bugün
rek yıkılmaya başladığı bir dün­
yada yaşıyoruz. Gitgide daha" gerçekten de bizzat insanı tahrip
etmeyi hedefleyen ve dizginlen­
çok insan cinsiyetini değiştiri­
mesi güç olan medya "adında bir
yor. Karşı cinsin kılığında do­
felaketle karşı karşıyayiz. İnsan
laşmayı yeğleyenlerin sayısı 'ar­
aklım, neslini, dinini ve dolayı­
tıyor. Buna karşılık bağnazların
sıyla canını ve malini tehdit
bağnazlık dozajı da artış göster­
eden bir saldınyla karşı karşıya­
mekte. Cinsiyet sınırını aşanlar
yiz." İnsanî ve kutsal olan ne
her ülkede belirli kesimlerin tep­
varsa değersizleştirip anlamsız-'
kisiyle karşı karşıya(.>.) Ama
laştıran, tüketen ve daima tüke­
cinsiyet değiştirenleri tehdit
ten, üretilme ve zorunlu işleyiş
eden tek tehlike, şiddet hedefi ol­
mantığı gereği bunu yapan bir
mak değil. Onlar hasta ya da sa­
Leviathan'la karşı'karşıyapık olarak görülmekten şikayet­
yız.Ona sahip olanlanlanh de­
çi. Oysa, psikoterapötik meslek
erbabı bu eğilimi bir hastalık ~ ğişmesi değil, ona bakış açımı­
zın uyanıklığıdır bizi bu sessiz
olarak sınıflandırmaktan yana
ve gönüllü intiharın cazibesin­
olsa da, cinsiyet değiştirme ar­
den kurtaracak ola n
zusu bir hastalık değil.!"
kasım - aralık 199613
gündem
Ya medya olmasaydı!
•
Can Server
•
•
.
•
.
—
•
'
*
t
_
1860'lardan sonra varlığmı bitlenene kadar suçsuzdur."
hissettiren Türk gazeteciliğinin hükmü yer almasına rağmen
geldiği sbn noktadan baktığı­ medyaya kuralsızlık kuralı ha­
mızda bazı köşe taşlan canlanı­ kimdir. Önce idam, sonra karar
yor hafızalarda. Agâh Efendi­ düşünülmektedir. Bunun neresi
ler, Şinasiîer, Sedat Simaviler, insan hakkı, neresi özgürlüktür,
Kemal ılıcaklar ve daha nice "susanların konuştuğu,"konu­
tedavülden kalkan emekçiler. şanların sustuğu" programının
Bu isimlerle bir asrını geride ilkesi nedir? Daha kaç kişiyi
bıraktı gazetecilik. Televizyon­ suçlayacaktır. Bu programı ha­
culuk ise daha çiçeği burnunda. zırlayan metyatörümüz(!) prog­
Bugün basm; özgürlük adı­ ramcılık, haber hürriyeti konu-'
na totaliter bir baskı oluştur­ larında ihtisas yapmış mıdır?
muştur. Ülkenin üzerinde dola­ Türkiye'de kaç gazeteci, kaç
şan karabasan olmuştur. İnsan­ programcı bu işin uzmanlığını
lar gazetelerden ve gazeteciler­ yapmıştır. Fatih Altaylı mı, Fat­
den korkmaktadır. Konuyu ge­ ma Girik mi, Kadir İnanır mi?
nellersek Medya bugün halkı Bu insanlar sinema sanatçısı mı,
bilinçlendirmekten çok vatan- . yargıç mı, gazeteci mi?
80'li yıllardan sonra çeşitle­
daşı hizaya getirmek(!) için
nen görsel yayınlar bazı değer­
kullanılmaktadır.
Hiç beklemediğiniz bir anda leri hiçe saymaktadır. Dili de­
kişilik haklarınız tarumar edile­ jenere etmişlerdir. Kulakları­
bilir. Adiniz hırsıza, yolsuza, mız garib telaffuzlara tanık ol­
hatta namus tacirine .çıkabilir. muştur. Hiç mektep ve medre­
Salan ola bu medyacılara dalaş- se görmeyenlere önceleri ne
mayasınız. Bugün medyamız(!) dendiğini bilmiyorum, fakat
infazını yargısız yapmaktadır. bugünden sonra en azından
Hukukta dahi "Kişinin suçu sa- "programcı" denmelidir. Dilin
14 ümran
s
'
asaleti kalmamıştır. Özel Tele­
vizyonların çoğunun ismi ya­
bancı, Reklemlardaki sözler
yabancı; bunları dinleyense bi­
zim insanımız. Bu işin bir ku­
ralı olmalıdır- Mühür kimde
ise Süleyman odur gibi eline
mikrofon alıp bir de kamera
bulan televizyoncu olursa san- .
süre ne hacet.
Fazla değil, bundan on-onbeş yıl öncesine kadar insanlar
birbirine bir konuyu kanıtla­
mak için gazeteleri delil göste- "'
rirlerdi. Erbab-ı kalem bir neb- •
ze de olsa ülke insanının nab­
zım tutuyordu. Köşe yazarlığı­
nın, gazeteci ve programcı ol­
manın bir asaleti vardı. Haber­
lerin inandırıcılığı bugünkü
noktadan baktığımızda tartışıl­
mazdı. Bugün gazetelerin ha­
berleri aynı hassasiyetle izlenilmemektedir. Yalan ve yan­
lış haberler gerçek haberleri de
gölgede bırakmaktadır. Med- *
yanın "doğru haber" sözleri
hafızalardan silinip sloganlara
taşınmıştır. Karşılıksız aşkların
medya
kartpostallarda kaldığı gibi.
Haber yapımcılarının objek­
tif olduklan(!) yönelttikleri so­
rulardan anlaşılıyor. İnsanlar
konuşmuyor, konuşturuluyor.
Yani söylenen değil söyletil­
mek istenen esas alınıyor. •
- -Türk-insanı çok unutkan;bir o kadar da vefalı. Daha bü­
yü olmadı, bir parti lideri çıktı.
"Ülkeyi Sabah Çetesinden
kurtaracağız" dedi. Bugün
basın susturulmasın, sansür
edilmesin diye kalabalık şehir­
lerde imza toparlıyor ve boy
gösteriyor. Bu tam devekuşu
misalidir. Deve kuşuna "deve
misin, kuş musun?" demişler.
Deveyim, demiş. O zaman üze­
rinde yük taşıman lazım, de­
mişler. O zaman "kuşum" de­
miş. Uç, demişler; deveyim,
demiş. Türkiye'nin kaderinde
bu tezat mevcuttur.
Promosyon yasasından önce
de "sansür yar, susturuluyo­
ruz," diye bağıran medya, aynı
gerekçe ile bir gazetenin dağı­
tımını durdurdu. Bu ne per­
hiz... . ;
'.-,.
"Ya Medya Olmasaydı...",- Medya olmasaydı; cinsel
eğitimden yoksun kalacaktık.
Hiçbir yatak odasını görmemiz
mümkün olmayacak, mahremi­
yet sır olacaktı. ,
-.Medya olmasaydı kesilmiş
kolları, koparılmış başları
yemek masasmda en canlı ob­
jektiflerden doyasıya seyredemiyecektik....
- Medya olmasaydı as­
paragas, yamultma,. hür
yorum(!) tabirleri lügatlerin bir
köşesinde cılız kalacaktı.
- Medya olmasaydı; köşe
yazarlığı nedir, hangi ağırlık­
tadır, soruları akıllarımızın
ucundan dahi geçmeyecekti.
Eşel mobil ve dolarla maaş, in­
sanımız için âfâkî olacaktı.
- - - Medya olmasaydı, görüntüsel tüketim, makinalaşma, il­
lüzyon, dezenformasyon nedir
öğrenemeyecektik.
- - Medya olmasaydı mutfak-,
larımız fakir, zihinlerimiz ber­
rak, hislerimiz temiz, gönül­
lerimiz zengin olacaktı.
- Medya olmasaydı mik­
rofonlara ürpererek, acaba han­
gi sözlerimiz makaslanacak
diye gayri ihtiyari bir nazarla
bakmayacaktık.
- Öyleyse "Anneme med­
yacı olduğumu sakın söy­
lemeyin!"
kasım - aralık 1996 15
gündem
Kirli medyanın
histerik İslam düşmanlığı
- b i r ö r n e k 1 e m eAbdurrahman A. Emiroğlu
taşmaktadır."
"Ey iman edenler! Sizden" larından
(3/118)
olmayan kişileri veli edinme­
Medya şeytanının İslam
yin. Onlar sizi yoldan çıkar­
düşmanliğına tanık olmak için,
mak için ellerinden gelen hiç­
herhangi bir "ceride-i şeytafıibir çabayı esirgemezler ve sizi
sıkıntıda görmek isterler. Kin­ , ye"yi alıp şöyle bir sayfalarım
leri ağızlarından taşmaktadır. çevirmek, haberlerin ve yo­
Kalplerinde gizledikleri ise da­ rumların başlıklarına bakmak
ha büyüktür." (Al-i İmranll 18) bile yeterlidir. Ya da şeytani
Şeytanın sözcülüğünü ya­ kanallardan birinin düğmesine
pan medyada gün geçmez ki, • basıp bir miktar vaktinizi heba
islam aleyhinde Veyahut müs- etmeniz kafidir.
Biz de öyle yaptık; fazla
lümanları karalayan bir haber
yorum ya da görüntü yer alma­ içeri gitmeyelim diye birkaç
sın. Görüntülü ve yazılı versi­ gündür, sözünü ettiğimiz ceri­ .
yonu ile gırtlağına kadar kir­ delerden "onbinlik"-iki tanesi­
lenmiş medya, müslümanlarm ni takip etmeye karar verdik: "
yaptığı her faaliyeti, ağızların­ Yeni Yüzyıl ve Radikal. Her
dan çıkan her sözü bahane ede^ iki "ucuz" gazete de' entellekrek "yaygara. koparmayı" tüel ve seçkin olduğu iddiasın­
(17/64), Her fırsattan yararla­ da. Liberali ve solcusuyla "aynarak İslam'a ve inananlara ça­ dın"(!) kesimin gazeteleri ola­
mur atmayı bir alışkanlık hali­ rak biliniyorlar. Güya daha '
ne getirmiştir. Lağımlaşmış
hoşgörülü, daha objektif, daha
halleriyle dehşet saçan ekran­ tarafsız, daha dürüst daha dalar, mürekkep yerine kan dam­ halar!
'
'
layan kalemler, müslümanlara
Ama, İslam'a sıra gelince
adeta kin kusmaktadır.
objektiflik, aydın olmak, taraf­
Kur'an'ın veciz ifadesi ile
sızlık, hoşgörü, hepsi bir kena­
"onların düşmanlıkları ağız­ ra bırakıhveriyor. Hepsinin is­
16
unvan
lam fobisi ortaya çıkıyeriyor.
Aydım böyle olunca diğerleri­
ni siz düşünün! /
İslam'a Hergün Çamur
Atıyor, Çünkü "O Bir Radi­
kal"!
Dilerseniz, önce bu gazete­
lerden birinin sayfalan arasın­
da "radikal" bir gezinti yapa­
lım; sadece bir haftalığına
"Radikal" takılalım!
"Sincan'da herşey İslam'a
uyduruluyor." (4.11.96).
"Sitelerde İslami yaşam"
(4.11.96). ••
'• •
"Ezan sesiyle uyan­
mak''^. 11.96). •
"İslami işe, İslami adam"
(5.11.96).
"Medya destekli islam"
(5.11.96).
•
"Terörün Merkezi: Tahran"
(5.11.96)..
"İslami sermaye devleşiyor" (8.11.96)
r
"İshak Manisa'yı İslami ör­
güt kaçırmış" (9.11.96).
"Laiklik ihanete uğradı"
medya
• . " Yeni Yüzyıl ve Radikal.
Her iki "ucuz" gazete de entellektüel ve
seçkin olduğu iddiasında. Liberali ve
solcusuyla "aydın"(!) kesimin gazetele­
ri olarak biliniyorlar. Güya daha hoş­
görülü, daha objektif, daha tarafsız,
daha dürüst, daha dahalar!
Ama, İslam'a sıra gelince objektiflik,
aydın olmak, tarafsızlık, hoşgörü, hepsi
bir kenara bırakılıveriyor.
Hepsinin islâm fobisi ortaya
çıkıveriyor.
(10.11.96).
"Tesettür otelden işgal"(10.11.96).
"Paşa, başkanı hizaya sok­
tu" (11.11.96).
Bu başlıklar listesi uzayıp
gidiyor. Bir fikir vermesi bakı­
mından bu kadarıyla yerinelim.
Gördüğünüz gibi "entel"
gazetemiz her Allah'ın günü
"İslam tehlikesi"nden(!) dem
vuruyor ve felaket tellallığına
aralıksız devam ediyor. Dikkat.
etmişseniz, gazeteyi takip etti­
ğimiz bir hafta içinde her sayida hem de bir kaç haber veya
yorumla "İslam" sözcüğü kul­
lanılmaya özen gösterilerek
müslümanlara kin kusulmuş.
Radikal sadece bir gün ıskala­
mış. Belki de o gün gazete al­
mayı biz unutmuştuk. Neyse...
Şimdi, isterseniz tahammü­
lünüzü biraz daha"zorlayalım
ve yukarıdaki başlıkların alto­
da ne herzeler yumurtlandığını
birlikte görelim. Ha! Bu arada
Yeni Yüzyıl'ı unuttuğumuzu
sanmayın. Onun da îslam düş-
manlığında
öbüründen
aşağı kalır ya­
nı yok. Ne de
olsa ikisi de
entel takılı­
yorlar.. Hadi
arada bir ona
da gönderme­
ler yapalım.
Ama lütfen
ağzınıza mu­
kayyet olun:
"Laik
Cumhuriyet
İçin En Büyük Tehlike: "Ka­
dınların Elini Sıkmamak"
"Kadınların elinin sıkılmamasından" sıradan bir vatandaş
şikayetçi olsa, belki anlamaya
çalışırsınız; ama bu koskoca­
man bir profesörşe ve hem de
-sakın yanlış anlamayın- bir
kadınsa, sanırım vakıayı algı­
lamakta epey güçlük çekersi­
niz.
Bakınız ünlü ilim kadınımız
ne buyuruyorlar, "Laiklik
İhante Uğradı" başlıklı gayet
ilmi ve akademik(!) makalele­
rinde:
"Laiklik ve demokrasi adı­
na ciddi bir tehlikenin varlığın­
dan kaygı duyuyoruz.(...) Dev­
let dairelerinde işler öğlen na­
mazı sonrası, ikindide, başlıyorr
Sürekli olarak 'cuma namazı
. zorunlu tatil olsun' propagan­
dası yapılıyor. Devletin resmi
gezilerinde, uçaklarda toplu
namaz kılmıyor.
"Türkiye Büyük Millet
Meclisi'ne özel olarak türban­
lı, karaçarşafh, takkeli^ cüppeli
ziyaretler yapılıyor. İnsan hak­
larından sorumlu Devlet Baka­
nı, îmam nikahının yasallaş­
mışını istiyor. Bakanlar, kay­
makamlar, valiler, kadınla­
rın elini sıkmıyor.(...)
"Mayolu kadın afişleri,
kentlerdeki reklam panolarına
astırılmıyor. İlahiler eşliğinde
tesettür defileleri yapılıyor..."
(Prof. Dr. Necla Arat, Radikal,
10.11.96)
Gördünüz mü "ciddi tehlike"yi! Maazallah, cuma vakti
tatil olursa, imam nikahı yasallaşırsa, mayolu afişler sokakla­
ra asılmazsa laik cumhuriyetin
köküne kibrit suyu döktünüz
demektir.
Nedense laik yobazları en
çok kadınların giyinmeleri ve­
ya soyunmaları ilgilendiriyor.
Anlaşılan, kadınların araba
reklamından jakuzi reklamına
kadar her fırsatta bedenlerini
sergilemek laik cumhuriyeti
yüceltiyor; ama okullara, 4ıas. tanelere başörtüyle gitmek,
Meclis'e çarşafla girmek,-dışı
onları içi müslümanlan yakantesettür defileleri düzenlemek,
laik cumhuriyet düzeninin te­
mellerini sarsıyor.
Bu yüzden olsa gerek, söz­
de aydın gazetesi Yeni Yüzyıl,
şöyle manşet atıyor: "Ve çar­
şaf Meclis'te" (13.11.96), At.
nalı büyüklüğündeki bu man­
şetin altmda ise şu spot cümle
yer alıyor: "10 Kasım'a çirkin
tepki ve Harp okullarım ele ge­
çirme planı. ile. gerginliği tır­
mandıran Refahlılar, Meclis'te
çarşaf yasağım deldi."
kasvn- aralık 1996 17
gündem >Şu haber-yorumlan birlikte
Gelin,de isyan etmeyin:
Kayseri Büyükşehir Belediye tahlifedelim. (Bazı cümlelerin
Başkanı Şükrü Karatepe'nin altını biz çizdik): ''Beylerbeyi
. "Atatürk" veya "10 Kasım" camiinin yakınında bulunduğu
kelimelerini dahi kullanmadığı için tüm lokantalar ve cafelerr
konuşması ve yine Hasan Hü­ de içki satışı yasak. Beylerbe­
seyin Ceylan'ıh üç yıl önce yi'nin denize açılan tek sahi­
Hollanda'da yaptığı konuşma, linde çok güzel mini restoran­
çığırtkan medya tarafından lar ve midye tava satan aya­
kasıtlı biçimde ve yorumlana­ küstü câfeler var. Midyenizi
rak gündeme getiriliyor, adeta yerken bira isteseniz bulamı•- bir kaşık suda fırtına koparılı­ ' yorsunuz.(...).
"Bu Beylerbeyi Camii'nin
yor; ardından da "gerginliği
tırmandıran" Refahlılar oluyor. hemen yanındaki eski yaİşte size. tipik bir medya çar­ lı(...)otel haline getirildi(...)
pıtması. Kasıtlı ve yanlı ya­ Otelin yöneticisi, İstanbul bo­
yınlarla ortamı iyice gerip, ğazının tüm güzelliklerine açı­
sonra da "niçin gerginlik yara­ lan otelin romantik odalarına
tıyorsunuz?" gibi suçlamalarda aşıkların gelmesini istiyormuş.
bulunmak; derenin altbaşında Ama küçük bir sorun var.
su içeri koyunu yemeyi kafası­ Aşıklar sabah erken bir saat­
na koyan kurdun, bahane ola­ te yanıbaşındaki camiden
rak "niçin suyumu bulandırı- yükselen sabah ezanı sesi ile
yorsun?" demesine benzemi­ uyanacaklar."(Füsun Özbilyor mu? Ama neylersiniz, gen, Radikal, 5.11.96)
medya bu; hem suçlu hem de
Ah, zavallı radikal laikler,
hem de güçlü!
_
ne sıkıntılar çekiyorlar şu ülke­
de! Şöyle karın doyası midye­
Laik Yobazların Fobileri: lerini yiyip biralarım bile yuEzan, Çarşaf, Cüppe, Sarık... dumlayamıyorlar! Şu camiler,
Hobileri: Meyhane, Bira, şu ezanlar olmasa; bir de şu
kara çarşaflı, sakallı cüppeliler
Güzellik Yarışması...
olmasa, istedikleri gibi tepineŞeytanın "kitle iğfal araçla­ cekler bu memlekette!
Ama canım, bu müslümanrı" olarak niteleyeceğimiz
medya ve "şeytanın tetikçiliği- lar da çok oluyorlar hani! Ne
"ni"-yapan medya şövalyeleri, mi yapıyorlar? Radikal'den iz.
' niçin bu kadar müslümanların ~ leyelim:
yaşantısından, giyim-kuşamın"Didim'de muhafazakarlara
dan, hatta ibadetinden rahatsız Jıizmet veren 5 yıldızlı Caprice
oluyorlar acaba? Bu düşmanlı-. otelin kadınlar plajı... Kapısın­
ğın, bu fobilerin temelinde bir da "fotoğraf makinesi ve ka­
takım bilinçaltı düşünceler, merayla girmek yasaktır" ya­
bastırılmış duygular yer alıyor zan plajda kadınlar kapalı ma­
olmasın?
yolar ve streç şortlar-T'shirt18' unvan
lerle denize giriyor. Denizden
çıkanlar başlarını bağlayıp pardesülerini giyiyor..." (Radikal,
10.11.96)
Bizim Caprice Te derdimiz
başka, onlarınki başka! Adam­
lar, galiba kamera ve fotoğraf
makinalarıyla Caprice Plaj'da
şöyle bol bol et manzaraları
çekemediklerine yanıyorlar •
Sincan'daki, Yozgat'taki
ayyaşların, şöyle gönüllerince
demlenememeleri de bunların
en büyük derdi:
"Sincan'da meyhaneler ka­
patıldı. Güzellik yarışmasının
yerini Kur'an okuma yarışması
aldı. İçmek isteyen Ankara'ya
gidiyor. Sincan Belediyesi,
seyyar cenaze yıkama otobüsü­
nü de hizmete soktu." (Radi­
kal, 4. 11.96)
Şu Sincan Belediyesi de
amma tehlikeli işler yapıyor
doğrusu! Türkiye gibi laik bir
ülkede seyyar cenaze arabası­
nın işi ne! Sonra, akşamcı va­
tandaşların işini niye zorlaştırı­
yorsunuz canım?!
Yimpaş da kalkmış Yoz­
gat'taki meyhaneleri, içkili lo­
kantaları satın alıp ıslah edi­
yormuş. (8.11.96). Yimpaş'ın
sabıkası(!) bununla bitmiyor:
İki yerel TV'yi satın almış;
spikerler de tesettüre girmiş.
Radikal durur mu? Tehlikeye
ilk sayfanın yarışım- işgal ede­
cek biçimde dikkat çekiyor:
"Yozgat'ın Fethi" (21.10.96)
Uzaydan Gelen Garip Ya­
ratıklar: Müslümanlar!
İslami potansiyel, siyasal,
medya
ekonomik ve entellektüel per- bir pankartta gördüğü Şûra su­ ' de bir başka alışkanlığı bu şey­
formanslarıyla bir anda ülke resinden seçilmiş bir ayeti, giz-^ tani medyanın. Uğur Mumcu
gündemine otorup tehlikeli(!) li örgüt kararı zanneden gözü katledilir; "gericiler öldürdü"
tırmanışlarını sürdürünce; ma­ dönmüş İslam düşmanlarına diye yaygara koparıkr ve haf­
lum medya, bu nereden zuhur kadar, neler gördük biz!
talarca, hatta aylarca "kahrol­
ettikleri belli olmayan acaip
Bu sözde aydın tipi, halkına sun şeriat" naraları atılır, Tu­
yaratıkları(!) araştırmaya ko­ öylesine yabancı ve ondan öy­ ran Dursun, Bahriye Üçok, Çe­
yuluyor, mercek altına alıyor­ lesine kopuktur ki, bütün yal­ tin Emeç öldürülür, adres belli­
lar:
'
dızlı laflarına, "halkçılık", dir; "şeriatçılar"... Allah aşkı­
"İslami gettolar"ı keşfedi­ "yerlilik" edebiyatına karşın, na, şimdiye dek, bu yalanlar­
yor, giyim kuşamlarından otu­ halkından nefret eder. Hele bu dan hangisi tuttu?!
rup kalkmalarına, hatta selam­ halk, inançlarına düşkün ve di­
İşte son örnek: "Musevi
laşmalarına kadar herşsyi ince­ ni bütün kesimse iyice küçüm- işadamı Sami Manisa'nın oğlu
lemeye alıyorlar.
senir, hor görülür. İşte size kü­ İshak Manisa'yı kaçıran kişile­
Örneğin," Şenay Hanım, çük bir örnek: Gazetecimiz, rin İslami Selefe mensup^ ol­
araştırmacı gazeteciliğin en ra­ sanki uzaylılardan, yada yaba- dukları, açıklandı." (Radikal
dikal biçimini sergilercesi9.11.96).
- .
ne, İslami kesimin selam­
Alın size bir örgüt daha! *
Gördünüz mü "ciddi
laşmada kullandığı bir tür
tehlike"yi! Maazallah, cuma 'Nasıl olsa kamuoyu yuparolayı keşfediyor: "Ha­
'
vakti tatil olursa, imam nikahı tar(!?); -.
yırlı günler" ya da "Esse­
lamü aleyküm"! (Radikal yasallaşırsa, mayolu afişler so­
Medyanın Şeytanlığı,
kaklara asılmazsa laik cumhu­ Boyası ve Foyası
5.11.96).
riyetin köküne kibrit suyu
Güler misiniz, ağlar mı­
sınız?
döktünüz demektir.
i Aslında, bizdeki malum
medya, ne demokrattır, .ne
Ey Allah'ım! Şu ülkede (
"aydın" geçinen, ama halkının nilerden söz ediyor, "Kon­ özgürlükçü,- ne de anti-emper%99'unun mensubu bulundu­ ya'da İstanbul'a taş çıkartan yalist. Ama lafa geldi mi, öz­
ğu din hakkında küçücük bir dey hipermarket" başlıklı ha­ güldük havarisi kesilir; sadece
o ayakta kalmıştır, "4.k*uv-"
kitap dahi okuma zahmetine berinde: .
vef'tir,
"Türkiye'nin nefes bo­
girmeyen zır-cahillere ne za­
"Hayatlarında ilk kez oto­
man anlatabileceğiz, basit isla­ matik kapılarla karşılaşan bazı rusudur", ' vs.vs.(9.11.96.
mi kuralları. Mesela, "selamü- Konyalılar, açılan kapılara Y.Yüzyıl). Aslmda bunlar, bel-,
naleyküm"le "esselamü aley­ korku ile bakıyor... Kırsal, ke­ li holdinglerin nefes borusudur
küm" arasındaki farkı?! Gali- simden alışverişe gelen köylü­ ve ABD^nin ya da Batı'nın
,ba"n"(en) defa da anlatsak na­ ler, sırtlarında heybeleri ile "5.gücü"dür; Cemil Meric'in •
file! Gazeteci kızımızı da ma­ alışveriş yapıyor." (Yeni Yüz­ tanımlamasıyla "Batı'nın yeniçerileri"dir. Onlar,hapşırırsa*
zur görmek lazım; çünkü biz, yıl, 26.10.1996)
nice ağabeylerinin ve ablaları­
Ne diyelim! Entel gazete- •, bunlar nezleye tutulurlar.nın îslam konusundaki nice ca­ den,' entel yaklaşım!
ABD,<"yeni*soğuk savaş"
hilliklerini biliyoruz. "Bu yıl
Ha! Az kalsın unutuyorduk; döneminin "umacısı" olarak
Kurban Bayramı Hac mevsi­ ellerinde teşbihten başka silahı , İslam'ı ve müslümanları seçti
mine tesadüf etti" diye haber olmayan müslümanları her fır­ ya; bizim devşirmeler kovboy­
üreten zavallılardan tutun da, satta "terörist" gibi göstermek dan çok kovboy kesilerek büfc<xsım aralık 1996 19
i-
gündem
tün silahlarını İslam'a çevirdi­ açılmadığını, ama hükümetin
ler: "Müslüman eşittir terö­ 4»aşlattığı çalışmalar sonucu
rist"; nerde bir cinayet, terör, 1999'dan itibaren yılda 200
katliam var; yık müslümanla- milyon dolar gelir sağlanacağı­
rın sırtına gitsin. Cezair'de, nı açıkladı. (24.11.96 tarihli
Mısır'da ne kadar olay var; gazeteler) Bizim çok bağım­
suçlu aramaya gerek yok; müs- v sız^ !> ve entel bir gazetemiz
lümanlar! Hatta işgal altındaki sırf Erbakan'a muhalefet olsun
ülkesini kurtarmak için müca­ diye mi, yoksa sömürge aydı­
dele veren Filistinli; o da terö­ nı psikolojisiyle mi bilemiyo­
rist. Dünya terörünün merkez­ ruz, ertesi gün olayı şöyle ha­
leri ise "Sam Amcaları" tara­ ber veriyor:
fından tâyin edilmiştir: İran,
"Hoca soda tekellerine kar­
Sudan, Libya...
şı. "Erbakan, Beypazarı Proje­
ABD basınında bu istika­ siyle ABD'li devlerin egemen­
mette bir haber mi çıktı; ay­ liğini kumaya çalışacak.
nen, hatta katkılarda bulunarak . "Uzmanlar, ABD'li tekelle­
iktibas eder bizim besleme- rin engellemesi durumunda
dünyanın ikinci büyük trona
ler.İşte son örneklerinden biri:
"Terörün Merkezi: Tah­ madeni olan Beypazan'nm pa­
ran. Amerikan Time dergisi, zara girmekte zorlanabileceği­
Tahran destekli uluslararası te­ ni ve böylece tüm yatırımın da
rörizmi kapak konusu yaptı. boşa gidebileceğini belirtiyor.
CIA'ya göre Tahran 17 yıld'a
"Uzmanlar, 3 yıl sonra 1
1000'den fazla insanın ölüı-. milyon ton ürünü pazara sun­
iminden doğrudan sorumlu." mayı hedefleyen Etibank'ın bu
(Yeni Yüzyıl, 6.11.1996)
planının ABD'li devler tarafın­
Time_ yazmışsa, kaynak da dan engellenebileceğini ileri
CIA'ysa," onlara göre "el-hsık sürüyorlar. Bu durumda da 380
doğrudur." Hem siz, Amerika milyon dolarlık yatırım boşa
babadan daha mi iyi bileceksi­ gitmiş olacak.
niz canım!
"Erbakan bir taraftan kay­
Dedik ya, bunların bağım­ nak bulmak için hızlı bir "özel­
sızlığı," anti-emperyalistliği, leştirme hamlesi" yapmaya ça­
hatta vatanperverlikleri, sadece lışırken diğer taraftan da.380
laftan ibaret! Buyurun size. bir milyon dolarlık kamu yatırımı­
örnek daha: Biliyorsunuz, geç­ na girişiyor..." (12.11.1996)
tiğimiz günlerde Başbakan
Gazetenin adını mı merak
Necmettin Erbakan, 17 ynl ön­ ettiniz? Şey.. "Amerika'nın
ce Beypazarı'nda tesadüfen Sesi"... Pardon... Hillary Clinbulunan trona madeninin, o toh imzalı köşe yazısını görün­
gün bu gündür dış güçlerin ce öyle sanmıştık; meğer Yeni
(özellikle ABD'nin) engelle­ Yüzyıl'mış..:)
.
meleri yüzünden işletmeye
Sayın Erbakan, ne işiniz var
20
unvan
sizin sodayla, trona madeniy-'
le!? Niçin fincancı katırlarını
ürkütüyorsunuz? Bakın yerli
işbirlikçileri 380 milyonluk ya­
tırımın boşa gideceğini söylü­
yorlar. Hocam en iyisi siz, o
parayla "gazocağı imalatha- -.
nesi" yapın. Trona ürünlerini
de "Amerika babalarından" ucuz fiata alırsınız; hem de hiç
başınız ağrımamış olur!
Hey gidi, Yeni Yüzyıl'in
devrimci kalemşörleri hey!
Sevsinler sizin "anti-emperyalistliğinizi"!:.
"Demokratlıklarını" ise
hiç sormayın!
Hani, meşhur generalimiz Silahçıoğlu, Sultanbeyli'nin
göbeğine-trafiği altüst-etmek
pahasına- bir Atatürk heykeli
diktirmişti ya! Hem de Kay­
makama ve RP 'li. Başkan 'a
rağmen... Radikal çok demok­
rat!) bir başlıkla .olayı alkışla­
dı; darbe hevesini dışa vura­
rak: "Paşa, Başkan'ı, Hizaya
soktu."!!! (11.11.1996)
Demokratikliğinizi de sev­
sinler...
***
Evet, işte böyle medyamı­
zın hal-i pür-melali...
İsterseniz; yazımızı daha
fazla uzatarak sinirlerimizi iyi­
ce bozmayalım.
Ne dersiniz; bir haftalığına
"radikal" ve "entel" takılmak
hayli öğretici değil mi? Adam­
ların foyası da boyası da bir-iki
gün içinde ortaya çıkıveriyor...
soruşturma
İnsanî ve İslâmî medya
boş bir hayal"
Ulvi Alacakaptan
Tiyatro
sanatçısı
Medya fenomenine itiştin aşağıdaki sorularımıza cevap
verme nezaketini göstererek vukuf sahibi yaklaşımlarından
istifade etmemize imkan tanıyan değerli şahsiyetlere bura­
da bir kez daha teşekkür ediyoruz,
h Medya-sermaye ilişkilerinde özettikle I98öflerden, ;
itibaren gözlenen bir içice geçme ve tekelleşme 'eğilimi,
sizce, yayıncılık anlayış ve ilkeleri üzerinde ne gibi etkiler
icra etmiştir?
2. Özel TVlerin yaygınlaşmasıyla birlikte tanışttğımiz "reatity-show"tarda ve haber bültenlerinde yeralan bir yandan
şiddet ye vahşet görüntüleri* yürek parçalayıcı manzaralar,
öte yandan mahrem alanlara gizli kameralarla tecavüz ve
insanların ayıp ve kusurlarının teşhiri hangi amaç ve
yayıncüik ilkeleriyle medyada rağbet görmektedir?
dı. Belki o gün farkedenler pek
azdır ama, şimdi gemi azıya al­
mış gidiyor.
Yine kapitalizmle bağlantılı
olmak üzere meselenin bir başka
cephesi daha var: Duyduğumuz
kadarıyla bu büyük medya grup­
ları kendi bünyelerinde finans­
man departmanları kurmuş du­
rumdalar, ki bunun basınla filan
pek ilgisi yok. Promosyonla top­
ladıkları parayı bugün dövizde,
yarın repoda vb. şekilde değer• lendirmek istiyorlar.
Ahlakî açıdan, dinî açıdan,
fer Mutlu- bir açıkoturumda, ya­
demokrasi açısından bakmaya
Öncelikle sorudan hareket
kalkarsak, yani kapitalizm açısın­
edecek olursak şunu diye- v yınlarında pek tiyatrodan, kültür­
den bahsetmediği söylenince
dan eleştirmeksizin yaklaşırsak,
biliriz ki, bugün medya-sermaye
kanaatimce belki yanlış olmayan
ilişkileri yok. Sermaye bizatihi, "Onlar neymiş? Onlar bana
kaç para getirir?" diye cevap, ama uzak bir noktadan bakmış
medyanın kendisi.
vermişti ki, kendi mantığı içinde
oluruz hadiseye:
Tek kutsalı ve tek ereği kâr
başarılı bir karşı çıkıştı bu.
Amaç kâr olunca herşey mu­
olan kapitalizmden kültür plânın­
Batılı ülkelerde ise para kaza­
bah hale geliyor. Bunu denetle­
da, insanların arasındaki iletişimi
nırken pek fazla kırıp dökmeden,
yecek mekanizmalan da ya ken­
güçlendirmek babında veyahut
yakıp'yıkmadan yapmak duru­
dileri oluşturduğu ya da oluştu­
da insanları bilgilendirmek babın­
rulmasına izin vermedikleri için da herhangi ilkeli bir şeyden sö- , munda kalıyorlar. Belki gönülleri
daha kabasını arzu etse de, artık
Basın konseyi var, basın khlak
zetmek mümkün değildir/Ancak,
sistem
yerleşmiş,
kurumlar,
pro­
yasaları var- kağıt üzerinde çok
bu bazı ülkelerde daha rafine, da­
fesyonellikler
devreye
girmiş.
güzel kanun ve yasaların yapıla­
ha ince bir şekilde yürütülür, bi­
bildiği ülkemizde, bunların uygu­
zim gibi ülkelerde ise daha vahşi
Bizde medya-sermaye özdeş­
lama açısından ne hale geldiği
ve kaba saba bir biçimde yürütü­
leşmesi 12 eylül'ün hemen arefeherkesin malumu.
lür.' .
sinde Milliyet gazetesinin Aydın
Doğan'ın eline geçmesiyle, basın
Şu an birkaç medya grubu
Bundan seneler önce Sabah
dışı sermayenin girmesiyle başla­
göz önünde. Fakat diğerleri de
gazetesinin yayın yönetmeni -Za­
1
kasım - aralık 1996
21
soruşturma
çok masum durumda değil. Bu
bir sistem meselesidir. Eskiden
sistem yerine düzen denirdi. Çok
yıprandığı için kullanılmaz oldu.
Tıpkı kapitalizm yerine artık ser­
best piyasa ekonomisi denmesi
gibi. Evet bir serbestilik var; bu
da kâr elde etme ve hiçbir kural
tanımama serbestisi. Kapitalist te­
oriye göre serbest piyasa ekono­
misinde güya fiyatlar özgürce
oluşacakken, burada bazı yayın
organları özgürce fiyatını düşüremiyor.
Diğer küçük medya kuruluşla­
rı da bir gün büyük olacakları ha­
yaliyle çalışıp çabalıyorlar. Bu­
gün büyük olmamanın getirdiği
eksilerden şikayet ediyorlar. Ama
haberlerin toplanış biçiminden
veriliş biçimine yorumlara kadar
mantık olarak çok farklı değil.
Hatta ne yazık ki, bizim diyebile­
ceğimiz, inançlı kesimlere hitap
eden, ahlaki sınırları olan yayın
organları da küçük kalmak zorun­
da kalıyor. Çünkü benim inancı­
ma göre müslüman bir gazeteci­
nin bugünkü bilinen gazeteciler
22
unvan
gibi davrana­
rak mesleğini
sürdürmesi
ancak
İs­
lam'dan uzak. 1 a ş ma s ı y 1 a
mümkündür.
Haber toplar­
ken para ye­
dirmekten ba­
zı imkanlar te­
min etmeye
kadar, haberi
bazı çevrelerin
_ isteğiyle çarpıtmaktan,
sansasyon adı­
na düzmece
haberlerden
düzenlenmiş haberlere kadar
gayri ahlaki yollara başvurması
gerekiyor. Şayet bunu yaparsa in­
sanların İslamî ve insanî haklarını
ihlal etmiş olur; bu da hoş birşey
değildir.
Ama öbür yandan, her ne ka :
dar bazı hassasiyetleri olsa da,
okuyucunun kendisi de bu töz du­
man içinde biraz toz yutuyor ve
dolayısıyla o da böyle şeyler isti­
yor.
,
Kapitalizmin gereği olarak, is­
ter gazete olsun ister kuru temiz-,
leme firması olsun, büyümeye
doğru gitmek zorunluluğu vardır.
Bu aslında kendi mantığı içinde
de doğrudur. Çünkü bu tip kapita­
list işletmeler giderek fazla üre­
tim yapmak, giderek fazla satmak
zorundadırlar. Eğer şu büyüklük­
te muhafaza olalım derlerse de
geriye doğru giderler. Bunu da
kararnamelerle veya Meclis'te
ayarlayamazsınız.
Bu tabii büyük olanın doğru
olduğu yanılsamasına götürmek­
tedir insanları. Onun için mesela
gazeteler "en büyük" "en iyi"..
hep "en" diye kendilerini tanım­
lamaktadırlar. Bu elbette hakikati
"en büyük" gazetenin söylediği
anlamma gelmiyor.
Büyümek için her tür yolu de­
nemek, bizim gibi ekonomik ya­
saların bile dünya ölçeğine göre
biraz daha vahşice işlediği yerler?
de kaçınılmaz oluyor. Büyüdüğü­
nüz zaman da mesela artık doğuş­
tan gazeteciler kalmıyor; dolarla
maaş alan gazeteciler ortaya çıkı­
yor. Bir sanatçı olarak bana sorar­
sanız eğer, dolarla maaş alıp da
Türk lirasına talim edenlerin ha­
linden anlamak pek kolay olmaz.
Artık başyazarlar gazetecilik­
ten almıyorlar o paraları. Devletle
ilişkiler, bazı teşvikler Vb. yani
benim bile aklımın almayacağı ki biraz kitap okuduğum* için ak:
' lımm alması gerekirdi- işler görü­
yorlar.
Medya bugün sektörlerin en
kuvvetlilerinden bir tanesi
oldu. Mesela hükümetleri belirleyebiliyorlar. Onlar için artık dör­
düncü kuvvet olmak yetmiyor,
birinci kuvvet olmak istedikleri
söyleniyor. Tabii, herhangi bir
eleştiri karşısında da hemen işte
"halkın haber alma özgürlüğü
engelleniyor" biçiminde yakın. maya başlıyorlar. Oysa ben, basın
ahlak yasalarının gayet iyi işledi­
ği, bu tür promosyonların olmadı­
ğı, insanlara "daha ahlaklı" davranıldığı bir basın mekanizmasın­
da bilejıalkın haber alabileceği
kanısında değilim. Çünkü dünya
genelinde insanların neyi duyma­
sı isteniyorsa ondan haberdar edi­
liyorlar. Ve onlardan, herşeyden
haberdar olan, "demokrat", "çağ­
daş" insanlar olmaları isteniyor.
İnsan gitgide daha fazla uyan al­
dığında daha mutsuz oluyor, çün-
2
medya
denilen şey bu mantığa dayanı­ haberdar ederfeğitmez, eğlen­
kü artık hayata hiçbir müdahalesi
yor; yani büyük çapta üretim. Te­ dirir.
kalmamıştır. Bugünkü R'uanda
levizyon bugün kapitalizmin en
Bir parti miting yapıyorsa,
katliamı beş yüz sene önce olsay­
büyük üretim aracıdır; bizatihi eğer "bizim TV kanalı"mn des­
dı, çoğumuz bundan haberimiz
kapitalizmin yerine geçmiştir. tekleyeceği bir partiyse, ben çeki­
bile olmadan yaşamımızı tamam­
Çünkü bundan daha şeytani bir me gidecek kamera ekibine derim
lar giderdik. Bugün benim gözü­
alet icat edilmedi insanların zi­ ki, "zumla çalışın, tele ili çalı­
mün önünde, televizyonlarda,
hinlerini, zevklerini, anlayışlarını şın, hadi sizden iyi şeyler bekli­
hergün ölen insanları görüyorum
aynileştirmek için.
yorum."- Çünkü zum ve tele-obve eğer çok çok katılaşmamışsam
"Reality-show"lara
gelince;
bunlardan etkileniyorum, fakat
jektifler görüntüyü yakınlaştırır
evet, onlar realiteyle ilgili. Ama ve böylelikle beşyüz kişilik bir
yapacak hiçbirşeyim yok.
merhum Beheşti'nin deyişiyle mitingi ortasından zumladığınızMedya için çok seyredilmek
"realite -yani gerçek- başka bir- da beş bin kişi gibi gözükür. Eğer
demek çok kar etmek demektir.
şeydir, hakikat başka birşey." aleyhinde isek mitingi düzenle­
Çok seyredilmek çok reklam geti­
Gerçek yaşanmakta olandır; ama yenlerin, bu sefer "geniş açı" kul­
rir. Martin Esslin'in TV adlı kita­
işin hakikati bu değildir. En azın- landırtırız. Geniş açı sujelerle ob­
bında da dediği gibi burada herşey reklamlar içindir. Gös­
jeler arasındaki mesafeyi
terilen haberler, eğlence
açar ve daha tenha göste­
Şöyle safdilce bir düşünüş var:
programları, filmler vs.
rir.
Bu bir alettir; bunun içine
hepsi de ikinci plandadır. .
Şöyle safdilce bir dü­
hayrı
koyarsak
hayrı
yayar;
şünüş
var: Bu bir alettir;
"Bunlar reklamların
bunun.içine
bir hayrı ko­
arasındaki boşlukları
şerri koyarsak şerri yayar. Hayır,
yarsak
hayrı
yayar; şerri
doldurmak içindir" di­
bu o kadar basit bir hadise değil.
.koyarsak
şerri
yayar. Ha­
yor, Martin Esslin. Tele­
Burada
aracın
bizzatihi
kendisi
yır, bu o kadar basit bir
vizyonun iyisinin, doğru­
sunun, güzelinin olamaya­ mesajdır. Hem o canavarın bir dişlisi, hadise değil. Burada ara­
cın bizzatihi kendisi me­
cağı kanaatindeyim; kaldı
hem de bir melek olacaksınız;
sajdır. Bu, böyle işleyen
ki islarhîsi olsun. Bu be- •
işte bu mümkün değildir.
bir canavardır; hem o canim şahsi fikrim değil;
.
navanri bir dişlisi, hem de .
dünyada pekçok ciddi bi­
lim adamı, sanatçı, yazar-çizer..!
dan her zaman bu değildir. İnsan­ bir melek olacaksınız; işte bu
bü fikirde. Pek çok kitaplar ya­
lar savaşı da televizyondan bili­ mümkün değildir. _
Bilimin; hakkın da hizmetinde,
yınlanıyor. Müslümanları gözöyorlar, ahlakı da. Kadın erkeği te­
nüne alırsak, TV onların yeni
levizyondan tanıyor, erkek de ka­ şeytanın da hizmetinde olabileceği­
ni düşünmeme rağmen, televizyon
oyuncağı.
dını televizyon vasıtasıyla tanıyor.
konusunda
bu» kadar iyimser deği­
Cinsellik tarihin her dönemin­
Genel olarak insanlar dünyada
lim;
öbür
türlü
de kullanılabileceği
de para etmiş bir iştir. Televiz­
sahte duygu ve fikirlerle besleni­
v
kanısında
değilim.
Seyredilme bi­
yonda çocuk programlarına, çizgi
yorlar. Çünkü insanların zevkleri­
çiminden
programların
yapılma, bi­
filmlerin hemen hemen hepsinde
ni, fikirlerini birörnek yapması
çimine kadar hepsi biribirini belir­
sahte tanrılar gösteriliyor. Hem
lazım medyanın. Üniformalaştırde yarı insan, yarı makina, yarı leyen bir süreç hakim. Burada gü­
ması lâzım. Üniformalaştıracaksızel bir sözü hatırlatmakta fayda
tanrı. Yani Eski Yunanlılardan
nız ki aynı tabaktan, aynı vazo­
bir gıdım ileri gitmiş'durumdayız. var..Bu sözün sahibi -ki söyleyeni
dan yüzlerce, binlerce satasıOnlarınki yan insan, yarı tanrıy­ belli değildir, anonimdir- şöyle di­
nız.Herkes o ürünü aldığı zaman
dı; biz bir de makinayı köydük yor: "Şu insanları anlamıyorum.
"çağdaş" bir insan, zevk sahibi
içine. Makineyi koymamız lazım; Yabancılar girmesin diye evlerinin
bir birey olduğuna inanacak. Bu­
kapılarını kapatıyorlar,, sonra
çünkü bilgisayar satacağız. ,
na inanacak ki, kapitalizm yürü­
gidip
televizyonlarını açıyorlar."
sün. Çünkü "nrass production"
Televizyonlar haber vermez,
kasım - aralık 1996 23
soruşturma
"Medya Islamî değerleri
tüketiyor"
Abdurrahman Arslan
Araştırmacı-yazar
sanlar birbaşka şeyi daha tartışAbdurrahman Arslan ile
yaptığımız söyleşi konu itibariy- -' maya başlıyorlar: Acaba bu
araçların, örneğin gazetelerin
le medyayı kendi işleyiş mantığı
toplumun sekülerleşmesine bir
bakımından irdelemeyi hedefle­
etkileri oluyor mu, olmuyor
di ve kısmen soruşturma kapsa­
mu? diye uzun sürecek bir tarmının dışında gerçekleşti.
' tışmanın içine girilmeye başla­
nıyor. Demek ki toplum haberin
Yaklaşık 20.yüzyılın başla­
kitleselleşmesiyle
birlikte mev­ s
rından itibaren elektriğin de ilk
cut
dinî
değerler
açisından
bu­
defa matbaaya uygulanması so­
nun
bir
sekülerleşmeye
yol
açan
nucunda büyük oranda gazete
bir boyutunun olabileceği husu­
basma imkanına ulaşılmıştır. Bu
sunda da ciddi bir takım endişe­
esnada iki şey birden oluşmaya
ler
taşımaya başlıyorlar.
başlıyor: Kitle haberleşme araç­
Burada belki- dikkat çeken
ları dediğimiz olgu oluşmaya
şeylerden birisi de ilk defa kitle
başlıyor; büyük oranda gazete
haberleşme araçlarının -ki artık
basımı aynı zamanda belirli bir
medya olarak tanımlanıyor- ah­
kitleye ulaşma maksadını taşı­
lak ile ilişkileri üzerinde durmak.
maktadır. Dolayısıyla bir oku­
gerekmektedir. Tabii ki büyük
yucu kitlesi ortaya çıkıyor ki bu
oranda dünyanın hemen her ye­ "
daha sonra radyoyla ve televiz­
rinde, kültürlerde dikkat çeken
yonla dinleyici ve seyirci kitle­
birşey var: Dindar kesimin bi­
sine dönüşecektir. Sonuçta bu
rinci derecede mevcut olana ah­
haberleşme araçlarının kitlesellaki açıdan tavır koyması ya da
leşmesi, yâni hem insanların
onu ahlaki açıdan eleştiriye tabi
bunlardan haberdar olurken kittutması.
leselleşmesi hem de bu araçların
kitleselleşmesi dediğimiz bir ol­
Bizim ülkemizde de bu aynı
guyla karşı karşıya geliyoruz.
şekilde tartışma konusu oldu. _
Medya ve ahlak ilişkisi üzerinde
20.yüzyılın başlarında bu
-belki yeteri kadar olmasa daaraçların ilk yaygınlık gösterdi­
tartışma
başladı. Tepkilerin"bü­
ği yer İngiltere'dir. Burada in­
24
unvan
yük çoğunluğu genel olarakmedyanın ahlaka yönelik olum­
suz tavrandın şikayetle başladı,
burada üzerinde düşünmemiz
gereken şeylerden biri de şu hu­
sustu: Eğer özellikle televizyon,
gerçeği yansıtmallkesiyle hare­
ket ediyorsa -ki bütün TV kanalları haber veya drama olarak,
yaşanan realitenin gerçekliğini
yansıtma iddiasındadırlar- kaçı­
nılmaz olarak mahremiyete mü­
dahale etmek gibi, mahremi­
yeti aşikarlaştırmak gibi bir
faaliyet içine girmesi kaçınıl­
maz olmaktadır. Siz eğer aile
hayatıyla ilgili bir program ya­
pıyorsanız, bu, kaçınılmaz ola­
rak evin mahrimeyitinin de aşikarlaştrnlmasım getirecektir ki,
bu anlamdaki mahremiyet, ge­
nel olarak toplum, kitleye kapa­
lı bir mahremiyettir. Ama tanı­
dıklara ve komşulara açık bir
mahremiyet anlayışıdır bu. Fa­
kat siz bunu. ilk defa geniş kitle­
lerin tanıklığına sunmaktasınız
ki, bu, zannediyorum mahremi­
yete ilk müdahaledir. Ve bu,
müslümanların büyük çoğunlu­
ğunun zannettiği gibi de bu
programı yapanların ya da tele-
medya
vizyonu idare edenlerin ideolo-,
jik yapılarından kaynaklanma­
maktadır. Bu, televizyon denen
aracın bizzat kendisiyle ilgili
birşeydir. Dolayısıyla burada
aracın da pek masum olmadığı
fikrini ileri sürebiliriz. Bunun da
tartışılması gerektiği kanaatin­
deyim.
Böyle bir zorunluluktan do­
layı belli bir ahlaki anlayışı kitle
iletişim araçlarının her zaman
dışlamaları ve görmezlikten gel­
meleri gerekir. Aksi halde, bir
ahlak,anlayışı içinde hareket
edilirse birçok şeyin haber ol­
maktan çıkma "tehlikesi" var­
dır. Dolayısıyla da siz bazı şey­
lerin gizli kalmasını ahlaken uy­
gun görüyorsanız, onu haberleştiremezsiniz. Bunu yapabilme­
niz için bu ahlaki anlayışı dışta
tutmanız gerekir. Dolayısıyla da
ilk defa ahlak ile bu programlan :
yapanlar arasında bir çelişki
doğmamaktadır. İslam'ın ahlakı
ile bizatihi bu araçların kendisi
arasında ve araçların yüklendiği
bir"bakıma ideolojik yapı arasın­
da bir çelişki olduğu kanaatin­
deyim. Sadece kullanan kişinin
amacı doğrultusunda kullanaldığını söylemek, belki görünüşte
öyle olsa bile, son tahlilde bu
mümkün değildir. Her şeyden
önce biz o aracın kamerasını
kullanırken bile belirli bir yer­
den taraf olarak görüntüyü bize
yansıtmaktadır. Mahremiyet aşikarlaştınlması, hayatın gerçek­
lerini insanlara aktarma amacı
gibi çok masum bir amaçla orta­
ya çıkmaktadır, ki hiç de masum
olmadığı kanaatindeyim.
Özellikle görüntüyü esas
alan araçların, programlarında
değişik olanı sunmak
gibi bir mecburiyetle­
ri de söz konusudur.
Dolayısıyla burada
dikkatimizi çeken •'.
önemli bir nokta daha
ortaya çıkmaktadır:
Değişimin bizzat ken­
disi bir değer haline
gelmektedir. Oysa bu
değişimin pozitif mi,
negatif mi olduğu
hususu tartışılmamak^tadır. Önemli olan bizatihi deği­
şimin kendisini ekranlardan
sunmaktır. Bu anlamda bizzat
değişikliğin bir değer olarak or­
taya çıkması, toplumsal ahlak
açışından, toplumsal ilişkiler
açısından trajik bir noktadır.
. Marjinal olanı, toplumun
hastalıklı unsurlarını anlatırken
toplumu hasta eden bir niteliği
vardır bu programların. Özen­
dirme, teşvik etme, yapılma
biçimini kolaylaştırma ... diye
sayabiliriz.
Toplumda mevcut bir hasta­
lığı anlatayım derken aynı za­
manda o toplumu hastalıklı hale
getirerek anlatmaktadır. Dolayı­
sıyla burada anlatım, bir anlat­
ma olarak kalmamaktadır.
Şiddet ve cinsellik unsurları­
nın yaygın şekilde kullanılması,
kitlenin ilgisini çekme ve deği­
şik şeyler sunma amacından
kaynaklanan bir hadisedir. Bu elbette bizim gibi ülkelerin ira­
delerinin de dışına taşmaktadır.
Çünkü bütün bu programların
birçoğu dışarıdan satın alınmak­
tadır. Dolayısıyla biz şiddet
içermeyen programlar yaparız
demek, teorik düzlemde müm­
kündür, hatta pratikte de müm­
kündür; fakat siz bunu bir süre
denedikten sonra topluma yeni
ve değişik olanı sunduğunuzda
belki on-onbeş yıl gecikmeyle
yine bugünkü şiddet filmleri gi­
bi birtakım filmler ya da kendi
tanımınızın dışında, şiddet içe­
ren programlar yapmanız zorun­
luluk haline gelecektir. Çünkü
Batı'da gelişen çizgi onları bu
noktaya getirdi: _Televizyonlardan önce rad­
yolarla başlayan maceramızın
bugün geldiği noktada baktığı­
mızda, dün ahlaksız olarak bul­
duğumuz birçok şeyi artık bu­
gün radyo-TV programının bir
kaçınılmazı, bir gereği olarak
düşünmeye başlamışızdır.' Bu­
nun böyle olacağını söylemek
pek kehanet gerektiren birşey
değildir. •
- Burada insanlığın görüritüsel bir tüketim hastalığına da
yakalandığını söyleyebiliriz. Bu
süreçte kitleye devamlı" olarak
değişik olanı vermek zorundası­
nız. Çünkü o yeni olan şeyleri
tüketmek istemektedir. Böyle
bir aşamada onun ahlaki olup
olmadığı artık önemli değildir.
Müslümanlar mesela sanat
olgusunu tartışmadıkları gibi,
belki de zamansız yakalandıkla­
rından'dolayı, televizyonun biJcasım'- arahk 1996 25
soruşturma
manlann tüketim ve beğenisine şarkisini çalmasını" istemişti!
zatihi kendisini de tartışmadılar.
. Kanaatimce İslamcı söyle­ sunulmaya çalışılmasıdır. Bütün Kanaatimce bu şimdiye kadar
bu geçmişe ait birikinin Batı'da- İslam tarihinde görülmemiş birmin ciddi problemlerinden birisi
ki anlamında bile olsa çok yete­ şeydir. Hiçbir peygamber insan­
de şudur ki, müslümanlar genel
nekli insanlar tarafından bugüne ları İslam'a def çalarak çağırmaolarak araçlara bir anlam ve de­
aktarılabildiği kanaatinde de de­ mıştır. Kur'an bize böyle birşey
ğer yüklemediler. Onların biza­
ğilim.
bildirmiyor. Dolayısıyla "hida­
tihi kullananlar tarafından kötü
kullanıldığını iddia ettiler. As­
Burada iki problem vardır: yetten uzaklaşanlar için bir şar­
lında bunda bir doğruluk payı
Aracın bizatihi kendisinin değer kı" istemek, çok tipik, bugün
vardı; fakat hakikatin kendisini
yüklü olması ve önünüzdeki kit­ rastladığımız tüketim toplumu­
yansıtmıyordu. Bugün de öyle­
lenin beklentileri. Değişikliğe nun İslam formu içerisindeki bir
tezahürüdür.
dir. Birçok İslamî program
da yaparak insanları- aptal­
Müslümanlar yazılı ve sözlü
Müslüman radyo ve TV
laştırmanız, tüketici haline kültür geleneğini bırakarak tele­
yayıncılığı maalesef, hayata
dönüştürmeniz mümkün­
geçirilmesi gereken İslamî
vizyonlar sayesinde, görüntülü
dür. Dolayısıyla değerden
değerlerin koflaştırılmasına
bağımsız araçları düşünme­ kültür geleneğine geçmeye başla
sebebiyet vermiştir. Mahre­
dılar. Dolayısıyla artık öğrendi­ miyeti fazla kaale almayan
nin pek de mümkün olama­
yacağını bugün çok daha iyi
ğinin hayatta bir karşılığını bul­ yayınlar haya duygusunu
anlıyoruz.
zayıflatmıştır. Aile içindeki
mayı düşünmeyeceklerdir.
ilişkiler zincirini sıradanBatı'da gelişen ..sanat, Öğrendiğini yaşamanın bir değe
laştırıp rasyonelleştiriyor,
özellikle Hıristiyanlık tarihi
ri
olmayacaktır.
Çünkü
artık
parçalıyor.
Bazı değerler
boyunca eldeedilmiş bütün
seyredilen
bir
kültür
sürecine
vardır
ki
iletinin
konusu ya­
kazanımların modern dö­
pılamaz.
Müslümanlar
ya-,
nemle birlikte yeniden yeni
girmişlerdir. Özelikle bazı tele­
kalıplar, yeni araçlar ve yeni
vizyon programlarında siyaset, zıh ve sözlü kültür gelene­
ğini bırakarak televizyonlar
amaçlar için bir bakıma ye­
İslam gibi konuların tartışılma­ sayesinde, görüntülü kültür
niden değerlendirilmesidir.
sından dolayı düşünceyi de gö­
geleneğine geçmeye başla­
Bizde de radyo, televizyon
rüntü kültürünün üzerine kur-? dılar. Dolayısıyla artık öğ­
ve sinemayla birlikte buna
benzer bir sürecin başladığı­
mak gibi çok yalın ve kökleri ol­ rendiğinin hayatta-bir karşı­
lığını bulmayı düşünmeye­
nı söylemek mümkün. Biz
mayan bir düşünceye de sahip
ceklerdir. Öğrendiğini ya­
de bin dörtyüz yıllık tarihi­
olmaya
başlamışlardır.
şamanın bir değeri olmaya­
mizdeki bütün birikimleri,
caktır.
Çünkü artık seyredi­
bütün "ideolojik" beklentile­
len
bir
kültür
sürecine girmişler­
rimizi bugünkü sanatın insanları
susamış bir kitlenin taleplerini
dir. Özelikle bazı televizyon
ve araçlarıyla yeniden kullanmak
her zaman karşılamak, İslam
programlarında
siyaset, İslam
istiyoruz. Aslında burada kulla­
adına, mümkün değildir. Esasen
gibi
konuların
tartışılmasından
nılan bizim birikimimiz değildir.
böyle bir talep durumunun her
Bizim birikimimizin bugünkü
zaman meşru olduğunu da söy­ dolayı düşünceyi de görüntü
kültürünün üzerine kurmak gibi
amaçlar ve araçlar bağlamında
lemek mümkün değildir.
sanat tarafından kullanılmasıdır;
Bundan bir zaman önce bir çok yalın ve kökleri olmayan bir
geçmişinden kopuk, ama büyük
özel radyoda şöyle bir olaya ta­ düşünceye de sahip olmaya baş­
oranda tüketen bir, kitle Qİmaya
nık olmuştum: Genç bir kız, lamışlardır. Kitapla düşünmek
aday, hatta ona doğru ilk adımla­
diskjokeyden "Hidayetten'sa­ çok daha köklü ve kadim bir
tarzdır.
rını atmış bir kitle olan müslüpanlar için falan adamın filan
26
unvan
soruşturma
66
Toplum ve medya: Kapağını
bulan tencere"
Abdurrahman Dilipak
Gazeteeci-yazar
Medya denilen hadise,
sonuçta bir üründür. Bir
ürünü gerçekleştirmenin de bir
maliyeti vardır. Bu maliyet-de
son yıllarda giderek arttı. Artık
yerel gazeteler ve amatör dergi­
lerle yayıncılık işi yürütülemi'yordu, Dev yatırımlar gündeme
geldi.
' Türkiye'de medya dendiğin­
de iki grup akla geliyor: Doğan
ve Dinç Bilgin grubu. Bunlar
Türkiye'deki hem "r.ating"in
hem de günlük gazete, trajmıh
yüzde 70'ini tek başlarına elle­
rinde tutuyorlar; tröst oluştur-;
dular; dağıtımın tamahımı de­
netliyorlar.
Sermaye, siyaset ve medya
arasında bir kan bağı, bir bü­
tünlük var. Ama birkaç yü içe­
risinde internetin devreye gir­
mesiyle yeni bir medya anlayışı
ortaya çıktı ve maliyetler çok
1
Gizli kamera ve insanların kusurlarının teşhiri
kuşkusuz hem gayri ahlaki hem de hukuka aykırı.
Fakat sonuçta insanlar bunu izliyorlar ve merak /•
ediyorlar. Kapıları dinleyen insanlar bu program­
larda ekrana kulağını yapıştırıyor ve bundan sadist­
çe bir zevk de alıyor. Kendi yapamadığı şeyi,
<.;
beklentilerini orada görünce buna destek veriyor.
Demek ki sadece medya değil, bu medyaya destek
veren, bu "rating"leri yükselten toplumda da bir
anomali var.
hızlı bir şekilde düştü. Ancak
bu Türkiye'de yeteri kadar yaygınlaşmadığı için, şu anda ser­
mayenin medya üzerinde dene­
timi çok ağırlıklı. Ve şu anda
bunun mevcut yapıyla aşılması
da müiüikün gözükmüyor. Med­
yanın Jbir yandan kamuoyunun
taleplerini iktidara yansıtmak
gibi biı görevi var, bir yandan
da kamuoyu oluşturmak gibi
bir görevi var. Medya patronla­
rının da belli bir siyasi tercihi
var, iktisadi yatırımları var, '
ideolojik tercihleri var. Bunları ^
topluma yansıtıyor; kamuoyu
oluşturuyor. Eğer basm sağlıklı
bir şekilde oluşmamışsa, siya­
set de sağlıklı bir şekilde oluş­
muyor. Yatırım ve tüketim de
sağlıklı bir şekilde teşekkül et­
miyor. ,
kasım - aralık. 1996 27
soruşturma
etti. Böylece tencere
ile kapak arasında
bir uyumsuzluk yok.
Peki yanlış kimde?
Yanlış, aynı.anda
halkta ve medyada.
. Biribirlerini üreti­
yorlar.
'2
layış hakim oluyor. Bu tabiî ki
bir hukuk devleti için çok bü­
yük bir zaaf, çok tehlikeli bir
süreçtir.
'
Aynı şey gazetelerde de
mevcut. İşte "gelir, kulağını çe­
kerim, haa! Muhtar!... " filan
gibi üsluplarla çok okunan bü
tür köşeler giderek "realityshow"lara dönüştü. Zaten gaze­
te, bizim televizyonların arka
bahçesidir.
Gizli kamera ve insanların
kusurlarının teşhiri kuşkusuz
hem gayri ahlaki hem de huku­
ka aykırı peyler. Fakat sonuçta
insanlar bunu izliyorlar ve me­
rak ediyorlar. Kapılan dinleyen
insanlar bu programlarda ekra­
na kulağını yapıştınyor ve bun­
dan sadistçe bir zevk de alıyor.
Kendi yapamadığı şeyi, beklen­
tilerini orada görünce buna des­
tek veriyor. Demek ki sadece
medya değil, bu medyaya des­
tek veren, bu "rating'leri yük­
selten toplumda da bir anomali
yar. Ama ben yine de bu "rating"lerin çok sağlıklı olduğunu
düşünmüyorum. İnsanlar gaze-'
teleri alırken de, akşam geç va­
kitte olan olaylan, daha yüksek
tirajlı gazetelerden, daha büyük
gazetelerden öğrenmeyi tercih
ediyor; çünkü onlar daha fazla
haber veriyorlar.
insanlar, me­
sela mahalle
kadınları da bir ara­
ya geldiklerinde
kendi aralarında ay­
nı "reality-show"lan
. oynuyorlardı. Onla­
Birtakım televizyon "ra- rın günlük hayatlarıyla bu prog­
ting"lerine bakıyorsunuz; en ramlar biribirlerine çok benzi­
yüksek "rating"ler en düşük se­ yor. Zaten televizyon, toplumda­
viyede kültürel muhtevaya sa­ ki bu anomaliyi tekrar ekranahip olanlardır. Ya da magazin yansıtıyor. Bu bir bakıma iyi.
ağırlıklı, ajitasyona dayalı, . Bizler toplumda yaşanan dramın
olayların sonuçlarını tartışan
nasıl bir rezalet olduğunu görü­
bir gazetecilik ve basın anlayışı yoruz. Ama bunu örnekleyip
ortaya çıktı. Bu tabii ki toplu­ yaygınlaştırıyoruz. Bir gecekon­
mun geleceği açısından çok du faciası, kızının ırzına geçen
sağlıklı değil. Çok basit bir söz baba senaryoları, koşan, bağıran
var: Basit insanlar insanları tar­ çağıran kimseler... bundan insan­
tışırlar, biraz gelişkinler olayla- • lar vicdanen tatmin oluyorlar,
rı tartışırlar, akıllı insanlar ise sorunlarının çözüldüğünü düşü­
kavramları tartışırlar. Biz sade­ lüyorlar.
'
ce olayları ve sonuçlarını tartı­
Halbuki onbinlerce örnekten
şırız.
bir örneğin üzerine gidiyorsu­
• Bu piyasa kendini dengeler nuz ve onu da çok farklı biçim­
diye bir düşünce var. Gazete, ga­ de çözüyorsunuz. Hukukî,
zetecilerin elinde değilse okuyu­ mantıkî, ahlakî, tabiî bir süreç
cular da bu gazeteyi almaz diye içerisinde çözmüyorsunuz.
Problem çqk yönlü. Tek bir
düşünüyorduk ama, insanlar de­ Medyayı bir silah olarak kulla­ • sorumlu yok. Tek bir sorumlu
terjan kuyruklarına girdiler. Ten­ nıp sorumlu gördüğünüz kişile­ olsaydı, toplum direnir, çalışan- ,
cere alanlar, bunun yanında bir re hem yargı, hem infaz, hem lar ve kurumlar direnir ve bu
de gazete aldılar ve sonuçta bu
savcı edasıyla yaklaşıp "çöz­ anomali aşılabilirdi. Ama- biri
durmu desteklediler. Basın da bu
düm" diyorsunuz. Nasıl çöz­ yapıyor ve ötekiler de onü des- •
toplumun bir parçası. Basın ken? dün? Ben çözdüm! Böylece tekliyorlar. Bir suç ortaklığı,
:
dini kötü bir örnek olarak toplu- kendi kendisine hukuk üreten, yani kollektif bir suç var or­
ma sundu, toplum da bunu kabul kendi normlarını koyan bir an­ tada.
28 ümran
soruşturma
"Medya: Bir hayal dünyası!"
Cevat Özkaya
Dayanışma
Türkiye'de gazetelerin
sermayeyle ilişkileri baş­
langıçtan itibaren hep farklı bir
biçimde olagelmiştir. '83'ten iti­
baren ekonomik yapının da de­
ğişmesiyle, Özal'ın bir transfor­
masyon meydana getirme çaba­
sından sonra bütün toplumsal di­
namiklerde olduğu gibi, başında
da bir değişim ve dönüşüm mey­
dana geldi.,
Sermaye ile basın daha önce
de yakınlık ilişkisi içindeydi. Ya­
ni filan basın filan sermayeye ya• kin olabiliyordu. Basın sermaye- darları genellikle basın mesleğin- den gelen insanlardı. Mesela Simavi basın geleneğinden geliyor­
du. Bunun bugünküne nazaran
iyi bir tarafı yardı: Gazetecilikten
anlıyorlardı, kendilerine göre
birtakım ilkeleri vardı. Dejene­
rasyonun sebebi olmalarına rağ­
men ortaya birtakım ilkeleri ko­
yuyorlardı. Daha sonra oğlu Hal­
dun Simavi birbaşka basın gru­
bunu, Günaydın'ı kurdu. Erol Si­
mavi Hürriyet'te devam etti. Karacanlar bir başka basın grubuy­
du. Kemal Ilıcak, başından itiba. ren basında çahşiyordu. Yani bu
dönemlerde basınla iştigal bir ai­
1
le mesleğiydi. " '
. Fakat bilhassa '80'lerin so­
nunda, '90'lann başında meyda­
na gelen olay, herhangi bir yerde
sermaye kazanmış diğer patron­
ların doğrudan doğruya basın"patronu haline gelmesidir. Artık
bu dönemde gazeteler "body-guard" gibi kullanılmaya başlandı.
Medya herhangi bir sermaye gru­
buna yakın birşey olmaktan ziya­
de, bir grubun organı haline gel­
di. Bir grubun içindeki bir şirket
haline geldi. ,
• Basın, serbest piyasa ekono­
misi diye birşeyi savunuyor. Pe­
ki, Doğan grubundaki bir gazete­
cinin Sabah grubuna gitme ihti­
mali veya bunun tersi bir ihtimal
yoksa bu ilkeleri nasıhsavunabilirler? Medyanıri'yüzde 80'i bu
iki grubun denetiminde. Bu "ne ,
demektir? Bu iki gruptan ayrılan
bir basın emekçisi büyük ihtimal­
le işsiz kalacak demektir bu. Bnu
kullanarak hem onların serbest
çalışma özgürlüğünü kısıtlamış­
lar, hem de o kısıtlamayı bu in­
sanlara savundurmaktadırlar! Bu­
rada özgürlük diye birşey arama­
nın imkanı yokr Medya içinden
buna başkaldıran çıkmadı henüz.
Vakfı Bşk
• Ayrıca bir de yükseltilmiş ha­
yat standartları söz konusu med­
ya içinde. İnsanlar bu yüksek ha­
yat standartlarından, kolayca vaz­
geçemiyorlar. Dolayısıyla med­
yanın bu konuda çok fazla doğ­
ruları yazabileceğini düşünmek
pek doğru değildir. Dolarla maaş
alan, açık çekle dolaşan yazarlar­
dan,"" başyazarlardan bunu bekle­
mek mümkün değildir.
Basın özgürlüğü adına talep
edilen şey aslında bir ayrıcalık­
tır. Alınmış kredilerin, hiçbir işe
yaramayan kamu bankası reklamlanyla ödenmesi, zaten zarar
eden kamu kuruluşlarının reklamlarıyla ödenmesi ayrıcalığı­
dır. Bu, bir saadet zinciridir. Fik­
ri özgürlüğün kısıtlanması herke­
sin zararına olacak birşeydir;
ama emeğin karşılığı olmayan
bu tür saadet zincirlerinin de kı­
rılması gerekmektedir.
Bu kredilerin hem kendisi
hem de ödenme biçimi son dere­
ce ucuzdur; adeta hiçbir bedel
ödememektir ödenme biçimleri.
Emlak Bankası 50 veya 100 mil­
yarlık bir ilanı filan gazeteye ve­
ya televizyona verir. Niçin verir
böyle bir ilanı? Emlak gazetesi^
kasım - arahk 1996 29
soruşturma
lin hepsi aynıdır ve şablondur;
sadece ufak tefek kelime değişik­
likleri vardır. Mesela "zavallı ka­
dın çocuklarıyla beraber oturur­
ken birdenbire içeri girdi ve işte
Bunların rağbet görmesi­
bilmem ne yaptı.." biçiminde bir
nin tek bir ilkesi var: "Ra­
anlatıma bakalım. Burada öldür­
ting". Peki niçin "rating"? Çün­
meyi elbette müspet karşılaya­
kü basında ustalann. söylediğine
mazsınız. Ama niçin öldürdü? O
göre "kötü haber iyi haberdir."
zavallı kadın ne yaptı? Bunların^
. Kötü haber çok "rating" alan
nasıl algılanması lazım? .Toplum
hberdir, çok izleyici, çok okuyu­
içinde bu olaylar niçin meydana,
cu toplayan haberdir. Çün­
geliyor? Bütün bunlann ce­
kü' insanlar alelade şeylerle, "
vabı, arka planı ortada yok.
Basın özgürlüğü adına
fazla kendilerini düşündür- .
Ekranda zavallı bir kadın ve
meyecek şeylerle uğraşmayı
kan görüyorsunuz. Üç ya­
talep edilen şey aslında bir
severler.
şında, beş yaşında, babası
ayrıcalıktır. Alınmış kredilerin, tarafından
Hâlbuki Kur'an "çirkin
annesi öldürül­
hiçbir işe yaramayan kamu
hayasızlıkları yaygınlaşmüş ve zaten şoke uğramış,
o cinayeti görmüş bir çocu­
• tırmayın" der. .Mesela çok
bankası reklamlarıyla
ğu ekrana çıkarmanın amacı
insancıl gözüken, sunucu­
ödenmesi; zaten zarar eden
ne olabilir? "O çocuğu önce
nun gözyaşları dökebildiği
bir programda biribiriyle kamu kuruluşlarının reklamla­ ben ekrana çıkardım" di­
yebilmek mi?
• evlenmiş iki kızekrana ge­
rıyla ödenmesi ayrıcalığıdır.
Bu noktada Fransız dü­
tiriliyor. Bu istisnai ve yayBu, bir saadet zinciridir.
şünür Baudrillard'ın söyle­
gınlaştırılmaması gereken
bir hadise, bir sapmadır. Fikir özgürlüğünün kısıtlanma­ diklerini hatırlamakta fayda
var, Kitle bundan birkaç se­
Burada yapılan, "çirkin ha­
sı herkesin zararına olacak
ne önceki kadar medyayla
yasızlıkların yaygınlaştırılmasıdır." "Böyle bir gerçek birşeydir; ama emeğin karşılığı ilgili değil'. Evet izliyor; fa­
olmayan bu tür saadet
kat medyaya güvenmiyor,
. var, insanlar haberdar olma­
onların doğru olduğuna
lı" deniyor. Bu kimin gerçe­
zincirlerinin de kırılması
inanmıyor ve kitle olarak
ği? Niçin gerçek? Niçin in­
gerekmektedir
tepki vermiyor. Baudrillard
sanlar böyle bir "gerçek"i
şunu söylüyordu:
bilmek zorunda olsunlar?
"Daha önce idare edenler
Bunun haber değeri nedir? Beni
yor" biçimindeki bir savunma
niçin ilgilendiriyor? Medya sade­
gerçekçi değildir. İnsanlar, onla­ kitlenin tepkisini absorbe etmek
ve onu sıfıra indirmek için uğra­
ce insanların ilgi alanlarına hitap
ra daha insani çehreli bir dünya
etmemektedir; aynı zamanda ilgi
takdim etmeye çalıştığında izle­ şırlardı. Ama kitle öyle bir hale
de oluşturmaktadır. Hatta daha
miyorlar mı?
. geldi ki, ne verirseniz verin ye­
rinden kıpırdamıyor; adeta ka­
ziyade yaptığı budur.
Mesela Esenler'de bir adamın
:
inattaki karadelikler gibi herşeyi
üç kişiyi öldürdüğünü, onun ço
Dolayısıyla medyada yer alan
çuklannı ekranlara çıkararak an­ içine alıyor. Şimdi ise yönetenler
şeylere baktığımızda, bunların
latmanın topluma ne yararı olabi­ kitlenin tepki vermesini istiyor­
belki yüzde 70'i gerçekle ilgili
lir? Ve anlatırken de olayın de­ lar. Fakat kitle tepki vermiyor."
değildir. Gerçekle ilgili olmayan
rinlemesine bir boyutunu anlat­ Bu karadelik kimi yutacak, o
, şeyleri insanlara izletiyorlar.
mış olmuyorsunuz. Bu tür dra­ belli değil. Türkiye'de vuku bul­
Onun için denilir ki, medya dünmatik hadiselerde kullanılan di­ maya başlayan da budur.
._yası bir hayal dünyasıdır ve in­
ilan vermediği zaman ev mi satamamıştır? Hayır, sebep bu değil.
Zira ödemeler bu şekilde yapılı­
yor.
2
3 0 umrcuı
sanlar o hayal dünasında yaşatı­
lırlar. Yöneticiler ise -ki bu an­
lamda Holywood bir yöneticidirbu hayal dünyasında yaşamazlar.
O hayal dünyasında başkaları ya­
şar. İdare edilecek durumda olan­
lar yaşıyor o hayal dünyasında.
Medya kapitalizmden, serma­
ye ve paradan bağımsız değil.
Medya aynı zamanda bir ihtiyaç
oluşturma aracıdır da. Yani "halk
bunları, bu tür programları isti-^
•
soruşturma
Düşünce özgürlüğü
medyanın tehdidi altında"
Ahmet Tezcan
/
Soruda belirtildiği gibi
'80'den sonra basın kuru­
luşlarının sahibi pozisyonunda,
bu mesleğin içinden gelmeyen"
birtakım holding sahipleri görül­
meye başlandı. Bu kimselerin
birinci derecede basın organları­
nı almalarının sebebi kendi işleri
için bir güç oluşturabilme istek­
leridir. Adı üstünde: Medya bir
güç. Dördüncü kuvvet diyoruz.
•Kuvvet kısmı kesin, ama dör­
düncü mü, birinci mi, burası
belli değil. Bu sermaye grupları­
nın medya kürüluşlarihı satın al-"
maya başlaması, özellikle Asil
Nadir'in Türkiye'ye gelerek üç : '
dört gazete birden sahibi olması,
medyada bir tekelleşme olgusu­
nu başlattı.
.•'.•'Temelinde gazetecilik, halkı
bilgilendirme amacıyla başlan­
mayan bir işin tekelleşmeye dö­
nüşmemesi mümkün değil, eğer
önünüzde birtakım yasal "engel. ler, prosedürler yoksa. Maalesef
Türkiye'de böyle bir boşluk doğdu ve bir kişi üç dört gazete,
sekiz-on dergi, birkaç televizyon
sahibi oldu. Bu tabii bir grup
1
-
-
anlayışını ortaya çıkarıyor.
Grup anlayışı nedir? Eğer bir
gruba, diyelim ki Doğan Gru­
bu'na. bağlı bir gazete ilk çıktı­
ğında diğerlerinden biraz farklı
gibi görünse de, diğer gazetele­
rin önünü kesecek onun asıl ga­
zetesi hangisiyse onun önünü
kesecek haberler yaptığınız za­
man içerde kıyamet kopar. Ve
dolayısıyla o gruba bağlı gazete­
ler ve bu gazetelerde çalışan ya­
zarlar biribirini eleştiremez.
İşte bû, söz tekelini oluşturu­
yor. Bu söz tekeli daha sonra gi-"
derek bir personel ambargosu­
na dönüştü. Ne yazık ki, işsiz
kalırım endişesiyle buna sesini
çıkaramayan basın mensupları
kendilerini bir manipülasyon
fırtınasının içinde buldular. Bu­
gün köşe yazılarından bulmaca­
lara varıncaya kadar manipülas,yonun yeralmadığı hiçbir sayfa,
kalmadı. Atılan manşetler, yapı­
lan yorumlar., hepsi o holdingin
ticari çıkarları doğrultusunda şe­
killenmeye başladı. Gerek poli­
tik, gerekse sosyal konulara ve
hatta televizyon sayfalarına dahi
•
/
•
•
TV program yapımcısı
yansıdı bu durum. Ve öyle bir
anlayış ortaya çıktı ki, bazı tele­
vizyonların günlük yayın akışla­
rının televizyon sayfalarında ya­
yınlanması için dahi yönetim
kurulu karan çıkması icapetti.
Böylesi bir yapılanma içerisinde
zaten basın özgürlüğünden bâh-'
sedebilmek mümkün değil. Ba­
sın özgürlüğüne en büyük engel
siyasiler değildir bence. Şu gün­
lerde en büyük engel gazetecile­
rin bizzat kendileridir. Basın öz­
gürlüğünün önünü tıkayan yine
basındır. Demokrasi ve özgür­
lük arayışlannın örice basın içe­
risinde olması gerekir ki, daha
sonra bunu topluma teşmil ede­
bilelim. Maalesef medyanın
kendi içinde bir demokrasi yok.
Patronokrasi söz konusu. Pat-'
ronun dediği olur anlayışıyla ya­
zılar yazılıyor, haberler buna
göre düzenleniyor.
Şu anda iki büyük grup ha­
kim. Ama iki büyük gruptan biriçok daha yaygın vaziyette: Do­
ğan grubu. Yani medyanın şu
anda imparatoru Aydın Doğan".
Onun dediği olur; kendisine rakasım- aralık-1996
31
soruşturma
-
sunun, medyadaki sermaye yapıkip olarak görünen Dinç Billanışının ta kendisidir. Bunun
gin'in çıkışları ise belli bir yere
önüne geçebilmek için bir antikadar geldi ve ondan sonra dur­
kartel yasasını işletebilmek la­
du; durmak zorunda kaldı. Hat­
zımdır. Rekabet kurulunu bir an
ta işbirliği yapmaya kadar gitti­
önce oluşturabilmek, medya ile
ler, kendi aralarında bir centil­
politika arasındaki para musluk­
menlik anlaşması imzalayarak
larını kapatmak lazımdır. Özel­
eleman geçişine mani oldular.
likle jnedya kuruluşlarının mali
Yani elemanlarına iş kapılarını
yapısmı şeffaflaştırmak ve özel­
kapattılar. Ve bu arada bir tröst
likle
bankalarla olan ticari ilişkioluşturdular. Mesela biz burada
lenini sır niteliğinden çıkartmak
program yapıyoruz. Basın öz­
lazımdır. Bunu yapmazsanız bir­
gürlüğü ya da medyada tekelleş­
takım gizli-kapaklı işlerin önünü
me gibi konularda kendilerine
kesemezsiniz ve dolayısıyla ha­
-davet gönderdiğim zaman asla
berlerin içindeki manipülasyon
yanaşmıyorlar. "Biz" diyorlar
unsurlarını temizleyemezsiniz.
"ya Kanal D'de çıkarız ekrana,
ya da ATV'de." Yani kendin
pişir kendin ye zihniyetiyle,
Medyadaki şiddet olgusu.
sen sor sen cevâpla'tekniğiyle
insanların içindeki birta­
yürütüyorlar işlerini.
kım duygulardan kaynaklan­
maktadır. İnsanda şiddet vardır,
Şu anda özgür bir basından,
bağımsız bir basından söz etmek . şehvet vardır. Şiddet ile şehvet
biribirinin ikiz kardeşi gibidir.
mümkün değil.Bunun,sebebi de
Biribirine dönüşebilirler, biribikanunlar değil, politikacılar de­
rine çok benzerler. Şiddet arttığı
ğil, medyadaki tekelleşme olgu-
2
32
unvan
zaman şehvete dönüşür;"şehvet
arttığı zaman da şiddete dönü­
şür.
.
Özel televizyonların peşpeşe
çoğalması aralarında bir rekabet %
savaşına yolaçü. İnsana yatırım
yapmıyorsunuz, binalara yatırım yapıyorsunuz. Habercilik peşin­
de kaçmıyorsunuz; haberci yetiştirmiyorsunz. Asli fonksiyo­
nunuzu icra etmiyor.-'buriun ya­
raşıra işi fındık-fiştık yansı hali­
ne dönüştürüyorsunz. Elde ye. terli materyal yok; yeterli insan
yok. Durum böyle olunca en ko­
lay işe başvuruyorlar ve insana
rın şehvet ve.şiddet duygularını
harekete geçirmeyi planlıyorlar.
Bir zamanlar kırmızı noktalı
filmler vardı -ki şimdi yine varinsanlann cinsellik duygularına
hitap eden, onlan şehvete geti­
ren birtakım görüntülerle "rating" toplamaya başladılar. Bu
"rating" sadece reklam alabil­
mek amacını taşıyordu. Vatan­
daşı ilgilendiren birtarafı yoktu.
Sonra bu bir furya halinde geldi .
geçti; arkasından kanlı görüntü­
ler ekranı kapladı.
Bu kanlı görüntüler insan­
larda bir dehşet duygusu yarattı.
Bu dehşet duygusu fazlalaştığı
zaman hazza dönüşür. Bunu is­
tismar etmeye başladılar, ki bü-"
tün dünyada yapılagelmiş birşeydir. Ama birtakım ülkelerde
bunun önünü kesmek için lıala
çalışmalar devam ediyor. Bir
furya halinde, biribirinin kopya­
sı programlar peşpeşe gelmeye
başlayınca bu da. gına getirmeye
başladı.
Doç. Dr. Nurdoğan Rigel'in
"çocuk ve şiddet" konulu bir
çalışması var. Oradaki araştır­
maya görejise cinayetlerinin ar :
medya
tıyor olmasının arkasında tele­
misyon yattığına inanmıyorum. zaman bunu ekrana getiriyorsak,
vizyonlardaki şiddet unsuru bu­
Bu hemen hemen bütün televiz­ bu, haysiyetsizliğin üstüne tüy
dikmek demektir. Birtakım in­
lunmakta, v
yonlar için geçerlidir.'
Bir ikincisi, insanın çaresizli­
Gizli kamera RTÜK kanunu­ sanların pozisyonları itibariyle
ğine, insan unsuruna karşı seyir­
na göre yasaktır. İzin alınmadan bu tür sapkınlıkların gündeme
cinin duyarsızlaşmasına sebep
gizli kamerayla çekim yapılması gelmesinde -önünü kesmek- için
oluyor. Yemek yerken katledil­
yasaktır; hiçbir açık kapı da bı­ fayda vardır. "Eğer p insan kendi­
miş insan görüntüleri seyredi­
rakılmamıştır. Uygulamada bu­ sini birtakım maddi ya da mane­
yorsunuz ve rahatlıkla yemek
na uyulmuyor; ama bu kanunun vi misyonların arkasında zırhlayemeye devam edebiliyorsunuz.
kendisi de sağlıklı değil. Gizli, yarak birtakım sapkınlıklarda
. Halbuki eskiden böyle değildi. kamera olmalı; ama yatak oda­ bulunuyorsa, elbette bunlar ek­
Mesela çocukluğumuzdan hatır­
sında işi olmamalı. Gizli kame­ rana getirilip haber yapılabilir.
lıyorum, başından vurulmuş bir
ra, insani zaaflara dayanarak ha- - Ama neticede bunun seyirciyi
adamın cesedi hala gözü­
bercilik yapılmasında araç ola- rencide etmeden yapılması gere­
kir. Çünkü oradaki çıplak
mün önünden gitmez. Gün­
Basın özgürlüğüne en büyük
görüntüler seyirciyi renci­
lerce uyuyamamışımda - .
engel
ıgel siyasiler değildir bence. Ş
Şu de eder ve onun içindeki
Ama şimdi benim çocukla­
rımdan herhangi bir tanesi günlerde
ilerde en büyük engel gazeteci
gazetecile­ değerler sistemini çürütür,
özgüvenini kaybetmesine
sokakta başından vurulmuş
rin bizzat kendileridir. Basın
yolaçar. Bunun bir şekilde
bir insan cesedi görse belki
özgürlüğünün
gürlüğünün önünü tıkayan yi
yine - yolunun bulunması, gere­
başını çevirip bakmayacak­
basındır.
ısındır. Demokrasi ve özgürlü
özgürlük kiyorsa kamuflajla veril­
tır. Dolayısıyla onların
içindeki insanî duyguları arayışlarının
lyışlarının önce basın içerisin
içerisinde mesi ;ve o suçu işleyen in­
sana da bir açık kapı bıra­
da öldürüyorlar.
olması
lası gerekir ki, daha sonra bunu
bu
kılması gerekir. Kişinin
Bu şiddetin önüne geçi­
topluma teşmil edebilelim,
edebilelim.
mesela soyadını verdiğiniz
lebilmesi için yaptırımlar
alesef medyanın kendi içinde bir zaman bütün ailesini teşhir
.mutlaka olmalı; ama her- Maalesef
mokrasi yok. Patronokrasi
demokrasi
Patronokrasi sc
söz etmiş oluyorsunuz ve o
şeyden önce bir meslek
haysiyetinin olması lazım. konusu.
tuşu. Patronun dediği olur an
anla­ günahı bütün ailesine pay­
• Meslek haysiyeti nedir? O yışıyla
sfiyla yazılar yazılıyor, haberh
haberler laştırıyorsunuz. Buna hak­
kınız olmamalı. Gizli ka­
mesleğin gerektirdiği ilke­
buna göre düzenleniyor.
mera, ancak toplumun
lere uyma durumudur.
menfaati çok icap ettiri­
. Bu mesleğin birtakım
yorsa
kullanılmalı ve yatak oda­
rak
kullanılmamalı.
Her
insanın
ilkeleri var. Bunlar tesjsit edil­
sına kesinlikle sokulmamalı.
miş. Bu ilkelerden herhangi biri-- -- birtakım zaafları olabilir.
Bu. tür yöntemlere başvurul­
• Bu konuyu programlanmızne ittiba edilmesi, herhangi biri­dan bir tanesinde işlemiştik. Ay­ ma olayının zaman içerisinde
nin uygulanması, ihya edilmesi,ı,
şe Önal'm psikiyatrlar tarafın­ azalıp azalmayacağı toplumsal
herhangi bir kanun çıkartmadanrı
tepkiye bağlı bir husustur. Hâlâ
dan
da doğrulanan şu sözü son
bu işin özdenetim yoluyla düzel­
Kemal
Sunal'm filmleri 18.572
derece enteresandır:
tilmesini sağlayacaktır.'
"Eğer .biz kendi özel hayatı­ defa oynatılıyor ve hâlâ "rating"
Ama maalesef basın olarakt
mızda bu tür zaaflarımızla ilgili alıyorsa, kabahat biraz da vatan­
bizim en büyük ilkemiz var: İl­
olayları da ekrana getirebiliyor- daşta demektir. Dolayısıyla ben­
kesizlik. Ve en büyük hedefimizz
.,
sak, başkalarını haber* yapma ce burada birinci derecede suçlu,
ise halkı bilgilendirmek değil,
bu "rating"leri arttıran unsurdur,
hakkımız doğar."
kesemizi doldurmak, gücümüzee
Ama eğer kendimiz her ku- yani "zapping" aletini elinde tu­
güç katmak. Bunun ötesinde»
suru işliyor da birbaşkası yaptığı tan vatandaştır.
herhangi bir idealist anlamdaa
kasım - ardhk 1996 33
deneme
•
»
•
-
iyiliğin ortaya çıkı
1
Haluk Burhan
Kötülüğü yalnız bırakmaya dair niyetimiz,
varlığımızın iptaline kapı açabilir. Varoluşumu­
zun mümkün'den çıkarılması ile şöyle bir vehim yaşama alanım saracaktır: 'hak hiçbir za­
man gelemeyecek, bâtıl zail olamayacak'. Bu
vehmin zayıf ihtimal olmadığım düşünüyorum..
Kötülüğü yalnız bırakmaya yönelmişken yalnız
kalmak, 'kötülüğü engelleyemeyen iyiliğe' dö­
nüşmek, giderek kötülük tarafından yok edil­
mek tehlikesi vardır.
Sıradan adam, kötülüğün karşısında varolu­
şunu yitirişini zorba iktidarlar karşısında pey­
gamberlerin katledilişinden daha değersiz bulur.
Sıradanhk yani peygamber olmama hali, pey­
gamberlerin mücadelelerinindeğerlendirilmesinde kendine iki gerekçe düzlemi kurar: a) biz
peygamber değiliz (Allah davranışlarımızı tas­
dik etmemiştir) b) peygamber gibi de davra­
nanlayız (gündelik hayatı ismet üzre kurama­
yız). Böylece değerler adına ölüm (katledilme)
Allah tarafından geleceğe taşınmadığı, unutula­
cağı, insanların içinde hiçbir etkisi bulunmadığı
vs. gibi sebeblerle değersizlesin Peygamberle­
rin ve salihlerin katli ise böyle değildir (çünkü
Allah bizzat Kitab'ında onları zikrederek ölüme
giden mücadelelerini "değerli" kılmıştır, denir).
Birey (sıradan adam) varoluşunun ortadan kal­
dırıldığı anı değerli kılmak adına bekler.
Sanıldığının aksine varoluşunun iptali varlı­
ğın da iptali anlamı taşımaz. Bilakis varoluş
ancak varlıkta var kılınabilir. Ölümümüzü ve
.
.
.
34 ümran
/•
yahut katledilmemizi değerli kılmak için bekle­
mek, kanımızı kötülüğe sıçratıp onda lekeler bırakmasına vesile kılmak... varoluşun metodu
değildir. Varoluş, varkıhmşımızın idraki ile tit­
remektir. Varedılişinin farkına, bilgisine vakıf
olan ve inanan birey, kendini varlık haline geti­
rirken bekleyemez, imanını donduramaz idi.
O halde kötülüğün karşısında yalnız kalaca­
ğını farkeden bireyin katledilme anını değerli
kılmak için beklemesi varoluşunu ertelemesi
mümkün.değil. Yahut, varkılmışının idrakine
vardığı düşünülen bireyin durgunluğu seçişi(duran şey kokuşur, bekleyen su çürür) gerçekte
varoluşun zuhuruna hazırlanılmadığı anlamın­
dadır.
Kötü kötülük eder ve iyi de iyiliği teşmil et­
mek ister. Kötü karşısında kimilerinin 'pisi pi­
sine gitti' kabilinden sözleri bu manada kötüye
hizmet eder. Çünkü iyi, .bu sözün muhatabı olmamakhk adına kendim dizginler ve hep daha
üstün bir eylem için saklar.
İyi, belli başlı bir kaç noktada değerlendirme
hatası yapmaktan kendini çoğu kere kurtara­
maz: a) Kötüyü tanımlayamaz, derecelendiremez, temel bir kötü fikrini olgunlaştıramaz. Tü­
revlerle ğraşır. b) Kötüyle uğraşamaz, zulme
uğrayışının karşısmda hayr ile mücehhez bir
amel geliştiremez; böylece kendi de 'kötü'lük
sahibi olur. c) Kötüyle uğraşısı lokal bir pozis­
yondur. Yani kötülükle uğraşısı kendi yaşama
alanı dışına çıksın içindir. Böylece kendi iyiliği
İyiliğin o r t a y a çıkışı
/
^
de lokal kalır.
.
lakçı yaklaşımlar içermemesidir.
Buria göre bireylerin varoluşlarını mümkün
Haddi aşmışlıkla ortaya çıkaracağımız cana­
kılmak için önce kötülüğü bütün çıplaklığı ile
varlar .yani kötülüğü için muharrik kılındığımız
tanımaları, ikincil düzeydeki çirkinlik ve hak­
insan, hayvan ve nebatat... ile uğraşımız bu var­
sızlıklardan bunları ayırdetme melekelerini ge­
lıkların yok edilmesine yönelen ıslah çalışması
liştirmeleri gerekiyor. Sonra ise bizzat kötülü­
ile aslına iade edilmeyecektir. Ne cezalar, ne
ğün kendisi ile çatışmayı temel alan bir mücatecrit etmeler... kötünün, tabiatının ifsad edihedeyi ortaya koymalıdır. Örneğin dağdaki kur­
lip(deformasyona uğrayıp) niteliğin değişmesi
dun köye inip insan ve hayvanlara saldırması
karşısında iyileştirici önlemler haline gelemeye­
değildir kötü olan. Bilakis avcıyı dağdaki kur­
cek.-Bunları asli haline yani tabiatına döndür­
dun aç kalmasına neden teşkil edecek kadar ey­
meye çalışan birey çaresizlik duvarına çarpa­
leminde azad kılmaktır. Çün­
cak. Çünkü kötü, bir bakıma
kü bu kez, canavarın başımı­ Kötü, bir bakıma bizim yan- bizim yansımamızdır. Kötüyü
za musallat kılınmasında hiç sımamızdır. Kötüyü denetim denetim altında tutmaya çalış­
dahli yokmuşçasına avcıya
altında tutmaya çalıştıkça, tıkça, yeni kötüler daha
'kurtarıcı' misyonu vermek­
komplike yaklaşımlarla zuhur
ten k"§hdimizi alamayacağız. yeni kötüler daha komplike etmekten kendini alamaz.
Avcının tabii dengeye yönelik yaklaşımlarla zuhur etmekten
Kötü biziz. Martılar de­
ihtirasını besledikçe kurt avcı­ kendini alamaz.İnsanlar; ya nizlerden değil de'şehir çöp­
yı, avcı da kurt tehdidini tah­ fahşa ve fücura kapıldıkları lüklerinden besleniyorlarsa
kim kılacak. Bu beladan (kö­
için kötülüğü inşa ederler ya müsebbib bulmak için zanlı­
tülükten), kurtuluşun yegane
ların gözlerinde araştıracağı­
çaresi, avcının ihtiyacının üs­ da iyiliği kendi yaşama alan­ mız suç izini hiç yakalayama­
tünde tabiattan hak alma iste­ ları dışına teşmil etmedikleri yacağız. Bütün caniler, sapık­
ğini kıracak şekilde davran­ için kötülüğün zuhuruna ze­ lar ve düşük varlıklar bizim
maktan başka değil. Bü da kö­ min hazırlarlar. Her iki du­ 'masumane' kazanımlarımızyün ferdlerinin birbirlerinden
rumda da "iyi", kendini "kö­ dan husule geldi. Bu, bizden
ekonomik bakımdan yabancı­
müstakil bir kötülük oluşu­
laşmalarını engellemek, tabi­ tü" karşısında aciz bıraktığı munun mevcudiyeti teorisini
yahut bir şekilde kötülükle kırar. __
atı sömürmemek, adaleti ko­
rumak gibi bir dizi tedbirin birlikte gelen dünyevileşmeye
İnsanlar; ya fahşa ve fü­
ortaya çıkması anlamına geli­ teslim ettiği, yani kötülüğün cura kapıldıklan için kötülü­
yor. Haddi aşarak sahip ol­
ğü inşa ederler ya da iyiliği
. gizli, dolaylı ortağı haline
duklarımız yüzünden yoksun
kendi
yaşama alanları dışına
geldiği için müsebbiptir.
kılınanlar (tıpkı kurtlar gibi)
teşmil etmedikleri (bir tür
canâvarlaşıyor, şahsiyetimiz ^ise başkalaşıyor:
olimpios tesis ettikleri) için kötülüğün zuhuruna
bizi ahlaksız kılıyor. Böylece kötülüğün bizim
zemin hazırlarlar. Kötülük bu ikisinin dışında
ellerimizden^ hem de 'masum' eylemlerimizden
bir yolu tutarak hakim kılınamaz. Her iki du­
çıkarak aleme musallat kılındığını ifade etmek
rumda da "iyi", kendini "kötü" karşısında aciz
zor değil. Her şeyi tabiatına döndürecek bir da-,
bıraktığı yahut bir şekilde kötülükle birlikte ge­
va ile belayı karşılayabiliriz.
len dünyevileşmeye teslim ettiği, yani kötülü­
ğün gizli, dolaylı ortağı haline geldiği için müKötüye verilecek en rasyonel cevap, günüsebbibtir.
"müz ahlakçılarının ve normative yaklaşım iddi­
alarının izlediği yoldan çıkmayacak. Bu konu­
Kötülüğün yalnız bırakılması, kötünün yaşa-.
daki söylemimizdeki kesinliğin nedeni kötüyle
ma düzleminden bir şekilde sürülmesi yahut ka­
mücadele etmiş resullerin yaklaşımlarının ahpatılması değildir. Üstelik tarihten beri gelen inkasım - aralık 1996,35
deneme
toplumların huzuruna çıkmalıdır. Bununla iyili­
san davranışlarına göz attığımızda kötü, tarihsel
ğin "toplum için/toplum adına" yapılmasını
olarak çoğu zaman galiptir. Bu, "iyi"niri kötü
kastetmiyoruz. İyiliğin muhatabı Allah'tır, kö­
karşısında başarısızlığının göstergesi olmasa bi­
tülüğün muhatabı toplum ve "ben"dir. Buna gö­
le; "iyi"nin kötüyle mücadeleyi bilmediği /ya­
re nefsini emredilmiş takvaya sevkeden birey
hut istemediği, kendini kötü kıldığı gerçeğinin
ve toplumlar için Rabb arzı tekeffül edecektir.
göstergesi olabilir. "İyilik" hakimse bu onun
Kitap'da. A-raf 96 ayeti bu tekeffülü bildirir:
iyiliği zorla dayatması için temel teşkil etmez.
"(O) ülkelerin halkı inanıp korunsalardı, elbet­
Kur'an toplumların dayatma ile saptırıldığını
te üzerlerine gökten ve yerden bolluklar açar­
(Fir'avn toplumunu saptırdı 20/79) beyan edi­
dık..." . Yahut: "Sabrettikleri ve ayetlerimize
yor. Buna göre dayatmanın bizatihi kötülük ol­
kesinlikle inandıkları zaman, onların içinden,
duğu ve sapma eğilimlerini beslediği düşünüle­
buyruğumuzla doğru yola ileten önderler yetiş-,
bilir. İyilik hakim kılındığında, bireyler iyiliği
tirmiştik" mealindeki Secde 24 ayeti bu tekef­
ye kötülüğü seçme imkanım, elde edebilmeliler
fülü
işaret eder.
ama neticelerini de yaşamalılar. Dinin ahkamı
suçlunun tamamen ihti­
Yeryüzünde hiç kötüyarına, bilgisine ve son Yeryüzünde hiç kötülük bulunmasa lük bulunmasa bile^mtiolarak da seçmesine bıra­
bile imtihan tükenmeyecekti. Birr - h a n tükenmeyecekti, Birr
kılmış idrakına bir helak
sahipleri sıkıştırılmadan
şeklinde gelmeli. Eğer sahipleri sıkıştırılmadan tanınamaz. tanınamaz. Yusuf'un ba­
iyilik böyle-bir ortam ku- Yusuf'un babası kör olmuştu, Eyüb bası kör olmuştu, Eyüb
ramamışsa hakim ve ikti­
hastalıklara duçar kalmıştı. Kötü- . hastalıklara duçar kalmış­
dar değildir ve ahkamı nün varoluşu imtihandır. Bir anlam­ tı. Kötünün varoluşu im­
uygulaması dayatma, zor­ da arzda adil, müreffeh, mutlu, abid tihandır. Bir anlamda arz­
balık nev'indendir. Hırsı­
bir toplum kurulmuş bulunsa bile da adil, müreffeh, mutlu,
za meydan vermeyecek
abid bir toplum kurulmuş
Rabb, ebrar kılınmış bireylerin ta­ bulunsa bile Rabb, ebrar
bir geçimlik dünyası ku­
rulmalı; hırsız, çalma ey­ nınması için imtihanı yine tahakkuk kılmmış bireylerin tanın­
lemini karşılayan ahkamı ettirecek, iyiler ile iyiliğe güç yetire- ması için imtihanı yine
bilmeli; çalmak hırsız
meyenler yeniden ortaya çıkacaktı. tahakkuk ettirecek, iyiler
için bu ahkamı seçmek
ile iyiliğe güç yetiremeolmalı.
.
yenler yeniden ortaya çı­
kacaktı. İyi; kötüden intikam almak; fakirliği
İyi müstazaf kılınmışsa, saldırganlıkla kötü­
iptal etmek, hastalığı ve musibetleri tamamen
yü kıramaz. Allah iyiyi ancak iyi olduğu için
yok etmek niyetiyle bir dava haline gelemez.
varis kılar. Bu nedenle iyinin hakimiyeti için
İyi, kendi basma doğruluk ve ahlak halinde zu­
güce ihtiyacı yoktur. Çünkü iyi bizatihi güç(izhur etmelidir: -.
..
• zet)tür. Böylece Allah, birey ve toplumları ne­
"... Asıl iyilik, odur ki, Allah'a, ahir et günü­
fislerini iyiye tahvil edinceye değin sınar. Nite­
ne, meleklere, Kitaba ve peygamberlere inandı;
kim Yusuf (as) kıssası bu çerçevede anlaşılma­
Allah rızası için yakınlara, yetimlere, yoksullara,
lıdır. Keza Allah İbrahim'in (as) halini de şöyle
yolda kalmışlara, dilencilere ve boyunduruk al­
arzeder: "Rabb'i, bir zaman İbrahim'i birtakım
tında bulunanlara mal verdi; namazı kıldı, zekatı
kelimelerle sınamış, o da onları tamamlayınca:
verdi. Andlaşma yaptıkları zaman andlaşmaları"Ben seni insanlara önder yapacağım", demişti.
nı yerine getirenler; sıkıntı, hastalık ve savaş za­
"Soyumdan da" dedi. (Rabb):"Zalimlere ah­
manlarında sabredenler, işte doğru olanlar on­
dim ermez." buyurdu"(2/124). Birr(İyilik) için­
lardır, korunanlar da onlardır." (2 Bakara 177).
de hiçbir şekilde zulm tasarrufu beslemeden
36
ümran
inceleme
Garaudy ve
Siyonist efsane(ler)in sonu
Ubeydullah Baykara
••'Durum gerçekten böyleyse, nasıl
Düşünce Özgürlüğünün Sı­
olur dd bu adam Amerikan dış
nırları
politikası hakkında bu kadar kor­
Düşünce ve eylemin, fakat bil­
hassa düşüncenin neredeyse sınır- V kunç şeyler yazabilir?' Bu ikinci
sız bir özgürlüğe sahip olduğu ya-, cümleyi hiç yazmazlar. Ama as­
lında bu ikinci cümle olmasaydı,
nılsaması/efsahesidir modern za­
ben acaba yanlış birşey mi yapı­
manlarda Batı'yi ve münhasıran
yorum
diye kuşkuya kapılırdım."
ABD'yi dünyanın geri kalan kıs­
(Aktaran
Ragıp Duran, Apoletli
mındaki "aydın" ve entellektüelMedya,
s.73)
ler için cazip kılan şey. Oysa
Garaudy ise bu "rafine totaliChomsky, A B D ' n i n Üçüncü
terizm"in en sön kurbanlarından
Dünya üzerinde tatbik ettiği şid­
biri olmuştur. Gerek Marksist, ge­
det politikalarını ve "demokratik
rekse müslüman olduğu dönemde
illüzyonu" son derece yetkin bir
makalelerini başlıca büyük gazete
vukufla
ifşa
eden
Noam
ve dergilerde yayınlatabilen, fi­
Çhomsky, bu cazibenin altında ne
kirleriyle sık sık gündeme gelebi­
büyük bir aldatmacanın, ne kadar
len bir kimse iken, önce/80'lerin
kurnazca bir tuzağın yattığını
başlarında "Siyasi Siyonizm"e
kendi tecrübesiyle göstermiş bir
ilişkin çalışmasıyla bu konumunu
entellektüeldir. New York Tiyitirmiş, ardından İsrail, Mitler ve
mes'în kendisi hakkında sarfettiği
Terör başlığıyla Türkçeye çevri­
"Noam Chomsky, düşüncelerinin
len incelemesiyle, "kitabını ya­
gücü, yaygınlığı, ilginçliği ve et­
yınlatacak yayınevi bulamayan
kisiyle belki de yaşayan en önemli
bir düşünür" haline gelmiştir.
entellektüeldir" biçimindeki övgü
Çrîhkü Chomsky gibi Garaudy
dolu olduğu sanılan ifadeyle ilgili
de Batı'da varsayılan düşünce
bakınız neler söylüyor:
hürriyetinin görünmez duvarları­
"Evet, gazetede yayınlanan bu
nın arkasında dokunulmazlık sa­
cümle bir kitabımın arka kapa­
hibi belli konulardan birisini; yani
ğında yer aldı. Ama bakın her za­
siyasi Siyonizm'i tartışmaya kal­
man ihtiyatlı olmak gerek! Çünkü
kışmıştır. Çünkü siyasi Siyonizm
New York Times gazetesinden alı­
böyle bir dokunulmazlığa sahip
nan bu cümlenin devamı şöyle:
konuların başında gelmektedir.
Garaudy bunun ne kadar böyle
olduğunu şöyle ifade etmekteâir:"Bugün
Fransa'da
Katolik
inancı eleştirilebilir. Marksizm ko­
nuşulabilir. Allahsızlık tartışılabU
lir. Milliyetçilik ele alınabilir. Sov-.
yetler Birliği'nin rejimi yerden ye­
re vurulabilir. Birleşik Amerika ve
Güney Afrika'nın yönetim biçimle­
ri suçlanabilir. Yahut anarşi veya
monarşi taraflısı görünülebilir.
Bütün bunları yaparken insan,
normal bir tartışma veya çekişme' nih ötesinde hiçbir rizikoya kat­
lanmak zorunda değildir. Ancak'
Siyonizm konusu ortaya çıktığında
dünya bir anda değişmektedir. Bu
çizgiden sonra düşünen insan,
edebiyatı geride bırakır ve 'suçceza' alanına girer." (Siyonizm
Dosyası, Çev: Nezih Uzel, Pınar
Yay. 1983, s. 15)
Çünkü hakkaniyet ölçülerine
uyanın değil, güçlü planın haklı
olduğu bir dünyada Siyonist Ya­
hudi lobisi muazzam bir güce sa-.
hipse, devletleşmeden önce Siyo­
nist çetelerin, daha sonra da İsrail
devletinin işlediği zulümler hak­
sızlık olarak görülmeyecektir.
Böyle görülmemesi için bütün
imkanlar seferber edilecektir.
kasım - aralık.1996
37
inceleme
. Medya kuruluşları sürekli bir bas­
yonizm Yahudiliğin kurtarıcı
Halbuki Filistin'e geri dönüşü
kı ye denetim altında tutulacak -ki
Mehdi beklentisini ifade eder.
binlerce yıldır gönüllerinde bir
ideal olarak yaşatan yahudiliğin
çoğu zaten kendi ellerinde olduğu
Kutsal topraklara doğru bir hac
ruhani liderleri bu ideallerine pek
için buna bile gerek yoktur- haber
geleneğinin doğmasına sebep
taraftar bulamamışlardı yirminci
bültenlerinde Filistin halkının
olan bu Siyonizm çok sınırlı bir
çektiği acı ve ızdırap, maruz kal­ • insan grubunun çevresinde varlı­ yüzyıla gelinceye dek. Şimdi ise
dığı işkence örtbas edilecek, ede­
ğını devam ettirmiş ve hiçbir dö­ bu "geri dönüş" hasreti efsanesi
bi eserler kaleme alınacak, ro­
nemde müslümanların muhalefe­ Siyonizm'in sömürgeci politika­
larını maskelemeye yaramaktadır.
manlar yazılacak, filmler çevrile­
tiyle karşılaşmamıştır.
cek ve İsrail askerleri Filistinli
Siyasi Siyonizm ise Theodore
gençlerin kollarını taşlarla kırar­
Herzl ile doğmuştur. "Herzl onu
Kitab-ı Mukaddes: Terör ve İş­
ken, üstelik bu hadiseler televiz­
1894'te kaleme aldığı 'Judensta- gal Kılavuzu
yon ekranlarından tüm dünyanın
at' yani Yahudi Devleti adlı kiSiyonistlerin Filistinli müslütanıklığına sunulurken," in­
manlara reva gördükleri her
sanların yine de yahudiletürlü cinayet ve katliama
Ben Gurion'un daha 1937'de
rin Hitler döneminde ne
meşrulaştırmak için başvur­
İsrail'in sınırlarını Eski Ahid'e ba­ dukları
büyük bir zulme maruz
çarelerin başında
kaldıklarını, İsrail'de yaşa­ karak çizdiği bilinmektedir. Bu yak­ Kitabı Mukaddes'e müraca­
yan Yahudilerin ne kadar
laşım içerisinde "kanlı katliamlar, at gelir. "Kitabı Mukaddes
da "uygar" ve "çağdaş"(?) kutsal kitabın satırları arasında te­ daima bir saldırıyı önceden
-Arapların ise "terörist",
meşrulaştırmada kullanıl­
"vahşi" ve "ilkel"(!) olduk­ mize çıkacak malzeme bulabilmek­ makta yahut bir işgali doğ­
tedir. Kitaptaki emirler "gayet
larını düşünmeleri sağlana­
rulamaya yaramaktadır."
caktır. Bunu sağlamak için­ açıktır"(!), hiç şüpheye meydan ver­
Hatta Ben Gurion'un
se bir dizi efsane devreye
daha
1937'de İsrail'in sınır­
meyecek şekilde(!) katliamı emret­
sokulacaktır.
larını Eski Ahid'e bakarak
mektedir; gerek emre muhatap
çizdiği bilinmektedir. Bu
olanların
gerekse
katledilmesi
emre­
yaklaşım
içerisinde "kanlı
Siyonizm: Milliyetçi ve
katliamlar,
kutsal kitabın
Sömürgeci Bir Doktrin
dilenlerin bugünkü İsrail ve Filistin
satırları
arasında
temize çı­
Siyonistlerin bizzat
halkarıyla bir ilgisi bulunmasa ve kacak malzeme bulabilmek­
kendi tanımlamalarına göre
hatta Kitabı Mukaddes'teki "ma­ tedir. Kutsal kitapta yer ajan
Siyonizm
"Theodore
sallar" arkeolojik kazılarla yalan­ İsrail devleti adına hareket
Herzl tarafından kurulmuş
eden bugünkü İsrail devleti
olan siyasi hareketin adı­
lanmış olsa da bu böyledir
Ken'an ilinde oturanları yok
dır", yani siyasi bir dokt­
tapçıkta sistemleştirir ve 1897'de eden eski devletin hareketlerini
rindir. Birbaşka tanımda onun
tekrarlamaktadır." Kitaptaki emir­
Bazel'de tertiplenen İlk Dünya
"19. yüzyıl Avrupa milliyetçili­
Siyonist Köngresi'nde uygulama ler "gayet açıktır"(!), hiç şüpheye
ğinden doğmuş milliyetçi bir
meydan vermeyecek şekilde(!)
alanına geçirir. Yahudi devletinin
doktrin" olduğu belirtilir. Üçüncü
katliamı emretmektedir; gerek
vatanı olarak ise, her ne kadar
bir tanımlama ise Siyonizm'in sö­
emre muhatap olanların gerekse
dünyanın ücra köslerinden** kimi
mürgeci bir doktrin oluşuna vur­
katledilmesi'emredilenlerin
bu­
ülkeler
gündeme
gelmişse
de,
Fi­
gu yapar. Nitekim Herzl bu konu­
günkü
İsrail
ve
Filistin
halkarıyla
listin
toprakları
tercih
edilecektir.
daki gayesini gizlemekten kaçın­
Herzl bu toprakların kutsallığına bir ilgisi bulunmasa ve hatta Kita­
mamıştır. (İsrail Mitler ve Terör,
inandığı için değil, Fakat "Si- bı Mukaddes'teki "masallar" ar­
Çev. Cemal Aydın, Pınar Yay.
yon'un
dostları"nın beğenisini ka­ keolojik kazılarla yalanlanmış ol­
1996,s.l8-19)
zanabilmek ve dini geleneğin des­ sa da bu böyledir:
Siyasi Siyonizm'i dini Siyo­
teğini elde etmek için bu tercihi
"Burada oturan halkların şe­
nizm ile karıştırmamak gerektir,
yapacaktır.
hirlerini Allah'ın sana miras olamistiklerin savunageldiği dini.Si38
ümran
Siyonist efsaneler
1
'^^V^^^^^-^V^K ^
rak verdi... buralarda hiçbir canlı zılderililerden arındı­
bırkmayacaksın. Hititleri, Amarit- ran "koyu dindar söleri, Kenanlıları, Perizitleri, Himürgeciler"in gerçekvitleri ve Jebuzitleri hareketsiz bı­ ' leştirdikleri katliamları
rakacaksın... Allah'ın sana bunu
meşrulaştırmalarını
emrediyor::. Şimdi git Amelek'i
sağlamış, bu insanlar
vur... Herşeylerini ellerinden al.
Kızılderilileri katleder­
Geriye hiçbirşey bırakma... Her
ken Yeşu'yu ve onun
yere ölüm saç... Erkekleri ve ka­
Amorileri ve Filistinli­
dınları, çocukları ve süt çocukla­ leri "kutsal yokedişi"ni
rını, öküzleri ve koyunları, deve­ _yadetmişlerdir.(age,
leri ve eşekleri öldür." (Samuel'in s.63)
1. Kitbı XV, 3) (Siyonizm Dosya­
Halbuki Kitab-ı
sı, s.31-33)
Mukaddes'te anlatılan­
ları başka herhangi bir
Veya Kitabı Mukaddes'in Yekaynakla teyidetmek
şu kitabına bakılır ve buradan
mümkün olmamıştır
"vaad" kavramı ve bu vaadin ger­
bugüne kadar. Hatta
çeklemesi için ne tür usullere baş­
bilakis arkeolojik kazı­
vurulacağına ilişkin stratejik ders­
lar bu rivayetleri ya­
ler çıkarılır. "Buna göre Tanrı,
lanlamaktadır. Mesela
Yuşa Peygamber'e diğer halkları
yok etme emri vermiş, Yuşa da i bu kazılara göre
M.Ö.13.yy yüzyıl so­
bu emri yine Tann'nın yardımı ile
nunda Yahudilerin Eriyerine getirmiştir. Aynı- şekilde
ha'yı
ele geçirmeleri diye bir ha­
'seçilmiş halk' ve Nil'den Fırat'a
dise söz konusu olmamıştır, çün­
uzanan 'Büyük İsrail' gibi kav­
kü bu dönemde Eriha diyç bir
ramlar da Yuşa'nın kitabına da­
yerleşim merkezi mevcut değil­
yandırılmaktadır." (age, s.93)
dir! Ve daha bunun gibi pekçok
Siyonist ideolojinin Kitab-ı
rivayetin sahteliği bu şekilde orta­
Mukaddes'ten dayanak aradığı
ya çıkarılmıştır, (a.g.e., s.55-56)
birbaşka kısım da Tekvin 15/18Fakat ne yazık ki bu uydurma
21 bölümleridir. Burada şöyle
rivayetler İsrailli çocuklara okul­
yazmaktadır:
larda ders konusu olarak öğretil­
"O günde Rab Abram'la (İb­
mekte ve gözünü kırpmadan in­
rahim'le) ahdedip dedi: Mısır. ır­
san katleden, kadın çocuk deme­
mağından^ büyük ırmağa, Fırat ır­
den
tüm Filistin halkına akla gel­
mağına kadar, bu diyarı senin
medik
işkenceleri reva görmekten
zürriyetine verdim." Siyonist ka­
çekinmeyen
kimseler olarak ye­
tiller için artık bu ahdin muhteva­
tişmeleri
sağlanmaktadır.
Telsı ve söz konusu vaadin muhata­
Aviv
Üniversitesi
psikoloji
uzma­
bının kimler olduğu önemli değil­
dir, hiç araştırıp inceleme, tartış-" nı G.Tamerin'in uyguladığı bir
testte 4. ve 8. sınıf öğrencilerine
maya gerek yoktur. Gayet pişkin
"farzedelim ki İsrail ordusu savaş
bir şekilde dünyaya Filistin'in
sırasında bir arap köyünü ele ge­
kendilerine Tann'nın bağışladığı
çirmiş olsun, acaba ordu Yebir diyar olduğunu ilan edebilirşu'nun Erihahlara yaptığını halka
ler.(Mitler ve Terör, s.171) Nite­
yapmalı mıdır, yapmamalı mı­
kim Kitab-ı Mukaddes'i aynı za­
dır?" sorusunu yöneltmiş ve 1000
hiri okuyuş, Amerika kıtasını Kı­
ww.*gyffy°»w
,
(
wj? gyg'?:wwy»: wwf.
ı;&'-my
jj
Roger Garaudy
İSRAİL
MİTLER ve TERÖR
.V»*j*n"^)'«»*j* J W-*wto-jw»»a*(; <o Vv«wt<fcj>aw«ıWo»>w»w»wfc**fc*wt A*s*.*ı*i*3™Ae»&^'Av
öğrenci içinden evet cevabını ve­
renlerin sayısı bölgelere göre
%65 ile %95 arasında değişmiştir.
(Siyonizm" Dosyası, s.100)
Siyonistlerin Nazilerle İşbirliği
Arayışları.
x
Kitabı Mukaddes'e müraca­
atın yamsıra, Siyasi Siyonizm'in
tedhiş ve terör politikalarını meş­
rulaştırmada kullandığı birbaşka
efsane ise Hitler ve Nazilerin gi­
riştiği Yahudi soykırımı efsanesidir ki, bu efsaneyi oluşturan ya­
lanlar dizisini irdelemeye geçme­
den önce Siyonist liderlerin "kü­
çük bir sırn"nı zikretmek yerinde
olacaktır:
•
. Garaudy'nin son derece tat­
min edici bir tarzda delillendirerek ifşa ettiği gibi, Siyonist lider­
ler 2.Dünya Savaşı'nın hemen
arefesinde ve Savaş'm en şiddetli
günlerinde Nazilerle işbirliği yol­
larını araştırmışlar, bu uğurda
kasım - aralık 1996 39
inceleme
kendi halklarına dahi ihanet et­
mektedir..: Siyonizm'in gerçek­ diler açısından en haincesi- ise Si­
mekten kaçınmamışlardır ve ga­
leştirilmesi sadece dışarıdaki Ya­ yonist hedeflerin Alman hüküme­
yeye giden her yol meşrudur gay­
hudilerin Almanya'nın bugünkü
tince tanınması şartıyla Almanla­
ri ahlaki prensibinin tarihteki en
yönetimine karşı hınçları yüzün­ rın safında savaşa katılmayı kabul
çarpıcı örneklerinden birini ver­
den engellenmektedir. Halihazır­ etmek şeklinde olmuştur.
mişlerdir.
da Almanya'ya karşı yürütülmek­
• Siyonistlerin Nazilere yaptığı
Siyonistlerle Nazileri birleşti­
te olan boykot propagandası, özü bu tür teklifler' muhataplarınca
ren ortak temel ırkçılıktır. Bütün
itibariyle Siyonist değildir..."'
ciddiye alınmamış ve müzakere­
ırkçı düşüncelerde olduğu gibi, bu
Memorandum'da ifade edildi­ ler 1941 Aralık ayında son bul­
ikisi için de temel hedef "saf kanı
ğine göre eğer Almanlar bu işbir­ muştur. (a.g.e., 77-81) •
konımak"tır. "Bu yüzden Alman­
liği teklifini kabul edecek olursa
ya'dan, sonra da ele geçirdikleri
bundan hayli karlı da çıkacaklar­
, 3 Milyon Yahudinin 6 Mil­
diğer Avrupa ülkelerinden bütün
dır. Zira Siyonistler bu durumda yonu Nasıl Katledildi?
Yahudiler'i kovup atmak gibi ca­
"yabancı ülkelerdeki Yahudileri
Siyonist efsanelerin en yaygın
navarca gayelerini kamçılayan
Alman aleyhtarı boykottan uzak ve fonksiyonel olanı, propaganda­
sistemli Yahudi düşmanlıklarına
tutmaya çalışacakları" taahhüdün- ya en çok malzeme teşkil etmiş
rağmen, Naziler, Siyonistleri
ve yazılı/sözlü/görüntülü her
değerli muhataplar olarak gö­
türlü iletişim vasıtasıyla en
50 milyon insanın öldüğü
rüyorlardı; çünkü Siyonistler
fazla işlenmiş olanı kuşkusuz
onların bu gayesine hizmet 2. Dünya Savaşı'nm tek mazlum Nazilerin.eliyle Yahudi soy­
halkının Yahudilermiş gibi gös­ kırımı iddiasıdır. "Oscar"
ediyordu."
Almanya Siyonist Fede­ terilmesi, herhalde, Amerika kı­ ödülü alan filmlerde, edebi
TV dizilerinde
rasyonu, Nazi Partisi'ne 21
tasını Kızılderililerden temizle­ ürünlerde,
dünya hep Holokost'u, yani
Haziran 1933'te gönderdiği
memorandumda açıkça işbirli­ yip Afrika'nın zenci insanlarını milyonlarca Yahudinin Nazi­
ği teklifinde bulunur:
köleleştirerek yüz milyonlarca ler tarafından kurban edilişi­
"Irk ilkesini temel almış
insanın canına kasteden Batılı ni, dünyanın bu en büyük(!)
zulmünü seyreder ve okur ve
olan yeni devletin kuruluşun­
sömürgecilerin
ve
mesela
eli
tam da Filistin'de sergilediği
da, bizler cemaatimizi bu yeni
kanlı
bir
diktatör
olan
Stalin'in
vahşet ve terörden dolayı İs­
yapılara uydurmayı temenni
ediyoruz.. Bizim Yahudi milli­ oldukça işine gelmiş olmalıdır. rail devletine ve Siyonizm'e
lanetler yağdıracakken, far­
yetini kabulümüz bize Alman
halkıyla ve onun milli ve ırkî ger­ de bulunmaktadırlar. (İsrail Mit­ kında olmadan dikkatleri başka
yöne çekilir ve neredeyse mazlu­
çekleriyle açık ve samimi ilişkiler ler ve Terör, s.71)
kurma imkanı vermektedir. Bu
Siyonist liderliğin bu işbirliği ma değil de zalime acır bir halde
tavrımız şüphe götürmez, çünkü
teklifleri 2. Dünya Savaşı boyun­ bulur kendisini. Artık Siyonist ef­
sane üretim odaklan görevlerini
bizler bu temel ilkeleri küçük gör­
ca da devam eder. Eğer Naziler
müyoruz, çünkü bizler de Yahudi
İsrail devletinin kurulmasına kat­ başarıyla yerine getirmiş demek­
topluluğunun sağlığının korunma­
kıda bulunurlarsa ve meselalkapi- tir.
Halbuki ne Hitler'in Yahudile­
sı için karma evliliklere karşıyız...
talist, teknisyen, asker vb. 1684
ri
imha
talimatının ve Kasım
Bizler cemaatlerinin bilincinde
Yahudinin Filistin'e gitmesine
1944'te bunun durdurulması em­
olan Yahudiler ile Alman devleti 'izin verirlerse, Macar Yahudile­
arasında dürüst ilişkiler kurulma­
rinin Austvvitz toplama kampına rinin herhangi bir yerde izine rast­
sının mümkün olduğuna inanıyo­
götürülüşü esnasında problem çı­ lanmış, ne de gaz odalarının varlı­
ruz.
karılmamasına' çalışıcaklarını, on­ ğı ispatlanabilmiştir. Nazilerin çe­
ları kandırıp yatıştırmaya gayret şitli yazışma ve notlarında geçen
Bu pratik hedeflere erişebil­
mek için Siyonizm, Yahudilere te­ edeceklerini taahhüt ederler. İş­ "nihai çözüm" hiçbir zaman katli­
melden düşman bir hükümetle da­ birliği tekliflerinin en ilginci -ve am anlamına gelmemiş, belki Ya­
Nazi zulmüne maruz kalan Yahu­ hudilerin Avrupa'dan çıkarılmahi işbirliği edebileceğini ümit et­
40
unvan
Siyohist efsaneler
lannı ifade etmiş, toplama kamp­
da "tarafsız olması mümkün olmalarında ise Yahudiler katledilmek­ . yan Nürnberg'te. de akıllara dur­
ten ziyade işçi olarak -ve kuşku­
gunluk veren hukuki skandallar
suz acımasız şartlar altında- çalış-, yaşanmıştır. Almanya'yı Savaş'a
tırılmışlardır. Mesela 1942'den
sürükleyen, teşvik eden ve savaş
1944'e kadar Auschwitz'in 39' esnasında masum sivilleri hatta
uydu kampından 31'i mahpuslar­
askeri bir gerekliliğin söz konusu
dan işçi olarak yararlanıyor ve
olmadığı, savaşan tarafın teslim
bunlardan 19' u da ezici çoğunluolduğu bir zamanda bile -mesela .
. ğu Yahudi olan kişileri kullanı­ Sovyet ordusunun Dresden'de
yordu." Hatta Yahudi olsun olma­
200 bin sivili hava bombardıma­
sın işinde sivrilen tüm tutuklulara
nıyla, Amerikalıların Hiroşima ve
prim verilmesi dahi gündeme gel­
Nagazaki'de 300 bin sivili,atom
miştir.
bombalarıyla katletmeleri gibiNaziler tarafından 6 milyon ' katleden kimseler yargılanmamıştır Nürnberg'te.
' •
Yahudinin katledildiği yalanı sa­
' Fakat daha da vaTıim olanı,
vaş sonrasında düzmece mahke­
burada herhangi bir delile /ispata
melerde ortaya çıkacaktır. Mesela
lüzum
görülmeyişidir. Zira
Frankfurt'ta 20 Aralık 1963'ten
"mahkeme kamuoyunca bilinen
20 Ağustos 1965'e kadar süren
olaylar için deliller getirilmesini
Auschwitz davasında ağır ceza
istemeyecek... Müttefik hükümet­
mahkemesi Yahudi katliamının
lerin belge ve raporlarını da sahih
sanıkları aleyhine "gülünç veri­
deliller olarak ele alacaktır^"
ler bulunduğunu", "alelade bir
(Mitler ve Terör, s.93-103) - '
cinayet davasında.dahi sahip
Sonuçta yukarıda da değindi­
olunan bütün soruşturma araç­
ğimiz gibi ne gaz odalarının mev­
larından hemen hemen yoksun"
cudiyeti ne de Hitler'in soykırım
olduğunu kabul etmek zorunda
talimatı ispatlanmış olmasa da "6
kalmıştır. Savaş suçlarının yargı­
milyon Yahudinin katledildiği"
landığı Dachau'ya ABD'nin gön­
yalanı mahkeme kararıyla sabit
derdiği hâkimlerden biri olan
Stephen S.Piriter'a göre ise Dac- . bir gerçeklikmiş gibi tüm dünya­
ya yutturulmuştur.
• " .
haû'dajgaz odası diye tanıtılan
yer "bir ölü yakma fırınından
Fakat,ne ilginçtir ki Almanya •
başka birşey değildir. Almanboyundufuğundaki Avrupa'da 3
ya'daki diğer toplama kampların- ' milyon 117 bin Yahudi bulun­
da da hiçbir gaz odası yoktu."
maktaydı ve bu kadar Yahudinin
(Mitler ve Terör s. 126-128)
6 milyonunun imha edilmesi
mümkün gözükmemekteydi!
Efsanenin oluşumunda büyük
Daha da ilginci katliama sahne
rolü olan ünlü Nürnberg mahke­
olduğu iddia edilen mahallerde
mesi ise -ki kararlan yasayla ko­
ölen kimselerin sayısını gösteren
ruma altına alınmış, kutsanmış,
aksini iddia edenler' Garaüdy gibi " tabelalardaki rakamlar zamanla
değişecek ve azalıverecekti! Bu
u cezalandırılmayla karşı karşıya
cümleden mesela Birkanaukalmıştır- başlı başına' büyük sah­
tekarlık ve'aldatmaca-örneğidir. Auschwitz'deki levhanın değiştiri­
Galip devletlerin oluşturduğu ve • lip burada ölen Yahudi sayısının 4
milyon değil 1 milyon olduğunun
onların "savaş çabalarının, bir de­
belirtilmesi, Dachau "gaz odavamını temsil eden," dolayısıyla
sı"nın levhasının değiştirilip bu­
nun hiçbir zaman faaliyete geçme­
diğinin açıklanması ve Paris'teki
"Velodrome d'Hiver" levhasın­
daki, buraya yerleştirilen Yahudi­
lerin-sayısının ilk levhada yazıldı­
ğı gibi 30 bin değil, 8.160 olduğu­
nun belirtilmesi başlıca ilginç ör- .
neklendir ve bu rakamların da za­
manla değişmeyeceğinin garantisi
yoktur!(Mitler ve Terör, s.161)
50 milyon insanın öldüğü 2.
Dünya Savaşı'nın tek mazlum
kesiminin Yahûdilermiş gibi gös-.
terilmesi, herhalde, Amerika kıta­
sını Kızılderililerden temizleyip
Afrika'nın zenci insanlarını köleleştirerek yüz milyonlarca insa­
nın canına kasteden Batılı sömür­
gecilerin ve mesela eli kanlı bir
diktatör olan Stalin'in oldukça
işine gelmiş olmalıdır. Çünkü zi­
hinlerde kendi cinayetleri yerine
bir. tek kişinin -Hitler'in- ve sanki bir tek topluluğa -Yahudilere-'re­
va gördüğü zulüm yer etmiştir.
Fakat artık bundan böyle Si-'
yonist efsane ve yalanlar ne Batılı
sömürgeci efendilerin zulmünü ne
de kendi cinayetlerini perdeleme­
ye yetmeyeceği gibi, dış borcu 20
milyar doları bulan ve ABD yar­
dımı olmaksızın ayakta kalma im- .. kanı bulunmayan bir terörist İsrail
devletinin bekasını da sağlayama­
yacaktır. 1993 yılından bu yana
Filistin ve Ortadoğu'da estirilmek
istenen suni barış rüzgarlarının
dinmeye yüz tuttuğu şu günlerde
Garaudy'nin son çalışması adeta
dünyayı sarıp sarmalayan bu Si­
yonist efsaneler perdesinin ara­
lanmasında atılmış önemli bir
adımdır. Dünya müslümânları ve
insaf sahibi her insan yeryüzünde
böyle yürekli bilge ve düşünürle­
re sahip olduğu için Allah'a hamdetmeli ve bundan mutluluk duy­
malıdır. • "
kasım - aralık 1996 41
deneme
.Hayat memat
M. Said Çekmegil
Hayat ebedi hayatı muştuluyorsa, ne güzel.
nin mutlu alemine, münkirin acı sonuna açılan ilk
Hayat da memat da insanoğlunun keyfine bı­
ve son kapıdır. Onu boş işlerle, behaimi arzularla
rakılmamıştır. Hayata başlamak da, hayatı sona
heder etmek selim akla yakışmaz.
'
erdirmek de insanın keyfiyetinde olmamıştır. Bu,
Allah'tan mutluluğa doğru yol alan bir ömür
gerçeği idrak edenler, hayatı da mematı da fıkheisteyelim. Ama yarın ne olabileceğimizi; nerede
dip anlayabilirler.
öleceğimizi bilmediğimiz için, her imkan ve her
İnsanoğluna ancak hayatın izzetlisini veya zilfırsatta âbitliğimize deva edelim; ebedi istikbali­
letlisini seçme yetkisi verilmiştir. İzzetlisi övül­
mizi kazandıracak olan emr-i bilmaruf ve nehyi
müş, zilletlisi yerilmiştir.
anilmünker ibadetini ihmal etme­
Dünyanın neticesinden
İnsan anasını, babasını, doğa-,
yelim; kötü bir akıbete düşmek­
cağı zaman ve mekanı, taşıyaca­ firar edemezsin; istesen de ten korunmanın (muttaki olma­
ğı kanı, gömüleceği anı kendisi
istemesen de firari olamaz­ nın) yollarını arayalım.
seçmez; yarın ne olacağını bile­
Nankörler de yaşıyor. Kurtlar
sın. İnsan Fatır değil ki
mez, ama kesintisiz saadete gi­
kuşlar da yaşıyor. Dikenler çi­
ölmesin. Her nefis ölümü çekler de hayat sürüyor. Kurtlar,
den yola talip olma hakkı bizzat
nefsine bırakılmıştır. İsteyen mü­ tadacak, işlerinin ecrini gö­ dikenler; özellikle nankörler gibi
teşekkir kalsın, isteyen nankör­
recek. Ey şakir! ölümden olmaktan kaçınalım. Fasıklardan
lük etsin (76/3).
olmayı hiç sevmeyelim. Kadir-i
korkma.
Sen
ölümün
öldü­
mutlak tarafından bahşedilen güç
Şakirler hayatın mutluluğu­
nun devamlılığına talip olanlar­ rüleceği bir aleme gidecek­ ve imkanlarımızla âbitler olalım
dır. Nankörler mutsuzluğa müs- sin. Ölmekten, ölmemekten ki melekler bizlere gıpta etsinler.
Ot gibi bitip yitmek, kuş gibi,
tehak olmuş şakilerdir. Dünyayı
şakirler değil de şakiler
balık gibi yem olup gitmek, it gi­
cennete çevirmek ütopyası insa­
korksun.
bi bir kemik ardında sürünüp
na yakışmaz; ama cenneti dünya­
durmak insanımıza yakışmıyor.
da iken kazanmayı istemek beşeri güzelleştirir.
Sen ve tüm insanoğlu, çocuk değilsek, bunaDünyanın neticesinden firar edemezsin; iste­
mamışsak; maymunlaşmamışsak, nebatlaşmamışsen de istemesen de firari olamazsın. Ben istedisak; melek olmadığımızı da idrak etmişsek; sevap
' ğim yere giderim desen de gidemezsin. İnsan Fa• ve zenbimizle beraber insan olduğumuzu unutma­
tır değil ki ölmesin (55/26-27). Her nefis ölümü
yıp, cinden ve insandan oluşan şeytanın şerrin­
tadacak, işlerinin ecrini görecek(3/185). Ey şakir!
den, nassın Rabbine, nassın Malikine, nassın İlaölümden korkma. Sen ölümün öldürüleceği bir
hına"sığınalım. Allah yardımcımız olsun, ki dava­
aleme gideceksin. Ölmekten; ölmemekten şakiler
mızın doğruluğundan endişeye düşmeyelim. .
korksun(l). Ölmekten, ölmemekten şakirler değil
de .şakiler korksun. Rabbimiz Allah'tır diyerek
hak yolda dosdoğru gitmek için çırpınanlara kor­
Dipnotlar
(1) Bkz: İnsanın Yolu İslâm, Çekmegil, 4. bölüm,
kulacak birşey yoktur; mahzun da olacak değil­
sh.245 .
'.'.-..
dir^).
(2) Bkz: Ayetler Işığında Reçeteler, Çekmegil, s.l 10
Dünyamız ebediyete açılan bir kapıdır. Mümi42 ümran
',
•
'
inceleme
RE'yi bekleyen tehlikeler -III:
Dünyevileşme
s
-r
Prof.İ)r. Burhanettin Can
Bu dönem Uhut'umuz olmasın
Dünyevileşme hastalığının, .
makam tutkusu ve mal tutkusu olmak üzere iki temel unsuru vardır.
Makam tutkusunu ve neden olabi­
leceği toplumsal yaraları, geçen ,
yazımızda incelemiştik. Burada
ise, mal tutkusunu ve bunun neden olduğu toplumsal sorunları incele­
yeceğiz;
Dünyevileşme sorunu; gerek
fert, gerekse cemaat bazında üzeri­
ne eğinilmesi gereken bir sorun­
dur. Gerek Kur'an-ı Kerim, gerek­
se Hz.Peygamber bu konu üzerin­
de önemle durmuştur. 4 Halife dö­
neminde, özellikle, Hz.Ömer-, vali­
lerinin tutum ve'davranışlarını, ya­
şantılarını yakından izlemiş; ma- .kamını putlaştıranları lüks içeri­
sinde yaşayanları/halka yabancı­
laşanları hemen görevden almıştır(l)..
__ Yöneticilerin yetki sahibi ol­
maları, her zaman toplumun önün­
de bulunmaları nedeniyle, yaşantı­
ları ve tavırları, toplumu önemli
bir şekilde etkiler.
Lüks ve israf içerisinde yaşa­
yan bir yönetici ile, lüks ve israf
içerisinde yaşayan zengin bir şah­
sın, toplum üzerinde bir tahribatı
vardır. Ancak yöneticinin yaptığı
tahribat, diğerine nazaran çok faz­
ladır. Geçen yazıda sözkonusu et­
tiğimiz Gazali'nin Sultan'a yazdı­
motivasyon kaynağıdır. Öyle ki
ğı mektupta, Gazali: (Sultan'a hi­
insan bir şeyler kazanabilmek, eltaben) "Oysa sen lüks içinde bir ~de edebilmek için bütün yeteneği­
hayat sürdürüyor, yönetimin altın-' ni ortaya koymaktadır. Bu gerçeği
da bulunan insanlara, onların so­ göremiyen Marksizmin teorisyenrunlarına karşı ilgisiz davranıyor­ leri, mülkiyete ve mülkiyet duy­
sun" diyerek bu tehlikeye dikkat
gusuna savaş açmışlardır. Böyle­
çekiyordu. Bu noktadan hareketle,
likle insanların yeteneklerini kö­
dünyevileşmenin makam tutkusu
reltmişler ve çalışma azimlerini
unsuruna öncelik vererek konuyu
kırmışlardır.
önceki yazımızda inceledik.
Liberalizmin teorisyenleri de,
Diğer önemli bir nokta ise, ya­
her türlü motivasyonun kaynağı
zı serisine RP'yi Bekleyen Tehli­
olarak da neredeyse, yalnızca
keler başlığını vermemizdir. Başlı­
mülkiyeti görmüşlerdir. Aşırı şe­
ğı, RP'nin Yaptığı Hatalar değil
kilde tahrik edilmiş mülkiyet duy­
de, RP'yi Bekleyen Tehlikeler" di­
gusu, hiçbir şekilde tatmin olma­
ye seçmemizin nedeni, yazı seri­
yan, hiçbir şeyle yetinmeyen aç
sinde ifade olunan hataların henüz- gözlü yeni bir insan unsurunun or­
vuku bulmamış olmasıdır. Vuku
taya çıkmasına neden olmuştur.
bulma ihtimali vardır. Türkiye'nin
Böylece insanlık, iki aşırı uç ara­
sorunlarıyla karşı karşıya bulunan
sındaki kavganın ortasında kala­
RP yöneticileri, bu sorunlar altın­
rak, ifratla tefrit arasında bocala­
da bunalarak bu konulara yeterin­
yıp durmuştur.
ce dikkat edememiş olabilirler. Bu
-- Gerçekte; bir şeye sahip olma
açıdan, bu yazı serisi, bir uyan gö-. yaratılıştan gelen, fıtri' bir duygu­
revini ifâ etmektedir.
dur: •- ^ . •
"Mal ve çocuklar, dünya ha­
yatının çekici-süsüdür; Sürekli
Mal, Mülk, Servet Sevgisi
olan salih davranışlar ise, RabbiFıtri Bir Özelliktir
nin katında sevap bakımından da­
ha hayırlıdır, umut etmek bakı­
Bir şeye sahip olma yaratılış­
mından da daha hayırlıdır." (48
tan gelen önemli bir duygudur.
Kehf46)' .
Mal, mülk edinme, servet sahibi
Bu duygu; Kur'an-ı Kerim'de
olma, insan yaşamında önemli bir
kasım '- aralık 1996 - 4 3
inceleme
şehvet kelimesiyle nitelendirilerek
Yukarıda zikrolunan bütün
mülke, servete kutsallık düzeyinde
hem konunun önemi vurgulanıyor,
ayetlerde, mal, mülk ve servet
bir sevgiyle bağlanmaktır. Mal,
hem de bu duyguya karşı insan
edinmenin insan yaşamında önem­
mülk, servet edinmeyi bir tutku
uyarılıyor:
,•
li
bir
etkisi
olduğu,
bir
yandan
ifa­
haline getirmedir. İnsanın çevresi­
;
"Kadınlara* oğullara, kantar
de edilirken; diğer yandan da bun­
ni göremeyecek tarzda mal mülke,,
kantar yığılmış altın ve gümüşe,
ların dünya hayatının geçici bir sü­
servete bağlanmasıdır yanlış olan.
salma güzel atlara, hayvanlara ve
reç metaı olduğu, asıl gerçek ola­
. Hz.Süleyman mal sevgisini, s
ekinlere duyulan şehvet tutkusu,
nın Allah katında var olduğu orta­
bir başka sevgiye (Allah sevgisi­
insanlar için süslendirilip çekici
ya konulmaktadır. Böylelikle'jjnsane), ulaşmak için bir araç olarak
kılındı. Bunlar, dünya hayatının
nın bu konudaki tavrının ihtiyatlı
görmüştür:
metaıdır. Asıl varılacak güzel yer,
ve dengeli olması gerektiğine dik­
"O (Hz.Süleyman)da demişti .
Allah katında olandır" (3 Ali İmkatler çekiliyor.
ki: "Gerçekten ben, mal sevgisini
ran 14)
•
Burada; insanların mal, mülk
Rabbimi zikretmekten dolayı ter­
Bütün bu sahiplenilmek iste­
edinmesi, servet sahibi olmaları,
cih edip sevdim" (38 Sad 32)
nen şeyler, dünya hayatının metaı
zengin olmaları eleştirilmiyor, ya­
Böyle bir bakış açısı insanı
olarak nitelendirilmekle de dikka-" dırganmıyor. Sadece zenginleş­
gerçekten özgür kılar, mala, mül­
timiz bir başka boyuta, Ahiret bo­
mek için sarf edilecek çabalarda
ke, makama olan esirlikten kurta­
yutuna çekilmiş oluyor. Şehvet
ve kazanılan servete, hükmetmede
rır. Onun için Hz.Ömer ''Dünyaya
tutkusu ile bağlanılan şeye; sahip
takınılacak tavırda, dikkatli olma­
daha az meylettikçe daha hür ya­
olunulmuş değil teslim 6luşarsın" demiştir.
nulmuş olunmaktadır. Hük­
' Hakka yönelme, Hakkı
Lüks ve israf içerisinde
medilmiş değil, hükmü altına
zikretme konusunda mal ve
yaşayan bir yönetici ile, lüks ve mülkün bir engel teşkil etme­
girilmiş olunmaktadır. Bu açı­
dan, yararlı değil zararlıdır.
israf içerisinde yaşayan zengin
mesi böyle "bir anlayışın sonu­
Görünüş itibariyle çok güzel
bir şahsın, toplum üzerinde bir cunda meydana gelir.
cezbedici, fakat .iç yapı itiba­
"Ey iman edenler, ne mal­
riyle, bir başka şey yanında tahribatı vardır. Ancak yönetici­ larınız, ne de çocuklarınız sizi
güzel olmayan, geçici olan
nin yaptığı tahribat, diğerine
Allah'ı zikretmekten 'tutkuya
herşey birer metadır. Tıpkı
kaptırıp- alıkoymasın', kim
nazaran çok fazladır.
birçok seyyar satıcı tezgahlaböyle yaparsa, artık onlar
rındaki meyvelerin organizas­
kayba uğrayanların ta kendi­
yon görüntüsü gibi: Tıpkı kurtlu
mız gerektiği konusunda, uyarılıleridir" (63 Münafikun 9)
.
alımlı elma gibi. Meta kavramında
yoruz. Bu noktadan, hareketle Hz.
Böyle bir anlayış sayesinde in­
aldanma, yanılma, yanlış yönelme
Ömer, devlet memurlarını şöyle
san, kendi mal ve mülkünü de son­
unsurları vardır. Gerçek, cazip hoş
uyarmıştır: suz bir özgürlüğe sahip olarak, di- '
bir örtü ile gizlenmektedir: •
'•'Parayı temiz tutmanın üç yo­
lediğince kullanamayacağını an­
"Bilin ki, dünya hayatı ancak
lunu görüyorum. Birincisi, meşru
lar:
bir oyun ^utkulu bir oyalanma, bir
vasıtalarla kazanılmalıdır, ikincisi
"Dediler ki: "Ey Şuayb, atala- .
süs, kendi aranızda bir övünme,
meşru şeylere harcanmalıdır,
rımızın taptığı şeyleri bırakmamızı
mal ve çocuklarda bir çoğalma
üçüncüsü gayrı meşru şeylere sarya da mallarımız konusunda dile- .
tutkusudur. Bir yağmur örneği gi­
fedilmesi önlenmelidir" (2).
diğimiz gibi davranmaktan vaz­
bi; onun bitirdiği ekin ekicilerin
Demek ki kötü olan servet
geçmemizi senin namazın mı em­
hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuveedinmek değil, serveti elde etmede
retmektedir? Çünkü sen, gerçekte
rir, bir de bakarsın ki sapsarı ke^
kullanmada ve harcamadaki gayrı
yumuşak huylu, aklı başında (reşit
silmiş, sonra da o, bir çer-çöp olu­
meşruluktur.
bir adam)sın.
vermiştir. Ahirette ise şiddetli bir
Ancak böyle bir anlayış saye- .
azab, Allah'tan bir mağfiret ve bir
Mal, Mülk, Servet Tutkusu
sinde İnsan; kendi malında yok­
hoşnutluk da vardır. Dünya haya­
sulların, dilenenlerin de bir hakkı
tı, aldanış olan bir metadan başka
olduğunu (3); maldan infak edil­
Kötü olan, "yanlış olan; malı,
birşey değildir" (57 Hadid 20).
mesi gerektiğini(4) mal ve çocukmülkü, serveti sevmek değil, mala,
44
ümran
RP ve dünyevileşme
çöplerinden yiyecek, giyecek top­
hırsıyla seviyorsunuz."
ların bu dünyada birer imtihan ol­
lanılan
bir
ülkede
tam
bir
israf
ve
(89 Fecr 18-20)
duğunu^) idrak edecek olgun bir
çılgınlık
gösterisine
dönüşür.
Dü­
düzeye ulaşır. ,
"Muhakkak o, mal sevgisinden
ğünün yapıldığı otel, gelin giysisi
Mal sevgisinin, mal tutkusuna
dolayı da çok katıdır" (100 Adiyat
ve arabası bir güç, asalet gösterisi­
dönüşmediği toplumlarda, toplum­
8) \
dir.'
sal bir denge kurulur. Mal ve mülk
Güçle, zenginlik eşdeğer hale
Bunlar, gerçekten güçlülüğün
farklılığı, sınıfsal bir ayırım oluş­
gelince; bunun insandaki ilk tahrip
mü? yoksa çılgınlığın ve buna ne­
turmaz. Toplumsal gerilim yaşan­
edici etkisi, Müstağnileşmedir.
den olanbunalımın mı bir belirtisi­
maz. Kavga ile değil, Allah korku-_
Yani, insanın kendi kendisine ye­
dir? Üzerinde belki de hiç düşüsu, Ahiret hayatı boyutu ile bir
ter olması, bir başkasına ihtiyaç
denge oluşur. İşte bu, mümin bir . nülmemektedir. Sosyal patlamalar
duymamasıdır:
böyle tezatların sonunda oluşma­
toplumla, mümin olmayan bir top­
"İnsan mutlaka azar. Kendim
mış mıdır tarihte?
lum arasındaki ayırıcı temel nite­
müstağni gördüğünden^ (96 Alak
liklerden biridir. Bunu göremeyen ,
6,7).
Mal tutkusunun hakim olmaya
Marksist teorisyenler, İslam top-' başladığı toplumlarda ibadet, şekli
İşte dünyadaki ve Türkiye'deki
lumlannı izah edebilmek için "As­
azgınlığın,
çılgınlığın perde arka­
gösterişe dönüşebilir:
ya türü üretim tarzı" tezleriyle
sındaki
en
temel etken budur.
"Dini yalanlamakta olanı gör­
kendilerini anlamsız bir tarza çok
Kur'an-ı
Kerim
müminleri bu ko- •
dün mü?
zorlamışlardır.
nuda
değişik
örnekler
vererek sü­
İşte yetimi itip-kakan, yoksulu
rekli
uyarmaktadır.
•
doyurmayı teşvik etmeyen odur.
Mal sevgisi, mal tutkusuna dö,Müstağnileşme
olayının
en-ti- ••"-.
İşte şu namaz kılanların vay
nüşürse, Allah korkusu, Ahiret ha­
.pik
temsilcisi
olarak
Karun,
haline, ki onlar namazlarında yayatı, unutulursa; mal, mülk, servet
bütün_beşeri ilişkilerin odak nok- -• nılgıdadırlar, onlar gösteriş yap­ Kur'an-ı Kerim'de tüm insanlara
örnek olarak gösterilmektedir:
maktadırlar. Ve ufacık bir yardımı
tasını işgal eder. Toplumsal norm­
"Gerçek şu ki, Karun, Mu- .
da engellemektedirler." (107) Ma­
lar değişir. Mal, mülk Ve servetle
.sa'nın
kavmindendi, ancak onlara
un 1-7)
... .
öğünme toplumsal bir standart ha­
karşı
azgınlaştı(bağyetti).
Biz,
Bugün için müslümanlan bek­
line gelir:
:
ona
öyle
hazineler
yermiştik
ki,
leyen en temel tehlike; ruhunu
"(Mal .mülk ve servetle) çok­
onun
anahtarları
birlikte(taşımaya)
özünü kaybetmiş, şekli olan bu
lukla övünme, sizi tutkuyla oyala­
davranan güçlü bir topluluğa ağır
ibadet anlayışıdır. Buna karşı da­
yıp kendinizden geçirdi."(102 Tegeliyordu. Hani kavmi Oha demiş­
vet ve denetim mekanizmaları ile
kasür 1) '
ti ki:"Şımararak sevinme, çünkü ,
tedbir alınmalıdır.
"Ki o, mal yığıp biriktiren ve
Allah, şımararak sevince kapılan-' .
onu saydıkça sayandır. Gerçekten
lan sevmez."
Refahtan Şımarıp Azma: Azmalının kendisini ebedi kılacağını
Allah'ın sana verdiğiyle ahiret
dırıcı Bolluk
sanmaktadır" (104 Hümeze 23).
yurdunu
ara, dünyadan da kendi
Böyle bir toplumda; mal tüke­
payını(nasibi)
unutma. Allah'ın
Mal, mülk ve servetin toplum­
timi, israf güçlülüğün bir gösterge­
sana
ihsan
ettiği
gibi, sen de ih­
da bütün ilişkileri belirleyen bir
sidir.
• • ' '•
sanda
bulun
ve
yeryüzünde
boz­
ölçü haline gelmesi; daha fazla
"O, hiç kimsenin kendisine as­
gunculuk
arama.
Çünkü
Allah,
güç elde etmek için daha çok zen­
la güç yetiremeyeceğini mi sanı­
bozgun çıkaranları sevmez. •
ginleşme gerektiği dürtüsünü, tah­
yor. O: "yığınla mal tüketip yok
Dedi ki: "Bu, bende olan bir
rik edecektir. Zengin, daha çok
" ettim" diyor(90 Beled 5-6).
bilgi
dolayısıyla bana verilmiş- •
zenginleşmek ' isteyecektir.
Bu anlayışta evdeki eşya, elbi­
tir."
Bilmez
mi ki, gerçekten Al- .
se ve araba, model've markalarla . Kur'an-ı Kerim'de bu konu şu şe­
lah,
kendisinden
önceki kuşaklar­
kilde vurgulanmaktadır:
ölçülür. Bunların; mevsimlik, ay­
dan
kuvvet
bakımından
kendi­
"Yoksulu yedirmek için birbi­
lık, haftalık, hatta günlük olacak
sinden
daha
güçlü
ve
insan
sayı­
rinizi teşvik etmiyorsunuz. Mirası
tarzda değişmesi gerekir. Her gün
sı,
bakımından
daha
çok
olan
sınır tanımaz bir tarzda yiyorsu­
ayn bir elbise giymek, hergün ayrı
kimseleri
yıkıma
uğratmıştır.
nuz.
- . . . ' . •
bir araba kullanmak, güçlülüğün
Suçlu günahkarlardan kendi güMalı da bir yığma tutkusu ve
tipik sembolleri olur. Düğünler; ;
kasun - aralık 1996 45
inceleme
nahları sorulmaz.
sal dengeyi bozacağı, sonunda
hiplerine, ilim sahiplerine muhta­
Böylelikle kendi ihtişamlı-süsü
toplumu kaosa, anarşiye veya yok
cız. Altın tepsiler içerisinde mille­
r
içinde kavminin karşısına çıktı.
oluşa götüreceği ifade ediliyordu. timize sunulan reçetelerle neyi
Dünya hayatını istemekte olan­
Nitekim aynı hatayı işleyen geç­
gizlediklerini bilmeye muhtacız.
lar: Ah keşke, Karun'a verilenin
Maske ve makyajın arkasındaki
miş toplulukların yok olduğu açık­
bir benzeri bizim de olsaydı. Ger­
gerçek yüzü görmeye göstermeye
lanıyordu. Bütün bunlardan ders
çekten o, büyük bir pay sahibidir."
muhtacız. Maskeleri düşürmeye,
alamayan, Karun ve serveti, Allah
makyajı silmeye, böylelikle halka
dediler.
tarafından yerle bir ediliyordu.
gerçeği-göstermeye ve gerçek kur­
Kendilerine ilim verilenler
Karun olayının toplumsal cep­
tuluş yollannı sunmaya mecburuz.
ise: "Yazıklar olsun size, Allah'ın
hesi ise en az Karun'un cephesi
Karun olayından alınması ge­
sevabı, iman eden ve salih amel­
kadar dikkat çekicidir. Burada top- .
reken önemli bir ders de, Karun ve
lerde bulunan kimse için daha ha­
lum iki ayrı gruba ayrılmıştır. Bi­
servetinin yok olması karşısında,
yırlıdır; buna da sabredenlerden
rinci grup, görünenle yetinen ve
halkın pişmanlık duyması ve hak­
başkası kavuşturulmaz." dediler.
dünyayı isteyenler; ikinci grup
kı görüp teslim etmesidir. Öyleyse
Sonunda onu da, konağını da
olayların perde arkasına, özüne
doğru zeminde, doğru bir zaman­
yerin dibine geçirdik." (28 Kasas
nüfuz etmek isteyen ilim erbabı­
da, dosdoğru bir anlatımla halk
76-81)
dır.
_. uyanlabilir. Halkın duyu organlan
Burada anlatılan olayın iki
Olayların hep görünen yüzü ile
üzerindeki perdeler, parçalanabilir,
cephesi vardır: Birincisi Karun'un
yetinen ehli dünya, Karun'a heves
aklında
ve kalbindeki paslar sili­
bakış açısı, ikincisi ise halkın ba­
etmekte onun gibi olmak istemeknebilir.
İşte o zaman halk
kış açısıdır.
"kral
çıplak"
diye vargücüyle
Karun açısından olaya
jüks
ve
israf
içinde
yaşayanlaLüks
yaşayanla­
haykırarak bu sistemi reddeyaklaştığımızda, "Karun"a
mülkle decektir. .
rınn yaşantılarına, mal ve mülkle­
verilen aşırı bir zenginliğin,
onu şımarttığı, hak hukuk ta­
RP yöneticileri bu gerçek­
ine özenme beşeri bir zaaf olarine
ola­
leri unutmamalıdırlar. Halka
nımaz bir hale getirdiğidir.
ak her zaman karşımıza çıka­
çıkarak
gerçekleri bütün açıklığı ile
Ulaştığı servetin tükenmez,
caktır.
aktır. Bu zaafa karşı toplumu, "* anlatıp destek istemelidirler.
bitmez, yok olmaz olduğuna
Aşın servet edinme tutkuolan aşın inancıdır... Bu aşırı
özellikle,
uyara­
izellikle, müslümanları uyarasu(cinnet
hali); kendi dışında­
güven, onu görmez, işitmez
cak
ık davetçiîere, organizasyonla­
organizasyonla
ki kazanımlara karşı taham­
ve dinlemez yapmıştır. Böy­
ra ihtiyaç vardır.
mülsüzlüğü, onların ellerin­
lelikle, kendisine yapılan çağ­
deki imkanlan elde etme ve­
rılara ve uya'rılara karşı duya
yok
etme anlayışını beraberin­
yarsızlaşmıştır. Başkalanna ihsan­
tedir. Burada belki haset belki kin
de
getirir:
da bulunması istenmektedir.
ve öfke duygusu ile ona diş bile­
"Davud'un yanına girdiklerin­
miş de olabilirler.
Karun'un bütün bu uyarılara
de
o
onlardan (davacılardan) ürk­
İlim sahipleri ise bu aşın ser­
karşı cevabı daha da ilginçtir. Ser­
müştü;
Onlar dediler ki: "Korkma,
vet birikiminin Karun için hayırlı
vetini kendisinde var olan bir bilgi
iki
davacıyız,
birimiz diğerimize
olmadığı, onun yok oluşunun bir
vasıtasıyla kazandığını iddia et­
haksızlıkta
bulundu.
Şimdi sen
işareti olduğu inancındadırlar.
mektedir. Madem ki herşeyi bilgi­
aramızda
hak
ile
hükmet,
karannOnun için Karun gibi olmak iste­
si sayesinde kazandı, herşeyi ken­
da
zulme
sapma
ve
bizi
doğru
yo­
yenleri kınamaktadırlar. Allah'ın
di gücü ve bileği sayesinde elde
lun
ortasına
yöneltip-ilet."
sevabının mal ve mülkte değil,
etti; onda hiç kimsenin hakkı ve
"Bu benim kardeşimdir, dok­
iman edip salih amel yapmakta ol­
payı olamazdı. Bu temelde, üretim
san
dokuz koyunu vardır, benimse
duğunu söylemektedirler. Böyle
ile paylaşım arasındaki kavga idi.
bir
tek
koyunum var. Buna rağ­
bir sevaba böyle bir kurtuluşa da
Allah paylaşmayı emrediyor­
men
"Onu
da benim payıma( koancak sabır ile ulaşılacağı ifade
du; servetin aşın bir şekilde tek bir
yunlanma)
kat" dedi ve bana, koedilmektedir.
elde toplanmasını istemiyordu.
nuşma(tarzın)da
üstün geldi.
Bugürr her zamankinden daha
Böyle bir olayın toplanmasını iste­
(Davud)
dedi
ki: Andolsun sefazla, düşünen araştıran, akıl sa­
miyordu: Böyle bir olayın toplum-
46
ümran
-
.
-
v
-
RP ve dünyevileşme
nih koyununu kendi koyunlarına
• (katmak) istemekle sana zulmet­
miştir. Doğrusu emek ve mal
güçlerini birleştirip katan ortak­
lardan çoğu, birbirlerine karşı
tecavüz (bağy) edenler; ancak
iman edip de salih amellerde bu-.
Iunanlar başka. Onlar da ne ka-.
dar azdır." (38 Sad 21-24)
İki kardeş arasında geçen bir
dava: Kardeşlerden birinin 99 kb- yunu, diğerinin bir koyunu var. 99
koyunu olan, bir tek koyunu da
alıp, kardeşini yok etmek istiyor.
Kontrolsuz, ilkesiz mülk edin­
menin verdiği bir doymazlık bir
• oburluk duygusudur bu. Çevresini
yok ederek büyüme, nereye kadar?
İnsanlar vücutlarına sülük takarlar.
Sülükler doyacak kadar değil, kendilerinf öldürecek kadar kan emer,
sonra da düşüp ölürler. Aşırı mal
. tutkusu, neticesinde sahibini de
tahrip edecek mekanizmayı bera­
berinde getirir.
İki davacı olayı, tekelleşme
düşüncesinin tipik bir örneğidir.
Onun için Allah sermayenin belli
ellerde toplanmasını istememekte­
dir:
• "... Öyle ki (bu mallar ve ser­
vet) sizden zengin olanlar arasında
dönüp dolaşan bir devlet olmasın"
(59Haşr7)
Mal ve servet dağılımı açısın­
dan, toplumun değişik sosyal ke­
simleri arasında büyük uçurumlar
meydana gelirse; zengin olanlar,
varlıklarını, fakir insanların elle­
rindekini de alarak, iki davacı ör­
neğindeki gibi, büyütmeyi hedef­
lerse, toplumda kaçınılmaz olarak
huzursuzluk, bunalım, çatışma or­
taya çıkacaktır. Herkes Karun'un
sahip olduğu imkanlara, ne pahası­
na olursa olsun sahip olmak iste­
yecektir. İnsana tek düşünce ha­
kim olacaktır: Bende de mutlaka
olmalıdır'. Bundan dolayı Allah; *
"Eğer insanlar (Allah'a karşı
isyanda birleşip) tek bir ümmet
olacak olmasaydı, Rahmana(Allah'a karşı) küfredenlerin evlerine
gümüşten tavanlar ve üzerinde çıkıp^yükselecekleri merdivenler ya­
pardık.
Evlerine kapılar ve üzerinde
yaslanıp dayanacakları koltuklar,
ve (daha nice) çekici-süsler(de ve­
rirdik). Bütün bunlar, yalnızca
dünya hayatının metaldir. Ahiret
ise, senin Rabinin katında muttakiler içindir." (43 Zuhruf 33-35),
diyerek bizi uyarmaktadır.
İnsanlarda, genelde, servet
edinme özlemleri önemli bir duy­
gudur. Burada yadırganan servet
edinme değil, servete olan aşırı
tutku, bağımlılıktır. Bu, berabe­
rinde ilkesiz kazanma, ilkesiz kul­
lanma- ve ilkesiz sarfetmeyi getirir.
Genelde Müstekbirler, müstağnileştikleri için toplumdaki hiçbir
kurala uymazlar. Kendi kurallannı
kendileri kor, kendi kurallarını
kendiler bozarlar: .Kanun, nizam
gelenek görenek tanımazlar. Yani
tam bir fesatçıdırlar. Fesatçı ol­
dukları için de toplumu yok oluşa
sürüklerler:
."Biz, bir ülkeyi yıkıma uğrat­
mak istediğimiz zaman, onun
"varlık ve güç sahihi önde gelen­
lerine 'emrederiz, böylelikle onlar
onda bozgunculuk çıkarırlar. Artık
onun üzerine söz hak olur da, onu
kökünden darmadağın ederiz."
(17Isral6)
İşte Gazali'nin yöneticilerin
lüks içinde yaşamamaları gerekti­
ğini vurgulamasının temel neden­
lerinden biri budur. Allah'ın, Ka­
run gibi olanları yerle bir yaparak
diğer insanları uyarması, insanlara
karşı Rahman ve Rahim oluşundandır. Allah'ın nzkı belli bir ölçü
ile yayması da müstağnileşmeye
mani olmak içindir: "Eğer Allah, kulları için-rızkı
(sınırsızca) geniş tutuı^-yay saydı,
gerçekten yeryüzünde azarlardı.
Ancak o dilediği miktar ile indirir.
.
Çünkü o, kullarından haberi olan­
dır, görendir." (42 Şura 27).
Bugün Batı toplumlarında,
özellikle, ABD'de karşılaşılan te­
mel sıkıntı, her türlü imkana sahip
olan insanların çılgınlığıdır. Müstağnileşen bu insan unsuru, hiçbir .
ahlaki endişe taşımamaktadır. Azdıncı bolluğun, baştan çıkarıcı rer
fahın toplumdaki tahribatı, Batı'nın en ciddi sorunudur.
"Baştan çıkancı bolluk kavra­
mı, ahlaki değerlerin giderek azal­
dığı, maddi ve ruhi tatminin öne
çıktığı bir toplumu tanımlar.
Kışkırtıcı bolluğun toplumda
çürümeye yol açan öğesi yalnızca
var olan bolluğu değildir. Sayılan
gittikçe artan ve televizyon ya da
bolluğa yakın olmaları nedeni ile v
bu ortamı tanıyan ama bu ortamın
ayrıcalıklarından faydalanamayan
kitleler de de bir bozulma ve kıs­
kançlık ortamı yaratacaklardır.. Bu
kişilerde bolluğa erişmek için mi­
litan bir istek ve 'çabuk zengin ol­
ma' yolunda bütün ahlaki kısıtlamalan göz ardı etme eğilimi getir­
mektedir... Ama bütün gereksin­
melerin giderilebildiği bir toplum,
ayrtı zamanda»hiçbir ahlaki değer­
lendirme kriterinin de olmadığı bir
toplumdur.. " ,
.".. Kişide izin verilen şeylerin
sınınnı zorlama ve içsel bir dene­
tim olmadığı için 'bir şeyin yapılıp
yanına kar kalmas>' istekleri ağır
basar. Bu durumda, kişiler siste­
min prosedürünün ne kadar etkin
olduğunu değerlendirip, davranış- .
lannı buna göre ayarlarlar"(6)
İşte Karun olayında, sade va­
tandaşla alimler arasındaki bakış
açısının farklılığı burada ortaya
çıkmaktadır. Olaylann özüne nü­
fuz edebilme, gidişi görebilme bu­
gün için en çok aranan bir meziyet
'haline gelmiştir.-Lüks ve israf
k a s ı m - a r a l ı k J 996 47
inceleme
kusuna kapılabilirler. Bu zaafa
içinde yaşayanlann yaşantılarına,
O söyle demişti: "Doğrusu Allah
karşı tavır koymak müslürnanları
mal ve mülklerine özenme beşeri
size onu seçti ve onun bilgi ve vü­
korumak davetçilerin ve" cemaatle­
'bir zaaf olarak her zaman karşımı­
cut gelişimini arttırdı. Allah, kime
rin görevidir:
za çıkacaktır. Bu zaafa karşı toplu­
dilerse mülkünü verir; Allah rah"Andolsun, sana çiftten yediyi
mu, özellikle, müslürnanları uyametiyle geniş olandır, bilendir".
• racak davetçilere, organizasyonla­ ve büyük Kur'an' ı verdik. Sakın
(2 Bakara 247) ' '
onlardan bazılarına yararlandır­
ra ihtiyaç yardır:
(Benzer bir ifade 43 Zuhruf 31
dığımız şeylere gözünü dikme, on­
'de yer almaktadır)
"Musa dedi ki: "Rabbimiz,
lara karsı hüzne kapılma, mümin­
Şüphesiz sen, Firavun'a ve önde
ler için de (şefkat) kanatlarını ger.
Uhud Savaşı ve Alınacak
gelen çevresine dünya hayatında
Ve de ki: "Şüphe yok, ben apa­
Ders
bir çekicilik (güç ve ihtişam) ve
çık bir uyarıcı-korkutucuyum."
mallar verdin. Rabbimiz, senin yo­
(15 Hıcr 87-89)
Uhud Savaşı, İslâm tarihinde,
lundan saptırmaları için (mi?)
RP yöneticileri, RP kadrolarını
Bedir'den sonra yapılan ikinci
Rabbimiz, mallarını yerin dibine
bekleyen büyük tehlikeye karşı
önemli savaştır. Savaş öncesi, sa­
geçir ve onların kalblerinin üzeri­
vaş esnası ve savaş sonrası
ni şiddetle bağla; onlar, acık­
vuku bulan olaylar, tarih boyu
lı azabı görecekleri zamana
Kirlenmiş, çürümüş bir
hep ders alınması gereken
kadar iman etmeyecekler."
sistemi değiştirmeye talip olan­ özelliktedir.
(10 Yunus 88)
Hz.Peygamber Uhud da­
Burada iki farklı nokta
lar, herkesten daha çok dikkatli,
ğındaki geçide 40 okçu yerleş­
var: Birincisi, Kur'an örne­
herkesten daha çok topluma tirir ve der ki: "Benden size
ğinde olduğu gibi insanların
açık, denetime açık, uyarılara, ikinci bir emir gelinceye kadar
mal, mülk, servet karşısında
nasihata açık olmalıdır. Zafer
biz savaşı kazansak da kaybetgösterdiği zaaf, mal, mülk,
servet sahibi olmak için sınır
sarhoşluğunun oluşturduğu gu­ sek te bulunduğunuz yerden
ayrılmayacaksınız"
~ tanımayan bir tutku, ihtirasa
rur, kibir bugüne kadar her ha­
Geçide yerleştirilen 40 ok- ->
, saplanıp kalmak. İlkesizliği
reketin sonunu hazırlamıştır.
çu, İslam ordusunu 200 kişilik
bayrak edinmek. İkincisi; Fi­
süvari birliği ile arkadan vur­
ravun gibi sapmış olanların,
mak isteyen Halit bin Velit'i
mal ve mülklerini insanları
durdurur. Halit bin Velit geçit'in
şimdiden önlem almalıdırlar. Hühak yoldan saptırmak için sarfetötesinde sabırla bekler. Başlangıç­
kümetolmuş bir partiye toplumun
meleri, seferber olmalarıdır.
ta İslam ordusu savaşı kazanmış­
her kesiminin üşüşebileceğini göz
Halkı saptırabilmek için her
tır. Müşrik ordusu, panik halinde
önüne alırsak; pek çok menfaat
türlü, cazip görüntü altında, deği­
kaçmaktadır. Müslüman savaşçı­
gurubu, partide yer edinebilmek
şik kurumlar oluşturmak, ellerin­
lar, harp meydanında ganimet top­
için şimdiden infak adı altında
deki tüm imkanları seferber et­
lamaya başlamışlardır. Savaşın ka­
partiye yardım yarışına girebilir­
mek, bunların tarihsel bir özelliği­
zanıldığını ve ganimet toplandığı­
ler. Gelecekte bu yardımlarını bir
dir: "
nı gören geçitteki okçulardan bü­
silah, olarak kullanıp; partiye mad­
"Gerçek su ki, küfre sapanlar,
yük bir kısmı, ganimetten payları­
di yardım yapanın, milletvekili ve(insanları) Allah'ın yolundan en­
nı almak için, komutanlarının bügellemek için mallarını harcarlar; ' ya bakan olmaya daha çok hak sa­
. tün ısrarlarına rağmen görev böl­
bundan böyle de harcayacaklar: hibi olduğunu iddia edebilirler:
gelerini terk etmişlerdir. Bunu gö­
"Onlara peygamberleri dedi
Sonra bu, onların kahırlı özlemleri
ren Halit bin Velit süvari birliği ile
ki: "Allah size Talut'u yönetici
olacaktır, sonra da bozguna uğra­
geçite saldırmış, 10 okçuyu öldü­
olarak gönderdi." Onlar: "Biz hü­
tılacaklardır. Küfredenler sonun­
rerek ganimet toplamaya dalmış
kümdarlığa, ona göre daha çok
da cehenneme sürülüp toplana­
olan islam ordusunu arkadan vu­
hak sahibiyken ve ona bir mal(sercakladır." (8 Enfal 36)
rmuştur. Bu haberin duyulması ile
vet) bolluğu) verilmemişken, nasıl
İşte böyle bir kuşatma içerisin­
kaçan düşman ordusu geri dö­
bizi yönetmek üzere hükümdarlık
de müslümanlar, bugün güç elde
nmüştür. Müslümanlar iki ateş
(mülk) onun olabilir?" demişlerdi.
edebilmek için mal ve makam tut­
48
unvan
RP ve dünyevileşme
arasında kalmış ve dağa çekilerek
önce karşı oldukları herşeyi, ken­ masıdır. Ama iktidarda yalnız bu
büyük bir kayıp vermekten kurtu­ dilerinin yapmalarıdır. Tevfik Fik­ nicel destekle kalınmaz. İktidarda
lmuşlardır. Kazanılmış bir savaş,
ret, Hane-i Yağma şiirini İttihat- adaleti sağlayacak yetenekli, eği­
ganimetten pay kapma duygusu­
Terakki'nin yağmacılığını yermek tim görmüş kadrolarla kalınır. Kir­
nun kurbanı edilerek kaybedilmiş­
için yazmamış mıdır? Namık Ke­ lenmiş toplumlarda bu kadrolar,
tir.
mal bir çok şiirini bu anlayışı yer­ kirliliğe karşı kelle koltukta müca­
Görevi terk eden bu insanlar,
mek için yazmamış mıdır?
.
dele vermek zorundalar. Hiçbir
muhacir veya ensardı. Her ikisi de
Bir dava için mücadele eden ahlakî ölçü tanımayan bir menfaat
İslam davası için dünyayı gözle­
kadro, iktidar olduklarında, kadro­ şebekesine karşı yerilen bir müca­
rinde ve gönüllerinde sıfırlamışlar­
nun bir kısmı yönetim kademele-. deledir bu. Ahtapotun kollan gibi
dı. Yalnızca Allah'ın davası içini
rinde görev alır. Diğerleri alamaz. her tarafa uzanmış bir zehirli sar­
seferber olmuşlardı. Muhacirler,
Bu en doğal durumdur. Yönetim maşık gibi her mekanizmayı sar­
mallarını, mülklerini herşeylerini
kademesine gelenler; mal ve ma­ mıştır. Bunlara karşı mücâdele
Mekke'de bırakarak Medine'ye
kam tutkusuna kapılıp ilkesiz, edenler, mal ve makam tutkusuna
göç etmişlerdir. Ensar ise göç
gayn meşru yollara saparak yaşam kapılmaması gerekir. Böyle bir
eden bu mümin kardeşlerine kuca­ . standartlarını. değiştirirlerse; hem mücadeleye gönül verenler bu iki
ğını açmış, herşeylerini onlarla
dava, hem kadro,- hem de toplum hastalığa karşı teyakkuz halinde
paylaşmıştır. Bir dava için dünya­
yara alacaktır. Özellikle kadro olmalıdırlar. Hz. Peygamber, tüm
ya ve dünya nimetlerine başkaldıriçinde ciddi bir bunalım doğacak­ •müminleri bu konuda şöyle uyar­
mış, tavır koymuşlardır. Fakat bir
tır. Mücadele azmi şevki kırılacak­ maktadır:
anlık "gaflet veya dalgınlık veya
tır. \
"Vallahi ben vefatımdan sonra
vukufsuzluk, savaşın kaybedilme-"
Hz.Ömer bundan dolayı me­ sizlerin müşrikliğe döneceğinden
sine yetmiştir.
murlarına mal beyânı mecburiyeti­ hiç endişe etmem. Fakat ben sizle­
Bugün, hükümet olmuş, bele­
ni getirmiş, yazdığı bütün mektup­ rin dünyaya aşın düşkünlük yapıp
diyelerin büyük çoğunluğunu al­
larda valilerini, komutanlarını bu nefsaniyet yarışına kalkışmanız­
mış olan RP; Uhud Savaşı'ndan
konuda uyarmıştır. Yapılacak uya­ dan (birbirinizle didişmenizden)
ders almalı, Uhud Savaşı'ndaki
nlara da daima açık olmuştur(7):
•korkanm" (Buhari 14/6366:14)
mesajı iyi değerlendirmelidir. Yö­
"Bu haberi Emir-ül-müminine
" Umulur ki bü tarihi gerçekler­
netime gelmiş olmak, başarı ka­
veriniz. Çünkü o servet ve devlette den, tüm müminler gerekli dersi
zanmış olmak yapmamız gereken
Allah'ın mutemedidir.
alır. Umulur ki bu dönem bizim
görevlerimizi unutmayı veya ih­
Huccac, cuz' ve Bişr'e haber , Uhut'umuz olmaz. .
mal etmeyi meşru kılmaz.Bu ma-. salınsın ve hesaplarını murakabe
kamlar, mal, mülk edinme, güç
ettirsin.
„
~ ' ' -,
kazanma yerleri olarak görülme­
İki Nafi'ı de unutma, Beni
melidir.
Dipnotlar:
Nasr'ın ileri gelenlerinden ibn
Kirlenmiş, çürümüş bir sistemi
Galleb'ide. (1) Numanî, S.: Bütün Yönleriyle
değiştirmeye talip olanlar,.herkes­
Asım da pek masum değil, O.
Hz.Ömer
ve Devlet İdaresi. Hikmet ten daha çok dikkatli, herkesten
Benî Bedr'in kayirdığıdır.
Davar Çağ Yayınlan, İstanbul cilt 2.
daha çok topluma açık, denetime
Şibl ile beraber Muharrişe de
(2) Numanî, S.: A.g.e. s.356
açık, uyarılara, nasihata açık ol­
sor, çünkü o da hudutlarda dile
• (3) 51 Zariyat 19; 70 Mearic 24,
malıdır. Zafer sarhoşluğunun oluş­
düşmüştü.
• ,
•-•*••
26; 68 Kalem 17-33
turduğu gurur, kibir bugüne kadar
Onlarla çarpıştık onlarla
• (4) 2 Bakara 261-265,274
her hareketin sonunu hazırlamıştır.
(5) 17 İsra 6, 18 Kehf 32-43, 23
döndük.
Türkiye'de toplumun özünü değiş­
Ama onlar zengin biz ise de­ Müminn 55, 74 Müddesir 12, 71 Nuh
tirmek isteyenler bu gerçeği unut­
ğiliz."
' >! 12,9Tevbe55,85
(6) Brezezînski, Z. Kontrolden
mamalıdırlar. Îttihat-Terakkinih
Çıkmış
Dünya, Türkiye iş Bankası
düştüğü en büyük hata; hazırlıksız
Sonuç:.
Kültür Yayınlan, İstanbul, (1993)
oluşun yanında, iktidarı bir yağma
s:72-73
ve talan mekanizması olarak gör­
İktidara halkın oylarıyla geli­
(7) Numanî S., A.g.e. s.49
müş olmasıdır. İktidar olmadan
nir. Bu niceliğin yönetime yansı­
kasım - arahk 1996 49 "
inceleme
Tarihsel süreçte ve
Kur-an'da-kadın (II)
Fatma Kutluoğlu
İslâmî öğretide kadının top­
lumsal kişiliğini geliştirip koruma
hakları teminat altına alınmıştır.
Kur'an-ı Kerim, hiçbir cinsel ay­
rım kaydı koymadan toplumsalJaşma sürecinin insan fıtratına
yerleştirildiğini ve yaratılışında
zaten varolduğunu bildirir.
49/Hucurat 13. ayeti bu bakımdan
da anlamlıdır. Bu ayeti kerimede
insanların birbirleriyle canlı iliş­
kilerini teşvik eden bir işleyiş
öğütlenmektedir. Renk, dil ve fi­
ziksel özelliklerin farklılığı, bir
aşağılama vesilesi değil; zengin­
lik vesilesidir. Farklılıklar, insan­
ların birbirlerini tanımalarını teş- vik eder; kendinde olanla diğerle­
rine katkıda bulunmaya sevkeder.
Böylece fiziksel farklılıklar ve ta­
nışma eylemi toplumsal hayatı
olumlu anlamda motive edebilir.
İslami anlayışta cinsiyet, renk, dil
ve fiziksel özelliklerin farklılıkla­
rı Batı'da olduğu gibi bir aşağıla­
ma vesilesi değildir. Amerika ve
Avrupa'da "zenci" denildiğinde
ne anlama geldiğini ve bu halkın
ırkî farklılıklarından dolayı hâlâ
ne denli aşağılandığını söylemeye
bile gerek yoktur. Zira "âyinesi
iştir kişinin lafa bakılmaz'' denir.
Bundan dolayıdır ki bu zihniyet
50 ümran
Mümin erkek ve kadınların sıkı bir dayanışma
içinde bulunmaları gerekmektedir. Çünkü toplum
içinde iyiliği emretmek, kötülükten alıkoymak böyle
bir dayanışmayı gerekli kılmaktadır.1400 yıl önce­
sinden böylesine net ifadelerle kadını toplum içinde
aktif ve mesul bir konuma koyan İslam'dan başka
hangi sistem olabilirdi?
sahiplerinin lafları parlak ve gü­
zel olabilir fakat tatbikatları tam
aksi olmaktadır. Bu noktada in­
sanlık onurunu koruyup insanca
hayat sürmek isteyenler, daha
dikkatli olmak've her halükarda
hakkı ve doğruyu savunmak mec­
buriyetindedirler. Hak ve adalet
bugün olduğu gibi bireylere ve
toplumlara göre değişkenlik arzederse, ister istemez karşımızda,
ezilen insanlar, katledilen maz­
lumlar, cinselliği meta haline ge­
tirilen ve bu noktada alabildiğine
sömürülen kadın ve çocuklar, itilen-horlanan yaşlılar, heba edilen
çevre, yok olan tarihi buluruz.
Buda yaşanabilir bir dünya ol­
maktan çıkar. Böyle bir ortamda
• bunalımlı bir gençlik, rayından
çıkmış bir nesil, alkol, eroin-esrar
ve fuhuş batağında çırpınan bir
gelecek manzarası ile, temenni et­
mesek de karşı karşıya kalırız.
Temiz Toplum Oluşumunda
Kadın ve Erkeğin Sorumluluğu
İslam temiz bir toplum vaade. der. İşte bu toplumda sosyal çev­
reyi tümüyle tahribeden alkol ve
' tüni uyuşturucuları, fuhuş ve zi­
nayı insan fıtratını ve ahlakını
yok edici unsurlar olarak görür,
bu sebeple de tüm gayri ahlaki
insana zarar veren tutum ve dav­
ranışları yasaklar. '
Bu tmiz toplumun oluşumun­
da, kadın ve erkeği aynı şekilde
mesul tutar. Hiçbir ayrıma yer ver­
mez. 9/Tevbe suresinin 71. ayeti
kerimesi kadın-erkek eşitliğini
vurgulamanın ötesinde her iki
cinsin birbiriyle dost olmaları ve
dolayısıyla dayanışmaları gerekti­
ğini açıkça gözler önüne serer.
Kur'an'da kadın
"inanan erkekler ve kadınlar
mesajları içeren ve "Müslüman
zu'runa vararak:
birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği
Kadın"ın siyasi otorite nezdinde
-Ey Allah'ın elçisi! Kocam
emrederler, kötülükten alıkorlar, hakkını elde edebilmek için gös­ benimle evlendiğinde ben genÇnamazı kılarlar, zekatı verirler,
terdiği çabaları anlatan bir sure­ tim. O zaman beni arzuluyordu.
Allah'a ve Resulüne itaat ederler. dir. Siyasi otoritenin itirazlarına. Ona birçok çocuk verdim. Yaşı­
İşte onlara Allah rahmet edecek­ rağmen kadın haklı davasında ıs­
mın ilerlediği bir sırada beni ana­
tir. Allah daima üstündür, hikmet rar etmiş, uğradığı zulmü Allah'a
sına benzeterek, yalnız bırakıver­
sahibidir."
şikayet etmiştir. Bu kadının hak­ di. Eğer bir yolunu bulur da ara­
Bu ayeti kerimeye göre mü­
larını elde edebilmek için göster­ mızı düzeltebilirsen çok iyi olur.
min erkek ve kadınların sıkı bir
diği örnek gayret ve çaba Allah'ın
Hz.Peygamber(as):
dayanışma içinde bulunmaları ge­
takdirine mazhar olmuştur:
.Yüce Allah'ın şimdiye kadar
rekmektedir. Çünkü toplum için­
"Allah kocası hakkında senin­ bana bu konuda herhangi bir emri
de iyiliği emretmek/kötülükten
le tartışan ve Allah'a şikayette
ulaşmış değildir. Bana göre, artık
^alıkoymak böyle bir dayanışmayı
bulunan kadının sözünü işitmiştir. sen kocana haramsın.Kadın:
gerekli kılmaktadır. 1400 yıl önce­
Esasen Allah konuşmanızı işitir,
-Ey Allah'ın elçisi, kocam val­
sinden böylesine net ifadelerle
şüphesiz ki Allah işitendir, bilen­
lahi talak kelimesini kullanmadı,
kadını toplum içinde aktif Ve me­
dir." (58/Mücadele)
deyince:
sul bir konuma koyan İs­
Hz.Peygamber(s) yine:
lam'dan başka hangi sistem
-Artık sen kocana ha­
Mücadele sûresi, "İslam'da kadın ram olmuşsun, diye tekrar­
olabilirdi? Aynı şekilde
erkek karşısında mahkumdur,
60/Mümtahine suresinin 12.
ladı. Kadın:
ayeti kerimesi ise 1,4 asır ev­
^•Kurbanın olayım". Ey
kadının kocasına karşı söz hakkı
vel kadına seçme hakkını yoktur vs." şeklinde dile getirilen ve Allah'ın elçisi! Halime acı,
vermiş bulunmaktadır:
diye yalvardı. Sonra da ha­
İslam'a haksız olarak yamanmaya lini Allah'a şikayet ederek:'
"Ey peygamber inanmış
çalışılan bakış açısının, Kur'an'a
kadınlar sana Allah'a hiçbir
-Allah'ım! Yalnızlığın
şeyi ortak koşmamak, hırsız­ ne kadar aykırı olduğunu ve bu tür acısından ve ızdırabımın
lık yapmamak, zina etmemek,
anlayışın İslam'la ilgisi olmadığını şiddetinden sana şikayet
çocuklarını öldürmemek, el­
ediyorum. Küçük çocuklanakıl sahiplerine gösterir.
leriyle ayakları arasında bir
, mı ona bıraksam perişan
iftira uydurup getirmemek _. .._._
olacaklar. Kendi yanıma al­
üzere sana biat etmek için 'geldik­
Bu surenin adı hakları uğrun­ sam aç kalacaklar. Allah'ım sana
lerinde, onların biatlannı al ve
şikayet ediyorum! Peygamberine
da mücadele veren kadın demek­
onlar için allah'tan mağfiret dile, tir. Ayet bize göstermektedir ki
bir vahiy indir, diye dua ediyordu.
şüphesiz ki Allah çok bağışlayan
a)Haklarını elde etmek için büyük -Kadın henüz oradan ayrılmadan
ve çok esirgeyendir"
bir çaba gösteren ve bu uğurda Mücadele Suresinin ilk ayetleri na­
Ancak Hz.Peygamber (as)den
mücadele veren kadın Kur'an'da
zil olmuştur."
sonra kadınların, ilahi vahyin ken­
bir Sûreye ad olacak kadar yüce­
Sonuç olarak Cenab-ı Hak kâ-'
dilerine vermiş olduğu seçme, yö­
dir, b) Böyle bir kadının sesi ve
dini, haklan için mücadeleye teş­
netimi belirleme hakkından mah­
şikayeti Allah(c.c) tarafından ti­ vik etmekte ve ona açık bir des­
rum bırakıldıklarını görüyoruz. * tizlikle dinlenir. c)Böyle bir kadı­ tek .vermektedir.
nın Peygamber (s)le konuşması
Mücadele sûresi, "İslam'da
Müslüman Kadının Müca^ da Allah tarafından izlenmekte­ kadın erkek karşısında mahkum­
deleri Karakteri
dir. "Görüleceği üzere sûre adını
dur, kadının kocasına karşı söz
Hz.Peygamber(s) ile'tartışan ka­ hakkı yoktur vs." şeklinde dile ge­
' Şu halde kadınlar haklarını el­
dın Havle binti Huveylid(ra.)den
tirilen ve İslam'a haksız olarak ya­
de edebilmek için mücâdele ver­
almıştır. Kaynaklarda geçtiğine
manmaya çalışılan bakış açısının,
mek durumundadırlar. "Mücade­
göre bu kadın uğradığı zulmü gi­ Kur'an'a ne kadar aykırı olduğu­
le Suresi" bu bakımdan önemli
dermek için Hz.Peygamber'in hu- nu ve bu tür anlayışın İslam'la ilkasım - aralık 1996 51
inceleme
nahta ve sevapta, iyilik ve güzel­ ahlaksız olarak nitelemekle birlik­
gisi olmadığını akıl sahiplerine
likte, kötülük ve neticesinde hep te, erkeğin yaptığı ahlaksızlığı ve
gösterir. Bu ayeti takiben şikayet
eden Jcadının (Havle binti Huvey- - eşittirler. Bu birlikteliği ve ta­ fuhşu ise erkekliğinin gereği, güç­
mamlayıcılığı vurgulayan birçok lülük emaresi; elinin kiri veya
lid) durumuyla ilgili hukuki dü­
âyeti kerime vardır. Ancak biz milli çapkın gibi geleneksel cilalı
zenlemeyi içeren dört ayet daha
bunlardan birini zikretmekle ye­ ifadelerle tabii birşeymiş gibi su­
nazil olur.' Bütün bu ayetler dik­
narlar. Oysa Kür'an'ın ifadesiyle
tinmek istiyoruz:
katle tahlil edilecek olursa, Havle
"Müslüman erkeklerle, müslü- ikisi de yaptıklarından aynı oran­
ile kocası arasında çıkan bu anlaş­
man kadınlara, mümin erkeklerle, da mesul ve herbiri de aynı adla
mazlığın çözümünün, kadının le­
mümin kadınlara ibadete devam anılırlar ve her ikisi de birbirine
hine tecelli etmesi de dikkat çeki­
eden erkeklerle, ibadete devam denktir. Nur suresinin 3. ayeti ke­
cidir. Şayet iddia edildiği gibi İs­
eden kadınlara, sadık erkeklere rimesi bunu ifade etmesi bakı­
lam kadını ezen, onun haklarını
elinden alan, erkeği kadından üs­ 'sadık kadınlara, Allah'tan hak­ mından önemlidir:
tün gören bir din olsaydı, bu ko­
kıyla korkan erkeklerle, Al-'
"Zina eden erkek, zina eden
nuda da erkeğin lehine ortaya bir
lah'dan hakkıyla korkan kadınla- veya ortak koşan kadından başka­
sıyla evlenemez,. zina eden
çözüm koyması mantıkî kadın da zina eden veya
bir gereklilik olurdu. Hal­
Kur'an kadınların şahsiyetlerini
ortak koşan erkekten baş­
buki durum tam aksine
kasıyla
evlenemez. Böyleolmuştur. Buradan da
erkeklerden bağımsız olarak geliştir­
leriyle
evlenmek
inananla­
Kur'an kadınların şahsi­
melerini,
erkeği
kendisinden
üstün
ra
haram
kılınmıştır."
yetlerini erkeklerden ba­
ğımsız olarak geliştirme­ görüp onun haksızlıklarına boyun eğ­
Riyakarlık/ikiyüzlülük
lerini, erkeği kendisinden
memelerini, bu haksızlıkları ortadan bu saldırgan ve maddeci
bakış açısının en bariz
üstün görüp onun haksız­
kaldırmak için gerekli girişimlerde
özelliğidir.
lıklarına boyun eğmeme­
bulunmalarını istemektedir.Kur 'an 'in
lerini, bu haksızlıkları or­
çizdiği bu kadın tipinin ezilen, sömü­
tadan kaldırmak için geKür'an ve Çokevlilik
,rekli girişimlerde bulun­ rülen, horlanan aşağılanan ve erkeğin
malarını istemektedir. elinde mahkum bir kadın tipi olduğu­
Bu sebepledir ki kendi­
Kur'an'm çizdiği bu ka­
lerinde bir resmi eşleri, bir
nu hangi insaf sahibi kabul edebilir? de sayısı belli olmayan,
dın tipinin ezilen, sömü­
rülen, horlanan aşağıla­
sosyal konumları ve güç­
nan ve erkeğin elinde mahkum bir
ra, sadaka veren erkeklerle, sada­ leri itibariyle adetleri değişken
kadın tipi olduğunu hangi insaf
ka veren kadınlara, oruç tutan er­ metresleri bulunduğu halde, bunu
sahibi kabul edebilir?
keklerle, oruç tutan kadınlara, if­ özgürlük, çağdaşlık vs.vs. gibi ifa­
İslam'ı, ne pahasına olursa ol­ fetlerini koruyan erkeklerle iffet­ delerle meşruymuş gibi gösterip,
lerini koruyan kadınlara, Allah'ı İslam'ın sadece zaruret halinde bir
sun, karalamak isteyenlerin kendi
çok anan erkeklerle, Allah'ı çok ruhsat olarak verdiği Çokevlilik
hayallerinde çizdikleri ve görmek
anan kadınlara, şüphesiz ki Allah, iznini utanmadan eleştirebilmek­
istedikleri Müslüman Kadın'la
onların hepsine bir mağfiret ve tedirler. Kaldı ki çok kadınla ev­
Kür'an'ın örnek gösterdiği müca­
büyük bir mükafat hazırlamıştır." lenmeyi ortaya atan Kur'an değil­
deleci, şahsiyetinin bilincindeki
(Ahzab35)
Müslüman Kadın arasında hiçbir
dir. Aksine Kur'an çok kadınla ev­
Bu ve benzeri ayetlerde dikkat lenmeye bir sınır getirmiştir. Söz­
ilginin olmadığına akıl ve tefek­
çeken bir husus da "iffetli erkek, gelimi İslam, Kitabı Mukaddes'in
kür sahipleri için sadece bu ayet­
iffetli kadın- zina eden erkek, zi­ (Bible) Ha'zreti Davud'a atfettiği
ler dahi yeterlidir.
na eden kadın" ifadelerinde kadın "harem" kurumunu veya Hz.Şüve erkeğin eşdeğer olmalarıdır. leyman'ıiı 300 cariyesi dışında
Kadın-Erkek Eşdeğerliği
Oysa genel itibariyle bugünkü 700 karısı olması ^I.Krallar, 1,3)
toplumlar düşük kadını ifeetsiz ve durumunu yahut da İslam öncesi
İslam'da kadın ve erkek gü­
52
ümran
Kur'an'da kadın
Arabistan'ında mevcut olduğu ha­
nizden korkarsanız, bir tane se- ade eder ve bu da kadının muvaliyle sınırsız sayıda kadınla evlen- ,. çin, yahut sahip olduğunuzla yeti­ , fakatine bağlıdır."Üstüd M.
meyi reddeder." (1)
nin. Bu (tek kadınla evlenme) Abduh:
Gerçi Kur'an çok kadınla ev­
adaletten sapmamanız bakımın­
"Kötülükleri ortadan kaldırlenmeyi yasaklamaz. Fakat bunu
dan daha uygundur."
- mak iyilikleri elde etmekten önce
az uygulanabilir duruma sokan
Aynı surede yeralan'bu iki *' gelir.
bazi şartlar koyar.
ayet birlikte değerlendirilirse, tek
"Adaletsizlikten korkulduğun­
"Eğer aralarında adaleti yerine v kadınla evlenmenin esas olduğu, da teaddüdü zevcatın kesin haram
getirememekten korkarsanız, o
çok evliliğin ancak istisnai du­ olduğu anlaşılmış olmaktadır."
zaman bir kadınla evlenin." ^Ni­
rumlarda olduğunu görmekteyiz. der. Pek tabii olarak bu (haramisa .3) ayetinden de anlaşılacağı * Buna da kadının muvafakati alın­ yet) durumda evlilik akdi yapılsa
üzre şartsız ve kayıtsız bir evlilik
mak şartıyla cevaz verilmektedir. ahid batıl veya fasit olur anlamı
yoktur. Aksine temel şart olarak
Yüce Allah Nisa 129. ayeti keri­ çıkarılmamaktadır. Çünkü bura­
' eşler arasında adaletin tesisine
mede isteseler de hiçbir şekilde daki haramlık geçicidir. Akdin
işaret edilmiştir.
kadınlar arasında adaleti sağlaya­ butlanını gerektirmez. O halde
İlahi Mesaj bu temel şartın ne • mayacaklarını kesin olarak ifade buradan anlaşılan şudur: Üstad
kadar uğraşılırsa uğraşılsın eşler
etmektedir. Kur'an'ın ifadesiyle M.Abduh bizzat etkilerini müşaarasında tesisinin imkansız oldu­
zulmetmemek için uyulacak en
hade ettiği teaddüdte aileden top­
ğunu, dolayısıyla kişi için en uy­
doğru yol tek bir kadınla yetin­ luma varan büyük zararlar olduğu
gununun tek evlilik olduğunu ifa­
mektir.
kanısındadır. "(2)
de eder. İslam poligamiyi yasak­
Bu demek değildir ki Kur'an
Şunu unutmamak gerek ruh­
lamaz fakat zorlaştırıcı "şartlar ko­ - birden fazla evlenmeyi yasakla­ satlar kullanma selahiyetine haiz
yar. Şöyle ki: a) ferdi b) sosyal" mış veya teşvik etmiştir. Bilakis olmayan insanlar tarafından kul­
bakımdan buna ihtiyaç bulunmak. . İlahi yasa, insanların tüm ihtiyaç- lanılırsa, hiç şüphe yok ki çok bü­
(Yakın tarihe baktığımızda Al­ ' larına çözüm bulduğu, tüm ulus­ yük zulümler ve felaketler doğar.
manya'da II.Dünya Savaşı'nda
ların şartlan ve değişik durumla­ Bu da kesinlikle aile kurumunu
erkekler kırıldığı için, çok kadınla
rına rağmen istediklerinin tümünü
tahribeden çok daha büyük prob­
evlenilmesine müsaade edilmesi
bulabildikleri yasadır.
lemleri beraberinde getirecektir.
öngörülmüştür.) c) Birden fazla
Teaddüdün mubah kılınmasın­ Her toplumda olduğu gibi bizim
kadınla evlenmenin gerektirdiği
da, ona teşvik anlamı asla yoktur. toplumumuzun içinde de İlahi
yükümlülükleri yerine getirme
Bilakis bir çekince vardır. O da mesajın ruhundan uzak, maksadı­
gücüne sahip olmak; d) Adalete
adaletin eşler arasında tesisinin
nı aşan sadece nefsi emmareyi
riayet.
mümkün olmadığıdır. Bununla tatmine yönelik bu tür tatbikatları
"Ne kadar çabalasanız kadın­ birlikte onun yasaklanmasında İslam'a ve onun Raslune maletözellikle çözümü teaddütte bulu­ mek düpedüz bir iftira olur. Bunu
lar arasında adalete riayet ede­
mezsiniz; o halde birine büsbütün nan bazı özel problemlerin, çö­ yapanların dinle ne alakası olabi­
zümsüz kalmasına neden olma lir ki? Olsa olsa dini, egosunun
meyledip te diğerini askıda gibi
vardır. Bütün akıl ve izan sahiple­ tatmini için kullanmaya kalkan
bırakmayın. Eğer iyilik ve düzen
için çalışır, günahtan sakınırsanız rinin takdir edeceği gibi, en haki­ sahtekarlardır.
mane yasa, problemlerin çözümü­
bilin ki Allah günahlarınızı çok
İşte bu yüce din en büyük za­
bağışlayıcı ve çok merhamet edi­ ne kapıyı açık bırakan ve onun' rarı kafirlerden ziyade dini din
üzerine kapı kapatmayan yasadır. . adına istismara kalkan bu. sefih­
cidir." (4 Nisa 129)
~
Zira akıllı insan en üstün yaşam
lerden görmüştür.
Ve Cenab-ı Hak Nisa .3.'de
biçimini tercih eder. Bilge olan
şöyle buyurur:
' Dipnotlar
"Eğer yetim kızların haklarını hukukçu ulusuna en kapsamlı ka1) Roger.Garaudy, İslam ve İnsan­
gözetemiyeceğinizden korkarsınaz ' nunu tercih eder. Üstad M.Hamilığın Geleceği, s.l45,İst-l990
size helal olan diğer kadınlardan dullah'ın dediği gibi:
2) M. Hamidullah, İslam'a Giriş,
"Hukuk çok eşliliği mecburi İst. 1965, s.221. "
ikişer, üçer, dörder nikahlayınız.
Eğer adalete riayet edemiyeceği- kılmaz, bazı hallerde buna müsa­
' x
kasım -aralık 1996
53
tarihten günümüze
Model insan
Hz. Muhammed (s. a.)
Serdar Özdemir
san"ı tercih etmek suretiyle be­
recek güce sahip değilim. Eğer
lirlemiştir.
ben gaybı bilseydim elbette da­
.
Yüce
bir
gaye
ile
seçilen
bu
ha çok hayır yapmak isterdim
İnsanlığın bugün ulaştığı
görevli, içinden çıktığı toplu­
ve bana hiç bir fenalık dokun­
bilgi ve tecrübe kabul etmekte­
mazdı. Ben sadece inanan bir
dir ki, en iyi, en başarılı ve aym - mun her hangi bir ferdi gibi;
bir beşerin taşıdığı özelliklere
kavim için uyarıcı ve müjdeci­
zamanda en kolay eğitim ve
haiz olan seçkin kişi, normal
yim." \A'rafl7:31)
*
öğretim yolu, bir örneğe, diğer
bir insan gibi, yiyen, içen, uyu­
"Ben nefsimi temize çıkarabir deyişle, bir modele bağlı
yan, geçimini sağlamak için ça­
mam. Çünkü gerçekten nefis,
olarak uygulanan eğitim meto­
lışan,
yorulan
evlenen,
çoluk
Rabbimin
esirgediği dışında
dudur. Eğer siz bir ferde ya da
çocuk sahibi olan sevinen, üzü­
olanca gücüyle kötülüğü emretopluma farklı bir yön vermek,
len, vb. türri "beşeri" hususiyet­ ' der..." (Yasauf112:53) ' . ' .
yeni bir konum kazandırmak
leri haiz bir "insan"dır.
"Andolsun biz senden önce .
veya bir halden başka bir hale
Bu açıdan Kur'an'a yönel­ ' de resuller gönderdik, onlara
koymak istiyorsanız, bunun en
da eşler ve çocuklar verdik.
diğimizde, gerek önceki pey­
kolay ve kalıcı yolu, önlerine
Hiçbir resul, Allah'ın izni ol­
gamberlerin, gerekse Hz.Muolmasını istediğiniz durumu
madıkça herhangi bir mucize
hammed'in vasıfları anlatılır­
gösteren bir örnek, bir model
getiremez..." (Ra'd/13:38)
ken, bu noktaya vurgu yapıldı­
koymaktır. Bu durum teknik
İnsanların değişimine mo­
ğını açık bir şekilde müşahade
sahada olduğu gibi, sosyal sa­
del
olsun için, insandan bir
edebiliriz. Konuyla ilgili bir
halar içinde aynen geçerlidir.
model seçmekten daha tabii
kaç ayeti örnek olarak zikrede­
Şüphesiz, inşam yoktan vabirşey düşünülemez. YüceYalim:
reden Allah, onu zaafları ve ka­
ratıcı'nın
bu konudaki tasarru­
"Meryem
oğlu
Mesih
bir
re­
biliyetleriyle en iyi tanıyan yü­
fu da mutlak örneklik ve bağlasulden başkası değildir. Ondan
ce varlık olarak, insanlığın
önce de resuller gelip geçmiş­ . yıcılık göstermektedir elbette.
bunca deneme ve tecrübeden
Allah Teala, insanlara rehbertir. Onun annesi özü sözü doğ­
sonra elde ettiği sonucu, insan­
v
ru biri idi. İkisfde yemek yer­ lik etmesi için hemcinslerinden
ların değişmesi gereken dö­
bir kişiyi seçmiş, onun aracılığı
lerdi..." (Maide 15:75)
nemlerde hep uygulamıştır. İn­
ile, nasıl bir ideal insan, ideal
"De
ki:
'Ben
Allah'ın
dile­
sanlığa rehber olarak gönderi­
kul istediğini onların şahsında
diğinden başka kendime her­
len elçisini, yine toplumun
dile getirmiştir:
hangi bir fayda veya zarar ve­
içinden bir fert olan bir "inO Bir Beşerdir...
54 unvan •
model i n s a n Hz.Munammed
"Ahdolsun Allah'ın Rasurisi olması gerekirdi. Ancak o
Yahut altından bir evin olmalı, •
lünde, sizin için, Allah' ı ve ahitakdirde kendisine iman edebi­ yahut göğe yükselmelisin. An­
ret gününü arzu edenlerle, Al­
lirler ve söylediklerine kulak
cak senin göğe çıktığına^ oku­
lah'ı çok ananlar için, güzel- verirlerdi:
yacağımız bir kitabı bize indi­
bir örnek vardır."
(Ah"Toplumun küfre sapanla­
receğin zamana kadar, asla
zab/33:21)
rından bir grup kodaman şöyle
inanmayız.' De ki: Rabbimin
Allah'ın insanlara rehber
konuşmuştu: 'Bize göre sen, bi­
şanı yücedir. Ben sadece elçi
olarak gönderilen peygamber­
zim gibi bir insandan başkası
olarak gönderilen bir insan de­
lerin bir beşer olduğu, diğer in­
değilsin. Bakıyoruz sana, ayak
ğil miyim?" (İsral 17:90-93)
sanlar gibi, bir insan olduğu
takımımızın basit görüşlü in­
Yukarıda zikrettiğimiz ayethususundaki ısrarına rağmen;
sanlarından başkası ardına
i kerimelerde çok açık bir şe­
rasullerin bir "beşer" olmasma
düşmüyor. Sizin bize hiçbir üs­
kilde görüldüğü gibi, bir kısım .
şaşıran, dahası haddini aşarak
tünlüğünüzün olduğna da inan­
insanlar, kendilerini doğru yola
itiraz eden ve bu durumu
iletmek üzere görevlendir
kabul edemeyen, peygam­
rilen
kişinin, bir "beşer"
Bunlar peygamberlere karşı
berden insan-üstü özel­
olmasını kabul edemeçıkmamış, ona iman etmiş, onun
likler, kabiliyetler ve me­
. yerek, karşı çıkmışlar ve
ziyetler bekleyenleri mü- izinden gitmiş; ancak peygamberle­ ondan insan-üstü talep- >
ri olduğundan fazla yücelterek, ön-» lerde bulunmuşlardır. Ki. şahade etmekteyiz.
Kanaatimizce bu anla­ lan olağanüstü varlıklar haline ge­ tab-ı Kerim'ihde herşeyi
yışta olanları.iki ayrı baş­ tirerek, methetmede aşırıya gitmeen açık bir biçimde kul­
lık altında ele almak ge­
leri sebebiyle, hataya düşmüşlerdir. larına bildiren Allah Terekmektedir.
ala, onların bu tavrını, hi­
Şüphesiz bu hatanın da mertebeleri dayetlerine engel olan bir
Birincisi: Kur'an'da sözkonusudur. Ki bunun en uçtaki - açmaz olarak belirtmekte
" örneğini bize yine Kur'an haber
^ çok net bir şekilde ortaya
ve her sözün önünü kese­
konan, rasullerin beşeri- vermektedir: Hıristiyanların, Mer­ c e k veciz bir ifadeyle,
liğine açıkça karşı çıkan yem oğlu İsa'yı, bir beşerin ötesine bunun gerekçesini bizlere
müşriklerdir. Onlar,
haber vermektedir:
taşıyarak uluhiyyet mertebesine
peygamberlik müessesesi­
"Kendilerine hidayeti ,
çıkarmaları.
ni kabul ediyorlardı. An­
rehberi geldiğinde insan­
cak, peygamber olarak,"
ların iman etmelerine,
kendi içlerinden bir "insan"ın
şöyle demelerinden başka bir
mıyoruz. Aksine sizi yalancılar
şey engel olmadı: 'Allak, bir
sayıyoruz." (Hud/11:27)
% görevlendirilmiş olabileceğine,
ihtimal vermiyorlar; böyle yüce
insanı mı rasul gönder­
"Dediler ki: 'Bizim için yer­
bir görev için ancak meleklerin
di?'"
(İsral 17:94). ,
den bir pınar fışkırtmadığın sü­
gönderilmesi gerektiğini iddia
"De ki: 'Eğer yeryüzünde
rece sana asla inanmayacağız.
ediyorlardı. Onlara göre, Allah
Yahut
senin
hurmalardan,* iskan eden, orada dolaşanlar
böyle bir görev için ancak bir
üzümlerden oluşan'bir bahçen melekler olsaydı, elbette onla­
melek görevlendirirdi. Ya da
ra elçi olarak bir melek göndeolmalı. Onların aralarından şı­
bu insanın, sıradan bir "beşer"
'. rirdik?''(İsral 17:95)rıl şırıl ırmaklar akıtmalısın. •
olmaması, olağanüstü özellik­
Yahud iddia ettiğin gibi göğü
leri olan, her istediğini ve her
İkincisi:
parçalar halinde üzerimize düistenileni anında yapabilen -bir
Peygamberlerin normal bi-şürmelisiri, yahut Allah'ı ve
anlamda ilahi vasıfları olan- bi­
melekleri karşımıza dikmelisin. rer insan olduğunu kabul edekasım - aralık 1996 55
tarihten günümüze
meyerek hataya düşen ikinci hadisde, Rasulullah şöyle buyur­ den söylemekte olduğun sözleri
grub ise, birinciden oldukça muştur: "Hristiyanların, Mer­ söyle" buyurdu." (Buhari, Kitafarklı bir durumda karşımıza yem oğlunu batıl ve aşırı surette bu'1-Meğazi; Bab:12, H.no:49.)
Burada da Hz.Peygamber,
çıkmaktadır. Bunlar peygam­ methettikleri gibi, sakın sizler de
berlere karşı çıkmamış, ona beni methetmede aşın gitmeyi­ kendisinin gaybı bilen birisi
iman etmiş, onun izinden git­ niz. Şüphesiz, ben sadece Al­ olarak vasfedilmesine nza gös­
miş; ancak peygamberleri oldu­ lah'ın bir kuluyum. Onun için ba­ termemiş, gaybın yalnızca Al­
ğundan fazla yücelterek, onları na sadece, Allah'ın kulu ve Rasu- lah'ın bilgisi dahilinde olduğu
olağanüstü varlıklar haline lü deyiniz!" (Buhari, Kitabu'l- şeklindeki Kur'an imanmı bir
başka şekilde vurgulamıştır.
getirerek, methetmede aşırıya Enbiya; Bab:, 50., H.no: 115)
Yine
Buhari'nin
rivayet
etti­
Konumuz açısından bakarsak,
gitmeleri sebebiyle, hataya
düşmüşlerdir. Şüphesiz bu ha­ ği bir başka hadis de, bu konu­ kendisinin "insanüstü" görül­
tanın da mertebeleri sözkonsu- da Rasulullah'ın hassasiyetini mesini, "beşer" olmanın ötesin­
dur. Ki bunun en uçtaki örneği­ açık bir biçimde ortaya koy- de bir yere konulmasını kabul
. maktadır:
etmemiş ve bu konuda yapılan
ni bize yine Kur'an haber
yanlışlığa anında müda­
* vermektedir. Hıristiyanla­
"Onlar
peygamberdi",
hale
etmiştir.
rın, Meryem oğlu İsa'yı,
"o
Allah'ın
has
kulu
idi",
"ama
Niyetimiz
risalet,
bir beşerin ötesine taşıya­
rak, uluhiyyet mertebesi­ onlar sahabeydi" gibi ucuz maze­ gayb, mucize vd. kavram­
ne çıkarmaları karşısında, retlere sığınmak, meseleye bu açı­ ların kelami tartışmalarına
Allah Teala, hesap günün­ dan yaklaşıldığında mümkün değil­ girmek ya da hadis usu­
lünde benzeri problemleri
deki bir manzarayı ibretle
dir... Geriye birtek şey kalıyor:
tartışmak değildir. Belki
gözümüzün önüne sermek­
te ve bundan ibret almamır Onların bu başarılarının, bu örnek konunun tabiatı gereği
ve model oluşlarının arka-planmı, oralarla da alakası olmak­
zı istemektedir: .
"Allah şunu da söyledi: ilkelerini tesbit etmek, esaslarını la birlikte, bizim jısıl ga­
yemiz; genelde peygam-'
'Ey Meryem oğlu İsa! Al­
belirlemek ve ona göre
berliği ve peygamberleri,
lah'ın yanında beni ve anhareket etmektir.
özelde
Hz.Muhamnemi
de
iki
tanrı
olarak
ka­
%
med(s.a.)i
doğru
bir zeminde
"Muavviz
kızı
Rubeyy
şöy­
bul edin diye insanlara sen mi
tanımak,
buna
bağlı
olarak da
le demiştir: Ben gelin olduğum
söyledin?' İsa dedi ki: 'Haşa!
Teşbih ederim seni. Hakkım ol­ günün kuşluk vaktinde Pey­ özellikle yaşanan hayat ve yapı­
mayan birşeyi söylemek benim gamber^.a.) benim evlenme lan pratik mücadele içinde,
haddime değildir. Eğer onu törenime geldi de, senin benim müslüman insan unsurunun
söylemişserh sen onu elbette bi­ yanıma oturuşun gibi. benim" kendine örnek alacağı, tavır ve
döşeğimin üzerine oturdu. O sı­ davranışlarında model olarak
lirsin..." (Maide 65:116)
rada
birtakım kızcağızlar def görebileceği bir "Nebi" örneği­
Kur'an'ı en güzel anlayan
ve insanların anlaması için en çalıyorlar ve babalarımızdan ni ortaya koymaya çalışmaktır.
anlamlı tefsirini yapan Hz.Pey- Bedir gazasında şehid olanların
Hz.Muhammed(s.)in Beşe­
gamber(s.a.), kendine has veciz güzel vasıflarını zikrediyorlar­
rî
Mücadelesini
Örnek Al­
ifadesiyle; bu konuda düşülen dı. Bu kızlardan birisi: -İçimiz­
hataya işaret etmekte ve de bir Peygamber var ki, o ya­ mak
rın ne olacağım bilir! dedi. Bu­
mü'minleri ikaz etmektedir:
Konuya bu açıdan yaklaş­
İbn Abbas ve Hz. Ömer'in ri­ nun üzerine Peygamber (s.a.):
vayeti ile Buhari'nin aktardığı "Kızım böyle söyleme, önce­ manın önemi şuradadır: Rasu56 ümran
model insan Hz.Muhammed
lullah'ın yürüttüğü ve sonunda
başarıya ulaştığı yirmi üç yıllık
bir mücadelesi vardır. Allah'a
• ve Rasulüne iman ederi hermü'minin bu mücadeleyi ken­
dine örnek alması gerekmekte­
dir. Ancak eğer birileri çıkar .
da, Rasulullah'ı -hatta sahabeyi
bile- "insan-üstü" varlıklar ola­
rak kabul ettirmek isterlerse, .
. onları örnek almak nasıl müm­
kün olabilecektir? Konun öne­
mi işte buradadır.
Bizim inancımız ve iddi­
amız odur ki; onlar da bizim
gibi bir beşerdiler, onlar da bi- '
zim sahip olduğumuz imkan ve
. kabiliyetlere sahip oldukları
gibi, aynı zamanda bizim du­
çar olduğumuz -insan olmanın
getirdiği fıtri- zaafiyetlere du­
çardılar. Mesela; onların da
günleri yirmidört saat, ayları
otuz gündü. Ama onlar da bi­
zim gibi insan olduklarından
aynı zamanda uyumak zorun-,
daydılar da... Biz de onların sa­
hip olduğu akla sahibiz, ama
onlar da bizim gibi."nefis" sa­
hibi idiler. Daha önemlisi, on­
ların da bizim de, tüm Ademoğlunun ortak düşmanı şey­
tan, o zaman da aym şeytandı,
şimdide...
s
O halde, "Onlar peygamber­
di", "o Allah'ın has kulu idi",
•"ama onlar sahabeydi" gibi ucuz mazeretlere sığınmak,
meseleye bu açıdan yaklaşıldı­
ğında mümkün değildir... Geri­
ye birtek şey kalıyor: O da, on­
ların bu başarılarının, bü örnek
ve model oluşlarının,' arkâ-planını tesbit etmek, ilkelerini tesbit etmek, esaslarım belirlemek
kaldı... Eğer Rasulullah bazı ta­
ve ona göre hareket etmektir.,
Hz.Peygamber'in askeri rihçilerin kendisini olağanüstü
mücadelesini inceleyen değerli niteliklerle dolu bir hayat ile
müellif Mahmut Şit Hattab'ın anlattıklarını bilseydi, bu işe
Türkçe'ye "Komutan Peygam­ asla rıza göstermezdi... O her
ber" olarak çevrilen gerçekten halükârda insanlara kendisinin
önemli çalışması, Rasulullah'ın de bir beşer olduğunu telkin et­
mücadelesinin, "iş yapmak" is­ mekteydi...
Rasulullah komutadaki kişi­
teyen insanlar için nasıl bir mo­
del olduğunu merak edenlerin sel niteliklerine ilave olarak biokuması gereken önemli bir linen bütün savaş taktiklerine
eserdir. Bu eserin önsözünde. uymuştur ve bundan dolayı da
M. Şit Hattab, Rasulullah'ın düşmanlarına karşı basan sağ­
mücadelesinin ve başarılarının lamıştır. Eğer en ufak bir ihti­
gerçek sebeplerini tahlil ve tet­ yatsızlık, tedbirsizlik göstermiş
kik etmek gerektiğini, ancak olsaydı sonuç tam tersine ola­
böyle yapıldığı takdirde örnek bilirdi...
Bedir savaşı öncesi müşrik­
alınacak bir model teşkil edebi­
leceğini şu şekilde ifade etmek­ leri çok, ashabmı sayı ye kuv­
vetçe az gördüğünde tereddüt
tedir: ••••_•
- "Ben bu eseri yazarken, fi­ gösterseydi durum ne olurdu?
ilen savaşta meydana gelmesi Huneyn sâvaşmda müslümanmümkün olmayan bazı olayları lann kaçışı sonucu kendi aile­
yazmaya gerek görmedim. Ba­ sinden ve muhacirlerden sade­
zı tarihçiler- sözünü ettiğimiz ce on kişi ile direnmemiş ol­
olayları gözönünde tutup Rasu­ saydı durum ne olacaktı? Niçin
lullah'ın savaşlarda elde etmiş müslümanlardan bir grup savaş
olduğu başarılan alışılmışın dı­ esnasmda namaz kılarken diğer
şında olağan üstü harikalara grup onlara yönelik düşman
dayandırmakta ve bunu normal saldınlannı püskürtmeye çalış-^
şartlar allında cereyan etmiş bir maktadır?.
harp niteliği taşımamak şeklin­
Bu dakik hesaplar, maharet- de yorumlamaktadırlar. Bu ta­ li sevk ve idare ortada iken, * '
rihçiler söz konusu olağanüstü acaba Rasulullah'ın başarısı,
halleri nübüvvete mahsus zu­ olağanüstü niteliklerden mi,
hurat olarak yorumlamaktadır­ yoksa normal şartlar altındaki
lar
. ' ' . . • • - . . , harp teknik ve maharetlerinden
Rasulullah, olağanüstü nite­ mi kaynaklanmaktadır?
liklerle başarıya ulaştıysa, bura­
Gerçek şu" ki, başarı Al­
daki başarı ne kıymet ifade lah'tandır. Bunda şüphe yoktur.
eder? Müslümanlar onun yâ-. ' Ama Allah, savaşın gereklerini
şantısını nasıl anlayıp örnek yerine getirmeyen bir kimseye
edinebilecekler? Zira Rasulul­ başarı vermez. (Mahmut Şit
lah'ın irtihali ile olağanüstü Hattab, Komutan Peygamber,
haller bitti, geriye acı gerçekler 9_.11.)
kasım-aralık 1996
57
sohbet
Kur'an'a
sımsıkı sarılmak
i
•
Şemseddin Özdemir
Kitab'a Sımsıkı Sarılmak
Geçen sayıda Kur'an-ı Ke­
rim'in nasıl bir kitap olduğu
üzerinde durmuş, >Kur' an' m
kolay'anlaşılır ve apaçık bir ki­
tap olduğunu belirtmiştik. Al­
lah mü'minlere gerçekten de
onların anlayabileceği kolay­
lık, basitlik ve sadelikte, baş­
vurdukları takdirde problemle­
rini çözebilecekleri bir kitap
indirmiştir. Böyle bir kitabı
gönderen Allah, bu kitabı biz­
lere yüklemiştir, emanet etmiş­
tir. Ahzab suresi 72..ayette
şöyle denmektedir:
"Gerçek şu ki biz emanetle­
ri göklere, yerş ve dağlara
.sunduk dâ, onlar bunu yüklen­
mekten kaçındılar, ondan kor­
kuya kapıldılar. Onu insan
yüklendi. Çünkü o çok zalim ve
çok cahildir."
Haşr suresi 21. ayette ise
şöyle ifade edilir:
"Şüphesiz biz Kur'an'ı bir
dağın üzerine indirmiş olsay­
dık, andolsun onun Allah kor­
kusundan boyun eğerek pa­
58 ümran
İslâm dünyasındaki pekçok insan kendi yorumunu
esas alıyor; liderinin veya teşkilatının yorumunu or­
taya koyuyor, sımsıkı ona yapışıyor ve insanları ora­
ya çağırıyor. Allah'ın Kitabı'na değil. Sonra da niçin
başarılı olamadık, parça parça olduk diye biribirlerine soruyorlar.
ramparça olduğunu görürdü­
nüz, işte biz belki düşünürler
diye insanlara örnekleri böyle,
vermekteyiz."
Dağın böyle bir tavrını ör­
nek veren Allah diyor ki, müslümanlara bırakılan işte böyle
bir emanettir. Dağ paramparça
olacaksa, müslümanlann ken­
dilerine Rableri tarafından na­
sıl bir emanetin yükletilmiş ol­
duğunu görmeleri ve bilmeleri
gerekmektedir. Yüklendikleri,
çok ağır bir yük.
Bu anlamda Kur'an'a dön­
mek, bu emanetin ne olduğunu
iyi kavramak, Allah'ın kendi­
lerine yüklediği bu görevi yeri­
ne getirmek için gayret sarfetmek, müminler olarak hepimi­
ze düşen bir görev olması gere­
kir. Çünkü emanet çok ağırdır.
Ama ne gariptir ki, bugün
dağı paramparça etme nokta­
sında olabilecek bir Kur'an so­
rumluluğu ve emaneti, sözde
Kur'an'a tabi olduğunu söyle­
yen birçok müslümanda ciddi
bir rahatsızlık meydana getir­
memektedir. Bu, üzerinde dü­
şünülmesi gereken bir husus­
tur. Bu ne biçim bir emanet
anlayışıdır ki, bir kitaba varis
kılınmışız, kitap bize emanet
olarak Allah tarafından gönde­
rilmiş, fakat biz bu durum kar­
şısında hiçbir rahatsızlık duy­
mamaktayız; onun ne olduğu­
nu merak edip oha bakmamak­
tayız ve o da bizim problemle­
rimize çözüm getirme nokta­
sında görevini yerine getire­
memektedir.
Allah Kuran'da müminlere
\
Kur'an'a sanlmak
kuşkusuz başka görevler de tım ki, ona sımsıkı sanlırsamz bizden ne isteyip ne istemedi­
yüklemektedir. Emanet olarak asla sapıklığa düşmezsiniz ve ğini bilmemiz gerekmektedir.
verilen bu Kur'an'a sımsıkı ya­ O Allah'ın kitabı Kur'an'dır."
Bundan sonra da "işittik ve ita­
pışmaları ve onu'asla terkedil­
Bütün bu uyarılardan bir at ettik" diyerek ona boyun eğ­
miş halde bırakmamaları konu­ gerçeği görmekteyiz: Allah memiz, onu önce kendi hayatı­
sunda birçok yerde ikazlarda kendi vahyettiği kitabına sım­ mızda yaşamak, daha sonra
bulunuyor. Şu hususun altını
sıkı sarılmamızı, ona çok güzel onun hayata hakim kılınması
çizmek lazımdır: Kur'an'a sım­ bir şekilde bağlanmamızı em­ için mücadele etmeye karar
sıkı yapışın. Bu elbette maddi retmektedir. Araf, Zuhruf, Al-i vermek mecburiyetindeyiz.
anlamda bir yapışma değildir.
imran ve daha pek çok surede
. Onu pratiğimizde yaşayaca­
Al-i İmran 101. ayette - "kitaba sımsıkı sarılmak"tan ğız; rehberimiz o olacak; tartış­
özetle- "kim Allah'a sımsıkı bahsedilmektedir. Onda olanı masız doğrularımızı ondan ala­
tutunursa", 102. ayette ve de­ düşünmemiz istenmektedir. cağız ve onun insanlara hük­
vamında "toptan Allah'ın ipi­ "Eğer Kitab'a sımsıkı sanlır­ medebileceği bir noktaya gel­
ne sımsıkı yapışın ve dağılıp samz asla sapıklığa düşmez­ mesi için elimizden gelen gay­
siniz" denmektedir.
reti sarfetmemiz gerekecektir.
parçalanmayın" denmektedir.
Ancak böyle yaparsak,
Yunus suresi 43.
umulur ki Kitab'a sım­
ayette ise şöyle ifade edi­
Hz.Ömer (r.a.) şöyle demiştir:
sıkı sarılanlardan olu­
liyor:
"Bu Kur'an sizin için bir mükafat,
ruz.
Yoksa böyle yap­
"Sen, sana vahyedilebir
şeref
ve
bir
hazinedir.
Siz
maz da, bugün dünya­
ne sımsıkı sarıl. Hiç şüp­
Kur'an'a
uyun;
Kur'an'ı
kendinize
daki pekçok müslüma- hesiz ki bu Kur'ân sana
nın
olduğu gibi, kendi
ve kavmine gerçekten bir uydurmayın. Kim Kur'an-ı Kerim'i
zikirdir. Siz ondan hesa­ kendisine uydurursa Kur'an onu Ce- kanaat ve düşünceleri­
ba çekileceksiniz." '
hennem'e kadar sürükler. Fakat kim ni, kendi inanma bi­
v
çimlerini, islam'dan
Araf süresinde Kitap
Kur'an'a tabi olursa, Kur'an onu
kendi anladıklarını *
Ehli'yle ilgili bir konu'
Firdevs
cennetlerine
götürür.
Allah
"Allah'ın ipi" yapar,
aktarılırken, "onlar Ki.ona
sarılıp da Allah'ın
kapalı
gözleri,
sağır
kulakları,
kilitli
tab'a sımsıkı sarılırlar
ipine
sarıldık zanneder­
kapıları Kur'an-ı Rerim'le açar."
ve namazı dosdoğru
sek, bugün onların için­
ikame ederler"; yine
de
bulunduğu
duruma düşece-,
birbaşka yerde -171. ayetteğiz
demektir;
yani
zillet, sefa­
"size verdiklerimize sımsıkı
Dönüp baktığımızda, bugün
x
sarılın ve onda olanı düşü­ müslümanlar olarak, dünyada­ let, gerilik, kan, gözyaşı ve binün" denmektedir.
ki İslam ümmeti ve Türki- ribirini katletmenin normal sa­
Yine Araf 13 te "Rabbiniz- ye'deki müslümanlar olarak yıldığı bir duruma....Bütün
den size indirilene uyun," Jbir- gerçekten de", burada ifade edi- bunlar "kitab" yerine kendi
başka ayeti kerimede "bu in­ ' len anlamıyla Kitab'a sımsıkı yapıştıkları, kitap ve din oldu­
dirdiğimiz mübarek bir ki­ sarılâbilmekte miyiz? Ne de­ ğunu söyledikleri iplerin çü­
rüklüğünün sonucudur.
,
taptır; ona uyun ve korkup mektir sımsıkı sanlmak?
sakının" ifadeleri geçmekte­
İslam dünyasındaki pekçok
Bunun için evvela Kur'an'ı
dir.
insan
kendi yorumunu ortaya
Kerim'in ne olduğunu bilme­
Hz.Peygamber'in (s.) ise miz lazımdır, Allah'ın o kitabı koyuyor; hderinin veya teşkila­
şöyle bir ifadesi vardır: "Ey in­ bize hangi özelliklerle indirdi­ tının yorumunu ortaya koyu­
sanlar, size Öyle birşey bırak­ ğini, içinde nelerin olduğunu, yor, sımsıkı ona yapışıyor ve
kasım - aralık 1996 59
"V
sohbet
insanları oraya çağırıyor. Al- lah'ın Kitabı'na değil. Sonra da
niçin başarılı olamadık, parça
parça olduk diye biribirlerine
soruyorlar." Eğer bir parçalan­
ma varsa, eğer işler iyi gitmi-_
yorsa, herkes tekraren dönüp
şu soruyu sormalı:
Acaba bir gerçekten Rabbimizin burada bize verdiği doğ­
rudan talimatlara, farz olan ta­
limatlara -bunlar keyfi uygula­
ma değildir; Allah'tan bir
emirdir, farzdır- hakkıyla
uyup Allah'ın Kitabı'na mı
bağlanıyoruz, yoksa kendi ya­
nımızdan çıkarttığımız -İs­
lam'a ters olmasa bile- kendi
kanaatlerimize ve yorumları­
mıza Allah'ın Kitabı'ndan daha
çok mu bağlanıyoruz? Sorun
buradadır ve İslam dünyası ve
müslümanlar birkaç asırdan
fazla bir zamandan beri -istis­
nalar hariç büyük ölçüde- o
sımsıkı yapışmaları gereken ta­
limatı unutup Allah'ın ipi yeri­
ne başka ipler ihdas ettikleri
için, o her yapıştıkları ip so­
nunda çürük çıktığı için onları
hüsrana uğratmıştır, sıkıntıya
ve zillete duçar etmiştir. Bizim
kurtuluşumuz Allah'ın Kita­
bı'na yeniden sımsıkı sarıl­
maktan geçer.
:• Hz.Ömer (r.a.) şöyle demiş­
tir:
"Bu Kur'an sizin için bir
mükafat, bir şeref ve bir hazi­
nedir. Siz K u r ' a n ' a uyun;
Kur'ân'ı kendinize uydurma­
yın. Kim Kur'ân-ı Kerim'i
kendisine uydurursa Kur'an
onu Cehennem'e kadar sürük­
ler. Fakat kim Kur'an'a tabi
. 6 0 umrem
olursa, Kur'an onu Firdevs . arasında bulunduğu sürece in­
cennetlerine götürür. Allah ka­ sanlar ondan nasıl haberdar
palı gözleri, sağu- kulakları, ki­ olacaklardır? Demek ki bir gö­
litli kapıları Kur'an-ı Kerim'le revimiz Kitab'ı insanlara açık­
açar." (Hadislerle Müslüman^ lamak, bir görevimiz de onu
lık,c.5,s.l584)
gizlemerhektir. Anlatmamak,
gizlemek anlamına gelir. Eğer
Kitab'ı Terkedilmiş Bı­ biz Kitab'ı insanlara.tebliğ et­
miyor, insanlara açıklamıyor­
rakmak.
sak, onu gizliyoruz demektir.
Yeterince
açıklamamak da bir
Kur'an'a sımsıkı sarılma­
mak demek, onu terkedilmiş gizlemedir. Sonuçta, yapmadı­
bırakmak demektir. Bu konuda ğımız eylemden dolayı tersi orKur'an-ı Kerim bizi çok uyar­ • taya çıkıyor. Kitab'ı bileceksi­
mıştır. Kitap'in terkedilmiş niz, okuyup kavrayacaksınız,
olarak bırakılmaması için, Ki- vebalinizi bileceksiniz, ama
tap'ın ihmal edilmemesi için anlatmak için bir gayret sarfetAllah bizi uyarmıştır.
meyeceksiniz. İşte o zaman
Bakara/10l'de şöyle den­ "gizleyenlerden" olmuyor
muyuz?
>
mektedir:
Bugün Kur'ah'la- uğraştığı­
"Ne zaman onlara Allah'ın
katından yanlarındakini doğ­ nı söyleyen çevrelerin önemli
rulayan bir peygamber gelse, bir problemi de entellektüel
kendilerine kitap verilenlerden. haz^ almak için, zevk almak
bir takımı sanki kendileri hiç için Kur'an'ı araştırma kitabı
bilmiyorlarmış gibi, Allah'ın yapmalarıdır. Bilgili olmak, in­
sanları mat etmek veya cevap
Kitabı'nı arkalarına attılar."
Bu Kitap Ehli'yle ilgili bir vermek, ne kadar bilgili oldu­
uyarıdır; ama peygamberlerin ğunu göstermek... bunu yap­
arkası kesildikten sonra bugün maları önemli bir sapmadır.
kendisine vahyin tebliğ edildi­ Kur'an-ı Kerim akademik araşği pek çok müslüman da bu . tırma kitabı değildir; ve bu ni­
tehditvarî uyarının kapsamına yetle de inmemiştir. Ancak ve
girmiş bulunmaktadır.
ancak yaşanmak üzere inmişi
i
Al-i İmran suresi 187. ayet­ t
Fakat Kur'an'dan çok bahse­
teki-talimat ilginçtir:
"Hani kendilerine kitap ve­ den belli kesimlerde gözlemle­
rilenlerden onu mutlaka insan­ diğimiz şudur ki, Kur'an birile­
lara açıklayacaksınız ye onu rini eleştirmek-ve kendi bilgi
gizlemeyeceksiniz diye kesin dağarcığını arttırmak için oku­
söz almıştık. Fakat bunlar onu nan bir kitap halinde tutulmak­
arkalarına attılar. Ve ona kar­ tadır. Bu kesimlerin en kısa za­
şılık az bir değeri satın aldılar. manda girdikleri bu girdaptan
çıkmaları gerekmektedir. Ön­
O aldıkları şey ne kötüdür."
Kitap mushafın sayfaları celikle bütün pratiklerini
Kur'an'a sarılmak
Kur'an'a döndürmeleri gerekir.
muyuz? Hz.Peygamber'in (s.) hüküm ver." (Elmalılı Tefsiri,
Kur'an kibirlinin kibrini kırar.
Allah'a şikayet ettiklerinden c.5, s.3583)'
Ama kişi Kur'an'ı okuyup da
miyiz, etmediklerinden miyiz?
Ve yine sahabeden E b u .
caka satıyorsa, kendini, ne ka­
Eğer -Allah korusun- böyle bir Musa, -Kur'an okuyanları top­
dar bilgili görürse görsün, o
şikayetin" muhatabı biz isek, iş­ layarak şöyle demiştir:
Kur'an'ı anlamamış demektir;
te o zaman mahvolmuşuz de­
"Siz memleketin Kur'an'ı
daha doğrusu, tam aksini tatbik
mektir.
okuyan kimselerisiniz. Bu yüz-.
ediyor demektir. Bu bir sapma­
Yine bu konuyla ilgili deği­ den K u r ' a n ' d a n uzun süre
dır. K u r ' a n okuyup sürekli
şik ayetlerde şöyle ifadeler bu­ uzaklaşmayın. Yani Kur'an'ı
Kur'an deyip de. sözünde dur­
lunmaktadır:
okumayı,, tedris etmeyi ihmal
mayan bir adamın Kur'an'la ir­
Maide/68: "Onlar Tevrat'ı, etmeyin. Aksi halde Ehl-i Kitibatını dikkate almak zordur.
İncil'i ve Rabb'ihden indirilen , tab'ın kalplerinin katılaştığı gi­
Kur'an-ı Kerim'i salt bilgilen­
Kur'an'ı ayakta tutmadıkça bi sizin-de kalpleriniz katıla­
mek için okuyan, tartışmak
hiçbir esas üzerinde değiller- şır." Gerçekten bugün de onu
için tartışan, bilgi dağarcı­
görüyoruz. Bazı insanlar
ğım arttırarak oryantalistle­
•var
ki, üç beş sene heye­
Bazı insanlar var ki,
re benzer bir mantıkla oku­
canla Kur'an-ı Kerim'i*
üç beş sene heyecanla Kur'an-ı okuyorlar, daha sonra ise
yan ve sonuçta kendi pra­
Kerim'i okuyorlar, daha sonra bırakıveriyorlar ve bir da­
tiklerini değiştirmeyip ha­
talarını düzeltmeydiler cid­
ise bırakıveriyorlar ve bir daha ha da ellerine alamıyorlar.
di bir sapma içindedirler.
Yani siz Kur'an-ı Kerim'i
da ellerine alamıyorlar.
terkedilmiş
bırakırsanız, o
Furkan suresinde 29. Yani siz Kur'an-ı Kerim'i terke­
da
sizi
terkediyor.
Ve Ehl-i
ayetten itibaren devam
dilmiş bırakırsanız, o da sizi
Kitab'ın kalplerinin katı­
eden ayetler silsilesinde bir
terkediyor. Ve Ehl-i Kitab'ın
laşması gibi, kalpler katıla- .
şikayet vardır. Kur'an ahikalplerinin
katılaşması
gibi,
şıyor, araya mesafeler girt
ret günü olacak olan bir
yor ve Kur'an'la olan irti­
tartışmayı olmuş gibi akta­ kalpler katılaşıyor, araya mesa^
bat kopup başka irtibatlar
rarak Hz.Peygamber'in(s.)
feler giriyor ve Kur'an'la olan
.devreye
giriyor,
bir şikayetinden bahseder. \ irtibat kopup başka irtibatlar
Resulullah o gün şöyle di­
Zuhruf suresinin 36-38.
devreye giriyor.
yecektir:
ayetlerinde Allah şöyle di­
yor: "Kim benim zikrimi,
"Yarabbi, gerçekten be­
Kur'an'ı
görmezlikten gelir,
nim ümmetim benden sonra
dir."
ihmal
ederse,
- ona bir şeytanı
Kur'an'ı terkedilmiş bıraktı."
-Elmalılı'nın Furkan/30.
Hz.Peygamber Aleyhisselam
ayetin tefsiri anlamında zikret­ arkadaş kılarız. O şeytân o in­
kendi ümmetini, kendi toplu­
tiği bir hadis-i şerif vardır: sanı doğru yoldan saptırdığı
munu, kendisinden^ sonra
"Her kim Kur'an-ı Kerim'i öğ­ halde o kişi'hala sırat-ı müsta­
Kur'an'ı terkedilmiş bırakma-, renir de -bu öğrenmeyi muhte­ kim üzre olduğunu zanneder."
lanndan dolayı Allah'a şikayet
Nice müslüman bugün 'Al­
vasıyla anlamak olarak almalıediyor. Bu, altı çizilmesi gere­ -yız- mushafı asar, ilgilenmez, lah'ın kitabını terkedilmiş bı­
ken bir ayet, üzerinde durulma-, ve ona bakmazsa, kıyamet gü­ rakmakta ve böylece şeytan
sı gereken bir konudur.
nü Kur'an-ı Kerim gelir, onun - onunla arkadaş olmakta, onu
İslam adı altında bir yığm hu­
Herkes şunu sormalıdır; Biz
yakasına sarılır ve şöyle der:
gerçekten Kur'an'ı terkedilmiş
"Yarabbi, bu kulun beni ter- rafeye, bidate, yanlışa, yalana
bırakıyor_muyuz, bırakmıyor
ketti, benimle önün arasında tabi kılmakta, o da hala İslam
kasım - aralık 1996
61
sohbet
durumdan kurtulmak için çok
mayacaklardır; "amenna" diye­
adına hizmet ettiğini, sırat-ı
ciddi çalışmalar görülmektedir.
ceklerdir,
"işittik
ve
boyun
eğ­
müstakim için mücadele ettiği­
Hamdolsun bütün İslam top­
ni zannetmektedir. Halbuki o' dik." Ancak böyle dediğimiz
raklarında müslümanlar yeni­
zaman, Kur'an'ı terkedilmiş
Kur'an'ı terkedilmiş bıraktığı
den Allah'ın Kitabı'na dön­
bırakmanın doğurduğu prob­
için bir şeytanın emrine uy­
mekte, ona samimiyetle yönel­
lemleri yaşamamış oluruz.
muştur.
mekte, onu öğrenmeye ve öğ­
Yoksa doğru yol adına, İslam
Yine Tâhâ 124-126. ayetle­
retmeye
gayret sarf etmektedir­
adına
birçok
yanlışı
sergiler
de
rinde Allah şunu açıkça belirt­
ler.
Bu
süreç hızlandıkça,
hala Allah için birşey yaptığı­
mektedir:
Kur'an-ı Kerim 21. yüzyılda
mızı zannederiz.
"Kim de zikrimden yüz çevi­
yeniden iniyormuşcasına tüm
Bugün müslümanlara baktı­
rirse, Kur'an'ı ihmal ederse
insanlığı aydınlatacaktır ve
ğımızda böyle bir garabetle
bunalıma düşer. Kıyamet günü
onun arzu ettiği hayat tarzım
karşılaşıyoruz. Bir müslümanm
onu kör olarak hasredip ortaya
müslümanlar
inşa edebilecek­
helal
dediğine
bir
diğeri
haram,
çıkartırız.
'Ey Rabbim' der
lerdir.
Bunu
yapabilmeleri,
birisinin haram dediğine öbürü
'ben gören bir kimseydim, bumezkur ayetlerde belirtilen il­
- gün beni niçin kör olarak has­ helal diyor.'Bu anlaşılır birşey
kelere
sıkı sıkıya sarılmalarına
değildir.
rediyorsun?' Allah da şöyle
bağlıdır.
' der: 'Bu böyledir. Sana ayetle­ - Eğer müslümanlar Kur'an'ı
gerçek anlamda terkedilmiş bı­ '- Burada ifade edilen husus­
rimiz geldiğinde yan çizdin;
lar, Kur'an'a sımsıkı yapışma
rakmamış
olsalardı, gerçekten
bugün de sen ihmal ediliyor­
ve onu terkedilmiş bırakmama
sımsıkı yapışsalardı Allah'ın
sun."
yönündeki talimatlar, namaz
Kitabı'na, İslam tarihinde A
Bu ayetler bütününe baktı­
ve oruç ne kadar farzsa o kadar
mezhebindeki
bir
adamın
arka­
ğımızda; bugün müslümanlar
farzdır. Hacc ne kadar farzsa
sında B mezhebindeki bir
itikadi esaslarım, ahlaki ilkele­
hatta ondan daha çok farzdır.
adam namaz kılarken nasıl te­
rini, ekonomik ve siyasi anla­
Çünkü bunlar olmaksızın na­
reddüt
edebilirdi?
Bir
mezhe­
yışlarım, cemaatleşme anlayış­
bin, bir alimin haram dediğine - maz da olmaz, oruç ve hacc da
larım, aile ilişkilerini ve miras
olmaz. Kur'an'a sımsıkı sarıl­
bir diğeri nasıl helal diyebilirhukuklarım... bunların hangisi­
mayan,
terkedilmiş bırakan ve
ni, ne derece Kur'an'la tanzim , di? Bu din Allah'ın tek dini ol­
Allah'ın
verdiği emaneti dikka­
ediyorlar? Hangi konularda
duğuna göre, A mezhebinde
te almayan insanların ibadetleri
Kur'an-ı Kerim onlann rehbe­
birşey yapıp cennete gideceksi­
şekli alışkanlıklardır. Dolayı­
ri? Müslümanların bugün yaşa­
niz, aynı şeyi B mezhebinde
sıyla öncelikle bu farzın çok
dığı bunalımı Allah burada ha­
yaparsanız cehenneme gide­
iyi anlaşılması gerekmektedir.
ber vermiştir. İslam dünyasının
ceksiniz... Olmaz böyle şey!
Kur'an'a ilişkin bu talimat­
bu' bunalımdan çıkmasının tek
Asıl müctehidin kastetmediği
ları pratiğe aktarmazsak dün­
yolu tekrar Kur'an'a sımsıkı
hataya, sonrakilerin körükörüyada
zillet ve sefaletten kurtu­
;
ne,
yobazlığının
sonucu
düş, sanlmasıdır; müslümanların
lamayacağımız
gibi ahireti de
Kur'an'ı terkedilmiş bırakma *mesi dolayısıyla ortaya çıkmış­
kaybederiz.
Allah'ın
bizi,
tır bu durum.
zillet ve hastalığından vazgeçip
Kur'an-ı Kerim'i rehber edi­
Kur'an-ı Kerim'i terkedil­
Kur'an'ı terkedilmemiş bıraka­
nen, ona hakkıyla sımsıkı yapı­
miş bırakmanın sonucu, bu bü­
cak hale gelmeleridir. Kur'an-ı
şan müminlerden eylemesini
yük emaneti ihmal etmenin
Kerim artık onlann rehberi
dileriz.
•' •
olacaktır, onun ışığı olacaktır. •sonucu bugün müslüman dün­
Yay.
haz.
Ubeydüllah
Bayya büyük oranda bu zilleti ya­
Kur'an'da bir hüküm varsa on­
kara
şamaktadır. Son yüzyılda bu
dan kurtulmak için bahane ara­
62
ümran
sempozyum
bir sempozyum:
İslâmî üslûp ve demokrasi
\.
M. Fethi Osman, Raşid el-Gannûşî,
Abdülvahhab el-Mesîrî, Fehmi Huveydî
el-Muctema'dan
gev. Metin Çığrıkçı
Eylül ayında Londra'da "Siyasetin Kanuniyeti" konulu bir top­ yanlıştır, tehlikelidir: Örneğin;
lantı yapıldı. Toplantıya İslam Dünyası'ndan çeşitli düşünürler ka­ Beni Sakîfe Kabilesi'nin Ebu
tıldı. İslam Dünyası'nm içinde bulunduğu, tarihten günümüze ka­ Bekir'in halifeliği için biati,
dar devam eden İslami düşünce problemleri ve kültürel tıkanıklık­ Raşid Halifeler'in seçim şekil­
lar ele"almdı; bu bağlamda Demokrasi-İslam ilişkileri tartışıldı. leri gibi konular (siyasi yapı­
Toplantıya konuşmacı olarak İslam düşüncesinin ve İslami hare­ lanmada, yönetimde) vazgeçil­
ketlerin Önde gelen isimlerinden Raşid el-Gannûşî, Fehmi Huvey­mez kaynak olaylar olarak ka­
dî, Fethi Osman, Abdülvahhab el-Mesîrî gibi simalar katıldılar: bul edilir.
Maverdî ve Ebû Ya'lâ'yı
Yapılan konuşmaların en önemlileri olmaları hasebiyle bu dört
okuyan
bir kişi yönetimle ilgili
şahsın görüşlerine yer verdik.
hükümlerin Berii Sakîfe
Dr. Muhammed Fethi Os­ geçmesiyle etkinliğini yitirme­ bey'atından hareketle tesbitlendiğini ve konuyla ilgili ola­
mektedir. İslam Fıkhı Kur'an
man:
Kitab, ve Sünnet'i açıkla­ ve Sünnet kaynaklı olması iti­ rak da okuyucuyu kayıtladığım
mayla oluşmuş olan îslam Fık­ bariyle süreklilik arzeder. Yani görür. Mesela; Ebû Bekir'e bi­
at edenlerin sayısı kadar bir ra­
hı insan ürünü bir ilimdir/Şer- ilahi kaynaklı olmayan- diğer
heden, inceleyen fakihin bulun­ beşeri hukuklar hep zaman aşı­ kamın halifeye biatin geçerlili­
duğu şartların gerektirdiği ne­ mına uğrar ve geçici olur. "Kı­ ği için yeterli bir rakam olduğu
yas tek basma yeterli midir?" belirtilir buralarda.
ticelerdir bu ilim...
İşte böylesi konular ele alı­
Dolayısıyla geçmiş şartlara konusunu biraz ele alalım: Kı­
göre oluşmuş "Fıkıh Usulü" yas elbette ki tek başına, yaşa­ nırken geniş düşünebilmemizi
dığımız problemleri çözemez. engelleyecek "tarih hapisha­
nün yeni şartlar doğrultusunda
nesinden kurtulmak lazımdır.
Zira kıyasî hükümler geçmiş
ihtiyaç vdııyulan yeni fıkıh raetodlanna engel olmasma fırsat tarihi olaylardan hereketle Her şey tarihi hadiselerden ha­
oluşmuştur. Bilindiği üzere her reketle çözülecektir diye zanvermemeliyiz. Bunu söylemek­
dönemin olayları arasında nedilmemelidir.
le eski "Fıkıh Usulü"nü inkar
Ahkamla ilgili, çeşitli konu­
önemli değişiklikler vardır. •
ediyor değiliz; elbette ki unsur­
Müslümanların çoğunun, larla ilgili illa,da eldeki mevcut
larından faydalanacağız. Şunu
asla unutmamalıyız, İslam Fık­ fıkhi ve fikri meseleleri ele al­ nasslah sürekli tekrarlama alış­
hı Latin kökenli "Batılı'Hu- masında özellikle tarihi hadise­ kanlığından kurtulunmalıdır.
kuk"lar gibi üzerinden zaman leri temel almaları son derece Çünkü bu nasslarm çoğu, gerkâsım - aralık 1996 63
sempozyum
çek başvuru kaynağı -ki biz de "teşrî' özelliği olmayan" diye ğı konusunda müttefiktirler.
önce onlara başvurmalıyız- ikiye ayırarak şöyle der: "Her­ Resulün iman eden, sonra küfre
Kur'an Ve Sünnet'e müracaat kes ictihad yapabileceğine göre giren, yine iman eden yine küf­
ederek elde edilmiş ictihadlar- Resul(s.) neden ictihad etmiş reden ve artık küfründe sürekli
dır.
olmasın? Resul'e ğece-gündüz olan tiplere mukavemet ettiğini
İşte bu noktada teşri'îdeki sürekli vahy indiği, nübüvvetin belirtirler. Yani İslam ordusun­
konumu itibariyle Sünnetin sı­ sadece vahyden ibaret olduğu dan küfür ordusuna gidip gel­
nırlarım tesbit zorunluluğu kar­ zannedilir. Böyle düşünenler meyi alışkanlık edinmiş, böyle­
şımıza çıkar: .
Peygamber (s.)'in akli yeterlili­ ce İslam ümmeti aleyhine tehli­
1- Müslümanların imamı ğinin olmadığını zannederek keli hale gelmiş özel bazı in­
olarak Resul(s.)'ün yaptığı iş­ şahsiyetini küçümsemiş olurlar. sanlar hakkında, bu hüküm ve­
ler; bunlar peygamber'in, kendi Oysa ki Resul kanun koyabile­ rilmiştir peygamber tarafın­
zamanının gereklerine göre cek teşri(ictihadi) özelliği olan dan...
oluşturduğu ictihadlarım
Bu olay, haklarında
içerir.
kanuni yaptırımlar hazır­
Dr. Muhammed Fethi Osman:
2- Bir beşer olarak
İşte böylesi konular ele alınırken . lanmış mürtedlerle ilgili:
yaptığı işler; bir yiyeceği
hükümlere delil teşkil et
geniş düşünebilmemizi engelleyecek mez. Maverdî de bu ola­
bir başka yiyeceğe, bir
rengi diğer bir renge üs­ "tarih hapishanesinden kurtulmak yı savaş şartlarında ordu
lazımdır. Her şey tarihi hadiselerden mensubu olan şahıslara
tün tutması gibi...
3- Nebi sıfatıyla yap­ hareketle çözülecektir diye zannedil- hasretmiştir. Mürted için
tığı işler ve söyledikleri.
deül olarak görmemiştir.
memelidir.Ahkamla ilgili, çeşitli
Resulün zamanında yaşa­
Vürûd ye delâleti yö­
konularla ilgili illa da eldeki mevcut
mış olsaydık sorun yok­
nüyle sünnet teşrî' de­
tu. Zira o devlet başkanı nasslan sürekli tekrarlama alışkanlı­ mek midir? Konuyu iki
ğından kurtulunmalıdır. Çünkü bu merhalede inceleyebili­
anlamıyla ümmetin ima­
nasslarm çoğu, gerçek başvuru
mı ve kesin ahkam koyan
riz:
teşrî' makamındaki nebi
Birinci merhale yöne­
kaynağı -ki biz de önce onlara baş­
idi. O halde şimdi biz bir
timle
ilgili bir takım
vurmalıyız-Kur'an ve Sünnet'e
nebi sıfatıyla söyledikleri
nasslar vardır. Bu çerçe­
müracaat ederek elde edilmiş * vede bakıldığında devlet
ile bir devlet başkanı sı­
ictihadlardır.
fatıyla söylediklerinin sı­
başkanının hüküm koy­
nırlarını tesbit etmek zo­
madaki yeri Kur'an ve,
rundayız.
Sünnet'te
izah edilmiştir. Dev­
yetkin bir akla sahipti. Bütün
Peygamber'in nebi olarak siyasi ictihadlarında ve ümme­ let meclisi başkanın kanun
söyledikleri, müslümanları her tine önderliği hususunda so­ koyma sınırlarını Kur'an ve
Sünnet ölçüleri çerçevesinde
zaman için bağlarken, ikincisi rumluluk sahibi bir liderdi."
ise siyasi otoritesi altında yaşa­
Kitab ve Sünnet incelenir­ denetler.
İkinci merhaleye gelince;
mış olanları bağlar. Biz ancak ken Sünnet olarak adlandırılan
Peygamber döneminde cereyan bazı peygamber ictihadlarmın parlamento içinde şahıslarla il­
etmiş olan tarihi hadiselerle or­ maksadlân iyi anlaşılmalıdır. gili, iktisatla ilgili vsT konular­
taya çıkmış nasslan inceleriz.
Örneğin; "Kim dinini değişti­ la ilgili araştırma yapan çeşitli
"Ta'lîlu'l-Ahkâm" adlı rirse onu öldürünüz!" hadisini komisyonlar kanunlar yaparlar.
eserinde Prof.Mühammed Şelbî alalım: Müslümanlar Re- Komisyon üyeleri ya milletve­
sünneti "teşrî' özelliği olan", sul(s.)ün bu işi ne zaman yaptı­ killerinden oluşur ya da atan64 ümran
İslam ve demokrasi
• Demokrasinin özü olan şura
(danışma mekanizması) ümme­
tin de kabul ettiği otoritelerin
aslıdır. Kanun ve yaptırım gü­
**#
cünün kaynağı ise Allah'tır.
Fehmi Huveydî
Demokratik sistemde yer
Dr. Abdülvahhab el-Mesîalan
partilere gelince; Dr. Yu­
n
Günümüz Arap aleminde suf el-Kardavî'nin bu konuda
' Dünyanın çeşitli milletleriy­
kanun
hakimiyeti konusunda önemli bir izahı vardır ki ben
le kurulan diyaloglarda son yıl­
ciddi
aksaklıklar
vardır. Kanun de aynen katılıyorum: Mezhep­
larda yeni üslublar geliştiril­
mektedir. Artık yeni İslami üs- otoritesinin oluşturulmasıyla il­ ler, dini hususlardaki hiziblerlûb(söylem) salt Batı'ya saldır­ gili olarak toplumdaki insanla­ dir(partilerdir). Partiler ise si­
ganlık özelliği taşımıyor. Kar­ rın rızası ve konunun amaçları- yaset konusundaki mezhepler­
dir. İşte bundan dolayı
şılıklı anlayış esasına da­
partilerin
çokluğu sorun
yanmakta olup yapıcı eleş' Raşid el-Gannûşî:
değildir.
Önemli
olan de­
'tiriler getirilmektedir; Ör­
Neden demokrasi düşmanlığı
mokratik
kurallara
uygun
neğin; Batı tecrübesinin
yapılıyor?
İşi
demokrasi
düş­
hreket ederken elimizdeki
ürünü olan Demokrasi, ar­
kaynaklarımızı, kültürel
manlığı
olan
kesimler
vardır.
Bi­
tık İslamî söylem tarafın­
zim için en doğru olan şey, İsla­ zenginliklerimizi bilme­
dan da kullanılır hale gel­
miştir. Bu yerinde bir tavır­
mî akımların hem kendi arala­ miz ve asıl görevimizin İs­
dır; zira demokrasi gerçeği­ rında ve hem de diğer İslam dışı lam'ı ikame etme; şeriatın
ni hiçe sayamayız, değiştir-' akımlar arasında karşılıklı iyini- maksatlarım ortaya koyma
olduğunu anlamamız gere­
meye de kalkışamayız.
yet
ilişkisini
oluşturabilmemizkiri
"• ,
Modern asırda yaşadığımız
Buna
rağmen bazı
dir.
Bunun
aksi
bir
tavır,
herşesürece varolan yanlışları­
gençler
demokrasinin
kü­
mızı devam ettirmemiz uy- „ ye karşı rastğele bir şiddeti ve
für olduğunu ileri sürüyor­
gun değildir; tabii ki yeni­
kargaşayı seçmemiz-anlamına
lar. İslami söylemde Delikleri takîb edeceğiz diye
~\n - - gelecektir. 1 _
mokrasi'ye sövmeye artık
başkalarının hatalarını da
yer verilmemelidir. Zira
alacak değiliz. İşte bu nok­
Demokrasi
günümüz İslami ce­
m
ortaya
koyma
şeklindeki
iki
ta dikkate alınarak Demokra­
maatleri
arasında
bir hoşgörü
si'den faydalanılmalıdır. Zira unsur vazgeçilmezdir. Dolayı­
kendisindeii istifade edilmesi sıyla bu Demokrasi'yi gerektir­ zemini ve ortak bir saha olarak
gereken Demokrasi'riin kayna­ mektedir. İslam ve Arap ülkele­ görülmelidir. Ümmetin gelece­
ğı olan Batı toplumlarının geç­ rinde Demokrasi bulunmadığın­ ğini savunan bütün güçler onun
mişinde imparatorluk tecrübesi dan dolayı ciddi yönetim ve ka­ etrafında toplanmalıdır.
Bizim anlayışımızla De­
vardır. Yani demokratiklikleri- nun problemleri yaşanmaktadır,
:
mokrasi
arasındaki benzerliği
Demokrasi'den
korkmama­
nin ve medeni oluşlarının geç
ifade
etmesi
bakımından şu
lıyız; onunla ilgili yersiz şüp­
misi çok köklü de değildir.
Çağdaş İslamî söylem mer­ helere kapılmamalıyız. Demok­ ayet önemli bir kıstastır: "Rabkezi devlet anlayışını şiddetle rasi ne helali haram ne de hara­ binin yoluna hikmetle ve gü­
eleştirmektedir. 1965'lere ge­ mı helal yapan bir sistem değil­ zel öğütle davet et!" Burada
linceye dek bu anlayış hakim dir, dolayısıyla bize sıkıntı ya- geçen güzel öğüt; ölçülü, düz­
gün konuşmadır. Hikmet ise
iken şimdilerde işini bilen, eh­ , ratâcağı zannedilmemelidir. mış müsteşarlardan teşekkül
eder.
liyetli bir toplum, eksen kabul
edilmektedir.
kasım - aralık 1996 65
sempozyum
zamanın şartlarına göre uygun
mızda içtihadı hiçe sayan dini
Demokrasinin bize uygun­
bir üslûb kullanma gayretidir,
bir müessese göremeyiz, icti- luğu araştırılmalıdır, zira onda "• yetişidir. Faydalı olanın zararlı. had kapısı her zaman açıktır. bize yarayabilecek orjinal şey­
olana tercih edilebilmesidir.
Bir önceki içtihada onu gerekli - ler mevcuttur. Hiç kimse, AfKişi aklım faydalı olanla zarar­
kılan şartlara rağmen körükörü- gani, Abduh, el-Benna ve Mevlı olanı ayırdedebilmeye hasretne bağlanmadan vahy doğrultu­ dudî'nin görüşlerinden hareket­
melidir. Bunu yaptığında kişi
sunda işler düzenlenmelidir.
le Demokrasiyi reddetmeye
akıldan faydalanmış, sorumlu­
Neden Demokrasi düşman­ kalkışmamalıdır. Demokrasinin
luğunu yerine getirmiş olur.
lığı yapılıyor? İşi Demokrasi tarafsızca incelenmesini istiyo­
Kanun otoritesinin yokluğu
düşmanlığı olan kesimler var­ ruz ve İslami Islah Harekeve baskıcı rejimler, toplumsal
dır. Bizim için en doğru olan ti'nin bu hususta yürüttüğü çaçöküşü
doğuran kıstaslardır.
şey, İslamî akımların hem ken­ lışmaları da takdir ediyoruz;
Toplumsal bilinçlenmeyi sağla­
di aralarında ve hem de diğer ancak yapılanları yeterli de
dığımızda baskıcı, dikta sistemi' İslam dışı akımlar arasında kar- görmüyoruz.
kurmaya yeltenenlere karşı bü­ • şılıklı iyiniyet ilişkisini oluştuGünümüzün İslamcıları ola­
yük bir engel ve yaptırım oluş­
rabilmemizdir. Bunun aksi bir rak zelil bir dünyada yaşıyoruz.
turmuş olacağız. Oluşturulmak
tavır, herşeye karşı rastgele bir Bundan dolayı birbirimize Al­
istenen İslamî toplum, öz itiba­
şiddeti ve kargaşayı seçmemiz lah'tan sakınmayı tavsiye etriyle temel kurallara bağlı olarak. • anlamına gelecektir, s
• memiz ve hayatımızı ilahi öl-,
sağlam bir şekilde inşa edilebilir.
İslam'ın yeniden dirilişi için çülere göre tanzim etmemiz ge­
gerekli bilinçlenmeye, "hareket rekmektedir. Takva en isabetli
###
anlayışlarına sahip olamazsak
silahtır. O olmaksızın düşman­
Raşid el-Gannûşî
, ancak vurucu, yokedici kuvvet­ larımıza karşı galip gelemeyiz,
lere sahip olmuş oluruz. Bu, çünkü müslümanlar ancak Al­
îslam ümmetinin geleceği
Haricilere ait bir özelliktir ki lah'la birlikte oldukça yenilme­
konusunda çok ciddi sorumlu-" onlar bu tavırlarıyla ümmete yeceklerdir. Yalnızca teknolo­
hıklarımız vardır. Bazılarımız , yalnızca kan ye katliamlar sun­ jik atılımlarla, kanuni düzenle­
bazılarımıza, tahammül etmeyi
muştur..
melerle, bir takım sahalardaki
bilmeliyiz, birbirimizin faydalı
Ben geleneksel İslam kültü- * ilerlemişliklerle zafer elde edeyönlerini araştırmalıyız. Birbi­
rüne karşı çıkanlardan değilim, meyiz. Hayatımızda sürekli
rimizin kötülüklerini araştırma­
ancak İslam kültürünün yeni olarak cesaretle ilahi kuralları
mız şiddeti, ayrımcılığı doğura­
hamleler yapmasına engel teş­ uygulayabilmemiz, Kur'an'ı
cak ve karşılıklı diyalogu yok
kil edecek çeşitli unsurlara da okumakla, Allah'la ve Ahiret
edecektir.
şüpheyle bakiyorum(eleştirile- günüyle karşılaşmaya hazırlan­
bilmesini istiyorum). Hicri be­ makla, kardeşlerimizi kendi ne­
Toplumların tek bir noktada
şinci yüzyıldan beri İşlami dü­ fislerimize tercih etmekle, on­
birleşmeleri, tek bir mezhep ve
şüncenin gelişimine engel teş­ lara dua etmekle mümkün olur.
fikirde olmaları mümkün değilkil etmiş örneğin; "İhyau'l. dir. Bugün İslam ümmeti için
Böylece dünyadaki konu­
Ulumi'd-Din" gibi eserlere kar­ mumuzla Allah katında elde
Siyonizm'den ve diktatör rejim­
şı dikkatli olunmalıdır. Zira edeceğimiz itibarımız arasında
lerden daha tehlikelisi şiddet
Tunuslu tanınmış fakih Mârîzî iyi bir denge kurmuş olacağız.
yanlısı olmaktır, tekfir görüşü­
onları saptıracağı endişesiyle İşte, İslam'ın yeniden dirilişi
nü savunmaktır. Şiddet ve tek­
İhya'nın ilkokul talebelerine budur!...
fir İslam'a zarar verir, diyalogu
okutulmasını yasaklayan bir .
ortadan kaldırır.
(el-Muctema' 24-30 Eylül
fetva çıkarmıştır.
^
' 1996)
İslam'ın tarihine baktığı­
66
ümran
inceleme
Tasavvufun islam kültürüne
olumsuz etkileri (in)
Prof. Dr. İbrahim Sarmış
f- Tasavvuf müslümanların
din anlayışını bozmuştur: '
çıkmasına kadaf gitmiştir. Karşı'çıkıp eleştirenleri de sevgiden yok­
sun ve dinin kabuğunda kalan haki­
Yüce Allah, geçerli ve tarafın­
katsiz kişiler olarak nitelemiştir.
dan makbul olan dinin ancak İslam
Yunus Emre'den Celaleddin
olduğunu, insanların ancak müslüRûmi'ye ve İbn Farıd ve İbn Ara­
man olmakla Allah'ın azabından
bi'ye ve onların yolundan gidenle­
kurtulabileceklerini bildirmiştir.
re kadar tasavvufun felsefesiyle
• Şöyle buyuruyor: "Allah katında uğraşanlar sevgi, din ve; dinlerin
birliği gibi İslam şeriaüyla bağdaş­
din İslam'dır" 1 1 6 "Kim İslam'dan
. başka bir din ararsa, bilsin ki aradı­ : mayan bir din anlayışını meydana
getirmiş ve hangi diriden ve inanç­
ğı o din kendisinden asla kabul
edilmeyecektir ve kendisi ahirette / tan olursa olsun, neticede Allah'ın
^tecellisi ve görünümü olduğu için
zarar edenlerden olacaktır." H' •'
hepsinin aynı olduğunu söylemiş­
Allah'ın kabul ettiği ve geçerli olan
tir.
,
' İslam'ın öğretileri de Kur'an-ı Ke- Dinin emir ve yasaklarına bakış
rim'de ve Rasululİah'ın sahih sün­
açısını bozmuş, tasvip etmediği
netinde belirlenmiştir.
birçok şeyleri terviç etmiştir. Ta­
Böyle iken, tasavvuf; Allah'ın
savvuf çevrelerinde meyhane ede­
dinini şeriat, tarikat, marifet ve ha- ' biyatı oluşturulmuştur. Aşk, şarap,
kik'at diye parsellemiş, şeriata dinin
mey, kadeh, sekr, sahv, mahv, saki,
kabuğu ve zahiri adını vererek kur­
rindan gibi baştan sona kadar mey­
tuluş için kişinin mutlaka tarikat
hane terim ve anlamları kullanıl­
yolu ile marifet ve hakikata ulaş-s
mıştır. Dine aykırı sözlerini kamuf­
. ması gerektiğini söylemiştir.^Şerile etmek için de sahiplerinin aşk ve
atın hükümleri üzerinde hassasiyet
sarhoşluk halinde söylediklerini id­
gösteren ve ondan meydana gelendia etmiştir.
sapmalan eleştiren din alimleri de
Bütün bunlara dair örnekleri
zahir ehli Molla Kasım, sevgiden
burada sıralamak mümkün değil­
yoksun kaba softa olarak nitelemiş- •
dir. Ancak ibret olacak bazı örnek­
tir. Helal ve haramları tevil ederek
ler vermeğe çalışacağız.seri ahkamı çığırından çıkarmış ve -*
Muhyiddin İbn Arabi şöyle disonunda ibahiyye (her halti işleme­
yor:"İnsanlar
Allah hakkında türlü
yi serbest gören) mezhebin ortaya
inançlara inanmışlardır. Ben ise,
inandıklarının hepsine inanırım."
118
"
"Bugüne kadar dini dinime ya­
kın olmadığı için arkadaşıma karşı
çıkıyordum. Ama bugün kalbim
artık her şeyi kabul eder oldu. Cey­
lanların çayın, rahiplerin manastı-'
n, putların barınağı, tavaf edenle­
rin kâbesi, tevratın sayfaları ve
Kur'ah'ın mushafı oldu." Süvarileri
ne tarafa yönelirse yönelsin, ben
sevgi dinine inanıyorum. Din be­
nim dinim ye imanımdır." 119
.İbn Arabi taraftarlarını muay­
yen bir dine bağlı kalıp onun dışındakileri reddetmekten sakındırarak
şöyle demektedir:
"Sakın, sakın, muayyen bir ka­
yıtla kayıtlı kalarak onun dışındakileri red etme. Böyle yaparsan,
çok çok hayırdan mahrum kalırsın.
Hatta işi olduğu gibi anlatmaktan
yoksun olursun. Onun yerine bütün
inançlar için nefsinde heyuli öl. Zi­
ra Allah nesiller arasından sadece
bir nesille (yahut zamanlardan* sa­
dece bir zamana) sınırlanmayacak
kadar büyüktür. Hepsi de isabet et­
miş ve her isabet eden mükafatını
almıştır. Mükafat alan herkes de
mutludur. Her mutludan da Allah
razıdır."12<y
İbn Arabi'ye göre dinler iki kıkasım - aralık 1996 6 7 ,
inceleme
simdir; a- Allah elçilerinin getirdi­
vücutçu görüşüne göre) yorumlan­
şeklinde yorumladığı bir ayettir.
ği din, b- İnsanların dünya ve ahidıklarında, Allah hakkında inançla-- Böylece İbn Arabi, çok tanrıcılığı,
retlerini düzenlemek için bizzat
rın yer aldığı görülen dinlerle karşı
resimlere ve putlara tapanların sa­
kendilerinin kurdukları din.
karşıya geliyoruz.
. .
dece sahne ve manzaralar veya bû
Ancak bilinen ve alışılagelmiş
; Çok sayıdaki diğer inançlarla
hakikatin tezahürleri olarak gör- /
olan din) Allah elçilerinin getirmiş
birlikte, tek tanrıcılık ile çoktanndükleri ilahların (suretleri) ardında
oldukları dindir. Bu yüzden Allah
cılık, onun nazariyesi ışığında yo­
bir hakikat olduğunu tamamıyle id­
bu dini diğer dinlere tercih etmiştir.
rumlandıkları takdirde, evrensel
rak etmeleri şartıyla, red etmemek­
Onun için yüce Allah Kur'an-ı Kedinden başka birşey değildir. Ona
tedir. Suretler ve putlar tek başları­
rim'inde "Şüphesiz ki Allah katın­
göre, tek tanrıcılık ile çok tanrıcılık
na, diğer bütün tezahürler gibi
daki din İslam'dır", "Ancak müslüarasındaki fark, birle çok arasında­
bomboş şeylerdir.
man olarak ölün" buyurmaktadır.
ki mantıki farka karşılıktır. Çok
İbn Arabi şöyle soruyor: Puta
İslam'da ise, inkıyad etmek, boyun
tanrıcılık, çok tanrıya inananların,
tapanlar "Biz onlara belki bizi Al­
eğmek de kulun işi olduğuna göre,
bütünün mutlak birliğini idrak ede­
lah'a yaklaştırırlar diye ibadet edi­
din de kulun işidir.
memelerinden doğmuştur ki, bu id­
yoruz" 123 dediklerinde, ilahları­
rak edemeyiş dolayısıyla bunlar niO halde bütün dinlerin kulun işi
nın noksanlık ve acizliğinden ha­
olduğunu söyleyebiliriz. Oysa
berdar değiller miydi? Bütün
bütün dinler Allah'ındır. Öy­
putların en büyüğü Allah'tır.,
Tasavvufun felsefesiyle uğraşan­ Sadece onun birliğinden (mec­
leyse, neye tapılırsa tapılsın,
lar sevgi, din ve dinlerin birliği muundan) bütün aciz yaratık­
neye boyun eğilirse eğilsin,
neticede Allah'a tapılmış olur.
gibi İslam şeriatıyla bağdaşma­ lara yardım gelir ve bütün ya­
İşte İbn Arabi, ilahi olsun
ratıklar (suretler olarak) çare­
yan bir din anlayışını meydana sizdir... > •
olmasın, bütün dinlerin geçerli
getirmiş ve hangi dinden ve
olduğunu şu meşhur beyti ile
Allah'ı mutlak evrenselli­
ifade eder: "Allah hakkinda
inançtan olursa olsun, neticede ğinden yoksun bırakan veya
insanlar çeşitli inançlara sahip
onun bütün mahiyetini hem
Allah'ın tecellisi ve görünümü
oldular. Ben ise, onların inan­
tenzihi, hem teşbihi bir hakikat
dıklarının hepsine şehadet edi­ olduğu için hepsinin ayni olduğu­ olarak açıklamaktan aciz kalan
yorum"^!
', . ,
"herhangi bir inanç,: ibn Ara­
nu söylemiştir.Dinin emir ve
göre kısmi ve eksiktir.
"Vahdeti vücutçulara göre
yasaklarına bakış açısını boz­ bi'ye
Bir yıldıza ya da bir ağaca ibabütün dinler eşittir. Çünkü
muş, tasvip etmediği birçok
• det etmek, gerçek Allah'ın an­
varlık: birdir. O da Allah'tır. O
cak kısmi bir tezahürü olan bir
halde bütün dinler Allah'tan­
.; şeyleri terviç etmiştir.
ilaha ibadet etmektir. Fakat
dır. Böyle olunca dinler ara­
ona her şekilde tapınmak, ibadetin
sındaki bütün ayrılık ve farklılık
tek gerçek konusu olan Allah'a ta­
ortadan kalkar." 122
hayette bölünemez olan varlığı bö­
pınmaktır. Diğer bütün ilahlar
lünebilir sayarlar. "Gerçekte" diyor
• İbn Arabi'nin vahdeti vücut gö­
"inançların akledilir (makul) konu­
İbn Arabi, Allah'ın şeriki yoktur,
rüşü kesiminde ulaşılan netice şu­
larıdır" Biz onları zihinlerimizde
çünkü O, şerik denilenler dahil, her
dur; eğer İbn Arabi'ninki gibi me­
yaratırız. Ne kadar kısmi olursa ol­
şeyin aynıdır. İbadet edilen her şey
tafizik bir sistem herhangi bir din
sun, herkes inancında haklı, fakat
onun bir sureti ve görünümüdür.
şeklinin doğmasına sebep olacaksa,
inanç konusunun Allah olmadığı
Fiilen ondan başka ibadet edilen
bu dinin mantıki olarak muhakkak
halde, Allah olduğunu söylemekte,
her
şey
onun
bir
sureti
ve
görünü­
evrensel tabiatlı bir din olmalıdır
haksızdır. Sadece arifler, ismi bü­
müdür.
Fiilen
ondan
başka
ibadet
Yani Theistik olmayıp taavVufı bir
tün ilahi isimlerin en evrenseli olan
edilen
hiçbir
şey
yoktur.
"Ve
senin
din olmalıdır.
,
hakiki Allah'a ibadet ederler. Onla­
Rabbin
kendisinden
başkasına
iba­
. Bu (vahdeti vücut) sistemine
ra "Zamanın abidleri" adı verilir.
det etmemeni bildirdi" (İsra 23) de­
göre bütün yollar Allah'a ileten bir
Çünkü zamanın her anında, yepye­
miyor mu?.
(doğru yol)a iletmektedir. En kaba
ni bir tezahürde Allah'a ibadet
puta tapıcılık şeklinden en soyut
Bu, İbn Arabi'nin "Senin Rab­
ederler. Onların özel bir durumu
din felsefesine kadar, İbn Arabi'nin
bin kendisinden başka hiçbir şeye
vardır. Onlar, Allah'ın sırf tenzihiifadesiyle, doğru olarak (vahdeti
ibadet edilmediğini söylemiştir"
68
ümran
tasavvufun zararları
azap etmesi müstahil olur. Onun
re muhalefet etse de, yine de Al­
ni ileri süren filozofların inancı ile
için
şöyle
diyor:
lah'ın hükmüdür. Çünkü hakikatte
sırf teşbihini ileri süren çok tanrıcı­
"Ortada
sadece
bir
ihtimal
kaldı
ancak Allah'ın hükmü yürümekte­
nın inancını mezcederler. Çünkü ne
ki, o da Hakkın vadini yerine geti­
dir. Her ne kadar (şeriatın) kurulup
tek başına tenzih, ne de tek başına
receğidir" tehdidini yerine getire­
yerleşmesi ilahi iradeye bağlı ise
teşbih hakikatin tüm mahiyetini
ceğine dair ise, ortada hiçbir delil
de, alemdeki her şey şeriatın hük­
açıklar. yoktur. Küfür ve isyan ehli cehen­
müne değil, Allah'ın iradesine bağ­
Sadece teşbih, birçok tanrıcılık
neme girseler de onlar orada ayrı
lıdır. Bundan dolayıdır ki, şeriatın
şekline götürür ki, İbn Arabi bunu
bir zevk ve nimet, cennet nimetleri
kurulup yerleşmesi hakkındaki ila­
kötülemektedir. Geriye kendisine
hi irade gerçekleşmiştir. Çünkü,
kalan tek din, bütün dinleri içine . içerisindedir. Bu bakımdan onlarla
müminler arasında bir fark yoktur.' ilahi irade (meşiet) ancak şeriatın
alan ve garip bir şekilde İslam Fark sadece tecelli Bakımındandır.
kurulup yerleşmesini dilemiştir.
Hz.Muhammed'in tek tanrıcı is­
Azaba azap denilmesi, tatlı oluşunYoksa onun getirdikleriyle amel et­
lam'ı değil, kendisinin İslam adını
dandır. Bu azap sözü, onda gizli
meyi asla dilemiş değildir." 127
verdiği idealistik monism ya da
olan lezzet için bir kabuk gibidir.
•' "Açıkça görülmektedir ki İbn
vahdeti vücut sistemi- olarak belir­
Kabuk ise, özü koruyan bir şeydir."
Arabi'ye göre şeriatın hükümleri­
lediği evrensel dindir.
125
nin hiçbir bağlayıcılığı yoktur. Bi­
İbn Arabi'ye göre islam sadece
raz
önce, sadece şeriat açısından
İbn Arabi, tapılan her şeye taHz.Muhammed'in dini olmayıp
• hepsinin tasvip gördüğünü
bütün din ve inançların ifade­
söylemiştik. Şeriatın hü­
sidir. İbn Arabi din felsefesi- .
İbn Arabi, tapilan her şeye
kümleri sadece gösterme­
ni şu şiirinde özetlemektedir:
tapanların
gerçekte
Allah'a
tapmış
liktir.,
"Herkes Allah hakkında
olduklarını
ve
azap
görmesi
için
Kur'an-ı Kerim, Firavn
çeşitli inançlara bağlandıiçin
"Allah, onu herkese ib­
Bense onların inandıklarının
cehenneme gönderilecek kişilerin
ret olarak dünya ve ahiret
hepsine inanıyorum."
orada azap yerine lezzet görecekleri azabıyla cezalandırdı." 128
İbn Arabi, evrensel din
ni söylerken, bunun doğal sonucu "Artık o çetin azabımızı
ile ilgili olarak aynı neticeye
gördükleri zaman .'Allah'a,
başka bir yoldan varmakta­
olarak şeriat hükümlerinin de
inandık ve ona ortak koştu­
dır. Onca, "Aşk, Mtün ibadet
bağlayıcı olmadığını
ğumuz şeyleri inkar ettik',
şekillerinin temelidir. İbadet
söyleyecektir.
dediler. Fakat azabımızı
etmek; ibadei edilen şeyi V
gördükleri zaman imanları
sevmektir. Fakat-aşk -ibn
_
kendilerine fayda vermeyecektir.
panlânn gerçekte Allah'a tapmış
Arabi devam ediyor- bütün varlık­
Allah'ın kullan hakkında câri ola­
olduklarını ve azap görmesi için
lara nüfuz eden ve onları birbirine
gelen sünneti(kanunu) budur." 129
cehenneme gönderilecek kişilerin
bağlayan bir ilkedir. Şekil bakımın­
derken, İbn Arabi ise şöyle demek­
orada azap yerine lezzet görecekle­
dan pek çök ise de, bir evrensel
tedir:
•
'ı
rini söylerken, bunun doğal sonucu
cins teşkil etmektedir. O, asli bir­
"Allah
onun
nefsini
ahiret aza­
olarak
şeriat
hükümlerinin
de
bağ­
liktir; ilahi hüviyetin kendisidir.
bından
kurtardığı
gibi
bedenini
de
layıcı
olmadığını
söyleyecektir.
İbn
Bundan dolayı ibadetin en yüksek
kurtardı.
Böylece
maddi
ve
manevi
Arabi'ye'göre
şeriat,
toplumu
doğ­
.ve en hakiki konusu, Allah'ın iba­
olarak kurtuluş onu kuşatmış(tamaru yola iletmek, onu yönetmek, kı­
det edildiği en yüksek tezahür aşk­
men kurtulmuştur." 130
sacası amel olunmak için gönderil­
tır." 124
"Bütün bu anlattıklarımızdan şu
memiştir.
Bu
bakımdan
ona
muha­
İbadet edilen her şeyin Allah'ın
sonuca
ulaşmaktayız; İbn Arabi is­
lefet
etmekte
bir
sakınca
sözkonusureti olduğu ve bu ibadetten de
tediği
kadar
Allah'tan, peygamber­
su
değildir.
Çünkü
bağlayıcı
değil­
hem tapanlar hem Allah'ın razı ol­
den, dinden, cennetten ve'cehen­
dir. Amaç zahiri kurtarmaktır. 126
duğu inancı ister istemez' cehen-.
nemden söz etsin. (Onun düşünce­
nem azabının inkar edilmesini ge- •* Bu konudaki görüşünü şöyle açık­
sinde) bütün bu kelimelerin gerçek
lar: "
'
rektirecektir. Çünkü, bu sevgi di­
anlamda dini bir anlamı yoktur.
"Biz biliriz ki bütün dünyada
ninde bütün dinlerin mensupları
Çünkü, bu kelimeler, ancak ilahi
yürürlükte olan her hüküm, şeriat
aynı-olup hepsi Allah'ın suretleri
bir dinde gerçek anlamda dini bir
olduğu için Allah'ın kendi kendine » olarak adlandırılan zahiri hükümle­
kasım'.- aralık 1996
69
inceleme
anlamı yoktur. Çünkü bu kelime­
uğrar benim,
.
ler, ancak ilahi bir dinde gerçekanCem'edip bunca kumaşı bir be;
lamlarını taşıyabilirler. İbn Arabi,
zistan olurum,
İslam dininin hakim olduğu bir
Geh nasara, geh yahudi, gehi
toplumda yaşadığı için bu kelimleri • tersa(müşrik)
kullanmak zorunda kalmıştır. Şayet
; Geh mecusi, gehi şia, geh olur >
asrımızda, bilhassa dinsizliğin ya
sünni müselman olurum." 133
da sınırsız bir fikir hürriyetinin ha­
İbn Arabi'nin felsefesini satan
kim olduğu bir ülkede yaşamış ol­
Şebusteri (öl.720/1320)nin şu söz­
saydı, belki de böyle hareket et­
lerine de bakalım: "Önündeki şu
mez. Fikirlerini açıkça ortaya ko­
perde kalktı mı ne mezhebin hük­
yar ve onları dini bir maske altında
mü kalır, ne Sinin. Bütün şeriat hü­
sunma gereği duymazdı. Yine vur­
kümleri senle benden doğar. Çünkü
gulanması gereken bir başka ger­
bu hükümler, senin canına, tenine
çek de, İbn Arabi, yaymaya çalıştı­
bağlıdır. Arada ben ile sen .kalma­
ğı vahdeti vücut öğretisiyle İslam
yınca, Kabe nedir, Havra nedir, ki­
dinini ve dayandığı esasları yıkma­
lise ne... Cüz'i alemden geçip külli
yı da amaçlamıştır." 131
aleme varan kişi bu sun bilir. Bu­
İbn Arabi, İbn Farıd, Abdülkerada hulujyn da imkanı yoktur itti­
rim el Cîlî, Kaşanî , Molla Camî,
hadın da. Çünkü birlikte ikilik dü-'
Suhreverdî, Hallaç, Ebu Yezid Bisşüncesi sapıklıktır. Hak'tan başka
tamî, İbn Seb'in, ibn Beşiş, Tilimbir varlık yok. İster o haktır de, is­
sanî, Et-Tusî, Attarve burada saya­
ter ben hakkım de." 134
mayacağımız kadar tasavvuf meş­
Dr.Mustafa Kara'nın kitabında
hurunun inancı ve kanaati budur.
, naklettiklerinden birkaç örnek daha
CelaleddinRumî'nin Divan'ınverelim:
dan nakledilen şu .beyitlere baka­
"Medrese ile minare yıkılma­
lım:
dıkça, kalendîrilik halleri düzene
"Canım ey nur, kaçma benden,
girmez. İman küfür, küfjjr de iman
kaçma benden,
• .
olmadıkça hiçbir tanrı kulu gerçek­
Ey parlayan görünüm, kaçma
ten müslüman olmaz." 135
benden, kaçma benden,
"Aşk mezhebinde küfürle iman
yoktur. Aşkta ne beden vardır, ne •
Şu sarığa bak, onu nasıl başıma
akıl, ne can vardır, ne gönül. Kim
• koydum,
böyle değilse, aşık değildir." 136
Hatta bileğime taktığım Zer­
"Kafir de sensin, küfür de. İki­
düşt'ün zunnanna bak,
sinden de betersin sen. Eman yurdu
Zunnarı taşırım, yemliği ta­
da sensin, iman da sensin, ikisine
şırım, belki nuru taşırım, kaçma
de başsın sen." 137
benden,
- "Birşey küfür de olsa, suç da
Müslümanım ben, ama hıristiolsa, kara şeytan da7 olsa, onun (aş­
yanım, Bırahmanistim, Zerdüştim,
kın) güneşi o şeye vurdu mu dolu­
Ey Yüce hak, sana tevekkül et­
nay olur gider." 138
tim, kaçma benden,
"Aşık, içinde bulunduğu halin
Bir tek tapınağım, mescid, kili­
sarhoşudur. Bu yüzden küfürden de
se veya puthanem yok benim,
r
Sonsuz nimetim yüce yüzünde-, yücedir, imandan da. Küfürle iman
zaten ikisi de onun kapısıdır. Çün-,
dir, kaçma benden, kaçma ben­
kü O içtir. Küfürle din onun iki ka­
den." 132
buğudur. Küfür dıştaki kuru kabuk­
Bir de Niyazi Mısrî'nin şu be­
tur, imansa içteki tatlı kabuk." !39
yitlerine bakalım:
"Gerçek küfür, kime yüz göste­
"Bu cihanın halkına bir yolum
70
ümran
rirse, o kimse mecazi müslümanlıktan usanır. Her putta gizli bir can
var, küfürde bir iman gizli. Küfür
de daima tanrıyı teşbih etmekte.
'Ve in min şey'in illa yusebbihu bi^
hamdihi" (İsra 44) ayetine bak. Bu­
rada kınamanın ne lüzumu var!"
140 Mustafa. Kara'nın kitabından
bu örnekleri daha da çoğaltmamız
mümkündür.
Yunus Emre ise şöyle diyor:
"Muhammed ile bile Miraca çı­
kan benim -Ashabı Suffa'yla yalın­
cak olan benim.
Sabır ile kanaati veribidim bun­
lara- Kırkını bir gömleğe kılan be­
nim,
. Ol kırktan birisine çaldım idi
neşteri- Kırkından kan akıtıp ibret
gösteren benim,
Adem peygamber ile Havva ya­
ratılmadan- Uçmaktan sürülüben ol
müflis olan benim.
Musa peygamber ile binbir ke­
lime kıldım- İsa peygamber ile
göklere çıkan benim.
İbrahim Edhem vakti terketti
tacu tahtı- Allah aşkına baktı, ol.
sırrı duyan benim.
Abdurrezzak ol derviş yoldaş
edindi beni- Hallacı Mansur ile da­
ra asılan benim.
Ömeri Hattab ile çok adlu dad
işledim- Oğlıla fısk içinde hadde
basılan benim.
Adımı Yunus taktım, sırrım
aleme çaktım-Leyhu kalemden
neden dilde söylenen benim." 141
Şebusterî'nin şu sözlerine baka­
lım:
.
—
"Bu makamda put, aşk ve birlik
mazhardır . Zunnar kuşanmak da
hizmete bağlanmaktır. Küfür de
varlıkla olur, din de... Onun için
birlik (tevhid), puta tapmanın ta
kendisidir. Bütün varolan şeyler
varlığın mazharlan ve tecelli yerle­
ridir. Onların biri de puttur.
Ey akıllı kişi! iyi düşün, put
varlık bakımından batıl değildir ki.
Bilki putu yaratan da yüce tanrıdır.
s
tasavvufun zararları
144 •: . .
„
İyinin yaptığı her şey iyidir. Mutyaratılanı seven Yunus Emre'nin
. lak varlık nerede varsa, ne ile zu­
Bu anlayış, İslam aleminde fi­
felsefesi hep bu bulanıklıktan kay­
lizlenip boy vermeye ve yayılmaya
hur etmişse, orası ve o şey hayır­
naklanmaktadır. Yahudi, hıristiyan,
başladığı tarihlerden itibaren İslam
dan ibarettir. Eğer o şeyde birşey
mecusi, putperest ve müslüman
alemi düşünce olarak gerilediği gi­
varsa, o varlıktan meydana gelme­
ayırımı* yapmayıp meyhanecinin
bi, gittikçe İslam'ın safiyetinden de.
miştir.
sarhoşluğu olan aşkı ve sekri şeri­
uzaklaşmıştır. Vahdeti Vücut, hulul
atın üstüne çıkaran sapıklık bu has­
Müslüman, puta tapmak ne­
ve
ittihad inançlarının İslam ale­
talığın ürünüdür. Her varlığı Allah
dir bilseydi, dinin puta tapmak­
minde
veba hastalığı gibi yayıldığı
görme, Allah'a isyanın simgesi ve
tan ibaret olduğunu anlardı.
iki
dönemden
birinde İsjam alemi
tağutun
sembolü
olan
Firavnı
arif
Müşrik de putun hakikatini bilsey­
Moğollar tarafından, diğerinde de
billah ve cennetlik mümin görme,
di, hiç dininde yol azıtır, sapık olur
Haçlılar tarafından yerle bir edil­
kendini tanrı ilan etme, şeriat hü­
muydu? O, putu ancak görünen bir
t
miştir. O saldırıların etkisinden İs­
kümlerini takmama ve enternasyosuretten ibaret gördü de o sebeple
lam alemi uzun müddet belini
şeriata kafir oldu. Sen de ona
doğrultamamıştır.,Bu sapık
gizli olan hakikati, onda hakkı
Yahudi,
hıristiyan,
mecusi,
inanç ve akımların önüne ancak
görmezsen, sana da şeriatta
putperest ve müslüman ayrı­ sahih bir Kur'an Ve sünnet eğitimüslüman demezler." 142
• mi ile geçilebileceğini belirtme­
Tasavvufun İslam anlayışı­
mı yapmayıp meyhanecinin
miz lazımdır.
nı ve tevhid dinini ne' duruma
sarhoşluğu
olan
aşkı
ye
sekri
"getirdiğinim bütün bunlar gös­
*.' *
*
şeriatın üstüne çıkaran sapıktermeye yeterlidir sanırız. Ceg) Tasavvuf İslam'ın İnsa­
laleddin Rumi, Yunus Emre,
na Bakışını Bozmuştur: .-.
. lık bu hastalığın ürünüdür.
İbn Arabi, Hallaç, Molla Cami,
Her varlığı Allah görme, Al­
İslam, insanın mükerrem ve
Attar ve benzerlerinin kültürü
lah'a isyanın simgesi ve tağu­ ' , yüce Allah'ın verdiği emaneti
ile insanlara sunulan islam bu­
dur. Bu anlayış tasavvuf yolu
tun sembolü olan Firavnı arif '. yüklenebilecek bir varlık olarak .
yaratıldığını belirtir. En güzel
- ile İslam'a girenlerin yanlış
billah
ve
cennetlik
mümin
gör­
yaratılışta yaratıldığını ve diğer .
üzerinde devam etmelerine se­
me,
kendini
tanrı
ilan
etme,
şe­
yaratıklar arasından emir ve ya­
bep olmakla kalmamakta,
müslüman kimi insanların bu
riat hükümlerini takmama ve sakları gözeterek yaşamaya el­
verişli, yeryüzünde halife. olayanlış sebebiyle İslam'ın canir
enterriâsyonel sevgi dinini pro- „ rak yaratıldığını söyler. Yüce
na okuduğu olmaktadır. •
Allah'ın buyruklarına göre ha­
Örneğin irhari eden (müslü--"" . paganda etme^akımı bu.
reket ettiği takdirde en yüce man)lar, yahudiler, hıristiyansapıklığın neticesidir.
makamlara layık olduğu halde,
• 1ar ve.mecusilerden Hz.MuAllah'ı bırakıp başka varlıkların is­
hammed'in tebliğ ettiği İslam'a *nel sevgi dinini propaganda etme
teği doğrultusunda yaşadığı takdir- "
inanan ve salih amel işleyen kişile­ -akımı bu sapıklığın neticesidir. Bu
de cehenneme gideceğini söyler. anlayışın İslam âlemini ,ve müslü­
rin cennete girecekleri Kur'an'da
, İnsan ne lanetlenmiş ve asla ıs-'
man zihinleri ahtapot gibi sardığı
belirtildiği ve kapalı bir tarafı bu­
lah olmayacak bir şeytan, ne de
ve Allah'ın tevhid dini gibi zihinle­
lunmadığı halde, tasavvufun büyümasum bir melektir. Hayra ve şerre
re din olarak'yerleştiği bir realite­
süyle büyülenip dinlerin birliği ve
müsait olarak yaratılmıştır. Yete­
dir. Bu gerçeği Fazlurrahman haklı
dinler üstü gerçek (hurafe)sine
nekleri sınırlı ve yaptıklarından so­
olarak şöyle dile getirmektedir.
kendini kaptıran kimi müslürumludur.
Toplumun en büyüğü,
"Ancak yukarıda anlatıldığı şe­
man(sufıjlerin Kur'an'a ve Hz.Muen
meşhuru
ve en üst düzeyde ola­
kilde işler sertleşince", sufizm orta­
hammed'e iman etmeyi devredışı
nı
böyle
olduğu
gibi, sıradan insan­
ya bir halk dini hareketi olarak çıkbırakan yorumlan hep bu hastalıkta
lar
da
böyledir.
Aralarındaki
üstün­
'
mış
ve
altıncı-yedinci
(12
ve
13.)
•ileri gelmektedir. Cehenneme kim­
lük
sadece
takva,
yani
İslam'ın
hüasırlardan
itibaren
kendine
özgü
senin girmemesi için vücutlarının
kümlerni
gözetme
derecelerine
gö­
adetleriyle
kendini
sadece
bir
din
büyütülüp cehennemi doldurmasını
re olur. İnsanın İslam'daki konumu
olarak değil/anı zamanda din üze­
savunan Ebu Yezid Bistarçıi 143 ve
^anahatlanyla bu şekildedir.
rinde bir din olarak onaylamıştır."
ne olursa olsun yaratandan" ötürü
kasun - arohk 1996 71
N.
-->.
inceleme
^ Tasavvuf ise, İslam'ın insan _ Şeyhin konumu ve-şeyh-mürid
ilişkileri incelendiği zaman' bu tab­
hakkındaki bu dengeli ve tabiatına
lo gözümüzün önünde şekillenir.
uygun yapısını altüst etmiş, top­
Şeyh-mürid ilişkilerini, kutuplar,
lumda sınıf farkını doğurmuş, şey­
tan gibi uslanmaz ve ıslah olmaz ' evliya, ebdal, evtad, nukeba, nuceba, urefa gibi tasavvuf ülkesinin
azgın bir nefissahibi olduğunu
hayali kurmaylarının konumlan in­
söyleyerek ümrünü bu mevhum
celendiği zaman bu söylenenler
düşmanla mücadele ederek geçir­
müşahade edilir. Bunu görmek için
mesini söylemiştir.
bazı örnekler verelim.
İnsanlardan kimilerini peygam­
Muhammed Emin el-Kurdi
berlerin ötesinde ve kainatın kade­
şöyle
demektedir:
. rinde tasarruf edenler kabul eder­
"Mürid,
şeyhine
tazim
göster­
ken, kimilerini de kapıkulu, şeyhin
meli, açık ve gizli bütün durumlar­
hizmetçisi ve eşiğinde kölesi haline
da onu büyük tanımalıdır. Maksu­
getirmiştir. Ğavs-ı azam, kutbulakdunun ancak onun elinde gerçekle­
tab, ğavsı samedani, kaderlerde ve
şebileceğine inanmalıdır. Gözü .
kalpler üzerinde tasarrufu olan, Al. lah ve peygamberle görüşüp onlar­ başka bir şeyhe meyledecek olursa, _
şeyhinden mahrum olur ve feyz
dan talimat alan, yazdığı ve konuş­
kendisine kapanır. Şeyhin bütün ta­
tukları Allah'ın ilhamı ve peygam­
sarruflarına razı olması, ona" itaat
berin telkini olan, hayat çarkını ve
etmesi ve' boyun eğmesi gerekir.
kişilerin geleceğini parmağıyla ida­
Mal ve beden ile ona hizmet etme­
re eden, hayatta olduğu kadar öl­
lidir. Çünkü irade ve muhabbetin
dükten sonra da hayat üzerinde ta­
cevheri ancak bu yolla belli olur.
sarrufu olan, hayır ve şer sağlayan,
Doğruluk ve samimiyet ölçüsü an­
imdada koşan, bağlılarını ahirette
cak bu ölçü ile bilinir. İşlediğinin
destekleyip kurtaran ve Allah ile
zahiri haram da olsa, şeyhinin yap­
insanlar arasında aracılık yapan bir
konuma getirirken, kimilerini de • tığına itiraz etmemelidir. Ona "Ni­
çin böyle yaptın?" dememelidir.
kapının eşiğinde köle, nefsini öl­
dürmesi için tuvalet kapısında bek- . Çünkü şeyhine "Niçin?" diyen ki­
şi asla felah bulamaz. Zahirde
çi yahut halk pazarında palyaço,
şeyhten kötü bir durum sadır olabi­
şeyhin elinde oyuncak ve geleceği
lir, fakat batını itibariyle o durum
onun himmetine kalmış bir* zavallı
güzeldir. Külli ve cüzi, ibadet ve
yapmaktadır.
adet olsun, bütün işlerde iradesini
Zavallının yaptığı ibadet ve iyi­
şeyhinin iradesine teslim etmelidir.
liklerin kabul olması için Allah ile
Gerçek müridin alametlerinden
kendisi arasında şeyhi aracı yap­
biri de, şeyhi kendisine "şu fırına
mak zorundadır. Şeyhin odasında
oturamaz, eşyasını kullanamaz, • gir" derse, girmesidir. Şeyhin du­
yokluğunda hakkında aklına birşey ^ rumlarını hiçbir şekilde araştırmamalıdır. Zira böyle bir, şey çok kişi
getiremez, sevdiği kız veya boşadıiçin meydana geldiği gibi, helakine
ğı hanımla evlenemez, seccadesine
sebep olabilir. Bütün durumlarda
oturamaz, gece gündüz varlığını ve
şeyhi hakkında hüsnü zanda bulun­
^murakabesini aklından çıkaramaz,
malıdır..
izni olmadan çalışıp kazanamaz,
Bereketini kazanması için ika­
bir .yere gidemez, evlenemez,.boşamette ve yolculukta, bütün işlerin­
namaz, kısaca bağımsız ve sorumlu
de şeyhini kalbinden çıkarmamalı­
bir insanın yapması gereken işleri
dır. Dünya ve ahiretle ilgili elde et­
yapma hak ve hürriyetine sahip
tiği bütün bereketlerin kendisine
olamaz.
.
72
ümran
şeyhinden geldiğine inanmalıdır.
Testerelerle bile kesilse, şeyhinin
bir sırrını açmamalıdır. Şeyhinin
gönlünün meylettiğini sezdiği bir
kadınla evlenmemeli ve şeyhinin
boşadığı yahut ondan dul kalan bir
kadınla asla evlenmemelidir. Şey­
hin sevdiği kişilerle oturmalı, sev­
mediği kişilerle oturup kalkmama­
lıdır. Kendisine iltifat etmemesine
ve kendisinden yüz çevirmesine
sabretmeli, falan için şöyle böyle
yaptığı halde bana niçin böyle yap­
mıyor, dememelidir. Şeyh için ha­
zırlanmış yere oturmamalı, izni ol­
madan herhangi bir konuda ona ıs­
rar etmemeli, yolculuğa çıkmamalı,
evlenmemeli ve önemli bir iş yap-v
manialıdır..." 145
Şeyhin elinde müridin gassalin
elindeki cenaze gibi olması gerek­
tiği, her nimeti ve feyzi ondan bil­
mesi, ona itiraz etmemesi ve kulu
kölesi olması gerektiği inancı adab
kitaplarının hemen hepsinde mev­
cuttur. Mesela bugün kimi tasavvufçuların adab olarak okuttukları
ve din kitabı gibi belledikleri Mu­
hammed İbn Abdullah Hani'nin
Ali Hüsrevoğlu tarafından tercü­
me edilen ve istanbul 1980 tarihin­
de "basılan Adab kitabından 152156 sayfalarına bakılabilir.
Şeyh-mürid ilişkileri konusun­
da tasavvufçulann delisi bu şekilde
düşündüğü gibi,' velisi de bu şekil­
de düşünmektedir. Mesela kendisi­
ni Hatemu'l-Evliya olarak ilan
eden İbn Arabi bunu şöyle ifade et­
mektedir:
. ^
'
"Bu itaatin üstünkörü ve ihlasla
olması lazımdır. Şartsız ve tam ol­
malıdır. Mürid, tevilsiz, cevapsız,
özürsüz ve tepkisiz şeyhin emirle­
rine harfiyyen bağlı kalır. Şeyhin
emri akıldışı da olsa, hatta ha­
ram işlemeyi de emretse, harfiy­
yen ona itaat etmesi lazımdır. Şe­
riata muhalefet ettiğini görsen
bile, ona itiraz etmeyi aklına bile
getirmemelisin. Çünkü insan ma-
tasavvufun zararları
sum değildir." 146
kırılması için bir süre dilenciliğe şu sözünü dinle:
Avarifu'l-Maarif sahibi Suhredevam etmesini söyler. Çünkü ki­
- "Şeyhine niçin?" diye soran
verdî de şöyle demektedir:
bir öldürücü hastalıklardandır. Gu­ kimse felah bulmaz. Suretini kal­
"Şeyhin sözü hak ile^ haktan ve
rur da böyledir.
.' binden ve hayalinden sakın çı­
hak içindir. Cebrail, vahiy konıP
Daha çok beden ve elbise te­ karma., Bir an olsun ondan gafil
sunda emin olduğu gibi, şeyh de il­
mizliğine özen gösterdiğini, buna olursan, bil ki bu senin bedbahtlıhamı müridlere aktarmada emindir.
sevinip dikkat ettiğini görürse, ban- ğındandır. Onda fena makanıma
Cebrail vahiyde hiyanet etmediği
yo-tuvalet işlerini görüp temizle­ erişmeye çalış. Böylece onda beka
gibi, şeyh de ilhamda hıyanet et­
mekte ve pis yerleri süpürmekte- makamına ulaşırsın."150
mez. Rasulullah nevasından konuş­
çalıştırır. Gurur ve temizliğini bu­
Tasavvufçular, şeyhin emir ve
madığı gibi, şeyh de ona uyarak za­
landırması için dumanlı yerlerde ve yasak hiçbir isteğine müridin mu­
hir ve batında hevasında konuş­
mutfakta çalıştırır. Çünkü elbisele­ halefet etmemesini emretmektedir­
maz." 147 '
rini temizleyen ve süslenenler, te­ ler. Hz.Peygamber'in sünnetine
"Müridin şeyhe karşı en güzel
miz elbise ve renkli seccadeler iste­ açıkça muhalefet ettiğini görse bi­
edebi, sessizlik, donukluk ve Jıareyenlerin bütün gün kendini süsle­ le. Şeyhin hiçbir arzusuna muhale­
ketsizlik(sükut, humud ve cuyen gelinden farkları yoktur. İnsa­ fet etmemesini söylemektedirmudjdur. Şeyhin izni olmadan çok
nın kendisine veya başka bir puta ler.151
konuşmamalı, çok gülmemeli ve
Müridin şeyhin avucunda
sesini yükseltmemelidir. Şeyhin
~ kalması ve her şeyini dilediği
Tasavvuf kültüründe
durumundan kendisine kapalı bir
gibi kontrol etmesi için tasav­
şey olursa, Musa ile Hızır kıssa­
vufçular Şarani diliyle, şeyhine
ve şeyh-mürid sisteminde
sını hatırlamalı ve itiraz etmeme­
başka
bir şeyhi ortak koşmanın
lidir. Üstadına "Hayır" diyen as­ müridin şahsiyetinin olabildiği Allah'a ortak koşmak gibi oldu­
kadar yokedilmesine karşın, ğunu telkin ederler. 152
la felah bulamaz. Şeyh varken,
mürid sâdece farz namazı kılma­ şeyh yüceltilmekte, kutsallaştı­ , Şeyhin tarikatından başka
lıdır. Çünkü onun görevi hizmet­
tarikat ^seçenveya onun göster­
tir. Şeyhine bütün durumlarını rmakta ve kendisine bir nevi diği yoldan başka bir yolda gi­
dokunulmazlık özellikleri
açmalı ve gizlememelidir." 148
den kişinin dinden çıkmış gibi
Şufiler arasında Kur'an ve
verilmektedir. _
olacağını bile söylerler. 153
Sünnete en yakın kabul edilen ve
Bu felsefe, eski süfılerde ol­
din ilimlerini ihya etmek için İhya
tapması arasında hiçbir fark yoktur. duğu gibi yenilerinde de yer yer
kitabını yazan Gazali, de.şeyh-mÜT
Allah'tan başkasına taptığı müd­ devam etmektedir. Şunlardan da
rid ilişkileri konusunda şöyle de­
detçe kendisi ile Allah arasında - bir iki örnek Verelim.
mektedir:
...
> perde olur.." 149
Bilindiği gibi tasavvuf anlayı-'
, "Zahiri ibadetlerle süslenip or­
Tasavvuf kültüründe ve şeyh- şında şeyhin elinde mürid, gassalin
ganları açık günahlardan temizlen­
mürid sisteminde müridin şahsiye­ elindeki cenaze gibidir? Müridin zi­
diği zaman, şeyh ahlakına ve kalbi­
tinin olabildiği kadar yokedilmesi­ kirden namazına kadar, uykusun­
nin hastalıklarına nüfuz etmek için
ne karşın, şeyh yüceltilmekte, kiıt- dan çilesine kadar hemen bütün
ahvalin(davranış) kafineleriyle
sallaştırılmakta ve kendisine bir davranış ve ibadet şekli şeyh
onun batın durumuna bakar. Zaruri
nevi dokunulmazlık özellikleri ve­ tarafından
belirlenmektedir.ihtiyacından fazla malını görürse,
rilmektedir. Bunun örnekleri çok- Mesela şöyle denilmektedir:
,oridan alır ve hayırlarda harcar. . tur. Mesela Muhammed Osman "Mürid şeyhinin terbiyesinde, gas­
Ona iltifat etmemesi için kalbini
şöyle demektedir:
salin elindeki ölü gibi olmalıdır'ki
ondan boşaltır.
"Geçtiğin'her halde şeyhini^ o şeyh müride istediği gibi hareket
Onda izzeti nefis, gurur ve kibir
görmen vejbunun onun vasıtasıyla edebilsin.
__ •
'• •
görürse, dilencilik yapmak için çar­
olduğunu bilmen gerekir. Adabın
Kalbinde şeyhin efali üzerine
şı pazara çıkmasını emreder. Çün­
biri de, namazda oturur gibi huzu­ itiraz etmemelidir. Şeyhe itiraz çok
kü izzeti nefis ve liderlik duygusu
runda oturman,- onda fena bulman, çirkindir. Muteriz(itiraz eden)
ancak zelil yapmakla kırılır. Dilen­
seccadesine oturmâman, ibriği ile mazur olamaz."154
cilikten daha çok zelil yapan birşey
abdest almaman ve bastonuna da"Babası, oğlu ve bütün insan­
de yoktur. İzzeti nefsi ve kibrinin
yanmamandır. Ermişlerden birinin
lardan kendisine daha sevimli olkasım - aralık 1996 73
inceleme
madıkça, hiçbiriniz iman etmiş ol­
maz" buyurduğu gibi peygamber
efendimiz, mürşidi hakiki peygam­
ber efendimizin varisi olduğundan,'
"onun makamında oturduğundan o
zamanın o mümini de onu o tarzda
sevmesi lazımdır. O tarzda sev­
mezse hava alır. Rasulullahı sev­
meyenin amelleri heba olduğu gibi/
o mürşide Allah'ın rızası için bağ­
lanmayan dakendisi bilir. Onun
için bu sevgi bağını, saygı bağını, o
ruhani irtibatı güzelce yapın." 155
Tasavvufçular, müslümanları
şeyh-ile şeytan arasında bir tercih
yapmak zorunda bırakarak bunun
dışında başka bir kurtuluş yolunun
-bulunmadığını telkin ederler. Bu
konuda sloganları da "Şeyhi(mürşidi) olmayanın şeyhi şeytandır."
156 sözleridir.
Tasavvufun insan şahsiyetini
nasıl öldürdüğünü kendi sözlerin­
den okuyalım;
"Veliler serdarı Şah Bahaeddin
•>Nakşibend hazretleri birgün yolda
giderken, bir köpeğin • ayak
çukurunda biriken suya bakarak
"Ben şu sudan daha kirliyim" der­
ler. Yanındakilerin şaşırdıkları,
hayret ettiklerini görünce,, ilave
eder: "Hatta ben kafirden daha adi
ve kirliyim" îşte denge noktasında
olmak budur. 157.
"Yola giren padişaha dilencilik
yaptırılmıştır. İntisap etmek isteyen
- vezire sokaklarda sakatat sattırıl­
mış, devrin en -büyük .ilim
otoritelerine tekkenin helaları
temizlettirilmiştir." 158
Gördüğümüz gibi tasavvuf, İs­
lam'dan aldığı unsurları yabancı
kültür ve anlayışlarla karıştırmış,
zaruratı diniyye olarak bilinen ve
onlara inanmadan kişinin mümin,
olamayacağı değerleri, hüküm ve
prensipleri elinden geldiği kadar
kendi kültürüne benzetmeye ve
sulandırmaya çalışmıştır. Bidatlarla
dolu pasif ameli hayatından, İs­
lam'a yabancı inanç ve kültürlerle
yoğrulmuş felsefi yönüne kadar
tasavvuf İslam âlemine çok
pahalıya mal olmuştur. Hatta İs­
lam'a girecek ve hidayeti bulacak
kimi insanların da İslam yerine
tasavvuf dinine takılıp kalmalanna
sebep olmuştur. Olumlu yanlan bir
yana bırakılırsa, tasavvufun "müslümanlara kazandırdığı ve onlara
getirdiği anlayış budur.
. _
'.•'•_
135- Dr.Mustafa Kara, 325, Rubailer,
83'den naklen,
J36- Dr.Mustafa Kara, a.g.e. 326,
Rubailer 9 l'den naklen,
137- Dr.Mustafa kara, a.g.e., 326,'
Rubailer 223'den naklen.
__
.
'
138- Dr.Mustafa Kara, 326, Divan-ı
Kebir, 5/478'den naklen
139- Dr. Mustafa Kara, a.g.e., 326,
Mesnevi, 66696'dan naklen.
140- DrJvlustafa Kara, a.g.e. 326, Gülşen-i Raz, 72'den naklen..
141- Yunus Emre Divanı, 144, 185
Dipnotlar
nolu şiir, hazırlayan, Dr.Mustafa Tatçı, Akçağ Yay. Ankara 1991.
116-AHİmran, 19
142- Dr.Mustafa Kara, 328, Gülşeni
117- Ali imran, 85
Raz, 71 -72'den naklen.'
118- İbn şArabi, Fusus, 225, 191-İ96,
143- Abdurrahman Bedevi, Şatahatu'sAynca bkz. Dr. Abdulkadir Mahmud, Age.
Sufıyye, 31.
516-521.
•
144- Fazlurrahman, Tarih, Boyunca İs­
119- İbn Arabi, Zehairu'l-A'lak Şerhu
lami Metodoloji Sorunu, 114, Ter. Prof.
Tercumani'l-Eşvak, 39, yine bkz. Abdul­
Salih Akdemir, Ankara Okulu Yay. 1995.
kadir Mahmud, Age.. 503-531, Dr. Kemal
145- Muhammed Emin Kürdi, Ten-'
Muhammed lsa,-Nâzarat ft Mu'tekadi İbn
viru'l-kulub fi muameleti Allami'l-öuyub,
Arabi, 51, 59?Daru'l, Muctema, 1986, Bur528-531, Hicri 1384, Mısır. Kitabın adında
haneddin el-Bikai, Masrau't-Tasavvuf, 99yer alan "Allamu'I-öuyub" (ğaybleri bilen)
100, Tah. Abdurrahman el-vekil,
niteliği, bu durumda herhalde şeyhin ken­
120- İbn Arabi, Fusus, 112-113, Bali
disine ait olacaktır.
Şerhi, 191, hicri 1309
146- İbn Arabi, Tedbirat, 226-227'den
12I-' İbn Arabi, Fütuhat," 3/175,,
naklen, A.Palacics, İbn Arabi Hayatuhu ve
Doç.Dr.Salih Akdemir, Age. 30
Mezhebuhu, 140-141, Ter. Abrdurrahman
' 122Abdurrahmüan
Bedevi,
Bedevi, Beyrut, 1979
Şatahatu's-Sufıyye, 16
147- Suhreverdi, Avarifu'l-Maarif, >
123-Zumer,3
203-206, İhya kitabı sonunda, el-Mek124- Ebu'I-Ala Afifi, Muhyiddin İbn
tebetu't-Ticariyye, Kahire.
Arabi'nin Tasavvuf Felsefesi, 132-135, Te.
148- Suhreverdi, Avarifu'l-Maarif,
Mehmet Dağ, A.Ü.l.F. yaynlari, 1975 .
. 197-203, İhya sonunda,
125-İbn Arabi, Fusus, 93-94
149- Gazali, İhyau Ulumiddin, 3/60, el126- İbn Arabi'nin din anlayışına alHalebi, Kahire, 1939, Gazali ermiş olmak
danarak müslüman olan Garaudy gibi muhiçin Hint yogilerini de örnek vermekte
tedilerin kulakları çınlasın.
'
sakınca görmez.
. .
(Bkz. Doç.Dr. Salih Akdemir, İslami'
150- Muhammed Osman, el-Hibetu'lAraştırmalar, 24-25, c.2, sayı 7, 1988, Yeni
Muktebese, 113, Mısır, 1939
Şafak, 1.4.1996 sayısı). Ne yazık ki Seyyid
151- eş-Şarani, Kavaidu's-Sufiyye,
Hüseyin Nasr gibi işrak felsefesi ve vahdti
131, Mısır,
' •- '
vüdut savunucuları onlara* kötü örnek ol­
152-eş-Şarani, a.g.e. 154.
maktadırlar.
153- eş-Şarani, Letaifu'l-Minen, 2/103
- 127- İbn Arabi, Fusus, 165
'
154- Mehmed Zahid Kotku, Tasavvufi
128-Naziat,25
Ahlak, 2/218, 263, Seha Neşriyat, İstanbul,
129-Mümin, 84-85
Ramazanoğlu Mahmud Sami, Musahabe,
v
130- İbn Arabi, Fusus, İ/212, Dr. Afifi
6/188, Erkam Yay. İstanbul, 1982 .'
neşri.
155- Prof.Dr.M.Esat Coşan, Tasavvufa
131- Doç. Dr. Salih Akdemir, a.g.e. 32- ' Giriş, 21, Gümüş Yay. Konya, 1990.
. 3 3 , E.Afifi, The Mystical Philosophy,
156- el-Kuşeyri, er-Risaletu'1-kuşey160'dan naklen.
riyye, 2/735, Matbaatu Tari't-telif, Mısır,
132- Dr.Mustafa Ğalveş, et-Tasav­
1966, eş-Şarani, Letaifu'l-Minen, 147,
vuftu'l-Mizan, 100-101, daru nahdati Mısr,
Mısır 1913.
Kahire,
157- Yaşar Nuri'Öztürk, Kur'an-ı
"133- Niyazi Divanı, 109, Maarif
Kerim ve Sünnete Göre Tasavvuf, 483, İs­
Kütüphanesi, İstanbul 1963
tanbul, 1989.
,
- 134- Dr.Mustafa Kara, Tasavvuf ve
158- Yaşar Nuri Öztürk, a.g.e., 120
Tarikatler tarihi, 325, Gülşeni Raz'dan nak­
74 ımvan
\
len,
kültür-sanat
Mutad meseleler
"O"
Aziz Erdoğan
O, bir zamanlar varlığının
farkında değildi. Alfabede nev-i
şahsına münhasır bir yeri vardı.
Diğer harfler gibi yeri geldiğin­
de "oo" der geçerlerdi. Yıllar
sonra varlığının farkına varabil­
di. Susar dediler, susmadı. Ya­
şamaz dediler, beklediler o öl­
medi. Zamana karışır dediler,
zaman O'nu tarihe yazdı. .
" Önce O; hoca dediler, olma­
dı. Q hacı dediler, olmadı. O *
çağdaş değil dediler hiç mi hiç
olmadı. İki numara büyüğünü
bulamayınca onunla yetindiler.
O ise yoluna devam etti. Çünkü
onun alfabede yeri vardı.
de, paparazilerde, basında bol
bol adı geçti ve her boyutta fo­
toğrafları yayınlandı. Eee par­
don Ooo...
O artık iktidardı, ama bazı­
larına göre muktedir değildi. Ki­
mileri ise onu görünce cin çarp­
mışa dönüyor. Uyku ve düneği
terk ediyordu. Her taşın altından
o çıkıyordu. "Ama, nasıl niçin,
ne yapmalı" soruları kafa larda
cirit atıyordu.
-.,-•
•O ise ekonomik düşündü,
politik düşündü, hele demokra­
siyi hiç dilinden düşürmedi. Na­
file olan; şablonik beyinlere bu­
nu anlatamadı, ya da o kafalar
bu mantığı anlamlandıramadı.
Fakat olan oldu. O rüşdünü isbat
edercesine icraate koyuldu. He­
sabı ve kitabı düşünerek...
"Cumhur abi, bu iş bizi aşar"
denilen reklam onun saltanatına
tevafuk etti. Cumhur abi; ne
dersin "o", aşılmaz biri mi?
İlkesizlikle suçlandı. Ya da
"ilkelere saygısından tedirginlik
uyandırdı. Yersiz de olsa fin­
cancı katırlarını ara ara ürkütü' verdi. Fincanlar çatlıyor, katırla­
ra birşey olmuyordu. Sadece
yıllar yılı ya fosil oluyorlardı ya
da diriazör.'
O yola devam, dedi. Yürüdü,
***
yıllara ve yollara. Belki rüyala­
rım gerçek olur diye geceleri is­
O, fakir edebiyatları arasında
tihareyi ihmal etmedi. Bir bahar
günü yattığı istihar.eyi hayıra" büyüdü. İleriyi düşündü. Ümmeyorumlayarak rejimle dest-i iz­ . tin içine düştüğü durumdan muzdaripti. Çok düşündü işin içinden
divaçta bulundu. Magazin x'ler-
çıkamadı. Çıkmayı da" istedi de­
nilemez. Cemiyet mistisizmi
O'nu bu dertlerle hemhal olma­
ya zorluyordu. Tavizin "T"sin-X
den vazgeçmedi. Kısacası o hiç­
bir "T'nin özelleştirilmesinden
yâna değildi. Bol bol okuyordu.
O'nun okumasını görenler hay­
retler içerisinde hep" beraber
"ooö" dediler. O aldırış etmedi.
Günün birinde "petrolün
başka, dostluğun başka" oldu­
ğunu öğrendi, istemiye istemiye
üç beş kuruş kazanacaktı. Üm­
met için,- vatan için... Zamanla
onun* alfabesinde" " o " harflikten
çıkıp râkamlaştı. Servetine ser­
vet katmak için gece gündüz
ibadet aşkıyla çalıştı. O da so­
nunda farkına varabildi. O, ede­
biyatlarda kaldı. -Yaşasın sürre­
alizm!
O günden sonra onun adı'
bütün faili meçhullere karıştı.
O, Orhun Abidesi, Ordu,.Orostopontopolis, ortak pazar, oo,
poo mastika. O şimdi asker. O
var ya o. Sağ olsun vatan, mil­
let, salata.
kasım- aralık 1996
75
kültür-saiıat
6o Önde Ben Zulme Hatşı
İcazetalınıyor büyük şeften "
,
kelepçe vurulacak hayata, yine
itiraz yok
^
•
çığırtkanlar kendilerine zimmetlenen kelimelerle
bildiriler okuyorlar ~
güneş doğmayacak bundan böyle
eriyor buzdan devrimler
,
.
'•
Ölüm davetiyeleri çıkarılıyor
\^
her gün peşimizde kiralık katiller '
gölgelerinden korkar oluyor . » insanlar
- \
'
özenle seçiyorlar kelimelerini
kavramlar idam sehpalarımız oluyor
laiklik
inkılaplar vesair" " .
. , . kana doymuyor kadavralar '
canlanmız ellerinde oyuncak canlar,
gölgelerinden ülken cellatlar
en bakir yerlerimize kadar girip
_ . idam fermanlarımızı onaylıyorlar
(
Fukara tükürüğünden sermaye yapanlar
en ücra yerlerimize kadar sokularak
ulufeler devşirmede heykeltraşlar •
katiller, erdem avcıları, kadavralar
kendilerince uygun görmedikleri bir yanımızı kanatarak
halkedeceklermiş on yılda onbeşmilyon halk
'• '. •• Sabrımı donmuş bir sükût sayınca
katmamışlar hesaba beni \
''
içimde biriktirdiğim öfke kudurunca
saldılarüzerime oç itlerini
. isyankanm
, asiyim
eh önde ben zulme karşı
kefbelada Hüseyin gibiyim
• 'en önde ben hıyanete karşı
' •elimde kefenim
takatimi aşan yükesanlıyorum
Lokman Yıldırım
76 ümran -
kültür-sanat
Gülef şan gönül
•«,
Bırakın beni kendim olayım.
Düşüncemi zorlamayayım.
İnsanlara yapmacık gülmeye- .
yim. Zoraki bir merhaba için sı­
kıntıya girmeyeyim". Ayıplayanın
ayıplamasından korkmadan duy­
gularımı ifade edeyim. Kendimi
' ben düşüneyim.
""" Doğallığımı gizleyerek, iste­
ğiniz üzere makinalaşamam. Bir
defacık olsun hatınnız için kah­
ve içsem dahi, ondan asla zevk
- alamam. Niçin beni bolumdan
tutarak şu istikamete, bu istika­
mete sürüklüyorsunuz. "Elif gibi
doğru ol" deyip Lamelife benze­
tiyorsunuz? Ben de harfleri tanı­
rım. Öğrenirim elifbayı, amme
_ cüzünü, ruhumun "ülkesinde. Ru­
hum; törpülenmekten kanatlan
kırpılmış kuşa döndü, uçamıyor.
Dengesini sağlayıp yürüyemiyor.'
Hele hele o kalın olarak telaffuz
edilen "Ruuh, ruuh!" kelimesini ;
benliğine yakıştıramıyor* Belki
yazılışları aynı.ama;_o hep zarif
bir ruh kelimesini kimliğinde
görmek istiyor. "Canların canı
uğruna, can vermeyi cana minnet
sayan" bir ruh olmak istiyor.".
Bedenim, her gece karanlığın *
. karşısında hazırola geçer. Ru-"
hum cevabını sunar karanlığa.
Cevap verme özgürlüğünü yaşar.
"Sen koca yıllan arkanda bırak­
tın, memnun musun bundan?"
sorusuna; geceden.-bakire bir kı­
zın aile meclisindeki evlilik sö­
zünden utandığı gibi- utanır da
cevap vermez. Gözlerim tavan
aralarında bir şeyler arar, yut- kunma sermayemi bir süre kulla- ninni. Hep utanır, utanırım. Ya-
rab utanmak ne güzel "servet"
Acaba; onlann da ruhu ve gönlü
deyip şükrederim. Yatağımla
olsa sıcak bir gülücükle selamlar,
dertleşir, "Yine zevrak-ı derumı insanlan? Katıksız sevgilere
num kuılıp kenare düştü" mısra­
açrlar mı gönül kapılanm?
sını bozuk bir kasetçalar gibi mıMakinaların ruhunun olma­
nldanır, dururum.
sından yanayım. Fakat, gönülle­
Ruhumun sevmediği tek keli­ rin makinalaşmasına tahammül
me "telaffuzu kalın ve bir o ka­
edemiyorum. Ey ruhum; gönlü­
dar da soğuk olan -"ruh" kelime­
mün sesini dinle, sana sesleniyo­
sidir. Çünkü o Mimarların Mi­
rum.
marının imzasını taşıyor. Bir de
•
A.E.
kapısında "hüve'1-bâki" yazıyor.'
Kuşlar ona özenerek
semada raks ediyor.
Nisan Müjdecileri
Belli ki ay onun ay­
dınlığını kıskandığı
Şimdi tarih bir destan - için bazı geceler daha
zaman tarihtir şimdi. ' • • . .
berrak bakıyor tepe­
mizden. Fakat, gönül
uine Nil'ekör düştü
zerafetinden taviz ver­
hızır geçmez oldu o semtten -.
miyor. Bütün güzelle­
bir kabristan sessizliği - . >
re ve güzelliklere
büründü ruh[ülkesi
mihmankarlık ediyor.
-' **
s
Katıksız sevgiler için
bengisu sunar akşamlar
kapılarını sonuna ka­
karanlıklar...
VusuFyn kuuusunda
dar lıralıyor. Mutlulu­
asra
yeminleşehler
ğu yüzünden okunu­
bir lohusa sabırsızlığımla
yor. Yirmi dört saat
-oekliuor
'
.,,...
görev aşkıyla yanan
doğacak gündüzleri
gönlüm; gece gündüz
demeden gönüllü as­
vakanüyisler şerh düşsün '"
kerlik yapıyor. Parola­
Hafkaslann kılıç çeken güneşi
sı: "Gönül taşıyanlar
nur uağdırdı üstümüze
görev başına."
bir zemheri günü ansızın
Makina kelimesi­
nin soğukluğunu duy­
mamak elde ,değil.
Makinaların o soğuk­
luğu yapılışlarındaki
zorlamadan aldıkları
inancındayım. Neza­
ketten, vefadan, sadaketten anlamıyorlar.
nisan müjdecileri
bereket haberi getirdi.
ufuklar omuzladı Şamil'i
sığırcıklar terennüm etti..
Şimdi bahar bir destan ^
zaman tarihtir şimdi.
R.ir
'
kasım - aralık 1996 77
kırk ambar
Alıntı ve değinilen...
' Atatürkçülük buysa,
Atatürk yanılmış demektir ,
Öyle konular Vardır ki, tekrar tek­
rar yazmaktan bıkarsınız. Ama yanlış
'olan şey; göz göre göre ve inatla sür­
dürüldüğü için de yazmadan dura­
mazsınız.
Aynı laflan tekrarlayıp durmak
istemez, bunalır kalırsınız.
Artık şu başörtüsü yasağı konu­
sunda söyleyecek bir şey bulamıyo­
rum.
Ama gencecik hemşire kızların
stajları gözümün önünde yakılırken;
başörtülü bir yargıç köşeye sıkıştırılıp
başı açılırken; üstüne üstlük, Danış- .
tay'da bir takım'hakimler kalkıp, bu
aleni insan haklan ihlaline hukuki ki-lif uydurmaya çalışırken, susup otur­
mak da elimden gelmiyof.
Hiçbir suçum olmamasına rağ­
men, beri o genç kızlar karşısında uta­
nıyorum.
Yaşar Kemal'e reva görülen beş
yıllık konuşma yasağı karşısında na­
sıl utanıyorsam ve isyan ediyorsam,
örtünme yasağı,karşısında da aynı
duygulan duyuyorum.
Ve inanın, şaşıp şaşıp kalıyorum:
Haftalardır düşünce suçu aleyhine
yazıp çizenlef; demeçler verenler, pa­
neller, gösteriler düzenleyenler nere­
deler?
İnanç ve ibadet özgürlüğüne arka
çıkacak'çağdaş hukukçular, laikliğin
gerçek savunucuları nereye gittiler?
Sivil toplumun bağnnda açılan şu
türban yarası neredeyse kangrenleşirken; sivil toplum kuruluşlarımız ne
yapıyor?
•' Yasaksız üniversite isteyen genç­
lerimiz, öğrenci kuruluşlarımız neden
başörtülü arkadaşlan için destek ey­
lemleri düzenlemiyor? Örneğin, ne­
den bütün kız öğrenciler bir günlüğü­
ne başlannı örtüp okulun kapısına da­
yanmıyor?
İnsan Hakları Derneği'ni arıyo­
rum, acaba birşey söylediler de ben
78 ümran
mi kaçırdım diye. Telefona cevap ve­
ren duyarsız bir sesten, "Bu konuda
herhangi bir açıklamalan olmadığını"
öğreniyorum.
•.•_.'•
Bir karamsarlıktır çöküyor üstü­
me.
Danıştay Daireler Kurulu'nun her
biri skandal sayılabilecek cümlelerle
dolu şu kararma bakın:
- "Yükseköğretim öğrencisinin, ön­
celikle ve özellikle Atatürk İnkılaplannı ve ilkelerini benimsemiş ve bu il­
keler doğrultusunda davranan bir kişi
olması gerekir"miş.
.Pysa, "türban takan öğrenci Ata­
türk inkılap ve ilkelerine aykırı dav­
ranmış, böylelikle yükseköğretim öğ­
rencisi olma sıfatının gerektirdiği iti­
bar ve güven duygusunu sarsmış"
oluyormuş!
Bir kere, neden yükseköğrenim,
öğrencisinin öncelikle ve özellikle
Atatürk İnkılaplarını ve ilkelerini be­
nimsemiş olması" gerekirmiş? Kim
söylemiş öyle gerektiğini?
Türkiye'de herkes ille de Ata­
türkçü olacak ya da Atatürk'ü Danış­
tay gibi yorumlayacak diye bir yasa
mı var? Ya da üniversite öğrencileri­
ne Atatürkçülük şartı getiren özel bir
yasa mı çıktı?
Üniversite giriş sınavlarında
gençler özel bir Atatürkçülük testin­
den geçirilmediklerine göre; bugün
üniversiteyi dolduran binbir görüşten
öğrencinin, solcunun, anarşistin, libe­
ralin; röck'çının, popçunun, heavy
metal'cinin, hangisinin ne kadar Ata­
türkçü olduğunu kim tayin edecek?
Ben burada, ne Atatürkçülüğün
ne olduğunu tartışmak; ne de tarihi
olayları güncel bir kavga konusu ha­
line getirip Kıyafet Devrimi hakkında
konuşmak niyetinde değilim.
Ama ölümünden 60 yıl sonra, ki­
mileri hâlâ, Atatürk'ün bazı sözlerini
ve uygulamalarını öne sürerek aklı­
mıza ipotek koymak istiyorsa, buna .
itirazım var. .
'
Ben Atatürk'ü severim. Ama öz­
gür düşünceyi, ondan, daha çok seve-.
rim.
„
-i _
Eğer Atatürkçülük, temel insan
haklanyla çelişiyorsa, burada yeniden
tarif edilmesi gereken şey insan hak­
lan değil Atatürkçülüktür.
Ve eğer Atatürkçülük, başını ör­
ten genç kızlan cahil bırakmayı em-,
rediyorsa, ben Atatürk'ten-değil, ba­
şörtülü mazlumdan yanayım.
- Gülay Göktürk/Yeni Yüzyıl, 2-11'1996
İsrail'le Onüç Anlaşma
Dışişleri Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Tansu Çiller, Türkiye ile İsrail arasında 1993 yılından bu yana
13 anlaşma imzalandığını, bu anlaş­
maların Refah-yol Hükümeti tarafın­
dan geçersiz kılınmasının söz konusu
olamayacağını söyledi.
Tansu Çiller Türkiye ile İsrail
arasındaki anlaşmaları şöyle sıraladı:
1 .Kültür, eğitim ve bilim alanlarında
işbirliği anlaşması, 2. Karşılıklı anla­
yış ve işbirliği ilkeleri muhtırası,
3.Çevre sorunları ve doğanın korunmasında işbirliği anlaşması, 4. Tele­
komünikasyon ve posta hizmetleri
alanlarında işbirliği anlaşması, 5.
Uyuşturucu ve psikotrop madde ka­
çakçılığı ve kullanımı anlaşması, 6.
Sağlık ve tıp alanında işbirliği anlaş­
ması, 7. Tarım alanında işbirliği ko­
nusunda mutabakat zaptı, 8. Askeri
eğitim işbirliği anlaşması, 9.Serbest
ticaret anlaşması, 10. Yatırımların
, karşılıklı teşviki ve korunması anlaş­
ması, 11. Çifte vergilendirmenin ön­
lenmesi anlaşması, 12.Ekonomik, bi­
limsel ve teknik işbirliği anlaşması,
13. Savunma sanayii işbirliği anlaş-ması.
• Zaman, 31-10-1996
Türki Cumhuriyetler'de "Ma" de in USA" İslam'ı
Alman İmparatoru İkinci Wil-
kırk ambar
helrri, İslamiyetin kutsal bölgelerinde '
ve Orta Asya'nın tamamı Müslüman
olan büyük yerleşim merkezlerinde
İslami propaganda atağı başlattı.
Kendisinin, İslamiyet'in koruyucusu
olduğunu duyurdu,
'
Geçmişte süper güç Alman­
ya'ydı. Şimdi Amerika... Eskiden Or­
ta Asya'ya Almanlar girmek istiyor­
du, şimdi daha çok Amerikalılar....
Türkî Cumhuriyetlerde bir dönem ko­
münizm hakimdi. Şimdi kimlik de­
ğiştirdiler, ama dinle bir ilgileri yok.
Dolayısıyla birileri onların gençliğini
İslamî çizgiye çekmek istiyor.
Bu iş için en güvenli kadroyu ye­
tiştirmenin yolu yeni okullar kurup,
eğitimjseferberliği başlatmaktı...
Amerikalıların İslâmî eğitim veren
okullar açması biraz garip kaçardı,
ama bir Müslüman ülkenin, mesela
Türkiye'nin hocaları'bu işi pekâla ya­
pabilirdi...
,
Hürriyet, 2-11-1996 : "
"MİT okul için destek verdi"
Fethullah Gülen: Ben Sayın
Cumhurbaşkanımıza sordurdum,
"Devletin Kuzey Irak'ta bir okul aç­
masını .ben şahsen zaruri görüyorum,
aksi halde oradaki Türkmenler 4 !
Kürtler eritir, eğer siz yapmayacaksa-.
nız, bilin ki biz yapacağız" dedim.
Onlar da nasıl istiyorsanız öyle "yapın
dedi. Onun için MİT de, oradaki is :
tihbarat örgütleri de bu işin hep ya­
nında oldu. Ve Erbil bombalandığı
halde bizim okula bir şey yapmadılar..
Irak da yapmadı, Barzani de. Orada
eğitim devam ediyor. Hatta ikincisi­
nin, üçüncüsünün açılması bahis
mevzuu* Onlar çevremizde bir şey
oluşturacaksa, otonom bir devlet ola­
caksa onların şiddetini, hiddetini kır­
ma adına yararı olduğuna inanıyo­
rum...
,".-'•
^
Aktüel. 16.9.1996 • ~ ' '
Zaman akıl zamanıdır
Karatepe'nin genişletilmiş il di­
vanında yaptığı konuşmanın kendisi,
amacı, içeriği değil, içindeki birkaç
cümle ülke gündemini oluşturuyor.
Üstelik bir birkaç cümle montajda
yeniden kurgulanarak konuşmanın
özüymüş gibi yeriliyor. Bu dezenfor- masyon ortamı, onu yaratanları bile
etkisi altına alıyor. Türkiye'nin güzi­
de köşe yazarları, önde gelen bilim
adamları, Karatepe'nin konuşma
metnini okumadan, daha önce yaz­
dığı yazıları görmeden, basında ak-'
tarılandan yola çıkıyorlar. İlkeleri
tartışan yok, herkes birilerini düş­
man ilan etme ve düşmanı yok etme
peşinde.
Askeri otorite, seçimle gelmiş
belediye Başkanı'na her türlü
hakareti ederek,_onun yetki alanına
girerek, Sultanbeyli'nin ortasına sün­
gü denetiminde heykel dikiyon As­
keri otoritenin siyasi otoriteyi sigaya,.
çekmesi, yani demokratik ilkelerin
ayaklar altına alınması sorun edil­
mediği gibi, Atatürk heykeli ile .
demokrasi özdeş kılınıyor, heykelin
dikilmesi demokrasinin zaferi olarak
yorumsuz alkışlanıyor.
Ali Bayramoğlu Y.Yüzyıl, 14-1.196
v
'
•*"•
Laiklik ihanete uğradı •
Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne
özel olarak türbanlı, karaçarşaflı, tak­
keli, cüppeli ziyaretler yapılıyor. İn­
san haklarından sorumlu Devlet
Bakanı, imâm nikahının yasallaşmasını istiyor. Bakanlar, kaymakam­
lar, valiler, kadınların elini sıkmıyor.
Radikal dinciler, her cuma sokaklarda
pervasızca şeriat provaları yapıyorlar.
Mayolu kadın afişleri, kentlerdeki .
reklam panolarına astırılmıyor.
İlahiler eşliğinde tesettür defileleri
yapılıyor. Dinci kesim için, beş yıl­
dızlı oteller, mahalleler, tatil siteleri
:
kuruluyor.' ' " ' - . . . •
. Bu 10 Kasım'da daha bir hüzün­
lüyüz ve ulusça başımız önümüze
eğik...
•.'.".
" Prof.Dr.Neda Arat Radikal 1011-96--
Zonguldak ÂKV'de yeni fâaliyetler
Araştırma, ve Kültür Vakfı
Zonguldak Şubesi tarafından Zon-^
guldak'ta; sosyal, kültürel ve dü­
şünsel bir canlılık kazandırmak
amacıyla Ekim ve Kasım ayları
içinde iki ayrı organizasyon ger­
çekleştirildi.'
'
Bunların ilki 19.09.1996 tari­
hinde vakıf binamızda araştırma- '
cı-yazar Hikmet Zeyveft'nin katı­
lımıyla gerçekleşen sohbet prog­
ramıydı. Kur'an üzerine yapılan
sohbette Zeyveli, Kur'an'ın ev­
renselliği, K u r ' a n ' ı anlamada
metod, insanın tekamülü \t bu
tekamüle Kur'an'ın verdiği cevap,
değişen ortam've şartlarda öncül .
ayetlerinin hükmü (Nasih-Mensuh) konular üzerinde durdu.
. Kur'an'ın doğru anlaşılması
ve yaşama aktarılmasında önemli
olduğuna inandığımız bu konu- „
ların işlenmesi ve bazı kavram­
ların içinin doldurulması önemli
bir kazanım oldu, Ancak zaman
darlığı, tartışîlması gereken bazı
konuların gündeme alınamaması
sonucunu doğurdu.
' „
Kasım ayı içinde gerçekleş­
tirilen diğer bir faaliyet ise geçen
yıl ilki yapılan tiyatro organizas­
yonunun ikinci kez_gerçekleştjr-mesîydî.Bu tür kültüre] ve sanatsal
etkinlikler açısından-Anadolu'nun
fakirliği gözönüne alındığında or­
ganizasyonun önemi daha bir belir­
ginlik kazanmaktadır. Btf bakım­
dan UlvJ Alacakaptan'm hemen
hemen bütün yaş gruplarına ve
fjkîr düzeyine hitap eden "Med­
dah ve Yardakçıları" adlı oyunu
beklenenin çok üstünde bir tevec­
cüh ile karşılandı. Bu teveccüh,
benzer organizasyonların tekrar
gerçekleştirilmesi yönünde önemli
bir moral desteği oluşturdu.
kasım
-
aralık199679
kırk ambar
Kitap dünyası...İslami Hareket
İlkeler Sorunlar II
İslami hareket, İslam'ı yeni­
den ümmet ve yönetim olarak ya­
şanılır kılmak ve İslam_karşıtı
güçlerin hakimiyetini kırmak
' amacına yönelik ilkeli ve sürekli" ligi olan çabaların genel ifadesi­
dir, İslami hareketin başarısı, İslamî mücadele yönteminin vahyi
temele dayanmasına; açık, anlaşı­
lır ve sorunları kuşatabilir olması­
na bağlıdır.
İslamî hareketin yöntem ko­
nusunda çözmesi'gereken sorun. laf, tarihi olandan çok, günümüz­
de yaşanılan problemlerle ilgili­
dir. Ümmetin yeniden oluşturul­
ması veya değiştirilmesi, öncülü­
ğün vasfı ve parti vakıası, tağuti
rejimlerde legalite-illeğalite me-,
selesi, yerellik-evrensellik soru­
nu, şiddet-devrim-demokrasi iliş­
kileri, oılus-vatan-bölge-sınıf kav­
ramları, önderliğin tekliği veya
çokluğu, imamet ye hilafet teori­
lerine yaklaşım, azınlıklar ye ço­
ğunluk meselesi, aşama tartışma­
ları gibi konular, günümüz gej\ çektiğinde çözülmesi gereken
yöntemle ilgili temel başlıklardır.
Muhammed Fadlallah, bu ça­
lışmasında İslami hareketin yön­
tem sorunuyla ilgili temel konula­
ra kapsamlı bir birikim ve aynntı, h bir kuşatıcılıkla önemli açıkla­
malar getiriyor. İslami hareketin
yöntemsel sorunları hakkında ka­
leme alınan bu kitabı değeri; kı­
lan bir diğer etken de, belli bir za­
man diliminde masa başında otu­
rup yazılmaması, dolayısıyla so­
80
unvan
yut bir düşünceden kaynaklanmamasıdır. Bu kitap, birbirini izle­
yen zaman dilimlerinde, İslami
hareketin doğal olarak yaşadığı
pratik hayatın içinde, onu kuşatan
atmosferde ve karşılaşılan engel­
lemeler düzleminde yazılmıştır.
. Muhammed'Fadlallah, Ekin
yay., 296 s.
Siyasi Felsefenin Büyük Dü­
şünürleri
Eberistein'ın görüşleri Batı
demokrasisinin sıhhati gözetile­
rek yapılmış değerleîıdirme ve
yorumlan yansıtıyor. Fakat bura­
da bir göz boyama çabası veya
Batı medeniyetini mazur göster­
me endişesi yok. Çünkü kitabın
yazıldığı günün şartlan, dıştan bir
zorlamayla Batılı zihniyetten kuş­
ku duymayı yahut bir dış zorlama
yüzünden savunmaya geçmeyi
gerektirmiyor. İslam'ın meydan
okuyuşuyla karşılaşmak gerçeklik
alanı dışında. Demokrasi karşı­
sında bir tehlike sayılan ve mede­
niyete intibakı için uygun bir for­
mül bulunamamış olan Soyyet ve
Çin komünizmi de tabiatı gereği
Batı felsefesinin "harici"» değer­
leri olarak kabul edilmiyor. İşte
bu zihni ortam içinde yazılmış ol­
ması yüzünden elinizdeki kitap
öğretici işlevini kaybetmemiş sa­
yılır. Üstelik bu kitapta dünyanın
1990 sonrası aldığı biçimi siyasi
düşünce bakımından yerli yerince
' değerlendirmek istiyenler için. gü­
venilir ip uçlan bolca var.
William Ebenstein, Türkçesi:
İsmet Özel, Şule Yay. 366 s.
Batı Düşüncesinde İslâm
AlbertHabib Hourani'nin bu
kitabı, 9 ayrı makaleden oluş­
makta ve ilk makale kitaba ad ol­
maktadır. Kitap, genel bir İslam
tarihi, Oryantalizm tarihi ve kül­
tür değişimi tarihi incelemesidir.
, Okuyucu, bu kitapta, İslâm dün' yasının" Avrupa'yı nasıl etkiledi­
ğini ve Avrupa'dan nasıl etkilen­
diğini görecektir. Kültürel deği­
şim, Ortadoğu'nun bu değişimde­
ki yeri ve önemi, entellektüel ya­
şam, kitabın aha konulan arasın­
dadır. Gerçekten 'İslam dünyası
ile Batı dünyasrarasında nasıl bir
etkileşim oldu?-' sorusuna cevap
arıyorsanız, bu çalışma size aradı­
ğınızı derli-toplu bir şekilde
verecektir.
Albert Hourani, Pınar Yay.
267 s. '
Hasan Aycın'ın, YediGeceKitapları taralından yayınlanan Gece Yürüyüşü albümünden alınmıştır.
Download