Refah Devletinin Dönüşümünde Kadın Haklarında Annelik Hakkından Çalışma ve Aile Sorumluluğuna Geçiş* Songül Sallan Gül** Özet: Yirminci yüzyılda gelişen sosyal ve ekonomik haklarla birlikte giderek güçlenen kadın hareketi, kadınların hak taleplerine güç kazandırmıştır. Birçok ülkede kadınlar, örgütlenmiş ve pozitif ayrımcılık politikaları geliştirilmiştir. Kadınlar için anne olma hakkı ve kutsanmış annelik mitinin sorumlulukları önem kazanmıştır. Ulusal kalkınma sürecine anne olarak dâhil edilen kadınlar için refah hakları, sosyal yardım hakkı olarak tanımlanmış ve özellikle yoksul kadınlar, sosyal devletin sosyal yardım ve hizmet alanının en yaygın yararlanıcıları olmuşlardır. Ancak zamanla sosyal yardım programları, bağımlılık yarattıkları ve yoksulluğun kadınsılaşmasına yol açtığı gerekçesiyle eleştirilmiştir. 1960 ve 1970’ler haklar alanında yeni talepler gündeme getirmişse de, 1980’lerle birlikte yeni sağın piyasa merkezli çalışma refahı anlayışı kadınların refah anneliğinden çıkarak ve işgücü piyasasına katılarak ekonomiye katkıda bulunmalarını istemiştir. Bu makalede refah devletinden çalışma refahına geçiş sürecinde kadın haklarının gelişimi ele alınmaktadır. Yoksul kadınların sosyal yardımlar alanındaki kazanım ve kayıpları farklı ülke deneyimlerinde değerlendirilmektedir. Son olarak, Türkiye’de kadın hakları ve aile sorumlukları arasındaki ilişki, refah anlayışının dönüşümü ve toplumsal cinsiyet bağlamındaki gerilim ve çelişkileriyle tartışılmaktadır. Anahtar Sözcükler: Kadın hakları, annelik, sosyal-refah devleti, sosyal yardım, yoksul kadınlar. Transition from the Right to Motherhood to Work and Family Responsibility in Women’s Rights During the Transformation of Welfare State Abstract: Woman movement, which developed in the 20th century and become stronger with the introduction of social and economic rights, strengthened the demands of women for their rights. Women got organized in many countries and affirmative action policies were put into effect. The right to be a mother and the myth of righteous mother received increased importance. Welfare rights for those mothers included in the process of economic development were defined as the right to receive social assistance and particularly poor women had become the most common beneficiaries of the social assistance and services. However, over time social assistance programs had become to be * Bu makale, TODAĐE Đnsan Hakları Araştırma ve Derleme Merkezi'nin 14-15 Aralık 2006 tarihleri arasında düzenlediği "Đnsan Hakları ve Yurttaşlık" konulu konferansta sunulan bildiriler arasından seçilip, hakemler tarafından incelendikten sonra yayınlanmıştır. ** Prof., Dr. , Süleyman Demirel Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi. Đnsan Hakları Yıllığı, Cilt 27, 2009, s. 49-74. 50 Đnsan Hakları Yıllığı, Cilt 27 accused of creating dependency and causing womanization of poverty. 8ew demands were put forward by women in the 1960’s and 1970’s but market-based workfare policies promoted by the new right since the 1980’s meant for women to leave the position of welfare motherhood and contribute to economy by joining the labor force. This article reviews the development of woman rights in transition from welfare state to workfare state. The losses and gains of poor women in the realm of social assistance were presented in the cases of different countries. Lastly, the relations between women rights and familial responsibilities of women are discussed with its potential tensions and dilemmas with regard to gender and welfare rights. Key Words: Woman rights, motherhood, welfare state, social assistance, poor women. GĐRĐŞ Haklar yazını modern evrensel insan ve yurttaş haklarının 18, 19 ve 20. yüzyıllar boyunca evirilerek geliştiğini belirtmekte ise de, kadınlar açısından haklar alanı sorunlu ve gerilimli bir gelişim çizgisi izlemektedir. Haklar alanında ilk önce, özgür ve eşit yurttaş olarak insanların cinsiyet, ırk, renk, din farkı gözetmeksizin bireysel hak ve özgürlükleriyle siyasi haklarını içeren birincil kuşak haklar ortaya çıkmıştır. Ardından sosyal, ekonomik ve kültürel hakları kapsayan ve kişilere ‘ayrımcılık yapılamayacağını’ devletin yasa ve politikalarıyla garantiye alınan ikinci kuşak haklar mücadelelerle elde edilmiştir. 20. yüzyılda ise haklar alanına birey ve ulus devletler kadar, uluslararası hak özneleri de girmiştir. Ayrıca, haklar alanına sorumluluğun paylaşıldığı grup ya da topluluk haklarını içeren üçüncü kuşak dayanışma hakları da katılmıştır. Ancak hakların soyut tanımlanmasına ve evrensel niteliğine karşın, Fransız Đhtilali’nden beri haklar, eril bir kimlik algısı ve uygulamalarla, erkeklerin yaşam deneyimleri ve öncelikleri doğrultusunda gelişmiştir. Liberal öğretinin kamusal ve özel alanlar arasındaki ayrımı temelinde erkeklerin alanı olarak tanımlanan kamusal alanda biçimlenen yurttaş-bireyin hakları, özelin alanı, yani aileyi içermemiştir. Bireyi, yurttaş ve aile üyesi olarak gören bu anlayış, kadınları özel alanda görmüş, kadınların karşı karşıya kaldıkları riskleri ve gereksinimleri dikkate almadığından, kadınların sivil ve politik hakları uzun yıllar gündeme dahi alınmamıştır. Bir başka ifadeyle, kadınların haklarının tanınması, kabulü ve uygulanabilirliği kimi zaman göz ardı edilmiş, kimi zaman çekimser kalınmış, çoğu zaman ise kadınlar ayrımcılıklara uğrayarak, dirençlere karşı mücadele etmişlerdir. 1791 yılında Olympe de Gouges, “Kadın ve Yurttaş Hakları Bildirgesini” ilan etmiştir (Berktay, 2000: 350). Günümüzde insan hakları konusundaki genel isteksizlik göz önüne alındığında insan hakları kavramının yerine kadınların insan hakları kavramının daha tercih edilir olduğu kuşkusuzdur. 20. yüzyılın ortalarına kadar, sivil haklar politik haklardan ayrıştırılarak ele alınmıştır. Sivil ve politik haklar arasındaki bu ayrım, doğal hukuk ve liberal eşitlikçi teorinin öngördüğü gibi soyut birey anlayışı ekseninde yurttaşlık temelinde ele alınmışsa da, yurttaşlar arasında da farklı kategoriler belirlenmiş, hak- Refah Devletinin Dönüşümünde Annelik Hakkından Çalışma ve Aile Sorumluluğu 51 lar bazıları için daha meşru görülmüştür (Roche, 1992: 32). Hak ve sorumluluklar arasında bazılarının haklara sahip olduğu, diğerlerinin ise yurttaşlığın ahlaki ve sorumluluk boyutunda yükümlülükleri olduğu öngörülmüştür. Eşit yurttaşlık statüsünde kabul görmeyenler arasında kadınlar, eşcinseller, siyahlar ve dezavantajlı gruplar, göçmenler ve yoksullar yer almıştır. Özellikle kadınların hakları ikincilleştirilmiş, yoksul kadınlar ise, kendilerine verilenle yetinen gruplar arasında yer almışlardır. Kadınların başta çalışma, oy verme ve mahkemelerde eşit temsil hakları uzun süre ahlaki ve kültürel nedenlerle kabul görmemiş, yetişkin mülk sahibi erkeklerin hakkı olarak siyasal ve sosyal haklar kabul edilmiştir. Hakların alanı politik olmaktan çok, ahlaki ve kültürel bir alan mıdır? Ayrımcılığın ahlaki bir dayanağı olabilir mi? Yoksa toplumdaki dezavantajlı grup ve kategorilere yönelik ayrımcılıkların sistematik toplumsal ve ideolojik dayanakları var mıdır? Nelerdir? Bu soruların yanıtları aranırken refah anlayışındaki değişim kadınların hak arayış mücadele ve stratejilerinde de önemli değişimler yaratmıştır. Bu süreçte kadın haklarının gelişiminde yoksul kadın hakları çalışma haklarından çok, aile odaklı ve annelik hakları ekseninde önemli kazanımlarla birlikte gelişmiştir. Bu çalışmada annelik haklarındaki gelişim ve değişimler yoksul kadın hakları çerçevesinde ele alınmakta ve tartışılmaktadır. 20. YÜZYILDA REFAH DEVLETĐ VE A..ELĐK HAKLARI 20. yüzyılda kadın haklarının gelişiminde, sosyal devletin özgün biçimlerinden olan refah devletinin gelişimi ve savaşların rolü büyük olmuştur. Kamuözel, aile-hükümet, birey-devlet arası alanlar, karşıt ve ayrı değil, ulusal kalkınma hedefinde bir bütün olarak görülürken, ataerkil bir iktidar anlayışı yine egemenliğini sürdürmüştür. Đki dünya savaşı arasında kamusal alanda demokratikleşme ve nüfus sorunu kadınların konumunu belirlemiştir. Bu dönemde kadınlara tanınan özgürlük ve sorumluluk alanı, siyasal hakları içermemiştir. Kadınların çalışma hakları sınırlı süreli de olsa genişlemiş, kadınlar geleneksel çalışma alanlarının dışına çıkabilmiş, doktorluk ve avukatlık gibi farklı ve itibarlı, uzmanlık gerektiren meslek alanlarında çalışma olanağı bulmuşlardır (Thebaud, 2005: 47-50). Ancak, savaş sonrası dönemlerde kadınların yeniden toplumsal cinsiyet alanındaki klasik rollerine dönmeleri istenmiş, sorumlu yurttaşlar olarak doğurmaları, anneliğin ve ev kadınlığının sorumluluklarını üstlenmeleri beklenmiştir. Birçok ülkede bu dönemde seks, evlilik dışında da bir anlam kazanmış ve kürtaj yasaklanmıştır. Đkinci dünya savaşı sonrasında, anneliği sosyal bir görev olarak tanımlayan ulus devletler, kadınları, ulusal kalkınma sürecine anne olarak dâhil edince, refah hakları yoksul kadınlar için sosyal yardım hakkına dönüşmüştür. Bu süreçte refahın gelişiminde devlet ve aile öne çıkmış, ekonomik haklardan çok, sosyal bir hak olarak sosyal yardım hakkı ulus devletler tarafından kadınlar için öncelik tanınan bir hak alanı olmuştur. Bu doğrultu- 52 Đnsan Hakları Yıllığı, Cilt 27 da birçok ülkede büyük aileleri destekleyen, anne ve çocukların ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik sosyal politikalar geliştirilmiştir. Sosyal hakların gelişiminde sosyal adalet ve eşit yurttaşlık temelinde evrensel refah haklarını benimseyen sosyal devletin rolü kuşkusuz büyüktür. Bu süreçte kadın haklarının gelişiminde 3 öğe önemlidir: Đlki, eşit statü ve refah paylaşımı, ikincisi, yasal koruma ve üçüncüsü de siyasal hakların gelişimidir. Bu çalışmada ilk ikisine odaklanılmaktadır. Genel olarak refah devleti anlayışında toplumda temel hak ve özgürlüklerini kullanamayacak durumda olanlara belirli bir yaşam düzeyi sağlamak için, pozitif özgürlük ve eşit yurttaşlık statüsü temelinde haklar kurumsallaşmaya yönelmiş ve politikalar geliştirilmiştir. Sosyal haklar, sosyal adalet ve eşitlik temelinde sosyal refah haklarını içermiştir. Ancak, sosyal haklar alanında eşitlik ve eşit yurttaşlık statüsü kadınlar için, sivil ve siyasi hakların durumundan daha da sorunlu olmuştur. Kadın hakları geleneksel toplumsal rol dağılımı içindeki eşitsiz konumları bağlamında ele alınmış, kadın yoksulluğu ve yoksul anne hakları tüm anneleri kapsayan refah haklarına doğru bir geçiş süreci yaşanmıştır (Bock, 2005: 374). Sosyal yardım hakkı önce dul kadınlara, daha sonra tek ebeveynli ailelere ve daha sonra da evli kadınlara tanınmıştır. Dünyanın yaşadığı iki savaş ve arası dönemde yaşanan faşizm deneyimleri, savaşlarla yıkıma uğrayan bir dünyada yeniden kalkınmanın sağlanmasında kadınlar, asli vazifelerine çağrılmış, doğurganlıklarına olan gereksinim onların yeniden üretim rolleri bağlamında işlevselleşmeleri korumacı hukuk bağlamında öngörülmüştür. Kamusal hak ve sorumluluklar alanında ise, kadınların doğurma ve annelik hakları ailenin iki ya da tek ebeveynli olma durumlarına bakılmaksızın anneleri ve anneliği ilgilendiren sosyal yardımlar, çocuk ve aile ödenekleri kapsamında aile yardımları başlatılmıştır (Lefaucheur, 1995: 259). Anneliğin ilk dönemlerinde çalışma ile anneliğin birleştirilemeyeceğine olan inanca karşın, alt sınıftan gelen kadınların yaşamsal çalışma zorunlulukları nedeniyle, eril aile ücreti kavramını sorgulamaya açmış ve çalışan-işçi kadınlara da bu haklar 1919 yılından itibaren tanınmıştır (Bock, 2005: 374). Ayrıca, yine refah devletinde, eğitim ve sağlık haklarının da asgari düzeyde kadınlara sağlanması öngörülmüştür. Ama hakların kullanımında fırsat eşitliği kadınlar için fırsatların artırılmasıyla bağlantılı olarak yapabilirlikleri belirlemiştir. Bir başka ifadeyle eşit hakların eşit yapabilirliği gerçeği çok az ülkede sınırlı destek görmüş, ama pek çok yerde çok da dikkate alınmamıştır. Sivil toplumun bir parçası olarak görülen aile, modern toplumda devlet dışındaki refahın ana öğesi olarak görülmüştür. Çocuk ve yaşlı bakımı ile işgücünün yeniden üretimi yurttaş olarak kadınlardan beklenmiştir. Çalışmaları durumunda ya da zorunluluğunda da kadınların doğurganlıklarının korunması anlayışı doğrultusunda haklar alanı genişletilmiştir. Destekleyici gelir programları yoluyla kadının özel alanda aile kurumu içindeki rolü, çoğu kez erkek eşin evi Refah Devletinin Dönüşümünde Annelik Hakkından Çalışma ve Aile Sorumluluğu 53 geçindirebilme durumuna bakılmaksızın desteklenmiştir. Anne olma statüsü kadınların aile dışındaki kamusal rol ve statülerinin üstünde görülmüş, kadınlar siyasal ve ekonomik hak ve talep alanlarından uzaklaşmış ya da uzaklaştırılmışlardır (Roche, 1992). Birçok ülkede özellikle eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik hakkı kurumsallaşarak kategorik ya da evrensel nitelikli hale getirilmiştir (Marshall, 1963, 1975; Roche, 1992). Refah devletinin geliştiği bazı ülkelerde fırsat eşitliği, 'olumlu eylem /olumlu ayrımcılık / fırsat önceliği' gibi politika önerileriyle soyut eşitlik anlayışı aşılmaya çalışılmıştır. Yine ayrımcılığa uğramış, toplumsal gruplara kamusal anlamda fırsat eşitliği sağlama ve destek verme amacıyla yeni sosyal yardım programları geliştirilmiştir. Đki dünya savaşı arasında ve sonrasında kadınlar siyasal haklarına kavuşurken, sosyal ve çalışma hakları, kadınların annelik hakları çerçevesinde ele alınmıştır. Kişilerin sosyal refah programlarından yararlanma hakkı, temel yurttaşlık hakları arasında kabul edilirken, kamu refahını geliştirmek ve yoksulluğu hafifletmek kamusal bir görev olarak devlete verilmiş ve devlet kadınların annelik haklarının koruyucusu olmuştur. Bu haklar 1950–70 döneminde bekâr annelere ve daha sonra da evlilere tanınmıştır. Lowe’nin de vurguladığı gibi, belki de Keynesci refah devletini 1930 öncesinden ayıran temel özelliği refah devletinin ekonomik niteliğinden çok, oluşturulan programların evrensel nitelikte olması ve sunulan hizmetlerin ‘yurttaşlık’ kavramı temelinde geliştirilmesidir (1993: 14). Bu süreçte kadın haklarının gelişiminde hukuki dayanakların ve uluslararası öznelerin rolü artmıştır. 1948’de ilan edilen BM Evrensel Đnsan Hakları Bildirgesi, Avrupa Đnsan Hakları Sözleşmesi, AB ve AK Kararları, CEDAW, Dünya Kadın Konferansları ve Eylem Planları sayılabilir. Ülkemizde de 1982 Anayasası’nın 10. maddesi kadınların eşitlik taleplerinin dayanağı olmuştur. 1998 yılında kabul edilen 4320 sayılı “Ailenin Korunmasına Dair Kanun”da şiddete uğramış ve uğrama ihtimali bulunan kadınlara yönelik ihlalleri önleme ve koruyucu önlemleri içermesi kadınlar açısından oldukça önemlidir. Benzer biçimde 2002’de yürürlüğe giren Medeni Kanun ve 2003’deki 4857 sayılı Đş Kanunundaki koruyucu düzenlemeler ve “işyerinde cinsel taciz”in Kanun’da açıkça belirtilmiş olması da bir kazanımdır. Ayrıca 2003’te yürürlüğe giren kanunla Aile Mahkemelerinin kurulması ve aile hukukuna ilişkin işlerle görevlendirilmeleri önemli kazanımlar arasında sayılabilir. REFAH HAKKI OLARAK SOSYAL YARDIM HAKKI VE AĐLE YARDIMLARI.I. GELĐŞĐMĐ Refah devletinde bireylerin ekonomik ve sosyal risklere karşı korunması sosyal güvenlik hakkı kapsamında ele alınmış, sosyal sigorta, sosyal yardım ve hizmet ile vergi politikaları aracılığıyla korunmaya çalışılmıştır. Sosyal yardımlardan alt gelir grupları, özellikle çocuklu yalnız kadınlar ve azınlık üyesi kişiler yoksulluktan, toplumsal yalıtımdan ve işsizlikten daha fazla etkilenen gruplar 54 Đnsan Hakları Yıllığı, Cilt 27 olarak en çok yararlananlar olmuştur. Kadınların bu gruplar içindeki önemi ve tanımlanması ise yine cinsiyetçi bir bakışla biçimlenirken, liberal ideolojinin klasik ayrımları bir kenara bırakılmıştır. Kamu-özel, aile-hükümet, birey-devlet arası alanlar ayrı değil, ulusal kalkınma hedefinde ataerkil bir iktidar anlayışında bütünleştirildi. Đki dünya savaşı arasında kamusal alanda demokratikleşme ve nüfus sorunu kadınların konumlarını ve hak taleplerini belirlemiştir. Kadın emeğine üretimde ihtiyaç duyan ülkeler, savaş sonrasında kadınların doğal görevleri olarak görülen annelik, kamusal bir görev sayılmış ve bir kamu politikası haline gelmiştir. Kadınları doğurmaya ve üretim için gerekli emeği hazırlamaya, yani yeniden üretim görevine dönmeye çağırmıştır. Birçok ülkede bu dönemde seks, evlilik dışında da bir anlam kazanmış ve çocuk doğurma çeşitli politikalarla desteklenmiştir. Đkinci dünya savaşı sonrasında, anneliği sosyal bir görev olarak tanımlayan ulusal devletler kadınları, ulusal kalkınma sürecine anne olarak dâhil edince, refah hakları sosyal yardım hakkı olarak tanımlanmıştır. 1920–1960 arasında Fransa, Đngiltere başta olmak üzere Batı Avrupa’da ve ABD’de Medeni Kanunlarda aile tipleri ve rollerinde tanımlandığı gibi, evin reisi olan kocalar, geçimi sağlamak için çalışırken, kadınların anne olarak hizmet etmeleri beklenmiştir (Thebaud, 2005; Bock, 2005). Cumhuriyetin kuruluşunda ülkemizde de Türk kadınının en kutsal görevinin annelik olduğu tanımlanması böyle bir anlayışın ürünü olmuştur. Birçok ülkede kürtaj yasaklanmış, destekleyici aile ve çocuk yardımı programlarıyla kadınlar için özel alan-ev, cazip kılınmış, ev ekonomisi anlayışı geliştirilmiş, çocuk büyütmede yardım almak için anne ve çocuk merkezleri kurulmuştur. Hatta 1930’lu yıllarda Fransa’da olduğu gibi sosyal bir işlev olarak ev-işine ücret talepleri bile gündeme gelmiştir (Sohn, 2005: 97). Savaş sonrası dönemde yurttaş olarak kadınların annelik görevleri çeşitli sosyal haklarla gündemde tutulmuştur. Çoğunlukla refah programlarında anne ve çocukların refahı temel alınmış; destekleyici gelir, sağlık, gıda ve benzeri yardım programlarıyla yoksul kadınların temel ihtiyaçlarının karşılanması hedeflenmiştir. 1960’lı yıllar öncesinde çoğunlukla aile programlarında çocuklu kadınların kadının ev yükümlülükleri nedeniyle çalışamayacağı varsayımı yaygın kabul görmüştür. Örneğin ABD’de sosyal yardım programları ağırlıklı olarak tek ebeveynli ve çocuklu ailelerle geliri belirli bir sınırın altında olan kişilere yönelik olarak geliştirilmiştir. 1935 yılında çıkarılan ‘Sosyal Güvenlik Kanunu’ ile çocuk ve anne eksenli programlar geliştirilmiştir. Tek ebeveynli yoksul ailelerin bakıma muhtaç çocuklarına yardım amacıyla başlatılan program en etkili programlardan biri olmuştur. Program kapsamında 1930’lu yıllarda yararlanan yoksul ailelerin yüzde 88’ini babası ölmüşler oluşturmuştur (Koon, 1997: 33) 1962’de bu programın adı ‘Bakmakla Yükümlü Çocuğu Olan Ailelere Yardım Programı’ (AFDC) olarak değiştirilmiştir. Bu program çerçevesinde ailelerin beslenme, giyecek gibi temel gereksinimlerinin karşılanması için parasal yardım yapılmıştır. Program, anne ve baba- Refah Devletinin Dönüşümünde Annelik Hakkından Çalışma ve Aile Sorumluluğu 55 nın her ikisinin de bulunduğu yoksul aileleri kapsamadığı için çok eleştiri almış ve eyaletlerin büyük çoğunluğunda iki ebeveynli aileler de kapsam içine alınmıştır. 1960’lardan sonra bu programdan yararlananların profilinde değişme başlamış, azınlık üyeleri ve kocanın işsiz olduğu ailelerin de programdan yararlanmasına izin verilmiştir (Sallan Gül, 2006). ABD’de 1969’da programından yararlanabilmek için çalışma, meslek edindirme kurslarına devam etme ya da aktif olarak iş arama koşulu getirilmiştir (Dye, 1994; Friedman - Friedman, 1980; Rein, 1982; Koon, 1997). Benzer biçimde Đngiltere’de 1945 yılında ‘Aile Yardımı Kanunu’ ile iki ve daha fazla çocuk için tüm ailelere belirli oranda yardım yapılması ve ayrıca tüm çocuklar için gelir vergisi indirimi uygulaması başlatılmıştır. Beveridge Raporu doğrultusunda 1946 yılında ‘Ulusal Sigorta Kanunu’ ile işsizlik, annelik, hastalık, dul ve yetim, emeklilik, ölüm durumlarında çalışanlara ve ailelerine ve iş kazaları durumunda da çalışanlara yardım yapılması kararlaştırılmıştır. Çoğunluğu kadın olan tek ebeveynli aile sayısında 1960’lardan sonra hızlı artışa paralel olarak, sosyal yardımdan yararlananların sayısında da önemli artışlar olmuştur. 1966 yılında, sosyal yardımlar ‘gelir yardımı’ olarak değiştirilmiştir. 1960 ve 1970’lerde gelişmeye başlayan ikinci kuşak kadın hareketi ve kadın örgütlenmeleri kadınların örgütlü refah alanındaki haklarının sözcüsü oluştur. Sosyal yardımların yan sıra çalışan kadınların hak ve özgürlüklerinin gelişiminde de önemli işlevler üstlenmişlerdir. Tüm bu çabalar sonucu 1975’de tek ebeveynli ailelere ek yardım olanağı ve kadınlara da ek gelir temin etme olanağı sağlanmıştır (Lowe, 1993; Sallan Gül, 2006). Aileye ve özellikle tek ebeveynli ailelere, yani temelde kadınlara yönelik bu destekler kadınları çalışma yaşamından alıkoymuşsa da, çalışan kadınları potansiyel anne adayı olarak korumayı da hedeflemiştir. Ancak, bir yandan teknoloji ev işlerine sunduğu olanaklarla kadınlara zaman kazandırmış, diğer yandan da, eğitim hakkını kullanan kadınlar için iş olanakları genişlemiştir. Kadınlar, savaşlar nedeniyle erkeklerin boşalttığı iş alanlarının yanı sıra eğitimle kazandıkları meslekleriyle de yeni iş alanlarına girme olanağı bulmuşlardır. REFAH A..ELERĐ.Đ. ÇALIŞMA ALIŞKA.LIKLARI VE DOĞURGA.LIKLARI .EDE. SORGULA.IYOR? 1970’li yıllar kapitalizmin tüm dünyada yeniden politik ve ekonomik krizlerle sarsılmaya başladığı yıllar olmuştur. Sermaye krizinin çözümünde devletin sosyal sorumluluklarından uzaklaşması ve daha fazla piyasa arzusu kadınların meşru annelik haklarını ve refah yardımlarını da sorgulatmaya başlamıştır. Yoksulluğun bireysel olduğu ve çözümün de sosyal yardımlarla değil, ekonomik büyüme ve istihdam artışıyla giderileceğine olan inanç güçlenmiştir. Yoksulluk sorunu moral değerler içinde yoksulluk kültürü yaklaşımıyla ele alınmaya başlanmıştır. Moral açıdan refah haklarına karşı çıkışta ilk olarak, sosyal 56 Đnsan Hakları Yıllığı, Cilt 27 devletin içerdiği sosyal hakların ailenin, geleneksel ve gönüllü kuruluşların ve sosyal ağların gücünü yitirmesine yol açtığı öne sürülmüştür. Yoksulların çalışma ahlaklarının zayıfladığı, aile sorumluluklarının azaldığı, kuralsızlığın ve suçun arttığı savları tartışmaların merkezine yerleştirilmiştir. Yine sosyal yardımların evrensel ve herkesi kapsayan bir hak olma özelliğinin sorululukları azaltarak bağımlılık yarattığı iddiası öne çıkarılmıştır (Gilder, 1981: 61; Murray, 1984; Novak, 1990: 14). Sosyal yardımların kadınların refahlarını artırarak, çekirdek aile yerine tek ebeveynli aile formlarının oluşmasına yol açtığı ve daha fazla çocuk sahibi olunmasına yol açarak, topluma daha fazla fakir kazandırdığı ileri sürülmüştür (Mead, 1986; Murray, 1994). Yoksulların, dürüst yurttaşlar gibi çalışmak yerine, sosyal yardımlardan yararlanarak kolay ve basit yaşamı tercih ettikleri öne sürülmüştür. Yoksullar, çalışma yaşamına katılmaya, topluma, ailelerine ve kendilerine karşı sorumluluklarını üstlenmeye davet edilmişlerdir. (Mead, 1986; Murray, 1994; Friedman, 2001–2002). Sosyal haklar çerçevesindeki refah haklarının mali ve kültürel meşruiyetleri sorgulanırken, yeni sağın muhafazakâr kültürel hegemonyasıyla biçimlenen ataerkil aile ve dayanışmacı-toplulukçuluk anlayışları toplumsal ve politik gündemin merkezine taşınmıştır. Kadınların anne olarak kamusal görevlerinin sorgulanmasında yine demokrasinin yönetilemezliği, ekonomik kalkınma ve küresel rekabetle nüfusun demografik nitelikleri belirleyici olmuştur (Chrissinger, 1980; Rose, 1995; Sallan Gül, 2006). Muhafazakâr bir bakışla kadınların ve yoksulların çalışma alışkanlıkları ile aile ve cinsel davranışlarındaki değişimin yönü eleştirilmiştir. Refah programlarının aile bağlarını zayıflattığı, birlikte yaşamayı ve evlilik dışı genç yaşta çocuk sahibi olmayı teşvik ettiği ve ahlakı çökerttiği öne sürülmüştür. Yaygın eğitim olanaklarına karşın, yoksul çocuklarda okul terklerinin arttığı, toplumsal gruplar arasında eşitliği artırmak için uygulanan pozitif ayrımcılık politikalarının da fırsat eşitliği ilkesini zedelediği iddiaları ortaya atılmıştır (Mead, 1986; Murray 1984). Doğuştan sakat olanlar dışında, nedeni ne olursa olsun, muhtaç etnik topluluklar, göçmenler, yoksullar, kadınlar gibi kategorik grup ve sınıflara yönelik özel politikalar geliştirerek, gelir aktarımı yapmanın doğru olmadığı ve bu tür program ve politikaların kaldırılması gereği savunulmuştur. Yeni sağ refah anlayışı devlet merkezli refah yerine, ‘çalışma refahı’na dayanan refah rejimini benimsemiştir. Bir başka ifadeyle çalışabilir durumda olan herkesin, serbest piyasa sistemi içinde yer alarak, kendilerinin ve bakmakla yükümlü oldukları kişilerin geçimlerini ve refahlarını sağlaması gerektiği düşüncesine dayanmıştır. Bu anlayış çerçevesinde sosyal yardım programlarının kısa vadede azaltılması, yararlanma koşullarının ağırlaştırılması ve ödeneklerin azaltılarak uzun vadede kaldırılmasını hedeflemiştir. Örneğin, Thatcher hükümetleri döneminde annelik ve ölüm yardımları sosyal sigorta kapsamı dışına çıkarılmış, yani sosyal güvenlik hakkından sosyal yardım hakkına dönüştürülmüştür. Sade- Refah Devletinin Dönüşümünde Annelik Hakkından Çalışma ve Aile Sorumluluğu 57 ce en yoksul kitlelere verilir hale gelmiş ve katı kurallara bağlanarak, çalışma koşulu getirilmiştir. Tek ebeveynli ailelerden hem sosyal yardım alan, hem de sosyal sigortalar sisteminden yararlananların oranı 1981’de yüzde 50’iken, bu oran 1988’de yüzde 23’e düşürülmüştür. Özellikle çocuklu kadınların gelirlerindeki azalmalar çocuklara babalarının gelirlerinden yapılan kesintilerin aktarılması yoluyla giderilmeye çalışılmıştır (Sallan Gül, 2006). 1990’lardan itibaren de, sosyal yardımlardan yararlananlar, çalışabilir olma temelinde hak eden (sakatlar ve yaşlılar) ve hak etmeyenler (kadınlar, çocuklar, işsiz erkekler, göçmenler vb.) olarak iki kategoriye ayrılarak değerlendirilmiştir (Rose, 1995). Artık yoksulluktan kurtulma hakkı, ulus devletin yurttaşlarının sahip olduğu bir hak değil, bir yurttaşlık yükümlülüğü olarak çalışma sorumluluğu kapsamında görülür olmuştur. Refah anneleri olarak adlandırılan ve yardımları hak etmeyen gruplarından sayılan kadınlar, çalışma refahına katılmaya zorlanmış (Gül, 2000), çocuk yardım programları yerini babaların nafaka takibine bırakmış (Murray, 1994) ve yoksulların aile ve cemaat temelli dayanışma ağlarından destek almaları teşvik edilmiştir. Yoksul çocukların öğrendikleri değer, tutum ve alışkanlıklarının ailedeki yoksulluk kültürünün bir sonucu olarak değerlendirilmiştir (Duncan vd., 1995: 80-87). Bu doğrultuda yoksulların çalışmaya karşı davranışlarının değişiminin gerekli olduğu yönündeki savlar, sadece yeni sağ düşünür ve siyasetçiler tarafından değil, Dünya Bankası ve hatta UNDP çalışmalarında yer almaya başlamıştır. Günümüzde pek çok yoksullukla mücadele programında yardım alanların davranış değişimlerinin nasıl sağlanabileceği ve çalıştırılabilecekleri sorgulanmaktadır. Oysa kadınlar için yoksulluğun anlamı sadece çalışmak ve gelir yoksunluğu değil, daha öte anlamlar taşımaktadır. Hanenin geçimini sağlayan ve karar verici konumda olan hane reisi erkeğin işsiz kalması ve kendisinden beklenen toplumsal rolü yerine getirememesi, erkeğin iktidarını sarsmakta ve bu durum hanedeki tüm bireyler açısından da koruma mekanizmalarının dışına düşme ve dışlanma tehlikesini ortaya çıkarmaktadır. Benzer biçimde yeni, farklı ve güçlü sosyal koruma mekanizmalarının yaratılmadığı koşullarda çalışmak, kadın ve çocuklar açısından güçlenme ve özgürleşme anlamına gelmemektedir. Yeni çalışma odaklı refah anlayışıyla biçimlenen ve dönüştürülen sosyal yardım programlarının içerik ve süreçlerinde kadınlar, yoksullukla mücadelenin öznesi olmaktan çok, bir nesnesi olmakta ve kurtarılması gerekenlerin başında sayılmaktadırlar (Sallan Gül, 2005). Genel olarak tüm sosyal yardım programlarına karşı çıkılmakta, var olanlar çalışma odaklı programlarla desteklenmekte ve zaten sınırlı olanlar da mikro girişimciliği ve ev eksenli çalışmayı özendirir nitelikte geliştirilmektedir. Refah devletinin gelişmiş olduğu ülkelerde özellikle tek ebeveynli ailedeki kadınlara yönelik programlara karşı çıkılmış, refah yardımlarına saldırılarda refah anneleri merkeze yerleştirilmiştir. Örneğin ABD’de Reagan döneminde en çok hedef alınan refah programı tek ebeveynli ailelere yönelik olarak geliştiril- 58 Đnsan Hakları Yıllığı, Cilt 27 miş program olan AFDC olmuştur. Amerika’da ve Đngiltere’de tek ebeveynli ailelere, çocuklu kadınlara ve göçmenlere yönelik refah programlarında önemli kesintiler yapılırken, yaşlılara ve mülk sahiplerine yönelik yardım ve hizmet programları devam ettirilmiştir (Sallan Gül, 2006). Aslında kadınlara yönelik (AFDC) bu program sosyal güvenlik harcamaları içinde masrafların çok olduğu ve bu nedenle karşı çıkılan bir program değildir. Yardım programlarının toplumda aile kurumuna olan inancı zayıflattığı, ağılıklı yararlanıcı kitlesi olan siyahlarda ve Latin kökenlilerde küçük yaşta ve evlilik dışı çocuk sahibi olmayı teşvik ettiği (Murray, 1984: 223–228) yönündeki ahlaki kaygılar yatmaktadır. Bu itiraz ya da refah annelerine saldırıların altında ataerkil muhafazakâr ve ırkçı bakışın olduğu da göz ardı edilmemelidir. Son olarak yeni sağdan farklı olarak feministler de, refah programlarında kadınların annelik rollerine ilişkin olarak eleştiriler getirmişlerdir. Programdan yararlananların büyük çoğunluğunu kadınların oluşturmasının kadınları yoksullaştırdığı ve bunun da Keynesci refah devletinin ataerkil bir biçimde yapılandırılmasının sonucu olduğu öne sürülmüştür. Refah programlarının çoğunun erkek egemen bir bakış açısıyla düzenlendiği, kadınları çalışma yaşamından uzaklaştırdığı iddia edilmiştir. Refah devleti işsizlik sorununu çözmek için tam istihdamı hedeflerken, sosyal refah programlarında kadınlar çocuklardan sorumlu tutulmuşlar ve toplumun bebek bakıcıları konumuna getirilmişlerdir. Refah devletinin, kapitalizmin ve erkek egemen kültürün gereksinimlerine hizmet edenler olarak kadılar, asgari yaşam standardına mahkûm bir yaşam sürmeye zorlanmışlardır (Philips, 1995; Pearce, 1990). Ancak, feminist hareket içinde refah devleti programlarına eleştiriler olmakla birlikte, refah devleti anlayışının da kadın hareketine önemli katkıları olmuştur. Bu katkılar karşılıklı olarak gelişmiştir. Bunlar kısaca şöyle özetlenebilir: a) Feministler, refah devleti programlarının toplumsal cinsiyet açısından âdil olmayan yönlerini eleştirileriyle ortaya koymuşlar ve sosyal yardım programlarının çalışan kadınları da içerecek biçimde geliştirilmesini sağlamışlardır. b) Feministlere göre refah devletinin kadına ve çocuklara yönelik programları, ailede baskı ve hatta şiddete maruz kalan kadın ve çocuklar için özgürleştirici bir alternatif olmuştur. c) Özellikle pozitif ayrımcılığı temel alan sosyal refah politikaları, kadının toplumsal yaşamda ve çalışma hayatındaki konumunu güçlendirerek feminist harekete ivme kazandırmıştır. d) Feministlerin eleştirileri refah devletinin ve programlarının kadınlar başta olmak üzere kategorik öznelerin özelliklerine daha duyarlı hale getirilmesine yardımcı olmuştur. Refah Devletinin Dönüşümünde Annelik Hakkından Çalışma ve Aile Sorumluluğu 59 YASALARDA A..ELĐK HAKLARI.I. GELĐŞĐMĐ, DÖ.ÜŞÜMÜ VE TÜRKĐYE Kadınların anne ve aile temelindeki haklarının gelişimi ILO ve Đş Yasaları çerçevesinde (KSSGM, 1998; Ecevit, 2000; Gülmez, 2003; Şenol, Đsat - Sayın, 2004; KESK, 2004; Eğitim Sen, 2006; KEĐG, 2008) kısaca şöyle özetlenebilir: a) Annelik hakları her kadın için temel bir haktır ve sosyal yapı ile sınırlandırılamaz. Her kadın dünyadaki tüm ülkelerin hükümetleri tarafından doğru yönlendirme ve gereksiz risklerden uzak bir gebelik garantisi verilme hakkına sahiptir. Tüm kadınların gebelikte yeterli sağlık hizmetleri ve koruyucu önlemlerden yararlanma hakkı vardır. Gebelikte sağlık hizmetleri kaliteli olmalı ve yeterli kaynak ayrılmalıdır. Böylece formel istihdam alanında anne olarak kadınların hakları; kadınların sağlığı, güvenliği ve hamilelik temelli işten çıkarmaların önlenmesi temelli olarak gelişmiştir. Bu bağlamda annelik hakları 1919 yılında kurulan ILO’nun koruyucu sözleşmeler çerçevesinde “Analığın Korunması” başlığında değişen koşul ve kadınların çalışma yaşamındaki durumuna göre üç kez kabul edilmiştir. Đlki, 1919 tarihli sözleşmedir. Đstihdamda kadının analık ve hamilelik durumunun özel bir ilgi gerektirdiği gerçeğinden hareketle “Analığın Korunması Sözleşmesi” kabul edilmiştir. Koşulların değişimiyle 1952 yılında yeni bir “Analığın Korunması” başlıklı sözleşme imzalanmıştır. 2000 yılında ise, normların ve kadının yerinin farklılaşması ile birlikte “Analığın Korunması” sözleşmesi imzalanmıştır. Ülkemizde de 1930 yılında kadın ve çocukların korunmasına ilişkin ilk düzenleme Umumi Hıfzısıhha Kanunu olmuş ve doğum izni düzenlenmesi yapılmıştır. 1945 yılında Analık sigortası (doğum yardımı) 4772 sayılı yasa ile düzenlenmiştir. b) Kadınların Gece Çalışmasının Yasaklanmasına yönelik sözleşme ILO kapsamında 1934 yılında imzalanmıştır. “Kadınların Gece Çalışması” sözleşmesi ile kadınların çalışacakları işler belirlenmiş ve sınırlandırılmıştır. 1935 yılında ise “yeraltı ve madenlerde çalıştırılmaları yasaklanmıştır. Benzer biçimde ülkemizde de 1937 yılında kadınların yeraltında ağır ve tehlikeli işlerde çalıştırılması 1935 tarihli 45 sayılı ILO sözleşmesi ile yasaklanmıştır. 1948 yılında ILO Sözleşmeleriyle kadınların her türlü koşulda gece çalışmaları yasaklanmıştır. Ülkemizde de 1475 sayılı Đş Kanunu’nda gece çalışma yasağı yer almış, bu yasak 4857 sayılı ve 2003 tarihli Đş Kanunu ile kaldırılmıştır.1981 yılında kabul edilen 156 sayılı “Aile Sorumlulukları Olan Đşçilere Yönelik Sözleşmeyle bütün aile sorumluluklarının kadın ve erkek açısından eşit görülmesi esası benimsenmiştir. Türkiye bu sözleşmeye imza koymamıştır. 60 Đnsan Hakları Yıllığı, Cilt 27 c) 1982 yılında kabul edilen “Đş Đlişkisinin Đşverence Sona Erdirilmesine Đlişkin Sözleşme” ile kadının hamileliği veya kadın olması gibi nedenlerle hizmet ilişkisinin sonlandırılmasının bir gerekçe olmadığına dair sözleşme imzalanmıştır. Ülkemizde ancak 2003 tarihli iş kanununda bu ilke kabul edilmiştir. d) Yine ülkemizde 1996 yılına kadar, aile içinde erkek iktidarını kabul eden ve ‘reisliği’ erkeğin görevi olarak gören Türk Medeni Kanunu, kadınların çalışmak için eşinden izin almasını öngörmüştür. Evli kadının çalışmak için eşinden izin alması, yasal olarak 1996’da sona erdirilebilmiştir. Ancak kadınların eşten izin alarak çalışması geleneği pek çok kadın için en azından kültürel anlamda halen devam etmektedir. e) 2000 yılında ILO yeni bir “Annelik Koruması Sözleşmesi” imzalamıştır. Bu sözleşmede doğum izni ücretinin kamu fonlarından veya sosyal güvenlik ya da ulusal sistemde belirlenen bir başka şekilde nakit ödenmesi, kadının doğum nedeniyle işten çıkartmanın ispatının işverence yapılması, eski yaptığı işe veya eşdeğer bir pozisyona dönme hakkı, emzirme arası hakkı alanı genişletilmiştir. Türkiye’nin 1989 yılında imzaladığı Avrupa Sosyal Şartına paralel olarak Đş Kanununda kadınların analık durumunda ve diğer gerekli hallerde çalışırken özel koruma hakkına sahip oldukları hükme bağlanmıştır. Yine 1986 yılından itibaren ülkemizde CEDAW’ın 5. ve 11. maddeleriyle de bu hükümler önem kazanmıştır. Aslında pek çok ülkede olduğu gibi, Türkiye’de de işgücü piyasaları, eşitsiz ve kadın aleyhine ayrımcı uygulamaları içermektedir. Kadınlar işgücü piyasasına giriş için karar almaktan başlayarak her aşamada ayrımcılıkla karşılaşmaktadır. Yine kadınlar için öğrenilmiş çaresizlik ve içselleştirilen kalıp yargılar da önemli etkenlerdir. Kadınların büyük çoğunlu kendini evhanımı olarak tanımlarken, enformel ekonomide çalışan bir çok kadın da kendisini “çalışan” olarak tanımlamamakta, çalışanların haklarına sahip olup olmadığıyla ilgilenmemektedir. Kadınların büyük çoğunluğu (yüzde 87’si) sosyal güvencesiz olarak çalışmakta ve işgücü piyasasıyla ilgili kurum ve kuruluşlar da kadınları görünmez işçiler olarak kabul etmekte, çalışanların hakları konusunda kadınlarınkiler görünmeyen ya da görülmeye değer bulunmayan talepler olabilmektedir. Benzer olarak kadının anne olma hakkı ve çalışan kadının doğum nedeniyle mağduriyetinin önlenmesine yönelik yasal hükümlere karşın, halen işyeri olanaklarıyla bağlantılı bir görünüm sergilenmektedir. f) Yeni Đş ve Sosyal Güvenlik Yasalarında Kadın ve Annelik Hakları: Ülkemizde ‘eşit işe eşit ücret’i ilkesi 1971 tarihli Đş Kanunda kabul edilmiştir. Kanunun 26. maddesinde: “Bir işyerinde aynı nitelikteki işlerde ve eşit verimle çalışan kadın ve erkek işçilere sadece cinsiyet ayrılığı Refah Devletinin Dönüşümünde Annelik Hakkından Çalışma ve Aile Sorumluluğu 61 nedeniyle farklı ücret verilmez” denilerek “eş değerde iş için kadın ve erkek çalışanlar arasında ücret eşitliği ilkesi” kabul edilmiştir. Yine 1475 sayılı yasa ile çalışma düzen ve iş süreleri belirlenmiştir. 2003 yılında çıkarılan 4857 sayılı yeni iş yasasının 5. maddesinde ‘aynı veya eşit değerde iş’ denilerek kapsam genişletilmiştir. Yine “işverenin işçilere eşit davranması gereği, cinsiyet ve gebelik nedeniyle doğrudan veya dolaylı farklı işlem yapamayacağı ve cinsiyeti nedeniyle özel koruyucu hükümlerin uygulanmasının daha düşük bir ücret uygulamasını haklı kılmayacağı” hükme bağlanmıştır. Kadın işçilerin doğumdan önce 8 ve doğumdan sonra 8 hafta olmak üzere toplam 16 hafta çalıştırılmamaları esası kabul edilmiştir. Ayrıca, çoklu gebelik halinde doğumdan önceki izne 2 hafta daha eklenmiştir. Ancak 2008 yılında çıkması beklenen yeni Sosyal Güvenlik Yasa Tasarısında (Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası) kadınların hak kazanımlarında önemli kayıplar söz konusudur (KEĐG, 2008). Dul eş aylığının azaltılması, süt emzirme yardımın bir defalık bir ödemeye indirilmesi, yetim kız çocukları için ödenen evlenme yardımlarının düşürülmesi, doğum izinlerinin azaltılması ve işyerinde kreş açılması zorunluluğunun kaldırılması yönündeki girişimler ise kaygı vericidir. Sonuç olarak ulus devlet içinde yurttaşlık temelinde tanınan haklar, ülkemizde devletin ilgili birimlerinin kadına yönelik sorun algısı, çalışma hayatındaki kadınları koruyan ILO standartlarının ulusal mevzuatımıza hangi ölçüde aktarılabildiği ile sınırlıdır. Bu durum, kadına yönelik ayrımcılığın devam etmesinde önemli bir yer tutmakta, hatta bizatihi bir ayrımcılık oluşturmaktadır. Bu sınırlılığın bir uzantısı olarak, örneğin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, AB direktiflerine uyum çalışmalarında işçi ve işveren kuruluşlarıyla işbirliği içinde çalışmaya özen gösterirken, kadın kuruluşlarını bu çalışmaların tarafı olarak görmemekte ve çalışmalara katmamaktadır. Đstihdamda “eşit davranma ilkesi”, 2003’te çıkarılan Đş Kanunu’nda yer almasına karşın, yasal düzenlemeler kadınlar dikkate alınarak geliştirilmemektedir. Kadınlar, sadece doğum ve hamilelikle sınırlı şekilde dikkate alınmakta, önlemler de aşırı koruyucu gece ve sualtı-yeraltı işlerde çalıştırmama vb ile sınırlı tutulmaktadır. Eşitlikçi yasal düzenleme olsa bile uygulamada ücret eşitsizliği başta olmak üzere eşitsizlikler yaygın şekilde devam etmektedir. TÜRKĐYE’DE KADI.LARI. SOSYAL YARDIM HAKKI VE YOKSUL KADI.LAR Türkiye’de sosyal hakların alanı oluşturan çerçeve çalışma hakkı ve özgürlüğü, sosyal güvenlik hakkı ve toplu sosyal haklar bağlamında ele alındığında, yoksullar uzun yıllar çalışması beklenen ve yetmediği noktada da geleneksel dayanışma ilişkilerine bel bağlanan kitleler olarak görülmüşlerdir. Kadınlar, ye- 62 Đnsan Hakları Yıllığı, Cilt 27 ni nesilleri doğuran, büyüten ve yetiştirenler olarak görülmüş, eğitimlerinde ev işleri ve bilgili kadın olmaları istenmiştir. Kadının meslek yaşamının annelik ve ev işleriyle birlikte yürütülmesinin gerekliliği vurgulanmıştır (Ünal, 1999: 57– 58). Çalışanların annelik haklarının korunması koruyucu yasalar ve sembolik nitelikli çocuk ve çalışmayan eşe yönelik yardımlar kapsamında görülmüştür. Yoksullar arasında kadınlar ise, geleneksel dayanışma ilişkilerinin kurucu faktörü olarak geleneksel rol ilişkileri çerçevesinde anne ve eş olarak, “fedakâr kadının olanı yetirme” işlevini yerine getiren itici güç olarak görülmüşlerdir. Yoksul kadınların, öncelikli aile himayesinde yaşamaları, eğer eşleri ölmüş ise akraba, komşu, hayırseverlerin yardımlarına başvurmaları ve son çare olarak devlet yardımlarına başvurmaları hoş karşılanmışlardır. Bu kurumsal çabalarda muhtaçlığını ispat edenlere yönelik sosyal yardımlar, Cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana ağırlıklı olarak Kızılay ve SHÇEK kapsamında değerlendirilmiştir. SHÇEK, kimsesiz yoksullara devletçe korunma ilkesi çerçevesinde, özellikle yaşlı ve çocuklara kaynakların yeterliliği ölçüsünde yardım alma hakkı tanımıştır. Ancak 1990’lı yıllara kadar yardım alanında kadınlar çok göz önünde olmamışlardır. Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nün (ilk kuruluşunda Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü olan) kurulmasından sonra kadın konusunun gündemde tutulması, sınırlı da olsa SHÇEK’in, aileye ve kadına yönelik hizmet ve yardımlar programlarının kapsamını geliştirmesine olanak tanımıştır. Toplum Merkezi Projeleriyle 1993 yılından itibaren büyük kentlerin kaynaklara ulaşmada güçlük çeken ve dezavantajlı konumdaki yörelerde yaşayan öncelikle kadın, çocuk, genç, özürlüleri hedeflemiştir. Aile Danışma Merkezleri ise, 1997 yılında kurulmuştur. Bu alandaki bir başka gelişme 1998 yılında yürürlüğe giren ve aile içi şiddetten mağdur olan kadını koruyucu yasal önlemlerin alınmasını sağlayan 4320 sayılı “Ailenin Korunmasına Dair Kanun”un uygulanması amacıyla öngörülen kadın konukevleri olmuştur. Şiddete uğradığı kişilerden kaçan ve izinin bulunmasını istemeyen kadınların can güvenliğinin sağlanabilmesi ve şiddet uygulayan kişilerin iz sürmesi nedeniyle olabilecek olumsuz olayların önlenebilmesi amaçlayan kadın konukevleri önemli işlev görmektedir. SHÇEK’in verilerine göre 2006 yılı Eylül itibariyle kadın konukevlerinden yararlanan kadın sayısı 5078, çocuk sayısı ise 3961'e ulaşmıştır. Sosyal yardım anlamındaki tek gelir destek programı ise, 1976 yılına çıkarılan ve 1977’de uygulamaya konan 2022 sayılı kanundur. Bu kanunla 65 yaşını doldurmuş, muhtaç, güçsüz, kimsesiz ve sakat Türk yurttaşlarına aylık bağlanması ve devlet hastanelerinden ücretsiz yararlanma hakkı tanınmıştır (Sallan Gül, 2006). Türk Yurttaşlarına hayatta bulundukları sürece aylık bağlanması kararlaştırılmıştır. 5 Mart 1992 tarih ve 3783 sayılı Kanunun 2. maddesi hükmü (eski Medeni Kanun’da aile reisi olan erkeğin ev geçindirme zorunluluğu) gerekçe gösterilerek evli olup, eşleri yukarıdaki şartlara haiz olanların aile reislerine ise bu aylık yüzde 50 arttırılarak bağlanacağı hükmü 1992 tarihinde karara Refah Devletinin Dönüşümünde Annelik Hakkından Çalışma ve Aile Sorumluluğu 63 bağlanmıştır. Ancak, 22 Kasım 2001 Yeni Türk Medeni Kanunu’nun TBMM tarafından kabulü ve 1 Ocak 2002 Yeni Türk Medeni Kanununun yürürlüğe girmesine karşın bu hüküm kaldırılmamıştır. Halen 2022’de kadına karşı ayrımcılık devam etmekte olup, kurumsal ataerkil bakış egemenliğini sürdürmektedir. Yine bu yasa yaşlılara gelir sağlamakla birlikte günümüzde “Sefalet Ücreti” olarak tanımlanmakta olup, yoksulluğun belgesi haline gelmiştir (Sallan Gül ve diğerleri, 2004). Bu yasa kapsamında yapılan ödemeler yasanın çıkarıldığı 1976 yılında asgari ücretin yarısından fazla iken bu gün asgari ücretin yüzde 20’sinin bile altına düşmüş durumdadır. Çelişkili görünmesine rağmen, Türkiye’de yoksulluk sorununa yönelik doğrudan politikalar Batı’da sosyal devletin çözülme sürecine girdiği bir dönemde gelişmeye başlamıştır. Türkiye’de yoksullukla mücadele etmek, kamu sosyal güvenlik sistemi dışında kalan yoksulların ekonomik ve sosyal hayata daha aktif katılımlarını sağlanmak ve acil gereksinimlerini karşılamak amacıyla 1986 yılında 3294 sayılı yasa ile Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu kurulmuştur. 2004 yılı sonunda bu kurum yeniden yapılandırılarak Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü olmuştur. Yardımlara başvuru hakkı da başlangıçta Türk yurttaşlarına tanınan bir hak iken, zamanla göçmenler de kapsam alanına dâhil edilmişlerdir (Sallan Gül, 2005; UNDP, 2006). 1980’lerden itibaren yeni liberal politikaların yönelimleriyle sosyal devlet harcamalarını daha da kısıtlamayı ve sosyal güvenliği yeniden dönüştürmeyi hedefleyen siyasal iktidarlar, sosyal afetler ve 2000’li yıllardaki ekonomik krizlerle birlikte artan yoksulluk karşısında, sosyal harcamalarda kaynak sorununun yanı sıra genç nüfus, kadın ve çocuk ağırlıklı yaralanıcıların demografik etkenleri de gündeme gelmiştir. Batı’dakine benzer biçimde yoksulların çalışma ahlakı sorgulanmaya başlanmıştır. Yoksulların ahlaki nitelikleri ve çalışma tutumlarının zayıflığı sorgulanmaktadır. Ülkemizde yoksulların çoğunlukla acil ihtiyaç duyduklarında başvurdukları ve ancak geçici olarak ve yetersiz yararlanabildikleri yardımlar lehine çalışmayı terk ettikleri ya da kayıtsız çalışmayı tercih ettiklerini söylemek, yoksulların işgücü piyasanın dinamiklerini kontrol etme gücüne sahip olduğunu söylemekle eşdeğer düzeyde yoksullara güç atfetmek anlamına gelmektedir. Yurttaş için yoksullara yönelik yardımlar halen bir hak olma vasfını korurken, yoksulluk yardım bürokrasisi ile işverenlerdeki yoksullara bakış olumsuzdur. Çalışma ahlakının zayıflığı üzerine inşa edilen bu bakış, enformel piyasalarda daha ucuz işgücü olma ve yoksulların devletin yardımları yerine, aile, cemaat ve geleneksel sosyal ağları güçlendirme beklentilerini arttırmış görünmektedir. Özellikle 1990’lı yıllardan itibaren yoksulluk kentsel alanlarda daha belirgin hale gelmiş, mekânsal yoksulluk ve yardımlarda yaşanan arbede medya aracılığıyla gözler önüne serilmiştir. Yoksullar toplumu tehdit eden suçun ve şiddetin yaygınlaştığının göstergesi ve krizlerde sosyal patlamanın korkulan aktörleri 64 Đnsan Hakları Yıllığı, Cilt 27 olmuşlardır. Yoksulluk ve yoksullar, ahlaki hastalık, değer kaybının bir göstergesi ve bir korku kaynağı olarak görülmeye başlanmıştır. Bu da yoksulları tecrit etme ve kontrol altında tutma şeklinde kendini göstermektedir (Buğra, 2005 ve 2006). Türkiye’de gelişmiş ülkelerde ortadan kaldırılan sosyal yardımlar kadınlar için hiç söz konusu olmamışsa da; kadınlar, var olan sosyal yardımların temel yararlanıcı kategorileri arasında ilk sıralarda yer almışlardır. Yine birçok gelişmiş refah devletinden farklı olarak, ülkemizde istihdamsız büyüme koşullarında devletin kadın istihdamını artırma konusunda somut bir hedefi yoktur. Sosyal Riski Artırma Projesi kapsamında (2001–2006) bazı kısmi programlar başlatılmışsa da, yoksul kadınlara “gidin çalışın” denmemiştir, denmemektedir. Aslında sosyal yardımlar kadınlara temel bir sosyal hak olmaktan çok, kadının aile refahını korumak amacıyla verilmektedir. Ülkemizde kadınların çoğu kez piyasada çalışmalarına izin verilmemekte, çalışsa bile, ya ücretsiz aile işçisi olarak üretime katılmaları, ya mevsimlik ya da kadınsı işlerde ev eksenli işlerde çalışabilmektedirler. Ataerkil geleneksel aile yapısı kadınların toplumsal konumunu evlilik ve eşin statüsüne göre tanımladığından “kadının yerinin evi ve görevinin de annelik olduğu”na ilişkin kültürel değer ve mitlerle kadınlar, eğitim olanaklarına erişememekte ve iş gücü piyasalarına girememektedir. Kriz dönemlerinde kadınların piyasada iş bulma şansları daha da azalmakta, yoksul kadınlar yardımları bir yaşam stratejisi olarak görmektedirler. Ancak yardımlarda yoksul kadın için "namuslu eş ve iyi anne" olmak, bir yandan kocanın onurunu zedelemeden yardıma ulaşmayı ve diğer yandan da, az olan geliri ve yardımları yetirerek ailenin yeniden üretimini ve çocuklara gelecek hazırlamayı gerektirmektedir (Sallan Gül, 2005). Sosyal yardımlardan yararlanan kadınlardan genel beklenti ise, aile ve akrabalarına öncelikle başvurmaları, yardımlara zorunlu kalmadıkça yönelmemeleri ve eğer muhtaç ise, dul, yaşlı, terk edilmiş kadın olmaları, hak eden yararlanıcılar olarak yardımlardan yararlanabilecekleridir. Ailelerin geçimini sağlama görevi erkeklerden beklenmektedir. Korumacı ve muhafazakâr bakışa uygun olarak, hangi yaş kategorisinde olursa olsun genellikle kadın yararlanıcıların çalışması beklenmemekte ve desteklenmemektedir. Ataerkil anlayış kadına ve aileye karşı tutumları belirlemekte, küçük çocuklara bakacak, evi çekip çevirecek ve olanı yetirecek kişi kadın olarak görülmekte ve onun evde kalarak aileyi bir arada tutması beklenmektedir. Kadın istihdamı açısından avantajlı olan kentlerde, düzensiz ve düşük ücretler, sigortasız ve sağlıksız çalışma koşulları, uzun çalışma saatleri ve ataerkil aile yapılanması kadınların konumlarını işte ve evde güçlendirmelerine çok da elverişli bir ortam sunmamaktadır. Yoksulluk yardımları üzerine yapılan bir çalışmada kız çocuklarının küçük yaşlardan itibaren çalışmaya başladığı ve kazançlarının babaları ya da kocaları tarafından kullanıldığı alan araştırmasında sıklıkla ifade edilmiştir. Çalışması beklenmeyen kadınların, özürlülerin ve çocukların bile iş buldukça çalıştıkları, ama işlerinden sigor- Refah Devletinin Dönüşümünde Annelik Hakkından Çalışma ve Aile Sorumluluğu 65 ta, ücret, çalışma koşulları yönünden tatmin olmadıkları ve sürekli bir iş tutturamadıkları belirlenmiştir (Sallan Gül - Gül, 2006). Ancak son yıllarda ülkemizde de yoksulluk yardımı alanların çalışma alışkanlıkları sorgulanmaya ve sosyal yardım hakkının meşruiyetinde önemli gerilim alanları oluşmaya başlamıştır. Bu nedenle kültürel ve toplumsal yapı kadınların çalışmasını öngörmese de, yoksul kadınların gelir getirici faaliyetler içinde yer alması istenmektedir. Kadın yoksulluğu gelir yoksunluğunun ötesinde, eğitim ve sağlıktaki hak ihlalleri kadar, miras yoluyla ayrımcılık ve boşanma da kadını yoksullaştırmaktadır. Krizler ve küreselleşmenin zararlarını azaltan önlemlerin yetersizliği kadın yoksulluğunu artırırken, özelleştirmelerde yumuşak geçiş programlarının zayıf ve kadın işçiler dikkate alınmadan hazırlanmış olması da kadın işsizliğini artırmaktadır. Yine yoksulluk sınırlarının altında kalan asgari ücret ve reel olarak onunda altında çalışan kesimlerin aldıkları düşük ücretler yoksullaşmalarına etki etmektedir. Benzer olarak, ekonomik büyümeye karşın devam eden yüksek işsizlik, işgücü devrinin yüksekliği, kötü çalışma koşulları, enformel sektörün genişliği (çalışanların yarısını oluşturması), gelir ve kaynak dağılımı eşitsizlikleri, bölgelerarası dengesizlikler, göç, eğitimsizlik ve vasıfsızlık gibi öğeler de ülkemizde yoksulluğu derinleştirmektedir (Buğra - Sınmazdemir, 2005; Sallan Gül - Gül, 2006). Yine kayıtsız çalışma hem genelde çalışanlar ve hem de kadınlar için, istenen ve aranan bir durum olmaktan çok, küresel ekonominin ve rekabetin ücretler üzerinde yarattığı baskının sonuçlarından biridir. Aslında ülkemizde işgücünün tümüne yönelik makro politikalarla ilişkilendirilmiş bir ulusal istihdam politikası yoktur. Benzer olarak kadının işgücünün artırılmasına yönelik olarak kamusal kaynakları harekete geçirecek ve istihdam sürecinin tüm paydaşlarını bir araya getirecek bütünlüklü bir bakış açısı ve eylem planı da yoktur. Özellikle 1990’lardan itibaren ekonominin yapısından kaynaklanan istihdamsız büyüme, enformelleşme ve işsizlik, kadın istihdamının düşme eğilimini daha da güçlendirmektedir. Kadın istihdamını artırmaya yönelik çabalarda ise, başta kamu olmak üzere çeşitli uluslararası kuruluşlar ve sivil toplum kuruluşları kadınları kendi işlerini kurmaya, gelir getirici işler yapmaya teşvik etmektedir. Tüm bu çabalar da kadın girişimciliğine odaklanmaktadır. Örneğin Başbakanlık, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü tarafından başlatılan Kadın Đstihdamını Geliştirme Projesi (1994–2000) ve Küçük Girişimcilik Projesi (1995-1996), yine Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, Küçük ve Orta Sanayi Geliştirme Đdaresi (KOSGEB)’in KOBĐ politikası geliştirme çerçevesinde Küçük ve Orta Boy Đşletmeler Programı danışmanlık ve destek hizmetleri kapsamında kadınların kendi işlerini kurmaları teşvik edilmiştir (Đş Kur, 2006, 2007). 2001 krizi sonrasında benzer eğilimlerin yoksul kadınların hane refahını artırma ve yoksullukla mücadele kapsamında kadınların istihdama katılımını artırmanın yolu olarak kadın girişimciliğine (mikro girişimciliğe) yönelik çabaların arttığını göstermektedir. Sosyal Riski 66 Đnsan Hakları Yıllığı, Cilt 27 Azaltma Projesi kapsamında beceri geliştirme eğitimi, geçici istihdam ve sosyal altyapı proje destek programlarında küçük ölçekli gelir getirici projelerde desteklenmiştir. Bu kapsamda ‘Yerel Girişimler’ alt başlığında yoksul ve işsiz gençlerle kadınların niteliklerinin, verimliliklerinin ve istihdam edilebilirliklerinin artırılması ve bu grupların işgücüne kazandırılması hedeflenmiştir. Ama hem yeterli sayıda proje geliştirilememiş, hem de kadınların girişimcilikte başarılı ve kalıcı olmalarını destekleyecek programlarla birlikte yürütülmediği için başarı şansı düşük olmuştur. 2001 ile 2003 yılları arasında toplam 135 proje yapılabilmiş, bunların büyük çoğunluğunu tarımsal nitelikli projeler oluşturmuş ve projelere ayrılan kaynağın toplam sosyal yardımlar içindeki payı yüzde 3’lerde kalmıştır (SRAP, 2004). 2004 yılında proje sayılarında ani artış olmuş ve sayı 3592’ye yükselmiştir. Bunların 2.853’ünü küçük ölçekli gelir getirici ve 310’nun da geçici istihdam projeleri oluşturmuştur (BYDK, 2004; SGDM, 2006). Ancak projelerin çoğunluğu aile işletmeciliğine dayanan projeler oluşturmuştur. Benzer olarak Güneydoğu Anadolu Projesi Bölge Kalkınma ĐdaresiGirişimci Destekleme Merkezleri (GAP-GĐDEM) aracılığıyla bölgesel KOBĐ destek politikası geliştirme ve uygulamaları doğrultusunda ‘Kadın Girişimciliği Projesi’ de kadın girişimciliğini desteklemeyi amaçlamıştır. Bu amaçla 7. ve 8. Beş Yıllık Kalkınma Planlarında bir özel ihtisas komisyonu kurulmuştur. Ancak 9. Beş Yıllık Kalkınma Planı Hazırlıklarında kadın komisyonunun kurulmaması ve rapor hazırlama girişimde dahi bulunulmaması ise giderek düşme eğilimi gösteren kadın istihdamı açısından kaygı vericidir. Bu süreçte istihdam sürecine giremeyen yoksul kadınlar için sosyal yardımlar aile refahını sağlamanın temel yolu olabilmektedir. Kadın yoksullar için yardımların insani boyutlarının korunmasının önemi kadar, ev eksenli çalışma ve enformel düşük ücretli kadın işleriyle küçük ölçekli kredi olanağı sağlayan programların yoksul kadınlar için nasıl bir alternatif olabileceği ise tartışmalıdır. Ayrıca SYDGM kapsamındaki sosyal yardımlardan yararlanabilme koşullarında toplumsal cinsiyet özellikleri bakımından sergilenen ikili tavır da sorgulanmalıdır (Sallan Gül - Gül, 2006). Yoksul kadınlar için sosyal bir hak olması gereken ya da en azından yasada böyle tanımlanan sosyal yardım alma hakkı, aile refahı için verilen bir hakka dönüşmektedir. Yararlanma sürecinde de ayrımcılıklar söz konusu olabilmektedir. Yardımlara başvuranların büyük çoğunluğunu kadınlar oluşturmaktadır. Ancak yardıma başvurma bireysel bir hak iken, kadınların başvuruları erkekler üzerinden olabilmekte, süreç ataerkil işlemekte erkek eşin oluru alınmakta ya da erkek eşin durumu muhtarlar aracılığıyla onaylatılabilmektedir. Bu ise yardımların ana yararlanıcısı olarak kadınları öne çıkarırken, yardımlardan yararlananların artışı karşısında yararlanıcılarının etiketlenmeleri (arsızlar, bağımlılar vb) söz konusu olabilmekte ve namus kavramı yardımlarda kadınlar açısından cinsiyetçi ayrıştırma ve ayrımcılıkları pe- Refah Devletinin Dönüşümünde Annelik Hakkından Çalışma ve Aile Sorumluluğu 67 kiştirebilmektedir (Buğra - Keyder, 2003; Sallan Gül, 2005; Sallan Gül - Gül, 2006). SO.UÇ Tüm dünyada artan yoksullukla birlikte pek çok yerde en temel haklardan olan insanın yaşam, gelişim ve ayrımcılığa uğramama hakları artık tehlikededir. Yoksullar ve sosyal yardım alanlar içinde sayısal olarak çoğunluğu oluşturanlardan olan kadınlar için (Ekim, 2006; Sallan Gül, 2005) sosyal haklar alanında önemli kayıplar yaşanmaktadır. Hem refah devletinde ve hem de yeni sağ refah anlayışında biçimlenen sosyal politikaların odağında yer alan kadınlar, ataerkil tanımlamalarla nüfus, ekonomik kalkınma ve demokrasi tartışmalarının merkezinde sorgulanmıştır ve halen sorgulanmaktadır. Kadınlar için anneliğin paradoksal tezahürleri farklı biçimlerde yeniden üretilmektedir. Refah devletinde annelik toplumsal bir görev ve öncelik olarak kabul görüp, devlet eliyle aile refahının sağlanması amaçlı olarak haklar alanını genişletmiştir. Ancak piyasa merkezli refah anlayışında kadınlar, yine annelik anahtar rolü bağlamında ele alınmakta, ailenin birleştirici öğesi, doğurganlığını sorumlulukla birleştiren “yuvayı yapan dişi kuş” söylemi içinde görülmektedir. Aynı zamanda ekonomik kalkınma ve küresel rekabeti artırmanın girişimci emeği (ucuz) olarak da yurttaşlık sorumluluklarına davet edilmekte, tekrar piyasaya çağrılmaktadır. Bir başka ifadeyle, kadınların anne olarak kamusal görevlerinin sorgulanması yine ekonomik kalkınma, demokrasi ve nüfus sorunu ile gündeme gelmektedir. Refah devletinin bağımlıları olarak tanımlanan refah annelerinin çalışmaya karşı tutumları ahlaki temellerde sorgulanmaktadır. Yardımlar lehine çalışmayı terk ettikleri iddia edilirken, bunun aynı zamanda ekonomik kalkınma ve rekabet edebilirliği azalttığı, cinsel erdemleri zayıflattığı, yardımların cömertliğinin tek ebeveynli aile sayısını artırdığı ve aile sorumluluklarından kaçışa yol açtığı öne sürülmektedir. Aslında çoğu kez doğrudan dile getirilmese de, bu savların arkasında kadının toplumdaki temel görevi olarak kabul edilen doğurganlığın özünde sınıfsal ve etnik nitelikleri yatmaktadır. Uzun vadede politik alanda temsil sorununa ilişkin kaygıları artırdığı görülmektedir. Beyaz, seçkin ve refah gruplarının, yani asıl yurttaşların daha az doğurup, sosyal yardımlardan daha az yararlanırken, zenci, göçmen ya da tali grup kadınlarının daha çok doğurmasının nüfus ve kaynak dengesinde sorunlar yarattığı ileri sürülmektedir (Sowell, 1987). Irkçı, seçkinci ve muhafazakâr yeni sağ tezlerle kadınların annelik başta olmak üzere her alandaki hakları kısıtlanmaya çalışılmaktadır. Çalışma refahı anlayışında babanın evin geçimini üstlenmesinin yanında annenin de ev içi sorumluluklarını alırken, aynı zamanda aile bütçesine ve ülke ekonomisine girişimciliğin ve esnek çalışma koşullarının sağladığı olanaklar ölçüsünde katkı yapması beklenmektedir. Oysa ülkemizde olduğu gibi çalışanların kazanılmış haklarına ve örgütlü çalışma koşullarına vurulan yeni liberal darbelerle bir yan- 68 Đnsan Hakları Yıllığı, Cilt 27 dan kadınların ekonomik haklarında önemli kayıplar yaşanırken, muhafazakâr ve ataerkil değerlerle kutsanmaya çalışılan annelik hakları da sembolik hale getirilmektedir. Diğer taraftan aile sorumlulukları nedeniyle çalışmayan, çalışması beklenmeyen en yoksullara (kadınlar) yönelik sosyal yardımlar, bir yurttaşlık hakkı olma kapsamından çıkarılmaktadır. Hak etme temelinde yoksullar ya “çalışma ve karşılıklılık” koşuluna bağlanmış ya da hayırseverlikle eşdeğer görülmüş gönüllü örgütlenmelerin, dinsel kuruluşların ve zenginlerin vicdanına bırakılmaktadır. Yoksulluk, sadece bir ekonomik sorun değildir, aynı zamanda insanın en temel hakkı olan insanca yaşam için gerekli hak ve olanaklara sahip olamama ya da mahrum bırakılma durumudur. Bu anlamda yoksulluk, bir insan hakkı ihlalidir ve sosyal devletten uzaklaşma süreci, adil bir gelir dağılımını sağlama ve sosyal adalet temelli yoksullukla mücadele politikalarının terk edilmesi bağlamında da bireyin yaşam hakkını tehlikeye sokmaktadır. Piyasa merkezli çalışma refahı anlayışının giderek artan egemenliği ise, tüm ülkelerde yurttaşlığı haklar alanından sorumluluk alanına kaydırırken, kadınların çalışma ve sosyal yardım haklarını muhafazakâr değerler temelinde sorgulatmaktadır. Sosyal yardım hakkı artık bir yurttaşlık hakkı olmaktan çıkarılmakta, hak etme ve hayırseverlik anlayışı içine hapsedilerek, bir tür lütuf gibi görülmesine yol açmaktadır. Yardımlardan yararlanma, onur kırıcı bir davranış olarak görülmekte, yoksulların, kadınsı ve aşağılayıcı sıfatlarla tanımlanarak etiketlenme eğilimleri güç kazanmaktadır. Yoksulluk kapitalizmin ve piyasanın belirleyiciliklerinin bir sonucu olarak değil, bireysel bir sorun, yetersizlik ve moral bir değer olarak yoksulluk kültürü yaklaşımı dolayımlı değerlendirilmektedir. Yoksulların çalışma etikleri ve moral değerleri tartışmaya açılırken, yoksullar piyasanın talep ettiği ucuz işgücü olma niteliklerini yeterince ya da cömertçe kullanmadıkları türü gerekçelerle bir risk olarak da görülmektedirler. Eşit yurttaş olma anlayışı ise yerini hak etme ve çalışma taahhütlü bir sosyal yardım almaya dönüşürken sosyal yardım alanı bir hayırseverlik ve ulufeye dönüşmektedir. Günümüzde demokrasinin bir gereği olarak kadınların eşitlik, ayrımcılığa uğramama, evrensel insan hakları ve karar verme süreçlerine katılım gibi hakları temel haklar olmasına ve bunları kullanabilmek için güçlendirilmeleri gerektiği düşüncesi kabul görmektedir. (Freidmann, 2001–2002: 141–142), Ancak, sosyal haklar alanında kadınlara karşı cinsiyet körü ataerkil ve muhafazakâr yaklaşım halen devam etmektedir. Yoksulluğun pek çok ülkede tek ebeveyni kadın olan ve çocuklu ailelerde yaygın olduğu düşünüldüğünde, kadınların özel konumları, anne ve ev içi yükümlükleri, eşit hakların fırsat eşitliğinin ötesinde, destek mekanizmalarına ve özel yöntemlere ihtiyaçları olduğu göz ardı edilmemelidir (Buğra, 2005; Sallan Gül, 2005; Ekim 2006). Yine ülkemizde çalışma eksenli bir yaklaşımın hakim olmaya başladığı gerçeği dikkate alındığında, kadın işgücünün önemli bir kısmının enformel ve/veya Refah Devletinin Dönüşümünde Annelik Hakkından Çalışma ve Aile Sorumluluğu 69 kayıt dışı sektörde çalıştığı unutulmamalıdır. Çoğunluğunun çalışmasına kültürel belirlenimlerle hoş bakılmayan yoksul kadınlar, zorunluluklar durumunda ağırlıklı olarak kayıt dışı olarak küçük işletmelerde ağır çalışma koşulları altında, düşük ücretle ve sosyal güvencesiz biçimde çalışmaktadırlar. Özellikle yoksul kadınların ev eksenli ve kayıt dışı çalışmaları gerçeği kadınların istihdamını artırmaya yönelik politikalarda göz ardı edilmektedir. Kadınların erkeklerle eşit olarak rekabet edebilmesi için genişletilmesi gereken sosyal güvence sistemleri ülkemizde tehdit altındadır. Halen görüşmeleri süren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasa Tasarısında kadınların kazanımlarında bakım hizmetleri yok sayılmakta, kreş ve benzeri destekleyici alanlarda önemli kayıpların olacağı görülmektedir. Ücret ve gelir elde eden kadınlar, bireysel olarak kendi çalışma ilişkileri üzerinden değil, ‘eş, kız çocuğu ve anne” sıfatları çerçevesinde kocalarının ve babalarının vasıtasıyla sosyal güvenlikten yararlanabilecekleri görülmektedir (KEĐG, 2008: 8, 17). Kadının ekonomik ve sosyal alanda güçlenmesini sağlamak üzere oluşturulan gönüllü projelerde ise, sürdürülebilirlik, demokratik katılım ve denetim mekanizmaları açısından çeşitli sorunlar söz konusu olmaktadır. Bu yardımların büyük çoğunluğu kadınları, aile ve topluluk içinde ele almakta, ataerkil ve işlevselci bir bakışla tanımlamaktadır. Birey olarak kadınların insan hakları göz ardı edilmekte ve/veya kadınların yapabilirliklerini güçlendirici politika ve programlara konan sınırlamalar artmaktadır. Kadınların hane içinde-özel alanda, sorumluluklarını eksiksiz olarak yerine getirmeleri, yani biyolojik yeniden üretimleri artırmaları, daha fazla çocuk doğurup, büyütmeleri beklenmektedir. Sosyal yardımlar yerine de hanelerinin refahından sorumlu bireyler olarak ucuz emek olsalar da piyasadaki yerlerini yeniden almaları istenmektedir. Ama bu yerin krizler ve benzeri piyasacı mekanizmalarla işleyen kaypak bir zeminde olduğu ise unutulmaktadır. Bu nedenle kadın istihdamını geliştirmede ve ekonomik kalkınmaya katkıda bulunmaları samimi olarak isteniyorsa; sosyal güvenceli ve pozitif ayrımcılık temelli istihdam politikaları geliştirilmelidir. Ayrıca ülkemizde yoksul kadınlara yönelik olan sosyal yardımlar geleneksel bakışla, himayeci, ataerkil devlet anlayışında popülistleştirilerek ve politize edilerek sürdürülmektedir. Sosyal devletten uzaklaşma sürecinde sosyal yardım hakkı bir yurttaşlık hakkı olmaktan çıkarılmakta, sosyal yardımlar piyasa, gönüllülük ve yardımseverlik anlayışı çerçevesinde yönetişim ve paydaşlık zemini de sivil topluma devredilmek istenmektedir. Devlet ya da yerel yönetimlerden gelen yardımlar ise genellikle “onur kırıcı, keyfi ve yetersiz ve hatta hayırseverlik” anlayışı içinde yürütülmektedir. Oysa yoksulluğu önlemeye yönelik müdahalelerin, insan haklarının taşıyıcısının birey olduğu ilkesinden yola çıkarak, bir sosyal hak ve bir kamu hizmeti olarak yerine getirilmesi gerekmektedir. Yoksulluğun ve yardımların kadınsılaşmasını önleyecek politikalar da geliştirilmelidir. 70 Đnsan Hakları Yıllığı, Cilt 27 Yine ülkemizde kadın hanelerde çocukların evin geçim sorumluluklarını erken yaşlarda üstlenmeleri yoksulluğu süreklileştirdiğinden, çocuk haklarının ihlal edilmesine de neden olmaktadır. Oysa kadınların işgücüne katılımını ve sosyal güvenceli kalıcı istihdamını hedefleyen politikalar, yoksul kadınlar lehine pozitif ayrımcılık stratejileri ile birlikte geliştirilmelidir. Minimum gelir, işsizlik sigortası ve yeniden işe yerleştirme programlarının yanında eğitim, sağlık ve özellikle kadınlar açısından çocuk, yaşlı, hasta, engelli bakımının aile merkezli ve kadının sorumluluğu olarak görülmesi bakım hizmetlerine yönelik sosyal politikaların geliştirilmesini de gerekli kılmaktadır. Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumunun mali ve insan kaynağı açısından güçlendirilmesi ve yapısının demokratikleştirilmesi gerekmektedir. Ayrıca, Toplum Merkezlerinin kadınları güçlendirici tüm faaliyetlerinin desteklenerek yaygınlaştırılması, yerel yönetimlerle sivil toplum kuruluşlarının birlikte çalışması, herkesin sosyal güvence kapsamına alınması (kazanılmış haklardan ödün verilmemesi) ve yoksulluk araştırmalarında toplumsal cinsiyet boyutunun öne çıkması gibi önlemlerin alınması sağlanması gereklidir. Sonuç olarak, insanların yaşam haklarının ihlallerinden olan yoksulların yardım alma hakkı sınırlandırılmadan ve yardım almanın aşağılayıcı olduğu düşüncesine indirgemeden, bir ‘yurttaşlık hakkı’ olarak görülmelidir. Oysa kendi kendine yardım ilkesi dolayımlı gören yaklaşımlarda, sınırlı yaşama koşullarının sunulduğu sistem içinde hayatta kalma yolu olarak görülen çalışma refahı, işsizliğin yüksek, gelir dağılımının adil olmadığı bir anlayışta yoksulluğa mahkûm bir yaşam anlamına gelecektir. Kadınların özel koşullarını dikkate almayan bir bakış açısı kadınlara yönelik ayrımcılıkları artıracaktır. Bu nedenle yoksullukla mücadele siyasalarında kadınların insan hakları temel alınmalı, toplumsal cinsiyet duyarlılığını benimseyen gerçekçi siyasalar geliştirilmelidir. KAY.AKÇA Adak, N. (2003), “Yaşlıların Gayri Resmi Bakıcıları: Kadınlar”, Aile ve Toplum, Cilt 5, Sayı 6, s. 81–89. Akpınar, T. (2005), “AB Đşgücü Piyasasında Cinsiyet Ayrımcılığının Boyutları ve Ortadan Kaldırmaya Yönelik Çabalar”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt 60, Sayı 4, Ekim-Aralık 2005, s. 1–23. Ansal, H. - Küçükçiftçi, S. - Onaran, Ö. - Orbay, B. Z. (2000), Türkiye’de Emek Piyasasının Yapısı ve Đşsizlik, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, Đstanbul. Berktay, F. (2000), “Kadınların Đnsan Hakları: Đnsan Hakları Hukukunda Yeni Bir Açılım”, içinde Đnsan Hakları, Yapı Kredi Yayınları, Đstanbul. BYDK (2004), Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü 2004 yılı Değerlendirme Raporu, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurumu, Ankara. Refah Devletinin Dönüşümünde Annelik Hakkından Çalışma ve Aile Sorumluluğu 71 Buğra, A. (2005), Yoksulluk ve Sosyal Haklar, Sivil Toplum Geliştirme Merkezi Derneği için hazırlanan Danışman Raporu, Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Politika Forumu, Aralık, Đstanbul. Buğra, A. (2006), “Yoksullukla Mücadele Hayırseverlik Değil,” Radikal Đki, Sayı 531, 10 Aralık, s. 1 ve 6. Buğra, A. - Sınmazdemir, N. T. (2005), Yoksullukla Mücadelede Đnsani ve Etkin Bir Yöntem: 8akit Gelir Desteği, Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Politika Forumu, Araştırma Raporu, Proje Kodu: 04C101, Đstanbul. Buğra, A. - Keyder, Ç. (2003), 8ew Poverty and the Changing Welfare Regime of Turkey, Prepared report for the United Nations Development Programme, UNDP, Ankara. Bock, G. (2005), “Refah Devletinde Yoksulluk ve Annelik Hakları”, içinde Kadınların Tarihi, 20. Yüzyılda Kültürel Kimliğe Doğru, Cilt 5, Duby, G. - Perrot, M. (Eds.), (Çev. Fethi, A.), T. C. Đş Bankası Yayınları. Chrissinger, M. S. (1980), “Factors Affecting Employment of Welfare Mothers”, Social Work, October, s. 52–56. DPT Müsteşarlığı (2001), Toplumda Kadın: Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, Özel Đhtisas Komisyonu Raporu, DPT, Ankara. DPT (2006), Türkiye’de Yaşlıların Durumu ve Yaşlanma Ulusal Eylem Planı, Ankara: DPT. EU Communication (2006), Communication From The Commission to The COU8CIL, The European Parliament, The European Economic and Social Commitee and The Committee of The Regions, A Roadmap For Equality Between Women And Men 2006-2010, Brussels, [http://europa.eu.int]. Doncan, J. G. - B. Gustafson vd. (1995), “Poverty and Social Assistance Dynamics in the United Kingdom, Canada and Eupora”, içinde Poverty, Inequlality and the Future of Social Policy, Western States in the 8ew World Order, K. McFate, R. Lawson W. J. Wilson (Eds.), Russel Sage Publications, New York. DPT Müsteşarlığı. (2001), Toplumda Kadın: Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, Özel Đhtisas Komisyonu Raporu, DPT , Ankara. Dye, T., (1994), Politics in America, Prentice Hall, New Jersey. Ecevit, Y. (2000), “Çalışma Yaşamında Kadın Emeğinin Kullanımı ve Kadın Erkek Eşitliği”, içinde Kadın-Erkek Eşitliğine Doğru Yürüyüş: Eğitim, Çalışma Yaşamı ve Siyaset, Đstanbul, TÜSĐAD-T/2000-12/290 Eğitim Sen (2006), Yasalarda Kadın, Mart. Ekim, B. (2006), “Avrupa Sosyal Modelini Savunmak”, Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Politika Formu Bülteni, Sayı 1, 09, 2006. Freidmann, J. (2001–2002), “Yoksulluğu Yeniden Düşünmek: Yetkilendirme ve Yurttaşlık Hakları”, (Çev. N. Oktik - F. Nas), Doğu-Batı, Yıl 4, Sayı 17. Friedman, M. (1988), Kapitalizm ve Özgürlük, (Çev. D. Erdek - N. Himmetoğlu), Altın Kitaplar, Đstanbul. 72 Đnsan Hakları Yıllığı, Cilt 27 Friedman, M. - Friedman, R. (1980), Free To Choose, Avon Pub. , New York. Gül, H. (2000), From Welfare to ‘Workfare’: A Comparative Analysis of the Factors behind the Differences in State Welfare-to-Workfare Policies Adopted After the 1996 Welfare Reform, yayımlanmamış doktora tezi, the University of Texas, Arlington, Texas. Gül, H. - Gül, S. Sallan (2007), “Sosyal Devletten Çalışma Refahına Geçişte Sosyal Haklar ve Yoksullar”, Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 40, Sayı 3, Eylül, s. 1–30. Gülmez, M. (2003), Avrupa Birliğinde Sosyal Politika Sosyal Politika, Türkiye-AB Koordinasyon Komisyonu, Ankara. Đnsan Hakları Derneği (ĐHD) (2002), Türkiye’de Đnsan Hakları Hareketi Konferansı, Yoksulluk ve Đnsan Hakları Konferansı 8ihai Rapor ve Sonuç Bildirgesi, 15–17 Kasım, http://www.sosyalhizmetuzmani.org/insanhaklaribakisi.doc, (5 Ekim 2006). ĐŞKUR (2006), Yıllık Faaliyet Raporu. www.iskur.org.tr ĐŞKUR (2007), Yıllık Faaliyet Raporu. www.iskur.org.tr Kamerman, S. B. (1995), “Gender Role and Family Structure Changes in the Advanced Industrlized West: Implications for Social Policy”, içinde Poverty, Inequlality and the Future of Social Policy, Western States in the 8ew World Order, McFate, K., Lawson, R. - Wilson, W. J. (Eds.), Russel Sage Publications, New York. KEĐG (2008), Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasa Tasarısı, Kadınlara 8asıl Bir ‘Sosyal Güvenlik’ Vaat Ediyor? Rapor, Kadın Emeği ve Đstihdamı Girişimi, Mart 2008. KESK (2004), “Sözümüzü Örgütlüyor, Hayat Değiştiriyoruz”, içinde II. Kadın Kurultayı, 22–24 Ekim 2004, Ankara. Kovancı, O. (2005), “The Third Sector and the Changing Welfare State”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt 61, Sayı 2, s. 157–174. Koon, R. L. (1997), Helping the Least Fortunate Become Less Dependent, NewYork, Garland Publishing. London. Lefaucheur, N. (1995), “ French Policies Towards Lone Parents: Social Categories and Social Policies”, içinde Poverty, Inequlality and the Future of Social Policy, Western States in the 8ew World Order, McFate, K., Lawson, R. - Wilson, W. J. (Eds.), Russel Sage Publications, New York. Marshall, T. H. (1963), Sociology at the Cross Roads, Heinemann, London. Marshall, T. H. (1975), Social Policy in the Twentieth Century, Hutchinson, London. Mead, L. (1986), Beyond Entitlement: Social Obligations of Citizens, Macmillian, NewYork. Murray, C. (1984), Losing Ground: American Social Policy: 1950-1980, Basic Books, New York Murray, C. (1994), “Does Welfare Bring More Babies?”, Public Interest, Spring, 115. Lowe, R. (1993), The Welfare State in Britain since 1945, St. Martin’s Pres, New York. Philips, A. (1995), Demokrasinin Cinsiyeti, (Çev. A. Türker), Yaylacık Matbaacılık Ltd., Đstanbul. Refah Devletinin Dönüşümünde Annelik Hakkından Çalışma ve Aile Sorumluluğu 73 Pearce, D. (1990), “Welfare is not for Women: Why the War on Poverty cannot Conquer the Feminization of Poverty”, içinde Women, State and Welfare, Gorden, L. (Ed.), Medison, University of Wisconsin Press. Plant, R. (1990), “The New Right and Social Policy: A Critique”, içinde Socail Policy Rewiev 1989–1990, Manning, N. - Ungerson, C. (Eds.), Longman, London. Rein, M. (1982), Dilemmas of Welfare Policy: Why Work Strategies Haven’t Worked, Prager Pub., NewYork. Roche, M. (1992), Rethinking Citizenship: Welfare, Idology and Change in Modern Society, Polity Pres, Cambridge. Rose, N. E. (1995), Workfare or Fare Work: Women Welfare, and Government Work Programs, Rutgers University Press., New Jersey Sallan Gül, S. - Gül, H. - Yılmaz, E. - Kiriş, H. M. (2004), “Yaşlı Yoksullara Yönelik Sosyal Yardımlar ve Isparta Örneği”, içinde I. Sosyal Hizmetler Şurası: Ön Komisyon Raporları ve Bireysel Çalışmalar, SHÇEK Genel Müdürlüğü, Ankara, s. 165177. Sallan, Gül, S. (2006), Sosyal Devlet Bitti, Yaşasın Piyasa!, (2. Baskı), Đstanbul, Ebabil Yayıncılık. Sallan Gül, S. (2005), “Türkiye’de Yoksulluğun Kadınsılaşması”, Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 38, Sayı 1, Mart, s. 25-45.. Sallan Gül, S. (2002),“Türkiye'de Yoksulluk Ve Yoksullukla Mücadelenin Sosyolojik Boyutları: Göreliden Mutlak Yoksulluğa”, içinde Yoksulluk, Şiddet ve Đnsan Hakları, Özdek, Y. (Ed.), Ankara, TODAĐE. Sallan Gül, S. - Gül, H. (2006), Sosyal Yardımlar ve Yoksulların Đstihdam Durumu, UNDP-Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı ve T.C. Başbakanlık Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü, Temmuz. Sohn, A. M. (2005), Fransa ve Đngiltere’de Đki Sava Arası Dönem”, içinde Kadınların Tarihi, 20. Yüzyılda Kültürel Kimliğe Doğru, Cilt 5, Duby, G. Perrot, M. (Ed.), (Çev. Fethi, A.), T.C., Đş Bankası Yayınları. SYDGM (2007) Başbakanlık Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü 2006 Yılı Faaliyet Raporu, Mart 2007, Ankara, www.sydgm.gov.tr. Sowell, T. (1987), A Conflict of Visions, Ideological Origins of Political Struggles, Morrow and Company, Inc., NevYork. Sunar, L. (2003), “Yoksulluğun Önlenmesinde Sivil Toplumun Rolü ve Gönül Kuşağı Derneği”, içinde Yoksulluk Sempozyumu Kitabı, 3. Cilt, Deniz Feneri Derneği Yayınları, Đstanbul. Süral, N. (2002), Avrupa Topluluğunun Çalışma Yaşamında Kadın-Erkek Eşitliğine Dair Düzenlemeleri ve Türkiye, T.C. Başbakanlık Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü, Ankara. Şenol, N., Đsat, Đ. - Sayın, A. (2004), Avrupa Birliğine Giriş Sürecine Đzleme Raporu, Kadınlar ve Erkekler Đçin Eşit Fırsatlar: Türkiye, Open Society, Đstanbul Politikalar Merkezi. 74 Đnsan Hakları Yıllığı, Cilt 27 Ünal, I., (1999), “ Kalkınma Kıskacındaki Eğitimin Bilançocu”, içinde Türkiye Cumhuriyetinin 75. Yılında Toplumumuz ve Eğitim, (Sempozyum Bildirileri ve Panel Tartışmaları), Tural, N. (Ed.), A. Ü. Yayınevi, Ankara. Thebaud, F. (2005), “Toplumsal Cinsiyet Araştırmaları”, içinde Kadınların Tarihi, 20. Yüzyılda Kültürel Kimliğe Doğru, Cilt 5, Duby, G. - Perrot, M. (Eds.), (Çev. A. Fethi), T. C. Đş Bankası Yayınları. Türk-Đş, ILO, UNFPA. ( 2005), Kadın Emeği Platformu Komisyon Raporları, Türk Đş Yayınları, Ankara. UNDP (2005), Report to the MDG+5 Summit, New York (14–16 September). World Bank (2005), Turkey: Joint Poverty Assessment Report Volume I: Main Report, The World Bank and the State Institute of Statistics.