Dini Milli değerleri uğruna Feda’yı can eden aziz şehidimiz Bekir ÇİFTER’in babası Sabit Amca ve Annesi Hayriye Anamıza; ülkücü gönüldaşlarımızın mücadelesini kitaplaştırıp tarihi belge olarak sunulmasında teşvik ve gayretlerinden dolayı kendilerine teşekkür ederiz… 1 KAYSERİ TÜRK-İSLAM ÜLKÜCÜSÜ ŞEHİTLER ALBÜMÜ “ÜLKÜCÜ HAREKET’İN” ÜLKÜLERİ VE TARİHİ GEÇMİŞİ Mehmet Esat Halit ŞAHİN Ne mutlu onlara ki Bir küfür batağının Şerrine “Dur” dediler. 2011 2 KAYSERİ TÜRK-İSLAM ÜLKÜCÜSÜ ŞEHİTLER ALBÜMÜ “ÜLKÜCÜ HAREKET’İN” ÜLKÜLERİ VE TARİHİ GEÇMİŞİ ARAŞTIRAN-YAZAN Mehmet Esat Halit ŞAHİN YAYIN KURULU Mete EKE İsmail ÜLGER Sabit ÇİFTER Mustafa ÖZTÜRK Necati ŞAHİN Mustafa SOLMAZ Resul ŞAHİN Ali BENLİ Alim GERCEL Ahmet KAPLAN Erhan SOLMAZ Mustafa TÜRKARSLAN Mehmet Esat Halit ŞAHİN YAYIN YÖNETMENİ Resul ŞAHİN- Mustafa TÜRKARSLAN-Ali ÇELİK-Yaşar ATİLLA İLETİŞİM KAYSERİ MHP İL TEŞKİLATI – KAYSERİ ÜLKÜ OCAKLARI Mehmet Esat Halit ŞAHİN Çorakçılar Mah. Cengiz Topel Cad. 25/A Melikgazi/ KAYSERİ 0352 320 95 86 Email: [email protected] 3 BİRİNCİ BASKI: ISBN: 975-569-109-X AĞUSTOS 2002 KAYSERİ ÜLKÜ OCAKLARI 1.000 ADET BASILMIŞTIR İKİNCİ BASKI: ISBN-978-605-5605-32-2 NİSAN 2011 2. 000 ADET BASILMIŞTIR HUKUK DANIŞMANI Avukat Tamer TANYELİ KAPAK-SAYFA DÜZENİ Mehmet Esat Halit ŞAHİN YAYINLAYAN MHP KAYSERİ İL TEŞKİLATI KAYSERİ ÜLKÜ OCAKLARI YAYINEVİ BİLGİLERİ Seyit Burhanettin Bulvarı Çınar Apt. No: 32/2 www.lacinyayinlari.com KAYSERİ Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayıncı Sertifika Numarası:16862 MATBA BİLGİLERİ Bu Kitap; Ücretsizdir Kayseri Milliyetçi Hareket Partisi İl Teşkilatı ve Kayseri Ülkü Ocakları Yayınıdır. 4 ŞEHİTLER HAKKINDA KUR’ANI KERİM’DEN AYET-İ KERİME’LER “Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin. Hayır, onlar diridirler. Fakat siz sezemezsiniz” (Bakara, 154) “Eğer Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz, Allah'ın bağışlaması ve rahmeti, (sizin için) onların topladıkları (dünyalıkları) ndan daha hayırlıdır. Andolsun, ölseniz de, öldürülseniz de Allah'ın huzurunda toplanacaksınız” (Al-i İmran, 157-158) “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar diridirler, rab'leri katında rızıklanmaktadırlar. Allah'ın lütfundan verdiği nimetle sevinçlidirler. Arkalarından kendilerine ulaşamayan kimselere de hiç bir korku olmayacağını ve üzülmeyeceklerini müjdelemek isterler. Onlar, Allah'ın nimetini, keremini ve Allah'ın, müminlerin ecrini zayi etmeyeceğini müjdelerler.” (Âl-i İmran, 169-171) “Müminlerdendir o erler ki Allah'a verdikleri ahde sadakat gösterdiler. Kimi adağını ödedi (canını verdi), kimi de beklemektedir. Onlar, ahidlerini hiç değiştirmediler” (Azhap, 23) 5 “Rableri onlara şu karşılığı verdi” ben erkek olsun, kadın olsun, sizden, hiçbir çalışanın amelini zayi etmeyeceğim. Sizler birbirinizdensiniz. Göç edenler, yurtlarından çıkarılanlar, yolumda eziyet edilenler, savaşanlar ve öldürülenler... Onların günahlarını elbette örteceğim ve Allah katından bir mükâfat olmak üzere, onları altından ırmaklar akan cennetlere de koyacağım. En güzel mükâfat Allah katındadır". (Âl-i İmran, 195) “O halde geçici dünya hayatını, ebedî ahiret hayatı karşılığında satacak olanlar, Allah yolunda savaşsınlar. Her kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse, her iki durumda da biz ona yarın pek büyük bir mükâfat vereceğiz.” (Nisa, 74) “Allah, müminlerden, canlarını ve mallarını, kendilerine cennet vermek üzere satın almıştır: Allah yolunda çarpışacaklar da öldürecekler ve öldürülecekler. Bu, Tevrat'ta da, İncil’de de Kur'ân'da da Allah'ın kendi üzerine yüklendiği bir ahittir. Allah'dan ziyade ahdine riayet edecek kim vardır? O halde yaptığınız alış-veriş ahdinden dolayı size müjdeler olsun! Ve işte o büyük kurtuluş budur.” (Tevbe, 111) “Allah yolunda hicret edip de sonra öldürülmüş veya ölmüş olanlara gelince, elbette Allah, onları güzel bir rızıkla rızıklandıracaktır. Çünkü Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır” (Hac, 58) 6 7 8 ASİL TÜRK UNUTMA ! “Muhterem milletime tavsiye ederim ki, sinesinde yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanlarında ve vicdanlarındaki asil cevheri tahlil etmek dikkatinden bir an feragat etmesin.” Türkiye Cumhuriyetinin Kurucusu Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK 9 UYARI VE İTHAF Ey Müslüman Türk Oğlu! Bu eline aldığın kitabın başlığında “Kayserili Türk İslam Ülkücüsü Şehitler Albümü” olarak yazılı ise de bunu bir ailenin resim albümü gibi algılayıp düşünme lütfen! Dinimizi, milletimizi, vatanımızı bölüp parçalayıp yok etmek için dıştaki hain düşmanlarımızın içerde kandırıp, aldatıp; parayla, silahla donatıp satın aldığı komünist uşakların Müslüman-Türk çocuklarına karşı hedefi belli, cephesi olmayan gayri-nizami cenkte hayatının baharında şahadet şerbetini içip; ebedi âleme yürüyenlerin destanlaşmış efsaneleşmiş cenk hatıralarını anlatan yazılı tarihi şeref ve iftihar belgesidir. Yazılı olmayan tarihi olaylar unutulmaya mahkûmdur. Tarihi belgelerden milletler ibret, ders ve hız alırlar, şeref ve iftihar duyarlar veya hüzün, acı duydukları da tarihi bilinen bir gerçektir. Büyük Türk milletine Cenab-ı Hak bir daha böyle acılı hüzünlü tarih nasip etmesin. Âmin! İthaf: Bu kitabı; dinimiz, milletimiz, cennet vatanımız uğruna şahadet şerbetini içip Cenab-ı Hakk’a yürüyen canımız, gülümüz, göz nurumuz, gönül süruru yiğitlerimiz olan bütün kahraman aziz şühedamıza armağan ediyoruz. Ruhları şad olsun. Âmin! Güllerin ateşini onu derenler bilir. Yüreğin atışını kalbe girenler bilir. Bilmez gülün kadrini pervane-veş yanmayan. Kıymetini güllerinin sırra erenler bilir. Yeter temiz gönüllerin anması, Toprak ana uyuturken koynunda bizi. Yarınkiler biçecektir ektiğimizi. Yeşermesi ektiğimiz tohumun haktır. İşte o gün ruhlarımız şad olacaktır. 10 Aziz Dava Arkadaşlarım Size, ailenize ve aziz milletimize huzur ve esenlikler diler, en iyi dileklerimle sevgi ve saygılarımı sunarım. Sevdalısı olduğumuz büyük Türk Milleti'nin asırlık Türk milliyetçiliği düşüncesini bir siyasal yönetim projesi haline getirerek, siyasi imtihan sahasına çıkışımızın üzerinden kırk uzun yıl geçmiştir. Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'nin 8-9 Şubat 1969 tarihinde yapılan kongresi; bugün artık Türkiye siyasetinde sağlam bir zemin bularak derinlere kök salmış olan Milliyetçi Hareket Partisi'nin doğuşunu müjdeleyen çok önemli bir dönüm noktasıdır. Bu tarihten itibaren, yürekleri vatan ve millet için çarpan milliyetçiler, siyasal temsil yönünden aradıkları kimliği, kurumu ve kucaklamak istedikleri gönülleri "üç hilâl"in etrafında bulmuşlardır. Partimizin siyaseten tutunması elbette kolay gerçekleşmemiş; millet sevgisinden başka sevdası ve sermayesi olmayan fedakâr kadroların yıllarca ve en ağır şartlar altında verdikleri muhteşem bir şerefli mücadelenin adım adım ulaşılan neticesi olmuştur. İlk yıllarında, kurucusu ve lideri merhum Alparslan TÜRKEŞ Bey ve dava arkadaşlarının eseri olan milliyetçi-ülkücü gençliğin 11 Türkiye'miz için duydukları milli kaygıları, apartman dairelerinde, düğün salonlarında, yurt odalarında buluşarak paylaştıkları heyecanlı ve uzun sohbetlerden, sabırla ve inançla sürdürülen çözüm arayışlardan bugünkü seviyelere iftiharla ulaşılmıştır. Milliyetçi Hareket Partisi'nin kararlı, onurlu ve ilkeli yolculuğunda, bugün inkâr edilemeyecek bir siyasal güç haline gelmiş olması, bu kırk yıl içerisinde harekete gönül vermiş, omuz vermiş, emek vermiş ve elbette ki öncelikle can vererek şehit olmuş aziz kahramanların eseridir. Yıllar önce yalnızca bir ilden ve sadece bir milletvekilinden başlayan zorlu siyasallaşma süreci bugün ne mutlu ki, Türkiye'nin tamamını kapsayan bir derinliğe ulaşmış, parlamentoda ise ciddi ve kalıcı bir temsile kadar yükselmiştir. Elde ettiğimiz bu birikim, tecrübe ve kazanım artık partimizi, ülkemiz ve milletimiz için duyduğumuz sevgiyi ve heyecanı ancak tek başına iktidarla gerçekleşecek bir siyasal hedefe kilitlemiştir. Bu hedefe ulaşmak; öncelikle kurucu dava büyüklerimize olan gönül borcumuz; sonra aziz milletimize layık olduğu refah ve huzuru, kutlu devletimize ise ihtiyacı olan gerçek bağımsızlık ve liderliği sağlamak için vazgeçilmez inancımızdır. Tarihin hep haklı çıkardığı siyasi vizyonumuzu rehber aldığımızda, bugün beka düzeyinde vahim bir süreçten geçen ülkemizi yaşadığı buhrandan bir an önce çıkartabilmek görevi de, ruhu ve benliği Türkiye sevdası ile yanan Milliyetçi Harekete düşmektedir. Milletler mücadelesinin küresel boyutlar kazanarak alabildiğine tırmandığı günümüzde, milletimiz ve devletimize yönelik her tehlikenin ve tehdidin şuurundayız. Fakat dibi görünmeyen kuyulardan su çekmekten ısrarla kaçınan siyasetimizin doğru zamanda, doğru adımlarla ve doğru yerde yapılırsa anlam kazanacağına inanıyoruz. Doğru zamanda uygulayacağımız yanlış bir siyasetin bizleri ve bize umut bağlamış milletimizi felakete götüreceğini biliyoruz. Yanlış zamanda uygulayacağımız doğru siyasetin de bize ve bize inanlara zarar vereceğinin farkındayız. Bu tarihi harekete, kırk yıllık süre içinde ve hangi süreçte olursa olsun gönül vermiş, elini taşın altına koymuş bütün kardeşlerimi doğru yerde, doğru zamanda, doğru fikirler ile yeniden buluşmaya davet ediyorum. 12 Böylesi bir kucaklaşma, eminim ki bir dönüm noktası olacak, milliyetçi-ülkücü irade bu katılımlardan alacağı güçle, Türklüğün makûs talihini de yenmek üzere çıktığı yolda hedefe daha hızlı ulaşarak milliyetçilik meşalesini ülkü yolunda gururla taşımaya devam edecektir. Bağımsızlığı zedelenen, değerleri hırpalanan, şerefi ve haysiyeti yara alan, yorgun ve yoksul düşürülmüş milletimiz, tek güvencesi olan Milliyetçi Hareket'ten yükselen sese kulak vermekte, onurlu ve aydınlık bir geleceğin müjdesini hasretle beklemektedir. Bugün, geçmişte yaşanan kırgınlıkları ve küskünlükleri aşma günüdür, gönül ve ülkü birliği yaparak, omuz omuza yürüme zamanıdır. Çünkü as olan millet varlığının devamlılığıdır. Bu itibarla, aziz vatanımızı ve büyük milletimizi temiz ve içten duygularla seven herkesin yerinin Milliyetçi Hareketin safları olması gerektiğine samimiyetle inanıyoruz. Milliyetçi Hareket Partisi 40 yıllık siyasal birikimin temsilcisi olarak, her arkadaşımızın bu eşsiz emanet üzerinde ödenemeyecek manevi hakları olduğunu düşünmektedir. Burası sizlerin baba ocağı ve ana kucağıdır. Milliyetçi Hareket, bu kutlu davaya inancını ve sadakatini yüreğinin bir köşesinde saklayan bütün kardeşlerini yuvalarına dönmeye ve geleceğin Türkiye'sinin inşasına taş koymaya çağırmaktadır. Türk milletini ebediyete taşıyacak bu yolculukta, bize yol arkadaşlığı yapacak bütün dava arkadaşlarımı, ülküdaşlarımı ve vatansever yürekleri Milliyetçi Hareketin bayrağı altında toplanmaya davet ediyorum. Siyasetimiz, milletin ve devletin bekasını merkeze alan bütün vatandaşlarını toplayacak kadar bütünleştirici; hareketimiz ise bir vesile ile ayrı düşerek üç hilâlde gönlü kalan bütün arkadaşlarını kucaklayacak kadar kapsayıcıdır. Konuyu takdirlerinize sunar, daha nice kırk yıllara ulaşacak olan Milliyetçi Hareket Partisi'ne ve asırları aşacak olan Türk milliyetçiliğine vereceğiniz destek için yüreğinizin ve bahtınızın açık olmasını, 2010 yılının ise hayırlar getirmesini dilerim. Saygılarımla Dr. Devlet BAHÇELİ Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı 13 Mete EKE Milliyetçi Hareket Partisi Kayseri İl Başkanı 14 Bayrak inmesin, ezan dinmesin, bu aziz vatan bölünmesin, Türk Milleti ilelebet payidar kalsın ülküsüyle hareket eden henüz bıyığı ter tutmamış, fidan gibi yiğitler, inandıkları ülkü uğruna canlarını feda ettiler. Onların sevdası, onların duygusu, onların dünü geleceği Türk Milletiydi. Onun içindir ki bu uğurda can vermeyi, şehit olmayı kendilerine mübarek bir görev sayıyorlardı. Çünkü ataları da öyle yapmıştı. Hoca Ahmet Yesevi’nin gönül erlerinin keşfettiği, Sultan Alparslan’ın fethettiği, yani vatan yaptığı, 1071 tarihinden günümüze kadar canından aziz bildikleri bu mübarek topraklar uğruna baş koymuş ve can vermişlerdir. Onlar vatan deyince “ mamur şehirleri, işlek caddeleri, verimli toprakları, mümbit ovaları “ olan yerler olmadığını, her karış toprağı şehit kanlarıyla sulanmış şairin ifade ettiği gibi “ şu heda toprağı sıksan şu heda” olarak biliyorlardı. Böylesine büyük bir mirası devralmışlar, böylesine yüce bir davayı omuzlamışlar dı. Onlar ataları gibi gönül erleriydi. Onlar da kin yoktu, nefret yoktu. Sevgi vardı, muhabbet vardı. Yaratılanı yaradan dan ötürü seviyorlardı, sevgi tohumları ekmek istiyorlardı, gül bahçesine. “Eller silah değil, kalem tutmalı” diyorlardı. 15 Ülkü ocağının ateşini, gönül ocağında yakmak istiyorlardı. Gerçekten de hamdılar, piştiler ve yanmışlardı. Tek dert ve düşünceleri vatanım ve milletim diyerek, onların başı dik, karnı tok, onurlu duruşuyla dünya ya örnek bir millet olmalarını istiyorlardı. Üzerlerindeki vebalin bu olduğunu biliyor, her türlü sömürücü emperyalizmin bu topraklarda yeri yoktur diyerek bütün dünyaya haykırıyorlardı. Bu ulvi gayeleri kendilerine şiar edinen yiğitleri birer birer şehit ettiler. Ruhi Kılıçkıran’ la başlayan hazan rüzgârında beşbine yakın ana kuzularını şehit ettiler, ama onlar hakka yürüdüler. Yüce Allah bir ayetinde şöyle buyuruyor.”Allah yolunda ölenlere ölüler demeyiniz, gerçekte onlar diridirler fakat siz göremezsiniz” evet onların ruhaniyeti bizler le her yerde beraber. Ne güzel söylemiş şair” vurulup anlından tertemiz uzanmış yatıyor, bir hilal uğruna yarab ne güneşler batıyor. Ruhları şad, mekânları cennet olsun. Mete EKE Milliyetçi Hareket Partisi Kayseri İl Başkanı 16 Türk Milleti tarih boyunca pek çok defa sıkıntılı dönemler yaşamıştır. Ve ne zaman zora düşse kendi içerisinden kahramanlar çıkarmıştır. Bilinen ilk Türk Hükümdarı Mete Handan bugüne kadar yazılı kaynaklarda ve destanlarda bunu görmek mümkündür. İşte bu kahramanların son halkası 1980 öncesi ülkemizi kuşatan kominizim illetine karşı canlarını ortaya koyan Ülkücü Şehitlerimizdir. Rahmetli Başbuğumuz Alparslan TÜRKEŞ’in liderliğinde Ülkücü Gençlik, vatanımızın Sovyetlerin uydusu olmasına müsaade etmemiştir. Türk İslam davasının çok acılı sancılı günleri olmuştur. 12 Eylül ve öncesi; uğruna mücadele verdiğimiz bütün değerleri ateşten gömlek yapıp üzerimize giydiğimiz ve öylece Cenab-ı Allaha yürüdüğümüz bir dönem olarak hala zihinlerde yerini korumaktadır. 17 Onlar; emirlerini Moskova’dan alan, yurdumuzda din adına, milli değerler adına her şeyi kökten söküp yok etmek isteyenlere karşı, vatanın ve bayrağın savunucusu olmuşlardır. Onlar; ebed müddet olarak gördüğümüz devletin egemenliğini, hiçbir dönem devletsiz kalmamış bir milletin bölünmezliğini savunan Yusuf Yüzlülerdir. Merhum Başbuğumuz Alparslan TÜRKEŞ diyor ki: “Ülküsüz insan çamurdan farkı olmayan insandır.” İşte o yiğitler ülküleri için yaşamış, bu yola baş koymuş, ant içmiş, ahdetmiş, hem anadan, hem babadan, yardan, serden geçmiş vatan evlatlarıdır. Saygıdeğer Şehit yakınlarımızın da şunu bilmesini istiyorum ki; Sizler bir evladınızı toprağa verdiniz ama binlerce evlat kazandınız. Bir ölüp bin dirilen bir davanın şanlı sayfalarında yerinizi aldınız. Bizlerde sizin evlatlarınız olarak sizleri ve aziz şehitlerimizi unutmadık unutmayacağız. Bizlere düşen görev Şehitlerimizi ve onların verdiği mücadeleyi anlamak, unutmamak ve unutturmamaktır. Çünkü biz inanmaktayız ki; Unutmak Tükenmektir! İşte bu amaca uygun olarak Kayserili Ülkücü Şehitlerimizi ve onların uğruna can verdikleri kutsal değerlerimizi unutturmamak ve tarihe not düşmek adına bu çalışma yapılmıştır. Bu eserin hazırlanmasında maddi, manevi yardımda bulunanlara şahsım ve Kayseri Ülkü Ocakları adına teşekkür ediyorum. İsmail ÜLGER Ülkü Ocakları Kayseri İl Başkanı 18 Şehitlere ölüler demeyiniz, onlar bilakis diridirler. Türk Milleti ve Türk Devleti ülkücü şehitlere çok şey borçludur, onlar milletin ve devletin bekası ve varlığı için canlarını verdiler. Onları unutmadık unutmayacağız. Onları unutmayan ve unutmamak amacıyla bu kitabı hazırlayanları ve emeğini esirgemeyenleri tebrik ediyorum, onlara teşekkür ediyorum. Kitap uzun bir çaba ve gayretli bir çalışmanın ürünüdür. Kitap “Ülkücü şehitleri” konu almaktadır. Ülkücü şehitler her türlü emperyalizmin hedeflerine engel olabilmek için inandıkları dava uğruna canlarını çekinmeden vermişlerdir. Kimdir bu ülkücüler ve ülkücülük ? Kısaca belirtecek olursak; Ülkücülük veya idealizm insan kafasının içinde elde edilmesi, varılması en mükemmel, en güzel, kendisini mutlu edecek hedeflerin tasarlanması ve bu hedeflerin gerçekleştirilmesi için arzu gösterilmesi ve çalışılması anlamını taşır. 12 Eylül öncesinde emperyalizm çeşitli kollardan ülkemizi yutmaya çalışırken, emperyalizmin yerli işbirlikçileri tarafından ülkemiz "emperyalizmin zayii halkası" ilan edilmiş; devlet varlığımıza, millet ve vatan bütünlüğümüze karşı bir örgütlü istila hareketi başlatılmıştı. Bu hareketin karşısında birtakım devlet güçleri çaresiz, şaşkın, kararsız bir halde bulunurken bir kısım yerli işbirlikçiler bunlara destek oldular. İşte bu noktada bir tek “milliyetçiler”, “Milliyetçi Hareketçiler”, “Ülkücüler” devlet 19 varlığına, millet ve vatan bölünmezliğine sahip çıkmanın davacıları olarak ortaya çıktılar. Millet hayatımız ve milli tarihimiz açısından şerefle hatırlanacak ve yazılacak bir mücadeleyi yürüttüler. Ve o günlerde 5.000 den fazla şehit verdiler. Bugün ülkemizde saldırı noktaları, yolları, türleri, araçları yerli işbirlikçileri değişmiş ve çeşitlenmiş olarak benzer tehlikeler vardır. Bu benzer tehlikeler karşısında ülkücüler yine tam bağımsızlık, devlet ve millet bekası için dimdik ayakta duracaktır. 21. yüzyılda lider ülke Türkiye hedefine ulaşmak için Milliyetçi hareketi iktidara getirmek için çabalarını harcayacak, güçlerini birleştirecektir. Ülkücü ve ülkücülük her şeyden önce Türk Milletinin ahlakta, maneviyatta, insanlık duygularında en yüksek seviyede bulunması, yaşaması ve ilimde, teknikte dünyanın en ileri gitmiş varlığı haline gelmesi ve ekonomik açıdan kalkınmış, tarımını modern tekniğe göre geliştirmiş ve modern sanayinin kurmuş, refahlı bir toplum haline gelmesi, Türk toplumu için bir Türk milliyetçisinin düşüneceği ülkünün esaslarından mühim bir kısmını teşkil etmektedir. Ülküsüz insan dümensiz, pusulasız bir gemi gibidir. Bunun için her Türk milliyetçisi mutlaka ülkücü olacaktır, mutlaka ülkü sahibi bulunacaktır. Hem milli ülkü sahibi olacaktır, hem insani ülkü sahibi olacaktır, hem de kendi mesleğiyle ilgili ülkücü bir kişiliğe sahip olacaktır. Ülkülerin gerçekleşmesi yolunda bir takım hedefler vardır. Türk tarihinde bu hedefler her zaman olmuştur ve "kızılelma" sözüyle ifade edilmiştir. "Kızılelma" ülkü yolunda kat edilmesi gereken mesafeyi, alınması gereken hedefi gösterir. Ülküler bir insanın ömrü içinde gerçekleşmeyebilir. Fakat milletin hayatı içinde bu hedeflere varılabilir. Milliyetçi Hareket, milli devlet ülküsüne inanır. Milli devlet, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan her Türk vatandaşını kucaklayan, bağrına basan bîr devlet biçimidir. Bizim gözümüzde, Türk milleti; bölge, mezhep veya parti ayırımı kabul etmeksizin, bölünme kabul etmez katsal bir bütündür. Milli devlet, vatandaşları bölge, mezhep farkı gözetmeksizin Allah'ın birer mukaddes emaneti olarak görür, milli devlet, her türlü, sosyal, ekonomik, siyasi imtiyazlara karşıdır. Milli Devlette, bölücülük yok; birlik, bütünlük vardır. Milliyetçi Hareket, milli devlet ülküsü içinde tüm vatandaşlarımızı bütünleştirecek Türklük ülküsü ile yoğuracaktır. Sonuç olarak “Ülkücülük hatırlamaktır” düsturu ile, ''Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin. Onlar hayattadırlar lakin sizler hissetmezsiniz''(Bakara,154) ayetini hatırlatıyor; ülkücü şehitlerimizi unutmayan ve hatırlatan kitabı hazırlayan tüm emeği geçenlere tekrar teşekkür ediyor, bu dava uğrunda can veren şehitlerimize Allahtan Rahmet Diliyorum. Ruhları Şad Olsun! Serkan TOK Milliyetçi Hareket Partisi Kocasinan İlçe Başkanı 20 Şan ve şerefle dolu bir mazi ve Türk milletinin evlatları olarak bu maziden gurur duyduk ve gurur duymaya devam edeceğiz. Türk İslam Ülkücüleri bedel ödemiş bir hareketin mensupları olarak, bedel ödeyen, kanları ile, canları ile bu kutlu davaya ışık tutan şehitlerimizi ve onların şanlı mücadelelerini nesilden nesil’e taşıyacağız. Bu kutlu davaya can veren şehitlerimiz, gazilerimiz, emin olsunlar, son nefes, son nefer, son damla kana kadar mücadelemiz devam edecektir. Bu kutlu davaya can verenler ve onların şanlı mücadeleleri hep yolumuzu aydınlatacak, her dara düştüğümüzde onların onurlu şahsiyetlerinden ve mücadelelerinden fey’z alacağız. 21 Tarih bütün cihana, Ülkücü hareketin engellenemeyeceğini ve Milliyetçi Hareketin durdurulamayacağını gösterecektir. O yiğitler, bu vatanı, bu milleti karşılıksız sevdiler ve onun için hizmet ettiler, bunu da canları ile ödediler. Tıpkı geçmişte atalarının şuheda vatan toprağının her karışını şehit kanı ile sulayıp vatan yaptığı gibi. İçerisinde bulunduğumuz dönem ve bizden sonraki dönemlerde, yetişen yeni nesil bilmelidir ki, bu davaya can veren Ülkü devleri, onlardan, davalarını yaşatmalarını ve yüceltmelerini beklemektedir. Şehitlerimiz, davaları muzafferiyete erdiği anda ruhları rahata erecektir. Ey bu davaya can veren, kan veren Ülkü devleri; Sizin uğrunda canınızı verdiğiniz bu davayı yüceltmek için uğraşacağız. Bize bıraktığınız bu yüce davayı yüceltmek bizim boynumuza borçtur.Başbuğ’un izinden gitmeyi ve davayı yaşatmayı Cenab-ı Allah bize nasip eder inşallah. Allah bütün Ülkücü şehitlere gani gani rahmet eylesin. Unutmak tükenmektir, unutmak ihanettir. Yılmadan, yıkılmadan başarana kadar mücadelemiz sürecek, şehitlerim, gazilerim, nur içinde yatsınlar. Emanetin sahipleri olan bizler, emaneti biliyor, bunun gurur ve onuru ile bu kutlu davayı onlara yakışır şekilde temsil etmek için gayret sarf ediyoruz. Mekânları cennet olsun, nur içinde yatsınlar. Dr. Güven HOCAOĞLU Milliyetçi Hareket Parti Melikgazi İlçe Başkanı 22 ÜLKÜCÜ HAREKET Mustafa ÖZTÜRK Ülkücü hareket kavramı, milliyetçi lider Alparslan TÜRKEŞ’in CKMP’nin genel başkanı seçildiği tarihten itibaren başlayan ve günümüzde de aynı ilke ve hedefler doğrultusunda devam eden hareketi ifade için kullanılan bir kavramdır.1965’te başlayan hareket, 12 Eylül 1980 darbesiyle kesintiye uğramış, ciddi yaralar almış ama kısa sürede toparlanarak yoluna devam etmiştir. Ülkücü hareketi başlatan lider, Alparslan TÜRKEŞ’tir. Bunu tartışmak bile doğru değil. Ancak, hiçbir siyasi ve ideolojik hareket birdenbire başlamamıştır. Dolayısıyla, ülkücü hareketin de bir kökü ve temeli olması gerekir. Ülkücü hareket’in dayandığı ve benimsediği fikir, Türk milliyetçiliğidir. Bu nedenle, ülkücü hareket, Türk milliyetçiliğinin tarih boyunca kazandığı değerleri ve tecrübeleri bünyesinde toplamış bir hareket olarak ortaya çıkmıştır. İşte bu yüzdendir ki Türk ülkücüleri, Bilge Kağan’dan ATATÜRK’e tüm Türk milliyetçilerine sonsuz bir sevgi duymuşlardır. 23 Ülkücü Hareket’in fikri ve ideolojik kökü Orhun Anıtları’na kadar gitmekle beraber; Osmanlı Devleti’nin dağıldığı dönemde ortaya çıkan Türkçülük akımından çok etkilendiği bir gerçektir. Türk ülkücüleri, her zaman, Ziya Gökalp’ı Türk milliyetçiliğinin fikirdeki önderi kabul etmişlerdir. Ülkücülerin en çok sevdiği, hatta hayran olduğu bir başka şahsiyet de Hüseyin Nihal ATSIZ’dır. ATSIZ’ın davası için her çileye katlanan kişiliği onları çok etkilemiştir. Ülkücülerin Alparslan TÜRKEŞ’i bir lider olarak benimsemelerinde, 3 Mayıs 1944 Türkçülük Hareketi içinde yer alıp tutuklanmasının büyük rolü olmuştur. 27 Mayıs 1960 ‘ta Türkiye radyolarında Alparslan TÜRKEŞ adını duyan Türk milliyetçileri, hemen 3 Mayıs 1944’ü hatırladılar. Hindistan’dan döndükten sonra da büyük bir inanç, güven ve karalılıkla peşinden gittiler. 3 Mayıs 1944’ün kadrosunda yer alıp ATSIZ’la ülküdaş olması yanında Türk Silahlı Kuvvetleri’nden gelmesi ona güvenmek için yeterliydi. Rahmetli TÜRKEŞ çok geniş bilgi birikimi olan, Türk tarihini çok iyi bilen ve ondan dersler çıkaran, dünya ve Türkiye’deki olayları günden güne izleyen bir liderdi. O’na önceleri “Albayım” diye hitab ederdik. Daha sonra; O’ndan bahsederken “Başbuğ” denilmesi, “O’nun tüm Türkleri toparlayacak, kurtarıcı bir lider olarak görülmesindendir.” diye düşünüyorum. Ülkücü Hareket, Alparslan TÜRKEŞ’in esaslarını belirlediği 9 ışık Doktirini’ni bir kalkınma yolu olarak benimsemişti. Liberal kapitalizm ile marksist sosyalizmin kıyasıya çatışıp Türkiye’ye dayatıldığı bir devirde 9 Işık Doktrini, milli ve yerli bir doktrin arayanlara bir ilaç gibi yetişti. 9 Işık bir ilkeler demetidir. Bu ilkeler: milliyetçilik; ülkücülük; ahlakçılık; ilimcilik; toplumculuk; köycülük; hürriyetçilik ve şahsiyetçilik; gelişmecilik ve halkçılık; endüstricilik ve teknikçilik’tir. 24 Dikkat edilirse, ATATÜRK ilkelerinin biraz daha genişletilmiş, çağa uyarlanmış şeklidir. 9 Işık ilk yayınlandığında küçük bir kitapçıktı. Ancak etkisi çok büyük oldu. Artık Marksistlere ve liberal-kapitalizme karşı bizim de bir doktrinimiz vardı. Türkiye’nin sorunlarını nasıl çözeceğimizi biliyorduk. Göğsümüzü gere gere: “Ne kapitalizm ne komünizmMilliyetçi Toplumcu yol” diyebiliyorduk. Türk toplumuna, Marksizm ve kapitalizm dışında “üçüncü yol” önerimiz böyle başladı. Küçük bir risale olan 9 Işık üzerine makaleler, kitaplar yazıldı. Milliyetçi fikir adamlarının da katkılarıyla 9 Işık Doktrini kitlelerin dilinde ve gönlünde yer etti. 1965’i takip eden yıllarda milliyetçi neşriyat kapış kapış satılırdı. Onları okuyarak gelişmeleri takip eder, ne yapmamız gerektiğini de milliyetçi yazarların yazılarındaki mesajlarla belirlerdik. Önceleri örgüt ve örgütlenme diye bir şey yoktu. İlk olarak Genç Ülkücüler Teşkilatı kuruldu. Sınırlı sayıda şubesi vardı. Sonra, özellikle üniversitelerde Ülkü Ocakları kuruldu ve hızla yayıldı. Çünkü kendilerini devrimci diye adlandıran ve Marksist komünist ideoloji’yi benimseyen gençler, kendileri gibi düşünmeyen gençleri okullara sokmuyorlardı. Bu gençler de örgütlenmek ihtiyacı duyuyorlardı. Ülkü Ocakları işte böyle bir ortamda adını duyurdu ve Türkiye’nin her yerinde örgütlendi. O günkü siyasi iktidarlar gençler arasındaki, zaman zaman, öldürmelere varan mücadeleyi hep yanlış değerlendirdiler, bir sağsol kavgası olarak gördüler. Hâlbuki öyle değildi. Marksist sosyalistler devrim yoluyla Türkiye’de komünist diktatörlük kurmak istiyorlardı. Bunun için de 1917’de Rusya’da olduğu gibi bir devrimi adım adım oluşturmaya çalışıyorlardı. “Devrim kanla yazılır” diye silaha sarılıyor ve terörü metod olarak benimsiyorlardı. Bu nedenle kendilerine baş eğmeyen ülkücülere saldırdılar ve binlercesini şehit ettiler. Ülkücüler ise nefsi müdafaada kaldılar.12 Eylül ihtilali’nden 25 sonra Marksist-leninist örgütlerden ele geçirilen silahlar, onların işi hangi noktaya götürdüklerinin kanıtıdır. 1980 öncesinde aşırı sol veya komünist kesim hiç millici-uluscu değildi. Marks, Engels, Lenin, Troşki, Mao önder kabul edilir, ATATÜRK bile üst yapı devrimcisi diye tenkit edilirdi. Belli başlı sloganlarından biri de “Yaşasın Türkiye halklarının özgürlük savaşı” sloganıydı. Ülkede kanlı bir kardeş kavgası çıkararak özledikleri devrimi gerçekleştireceklerini ummuşlardı. Ancak emellerine ulaşamadılar. Çünkü ülkücüler tüm oyunları bozdu. Ülkücü Hareket’in yaptığı en büyük görev de bu noktada ortaya çıktı: Türkiye’nin Sovyetler Birliğinin güdümündeki komünist bir ülke olmasını Türk ülkücüleri engelledi. Bu basit veya önemsiz bir olay değil; Türkiye’nin bağımsızlığının; milli birliğinin; demokrasinin korunması hadisesidir. Ülkücüler devletin askeri ve polisiyle mücadele etmedi devleti devirmeye; ülkeyi parçalamaya çalışmadı. Bunları yapan teröristlere imkânları ölçüsünde karşı koydu, kendini feda etti. Bu yüzden 12 Eylül yönetiminin ülkücülere kötü muamelele yapmaları, hiç adil olmamıştır. 12 Eylül’ün mahkemelerinde ülkücülere en çok söylenen söz şudur: Siz bu ülkenin polisi misiniz, jandarması mısınız? Vatanı, devleti korumak size mi kaldı? Bu sözleri söyleyenler ve siyasi iktidarlar görevlerini hakkıyla yapsalardı, komünist tedhiş ve terörü engelleselerdi, bir ülkücünün can havliyle ortaya atılıp vatan müdafaası yapmasına gerek kalır mıydı? Ülkücüleri bu şekilde suçlayanlar, acaba bugün de böyle mi düşünüyorlar; çok merak ediyorum. 1965-1980 arasındaki ülkücü nesil gibisi bir daha gelir mi bilemiyorum. Ancak, Batı emperyalizminin dayattığı “Kürt açılımı” ile Türkiye’nin yine bir kargaşa ve çatışma ortamına sürüklenmek istendiğini üzülerek görüyor ve biliyorum. Çünkü ABD ve AB, Türkiye’yi etnik temelde yeniden tanzim etmek ve İstiklal savaşıyla 26 kurduğumuz milli-üniter devleti yıkmak istiyor. Bunu nasıl yapacak? Türk’ü kürd’ü birbirine düşman edip ayrıştırarak, etnik farklılıkları kaşıyıp abartarak, iç savaş ve ayaklanmalar çıkararak yapacak. Türkiye hızla bu felakete sürükleniyor. Bu meseleyle ilgili olarak, Milliyetçi Hareket’in Lideri Devlet Bahçeli, “Kürt açılımı” nı gündemine alan AKP Hükümetini uyarmış ve tarihi bir tepkide bulunmuştur. Hükümet bu yanlıştan dönmez ise, Milliyetçi Hareket tepkisine, mutlaka devam edecektir. Mücadelenin giderek sertleşeceğini tahmin etmek hiç de zor değil. Paha biçilmez tecrübeler yaşayan Türk ülkücüleri, herşeye rağmen, yine milli ve üniter devletin, vatan ve milletin bölünmez bütünlüğünün yanında yerlerini alacaklardır. Ancak, Türk ülkücüleri olarak isteriz ki başta siyasi iktidar olmak üzere herkes; Anayasa’ya ve diğer yasalara saygı göstersin, uysun, kimse devletin temelleriyle oynamasın. Aksi halde, öyle bir fırtına geliyor ki bu fırtınadan herkes zarar görecek, sadece biz Türkler değil. Ülkücü Hareket, meşruiyetçidir, yasalara uyar ve saygı duyar. Bu nedenle, mücadelesini yasalar çerçevesinde ve yasalara dayandırarak yapacaktır. Ülkücü Hareket, Türk milletinin hakkını korumak için vardır. Bu yönüyle Milli Mücadeleyi başlatan Müdafa-i Hukuk hareketine benzer. Ülkücü Hareket; gücünü Türk milletinden ve onun değerlerinden alır. ABD ve AB fonlarıyla beslenen ve sonra da Türklüğe saldıran örgütlerden değildir. Ülkücü Hareket Türk milletine dayandığı ve onun hukukunu savunduğu için haklıdır. Haklı olduğu ve Hakk’ı savunduğu için her zaman güçlü olmaya mecburdur. 27 KAYSERİ’DE ÜLKÜCÜ HAREKET Mustafa ÖZTÜRK Ülkü (ideal, mefkûre), ulaşılmak istenen hedef; ülkücü, ülküye çıkar gözetmeden bağlı olan kişi; ülkücülük de ülkünün belirlediği fikir ve davranışları, bir yaşama biçimi olarak benimseme halidir. Türkiye’de “ülkü, ülkücülük” denildiği zaman, Türk millî ülküsü ve buna inanan insanların yaptığı mücadele akla gelmelidir. Türk ülküsü tarihte “Kızılelma” diye adlandırılmıştır.20’nci yüzyılın başında, Türkçülük akımının güç kazanması üzerine “Türklerin birliği” anlamını taşıyan “Turan” sözcüğü ile ifade edilir olmuştur. Konuya bu açıdan bakıldığında, Türk ülkücülüğünün kökleri çok eski çağlara kadar dayanır. Ancak, Türk ülkücülüğünün bir siyasi partinin programına girmesi ve temel ilkelerinden birisi olarak öne çıkarılması 1965’te Alparslan TÜRKEŞ’in siyasete atılmasıyla başlamıştır. Türk ülkücülerinin “Başbuğ” ünvanını uygun görüp içtenlikle bağlandıkları Alparslan TÜRKEŞ, kaleme aldığı “Millî Doktrin: 9 Işık” ta ülkücülük ilkesine geniş yer vermiş, hatta bu millî doktrini, Türk milletinin birliğini sağlamak amacıyla yazmıştır. Bu nedenle, “ülkücü hareket” denildiği zaman, 1965’te Alparslan TÜRKEŞ’le başlayan, bugün Milliyetçi Hareket Partisi ile devam eden siyasi aksiyon ile buna kalben bağlı kişi ve kuruluşların faaliyetleri anlaşılmaktadır. Kayseri’de Türk ülkücülüğünün ilk filizlendiği yer Türk Kültür Derneği’dir. 1957 yılında Kayserili aydınların kurduğu bu dernek, Belediye İş hanının ikinci katında yer alıyordu. Orada milletin sorunları konuşulur, tartışılır, anma toplantıları yapılırdı. Buraya gelen her genç, o zamana kadar hiç duymadığı millet, milliyetçilik, millî ülkü gibi kelimelerle tanışır, sanki yeni bir dünyaya dalardı. Türk Kültür Derneği’nde en çok Hüseyin Nihal ATSIZ, Nejdet SANÇAR, Peyami SAFA, Mümtaz TURHAN, Osman TURAN, 28 Osman Yüksel SERDENGEÇTİ gibi yazar ve fikir adamları okunurdu. Türk Kültürü, Türk Yurdu, Orkun, Toprak, Millî Yol, Ötüken, Fedâi, Yol dergileri ellerden düşmezdi. Türk Kültür Derneği bir okul gibi pek çok Türk ülkücüsü yetiştirdi. Bunlar, hem milliyetçi-ülkücü kuruluşlarda, hem de devlet kademelerinde memur ve bürokrat olarak davaya hizmet ettiler ve etmektedirler. 1965’i takip eden yıllarda önce Genç Ülkücüler Teşkilatı, sonra bunun yerine Türk Ülkücüler Teşkilatı kuruldu. Her ikisi de mekân olarak Türk Kültür Derneği’nin yerini kullandılar. Çünkü, bu derneklerin mali gücü oldukça sınırlıydı. 1970 öncesinde “Ülkücü Hareket”in hızla örgütlendiği kentlerden birisi de Kayseriydi. Bu durum, Başbuğ tarafından da takdir ediliyordu. Bunun bir sonucu olarak, genel merkezi Kayseri olan Büyük Ülkü Derneği kuruldu ve Türkiye’nin her yerine şubeler açıp örgütlendi. Büyük Ülkü Derneği, Ülkü Ocakları kurulana kadar görev yaptı; ülkücülük bayrağını şan ve şerefle taşıdı. Ülkücü hareket, elbette ki, gençliğe hitap eden derneklerden ibaret değildir. Merkezde parti olmak üzere çeşitli meslek ve sosyal grupların oluşturduğu dernek ve sendikalar da “ülkücü hareket” in bütünlüğü içinde yer almışlardır. Bu dernek ve sendikalar şunlardır: Ülkücü Öğretim Üyeleri ve Öğretmenler Derneği (ÜLKÜ-BİR) Ülkücü Teknik Elemanlar Derneği (ÜLKÜ-TEK) Ülkücü İşçiler Derneği Ülkücü Memurlar Derneği Ülkücü Esnaflar Derneği Ülkücü Köylüler Derneği Ülkücü Hanımlar Derneği Tıbbiyeliler Birliği Milliyetçi İşçi Sendikalar Konfederasyonu (MİSK) 29 Genel merkezleri Ankara’da olan bu kuruluşların hepsinin de kendilerine has yayın organları bulunuyordu. Şubelerin de ayrıca kendi imkânlarıyla çıkardıkları bülten, gazete ve dergileri vardı. O yılların en çok okunan yayınları, haftada bir çıkan Devlet gazetesi, aylık Töre ve Bozkurt dergileriydi. Daha sonra Hergün yayın hayatına girdi. Önde gelen yazarlar da Prof.Dr. Erol GÜNGÖR, Galip ERDEM, Dündar TAŞER, Necdet SEVİNÇ idi. Yukarıda adlarını belirttiğimiz dernekler arasında organik bir bağ yoktu, birbirlerine müdahale etmezlerdi, ama hepsinde ortak olan şey, amaç birliğiydi. Herkes millî ülkü yolunda bir ara hedef olarak belirlenmiş olan “milliyetçi iktidar” a koşuyordu. Bu hedefte her ülkücü, sanki önceden anlaşmış gibiydi. Ülkücü Hareket, komünizm ve kapitalizmin antitezi olan fikirlerden öte kendisine özgü düşüncelerle bir tezdir. Ülke sorunlarını çözmek üzere önerdiği görüşler, çeşitli kitap ve makalelerde yer almıştır. Ancak bu görüşler, ülkücü-milliyetçi hareket iktidarı gelemediği için, uygulama olanağı bulamadı. 1965-1980 yılları arasında Türk ülkücüleri çok acı çektiler. İmkânlar çok sınırlıydı. Özellikle maddî yetersizlik, her zaman kendini gösterirdi. Derme çatma mobilyaların yer aldığı dernek mekânları, yeni gelenlere hiç cazip gelmezdi ama sıcak ülküdaşlık ortamı herkesi o mekâna mıh gibi bağlardı. O yıllarda ülkücü derneklerde en sık yapılan faaliyet, fikrî sohbet ve konferanslardı. Konuyu işleyecek bir bilen, bir büyük yok ise bir genç görev alarak o konuya hazırlanır ve arkadaşlarına anlatırdı. Her derneğin bir kitaplığı mevcuttu. O yıllarda, ülkücülerin çok sevdiği fikrî eğitim, zaman zaman sekteye uğramıştır. Çünkü terörü bir metod olarak uygulayan aşırı sol örgütlerin saldırıları, fikir mücadelesini fizikî mücadeleye dönüştürdü. Dernekler kendilerini savunmak için tedbir almak zorunda kaldılar. Toplantıları azalttılar veya iptal ettiler. Zemin katlardaki dernek binalarındaki pencereler, kurşunlama ihtimaline karşı, saç levhalarla 30 kapatıldı. Tüm bu tedbirlere rağmen, Kayseri’de ülkücü hareket pek çok şehit verdi. Onları şimdi minnetle ve şükranla anıyoruz. Aynı milletin evlatlarının birbirine düşman olmaları, daha doğrusu düşman yapılmaları ne kadar acıdır. Allah biliyor ya, bu karşılıklı düşmanlık ve mücadelede ülkücülerin şuçu hemen hemen yoktur. Çünkü “Devrimler kanla yazılır” diye saldıranlara karşı ülkücüler, sadece kendilerini ve millî değerleri savunmuşlardır. 12 Eylül 1980 Darbesi, Ülkücü Hareket’in üzerinden bir silindir gibi geçti. Lider ve önde gelen tüm kadrolar tutuklandı. Binlerce genç cezaevlerine dolduruldu. Ülkücü Harekete büyük haksızlık yapıldı: Ülkücüler, sanki anarşinin bir tarafıymış gibi muameleye tabi tutuldu. Oysa ülkücü hareket, Türk milletinin nefsi müdafaasını temsil ediyordu. Öte yandan, ülkücü hareket, meşru yollardan iktidara gelmek istiyordu; 12 Eylül’de yolu kesilerek iktidarına engel olundu. Ülkücü Hareket, 1980 öncesinde Sovyet yanlısı komünistlerin kanlı bir ihtilâlle Türkiye’de iktidara gelmelerini engelleyerek tarihî bir görev yaptı; Türklük bilincinin geniş halk kitleleri arasında yayılmasını sağladı, millî bilinç sahibi kuşakların yetişmesine önayak oldu. Bunlardan bir tanesi bile ülkücü hareketin büyüklüğünü ispata yetecektir. 12 Eylül 1980 ihtilâli, Ülkücü Hareketi oluşturan kurumları kapatmıştır ama Ülkücü Hareket’in dayandığı fikirlere bir şey yapamamıştır. Fikir ve ülkü öldürülemediği için Ülkücü Hareket kısa zamanda toparlanmış ve eski gücüne kavuşmuştur. Kapatılan örgütlerin yerine yenileri açılarak haklı ve meşru dava yolculuğuna şuurla devam edilmektedir. Öyle ki bugün Ülkücü Hareket, küresel emperyalizmin kışkırttığı bölücülüğe karşı Türkiye’nin en büyük sigortası konumundadır. 31 ÜLKÜCÜ ŞEHİTLERİMİZ 49 yıllık gazetecilik hayatımda kaç bin yazı yazdım bilemiyorum. Ama o yazılardan hiç birinin yazılmaya başlanış ve bitiş tarihleri bu yazının yüzde biri kadar zamanımı almamıştır. Bu kitab hakkında yazı yazma görevi bana verildikden sonra günlerce düşündüm; geçmiş yıllarımızı; arkadaşlarımızın mücadelelerini ve hele fidanlarımızın gül bahçesine girercesine şu kara toprağa girdikleri günleri kaç kez yeniden yaşayarak bir şeyler yazmak ve onlara göndermek istedim ama nafile: İçimdeki bin mektuptan birini gönderemem, yazar yazar şehidim! Diyerek hepsini yetersiz buldum. Onların; bedenen bir şehit babası, kardeşi, yakın akrabası değildim ama hepsinin manevi babaları, ağabeyleri, amcaları sayılırdım. 32 O dönemin Milliyetçi Hareket Partisi İl Başkanı olarak kimini kendi ellerimle indirdim o soğuk mezarlara, kimine Fatihalar gönderdim, yaşlı gözlerimi etrafımdan saklayarak! Burada; Kayseri’deki ilk ülkücü şehidimiz; Eğribucakta’ki sınır komşumuz “Nimet anne”nin yeğeni, Ali Rıza beyin-Yüksel hanımın oğulları; mavi gözlü, aslan yapılı Mustafa MARAŞLI’yı. Kurşunlanışından hemen sonra Devlet Hastanesine gönderilen ve fakat “acilen Ankara’ya yetiştirilmesi” söylenilen ama sonunda Ankara’dan cenazesi gelen Arif YILMAZ’ı… Ve…Benim yazdığım “Vahşetin Mesulleri!” başlıklı bildiriyi bir ramazan günü-18Ağustos 1979- oruç ağzıyla dağıtırken kahpe kurşunlara hedef olan Fevzi KÖSEAYDIN’ı; kırk yıllık kadim dostum Sabit ÇİFTER’in oğlu Bekir’le diğer bütün “yüreklerimizi” saygı ve rahmetle anmak istiyorum. Ciltlere sığmayacak, okyanusları taşıracak hatıraları, duyguları buraya sığdırmak ne mümkün. Yüce Allah hepsine rahmet eylesin ve devletimizi, milletimizi koruyup; göklerden bayrağımızı, göklerde ezanımızı eksik etmesin. Âmin! Hasan Sami BOLAK 1978-1979 Yıllarında MHP Kayseri İl Başkanı 33 SUNUŞ Mehmet Esat Halit ŞAHİN “Kayserili Türk İslam Ülkücüsü Şehitler Albümü”nü hazırlamakla gecikmiş bir vefa borcunu yerine getirmeye çalıştık; fakat kendimizi manevi sorumluluktan kurtarmış saymıyoruz. Cenab-ı Hakk’ın ve aziz şehitlerimizin affına sığınıyoruz. Bu asil Müslüman-Türk çocukları, ülkücü gençler hayatının baharında bir gül bahçesine girer gibi cengin ortasına mübarek vücutlarını gözlerini kırpmadan pervasızca atıp; serini, canını, kanını verip ebedi âleme yürüyüp şehit oldular. Bunları niçin yaptılar ve onları bunu yapmaya mecbur eden, kuvvetler ve güçler kimlerdi. Ne yapmak istiyorlardı? Nereden çıkmışlar ve nasıl bu hale getirilmiştik? Bu cennet vatanımızda, bu bir iç savaş mıydı? Bir isyan mıydı? Yoksa, devleti yönetenlerin koltuk kavgası için mi bu milletin insanları birbirleriyle cenk ettiriliyor, birçok aile yuvası yıkılıyor, birçok can mal kaybına sebep olunuyordu? Bunları, siyasi iktidarlarındaki makamları ele geçirmek için birer basamak mı yapmak istiyorlardı? Bu olayları doğru değerlendirmek her Müslüman Türk’ün asli görevidir. Doğru değerlendirme görevini tarihimizin derinliğinden, 34 geçmişimizdeki olayları ve devletimizi yönetenlerin icraatlarını, fikir ve inançlarını bilerek yaparsak hem milletimiz hem de devletimizin geleceği için doğru kararlar alınmasına yardımcı oluruz. Devletimiz (Türkiye Cumhuriyeti) 6 Ekim 1923 tarihinden sonra cephe savaşından sonra kurulmuştu. 1938’de Mustafa Kemal Paşa’nın vefatıyla 1938-50 yılları döneminde iktidar ve devlet İnönü ve onun yandaşlarının eline tamamen geçmişti. Devletimizin yüksek kademeleri komünistlikten yargılanmış ve tescillenmiş kişilerle dolduruldu. Aziz Türk Milletinin İnancına, milli duygu ve düşüncelerine yüzde yüz ters bir ideolojiye sahip kişilerden; bakanlar, valiler, genel müdürler; üniversite, lise, ortaokul öğretmenleri her kademeden kişiler görev aldı. Bunlardan, Hasan Ali YÜCEL, Hakkı TONGUÇ, Vedat Nedim TÖR, Behice BORAN vs. bunlar bulundukları makamlarında kendi ideolojisinin dışında olan Müslüman Türk çocuklarını çeşitli tertip ve desiselerle; mahkemelerle ve idari zulümlerle, baskılarla; sindirmeye, yıpratmaya çalışıyorlardı. Bu olaylardan bir tanesi 3 Mayıs 1944 olaylarıdır. 23 kişiden oluşan çeşitli meslek sahibi öğrenci, öğretmen, subay Türk milliyetçisi oldukları için vatan haini olarak yargılanmıştır. İşte o günün savcısı; Kazım ALÖÇ Mahkemede Müslüman Türk çocuklarını şöyle itham ediyordu: “Efendiler biz bunları yüksek mahkemenin huzuruna hükümeti devirmeye kalkışan vatan hainleri olarak çıkarmış bulunuyoruz” demişti. Bu asil Müslüman Türk çocukları da hep bir ağızdan “Biz vatan haini değil Türk Milliyetçisiyiz bu sözleri savcıya aynen iade ederiz” diyorlardı. Türk milliyetçilerini o zaman savunan Avukat Prof. Kenan ÖNER’dir. Bu avukat aynı zamanda Mareşal Fevzi ÇAKMAK’ın Mili Eğitim Bakanı olan Hasan Ali YÜCEL’e; “Sen komünistsin ve komünistleri koruyorsun” sözlerinin de sebep olduğu davanın avukatıdır. Türk milliyetçilerine vatan haini diyen savcıya, mahkeme heyetine Av. Kenan ÖNER’in cevabı şu olmuştur: “ Efendim huzurunuzda mahkeme edilmekte olan 35 vatandaşlarımız henüz hükümlü olmayıp sadece durumundadır. Savcının böyle konuşmaya hakkı yoktur.”. sanık Mustafa Kemal ATATÜRK zamanında; 1925-1928 yıllarında başlatılan ezanın Türkçe okunması düşüncesi, İnönü zamanında bir din düşmanlığına ve dindarları (Dinine bağlı kişileri) yıpratma, sindirme, cezalandırma dönemi olmuştur. O zaman çıkarılan 4055 sayılı kanunla bu kişilere 30 ay hapis cezası getiriliyordu. Hükümetin bu düşünce ve icraatına karşı bilgi almak için dilekçeyle müracaat eden Prof Ali Fuat BAŞGİL ve gazeteciyazar Eşref Edib’e Hükümetin Matbuat Umum Müdürü Vedat Nedim TÖR’ün 1943 yılında verdiği cevap yazısı şöyleydi “Biz, her ne şekilde ve surette olursa olsun memleket dâhilinde dini neşriyat yapılarak, dini bir atmosfer yaratılmasına ve gençlik için dini zihniyet fideliği vücuda getirmesine taraftar değiliz. Günün bu kabil neşriyata tahammülü olmadığını siz de takdir edersiniz”. Bu adam 1925 yılında Türkiye Komünist partisini kuranlardandı ve aynı zamanda partinin genel sekreteri idi. İnönü hükümetinde matbuat umum müdürü oldu. Türk çocuklarının askere gitmelerine vurgu yaparak, yine bir gün şöyle söylüyor: “Savaşırsanız erkekliğinizden olursunuz, nişanlınıza kavuşamazsınız.” Vedat Nedim TÖR, bu sözleriyle Türk çocuklarının dini milli duygularını yıkmaya çalışıyordu. O zamanda hükümetin yarı resmi gazetesi olan “Ulus’ta“ şöyle bir başlık çıkıyor: “İnönü ve Stalin başımızdadır” Başyazarı Rus liderine ve Ruslara övgü yağdırıyor. Zamanın Ankara valisi olan Nevzat TANDOĞAN, Türk Milliyetçisi Osman Yüksel SERDENGEÇTİ’yi huzuruna getirip şöyle söylüyor: “Ulan öküz Anadolulu! Sizin milliyetçilikle, komünizmle ne işiniz var? Milliyetçilik lazımsa biz yaparız. Komünizm gerekirse onu da biz yaparız. Sizin iki vazifeniz var: Birincisi çiftçilik yapmak, ikincisi askere çağırdığımda askere gelmek. Alın bu iti götürün!” İşte, asil Müslüman Türk Çocuğu Rahmetli Osman Yüksel SERDENGEÇTİ’YE, 36 Nevzat TANDOĞAN denilen Arnavut devşirmesi vali, Türkoğlu Türk’e, Türk demekten korkuyor, ürküyor, onu aşağılıyor. Türk devletinin asli sahibi olan Türk çocuklarının, devletin hiçbir makamında olmalarına; yükselmelerine; meslek sahibi olmalarına tahammül edemiyor. “İt” diyerek, ona hayvan muamelesi yaparak; alçaltıp, hakaret ediyor. Komünistlikle, Türk milliyetçiliğinin; birbiriyle yüzde yüz zıt iki ideolojinin de kendi tekelinde olduğunu belirtip, Arnavut devşirmesi kızıl olduğunu gizlemiş oluyor. Sorarım size: Büyük Türk devletini yöneten zihniyeti bozuk bu adamlar, milli duyguya sahip olabilirler mi? Devletimize, milletimize dıştaki düşmanlardan daha fazla zarar vermezler mi? Bunun üzerinde uzunca düşünmek lazımdır. Mareşal Fevzi ÇAKMAK’ın, komünistlikle suçladığı Hasan Ali YÜCEL, Türk milliyetçileri için şöyle söylüyor: “Bir avuç ırkçı, ellerine palayı alıp iktidarı devirecekler. Hemen, Türk milletini atlara bindirip; başlarına bir börk, omuzlarına birer ok çıkını yerleştirecekler. İran üzerinden Rusya’ya sefer. Bütün Türkleri birleştirip, Turan kuracaklar. Tabii bu hayallerinde muvaffak olamayacakları için; Dimyata pirince giderken, evdeki bulguru da kaybedecekler. Türkiye’yi de mahvedecekler. Uçan kuşa komünist diyorlar.” İşte, İnönü’nün Milli Eğitim Bakanının kime çalıştığını, bunların yetiştirdiği nesillerin, Türk milletine, devletine ne gibi zararlar vereceğini iyi düşünmek; Asil Müslüman Türk çocuklarını vuranları, imha etmeye çalışanlarını, düşmanın beşinci kol kuvvetlerine hizmet edenleri iyi tanımak gereklidir. 1950-1960 yılları arasındaki Bayar – Menderes yönetiminde baskı ve şiddet, kısmen, Müslüman-Türk milletinin üzerinden kalkmış veya hafiflemiş görünse de, Türk milliyetçileri İnönü döneminde olduğu gibi baskı, şiddetten ve ihanetlerden kurtulamadı. Dönmelerin, bölücülerin, komünistlerin; aynı hızla devlet düşmanlığı, din düşmanlığı devam etti. Vatansever Müslüman-Türk çocuklarının başlattıkları, milli ve siyasi her çalışma en kısa zamanda 37 yok edildi. Türk milliyetçilerinin kurduğu, “Milliyetçiler Derneği” dönemin reisi cumhuru, başvekili ve onun bakanları tarafından 1953 yılında, “IRKÇI – TURANCI PANİSLAMİST” faaliyetlerde bulunuyor gerekçesiyle, bir gecede 75 şubesiyle birlikte kapatıldı. Yöneticileri mahkemeye sevk edilerek para cezasına çarptırıldı. Reisicumhur, başvekil ve bakanları şöyle beyanat vermeğe başladılar: “Dışarıda Türk kalmamıştır, onlar komünist olmuştur” Bu söylemleriyle dışarıdaki Türkleri sahipsiz bırakarak, Türk varlığına ve Türk devletine ihanet etmişlerdir. Yine, General Cevat Rıfat ATİLHAN’ın kurduğu İslam-Demokrat Partiyi de, Amerika devletinin ve Yahudilerin baskısı ile kapattılar. Celal BAYAR’ı bu hizmetinden dolayı; Amerika seyahatinde Yahudiler, gümüş madalya ile taltif ettiler. Çünkü General Cevad Rıfat ATİLHAN Yahudi düşmanı olup; 1948’de, Türkiye’den topladığı 300 gönüllü serdengeçti ile Filistin’e Yahudilerin yerleşmesine karşı çıkmış ve Yahudilerle savaşıp başarılar elde etmişti. Bayar – Menderes dönemi de Türk milleti ve milliyetçileri için bir yıkım dönemi olarak tarihe geçmiştir. 27 Mayıs 1960 İhtilal cuntası dönemi sürerken 13 Kasım 1960 tarihinde, 14 kişilik Türkçü grup, yurt dışına görevli-sürgüne gönderilir. Solcu ihtilal grubu öyle azıtmıştır ki, harp okullarında Türkçü yayınlar okudukları için, öğrenciler hemen okuldan atılır. Diğer okullardaki baskı, şiddet, sindirme hareketi bu dönemde de devam etti. Daha sonra yapılan seçimlerde, iktidar yine İnönü’nün ve yandaşlarının eline geçti. Üniversitelerde komünist öğretim üyeleri ve öğrenciler; “Bilimsel, ileri, çağdaş eğitim”, “Bağımsız Üniversite” sloganları ile hocaları önlerinde sokaklarda yürüyorlardı. Fakat milliyetçi öğrencileri katlediyorlar, okullara sokmuyorlardı. 1965-1970 Süleyman Demirel dönemi başladı. Aynı zihniyet devam etti. Milliyetçi Türk çocuklarına karşı 1971’de askeri müdahale oldu. Bu müdahaleyle, Nihat Erim dönemi başladı. Aynı solcu zihniyet, 19721973 Ferit Melen, Naim TALU dönemleri ile devam etti. Ve sonra 38 1974 seçimleri, bu kez iktidar Ecevit- Erbakan ikilisinde. Bu hükümet dönemi de Türk devleti ve ülkücüler için imha yok etme dönemi olarak adlandırılabilir. Bunun akabinde iktidar 1975 yılında Süleyman Demirel’in milliyetçi cephe hükümetine geçer. 1977-1978 yıllarında iktidarda Bülent Ecevit vardır. 1979 da Süleyman Demirel tekrar hükümeti ele geçirir. Askeri darbe ile 12 Eylül 1980’de Kenan Evren ve Devşirme Cuntası iktidara gelir. Milliyetçi-ülkücü Türk çocuklarına, devletin her kademesinde, baskı ve sindirme; imha ve zindanlar dönemi başlar. Bu, 1985 yılına kadar bütün şiddeti ile devam etmiştir. Müslüman Türk çocukları ülkücülere yapılan zulüm, işkence, imha ve özel yargılamalar dönemini en ince ayrıntılarıyla yazacağız. İhtilalden sonra ABD büyük elçisi Spain şöyle söylüyor: “Türkiye, Alparslan TÜRKEŞ’e teslim edilmediği için sevinçliyiz” Amansız düşmanlarımızın Büyük Türk Devleti ve Büyük Türk Milleti üzerinde bir hesabı varsa; onun asli sahiplerinin iktidara gelmelerine, devletlerine sahip olmalarına karşı her türlü düşmanlıklarını yapanlara karşı da kudret, kuvvet ve mülkün sahibi olan Cenab-ı Hakkın da bir hesabı vardır düşüncesindeyiz. Şüphesiz ki, mülk onundur; dilediğine verir, dilediğinin elinden alır. Ey yüce Rabbimiz olan Yüce Allah! Asil Müslüman-Türk çocuklarını mahcup etme, düşmanlarımızı sevindirme. Bir gün bize, “ Devlet (iktidar) sizindir.” dendiği günü göster. Senden bunu istiyoruz. Lütfeyle, kerem eyle, ihsan eyle. Son olarak; Türk-İslam ülküsü uğrunda ser, kan, can veren ülküdaşlarıma rahmetler dilerim. Ruhları şad olsun. Allah, büyük kahraman Türk Milletine bir daha böyle acılı, hüzünlü günler göstermesin. Bütün dava arkadaşlarımı ve gönüldaşlarımı saygı ile selamlıyorum. 39 AÇIK TEŞEKÜR Milliyetçi Hareket Partisi Kayseri İl Başkanı Mete EKE Bey; Kitabın baskısının gerekli finansmanını tek başına karşılayıp, çok güzel bir vefa örneği göstermiştir. Kendisine, yapmış olduğu maddi ve manevi yardımlarından dolayı bütün ülkücü gönüldaşlar adına teşekkür ediyor; kendisini saygı ve sevgi ile selamlıyoruz. KAYSERİ MHP İL TEŞKİLATI- KAYSERİ ÜLKÜ OCAKLARI Dini Milli değerleri uğruna Feda’yı can eden aziz şehidimiz Bekir ÇİFTER’in babası Sabit Beyi; ülkücü gönüldaşlarımızın mücadelesini kitaplaştırıp tarihi belge olarak sunulmasında teşvik ve gayretlerinden dolayı kendisine takdir ve teşekkür ederiz KAYSERİ MHP İL TEŞKİLATI- KAYSERİ ÜLKÜ OCAKLARI Kitabı hazırlarken Müslüman Türk’ün yüksek ruhlu has evladı samimiyet ve gayretiyle destek olan Resul ŞAHİN bey’e teşekkür ederim. Mehmet Esat Halit ŞAHİN Çalışmalarım esnasında yardımını benden esirgemeyen; Sabit Çifter, Necati Şahin, Mustafa Öztürk, Hasan Sami Bolak, Ahmet Kaplan, Faik Şahintürk, Seyit Tayfur, Nevzat Taşkın, Baki Tekatlı, Hacı Öztürk, Ömer Yaşar, Zafer Yazgan, Aydın Eylen, Mehmet Odak, Çetin Başpınar, Volkan Erişen, Bekir Akbulut, Duran Parlak, Selami Koç, Yıldıray Çiçek, Buğrahan Eravşar Necati Çayır, Alper Köseoğlu, Kürşat Açıkgöz, İsmail Karakoç, Nuri Şencan, Bektaş Akbaş, Hakkı Yıldız, Hayrullah Sundu, Bilgehan Hatip, Mehmet Güç, Mustafa Kaya, İsmail Durmuş Kingir, Burak Kılıç, Çağrı Aydın, Mehmet Fatih Şahin, Mehmet Genç, Mustafa Genç, Ahmet Acar, İsmail Hakkı Şahin, Ali Çelik, Rıfat Ateş, Musa Çankaya, İsmail Şahin, Hasan Gürpınar, Alper Yıldız, Kemal Bozdoğanlı, Mehmet Erkahya, İbrahim Kayademir, Ayhan Teltik, Onur Bayraktar, Mehmet Dadaloğlu, Ali Osman Çelik Beylere; teşekkür ederim. Mehmet Esat Halit ŞAHİN Kayseri Ülkücü Teşkilat mensuplarından Memduh ÖZARSLAN beyi ve ahrete intikal etmiş ülküdaşlarımızı rahmetle minnetle anıyoruz. Mekânları nur ala nur olsun. 40 KÜRŞAD Kürşad, 621 senesinde Çinli eşi İçing Katun tarafından zehirlenerek öldürülen Doğu Göktürk Devleti kağanı Çuluk Kağan'ın küçük oğludur. Çuluk Kağan'ın ölümünden sonra kardeşi Bağatur Şad, Kara Kağan adını alarak hükümdar oldu ve ağabeyinin Çinli eşi ile evlenerek Ötüken'deki Türkler arasında huzursuzluğa yol açtı. Bir tarafta Çinliler, diğer yanda da Sırtarduş Bayurku, Dokuz Oğuz, Uygur gibi Türk boylarının Göktürklere başkaldırıp savaşmaları ve ayrıca İçing Katun'un Ötüken'de esir durumda yaşayan Çinli azınlığa destek çıkarak bunların zenginleşmesini sağlaması sayesinde giderek zayıflayan ve kıtlık tehlikesiyle karşı karşıya kalan Türkler, 629 senesinde Çinlilerle yaptıkları savaşta tuzağa düşerek yenilince Doğu Göktürk Devleti yıkıldı. Başta Kara Kağan ve Kürşad olmak üzere binlerce Göktürk Çinlilere esir düşerek Çin'in başkenti Siganfu'ya götürüldüler ve orada kendilerine tahsis edilen bölgede yaşamaya mecbur edildiler. Türkleri asimile edebilmek amacıyla Göktürk soylularını hassa ordusunda subay olarak görevlendiren Çinlilerin bu taktiği bir işe yaramamış, Türkler bağımsızlıklarına kavuşup yeniden devlet kurmak amacıyla fırsat kollamaya başlamışlardır. Kürşad da Çin hükümdarının ordusunda subay durumundadır fakat kılıcını milletinin özgürlüğü için çekeceği günü beklemektedir. Esaretin beşinci yılında Kara Kağan kahrından ölür. Esaretin onuncu yılında, yani 639 senesinde, Bozkurt soyunun en büyüğü konumundaki Kürşad durumun iyice kötüye gittiğini görerek kırk çerisi ile birlikte ihtilal yapmaya karar verir. Geceleri kılık değiştirerek Siganfu sokaklarında tek başına dolaşma adeti olan Çin hükümdarı Tay-tsung'u yakalayarak rehin almaya ve bu sayede Çin sarayına girerek orada bulunan Kürşad'ın ağabeyinin oğlu Urku Tigin'i kurtarıp, toplayabildikleri kadar Türk ile birlikte Ötüken'e giderek tekrar devlet kurmaya, Urku Tigin'i de kağan ilan etmeye karar verirler. Bu uğraşta başarılı olurlarsa budun (millet) kurtulacak, başaramazlarsa da dökülecek kanları geride kalanlara ödevlerini hatırlatacaktır. Fakat ihtilal için harekete geçtikleri gece sağanak halinde yağan yağmur yüzünden Çin hükümdarı sarayından dışarı çıkmaz. İhtilali ertelemenin sakıncalı olacağını düşünen Kürşad, kırk çerisiyle birlikte Çin sarayına yürür, amacı sarayı basarak hükümdarı esir almaktır. Bardaktan boşanırcasına yağan yağmurun altında yüce dileğe doğru yürüyen kırk bir Türk yiğidi sarayın kapısına vardıkları anda cenk başlar. Yüzlerce Çinli askeri öldürürler ama binlercesi üzerlerine saldırmaya devam eder. Göktürklerin bir kısmı sarayın içinde savaşırken şehit olur, sağ kalanlar ise Kür Şad'ın önderliğinde saraydan çıkarak Vey ırmağına doğru ilerlerler, niyetleri ırmağı geçerek Ötüken'e doğru at koşturmaktır. Ama sağanak halinde yağan yağmur yüzünden yükselen sular köprüyü sürükleyip götürdüğü için karşıya geçemezler ve peşlerinden gelen Çin ordusu ile son kez cenge tutuşurlar. Binlerce Çinli askere karşı savaşan bir avuç Türk yiğidi birer birer ecel şerbetini içerler. Sadece Kürşad sağ kalmıştır, tek başına Çin hükümdarlığına karşı savaşmaktadır. En sonunda O da şehit olur fakat elinde kılıcıyla atının üzerinde durmaktadır, öldüğü halde yere düşmemiştir. Kürşad ölmüş fakat yenilmemiştir (635). Kürşad ve kırk çerisinin yaptıkları ihtilalden sonra korkuya kapılan Çinliler, Siganfu'daki bütün esir Göktürkleri mecburen serbest bırakırlar. Göktürkler kırk üç yıl boyunca dağınık bir şekilde yaşarlar, bazı Göktürk soyluları yeniden devlet kurma girişiminde bulunsalar dahi başarılı olamazlar... Fakat 682 senesinde Bozkurt başlı sancak tekrar kaldırılır ve Kutluk Şad (İlteriş Kağan) ile Bilge Tonyukuk İkinci Göktürk Devleti'ni kurarlar... 41 EN BÜYÜK TÜRK KAHRAMANI KÜRŞAD (Hüseyin Nihal ATSIZ) Türk tarihi, dünyanın en hamasî şiiri, Türk kahramanları da o şiirin berceste mısralarıdır. Bir zafer şehrâhını dolduran heykeller gibi 26 asrı süsleyen bu ölmezler tümeni arasında bir teki bir millete şeref verecek ne büyük faniler gelip geçti. Tanrının Türk Tanrısı olduğuna, mavi gökle kara toprak arasındaki insanoğullarının yalnız Türklerden ibaret bulunduğuna, kendi ırklarının başkalarına hâkim olarak yaratıldığına inanan atalarımız için kahramanlık bir tabiat, fazilet bir huydu... Şimdi büyük adını saygı ile andığımız Kür Şad işte o kahramanlıkla faziletin şahlanmış örneği olan büyük Türk kahramanıdır. Millî ızdırapların şahlandığı ve şahsî ızdıraba karıştığı son yıllarda, ölmezler tümeninin zafer ve şeref şehrâhında hayalen çok dolaştım. Yarı masallaşmış çehresiyle Alp Er Tunga'dan, kahraman kadın Tomiris'ten başlayarak Pilevne kahramanı Gazi Osman Paşa'ya, Edirne kahramanı Şükrü Paşa'ya ve kurtuluş savaşının meçhul, fakat meşhur şehidine kadar bütün ölmezlerin önünden ihtiramla geçtim. Eskiden olduğu gibi yine Kür Şad'ı hepsinden büyük buldum. Çünkü o birçok büyüklerde görülen bazı küçüklüklerden uzak, birçok büyüklerde rastlanan menfaat duygusundan sıyrılmış, bazı büyüklerde bulunan yanlış hareketlerden beride kalmış kaya gibi aşılmaz bir devdi. Kür Şad, tarihimizde alevlerin, ışıkların, mehtapların ve yanardağların yanında gerçi parlamasıyla sönmesi bir olmuş geçici bir şahap gibidir. Fakat o geçici ışık tarihin gidişini değiştirmiş, kısa aydınlığında bize en büyük hakikati görebilecek fırsatı vermiştir. Bu hakikat ezeli ve ebedi kahramanlıktır. Tarih acayip bir ihtiyardır. Bazılarına tam hakkını verir. Bazı değersizlerden çok bahseder. Bazı büyükleri hiç anmaz. Bazılarından da yalnız bir kaç kelime söyler. Kür Şad bu sonuncularındandır. Onun hakkında bütün bildiğimiz: Türk milletini kurtarmak ve esir olan yeğenini Türk kağanı yapmak için kendisi gibi esir 40 arkadaşıyla birlikte Çin imparatorunun sarayına saldırdığı, fakat pek nispetsiz bir savaştan sonra can ve baş verdiğidir. Bu muhteşem saldırışın muhteşem kahramanlarını bilip tanısaydık ne hoş olurdu! Adlarını bile bilmediğimiz bu örneksiz fedailer acaba nasıl insanlardı? 42 Kaç yaşlarında idiler? Hangileri hangi savaşlardan arta kalmışlardı? Anaları, babaları yaşıyor mu idi? Çocukları var mıydı? Seviyorlar mıydı? Karıları, sevgilileriyle son defa neler konuşmuşlar, neler düşünmüşlerdi? Yazık, hiçbirini bilmiyoruz. Bildiğimiz yalnız şu: Yanardağ ruhlu, çelik iradeli kahraman Kür Şad... Bozkurt hanedânından yani kağanlar soyundan olduğu halde yeğenini tahta çıkararak Türk milletini diriltmek için kılıca sarılan Kür Şad... Bu nispetsiz çarpışmada zaferi sağlayacak tek yola giderek, yani düşmanın kalbine saldırarak ruh ve irade kuvveti kadar muhakeme gücüne de sahip olduğunu belirten Kür Şad... Başarılamayan bir ihtilâle rağmen düşmanın yüreğine korku ve dehşet salarak ırkı mahvolmaktan kurtaran Kür Şad... Sonra onun 40 şanlı arkadaşı... Bir hareketin değeri, verdiği sonuca göre ele alınırsa Kür Şad'ın hareketi Türklüğü yok olmaktan kurtardığı için Kür Şad büyüktür. Yapanın fedakârlığı ve kahramanlığı ile ölçülürse Kür Şad yine büyüktür. Velhasıl o çok büyüktür. Hiçbir kıskançlığın erişemeyeceği kadar büyük... Biz, bugünün Türkçüleri bu "kaybolmuş güneş"imizi 13 asrın karanlıklarından çekip çıkararak başımıza taç ettik. Şimdi o, büyük yarınımızı aydınlatıyor. Onun boşa gitmemiş okları 13 asrın ötesinden bize 41 kahramanın selamlarını getiriyor. Ve onların ruhları kendilerine doğru çelik ve kan tufanlarıyla yapılacak büyük bir yürüyüşü bekliyor. 1300 yıl önce dökülen Kür Şad'ın kanı ırkımızı yabancılar arasında erimekten kurtarmıştı. Bugün de onun hatırası Türklük ruhunu eriyip sönmekten kurtaracaktır. Vaktiyle onun at koşturduğu yerlerdeki meçhul mezarlardan bize gelen sesler "daha ne kadar bekleyeceğiz?" diye sorarken bizim yayladan "yakında geleceğiz" diye yükselen haykırışlar onlara karşılık veriyor... Sefil ihtirasların ve baykuş seslerinin söndüğü yarınki Türkelinde Kür Şad için ulu bir anıt düşünüyorum. Gösterişsiz, sade fakat metin, kayadan bir anıt... O anıtın önünde Kür Şad'a ve arkadaşlarına saygı olarak börk ve çizme giymiş, kılıç ve sadak takmış Türk gençlerinin, birbirine perçinlenmiş sarp bir yığın gibi dik adımlarla geçit resmi yaptığını düşünüyor ve 1300 yıllık gençler olan Kür Şad'la arkadaşlarının da, yaralarından hâlâ dinmeyen kanlar sızdığı halde, kendilerine çevrilen başlara gülümseyerek selam aldıklarını görür gibi oluyorum... Kürşad Dergisi, 1947, Sayı: 1 43 MUSTAFA KEMAL ATATÜRK Mustafa Kemal ATATÜRK 1881 yılında Selanik’te Kocakasım Mahallesi, Islahhane Caddesi'ndeki üç katlı pembe evde doğdu. Babası Ali Rıza Efendi, annesi Zübeyde Hanım'dır. Baba tarafından dedesi Hafız Ahmet Efendi XIV-XV. yüzyıllarda Konya ve Aydın'dan Makedonya'ya yerleştirilmiş Kocacık Yörüklerindendir. Annesi Zübeyde Hanım ise Selanik yakınlarındaki Langaza kasabasına yerleşmiş eski bir Türk ailesinin kızıdır. Milis subaylığı, evkaf katipliği ve kereste ticareti yapan Ali Rıza Efendi, 1871 yılında Zübeyde Hanım'la evlendi. ATATÜRK'ün beş kardeşinden dördü küçük yaşlarda öldü, sadece Makbule (Atadan) 1956 yılına değin yaşadı. Küçük Mustafa öğrenim çağına gelince Hafız Mehmet Efendi'nin mahalle mektebinde öğrenime başladı, sonra babasının isteğiyle Şemsi Efendi Mektebi'ne geçti. Bu sırada babasını kaybetti (1888). Bir süre Rafla Çiftliği'nde dayısının yanında kaldıktan sonra Selanik’e dönüp okulunu bitirdi. Selanik Mülkiye Rüştiyesi'ne kaydoldu. Kısa bir süre sonra 1893 yılında Askeri Rüştiye'ye girdi. Bu okulda Matematik öğretmeni Mustafa Bey adına "Kemal" i ilave etti. 18961899 yıllarında Manastır Askeri İdadi’sini bitirip, İstanbul'da Harp 44 Okulunda öğrenime başladı. 1902 yılında teğmen rütbesiyle mezun oldu. Harp Akademisi'ne devam etti. 11 Ocak 1905'te yüzbaşı rütbesiyle Akademi'yi tamamladı. 1905-1907 yılları arasında Şam'da 5. Ordu emrinde görev yaptı. 1907'de Kolağası (Kıdemli Yüzbaşı) oldu. Manastır'a III. Ordu'ya atandı. 19 Nisan 1909'da İstanbul'a giren Hareket Ordusu'nda Kurmay Başkanı olarak görev aldı. 1910 yılında Fransa'ya gönderildi. Picardie Manevraları'na katıldı. 1911 yılında İstanbul'da Genel Kurmay Başkanlığı emrinde çalışmaya başladı. 1911 yılında İtalyanların Trablusgarp'a hücumu ile başlayan savaşta, Mustafa Kemal bir grup arkadaşıyla birlikte Tobruk ve Derne bölgesinde görev aldı. 22 Aralık 1911'de İtalyanlara karşı Tobruk Savaşını kazandı. 6 Mart 1912'de Derne Komutanlığına getirildi. Ekim 1912'de Balkan Savaşı başlayınca Mustafa Kemal Gelibolu ve Bolayır'daki birliklerle savaşa katıldı. Dimetoka ve Edirne'nin geri alınışında büyük hizmetleri görüldü. 1913 yılında Sofya Ateşemiliterliği’ne atandı. Bu görevde iken 1914 yılında yarbaylığa yükseldi. Ateşemiliterlik görevi Ocak 1915'te sona erdi. Bu sırada I. Dünya Savaşı başlamış, Osmanlı İmparatorluğu savaşa girmek zorunda kalmıştı. Mustafa Kemal 19. Tümeni kurmak üzere Tekirdağ'da görevlendirildi. 1914 yılında başlayan I. Dünya Savaşı'nda, Mustafa Kemal Çanakkale'de bir kahramanlık destanı yazıp İtilaf Devletlerine "Çanakkale geçilmez! " dedirtti. 18 Mart 1915'te Çanakkale Boğazını geçmeye kalkan İngiliz ve Fransız donanması ağır kayıplar verince Gelibolu Yarımadası'na asker çıkarmaya karar verdiler. 25 Nisan 1915'te Arıburnu'na çıkan düşman kuvvetlerini, Mustafa Kemal'in komuta ettiği 19. Tümen Conkbayırı'nda durdurdu. Mustafa Kemal, bu başarı üzerine albaylığa yükseldi. İngilizler 6-7 Ağustos 1915'te Arıburnu'nda tekrar taarruza geçti. Anafartalar Grubu Komutanı Mustafa Kemal 9-10 Ağustos’ta Anafartalar Zaferini kazandı. Bu zaferi 17 Ağustos'ta Kireçtepe, 21 Ağustos'ta II. Anafartalar zaferleri takip etti. Çanakkale Savaşlarında yaklaşık 253.000 şehit veren Türk milleti onurunu İtilaf Devletlerine karşı korumasını bilmiştir. Mustafa Kemal'in askerlerine "Ben size 45 taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum!" emri cephenin kaderini değiştirmiştir. Mustafa Kemal Çanakkale Savaşlarından sonra 1916'da Edirne ve Diyarbakır'da görev aldı. 1 Nisan 1916'da tümgeneralliğe yükseldi. Rus kuvvetleriyle savaşarak Muş ve Bitlis'in geri alınmasını sağladı. Şam ve Halep'teki kısa süreli görevlerinden sonra 1917'de İstanbul'a geldi. Veliaht Vahdettin Efendi'yle Almanya'ya giderek cephede incelemelerde bulundu. Bu seyahatten sonra hastalandı. Viyana ve Karisbad'a giderek tedavi oldu. 15 Ağustos 1918'de Halep'e 7. Ordu Komutanı olarak döndü. Bu cephede İngiliz kuvvetlerine karşı başarılı savunma savaşları yaptı. Mondros Mütarekesi'nin imzalanmasından bir gün sonra, 31 Ekim 1918'de Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığına getirildi. Bu ordunun kaldırılması üzerine 13 Kasım 1918'de İstanbul'a gelip Harbiye Nezareti’nde (Bakanlığında) göreve başladı. Mondros Mütarekesi'nden sonra İtilaf Devletleri'nin Osmanlı ordularını işgale başlamaları üzerine; Mustafa Kemal 9. Ordu Müfettişi olarak 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıktı. 22 Haziran 1919'da Amasya'da yayımladığı genelgeyle "Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararının kurtaracağını " ilan edip Sivas Kongresi'ni toplantıya çağırdı. 23 Temmuz - 7 Ağustos 1919 tarihleri arasında Erzurum, 4 - 11 Eylül 1919 tarihleri arasında da Sivas Kongresi'ni toplayarak vatanın kurtuluşu için izlenecek yolun belirlenmesini sağladı. 27 Aralık 1919'da Ankara'da heyecanla karşılandı. 23 Nisan 1920'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılmasıyla Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması yolunda önemli bir adım atılmış oldu. Meclis ve Hükümet Başkanlığına Mustafa Kemal seçildi Türkiye Büyük Millet Meclisi, Kurtuluş Savaşı'nın başarıyla sonuçlanması için gerekli yasaları kabul edip uygulamaya başladı. Türk Kurtuluş Savaşı 15 Mayıs 1919'da Yunanlıların İzmir'i işgali sırasında düşmana ilk kurşunun atılmasıyla başladı. 10 Ağustos 1920 tarihinde Sevr Antlaşması'nı imzalayarak aralarında Osmanlı İmparatorluğu'nu paylaşan I. Dünya Savaşı'nın galip devletlerine karşı önce Kuvâ-yi Milliye adı verilen milis kuvvetleriyle savaşıldı. Türkiye Büyük Millet Meclisi düzenli orduyu 46 kurdu, Kuvâ-yi Milliye millet- ordu bütünleşmesini sağlayarak savaşı zaferle sonuçlandırdı. Mustafa Kemal yönetimindeki Türk Kurtuluş Savaşının önemli aşamaları şunlardır: Sarıkamış (20 Eylül 1920), Kars (30 Ekim 1920) ve Gümrü'nün (7 Kasım 1920) kurtarılışı. Çukurova, Gazi Antep, Kahraman Maraş Şanlı Urfa savunmaları (1919- 1921) I. İnönü Zaferi (6 -10 Ocak 1921) II. İnönü Zaferi (23 Mart-1 Nisan 1921) Sakarya Zaferi (23 Ağustos-13 Eylül 1921) Büyük Taarruz, Başkomutan Meydan Muhaberesi ve Büyük Zafer (26 Ağustos 9 Eylül 1922) Sakarya Zaferinden sonra 19 Eylül 1921'de Türkiye Büyük Millet Meclisi Mustafa Kemal'e Mareşal rütbesi ve Gazi unvanını verdi. Kurtuluş Savaşı, 24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Antlaşması'yla sonuçlandı. Böylece Sevr Antlaşması'yla paramparça edilen, Türklere 5-6 il büyüklüğünde vatan bırakılan Türkiye toprakları üzerinde ulusal birliğe dayalı yeni Türk devletinin kurulması için hiçbir engel kalmadı. 23 Nisan 1920'de Ankara'da TBMM'nin açılmasıyla Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu müjdelenmiştir. Meclisin Türk Kurtuluş Savaşı'nı başarıyla yönetmesi, yeni Türk devletinin kuruluşunu hızlandırdı. 1 Kasım 1922'de hilâfet ve saltanat birbirinden ayrıldı, saltanat kaldırıldı. Böylece Osmanlı İmparatorluğu'yla yönetim bağları koparıldı. 29 Ekim 1923'te Cumhuriyet idaresi kabul edildi, ATATÜRK oybirliğiyle ilk cumhurbaşkanı seçildi. 30 Ekim 1923 günü İsmet İnönü tarafından Cumhuriyet'in ilk hükümeti kuruldu. Türkiye Cumhuriyeti, "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" ve "Yurtta barış cihanda barış" temelleri üzerinde yükselmeye başladı. ATATÜRK Türkiye'yi 47 "Çağdaş uygarlık düzeyine çıkarmak" amacıyla bir dizi İnkılâplar yaptı. Bu İnkılâplar beş başlık altında toplayabiliriz: 1. Siyasal İnkılâplar: Saltanatın Kaldırılması (1 Kasım 1922) Cumhuriyetin İlanı (29 Ekim 1923) Halifeliğin Kaldırılması (3 Mart 1924) 2. Toplumsal İnkılâplar: Kadınlara erkeklerle eşit haklar verilmesi (1926-1934) Şapka ve kıyafet inkılâbı (25 Kasım 1925) Tekke zâviye ve türbelerin kapatılması (30 Kasım 1925) Soyadı kanunu ( 21 Haziran 1934) Lâkap ve unvanların kaldırılması (26 Kasım 1934) Uluslararası saat, takvim ve uzunluk ölçülerin kabulü (1925-1931) 3. Hukuk İnkılâplar: Mecellenin kaldırılması (1924-1937) Türk Medeni Kanunu ve diğer kanunların çıkarılarak laik hukuk düzenine geçilmesi(1924- 1937) 4. Eğitim ve Kültür Alanındaki İnkılâplar: Öğretimin birleştirilmesi (3 Mart 1924) Yeni Türk harflerinin kabulü (1 Kasım 1928) Türk Dil ve Tarih Kurumlarının kurulması (1931-1932) Üniversite öğreniminin düzenlenmesi (31 Mayıs 1933) Güzel sanatlarda yenilikler. 48 5. Ekonomi Alanında İnkılâplar: Aşârın kaldırılması Çiftçinin özendirilmesi Örnek çiftliklerin kurulması Sanayiyi Teşvik Kanunu'nun çıkarılarak sanayi kuruluşlarının kurulması I. ve II. Kalkınma Planları'nın (1933-1937) uygulamaya konulması, yurdun yeni yollarla donatılması Soyadı Kanunu gereğince, 24 Kasım 1934'de TBMM'nce Mustafa Kemal'e "ATATÜRK" soyadı verildi. ATATÜRK, 24 Nisan 1920 ve 13 Ağustos 1923 tarihlerinde TBMM Başkanlığına seçildi. Bu başkanlık görevi, Devlet-Hükümet Başkanlığı düzeyindeydi. 29 Ekim 1923 yılında Cumhuriyet ilan edildi ve ATATÜRK ilk cumhurbaşkanı seçildi. Anayasa gereğince dört yılda bir cumhurbaşkanlığı seçimleri yenilendi. 1927,1931, 1935 yıllarında TBMM ATATÜRK'ü yeniden cumhurbaşkanlığına seçti. ATATÜRK sık sık yurt gezilerine çıkarak devlet çalışmalarını yerinde denetledi. İlgililere aksayan yönlerle ilgili emirler verdi. Cumhurbaşkanı sıfatıyla Türkiye'yi ziyaret eden yabancı ülke devlet başkanlarını, başbakanlarını, bakanlarını komutanlarını ağırladı. 15-20 Ekim 1927 tarihinde Kurtuluş Savaşı'nı ve Cumhuriyet'in kuruluşunu anlatan büyük nutkunu, 29 Ekim 1933 tarihinde de 10. Yıl Nutku'nu okudu. ATATÜRK özel yaşamında sadelik içinde yaşadı. 29 Ocak 1923'de Latife Hanımla evlendi. Birçok yurt gezisine birlikte çıktılar. Bu evlilik 5 Ağustos 1925 tarihine dek sürdü. Çocukları çok seven ATATÜRK Afet (İnan), Sabiha (Gökçen), Fikriye, Ülkü, Nebile, Rukiye, Zehra adlı kızları ve Mustafa adlı çobanı manevi evlat edindi. Abdurrahim ve İhsan adlı çocukları himayesine aldı. Yaşayanlarına iyi bir gelecek hazırladı. 49 1937 yılında çiftliklerini hazineye, bir kısım taşınmazlarını da Ankara ve Bursa Belediyelerine bağışladı. Mirasından kız kardeşine, manevi evlatlarına, Türk Dil ve Tarih Kurumlarına pay ayırdı. Kitap okumayı, müzik dinlemeyi, dans etmeyi, ata binmeyi ve yüzmeyi çok severdi. Zeybek oyunlarına, güreşe, Rumeli türkülerine aşırı ilgisi vardı. Tavla ve bilardo oynamaktan büyük keyif alırdı. Sakarya adlı atıyla, köpeği Fox'a çok değer verirdi. Zengin bir kitaplık oluşturmuştu. Akşam yemeklerine devlet ve bilim adamlarını, sanatçıları davet eder, ülkenin sorunlarını tartışırdı. Temiz ve düzenli giyinmeye özen gösterirdi. Doğayı çok severdi. Sık sık ATATÜRK Orman Çiftliği'ne gider, çalışmalara bizzat katılırdı. Fransızca ve Almanca biliyordu. ATATÜRK'ÜN SON YILLARI VE ÖLÜMÜ ATATÜRK'ün ilk hastalık belirtisi 1937 yılında ortaya çıktı. 1938 yılı başlarında Yalova'da bulunduğu sırada, ciddî olarak hastalandı. Buradaki tedavi olumlu sonuç verdi. Fakat tamamen iyileşmeden Ankara'ya yaptığı yorucu yolculuk, hastalığının artmasına sebep oldu. Bu tarihlerde Hatay sorununun gündemde olması da onu yormaktaydı. Hasta olmasına rağmen, Mersin ve Adana'ya geziye çıktı. Kızgın güneş altında askerî birliklerimizi teftiş edip tatbikat yaptıran ATATÜRK, çok yorgun düştü. Ülkü edindiği millî dava uğruna kendi sağlığını hiçe saydı. Güney seyahati hastalığının artmasına sebep oldu. 26 Mayıs'ta Ankara'ya döndükten sonra tedavi ve istirahat için İstanbul'a gitti. Doktorlar tarafından, siroz hastalığı teşhisi kondu. Deniz havası iyi geldiği için, Savarona Yatı'nda bir süre dinlendi. Bu durumda bile ülke sorunlarıyla ilgilenmeye devam etti. İstanbul'a gelen Romanya kralı ile görüştü. Bakanlar Kurulu toplantısına başkanlık etti. 4 Temmuz 1938'de Hatay Antlaşması'nın yürürlüğe girmesi ATATÜRK'ü çok sevindirip moralini düzeltti. Temmuz sonlarına kadar Savarona'da kalan ATATÜRK'ün hastalığı ağırlaşınca Dolmabahçe Sarayı'na nakledildi. Fakat hastalığı durmadan ilerliyordu. O'nun hastalığını duyan Türk halkı, sağlığıyla ilgili haberleri heyecanla takip ediyor, bütün kalbiyle iyileşmesini 50 diliyordu. Hastalığının ciddiyetini kavrayarak 5 Eylül 1938'de vasiyetini yazıp servetinin büyük bir kısmını Türk Tarih ve Türk Dil kurumlarına bağışladı. Ekim ayı ortalarında durumu düzelir gibi oldu. Fakat çok arzuladığı hâlde, Ankara'ya gelip cumhuriyetin on beşinci yıl dönümü törenlerine katılamadı. 29 Ekim 1938'de kahraman Türk Ordusu'na yolladığı mesaj, Başbakan Celâl Bayar tarafından okundu. "Zaferleri ve mazisi insanlık tarihi ile başlayan, her zaman zaferlerle beraber medeniyet nurlarını taşıyan kahraman Türk ordusu!" sözü ile Türk Ordusu'nun önemini belirtmiştir. Yine aynı mesajda "Türk vatanının ve Türk'lük camiasının şan ve şerefini, dâhilî ve harici her türlü tehlikelere karşı korumaktan ibaret olan vazifeni, her an ifaya hazır ve amade olduğuna benim ve büyük ulusumuzun tam bir inan ve itimadımız vardır" diyerek Türk Ordusu'na olan güvenini belirtmiştir. ATATÜRK 1 Kasım 1938'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılış töreninde de bulunamadı. Hazırladığı açılış nutkunu Başbakan Celâl Bayar okudu. ATATÜRK bu nutkunda ülkenin imarı, sağlık hizmetleri ve ekonomi konularındaki faaliyetleri açıkladı. Bundan başka eğitim ve kültür konularına da temas edip gençliğin millî şuurlu ve modern kültürlü olarak yetişmesi için İstanbul Üniversitesi'nin geliştirilmesi, Ankara Üniversitesi'nin tamamlanması ve Van Gölü civarında bir üniversitenin kurulması için çalışmaların yapıldığını belirtti. Türk Tarih ve Türk Dil kurumlarının çalışmalarından duyduğu memnuniyeti açıkladı. Ayrıca Türk gençliğinin kültürde olduğu gibi spor sahasında da idealine ulaştırılması için Beden Terbiyesi Kanunu'nun uygulamaya konulmasından duyduğu memnuniyeti belirtti. ATATÜRK, ölümüne kadar memleket meselelerinden bir an olsun uzak kalmamıştı. ATATÜRK'ün hastalığı tekrar şiddetlendi. 8 Kasımda sağlığıyla ilgili raporlar yayımlanmaya başlandı. Bütün memleketi tekrar derin bir üzüntü kapladı. Her Türk'ün kalbi onun kurtulması dileğiyle çarpıyordu. Ancak, kurtarılması için gösterilen çabalar sonuç vermedi ve korkulan oldu. Dolmabahçe Sarayı'nda 10 Kasım 1938 sabahı saat dokuzu beş geçe, insan için değişmez kanun, 51 hükmünü uyguladı. Mustafa Kemal ATATÜRK aramızdan ayrıldı. Bu kara haberle, yalnız Türk milleti değil, bütün dünya yasa büründü. Büyük, küçük bütün devletler onun cenaze töreninde bulunmak üzere temsilciler göndererek, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusuna karşı duydukları derin saygıyı belirten mesajlar gönderdiler. 16 Kasım günü ATATÜRK'ün tabutu, Dolmabahçe Sarayı'nın büyük tören salonunda katafalka konuldu. Üç gün üç gece, gözü yaşlı bir insan seli ulu önderine karşı duyduğu saygı, minnet ve bağlılığını ifade etti. Cenaze namazı 19 Kasım günü Prof. Şerafettin Yaltkaya tarafından kıldırıldı. On iki generalin omzunda sarayın dış kapısına çıkarılan tabut, top arabasına konularak, İstanbul halkının gözyaşları arasında Gülhane Parkı'na götürüldü. Buradan bir torpido ile Yavuz zırhlısına nakledildi. Büyük Ada açıklarına kadar, donanmamız ve törene katılmak için gelmiş olan yabancı gemilerin eşlik ettiği Yavuz zırhlısı cenazeyi İzmit’e getirdi. Burada Yavuz zırhlısından alınan cenaze, özel bir trene kondu. Atalarına son saygı görevlerini yapmak üzere toplanan halkın kalbinde derin bir üzüntü bırakarak Ankara'ya getirilmek üzere hareket edildi. ATATÜRK'ün vefatı üzerine cumhurbaşkanı seçilen İsmet İnönü, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı, bakanlar, Genelkurmay Başkanı, milletvekilleri ile ordu ve devlet ileri gelenleri tarafından karşılanan cenaze, Türkiye Büyük Millet Meclisi önünde hazırlanan katafalka kondu. Ankara halkı da onun cenazesi önünden saygıyla geçerek son görevini yaptı. 21 Kasım 1938 Pazartesi günü, sivil ve askerî yöneticiler ile yabancı devlet temsilcilerinin hazır bulunduğu ve on binlerce insanın katıldığı büyük bir tören yapıldı. Daha sonra ATATÜRK'ün tabutu katafalkta alınarak. Etnografya Müzesinde hazırlanan geçici kabre kondu. Türk milleti daha sonra, bu büyük insana lâyık, Ankara Rasattepe'de bir Anıtkabir yaptırdı. 10 Kasım 1953'te Etnografya Müzesinden alınan ATATÜRK'ün naaşı Anıtkabir'e getirildi. Burada yurdun her ilinden getirilmiş olan vatan topraklan ile hazırlanan ebedî istirahatgâhına yerleştirildi. 52 ATATÜRK’ÜN BAZI SÖZLERİ Ben icap ettiği zaman en büyük hediyem olmak üzere, Türk Milletine canımı vereceğim. Beni olağanüstü bir kişi olarak yorumlamayınız. Doğuşumdaki tek olağanüstülük Türk olarak dünyaya gelmemdir. Benim naçiz vücudum bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ebediyen payidar kalacaktır. Bir Türk dünyaya bedeldir. Biz doğrudan doğruya milletseveriz ve Türk milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur. Ne mutlu Türk'üm diyene! Türk budur: Yıldırımdır, aydınlatan güneştir. kasırgadır, dünyayı Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır. Türk! Öğün! Çalış! Güven! Yüksel Türk! Senin için yüksekliğin hududu yoktur. İşte parola budur. 53 Türk demek dil demektir. Milliyetin çok belirgin niteliklerinden biri dildir. Türk milletindenim diyen insan, her şeyden önce ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır Dünya üzerinde Türk’ten daha büyük, ondan daha eski, ondan daha temiz bir millet yoktur ve bütün insanlık tarihinde görülmemiştir Türklerin yaşadıkları hudutları içindedir. her yer misak-ı milli Bu ülke, tarihte Türk’tü, bugün de Türk’tür ve sonsuza dek Türk olarak yaşayacaktır Taş kırılır, tunç erir. Ama Türklük ebedidir. Yurttaşlarım! Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyetidir. Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir. Türk, çetin işler başarmak için yaratılmıştır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur. Türk demek Türkçe demektir; ne mutlu Türküm diyene. Türk dili Türk milletinin kalbidir, zihnidir.” 54 55 ALPARSLAN TÜRKEŞ Milletimizin yetiştirdiği son Başbuğ’un hayat hikâyesi yıl 1917 Kasım’ın 25'i, öğle vakti. Yer, Lefkoşa. Haydarpaşa Mahallesi Kirlizade Sokağı 13 numaralı mütevazı evde, Kıbrıs’a yerleşen Koyunoğlu soyuna mensup Tuzlalı Ahmet Hamdi Bey ve eşi Fatma Zehra Hanımın Ali Arslan adını verdikleri oğulları dünyaya gelir. Yıl 1921 ve 4 yıl 4 ay 4 günlük Ali Arslan, annesi tarafından yıkanır, yeni elbiseler giydirilir ve devrin âdetince fesi mücevherler ile süslenerek Sarayönü ilkokul'una (Sıbyan Mektebi) gönderilir. Sarıklı ve mübarek bir Osmanlı Uleması olan Hoca Efendi'nin dizi dibine çöken Ali Arslan'ın ağzından çıkan ilk söz bir euzü besmeledir. Ey Rahman ve Rahim olan Allah’ım, annem beni yetiştirdi bu mektebe yolladı, okuyup yetişip, milletime hizmet etmek istiyorum dermişçesine bir besmeledir, Ali Arslan'ın ağzından dökülen. Birbirinin ardı sıra gelen ilkokul ve Rüştiye yılları ve her biri birbirinden daha değerli Hüsnü Bey, Selahattin Bey, Mehmet Asım Bey, Ragıp Tüzün Bey, Turgut Bey, Osman Zeki Bey ve Faiz Kaymak gibi Türklük ve Türkçülük şuuruyla bilenmiş birer hançer olan hocalarından feyz alır. Onlar, ona müfredatın yanı sıra Kıbrıs Türklerinin yalnız olmadığını, Devlet-i Ali 56 Osman bakiyesi hür ve müstakil Türkiye'nin yanı sıra yeryüzünde kendileri gibi bahtsız esaret altında milyonlarca Türk olduğunu da öğretirler. Dahası Osman Zeki Bey Ali Arslan'ın adını adeta senin adın "Alparslan olsun" ve Sultan Alpaslan'a denk bir yiğit Türk ol, diyerek değiştirir. Küçük Alparslan’ın doğup, yetiştiği o yıllarda, Piyale Pasa yadigârı Kıbrıs, sevgili Yeşil Ada’mızın tamamı İngiliz işgali altındadır ve Türk'ün istiklâlini kaybetmesinin ne demek olduğu onun ruhunun derinliklerine şuurunun uyanmağa başladığı günden, çocukluk yıllarının başlangıcından başlayarak siner. O her gece Türkiye'ye gidip asker olmayı ve gelip ata-baba ocağını kurtarmanın düşüyle uyur, uyanır. Yıl 1933 ve Alparslan’ın artık işgal altında, esaret altında yasamaya dayanacak gücü kalmamıştır. Babası Ahmet Hamdi Bey'i ve Annesi Fatma Zehra Hanım’ı ikna eder, aile mallarını satıp savar yanlarında oğulları Alparslan ve kızları Dervişe olduğu halde, ak toprakların, hür toprakların, Türk'ün Türk olduğundan utanmadığı, boynunun eğik olmadığı toprakların, anavatanın, Türkiye'nin yoluna düşerler; Viyana vapuru ve ver elini İstanbul... Ailesi İstanbul’a yerleşince Alparslan’ın ilk işi Kuleli Askeri Lisesine kayıt olmak olur. Artık o yüreğinin onu çağırdığı yerde ve düşlerinin peşindedir. O düşlerini düşleyen başkaları da vardır İstanbul’da... Derlenip toparlanmışlar, Türklük, Türkçülük ülküsünün O bir daha hiç inmeyecek olan bayrağını açmışlardır. O Yüce Dilek, O aziz Ülkü, O muhteşem düşler, özellikle, bir Ülkü devi olan ATSIZ Hoca’nın can evinde, ocağında pişer ve sohbetlerle, şiirlerle, dergilerle, romanlarla mektuplarla Türk aydınlarının gönlüne cemre cemre düşmekte ve yayılmaktadır. Onlarla tanışır, buluşur, Alparslan TÜRKEŞ. Yıl 1936 Kuleli Askeri Lisesi'ni pekiyi derece ile asteğmen olarak bitirince Ankara ve Harp Akademisi yılları başlar. 1938'de Harbiye'den mezun olur, artık O Türk Ordusu'nun genç bir teğmenidir ve Türk Milleti'nin emrindedir. Yıl 1940 Isparta'da gönlünü Muzaffer Ana'ya kaptırır ve evlenirler. Ayzıt, Umay, Selcen, Sevenbige (Çağrı) ve Yıldırım Tuğrul adli çocuklarla çiçeklenir bu evlilik ve bozkurtların Muzaffer Ana’sının 1974 yılında elim kaybından sonra 1976 yılında, Sevâl 57 Hanım’la yaptığı ikinci evliliğinde de Tanrı Onu Ayyüce ve Ahmet Kutalmış adli iki evlât daha vererek sevindirecektir. Yıl 1944 3 Mayıs. Ankara'da eski tabirle bir nümayiş yani gösteri veya yürüyüş vardır. Türk'ün, Türklüğün ölmediğini, ölmeyeceğini ve yükselen Türkçülük bayrağının bir daha hiçbir şekilde inmeyeceğini gösteriyorlar. Hem dosta hem düşmana... Hem devlet hizmetindeki gafillere hem de yurda sızmaya çalışan hainlere, Asya bozkırlarında yaratılan bozkurt soyluların bozkurt torunlarının, bir kaç çakalın günü birlik menfaatleri için göz yumdukları kızıl yılanın farkında ve onun başını ezme azminde olduklarını gösterirler. Şairin öz yurdunda garipsin, öz yurdunda parya dediğince tutuklanır Türkçüler... Devrin dalkavuk iktidarının uyduruk nedenlerle açtığı Türkçülük-Turancılık Davası başlar. Türkçüler tabutluklara atılırlar, işkencelere uğrarlar. Türkiye'de Türk Milliyetçisi olmanın bedelidir bu... Genç Üsteğmen Alparslan TÜRKEŞ de bunlar arasındadır. 20 Ekim 1944'te kendisini "vatan hainliği" suçlamasıyla sorgulayan mesnetsiz Savcıya "Diğer sanıklar gibi bana da vatan hainliği isnat edilmiştir. Bunu şiddetle redderim. Ben yeryüzünde her şeyden çok milletimi ve vatanimi severim." diye haykırır. Ancak mahkeme tarafından, 9 ay 10 gün hapis cezasına çarptırılır ve bir yıldır hücre hapsi yattığı için tahliye edilir. Kendisine verilen cezada daha sonra Askeri Yargıtay tarafından bozulur ve 2 numaralı mahkemede beraat eder. Bu onun Türk Milliyetçisi olduğu için zindanlara ilk atılışıdır ve son olmayacaktır. Ülkücü olmak çileye talip olmaktır, nimete, ikbale değil. O da Türklük Ülküsü için zaman zaman şiddeti artan çileyi bir ömür boyu bir an bile tereddüt etmeksizin ve yakınmaksızın, çekmiş ve çile çekmeyi şeref bilmiştir. Yıl 1947 Alparslan TÜRKEŞ ve 15 diğer Türk subayı, ABD Kara Harp Akademisi ve Piyade Okulunda iki yıllık bir süre eğitim görürler. Bu arada ülkemizden Kars ve Ardahan civarıyla Boğazlardan üs talep eden Sovyetler Birliği’nin Komünizm maskesi ardına saklanmış, o eski ve değişmez "Moskofluğu" ayan beyan ortaya çıkar. Bu atmosferde yurda dönen Alparslan TÜRKEŞ Gelibolu ve Çankırı’daki görevlerinden sonra 1951 yılında Kurmaylık 58 sınavını kazanır ve 1955 yılında Harp Akademisi'nden Kurmay Binbaşı olarak mezun olur. Yıl 1955 dış görev için açılan sınavı kazanarak ABD Pentagon'da NATO Türk Temsil Heyeti üyeliğine atanır. Bu arada... Uluslararası Ekonomi eğitimi görür. 1957 yılında Türkiye'ye döner. 1959 yılında Almanya'ya Atom ve Nükleer Okulu'na gönderilir ve bu okulu başarıyla bitirir. O artık bir Kurmay Albaydır. Yıl 1960, tarih 27 Mayıs öteden beri örgütlenen ve memlekette kardeş kavgasını önleyerek bazı reformlar yapmayı hedefleyen Milli Birlik Komitesi'nin ülke yönetimine el koyduğunu açıklayan bildiriyi radyodan okuyan kişi ve "ihtilâl'in kudretli Albayı”dır. Kurmay Albay Alparslan TÜRKEŞ ihtilâl hükümetinde Başbakanlık Müsteşarlığı görevini üstlenir. Bu vazifesi esnasında Devlet Planlama Teşkilatı, Devlet istatistik Enstitüsü ve Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü gibi kurum ve kuruluşları kurar. Ancak Milli Birlik Komitesi arasında ortaya çıkan anlaşmazlıklar nedeniyle, 13 Kasım 1960'ta Kurmay Albay Alparslan TÜRKEŞ ve "ondörtler" olarak bilinen arkadaşları Komite'nin diğer üyelerince emekliye sevk edilerek tasfiye edilirler ve zorla evlerinden alınıp yurt dışında görevlendirilmek suretiyle sürgün edilirler. O da 19 Kasım’da Türkiye'nin Hindistan Büyükelçiliği müşaviri sıfatıyla sürgüne gönderilir. 1961-62 1963 yılına kadar 2,5 yıl, yönetimi elinde bulunduranlarca Alparslan TÜRKEŞ’in Türkiye'ye dönmesine müsaade edilmez. Yıl 1963 tarih 23 Mart Alparslan TÜRKEŞ sürgünden yurda döner. Dava arkadaşlarıyla birlikte kadro oluşturup partileşmek amacıyla "Huzur ve Yükseliş Derneği" adli bir dernek kurar. Kısa bir süre sonra Talat Aydemir'in giriştiği darbe teşebbüsüne karıştığı iddiası ile tutuklanır ve Mamak Askeri Cezaevinde dört ay hücre hapsinde yatar, yargılanır ve beraat eder. Tarih 31 Mart 1965 saat 11.00 de Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'ne katılır. Tarih 1 Ağustos 1965 Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi Büyük Kurultay’ında Genel Başkanlığına seçilir. Aynı yıl yapılan genel seçimlerde Ankara milletvekili seçilir. Yıl 1969 Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'nin adi Milliyetçi Hareket 59 Partisi amblemi de Üç Hilâl olarak değiştirilir. O yıl yapılan genel seçimlerde Adana milletvekili olarak seçilir. İlki, 31 Mart 1975 -13 Haziran 1977 yılları arasında ve ikincisi de 1 Ağustos - 31 Aralık 1977 tarihleri arasında Süleyman Demirel başkanlığında kurulan koalisyon hükümetlerinde Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı olarak, Başbakan Yardımcılığı ve Devlet Bakanlığı yapar. Ülkü Ocakları, Büyük Ülkü Derneği ve diğer mesleki örgütlenmeler başlar. 1968 Yılından itibaren Marksist ve bölücü gençlik hareketleri üniversitelerde yuvalanır ve üniversite özerkliğinden istifade ederek buraları silah, cephane deposu haline getirerek "Komünist Devrim" için üs haline koyarlar. Üniversiteler işgal altındadır. Her yer Lenin'in Stalin'in Mao'nun resimleri ve komünist sloganlarla doludur. Komünist yeraltı örgütleri "şehir gerillası"mı "kır gerillası"mı tartışmaları yapmakta okullara kendilerine tabi olanlardan başka hiç kimseye hayat hakkı tanımamaktadırlar. Bunun üzerine Başbuğ Alpaslan TÜRKEŞ toplanan çok az sayıdaki gence verdiği seminerlerle onları komünizm konusunda aydınlatmaya ve alternatif olarak da Türk Toplumculuğunu, Türk Milliyetçiliğini anlatır. Kısa zamanda çoğalan gençler örgütlenmeye başlarlar. Doktriner Türk Milliyetçiliği safhası başlamıştır. Türk Milliyetçileri Dokuz Işık, dokuz prensip etrafında toplanırlar. Bu gelişmelerden rahatsız olan Türklük ve Türkçülük düşmanları özellikle de Komünist örgütler kendilerine okulda, fabrikada, köyde, kentte, dağda her yerde ama her yerde karşı çıkıp mücadele eden Ülkücü Hareket'e karşı savaş ilan ederler ve 12 Eylül 1980'e kadar 5000 civarında Ülkücüyü şehit ederler. Devlet'in zaaf içinde olduğu düşünülen "zinde güçler de bir şeylerin yani ihtilâlin şartlarının "olgunlaşması" için daha fazla kanın akmasını beklemektedirler. Başbuğ için 1978, 1979, 1980 yılları birçoğunu bizzat kendisinin yetiştirdiği binlerce ülküdaşının Komünist çetelerce katledildiğini gördüğü, kan ağlayan bir yürekle her şeye rağmen kaybetmediği soğukkanlılığıyla bir iç savaşı önlediği ızdırap dolu 60 yıllardır. 12 Eylül 1980 sabahı pusudakiler yeterince olgunlaşan şartların neticesi ihtilâllerini yaparlar. Başbuğ Alparslan TÜRKEŞ ve Türkiye'nin komünist bir ihtilâle kurban olmasını engelleyen Ülkücü Hareket sanık sandalyesinde, idam sehpalarındadır. Mamaklar ve C5'ler bu sürecin şekillendiği mekânlardır. Başbuğ 12 Eylül'den üç gün sonra teslim olur. Cunta tarafından tutuklanan Başbuğ, önce 1 ay Uzunada’da daha sonra da Ankara Askeri Dil Okulu'nda ve hastalandığı dönemde de Mevki Hastahanesi’nde 4,5 yıl hapis yatar. O ve 218 Ülkücünün idamı istenir, 9 Nisan 1985'de tahliye olur ve beraat eder. Tarih 6 Eylül 1987. Yapılan referandum neticesi diğer siyasilerle birlikte Başbuğ’a da konulan siyaset yapma yasağı kalkar ve Başbuğ Milli Ülküyü iktidar yapmak davayı kitlelere anlatmak için yine meydanlardadır. Tarih 4 Ekim 1987. Milliyetçi Çalışma Partisi olağanüstü kongresinde Genel Başkanlığa seçilir. Tarih 20 Ekim 1991. Genel seçimlerde MÇP'nin RP ve IDP ile yaptığı seçim ittifakı neticesi Yozgat milletvekili seçilir. Başbuğ, son kez TBMM’ dedir. Bu dönemde ülkemizi kasıp kavuran bölücü teröre karşı en etkili mücadeleyi o gerçekleştirir. Tarih 27 Aralık 1992. On iki Eylül'ün kapattığı partilerin tekrar açılabilmesini sağlayan değişiklikler neticesi toplanan Milliyetçi Hareket Partisi'nin son kurultay delegeleri, Milliyetçi Hareket Partisi'nin isim ve amblemini MÇP'nin kullanabilmesine karar verirler. Tarih 24 Ocak 1992 MÇP'nin 4. Olağanüstü kurultayı toplanır ve partinin adını Milliyetçi Hareket Partisi, amblemini Üç Hilal olarak değiştirir. Yıl 1997... tarih 4 Nisan... Başbuğ kalp krizi sonucu Ankara'da vefat etti. Cenazesi, devlet töreni ile kaldırıldı… Allah rahmet eylesin mekânı cennet olsun. Âmin! Başbuğ’un Asil Türk Milletine Bıraktığı En Güzel Eser “Ülkücü Gençliktir” 61 ALPARSLAN TÜRKEŞ’İN ESERLERİ Milli Doktrin 9 Işık; ( Kamer Yayınları; İstanbul, 1997 ) Dokuz Işık; ( Berikan Elektronik Basım Yayın) 9 Işık; ( Hamle Yayınevi; İstanbul ) Dokuz Işık ve Türkiye; ( Hamle Yayınevi; İstanbul ) Ülkücülük; ( Hamle Yayınevi; İstanbul, 1995. ) 12 Eylül Adaleti (!) : ( Savunma; Hamle Yayınevi; İstanbul, 1994. ) 1944 Milliyetçilik Olayı; ( Hamle Yayınevi; ) Modern Türkiye; ( İstanbul ) Milliyetçilik Olayları; ( Berikan Elektronik Basım Yayın ) 27 Mayıs ve Gerçekler; ( Berikan Elektronik Basım Yayın ) 27 Mayıs, 13 Kasım, 21 Mayıs ve Gerçekler; ( İstanbul, 1996 ) Ahlakçılık; ( Berikan Elektronik Basım Yayın ) Etik (Ahlak Felsefesi), Etik; Bunalımdan Çıkış Yolu; Türk Edebiyatında Anılar, İncelemeler, Tenkidler, Anı-Günce-Mektup; Bunalımdan Çıkış Yolu; ( Hamle Yayınevi; İstanbul, 1996 ) Dış Meselemiz; ( Berikan Elektronik Basım Yayın ) İlimcilik; ( Berikan Elektronik Basım Yayın ) Kahramanlık Ruhu; ( İstanbul, 1996 ) Temel Görüşler; ( Kamer Yayınları ) Sistemler ve Öğretiler; ( İstanbul, 1994 ) Türkiye'nin Meseleleri; ( Hamle Yayınevi; İstanbul, 1996 ) Yeni Ufuklara Doğru; ( Kamer Yayınları ) Sistemler ve Öğretiler; ( İstanbul, 1995 ) Gönül Seferberliğine; ( Kamer Yayınları; İstanbul; 1994 ) 62 BAŞBUĞ ALPARSLAN TÜRKEŞ’İN ÖZLÜ SÖZLERİ Hepiniz birer Türk Bayrağısınız. Bayrağı lekelemeyin, kirletmeyin yere düşürmeyin. Cesaret, yüreklilik, atılganlık olmayan hiçbir dava başarıya ulaşamaz. Kendinizi küçük görmeyiniz. Sizler büyük kuvvetsiniz. Vazifenizi hiçbir zaman unutmayınız. Kuvvet birliktir. Davamızın geleceği birliktedir. Birlik, beraberlik içinde olmaktır. İnsanlık âleminin en şerefli bir ailesi Türk Milletidir. Dokuz Işık demek, Türk Ülküsü demektir. Türk töresi, Türk ülküsünün ayrılmaz parçasıdır. Ülküsüz insan çamurdan farkı olmayan bir varlıktır. İslâmiyet’i ele alıp Türklüğü inkâr etmek ihanettir. Bunun tersi de aynı derecede gaflet ve ihanettir. Türkün en önemli vasfı teşkilâtçılığıdır. İnsanlar; yoksulluğa, açlığa, susuzluğa tahammül ederler. Fakat adaletsizliğe, hor görülmeye, aşağılanmaya asla müsaade, müsamaha etmezler. Ahlâkçılık anlayışımız, Türk Ahlâkı ve Müslümanlık inancından meydana gelmiştir. Türk töresinin bir diğer şartı da haddini bilmektir. Haddini bilmek... Ne kendinizi dev aynasında göreceksiniz. Herkese yukarıdan bakacaksınız, ne de kendinizi aşağıdan göreceksiniz, aşağıdan bakacaksınız. Türk Töresinin bir şartı da yüksek vazife duygusudur. Vazifeyi her ne pahasına olursa olsun yapmaktır. Diğer bir şart, toplum uğrunda her çeşit fedakârlığı yapmaktır. 63 Millete hizmet yolunda şahsi menfaatlerden, şahsi zevklerden feragattir. Vazgeçmektir. Kişiler kendilerini millet için feda ederler. Türk Milleti'nin büyüklüğü böyle yükselecektir. Onu sizler yaşatacak, sizler yükselteceksiniz. Türk Töresinin en önemli bir gereği de sır saklamaktır. Sır saklamak... Bir fikre, bir ideolojiye, kendisinden daha üstün bir fikirle karşı çıkılır. Karşı fikir kaba kuvvetle ezilemez Türklük bedenimiz, İslamiyet ruhumuzdur. Ruhsuz beden ceset olur. Fikir, iman, ülkü aşkı... İnsanları güçlü yapan bunlardır. Türkçüler Günü olan 3 Mayıs (1944) büsbütün ayrı bir düşüncenin sonucudur. İç düşman olan, kılık değiştirerek milletin içine giren ve hükümetin gafletinden yararlanan komünizme karşı Türkçü gençlerin bir uyarma yürüyüşüdür. Milletler yabancı kuvvetlerin orduları ve diğer maddi güçleri tarafından yok edilmeden önce, manevi ve fikir güçleri tarafından esaret atına alınırlar. Böyle bir toplumun esir ve yok olması kesin hale gelir. Gençliğimizi büyük bir savaş beklemektedir. Bozgunculuğa, tembelliğe, ahlaksızlığa, cehalete, yalancılığa karşı büyük bir savaş. Ülkücüler, insanlık âlemi içinde ne uşak olmayı, ne de başkalarını uşak olarak kullanmayı kabul etmeyen şerefli bir bayrağın taşıyıcısıdır. Ülkücülerden, Allah’ın ve Kanunların yasakladığı hiçbir şeyi yapmamalarını istiyorum. 64 65 DEVLET BAHÇELİ 1948 yılında Osmaniye'de doğdu. Yörede Fettahoğulları olarak bilinen geniş bir Türkmen ailesine mensuptur. İlköğrenimini Osmaniye'de, orta öğrenimini İstanbul'da tamamlayan DR. BAHÇELİ, üniversite öğrenimini Ankara İktisadi ve Ticari Bilimler Akademisinde yapmıştır. Başlangıcından itibaren Ülkücü Hareket'in her kademesinde görevler üstlenerek Büyük Ülkü Davası'na hizmet etti. Dr. BAHÇELİ, 1967 yılında Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisinde öğrenci iken Ülkü Ocağı Kurucusu ve yöneticisi olarak görev aldı. 1970-1971 yıllarında Türkiye Milli Talebe Federasyonu Genel Sekreterliği görevlerinde bulundu. Dr. Bahçeli, bir yandan aktif olarak Ülkücü Hareket'te yer alırken, diğer yandan da ilmi alandaki çalışmalarını devam ettirmiştir. 1972 yılından itibaren Ankara İktisadi ve Ticari İlimler akademisi ve bağlı Yüksek Okullarda İktisat Bölümü asistanı olarak görev almıştır. Dr. BAHÇELİ, yine 1970'li yıllarda Ülkücü Maliyeciler 66 ve İktisatçılar Derneği'nin (ÜMİD-BİR) kurucularından, Üniversite Akademi ve Yüksekokullar Asistanları Derneği'nin (ÜNAY) kurucularından ve Genel Başkanlarındandır. İyi derecede İngilizce bilen Dr. Devlet BAHÇELİ, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde İktisat Doktorası yapmış ve aynı üniversitenin İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat Politikasında Ana Bilim Dalı'nda 1987 yılına kadar öğretim üyeliği görevini sürdürmüştür. Dr. BAHÇELİ yine bu süre içerisinde Türk-İslam âlemi, Türkiye ve Dünya Ekonomisi, Türk Tarihi ve Dış Politika konularıyla ilgilenmiş ve bu alanlarda çalışmalar yapmıştır. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra cezaevlerine doldurulan Milliyetçi Hareket Partisi ve Ülkücü kuruluşların yöneticileri ile mensuplarının haklı davalarının her platformda savunulmasında takdirle karşılanan çalışmalarda bulunmuştur. Ülkücü kadroların yetişmesinde önemli görevler de üstlenen Dr. BAHÇELİ, Başbuğ Alparslan TÜRKEŞ tarafından göreve çağırılması üzerine 17 Nisan 1987 tarihinde üniversitesindeki öğretim üyeliği görevinden istifa etmiş, 19 Nisan 1987 tarihinde yapılan MÇP Büyük Kurultay'ında parti yönetimine seçilmiş ve Genel Sekreterlik görevine getirilmiştir. MÇP ve Milliyetçi Hareket Partisi'nin yönetim kadrolarındaki görevi, günümüze kadar kesintisiz olarak sürmüştür. Çeşitli zamanlarda Genel Sekreterlik, Genel Başkan Yardımcılığı, Merkez Yürütme Kurulu Üyeliği, Merkez Karar Kurulu Üyeliği, Genel Başkan Baş-Danışmanlığı görevlerinde bulunan Dr. Devlet BAHÇELİ, 6 Temmuz 1997 tarihli 5'nci Olağanüstü Kongre sonrasında Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı görevini üstlenmiştir. 05 Kasım 2000, 12 Ekim 2003, 19 Kasım 2006 akabinde 08 Kasım 2009 tarihlerindeki Milliyetçi Hareket Partisi Olağan Kongreleri'nde tekrar Genel Başkan seçilmiştir. 67 DEVLET BAHÇELİ’NİN ÖZLÜ SÖZLERİ Burası Türkiye’dir bu kutsal vatanın adı, köyümüz, kentimiz, bölgemiz ne olursa olsun, Türkiye’dir. Türkiye’de yaşayan herkesin, ailesi sülalesi, aşireti, kabilesi, etnik kökeni, ne olursa olsun, müşterek adı Türk’tür. Türkiye cumhuriyeti tektir ve üniter bir devlettir. Türk milleti ayrılık kabul etmeyen bir bütündür. Milli devletimiz olan Türkiye cumhuriyeti ebedi yurdumuzdur. Al Bayrağımız bağımsızlığın, egemenliğimizin sembolüdür. Türkçemiz bizleri bir arada tutan resmi dilimizdir. İstiklal Marşımız, kahramanlık ve bağımsızlık destanıdır. Milli birlik ve bütünlüğümüzün temelleri tek devlet, tek millet, tek bayrak ve tek dil ülküsüdür. 68 DÜNDAR TAŞER Büyük Türk milliyetçisi, ülkü ocaklarının kurucusu dava adamı ve gönül eri Dündar TAŞER 1925 yılında Gaziantep'te doğdu. Köklü ve gelenekli bir aileye mensuptur. Aile ve aile çevresinde köklü ve derin bir Türk terbiyesi almış. Çocukluk ve okul yıllarını burada geçirmiştir. Ailesinin desteği ve kendi isteği ile Kara Harp Okuluna girmiş, bu okulun tank sınıfından teğmen olarak mezun olup ordu saflarına katılmıştır. Bilahare kurmay subay imtihanını başarı ile vererek kurmay olmuştur. Ordu saflarında başarı ile hizmet vererek kurmay tank binbaşılığına kadar yükselmiştir. Türk-İslam Ülküsü'nün örnek bir şahsiyeti, yılmaz bir savaşçısıydı. Milletinin derin ve saf kültürü ile mücehhez, insan sevgisiyle dopdolu, asil davranışlarıyla, efendiliği ve engin kültürüyle, bilge bir dava adamıydı. İslam'a, Türklüğe, Türk'ün teşkilatçılığına ve büyük devlet kurma hassasiyetine hayran, keskin görüşlü, kıvrak zekâlı büyük bir Türk milliyetçisiydi. Geniş tarih bilgisi, milletine olan inanç ve güveniyle meselelere fevkalade isabetli teşhisler koymuş, çözümü yine milletinde bulmuştu. Müstesna şahsiyetiyle davasını yaşayan yılmaz bir mücadele adamı olarak, Ülkücü Hareket'in şerefli mazisi ve 69 mücadele geleneğinde önde gelen isimlerden biri olarak hak ettiği yeri almıştır. İlk gençlik yıllarından beri milliyetçi ruha ve aksiyona sahiptir. 3 Mayıs 1944 olaylarında Türk milliyetçilerine karşı düzenlenen "Haçlı Seferi'nde" ATSIZ ve arkadaşlarının tabutluklarda, hücrelerde işkencelerden geçirilip, zindanlara atıldığı tek parti döneminin faşist diktatörlüğünde baskılara ve zulümlere kargı çıktığı için Harp Okulunda okuyan birçok genç Türkçü gibi, soruşturmaya maruz kalan kişilerden biri olmuştur. Taşer ismini, kamuoyu ilk defa 27 Mayıs Hareketi'yle birlikte duydu. Hiç beyanat vermediği, kendini tanıtıcı faaliyet göstermediği için hakkında bilinenler çok azdır. Onun hayat çizgisini takip edenler ağırbaşlı, mütevazı, zamanında konuşan ve davanın en çok kendisine ihtiyacı olan mevkilerinde yer alan sabırlı, metin ve cesur üslubuyla, Bozkurtların Bögü Alp'ini hatırlar. Taşer'in Ömrü "Taş yerinde ağırdır" sözünün tefsiri gibidir. 27 Mayıs Darbesi'nden vefatına kadar fikir birliği, kader birliği yaptığı Alparslan TÜRKEŞ'le birlikte olmuştur. Bu darbeye katılmasının sebebi ise, ülkenin içinde bulunduğu bunalım ve kaçınılmaz bir şekilde geliyorum sinyalleri veren askeri bir darbede ülke yönetimini CHP yanlısı İnönü taraftarı güçlere ve zihniyete yönetimi bırakmamaktı. TÜRKEŞ'le beraber ihtilal komitesinin içinde yer alarak CHP yanlısı güçlerin iktidar oyunlarını bir süre bozdular. Fakat daha sonra ihtilal komitesi içerisinde yer alan MBK üyeleri arasında komiteci oyunlar başlayacaktı. Komite içerisindeki 13 Kasım Darbesi'yle, sürgüne gönderilen 14 kişinin içerisindeydi. 13 Kasım hadisesi onu çok üzdü. Bu hadiseyi hayatı boyunca hoş görmedi. Sürgün yıllarını Fas'ta geçirdi. Taşer, iki yıl süren sürgün hayatından sonra yurda dönüşlerin serbest bırakılmasıyla, 1963 yılında, çok sevdiği vatanına ve toprağına kavuşacaktı. Onun gerçek değeri, yurda döndükten sonra yer alacağı siyasi hayatta çok çabuk fark edilecekti. 1965 yılında Alparslan TÜRKEŞ, Muzaffer Özdağ, Ahmet Er, Numan Esin, Rıfat Baykal gibi darbede yer alan, birlikte sürgüne gittikleri arkadaşlarıyla, CKMP'de siyasi hayata girdi. CKMP'nin 30-31 Temmuz 1965 tarihlerinde yapılan kurultayında, partinin GİK üyeliğine seçildi. 70 1967 Kurultayı'ndan sonra Genel Başkan Yardımcılığı görevine getirildi. Partide Başbuğ TÜRKEŞ'ten sonra gelen ikinci isimdi. CKMP'nin yeni döneminde fikri ve siyasi gelişiminde çok büyük hizmeti emeği vardır. Gecesini gündüzüne katarak, partinin Anadolu'da kök salması da. Milliyetçi Hareket Bayrağı'nın bir uçtan bir uca dalgalanmasında daima önde koşanlardandı. Taşer 1965'de Gaziantep'den milletvekili adayı, 2 Haziran 1968 seçimlerinde senatör adayı 1969 Genel Seçimleri'nde İstanbul'dan milletvekili adayı oldu. İstanbul'daki adaylığında seçimi çok az bir farkla kaybetti. AP iktidarının milli bakiye seçim sistemini kaldırarak, yerine daha avantajlı çıkacağını düşündüğü nispi seçim sistemini getirmesiyle, birçok Milliyetçi Hareket Partisi'li gibi milletvekili olamadı. Taşer siyaseti bir gaye olarak değil, milletine ülkesine hizmet yolunda bir araç olarak görürdü. Siyasette dürüstlüğü, erdemliliği şiar edinmiş gerçek bir dava adamıydı. Politik hayatta Taşer, fazileti, inancı ve fedakârlığı, sevgiyi, tevazu ve ülkücülüğü temsil etmiştir. Siyasi arenadaki dostları da muarızları da onun engin tarih, kültür, siyaset bilgisine ve zekâsına hayrandılar. Onun yapmış olduğu tespitler ve değerlendirmeler bütün kesimler tarafından dikkate alınırdı. 1970'ler Türkiye'sine baktığımızda onun yapmış olduğu tahlillerin ve tespitlerin ne kadar doğru olduğunu bugün bile görüyoruz. Meseleleri ele alırken kendine mahsus, sağlam ve rahat bir üsluba sahipti. Milliyetçi Hareket'in sözcülüğünü yapan Milli Hareket ve daha sonra yayına başlayacak olan Devlet Gazetesinde yazmış olduğu başyazılar ve parti sözcüsü olarak beyan ettiği ülke ve dünya meseleleriyle ilgili görüşler, hareketin ideolojik çizgisine de yön verirdi. Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı Dündar Taşer, 13 Haziran 1972 gecesi bir trafik kazası sonucunda ebedi âleme göç etti. Geri manevra yapan ekmek kamyonunun arkasından çarpmasıyla ağır bir şekilde yaralanan Taşer, kaldırıldığı Numune Hastane'sinde bütün çabalara rağmen kurtarılamamıştı. Acı haber kısa zamanda tüm Türkiye'ye ulaştı. Cenazesi 15 Haziran 1972 Perşembe günü Hacı Bayram Camii'nde kaldırıldı. Ruhu Şad; Mekânı Cennet Olsun. ! 71 DÜNDAR TAŞER VE ÜLKÜCÜ GENÇLİK 1965'li yıllardan itibaren Avrupa'da esen sol rüzgârlar ve sosyalizm modası Türkiye'yi de etkiledi. 1961 Anayasası'nda sağlamış olduğu siyasi haklarla birlikte çok sayıdaki komünist ve sol gruplar, illegaliteden legaliteye dönerek su yüzüne çıkacaklardı. İhtilalci sol hareketlerin fikri ve siyasi açıdan faaliyetlerini yoğun bir şekilde sürdürüp kitleselleşme çalışmalarıyla, milleti ve devleti tehdit edecek yıkıcı ve bölücü çalışmalarının ayyuka çıktığı bir dönemde, Türk Milleti'nin millî refleksi olan Türk Milliyetçileri sessiz kalamazdı. Taşer, Alparslan TÜRKEŞ'in de bulunduğu CKMP'nin bir toplantısında ülkede yaşanan durumla ilgili; "Mutlak mana da millî, manevî, İslamî değerlere bağlı gençliği ülkü ve fikirler etrafında toplayacak aksiyoner bir hareketi oluşturmak zorundayız." diyordu. Taşer kolları sıvayarak, kendini parti çalışmalarından çok gençlik çalışmalarına ayırdı. Üniversitelerde ve Anadolu'da, Ülkücü Hareket ismiyle siyasi kimliğe kavuşacak olan ülkücü gençlik teşekküllerinin kurulma çalışmalarında öncülük ve önderlik etti. Gençlerle sadece bir arada oturarak dernekçilik yapmadı. Türkiye'nin istikbali ve geleceği olarak gördüğü milliyetçi, ülkücü gençliğin faaliyetlerinde bir ışık gibi duruyor, yön gösteriyordu. Ortaya çıkan problemler veya zorluklar karşısında ise, meselelerin nasıl çözüme kavuşacağını, bir taktisyen gibi öğretiyordu. İçtimai yapıdaki bozukluğun sebeplerini ve kaynaklarını iyi bilirdi. Milliyetçi Hareket'in geleceğini ve Türkiye'nin kurtuluşunu Ülkücü gençliğin yetişmesiyle mümkün olacağına inanırdı. Gençliğin üzerine titrerdi. Türk Milleti'nin bekasının teminatı olan Ülkücü gençliğin düşmanların bütün oyunlarını bozacak kudretteki ruh sağlamlığında ve teşkilatlanma gücünde onun damgası vardır. Gençliğin yetişmesinde, şahsiyetini bulmasına önem vermesi sebebiyle, yöneticisi olduğu partiden bağımsız olarak bir araya gelmelerini arzu etmiş, dolayısıyla zaman içinde gücü, cesareti, şecaati milletçe takdir edilen, gençlik üzerindeki muesseriyetini geniş çevrelere göstermesini başarmıştır. 1967-1968 yılları arasında kurulmaya 72 başlayan Genç Ülkücüler ve Ülkü Ocakları'nın kurdurulmasında ve eğitiminde önemli görevler ifa etmiştir. Milliyetçi Hareket ve milliyetçi gençliği parçalanmışlıktan, bölünmüşlükten kurtararak, onun birleşik millî bir güç haline gelmesinde oynadığı rol Milliyetçi Hareket Partisi içinde önemli yer tutmaktadır. İlk gençlik hareketlerinin başladığı yıllar içerisinde, onun en önemli özelliklerinden biri, gençliği millî, manevî değerlerle yetiştirecek, onları her türlü anarşist, materyalist düşüncelerden koruyacak bir teşkilatın nasıl kurulacağını bir tarihçi, sosyolog ve psikolog gibi düşünmesiydi. Kendini bir siyasi parti yöneticisinden çok, mefkûre insanı olarak görüyordu. Gençliğin siyasi kadroların programlan etrafında değil, fikirler ve ülküler etrafında toplanması gerektiğini düşünüyordu. Bu yüzden gençlik çalışmalarını parti çalışmalarından hep ayrı tutmuştur. Dündar Taşer bir ülkücünün yaşama ve hareket şevkini net çizgilerle ortaya koyarken, millî şuur sahibi münevverlerimize de en güzel örneklerden biri olmuştur. Memleketin içinde bulunduğu şartların bir varolma kavgası olduğunu biliyor ve ülkenin, Akif in "Asım'm nesli" dediği dinine, milliyetine, kültürüne ve tarihine sahip vatanperver ülkücü kadrolarla kurtulacağına inanıyordu. Taşer, temellerini oluşmasına katkıda bulunduğu, öncülük ettiği Genç Ülkücülerin ve Ülkü Ocakları'nın düzenlemiş olduğu sohbetlerde en çok aranılan ve değişmez isimlerindendi. Onun aydınlattığı sohbetlerde Ülkücü gençler geleceği ümitle bakarlardı. Bazen gece yarıları başlayıp sabahlara kadar devam eden konuşmalar uzadıkça uzar ama hiç kimse sohbetlerin bitmesini istemezdi. Onun sıcaklığı, içtenliği bütün genç Ülkücülerin yüreğini ısıtırdı. Hele Osmanlı'yla başlayıp cumhuriyetle devam eden konulara girildi mi, sanki tarihin derinliklerinden gelen bir insan konuşuyor gibi, pür dikkat dinlerlerdi. O sanki yaşayan bir Osmanlı'ydı. Kökü mazide olan âtinin tâ kendisiydi ve hali heyecanla yaşardı. Son derece gerçekçiydi. Günün hadiselerini en umulmadık yanlarından kavrar gerek teşhis gücü, gerekse değerlendirilişteki üstünlüğüyle zevkle dinlenirdi. Türk tarihini çok iyi bilişi ve parlak zekâsının hadiseleri millî tarih 73 şuuruyla yorumlayışı, mükemmel bir kafa yapısına sahip oluşunun işaretiydi. Ülkücü gençlerle olan sohbetlerinde tarihi gelişmelerimizi bir sarkacın hareketine benzetirdi. Türk tarihinde sarkacın son noktasına gelindiğini ve artık zaruri olarak kabarıp taşma, büyüme istikametinde gelişeceğini söylerdi. Anadolu'ya bu halimizle sıkışıp kaldık, artık daha fazla küçülmemiz mümkün değildir. Sarkaç genişleme istikametinde hareket etmeye mecburdur. Bu hem maddî hem de manevî gelişmelerimize şamil bir ifadeydi. Sürekli bir şekilde Ülkücü gençlere hitaben "Biz kaybedilmiş medeniyetin çocuklarıyız o kaybedilmiş medeniyeti yeniden kuracak olan sizlersiniz" diyerek onlara ufuk açardı. 1967 yılından itibaren vefatına kadar her yıl Osmanlı Devleti'nin kurulduğu yer olan Söğüt'te düzenlenen Ertuğrul Gazi Törenleri'ne partinin ve gençlik kollarının da katılmasında önemli etkisi olmuştur. Düzenlenen törenlere katılımlarda Ülkücü gençliğin kalabalık bir şekilde yerini almasına, toplantılarda hazır bulunmasına özen gösterirdi. Söğüt'te düzenlenen bu ziyaretlerle gençliğin tarih ve milliyetçilik şuuruna, tarih sahnesinde büyük rol oynamış ecdadımız Osmanlı'nın daha iyi anlaşılması noktasında Ülkücü gençliğin misyonunun öneminin altını çizer, hedefler gösterirdi. Kafasındaki güçlü, millî bir devletin adı, tarihteki Osmanlı'ydı. Yeni bir Türk-İslam medeniyeti kurmanın yolunun Osmanlı'yı kavramaktan geçtiğine inanıyordu. Fena Fi'dDevlet, (Devlette fani olmuş, onda erimiş) bu sıfat arkadaşları tarafından onun için kullanılıyordu. Devlet mi mühim, yoksa hürriyet mi? Devlet olmadan hürriyeti ve meşrutiyeti ne yapacaksınız inancındaydı. Resmi ideolojinin zihinlere nakşettiği, hala tartışmaları süren Kurtuluş Savaşı tezine karşı çıkarak; "Ne geri kalmış milletlerin birisi, ne de kurtuluş savaşı yapan kavimlerin birincisiyiz. İstiklalini son elli yıl içinde bizden almış on-dokuz ülkenin efendisiydik. Yüzelliyıldır her türlü uygulanan şekil kavgalarını terk zamanı gelmiştir. Millî şuur, milliyetçi hareket 'doğurmuştur. Bu hareket Şeyh Edebali gibi gönül pirleri, Çandarlı Hoca gibi ilim ülkücülerini beklemektedir" diyordu. Taşer, bizim tarihimizde ki 74 'Veli" ve "Alp" tiplerini her ikisinin de özelliklerini üzerinde taşıyordu. Gençler ve tabii yaşlılar onu kendilerine bu kadar yakın bulurken, efsane devirlerden bugüne kalmış bir kahraman gibi onu bütün benliklerine bağlarken, bu vasıfların tesiri altındaydılar. Türk siyasi hayatına damgasını vuran, Türkiye'nin en güçlü sivil hareketi olan Ülkücü Hareketin gerçek manada kurucularından ve öncülerinden olan Taşer, gençliğe üç önemli temel esası öğretmeye çalışmıştır. 1. İslam ahlâk ve fazileti 2. Türklük ve tarih şuuru 3. İla'y-ı Kelimetullah için Nizam-ı Âlem İşte, bütün hayati boyunca yapmış olduğu konuşmalar, yazmış olduğu makaleler ve o meşhur sohbetlerinde her şeyin özeti, bu esaslarda yatmaktaydı. MİLLİYETÇİ HAREKETÇİLER; 1. Munis ve terbiyelidirler. 2. Nazik ve yumuşaktırlar. Bu vasıflarını böbürlenmeye kalkanları pişman ederler. görüp de 3. Büyüklerine karşı mutlak saygılıdırlar. Saygıları zillet değildir. Kanaatleri sağlam, imanları bütün, fikirleri berraktır. Serttirler, ama odun gibi değil: Elmas gibi pırıl pırıl. 75 BİZ KİMİZ Dündar TAŞER Biz, dünyanın en büyük imparatorluklarını kurmuş ve hâkimiyetini eski dünyanın bilinen her köşesinde yürütmüş bir milletiz. Bu imparatorlukların sonuncusu, varisi olduğumuz Osmanlı Devleti'dir. Osmanlı Devleti Söğüt'te kurulduğu 1299 yıllarında 40 atlıya sahip bir uç beyliği iken, 1326'da Bursa'nın fethi sırasında Orhan Bey 38.000 süvariye kumanda ediyordu. Bu asker artışı, nereden geliyordu? Fethedilen topraklardan toplanamazdı. Zira bu yerin ahalisi Türk değildi. 400 çadırlık bir aşiret, 27 senede bu kadar çoğalamazdı. Selçuk Sultanlığı, asker yardımı yapacak halde değildi. O halde artış nereden geliyordu? Öyle anlaşılıyor ki, Bizans ucundaki bu beylik bütün Türk âleminin ülküsünü temsil ediyor. Türklük âleminin, fetret devrinde bile asla vazgeçmediği, İstanbul fethinin ve dünya hâkimiyetinin mümessili sayılıyordu. Millî şuur ve ülkü Horasan'dan İzmir'e kadar her yerdeki Türk'ü Ertuğrul sancağına çekiyor, şeyhler, müftüler, müderrisler eli kılıç kabzasına yakışan her yiğidi, gönlü fazilet aşkı ile dolu her mümini, kafası salim düşünceye açılmış her talebeyi Söğüt Beyliği'ne sevk ediyordu. Küçük beylik az zamanda Türk âleminin otağı haline geldi. Sultan-Medrese - Sipahi muvazenesi ile ne anarşi ne de despotluğa fırsat vermeyen bir devlet kuruldu. Başta hanedan olmak üzere bütün- insanların devlete can borcu vardı ve bu borcu bütün tebaa hükümdarlar dâhil tereddütsüz ödediler. Küçük devletin, fazileti büyük, müsamahası büyük, ideali büyüktü. Bu manevi azamet devletin topraklarım çok kısa zamanda kendi seviyesine getirdi. Bu devir 1699'a kadar sürdü. Bu dört yüz senenin macerası şöyle özetlenebilir. Her yaz 3 ay sefere çıkılır, 3 gün 3 saat kılıç çekilir. Bir ülke bir vilayet olarak devlete katılırdı. Her güz batıya, kuzeye doğru bir koşu asırlarca devam etti. Bu koşu, talan, istismar koşusu değil, müsamaha, adalet ve huzur tesisi içindi. Bu devrede Osmanlı hünkârı "Hakan-ı Berri ve Bahrin", "Sultan-ı İklimi Rum", "Halife-i Ruyi Zemin" sıfatları ile yeryüzünde kendine muadil otorite tanımadı. Karlofça bu uzun koşuda tökezlenen bir nokta oldu. 1699'dan sonraki bütün çabalar, bütün 76 düşünceler, o noktayı geçmek, o engeli aşmak için aranan çareler, ileri sürülen fikirlerin kavgasıdır. Ne tedbirler düşünülmedi: Sünnet adına Kadızade ile ortaya çıktı. Çakşır haram, kavuk haram, kaftan haram bunlardan soyunursak her iş yoluna girer dediler. Avrupacılar türedi: Pantolon giyer, pelerin taşır, fes vurursak mesele çözülür dediler. Ne Kadızadeler İslamı anlamıştı, ne de Avrupacı'lar batıyı. 25 milyon kilometre karelik vatanı birleşik tutmak için taklitten başka tedbir düşünen olmadı. İsyanlar, ihtilaller, sokak kavgaları oldu. Birbirimizi kırdık, sultanları kestik, nihayet kendi ordumuzu top ateşine tuttuk. Mısır gitti, Cezayir gitti, bu yitirme devri 150 yılda bizi Sakarya sahiline getirdi. Bugün hainlerin kandırdığı gençlerin bir kısmı hangi sebeplerle sosyalizmi istiyorsa, dün onlar kadar samimi kimseler liberalizmi istemişlerdi. Bugün demokrasinin yeter olduğunu sananlar gibi dün Tanzimat'ı yeter sayanlar vardı. Velhasıl 300 senedir kandaki mikrobun deride açtığı yarayı tedavi ile uğraşıyoruz. Biz bu cihan devletinin kalıntısı üstünde cihan hâkimlerinin evladan olarak utanıyoruz. "Rüyama girdi bir gece bir fatihane zan" diyen şair kendini söylediği kadar bizi de söylemiştir. Ne geri kalmış milletlerin birisi, ne de kurtuluş savaşı yapan, kavimlerin birincisiyiz. İstiklalini son elli yıl içinde bizden almış 19 ülkenin efendisi idik "Azizi vaktîdik, o da zelil kıldı bizi."Bu zilletin sebebini çıplak gözlerle aramalı ve açık yürekle ortaya koymalıyız. 150 yıldır her türlü uygulanan şekil kavgalarını terk zamanı gelmiştir. Milli şuur, Milliyetçi Hareketi doğurmuştur. Bu hareket Şeyh Edebali gibi gönül pirleri, Çandarlı Hoca paşa gibi ilim ülkücülerini beklemektedir. Bu bekleyiş demiri eritene kadar sürecektir. Ergenekon'dan demiri eritince çıkmıştık. Binlerce yıl önceki efsaneler tutulacak yolu göstermiştir. Demiri eritinceye kadar sabır. Şekil kavgaları ile "go home" çığlıkları ile grevlerle, öldürülecek vaktimiz yoktur. Sokaktan mektebe, kahveden fabrikaya koşmalıyız. Sanayimizi kurmalı, büyük milletin imkânlarını, büyük geleceği kurmak için seferber etmeliyiz Devlet / 7 Nisan 1969 / Sayı: 1 77 DÜNDAR TAŞER’DEN SEÇMELER Örfle kanun ayrı membalardan (Kaynaklardan) gelirse yani kanun başka bir cemiyetin örfünden doğmuşsa cemiyette kanun dışına çıkma yaygın hale gelir ve düzen bozulur. Çok zamanlarda örf kanunun amir hükmünü yener ve onu uygulamaz kılar. Milliyetçilik ile Hürriyetçilik eş manalıdır. Mülkiyetle hürriyet arasında reddedilmez bir bağ vardır. Din, millet, vatan gibi mevhumlar yaşamaya devam edecektir. Kökünün bin yıllara dayanması dalının bin yıllar ötesine uzanacağının delilidir. Tarih boyunca Türk devleti Rusya’nın tehdidine uğramıştır. Rusya batı ile ittifak kurabildiği zamanda, Türkiye batı ile birleştiği zamanda Rusya’ya karşı toprak bütünlüğünü muhafaza etmiştir. Biz, bir cihan devletini kalıntısı üzerinde, cihan hâkimlerinin evlatları olarak oturuyoruz. Sokaktan mektebe kahveden fabrikaya koşmalıyız, sanayimizi kurmalı, büyük milletin imkânlarını büyük geleceği kurmak için seferber etmeliyiz. Cesaret, hadiselerin arasından sıyrılmaktır. Himaye kabul edenin hamisine karşı fazla dik olamayacağı bir bedahettir. Milliyetçi hareketin temel vasfı: Türk’e zarar Vermeyeni müsamaha, Türk’e fayda vereni himayedir. Milli Şuur Milliyetçi Hareketi Doğurmuştur Bu hareket Şeyh Edebalı gibi gönül pirleri, Çandarlı Hoca paşa Gibi ilim ülkücülerini beklemektedir. Bu bekleyiş demiri eritene kadar sürecektir Ülkücüler İpeğe Sarılmış Çeliktir Biz BOZKURTLAR demiştik. Halk komandolar dedi. İş sözde değil özdedir. Komünizm bir kudurmuş it, gericilik bir kötü bittir. Büyük milletlerin zaferleri ve ızdırapları da büyük olur. Dünya sulhunu, dünya nimetini paylaşanlar düşünsün. 78 Lideri tarihi şartlar hazırlar, her aklına esen lider olamaz. Ordular her şeye karşı olabilirler de, milliyetçiliğe olamazlar, imanın namaza bankerin paraya karşı olmadığı gibi. Aklı başında bir savaşçı; kendini tehdit eden kuvvetleri, riyazî bir mantıkla tahlil etmeli; bu kuvvetlerin en tehlikelisini tayin edip bütün kudretini onu bertaraf etmeye yöneltmelidir. Milliyetçi Hareket Partisi komünizmin metot ve gelişme zemini hakkında en erken teşhisi koymuş ve mücadele içinde, Türk milliyetçiliğini yeniden diriltmiştir. Ülkücüler Türk milliyetçisidirler. Milliyetçilerin hasletlerini devam ettirmek isterler. Zulme, haksızlığa eğilmezler, kanun ve nizamlara itaatlı, büyüklerine saygılıdırlar. İtaat olmazsa birlik olamaz; birliğin olmadığı yerde de devletten söz edilemez. Doğruda birlik doğrudur. Yanlışta dahi birlik doğrudur. Çünkü bizatihi birlik doğrudur. Türk milleti için bayrak devlettir. Devlet nizam demektir. Adaletin kudreti, kahramanlık ve cesaretin mihrakı, sanat ve medeniyetin inkişafını hazırlayan örgü ve örtü azametin müşahhas (somut) varlığıdır. Allah Türk’ün bu bayrağını temsil ettiği işte böyle bir devlet için yaratılmış ve vazifelendirmiştir. Allah Türk milletinin istikbalinin hükmünü vermemiştir. Ülkücü gençlik gösteriyor ki Allah bu milletin fena bulmasını dilememiştir. O halde Türk milleti yaşayacaktır. Türkler yiğitler topluluğudur, filozoflar topluluğu değildir. Ülkücüler İpeğe Sarılmış Çeliktir 79 GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİN TARİHİ GELİŞİM SÜRECİ Milliyetçilik, milletten türetilmiş bir kelimedir. Arapça olan millet kelimesi "din topluluğu", manasına gelmektedir. Dilimizde millet "nation" kelimesine karşılık olarak kullanılmaktadır. Lâtince bir fiil olan "nasci" den gelen "nation" aynı yerde doğmuş bir insan topluluğu manasını ifade etmektedir. İngilizcede milliyet anlamına gelen "nationality" kelimesinin varlığı 1691'den itibaren tespit edilmişse de, bunun bugünkü anlamda ilk kullanılışı 19. yüzyılın başlarındadır. Fransızcada da aynı anlama gelen "nationalite" kelimesi ilk defa 1885'te Akademi Sözlüğü'ne girmiştir. Milletin tanımı, tartışmalı bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları'nda milleti "dilce, dince, ahlâkça ve bediiyatça müşterek olan, yani aynı terbiyeyi almış fertlerden mürekkep bulunan bir zümredir" şeklinde tanımlamaktadır. Yusuf Akçura'ya göre ise millet, "ırk ve dilin esasen birliğinden dolayı içtimaî vicdanında birlik hâsıl olmuş bir cemiyet-i beşeriye"dir. Sadri 80 Maksudi Arsal'a göre milleti teşkil eden unsurlar şöyle sıralanabilir; "milleti teşkil eden kişilerin bir devlet içinde yaşaması veya yaşamış olması, nüfus, coğrafi alan, bağımsızlık, dil birliği, örf ve âdetler birliği, ortak dinî inançlar, millî seciye, çoğunluğun aynı ırktan olması". Mehmet Gönlübol, milliyetçiliği "millî devletleri siyasî örgütlenmenin ideal birimi olarak kabul eden, milletlerin yaratıcı kültür enerjisinin ve ekonomik refahın kaynağı olduğuna inanan görüşün ve duyuş ve düşünüş havasının geniş halk kitlelerine yayılmış biçimidir" diye tanımlamaktadır. Halk arasında milliyetçilik ile insanın üyesi olduğu millete duyduğu derin bağlılık duyusu anlatılır. Diğer bir ifade ile milliyetçilik, millet olmanın eyleme dönük bilincidir. Seton-Watson'a göre milliyetçiliğin iki esas anlamı vardır. İlk anlamıyla milliyetçilik milletlerin karakterleri, çıkarları, hakları ve görevleri ile ilgili doktrini ifade etmektedir. Diğer anlamıyla milletlerin ileri sürdükleri amaçları ile çıkarlarını ilerletmeyi amaç edinen örgütlenmiş siyasî bir akımdır. Bu akımın gerçekleştirmeyi istediği iki ana amaç bulunmaktadır. Bunlar; milletin hâkim olduğu bağımsız bir devletin yaratılması ile millî birliktir. Mehmet Nihat ve Emre Cemiloğlu'na göre "millet ve milliyetçilik, temelde, bir mensubiyet şuurunu ve şuurun icaplarının yerine getirilmesini" ifade eder. Ernest Gellner'e göre "Milliyetçilik en genel ve basit anlamıyla, siyasî birim ile millî birimin çakışmalarını, örtüşmelerini öngören siyasî bir ilkedir". Marksistlere göre ise millet, milliyetçilik ve din, birer sahte bilinçler olup sahici ilişki ve kimlikleri tayin eden sınıf ilişkileridir Millet ve milliyetçilik evrensel değildir ve aşılması gereken geri unsurlardır. Çünkü insanlık tarihi bir ilerleme tarihidir. Burada Marksistler, sınıf ilişkilerinin ve sınıf kimliğinin tek etken olduğunu ve millet ile din kimliklerini yok eden bir mahiyet taşımadığını ileri sürerek ve insanlık tarihinde dinin ve milletin medenileşme hareketlerinde oynadığı rolü göz ardı etmişlerdir. Genellikle milliyetçiliğin ana kavramları, ana vatan ve millî sınır, ana dil ve yazı, din, tarih ve 81 eğitim, ırk ile sınırlandırılmıştır. Bunlar milliyetçiliği şekillendiren millî karakteri oluştururlar. Buna göre her milletin müşterek bir karakteri vardır. Bazıları millî karakteri ırk ve kanın tayin ettiğini belirtmişler; bazıları ise iklimin, siyasî-dinî- sosyal-ekonomik şartlarla değişen âdetlerin millî karakteri tayin ettiğini belirtmişlerdir. Elie Kedourie milliyetçiliği açık ve kapalı olmak üzere iki kısma ayırmıştır. Açık milliyetçilik ırk ve etnik kökeni göz önüne almadan vatandaşlardan meydana gelen siyasal bir toplumu, bir toprak teşkilâtını ifade eder ve idealini gelecekte arar. Kapalı milliyetçilik ise, milletin millî karakteri olan kan ve ırk gibi ortak kökenler ve ana vatanlarında köklü bir şekilde bulunmuş olma gibi konuları işler. Bu şekilde millî karakterin saflığını ileri sürerek bunun yabancı etkiler altında bozulmamasına çalışır ve ideallerini kavmi ve eski geçmiş üzerine kurar. Türkiye'de bu adla anılan bir partinin, Milliyetçi Hareket Partisi'nin kurucusu ve genel başkanı olan Alparslan TÜRKEŞ'e göre milliyetçilik "Türk milletini sevmektir. Türk milletini sevmek ise, Türk milletinin iyiliğini istemek, onun yüceltilmesi için çalışmak, onun hakkını, hukukunu çiğnetmemek ve milletimizi kısa zamanda dünyanın en çok refaha ermiş, en zengin, en güçlü toplumu hâline getirmek; dağınıklığı gidermek, esaret altında bulunanların esaretten kurtulmasını sağlamaya çalışmak ve Türklerin kendi aralarında sıkı bir sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasî iş birliğinin gelişmesini sağlamak demektir. Türk milliyetçiliğinin ilk izlerini 8. yüzyılın ilk yarısında yazılmış bulunan Orhun Abideleri'nde görmekteyiz. "Türk" adı da yazılı olarak ilk defa bu abidelerde zikredilmektedir. Abidelerde Türk adı, yalnızca Türk kavminin adı değil Türk devletini karşılayan geniş bir deyim olarak kullanılmıştır. Göktürk Hakanı Bilge Kağan, "Çin milletinin sözü tatlı, hediyesi yumuşak imiş, Çin milleti tatlı sözü, yumuşak kumaşıyla Türk milletini kendine yakınlaştırmış, kendine yakınlaşmayanı da öldürmüş. Pek çok Türk milleti bu tatlı sözlere ve yumuşak hediyelere kanarak öldünüz" diye milletini uyarmış; "Türk milletinin adı, sanı 82 yok olmasın diye gece uyumadım, gündüz oturmadım. Tanrı buyurduğu ve bahtlı olduğum için ölecek hâle gelen milleti dirilttim. Aç milleti tok, az milleti çok hâle getirdim" diyerek milleti için çalışmanın gerekliliğini belirtmiş; "Ey Türk, Oğuz Beyler, millet işitin! Yukarıda mavi gök çökmezse, aşağıda yağız yer delinmezse, senin ilini töreni kim bozabilir? -Ötüken ormanında kalırsan, yurdunu ebediyen elinde tutacaksın" diyerek ülkenin ve törenin önemini belirtmiş; "Türk beyler Türk adını bıraktı, gelinlik kızların cariye, yiğit erkeklerin köle oldu" diyerek Türk adının önemini vurgulamış; "Ey Türk titre ve kendine dön!" diyerek de millî şuurun ve benliğin önemini belirtmiştir. Türklerin İslâmiyet ile tanışmasından hemen sonra 11.yy. Kaşgarlı Mahmut tarafından Araplara Türkçe öğretmek için yazılan ilk Türkçe sözlük Divanü Lügati't-Türk'te Kaşgarlı Mahmut "Gördüm ki Yüce Tanrı devlet güneşini Türklerin burçlarından doğdurmuş, onlara Türk adını kendisi takmış, hakanlığı onlara kendisi vermiş. Zamanımızın padişahlarını hep onlardan teşkil etmiş. Cihan halkının dizginlerini onların ellerine bırakmış. Her kim onların diline sığınırsa onu kendinden sayıyorlar, her türlü korkudan kurtarıyorlar. Bunun içindir ki Türk olmayanlar da Türk diline sığınmakta, bu vesileyle zarar ve ziyandan kurtulmaktadır" diye Türk milletini övmüş ve "Türk dilini öğreniniz çünkü onların uzun sürecek saltanatları vardır" diye bir hadisi belirtmiştir. Hadis doğruysa, Türk dilini öğrenmenin dinî bir vazife olduğunu, eğer hadis doğru değilse böyle bir hadisin uydurulmasının Türk dilini öğrenmek veya öğretmek ihtiyacından doğduğunu belirtmiştir. 12.yy'da yaşayan Fahrettin Mübarekşah, Türk ve İslâm büyüklerinin şeceresini belirtmek için yazdığı "Secere-i Ensâb" adlı eserinde Türk sedef içinde deryada bulunan bir inci gibidir. Kendi yurdunda bulunduğu zaman kadir ve kıymeti yoktur. Lâkin oradan çıkınca denizden ve sedeften çıkmış inci gibi kıymetlenir. Arapçadan sonra Türkçeden daha iyi ve daha heybetli hiçbir dil yoktur" demiştir. Daha sonra aynı şuuru Hindistan'da bir Türk İmparatorluğu kurmuş olan Babür'ün 83 Hatıraları'nda, Çağatay döneminde Hüseyin Baykara ve Nevâî'nin eserlerinde görmekteyiz. Hatta Nevâî, Farsça ve Türkçenin mukayese edildiği Muhakemetü'l- Lügateyn adlı bir eser de yazarak, bu eserinde "Türkler Sartlardan daha keskin zekâlı, daha üstün anlayışlı, daha pak ve daha saf yaratılışlıdır. Türklerin küçükleri, beyleri kölelerine kadar Farsçayı öğrenmelerine rağmen, Şartlar, Türkçeyi öğrenememişlerdir. Türkçede incelikler, derinlikler yükseklikler çoktur. Bugüne kadar hiç kimse bunları inceleyerek meydana çıkaramadığı için gizli kalmışlardır. Türk'ün bilgisiz ve zavallı gençleri güzel sanarak Farsça şiir yazmaya özenirler. Ana dilin üzerinde düşünmeye koyuldum. Türkçenin derinliklerine dalınca gözlerime on sekiz bin âlemden daha yüksek bir âlem göründü" gibi ifadelerle Türklerin ve Türk dilinin yüceliğini belirtmiştir. Özbek hanlarından Yadigâr Han'ın torunu Hive Hanı Ebü'l-Gazi Bahadır Han, milletin tarihi ile şuurlu bir övünç duymuş, Tanrı tarafından Türk olarak yaratılmayı bir şeref bilerek 17.yy.da Şecere-i Terâkime ve Şecere-i Türkî adlı eserlerini vermiştir. Selçuklular ve Osmanlılar döneminde Farsçanın edebiyat ve sanat dili, Arapçanın ilim dili olarak geliştiğini, Türkçe'nin ise halk arasında konuşulduğunu, kullanılmaya kullanılmaya köreldiğini görmekteyiz. Buna rağmen XIII. yy. Âşık Paşa, Garibnâme adlı eserinde; Türk diline kimse bakmaz idi Türklere hergiz gönül akmaz idi Türk dahi bilmez idi bu dilleri İnce yolu ol ulu menzilleri Gibi mısralarla, Türkçenin o çağlarda nasıl ihmal edilmiş olduğunu, bu yüzden Türklere bile gönül verilmediğini, hatta bizzat Türklerin bile bu güzel ve ince dili bilmediklerini söylemektedir. 17.yy. yaşamış olan Vanî Mehmet Efendi "Arâisü'l-Kur'an ve Nefâisü'lFurkan" isimli Kur'an tefsirini kaleme almış, Türk ve Oğuz kelimelerini rahatlıkla kullanan bir Türk milliyetçisidir. Vânî Mehmet Efendi, Arap medresesine intikal eden ve muhtelif ırklardan mürekkep Osmanlı uleması tarafından körüklenen Arap hayranlığı ve 84 Türk düşmanlığı cereyanına sırf ilmî sebeplerle isyan etmiş, Arap tefsircilerinin Ye'cüc ve Me'cüc'ü Türkleştirmelerine mukabil "Türkler, Kur'an'da bahsi geçen Zülkarneyn'den maksat Oğuz Han olduğunu söylerler ki, bu hususta tereddütü mucip olacak bir nokta yoktur" ifadesiyle aksini müdafaa etmiş; Ye'cüc ve Me'cüc'e karşı demir ve bakırdan bir set yaptıran Zülkarneyn'i Türkleştirmiştir. 18. ve 19.yy. batıda Türkoloji çalışmaları artmış, Orhun Abideleri ve Kutadgu Bilig gibi Türklerin temel kaynakları çözülmüştür. Bir taraftan da Osmanlı Devleti devamlı toprak kaybediyordu. Eflâk ve Bûdan kaybedilmiş, Sırplar, Yunanlılar ve en nihayet Bulgar da müstakil birer devlet kurmaya muvaffak olmuşlar, gayri Türk unsurlar, Türk olmadığını söyleyen kendi soyundan insanlarla birleşip teşekküller kurmaya başlamışlardı. İşte bu dönemde cılız da olsa Edirneli Nazmî ve Mahremî gibi yazarlar Türkî-i Basit adı verilen cereyanla sade Türkçeyle eserler vermişlerdir. Bu cereyandan sonra Fransız İhtilâli'nin etkisi altında kalarak eski edebî ananelere karşı bir aksülâmel yapmak için lisanın sadeleşmesini ortaya atan Tanzimat'ın ilk neslini yani, Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa ekolünü görmekteyiz. Bu nesil eski şiir kalıplarını ve tertipleri reddederek, vatan, millet, halkçılık mefkûresine hizmet eden ve tamamen Fransız edebiyatından mülhem bir edebiyat yaratmak istiyorlardı. Şinasi 1860 yılında çıkardığı Tercüman-ı Âhval gazetesinin mukaddemesinde "Türk yurdunda gayrimüslim tebaanın kendi lisanlarıyla birer gazete çıkarmakta oldukları halde millet-i hâkimeden hiç kimsenin Tercüman-ı Ahval'in intişarına kadar böyle bir teşebbüse girişmediğini" söylerken Türk milletini diğerlerinden ayırarak aslî unsur olarak belirtmiştir. Namık Kemal ise "Dönersem kahbeyim millet yolunda bir azimetten" diyerek millet yolunda çalışmanın yüceliğini belirtmiştir. Ziya Paşa'da da dil ve edebiyat alanlarında Türkçü bir tutum görülür. Bunu Hürriyet gazetesinde yayımladığı "Şiir ve İnşa" makalesinde görmekteyiz. Ziya Paşa, bu makalesinde "Türk edebiyatında öteden beri kullanılan şiir ve nesir lisanın tabii bir lisanın olmadığını, tabiî Türk şiirinin halk şairleri 85 arasında yaşadığını; Türk dilinde edebî eser yazmanın lâfız oyunlarına uymak mecburiyeti yüzünden bir kat daha zorlaştığını ileri sürmektedir. Tanzimat'ın en renkli siması Namık Kemal'dir. Namık Kemal'in kendini Arnavut sayması yer yer Osmanlı tabiriyle Türk kelimesini yer değiştirerek kullanmış olması, bazı şüphelere yol açtıysa da Osmanlı Devleti'nde hâkim millete mensup bir vatanperverin kavimci bir millet ilkesi izlemesinin tasavvur dışı olduğu muhakkaktır. Namık Kemal'in en önemli tarafı, Tanzimatçılar karşı tepkisi, Tanzimatçıları batılılaşma içinde kendi benliklerini kaybetmelerini ve gayrimüslim tebaaya verilen haklarla TürkMüslüman hâkimiyetini sarstıkları yolundaki itirazıyla, vatan-millethürriyet gibi kavramları bu konuda hiçbir terbiye almamış topluma sokarak daha sonraki milliyetçi gelişme için bir nebze yönlendirilmiş bir kitle hazırlamıştır. Bu yüzyılda Avrupa'daki Türkoloji çalışmaları Türkiye'de de etkisini göstermiş Ahmet Vefik Paşa'yla başlayan ilmî milliyetçilik Süleyman Paşa, Özbekler Tekkesi Şeyhi Süleyman Efendi, Ali Süavî, Ahmet Cevdet, Ahmet Mithat Efendi, Veled Çelebi, Şemseddin Sami ve Bursalı Tahir'le devam etmiştir. Lise tahsilini Fransa'da yapan Ahmet Vefik Paşa, birçok doğu ve batı ülkesinde elçilik yapmış, maarif nazırlığı, dâhiliye nazırlığı ve sadrazamlık(Başbakanlık) görevlerinde bulunmuş, Avrupa'daki Şarkiyat çalışmalarını yakından takip etmiş bir milliyetçiydi. Önce Ebülgazi Bahadır Han'ın Şecere-i Türk adlı eserini Çağatayca Türkçesinden Osmanlıca Türkçesine aktarmıştır. Bu suretle Orta Asya tarihinin bilinmeyen bir kısmını Türkiye Türklerine tanıtmak ve bizim millî tarihimizin Osmanlılarla başlamadığını, Türk'ün çok daha eski ve asil bir tarihi olduğunu ortaya koymuştur. Daha sonra Lehçe-i Osmanî isimli lügat kitabını yayımlayarak ilk defa Türkçe kelimeleri Arapça ve Farsça kelimelerden ayrı telâkki etmiş, muhtelif Türk lehçeleri hakkında bazı bilgiler vermiş, bu lehçelerin yayılış sahalarını belirtmiş, Türk maddesinde bazı Türk kavimlerinin isimlerini saymıştır. A.Vefik Paşa'nın diğer bir hizmeti 86 de içinde 6-7 bin atasözümüzün toplandığı Darb-ı Mesel Mecmuası'dır. Bu atasözlerini muntazam bir hat sırasıyla toplayan ilk ve zengin bir kaynaktır. İlmî Türkçülüğün ikinci siması bir asker ve devlet adamı olan Süleyman Hüsnü Paşa'dır. Süleyman Paşa Mekteb-i Harbiye Nazırı iken Harp Okulu'nda okutulacak olan ders kitaplarıyla bizzat ilgilenmiş, hatta bir kısmını da kendisi telif etmiştir. Bu kitaplardan birisi İlm-i Sarf-i Türkî adlı gramer kitabıdır. O'na göre "Dilimize Osmanlı dili, milletimize Osmanlı milleti denemez. Çünkü Osmanlı tabiri devletin adıdır, milletimizin adı ise sadece Türk'tür. Bu sebeple lisanımıza Türk dili, edebiyatımıza da Türk edebiyatı dememiz lâzımdır". Süleyman Paşa'nın dikkati çeken diğer bir eseri de Tarih-i Âlem'dir. Yazar, ilk defa Türk tarihinin eski çağlarına 159 sayfalık bir bölüm ayırarak eski Türkler hakkında önemli bilgiler vermiştir. Ölümünden sonra oğlu tarafından basılan Hiss-i İnkılâp adlı risalesinde "Türk milletinin Avrupa'daki her türlü yeni ve medenî hareketleri kolayca kabul edebilecek ve hatta örneklerini de geçebilecek kabiliyette olduğunu, bu milletin ilerlemek için sadece hükümetin teşvikine muhtaç olduğunu" belirterek o dönemde Batı karşısında tezahür eden sosyal aşağılık kompleksine karşı çıkmıştır. Buhara'da doğarak 1847'de İstanbul'a gelen ve Özbekler Tekkesi'ne Şeyh olan Süleyman Efendi 1877'de bir heyetle Macaristan'a gitmiş ve 1882'de meşhur Çağatay Lûgatı'nı neşretmiştir. İçinde 8 bin kadar kelime bulunan sözlük, Nevâî, Ahmet Yesevî ve Munis'in şiirlerinden seçilen örneklerle süslenmiştir. Şeyh Süleyman Efendi Çağatay Türkçesi ve Osmanlı Türkçesinin bir büyük dilin iki kolu olduğunu ve birliğini belirtmiştir. Tarihî eserleriyle şöhret kazanmış olan Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet'inde bazı önemli olayları aktarırken Türklüğe önem verdiğini açıkça ortaya koymuş, Kısas-ı Enbiya'sında aruzun Türk diline yabancı olduğunu, Türk dili için tabiî veznin parmak hesabı olduğunu ileri sürmüştür. Eserlerinde kullandığı sade ve güzel Türkçeyle halka inebilen, belki de üslûbunda en çok Türkçülük bulunan Ahmet Mithat Efendi, velût şahsiyetiyle Türkçeyi halka sevdirmiştir. 87 23 Aralık 1876'da başlayan I. Meşrutiyet Devri, 13 Şubat 1878'e kadar devam etmiştir. Bundan sonra imparatorluk 30 yıl sürecek Abdülhamit Devri'ne girmiştir. Bu dönemde meşrutiyeti savunan birçok aydın Avrupa'ya kaçmak zorunda kalmıştı. Abdülhamit yönetimi esas itibariyle Tanzimat'la başlayan Osmanlılık politikasını savunmuştur. 1890'dan itibaren de Panislâmizm’e kaymıştır. Burada asıl gaye ülkeyi böldürmemektir. Abdülhamit döneminde tarihle ilgili kitapların arttığını, bunların gazetelerde tefrika edilerek halka inme imkânına da kavuştuğunu görmekteyiz. Bu dönemde Şemseddin Samî, Necip Asım, Veled Çelebi gibi şahsiyetler ortaya çıkmıştır. Aslen bir Arnavut olan Şemseddin Sami ilmî Türkçülük alanında eserler vermiş olup onun en önemli eseri üç sütun üzerine 1574 sayfa tutan Kâmûs-ı Türkî adlı eseridir. Ona göre "Lisan ve cinsiyet Sultan Osman'dan ve devletin kuruluşundan eskidir. Bu lisanı konuşan kavmin ismi Türk'tür. Lisanın ismi de Lisan-ı Türkî'dir. Türk ismi ise Adriyatik sahilinden Çin hududuna ve Sibirya'nın iç taraflarına kadar yayılmış bir milletin adıdır. Bunun için bu unvanı küçük görmek şöyle dursun, onunla övünmek ve sevinmek lazımdır. Bu eserin dışında Şemseddin Sami, Rodloff neşrinden faydalanılarak Orhun Abideleri'ni satır satır tercüme etmiştir. Kutadgu Bilig'i de Vambey neşrinden faydalanarak ilk defa inceleyen araştırmacı olmuştur. Bursalı Tahir Bey ilmî Türkçülük faaliyetlerine daha çok bir biyografi ve bibliyografi âlimi olarak hizmet etmiştir. Tahir Bey, "Türklerin Ulûm ve Fünûna Hizmetleri" adlı biyografik eseriyle tarihteki Türk büyüklerini, hatta o zamana kadar Türk oldukları bilinmeyen ilim ve fikir adamlarını Türk kamuoyuna tanıtmıştır. Onun diğer bir hizmeti de bugün hâlâ temel kaynak olarak kullanılan Osmanlı Müellifleri isimli 3 ciltlik ansiklopedik eserdir. Necip Asım (Balhasanoğlu), Askerî Rüştiye'de hocalık yaptığı zamanda tarih, coğrafya ve gramer kitapları yazmış, İkdam gazetesinde Türk dili ve tarihi hakkında çeşitli makaleler yazmıştır. Onun Türk dili alanındaki çalışmaları Türkiye dışında da ilgi uyandırmış. 1895'te Paris'teki Societe Asitiqu'e aza seçilmişti. Necip Asım, Karahanlı dönemi eserlerinden 88 Edip Ahmet'in Atabetül-Hakayık adlı eseri okuyarak 1918'de Hibetü'l-Hakayık adıyla neşretmiş, daha önce Şemseddin Sami tarafından hazırlanan Orhun Abideleri'ni ilk defa alarak 1921'de yayımlamıştır. Velet Çelebi (İzbudak), 1925 yılında Mevlâna'nın oğlu Sultan Velet'in Türkçe şiirlerini bir araya toplayarak "Divan-ı Türkî-i Sultan Velet" adıyla neşretmiştir. Onun diğer önemli çalışması Orhun Abideleri'nden başlayarak, Türk dili ve edebiyatıyla ilgili eserlerin taranması suretiyle oluşturduğu 8 ciltlik Büyük Türk Dili Lügatı'dır. Ahmet Hikmet Müftüoğlu, 1908'den sonra başlayan Türkçülük hareketlerinde faal görevler almış, Türk Derneği, Türk Ocağı gibi teşekküllerin kuruluşunda yer almıştır. Onun Gönül Hanım adlı tarihî romanıyla, Çağlayanlar isimli tamamen millî hislerle dolu sade Türkçeyle yazdığı hikâyelerini ve nesirleri önemlidir. Ayrıca Macaristan'da büyükelçilik yaparken müsteşriklerle tanışmış, MacarTürk Dostluk ve Kültür Birliği'ni kurmuştur. 19. asrın sonunda ise milliyetçilik inancını şiir sahasına naklederek Türk edebiyatında açık bir şekilde Türkçülüğü ilk defa bir sanat ideali hâline getiren Mehmet Emin Yurdakul'dur. Yeni Türk şiirinde sade ve tabiî bir halk dili kullanmayı ülkü edinen şair, bilgi ve şuuruyla edebiyatta Servet-i Fünunculardan siyasette ise Osmancılık güden İttihat ve Terakkicilerden ayrılmıştır. Şair sesini ilk defa 1897'de yazdığı; "Ben bir Türk'üm, dinim, cinsim uludur, Sinem, özüm ateş ile doludur" Mısralarıyla edebiyat tarihine girerek sesini duyurmuştur. 1899'da şiirlerini topladığı Türkçe Şiirler adlı kitabı içte ve dışta büyük aksüâmel bulmuş, hatta 1903'te Rus Türkoloğu Minorskiy tarafından Rusça'ya aktarılmıştır. 1910 yılında Türk Yurdu dergisinin imtiyazını alan şair Türk Sazı, Ey Türk Uyan, Tan Sesleri, Turana Doğru gibi eserlerde yayımlamıştır. Bu arada 19.yy.'ın 2. yarısında Osmanlı Devleti'ndeki milliyetçilik hareketlerine eşanlamlı uyanışları Türk dünyasının diğer bölgelerinde de görmekteyiz. Azerbaycan’da millî edebiyatın 89 kurucuları olarak Mirza Fethali Ahunde ile Sabir'i görmekteyiz. Mirza Fethali, Azerbaycan Türklerine Avrupa kültür ve medeniyetini tanıtmak suretiyle kalkındırmak istiyordu. Bu amaçla birçok sahne eseri yazan yazarın eserleri Temsilât-ı Kabudan Mirza Feth Ali Ahundizade adıyla Tiflis'te 1859'da basılmıştır. Ahundzade bütün şark dünyasının kalkınması ve batı medeniyetine girmesi için Arap alfabesinin ıslâh edilmesini düşünüyordu. Bu amaçla İstanbul'a gelerek ilim adamlarıyla temaslarda bulunmuş, çalışmalarını devrin sadrazamı Fuat Paşa'ya vermiş, Fuat Paşa da eseri incelenmek üzere "Cemiyet-i İlmiyye-i Osmaniye"'ye göndermiş, Cemiyet Ahundzade'yi çağırarak bir toplantı yapmış ve teklifi incelemişse de bir sonuç alamamıştır. Sabir ise vatan konusundaki ilhamı Namık Kemal'den almış, hatta Kafkas Türklerine hitaben acı bir nazirede kaleme almıştır. Onun asıl ünü Molla Nasreddin dergisinde neşredilen mizahî şiirleriyle yayılmıştır. Şiirleri Hophopname adı altında birçok kez basılmıştır. 1875 yılında ilk defa olarak Rusya'daki Türkler arasında Hasan Bey Zerdebi tarafından Ekinci adında Türkçe bir gazete çıkarmış, fakat 2 yıl sonra Rusların Türklerle savaşa girmeleri sonucunda kapatılmıştır. Bundan sonra Tiflis'te Ziya-yı Kafkasya adlı haftalık bir gazete yayımlamıştır. Her ne kadar Kazan'da 1801 yılından beri Arap harfleriyle bir matbaa kurmuşsa da bu matbaa daha çok Kur'an ve dinî eserler basmıştır. Bir taraftan dinî eserler basılırken, bir taraftan da medreseler kurmuştur. Bu medreselerde ders veren müderrislerden Abdülkayyum Nasirî, hemen hemen her alanda eser vermiş, daha çok Tatarlık çevresinde kalan bilmece, mani, türkü, tarihî manzume ve atasözü toplayarak neşretmiştir. Şahabettin Mercani ise tarihî eserler kaleme alarak millî uyanışa vesile olmuştur. Yalnız Rusya Türkleri arasında değil, bütün Türklük âleminde büyük bir tesir yaparak Türkçülük cereyanına hız vermiş olan Kırımlı İsmail Gaspıralı Beydir. İsmail Bey uzun müddet öğretmenlik 90 yaptıktan sonra 1874'te İstanbul'a gelerek Türk ordusuna zabit olarak katılmak istemiş, fakat isteği geri çevrilince tekrar Kırım'a dönmüştür. İsmail Bey, Türk kavimlerinin kültür seviyesini yükseltmek, eski ve geri kalmış zihniyet veya müesseseleri yıkmak, Türk milleti arasında müşterek kültürü kurmak düşüncesiyle "Dilde, Fikirde, İşde Birlik" şiarıyla 1883 yılında Rusça-Türkçe Tercüman gazetesini çıkarmıştır. Tercüman birkaç yıl içinde Sibirya'dan İstanbul'a kadar okunan en büyük gazete olmuştur. Bu gazetenin etkisiyle Usul-i Cedit hareketi doğmuştur. Usul-i Cedit hareketi Avrupa tarzında düzenlenmiş ilkokullarda ilk eğitimin mahalli lehçelerle olmasını ve bunun 3 sene sürmesini, dördüncü seneden itibaren eğitimin umumî, edebî Türk dili olan sadeleştirilmiş İstanbul şivesiyle yapılmasını savunuyordu. Bu hareket, hayatın bütün safhalarına yayılarak Türkler arasında okuma yazma oranı artmış. Bilâhare Azerbaycan ve Kazan'da millî kültürüne sahip, yabancı dil bilen ve batı medeniyetlerine vakıf bir aydın kitlesi ortaya çıkmıştır. Mesala millî hayattan konular alarak eser yazan muharirler arasında Ayaz İshaki, birçok hikâye, roman ve tiyatro eserleri ortaya koymuştur. Ayaz İshaki'nin Türkiye'de de neşredilmiş eserleri vardır. Kazan'da başlayan mahallilik cereyanı Fatih Kerimi, Ali Aysar Kemal, Fatih Emir Han, Alemcan İbrahim, Hüseyin Feyizhan gibi yazarların çalışmalarıyla zenginleşiyordu. Şiir sahasında hakikî Kazan şivesiyle şiir yazmayan fakat şiirleri oldukça müteessir olan Ak Molla'dan sonra Mecit Galari, 1905 Rus İnkılâbı sırasında millî duyguları harekete geçiren güzel şiirler yazmış ve bundan dolayı Millet Muhabbeti adlı şiir mecmuası hükümetçe toplatılmıştır. Kazan Türklerinin en büyük şairi Abdullah Tukay kısa sürede şöhret kazanmış, yazmış olduğu şiirler her sınıf halk tarafından okunarak büyük bir ilgi görmüştür. 1905'teki Japon-Rus savaşında Rusların mağlup olmasıyla Rusya'da vuku bulan ihtilâl hareketleri üzerine Çarlık Rusya'daki Türklere karşı biraz daha serbest davranılmıştır. Bunun üzerine 1905 senesinde Kazan Muhabiri adlı bir gazete çıkarmış olan ve daha sonra 91 geniş bir şekilde bahsedeceğimiz Yusuf Akçura da bu gazetede yazmıştır. 1905'te Kazan'da bir millî tiyatro kurulmuş, tarihe ve edebiyata dair eserler verilmiştir. Bunların içinde Türk tarihini bir bütün olarak gören Hasan Ata'nın Tarih-i Kavm-i Türkî adlı eseri önemlidir. Bundan sonra yazılan en önemli eser Başkurt Türklerinden daha sonra Türkiye'ye gelecek olan Zeki Velidi (Togan)'nin Türk ve Tatar Tarihi adlı eseridir. Zeki Velidi ayrıca Kazan'da Ali Zahir ile beraber Yurd Mecmuası'nı Taşkent'te Kireş gazetesini çıkarmış, bugünkü Türkistan adıyla bir eser yayımlamıştır. Bu dönemde Hadi Atlasi, Kazan Hanlığı ve Sibir Tarihi adlı eserle şöhret kazanmış, Kazan Türkleri adlı eseriyle milliyetçilik tarihine girmiş olan Abdullah Battal (Taymas)'da yalnız siyasî faaliyette değil, aynı zamanda kültür sahasında da çalışmalarda bulunmuştur. 1905'ten sonra Azerbaycan’da milliyetçilik hareketi şuurlu bir şekilde artmaya başlamıştır. Bu yıl da Ali Merden Topçubaşı tarafından neşre başlayan Hayat Gazetesi, Ahmet Ağaoğlu ve Hüseyinzade Ali Bey gibi iki mühim şahsiyeti de ortaya çıkarmıştır. Artık bundan sonra İrşad, Füyuzat ve Taze Hayat gibi gazeteler de neşredilmeye başlanmıştı. Hüseyinzade Ali Bey, daha önce Kahire'de yayımlanan Türk Gazetesi'nde Akçuralı Yusuf'un yazdığı bir makaleyi tenkit etmiş ve "Tatar diye bir kavmin olmadığını, Kazanların, Kırımların ve diğer yerlerde bulunanların hep Türkoğlu Türk olduğunu yazmıştır. Ali Beyin Türkçülük fikrine katkıda bulunan ve Gökalp’ı de etkileyen "Bize Hangi İlimler Lâzımdır" makalesinde savunduğu görüşlerdir. Ona göre Türklere muasır ilimler lazımdır, O asrilik telkin eder ve Müslüman Türk kavimleri için Türkleşmek, İslâmlaşmak ve Avrupalılaşmak iddiasını ileri sürer. Siyaseten Osmanlı Devleti'ni, Osmanlı Türklüğünü müstakil Türklüğün nüvesi telâkki eder. Onun Füyüzat'ta dikkat ettiği diğer bir konu da Şiî-Sünnî mezhep anlaşmazlığıdır. Ali Bey 1908 Meşrutiyeti'nden sonra Türkiye'ye dönerek Tıp Fakültesinde hocalık yapmış, hemen hemen bütün Türkçü faaliyetlere katılmıştır. Ağaoğlu Ahmed Bey, ise aslen 92 Erzurum'dan Karabağ'a hicret eden bir ailedendir. Ağaoğlu, Azerbaycan’dan Avrupa'ya giden ilk Türk'tür. Avrupa'dan yurda döndükten sonra önce Kasbi ve Hayat gazetelerinde çalışmıştır, daha sonra İrşad adlı bir gazete çıkarmaya muvaffak olmuştur. Ağaoğlu, bir taraftan Türklerin hukukunu savunmaya çalışırken, bir taraftan da İran ve Rusya'nın körüklemeye çalıştığı mezhep anlaşmazlığını izoleye çalışmıştır. Ermenilerin Türklere karşı hareketlere girişimleri üzerine Fedaî adlı gizli bir cemiyet kurmuştur. Bütün bu faaliyetlerin sonucunda takip ve baskıya uğrayınca 1908'de İstanbul'a kaçmıştır. Ağaoğlu, İstanbul Darülfünun'una profesör olmuş, İttihat ve Terakki Partisi'nde rol olarak mebus seçilmiş, Türk Ocakları ve Türk Yurdu dergisinin kuruculuğunda bulunmuş ve Cumhuriyet döneminde de Serbest Fırka faaliyetlerine katılmış renkli bir simaydı. Ağaoğlu'nun 20'ye yakın kitabı ve sayısız makalesi vardır. 1905-1917 yılları arasında Rusya Türkleri arasında baş gösteren milliyetçilik hareketleri Türkiye'yi de olumlu bir şekilde etkilemiştir. Öncelikle aydınlar "Tercüman"ın kullandığı sadeleştirilmiş İstanbul Türkçesini tercih etmişlerdir. Böylece aradaki lehçe farkının giderilmesi için önemli bir adım atılmıştır. Aydınların karşılıklı geliş-gidişlerinin yanı sıra zengin aileler veya Cemiyet-i Hayriyeler kabiliyetli Türk çocuklarını İstanbul'a göndermişlerdir. A.Cevdet gibi pek çok öğretmen İstanbul'dan Rusya'nın çeşitli şehirlerindeki okullara ve medreselere davet ile istihdam olunmuş, özellikle Azerbaycan’daki mektep ve medreselerin teşkilât yapısı, Osmanlı mektep ve medreselerinin teşkilât yapısına uydurulmuştur. 1905'ten sonra başlayan kongreler dönemi Rusya Türklerinin Osmanlı İmparatorluğu'na duydukları sevgi ve bağlılık hislerinin ortaya çıkmasına vesile olmuştur. 1912'deki Balkan Savaşı sırasında Tercüman, Vakit, Yıldız gibi yayın organlarında Bulgarlar, Sırplar ve Yunanlılar tarafından acımasızca katledilen Türklere dair dramatik haberler ve Osmanlı Devleti'ni haklı çıkaran yazılar yer almakta, Hilal-i Ahmer (Kızılay) için yardımlar toplanmaktadır. Bu yardımların büyük bir kısmı Türkiye'ye ulaşmıştır. Rusya'daki Türkler, Osmanlı 93 savaş esirleriyle yakından ilgilenmiş, hatta onlarla ilgili raporlar göndermişlerdir. İsmail Gaspıralı, İstanbul'a geldiği zamanlar konferanslar vermiş, "Türk Yurdu" dergisine yazılar yazmışlar, 1911'de İttihat ve Terakkî Partisi'nin genel merkez üyeliğine seçilmiştir. Aynı şekilde İsmail Bey, damadı Nasip Yusufbeyli ile birlikte İstanbul'da Türkçülerin ilk resmî derneği olan Türk Derneği'nin üyesi idi. 1917 İhtilali sonrası kurulan genç Türk Cumhuriyetinin yıkılmasıyla Türkiye, Ahmet Ağaoğlu, Prof. Yusuf Akçura, Prof. Sadri Maksudi Arsal, Prof. Abdülkadir İnan, Dr. Hamit Zübeyr Koşay, Prof. Dr. Reşit Ahmedi Arat, Prof.Dr. Akdes Nimet Kurat, Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu, Prof.Dr. İsmail Ertaylan, Prof.Dr. Zeki Velidi Toğan ve daha birçok aydına kucak açmıştır. Bu aydınların hemen hepsi Türkiye'deki Türkçü derneklerin kurulmasında rol almışlardır. Bunlardan en önemlisi Türk fikir hayatına imzasını atan Yusuf Akçura'dır. Akçura, 1897'de Tataristan'da doğmuş, babası öldükten sonra annesiyle İstanbul'a gelmiş, tahsilinin büyük bir kısmını İstanbul'da yapmıştır. Yazları Kazan'a giderek eniştesi İsmail Gaspıralı'nın yanında kalıyor ve Ondan feyz alıyordu. Türkiye'de Harbiye'ye giren Akçura Jön Türkler hareketine katılınca okuldan atılarak Trablusgarp'a sürgüne gönderilmiştir. Buradan Paris'e kaçan Akçura, Siyasal Bilgiler Fakültesini bitirince 1903 yılında Kazan'a dönmüş, burada Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılmasını önleyecek tedbirleri içeren "Üç Tarz-ı Siyaset" adlı makalesini kaleme almıştır. Daha sonra kitap hâline getirilen bu makalede: "Osmanlı ülkelerinde garptan feyz alarak, kuvvet kazanmak ve terakki arzuları uyanarak, belli başlı üç siyasî yol tasavvur ve takip edildi sanıyorum. Birincisi, Osmanlı hükümetine tabii muhtelif milletleri temsil ederek ve birleştirerek bir Osmanlı milleti vücuda getirmek; İkincisi, hilâfet hakkının Osmanlı Devleti hükümdarlarında olmasında faydalanarak, bütün İslâmları söz konusu hükümetin idaresinde siyaseten birleştirmek; Üçüncüsü, ırka dayanan siyasî bir Türk milleti 94 teşkil etmek" ifadeleriyle genel durumu belirten Akçura'ya göre Osmanlıcılık ve İslâmcılık bir zamanlar Osmanlı Siyasetine ağırlığını koymuş, 1870'den sonra Osmanlıcılık görüşünün yerini İslamcılık almaya başlamış, Türkçülük ise son zamanlarda ortaya çıkmıştır. Akçura, aşağıdaki ifadeleriyle Türkçülüğe siyasî bir anlam da kazandırmıştır. "Bir Türk millet-i siyasisi husule getirmek fikri pek yenidir. Gerek şimdiye kadar Osmanlı Devleti'nde gerekse gelip geçen diğer Türk devletlerinin hiç birisinde bu fikrin mevcut olduğunu zannetmiyorum. . Türk Birliği Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Türkleri din ve ırk bakımından birleştirecek, ayrıca Türk aslından olmayan bir derece Türkleşmiş unsurlar da Türklükle temsil edilecek ve hiç temsil edilmemişlerle daha millî bir vicdana sahip bulunanlar da Türkleştirilecektir. Asıl önemli olan dünyaya yayılmış bulunan Türklerin birleşmesi ve büyük bir millet-i siyasîye meydana getirmesidir, bu Türkçülük sayesinde olacak ve Türk toplumlarının en kuvvetlisi, en ileri ve uygar olan Osmanlı Devleti bu işte esas rolü oynayacaktır. Asıl kaygısı İmparatorluğun dağılmaması olan Akçura 1908 II. Meşrutiyeti ile İstanbul'a gelmiş, Harbiye, Mülkiye ve Darülfünun'da hocalık yapmıştır. Daha sonra İstiklâl Savaşı'na katılan, İstanbul ve Kars mebusu olan Akçura Ankara Hukuk Fakültesi'nde dersler vermiş, Türk Tarih Kurumunun başkanlığını yapmış ve 11 Mart 1935 günü vefat etmiştir. Akçura'nın Ulûm ve Tarih, Türk Germen ve İslavların Münasebat-ı Tarihiyeleri, Osmanlı İmparatorluğu'nun Dağılma Devri, 18. ve 19. Asırlar, Zamanımız Avrupa Siyasî Tarihi gibi eserleri önem arz etmektedir. 1908'de başlayan II. Meşrutiyet tamamıyla Jön Türklerin eseri olmuştur. Jön Türkler ve kuruluş amacıyla Osmanlılık siyasetini izleyen İttihat ve Terakkî daha sonraları kısmen Türkçülüğe meyletmişler, fakat siyaseten Akçura'nın Üç Tarz-ı Siyaset'i arasında gidip gelmişlerdir. Meşrutiyet havasıyla ve Rusya'dan gelen Türk aydınlarının da katılmasıyla Kasım 1908'de Türk Derneği kurulmuştur. Dernek, Yusuf Akçura, Necip Asım (Yazıksız), Velet Çelebi (İzbudak) önderliğinde başka milliyetçi aydınlarla Mülkiye 95 Mektebi Müdürü Mehmet Celâl'in odasında kurulmuştur. Dernek daha sonraki faaliyetlerine Ahmet Mithat'ın yardımıyla Yeni Gazete İdarehanesi'nde devam etmiştir. Dernek Türk Derneği Dergisi adı altında ancak yedi sayı çıkarabilmiştir. Derneğin nizamnamesinin ilk maddesine göre dernek ilmî bir kuruluştur. İkinci maddede derneğin amacı "Türk diye adlandırılan bütün kesimlerinin tarihini ve bugünkü durumlarını, eserlerini araştırmak, böylece ortaya çıkan sonuçları dünyaya tanıtmaktır. Derneğin üyeleri arasında İsmail Gaspıralı'dan Bursalı Mehmet Tahir'e, Rıza Tevfik'e, Mehmet Emin Yurdakul'a hatta Agop Boyacıyan'dan, Vilademir Gordicuski'ye, Antuan Tıngır'a, Rahip Karaçun'a kadar değişik yelpazedeki ve inançtaki şahısların bulunması, derneğin ilmi ve medenî milliyetçilik prensiplerinden hareket ettiğini göstermektedir. Dernek Necip Asım ve Fuat Kösearif'in vazife icabı ayrılmaları ve 1911 yılında fiilen Türk Ocağının kurulmasıyla kapanmıştır. Bu tarihlerde İstanbul'da bunlar olurken Selanik’te 1911 yılında Genç Kalemler adıyla bir dergi çıkarılmaya başlanmıştır. Genç Kalemler, Ömer Seyfettin ve Ali Canip'in gayretleriyle çıkmaya başlamış, daha sonra bu gruba Ziya Gökalp, Aka Gündüz, Mehmet Fuad'ın katılmasıyla güçlenmiştir. Ömer Seyfettin'in derginin ilk sayısında kaleme aldığı "Yeni Lisan" adlı uzun makalesi geniş akisler uyandırmış, Tanzimat'la başlayan dil milliyetçiliği akımının mihenk taşlarından biri olmuştur. Dergide Tevfik Sedat, Demirtaş, Gökalp, mahlasıyla önce Turan ve Altın Destan şiirleri yayımlanan Ziya Gökalp, bugün bile unutulmayan "Vatan ne Türkiye'dir Türklere, ne Türkistan, Vatan büyük ve bir ülkedir: Turan!" Mısralarını kaleme alarak fikirleriyle ön plâna çıkıyordu. Aynı zamanda İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin genel merkez üyesi olan 96 Gökalp, Cemiyet merkezinin 1912 yılında İstanbul'a taşınmasıyla buraya gelmiş, bu yıllarda İstanbul'da coşkun bir şekilde başlayan Türkçülük faaliyetlerine aktif bir şekilde katılmıştır. İstanbul'un işgaliyle Malta'ya sürülmüş, 1921'de Malta esaretinden kurtularak Diyarbakır'a gelmiş ve Küçük Mecmua'yı neşretmiştir. Bir müddet sonra Ankara'ya dönerek Maarif Vekilliği telif ve tercüme encümeni reisi olmuştur. Türk Töresi, Türkçülüğün Esasları ve Türk Medeniyeti Tarihi adlı eserlerini bu dönemde kaleme almıştır. Bunların dışında Malta Mektupları adlı eseriyle, Kızıl Elma, Yeni Hayat, Altun Işık gibi şiir kitapları vardır. Daha sonra 25 Ekim 1924'teki vefatına kadar Diyarbakır milletvekilliği yapmıştır. Türkçülüğe önce Turancılıkla başlayan Ziya Gökalp, Türkçülüğün sosyolojik temellerini ortaya atan ilk şahsiyettir. Darülfünun'daki ilk sosyoloji enstitüsünü de o kurmuştur. Ziya Gökalp' göre "Türkçülük, Türk milletini yükseltmek demektir. Millet, ne ırkî, ne kavmi, ne coğrafî, ne siyasî, ne de idarî bir zümredir. Millet, lisanca, dince, ahlâkça ve bediiyatça müşterek, aynı terbiyeyi almış fertlerden mürekkep bir harsî zümredir." Z. Gökalp'e göre Türkçülüğün üç büyük mefkûresi (ülküsü) olmalıdır: "Bunların hakikate en uygun olanı Türkiyeciliktir. İkinci mefkûre Oğuzculuk veya Türkmenciliktir. Çünkü kültür bakımından birleşmesi en kolay olan Türkler, Oğuz Türkleri yani Türkmenlerdir. Nihayet üçüncü bir mefkûre daha vardır ki, bu da istikbalde diğer Türklerin Oğuzlarla bütünleşeceği Kızılelma'dır. Bu, bir hayal dahi olsa Türkçülük için kuvvet menbaıdır. O Turan ki mazide bir hakikatti. Mete'ler, Göktürk hükümdarları bir zamanlar bütün Türkleri birleştirmemişler miydi?" Ziya Gökalp'in içtimaî mefkûresi, "Türk milletindenim, İslam ümmetindenim, garp medeniyetindenim" cümlesiyle özetlenebilir. Gökalp'in bu fikri terkibinin arkasında onun "hars" (kültür) ile "medeniyet" kavramlarına atfettiği farklı anlamlar yatmaktadır. Buna göre, medeniyet Avrupa'dan alınabilir, çünkü insanlığın ortak malıdır. 97 Hars ise millîdir. Ziya Gökalp’ın milliyetçilik anlayışı şoven veya mutaassıp değildir. Gökalp’ın kültürel temeller üzerin oturttuğu millet ve milliyetçilik anlayışı kapsayıcı ve gelişmeci bir muhtevaya sahiptir. Türk milletinin atlattığı badirenin toplum içinde dayanışmayı ve iş birliğini zorunlu kıldığına inanmış ve bunu ülkeler düzeyinde izah etmeye çalışmıştır. Gökalp, bu çerçevede millî devletin, millî kültürün ve eğitimin önemine dikkat çekmiştir. Türkçülerin temel vazifesini, millî kültürü öğrenmek ve korumak ile garp medeniyetini halka götürmek olarak belirlemiş olması bu sebepledir. 1911 yılında Mehmet Emin (Yurdakul), Ahmet Hikmet (Müftüoğlu), Ahmet Ağaoğlu, Hüseyinzade Ali, Dr. Akil Muhtar ve Yusuf Akçura tarafından Türk Yurdu adlı bir cemiyet kurulmuş ve bu cemiyet aynı adla bir dergi çıkarmıştır. Bu dergi daha sonra Askerî Tıbbiye talebeleri tarafından 1911 yılında kurulma kararı alınan 25 Mart 1912'de resmen kurulan Türk Ocakları Derneği'nin resmî yayın organı olacaktır. Türk Ocağı'nın kurucuları Şair Mehmet Emin, Ağaoğlu Ahmet, Dr. Fuat Sabit Beylerdir. Derneğin ilk başkanı Ahmet Ferit (Tek)'tir. Daha sonra Hamdullah Suphi başkan, Yusuf Akçura ikinci başkan olacaktır. Derneğin hars ve ilim heyetinde ise Halide Edip, Hamdullah Suphi, Mehmet Emin, Ağaoğlu Ahmet, Ziya Gökalp, Mehmet Fuat, Hüseyinzade Ali Bey gibi maruf ilim adamları bulunmaktaydı. Türk Ocağının amaçlarının ifade edildiği temel kaynak nizamnameleridir. Ocak nizamnamesinin 2. ve 3. maddelerine göre derneğin amacı ve faaliyetler şöyle belirtilmiştir. "Cemiyetin maksadı, akvam-ı İslâmiye'nin bir rükn-i mühimi olan Tüklerin millî terbiye ve ilmî, içtimaî, iktisadî seviyelerinin terakki ve ilâsıyla Türk ırk ve dilinin kemaline çalışmaktır... Cemiyetin maksadını elde etmek için Türk Ocağı adlı kulüpler açarak dersler, konferanslar, müsamereler tertip, kitap ve risaleler neşr edecek mektepler açmaya çalışacaktır." 98 Türk Ocağı, dağılma aşamasındaki imparatorluğun içinde Arapların Ahailü'l-Arabî, Kürtlerin Hivi, Arnavutların Başkum, Yahudilerin Makabi, Ermenilerin Hınçak ve Taşnak gibi azınlık örgütlerinin bölücü faaliyetlerinin yaygın olduğu bir zamanda kurulmasıyla millî birlik açısından önemli bir rol oynamıştır. Türk Yurdu dergisi ise etrafında topladığı aydınlarla Cumhuriyetin ilmî temelini ve kadrosunu oluşturmuştur. Nitekim ATATÜRK, yeni kurulan Cumhuriyetin milletvekili ve bakanlarını bu aydın kadrodan seçmiştir. Türk Ocağı ekibinden bir kısmının 1913 yılında Türk Bilgi Derneği adlı bir dernek kurduklarını fakat derneğin, 1914 yılına kadar faaliyetini sürdürdüğünü görmekteyiz. Bilgi adlı bir mecmua da çıkaran dernek Türkoloji Enstitüsü gibi çalışmaktaydı. 1918'de imzalanan Mondros Mütarekesi sonucunda Osmanlı Devleti'ni yok olmaya doğru sürükleyen gelişmeler, yalnız politikacıları ve bürokratları değil aydınları da bir yol ayrımının eşiğine getirmiştir. Bu problemlerin faturasının İttihatçı Talat, Enver ve Cemal Paşalara çıkarılması ve bunların yurt dışına kaçmak zorunda kalmalarıyla İttihat ve Terakki kendini resmen feshetmiştir. Bu dönem İzmir ve İstanbul başta olmak üzere Anadolu'nun fiilen işgaliyle aynı zamana rastlamaktadır. Türk Ocaklılar İzmir'in işgaliyle büyük mitingler tertipleyerek halkı uyandırmışlar, İstanbul'un işgaliyle Anadolu'ya geçerek Müdafa-i Hukuk teşkilâtlarında çalışmışlar, İstanbul'dan Anadolu'ya silâh kaçıran "Karakol" teşkilâtında fiilî rol oynamışlardır. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının çabaları daha önceden başlamış olan mahallî teşkilâtlanmaları ve direnişleri birleştirerek tek merkez altında toparlanmak üzere yoğunlaşmıştır. Bu büyük ölçüde başarıldıktan sonra millî mücadeleden zaferle çıkmak mümkün olmuştur. Anadolu'daki bu hareket, batıda modernleşmeci ve demokrat bir muhtevaya sahip olarak gelişen milliyetçiliğin bozularak emperyalizme dönüşmesine karşı kalkınmacı ve bağımsızlıkçı bir milliyetçiliğin gelişimini simgeliyordu. İçerde ise biraz da tarihî zorunluluk olarak millî bir devletin inşasına yöneliniyordu. Milliyetçi/Türkçü aydınlar bu yeni durumun Türk 99 milletinin yaşama ve kalkınma azmini temsil ettiğine ve bunun da son tarihî fırsat olduğuna inanarak yeni kurumların ve politikaların savunucuları olmuşlardır. Buna bağlı olarak Cumhuriyetin kurucularının öncelikli amacı yeni millî devlete ve bu devletin hedeflerine meşruiyet sağlayacak bir ideolojinin yaratılması ve Osmanlının son döneminden itibaren gelişmeye başlayan millî bilincin kökleştirilmesi olmuştur. Ziya Gökalp ile Yusuf Akçura'nın öncülüğündeki Türkçü/Milliyetçi fikir akımı bu açıdan belli başlı esin kaynaklarıydı. 1920'lerin ikinci yarısında oluşmaya başlayan ve 1930'larda giderek netleşen "Kemalizm" batıcı lâik yönü ağır basan entelektüellerin katkılarıyla yeni bir milliyetçilik ve modernleşme anlayışı yaratmıştır. Nitekim 1931 ve 1935 CHP programlarıyla resmileşen milliyet anlayışı, dil ve kültür birliği ile bir ülkü etrafında toplanmayı içeriyordu. Milliyetçilik ise millî birliği sağlamayı ve yeni Cumhuriyeti korumayı temel almaya başlamıştı. Biraz da konjektörün zorlamasıyla, bağımsızlığın ve sınırların korunması hemen hemen tek nihaî hedef gibi görünüyordu. Türk milliyetçiliğinin önemli bir parçası olan Anadolu dışındaki Türklerle ilgilenmek, kültür birliğini ve dayanışmayı geliştirmek şeklindeki "Turan idealleri" gözle görülmez olmuştu. Milliyetçilik anlayışının bir diğer önemli parçası olan din olgusu için de aynı şey geçerliydi. Bunlara son olarak Osmanlı devrinin yok sayılması da eklenmiştir. Bu program İsmet İnönü zamanında devlet yönetimi içerisinde daha çok istihdam edilen eski Marksist ve hümanist kadrolar tarafından geliştirilmiştir. Bu düşünceler ve radikal kültürel reformlar gerek ATATÜRK'ün bir kısım silah arkadaşları (Kâzım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Rauf Orbay) gerekse Ziya Gökalp ve Sadri Maksudi Arsal gibi milliyetçi aydınlar tarafından farklı bir siyasetle karşılanmış, bu durum "batıcımilliyetçi" ve "muhafazakâr-milliyetçi" gibi kavramlarla tanımlanabilecek bir yol ayrımına sebep olmuştur. Neticede Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın kurulması ve bu fırkada Türk 100 Ocaklarının yer alması Tek Parti iktidarınca hoş karşılanmayarak Türk Ocakları 1931 yılında kapatılmış, bütün malları CHP'nin gençlik kolları gibi çalışan Halkevleri'ne devredilmiştir. Türk Ocaklarının kurulmasından hemen sonra 1923 yılında İstanbul Darüfünunu Talebe Cemiyeti kurulmuş, daha sonra bu dernek diğer talebe birliklerinin katılımıyla Millî Türk Talebe Birliği (MTTB) adı altında birleşmiştir. Birliğin başkanlığına Tahsin Bekir (Balta), sekreterliğine ise İbrahim (Öktem) Bey getirilmiştir. MTTB, Tek Parti yönetimince kapatılana kadar ve bilâhare Tevfik İleri zamanında tekrar açılınca öğrenci hareketlerinin büyük bir kısmını sevk ve idare etmiştir. Dernek 1933 yılında bozkurt’u kendine amblem olarak seçmiştir. MTTB, "Vatandaş Türkçe Konuş/Yabancı Tramvay Şirketine Boykot/Yerli Malı Kullanma Haftası/Türk Mezarlığına Saldıran Bulgaristan Gençlerini Telin/Nazım Hikmet'e Af Kampanyasına Karşı Çıkma" gibi millî hareketlerin hep içinde bulunmuştur. 1930 yıllarının başında Tek Parti yönetiminin dışında kalan ve yukarıda belirttiğimiz resmî milliyetçilik anlayışı yetersiz bulan, Turan idealini canlı tutmaya çalışan Hüseyin Nihal ATSIZ ve arkadaşları Adsız Mecmua girişiminde bulunmuşlardır. ATSIZ ve arkadaşları İslamiyet'ten önceki Türk tarihine sık sık atıfta bulunmuşlar, ırk kavramını daha ön plânda değerlendirmişlerdir. Bu mecmuanın yaklaşık 1 yıl süren yayın hayatından sonra ATSIZ 1933 yılında Orhun Mecmuası'nı çıkarmış fakat bu da uzun sürmemiştir. Bu dönemde milliyetçi yayınlar olarak Hıfzı Oğuz'un çıkardığı "Çığır Mecmuası"nı, MTTB'nin çıkardığı "Birlik Mecmuası"nı, Reha Oğuz Türkkan'ın yönettiği "Gökbörü" dergisini görmekteyiz. 1940 yılının başlarında Reha Oğuz Türkkan'ın Ankara'da Türk kültürüne hizmet vermek amacıyla "Kitap Sevenler Kurumu"nun kurulduğunu ve başta Ziya Gökalp’ın eserleri olmak üzere milliyetçi yayınları bastırdığını görmekteyiz. Bu kurum kısa bir süre sonra CHP tarafından Halkevlerine katılmaya zorlanmıştır. ATATÜRK'ün ölümünden sonra Tek Parti yönetiminin dış politikası, bağımsızlık anlayışı ve millî kültür politikalarının 101 değişmesi ve devlet idaresinde sol bürokratların kadrolaşması tepkilere yol açmıştır. Bu dönemdeki Marksist faaliyetlerin asıl hedefleri dışında ülke politikalarını etkilemek ve yönlendirmek; milliyetçi fikir ve akımları karalayarak geriletmek ve Türkiye'nin Sovyet Rusya ile ilişkilerini geliştirmesini teşvik etmek gibi ara hedefleri vardı. Nitekim o dönemin Marksistleri bazen hümanizm, bazen batıcılık ve ilimcilik adı altında birçok faaliyette bulunmuşlar, askeriyeye ve eğitim camiasına sızarak kadrolaşmaya başlamışlardır. Hükümette Millî Eğitim Bakanı olan Hasan Ali Yücel'in de teşvikiyle başta Köy Enstitüsü olmak üzere eğitim kurumlarında yuvalanmışlardır. Bu gelişmeler sonucunda Hüseyin Nihal ATSIZ, Orhun Dergisi'nde ilki 1 Mart 1944, ikincisi 21 Mart 1944'te olmak üzere dönemin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu'na iki açık mektup göndermiştir. ATSIZ, ilk mektubunda tehlikeye dikkat çekmiş, ikinci mektubunda ise, isim isim bazı komünistlerin faaliyetleri üzerinde durmuştur. ATSIZ mektuplarında; “Solculuk, gördüğü müsamaha ve kayıtsızlıktan faydalanarak sinsi sinsi ilerliyor. Öğretim kurumlarında bu fikre saplanmış hastalar görülüyor. Bu hastalık arasına gayri memnunları ve Türk olmayanları da alarak büyüyor. Yalnız düşünce hâlinde kalmayarak hareket hâline geçiyor. Boy boy dergileri çıkıyor. Bu dergilerde aynı teranelerle ahlakâ, vatan ve şeref duygusuna, millet hakikatine saldırıyor. Taassupla mücadele ediliyormuş gibi gözükerek mukaddesatla eğleniliyor... Bu vatan düşmanı fikrin bazen devletçi, bazen vatancı, bazen insancı, bazen ilimci kılıklarda Türk milletini zehirlemesine niçin müsaade ediyorsunuz?" gibi samimî fakat sert üslûplar kullanması iktidarı rahatsız etmiş, sonucunda Sabahattin Ali, ATSIZ'ı mahkemeye vermiştir. İlk mahkeme 26 Nisan 1944 günü milliyetçi gençlerin aşırı izdihamından yapılamamış ve 3 Mayıs'a ertelenmiştir. Bu süre zarfında milliyetçi gençler İstanbul ve Ankara'da gösteriler yaparak ATSIZ'ı desteklemişler, nihayet mahkeme günü büyük bir gösteri yapmışlardır. Bu Türkçülük adına yapılan ilk tepki ve gösteri 102 hareketiydi. Nitekim 3 Mayıs günü hâlâ Türkçüler/Milliyetçiler günü şekliyle anılır. Bu davanın sonucunda aralarında Zeki Velidi Togan, Hasan Ferit Cansever, Hüseyin Nihal ATSIZ, Alparslan TÜRKEŞ, Reha Oğuz Türkkan, Hüseyin Namık Orkun, Nejdet Sançar, Hikmet Tanyu, Fethi Tevetoğlu, Sait Bilgiç gibi şahsiyetlerin bulunduğu 23 kişi hakkında dava açılmış, sonunda hepsi berat etmişlerdir. Burada dikkati çeken bir husus Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün 19 Mayıs dolayısıyla yaptığı konuşmada bu hareketleri "zararlı, fesatçı, yanlış" gibi sıfatlarla değerlendirmesi ve bunun sonucunda komünistlerin şımarmasıdır. Nitekim bütün solcu yazarlar bunu fırsat bilerek Cumhuriyet, Ulus, Tan, Tanin, Vatan, Akşam gibi gazetelerde sözde bu davayı ele alarak Türk milliyetçiliğini mahkûm etmeye ve karalamaya çalışmışlar, devlet idaresinde daha da kadrolaşmışlardır. İktidarın bu tavırları milliyetçileri sindirememiş, Türk milliyetçileri Özleyiş, Toprak, Altınışık, Meşale, Hareket, Millî Birlik, Ergenekon, Türkeli, Türke Doğru, Bayrak, Kürşad gibi yirmiye yakın dergi çıkartmışlardır. Türk milliyetçileri teşkilâtlanmalarını dergileşmenin yanı sıra dernekleşmeyle de sürdürmüşlerdir. Aralarında Şevket Akçalı, Faruk Sükan, Turgut Atasoy, Faruk Kadri Timurtaş, Bekir Berk gibi gençlerin de bulunduğu bir grup üniversite öğrencisi 1946 Nisanında "Türk Kültür Ocağı"'nı; 1946 Eylülünde Fethi Gemuhluoğlu, Osman Nedim Tuna, Celâl Sungur, İlhan Darendelioğlu, Nuri Killigil gibi milliyetçilerin bulunduğu grup "Türk Kültür Çalışmaları Derneği"'ni; 1947 yılında Mehmet Emin Alpkan, Gökhan Evliyaoğlu, Galip Erdem, Arslan Topçubaşı, Mehmet Metin Ören, Şadi Pehlivanoğlu, Necati Tanrıkulu gibi bir kısım milliyetçi üniversiteli "Türk Gençlik Teşkilâtı"'nı kurmuşlardır. Bunlardan özellikle Türk Gençlik Teşkilâtı diğer dernekleri pasif bularak, komünist faaliyetlere set koymaya çalışmıştır. "Tanrı Türkü Korusun" sloganını ilk defa yayan bu teşkilât Tanrıdağ diye bir dergi de çıkartmış ve çok hızlı bir şeklide teşkilâtlanmıştır. 1949 yılında 103 Türk Ocakları tekrar faaliyete geçmiş fakat eski fikirlerine göre daha ılımlı bir tablo ortaya koymuştur. 1946 yılında MTTB tekrar faaliyete geçmiştir. Ayrı ayrı dernek ve teşkilâtlarda da olsalar Türk milliyetçileri Nazım Hikmet'e Af Kampanyası, "Kıbrıs Olayları", "Çiçek Palas Olayları" gibi hadiselerde hep müşterek ve ortak tavır koymuşlardır. Türk milliyetçileri arasında dağınıklıktan şikâyet etmek, birlikte hareket etmek ve birleşmenin gerekliliği yüksek sesle tartışılmaya başlayınca Türk Kültür Ocağı, Türk Gençlik Teşkilâtı, Türk Kültür Çalışmaları Derneği, Türk Kültür Derneği, Kayseri Türk Kültür Birliği ve Genç Türkler Cemiyeti müşterek hareket etme noktasında 1950 Nisanında bir araya gelerek Milliyetçiler Federasyonu'nu kurmuşlardır. Federasyon bir yıllık geçiş ve hazırlık döneminden sonra 1951 Nisanındaki Büyük Kongrede oy birliğiyle birleşme kararı alarak adını da Türk Milliyetçiler Derneği olarak değiştirmiştir. Türk Milliyetçiler Derneği çok teferruatlı bir program hazırlayarak hareketinin adını Türk Milliyetçiliği olarak belirlemiştir. Türk Milliyetçiler Derneğinin milliyetçilik tanımı ve önemi şu şekildedir. “Milliyetçilik, Türk vatan ve milletinin selâmeti, yükselişi ve payidar olması için her Türk'ün tabiî olarak benimseyeceği, millî bir mefkûre olarak kabul edeceği bir vasıta olduğu cihetle, Dernek çalışmaları evvel emirde milliyetçilik potası içinde yoğrulmuş Türk gençliğini çoğaltmak gayesine matuf olacaktır." Türk Milliyetçiler Derneği çok hızlı bir şeklide teşkilâtlanmasını tamamlayarak şube sayısını bir yılda 60'a ulaştırmıştır. Derneğin halkın teveccühünü kazanması ve telkin faaliyetlerde bulunması hem solcuları, hep DP'lileri ürkütmüş Adnan Menderes, 17.1.1953 tarihinde Antep'te yaptığı konuşmada tıpkı İnönü'nün yaptığı gibi milliyetçilik faaliyetlerini yarı gizli ve ayırımcılık güden 1944'te kapatılmış ırkçı birliğin devamı faaliyetler olarak nitelemiştir. Bunun sonrasında savcılık harekete geçerek derneği 22.1.1953 günü kapatmış, mallarına da el koymuştur. Hatta derneğin Genel Başkanı DP. Isparta milletvekili Sadettin 104 Bilgiç ve Tahsil Tola partiden ihraç istemiyle Haysiyet Divanına verilmişlerdir. Derneğin kapanmasından sonra aralarında Ferruh Bozbeyli, Hüsnü Demirkıran, Cemal Külâhlı, Orhan Okay, Celâl Erçıkan'ın bulunduğu milliyetçi öğrenciler Milliyetçiler Derneği'ni kurmuşlardır. Dernek fiilen 1953 yılında, resmen 1954 yılında faaliyete geçmiş; çalışmalarını daha çok seminer, konferans ve yayın neşretme yolunda sürdürmüştür. 7 Aralık 1956 yılında da Altan Deliorman, Demir Arslan, Ekrem Marakoğlu gibi şahsiyetler tarafından İstanbul'da Türkiye Komünizmle Mücadele Derneği kurulmuştur. Derneğin gayesi; "Millî bünyemizi meydana getiren ve kuvvetlendiren, millet olarak yaşamamızı sağlayan unsurları takviye ederek komünizmle fikir yoluyla mücadele etmek ve bu gayeye ulaşabilmek için tarihe, vatana ve Allah'a bağlılığı kökleştirmektir." Bu dernekler 1960 İhtilâli'ne kadar Kıbrıs ve Irak Türklerine yapılan baskılara ortak tepki göstermişler, siyasî faaliyetlere fazla katılmamışlardır. Siyasî plânda ise DP 'den ayrılmak zorunda kalan bazı milliyetçi politikacıların 1952 yılında Remzi Oğuz Arık'ın başkanlığında Türkiye Köylü Partisi'ni kurdukları görülmektedir. Parti daha sonra Cumhuriyetçi Millet Partisi ile birleşerek Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'ni(CKMP) meydana getirmiştir. 1960 İhtilâli'nden sonra teşekkül ettirilen Millî Birlik Komitesi'nin üyelerinin bir kısmı 1944 Olaylarında ismi ön plâna çıkan Alparslan TÜRKEŞ'in liderliğinde "Milliyetçi-Türkçü eğilimleri, bir kısmı da batıcı ve sol eğilimleri temsil ediyorlardı. Komite, fikirlerin uygulama alanında ayrıntıya indikçe farklılıklar çoğalmaya başlamış; CHP'nin de desteğiyle çoğunluğu oluşturan grup, 14'ler olarak anılan TÜRKEŞ'in liderliğindeki grubu 13.11.1960'ta tasfiye ederek, yurt dışında değişik görevlere göndermiştir. Düşük bir oyla kabul edilen 1961 Anayasası'nın getirdiği serbestlik ortamından faydalanan sol grup ve örgütler faaliyetlerini arttırırken siyasî alanda ise CHP, 1961 seçimlerinde istediğini bulamamıştır. CKMP milletvekili sayısını arttırmasına rağmen siyasî ağırlığını giderek kaybetmiş, 1962'de 105 Osman Bölükbaşı zayıflamıştır. ve arkadaşlarının da ayrılmasıyla iyice DP'nin devamı olarak görünen Adalet Partisi'nde ise milliyetçi muhafazakâr kanadın lideri Sadettin Bilgiç başkanlık yarışının kaybetmiş ayrıca Türk Ocakları genel başkanlığı yapmış bulunan Prof. Dr. Osman Turan, AP içindeki mücadelede yenik düşmüştür. Bu siyasî ortam içinde TÜRKEŞ ve arkadaşları 23.2.1963 tarihinde yurda dönmüştür. Alparslan TÜRKEŞ, Mayıs 1963'teki Talat Aydemir'in darbe girişimine karıştığı iddiasıyla tutuklanmış fakat beraat etmiştir. TÜRKEŞ ve arkadaşları Türk Ocaklarında konferanslar vermişler Türkiye Huzur ve Yükseltme Derneği adlı bir derneğin kurulmasını kararlaştırmışlar. 8-9 Şubat 1969 tarihinde toplanan CKMP Kongresinde bu partiye katılmışlardır. Partiye katılan diğer isimler arasında Muzaffer Özdağ, Dündar Taşer, Mustafa Kaplan, Ahmet Er, Numan Esin, Rıfat Baykal gibi 14'lerin tanınmış simaları bulunmaktaydı. TÜRKEŞ, bu partide genel müfettiş sıfatıyla görev almış bu sayede teşkilâtlarla da sıkı ilişki kurmuş nihayet 1 Ağustos 1965'te yapılan genel kurulda partinin genel başkanı seçilmiştir. TÜRKEŞ ve arkadaşları program meselesine büyük bir önem vermişler ve 257 maddelik bir programla ortaya çıkmışlardır. Parti 1967'ye kadar 61 il ve 435 ilçede teşkilâtlanmış ayrıca 1967'deki kongrede 9 Işık olarak tanımlanan yeni bir doktrini Türk milliyetçililerine sunmuştur. Parti, 8-9 Şubat 1969 tarihinde Adana'da toplanan genel kurulunda adını Milliyetçi Hareket Partisi amblemini de üç hilâl olarak belirlemiş, gençlik kolları için de hilâl içindeki kurt amblemi benimsenmiştir. Milliyetçi Hareket Partisi, bu tarihten itibaren o zamana kadar ağırlıklı olarak fikrî ve kültürel faaliyetler şeklinde devam edegelen milliyetçi hareketin temel değerlerinin ve amaçlarının siyasî hayatta aktif bir şekilde savunulması rolünün üstlenmiştir. 106 Milliyetçi Hareket Partisi'nin ideolojisinin iki sacayağı vardır. Bunlardan birincisi daha önce Ziya Gökalp tarafından "Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak" şeklinde formüle edilen Türk milletinin kültürel ve millî değerlerini koruma ülküsünün Türk-İslâm Ülküsü etrafında sembolize edilmesidir. Böylece Milliyetçi Hareket Partisi, dinin toplum içindeki önemini belirterek bu sentezi Ziya Gökalp’tan sonra teori alanından eylem plânı içine aktarmıştır. Partinin ikinci sacayağını ise, sosyal, siyasî ve ekonomik yapıya ve problemlere ait bakış açısını belirleyen 9 temel prensipten müteşekkil "Millî Doktrin9 Işık" oluşturur. 9 Işık'ın umdeleri şunlardır; 1)Milliyetçilik, 2)Ülkücülük, 3)Ahlâkçılık, 4)İlimcilik, 5)Toplumculuk, 6)Köycülük, 7)Hürriyetçilik ve Şahsiyetçilik, 8)Gelişmecilik, 9)Endüstricilik ve Teknikçilik Birbirine yakın gibi görünen ilk üç madde şöyle özetlenebilir. Milliyetçilik, Türk milletine bağlılık, sevgi ve Türkiye Devletine sadakat ve hizmettir. Ülkücülük ise, Türk milletini en ileri, en medenî ve en kuvvetli varlık hâline getirme ülküsü ve gayretidir. Yani, ülkücülük milliyetçiliğin aksiyoner bir şekli ve bir tavır alışlar bütünüdür. Ahlâkçılık ise, Türk milletinin ruhuna, geleneklerine uygun ve yüksek varlığını korumayı ve geliştirmeyi amaçlar. Milliyetçi Hareket Partisi'nin temel kavramları içinde "Millî DevletGüçlü İktidar" kavramı önemlidir. Millî devlet, tek millet-tek devlet'in yanı sıra bağımsızlığı konusunda olabildikçe hassas, milletin çıkarlarını en iyi temsil eden ve devletlerarası camianın onurlu bir üyesi olmayı hedef seçen ve bunu becerebilen devlettir. Güçlü iktidar ise, kuvvetli-adil ve hızlı bir icrayı belirtir. Tek Meclis-Tek Başkanlık sistemi ise devlet başkanının halk tarafından seçilmesini ve yürütmenin tek başlı olmasını sağlayacağı için bugün bile tercih edilmektedir. Milliyetçi Hareket Partisi'nin ortaya attığı "Tarım Kentleri", "Millet Sektörü" gibi kavramlar birleşince ortaya 107 Milliyetçi Demokratik Devlet" çıkmaktadır. Bu devlet, milletin bütün fert ve sosyal dilimlerinin yükselmesi, ekonomik ve moral açıdan kalkınması amacını taşır. Burada üzerinde durulması gereken önemli bir husus da bu fikirleri benimseyen gençlerin üniversitelerde kurdukları daha sonra dernekleşen, öncelikle fikrî ve kültürel çalışmalar yapan Genç Ülkücüler Teşkilâtı ve Ülkü Ocaklarıdır. Fakat komünistlerin 1968'den itibaren üniversitelerde gittikçe artan, baskıyla bağlantılı siyasî faaliyetleri ve ülkücü gençleri okullara sokmama gayretleri ülkücüleri nefs-i müdafa konumuna düşürmüştür. "Vatanım! Uğruna Ha Ekmek Yemişim Ha Kurşun" diyebilecek bir seviyede millet ve vatan sevgisiyle dolu bu gençler 12 Eylül öncesi komünistlerin kurtarılmış okullar/bölgeler stratejisine set çekmek uğrunda başta bayraklaşan Ruhi Kılıçkıran, Dursun Önkuzu ve Süleyman Özmen olmak üzere "Bir gül bahçesine girercesine" dört bine yakın şehit vermişlerdir. Ülkü Ocakları ve bu kurumun mensubu Ülkücüler bugün bile hayret uyandıran bir şekilde Türkiye'de neredeyse köy bazında teşkilâtlanarak milliyetçi-mukaddesatçı gençliğin tek adresi olmuşlardır. Bugün ülkücülerin iade edilmeyen bir hakları da komünistlerin üniversitelerde yuvalanmalarına set çekmeleri ve karşılarında gördükleri ülkücü tepki sonucunda komünistlerin bir ihtilale teşebbüs edememeleridir. Ülkücüler üniversite öncesi gençliğe dönük olarak da Büyük Ülkü Derneği'ni kurmuşlardır. Ülkü Ocakları Derneği, zaman zaman bilhassa CHP'nin iktidar olduğu dönemlerde faaliyetlerini Ülkücü Gençlik Derneği, Ülkü Yolu Derneği gibi adlarla sürdürmek zorunda kalmıştır. 12 Eylül 1980'deki ihtilâlin neticesinde Millî Güvenlik Kurulu, birçoğu C-5 adıyla anılan işkencehanelerde alınan ifadelerle açılan ferdî suçlarla ilgili davalara Milliyetçi Hareket Partisi ve ülkücü kuruluşların yöneticileri de dâhil edilerek "Milliyetçi Hareket Partisi ve Ülkücü Kuruluşlar Davası" adı altında bir dava açmış, fakat idarecilerin tamamı beraat etmiştir. Hareketin lideri dört yıl altı ay tutuklu kalmıştır. Alparslan TÜRKEŞ savunmasında 108 iddianameyi yalan ve iftira dolu bularak ülkücülerin yaptıkları konusunda şunları söylemiştir; “Türkiye'nin maruz kaldığı ideolojik nitelikteki ve gayrinizamî harp metodları ile yürütülen en büyük hıyanet saldırısı karşısında, dün Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bağımsızlığını, ülkesi ve milletiyle bölünmezliğini, insan haysiyetine uygun yegâne rejim olan hukukun üstünlüğüne dayalı hür demokratik rejimi savunma yolunda her gün birkaç arkadaşımızı Hakkın rahmetine tevdi ederek, şehit vererek meşruiyetten kıl payı ayrılmaksızın siyasî bir mücadele verdik" 12 Eylül hareketi en çok Milliyetçi Hareket Partisi'ne zarar vermiş, ülkücüler haksız suçlamalarla, en ağır işkencelere maruz kalmışlardır. Ayrıca 12 Eylül Anayasası, daha önceki milliyetçilik ilkesini "ATATÜRK Milliyetçiliği" şekline dönüştürerek Milliyetçi Hareket Partisi'nin temsil ettiği milliyetçilik anlayışının meşruiyet zemini yok etmeye çalışmıştır. 12 Eylül darbesi sonucunda dışarıda kalan bir grup milliyetçi 7 Temmuz 1983 tarihinde Muhafazakâr Parti(MP)'yi kurmuş, fakat seçim öncesi Millî Güvenlik Konseyi tarafından iki ayrı veto yiyen parti ve yöneticileri seçime katılamamışlardır. MP'nin 30 Kasım 1985 tarihinde yapılan büyük kongresinde genel başkanlığa Ali Koç getirilmiş ve partinin adı Milliyetçi Çalışma Partisi (MÇP) olarak değiştirilmiştir. 1987 yılında Ali Koç'un istifası üzerine Abdülkerim Doğru genel başkanlığa seçilmiştir. 6 Eylül 1987 tarihinde yapılan referandum sonucunda siyasî yasakların son bulmasıyla Alparslan TÜRKEŞ, MÇP’ ye girmiş ve 4 Ekim 1987 tarihindeki Olağanüstü Kongre'de yeniden Alparslan TÜRKEŞ genel başkan, Devlet Bahçeli genel sekreter seçilmiştir. 20 Ekim 1991 Genel Seçimlerinde ülke barajı sebebiyle MÇP, Refah Partisi ve Islahatçı Demokrasi Partisi'yle bir seçim ittifakı yapmış, bunun sonucunda barajı aşarak parlamentoya 19 milletvekili sokabilmiştir. Fakat 1992 Temmuzunda başını Sivas milletvekili Muhsin Yazıcıoğlu'nun çektiği altı milletvekili MÇP'den ayrılarak Büyük Birlik Partisi(BBP)'ni kurmuşlardır. BBP, başlangıçta büyük 109 hedefler göstermesine rağmen sonraları ideolojik arayış ve varlığını ispatlama gayretine düşmüştür. Milliyetçi Hareket Partisi'nin yeniden açılması tartışmaları devam ederken 27 Aralık 1992 günü toplanan Milliyetçi Hareket Partisi'nin son kurultay delegeleri Partinin feshine, isminin ve ambleminin de MÇP tarafından kullanılabileceğine karar vermiştir. Bu gelişme üzerine, 24 Ocak 1993 günü toplanan MÇP 4.Olağanüstü Kongresi, MÇP'nin isminin Milliyetçi Hareket Partisi olarak değiştirilmesine ve amblem olarak da üç hilâlin kabulüne karar vermiştir. Böylece Milliyetçi Hareket Partisi, Türk siyasî hayatında yeniden doğmuştur. 27 Mart 1994 mahallî seçimlerinde %7,9 oy oranıyla 118 belediye başkanlığı kazanan Milliyetçi Hareket Partisi, ne yazık ki aynı başarıyı 1996 Genel Seçimlerinde gösteremeyerek parlâmentoya girememiştir. Fakat Milliyetçi Hareket Partisi ve Lideri Alparslan TÜRKEŞ her zaman siyasetin merkezinde olmuşlardır. Ülkücülerin gözünde Türklerin Başbuğu olan Alparslan TÜRKEŞ'in 4 Nisan 1997 günü vefat etmesiyle Milliyetçi Hareket Partisi uzun süren bir kongreler dönemine girmiş, neticede Dr. Devlet Bahçeli genel başkanlığa seçilmiştir 110 TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİN PARTİLEŞME SÜRECİ ( MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ ) İlham kaynakları Orhun kitabelerine kadar uzanan Türk milliyetçiliği anlayışının modern fikir hareketi hüviyeti kazanması, 19. yüzyılın ikinci yarısında gerçekleşmiştir. Türk milliyetçiliğinin bir kadro ve fikir partisi yapısına dönüşerek siyasî hayatımızdaki güzide yerini alması ise Milliyetçi Hareket Partisi'nin doğup gelişmesiyle mümkün olmuştur. Başka bir ifadeyle, Türk milletinin hürriyet, bağımsızlık ve gelişme mücadelesiyle iç içe giden milliyetçilik, Ülkücülerin Başbuğ'u Alparslan TÜRKEŞ'in liderliğinde teorik ve pratik bir bütünlüğe kavuşmuştur. İşte bu bütünün ürünü Milliyetçi Hareket Partisi'dir. Böylece Türk milliyetçiliğinin partileşmesi ve dolayısıyla demokratik sisteme siyasî bir organizasyon olarak da katılması Milliyetçi Hareket Partisi'yle birlikte gerçekleşmiştir. Millet Partisi'nden Cumhuriyet Köylü Millet Partisi'ne (CKMP) kadar gelen parti silsilesi, Milliyetçi Hareket Partisi'nin "ön tarihini" oluşturmaktadır. Millet Partisi, 1948 yılında Mareşal Fevzi Çakmak ve 111 Osman Bölükbaşı önderliğinde bir grup milliyetçi-muhafazakâr siyasî elit tarafından kurulmuştur. Millet Partisi, iki siyasî seçeneğe sıkıştırılmış millete üçüncü bir seçenek sunmak istemiş, fakat ideolojik örgüsünü ve teşkilatlanmasını tamamlayamadığından milliyetçi parti olma vasfını tam olarak kazanamamıştır. 1950 genel seçimlerinde % 3,1 oy alarak sadece Osman Bölükbaşı milletvekili seçilebilmiştir. Demokrat Parti iktidarının, aşırı solda yaptığı tevkife bir denge olması ve kendi siyasî geleceğini garantilemek maksadıyla Millet Partisi'ni 1954 yılında resmen kapattırmasının ardından, bu partinin eski kurucuları kısa bir süre sonra Osman Bölükbaşı'nın genel başkanlığında aynı yıl Cumhuriyetçi Millet Partisi'ni kurmuşlardır. 1958 yılında Türkiye Köylü Partisi'nin iltihakı üzerine Cumhuriyetçi Millet Partisi, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi adıyla siyasî hayatını sürdürmeye devam etmiştir. CKMP, 1961 genel seçimlerinde % 14 oy alarak CHP ve AP'den sonra üçüncü parti olmuştur. 1962'de CKMP'nin ikiye bölünmesiyle Osman Bölükbaşı bu partiden ayrılarak Millet Partisi'ni ikinci defa kurmuştur. 1965 genel seçimlerinde ise aynı başarıyı yakalayamamış, ancak % 2,2 oy alabilmiştir. Milliyetçi dünya görüşünü benimsemiş siyasetçiler, Alparslan TÜRKEŞ'in siyaset sahnesine çıktığı tarihe kadar aktif partileşme sürecini başarıyla tamamlayamamışlardır. Milliyetçiler çeşitli siyasî partiler içinde, sivil toplum kuruluşları etrafında ve ayrıca entelektüel çalışmalar çerçevesinde faaliyette bulunmuşlardır. 1963'te Hindistan sürgününden dönen Alparslan TÜRKEŞ, Türk siyasî hayatının liberal-muhafazakâr popülizm ile materyalist-komünist jakobenizme boğulduğunu gördükten sonra, milleti bu çıkmaz sokaktan kurtarmak için siyasete atılmayı bir mecburiyet telakki etmiştir. Bu maksatla 22-23 Şubat 1964'te yapılan CKMP Kongresi'nde başta Dündar Taşer olmak üzere diğer arkadaşlarıyla birlikte bu partiye katılmış ve kısa süre içinde partide etkin bir konuma gelerek 1965'te yapılan CKMP Büyük Kongresi'nde Genel Başkan seçilmiştir. Yeni Genel Başkanıyla birlikte CKMP'nin 1965'ten sonraki çalışmaları, bir program ve teşkilat inşa etme ve benimsetme 112 çabalarına odaklanmıştır. 1970'li yıllar ise yeni bir ad ve imajla birlikte kendini bütün milliyetçi camiaya kabul ettirme ve kitleselleşme sürecini ifade edecektir. 24-25 Kasım 1967 tarihindeki CKMP Kongresinde "9 Işık" olarak tanımlanan yeni doktrin, parti teşkilatına ayrıntılı olarak tanıtılmış ve parti programının çerçevesini belirlemiştir. CKMP'nin 8-9 Şubat 1969 Olağanüstü Büyük Kongresi'nde delegelerin büyük desteğini alan "Milliyetçi Hareket Partisi" adı kabul edilmiştir. Büyük Kongreden sonra toplanan ilk genel idare kurulunda partinin amblemi "Üç Hilâl" olarak kararlaştırılmış ve aynı toplantıda Milliyetçi Hareket Partisi Gençlik Kolları için de "Hilâl içinde Kurt" amblemi benimsenmiştir. 1969 genel seçimlerine Başbuğ Alparslan TÜRKEŞ liderliğinde yeni adı, yeni amblemi ve yeni ideolojisiyle katılan Milliyetçi Hareket Partisi, % 3 oy almış ve Alparslan TÜRKEŞ ilk kez milletvekili seçilmiştir. Milliyetçi Hareket Partisi, 14 Ekim 1973'teki genel seçimlerde oy oranını %3,4’e çıkararak 3 milletvekili çıkarmıştır. CHP ve MSP'nin kısa süren koalisyonunun ardından 213 gün süren hükümet krizinden sonra 31 Mart 1975'te Süleyman Demirel Başbakanlığında Milliyetçi Hareket Partisi'nin içinde iki bakanlıkla yer aldığı yeni bir koalisyon hükümeti kurulmuştur. Bu koalisyon hükümetinde başbakan yardımcılığı ve iki devlet bakanlığı ile temsil edilmiştir. Milliyetçi Hareket Partisi'nin fikri kararlılığı ve sistemli teşkilatçılığı, Adalet Partisi ve diğer sağ partiler dışında Milliyetçi Hareket Partisi önemli bir siyasî güç haline getirmiştir. 5 Haziran 1977 milletvekili seçimlerinde Milliyetçi Hareket Partisi % 6,4 oy alarak 16 milletvekili çıkarmış ve ülke genelindeki oy oranlarına göre 4. parti olmuştur. Milliyetçi Hareket Partisi, 21 Temmuz 1977'de yine S. Demirel Başbakanlığında kurulan koalisyon hükümetinde 5 Bakanlıkla yer almıştır. 12 Eylül 1980 askerî müdahalesiyle demokratik süreç kesintiye uğramış ve bütün siyasî teşekküllerin faaliyette bulunması uzun bir süre engellenmiştir. Siyasî bir teşekkül olarak Milliyetçi Hareket Partisi'nin varlığına son verilmek istenmiş ve Ülkücü kuruluşların dağılması için çeşitli girişimlerde bulunulmuştur. 113 Kurulduğu andan itibaren Türk devletinin ve milletinin çıkarları doğrultusunda faaliyette bulunmayı temel ilke edinmiş olan Milliyetçi Hareket Partisi, diğer partilere kıyasla daha fazla mağdur edilmiş ve büyük zorluklarla karşılaşmıştır. Milliyetçi Hareket Partisi, 1970'li yıllar boyunca ülkemizde millî devlet, millî kültür, toplumsal dayanışma gibi kavram ve değerlerin öneminin kavranması ve toplumun bütününe mâl olması yönünde çok hayatî bir görevi yerine getirmiş, iktidarda bulunduğu dönemlerde de dürüst ve başarılı yönetim örnekleri sergilemiştir. Ayrıca, Türk gençliğinin bölücü-yıkıcı örgütler ve faaliyetlerin etkisi altında kalmaması, vatansever ve idealist duyarlılıklarla yetişmesi için "siyasî okul" işlevi görmüştür. Milliyetçi Hareket'in 12 Eylül 1980 müdahalesinin etkilerini atlatarak yeniden partileşme süreci 7 Temmuz 1983'te Muhafazakâr Parti'nin kurulmasıyla başlamıştır. Ne var ki Muhafazakâr Parti, 6 Kasım 1983'te yapılan seçimlere Milli Güvenlik Konseyi'nin engellemeleri yüzünden katılamamıştır. 30 Kasım 1985'te Muhafazakâr Parti'nin Birinci Kongresi yapılmış ve Parti'nin adı değiştirilerek "Milliyetçi Çalışma Partisi" olmuştur. Parti amblemi de değişmiş kırmızı zemin üzerinde beyaz bir hilâl ve etrafında "9 Işık"ı temsilen 9 yıldızdan oluşan amblem kabul edilmiştir. Kongrede tek aday olan Ali Koç genel başkan seçilmiştir. 19 Nisan 1987'te Olağanüstü Kongre yapılarak Genel Başkanlığa Abdülkerim Doğru seçilmiş ve Devlet Bahçeli Genel Sekreter olmuştur. 6 Eylül 1987 tarihinde 12 Eylül Askeri yönetiminin getirdiği yasaklar son bulmuş ve 4 Ekim 1987'de düzenlen ikinci Olağanüstü Kongre'de Alpaslan TÜRKEŞ Milliyetçi Çalışma Partisi Genel Başkanı seçilmiştir. 27 Kasım 1988'de yapılan MÇP Olağanüstü Kongresi'nde Alparslan TÜRKEŞ yeniden Genel Başkanlığa seçilmiş, Devlet Bahçeli ise ikinci kez Genel Sekreterliğe getirilmiştir. Ayrıca bu kongrede yeni parti programı kabul edilmiştir. MÇP, çok zor şartlar altında girdiği 29 Kasım 1987 genel seçimlerinde %2,9 oy oranına ulaşmıştır. 26 Mart 1989'teki mahalli seçimlerde ise oy oranı biraz daha artarak % 4,2’ye ulaşmıştır. Özellikle Orta Anadolu'da MÇP, Milliyetçi Hareket Partisi'nin 1980 öncesi oy 114 oranlarına yaklaşmış, Milliyetçi Hareket Partisi'nin siyasî coğrafyasında yeniden doğmuştur. 20 Ekim 1991 genel seçimlerinde RP ve IDP ile ittifak yapılmış ve bu ittifak % 16,9 oy almıştır. Seçimden kısa bir süre sonra ittifak dağılmış ve Alparslan TÜRKEŞ ile birlikte 18 milletvekili 29 Aralık 1991'de MÇP 3. Olağan Kongresinde MÇP’ ye katılmış ve Alparslan TÜRKEŞ Genel Başkan olmuştur. MÇP'den Milliyetçi Hareket Partisi'ne geçiş ise, ancak 1992 yılı sonunda başlayan gelişmelerle birlikte mümkün hale gelmiştir. 27 Aralık 1992 günü toplanan Milliyetçi Hareket Partisi'nin son (1980 öncesi) kurultay delegeleri, partinin feshine, isminin ve ambleminin de MÇP tarafından kullanılabileceğine karar vermiştir. Bu gelişme üzerine, 24 Ocak 1993 günü toplanan MÇP 4. Olağanüstü Kongresi, MÇP'nin isminin Milliyetçi Hareket Partisi olarak değiştirilmesi ve amblem olarak da Üç Hilâl'in kullanılmasını kararlaştırmıştır. Böylece "Milliyetçi Hareket Partisi'nin ikinci doğuşu" gerçekleşmiştir. 20 Aralık 1995 genel seçimlerinde % 8,2 oy alan Milliyetçi Hareket Partisi, % 10'luk seçim barajını aşamadığı için milletvekili çıkaramamıştır. 4 Nisan 1997'de Ülkücülerin Başbuğu ve Türk dünyasının hamisi Alparslan TÜRKEŞ Hakk'ın rahmetine kavuşmuştur. Alparslan TÜRKEŞ'in vefatından sonra 18 Mayıs 1997'de yapılan Olağanüstü Kongre'de sonuç alınamadığı için 6 Temmuz 1997'de ikinci Olağanüstü Kongre toplanmıştır. Bu Kongre'de Devlet Bahçeli, delegelerin büyük bir çoğunluğunun desteğini alarak Alparslan TÜRKEŞ'ten sonra Milliyetçi Hareket Partisi'nin ikinci Genel Başkanı olmuştur. Geçiş süreci, 13 Kasım 1997'de yapılan olağan kongre ile tamamlanmış; Devlet Bahçeli yeniden Milliyetçi Hareket Partisi'nin genel başkanı seçilmiştir. Milliyetçi Hareket Partisi, 18 Nisan 1999 milletvekili seçimlerinde %18 oy alarak tarihinin en büyük başarısını elde etmiştir. Demokrasi tarihimizin en kritik seçimlerinden biri olan bu seçimlerde Türk milleti Milliyetçi Hareket Partisi'ne büyük bir teveccüh göstermiş ve Milliyetçi Hareket Partisi Türkiye'nin her bölgesinden, her köşesinden oy alıp milletvekili çıkaran en yaygın parti olmuştur. 115 Seçimlerden güçlü çıkan bir siyasî partinin iktidarın dışında düşünülmesinin her şeyden önce milletin tercihine saygısızlıkla aynı anlama geleceği kabul edilmiştir. Milliyetçi Hareket Partisi, bunun için iktidara gelmek konusunda tamamen milletin yolunu takip etmiş ve onun isteğini dikkate alarak DSP ve ANAP ile koalisyon kurarak zor şartlar altında iktidar sorumluluğunu paylaşmayı tercih etmiştir. Milliyetçi Hareket Partisi 12 Bakanlık alarak ikinci büyük koalisyon ortağı olmuş ve Türkiye'nin geleceğinin şekillendiği bir dönemde millî hassasiyetlerin iktidarda temsilini mümkün kılmıştır. İktidara geldikten sonra 5 Kasım 2000 tarihinde 6. Olağan Büyük Kongresi yapılmış ve bu kongre hem organizasyonuyla, hem de mesajlarıyla Türk siyasî hayatında bir dönüm noktası olmuştur. Kongre'de belli başlı kritik sorunlar ele alınmış ve yeni ufuklara uzanmanın önemi ve gerekliliği vurgulanarak Türk milletinin geleceği adına "yeni yüzyılla sözleşme" yapılmıştır. Milliyetçi Hareket Partisi'nin bu iddiası, ülkemizin ve dünyanın geldiği bugünkü noktanın çok yönlü bir muhasebesini yaparak, milletimizin ilgisini yeniçağın dinamiklerine ve insanlığın ortak geleceğine yöneltme düşünce ve çabasını yansıtmaktadır. Ayrıca bu görüşler doğrultusunda yenilenen parti programı ve parti tüzüğü oybirliğiyle kabul edilmiştir. Aynı Kongre'de Devlet Bahçeli delegelerin oylarının tamamını alarak Genel Başkan seçilmiştir NERDE HAREKET ORADA BEREKET MİLLİYETÇİ HAREKET 116 ÜLKÜ NEDİR ÜLKÜ: (mefkûre, ideal, gaye, amaç, hedef) Kişilerin millî, dinî duygu düşünceleri ile almak, varmak, ulaşmak istediği son noktadır. (Yer veya düşüncedir). Bu dinî millî strateji (politika) uygulayarak veya savaşarak alınır. Kızılelma, Turan’da Türk Milletinde ülkünün geniş ve değişken bir ifadesidir ÜLKÜCÜLÜK NEDİR ÜLKÜCÜLÜK: Türk gençlerinin dinî, millî hedeflere ulaşmak için seçtikleri yolda başını, kanını, canını, malını onun uğrunda gözünü hiç kırpmadan seve seve feda eden kara sevdalılara “Ülkücü”, bu yola da ülkücülük denir. Herkes ülkücü olamaz. “Ben ülkücüyüm” demekle ülkücü olunmaz. Bu Müslüman Türklerde kahramanlığın, Alperenliğin, serdengeçtiliğin, dalkılıçlığın günümüzdeki ifadesidir. Sözle kazanılan bir unvan (işaret, sembol, yafta) değildir. Nasıl “ben Müslüman’ım” demekle gerçek Müslüman olunmuyor. İmanda (Akaid’de), amelde ihlâslı (samimi) olan gerçek Müslüman olur. Yoksa kâfir veya münafık olur. Ülkücülük de öyledir. Yukarıda tarif ettiğim vasıfları taşıyanlar yapay ülkücü olur. Bu, piyasadaki sahte para ve altına benzer. Milletimizde, devletimize, davamıza yararı olmaz, zararı olur. Bunların vereceği zarar, düşmanlarımızınkinden daha fazladır. Allah korusun. Gerçek ülkücü olacak kişilerde belirgin vasıfların biyolojik ve ruhî yapısında bulunması lâzımdır. Kuvvetli bir İman, cesaret, sabır, metanet, akıl, bilgi ve yenilgiyi katiyen kabul etmeyen ya hedefi almak ya da şehit olmak duygu ve düşüncesinde olan gerçek ülkücü olur. Bu özellikler halis Türk çocuklarına doğuştan Cenab–ı Hakkın verdiği hiç bir millete vermediği vasıftır. Allah’a sonsuz hamd-ü senalar olsun ki bizi bu vasıfları taşıyan büyük Türk Milletinden yaratmıştır. Tarih boyunca aziz milletimizin millî ülküleri olmuştur. Bunlara ulaşmak için dinî, millî politika ile birlikte, kanla, kılıçla, dövüşerek, şehitler vererek ve savaşarak ulaşmışlardır. Türk 117 Milletinin tarihi boyunca ulaşmak için savaştığı millî ülkü (Kızılelma)lardan bazılarını; Evliya Çelebi şöyle belirtmektedir: 1. İstanbul 2. Engerus (Kızılelması) :Budin 3. İkinci Engerus (Kızılelması) :İstoni Belgrad/İstolni Belgrad Szekesfehervar/stuk/Weissenburg 4. Orta Macar (Kızılelması) :Usturgan/Estergon 5. Küçük Macar (Kızılelması) :Yahut Alman (Kızılelması) : Veyahut (Beç Kızılelması) :Viyana 6. Rum-Papa (Kızılelması) :Roma 7. Yavuz Sultan Selim’in :İslâm Birliği ve Turan Ülküsü (Acem Hind Sind ve Mısır seferi) 8. Genç Osman’ın Kızıl Elması (ülküsü) a. Kuzey Baltık denizine ulaşıp orada büyük bir Türk donanması kurmak: Bunun için Lehistan Seferi (Hotin Seferi). b. Afrika kıyılarında (Cezayir) bulunan Türk donanmasıyla Baltık denizinde kuracağı donanmayı birleştirip Amerika kıtasındaki Kızılderilileri İslâm’la şereflendirmekti. Ülküleri uğruna canını feda eden şehit padişahlar şunlardır; 1. Sultan I. Murat Han: 1389 Birinci Kosova savaşında savaştan sonra savaş alanını gezerken bir Sırplı tarafından hançerlenerek şehit edildi. 2. Fatih Sultan Mehmet Han: 3 Mayıs 1481 yılında 300.000 kişilik bir ordu ile Roma seferine giderken Papa’nın, sarayına soktuğu özel doktoru Yahudi dönmesi Yakup Paşa tarafından Gebze’de zehirlenerek şehit edildi. 3. Genç Osman: Dâhi padişah düşüncesini gizli tutmadığı için, en güvendiği kişilerden devşirme, türedi paşaların ihanetine uğrayıp, büyük ülküsü uğrunda çok acılı ve hüzünlü bir cinayetle şehit edildi. (20.05.1622) Makamı cennet olsun. Âmin! 118 4. Ülküsü uğruna şehit edilen padişahlardan Sultan III. Selim Han: Vatanperverdi; fakat saf oluşu, devlette yenilikçilik hareketi ve tecrübesizliğinin kurbanı oldu. Çok feci bir ölümle şehit edildi. İçli, dertli, şair ruhlu, müzikşinas padişahtı. 5. Ülküsü uğruna şehit olan padişahlardan Sultan Abdülaziz Han: Donanmamızı dünyada İngiliz-Rus donanmasından daha büyük yapma çalışmaları, İngiliz, Rus ve Fransızları telaşlandırdı. Onlar da içerideki hain Mithat, Hüseyin Avni gibi paşaların suikastları sonucu, ilk önce tahtından ettiler. Sonra da bileklerini keserek hayatına son verip şehit ettiler (04.06.1861). Makamı cennet olsun. Türk Tarihinden İbretli iki Serdengeçtilik (Ülkücülük) Olayı; Yıl 1913. Balkan savaşları eyaletimiz durumundaki (Yunan, Bulgar, Sırp, Karadağlılar) Rus ve diğer Avrupa devletlerinin teşvik ve yardımıyla Balkan savaşlarını başlattılar: Bulgarlar İstanbul kapılarında o günkü adı “YALOZ”, bugünkü adı “KÂMİLOVA” olan köyün batısındaki Bulgar karargâhına baskın yapılacak; Devrin en güçlü tahrip araçlarıyla yapılacak baskında geri dönebilmek büyük şans... Ama Kumburgaz’ın güneyinde üslenmiş Bulgar Kumandanlık karargâhı berhava edilebilirse ulaşım yolu kesilecek, düşmanın arkasını sarmak mümkün olacak. Onuncu kolordu komutanı Hurşit Paşa sorumluluğu üstüne almak istemiyor. Bulgar generali SAVOF, kendisini “Cenup Slavlarının Çarı” ilan eden Ferdinand’ı, “en çok beş gün içinde İstanbul’a zafer ordusunun başında girmeye” davet ediyor. Durum düşman için böyle ümit verici bir mucizeye benzer iş yapmak şart... Kolorduda yarbay (kaymakam) olan Enver Bey ikinci dünya savaşında Japonların tatbik ettikleri intihar uçaklarının vazifesini bedenleriyle yapacak fedailere vazife veriyor : “Teşkilat-ı Mahsusa” (özel kuruluş) denen canını adamışlar olarak hazırdılar. Bulgar karargâhına iki koldan saldıracaktır. 119 Birincisinin Başında: SELİM (HACI) SAMİ, ikincisinin başında MEHMET MUHSİN (BİLLURSOY) Bey var. Kendisi yirmi dört yaşında ve mülâzım-ı evvel (üsteğmen). Her ikisi de başına geçeceği birliğin erlerini kendi seçiyor: Bunları; gözünü daldan, budaktan sakınmaz, bir bir maceraya girip çıkan fedailer... Hepsi “ölmek, var dönmek yok” felsefesine inanmış kişiler... Şafak sökerken sızdıkları düşman mevziine öylesine isabetli yerlerden ani baskın yapıyorlar ki savof’un pek güvendiği Çarın : “Hassa Taburu” bir anda eriyor ve Mehmet Muhsin’in başında olduğu Fedai (ülkücü) grup, karargâhı havaya uçuruyor. Bu kolda 110 serdengeçtiden 97 şehit var. Ötekiler yaralı ve içlerinde ümit kesilecek kadar ağır olanı da Mehmet Muhsin Bey. Bulgar perişan halde geri çekilirken, cenâhlardan taarruza geçen kuvvetlerimiz Savof hattını yarıyor ve ilerliyor. Bulgar kumandanı uzun zamandır reddettiği barış masasına oturuyor. Teşkilat-ı Mahsusa’nın Reisi Eşref Sencer Kuşçubaşı kumandasındaki öncüler Batı Trakya’yı kurtarıp ilk Türk Cumhuriyeti’ni kuruyorlar. Başkent Gümülcine’de. Mehmet Muhsin Beyin yaşaması, alınan netice ölçüsünde mucizedir. Çene dağılmıştır, çehre tanınmaz hâlde, nefes borusu ezilmiştir. Padişah SULTAN MEHMET REŞAT HAN bu serdengeçtilerden geride kalanlara Fevkal beşer (insanüstü) cesaret ve hamâset netice-i meşkûresini sine-i asâletine (temiz göğsüne) gâzilik nişân-ı zişanı ile (onur veren nişanla) taltif ediyor (değerlendiriyor). Resim; Mehmet Muhsin BİLLURSOY’un intihar saldırısından sonraki ağır yaralı hali 120 Tarihimizin en büyük kahramanlarından, Kahramanlar kahramanı Volkan Yürekli Çelik bilekli yüksek ruhlu “KÜRŞAD”ın düşmanın (Çini’n) kalbine yaptığı saldırının aynısını yapan torunlarından Anadolu beylerbeyi Kahraman yiğit ve Mehmet Billursoy’da hayatını hiçe sayarak mübarek “Ülküsü” uğruna düşmanın kalbine saldırması ve Gazi olması destanlaştırmıştır, Bayraklaştırmıştır. Tarihimizin seçkin Ülkücülerindir (Dalkılıç). Mehmet Muhsin BİLLURSOY’un hayat mücadeleleri zaferleri gelecekteki Asil Müslüman Türk Çocuklarına ilham kaynağı ve hız olsun, kahraman Türk ırkı sağ olsun Türk çocuklarının cenkleri mücadeleleri devamlı olsun âmin. Resim; Mehmet Muhsin BİLLURSOY Teşkilatı Mahsusa’da ki (İstihbarat) bulunduğu zamanki değişik kıyafetteki resimleri 121 VARNA SAVAŞINDA KARACA PAŞA (1444) Tarihimizin imha savaşlarından biri olan Varna savaşı (1444), II. Sultan Murad Han 12 Temmuz’da on sene süre ile Macar-Leh kralı Ladislas’la Segedin antlaşmasını yaptı. Tahtı, oğlu II. Mehmet’e bıraktı. Bunu fırsat bilen Avrupa devletleri (Macaristan, Almanya, Venedik, İspanya, Fransa vs.) hemen papa; kardinal Juelien Scezarini’yi peştiye gönderdi “Hıristiyanların din ve tebaasının menfaatleri icap ettirdiği zaman Müslüman’a verdiği sözü geri alabileceğini” bildirdi. Macar Kralı 1 Eylülde Seğedin’den hareket etti. Macar-Leh-Çek zırhlı şövalyeleri ile arkadan gelen haçlı ordusu ile 16 Eylül 1444’te ORSOVA’ya erişti. 18-22 Eylül 1444 Tuna’yı aşıp Edirne üzerine yürümekteydi. Fakat Jan Hunyad ise VARNA’yı almalarını önerdi. Osmanlı ordusu ise 40 bin kişilik Anadolu askeri ile Anadolu beylerbeyi Karaca Paşa ve topçu komutanı Sarıca Bey de Varna’ya doğru ilerliyordu. Haçlı ordusu 3 Kasım 1444’te Varna’ya ulaştı. Fakat Türk Hakanını karşılarında bulunca şaşırdılar. Türklerin azlığından dolayı hemen savaşa başlamak için harp meclisini topladılar. Macar kralı Ladislas ile başkumandanlığa getirilen Jan Hunyad düz ovada savaşı tercih ettiler. Varna’nın güneyinde ki zor bataklıklarda Türk 122 ordusunu bozarlarsa, burada imha etmeyi düşünüyorlardı. Türk ordusu 90-100 bin kişi, haçlı ordusu ise 140-160 bin kişi civarındaydı. 10 Kasım 1444 Salı günü savaş Türk taarruzu ile başladı. Sağ kanatta Rumeli beylerbeyi Şahabettin Şahin Paşa, sol kanatta ise Anadolu beylerbeyi Karaca Paşa kumandanlık ediyordu. Padişah orta bir tepenin üzerinde savaşı idare ediyordu. Haçlı atlıları zırhlı oldukları için çok az telefat veriyorlardı. Bizim akıncılarımız ve azeplerimizde şehit fazla idi. Boğaz boğaza bir cenk yapılıyordu. Anadolu’yu beylerbeyi Karaca Paşa, serdengeçtilerin önünde güneş batana kadar kılıç salladı. Düşmanın sağ kanadı önce durdu, sonra geriledi, fakat Karaca Paşa gördü ki Macar Hassa şövalyeleri padişahın otağına doğru yol alırken yıldırım hızıyla padişahına erişti. Ve “Şevketlü padişahım... Zinhar yerinden oynama tedbir dahi olsa bir adım gerilemeyiz. Maazallah- Teâlâ izmihlal olur. Cenkçilerin cümlesi gözleri ilerde, gönülleri otağ-ı hümayunda’dur. Var yeniçeri kullarını hücuma kaldır. Cenk boruların emret öttür, Karaca kulun şahadet şerbetini nûşa (içmeye) gider” Karaca Paşa düşman otağına dalkılıç salacaktı ve padişahla kucaklaştılar. Padişah; Osmanlı Türklerinin savaş taktiğine göre harbin en kritik anında VAR KUVVET’İN ortaya konulması idi. Padişah, Rumeli beylerbeyi Şehabettin Şahin paşaya Anadolu sipahilerini piyade ile takviye etmesini emretti. Karaca Paşa dalkılıç atlıları ile Jan Hunyad’ın arkasına düşüp Ladislas’ı savaşa zorladı. Haçlı otağına doğru yürüdü. Kral Ladislas balta darbesiyle ayağından yaralanarak yere düştü. Koca HIDIR ihtiyar yeniçeri Macar kralının başını kesip Murad Hana götürdü. Gökyüzü kararırken Varna ovaları düşman ölüleri ile doluydu. Fakat Karaca Paşan’ın mübârek naaşı da yerde idi. Fakat zafer Türk ordusunundu. Zaferden sonra padişah II. Sultan Murad Han Varna’da dört gün kaldı. Karaca Paşa oraya defnedildi (Varna-Pravadi yol üzerine). Burası sonra PAŞAKÖY ismini alarak büyük bir yerleşim beldesi oldu. KARACA PAŞA, tarihimizin seçkin DAL-KILIÇ (ÜLKÜCÜ) kahramanlarından biridir. Diğer şehitlerimizle birlikte ruhu şâd olsun. Kahramanlığı, mücadelesi, Müslüman Türk çocuklarına hız ve kuvvet olsun. Âmin... 123 ÜLKÜCÜ KİMDİR İslami hayat nizami olarak seçen, bu nizami tavizsiz bir şekilde yaşamaya çalışandır. Türk olmanın gururunu faziletiyle bütünleştiren, Türk-İslam Ülküsü'nü yaşayandır. Allah için seven, Allah için savaşan, Allah’ın rızasına koşan, Allah nizami için yanan, Allah için buğz eden kahramandır. Semalarda dalga dalga yayılan ezan susmasın diyerek toprağın kara bağrına düşen candır. Kimi zaman Derviş Yunus, kimi zaman Yavuz, kimi zaman surlarda üçhilal’li sancak elinde Ulubatlı Hasan’dır... "Ben"i aşarak, "biz" diyerek çıkarmamak üzere atandır. nefsini kör kuyulara, Dağlarıyla, taşlarıyla, ırmaklarıyla, ovalarıyla ve yollarıyla bir kara parçasını vatan yapandır. Türklük deyince 300 milyonluk Türk Dünyasını kucaklayan, anne şefkatiyle evlatlarını bağrına basan; kimi yerde Kıbrıs, Kırım, Kırgız; kimi yerde Bişkek, Bakü, Kerkük, Doğu Türkistan, Kerkük , ... Velhasıl kocaman bir vatandır. En zor şartlarda, en buhranlı zamanlarda, en müşkül alanlarda, Türk'e yol gösteren, akıl veren, umut olan Dede Korkut Han’dır. Haksızlık karşısında susmayan, davasından taviz vermeyen, korkaklığı, pısırıklığı, nemelazımcılığı, lügatinden çıkarıp atandır. Yiğidin başında KÜRSAD, il derleyip vatan tutan İLTERİŞ, bilgelikte TONYUKUK, AKŞEMSEDDİN, Malazgirt Ovasında ak kefen içerisinde ALPARSLAN’DIR. 124 Türk'ün töresini, Türk'ün ilini İslam’la yoğuran, İslam’la kaynaştıran, Ahmed Yesevi Ocağında kaynayan, pişen, kavrulandır. Bir Bozkurt’tur esaret zincirlerini kıran. Türkçe konuşan, Türkçe yazan, Türkçe düşünen, Türk müziği dinleyen, Türk’ün ürettiği malı kullanan, Giyimi, kuşamı, saçı, sakalı ile Türk gibi yaşayandır. Ülkücü budur… Ülkücü budur... Bunun dışındakiler küllü yalandır! 125 Ülkücü budur… KENDİNİ TANI! SEN Altay dağlarından kopup gelen tufansın SEN Tuna'da Volga'da atını sulayansın SEN Bayrağı mübarek kanınla sulayansın SEN Mohaç'ta Varna 'da tarihe geçen şansın SEN Şairler dilinde şiirleşen destansın SEN Şehitler, gaziler yurdunu kurtaransın SEN İstanbul önünde akan kansın SEN Bir hilal uğruna Güneş gibi batansın SEN Fatih'in askeri Ulubatlı Hasan’sın SEN Bağdat kapısında şan veren Genç Osman’sın SEN Mehmet'sin, tarihe hükmeden kahramansın SEN ALLAH’IN yolunda feda edilmiş cansın SEN Zulmü yere seren, hakka doğru koşansın SEN Nice krallara diz çöktüren imansın SEN Türksün; doğru, fakat unutma: MÜSLÜMANSIN 126 ÜLKÜLERİMİZ Türk Birliği; Türk Milletinin yoğun olarak yaşadığı bütün yurtların birleşerek ismi Turan olan devletin kurulmasıdır. Tek Vatan, Tek Devlet, Tek Millet ilkesinin gerçekleştirilebilmesidir. Bazıları buna 'Ütopya' olarak baksa da, Bütün Türk Milleti bunu birkaç defa gerçekleştirmiştir; dolayısıyla yine GERÇEKLEŞTIRECEĞİZ! . Turan Ülkümüz gerçekleştiğinde dünyanın en güçlü devleti olacağımız gün gibi aşikârdır. Çok büyük bir coğrafya üzerine kurulu, yer altında ve yer üstünde müthiş zenginliklerle dolu olan Turan'da Türkler bütün dünyaya hükmedecektir. (ADALETLE !) Turan antiemperyalist bir devlet olacaktır. Devlet Türk'ün essiz insanlığıyla dünyadaki tüm mazlum milletlerin umudu olacaktır. İslam Birliği; Büyük Turan gerçekleştirildikten sonra Türk olmayan diğer Müslüman milletler de ümmet kardeşliği inancımıza uygun olarak birliğimize katılacaktır ve Türk İslam birliği gerçekleşecektir. En güçlü Müslüman devlet biz olacağımızdan, bizim bayrağımızın altında birleşecektir. Nizam-ı Âlem ve İlay-i Kelimetullah; Nizam-ı Âlem; Bütün vasıtaların, bütün kadroların, bütün anlayışların, bütün fikirlerin velhasıl yeryüzünün, İslâm’a ve onun ölçülerine göre kıvamlanması, ilahî kalıplara oturtulması ve âdem-i beşerin hayatını, Hakk’ın (C.C.) tanıdığı serbestiyet ve yasaklar dâhilinde idame ettirmesini sağlayacak meşru düzeni sağlamaktır. İlay-i Kelimetullah; Tevhid inancını yükseltip dünyaya hâkim kılmaktır. Yükseltmek, yüceltmek=ilâ kelimesi ile Allah’ın sözü manasındaki Kelimetullah’tan bir terkipte yer alan Kelimetullah’ın tevhid inancının esasını teşkil eden : “Lâ İlahe İllallah” (Allah’tan başka Tanrı yoktur) sözünü ifade eder. 127 Kelimetullah: Allah’ın dinini ve tevhid inancının yüceltip yaygınlaştırılması yönünde gösterilen gayret ve faaliyettir. Bu da cihad ve savaş yapmakla olur. Cihad: Allah yolunda (Fi-sebililllâh) onun dininin (İslâm’ın) yayılmasına karşı olan düşmanlarıyla yapılan savaşa cihâd denir. Allah Kur’an-ı Kerim’de; “Hem bir fitne kalmayıp, din yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla çarpışın. Vazgeçerlerse, düşmanlık ancak zalimlere karşıdır” (Bakara Suresi: /193) Cennet mekân ecdadımız, hayatları boyunca yaptıkları mücadele (savaşları, fetihleri) Allah’ın dinini yüceltmek, yaymak, onun rızasını kazanmak için yapmışlardır. Onların bize ulaşan söz ve beyanlarından bazıları bizlere hız, şevk, heyecan, ilhâm kaynağı olması açısından aşağıda belirtilmektedir; Cennet mekan ceddimiz; Osman Gazi oğlu Orhan Gazi’ye şöyle vasiyette bulunmuştu; Allah’ın buyruğundan gayrı iş işlenmesin. Bilmediğini, şeriat ulemasından sorup anlayasın, iyice bilmeyince bir işe başlamayasın. Sana itaat edenleri hoş tutasın. Askerine iman ve ihsanı eksik etmeyesin, ihsanın kulcağızadır. Zalim olma, âlemi adaletle şenlendir. Cihâdı terk etmeyerek beni şâd et, ulemaya riayet eyle ki, şeriat işleri nizam bulsun. Nerede bir ilim ehli duyarsan ona rağbet ikbal ve hikmet göster. Askerine ve malına gurur getirip şeriat ehlinden uzaklaşma. Bizim maksadımız, kuru bir kavga ve cihangirlik davası değildir. Yolumuz Allah yoludur. Maksadımız Allah’ın dinini yaymaktır. Sultan II. Beyazıd yaşlılığından dolayı sağ iken saltanatı, oğlu Yavuz Sultan Selim’e teslim ederken ona verdiği öğüt şöyledir: 128 “Biz seni yeryüzünde halife yaptık. Öyle ise insanlar arasında Adalet ile hükmet (Kur’an-ı Kerim 38/36). Yüce emrini okuduktan sonra dedi ki: Ey gözümün nûru ve gönlümün süruru, bugün Allah’ın izni ve takdiri ile tahta çıktın. Sana gerektirir ki adımızı ve şanımızı gözetip ecdadımızın yolunu takip edesin. Geçmiş ecdadımızın yaptığı gibi zalimlerin zulmünü halk üzerinden kaldırasın. Dünyada güzel isim bırakasın. Zevk ve eğlenceye dalmışlara uyup, huzur diye gaflete, sürur diye eğlenceye dalmayasın. İdaren altındaki olanları yânetine cebânete, korkaklığa, emânetini hıyânete değişmeyesin. Mala ve mevkiine gururlanıp kalmayasın. Halkını ayaklar altına alarak (ezerek ve zulmederek), askerleri gayesi ve hedefi dışında kullanarak hevâ ve heves denizine dalmayasın.” Yavuz Sultan Selim’in Askerlerine Yaptığı Konuşma; Hanın Devlet Erkânına ve “Ecdadımız Allah yolunda savaşmayı en büyük görev saymışlardır. Savaşsız değil bir yıl, hatta ayları geçmemiştir. İşte ben de Allah’ın (c.c.), işte bunlar Allah’ın doğru yola eriştirdikleridir. Onların yolunu tut (Enam 90) emrine uyarak Allah’ın kelamını yüceltmeye ve O’nun Resulü’nün sünnetini diriltmeye kuvvetimi harcayacağım. Ta ki dünyada iyilik ve anılmaya ahirette bol ecir elde etmeye vesile olsun” Cennet mekân Fatih Sultan Mehmed Han’ın Trabzon seferine giderken Uzun Hasan’ın annesi Sâre Hatunla arasında şöyle bir konuşma geçiyor; Bu da onun maksadının ne olduğunu en iyi anlatan tarihi bir olaydır. Şöyle ki: Trabzon seferi esnasında, yolları sarp ve aşılmaz doğu Karadeniz dağlarından geçerken Fatih atından inerek eteklerini beline sokup dağa yaya olarak tırmandı. Öyle yoruldu ki alnından akan terler burunları ucundan ve sakalından Nisan yağmuru gibi yere dökülüyordu. Fatihin bu hâlini gören Sâre Hatun: “Trabzon nedir ki, savaş meydanlarının şehsüvarı attan inerek yaya yürür ve 129 yorulur?” deyince, Fatih Sâre Hatunun yüzüne hışm ile bakarak; “Bizim buralara gelişten maksadımız yalnız kale fethetmek ve servet kazanmak değildir. Buraları Müslümanlara vatan yapmaktır. Allah’ın rızasını ve cihad sevabını kazanmaktır. İslâm’ın kılıcı bizim elimizdedir. Eğer bu zahmeti çekmez isek bize gazi demek yalan olur. Bundan dolayı çektiğimiz sıkıntılardan daha çoğunu çeksek yine azdır.” Ben padişah olursam gayem Arabistan’ı, Çerkezistan’ı biladı (beldeler) acemi şia dan tathir (temizlemek) dir. Hatta İslâmi bir noktaya Cem (toplanmak) için Hind ve Turan’a gideceğim. Şark ve garbda İlâ-yı Kelimetullah’a çalışacağım. Zalimlere, evladım olsa merhamet etmeyeceğim. Zamanımda rahat varmak ve ahaliye tasallut etmek mümkün olmaz. İşte benim hâlim budur. Muradınız itaatsizlikte devam etmekse haber verin, şimdi nefsimi hükümetten halledeyim. Ben bu saltanatı mücerred İslâm’a hizmet için pederimin elinden aldım. Ve biraderlerime fedâ eyledim. Biat teklif ettim, kabul ettiniz. Ben uykularımı rahat ve huzurumu terk ile din-i mübinin te’yidine uğraşıyorum. Eğer İslâm’ı ihya etmek maksudumuz değilse benim de nefsü’l emirde saltanata kat’a hevesim yoktur. 130 ÜLKÜCÜLER NE DEDİ ÜLKÜCÜLER; EZANIMIZ DİNMESİN DEDİLER Bir yerin adına denince Türk ülkesi Gözüm bayrak arar kulağım ezan sesi Ezan: Farz namazlarının vakitlerinin geldiğini bildirmek için okunan İlahi bir nağmedir (çağrı - nidâ). Vakitler Cenab-ı Hakkın ilahi nimeti olan namazlar için zahiren sebep gaybi icabı için alâmet olduğu gibi ezan da vakitlere alâmet olmuştur. Ezan ilam (bildirim)dir. Vakitlerin ilâmı havassa ve ezanın ilâmı umumadır. Ezan için vaktin girmesi ezan için aynı zamanda şarttır. Ezan okumak vakti bildirmektir. Okuyana müezzin denir. 131 Allah Kur’an-ı Kerimede; “ve siz namaza çağırdığınız zaman” (Maide suresi: ayet:58) “namaza çağırıldığınız zaman “ (Cuma suresi: ayet:9) “ve Allah tarafından bir ilandır” (Tevbe suresi ayet:3) Ayeti Kerimeleriyle emir buyurmaktadır. Ezanın dinimiz (İslam)da dört mezhep imamlarının âlimlerinin bildirdiklerine göre bazıları “Sünneti–Müekkede”, “Vacip” veya “Farzı–Kifaye” olarak kabul ederler. Bu ilahi mesaj Namaza İslam’a çağrıdır. Allah ve Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) Ululamaktır. (Şanını Yüceltmek). Kurtuluşun ahiret mutluluğunun islamda olduğunu ifade eder. Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) (Sözlerin en güzeli Allah’a davet eden kimsenin sözleridir) Burada aynı zamanda; Namazın şanını büyültüp yüceltmektir. Ezan ve kamet bir zikirdir. Ezanı ilk Abdullah Bin Zeyid rüyasında okumuş ve Hz. Ömer (R.A.) rüyasında okumuş ikisininki de aynı olması Peygamberimiz tarafından tasdik edilmesi ile namaz vakitlerinde okunmak üzere İslam âlemine tebliğ edilmiştir. Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) “Müezzinin sesinin işitildiği yere kadar cin insan ve eşya kıyamet günü onun hakkında şahadet eder ve onu işiten kuru ve yaş her şey onun için istiğfar eder” buyuruyor. İstiklal marşı şairimiz Mehmet Akif’te Ezanı şöyle ifade etmektedir; Ruhumun senden ilahi şudur ancak emeli; Değmesin mâbedimin göğsüne nâmahremeli; Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli Ebedi yurdumun üstün de benim inlemeli 132 Şairimiz burada ezanı İslamın temeli olduğunu ifade etmekte okunduğu yerdeki insan varlığının (milletin) Müslüman olduğunun sembolüdür. Tarih boyunca ecdadımız yaptığı savaşlarda Fetih olunan beldelerinde (şehir kasaba köylerin) Fetih müjdesi olarak ezan okutur. Bu ezan fethi nasip eden Allah’a bir hamd (Şükür) ve sena (övgü) ifadesidir. Müslüman Türk Milleti yeni doğan çocukların kulaklarına ezan ve kamet okumaları çocuğun ilahi namenin manevi nuru ile iman üzere yaşamasını sağlar. Allah’ın insanlara verdiği en büyük güzel nimet iman(İslam) nimetidir. Yani İslam üzere yaşamasıdır. Bundan daha büyük bir nimet yoktur. Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) şöyle buyuruyor “Her çocuk doğarken İslam fıtratında doğar bunu anne baba kendi dini üzere (İslam hiristıyan mecusi) büyütür.” Allah Müslüman Türk çocuklarını islâmın nurundan mahrum bırakmasın. Âmin. Kitabullahımız ve Ezanımız okunurken göklere yükselen nur-u ilahi ruhani –nağmeler gönüllere kulaklara yansımasıyla dolan ilahi nurla katı gönüller yumuşar gönüller sürur bulur. İmanın ve milli ruhun doğmasını ve kuvvetlenmesini sağlar. Bunların verdiği etkilerin yani söz ve hareketlerimizin dışarıya yansıyanı Dini – Milli terbiyemizi oluşturur. Bu ruhtan uzak büyüyen Müslüman Türk çocukları “Rayihası (güzel kokusu) alınmış yâda uçmuş gül çiçeğine benzer. Güzel kokusu olmayan gül çiçeği bir dikenli – renkli yeşil dal parçasından farksız olur. Buda hayvanlara yem olur. İnsanlarda dini – milli ruh’tan mahrum büyümesi hayvani hislerin esiri insanların ve milletlerin oluşmasını sağlar. O Milletler huzursuz ve sağlıksız devamsız olmalarına yani tarih sahnesinden silinip gitmelerine sebep olur. 133 Ezanın faydaları; Ezan korkuyu giderir. Bir beldenin (şehrin kasabanın köyün ) Fetih edildiğinin müjdecisi olur. Bağımsızlığın sembolüdür. Ezan okunan yerin İslam beldesi olduğunu ifade eder. Ezan okumak Cesareti artırır. Ezan okumak Allah’a zikir olur, Allah’a yaklaştırır. Ezan okuyunca çevresindeki ve içindeki Cinlerin şeytanların zararlarından korunmuş (uzaklaşmış) olur. Ezan insanların, Cinlerin (Müslüman olanlarının) ruhlarını besler kuvvetlendirir. Peygamberimiz Hz. Muhammed’in asrısaadet zamanında müezzini Hz. Bilali Habeşi ve Halifesi Hz. Ebu Bekir (R.A.) çok güzel yanık etkileyici bir sesle okurlar. Bundan kâfirlerin (iman etmemiş olanlar) ve çocukları bu ilahi nağmenin etkisinden hemen etkilenip taş yüreklerinin (katı yüreklerinin) yumuşayıp erimesiyle imanla müşerref olurlardı. Bunu bilen bazı inatçı kâfirler çocuklarının etkilenmemesi için ezan dan uzak yerlere çocuklarıyla birlikte göç ederlerdi. Allah Müslüman Türk çocuklarını İslam’dan ezanımızdan mahrum etmesin Türk çocuklarını ezansız büyütmesin. Ezanımızı dindirmesin kalbimizi onun ilâhi nuru ile doldursun. Âmin! “Bende âşıktım ezan nağmesine Bir koşardım ki o Allah sesine” 134 ÜLKÜCÜLER; BAYRAĞIMIZ İNMESİN DEDİLER 135 BAYRAK Bayrak: Bir milletin varlığın ve bağımsızlığını temsil eden renk ve şekli özelleştirilmiş milli ve manevi değeri çok yüksek bir semboldür. (Nişan) Bayraklar bir kumaş – bez – ipek parçasından yapıldığı gibi Madenlerden yapılmış metal parçaları da olabilir. Tarihimizde bayrakların üzerlerindeki renkler şekiller değişiklik geçirerek bugünkü Ay – yıldız bayramız İmparatorluğumuz zamanından bugüne kadar gelmiştir. İlk önce hilalli olan bayrağımız sultan III Selim zamanında Sekiz köşeli (1793) yıldız ilave edilmiş daha sonra bu beş köşeli Şimdiki haline dönüştürülmüştür. Abdülmecit zamanında 1842’de II Abdülhamit zamanında bazı ilave ve değişikler yapılarak kullanılan Sancaklar olmuştur. Renkleri Siyah – Beyaz – Al renkler kullanılmıştır. Siyah renk Peygamberimiz Hz. Muhammed’in Bayrağı (Ukâb) rengi siyahtı. Mezhep İmamımız Hz. Ebu Hanifenin ki Beyaz renktedir bu bayrak aynı zamanda Sünniliğin bayrağı olarak tarihe geçmiştir. Zamanla Yeşil ve Al rengi bayrağımızın rengi olmuş. Al rengi Şehitlerimizin kanından Hilalde Allah İsmini–beş köşeli yıldızda Peygamberimizin Hazreti Muhammed Mustafa’nın Muhammed ismini Arapça beş köşeli şeklinden ilham alınarak bayrağımıza konulmuştur. Hilâl–Yıldız aynı zamanda tevhid-i (Lâ ilâhe illallah Muhammedin Resulallah) ifade eder. Genel olarak İslam ülkeleri bayraklarında ay–yıldız kullanmışlardır. Yani o devletin İslam ülkesi olduğunu ifade eder. Bir yerin adına denince Türk ülkesi Gözüm ay–yıldızlı Bayrak arar kulağım ezan sesi Türk kültüründe bayrak hükümdarlığın Siyasi ve bağımsız olmanın bir simgesidir. Bayrak dikmek bir yerin mülkiyet ve kanun sahasını almak olduğundan savaşta ordunun önünde Devlet bayrağı veya bayraklar gider. Eski Türklerde (Türklerin İslâmiyeti 136 kabulünden önce) ucu yerde olarak göklerde dalgalanan aya ve güneşe kadar uzanan bayrak yer ile birleştiren kutsal bir varlık sayılmıştır. Arap tüccarları Kırgızların kırmızı renk bayrak kullandıklarından bahsetmişlerdir. Bir Arap seyyahı da Peçeneklerin muhtelif renkte bayrakları olduğunu Dokuz oğuzların siyah renkli bayraklar kullandıklarını yazmıştır. Kıpçakların İgor Destanında kırmızı ve beyaz renkte bayrakları olduklarından bahsedilmektedir. XIII yüzyılda Kuman kabilelerinin mavi renkte ve üzerinde aslan ve (ay - yıldız) bulunan bir bayrakları olduğu söylenmektedir. Gök – Tanrı İnancına dayanan eski Türk dininde yeryüzü gökyüzündeki Güneş Ay Yıldız Dağ Deniz gibi tabiat varlıkları kutsal sayılmış. Hükümdarları tahta Gök Tanrının geçirdiğine inanılmıştır. Müslüman – Türk devletlerinden Karahanlı Devleti’nin paralarında hilâl (ay) resimleri görüldüğü gibi, Gazneliler ve Gurlulardan sonra Hindistan’a hâkim olan Türk devletlerinin paralarında Hilâl ve yıldız bulunmaktadır. Hilâl ve yıldız motifleri Selçuklular ve Harezmşehliler tarafından da kullanılmıştır. Hilalin Müslümanlığın simgesi olarak kabul edilmesi (1096 - 1270) Haçlı seferleri sırasında olmuştur. Haçlılara karşı büyük fedakârlık kahramanlık gösteren Müslüman – Türk Eyyübilerin bayrağındaki Hilal işareti Hıristiyanlarca Müslümanlığın bir sembolü gibi görülmüş ve kabul edilmiştir. Osmanlı bayraklarında hilâl şeklinde kullanılması hakkında tarih yazarları tarafından çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Bir görüşe göre; Selçuklu Sultanı tarafından Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Bey’e gönderilen beyaz sancağın tepesinde bir hilâl bulunmaktadır. Bu sancak Osmanlılarca bağımsızlık işareti kabul edildiğinden Hilâl hürlük sembolü olarak kullanılmıştır. XVII yüzyılın sonlarına kadar Osmanlı saltanat sancaklarında dini yazılar ve zülfikâr resminin yanı sıra güneş hilâl ve yıldız motifleri kullanılmıştır. Güneş hükümdarın ay da milletin simgesi sayıldığı ifade edilmektedir. III Selim zamanında hilâl ve sekiz köşeli yıldız kullanılmış (1793) 1842 yılında Sultan Abdulmecid zamanında beş köşeli yıldız kullanılmağa başlanılmıştır. 137 Bayrakların renkleri siyah beyaz al renkleri kullanılmıştır. Ekseriyeti siyah renk Peygamberimiz Hz. Muhammed’in Bayrağı (Ukâb) rengi siyahtı. Mezhep İmamımız Hz. Ebu Hanife’ninki Beyaz renktedir. Bu bayrak aynı zamanda Sünniliğin bayrağı olarak İslâm tarihine geçmiştir. Zamanla Yeşil ve Al rengi bayrağımızın rengi olmuştur. Al rengi şehitlerimizin kanından Hilâlde Allah ismini beş köşeli Yıldız da Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa’nın Muhammed isminin Arapça beş köşeli yazılış şeklinden İlhâm alınarak bayrağımıza konulduğu ifade edilmektedir. Hilâl – Yıldız aynı zamanda Tevhid (Lâ ilâhe illallah Muhammedin Resulallah) ifade eder. Genel olarak İslam ülkeleri bayraklarında ay – yıldız kullanmışlardır. Aynı zamanda İslam’ın (Müslümanlığın) simgesidir. Bağımsızlığımızı Tevhîd inancımızı (İslâmı) ve Şehidimizin mübarek kanını temsil eden ay – yıldızlı bayrağımızı Cenab-ı Hak Cennet Vatanımızın üzerinden ebediyete kadar indirmesin. Âmin. 138 ÜLKÜCÜLER; VATAN BÖLÜNMESİN DEDİLER “Birbirinize de girmeyin ki maneviyatınız sarsılmasın Devletiniz gitmesin” (Kur’an-ı Kerim) Hali görür geleceği sezerdik! Bir zaman tâ Vistül de gezerdik! Haritayı biz kendimiz çizerdik! Fetheyledik deryaları çölleri Biz neyledik o koskoca elleri? 139 “Ya Muhammed deki Ey mülkün sahibi olan Allah’ım, Sen mülkü dilediğine verirsin; sen mülkü dilediğinin elinden alırsın; sen dilediğini aziz edersin; sen dilediğini zelil edersin hayır yalnız senin elindedir. Sen hiç şüphe yoktur ki her şeye kadirsin” (Kur’an-ı Kerim İsra Sûresi) Türk Evladı yurdu olan toprağı. Ana ırzı bilerek yâd ayağı bastırmaz Bir yabancı bayrağı. Ezan sesi duyulan hiçbir yere astırmaz. Ecdadını zannetme asırlarca uyurdu; Nerden bulacaktın o zaman eldeki yurdu? Üç kıtada yer yer kanayan izleri şahid. Dinlemedi bir gün o büyük nesli mücahid 140 VATAN VATAN: (Yurd. Ülke. il)= Belirli sınırlar içinde yaşıyan aynı dil din ırk kültür örfleri bir olan insan topluluklarının kurduğu bağımsız sosyal Hukuki Siyasi teşkilata DEVLET denir. Bunu üzerinde taşıyan (Kıta veya Karaya) Toprak parçasına VATAN denir. Devlete vatana sahip olmayan insan toplulukları (Milletler) kendilerini birbirlerine bağlayan maddi ve manevi bağlardan Dil Din Töre Tarih kültürel duygu ve düşüncelerin bozulup kopmasıyla başka güçlü devletlerin esareti altına girip yok olmaya mahkûm olurlar. Dinimiz İslam’da Vatan ve Vatan sevgisinin imandan bir şube olduğunu Peygamberimiz Hz. Muhammed bir Hadisinde: “VATAN SEVGİSİ İMANDANDIR” buyuruyor. Bu sevginin kutsal bir sevgi olduğunu emretmiştir. Gene Vatan hasreti, Dâus’sıla (Nostalji) hissi – duygu Biyolojik – ırkı bir gönül bağlılığı bütün insanlarda var ola gelmiş bir özelliktir. Ama Türk ırkında – Milletinde bu hiçbir millette olmayan çok yüksek derecede bulunmasın Cenab-ı Hakkın Türk milletine verdiği büyük bir lütfu, ihsânıdır. Vatanın korunması onun üzerindeki Devletin ve Milletin Dünya üzerinde varlığını sürdürebilmeleri karşı devlet milletlerin saldırılarına (Savaş) karşı siyasi ekonomik Askeri Teknolojik yönden güçlü olması ve onlarla savaşıp zafer kazanmasıyla mümkündür. Cennet vatanımızın savunmasıyla ilgili Tarih boyunca sayısız Şehitler vermiş ve savaşlar yapmışızdır. Müslüman Türk Ülkücü gençlerin bu mücadelesi de bunlardan biridir. Allah’ın izniyle bu mücadele kıyamete kadar sürecektir. Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker! Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer. 141 ŞEHİT VE ŞEHİTLİK Allah yolunda vatan millet uğrunda savaşırken hayatını feda etme mertebesine erişen kimseye “ŞEHİT” bu mertebeye ise “ŞEHİTLİK” (Şahadet) denir, sağ kalanlara ise “GAZİ” denir. Bir kişinin şehit sayılabilmesi için akıl baliğ Müslüman olması şarttır. Müslüman olmayan bir kişi öldürüldüğü zaman şehit sayılmaz. Öldürülen Müslüman kişi bu zamanda cenabet halinde olmaması lazımdır. Tedaviye imkân kalmadan hemen ölen kimse; “DÜNYA VE AHİRET” şehididir. Yaralandıktan sonra bir süre yaşayan tedavi gören “AHİRET” şehididir. Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) yanına Uhud savaşında tepeden tırnağa kadar silahlı “Amr Bin Sâbit” adında bir yiğit geldi, Peygamberimize iman için gelmişti. Muharebenin seyrini görünce “Ya Rasüllallah! Önce iman mı edeyim yoksa muharebeye mi katılayım!” diye sordu. Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) “Önce iman et sonra muharebe”; buyurdular. O kimse de imanla müşerref olarak muharebeye iştirak etti. Harp sonrası onu da şehitlerin arasında gören Allah Resulü Sallâllâhü Aleyhi Ve Sellem: “Az çalıştı çok kazandı” (Berâ R.A. Buharı ve Müslim) Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) 1. Malı dini ve ailesi uğrunda müdafaa ederken öldürülenler 2. Salgın hastalıklardan ölenler 3. Doğumdan ölenlerin de şehit olduğunu buyuruyor. Allah (c.c): “Şehidin kul borcundan başka bütün günahlarını af ederim” buyuruyor. Peygamberimiz (S.A.V.): beraberdir” buyuruyor. “Şehitler 142 mahşerde benimle “Allah (CC) müminlerden mallarını ve canlarını Cennet kendilerinin olmak üzere satın almıştır. Allah (CC) yolunda savaşırlar öldürülürler. Bu Allah (CC) üzerine bir borçtur. Gerek Tevrat’ta gerek İncil’de gerek Kuran’da Allah (CC) yolunda savaşanlara Cennet vereceğini vaad etmiştir. Allah (CC) tan çok vaadini yerine getiren kim olabilir. O halde onunla yaptığınız ve alışverişten ötürü sevinin. Gerçekten işte bu çok büyük saadettir.” ( Kur’an-ı Kerim Tevbe:111 ) “And olsun, Eğer siz Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz Allah’ın bir bağışlama ve esirgemesi onların toplayacakları dünya menfaatinden elbette daha hayırlıdır.” (Âli-İmran suresi:157) “Sakın, Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanma. Doğrusu onlar Allah katındadırlar. Cennet meyvelerinden rızıklanırlar.” (Âli-İmran suresi:169) “Onlar Allah’ın kendilerine verdiği ihsandan (şehitlik rütbesinden) dolayı neşeli haldedirler ve arkalarından kendilerine şehitlik rütbesi ile katılmayan mücahitler hakkında şunu müjdelemek isterler –onlara hiçbir korku yoktur ve onlar mahsun da olmayacaklardır.” (Âli-İmran suresi:170) “Onlar Allah’tan gelen bir nimet ve daha üstün bir ihsan sebebiyle sevinirler ve müminlerin mükâfatını Allah’ın zayi etmediği sevinci içinde bulunurlar.” (Âli-İmran suresi:172) “Yaralandıktan sonra yine Allah’ın Peygamber’in çağrısına koşanlar ve hele onlardan iyilik edip fenalıktan sakınanlar için çok büyük bir mükâfat vardır.” (Âli-İmran suresi:172) “İnsanlar onlara: "Düşmanlarınız size karşı ordu topladı, onlardan korkun." dediklerinde, bu, onların imanını artırdı ve şöyle dediler: "Allah bize yeter. O ne güzel vekildir" (Âli-İmran suresi:173) Bütün Müslümanlar ve Müslüman Türk Milleti bu ilahi büyük rütbeye ulaşmak için canlarını savaşarak seve seve vererek dinimizin yükselmesi vatanımızın milletimizin bütünlüğünü korunmasını sağlamışlardır. 143 İşte Tarihimizden; Musa Hulisi Paşa’nın Şehitlik Arzusu ve Övgüsü: SİLİSTRE MÜDAFAASI KIRIM SAVAŞLARI; 23 Şubat 1853 Pazartesi günü İstanbul’a davetsiz olarak en basit nezaket kaideleri hiçe sayılarak Bab-ı Âli’nin onayı alınmadan Petersburg’un üstün yetkili elçisi (Baş amiral ve Bahriye Nazırı) Mençikof idi. Bu adam terbiyesiz ve küstahtı. İstanbul limanına demirleyen Rus savaş gemisinden bir tabur askerle çıktı. Moskof elçiliğinin tam kadro ile karşıladığı kalabalık yolları kesmişti. Nümayişli geçitle Rus elçiliğine gelindi. Sadrazam Kaptanı Derya Damat Mehmet Ali Paşa şaşırdı. Bu harekete Hariciye Nazırı Keçeci Fuat Paşa Rusya’nın savaş istediğini fakat sulh yolunun açık tutulması kararlaştırıldı. Rus çarı Nikola Petersburg’daki İngiliz elçisi Hamılton Seymur’a “HASTA ADAM”ın mirasını paylaşalım demişti. “Hasta Adam” bir zamanlar önünde diz çöktükleri Osmanlı İmparatorluğumuza Rus ve garb devletlerin taktığı hazin isimdi. Ruslar Ortodoksların hamisi olarak Kudüs’teki Hıristiyanlık için kutsal yerlerde imtiyaz istiyordu. Protestanların hamisi İngiltere Katoliklerinki Fransa aynı istekte idiler. Yahudiler “Buraları bize Yahovva’nın (Allah’ın) arz-ı men’ududur.” (Vaadedilmiş topraklarıdır) Diyerek milletler arası siyonizme dayanarak durmadan olay çıkarıyordu. Hilâfet makamının sahibi olarak dünya Müslümanlığının koruyucusu Osmanlı İmparatorluğu idi. Diğer birbirine düşman devletler Osmanlı İmparatorluğuna karşı düşmanlıklarını bırakıp müşterek hareket ediyorlardı. Sultan Abdulmecid Han! Mençikof’u huzuruna kabul etti. (10 Mart 1853) Paşaların ve Ülema’nın karşı çıkmalarına rağmen; Reşit Paşa Rusya’nın asil gayesinin Hıristiyanlığın Ortodoksluktan gayri mezheplerinin hakkını da ele geçirmek olduğunu Ortodoks olmayan Hristiyan dünyasına ilan ediyor ve bu tedbir Kırım savaşına 144 Fransa ve İngiltere’yi de sokuyordu. Rus elçisi Mençikof Hariciye Nazırı Nesselrod’dan talimat istedi. Bunun üzerine belli aralıklarla üç defa devletimize (Osmanlı İmparatorluğuna) 5 Mayıs 1853’te son notasını verdi ve devletimiz bunu red etti. Rus çarı Birinci Nikola kesinlikle inandığı zaferle biteceğini söylediği savaş başlamış oldu. Bugünkü Romanya olan Eflak-Buğdan eyaletlerini işgal etmeye başladı. 11 Haziran 1853’te Devletimiz Rusya’ya Karşı Savaş İlan Ediyor Kırım Savaşı Başlıyor… Bundan sonra İngiliz-Fransız donanması Rus gemileri Boğazları zorladığı zaman anında karşılık verilerek 25 Haziran 1853’te BEŞİKE körfezine geldiler. 3 Temmuz’dan itibaren Romanya’da Rus ileri harekâtı başladı. Fakat devletimiz 4 ay 17 gün içinde barış imkanları araştırılmış fakat Türk ordusu 14 Ekim 1853’te üç gün içinde işgal ettiği yerleri boşaltması için Ruslara ültimatom verdi. Tuna boylarındaki Rus ordusunun 152 bin Türk ordusunun 60 bin idi. Doğu cephesinde Rus ordusu sayıca üstündü. İlk ateş 23 Ekim 1853’te KALAS’a giden asker dolu iki Rus gemisinin İSAKÇI önlerindeki Türk bataryalarından topa tutulmasıyla başladı. Gemiler batırıldı. Ruslar Yunanlıları da yanlarında savaşa sokmak için KÜÇÜK EFLÂK’TA toplamaya başlayan Rus ordusunu Serdar-ı Ekrem Ömer Lütfi Paşa Rus plânını düşürmek için ani baskınla çok mühim stratejik nokta olan KALAFAT’ı işgal etti. Bir taraftan VİDİNİ tahkim etti. Vakit kazanmak için de RUSCUK’tan YERGÖĞÜ’ne TUTRAKAN’dan OLTENİÇA’ya asker geçirdi. Ruslar Osmanlı kuvvetlerinin Bükreş yönünde taarruza geçtiğini tahmin ederek VİDİN önlerindeki kuvvetlerini geri çektiler. Türkler ilk ve önemli zaferi kazanmışlardı. Doğuda Anadolu cephesinde Müşir (Mareşal) Çırpanlı Abdulkerim Nadir Paşa Dağıstan kahramanı Şeyh Şamil ile bağlantı kurdu. Batum kumandanı Selim Paşa’ya da ÇÜRÜKSU kuvvetleriyle Rusların kuvvetle tahkim ettikleri ŞEFKATLİ kalesini ani baskınla ele geçirmekle vazifelendirmiş. Selim Paşa 27-28 Ekim 1853 günü vazifesini başarı ile tamamlayarak kaleyi zapt etmişti. Ruslar daha üstün kara-deniz kuvvetleriyle saldırmışlar fakat püskürtülmüşlerdi. 5 Ekim’de OLTENİÇE zaferini kazandık. 26 145 Kasım’da üstün Rus baskısı altında kuvvetlerimiz AHISKA’dan çekildi. 30 Kasım 1853’te Rus amirali Nakimof Sinop’a ani bir baskın yaptı. Anadolu ordusuna Batum üzerinden gönderilen sevkiyatı destek için Osman Paşa 12 gemilik filomuz fırtına yüzünden Sinop’a sığınmıştı. Gemilerimiz battı 2 bine yakın deniz erimiz şehit oldu. Sinop’un Türk mahallelerini yaktılar. Rumları koruduklarını iftiharla ilan ettiler. (Rum mahallelerini yakmadılar) 5 Ocak 1854 ÇATANA zaferini kazandık. 27 Şubat 1854’te batılı devletler de Ruslardan EflakBoğdan’ı boşaltmasını istediler. Yunanlılar-Rumlar Rusların yanında yer almışlardı. EPİR ve TESALYA’da Rum ayaklanmaları başladı. 1 Mart 1854’te Keçeci Fuat Paşa ayaklanmayı durdurmak için görevlendirildi. Rusya’ya karşı İngiltere-Fransa ile birlikte hareket edilmesi kararlaştırıldı 12 Mart 1854’te. İngiliz tarihçisi Wels olayı: “19. yüzyılın ideolojiler ve dinlerin üstüne çıkan coğrafya hadisesi” olarak kaydeder. Wels’e göre boğazlar ya Osmanlı İmparatorluğunun 15-16. yüzyıllardaki CİHAN DEVLETİ ve YENİLMEZ KUDRET altında olduğu zaman çaresiz baş eğilecek neticedir. Veya boğazlar kudretsiz devletler elinde iken batılı devletler için emniyet unsuru olur. Bu sebeple İngiltere-Fransa Rusların boğazlara hâkim olmasına sonuna kadar karşı çıkacaklardı. Zayıf bir Türk devletini tercih edeceklerdi. 146 SİLİSTRE VE YERGÖĞÜ ZAFERLERİ KIRIM YARIMADASINA ÇIKARMA HAREKÂTI 17 Mart 1854’te Karadeniz’de Rus, İngiliz-Fransız kuvvetleri arasında çatışma başladı. 17 Nisan 1854’te kalafat’ta ikinci zaferi kazandık. 22 Nisan’da İngiliz-Fransız donanması ODESA’yı bombaladılar. Rusların yanında yer alan Yunanistan’a Fransızİngiltere bağımsızlıklarını borçlu olduğu bu iki devlet nota verdi. İcap ederse Pire’nin işgal edileceğini bildirdiler. Yunanistan buna boyun eğdi. 15 Mayıs 1854’te Kırım Savaşının en çetin boğuşması. Osmanlı Türkleri ile Moskoflar arasında silistre’ de başladı. (Tarihimizde meşhur Silistre Müdâfaası olan cenk) Ruslar Silistre’yi büyük kuvvetlerle kuşatmaya girişti. Moskof ordusunun başında General Schilder Tuna’nın sol kıyısına geçirdiği istihkâm kolordusu ile 18 Mayıs 1854’te Silistre’yi dört yandan kuşattı. Şehir yardım alabilmekten yoksundu. Ne varsa Topçu Feriki (Korgeneral) Musa Hulusi Paşa’nın komutasındaki 10 bin Türk’ün yiğitliğine kalmıştı. Rus başkomutanı Mareşal Paskiyeviç’in komutasındaki Rus ordusu seksen bini seçkin askerle yüz otuz topa sahip ve hassa hücum tümeni ile Türklerin on misli idi. 9 Haziran 1854’te Ruslar Silistre’de genel saldırıya geçti. Türkler yalnız müdafaa ile yetinmediler önce düşmanı durdurdular sonra Musa Hulusi Paşa’nın komutasında karşı taarruza geçtiler. Rus Başkomutanı Mareşal Paskiyeviç ağır yaralandı. Sağ kol komutanı Rıfat Paşanın süvarilerini takiben süngü hücumuna kalkan Türk kuvvetleri Moskofları geri attılar ve kendilerinin çok muhtaç olduğu 14 top ele geçirdiler. Şimdi bütün gözler bir avuç Türk’le ağır yaralı olduğu için geri alınan Mareşal Paskiyeviç’in yerine gönderilen Prens Gorçakof’un beraberinde getirdiği 120 bini bulan en seçkin Rus kuvvetleri arasındaki ölüm-kalım boğuşmasına dönmüştü. Çar Nikola yeni başkomutanına “En çok on günde zapt edilmiş Silistre’yi ziyarete geleceğini” bildirmişti. 13 Haziran 1854 günü bütün gece sürmüş olan ağır topçu ateşinden sonra Ruslar genel saldırılarını tekrarladılar. Musa Hulusi Paşa ve Rıfat Paşa böyle bir saldırıyı bekliyorlardı. Fakat Mecidiye-Arap-Yanya tabyaları 147 susturulmadan şehre girmek mümkün değildi. Cüretkâr ve cesur plân tam güvenle tatbik edildi. Düşman önce mevzii başarılarla ilerledi ve atış mesafesine girince bütün bataryalar yoğun ateşe başladı. Ve Türkler yine süngü hücumuna geçtiler. Süvarilerimiz Moskofların yardım hattını kesti. Gün batıncaya kadar süren kanlı boğuşma sonunda zafer yine bir avuç Türk’ündü. Rus Başkomutanı Prens Gorçakof da selefi gibi ağır yaralanmıştı. Çar’ın gözdesi istihkâm korgenerali Schilder ölmüş General Luders esir edilmişti. Ruslar iki binden fazla ölü, daha çok yaralı vermişlerdi. Türk kaybı dokuz yüz şehit daha az yaralı idi. Ruslardan iki tümen ve birçok alay sancağını; süvarilerimiz düşmanın asıl istihkâm hattına kadar kovaladığı için kalenin önlerine getirilmiş on bir batarya, sayısız silah ve malzeme ele geçirilmişti. Kuvvetlerimiz düşmanın maneviyatının çökmesi karşısında 15 Haziran 1854 Ramazan ayında Perşembe günü var kuvvetle ikinci çıkış harekâtına giriştiler. Düşman şaşkın ve çaresiz muhasarayı kaldırmak ve çekilmek zorunda kalmıştı. Tuna’nın sağ sahiline geçebilenler kurtuldu. Esir sayısı müdafilerden fazlaydı. Silistre savaşında Rus ordusu on beş binden fazla ölü ve yaralı vermişti. Bu sayı Türk müdafilerinin mevcudundan çoktu. Savaşın öteki cephelerindeki dikkat ve merak Silistre üzerinde toplanmıştı. Bütün dünya bu iki ordudan çok iki milletin ruh ve beden yapısı üzerindeki çetin sınavı heyecan ve alaka ile takip ediyordu. Dünya gazeteleri her gün Silistre haberleri ile doluydu. Sultan Abdulmecid Han şanlı Silistre müdafilerinin komutanları Musa Hulusi Paşa ve Rıfat Paşa’ya Muşirlik (Mareşallik) tevcih etti. Ne yazık ki Musa Hulusi Paşa askerlik mesleğinin bu en üst derecesine erdiğinin üçüncü günü artık düşmandan temizlenmiş sahayı teftiş ve namaz için abdest alırken bir güllenin isabetiyle şehit oldu. Rıfat Paşa anlatır ki: bir gün önce Ömer Lütfi Paşa sohbet sırasında; “Bu zaferi kanımla tebcil etmek isterdim. Nasip olmadı...” demişti. Silistre muhasarası 41 gün sürmüştü. Ruslar kuvvetlerini Silistre’nin doksan kilometre kuzey doğusundaki TRAJAN seddinin başladığı RASSOVA kasabasına kadar çektiler Çar 148 Nikola ordusunun kırılan ümitlerini tazelemek için bizzat savaş cephesine geldi ve emrindeki 50 bin kişilik hassa ordusu ile Bükreş OLTANİÇE havzasını işgal ederek, Rusçuk önlerine dayandı. Gaye Eflâk’ı tamamen işgal idi. Serdar-ı Ekrem Ömer Lütfi Paşa yine çok cesur ve neticesi menfi olursa tehlikeli ileri harekâtına devam etti. Seçkin iki tümeni KAMA adasıyla YERKÖYÜ berzahından iki üç istikamette ileri sürdü. Ruslar henüz mevzii tutamadan Türk taarruzu 8 Temmuz 1854 günü başladı. Maneviyatı geçmiş asırlardaki Türk hücumlarında olduğu gibi yitik bitik olan Moskoflar Yerköy’ünde de ağır bozguna uğratıldı. Aralarında iki general birçok subay 6 bin asker kayıp verdiler. Boğdan’dan geri çekilmek zorunda kaldılar. Fransa-İngiltere, Türk ordusunun kazandığı zaferler karşısında Kırım Yarımadasına çıkarma fikrimize katılmak üzere 23 ay 21 gün sürecek Kırım savaşları 21 Temmuz 1854 Cuma günü Varna’da kararlaştırıldı. KAHRAMAN TÜRK ORDUSUNUN BÜKREŞ’TE ALMA ZAFERİ Silistre ve Yerköyü zaferleri Rus ordusunu Tuna’nın sol kıyısına atmış Eflak kurtulmuştu. Üstün bilgi ve cesaretin sahibi Kahraman Serdar-ı Ekrem Ömer Lütfi Paşa 4 Ağustos 1854’te Bükreş üzerine yürüyüşe geçti. Ruslar Boğdan’dan getirdikleri kuvvetlerle Bükreş çevresinde sağlam savunma hattı kurmuşlardı. Buradaki çok çetin harpler iki gün sürdü. Düşman yine bozguna uğradı. 6 Ağustos Pazar günü kuvvetlerimiz Bukreş’e girdi. Rumenler Türk ordusunu sevinçle karşıladı. Kırıma çıkarma: Eylül ayı başında Kırım’ın batı kıyısında ve Sivastapol’un kuzeyindeki ALMA nehrinin ağzıyla yarım adanın güneyine doğru uzanan kumluk sahildeki Gözleve kasabası kıyılarına ihraçla başladı. Osmanlı-İngiliz-Fransız donanmasından 39 nakliye ve savaş gemisi ile 59 bin askeri Kırım’a çıkardı. İhraç yeri ve zamanı çok iyi seçildiğinden Ruslar karşı koyma imkânı bulamadılar. İlk ihraç edilen 59 binlik kuvvet üç müttefik arasında eşit bölüşülmüştü. Müttefik kuvvetler Kırım’ın müstahkem ve stratejik mevkii olan 149 Sivastopal’a doğru sahil şeridince ilerlemeye başladılar. Rus ordusu fevkalâde yetki ile İstanbul’a gelerek Kudüs’teki “Kutsal Yerler” sorununu bu savaşa sebep yapan mağrur, küstah ve alçak Bahriye Nazırı Mençikof’un komutasında idi. Emrinde Çar’ın hassa ordusu komutanı Gorçakof bulunuyordu. Kazak Süvarilerinin ağırlığını teşkil ettiği Rus ordusu 70-80 bin arası idi ALMA nehrinin içeriye geçit veren yollarını tamamen tutmuştu. 19-20 Eylül Salı/Çarşamba gecesini karşılıklı sükûn içinde geçiren iki ordu 20 Eylül Çarşamba sabahının çok erken saatlerinde Türkler ve müttefiklerinin ALMA nehrini aşması ile savaşa başladı. Kırım’a çıkarılmış Osmanlı askeri harp tecrübesi olan seçkin kıtalardı. Serdar-ı Ekrem Ömer Lütfi Paşa’nın planı başarı ile tatbik ediliyordu. Rıfat Paşa cesur ve cüretkâr hareketle Rus kuvvetlerinin arkasına sarktı ve İngiliz-Fransız süvarilerini merkezden taarruza kaldırtarak hâsıl olan boşluğu Türk piyadesiyle doldurup düşmanı süngü savaşına zorladı. Çok kanlı boğuşmalar sonu Kazaklar tesirsiz hale getirildi. Daha sonra da genel saldırıya geçildi. Akşam güneş batarken Ruslar ALMA nehri ağzında ve çevresinde 6-7 bin ölü iki bini aşkın esir bırakarak kaçıyorlardı. Ele geçen ganimetler arasında o zaman altı küstah alçak Mençikof’un çadırı üniformaları Çar’ın hususi emirleri de vardı. ALMA zaferinden sonra kıyıya esaslı şekilde yerleşen ordumuza Kayserili Ahmet Paşa’nın komutasındaki donanmamız yeni kuvvetler getirdi. İngiliz-Fransızlarda ALMA zaferinin verdiği güvenle yeni kuvvetler getirdiler ve Kırım yarımadasındaki Osmanlılarla müttefiklerinin SİVASTOPAL kuşatması başladı. Birinci Nikola’nın Fransız Hariciye Nazırı Oroindölur’un Petersburg davetinde kendi Hariciye Nazırı Kont Nesselrod’un yanında: “- Bu sefil Türklere hadlerini bildireceğim” dediği Petersburg elçiliğimizin müsteşarı Afif Bey o ânda Fransız nazırına votka veren Kırım asıllı teşrifat memurunun bizzat duyarak kendisine ilettiği cümleleri Bab-ı Âli’ye bildirmişti. Fransız Hariciye Nazırı da Rusya’nın Türkiye ile ne pahasına olursa olsun savaşa kararlı olduğunu anlatmıştı. Osmanlılar ve müttefiklerinin zaferleri 150 Çar’ı telaşa düşürmüştü. 26 Eylül 1854’te Sivastopol’un 6 km. güneyindeki Balıklava limanı işgal edildi. 9 Ekim 1854’te Sivastopal’da metris açmaya başlamışlardı. 17 Ekim 1854’te kuşatma tamamlanmış ateş başlamıştı. Mençikof Sivastopal üzerindeki baskıyı azaltmak gayesiyle Türk ve İngilizlerin karargâh olarak kullandıkları Balıklava üzerine üç takviye tümeni alarak 25 Ekim 1854 günü ani ve baskın şeklinde saldırıya geçti. Çok sert çarpışmalardan sonra Ruslar hiçbir başarı kazanmadan geri çekilmeye mecbur oldular. Bunun üzerine Nikola ve Mançikof’un ümitleri kırıldı. 3 Kasım 1854 Çarşamba tarihinde “Bütün Ortodoks âlemine” başlıklı bildirisini yayınladı. “Müslümanlığın bayraktarı barbar Türklere yardım şenaatı” ile İngiliz-Fransızları suçladı. Türkler muzaffer olursa geçmiş zamandaki karanlık günlerin yeniden geleceğini ve mücadele gücünü yitirmiş Rusya’nın yerini hiçbir devletin dolduramayacağını da o zaman da vebâlı Ortodoks nesillerinin çekeceğini bildirdi. İşte bildiriden bazı bölümler: “Çoğunuz halâ Osmanlı sınırları içindesiniz isterseniz cephedeimişcesine bize faydalı olabilirsiniz. Her şeyi tahrip ediniz kargaşalık çıkarınız. Yolları köprüleri bozunuz yangınlar baskınlar suların zehirlenmesine kadar varan her akla gelecek sabotajlar başkaca hisler yer almadan yapılmalıdır. Hıristiyan Avrupa’nın yardım eli uzanmamış olsa idi Türklüğün sonu gelmişti. Konstantin’in beldesi barbarlardan kurtarılacak Ayasofya salibe iade edilecekti. Ortodokslar! Ümit kapıları kapanmamıştır. Bütün güzel neticeler sizlerin cesaret ve kahramanlığınızın arkasından gelecektir.” İşte Moskof’un Türk devleti ve milleti üzerindeki kini gayesi gelecek Türk çocuklarına ibret Moskof’a kini düşmanlığı devamlı olsun. Moskof bunun üzerine genel seferberlik ilan edip Kırım’a büyük kuvvetler yığdı. Çar’ın Ortodoks dünyasını yardıma çağırmasıyla Rumlar-Yunanlılar yer yer isyanlar çıkarmağa başladı ve bastırıldı. 5 Kasım 1854’te kuvvetlerimiz ve müttefik kuvvetler İNKERMAN zaferini kazandılar. Bunun üzerine Mençikof emrine yeniden verilen 100 bini aşkın büyük kuvvetler müttefiklerden İngilizleri ağır 151 kayıplar vererek mevzilerini terk etmişlerdi. Durumun çok tehlikeli olduğunu gören Türk Serdarı Ekrem Ömer Lütfi Paşa sağdan Türk kuvvetlerini soldan Fransız kuvvetlerini yardıma gönderdi. Sivastopal müdafilerini de harekete geçirdi. 5-6 Kasım günleri fasılasız süren savaşta zafer müttefiklerin zaferi ile sonuçlandı. Bu zaferden önce konuşan Rus başkomutanı Mençikof “Barbar Türklerle onun din inkârcısı yardımcılarını denize dökeceğine söz veren” Mançikof üç gün sonra kederinden ölüyor yerine Prens Gorçakof geçiyor. Bu yenilgiden sonra Çar savaş sahasına geliyor. Çar Nikola sadece Türklüğe değil dünyaya meydan okumuştu. Bu yenilgiden sonra en güvendiği Mançikof’un ölümü üzerine intikam almak üzere savaş alanına yeni kuvvetler toplayarak (Boyarlar’dan v.s.) getirdiği müttefiklerden iki misli olan kuvvetleriyle SİVASTOPAL kurtarmak için üç cepheden saldırıya geçti. Çar’ın savaş alanına gelmesi İstanbul, Paris ve Londra’da derin akisler yaptı. Ciddi tedbirler alınmasını gerektirdi. İlk iş Türk Serdarı Ekrem’in müttefik ordularının yönetimini şahsen üzerine alıp Çar’ın karşısına çıkması idi. Nitekim İngiltere ve Fransa’nın ısrarı ile Ömer Lütfi Paşa 11 Şubat 1855’te Tuna ordusunun tecrübeli askerlerinden 30 bin kişilik seçkin kuvvetin başında Gözleve’ye çıktı ve Çar’ın hareket istikametini mutlak isabetle tayin ederek burada tahkimata başladı. Büyük komutan Kahraman Ömer Lütfi Paşa’nın Gözleve zaferi fevkalâde savaş meclisini toplayan Çar Nikola Türk başkomutanlarını Gözleve’den sürüp atmazsa Sivastapol’u kurtarmak plânının asla gerçekleşemeyeceğini anlatmıştı. Mençikof’un yerine geçen Prens Gorçakof’a Gözlevedeki Türk müdafaa hattını söküp atması için beraberinde getirdiği Hassa Ordusundan istediği kadar kuvvet alma yetkisi veren Çar karargâhını Gözleve’ye hâkim ve vaktiyle Kırım Hanlığının uç kalelerinden birisinin olduğu Buldak Tepe’ye kurdu. Burası savaş alanına hâkimdi. Moskoflar evvela ağır toplarla Gözlevedeki kısa zaman içinde tamamlanmaya çalışmış Türk istihkâmlarını 16-17 Şubat 1855 Cuma-Cumartesi günleri devamlı olarak dövdüler. Türk ordusu Gözlevenin denize paralel kumsalları 152 üzerinde karargâh kurduğundan düşmanın top ateşinden daha çok zarar gördü. Serdar-ı Ekrem asıl boğuşmanın kıyı kesimindeki düzlükte olacağını kabul ettiğinden beraberinde getirdiği Tuna boylarının seçkin askerlerini arkası denize dayalı ve var olabilmek için düşmanı muhakkak ezmek veya denize dökülmek gibi iki sert ihtimal karşısında bırakmak zorunda idi. Ömer Lütfi Paşa kaçınılmaz tedbiri cesaretle aldı. Rus taarruzu 17 Şubat 1855 Cumartesi sabahı şafakla başladı. Güney Rusya’dan ve Kazakistan’dan Çar’ın hassa ordusu için yetiştirilmiş en seçkin kıt’alar dalgalar halinde Türk saflarına sızmaya çalışıyorlardı. Ömer Lütfi Paşa düşmanın sahildeki düzlüğe doğru ilerlemesine imkân bıraktı. Ruslar gayelerine erebilme ümidi içinde kıyıya muvazi yaygın Türk karargâhına yaklaşmışlar ve kendi kuvvetleri de atış yaptıkları takdirde kendi toplarının mevzilerine girmiş olacaklardı. Serdar-ı Ekrem daha sonra İngur’da da aynen tekrarlayacağı ve İngiliz Başkomutanı Lord Raglan’ın “TÜRK KISKACI” adını verdiği planını tatbik etti. İki cenahta beklettiği süvarilerini Dal-Kılıç Rus saflarına daldırdı. Merkezden de süngü hücumu emrini verdi. Geçmişte ALTIN-Ordu atlılarının otlakları olan kadim Türk topraklarında ALLAH ALLAH sesleri yeniden gökyüzünü tutmuştu. Önce kıskaç içine alınan Çar’ın hassa kuvvetleri imhâ edildi. Daha sonra Türkler arazinin meyilli bölümünü önceden elde tutmanın üstünlüğü ile hücumlarına devam ettiler ve Gözleve’ye hâkim tepeleri de ele geçirdiler. Yedi gün sonra Sivastopal’a kesin hücum kararını alacak müttefik fevkalâde harp meclisinde; Fransız Mareşali Plesier’in de dediği gibi “- Gözleve’de Türk zaferi ile Kırım harbinin kaderi belli oldu. Ve zafer ilâhı, Türk süngülerinin kudret ve cesaretine bir daha hayran kaldı.” Bu zafer neticelenmek üzereyken çok güvendiği ordusunun yenildiğini hisseden Çar Birinci Nikola savaş sahasından uzaklaşmak zorunda kalmıştı. Neticeyi görmeden kaçmıştı. Moskof Çar’ı... Ülkesi insanlarının ve dünyanın önüne çıkacak yüzü kalmayınca doktorundan aldığı zehirle 2 Mart 1855 günü Petersburg’daki kışlık sarayında intihar ederek hayatına son vermiştir. Bundan sonra Kırım 153 savaşları daha sert ve kanlı savaşlar halinde devam etti. Moskoflar: ”Burçlarına Rus bayrağından gayrısı dikilmez” dedikleri Sivastapol’u 9 Eylül 1855’te Türklere teslime mecbur kaldılar ve barış isteyip 1 Şubat 1856 Viyana’da masa başına oturdular. Fransız ve İngilizlerin Osmanlı Devleti ile savaşa girmelerinin tek sebebi menfaat birliği idi. Bu beraberlik aslında Akdeniz’deki Rus idiolarına son vermek İngiltere’nin 1- Hint Yolu’nu güvenlik altında bulundurmak. 2- Fransa’nın Şark’a doğru yayılmasını sürdürmek gayesinin gereği idi. Ruslara karşı kazanılan sayısız zaferler Türk ordusu ve bu zaferlerin plânını yapıp uygulamada seçkin asker ve komutan Serdar-ı Ekrem Ömer Lütfi Paşa idi. 87 yıl sonra Kırım tekrar Türklerin eline geçmişti. ŞANLI TARİHİMİZE ‘’SİLİSTRE’’ MÜDAFAASI OLARAK GEÇEN ŞAVAŞTAKİ ÇOK İBRETLİ ŞEHİTLİK OLAYI; Ruslar Silistre’yi 15 Mayıs 1854 günü kuşatmışlardı. 22 Mayıs’ta ilk taarruzlarını yapmışlar. Şehrin savunucuları ile Rusların kuvvet nisbeti bire ondu. Şehri kurtarmak için mucize şarttı. Musa Hulusi ve Rıfat Paşa kumandasındaki Silistre müdafileri mucizeyi kahramanlık ve cesaretleriyle gösterdiler. Otuz dört günlük kanlı savaşlar sonu Ruslar ağır kayıplara uğramışlardı. 25 Haziran 1854 günü son Rus saldırısını yapan Rus ordusu generallerinden Schilder ölüler arasında idi. Şehri amansızca döven topçu bataryaları Türklerin eline geçmiş ve istikameti Ruslara çevirmişti. Moskoflara çok ağır zaiyat verdirilmişti. Padişah Sultan Abdulmecid Han Komutan Musa Hulusi Paşa’ya Mürşirlik rütbesi ile asasını iki gün evvel vermiş ve o gün giymişti. Bunlar üzerinde kendisini tebrik eden arkadaşlarına: “Padişahımızın iltifatlarına minnettarım. Beni askerliğin en yüksek rütbesi ile taltif ettiler. Şimdi Cenab-ı Hak’tan bir niyazım var Rütbelerin en yücesi olan vatan yolunda şehit olmayı nasib etmesi... Bu yaşın ve başın bundan daha büyük 154 mükâfatı olmaz sabah namazında Allah’a aciz kulunu rütbe-î şahadetle beka’m etmesini niyaz ettim... İnşallah ind-i bâride kabul olunur.” 25 Haziran 1854 Moskof bozgunu ile Silistre kurtulurken düşmandan alınan bataryaların başındaki Musa Hulusi Paşa’ya bir gülle isabet etmiş şehit edilmişti. Fransız dergisi bu anı tesbit ediyor. İllüstrasyonun harp muhabiri resim altına şu satırları yazmış: “ Bu kahraman kumandanın ölümüne şahit oldum. Arkadaşları bana duasını anlattılar. Dininiz ve Milletiniz ne olursa olsun insan olarak cesaret ve ferdi meziyetlere hürmetkâr insan olarak Musa Hulusi Paşa ve emsaline hayranlık duymamak mümkün değildir.” Resim; Musa Hulusi Paşa’nın Şehit Oluşu Tarihimizin altın sayfaları; birbirine gıpta ettirecek kahramanlık ve şehitlik ve zaferleriyle doludur. Bunlardan Silistre müdafaasında kahramanca savaşıp 10 bin kişilik bir kuvvetle 120 bin kişilik Moskof ordusunu yendikten sonra askerlik mesleğinin en yüksek rütbesi Müşirlik (Mareşallik) rütbesine yükselen Musa Hulusi Paşanın şehitlik arzusunu okuduk, şehit oluşunu yukarıda gösteriyor. Büyük kahraman Türk milleti Ebedi âlemin büyük manevi Rütbesini herşeyin üzerinde tuttuğu için Allah’a dua ettiğini okuyoruz. Bu kahraman komutanımız Mareşal Musa Hulisi paşanın istek ve arzusu bütün Müslüman Türk çocuklarına, ilham kaynağı ve hırs olsun Aziz 155 şehitlerimizin Ruhları şad olsun. Aynı derginin harp muhabiri şunu yazıyor. “25 Haziran 1854 akşamı Silistre’yi bırakarak arkasına bakmadan kaçan Rusların ölüleri şehri müdafaa eden Türk asker sayısından çoktu. İnanılmaz hakikati gözlerimle gördüm.” Kırım savaşlarının (21 Temmuz 1854’te 23 ay 21 gün sürdü) Başkomutanı Ömer Lütfi Paşa ile Fransız General Pelissier, İngiliz Amiral Lord Rağlan Varna konferansı ile Kırım’a çıkarma kararı almışlardı. Bu konuda Türk Başkomutanından cevap istemişler: “ İngiltere ve Fransa harp sahasından uzaktır. Kayıplarımızı yerine koymamız güçtür Sizin de ihtiyaçlarınızı karşılayabilme imkanınız sınırlıdır. Ruslar ise harbe çok iyi hazırlanmışlardır. Savaşın ağırlığı memleketinizin omuzları üzerindedir. Kırım’a çıkarma yapmak sonu zaferle neticelenirse Rusya’yı dize getirir ve silahlarını bırakmaya mecbur eder. Fakat aksi olduğu takdirde İstanbul bile tehlikeye girebilir. Kati kararınız nedir? Hissinize göre değil de çıkacak hadiselerin ağırlığını düşünerek lütfen bize akıl ve mantığınızı hakem yaparak cevap veriniz.”Fransız kumandan Türk kumandanın cevabını ve sonrasını hatıratında şöyle anlatır: “- Ömer Lütfi Paşa ikimizin de yüzüne uzun uzun sitemle baktı ve sordu:” ve diyeceğim ki; “Taarruza uğrayan kimin vatanıdır? Sualime kendim cevap vereyim. Taarruza uğrayan benim vatanımdır ve biz Türkler Rusları tahrik edecek hiçbir şey yapmadık. Bunu sizlerde biliyorsunuz. Şimdi ben size soracağım. Eğer sizler siyasi prensipleriniz ve memleketlerinizin meşru menfaatleri için yardım etmeseydiniz biz elimizi kolumuzu bağlayarak kalacak mı idik? Bundan evvelki harplerde olduğu gibi, var yoğumuzu ortaya koyarak savaşacaktık. Harbin neticesi başkadır. Milletlerin yurdunu müdafaaları başkadır. Birincisini kuvvet ve kudretler tayin eder. Fakat ikincisinin hiç şartı yoktur. Muhakkak yerine getirilmesi namus şeref borcudur”. “- Kırım’a çıkarma yapmak teklif ve fikri benden gelmiştir. Ben çok harplerde bulunmuş emektar tecrübeli askerim. Harbin felâket ve facialarının yabancısı değilim. Ruslara 156 galip gelmek bizim için ne kadar hayati ise siz Avrupa’nın iki büyük ülkesi içinde o nispette haysiyet meselesidir. Belki çok sıkıntı çekeceğiz sayıları yüreklerimizi sızlatacak kadar çok evlâdımızı feda edeceğiz. Fakat zafer için Kırım yarımadasına çıkarma yapmamız şarttır ve ben Türk kumandanı olarak bu hususta kararlıyım. Asıl büyük fedakârlığın Ordum ve Milletimin omuzlarında olduğunu da biliyorum.” Müttefik orduları koordinatörü Fransız Generali Kanrober’in şu cümlesiyle son buluyor: “O dünyanın her ordusunda başkomutan olabilir. Rusların böyle bir kumandanı olsaydı, böyle bir mağlubiyete uğramazlardı.” Resimde; Mareşal Ömer Lütfi Paşa Gözleve Zaferinden Sonra At Üstünde Görülüyor Tarihimizin seçkin Kahramanlarından olan Mareşal Ömer Lütfi Paşa 1853-1856 Kırım savaşlarında Moskofların “Burçlarına Rus bayrağından gayrısı dikilmez” dedikleri Sivastopal’u 9 Eylül 1855’de alarak Türk bayrağını Sivastopal burçlarına diken Moskof’u değişik cephelerde yenerek yerden yere vurup Çar I. Nikola’yı bu yenilgiler neticesinde intihar ettiren büyük ülkü sahibi yüksek kahramanlık ruhlu ve imanı ile bütün Müslüman Türk çocuklarını kendisinin hayat mücadelesini okuduğu zaman ilham ve hız alacağı kahramanlardandır. Ruhu şad olusun. 157 KAYSERİ’Lİ TÜRK İSLAM ÜLKÜCÜ ŞEHİTLERİ Ne çıkar yaşamaktan bu benim Ülkü yolum Ben savaş için doğdum savaşta öleceğim… Ey mübarek ocağım Erciyes dağı, Gesi Erkilet bağı, Bozkurtla dolu yaylası Türk’le dolu obası Ülkücü dolu ovası Yüce kartal yuvası KAYSERİ ÜLKÜ OCAĞI 158 KAYSERİ’Lİ TÜRK İSLAM ÜLKÜCÜSÜ ŞEHİTLERİMİZİN İSİM LİSTESİ 1- MUSTAFA KEMAL MARAŞLI 2- MİRZA ÇETİN 3- ARİF YILMAZ 4- ABDULLAH İZCİ 5- TURAN SELAHATTİN İZZET 6- MAHMUT ŞÜKRÜ SAİT 7- BEKİR ÇİFTER 8- İBRAHİM NALBANTOĞLU 9- ALİ KOÇ 10- MEHMET ÇİÇEK 11- ALİ İHSAN ŞIVGIN 12- SÜLEYMAN TOPAK 13- FEVZİ KÖSEAYDIN 14- MEVLÜT MİLLİDERE 15- MEHMET KORKMAZ 16- ZİHNİ DEMİR 17- HÜSEYİN COŞKUN 18- ALİM ULUSOY 19- İSRAFİL AKDAĞ 20- BAYRAM BULUT 21- ALİ ÇETİN 22- ALİ ÇİFTÇİ 23- CUMALİ ŞİMŞEK 24- AHMET GÖKOĞLU 25- BİLGE ÖZSOY 26- MİTAT KARAZEHİR 27- NACİ HAS 28- AHMET AKKAŞ 29- SABRİ KÖKSAL 30- MEHMET BİLİR 31- RIFKI ERTUĞRUL 32- SABRİ TAŞDEMİR 33- ABDULLAH KORKMAZ 159 ÜLKÜCÜLER Bu çocuklar Türk değil mi? Bayrağımızın rengi al değil mi? Ülkücü dedikleri gençler; Yeni açılan gül değil mi? Aşkınla yandıkça bu dertli sine, Kulak ver ses verir inlercesine, Seherde girince gül bahçesine, Dikenler benim Güller Rabbime Yürüsün. 160 MUSTAFA KEMAL MARAŞLI Şehidimiz Mustafa Kemal Maraşlı 1959 da Kayseri’de doğdu. İlkokulu Ahmet Paşa İlkokulunda bitirdi. Ortaokulu ve lise ikinci sınıfa kadar Kayseri Lisesi’nde okudu. Sonra Sümer Lisesine devam etti. Ülkücü hareketle on dört yaşında tanıştı. Kendisi çok zeki olduğundan derste öğretmenlerinden dinlediğiyle yetinirdi. Bir gün, babası Rıza Amca, birlikte evden çıkmak üzere hazırlanırken ayakkabısını bağlıyor haldeyken oğlunun ilk kez bir ders kitabına baktığını görüyor. Rıza Amca; oğluna sorduğunda, şehidimiz bir konuya takıldığını söylüyor. Kendisi kültürel kitapları çok okuyan ve okuduklarını çevresindekilere ve ülküdaşlarına çok güzel anlatan bir hatipti. Anlatırken hiçbir zaman bir yazılı belgeye bakmazdı. Bu üstün derin kültürü ve hatipliğinden dolayı kendisini, ülkücü teşkilatın ileri gelenleri başka illerdeki ülküdaşlarını aydınlatmak ve bilgilendirmek için diğer illerimize konferans vermek için görevlendirirlerdi. Kendisinde büyük Türk milletinin ruhi asliyesinde mevcut olan yüksek cesaret ve önderlik vasfıyla birlikte kuvvetli bir iman 161 mevcuttu. Kitabımız Kuran-ı Kerim’i okur, namazını, niyazını yerine getirirdi. Dini bütün bir iman eriydi. 7 Mart 1977 de Ecevit Kayseri’ye geliyor. Anneannesi vefat ettiğinden akrabaları evlerine taziye için geliyorlardı. Evde olması gerekirken; şehidimiz dava şuuru ile bunları beklemeden Yeni mahalledeki ülkü ocağına gidiyor. Buradaki ülküdaşları ile belli süre sohbet ettikten sonra Fikret ve İbrahim ülküdaşlarımız ile birlikte ocaktan çıkıyorlar. Şehidimiz Yenimahalle İkiyüzevler’de saat yirmi üç sıralarında komünist uşakları ile karşılaşıyor. Hemen silahlarını ateşliyorlar şehidimiz Mustafa Kemal Maraşlı kalçasından vuruluyor; şehidimizi arkadaşları Devlet Hastanesi’ne götürüyorlar. Doktorlar hemen ameliyata alıyorlar fakat müdahale yetersiz kaldığından on beş gün sonra Ankara Dışkapı Hastanesine götürülüyor. Orada on gün sonra ameliyata alıyorlar tekrar fakat çok geç kalındığından vücudunda üre oluşuyor. 27 Nisan 1977 günü şahadet şerbetini içip Cenab-ı Hakka kavuşuyor. Ruhunu teslim etmeden bir dakika önce sağ kolunu kaldırarak “Lailâhe İllallah Muhammed Rasululah” diyerek tevhid getirip hemen arkasından sağ kolunu indirip sol kolunu kaldırarak; “Eşhedu enla ilahe İllallah ve eşhedü enne Muhammedin Rasullah diyor”. Peygamberimiz Hazreti Muhammed (S.A.V.) şöyle buyuruyor: “Her kim ruhunu Cenab-ı Hakka teslim ederken son sözü kelimeyi tevhid veya şehadet kelimesi ise o cennettedir” buyuruyor. Şehidimiz, Kayseri’nin ilk ülkücü şehidi; vatanımız genelinde ise doksan altıncı şehidimizdir. Cenaze namazı Hunat Camii’nde bütün inanmış insanların iştirakiyle öfkeli ve hüzünlü bir hava içinde kılınarak, asri mezarlıkta ebedi âleme yolcu ediliyor. Aziz şehidimiz makamın nuru âlâ nur olsun. Âmin! Geride kalan acılı, hüzünlü; annene, babana ve kardeşlerine Allah’tan uzun ömürler sabr-ı cemil niyaz ederiz. 162 Şehidimiz Mustafa Kemal Maraşlı’nın Cenaze Töreni Resimleri. 163 MİRZA ÇETİN Şehidimiz Mirza Çetin’i kızı Radiye anlatıyor: 1948 yılında Sarız ilçesinde doğmuş, çocukluğu çok yoksulluk içinde geçtiği için tahsil hayatına devam edememiştir. Askerlik görevini yaptıktan sonra muhtelif yerlerde işçi olarak çalıştı. Şehidimiz 1975’te Kayseri Meslek Yüksekokulunda hizmetli olarak göreve başladı. Dünyada helâl kazanmanın maddi ve manevi zevkine varan bir şahsiyete sahipti. Olay günü işten çıkıp arkadaşları ile birlikte kahvehaneye gidiyor. Burada üç kızıl uşak tarafından takip ve göz hapsine alınıyorlar. Bunun üzerine, şehidimiz arkadaşları ile birlikte eve gitmek üzere kahveden çıkıyor. Bu arada kızıl uşakların takip ederek iki yüz metre ilerlemeden arkadan sıktıkları kurşunla kendisi 17 Haziran 1977 günü şahadet şerbetini içip Cenab-ı Hakka yürüyor. Şehidimizin edebi âleme göç ettiğinde dört tane çocukları vardı. Bunlar halen hayatta olup isimleri: Radiye, Sibel, Sevcan ve Ülkü dür. Bunları büyütüp yetiştirmeğe çalışan anneleri ve amcası da vefat edince hem yetim hem de öksüz kalmışlardır. Şehidimiz tehdit ve takip edildiğini hanımına anlattığında hanımı tarafından uyarılarak sana bir şey olunca bize kim bakacak dediğinde sonsuz güven ve teslimiyet göstererek şöyle der; “Ülkücüler ve ülkücü teşkilatlar bakar” der. Biz, kendisine Allah’tan sonsuz rahmet diler. Mekânı cennet olsun. Âmin! Fakat vefa sahibi ülküdaşlarımızı yetimlerine sahip çıkmalarını, onun aziz ruhunu şad edip incitmemelerini diler; çocuklarına, yakınlarına, gönüldaşlarına Allah’tan sabr-ı cemil niyaz ederiz. 164 ARİF YILMAZ Şehidimiz Arif Yılmaz 1956 yılında Kayseri’de doğdu. Ülkücü hareketle, Kayseri Eğitim Enstitüsünde öğrenci iken tanıştı. O zaman okul idaresindeki bazı öğretmen ve öğrenciler aşırı sol düşünceye sahiptiler. Ülkücü - milliyetçi vatansever Türk Çocuklarına faşist damgasıyla saldırırlardı. Onları kavga, tahrik, tehdit, şiddet ve baskı ile yıldırıp okula gelmelerine engel olup; öğretim imkânlarından mahrum bırakmaktı amaçları. Kendi vatanlarında, kendi okullarında; kandırılmış, komünistler; dinimizin, vatanımızın ve milletimizin geleceğini teslim edeceğimiz halis Müslüman Türk çocuklarına katı amansız düşmanlık yapıyorlardı. Onlara, okuma imkânı ve hayat hakkı tanımak istemiyorlardı. Şehidimize okul müdürü ve diğer solcu öğretmen ve komünist öğrenciler tarafından faşistlerle hareket ettiğin müddetçe okuldan mezun olamayacağı tehdidini savuruyorlardı. Hâlbuki, şehidimiz okulun içinde çok çalışkan, zeki, terbiyeli içli; gaddarlık ve kini sevmez çok nazik bir yaratılışa sahip, gülü çok seven bir alperen dervişti. Okul idaresinin ve kızıl uşakların bu tehditlerine hiç taviz vermeden inançla cesaretle inandığı yolda 165 devam ediyor. Seminerlere ve toplantılara devam ettiği gibi çevresindeki arkadaşlarını ve yakınlarını da devam etmesini sağlıyor. Onların milli duygularla yetişip kültürlerinin gelişmesine yardımcı oluyordu. Günlerden 14 Ağustos 1978 günü ve Ramazan ayı okul çıkışında İstasyon Caddesindeki Önem Pastanesinin yanına geldiklerinde; pusuya yatan kızıl uşakların açtığı ateşle yaralanıyor. Hastaneye getiriyorlar, burada doktorlar ilgilenip müdahale etmiyorlar. Bizim yapacağımız bir şey yok diyorlar. Şehidimiz devamlı kan kaybediyor. Olayı duyup hastaneye gelen ülkücü teşkilatımızın mimarlarından dava adamı Mustafa Öztürk hocamız ve il başkanı Hasan Sami Bolak’ın bütün tepki ve gayretleri, doktorların acımasız, katı, hain düşüncelerini değiştiremiyor. Ankara’ya götürmek için ambulans istiyorlar onu da vermiyorlar. Bunun üzerine Ömer Faruk Çarşıbaşı isimli arkadaşının arabası ile mahalleden ve okuldan arkadaşı olan Hürriyet Büyük Ülkü Derneği başkanı Nevzat Taşkın diğer arkadaşlarıyla Ankara’ya götürüyorlar. Oraya varınca hastanenin yerini sordukları polislerden; buraya yeni geldiklerini, yerini bilmedikleri cevabını alınca uzaklaşıyorlar. Yaşlı bir taksiciye soruyorlar. O taksici hastanenin yerini tarif ediyor. Bu tarifle hastaneyi buluyorlar ve yaralı ülkücüyü hastaneye yatırıyorlar. Burada doktorlar, “Bu saatte yeter derecede personelimiz yoktur.” diyerek ancak 02 00’da filmini çekip, müdahale ediyorlar. Kendisine acil kan verilmesi gerektiğini söylüyorlar. Onlar, gerekli kanı bulup veriyorlar. Sabahta, şehidimizin anne ve babası geliyor. Bunun üzerine o günlerde ortam çok gergin olduğu için Kayseri’den gelen ülkücü arkadaşlarını genel merkezdekiler Kayseri’ye geri gönderiyor. Bunlar, Kayseri’ye geldiklerinde şehirde havanın çok gergin olduğunu Hürriyet Büyük Ülkücü derneğindeki gençler yola barikat kurup trafiği kapattığını görüyorlar. O zaman, polislerin bir kısmı komünist, sol grupların destekçisi ve koruyuculuğunu yapıyorlardı. Ülkücü gençlere çok sert ve acımasız davranıyorlardı. Bu durumda onlara hiç güvenemezlerdi. Ülkücü gençler barikatı kaldırmıyor ve şehidimizin katillerinin yakalanmasını istiyorlardı. Daha sonra duruma asker 166 müdahale ediyor, polisi uzaklaştırmak şartıyla barikatı kaldırıyorlar. O gün öğleye doğru şehidimizin ameliyattan çıkamadığı, şehit olduğu haberi geliyor. Şehidimizin cenazesinin Hunat Camiinden kaldırma istekleri valilikçe geri çevriliyor. Bunun üzerine, Hürriyet Camiinde kılınan cenaze namazına binlerce kişi katılıyor Asri Mezarlıkta ebedi âleme yolcu ediliyor. Aziz şehidimiz evli idi. Şahadet şerbetini içtikten sonra bir kız çocuğu dünyaya geldi adını Gül koydular. Şehidimizin göz nuru Gül’e Allah’tan uzun ömürler dileriz. Geride, karalar bağlayan; acılı, hüzünlü gönüllere sahip anne, baba, kardeş ve eşine, yakınlarına sabr-ı cemil niyaz ederiz. Cennette makamı nuru ala nur olsun âmin! Aşkınla yandıkça bu dertli sine Kulak ver ses verir inlercesine Seherde girince gül bahçesine Dikenler benimdir gül sana düşsün 167 ABDULLAH İZCİ Şehidimiz Abdullah İzci 1959 yılında Hacılar’da doğdu. Kısa hayatı, maddi imkânsızlıklar içinde geçti. Tahsilini yeterince yapamadı. Maddi imkânsızlıklara karşı mücadele edip, okumak arzu ve isteklerini bir türlü gerçekleştiremedi. Okul hayatında ülkücü hareketin içinde olmasından dolayı çeşitli tehdit ve iftiralarla, yıldırma hareketleri ile karşılaştı. Kendisindeki ülkü aşkını yok etmeye çalıştılar. Allah’ın izniyle bunu başaramadılar. İnandığı yoldan dönmedi. Çok azimli ve kararlı bir tutum içinde ülkücü düşünceden taviz vermeden hayatına devam etti. Fakat maddi imkânsızlıklar, geçim sıkıntısı kendisini okul hayatını bırakıp YSE Müdürlüğüne işçi olarak girip, çalışmaya mecbur etti. Evleri Kayseri Pilevne Mahallesinde idi; bir gün akşam saat 21:00’de evlerinin yakınında bulunan kahvede pencerenin önünde otururken, önünden geçen bir taksi içinden açılan ateş neticesinde vurularak 10 Şubat 1979 günü şehit edildi. Bu planlı sinsice bir takip sonucu muydu, hedef kendisi miydi? O zaman kahveler ve diğer dinlenme yerleri fikir ve düşüncesi aynı olan insanlar bir yere; ayrı olanlar başka bir yere devam ediyorlardı. Komünistler, buranın ülkücü fikirdeki insanların toplandığı yer olduğunu bildiği için de hedef olmaksızın ateş açmış olabilirlerdi. İlahi kader onu daha hayatının baharında burada yakalıyordu. Geride kalan annesine, babasına, kardeşlerine ve yakınlarına Allah’tan sabırlar dileriz. Makamı cennet olsun. Âmin! 168 TURAN SELAHATTİN İZZET - MAHMUT ŞÜKRÜ SAİT Turan Selahattin İZZET: Şehidimiz Turan Selahattin İzzet Esir, Türkeli Kerkük Sarıkaya Mahallesinde doğdu. Kerkük Fen Lisesi mezunu idi. 1976 yılında Türkiye’ye geldi. Üç yıl boyunca, Türkiye’de herhangi bir okula girme isteğinin yerine getirilmesi için başvurmadığı bir yer bırakmadı. Bazı okulların imtihanlarında kasıtlı olarak iyi not vermediler. Türkiye’de kalabilmek için Ankara’da Ticaret ve Turizm Yüksek Öğretmen Okuluna kayıt yaptırdı. Daha sonra Kayseri DMM akademisine kayıt yaptırdı. Büyük bir heyecan ve mutluluk içindeydi. Şehidimiz, Annesini altı yaşındayken kaybetmişti. Babası ve kardeşlerini sevincine ortak etmek için Kerkük’e gitti ve orada nişanlandı. Üçü kız, beşi erkek çocuğuna sahip bir ailenin evladıydı. Babası, Talim Terbiyede çalışan bir memurdu. Maddi durum bakımından orta halli bir ailenin en büyük çocuğu idi. Şehit olmadan bir buçuk ay önce nişanlanmıştı. Ben ermeden murada Ecel kırdı kolumu Artık beyhude yere Beklemesin yolumu 169 (Turan Selahattin İZZET ve Mahmut Şükrü SAİD) Mahmut Şükrü SAİT: Şehidimiz Mahmut Şükrü Sait esir Türkeli Kerkük’te doğdu. İlkokulu Cumhuriyet İlkokulunda bitirdi. Kerkük Musalla Ortaokulunun en başarılı öğrencisi idi. Kerkük Sanat Okulundan mezun olduktan sonra, üniversiteye giriş imtihanlarında 600 tam puan üzerinden 513 puan alıp üniversiteye girdi. Türkiye’de bulundukları dönemlerde sağ-sol çatışması çok yoğundu. Bu dönemde, Müslüman- Türk çocuklarına karşı planlı cinayetler durmak bilmiyordu. İşte bu dönemde, ebedi âleme yürüyenler arasında bu iki şehidimizde bulunuyordu. Şehit edilişinin görgü tanığı ve Hürriyet Ülkücü Gençlik Derneği Başkanı Ahmet Acar ülküdaşımız şöyle anlatıyor: Ülküdaşlarımız Kayseri Mithatpaşa Ogün Sokak 70 numaralı evde oturmaktaydılar. Olay gecesi, evde Mahmut’la Hilmi adlı ülküdaşlarımız bulunuyordu. Turhan’la Ergin isimli Kerküklü ülküdaşlarımız eve misafir olarak gelmişlerdi. Olay sırasında mutfakta oturuyorlardı. Saat 20:00 sıralarında ülküdaşımız Mahmut yemek yapmaktaydı. Bu sırada kapı çalındı. Mahmut, ayakta olduğu için kapıyı açmaya gitti. Kim o diye sorduğunda, dışarıdan “Biz polisiz, aç kapıyı.” diye cevap geldi. Mahmut, bir gün önce polis baskını yapıldığı ve suç unsuru bulunmadığı için kapıyı rahatça açıyor. Açar açmaz otomatik silahlarla taranıyor. Yemek başında bulunan diğer ülküdaşlarımız durumu fark edip arka kapıdan 170 kaçmaya çalışıyorlar. Fakat, gelen komünist uşaklar sinsice ve kahpece en arkada olan ülküdaşımız Turan Selahattin İzzet’i şehit ediyor. Bunlar, daha sonra Gazi Osmanpaşa ve Hürriyet Ülkücü Gençlik Derneklerini de tarıyorlar. Kullandıkları araba, At Pazarında terk edilmiş olarak bulunuyor. Yüksek tahsil yapmak için geldikleri vatanımızda; komünist uşakların silahlı saldırıları sonucu şahadet şerbetini içip, Cenab-ı Hakk’a yürüyen şehitlerimizin ruhları şad olsun. Geride kalan yakınlarına da Allah sabr-ı cemil ihsan buyursun. Şehitlerimiz Turan Selahattin İZZET ve Mahmut Şükrü SAİD’’in Cenaze töreni resimleri 171 BEKİR ÇİFTER Şehidimiz Bekir Çifter, 1963 yılında Kayseri’de doğdu. İlkokulu Ahmet Paşa İlkokulunda okudu. Okula küçük yaşta başladı. Çok başarılıydı. Yaz tatilinde Hacı Kılıç Camisinde açılan yaz kurslarına devam ederdi. 100-150 öğrencinin içinde en başarılısıydı. Bu başarısından dolayı hocaları tarafından ödüllendirilirdi. Orta öğretimini Kadı Burhanettin Ortaokulunda tamamladı. Lise öğretimine ATATÜRK Lisesinde başladı; fakat on beş gün sonra Sanat Okuluna geçti, burada da başarılıydı. Isısan Fabrikasında da staj yaparken başarısından dolayı işyeri tarafından ödüllendirildi. Ailesine, ortaokuldan sonra hiç maddi yönden yük olmadı. Çok çalışkandı, zamanını iyi değerlendirir, okur ve para kazanırdı. Giyim ve kuşamında çok titiz idi, çok temiz giyinirdi. İnce ruhlu bir yapıya sahipti. 18 Ekim 1979 Perşembe günü okuldan saat 10:00-11:00 gibi bir zamanda geliyor. Annesi soruyor, “Niçin erken geldin?” diyor. O da: “Okulda olay oldu, onun için geldim.” diyor. Annesi; “ Yemek yapacağım, beraber yiyelim.” diyor. Evde misafir olan teyzesi ve annesi saat 13.00 sıralarında hasta ziyareti için evden çıkıyorlar. 172 Bekir de onların ardından evden ayrılıyor. Bu sırada evde sadece ablası bulunuyor. Saat 14:00- 15:00 sıralarında bir şahıs evlerine gelerek, Bekir şehid oldu diyor. Şehidimiz, evine gelirken, Yoğunburç civarında; komünist çetelerin saldırısına uğruyor. Hemen, orada bulunanlar hastaneye kaldırıyorlar. Fakat hastanede gerekli tedaviyi yapamadıklarından ve ilgisizlikten şehadet şerbetini içip; Cenab-ı Hakk’a yürüyor. Makamı nur olsun. Geride kalan acılı anne ve babasına, yakınlarına Allah sabrı cemil ihsan etsin. Âmin! Şehidimizin; Annesi Hayriye Anamız- Babası Sabit Amca Bir ak saçlı anne, baba var. Şehittir bir oğlu Onlara kim rast gelirse, yanık bir sesle sorun: Niçin ak saçlı anne, baba gözleriniz yaşla dolu? Bu vatanın suyunda, toprağında hakkımız var. Onlara oğlumuz deriz, dağılır gizli derdimiz. Yalnız, bu güzel hava bizi nedense boğar. Bir oğlumuz daha olsa, Allah için feda ederiz 173 İBRAHİM NALBANTOĞLU Şehidimiz İbrahim Nalbantoğlu, 1962 yılında Kayseri’de doğdu. Akşam Ticaret Lisesi 2. sınıf öğrencisi idi. Kendisi, ortaokul öğrencisi iken, on dört yaşlarında ülkücü hareketle tanışıyor. Şehidimiz, yaşına rağmen oldukça iri yapılı, uzun boylu, yaşının üstünde olgun bir düşünceye sahipti. Arkadaşları arasında “Pehlivan” lakabı ile anılırdı. İşten ve okuldan kalan zamanını eğlence yerlerinde değil, Ülkü Ocaklarında değerlendirirdi. Onun dünya nimetlerine karşı bir düşkünlüğü yoktu. Genç yaşına rağmen şu düşüncesini ifade ederdi: “Türk milletinin müslüman kalması ve vatanın bütünlüğünün korunması en büyük isteğim.” Bazen endişelenir, bu endişelerini babasıyla, ağabeyi ile yaptığı fikir alışverişlerinde de belirtmiştir. Kendisinde, liderlik vasıflarının yanında; Müslüman- Türk’ün ruhî asliyesinde mevcut olan yüksek kahramanlık ruhu ve alperen derviş mizacı vardı. Arkadaşlarından Mehmet Keser de onun özelliklerini şöyle ifade ediyor : “Gözünü daldan-budaktan esirgemeyen bir cesaretteydi. Çok cömert, yardımseverdi. Gerek kendinden, gerekse -ticaretle uğraştığından- esnaftan topladığı paraları ihtiyaç sahibi ülkücü 174 arkadaşlarına dağıtırdı. Hiç gülmez, düşünceli bir görüntüye sahipti.” Hiç kimseyi incitmeyen, gezmeyi seven, sosyal münasebetleri çok güzel olan ülküdaşımız bu özellikleriyle ön plana çıkıyor ve bu da dikkati çekip şehit edilmesine sebep oluyor. Şehidimiz, Ramazanın birinci günü Kılıçarslan Camisinde öğle namazını kıldıktan sonra, eve giderken yolda karşılaştığı arkadaşı Battal Aslan’la şu anki Emirgan Çay Bahçesinin önüne geliyorlar. Bir ara, iki kişi aralarından kollarına çarparak geçiyor. O sırada, şehidimiz İbrahim sinirleniyor, yumruk vurmak istiyor. Fakat bu hain kişiler hemen uzaklaşıyor. Üç-beş dakika olmadan etrafları silahlı dokuz kişi tarafından sarılıyor. Hemen kurşun yağmuruna tutuyorlar. Kendisi, omuriliğinden aldığı kurşunla yere yıkılıyor. Orada bulunan taksi şoförü Osman Bey şehidimizi Tıp Fakültesi Hastanesine götürüyor. Hastanede 8 gün yatıyor. 20-07-1980 Pazar günü şahadet şerbetini içip Cenab-ı Hakk’a yürüyor. Cenazesi, öğle namazına müteakip Hunat Camisinden kaldırılıyor. Yüksek kahraman ruhlu Müslüman- Türk çocuğunun hayatının baharında ebedî âleme yürümesiyle, Türk’ün iman kalesindeki bir burç daha yıkılmış oluyor. Geride kalan acılı hüzünlü anne, baba, kardeş, gönüldaş ve yakınlarına Allah’tan uzun ömürler sabr-ı cemil ihsan etmesini dileriz. Cennette makamı nur olsun. Ey Güzel Vatan Her Türk sana borçludur canını, seve seve Şehit, haber bizde müjde gibidir, her eve Senin için ölenler ermiştir muradına Ah ne tatlıdır ölmek! Vatan adına Nerede o yiğitler ki, Gür sesleri ülkeyi bürür Yürü dese dağlar yürür Dur dese kalpler dururdu Destanda yazmayalım mı? Onlardan kaldı bu toprak Biz gezip tozmayalım mı? Yabanlar kıskanır diye Seksen bin evliya, doksan bin pirler İnildesin dağlar, titresin yerler Bir hafta içinde toplanır erler Gökler bile bizimle yürürler 175 ALİ KOÇ Şehidimiz Ali Koç, 1962 Kayseri’de doğdu. Endüstri Meslek Lisesi dördüncü sınıf öğrencisi idi. Ülkücü hareketle ortaokuldayken tanıştı. Plevne Ülkü Ocağında başkanlık yaptı. Çok zeki, çalışkan, liderlik vasfı olan bir alperen-derviş karakterine sahipti. Her işinde Allah’ın rızasını kazanmayı esas alırdı. Okulda parasız yatılı okumakta iken oradaki öğrencilere namaz ve ilmihal bilgileri verip; onların dini bilgilerinin gelişmesine çalışırdı. Kendisini çok iyi yetiştirmiş, çok kültürlü, pratik bir zekâsı vardı. İnandığı davasında taviz vermez, korkusuz, pervasızdı. Konuştuğu kişilerle takvim yaşının üstünde akademik bilgilere sahip olduğu intibaını verirdi. Bu seçkin özellikleri düşmanlarının gözünden kaçmadı. Tehdit ve takiplerinden kurtulamadı. 2 Haziran 1980 Salı günü Plevne mahallesindeki Anadolu Lisesinin yanında arkadaşı Fevzullah Pekaslan’la gezerken üç kişi tarafından ilk önce sözlü tehdit ve tahrikle saldırıya uğruyorlar. Daha sonra komünist uşaklar ülküdaşlarımıza silahlarla saldırıyorlar. Şehidimiz Ali’ye üç kurşun isabet ediyor. Olay yerinde tesadüfen bulunan polis memuru, şehidimiz Ali’yi ağır yaralı olarak Devlet Hastanesine götürüyor. 176 Doktorların bütün müdahalelerine rağmen kurtarılamıyor. Şehâdet şerbetini içip Cenab-ı Hakk’a kavuşuyor. Ülküdaşımız Feyzullah yaralı olarak kurtarılıyor. Olaydan, şehidimizin ailesinin bir gün sonra haberleri oluyor. Şehidimizin babası, oğlunun acısına dayanamayarak 27 gün sonra vefat ediyor. Bu olaydan sonra, annesi psikolojik rahatsızlığa tutuluyor. İşte; şehidimiz böyle geride acılı, hüzünlü aileler bırakarak giderken Müslüman Türk’ün îman kalesinden bir burç daha yıkılıyor. Annesine, kardeşine, gönüldaşlarına Allah’tan uzun ömür; sabr-ı cemil dileriz. Şehidimizin cennette makamı nur âlâ nur olsun. Âmin! 177 MEHMET ÇİÇEK Şehidimiz Mehmet Çiçek, 1954’te Sarız’ın Kemer köyünde doğdu. Evli ve üç çocuk babası olup; çocuklarından en büyüğü altı yaşında idi. Bunlar Gülbeyaz, Ahmet ve Gülcan’dır. Kendisi, Sümer Bez Fabrikasında işçi olarak vardiya usulü çalışıyordu. Şehidimiz dini bütün; namazında, niyazında, milli duyguları kuvvetli bir iman eri idi. Olayın olduğu hafta 15:00-23:00 vardiyasındaydı. Olaydan bir gün önce, ustabaşı gelip ülküdaşımız Mehmet’e ve arkadaşlarına DİSK’e üye olmaları için baskı yapıyor. Şehidimiz, ustabaşını azarlayarak; “Haddini bil!” diyor. O zaman iktidarda CHP var. Başbakan Ecevit, memur, işçi ve öğrencilerden milliyetçi olanları sürgüne gönderiyordu. Diğer taraftan iş yerlerinde, okullarda; tahrik, şiddet, baskı ve tehditler durmak bilmeden devam ediyordu. Dönemin CHP Kayseri il Başkanı basın yoluyla DİSK’e üye olmayanları açıktan tehdit ediyordu. Bu olaydan bir gün sonra Şehidimiz Mehmet; kardeşi Ahmet, Adem Mert ve Adem Mert’in iki arkadaşı ile gece 23:00’dan sonra iş çıkışı Yenimahalle’deki evlerine giderken; ara sokaktan ateş 178 açılıyor. Bunun üzerine ülküdaşlarımız kaçıyor. Bu arada ilahi kader olsa gerek Şehidimiz Mehmet moskof uşaklarının üzerine doğru gidiyor. Karaciğerinden aldığı bir kurşunla ağır yaralanıyor. Şehidimizin yaralanması üzerine, diğer ülküdaşlarımız koşup yanına gelip onu Kayseri Tıp Fakültesi Hastanesine kaldırıyorlar. Durumu hayati tehlike arz ettiği için bir gün sonra ameliyata alıyorlar. 6 saat süren ameliyattan sonra, 54 şişe kan verilerek üç ay yaşamasına vesile oluyorlar. Fakat 07-01-1980 günü Şahâdet şerbetini içip, Cenab-ı Hakk’a kavuşuyor. Aziz şehidimizin cennette makamı nuru ala nur olsun, âmin! Geride kalan acılı, hüzünlü; gözünün nuru, gönlünün süruru evlatlarına, anne-baba, eş-kardeş ve yakınlarına Allah’tan uzun ömür ve sabırlar dileriz. 179 ALİ İHSAN ŞIVGIN Şehidimiz Ali İhsan Şıvgın, Güneşli kasabasının Hasancı köyünde 1967 yılında doğdu. Tahsil hayatına devam edemedi. Çünkü, ailesinin maddi durumu çok zayıf olduğu için kendisini terzinin yanına verdiler. Kendisi Sümer Bez Fabrikasının terzihanesinde çalışıyordu. Çok utangaç, çekingen, halim bir şahsiyete sahipti. Ailenin en küçük çocuğuydu. Nihat ve Yusuf isimli iki kardeşi vardı. Kendisi, ülkücü hareketle tanışmıştı. Ülkü Ocağı’na gidip gelirken, oturduğu mahalledeki, komünist uşaklar kendisini tehdit ediyor ve baskı yapıyorlardı. Bu durumdan dolayı bunalıyor ve tedirginlik duyuyordu. 16 Haziran 1980 günü Sümer Mahallesindeki camiden, cuma namazını kılıp çıktıktan sonra; komünist, kızıl uşakların takiplerinden kurtulamayarak; silahlı saldırıları sonuncunda şehadet şerbetini içip Cenab-ı Hakk’a yürüdü. Şehidimiz Ali İhsan’ın hüzün ve acıları dinmemişti ki; annesi Nazmiye anamız, oğlu Nihat’ı belli bir süre sonra kızıl uşaklar tarafından öldürülmesiyle madden ve manen yıkıldı. Annemiz iki evladını kaybedince, büyük sarsıntılar geçirdi. Annemize Allah’tan sabırlar diler; şehidimize sonsuz rahmet temenni ederiz. Makamı cennet olsun. Âmin! 180 SÜLEYMAN TOPAK Şehidimiz Süleyman Topak 1962 yılında Hacılar’da doğdu. Kayseri’de Esenyurt Mahallesinde oturuyorlardı. Ülkücü hareketle ortaokul yıllarında tanıştı ve teşkilata girdi. Kendisi, 28.11.1979 günü kulağındaki rahatsızlıktan dolayı eczaneye gidiyor. Eczacı da şehidimizi Kiçikapı’da bulunan birisine gönderiyor. O zamanlar, Kiçikapı semti tabiri caizse kızıl uşaklar tarafından, “kurtarılmış bölge” olarak ifade ediliyordu. Şehidimiz Serdar Caddesinde bulunan kendi işyerlerine gider ve durumu abisi Kenan’a anlatır. Abisi de doktora gitmesini söyler. Daha önceden şehidimizin tehdit ve takip edildiğini bilen abisi, Kiçikapı’ya gitmemesi için uyarır. Buna rağmen, ilâhi kader onu çekip oraya götürür. Kiçikapı’da kızıl uşaklardan TİKKO’nun barındığı ve hücre evlerinin olduğu daha sonra ülkücü teşkilatın ve emniyet teşkilatının çalışmalarıyla ortaya çıkarılıyor. İşte buradaki hainler, şehidimizi pusuya düşürüyorlar. Sıkılan kurşunlardan üç tanesi, vücudunun çeşitli yerlerine isabet ediyor. Orada şahadet şerbetini içip Cenab-ı Hakk’a kavuşuyor. Olay yerine yarım saat sonra gelen ailesinin ve olay mahalindeki insanların bir 181 şey dikkatini çekiyor. Şehidimiz Süleyman’dan bir damla kan bile akmadığını görüyorlar. Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) şöyle buyuruyor: “Ölüm acısı haktır. Herkes bunu tadacaktır. Fakat şehitler bundan müstesnadır.” Cenab-ı Hak, bir iman eri olan alperen yiğidimizin mübarek kanının yere dökülmesine müsaade etmiyor. Müslüman Türk’ün iman kalesindeki bir burç daha yıkılıyor. Şehidimizin bir özelliğinden de bahsetmemek olmaz: O, iyi bir pehlivandı ve aynı zamanda güreş kulübüne devam ediyordu. Cenab-ı Hak kendisini hem manevi, hem maddi seçkin özelliklerle donatmış yüksek kahramanlık ruhuna sahip Müslüman Türk’tü. Hayatının baharında kızıl uşakların kurşunları ile Yüce Rabbine yürürken; geride acılı, hüzünlü anne, baba, kardeş ve gönüldaşlar bıraktı. Geride kalanlara Allah uzun ömür sabr-ı cemil ihsan buyursun. Âmin! 182 FEVZİ KÖSEAYDIN Şehidimiz Fevzi Köseaydın, 1963 yılında Eskişehir’de doğdu. İlkokulu Ahmet Paşa İlkokulunda bitirdi. Ortaokula, Sümer Ortaokulunda devam ederken ülkücü hareketle tanıştı. Fakat okuldaki solcu öğretmenler, kendisi zeki ve çalışkan olmasına rağmen, kendisini tehdit ve baskılarla “Sana buradan diploma vermeyiz.” Diyerek; yıldırma-sindirme hareketi ile karşı karşıya bırakıyorlardı. Bunun üzerine çok sevdiği öğretmenlerinden Atilla Bey ve arkadaşlarının uyarı ve teşvikleriyle Elazığ’da bulunan ablasının yanına gidiyor. Harput’ta Anadolu’nun büyük evliyalarından “Arap Baba”nın kabrini ziyaret edip onun manevi gücünden feyz alıp himmetine sığınıyor. Bu ziyaret kendisinin, onun manevi kuvvetinin etki alanına girmesine sebep oluyor. Ailesini de buraya götürmek arzusu doğuyor. Elazığ’dan dönüşünde derneğe uğruyor. Burada dönemin Milliyetçi Hareket Partisi İl Başkanı Hasan Sami BOLAK’ın yazdığı “Vahşetin Mes’ulleri!” başlıklı bildiriler gözüne çarpıyor. Arkadaşlarına soruyor: “Bunları niçin dağıtmadınız?” diye. 183 Arkadaşları da “Bugün solcuların yürüyüşü var” diyorlar ve kendisi arkadaşlarına hitaben şu cevabı veriyor : “Teker patlayacak diye arabaya binmeyelim mi?”. Bildirileri alıp Sümer Fabrikası önüne doğru giderken çevredeki inşaattan kızıl uşaklar suikast silahıyla ateş ediyor. İlk kurşunda orada şahadet şerbetini içip, Cenab-ı Hakk’a yürüyor. Aziz şehidimiz böyle bir ortamda alperen derviş teslimiyeti ve cesaret gösterip pervasızca Türk’ün ruhi asliyesinde mevcut olan yüksek kahramanlık ruhu ile davasını bir adım ileri götürmek ve bayrağımızı, ülkü edindiği yerin burcuna dikmek için; düğüne gider gibi cenge gidiyor. Davasındaki arkadaşlarını hayretlere bırakıp onlara hız veriyor. Cengin ortasına mübarek vücudunu pervasızlıkla atmasının himmeti ilâhisi, kahraman ecdadı gibi, hedefe bir an önce varmak ve şehadet şerbetini içme arzusundadır. Ebedi âlemin en büyük rütbelerinden olan şehitlik rütbesine kavuşuyor. Aziz şehidimizin cenazesi 18 Ağustos 1979’da Ramazan ayında binlerce ülküdaşının omuzlarında, kadir gecesinde, ebedi âleme yolcu ediliyor. Allah’tan geride kalan acılı hüzünlü anne, baba, kardeş ve gönüldaşlarına sabr-ı cemil, uzun ömürler dileriz. Cennette makamı nuru âla nur olsun. Âmin! Resimde; Şehidimiz Fevzi KÖSEAYDIN’ın Ailesi ve kendisi 184 Şehidimiz Fevzi Köseaydın’ın annesi Sevim anamız, o gün acılı, hüzünlü gönlünden geçen duygularını aşağıdaki şekilde kâğıt üzerine yansıtmıştır. Aynen alıyoruz. Bu kutsal dava, aziz şehidimiz Fevzi de olduğu şekilde, düğüne gider gibi cenge giden bütün asil Müslüman Türk çocukları ülkücülerindir. Fevzi’miz mücadelemizde bayraklaşmış, destanlaşmış bir iman eri olup gelecekteki Müslüman Türk çocuklarına hız ve ilham verecektir. Ruhu şâd olsun der, sizleri bütün ülkücü gönüldaşlar adına saygı ile selamlarız. Kalk yiğit Fevzi’m kalk, Düğün bayram günüdür. Nice nice aslanlar Kalk yiğidim kalk, Senin davandır… Ağlayan analar ne zaman gülecek, Geride kalanlara kim sahip çıkacak? “Peygamber piçi” (hâşâ) diyenlerin sonu ne zaman gelecek? Kalk yiğidim kalk dava senin davandır. Mustafalar, Süleymanlar, Fevziler, Bu mübarek vatanı bekliyorlar Dava senin davandır. Rahat yat Fevzi’m Akan yaşlar bir gün dinecek Şehitlerin kanı yerde kalmayacak Bu al bayrak daima dalgalanacak 185 MEVLÜT MİLLİDERE Şehidimiz Mevlüt Millidere Develi ilçesinin Ayvazhacılı köyünde 1962 yılında doğdu. Develi Ticaret Lisesi’nde ikinci sınıf öğrencisi idi. 6 Ocak 1980 Cuma günü kendi okulunda öğrenci olan komünistler tarafından okul bahçesinde kurşunlandı. O tarihte Develi Ülkü Ocakları Başkanı olan Resul ŞAHİN anlatıyor; yaralı olarak Gevher Nesibe Tıp Fakültesine kaldırıldı vücuduna iki kurşun isabet etmişti, durumu çok ağır değildi lakin bir türlü tedavi sonuç vermedi. Kendisini her ziyarete gittiğimde iyiyim, çıkacağım, okulumu bitireceğim, üniversiteyi okuyacağım derdi, Benle ve ziyaretine gelenlerle şakalaşır sohbet eder yakında okulda olacağım, ocaktaki seminerleri hiç kaçırmayacağını anlatırdı, Şehit olduğu gün ziyaretine gittiğimde her zamanki gibi konuştu şakalaştı sohbet ettik fenalaşınca doktorlar müdahale etmişler fakat tıbben yapacak bir şey kalmamıştı. Gece gelen telefonla acı haberi öğrendik; 09.03.1980 günü şahadet şerbetini içip, Cenab-ı Hakk’a yürüdü. Ertesi günü ikindi namazı müteakip kılınan namazın ardından Develide toprağa verildi Makamı nuru ala nur olsun. Âmin! Biz öyle bir milletiz ki ezelden beri Hak yolunda yalın kılıç hep seferberiz Fırtınalar yoldaşındır nara salan Türk! Hey koca Türk Allah’tan kuvvet alan Türk 186 MEHMET KORKMAZ Şehidimiz Mehmet Korkmaz Kayseri’nin Süleymanlı Köyü’nde 1963 yılında doğdu. Ailenin en büyük çocuğu idi. İlkokulu köyünde bitirdi. Fakat ilkokul son sınıfta iken babası Salih Amca Allah’ın rahmetine kavuşuyor. Annesi Asiye anamız, dokuz çocukla kalıyor. (Süleyman, Ali, Mustafa, Murat, Fatma, Meliha, Yeter, Döndü) Maddi durumları çok zayıf olduğu için, evin geçim derdi en büyükleri şehidimiz Mehmet yüklenmek mecburiyetinde kalıyor. İşte, böyle maddi ve manevi güçlüklerle genç yaşında karşı karşıya kalıyor. Bir taraftan da tahsil hayatını devam ettirmek isterken Kayseri’de oturan dedesi yanına çağırır. Dedesinin mali durumu çok iyi olduğu için şehidimiz Mehmet’in ortaokul, lise hayatından sonra da yüksek tahsil yaptırma düşüncesinde kendisine sonsuz ilgi ve desteklerini hiç esirgemez. Kayseri’de ortaokula başlamasıyla beraber çevresinde tanıdığı bir arkadaş çevresi olmadığı için, okulda kendisine yakın ilgi gösteren ülkücü gençlerle tanışır. Bu tanışma arkadaşlık ve daha sonra bir Türk İslam davasının içine girmesine vesile olur. Çünkü, şehidimizin ailesi köyünde soylu, milli ve manevi değerlere bağlı bir aile yapısına sahipti. 187 Bu durum ülkücü hareketin içinde çok sevilen, sayılan, seçkin bir şahsiyet olmasına sebep olur. Şehidimiz, soyadının mana ve özelliklerine sahip gözünü daldan-budaktan sakınmayan, imanlı, cesaretli bir alperendi. Bu özelliği dinimizin, vatanımızın düşmanı komünistlerin gözünden kaçmaz. Tehdit, takipler, sürgünler yakasını bırakmaz. Kayseri’de okuldan okula sürgün ediliyor. Bu da yetmiyormuş gibi Elazığ ‘a sürgün edilir ve tekrar Kayseri’ye gönderilir. Bir sindirme, yıpratma, yok etme savaşı ile karşı karşıya kalır. Okul hayatına devam ederken, kendi parasıyla satın aldığı bir kurt köpeği vardı. Zaman zaman bununla oynar, gezintiye çıkar ve dinlenirdi. Günlerden 12 Nisan 1980 günü komünistler tarafından oturduğu mahallenin (Garipçorak) basılacağını duyar. Bu haberi, teşkilatımızda ağabey bilinen etkili, yetkili kişiye bildirmek için gider. Konuşmadan sonra davamızda büyüğüm, ağabeyim dediği kişi; “Sen git biz hemen geliyoruz” der. Fakat kendisine kurulan pusudan haberi yoktur. Komünistlerin kurşunlarına hedef olur. Evine yaklaşırken orada şehadet şerbetini içip, genç yaşında Cenab-ı Hakk’a yürür. Olay yerine kurt köpeği yetişir ve şehidimizin elini yüzünü yalayarak başında bekler. Daha sonra gelen arkadaşları tarafından yapılan cenaze merasiminden sonra ebedi âleme yolcu edilir. Şehidimizin kurt köpeğini Cenab-ı Hakk Ashab-ı Kehf’in köpeği gibi ona sadık ve vefalı kılar. (Kuran-ı Kerim’de ) Yanında kalmasını lütfederken, davada ağabey dediği kişi hemen geliyoruz dediği halde ortada görünmez. İşte, bizim davamızın içinde kendini kamufle ederek içimize giren ilgisiz, vefasız sanal ağabeylerin bulunmasından dolayı, iman kalemizde bir burç daha düşmanlarımız tarafından yıkılıyor. Böylelerini Allah’ımıza havale ediyoruz. Cenab-ı Hakk aziz şehidimizin cennette makamını nuru âlâ nur etsin. Geride bıraktığı hüzünlü, acılı anne ve kardeşlerine, yakınlarına sabr-ı cemil, uzun ömürler ihsan buyursun. Âmin! 188 Ne ana ne sıla ne yar hayali Bir gör Mehmet’teki kükremiş hali Kırpmadı gözünü yağmur misali Şaha kalkmış vatan idi Mehmet’im Bu akşam yıldızlar sararmış gibi Tepeler titreşir hava kış gibi Bir dağın sırtında dağ varmış gibi Omuzlamış bir Mehmet’i Mehmet’im Ezelden kahraman Türk er oğlu er Yurda yan bakanı çevir yere ser Silaha ne hacet bakışın yeter Ah Arslan Mehmet’im Arslan Mehmet’in Köyde düşünceli cenklerde sensin Yerlerde göklerde kalplerde sensin Bir baştan bir başa tarihim sensin Ah Arslan Mehmet’im Arslan Mehmet’im 189 ÜLKÜ YOLU DERNEĞİ BASIN BİLDİRİSİ CHP Suçüstü Yakalandı; HER ÜLKÜCÜNÜN EVİNİN KURŞUNLANDIĞI Y DA ÜLKÜCÜ BİR GENCİN ÖLDÜRÜLDÜĞÜ İDDİA EDİLEN BİLDİRİDE: “BUGÜN TÜRKİYE’DE İLAN EDİLMEMİŞ BİR İÇ SAVAŞ SÜRÜYOR” DENİLDİ. Kayseri’de Meydana gelen öldürme yaralama ve patlayıcı madde atma olayları üzerine dün yazılı bir açıklama yapan Ülkü Yolu Derneği Şubesi olaylardan CHP’yi sorumlu tuttu. ÜYD Kayseri şubesi yayınlanan bildiride şu konulara yer verildi: Gün geçmiyor ki, ülkücü şehit edilmesin. Ülkücü kuruluşlar saldırıya uğramasın. Gün geçmiyor ki; illerde, ilçelerde, sokaklarda oluk oluk kan akmasın. Huzur dolu Kayseri’nin sokakları kan kokuyor, semtleri ölüm kokuyor. Bir gece bir ülkücü şehit, bir başka ülkücü yaralı… Hâl böyle olmasına rağmen, CHP’nin il başkanı Kulkuloğlu basın toplantıları yaparak, ülkücüleri töhmet altında bırakmaya çalışıyor. Ama aynı zamanda şuç üstü yakanlanmış oluyor. Zira bay Kulkuloğlu Sümer Lisesi hakkında ipe sapa gelmez suçlamalar yaptığı akşam ülkücü Mehmet KORKMAZ komünist ihanet çeteleri tarafından alçakça şehit edildi. Mehmet KORKMAZ, Sümer Lisesi talebesi idi. Daha önceleri de Fevzi Çakmak ve Kayseri Liseleri bay Kulkuloğlu tarafından hedef gösterilmiş, hemen akabinde iki okuldan iki ülkücü kurşunlanmış ve ağır yaralanmıştır. Plevne konusunda CHP’li bir yönetici ağzını açmış o daha ağzını kapatmadan Ali İhsan ŞIVGIN ülküdaşımız komünist kurşunlarla şehit olmuştur. Bütün bunlar CHP’nin ne kadar ihanet merkezleri ile el ele, kol kola olduğunu göstermeye yeter sanırız. 190 Bugün Türkiye’de ilan edilmemiş bir iç savaş sürüyor. Bu iç savaş stratejisini ilan eden TKP ama uygulama karargâhı CHP’dir. Bu savaşta CHP resmen taraftır. CHP, memleket topraklarını kana bulayan, vatan çocuklarını kurşuna dizen ihanet şebekelerinin destekçisidir. Onları milletvekili yapan, memur yapan, öğretmen yapan CHP’dir. Zira bugün CHP’nin kadrosunu meydana getirenler arasında ülkücü katilleri vardır. Cemil DOĞAN’ın öldürülmesinde boy gösteren kimdir? CHP’li belediye başkanları topluluklara ateş açmaktan suçlanmış senatör adayları, CHP’li eski il başkanları birçok kez gözaltına alınmıştır. Sayısız üye ve mensupları; öldürme, yaralamak suçundan mahkûm olmuştur. Hatta askere kurşun sıkan ihanet çeteleri CHP’li milletvekillerinin evinden bu işi yapmışlardır. Kayseri’yi kana bulama çalışmasında olanlar da CHP’li yöneticilerdir; fakat onlara bu fırsatı vermeyeceğiz. Ektiklerini biçecekler. Yaptıklarının hesabını verecekler; ama ülkücüyü oyuna getiremeyecekler. İhanete ve komünizme karşı olan yiğit mücadelemiz sürecektir. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın. Yalnız şu da unutulmasın sabrımız önemlidir. Bizim bir ülküdaşımız çok değerlidir ve bunu yeri geldiğinde herkes görecek. Kan emenler kusacaklar buna mecbur kalacaklar. 15.Nisan.1980 Ülkü Yolu Derneği 191 ZİHNİ DEMİR Şehidimiz Zihni Demir, 1960 yılında Pınarbaşı’nın Payaslı köyünde doğdu. Pazarören Öğretmen Lisesi son sınıf öğrencisi idi. Okul idaresi onu Elazığ’a sürgüne göndermek istiyordu. Babası Mehmet amcanın isteği ile okulu bırakıyor. Amcaoğlu Mustafa Demir’le Argıncık Toptancılar Sitesinde İnşaat demiri üzerine çalışmağa başlıyor. Kendisi babayiğit, uzun boylu, beş vakit namazını kılan, dini bütün bir iman eri idi. Okulda ve çevresinde “Babacan” olarak tanınır ve anılırdı. Ülkücü hareketle, arkadaş çevresi sayesinde tanıştı. Gültepe Ülkü Ocağında çeşitli görevlerde bulundu. Şehidimizin köyü sol görüşlü idi. Abisi de sol düşünceye sahipti. Fakat şehidimiz Zihni’nin çalışmalarıyla şuurlu bir ülkücü oldu. Şehidimiz Zihni, 1008-1979 Cuma günü işe gitmez. Soranlara bugün milyonları verseler işe gitmeyeceğini söyler. Sabah erken kalkar, banyosunu yapar, tıraşını olur, tertemiz giyinir. Yıldız Uğur Evler Mahallesindeki arkadaşlarını ziyaret eder ve tekrar eve gelir. Cuma namazını kılmak üzere evden çıkar. İki yüz metre ilerledikten sonra, yolda iki arkadaşı rast gelir. Bunlardan Mustafa Dinçel, Antep’ten üç adet gömleklik kumaş getirtmiştir. Bunları diktirmek üzere terziye giderler. Fakat 192 cuma namazı yaklaştığından dolayı Hunat Camisine gitmekten vazgeçerler. Gültepe’de bulunan en yakın camiye giderler. Caminin şadırvanı olmadığından abdest almak için caminin karşısında bulunan mahallenin çeşmesine giderler ve abdest alırlar. O sırada, evleri orada olan yurt dışında eğitilmiş komünist uşaklardan iki tanesi rast gelir. Kızıl uşaklar silahlarını ülküdaşlarımıza yöneltirler. Bu arada, şehidimizin arkadaşları kaçar; fakat o iman eri sanki şehadet vaktinin geldiğini anlayarak kaçmaz. Kızıl uşakların ters tarafına doğru yürümeye başlıyor. Arkadan sıkılan kurşunlarla kahpece orada şehadet şerbetini içip, Cenab-ı Hakk’a yürür. İşte Türk’ün iman kalesindeki bir burç daha yıkılıyor. Geride acılı anne, baba, kardeş ve gönüldaşlar bırakıyor; kendilerine Allah’tan uzun ömürler ve sabırlar temenni eder, şehidimizin cennette makamının nuru âlâ nur olmasını niyaz ederiz. Resim: Şehidimiz Zihni Demir 193 Resim: Şehidimiz Zihni Demir’in köyündeki mezarı Bir Anı ve Hatıra; Şehidimiz Zihni Demir’in abisi Ali Bey’in kızı Leyla’ya dünürcü gelir. Onu bir polise vermek isterler. Leyla, “Siz uygun gördüyseniz evet derim. Fakat solcuysa katiyen evlenmem. Böyle bir durum ortaya çıkarsa ayrılırım. Sonradan ayrılmaktansa şimdiden böyle bir evliliğe karşıyım. Çünkü, Zihni amcamı solcular şehit etmiş ” diyerek dinî ve millî kinini canlı ve devamlı tuttuğunu gösterir. Vefalı bacımız Leyla’ya, dünyadaki nefsanî arzularına set çekip manevi bir haslet olan dinî ve millî kinin sahibesi olan kendisine Allah’tan uzun ömür, aile saadeti diler; bütün ülkücü gönüldaşlar adına saygı ile selamlarız. 194 HÜSEYİN COŞKUN Şehidimiz Hüseyin Coşkun, Kayseri Çandır Mahallesinde 1954 yılında doğdu. Cengiz Topel ilkokulunu bitirdi. ATATÜRK Ortaokulunun ikinci sınıfından ayrıldı. Eski sanayide oto tamircisinin yanına sanat öğrenmek için girdi. Askere gidene kadar burada çalıştı. Askerliğini, İzmir Gaziemir’de er olarak yaptı. Askerden izine geldiğinde âşık olduğu Fatma yengemizle nişanlandı. Askerden geldikten sonra bir süre iş aradı, bulamadı. Bunun üzerine eş ve dosttan borç para alarak mesleği olan oto lastik tamir dükkânı açtı. Kendi mahallesi olan Beşparmak Mahallesi Cami Caddesi köşe başına işyeri açtıktan bir süre sonra evlendi. Ülkücü hareketle tanışması abisi Şaban ve aile dostlarından Haluk Sezeroğlu vasıtasıyla oldu. Babası İbrahim amcanın Şaban, Recep, Sabahattin isminde üç oğlu daha vardı. Aile millî, dinî duygulara sahipti. Böyle olması vesilesiyle şehidimiz Hüseyin hiç durmuyordu. Yenişehir Ülkü Ocakları teşkilatını arkadaşları ile birlikte kuruyordu. Olay günü 03-12-1979 saat 18.00 sıralarında kardeşi Sabahattin’i önce eve gönderip sıcak su hazırlamasını istiyor. On dakika sonra da kendi dükkânı kapatarak iki yüz metre ilerde olan Aşikâr Sokaktaki evine giderken kızıl uşaklar 195 tarafından takip ediliyor. Evine on adım kala haince arkadan dizlerine iki el ateş ediliyor. Şehidimiz diz üstü yere düşüyor. Akabinde tim halinde olan kızıl uşaklar şehidimizin üzerine bir şarjör daha boşaltıyorlar. Silah seslerini duyan kardeşleri Doğan ve Sabahattin dışarı çıkmak istiyorlar. Fakat ortam çok gergin ve karışık olduğu için anneleri Nuriye anamız müsaade etmiyor. Doğan abisi annesinden kurtularak dışarı çıkıyor. Fakat şehidimizin saldırıya uğradığını ve dizleri üzerinde durmaya çalıştığını görüyor. Bu arada kardeşi Sabahattin av tüfeğini alarak dışarı çıkıyor. Şehidimizin bu halini o da görünce, hainleri bulmak için hemen Cami Caddesinin sağ tarafına doğru koşuyor. Bu arada silah sesleri üzerine dışarı çıkan mahalle halkı ve ailesi şehidimizi Devlet Hastanesine (eski Tıp Fakültesi Hastanesine) götürüyorlar. Kardeşi Sabahattin sağ tarafa değil de sol tarafa koşsa ve sokak lambaları yanık olsaymış hainler yakalanırmış. (O zamanlar ortalık karışık olduğu için sokak lambaları yanmıyormuş.) Bu hainlerden ilk tetiği çeken komünist uşak Çetin Koçak’ın ifadesinden anlıyorlar. Hainler örgüt adına Rusya’da eğitilip yetiştirilmişler. Yaptıkları plânlı cinayettir, ifadelerindeki açıklamaları bunu doğrulamıştır. Hain o gün ilk tetiği çeken sokağın arkasını dolaşarak Cami Caddesinde bulunan kahvehaneye gidip çay içiyor. Hiçbir şey yapmamış gibi, olay yerini soğukkanlılıkla izliyor. Ve çıkıp aynı mahallede bulunan evine gidiyor. Kızıl komünistin babası polis imiş. Babası oğlunun yaşını büyüterek askere gönderiyor. Askerliğini Samsun’da yaparken parasız kalınca örgüt üyesine telefon açıp para istiyor. Örgüt üyesi de para olmadığını söylüyor. Bunun üzerine hain, silahları satmasını söylüyor. Üyesi oldukları örgüt DHKPC’dir. Bu arada askeri birlikteki telefon santralinin başında bulunan asker tesadüfen bu konuşmayı dinliyor. Bu durumu gidip komutana anlatıyor. Komutan da haini sorguya çekip bir saatte konuşturuyor. Ömür boyu ceza alıyor. Bu arada ifadesinde söyledikleri Coşkun ailesini ve ülkücü teşkilatı şok ediyor. Beş Müslüman Türk çocuğunun katili olduklarını ve yukarıda belirttiğimiz gibi, Rusya’da eğitim gördüklerini söylüyor. Şehidimiz 196 Hüseyin’i örgüt emri gereği öldürdüğünü söylüyor. Her örgüt elemanının bulunduğu mahallede ses getirecek, sevilen, aksiyon kişileri öldürmek örgüt emri gereği olduğunu ifade etmiştir. Şehidimiz Hüseyin de mahallede sevilen, sayılan bir kişi olduğu için seçmiştir. Şehidimiz daha önce mahallesinde bulunan sol görüşlü komşu ve akrabaları tarafından tehdit ediliyordu. Bunlar devamlı olarak bıyığını kesmesini, ülkücü hareketten uzak durmasını istiyorlardı. Fakat bu iman eri şunu söylüyor; “Bıyığım birilerini rahatsız ediyor, bu yüzden kesmem”. Şehidimiz hain alçakların her türlü tehdit ve baskısı onun bir iman kalesi olduğunu, inandığı yoldan hiçbir şeyin döndüremeyeceğini, alınmaz bir sarp kale gibi olduğunu, cesaret ve kararlılığın ile göstermiştir Selam size tarihe sığmayan kahramanlar! Onla onları yüze karşı koyanlar Ey Türk analarının doğurduğu aslanlar! Şehidimiz Hüseyin Coşkun’un Ailesi 197 Şehidimiz Her yerden ölüm fışkırdığı halde hak bildiği yolda yürümüştür. Ağır yaralı Olarak hastaneye varır varmaz ameliyata alıyorlar. Hainler On iki kurşun sıkıyorlar, bunlardan on ikisi vücuduna isabet ediyor ülküdaşımızın. On birini çıkarıyorlar, bir tanesi akciğerine girdiği için çıkaramıyorlar. Hayati tehlike arz ettiği için on gün komada yatıyor. On birinci gün yarasının acısı artınca ameliyata alınıyor. Fakat ameliyattan çıkamayıp şehadet şerbetini içip Cenab-ı Hakk’a kavuşuyor. İşte Müslüman Türk’ün iman kalesindeki sarp alınmaz burcu sinsi ve haince kurulan bir suikastla yıkılıyor. Aziz şehidimizin Allah cennette makamını nur etsin. Geride kalan acılı ailesine sabırlar temenni eder; saygı ve sevgilerimizi sunarız. Türk’e uzanan el, kökünden kurur. Türk kılıçtır, kında güç halde durur. Gülistan kokusu gönlü doldurur. Şehitlik rüzgârı eser başımızda hey 198 ALİM ULUSOY Şehidimiz Alim Ulusoy 1956 yılında Bünyan’da doğdu. İlk ve ortaokulu Kayseri’de bitirdi. Kayseri Lisesi’nin birinci sınıfında iken Bünyan’a taşındılar. Liseyi burada bitirdi. Bundan sonra eğitim enstitüsünün imtihanlarına girdi. Sınavları kazandı; fakat bir problemle karşılaştı, gidemedi. Kendisi soylu bir aileye mensuptur. Babası Salih Amca’nın nüfusu da kalabalıktı. Şehidimizin kardeşleri Ali, Ayşe, Lale, Rahide, Ayfer, Kadir, Soydan, Sevim, Aysel, Soner, Ayla’dır. Kendilerine Cenab-ı Allah’tan uzun ömürler niyaz ederiz. Bu kalabalık aile yapısından dolayı; tahsil hayatını bırakıp iş hayatına başladı. Memuriyette ilk görevi Felâhiye Nüfus Müdürlüğü; son görev yeri İstanbul Halkalı Gümrük Müdürlüğü’dür. Fakat kendisi Beşiktaş’ta oturuyordu. O zaman Beşiktaş bölgesi sağ - sol dedikleri kavga ve çatışmaların çok olduğu bir yer olarak biliniyordu. Şehidimiz Alim tehdit ve takip ediliyordu. Bunun üzerine Fatih’te arkadaşlarının yanına yerleşti. Bundan sonra buradan işine gidip gelmeye başlar. Bir gün, Beşiktaş’ta bulunan arkadaşlarını ziyaret etmeye gitti, o gün pazardı. Akşam geri dönmek istiyor; fakat ortamın bozuk ve karışık olmasından dolayı arkadaşları müsaade etmiyorlar. 199 Gece Beşiktaş’ta kalıyor. Pazartesi sabahı saat 06:00 – 07:00 arası eve kızıl uşaklar baskın yapıyorlar. Evde Naci ve yeğeni, Alim ülküdaşlarımız şehadet şerbetini içiyorlar. Olayda ülküdaşımız Ahmet Kılıçaslan yaralanıyor. Komünist, kızıl uşaklar evden çıkarken bomba bırakıp kaçıyorlar. Olay 07.07.1980 günü oluyor. Şehidimiz Alim güler yüzlü, sevimli, her konuştuğu kişiye saf, temiz duygulu bir şahsiyet sahibi olduğu intibasını verirdi. Ailesindekiler, iş yerinde ve çevresindekiler kendisinden ülkücüleri sorduklarında şu cevabı verirmiş “Ülkücüler saf, temiz, vatansever insanlardır” Bir atasözü şöyle der: “İnsan insanın aynasıdır” bir şairimiz de şöyle söylüyor “Türkler bizim atamız. Halis Türk’üz kanı temiz”. Kendisi çok temiz, melek yapılı, duygu ve düşünceye sahip olduğundan; halis Müslüman Türk çocuğu olduğunu hem fiziki yapısıyla hem gönül ve diliyle ispatlayıp alperen yiğidimizi şu şiir ne güzel ifade ediyor: Ya-Rab, bu kesik kol, bu güler yüz ne demektir. İnsan niye bu kadar fazla melektir. Cenab-ı Hakkın böyle; gönlü, dili, sesi, tüm güzellikleri bir arada verdiği şehadet makamı şehidimiz Alime de Allah’ın büyük lütfudur. Ne mutlu kendisine böyle bir ihsanla mükâfatlandırıldığı için; Senin o temiz kalbinle tarif ettiğin “Temiz vatanperver insanlar” dediğin ülkücüler Allah’ın izniyle aynen o ruh ve imanla devam etmektedir. Cennetteki makamında nur içinde yat müsterih ol! Senin temiz gönlünden geçen ve melekleşen ruhun incinmesin. Ruhun şad olsun. Asil Müslüman Türk çocukları olan ülkücüleri de tarif ettiğin iman ve vatanperverlikte Cenab-ı Hakk devamlı kılsın. Âmin! Aziz şehidimiz! Allah’tan geride kalan anne, baba, kardeş, gönüldaşlarına uzun ömürler sabr-ı cemil niyaz ederiz. Onlara da hürmet ve sevgilerimiz sunarız. Ecdadımızın heybeti ma’rûfi cihandır. Fıtrat değişir sanma bu kan o kandır. 200 İSRAFİL AKDAĞ Şehidimiz İsrafil Akdağ, 1957 yılında Gemerek Sızır kasabasında doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu yerde tamamladı. 1976 yılında Kayseri Ticaret Lisesinin akşam bölümüne kayıt yaptırdı. Akşam okuyor, gündüz taksicilik yapıyordu. Ülkücü hareketle tanışması, aileden geliyordu. Ailesi dinî, millî duygulara sahipti. Kendisinin yetişmesi ailede başladı. Kardeşleri; Cengiz, Mustafa, Cemil, Günay, Adem de aynı fikir ve düşünceye sahiptiler. Daha sonra ülkü ocaklarına devam ederek bilgi ve kültürünü geliştirdi. Şehidimiz bir gün merkez postanesinin önünde müşterisini beklerken, biri bayan dört kişi taksisine biniyor. Şehidimiz birisini beklediğini söyledi ise de komünist uşaklar Hisarcık bağlarına gitmek istediklerini ısrarla belirtiyorlardı. Ağız münakaşasından sonra Hisarcık bağlarına gitmek üzere yola çıkıyorlar. Bu arada, içinde üç kişi bulunan bir taksi de şehidimizin arkasından geliyor. İçerdekiler, şehidimizle münakaşa etmeye devam ediyorlar. Hisarcık bağlarına girmeden içinde üç kişi bulunan taksi, yolunu kesiyor. Şehidimizi arabadan indirip dövmeye başlıyorlar. Fakat kendisi yolun kenarından çıkarak bağlara doğru kaçmaya başlıyor. Bu esnada arkasından kurşun yağmuruna tutuyorlar ve kendisi şehit oluyor. 201 Kendisini çok sinsice hazırlanmış bir tuzağa düşürüyorlar. Olayın hazırlayıcısı ve faillerinin 1978 yılındaki seçimlerde, köyünde sandık başında delege olarak görev yaparken tanıştığı komünist kızıl uşaklar olduğunu kardeşi Cengiz ifade etmektedir. Okuldan diploma almasına kırk beş gün vardı. Zeki, çalışkan, güzel saz çalan şehidimizde, ilerde ozan olma sevdası ve duygusu hâkimdi. Bu düşüncesini aile ve arkadaşları ile yaptığı sohbetlerde zevkle belirtirdi. Şehidimiz, dayısının kızı ile nişanlı idi. İlâhi kadere bak! Ömrü vefa etmedi. 13.04.1980 günü şehadet şerbetini içip, Cenab-ı Hakk’a yürüdü. İnandığı yolda hiç taviz vermeyen, Müslüman Türk’ün iman kalesindeki bir burç daha yıkıldı. Cennette makamı nur âlâ nur olsun. Aziz şehidimiz, geride karalar bağlayan sevenler, acılı, hüzünlü gönüller bıraktı. Ailesi ve sevdiklerine Cenab-ı Allah’tan sabr-ı cemil ihsan etmesini niyaz ederiz. Ben ermeden murada Ecel kırdı kolumu Artık beyhude yere Beklemesin yolumu Vücudunu delmiş Moskof canavar, Göğsünde bir kızıl derin yara var, Yüreğinden kopup yaradan sızar, Damla damla akar kanı canıma. 202 BAYRAM BULUT Şehidimiz Bayram Bulut 1961 yılında Bünyan’da doğdu. Sümer İlkokulunu bitirdikten sonra ailesi ile birlikte İstanbul’a gittiler. Orada, Beşiktaş Tuzbaba mahallesinde oturuyorlardı. Beş kardeştiler. Mehmet, Yaşar, Mustafa, Hatice. Şehidimiz Bayram bayan berberinde çalışıyordu. Bir gün, ailesiyle birlikte bir akrabasının sünnet düğününe gidiyorlar. Düğünde hain kızıl uşaklarla karşılaşıyor. Bunun üzerine şehidimiz ailesi ile birlikte düğünden ayrılıyorlar. Eve gelince durumu ailesine anlatıyor. Babası Hasan Amca köye geri dönelim diyor. Fakat şehidimiz bu teklifi kabul etmiyor. Şöyle söylüyor, “Er meydanından kaçan kahpedir.” Şehidimiz olaydan sonra, üç gün evden çıkmıyor. Üçüncü gün eve çırağı geliyor. “Müşterilerin seni bekliyor” diyor. Şehidimiz, “Tamam geliyorum.” diyerek çırağı gönderiyor. Annesi ile birlikte evden çıkıyorlar. Tam binadan çıkarken, şehidimiz annesine dönerek; “Sabahın köründe sen nereye gidiyorsun?” diye soruyor. Annesi Müzeyyen anamız, “Halana gidiyorum.” diye cevap veriyor. “Ne de çok seversin bacını.” diyor şehidimiz. Dört beş dakika sustuktan sonra, işe gitmek üzere binadan çıkıyor. Kendisine kurulmuş olan hain tuzaktan haberi yok ilerliyor. Yirmi beş adım gitmeden; üç kandırılmış, kızıl uşak şehidimize bağırarak; 203 “Ülkücülüğü bırakıp kendi saflarında yer almalarını” söylüyorlar. Bunun üzerine şehidimiz Bayram bütün kin ve hıncıyla yok anlamında kafasını yukarı kaldırıyor. Bunun üzerine hain kızıl uşaklar şehidimizi kurşun yağmuruna tutuyorlar. Sene 1980’de orada şehadet şerbetini içip, Cenab-ı Hakk’a kavuşuyor. Kendisini, komşuları ve çevredekiler hemen hastaneye götürüyorlar. Hain kızıl uşaklar şehidimizin üzerine “Devrimcilerin öcü alındı.” diye bir kâğıt bırakıyorlar. Hastaneye götürdükleri taksiye bir tanesi de binip sağ mı, ölü mü diye kontrol ediyor. Bu hainler özel yetiştirilmiş ve planlı bir cinayet işlemişlerdir. Şehidimizi silahla taradıktan sonra hastaneye götürürken taksiye binip, canlı olup olmadığını kontrol etmeleri onların şehidimizi tanıyan ve ondan korkan hain olduklarını ispatlıyor. Babasının köye geri dönme isteği ilahi kaderi değiştirmiyor. Bu Asil Müslüman Türk çocuğundaki kuvvetli iman, yüksek kahramanlık ruhu düşmandan kaçmayı kahpelik (hainlik) saydığı için bir Alperen-derviş teslimiyeti cesareti ile ilahi kadere rıza gösteriyor. Makamın nur olsun geride kalan acılı anne, baba ve kardeşlerine Allah sabırlar versin. Onlara da sonsuz hürmet ve sevgilerimiz sunuyoruz. Top patlasın, ateşleri etrafa saçılsın; Cennet kapısı can veren ülküdaşa açılsın, Dünyada ne bulduk ki ölümden kaçılsın. Kahramanlık ne yalnız bir yükseliş demektir. Ne de güneş gibi parlayıp sönmemektir. Bunun için ölüme bir atılış gerektir. Atıldıktan sonra da bir daha geri dönmemektir. Rüzgâr bana at oldu, Irmaklar gibi taştım, Şimşekler kanat oldu, Yalçın kayalar aştım, Eğilin gökler dedim. Hakk’a şükürler olsun! Bulutlar kat kat oldu, Vardım cennete kavuştum. 204 ALİ ÇETİN Şehidimiz Ali Çetin, Kayseri’de doğdu. Vatanî görevini Asteğmen olarak yapıyordu. Kayseri’ye yer değiştirme (birliğini) izni münasebetiyle bir haftalığına ailesini ziyaret etmek için gelmişti. Evli ve iki çocuk babası idi. Askere gitmeden önce Milliyetçi Hareket Partisi İstanbul İl Teşkilatında görev yapmıştı. 6 Ağustos 1979 günü, Ramazan ayında komünist uşaklar tarafından kaçırılarak; çok feci şekilde katledilerek şahadet şerbetini içip Cenab-ı Hakka kavuştu. Makamı cennet olsun. Geride kalan; gözünün nuru, gönlünün süruru olan çocuklarına ve anne-baba, yakınlarına Allah’tan uzun ömürler ve sabr-ı cemil niyaz ederiz. Bir bayrak var gözlerinde teğmenim, bir bayrak Vatan onda, aşkım onda, süngüm onda Bana öyle bakma teğmenim, Kur’ana el basarım ki öldüğüme yanmam. Doyamadım, Türklüğüme doyamadım. Kurusun yeşilleri dağların teğmenim Beni bayrağıma sar, yalnız bunu isterim Sonra anama hakkını helâl et derim Vatan sağ olsun, Ellerinden öperim. 205 VAHŞETİN MES’ULLERİ... Ülkücü şehitler kervanına partimiz üyesi Ali ÇETİN’DE katıldı. Ali ÇETİN yedek subay olarak görevini yaparken memleketi Kayseri’ye izinli gelmişti. Beş yaşında bir erkek ve iki yaşında bir kız babası olan Ali ÇETİN’İ Moskof uşakları kaçırıp önce işkence ettiler, yüzünü kezzapla yakıp, dişlerini söktüler. Daha sonra da sayılmayacak kadar bıçak darbeleri ile şehit ettiler. KATİLLERİ BİLİYORUZ: Katiller, Türk devletini yıkmaya ve Türk vatanını bölmeye çalışan komünistlerdir. Katiller, bizzat besleyip büyüttükleri komünizmi perdelemek için hayali faşizm tehlikesi yaratan vatan hainleridir. Katiller, Milliyetçi Hareketin Bozkurtlarına köpekler sürüsü gibi saldıran ve Türk milletini ancak Rus işgal kuvvetlerinin yapabileceği işkence ve zulüm yapan iktidar desteğindeki Moskof uşaklarıdır. SOLCU ECEVİT İKTİDARI KOMÜNİSTLERİ KORUMAKTADIR Kayseri’de şehit edilen ülkücülerden hiçbirinin katili bulunamamıştır. Mirza ÇETİN’İN, Arif YILMAZ’IN, iki Kerküklü ülkücünün katilleri nerededir? Oy tabanını kaybeden Ecevit, tam bir ruhi bunalım içinde ne yaptığını bilmez haldedir. Gayesi, komünistlerin desteği ile bir süre daha iktidarda kalmaktadır. Bunun için de ülkücüleri boy hedefi olarak göstermekte, komünistlere tetiği çektiren el iktidarın elidir. Tedhiş hareketleri ve saldırıların ardından Ecevit ve bugünkü iktidar vardır. Bir takım şaibeler Kayseri’ye tayin edilen ve Ülkücü Dernekleri kapatmakla daha ilk günlerden niyetini ortaya koyan validen Ali ÇETİN’in ve daha önceki şehitlerin katillerinin bulunmasını istiyoruz. Türk ve dünya kamuoyuna tekrar ederiz ki: Milliyetçi Hareket Partisi Türk Devletini yıkmak Türk vatanını parçalamak ve Türk milletini bölmek isteyen komünist ve bölücü ihanet şebekelerine geçit vermeyecektir. Bu iktidar bize çok şey öğretti. GÜN OLA HARMAN OLA! KAYSERİ MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ İL İDARE KURULU 206 Resimdeki Şehitlerimiz; ( Ali ÇETİN – Zihni DEMİR – Fevzi KÖSEAYDIN ) ALLAH İÇİN ÖLENLER “Allah Yolunda Ölenlere;“Onlar Ölüler’dir” Demeyin. Hakikatte Onlar Diridirler, Fakat Sizler Anlayıp Bilemezsiniz”. (El’Bakara Suresi Ayet 154) Ülkemizde ve Kayseri’de fikir mücadelesinin tartışma sahasından ayrıldığı, fikirlerin ölümlerle susturulacağına inanan komünist anarşistlerin “çifte” attığı günler yaşanıyor. Her gün yeni 207 cinayetler işlenmekten başka işi olmayan paralı komünist çetelerin faaliyette bulunduğu bir Ramazan ayı yaşanıyor. Beyni yıkanmış Rus uşakları, ülkücüler üzerine ölüm planları hazırlamakla meşguller. İnsafsız saldırmalara karşılık: İslam’ın yücelmesi, küfrün bozguna uğratılma mücadelesi sürüyor. İslam savaşçılarının karşısında dayanamayan küfür cephesindeki köpekler, son çarelerine başvuruyorlar. Ve Kayseri de... On günde dört Ülkü devini kalleşçe arkadan vurarak şehit ediyorlar... Verilen her şehit de Nizam-ı Âlem davası Kayseri’de bir kat daha kutsallaşıyor. Bayrak hedefe biraz daha yaklaşıyor. Sayısı belli katil hainlerin benzerliği biraz daha fazlalaşıyor. Kurtarılmış bölge ilan edemedikleri Kayseri’de ne yapacaklarını bilemez halde biraz daha kahroluyorlar. İktidarın gayrı meşru nimetleriyle, Kayseri’de yok oluşlarının acısıyla on gün içinde dört Ülküdaşımız kahpece katlettiler. Kana susamış kudurmuş Firavun bozmaları, Türk–İslam Ülkücülerine silahlı bıçaklı saldırıda bulundular. Katiller belli çevrelerce alkışlandı. Hiçbir komünist katil yakalanmadı... Yüce Allah’ın (c.c.) rahmetiyle doldurduğu Ramazan ayında, komünistler şerefsizliklerini gösterdiler. Ali ÇETİN isimli ülküdaşımızı çeşitli oyunlarla kaçırdılar. Ona orucunu açmaya müsaade etmediler. Dişlerini söküp yüzüne asit döktüler. Kafasına çivi çakıp, vücudunun muhtelif yerlerinde sigara söndürdüler. Ali ÇETİN bu dayanılmaz acılardan sonra şehit oldu... Allah katında en büyük mertebeye ulaştı. Rusya’nın köleleri fikrinden dolayı ona her adiliği yaptılar. Nizam-ı Âlem Ülküsünü ruhuna sindirmiş olan şehidimiz geride iki çocuğu dertli gelini, hüzünlü ailesini bıraktılar. Mevcut iktidarın baş tacı komünistler bu vahşiliği “devrim” adına “halkın kurtuluşu” adına yaptılar. Şehidimizin kanı kurumadan ikinci cinayeti işlediler komünist bozmalar. ZİHNİ DEMİR Kayseri’de sekizinci. Bu Ramazanda ikinci 208 şehit oldu. O bir Müslüman Türk çocuğuydu... Allah’ın rızasını kazanmak için en önde küfre karşı savaşandı. Her Müslüman gibi o da oruçluydu... İnancının gereğini yapıyordu. Hem büyük Cihat olan nefsini dizginliyor, ibadetlerini yapıyor, hem de komünistlere karşı mücadelesini sürdürüyordu. Cuma namazına giderken yoluna pusu kurdular... Yerli hainler, aldıkları emri uşağı oldukları Moskof’tan daha kahpece, Yunan Palikaryanlarından daha alçakça yerine getirdiler. Binlerce ÜLKÜCÜ gibi sırtından vurdular Zihni’yi... O da katıldı. Allah (c.c.) için şehit olanlar ordusuna... Şimdi en yücelerde... İmtihanının en kutsalını verdi. Yüce Allah’ına kavuştu... Namaza giderken ona silah çeken Kamil SİTTİ ve vuran Hasan SİTTİ, Hamza TÜRKTEKİN adlı komünistler her nedense! Hala yakalanmadı. Satılmış uşaklar iki ülkücüyü katletmekle yetinmediler Kayseri’de... Çünkü daha efendilerinin pisliklerle dolu gönüllerini hoş edememişlerdi. “ Milliyetçi Hareket Partisi, ÜGD kapatılsın” diyen TKP (Türkiye Komünist Partisi)’nin emrini yerine getirmek üzere Kayseri’de kızıl çizmeleri gezdirme için harekete geçtiler. Yürüyüş yapacakları akşamı bir Ülküdaşımızı daha şehit ettiler. Plevne mahallesinde evine gitmekte olan FEVZİ KÖSEAYDIN’ını pusuya düşürdüler. Karşısına çıkmaya cesaret edemeyen gözü dönmüşler arkadan vurmayı yeğlediler. Satılmış eller acımasızca saldırdı. Mübarek Ramazan günü iftarını yapmadan Allah’ın Rahmetine kavuştu. Komünist katil Cuma KUZU yine yakalanmadı. Ülküdaşımızın gönlü İslam imanıyla doluydu. İnsanları mutlu bir Türkiye için mücadele ediyordu. Kâfirlerin cephesini teşkil edenler, akıttıkları kan denizinde boğulacakları gün yaklaşmaktadır. Son olarak üç tane iman denizinin acıları bitmemişti ki, yeni bir haber geliyor. Kazancılar çarsısında bir ülkücü vuruldu diye. O anda duyanlar donuyordu. İçine yutkulanılanlar kan olarak akıyor. Düşen her damla kan zafer türküsü söylüyor. Verilen Nizam-ı Âlem Ülküsü mücadelesi yeniden kutsallaşıyor. Küfre karşı yapılan savaşın kutlu ve mübarek olduğu iyice katmerleşiyor. 209 Evet... Sabri KÖKSAL... Ülkücü gençlik derneği Kırıkkale üyesi, İzmir Tıp Fakültesi 5. sınıf öğrencisi. Ailevi hasretini gidermek için Kayseri’ye misafir geliyor. Kimlikleri meçhul yapılan! Kızıl komünistler tarafından kurşun yağmuruna tutularak şehit oluyor. O en sevdiğine yükseliyor. Allah’a (c.c) inandığı İslam’ı savunduğu Türk milletinin kurtuluşu uğruna çalıştığı sebebiyle pusuya Kayseri’de düşürülüyor. Hayatını en güzel döneminde dünyasını değişiyor. Allah’ın kitabındaki hükümlere mazhar oluyor. Ne mutlu böyle insana ve bu yolda olana. Bu kutlu yolun yılmaz neferlerini her toprakla kucaklaşanı Yüce Allah’ın şu ayeti kerimesine mazhar olmaktadırlar. “Onlar benim yolumda eziyete uğradılar savaştılar ve şehit oldular” (Al-i İmran Ayet 195). Bundan anlaşılıyor ki, Ülkücülerin mücadelesi basit değildir. Hem bu dünyada hem öbür dünyada onlar için mutluluk vardır. Mutlak Varlık’ın rızasını ve sevgisini kazanma vardır. Öyleyse... Selam inananlara ve her türlü küfrün karşısına dimdik duranlar. Bunca yapılan saldırıya, zulme işkenceye ve öldürmeye rağmen: Bekliyoruz... Ve Haykırıyoruz....! İlahi adalet mutlaka tecelli edecektir. Hiç kimsenin yaptığı yanına kar kalmayacaktır. Müslüman–Türk milletinin kendisine dönmesiyle komünist katillerin yakasına yapışılacak. Hesap en adil nizamla bu vahşilerden sorulacaktır. O kutlu gün yaklaşmaktadır. On günde dört ülkücü şehidin ve 2000’e ulaşan Nizam-ı Âlem davasında şühedanın kanları üzerinde, Yüce Allah’ın “Muhakkak ki Allah sabır edenlerle beraberdir” ilahi emrine boyun eğerek bekliyoruz. Bu bekleyişimiz; Nizam-ı Âlem’in kuruluşunu Türk Milletinin kurtuluşunu getirecektir. KANIMIZ AKSADA ZAFER İSLAMIN MÜSLAMANLAR KÜFRE KARŞI TEK YUMRUK ÇAĞRIMIZ İSLAMDA DİRİLİŞEDİR. KAYSERİ MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ / İL İDARE KURULU 210 CUMALİ ŞİMŞEK Şehidimiz Cumali Şimşek Yavuzlar Mahallesinde oturuyordu. Karsu Tekstil Fabrikasında işçi olarak çalışırdı. Aslen Adanalı idi; 12 Eylül İhtilalinde evinden alınarak emniyet müdürlüğüne getirildi. Burada yapılan işkencelerde hiçbir suç isnadını kabullenmeyince Zincirdere Askeri Cezaevine gönderildi. Burada aylarca yapılan sorgulama ve işkence sonucu ağır olarak hastalandı. Cezaevi idaresince yapılan işkence izlerini saklamak için tedavi olmasına da müsaade edilmediğinden komaya girerek 14 Ağustos 1981 günü şehadet şerbetini içip, Cenab-ı Hakk’a kavuştu. Makamı Cennet olsun. Âmin! Cenazesi memleketine gönderilerek orada ebedi âleme yolcu edildi. Ruhu şad olsun. Âmin! AHMET GÖKOĞLU Şehidimiz Ahmet Gökoğlu Sarız’ın Yaylacık köyünde doğdu. Ailece Adana’nın Kiremithane Mutlu Mahallesinde oturuyorlardı. 34 yaşında olup, Adana Milliyetçi Hareket Partisi İl Yönetim Kurulu üyesi idi; 28 Temmuz 1980 günü Ramazan ayı idi. Olay günü Mutlu Mahallesinde Muhammediye Camiinde teravih namazı kılıp çıktıktan sonra; komünist uşakların kurduğu pusudan açtıkları ateş sonucu şahadet şerbetini içip; Cenab-ı Hakk’a yürüdü. Makamı Cennet olsun. Âmin! 211 BİLGE ÖZSOY Şehidimiz Bilge Özsoy Talas ilçesinden ülkücü bir ailenin iki yaşındaki kız çocuğu idi. Konya’nın Karapınar ilçesine bağlı Emirgazi kasabasında lise tarih öğretmenliği yapan Ülkü-Bir mensubu babası ve ev hanımı olan annesiyle beraber Konya’dan bindikleri dolmuştan bir grup komünist uşak tarafından indirilerek dövülürken, 1980 yılında kendisine isabet eden tekmeler neticesinde olay yerinde şehit oldu. Cenazesi getirilerek Talas’ta toprağa verildi. MİTAT KARAZEHİR Şehidimiz Kayseri’de doğdu Fevziçakmak Lisesi öğrencisiydi. 31.03.1976 günü komünist uşakların silahlı saldırısı sonucu şahadet şerbetini içip, Cenab-ı Hakk’a yürüdü. Makamı cennet olsun. Âmin! NACİ HAS Şehidimiz Kayseri’de doğdu. Ankara DMM Akademisinin elektrik bölümünde öğrenciydi. Komünistlerin silahlı saldırısı sonucunda 23.03.1978 günü şahadet şerbetini içip, Cenab-ı Hakk’a kavuştu. Makamı cennet olsun. Âmin! 212 AHMET AKKAŞ Şehidimiz, Kayseri’de doğdu. 23 yaşında Elazığ Fırat Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde son sınıf öğrencisiydi. Fakülte Öğrenci Derneğinin başkanlığını yapmaktaydı. Namaz kılmak için gittiği camiden evine dönerken; bir grup, komünist tarafından bıçaklanarak şehit edildi. 23 Eylül 1979 da. Makamı cennet olsun. Âmin! SABRİ KÖKSAL Şehidimiz Kayseri’de doğdu Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisi ve Ülkücü Gençlik Derneği üyesi idi. Silahlı saldırı sonucu 19.08.1979 günü şehadet şerbetini içip Cenab-ı Hakka kavuştu. Makamı Cennet olsun. Âmin! MEHMET BİLİR Şehidimiz Kayseri’de doğdu. Adana’da İmam-Hatip Lisesi’nde öğretmenlik yapıyordu. Ülkü-Bir mensubuydu. Evli ve üç çocuk babasıydı. Adana’nın Sinanpaşa mahallesinde oturuyordu. Olay günü, okuldaki görevine gitmek üzere evinin önünde bulunan otomobiline binerken daha önceden gelerek pusuda beklemekte olan komünist militanlar tarafından kurşunlanarak 09.05.1980 günü şehit edildi. Şehadet şerbetini içip Cenab-ı Hakk’a kavuştu. Allah makamını cennet eylesin. Âmin! 213 RIFKI ERTUĞRUL Şehidimiz polis memuruydu. Kayseri’nin Yeşilhisar ilçesinde komünistlerin silahlı saldırısı sonucu 7 Şubat 1980 günü şahadet şerbetini içti ve Cenab-ı Hakk’a kavuştu. Rabbim, makamını cennet, kabrini gül bahçesi eylesin. Âmin! SABRİ TAŞDEMİR Şehidimiz Kayseri’de doğdu. Komünistlerin silahlı saldırısı sonucu 8 Nisan 1978 günü şehadet şerbetini içip Cenab-ı Hakk’a kavuştu. Makamı cennet olsun. Âmin! ABDULLAH KORKMAZ Şehidimiz, Kayseri’de doğdu. Kendisi İşçiydi. 8 Aralık 1979 tarihinde komünistlerin silahlı saldırısı sonucu şehadet şerbetini içip, Hakk’a yürüdü. Rabbim makamını cennet eylesin. ALİ ÇİFTÇİ Şehidimiz Ali Çiftçi Pınarbaşı ilçesinde doğdu. Polislerin arama yaparken başlarında bulunan Pol-Der üyesi komiserle tartışmaya başladılar. Komiserin silahını çekip ateş etmesiyle olay yerinde başına ve vücuduna isabet eden kurşunlarla şehit oldu. Makamı Cennet olsun. Âmin! 214 BAŞBUĞ ALPARSLAN TÜRKEŞ’İN ŞEHİTLERİMİZ HAKKINDAKİ AÇIKLAMASI Senelerdir, devletin varlığı, milletin birliği, vatanın bölünmezliği uğrunda, bu mukaddesleri yıkmak için uğraşanlarla yaptıkları mücadelede binlerce memleket evladı kara toprağa düştü, ŞEHİT OLDULAR. Hayatlarının baharında, en güzel günlerinde kimi arkasında anasını, babasını, kimi karısını, çocuğunu, nişanlısını gözü yaşlı bırakarak göçüp gittiler. Her biri içimizden bir parçayı kopartıp aldı götürdü. Suçları neydi, günahları neydi? Bu suçu günahı onlara kim kesmişti? Bir tek suçları, bir tek günahları vardı: Asil Müslüman Türk Milletini seviyorlardı. Türk olmanın gururuyla doluydular. Türk gibi düşünüyorlardı. Yüce dinimiz İslam’ın ahlak ve faziletini taşıyorlardı. Allah’a inanıyorlardı. Devletlerini yaşatmak, ona uzanan ellerle mücadele etmek hayatlarının manasıydı. Milleti böldürtmemek, vatanlarını parçalatmamak yegâne gayeleriydi… İşte suçları, işte günahları… “Ben komünistim, marksist-leninistim. Türk ve Müslüman değilim” diyenler ve onların arkasındaki dış düşmanlar ise, onlara bu suçu kesenler, bu günahı biçenlerdir. 215 Onlar hayatları boyunca imkânsızlıklarla mücadele ettiler, iftiraların, yalanların hedefi oldular, yılmadılar, mücadelelerini devam ettirdiler, ama hain ellerin sıktığı kızıl kurşunlar onları aramızdan aldı. Türk Milliyetçiliği mücadelesinin atacağı her adımda, ileride mutlaka ulaşacağımız zafer günlerinde şehitlerimiz de bizimle olacaklardır. Çünkü ŞEHİTLER ÖLMEZ… Mukaddes dava yolunda toprağa düşmüş bütün ülküdaşlarımızı yetiştiren analara, babalara, hocalara, arkada kalan gözü yaşlı kardeşlere, eşlere, çocuklara, Allah’tan sonsuz sabırlar diliyorum. Cenab-ı Allah (C.C.) bütün şehitlerimizin mekânını cennet eylesin ve onlardan razı olsun… 216 12 EYLÜL 1980’DE DEVŞİRME CUNTASININ İDAM SEHPALARINDA KATLETTİĞİ DOKUZ MÜSLÜMAN TÜRK ÇOCUĞU AHMET KERSE 31 Ocak 1983 ALİ BÜLENT ORKAN 13 Ağustos 1982 Ankara CENGİZ BAKTEMUR 2 Mayıs 1982 Elazığ CEVDET KARAKAŞ 4 Haziran 1981 Elazığ FİKRİ ARIKAN 27 Mart 1982 Ankara İSMET ŞAHİN 20 Ağustos 1981 İstanbul MUSTAFA PEHLİVANOĞLU 7 Ekim 1980 Ankara SELÇUK DURACIK 5 Haziran 1983 İzmir HALİL ESENDAĞ 5 Haziran 1983 İzmir 217 Gaziantep AHMET KERSE Şehidimiz, Gaziantep’in Oğuzeli ilçesi Hacar köyünde doğdu. 1979 yılında tutuklanarak cezaevine girdi. Dört yıl cezaevinde yattı. 12 Eylül cuntasının devşirme ve solcu sorumluları gibi, kurdukları mahkeme heyetleri de aynı düşünce ve mizaçtaydı. Müslüman Türk çocuklarının neslini yok ederek, cennet vatanımızı sahipsiz bırakıp, hizmet ettikleri düşmanlarımızın; dikensiz gül bahçesine girer gibi; vatanımıza girmelerini sağlamak en büyük hedefleriydi. Kurdukları mahkemelerde diğer Türk çocuklarına düzmece ifade ve belgelerle verdikleri kararın benzerini, şehidimiz Ahmet Kerse’ye de verdiler. Neticede bu yiğit ülkü eri idam edildi. Şehidimiz, kuvvetli bir iman ve yüksek kahramanlık ruhuna sahip bir alperen dervişti. Cezaevi hayatı zulüm, işkencelerle geçti. Diğer yönüyle de namazı, niyazı, Kuran okumayı ve tefekkürü hiç bırakmadı. Sessiz sakin bu hali arkadaşlarını oradaki görevlileri hayrette bıraktı. 31 Ocak 1983 tarihinde sabaha karşı 04:00’da kaldığı hücreden alındı. Cezaevinin bahçesine kurdukları idam sehpasına çıkmadan önce; Abdest aldı, dini vecibelerini orada yerine getirdikten sonra son arzu isteklerini sordular. Anne ve babasını görmek istediğini söyledi. Fakat evde yokmuş bulamadık diye aldattılar. Mektup yazmak isteğinden sonra, idam sehpasına soğukkanlı hiçbir ürperti duymadan, korkusuzca Cenab-ı Hakk’ın ezeli âlemde kendisine yazdığı ilahi kadere iman ve teslimiyet gösterir bir tavırla çıktı. Son sözleri “ALLAHÜ EKBER, 218 ALLAHÜ EKBER LA İLÂHE İLALLAHU ALLAHÜ EKBER VE LİLLAHİL HAMD” diyerek ipi boğazına kendi geçirdi. Can çekişmedi, hareket etmedi. Nurani bir çehreyle, şehadet şerbetini içip, Cenab-ı Hakk’a yürüdü. Aziz şehidimizin mekânı cennet olsun. Allah, geride kalan acılı annesi, babası ve yakınlarına tüm ülküdaşlara, gönüldaşlarına sabırlar ihsan buyursun! AHMET KERSE’NİN GAZİANTEP CEZAEVİNDEN YAZDIĞI MEKTUP "Hakime küfrettim. Hakim put! Vicdanı adaletin görkemli sarayından, sarayın mücerret bekçisinden, görünmez koruyucularından azade. Kişiliği silik... Benim böylesi muğlâk bir kişilikten ne alıp veremediğim var? Baktı önündeki yazılı müeyyidelere, kırdı kalemi. Küçük dilinin dönmesi ile çıkardığı kahkahayı duydum. Onun haline güldüm. Güya sinsi gülüyor. O kim, bilmem ne maddesi kim? Her şeyin vasıta olduğu bu dünyada, oluşlara basamaklık edenlere kızmaya hiç gerek yok. Doğru olan, gücün ve tedbirin kar etmediği yerde durup tevekkül etmek, her daim ona sığınmaktır. Karanlığı aydınlık bilmek, mutlu olmasını öğrenmektir. Her zaman ve mekânda Yüce Allah'a dayanmak biricik yol. Tabii yol bilene! Allah'a iyi bir kul olmalıyım. Bütün uğraşım, çabam bu yönde olmalı. Şayet nasipse şahadet şerbeti içmek, beni bu mertebeye getiren mazimle övünmeliyim. Şehid olmak her er kişiye nasip değil! Bil kıymetini! Bu büyük mertebeye ulaşmak için, Allah'ın sevgilisinden, Bedir harbine katılmak için izin isteyen sahabenin çırpınışları unutulur mu? Cennet müjdelenmiş. "Ağaçları altında ırmaklar akan" güzide köşeler... Hakikat bu! Geçici zevklerin süslediği ve hayal olarak hafızalarda silikleşen, anlık dürtülerin ürünü, anlık süprüntülerin ne ehemmiyeti, ne kıymeti vardır? Mutlak mutluluğa gark olmak varken, izafi saadetin çeşnisine kapılıp, kanmak, kandırılmak ne ayıp bir şey! Çok kötü bir hal. Hayır! Kanmadım, kanmayacağım.! O gün yeniden dirilişimdir, pak ve saf halimle. O an ölmek değil, yaşamaktır. "Allah yolunda ölenleri ölü bilmeyiniz... Onlar diridirler! "... Onlara cennet müjdelenmiştir." Virajı dönmek ve has bahçesinin güllerini derlemek... Derleyeceğim renk renk gülleri, sonra da koklayacağım doyasıya. Ben ilk değilim. 219 Uzayan zincirin bir halkası olacağım. Ardım sıra bu zincirin bir halkası olabilmek için didinenler, çalışanlar çok. Heyecanlı bekleşen kalabalık var. Allah'ın eli! Bu davanın üzerinde. Tökezlemek, sürünmek, yakalanmak yok. Sinemiz demir, yüreğimiz çelik, kötülükleri boğmak, iyilikleri yaşatmak İçin hep mücadele, hep mücadele... Bir an olsun bile gaflet uykusunda kalmak yok. Gafleti sevmek, şeytanın çelmelerine kanmak ölümdür. Gerçek Ölüm! Doğruyu insanlara duyurmak için savaşmak lazımdır... Anam köyde. Son günler sık sık rüyama girer oldu. Ağlamaz anam hep güler. Bir şehid anası olacak, keyfi bu yüzden. Heyecanı, gönlündeki haz ılıklığı bu sebepten... Titrer anam, elleri ile bazı kereler yüzünü örter. Ben idam sehpasına yürürken anam karalar bağlamaz. Bilir, inanır ki, oğul ölmedi, yaşıyor. Bu dünya hancıların konakladığı bir misafirhane. Buradan göç eden bir başka âlemde, ebedi yurt evinde yaşar. Anam yeşil yemenisini hiç başından eksik etmez. Allah örtünün dediği için örtünür. Anam ülkü sahibi yiğitleri över. Babam da öyle. Babam süslü hayat yaşamak uğruna zillet, illete boyun eğen bel kıvıran, yılanlaşan insanları sevmez. Kötülerin baş düşmanıdır. İnsan Allah'a inanmadıkça, yüce ülküleri yakalamak için cehd ve gayret sarfetmedikce o adama insan denmez. Hele halife hiç denmez. Her adam insan değil, her insan da halife değil! Bu biline! Sabırsızım, içimde sevinç coşkusu, kulaklarımda Kur'an kıratı... Ben uçmak istiyorum, uzaklara, pak mekânlara, gül ekenlere, çiçek dikenlere uçmak... Bükülmeyeceğim, kırılmayacağım. Bu emanet olan "ben"i yüce yaradanıma helali ile teslim edeceğim. Ölsem bile ölmeyeceğim. Varın siz anlayın! Ben insanlara dayanmadım ki, yıkılayım, insancıklardan medet ummadım ki, zarara ziyana gireyim. Ezel ve ebed olan Yüce Mevla'ya gönül verdik. Onun içindir ki, bu dava sönmez, bitmez, çapulcuların çökmesinden, kaçmasından etkilenmez... İlay-ı kelimetullah! Diyen diller lal olmaz. Allah diye inleyen güller solmaz. Tekbir getiren, teşbih eden güller solmaz. Susmayacak Hakk'ın dili!" 220 ALİ BÜLENT ORKAN Şehidimiz Ali Bülent Orkan, Ankara’nın Etlik Aşağı Ayrancı semtinde oturuyordu. Kendileri aslen Samsunluydular. Uzun boylu, geniş omuzlu, esmerimsi çehreliydi ve pehlivan yapılı bir vücuda sahipti. İncirli Lisesinin akşam bölümünde öğrenciydi. 1980 ihtilalinden önce bazı olaylara karıştığı iddiası ile cezaevine girdi. Fakat emniyetteki Pol-Der’li ateist alçakların işkence ve zulümleriyle karşılaştı. Bundan dolayı, dört ay psikolojik rahatsızlık çekti. Daha sonra biraz düzeldi. 1980 ihtilalinin kurduğu mahkemede ilk celsede idam cezası verdiler. Hemen onayladılar. Dört ay Mamak Askeri Cezaevinin 35 numaralı hücresinde yine zülüm ve işkencelerine maruz kaldı. Öyle hale geldi ki namazdan sonra; “YARABBİ SANA GELMEMİ UZATMA” duası ile yatıp kalktı. 13 Ağustos 1982 tarihinde şehidimizi hücresinden sabaha karşı alarak Ankara Merkez Kapalı Cezaevine götürdüler. Burada dini vecibelerini yerine getirdikten sonra kurulan idam sehpasına gayet soğukkanlı, Cenab-ı Hakk’ın ezeli âlemdeki kendisine takdir ettiği ilahi kadere iman ve teslimiyet göstererek çıktı ve son sözleri şöyle oldu: “AĞLAMAYIN BEN YENİDEN DOĞUYORUM” “EŞHEDÜ ENLA İLAHE İLLALLAH VE EŞHEDÜ ENNE MUHAMMEDEN ABDUHU VE RASULUHU” diyerek 221 şehadet şerbetini içip, Yüce Allah’a kavuştu. Büyük arzusu da buydu. İşkence, zülüm hayatta kalmasını çok zorlaştırmıştı. Müslüman Türk çocuklarına bu zulmü reva görenler, er ya da geç elbette cezalarını bulacaktırlar. Çünkü zalimin hasmı; kudret, kuvvet sahibi olan Yüce Allah’tır. Aziz şehidimizin makamı cennet olsun. Âmin! Geride kalan hüzünlü yakınlarına, ülküdaşlarına Cenab-ı Hak’tan sabırlar niyaz ederiz. Seferim var sınırlara, Sefasından uçan gelsin. Çocukları beşiklerde bıraktık. Kaygı düşmesin erlere, Vatan için silahlara sarıldık. Öz canından geçen gelsin. Korku girmesin gözüne, Güvensin kendi özüne, Biz, hepimiz tatlı cana hor baktık. Ecel gömleğim dizine, Ninelerden son veda’la ayrıldık. Kendi eliyle biçen gelsin. 222 CENGİZ BAKTEMUR Şehidimiz, Malatya’nın Doğanşehir ilçesine bağlı Polat köyünde 1960 yılında doğdu. Baktemur ailesi Doğanşehir’de yeni belediye garajı yakınında oturuyordu. Liseyi yeni bitirmişti. Terör olayları bütün şiddeti ile devam ediyordu. Şehidimiz Cengiz Baktemur, arkadaşlarıyla saldırıya uğruyorlardı ve arkadaşlarından şehit veriyorlardı. Kendisini öldürmek isteyenlere karşı nefsi müdafaa etmek için silahına sarılıyor; fakat komünistlerden bir tanesi ölüyor. Bu olaydan dolayı cezaevine giriyor. Mahkemede olayı doğru olarak itiraf ediyor. Fakat, solcu heriflerin kurdukları mahkeme heyetleri de kendileri gibi olduğu için aziz şehidimize idam cezası veriyorlar. Halbuki öyle acayip olaylar, alçaklıklar döndürülüyor ki iki defa idama mahkum olmuş komünist bir tanesini üçüncü itirazda (iadei mahkemede) tahliye veriyorlar. İşte, 12 Eylül mahkemelerinin kimlere zülüm, işkence yapıp; kimleri düzmece belgelerle idam ettikleri; kimlerin kollandığı ortaya çıkıyor. Şehidimizin annesi, mahkemede oğlunun idam cezasına çarptırıldığını duyunca sinir krizleri geçiriyor ve bunalıma giriyor. İdamından sonra annemiz felç oldu. Aziz şehidimiz, 1 Mayıs 1982 günü sabaha karşı, Elazığ Kapalı Cezaevinde kurulan idam sehpasına korkusuz ve ezeli âlemde Cenab-ı Hakk’ın kendisi için takdir ettiği ilâhi kadere iman ve teslimiyet göstererek çıktı ve ipi boynuna kendi geçirdi. Tevhid, tekbir getirerek şahadet şerbetini içip Cenab-ı Hakk’a kavuştu. Makamın cennet olsun. Alperen yiğidimiz sen, zalime boyun eğmedin; yiğitliğin, kahramanlığın her durumda hakkını verip Yüce Allah’a kavuştun. Geride kalan yakınlarına Allah’tan sabırlar niyaz ederiz. Ruhun şad olsun. Cengiz Baktemur’un şahadetinden bir gün önce kaleme aldığı şiir; ANA Ana beni böyle attılar karanlığa Hiçbir ışık görmedi şu gözlerim Ana ne gün çıkarım aydınlığa Ana duyulur mu acep sözlerim Ana bura karanlık insan görünmüyor Jop izleri oluk oldu böğrüme Ölsem diye yalvarsak da ölünmüyor Nasıl geri kavuşurum dünüme Ana beni asarlarsa sakın üzülme Al eline Kuran-ı divanlara dur Doğanşehir boylarında süzülme Al eline imanı kafirlere savur Ana gardaşlarım beni hep ansın Dualarını kabrimde toprağa savursunlar Ana sen canan değil cansın, Allah yolunda beni urganda bulsunlar Oğlunuz Cengiz Baktemur 224 CEVDET KARAKAŞ Şehidimiz Cevdet Karakaş, Elazığ’da 1960 yılında doğdu. Ailesi ile birlikte yurt dışındaydılar; fakat kendisi vatanımıza dönmüştü. O zamanlar terör olayları devam ediyordu. Ülkücü olması; komünistlerin hedefi olmasına sebep oluyordu. Elazığ’da bir olaydan tutuklanarak cezaevine girdi. Elazığ bürosu avukatlarından hiç biri, şehidimizin duruşmalarına girmeme kararı alıyordu. Çünkü avukatlar farklı fikirlere sahiptiler. Cevdet ülkücü, vatanperver bir İman eri idi. 12 Eylül cuntasının kurduğu mahkemeler, kendisine ölüm cezası verdi. Bunu duyan babası yurdumuza döndü, kararın bozulması için çok çalıştı.; fakat bir şey yapamadı. Solcu, kukla herifler baş kuklalara şirin görünmek için bir iman erini yok etmeyi düşüncelerine hizmet sayıyorlardı. 4 Haziran 1981 tarihinde Elazığ Kapalı Cezaevinin bahçesine kurdukları idam sehpasına, aziz şehidimiz dini vecibelerini yerine getirdikten sonra gayet soğukkanlı; Cenab-ı Hakk’ın ezeli âlemde 225 kendisine takdir ettiği ilahi kadere İman ve teslimiyet göstererek çıktı. Diğer ülküdaşları gibi şahadet şerbetini içip, Cenab-ı Hakk’a kavuştu. Sık sık şöyle dua ederdi: “Ya Rabbi, gayem senin rızanı kazanmaktır. Dünyalık hırs, mevki benden uzaktır. Ben insanlara dayanmadım. Ben insanlardan yardım dilenmedim. Beni iyi görsünler, iyi desinler diye bu davanın içine girmedim. Bana uygun gördüğün yükten hoşnudum.” Derdi Aziz Şehidimiz. Kudret, kuvvet sahibi olan Yüce Allah’ımız da senden hoşnut olsun âmin! Müslüman Türk çocuklarına zülüm, işkence yapıp onları idam edip katledenleri sana havale ediyoruz. Yarabbi sen zalimlerin hasmısın; biliyoruz, inanıyoruz. Aziz şehidimiz makamın Cennet olsun. Geride kalan acılı anne, baba, kardeş ve yakınlarına Allah’tan sabr-ı cemil dileriz. 226 FİKRİ ARIKAN Şehidimiz Fikri Arıkan, Çorumun Alaca kazasında 1950 yılında doğdu. Daha sonra, Ankara’ya gelerek Türközü Bademlidere Semtinde oturmaya başladılar. Ankara’da bulundukları zaman terör olayları sağ-sol çatışması şeklinde devam ediyordu. Kendisini terör olayına karıştı diye tutuklayıp, Mamak Askeri Cezaevine koydular. 12 Eylül cunta mahkemelerinde düzmece ifadeler ve suçlamalarla idam kararı verdiler. Cuntanın solcu savcısı partiden ileri düzeyde iki - üç kişiye suç isnad ederek, ifade verirsen seni idamdan kurtarırız diye teklif ettiyse de; solcu herifin, bu kahpeliğine karşı Müslüman Türk çocuğu asaletine yakışır şekilde sertçe bunu reddetti ve gerekli cevabı verdi. Kararı, konseye gönderdiler. Oradaki devşirme, solcu herifler “asılmaya layık” diyerek tasdik ettiler. 227 Mamak Askeri Cezaevindeki 34 numaralı hücresinden gece alıp, Ankara Kapalı Cezaevine götürürken abdest almak istedi. Orada alırsın dediklerinde; “Katiyen abdest almadan ayrılmam dedi.” Bunun üzerine abdest alıp öyle gitti. Orada dini vazifesini yerine getirdikten sonra idam sehpasına gayet soğukkanlı bir tavırla çıktı. Son sözleri Kelime-i Tevhid ve Kelime-i şahadet oldu. “Kahrolsun komünistler” dedikten sonra, “Allahuekber” “Allahuekber” diyerek şehadet şerbetini içip Cenab-ı Hakk’a kavuştu. Alnına ve yüzüne Allah’ın nuru doğdu. Orada bulunan imamlarla, diğer görevlileri hayretler içinde bıraktı. Hainlerin zulmü ve suikastıyla Müslüman Türk’ün İman kalesinden bir burç daha yıkıldı. Cenab-ı Haktan bu iman eri, aziz şehidimizin makamını nur etmesini diler; geride kalan acılı anne, baba kardeşlerine ve yakınlarına uzun ömürler niyaz ederiz. 228 İSMET ŞAHİN Şehidimiz İsmet Şahin, Trabzon’da doğdu. Burada, bazı komşularıyla aralarında çekişme kavgalarından dolayı aşırı düşmanlık doğdu. Bu durumda kardeşi ile birlikte kalkıp İstanbul’a geldi. Kendisi evli, yedi çocuk babasıydı. Burada hayvancılık yapmaya başladı. Fakat düşmanlarının takibinden kurtulamadı. O zaman terör olayları devam ediyordu. Bir atasözü vardır; “Kurt bulanık havayı severmiş” derler. İşte bu bulanık havadan yararlanan düşmanları şöyle bir ihbar mektubu gönderirler: “Şu adreste Dev-Sol militanları oturmaktadır. Bu evi hücre evi olarak kullanmaktadırlar. Yetkililerin bilgilerine sunulur” Hem polis, hem de askeri makamlar bu ihbarı ciddiye alır. Polis, asker İsmet Şahin’in evini kordon altına alır. Kendisi, tek bir kurşun sıkmadığı halde o kargaşada sıkılan bir kurşunla bir asker şehit olur. 229 Bunun zanlısı olarak yakalayıp Selimiye Cezaevinin hücresine koyarlar. “Ben Türk askerini vurmadım ve niçin vurayım” dediyse de kimse şehidimizin bu çırpınışına, vicdan yarasına merhem olmadı. Kendisine bir suç daha isnat edildi. Selimiye Cezaevinin hücresinde ve daha sonra Maltepe Askeri Cezaevinin hücresinde büyük zulüm ve işkenceyle çile doldururken, kendisine 12 Eylül cuntasının mahkeme heyeti idam cezası verir. Aziz şehidimiz bu haksızlık, zülüm, işkence dolu zindan hayatını çok kuvvetli bir imana sahip olduğundan Kuran-ı Kerim okuyarak, zikir, şükür, tefekkür ederek; Cenab-ı Hakk’ın ezeli âlemde verdiği ilahi kadere tevekkül ve teslimiyet gösterip çekiyordu. Bir gece yarısı kendisini Paşakapı Cezaevine götürüp idam sehpasına çıkarırlar; bir iman eri daha şehadet şerbetini içip Cenab-ı Hakk’a kavuşur. Aziz şehidimizin mekanı cennet olsun. Geride kalan yetimlerine ve yakınlarına da Cenab-ı Allah uzun ömür ve sabırlar ihsan etsin. Âmin! 230 MUSTAFA PEHLİVANOĞLU Şehidimiz, 03.03.1958 doğdu. Ankara’nın Balgat Karapınar semtinde oturuyorlardı. Kendisi, ülkücü teşkilatın içinde her yönüyle mükemmel bir şahsiyete sahip alperendi. Söz ve hareketleriyle, dava arkadaşlarını hayretlere bırakır ve onlara hız verirdi. Bu özellikleri düşmanlarının önüne tuzak kurup, suikast hazırlamalarıyla neticelendi ve ülkücülükten ceza evine girmesine sebep oldu. 12 Eylül cuntasının devşirme, solcu sorumlularının kurduğu kendileri gibi devşirme ve solcu mahkeme heyetinin yargılaması sonucu düzmece kararla idama mahkûm ettiler. Hapishaneden kaçtı; fakat yakalandı. Kendisine devşirme ve solcu savcının ihanetleri daha yetmiyormuş gibi, itiraf edersen eğer partiden veya Ülkü Ocaklarındaki üst düzey yetkililerden iki, üç isim verirsen iade-i mahkeme yapar seni kurtarırız. Yoksa, “Canından olursun.” diyorlar. Fakat, şehidimiz buna gerekli cevabı veriyor ve bu teklifi reddediyor. Ancak, iade-i mahkeme için attığı imzasının üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi davasında belge olarak kullanmak için akla mantığa sığmayan ihanet belgesi tanzim ettiriyorlar. 231 Her işi hile, desiseyle dolu olan devşirme, solcu herifler 7 Ekim 1980 günü Mamak Askeri Cezaevindeki 34 numaralı hücresinden gece alınarak, Ankara Kapalı Cezaevine getirildi. Orada abdest aldı. Hocayla konuştu, tevbe istiğfar etti. İki rekât namaz kıldı. Kâğıt ve kalem istedi. Annesine, babasına, kardeşlerine ve bir de nişanlısına mektup yazdı. Ondan sonra, Cenab-ı Hakk’ın ezel-i âlemde yazdığı ilahi kadere, iman ve teslimiyet gösterir bir tavırla, idam sehpasının üzerine gayet soğukkanlı ve tevekkül abidesi olarak durdu. Son sözleri söyledi :“EŞHEDÜ EN LA İLAHE İLLALLAH VE EŞHEDÜ ENNE MUHAMMEDEN ABDÜHÜ VE RASULÜHU”. Kelime-i Şahadet getirdikten sonra, “Yaşasın İslam”, “Yaşasın Allah ordusu! Kahrolsun komünistler ve kapitalistler!” , “Allahüekber..... Allahüekber....!” dedikten sonra ayağının altındaki sandalyeyi kendi itekledi ve hiçbir çırpınmadan ve sallanmadan şehadet şerbetini içip Cenab-ı Hakk’a kavuştu. 9 ay sonra, ailesi mezarını yaptırmak için kabiri açtıklarında; hiç bozulmadan, çürümeden mübarek vücudunun canlı ve diri haliyle durduğuna şahit oldular. Aziz şehidimizin makamı nur olsun. Âmin. Allah’tan, geride kalan acılı yakınlarına, gönüldaşlarına uzun ömürler, sabr-ı cemil niyaz ederiz. Resim ; Mustafa Pehlivanoğlu 232 Kahramanlık ne yalnız bir yükseliş demektir, Ne de yıldızlar gibi parlayıp sönmektir. Ölmezliği düşünmek boşuna bir emektir; Kahramanlık; saldırıp bir daha dönmemektir. Sızlasa da gönüller düşenlerin yasından Koşar adım gitmeli onların arkasından. Kahramanlık; içerek acı ölüm tasından İleriye atılmak ve sonra dönmemektir. Yırtıcılar az yaşar... Uzun sürmez doğanlık... Her ışığın ardında gizlidir bir karanlık. Adsız sansız olsa da, en büyük kahramanlık; Göz kırpmadan saldırıp bir daha dönmemektir. Kahramanlık ne yalnız bir yükseliş demektir, Ne de yıldızlar gibi parlayıp sönmektir. Bunun için ölüme bir atılış gerekir. Atıldıktan sonra bir daha dönmemektir... 233 SELÇUK DURACIK VE HALİL ESENDAĞ SELÇUK DURACIK Şehidimiz Selçuk Duracık, Manisa’nın Turgutlu ilçesinde 1960 yılında doğdu. Kendisi seyyar satıcılık yapıyordu. Ülkücü hareketle daha çocuk yaşta tanıştı. Daha 13-14 yaşlarındaydı. Kendisi çok kuvvetli iman ve vatan sevgisine; yüksek cesaret ve kahramanlık ruhuna sahipti. Bu özellikleriyle kendisi, dıştaki düşmanlarımızın içerdeki çeşitli dünya nimetleri ile (para makam vs.) ile aldatıp kandırdığı; komünist uşakların hedefi oldu. Beldesinde herhangi bir terör olayı olsa faili olarak yakalanıp cezaevine girdi, çıktı. Yine bir gün, cezaevindeyken yaralanan bir fırıncının zanlısı olarak gösterilip, kendisini emniyete götürmek için evlerine polis geliyor. İşte, böyle hileler, desiseler, tuzaklarla bu iman erlerinin kökünü kazımak için alçakça planlarla onları karşı karşıya bırakıyorlardı. Bir başka iftirayla polis tarafından arandığını öğrenince, gider kendiliğinden teslim olur. 234 HALİL ESENDAĞ Şehidimiz Halil Esendağ Manisa’nın Saruhanlı ilçesinin Gözlet köyünde 1961 yılında doğdu. Kendisi evliydi. Ülkücü hareketle çok genç yaşlarda tanıştı. Şehidimiz Halil Esendağ kuvvetli bir iman ve vatan sevgisine, yüksek cesaret ve kahramanlık ruhuna sahipti. Bu özellikleriyle komünistlerin hedefi oldu. Şehidimiz Selçuk Duracık ile beraber cezaevi hayatı başladı. İlk önceleri Manisa Cezaevinde yattılar. Daha sonra 12 Eylül cunta darbesiyle birlikte, İzmir Buca Cezaevine gönderildiler. Burada kurulan askeri mahkemede yargılanmaya başladılar. Çok hızlı bir şekilde, delil ve şahitleri beklemeden gelen sahte belge ve şahitlerle hemen ikisi için idam; diğer bir arkadaşları Ahmet Tuncel’e yirmi beş yıl hapis cezası verildi. Karar, Yargıtay’a gönderiliyor; oradan tasdik edildikten sonra Danışma Meclisi Adalet Komisyonuna gönderiyorlar, şehitlerimizin dinlenmesi yönünde dosya iki defa gidip geliyor; fakat hemen asılmaları yönünde Yargıtay ısrar ediyor. Üçüncüsünde Danışma Meclisi Adalet Komisyonu, bu işin hukukla, adaletle ilgisi olmadığını kendilerinin de kuklaların kuklası oldukları bilinciyle tasdik ediyor. Çünkü emir büyük kuklalardan geliyor. Bu kukların işi orada maaş 235 alıp, baş sallamaktır. Komisyonunuzun başındaki adalet kelimesi olsun kaldırın ki, adalet kelimesi olsun katledilmesin. Müslüman Türk çocuklarını işte böyle devşirme, solcu heriflerin kendileriyle aynı düşünceye sahip mahkeme heyetleri onları idam ve suikastlerle katlettiler. İdam kararını veren heyet, hemen salondan yangından kaçar gibi çıkarken, aziz şehidimiz Selçuk onlara şöyle bağırdı: “Durun nereye” ? Oldukları yere çivileniyorlar. Bir adım daha atamıyorlar. Şehidimiz Selçuk keskin pervasız bir edayla konuşuyor: “Tamam, ceza verdiniz kendinizce bir hükme vardınız Ancak insan bir geçmiş olsun der. Kulun verdiği ceza çabuk geçer, hükmü yoktur. Allah ceza vermesin. Ne öyle kurtlardan kaçan koyunlar gibi kuyruğunuzu altınıza aldınız, arkanıza bakmadan kaçıyorsunuz” ? Ve kapıdan hiçbir söz etmeden defolup gidiyorlar. Konseyde idamları tasdik edip; “Cezaları derhal infaz edilsin” emri geliyor. Şehidimiz Halil hücresinden alınıyor emniyete götürülüyor. Burada Pol-Derli ateist herifler yine yakasını bırakmıyor. Zulüm ve işkence ile ağzından bir şeyler alıp; diğer Türk çocuklarının aleyhinde kullanmak için infaz emri 03.06.1983 tarihinde cezaevine bildiriliyor. Şehidimiz Halil olmadığı için infaz işlemi tehir ediliyor. Fakat şehidimiz Selçuk, hücresinde sabah haberlerini öğrenmek için radyoyu açıyor. “Konseyde idamları onaylanan silahlı sağ eylemcilerden Selçuk Duracık ve Halil Esendağ’ın bu sabaha karşı infazları yerine getirildi” haberini duyuyor. Bu sırada şehidimiz Halil Esendağ daha emniyettedir. 5 Haziran 1983 saat gece 01:00’da şehitlerimiz hücrelerinden alınarak, cezaevinin bahçesinde hazırlanan idam sehpasındalar. Gayet soğukkanlı bir şekilde Cenab-ı Hakk’ın ezeli âlemde yazdığı ilahi kadere İman ve teslimiyet gösteren bir tavırla idam sehpasına çıktılar. Son sözleri “ALLAHU EKBER ALLAHU EKBER LAİLAHE İLALLAHU ALLAHU EKBER VE LİLLAHİL HAMD” diyerek şehadet şerbetini içip, Cenab-ı Hakk’a kavuştular. Aziz şehitlerimiz, cezaevinde Cenab-ı Hakk’ın kendileri için tayin ettiği bu âlemdeki ömürlerini namaz, niyaz, tefekkür ile geçirdiler. 236 Kendilerinde bir alperen derviş sabır ve tevekkülü vardı. Zaten şehadetlerinden sonra yüzlerinde doğan nur, hemen mübarek vücutlarının kıbleye yönelmesi dini bütün, İman erleri olduklarını ifade ediyordu. Aziz şehitlerimizden geriye çok hüzünlü; anne, baba, kardeş, eş, nişanlı ve dava arkadaşları ile gönüldaşlar bıraktılar. Ey kudret kuvvet sahibi yüce Allah’ımız sen zalimlerin hasmısın. Bu asil Müslüman Türk çocuklarına zülüm ve işkence edip, onları katledenleri sana havale ediyoruz. Sen her şeyin en iyisini bilen sensin Yarabbi. Bu Aziz şehitlerimizi cennetinde peygamberimiz Hazreti Muhammed (SAV), amcası ve şehitlerin serdarı efendisi Hazreti Hamza (R.A) ile komşu eyle. Geride kalanlara da sabırlar ihsan eyle, âmin! Resim; Şehitlerimiz Selçuk Duracık ve Halil Esendağ 237 VATANIMIZIN DİĞER BÖLGELERİNDEKİ ŞEHİTLERİMİZDEN BAZILARI Ne kafkasya ne purut Şu beşbin yıllık anayurt Kurşunlanan bir BOZKURT Çıkarılan göz menem Dinmez gönül sancımız Derinleşir acımız Alınmazsa ÖCÜMÜZ Dövülecek diz menem 238 GÜN SAZAK (1932-1980) Şimdi kalubeladan beri devam eden yolculuğunun dünyaya ait kısmını bitirip, ebediyet âlemine, sonsuzluğa dalmıştır. Dün, imanı ile sahavet, asalet, cesaret, adalet, edep ve irfanı ile ülkü ordusuna örnek, Anadolu tekkesine TÜRK-İSLAM hamurunu yoğuran bir bilek. Ve şimdi, kınından çıkan kılıç, şehitler ordusuna katılan GÜN SAZAK... Size ve tüm Şehitler âlemine “ESSELAMÜ ALEYKÜM”... Gün Sazak 26 Mart 1932’de Ankara’da doğdu. Babası Eskişehir’in Mihalıççık İlçesi Sazak köyünden Emin Sazak Bey, annesi kayı Köyünden Ayşe Hanım’dır. Eski ve köklü bir aileye mensup olan Gün Sazak ilk orta ve lise tahsilini Ankara’da yaptı. Ve Ankara Maarif Kolejinden mezun oldu. 1951-1955 yılları arasında ABD’de bulundu. Burada California State Polytekhnic’de ziraat öğrenimini tamamladı. Yurda dönüşünde 1956-1962 yılları arasında dört beş yıl kadar ziraatla meşgul oldu. 1962’de bir inşaat şirketi kurdu. Birçok liman fabrika ve büyük tesisler inşa etti. 1971 yılında Milliyetçi Hareket Partisi’ne katıldı. Kendi ifadesiyle “Önceden beri davasını, ülküsünü ve fikirlerini benimsediği bu partide” görev aldı. Aynı 239 yıl toplanan parti kurultayında genel idare kurulu üyeliğine seçildi. 1972 yılında da genel başkan yardımcılığı görevine geldi. Şehadetine kadar sekiz yıl süre ile bu görevde bulunmuştur. Gün Sazak 1977 seçimlerinden sonra kurulan üçlü koalisyon hükümetine Gümrük ve Tekel Bakanlığına tayin edildi. BAKAN GÜN SAZAK Seçimlerini müteakiben kurulan 2. Milliyetçi Cephe olarak adlandırılan AP, MSP ve Milliyetçi Hareket Partisi Koalisyon Hükümeti'nde, Milliyetçi Hareket Partisi'ne 5 bakanlık ayrılır. Gün Sazak ile aynı dönemde Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı olan Sadi Somuncuoğlu, Siyasi Partiler Kanunun'da siyasi parti genel başkanlarına bakanları belirleme yetkisi tanınmasına rağmen, bu bakanlıklar için Milliyetçi Hareket Partisi Genel İdare Kurulu'nda seçim yapıldığını ve o günlerin en netameli bakanlığı olan Gümrük ve Tekel Bakanlığı'na milletvekili olmadığı halde Gün Sazak'ın seçimle getirildiğini anlatıyor. Sazak her Milliyetçi Hareket Partisi'li bakan gibi, çok ciddi bir görevle karşı karşıya olduğunun bilincindeydi. Bütün gözler onların üzerinde olacaktı. Bir tarafta ülkede devam eden terör, diğer yanda ülkenin içinde bulunduğu ekonomik bunalım Milliyetçi Hareket Partisi'li bakanları büyük bir yükün altına sokmuş oluyordu. Sazak'ın da göreve geldiği Gümrük ve Tekel Bakanlığı çok önemli bir kurumdu. Denetimsizlik sonucu gümrüklerde her türlü kaçakçılık serbestçe yapılıyordu. Rüşvet ve suiistimal almış başını gidiyordu. Sigaranın karaborsa olduğu çay ve tuzun dahi bulunmadığı yıllardı. Devletin içerisinde çöreklenmiş menfaat grupları da mafyacılarla birlikte çıkar işbirliği yaparak, kurumu zaafa uğratmışlardır. Gün Sazak bakanlığa geldiğinde ilk iş olarak Esat Güçhan'ı Tekel Genel Müdürlüğü'ne, Nedim Yılmaz'ı Çaykur Genel Müdürlüğü'ne getirirken, Gümrükler Genel Müdürlüğü'nü değiştirmez. Gün Sazak eleman alırken aradığı ölçü şu olur; "Hırsız olmamak, liyakatli olmak ve parti teşkilatına değil bakanlık teşkilatına bağlı olmak.". Gümrük kapılarında, dürüstlüğünden emin olduğu sembolik sayıda ülkücüyü, gümrük 240 kontrolörü olarak göreve alır. Bunlar bir kapıda da kalmayıp bütün kapıları dolaşırlar. Kapıkule'nin de içinde bulunduğu Trakya Gümrükler Müdürlüğü'ne solcu ama liyakatli bir müdür getirilmişti. "Gümrük ve Tekel Bakanlığında ülkücü-solcu çatışması yok, hırsızdürüst kavgası vardır" diyordu. Sazak, görevlendirdiği insanlara tam yetki vermiş, icraatlarına karışmamıştı. Bakanın dürüstlükteki direnci bütün kuruma yansımış, yansımış ve çürük elmalar ihbar edilmeye başlanmıştı. Gümrüklerde TIR'ların girişi zorlaşırken, hacıların gümrükte beyanlarının esas kabul edilip giriş-çıkışlarına kolaylık sağlanmış ve ilk defa ticari plakalı otomobil ve minibüslerin hacca gidişine izin verilmişti SAZAK'IN MAFYA'YI ÇÖKERTEN MÜCADELESİ Sazak'ın bakanlık görevine gelmesiyle birlikte, mafyaya karşı ciddi bir mücadele başlatıldı. Yeraltı dünyasının uluslararası bağlantıları ülkemizdeki uzantılarına büyük darbe indirildi. Ülkeyi kan gölüne çeviren gümrük kapılarından sınır boylarına kadar uzanan her türlü silahları tırlarla, kamyonlarla ülkeye sokan, komünist sol terör yuvalarının eline geçmesini sağlayan bütün kanunsuz hareketler, unsurlar bertaraf edildi. Kısacası, hem mafyaya, hem de kızıl terör örgütlerine darbe indirildi. Gerek yer altı dünyasının, gerekse onların uluslararası bağlantıları, sermaye çevreleri artık istedikleri gibi serbestçe hareket edemeyeceklerdi. Beş aylık bir icraat döneminde mafyanın beli kırılmıştı. "Gün Sazak bakanlık görevine başlamasıyla birlikte bütün sınır kapılarını tek tek gezerek incelemelerde bulunuyordu. Bir gün Milliyetçi Hareket Partisi Başkanlık Divanı toplantısında yaptığı teftişlerle ilgili, "ABD'nin gümrük kapıları bizim gibi olsa 3 ayda batar" diyordu. "Kaçakçılık sisteminin tamamen devlet memurlarının himayesi altında olduğu ortaya çıkmıştır. Bu memurların arkasında ummadığımız insanlar var. Uğraşmamız gereken insanlar çok güçlü. Benim icraatlarım karşısında pek çok insanı size göndererek şefaatçi olmanızı isteyebilirler. Eğer partiden teşkilatlardan yahut milletvekillerinden müdahale göreceksem 241 ben bu işe girmem". Divan üyelerinden kendisi gibi bakan olan arkadaşı Sadi Somuncuoğlu, bu konuşma üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Başkanlık Divanı'nda Gün Sazak'ın icraatlarına hiç bir suretle karışılamayacağını bilakis sonuna kadar destekleneceğini yönünde yazılı karar altına alındığını ifade etmiştir. Gün Sazak hiç bir baskı, tehdit ve şantaja aldırmadan gerçek bir devlet adamı gibi çalışmalarını sürdürdü. Özellikle vermiş olduğu kararlı mücadeleyle, kaçakçı dükkânları kapanmaya, yabancı sigaraların piyasadan çekilmeye, yerli üretimde de müesseslerin daha kaliteli bir hale getirilmesi, göze çarpan çok önemli icraatlarından bir kaçıydı. Gün Sazak vermiş olduğu mücadele ile milletler arası kaçakçılığın da oyununu bozmuştu. Uzakdoğu'dan Ortadoğu'dan batıya giden ve gelen kaçakçılık yolunun kavşağındaki Türkiye'de gümrükleri tutarak kaçakçıların yolunu tıkadı. Böylece hem beynelmilel kaçakçılığın ve hem de komünizmin hedefi haline geldi. GÜN SAZAK'IN İCRAATLARINDAN RAHATSIZ OLAN EGEMEN GÜÇLER İKİNCİ MİLLİYETÇİ CUMHURİYET HÜKÜMETİ'Nİ DÜŞÜRDÜLER Gün Sazak'ın bakanlığıyla birlikte yapılan sıkı denetimlerle, gümrük kapılarında milletlerarası kaçakçılığa büyük darbe vurulur. Bulgaristan'da kilometrece uzanan tır kuyrukları görülür. Bu durum silah, sigara, uyuşturucu işçi kaçıran bütün şebekelerin Türkiye'deki ortaklarını harekete geçirir. Bu arada Tekel ve Çaykur'da üretim, ilk beş ayda %30 artar. Çay sigara ve tuz karaborsası kırılır. Sazak döneminde zor durumda kalan kaçakçılar hükümetin düşürülmesi için bir fon oluşturarak AP'den CHP'ye 12 milletvekilinin transferini sağlarlar ve Demirel'in başbakan olduğu koalisyon hükümeti düşer. Yıllar sonra Bülent Ecevit Güneş Motel transferleri olarak adlandırılan bu işlerden hata ettiğini itiraf edecektir. Hükümetin düşmesi ve Sazak ekibinin görevden uzaklaştırılması ile beraber Bulgaristan'da beklemekte olan tırlar girişe başlar ve her bir tır için 242 600.000 TL. Rüşvet ödenir. Gün Sazak'ın devlet adamı olarak gösterdiği büyük başarıyı, siyasi hasımları bile takdir etmişti. Onun Gümrük ve Tekel Bakanlığı dönemi sadece "Mataracı tipleriyle değil", bütün cumhuriyet tarihindeki yönetimle mukayese edilse bile, siyaset ve idare tarihimize altın harflerle geçecektir. Gün Sazak, Türkiye'nin bunalımlarının çok ağırlaştığı günlerde vazifeler yüklenmişti. Milliyetçi Hareket'in hukuken ve kalben ikinci adamı olmuştu. Dürüstlüğü, cesareti, imanı, engin insan sevgisi, fikir haysiyetine bağlılığı, dirayeti ve herkese güven telkin eder karakteriyle Gün Sazak, "ülkücü insan tipinin yaşayan bir numunesiydi." Sazak'ın icraatları kısa bir sürede kesildi. Komünist grupların dışında sağdaki liberallerden, soldaki sosyal demokratlara kadar Milliyetçi Hareket Partisi'ne sıcak bakmayan birçok siyasi çevreler bile Gün Sazak'tan övgüyle bahsedeceklerdi. ABDİ İPEKÇİ BİLE SAZAK'IN BAKANLIĞINI TAKDİR EDİYORDU 1 Şubat 1979 yılında öldürülen Milliyet gazetesi Başyazarı, CHP yanlısı, sosyal demokrat dünya görüşüne sahip olan deneyimli gazeteci Abdi İpekçi bile, ölümünden evvel, Gün Sazak'la ilgili onun icraatlarını ve çalışmalarını takdir eden yazılar yazmıştı. İpekçi, 2. MC Hükümeti'nin yıkılıp yerine CHP'nin hükümet olmasıyla gerçekleşen iktidar değişiminde, "Güneş Motel" hadiseleriyle AP'den istifa edip CHP'ye geçen 11 milletvekilinden biri olan, Gün Sazak'tan boşalan Gümrük ve Tekel Bakanlığı'na getirilen Tuncay Mataracı ile ilgili, hem CHP'yi hem de Mataracı'yı yerden yere vuran sert yazılar yazacaktı. İpekçi, Tuncay Mataracı ile ilgili, olarak onun bakanlığa gelmesiyle birlikte kaçakçılığın tekrar hız kazandığını, rüşvetin, suiistimalin ve yolsuzlukların zirveye çıktığını belirterek, bu işe dur denilmesini ve çare bulunmasını istiyordu. İpekçi, Tııncay Mataracı dönemiyle, Sazak dönemi arasında, hem mafyaya karşı verilen mücadele hem de bakanlığın işlevi açısından büyük farklar fark olduğunu görüyordu. 12 Ekim 1978 tarihli Milliyet gazetesinde yayınlanan "Kaçakçılık" adlı makalesinde bu konuya değinerek, şunları söylüyordu: "Sazak'ın döneminde kaçakçılığın azaldığını, yeni hükümet döneminde ise her 243 türlü kaçak malların yurda sokulduğunu görmekteyiz". İpekçi, gümrüklerdeki kaçakçılık olaylarıyla ilgili zaman zaman Sazak'la görüşüp bilgisine başvurarak, ondan aldığı doküman ve belgelerle, hem Mataracı'yı hem de desteklediği CHP'yi köşeye sıkıştırıyordu. 1993 yılında 24 Ocak'ında faili meçhul bir bombalı saldırı sonucu öldürülen Cumhuriyet Gazetesi yazarı Uğur Mumcu; İpekçi kaçakçılık konusunda açıkça Milliyetçi Hareket Partisi'li Gün Sazak'ı desteklemektedir. Oysa siyasal görüşleri Gün Sazak'ınkiyle taban tabana zıttır. Fakat İpekçi Mataracı'nın kaçakçılık konusundaki tutumunu saptamış ve bu yüzden siyasal görüşüne katılmadığı Sazak'ı, desteklemeyi uygun görmüştür" diyerek, İpekçi'nin Sazak'la ilgili düşüncelerini doğruluyordu. 5 Ocak 1978 tarihinde bakanlığı sona eren Gün Sazak'ın icraatları herkesçe başarılı bulunur. 12 Ocak 1978 tarihli Milliyet "Başarılı olmuş bakan" ifadesini yazarken, 28 Mayıs 1980 tarihli Hürriyet "Sazak, başkent siyasi çevrelerine göre, bakanlık görevlerinde başarılı oldu" diyordu. 1978 bütçe müzakerelerinde CHP'nin sol kanadından İzmir Milletvekili Süleyman Genç "Ben inceledim, cumhuriyet kurulduktan bu yana gümrüklerdeki soygunu fikri ve felsefesi benimle yüzde yüz ters olan Gün Sazak önlemiştir" diye konuşur Yine Gün Sazak'ın mafyaya karşı yürütmüş olduğu mücadelede en önemli belgelerden bir diğeri de, Sazak'ın şahadetinden bir yıl sonra Yüce Divan'da yargılanan ve "yolsuzluk ve rüşvet" iddiasıyla mahkûm edilen Mataracı'yla ilgili dosyada Süleyman Necati Topuz adlı kaçakçının verdiği ifadelerdir. Süleyman Necati Topuz adlı kaçakçı, 1981 yılında tutuklu bulunduğu Almanya'da Mataracı Dosyası'yla ilgili olarak Nürnberg Başkonsolosluğu vasıtasıyla alınan ifadesinde; "Türkiye'de çok güçlü bir MAFYA teşkilatı vardır. Bu mafya teşkilatı Türk politik hayatında etkili bir rol oynamaktadır. Birçok politikacılar şahsi menfaat veya politik kariyer temin etmek için bu mafya teşkilatı ile işbirliği yapmaktadırlar. Ben UĞURLU ailesi ile birlikte ve onların hesabına kaçakçılık işlerinde çalışmakta iken, 1978 Şubat ayı ortalarında İstanbul'a gitmiştim. Son altı ayda Gün Sazak'ın Gümrük 244 ve Tekel Bakanı olması dolayısıyla Türk Mafyası istediği görevlileri istediği mevkilere getirmekte güçlük çekmekte idi. Bu sebepten kaçakçılık işleri bir hayli bozuktu. Birkaç namuslu kişinin Gün Sazak tarafından göreve getirilmesi dolayısıyla mafya ile çalışan diğer Gümrük Bakanlığı mensupları etkisiz hale gelmiştir." GÜN SAZAK ŞEHİT EDİLİYOR Gün Sazak 27 Mayıs 1980 Salı akşamı, evinin önünde, Dev-Sol lideri Dursun Karataş'ın emriyle bu örgütün militanları tarafından düzenlenen haince saldırı sonucu şehid edildi. Sazak'ın şahadet haberi başta Milliyetçi Hareket Partisi olmak üzere bütün ülkede bomba etkisi yarattı. Her gün, yurdun dört bir yanında birçok mensuplarını al bayrağa sarılı tabutlarla, tekbir sesleriyle toprağa veren Milliyetçi Hareket camiası, Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak'ın şahadet haberiyle adeta yıkılmışlardı. Düşman Milliyetçi Hareket Partisi'ni tam onikiden vurmuştu. Artık komünist-terörün vurduğu; öğrenci-memur, işçiköylü, esnaf, ocaklı, partili yöneticilerin yanına, şehitler kervanına bu sefer de, en üst düzeyde partide görev yapan, bakanlık görevinde de bulunmuş, mümtaz bir şahsiyet olan Gün Sazak da katılacaktı. Türk Milleti Sazak'a ağlıyordu. Ülkenin her yanında, şahadet haberinin duyulmasıyla birlikte il, ilçe ve belde teşkilatlarında bayraklar yarıya indirilip, siyah bayrak çekiliyordu. Milliyetçi Hareket Partisi Başkanlık Divanı da acele toplanarak "gerekirse sine-i millete döneriz" kararını kamuoyuna açıklayacaktı. Başta Ankara ve İstanbul olmak üzere, Adana, Bursa, Antep, Trabzon, Konya, Kayseri, Maraş, Tokat, Çorum, Yozgat, Eskişehir, Elazığ, Erzurum, Sivas, Çankırı, Kütahya, Manisa, Amasya gibi illerde, Gün Sazak'ın toprağa verileceği güne kadar binlerce ülkücünün katıldığı kitlesel gösteriler yapıldı. Ülkenin çeşitli yerlerinde büyük camilerde ruhuna Kur'an-ı Kerim okundu. Okullarda boykotlar yapıldı, forumlar düzenlendi, kızıl terörü lanetleyen yüzbinlerce bildiri dağıtıldı. 245 ŞEHİT GÜN SAZAK HAKKINDA BAŞBUĞ ŞUNLARI SÖYLEDİ: Genel Başkan Yardımcısı Sadi Somuncuoğlu'nun konuşmasından sonra Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Alparslan TÜRKEŞ kürsüye gelerek bir konuşma yaptı. TÜRKEŞ, konuşmasında şunları söyledi: "Çok değerli arkadaşlarım, büyük dava adamı, temiz insan, büyük vatansever, vefakâr, küçüklerine karşı şefkatli ve memleketine, devletine karşı her türlü fedakârlığı benimseyen yüce ruhlu arkadaşımız Gün Sazak Bey'i sevdiği vatan topraklarına emanet etmek üzere toplanmış bulunuyoruz. Değerli arkadaşlarım, Gün Sazak hem çok değerli bir devlet adamı, hem çok imanlı bir vatansever, bir milliyetçi, hem de gönlü insan sevgisi ile dolu, insanlara karşı şefkatle, yardım duygularıyla dolu büyük ruhlu, büyük insandı. Gün Sazak, insanlığı aşağılatan her türlü fikre karşı, Gün Sazak insanların saadetinin hür olmalarına bağlı olduğuna derinden inanmış, kanaat getirmiş, demokrasiye inanmış, hakkı, adaleti herşeyin temeli kabul eden büyük bir yaratılıştaydı. Gün Sazak, aynı zamanda yiğit bir Anadolu çocuğuydu. Cesur bir insandı. Kendisine tehlikelerden, suikastlardan bahsedildiği zaman güler geçerdi. Değerli arkadaşlarım, niçin Gün Sazak'ı vurdular? Neden Gün Sazak'ı Türk Devleti'nin düşmanları, vatan hainleri, Türkiye'yi sömürge yapmak için sömürgecilerin satılmış uşakları niçin hedef seçtiler? Çünkü Gün Sazak, her şeyden evvel Türk vatanının bütünlüğünün korunması, Türk Milletinin birliğinin korunması, dünya üzerindeki biricik bağımsız Müslüman Türk Devleti olan Türkiye Cumhuriyeti'nin yaşatılması için faaliyet içinde idi, gayret içinde idi. Türkiye Cumhuriyeti'ne yönelen tehlikelerin önlenmesi için gayret içinde idi. Çünkü Gün Sazak köleliğe karşı, esarete karşı, insanın insana kul olmasına karşı mücadele halinde idi. Çünkü Gün Sazak, çok partili hürriyetçi demokratik rejimin yaşaması, bu demokratik rejimi yıkarak yerine bir komünist dikta rejimi kurulmaması için gayret içinde idi. Bunun için Türkiye Cumhuriyeti'nin düşmanları, Türkiye'yi sömürge yapmak isteyenler, 246 Türk Milletini parçalayarak kölelik rejimine götürmek isteyenler Gün Sazak'ı hedef seçmişlerdir. Ama değerli arkadaşlarım, Gün Sazak'ın yolunda gayret gösterdiği, çalıştığı ve en sonunda canını da çekinmeden feda ettiği kutsal dava; Türk milletinin kalbinden gücünü alan, Türk milletinin milli iradesini temsil edene kutsal dava devam edecek, yaşayacaktır! Bu kutsal davanın bütün Türk Milleti sahibidir. Bütün Türk Milleti bu kutsal davaya kıymaya kalkanlara karşı, bu devleti parçalamak isteyenlere karşı ayağa kalkmaktadır, olduğu yerden doğrulmaktadır. Türk milleti ayağa kalktığında bütün bu hıyanetler ezilip gidecektir! Hainlerle beraber olanlar, onlara arka çıkanlar, onlara şöyle veya bu şekilde destek olanlar, yalan ve iftiralarla gerçekleri saklayamayacaklardır. Türk milletinin yaşama azmini, bağımsız yaşama azmini hiç bir hıyanet engelleyemeyecektir. Değerli arkadaşlarım, Gün Sazak, inandığı dava uğrunda şehid oldu. 0 ölmedi, her zaman aramızdadır, aramızda yaşayacaktır; hatırası ile fikirleri ile davası ile Türk milletine güç verecektir, hız verecektir. Şehidler ölmez. Allah rahmet eylesin." MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ GENEL MERKEZİ ÖNÜNDE GÜN SAZAK’IN CENAZE TÖREN’İ Saat 10.00'a yaklaşırken, kalabalığın sayısı yüzbinlerle ifade ediliyordu. Bahçelievler 3. Cadde tamamen dolmuş, kalabalık Beşevler bölgesine taşmıştı. İlerleyen saatlerde kalabalık daha da artacaktı. Ülkücüler genç yaşlı hep bir ağızdan tekbir getiriyorlar, "ALLAHÜ-EKBER!" nidası bir gökgürültüsünü andırıyordu... Parti Genel Merkezi önünde Şehid Gün Sazak'ın tabutunun yerleştirileceği bir bölüm hazırlanmıştı. Saat 10.20'de Karşıyaka Mezarlığı morgunda bulunan Şehid Gün Sazak'ın cenazesi bir grup Milliyetçi Hareket Partisi Genel İdare Kurulu üyesi tarafından Parti Genel Merkezi'ne getirildi. Beşevler'de cenaze arabadan indirilerek, Ülkücülerin omuzları üzerinde taşınmağa başlandı. Şehid Gün Sazak'ın tabutu binlerce Ülkücünün elleri üzerinden kayarak gittikçe yükselen tekbir sesleri arasında Parti Genel Merkezi önüne getirildi... Şehid Gün 247 Sazak'ın bayrağa sarılı tabutunun önünde resmini taşıyan bir Ülkücü genç ve genç kız yürüdü... Milliyetçi Hareket Partisi Genel Merkezi önündeki kalabalık büyük bir disiplin içinde izdihama sebebiyet vermeden töreni izledi. Töreni basının da ilgiyle takip ettiği görüldü. Milliyetçi Hareket Partisi Genel Merkezi önünde düzenlenen törende ilk olarak Gün Sazak Bey'in daima en büyük güveni olan Ülkücü Türk Gençliği adına bir Ülkücü genç konuştu. Konuşmacı Ülkücü gençliğin Gün Sazak'ın ve diğer bütün dava şehidlerinin unutulmayacağını belirttiği konuşmasında şunları söyledi: "Başbuğum, kıymetli dava büyüklerim, yiğit dava arkadaşlarım, Ülküdaşlarım, başımız sağ olsun! Gün Sazak Bey'i şehid ettiler. Türkiye'mizi bir iç savaş girdabına sürüklemek için, Türk Devleti'ni yıkmak, Türk Milleti'ni köleleştirmek için büyük bir engel olarak gördükleri Gün Sazak Bey'i bağlı bulundukları merkezlerin emriyle şehid ettiler. Gün Sazak Bey, imanın, karakterin, ahlakın misaliydi. Türk milletinin içinde bulunduğu kötü durumdan kurtuluşunu Ülkücü Hareketin zaferinde gördüğünden, maddi ve manevi bütün varlığını Ülkücü Hareket için seferber etmişti. Gün Bey, Türk Milletinin geleceğinin en büyük teminatı olarak güvendiği Ülkücü gençliğin yanından hiç ayrılmadı. Bizler en zor günlerimizde ve mutlu günlerimizde daima Gün Bey'i yanımızda bulduk. Gün Bey'in düşmanları, Ülkücü gençliğin düşmanlarıdır Ve bütün dünya bilmektedir ki, Ülkücü gençliğin düşmanları da Türk Milletinin düşmanlarıdır! Biz onları iyi tanırız... İplerini tutan merkezlerin emriyle milletimizi köleleştirmek, maddi ve manevi bütün öz değerlerimizi çiğneyip geçmek isteyen komünist ortaçağ artıklarını iyi tanırız biz! Ve biz, komünist çetelere geçit vermeyeceğiz! Gün Sazak Bey'e tetik çeken elle, sayısı ikibini geçen dava arkadaşımızı şehid eden el aynı eldir. Ve bunların ardındaki beyinler aynı beyinlerdir... Biz o beyinleri iyi tanırız. Ülkücü gençlik bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da bir sabır ve mücadele örneği olacaktır. Ülkücü Hareketin bayrağı vatanın dört bir köşesinde yükselecektir. Ve Gün Sazak Bey, diğer bütün dava şehidlerimiz, yükselen mücadelemizde yaşayacaklardır. Gün Sazak Bey ölmedi... 248 Gün Sazak Bey şehiddir ve Cenab-ı Allah yüce kitabımız Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurmaktadır: "Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyiniz. Zira onlar diridirler, lakin siz bunu anlayamazsınız." Gün Sazak Bey ölmedi!... Şehidler ölmez!... Ülkücü Türk gençliği olarak büyük dava adamı, bir iman, karakter, dürüstlük ve ahlak abidesi Gün Sazak Bey'i unutmayacağız. Gün Sazak Bey'i Nizam-ı Âlem mücadelemizde yaşatacağız. Gün Sazak Bey'i şehid eden komünist katilleri de unutmayacağız ve mutlaka, ama mutlaka, dökülen her damla kanımızın hesabını soracağız. Bir damla kanımız dahi kalmayacak yerde." Tanrı Türkü Korusun ve Yüceltsin… Daha sonra şehid Gün Sazak'ı dava ve mesai arkadaşları adına Milliyetçi Hareket Partisi Genel İdare Kurulu'nu temsilen Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı Sadi Somuncuoğlu bir konuşma yaptı. Somuncuoğlıı konuşmasında şunları söyledi: "Aziz dava arkadaşlarım, kıymetli kardeşlerim, Türk Milleti'nin huzurunu, kurtuluşunu ve yükselişini Özmen'lerin, İmamoğluların, Haşatlı'ların, Sazak'ların yolunda görenler; çok acılı ve üzüntülü bir gündeyiz. Tarif edilemez acılar içindeyiz. Ama bu acıların yaktığı ruhlarımız, acıların ilahi ateşinde pişe pişe, yana yana olgunlaşan imanımız, bir büyük geleceğe, Anadolu'ya sığmayan büyük ve mukaddes davanın hedefine ulaşmasında temel olacaktır. Aziz kardeşlerim, düşman ne istediğini ve gücünü nereden aldığını açık bir şekilde ortaya koymuştur. "Yaşasın Sovyetler Birliği, kahrolsun Türkiye" diye bildiri dağıtanlar, başkentin duvarlarına, Ankara kalesine mahya gibi ihaneti kazanlar... Ve söyledikleri gibi, "Sovyet Ordusu'na selam durup, Türk Ordusu'nu arkadan vuranlar" ne istiyorlar? Biliyoruz... Niçin bizi öldürüyorlar? Katillere, eyyamcılara, acizlere, nemelazım diyenlere sesleniyorum: Bunun cevabı, kör gözlerin göreceği, nasırlaşmış vicdanların sarsılacağı ve sağır kulakların duyacağı kadar açıktır. Güneş kadar parlaktır. İşlenen cinayetler, Türk Devleti'nin meşru kuvvetlerine ve "Türk Devleti yaşasın, Türk Milleti bölünmesin, bayrak inmesin, ezan susmasın" diyenlere karşıdır. O halde, bu şehidleri ne için veriyoruz? Bunun cevabı açık... Değerli 249 kardeşlerim, duyduğumuz acıyı ne tarif edebiliriz, ne de anlatabiliriz. Ama bugün, dün olduğu gibi bu acılar ve son olmayacağını bildiğimiz bundan sonraki acılar bize açık kesin gösteriyor ki, daha büyük bir azimle, yenilmez bir iradeyle yılmadan, durmadan, dinlenmeden bu millet için mücadele etmek gerekiyor. Bu acılar bir yandan imanımızı güçlendirirken, bir yandan da yapmamız gereken çalışmaların hacmini ve hudutlarını bize genişleterek, yükselterek önümüze koymaktadır. Değerli arkadaşlarım, biz inanan, iman eden insanlarız. Bu yalancı âlemden, gerçek âleme intikal edenler arasında şehidlik rütbesine erişenler, elbette en büyük kudretin kaynağına ulaşmaktadırlar. Bu en büyük kudretin kaynağına ulaşanlar, bizimle beraber oldukça, bizim önümüzde hiçbir desise, hiçbir ihanet ittifakı engel teşkil etmeyecek. Buna inanmış insanlarız. Her şehidle birlikte düşmanın anlaması ve bilmesi mümkün olmayan, ama erbabının zerrelerine kadar, bütün varlığıyla hissettiği büyük kudrete ulaştığımızın şuurunu her zaman muhafaza ederek, o kudret ve kuvvete bağlanarak yürüyoruz. Hainlere söyleyecek sözümüz yoktur. Onların ihaneti, bizim ne yapmamız gerektiğini ortaya koymaktadır. Ama bu acılı günde ifade etmek mecburiyetindeyiz ki, bu hainlerle iyi geçinmeğe çalışanlar, gündelik menfaatlerin sarhoşları, idare-i maslahatçılar, korkaklar, satılıklar, ruhunu, inancını kiraya verenler, şu dünyadaki hadiselerden bile ibret almayacak kadar, İran ve Afganistan'ı görmeyecek kadar, insanlığından ve idrakinden uzaklaşmış olanlar, sizlere sesleniyorum: Bu büyük mücadele, bu mukaddes mücadelede Türk Milleti'nin hakkını temsil eden bizler, yolumuzu ve hedefimizi biliyoruz. Allah'ın izniyle o hedefe varacağız. Bu yoldan da, hiçbir beşeri güç, hiçbir tertip, hiçbir ittifak bizi çeviremeyecek ama, sizin vay halinize! Değerli kardeşlerim, son ve aziz şehidimiz, bıraktığı boşluğu dolduramayacağımız büyük dava adamı... Faziletin, karakterin, yüksek ahlakın, namusluluğun, cesaretin timsali, aziz mesai arkadaşımız, dava arkadaşımız, Gün Sazak'ımızı bu âlemden diğer bir âleme yolcu ediyoruz. Bu yolculuk sona erinceye kadar Müslüman yakışır edep ve adap içerisinde, hiçbir 250 gösterişe, hiçbir özentiye, hiçbir taşkınlığa fırsat vermeyecek olan aziz düşüncelerimiz, aziz varlığımız ve temsil ettiğimiz davaya güvenen bizler, sizlerden her zaman olduğu gibi bu merasim dolayısı ile yeniden güç ve kuvvet aldık. Muvaffak olacağız... Bu muvaffakiyetten hiçbir zaman ve hiçbir an tereddüte düşmeyeceğiz. Bu azim ve inanç elbette, bize çelikten bir irade, çelikten bir sinir yapısı ve insanların üstünde, bir büyük sabır telkin etmektedir. Bu sabrın, bu yenilmezlik şuurunun ifadesi olan iradenin ve ne yaparlarsa yapsınlar, dağıtamayacakları o sinir yapısının verdiği güçle davamızla hedefe yürüyeceğiz." Hey yakınlar uzaklar, bekler pusular tuzaklar Tayfuna dönsün Sazaklar, göz ışığım Gün'üm gitti. Yetim kaldı körpe çağam, feryadımı nice boğam Gün doğmak üzere ağam, gün batarken inim gitti. Bu bir nesildir sürekli, gözü pek çatal yürekli Zor Günlerim de Gerekli, Tuğ Gibi Beş Binim Gitti Sakarya, esti yiğitler, bağrı kan süslü yiğitler Süphan göğüslü yiğitler, gittiyse benim gitti Mesela 8 Eylül 1974 tarihli Milliyet Gazetesinde o günkü bakanın şu sözleri yer almıştı. “Türkiye Yeşilköy kapısından giren çıkan belli değil. Ben burada kendime göre kontrol yapmak istiyorum ama neyi kontrol edeyim? Emirler verdim, yerine getirilmedi. Gözlemle yaptım olmadı. Ben buraya her defa gelecek değilim. Yeşilköy hava limanında başlangıçtan beri sorumsuzluk zinciri ile her şey birbirine karışmış, bir curcunadır gidiyor.” Gün Sazak basına verdiği bir beyanında başarısını ülkü ocakları mensubu bin kişiyle birlikte başardığını ifade ediyordu; Gün Sazak ve şehitlerimiz hareketimizin kutup yıldızı oldular; Hakka yürüdüler... Hepsine Allah Rahmet Eylesin... 251 DURSUN ÖNKUZU Tokat’ın Zile kazasında doğdu. Ankara Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulunda öğrenci idi. Komünistler tarafından üç gün süren bisiklet pompasıyla ciğerlerine hava basarak işkence yapıldıktan sonra 23 Kasım 1970 günü okulun üçüncü katından aşağıya atılarak şehit edildi. Ruhu şad olsun. Amin! Resim; Dursun ÖNKUZU 252 Önkuzu!... Hey!... Önkuzu!... Önde gider önkuzu... Anası “Dursun” demiş; Durmaz... gider Önkuzu. Kuzu yürür... Kuzu Önde Önkuzu yürür yürür... Kuzular meledikçe, Gönlüme sızı yürür Önkuzu!... Hey!... Önkuzu!... Önde gider Önkuzu... Bu bayrak düşmez yere, Ölmedikçe son kuzu!... Dursun adı; Dursun adı... O gitti dursun adı, Dillerde türkü olsun Yürekte vursun adı!... Kuzular koç olacak. Toy, düğün, göç... olacak Bu yıl ki kuzuların, Adları ÖÇ olacak…! 253 YUSUF İMAMOĞLU Balkan Türklerinden savaşlar esnasında Bursa’ya gelip yerleşen bir ailenin çocuğudur. İstanbul Ülkü Ocakları Birliğinin önde gelen alperen yiğitlerinden gözü pek, çevik, atılgan bir serdengeçtisiydi. Komünistlerin kendisini bırak gölgesinden dahi korktuğu aslan yapılı bir komandoydu. 8 Haziran 1970 günü komünistlerin işgali altında bulunan edebiyat fakültesinin koridorlarında silahlı komünist Vural Yıldırım, Yusuf Kayabaşı, Ali Menekşe, Feridun Şakar, Vahram Apık saldırıları sonucu ebedi âleme yürüdü. Şehadetinden sonra yapılan otopside 24 saat yemek yemediği ve cebinden 35 kuruş çıktığı belirtildi. Böyle imkânsızlıklar içinde dinimizin, vatanımızın düşmanlarının karşısına alınması zor bir sarp kale gibi duran İman erimizi, Peygamberimiz Hz. Muhammed’in amcası şehitlerin serdarı Hz. Hamza ile Cenab-ı Hak cennette komşu eylesin. Ruhu şad olsun. Mücadelesi Müslüman Türk çocuklarına örnek olsun. Âmin! 254 Resimler: Devlet Gazetesi'nin Şehit İmamoğlu'nu kapak yaptığı 15 Haziran 1970 tarihli, 63. Sayısı ve Yusuf İmamoğlu, Yıl 1969 Yusuf İMAMOĞLU şehit edilmeden önce kendi yazdığı son şiirinde Ülkücü Türk gençliğine şöyle sesleniyordu; Unutturacaklarmış benliğimizi, Kundaklayacaklarmış kimliğimizi, Yeniden göstermek için varlığımızı, Haydi yiğit! Haydi yeni akına! Ülkümüzün cihan varsın farkına! Kur'an'a rehber diye sarıldık, Eğilmedik, düştük öldük, kırıldık, Ne yazık düşmanı dışta bilirdik, Haydi yiğit! Haydi yeni akına! Ülkümüzün cihan varsın farkına! Elimizi Hak'tan yana açarak, Zafer ışığını coşup saçarak, Maziden atiye bir yol açarak, Haydi yiğit! Haydi yeni akına! Ülkümüzün cihan varsın farkına! İmamoğlu getir bu aşkı dile, Atıver kendini şu coşkun sele, Kim bilir kaç yürek çarpar seninle, Haydi yiğit! Haydi yeni akına! Ülkümüzün cihan varsın farkına! 255 SÜLEYMAN ÖZMEN Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi öğrencisiydi. Yüksek öğretmen okulunda komünist militanlarca 72 saat mahsur bırakılan ülkücü arkadaşlarına yardım edebilmek için ülküdaşlarıyla birlikte, yüksek öğretmen okuluna gittikleri sırada komünistlerin açtıkları ateş sonucu 18 Mart 1970 günü omuriliğinden ağır yaralandı ve beş gün sonra bütün gayretlere rağmen Numune Hastanesinde şehadet şerbetini içip, ebedi âleme yürüyerek Cenabı Hakk’a kavuştu, ruhu şad olsun. Mücadelesi bütün gönüldaşlarına ilham olsun, hız olsun. 256 SÜLEYMAN şimdi bir bayraktır. SÜLEYMAN ölmedi. Türklüğün yaşaması için yaptığı kutsal savaş, daha hızlı, daha kuvvetli ve daha büyük devam edecek. SÜLEYMAN şimdi bir ruhtur. Türklük yolcularının kılavuzu, kahramanımız SÜLEYMAN ölmedi. SÜLEYMAN Türklük demek. Türklük ölür mü? Ne Kafkasya, ne Prut Bitsin bu kızıl oyun! .. Şu bin yıllık anayurt! Açılsın bahtı ay' ın! .. Kurşunlanan bir Bozkurt, Altay' da kurultayın Çıkarılan göz menem! .. Toplandığı güz menem! ... Dinmez gönül sancımız, Vur Bozkurt' um! ! . Vur tilkiye... Derinleşir acımız... Vur.. Kurtulsun Türkiye... Alınmazsa öcümüz Sizi büyük ülküye Dövülecek diz menem! ... Götürecek iz menem! ... Ok bir kez çıktı yaydan.. Ülkü uğrunda şehid Geçtik düğünden, toydan.. Men Süleyman Özmenem! Şimdi hep meydan meydan... Söylenecek söz menem! ... 257 ALPER TUNGA UYTUN Tunceli’nin Çemişkezek kazasından olup 24 yaşındaydı. Ankara Keçiören Lisesinden sonra İstanbul Anadolu Spor Akademisinde okumaya başladı. Okulun öğrenci derneği başkanıydı. Olay günü arkadaşlarıyla birlikte Cuma namazını kılmak için gittikleri okul yanındaki camiden çıkarken bir grup komünistin saldırısına uğruyor. Üç yerinden ağır yaralanıyor. Hemen hastaneye götürüyorlar. Arkadaşları bu esnada camiden çıkan cemaatin tepkisiz kalmasına karşı şu sözleri söylüyor; “Bir Müslüman’a saldırılıyor. Hiçbiriniz müdahale etmiyorsunuz. Böyle giderse korkarım yakında sizler de aynı akıbete uğrarsınız.” sözlerini söylüyor. Şehidimiz hastanede yapılan müdahalelere rağmen kurtarılamayarak 13 Nisan 1979 günü şahadet şerbetini içip Cenab-ı Hakk’a yürüdü. Cenaze namazından sonra Çengelköy Mezarlığında ebedî âleme yolcu edildi. Ruhu şad olsun. Âmin! Alper tunga öldü mü? Acun ıssız kaldı mı? Ödlek öcün aldı mı? Şİmdi yürek yırtulur... 258 SERDAR LEVENT AMCA ÇOCUKLARI UĞUR ERKENEZ Maraşlı, soylu bir ailenin çocukları idi. İstanbul Işık Mühendislik Yüksek Okulunda okuyorlardı. 21 Şubat 1980 günü Beşiktaş’ta oturdukları evlerinde, geceyarısı baskın yapan komünistler babalarının gözü önünde hunharca katledilip Cenab-ı Hakk’a yürüyen bu iman erlerinin makamları nur olsun. Âmin! 259 NECDET DUMANAY Ankara İlk Öğretmen Okulu öğrencisi ve Ankara Büyük Ülkü Derneği üyesi olan Necdet Dumanay, 3 Nisan 1975 akşamı komünist uşaklar tarafından yatağından kaldırılarak alt kata indirildi. Burada işkence edilerek kaburga kemikleri kırılan Dumanay, üçüncü kata çıkarılıp pencereden atılarak şehit edildi. Ruhu şad olsun. Âmin! NECİP ALTINOK Şehidimiz Necip Altınok, Yozgat’ın Şefaatli ilçesine bağlı Dedeli köyünde doğdu. Kendisi 12 Mart 1971 döneminden sonra Milliyetçi Hareket Partisi’nin Gençlik Kolları Genel Başkan Yardımcılığını (1974-1975) yaptı. Davamıza çok büyük hizmetleri olmuştu. Mesleği mühendislikti. Ankara’da komünistlerin kurduğu pusuda şehadet şerbetini içip, Cenab-ı Hakk’a yürüdü. Ruhu şad olsun. Âmin! 260 CEMİL DOĞAN Şehidimiz Gaziantep’te doğdu. Millî, dinî duygularla dolu bir iman eriydi. Öğretmen olduktan sonra gönüllü olarak seçtiği Adıyaman Erkek Sanat Enstitüsüne müdür olarak tayin edilmişti. Öğrencileri ve öğretmen arkadaşları tarafından çok sevilip saygı duyulan bir şahsiyete sahip ülkücü öğretmenlerimizdendi. Adıyaman’a geldikten hemen sonra Ülkücü Öğretmenler Birliği Teşkilatını kurmuştu. Kısa bir zaman sonra şehidimizin çalışmalarından rahatsız olan komünist uşaklar kendisinin tayinini başka yere çıkarttılar. Fakat kendisi bunu durdurdu ve görevine devam etti. Komünistler boş durmadılar. O zaman şehidimiz, yarıyıl tatilini geçirmek için memleketi olan Gaziantep’e gitmek üzere, 2 Şubat 1973 günü otobüse biner. Cemil Doğan, otobüsün Gölbaşı ilçesinde mola vermesi nedeni ile araçtan inmişti. Mola yerinde pusuda bekleyen komünistlerce pusuya düşürüldü. Ona, demir çubuklarla saldırdılar. Orada bulunanlar şehidimizi ağır yaralı olarak hastaneye kaldırdılar. 13 gün komada kaldıktan sonra 14 Şubat 1973 günü şehadet şerbetini içip Cenab-ı Hakk’a yürüdü. Gaziantep’te yapılan cenaze töreninden sonra ebedi âleme yolcu edildi. Makamı cennet olsun. Âmin! Yiğidin andı var, öcü kalmasın, Sahipli yerlere baykuş konmasın, Yapılan yanına kalır sanmasın, Hesabın vadesinde gün alır alır. 261 RUHİ KILIÇKIRAN Şehidimiz Ruhi Kılıçkıran, Adana’nın Osmaniye ilçesinde 1946 yılında doğdu. Kendisi o zaman milli davamızın siyasi partisi olan CKMP Gençlik Kolları Üyesi ve Ankara İlahiyat Fakültesi öğrencisiydi. 4 Ocak 1968 tarihinde kalmış olduğu Site Öğrenci Yurdunda akşam iftardan sonra yurdun kantininde 5-6 komünist tarafından haince bir suikastla şehit edildi. Ruhi Kılıçkıran milli davamızın (ülkücü hareketin) ilk şehididir. Ankara’da yapılan cenaze törenine binlerce ülküdaşı katıldı. Daha sonra memleketi Osmaniye’de ebedi âleme yolcu edildi. Makamı nur olsun. Âmin! 262 ERDEM YEDİBELA Erzurum’un İspir kazasında doğdu. Samsun’da Cedid Mahallesinde oturuyor ve işçilik yapıyordu. Olay günü akşam üzeri Samsun’da Katolik Kilisesi civarında bulunduğu sırada, komünistler tarafından kurşunlanarak şehit edildi. Cenazesi, memleketinde toprağa verildi. Daha önce de ülkücülük suçundan cezaevine girmişti. Ruhu şad olsun. Âmin ŞAHİN BİNGÖL Ankara Milliyetçi Hareket Partisi Merkez İlçe başkanı olup mühendislik yapmaktaydı. Evli ve çocuk sahibiydi ve ailece, Abidinpaşa semtinde oturuyordu. 24 Aralık 1979 Olay günü, daha önceden pusu kurarak bekleyen komünist militanlar tarafından evinin önünde otomobilinden inerken kurşunlanarak şehit edildi. Ruhu şad olsun... 263 VELİCAN ODUNCU Atayurt Türkistan'dan Türkiye'ye göç eden bir ailenin çocuğu olarak 1964 yılında dünyaya gelmişti Velican... O günler zor günlerdi; mevcut anayasal düzeni silah zoruyla değiştirip komünist rejimi kurduktan sonra Türkiye'yi Sovyetler Birliği’ne ilhak ettirerek Türk'ü Moskof'a esir düşürmek hayali uğruna terör yaratan kızıl vatan hainlerinin kan döktükleri günlerdi... Ne milliyet tanırlardı, ne yurt, ne bayrak, ne de din... Beyni yıkanmış bu devlet düşmanlarının, kısaca "kölelik düzeni" şeklinde tanımlanabilecek komünizmi yaymak adına banka soygunculuğundan kundakçılığa, fidyecilikten gaspçılığa ve binlerce cinayete kadar her türlü suçu işleyerek topluma dehşet saldıkları günlerdi o günler... Vatan sahipsiz değildi, bu gidişe "Dur!" diyecek birileri de vardı elbette... O yıllarda milliyetçi Türk gençliği, komünizm tehlikesinin önüne Türklüğün sarsılmaz burçları olarak dikildiler... Velican da onlardan biriydi... Damarlarında taşıdığı saf Türk kanının etkisiyle henüz 13 yaşında vatan cephesindeki yerini alan bu yiğit, bir yıl sonra Pol-Der'li (12 Eylül öncesi komünist polisler tarafından kurulan dernek) satılmış hainler tarafından en ağır işkencelerden geçirilip üzerine bir sürü suç yıkıldıktan sonra cezaevine konuldu... Kendisiyle aynı koğuşta bulunan iki tane kahpe, 26 Mart 1988 gecesi ellerinde şişlerle uykusunda saldırdılar ona... Türkistan'ın has evladı Velican Oduncu, 14 yaşında girdiği cezaevinden, 24 yaşında şehitlik mertebesinde çıktı... Mekânı cennet olsun... Ne kervan kaldı, ne at, hepsi silinip gitti, İyi insanlar iyi atlara binip gitti. 264 MEHMET KAYA Erzincan Merkez Ortaokulu 1. sınıf öğrencisi idi. 25 Şubat 1975 tarihinde, solcuların kanunsuz yürüyüşü sırasında, komünist Erzincan Kültür Derneği Başkanı Hüseyin Saraç tarafından yakasındaki bozkurt rozeti zorla çıkarılmak istenince, karşı koyması üzerine tabanca ile vurularak şehit edildi. Ülkücü şehitlerin on yedincisi 13 yaşındaydı. Ruhu şad olsun Âmin! TÜRK KÜLTÜRÜNDE BOZKURT Türk kültüründe Bozkurt'un manasını açıklayabilmek için kültürün tanımlanması gerekir. Özellikle kültürde sembolün öneminden bahsettikten sonra Bozkurt'un anlamını daha kolay kavrayabiliriz. Bir milletin kültürü ile mitolojisi birbirinden farklı kavramlar değildir, her ikisi de aynı hayat felsefesinden beslenmektedir. Kültür; bir milletin, dilini, sanatını, hukuk ve ahlak anlayışını, duygularını, inançlarını, hükümlerini aksettirir. Çünkü bir milletin folklorunu ve edebiyatını belirleyen, mensuplarının idrak âlemini oluşturan değerlerin özünde o milletin kültürü vardır. Kültürün özelliği, milleti meydana getiren fertlere kazandırmış olduğu idraktir. Bir kültürün sınırı, onun zihniyet ve imanı ile çevrelenmiştir. Kültürleri birbirinden ayıran, zihniyet ve iman 265 farklarıdır. Aynı farklara sahip olan cemiyetlerin birbiri ile çarpışmasına sebep olur. Kültür çevreleri benzer olan veya benzer kaynaklardan beslenen kültürler olur ama bunlar birbirine tamamen benzemez. Her kültür, diğerlerinden farklı görünmek durumundadır, farklılık şuuru olarak isimlendireceğimiz bu durum, toplumun bütün hayat şekillerini başka kültürlerden ayrı olmaya, değişik bir üslûp kurmaya yönlendirmektedir. Milli kimlik yahut kişilik dediğimiz bu farklı oluş, düşünce biçiminden, kılık kıyafet; tavır ve davranış biçiminden, eğitime ve eğlenceye kadar hayatın her saha ve safhasında görülür. Mesela, aynı dine mensup olan milletlerin dinî anlayış şekilleri birbirinden farklıdır. Çünkü idrak âlemini şekillendiren değer yargıları farklıdır. Bu farkı onaya çıkaran ise o milletin kültürüdür. Bu farklılıklar o milletin mimarî abidelerine, edebî eserlerine, musikî eserlerine, felsefî sistemlerine, v.s... yansır ve kültürün devamlılığını sağlar. Böylece gelecek nesillere yol gösterici olur, kaynaklık yapar. Her toplumun kültür değişimlerinin bir geçmişi vardır. Kaynağını ise o toplumun tarihi derinliklerinden alır. Bir kültür varsa, onun ait olduğu millet vardır. Millet özelliğine layık bir topluluk varsa, muhakkak bir kültürü vardır. Kültürler ve dil, din, tarih, edebiyat, sanat, örf ve adetler gibi unsurlar, ait oldukları cemiyetler kadar eski ve onlarla yaşıt sayılmalıdırlar. Bu kültür unsurları nesilden nesile intikal ederler. Bunun neticesi olarak da yeni nesiller bunları hazır bulurlar. Kültürü kalıcı kılan ve gelecek nesillere aktaran, kültürün değer yargılarıdır. Bu değer yargıları da kendini sembollerle yaşatır. İşte bu semboller kültürün en güçlü ve kalıcı kısmını oluşturur. Kültürün genel manâda anlamını açıkladıktan sonra üzerinde durmamız gereken önemli bir kavram da "Türk Kültürü" kavramıdır. Bizim atalarımız Orta Asya'da, Tanrı Dağları ile Altay Dağları arasındaki bölgede yaşıyorlardı. Burası Çin ile sınırdaş olan bir ülkeydi. Bu yüzden Türklerin eski tarihlerine ait bilgilerin pek çoğunu (maalesef) Çin tarih kaynaklarından öğreniyoruz. Çin tarihçileri M.Ö. 2000-1000 yılları arasında ilk Türk hükümdarlarından bahsediyorlar. 266 Böylece Türklerin bilinen tarihi 4000 yıllık bir tarihtir. Atalarımızın kültürü "Bozkır" kültürü olarak ifade edilmektedir. Bozkır kültürünü Türklerin siyasi ve sosyal yapısı oluşturmaktadır. Bu kültür, göç ve fetihler esnasında orada terk edilip gelinmiş değildir. Esasında, sosyolojik kaideler de göstermektedir ki kültür bir elbise gibi eskiyip atılmaz veya değiştirilemez. Bozkurt, asırlardır yaşayan bir ülkünün, Büyük Türkçülük Ülküsü'nün sembolüdür. Türk destanlarındaki, dolayısıyla Türk Milleti'nin inanışlarındaki rolü üç şekildedir: *Ata olarak Bozkurt *Rehber olarak Bozkurt *Kurtarıcı olarak Bozkurt Bozkurt'tan türemiş olmak inancı Türklere uzun zaman boyunca büyük bir gurur, emniyet ve geleceğe güvenle bakma duygusu vermiştir. Bazı Türk destanlarında ana, bazı Türk destanlarında baba olarak görülen Bozkurt çok defa Türk neslinin yok olacağı zaman ortaya çıkmakta ve Türklerin neslinin devam etmesini sağlamaktadır. Böylece Türklerin soyunu kutsallaştırmaktadır. Türklerin millet hayatında büyük tesiri olacak hareketlere girişecekleri zamanlarda Bozkurt onlara yol göstermekte, rehberlik yapmaktadır. Ergenekon Destanı'nda ve Kut Dağı efsanesinde Bozkurt milli bir kılavuz rolünü oynamaktadır. Türk'ün zor duruma düştüğü zaman Bozkurt'un ortaya çıkarak onu kurtarması, evladı üzerine eğilen bir ananın veya babanın şefkat duygusunu hatırlatacak derecede derin bir mana da taşımaktadır. Sanki Bozkurt manevi bir âlemden Türk Milleti'nin akıp giden hayatını devamlı takip etmekte ve onların başının sıkıştığı, çaresiz kaldıkları zaman ortaya çıkarak yol göstermektedir. Türk tarihinde pek çok kahraman, Bozkurt simgesi ile temsil edilmiştir. Aşına sözcüğünün hem Bozkurt anlamına gelmesi, hem de Hun ve Göktürk hükümdar sülalesinin adı olması rastlantı değildir. Bozkurt'un Türk destanlarındaki fonksiyonu tamamen semboliktir. Milletin büyüme, yayılma ve güçlenmesi için takip edilmesi gereken yolların işaretini destan maddî unsurlarla ifade etmektedir. Bozkurt'ta sembolize 267 edilen fikir Türk birliğini sağlayan, Türklerin büyüyüp gelişmesini temin eden bir fikirdir. Türkler bu fikre inanıp riayet ettikçe hâkimiyetlerini ve üstünlüklerini korumakta, bu fikirden ayrıldıkları zaman felakete uğramaktadırlar. Onları felaketlerden kurtaran da yine Bozkurt olmaktadır. İşte burada Bozkurt, bir ülkünün, yani sosyal bir hayat nizamının yansımasından başka bir şey değildir. Kısacası, Bozkurt asırlardır var olan bir ülkünün sembolüdür. Eski Türkçe'de Bozkurt'a, "Kök Böri" (veya "Börü") adı verilirdi. Buradaki "Böri" (ya da "Börü") sözcüğü "Kurt" anlamına gelirken, "Kök" de bugünkü "Gök" sözcüğünün eski söyleniş biçimidir. Fakat Kök (Gök) kelimesi mavi rengi tasvir etmek veya gökyüzünden bahsetmek için değil, "Ulu" anlamında kullanılır. Mesela "Kök Tengri", "Ulu Tanrı" anlamına gelir. Türk destanları arasında, milli motifler bakımından özellikle dikkat çekenler şunlardır: * Oğuz Destanı. * Bozkurt Destanı. * Ergenekon Destanı. * Göç Destanı. Bu dört destandaki ortak ve temel motif, Bozkurt'tur. Oğuz Destanı'nda, seferleri sırasında Oğuz Kağan'a Bozkurt yol gösterip kılavuzluk yapmış, Oğuz Kağan'ın orduları bu sayede zaferler kazanmıştır. Bozkurt Destanı'nda, ayakları ve kolları kesilip ölüme terk edilen bir oğlan çocuğunu dişi bir kurt iyileştirip beslemiş; düşman askerlerinin genci öldürmek istemesi üzerine de Altay Dağları'na kaçırıp kurtarmıştır. Daha sonra dişi kurt, bu çocuktan gebe kalarak 10 oğlan doğurmuştur. Bu oğlanların büyüyüp çoğalması ile Türk soyu eriyip gitmekten kurtulmuştur. Hükümdar olan Aşına, Bozkurt'un anısını unutmadığını göstermek için, çadırının önüne kurt başlı bir bayrak dikmiştir. Ergenekon Destanı'nda ise, Bozkurt, demir dağı eritip çıkan Türkler'e yol göstermiştir. Ergenekon'dan çıktıktan sonra, Türklerin ilk hükümdarı Börte-Çine (Boz-Kurt) adını almıştır. Göç Destanı'nda, ana yurtlarından ayrılmak 268 zorunda kalan Türkler'e, bir Bozkurt yol göstermiştir. Bu destanlarda, Bozkurt'un şu nitelikleri ortaya çıkmaktadır: * Soyun devamını sağlamak. * Türkler'e kılavuzluk etmek. * Türkler'i felaketlerden kurtarmak. Kurt, Türk efsanelerinde merkezi bir konumdadır. Gök Türk kağan sülalesi olan Aşına ailesinin atası bir dişi kurt idi. Gök Türk kağanları, atalarının anısına saygı olarak, otağlarının önüne altından kurt başlı bir tuğ dikerlerdi. Böylece kurt başlı sancak, Türkler'de kağanlık (hakanlık) alameti olmuştur. Ancak bu gelenek yalnızca Gök Türkler'e özgü olmayıp, kökeni Asya Hun Türkleri'ne ve Türkler'in eski atalarına değin gider. M.Ö.'ki Asya Hunları'nda ve hatta o çağlarda Batı Türkistan'da yaşayan U-sun (Wu-sun) Türkleri'nde, tıpkı bildiğimiz Bozkurt Destanı'nda olduğu gibi, kurttan türeme efsanesi ve dişi kurdun verdiği süt ile beslenme inancı yaşıyordu. Aynı efsane Tabgaç Türkleri'nde de vardı; Tabgaç ülkesinde "kurt dağları", "kurt ırmakları" bulunmaktaydı. Uygur Türkleri'nin kökenlerine ilişkin bir efsane de onları kurda bağlıyordu (Uygur Kağanlığı, Gök Türk Kağanlığı’nı takiben kurulan bir Türk devleti olup, Kök-Türk Kağanlığı’nın devamıdır). Kurt, eski Türk kültüründe "at" ile birlikte en önemli yeri tutan hayvandır. Türkler kendilerinin kurt soyundan indiklerine, seferlerde kendilerine kurdun yol gösterdiğine inanmışlardır. Türkler, güçlü ve saldırgan bir hayvan olan kurdu kendilerine simge olarak seçtikleri gibi, komşuları da onları kurttan türemiş saldırgan karakterli insanlar olarak tanımışlardır. Gök Türkler'e göre dişi kurt "ulu ana", Uygur Türkleri'ne göre de erkek kurt "ulu ata"dır. Oğuz Kağan Destanı'nda, Oğuz'a her sefere çıkışında gök bir kurt öncülük eder. Çingizname'de Alanguva, gökten inen bir kurttan gebe kalır ve doğan çocuğun soyundan da Cengiz Han gelir. Dede Korkut Öyküleri'nde kurt yüzünün mübarek olduğu belirtilir. Yine Dede Korkut Öyküleri'nden birinde Salur Kazan, kurtla haberleşir, kendisine yurdundan haber 269 vermesini ister. Etnoloji bilimine göre, kurt motifi Türkler için ''tipik''tir; yani, başka kavimlerde görülmeyen etnografik bir belirtidir. Eski Çin kaynaklarında bile Türk soyundan olan kavimler "Kurt'tan Türeyenler" olarak tanımlanırken, Türk soyundan olmayan kavimler "Kurt'tan Türeyenlerden Değildirler" biçiminde ayırt edilmiştir. Türk destanlarında kurt yol gösteren, sıkıntılı anlarda yardıma yetişen bir varlıktır. Uygur Türkleri'nin Kutlu Dağ Destanı'nda kurt, ülkeye bolluk ve mutluluk getirdiğine inanılan kutlu bir kayanın Çinliler'e verilmesinden sonra, üzerine uğursuzluk çöken ülkenin açlığa mahkûm olması üzerine kendilerine yeni bir yurt arayan Türkler'e kılavuzluk etmişti. Batıda (11. yüzyılın sonu) Kuman Türkleri'nde yardımına başvurulduğuna ilişkin kayıtlar bulunan kurdun kılavuzluk işlevi, 2. yüzyılın ortalarına değin gitmektedir. 160-170 yılları arasında topraklarından ayrılmak zorunda kalan Tabgaç Türkleri'nin ataları (yani Hun Türkleri) bir Bozkurt'un önderliğinde yolsuz dağlardan aşabilmişlerdi. En büyük ve en eski Türk destanı olan Oğuz Kağan Destanı'nda Oğuz Kağan, gün ışığının içinden çıkan bir Bozkurt'un öncülüğünde dünyayı fethetmiştir. Şimdiki Bulgaristan topraklarında bulunan Madara'daki kaya kabartmasında görkemli bir atlı biçiminde gösterilen Kurum Han'ın yanındaki kurt tasviri de, Türk bozkurt geleneğinin taşa işlenmiş örneklerinden biridir. Kurt motifi, çobancılık ve besicilikle (Eski Türkler'in ekonomisi hayvan besiciliğine dayanır) olan sıkı ilgisinden ötürü bozkırlı ve doğrudan doğruya Türk'tür. Bundan dolayı, bugün dahi dünya Türkleri arasında söylenen masal ve halk öykülerinde hem ata, hem de kurtarıcı-kılavuz nitelikleri ile Bozkurt, bütün Türkler tarafından kutlu sayılmış ve Türklüğün milli simgesi olmuştur. Bozkurt, destanlarda Türk'ün yaşam ve savaş gücünü temsil eder. Türkler kahramanlarını gök kurtlara benzetmiş, kağanlarının gövde yapılarına bile kurt çizgisini işlemişlerdir. Oğuz Kağan Destanı'nda Oğuz'un beli kurt beline benzetilir. Aynı destanda Oğuz Kağan, hükümdarlığını halka bildirdiğinde "Kök Böri bolsungıl uran" ("Gök Börü olsun savaş narası") demiştir. Yine Oğuz 270 Destanı'nda, Türk ordularına gök tüylü, gök yeleli bir erkek kurt yol gösterir. Kırgız Türkleri'nin büyük destanı Manas Destanı'nda kurt, bir düş yorumu olarak karşımıza çıkar. Destana göre Manas Han'ın karısı Kanıkey Hatun düşünde bir eğe görür ve eğeyi alıp saklar. Ertesi gün uyanınca ülkenin deneyimli yaşlı kişilerine düşünü anlatır. Yaşlı kişiler bu düşü duyunca sevinip Kanıkey Hatun'a şöyle derler: "Senin çocuğun, gök yeleli korkunç bir kurt gibi olacak..." Kırgız Türkleri, cins ve güzel atlara da ''Kök Böri'' (Gök Kurt, Boz Kurt) adını verirlerdi... TÜRKLÜĞÜNÜN KANITI BOZKURT 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’nın yapılmasının en büyük nedeni, Rum militanların Türkler'e karşı yaptıkları mezalim ve katliamlardır. Rumlar, savunmasız ve silahsız Kıbrıslı Türkler'e, kuduz itler gibi saldırıyorlardı. Gördükleri savunmasız Türkler'i (özellikle kadın ve çocukları) acımadan katlediyorlardı. Rumlar birçok Türk yerleşme merkezine baskın düzenlediler. Baskına uğrayan yerlerden Atlılar, Muratağa ve Sandallar köylerinde, bozkurdun Türk kültüründeki önemini gözler önüne seren bir olay cereyan etmiştir; Adı geçen Atlılar, Muratağa ve Sandallar köylerindeki Türk cesetleri tanınmaz durumdaydı. Cesetlerin Türkler'e ait olup olmadığı belirlenemiyordu. Birleşmiş Milletlerin yetkilileri, cesetler kısmen çürümüş ve bozulmuş olduğu için, sünnetli olmalarını Türk olmalarının kanıtı olarak kabul etmedi. Ama çocuk cesetlerinin kemer tokalarında bozkurt tasviri vardı. İşte bu bozkurtlu kemer tokalarını gören Birleşmiş Milletlerin yetkilileri hemen cesetlerin Türk cesedi olduğu raporunu verdiler. Dikkat edin! Bizim kanımızdan, kültürümüzden olmayan kişiler bile Türklüğün en büyük kanıtı olarak Bozkurt'u görüyorlar. Sünnetli olmak bile Türklük için yeterli bir belirti sayılmazken Bozkurt, Türk olmanın birinci kanıtı derecesine yükseliyor. Bozkurt, Türklüğün en başta gelen simgesidir. Bu yüzyıllar önce de böyle idi, bugün de böyle. Ancak, içimizde aydın geçinen birtakım 271 şahsiyetler ve devşirmelerin onu Türk kültür ve tarihinden silmeye çalışırken Avrupalı, Bozkurt'un Türk kültüründeki yerinin bilincinde olduğunu gösteriyor…! TÜRK'ÜN AĞLAMASI BİLE KURDA BENZER! Bozkurt, Türk kültüründe çok önemli bir yere sahiptir. Kurt ile ilgili efsane, inanış ve gelenekler, Türk kültüründe derin izler bırakmıştır. O derece ki, yabancı kaynaklar bile Kurt ile Türk arasında ilişki kurmuşlar, hatta Türkler'den bahsederken ''Kurttan Türeyenler'' deyimini kullanmışlardır. İşte yine buna benzer olarak, Türkler'in ağlaması bile Çin kaynaklarınca kurt sesine benzetilmiştir. Eski Çinli tarihçiler Töles Türkleri için şöyle der: ''Tölesler, kurttan türedikleri için, ağlamaları ve şarkıları da kurt sesine benzer.'' (Töles, Hun Devleti ile Göktürk Devleti arasındaki zamanda Türkler'in genel adıdır; bütün Türkler'e ''Türk'' adının verilmesi, Göktürkler ile başlar). Benzer biçimde, Kaşgarlı Mahmud'un Divan-ı Lugaat-it Türk adlı eserinde kayıtlı bulunan eski bir Türk şiirinde, büyük Türk kahramanı ve hükümdarı Alp Er Tonga’nın yoğ (cenaze) töreninde bulunanların, ''kurt gibi uluduğu, gözyaşları döktüğü, haykırarak yakalarını yırttığı'' anlatılmaktadır. Yukarıdaki örnekler, Bozkurt'un Türk kültüründeki yeri ve önemini gösteren kanıtlardandır… TÜRKİYE CUMHURİYETİ DÖNEMİNDE BOZKURT Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş yıllarında (1922-1938) Bozkurt'a büyük bir önem verilmekte idi. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş yıllarında hemen hemen her kuruluşta Bozkurt'u görmek mümkündü. Hatta daha cumhuriyet ilan edilmeden, Ankara Hükümeti'nin bastırdığı pulların üzerine Bozkurt resmi konulmakta idi. Türk tarihini bir bütün olarak düşünen ATATÜRK, milli simge olan Bozkurt'u kullandırmış, devletin temellerine Türk milliyetçiliğini yerleştirmiştir. Batılılar da bunlara bağlı olarak ATATÜRK'e ''Bozkurt'' adını vermişlerdir. Ancak, ATATÜRK'ün ölümünden sonra 1950'li yıllara değin Türkiye'ye marksist kadrolar egemen oldular. Bu 272 marksist kadroların ilk işi para ve pullardaki Bozkurt armasını kaldırmak oldu; daha sonra da devletin her kademesindeki Bozkurt simgelerini kaldırdılar. Ve bütün bunları ATATÜRK'e rağmen, ATATÜRKÇÜLÜK (!) adına yaparlarken, Bozkurt'u yeni Türk devletinin kademelerine yerleştiren Ulu Önder'in kemikleri mezarında sızlıyordu. Kansızlar, yaptıklarında bir dereceye kadar haklıydılar: NE DE OLSA İT KURDUN YANINDA RAHAT EDEMEZ! Fakat Bozkurt yine de unutulmadı, unutturulamadı. Başını Hüseyin Nihal ATSIZ’ın çektiği Türk milliyetçileri, unutturulmağa, Türklüğün belleğinden silinmeğe çalışılan Bozkurt'a sahip çıktılar ve kendilerine simge olarak seçtiler. 1950'lere dek Türkiye'yi yöneten marksist kesim, milli simgelerin kullanılmasına izin vermediği gibi, TürkçülükTurancılık davaları altında Türk milliyetçilerini zindanlarda çürütmeğe çalışmıştır. 1950-1960 arasında başa liberal partiler geçince de pek bir şey fark etmemiş, onlar da Bozkurt gibi milli simgelerden uzak durmuşlardır. Bu yetmediği gibi Türkiyat Enstitüsü'nü dahi kapatmışlardır. Ama bu millete kimse özgürlük ve bağımsızlığının simgesi olan BOZKURT'u unutturamamıştır. Ve asla da kimse unutturamayacak. Türk milliyetçiliği ve Türk milliyetçileri var olduktan sonra bu milletin sırtı yere gelmeyeceği gibi, başta Bozkurt olmak üzere bütün milli sembolleri de yaşamaya devam edecektir. TÜRK ORDUSU BOZKURT'A SAHİP ÇIKIYOR 1998 yılında, Yunan savaş uçaklarının Güney Kıbrıs'a gitmesi üzerine, bizim savaş uçaklarımız da misilleme olarak KKTC'nin Geçitkale Askeri Havaalanı'na indiler. Kıbrıs'a giden filomuzun adı ''ANADOLU KURTLARI'' idi. Uçaklarımızın kuyruk bölümünde birer kurt resmi vardı. Ayrıca bu filoya bağlı pilotlarımızın kollarında da Bozkurt amblemi bulunmaktaydı. Deniz Kuvvetleri'mizin, her yıl Ege Denizi'nde yapmakta olduğu tatbikatlara da ''DENİZ KURDU'' adının verildiğini hepimiz biliyoruz. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin kuruluşda büyük payı olan Türk Mukavemet Teşkilatı'nın da simgesi Bozkurt'tur. Velhasıl, bütün unutturulma çabalarına karşın Bozkurt, 273 Türk dünyasının birçok bölgesinde ve Türkiye'deki sivil kuruluşlarda kullanılmağa devam ediyor ve devam edecek de... BOZKURT İŞARETİNİN ANLAMI VE ALPARSLAN TÜRKEŞİN SÖZLERİ Millet partisi kurucusu rahmetli Osman Bölükbaşı ile Merhum Alparslan TÜRKEŞ Kırşehir’de karşılaşırlar ve aralarında şu konuşma geçer; BÖLÜKBAŞI: yahu TÜRKEŞ siz bir işaret yapıyorsunuz, kurda benziyor. Onu anladıkta benim bildiğim TÜRKEŞ ona bir mana yüklemiştir. TÜRKEŞ: Elbette ağabey(bölükbaşı başbuğdan yaşça büyüktür) BÖLÜKBAŞI-Peki nedir? TÜRKEŞ-(bir eliyle bozkurt işareti yapar diğer elinin başparmağıyla işaret ederek tarif eder) TÜRKEŞ sözlerine başlar: Bak ağabey şu serçe parmak TÜRKTÜR şu işaret parmağıda İSLAMDIR. Şu bozkurt işareti yaptığımız işaretin arada kalan boşluk ise cihandır. Son olarak kalan 3 parmağın birleştiği nokta ise mühürdür. Yani ağabey işaret ederek gösterirsek şu çıkar; TÜRK İSLAM MÜHÜRÜNÜ DÜNYAYA VURACAĞIZ…! BOZKURT’UN ÖZELLİKLERİ Türk ırkı tarih boyu kendine yakın hissettiği ve taşıdığı özelliklerden dolayı Bozkurt'u kendine sembol edinmiştir. 1. Bozkurtlar Türk’ler gibi ataerkil bir yapıdadır. (yani ataya bağlıdır) 2. Bozkurtlar Türk’ler gibi teşkilat halinde bir yaşam sürerler. 3. Bozkurt sürüsünün Türk ailesindeki gibi bir lideri vardır ve sürü o liderin emrinden çıkmaz. 274 4. Savaş şekilleri olarak benzerlik gösterirler. (bozkurt sürüsü sağdan ve soldan giden öncüler, akabinde de göbekten gelen ana kuvvetle saldırırlar, Türk’lerdeki hilal taktiği buradan gelir) 5. Bozkurtlar eşlerini kıskanırlar (çok sağlam bir özellik) 6. Karda yürüyen 40 bireylik bir sürüyü takip eden biri sadece 5-6 ayak izi görebilir. Çünkü sürü önde giden lider Bozkurt'un ayak izlerine basarak ilerler. 6-7 kurt bulacağınızı düşünürken koca bir sürüyle karşılaşabilirsiniz. 7. Bozkurtlar Türk’lerin olduğu gibi özgürlüklerine düşkünlerdir. Dünyada evcilleştirilememiş tek hayvan olma unvanı orta Asya bozkurtlarındadır... Hayvan yakalandığında tüm hayvanların aksine gırtlak kısmında bulunan öd denen keseyi parçalar ve intihar eder. 8. Tüm hayvanlarda bir yavrunun annesi yâda babası ölürse yavru da ölür. Fakat bozkurtlarda sürü hiyerarşisi buna müsaade etmez, yavrunun hem annesi hem de babası ölse dahi yavru hayatta kalır. Diğer sürü üyeleri yavruyu evlat edinir ve kendi yavruları gibi büyütürler. 9. Bir Bozkurt sürüsü sadece yiyeceği kadarını avlar ve yine harika bir özelliktir... Kuzulu koyuna saldırmazlar (yavrusu olan bir hayvana saldırmazlar) 10. Bozkurtlar asildirler. Bunun en sağlam kanıtını yazayım. Bozkurtlar, yaşadıkları coğrafyada karakurtlarla birlikte yaşarlar. Bozkurt sürüsünden ayrılan bir erkek Bozkurt karşılaştığı bir karakurt sürüsüne girer. Ve girdiği sürünün liderliğini alır. Fakat karakurt sürüsünden ayrılan bir kurt Bozkurt sürüsüne alınmaz. Bozkurt dişisi asla bir karakurtla çiftleşmez. Buna akaben, Bozkurt sürüsünden ayrılmış bir Bozkurt'ta tekrar o sürüye alınmaz. 275 EY TÜRKOĞLU UNUTMA! Alıp atanın öcünü Dindir bin yıllık acını Unutma sakın hıncını Bir gün gelir lâzım olur EY İMAN EDENLER! ÖLDÜRMEDE KISAS SİZE FARZ KILINDI. HÜRE HÜR, KÖLEYE KÖLE KADINA KADIN. AMA HER KİM, ÖLENİN KARDEŞİ TARAFINDAN BİR ŞEY KARŞILIĞI BAĞIŞLANIRSA, O ZAMAN ÖRFE UYMASI, ONA DİYETİ GÜZELLİKLE ÖDEMESİ GEREKİR. BU, RABBİNİZ TARAFINDAN BİR HAFİFLETME VE BİR RAHMETTİR. HER KİM BUNUN ARKASINDAN YİNE SALDIRIRSA, ARTIK ONA ACI VEREN BİR AZAB VARDIR. EY TEMİZ AKIL SAHİPLERİ! KISASTA SİZİN İÇİN BİR HAYAT VARDIR. ÜMİT EDİLİR Kİ, KORUNURSUNUZ. (BAKARA SÛRESİ, 178-179. AYETLERİ) TOLSTOY Türklerden şöyle bahseder: “Dağıstan’da açan bir çiçek vardır. Taa uzaklardan göze batar, çok güzeldir. Fakat sahip olamazsınız, çünkü sık dikenli çalılar arasında yetişir. Koparmak isterseniz dikenler elinizi kanatır. Sonra bu güzel çiçek sapına sıkı sıkıya bağlıdır. Onu incecik dalından koparmak için âdeta bir ağacı yerinden sökebilecek kadar güç sarf etmek lâzımdır. Bütün bunları becerebilseniz bile o çiçek size yine yâr olmayacaktır. Çünkü sapında kopar kopmaz solar ve bütün güzelliği biter...” 276 RUS KİMDİR ? MOSKOF NEDİR ? Tam iki buçuk yüzyıl... Evet, tam iki yüz elli yıl oldu, ırkımızın ve dinimizin bu en amansız düşmanıyla ölüm meydanlarında sık sık karşılaşıyoruz. Bugün hiçbir Türk ve Müslüman aile gösterilemez ki bir veya birkaç evlâdını Moskof savaşlarının birinde şehit vermemiş olsun! O kırışmacıların gözü yaşlı binlerce destanı İslâm diyarının ıssız köşelerinde, iki yüz elli yıldan beri iniltiler uyandırıyor... İki yüz elli yıldan beri kinleri tutuşturuyor. Yurdumuzda tütmeyen ocakların her biri diğerine bir Rus savaşında bestelenmiş sessiz bir çığlığı tekrar eder. Köylere, tarlalara niçin harap olduklarını sor: Cevap verirler ki imar eden çalışan kol bir Moskof cenginde kırıldı…! Bu ülkenin doğusunda, kuzeyinde bir avuç toprak bulunmaz ki Türk’ün, Moskof eliyle dökülmüş mübarek kanını içmiş olmasın!.. Bu ülkenin batısında, güneyinde bir ev görülmez ki yıkılmış duvarları Türk'ün, Rus silahıyla uzaklarda ölmüş bir oğluna erişmeye çalışan yanıp yakılmasını dinlemiş bulunmasın! Moskof’un barışı aldatıcı, susması kuduz, yaltaklanması hain. Yardımı ihanet doludur. Ey Türkoğlu!.. Sana damarlarındaki kanı hediye edenler, kanlarının son damlalarını Moskof savaşlarında döktüler. Sen bugün, yarın ne olursan ol, fakat unutma ki o şehitlerin ebedî bir yetimisin!.. Bu din, bu devlet, bu vatan gibi, bu gayız, bu kin, bu intikam da onların sana mübarek bir mirasıdır! Dünyada bir Rusya ve bir Rus kaldıkça bu hakkına ve bu vazifene hürmet et: Hakkın öldürmek, vazifen, gerekirse hemen ölmektir, Türkoğlu!.. Müslüman Türk’ün Tarihinden İki vasiyet; Yıl 1854. Kırım savaşının en çetin boğuşmalarından Gözleme Harbi sırasında hassa topçu redif bölüğü neferlerinden; Ispartalı Koca Halil’e bir Rus güllesi isabet etti, bağırsaklarını dışarı döktü. Koca Halil bir eliyle bağırsaklarını toplarken öteki eliyle hemşerisini çağırdı. 277 Koynundan bir tüfekle kurşunu çıkarıp verdi ve dedi ki; “Hemşehri babamı eski Moskof muharebesinde bu kurşun şehit etmiş. Yadigâr olarak arkadaşı ile bana göndermiş; Şu kanıma bulanmış gülle parçasını al, ikisini birden oğluma ver. Ben nasıl biri iki eylediysem, o da ikiyi üç eylesin. Bu benim vasiyetim...” Biraz sonra da gözlerini kapayıp, ebedî âleme yürüdü. Bir Şehidimizin mezar taşından alınan söz; “Moskof keferesinden intikamını alamayan merhum Alemdar Ali ağanın ruhuna Fatiha–1183 (1764) Akça Koca’ya bağlı Göktepe köyünde” EY TÜRKOĞLU UNUTMA! Geçmişte Moskof, Türk milletini cephe savaşları ve iç isyanlarla parçalayıp istila etmek fikrini, daha sonra da içte satın aldığı komünist uşaklar vasıtasıyla onların karşısına dikilecek Müslüman Türk çocukları, ülkücüleri, Terörist faaliyetlerle (19501980 yıllarında) katletmişlerdir. Bunu, şehidimiz Hüseyin Coşkun’un katilinin emniyette verdiği ifadeden de anlıyoruz. Ülkücü Müslüman Türk çocuklarının katlinde eski Moskof’la birlikte yeni Moskof (Amerika, İsrail, İngiltere vs.) düşmanlarımızı da unutmamalıyız. Türk milleti tarihte en çok Ruslarla harp etmiştir. İlk Türk-Rus çatışması 1672’den 1918 birinci cihan harbine kadar 241 yıl sürmüş bulunan bu mücadelenin 50 yılı muharebe ile geçmiştir. Her beş günden biri, bu müddet içinde on üç kere Türk-Rus muharebesi cereyan etmiştir. Donanmamız tarihte dört kere imhaya maruz kalmıştır. Bunun üçü Ruslar tarafından gerçekleştirilmiştir. 1- 1770’de Çeşme’de 2- 1827’de Navarin’de 3- 1853’de Sinop’ta 278 Türk devletine ilk defa “Hasta Adam” adını takarak bu tabiri siyasi edebiyata sokan da bir Moskof’tur. Çar I. Nikola: Türkiye’yi taksim için tarih boyunca birçok siyasi faaliyet icra etmiş ve pekçok da taksim projesi yapılmıştır. Bunların “Grek Projesi” adıyla bilinen ilk örneğini yapan da Rus çariçesi Katerina’dır. Bugün en fazla Türk esirine malik olan devlet Rusya’dır. İmparatorluğumuzun (Osmanlı Devleti’nin) yıkılıp parçalanması için en müthiş mücadeleyi yapan Rusya olmuş, en büyük kutsal vatan topraklarımız onun istilası altındadır. Tarihimizde bu gerçekler yazılı iken içteki vatan hainleri komünist uşaklar ve devşirmeler Türk milletine millî mücadelemizde para ve destek verdiğini anlata anlata bitiremezler, hainliklerinde de birbirleriyle yarış hâlindedirler. Bu olay şöyle ki: Lenin Buhara Reisi cumhuru Osman Kocaoğlu’na, Türkiye’ye yardım etmek istediğini, fakat para bulamadığını anlatarak millî duygularını tahrik etmiş ve Buhara Türk Cumhuriyetinin vatanperver evlâtlarının büyük bir hamiyetle topladığı 100.000.000 altın ve rublenin 95.000.000’ini gasp edip geri kalan beş milyonunu Ankara’ya yollamıştır. Hainler ezeli düşmanımızı yardımsever olarak tanıtıp Türk milletinin dinî ve millî kinini ve heyecanını söndürmektedir. Bundan daha büyük ihanet olamaz. 1911’de Türk-İtalyan harbi başlayınca metresi Lenin’e yazdığı mektupta “Mert ve misafirperver Türklerin harbi kazanmalarını arzu ettiğini bildirmiş” ve Lenin’in ona cevabı şöyle olmuştur; “İtalyanlar Trablusgarp’ta esareti kaldırmışlar. “Genç Türkler”in anayasası Trablusgarp’ta üç yıl hiçbir işe yaramamış. Sen istediğin kadar tasvip etme, İtalyan-Türk harbi biz Rusların işine çok yarayacaktır. Boğazlar bize çok lâzım. Siyasi, ticari ve Rusya’nın genişlemesi bakımından ve gemilerimizin dünya sularına hâkim olması için boğazlar bize çok şeyler kazandıracaktır. Hatta ben 279 boğazları ele geçirdikten sonra Konstantinopol’un büyük deresinde sûreta bir toprak memuru gibi görünüp karargâhımı orada kuracağım.” Lenin’e de Türk milletinin cevabı; “Moskof gözünü oyarım Yan bakarsan boğaza” İstanbul’da bulunan Rus elçisi Nelidov Rus çarına sunduğu bir raporda “Boğazların ele geçirilmesi bizim için tarihi bir zarurettir.” 1- Dâhili bir karışıklıktan istifade edilerek yapılacak bir baskın 2- Sıkışık bir zamanını bulup talep edilecek bir yardımı bahane ederek 3- Herhangi bir bahane ile çıkarılacak bir harpten istifade edilerek İşte Moskof elçisinin cennet vatanımızı istila etme planları ve tarihin seyri ve vatanımızın durumu buna ne denir? Büyük Türk milletinin en gaddar, en zalim ve alçak düşmanı olan Moskof’a düşmanlığın kinin dinmesin. Yeni doğan Türk çocukları diğer yeni Moskof (Amerika, İsrail, İngiltere vs.) diğerlerine olan düşmanlıklarının canlı devamlı tutulması dinî ve millî bir vecibedir. Bu bölümü Moskof’un Kırım’ı desise ve alçaklıklarla işgal ettikten sonra Sultan III. Selim Hanın yazdığı millî ağıt şiirinin son bölümü ile tamamlıyorum. Hele Osmanlı’yı cenge salayım Hepsinin bir ahdi bir yemini var! O kâfir düşmana satır çalayım Söz götürmez namusu var, dini var, Varup Moskof’tan öcümü alayım Kanla silinecek Moskof kini var Gözüm açık benim kalsın mı böyle? Ya bizimdir, ya kimsenin bu vatan Vücudunu delmiş Moskof canavar Göğsünde bir kızıl derin yara var Yüreğinden kopup yaradan sızar Damla damla akar kanı canıma 280 MOSKOF DENSE Moskof dense şaha kalkar hıncımız, Alınamaz vatan denen incimiz Sınırlarında nöbet bekler öncümüz; Gözler nişangâhta eller tetikte, Şehit diye kayıtlıyız kütükte. Moskof dense hasta kalkar döşekten, Biçilmede farkı olmaz başaktan. Ses geliyor Kuzeydeki uşaktan; Yeniden dolansın Kars’ın kalesi Gelsin de burada dolsun çilesi. Moskof dense dağlar hırstan sallanır, Toprağımız şehit şehit güllenir, Cümle kurt kuş vur vur diye dillenir; Soyumuzdan vur vur diye ses gelir Al yaralar göğsümüzde süs gelir. Bir Mehmet’e beş bin Moskof düşmez mi? Türk olur da sınırlara koşmaz mı? Bir Mehmet’e beş bin Moskof düşmez mi? Ne söylersek kopar gelir yürekten, Ay yıldızı indirtmeyiz direkten. Moskof dense kılıç kınından sıyrılır, Yerlerimiz siper siper ayrılır, Namlular hedeften yana doğrulur; Kulaklar emirde gözler ufukta, Bir mermi on Moskof bekler tüfekte 281 SON SÖZ Mehmet’ im sevinin başlar yüksekte Ölsek de sevinin eve dönsek de Yarın elbet bizim elbet bizimdir. Gün doğmuş, gün batmış ebed bizimdir. Düşmanlarımızın tarihin derinliklerinden gelen dinimize, devletimize, milletimize, vatanımıza olan kin ve düşmanlıkları ve bunun yanında içte çeşitli menfaatler ve vaatlerle aldatıp, satın aldığı komünist unsurlar karşısında Türk-İslam Ülküsüne sahip Müslüman Türk çocuklarının çok iyi bir plan ve strateji ile gece gündüz uyumadan azimli bir şekilde çalışması gerekiyor. Çünkü durum çok vahim. Dini, milli varlığımız büyük devlet görünümündeki sinsi, hain, kahpe düşmanların tehdit ve işgal aşamasına gelmiş durumdadır. Yani “Atı alan Üsküdar’ı geçmiştir.” İşte buna delil Amerikan, İngiliz, İsrail, Japon, Çin büyükelçileri Ankara’dan arabasına binerek elini kolunu sallayarak Hakkâri, Van’a kadar her dönemde gidebiliyor. Fakat devletimizin bir valisi, bakanı, başbakanı, genelkurmay başkanı, eskortuyla gidemiyor. Bu durum neyi gösterir. Belirttiğimiz bu yolculuğu 1975 yılında Milliyetçi-Cephe hükümeti zamanında Gümrük-Tekel bakanımız rahmetli Gün Sazak Bey özel koruması ile Hakkâri ve Van’a kadar karayolu ile gitmiştir. Bundan sonra bu güzergâhta 2009 yılına kadar giden başka bir devlet büyüğünü gösteremezsiniz. Bu bölgelerde gidilecek yerin en yakınına uçakla gidilir. Geri kalan yola bir tabur asker-polis koruması ile gidilmektedir. Biz uyuyor muyuz, uyutuluyor muyuz, aldatılıyor muyuz, gaflette miyiz? Yoksa ihanette miyiz? Hz. Mevlana şöyle diyor: “Vazifesini tam yerine getirmemiş olanın vicdan yarısına ne mazeretin duası, ne ilacın şifası deva getirmez” Bu durumu en iyi 282 devlet yetkililerinden sonra bilen bu uğurda canını, kanını veren Ülkü Ocaklarına mensup Asil Müslüman Türk çocukları olmuştur. Bilmeyenler sorarlar Ülkü Ocakları nedir? Nasıl böyle bir yükü üzerine alır? Bizlerde, Müslüman Türk Milleti’nde ocak, yuva, bucak, oba çok kutsal mekânlardır. İşte; Peygamber ocağımız, asker ocağımız, ilim ocağımız, vatan ocağımız, vatan bucağımız, baba ocağımız, ana kucağımız, Türk Ocağımız, Ülkü Ocağımız bunlar Asil Müslüman Türk Milleti’nin en kutsal bildiği, dini-milli duygu ve düşüncelerinin geliştirildiği, her türlü bilgilerin verildiği, kahramanlık ve vatan savunması ile ilgili bedeni hareketlerin geliştirilip kazandırıldığı mekânlardır. Ülkü Ocağımız bu saydığımız kutsal ocaklardan biridir. İlim ve kültürümüzün dini, milli ruhunu genç Türk çocuklarına kazandıran; diğer saydığımız ocaklarda yeterince bu ruhu alamayanlara bu ruhu kazandıran, bu ruha sahip olanları yüksek kahramanlık ve dini duygularla bileğleyip; Allah, vatan, millet, devlet sevgisi ile yetiştirip geliştiren, kutsal değerlerimiz uğruna, istenildiği zaman ser’ini, canını, kanını veren yiğitler, alperenler, kahramanlar, dalkılıçlar, serdengeçtiler, bozkurtlar, aslanlar, şahinler yetiştiren iman kalemiz, kartal yuvamızdır. Temelinde, hamurunda iman, milli ruh; hüzünlü, acılı gözyaşları ve aziz şehitlerimizin mübarek kanları, canları; geride kalan gazilerimizin, gönüldaşlarımızın emekleri, ulaşmak istedikleri ulvi gayeleri, hedefleri vardır. Amacımız, geçmişte olduğu gibi bundan sonra da hiç korkmadan, yılmadan aynı hedefe aynı hız ve coşku ile koşmaktır. Yılmak yok, korku yok. Korkma! Korkma düşmanından Cehennem olsa gelen göğsümüze söndürürüz, Ateş olsa yandırmaz seni Bu yol hak yoludur dönme bilmez yürürüz Müstakim ol Hz. Allah Düşer mi tek taşı sandın Harem-i namusu? Utandırmaz seni. Meğer ki harbe giden son ülkücü şehit olsun Değil mi ortada bir yürek çarpıyor yılmaz Cihan yıkılsa emin ol bu cephe sarsılmaz. 283 Allah; vatan, millet, devlet için bu mücadelemizde önümüze çıkan gerek devlet kademelerine sızmış yıkıcı, bölücü, ateist devşirmeler, türedilerin zulüm, işkence zindanlarındaki suikastları; gerekse dışarıdaki komünist hainlerin kurşunlarıyla verdiğimiz binlerce şehitlerimize rağmen Cenab-ı Hakk’ın lütfü ve korumasıyla hak bildiğimiz yolda ayaktayız, varız. Allah’ın izniyle var olmaya devam edeceğiz… Sayılmaz parmak ile Tükenmez kırmak ile Taşramızdan sormak ile Kimse bilmez halimizi Verdiğimiz binlerce aziz şehidimizin canlarıyla, kanlarıyla; geride kalan ana, baba, kardeş, çocuk, eş, sevgili ve gönüldaşlarının elem, hüzün, gözyaşlarıyla bizlere emanet edilen vatan topraklarına HİLAL’İMİZİ yine geldiği yerlere, Allah’ın yardımı ve ihsanıyla tekrar götüreceğiz. Bu, her asil Müslüman Türk çocuğu ülkücüye kutsal bir vazifedir. Şartlar ne olursa olsun, bu davadaki son kişi şehit oluncaya kadar bu vazife devam edecektir. Çünkü Allah’ın vaadi haktır. İnanlara, doğru yolda olanlara, vaad ettiğini lütfedip ihsan edecektir. Buna imanımız tamdır. Akıl almaz işkence, suikast ve katliamlara rağmen işte ayaktayız. Dirildik pınar olduk İrkildik ırmak olduk Aktık denize dolduk Taştık Elhamdülillah… Taştık Elhamdülillah… 284 Kutsal davamızda birbirinden uzun yıllar ayrı kalmış, anne-evlat hasretiyle yanan bu iki gönül gibi Asil Müslüman Türk çocuğu ülkücülere meydan sizin, devlet (iktidar) sizin dendiği zaman; hasretimiz, acımız, hüznümüz, kaygımız dinecek; bu uğurda verdiğimiz aziz şühedamızın ve ebedi âleme yürüyen gazilerimiz ve yiğitlerimizin ruhları göklere yükselerek şâd olacak. İşte, o gün asil büyük kahraman Türk milleti kurtulacaktır. Ey kudret, kuvvet ve mülkün sahibi yüce Rabbimiz olan Allah, senden bunu istiyoruz. Lütfeyle, kerem eyle, ihsan eyle! Bilmeyenler ne bilsin bizi Bilenlere selam olsun… Der! Aziz Şehitlerimize de! Bir bir açılırken göğe son defa yarıştık Allah’a giden yolda meleklere karıştık Bir bahçedeyiz şimdi şehitlerle beraber Bizler gibi göçmüş yiğitlerle beraber… 285 KAYNAKÇA 12345- Şehit Aileleri’nin ve Arkadaşları’nın söz ve beyanları Kayseri Milliyetçi Hareket Partisi Mensupları’nın beyanları ve arşivi Kayseri Ülkü Ocakları Mensupları’nın beyanları ve arşivi Milliyetçi Hareket Partisi ve Ülkü Ocakları’nın Basın Bildirileri Milliyetçi Hareket Partisi ve Ülkü Ocakları’nın Genel Merkez ve İl, İlçe, Belde Teşkilatlarının web siteleri 6- Yerel basında çıkan haberler 7- Bilinmeyen Tarihimiz - Cemal KUTAY 8- Sisli Tarihimiz - Cemal KUTAY 9- Örtülü Tarihimiz - Cemal KUTAY 10- Bilinmeyen Yakın Tarihimiz - Cemal KUTAY 11- Hürriyet ve İstiklal Mücadele Tarihimiz - Cemal KUTAY 12- Osmanlı Kronolojisi – İsmail Hamdi DANIŞMET 13- Türk Tarihinden Yapraklar – Yılmaz ÖZTUNA 14- Yolların Sonu – Hüseyin Nihal ATSIZ 15- Âşık Paşa Tarihi –Hüseyin Nihal ATSIZ 16- Safahat – Mehmet Akif ERSOY 17- Türk Musikisi Antolojisi – S. Nushet ERGÜN 18- Yunus Emre Divanı – Ahmet KABAKLI 19- Kahramanlık Şiirlerimizden Bir Demet – Dursun YAŞA 20- Ülkücü Şehitler Antolojisi – Lütfi YILDIZ 21- Ülkücü Şehitler-Recep KÜÇÜKİZSİZ 22- Ülkücü Şehitler’e Şiirler- Sakin ÖNER 23- Kitaptaki şiirler milli ve manevi değerlere bağlı şairlerimizin eserlerinden alınmıştır 24- Faydalandığım web siteler; www.tsk.tr www.turkcu.com www.ulkum.com www.basbug.net www.ulkucusehitler.com www.velicanoduncu.com www.bozkurt.net www.unibozkurt.com www.ulku-ocaklari.com www.yusufiye.net www.ulkucuderlerbize.com www.nihalatsız.org www. atsızcılar.com www.dundartaser.com www.otagim.com www.doguturkistan.net www.yutes.net www.tr.wikipedia.org 286 GÜN AY YIL TÜRKİYE GENELİNDEKİ ŞEHİTLERİMİZİN LİSTESİ ADI SOYADI MEMLEKETİ AHMET METİN İZER İSTANBUL 1980 6 6 ALİ BÜLENT ORKAN ANKARA 1982 8 13 ALİ CAN KARAOSMANOĞLU ANKARA 1977 6 18 AHMET MUHTAR KARABIÇI GAZİANTEP 1978 9 6 ALİ CIBIR İSTANBUL 1979 5 16 AHMET OCAK ORDU 1980 7 27 ALİ COŞKUNER ANKARA 1980 1 9 AHMET ONAT BURSA 1980 1 7 ALİ ÇAKICI İSTANBUL 1980 5 11 AHMET ÖZKAN İSTANBU 1979 10 16 AHMET PAKSOY KAHRAMANMARAŞ 1979 2 23 ALİ ÇAKIROĞLU İSTANBUL 1978 2 9 AHMET PEKTAŞ MALATYA 1995 10 11 ALİ ÇELİK ORDU 1979 5 15 AHMET SAĞLAM ŞANLIURFA 1980 7 21 ALİ ÇETİN KAYSERİ 1979 8 6 AHMET SALMAN AĞRI 1980 4 8 AHMET SANDIKÇI İSTANBUL 1978 7 13 ALİ ÇETİN ORDU 1979 8 4 AHMET SARPKAYA HATAY 1979 0 0 AHMET SAYAN ANKARA 1980 5 22 ALİ ÇETİNER GAZİANTEP 1979 2 8 AHMET SERDAR TANRITANIR ADANA 1978 12 25 AHMET TAN İSTANBUL 1980 4 25 ALİ ÇİFTÇİ KAYSERİ 1978 4 20 ALİ DEMİR ANKARA 1977 6 17 ALİ DUMAN SALİHOĞLU ERZİNCAN 1980 5 16 AHMET TEKİN BİNGÖL 1979 8 12 AHMET TEKİN ANKARA 1977 6 20 AHMET TEVFİK PAMPAL ADANA 1978 10 22 ALİ DURMUŞ ŞANLIURFA 1979 3 5 AHMET TOPAL HATAY 1978 10 16 287 ALİ DÜZENLİ TARSUS 1978 12 25 AHMET TOSUN ANKARA 1980 7 26 ALİ EKBER GÜNEY ADANA 1980 8 23 AHMET TURAN AKGÜL İSTANBUL 1980 7 12 ALİ EKİNCİ ANKARA 1980 6 28 ALİ ERDEM URFA 1979 1 9 AHMET TURAN ÖZKAPTAN DENİZLİ 1979 12 7 ALİ EREN ANTALYA 1977 10 11 AHMET UĞURLAR KOCAELİ 1980 8 2 ALİ FİKRİ KESKİN İSTANBUL 1989 6 17 AHMET ULUKÖK GAZİANTEP 1977 3 6 ALİ FUAT MEYDAN İSTANBUL 1980 2 19 ALİ GÖÇÜŞ MERSİN 1979 9 3 AHMET YALÇIN AMASYA 1980 5 7 ALİ GÖREN GAZİANTEP 1977 3 14 1979 7 18 ALİ GÖRKEM AHMET YAŞAR ADANA 1980 1 10 ALİ GÜL HATAY 1978 7 25 AHMET YAŞAR ELBEK MERSİN 1979 4 17 ALİ GÜZEL ADIYAMAN 1980 1 23 AHMET YOLAÇ ADANA 1979 10 5 ALİ HAZAR ELAZIĞ 1978 9 13 ALİ HİKMET KAŞIKÇI İSTANBUL 1980 2 9 AHMET YUMRU MERSİN 1979 12 23 ALİ İHSAN ERDOĞDU İSTANBUL 1979 10 20 AHMET YÜCELKAYA İSTANBUL 1978 5 20 ALİ İHSAN SİCİM DENİZLİ 1980 5 14 ALİ İHSAN ŞIVGIN KAYSERİ 1980 4 3 AKIN ATALAY ELAZIĞ 1978 10 7 ALİ İNCEKARA GİRESUN 1979 8 10 ALİ KARAKAYA GAZİANTEP 1978 2 25 ALİ KELEŞ TRABZON 1977 1 30 ALİ KEMAL FİDAN ANKARA 1979 8 5 ALİ KESKİN ANKARA 1980 5 22 ALİ KİBAR ANKARA 1980 5 2 ALİ KOÇ KAYSERİ 1980 6 3 288 ALİ KÖLEOĞLU UŞAK 1980 4 28 ALİ KURTOĞLU ANKARA 1978 7 14 ALİ METİN TOKDEMİR GÜMÜŞHANE 1995 12 8 ALİ MUHİTTİN NARİÇ İSTANBUL 1980 8 4 ALİ NADİR HAYTA MERSİN 1980 3 14 ALİ OKAY ÇALIŞKAN İSTANBUL 1980 9 8 ALİ OCAK ORDU 1980 7 27 ALİ OSMAN DEMİREZEN İSTANBUL 1980 6 28 ALİ OSMAN DEVECİOĞLU İSTANBUL 1980 6 7 ALİ OSMAN ÖZTÜRK ADANA 1979 9 28 ALİ OSMAN ŞAHİN TOKAT 1979 1 24 ALİ ÖĞE ADANA 1979 6 16 ALİ ÖMER YÜCE ANKARA 1979 6 30 ALİ ÖMÜR ALTINDAĞ İSTANBUL 1980 6 24 ALİ ÖZAYDIN ANKARA 1980 2 19 ALİ PAPAĞAN ORDU 1979 2 2 ALİ RIFAT ERALP İSTANBUL 1979 7 1 ALİ RIZA ALTINOK İSTANBUL 1980 6 24 ALİ RIZA BİLİR TRABZON 1979 10 22 ALİ RIZA SARAL İSTANBUL 1979 12 1 ALİ RIZA MUTLUOĞLU ADANA 1980 5 24 ALİ SAİP ŞAHAN İSTANBUL 1980 4 9 ALİ SEFA TAŞÇILAR ADANA 1977 2 23 ALİ SEVİNÇ KONYA 1978 7 11 ALİ SOYAKAR ORDU 1979 8 28 ALİ SOYGİL GAZİANTEP 1979 3 26 ALİ SÜNNETÇİ İSTANBUL 1980 1 23 ALİ ŞAN DURHAN MALATYA 1978 12 20 ALİ ŞAHİN İSTANBUL 1980 4 0 ALİ ŞENOL İSTANBUL 1979 12 2 ALİ TAŞKIN İSTANBUL 1980 2 2 ALİ TATAR HATAY 1979 9 2 ALİ TEZDOĞAN İSTANBUL 1979 3 27 ALİ ULVİ AĞIÇ URFA 1980 4 4 ALİ USLU URFA 1977 12 27 ALİ UZUN İSTANBUL 1979 8 30 289 ALİ YAŞAR ANKARA 1980 8 20 ALİ YAŞAR GÜNAYDIN İSTANBUL 1979 11 7 ALİ YENİZÖZDOĞDU İSTANBUL 1980 4 19 ALİ YILMAZER ORDU 1980 6 10 ALİM ULUSOY İSTANBUL 1980 7 7 ALPARSLAN GÜMÜŞ ANKARA 1975 11 3 ALPER TUNGA UYGUN İSTANBUL 1979 4 13 ARAP TAŞKAYA ANKARA 1979 10 2 ARİF DEMİR İSTANBUL 1980 4 5 ARİF ŞANLI MANİSA 1979 8 14 ARİF ÜZÜM İSTANBUL 1979 2 12 ARİF YILMAZ KAYSERİ 1978 8 9 ASAF DURMUŞ İSTANBUL 1979 2 23 ASIM ÇAĞIRAN İSTANBUL 1979 7 25 ASLAN ÇELİK ORDU 1980 6 17 ASLAN KARAKAYA SAMSUN 1979 7 7 ASLAN SİVRİ İSTANBUL 1979 11 8 ATA PEHLİVANOĞLU MARDİN 1978 12 7 ATALAY ÇAKIR BALIKESİR 1979 7 30 ATALAY SARIKAN İSTANBUL 1980 2 11 ATAMAN SIKTAŞ İSTANBUL 1980 8 29 ATİLLA KURTULUŞ İSTANBUL 1978 11 10 ATİLLA TOKAY İSTANBUL 1980 7 21 ATİLLA YALÇINBAY KOCAELİ 1980 8 30 AVNİ DEĞİRMENCİ İSTANBUL 1979 4 30 AVNİ ŞAHİN İSTANBUL 1980 6 14 AYDIN BAŞBOZKURT KARS 1978 11 5 AYDIN BEKTAŞOĞLU ÜSKÜDAR 1980 7 4 AYDIN DEMİRKOL MALATYA 1980 3 21 AYDIN GÜLER İSTANBUL 1977 12 7 AYFER İNCELER TARSUS 1979 8 30 AYGÜN SOYLU MANİSA 1980 1 18 AYHAN AYDIN İSTANBUL 1980 5 29 AYHAN ÇELİKKANAT SAMSUN 1980 7 10 AYHAN ERDOĞAN YOZGAT 1979 11 4 AYHAN GÜNGÖR İSTANBUL 1979 5 16 290 AYHAN İNAL ORDU 1979 10 24 AYHAN ÜNLÜ KARS 1980 6 9 AYHAN YAZICI İSTANBUL 1980 1 11 AYŞE ÇETİNKAYA ADANA 1980 8 14 AYTEKİN GÜNER ANKARA 1980 4 22 AYTEKİN TAŞÇI İSTANBUL 1977 1 16 AZİZ KARABAĞ İSTANBUL 1993 10 0 AZİZ PAŞAHAN MALATYA 1978 9 27 AZİZ ŞAHİN MANİSA 1979 9 15 AZİZ YILMAZ MERSİN 1977 5 31 AZMİ DOĞAN KONYA 1979 7 4 AZMİ USTAOĞLU ANKARA 1979 6 7 BAHATTİN KAYA MALATYA 1980 7 18 BAHRİ AKSU İSTANBUL 1979 12 23 BAHRİ BİLGE İSTANBUL 1978 3 17 BAKİ AYHAN ANKARA 1979 4 19 BAKİ BALTACI ADANA 1980 7 23 BAKİ KILIÇ ORDU 1980 9 22 BAKİ YEŞİLOĞLU BURSA 1978 7 29 BAŞARAN KAMBUR İSTANBUL 1979 8 13 BAYRAM ALİ SÜT ADANA 1980 3 26 BAYRAM BAYRAKTAR İSTANBUL 1979 10 16 BAYRAM BULUT İSTANBUL 1979 10 4 BAYRAM ÇONOĞLU SAMSUN 1977 7 16 BAYRAM KINA ORDU 1980 8 12 BAYRAM MAHMUT NAM MERSİN 1980 2 26 BAYRAM NURİ ÖZYILDIRIM ADANA 1980 3 12 BAYRAM SÖYLEMEZ ORDU 1980 8 12 BAYRAM TOPSAKAL SAMSUN 1979 0 0 BAYSAL ŞEN İSTANBUL 1979 11 30 BEDRETTİN GÜMÜŞTEPE MALATYA 0 0 BEDRİ AKBAŞ KAHRAMANMARAŞ 1978 7 4 BEHMAN AYRIM KARS 1980 8 26 BEHZAT BİLEK İSTANBUL 1980 7 26 BEKİR AVCI ADANA 1980 8 1 BEKİR BAĞ ANKARA 1980 10 10 291 BEKİR BAYIK URFA 1980 3 12 BEKİR BİLGİÇ GAZİANTEP 1980 7 26 BEKİR ÇİFTER KAYSERİ 1979 10 18 BEKİR ÇON AMASYA 1977 12 3 BEKİR GİZLİGÖL ŞANLIURFA 0 0 BEKİR İNAN ORDU 1979 9 24 BEKİR KOÇ ANKARA 1980 5 8 BEKİR SOYUİPEK ANKARA 1980 1 24 BEKİR ŞEN İSTANBUL 1979 5 10 BEKİR ŞENDİLMEN İSTANBUL 1979 6 29 BEKİR ŞİMŞEK İZMİR 1980 8 23 BEKİR YÜCEL BURSA 1979 5 8 BERCİS SEDEN GAZİANTEP 1979 9 14 BESTAMİ BAKIR HATAY 1979 7 4 BEŞİR BAYRAKTAR MARDİN 1980 3 28 BEYHAN KUZU FATSA 1980 8 1 BİLAL AKBEL ESKİŞEHİR 1979 9 11 BİLAL ARLI SAMSUN 1979 5 15 BİLAL KARAKAYA HATAY 1979 5 11 BİLAL SARMAK FATSA 1980 6 1 BİLAL ŞAHİN ANKARA 1992 8 17 BİLGE ÖZSOY KONYA 0 0 BLADE AYBARS TEKİN İSTANBUL 1980 7 8 BURHAN ALKOÇ ANKARA 1979 4 27 BURHAN BALCI ADANA 1980 7 22 BURHAN BÜNYAT ANKARA 1980 7 18 BURHAN KAYA MUTLU İSTANBUL 1980 4 9 BÜLENT ALP İSTANBUL 1980 2 5 BÜLENT ERTÜZÜN İSTANBUL 1980 2 28 BÜNYAMİN AYGÜN İSTANBUL 1979 4 23 BÜNYAMİN VAROL KAHRAMANMARAŞ 1978 12 23 BÜNYAMİN YILMAZ SİVAS 1978 9 3 CABBAR GÜLER ADANA 1980 8 20 CAFER CEYLAN AMASYA 1979 6 1 CAFER ÇİTİL SAMSUN 1979 3 17 CAHİT AÇIKBAŞGİL ANKARA 1979 11 26 292 CAHİT DOĞRUYOL ANKARA 1979 12 23 CAN ARI İZMİR 1980 7 30 CANİP KUŞÇU BURSA 1979 4 16 CAVİT AYDIN ANKARA 1978 12 22 CAVİT SEVGÜ KARS 1979 11 10 CELAL AKSOY VAN 1980 8 3 CELAL ASLAN ÇORUM 1980 6 3 CELAL CİMİÇ İSTANBUL 1980 9 4 CELAL CİVAN KARS 1979 7 23 DAVUT ÇAKIR İSTANBUL 1980 8 28 CELAL DEMİR İSTANBUL 1979 10 10 CELAL DURMUŞ GİRESUN 1979 11 10 DAVUT ÇELİKSU ANKARA 1980 8 14 CELAL KARAKOÇAK ADANA 1980 8 26 CELAL ÖZKAN GAZİANTEP 1980 3 30 CELAL PAPAĞAN ORDU 1980 8 8 CELAL SOLAKOĞLU ADANA 1980 8 27 CELAL ÜSTE OSMANİYE 1979 5 13 DAVUT DURAK AMASYA 1979 1 29 CELALETTİN PALA İSTANBUL 1977 8 27 CELİL ŞAŞTIM KOCAELİ 1979 6 23 DAVUT KORKMAZ ADANA 1979 9 19 CEMAL ADALMIŞ İSTANBUL 1980 1 21 CEMAL AKBAY AĞRI 1978 6 30 DAVUT TURAN SAMSUN 1978 6 28 CEMAL AYDOĞAN AMASYA 1980 5 15 DAVUT YAĞMUR ARDAHAN 1978 3 4 CEMAL DEMİR FATSA 1980 8 15 DEMİR KAHVECİ MANİSA 1979 9 15 CEMAL DEMİR GAZİANTEP 1980 6 25 CEMAL DEMİRKAN AYBASTI 1980 6 22 CEMAL GÜRBAY İSTANBUL 1979 5 16 DENİZ BAYIK URFA 1979 3 26 CEMAL GÜLCİHAN ARTVİN 1980 9 1 DİLAVER ALTAN SAMSUN 1979 7 12 CEMAL ILGAZ MANİSA 1979 3 12 293 CEMAL ÖZSEMERCİ MANİSA 1979 11 10 DİNÇER KARTALLI İSTANBUL 1980 6 19 CEMALETTİN GÜMÜLCELİ MANİSA 1979 4 29 CEMALETTİN KARAASLAN İSTANBUL 1979 6 27 DOĞAN ARAS İSTANBUL 1980 7 7 CEMİL ALTIN ARTVİN 1980 9 9 CEMİL AYDIN MANİSA 1979 12 21 DOĞAN TAŞOLUK ANTALYA 1979 8 22 CEMİL CUCUK GAZİANTEP 1979 4 30 DURALİ TOP ADANA 1980 7 27 CEMİL ÇÖLLÜ MANİSA 1979 6 25 CEMİL DOĞAN ADIYAMAN 1973 2 15 DURAN KÖMEKÇİ ADANA 1980 9 4 CEMİL KARADUTLU KAHRAMANMARAŞ 1978 12 23 CEMİL KILIÇARSLAN AĞRI 1980 4 8 CEMİL YILMAZ KAYSERİ 1980 7 30 DURAN MÜLAYİM MERSİN 1980 9 3 CENAN BAYGIN FATSA 1980 6 27 DURMUŞ YIRTLAZ MERSİN 1980 8 27 CENGİZ ASLAN TOKAT 1980 5 16 DURSUN ASLAN SAMSUN 1980 4 20 DURSUN AYDIN İSTANBUL 1980 2 16 DURSUN GEDİK GİRESUN 1979 8 10 DURSUN KISACIK ORDU 1980 6 6 DURSUN MEHMET SARI FATSA 1980 8 1 DURSUN ÖNKUZU ANKARA 1970 11 23 DURSUN ÖZDEMİR ANKARA 1980 8 26 DURSUN SEZER İSTANBUL 1979 6 16 DURSUN TAŞAN ORDU 1980 8 26 DURSUN YILDIZ TOKAT 1980 1 17 DURSUN YÖNTEM GAZİANTEP 1980 6 3 DÜNDAR TAŞER ANKARA 1972 6 13 EBUMÜSLÜM KOCAAY ANKARA 1980 7 17 EFRAİM ŞEKER İSTANBUL 1979 6 15 EJDER ÇILGIN URFA 1980 4 22 EKREM AKBABA KARS 1978 12 14 294 EKREM ALYÜZ AFYON 1979 9 7 EKREM ÇAMAŞ TRABZON 1980 5 24 EKREM KOCAMAN ARTVİN 1979 11 21 EKREM MANAV DENİZLİ 1979 9 26 EKREM SÖĞÜT İSTANBUL 1975 9 30 EKREM TAR ANKARA 1977 5 17 EKREM YILMAZ İSTANBUL 1977 7 31 EMİN AKYÜZ İSTANBUL 1979 9 29 EMİN ÇALIŞIR İSTANBUL 1980 6 5 EMİN EMEKLİ ANKARA 1980 9 1 EMİN GÜLHAN İZMİR 1980 6 11 EMİN İZBUDAK MANİSA 1979 8 14 EMİN KILIÇARSLAN AĞRI 1980 4 7 0 0 1980 4 4 1979 8 4 EMİN KOŞMAZ EMİN TÜRKER GİRESUN ÖMER TUNÇ KANAT SUAT KÜRŞAT İZMİR 1976 3 22 EMRULLAH TÜRKDAĞLI KAHRAMANMARAŞ 1980 2 22 ENBİYA ERMİŞ KAHRAMANMARAŞ 1978 12 24 ENVER AKSIN İSTANBUL 1979 9 16 CENGİZ BAKTEMUR MALATYA 1982 4 2 ENVER BÖLÜKBAŞI FATSA 1979 8 13 CENGİZ KÖSDAĞ İSTANBUL 1979 12 4 ENVER ÇAKAR İSTANBUL 1980 5 13 CENGİZ KURT SAMSUN 1980 5 2 CENGİZ MASIR ANKARA 1980 2 14 1980 4 3 ENVER İRİM CENGİZ ŞEN İZMİR 1976 12 27 ENVER KOCAMAN ARTVİN 1979 11 21 CENGİZ ASLAN (ŞAHİN) MERSİN 1979 10 9 CENGİZ KARAHAN İSTANBUL 1980 1 4 ENVER YAVUZDEMİR ARTVİN 1979 12 8 CENGİZ KOCA İSTANBUL 1978 3 17 ERCAN ATEŞ ANKARA 1980 8 16 CENGİZ KURT FATSA 1979 6 18 CENGİZ ÜNAL ANKARA 1980 4 12 295 ERCÜMENT YAHNİCİ ANKARA 1979 12 27 CEVDET ACAR BURSA 1980 6 7 CEVDET ÇALIŞKAN İSTANBUL 1979 4 30 ERDAL ÇOR ANTALYA 1979 10 21 CEVDET KARAKAŞ ELAZIĞ 1981 6 2 ERDAL VAHAPOĞLU ADANA 1979 10 19 CEVDET KOROL ANKARA 1980 8 11 ERDEM ARABACI ANKARA 1977 9 10 CİHAN DUMAN İSTANBUL 1979 11 14 ERDEM YEDİBELA SAMSUN 1980 1 8 ERDOĞAN BIYIK BALIKESİR 1979 6 3 CİHAN KURT HATAY 1978 8 20 ERDOĞAN HANÇERLİOĞLU İSTABUL 1979 9 12 CİHANGİR ÖZBEK İSTANBUL 1980 2 22 CİHANGİR TATAR ADANA 1979 8 18 ERDOĞAN ULUSU GAZİANTEP 1980 4 11 COŞKUN (YAŞAR) BOSTANCI AMASYA 1979 10 27 ERDOĞAN YILMAZ İSTANBUL 1977 12 16 COŞKUN ERDAĞ KARS 1978 5 13 COŞKUN TÜRKMEN ANKARA 1979 11 8 ERGUN ŞAN ADANA 1978 11 30 CUMA ÇELİK ANTEP 1980 7 11 CUMA KAYNAK ANTEP 1980 8 28 CUMA KARABULUT HATAY 1979 10 22 CUMA PURSÖKEN MERSİN 1980 3 26 CUMA ŞAHİN ANTEP 1980 4 21 CUMALİ ÇAVUŞOĞLU URFA 1979 5 8 CUMALİ ÇELİK MERSİN 1980 8 24 CUMALİ KAYA MERSİN 1979 7 18 CUMALİ SÜRÜCÜ ADANA 1979 8 22 CUMALİ ŞİMŞEK KAYSERİ 1981 8 1 CÜNEYT TANDOĞAN İSTANBUL 1979 12 17 ÇETİN KARADERE ANKARA 1979 3 21 ÇETİN KOÇOĞLU İSTANBUL 1977 1 13 1980 3 13 1978 11 27 ÇETİN MUTLU FADİME YILMAZ ERZİNCAN 296 FAHİR DOĞAN ANKARA 1976 5 17 FAHRETTİN AKSOY MALATYA 1980 2 24 FAHRETTİN CELAL AKPOLAT GAZİANTEP 1979 9 21 FAHRETTİN NURANOĞLU MERSİN 1979 12 25 FAHRETTİN YAVUZ İSTANBUL 1979 8 3 FAHRETTİN YAZICI İSTANBUL 1979 9 19 FAHRETTİN YÜCESAN ANKARA 1980 4 24 FAHRİ GÜR ADANA 1980 8 30 FAHRİ ILGIN ANKARA 0 0 FAHRİ ÖZTÜRK SAMSUN 1979 5 14 FAHRİYE ALTINOK İSTANBUL 1980 6 24 FAİK ÇIRAK ARTVİN 1980 7 25 FARUK ARITICI ADANA 1980 5 27 FARUK ÇINAR KİLİS 1978 8 10 FARUK FERAH ESKİŞEHİR 1980 4 5 FARUK KARTAL İSTANBUL 1979 9 24 FARUK SEVİNÇ ANKARA 1976 10 18 FATİH KOYUNCU ANKARA 1976 4 12 FATİH ŞİMŞEK MERSİN 1980 5 27 FEHİM ERİŞTİ RİZE 1979 4 18 FEHMİ KASANOĞLU URFA 1978 9 25 FERAH DAĞ İSTANBUL 1980 9 11 FERHAT KAYA İSTANBUL 1995 8 27 FERHAT KOÇ İSTANBUL 1980 8 20 FERHAT ÖZKAN SARI MERSİN 1979 9 4 FERHAT ŞİMŞEK ANKARA 1980 5 27 FERİDUN BAŞ SAMSUN 1978 3 22 FETHİ MEYDA DENİZLİ 1978 8 12 FEVZİ BAYRAM SAMSUN 1980 4 28 FEVZİ DOĞAN OSMANİYE 1975 6 25 FEVZİ KÖSEAYDIN KAYSERİ 1979 8 17 FEVZİ NARCI ANKARA 1976 7 12 FİGEN ÇÖKTÜ ADANA 1980 8 27 FİKRET DERİN İSTANBUL 1978 6 24 FİKRET DENİZ URFA 1980 0 0 FİKRET EFE İSTANBUL 1978 5 1 297 FİKRET YAĞCI ANKARA 1980 4 8 FİKRİ ARIKAN ANKARA 1980 3 27 FİKRİ YAĞCI G.ANTEP 1980 7 25 FİRDEVS ÇINAR ANKARA 1980 8 24 FUAT ALTUN GÜMÜŞHANE 1980 5 22 FUAT ENET İZMİR 1979 12 26 FUAT ŞAHİN ANKARA 1978 7 11 FAHİR DOĞAN ANKARA 1976 5 17 FAHRETTİN CELAL AKPOLAT G.ANTEP 9 21 FAHRETTİN YÜCESAN ANKARA 1980 4 24 FAHRİ ERDEN UŞAK 1978 4 17 FİKRET AKTAŞ İSTANBUL 1980 2 28 GIYASETTİN ÇİÇEK İSTANBUL 1979 2 28 GÖKHAN TEKSON İSTANBUL 1979 12 30 GÜLAY BAŞAR ADANA 1980 7 3 GÜLBEY KARATAŞ ADANA 1980 2 26 GÜLTEKİN ERTAN AMASYA 1979 11 19 GÜN SAZAK ANKARA 1980 5 27 GÜNAY AKDAĞ İSTANBUL 1978 12 13 GÜNEY KIRATLI G.ANTEP 1979 9 25 HABEŞ ÖZCAN G.ANTEP 1977 2 23 HABİP DİNÇER TUNCELİ 1980 4 22 HACI ALİ AKTÜRK ANKARA 1980 6 12 HACI BEY ERCAN ANKARA 1978 3 8 HACI BIYIKLI K.MARAŞ 1978 12 23 H.CUMA SANİ TİRYAKİ G.ANTEP 1979 5 2 HACI İBRAHİM TOKGÖZ AMASYA 1979 3 1 HACI KAŞDİBİ ORDU 1979 9 8 HACI OSMAN DEMİR ADANA 1978 3 18 HACI ÖMER SALBAŞ ANKARA 1980 7 18 HACI SİTEM İNCE URFA 1979 4 26 HADİ ARIN BİNGÖL 1993 3 0 HADİ SOYSAL İSTANBUL 1979 10 18 HAFIZ TANIK İSTANBUL 1979 12 23 HAKAN ÇELEBİ İZMİR 1980 5 28 HAKAN IŞIK İSTANBUL 1993 11 22 298 HAKAN SAKA İZMİR 1978 9 22 HAKKI YÜKSEL ADANA 1979 4 7 HALİL ATEŞ MANİSA 1979 8 24 HALİL BAYBARS İSTANBUL 1978 10 5 HALİL BAYSAL URFA 1979 3 5 HALİL ÇALGICI URFA 1978 5 21 HALİL DİNÇ ELAZIĞ 1978 7 24 HALİL ERALP DENİZLİ 0 0 HALİL ERDOĞAN ADANA 1978 12 11 HALİL ESENDAĞ İZMİR 1982 6 5 HALİL GÜNER G.ANTEP 1979 4 20 HALİL GÜNDÜZ ANKARA 1978 12 20 HALİL İBRAHİM ATAŞ MANİSA 0 0 HALİL İBRAHİM GÜNER G.ANTEP 1979 4 20 HALİL HİLMİ SAKARYA İSTANBUL 1978 9 28 HALİL İBRAHİM KEMER ADANA 1980 8 14 HALİL İBRAHİM UZ İSTANBUL 1979 5 3 HALİL İBRAHİM YALINALP TOKAT 1980 4 24 HALİL KAÇAR ADANA 1980 9 1 HALİL KAYA BATMAN 1980 7 22 HALİL KESKİN DENİZLİ 1980 5 6 HALİL KUŞKONMAZ MERSİN 1980 9 3 HALİL ŞEFİ DENİZLİ 1979 11 6 HALİL SUCU İSTANBUL 1978 11 17 HALİL TİRELİ ALMANYA 1980 5 3 HALİL TURGUT İSTANBUL 1978 10 31 HALİL YAKA URFA 1980 0 0 HALİL YAVUZ İSTANBUL 1976 10 27 HALİL YILDIRIM İSTANBUL 1980 9 1 HALİL YILDIZ ŞENKOL İSTANBUL 1980 4 3 HALİM KARADENİZ İSTANBUL 1979 8 21 HALİM ÖZCAN NEVŞEHİR 1978 8 29 HALİS GAZİ FATSA 1980 2 1 HALİS MACARLIOĞLU AFYON 1975 0 0 HALİS ÖZTÜRK ESKİŞEHİR 1979 10 28 HALİS ÖZTÜRK İSTANBUL 1979 8 11 299 HALİT AVCI GAZİANTEP 1978 10 18 HALİT ÇOTUR SAKARYA 1980 5 3 HALİT ÖZKAN İSTANBUL 1979 6 22 HALİT TATLI ANKARA 1978 12 16 HALUK KAYAHAN İSTANBUL 1980 7 10 1979 4 8 HALUK YÜKSEL HAMDİ ALTINEZEN İSTANBUL 1979 7 17 HAMDİ CANİK İSTANBUL 1980 3 18 HAMDİ CELAYİR İSTANBUL 1978 11 1 HAMDİ GELEN AMASYA 1978 2 12 HAMDİ ÖZBEK DİYARBAKIR 1980 4 27 HAMİD FENDOĞLU MALATYA 1978 4 17 HAMİT ŞAHİN TRABZON 1978 3 20 HAMZA GÜNDOĞMUŞ ÇORUM 1977 12 10 HAMZA İHSAN AYDIN ORDU 0 0 HAMZA UZGÖREN ANKARA 1979 12 25 HAMZA YILDIZ KAHRAMANMARAŞ 1978 12 23 HANEFİ ASLAN URFA 1980 6 2 HANEFİ TUNÇ BURSA 1978 8 29 HANİFE FENOĞLU MALATYA 1978 4 17 HANİFİ BENDER ANKARA 1978 4 27 HARUN ÇİVİCİ İZMİR 1977 3 1 HARUN YANARTAŞ İSTANBUL 1980 4 3 HASAN AKDAĞ SİNOP 1978 1 24 HASAN ALEMLİOĞLU ANKARA 1981 0 0 HASAN ARAN İSTANBUL 1980 7 0 HASAN AYDIN BURSA 1980 6 30 HASAN AYDOĞAN ANKARA 1979 4 8 HASAN BAĞZIK ÇORUM 1980 6 4 HASAN BEDER İSTANBUL 1980 6 16 HASAN BENLİ ADANA 1980 3 29 HASAN BÜLBÜL MERSİN 1976 4 21 HASAN ÇETİN FATSA 1980 6 17 HASAN ÇEVİK ADANA 1979 5 20 HASAN ÇİMENOĞLU ELAZIĞ 1979 9 12 HASAN DİKKAŞ İSTANBUL 1980 3 20 300 HASAN ELALDI ADANA 1978 10 17 HASAN ERDEM ANKARA 1977 1 28 HASAN GÜLER İSTANBUL 1979 9 25 HASAN GÜVEN SAMSUN 1980 2 25 HASAN HÜSEYİN AKBAŞ ADANA 1980 3 15 HASAN HÜSEYİN ŞANLI ANKARA 1977 8 4 HASAN ILIKOBA ADANA 1979 2 7 HASAN IŞIK ADANA 1978 12 17 HASAN KADIOĞLU KONYA 1975 12 24 HASAN KARAÇUHA ANKARA 1979 4 17 HASAN KERİM GÖZLEME ANKARA 1980 8 17 HASAN KILIÇ GAZİANTEP 1978 9 9 HASAN KOÇ ADANA 1978 12 25 HASAN LEVENT PAMUKÇU İSTANBUL 1979 12 28 HASAN POLAT İSTANBUL 1978 9 29 HASAN SAĞLAM BURSA 1980 8 1 HASAN SARIKAYA ANKARA 1979 10 10 HASAN ŞAHİN ANKARA 1979 10 17 HASAN ŞAHİN ANKARA 1980 2 12 HASAN TEZEL BALIKESİR 1977 9 25 HASAN TUNCER İSTANBUL 1980 1 26 HASAN ÜNLÜ MANİSA 1980 3 15 HASAN YAR TRABZON 1980 7 3 HASAN YARDIMCI ELAZIĞ 1978 9 12 HASAN YILDIZ İSTANBUL 1980 11 18 HASAN YÜZÜAK KAHRAMANMARAŞ 1978 12 24 HAŞİM YILDIRIM UŞAK 1979 8 21 HATİCE ÖZBEK DİYARBAKIR 1980 4 27 HAYALİ HASAN YAVAŞ MERSİN 1980 8 29 HAYATİ DAĞARSLAN İSTANBUL 1978 1 27 HAYATİ GÜRER ADANA 1980 8 6 HAYDAR CERİTLİ MALATYA 1978 1 21 HAYDAR ABANOZ İSTANBUL 1980 6 9 HAYDAR ÇAĞLAR İSTANBUL 1979 8 3 HAYDAR KOÇ TUNCELİ 1979 3 31 HAYDAR ŞAHİN AKSARAY 1978 10 2 301 HAYRETTİN ATAÇ 0 0 4 9 0 0 1977 9 11 GAZİANTEP 1977 7 3 HAYRULLAH SEVGÜR KAHRAMANMARAŞ 1978 11 23 HIDI KÖSE SAMSUN 1979 9 14 HIZIR MEHMET EKMEKÇİ KAHRAMANMARAŞ 1979 11 1 HİDAYET SERT GAZİANTEP 1977 10 20 HİDAYET YILMAZ UŞAK 1979 9 24 HİKMET AKYOL BURSA 1978 10 27 HİKMET AY İSTANBUL 1977 11 21 HİKMET CEBECİ İSTANBUL 1980 1 29 HİKMET KILIÇ İSTANBUL 1975 11 22 HİKMET TEKİN BİNGÖL 1979 8 12 HİKMET ÜRKMEZ ANKARA 1980 8 25 HİKMET YILDIRIM ARTVİN 1978 10 23 HİLMİ SOYDAN KAHRAMANMARAŞ 1978 12 22 HULUSİ BELKIS İSTANBUL 1978 12 29 HULUSİ ŞAHİN İSTANBUL 1997 0 0 HUMRİYE TEKİN BİNGÖL 1979 8 12 HÜKÜMDAR İNCİ BURSA 1980 7 18 HÜRCEM GÜRSOY IRAK ANKARA 1987 6 29 HÜSAMETTİN AYDIN ANKARA 1980 3 26 HAYRETTİN GÖKALP İSTANBUL HAYRETTİN GÜLŞEN KAHRAMANMARAŞ HAYRETTİN ULUBAY SİVAS HAYRİ TAŞDEMİR HÜSAMETTİN ERDOĞAN 1980 1980 8 14 HÜSAMETTİN ERKOVAN İSTANBUL 1979 8 2 HÜSEYİN AKDAĞ ADANA 1979 6 27 HÜSEYİN AKBULUT ANKARA 1980 4 12 HÜSEYİN AVNİ SAKARYALI İSTANBUL 1979 2 5 HÜSEYİN ALTAY İSTANBUL 1977 9 19 0 0 HÜSEYİN AYBARS HÜSEYİN BAKIŞLI ANTALYA 1977 8 3 RAMAZAN KILIÇ İZMİR 1980 3 25 ALİ SAMİ AYTEKİN TOKAT 1978 3 25 HÜSEYİN BAYRAM ANTALYA 1979 8 6 HÜSEYİN BOZDOĞAN HATAY 1979 9 3 302 HÜSEYİN BULUT ELAZIĞ 1979 9 19 HÜSEYİN BÜYÜKKOZ İSTANBUL 1976 9 25 HÜSEYİN CAHİT AKÜZÜM ANKARA 1979 12 5 HÜSEYİN CANKATAN İSTANBUL 1978 5 12 HÜSEYİN COŞKUN KAYSERİ 1979 12 12 HÜSEYİN ÇARDAK ÇANAKKALE 1979 7 12 HÜSEYİN ÇELİK HATAY 1979 11 3 HÜSEYİN ÇOBAN ANKARA 1980 6 26 HÜSEYİN DALAK MUĞLA 1980 8 9 HÜSEYİN DEMİRBAŞ İSTANBUL 1980 6 23 HÜSEYİN EFE İSTANBUL 1979 12 9 HÜSEYİN ERDOĞAN İSTANBUL 1980 8 18 HÜSEYİN ESKİ SAMSUN 1980 4 24 HÜSEYİN FİDAN ANKARA 1980 2 20 HÜSEYİN FİLİK G.ANTEP 1980 8 8 HÜSEYİN GÖNEN ANKARA 1978 12 10 HÜSEYİN GÜMÜŞ K.MARAŞ 1980 5 28 HÜSEYİN GÜN SAMSUN 1980 2 25 HÜSEYİN GÜNGÖR ANKARA 1980 2 21 HÜSEYİN GÜRBÜZ K.MARAŞ 1980 5 28 HÜSEYİN GÜVEN SAMSUN 1980 3 13 HÜSEYİN GÜZEL ADIYAMAN 1980 1 23 HÜSEYİN DR. KABASAKAL OSMANİYE 1979 5 17 HÜSEYİN KURUMAHMUTOĞLU ANKARA 1987 7 15 HÜSEYİN KUZDAN K.MARAŞ 1979 9 9 HÜSEYİN NİHAT DEMİR İSTANBUL 1980 5 22 HÜSEYİN ÖZDE ADANA 1980 5 29 HÜSEYİN ÖZTÜRK SAMSUN 1979 7 8 HÜSEYİN SAK AYDIN 1978 11 9 HÜSEYİN SANİOĞLU ORDU 1979 6 29 MUSTAFA ÇANKAYA SAMSUN 0 0 NAFİZ ÖRGÜN D.BAKIR 1980 5 6 NAFİZ YILDIZ FATSA 1980 8 15 MUSTAFA ÇELİK ORDU 1979 4 20 MUSTAFA ÇELİK MALATYA 1976 8 30 NAİM YILDIRIM SAMSUN 1979 4 4 303 MUSTAFA ÇERÇİ ELAZIĞ 1980 8 25 NAZIM ARPACI İSTANBUL 1977 7 30 MUSTAFA ÇİFTÇİ G.ANTEP 1979 2 14 MUSTAFA ÇİL ORDU 1980 2 18 NAZIM KAN İSTANBUL 1980 6 5 MUSTAFA DEMİR İSTANBUL 1980 6 24 NAZIM MEHTERBAŞIOĞLU VAN 1980 8 8 MUSTAFA DURSUN SAMSUN 1979 3 14 MUSTAFA EKER HATAY 1979 8 30 NAZİF BARAN DENİZLİ 1979 5 17 MUSTAFA EKİNCİ ANKARA 1978 12 19 MUSTAFA ELİTOK SAMSUN 1980 3 28 MUSTAFA EROĞLU İSTANBUL 1980 7 31 MUSTAFA EROL İSTANBUL 1977 3 1 MUSTAFA ERTAŞ ERZURUM 1976 5 17 NAZMİ GÜMÜŞ ANKARA 1978 7 3 MUSTAFA FEVZİ ŞAHİN SAMSUN 1980 2 10 NEBİ SOYLU HATAY 1979 3 8 MUSTAFA FIRDOLAŞ ADANA 1979 5 20 MUSTAFA GENÇAL İSTANBUL 1980 4 8 NEJAT USLU ESKİŞEHİR 1979 12 22 MUSTAFA GÖKÇE G.ANTEP 1979 9 25 MUSTAFA GÖNÜL İZMİR 1978 3 9 NECATİ AKKILIÇ İSTANBUL 1980 4 3 MUSTAFA GÜL TUNCELİ 1979 12 25 NECATİ CONGER İSTANBUL 1979 11 13 MUSTAFA GÜNEŞ ANKARA 1979 6 22 MUSTAFA HACIÖMEROĞLU İSTANBUL 1980 0 0 MUSTAFA HAKKI BAYIK URFA 1978 12 3 NECATİ ÇAKICI İSTANBUL 1979 9 18 NECATİ ÇAKMAK ARTVİN 1979 11 19 NECATİ ÇANGAL ANKARA 1978 8 11 NECATİ ÇİMEN ANKARA 1980 7 25 NECATİ KANDEMİR ANKARA 1980 5 30 NECATİ KAYA TOKAT 1974 3 24 NECATİ ÖZDEMİR ADANA 1978 9 11 304 NECATİ PARMIŞ K.MARAŞ 1978 12 23 NECATİ ŞEN SAMSUN 1980 3 23 MUSTAFA HAŞATLI İSTANBUL 1978 10 3 NECATİ UYGUR ALMANYA 1980 12 4 MUSTAFA HAYAT IĞDIR 1979 11 30 NECDET DUMANAY ANKARA 1975 4 3 MUSTAFA İNANÇ URFA 1979 5 6 NECDET KOCABIYIK İSTANBUL 1980 3 7 MUSTAFA KABADAYI BURSA 1980 1 18 MUSTAFA KADİR CANDAN KONYA 1979 3 15 NECDET NEME İSTANBUL 1980 6 24 MUSTAFA KAHRAMAN GİRESUN 1969 6 5 NECDET ORMANCI ADANA 1979 10 1 MUSTAFA KAHRAMAN K.MARAŞ 1978 1 19 MUSTAFA KARACA ADANA 1979 9 19 MUSTAFA KARACA ESKİŞEHİR 1978 8 13 MUSTAFA KARACAN ADANA 1978 12 7 NECDET SALİH TRABZON 1976 6 30 MUSTAFA KAYA G.ANTEP 1980 3 30 NECDET TUNA ELAZIĞ 1978 12 13 MUSTAFA KAYA İSTANBUL 1998 2 7 NECİP ALTINOK ANKARA 1978 11 21 MUSTAFA KAZANCIOĞLU İSTANBUL 1980 6 18 NECİP KURAL İSTANBUL 1980 4 14 MUSTAFA KEMAL ŞAHİN OSMANİYE 1979 4 5 NECMETTİN ÜNAL İSTANBUL 1980 4 2 MUSTAFA KILIÇ İSTANBUL 1980 2 6 NECMETTİN YILDIZ ANKARA 1980 4 12 MUSTAFA KILIÇARSLAN AĞRI 1980 3 31 NECMETTİN YILDIZ IĞDIR 1980 2 15 MUSTAFA KOÇAK FATSA 1979 6 19 NECMİ BİLGİN AFYON 1980 1 21 MUSTAFA KORKMAZ ELAZIĞ 1978 9 15 MUSTAFA KOYUNCU AMASYA 1979 7 20 NECMİ TERCAN İSTANBUL 1979 2 9 MUSTAFA KÖŞELİ ANKARA 1980 3 21 305 NEDİM KARADEMİR İSTANBUL 1980 7 12 NEVRUZ KOÇ KARS 1978 1 29 MUSTAFA KUŞASLAN DİYARBAKIR 1977 0 0 NEVZAT ÇELİK ESKİŞEHİR 1980 8 4 MUSTAFA MAĞAT URFA 1978 11 29 MUSTAFA MARAŞLIOĞLU KAYSERİ 1977 4 26 NEVZAT ÇETİN G.ANTEP 1979 8 10 MUSTAFA NAİMOĞLU G.ANTEP 1979 2 13 NEVZAT KARADEMİR İZMİR 1979 12 27 MUSTAFA ÖNAL ANKARA 1980 8 7 NEVZAT KARAYÜN ORDU 1980 10 0 MUSTAFA ÖZ ADANA 1980 7 31 NEVZAT OCAK MARDİN 1980 7 28 NEVZAT ÜLKER TRABZON 1977 4 24 MUSTAFA ÖZARSLAN AMASYA 1979 9 30 NEVZAT YILMAZ ADANA 1980 8 25 MUSTAFA ÖZDEMİR ÇORUM 1980 7 3 NİHAL ÇİZMECİOĞLU URFA 1979 11 13 MUSTAFA ÖZDEMİROĞLU İZMİR 1979 12 7 NİHAT AKARCA UŞAK 1980 3 28 MUSTAFA PEHLİVANOĞLU ANKARA 1980 10 7 NİHAT AKSU ESKİŞEHİR 1980 5 30 1980 7 3 MUSTAFA SAKAR NİHAT ALBAYRAK İZMİR 1979 6 27 MUSTAFA SIR ADANA 1979 3 14 NİHAT BAYRAM URFA 1978 11 30 MUSTAFA SİVRİ ANKARA 1979 3 12 NİHAT HÜRLAN (GÜRCAN) İSTANBUL 1980 7 19 MUSTAFA SOYLU ADIYAMAN 1977 7 5 NİHAT KILIÇ MERSİN 1979 12 15 MUSTAFA ŞAHİN ANKARA 1980 4 15 NİHAT TOSUNER GÜMÜŞHANE 1972 7 12 MUSTAFA ŞAHİN İSTANBUL 1980 4 5 NİHAT UYGUN İSTANBUL 1997 1 30 MUSTAFA ŞAHİN HATAY 1979 8 13 MUSTAFA TAŞTANGİL TOKAT 1979 3 19 306 NİLGÜN ALTINOK İSTANBUL 1980 6 24 MUSTAFA TONYALI ARTVİN 1980 1 28 NİYAZİ ŞAHİN KOCAELİ 1980 8 7 NİYAZİ BALCI İSTANBUL 1980 4 24 MUSTAFA TUNA TRABZON 1980 1 6 MUSTAFA TÜRKÖNE ANKARA 1979 6 23 NİYAZİ TURLUOĞLU FATSA 1980 8 16 MUSTAFA USLU ESKİŞEHİR 1979 12 22 NİYAZİ ULUDAĞ ORDU 1980 6 14 MUSTAFA USLU ANKARA 1980 7 28 MUSTAFA VAROL FATSA 1980 9 8 NİZAMETTİN AKBAŞ BURSA 1985 6 19 MUSTAFA VURAL ANKARA 1980 8 0 NİZAMETTİN ERDOĞAN KIRŞEHİR 1980 8 14 MUSTAFA YAĞIZ MERSİN 1980 2 26 MUSTAFA YARDIMCI AĞRI 1977 11 16 NİZAMETTİN KORKMAZ ANKARA 1979 9 13 NİZAMETTİN ÖZCAN ORDU 1980 8 2 MUSTAFA YENİCİL ADANA 1979 9 20 NUMAN CİRİT İSTANBUL 1980 3 9 MUSTAFA YILDIRIM İSTANBUL 1979 12 25 MUSTAFA YILDIRIM ADANA 1980 2 5 MUSTAFA YILDIZ ANKARA 1978 10 14 MUSTAFA YILMAZOĞLU İZMİR 1979 12 21 MUSTAFA (ER) YİĞİT G.ANTEP 1979 5 15 NUMAN İNCE İSTANBUL 1978 12 26 MUSTAFA YİĞİT KONYA 1977 5 24 NURAYDIN BULUT ADANA 0 0 MUSTAFA YÜCE ADANA 1979 8 3 MUTLU ÜNLÜ İSTANBUL 1979 7 17 NURETTİN BAĞIŞ KARS 1979 8 6 MUZAFFER BAŞ İSTANBUL 1979 12 1 MUZAFFER CANDOĞAN İSTANBUL 1979 6 18 NURETTİN ÇETİN ANKARA 1979 5 16 MUZAFFER ERASLAN ADANA 0 0 NURETTİN EPUTKAN ANTALYA 6 27 307 1976 MUZAFFER ILGAR KARS 1980 6 4 MUZAFFER TAŞ İSTANBUL 1980 1 16 NURETTİN ESKİCİ FATSA 1980 9 30 MÜCAHİT GÜLEÇ İSTANBUL 1982 1 13 NURETTİN KILIÇ İSTANBUL 1980 2 5 NURETTİN KOÇ İSTANBUL 1980 6 27 MÜJDAT GEZER İSTANBUL 1979 6 12 NURETTİN TEMİZ İZMİR 1980 5 15 MÜLAZIM ALUÇ KARS 1980 6 24 MÜLAZIM ALUÇ KARS 1980 6 24 NURETTİN YILDIZ (YILMAZ) ESKİŞEHİR 1980 9 5 1977 5 17 MÜNİR ERENOĞLU NURİ ASLAN K.MARAŞ 1978 12 23 MÜNİR KAYA İSTANBUL 1980 4 9 NURİ BAHADIR UŞAK 1979 12 8 MÜRSEL BAĞ (BAL) ANKARA 1979 11 24 NURİ BASIBEK TOKAT 1980 7 17 MÜRSEL BALOĞLU ELAZIĞ 1979 12 3 MÜRSEL GÖDEKLİ ANKARA 1980 8 26 NURİ BİÇİM ORDU 1980 3 1 MÜRSEL KARATAŞ İSTANBUL 1979 9 19 MÜRSEL YILMAZ MERSİN 1979 7 22 NURİ DEMİRBAŞ KOCAELİ 1980 5 10 NURİ FIRAT G.ANTEP 1980 7 12 MÜRÜVVET KEKİLLİ ADANA 1980 9 12 NURİ TEKİN İSTANBUL 1980 5 30 MÜSLÜM BİNGÖL URFA 1980 4 22 NURİ YAŞAR G.ANTEP 1980 2 9 MÜSLÜM DEMİRÖZ ADANA 1980 5 31 NURULLAH CEREN K.MARAŞ 1978 8 8 MÜSLÜM KANLI URFA 1980 6 2 NURZAT KOYUNOĞLU MALATYA 1980 7 19 NUSRET AKBAL MALATYA 1980 5 17 MÜSLÜM SEVERCAN ADANA 1979 9 21 NUSRET KABADAYI URFA 1980 0 0 MÜSLÜM SONER ADANA 1979 4 29 308 NUSRET SEVEN İSTANBUL 1979 11 29 MÜSLÜM TEKE ADANA 1979 9 18 MÜSLÜME GÜLMEZ SİVAS 1978 9 3 SABRİ KIRAN İSTANBUL 1978 6 27 SABRİ KÖKSAL KAYSERİ 0 0 SABRİ SARISAÇ VAN 1995 9 6 SABRİ TABAK İSTANBUL 1979 9 24 SABRİ TAŞDEMİR ANKARA 1978 4 8 SABRİYE ATMACA İSTANBUL 1980 4 7 SACİT ÇEYİZ ANKARA 1980 4 11 SADETTİN DİRGEN MUĞLA 1980 6 21 SADETTİN KÖRÜKLÜOĞLU MUŞ 1980 0 0 SADETTİN YILDIK İSTANBUL 1978 9 21 SADIK ACAR G.ANTEP 1979 3 22 SADIK AHMET B.TRAKYA 1995 7 24 SADIK KAMİLOĞLU SAMSUN 1979 9 24 SADIK ÖZKAN ANKARA 1980 8 23 SADIK TOPER MALATYA 1980 8 5 SADIK YILMAZ ELAZIĞ 1979 11 20 SADULLAH YILDIRIM SİNOP 1980 5 13 SAFFET ÇELİK İZMİR 1980 5 14 SAHİP TAHMAZOĞLU FATSA 1980 8 6 SAİM AYAS ANKARA 1980 2 8 SAİT ACAR İZMİR 1977 1 30 SAİT BAYIK URFA 1977 7 10 SAİT DOĞAN G.ANTEP 1980 8 16 SAİT VEDAT ÖZBEK SAMSUN 1980 8 16 SALİH ACAR DENİZLİ 1977 5 25 SALİH AKYILDIZ İSTANBUL 1980 2 4 SALİH BOZKURT ORDU 1980 6 21 SALİH BOZKURT İSTANBUL 1980 3 12 SALİH KARATUZLA ORDU 1980 7 18 SALİH KOSOVALI KARABÜK 1980 5 22 SALİH (SELAHATTİN) TEKGÖZ HATAY 1979 9 2 SALİH ÖZDENOĞLU DİYARBAKIR 1980 6 6 RAFET DEMİR İSTANBUL 1978 5 9 309 RAFET DEMİR BURSA 1980 10 7 RAGIP KAFALI ADANA 1980 1 10 RAHMİ AKBULUT IĞDIR 1978 8 7 RAHMİ ATALAY DEDAVİ İZMİR 1979 4 18 RAHMİ AKTAŞ BOLU 1979 4 15 RAHMİ ŞAHİN ELAZIĞ 1978 2 6 RAMAZAN ABİŞ ADANA 1978 11 11 RAMAZAN AKARSU FATSA 1980 9 29 RAMAZAN ARI ANKARA 1980 4 22 RAMAZAN BAHAR MALATYA 1977 1 24 RAMAZAN BAYRAM MALATYA 1980 8 9 RAMAZAN DAĞLI MUĞLA 1980 1 28 RAMAZAN GÖÇERHAN URFA 1979 6 26 RAMAZAN GÜNDÜZ FATSA 1980 6 21 RAMAZAN GÜZEL ADANA 1978 9 25 RAMAZAN KARA MERSİN 1979 7 2 RAMAZAN KURT İSTANBUL 1977 8 2 RAMAZAN NAZ SİİRT 1995 9 11 RAMAZAN OĞUZ ANTALYA 1980 8 19 RAMAZAN ÖZKAYA ESKİŞEHİR 1980 7 24 1980 4 0 RAMAZA ŞAHİN RAMAZAN TURHAN ANKARA 1977 7 6 RAMAZAN YEŞİLYAYLA BURDUR 1975 4 4 RAMAZAN YÜKSEL MALATYA 1980 3 31 RAMİZ KARMUT MERSİN 1979 7 18 RASİM MERT SAMSUN 1979 8 18 RAŞİT GÜNDÜZ TRABZON 1979 1 15 RAUF YARDIMCI İSTANBUL 1980 5 16 RECAİ LİMON AMASYA 1980 4 8 RECAİ SAKA İSTANBUL 1980 4 29 RECEP ALTAY KIZILTAŞ İSTANBUL 1979 1 29 RECEP ÇAKIR İSTANBUL 1980 1 14 RECEP HAŞATLI İSTANBUL 1978 10 3 RECEP KÖSE AYDIN 1988 7 27 RECEP ŞEN İSTANBUL 1980 4 2 RECEP ŞENEL FATSA 1980 7 27 310 RECEP ŞİRVAN MANİSA 1976 11 24 REFİK ASLAN ANKARA 1980 9 2 REFİK AYNA KIBRIS 1978 9 10 REMZİ AKBAŞ ADANA 1980 8 28 REMZİ KÜTÜKCÜ ANKARA 1977 8 4 RESUL KAYA İSTANBUL 0 0 RESUL ŞAHİN SAMSUN 1980 2 7 REŞAT ATALAY İZMİR 1979 4 16 REŞAT KILIÇ AMASYA 1979 4 10 REŞAT TÜRKEŞ İSTANBUL 1973 2 22 REYHAN KUZU FATSA 1980 8 1 RIFAT AZİTİ IĞDIR 1979 7 13 RIFAT GENÇ ARTVİN 1978 5 18 RIFKI ERTUĞRUL KAYSERİ 1980 2 6 RIZA KARA MERSİN 1979 10 8 RIZA SOYDAŞ ESKİŞEHİR 1980 8 9 RUHİ (RAHMİ) ALTINTAŞ ANKARA 1979 12 6 RUHİ KILIÇKIRAN ANKARA 1968 1 4 SALİH PEHLİVAN MANİSA 1979 9 23 SALİH TUNCER İSTANBUL 1979 6 23 SALİH ULUĞ İSTANBUL 1978 3 17 SALİH YILDIRIM ADANA 1979 6 8 SALİH ZİNCİR KÜTAHYA 1980 5 19 SALİM AKSAKAL TRABZON 1980 3 28 SALİM DORUK SİVAS 1980 2 20 SALİM SAK ANKARA 1980 4 1 SAMET ASLAN AĞRI 1987 12 30 SAMİ AVCI ADANA 1978 9 28 SAMİ BARLIK G.ANTEP 1979 5 16 SAMİ CAMCI SİVAS 1979 12 31 SAMİ NAKİPOĞLU ADIYAMAN 1979 3 10 SAMİ ÖZER ANKARA 1980 8 9 SAMİ TEZERER ADANA 1980 5 16 SAMİ YAYILKAN ANKARA 1980 7 21 SATILMIŞ ALTIN İSTANBUL 1979 8 30 SATILMIŞ BADEMCİ ANKARA 1980 8 3 311 SATILMIŞ CAN İSTANBUL 1998 5 18 SAVAŞ AYKURT KARS 1978 6 1 SAVAŞKAN ARSAL İSTANBUL 1980 6 8 SAYGIN SÜMER TOKAT 1980 1 17 SEBAHATTİN BALLI BURSA 1980 7 31 SEBAHATTİN DUMLU ORDU 1980 2 17 SEBAHATTİN GÜLER ELAZIĞ 1976 9 4 SEDAT ERDENER (ERDEMİR) ADANA 1979 3 11 SEDAT GÜNGÖR ANKARA 1979 12 4 SEDAT HACIOĞLU TRABZON 1980 4 23 SEDAT KULAÇ ARTVİN 1980 5 12 SEDAT ŞEN İSTANBUL 1979 8 8 SEDAT YALNIZCA ANKARA 1978 5 15 ŞABAN AKBAŞ İSTANBUL 0 0 ŞABAN ALİ TERZİBAŞ İSTANBUL 1980 2 1 ŞABAN BOZKURT AYDIN 1977 4 17 ŞABAN ÇEVİK ÇANKIRI 1979 4 6 ŞABAN EĞİLİ SAMSUN 1979 6 13 ŞAHAP ESEN ESKİŞEHİR 1980 9 9 ŞADİ YILMAZ ELAZIĞ 1978 1 6 ŞAHAP ÖZELÇİ MALATYA 1980 6 23 ŞAHİN BİNGÖL ANKARA 1979 12 23 ŞAHİN BUYRUKBİLEN KONYA 1978 1 19 ŞAHİN DEMİRKAYA TOKAT 1979 3 15 ŞAHİN EKERBİÇER ADANA 1980 10 17 ŞAKİR BALTA UŞAK 1979 11 20 ŞAKİR ÇETİNTAŞ İSTANBUL 1980 6 20 ŞAKİR KARAKAŞ ANKARA 1978 6 7 ŞAKİR YİĞİT MALATYA 1994 3 0 ŞAMİL YİĞİTÖZÜ URFA 1978 12 23 ŞENER ASILTAŞ ORDU 1980 6 21 ŞENER KAMİL ÖZTÜRK YOZGAT 1979 10 30 ŞENOL CİRİT ADANA 1978 12 25 ŞENOL DEMİRCİOĞLU ADANA 1979 5 21 ŞENOL OKTAY İSTANBUL 1980 9 8 ŞERAFETTİN AKBAŞ AYDIN 1979 10 7 312 ŞERAFETTİN ÇANKAYA İSTANBUL 1980 2 14 ŞERAFETTİN KARCI ESKİŞEHİR 1979 10 24 ŞERAFETTİN KARGIN SAMSUN 1979 8 27 ŞERAFETTİN KAYLAN ANKARA 1980 5 23 ŞERAFETTİN YILMAZ BURSA 1979 12 28 0 0 ŞEREF KUTSAL ŞEREF ŞAHİN ANKARA 1977 12 30 ŞEREF TUNCER UŞAK 1979 6 6 ŞERİF ÇOBANOĞLU MERSİN 1980 4 18 ŞERİF ÇORBACIOĞLU İSTANBUL 1977 4 8 ŞERİF NEİDİM İSTANBUL 1978 4 19 ŞERİF ÖZÇUBUKÇU ANTEP 1978 12 24 ŞERİFE ÇİL KONYA 1977 6 5 ŞEVKİ DEMİR NİĞDE 1978 1 17 ŞEYDA ERTAN ANTALYA 1979 3 15 1 0 ŞUAYP DOĞAN ŞUAYP TOPUZ FATSA 1980 8 6 ŞÜKRÜ AKDOĞAN ORDU/GÖLKÖY 1980 8 6 ŞÜKRÜ AYDIN ADANA 1979 9 13 ŞÜKRÜ BÖLÜKBAŞI İSTANBUL 1980 4 7 ŞÜKRÜ CENGİZ İSTANBUL 1979 11 20 ŞÜKRÜ ÇETİNEL ADANA 1980 6 15 ŞÜKRÜ DEŞİK URFA 1979 11 7 ŞÜKRÜ FİDAN İSTANBUL 1979 8 24 ŞÜKRÜ GÜNDÜZ FATSA 1980 6 21 ŞÜKRÜ HOŞCAN ADANA 1979 10 31 ŞÜKRÜ ÖZDEMİR ANTEP 1979 2 15 ŞÜKRÜ ÖZTÜRK URFA 1980 1 23 ŞÜKRÜ TOK ANKARA 1980 8 10 ŞÜKRÜ YILDIRIM ESKİŞEHİR 1980 1 2 TACETTİN AMUCA MARDİN 1979 1 3 TACETTİN KÖSRETAŞ İSTANBUL 1979 10 11 TACETTİN YAVUZ İSTANBUL 1979 8 4 TAHİR DERE ANTALYA 1979 5 18 TAHİR FİDAN TEK ANKARA 1979 10 4 TAHİR KÖKÇÜ MALATYA 1978 4 18 313 TAHİR ÖZYAZGAN MALATYA 1978 10 10 TAHİR ŞAHİN İSTANBUL 1979 12 31 TAHSİN ESMER İSTANBUL 1979 7 19 TAHSİN KAHRAMAN İSTANBUL 1980 6 25 TAHSİN KESKİNER ANKARA 1980 4 24 TAHSİN ÖZ ANKARA 1979 8 28 TALAT DİŞ ELAZIĞ 1978 9 6 TALİP ÖZEN ADANA 1980 9 6 TALİP ÖZTÜRK ANKARA 1979 9 27 TAMER DEMİREL İSTANBUL 1980 6 5 TAMER ÖZDEMİR İSTANBUL 1979 10 24 TANER KALKANCI BURSA 1979 3 21 TAYFUN SEPETÇİ İSTANBUL 1980 8 24 TAYFUN YAMAN İSTANBUL 1979 5 2 TEKİN BİLİÇ İSTANBUL 1978 8 14 TEMEL ÇALGICI ORDU 1980 5 14 TEVFİK AKGÜL UŞAK 1979 0 0 TEVFİK ALKAN İSTANBUL 1979 12 17 TEVFİK SEÇİLMİŞ ADIYAMAN 1979 10 17 TEYMEZ YILDIRIMTÜRK KARS 1980 0 0 TİMUR DEMİR İSTANBUL 1976 5 1 TUĞRUL TURAN ERZİNCAN 1976 2 12 TUFAN TURAN ORDU 1980 5 15 TUNCAY ONATÇA İSTANBUL 1979 6 4 TUNCAY TERZİ HATAY 1980 2 1 TUNÇ DUYMAÇ İSTANBUL 1980 6 5 TURAN DOĞAN İSTANBUL 1980 7 17 TURAN GÜÇLÜ UŞAK 1979 7 23 TURAN İBRİM İZMİR 1980 4 29 TURAN SEZER KOCAELİ 1978 10 10 TURAN TANER ORDU 1980 7 4 TURAN TEKİN TONGAÇ ORDU 1979 11 15 TURGAY DUMANLI İSTANBUL 1979 4 30 TURGAY KESEN İSTANBUL 1979 9 26 TURGAY UYSAL ANTALYA 1979 7 25 TURGAY YETKİN URFA 1978 6 3 314 TURGUT ÇELME İSTANBUL 1980 7 8 TURGUT AYDIN İSTANBUL 1980 7 21 TURGUT DEMİRKAYA AĞRI 1988 11 19 TURGUT DENİZ İSTANBUL 1980 7 8 TURGUT TORUN ARTVİN 1979 7 2 TURHAN SELAHATTİN İZZET KAYSERİ 1979 5 29 UĞUR ERKENEZ İSTANBUL 1980 2 21 UĞUR GÖKDEMİR ARTVİN 0 0 UĞUR SELVİ KONYA 1978 1 19 ÜMİT BEYAZÇAVDAR TRABZON 1971 1 11 ÜMİT HASPOLAT İSTANBUL 1980 6 8 ÜMİT KAPUCU ANKARA 1980 7 3 ÜZEYİR DOĞAN İSTANBUL 1979 9 10 VAHİT ÖCEL ANKARA 1980 6 28 VAHAP POLAT DİYARBAKIR 1980 7 16 VAKIF OĞUZ KİLİS 1980 8 9 VAKKAS DALKILIÇ MERSİN 1979 12 19 VEDAT ASLANKARA TRABZON 1979 1 3 VEDAT GÖKDEMİR MALATYA 1978 4 14 VEDAT TUTAŞ İZMİR 1978 9 26 VELİ BÜLBÜL KONYA 1979 1 10 VELİ CAN ODUNCU G.ANTEP 1988 7 17 VELİ İNCE ADANA 1978 10 29 VELİ KILIÇ İSTANBUL 1980 0 0 VELİ YORGANCI İSTANBUL 1980 11 14 VEYSEL EKER ADANA 1979 9 24 0 0 VEYSEL ERASLAN VEYSEL KELEŞ TUNCELİ 1978 12 30 VEYSEL TUNÇÖZ ADANA 1980 7 22 VURAL ERİM ANKARA 1979 1 10 YAHYA AKTAŞ ORDU 1977 11 14 YAHYA BARAN 0 0 YAHYA GÖZÜTOK 0 0 YAHYA KAYACI 0 0 YAKUP CENGİZ YUMAKOĞLU 0 0 YAKUP İNAN 0 0 315 YALÇIN BORA 0 0 YALÇIN SATICI 0 0 YASİN KAPLAN 0 0 YASİN UÇAR 0 0 YAŞAR AKGÜL 0 0 YAŞAR AKSU 0 0 YAŞAR ARABACIOĞLU ESKİŞEHİR 1980 7 25 YAŞAR BEDER İSTANBUL 1980 6 16 YAŞAR BOSTANCI AMASYA 1979 10 26 YAŞAR CANIKLIGİL İSTANBUL 1978 11 18 YAŞAR ÇEKİÇ ADANA 1979 8 1 YAŞAR DEMİRTAŞ ANKARA 1980 7 27 YAŞAR DOĞAN ANKARA 1980 3 16 YAŞAR DURUKAN AYDIN 1979 12 23 YAŞAR IŞIK ORDU 0 0 YAŞAR KANMAZ ESKİŞEHİR 1979 12 3 YAŞAR KELEŞ HATAY 1980 9 5 YAŞAR KILIÇ ANKARA 1977 8 18 YAŞAR KILIÇ ESKİŞEHİR 1980 8 28 YAŞAR KÖKSAL AFYON 1980 6 3 YAŞAR MAGAP URFA 1978 11 29 YAŞAR ÖZCİVLEZ İSTANBUL 1975 10 6 YAŞAR ŞANLI ADANA 1980 8 23 YAŞAR ŞENGÜL İSTANBUL 1980 6 0 YAŞAR TOPÇU İSTANBUL 1977 11 13 YAŞAR TÜMAY İSTANBUL 1980 6 14 YAŞAR UYTUN TUNCELİ 1979 4 2 YAŞAR YAZICI AYDIN 1988 7 27 YAVUZ AYDIN MANİSA 1979 5 17 YAVUZ AYDIN ORDU 1980 6 21 YAVUZ ÇALIŞKAN HATAY 1977 1 24 YAVUZ DURSUN İZMİR 1980 3 0 YAVUZ ÖZKAYA ADANA 1979 1 12 YAVUZ PİLOT ELAZIĞ 1978 8 0 YAVUZ SONBAY ARTVİN 1980 1 16 YAVUZ TAMTÜRK İSTANBUL 1980 1 4 316 YAVUZ TURHAN ANKARA 1980 3 6 YEKTA ASLAN K.MARAŞ 1979 3 11 ABDULLAH BOZDAĞ TOKAT 1980 5 15 ABDULLAH CAN İSTANBUL 1978 12 21 ABDULLAH ÇAKICIOGLU İSTANBUL 1980 8 13 ABDULLAH DEMİRCİ KARAMAN 1980 6 21 ABDULLAH DOĞAN BİLECİK 1977 7 1 ABDULLAH İZCİ KAYSERİ 1979 2 10 ABDULLAH ERTÜRK FATSA 1980 6 13 ABDULLAH GÜLBAHAR ANKARA 1978 1 3 ABDULLAH KANDEMİR KAHRAMANMARAŞ 1978 12 23 ABDULLAH KARATAŞ FATSA 1980 6 14 ABDULLAH KORKMAZ KAYSERİ 1978 12 8 ABDULLAH KÖSE MALATYA 1978 10 26 ABDULLAH KÜÇÜK ELAZIĞ 1978 11 3 ADNAN YILMAZ SAMSUN 1980 8 5 ADNAN YÜZGÜL MUŞ 1978 3 20 AGAH GÖKÇE İSTANBUL 1980 5 23 AHMET ACARCA ADANA 1975 6 17 1980 2 5 AHMET ADİL OKUR AHMET AHRAZ HATAY 1979 11 9 AHMET AKKAŞ KAYSERİ 1979 9 23 0 0 ABBAS BAHRİ ABDÜLKADİR BAYRAM İSTANBUL 1980 5 19 ABDÜLKADİ BİLİR ANKARA 1979 8 2 ABDÜLKADİR KARAKİMSELİ ANKARA 1979 10 20 ABDÜLBAKİ ÖZSIMITÇI GAZİANTEP 1979 10 26 ABDÜLKADİR KILIÇ FATSA 1980 9 5 ABDÜLKADİR TOMA KİLİS 1979 11 16 ABDÜLAZİZ AKBAY İZMİR 1978 2 8 ABDÜLKADİR YILDIRIM FATSA 1979 5 6 ABDURRAHMAN OĞUZ URFA 1979 5 24 ABDÜLKADİR YILMAZ ADANA 1980 9 8 ABDURRAHMAN KILIÇ ADANA 1980 3 15 ABDURRAHİM GÜNEŞ İSTANBUL 1978 12 3 ABDURRAHMAN DİKMEN TUNCELİ 1980 6 14 317 ABUZER MUTLU MALATYA 1980 9 6 ABDURRAHMAN ATAKAN HATAY 1980 7 5 ADEM ARMUT KAHRAMANMARAŞ 1978 12 23 ADEM CİRİT İSTANBUL 1980 3 8 ABDURRAHMAN ALAGÖZ GAZİANTEP 1978 5 7 ADEM HARPUT ADANA 1980 5 30 ABDULLAH YURTKOL IĞDIR 1980 6 9 ADEM PEKMEZCİ ANKARA 1979 9 3 ABDULLAH TURGUT ANKARA 1978 3 9 ADEM TAŞTAN SAMSUN 1980 2 25 ABDULLAH SUCU ÇORUM 1980 7 2 ABDULLAH POLAT KAHRAMANMARAŞ 1978 12 23 ADEM TOMAY SAKARYA 1980 2 8 ABDULLAH ÖZÇELIK FATSA 1980 4 14 ABDULLAH KÜÇÜKÇELİK ANTALYA 1977 6 12 0 0 ABDİ GÖK ABBAS KALİ 0 0 ADEM TÜRÜDÜ ORDU 1980 7 22 ADİL AYDIN MANİSA 1979 2 27 ADİL DEMİRÖZ ADANA 1978 2 25 ADİL KARAGÜLLE ARTVİN 1977 7 31 ADİL KOÇAK KÜTAHYA 1977 2 27 ADİL KULAÇ ADANA 1980 9 3 ADİL ŞAKAR ÇORUM 1980 7 2 ADNAN BAYDİLLİ ELAZIĞ 1979 4 26 ADNAN ÇETİN ANKARA 1978 10 4 ADNAN ÇİFTÇİOĞLU MALATYA 1980 2 5 ADNAN HAYTA ADANA 1979 8 28 ADNAN IŞIK İSTANBUL 1980 6 22 AHMET ERTUĞRUL ÇERİ İSTANBUL 1978 8 6 ADNAN KOÇ İZMİR 1979 12 30 AHMET FAZIL KURTOĞLU İSTANBUL 1979 12 13 AHMET GÖKOĞLU ADANA 1980 7 27 ADNAN TAŞDELEN İSTANBUL 1978 11 16 AHMET GÖNENÇ GAZİANTEP 1978 9 3 ADNAN TÜMYOL ADANA 1980 8 6 318 AHMET GÜLEÇ ADANA 1979 9 19 ADNAN ÜNVER MALATYA 1995 10 11 ADNAN ÜNVER KONYA 1980 8 26 AHMET GÜLER AMASYA 1979 5 13 AHMET GÜZELSOY ANKARA 1980 4 21 AHMET İLKER HATAY 1980 4 25 AHMET KARAMAN İSTANBUL 1979 6 23 AHMET KARAYILAN ORDU 1976 6 10 AHMET KEÇECİ KONYA 1980 8 20 AHMET KENAR İSTANBUL 1995 0 0 AHMET KERSE GAZİANTEP 1983 1 31 AHMET KILIÇ ANKARA 1978 8 9 1980 7 7 AHMET KILIÇARSLAN AHMET KÖYLÜOĞLU ANKARA 1980 8 16 AHMET KUZU ADANA 1980 5 24 ALİ BELGEN URFA 1979 12 21 ALİ BEREKET HATAY 1979 6 14 AHMET MELEK İZMİR 1979 12 15 HÜSEYİN SOBACI İSTANBUL 1979 8 13 URFA 0 0 HÜSEYİN SÜZEN HÜSEYİN TARHAN ADANA 1980 11 21 HÜSEYİN UÇAR ANKARA 1977 12 15 HÜSEYİN ULUCAN İSTANBUL 1980 1 18 HÜSEYİN YEŞİL BURSA 1980 2 16 HÜSEYİN YILDIRIM KARS 1979 4 20 HÜSEYİN YILMAZ ADANA 1980 9 11 HÜSNÜ KOZAN G.ANTEP 1977 4 19 HÜSNÜ ÖZALTINDERE İSTANBUL 1979 11 11 HÜSNÜ TEPE İSTANBUL 1978 10 3 ILGAZ AYKUTLU İSTANBUL 1979 2 6 İBİŞ AKTAŞ K.MARAŞ 1978 12 24 İBRAHİM ATEŞ MANİSA 1979 8 24 İBRAHİM AKTAŞ ANKARA 1978 8 15 1980 5 0 1978 6 27 0 0 İBRAHİM ALMAÇİMEN İBRAHİM ALTIN BOLU İBRAHİM BAYOĞLU URFA 319 İBRAHİM BOZSOY ADANA 1978 10 26 İBRAHİM CEMAL KENDİR İSTANBUL 1976 6 7 İBRAHİM ÇALIK İSTANBUL 1979 9 25 İBRAHİM GİZLİGÖL URFA 0 0 İBRAHİM HÜRBAŞ MANİSA 1978 3 29 İBRAHİM KOÇ İSTANBUL 1980 7 29 İBRAHİM KURTOĞLU SAMSUN 1980 8 2 İBRAHİM NALBANTOĞLU KAYSERİ 1980 8 16 İBRAHİM OK MERSİN 1971 4 2 İBRAHİM ÖZSÜT İSTANBUL 1980 5 0 0 0 İBRAHİM TAPÇI İBRAHİM TATAROĞLU ORDU 1980 6 27 İBRAHİM TAY MALATYA 1978 4 14 İBRAHİM TONYA GİRESUN 1980 7 28 İBRAHİM TÜRKEŞ AFYON 1976 5 15 İBRAHİM ULUS İSTANBUL 1979 4 20 İBRAHİM YARALI TRABZON 1979 10 19 İBRAHİM YILDIRIM İSTANBUL 1980 2 27 İDRİS ÇELİK EDİRNE 1979 5 26 İDRİS YILMAZ ANKARA 1979 0 0 İHSAN KARADAĞ TRABZON 1979 6 2 İHSAN KURT SAMSUN 0 0 İHSAN VURANOĞLU G.ANTEP 1978 1 5 İHSAN YILDIRIM MALATYA 1980 7 17 İLBEY GÜNEŞ ADANA 1980 2 26 İLHAMİ BALCI ANKARA 1979 7 27 İLHAMİ DOĞAN İSTANBUL 1979 9 28 İLHAMİ GÖKKOCA MERSİN 1979 11 21 İLHAN DEMİR İLHAN EGEMEN DARENDELİOĞLU ADANA 1980 8 5 İSTANBUL 1979 11 19 İLHAN YAĞAN İSTANBUL 1980 2 12 İLYAS EMİROĞLU İSTANBUL 1978 12 28 İLYAS ERSAYIN RİZE 1979 11 17 İMDAT CAN ANKARA 1979 8 30 İMDAT SARICA ANTALYA 1977 6 18 İRFAN ÇETİNER BURSA 1980 8 29 320 İRFAN ÇÖLLÜ K.MARAŞ 1978 3 8 İRFAN GÜVERCİN İSTANBUL 1978 10 27 İRFAN ÖĞÜTÇÜ İSTANBUL 1977 3 11 İSA TEKSAN ANKARA 1980 3 6 İSA ABACI URFA 1978 8 4 İSA DEMİR İSTANBUL 1980 2 4 KADEM ATMACA İSTANBUL 1980 4 7 KADİR DİŞCİ MERSİN 1980 3 13 KADİR ILGIN ANKARA 1980 1 23 KADİR KALKAN TRABZON 1979 3 20 KADİR ODABAŞI SAMSUN 1980 7 23 1978 12 15 KADİR TOP KADİR YILDIRIM ORDU 1979 1 4 KAMİL EROĞLU SAMSUN 1980 6 13 KAMİL KOCA İSTANBUL 1979 12 19 KAMİL KÖSE İSTANBUL 1979 6 17 KAMİL SANCAK İZMİR 1976 10 9 KAZIM (KASIM) KILIÇ İSTANBUL 1980 2 10 KAZIM (KASIM) YILDIZ ELAZIĞ 1979 11 30 KAYA KILIÇ İSTANBUL 1980 9 9 KAZIM ALP BİNGÖL 1979 6 2 0 0 KAZIM ARTUKASLAN KAZIM DURAKOĞLU G.ANTEP 1980 7 31 KAZIM ELMASOĞLU ADANA 1980 8 6 KAZIM KILIÇ İSTANBUL 1980 7 31 KAZIM MEMİLİ İSTANBUL 1980 4 3 KAZIM ÖKTEM MERSİN 1980 3 10 KAZIM TORUN (KURU) ADANA 1980 7 7 KAZIM TURHAN BALIKESİR 1978 4 23 KEMAL AKBULUT İSTANBUL 1979 9 27 KEMAL ALPER ADANA 1980 5 29 KEMAL ASLAN İSTANBUL 1980 7 17 KEMAL BAYIK URFA 1978 8 28 KEMAL DEMİR ANKARA 1978 12 10 KEMAL DİNÇER TUNCELİ 1980 7 1 KEMAL DURMAZPINAR ERZURUM 1978 6 3 321 KEMAL ER İSTANBUL 1978 3 7 KEMALETTİN BÖLÜKBAŞ ORDU 1980 3 3 KEMALETTİN ERDOĞAN ANKARA 1978 1 4 KEMAL FEDAİ COŞKUNER İZMİR 1979 12 3 KEMAL FİDAN ANKARA 1979 8 5 KEMAL GÜÇLÜ İSTANBUL 1978 10 7 KEMAL İNAL ANKARA 1980 8 6 KEMAL KÖSE İSTANBUL 1980 4 26 KEMAL KARASAÇ İSTANBUL 1978 8 14 KEMAL KÜP TRABZON 1978 12 26 KEMAL MEŞE G.ANTEP, 1980 7 31 KEMAL ÖZLÜ SAMSUN 1980 7 17 KEMAL ÖZBEK İSTANBUL 1980 7 11 KEMAL ÖZDEMİR ANKARA 1978 10 15 KEMAL ÖZTÜRK ORDU 1980 9 10 KEMAL SALBAŞ FATSA 1979 11 15 KEMAL ŞIRKA (SİRHA) İSTANBUL 1980 8 15 KEMAL TAŞCIOĞLU ANKARA 1975 10 11 KEMAL ÜRER BALIKESİR 1980 8 3 KEMAL ÇETİNER ADANA 1980 8 7 KEMAL ERTÜRK ADANA 1969 10 19 0 0 KEMAL ÖRS KEMAL TAVUKÇU AYDIN 1980 5 12 KEMAL YÜZGÜL MUŞ 1978 4 16 KEREM SARI ÇORUM 1978 1 31 KERİM OKTAY İSTANBUL 1979 12 19 KUBİLAY ANÇİN AYDIN 1988 0 0 KÜRŞAT SOYLU ANKARA 1977 7 0 LEVENT BAYKAY İSTANBUL 1977 12 19 LEVENT ERKENEZ İSTANBUL 1980 2 21 LEVENT GÜLPINARLI ESKİŞEHİR 1979 1 20 LEVENT ÖZCAN İSTANBUL 1979 12 13 LOKMAN KADAKAL İSTANBUL 1979 8 12 LÜTFİ AKSOY İZMİR 1979 9 22 LÜTFİ KAYA UŞAK 1979 10 8 LÜTFİ ÖZDEMİR ANKARA 1979 5 16 322 MACİT KURŞUN İSTANBUL 1980 8 29 MAHİR BOZDOĞAN ADANA 1980 6 30 MAHİR BOZKURT ANKARA 1980 1 30 MAHİR DEMİR ANKARA 1979 5 12 MAHİR KÖRÜKÇÜ NEVŞEHİR 1980 4 15 MAHİR KRAL İSTANBUL 1980 6 5 MAHİR TIRIL İSTANBUL 1980 1 3 MAHMUT BAYSAL URFA 1978 4 24 MAHMUT BEDİR URFA 1977 5 3 MAHMUT ÇÜRÜK ANKARA 1980 8 24 MAHMUT GÖNCÜ NEVŞEHİR 1976 5 14 MAHMUT GÜLTAŞ MALATYA 1980 9 10 MAHMUT GÖRGÜLÜ ANKARA 1980 2 12 MAHMUT HALLİ MERSİN 1980 5 1 MAHMUT KANDEMİR UŞAK 1980 5 10 MAHMUT KILÇIK URFA 1980 3 27 MAHMUT ODABAŞ ORDU 1980 7 20 MAHMUT OLCAY BİNGÖL 1980 5 19 MAHMUT ÖZDEMİR ANTEP 1980 9 9 MAHMUT ÖZDEN ANKARA 1977 11 7 MAHMUT ÖZALKAN ADANA 1979 5 3 MAHMUT ÖZKAN FATSA 1980 7 23 MAHMUT ŞÜKRÜ SAİT KAYSERİ 1979 5 29 MAHMUT TAŞGETİREN VAN 1979 12 6 MANSUR ÖNEN AMASYA 1980 7 27 MECİT TARHAN KARS 1980 5 30 MEFTUN KÜPELİ İSTANBUL 1980 4 3 MEHDİ KÖKLÜ MARAŞ 1978 12 23 MEHMET UŞAK 1980 2 22 MEHMET ADIYAMAN İSTANBUL 1979 12 10 MEHMET AKÇİÇEK İSTANBUL 1979 12 29 MEHMET AKTAŞ ANKARA 1980 4 24 MEHMET AKYÜZ URFA 1978 8 16 MEHMET ALBAY ANKARA 1977 5 16 MEHMET ALİ AKAN İSTANBUL 1979 5 24 MEHMET ALİ BAĞLUĞ ANTEP 1979 3 27 323 MEHMET ALİ BİLGİLİ FATSA 1980 9 11 MEHMET ALİ ÇİLESİZ MALATYA 1980 4 4 MEHMET ALİ ÇELİK ANTEP 1980 9 9 MEHMET ALİ GÖZLEME ANKARA 1977 7 11 MEHMET ALİ GÜRDAL KİLİS 1980 8 6 MEHMET ALİ İNCE İSTANBUL 1979 9 11 MEHMET ALİ KOCAOĞLU ANTEP 1978 3 6 MEHMET ALİ KURU FATSA 1980 7 9 MEHMET ALİ KURTOĞLU ANKARA 1978 7 13 MEHMET ALİ MUTLU ADANA 1979 9 27 MEHMET ALİ ÖZKAN İSTANBUL 1979 10 18 MEHMET ALİ ŞAN ANKARA 1979 5 30 MEHMET ALİ YILDIZ İSTANBUL 1980 3 7 MEHMET ALPAY URFA 1979 5 10 MEHMET ALUŞ İSTANBUL 1979 8 1 MEHMET ARAP KOCAELİ 1979 2 23 MEHMET ARAS İSTANBUL 1979 5 23 MEHMET ARAZ İSTANBUL 1980 7 8 MEHMET ATAR ANTEP 1980 7 15 MEHMET ATEŞ MANİSA 1980 7 2 MEHMET AYDAÇ ADIYAMAN 1979 12 20 MEHMET AYDEMİR SAMSUN 1979 7 8 MEHMET AYHAN ANKARA 1980 8 7 MEHMET AYIK MERSİN 1978 6 30 MEHMET BAHATTİN NARİÇ İSTANBUL 1980 8 4 MEHMET BALLI (MALLI) MERSİN 1980 1 2 MEHMET BALTACI ESKİŞEHİR 1980 8 5 MEHMET BAŞAK İSTANBUL 1979 11 20 MEHMET BAŞARAN İSTANBUL 1980 2 17 MEHMET BAŞKURT BALIKESİR 1980 8 27 MEHMET BAYIK URFA 1979 2 26 MEHMET BAYIR SAMSUN 1980 5 2 MEHMET BAYSAL URFA 1979 5 0 MEHMET BİLİR ADANA 1980 5 9 0 0 7 19 MEHMET BUCAK MEHMET BULDU İSTANBUL 324 1979 MEHMET CAN FATSA 1980 6 3 MEHMET CANITEZ İZMİR 1980 4 5 MEHMET COŞKUN FATSA 1980 7 23 MEHMET CURA İSTANBUL 1979 11 7 MEHMET ÇAPAR ANTEP 1977 11 4 MEHMET ÇATAL AMASYA 1979 9 1 MEHMET ÇETİN İSTANBUL 1979 5 17 0 0 MEHMET ÇETİNKAYA MEHMET ÇEVİK ARTVİN 1980 3 3 MEHMET ÇIPLAK ÇORUM 1977 12 14 MEHMET ÇİÇEK DENİZLİ 1979 5 14 MEHMET ÇİÇEK KAYSERİ 1979 12 11 MEHMET ÇİÇEK İSTANBUL 1979 12 29 MEHMET ÇİFTÇİ MANİSA 1979 7 24 MEHMET ÇOLAKFAKİOĞLU ANTEP 1979 5 16 MEHMET DALKIRAÇ BURSA 1980 7 16 MEHMET DEMİRCİ ADANA 1980 1 31 MEHMET DEMİRTAŞ İSTANBUL 1980 7 23 MEHMET DOĞAN ÖZKARSLIGİL ANTEP 1980 6 2 MEHMET DOĞRUYOL İSTANBUL 1978 3 9 MEHMET DURAK MALATYA 1980 7 18 MEHMET ERDEM İSTANBUL 1980 9 1 MEHMET FENER İSTANBUL 1980 7 4 MEHMET EREN KONYA 1978 6 28 MEHMET ERGÜNDÜZ MARAŞ 1978 12 23 MEHMET GENCER ANTALYA 1978 8 19 MEHMET GÖK ANKARA 1980 8 8 MEHMET GÖKÇE HATAY 1979 9 2 MEHMET GÖKTAŞ ADANA 1979 8 23 MEHMET GÖL FATSA 1980 9 11 MEHMET GÜNEŞ ORDU 1980 9 9 MEHMET GÖRÜR İSTANBUL 1980 2 8 MEHMET GÜLER İSTANBUL 1979 6 6 MEHMET GÜLLÜ ANTEP 1979 5 15 MEHMET GÜLMEZ İSTANBUL 1980 6 27 MEHMET GÜMÜŞBAŞ MANİSA 1978 7 16 325 MEHMET GÜNEŞ KIRIKKALE 1978 7 28 MEHMET GÜZEL ADIYAMAN 1980 1 23 MEHMET HAKKI YOLAÇ İSTANBUL 1979 8 22 MEHMET İLHAN ANKARA 1979 8 20 MEHMET KANDEMİR ADANA 1980 10 10 MEHMET KAHRAMAN KÜTAHYA 1979 12 22 MEHMET KAPUSUZ SİİRT 1989 9 13 MEHMET KAYA ERZİNCAN 1975 2 25 MEHMET KAZGAN MALATYA 1980 3 22 MEHMET KESKİN HATAY 1978 11 3 MEHMET KILIÇ UŞAK 1980 2 26 MEHMET KIYAK ESKİŞEHİR 1979 1 30 MEHMET KIZILCI MALATYA 1980 3 5 MEHMET KORKMAZ KAYSERİ 1980 4 13 MEHMET KORKMAZ MALATYA 1980 9 9 MEHMET KOŞMAZ MANİSA 1979 11 30 MEHMET KOYUNCU URFA 1979 11 26 MEHMET KOYUNCU ADIYAMAN 1978 11 8 MEHMET KOYUNCUOĞLU İZMİR 1979 8 19 MEHMET KURT TRABZON 1979 8 16 MEHMET KURU ADANA 1978 11 3 MEHMET KÜRŞAT FENDOĞLU MALATYA 1978 4 17 MEHMET MALKOÇOĞLU G.ANTEP 1979 9 25 MEHMET MENGÜCEK MARAŞ 1978 12 23 MEHMET METİN OLGAÇ DİYARBAKIR 1977 10 3 MEHMET MERT ADANA 1980 2 17 MEHMET ÖZDAL ESKİŞEHİR 1980 8 30 MEHMET ÖZDEMİR ADANA 1979 4 4 MEHMET ÖZEN İZMİR 1980 7 15 MEHMET ÖZGÜN ANTALYA 1980 2 12 0 0 MEHMET ÖZBEK MEHMET ÖZTÜRK İSTANBUL 1979 6 13 MEHMET PAT İSTANBUL 1980 2 27 MEHMET PEHLİVAN İSTANBUL 1978 12 31 MEHMET POLAT MALATYA 1979 8 26 MEHMET RAMAZAN ESEN ADANA 1980 7 29 326 MEHMET RAUF AKRA İSTANBUL 1979 8 29 MEHMET REMZİ ASLANGÖZ ADIYAMAN 1979 10 17 MEHMET SADULLAH KUBİLAY TRABZON 1980 1 6 MEHMET SALİH AYIS BATMAN 1980 7 23 MEHMET SAİT DURMAZ G.ANTEP, 1979 10 13 MEHMET SALİH DÜZYOL URFA 1980 4 22 MEHMET SALİH GÜÇLÜ TRABZON 1978 9 30 MEHMET SARIASLAN İSTANBUL 1977 1 31 MEHMET SAYGIDEĞER G.ANTEP 1979 6 26 MEHMET SEBZECİ ADANA 1980 11 29 MEHMET SEDAT KURBAN İSTANBUL 1978 12 26 MEHMET SEFER ANTALYA 1980 2 15 MEHMET SEZEN FATSA 1980 9 8 MEHMET SÜMBÜL DİYARBAKIR 1978 12 27 MEHMET ŞAHİNCİ ÇORUM 1980 7 3 MEHMET ŞAHİNOĞLU ANTEP 1980 7 5 MEHMET ŞENOL ANKARA 1980 4 12 MEHMET ŞEYHANLIOĞLU URFA 1980 9 9 MEHMET TAYLAN EDİRNE 1978 9 21 MEHMET TÜRKKAN FATSA 1980 5 30 MEHMET TÜRKAVCI KÜTAHYA 1979 7 30 MEHMET ARZUM (UZUN) HATAY 1980 1 20 MEHMET YALÇIN İSTANBUL 1980 7 23 MEHMET YAVUZ İSTANBUL 1980 3 11 MEHMET YAYLACI GAZİANTEP 1976 6 8 MEHMET YELESER DENİZLİ 1977 3 5 MEHMET YILDIZ K.MARAŞ 1978 12 23 MEHMET YİĞİT G.ANTEP 1979 3 26 MEHMET YİĞİT G.ANTEP 1979 12 17 MEHMET YİĞİT ADANA 1978 10 28 MEHMET YİĞİT K.MARAŞ 1978 12 23 MEHMET YÜCEBULUT ANKARA 1979 9 6 MELİH KUNTER ELAZIĞ 1979 9 4 MELİH SITKI TULUNAY TOKAT 1980 7 11 MEMİLİ BAKICI K.MARAŞ 1978 12 22 MERİÇ DİKİCİ İSTANBUL 1979 11 22 327 MESUT AKARSU BALIKESİR 1979 7 3 MESUT AKKALEM UŞAK 1978 9 13 MESUT ARAS ADANA 1979 8 29 MESUT YERGİN İZMİR 1977 10 14 METE TÜRKOĞLU BURSA 1980 8 14 METİN AKKOÇ KIRŞEHİR 1979 1 3 MELİH AYTAÇ İSTANBUL 1979 7 28 MELİH BAĞIŞ KARS 1980 3 21 METİN BİLİR ADANA 1979 6 1 METİN COŞKUN ANKARA 1980 8 16 METİN DEMİRTAŞ İSTANBUL 1978 1 20 METİN GÖKTÜRK SAMSUN 0 0 METİN KARATEPE G.ANTEP 1977 12 29 METİN KOCA ANKARA 1978 2 11 METİN ÖZCAN MARDİN 1977 5 14 METİN ÖZCAN BURSA 1979 11 17 METİN ÖZTÜRK ANKARA 1978 7 3 METİN YILMAZ İSTANBUL 1978 1 19 MEVLÜT CENGİZ ADANA 1979 8 16 MEVLÜT KARABULUT KONYA 1979 9 5 MEVLÜT MİLLİDERE KAYSERİ 1980 3 8 MEVLÜT TOPTAŞ ANKARA 1979 9 3 MİKAİL ÖZMEN KARS 1977 5 18 MİRZA ÇETİN KAYSERİ 1979 6 17 MİTHAT BOZKURT AMASYA 1979 10 26 MİTHAT KARAZEHİR KAYSERİ 1976 3 30 MİTHAT YAŞAR ADIYAMAN 1979 10 17 MUAMMER OĞUZ G.ANTEP 1978 12 12 MUAMMER YALÇIN ANTALYA 0 0 MUAMMER YILDIRIM İSTANBUL 1979 1 12 MUHAMMED BAŞ İSTANBUL 1979 9 5 MUHAMMED DİRİ SAMSUN 1979 1 13 MUHAMMED ERGEN İZMİR 1980 7 15 MUHARREM GÖKTÜRK İZMİR 1980 4 15 MUHARREM SOBUTAY ÇANAKKALE 1979 1 27 1977 0 0 MUHARREM VAROL 328 MUHARREM VURKAÇ ADANA 1978 3 17 MUHİTTİN AKIN İSTANBUL 1980 3 12 MUHİTTİN ATLI MERSİN 1977 9 3 MUHİTTİN CANLIER ANKARA 1977 8 4 MUHSİN ASLAN İSTANBUL 1980 7 5 MUHSİN TOKAT ORDU 1980 4 18 MUHTEREM YÜZİÇİ ESKİŞEHİR 1980 9 8 MURAT ALDEMİR İSTANBUL 1995 12 4 MURAT BULDAÇ ELAZIĞ 1978 12 4 MURAT İŞGAL TOKAT 1980 3 12 MURAT KILIÇ İSTANBUL 1978 12 14 MURAT MENTEŞ MALATYA 1978 8 23 MURAT NAME ADANA 1979 5 28 MURAT OĞUZ ANKARA 1978 12 15 MURAT ŞAHBAZ İSTANBUL 1979 1 16 MURAT YILDIRIM ADANA 1980 1 23 MURTAZA TOPKAYA KOCAELİ 1980 6 7 MUSA AKÇAY İSTANBUL 1979 8 10 MUSA AKIN D.BAKIR 1978 11 21 MUSA ALTEN MARAŞ 1978 12 24 MUSA DURAK D.BAKIR 1980 3 16 MUSA KALE SİVAS 1978 9 3 MUSA KAMER KARS 1979 11 17 MUSA OĞUZ SİVAS 1978 9 3 MUSA SARI MERSİN 1979 8 31 AKİF BEKİROĞLU KOCAELİ 1978 6 17 MUSA TAŞ ANKARA 1980 7 29 MUSA YALÇIN ADANA 1980 5 16 MUSA YAZICI ORDU 1979 8 3 MUSA AKIN AYDIN 1978 8 16 AKİF KILIÇARSLAN MARAŞ 1978 12 22 MUSA ALICI SAMSUN 1979 7 16 ALAATTİN CİĞER MARAŞ 1978 12 24 MUSTAFA ANTEP ANKARA 1979 11 2 ALAATTİN GÜNDÜZ UŞAK 1978 10 2 MUSTAFA ARICAK ANKARA 1979 7 20 329 ALAATTİN GÜVENLER KİLİS 1978 11 9 MUSTAFA ATEŞUÇAĞI ANTEP 1979 2 12 ALAATTİN ÜNLÜSOY ANKARA 1980 4 24 MUSTAFA AYBARLI FATSA 1980 8 3 ALAATTİN YAKUP MARAŞ 1978 8 4 MUSTAFA AYDIN GİRESUN 1979 11 6 MUSTAFA AYDIN TOKAT 1980 3 5 ALİ ACUN İSTANBUL 1978 11 8 MUSTAFA BACAK ADANA 1978 9 29 ALİ AKKAYA ANKARA 1980 4 5 ALİ AKTAN MANİSA 1980 8 21 ALİ ALABOĞA AMASYA 1980 3 30 ALİ KAYA ALPAY ELAZIĞ 1976 9 4 ALİ ALPER DEMİR ANKARA 1979 6 30 ALİ ALTINBAŞ G.ANTEP 1979 9 6 ALİ ARAS IĞDIR 1978 4 22 ALİ ATAŞ ANKARA 1980 7 30 ALİ AVŞAR OSMANİYE 1977 4 10 ALİ BAKIR HATAY 0 0 ERGÜN ÜNAL YOZGAT 1979 10 17 ERHAN CENGİZ İSTANBUL 1980 8 30 ERHAN TEKEL İSTANBUL 1978 4 18 ERKAN TERZİBAŞ İSTANBUL 1980 2 2 EROL ATEŞ BURSA 1979 9 11 EROL ÇİFTÇİ IĞDIR 1980 3 18 EROL ÇUĞU SAMSUN 1979 12 17 EROL ERBİÇER MANİSA 1977 5 24 EROL GÖÇÜK İSTANBUL 1979 10 20 EROL GÜRSESOĞLU ADANA 1980 7 4 EROL AÇIKGÖZ (KARAGÖZ) İSTANBUL 1980 2 27 EROL PINAR BURSA 1980 8 1 EROL SELÇUK SAMSUN 1979 4 30 EROL TÜRKMEN ANKARA 1980 10 16 ERTAN GENİŞHAN KONYA 1978 3 20 ERTUĞRUL AKTOROS ADANA 1980 6 2 ERTUĞRUL DİNÇ ADANA 0 0 330 MUSTAFA BAĞIŞLAYICI SAMSUN 1996 ERTUĞRUL KAYA 5 22 11 30 MUSTAFA BALAY İSTANBUL 1980 7 5 ERTUĞRUL NAZLI HATAY 1980 4 17 MUSTAFA BALCI ANKARA 1979 7 27 ERTUĞRUL TUNCER ANKARA 1980 8 2 ESİN BAŞLAMIŞ İSTANBUL 1980 8 29 MUSTAFA BALIKÇI ANTALYA 1978 1 2 MUSTAFA BAŞKAPAN İSTANBUL 1980 3 31 ETEM ÜTÜK MERSİN 1980 4 11 MUSTAFA BAŞOĞLU ANKARA 1977 11 4 ETHEM KAYMAZ MARDİN 1980 3 21 EYÜP GÖKÇEN ADANA 1978 1 5 EYÜP İN ADANA 1979 12 23 MUSTAFA BAYTEKİN İSTANBUL 1980 6 14 MUSTAFA BENLİOĞLU İSTANBUL 1980 3 12 EYÜP KARAKOÇ ANTEP 1979 5 11 NACİ ALTINALAN ADANA 1979 12 8 MUSTAFA BERÇİN ADANA 1979 4 30 NACİ ÜNAL ANKARA 1980 4 2 MUSTAFA BİLGİ İSTANBUL 1969 9 22 NADİR ÜNAL HATAY 1979 8 1 MUSTAFA CENGİZ ERKMEN İSTANBUL 1980 6 3 MUSTAFA COŞKUN ADANA 1979 10 6 NAFİZ ERTÜRK 1979 5 4 MUSTAFA ÇAKMAK İSTANBUL 1978 7 4 YILDIRIM AKDOĞAN MANİSA 1978 8 8 YILMAZ BERBER ANKARA 1980 5 18 YILMAZ KAYMAKÇI 0 0 YILMAZ KESKİNDEMİR 0 0 YILMAZ KIZILAY 0 0 YILMAZ ÖZKOÇ 0 0 YILMAZ TAŞKIN 0 0 YUNUS BEDEL 0 0 YUNUS CEYLAN 0 0 YUNUS DOĞAN 0 0 331 YUNUS İBİŞ 0 0 YUNUS (YUSUF) SOLMAZ 0 0 YUNUS ŞAHAN ESKİŞEHİR 1980 1 1 YUNUS UZUN AYDIN 1988 1 18 YUSUF AKYILDIZ ANKARA 1979 4 27 YUSUF AYDIN İSTANBUL 1980 4 1 YUSUF BAHRİ GENÇ İSTANBUL 1979 5 13 YUSUF BAŞ ANKARA 1979 12 26 YUSUF ÇAM MALATYA 1979 4 8 YUSUF ÇETİN MERSİN 1980 7 27 YUSUF ÇOBANOĞLU İSTANBUL 1980 4 9 YUSUF KAPLAN ANKARA 1980 8 25 YUSUF İMAMOĞLU İSTANBUL 1970 6 8 YUSUF KAYA ALMANYA 1980 6 3 YUSUF MURATOĞLU RİZE 1980 8 4 YUSUF TANIK İSTANBUL 1976 9 28 YUSUF VURMAZ İSTANBUL 1979 8 31 YUSUF YEKELER ANKARA 1978 10 8 YÜCEL KAPISIZ BURSA 1979 9 8 YÜKSEL BAL ANKARA 1979 12 28 ZAFER PAÇACI ANKARA 1980 3 19 ZAKİR ALKAN İSTANBUL 1978 6 6 ZEKERİYA COŞKUNOĞLU KOCAELİ 1980 5 17 ZEKERİYA GÜLAZ ANTEP 1978 4 15 ZEKERİYA KORKMAZ ANTEP 1977 2 23 ZEKİ AYDIN ÇALIK ORDU 1980 9 4 ZEKİ BÜK İSTANBUL 1977 5 17 ZEKİ ÇAKIR İSTANBUL 1980 3 0 ZEKİ ESMER AYDIN 1980 6 15 ZEKİ GÜLAY ORDU 1979 12 19 ZEKİ KARTAL ORDU 0 0 ZEKİ KAYA UŞAK 1979 11 7 ZEKİ MEMİLİ İSTANBUL 1980 4 3 ZEKİ PARLAK ANTEP 1978 9 6 ZEKİ ŞAHİN İSTANBUL 1979 8 13 ZEKİ ERDOĞAN 332 ZEKİ ŞİRELİ MALATYA 1978 10 12 ZEKİ YAMANKARA MANİSA 1979 8 14 ZEKİ YILDIRIM MARAŞ 1978 12 23 ZİHNİ DEMİR KAYSERİ 1979 8 10 ZİKRİ ATMACA İSTANBUL 1980 3 3 ZİYA AĞIRBAŞ İSTANBUL 1978 9 13 ZİYA AKYÜZ URFA 1978 8 16 ZİYA DİRİCAN ANKARA 1980 18 1 ZİYA DURU KARAMAN 1978 6 9 ZİYA KAPALI OSMANİYE 1980 5 29 ZİYA TATLISU ANKARA 1980 9 8 ZÜHTÜ GÜLER İSTANBUL 1980 9 3 ZÜLFİKAR SEVGİ ADANA 1977 8 12 ZÜLKÜF İSOT ELAZIĞ 1978 7 4 Kaynak: Kayseri Ülkü Ocakları İl Teşkilatı OĞUZ KAAN’IN TÜRKLÜK DUASI ULU TANRI !.. GÜZEL TANRI !.. GÖK TANRI !.. 333 OĞUZ KAAN’IN TÜRKLÜK DUASI ULU TANRI !.. GÜZEL TANRI !.. GÖK TANRI !.. Sen Türk'ü Türk yurtlarını koru !.. Düşman şerrinden sakla! TÜRK'ü yiğitlikte daim et ! TÜRK'ü erlik davasıyla yaşat ! TÜRK'ü gerçekçi yap ! TÜRK'ün gönlüne herşeyden önce hatta kursağına ekmek koymadan evvel TÜRK'lük sevgisini koy ! TÜRK'ü ideal ile yaşat ve ideali hakikat yapmaya çalışsınlar! Törelerini canları gibi saklat ! TÜRK'e zevk ve rahat verme ! Bilakis zahmete alıştır ! Zahmetle yürekleri bedenleri demir olsun ! Bu sayede onlara yüksek çalışma kudreti verirsin ! TÜRK'ü faal cevval edersin. TÜRK'e değişmez bir seciye ver ! Zamanla seciyesi değişmesin sade tekemmülle tadilat görsün ! ULU TANRI !. Milli kuvvet namus ahlak azim sebat ideal TÜRKÇÜLÜK ruhu yurtseverlik ilim sanat teşkilatı intizam beden kuvveti ve zenginlik ile hasıl olduğundan; TÜRK'e bunları ver ! TÜRK'ten hırsız namuzsuz türerse hemen kahret ! TÜRK'e benlik hem de yüksek bir benlik ver ! TÜRK nefsine itimat sahibi olsun ! TÜRK'ü muhakemeli ciddi adam olarak yarat ! Hissiyatına kapılıp öfke ile ayaklanmasın ! Birden barut gibi parlamasın ! Daima soğuk kanlı olsun ! TÜRK'ü her milletten cesur yarat ! Öç almayı TÜRK asla unutmasın ! ULU TANRI !. Namuzsuz bir tek TÜRK yaratacağına dünyayı yık daha iyi ! Ne kadar korkak TÜRK varsa hepsini helak et ! TÜRK herşeyi mukayese etsin ! Yalnız akıl ve mantık denen şeylere bırakma onu ! Sabırlı derde dayanıklı olsun ! İradesi çelik gibi olsun ! Dönek TÜRK yaratma ! TÜRK'leri maymun iştahlı yapma ! TÜRK daima ihtiyatla adım atsın ! Kimsenin tatlı diline inanmasın ! Kimseye emniyet olmasın ! Çalışma zekâdan üstün bir kıymet olduğundan TANRI sen TÜRK'ü çalışkan et ! TÜRK'ün ömrü çalışma ile geçsin ! Ona daima çalışma aşkı ver ! Hele elbirliği ile çalışmayı alet etsin! Tembel TÜRK'ü hemen öldür ! TÜRK'e her milletinkinden üstün zeka ver! Zeka ve çalışma; ikisi bir arada olunca TÜRK'ün önünde durulmaz! Milli büyüklüğün tek şartı yüksek ideal buna alışmak için de yüksek ahlak fedakârlık ve sebat lazım olduğundan TÜRK'leri ahlaklı sebatlı ve fedai kıl! TANRI TÜRK'leri sen kendi elinle birleştir ve herşeyden evvel ruhları birleşsin! Onları tek bir kafa gibi birleştirici kültür sahibi et! 334 TÜRK'ü töresine sadık kıl Tanrı! TÜRK budunu: Biliniz ki atalar töresi asırların tecrübesi ile husule gelmiş büyük bir hikmettir. Tanrı beni töreye dokunmaktan ve dokundurmaktan sakladı ve saklasın! ULU TANRI !. Türk milletini lafçı değil elinden iş gelir insanlar et ! Bir şey söylemek vazife yapmak değildir. Onu fiilen yapmak ve yaptırmanın vazife olduğunu beyinlere sok ! GÜZEL TANRI !. Sana hepsinden çok yalvardığım şudur : TÜRK'ü dalkavukluktan kurtar ! Dalkavukluk ve emsali vasıtalara zengin olmaktan koru ! TÜRK'e kötü para hırsı verme ! Dalkavukları yok et ! AMAN TANRI !. TÜRK aile töre ve disiplinini her şeyden evvel koru! TÜRK toprağında hürler yaşasın. Adaletten başka bir şey hüküm sürmesin! Sen TÜRK'e tabii şeylere tabiata karşı sevgi ver! TÜRK yurdunda yoksulluk o kadar azalsın ki fakirlik suç sayılsın! Acunu ( Dünyayı ) Yaratan Yüce Tanrı !. TÜRK'e insaniyetten evvel TÜRK milletini düşündür. İnsanların insaniyet dedikleri şey göz boyamak için icat edilmiş bir boyadır. İnsaniyet maskesi taşıyan öyle milletler vardır ki maskelerinin altında canavarlar yaşar. İnsaniyeti gören olmadı. TANRI TÜRK'e sağlam sürekli irade ver! Güçlüklerde sabrını tahammülünü aynı zamanda gayretini arttır! Ona esas seciye olarak vazife muhabbeti ve mesuliyet duygusu ver! Mesuliyeti TÜRK yurdundan eksik etme! En büyük kuvvetinTÜRKLÜK aşı olduğunu TÜRK'e öğret! TANRI! TÜRKÇE konuşulan TÜRK'e yurtluk etmiş olan yerleri kıyamete kadar TÜRK'ün hükmü altında bırak! Amin... 335 336