Akut anemili hastalarda tedavi yaklaşımları Prof. Dr. Mahmut Bayık Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul B ir hastada akut olarak anemi gelişmesi çeşitli nedenlerle olur. Bunlar: büyük miktarda kan kayıpları, akut gelişen hemoliz, konjenital eritrosit defektleri olan hastalarda görülen aplastik ve/veya sekestrasyon krizleri, ani gelişen kemik iliği yetmezlikleri gibi ana başlıklarda incelenebilir. Akut gelişen anemide klinik bulgular ve laboratuar bulguları başka konuşmacılar tarafından özetlenmiştir. Burada bu hastalarda tedavi yaklaşımları ele alınacaktır. Büyük miktarda kan kayıpları (masif kanamalar) Kanama küçük miktarlardaysa sürekli kanamalar demir kayıplarına yol açacağı için bu hastalarda bir süre sonra demir eksikliği anemisi gelişir. Bu durumlarda hastanın hem kardiyovasküler sistemi hem de kemik iliği duruma uyum sağlayacak mekanizmalar geliştirirler. Özellikle kardiyopulmoner, vasküler ve serebrovasküler sistemleri sağlıklı bir hastanın çok düşük hemoglobin değerlerini bile tolere etmesi mümkündür. Ancak kanama ani gelişiyor ve büyük miktarlarda oluyorsa hastanın organ ve sistemlerinin ani gelişen bu duruma uyum sağlaması mümkün olmayacaktır. Ayrıca ani kanamalarla kaybedilen damar içi sıvı hacmi hastalarda hipotansiyon, metabolik bozukluklar ve şok gibi yaşamı tehlikeye sokan sonuçlar doğuracaktır. Bu durumda hasta bir yandan damar içi sıvı kaybının getireceği sorunlarla uğraşırken diğer yandan da ani gelişen hipoksinin getireceği sorunlarla uğraşıyor olacaktır. Masif kanamalarda hem damar içi sıvı hacmini sağlamak hem de kaybolan eritrosit kitlesini yerine koyabilmek için transfüzyon yapılır. Çok miktarda kristalloid ve kolloid sıvılar ve eritrosit süspansiyonları ile tam kan transfüzyonu yapılan bu duruma masif transfüzyon denilir. Tanım olarak hastaya 24 saat içinde total kan volümüne eşit miktarda kan transfüzyonu yapılması (veya 24 saat içinde 10 Ü den fazla tam kan veya 20 Ü den fazla eritrosit süspansiyonu (ES) verilmesi, veya üç saat veya daha az bir süre içinde sirkülasyondaki kan volümünün %50 den fazlasının replasmanı, veya 150 ml/dk kan kaybı) masif transfüzyon (MT) olarak isimlendirilir. MT acil bir durum olup genellikle multipl travmalarda , gastrointestinal sistem kanamalarında (özellikle varislerden), pelvik kırık, kardiovasküler işlemler, skolyoz cerrahisi , karaciğer transplantasyonu ve malinite için yapılan komplike cerrahi işlemler gibi ciddi durumlar da uygulanır. MT hayat kurtarıcıdır. Kan alımı, saklanması ve verilmesi uygun şekilde yapılırsa risk/yarar oranı, yarar lehine bir işlemdir. Öte tarafdan MT da görülen metabolik değişikliklerin yanısıra infeksiyöz ve immunolojik etkiler de hastanın prognozunu etkileyebilir. İnfeksiyon riski MT için uzun dönemde ön plana geçecektir. Masif kanamalar damar içi sıvının kaybı sonucu hipotansiyon ve bu kayıp karşılanamazsa şok ile sonuçlanır. Şok tedavisinde amaç hastada bozulmuş olan perfüzyon ve oksijen dağılımının düzeltilmesidir. Belirgin hemoraji ile giden şok olgularında extrasellüler sıvı, intrasellüler boşluğa geçer. Genel olarak kaybedilenden fazla hacimde sıvının verilmesi sağ kalımı olumlu yönde etkiler. Yeterli kan veya sıvı verildiğinin göstergesi olarak Hb, Htc. veya kan basıncı dikkate alınırsa yanılgılara yol açabilir. Tedaviye kolayca temin edilebilen kristalloid solüsyonlarla başlanır, hastanın yanıtına göre transfüzyona kan ürünleriyle devam edilebilir. Hasta hemodinamik yanıt ve doku perfüzyonu yönünden (mental durum, idrar çıkışı, kapiller dolgunluk, asidozun olmayışı) monitörize edilmelidir. Hastaya 2000 ml. kristalloid verildiğinde vital bulgular stabil kalmış ise kan verilmesi genellikle gerekmez. Hastanın durumu böyle akut volüme replasmanına rağmen düzelmiyorsa genellikle majör bir kan kaybı söz konusudur ve bu kez acil kan transfüzyonu ve daha fazla sıvı transfüzyonu yapılmalıdır. Kan kaybı toplam vücut kan hacminin %40 ına ulaştığında eritrosit süspansiyonu verilmelidir. Başlangıçta Eritrosit Süspansiyonları (ES) tercih edilirse de ilk 4 üniteden sonra tam kan ile devam edilebilir. Bu yolla verilecek plazma ile koagülasyon faktörleri ve protein de verilmiş olacağından kolloid osmotik basınç sağlanmış olur. Masif transfüzyondan sonra metabolik değişiklikler Çok sayıda kan transfüzyonu yapılan hasta veya yaralı bir kişide, banka kanlarındaki bilinen bir takım metabolik ve yapısal değişikliklerden dolayı teorik olarak fizyolojik bozukluklar çıkması beklenir. Ancak MT yapılan bir hasta yeterli sıvı alıyorsa, oksijen dağılımı ve organ perfüzyonu iyiyse MT nun metabolik komplikasyonları en aza inecektir. Buzdolabında saklanmakta olan kanlarda faktör V ve faktör VIII miktarı azalır.Lökositler ilk 4-6 saat içinde fonksiyonlarını yitirir. Trombosit fonksiyonları +4 C de buzdolabındaki kanlarda ilk 24 saat içinde irreversibl olarak bozulur. İntrasellüler 2-3 DPG seviyesindeki azalma ile Hb nin oksijen afinitesi artar. pH düşer. Eritrosit deformitesi değişir ve hemoliz artar. Torba içinde potasyum, fosfat ve amonyum konsantrasyonu artar. Mikroagregatlar oluşur, vazo aktif substanslar salınır. ES içindeki eritrositlerin yaşam süresi, saklama süresi uzadıkça azalır. Bu değişiklikleri içeren çok sayıda kanın transfüzyonu ile hastada önemli metabolik değişikliklerin olması beklenir. Ancak görülen metabolik değişiklikler beklenenden farklı olur. Bunda hastanın genel durumu, altta yatan hastalığı ve metabolik değişikliklerle mücadele eden akciğer, böbrek ve karaciğer gibi organ ve sistemlerinin fonksiyonlarındaki düzen önemli rol oynar. Bu nedenlerle taze donmuş plazma, trombosit süspansiyonu, kalsiyum , veya bikarbonatların belli bir sayıdaki eritrosit süspansiyonundan sonra profilaktik olarak şu kadar adet verilmesini öngören yemek kitabı gibi tarifler genellikle uygun değildir ve hastayı ek risklere sokar. Masif transfüzyonun diğer yan etkileri Hipotermi Hipotermi MT nun en önemli klinik etkilerinden birisidir. Çok miktardaki soğuk kan ürününün transfüzyonu ile hastada belirgin bir hipotermi meydana gelebilir. Hipotermi; Hb nin oksijen afinitesini arttırır, alkoloza neden olur, transfüze eritrositlerdeki 2-3 DPG azaltır, trombosit fonksiyonlarını bozar, pıhtılaşma faktörleri ve trombositler normal olsa dahi pıhtılaşmayı bozar. Düşük ısıda karaciğer sitratı iyi metabolize edemeyeceği için hipokalsemiye meyil artar ki bu şok tarafından da arttırılan bir etkidir. Eğer soğuk kan santral venöz katater yoluyla sinoartrial düğüm yakınlarına transfüze edilmekte ise hem lokal hipotermi hem de lokal ionize kalsiyum miktarındaki düşüşe bağlı ölümcül aritmiler görülebilir. IV solüsyonların verilmeden önce ısıtılmasıyla hipotermi önlenebilir. Kan ısıtma efektif olarak özel cihazlarla yapılmalıdır. Sitrat toksisitesi Sitrat içeren kan ürünlerinin masif transfüzyonu geçici olarak iyonize kalsiyum seviyesinde düşüşe ve teorik olarak koagülopatiye yol açabilir. Hipokalsemi ise hipotansiyon, azalmış nabız basıncına, sol ventriküler end diastolik basınçda yükselmeye ve pulmoner arter ve santral venöz basınçta artışa neden olur. EKG değişiklikleri ( uzamış QT) olabilir. Hipokalseminin koagülasyon üzerine olan etkisinden önce genellikle kardiovasküler etkisi görülür. Rast gele kalsiyum uygulaması geçici hiperkalsemiye neden olabilir, dikkat edilmelidir. Asit- baz dengesinin bozulması Saklanmakta olan kanların pH değeri asit olmasına rağmen (yaklaşık pH:6.3), masif transfüzyonda alkaloz görülür. Kan ürünlerinde antikoagülan olarak bulunan sodyum sitrat , karaciğerde sodyum bikarbonata çevrilir. Böylece ortaya çıkan alkaloz başlangıçta hemoglobinin oksijene olan afinitesini arttırır, dokularda oksijenin bırakılması azalır. Bununla birlikle Embden-Myerhof glikoliz yolu uyarılacağı için alkalozun net etkisi eritrositlerdeki 2-3 DPG artışına neden olması ve eritrositlerin oksijen transportunu düzeltmesi şeklindedir. Transfüzyon sonrası pH 7.48 - 7.50 arasındadır ve potasyum artışıyla birliktedir. Şokdaki hastalarda metabolik asidoz görülmesi ek sıvı ihtiyacına işaret eder. Bikarbonat infüzyonu sadece asidozda geçici bir iyilik yaratır ve altta yatan doku perfüzyon açığını gizleyebilir. Potasyum değişiklikleri Saklanmakta olan kanlarda potasyum seviyesi 3. haftada 30-40 mEq/L seviyelerine dek yükselir. Teorik olarak MT da hiperkalemi beklenir. Ancak klinikte transfüzyon hızı 100150 ml./dk yı geçmedikçe nadiren potasyuma bağlı belirgin klinik bulgular meydana gelir. Şokda bulunan ve MT ihtiyacı gösteren hastalarda aldosteron, ADH ve steroid hormon seviyeleri yükselmiştir. Renal fonksiyon bozukluğu olanlar hariç pek çok hastada hipokalemi vardır. 2-3 DPG seviyesindeki değişiklikler Saklanmakta olan kanlarda 3. haftada 2-3 DPG seviyesi bariz bir şekilde azalır. 2-3 DPG seviyeleri eritrositler transfüze edilir edilmez (invivo olarak ısındıklarında) hastada hızla normale döner. Relatif olarak kısa süreli 2,3 DPG seviyesindeki düşüklük kardiak rezervi yeterli olan pek çok hasta tarafından kolayca tolere edilir. Trombositopeni 1-6 C de 24 saat saklanmış kanlarda canlı trombosit bulunmayacağı için MT da dilüsyonel trombositopeni görülebilir. MT ile trombosit sayısı düşse de dilüsyonel trombositopeni tek başına mikrovasküler kanamadan sorumlu değildir. MT yapılan hastalarda profilaktik trombosit süspansiyonları (TS) kullanımı, mikrovasküler kanama belirtileri olmadıkça gereksizdir. Trombosit süspansiyonları, faktör VIII hariç diğer pıhtılaşma faktörlerini de önemli bir oranda içermektedir. faktör VIII ise bir akut faz reaktanı olarak zaten hastalarda artmış seviyelerdedir. Hipotermiye bağlı olmaksızın mikrovasküler kanama belirtileri gösteren ve MT yapılmış hastalarda, trombosit süspansiyonlarının kullanılması oldukça yararlı olup, bu yolla trombositlere ek olarak pıhtılaşma faktörlerinin de verilmiş olur. . Şiddetli hipotermisi bulunmayan ancak mikrovasküler kanama olan hastalarda trombosit seviyesi 50.000 -100.00/mm3 veya trombosit sayısı 100.000/mm3 ün altına hızla düşmekte ise trombosit süspansiyonu verilmesi gerekir. DIC gelişmiş hastalarda yüksek dozda TS, taze donmuş plazma (TDP) ve kriopresipitat gerekebilir. Koagülasyon faktörlerindeki değişiklikler faktör V ve faktör VIII labil faktörler olup, plazmanın saklanması sırasında miktarları azalır. Çalışmalarda MT sırasında görülen kanamalarla faktör eksikliği arasında sadece küçük bir ilişki gösterilmiştir. MT nu takiben görülen mekanik olmayan kanamalarda TS ları tek çaredir ("anahtar ürün"). MT alan hastalarda intraoperatif kanamaların en sık nedeni kanayan damarların cerrahi olarak yetersiz kontrolüdür. Eğer 10 Ü. den fazla kan kullanılmış ve hastada halen mekanik olmayan bir kanama varsa koagülasyon sisteminde bir anormallik olabilir. Gene de mekanik olmayan kanama bulguları olmadıkça MT yapılmakta olan hastaya ek bir TDP veya TS verilmesi gerekmez. Akut gelişen hemoliz Akut olarak gelişen hemoliz, hastanın kısa sürede anemik hale gelmesine yol açar. Akut anemilerde klinik bulgular ve hemoliz nedeniyle akut anemi gelişmiş hastalarda laboratuar bulguları ayrı konular olarak sunulmuştur. Burada bu gibi hastalarda tedavi yaklaşımları tartışılacaktır. Akut gelişen anemilerin önemli bir kısmı immün (otoimmün veya alloimmün) hemolitik anemilerdir. Otoimmün hemolitik anemiler, hastanın kendi eritrositleri üzerinde bulunan antijenlere karşı otoantikor gelişmesi ile oluşur. Bunun sonunda intravasküler veya ekstravasküler hemoliz oluşarak eritrosit yaşam süresi kısalır. Kemik iliğinde eritropoez artarak eritrosit yaşam süresinde kısalmayla meydana gelen anemiyi karşılamaya çalışır. Artan eritropoez eritrosit yıkımını karşılarsa hastada anemi gelişmez ancak karşılayamazsa anemi oluşur. Otoimmün hemolitik anemilerin önemli bir kısmı idiyopatik’tir. Bir kısmında ise çeşitli lenfoproliferatif hastalıklar, otoimmün hastalıklar, enfeksiyonlar ve ilaçlara sekonder olarak hemoliz gelişir. Hemolize yol açan antikorlar vücut ısısında (sıcak otoantikorlar) veya vücut ısısından dha düşük ısılarda (soğuk antikorlar) aktif olabilirler. Sıcak otoantikor varlığında hastalığın ağırlığını belirleyen faktörler: Otoantikorun miktarı, antijene aviditesi, kompleman bağlama yeteneği’dir. Sıcak otoimmün anemide otoantikor genellikle IgG dir. Eritrosite kompleman bağlanması intravasküler hemolize yol açabilir. Eritrosit yüzeyine yapışmış olan IgG ve kompleman retiküloendoteliyal sistemin (özellikle de dalağın) makrofajları tarafından tanınarak eritrositler yakalanır ve ya membranından bir parça kaybederek sferosit haline döner veya fagosite edilerek yıkılır. Tedavide steroidler, splenektomi, immünosüpressiv ilaçlar, plasma xchange, vinca alkaloidleri, danazol, IVIG kullanılır. Soğuk antikorların oluşturduğu soğuk aglutinin hastalığı genellikle yaşlılarda, kronik seyirli nedeni bilinmeyen (idiyopatik) ya da bazan lenfoma, Waldenström makroglobulinemisi, kronik lenfositik lösemi gibi B hücreli neoplasmlarla beraber görülen bir otoimmün anemidir. Hastalık daha gençlerde enfeksiyoz mononükleoz ve mycoplasma pneumonia enfeksiyonları seyri esnasında da olabilir. Bu hastalıkdaki otoantikorlar soğukta aktiftirler. Dolayısı ile normal vücut ısısında genellikle problem oluşturmazlar. Bütün otoimmün hemolitik anemilerin %7-8’inde hem sıcak hem de soğuk otoantikorlar birlikte bulunurlar. Bu hastalar genellikle akut hemoliz atakları ile başvururlar. Miks tip otoimmün hemolitik anemide sistemik lupus eritamatosus sıklığı %25-42’dir. Bu hastalarda steroid tedavisine dramatik cevap alınır. Ancak kronik hemoliz sürer. Otoimmün hemolitik anemisi olan hastaların %20-38 inde ayrıca alloantikor da gelişebilir. Sıcak otoimmün hemolitik anemili bir hastaya uygun kan bulmaktaki zorluklar da dikkate alınarak en iyisi hastaya kan transfüzyonu mecburiyetinde kalmamaktır. Ancak bazı durumlarda kan transfüzyonu şart olabilir. Hastaya transfüzyon kararının verilmesi klinik durumuna göre yapılır. Hastanın anemisi ağır fakat stabil olabilir. Hasta, klinik olarak bu durumu tolore edebiliyorsa hastalığın ilaç tedavisi sonucu beklenmelidir. Akut fulminan hemoliz oluşuyorsa ve hastalık progressif olarak kötüye gidiyor ve kalp yetmezliği, koroner yetmezliği, serebral yetmezlik bulguları ortaya çıkıyorsa acil transfüzyon gerekebilir. Bu durumda semptomları düzeltmeye yetecek minimum miktarda eritrosit süspansiyonu verilmelidir. Transfüzyon yavaş yapılmalıdır ve ½ veya 1 ünite eritrosit süspansiyonu en çok 4 saatte verilmeli ve hasta transfüzyon süresince akut hemolitik reaksiyonlar için gözlenmelidir. Unutulmamalıdır ki bu tür reaksiyonlar oto veya alloantikordan dolayı olabileceği gibi ABO uygunsuz yanlış kan transfüzyonlarından dolayı da olabilir. Emniyetli kan transfüzyonu için transfüzyon öncesinde xchangerla yapılan çapraz karşılaştırma (cross-match) testi bazan tüm kanlar için uyumsuzluk gösterebilir. Bu durumda eğer hastanın direkt anti human globülin (AHG) testi pozitif ise oto antikorların varlığından bahsedilir. Ancak direkt AHG testi negatif fakat çapraz karşılaştırma yapılan aynı kan grubundan (ABH ve Rh uygun) donör kanlarından bir kısmı ya da hepsi uyumsuz çıkan hastalarda alloantikorların varlığı düşünülür. Alloantikorlar bireyin daha önce kendi eritrositlerinden başka antijenler taşıyan eritrositlerle karşılaştığını ve bunun sonucunda bireyin immünolojik olarak bu yabancı antijenlere karşı antikor geliştirdiğini düşündürür. Alloantikor gelişmiş bir hastada uygun kan bulunamazsa ve hastaya kan transfüzyonu yapılması çok önemli ise ne yapılmalıdır? Acaba hastada daha önceki uyarılar sonrası gelişmiş olan alloantikorlar hangi antijenlere karşıdır? Bu antijenlere karşı gelişmiş alloantikorlar transfüzyon yapıldığı takdirde ciddi bir problem yaratır mı? Ciddi problem deyince ne anlaşılmaktadır? Alloantikorların varlığı her zaman transfüze edilen eritrositlerin in vivo ortamda tahrip edileceği anlamına gelmez. Öyleyse alloantikor un varlığı ne kadar ciddiye alınmalıdır? Alloantikor varlığında transfüzyon yapıldığında; akut gelişmiş hemolitik reaksiyon, gecikmiş tipte hemolitik transfüzyon reaksiyonu (HTR), eritrosit yaşam süresinde kısalma, fakat klinik olarak bulgu olmaması (sarılık gibi) gibi klinik tablolar görülebilir. In vivo ortamda immünolojik nedenli eritrosit yıkımı; antikorun sınıfı ve alt sınıfı, antikorun komplemanı aktive etme kabiliyeti, plazma ve eritrosit üzerindeki antikorun miktarı, eritrosit üzerindeki antijenik bölgelerin miktarı, antikoru hangi ısılar arasında aktif olduğu, transfüzyonla verilen eritrosit miktarı, eritrosit üzerindeki antijenlerin eritrosit yüzeyinden ayrılabilme kabiliyeti, donör plazmasındaki kan grup antijenlerinin varlığı, hastanın mononükleer fagositik sisteminin aktivitesi gibi pek çok faktör tarafından etkilenir. Bazı eritrosit antijenlerine karşı oluşan antikorlar klinik olarak önemli reaksiyonlara neden olurlar. Bazıları ise nadiren önemli reaksiyonlar yaparken diğer bir grup antijene karşı oluşan antikorlar klinik olarak önemsiz reaksiyona neden olurlar. Genellikle A,B,O sistemi ile Rh sisteminin alt grupları (D,E,e,C,c,Cw), Kell, Kid, Duffy ve Ss sistemi antijenlerine karşı gelişen antikorlar ciddi reaksiyonlara neden olurlar. Eğer 37 C da bütün kanlar uygunsuz bulunursa (testler 37 C’a ısıtılmış ortamlarda yapılmışsa) 1. Eğer mümkün olursa antikorun hangi antijene karşı oluştuğunu saptayınız. Bu konuda referans laboratuarları kullanınız. 2. Eğer antikor klinik olarak önemli gruptan ise (Rh., Kell., Kidd., Duffy gibi). Bu antijenleri içermeyen seçilmiş kanlarla çapraz karşılaştırma yapılır. 3. Eğer antikor klinik olarak önemli olmayan gruptan ise (Anti-Ch., Rg., Bg., HTLA) ABO/Rh grubu uygun kanlarla çapraz karşılaştırma yapılarak en az uyumsuz bulunan kan verilebilir. 4. Eğer antikor hem klinik olarak önemli, hem de önemsiz gruptan sayılabilecek antijenlere karşı ise (Anti –Yt., Ge., Lan., Lu), ya da antikor tanımlanamıyorsa ve/veya söz konusu antijen içermeyen donör bulmak mümkün olmuyorsa antikorun ne kadar önemli olduğunu anlamaya yönelik Cr 51 ile işaretli uygunsuz kan eritrositleri ile 1 ve 24 saatlik eritrosit yaşam süresi testleri veya fonksiyonel hücresel testler gibi ileri testler yapılır. 5. Yukarıdaki testleri yapmak mümkün olmuyorsa biyolojik uygunluk testi yapılır. Bunun için uygunsuz çıkan kandan 10 ml hastaya yavaşça infüze edilir ve hasta izlenir. Hastadan alınan kanların plazmasında hemoglobin bakılır. Bu test çok kaba bir testtir ve kompleman bağlayarak intravasküler hemolize yol açan antikorların varlığını gösterir. Öte yandan ekstravasküler hemoliz yapan kuvvetli antikorları dahi göstermekte yetersizdir. Ancak çok acil durumlarda hiçbir test yapmamaktan daha iyidir. Akut hemolize yol açan olayların bir kısmı da immünolojik olmayan (non-immün) nedenlere bağlıdır. Bu nedenler arasında konjenital eritrosit defektleri (membran defektleri, enzim eksiklikleri, hemoglobin defektleri), kazanılmış eritrosit membran bozuklukları (PNH gibi), mikroanjiyopatik hemolitik anemiler (DIC, TTP, HUS, hipertansif krizler, eklampsi gibi), mekanik hemoliz yapan (kalp kapak bozuklukları, marş hemoglobinürisi) hastalık ve olaylar, akut kemik iliği yetmezlikleri (aplastik anemi, konjenital eritrosit defekti olan hastalarda aplastik krizler, radyasyon kazaları, de novo gelişmiş akut lösemiler, ağır myelosupresyon yapan kemoterapiler) sayılabilir. Konjenital eritrosit defektleri Orak hücreli anemi (sickle cell anemia) Orak hücreli anemi, hemoglobinin beta zincirinde 6 nolu amino asit olan glutamin yerine valin geçmesi ile oluşan ve ilk tanımlanan bir anormal Hemoglobindir. Bu hemoglobin oksidatif ortamda suda eriyen monomerler yerine suda erimeyen polimerlere, dolayısı ile solusyon şeklinden jel şekline dönüşür. Deforme olabilen eritrosit içindeki suda erir hemoglobinin yerine rijit suda erimeyen polimerize hemoglobine dönüşümü sonucu vazo-oklüziv krizlerin (VOK) ortaya çıkması esas patolojidir. Bunun yanında hemolitik, aplastik ve sekestrasyon krizleri olabilir. Hastanın anemi seviyesi krizlere bağlı olarak (kronik hemolitik anemi, hiperhemolitik anemi, aplastik krizler, megaloblastik krizler, akut splenik sekestrasyon) değişir. Bu nedenlerle çoğu orak hücreler olan eritrositleri normal hemoglobin içeren eritrositlerle replase etmek Orak Hücreli Anemi tedavisinde en önemli yöntem olmuştur. Orak hücreli Anemide hastalığın akut komplikasyonlarını önlemek ve düzeltmek amacıyla epizodik eritrosit transfüzyonu yapılır. Genellikle kısa bir süre içinde bir veya birkaç transfüzyon verilir. Akut splenik sekestrasyon, geçici eritrosit aplazisi (aplastik kriz), hiperhemolizde eritrosit süspansiyonları ile tedavi gerekir. Genellikle hemoglobin düzeyi 7 g/dL’den düşmedikçe transfüzyon yapılmaz. % 60’dan fazla hemoglobin S içeren hastaya hemoglobin A içeren eritrosit transfüzyonu yapıldığında kan viskozitesinde artış çok daha belirgin olur. Oran % 40’dan az olduğunda ise artış minimaldir. Ayrıca akut akciğer sendromu, inme, ciddi infeksiyonlar, multi organ yetersizliği tedavisi, potansiyel akut komplikasyonların önlenmesinde de eritrosit süspansiyonları verilir. Akut akciğer sendromu, stroke, akut multi organ yetmezliğinde exchange transfüzyon yapılır. Exchange’den sonra hematokrit ve hemoglobin S oranı ölçülmeli ve %30-33 arasında tutulmalıdır. Akut ağrı epizodları, akut priapizm, kontrast madde infüzyonu yapılacak tetkikler öncesinde eritrosit süspansiyonu transfüzyonunun yeri tartışmalıdır. Stroke tekrarının önlenmesi, akut akciğer sendromu veya kronik hipoksik akciğer hastalığı, komplike gebelik durumlarında kronik transfüzyon programları uygulanabilir. Tedavinin hedefi hemoglobin S oranını % 30’dan aşağıda tutmaktır. Bu, genellikle her 3-4 haftada bir 10 mL/kg eritrosit süspansiyonu transfüze edilerek başarılır. Hematokriti % 25-30 arasında ve düzeltilmiş retikülosit oranı %4’ün altında tutarak hemoglobin S düzeyi % 30’dan aşağı korunabilir. Herediter sferositoz Eritrosit membran proteinlerindeki kalıtsal bozukluk nedeniyle eritrositlerin küre şeklinde ve fleksibilitesi bozuk yapıları, bunun oluşturduğu hemoliz ve özellikle parvovirus enfeksiyonları ile beraber görülen aplastik krizleri ile belirli bir hastalıktır. Hastanın 5 yaş ve üzerine gelmesiyle yapılan splenektomi’den fayda görürler. Bu döneme kadar hemoliz ve aplastik krizlerin önlenmesinde eritrosit süspansiyonu transfüzyonları faydalıdır. Glukoz 6 fosfat dehidrogenaz enzim eksikliği Eritrositleri oksidatif streslere karşı koruyan glutathion’un redükte olması NADPH nın üretilebilmesine bağlıdır. G 6PD eksikliğinde NADPH üretimi bozulacağı için eritrositler oksidatif streslere karşı korunmasız kalırlar. G 6PD miktarı normalin %5 inden daha az olursa küçük oksidatif streslerde (ilaç, yiyecek, v.s ile) bile okside olan eritrosit içi yapıların eritrosit membranı altında çökerek hemolizlere neden olması kaçınılmazdır. Bu gibi akut hemoliz durumlarında eritrosit süspansiyonları transfüzyonu gerekir. Kazanılmış eritrosit membran defekti (paroksismal nokturnal hemoglobinüri) Bir kök hücre hastalığı olan bu hastalıkta hücreleri (bilhassa eritrositleri) komplemanının etkilerine karşı koruyan CD59 ve CD55 antijenlerinin (DAF ve MIRL) eksikliği sonucu pansitopeni, (nokturnal) hemoliz ve akut anemi tablosu ile seyreden bu hastalıkta anemiyi düzeltmek için eritrosit süspansiyonları verilir. Hastaya eritrositlerle beraber verilecek plazmanın içindeki komplemanın aktive olarak hemolizi artırabileceği, bu nedenle bu hastalara yıkanmış eritrosit süspansiyonu transfüzyonunun daha iyi olduğu söylenmişse de bu konu tartışmalıdır. Mikroanjiyopatik hemolitik anemiler Trombotik Trombositopenik Purpura (TTP) Mikroanjiyopatik (intravasküler) hemoliz, trombositopeni ile seyreden ve büyük molekül ağırlıklı von Willebrand Faktör multimerlerini parçalayan ADAMST ailesinden olan bir enzimin; yokluğu, eksikliği, hatalı yapılması (konjenital) veya bu enzime karşı antikorların oluşması (kazanılmış) ile seyreden bir hastalıktır. Ayrıca değişik derecelerde ateş, nörolojik semptomlar ve böbrek tutulumu tabloya eşlik eder. Tedavisinde altın standart plazmaferezistir. Ayrıca steroidler, IVIG, Vincristine, splenektomi, Rituximab denenmiştir. Yaygın Damar İçi Pıhtılaşması (Disseminated Intravascular Coagulation) Olayı tetikleyen enfeksiyon, kronik hastalıklar, travma gibi pek çok sebep vardır. Esas tedavi altta yatan hastalığı iyileştirmektir. Akut gelişen anemi sadece eritrosit süspansiyonu transfüzyonu ile düzeltilemez. Yaygın damar içi pıhtılaşma ve kanamaların eşlik ettiği durumlarda çok iyi bir tedavi sayılmasa da taze donmuş plazma ve trombosit süspansiyonları tedavisi de kullanılır. Akut Kemik İliği Yetmezlikleri (aplastik anemi, konjenital eritrosit defekti olan hastalarda aplastik krizler, radyasyon kazaları, de novo gelişmiş akut lösemiler, ağır myelosupresyon yapan kemoterapiler) durumlarında esas hastalığa yönelik tedaviler yanında akut anemiyi tedavi etmek için eritrosit süspansiyonları transfüzyonu yapılır. Mekanik hemoliz yapan (kalp kapak bozuklukları, marş hemoglobinürisi) hastalık ve olaylarda tedavi olaya neden olan durumun tedavisidir. Ağır hallerde anemiyi düzeltmek için eritrosit süspansiyonu transfüzyonu yapılır. Kaynaklar 1.Fuat Çetinkaya. Masif Transfüzyon sayfa 93-100 Klinik Gelişim 14;2 NisanEylül Transfüzyon Özel Sayısı 2.Meral Sönmezoğlu., Duran Canatan. Konjenital Hemolitik Anemiler ve Talasemide Transfüzyon sayfa 101-106 Klinik Gelişim 14;2 Nisan-Eylül Transfüzyon Özel Sayısı 3.Mahmut Bayık. Otoimmün Hemolitik Anemilerde ve Alloantikor Varlığında Transfüzyon sayfa 131-137 Klinik Gelişim 14;2 Nisan-Eylül Transfüzyon Özel Sayısı 4.Mahmut Bayık. Sickle Cell Disease: Clinical Management sayfa 20-25. Transfusion Treatment of Thallasemia and Other Chronic Anemias. ESTM/ITSS Residential Course Antalya-TURKEY April 2004