Dini Milli değerleri uğruna Feda`yı can eden aziz şehidimiz Bekir

advertisement
Dini Milli değerleri uğruna Feda’yı can eden aziz
şehidimiz Bekir ÇİFTER’in babası Sabit Amca ve Annesi
Hayriye Anamıza; ülkücü gönüldaşlarımızın mücadelesini
kitaplaştırıp tarihi belge olarak sunulmasında teşvik ve
gayretlerinden dolayı kendilerine teşekkür ederiz…
1
KAYSERİ
TÜRK-İSLAM ÜLKÜCÜSÜ
ŞEHİTLER ALBÜMÜ
“ÜLKÜCÜ HAREKET’İN”
ÜLKÜLERİ VE TARİHİ GEÇMİŞİ
Mehmet Esat Halit ŞAHİN
Ne mutlu onlara ki
Bir küfür batağının
Şerrine “Dur” dediler.
2011
2
KAYSERİ
TÜRK-İSLAM ÜLKÜCÜSÜ ŞEHİTLER
ALBÜMÜ
“ÜLKÜCÜ HAREKET’İN”
ÜLKÜLERİ VE TARİHİ GEÇMİŞİ
ARAŞTIRAN-YAZAN
Mehmet Esat Halit ŞAHİN
YAYIN KURULU
Mete EKE
İsmail ÜLGER
Sabit ÇİFTER
Mustafa ÖZTÜRK
Necati ŞAHİN
Mustafa SOLMAZ
Resul ŞAHİN
Ali BENLİ
Alim GERCEL
Ahmet KAPLAN
Erhan SOLMAZ
Mustafa TÜRKARSLAN
Mehmet Esat Halit ŞAHİN
YAYIN YÖNETMENİ
Resul ŞAHİN- Mustafa TÜRKARSLAN-Ali ÇELİK-Yaşar ATİLLA
İLETİŞİM
KAYSERİ MHP İL TEŞKİLATI – KAYSERİ ÜLKÜ OCAKLARI
Mehmet Esat Halit ŞAHİN
Çorakçılar Mah. Cengiz Topel Cad. 25/A
Melikgazi/ KAYSERİ
0352 320 95 86
Email: [email protected]
3
BİRİNCİ BASKI:
ISBN: 975-569-109-X
AĞUSTOS 2002 KAYSERİ ÜLKÜ OCAKLARI
1.000 ADET BASILMIŞTIR
İKİNCİ BASKI:
ISBN-978-605-5605-32-2
NİSAN 2011
2. 000 ADET BASILMIŞTIR
HUKUK DANIŞMANI
Avukat Tamer TANYELİ
KAPAK-SAYFA DÜZENİ
Mehmet Esat Halit ŞAHİN
YAYINLAYAN
MHP KAYSERİ İL TEŞKİLATI
KAYSERİ ÜLKÜ OCAKLARI
YAYINEVİ BİLGİLERİ
Seyit Burhanettin Bulvarı Çınar Apt. No: 32/2
www.lacinyayinlari.com
KAYSERİ
Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayıncı Sertifika Numarası:16862
MATBA BİLGİLERİ
Bu Kitap; Ücretsizdir
Kayseri Milliyetçi Hareket Partisi İl Teşkilatı ve Kayseri Ülkü Ocakları Yayınıdır.
4
ŞEHİTLER HAKKINDA
KUR’ANI KERİM’DEN AYET-İ KERİME’LER
“Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin. Hayır,
onlar diridirler. Fakat siz sezemezsiniz”
(Bakara, 154)
“Eğer Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz, Allah'ın
bağışlaması ve rahmeti, (sizin için) onların topladıkları
(dünyalıkları) ndan daha hayırlıdır. Andolsun, ölseniz de,
öldürülseniz de Allah'ın huzurunda toplanacaksınız”
(Al-i İmran, 157-158)
“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis
onlar diridirler, rab'leri katında rızıklanmaktadırlar.
Allah'ın lütfundan verdiği nimetle sevinçlidirler.
Arkalarından kendilerine ulaşamayan kimselere de hiç bir
korku olmayacağını ve üzülmeyeceklerini müjdelemek
isterler. Onlar, Allah'ın nimetini, keremini ve Allah'ın,
müminlerin ecrini zayi etmeyeceğini müjdelerler.”
(Âl-i İmran, 169-171)
“Müminlerdendir o erler ki Allah'a verdikleri ahde
sadakat gösterdiler. Kimi adağını ödedi (canını verdi), kimi
de beklemektedir. Onlar, ahidlerini hiç değiştirmediler”
(Azhap, 23)
5
“Rableri onlara şu karşılığı verdi” ben erkek olsun, kadın
olsun, sizden, hiçbir çalışanın amelini zayi etmeyeceğim.
Sizler birbirinizdensiniz. Göç edenler, yurtlarından
çıkarılanlar, yolumda eziyet edilenler, savaşanlar ve
öldürülenler... Onların günahlarını elbette örteceğim ve
Allah katından bir mükâfat olmak üzere, onları altından
ırmaklar akan cennetlere de koyacağım. En güzel mükâfat
Allah katındadır".
(Âl-i İmran, 195)
“O halde geçici dünya hayatını, ebedî ahiret hayatı
karşılığında satacak olanlar, Allah yolunda savaşsınlar.
Her kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip
gelirse, her iki durumda da biz ona yarın pek büyük bir
mükâfat vereceğiz.”
(Nisa, 74)
“Allah, müminlerden, canlarını ve mallarını, kendilerine
cennet vermek üzere satın almıştır: Allah yolunda
çarpışacaklar da öldürecekler ve öldürülecekler. Bu,
Tevrat'ta da, İncil’de de Kur'ân'da da Allah'ın kendi
üzerine yüklendiği bir ahittir. Allah'dan ziyade ahdine
riayet edecek kim vardır? O halde yaptığınız alış-veriş
ahdinden dolayı size müjdeler olsun! Ve işte o büyük
kurtuluş budur.”
(Tevbe, 111)
“Allah yolunda hicret edip de sonra öldürülmüş veya ölmüş
olanlara gelince, elbette Allah, onları güzel bir rızıkla
rızıklandıracaktır. Çünkü Allah rızık verenlerin en
hayırlısıdır”
(Hac, 58)
6
7
8
ASİL TÜRK UNUTMA !
“Muhterem milletime tavsiye ederim ki, sinesinde
yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların
kanlarında ve vicdanlarındaki asil cevheri tahlil etmek
dikkatinden bir an feragat etmesin.”
Türkiye Cumhuriyetinin Kurucusu
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK
9
UYARI VE İTHAF
Ey Müslüman Türk Oğlu!
Bu eline aldığın kitabın başlığında “Kayserili Türk İslam
Ülkücüsü Şehitler Albümü” olarak yazılı ise de bunu bir ailenin
resim albümü gibi algılayıp düşünme lütfen! Dinimizi, milletimizi,
vatanımızı bölüp parçalayıp yok etmek için dıştaki hain
düşmanlarımızın içerde kandırıp, aldatıp; parayla, silahla donatıp
satın aldığı komünist uşakların Müslüman-Türk çocuklarına karşı
hedefi belli, cephesi olmayan gayri-nizami cenkte hayatının
baharında şahadet şerbetini içip; ebedi âleme yürüyenlerin
destanlaşmış efsaneleşmiş cenk hatıralarını anlatan yazılı tarihi şeref
ve iftihar belgesidir. Yazılı olmayan tarihi olaylar unutulmaya
mahkûmdur. Tarihi belgelerden milletler ibret, ders ve hız alırlar,
şeref ve iftihar duyarlar veya hüzün, acı duydukları da tarihi bilinen
bir gerçektir. Büyük Türk milletine Cenab-ı Hak bir daha böyle acılı
hüzünlü tarih nasip etmesin. Âmin!
İthaf:
Bu kitabı; dinimiz, milletimiz, cennet vatanımız uğruna şahadet
şerbetini içip Cenab-ı Hakk’a yürüyen canımız, gülümüz, göz
nurumuz, gönül süruru yiğitlerimiz olan bütün kahraman aziz
şühedamıza armağan ediyoruz. Ruhları şad olsun. Âmin!
Güllerin ateşini onu derenler bilir.
Yüreğin atışını kalbe girenler bilir.
Bilmez gülün kadrini pervane-veş yanmayan.
Kıymetini güllerinin sırra erenler bilir.
Yeter temiz gönüllerin anması,
Toprak ana uyuturken koynunda bizi.
Yarınkiler biçecektir ektiğimizi.
Yeşermesi ektiğimiz tohumun haktır.
İşte o gün ruhlarımız şad olacaktır.
10
Aziz Dava Arkadaşlarım
Size, ailenize ve aziz milletimize huzur ve esenlikler diler, en
iyi dileklerimle sevgi ve saygılarımı sunarım.
Sevdalısı olduğumuz büyük Türk Milleti'nin asırlık Türk
milliyetçiliği düşüncesini bir siyasal yönetim projesi haline getirerek,
siyasi imtihan sahasına çıkışımızın üzerinden kırk uzun yıl geçmiştir.
Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'nin 8-9 Şubat 1969 tarihinde
yapılan kongresi; bugün artık Türkiye siyasetinde sağlam bir zemin
bularak derinlere kök salmış olan Milliyetçi Hareket Partisi'nin
doğuşunu müjdeleyen çok önemli bir dönüm noktasıdır. Bu tarihten
itibaren, yürekleri vatan ve millet için çarpan milliyetçiler, siyasal
temsil yönünden aradıkları kimliği, kurumu ve kucaklamak istedikleri
gönülleri "üç hilâl"in etrafında bulmuşlardır. Partimizin siyaseten
tutunması elbette kolay gerçekleşmemiş; millet sevgisinden başka
sevdası ve sermayesi olmayan fedakâr kadroların yıllarca ve en ağır
şartlar altında verdikleri muhteşem bir şerefli mücadelenin adım
adım ulaşılan neticesi olmuştur.
İlk yıllarında, kurucusu ve lideri merhum Alparslan TÜRKEŞ
Bey ve dava arkadaşlarının eseri olan milliyetçi-ülkücü gençliğin
11
Türkiye'miz için duydukları milli kaygıları, apartman dairelerinde,
düğün salonlarında, yurt odalarında buluşarak paylaştıkları heyecanlı
ve uzun sohbetlerden, sabırla ve inançla sürdürülen çözüm
arayışlardan bugünkü seviyelere iftiharla ulaşılmıştır. Milliyetçi
Hareket Partisi'nin kararlı, onurlu ve ilkeli yolculuğunda, bugün inkâr
edilemeyecek bir siyasal güç haline gelmiş olması, bu kırk yıl
içerisinde harekete gönül vermiş, omuz vermiş, emek vermiş ve
elbette ki öncelikle can vererek şehit olmuş aziz kahramanların
eseridir. Yıllar önce yalnızca bir ilden ve sadece bir milletvekilinden
başlayan zorlu siyasallaşma süreci bugün ne mutlu ki, Türkiye'nin
tamamını kapsayan bir derinliğe ulaşmış, parlamentoda ise ciddi ve
kalıcı bir temsile kadar yükselmiştir.
Elde ettiğimiz bu birikim, tecrübe ve kazanım artık partimizi,
ülkemiz ve milletimiz için duyduğumuz sevgiyi ve heyecanı ancak tek
başına iktidarla gerçekleşecek bir siyasal hedefe kilitlemiştir.
Bu hedefe ulaşmak; öncelikle kurucu dava büyüklerimize olan
gönül borcumuz; sonra aziz milletimize layık olduğu refah ve huzuru,
kutlu devletimize ise ihtiyacı olan gerçek bağımsızlık ve liderliği
sağlamak için vazgeçilmez inancımızdır.
Tarihin hep haklı çıkardığı siyasi vizyonumuzu rehber
aldığımızda, bugün beka düzeyinde vahim bir süreçten geçen
ülkemizi yaşadığı buhrandan bir an önce çıkartabilmek görevi de,
ruhu ve benliği Türkiye sevdası ile yanan Milliyetçi Harekete
düşmektedir. Milletler mücadelesinin küresel boyutlar kazanarak
alabildiğine tırmandığı günümüzde, milletimiz ve devletimize yönelik
her tehlikenin ve tehdidin şuurundayız. Fakat dibi görünmeyen
kuyulardan su çekmekten ısrarla kaçınan siyasetimizin doğru
zamanda, doğru adımlarla ve doğru yerde yapılırsa anlam
kazanacağına inanıyoruz.
Doğru zamanda uygulayacağımız yanlış bir siyasetin bizleri ve
bize umut bağlamış milletimizi felakete götüreceğini biliyoruz. Yanlış
zamanda uygulayacağımız doğru siyasetin de bize ve bize inanlara
zarar vereceğinin farkındayız.
Bu tarihi harekete, kırk yıllık süre içinde ve hangi süreçte
olursa olsun gönül vermiş, elini taşın altına koymuş bütün
kardeşlerimi doğru yerde, doğru zamanda, doğru fikirler ile yeniden
buluşmaya davet ediyorum.
12
Böylesi bir kucaklaşma, eminim ki bir dönüm noktası olacak,
milliyetçi-ülkücü irade bu katılımlardan alacağı güçle, Türklüğün
makûs talihini de yenmek üzere çıktığı yolda hedefe daha hızlı
ulaşarak milliyetçilik meşalesini ülkü yolunda gururla taşımaya
devam edecektir.
Bağımsızlığı zedelenen, değerleri hırpalanan, şerefi ve
haysiyeti yara alan, yorgun ve yoksul düşürülmüş milletimiz, tek
güvencesi olan Milliyetçi Hareket'ten yükselen sese kulak vermekte,
onurlu ve aydınlık bir geleceğin müjdesini hasretle beklemektedir.
Bugün, geçmişte yaşanan kırgınlıkları ve küskünlükleri aşma
günüdür, gönül ve ülkü birliği yaparak, omuz omuza yürüme
zamanıdır. Çünkü as olan millet varlığının devamlılığıdır. Bu itibarla,
aziz vatanımızı ve büyük milletimizi temiz ve içten duygularla seven
herkesin yerinin Milliyetçi Hareketin safları olması gerektiğine
samimiyetle inanıyoruz.
Milliyetçi Hareket Partisi 40 yıllık siyasal birikimin temsilcisi
olarak, her arkadaşımızın bu eşsiz emanet üzerinde ödenemeyecek
manevi hakları olduğunu düşünmektedir. Burası sizlerin baba ocağı
ve ana kucağıdır. Milliyetçi Hareket, bu kutlu davaya inancını ve
sadakatini yüreğinin bir köşesinde saklayan bütün kardeşlerini
yuvalarına dönmeye ve geleceğin Türkiye'sinin inşasına taş koymaya
çağırmaktadır.
Türk milletini ebediyete taşıyacak bu yolculukta, bize yol
arkadaşlığı yapacak bütün dava arkadaşlarımı, ülküdaşlarımı ve
vatansever yürekleri Milliyetçi Hareketin bayrağı altında toplanmaya
davet ediyorum. Siyasetimiz, milletin ve devletin bekasını merkeze
alan bütün vatandaşlarını toplayacak kadar bütünleştirici;
hareketimiz ise bir vesile ile ayrı düşerek üç hilâlde gönlü kalan
bütün arkadaşlarını kucaklayacak kadar kapsayıcıdır.
Konuyu takdirlerinize sunar, daha nice kırk yıllara ulaşacak
olan Milliyetçi Hareket Partisi'ne ve asırları aşacak olan Türk
milliyetçiliğine vereceğiniz destek için yüreğinizin ve bahtınızın açık
olmasını, 2010 yılının ise hayırlar getirmesini dilerim. Saygılarımla
Dr. Devlet BAHÇELİ
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı
13
Mete EKE Milliyetçi Hareket Partisi Kayseri İl Başkanı
14
Bayrak inmesin, ezan dinmesin, bu aziz vatan bölünmesin,
Türk Milleti ilelebet payidar kalsın ülküsüyle hareket eden henüz
bıyığı ter tutmamış, fidan gibi yiğitler, inandıkları ülkü uğruna
canlarını feda ettiler.
Onların sevdası, onların duygusu, onların dünü geleceği Türk
Milletiydi. Onun içindir ki bu uğurda can vermeyi, şehit olmayı
kendilerine mübarek bir görev sayıyorlardı.
Çünkü ataları da öyle yapmıştı. Hoca Ahmet Yesevi’nin gönül
erlerinin keşfettiği, Sultan Alparslan’ın fethettiği, yani vatan yaptığı,
1071 tarihinden günümüze kadar canından aziz bildikleri bu
mübarek topraklar uğruna baş koymuş ve can vermişlerdir.
Onlar vatan deyince “ mamur şehirleri, işlek caddeleri, verimli
toprakları, mümbit ovaları “ olan yerler olmadığını, her karış toprağı
şehit kanlarıyla sulanmış şairin ifade ettiği gibi “ şu heda toprağı
sıksan şu heda” olarak biliyorlardı.
Böylesine büyük bir mirası devralmışlar, böylesine yüce bir
davayı omuzlamışlar dı. Onlar ataları gibi gönül erleriydi. Onlar da kin
yoktu, nefret yoktu. Sevgi vardı, muhabbet vardı. Yaratılanı yaradan
dan ötürü seviyorlardı, sevgi tohumları ekmek istiyorlardı, gül
bahçesine. “Eller silah değil, kalem tutmalı” diyorlardı.
15
Ülkü ocağının ateşini, gönül ocağında yakmak istiyorlardı.
Gerçekten de hamdılar, piştiler ve yanmışlardı. Tek dert ve
düşünceleri vatanım ve milletim diyerek, onların başı dik, karnı tok,
onurlu duruşuyla dünya ya örnek bir millet olmalarını istiyorlardı.
Üzerlerindeki vebalin bu olduğunu biliyor, her türlü sömürücü
emperyalizmin bu topraklarda yeri yoktur diyerek bütün dünyaya
haykırıyorlardı.
Bu ulvi gayeleri kendilerine şiar edinen yiğitleri birer birer
şehit ettiler. Ruhi Kılıçkıran’ la başlayan hazan rüzgârında beşbine
yakın ana kuzularını şehit ettiler, ama onlar hakka yürüdüler.
Yüce Allah bir ayetinde şöyle buyuruyor.”Allah yolunda
ölenlere ölüler demeyiniz, gerçekte onlar diridirler fakat siz
göremezsiniz” evet onların ruhaniyeti bizler le her yerde beraber. Ne
güzel söylemiş şair” vurulup anlından tertemiz uzanmış yatıyor, bir
hilal uğruna yarab ne güneşler batıyor. Ruhları şad, mekânları cennet
olsun.
Mete EKE
Milliyetçi Hareket Partisi
Kayseri İl Başkanı
16
Türk Milleti tarih boyunca pek çok defa sıkıntılı dönemler
yaşamıştır. Ve ne zaman zora düşse kendi içerisinden kahramanlar
çıkarmıştır.
Bilinen ilk Türk Hükümdarı Mete Handan bugüne kadar yazılı
kaynaklarda ve destanlarda bunu görmek mümkündür.
İşte bu kahramanların son halkası 1980 öncesi ülkemizi
kuşatan kominizim illetine karşı canlarını ortaya koyan Ülkücü
Şehitlerimizdir.
Rahmetli Başbuğumuz Alparslan TÜRKEŞ’in liderliğinde
Ülkücü Gençlik, vatanımızın Sovyetlerin uydusu olmasına müsaade
etmemiştir.
Türk İslam davasının çok acılı sancılı günleri olmuştur. 12
Eylül ve öncesi; uğruna mücadele verdiğimiz bütün değerleri ateşten
gömlek yapıp üzerimize giydiğimiz ve öylece Cenab-ı Allaha
yürüdüğümüz bir dönem olarak hala zihinlerde yerini korumaktadır.
17
Onlar; emirlerini Moskova’dan alan, yurdumuzda din adına,
milli değerler adına her şeyi kökten söküp yok etmek isteyenlere
karşı, vatanın ve bayrağın savunucusu olmuşlardır.
Onlar; ebed müddet olarak gördüğümüz devletin egemenliğini,
hiçbir dönem devletsiz kalmamış bir milletin bölünmezliğini savunan
Yusuf Yüzlülerdir.
Merhum Başbuğumuz Alparslan TÜRKEŞ diyor ki: “Ülküsüz
insan çamurdan farkı olmayan insandır.”
İşte o yiğitler ülküleri için yaşamış, bu yola baş koymuş, ant
içmiş, ahdetmiş, hem anadan, hem babadan, yardan, serden geçmiş
vatan evlatlarıdır.
Saygıdeğer Şehit yakınlarımızın da şunu bilmesini istiyorum
ki; Sizler bir evladınızı toprağa verdiniz ama binlerce evlat
kazandınız. Bir ölüp bin dirilen bir davanın şanlı sayfalarında
yerinizi aldınız.
Bizlerde sizin evlatlarınız olarak sizleri ve aziz şehitlerimizi
unutmadık unutmayacağız. Bizlere düşen görev Şehitlerimizi ve
onların
verdiği
mücadeleyi
anlamak,
unutmamak
ve
unutturmamaktır.
Çünkü biz inanmaktayız ki; Unutmak Tükenmektir!
İşte bu amaca uygun olarak Kayserili Ülkücü Şehitlerimizi ve
onların uğruna can verdikleri kutsal değerlerimizi unutturmamak ve
tarihe not düşmek adına bu çalışma yapılmıştır.
Bu eserin hazırlanmasında maddi, manevi yardımda
bulunanlara şahsım ve Kayseri Ülkü Ocakları adına teşekkür
ediyorum.
İsmail ÜLGER
Ülkü Ocakları
Kayseri İl Başkanı
18
Şehitlere ölüler demeyiniz, onlar bilakis diridirler. Türk Milleti ve
Türk Devleti ülkücü şehitlere çok şey borçludur, onlar milletin ve devletin
bekası ve varlığı için canlarını verdiler. Onları unutmadık unutmayacağız.
Onları unutmayan ve unutmamak amacıyla bu kitabı hazırlayanları
ve emeğini esirgemeyenleri tebrik ediyorum, onlara teşekkür ediyorum.
Kitap uzun bir çaba ve gayretli bir çalışmanın ürünüdür. Kitap “Ülkücü
şehitleri” konu almaktadır. Ülkücü şehitler her türlü emperyalizmin
hedeflerine engel olabilmek için inandıkları dava uğruna canlarını
çekinmeden vermişlerdir.
Kimdir bu ülkücüler ve ülkücülük ? Kısaca belirtecek olursak;
Ülkücülük veya idealizm insan kafasının içinde elde edilmesi, varılması en
mükemmel, en güzel, kendisini mutlu edecek hedeflerin tasarlanması ve bu
hedeflerin gerçekleştirilmesi için arzu gösterilmesi ve çalışılması anlamını
taşır. 12 Eylül öncesinde emperyalizm çeşitli kollardan ülkemizi yutmaya
çalışırken, emperyalizmin yerli işbirlikçileri tarafından ülkemiz
"emperyalizmin zayii halkası" ilan edilmiş; devlet varlığımıza, millet ve
vatan bütünlüğümüze karşı bir örgütlü istila hareketi başlatılmıştı. Bu
hareketin karşısında birtakım devlet güçleri çaresiz, şaşkın, kararsız bir
halde bulunurken bir kısım yerli işbirlikçiler bunlara destek oldular. İşte bu
noktada bir tek “milliyetçiler”, “Milliyetçi Hareketçiler”, “Ülkücüler” devlet
19
varlığına, millet ve vatan bölünmezliğine sahip çıkmanın davacıları olarak
ortaya çıktılar. Millet hayatımız ve milli tarihimiz açısından şerefle
hatırlanacak ve yazılacak bir mücadeleyi yürüttüler. Ve o günlerde 5.000
den fazla şehit verdiler. Bugün ülkemizde saldırı noktaları, yolları, türleri,
araçları yerli işbirlikçileri değişmiş ve çeşitlenmiş olarak benzer tehlikeler
vardır. Bu benzer tehlikeler karşısında ülkücüler yine tam bağımsızlık,
devlet ve millet bekası için dimdik ayakta duracaktır. 21. yüzyılda lider ülke
Türkiye hedefine ulaşmak için Milliyetçi hareketi iktidara getirmek için
çabalarını harcayacak, güçlerini birleştirecektir. Ülkücü ve ülkücülük her
şeyden önce Türk Milletinin ahlakta, maneviyatta, insanlık duygularında en
yüksek seviyede bulunması, yaşaması ve ilimde, teknikte dünyanın en ileri
gitmiş varlığı haline gelmesi ve ekonomik açıdan kalkınmış, tarımını
modern tekniğe göre geliştirmiş ve modern sanayinin kurmuş, refahlı bir
toplum haline gelmesi, Türk toplumu için bir Türk milliyetçisinin
düşüneceği ülkünün esaslarından mühim bir kısmını teşkil etmektedir.
Ülküsüz insan dümensiz, pusulasız bir gemi gibidir. Bunun için her Türk
milliyetçisi mutlaka ülkücü olacaktır, mutlaka ülkü sahibi bulunacaktır. Hem
milli ülkü sahibi olacaktır, hem insani ülkü sahibi olacaktır, hem de kendi
mesleğiyle ilgili ülkücü bir kişiliğe sahip olacaktır. Ülkülerin gerçekleşmesi
yolunda bir takım hedefler vardır. Türk tarihinde bu hedefler her zaman
olmuştur ve "kızılelma" sözüyle ifade edilmiştir. "Kızılelma" ülkü yolunda
kat edilmesi gereken mesafeyi, alınması gereken hedefi gösterir. Ülküler bir
insanın ömrü içinde gerçekleşmeyebilir. Fakat milletin hayatı içinde bu
hedeflere varılabilir. Milliyetçi Hareket, milli devlet ülküsüne inanır. Milli
devlet, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan her Türk vatandaşını
kucaklayan, bağrına basan bîr devlet biçimidir. Bizim gözümüzde, Türk
milleti; bölge, mezhep veya parti ayırımı kabul etmeksizin, bölünme kabul
etmez katsal bir bütündür. Milli devlet, vatandaşları bölge, mezhep farkı
gözetmeksizin Allah'ın birer mukaddes emaneti olarak görür, milli devlet,
her türlü, sosyal, ekonomik, siyasi imtiyazlara karşıdır. Milli Devlette,
bölücülük yok; birlik, bütünlük vardır. Milliyetçi Hareket, milli devlet ülküsü
içinde tüm vatandaşlarımızı bütünleştirecek Türklük ülküsü ile
yoğuracaktır.
Sonuç olarak “Ülkücülük hatırlamaktır” düsturu ile, ''Allah yolunda
öldürülenlere ölüler demeyin. Onlar hayattadırlar lakin sizler
hissetmezsiniz''(Bakara,154) ayetini hatırlatıyor; ülkücü şehitlerimizi
unutmayan ve hatırlatan kitabı hazırlayan tüm emeği geçenlere tekrar
teşekkür ediyor, bu dava uğrunda can veren şehitlerimize Allahtan Rahmet
Diliyorum. Ruhları Şad Olsun!
Serkan TOK
Milliyetçi Hareket Partisi
Kocasinan İlçe Başkanı
20
Şan ve şerefle dolu bir mazi ve Türk milletinin evlatları olarak
bu maziden gurur duyduk ve gurur duymaya devam edeceğiz.
Türk İslam Ülkücüleri bedel ödemiş bir hareketin mensupları
olarak, bedel ödeyen, kanları ile, canları ile bu kutlu davaya ışık tutan
şehitlerimizi ve onların şanlı mücadelelerini nesilden nesil’e
taşıyacağız.
Bu kutlu davaya can veren şehitlerimiz, gazilerimiz, emin
olsunlar, son nefes, son nefer, son damla kana kadar mücadelemiz
devam edecektir.
Bu kutlu davaya can verenler ve onların şanlı mücadeleleri
hep yolumuzu aydınlatacak, her dara düştüğümüzde onların onurlu
şahsiyetlerinden ve mücadelelerinden fey’z alacağız.
21
Tarih bütün cihana, Ülkücü hareketin engellenemeyeceğini ve
Milliyetçi Hareketin durdurulamayacağını gösterecektir.
O yiğitler, bu vatanı, bu milleti karşılıksız sevdiler ve onun için
hizmet ettiler, bunu da canları ile ödediler.
Tıpkı geçmişte atalarının şuheda vatan toprağının her karışını
şehit kanı ile sulayıp vatan yaptığı gibi. İçerisinde bulunduğumuz
dönem ve bizden sonraki dönemlerde, yetişen yeni nesil bilmelidir ki,
bu davaya can veren Ülkü devleri, onlardan, davalarını yaşatmalarını
ve yüceltmelerini beklemektedir.
Şehitlerimiz, davaları muzafferiyete erdiği anda ruhları
rahata erecektir. Ey bu davaya can veren, kan veren Ülkü devleri;
Sizin uğrunda canınızı verdiğiniz bu davayı yüceltmek için
uğraşacağız. Bize bıraktığınız bu yüce davayı yüceltmek bizim
boynumuza borçtur.Başbuğ’un izinden gitmeyi ve davayı yaşatmayı
Cenab-ı Allah bize nasip eder inşallah. Allah bütün Ülkücü şehitlere
gani gani rahmet eylesin.
Unutmak tükenmektir, unutmak ihanettir. Yılmadan,
yıkılmadan başarana kadar mücadelemiz sürecek, şehitlerim,
gazilerim, nur içinde yatsınlar. Emanetin sahipleri olan bizler,
emaneti biliyor, bunun gurur ve onuru ile bu kutlu davayı onlara
yakışır şekilde temsil etmek için gayret sarf ediyoruz. Mekânları
cennet olsun, nur içinde yatsınlar.
Dr. Güven HOCAOĞLU
Milliyetçi Hareket Parti
Melikgazi İlçe Başkanı
22
ÜLKÜCÜ HAREKET
Mustafa ÖZTÜRK
Ülkücü hareket kavramı, milliyetçi lider Alparslan TÜRKEŞ’in
CKMP’nin genel başkanı seçildiği tarihten itibaren başlayan ve
günümüzde de aynı ilke ve hedefler doğrultusunda devam eden
hareketi ifade için kullanılan bir kavramdır.1965’te başlayan hareket,
12 Eylül 1980 darbesiyle kesintiye uğramış, ciddi yaralar almış ama
kısa sürede toparlanarak yoluna devam etmiştir.
Ülkücü hareketi başlatan lider, Alparslan TÜRKEŞ’tir. Bunu
tartışmak bile doğru değil. Ancak, hiçbir siyasi ve ideolojik hareket
birdenbire başlamamıştır. Dolayısıyla, ülkücü hareketin de bir kökü
ve temeli olması gerekir.
Ülkücü hareket’in dayandığı ve benimsediği fikir, Türk
milliyetçiliğidir. Bu nedenle, ülkücü hareket, Türk milliyetçiliğinin
tarih boyunca kazandığı değerleri ve tecrübeleri bünyesinde toplamış
bir hareket olarak ortaya çıkmıştır. İşte bu yüzdendir ki Türk
ülkücüleri, Bilge Kağan’dan ATATÜRK’e tüm Türk milliyetçilerine
sonsuz bir sevgi duymuşlardır.
23
Ülkücü Hareket’in fikri ve ideolojik kökü Orhun Anıtları’na
kadar gitmekle beraber; Osmanlı Devleti’nin dağıldığı dönemde
ortaya çıkan Türkçülük akımından çok etkilendiği bir gerçektir. Türk
ülkücüleri, her zaman, Ziya Gökalp’ı Türk milliyetçiliğinin fikirdeki
önderi kabul etmişlerdir.
Ülkücülerin en çok sevdiği, hatta hayran olduğu bir başka
şahsiyet de Hüseyin Nihal ATSIZ’dır. ATSIZ’ın davası için her çileye
katlanan kişiliği onları çok etkilemiştir. Ülkücülerin Alparslan
TÜRKEŞ’i bir lider olarak benimsemelerinde, 3 Mayıs 1944 Türkçülük
Hareketi içinde yer alıp tutuklanmasının büyük rolü olmuştur. 27
Mayıs 1960 ‘ta Türkiye radyolarında Alparslan TÜRKEŞ adını duyan
Türk milliyetçileri, hemen 3 Mayıs 1944’ü hatırladılar. Hindistan’dan
döndükten sonra da büyük bir inanç, güven ve karalılıkla peşinden
gittiler. 3 Mayıs 1944’ün kadrosunda yer alıp ATSIZ’la ülküdaş olması
yanında Türk Silahlı Kuvvetleri’nden gelmesi ona güvenmek için
yeterliydi.
Rahmetli TÜRKEŞ çok geniş bilgi birikimi olan, Türk tarihini çok
iyi bilen ve ondan dersler çıkaran, dünya ve Türkiye’deki olayları
günden güne izleyen bir liderdi. O’na önceleri “Albayım” diye hitab
ederdik. Daha sonra; O’ndan bahsederken “Başbuğ” denilmesi,
“O’nun tüm Türkleri toparlayacak, kurtarıcı bir lider olarak
görülmesindendir.” diye düşünüyorum.
Ülkücü Hareket, Alparslan TÜRKEŞ’in esaslarını belirlediği 9
ışık Doktirini’ni bir kalkınma yolu olarak benimsemişti. Liberal
kapitalizm ile marksist sosyalizmin kıyasıya çatışıp Türkiye’ye
dayatıldığı bir devirde 9 Işık Doktrini, milli ve yerli bir doktrin
arayanlara bir ilaç gibi yetişti.
9 Işık bir ilkeler demetidir. Bu ilkeler: milliyetçilik; ülkücülük;
ahlakçılık; ilimcilik; toplumculuk; köycülük; hürriyetçilik ve
şahsiyetçilik; gelişmecilik ve halkçılık; endüstricilik ve
teknikçilik’tir.
24
Dikkat edilirse, ATATÜRK ilkelerinin biraz daha genişletilmiş,
çağa uyarlanmış şeklidir.
9 Işık ilk yayınlandığında küçük bir kitapçıktı. Ancak etkisi çok
büyük oldu. Artık Marksistlere ve liberal-kapitalizme karşı bizim de
bir doktrinimiz vardı. Türkiye’nin sorunlarını nasıl çözeceğimizi
biliyorduk. Göğsümüzü gere gere: “Ne kapitalizm ne komünizmMilliyetçi Toplumcu yol” diyebiliyorduk.
Türk toplumuna, Marksizm ve kapitalizm dışında “üçüncü yol”
önerimiz böyle başladı. Küçük bir risale olan 9 Işık üzerine makaleler,
kitaplar yazıldı. Milliyetçi fikir adamlarının da katkılarıyla 9 Işık
Doktrini kitlelerin dilinde ve gönlünde yer etti.
1965’i takip eden yıllarda milliyetçi neşriyat kapış kapış
satılırdı. Onları okuyarak gelişmeleri takip eder, ne yapmamız
gerektiğini de milliyetçi yazarların yazılarındaki mesajlarla
belirlerdik. Önceleri örgüt ve örgütlenme diye bir şey yoktu. İlk
olarak Genç Ülkücüler Teşkilatı kuruldu. Sınırlı sayıda şubesi vardı.
Sonra, özellikle üniversitelerde Ülkü Ocakları kuruldu ve hızla
yayıldı. Çünkü kendilerini devrimci diye adlandıran ve Marksist
komünist ideoloji’yi benimseyen gençler, kendileri gibi düşünmeyen
gençleri okullara sokmuyorlardı. Bu gençler de örgütlenmek ihtiyacı
duyuyorlardı. Ülkü Ocakları işte böyle bir ortamda adını duyurdu ve
Türkiye’nin her yerinde örgütlendi.
O günkü siyasi iktidarlar gençler arasındaki, zaman zaman,
öldürmelere varan mücadeleyi hep yanlış değerlendirdiler, bir sağsol kavgası olarak gördüler. Hâlbuki öyle değildi. Marksist
sosyalistler devrim yoluyla Türkiye’de komünist diktatörlük kurmak
istiyorlardı. Bunun için de 1917’de Rusya’da olduğu gibi bir devrimi
adım adım oluşturmaya çalışıyorlardı. “Devrim kanla yazılır” diye
silaha sarılıyor ve terörü metod olarak benimsiyorlardı. Bu nedenle
kendilerine baş eğmeyen ülkücülere saldırdılar ve binlercesini şehit
ettiler. Ülkücüler ise nefsi müdafaada kaldılar.12 Eylül ihtilali’nden
25
sonra Marksist-leninist örgütlerden ele geçirilen silahlar, onların işi
hangi noktaya götürdüklerinin kanıtıdır.
1980 öncesinde aşırı sol veya komünist kesim hiç millici-uluscu
değildi. Marks, Engels, Lenin, Troşki, Mao önder kabul edilir,
ATATÜRK bile üst yapı devrimcisi diye tenkit edilirdi. Belli başlı
sloganlarından biri de “Yaşasın Türkiye halklarının özgürlük savaşı”
sloganıydı. Ülkede kanlı bir kardeş kavgası çıkararak özledikleri
devrimi gerçekleştireceklerini ummuşlardı. Ancak emellerine
ulaşamadılar. Çünkü ülkücüler tüm oyunları bozdu. Ülkücü Hareket’in
yaptığı en büyük görev de bu noktada ortaya çıktı: Türkiye’nin
Sovyetler Birliğinin güdümündeki komünist bir ülke olmasını
Türk ülkücüleri engelledi. Bu basit veya önemsiz bir olay değil;
Türkiye’nin bağımsızlığının; milli birliğinin; demokrasinin korunması
hadisesidir.
Ülkücüler devletin askeri ve polisiyle mücadele etmedi
devleti devirmeye; ülkeyi parçalamaya çalışmadı. Bunları yapan
teröristlere imkânları ölçüsünde karşı koydu, kendini feda etti. Bu
yüzden 12 Eylül yönetiminin ülkücülere kötü muamelele yapmaları,
hiç adil olmamıştır.
12 Eylül’ün mahkemelerinde ülkücülere en çok söylenen
söz şudur: Siz bu ülkenin polisi misiniz, jandarması mısınız?
Vatanı, devleti korumak size mi kaldı? Bu sözleri söyleyenler ve
siyasi iktidarlar görevlerini hakkıyla yapsalardı, komünist tedhiş ve
terörü engelleselerdi, bir ülkücünün can havliyle ortaya atılıp vatan
müdafaası yapmasına gerek kalır mıydı? Ülkücüleri bu şekilde
suçlayanlar, acaba bugün de böyle mi düşünüyorlar; çok merak
ediyorum.
1965-1980 arasındaki ülkücü nesil gibisi bir daha gelir mi
bilemiyorum. Ancak, Batı emperyalizminin dayattığı “Kürt açılımı”
ile Türkiye’nin yine bir kargaşa ve çatışma ortamına sürüklenmek
istendiğini üzülerek görüyor ve biliyorum. Çünkü ABD ve AB,
Türkiye’yi etnik temelde yeniden tanzim etmek ve İstiklal savaşıyla
26
kurduğumuz milli-üniter devleti yıkmak istiyor. Bunu nasıl yapacak?
Türk’ü kürd’ü birbirine düşman edip ayrıştırarak, etnik farklılıkları
kaşıyıp abartarak, iç savaş ve ayaklanmalar çıkararak yapacak.
Türkiye hızla bu felakete sürükleniyor.
Bu meseleyle ilgili olarak, Milliyetçi Hareket’in Lideri Devlet
Bahçeli, “Kürt açılımı” nı gündemine alan AKP Hükümetini uyarmış ve
tarihi bir tepkide bulunmuştur. Hükümet bu yanlıştan dönmez ise,
Milliyetçi Hareket tepkisine, mutlaka devam edecektir. Mücadelenin
giderek sertleşeceğini tahmin etmek hiç de zor değil. Paha biçilmez
tecrübeler yaşayan Türk ülkücüleri, herşeye rağmen, yine milli ve
üniter devletin, vatan ve milletin bölünmez bütünlüğünün yanında
yerlerini alacaklardır. Ancak, Türk ülkücüleri olarak isteriz ki başta
siyasi iktidar olmak üzere herkes; Anayasa’ya ve diğer yasalara
saygı göstersin, uysun, kimse devletin temelleriyle oynamasın. Aksi
halde, öyle bir fırtına geliyor ki bu fırtınadan herkes zarar görecek,
sadece biz Türkler değil.
Ülkücü Hareket, meşruiyetçidir, yasalara uyar ve saygı duyar.
Bu nedenle, mücadelesini yasalar çerçevesinde ve yasalara
dayandırarak yapacaktır.
Ülkücü Hareket, Türk milletinin hakkını korumak için vardır. Bu
yönüyle Milli Mücadeleyi başlatan Müdafa-i Hukuk hareketine
benzer.
Ülkücü Hareket; gücünü Türk milletinden ve onun
değerlerinden alır. ABD ve AB fonlarıyla beslenen ve sonra da
Türklüğe saldıran örgütlerden değildir. Ülkücü Hareket Türk
milletine dayandığı ve onun hukukunu savunduğu için haklıdır. Haklı
olduğu ve Hakk’ı savunduğu için her zaman güçlü olmaya mecburdur.
27
KAYSERİ’DE ÜLKÜCÜ HAREKET
Mustafa ÖZTÜRK
Ülkü (ideal, mefkûre), ulaşılmak istenen hedef; ülkücü, ülküye
çıkar gözetmeden bağlı olan kişi; ülkücülük de ülkünün belirlediği fikir
ve davranışları, bir yaşama biçimi olarak benimseme halidir.
Türkiye’de “ülkü, ülkücülük” denildiği zaman, Türk millî ülküsü
ve buna inanan insanların yaptığı mücadele akla gelmelidir.
Türk ülküsü tarihte “Kızılelma” diye adlandırılmıştır.20’nci
yüzyılın başında, Türkçülük akımının güç kazanması üzerine “Türklerin
birliği” anlamını taşıyan “Turan” sözcüğü ile ifade edilir olmuştur.
Konuya bu açıdan bakıldığında, Türk ülkücülüğünün kökleri çok eski
çağlara kadar dayanır. Ancak, Türk ülkücülüğünün bir siyasi partinin
programına girmesi ve temel ilkelerinden birisi olarak öne çıkarılması
1965’te Alparslan TÜRKEŞ’in siyasete atılmasıyla başlamıştır.
Türk ülkücülerinin “Başbuğ” ünvanını uygun görüp içtenlikle
bağlandıkları Alparslan TÜRKEŞ, kaleme aldığı “Millî Doktrin: 9 Işık”
ta ülkücülük ilkesine geniş yer vermiş, hatta bu millî doktrini, Türk
milletinin birliğini sağlamak amacıyla yazmıştır. Bu nedenle, “ülkücü
hareket” denildiği zaman, 1965’te Alparslan TÜRKEŞ’le başlayan, bugün
Milliyetçi Hareket Partisi ile devam eden siyasi aksiyon ile buna kalben
bağlı kişi ve kuruluşların faaliyetleri anlaşılmaktadır.
Kayseri’de Türk ülkücülüğünün ilk filizlendiği yer Türk Kültür
Derneği’dir. 1957 yılında Kayserili aydınların kurduğu bu dernek,
Belediye İş hanının ikinci katında yer alıyordu. Orada milletin sorunları
konuşulur, tartışılır, anma toplantıları yapılırdı. Buraya gelen her genç, o
zamana kadar hiç duymadığı millet, milliyetçilik, millî ülkü gibi
kelimelerle tanışır, sanki yeni bir dünyaya dalardı.
Türk Kültür Derneği’nde en çok Hüseyin Nihal ATSIZ, Nejdet
SANÇAR, Peyami SAFA, Mümtaz TURHAN, Osman TURAN,
28
Osman Yüksel SERDENGEÇTİ gibi yazar ve fikir adamları okunurdu.
Türk Kültürü, Türk Yurdu, Orkun, Toprak, Millî Yol, Ötüken,
Fedâi, Yol dergileri ellerden düşmezdi.
Türk Kültür Derneği bir okul gibi pek çok Türk ülkücüsü yetiştirdi.
Bunlar, hem milliyetçi-ülkücü kuruluşlarda, hem de devlet kademelerinde
memur ve bürokrat olarak davaya hizmet ettiler ve etmektedirler.
1965’i takip eden yıllarda önce Genç Ülkücüler Teşkilatı, sonra bunun
yerine Türk Ülkücüler Teşkilatı kuruldu. Her ikisi de mekân olarak Türk
Kültür Derneği’nin yerini kullandılar. Çünkü, bu derneklerin mali gücü
oldukça sınırlıydı.
1970 öncesinde “Ülkücü Hareket”in hızla örgütlendiği kentlerden
birisi de Kayseriydi. Bu durum, Başbuğ tarafından da takdir ediliyordu.
Bunun bir sonucu olarak, genel merkezi Kayseri olan Büyük Ülkü
Derneği kuruldu ve Türkiye’nin her yerine şubeler açıp örgütlendi. Büyük
Ülkü Derneği, Ülkü Ocakları kurulana kadar görev yaptı; ülkücülük
bayrağını şan ve şerefle taşıdı.
Ülkücü hareket, elbette ki, gençliğe hitap eden derneklerden ibaret
değildir. Merkezde parti olmak üzere çeşitli meslek ve sosyal grupların
oluşturduğu dernek ve sendikalar da “ülkücü hareket” in bütünlüğü içinde
yer almışlardır. Bu dernek ve sendikalar şunlardır:
Ülkücü Öğretim Üyeleri ve Öğretmenler Derneği (ÜLKÜ-BİR)
Ülkücü Teknik Elemanlar Derneği (ÜLKÜ-TEK)
Ülkücü İşçiler Derneği
Ülkücü Memurlar Derneği
Ülkücü Esnaflar Derneği
Ülkücü Köylüler Derneği
Ülkücü Hanımlar Derneği
Tıbbiyeliler Birliği
Milliyetçi İşçi Sendikalar Konfederasyonu (MİSK)
29
Genel merkezleri Ankara’da olan bu kuruluşların hepsinin de
kendilerine has yayın organları bulunuyordu. Şubelerin de ayrıca kendi
imkânlarıyla çıkardıkları bülten, gazete ve dergileri vardı.
O yılların en çok okunan yayınları, haftada bir çıkan Devlet
gazetesi, aylık Töre ve Bozkurt dergileriydi. Daha sonra Hergün yayın
hayatına girdi. Önde gelen yazarlar da Prof.Dr. Erol GÜNGÖR, Galip
ERDEM, Dündar TAŞER, Necdet SEVİNÇ idi.
Yukarıda adlarını belirttiğimiz dernekler arasında organik bir bağ
yoktu, birbirlerine müdahale etmezlerdi, ama hepsinde ortak olan şey,
amaç birliğiydi. Herkes millî ülkü yolunda bir ara hedef olarak
belirlenmiş olan “milliyetçi iktidar” a koşuyordu. Bu hedefte her ülkücü,
sanki önceden anlaşmış gibiydi.
Ülkücü Hareket, komünizm ve kapitalizmin antitezi olan fikirlerden
öte kendisine özgü düşüncelerle bir tezdir. Ülke sorunlarını çözmek üzere
önerdiği görüşler, çeşitli kitap ve makalelerde yer almıştır. Ancak bu
görüşler, ülkücü-milliyetçi hareket iktidarı gelemediği için, uygulama
olanağı bulamadı.
1965-1980 yılları arasında Türk ülkücüleri çok acı çektiler.
İmkânlar çok sınırlıydı. Özellikle maddî yetersizlik, her zaman kendini
gösterirdi. Derme çatma mobilyaların yer aldığı dernek mekânları, yeni
gelenlere hiç cazip gelmezdi ama sıcak ülküdaşlık ortamı herkesi o
mekâna mıh gibi bağlardı.
O yıllarda ülkücü derneklerde en sık yapılan faaliyet, fikrî sohbet ve
konferanslardı. Konuyu işleyecek bir bilen, bir büyük yok ise bir genç
görev alarak o konuya hazırlanır ve arkadaşlarına anlatırdı. Her derneğin
bir kitaplığı mevcuttu.
O yıllarda, ülkücülerin çok sevdiği fikrî eğitim, zaman zaman
sekteye uğramıştır. Çünkü terörü bir metod olarak uygulayan aşırı sol
örgütlerin saldırıları, fikir mücadelesini fizikî mücadeleye dönüştürdü.
Dernekler kendilerini savunmak için tedbir almak zorunda kaldılar.
Toplantıları azalttılar veya iptal ettiler. Zemin katlardaki dernek
binalarındaki pencereler, kurşunlama ihtimaline karşı, saç levhalarla
30
kapatıldı. Tüm bu tedbirlere rağmen, Kayseri’de ülkücü hareket pek çok
şehit verdi. Onları şimdi minnetle ve şükranla anıyoruz.
Aynı milletin evlatlarının birbirine düşman olmaları, daha doğrusu
düşman yapılmaları ne kadar acıdır. Allah biliyor ya, bu karşılıklı
düşmanlık ve mücadelede ülkücülerin şuçu hemen hemen yoktur. Çünkü
“Devrimler kanla yazılır” diye saldıranlara karşı ülkücüler, sadece
kendilerini ve millî değerleri savunmuşlardır.
12 Eylül 1980 Darbesi, Ülkücü Hareket’in üzerinden bir silindir
gibi geçti. Lider ve önde gelen tüm kadrolar tutuklandı. Binlerce genç
cezaevlerine dolduruldu.
Ülkücü Harekete büyük haksızlık yapıldı: Ülkücüler, sanki
anarşinin bir tarafıymış gibi muameleye tabi tutuldu. Oysa ülkücü
hareket, Türk milletinin nefsi müdafaasını temsil ediyordu. Öte yandan,
ülkücü hareket, meşru yollardan iktidara gelmek istiyordu; 12 Eylül’de
yolu kesilerek iktidarına engel olundu.
Ülkücü Hareket, 1980 öncesinde Sovyet yanlısı komünistlerin kanlı
bir ihtilâlle Türkiye’de iktidara gelmelerini engelleyerek tarihî bir görev
yaptı; Türklük bilincinin geniş halk kitleleri arasında yayılmasını sağladı,
millî bilinç sahibi kuşakların yetişmesine önayak oldu. Bunlardan bir
tanesi bile ülkücü hareketin büyüklüğünü ispata yetecektir.
12 Eylül 1980 ihtilâli, Ülkücü Hareketi oluşturan kurumları
kapatmıştır ama Ülkücü Hareket’in dayandığı fikirlere bir şey
yapamamıştır. Fikir ve ülkü öldürülemediği için Ülkücü Hareket kısa
zamanda toparlanmış ve eski gücüne kavuşmuştur. Kapatılan örgütlerin
yerine yenileri açılarak haklı ve meşru dava yolculuğuna şuurla devam
edilmektedir. Öyle ki bugün Ülkücü Hareket, küresel emperyalizmin
kışkırttığı bölücülüğe karşı Türkiye’nin en büyük sigortası konumundadır.
31
ÜLKÜCÜ ŞEHİTLERİMİZ
49 yıllık gazetecilik hayatımda kaç bin yazı yazdım
bilemiyorum.
Ama o yazılardan hiç birinin yazılmaya başlanış ve bitiş
tarihleri bu yazının yüzde biri kadar zamanımı almamıştır.
Bu kitab hakkında yazı yazma görevi bana verildikden sonra
günlerce
düşündüm;
geçmiş
yıllarımızı;
arkadaşlarımızın
mücadelelerini ve hele fidanlarımızın gül bahçesine girercesine şu
kara toprağa girdikleri günleri kaç kez yeniden yaşayarak bir şeyler
yazmak ve onlara göndermek istedim ama nafile: İçimdeki bin
mektuptan birini gönderemem, yazar yazar şehidim! Diyerek hepsini
yetersiz buldum.
Onların; bedenen bir şehit babası, kardeşi, yakın akrabası
değildim ama hepsinin manevi babaları, ağabeyleri, amcaları
sayılırdım.
32
O dönemin Milliyetçi Hareket Partisi İl Başkanı olarak kimini
kendi ellerimle indirdim o soğuk mezarlara, kimine Fatihalar
gönderdim, yaşlı gözlerimi etrafımdan saklayarak!
Burada; Kayseri’deki ilk ülkücü şehidimiz; Eğribucakta’ki sınır
komşumuz “Nimet anne”nin yeğeni, Ali Rıza beyin-Yüksel hanımın
oğulları; mavi gözlü, aslan yapılı Mustafa MARAŞLI’yı.
Kurşunlanışından hemen sonra Devlet Hastanesine gönderilen ve
fakat “acilen Ankara’ya yetiştirilmesi” söylenilen ama sonunda
Ankara’dan cenazesi gelen Arif YILMAZ’ı… Ve…Benim yazdığım
“Vahşetin Mesulleri!” başlıklı bildiriyi bir ramazan günü-18Ağustos
1979- oruç ağzıyla dağıtırken kahpe kurşunlara hedef olan Fevzi
KÖSEAYDIN’ı; kırk yıllık kadim dostum Sabit ÇİFTER’in oğlu Bekir’le
diğer bütün “yüreklerimizi” saygı ve rahmetle anmak istiyorum.
Ciltlere sığmayacak, okyanusları taşıracak hatıraları, duyguları
buraya sığdırmak ne mümkün.
Yüce Allah hepsine rahmet eylesin ve devletimizi, milletimizi
koruyup; göklerden bayrağımızı, göklerde ezanımızı eksik etmesin.
Âmin!
Hasan Sami BOLAK
1978-1979 Yıllarında
MHP Kayseri İl Başkanı
33
SUNUŞ
Mehmet Esat Halit ŞAHİN
“Kayserili Türk İslam Ülkücüsü Şehitler Albümü”nü
hazırlamakla gecikmiş bir vefa borcunu yerine getirmeye çalıştık;
fakat kendimizi manevi sorumluluktan kurtarmış saymıyoruz.
Cenab-ı Hakk’ın ve aziz şehitlerimizin affına sığınıyoruz. Bu
asil Müslüman-Türk çocukları, ülkücü gençler hayatının baharında
bir gül bahçesine girer gibi cengin ortasına mübarek vücutlarını
gözlerini kırpmadan pervasızca atıp; serini, canını, kanını verip ebedi
âleme yürüyüp şehit oldular. Bunları niçin yaptılar ve onları bunu
yapmaya mecbur eden, kuvvetler ve güçler kimlerdi. Ne yapmak
istiyorlardı? Nereden çıkmışlar ve nasıl bu hale getirilmiştik? Bu
cennet vatanımızda, bu bir iç savaş mıydı? Bir isyan mıydı? Yoksa,
devleti yönetenlerin koltuk kavgası için mi bu milletin insanları
birbirleriyle cenk ettiriliyor, birçok aile yuvası yıkılıyor, birçok can
mal kaybına sebep olunuyordu? Bunları, siyasi iktidarlarındaki
makamları ele geçirmek için birer basamak mı yapmak istiyorlardı?
Bu olayları doğru değerlendirmek her Müslüman Türk’ün asli
görevidir. Doğru değerlendirme görevini tarihimizin derinliğinden,
34
geçmişimizdeki olayları ve devletimizi yönetenlerin icraatlarını, fikir
ve inançlarını bilerek yaparsak hem milletimiz hem de devletimizin
geleceği için doğru kararlar alınmasına yardımcı oluruz. Devletimiz
(Türkiye Cumhuriyeti) 6 Ekim 1923 tarihinden sonra cephe
savaşından sonra kurulmuştu. 1938’de Mustafa Kemal Paşa’nın
vefatıyla 1938-50 yılları döneminde iktidar ve devlet İnönü ve onun
yandaşlarının eline tamamen geçmişti. Devletimizin yüksek
kademeleri komünistlikten yargılanmış ve tescillenmiş kişilerle
dolduruldu. Aziz Türk Milletinin İnancına, milli duygu ve
düşüncelerine yüzde yüz ters bir ideolojiye sahip kişilerden;
bakanlar, valiler, genel müdürler; üniversite, lise, ortaokul
öğretmenleri her kademeden kişiler görev aldı. Bunlardan, Hasan Ali
YÜCEL, Hakkı TONGUÇ, Vedat Nedim TÖR, Behice BORAN vs. bunlar
bulundukları makamlarında kendi ideolojisinin dışında olan
Müslüman Türk çocuklarını çeşitli tertip ve desiselerle;
mahkemelerle ve idari zulümlerle, baskılarla; sindirmeye, yıpratmaya
çalışıyorlardı.
Bu olaylardan bir tanesi 3 Mayıs 1944 olaylarıdır. 23 kişiden
oluşan çeşitli meslek sahibi öğrenci, öğretmen, subay Türk
milliyetçisi oldukları için vatan haini olarak yargılanmıştır. İşte o
günün savcısı; Kazım ALÖÇ Mahkemede Müslüman Türk çocuklarını
şöyle itham ediyordu: “Efendiler biz bunları yüksek mahkemenin
huzuruna hükümeti devirmeye kalkışan vatan hainleri olarak
çıkarmış bulunuyoruz” demişti. Bu asil Müslüman Türk çocukları da
hep bir ağızdan “Biz vatan haini değil Türk Milliyetçisiyiz bu
sözleri savcıya aynen iade ederiz” diyorlardı. Türk milliyetçilerini o
zaman savunan Avukat Prof. Kenan ÖNER’dir. Bu avukat aynı
zamanda Mareşal Fevzi ÇAKMAK’ın Mili Eğitim Bakanı olan Hasan Ali
YÜCEL’e; “Sen komünistsin ve komünistleri koruyorsun”
sözlerinin de sebep olduğu davanın avukatıdır. Türk milliyetçilerine
vatan haini diyen savcıya, mahkeme heyetine Av. Kenan ÖNER’in
cevabı şu olmuştur: “ Efendim huzurunuzda mahkeme edilmekte olan
35
vatandaşlarımız
henüz
hükümlü
olmayıp
sadece
durumundadır. Savcının böyle konuşmaya hakkı yoktur.”.
sanık
Mustafa Kemal ATATÜRK zamanında; 1925-1928 yıllarında
başlatılan ezanın Türkçe okunması düşüncesi, İnönü zamanında bir
din düşmanlığına ve dindarları (Dinine bağlı kişileri) yıpratma,
sindirme, cezalandırma dönemi olmuştur.
O zaman çıkarılan 4055 sayılı kanunla bu kişilere 30 ay hapis
cezası getiriliyordu. Hükümetin bu düşünce ve icraatına karşı bilgi
almak için dilekçeyle müracaat eden Prof Ali Fuat BAŞGİL ve gazeteciyazar Eşref Edib’e Hükümetin Matbuat Umum Müdürü Vedat Nedim
TÖR’ün 1943 yılında verdiği cevap yazısı şöyleydi “Biz, her ne
şekilde ve surette olursa olsun memleket dâhilinde dini neşriyat
yapılarak, dini bir atmosfer yaratılmasına ve gençlik için dini
zihniyet fideliği vücuda getirmesine taraftar değiliz. Günün bu
kabil neşriyata tahammülü olmadığını siz de takdir edersiniz”.
Bu adam 1925 yılında Türkiye Komünist partisini kuranlardandı ve
aynı zamanda partinin genel sekreteri idi. İnönü hükümetinde
matbuat umum müdürü oldu. Türk çocuklarının askere gitmelerine
vurgu yaparak, yine bir gün şöyle söylüyor: “Savaşırsanız
erkekliğinizden olursunuz, nişanlınıza kavuşamazsınız.” Vedat
Nedim TÖR, bu sözleriyle Türk çocuklarının dini milli duygularını
yıkmaya çalışıyordu.
O zamanda hükümetin yarı resmi gazetesi olan “Ulus’ta“ şöyle
bir başlık çıkıyor: “İnönü ve Stalin başımızdadır” Başyazarı Rus
liderine ve Ruslara övgü yağdırıyor. Zamanın Ankara valisi olan
Nevzat TANDOĞAN, Türk Milliyetçisi Osman Yüksel SERDENGEÇTİ’yi
huzuruna getirip şöyle söylüyor: “Ulan öküz Anadolulu! Sizin
milliyetçilikle, komünizmle ne işiniz var? Milliyetçilik lazımsa
biz yaparız. Komünizm gerekirse onu da biz yaparız. Sizin iki
vazifeniz var:
Birincisi çiftçilik yapmak, ikincisi askere
çağırdığımda askere gelmek. Alın bu iti götürün!” İşte, asil
Müslüman Türk Çocuğu Rahmetli Osman Yüksel SERDENGEÇTİ’YE,
36
Nevzat TANDOĞAN denilen Arnavut devşirmesi vali, Türkoğlu Türk’e,
Türk demekten korkuyor, ürküyor, onu aşağılıyor.
Türk devletinin asli sahibi olan Türk çocuklarının, devletin
hiçbir makamında olmalarına; yükselmelerine; meslek sahibi
olmalarına tahammül edemiyor. “İt” diyerek, ona hayvan muamelesi
yaparak;
alçaltıp,
hakaret
ediyor.
Komünistlikle,
Türk
milliyetçiliğinin; birbiriyle yüzde yüz zıt iki ideolojinin de kendi
tekelinde olduğunu belirtip, Arnavut devşirmesi kızıl olduğunu
gizlemiş oluyor. Sorarım size: Büyük Türk devletini yöneten zihniyeti
bozuk bu adamlar, milli duyguya sahip olabilirler mi? Devletimize,
milletimize dıştaki düşmanlardan daha fazla zarar vermezler mi?
Bunun üzerinde uzunca düşünmek lazımdır. Mareşal Fevzi
ÇAKMAK’ın, komünistlikle suçladığı Hasan Ali YÜCEL, Türk
milliyetçileri için şöyle söylüyor: “Bir avuç ırkçı, ellerine palayı alıp
iktidarı devirecekler. Hemen, Türk milletini atlara bindirip;
başlarına bir börk, omuzlarına birer ok çıkını yerleştirecekler.
İran üzerinden Rusya’ya sefer. Bütün Türkleri birleştirip, Turan
kuracaklar. Tabii bu hayallerinde muvaffak olamayacakları için;
Dimyata pirince giderken, evdeki bulguru da kaybedecekler.
Türkiye’yi de mahvedecekler. Uçan kuşa komünist diyorlar.”
İşte, İnönü’nün Milli Eğitim Bakanının kime çalıştığını,
bunların yetiştirdiği nesillerin, Türk milletine, devletine ne gibi
zararlar vereceğini iyi düşünmek; Asil Müslüman Türk çocuklarını
vuranları,
imha etmeye çalışanlarını, düşmanın beşinci kol
kuvvetlerine hizmet edenleri iyi tanımak gereklidir. 1950-1960 yılları
arasındaki Bayar – Menderes yönetiminde baskı ve şiddet, kısmen,
Müslüman-Türk milletinin üzerinden kalkmış veya hafiflemiş görünse
de, Türk milliyetçileri İnönü döneminde olduğu gibi baskı, şiddetten
ve ihanetlerden kurtulamadı.
Dönmelerin, bölücülerin, komünistlerin; aynı hızla devlet
düşmanlığı, din düşmanlığı devam etti. Vatansever Müslüman-Türk
çocuklarının başlattıkları, milli ve siyasi her çalışma en kısa zamanda
37
yok edildi. Türk milliyetçilerinin kurduğu, “Milliyetçiler Derneği”
dönemin reisi cumhuru, başvekili ve onun bakanları tarafından 1953
yılında, “IRKÇI – TURANCI PANİSLAMİST” faaliyetlerde bulunuyor
gerekçesiyle, bir gecede 75 şubesiyle birlikte kapatıldı. Yöneticileri
mahkemeye sevk edilerek para cezasına çarptırıldı.
Reisicumhur, başvekil ve bakanları şöyle beyanat vermeğe
başladılar: “Dışarıda Türk kalmamıştır, onlar komünist
olmuştur” Bu söylemleriyle dışarıdaki Türkleri sahipsiz bırakarak,
Türk varlığına ve Türk devletine ihanet etmişlerdir. Yine, General
Cevat Rıfat ATİLHAN’ın kurduğu İslam-Demokrat Partiyi de, Amerika
devletinin ve Yahudilerin baskısı ile kapattılar. Celal BAYAR’ı bu
hizmetinden dolayı; Amerika seyahatinde Yahudiler, gümüş madalya
ile taltif ettiler. Çünkü General Cevad Rıfat ATİLHAN Yahudi düşmanı
olup; 1948’de, Türkiye’den topladığı 300 gönüllü serdengeçti ile
Filistin’e Yahudilerin yerleşmesine karşı çıkmış ve Yahudilerle
savaşıp başarılar elde etmişti.
Bayar – Menderes dönemi de Türk milleti ve milliyetçileri için
bir yıkım dönemi olarak tarihe geçmiştir. 27 Mayıs 1960 İhtilal
cuntası dönemi sürerken 13 Kasım 1960 tarihinde, 14 kişilik Türkçü
grup, yurt dışına görevli-sürgüne gönderilir. Solcu ihtilal grubu öyle
azıtmıştır ki, harp okullarında Türkçü yayınlar okudukları için,
öğrenciler hemen okuldan atılır. Diğer okullardaki baskı, şiddet,
sindirme hareketi bu dönemde de devam etti. Daha sonra yapılan
seçimlerde, iktidar yine İnönü’nün ve yandaşlarının eline geçti.
Üniversitelerde komünist öğretim üyeleri ve öğrenciler;
“Bilimsel, ileri, çağdaş eğitim”, “Bağımsız Üniversite” sloganları ile
hocaları önlerinde sokaklarda yürüyorlardı. Fakat milliyetçi
öğrencileri katlediyorlar, okullara sokmuyorlardı. 1965-1970
Süleyman Demirel dönemi başladı. Aynı zihniyet devam etti.
Milliyetçi Türk çocuklarına karşı 1971’de askeri müdahale oldu. Bu
müdahaleyle, Nihat Erim dönemi başladı. Aynı solcu zihniyet, 19721973 Ferit Melen, Naim TALU dönemleri ile devam etti. Ve sonra
38
1974 seçimleri, bu kez iktidar Ecevit- Erbakan ikilisinde. Bu hükümet
dönemi de Türk devleti ve ülkücüler için imha yok etme dönemi
olarak adlandırılabilir.
Bunun akabinde iktidar 1975 yılında Süleyman Demirel’in
milliyetçi cephe hükümetine geçer. 1977-1978 yıllarında iktidarda
Bülent Ecevit vardır. 1979 da Süleyman Demirel tekrar hükümeti ele
geçirir. Askeri darbe ile 12 Eylül 1980’de Kenan Evren ve Devşirme
Cuntası iktidara gelir. Milliyetçi-ülkücü Türk çocuklarına, devletin her
kademesinde, baskı ve sindirme; imha ve zindanlar dönemi başlar.
Bu, 1985 yılına kadar bütün şiddeti ile devam etmiştir. Müslüman Türk çocukları ülkücülere yapılan zulüm, işkence, imha ve özel
yargılamalar dönemini en ince ayrıntılarıyla yazacağız. İhtilalden
sonra ABD büyük elçisi Spain şöyle söylüyor: “Türkiye, Alparslan
TÜRKEŞ’e teslim edilmediği için sevinçliyiz” Amansız
düşmanlarımızın Büyük Türk Devleti ve Büyük Türk Milleti üzerinde
bir hesabı varsa; onun asli sahiplerinin iktidara gelmelerine,
devletlerine sahip olmalarına karşı her türlü düşmanlıklarını
yapanlara karşı da kudret, kuvvet ve mülkün sahibi olan Cenab-ı
Hakkın da bir hesabı vardır düşüncesindeyiz. Şüphesiz ki, mülk
onundur; dilediğine verir, dilediğinin elinden alır. Ey yüce Rabbimiz
olan Yüce Allah! Asil Müslüman-Türk çocuklarını mahcup etme,
düşmanlarımızı sevindirme. Bir gün bize, “ Devlet (iktidar)
sizindir.” dendiği günü göster. Senden bunu istiyoruz. Lütfeyle,
kerem eyle, ihsan eyle.
Son olarak; Türk-İslam ülküsü uğrunda ser, kan, can veren
ülküdaşlarıma rahmetler dilerim. Ruhları şad olsun.
Allah, büyük kahraman Türk Milletine bir daha böyle acılı,
hüzünlü günler göstermesin. Bütün dava arkadaşlarımı ve
gönüldaşlarımı saygı ile selamlıyorum.
39
AÇIK TEŞEKÜR
Milliyetçi Hareket Partisi Kayseri İl Başkanı Mete EKE Bey;
Kitabın baskısının gerekli finansmanını tek başına karşılayıp, çok
güzel bir vefa örneği göstermiştir. Kendisine, yapmış olduğu maddi ve
manevi yardımlarından dolayı bütün ülkücü gönüldaşlar adına
teşekkür ediyor; kendisini saygı ve sevgi ile selamlıyoruz.
KAYSERİ MHP İL TEŞKİLATI- KAYSERİ ÜLKÜ OCAKLARI
Dini Milli değerleri uğruna Feda’yı can eden aziz şehidimiz
Bekir ÇİFTER’in babası Sabit Beyi; ülkücü gönüldaşlarımızın
mücadelesini kitaplaştırıp tarihi belge olarak sunulmasında teşvik ve
gayretlerinden dolayı kendisine takdir ve teşekkür ederiz
KAYSERİ MHP İL TEŞKİLATI- KAYSERİ ÜLKÜ OCAKLARI
Kitabı hazırlarken Müslüman Türk’ün yüksek ruhlu has evladı
samimiyet ve gayretiyle destek olan Resul ŞAHİN bey’e teşekkür
ederim.
Mehmet Esat Halit ŞAHİN
Çalışmalarım esnasında yardımını benden esirgemeyen; Sabit
Çifter, Necati Şahin, Mustafa Öztürk, Hasan Sami Bolak, Ahmet
Kaplan, Faik Şahintürk, Seyit Tayfur, Nevzat Taşkın, Baki Tekatlı, Hacı
Öztürk, Ömer Yaşar, Zafer Yazgan, Aydın Eylen, Mehmet Odak, Çetin
Başpınar, Volkan Erişen, Bekir Akbulut, Duran Parlak, Selami Koç,
Yıldıray Çiçek, Buğrahan Eravşar Necati Çayır, Alper Köseoğlu,
Kürşat Açıkgöz, İsmail Karakoç, Nuri Şencan, Bektaş Akbaş, Hakkı
Yıldız, Hayrullah Sundu, Bilgehan Hatip, Mehmet Güç, Mustafa Kaya,
İsmail Durmuş Kingir, Burak Kılıç, Çağrı Aydın, Mehmet Fatih Şahin,
Mehmet Genç, Mustafa Genç, Ahmet Acar, İsmail Hakkı Şahin, Ali
Çelik, Rıfat Ateş, Musa Çankaya, İsmail Şahin, Hasan Gürpınar, Alper
Yıldız, Kemal Bozdoğanlı, Mehmet Erkahya, İbrahim Kayademir,
Ayhan Teltik, Onur Bayraktar, Mehmet Dadaloğlu, Ali Osman Çelik
Beylere; teşekkür ederim.
Mehmet Esat Halit ŞAHİN
Kayseri Ülkücü Teşkilat mensuplarından Memduh ÖZARSLAN
beyi ve ahrete intikal etmiş ülküdaşlarımızı rahmetle minnetle
anıyoruz. Mekânları nur ala nur olsun.
40
KÜRŞAD
Kürşad, 621 senesinde Çinli eşi İçing Katun tarafından zehirlenerek öldürülen Doğu
Göktürk Devleti kağanı Çuluk Kağan'ın küçük oğludur. Çuluk Kağan'ın ölümünden sonra
kardeşi Bağatur Şad, Kara Kağan adını alarak hükümdar oldu ve ağabeyinin Çinli eşi ile
evlenerek Ötüken'deki Türkler arasında huzursuzluğa yol açtı. Bir tarafta Çinliler, diğer
yanda da Sırtarduş Bayurku, Dokuz Oğuz, Uygur gibi Türk boylarının Göktürklere
başkaldırıp savaşmaları ve ayrıca İçing Katun'un Ötüken'de esir durumda yaşayan Çinli
azınlığa destek çıkarak bunların zenginleşmesini sağlaması sayesinde giderek zayıflayan
ve kıtlık tehlikesiyle karşı karşıya kalan Türkler, 629 senesinde Çinlilerle yaptıkları
savaşta tuzağa düşerek yenilince Doğu Göktürk Devleti yıkıldı. Başta Kara Kağan ve
Kürşad olmak üzere binlerce Göktürk Çinlilere esir düşerek Çin'in başkenti Siganfu'ya
götürüldüler ve orada kendilerine tahsis edilen bölgede yaşamaya mecbur edildiler.
Türkleri asimile edebilmek amacıyla Göktürk soylularını hassa ordusunda subay olarak
görevlendiren Çinlilerin bu taktiği bir işe yaramamış, Türkler bağımsızlıklarına kavuşup
yeniden devlet kurmak amacıyla fırsat kollamaya başlamışlardır. Kürşad da Çin
hükümdarının ordusunda subay durumundadır fakat kılıcını milletinin özgürlüğü için
çekeceği günü beklemektedir. Esaretin beşinci yılında Kara Kağan kahrından ölür.
Esaretin onuncu yılında, yani 639 senesinde, Bozkurt soyunun en büyüğü konumundaki
Kürşad durumun iyice kötüye gittiğini görerek kırk çerisi ile birlikte ihtilal yapmaya karar
verir. Geceleri kılık değiştirerek Siganfu sokaklarında tek başına dolaşma adeti olan Çin
hükümdarı Tay-tsung'u yakalayarak rehin almaya ve bu sayede Çin sarayına girerek
orada bulunan Kürşad'ın ağabeyinin oğlu Urku Tigin'i kurtarıp, toplayabildikleri kadar
Türk ile birlikte Ötüken'e giderek tekrar devlet kurmaya, Urku Tigin'i de kağan ilan
etmeye karar verirler. Bu uğraşta başarılı olurlarsa budun (millet) kurtulacak,
başaramazlarsa da dökülecek kanları geride kalanlara ödevlerini hatırlatacaktır. Fakat
ihtilal için harekete geçtikleri gece sağanak halinde yağan yağmur yüzünden Çin
hükümdarı sarayından dışarı çıkmaz. İhtilali ertelemenin sakıncalı olacağını düşünen
Kürşad, kırk çerisiyle birlikte Çin sarayına yürür, amacı sarayı basarak hükümdarı esir
almaktır. Bardaktan boşanırcasına yağan yağmurun altında yüce dileğe doğru yürüyen
kırk bir Türk yiğidi sarayın kapısına vardıkları anda cenk başlar. Yüzlerce Çinli askeri
öldürürler ama binlercesi üzerlerine saldırmaya devam eder. Göktürklerin bir kısmı
sarayın içinde savaşırken şehit olur, sağ kalanlar ise Kür Şad'ın önderliğinde saraydan
çıkarak Vey ırmağına doğru ilerlerler, niyetleri ırmağı geçerek Ötüken'e doğru at
koşturmaktır. Ama sağanak halinde yağan yağmur yüzünden yükselen sular köprüyü
sürükleyip götürdüğü için karşıya geçemezler ve peşlerinden gelen Çin ordusu ile son kez
cenge tutuşurlar. Binlerce Çinli askere karşı savaşan bir avuç Türk yiğidi birer birer ecel
şerbetini içerler. Sadece Kürşad sağ kalmıştır, tek başına Çin hükümdarlığına karşı
savaşmaktadır. En sonunda O da şehit olur fakat elinde kılıcıyla atının üzerinde
durmaktadır, öldüğü halde yere düşmemiştir. Kürşad ölmüş fakat yenilmemiştir (635).
Kürşad ve kırk çerisinin yaptıkları ihtilalden sonra korkuya kapılan Çinliler, Siganfu'daki
bütün esir Göktürkleri mecburen serbest bırakırlar. Göktürkler kırk üç yıl boyunca
dağınık bir şekilde yaşarlar, bazı Göktürk soyluları yeniden devlet kurma girişiminde
bulunsalar dahi başarılı olamazlar... Fakat 682 senesinde Bozkurt başlı sancak tekrar
kaldırılır ve Kutluk Şad (İlteriş Kağan) ile Bilge Tonyukuk İkinci Göktürk Devleti'ni
kurarlar...
41
EN BÜYÜK TÜRK KAHRAMANI KÜRŞAD
(Hüseyin Nihal ATSIZ)
Türk tarihi, dünyanın en hamasî şiiri, Türk kahramanları da o
şiirin berceste mısralarıdır. Bir zafer şehrâhını dolduran heykeller gibi 26
asrı süsleyen bu ölmezler tümeni arasında bir teki bir millete şeref
verecek ne büyük faniler gelip geçti. Tanrının Türk Tanrısı olduğuna,
mavi gökle kara toprak arasındaki insanoğullarının yalnız Türklerden
ibaret bulunduğuna, kendi ırklarının başkalarına hâkim olarak
yaratıldığına inanan atalarımız için kahramanlık bir tabiat, fazilet bir
huydu... Şimdi büyük adını saygı ile andığımız Kür Şad işte o
kahramanlıkla faziletin şahlanmış örneği olan büyük Türk kahramanıdır.
Millî ızdırapların şahlandığı ve şahsî ızdıraba karıştığı son yıllarda,
ölmezler tümeninin zafer ve şeref şehrâhında hayalen çok dolaştım. Yarı
masallaşmış çehresiyle Alp Er Tunga'dan, kahraman kadın Tomiris'ten
başlayarak Pilevne kahramanı Gazi Osman Paşa'ya, Edirne kahramanı
Şükrü Paşa'ya ve kurtuluş savaşının meçhul, fakat meşhur şehidine kadar
bütün ölmezlerin önünden ihtiramla geçtim. Eskiden olduğu gibi yine Kür
Şad'ı hepsinden büyük buldum. Çünkü o birçok büyüklerde görülen bazı
küçüklüklerden uzak, birçok büyüklerde rastlanan menfaat duygusundan
sıyrılmış, bazı büyüklerde bulunan yanlış hareketlerden beride kalmış
kaya gibi aşılmaz bir devdi. Kür Şad, tarihimizde alevlerin, ışıkların,
mehtapların ve yanardağların yanında gerçi parlamasıyla sönmesi bir
olmuş geçici bir şahap gibidir. Fakat o geçici ışık tarihin gidişini
değiştirmiş, kısa aydınlığında bize en büyük hakikati görebilecek fırsatı
vermiştir. Bu hakikat ezeli ve ebedi kahramanlıktır. Tarih acayip bir
ihtiyardır. Bazılarına tam hakkını verir. Bazı değersizlerden çok bahseder.
Bazı büyükleri hiç anmaz. Bazılarından da yalnız bir kaç kelime söyler.
Kür Şad bu sonuncularındandır. Onun hakkında bütün bildiğimiz: Türk
milletini kurtarmak ve esir olan yeğenini Türk kağanı yapmak için kendisi
gibi esir 40 arkadaşıyla birlikte Çin imparatorunun sarayına saldırdığı,
fakat pek nispetsiz bir savaştan sonra can ve baş verdiğidir. Bu muhteşem
saldırışın muhteşem kahramanlarını bilip tanısaydık ne hoş olurdu!
Adlarını bile bilmediğimiz bu örneksiz fedailer acaba nasıl insanlardı?
42
Kaç yaşlarında idiler? Hangileri hangi savaşlardan arta kalmışlardı?
Anaları, babaları yaşıyor mu idi? Çocukları var mıydı? Seviyorlar mıydı?
Karıları, sevgilileriyle son defa neler konuşmuşlar, neler düşünmüşlerdi?
Yazık, hiçbirini bilmiyoruz. Bildiğimiz yalnız şu: Yanardağ ruhlu, çelik
iradeli kahraman Kür Şad... Bozkurt hanedânından yani kağanlar
soyundan olduğu halde yeğenini tahta çıkararak Türk milletini diriltmek
için kılıca sarılan Kür Şad... Bu nispetsiz çarpışmada zaferi sağlayacak
tek yola giderek, yani düşmanın kalbine saldırarak ruh ve irade kuvveti
kadar muhakeme gücüne de sahip olduğunu belirten Kür Şad...
Başarılamayan bir ihtilâle rağmen düşmanın yüreğine korku ve dehşet
salarak ırkı mahvolmaktan kurtaran Kür Şad... Sonra onun 40 şanlı
arkadaşı... Bir hareketin değeri, verdiği sonuca göre ele alınırsa Kür
Şad'ın hareketi Türklüğü yok olmaktan kurtardığı için Kür Şad büyüktür.
Yapanın fedakârlığı ve kahramanlığı ile ölçülürse Kür Şad yine büyüktür.
Velhasıl o çok büyüktür. Hiçbir kıskançlığın erişemeyeceği kadar
büyük... Biz, bugünün Türkçüleri bu "kaybolmuş güneş"imizi 13 asrın
karanlıklarından çekip çıkararak başımıza taç ettik. Şimdi o, büyük
yarınımızı aydınlatıyor. Onun boşa gitmemiş okları 13 asrın ötesinden
bize 41 kahramanın selamlarını getiriyor. Ve onların ruhları kendilerine
doğru çelik ve kan tufanlarıyla yapılacak büyük bir yürüyüşü bekliyor.
1300 yıl önce dökülen Kür Şad'ın kanı ırkımızı yabancılar arasında
erimekten kurtarmıştı. Bugün de onun hatırası Türklük ruhunu eriyip
sönmekten kurtaracaktır. Vaktiyle onun at koşturduğu yerlerdeki meçhul
mezarlardan bize gelen sesler "daha ne kadar bekleyeceğiz?" diye
sorarken bizim yayladan "yakında geleceğiz" diye yükselen haykırışlar
onlara karşılık veriyor... Sefil ihtirasların ve baykuş seslerinin söndüğü
yarınki Türkelinde Kür Şad için ulu bir anıt düşünüyorum. Gösterişsiz,
sade fakat metin, kayadan bir anıt... O anıtın önünde Kür Şad'a ve
arkadaşlarına saygı olarak börk ve çizme giymiş, kılıç ve sadak takmış
Türk gençlerinin, birbirine perçinlenmiş sarp bir yığın gibi dik adımlarla
geçit resmi yaptığını düşünüyor ve 1300 yıllık gençler olan Kür Şad'la
arkadaşlarının da, yaralarından hâlâ dinmeyen kanlar sızdığı halde,
kendilerine çevrilen başlara gülümseyerek selam aldıklarını görür gibi
oluyorum... Kürşad Dergisi, 1947, Sayı: 1
43
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
Mustafa Kemal ATATÜRK 1881 yılında Selanik’te Kocakasım
Mahallesi, Islahhane Caddesi'ndeki üç katlı pembe evde doğdu.
Babası Ali Rıza Efendi, annesi Zübeyde Hanım'dır. Baba tarafından
dedesi Hafız Ahmet Efendi XIV-XV. yüzyıllarda Konya ve Aydın'dan
Makedonya'ya yerleştirilmiş Kocacık Yörüklerindendir. Annesi
Zübeyde Hanım ise Selanik yakınlarındaki Langaza kasabasına
yerleşmiş eski bir Türk ailesinin kızıdır. Milis subaylığı, evkaf katipliği
ve kereste ticareti yapan Ali Rıza Efendi, 1871 yılında Zübeyde
Hanım'la evlendi. ATATÜRK'ün beş kardeşinden dördü küçük
yaşlarda öldü, sadece Makbule (Atadan) 1956 yılına değin yaşadı.
Küçük Mustafa öğrenim çağına gelince Hafız Mehmet Efendi'nin
mahalle mektebinde öğrenime başladı, sonra babasının isteğiyle
Şemsi Efendi Mektebi'ne geçti. Bu sırada babasını kaybetti (1888). Bir
süre Rafla Çiftliği'nde dayısının yanında kaldıktan sonra Selanik’e
dönüp okulunu bitirdi. Selanik Mülkiye Rüştiyesi'ne kaydoldu. Kısa
bir süre sonra 1893 yılında Askeri Rüştiye'ye girdi. Bu okulda
Matematik öğretmeni Mustafa Bey adına "Kemal" i ilave etti. 18961899 yıllarında Manastır Askeri İdadi’sini bitirip, İstanbul'da Harp
44
Okulunda öğrenime başladı. 1902 yılında teğmen rütbesiyle mezun
oldu. Harp Akademisi'ne devam etti. 11 Ocak 1905'te yüzbaşı
rütbesiyle Akademi'yi tamamladı. 1905-1907 yılları arasında Şam'da
5. Ordu emrinde görev yaptı. 1907'de Kolağası (Kıdemli Yüzbaşı)
oldu. Manastır'a III. Ordu'ya atandı. 19 Nisan 1909'da İstanbul'a giren
Hareket Ordusu'nda Kurmay Başkanı olarak görev aldı. 1910 yılında
Fransa'ya gönderildi. Picardie Manevraları'na katıldı. 1911 yılında
İstanbul'da Genel Kurmay Başkanlığı emrinde çalışmaya başladı.
1911 yılında İtalyanların Trablusgarp'a hücumu ile başlayan
savaşta, Mustafa Kemal bir grup arkadaşıyla birlikte Tobruk ve Derne
bölgesinde görev aldı. 22 Aralık 1911'de İtalyanlara karşı Tobruk
Savaşını kazandı. 6 Mart 1912'de Derne Komutanlığına getirildi.
Ekim 1912'de Balkan Savaşı başlayınca Mustafa Kemal
Gelibolu ve Bolayır'daki birliklerle savaşa katıldı. Dimetoka ve
Edirne'nin geri alınışında büyük hizmetleri görüldü. 1913 yılında
Sofya Ateşemiliterliği’ne atandı. Bu görevde iken 1914 yılında
yarbaylığa yükseldi. Ateşemiliterlik görevi Ocak 1915'te sona erdi. Bu
sırada I. Dünya Savaşı başlamış, Osmanlı İmparatorluğu savaşa
girmek zorunda kalmıştı. Mustafa Kemal 19. Tümeni kurmak üzere
Tekirdağ'da görevlendirildi. 1914 yılında başlayan I. Dünya
Savaşı'nda, Mustafa Kemal Çanakkale'de bir kahramanlık destanı
yazıp İtilaf Devletlerine "Çanakkale geçilmez! " dedirtti. 18 Mart
1915'te Çanakkale Boğazını geçmeye kalkan İngiliz ve Fransız
donanması ağır kayıplar verince Gelibolu Yarımadası'na asker
çıkarmaya karar verdiler. 25 Nisan 1915'te Arıburnu'na çıkan
düşman kuvvetlerini, Mustafa Kemal'in komuta ettiği 19. Tümen
Conkbayırı'nda durdurdu. Mustafa Kemal, bu başarı üzerine albaylığa
yükseldi. İngilizler 6-7 Ağustos 1915'te Arıburnu'nda tekrar taarruza
geçti. Anafartalar Grubu Komutanı Mustafa Kemal 9-10 Ağustos’ta
Anafartalar Zaferini kazandı. Bu zaferi 17 Ağustos'ta Kireçtepe, 21
Ağustos'ta II. Anafartalar zaferleri takip etti. Çanakkale Savaşlarında
yaklaşık 253.000 şehit veren Türk milleti onurunu İtilaf Devletlerine
karşı korumasını bilmiştir. Mustafa Kemal'in askerlerine "Ben size
45
taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum!" emri cephenin
kaderini değiştirmiştir. Mustafa Kemal Çanakkale Savaşlarından
sonra 1916'da Edirne ve Diyarbakır'da görev aldı. 1 Nisan 1916'da
tümgeneralliğe yükseldi. Rus kuvvetleriyle savaşarak Muş ve Bitlis'in
geri alınmasını sağladı. Şam ve Halep'teki kısa süreli görevlerinden
sonra 1917'de İstanbul'a geldi. Veliaht Vahdettin Efendi'yle
Almanya'ya giderek cephede incelemelerde bulundu. Bu seyahatten
sonra hastalandı. Viyana ve Karisbad'a giderek tedavi oldu. 15
Ağustos 1918'de Halep'e 7. Ordu Komutanı olarak döndü. Bu cephede
İngiliz kuvvetlerine karşı başarılı savunma savaşları yaptı. Mondros
Mütarekesi'nin imzalanmasından bir gün sonra, 31 Ekim 1918'de
Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığına getirildi. Bu ordunun
kaldırılması üzerine 13 Kasım 1918'de İstanbul'a gelip Harbiye
Nezareti’nde
(Bakanlığında)
göreve
başladı.
Mondros
Mütarekesi'nden sonra İtilaf Devletleri'nin Osmanlı ordularını işgale
başlamaları üzerine; Mustafa Kemal 9. Ordu Müfettişi olarak 19 Mayıs
1919'da Samsun'a çıktı. 22 Haziran 1919'da Amasya'da yayımladığı
genelgeyle "Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararının
kurtaracağını " ilan edip Sivas Kongresi'ni toplantıya çağırdı. 23
Temmuz - 7 Ağustos 1919 tarihleri arasında Erzurum, 4 - 11 Eylül
1919 tarihleri arasında da Sivas Kongresi'ni toplayarak vatanın
kurtuluşu için izlenecek yolun belirlenmesini sağladı. 27 Aralık
1919'da Ankara'da heyecanla karşılandı. 23 Nisan 1920'de Türkiye
Büyük Millet Meclisi'nin açılmasıyla Türkiye Cumhuriyeti'nin
kurulması yolunda önemli bir adım atılmış oldu. Meclis ve Hükümet
Başkanlığına Mustafa Kemal seçildi Türkiye Büyük Millet Meclisi,
Kurtuluş Savaşı'nın başarıyla sonuçlanması için gerekli yasaları kabul
edip uygulamaya başladı. Türk Kurtuluş Savaşı 15 Mayıs 1919'da
Yunanlıların İzmir'i işgali sırasında düşmana ilk kurşunun atılmasıyla
başladı. 10 Ağustos 1920 tarihinde Sevr Antlaşması'nı imzalayarak
aralarında Osmanlı İmparatorluğu'nu paylaşan I. Dünya Savaşı'nın
galip devletlerine karşı önce Kuvâ-yi Milliye adı verilen milis
kuvvetleriyle savaşıldı. Türkiye Büyük Millet Meclisi düzenli orduyu
46
kurdu, Kuvâ-yi Milliye millet- ordu bütünleşmesini sağlayarak savaşı
zaferle sonuçlandırdı. Mustafa Kemal yönetimindeki Türk Kurtuluş
Savaşının önemli aşamaları şunlardır:
 Sarıkamış (20 Eylül 1920), Kars (30 Ekim 1920) ve Gümrü'nün
(7 Kasım 1920) kurtarılışı.
 Çukurova, Gazi Antep, Kahraman Maraş Şanlı Urfa savunmaları
(1919- 1921)
 I. İnönü Zaferi (6 -10 Ocak 1921)
 II. İnönü Zaferi (23 Mart-1 Nisan 1921)
 Sakarya Zaferi (23 Ağustos-13 Eylül 1921)
 Büyük Taarruz, Başkomutan Meydan Muhaberesi ve Büyük
Zafer (26 Ağustos 9 Eylül 1922)
Sakarya Zaferinden sonra 19 Eylül 1921'de Türkiye Büyük
Millet Meclisi Mustafa Kemal'e Mareşal rütbesi ve Gazi unvanını
verdi. Kurtuluş Savaşı, 24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan
Antlaşması'yla sonuçlandı. Böylece Sevr Antlaşması'yla paramparça
edilen, Türklere 5-6 il büyüklüğünde vatan bırakılan Türkiye
toprakları üzerinde ulusal birliğe dayalı yeni Türk devletinin
kurulması için hiçbir engel kalmadı. 23 Nisan 1920'de Ankara'da
TBMM'nin
açılmasıyla
Türkiye
Cumhuriyeti'nin
kuruluşu
müjdelenmiştir. Meclisin Türk Kurtuluş Savaşı'nı başarıyla
yönetmesi, yeni Türk devletinin kuruluşunu hızlandırdı. 1 Kasım
1922'de hilâfet ve saltanat birbirinden ayrıldı, saltanat kaldırıldı.
Böylece Osmanlı İmparatorluğu'yla yönetim bağları koparıldı. 29
Ekim 1923'te Cumhuriyet idaresi kabul edildi, ATATÜRK oybirliğiyle
ilk cumhurbaşkanı seçildi. 30 Ekim 1923 günü İsmet İnönü tarafından
Cumhuriyet'in ilk hükümeti kuruldu.
Türkiye Cumhuriyeti,
"Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" ve "Yurtta barış cihanda
barış" temelleri üzerinde yükselmeye başladı. ATATÜRK Türkiye'yi
47
"Çağdaş uygarlık düzeyine çıkarmak" amacıyla bir dizi İnkılâplar
yaptı. Bu İnkılâplar beş başlık altında toplayabiliriz:
1. Siyasal İnkılâplar:
 Saltanatın Kaldırılması (1 Kasım 1922)
 Cumhuriyetin İlanı (29 Ekim 1923)
 Halifeliğin Kaldırılması (3 Mart 1924)
2. Toplumsal İnkılâplar:
 Kadınlara erkeklerle eşit haklar verilmesi (1926-1934)
 Şapka ve kıyafet inkılâbı (25 Kasım 1925)
 Tekke zâviye ve türbelerin kapatılması (30 Kasım 1925)
 Soyadı kanunu ( 21 Haziran 1934)
 Lâkap ve unvanların kaldırılması (26 Kasım 1934)
Uluslararası saat, takvim ve uzunluk ölçülerin kabulü (1925-1931)
3. Hukuk İnkılâplar:
 Mecellenin kaldırılması (1924-1937)
 Türk Medeni Kanunu ve diğer kanunların çıkarılarak laik
hukuk düzenine geçilmesi(1924- 1937)
4. Eğitim ve Kültür Alanındaki İnkılâplar:
 Öğretimin birleştirilmesi (3 Mart 1924)
 Yeni Türk harflerinin kabulü (1 Kasım 1928)
 Türk Dil ve Tarih Kurumlarının kurulması (1931-1932)
 Üniversite öğreniminin düzenlenmesi (31 Mayıs 1933)
 Güzel sanatlarda yenilikler.
48
5. Ekonomi Alanında İnkılâplar:
 Aşârın kaldırılması
 Çiftçinin özendirilmesi
 Örnek çiftliklerin kurulması
 Sanayiyi Teşvik Kanunu'nun çıkarılarak sanayi kuruluşlarının
kurulması
 I. ve II. Kalkınma Planları'nın (1933-1937) uygulamaya
konulması, yurdun yeni yollarla donatılması
Soyadı Kanunu gereğince, 24 Kasım 1934'de TBMM'nce
Mustafa Kemal'e "ATATÜRK" soyadı verildi.
ATATÜRK, 24 Nisan 1920 ve 13 Ağustos 1923 tarihlerinde
TBMM Başkanlığına seçildi. Bu başkanlık görevi, Devlet-Hükümet
Başkanlığı düzeyindeydi. 29 Ekim 1923 yılında Cumhuriyet ilan edildi
ve ATATÜRK ilk cumhurbaşkanı seçildi. Anayasa gereğince dört yılda
bir cumhurbaşkanlığı seçimleri yenilendi. 1927,1931, 1935 yıllarında
TBMM ATATÜRK'ü yeniden cumhurbaşkanlığına seçti. ATATÜRK sık
sık yurt gezilerine çıkarak devlet çalışmalarını yerinde denetledi.
İlgililere aksayan yönlerle ilgili emirler verdi. Cumhurbaşkanı
sıfatıyla Türkiye'yi ziyaret eden yabancı ülke devlet başkanlarını,
başbakanlarını, bakanlarını komutanlarını ağırladı. 15-20 Ekim 1927
tarihinde Kurtuluş Savaşı'nı ve Cumhuriyet'in kuruluşunu anlatan
büyük nutkunu, 29 Ekim 1933 tarihinde de 10. Yıl Nutku'nu okudu.
ATATÜRK özel yaşamında sadelik içinde yaşadı. 29 Ocak 1923'de
Latife Hanımla evlendi. Birçok yurt gezisine birlikte çıktılar. Bu evlilik
5 Ağustos 1925 tarihine dek sürdü. Çocukları çok seven ATATÜRK
Afet (İnan), Sabiha (Gökçen), Fikriye, Ülkü, Nebile, Rukiye, Zehra adlı
kızları ve Mustafa adlı çobanı manevi evlat edindi. Abdurrahim ve
İhsan adlı çocukları himayesine aldı. Yaşayanlarına iyi bir gelecek
hazırladı.
49
1937 yılında çiftliklerini hazineye, bir kısım taşınmazlarını da
Ankara ve Bursa Belediyelerine bağışladı. Mirasından kız kardeşine,
manevi evlatlarına, Türk Dil ve Tarih Kurumlarına pay ayırdı. Kitap
okumayı, müzik dinlemeyi, dans etmeyi, ata binmeyi ve yüzmeyi çok
severdi. Zeybek oyunlarına, güreşe, Rumeli türkülerine aşırı ilgisi
vardı. Tavla ve bilardo oynamaktan büyük keyif alırdı. Sakarya adlı
atıyla, köpeği Fox'a çok değer verirdi. Zengin bir kitaplık
oluşturmuştu. Akşam yemeklerine devlet ve bilim adamlarını,
sanatçıları davet eder, ülkenin sorunlarını tartışırdı. Temiz ve düzenli
giyinmeye özen gösterirdi. Doğayı çok severdi. Sık sık ATATÜRK
Orman Çiftliği'ne gider, çalışmalara bizzat katılırdı. Fransızca ve
Almanca biliyordu.
ATATÜRK'ÜN SON YILLARI VE ÖLÜMÜ
ATATÜRK'ün ilk hastalık belirtisi 1937 yılında ortaya çıktı.
1938 yılı başlarında Yalova'da bulunduğu sırada, ciddî olarak
hastalandı. Buradaki tedavi olumlu sonuç verdi. Fakat tamamen
iyileşmeden Ankara'ya yaptığı yorucu yolculuk, hastalığının
artmasına sebep oldu. Bu tarihlerde Hatay sorununun gündemde
olması da onu yormaktaydı. Hasta olmasına rağmen, Mersin ve
Adana'ya geziye çıktı. Kızgın güneş altında askerî birliklerimizi teftiş
edip tatbikat yaptıran ATATÜRK, çok yorgun düştü. Ülkü edindiği
millî dava uğruna kendi sağlığını hiçe saydı. Güney seyahati
hastalığının artmasına sebep oldu. 26 Mayıs'ta Ankara'ya döndükten
sonra tedavi ve istirahat için İstanbul'a gitti. Doktorlar tarafından,
siroz hastalığı teşhisi kondu. Deniz havası iyi geldiği için, Savarona
Yatı'nda bir süre dinlendi. Bu durumda bile ülke sorunlarıyla
ilgilenmeye devam etti. İstanbul'a gelen Romanya kralı ile görüştü.
Bakanlar Kurulu toplantısına başkanlık etti. 4 Temmuz 1938'de Hatay
Antlaşması'nın yürürlüğe girmesi ATATÜRK'ü çok sevindirip moralini
düzeltti. Temmuz sonlarına kadar Savarona'da kalan ATATÜRK'ün
hastalığı ağırlaşınca Dolmabahçe Sarayı'na nakledildi. Fakat hastalığı
durmadan ilerliyordu. O'nun hastalığını duyan Türk halkı, sağlığıyla
ilgili haberleri heyecanla takip ediyor, bütün kalbiyle iyileşmesini
50
diliyordu. Hastalığının ciddiyetini kavrayarak 5 Eylül 1938'de
vasiyetini yazıp servetinin büyük bir kısmını Türk Tarih ve Türk Dil
kurumlarına bağışladı. Ekim ayı ortalarında durumu düzelir gibi oldu.
Fakat çok arzuladığı hâlde, Ankara'ya gelip cumhuriyetin on beşinci
yıl dönümü törenlerine katılamadı. 29 Ekim 1938'de kahraman Türk
Ordusu'na yolladığı mesaj, Başbakan Celâl Bayar tarafından okundu.
"Zaferleri ve mazisi insanlık tarihi ile başlayan, her zaman
zaferlerle beraber medeniyet nurlarını taşıyan kahraman Türk
ordusu!" sözü ile Türk Ordusu'nun önemini belirtmiştir. Yine aynı
mesajda "Türk vatanının ve Türk'lük camiasının şan ve şerefini,
dâhilî ve harici her türlü tehlikelere karşı korumaktan ibaret
olan vazifeni, her an ifaya hazır ve amade olduğuna benim ve
büyük ulusumuzun tam bir inan ve itimadımız vardır" diyerek
Türk Ordusu'na olan güvenini belirtmiştir. ATATÜRK 1 Kasım
1938'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılış töreninde de
bulunamadı. Hazırladığı açılış nutkunu Başbakan Celâl Bayar okudu.
ATATÜRK bu nutkunda ülkenin imarı, sağlık hizmetleri ve ekonomi
konularındaki faaliyetleri açıkladı. Bundan başka eğitim ve kültür
konularına da temas edip gençliğin millî şuurlu ve modern kültürlü
olarak yetişmesi için İstanbul Üniversitesi'nin geliştirilmesi, Ankara
Üniversitesi'nin tamamlanması ve Van Gölü civarında bir
üniversitenin kurulması için çalışmaların yapıldığını belirtti. Türk
Tarih ve Türk Dil kurumlarının çalışmalarından duyduğu
memnuniyeti açıkladı. Ayrıca Türk gençliğinin kültürde olduğu gibi
spor sahasında da idealine ulaştırılması için Beden Terbiyesi
Kanunu'nun uygulamaya konulmasından duyduğu memnuniyeti
belirtti. ATATÜRK, ölümüne kadar memleket meselelerinden bir an
olsun uzak kalmamıştı. ATATÜRK'ün hastalığı tekrar şiddetlendi. 8
Kasımda sağlığıyla ilgili raporlar yayımlanmaya başlandı. Bütün
memleketi tekrar derin bir üzüntü kapladı. Her Türk'ün kalbi onun
kurtulması dileğiyle çarpıyordu. Ancak, kurtarılması için gösterilen
çabalar sonuç vermedi ve korkulan oldu. Dolmabahçe Sarayı'nda 10
Kasım 1938 sabahı saat dokuzu beş geçe, insan için değişmez kanun,
51
hükmünü uyguladı. Mustafa Kemal ATATÜRK aramızdan ayrıldı. Bu
kara haberle, yalnız Türk milleti değil, bütün dünya yasa büründü.
Büyük, küçük bütün devletler onun cenaze töreninde bulunmak üzere
temsilciler göndererek, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusuna karşı
duydukları derin saygıyı belirten mesajlar gönderdiler. 16 Kasım
günü ATATÜRK'ün tabutu, Dolmabahçe Sarayı'nın büyük tören
salonunda katafalka konuldu. Üç gün üç gece, gözü yaşlı bir insan seli
ulu önderine karşı duyduğu saygı, minnet ve bağlılığını ifade etti.
Cenaze namazı 19 Kasım günü Prof. Şerafettin Yaltkaya tarafından
kıldırıldı. On iki generalin omzunda sarayın dış kapısına çıkarılan
tabut, top arabasına konularak, İstanbul halkının gözyaşları arasında
Gülhane Parkı'na götürüldü. Buradan bir torpido ile Yavuz zırhlısına
nakledildi. Büyük Ada açıklarına kadar, donanmamız ve törene
katılmak için gelmiş olan yabancı gemilerin eşlik ettiği Yavuz zırhlısı
cenazeyi İzmit’e getirdi. Burada Yavuz zırhlısından alınan cenaze, özel
bir trene kondu. Atalarına son saygı görevlerini yapmak üzere
toplanan halkın kalbinde derin bir üzüntü bırakarak Ankara'ya
getirilmek üzere hareket edildi. ATATÜRK'ün vefatı üzerine
cumhurbaşkanı seçilen İsmet İnönü, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı, bakanlar, Genelkurmay Başkanı, milletvekilleri ile ordu ve
devlet ileri gelenleri tarafından karşılanan cenaze, Türkiye Büyük
Millet Meclisi önünde hazırlanan katafalka kondu. Ankara halkı da
onun cenazesi önünden saygıyla geçerek son görevini yaptı. 21 Kasım
1938 Pazartesi günü, sivil ve askerî yöneticiler ile yabancı devlet
temsilcilerinin hazır bulunduğu ve on binlerce insanın katıldığı büyük
bir tören yapıldı. Daha sonra ATATÜRK'ün tabutu katafalkta alınarak.
Etnografya Müzesinde hazırlanan geçici kabre kondu. Türk milleti
daha sonra, bu büyük insana lâyık, Ankara Rasattepe'de bir Anıtkabir
yaptırdı. 10 Kasım 1953'te Etnografya Müzesinden alınan
ATATÜRK'ün naaşı Anıtkabir'e getirildi. Burada yurdun her ilinden
getirilmiş olan vatan topraklan ile hazırlanan ebedî istirahatgâhına
yerleştirildi.
52
ATATÜRK’ÜN BAZI SÖZLERİ
 Ben icap ettiği zaman en büyük hediyem olmak
üzere, Türk Milletine canımı vereceğim.
 Beni olağanüstü bir kişi olarak yorumlamayınız.
Doğuşumdaki tek olağanüstülük Türk olarak
dünyaya gelmemdir.
 Benim naçiz vücudum bir gün toprak olacaktır.
Fakat Türkiye Cumhuriyeti ebediyen payidar
kalacaktır.
 Bir Türk dünyaya bedeldir.
 Biz doğrudan doğruya milletseveriz ve Türk
milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk
topluluğudur.
 Ne mutlu Türk'üm diyene!
 Türk budur: Yıldırımdır,
aydınlatan güneştir.
kasırgadır,
dünyayı
 Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler
yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.
 Türk! Öğün! Çalış! Güven!
 Yüksel Türk! Senin için yüksekliğin hududu yoktur.
İşte parola budur.
53
 Türk demek dil demektir. Milliyetin çok belirgin
niteliklerinden biri dildir. Türk milletindenim
diyen insan, her şeyden önce ve mutlaka Türkçe
konuşmalıdır
 Dünya üzerinde Türk’ten daha büyük, ondan daha
eski, ondan daha temiz bir millet yoktur ve bütün
insanlık tarihinde görülmemiştir
 Türklerin yaşadıkları
hudutları içindedir.
her
yer
misak-ı
milli
 Bu ülke, tarihte Türk’tü, bugün de Türk’tür ve
sonsuza dek Türk olarak yaşayacaktır
 Taş kırılır, tunç erir. Ama Türklük ebedidir.
 Yurttaşlarım! Az zamanda çok ve büyük işler yaptık.
Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve
yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyetidir.
 Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti
çalışkandır. Türk milleti zekidir.
 Türk, çetin işler başarmak için yaratılmıştır.
 Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda
mevcuttur.
 Türk demek Türkçe demektir; ne mutlu Türküm
diyene.
 Türk dili Türk milletinin kalbidir, zihnidir.”
54
55
ALPARSLAN TÜRKEŞ
Milletimizin yetiştirdiği son Başbuğ’un hayat hikâyesi yıl 1917
Kasım’ın 25'i, öğle vakti. Yer, Lefkoşa. Haydarpaşa Mahallesi Kirlizade
Sokağı 13 numaralı mütevazı evde, Kıbrıs’a yerleşen Koyunoğlu
soyuna mensup Tuzlalı Ahmet Hamdi Bey ve eşi Fatma Zehra
Hanımın Ali Arslan adını verdikleri oğulları dünyaya gelir. Yıl 1921 ve
4 yıl 4 ay 4 günlük Ali Arslan, annesi tarafından yıkanır, yeni elbiseler
giydirilir ve devrin âdetince fesi mücevherler ile süslenerek Sarayönü
ilkokul'una (Sıbyan Mektebi) gönderilir. Sarıklı ve mübarek bir
Osmanlı Uleması olan Hoca Efendi'nin dizi dibine çöken Ali Arslan'ın
ağzından çıkan ilk söz bir euzü besmeledir. Ey Rahman ve Rahim olan
Allah’ım, annem beni yetiştirdi bu mektebe yolladı, okuyup yetişip,
milletime hizmet etmek istiyorum dermişçesine bir besmeledir, Ali
Arslan'ın ağzından dökülen. Birbirinin ardı sıra gelen ilkokul ve
Rüştiye yılları ve her biri birbirinden daha değerli Hüsnü Bey,
Selahattin Bey, Mehmet Asım Bey, Ragıp Tüzün Bey, Turgut Bey,
Osman Zeki Bey ve Faiz Kaymak gibi Türklük ve Türkçülük şuuruyla
bilenmiş birer hançer olan hocalarından feyz alır. Onlar, ona
müfredatın yanı sıra Kıbrıs Türklerinin yalnız olmadığını, Devlet-i Ali
56
Osman bakiyesi hür ve müstakil Türkiye'nin yanı sıra yeryüzünde
kendileri gibi bahtsız esaret altında milyonlarca Türk olduğunu da
öğretirler. Dahası Osman Zeki Bey Ali Arslan'ın adını adeta senin adın
"Alparslan olsun" ve Sultan Alpaslan'a denk bir yiğit Türk ol, diyerek
değiştirir. Küçük Alparslan’ın doğup, yetiştiği o yıllarda, Piyale Pasa
yadigârı Kıbrıs, sevgili Yeşil Ada’mızın tamamı İngiliz işgali altındadır
ve Türk'ün istiklâlini kaybetmesinin ne demek olduğu onun ruhunun
derinliklerine şuurunun uyanmağa başladığı günden, çocukluk
yıllarının başlangıcından başlayarak siner. O her gece Türkiye'ye
gidip asker olmayı ve gelip ata-baba ocağını kurtarmanın düşüyle
uyur, uyanır. Yıl 1933 ve Alparslan’ın artık işgal altında, esaret altında
yasamaya dayanacak gücü kalmamıştır. Babası Ahmet Hamdi Bey'i ve
Annesi Fatma Zehra Hanım’ı ikna eder, aile mallarını satıp savar
yanlarında oğulları Alparslan ve kızları Dervişe olduğu halde, ak
toprakların, hür toprakların, Türk'ün Türk olduğundan utanmadığı,
boynunun eğik olmadığı toprakların, anavatanın, Türkiye'nin yoluna
düşerler; Viyana vapuru ve ver elini İstanbul... Ailesi İstanbul’a
yerleşince Alparslan’ın ilk işi Kuleli Askeri Lisesine kayıt olmak olur.
Artık o yüreğinin onu çağırdığı yerde ve düşlerinin peşindedir. O
düşlerini düşleyen başkaları da vardır İstanbul’da... Derlenip
toparlanmışlar, Türklük, Türkçülük ülküsünün O bir daha hiç
inmeyecek olan bayrağını açmışlardır. O Yüce Dilek, O aziz Ülkü, O
muhteşem düşler, özellikle, bir Ülkü devi olan ATSIZ Hoca’nın can
evinde, ocağında pişer ve sohbetlerle, şiirlerle, dergilerle, romanlarla
mektuplarla Türk aydınlarının gönlüne cemre cemre düşmekte ve
yayılmaktadır. Onlarla tanışır, buluşur, Alparslan TÜRKEŞ. Yıl 1936
Kuleli Askeri Lisesi'ni pekiyi derece ile asteğmen olarak bitirince
Ankara ve Harp Akademisi yılları başlar. 1938'de Harbiye'den mezun
olur, artık O Türk Ordusu'nun genç bir teğmenidir ve Türk Milleti'nin
emrindedir. Yıl 1940 Isparta'da gönlünü Muzaffer Ana'ya kaptırır ve
evlenirler. Ayzıt, Umay, Selcen, Sevenbige (Çağrı) ve Yıldırım Tuğrul
adli çocuklarla çiçeklenir bu evlilik ve bozkurtların Muzaffer
Ana’sının 1974 yılında elim kaybından sonra 1976 yılında, Sevâl
57
Hanım’la yaptığı ikinci evliliğinde de Tanrı Onu Ayyüce ve Ahmet
Kutalmış adli iki evlât daha vererek sevindirecektir. Yıl 1944 3 Mayıs.
Ankara'da eski tabirle bir nümayiş yani gösteri veya yürüyüş vardır.
Türk'ün, Türklüğün ölmediğini, ölmeyeceğini ve yükselen Türkçülük
bayrağının bir daha hiçbir şekilde inmeyeceğini gösteriyorlar. Hem
dosta hem düşmana... Hem devlet hizmetindeki gafillere hem de
yurda sızmaya çalışan hainlere, Asya bozkırlarında yaratılan bozkurt
soyluların bozkurt torunlarının, bir kaç çakalın günü birlik
menfaatleri için göz yumdukları kızıl yılanın farkında ve onun başını
ezme azminde olduklarını gösterirler. Şairin öz yurdunda garipsin, öz
yurdunda parya dediğince tutuklanır Türkçüler... Devrin dalkavuk
iktidarının uyduruk nedenlerle açtığı Türkçülük-Turancılık Davası
başlar. Türkçüler tabutluklara atılırlar, işkencelere uğrarlar.
Türkiye'de Türk Milliyetçisi olmanın bedelidir bu... Genç Üsteğmen
Alparslan TÜRKEŞ de bunlar arasındadır. 20 Ekim 1944'te kendisini
"vatan hainliği" suçlamasıyla sorgulayan mesnetsiz Savcıya "Diğer
sanıklar gibi bana da vatan hainliği isnat edilmiştir. Bunu
şiddetle redderim. Ben yeryüzünde her şeyden çok milletimi ve
vatanimi severim." diye haykırır. Ancak mahkeme tarafından, 9 ay
10 gün hapis cezasına çarptırılır ve bir yıldır hücre hapsi yattığı için
tahliye edilir. Kendisine verilen cezada daha sonra Askeri Yargıtay
tarafından bozulur ve 2 numaralı mahkemede beraat eder. Bu onun
Türk Milliyetçisi olduğu için zindanlara ilk atılışıdır ve son
olmayacaktır. Ülkücü olmak çileye talip olmaktır, nimete, ikbale
değil. O da Türklük Ülküsü için zaman zaman şiddeti artan çileyi bir
ömür boyu bir an bile tereddüt etmeksizin ve yakınmaksızın, çekmiş
ve çile çekmeyi şeref bilmiştir. Yıl 1947 Alparslan TÜRKEŞ ve 15
diğer Türk subayı, ABD Kara Harp Akademisi ve Piyade Okulunda iki
yıllık bir süre eğitim görürler. Bu arada ülkemizden Kars ve Ardahan
civarıyla Boğazlardan üs talep eden Sovyetler Birliği’nin Komünizm
maskesi ardına saklanmış, o eski ve değişmez "Moskofluğu" ayan
beyan ortaya çıkar. Bu atmosferde yurda dönen Alparslan TÜRKEŞ
Gelibolu ve Çankırı’daki görevlerinden sonra 1951 yılında Kurmaylık
58
sınavını kazanır ve 1955 yılında Harp Akademisi'nden Kurmay
Binbaşı olarak mezun olur. Yıl 1955 dış görev için açılan sınavı
kazanarak ABD Pentagon'da NATO Türk Temsil Heyeti üyeliğine
atanır. Bu arada... Uluslararası Ekonomi eğitimi görür. 1957 yılında
Türkiye'ye döner. 1959 yılında Almanya'ya Atom ve Nükleer
Okulu'na gönderilir ve bu okulu başarıyla bitirir. O artık bir Kurmay
Albaydır. Yıl 1960, tarih 27 Mayıs öteden beri örgütlenen ve
memlekette kardeş kavgasını önleyerek bazı reformlar yapmayı
hedefleyen Milli Birlik Komitesi'nin ülke yönetimine el koyduğunu
açıklayan bildiriyi radyodan okuyan kişi ve "ihtilâl'in kudretli
Albayı”dır. Kurmay Albay Alparslan TÜRKEŞ ihtilâl hükümetinde
Başbakanlık Müsteşarlığı görevini üstlenir. Bu vazifesi esnasında
Devlet Planlama Teşkilatı, Devlet istatistik Enstitüsü ve Türk
Kültürünü Araştırma Enstitüsü gibi kurum ve kuruluşları kurar.
Ancak Milli Birlik Komitesi arasında ortaya çıkan anlaşmazlıklar
nedeniyle, 13 Kasım 1960'ta Kurmay Albay Alparslan TÜRKEŞ ve
"ondörtler" olarak bilinen arkadaşları Komite'nin diğer üyelerince
emekliye sevk edilerek tasfiye edilirler ve zorla evlerinden alınıp yurt
dışında görevlendirilmek suretiyle sürgün edilirler. O da 19 Kasım’da
Türkiye'nin Hindistan Büyükelçiliği müşaviri sıfatıyla sürgüne
gönderilir. 1961-62 1963 yılına kadar 2,5 yıl, yönetimi elinde
bulunduranlarca Alparslan TÜRKEŞ’in Türkiye'ye dönmesine
müsaade edilmez. Yıl 1963 tarih 23 Mart Alparslan TÜRKEŞ
sürgünden yurda döner. Dava arkadaşlarıyla birlikte kadro oluşturup
partileşmek amacıyla "Huzur ve Yükseliş Derneği" adli bir dernek
kurar. Kısa bir süre sonra Talat Aydemir'in giriştiği darbe
teşebbüsüne karıştığı iddiası ile tutuklanır ve Mamak Askeri
Cezaevinde dört ay hücre hapsinde yatar, yargılanır ve beraat eder.
Tarih 31 Mart 1965 saat 11.00 de Cumhuriyetçi Köylü Millet
Partisi'ne katılır. Tarih 1 Ağustos 1965 Cumhuriyetçi Köylü Millet
Partisi Büyük Kurultay’ında Genel Başkanlığına seçilir. Aynı yıl
yapılan genel seçimlerde Ankara milletvekili seçilir. Yıl 1969
Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'nin adi Milliyetçi Hareket
59
Partisi amblemi de Üç Hilâl olarak değiştirilir. O yıl yapılan genel
seçimlerde Adana milletvekili olarak seçilir.
İlki, 31 Mart 1975 -13 Haziran 1977 yılları arasında ve ikincisi
de 1 Ağustos - 31 Aralık 1977 tarihleri arasında Süleyman Demirel
başkanlığında kurulan koalisyon hükümetlerinde Milliyetçi Hareket
Partisi Genel Başkanı olarak, Başbakan Yardımcılığı ve Devlet
Bakanlığı yapar. Ülkü Ocakları, Büyük Ülkü Derneği ve diğer mesleki
örgütlenmeler başlar. 1968 Yılından itibaren Marksist ve bölücü
gençlik hareketleri üniversitelerde yuvalanır ve üniversite
özerkliğinden istifade ederek buraları silah, cephane deposu haline
getirerek "Komünist Devrim" için üs haline koyarlar. Üniversiteler
işgal altındadır. Her yer Lenin'in Stalin'in Mao'nun resimleri ve
komünist sloganlarla doludur. Komünist yeraltı örgütleri "şehir
gerillası"mı "kır gerillası"mı tartışmaları yapmakta okullara
kendilerine tabi olanlardan başka hiç kimseye hayat hakkı
tanımamaktadırlar. Bunun üzerine Başbuğ Alpaslan TÜRKEŞ
toplanan çok az sayıdaki gence verdiği seminerlerle onları komünizm
konusunda aydınlatmaya ve alternatif olarak da Türk
Toplumculuğunu, Türk Milliyetçiliğini anlatır. Kısa zamanda çoğalan
gençler örgütlenmeye başlarlar. Doktriner Türk Milliyetçiliği safhası
başlamıştır. Türk Milliyetçileri Dokuz Işık, dokuz prensip
etrafında toplanırlar. Bu gelişmelerden rahatsız olan Türklük ve
Türkçülük düşmanları özellikle de Komünist örgütler kendilerine
okulda, fabrikada, köyde, kentte, dağda her yerde ama her yerde karşı
çıkıp mücadele eden Ülkücü Hareket'e karşı savaş ilan ederler ve
12 Eylül 1980'e kadar 5000 civarında Ülkücüyü şehit ederler.
Devlet'in zaaf içinde olduğu düşünülen "zinde güçler de bir şeylerin
yani ihtilâlin şartlarının "olgunlaşması" için daha fazla kanın akmasını
beklemektedirler. Başbuğ için 1978, 1979, 1980 yılları birçoğunu
bizzat kendisinin yetiştirdiği binlerce ülküdaşının Komünist çetelerce
katledildiğini gördüğü, kan ağlayan bir yürekle her şeye rağmen
kaybetmediği soğukkanlılığıyla bir iç savaşı önlediği ızdırap dolu
60
yıllardır. 12 Eylül 1980 sabahı pusudakiler yeterince olgunlaşan
şartların neticesi ihtilâllerini yaparlar. Başbuğ Alparslan TÜRKEŞ ve
Türkiye'nin komünist bir ihtilâle kurban olmasını engelleyen Ülkücü
Hareket sanık sandalyesinde, idam sehpalarındadır. Mamaklar ve
C5'ler bu sürecin şekillendiği mekânlardır. Başbuğ 12 Eylül'den üç
gün sonra teslim olur. Cunta tarafından tutuklanan Başbuğ, önce 1 ay
Uzunada’da daha sonra da Ankara Askeri Dil Okulu'nda ve
hastalandığı dönemde de Mevki Hastahanesi’nde 4,5 yıl hapis yatar. O
ve 218 Ülkücünün idamı istenir, 9 Nisan 1985'de tahliye olur ve
beraat eder. Tarih 6 Eylül 1987. Yapılan referandum neticesi diğer
siyasilerle birlikte Başbuğ’a da konulan siyaset yapma yasağı kalkar
ve Başbuğ Milli Ülküyü iktidar yapmak davayı kitlelere anlatmak için
yine meydanlardadır. Tarih 4 Ekim 1987. Milliyetçi Çalışma Partisi
olağanüstü kongresinde Genel Başkanlığa seçilir. Tarih 20 Ekim 1991.
Genel seçimlerde MÇP'nin RP ve IDP ile yaptığı seçim ittifakı neticesi
Yozgat milletvekili seçilir. Başbuğ, son kez TBMM’ dedir. Bu dönemde
ülkemizi kasıp kavuran bölücü teröre karşı en etkili mücadeleyi o
gerçekleştirir. Tarih 27 Aralık 1992. On iki Eylül'ün kapattığı
partilerin tekrar açılabilmesini sağlayan değişiklikler neticesi
toplanan Milliyetçi Hareket Partisi'nin son kurultay delegeleri,
Milliyetçi Hareket Partisi'nin isim ve amblemini MÇP'nin
kullanabilmesine karar verirler. Tarih 24 Ocak 1992 MÇP'nin 4.
Olağanüstü kurultayı toplanır ve partinin adını Milliyetçi Hareket
Partisi, amblemini Üç Hilal olarak değiştirir. Yıl 1997... tarih 4 Nisan...
Başbuğ kalp krizi sonucu Ankara'da vefat etti. Cenazesi, devlet töreni
ile kaldırıldı… Allah rahmet eylesin mekânı cennet olsun. Âmin!
Başbuğ’un Asil Türk Milletine
Bıraktığı En Güzel Eser
“Ülkücü Gençliktir”
61
ALPARSLAN TÜRKEŞ’İN ESERLERİ
 Milli Doktrin 9 Işık; ( Kamer Yayınları; İstanbul, 1997 )
 Dokuz Işık; ( Berikan Elektronik Basım Yayın)
 9 Işık; ( Hamle Yayınevi; İstanbul )
 Dokuz Işık ve Türkiye; ( Hamle Yayınevi; İstanbul )
 Ülkücülük; ( Hamle Yayınevi; İstanbul, 1995. )
 12 Eylül Adaleti (!) : ( Savunma; Hamle Yayınevi; İstanbul, 1994. )
 1944 Milliyetçilik Olayı; ( Hamle Yayınevi; )
 Modern Türkiye; ( İstanbul )
 Milliyetçilik Olayları; ( Berikan Elektronik Basım Yayın )
 27 Mayıs ve Gerçekler; ( Berikan Elektronik Basım Yayın )
 27 Mayıs, 13 Kasım, 21 Mayıs ve Gerçekler; ( İstanbul, 1996 )
 Ahlakçılık; ( Berikan Elektronik Basım Yayın )
 Etik (Ahlak Felsefesi), Etik; Bunalımdan Çıkış Yolu;
 Türk Edebiyatında Anılar, İncelemeler, Tenkidler, Anı-Günce-Mektup;
 Bunalımdan Çıkış Yolu; ( Hamle Yayınevi; İstanbul, 1996 )
 Dış Meselemiz; ( Berikan Elektronik Basım Yayın )
 İlimcilik; ( Berikan Elektronik Basım Yayın )
 Kahramanlık Ruhu; ( İstanbul, 1996 )
 Temel Görüşler; ( Kamer Yayınları )
 Sistemler ve Öğretiler; ( İstanbul, 1994 )
 Türkiye'nin Meseleleri; ( Hamle Yayınevi; İstanbul, 1996 )
 Yeni Ufuklara Doğru; ( Kamer Yayınları )
 Sistemler ve Öğretiler; ( İstanbul, 1995 )
 Gönül Seferberliğine; ( Kamer Yayınları; İstanbul; 1994 )
62
BAŞBUĞ ALPARSLAN TÜRKEŞ’İN ÖZLÜ SÖZLERİ

Hepiniz birer Türk Bayrağısınız. Bayrağı lekelemeyin,
kirletmeyin yere düşürmeyin.

Cesaret, yüreklilik, atılganlık olmayan hiçbir dava başarıya
ulaşamaz.

Kendinizi küçük görmeyiniz. Sizler büyük kuvvetsiniz.
Vazifenizi hiçbir zaman unutmayınız. Kuvvet birliktir.
Davamızın geleceği birliktedir. Birlik, beraberlik içinde
olmaktır.

İnsanlık âleminin en şerefli bir ailesi Türk Milletidir. Dokuz
Işık demek, Türk Ülküsü demektir.

Türk töresi, Türk ülküsünün ayrılmaz parçasıdır.

Ülküsüz insan çamurdan farkı olmayan bir varlıktır.

İslâmiyet’i ele alıp Türklüğü inkâr etmek ihanettir. Bunun
tersi de aynı derecede gaflet ve ihanettir.

Türkün en önemli vasfı teşkilâtçılığıdır.

İnsanlar; yoksulluğa, açlığa, susuzluğa tahammül ederler.
Fakat adaletsizliğe, hor görülmeye, aşağılanmaya asla
müsaade, müsamaha etmezler.

Ahlâkçılık anlayışımız, Türk Ahlâkı ve Müslümanlık
inancından meydana gelmiştir.

Türk töresinin bir diğer şartı da haddini bilmektir. Haddini
bilmek... Ne kendinizi dev aynasında göreceksiniz. Herkese
yukarıdan bakacaksınız, ne de kendinizi aşağıdan
göreceksiniz, aşağıdan bakacaksınız.

Türk Töresinin bir şartı da yüksek vazife duygusudur.
Vazifeyi her ne pahasına olursa olsun yapmaktır. Diğer bir
şart, toplum uğrunda her çeşit fedakârlığı yapmaktır.
63
Millete hizmet yolunda şahsi menfaatlerden, şahsi
zevklerden feragattir. Vazgeçmektir. Kişiler kendilerini
millet için feda ederler. Türk Milleti'nin büyüklüğü böyle
yükselecektir. Onu sizler yaşatacak, sizler yükselteceksiniz.
Türk Töresinin en önemli bir gereği de sır saklamaktır. Sır
saklamak...

Bir fikre, bir ideolojiye, kendisinden daha üstün bir fikirle
karşı çıkılır. Karşı fikir kaba kuvvetle ezilemez

Türklük bedenimiz, İslamiyet ruhumuzdur. Ruhsuz beden
ceset olur.

Fikir, iman, ülkü aşkı... İnsanları güçlü yapan bunlardır.

Türkçüler Günü olan 3 Mayıs (1944) büsbütün ayrı bir
düşüncenin sonucudur. İç düşman olan, kılık değiştirerek
milletin içine giren ve hükümetin gafletinden yararlanan
komünizme karşı Türkçü gençlerin bir uyarma
yürüyüşüdür.

Milletler yabancı kuvvetlerin orduları ve diğer maddi
güçleri tarafından yok edilmeden önce, manevi ve fikir
güçleri tarafından esaret atına alınırlar. Böyle bir
toplumun esir ve yok olması kesin hale gelir.

Gençliğimizi büyük bir savaş beklemektedir. Bozgunculuğa,
tembelliğe, ahlaksızlığa, cehalete, yalancılığa karşı büyük
bir savaş.

Ülkücüler, insanlık âlemi içinde ne uşak olmayı, ne de
başkalarını uşak olarak kullanmayı kabul etmeyen şerefli
bir bayrağın taşıyıcısıdır.

Ülkücülerden, Allah’ın ve Kanunların yasakladığı hiçbir
şeyi yapmamalarını istiyorum.
64
65
DEVLET BAHÇELİ
1948 yılında Osmaniye'de doğdu. Yörede Fettahoğulları olarak
bilinen geniş bir Türkmen ailesine mensuptur.
İlköğrenimini Osmaniye'de, orta öğrenimini İstanbul'da
tamamlayan DR. BAHÇELİ, üniversite öğrenimini Ankara İktisadi ve
Ticari Bilimler Akademisinde yapmıştır.
Başlangıcından itibaren Ülkücü Hareket'in her kademesinde
görevler üstlenerek Büyük Ülkü Davası'na hizmet etti.
Dr. BAHÇELİ, 1967 yılında Ankara İktisadi ve Ticari İlimler
Akademisinde öğrenci iken Ülkü Ocağı Kurucusu ve yöneticisi olarak
görev aldı. 1970-1971 yıllarında Türkiye Milli Talebe Federasyonu
Genel Sekreterliği görevlerinde bulundu. Dr. Bahçeli, bir yandan aktif
olarak Ülkücü Hareket'te yer alırken, diğer yandan da ilmi alandaki
çalışmalarını devam ettirmiştir.
1972 yılından itibaren Ankara İktisadi ve Ticari İlimler
akademisi ve bağlı Yüksek Okullarda İktisat Bölümü asistanı olarak
görev almıştır. Dr. BAHÇELİ, yine 1970'li yıllarda Ülkücü Maliyeciler
66
ve İktisatçılar Derneği'nin (ÜMİD-BİR) kurucularından, Üniversite
Akademi ve Yüksekokullar Asistanları Derneği'nin (ÜNAY)
kurucularından ve Genel Başkanlarındandır. İyi derecede İngilizce
bilen Dr. Devlet BAHÇELİ, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü'nde İktisat Doktorası yapmış ve aynı üniversitenin İktisadi
ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat Politikasında Ana Bilim Dalı'nda
1987 yılına kadar öğretim üyeliği görevini sürdürmüştür.
Dr. BAHÇELİ yine bu süre içerisinde Türk-İslam âlemi, Türkiye
ve Dünya Ekonomisi, Türk Tarihi ve Dış Politika konularıyla
ilgilenmiş ve bu alanlarda çalışmalar yapmıştır. 12 Eylül 1980
darbesinden sonra cezaevlerine doldurulan Milliyetçi Hareket Partisi
ve Ülkücü kuruluşların yöneticileri ile mensuplarının haklı
davalarının her platformda savunulmasında takdirle karşılanan
çalışmalarda bulunmuştur.
Ülkücü kadroların yetişmesinde önemli görevler de üstlenen
Dr. BAHÇELİ, Başbuğ Alparslan TÜRKEŞ tarafından göreve
çağırılması üzerine 17 Nisan 1987 tarihinde üniversitesindeki
öğretim üyeliği görevinden istifa etmiş, 19 Nisan 1987 tarihinde
yapılan MÇP Büyük Kurultay'ında parti yönetimine seçilmiş ve Genel
Sekreterlik görevine getirilmiştir.
MÇP ve Milliyetçi Hareket Partisi'nin yönetim kadrolarındaki
görevi, günümüze kadar kesintisiz olarak sürmüştür. Çeşitli
zamanlarda Genel Sekreterlik, Genel Başkan Yardımcılığı, Merkez
Yürütme Kurulu Üyeliği, Merkez Karar Kurulu Üyeliği, Genel Başkan
Baş-Danışmanlığı görevlerinde bulunan Dr. Devlet BAHÇELİ, 6
Temmuz 1997 tarihli 5'nci Olağanüstü Kongre sonrasında Milliyetçi
Hareket Partisi Genel Başkanı görevini üstlenmiştir.
05 Kasım 2000, 12 Ekim 2003, 19 Kasım 2006 akabinde 08
Kasım 2009 tarihlerindeki Milliyetçi Hareket Partisi Olağan
Kongreleri'nde tekrar Genel Başkan seçilmiştir.
67
DEVLET BAHÇELİ’NİN ÖZLÜ SÖZLERİ

Burası Türkiye’dir bu kutsal vatanın adı, köyümüz,
kentimiz, bölgemiz ne olursa olsun, Türkiye’dir.

Türkiye’de yaşayan herkesin, ailesi sülalesi, aşireti,
kabilesi, etnik kökeni, ne olursa olsun, müşterek adı Türk’tür.

Türkiye cumhuriyeti tektir ve üniter bir devlettir.

Türk milleti ayrılık kabul etmeyen bir bütündür.

Milli
devletimiz
olan
Türkiye
cumhuriyeti
ebedi
yurdumuzdur.

Al
Bayrağımız
bağımsızlığın,
egemenliğimizin
sembolüdür.

Türkçemiz bizleri bir arada tutan resmi dilimizdir.

İstiklal Marşımız, kahramanlık ve bağımsızlık destanıdır.

Milli birlik ve bütünlüğümüzün temelleri tek devlet, tek
millet, tek bayrak ve tek dil ülküsüdür.
68
DÜNDAR TAŞER
Büyük Türk milliyetçisi, ülkü ocaklarının kurucusu dava adamı
ve gönül eri Dündar TAŞER 1925 yılında Gaziantep'te doğdu. Köklü
ve gelenekli bir aileye mensuptur. Aile ve aile çevresinde köklü ve
derin bir Türk terbiyesi almış. Çocukluk ve okul yıllarını burada
geçirmiştir. Ailesinin desteği ve kendi isteği ile Kara Harp Okuluna
girmiş, bu okulun tank sınıfından teğmen olarak mezun olup ordu
saflarına katılmıştır. Bilahare kurmay subay imtihanını başarı ile
vererek kurmay olmuştur. Ordu saflarında başarı ile hizmet vererek
kurmay tank binbaşılığına kadar yükselmiştir. Türk-İslam Ülküsü'nün
örnek bir şahsiyeti, yılmaz bir savaşçısıydı. Milletinin derin ve saf
kültürü ile mücehhez, insan sevgisiyle dopdolu, asil davranışlarıyla,
efendiliği ve engin kültürüyle, bilge bir dava adamıydı. İslam'a,
Türklüğe, Türk'ün teşkilatçılığına ve büyük devlet kurma
hassasiyetine hayran, keskin görüşlü, kıvrak zekâlı büyük bir Türk
milliyetçisiydi. Geniş tarih bilgisi, milletine olan inanç ve güveniyle
meselelere fevkalade isabetli teşhisler koymuş, çözümü yine
milletinde bulmuştu. Müstesna şahsiyetiyle davasını yaşayan yılmaz
bir mücadele adamı olarak, Ülkücü Hareket'in şerefli mazisi ve
69
mücadele geleneğinde önde gelen isimlerden biri olarak hak ettiği
yeri almıştır. İlk gençlik yıllarından beri milliyetçi ruha ve aksiyona
sahiptir. 3 Mayıs 1944 olaylarında Türk milliyetçilerine karşı
düzenlenen "Haçlı Seferi'nde" ATSIZ ve arkadaşlarının tabutluklarda,
hücrelerde işkencelerden geçirilip, zindanlara atıldığı tek parti
döneminin faşist diktatörlüğünde baskılara ve zulümlere kargı çıktığı
için Harp Okulunda okuyan birçok genç Türkçü gibi, soruşturmaya
maruz kalan kişilerden biri olmuştur. Taşer ismini, kamuoyu ilk defa
27 Mayıs Hareketi'yle birlikte duydu. Hiç beyanat vermediği, kendini
tanıtıcı faaliyet göstermediği için hakkında bilinenler çok azdır. Onun
hayat çizgisini takip edenler ağırbaşlı, mütevazı, zamanında konuşan
ve davanın en çok kendisine ihtiyacı olan mevkilerinde yer alan
sabırlı, metin ve cesur üslubuyla, Bozkurtların Bögü Alp'ini hatırlar.
Taşer'in Ömrü "Taş yerinde ağırdır" sözünün tefsiri gibidir. 27
Mayıs Darbesi'nden vefatına kadar fikir birliği, kader birliği yaptığı
Alparslan TÜRKEŞ'le birlikte olmuştur. Bu darbeye katılmasının
sebebi ise, ülkenin içinde bulunduğu bunalım ve kaçınılmaz bir
şekilde geliyorum sinyalleri veren askeri bir darbede ülke yönetimini
CHP yanlısı İnönü taraftarı güçlere ve zihniyete yönetimi
bırakmamaktı. TÜRKEŞ'le beraber ihtilal komitesinin içinde yer
alarak CHP yanlısı güçlerin iktidar oyunlarını bir süre bozdular. Fakat
daha sonra ihtilal komitesi içerisinde yer alan MBK üyeleri arasında
komiteci oyunlar başlayacaktı. Komite içerisindeki 13 Kasım
Darbesi'yle, sürgüne gönderilen 14 kişinin içerisindeydi. 13 Kasım
hadisesi onu çok üzdü. Bu hadiseyi hayatı boyunca hoş görmedi.
Sürgün yıllarını Fas'ta geçirdi. Taşer, iki yıl süren sürgün hayatından
sonra yurda dönüşlerin serbest bırakılmasıyla, 1963 yılında, çok
sevdiği vatanına ve toprağına kavuşacaktı. Onun gerçek değeri, yurda
döndükten sonra yer alacağı siyasi hayatta çok çabuk fark edilecekti.
1965 yılında Alparslan TÜRKEŞ, Muzaffer Özdağ, Ahmet Er, Numan
Esin, Rıfat Baykal gibi darbede yer alan, birlikte sürgüne gittikleri
arkadaşlarıyla, CKMP'de siyasi hayata girdi. CKMP'nin 30-31 Temmuz
1965 tarihlerinde yapılan kurultayında, partinin GİK üyeliğine seçildi.
70
1967 Kurultayı'ndan sonra Genel Başkan Yardımcılığı görevine
getirildi. Partide Başbuğ TÜRKEŞ'ten sonra gelen ikinci isimdi.
CKMP'nin yeni döneminde fikri ve siyasi gelişiminde çok büyük
hizmeti emeği vardır. Gecesini gündüzüne katarak, partinin
Anadolu'da kök salması da. Milliyetçi Hareket Bayrağı'nın bir uçtan
bir uca dalgalanmasında daima önde koşanlardandı. Taşer 1965'de
Gaziantep'den milletvekili adayı, 2 Haziran 1968 seçimlerinde
senatör adayı 1969 Genel Seçimleri'nde İstanbul'dan milletvekili
adayı oldu. İstanbul'daki adaylığında seçimi çok az bir farkla kaybetti.
AP iktidarının milli bakiye seçim sistemini kaldırarak, yerine daha
avantajlı çıkacağını düşündüğü nispi seçim sistemini getirmesiyle,
birçok Milliyetçi Hareket Partisi'li gibi milletvekili olamadı. Taşer
siyaseti bir gaye olarak değil, milletine ülkesine hizmet yolunda bir
araç olarak görürdü. Siyasette dürüstlüğü, erdemliliği şiar edinmiş
gerçek bir dava adamıydı. Politik hayatta Taşer, fazileti, inancı ve
fedakârlığı, sevgiyi, tevazu ve ülkücülüğü temsil etmiştir. Siyasi
arenadaki dostları da muarızları da onun engin tarih, kültür, siyaset
bilgisine ve zekâsına hayrandılar. Onun yapmış olduğu tespitler ve
değerlendirmeler bütün kesimler tarafından dikkate alınırdı. 1970'ler
Türkiye'sine baktığımızda onun yapmış olduğu tahlillerin ve
tespitlerin ne kadar doğru olduğunu bugün bile görüyoruz. Meseleleri
ele alırken kendine mahsus, sağlam ve rahat bir üsluba sahipti.
Milliyetçi Hareket'in sözcülüğünü yapan Milli Hareket ve daha sonra
yayına başlayacak olan Devlet Gazetesinde yazmış olduğu başyazılar
ve parti sözcüsü olarak beyan ettiği ülke ve dünya meseleleriyle ilgili
görüşler, hareketin ideolojik çizgisine de yön verirdi.
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı Dündar Taşer, 13
Haziran 1972 gecesi bir trafik kazası sonucunda ebedi âleme göç etti. Geri
manevra yapan ekmek kamyonunun arkasından çarpmasıyla ağır bir
şekilde yaralanan Taşer, kaldırıldığı Numune Hastane'sinde bütün çabalara
rağmen kurtarılamamıştı. Acı haber kısa zamanda tüm Türkiye'ye ulaştı.
Cenazesi 15 Haziran 1972 Perşembe günü Hacı Bayram Camii'nde kaldırıldı.
Ruhu Şad; Mekânı Cennet Olsun. !
71
DÜNDAR TAŞER VE ÜLKÜCÜ GENÇLİK
1965'li yıllardan itibaren Avrupa'da esen sol rüzgârlar ve
sosyalizm modası Türkiye'yi de etkiledi. 1961 Anayasası'nda
sağlamış olduğu siyasi haklarla birlikte çok sayıdaki komünist ve sol
gruplar, illegaliteden legaliteye dönerek su yüzüne çıkacaklardı.
İhtilalci sol hareketlerin fikri ve siyasi açıdan faaliyetlerini yoğun bir
şekilde sürdürüp kitleselleşme çalışmalarıyla, milleti ve devleti tehdit
edecek yıkıcı ve bölücü çalışmalarının ayyuka çıktığı bir dönemde,
Türk Milleti'nin millî refleksi olan Türk Milliyetçileri sessiz
kalamazdı. Taşer, Alparslan TÜRKEŞ'in de bulunduğu CKMP'nin bir
toplantısında ülkede yaşanan durumla ilgili; "Mutlak mana da millî,
manevî, İslamî değerlere bağlı gençliği ülkü ve fikirler etrafında
toplayacak aksiyoner bir hareketi oluşturmak zorundayız."
diyordu. Taşer kolları sıvayarak, kendini parti çalışmalarından çok
gençlik çalışmalarına ayırdı. Üniversitelerde ve Anadolu'da, Ülkücü
Hareket ismiyle siyasi kimliğe kavuşacak olan ülkücü gençlik
teşekküllerinin kurulma çalışmalarında öncülük ve önderlik etti.
Gençlerle sadece bir arada oturarak dernekçilik yapmadı. Türkiye'nin
istikbali ve geleceği olarak gördüğü milliyetçi, ülkücü gençliğin
faaliyetlerinde bir ışık gibi duruyor, yön gösteriyordu. Ortaya çıkan
problemler veya zorluklar karşısında ise, meselelerin nasıl çözüme
kavuşacağını, bir taktisyen gibi öğretiyordu. İçtimai yapıdaki
bozukluğun sebeplerini ve kaynaklarını iyi bilirdi. Milliyetçi
Hareket'in geleceğini ve Türkiye'nin kurtuluşunu Ülkücü gençliğin
yetişmesiyle mümkün olacağına inanırdı. Gençliğin üzerine titrerdi.
Türk Milleti'nin bekasının teminatı olan Ülkücü gençliğin
düşmanların bütün oyunlarını bozacak kudretteki ruh sağlamlığında
ve teşkilatlanma gücünde onun damgası vardır. Gençliğin
yetişmesinde, şahsiyetini bulmasına önem vermesi sebebiyle,
yöneticisi olduğu partiden bağımsız olarak bir araya gelmelerini arzu
etmiş, dolayısıyla zaman içinde gücü, cesareti, şecaati milletçe takdir
edilen, gençlik üzerindeki muesseriyetini geniş çevrelere
göstermesini başarmıştır. 1967-1968 yılları arasında kurulmaya
72
başlayan Genç Ülkücüler ve Ülkü Ocakları'nın kurdurulmasında ve
eğitiminde önemli görevler ifa etmiştir. Milliyetçi Hareket ve
milliyetçi gençliği parçalanmışlıktan, bölünmüşlükten kurtararak,
onun birleşik millî bir güç haline gelmesinde oynadığı rol Milliyetçi
Hareket Partisi içinde önemli yer tutmaktadır. İlk gençlik
hareketlerinin başladığı yıllar içerisinde, onun en önemli
özelliklerinden biri, gençliği millî, manevî değerlerle yetiştirecek,
onları her türlü anarşist, materyalist düşüncelerden koruyacak bir
teşkilatın nasıl kurulacağını bir tarihçi, sosyolog ve psikolog gibi
düşünmesiydi. Kendini bir siyasi parti yöneticisinden çok, mefkûre
insanı olarak görüyordu. Gençliğin siyasi kadroların programlan
etrafında değil, fikirler ve ülküler etrafında toplanması gerektiğini
düşünüyordu. Bu yüzden gençlik çalışmalarını parti çalışmalarından
hep ayrı tutmuştur. Dündar Taşer bir ülkücünün yaşama ve hareket
şevkini net çizgilerle ortaya koyarken, millî şuur sahibi
münevverlerimize de en güzel örneklerden biri olmuştur. Memleketin
içinde bulunduğu şartların bir varolma kavgası olduğunu biliyor ve
ülkenin, Akif in "Asım'm nesli" dediği dinine, milliyetine, kültürüne
ve tarihine sahip vatanperver ülkücü kadrolarla kurtulacağına
inanıyordu. Taşer, temellerini oluşmasına katkıda bulunduğu,
öncülük ettiği Genç Ülkücülerin ve Ülkü Ocakları'nın düzenlemiş
olduğu sohbetlerde en çok aranılan ve değişmez isimlerindendi. Onun
aydınlattığı sohbetlerde Ülkücü gençler geleceği ümitle bakarlardı.
Bazen gece yarıları başlayıp sabahlara kadar devam eden konuşmalar
uzadıkça uzar ama hiç kimse sohbetlerin bitmesini istemezdi. Onun
sıcaklığı, içtenliği bütün genç Ülkücülerin yüreğini ısıtırdı. Hele
Osmanlı'yla başlayıp cumhuriyetle devam eden konulara girildi mi,
sanki tarihin derinliklerinden gelen bir insan konuşuyor gibi, pür
dikkat dinlerlerdi. O sanki yaşayan bir Osmanlı'ydı. Kökü mazide olan
âtinin tâ kendisiydi ve hali heyecanla yaşardı. Son derece gerçekçiydi.
Günün hadiselerini en umulmadık yanlarından kavrar gerek teşhis
gücü, gerekse değerlendirilişteki üstünlüğüyle zevkle dinlenirdi.
Türk tarihini çok iyi bilişi ve parlak zekâsının hadiseleri millî tarih
73
şuuruyla yorumlayışı, mükemmel bir kafa yapısına sahip oluşunun
işaretiydi. Ülkücü gençlerle olan sohbetlerinde tarihi gelişmelerimizi
bir sarkacın hareketine benzetirdi. Türk tarihinde sarkacın son
noktasına gelindiğini ve artık zaruri olarak kabarıp taşma, büyüme
istikametinde gelişeceğini söylerdi. Anadolu'ya bu halimizle sıkışıp
kaldık, artık daha fazla küçülmemiz mümkün değildir. Sarkaç
genişleme istikametinde hareket etmeye mecburdur. Bu hem maddî
hem de manevî gelişmelerimize şamil bir ifadeydi. Sürekli bir şekilde
Ülkücü gençlere hitaben "Biz kaybedilmiş medeniyetin
çocuklarıyız o kaybedilmiş medeniyeti yeniden kuracak olan
sizlersiniz" diyerek onlara ufuk açardı. 1967 yılından itibaren
vefatına kadar her yıl Osmanlı Devleti'nin kurulduğu yer olan
Söğüt'te düzenlenen Ertuğrul Gazi Törenleri'ne partinin ve gençlik
kollarının da katılmasında önemli etkisi olmuştur. Düzenlenen
törenlere katılımlarda Ülkücü gençliğin kalabalık bir şekilde yerini
almasına, toplantılarda hazır bulunmasına özen gösterirdi. Söğüt'te
düzenlenen bu ziyaretlerle gençliğin tarih ve milliyetçilik şuuruna,
tarih sahnesinde büyük rol oynamış ecdadımız Osmanlı'nın daha iyi
anlaşılması noktasında Ülkücü gençliğin misyonunun öneminin altını
çizer, hedefler gösterirdi. Kafasındaki güçlü, millî bir devletin adı,
tarihteki Osmanlı'ydı. Yeni bir Türk-İslam medeniyeti kurmanın
yolunun Osmanlı'yı kavramaktan geçtiğine inanıyordu. Fena Fi'dDevlet, (Devlette fani olmuş, onda erimiş) bu sıfat arkadaşları
tarafından onun için kullanılıyordu. Devlet mi mühim, yoksa hürriyet
mi? Devlet olmadan hürriyeti ve meşrutiyeti ne yapacaksınız
inancındaydı. Resmi ideolojinin zihinlere nakşettiği, hala tartışmaları
süren Kurtuluş Savaşı tezine karşı çıkarak; "Ne geri kalmış milletlerin
birisi, ne de kurtuluş savaşı yapan kavimlerin birincisiyiz. İstiklalini
son elli yıl içinde bizden almış on-dokuz ülkenin efendisiydik.
Yüzelliyıldır her türlü uygulanan şekil kavgalarını terk zamanı
gelmiştir. Millî şuur, milliyetçi hareket 'doğurmuştur. Bu hareket
Şeyh Edebali gibi gönül pirleri, Çandarlı Hoca gibi ilim
ülkücülerini beklemektedir" diyordu. Taşer, bizim tarihimizde ki
74
'Veli" ve "Alp" tiplerini her ikisinin de özelliklerini üzerinde
taşıyordu. Gençler ve tabii yaşlılar onu kendilerine bu kadar yakın
bulurken, efsane devirlerden bugüne kalmış bir kahraman gibi onu
bütün benliklerine bağlarken, bu vasıfların tesiri altındaydılar. Türk
siyasi hayatına damgasını vuran, Türkiye'nin en güçlü sivil hareketi
olan Ülkücü Hareketin gerçek manada kurucularından ve
öncülerinden olan Taşer, gençliğe üç önemli temel esası öğretmeye
çalışmıştır.
1. İslam ahlâk ve fazileti
2. Türklük ve tarih şuuru
3. İla'y-ı Kelimetullah için Nizam-ı Âlem
İşte, bütün hayati boyunca yapmış olduğu konuşmalar, yazmış
olduğu makaleler ve o meşhur sohbetlerinde her şeyin özeti, bu
esaslarda yatmaktaydı.
MİLLİYETÇİ HAREKETÇİLER;
1. Munis ve terbiyelidirler.
2. Nazik ve yumuşaktırlar. Bu vasıflarını
böbürlenmeye kalkanları pişman ederler.
görüp
de
3. Büyüklerine karşı mutlak saygılıdırlar. Saygıları zillet
değildir. Kanaatleri sağlam, imanları bütün,
fikirleri
berraktır. Serttirler, ama odun gibi değil: Elmas gibi pırıl pırıl.
75
BİZ KİMİZ
Dündar TAŞER
Biz, dünyanın en büyük imparatorluklarını kurmuş ve
hâkimiyetini eski dünyanın bilinen her köşesinde yürütmüş bir
milletiz. Bu imparatorlukların sonuncusu, varisi olduğumuz Osmanlı
Devleti'dir. Osmanlı Devleti Söğüt'te kurulduğu 1299 yıllarında
40 atlıya sahip bir uç beyliği iken, 1326'da Bursa'nın fethi
sırasında Orhan Bey 38.000 süvariye kumanda ediyordu. Bu
asker artışı, nereden geliyordu? Fethedilen topraklardan
toplanamazdı. Zira bu yerin ahalisi Türk değildi. 400 çadırlık bir
aşiret, 27 senede bu kadar çoğalamazdı. Selçuk Sultanlığı, asker
yardımı yapacak halde değildi. O halde artış nereden geliyordu? Öyle
anlaşılıyor ki, Bizans ucundaki bu beylik bütün Türk âleminin
ülküsünü temsil ediyor. Türklük âleminin, fetret devrinde bile asla
vazgeçmediği, İstanbul fethinin ve dünya hâkimiyetinin mümessili
sayılıyordu. Millî şuur ve ülkü Horasan'dan İzmir'e kadar her yerdeki
Türk'ü Ertuğrul sancağına çekiyor, şeyhler, müftüler, müderrisler eli
kılıç kabzasına yakışan her yiğidi, gönlü fazilet aşkı ile dolu her
mümini, kafası salim düşünceye açılmış her talebeyi Söğüt Beyliği'ne
sevk ediyordu. Küçük beylik az zamanda Türk âleminin otağı haline
geldi. Sultan-Medrese - Sipahi muvazenesi ile ne anarşi ne de
despotluğa fırsat vermeyen bir devlet kuruldu. Başta hanedan olmak
üzere bütün- insanların devlete can borcu vardı ve bu borcu bütün
tebaa hükümdarlar dâhil tereddütsüz ödediler. Küçük devletin,
fazileti büyük, müsamahası büyük, ideali büyüktü. Bu manevi azamet
devletin topraklarım çok kısa zamanda kendi seviyesine getirdi. Bu
devir 1699'a kadar sürdü. Bu dört yüz senenin macerası şöyle
özetlenebilir. Her yaz 3 ay sefere çıkılır, 3 gün 3 saat kılıç çekilir. Bir
ülke bir vilayet olarak devlete katılırdı. Her güz batıya, kuzeye
doğru bir koşu asırlarca devam etti. Bu koşu, talan, istismar
koşusu değil, müsamaha, adalet ve huzur tesisi içindi. Bu
devrede Osmanlı hünkârı "Hakan-ı Berri ve Bahrin", "Sultan-ı
İklimi Rum", "Halife-i Ruyi Zemin" sıfatları ile yeryüzünde
kendine muadil otorite tanımadı. Karlofça bu uzun koşuda
tökezlenen bir nokta oldu. 1699'dan sonraki bütün çabalar, bütün
76
düşünceler, o noktayı geçmek, o engeli aşmak için aranan çareler, ileri
sürülen fikirlerin kavgasıdır. Ne tedbirler düşünülmedi: Sünnet adına
Kadızade ile ortaya çıktı. Çakşır haram, kavuk haram, kaftan haram
bunlardan soyunursak her iş yoluna girer dediler. Avrupacılar türedi:
Pantolon giyer, pelerin taşır, fes vurursak mesele çözülür dediler. Ne
Kadızadeler İslamı anlamıştı, ne de Avrupacı'lar batıyı. 25 milyon
kilometre karelik vatanı birleşik tutmak için taklitten başka tedbir
düşünen olmadı. İsyanlar, ihtilaller, sokak kavgaları oldu. Birbirimizi
kırdık, sultanları kestik, nihayet kendi ordumuzu top ateşine tuttuk.
Mısır gitti, Cezayir gitti, bu yitirme devri 150 yılda bizi Sakarya
sahiline getirdi. Bugün hainlerin kandırdığı gençlerin bir kısmı hangi
sebeplerle sosyalizmi istiyorsa, dün onlar kadar samimi kimseler
liberalizmi istemişlerdi. Bugün demokrasinin yeter olduğunu
sananlar gibi dün Tanzimat'ı yeter sayanlar vardı. Velhasıl 300
senedir kandaki mikrobun deride açtığı yarayı tedavi ile uğraşıyoruz.
Biz bu cihan devletinin kalıntısı üstünde cihan hâkimlerinin evladan
olarak utanıyoruz. "Rüyama girdi bir gece bir fatihane zan" diyen şair
kendini söylediği kadar bizi de söylemiştir. Ne geri kalmış milletlerin
birisi, ne de kurtuluş savaşı yapan, kavimlerin birincisiyiz. İstiklalini
son elli yıl içinde bizden almış 19 ülkenin efendisi idik "Azizi
vaktîdik, o da zelil kıldı bizi."Bu zilletin sebebini çıplak gözlerle
aramalı ve açık yürekle ortaya koymalıyız. 150 yıldır her türlü
uygulanan şekil kavgalarını terk zamanı gelmiştir. Milli şuur,
Milliyetçi Hareketi doğurmuştur. Bu hareket Şeyh Edebali gibi
gönül pirleri, Çandarlı Hoca paşa gibi ilim ülkücülerini
beklemektedir. Bu bekleyiş demiri eritene kadar sürecektir.
Ergenekon'dan demiri eritince çıkmıştık. Binlerce yıl önceki
efsaneler tutulacak yolu göstermiştir. Demiri eritinceye kadar sabır.
Şekil kavgaları ile "go home" çığlıkları ile grevlerle, öldürülecek
vaktimiz yoktur. Sokaktan mektebe, kahveden fabrikaya koşmalıyız.
Sanayimizi kurmalı, büyük milletin imkânlarını, büyük geleceği
kurmak için seferber etmeliyiz
Devlet / 7 Nisan 1969 / Sayı: 1
77
DÜNDAR TAŞER’DEN SEÇMELER
 Örfle kanun ayrı membalardan (Kaynaklardan) gelirse yani
kanun başka bir cemiyetin örfünden doğmuşsa cemiyette
kanun dışına çıkma yaygın hale gelir ve düzen bozulur. Çok
zamanlarda örf kanunun amir hükmünü yener ve onu
uygulamaz kılar.
 Milliyetçilik ile Hürriyetçilik eş manalıdır. Mülkiyetle hürriyet
arasında reddedilmez bir bağ vardır.
 Din, millet, vatan gibi mevhumlar yaşamaya devam edecektir.
 Kökünün bin yıllara dayanması dalının bin yıllar ötesine
uzanacağının delilidir. Tarih boyunca Türk devleti Rusya’nın
tehdidine uğramıştır. Rusya batı ile ittifak kurabildiği
zamanda, Türkiye batı ile birleştiği zamanda Rusya’ya karşı
toprak bütünlüğünü muhafaza etmiştir.
 Biz, bir cihan devletini kalıntısı üzerinde, cihan hâkimlerinin
evlatları olarak oturuyoruz. Sokaktan mektebe kahveden
fabrikaya koşmalıyız, sanayimizi kurmalı, büyük milletin
imkânlarını büyük geleceği kurmak için seferber etmeliyiz.
 Cesaret, hadiselerin arasından sıyrılmaktır. Himaye kabul
edenin hamisine karşı fazla dik olamayacağı bir bedahettir.
 Milliyetçi hareketin temel vasfı: Türk’e zarar Vermeyeni
müsamaha, Türk’e fayda vereni himayedir.
 Milli Şuur Milliyetçi Hareketi Doğurmuştur
 Bu hareket Şeyh Edebalı gibi gönül pirleri, Çandarlı Hoca paşa
Gibi ilim ülkücülerini beklemektedir. Bu bekleyiş demiri
eritene kadar sürecektir
 Ülkücüler İpeğe Sarılmış Çeliktir
 Biz BOZKURTLAR demiştik. Halk komandolar dedi. İş sözde
değil özdedir.
 Komünizm bir kudurmuş it, gericilik bir kötü bittir.
 Büyük milletlerin zaferleri ve ızdırapları da büyük olur.
 Dünya sulhunu, dünya nimetini paylaşanlar düşünsün.
78
 Lideri tarihi şartlar hazırlar, her aklına esen lider olamaz.
 Ordular her şeye karşı olabilirler de, milliyetçiliğe olamazlar,
imanın namaza bankerin paraya karşı olmadığı gibi.
 Aklı başında bir savaşçı; kendini tehdit eden kuvvetleri, riyazî
bir mantıkla tahlil etmeli; bu kuvvetlerin en tehlikelisini tayin
edip bütün kudretini onu bertaraf etmeye yöneltmelidir.
 Milliyetçi Hareket Partisi komünizmin metot ve gelişme
zemini hakkında en erken teşhisi koymuş ve mücadele içinde,
Türk milliyetçiliğini yeniden diriltmiştir. Ülkücüler Türk
milliyetçisidirler. Milliyetçilerin hasletlerini devam ettirmek
isterler. Zulme, haksızlığa eğilmezler, kanun ve nizamlara
itaatlı, büyüklerine saygılıdırlar.
 İtaat olmazsa birlik olamaz; birliğin olmadığı yerde de
devletten söz edilemez. Doğruda birlik doğrudur. Yanlışta
dahi birlik doğrudur. Çünkü bizatihi birlik doğrudur.
 Türk milleti için bayrak devlettir. Devlet nizam demektir.
Adaletin kudreti, kahramanlık ve cesaretin mihrakı, sanat ve
medeniyetin inkişafını hazırlayan örgü ve örtü azametin
müşahhas (somut) varlığıdır. Allah Türk’ün bu bayrağını
temsil ettiği işte böyle bir devlet için yaratılmış ve
vazifelendirmiştir. Allah Türk milletinin istikbalinin
hükmünü vermemiştir. Ülkücü gençlik gösteriyor ki Allah bu
milletin fena bulmasını dilememiştir. O halde Türk milleti
yaşayacaktır. Türkler yiğitler topluluğudur, filozoflar
topluluğu değildir.
Ülkücüler İpeğe Sarılmış Çeliktir
79
GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİN
TARİHİ GELİŞİM SÜRECİ
Milliyetçilik, milletten türetilmiş bir kelimedir. Arapça olan
millet kelimesi "din topluluğu", manasına gelmektedir. Dilimizde
millet "nation" kelimesine karşılık olarak kullanılmaktadır. Lâtince
bir fiil olan "nasci" den gelen "nation" aynı yerde doğmuş bir insan
topluluğu manasını ifade etmektedir. İngilizcede milliyet anlamına
gelen "nationality" kelimesinin varlığı 1691'den itibaren tespit
edilmişse de, bunun bugünkü anlamda ilk kullanılışı 19. yüzyılın
başlarındadır. Fransızcada da aynı anlama gelen "nationalite"
kelimesi ilk defa 1885'te Akademi Sözlüğü'ne girmiştir. Milletin
tanımı, tartışmalı bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Ziya Gökalp,
Türkçülüğün Esasları'nda milleti "dilce, dince, ahlâkça ve bediiyatça
müşterek olan, yani aynı terbiyeyi almış fertlerden mürekkep
bulunan bir zümredir" şeklinde tanımlamaktadır. Yusuf Akçura'ya
göre ise millet, "ırk ve dilin esasen birliğinden dolayı içtimaî
vicdanında birlik hâsıl olmuş bir cemiyet-i beşeriye"dir. Sadri
80
Maksudi Arsal'a göre milleti teşkil eden unsurlar şöyle sıralanabilir;
"milleti teşkil eden kişilerin bir devlet içinde yaşaması veya yaşamış
olması, nüfus, coğrafi alan, bağımsızlık, dil birliği, örf ve âdetler
birliği, ortak dinî inançlar, millî seciye, çoğunluğun aynı ırktan
olması".
Mehmet Gönlübol, milliyetçiliği "millî devletleri siyasî
örgütlenmenin ideal birimi olarak kabul eden, milletlerin yaratıcı
kültür enerjisinin ve ekonomik refahın kaynağı olduğuna inanan
görüşün ve duyuş ve düşünüş havasının geniş halk kitlelerine
yayılmış biçimidir" diye tanımlamaktadır. Halk arasında milliyetçilik
ile insanın üyesi olduğu millete duyduğu derin bağlılık duyusu
anlatılır. Diğer bir ifade ile milliyetçilik, millet olmanın eyleme dönük
bilincidir. Seton-Watson'a göre milliyetçiliğin iki esas anlamı vardır.
İlk anlamıyla milliyetçilik milletlerin karakterleri, çıkarları, hakları ve
görevleri ile ilgili doktrini ifade etmektedir. Diğer anlamıyla
milletlerin ileri sürdükleri amaçları ile çıkarlarını ilerletmeyi amaç
edinen örgütlenmiş siyasî bir akımdır. Bu akımın gerçekleştirmeyi
istediği iki ana amaç bulunmaktadır. Bunlar; milletin hâkim olduğu
bağımsız bir devletin yaratılması ile millî birliktir. Mehmet Nihat ve
Emre Cemiloğlu'na göre "millet ve milliyetçilik, temelde, bir
mensubiyet şuurunu ve şuurun icaplarının yerine getirilmesini" ifade
eder. Ernest Gellner'e göre "Milliyetçilik en genel ve basit anlamıyla,
siyasî birim ile millî birimin çakışmalarını, örtüşmelerini öngören
siyasî bir ilkedir". Marksistlere göre ise millet, milliyetçilik ve din,
birer sahte bilinçler olup sahici ilişki ve kimlikleri tayin eden sınıf
ilişkileridir Millet ve milliyetçilik evrensel değildir ve aşılması
gereken geri unsurlardır.
Çünkü insanlık tarihi bir ilerleme tarihidir. Burada Marksistler,
sınıf ilişkilerinin ve sınıf kimliğinin tek etken olduğunu ve millet ile
din kimliklerini yok eden bir mahiyet taşımadığını ileri sürerek ve
insanlık tarihinde dinin ve milletin medenileşme hareketlerinde
oynadığı rolü göz ardı etmişlerdir. Genellikle milliyetçiliğin ana
kavramları, ana vatan ve millî sınır, ana dil ve yazı, din, tarih ve
81
eğitim, ırk ile sınırlandırılmıştır. Bunlar milliyetçiliği şekillendiren
millî karakteri oluştururlar. Buna göre her milletin müşterek bir
karakteri vardır. Bazıları millî karakteri ırk ve kanın tayin ettiğini
belirtmişler; bazıları ise iklimin, siyasî-dinî- sosyal-ekonomik
şartlarla değişen âdetlerin millî karakteri tayin ettiğini
belirtmişlerdir. Elie Kedourie milliyetçiliği açık ve kapalı olmak üzere
iki kısma ayırmıştır. Açık milliyetçilik ırk ve etnik kökeni göz önüne
almadan vatandaşlardan meydana gelen siyasal bir toplumu, bir
toprak teşkilâtını ifade eder ve idealini gelecekte arar. Kapalı
milliyetçilik ise, milletin millî karakteri olan kan ve ırk gibi ortak
kökenler ve ana vatanlarında köklü bir şekilde bulunmuş olma gibi
konuları işler. Bu şekilde millî karakterin saflığını ileri sürerek bunun
yabancı etkiler altında bozulmamasına çalışır ve ideallerini kavmi ve
eski geçmiş üzerine kurar. Türkiye'de bu adla anılan bir partinin,
Milliyetçi Hareket Partisi'nin kurucusu ve genel başkanı olan
Alparslan TÜRKEŞ'e göre milliyetçilik "Türk milletini sevmektir.
Türk milletini sevmek ise, Türk milletinin iyiliğini istemek, onun
yüceltilmesi için çalışmak, onun hakkını, hukukunu
çiğnetmemek ve milletimizi kısa zamanda dünyanın en çok
refaha ermiş, en zengin, en güçlü toplumu hâline getirmek;
dağınıklığı gidermek, esaret altında bulunanların esaretten
kurtulmasını sağlamaya çalışmak ve Türklerin kendi aralarında
sıkı bir sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasî iş birliğinin
gelişmesini sağlamak demektir. Türk milliyetçiliğinin ilk izlerini 8.
yüzyılın ilk yarısında yazılmış bulunan Orhun Abideleri'nde
görmekteyiz. "Türk" adı da yazılı olarak ilk defa bu abidelerde
zikredilmektedir. Abidelerde Türk adı, yalnızca Türk kavminin adı
değil Türk devletini karşılayan geniş bir deyim olarak kullanılmıştır.
Göktürk Hakanı Bilge Kağan, "Çin milletinin sözü tatlı, hediyesi
yumuşak imiş, Çin milleti tatlı sözü, yumuşak kumaşıyla Türk
milletini kendine yakınlaştırmış, kendine yakınlaşmayanı da
öldürmüş. Pek çok Türk milleti bu tatlı sözlere ve yumuşak hediyelere
kanarak öldünüz" diye milletini uyarmış; "Türk milletinin adı, sanı
82
yok olmasın diye gece uyumadım, gündüz oturmadım. Tanrı
buyurduğu ve bahtlı olduğum için ölecek hâle gelen milleti dirilttim.
Aç milleti tok, az milleti çok hâle getirdim" diyerek milleti için
çalışmanın gerekliliğini belirtmiş; "Ey Türk, Oğuz Beyler, millet işitin!
Yukarıda mavi gök çökmezse, aşağıda yağız yer delinmezse, senin
ilini töreni kim bozabilir?
-Ötüken ormanında kalırsan, yurdunu ebediyen elinde
tutacaksın" diyerek ülkenin ve törenin önemini belirtmiş; "Türk
beyler Türk adını bıraktı, gelinlik kızların cariye, yiğit erkeklerin köle
oldu" diyerek Türk adının önemini vurgulamış; "Ey Türk titre ve
kendine dön!" diyerek de millî şuurun ve benliğin önemini
belirtmiştir. Türklerin İslâmiyet ile tanışmasından hemen sonra
11.yy. Kaşgarlı Mahmut tarafından Araplara Türkçe öğretmek için
yazılan ilk Türkçe sözlük Divanü Lügati't-Türk'te Kaşgarlı Mahmut
"Gördüm ki Yüce Tanrı devlet güneşini Türklerin burçlarından
doğdurmuş, onlara Türk adını kendisi takmış, hakanlığı onlara
kendisi vermiş. Zamanımızın padişahlarını hep onlardan teşkil etmiş.
Cihan halkının dizginlerini onların ellerine bırakmış. Her kim onların
diline sığınırsa onu kendinden sayıyorlar, her türlü korkudan
kurtarıyorlar. Bunun içindir ki Türk olmayanlar da Türk diline
sığınmakta, bu vesileyle zarar ve ziyandan kurtulmaktadır" diye Türk
milletini övmüş ve "Türk dilini öğreniniz çünkü onların uzun sürecek
saltanatları vardır" diye bir hadisi belirtmiştir. Hadis doğruysa, Türk
dilini öğrenmenin dinî bir vazife olduğunu, eğer hadis doğru değilse
böyle bir hadisin uydurulmasının Türk dilini öğrenmek veya
öğretmek ihtiyacından doğduğunu belirtmiştir. 12.yy'da yaşayan
Fahrettin Mübarekşah, Türk ve İslâm büyüklerinin şeceresini
belirtmek için yazdığı "Secere-i Ensâb" adlı eserinde Türk sedef
içinde deryada bulunan bir inci gibidir. Kendi yurdunda bulunduğu
zaman kadir ve kıymeti yoktur. Lâkin oradan çıkınca denizden ve
sedeften çıkmış inci gibi kıymetlenir. Arapçadan sonra Türkçeden
daha iyi ve daha heybetli hiçbir dil yoktur" demiştir. Daha sonra aynı
şuuru Hindistan'da bir Türk İmparatorluğu kurmuş olan Babür'ün
83
Hatıraları'nda, Çağatay döneminde Hüseyin Baykara ve Nevâî'nin
eserlerinde görmekteyiz. Hatta Nevâî, Farsça ve Türkçenin mukayese
edildiği Muhakemetü'l- Lügateyn adlı bir eser de yazarak, bu eserinde
"Türkler Sartlardan daha keskin zekâlı, daha üstün anlayışlı, daha pak
ve daha saf yaratılışlıdır. Türklerin küçükleri, beyleri kölelerine kadar
Farsçayı öğrenmelerine rağmen, Şartlar, Türkçeyi öğrenememişlerdir. Türkçede incelikler, derinlikler yükseklikler çoktur. Bugüne
kadar hiç kimse bunları inceleyerek meydana çıkaramadığı için gizli
kalmışlardır. Türk'ün bilgisiz ve zavallı gençleri güzel sanarak Farsça
şiir yazmaya özenirler. Ana dilin üzerinde düşünmeye koyuldum.
Türkçenin derinliklerine dalınca gözlerime on sekiz bin âlemden
daha yüksek bir âlem göründü" gibi ifadelerle Türklerin ve Türk
dilinin yüceliğini belirtmiştir. Özbek hanlarından Yadigâr Han'ın
torunu Hive Hanı Ebü'l-Gazi Bahadır Han, milletin tarihi ile şuurlu bir
övünç duymuş, Tanrı tarafından Türk olarak yaratılmayı bir şeref
bilerek 17.yy.da Şecere-i Terâkime ve Şecere-i Türkî adlı eserlerini
vermiştir. Selçuklular ve Osmanlılar döneminde Farsçanın edebiyat
ve sanat dili, Arapçanın ilim dili olarak geliştiğini, Türkçe'nin ise halk
arasında konuşulduğunu, kullanılmaya kullanılmaya köreldiğini
görmekteyiz. Buna rağmen XIII. yy. Âşık Paşa, Garibnâme adlı
eserinde;
Türk diline kimse bakmaz idi
Türklere hergiz gönül akmaz idi
Türk dahi bilmez idi bu dilleri
İnce yolu ol ulu menzilleri
Gibi mısralarla, Türkçenin o çağlarda nasıl ihmal edilmiş
olduğunu, bu yüzden Türklere bile gönül verilmediğini, hatta bizzat
Türklerin bile bu güzel ve ince dili bilmediklerini söylemektedir.
17.yy. yaşamış olan Vanî Mehmet Efendi "Arâisü'l-Kur'an ve Nefâisü'lFurkan" isimli Kur'an tefsirini kaleme almış, Türk ve Oğuz
kelimelerini rahatlıkla kullanan bir Türk milliyetçisidir. Vânî Mehmet
Efendi, Arap medresesine intikal eden ve muhtelif ırklardan
mürekkep Osmanlı uleması tarafından körüklenen Arap hayranlığı ve
84
Türk düşmanlığı cereyanına sırf ilmî sebeplerle isyan etmiş, Arap
tefsircilerinin Ye'cüc ve Me'cüc'ü Türkleştirmelerine mukabil
"Türkler, Kur'an'da bahsi geçen Zülkarneyn'den maksat Oğuz Han
olduğunu söylerler ki, bu hususta tereddütü mucip olacak bir nokta
yoktur" ifadesiyle aksini müdafaa etmiş; Ye'cüc ve Me'cüc'e karşı
demir ve bakırdan bir set yaptıran Zülkarneyn'i Türkleştirmiştir. 18.
ve 19.yy. batıda Türkoloji çalışmaları artmış, Orhun Abideleri ve
Kutadgu Bilig gibi Türklerin temel kaynakları çözülmüştür. Bir
taraftan da Osmanlı Devleti devamlı toprak kaybediyordu. Eflâk ve
Bûdan kaybedilmiş, Sırplar, Yunanlılar ve en nihayet Bulgar da
müstakil birer devlet kurmaya muvaffak olmuşlar, gayri Türk
unsurlar, Türk olmadığını söyleyen kendi soyundan insanlarla
birleşip teşekküller kurmaya başlamışlardı.
İşte bu dönemde cılız da olsa Edirneli Nazmî ve Mahremî gibi
yazarlar Türkî-i Basit adı verilen cereyanla sade Türkçeyle eserler
vermişlerdir. Bu cereyandan sonra Fransız İhtilâli'nin etkisi altında
kalarak eski edebî ananelere karşı bir aksülâmel yapmak için lisanın
sadeleşmesini ortaya atan Tanzimat'ın ilk neslini yani, Şinasi, Namık
Kemal, Ziya Paşa ekolünü görmekteyiz. Bu nesil eski şiir kalıplarını ve
tertipleri reddederek, vatan, millet, halkçılık mefkûresine hizmet
eden ve tamamen Fransız edebiyatından mülhem bir edebiyat
yaratmak istiyorlardı. Şinasi 1860 yılında çıkardığı Tercüman-ı Âhval
gazetesinin mukaddemesinde "Türk yurdunda gayrimüslim tebaanın
kendi lisanlarıyla birer gazete çıkarmakta oldukları halde millet-i
hâkimeden hiç kimsenin Tercüman-ı Ahval'in intişarına kadar böyle
bir teşebbüse girişmediğini" söylerken Türk milletini diğerlerinden
ayırarak aslî unsur olarak belirtmiştir. Namık Kemal ise "Dönersem
kahbeyim millet yolunda bir azimetten" diyerek millet yolunda
çalışmanın yüceliğini belirtmiştir. Ziya Paşa'da da dil ve edebiyat
alanlarında Türkçü bir tutum görülür. Bunu Hürriyet gazetesinde
yayımladığı "Şiir ve İnşa" makalesinde görmekteyiz. Ziya Paşa, bu
makalesinde "Türk edebiyatında öteden beri kullanılan şiir ve nesir
lisanın tabii bir lisanın olmadığını, tabiî Türk şiirinin halk şairleri
85
arasında yaşadığını; Türk dilinde edebî eser yazmanın lâfız
oyunlarına uymak mecburiyeti yüzünden bir kat daha zorlaştığını
ileri sürmektedir. Tanzimat'ın en renkli siması Namık Kemal'dir.
Namık Kemal'in kendini Arnavut sayması yer yer Osmanlı
tabiriyle Türk kelimesini yer değiştirerek kullanmış olması, bazı
şüphelere yol açtıysa da Osmanlı Devleti'nde hâkim millete mensup
bir vatanperverin kavimci bir millet ilkesi izlemesinin tasavvur dışı
olduğu muhakkaktır. Namık Kemal'in en önemli tarafı, Tanzimatçılar
karşı tepkisi, Tanzimatçıları batılılaşma içinde kendi benliklerini
kaybetmelerini ve gayrimüslim tebaaya verilen haklarla TürkMüslüman hâkimiyetini sarstıkları yolundaki itirazıyla, vatan-millethürriyet gibi kavramları bu konuda hiçbir terbiye almamış topluma
sokarak daha sonraki milliyetçi gelişme için bir nebze yönlendirilmiş
bir kitle hazırlamıştır. Bu yüzyılda Avrupa'daki Türkoloji çalışmaları
Türkiye'de de etkisini göstermiş Ahmet Vefik Paşa'yla başlayan ilmî
milliyetçilik Süleyman Paşa, Özbekler Tekkesi Şeyhi Süleyman Efendi,
Ali Süavî, Ahmet Cevdet, Ahmet Mithat Efendi, Veled Çelebi,
Şemseddin Sami ve Bursalı Tahir'le devam etmiştir.
Lise tahsilini Fransa'da yapan Ahmet Vefik Paşa, birçok doğu ve
batı ülkesinde elçilik yapmış, maarif nazırlığı, dâhiliye nazırlığı ve
sadrazamlık(Başbakanlık) görevlerinde bulunmuş, Avrupa'daki
Şarkiyat çalışmalarını yakından takip etmiş bir milliyetçiydi. Önce
Ebülgazi Bahadır Han'ın Şecere-i Türk adlı eserini Çağatayca
Türkçesinden Osmanlıca Türkçesine aktarmıştır. Bu suretle Orta Asya
tarihinin bilinmeyen bir kısmını Türkiye Türklerine tanıtmak ve
bizim millî tarihimizin Osmanlılarla başlamadığını, Türk'ün çok daha
eski ve asil bir tarihi olduğunu ortaya koymuştur.
Daha sonra Lehçe-i Osmanî isimli lügat kitabını yayımlayarak ilk
defa Türkçe kelimeleri Arapça ve Farsça kelimelerden ayrı telâkki
etmiş, muhtelif Türk lehçeleri hakkında bazı bilgiler vermiş, bu
lehçelerin yayılış sahalarını belirtmiş, Türk maddesinde bazı Türk
kavimlerinin isimlerini saymıştır. A.Vefik Paşa'nın diğer bir hizmeti
86
de içinde 6-7 bin atasözümüzün toplandığı Darb-ı Mesel
Mecmuası'dır. Bu atasözlerini muntazam bir hat sırasıyla toplayan ilk
ve zengin bir kaynaktır. İlmî Türkçülüğün ikinci siması bir asker ve
devlet adamı olan Süleyman Hüsnü Paşa'dır. Süleyman Paşa Mekteb-i
Harbiye Nazırı iken Harp Okulu'nda okutulacak olan ders kitaplarıyla
bizzat ilgilenmiş, hatta bir kısmını da kendisi telif etmiştir. Bu
kitaplardan birisi İlm-i Sarf-i Türkî adlı gramer kitabıdır. O'na göre
"Dilimize Osmanlı dili, milletimize Osmanlı milleti denemez. Çünkü
Osmanlı tabiri devletin adıdır, milletimizin adı ise sadece Türk'tür. Bu
sebeple lisanımıza Türk dili, edebiyatımıza da Türk edebiyatı
dememiz lâzımdır". Süleyman Paşa'nın dikkati çeken diğer bir eseri
de Tarih-i Âlem'dir. Yazar, ilk defa Türk tarihinin eski çağlarına 159
sayfalık bir bölüm ayırarak eski Türkler hakkında önemli bilgiler
vermiştir. Ölümünden sonra oğlu tarafından basılan Hiss-i İnkılâp
adlı risalesinde "Türk milletinin Avrupa'daki her türlü yeni ve medenî
hareketleri kolayca kabul edebilecek ve hatta örneklerini de
geçebilecek kabiliyette olduğunu, bu milletin ilerlemek için sadece
hükümetin teşvikine muhtaç olduğunu" belirterek o dönemde Batı
karşısında tezahür eden sosyal aşağılık kompleksine karşı çıkmıştır.
Buhara'da doğarak 1847'de İstanbul'a gelen ve Özbekler Tekkesi'ne
Şeyh olan Süleyman Efendi 1877'de bir heyetle Macaristan'a gitmiş
ve 1882'de meşhur Çağatay Lûgatı'nı neşretmiştir. İçinde 8 bin kadar
kelime bulunan sözlük, Nevâî, Ahmet Yesevî ve Munis'in şiirlerinden
seçilen örneklerle süslenmiştir. Şeyh Süleyman Efendi Çağatay
Türkçesi ve Osmanlı Türkçesinin bir büyük dilin iki kolu olduğunu ve
birliğini belirtmiştir. Tarihî eserleriyle şöhret kazanmış olan Ahmet
Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet'inde bazı önemli olayları aktarırken
Türklüğe önem verdiğini açıkça ortaya koymuş, Kısas-ı Enbiya'sında
aruzun Türk diline yabancı olduğunu, Türk dili için tabiî veznin
parmak hesabı olduğunu ileri sürmüştür. Eserlerinde kullandığı sade
ve güzel Türkçeyle halka inebilen, belki de üslûbunda en çok
Türkçülük bulunan Ahmet Mithat Efendi, velût şahsiyetiyle Türkçeyi
halka sevdirmiştir.
87
23 Aralık 1876'da başlayan I. Meşrutiyet Devri, 13 Şubat 1878'e
kadar devam etmiştir. Bundan sonra imparatorluk 30 yıl sürecek
Abdülhamit Devri'ne girmiştir. Bu dönemde meşrutiyeti savunan
birçok aydın Avrupa'ya kaçmak zorunda kalmıştı. Abdülhamit
yönetimi esas itibariyle Tanzimat'la başlayan Osmanlılık politikasını
savunmuştur. 1890'dan itibaren de Panislâmizm’e kaymıştır. Burada
asıl gaye ülkeyi böldürmemektir. Abdülhamit döneminde tarihle ilgili
kitapların arttığını, bunların gazetelerde tefrika edilerek halka inme
imkânına da kavuştuğunu görmekteyiz. Bu dönemde Şemseddin
Samî, Necip Asım, Veled Çelebi gibi şahsiyetler ortaya çıkmıştır. Aslen
bir Arnavut olan Şemseddin Sami ilmî Türkçülük alanında eserler
vermiş olup onun en önemli eseri üç sütun üzerine 1574 sayfa tutan
Kâmûs-ı Türkî adlı eseridir. Ona göre "Lisan ve cinsiyet Sultan
Osman'dan ve devletin kuruluşundan eskidir. Bu lisanı konuşan
kavmin ismi Türk'tür. Lisanın ismi de Lisan-ı Türkî'dir. Türk ismi ise
Adriyatik sahilinden Çin hududuna ve Sibirya'nın iç taraflarına kadar
yayılmış bir milletin adıdır. Bunun için bu unvanı küçük görmek şöyle
dursun, onunla övünmek ve sevinmek lazımdır. Bu eserin dışında
Şemseddin Sami, Rodloff neşrinden faydalanılarak Orhun Abideleri'ni
satır satır tercüme etmiştir. Kutadgu Bilig'i de Vambey neşrinden
faydalanarak ilk defa inceleyen araştırmacı olmuştur. Bursalı Tahir
Bey ilmî Türkçülük faaliyetlerine daha çok bir biyografi ve
bibliyografi âlimi olarak hizmet etmiştir. Tahir Bey, "Türklerin Ulûm
ve Fünûna Hizmetleri" adlı biyografik eseriyle tarihteki Türk
büyüklerini, hatta o zamana kadar Türk oldukları bilinmeyen ilim ve
fikir adamlarını Türk kamuoyuna tanıtmıştır. Onun diğer bir hizmeti
de bugün hâlâ temel kaynak olarak kullanılan Osmanlı Müellifleri
isimli 3 ciltlik ansiklopedik eserdir. Necip Asım (Balhasanoğlu),
Askerî Rüştiye'de hocalık yaptığı zamanda tarih, coğrafya ve gramer
kitapları yazmış, İkdam gazetesinde Türk dili ve tarihi hakkında
çeşitli makaleler yazmıştır. Onun Türk dili alanındaki çalışmaları
Türkiye dışında da ilgi uyandırmış. 1895'te Paris'teki Societe
Asitiqu'e aza seçilmişti. Necip Asım, Karahanlı dönemi eserlerinden
88
Edip Ahmet'in Atabetül-Hakayık adlı eseri okuyarak 1918'de
Hibetü'l-Hakayık adıyla neşretmiş, daha önce Şemseddin Sami
tarafından hazırlanan Orhun Abideleri'ni ilk defa alarak 1921'de
yayımlamıştır. Velet Çelebi (İzbudak), 1925 yılında Mevlâna'nın oğlu
Sultan Velet'in Türkçe şiirlerini bir araya toplayarak "Divan-ı Türkî-i
Sultan Velet" adıyla neşretmiştir. Onun diğer önemli çalışması Orhun
Abideleri'nden başlayarak, Türk dili ve edebiyatıyla ilgili eserlerin
taranması suretiyle oluşturduğu 8 ciltlik Büyük Türk Dili Lügatı'dır.
Ahmet Hikmet Müftüoğlu, 1908'den sonra başlayan Türkçülük
hareketlerinde faal görevler almış, Türk Derneği, Türk Ocağı gibi
teşekküllerin kuruluşunda yer almıştır. Onun Gönül Hanım adlı tarihî
romanıyla, Çağlayanlar isimli tamamen millî hislerle dolu sade
Türkçeyle yazdığı hikâyelerini ve nesirleri önemlidir. Ayrıca
Macaristan'da büyükelçilik yaparken müsteşriklerle tanışmış, MacarTürk Dostluk ve Kültür Birliği'ni kurmuştur. 19. asrın sonunda ise
milliyetçilik inancını şiir sahasına naklederek Türk edebiyatında açık
bir şekilde Türkçülüğü ilk defa bir sanat ideali hâline getiren Mehmet
Emin Yurdakul'dur. Yeni Türk şiirinde sade ve tabiî bir halk dili
kullanmayı ülkü edinen şair, bilgi ve şuuruyla edebiyatta Servet-i
Fünunculardan siyasette ise Osmancılık güden İttihat ve
Terakkicilerden ayrılmıştır. Şair sesini ilk defa 1897'de yazdığı;
"Ben bir Türk'üm, dinim, cinsim uludur,
Sinem, özüm ateş ile doludur"
Mısralarıyla edebiyat tarihine girerek sesini duyurmuştur.
1899'da şiirlerini topladığı Türkçe Şiirler adlı kitabı içte ve dışta
büyük aksüâmel bulmuş, hatta 1903'te Rus Türkoloğu Minorskiy
tarafından Rusça'ya aktarılmıştır. 1910 yılında Türk Yurdu dergisinin
imtiyazını alan şair Türk Sazı, Ey Türk Uyan, Tan Sesleri, Turana
Doğru gibi eserlerde yayımlamıştır.
Bu arada 19.yy.'ın 2. yarısında Osmanlı Devleti'ndeki
milliyetçilik hareketlerine eşanlamlı uyanışları Türk dünyasının diğer
bölgelerinde de görmekteyiz. Azerbaycan’da millî edebiyatın
89
kurucuları olarak Mirza Fethali Ahunde ile Sabir'i görmekteyiz. Mirza
Fethali, Azerbaycan Türklerine Avrupa kültür ve medeniyetini
tanıtmak suretiyle kalkındırmak istiyordu. Bu amaçla birçok sahne
eseri yazan yazarın eserleri Temsilât-ı Kabudan Mirza Feth Ali
Ahundizade adıyla Tiflis'te 1859'da basılmıştır. Ahundzade bütün
şark dünyasının kalkınması ve batı medeniyetine girmesi için Arap
alfabesinin ıslâh edilmesini düşünüyordu. Bu amaçla İstanbul'a
gelerek ilim adamlarıyla temaslarda bulunmuş, çalışmalarını devrin
sadrazamı Fuat Paşa'ya vermiş, Fuat Paşa da eseri incelenmek üzere
"Cemiyet-i İlmiyye-i Osmaniye"'ye göndermiş, Cemiyet Ahundzade'yi
çağırarak bir toplantı yapmış ve teklifi incelemişse de bir sonuç
alamamıştır. Sabir ise vatan konusundaki ilhamı Namık Kemal'den
almış, hatta Kafkas Türklerine hitaben acı bir nazirede kaleme
almıştır. Onun asıl ünü Molla Nasreddin dergisinde neşredilen mizahî
şiirleriyle yayılmıştır. Şiirleri Hophopname adı altında birçok kez
basılmıştır.
1875 yılında ilk defa olarak Rusya'daki Türkler arasında Hasan
Bey Zerdebi tarafından Ekinci adında Türkçe bir gazete çıkarmış,
fakat 2 yıl sonra Rusların Türklerle savaşa girmeleri sonucunda
kapatılmıştır. Bundan sonra Tiflis'te Ziya-yı Kafkasya adlı haftalık bir
gazete yayımlamıştır.
Her ne kadar Kazan'da 1801 yılından beri Arap harfleriyle bir
matbaa kurmuşsa da bu matbaa daha çok Kur'an ve dinî eserler
basmıştır. Bir taraftan dinî eserler basılırken, bir taraftan da
medreseler kurmuştur. Bu medreselerde ders veren müderrislerden
Abdülkayyum Nasirî, hemen hemen her alanda eser vermiş, daha çok
Tatarlık çevresinde kalan bilmece, mani, türkü, tarihî manzume ve
atasözü toplayarak neşretmiştir. Şahabettin Mercani ise tarihî eserler
kaleme alarak millî uyanışa vesile olmuştur.
Yalnız Rusya Türkleri arasında değil, bütün Türklük âleminde
büyük bir tesir yaparak Türkçülük cereyanına hız vermiş olan Kırımlı
İsmail Gaspıralı Beydir. İsmail Bey uzun müddet öğretmenlik
90
yaptıktan sonra 1874'te İstanbul'a gelerek Türk ordusuna zabit
olarak katılmak istemiş, fakat isteği geri çevrilince tekrar Kırım'a
dönmüştür. İsmail Bey, Türk kavimlerinin kültür seviyesini
yükseltmek, eski ve geri kalmış zihniyet veya müesseseleri yıkmak,
Türk milleti arasında müşterek kültürü kurmak düşüncesiyle "Dilde,
Fikirde, İşde Birlik" şiarıyla 1883 yılında Rusça-Türkçe Tercüman
gazetesini çıkarmıştır. Tercüman birkaç yıl içinde Sibirya'dan
İstanbul'a kadar okunan en büyük gazete olmuştur. Bu gazetenin
etkisiyle Usul-i Cedit hareketi doğmuştur.
Usul-i Cedit hareketi Avrupa tarzında düzenlenmiş ilkokullarda
ilk eğitimin mahalli lehçelerle olmasını ve bunun 3 sene sürmesini,
dördüncü seneden itibaren eğitimin umumî, edebî Türk dili olan
sadeleştirilmiş İstanbul şivesiyle yapılmasını savunuyordu. Bu
hareket, hayatın bütün safhalarına yayılarak Türkler arasında okuma
yazma oranı artmış. Bilâhare Azerbaycan ve Kazan'da millî kültürüne
sahip, yabancı dil bilen ve batı medeniyetlerine vakıf bir aydın kitlesi
ortaya çıkmıştır. Mesala millî hayattan konular alarak eser yazan
muharirler arasında Ayaz İshaki, birçok hikâye, roman ve tiyatro
eserleri ortaya koymuştur. Ayaz İshaki'nin Türkiye'de de neşredilmiş
eserleri vardır. Kazan'da başlayan mahallilik cereyanı Fatih Kerimi,
Ali Aysar Kemal, Fatih Emir Han, Alemcan İbrahim, Hüseyin Feyizhan
gibi yazarların çalışmalarıyla zenginleşiyordu. Şiir sahasında hakikî
Kazan şivesiyle şiir yazmayan fakat şiirleri oldukça müteessir olan Ak
Molla'dan sonra Mecit Galari, 1905 Rus İnkılâbı sırasında millî
duyguları harekete geçiren güzel şiirler yazmış ve bundan dolayı
Millet Muhabbeti adlı şiir mecmuası hükümetçe toplatılmıştır. Kazan
Türklerinin en büyük şairi Abdullah Tukay kısa sürede şöhret
kazanmış, yazmış olduğu şiirler her sınıf halk tarafından okunarak
büyük bir ilgi görmüştür.
1905'teki Japon-Rus savaşında Rusların mağlup olmasıyla
Rusya'da vuku bulan ihtilâl hareketleri üzerine Çarlık Rusya'daki
Türklere karşı biraz daha serbest davranılmıştır. Bunun üzerine 1905
senesinde Kazan Muhabiri adlı bir gazete çıkarmış olan ve daha sonra
91
geniş bir şekilde bahsedeceğimiz Yusuf Akçura da bu gazetede
yazmıştır.
1905'te Kazan'da bir millî tiyatro kurulmuş, tarihe ve edebiyata
dair eserler verilmiştir. Bunların içinde Türk tarihini bir bütün olarak
gören Hasan Ata'nın Tarih-i Kavm-i Türkî adlı eseri önemlidir.
Bundan sonra yazılan en önemli eser Başkurt Türklerinden daha
sonra Türkiye'ye gelecek olan Zeki Velidi (Togan)'nin Türk ve Tatar
Tarihi adlı eseridir. Zeki Velidi ayrıca Kazan'da Ali Zahir ile beraber
Yurd Mecmuası'nı Taşkent'te Kireş gazetesini çıkarmış, bugünkü
Türkistan adıyla bir eser yayımlamıştır. Bu dönemde Hadi Atlasi,
Kazan Hanlığı ve Sibir Tarihi adlı eserle şöhret kazanmış, Kazan
Türkleri adlı eseriyle milliyetçilik tarihine girmiş olan Abdullah Battal
(Taymas)'da yalnız siyasî faaliyette değil, aynı zamanda kültür
sahasında da çalışmalarda bulunmuştur.
1905'ten sonra Azerbaycan’da milliyetçilik hareketi şuurlu bir
şekilde artmaya başlamıştır. Bu yıl da Ali Merden Topçubaşı
tarafından neşre başlayan Hayat Gazetesi, Ahmet Ağaoğlu ve
Hüseyinzade Ali Bey gibi iki mühim şahsiyeti de ortaya çıkarmıştır.
Artık bundan sonra İrşad, Füyuzat ve Taze Hayat gibi gazeteler de
neşredilmeye başlanmıştı. Hüseyinzade Ali Bey, daha önce Kahire'de
yayımlanan Türk Gazetesi'nde Akçuralı Yusuf'un yazdığı bir makaleyi
tenkit etmiş ve "Tatar diye bir kavmin olmadığını, Kazanların,
Kırımların ve diğer yerlerde bulunanların hep Türkoğlu Türk
olduğunu yazmıştır. Ali Beyin Türkçülük fikrine katkıda bulunan ve
Gökalp’ı de etkileyen "Bize Hangi İlimler Lâzımdır" makalesinde
savunduğu görüşlerdir. Ona göre Türklere muasır ilimler lazımdır, O
asrilik telkin eder ve Müslüman Türk kavimleri için Türkleşmek,
İslâmlaşmak ve Avrupalılaşmak iddiasını ileri sürer. Siyaseten
Osmanlı Devleti'ni, Osmanlı Türklüğünü müstakil Türklüğün nüvesi
telâkki eder. Onun Füyüzat'ta dikkat ettiği diğer bir konu da Şiî-Sünnî
mezhep anlaşmazlığıdır. Ali Bey 1908 Meşrutiyeti'nden sonra
Türkiye'ye dönerek Tıp Fakültesinde hocalık yapmış, hemen hemen
bütün Türkçü faaliyetlere katılmıştır. Ağaoğlu Ahmed Bey, ise aslen
92
Erzurum'dan Karabağ'a hicret eden bir ailedendir. Ağaoğlu,
Azerbaycan’dan Avrupa'ya giden ilk Türk'tür. Avrupa'dan yurda
döndükten sonra önce Kasbi ve Hayat gazetelerinde çalışmıştır, daha
sonra İrşad adlı bir gazete çıkarmaya muvaffak olmuştur. Ağaoğlu, bir
taraftan Türklerin hukukunu savunmaya çalışırken, bir taraftan da
İran ve Rusya'nın körüklemeye çalıştığı mezhep anlaşmazlığını
izoleye çalışmıştır. Ermenilerin Türklere karşı hareketlere girişimleri
üzerine Fedaî adlı gizli bir cemiyet kurmuştur. Bütün bu faaliyetlerin
sonucunda takip ve baskıya uğrayınca 1908'de İstanbul'a kaçmıştır.
Ağaoğlu, İstanbul Darülfünun'una profesör olmuş, İttihat ve Terakki
Partisi'nde rol olarak mebus seçilmiş, Türk Ocakları ve Türk Yurdu
dergisinin kuruculuğunda bulunmuş ve Cumhuriyet döneminde de
Serbest Fırka faaliyetlerine katılmış renkli bir simaydı. Ağaoğlu'nun
20'ye yakın kitabı ve sayısız makalesi vardır. 1905-1917 yılları
arasında Rusya Türkleri arasında baş gösteren milliyetçilik
hareketleri Türkiye'yi de olumlu bir şekilde etkilemiştir. Öncelikle
aydınlar "Tercüman"ın kullandığı sadeleştirilmiş İstanbul Türkçesini
tercih etmişlerdir. Böylece aradaki lehçe farkının giderilmesi için
önemli bir adım atılmıştır. Aydınların karşılıklı geliş-gidişlerinin yanı
sıra zengin aileler veya Cemiyet-i Hayriyeler kabiliyetli Türk
çocuklarını İstanbul'a göndermişlerdir. A.Cevdet gibi pek çok
öğretmen İstanbul'dan Rusya'nın çeşitli şehirlerindeki okullara ve
medreselere davet ile istihdam olunmuş, özellikle Azerbaycan’daki
mektep ve medreselerin teşkilât yapısı, Osmanlı mektep ve
medreselerinin teşkilât yapısına uydurulmuştur. 1905'ten sonra
başlayan
kongreler
dönemi
Rusya
Türklerinin
Osmanlı
İmparatorluğu'na duydukları sevgi ve bağlılık hislerinin ortaya
çıkmasına vesile olmuştur. 1912'deki Balkan Savaşı sırasında
Tercüman, Vakit, Yıldız gibi yayın organlarında Bulgarlar, Sırplar ve
Yunanlılar tarafından acımasızca katledilen Türklere dair dramatik
haberler ve Osmanlı Devleti'ni haklı çıkaran yazılar yer almakta,
Hilal-i Ahmer (Kızılay) için yardımlar toplanmaktadır. Bu yardımların
büyük bir kısmı Türkiye'ye ulaşmıştır. Rusya'daki Türkler, Osmanlı
93
savaş esirleriyle yakından ilgilenmiş, hatta onlarla ilgili raporlar
göndermişlerdir. İsmail Gaspıralı, İstanbul'a geldiği zamanlar
konferanslar vermiş, "Türk Yurdu" dergisine yazılar yazmışlar,
1911'de İttihat ve Terakkî Partisi'nin genel merkez üyeliğine
seçilmiştir.
Aynı şekilde İsmail Bey, damadı Nasip Yusufbeyli ile birlikte
İstanbul'da Türkçülerin ilk resmî derneği olan Türk Derneği'nin üyesi
idi. 1917 İhtilali sonrası kurulan genç Türk Cumhuriyetinin
yıkılmasıyla Türkiye, Ahmet Ağaoğlu, Prof. Yusuf Akçura, Prof. Sadri
Maksudi Arsal, Prof. Abdülkadir İnan, Dr. Hamit Zübeyr Koşay, Prof.
Dr. Reşit Ahmedi Arat, Prof.Dr. Akdes Nimet Kurat, Prof. Dr. Ahmet
Caferoğlu, Prof.Dr. İsmail Ertaylan, Prof.Dr. Zeki Velidi Toğan ve daha
birçok aydına kucak açmıştır. Bu aydınların hemen hepsi
Türkiye'deki Türkçü derneklerin kurulmasında rol almışlardır.
Bunlardan en önemlisi Türk fikir hayatına imzasını atan Yusuf
Akçura'dır.
Akçura, 1897'de Tataristan'da doğmuş, babası öldükten sonra
annesiyle İstanbul'a gelmiş, tahsilinin büyük bir kısmını İstanbul'da
yapmıştır. Yazları Kazan'a giderek eniştesi İsmail Gaspıralı'nın
yanında kalıyor ve Ondan feyz alıyordu. Türkiye'de Harbiye'ye giren
Akçura Jön Türkler hareketine katılınca okuldan atılarak
Trablusgarp'a sürgüne gönderilmiştir. Buradan Paris'e kaçan Akçura,
Siyasal Bilgiler Fakültesini bitirince 1903 yılında Kazan'a dönmüş,
burada Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılmasını önleyecek tedbirleri
içeren "Üç Tarz-ı Siyaset" adlı makalesini kaleme almıştır. Daha sonra
kitap hâline getirilen bu makalede: "Osmanlı ülkelerinde garptan feyz
alarak, kuvvet kazanmak ve terakki arzuları uyanarak, belli başlı üç
siyasî yol tasavvur ve takip edildi sanıyorum.
Birincisi, Osmanlı hükümetine tabii muhtelif milletleri temsil
ederek ve birleştirerek bir Osmanlı milleti vücuda getirmek; İkincisi,
hilâfet hakkının Osmanlı Devleti hükümdarlarında olmasında
faydalanarak, bütün İslâmları söz konusu hükümetin idaresinde
siyaseten birleştirmek; Üçüncüsü, ırka dayanan siyasî bir Türk milleti
94
teşkil etmek" ifadeleriyle genel durumu belirten Akçura'ya göre
Osmanlıcılık ve İslâmcılık bir zamanlar Osmanlı Siyasetine ağırlığını
koymuş, 1870'den sonra Osmanlıcılık görüşünün yerini İslamcılık
almaya başlamış, Türkçülük ise son zamanlarda ortaya çıkmıştır.
Akçura, aşağıdaki ifadeleriyle Türkçülüğe siyasî bir anlam da
kazandırmıştır. "Bir Türk millet-i siyasisi husule getirmek fikri pek
yenidir. Gerek şimdiye kadar Osmanlı Devleti'nde gerekse gelip geçen
diğer Türk devletlerinin hiç birisinde bu fikrin mevcut olduğunu
zannetmiyorum. . Türk Birliği Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Türkleri
din ve ırk bakımından birleştirecek, ayrıca Türk aslından olmayan bir
derece Türkleşmiş unsurlar da Türklükle temsil edilecek ve hiç temsil
edilmemişlerle daha millî bir vicdana sahip bulunanlar da
Türkleştirilecektir. Asıl önemli olan dünyaya yayılmış bulunan
Türklerin birleşmesi ve büyük bir millet-i siyasîye meydana
getirmesidir, bu Türkçülük sayesinde olacak ve Türk toplumlarının
en kuvvetlisi, en ileri ve uygar olan Osmanlı Devleti bu işte esas rolü
oynayacaktır. Asıl kaygısı İmparatorluğun dağılmaması olan Akçura
1908 II. Meşrutiyeti ile İstanbul'a gelmiş, Harbiye, Mülkiye ve
Darülfünun'da hocalık yapmıştır. Daha sonra İstiklâl Savaşı'na
katılan, İstanbul ve Kars mebusu olan Akçura Ankara Hukuk
Fakültesi'nde dersler vermiş, Türk Tarih Kurumunun başkanlığını
yapmış ve 11 Mart 1935 günü vefat etmiştir. Akçura'nın Ulûm ve
Tarih, Türk Germen ve İslavların Münasebat-ı Tarihiyeleri, Osmanlı
İmparatorluğu'nun Dağılma Devri, 18. ve 19. Asırlar, Zamanımız
Avrupa Siyasî Tarihi gibi eserleri önem arz etmektedir.
1908'de başlayan II. Meşrutiyet tamamıyla Jön Türklerin eseri
olmuştur. Jön Türkler ve kuruluş amacıyla Osmanlılık siyasetini
izleyen İttihat ve Terakkî daha sonraları kısmen Türkçülüğe
meyletmişler, fakat siyaseten Akçura'nın Üç Tarz-ı Siyaset'i arasında
gidip gelmişlerdir. Meşrutiyet havasıyla ve Rusya'dan gelen Türk
aydınlarının da katılmasıyla Kasım 1908'de Türk Derneği
kurulmuştur. Dernek, Yusuf Akçura, Necip Asım (Yazıksız), Velet
Çelebi (İzbudak) önderliğinde başka milliyetçi aydınlarla Mülkiye
95
Mektebi Müdürü Mehmet Celâl'in odasında kurulmuştur. Dernek
daha sonraki faaliyetlerine Ahmet Mithat'ın yardımıyla Yeni Gazete
İdarehanesi'nde devam etmiştir. Dernek Türk Derneği Dergisi adı
altında ancak yedi sayı çıkarabilmiştir. Derneğin nizamnamesinin ilk
maddesine göre dernek ilmî bir kuruluştur. İkinci maddede derneğin
amacı "Türk diye adlandırılan bütün kesimlerinin tarihini ve bugünkü
durumlarını, eserlerini araştırmak, böylece ortaya çıkan sonuçları
dünyaya tanıtmaktır.
Derneğin üyeleri arasında İsmail Gaspıralı'dan Bursalı Mehmet
Tahir'e, Rıza Tevfik'e, Mehmet Emin Yurdakul'a hatta Agop
Boyacıyan'dan, Vilademir Gordicuski'ye, Antuan Tıngır'a, Rahip
Karaçun'a kadar değişik yelpazedeki ve inançtaki şahısların
bulunması, derneğin ilmi ve medenî milliyetçilik prensiplerinden
hareket ettiğini göstermektedir. Dernek Necip Asım ve Fuat
Kösearif'in vazife icabı ayrılmaları ve 1911 yılında fiilen Türk
Ocağının kurulmasıyla kapanmıştır.
Bu tarihlerde İstanbul'da bunlar olurken Selanik’te 1911 yılında
Genç Kalemler adıyla bir dergi çıkarılmaya başlanmıştır. Genç
Kalemler, Ömer Seyfettin ve Ali Canip'in gayretleriyle çıkmaya
başlamış, daha sonra bu gruba Ziya Gökalp, Aka Gündüz, Mehmet
Fuad'ın katılmasıyla güçlenmiştir. Ömer Seyfettin'in derginin ilk
sayısında kaleme aldığı "Yeni Lisan" adlı uzun makalesi geniş akisler
uyandırmış, Tanzimat'la başlayan dil milliyetçiliği akımının mihenk
taşlarından biri olmuştur.
Dergide Tevfik Sedat, Demirtaş, Gökalp, mahlasıyla önce Turan
ve Altın Destan şiirleri yayımlanan Ziya Gökalp, bugün bile
unutulmayan
"Vatan ne Türkiye'dir Türklere, ne Türkistan,
Vatan büyük ve bir ülkedir: Turan!"
Mısralarını kaleme alarak fikirleriyle ön plâna çıkıyordu. Aynı
zamanda İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin genel merkez üyesi olan
96
Gökalp, Cemiyet merkezinin 1912 yılında İstanbul'a taşınmasıyla
buraya gelmiş, bu yıllarda İstanbul'da coşkun bir şekilde başlayan
Türkçülük faaliyetlerine aktif bir şekilde katılmıştır.
İstanbul'un işgaliyle Malta'ya sürülmüş, 1921'de Malta
esaretinden kurtularak Diyarbakır'a gelmiş ve Küçük Mecmua'yı
neşretmiştir. Bir müddet sonra Ankara'ya dönerek Maarif Vekilliği
telif ve tercüme encümeni reisi olmuştur. Türk Töresi, Türkçülüğün
Esasları ve Türk Medeniyeti Tarihi adlı eserlerini bu dönemde kaleme
almıştır. Bunların dışında Malta Mektupları adlı eseriyle, Kızıl Elma,
Yeni Hayat, Altun Işık gibi şiir kitapları vardır. Daha sonra 25 Ekim
1924'teki vefatına kadar Diyarbakır milletvekilliği yapmıştır.
Türkçülüğe önce Turancılıkla başlayan Ziya Gökalp,
Türkçülüğün sosyolojik temellerini ortaya atan ilk şahsiyettir.
Darülfünun'daki ilk sosyoloji enstitüsünü de o kurmuştur. Ziya
Gökalp' göre "Türkçülük, Türk milletini yükseltmek demektir. Millet,
ne ırkî, ne kavmi, ne coğrafî, ne siyasî, ne de idarî bir zümredir. Millet,
lisanca, dince, ahlâkça ve bediiyatça müşterek, aynı terbiyeyi almış
fertlerden mürekkep bir harsî zümredir."
Z. Gökalp'e göre Türkçülüğün üç büyük mefkûresi (ülküsü)
olmalıdır: "Bunların hakikate en uygun olanı Türkiyeciliktir. İkinci
mefkûre Oğuzculuk veya Türkmenciliktir. Çünkü kültür bakımından
birleşmesi en kolay olan Türkler, Oğuz Türkleri yani Türkmenlerdir.
Nihayet üçüncü bir mefkûre daha vardır ki, bu da istikbalde diğer
Türklerin Oğuzlarla bütünleşeceği Kızılelma'dır. Bu, bir hayal dahi
olsa Türkçülük için kuvvet menbaıdır. O Turan ki mazide bir
hakikatti. Mete'ler, Göktürk hükümdarları bir zamanlar bütün
Türkleri birleştirmemişler miydi?"
Ziya Gökalp'in içtimaî mefkûresi, "Türk milletindenim, İslam
ümmetindenim, garp medeniyetindenim" cümlesiyle özetlenebilir.
Gökalp'in bu fikri terkibinin arkasında onun "hars" (kültür) ile
"medeniyet" kavramlarına atfettiği farklı anlamlar yatmaktadır. Buna
göre, medeniyet Avrupa'dan alınabilir, çünkü insanlığın ortak malıdır.
97
Hars ise millîdir. Ziya Gökalp’ın milliyetçilik anlayışı şoven veya
mutaassıp değildir. Gökalp’ın kültürel temeller üzerin oturttuğu
millet ve milliyetçilik anlayışı kapsayıcı ve gelişmeci bir muhtevaya
sahiptir. Türk milletinin atlattığı badirenin toplum içinde
dayanışmayı ve iş birliğini zorunlu kıldığına inanmış ve bunu ülkeler
düzeyinde izah etmeye çalışmıştır. Gökalp, bu çerçevede millî
devletin, millî kültürün ve eğitimin önemine dikkat çekmiştir.
Türkçülerin temel vazifesini, millî kültürü öğrenmek ve korumak ile
garp medeniyetini halka götürmek olarak belirlemiş olması bu
sebepledir.
1911 yılında Mehmet Emin (Yurdakul), Ahmet Hikmet
(Müftüoğlu), Ahmet Ağaoğlu, Hüseyinzade Ali, Dr. Akil Muhtar ve
Yusuf Akçura tarafından Türk Yurdu adlı bir cemiyet kurulmuş ve bu
cemiyet aynı adla bir dergi çıkarmıştır. Bu dergi daha sonra Askerî
Tıbbiye talebeleri tarafından 1911 yılında kurulma kararı alınan 25
Mart 1912'de resmen kurulan Türk Ocakları Derneği'nin resmî yayın
organı olacaktır. Türk Ocağı'nın kurucuları Şair Mehmet Emin,
Ağaoğlu Ahmet, Dr. Fuat Sabit Beylerdir. Derneğin ilk başkanı Ahmet
Ferit (Tek)'tir. Daha sonra Hamdullah Suphi başkan, Yusuf Akçura
ikinci başkan olacaktır.
Derneğin hars ve ilim heyetinde ise Halide Edip, Hamdullah
Suphi, Mehmet Emin, Ağaoğlu Ahmet, Ziya Gökalp, Mehmet Fuat,
Hüseyinzade Ali Bey gibi maruf ilim adamları bulunmaktaydı. Türk
Ocağının amaçlarının ifade edildiği temel kaynak nizamnameleridir.
Ocak nizamnamesinin 2. ve 3. maddelerine göre derneğin amacı ve
faaliyetler şöyle belirtilmiştir.
"Cemiyetin maksadı, akvam-ı İslâmiye'nin bir rükn-i mühimi
olan Tüklerin millî terbiye ve ilmî, içtimaî, iktisadî seviyelerinin
terakki ve ilâsıyla Türk ırk ve dilinin kemaline çalışmaktır... Cemiyetin
maksadını elde etmek için Türk Ocağı adlı kulüpler açarak dersler,
konferanslar, müsamereler tertip, kitap ve risaleler neşr edecek
mektepler açmaya çalışacaktır."
98
Türk Ocağı, dağılma aşamasındaki imparatorluğun içinde
Arapların Ahailü'l-Arabî, Kürtlerin Hivi, Arnavutların Başkum,
Yahudilerin Makabi, Ermenilerin Hınçak ve Taşnak gibi azınlık
örgütlerinin bölücü faaliyetlerinin yaygın olduğu bir zamanda
kurulmasıyla millî birlik açısından önemli bir rol oynamıştır. Türk
Yurdu dergisi ise etrafında topladığı aydınlarla Cumhuriyetin ilmî
temelini ve kadrosunu oluşturmuştur. Nitekim ATATÜRK, yeni
kurulan Cumhuriyetin milletvekili ve bakanlarını bu aydın kadrodan
seçmiştir. Türk Ocağı ekibinden bir kısmının 1913 yılında Türk Bilgi
Derneği adlı bir dernek kurduklarını fakat derneğin, 1914 yılına
kadar faaliyetini sürdürdüğünü görmekteyiz. Bilgi adlı bir mecmua da
çıkaran dernek Türkoloji Enstitüsü gibi çalışmaktaydı. 1918'de
imzalanan Mondros Mütarekesi sonucunda Osmanlı Devleti'ni yok
olmaya doğru sürükleyen gelişmeler, yalnız politikacıları ve
bürokratları değil aydınları da bir yol ayrımının eşiğine getirmiştir.
Bu problemlerin faturasının İttihatçı Talat, Enver ve Cemal Paşalara
çıkarılması ve bunların yurt dışına kaçmak zorunda kalmalarıyla
İttihat ve Terakki kendini resmen feshetmiştir. Bu dönem İzmir ve
İstanbul başta olmak üzere Anadolu'nun fiilen işgaliyle aynı zamana
rastlamaktadır. Türk Ocaklılar İzmir'in işgaliyle büyük mitingler
tertipleyerek halkı uyandırmışlar, İstanbul'un işgaliyle Anadolu'ya
geçerek Müdafa-i Hukuk teşkilâtlarında çalışmışlar, İstanbul'dan
Anadolu'ya silâh kaçıran "Karakol" teşkilâtında fiilî rol oynamışlardır.
Mustafa Kemal ve arkadaşlarının çabaları daha önceden başlamış
olan mahallî teşkilâtlanmaları ve direnişleri birleştirerek tek merkez
altında toparlanmak üzere yoğunlaşmıştır. Bu büyük ölçüde
başarıldıktan sonra millî mücadeleden zaferle çıkmak mümkün
olmuştur. Anadolu'daki bu hareket, batıda modernleşmeci ve
demokrat bir muhtevaya sahip olarak gelişen milliyetçiliğin
bozularak emperyalizme dönüşmesine karşı kalkınmacı ve
bağımsızlıkçı bir milliyetçiliğin gelişimini simgeliyordu. İçerde ise
biraz da tarihî zorunluluk olarak millî bir devletin inşasına
yöneliniyordu. Milliyetçi/Türkçü aydınlar bu yeni durumun Türk
99
milletinin yaşama ve kalkınma azmini temsil ettiğine ve bunun da son
tarihî fırsat olduğuna inanarak yeni kurumların ve politikaların
savunucuları olmuşlardır.
Buna bağlı olarak Cumhuriyetin kurucularının öncelikli amacı
yeni millî devlete ve bu devletin hedeflerine meşruiyet sağlayacak bir
ideolojinin yaratılması ve Osmanlının son döneminden itibaren
gelişmeye başlayan millî bilincin kökleştirilmesi olmuştur. Ziya
Gökalp ile Yusuf Akçura'nın öncülüğündeki Türkçü/Milliyetçi fikir
akımı bu açıdan belli başlı esin kaynaklarıydı.
1920'lerin ikinci yarısında oluşmaya başlayan ve 1930'larda
giderek netleşen "Kemalizm" batıcı lâik yönü ağır basan
entelektüellerin katkılarıyla yeni bir milliyetçilik ve modernleşme
anlayışı yaratmıştır. Nitekim 1931 ve 1935 CHP programlarıyla
resmileşen milliyet anlayışı, dil ve kültür birliği ile bir ülkü etrafında
toplanmayı içeriyordu. Milliyetçilik ise millî birliği sağlamayı ve yeni
Cumhuriyeti korumayı temel almaya başlamıştı. Biraz da konjektörün
zorlamasıyla, bağımsızlığın ve sınırların korunması hemen hemen tek
nihaî hedef gibi görünüyordu. Türk milliyetçiliğinin önemli bir
parçası olan Anadolu dışındaki Türklerle ilgilenmek, kültür birliğini
ve dayanışmayı geliştirmek şeklindeki "Turan idealleri" gözle
görülmez olmuştu. Milliyetçilik anlayışının bir diğer önemli parçası
olan din olgusu için de aynı şey geçerliydi. Bunlara son olarak
Osmanlı devrinin yok sayılması da eklenmiştir. Bu program İsmet
İnönü zamanında devlet yönetimi içerisinde daha çok istihdam edilen
eski Marksist ve hümanist kadrolar tarafından geliştirilmiştir.
Bu düşünceler ve radikal kültürel reformlar gerek ATATÜRK'ün
bir kısım silah arkadaşları (Kâzım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Rauf
Orbay) gerekse Ziya Gökalp ve Sadri Maksudi Arsal gibi milliyetçi
aydınlar tarafından farklı bir siyasetle karşılanmış, bu durum "batıcımilliyetçi"
ve
"muhafazakâr-milliyetçi"
gibi
kavramlarla
tanımlanabilecek bir yol ayrımına sebep olmuştur. Neticede
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın kurulması ve bu fırkada Türk
100
Ocaklarının yer alması Tek Parti iktidarınca hoş karşılanmayarak
Türk Ocakları 1931 yılında kapatılmış, bütün malları CHP'nin gençlik
kolları gibi çalışan Halkevleri'ne devredilmiştir. Türk Ocaklarının
kurulmasından hemen sonra 1923 yılında İstanbul Darüfünunu
Talebe Cemiyeti kurulmuş, daha sonra bu dernek diğer talebe
birliklerinin katılımıyla Millî Türk Talebe Birliği (MTTB) adı altında
birleşmiştir. Birliğin başkanlığına Tahsin Bekir (Balta), sekreterliğine
ise İbrahim (Öktem) Bey getirilmiştir. MTTB, Tek Parti yönetimince
kapatılana kadar ve bilâhare Tevfik İleri zamanında tekrar açılınca
öğrenci hareketlerinin büyük bir kısmını sevk ve idare etmiştir.
Dernek 1933 yılında bozkurt’u kendine amblem olarak seçmiştir.
MTTB, "Vatandaş Türkçe Konuş/Yabancı Tramvay Şirketine
Boykot/Yerli Malı Kullanma Haftası/Türk Mezarlığına Saldıran
Bulgaristan Gençlerini Telin/Nazım Hikmet'e Af Kampanyasına Karşı
Çıkma" gibi millî hareketlerin hep içinde bulunmuştur. 1930
yıllarının başında Tek Parti yönetiminin dışında kalan ve yukarıda
belirttiğimiz resmî milliyetçilik anlayışı yetersiz bulan, Turan idealini
canlı tutmaya çalışan Hüseyin Nihal ATSIZ ve arkadaşları Adsız
Mecmua girişiminde bulunmuşlardır.
ATSIZ ve arkadaşları İslamiyet'ten önceki Türk tarihine sık sık
atıfta bulunmuşlar, ırk kavramını daha ön plânda değerlendirmişlerdir. Bu mecmuanın yaklaşık 1 yıl süren yayın hayatından sonra ATSIZ
1933 yılında Orhun Mecmuası'nı çıkarmış fakat bu da uzun
sürmemiştir. Bu dönemde milliyetçi yayınlar olarak Hıfzı Oğuz'un
çıkardığı "Çığır Mecmuası"nı, MTTB'nin çıkardığı "Birlik
Mecmuası"nı, Reha Oğuz Türkkan'ın yönettiği "Gökbörü" dergisini
görmekteyiz. 1940 yılının başlarında Reha Oğuz Türkkan'ın
Ankara'da Türk kültürüne hizmet vermek amacıyla "Kitap Sevenler
Kurumu"nun kurulduğunu ve başta Ziya Gökalp’ın eserleri olmak
üzere milliyetçi yayınları bastırdığını görmekteyiz. Bu kurum kısa bir
süre sonra CHP tarafından Halkevlerine katılmaya zorlanmıştır.
ATATÜRK'ün ölümünden sonra Tek Parti yönetiminin dış
politikası, bağımsızlık anlayışı ve millî kültür politikalarının
101
değişmesi ve devlet idaresinde sol bürokratların kadrolaşması
tepkilere yol açmıştır. Bu dönemdeki Marksist faaliyetlerin asıl
hedefleri dışında ülke politikalarını etkilemek ve yönlendirmek;
milliyetçi fikir ve akımları karalayarak geriletmek ve Türkiye'nin
Sovyet Rusya ile ilişkilerini geliştirmesini teşvik etmek gibi ara
hedefleri vardı. Nitekim o dönemin Marksistleri bazen hümanizm,
bazen batıcılık ve ilimcilik adı altında birçok faaliyette bulunmuşlar,
askeriyeye ve eğitim camiasına sızarak kadrolaşmaya başlamışlardır.
Hükümette Millî Eğitim Bakanı olan Hasan Ali Yücel'in de teşvikiyle
başta Köy Enstitüsü olmak üzere eğitim kurumlarında yuvalanmışlardır.
Bu gelişmeler sonucunda Hüseyin Nihal ATSIZ, Orhun
Dergisi'nde ilki 1 Mart 1944, ikincisi 21 Mart 1944'te olmak üzere
dönemin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu'na iki açık mektup göndermiştir.
ATSIZ, ilk mektubunda tehlikeye dikkat çekmiş, ikinci mektubunda
ise, isim isim bazı komünistlerin faaliyetleri üzerinde durmuştur.
ATSIZ mektuplarında;
“Solculuk, gördüğü müsamaha ve kayıtsızlıktan faydalanarak
sinsi sinsi ilerliyor. Öğretim kurumlarında bu fikre saplanmış hastalar
görülüyor. Bu hastalık arasına gayri memnunları ve Türk olmayanları
da alarak büyüyor. Yalnız düşünce hâlinde kalmayarak hareket hâline
geçiyor. Boy boy dergileri çıkıyor. Bu dergilerde aynı teranelerle
ahlakâ, vatan ve şeref duygusuna, millet hakikatine saldırıyor.
Taassupla mücadele ediliyormuş gibi gözükerek mukaddesatla
eğleniliyor... Bu vatan düşmanı fikrin bazen devletçi, bazen vatancı,
bazen insancı, bazen ilimci kılıklarda Türk milletini zehirlemesine
niçin müsaade ediyorsunuz?" gibi samimî fakat sert üslûplar
kullanması iktidarı rahatsız etmiş, sonucunda Sabahattin Ali, ATSIZ'ı
mahkemeye vermiştir. İlk mahkeme 26 Nisan 1944 günü milliyetçi
gençlerin aşırı izdihamından yapılamamış ve 3 Mayıs'a ertelenmiştir.
Bu süre zarfında milliyetçi gençler İstanbul ve Ankara'da gösteriler
yaparak ATSIZ'ı desteklemişler, nihayet mahkeme günü büyük bir
gösteri yapmışlardır. Bu Türkçülük adına yapılan ilk tepki ve gösteri
102
hareketiydi. Nitekim 3 Mayıs günü hâlâ Türkçüler/Milliyetçiler günü
şekliyle anılır.
Bu davanın sonucunda aralarında Zeki Velidi Togan, Hasan Ferit
Cansever, Hüseyin Nihal ATSIZ, Alparslan TÜRKEŞ, Reha Oğuz
Türkkan, Hüseyin Namık Orkun, Nejdet Sançar, Hikmet Tanyu, Fethi
Tevetoğlu, Sait Bilgiç gibi şahsiyetlerin bulunduğu 23 kişi hakkında
dava açılmış, sonunda hepsi berat etmişlerdir. Burada dikkati çeken
bir husus Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün 19 Mayıs dolayısıyla
yaptığı konuşmada bu hareketleri "zararlı, fesatçı, yanlış" gibi
sıfatlarla değerlendirmesi ve bunun sonucunda komünistlerin
şımarmasıdır. Nitekim bütün solcu yazarlar bunu fırsat bilerek
Cumhuriyet, Ulus, Tan, Tanin, Vatan, Akşam gibi gazetelerde sözde bu
davayı ele alarak Türk milliyetçiliğini mahkûm etmeye ve karalamaya
çalışmışlar, devlet idaresinde daha da kadrolaşmışlardır. İktidarın bu
tavırları milliyetçileri sindirememiş, Türk milliyetçileri Özleyiş,
Toprak, Altınışık, Meşale, Hareket, Millî Birlik, Ergenekon, Türkeli,
Türke Doğru, Bayrak, Kürşad gibi yirmiye yakın dergi çıkartmışlardır.
Türk milliyetçileri teşkilâtlanmalarını dergileşmenin yanı sıra
dernekleşmeyle de sürdürmüşlerdir. Aralarında Şevket Akçalı, Faruk
Sükan, Turgut Atasoy, Faruk Kadri Timurtaş, Bekir Berk gibi
gençlerin de bulunduğu bir grup üniversite öğrencisi 1946 Nisanında
"Türk Kültür Ocağı"'nı; 1946 Eylülünde Fethi Gemuhluoğlu, Osman
Nedim Tuna, Celâl Sungur, İlhan Darendelioğlu, Nuri Killigil gibi
milliyetçilerin bulunduğu grup "Türk Kültür Çalışmaları Derneği"'ni;
1947 yılında Mehmet Emin Alpkan, Gökhan Evliyaoğlu, Galip Erdem,
Arslan Topçubaşı, Mehmet Metin Ören, Şadi Pehlivanoğlu, Necati
Tanrıkulu gibi bir kısım milliyetçi üniversiteli "Türk Gençlik
Teşkilâtı"'nı kurmuşlardır.
Bunlardan özellikle Türk Gençlik Teşkilâtı diğer dernekleri pasif
bularak, komünist faaliyetlere set koymaya çalışmıştır. "Tanrı Türkü
Korusun" sloganını ilk defa yayan bu teşkilât Tanrıdağ diye bir dergi
de çıkartmış ve çok hızlı bir şeklide teşkilâtlanmıştır. 1949 yılında
103
Türk Ocakları tekrar faaliyete geçmiş fakat eski fikirlerine göre daha
ılımlı bir tablo ortaya koymuştur. 1946 yılında MTTB tekrar faaliyete
geçmiştir. Ayrı ayrı dernek ve teşkilâtlarda da olsalar Türk
milliyetçileri Nazım Hikmet'e Af Kampanyası, "Kıbrıs Olayları", "Çiçek
Palas Olayları" gibi hadiselerde hep müşterek ve ortak tavır
koymuşlardır. Türk milliyetçileri arasında dağınıklıktan şikâyet
etmek, birlikte hareket etmek ve birleşmenin gerekliliği yüksek sesle
tartışılmaya başlayınca Türk Kültür Ocağı, Türk Gençlik Teşkilâtı,
Türk Kültür Çalışmaları Derneği, Türk Kültür Derneği, Kayseri Türk
Kültür Birliği ve Genç Türkler Cemiyeti müşterek hareket etme
noktasında 1950 Nisanında bir araya gelerek Milliyetçiler
Federasyonu'nu kurmuşlardır. Federasyon bir yıllık geçiş ve hazırlık
döneminden sonra 1951 Nisanındaki Büyük Kongrede oy birliğiyle
birleşme kararı alarak adını da Türk Milliyetçiler Derneği olarak
değiştirmiştir. Türk Milliyetçiler Derneği çok teferruatlı bir program
hazırlayarak hareketinin adını Türk Milliyetçiliği olarak belirlemiştir.
Türk Milliyetçiler Derneğinin milliyetçilik tanımı ve önemi şu
şekildedir.
“Milliyetçilik, Türk vatan ve milletinin selâmeti, yükselişi ve
payidar olması için her Türk'ün tabiî olarak benimseyeceği, millî bir
mefkûre olarak kabul edeceği bir vasıta olduğu cihetle, Dernek
çalışmaları evvel emirde milliyetçilik potası içinde yoğrulmuş Türk
gençliğini çoğaltmak gayesine matuf olacaktır."
Türk Milliyetçiler Derneği çok hızlı bir şeklide teşkilâtlanmasını
tamamlayarak şube sayısını bir yılda 60'a ulaştırmıştır. Derneğin
halkın teveccühünü kazanması ve telkin faaliyetlerde bulunması hem
solcuları, hep DP'lileri ürkütmüş Adnan Menderes, 17.1.1953
tarihinde Antep'te yaptığı konuşmada tıpkı İnönü'nün yaptığı
gibi milliyetçilik faaliyetlerini yarı gizli ve ayırımcılık güden
1944'te kapatılmış ırkçı birliğin devamı faaliyetler olarak
nitelemiştir. Bunun sonrasında savcılık harekete geçerek
derneği 22.1.1953 günü kapatmış, mallarına da el koymuştur.
Hatta derneğin Genel Başkanı DP. Isparta milletvekili Sadettin
104
Bilgiç ve Tahsil Tola partiden ihraç istemiyle Haysiyet Divanına
verilmişlerdir. Derneğin kapanmasından sonra aralarında Ferruh
Bozbeyli, Hüsnü Demirkıran, Cemal Külâhlı, Orhan Okay, Celâl
Erçıkan'ın bulunduğu milliyetçi öğrenciler Milliyetçiler Derneği'ni
kurmuşlardır. Dernek fiilen 1953 yılında, resmen 1954 yılında
faaliyete geçmiş; çalışmalarını daha çok seminer, konferans ve yayın
neşretme yolunda sürdürmüştür. 7 Aralık 1956 yılında da Altan
Deliorman, Demir Arslan, Ekrem Marakoğlu gibi şahsiyetler
tarafından İstanbul'da Türkiye Komünizmle Mücadele Derneği
kurulmuştur. Derneğin gayesi; "Millî bünyemizi meydana getiren ve
kuvvetlendiren, millet olarak yaşamamızı sağlayan unsurları takviye
ederek komünizmle fikir yoluyla mücadele etmek ve bu gayeye
ulaşabilmek için tarihe, vatana ve Allah'a bağlılığı kökleştirmektir."
Bu dernekler 1960 İhtilâli'ne kadar Kıbrıs ve Irak Türklerine
yapılan baskılara ortak tepki göstermişler, siyasî faaliyetlere fazla
katılmamışlardır. Siyasî plânda ise DP 'den ayrılmak zorunda kalan
bazı milliyetçi politikacıların 1952 yılında Remzi Oğuz Arık'ın
başkanlığında Türkiye Köylü Partisi'ni kurdukları görülmektedir.
Parti daha sonra Cumhuriyetçi Millet Partisi ile birleşerek
Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'ni(CKMP) meydana getirmiştir.
1960 İhtilâli'nden sonra teşekkül ettirilen Millî Birlik Komitesi'nin
üyelerinin bir kısmı 1944 Olaylarında ismi ön plâna çıkan Alparslan
TÜRKEŞ'in liderliğinde "Milliyetçi-Türkçü eğilimleri, bir kısmı da
batıcı ve sol eğilimleri temsil ediyorlardı. Komite, fikirlerin uygulama
alanında ayrıntıya indikçe farklılıklar çoğalmaya başlamış; CHP'nin
de desteğiyle çoğunluğu oluşturan grup, 14'ler olarak anılan
TÜRKEŞ'in liderliğindeki grubu 13.11.1960'ta tasfiye ederek, yurt
dışında değişik görevlere göndermiştir. Düşük bir oyla kabul edilen
1961 Anayasası'nın getirdiği serbestlik ortamından faydalanan sol
grup ve örgütler faaliyetlerini arttırırken siyasî alanda ise CHP, 1961
seçimlerinde istediğini bulamamıştır. CKMP milletvekili sayısını
arttırmasına rağmen siyasî ağırlığını giderek kaybetmiş, 1962'de
105
Osman Bölükbaşı
zayıflamıştır.
ve
arkadaşlarının
da
ayrılmasıyla
iyice
DP'nin devamı olarak görünen Adalet Partisi'nde ise milliyetçi
muhafazakâr kanadın lideri Sadettin Bilgiç başkanlık yarışının
kaybetmiş ayrıca Türk Ocakları genel başkanlığı yapmış bulunan Prof.
Dr. Osman Turan, AP içindeki mücadelede yenik düşmüştür. Bu siyasî
ortam içinde TÜRKEŞ ve arkadaşları 23.2.1963 tarihinde yurda
dönmüştür.
Alparslan TÜRKEŞ, Mayıs 1963'teki Talat Aydemir'in darbe
girişimine karıştığı iddiasıyla tutuklanmış fakat beraat etmiştir.
TÜRKEŞ ve arkadaşları Türk Ocaklarında konferanslar vermişler
Türkiye Huzur ve Yükseltme Derneği adlı bir derneğin kurulmasını
kararlaştırmışlar. 8-9 Şubat 1969 tarihinde toplanan CKMP
Kongresinde bu partiye katılmışlardır. Partiye katılan diğer isimler
arasında Muzaffer Özdağ, Dündar Taşer, Mustafa Kaplan, Ahmet Er,
Numan Esin, Rıfat Baykal gibi 14'lerin tanınmış simaları
bulunmaktaydı. TÜRKEŞ, bu partide genel müfettiş sıfatıyla görev
almış bu sayede teşkilâtlarla da sıkı ilişki kurmuş nihayet 1 Ağustos
1965'te yapılan genel kurulda partinin genel başkanı seçilmiştir.
TÜRKEŞ ve arkadaşları program meselesine büyük bir önem
vermişler ve 257 maddelik bir programla ortaya çıkmışlardır. Parti
1967'ye kadar 61 il ve 435 ilçede teşkilâtlanmış ayrıca 1967'deki
kongrede 9 Işık olarak tanımlanan yeni bir doktrini Türk
milliyetçililerine sunmuştur. Parti, 8-9 Şubat 1969 tarihinde Adana'da
toplanan genel kurulunda adını Milliyetçi Hareket Partisi amblemini
de üç hilâl olarak belirlemiş, gençlik kolları için de hilâl içindeki kurt
amblemi benimsenmiştir.
Milliyetçi Hareket Partisi, bu tarihten itibaren o zamana kadar
ağırlıklı olarak fikrî ve kültürel faaliyetler şeklinde devam edegelen
milliyetçi hareketin temel değerlerinin ve amaçlarının siyasî hayatta
aktif bir şekilde savunulması rolünün üstlenmiştir.
106
Milliyetçi Hareket Partisi'nin ideolojisinin iki sacayağı vardır.
Bunlardan birincisi daha önce Ziya Gökalp tarafından "Türkleşmek,
İslâmlaşmak, Muasırlaşmak" şeklinde formüle edilen Türk milletinin
kültürel ve millî değerlerini koruma ülküsünün Türk-İslâm Ülküsü
etrafında sembolize edilmesidir. Böylece Milliyetçi Hareket Partisi,
dinin toplum içindeki önemini belirterek bu sentezi Ziya Gökalp’tan
sonra teori alanından eylem plânı içine aktarmıştır. Partinin ikinci
sacayağını ise, sosyal, siyasî ve ekonomik yapıya ve problemlere ait
bakış açısını belirleyen 9 temel prensipten müteşekkil "Millî Doktrin9 Işık" oluşturur. 9 Işık'ın umdeleri şunlardır; 1)Milliyetçilik,
2)Ülkücülük, 3)Ahlâkçılık, 4)İlimcilik, 5)Toplumculuk, 6)Köycülük,
7)Hürriyetçilik ve Şahsiyetçilik, 8)Gelişmecilik, 9)Endüstricilik ve
Teknikçilik
Birbirine yakın gibi görünen ilk üç madde şöyle özetlenebilir.
Milliyetçilik, Türk milletine bağlılık, sevgi ve Türkiye Devletine
sadakat ve hizmettir. Ülkücülük ise, Türk milletini en ileri, en medenî
ve en kuvvetli varlık hâline getirme ülküsü ve gayretidir. Yani,
ülkücülük milliyetçiliğin aksiyoner bir şekli ve bir tavır alışlar
bütünüdür. Ahlâkçılık ise, Türk milletinin ruhuna, geleneklerine
uygun ve yüksek varlığını korumayı ve geliştirmeyi amaçlar.
Milliyetçi Hareket Partisi'nin temel kavramları içinde "Millî DevletGüçlü İktidar" kavramı önemlidir.
Millî devlet, tek millet-tek devlet'in yanı sıra bağımsızlığı
konusunda olabildikçe hassas, milletin çıkarlarını en iyi temsil eden
ve devletlerarası camianın onurlu bir üyesi olmayı hedef seçen ve
bunu becerebilen devlettir. Güçlü iktidar ise, kuvvetli-adil ve hızlı bir
icrayı belirtir. Tek Meclis-Tek Başkanlık sistemi ise devlet başkanının
halk tarafından seçilmesini ve yürütmenin tek başlı olmasını
sağlayacağı için bugün bile tercih edilmektedir. Milliyetçi Hareket
Partisi'nin ortaya attığı "Tarım Kentleri", "Millet Sektörü" gibi
kavramlar birleşince ortaya
107
Milliyetçi Demokratik Devlet" çıkmaktadır. Bu devlet, milletin
bütün fert ve sosyal dilimlerinin yükselmesi, ekonomik ve moral
açıdan kalkınması amacını taşır. Burada üzerinde durulması gereken
önemli bir husus da bu fikirleri benimseyen gençlerin üniversitelerde
kurdukları daha sonra dernekleşen, öncelikle fikrî ve kültürel
çalışmalar yapan Genç Ülkücüler Teşkilâtı ve Ülkü Ocaklarıdır. Fakat
komünistlerin 1968'den itibaren üniversitelerde gittikçe artan,
baskıyla bağlantılı siyasî faaliyetleri ve ülkücü gençleri okullara
sokmama gayretleri ülkücüleri nefs-i müdafa konumuna
düşürmüştür. "Vatanım! Uğruna Ha Ekmek Yemişim Ha Kurşun"
diyebilecek bir seviyede millet ve vatan sevgisiyle dolu bu gençler 12
Eylül öncesi komünistlerin kurtarılmış okullar/bölgeler stratejisine
set çekmek uğrunda başta bayraklaşan Ruhi Kılıçkıran, Dursun
Önkuzu ve Süleyman Özmen olmak üzere "Bir gül bahçesine
girercesine" dört bine yakın şehit vermişlerdir.
Ülkü Ocakları ve bu kurumun mensubu Ülkücüler bugün bile
hayret uyandıran bir şekilde Türkiye'de neredeyse köy bazında
teşkilâtlanarak milliyetçi-mukaddesatçı gençliğin tek adresi
olmuşlardır. Bugün ülkücülerin iade edilmeyen bir hakları da
komünistlerin üniversitelerde yuvalanmalarına set çekmeleri ve
karşılarında gördükleri ülkücü tepki sonucunda komünistlerin bir
ihtilale teşebbüs edememeleridir. Ülkücüler üniversite öncesi
gençliğe dönük olarak da Büyük Ülkü Derneği'ni kurmuşlardır. Ülkü
Ocakları Derneği, zaman zaman bilhassa CHP'nin iktidar olduğu
dönemlerde faaliyetlerini Ülkücü Gençlik Derneği, Ülkü Yolu Derneği
gibi adlarla sürdürmek zorunda kalmıştır.
12 Eylül 1980'deki ihtilâlin neticesinde Millî Güvenlik Kurulu,
birçoğu C-5 adıyla anılan işkencehanelerde alınan ifadelerle açılan
ferdî suçlarla ilgili davalara Milliyetçi Hareket Partisi ve ülkücü
kuruluşların yöneticileri de dâhil edilerek "Milliyetçi Hareket
Partisi ve Ülkücü Kuruluşlar Davası" adı altında bir dava açmış,
fakat idarecilerin tamamı beraat etmiştir. Hareketin lideri dört yıl
altı ay tutuklu kalmıştır. Alparslan TÜRKEŞ savunmasında
108
iddianameyi yalan ve iftira dolu bularak ülkücülerin yaptıkları
konusunda şunları söylemiştir; “Türkiye'nin maruz kaldığı
ideolojik nitelikteki ve gayrinizamî harp metodları ile yürütülen
en büyük hıyanet saldırısı karşısında, dün Türkiye Cumhuriyeti
Devleti'nin bağımsızlığını, ülkesi ve milletiyle bölünmezliğini,
insan haysiyetine uygun yegâne rejim olan hukukun
üstünlüğüne dayalı hür demokratik rejimi savunma yolunda her
gün birkaç arkadaşımızı Hakkın rahmetine tevdi ederek, şehit
vererek meşruiyetten kıl payı ayrılmaksızın siyasî bir mücadele
verdik"
12 Eylül hareketi en çok Milliyetçi Hareket Partisi'ne zarar
vermiş, ülkücüler haksız suçlamalarla, en ağır işkencelere maruz
kalmışlardır. Ayrıca 12 Eylül Anayasası, daha önceki milliyetçilik
ilkesini "ATATÜRK Milliyetçiliği" şekline dönüştürerek Milliyetçi
Hareket Partisi'nin temsil ettiği milliyetçilik anlayışının
meşruiyet zemini yok etmeye çalışmıştır. 12 Eylül darbesi
sonucunda dışarıda kalan bir grup milliyetçi 7 Temmuz 1983
tarihinde Muhafazakâr Parti(MP)'yi kurmuş, fakat seçim öncesi Millî
Güvenlik Konseyi tarafından iki ayrı veto yiyen parti ve yöneticileri
seçime katılamamışlardır. MP'nin 30 Kasım 1985 tarihinde yapılan
büyük kongresinde genel başkanlığa Ali Koç getirilmiş ve partinin adı
Milliyetçi Çalışma Partisi (MÇP) olarak değiştirilmiştir. 1987 yılında
Ali Koç'un istifası üzerine Abdülkerim Doğru genel başkanlığa
seçilmiştir. 6 Eylül 1987 tarihinde yapılan referandum sonucunda
siyasî yasakların son bulmasıyla Alparslan TÜRKEŞ, MÇP’ ye girmiş ve
4 Ekim 1987 tarihindeki Olağanüstü Kongre'de yeniden Alparslan
TÜRKEŞ genel başkan, Devlet Bahçeli genel sekreter seçilmiştir. 20
Ekim 1991 Genel Seçimlerinde ülke barajı sebebiyle MÇP, Refah
Partisi ve Islahatçı Demokrasi Partisi'yle bir seçim ittifakı yapmış,
bunun sonucunda barajı aşarak parlamentoya 19 milletvekili
sokabilmiştir. Fakat 1992 Temmuzunda başını Sivas milletvekili
Muhsin Yazıcıoğlu'nun çektiği altı milletvekili MÇP'den ayrılarak
Büyük Birlik Partisi(BBP)'ni kurmuşlardır. BBP, başlangıçta büyük
109
hedefler göstermesine rağmen sonraları ideolojik arayış ve varlığını
ispatlama gayretine düşmüştür.
Milliyetçi Hareket Partisi'nin yeniden açılması tartışmaları
devam ederken 27 Aralık 1992 günü toplanan Milliyetçi Hareket
Partisi'nin son kurultay delegeleri Partinin feshine, isminin ve
ambleminin de MÇP tarafından kullanılabileceğine karar vermiştir.
Bu gelişme üzerine, 24 Ocak 1993 günü toplanan MÇP 4.Olağanüstü
Kongresi, MÇP'nin isminin Milliyetçi Hareket Partisi olarak
değiştirilmesine ve amblem olarak da üç hilâlin kabulüne karar
vermiştir. Böylece Milliyetçi Hareket Partisi, Türk siyasî hayatında
yeniden doğmuştur. 27 Mart 1994 mahallî seçimlerinde %7,9 oy
oranıyla 118 belediye başkanlığı kazanan Milliyetçi Hareket Partisi,
ne yazık ki aynı başarıyı 1996 Genel Seçimlerinde gösteremeyerek
parlâmentoya girememiştir. Fakat Milliyetçi Hareket Partisi ve Lideri
Alparslan TÜRKEŞ her zaman siyasetin merkezinde olmuşlardır.
Ülkücülerin gözünde Türklerin Başbuğu olan Alparslan TÜRKEŞ'in 4
Nisan 1997 günü vefat etmesiyle Milliyetçi Hareket Partisi uzun
süren bir kongreler dönemine girmiş, neticede Dr. Devlet Bahçeli
genel başkanlığa seçilmiştir
110
TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİN PARTİLEŞME SÜRECİ
( MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ )
İlham kaynakları Orhun kitabelerine kadar uzanan Türk
milliyetçiliği anlayışının modern fikir hareketi hüviyeti kazanması,
19. yüzyılın ikinci yarısında gerçekleşmiştir. Türk milliyetçiliğinin bir
kadro ve fikir partisi yapısına dönüşerek siyasî hayatımızdaki güzide
yerini alması ise Milliyetçi Hareket Partisi'nin doğup gelişmesiyle
mümkün olmuştur. Başka bir ifadeyle, Türk milletinin hürriyet,
bağımsızlık ve gelişme mücadelesiyle iç içe giden milliyetçilik,
Ülkücülerin Başbuğ'u Alparslan TÜRKEŞ'in liderliğinde teorik ve
pratik bir bütünlüğe kavuşmuştur. İşte bu bütünün ürünü Milliyetçi
Hareket Partisi'dir. Böylece Türk milliyetçiliğinin partileşmesi ve
dolayısıyla demokratik sisteme siyasî bir organizasyon olarak da
katılması Milliyetçi Hareket Partisi'yle birlikte gerçekleşmiştir. Millet
Partisi'nden Cumhuriyet Köylü Millet Partisi'ne (CKMP) kadar gelen
parti silsilesi, Milliyetçi Hareket Partisi'nin "ön tarihini"
oluşturmaktadır. Millet Partisi, 1948 yılında Mareşal Fevzi Çakmak ve
111
Osman Bölükbaşı önderliğinde bir grup milliyetçi-muhafazakâr siyasî
elit tarafından kurulmuştur. Millet Partisi, iki siyasî seçeneğe
sıkıştırılmış millete üçüncü bir seçenek sunmak istemiş, fakat
ideolojik örgüsünü ve teşkilatlanmasını tamamlayamadığından
milliyetçi parti olma vasfını tam olarak kazanamamıştır. 1950 genel
seçimlerinde % 3,1 oy alarak sadece Osman Bölükbaşı milletvekili
seçilebilmiştir. Demokrat Parti iktidarının, aşırı solda yaptığı tevkife
bir denge olması ve kendi siyasî geleceğini garantilemek maksadıyla
Millet Partisi'ni 1954 yılında resmen kapattırmasının ardından, bu
partinin eski kurucuları kısa bir süre sonra Osman Bölükbaşı'nın
genel başkanlığında aynı yıl Cumhuriyetçi Millet Partisi'ni
kurmuşlardır. 1958 yılında Türkiye Köylü Partisi'nin iltihakı üzerine
Cumhuriyetçi Millet Partisi, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi adıyla
siyasî hayatını sürdürmeye devam etmiştir. CKMP, 1961 genel
seçimlerinde % 14 oy alarak CHP ve AP'den sonra üçüncü parti
olmuştur. 1962'de CKMP'nin ikiye bölünmesiyle Osman Bölükbaşı bu
partiden ayrılarak Millet Partisi'ni ikinci defa kurmuştur. 1965 genel
seçimlerinde ise aynı başarıyı yakalayamamış, ancak % 2,2 oy
alabilmiştir. Milliyetçi dünya görüşünü benimsemiş siyasetçiler,
Alparslan TÜRKEŞ'in siyaset sahnesine çıktığı tarihe kadar aktif
partileşme sürecini başarıyla tamamlayamamışlardır. Milliyetçiler
çeşitli siyasî partiler içinde, sivil toplum kuruluşları etrafında ve
ayrıca entelektüel çalışmalar çerçevesinde faaliyette bulunmuşlardır.
1963'te Hindistan sürgününden dönen Alparslan TÜRKEŞ, Türk siyasî
hayatının liberal-muhafazakâr popülizm ile materyalist-komünist
jakobenizme boğulduğunu gördükten sonra, milleti bu çıkmaz
sokaktan kurtarmak için siyasete atılmayı bir mecburiyet telakki
etmiştir. Bu maksatla 22-23 Şubat 1964'te yapılan CKMP
Kongresi'nde başta Dündar Taşer olmak üzere diğer arkadaşlarıyla
birlikte bu partiye katılmış ve kısa süre içinde partide etkin bir
konuma gelerek 1965'te yapılan CKMP Büyük Kongresi'nde Genel
Başkan seçilmiştir. Yeni Genel Başkanıyla birlikte CKMP'nin 1965'ten
sonraki çalışmaları, bir program ve teşkilat inşa etme ve benimsetme
112
çabalarına odaklanmıştır. 1970'li yıllar ise yeni bir ad ve imajla
birlikte kendini bütün milliyetçi camiaya kabul ettirme ve
kitleselleşme sürecini ifade edecektir. 24-25 Kasım 1967 tarihindeki
CKMP Kongresinde "9 Işık" olarak tanımlanan yeni doktrin, parti
teşkilatına ayrıntılı olarak tanıtılmış ve parti programının çerçevesini
belirlemiştir. CKMP'nin 8-9 Şubat 1969 Olağanüstü Büyük
Kongresi'nde delegelerin büyük desteğini alan "Milliyetçi Hareket
Partisi" adı kabul edilmiştir. Büyük Kongreden sonra toplanan ilk
genel idare kurulunda partinin amblemi "Üç Hilâl" olarak
kararlaştırılmış ve aynı toplantıda Milliyetçi Hareket Partisi Gençlik
Kolları için de "Hilâl içinde Kurt" amblemi benimsenmiştir. 1969
genel seçimlerine Başbuğ Alparslan TÜRKEŞ liderliğinde yeni adı,
yeni amblemi ve yeni ideolojisiyle katılan Milliyetçi Hareket Partisi, %
3 oy almış ve Alparslan TÜRKEŞ ilk kez milletvekili seçilmiştir.
Milliyetçi Hareket Partisi, 14 Ekim 1973'teki genel seçimlerde oy
oranını %3,4’e çıkararak 3 milletvekili çıkarmıştır. CHP ve MSP'nin
kısa süren koalisyonunun ardından 213 gün süren hükümet
krizinden sonra 31 Mart 1975'te Süleyman Demirel Başbakanlığında
Milliyetçi Hareket Partisi'nin içinde iki bakanlıkla yer aldığı yeni bir
koalisyon hükümeti kurulmuştur. Bu koalisyon hükümetinde
başbakan yardımcılığı ve iki devlet bakanlığı ile temsil edilmiştir.
Milliyetçi Hareket Partisi'nin fikri kararlılığı ve sistemli teşkilatçılığı,
Adalet Partisi ve diğer sağ partiler dışında Milliyetçi Hareket Partisi
önemli bir siyasî güç haline getirmiştir. 5 Haziran 1977 milletvekili
seçimlerinde Milliyetçi Hareket Partisi % 6,4 oy alarak 16 milletvekili
çıkarmış ve ülke genelindeki oy oranlarına göre 4. parti olmuştur.
Milliyetçi Hareket Partisi, 21 Temmuz 1977'de yine S. Demirel
Başbakanlığında kurulan koalisyon hükümetinde 5 Bakanlıkla yer
almıştır. 12 Eylül 1980 askerî müdahalesiyle demokratik süreç
kesintiye uğramış ve bütün siyasî teşekküllerin faaliyette bulunması
uzun bir süre engellenmiştir. Siyasî bir teşekkül olarak Milliyetçi
Hareket Partisi'nin varlığına son verilmek istenmiş ve Ülkücü
kuruluşların dağılması için çeşitli girişimlerde bulunulmuştur.
113
Kurulduğu andan itibaren Türk devletinin ve milletinin çıkarları
doğrultusunda faaliyette bulunmayı temel ilke edinmiş olan Milliyetçi
Hareket Partisi, diğer partilere kıyasla daha fazla mağdur edilmiş ve
büyük zorluklarla karşılaşmıştır. Milliyetçi Hareket Partisi, 1970'li
yıllar boyunca ülkemizde millî devlet, millî kültür, toplumsal
dayanışma gibi kavram ve değerlerin öneminin kavranması ve
toplumun bütününe mâl olması yönünde çok hayatî bir görevi yerine
getirmiş, iktidarda bulunduğu dönemlerde de dürüst ve başarılı
yönetim örnekleri sergilemiştir. Ayrıca, Türk gençliğinin bölücü-yıkıcı
örgütler ve faaliyetlerin etkisi altında kalmaması, vatansever ve
idealist duyarlılıklarla yetişmesi için "siyasî okul" işlevi görmüştür.
Milliyetçi Hareket'in 12 Eylül 1980 müdahalesinin etkilerini atlatarak
yeniden partileşme süreci 7 Temmuz 1983'te Muhafazakâr Parti'nin
kurulmasıyla başlamıştır. Ne var ki Muhafazakâr Parti, 6 Kasım
1983'te yapılan seçimlere Milli Güvenlik Konseyi'nin engellemeleri
yüzünden katılamamıştır. 30 Kasım 1985'te Muhafazakâr Parti'nin
Birinci Kongresi yapılmış ve Parti'nin adı değiştirilerek "Milliyetçi
Çalışma Partisi" olmuştur. Parti amblemi de değişmiş kırmızı zemin
üzerinde beyaz bir hilâl ve etrafında "9 Işık"ı temsilen 9 yıldızdan
oluşan amblem kabul edilmiştir. Kongrede tek aday olan Ali Koç genel
başkan seçilmiştir. 19 Nisan 1987'te Olağanüstü Kongre yapılarak
Genel Başkanlığa Abdülkerim Doğru seçilmiş ve Devlet Bahçeli Genel
Sekreter olmuştur. 6 Eylül 1987 tarihinde 12 Eylül Askeri
yönetiminin getirdiği yasaklar son bulmuş ve 4 Ekim 1987'de
düzenlen ikinci Olağanüstü Kongre'de Alpaslan TÜRKEŞ Milliyetçi
Çalışma Partisi Genel Başkanı seçilmiştir. 27 Kasım 1988'de yapılan
MÇP Olağanüstü Kongresi'nde Alparslan TÜRKEŞ yeniden Genel
Başkanlığa seçilmiş, Devlet Bahçeli ise ikinci kez Genel Sekreterliğe
getirilmiştir. Ayrıca bu kongrede yeni parti programı kabul edilmiştir.
MÇP, çok zor şartlar altında girdiği 29 Kasım 1987 genel seçimlerinde
%2,9 oy oranına ulaşmıştır. 26 Mart 1989'teki mahalli seçimlerde ise
oy oranı biraz daha artarak % 4,2’ye ulaşmıştır. Özellikle Orta
Anadolu'da MÇP, Milliyetçi Hareket Partisi'nin 1980 öncesi oy
114
oranlarına yaklaşmış, Milliyetçi Hareket Partisi'nin siyasî
coğrafyasında yeniden doğmuştur. 20 Ekim 1991 genel seçimlerinde
RP ve IDP ile ittifak yapılmış ve bu ittifak % 16,9 oy almıştır.
Seçimden kısa bir süre sonra ittifak dağılmış ve Alparslan TÜRKEŞ ile
birlikte 18 milletvekili 29 Aralık 1991'de MÇP 3. Olağan Kongresinde
MÇP’ ye katılmış ve Alparslan TÜRKEŞ Genel Başkan olmuştur.
MÇP'den Milliyetçi Hareket Partisi'ne geçiş ise, ancak 1992 yılı
sonunda başlayan gelişmelerle birlikte mümkün hale gelmiştir. 27
Aralık 1992 günü toplanan Milliyetçi Hareket Partisi'nin son (1980
öncesi) kurultay delegeleri, partinin feshine, isminin ve ambleminin
de MÇP tarafından kullanılabileceğine karar vermiştir. Bu gelişme
üzerine, 24 Ocak 1993 günü toplanan MÇP 4. Olağanüstü Kongresi,
MÇP'nin isminin Milliyetçi Hareket Partisi olarak değiştirilmesi ve
amblem olarak da Üç Hilâl'in kullanılmasını kararlaştırmıştır. Böylece
"Milliyetçi Hareket Partisi'nin ikinci doğuşu" gerçekleşmiştir. 20
Aralık 1995 genel seçimlerinde % 8,2 oy alan Milliyetçi Hareket
Partisi, % 10'luk seçim barajını aşamadığı için milletvekili
çıkaramamıştır. 4 Nisan 1997'de Ülkücülerin Başbuğu ve Türk
dünyasının hamisi Alparslan TÜRKEŞ Hakk'ın rahmetine
kavuşmuştur. Alparslan TÜRKEŞ'in vefatından sonra 18 Mayıs
1997'de yapılan Olağanüstü Kongre'de sonuç alınamadığı için 6
Temmuz 1997'de ikinci Olağanüstü Kongre toplanmıştır. Bu
Kongre'de Devlet Bahçeli, delegelerin büyük bir çoğunluğunun
desteğini alarak Alparslan TÜRKEŞ'ten sonra Milliyetçi Hareket
Partisi'nin ikinci Genel Başkanı olmuştur. Geçiş süreci, 13 Kasım
1997'de yapılan olağan kongre ile tamamlanmış; Devlet Bahçeli
yeniden Milliyetçi Hareket Partisi'nin genel başkanı seçilmiştir.
Milliyetçi Hareket Partisi, 18 Nisan 1999 milletvekili seçimlerinde
%18 oy alarak tarihinin en büyük başarısını elde etmiştir. Demokrasi
tarihimizin en kritik seçimlerinden biri olan bu seçimlerde Türk
milleti Milliyetçi Hareket Partisi'ne büyük bir teveccüh göstermiş ve
Milliyetçi Hareket Partisi Türkiye'nin her bölgesinden, her
köşesinden oy alıp milletvekili çıkaran en yaygın parti olmuştur.
115
Seçimlerden güçlü çıkan bir siyasî partinin iktidarın dışında
düşünülmesinin her şeyden önce milletin tercihine saygısızlıkla aynı
anlama geleceği kabul edilmiştir. Milliyetçi Hareket Partisi, bunun
için iktidara gelmek konusunda tamamen milletin yolunu takip etmiş
ve onun isteğini dikkate alarak DSP ve ANAP ile koalisyon kurarak
zor şartlar altında iktidar sorumluluğunu paylaşmayı tercih etmiştir.
Milliyetçi Hareket Partisi 12 Bakanlık alarak ikinci büyük koalisyon
ortağı olmuş ve Türkiye'nin geleceğinin şekillendiği bir dönemde
millî hassasiyetlerin iktidarda temsilini mümkün kılmıştır. İktidara
geldikten sonra 5 Kasım 2000 tarihinde 6. Olağan Büyük Kongresi
yapılmış ve bu kongre hem organizasyonuyla, hem de mesajlarıyla
Türk siyasî hayatında bir dönüm noktası olmuştur. Kongre'de belli
başlı kritik sorunlar ele alınmış ve yeni ufuklara uzanmanın önemi ve
gerekliliği vurgulanarak Türk milletinin geleceği adına "yeni yüzyılla
sözleşme" yapılmıştır. Milliyetçi Hareket Partisi'nin bu iddiası,
ülkemizin ve dünyanın geldiği bugünkü noktanın çok yönlü bir
muhasebesini yaparak, milletimizin ilgisini yeniçağın dinamiklerine
ve insanlığın ortak geleceğine yöneltme düşünce ve çabasını
yansıtmaktadır. Ayrıca bu görüşler doğrultusunda yenilenen parti
programı ve parti tüzüğü oybirliğiyle kabul edilmiştir. Aynı Kongre'de
Devlet Bahçeli delegelerin oylarının tamamını alarak Genel Başkan
seçilmiştir
NERDE HAREKET ORADA BEREKET
MİLLİYETÇİ HAREKET
116
ÜLKÜ NEDİR
ÜLKÜ: (mefkûre, ideal, gaye, amaç, hedef) Kişilerin millî, dinî
duygu düşünceleri ile almak, varmak, ulaşmak istediği son noktadır.
(Yer veya düşüncedir). Bu dinî millî strateji (politika) uygulayarak
veya savaşarak alınır. Kızılelma, Turan’da Türk Milletinde ülkünün
geniş ve değişken bir ifadesidir
ÜLKÜCÜLÜK NEDİR
ÜLKÜCÜLÜK: Türk gençlerinin dinî, millî hedeflere ulaşmak
için seçtikleri yolda başını, kanını, canını, malını onun uğrunda
gözünü hiç kırpmadan seve seve feda eden kara sevdalılara “Ülkücü”,
bu yola da ülkücülük denir. Herkes ülkücü olamaz. “Ben ülkücüyüm”
demekle ülkücü olunmaz. Bu Müslüman Türklerde kahramanlığın,
Alperenliğin, serdengeçtiliğin, dalkılıçlığın günümüzdeki ifadesidir.
Sözle kazanılan bir unvan (işaret, sembol, yafta) değildir. Nasıl “ben
Müslüman’ım” demekle gerçek Müslüman olunmuyor. İmanda
(Akaid’de), amelde ihlâslı (samimi) olan gerçek Müslüman olur.
Yoksa kâfir veya münafık olur. Ülkücülük de öyledir. Yukarıda tarif
ettiğim vasıfları taşıyanlar yapay ülkücü olur. Bu, piyasadaki sahte
para ve altına benzer. Milletimizde, devletimize, davamıza yararı
olmaz, zararı olur. Bunların vereceği zarar, düşmanlarımızınkinden
daha fazladır. Allah korusun. Gerçek ülkücü olacak kişilerde belirgin
vasıfların biyolojik ve ruhî yapısında bulunması lâzımdır. Kuvvetli bir
İman, cesaret, sabır, metanet, akıl, bilgi ve yenilgiyi katiyen kabul
etmeyen ya hedefi almak ya da şehit olmak duygu ve düşüncesinde
olan gerçek ülkücü olur. Bu özellikler halis Türk çocuklarına doğuştan
Cenab–ı Hakkın verdiği hiç bir millete vermediği vasıftır. Allah’a
sonsuz hamd-ü senalar olsun ki bizi bu vasıfları taşıyan büyük Türk
Milletinden yaratmıştır. Tarih boyunca aziz milletimizin millî ülküleri
olmuştur. Bunlara ulaşmak için dinî, millî politika ile birlikte, kanla,
kılıçla, dövüşerek, şehitler vererek ve savaşarak ulaşmışlardır. Türk
117
Milletinin tarihi boyunca ulaşmak için savaştığı millî ülkü
(Kızılelma)lardan bazılarını; Evliya Çelebi şöyle belirtmektedir:
1. İstanbul
2. Engerus (Kızılelması)
:Budin
3. İkinci Engerus (Kızılelması) :İstoni Belgrad/İstolni Belgrad
Szekesfehervar/stuk/Weissenburg
4. Orta Macar (Kızılelması)
:Usturgan/Estergon
5. Küçük Macar (Kızılelması)
:Yahut Alman (Kızılelması) :
Veyahut (Beç Kızılelması)
:Viyana
6. Rum-Papa (Kızılelması)
:Roma
7. Yavuz Sultan Selim’in
:İslâm Birliği ve Turan Ülküsü
(Acem Hind Sind ve Mısır seferi)
8. Genç Osman’ın Kızıl Elması (ülküsü)
a. Kuzey Baltık denizine ulaşıp orada büyük bir Türk donanması
kurmak: Bunun için Lehistan Seferi (Hotin Seferi).
b. Afrika kıyılarında (Cezayir) bulunan Türk donanmasıyla Baltık
denizinde kuracağı donanmayı birleştirip Amerika kıtasındaki
Kızılderilileri İslâm’la şereflendirmekti.
Ülküleri uğruna canını feda eden şehit padişahlar şunlardır;
1. Sultan I. Murat Han: 1389 Birinci Kosova savaşında savaştan
sonra savaş alanını gezerken bir Sırplı tarafından hançerlenerek
şehit edildi.
2. Fatih Sultan Mehmet Han: 3 Mayıs 1481 yılında 300.000 kişilik
bir ordu ile Roma seferine giderken Papa’nın, sarayına soktuğu
özel doktoru Yahudi dönmesi Yakup Paşa tarafından Gebze’de
zehirlenerek şehit edildi.
3. Genç Osman: Dâhi padişah düşüncesini gizli tutmadığı için, en
güvendiği kişilerden devşirme, türedi paşaların ihanetine uğrayıp,
büyük ülküsü uğrunda çok acılı ve hüzünlü bir cinayetle şehit
edildi. (20.05.1622) Makamı cennet olsun. Âmin!
118
4. Ülküsü uğruna şehit edilen padişahlardan Sultan III. Selim
Han: Vatanperverdi; fakat saf oluşu, devlette yenilikçilik hareketi
ve tecrübesizliğinin kurbanı oldu. Çok feci bir ölümle şehit edildi.
İçli, dertli, şair ruhlu, müzikşinas padişahtı.
5. Ülküsü uğruna şehit olan padişahlardan Sultan Abdülaziz
Han: Donanmamızı dünyada İngiliz-Rus donanmasından daha
büyük yapma çalışmaları, İngiliz, Rus ve Fransızları telaşlandırdı.
Onlar da içerideki hain Mithat, Hüseyin Avni gibi paşaların
suikastları sonucu, ilk önce tahtından ettiler. Sonra da bileklerini
keserek hayatına son verip şehit ettiler (04.06.1861). Makamı
cennet olsun.
Türk Tarihinden İbretli iki Serdengeçtilik (Ülkücülük) Olayı;
Yıl 1913. Balkan savaşları eyaletimiz durumundaki (Yunan,
Bulgar, Sırp, Karadağlılar) Rus ve diğer Avrupa devletlerinin teşvik ve
yardımıyla Balkan savaşlarını başlattılar: Bulgarlar İstanbul
kapılarında o günkü adı “YALOZ”, bugünkü adı “KÂMİLOVA” olan
köyün batısındaki Bulgar karargâhına baskın yapılacak; Devrin en
güçlü tahrip araçlarıyla yapılacak baskında geri dönebilmek büyük
şans... Ama Kumburgaz’ın güneyinde üslenmiş Bulgar Kumandanlık
karargâhı berhava edilebilirse ulaşım yolu kesilecek, düşmanın
arkasını sarmak mümkün olacak. Onuncu kolordu komutanı Hurşit
Paşa sorumluluğu üstüne almak istemiyor. Bulgar generali SAVOF,
kendisini “Cenup Slavlarının Çarı” ilan eden Ferdinand’ı, “en çok beş
gün içinde İstanbul’a zafer ordusunun başında girmeye” davet ediyor.
Durum düşman için böyle ümit verici bir mucizeye benzer iş yapmak
şart... Kolorduda yarbay (kaymakam) olan Enver Bey ikinci dünya
savaşında Japonların tatbik ettikleri intihar uçaklarının vazifesini
bedenleriyle yapacak fedailere vazife veriyor : “Teşkilat-ı Mahsusa”
(özel kuruluş) denen canını adamışlar olarak hazırdılar. Bulgar
karargâhına iki koldan saldıracaktır.
119
Birincisinin Başında: SELİM (HACI) SAMİ, ikincisinin başında
MEHMET MUHSİN (BİLLURSOY) Bey var. Kendisi yirmi dört yaşında
ve mülâzım-ı evvel (üsteğmen). Her ikisi de başına geçeceği birliğin
erlerini kendi seçiyor: Bunları; gözünü daldan, budaktan sakınmaz,
bir bir maceraya girip çıkan fedailer... Hepsi “ölmek, var dönmek
yok” felsefesine inanmış kişiler... Şafak sökerken sızdıkları düşman
mevziine öylesine isabetli yerlerden ani baskın yapıyorlar ki savof’un
pek güvendiği Çarın : “Hassa Taburu” bir anda eriyor ve Mehmet
Muhsin’in başında olduğu Fedai (ülkücü) grup, karargâhı havaya
uçuruyor. Bu kolda 110 serdengeçtiden 97 şehit var. Ötekiler yaralı
ve içlerinde ümit kesilecek kadar ağır olanı da Mehmet Muhsin Bey.
Bulgar perişan halde geri çekilirken, cenâhlardan taarruza geçen
kuvvetlerimiz Savof hattını yarıyor ve ilerliyor. Bulgar kumandanı
uzun zamandır reddettiği barış masasına oturuyor. Teşkilat-ı
Mahsusa’nın Reisi Eşref Sencer Kuşçubaşı kumandasındaki
öncüler Batı Trakya’yı kurtarıp ilk Türk Cumhuriyeti’ni
kuruyorlar. Başkent Gümülcine’de. Mehmet Muhsin Beyin
yaşaması, alınan netice ölçüsünde mucizedir. Çene dağılmıştır, çehre
tanınmaz hâlde, nefes borusu ezilmiştir. Padişah SULTAN MEHMET
REŞAT HAN bu serdengeçtilerden geride kalanlara Fevkal beşer
(insanüstü) cesaret ve hamâset netice-i meşkûresini sine-i asâletine
(temiz göğsüne) gâzilik nişân-ı zişanı ile (onur veren nişanla) taltif
ediyor (değerlendiriyor).
Resim; Mehmet Muhsin BİLLURSOY’un intihar saldırısından sonraki ağır yaralı hali
120
Tarihimizin en büyük kahramanlarından, Kahramanlar kahramanı
Volkan Yürekli Çelik bilekli yüksek ruhlu “KÜRŞAD”ın düşmanın
(Çini’n) kalbine yaptığı saldırının aynısını yapan torunlarından Anadolu
beylerbeyi Kahraman yiğit ve Mehmet Billursoy’da hayatını hiçe
sayarak mübarek “Ülküsü” uğruna düşmanın kalbine saldırması ve Gazi
olması destanlaştırmıştır, Bayraklaştırmıştır. Tarihimizin seçkin
Ülkücülerindir (Dalkılıç). Mehmet Muhsin BİLLURSOY’un hayat
mücadeleleri zaferleri gelecekteki Asil Müslüman Türk Çocuklarına
ilham kaynağı ve hız olsun, kahraman Türk ırkı sağ olsun Türk
çocuklarının cenkleri mücadeleleri devamlı olsun âmin.
Resim; Mehmet Muhsin BİLLURSOY Teşkilatı Mahsusa’da ki
(İstihbarat) bulunduğu zamanki değişik kıyafetteki resimleri
121
VARNA SAVAŞINDA KARACA PAŞA (1444)
Tarihimizin imha savaşlarından biri olan Varna savaşı (1444),
II. Sultan Murad Han 12 Temmuz’da on sene süre ile Macar-Leh kralı
Ladislas’la Segedin antlaşmasını yaptı. Tahtı, oğlu II. Mehmet’e
bıraktı. Bunu fırsat bilen Avrupa devletleri (Macaristan, Almanya,
Venedik, İspanya, Fransa vs.) hemen papa; kardinal Juelien
Scezarini’yi peştiye gönderdi “Hıristiyanların din ve tebaasının
menfaatleri icap ettirdiği zaman Müslüman’a verdiği sözü geri
alabileceğini” bildirdi.
Macar Kralı 1 Eylülde Seğedin’den hareket etti. Macar-Leh-Çek
zırhlı şövalyeleri ile arkadan gelen haçlı ordusu ile 16 Eylül 1444’te
ORSOVA’ya erişti. 18-22 Eylül 1444 Tuna’yı aşıp Edirne üzerine
yürümekteydi. Fakat Jan Hunyad ise VARNA’yı almalarını önerdi.
Osmanlı ordusu ise 40 bin kişilik Anadolu askeri ile Anadolu
beylerbeyi Karaca Paşa ve topçu komutanı Sarıca Bey de Varna’ya
doğru ilerliyordu. Haçlı ordusu 3 Kasım 1444’te Varna’ya ulaştı. Fakat
Türk Hakanını karşılarında bulunca şaşırdılar. Türklerin azlığından
dolayı hemen savaşa başlamak için harp meclisini topladılar. Macar
kralı Ladislas ile başkumandanlığa getirilen Jan Hunyad düz ovada
savaşı tercih ettiler. Varna’nın güneyinde ki zor bataklıklarda Türk
122
ordusunu bozarlarsa, burada imha etmeyi düşünüyorlardı. Türk
ordusu 90-100 bin kişi, haçlı ordusu ise 140-160 bin kişi
civarındaydı. 10 Kasım 1444 Salı günü savaş Türk taarruzu ile
başladı. Sağ kanatta Rumeli beylerbeyi Şahabettin Şahin Paşa, sol
kanatta ise Anadolu beylerbeyi Karaca Paşa kumandanlık
ediyordu. Padişah orta bir tepenin üzerinde savaşı idare ediyordu.
Haçlı atlıları zırhlı oldukları için çok az telefat veriyorlardı. Bizim
akıncılarımız ve azeplerimizde şehit fazla idi. Boğaz boğaza bir cenk
yapılıyordu. Anadolu’yu beylerbeyi Karaca Paşa, serdengeçtilerin
önünde güneş batana kadar kılıç salladı. Düşmanın sağ kanadı önce
durdu, sonra geriledi, fakat Karaca Paşa gördü ki Macar Hassa
şövalyeleri padişahın otağına doğru yol alırken yıldırım hızıyla
padişahına erişti. Ve “Şevketlü padişahım... Zinhar yerinden
oynama tedbir dahi olsa bir adım gerilemeyiz. Maazallah- Teâlâ
izmihlal olur. Cenkçilerin cümlesi gözleri ilerde, gönülleri otağ-ı
hümayunda’dur. Var yeniçeri kullarını hücuma kaldır. Cenk
boruların emret öttür, Karaca kulun şahadet şerbetini nûşa
(içmeye) gider” Karaca Paşa düşman otağına dalkılıç salacaktı ve
padişahla kucaklaştılar. Padişah; Osmanlı Türklerinin savaş
taktiğine göre harbin en kritik anında VAR KUVVET’İN ortaya
konulması idi. Padişah, Rumeli beylerbeyi Şehabettin Şahin paşaya
Anadolu sipahilerini piyade ile takviye etmesini emretti. Karaca Paşa
dalkılıç atlıları ile Jan Hunyad’ın arkasına düşüp Ladislas’ı savaşa
zorladı. Haçlı otağına doğru yürüdü. Kral Ladislas balta darbesiyle
ayağından yaralanarak yere düştü. Koca HIDIR ihtiyar yeniçeri
Macar kralının başını kesip Murad Hana götürdü. Gökyüzü
kararırken Varna ovaları düşman ölüleri ile doluydu. Fakat Karaca
Paşan’ın mübârek naaşı da yerde idi. Fakat zafer Türk ordusunundu.
Zaferden sonra padişah II. Sultan Murad Han Varna’da dört gün kaldı.
Karaca Paşa oraya defnedildi (Varna-Pravadi yol üzerine). Burası
sonra PAŞAKÖY ismini alarak büyük bir yerleşim beldesi oldu.
KARACA PAŞA, tarihimizin seçkin DAL-KILIÇ (ÜLKÜCÜ)
kahramanlarından biridir. Diğer şehitlerimizle birlikte ruhu şâd
olsun. Kahramanlığı, mücadelesi, Müslüman Türk çocuklarına hız ve
kuvvet olsun. Âmin...
123
ÜLKÜCÜ KİMDİR
 İslami hayat nizami olarak seçen, bu nizami tavizsiz bir
şekilde yaşamaya çalışandır.
 Türk olmanın gururunu faziletiyle bütünleştiren, Türk-İslam
Ülküsü'nü yaşayandır.
 Allah için seven, Allah için savaşan, Allah’ın rızasına koşan,
 Allah nizami için yanan, Allah için buğz eden kahramandır.
 Semalarda dalga dalga yayılan ezan susmasın diyerek
toprağın kara bağrına düşen candır.
 Kimi zaman Derviş Yunus, kimi zaman Yavuz, kimi zaman
surlarda üçhilal’li sancak elinde Ulubatlı Hasan’dır...
 "Ben"i aşarak, "biz" diyerek
çıkarmamak üzere atandır.
nefsini
kör
kuyulara,
 Dağlarıyla, taşlarıyla, ırmaklarıyla, ovalarıyla ve yollarıyla
bir kara parçasını vatan yapandır.
 Türklük deyince 300 milyonluk Türk Dünyasını kucaklayan,
anne şefkatiyle evlatlarını bağrına basan; kimi yerde Kıbrıs,
Kırım, Kırgız; kimi yerde Bişkek, Bakü, Kerkük, Doğu
Türkistan, Kerkük , ... Velhasıl kocaman bir vatandır.
 En zor şartlarda, en buhranlı zamanlarda, en müşkül
alanlarda, Türk'e yol gösteren, akıl veren, umut olan Dede
Korkut Han’dır.
 Haksızlık karşısında susmayan, davasından taviz vermeyen,
korkaklığı, pısırıklığı, nemelazımcılığı, lügatinden çıkarıp
atandır.
 Yiğidin başında KÜRSAD, il derleyip vatan tutan İLTERİŞ,
bilgelikte TONYUKUK, AKŞEMSEDDİN, Malazgirt Ovasında ak
kefen içerisinde ALPARSLAN’DIR.
124
 Türk'ün töresini, Türk'ün ilini İslam’la yoğuran, İslam’la
kaynaştıran, Ahmed Yesevi Ocağında kaynayan, pişen,
kavrulandır.
 Bir Bozkurt’tur esaret zincirlerini kıran.
 Türkçe konuşan, Türkçe yazan, Türkçe düşünen, Türk
müziği dinleyen, Türk’ün ürettiği malı kullanan, Giyimi,
kuşamı, saçı, sakalı ile Türk gibi yaşayandır.
 Ülkücü
budur…
Ülkücü
budur...
Bunun dışındakiler küllü yalandır!
125
Ülkücü
budur…
KENDİNİ TANI!
SEN Altay dağlarından kopup gelen tufansın
SEN Tuna'da Volga'da atını sulayansın
SEN Bayrağı mübarek kanınla sulayansın
SEN Mohaç'ta Varna 'da tarihe geçen şansın
SEN Şairler dilinde şiirleşen destansın
SEN Şehitler, gaziler yurdunu kurtaransın
SEN İstanbul önünde akan kansın
SEN Bir hilal uğruna Güneş gibi batansın
SEN Fatih'in askeri Ulubatlı Hasan’sın
SEN Bağdat kapısında şan veren Genç Osman’sın
SEN Mehmet'sin, tarihe hükmeden kahramansın
SEN ALLAH’IN yolunda feda edilmiş cansın
SEN Zulmü yere seren, hakka doğru koşansın
SEN Nice krallara diz çöktüren imansın
SEN Türksün; doğru, fakat unutma: MÜSLÜMANSIN
126
ÜLKÜLERİMİZ
Türk Birliği;
Türk Milletinin yoğun olarak yaşadığı bütün yurtların birleşerek
ismi Turan olan devletin kurulmasıdır. Tek Vatan, Tek Devlet, Tek
Millet ilkesinin gerçekleştirilebilmesidir. Bazıları buna 'Ütopya'
olarak baksa da, Bütün Türk Milleti bunu birkaç defa
gerçekleştirmiştir; dolayısıyla yine GERÇEKLEŞTIRECEĞİZ! . Turan
Ülkümüz gerçekleştiğinde dünyanın en güçlü devleti olacağımız gün
gibi aşikârdır. Çok büyük bir coğrafya üzerine kurulu, yer altında ve
yer üstünde müthiş zenginliklerle dolu olan Turan'da Türkler bütün
dünyaya hükmedecektir. (ADALETLE !) Turan antiemperyalist bir
devlet olacaktır. Devlet Türk'ün essiz insanlığıyla dünyadaki tüm
mazlum milletlerin umudu olacaktır.
İslam Birliği;
Büyük Turan gerçekleştirildikten sonra Türk olmayan diğer
Müslüman milletler de ümmet kardeşliği inancımıza uygun olarak
birliğimize katılacaktır ve Türk İslam birliği gerçekleşecektir. En
güçlü Müslüman devlet biz olacağımızdan, bizim bayrağımızın altında
birleşecektir.
Nizam-ı Âlem ve İlay-i Kelimetullah;
Nizam-ı Âlem; Bütün vasıtaların, bütün kadroların, bütün
anlayışların, bütün fikirlerin velhasıl yeryüzünün, İslâm’a ve onun
ölçülerine göre kıvamlanması, ilahî kalıplara oturtulması ve âdem-i
beşerin hayatını, Hakk’ın (C.C.) tanıdığı serbestiyet ve yasaklar
dâhilinde idame ettirmesini sağlayacak meşru düzeni sağlamaktır.
İlay-i Kelimetullah; Tevhid inancını yükseltip dünyaya hâkim
kılmaktır. Yükseltmek, yüceltmek=ilâ kelimesi ile Allah’ın sözü
manasındaki Kelimetullah’tan bir terkipte yer alan Kelimetullah’ın
tevhid inancının esasını teşkil eden : “Lâ İlahe İllallah” (Allah’tan
başka Tanrı yoktur) sözünü ifade eder.
127
Kelimetullah: Allah’ın dinini ve tevhid inancının yüceltip
yaygınlaştırılması yönünde gösterilen gayret ve faaliyettir. Bu da
cihad ve savaş yapmakla olur.
Cihad: Allah yolunda (Fi-sebililllâh) onun dininin (İslâm’ın)
yayılmasına karşı olan düşmanlarıyla yapılan savaşa cihâd denir.
Allah Kur’an-ı Kerim’de;
“Hem bir fitne kalmayıp, din yalnız Allah'ın oluncaya kadar
onlarla çarpışın. Vazgeçerlerse, düşmanlık ancak zalimlere
karşıdır” (Bakara Suresi: /193)
Cennet mekân ecdadımız, hayatları boyunca yaptıkları
mücadele (savaşları, fetihleri) Allah’ın dinini yüceltmek, yaymak,
onun rızasını kazanmak için yapmışlardır. Onların bize ulaşan söz ve
beyanlarından bazıları bizlere hız, şevk, heyecan, ilhâm kaynağı
olması açısından aşağıda belirtilmektedir;
Cennet mekan ceddimiz; Osman Gazi oğlu Orhan Gazi’ye
şöyle vasiyette bulunmuştu;
Allah’ın buyruğundan gayrı iş işlenmesin. Bilmediğini, şeriat
ulemasından sorup anlayasın, iyice bilmeyince bir işe başlamayasın.
Sana itaat edenleri hoş tutasın. Askerine iman ve ihsanı eksik
etmeyesin, ihsanın kulcağızadır. Zalim olma, âlemi adaletle şenlendir.
Cihâdı terk etmeyerek beni şâd et, ulemaya riayet eyle ki, şeriat işleri
nizam bulsun. Nerede bir ilim ehli duyarsan ona rağbet ikbal ve
hikmet göster. Askerine ve malına gurur getirip şeriat ehlinden
uzaklaşma. Bizim maksadımız, kuru bir kavga ve cihangirlik davası
değildir. Yolumuz Allah yoludur. Maksadımız Allah’ın dinini
yaymaktır.
Sultan II. Beyazıd yaşlılığından dolayı sağ iken saltanatı,
oğlu Yavuz Sultan Selim’e teslim ederken ona verdiği öğüt
şöyledir:
128
“Biz seni yeryüzünde halife yaptık. Öyle ise insanlar arasında
Adalet ile hükmet (Kur’an-ı Kerim 38/36). Yüce emrini okuduktan
sonra dedi ki: Ey gözümün nûru ve gönlümün süruru, bugün Allah’ın
izni ve takdiri ile tahta çıktın. Sana gerektirir ki adımızı ve şanımızı
gözetip ecdadımızın yolunu takip edesin. Geçmiş ecdadımızın yaptığı
gibi zalimlerin zulmünü halk üzerinden kaldırasın. Dünyada güzel
isim bırakasın. Zevk ve eğlenceye dalmışlara uyup, huzur diye gaflete,
sürur diye eğlenceye dalmayasın. İdaren altındaki olanları yânetine
cebânete, korkaklığa, emânetini hıyânete değişmeyesin. Mala ve
mevkiine gururlanıp kalmayasın. Halkını ayaklar altına alarak (ezerek
ve zulmederek), askerleri gayesi ve hedefi dışında kullanarak hevâ ve
heves denizine dalmayasın.”
Yavuz Sultan Selim’in
Askerlerine Yaptığı Konuşma;
Hanın
Devlet
Erkânına
ve
“Ecdadımız Allah yolunda savaşmayı en büyük görev
saymışlardır. Savaşsız değil bir yıl, hatta ayları geçmemiştir. İşte ben
de Allah’ın (c.c.), işte bunlar Allah’ın doğru yola eriştirdikleridir.
Onların yolunu tut (Enam 90) emrine uyarak Allah’ın kelamını
yüceltmeye ve O’nun Resulü’nün sünnetini diriltmeye kuvvetimi
harcayacağım. Ta ki dünyada iyilik ve anılmaya ahirette bol ecir elde
etmeye vesile olsun”
Cennet mekân Fatih Sultan Mehmed Han’ın Trabzon
seferine giderken Uzun Hasan’ın annesi Sâre Hatunla arasında
şöyle bir konuşma geçiyor;
Bu da onun maksadının ne olduğunu en iyi anlatan tarihi bir
olaydır. Şöyle ki: Trabzon seferi esnasında, yolları sarp ve aşılmaz
doğu Karadeniz dağlarından geçerken Fatih atından inerek eteklerini
beline sokup dağa yaya olarak tırmandı. Öyle yoruldu ki alnından
akan terler burunları ucundan ve sakalından Nisan yağmuru gibi yere
dökülüyordu. Fatihin bu hâlini gören Sâre Hatun: “Trabzon nedir ki,
savaş meydanlarının şehsüvarı attan inerek yaya yürür ve
129
yorulur?” deyince, Fatih Sâre Hatunun yüzüne hışm ile bakarak;
“Bizim buralara gelişten maksadımız yalnız kale fethetmek ve
servet kazanmak değildir. Buraları Müslümanlara vatan
yapmaktır. Allah’ın rızasını ve cihad sevabını kazanmaktır.
İslâm’ın kılıcı bizim elimizdedir. Eğer bu zahmeti çekmez isek
bize gazi demek yalan olur. Bundan dolayı çektiğimiz
sıkıntılardan daha çoğunu çeksek yine azdır.” Ben padişah
olursam gayem Arabistan’ı, Çerkezistan’ı biladı (beldeler) acemi şia
dan tathir (temizlemek) dir. Hatta İslâmi bir noktaya Cem
(toplanmak) için Hind ve Turan’a gideceğim. Şark ve garbda İlâ-yı
Kelimetullah’a çalışacağım. Zalimlere, evladım olsa merhamet
etmeyeceğim. Zamanımda rahat varmak ve ahaliye tasallut etmek
mümkün olmaz. İşte benim hâlim budur. Muradınız itaatsizlikte
devam etmekse haber verin, şimdi nefsimi hükümetten halledeyim.
Ben bu saltanatı mücerred İslâm’a hizmet için pederimin elinden
aldım. Ve biraderlerime fedâ eyledim. Biat teklif ettim, kabul ettiniz.
Ben uykularımı rahat ve huzurumu terk ile din-i mübinin te’yidine
uğraşıyorum. Eğer İslâm’ı ihya etmek maksudumuz değilse benim de
nefsü’l emirde saltanata kat’a hevesim yoktur.
130
ÜLKÜCÜLER NE DEDİ
ÜLKÜCÜLER;
EZANIMIZ DİNMESİN DEDİLER
Bir yerin adına denince Türk ülkesi
Gözüm bayrak arar kulağım ezan sesi
Ezan: Farz namazlarının vakitlerinin geldiğini bildirmek için okunan
İlahi bir nağmedir (çağrı - nidâ). Vakitler Cenab-ı Hakkın ilahi nimeti
olan namazlar için zahiren sebep gaybi icabı için alâmet olduğu gibi
ezan da vakitlere alâmet olmuştur. Ezan ilam (bildirim)dir. Vakitlerin
ilâmı havassa ve ezanın ilâmı umumadır. Ezan için vaktin girmesi
ezan için aynı zamanda şarttır. Ezan okumak vakti bildirmektir.
Okuyana müezzin denir.
131
Allah Kur’an-ı Kerimede;
“ve siz namaza çağırdığınız zaman” (Maide suresi: ayet:58)
“namaza çağırıldığınız zaman “ (Cuma suresi: ayet:9)
“ve Allah tarafından bir ilandır” (Tevbe suresi ayet:3)
Ayeti Kerimeleriyle emir buyurmaktadır. Ezanın dinimiz (İslam)da
dört mezhep imamlarının âlimlerinin bildirdiklerine göre bazıları
“Sünneti–Müekkede”, “Vacip” veya “Farzı–Kifaye” olarak kabul
ederler. Bu ilahi mesaj Namaza İslam’a çağrıdır. Allah ve
Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) Ululamaktır. (Şanını
Yüceltmek). Kurtuluşun ahiret mutluluğunun islamda olduğunu ifade
eder. Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) (Sözlerin en güzeli
Allah’a davet eden kimsenin sözleridir) Burada aynı zamanda;
Namazın şanını büyültüp yüceltmektir. Ezan ve kamet bir zikirdir.
Ezanı ilk Abdullah Bin Zeyid rüyasında okumuş ve Hz. Ömer (R.A.)
rüyasında okumuş ikisininki de aynı olması Peygamberimiz
tarafından tasdik edilmesi ile namaz vakitlerinde okunmak üzere
İslam âlemine tebliğ edilmiştir.
Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) “Müezzinin sesinin
işitildiği yere kadar cin insan ve eşya kıyamet günü onun
hakkında şahadet eder ve onu işiten kuru ve yaş her şey onun
için istiğfar eder” buyuruyor.
İstiklal marşı şairimiz Mehmet Akif’te Ezanı şöyle ifade etmektedir;
Ruhumun senden ilahi şudur ancak emeli;
Değmesin mâbedimin göğsüne nâmahremeli;
Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli
Ebedi yurdumun üstün de benim inlemeli
132
Şairimiz burada ezanı İslamın temeli olduğunu ifade etmekte
okunduğu yerdeki insan varlığının (milletin) Müslüman olduğunun
sembolüdür. Tarih boyunca ecdadımız yaptığı savaşlarda Fetih
olunan beldelerinde (şehir kasaba köylerin) Fetih müjdesi olarak
ezan okutur. Bu ezan fethi nasip eden Allah’a bir hamd (Şükür) ve
sena (övgü) ifadesidir. Müslüman Türk Milleti yeni doğan çocukların
kulaklarına ezan ve kamet okumaları çocuğun ilahi namenin manevi
nuru ile iman üzere yaşamasını sağlar. Allah’ın insanlara verdiği en
büyük güzel nimet iman(İslam) nimetidir. Yani İslam üzere
yaşamasıdır. Bundan daha büyük bir nimet yoktur. Peygamberimiz
Hz. Muhammed (S.A.V.) şöyle buyuruyor “Her çocuk doğarken
İslam fıtratında doğar bunu anne baba kendi dini üzere (İslam
hiristıyan mecusi) büyütür.” Allah Müslüman Türk çocuklarını
islâmın nurundan mahrum bırakmasın. Âmin.
Kitabullahımız ve Ezanımız okunurken göklere yükselen nur-u
ilahi ruhani –nağmeler gönüllere kulaklara yansımasıyla dolan ilahi
nurla katı gönüller yumuşar gönüller sürur bulur. İmanın ve milli
ruhun doğmasını ve kuvvetlenmesini sağlar. Bunların verdiği
etkilerin yani söz ve hareketlerimizin dışarıya yansıyanı Dini – Milli
terbiyemizi oluşturur. Bu ruhtan uzak büyüyen Müslüman Türk
çocukları “Rayihası (güzel kokusu) alınmış yâda uçmuş gül çiçeğine
benzer. Güzel kokusu olmayan gül çiçeği bir dikenli – renkli yeşil dal
parçasından farksız olur. Buda hayvanlara yem olur. İnsanlarda dini –
milli ruh’tan mahrum büyümesi hayvani hislerin esiri insanların ve
milletlerin oluşmasını sağlar. O Milletler huzursuz ve sağlıksız
devamsız olmalarına yani tarih sahnesinden silinip gitmelerine sebep
olur.
133
Ezanın faydaları;
 Ezan korkuyu giderir.
 Bir beldenin (şehrin kasabanın köyün ) Fetih edildiğinin müjdecisi
olur.
 Bağımsızlığın sembolüdür.
 Ezan okunan yerin İslam beldesi olduğunu ifade eder.
 Ezan okumak Cesareti artırır.
 Ezan okumak Allah’a zikir olur, Allah’a yaklaştırır.
 Ezan okuyunca çevresindeki ve içindeki Cinlerin şeytanların
zararlarından korunmuş (uzaklaşmış) olur.
 Ezan insanların, Cinlerin (Müslüman olanlarının) ruhlarını besler
kuvvetlendirir.
Peygamberimiz Hz. Muhammed’in asrısaadet zamanında
müezzini Hz. Bilali Habeşi ve Halifesi Hz. Ebu Bekir (R.A.) çok güzel
yanık etkileyici bir sesle okurlar. Bundan kâfirlerin (iman etmemiş
olanlar) ve çocukları bu ilahi nağmenin etkisinden hemen etkilenip
taş yüreklerinin (katı yüreklerinin) yumuşayıp erimesiyle imanla
müşerref olurlardı. Bunu bilen bazı inatçı kâfirler çocuklarının
etkilenmemesi için ezan dan uzak yerlere çocuklarıyla birlikte göç
ederlerdi. Allah Müslüman Türk çocuklarını İslam’dan ezanımızdan
mahrum etmesin Türk çocuklarını ezansız büyütmesin. Ezanımızı
dindirmesin kalbimizi onun ilâhi nuru ile doldursun. Âmin!
“Bende âşıktım ezan nağmesine
Bir koşardım ki o Allah sesine”
134
ÜLKÜCÜLER;
BAYRAĞIMIZ İNMESİN DEDİLER
135
BAYRAK
Bayrak: Bir milletin varlığın ve bağımsızlığını temsil eden renk
ve şekli özelleştirilmiş milli ve manevi değeri çok yüksek bir
semboldür. (Nişan)
Bayraklar bir kumaş – bez – ipek parçasından yapıldığı gibi
Madenlerden yapılmış metal parçaları da olabilir.
Tarihimizde bayrakların üzerlerindeki renkler şekiller
değişiklik geçirerek bugünkü Ay – yıldız bayramız İmparatorluğumuz
zamanından bugüne kadar gelmiştir. İlk önce hilalli olan bayrağımız
sultan III Selim zamanında Sekiz köşeli (1793) yıldız ilave edilmiş
daha sonra bu beş köşeli Şimdiki haline dönüştürülmüştür.
Abdülmecit zamanında 1842’de II Abdülhamit zamanında bazı ilave
ve değişikler yapılarak kullanılan Sancaklar olmuştur. Renkleri Siyah
– Beyaz – Al renkler kullanılmıştır. Siyah renk Peygamberimiz Hz.
Muhammed’in Bayrağı (Ukâb) rengi siyahtı. Mezhep İmamımız Hz.
Ebu Hanifenin ki Beyaz renktedir bu bayrak aynı zamanda Sünniliğin
bayrağı olarak tarihe geçmiştir. Zamanla Yeşil ve Al rengi
bayrağımızın rengi olmuş. Al rengi Şehitlerimizin kanından Hilalde
Allah İsmini–beş köşeli yıldızda Peygamberimizin Hazreti
Muhammed Mustafa’nın Muhammed ismini Arapça beş köşeli
şeklinden ilham alınarak bayrağımıza konulmuştur. Hilâl–Yıldız aynı
zamanda tevhid-i (Lâ ilâhe illallah Muhammedin Resulallah) ifade
eder. Genel olarak İslam ülkeleri bayraklarında ay–yıldız
kullanmışlardır. Yani o devletin İslam ülkesi olduğunu ifade eder.
Bir yerin adına denince Türk ülkesi
Gözüm ay–yıldızlı Bayrak arar kulağım ezan sesi
Türk kültüründe bayrak hükümdarlığın Siyasi ve bağımsız
olmanın bir simgesidir. Bayrak dikmek bir yerin mülkiyet ve kanun
sahasını almak olduğundan savaşta ordunun önünde Devlet bayrağı
veya bayraklar gider. Eski Türklerde (Türklerin İslâmiyeti
136
kabulünden önce) ucu yerde olarak göklerde dalgalanan aya ve
güneşe kadar uzanan bayrak yer ile birleştiren kutsal bir varlık
sayılmıştır. Arap tüccarları Kırgızların kırmızı renk bayrak
kullandıklarından bahsetmişlerdir. Bir Arap seyyahı da Peçeneklerin
muhtelif renkte bayrakları olduğunu Dokuz oğuzların siyah renkli
bayraklar kullandıklarını yazmıştır. Kıpçakların İgor Destanında
kırmızı ve beyaz renkte bayrakları olduklarından bahsedilmektedir.
XIII yüzyılda Kuman kabilelerinin mavi renkte ve üzerinde aslan ve
(ay - yıldız) bulunan bir bayrakları olduğu söylenmektedir. Gök –
Tanrı İnancına dayanan eski Türk dininde yeryüzü gökyüzündeki
Güneş Ay Yıldız Dağ Deniz gibi tabiat varlıkları kutsal sayılmış.
Hükümdarları tahta Gök Tanrının geçirdiğine inanılmıştır. Müslüman
– Türk devletlerinden Karahanlı Devleti’nin paralarında hilâl (ay)
resimleri görüldüğü gibi, Gazneliler ve Gurlulardan sonra Hindistan’a
hâkim olan Türk devletlerinin paralarında Hilâl ve yıldız
bulunmaktadır. Hilâl ve yıldız motifleri Selçuklular ve Harezmşehliler
tarafından da kullanılmıştır. Hilalin Müslümanlığın simgesi olarak
kabul edilmesi (1096 - 1270) Haçlı seferleri sırasında olmuştur.
Haçlılara karşı büyük fedakârlık kahramanlık gösteren Müslüman –
Türk Eyyübilerin bayrağındaki Hilal işareti Hıristiyanlarca
Müslümanlığın bir sembolü gibi görülmüş ve kabul edilmiştir.
Osmanlı bayraklarında hilâl şeklinde kullanılması hakkında tarih
yazarları tarafından çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Bir görüşe
göre; Selçuklu Sultanı tarafından Osmanlı Devletinin kurucusu Osman
Bey’e gönderilen beyaz sancağın tepesinde bir hilâl bulunmaktadır.
Bu sancak Osmanlılarca bağımsızlık işareti kabul edildiğinden Hilâl
hürlük sembolü olarak kullanılmıştır. XVII yüzyılın sonlarına kadar
Osmanlı saltanat sancaklarında dini yazılar ve zülfikâr resminin yanı
sıra güneş hilâl ve yıldız motifleri kullanılmıştır. Güneş hükümdarın
ay da milletin simgesi sayıldığı ifade edilmektedir. III Selim
zamanında hilâl ve sekiz köşeli yıldız kullanılmış (1793) 1842 yılında
Sultan Abdulmecid zamanında beş köşeli yıldız kullanılmağa
başlanılmıştır.
137
Bayrakların renkleri siyah beyaz al renkleri kullanılmıştır.
Ekseriyeti siyah renk Peygamberimiz Hz. Muhammed’in Bayrağı
(Ukâb) rengi siyahtı. Mezhep İmamımız Hz. Ebu Hanife’ninki Beyaz
renktedir. Bu bayrak aynı zamanda Sünniliğin bayrağı olarak İslâm
tarihine geçmiştir. Zamanla Yeşil ve Al rengi bayrağımızın rengi
olmuştur. Al rengi şehitlerimizin kanından Hilâlde Allah ismini beş
köşeli Yıldız da Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa’nın
Muhammed isminin Arapça beş köşeli yazılış şeklinden İlhâm
alınarak bayrağımıza konulduğu ifade edilmektedir. Hilâl – Yıldız
aynı zamanda Tevhid (Lâ ilâhe illallah Muhammedin Resulallah) ifade
eder. Genel olarak İslam ülkeleri bayraklarında ay – yıldız
kullanmışlardır. Aynı zamanda İslam’ın (Müslümanlığın) simgesidir.
Bağımsızlığımızı Tevhîd inancımızı (İslâmı) ve Şehidimizin mübarek
kanını temsil eden ay – yıldızlı bayrağımızı Cenab-ı Hak Cennet
Vatanımızın üzerinden ebediyete kadar indirmesin. Âmin.
138
ÜLKÜCÜLER;
VATAN BÖLÜNMESİN DEDİLER
“Birbirinize de girmeyin ki maneviyatınız sarsılmasın Devletiniz gitmesin”
(Kur’an-ı Kerim)
Hali görür geleceği sezerdik!
Bir zaman tâ Vistül de gezerdik!
Haritayı biz kendimiz çizerdik!
Fetheyledik deryaları çölleri
Biz neyledik o koskoca elleri?
139
“Ya Muhammed deki Ey mülkün sahibi olan Allah’ım, Sen mülkü
dilediğine verirsin; sen mülkü dilediğinin elinden alırsın; sen
dilediğini aziz edersin; sen dilediğini zelil edersin hayır yalnız
senin elindedir. Sen hiç şüphe yoktur ki her şeye kadirsin”
(Kur’an-ı Kerim İsra Sûresi)
Türk Evladı yurdu olan toprağı.
Ana ırzı bilerek yâd ayağı bastırmaz
Bir yabancı bayrağı.
Ezan sesi duyulan hiçbir yere astırmaz.
Ecdadını zannetme asırlarca uyurdu;
Nerden bulacaktın o zaman eldeki yurdu?
Üç kıtada yer yer kanayan izleri şahid.
Dinlemedi bir gün o büyük nesli mücahid
140
VATAN
VATAN: (Yurd. Ülke. il)= Belirli sınırlar içinde yaşıyan aynı dil
din ırk kültür örfleri bir olan insan topluluklarının kurduğu bağımsız
sosyal Hukuki Siyasi teşkilata DEVLET denir. Bunu üzerinde taşıyan
(Kıta veya Karaya) Toprak parçasına VATAN denir.
Devlete vatana sahip olmayan insan toplulukları (Milletler)
kendilerini birbirlerine bağlayan maddi ve manevi bağlardan Dil Din
Töre Tarih kültürel duygu ve düşüncelerin bozulup kopmasıyla başka
güçlü devletlerin esareti altına girip yok olmaya mahkûm olurlar.
Dinimiz İslam’da Vatan ve Vatan sevgisinin imandan bir şube
olduğunu Peygamberimiz Hz. Muhammed bir Hadisinde: “VATAN
SEVGİSİ İMANDANDIR” buyuruyor. Bu sevginin kutsal bir sevgi
olduğunu emretmiştir. Gene Vatan hasreti, Dâus’sıla (Nostalji) hissi –
duygu Biyolojik – ırkı bir gönül bağlılığı bütün insanlarda var ola
gelmiş bir özelliktir. Ama Türk ırkında – Milletinde bu hiçbir millette
olmayan çok yüksek derecede bulunmasın Cenab-ı Hakkın Türk
milletine verdiği büyük bir lütfu, ihsânıdır. Vatanın korunması onun
üzerindeki Devletin ve Milletin Dünya üzerinde varlığını
sürdürebilmeleri karşı devlet milletlerin saldırılarına (Savaş) karşı
siyasi ekonomik Askeri Teknolojik yönden güçlü olması ve onlarla
savaşıp zafer kazanmasıyla mümkündür. Cennet vatanımızın
savunmasıyla ilgili Tarih boyunca sayısız Şehitler vermiş ve savaşlar
yapmışızdır. Müslüman Türk Ülkücü gençlerin bu mücadelesi de
bunlardan biridir. Allah’ın izniyle bu mücadele kıyamete kadar
sürecektir.
Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
141
ŞEHİT VE ŞEHİTLİK
Allah yolunda vatan millet uğrunda savaşırken hayatını feda
etme mertebesine erişen kimseye “ŞEHİT” bu mertebeye ise
“ŞEHİTLİK” (Şahadet) denir, sağ kalanlara ise “GAZİ” denir. Bir
kişinin şehit sayılabilmesi için akıl baliğ Müslüman olması şarttır.
Müslüman olmayan bir kişi öldürüldüğü zaman şehit sayılmaz.
Öldürülen Müslüman kişi bu zamanda cenabet halinde olmaması
lazımdır. Tedaviye imkân kalmadan hemen ölen kimse; “DÜNYA VE
AHİRET” şehididir. Yaralandıktan sonra bir süre yaşayan tedavi
gören “AHİRET” şehididir.
Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) yanına Uhud
savaşında tepeden tırnağa kadar silahlı “Amr Bin Sâbit” adında
bir yiğit geldi, Peygamberimize iman için gelmişti. Muharebenin
seyrini görünce “Ya Rasüllallah! Önce iman mı edeyim yoksa
muharebeye mi katılayım!” diye sordu. Peygamberimiz Hz.
Muhammed (S.A.V.) “Önce iman et sonra muharebe”;
buyurdular. O kimse de imanla müşerref olarak muharebeye
iştirak etti. Harp sonrası onu da şehitlerin arasında gören Allah
Resulü Sallâllâhü Aleyhi Ve Sellem: “Az çalıştı çok kazandı”
(Berâ R.A. Buharı ve Müslim)
Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V.)
1. Malı dini ve ailesi uğrunda müdafaa ederken öldürülenler
2. Salgın hastalıklardan ölenler
3. Doğumdan ölenlerin de şehit olduğunu buyuruyor.
Allah (c.c): “Şehidin kul borcundan başka bütün günahlarını
af ederim” buyuruyor.
Peygamberimiz (S.A.V.):
beraberdir” buyuruyor.
“Şehitler
142
mahşerde
benimle
“Allah (CC) müminlerden mallarını ve canlarını Cennet
kendilerinin olmak üzere satın almıştır. Allah (CC) yolunda savaşırlar
öldürülürler. Bu Allah (CC) üzerine bir borçtur. Gerek Tevrat’ta gerek
İncil’de gerek Kuran’da Allah (CC) yolunda savaşanlara Cennet
vereceğini vaad etmiştir. Allah (CC) tan çok vaadini yerine getiren kim
olabilir. O halde onunla yaptığınız ve alışverişten ötürü sevinin.
Gerçekten işte bu çok büyük saadettir.” ( Kur’an-ı Kerim Tevbe:111 )
“And olsun, Eğer siz Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz
Allah’ın bir bağışlama ve esirgemesi onların toplayacakları dünya
menfaatinden elbette daha hayırlıdır.”
(Âli-İmran suresi:157)
“Sakın, Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanma. Doğrusu onlar
Allah katındadırlar. Cennet meyvelerinden rızıklanırlar.”
(Âli-İmran suresi:169)
“Onlar Allah’ın kendilerine verdiği ihsandan (şehitlik
rütbesinden) dolayı neşeli haldedirler ve arkalarından kendilerine
şehitlik rütbesi ile katılmayan mücahitler hakkında şunu müjdelemek
isterler –onlara hiçbir korku yoktur ve onlar mahsun da
olmayacaklardır.”
(Âli-İmran suresi:170)
“Onlar Allah’tan gelen bir nimet ve daha üstün bir ihsan
sebebiyle sevinirler ve müminlerin mükâfatını Allah’ın zayi etmediği
sevinci içinde bulunurlar.”
(Âli-İmran suresi:172)
“Yaralandıktan sonra yine Allah’ın Peygamber’in çağrısına
koşanlar ve hele onlardan iyilik edip fenalıktan sakınanlar için çok
büyük bir mükâfat vardır.”
(Âli-İmran suresi:172)
“İnsanlar onlara: "Düşmanlarınız size karşı ordu topladı,
onlardan korkun." dediklerinde, bu, onların imanını artırdı ve şöyle
dediler: "Allah bize yeter. O ne güzel vekildir" (Âli-İmran suresi:173)
Bütün Müslümanlar ve Müslüman Türk Milleti bu ilahi büyük
rütbeye ulaşmak için canlarını savaşarak seve seve vererek dinimizin
yükselmesi vatanımızın milletimizin bütünlüğünü korunmasını
sağlamışlardır.
143
İşte Tarihimizden;
Musa Hulisi Paşa’nın Şehitlik Arzusu ve Övgüsü:
SİLİSTRE MÜDAFAASI
KIRIM SAVAŞLARI; 23 Şubat 1853 Pazartesi günü İstanbul’a
davetsiz olarak en basit nezaket kaideleri hiçe sayılarak Bab-ı Âli’nin
onayı alınmadan Petersburg’un üstün yetkili elçisi (Baş amiral ve
Bahriye Nazırı) Mençikof idi. Bu adam terbiyesiz ve küstahtı. İstanbul
limanına demirleyen Rus savaş gemisinden bir tabur askerle çıktı.
Moskof elçiliğinin tam kadro ile karşıladığı kalabalık yolları kesmişti.
Nümayişli geçitle Rus elçiliğine gelindi.
Sadrazam Kaptanı Derya Damat Mehmet Ali Paşa şaşırdı. Bu
harekete Hariciye Nazırı Keçeci Fuat Paşa Rusya’nın savaş istediğini
fakat sulh yolunun açık tutulması kararlaştırıldı. Rus çarı Nikola
Petersburg’daki İngiliz elçisi Hamılton Seymur’a
“HASTA
ADAM”ın mirasını paylaşalım demişti. “Hasta Adam” bir
zamanlar önünde diz çöktükleri Osmanlı İmparatorluğumuza
Rus ve garb devletlerin taktığı hazin isimdi. Ruslar Ortodoksların
hamisi olarak Kudüs’teki Hıristiyanlık için kutsal yerlerde imtiyaz
istiyordu. Protestanların hamisi İngiltere Katoliklerinki Fransa aynı
istekte idiler. Yahudiler “Buraları bize Yahovva’nın (Allah’ın) arz-ı
men’ududur.” (Vaadedilmiş topraklarıdır) Diyerek milletler arası
siyonizme dayanarak durmadan olay çıkarıyordu. Hilâfet makamının
sahibi olarak dünya Müslümanlığının koruyucusu Osmanlı
İmparatorluğu idi. Diğer birbirine düşman devletler Osmanlı
İmparatorluğuna karşı düşmanlıklarını bırakıp müşterek hareket
ediyorlardı. Sultan Abdulmecid Han! Mençikof’u huzuruna kabul etti.
(10 Mart 1853) Paşaların ve Ülema’nın karşı çıkmalarına rağmen;
Reşit Paşa Rusya’nın asil gayesinin Hıristiyanlığın Ortodoksluktan
gayri mezheplerinin hakkını da ele geçirmek olduğunu Ortodoks
olmayan Hristiyan dünyasına ilan ediyor ve bu tedbir Kırım savaşına
144
Fransa ve İngiltere’yi de sokuyordu. Rus elçisi Mençikof Hariciye
Nazırı Nesselrod’dan talimat istedi. Bunun üzerine belli aralıklarla üç
defa devletimize (Osmanlı İmparatorluğuna) 5 Mayıs 1853’te son
notasını verdi ve devletimiz bunu red etti. Rus çarı Birinci Nikola
kesinlikle inandığı zaferle biteceğini söylediği savaş başlamış oldu.
Bugünkü Romanya olan Eflak-Buğdan eyaletlerini işgal etmeye
başladı. 11 Haziran 1853’te Devletimiz Rusya’ya Karşı Savaş İlan
Ediyor Kırım Savaşı Başlıyor… Bundan sonra İngiliz-Fransız
donanması Rus gemileri Boğazları zorladığı zaman anında karşılık
verilerek 25 Haziran 1853’te BEŞİKE körfezine geldiler. 3
Temmuz’dan itibaren Romanya’da Rus ileri harekâtı başladı. Fakat
devletimiz 4 ay 17 gün içinde barış imkanları araştırılmış fakat Türk
ordusu 14 Ekim 1853’te üç gün içinde işgal ettiği yerleri boşaltması
için Ruslara ültimatom verdi. Tuna boylarındaki Rus ordusunun 152
bin Türk ordusunun 60 bin idi. Doğu cephesinde Rus ordusu sayıca
üstündü. İlk ateş 23 Ekim 1853’te KALAS’a giden asker dolu iki Rus
gemisinin İSAKÇI önlerindeki Türk bataryalarından topa tutulmasıyla
başladı. Gemiler batırıldı. Ruslar Yunanlıları da yanlarında savaşa
sokmak için KÜÇÜK EFLÂK’TA toplamaya başlayan Rus ordusunu
Serdar-ı Ekrem Ömer Lütfi Paşa Rus plânını düşürmek için ani
baskınla çok mühim stratejik nokta olan KALAFAT’ı işgal etti. Bir
taraftan VİDİNİ tahkim etti. Vakit kazanmak için de RUSCUK’tan
YERGÖĞÜ’ne TUTRAKAN’dan OLTENİÇA’ya asker geçirdi. Ruslar
Osmanlı kuvvetlerinin Bükreş yönünde taarruza geçtiğini tahmin
ederek VİDİN önlerindeki kuvvetlerini geri çektiler. Türkler ilk ve
önemli zaferi kazanmışlardı. Doğuda Anadolu cephesinde Müşir
(Mareşal) Çırpanlı Abdulkerim Nadir Paşa Dağıstan kahramanı Şeyh
Şamil ile bağlantı kurdu. Batum kumandanı Selim Paşa’ya da
ÇÜRÜKSU kuvvetleriyle Rusların kuvvetle tahkim ettikleri ŞEFKATLİ
kalesini ani baskınla ele geçirmekle vazifelendirmiş. Selim Paşa 27-28
Ekim 1853 günü vazifesini başarı ile tamamlayarak kaleyi zapt
etmişti. Ruslar daha üstün kara-deniz kuvvetleriyle saldırmışlar fakat
püskürtülmüşlerdi. 5 Ekim’de OLTENİÇE zaferini kazandık. 26
145
Kasım’da üstün Rus baskısı altında kuvvetlerimiz AHISKA’dan çekildi.
30 Kasım 1853’te Rus amirali Nakimof Sinop’a ani bir baskın yaptı.
Anadolu ordusuna Batum üzerinden gönderilen sevkiyatı destek için
Osman Paşa 12 gemilik filomuz fırtına yüzünden Sinop’a sığınmıştı.
Gemilerimiz battı 2 bine yakın deniz erimiz şehit oldu. Sinop’un Türk
mahallelerini yaktılar. Rumları koruduklarını iftiharla ilan ettiler.
(Rum mahallelerini yakmadılar) 5 Ocak 1854 ÇATANA zaferini
kazandık. 27 Şubat 1854’te batılı devletler de Ruslardan EflakBoğdan’ı boşaltmasını istediler. Yunanlılar-Rumlar Rusların yanında
yer almışlardı. EPİR ve TESALYA’da Rum ayaklanmaları başladı. 1
Mart 1854’te Keçeci Fuat Paşa ayaklanmayı durdurmak için
görevlendirildi. Rusya’ya karşı İngiltere-Fransa ile birlikte hareket
edilmesi kararlaştırıldı 12 Mart 1854’te. İngiliz tarihçisi Wels
olayı: “19. yüzyılın ideolojiler ve dinlerin üstüne çıkan coğrafya
hadisesi” olarak kaydeder. Wels’e göre boğazlar ya Osmanlı
İmparatorluğunun 15-16. yüzyıllardaki CİHAN DEVLETİ ve
YENİLMEZ KUDRET altında olduğu zaman çaresiz baş eğilecek
neticedir. Veya boğazlar kudretsiz devletler elinde iken batılı
devletler için emniyet unsuru olur. Bu sebeple İngiltere-Fransa
Rusların boğazlara hâkim olmasına sonuna kadar karşı çıkacaklardı.
Zayıf
bir
Türk
devletini
tercih
edeceklerdi.
146
SİLİSTRE VE YERGÖĞÜ ZAFERLERİ
KIRIM YARIMADASINA ÇIKARMA HAREKÂTI
17 Mart 1854’te Karadeniz’de Rus, İngiliz-Fransız kuvvetleri
arasında çatışma başladı. 17 Nisan 1854’te kalafat’ta ikinci zaferi
kazandık. 22 Nisan’da İngiliz-Fransız donanması ODESA’yı
bombaladılar. Rusların yanında yer alan Yunanistan’a Fransızİngiltere bağımsızlıklarını borçlu olduğu bu iki devlet nota verdi. İcap
ederse Pire’nin işgal edileceğini bildirdiler. Yunanistan buna boyun
eğdi. 15 Mayıs 1854’te Kırım Savaşının en çetin boğuşması.
Osmanlı Türkleri ile Moskoflar arasında silistre’ de başladı.
(Tarihimizde meşhur Silistre Müdâfaası olan cenk) Ruslar Silistre’yi
büyük kuvvetlerle kuşatmaya girişti. Moskof ordusunun başında
General Schilder Tuna’nın sol kıyısına geçirdiği istihkâm kolordusu
ile 18 Mayıs 1854’te Silistre’yi dört yandan kuşattı. Şehir yardım
alabilmekten yoksundu. Ne varsa Topçu Feriki (Korgeneral) Musa
Hulusi Paşa’nın komutasındaki 10 bin Türk’ün yiğitliğine kalmıştı.
Rus başkomutanı Mareşal Paskiyeviç’in komutasındaki Rus ordusu
seksen bini seçkin askerle yüz otuz topa sahip ve hassa hücum
tümeni ile Türklerin on misli idi. 9 Haziran 1854’te Ruslar Silistre’de
genel saldırıya geçti. Türkler yalnız müdafaa ile yetinmediler önce
düşmanı durdurdular sonra Musa Hulusi Paşa’nın komutasında karşı
taarruza geçtiler. Rus Başkomutanı Mareşal Paskiyeviç ağır yaralandı.
Sağ kol komutanı Rıfat Paşanın süvarilerini takiben süngü hücumuna
kalkan Türk kuvvetleri Moskofları geri attılar ve kendilerinin çok
muhtaç olduğu 14 top ele geçirdiler. Şimdi bütün gözler bir avuç
Türk’le ağır yaralı olduğu için geri alınan Mareşal Paskiyeviç’in yerine
gönderilen Prens Gorçakof’un beraberinde getirdiği 120 bini bulan en
seçkin Rus kuvvetleri arasındaki ölüm-kalım boğuşmasına dönmüştü.
Çar Nikola yeni başkomutanına “En çok on günde zapt edilmiş
Silistre’yi ziyarete geleceğini” bildirmişti. 13 Haziran 1854 günü
bütün gece sürmüş olan ağır topçu ateşinden sonra Ruslar genel
saldırılarını tekrarladılar. Musa Hulusi Paşa ve Rıfat Paşa böyle bir
saldırıyı bekliyorlardı. Fakat Mecidiye-Arap-Yanya tabyaları
147
susturulmadan şehre girmek mümkün değildi. Cüretkâr ve cesur plân
tam güvenle tatbik edildi. Düşman önce mevzii başarılarla ilerledi ve
atış mesafesine girince bütün bataryalar yoğun ateşe başladı. Ve
Türkler yine süngü hücumuna geçtiler. Süvarilerimiz Moskofların
yardım hattını kesti. Gün batıncaya kadar süren kanlı boğuşma
sonunda zafer yine bir avuç Türk’ündü. Rus Başkomutanı Prens
Gorçakof da selefi gibi ağır yaralanmıştı. Çar’ın gözdesi istihkâm
korgenerali Schilder ölmüş General Luders esir edilmişti. Ruslar iki
binden fazla ölü, daha çok yaralı vermişlerdi. Türk kaybı dokuz yüz
şehit daha az yaralı idi. Ruslardan iki tümen ve birçok alay sancağını;
süvarilerimiz düşmanın asıl istihkâm hattına kadar kovaladığı için
kalenin önlerine getirilmiş on bir batarya, sayısız silah ve malzeme
ele geçirilmişti. Kuvvetlerimiz düşmanın maneviyatının çökmesi
karşısında 15 Haziran 1854 Ramazan ayında Perşembe günü var
kuvvetle ikinci çıkış harekâtına giriştiler. Düşman şaşkın ve çaresiz
muhasarayı kaldırmak ve çekilmek zorunda kalmıştı. Tuna’nın sağ
sahiline geçebilenler kurtuldu. Esir sayısı müdafilerden fazlaydı.
Silistre savaşında Rus ordusu on beş binden fazla ölü ve yaralı
vermişti. Bu sayı Türk müdafilerinin mevcudundan çoktu. Savaşın
öteki cephelerindeki dikkat ve merak Silistre üzerinde toplanmıştı.
Bütün dünya bu iki ordudan çok iki milletin ruh ve beden yapısı
üzerindeki çetin sınavı heyecan ve alaka ile takip ediyordu. Dünya
gazeteleri her gün Silistre haberleri ile doluydu. Sultan Abdulmecid
Han şanlı Silistre müdafilerinin komutanları Musa Hulusi Paşa
ve Rıfat Paşa’ya Muşirlik (Mareşallik) tevcih etti. Ne yazık ki
Musa Hulusi Paşa askerlik mesleğinin bu en üst derecesine
erdiğinin üçüncü günü artık düşmandan temizlenmiş sahayı
teftiş ve namaz için abdest alırken bir güllenin isabetiyle şehit
oldu. Rıfat Paşa anlatır ki: bir gün önce Ömer Lütfi Paşa sohbet
sırasında; “Bu zaferi kanımla tebcil etmek isterdim. Nasip
olmadı...” demişti. Silistre muhasarası 41 gün sürmüştü. Ruslar
kuvvetlerini Silistre’nin doksan kilometre kuzey doğusundaki
TRAJAN seddinin başladığı RASSOVA kasabasına kadar çektiler Çar
148
Nikola ordusunun kırılan ümitlerini tazelemek için bizzat savaş
cephesine geldi ve emrindeki 50 bin kişilik hassa ordusu ile Bükreş
OLTANİÇE havzasını işgal ederek, Rusçuk önlerine dayandı. Gaye
Eflâk’ı tamamen işgal idi. Serdar-ı Ekrem Ömer Lütfi Paşa yine çok
cesur ve neticesi menfi olursa tehlikeli ileri harekâtına devam etti.
Seçkin iki tümeni KAMA adasıyla YERKÖYÜ berzahından iki üç
istikamette ileri sürdü. Ruslar henüz mevzii tutamadan Türk taarruzu
8 Temmuz 1854 günü başladı. Maneviyatı geçmiş asırlardaki Türk
hücumlarında olduğu gibi yitik bitik olan Moskoflar Yerköy’ünde de
ağır bozguna uğratıldı. Aralarında iki general birçok subay 6 bin
asker kayıp verdiler. Boğdan’dan geri çekilmek zorunda kaldılar.
Fransa-İngiltere, Türk ordusunun kazandığı zaferler karşısında Kırım
Yarımadasına çıkarma fikrimize katılmak üzere 23 ay 21 gün
sürecek Kırım savaşları 21 Temmuz 1854 Cuma günü Varna’da
kararlaştırıldı.
KAHRAMAN TÜRK ORDUSUNUN BÜKREŞ’TE ALMA ZAFERİ
Silistre ve Yerköyü zaferleri Rus ordusunu Tuna’nın sol
kıyısına atmış Eflak kurtulmuştu. Üstün bilgi ve cesaretin sahibi
Kahraman Serdar-ı Ekrem Ömer Lütfi Paşa 4 Ağustos 1854’te
Bükreş üzerine yürüyüşe geçti. Ruslar Boğdan’dan getirdikleri
kuvvetlerle Bükreş çevresinde sağlam savunma hattı kurmuşlardı.
Buradaki çok çetin harpler iki gün sürdü. Düşman yine bozguna
uğradı. 6 Ağustos Pazar günü kuvvetlerimiz Bukreş’e girdi. Rumenler
Türk ordusunu sevinçle karşıladı.
Kırıma çıkarma: Eylül ayı başında Kırım’ın batı kıyısında ve
Sivastapol’un kuzeyindeki ALMA nehrinin ağzıyla yarım adanın
güneyine doğru uzanan kumluk sahildeki Gözleve kasabası kıyılarına
ihraçla başladı. Osmanlı-İngiliz-Fransız donanmasından 39 nakliye ve
savaş gemisi ile 59 bin askeri Kırım’a çıkardı. İhraç yeri ve zamanı çok
iyi seçildiğinden Ruslar karşı koyma imkânı bulamadılar. İlk ihraç
edilen 59 binlik kuvvet üç müttefik arasında eşit bölüşülmüştü.
Müttefik kuvvetler Kırım’ın müstahkem ve stratejik mevkii olan
149
Sivastopal’a doğru sahil şeridince ilerlemeye başladılar. Rus ordusu
fevkalâde yetki ile İstanbul’a gelerek Kudüs’teki “Kutsal Yerler”
sorununu bu savaşa sebep yapan mağrur, küstah ve alçak Bahriye
Nazırı Mençikof’un komutasında idi. Emrinde Çar’ın hassa ordusu
komutanı Gorçakof bulunuyordu. Kazak Süvarilerinin ağırlığını teşkil
ettiği Rus ordusu 70-80 bin arası idi ALMA nehrinin içeriye geçit
veren yollarını tamamen tutmuştu.
19-20 Eylül Salı/Çarşamba gecesini karşılıklı sükûn içinde
geçiren iki ordu 20 Eylül Çarşamba sabahının çok erken saatlerinde
Türkler ve müttefiklerinin ALMA nehrini aşması ile savaşa başladı.
Kırım’a çıkarılmış Osmanlı askeri harp tecrübesi olan seçkin kıtalardı.
Serdar-ı Ekrem Ömer Lütfi Paşa’nın planı başarı ile tatbik ediliyordu.
Rıfat Paşa cesur ve cüretkâr hareketle Rus kuvvetlerinin arkasına
sarktı ve İngiliz-Fransız süvarilerini merkezden taarruza kaldırtarak
hâsıl olan boşluğu Türk piyadesiyle doldurup düşmanı süngü
savaşına zorladı. Çok kanlı boğuşmalar sonu Kazaklar tesirsiz hale
getirildi. Daha sonra da genel saldırıya geçildi. Akşam güneş batarken
Ruslar ALMA nehri ağzında ve çevresinde 6-7 bin ölü iki bini aşkın
esir bırakarak kaçıyorlardı. Ele geçen ganimetler arasında o zaman
altı küstah alçak Mençikof’un çadırı üniformaları Çar’ın hususi
emirleri de vardı. ALMA zaferinden sonra kıyıya esaslı şekilde
yerleşen ordumuza Kayserili Ahmet Paşa’nın komutasındaki
donanmamız yeni kuvvetler getirdi. İngiliz-Fransızlarda ALMA
zaferinin verdiği güvenle yeni kuvvetler getirdiler ve Kırım
yarımadasındaki
Osmanlılarla
müttefiklerinin
SİVASTOPAL
kuşatması başladı. Birinci Nikola’nın Fransız Hariciye Nazırı Oroindölur’un Petersburg davetinde kendi Hariciye Nazırı Kont
Nesselrod’un yanında: “- Bu sefil Türklere hadlerini bildireceğim”
dediği Petersburg elçiliğimizin müsteşarı Afif Bey o ânda Fransız
nazırına votka veren Kırım asıllı teşrifat memurunun bizzat duyarak
kendisine ilettiği cümleleri Bab-ı Âli’ye bildirmişti. Fransız Hariciye
Nazırı da Rusya’nın Türkiye ile ne pahasına olursa olsun savaşa
kararlı olduğunu anlatmıştı. Osmanlılar ve müttefiklerinin zaferleri
150
Çar’ı telaşa düşürmüştü. 26 Eylül 1854’te Sivastopol’un 6 km.
güneyindeki Balıklava limanı işgal edildi. 9 Ekim 1854’te
Sivastopal’da metris açmaya başlamışlardı. 17 Ekim 1854’te kuşatma
tamamlanmış ateş başlamıştı. Mençikof Sivastopal üzerindeki baskıyı
azaltmak gayesiyle Türk ve İngilizlerin karargâh olarak kullandıkları
Balıklava üzerine üç takviye tümeni alarak 25 Ekim 1854 günü ani ve
baskın şeklinde saldırıya geçti. Çok sert çarpışmalardan sonra Ruslar
hiçbir başarı kazanmadan geri çekilmeye mecbur oldular. Bunun
üzerine Nikola ve Mançikof’un ümitleri kırıldı. 3 Kasım 1854
Çarşamba tarihinde “Bütün Ortodoks âlemine” başlıklı
bildirisini yayınladı. “Müslümanlığın bayraktarı barbar Türklere
yardım şenaatı” ile İngiliz-Fransızları suçladı. Türkler muzaffer
olursa geçmiş zamandaki karanlık günlerin yeniden geleceğini ve
mücadele gücünü yitirmiş Rusya’nın yerini hiçbir devletin
dolduramayacağını da o zaman da vebâlı Ortodoks nesillerinin
çekeceğini bildirdi. İşte bildiriden bazı bölümler: “Çoğunuz halâ
Osmanlı sınırları içindesiniz isterseniz cephedeimişcesine bize faydalı
olabilirsiniz. Her şeyi tahrip ediniz kargaşalık çıkarınız. Yolları
köprüleri bozunuz yangınlar baskınlar suların zehirlenmesine kadar
varan her akla gelecek sabotajlar başkaca hisler yer almadan
yapılmalıdır. Hıristiyan Avrupa’nın yardım eli uzanmamış olsa idi
Türklüğün sonu gelmişti. Konstantin’in beldesi barbarlardan
kurtarılacak Ayasofya salibe iade edilecekti. Ortodokslar! Ümit
kapıları kapanmamıştır. Bütün güzel neticeler sizlerin cesaret ve
kahramanlığınızın arkasından gelecektir.” İşte Moskof’un Türk
devleti ve milleti üzerindeki kini gayesi gelecek Türk
çocuklarına ibret Moskof’a kini düşmanlığı devamlı olsun.
Moskof bunun üzerine genel seferberlik ilan edip Kırım’a büyük
kuvvetler yığdı. Çar’ın Ortodoks dünyasını yardıma çağırmasıyla
Rumlar-Yunanlılar yer yer isyanlar çıkarmağa başladı ve bastırıldı. 5
Kasım 1854’te kuvvetlerimiz ve müttefik kuvvetler İNKERMAN
zaferini kazandılar. Bunun üzerine Mençikof emrine yeniden
verilen 100 bini aşkın büyük kuvvetler müttefiklerden İngilizleri ağır
151
kayıplar vererek mevzilerini terk etmişlerdi. Durumun çok tehlikeli
olduğunu gören Türk Serdarı Ekrem Ömer Lütfi Paşa sağdan Türk
kuvvetlerini soldan Fransız kuvvetlerini yardıma gönderdi. Sivastopal
müdafilerini de harekete geçirdi. 5-6 Kasım günleri fasılasız süren
savaşta zafer müttefiklerin zaferi ile sonuçlandı. Bu zaferden önce
konuşan Rus başkomutanı Mençikof “Barbar Türklerle onun din
inkârcısı yardımcılarını denize dökeceğine söz veren” Mançikof üç
gün sonra kederinden ölüyor yerine Prens Gorçakof geçiyor. Bu
yenilgiden sonra Çar savaş sahasına geliyor. Çar Nikola sadece
Türklüğe değil dünyaya meydan okumuştu. Bu yenilgiden sonra en
güvendiği Mançikof’un ölümü üzerine intikam almak üzere savaş
alanına yeni kuvvetler toplayarak (Boyarlar’dan v.s.) getirdiği
müttefiklerden iki misli olan kuvvetleriyle SİVASTOPAL kurtarmak
için üç cepheden saldırıya geçti. Çar’ın savaş alanına gelmesi İstanbul,
Paris ve Londra’da derin akisler yaptı. Ciddi tedbirler alınmasını
gerektirdi. İlk iş Türk Serdarı Ekrem’in müttefik ordularının
yönetimini şahsen üzerine alıp Çar’ın karşısına çıkması idi. Nitekim
İngiltere ve Fransa’nın ısrarı ile Ömer Lütfi Paşa 11 Şubat 1855’te
Tuna ordusunun tecrübeli askerlerinden 30 bin kişilik seçkin
kuvvetin başında Gözleve’ye çıktı ve Çar’ın hareket istikametini
mutlak isabetle tayin ederek burada tahkimata başladı. Büyük
komutan Kahraman Ömer Lütfi Paşa’nın Gözleve zaferi fevkalâde
savaş meclisini toplayan Çar Nikola Türk başkomutanlarını
Gözleve’den sürüp atmazsa Sivastapol’u kurtarmak plânının asla
gerçekleşemeyeceğini anlatmıştı. Mençikof’un yerine geçen Prens
Gorçakof’a Gözlevedeki Türk müdafaa hattını söküp atması için
beraberinde getirdiği Hassa Ordusundan istediği kadar kuvvet alma
yetkisi veren Çar karargâhını Gözleve’ye hâkim ve vaktiyle Kırım
Hanlığının uç kalelerinden birisinin olduğu Buldak Tepe’ye kurdu.
Burası savaş alanına hâkimdi. Moskoflar evvela ağır toplarla
Gözlevedeki kısa zaman içinde tamamlanmaya çalışmış Türk
istihkâmlarını 16-17 Şubat 1855 Cuma-Cumartesi günleri devamlı
olarak dövdüler. Türk ordusu Gözlevenin denize paralel kumsalları
152
üzerinde karargâh kurduğundan düşmanın top ateşinden daha çok
zarar gördü. Serdar-ı Ekrem asıl boğuşmanın kıyı kesimindeki
düzlükte olacağını kabul ettiğinden beraberinde getirdiği Tuna
boylarının seçkin askerlerini arkası denize dayalı ve var olabilmek
için düşmanı muhakkak ezmek veya denize dökülmek gibi iki sert
ihtimal karşısında bırakmak zorunda idi. Ömer Lütfi Paşa kaçınılmaz
tedbiri cesaretle aldı. Rus taarruzu 17 Şubat 1855 Cumartesi sabahı
şafakla başladı. Güney Rusya’dan ve Kazakistan’dan Çar’ın hassa
ordusu için yetiştirilmiş en seçkin kıt’alar dalgalar halinde Türk
saflarına sızmaya çalışıyorlardı. Ömer Lütfi Paşa düşmanın sahildeki
düzlüğe doğru ilerlemesine imkân bıraktı. Ruslar gayelerine erebilme
ümidi içinde kıyıya muvazi yaygın Türk karargâhına yaklaşmışlar ve
kendi kuvvetleri de atış yaptıkları takdirde kendi toplarının
mevzilerine girmiş olacaklardı. Serdar-ı Ekrem daha sonra İngur’da
da aynen tekrarlayacağı ve İngiliz Başkomutanı Lord Raglan’ın
“TÜRK KISKACI” adını verdiği planını tatbik etti. İki cenahta
beklettiği süvarilerini Dal-Kılıç Rus saflarına daldırdı. Merkezden de
süngü hücumu emrini verdi. Geçmişte ALTIN-Ordu atlılarının
otlakları olan kadim Türk topraklarında ALLAH ALLAH sesleri
yeniden gökyüzünü tutmuştu. Önce kıskaç içine alınan Çar’ın hassa
kuvvetleri imhâ edildi. Daha sonra Türkler arazinin meyilli bölümünü
önceden elde tutmanın üstünlüğü ile hücumlarına devam ettiler ve
Gözleve’ye hâkim tepeleri de ele geçirdiler. Yedi gün sonra
Sivastopal’a kesin hücum kararını alacak müttefik fevkalâde harp
meclisinde; Fransız Mareşali Plesier’in de dediği gibi “- Gözleve’de
Türk zaferi ile Kırım harbinin kaderi belli oldu. Ve zafer ilâhı,
Türk süngülerinin kudret ve cesaretine bir daha hayran kaldı.”
Bu zafer neticelenmek üzereyken çok güvendiği ordusunun
yenildiğini hisseden Çar Birinci Nikola savaş sahasından uzaklaşmak
zorunda kalmıştı. Neticeyi görmeden kaçmıştı. Moskof Çar’ı... Ülkesi
insanlarının ve dünyanın önüne çıkacak yüzü kalmayınca
doktorundan aldığı zehirle 2 Mart 1855 günü Petersburg’daki kışlık
sarayında intihar ederek hayatına son vermiştir. Bundan sonra Kırım
153
savaşları daha sert ve kanlı savaşlar halinde devam etti. Moskoflar:
”Burçlarına Rus bayrağından gayrısı dikilmez” dedikleri
Sivastapol’u 9 Eylül 1855’te Türklere teslime mecbur kaldılar ve
barış isteyip 1 Şubat 1856 Viyana’da masa başına oturdular.
Fransız ve İngilizlerin Osmanlı Devleti ile savaşa girmelerinin tek
sebebi menfaat birliği idi. Bu beraberlik aslında Akdeniz’deki Rus
idiolarına son vermek İngiltere’nin
1- Hint Yolu’nu güvenlik altında bulundurmak.
2- Fransa’nın Şark’a doğru yayılmasını sürdürmek gayesinin gereği idi.
Ruslara karşı kazanılan sayısız zaferler Türk ordusu ve bu
zaferlerin plânını yapıp uygulamada seçkin asker ve komutan
Serdar-ı Ekrem Ömer Lütfi Paşa idi. 87 yıl sonra Kırım tekrar
Türklerin eline geçmişti.
ŞANLI TARİHİMİZE ‘’SİLİSTRE’’ MÜDAFAASI OLARAK GEÇEN
ŞAVAŞTAKİ ÇOK İBRETLİ ŞEHİTLİK OLAYI;
Ruslar Silistre’yi 15 Mayıs 1854 günü kuşatmışlardı. 22 Mayıs’ta
ilk taarruzlarını yapmışlar. Şehrin savunucuları ile Rusların kuvvet
nisbeti bire ondu. Şehri kurtarmak için mucize şarttı. Musa Hulusi ve
Rıfat Paşa kumandasındaki Silistre müdafileri mucizeyi kahramanlık
ve cesaretleriyle gösterdiler. Otuz dört günlük kanlı savaşlar sonu
Ruslar ağır kayıplara uğramışlardı. 25 Haziran 1854 günü son Rus
saldırısını yapan Rus ordusu generallerinden Schilder ölüler arasında
idi. Şehri amansızca döven topçu bataryaları Türklerin eline geçmiş
ve istikameti Ruslara çevirmişti. Moskoflara çok ağır zaiyat
verdirilmişti. Padişah Sultan Abdulmecid Han Komutan Musa Hulusi
Paşa’ya Mürşirlik rütbesi ile asasını iki gün evvel vermiş ve o gün
giymişti. Bunlar üzerinde kendisini tebrik eden arkadaşlarına: “Padişahımızın iltifatlarına minnettarım. Beni askerliğin en
yüksek rütbesi ile taltif ettiler. Şimdi Cenab-ı Hak’tan bir
niyazım var Rütbelerin en yücesi olan vatan yolunda şehit
olmayı nasib etmesi... Bu yaşın ve başın bundan daha büyük
154
mükâfatı olmaz sabah namazında Allah’a aciz kulunu rütbe-î
şahadetle beka’m etmesini niyaz ettim... İnşallah ind-i bâride
kabul olunur.”
25 Haziran 1854 Moskof bozgunu ile Silistre kurtulurken
düşmandan alınan bataryaların başındaki Musa Hulusi Paşa’ya bir
gülle isabet etmiş şehit edilmişti. Fransız dergisi bu anı tesbit ediyor.
İllüstrasyonun harp muhabiri resim altına şu satırları yazmış: “ Bu
kahraman kumandanın ölümüne şahit oldum. Arkadaşları bana
duasını anlattılar. Dininiz ve Milletiniz ne olursa olsun insan olarak
cesaret ve ferdi meziyetlere hürmetkâr insan olarak Musa Hulusi
Paşa ve emsaline hayranlık duymamak mümkün değildir.”
Resim; Musa Hulusi Paşa’nın Şehit Oluşu
Tarihimizin altın sayfaları; birbirine gıpta ettirecek kahramanlık
ve şehitlik ve zaferleriyle doludur. Bunlardan Silistre müdafaasında
kahramanca savaşıp 10 bin kişilik bir kuvvetle 120 bin kişilik
Moskof ordusunu yendikten sonra askerlik mesleğinin en yüksek
rütbesi Müşirlik (Mareşallik) rütbesine yükselen Musa Hulusi Paşanın
şehitlik arzusunu okuduk, şehit oluşunu yukarıda gösteriyor. Büyük
kahraman Türk milleti Ebedi âlemin büyük manevi Rütbesini
herşeyin üzerinde tuttuğu için Allah’a dua ettiğini okuyoruz. Bu
kahraman komutanımız Mareşal Musa Hulisi paşanın istek ve arzusu
bütün Müslüman Türk çocuklarına, ilham kaynağı ve hırs olsun Aziz
155
şehitlerimizin Ruhları şad olsun. Aynı derginin harp muhabiri şunu
yazıyor. “25 Haziran 1854 akşamı Silistre’yi bırakarak arkasına
bakmadan kaçan Rusların ölüleri şehri müdafaa eden Türk
asker sayısından çoktu. İnanılmaz hakikati gözlerimle gördüm.”
Kırım savaşlarının (21 Temmuz 1854’te 23 ay 21 gün sürdü)
Başkomutanı Ömer Lütfi Paşa ile Fransız General Pelissier, İngiliz
Amiral Lord Rağlan Varna konferansı ile Kırım’a çıkarma kararı
almışlardı. Bu konuda Türk Başkomutanından cevap istemişler: “
İngiltere ve Fransa harp sahasından uzaktır. Kayıplarımızı yerine
koymamız güçtür Sizin de ihtiyaçlarınızı karşılayabilme imkanınız
sınırlıdır. Ruslar ise harbe çok iyi hazırlanmışlardır. Savaşın ağırlığı
memleketinizin omuzları üzerindedir. Kırım’a çıkarma yapmak sonu
zaferle neticelenirse Rusya’yı dize getirir ve silahlarını bırakmaya
mecbur eder. Fakat aksi olduğu takdirde İstanbul bile tehlikeye
girebilir. Kati kararınız nedir? Hissinize göre değil de çıkacak
hadiselerin ağırlığını düşünerek lütfen bize akıl ve mantığınızı hakem
yaparak cevap veriniz.”Fransız kumandan Türk kumandanın cevabını
ve sonrasını hatıratında şöyle anlatır:
“- Ömer Lütfi Paşa ikimizin de yüzüne uzun uzun sitemle
baktı ve sordu:” ve diyeceğim ki; “Taarruza uğrayan kimin
vatanıdır? Sualime kendim cevap vereyim. Taarruza uğrayan
benim vatanımdır ve biz Türkler Rusları tahrik edecek hiçbir
şey yapmadık. Bunu sizlerde biliyorsunuz. Şimdi ben size
soracağım.
Eğer
sizler
siyasi
prensipleriniz
ve
memleketlerinizin meşru menfaatleri için yardım etmeseydiniz
biz elimizi kolumuzu bağlayarak kalacak mı idik? Bundan
evvelki harplerde olduğu gibi, var yoğumuzu ortaya koyarak
savaşacaktık. Harbin neticesi başkadır. Milletlerin yurdunu
müdafaaları başkadır. Birincisini kuvvet ve kudretler tayin eder.
Fakat ikincisinin hiç şartı yoktur. Muhakkak yerine getirilmesi
namus şeref borcudur”. “- Kırım’a çıkarma yapmak teklif ve fikri
benden gelmiştir. Ben çok harplerde bulunmuş emektar tecrübeli
askerim. Harbin felâket ve facialarının yabancısı değilim. Ruslara
156
galip gelmek bizim için ne kadar hayati ise siz Avrupa’nın iki büyük
ülkesi içinde o nispette haysiyet meselesidir. Belki çok sıkıntı
çekeceğiz sayıları yüreklerimizi sızlatacak kadar çok evlâdımızı feda
edeceğiz. Fakat zafer için Kırım yarımadasına çıkarma yapmamız
şarttır ve ben Türk kumandanı olarak bu hususta kararlıyım. Asıl
büyük fedakârlığın Ordum ve Milletimin omuzlarında olduğunu da
biliyorum.” Müttefik orduları koordinatörü Fransız Generali
Kanrober’in şu cümlesiyle son buluyor: “O dünyanın her ordusunda
başkomutan olabilir. Rusların böyle bir kumandanı olsaydı,
böyle bir mağlubiyete uğramazlardı.”
Resimde;
Mareşal Ömer Lütfi Paşa Gözleve Zaferinden Sonra At Üstünde Görülüyor
Tarihimizin seçkin Kahramanlarından olan Mareşal Ömer Lütfi
Paşa 1853-1856 Kırım savaşlarında Moskofların “Burçlarına Rus
bayrağından gayrısı dikilmez” dedikleri Sivastopal’u 9 Eylül 1855’de
alarak Türk bayrağını Sivastopal burçlarına diken Moskof’u değişik
cephelerde yenerek yerden yere vurup Çar I. Nikola’yı bu yenilgiler
neticesinde intihar ettiren büyük ülkü sahibi yüksek kahramanlık
ruhlu ve imanı ile bütün Müslüman Türk çocuklarını kendisinin hayat
mücadelesini okuduğu zaman ilham ve hız alacağı kahramanlardandır. Ruhu şad olusun.
157
KAYSERİ’Lİ TÜRK İSLAM ÜLKÜCÜ ŞEHİTLERİ
Ne çıkar yaşamaktan bu benim Ülkü yolum
Ben savaş için doğdum savaşta öleceğim…
Ey mübarek ocağım
Erciyes dağı,
Gesi Erkilet bağı,
Bozkurtla dolu yaylası
Türk’le dolu obası
Ülkücü dolu ovası
Yüce kartal yuvası
KAYSERİ ÜLKÜ OCAĞI
158
KAYSERİ’Lİ TÜRK İSLAM ÜLKÜCÜSÜ ŞEHİTLERİMİZİN İSİM LİSTESİ
1- MUSTAFA KEMAL MARAŞLI
2- MİRZA ÇETİN
3- ARİF YILMAZ
4- ABDULLAH İZCİ
5- TURAN SELAHATTİN İZZET
6- MAHMUT ŞÜKRÜ SAİT
7- BEKİR ÇİFTER
8- İBRAHİM NALBANTOĞLU
9- ALİ KOÇ
10- MEHMET ÇİÇEK
11- ALİ İHSAN ŞIVGIN
12- SÜLEYMAN TOPAK
13- FEVZİ KÖSEAYDIN
14- MEVLÜT MİLLİDERE
15- MEHMET KORKMAZ
16- ZİHNİ DEMİR
17- HÜSEYİN COŞKUN
18- ALİM ULUSOY
19- İSRAFİL AKDAĞ
20- BAYRAM BULUT
21- ALİ ÇETİN
22- ALİ ÇİFTÇİ
23- CUMALİ ŞİMŞEK
24- AHMET GÖKOĞLU
25- BİLGE ÖZSOY
26- MİTAT KARAZEHİR
27- NACİ HAS
28- AHMET AKKAŞ
29- SABRİ KÖKSAL
30- MEHMET BİLİR
31- RIFKI ERTUĞRUL
32- SABRİ TAŞDEMİR
33- ABDULLAH KORKMAZ
159
ÜLKÜCÜLER
Bu çocuklar Türk değil mi?
Bayrağımızın rengi al değil mi?
Ülkücü dedikleri gençler;
Yeni açılan gül değil mi?
Aşkınla yandıkça bu dertli sine,
Kulak ver ses verir inlercesine,
Seherde girince gül bahçesine,
Dikenler benim Güller Rabbime
Yürüsün.
160
MUSTAFA KEMAL MARAŞLI
Şehidimiz Mustafa Kemal Maraşlı 1959 da Kayseri’de doğdu.
İlkokulu Ahmet Paşa İlkokulunda bitirdi. Ortaokulu ve lise ikinci
sınıfa kadar Kayseri Lisesi’nde okudu. Sonra Sümer Lisesine devam
etti. Ülkücü hareketle on dört yaşında tanıştı. Kendisi çok zeki
olduğundan derste öğretmenlerinden dinlediğiyle yetinirdi. Bir gün,
babası Rıza Amca, birlikte evden çıkmak üzere hazırlanırken
ayakkabısını bağlıyor haldeyken oğlunun ilk kez bir ders kitabına
baktığını görüyor. Rıza Amca; oğluna sorduğunda, şehidimiz bir
konuya takıldığını söylüyor. Kendisi kültürel kitapları çok okuyan ve
okuduklarını çevresindekilere ve ülküdaşlarına çok güzel anlatan bir
hatipti. Anlatırken hiçbir zaman bir yazılı belgeye bakmazdı. Bu üstün
derin kültürü ve hatipliğinden dolayı kendisini, ülkücü teşkilatın ileri
gelenleri başka illerdeki ülküdaşlarını aydınlatmak ve bilgilendirmek
için diğer illerimize konferans vermek için görevlendirirlerdi.
Kendisinde büyük Türk milletinin ruhi asliyesinde mevcut olan
yüksek cesaret ve önderlik vasfıyla birlikte kuvvetli bir iman
161
mevcuttu. Kitabımız Kuran-ı Kerim’i okur, namazını, niyazını yerine
getirirdi. Dini bütün bir iman eriydi.
7 Mart 1977 de Ecevit Kayseri’ye geliyor. Anneannesi vefat
ettiğinden akrabaları evlerine taziye için geliyorlardı. Evde olması
gerekirken; şehidimiz dava şuuru ile bunları beklemeden Yeni
mahalledeki ülkü ocağına gidiyor. Buradaki ülküdaşları ile belli süre
sohbet ettikten sonra Fikret ve İbrahim ülküdaşlarımız ile birlikte
ocaktan çıkıyorlar. Şehidimiz Yenimahalle İkiyüzevler’de saat yirmi
üç sıralarında komünist uşakları ile karşılaşıyor. Hemen silahlarını
ateşliyorlar şehidimiz Mustafa Kemal Maraşlı kalçasından vuruluyor;
şehidimizi arkadaşları Devlet Hastanesi’ne götürüyorlar. Doktorlar
hemen ameliyata alıyorlar fakat müdahale yetersiz kaldığından on
beş gün sonra Ankara Dışkapı Hastanesine götürülüyor. Orada on gün
sonra ameliyata alıyorlar tekrar fakat çok geç kalındığından
vücudunda üre oluşuyor. 27 Nisan 1977 günü şahadet şerbetini içip
Cenab-ı Hakka kavuşuyor. Ruhunu teslim etmeden bir dakika önce
sağ kolunu kaldırarak “Lailâhe İllallah Muhammed Rasululah”
diyerek tevhid getirip hemen arkasından sağ kolunu indirip sol
kolunu kaldırarak; “Eşhedu enla ilahe İllallah ve eşhedü enne
Muhammedin Rasullah diyor”. Peygamberimiz Hazreti Muhammed
(S.A.V.) şöyle buyuruyor: “Her kim ruhunu Cenab-ı Hakka teslim
ederken son sözü kelimeyi tevhid veya şehadet kelimesi ise o
cennettedir” buyuruyor. Şehidimiz, Kayseri’nin ilk ülkücü şehidi;
vatanımız genelinde ise doksan altıncı şehidimizdir.
Cenaze namazı Hunat Camii’nde bütün inanmış insanların
iştirakiyle öfkeli ve hüzünlü bir hava içinde kılınarak, asri mezarlıkta
ebedi âleme yolcu ediliyor. Aziz şehidimiz makamın nuru âlâ nur
olsun. Âmin! Geride kalan acılı, hüzünlü; annene, babana ve
kardeşlerine Allah’tan uzun ömürler sabr-ı cemil niyaz ederiz.
162
Şehidimiz Mustafa Kemal Maraşlı’nın Cenaze Töreni Resimleri.
163
MİRZA ÇETİN
Şehidimiz Mirza Çetin’i kızı Radiye anlatıyor: 1948 yılında
Sarız ilçesinde doğmuş, çocukluğu çok yoksulluk içinde geçtiği için
tahsil hayatına devam edememiştir. Askerlik görevini yaptıktan sonra
muhtelif yerlerde işçi olarak çalıştı. Şehidimiz 1975’te Kayseri Meslek
Yüksekokulunda hizmetli olarak göreve başladı. Dünyada helâl
kazanmanın maddi ve manevi zevkine varan bir şahsiyete sahipti.
Olay günü işten çıkıp arkadaşları ile birlikte kahvehaneye gidiyor.
Burada üç kızıl uşak tarafından takip ve göz hapsine alınıyorlar.
Bunun üzerine, şehidimiz arkadaşları ile birlikte eve gitmek üzere
kahveden çıkıyor. Bu arada kızıl uşakların takip ederek iki yüz metre
ilerlemeden arkadan sıktıkları kurşunla kendisi 17 Haziran 1977
günü şahadet şerbetini içip Cenab-ı Hakka yürüyor. Şehidimizin
edebi âleme göç ettiğinde dört tane çocukları vardı. Bunlar halen
hayatta olup isimleri: Radiye, Sibel, Sevcan ve Ülkü dür. Bunları
büyütüp yetiştirmeğe çalışan anneleri ve amcası da vefat edince hem
yetim hem de öksüz kalmışlardır. Şehidimiz tehdit ve takip edildiğini
hanımına anlattığında hanımı tarafından uyarılarak sana bir şey
olunca bize kim bakacak dediğinde sonsuz güven ve teslimiyet
göstererek şöyle der; “Ülkücüler ve ülkücü teşkilatlar bakar” der.
Biz, kendisine Allah’tan sonsuz rahmet diler. Mekânı cennet olsun.
Âmin! Fakat vefa sahibi ülküdaşlarımızı yetimlerine sahip
çıkmalarını, onun aziz ruhunu şad edip incitmemelerini diler;
çocuklarına, yakınlarına, gönüldaşlarına Allah’tan sabr-ı cemil niyaz
ederiz.
164
ARİF YILMAZ
Şehidimiz Arif Yılmaz 1956 yılında Kayseri’de doğdu. Ülkücü
hareketle, Kayseri Eğitim Enstitüsünde öğrenci iken tanıştı. O zaman
okul idaresindeki bazı öğretmen ve öğrenciler aşırı sol düşünceye
sahiptiler. Ülkücü - milliyetçi vatansever Türk Çocuklarına faşist
damgasıyla saldırırlardı. Onları kavga, tahrik, tehdit, şiddet ve baskı
ile yıldırıp okula gelmelerine engel olup; öğretim imkânlarından
mahrum bırakmaktı amaçları. Kendi vatanlarında, kendi okullarında;
kandırılmış, komünistler; dinimizin, vatanımızın ve milletimizin
geleceğini teslim edeceğimiz halis Müslüman Türk çocuklarına katı
amansız düşmanlık yapıyorlardı. Onlara, okuma imkânı ve hayat
hakkı tanımak istemiyorlardı. Şehidimize okul müdürü ve diğer solcu
öğretmen ve komünist öğrenciler tarafından faşistlerle hareket
ettiğin müddetçe okuldan mezun olamayacağı tehdidini
savuruyorlardı. Hâlbuki, şehidimiz okulun içinde çok çalışkan, zeki,
terbiyeli içli; gaddarlık ve kini sevmez çok nazik bir yaratılışa sahip,
gülü çok seven bir alperen dervişti. Okul idaresinin ve kızıl uşakların
bu tehditlerine hiç taviz vermeden inançla cesaretle inandığı yolda
165
devam ediyor. Seminerlere ve toplantılara devam ettiği gibi
çevresindeki arkadaşlarını ve yakınlarını da devam etmesini sağlıyor.
Onların milli duygularla yetişip kültürlerinin gelişmesine yardımcı
oluyordu. Günlerden 14 Ağustos 1978 günü ve Ramazan ayı okul
çıkışında İstasyon Caddesindeki Önem Pastanesinin yanına
geldiklerinde; pusuya yatan kızıl uşakların açtığı ateşle yaralanıyor.
Hastaneye getiriyorlar, burada doktorlar ilgilenip müdahale
etmiyorlar. Bizim yapacağımız bir şey yok diyorlar. Şehidimiz
devamlı kan kaybediyor. Olayı duyup hastaneye gelen ülkücü
teşkilatımızın mimarlarından dava adamı Mustafa Öztürk hocamız ve
il başkanı Hasan Sami Bolak’ın bütün tepki ve gayretleri, doktorların
acımasız, katı, hain düşüncelerini değiştiremiyor. Ankara’ya
götürmek için ambulans istiyorlar onu da vermiyorlar. Bunun üzerine
Ömer Faruk Çarşıbaşı isimli arkadaşının arabası ile mahalleden ve
okuldan arkadaşı olan Hürriyet Büyük Ülkü Derneği başkanı Nevzat
Taşkın diğer arkadaşlarıyla Ankara’ya götürüyorlar. Oraya varınca
hastanenin yerini sordukları polislerden; buraya yeni geldiklerini,
yerini bilmedikleri cevabını alınca uzaklaşıyorlar. Yaşlı bir taksiciye
soruyorlar. O taksici hastanenin yerini tarif ediyor. Bu tarifle
hastaneyi buluyorlar ve yaralı ülkücüyü hastaneye yatırıyorlar.
Burada doktorlar, “Bu saatte yeter derecede personelimiz yoktur.”
diyerek ancak 02 00’da filmini çekip, müdahale ediyorlar. Kendisine
acil kan verilmesi gerektiğini söylüyorlar. Onlar, gerekli kanı bulup
veriyorlar. Sabahta, şehidimizin anne ve babası geliyor. Bunun
üzerine o günlerde ortam çok gergin olduğu için Kayseri’den gelen
ülkücü arkadaşlarını genel merkezdekiler Kayseri’ye geri gönderiyor.
Bunlar, Kayseri’ye geldiklerinde şehirde havanın çok gergin olduğunu
Hürriyet Büyük Ülkücü derneğindeki gençler yola barikat kurup
trafiği kapattığını görüyorlar. O zaman, polislerin bir kısmı komünist,
sol grupların destekçisi ve koruyuculuğunu yapıyorlardı. Ülkücü
gençlere çok sert ve acımasız davranıyorlardı. Bu durumda onlara hiç
güvenemezlerdi. Ülkücü gençler barikatı kaldırmıyor ve şehidimizin
katillerinin yakalanmasını istiyorlardı. Daha sonra duruma asker
166
müdahale ediyor, polisi uzaklaştırmak şartıyla barikatı kaldırıyorlar.
O gün öğleye doğru şehidimizin ameliyattan çıkamadığı, şehit olduğu
haberi geliyor. Şehidimizin cenazesinin Hunat Camiinden kaldırma
istekleri valilikçe geri çevriliyor. Bunun üzerine, Hürriyet Camiinde
kılınan cenaze namazına binlerce kişi katılıyor Asri Mezarlıkta ebedi
âleme yolcu ediliyor. Aziz şehidimiz evli idi. Şahadet şerbetini içtikten
sonra bir kız çocuğu dünyaya geldi adını Gül koydular. Şehidimizin
göz nuru Gül’e Allah’tan uzun ömürler dileriz. Geride, karalar
bağlayan; acılı, hüzünlü gönüllere sahip anne, baba, kardeş ve eşine,
yakınlarına sabr-ı cemil niyaz ederiz. Cennette makamı nuru ala nur
olsun âmin!
Aşkınla yandıkça bu dertli sine
Kulak ver ses verir inlercesine
Seherde girince gül bahçesine
Dikenler benimdir gül sana düşsün
167
ABDULLAH İZCİ
Şehidimiz Abdullah İzci 1959 yılında Hacılar’da doğdu. Kısa hayatı,
maddi imkânsızlıklar içinde geçti. Tahsilini yeterince yapamadı.
Maddi imkânsızlıklara karşı mücadele edip, okumak arzu ve
isteklerini bir türlü gerçekleştiremedi. Okul hayatında ülkücü
hareketin içinde olmasından dolayı çeşitli tehdit ve iftiralarla,
yıldırma hareketleri ile karşılaştı. Kendisindeki ülkü aşkını yok
etmeye çalıştılar. Allah’ın izniyle bunu başaramadılar. İnandığı yoldan
dönmedi. Çok azimli ve kararlı bir tutum içinde ülkücü düşünceden
taviz vermeden hayatına devam etti. Fakat maddi imkânsızlıklar,
geçim sıkıntısı kendisini okul hayatını bırakıp YSE Müdürlüğüne işçi
olarak girip, çalışmaya mecbur etti. Evleri Kayseri Pilevne
Mahallesinde idi; bir gün akşam saat 21:00’de evlerinin yakınında
bulunan kahvede pencerenin önünde otururken, önünden geçen bir
taksi içinden açılan ateş neticesinde vurularak 10 Şubat 1979 günü
şehit edildi. Bu planlı sinsice bir takip sonucu muydu, hedef kendisi
miydi? O zaman kahveler ve diğer dinlenme yerleri fikir ve düşüncesi
aynı olan insanlar bir yere; ayrı olanlar başka bir yere devam
ediyorlardı. Komünistler, buranın ülkücü fikirdeki insanların
toplandığı yer olduğunu bildiği için de hedef olmaksızın ateş açmış
olabilirlerdi. İlahi kader onu daha hayatının baharında burada
yakalıyordu. Geride kalan annesine, babasına, kardeşlerine ve
yakınlarına Allah’tan sabırlar dileriz. Makamı cennet olsun. Âmin!
168
TURAN SELAHATTİN İZZET - MAHMUT ŞÜKRÜ SAİT
Turan Selahattin İZZET:
Şehidimiz Turan Selahattin İzzet Esir, Türkeli Kerkük Sarıkaya
Mahallesinde doğdu. Kerkük Fen Lisesi mezunu idi. 1976 yılında
Türkiye’ye geldi. Üç yıl boyunca, Türkiye’de herhangi bir okula girme
isteğinin yerine getirilmesi için başvurmadığı bir yer bırakmadı. Bazı
okulların imtihanlarında kasıtlı olarak iyi not vermediler. Türkiye’de
kalabilmek için Ankara’da Ticaret ve Turizm Yüksek Öğretmen
Okuluna kayıt yaptırdı. Daha sonra Kayseri DMM akademisine kayıt
yaptırdı. Büyük bir heyecan ve mutluluk içindeydi. Şehidimiz,
Annesini altı yaşındayken kaybetmişti. Babası ve kardeşlerini
sevincine ortak etmek için Kerkük’e gitti ve orada nişanlandı. Üçü kız,
beşi erkek çocuğuna sahip bir ailenin evladıydı. Babası, Talim
Terbiyede çalışan bir memurdu. Maddi durum bakımından orta halli
bir ailenin en büyük çocuğu idi. Şehit olmadan bir buçuk ay önce
nişanlanmıştı.
Ben ermeden murada
Ecel kırdı kolumu
Artık beyhude yere
Beklemesin yolumu
169
(Turan Selahattin İZZET ve Mahmut Şükrü SAİD)
Mahmut Şükrü SAİT: Şehidimiz Mahmut Şükrü Sait esir
Türkeli Kerkük’te doğdu. İlkokulu Cumhuriyet İlkokulunda bitirdi.
Kerkük Musalla Ortaokulunun en başarılı öğrencisi idi. Kerkük Sanat
Okulundan mezun olduktan sonra, üniversiteye giriş imtihanlarında
600 tam puan üzerinden 513 puan alıp üniversiteye girdi. Türkiye’de
bulundukları dönemlerde sağ-sol çatışması çok yoğundu. Bu
dönemde, Müslüman- Türk çocuklarına karşı planlı cinayetler
durmak bilmiyordu. İşte bu dönemde, ebedi âleme yürüyenler
arasında bu iki şehidimizde bulunuyordu. Şehit edilişinin görgü tanığı
ve Hürriyet Ülkücü Gençlik Derneği Başkanı Ahmet Acar ülküdaşımız
şöyle anlatıyor: Ülküdaşlarımız Kayseri Mithatpaşa Ogün Sokak 70
numaralı evde oturmaktaydılar. Olay gecesi, evde Mahmut’la Hilmi
adlı ülküdaşlarımız bulunuyordu. Turhan’la Ergin isimli Kerküklü
ülküdaşlarımız eve misafir olarak gelmişlerdi. Olay sırasında
mutfakta oturuyorlardı. Saat 20:00 sıralarında ülküdaşımız Mahmut
yemek yapmaktaydı. Bu sırada kapı çalındı. Mahmut, ayakta olduğu
için kapıyı açmaya gitti. Kim o diye sorduğunda, dışarıdan “Biz
polisiz, aç kapıyı.” diye cevap geldi. Mahmut, bir gün önce polis
baskını yapıldığı ve suç unsuru bulunmadığı için kapıyı rahatça
açıyor. Açar açmaz otomatik silahlarla taranıyor. Yemek başında
bulunan diğer ülküdaşlarımız durumu fark edip arka kapıdan
170
kaçmaya çalışıyorlar. Fakat, gelen komünist uşaklar sinsice ve
kahpece en arkada olan ülküdaşımız Turan Selahattin İzzet’i şehit
ediyor. Bunlar, daha sonra Gazi Osmanpaşa ve Hürriyet Ülkücü
Gençlik Derneklerini de tarıyorlar. Kullandıkları araba, At Pazarında
terk edilmiş olarak bulunuyor. Yüksek tahsil yapmak için geldikleri
vatanımızda; komünist uşakların silahlı saldırıları sonucu şahadet
şerbetini içip, Cenab-ı Hakk’a yürüyen şehitlerimizin ruhları şad
olsun. Geride kalan yakınlarına da Allah sabr-ı cemil ihsan buyursun.
Şehitlerimiz Turan Selahattin İZZET ve Mahmut Şükrü SAİD’’in
Cenaze töreni resimleri
171
BEKİR ÇİFTER
Şehidimiz Bekir Çifter, 1963 yılında Kayseri’de doğdu. İlkokulu
Ahmet Paşa İlkokulunda okudu. Okula küçük yaşta başladı. Çok
başarılıydı. Yaz tatilinde Hacı Kılıç Camisinde açılan yaz kurslarına
devam ederdi. 100-150 öğrencinin içinde en başarılısıydı. Bu
başarısından dolayı hocaları tarafından ödüllendirilirdi. Orta
öğretimini Kadı Burhanettin Ortaokulunda tamamladı. Lise
öğretimine ATATÜRK Lisesinde başladı; fakat on beş gün sonra Sanat
Okuluna geçti, burada da başarılıydı. Isısan Fabrikasında da staj
yaparken başarısından dolayı işyeri tarafından ödüllendirildi.
Ailesine, ortaokuldan sonra hiç maddi yönden yük olmadı. Çok
çalışkandı, zamanını iyi değerlendirir, okur ve para kazanırdı. Giyim
ve kuşamında çok titiz idi, çok temiz giyinirdi. İnce ruhlu bir yapıya
sahipti. 18 Ekim 1979 Perşembe günü okuldan saat 10:00-11:00
gibi bir zamanda geliyor. Annesi soruyor, “Niçin erken geldin?” diyor.
O da: “Okulda olay oldu, onun için geldim.” diyor. Annesi; “ Yemek
yapacağım, beraber yiyelim.” diyor. Evde misafir olan teyzesi ve
annesi saat 13.00 sıralarında hasta ziyareti için evden çıkıyorlar.
172
Bekir de onların ardından evden ayrılıyor. Bu sırada evde sadece
ablası bulunuyor. Saat 14:00- 15:00 sıralarında bir şahıs evlerine
gelerek, Bekir şehid oldu diyor. Şehidimiz, evine gelirken, Yoğunburç
civarında; komünist çetelerin saldırısına uğruyor. Hemen, orada
bulunanlar hastaneye kaldırıyorlar. Fakat hastanede gerekli tedaviyi
yapamadıklarından ve ilgisizlikten şehadet şerbetini içip; Cenab-ı
Hakk’a yürüyor. Makamı nur olsun. Geride kalan acılı anne ve
babasına, yakınlarına Allah sabrı cemil ihsan etsin. Âmin!
Şehidimizin; Annesi Hayriye Anamız- Babası Sabit Amca
Bir ak saçlı anne, baba var. Şehittir bir oğlu
Onlara kim rast gelirse, yanık bir sesle sorun:
Niçin ak saçlı anne, baba gözleriniz yaşla dolu?
Bu vatanın suyunda, toprağında hakkımız var.
Onlara oğlumuz deriz, dağılır gizli derdimiz.
Yalnız, bu güzel hava bizi nedense boğar.
Bir oğlumuz daha olsa, Allah için feda ederiz
173
İBRAHİM NALBANTOĞLU
Şehidimiz İbrahim Nalbantoğlu, 1962 yılında Kayseri’de doğdu.
Akşam Ticaret Lisesi 2. sınıf öğrencisi idi. Kendisi, ortaokul öğrencisi
iken, on dört yaşlarında ülkücü hareketle tanışıyor. Şehidimiz, yaşına
rağmen oldukça iri yapılı, uzun boylu, yaşının üstünde olgun bir
düşünceye sahipti. Arkadaşları arasında “Pehlivan” lakabı ile anılırdı.
İşten ve okuldan kalan zamanını eğlence yerlerinde değil, Ülkü
Ocaklarında değerlendirirdi. Onun dünya nimetlerine karşı bir
düşkünlüğü yoktu. Genç yaşına rağmen şu düşüncesini ifade ederdi:
“Türk milletinin müslüman kalması ve vatanın bütünlüğünün
korunması en büyük isteğim.” Bazen endişelenir, bu endişelerini
babasıyla, ağabeyi ile yaptığı fikir alışverişlerinde de belirtmiştir.
Kendisinde, liderlik vasıflarının yanında; Müslüman- Türk’ün ruhî
asliyesinde mevcut olan yüksek kahramanlık ruhu ve alperen derviş
mizacı vardı. Arkadaşlarından Mehmet Keser de onun özelliklerini şöyle
ifade ediyor : “Gözünü daldan-budaktan esirgemeyen bir cesaretteydi.
Çok cömert, yardımseverdi. Gerek kendinden, gerekse -ticaretle
uğraştığından- esnaftan topladığı paraları ihtiyaç sahibi ülkücü
174
arkadaşlarına dağıtırdı. Hiç gülmez, düşünceli bir görüntüye sahipti.”
Hiç kimseyi incitmeyen, gezmeyi seven, sosyal münasebetleri çok güzel
olan ülküdaşımız bu özellikleriyle ön plana çıkıyor ve bu da dikkati çekip
şehit edilmesine sebep oluyor. Şehidimiz, Ramazanın birinci günü
Kılıçarslan Camisinde öğle namazını kıldıktan sonra, eve giderken yolda
karşılaştığı arkadaşı Battal Aslan’la şu anki Emirgan Çay Bahçesinin
önüne geliyorlar. Bir ara, iki kişi aralarından kollarına çarparak geçiyor.
O sırada, şehidimiz İbrahim sinirleniyor, yumruk vurmak istiyor. Fakat bu
hain kişiler hemen uzaklaşıyor. Üç-beş dakika olmadan etrafları silahlı
dokuz kişi tarafından sarılıyor. Hemen kurşun yağmuruna tutuyorlar.
Kendisi, omuriliğinden aldığı kurşunla yere yıkılıyor. Orada bulunan taksi
şoförü Osman Bey şehidimizi Tıp Fakültesi Hastanesine götürüyor.
Hastanede 8 gün yatıyor. 20-07-1980 Pazar günü şahadet şerbetini içip
Cenab-ı Hakk’a yürüyor. Cenazesi, öğle namazına müteakip Hunat
Camisinden kaldırılıyor. Yüksek kahraman ruhlu Müslüman- Türk
çocuğunun hayatının baharında ebedî âleme yürümesiyle, Türk’ün iman
kalesindeki bir burç daha yıkılmış oluyor. Geride kalan acılı hüzünlü
anne, baba, kardeş, gönüldaş ve yakınlarına Allah’tan uzun ömürler sabr-ı
cemil ihsan etmesini dileriz. Cennette makamı nur olsun.
Ey Güzel Vatan
Her Türk sana borçludur canını, seve seve
Şehit, haber bizde müjde gibidir, her eve
Senin için ölenler ermiştir muradına
Ah ne tatlıdır ölmek! Vatan adına
Nerede o yiğitler ki,
Gür sesleri ülkeyi bürür
Yürü dese dağlar yürür
Dur dese kalpler dururdu
Destanda yazmayalım mı?
Onlardan kaldı bu toprak
Biz gezip tozmayalım mı?
Yabanlar kıskanır diye
Seksen bin evliya, doksan bin pirler
İnildesin dağlar, titresin yerler
Bir hafta içinde toplanır erler
Gökler bile bizimle yürürler
175
ALİ KOÇ
Şehidimiz Ali Koç, 1962 Kayseri’de doğdu. Endüstri Meslek
Lisesi dördüncü sınıf öğrencisi idi. Ülkücü hareketle ortaokuldayken
tanıştı. Plevne Ülkü Ocağında başkanlık yaptı. Çok zeki, çalışkan,
liderlik vasfı olan bir alperen-derviş karakterine sahipti. Her işinde
Allah’ın rızasını kazanmayı esas alırdı. Okulda parasız yatılı okumakta
iken oradaki öğrencilere namaz ve ilmihal bilgileri verip; onların dini
bilgilerinin gelişmesine çalışırdı. Kendisini çok iyi yetiştirmiş, çok
kültürlü, pratik bir zekâsı vardı. İnandığı davasında taviz vermez,
korkusuz, pervasızdı. Konuştuğu kişilerle takvim yaşının üstünde
akademik bilgilere sahip olduğu intibaını verirdi. Bu seçkin özellikleri
düşmanlarının gözünden kaçmadı. Tehdit ve takiplerinden
kurtulamadı. 2 Haziran 1980 Salı günü Plevne mahallesindeki
Anadolu Lisesinin yanında arkadaşı Fevzullah Pekaslan’la gezerken
üç kişi tarafından ilk önce sözlü tehdit ve tahrikle saldırıya
uğruyorlar. Daha sonra komünist uşaklar ülküdaşlarımıza silahlarla
saldırıyorlar. Şehidimiz Ali’ye üç kurşun isabet ediyor. Olay yerinde
tesadüfen bulunan polis memuru, şehidimiz Ali’yi ağır yaralı olarak
Devlet Hastanesine götürüyor.
176
Doktorların bütün müdahalelerine rağmen kurtarılamıyor.
Şehâdet şerbetini içip Cenab-ı Hakk’a kavuşuyor. Ülküdaşımız
Feyzullah yaralı olarak kurtarılıyor. Olaydan, şehidimizin ailesinin bir
gün sonra haberleri oluyor. Şehidimizin babası, oğlunun acısına
dayanamayarak 27 gün sonra vefat ediyor. Bu olaydan sonra, annesi
psikolojik rahatsızlığa tutuluyor. İşte; şehidimiz böyle geride acılı,
hüzünlü aileler bırakarak giderken Müslüman Türk’ün îman
kalesinden bir burç daha yıkılıyor. Annesine, kardeşine,
gönüldaşlarına Allah’tan uzun ömür; sabr-ı cemil dileriz. Şehidimizin
cennette makamı nur âlâ nur olsun. Âmin!
177
MEHMET ÇİÇEK
Şehidimiz Mehmet Çiçek, 1954’te Sarız’ın Kemer köyünde
doğdu. Evli ve üç çocuk babası olup; çocuklarından en büyüğü altı
yaşında idi. Bunlar Gülbeyaz, Ahmet ve Gülcan’dır. Kendisi, Sümer
Bez Fabrikasında işçi olarak vardiya usulü çalışıyordu. Şehidimiz dini
bütün; namazında, niyazında, milli duyguları kuvvetli bir iman eri idi.
Olayın olduğu hafta 15:00-23:00 vardiyasındaydı. Olaydan bir gün
önce, ustabaşı gelip ülküdaşımız Mehmet’e ve arkadaşlarına DİSK’e
üye olmaları için baskı yapıyor. Şehidimiz, ustabaşını azarlayarak;
“Haddini bil!” diyor. O zaman iktidarda CHP var. Başbakan Ecevit,
memur, işçi ve öğrencilerden milliyetçi olanları sürgüne
gönderiyordu. Diğer taraftan iş yerlerinde, okullarda; tahrik, şiddet,
baskı ve tehditler durmak bilmeden devam ediyordu. Dönemin CHP
Kayseri il Başkanı basın yoluyla DİSK’e üye olmayanları açıktan tehdit
ediyordu. Bu olaydan bir gün sonra Şehidimiz Mehmet; kardeşi
Ahmet, Adem Mert ve Adem Mert’in iki arkadaşı ile gece 23:00’dan
sonra iş çıkışı Yenimahalle’deki evlerine giderken; ara sokaktan ateş
178
açılıyor. Bunun üzerine ülküdaşlarımız kaçıyor. Bu arada ilahi kader
olsa gerek Şehidimiz Mehmet moskof uşaklarının üzerine doğru
gidiyor. Karaciğerinden aldığı bir kurşunla ağır yaralanıyor.
Şehidimizin yaralanması üzerine, diğer ülküdaşlarımız koşup
yanına gelip onu Kayseri Tıp Fakültesi Hastanesine kaldırıyorlar.
Durumu hayati tehlike arz ettiği için bir gün sonra ameliyata
alıyorlar. 6 saat süren ameliyattan sonra, 54 şişe kan verilerek üç ay
yaşamasına vesile oluyorlar. Fakat 07-01-1980 günü Şahâdet
şerbetini içip, Cenab-ı Hakk’a kavuşuyor. Aziz şehidimizin cennette
makamı nuru ala nur olsun, âmin! Geride kalan acılı, hüzünlü;
gözünün nuru, gönlünün süruru evlatlarına, anne-baba, eş-kardeş ve
yakınlarına Allah’tan uzun ömür ve sabırlar dileriz.
179
ALİ İHSAN ŞIVGIN
Şehidimiz Ali İhsan Şıvgın, Güneşli kasabasının Hasancı
köyünde 1967 yılında doğdu. Tahsil hayatına devam edemedi. Çünkü,
ailesinin maddi durumu çok zayıf olduğu için kendisini terzinin
yanına verdiler. Kendisi Sümer Bez Fabrikasının terzihanesinde
çalışıyordu. Çok utangaç, çekingen, halim bir şahsiyete sahipti. Ailenin
en küçük çocuğuydu. Nihat ve Yusuf isimli iki kardeşi vardı. Kendisi,
ülkücü hareketle tanışmıştı. Ülkü Ocağı’na gidip gelirken, oturduğu
mahalledeki, komünist uşaklar kendisini tehdit ediyor ve baskı
yapıyorlardı. Bu durumdan dolayı bunalıyor ve tedirginlik
duyuyordu. 16 Haziran 1980 günü Sümer Mahallesindeki camiden,
cuma namazını kılıp çıktıktan sonra; komünist, kızıl uşakların
takiplerinden kurtulamayarak; silahlı saldırıları sonuncunda şehadet
şerbetini içip Cenab-ı Hakk’a yürüdü. Şehidimiz Ali İhsan’ın hüzün ve
acıları dinmemişti ki; annesi Nazmiye anamız, oğlu Nihat’ı belli bir
süre sonra kızıl uşaklar tarafından öldürülmesiyle madden ve manen
yıkıldı. Annemiz iki evladını kaybedince, büyük sarsıntılar geçirdi.
Annemize Allah’tan sabırlar diler; şehidimize sonsuz rahmet temenni
ederiz. Makamı cennet olsun. Âmin!
180
SÜLEYMAN TOPAK
Şehidimiz Süleyman Topak 1962 yılında Hacılar’da doğdu.
Kayseri’de Esenyurt Mahallesinde oturuyorlardı. Ülkücü hareketle
ortaokul yıllarında tanıştı ve teşkilata girdi. Kendisi, 28.11.1979
günü kulağındaki rahatsızlıktan dolayı eczaneye gidiyor. Eczacı da
şehidimizi Kiçikapı’da bulunan birisine gönderiyor. O zamanlar,
Kiçikapı semti tabiri caizse kızıl uşaklar tarafından, “kurtarılmış
bölge” olarak ifade ediliyordu. Şehidimiz Serdar Caddesinde bulunan
kendi işyerlerine gider ve durumu abisi Kenan’a anlatır. Abisi de
doktora gitmesini söyler. Daha önceden şehidimizin tehdit ve takip
edildiğini bilen abisi, Kiçikapı’ya gitmemesi için uyarır. Buna rağmen,
ilâhi kader onu çekip oraya götürür. Kiçikapı’da kızıl uşaklardan
TİKKO’nun barındığı ve hücre evlerinin olduğu daha sonra ülkücü
teşkilatın ve emniyet teşkilatının çalışmalarıyla ortaya çıkarılıyor. İşte
buradaki hainler, şehidimizi pusuya düşürüyorlar. Sıkılan
kurşunlardan üç tanesi, vücudunun çeşitli yerlerine isabet ediyor.
Orada şahadet şerbetini içip Cenab-ı Hakk’a kavuşuyor. Olay yerine
yarım saat sonra gelen ailesinin ve olay mahalindeki insanların bir
181
şey dikkatini çekiyor. Şehidimiz Süleyman’dan bir damla kan bile
akmadığını görüyorlar.
Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) şöyle buyuruyor:
“Ölüm acısı haktır. Herkes bunu tadacaktır. Fakat şehitler
bundan müstesnadır.” Cenab-ı Hak, bir iman eri olan alperen
yiğidimizin mübarek kanının yere dökülmesine müsaade etmiyor.
Müslüman Türk’ün iman kalesindeki bir burç daha yıkılıyor.
Şehidimizin bir özelliğinden de bahsetmemek olmaz: O, iyi bir
pehlivandı ve aynı zamanda güreş kulübüne devam ediyordu. Cenab-ı
Hak kendisini hem manevi, hem maddi seçkin özelliklerle donatmış
yüksek kahramanlık ruhuna sahip Müslüman Türk’tü. Hayatının
baharında kızıl uşakların kurşunları ile Yüce Rabbine yürürken;
geride acılı, hüzünlü anne, baba, kardeş ve gönüldaşlar bıraktı. Geride
kalanlara Allah uzun ömür sabr-ı cemil ihsan buyursun. Âmin!
182
FEVZİ KÖSEAYDIN
Şehidimiz Fevzi Köseaydın, 1963 yılında Eskişehir’de doğdu.
İlkokulu Ahmet Paşa İlkokulunda bitirdi. Ortaokula, Sümer
Ortaokulunda devam ederken ülkücü hareketle tanıştı. Fakat
okuldaki solcu öğretmenler, kendisi zeki ve çalışkan olmasına
rağmen, kendisini tehdit ve baskılarla “Sana buradan diploma
vermeyiz.” Diyerek; yıldırma-sindirme hareketi ile karşı karşıya
bırakıyorlardı. Bunun üzerine çok sevdiği öğretmenlerinden Atilla
Bey ve arkadaşlarının uyarı ve teşvikleriyle Elazığ’da bulunan
ablasının yanına gidiyor. Harput’ta Anadolu’nun büyük evliyalarından
“Arap Baba”nın kabrini ziyaret edip onun manevi gücünden feyz alıp
himmetine sığınıyor. Bu ziyaret kendisinin, onun manevi kuvvetinin
etki alanına girmesine sebep oluyor. Ailesini de buraya götürmek
arzusu doğuyor. Elazığ’dan dönüşünde derneğe uğruyor. Burada
dönemin Milliyetçi Hareket Partisi İl Başkanı Hasan Sami BOLAK’ın
yazdığı “Vahşetin Mes’ulleri!” başlıklı bildiriler gözüne çarpıyor.
Arkadaşlarına soruyor: “Bunları niçin dağıtmadınız?” diye.
183
Arkadaşları da “Bugün solcuların yürüyüşü var” diyorlar ve
kendisi arkadaşlarına hitaben şu cevabı veriyor : “Teker patlayacak
diye arabaya binmeyelim mi?”.
Bildirileri alıp Sümer Fabrikası önüne doğru giderken
çevredeki inşaattan kızıl uşaklar suikast silahıyla ateş ediyor. İlk
kurşunda orada şahadet şerbetini içip, Cenab-ı Hakk’a yürüyor. Aziz
şehidimiz böyle bir ortamda alperen derviş teslimiyeti ve cesaret
gösterip pervasızca Türk’ün ruhi asliyesinde mevcut olan yüksek
kahramanlık ruhu ile davasını bir adım ileri götürmek ve bayrağımızı,
ülkü edindiği yerin burcuna dikmek için; düğüne gider gibi cenge
gidiyor. Davasındaki arkadaşlarını hayretlere bırakıp onlara hız
veriyor. Cengin ortasına mübarek vücudunu pervasızlıkla atmasının
himmeti ilâhisi, kahraman ecdadı gibi, hedefe bir an önce varmak ve
şehadet şerbetini içme arzusundadır. Ebedi âlemin en büyük
rütbelerinden olan şehitlik rütbesine kavuşuyor. Aziz şehidimizin
cenazesi 18 Ağustos 1979’da Ramazan ayında binlerce
ülküdaşının omuzlarında, kadir gecesinde, ebedi âleme yolcu
ediliyor. Allah’tan geride kalan acılı hüzünlü anne, baba, kardeş ve
gönüldaşlarına sabr-ı cemil, uzun ömürler dileriz. Cennette makamı
nuru âla nur olsun. Âmin!
Resimde; Şehidimiz Fevzi KÖSEAYDIN’ın Ailesi ve kendisi
184
Şehidimiz Fevzi Köseaydın’ın annesi Sevim anamız, o gün acılı,
hüzünlü gönlünden geçen duygularını aşağıdaki şekilde kâğıt üzerine
yansıtmıştır. Aynen alıyoruz. Bu kutsal dava, aziz şehidimiz Fevzi de
olduğu şekilde, düğüne gider gibi cenge giden bütün asil Müslüman
Türk
çocukları
ülkücülerindir.
Fevzi’miz
mücadelemizde
bayraklaşmış, destanlaşmış bir iman eri olup gelecekteki Müslüman
Türk çocuklarına hız ve ilham verecektir. Ruhu şâd olsun der, sizleri
bütün ülkücü gönüldaşlar adına saygı ile selamlarız.
Kalk yiğit Fevzi’m kalk,
Düğün bayram günüdür.
Nice nice aslanlar
Kalk yiğidim kalk,
Senin davandır…
Ağlayan analar ne zaman gülecek,
Geride kalanlara kim sahip çıkacak?
“Peygamber piçi” (hâşâ) diyenlerin sonu ne zaman gelecek?
Kalk yiğidim kalk dava senin davandır.
Mustafalar, Süleymanlar, Fevziler,
Bu mübarek vatanı bekliyorlar
Dava senin davandır.
Rahat yat Fevzi’m
Akan yaşlar bir gün dinecek
Şehitlerin kanı yerde kalmayacak
Bu al bayrak daima dalgalanacak
185
MEVLÜT MİLLİDERE
Şehidimiz Mevlüt Millidere Develi ilçesinin Ayvazhacılı
köyünde 1962 yılında doğdu. Develi Ticaret Lisesi’nde ikinci sınıf
öğrencisi idi. 6 Ocak 1980 Cuma günü kendi okulunda öğrenci olan
komünistler tarafından okul bahçesinde kurşunlandı. O tarihte Develi
Ülkü Ocakları Başkanı olan Resul ŞAHİN anlatıyor; yaralı olarak
Gevher Nesibe Tıp Fakültesine kaldırıldı vücuduna iki kurşun isabet
etmişti, durumu çok ağır değildi lakin bir türlü tedavi sonuç vermedi.
Kendisini her ziyarete gittiğimde iyiyim, çıkacağım, okulumu
bitireceğim, üniversiteyi okuyacağım derdi, Benle ve ziyaretine
gelenlerle şakalaşır sohbet eder yakında okulda olacağım, ocaktaki
seminerleri hiç kaçırmayacağını anlatırdı, Şehit olduğu gün ziyaretine
gittiğimde her zamanki gibi konuştu şakalaştı sohbet ettik fenalaşınca
doktorlar müdahale etmişler fakat tıbben yapacak bir şey kalmamıştı.
Gece gelen telefonla acı haberi öğrendik; 09.03.1980 günü şahadet
şerbetini içip, Cenab-ı Hakk’a yürüdü. Ertesi günü ikindi namazı
müteakip kılınan namazın ardından Develide toprağa verildi Makamı
nuru ala nur olsun. Âmin!
Biz öyle bir milletiz ki ezelden beri
Hak yolunda yalın kılıç hep seferberiz
Fırtınalar yoldaşındır nara salan Türk!
Hey koca Türk Allah’tan kuvvet alan Türk
186
MEHMET KORKMAZ
Şehidimiz Mehmet Korkmaz Kayseri’nin Süleymanlı Köyü’nde
1963 yılında doğdu. Ailenin en büyük çocuğu idi. İlkokulu köyünde
bitirdi. Fakat ilkokul son sınıfta iken babası Salih Amca Allah’ın
rahmetine kavuşuyor. Annesi Asiye anamız, dokuz çocukla kalıyor.
(Süleyman, Ali, Mustafa, Murat, Fatma, Meliha, Yeter, Döndü) Maddi
durumları çok zayıf olduğu için, evin geçim derdi en büyükleri
şehidimiz Mehmet yüklenmek mecburiyetinde kalıyor. İşte, böyle
maddi ve manevi güçlüklerle genç yaşında karşı karşıya kalıyor. Bir
taraftan da tahsil hayatını devam ettirmek isterken Kayseri’de oturan
dedesi yanına çağırır. Dedesinin mali durumu çok iyi olduğu için
şehidimiz Mehmet’in ortaokul, lise hayatından sonra da yüksek tahsil
yaptırma düşüncesinde kendisine sonsuz ilgi ve desteklerini hiç
esirgemez. Kayseri’de ortaokula başlamasıyla beraber çevresinde
tanıdığı bir arkadaş çevresi olmadığı için, okulda kendisine yakın ilgi
gösteren ülkücü gençlerle tanışır. Bu tanışma arkadaşlık ve daha
sonra bir Türk İslam davasının içine girmesine vesile olur. Çünkü,
şehidimizin ailesi köyünde soylu, milli ve manevi değerlere bağlı bir
aile yapısına sahipti.
187
Bu durum ülkücü hareketin içinde çok sevilen, sayılan, seçkin
bir şahsiyet olmasına sebep olur. Şehidimiz, soyadının mana ve
özelliklerine sahip gözünü daldan-budaktan sakınmayan, imanlı,
cesaretli bir alperendi.
Bu özelliği dinimizin, vatanımızın düşmanı komünistlerin
gözünden kaçmaz. Tehdit, takipler, sürgünler yakasını bırakmaz.
Kayseri’de okuldan okula sürgün ediliyor. Bu da yetmiyormuş gibi
Elazığ ‘a sürgün edilir ve tekrar Kayseri’ye gönderilir. Bir sindirme,
yıpratma, yok etme savaşı ile karşı karşıya kalır. Okul hayatına devam
ederken, kendi parasıyla satın aldığı bir kurt köpeği vardı. Zaman
zaman bununla oynar, gezintiye çıkar ve dinlenirdi. Günlerden 12
Nisan 1980 günü komünistler tarafından oturduğu mahallenin
(Garipçorak) basılacağını duyar. Bu haberi, teşkilatımızda ağabey
bilinen etkili, yetkili kişiye bildirmek için gider. Konuşmadan sonra
davamızda büyüğüm, ağabeyim dediği kişi; “Sen git biz hemen
geliyoruz” der. Fakat kendisine kurulan pusudan haberi yoktur.
Komünistlerin kurşunlarına hedef olur. Evine yaklaşırken orada
şehadet şerbetini içip, genç yaşında Cenab-ı Hakk’a yürür. Olay yerine
kurt köpeği yetişir ve şehidimizin elini yüzünü yalayarak başında
bekler. Daha sonra gelen arkadaşları tarafından yapılan cenaze
merasiminden sonra ebedi âleme yolcu edilir. Şehidimizin kurt
köpeğini Cenab-ı Hakk Ashab-ı Kehf’in köpeği gibi ona sadık ve vefalı
kılar. (Kuran-ı Kerim’de ) Yanında kalmasını lütfederken, davada
ağabey dediği kişi hemen geliyoruz dediği halde ortada görünmez.
İşte, bizim davamızın içinde kendini kamufle ederek içimize giren
ilgisiz, vefasız sanal ağabeylerin bulunmasından dolayı, iman
kalemizde bir burç daha düşmanlarımız tarafından yıkılıyor.
Böylelerini Allah’ımıza havale ediyoruz.
Cenab-ı Hakk aziz şehidimizin cennette makamını nuru âlâ nur
etsin. Geride bıraktığı hüzünlü, acılı anne ve kardeşlerine, yakınlarına
sabr-ı cemil, uzun ömürler ihsan buyursun. Âmin!
188
Ne ana ne sıla ne yar hayali
Bir gör Mehmet’teki kükremiş hali
Kırpmadı gözünü yağmur misali
Şaha kalkmış vatan idi Mehmet’im
Bu akşam yıldızlar sararmış gibi
Tepeler titreşir hava kış gibi
Bir dağın sırtında dağ varmış gibi
Omuzlamış bir Mehmet’i Mehmet’im
Ezelden kahraman Türk er oğlu er
Yurda yan bakanı çevir yere ser
Silaha ne hacet bakışın yeter
Ah Arslan Mehmet’im Arslan Mehmet’in
Köyde düşünceli cenklerde sensin
Yerlerde göklerde kalplerde sensin
Bir baştan bir başa tarihim sensin
Ah Arslan Mehmet’im Arslan Mehmet’im
189
ÜLKÜ YOLU DERNEĞİ BASIN BİLDİRİSİ
CHP Suçüstü Yakalandı; HER ÜLKÜCÜNÜN EVİNİN
KURŞUNLANDIĞI YÂ DA ÜLKÜCÜ BİR GENCİN ÖLDÜRÜLDÜĞÜ İDDİA
EDİLEN BİLDİRİDE: “BUGÜN TÜRKİYE’DE İLAN EDİLMEMİŞ BİR İÇ
SAVAŞ SÜRÜYOR” DENİLDİ.
Kayseri’de Meydana gelen öldürme yaralama ve patlayıcı
madde atma olayları üzerine dün yazılı bir açıklama yapan Ülkü Yolu
Derneği Şubesi olaylardan CHP’yi sorumlu tuttu. ÜYD Kayseri şubesi
yayınlanan bildiride şu konulara yer verildi: Gün geçmiyor ki, ülkücü
şehit edilmesin. Ülkücü kuruluşlar saldırıya uğramasın. Gün geçmiyor
ki; illerde, ilçelerde, sokaklarda oluk oluk kan akmasın. Huzur dolu
Kayseri’nin sokakları kan kokuyor, semtleri ölüm kokuyor. Bir gece
bir ülkücü şehit, bir başka ülkücü yaralı… Hâl böyle olmasına rağmen,
CHP’nin il başkanı Kulkuloğlu basın toplantıları yaparak, ülkücüleri
töhmet altında bırakmaya çalışıyor. Ama aynı zamanda şuç üstü
yakanlanmış oluyor. Zira bay Kulkuloğlu Sümer Lisesi hakkında ipe
sapa gelmez suçlamalar yaptığı akşam ülkücü Mehmet KORKMAZ
komünist ihanet çeteleri tarafından alçakça şehit edildi. Mehmet
KORKMAZ, Sümer Lisesi talebesi idi. Daha önceleri de Fevzi Çakmak
ve Kayseri Liseleri bay Kulkuloğlu tarafından hedef gösterilmiş,
hemen akabinde iki okuldan iki ülkücü kurşunlanmış ve ağır
yaralanmıştır. Plevne konusunda CHP’li bir yönetici ağzını açmış o
daha ağzını kapatmadan Ali İhsan ŞIVGIN ülküdaşımız komünist
kurşunlarla şehit olmuştur. Bütün bunlar CHP’nin ne kadar ihanet
merkezleri ile el ele, kol kola olduğunu göstermeye yeter sanırız.
190
Bugün Türkiye’de ilan edilmemiş bir iç savaş sürüyor. Bu iç savaş
stratejisini ilan eden TKP ama uygulama karargâhı CHP’dir. Bu
savaşta CHP resmen taraftır. CHP, memleket topraklarını kana
bulayan, vatan çocuklarını kurşuna dizen ihanet şebekelerinin
destekçisidir. Onları milletvekili yapan, memur yapan, öğretmen
yapan CHP’dir. Zira bugün CHP’nin kadrosunu meydana getirenler
arasında ülkücü katilleri vardır. Cemil DOĞAN’ın öldürülmesinde boy
gösteren kimdir? CHP’li belediye başkanları topluluklara ateş
açmaktan suçlanmış senatör adayları, CHP’li eski il başkanları birçok
kez gözaltına alınmıştır. Sayısız üye ve mensupları; öldürme,
yaralamak suçundan mahkûm olmuştur. Hatta askere kurşun sıkan
ihanet çeteleri CHP’li milletvekillerinin evinden bu işi yapmışlardır.
Kayseri’yi kana bulama çalışmasında olanlar da CHP’li yöneticilerdir;
fakat onlara bu fırsatı vermeyeceğiz. Ektiklerini biçecekler.
Yaptıklarının hesabını verecekler; ama ülkücüyü oyuna
getiremeyecekler. İhanete ve komünizme karşı olan yiğit
mücadelemiz sürecektir. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın. Yalnız
şu da unutulmasın sabrımız önemlidir. Bizim bir ülküdaşımız çok
değerlidir ve bunu yeri geldiğinde herkes görecek. Kan emenler
kusacaklar buna mecbur kalacaklar.
15.Nisan.1980
Ülkü Yolu Derneği
191
ZİHNİ DEMİR
Şehidimiz Zihni Demir, 1960 yılında Pınarbaşı’nın Payaslı
köyünde doğdu. Pazarören Öğretmen Lisesi son sınıf öğrencisi idi.
Okul idaresi onu Elazığ’a sürgüne göndermek istiyordu. Babası
Mehmet amcanın isteği ile okulu bırakıyor. Amcaoğlu Mustafa
Demir’le Argıncık Toptancılar Sitesinde İnşaat demiri üzerine
çalışmağa başlıyor. Kendisi babayiğit, uzun boylu, beş vakit namazını
kılan, dini bütün bir iman eri idi. Okulda ve çevresinde “Babacan”
olarak tanınır ve anılırdı. Ülkücü hareketle, arkadaş çevresi sayesinde
tanıştı. Gültepe Ülkü Ocağında çeşitli görevlerde bulundu. Şehidimizin
köyü sol görüşlü idi. Abisi de sol düşünceye sahipti. Fakat şehidimiz
Zihni’nin çalışmalarıyla şuurlu bir ülkücü oldu. Şehidimiz Zihni, 1008-1979 Cuma günü işe gitmez. Soranlara bugün milyonları verseler
işe gitmeyeceğini söyler. Sabah erken kalkar, banyosunu yapar,
tıraşını olur, tertemiz giyinir. Yıldız Uğur Evler Mahallesindeki
arkadaşlarını ziyaret eder ve tekrar eve gelir. Cuma namazını kılmak
üzere evden çıkar. İki yüz metre ilerledikten sonra, yolda iki arkadaşı
rast gelir. Bunlardan Mustafa Dinçel, Antep’ten üç adet gömleklik
kumaş getirtmiştir. Bunları diktirmek üzere terziye giderler. Fakat
192
cuma namazı yaklaştığından dolayı Hunat Camisine gitmekten
vazgeçerler. Gültepe’de bulunan en yakın camiye giderler. Caminin
şadırvanı olmadığından abdest almak için caminin karşısında
bulunan mahallenin çeşmesine giderler ve abdest alırlar. O sırada,
evleri orada olan yurt dışında eğitilmiş komünist uşaklardan iki
tanesi rast gelir. Kızıl uşaklar silahlarını ülküdaşlarımıza yöneltirler.
Bu arada, şehidimizin arkadaşları kaçar; fakat o iman eri sanki
şehadet vaktinin geldiğini anlayarak kaçmaz. Kızıl uşakların ters
tarafına doğru yürümeye başlıyor. Arkadan sıkılan kurşunlarla
kahpece orada şehadet şerbetini içip, Cenab-ı Hakk’a yürür. İşte
Türk’ün iman kalesindeki bir burç daha yıkılıyor. Geride acılı anne,
baba, kardeş ve gönüldaşlar bırakıyor; kendilerine Allah’tan uzun
ömürler ve sabırlar temenni eder, şehidimizin cennette makamının
nuru âlâ nur olmasını niyaz ederiz.
Resim: Şehidimiz Zihni Demir
193
Resim: Şehidimiz Zihni Demir’in köyündeki mezarı
Bir Anı ve Hatıra;
Şehidimiz Zihni Demir’in abisi Ali Bey’in kızı Leyla’ya dünürcü
gelir. Onu bir polise vermek isterler. Leyla, “Siz uygun gördüyseniz
evet derim. Fakat solcuysa katiyen evlenmem. Böyle bir durum ortaya
çıkarsa ayrılırım. Sonradan ayrılmaktansa şimdiden böyle bir evliliğe
karşıyım. Çünkü, Zihni amcamı solcular şehit etmiş ” diyerek dinî
ve millî kinini canlı ve devamlı tuttuğunu gösterir. Vefalı bacımız
Leyla’ya, dünyadaki nefsanî arzularına set çekip manevi bir haslet
olan dinî ve millî kinin sahibesi olan kendisine Allah’tan uzun ömür,
aile saadeti diler; bütün ülkücü gönüldaşlar adına saygı ile selamlarız.
194
HÜSEYİN COŞKUN
Şehidimiz Hüseyin Coşkun, Kayseri Çandır Mahallesinde 1954
yılında doğdu. Cengiz Topel ilkokulunu bitirdi. ATATÜRK
Ortaokulunun ikinci sınıfından ayrıldı. Eski sanayide oto tamircisinin
yanına sanat öğrenmek için girdi. Askere gidene kadar burada çalıştı.
Askerliğini, İzmir Gaziemir’de er olarak yaptı. Askerden izine
geldiğinde âşık olduğu Fatma yengemizle nişanlandı. Askerden
geldikten sonra bir süre iş aradı, bulamadı. Bunun üzerine eş ve
dosttan borç para alarak mesleği olan oto lastik tamir dükkânı açtı.
Kendi mahallesi olan Beşparmak Mahallesi Cami Caddesi köşe başına
işyeri açtıktan bir süre sonra evlendi. Ülkücü hareketle tanışması
abisi Şaban ve aile dostlarından Haluk Sezeroğlu vasıtasıyla oldu.
Babası İbrahim amcanın Şaban, Recep, Sabahattin isminde üç oğlu
daha vardı. Aile millî, dinî duygulara sahipti. Böyle olması vesilesiyle
şehidimiz Hüseyin hiç durmuyordu. Yenişehir Ülkü Ocakları
teşkilatını arkadaşları ile birlikte kuruyordu. Olay günü 03-12-1979
saat 18.00 sıralarında kardeşi Sabahattin’i önce eve gönderip sıcak
su hazırlamasını istiyor. On dakika sonra da kendi dükkânı kapatarak
iki yüz metre ilerde olan Aşikâr Sokaktaki evine giderken kızıl uşaklar
195
tarafından takip ediliyor. Evine on adım kala haince arkadan dizlerine
iki el ateş ediliyor. Şehidimiz diz üstü yere düşüyor. Akabinde tim
halinde olan kızıl uşaklar şehidimizin üzerine bir şarjör daha
boşaltıyorlar. Silah seslerini duyan kardeşleri Doğan ve Sabahattin
dışarı çıkmak istiyorlar. Fakat ortam çok gergin ve karışık olduğu için
anneleri Nuriye anamız müsaade etmiyor. Doğan abisi annesinden
kurtularak dışarı çıkıyor. Fakat şehidimizin saldırıya uğradığını ve
dizleri üzerinde durmaya çalıştığını görüyor. Bu arada kardeşi
Sabahattin av tüfeğini alarak dışarı çıkıyor. Şehidimizin bu halini o da
görünce, hainleri bulmak için hemen Cami Caddesinin sağ tarafına
doğru koşuyor. Bu arada silah sesleri üzerine dışarı çıkan mahalle
halkı ve ailesi şehidimizi Devlet Hastanesine (eski Tıp Fakültesi
Hastanesine) götürüyorlar. Kardeşi Sabahattin sağ tarafa değil de sol
tarafa koşsa ve sokak lambaları yanık olsaymış hainler yakalanırmış.
(O zamanlar ortalık karışık olduğu için sokak lambaları
yanmıyormuş.) Bu hainlerden ilk tetiği çeken komünist uşak Çetin
Koçak’ın ifadesinden anlıyorlar. Hainler örgüt adına Rusya’da eğitilip
yetiştirilmişler.
Yaptıkları
plânlı
cinayettir,
ifadelerindeki
açıklamaları bunu doğrulamıştır. Hain o gün ilk tetiği çeken sokağın
arkasını dolaşarak Cami Caddesinde bulunan kahvehaneye gidip çay
içiyor. Hiçbir şey yapmamış gibi, olay yerini soğukkanlılıkla izliyor. Ve
çıkıp aynı mahallede bulunan evine gidiyor. Kızıl komünistin babası
polis imiş. Babası oğlunun yaşını büyüterek askere gönderiyor.
Askerliğini Samsun’da yaparken parasız kalınca örgüt üyesine telefon
açıp para istiyor. Örgüt üyesi de para olmadığını söylüyor. Bunun
üzerine hain, silahları satmasını söylüyor. Üyesi oldukları örgüt
DHKPC’dir. Bu arada askeri birlikteki telefon santralinin başında
bulunan asker tesadüfen bu konuşmayı dinliyor. Bu durumu gidip
komutana anlatıyor. Komutan da haini sorguya çekip bir saatte
konuşturuyor. Ömür boyu ceza alıyor. Bu arada ifadesinde
söyledikleri Coşkun ailesini ve ülkücü teşkilatı şok ediyor. Beş
Müslüman Türk çocuğunun katili olduklarını ve yukarıda
belirttiğimiz gibi, Rusya’da eğitim gördüklerini söylüyor. Şehidimiz
196
Hüseyin’i örgüt emri gereği öldürdüğünü söylüyor. Her örgüt
elemanının bulunduğu mahallede ses getirecek, sevilen, aksiyon
kişileri öldürmek örgüt emri gereği olduğunu ifade etmiştir.
Şehidimiz Hüseyin de mahallede sevilen, sayılan bir kişi olduğu için
seçmiştir. Şehidimiz daha önce mahallesinde bulunan sol görüşlü
komşu ve akrabaları tarafından tehdit ediliyordu. Bunlar devamlı
olarak bıyığını kesmesini, ülkücü hareketten uzak durmasını
istiyorlardı. Fakat bu iman eri şunu söylüyor; “Bıyığım birilerini
rahatsız ediyor, bu yüzden kesmem”. Şehidimiz hain alçakların her
türlü tehdit ve baskısı onun bir iman kalesi olduğunu, inandığı yoldan
hiçbir şeyin döndüremeyeceğini, alınmaz bir sarp kale gibi olduğunu,
cesaret ve kararlılığın ile göstermiştir
Selam size tarihe sığmayan kahramanlar!
Onla onları yüze karşı koyanlar
Ey Türk analarının doğurduğu aslanlar!
Şehidimiz Hüseyin Coşkun’un Ailesi
197
Şehidimiz Her yerden ölüm fışkırdığı halde hak bildiği yolda
yürümüştür. Ağır yaralı Olarak hastaneye varır varmaz ameliyata
alıyorlar. Hainler On iki kurşun sıkıyorlar, bunlardan on ikisi
vücuduna isabet ediyor ülküdaşımızın. On birini çıkarıyorlar, bir
tanesi akciğerine girdiği için çıkaramıyorlar. Hayati tehlike arz ettiği
için on gün komada yatıyor. On birinci gün yarasının acısı artınca
ameliyata alınıyor. Fakat ameliyattan çıkamayıp şehadet şerbetini
içip Cenab-ı Hakk’a kavuşuyor. İşte Müslüman Türk’ün iman
kalesindeki sarp alınmaz burcu sinsi ve haince kurulan bir suikastla
yıkılıyor. Aziz şehidimizin Allah cennette makamını nur etsin. Geride
kalan acılı ailesine sabırlar temenni eder; saygı ve sevgilerimizi
sunarız.
Türk’e uzanan el, kökünden kurur.
Türk kılıçtır, kında güç halde durur.
Gülistan kokusu gönlü doldurur.
Şehitlik rüzgârı eser başımızda hey
198
ALİM ULUSOY
Şehidimiz Alim Ulusoy 1956 yılında Bünyan’da doğdu. İlk ve
ortaokulu Kayseri’de bitirdi. Kayseri Lisesi’nin birinci sınıfında iken
Bünyan’a taşındılar. Liseyi burada bitirdi. Bundan sonra eğitim
enstitüsünün imtihanlarına girdi. Sınavları kazandı; fakat bir
problemle karşılaştı, gidemedi. Kendisi soylu bir aileye mensuptur.
Babası Salih Amca’nın nüfusu da kalabalıktı. Şehidimizin kardeşleri
Ali, Ayşe, Lale, Rahide, Ayfer, Kadir, Soydan, Sevim, Aysel, Soner,
Ayla’dır. Kendilerine Cenab-ı Allah’tan uzun ömürler niyaz ederiz. Bu
kalabalık aile yapısından dolayı; tahsil hayatını bırakıp iş hayatına
başladı. Memuriyette ilk görevi Felâhiye Nüfus Müdürlüğü; son görev
yeri İstanbul Halkalı Gümrük Müdürlüğü’dür. Fakat kendisi
Beşiktaş’ta oturuyordu. O zaman Beşiktaş bölgesi sağ - sol dedikleri
kavga ve çatışmaların çok olduğu bir yer olarak biliniyordu.
Şehidimiz Alim tehdit ve takip ediliyordu. Bunun üzerine Fatih’te
arkadaşlarının yanına yerleşti. Bundan sonra buradan işine gidip
gelmeye başlar. Bir gün, Beşiktaş’ta bulunan arkadaşlarını ziyaret
etmeye gitti, o gün pazardı. Akşam geri dönmek istiyor; fakat ortamın
bozuk ve karışık olmasından dolayı arkadaşları müsaade etmiyorlar.
199
Gece Beşiktaş’ta kalıyor. Pazartesi sabahı saat 06:00 – 07:00
arası eve kızıl uşaklar baskın yapıyorlar. Evde Naci ve yeğeni, Alim
ülküdaşlarımız şehadet şerbetini içiyorlar. Olayda ülküdaşımız Ahmet
Kılıçaslan yaralanıyor. Komünist, kızıl uşaklar evden çıkarken bomba
bırakıp kaçıyorlar. Olay 07.07.1980 günü oluyor. Şehidimiz Alim güler
yüzlü, sevimli, her konuştuğu kişiye saf, temiz duygulu bir şahsiyet
sahibi olduğu intibasını verirdi. Ailesindekiler, iş yerinde ve
çevresindekiler kendisinden ülkücüleri sorduklarında şu cevabı
verirmiş “Ülkücüler saf, temiz, vatansever insanlardır” Bir atasözü
şöyle der:
“İnsan insanın aynasıdır” bir şairimiz de şöyle söylüyor
“Türkler bizim atamız. Halis Türk’üz kanı temiz”. Kendisi çok
temiz, melek yapılı, duygu ve düşünceye sahip olduğundan; halis
Müslüman Türk çocuğu olduğunu hem fiziki yapısıyla hem gönül ve
diliyle ispatlayıp alperen yiğidimizi şu şiir ne güzel ifade ediyor:
Ya-Rab, bu kesik kol, bu güler yüz ne demektir.
İnsan niye bu kadar fazla melektir.
Cenab-ı Hakkın böyle; gönlü, dili, sesi, tüm güzellikleri bir
arada verdiği şehadet makamı şehidimiz Alime de Allah’ın büyük
lütfudur. Ne mutlu kendisine böyle bir ihsanla mükâfatlandırıldığı
için; Senin o temiz kalbinle tarif ettiğin “Temiz vatanperver
insanlar” dediğin ülkücüler Allah’ın izniyle aynen o ruh ve imanla
devam etmektedir. Cennetteki makamında nur içinde yat müsterih
ol! Senin temiz gönlünden geçen ve melekleşen ruhun incinmesin.
Ruhun şad olsun. Asil Müslüman Türk çocukları olan ülkücüleri de
tarif ettiğin iman ve vatanperverlikte Cenab-ı Hakk devamlı kılsın.
Âmin! Aziz şehidimiz! Allah’tan geride kalan anne, baba, kardeş,
gönüldaşlarına uzun ömürler sabr-ı cemil niyaz ederiz. Onlara da
hürmet ve sevgilerimiz sunarız.
Ecdadımızın heybeti ma’rûfi cihandır.
Fıtrat değişir sanma bu kan o kandır.
200
İSRAFİL AKDAĞ
Şehidimiz İsrafil Akdağ, 1957 yılında Gemerek Sızır
kasabasında doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu yerde tamamladı. 1976
yılında Kayseri Ticaret Lisesinin akşam bölümüne kayıt yaptırdı.
Akşam okuyor, gündüz taksicilik yapıyordu. Ülkücü hareketle
tanışması, aileden geliyordu. Ailesi dinî, millî duygulara sahipti.
Kendisinin yetişmesi ailede başladı. Kardeşleri; Cengiz, Mustafa,
Cemil, Günay, Adem de aynı fikir ve düşünceye sahiptiler. Daha sonra
ülkü ocaklarına devam ederek bilgi ve kültürünü geliştirdi. Şehidimiz
bir gün merkez postanesinin önünde müşterisini beklerken, biri
bayan dört kişi taksisine biniyor. Şehidimiz birisini beklediğini
söyledi ise de komünist uşaklar Hisarcık bağlarına gitmek
istediklerini ısrarla belirtiyorlardı. Ağız münakaşasından sonra
Hisarcık bağlarına gitmek üzere yola çıkıyorlar. Bu arada, içinde üç
kişi bulunan bir taksi de şehidimizin arkasından geliyor. İçerdekiler,
şehidimizle münakaşa etmeye devam ediyorlar. Hisarcık bağlarına
girmeden içinde üç kişi bulunan taksi, yolunu kesiyor. Şehidimizi
arabadan indirip dövmeye başlıyorlar. Fakat kendisi yolun
kenarından çıkarak bağlara doğru kaçmaya başlıyor. Bu esnada
arkasından kurşun yağmuruna tutuyorlar ve kendisi şehit oluyor.
201
Kendisini çok sinsice hazırlanmış bir tuzağa düşürüyorlar. Olayın
hazırlayıcısı ve faillerinin 1978 yılındaki seçimlerde, köyünde sandık
başında delege olarak görev yaparken tanıştığı komünist kızıl uşaklar
olduğunu kardeşi Cengiz ifade etmektedir. Okuldan diploma almasına
kırk beş gün vardı. Zeki, çalışkan, güzel saz çalan şehidimizde, ilerde
ozan olma sevdası ve duygusu hâkimdi. Bu düşüncesini aile ve
arkadaşları ile yaptığı sohbetlerde zevkle belirtirdi. Şehidimiz,
dayısının kızı ile nişanlı idi. İlâhi kadere bak! Ömrü vefa etmedi.
13.04.1980 günü şehadet şerbetini içip, Cenab-ı Hakk’a yürüdü.
İnandığı yolda hiç taviz vermeyen, Müslüman Türk’ün iman
kalesindeki bir burç daha yıkıldı. Cennette makamı nur âlâ nur olsun.
Aziz şehidimiz, geride karalar bağlayan sevenler, acılı, hüzünlü
gönüller bıraktı. Ailesi ve sevdiklerine Cenab-ı Allah’tan sabr-ı cemil
ihsan etmesini niyaz ederiz.
Ben ermeden murada
Ecel kırdı kolumu
Artık beyhude yere
Beklemesin yolumu
Vücudunu delmiş Moskof canavar,
Göğsünde bir kızıl derin yara var,
Yüreğinden kopup yaradan sızar,
Damla damla akar kanı canıma.
202
BAYRAM BULUT
Şehidimiz Bayram Bulut 1961 yılında Bünyan’da doğdu. Sümer
İlkokulunu bitirdikten sonra ailesi ile birlikte İstanbul’a gittiler.
Orada, Beşiktaş Tuzbaba mahallesinde oturuyorlardı. Beş kardeştiler.
Mehmet, Yaşar, Mustafa, Hatice. Şehidimiz Bayram bayan berberinde
çalışıyordu. Bir gün, ailesiyle birlikte bir akrabasının sünnet
düğününe gidiyorlar. Düğünde hain kızıl uşaklarla karşılaşıyor.
Bunun üzerine şehidimiz ailesi ile birlikte düğünden ayrılıyorlar. Eve
gelince durumu ailesine anlatıyor. Babası Hasan Amca köye geri
dönelim diyor. Fakat şehidimiz bu teklifi kabul etmiyor. Şöyle
söylüyor, “Er meydanından kaçan kahpedir.” Şehidimiz olaydan
sonra, üç gün evden çıkmıyor. Üçüncü gün eve çırağı geliyor.
“Müşterilerin seni bekliyor” diyor. Şehidimiz, “Tamam geliyorum.”
diyerek çırağı gönderiyor. Annesi ile birlikte evden çıkıyorlar. Tam
binadan çıkarken, şehidimiz annesine dönerek; “Sabahın köründe sen
nereye gidiyorsun?” diye soruyor. Annesi Müzeyyen anamız, “Halana
gidiyorum.” diye cevap veriyor. “Ne de çok seversin bacını.” diyor
şehidimiz. Dört beş dakika sustuktan sonra, işe gitmek üzere binadan
çıkıyor. Kendisine kurulmuş olan hain tuzaktan haberi yok ilerliyor.
Yirmi beş adım gitmeden; üç kandırılmış, kızıl uşak şehidimize
bağırarak;
203
“Ülkücülüğü bırakıp kendi saflarında yer almalarını”
söylüyorlar. Bunun üzerine şehidimiz Bayram bütün kin ve hıncıyla
yok anlamında kafasını yukarı kaldırıyor. Bunun üzerine hain kızıl
uşaklar şehidimizi kurşun yağmuruna tutuyorlar. Sene 1980’de
orada şehadet şerbetini içip, Cenab-ı Hakk’a kavuşuyor. Kendisini,
komşuları ve çevredekiler hemen hastaneye götürüyorlar. Hain kızıl
uşaklar şehidimizin üzerine “Devrimcilerin öcü alındı.” diye bir
kâğıt bırakıyorlar. Hastaneye götürdükleri taksiye bir tanesi de binip
sağ mı, ölü mü diye kontrol ediyor. Bu hainler özel yetiştirilmiş ve
planlı bir cinayet işlemişlerdir. Şehidimizi silahla taradıktan sonra
hastaneye götürürken taksiye binip, canlı olup olmadığını kontrol
etmeleri onların şehidimizi tanıyan ve ondan korkan hain olduklarını
ispatlıyor. Babasının köye geri dönme isteği ilahi kaderi
değiştirmiyor. Bu Asil Müslüman Türk çocuğundaki kuvvetli iman,
yüksek kahramanlık ruhu düşmandan kaçmayı kahpelik (hainlik)
saydığı için bir Alperen-derviş teslimiyeti cesareti ile ilahi kadere rıza
gösteriyor. Makamın nur olsun geride kalan acılı anne, baba ve
kardeşlerine Allah sabırlar versin. Onlara da sonsuz hürmet ve
sevgilerimiz sunuyoruz.
Top patlasın, ateşleri etrafa saçılsın;
Cennet kapısı can veren ülküdaşa açılsın,
Dünyada ne bulduk ki ölümden kaçılsın.
Kahramanlık ne yalnız bir yükseliş demektir.
Ne de güneş gibi parlayıp sönmemektir.
Bunun için ölüme bir atılış gerektir.
Atıldıktan sonra da bir daha geri dönmemektir.
Rüzgâr bana at oldu,
Irmaklar gibi taştım,
Şimşekler kanat oldu,
Yalçın kayalar aştım,
Eğilin gökler dedim.
Hakk’a şükürler olsun!
Bulutlar kat kat oldu,
Vardım cennete kavuştum.
204
ALİ ÇETİN
Şehidimiz Ali Çetin, Kayseri’de doğdu. Vatanî görevini
Asteğmen olarak yapıyordu. Kayseri’ye yer değiştirme (birliğini) izni
münasebetiyle bir haftalığına ailesini ziyaret etmek için gelmişti. Evli
ve iki çocuk babası idi. Askere gitmeden önce Milliyetçi Hareket
Partisi İstanbul İl Teşkilatında görev yapmıştı. 6 Ağustos 1979 günü,
Ramazan ayında komünist uşaklar tarafından kaçırılarak; çok feci
şekilde katledilerek şahadet şerbetini içip Cenab-ı Hakka kavuştu.
Makamı cennet olsun. Geride kalan; gözünün nuru, gönlünün süruru
olan çocuklarına ve anne-baba, yakınlarına Allah’tan uzun ömürler ve
sabr-ı cemil niyaz ederiz.
Bir bayrak var gözlerinde teğmenim, bir bayrak
Vatan onda, aşkım onda, süngüm onda
Bana öyle bakma teğmenim,
Kur’ana el basarım ki öldüğüme yanmam.
Doyamadım, Türklüğüme doyamadım.
Kurusun yeşilleri dağların teğmenim
Beni bayrağıma sar, yalnız bunu isterim
Sonra anama hakkını helâl et derim
Vatan sağ olsun,
Ellerinden öperim.
205
VAHŞETİN MES’ULLERİ...
Ülkücü şehitler kervanına partimiz üyesi Ali ÇETİN’DE katıldı.
Ali ÇETİN yedek subay olarak görevini yaparken memleketi
Kayseri’ye izinli gelmişti. Beş yaşında bir erkek ve iki yaşında bir kız
babası olan Ali ÇETİN’İ Moskof uşakları kaçırıp önce işkence ettiler,
yüzünü kezzapla yakıp, dişlerini söktüler. Daha sonra da
sayılmayacak kadar bıçak darbeleri ile şehit ettiler.
KATİLLERİ BİLİYORUZ:
Katiller, Türk devletini yıkmaya ve Türk vatanını bölmeye
çalışan komünistlerdir.
Katiller, bizzat besleyip büyüttükleri
komünizmi perdelemek için hayali faşizm tehlikesi yaratan vatan
hainleridir. Katiller, Milliyetçi Hareketin Bozkurtlarına köpekler
sürüsü gibi saldıran ve Türk milletini ancak Rus işgal kuvvetlerinin
yapabileceği işkence ve zulüm yapan iktidar desteğindeki Moskof
uşaklarıdır.
SOLCU ECEVİT İKTİDARI KOMÜNİSTLERİ KORUMAKTADIR
Kayseri’de şehit edilen ülkücülerden hiçbirinin katili
bulunamamıştır. Mirza ÇETİN’İN, Arif YILMAZ’IN, iki Kerküklü
ülkücünün katilleri nerededir?
Oy tabanını kaybeden Ecevit, tam bir ruhi bunalım içinde ne
yaptığını bilmez haldedir. Gayesi, komünistlerin desteği ile bir süre
daha iktidarda kalmaktadır. Bunun için de ülkücüleri boy hedefi
olarak göstermekte, komünistlere tetiği çektiren el iktidarın elidir.
Tedhiş hareketleri ve saldırıların ardından Ecevit ve bugünkü iktidar
vardır.
Bir takım şaibeler Kayseri’ye tayin edilen ve Ülkücü Dernekleri
kapatmakla daha ilk günlerden niyetini ortaya koyan validen Ali
ÇETİN’in ve daha önceki şehitlerin katillerinin bulunmasını istiyoruz.
Türk ve dünya kamuoyuna tekrar ederiz ki: Milliyetçi Hareket Partisi
Türk Devletini yıkmak Türk vatanını parçalamak ve Türk milletini
bölmek isteyen komünist ve bölücü ihanet şebekelerine geçit
vermeyecektir. Bu iktidar bize çok şey öğretti.
GÜN OLA HARMAN OLA!
KAYSERİ MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ İL İDARE KURULU
206
Resimdeki Şehitlerimiz;
( Ali ÇETİN – Zihni DEMİR – Fevzi KÖSEAYDIN )
ALLAH İÇİN ÖLENLER
“Allah Yolunda Ölenlere;“Onlar Ölüler’dir” Demeyin. Hakikatte
Onlar Diridirler, Fakat Sizler Anlayıp Bilemezsiniz”.
(El’Bakara Suresi Ayet 154)
Ülkemizde ve Kayseri’de fikir mücadelesinin tartışma
sahasından ayrıldığı, fikirlerin ölümlerle susturulacağına inanan
komünist anarşistlerin “çifte” attığı günler yaşanıyor. Her gün yeni
207
cinayetler işlenmekten başka işi olmayan paralı komünist çetelerin
faaliyette bulunduğu bir Ramazan ayı yaşanıyor. Beyni yıkanmış Rus
uşakları, ülkücüler üzerine ölüm planları hazırlamakla meşguller.
İnsafsız saldırmalara karşılık: İslam’ın yücelmesi, küfrün
bozguna uğratılma mücadelesi sürüyor. İslam savaşçılarının
karşısında dayanamayan küfür cephesindeki köpekler, son çarelerine
başvuruyorlar.
Ve Kayseri de... On günde dört Ülkü devini kalleşçe arkadan
vurarak şehit ediyorlar...
Verilen her şehit de Nizam-ı Âlem davası Kayseri’de bir kat
daha kutsallaşıyor. Bayrak hedefe biraz daha yaklaşıyor. Sayısı belli
katil hainlerin benzerliği biraz daha fazlalaşıyor. Kurtarılmış bölge
ilan edemedikleri Kayseri’de ne yapacaklarını bilemez halde biraz
daha kahroluyorlar. İktidarın gayrı meşru nimetleriyle, Kayseri’de
yok oluşlarının acısıyla on gün içinde dört Ülküdaşımız kahpece
katlettiler. Kana susamış kudurmuş Firavun bozmaları, Türk–İslam
Ülkücülerine silahlı bıçaklı saldırıda bulundular. Katiller belli
çevrelerce alkışlandı. Hiçbir komünist katil yakalanmadı...
Yüce Allah’ın (c.c.) rahmetiyle doldurduğu Ramazan ayında,
komünistler şerefsizliklerini gösterdiler. Ali ÇETİN isimli
ülküdaşımızı çeşitli oyunlarla kaçırdılar. Ona orucunu açmaya
müsaade etmediler. Dişlerini söküp yüzüne asit döktüler. Kafasına
çivi çakıp, vücudunun muhtelif yerlerinde sigara söndürdüler. Ali
ÇETİN bu dayanılmaz acılardan sonra şehit oldu... Allah katında en
büyük mertebeye ulaştı. Rusya’nın köleleri fikrinden dolayı ona her
adiliği yaptılar. Nizam-ı Âlem Ülküsünü ruhuna sindirmiş olan
şehidimiz geride iki çocuğu dertli gelini, hüzünlü ailesini bıraktılar.
Mevcut iktidarın baş tacı komünistler bu vahşiliği “devrim” adına
“halkın kurtuluşu” adına yaptılar.
Şehidimizin kanı kurumadan ikinci cinayeti işlediler komünist
bozmalar. ZİHNİ DEMİR Kayseri’de sekizinci. Bu Ramazanda ikinci
208
şehit oldu. O bir Müslüman Türk çocuğuydu... Allah’ın rızasını
kazanmak için en önde küfre karşı savaşandı. Her Müslüman gibi o da
oruçluydu... İnancının gereğini yapıyordu. Hem büyük Cihat olan
nefsini dizginliyor, ibadetlerini yapıyor, hem de komünistlere karşı
mücadelesini sürdürüyordu. Cuma namazına giderken yoluna pusu
kurdular... Yerli hainler, aldıkları emri uşağı oldukları Moskof’tan
daha kahpece, Yunan Palikaryanlarından daha alçakça yerine
getirdiler. Binlerce ÜLKÜCÜ gibi sırtından vurdular Zihni’yi... O da
katıldı. Allah (c.c.) için şehit olanlar ordusuna... Şimdi en yücelerde...
İmtihanının en kutsalını verdi. Yüce Allah’ına kavuştu... Namaza
giderken ona silah çeken Kamil SİTTİ ve vuran Hasan SİTTİ, Hamza
TÜRKTEKİN adlı komünistler her nedense! Hala yakalanmadı.
Satılmış uşaklar iki ülkücüyü katletmekle yetinmediler
Kayseri’de... Çünkü daha efendilerinin pisliklerle dolu gönüllerini hoş
edememişlerdi. “ Milliyetçi Hareket Partisi, ÜGD kapatılsın” diyen
TKP (Türkiye Komünist Partisi)’nin emrini yerine getirmek üzere
Kayseri’de kızıl çizmeleri gezdirme için harekete geçtiler. Yürüyüş
yapacakları akşamı bir Ülküdaşımızı daha şehit ettiler. Plevne
mahallesinde evine gitmekte olan FEVZİ KÖSEAYDIN’ını pusuya
düşürdüler. Karşısına çıkmaya cesaret edemeyen gözü dönmüşler
arkadan vurmayı yeğlediler. Satılmış eller acımasızca saldırdı.
Mübarek Ramazan günü iftarını yapmadan Allah’ın Rahmetine
kavuştu. Komünist katil Cuma KUZU yine yakalanmadı. Ülküdaşımızın
gönlü İslam imanıyla doluydu. İnsanları mutlu bir Türkiye için
mücadele ediyordu. Kâfirlerin cephesini teşkil edenler, akıttıkları kan
denizinde boğulacakları gün yaklaşmaktadır. Son olarak üç tane iman
denizinin acıları bitmemişti ki, yeni bir haber geliyor. Kazancılar
çarsısında bir ülkücü vuruldu diye. O anda duyanlar donuyordu. İçine
yutkulanılanlar kan olarak akıyor. Düşen her damla kan zafer türküsü
söylüyor. Verilen Nizam-ı Âlem Ülküsü mücadelesi yeniden
kutsallaşıyor. Küfre karşı yapılan savaşın kutlu ve mübarek olduğu
iyice katmerleşiyor.
209
Evet... Sabri KÖKSAL... Ülkücü gençlik derneği Kırıkkale üyesi,
İzmir Tıp Fakültesi 5. sınıf öğrencisi. Ailevi hasretini gidermek için
Kayseri’ye misafir geliyor. Kimlikleri meçhul yapılan! Kızıl
komünistler tarafından kurşun yağmuruna tutularak şehit oluyor. O
en sevdiğine yükseliyor. Allah’a (c.c) inandığı İslam’ı savunduğu Türk
milletinin kurtuluşu uğruna çalıştığı sebebiyle pusuya Kayseri’de
düşürülüyor. Hayatını en güzel döneminde dünyasını değişiyor.
Allah’ın kitabındaki hükümlere mazhar oluyor. Ne mutlu böyle insana
ve bu yolda olana. Bu kutlu yolun yılmaz neferlerini her toprakla
kucaklaşanı Yüce Allah’ın şu ayeti kerimesine mazhar olmaktadırlar.
“Onlar benim yolumda eziyete uğradılar savaştılar ve şehit
oldular” (Al-i İmran Ayet 195). Bundan anlaşılıyor ki, Ülkücülerin
mücadelesi basit değildir. Hem bu dünyada hem öbür dünyada onlar
için mutluluk vardır. Mutlak Varlık’ın rızasını ve sevgisini kazanma
vardır. Öyleyse... Selam inananlara ve her türlü küfrün karşısına
dimdik duranlar. Bunca yapılan saldırıya, zulme işkenceye ve
öldürmeye rağmen:
Bekliyoruz... Ve Haykırıyoruz....!
İlahi adalet mutlaka tecelli edecektir. Hiç kimsenin yaptığı
yanına kar kalmayacaktır. Müslüman–Türk milletinin kendisine
dönmesiyle komünist katillerin yakasına yapışılacak. Hesap en adil
nizamla bu vahşilerden sorulacaktır. O kutlu gün yaklaşmaktadır. On
günde dört ülkücü şehidin ve 2000’e ulaşan Nizam-ı Âlem davasında
şühedanın kanları üzerinde, Yüce Allah’ın “Muhakkak ki Allah sabır
edenlerle beraberdir” ilahi emrine boyun eğerek bekliyoruz. Bu
bekleyişimiz; Nizam-ı Âlem’in kuruluşunu Türk Milletinin
kurtuluşunu getirecektir.
KANIMIZ AKSADA ZAFER İSLAMIN
MÜSLAMANLAR KÜFRE KARŞI TEK YUMRUK
ÇAĞRIMIZ İSLAMDA DİRİLİŞEDİR.
KAYSERİ MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ / İL İDARE KURULU
210
CUMALİ ŞİMŞEK
Şehidimiz Cumali Şimşek Yavuzlar Mahallesinde oturuyordu.
Karsu Tekstil Fabrikasında işçi olarak çalışırdı. Aslen Adanalı idi; 12
Eylül İhtilalinde evinden alınarak emniyet müdürlüğüne getirildi.
Burada yapılan işkencelerde hiçbir suç isnadını kabullenmeyince
Zincirdere Askeri Cezaevine gönderildi. Burada aylarca yapılan
sorgulama ve işkence sonucu ağır olarak hastalandı. Cezaevi
idaresince yapılan işkence izlerini saklamak için tedavi olmasına da
müsaade edilmediğinden komaya girerek 14 Ağustos 1981 günü
şehadet şerbetini içip, Cenab-ı Hakk’a kavuştu. Makamı Cennet olsun.
Âmin! Cenazesi memleketine gönderilerek orada ebedi âleme yolcu
edildi. Ruhu şad olsun. Âmin!
AHMET GÖKOĞLU
Şehidimiz Ahmet Gökoğlu Sarız’ın Yaylacık köyünde doğdu.
Ailece Adana’nın Kiremithane Mutlu Mahallesinde oturuyorlardı. 34
yaşında olup, Adana Milliyetçi Hareket Partisi İl Yönetim Kurulu üyesi
idi; 28 Temmuz 1980 günü Ramazan ayı idi. Olay günü Mutlu
Mahallesinde Muhammediye Camiinde teravih namazı kılıp çıktıktan
sonra; komünist uşakların kurduğu pusudan açtıkları ateş sonucu
şahadet şerbetini içip; Cenab-ı Hakk’a yürüdü. Makamı Cennet olsun.
Âmin!
211
BİLGE ÖZSOY
Şehidimiz Bilge Özsoy Talas ilçesinden ülkücü bir ailenin iki
yaşındaki kız çocuğu idi. Konya’nın Karapınar ilçesine bağlı Emirgazi
kasabasında lise tarih öğretmenliği yapan Ülkü-Bir mensubu babası
ve ev hanımı olan annesiyle beraber Konya’dan bindikleri dolmuştan
bir grup komünist uşak tarafından indirilerek dövülürken, 1980
yılında kendisine isabet eden tekmeler neticesinde olay yerinde şehit
oldu. Cenazesi getirilerek Talas’ta toprağa verildi.
MİTAT KARAZEHİR
Şehidimiz Kayseri’de doğdu Fevziçakmak Lisesi öğrencisiydi.
31.03.1976 günü komünist uşakların silahlı saldırısı sonucu şahadet
şerbetini içip, Cenab-ı Hakk’a yürüdü. Makamı cennet olsun. Âmin!
NACİ HAS
Şehidimiz Kayseri’de doğdu. Ankara DMM Akademisinin
elektrik bölümünde öğrenciydi. Komünistlerin silahlı saldırısı
sonucunda 23.03.1978 günü şahadet şerbetini içip, Cenab-ı Hakk’a
kavuştu. Makamı cennet olsun. Âmin!
212
AHMET AKKAŞ
Şehidimiz, Kayseri’de doğdu. 23 yaşında Elazığ Fırat
Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde son sınıf öğrencisiydi. Fakülte
Öğrenci Derneğinin başkanlığını yapmaktaydı. Namaz kılmak için
gittiği camiden evine dönerken; bir grup, komünist tarafından
bıçaklanarak şehit edildi. 23 Eylül 1979 da. Makamı cennet olsun.
Âmin!
SABRİ KÖKSAL
Şehidimiz Kayseri’de doğdu Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi
öğrencisi ve Ülkücü Gençlik Derneği üyesi idi. Silahlı saldırı sonucu
19.08.1979 günü şehadet şerbetini içip Cenab-ı Hakka kavuştu.
Makamı Cennet olsun. Âmin!
MEHMET BİLİR
Şehidimiz Kayseri’de doğdu. Adana’da İmam-Hatip Lisesi’nde
öğretmenlik yapıyordu. Ülkü-Bir mensubuydu. Evli ve üç çocuk
babasıydı. Adana’nın Sinanpaşa mahallesinde oturuyordu. Olay günü,
okuldaki görevine gitmek üzere evinin önünde bulunan otomobiline
binerken daha önceden gelerek pusuda beklemekte olan komünist
militanlar tarafından kurşunlanarak 09.05.1980 günü şehit edildi.
Şehadet şerbetini içip Cenab-ı Hakk’a kavuştu. Allah makamını cennet
eylesin. Âmin!
213
RIFKI ERTUĞRUL
Şehidimiz polis memuruydu. Kayseri’nin Yeşilhisar ilçesinde
komünistlerin silahlı saldırısı sonucu 7 Şubat 1980 günü şahadet
şerbetini içti ve Cenab-ı Hakk’a kavuştu. Rabbim, makamını cennet,
kabrini gül bahçesi eylesin. Âmin!
SABRİ TAŞDEMİR
Şehidimiz Kayseri’de doğdu. Komünistlerin silahlı saldırısı
sonucu 8 Nisan 1978 günü şehadet şerbetini içip Cenab-ı Hakk’a
kavuştu. Makamı cennet olsun. Âmin!
ABDULLAH KORKMAZ
Şehidimiz, Kayseri’de doğdu. Kendisi İşçiydi. 8 Aralık 1979
tarihinde komünistlerin silahlı saldırısı sonucu şehadet şerbetini içip,
Hakk’a yürüdü. Rabbim makamını cennet eylesin.
ALİ ÇİFTÇİ
Şehidimiz Ali Çiftçi Pınarbaşı ilçesinde doğdu. Polislerin arama
yaparken başlarında bulunan Pol-Der üyesi komiserle tartışmaya
başladılar. Komiserin silahını çekip ateş etmesiyle olay yerinde
başına ve vücuduna isabet eden kurşunlarla şehit oldu. Makamı
Cennet olsun. Âmin!
214
BAŞBUĞ ALPARSLAN TÜRKEŞ’İN ŞEHİTLERİMİZ
HAKKINDAKİ AÇIKLAMASI
Senelerdir, devletin varlığı, milletin birliği, vatanın
bölünmezliği uğrunda, bu mukaddesleri yıkmak için uğraşanlarla
yaptıkları mücadelede binlerce memleket evladı kara toprağa düştü,
ŞEHİT OLDULAR. Hayatlarının baharında, en güzel günlerinde kimi
arkasında anasını, babasını, kimi karısını, çocuğunu, nişanlısını gözü
yaşlı bırakarak göçüp gittiler. Her biri içimizden bir parçayı kopartıp
aldı götürdü. Suçları neydi, günahları neydi? Bu suçu günahı onlara
kim kesmişti? Bir tek suçları, bir tek günahları vardı: Asil Müslüman
Türk Milletini seviyorlardı. Türk olmanın gururuyla doluydular.
Türk gibi düşünüyorlardı. Yüce dinimiz İslam’ın ahlak ve
faziletini taşıyorlardı. Allah’a inanıyorlardı.
Devletlerini yaşatmak, ona uzanan ellerle mücadele etmek
hayatlarının manasıydı. Milleti böldürtmemek, vatanlarını
parçalatmamak yegâne gayeleriydi… İşte suçları, işte günahları…
“Ben komünistim, marksist-leninistim. Türk ve Müslüman değilim”
diyenler ve onların arkasındaki dış düşmanlar ise, onlara bu suçu
kesenler, bu günahı biçenlerdir.
215
Onlar hayatları boyunca imkânsızlıklarla mücadele ettiler,
iftiraların, yalanların hedefi oldular, yılmadılar, mücadelelerini devam
ettirdiler, ama hain ellerin sıktığı kızıl kurşunlar onları aramızdan
aldı. Türk Milliyetçiliği mücadelesinin atacağı her adımda, ileride
mutlaka ulaşacağımız zafer günlerinde şehitlerimiz de bizimle
olacaklardır. Çünkü ŞEHİTLER ÖLMEZ…
Mukaddes
dava
yolunda
toprağa
düşmüş
bütün
ülküdaşlarımızı yetiştiren analara, babalara, hocalara, arkada kalan
gözü yaşlı kardeşlere, eşlere, çocuklara, Allah’tan sonsuz sabırlar
diliyorum. Cenab-ı Allah (C.C.) bütün şehitlerimizin mekânını cennet
eylesin ve onlardan razı olsun…
216
12 EYLÜL 1980’DE DEVŞİRME CUNTASININ
İDAM SEHPALARINDA KATLETTİĞİ
DOKUZ MÜSLÜMAN TÜRK ÇOCUĞU
AHMET KERSE
31 Ocak 1983
ALİ BÜLENT ORKAN
13 Ağustos 1982 Ankara
CENGİZ BAKTEMUR
2 Mayıs 1982
Elazığ
CEVDET KARAKAŞ
4 Haziran 1981
Elazığ
FİKRİ ARIKAN
27 Mart 1982
Ankara
İSMET ŞAHİN
20 Ağustos 1981 İstanbul
MUSTAFA PEHLİVANOĞLU
7 Ekim 1980
Ankara
SELÇUK DURACIK
5 Haziran 1983
İzmir
HALİL ESENDAĞ
5 Haziran 1983
İzmir
217
Gaziantep
AHMET KERSE
Şehidimiz, Gaziantep’in Oğuzeli ilçesi Hacar köyünde doğdu.
1979 yılında tutuklanarak cezaevine girdi. Dört yıl cezaevinde yattı.
12 Eylül cuntasının devşirme ve solcu sorumluları gibi, kurdukları
mahkeme heyetleri de aynı düşünce ve mizaçtaydı. Müslüman Türk
çocuklarının neslini yok ederek, cennet vatanımızı sahipsiz bırakıp,
hizmet ettikleri düşmanlarımızın; dikensiz gül bahçesine girer gibi;
vatanımıza girmelerini sağlamak en büyük hedefleriydi. Kurdukları
mahkemelerde diğer Türk çocuklarına düzmece ifade ve belgelerle
verdikleri kararın benzerini, şehidimiz Ahmet Kerse’ye de verdiler.
Neticede bu yiğit ülkü eri idam edildi. Şehidimiz, kuvvetli bir iman ve
yüksek kahramanlık ruhuna sahip bir alperen dervişti. Cezaevi hayatı
zulüm, işkencelerle geçti. Diğer yönüyle de namazı, niyazı, Kuran
okumayı ve tefekkürü hiç bırakmadı.
Sessiz sakin bu hali
arkadaşlarını oradaki görevlileri hayrette bıraktı. 31 Ocak 1983
tarihinde sabaha karşı 04:00’da kaldığı hücreden alındı. Cezaevinin
bahçesine kurdukları idam sehpasına çıkmadan önce; Abdest aldı,
dini vecibelerini orada yerine getirdikten sonra son arzu isteklerini
sordular. Anne ve babasını görmek istediğini söyledi. Fakat evde
yokmuş bulamadık diye aldattılar. Mektup yazmak isteğinden sonra,
idam sehpasına soğukkanlı hiçbir ürperti duymadan, korkusuzca
Cenab-ı Hakk’ın ezeli âlemde kendisine yazdığı ilahi kadere iman ve
teslimiyet gösterir bir tavırla çıktı. Son sözleri “ALLAHÜ EKBER,
218
ALLAHÜ EKBER LA İLÂHE İLALLAHU ALLAHÜ EKBER VE LİLLAHİL
HAMD” diyerek ipi boğazına kendi geçirdi. Can çekişmedi, hareket
etmedi. Nurani bir çehreyle, şehadet şerbetini içip, Cenab-ı Hakk’a
yürüdü. Aziz şehidimizin mekânı cennet olsun. Allah, geride kalan
acılı annesi, babası ve yakınlarına tüm ülküdaşlara, gönüldaşlarına
sabırlar ihsan buyursun!
AHMET KERSE’NİN GAZİANTEP CEZAEVİNDEN YAZDIĞI MEKTUP
"Hakime küfrettim. Hakim put! Vicdanı adaletin görkemli
sarayından,
sarayın
mücerret
bekçisinden,
görünmez
koruyucularından azade. Kişiliği silik... Benim böylesi muğlâk bir
kişilikten ne alıp veremediğim var? Baktı önündeki yazılı
müeyyidelere, kırdı kalemi. Küçük dilinin dönmesi ile çıkardığı
kahkahayı duydum. Onun haline güldüm. Güya sinsi gülüyor. O kim,
bilmem ne maddesi kim? Her şeyin vasıta olduğu bu dünyada,
oluşlara basamaklık edenlere kızmaya hiç gerek yok. Doğru olan,
gücün ve tedbirin kar etmediği yerde durup tevekkül etmek, her
daim ona sığınmaktır. Karanlığı aydınlık bilmek, mutlu olmasını
öğrenmektir. Her zaman ve mekânda Yüce Allah'a dayanmak biricik
yol. Tabii yol bilene! Allah'a iyi bir kul olmalıyım. Bütün uğraşım,
çabam bu yönde olmalı. Şayet nasipse şahadet şerbeti içmek, beni bu
mertebeye getiren mazimle övünmeliyim. Şehid olmak her er kişiye
nasip değil! Bil kıymetini! Bu büyük mertebeye ulaşmak için, Allah'ın
sevgilisinden, Bedir harbine katılmak için izin isteyen sahabenin
çırpınışları unutulur mu? Cennet müjdelenmiş. "Ağaçları altında
ırmaklar akan" güzide köşeler... Hakikat bu! Geçici zevklerin süslediği
ve hayal olarak hafızalarda silikleşen, anlık dürtülerin ürünü, anlık
süprüntülerin ne ehemmiyeti, ne kıymeti vardır? Mutlak mutluluğa
gark olmak varken, izafi saadetin çeşnisine kapılıp, kanmak,
kandırılmak ne ayıp bir şey! Çok kötü bir hal. Hayır! Kanmadım,
kanmayacağım.! O gün yeniden dirilişimdir, pak ve saf halimle. O
an ölmek değil, yaşamaktır. "Allah yolunda ölenleri ölü
bilmeyiniz... Onlar diridirler! "... Onlara cennet müjdelenmiştir."
Virajı dönmek ve has bahçesinin güllerini derlemek... Derleyeceğim
renk renk gülleri, sonra da koklayacağım doyasıya. Ben ilk değilim.
219
Uzayan zincirin bir halkası olacağım. Ardım sıra bu zincirin bir
halkası olabilmek için didinenler, çalışanlar çok. Heyecanlı bekleşen
kalabalık
var.
Allah'ın
eli!
Bu
davanın
üzerinde.
Tökezlemek, sürünmek, yakalanmak yok. Sinemiz demir,
yüreğimiz çelik, kötülükleri boğmak, iyilikleri yaşatmak İçin hep
mücadele, hep mücadele... Bir an olsun bile gaflet uykusunda kalmak
yok. Gafleti sevmek, şeytanın çelmelerine kanmak ölümdür. Gerçek
Ölüm! Doğruyu insanlara duyurmak için savaşmak lazımdır...
Anam köyde. Son günler sık sık rüyama girer oldu. Ağlamaz anam hep
güler. Bir şehid anası olacak, keyfi bu yüzden. Heyecanı, gönlündeki
haz ılıklığı bu sebepten... Titrer anam, elleri ile bazı kereler yüzünü
örter. Ben idam sehpasına yürürken anam karalar bağlamaz. Bilir,
inanır ki, oğul ölmedi, yaşıyor. Bu dünya hancıların konakladığı bir
misafirhane. Buradan göç eden bir başka âlemde, ebedi yurt evinde
yaşar. Anam yeşil yemenisini hiç başından eksik etmez. Allah örtünün
dediği için örtünür. Anam ülkü sahibi yiğitleri över. Babam da öyle.
Babam süslü hayat yaşamak uğruna zillet, illete boyun eğen bel
kıvıran, yılanlaşan insanları sevmez. Kötülerin baş düşmanıdır. İnsan
Allah'a inanmadıkça, yüce ülküleri yakalamak için cehd ve gayret
sarfetmedikce o adama insan denmez. Hele halife hiç denmez. Her
adam insan değil, her insan da halife değil! Bu biline! Sabırsızım,
içimde sevinç coşkusu, kulaklarımda Kur'an kıratı... Ben uçmak
istiyorum, uzaklara, pak mekânlara, gül ekenlere, çiçek dikenlere
uçmak... Bükülmeyeceğim, kırılmayacağım. Bu emanet olan "ben"i
yüce yaradanıma helali ile teslim edeceğim. Ölsem bile
ölmeyeceğim. Varın siz anlayın! Ben insanlara dayanmadım ki,
yıkılayım, insancıklardan medet ummadım ki, zarara ziyana gireyim.
Ezel ve ebed olan Yüce Mevla'ya gönül verdik. Onun içindir ki, bu
dava sönmez, bitmez, çapulcuların çökmesinden, kaçmasından
etkilenmez...
İlay-ı kelimetullah! Diyen diller lal olmaz.
Allah diye inleyen güller solmaz.
Tekbir getiren, teşbih eden güller solmaz.
Susmayacak Hakk'ın dili!"
220
ALİ BÜLENT ORKAN
Şehidimiz Ali Bülent Orkan, Ankara’nın Etlik Aşağı Ayrancı
semtinde oturuyordu. Kendileri aslen Samsunluydular. Uzun boylu,
geniş omuzlu, esmerimsi çehreliydi ve pehlivan yapılı bir vücuda
sahipti. İncirli Lisesinin akşam bölümünde öğrenciydi. 1980
ihtilalinden önce bazı olaylara karıştığı iddiası ile cezaevine girdi.
Fakat emniyetteki Pol-Der’li ateist alçakların işkence ve zulümleriyle
karşılaştı. Bundan dolayı, dört ay psikolojik rahatsızlık çekti. Daha
sonra biraz düzeldi. 1980 ihtilalinin kurduğu mahkemede ilk celsede
idam cezası verdiler. Hemen onayladılar. Dört ay Mamak Askeri
Cezaevinin 35 numaralı hücresinde yine zülüm ve işkencelerine
maruz kaldı. Öyle hale geldi ki namazdan sonra; “YARABBİ SANA
GELMEMİ UZATMA” duası ile yatıp kalktı. 13 Ağustos 1982
tarihinde şehidimizi hücresinden sabaha karşı alarak Ankara Merkez
Kapalı Cezaevine götürdüler. Burada dini vecibelerini yerine
getirdikten sonra kurulan idam sehpasına gayet soğukkanlı, Cenab-ı
Hakk’ın ezeli âlemdeki kendisine takdir ettiği ilahi kadere iman ve
teslimiyet göstererek çıktı ve son sözleri şöyle oldu: “AĞLAMAYIN
BEN YENİDEN DOĞUYORUM” “EŞHEDÜ ENLA İLAHE İLLALLAH VE
EŞHEDÜ ENNE MUHAMMEDEN ABDUHU VE RASULUHU” diyerek
221
şehadet şerbetini içip, Yüce Allah’a kavuştu. Büyük arzusu da buydu.
İşkence, zülüm hayatta kalmasını çok zorlaştırmıştı. Müslüman Türk
çocuklarına bu zulmü reva görenler, er ya da geç elbette cezalarını
bulacaktırlar. Çünkü zalimin hasmı; kudret, kuvvet sahibi olan Yüce
Allah’tır. Aziz şehidimizin makamı cennet olsun. Âmin! Geride kalan
hüzünlü yakınlarına, ülküdaşlarına Cenab-ı Hak’tan sabırlar niyaz
ederiz.
Seferim var sınırlara,
Sefasından uçan gelsin.
Çocukları beşiklerde
bıraktık.
Kaygı düşmesin erlere,
Vatan için silahlara sarıldık.
Öz canından geçen gelsin.
Korku girmesin gözüne,
Güvensin kendi özüne,
Biz, hepimiz tatlı cana hor baktık.
Ecel gömleğim dizine,
Ninelerden son veda’la ayrıldık.
Kendi eliyle biçen gelsin.
222
CENGİZ BAKTEMUR
Şehidimiz, Malatya’nın Doğanşehir ilçesine bağlı Polat
köyünde 1960 yılında doğdu. Baktemur ailesi Doğanşehir’de yeni
belediye garajı yakınında oturuyordu. Liseyi yeni bitirmişti. Terör
olayları bütün şiddeti ile devam ediyordu. Şehidimiz Cengiz
Baktemur, arkadaşlarıyla saldırıya uğruyorlardı ve arkadaşlarından
şehit veriyorlardı. Kendisini öldürmek isteyenlere karşı nefsi
müdafaa etmek için silahına sarılıyor; fakat komünistlerden bir tanesi
ölüyor. Bu olaydan dolayı cezaevine giriyor.
Mahkemede olayı doğru olarak itiraf ediyor. Fakat, solcu
heriflerin kurdukları mahkeme heyetleri de kendileri gibi olduğu için
aziz şehidimize idam cezası veriyorlar. Halbuki öyle acayip olaylar,
alçaklıklar döndürülüyor ki iki defa idama mahkum olmuş komünist
bir tanesini üçüncü itirazda (iadei mahkemede) tahliye veriyorlar.
İşte, 12 Eylül mahkemelerinin kimlere zülüm, işkence yapıp; kimleri
düzmece belgelerle idam ettikleri; kimlerin kollandığı ortaya çıkıyor.
Şehidimizin annesi, mahkemede oğlunun idam cezasına
çarptırıldığını duyunca sinir krizleri geçiriyor ve bunalıma giriyor.
İdamından sonra annemiz felç oldu.
Aziz şehidimiz, 1 Mayıs 1982 günü sabaha karşı, Elazığ Kapalı
Cezaevinde kurulan idam sehpasına korkusuz ve ezeli âlemde Cenab-ı
Hakk’ın kendisi için takdir ettiği ilâhi kadere iman ve teslimiyet
göstererek çıktı ve ipi boynuna kendi geçirdi. Tevhid, tekbir getirerek
şahadet şerbetini içip Cenab-ı Hakk’a kavuştu. Makamın cennet olsun.
Alperen yiğidimiz sen, zalime boyun eğmedin; yiğitliğin,
kahramanlığın her durumda hakkını verip Yüce Allah’a kavuştun.
Geride kalan yakınlarına Allah’tan sabırlar niyaz ederiz. Ruhun şad
olsun.
Cengiz Baktemur’un şahadetinden bir gün önce kaleme aldığı şiir;
ANA
Ana beni böyle attılar karanlığa
Hiçbir ışık görmedi şu gözlerim
Ana ne gün çıkarım aydınlığa
Ana duyulur mu acep sözlerim
Ana bura karanlık insan görünmüyor
Jop izleri oluk oldu böğrüme
Ölsem diye yalvarsak da ölünmüyor
Nasıl geri kavuşurum dünüme
Ana beni asarlarsa sakın üzülme
Al eline Kuran-ı divanlara dur
Doğanşehir boylarında süzülme
Al eline imanı kafirlere savur
Ana gardaşlarım beni hep ansın
Dualarını kabrimde toprağa savursunlar
Ana sen canan değil cansın,
Allah yolunda beni urganda bulsunlar
Oğlunuz Cengiz Baktemur
224
CEVDET KARAKAŞ
Şehidimiz Cevdet Karakaş, Elazığ’da 1960 yılında doğdu. Ailesi
ile birlikte yurt dışındaydılar; fakat kendisi vatanımıza dönmüştü. O
zamanlar terör olayları devam ediyordu. Ülkücü olması;
komünistlerin hedefi olmasına sebep oluyordu.
Elazığ’da bir olaydan tutuklanarak cezaevine girdi. Elazığ
bürosu avukatlarından hiç biri, şehidimizin duruşmalarına girmeme
kararı alıyordu. Çünkü avukatlar farklı fikirlere sahiptiler.
Cevdet ülkücü, vatanperver bir İman eri idi. 12 Eylül
cuntasının kurduğu mahkemeler, kendisine ölüm cezası verdi.
Bunu duyan babası yurdumuza döndü, kararın bozulması için
çok çalıştı.; fakat bir şey yapamadı. Solcu, kukla herifler baş kuklalara
şirin görünmek için bir iman erini yok etmeyi düşüncelerine hizmet
sayıyorlardı.
4 Haziran 1981 tarihinde Elazığ Kapalı Cezaevinin bahçesine
kurdukları idam sehpasına, aziz şehidimiz dini vecibelerini yerine
getirdikten sonra gayet soğukkanlı; Cenab-ı Hakk’ın ezeli âlemde
225
kendisine takdir ettiği ilahi kadere İman ve teslimiyet göstererek
çıktı.
Diğer ülküdaşları gibi şahadet şerbetini içip, Cenab-ı Hakk’a
kavuştu. Sık sık şöyle dua ederdi: “Ya Rabbi, gayem senin rızanı
kazanmaktır. Dünyalık hırs, mevki benden uzaktır. Ben
insanlara dayanmadım. Ben insanlardan yardım dilenmedim.
Beni iyi görsünler, iyi desinler diye bu davanın içine girmedim.
Bana uygun gördüğün yükten hoşnudum.” Derdi Aziz Şehidimiz.
Kudret, kuvvet sahibi olan Yüce Allah’ımız da senden hoşnut olsun
âmin!
Müslüman Türk çocuklarına zülüm, işkence yapıp onları idam
edip katledenleri sana havale ediyoruz. Yarabbi sen zalimlerin
hasmısın; biliyoruz, inanıyoruz. Aziz şehidimiz makamın Cennet
olsun.
Geride kalan acılı anne, baba, kardeş ve yakınlarına Allah’tan
sabr-ı cemil dileriz.
226
FİKRİ ARIKAN
Şehidimiz Fikri Arıkan, Çorumun Alaca kazasında 1950 yılında
doğdu.
Daha sonra, Ankara’ya gelerek Türközü Bademlidere Semtinde
oturmaya başladılar. Ankara’da bulundukları zaman terör olayları
sağ-sol çatışması şeklinde devam ediyordu.
Kendisini terör olayına karıştı diye tutuklayıp, Mamak Askeri
Cezaevine koydular.
12 Eylül cunta mahkemelerinde düzmece ifadeler ve
suçlamalarla idam kararı verdiler. Cuntanın solcu savcısı partiden
ileri düzeyde iki - üç kişiye suç isnad ederek, ifade verirsen seni
idamdan kurtarırız diye teklif ettiyse de; solcu herifin, bu kahpeliğine
karşı Müslüman Türk çocuğu asaletine yakışır şekilde sertçe bunu
reddetti ve gerekli cevabı verdi.
Kararı, konseye gönderdiler. Oradaki devşirme, solcu herifler
“asılmaya layık” diyerek tasdik ettiler.
227
Mamak Askeri Cezaevindeki 34 numaralı hücresinden gece
alıp, Ankara Kapalı Cezaevine götürürken abdest almak istedi. Orada
alırsın dediklerinde; “Katiyen abdest almadan ayrılmam dedi.” Bunun
üzerine abdest alıp öyle gitti. Orada dini vazifesini yerine getirdikten
sonra idam sehpasına gayet soğukkanlı bir tavırla çıktı.
Son sözleri Kelime-i Tevhid ve Kelime-i şahadet oldu.
“Kahrolsun
komünistler”
dedikten
sonra,
“Allahuekber”
“Allahuekber” diyerek şehadet şerbetini içip Cenab-ı Hakk’a kavuştu.
Alnına ve yüzüne Allah’ın nuru doğdu. Orada bulunan
imamlarla, diğer görevlileri hayretler içinde bıraktı. Hainlerin zulmü
ve suikastıyla Müslüman Türk’ün İman kalesinden bir burç daha
yıkıldı.
Cenab-ı Haktan bu iman eri, aziz şehidimizin makamını nur
etmesini diler; geride kalan acılı anne, baba kardeşlerine ve
yakınlarına uzun ömürler niyaz ederiz.
228
İSMET ŞAHİN
Şehidimiz İsmet Şahin, Trabzon’da doğdu. Burada, bazı
komşularıyla aralarında çekişme kavgalarından dolayı aşırı
düşmanlık doğdu.
Bu durumda kardeşi ile birlikte kalkıp İstanbul’a geldi. Kendisi
evli, yedi çocuk babasıydı. Burada hayvancılık yapmaya başladı.
Fakat düşmanlarının takibinden kurtulamadı. O zaman terör
olayları devam ediyordu. Bir atasözü vardır; “Kurt bulanık havayı
severmiş” derler. İşte bu bulanık havadan yararlanan düşmanları
şöyle bir ihbar mektubu gönderirler: “Şu adreste Dev-Sol
militanları oturmaktadır. Bu evi hücre evi olarak
kullanmaktadırlar. Yetkililerin bilgilerine sunulur” Hem polis,
hem de askeri makamlar bu ihbarı ciddiye alır.
Polis, asker İsmet Şahin’in evini kordon altına alır. Kendisi, tek
bir kurşun sıkmadığı halde o kargaşada sıkılan bir kurşunla bir asker
şehit olur.
229
Bunun zanlısı olarak yakalayıp Selimiye Cezaevinin hücresine
koyarlar.
“Ben Türk askerini vurmadım ve niçin vurayım” dediyse
de kimse şehidimizin bu çırpınışına, vicdan yarasına merhem olmadı.
Kendisine bir suç daha isnat edildi.
Selimiye Cezaevinin hücresinde ve daha sonra Maltepe Askeri
Cezaevinin hücresinde büyük zulüm ve işkenceyle çile doldururken,
kendisine 12 Eylül cuntasının mahkeme heyeti idam cezası verir.
Aziz şehidimiz bu haksızlık, zülüm, işkence dolu zindan
hayatını çok kuvvetli bir imana sahip olduğundan Kuran-ı Kerim
okuyarak, zikir, şükür, tefekkür ederek; Cenab-ı Hakk’ın ezeli âlemde
verdiği ilahi kadere tevekkül ve teslimiyet gösterip çekiyordu.
Bir gece yarısı kendisini Paşakapı Cezaevine götürüp idam
sehpasına çıkarırlar; bir iman eri daha şehadet şerbetini içip Cenab-ı
Hakk’a kavuşur.
Aziz şehidimizin mekanı cennet olsun. Geride kalan
yetimlerine ve yakınlarına da Cenab-ı Allah uzun ömür ve sabırlar
ihsan etsin. Âmin!
230
MUSTAFA PEHLİVANOĞLU
Şehidimiz, 03.03.1958 doğdu. Ankara’nın Balgat Karapınar
semtinde oturuyorlardı. Kendisi, ülkücü teşkilatın içinde her yönüyle
mükemmel bir şahsiyete sahip alperendi.
Söz ve hareketleriyle, dava arkadaşlarını hayretlere bırakır ve
onlara hız verirdi. Bu özellikleri düşmanlarının önüne tuzak kurup,
suikast hazırlamalarıyla neticelendi ve ülkücülükten ceza evine
girmesine sebep oldu.
12 Eylül cuntasının devşirme, solcu sorumlularının kurduğu
kendileri gibi devşirme ve solcu mahkeme heyetinin yargılaması
sonucu düzmece kararla idama mahkûm ettiler.
Hapishaneden kaçtı; fakat yakalandı. Kendisine devşirme ve
solcu savcının ihanetleri daha yetmiyormuş gibi, itiraf edersen eğer
partiden veya Ülkü Ocaklarındaki üst düzey yetkililerden iki, üç isim
verirsen iade-i mahkeme yapar seni kurtarırız. Yoksa, “Canından
olursun.” diyorlar. Fakat, şehidimiz buna gerekli cevabı veriyor ve bu
teklifi reddediyor.
Ancak, iade-i mahkeme için attığı imzasının üzerinde Milliyetçi
Hareket Partisi davasında belge olarak kullanmak için akla mantığa
sığmayan ihanet belgesi tanzim ettiriyorlar.
231
Her işi hile, desiseyle dolu olan devşirme, solcu herifler 7
Ekim 1980 günü Mamak Askeri Cezaevindeki 34 numaralı
hücresinden gece alınarak, Ankara Kapalı Cezaevine getirildi. Orada
abdest aldı. Hocayla konuştu, tevbe istiğfar etti. İki rekât namaz kıldı.
Kâğıt ve kalem istedi. Annesine, babasına, kardeşlerine ve bir de
nişanlısına mektup yazdı. Ondan sonra, Cenab-ı Hakk’ın ezel-i
âlemde yazdığı ilahi kadere, iman ve teslimiyet gösterir bir tavırla,
idam sehpasının üzerine gayet soğukkanlı ve tevekkül abidesi olarak
durdu. Son sözleri söyledi :“EŞHEDÜ EN LA İLAHE İLLALLAH VE
EŞHEDÜ ENNE MUHAMMEDEN ABDÜHÜ VE RASULÜHU”. Kelime-i
Şahadet getirdikten sonra, “Yaşasın İslam”, “Yaşasın Allah ordusu!
Kahrolsun komünistler ve kapitalistler!” , “Allahüekber.....
Allahüekber....!” dedikten sonra ayağının altındaki sandalyeyi kendi
itekledi ve hiçbir çırpınmadan ve sallanmadan şehadet şerbetini içip
Cenab-ı Hakk’a kavuştu. 9 ay sonra, ailesi mezarını yaptırmak için
kabiri açtıklarında; hiç bozulmadan, çürümeden mübarek vücudunun
canlı ve diri haliyle durduğuna şahit oldular. Aziz şehidimizin makamı
nur olsun. Âmin.
Allah’tan, geride kalan acılı yakınlarına, gönüldaşlarına uzun
ömürler, sabr-ı cemil niyaz ederiz.
Resim ; Mustafa Pehlivanoğlu
232
Kahramanlık ne yalnız bir yükseliş demektir,
Ne de yıldızlar gibi parlayıp sönmektir.
Ölmezliği düşünmek boşuna bir emektir;
Kahramanlık; saldırıp bir daha dönmemektir.
Sızlasa da gönüller düşenlerin yasından
Koşar adım gitmeli onların arkasından.
Kahramanlık; içerek acı ölüm tasından
İleriye atılmak ve sonra dönmemektir.
Yırtıcılar az yaşar... Uzun sürmez doğanlık...
Her ışığın ardında gizlidir bir karanlık.
Adsız sansız olsa da, en büyük kahramanlık;
Göz kırpmadan saldırıp bir daha dönmemektir.
Kahramanlık ne yalnız bir yükseliş demektir,
Ne de yıldızlar gibi parlayıp sönmektir.
Bunun için ölüme bir atılış gerekir.
Atıldıktan sonra bir daha dönmemektir...
233
SELÇUK DURACIK VE HALİL ESENDAĞ
SELÇUK DURACIK
Şehidimiz Selçuk Duracık, Manisa’nın Turgutlu ilçesinde 1960
yılında doğdu. Kendisi seyyar satıcılık yapıyordu. Ülkücü hareketle
daha çocuk yaşta tanıştı. Daha 13-14 yaşlarındaydı. Kendisi çok
kuvvetli iman ve vatan sevgisine; yüksek cesaret ve kahramanlık
ruhuna sahipti. Bu özellikleriyle kendisi, dıştaki düşmanlarımızın
içerdeki çeşitli dünya nimetleri ile (para makam vs.) ile aldatıp
kandırdığı; komünist uşakların hedefi oldu. Beldesinde herhangi bir
terör olayı olsa faili olarak yakalanıp cezaevine girdi, çıktı. Yine bir
gün, cezaevindeyken yaralanan bir fırıncının zanlısı olarak gösterilip,
kendisini emniyete götürmek için evlerine polis geliyor. İşte, böyle
hileler, desiseler, tuzaklarla bu iman erlerinin kökünü kazımak için
alçakça planlarla onları karşı karşıya bırakıyorlardı. Bir başka
iftirayla polis tarafından arandığını öğrenince, gider kendiliğinden
teslim olur.
234
HALİL ESENDAĞ
Şehidimiz Halil Esendağ Manisa’nın Saruhanlı ilçesinin Gözlet
köyünde 1961 yılında doğdu. Kendisi evliydi. Ülkücü hareketle çok
genç yaşlarda tanıştı. Şehidimiz Halil Esendağ kuvvetli bir iman ve
vatan sevgisine, yüksek cesaret ve kahramanlık ruhuna sahipti. Bu
özellikleriyle komünistlerin hedefi oldu. Şehidimiz Selçuk Duracık ile
beraber cezaevi hayatı başladı. İlk önceleri Manisa Cezaevinde
yattılar. Daha sonra 12 Eylül cunta darbesiyle birlikte, İzmir Buca
Cezaevine gönderildiler. Burada kurulan askeri mahkemede
yargılanmaya başladılar. Çok hızlı bir şekilde, delil ve şahitleri
beklemeden gelen sahte belge ve şahitlerle hemen ikisi için idam;
diğer bir arkadaşları Ahmet Tuncel’e yirmi beş yıl hapis cezası verildi.
Karar, Yargıtay’a gönderiliyor; oradan tasdik edildikten sonra
Danışma Meclisi Adalet Komisyonuna gönderiyorlar, şehitlerimizin
dinlenmesi yönünde dosya iki defa gidip geliyor; fakat hemen
asılmaları yönünde Yargıtay ısrar ediyor. Üçüncüsünde Danışma
Meclisi Adalet Komisyonu, bu işin hukukla, adaletle ilgisi olmadığını
kendilerinin de kuklaların kuklası oldukları bilinciyle tasdik ediyor.
Çünkü emir büyük kuklalardan geliyor. Bu kukların işi orada maaş
235
alıp, baş sallamaktır. Komisyonunuzun başındaki adalet kelimesi
olsun kaldırın ki, adalet kelimesi olsun katledilmesin. Müslüman Türk
çocuklarını işte böyle devşirme, solcu heriflerin kendileriyle aynı
düşünceye sahip mahkeme heyetleri onları idam ve suikastlerle
katlettiler. İdam kararını veren heyet, hemen salondan yangından
kaçar gibi çıkarken, aziz şehidimiz Selçuk onlara şöyle bağırdı:
“Durun nereye” ? Oldukları yere çivileniyorlar. Bir adım daha
atamıyorlar. Şehidimiz Selçuk keskin pervasız bir edayla konuşuyor:
“Tamam, ceza verdiniz kendinizce bir hükme vardınız
Ancak insan bir geçmiş olsun der. Kulun verdiği ceza çabuk
geçer, hükmü yoktur. Allah ceza vermesin. Ne öyle kurtlardan
kaçan koyunlar gibi kuyruğunuzu altınıza aldınız, arkanıza
bakmadan kaçıyorsunuz” ? Ve kapıdan hiçbir söz etmeden defolup
gidiyorlar. Konseyde idamları tasdik edip; “Cezaları derhal infaz
edilsin” emri geliyor. Şehidimiz Halil hücresinden alınıyor emniyete
götürülüyor. Burada Pol-Derli ateist herifler yine yakasını
bırakmıyor. Zulüm ve işkence ile ağzından bir şeyler alıp; diğer Türk
çocuklarının aleyhinde kullanmak için infaz emri 03.06.1983
tarihinde cezaevine bildiriliyor. Şehidimiz Halil olmadığı için infaz
işlemi tehir ediliyor. Fakat şehidimiz Selçuk, hücresinde sabah
haberlerini öğrenmek için radyoyu açıyor. “Konseyde idamları
onaylanan silahlı sağ eylemcilerden Selçuk Duracık ve Halil
Esendağ’ın bu sabaha karşı infazları yerine getirildi” haberini
duyuyor. Bu sırada şehidimiz Halil Esendağ daha emniyettedir. 5
Haziran 1983 saat gece 01:00’da şehitlerimiz hücrelerinden
alınarak, cezaevinin bahçesinde hazırlanan idam sehpasındalar. Gayet
soğukkanlı bir şekilde Cenab-ı Hakk’ın ezeli âlemde yazdığı ilahi
kadere İman ve teslimiyet gösteren bir tavırla idam sehpasına
çıktılar. Son sözleri “ALLAHU EKBER ALLAHU EKBER LAİLAHE
İLALLAHU ALLAHU EKBER VE LİLLAHİL HAMD” diyerek şehadet
şerbetini içip, Cenab-ı Hakk’a kavuştular. Aziz şehitlerimiz,
cezaevinde Cenab-ı Hakk’ın kendileri için tayin ettiği bu âlemdeki
ömürlerini namaz, niyaz, tefekkür ile geçirdiler.
236
Kendilerinde bir alperen derviş sabır ve tevekkülü vardı. Zaten
şehadetlerinden sonra yüzlerinde doğan nur, hemen mübarek
vücutlarının kıbleye yönelmesi dini bütün, İman erleri olduklarını
ifade ediyordu. Aziz şehitlerimizden geriye çok hüzünlü; anne, baba,
kardeş, eş, nişanlı ve dava arkadaşları ile gönüldaşlar bıraktılar. Ey
kudret kuvvet sahibi yüce Allah’ımız sen zalimlerin hasmısın. Bu asil
Müslüman Türk çocuklarına zülüm ve işkence edip, onları
katledenleri sana havale ediyoruz. Sen her şeyin en iyisini bilen
sensin Yarabbi. Bu Aziz şehitlerimizi cennetinde peygamberimiz
Hazreti Muhammed (SAV), amcası ve şehitlerin serdarı efendisi
Hazreti Hamza (R.A) ile komşu eyle. Geride kalanlara da sabırlar
ihsan eyle, âmin!
Resim; Şehitlerimiz Selçuk Duracık ve Halil Esendağ
237
VATANIMIZIN
DİĞER BÖLGELERİNDEKİ ŞEHİTLERİMİZDEN BAZILARI
Ne kafkasya ne purut
Şu beşbin yıllık anayurt
Kurşunlanan bir BOZKURT
Çıkarılan göz menem
Dinmez gönül sancımız
Derinleşir acımız
Alınmazsa ÖCÜMÜZ
Dövülecek diz menem
238
GÜN SAZAK
(1932-1980)
Şimdi kalubeladan beri devam eden yolculuğunun dünyaya ait
kısmını bitirip, ebediyet âlemine, sonsuzluğa dalmıştır. Dün, imanı ile
sahavet, asalet, cesaret, adalet, edep ve irfanı ile ülkü ordusuna örnek,
Anadolu tekkesine TÜRK-İSLAM hamurunu yoğuran bir bilek. Ve
şimdi, kınından çıkan kılıç, şehitler ordusuna katılan GÜN SAZAK...
Size ve tüm Şehitler âlemine “ESSELAMÜ ALEYKÜM”...
Gün Sazak 26 Mart 1932’de Ankara’da doğdu. Babası
Eskişehir’in Mihalıççık İlçesi Sazak köyünden Emin Sazak Bey, annesi
kayı Köyünden Ayşe Hanım’dır. Eski ve köklü bir aileye mensup olan
Gün Sazak ilk orta ve lise tahsilini Ankara’da yaptı. Ve Ankara Maarif
Kolejinden mezun oldu. 1951-1955 yılları arasında ABD’de bulundu.
Burada California State Polytekhnic’de ziraat öğrenimini tamamladı.
Yurda dönüşünde 1956-1962 yılları arasında dört beş yıl kadar
ziraatla meşgul oldu. 1962’de bir inşaat şirketi kurdu. Birçok liman
fabrika ve büyük tesisler inşa etti. 1971 yılında Milliyetçi Hareket
Partisi’ne katıldı. Kendi ifadesiyle “Önceden beri davasını,
ülküsünü ve fikirlerini benimsediği bu partide” görev aldı. Aynı
239
yıl toplanan parti kurultayında genel idare kurulu üyeliğine seçildi.
1972 yılında da genel başkan yardımcılığı görevine geldi. Şehadetine
kadar sekiz yıl süre ile bu görevde bulunmuştur. Gün Sazak 1977
seçimlerinden sonra kurulan üçlü koalisyon hükümetine Gümrük ve
Tekel Bakanlığına tayin edildi.
BAKAN GÜN SAZAK
Seçimlerini müteakiben kurulan 2. Milliyetçi Cephe olarak
adlandırılan AP, MSP ve Milliyetçi Hareket Partisi Koalisyon
Hükümeti'nde, Milliyetçi Hareket Partisi'ne 5 bakanlık ayrılır. Gün
Sazak ile aynı dönemde Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan
Yardımcısı olan Sadi Somuncuoğlu, Siyasi Partiler Kanunun'da siyasi
parti genel başkanlarına bakanları belirleme yetkisi tanınmasına
rağmen, bu bakanlıklar için Milliyetçi Hareket Partisi Genel İdare
Kurulu'nda seçim yapıldığını ve o günlerin en netameli bakanlığı olan
Gümrük ve Tekel Bakanlığı'na milletvekili olmadığı halde Gün
Sazak'ın seçimle getirildiğini anlatıyor. Sazak her Milliyetçi Hareket
Partisi'li bakan gibi, çok ciddi bir görevle karşı karşıya olduğunun
bilincindeydi. Bütün gözler onların üzerinde olacaktı. Bir tarafta
ülkede devam eden terör, diğer yanda ülkenin içinde bulunduğu
ekonomik bunalım Milliyetçi Hareket Partisi'li bakanları büyük bir
yükün altına sokmuş oluyordu. Sazak'ın da göreve geldiği Gümrük ve
Tekel Bakanlığı çok önemli bir kurumdu. Denetimsizlik sonucu
gümrüklerde her türlü kaçakçılık serbestçe yapılıyordu. Rüşvet ve
suiistimal almış başını gidiyordu. Sigaranın karaborsa olduğu çay ve
tuzun dahi bulunmadığı yıllardı. Devletin içerisinde çöreklenmiş
menfaat grupları da mafyacılarla birlikte çıkar işbirliği yaparak,
kurumu zaafa uğratmışlardır. Gün Sazak bakanlığa geldiğinde ilk iş
olarak Esat Güçhan'ı Tekel Genel Müdürlüğü'ne, Nedim Yılmaz'ı
Çaykur Genel Müdürlüğü'ne getirirken, Gümrükler Genel
Müdürlüğü'nü değiştirmez. Gün Sazak eleman alırken aradığı ölçü şu
olur; "Hırsız olmamak, liyakatli olmak ve parti teşkilatına değil
bakanlık teşkilatına bağlı olmak.". Gümrük kapılarında,
dürüstlüğünden emin olduğu sembolik sayıda ülkücüyü, gümrük
240
kontrolörü olarak göreve alır. Bunlar bir kapıda da kalmayıp bütün
kapıları dolaşırlar. Kapıkule'nin de içinde bulunduğu Trakya
Gümrükler Müdürlüğü'ne solcu ama liyakatli bir müdür getirilmişti.
"Gümrük ve Tekel Bakanlığında ülkücü-solcu çatışması yok, hırsızdürüst kavgası vardır" diyordu. Sazak, görevlendirdiği insanlara tam
yetki vermiş, icraatlarına karışmamıştı. Bakanın dürüstlükteki direnci
bütün kuruma yansımış, yansımış ve çürük elmalar ihbar edilmeye
başlanmıştı. Gümrüklerde TIR'ların girişi zorlaşırken, hacıların
gümrükte beyanlarının esas kabul edilip giriş-çıkışlarına kolaylık
sağlanmış ve ilk defa ticari plakalı otomobil ve minibüslerin hacca
gidişine izin verilmişti
SAZAK'IN MAFYA'YI ÇÖKERTEN MÜCADELESİ
Sazak'ın bakanlık görevine gelmesiyle birlikte, mafyaya karşı
ciddi bir mücadele başlatıldı. Yeraltı dünyasının uluslararası
bağlantıları ülkemizdeki uzantılarına büyük darbe indirildi. Ülkeyi
kan gölüne çeviren gümrük kapılarından sınır boylarına kadar
uzanan her türlü silahları tırlarla, kamyonlarla ülkeye sokan,
komünist sol terör yuvalarının eline geçmesini sağlayan bütün
kanunsuz hareketler, unsurlar bertaraf edildi. Kısacası, hem mafyaya,
hem de kızıl terör örgütlerine darbe indirildi. Gerek yer altı
dünyasının, gerekse onların uluslararası bağlantıları, sermaye
çevreleri artık istedikleri gibi serbestçe hareket edemeyeceklerdi. Beş
aylık bir icraat döneminde mafyanın beli kırılmıştı. "Gün Sazak
bakanlık görevine başlamasıyla birlikte bütün sınır kapılarını tek tek
gezerek incelemelerde bulunuyordu. Bir gün Milliyetçi Hareket
Partisi Başkanlık Divanı toplantısında yaptığı teftişlerle ilgili,
"ABD'nin gümrük kapıları bizim gibi olsa 3 ayda batar" diyordu.
"Kaçakçılık sisteminin tamamen devlet memurlarının himayesi
altında olduğu ortaya çıkmıştır. Bu memurların arkasında
ummadığımız insanlar var. Uğraşmamız gereken insanlar çok
güçlü. Benim icraatlarım karşısında pek çok insanı size
göndererek şefaatçi olmanızı isteyebilirler. Eğer partiden
teşkilatlardan yahut milletvekillerinden müdahale göreceksem
241
ben bu işe girmem". Divan üyelerinden kendisi gibi bakan olan
arkadaşı Sadi Somuncuoğlu, bu konuşma üzerine Milliyetçi Hareket
Partisi Başkanlık Divanı'nda Gün Sazak'ın icraatlarına hiç bir suretle
karışılamayacağını bilakis sonuna kadar destekleneceğini yönünde
yazılı karar altına alındığını ifade etmiştir. Gün Sazak hiç bir baskı,
tehdit ve şantaja aldırmadan gerçek bir devlet adamı gibi
çalışmalarını sürdürdü. Özellikle vermiş olduğu kararlı mücadeleyle,
kaçakçı dükkânları kapanmaya, yabancı sigaraların piyasadan
çekilmeye, yerli üretimde de müesseslerin daha kaliteli bir hale
getirilmesi, göze çarpan çok önemli icraatlarından bir kaçıydı. Gün
Sazak vermiş olduğu mücadele ile milletler arası kaçakçılığın da
oyununu bozmuştu. Uzakdoğu'dan Ortadoğu'dan batıya giden ve
gelen kaçakçılık yolunun kavşağındaki Türkiye'de gümrükleri tutarak
kaçakçıların yolunu tıkadı. Böylece hem beynelmilel kaçakçılığın ve
hem de komünizmin hedefi haline geldi.
GÜN SAZAK'IN İCRAATLARINDAN RAHATSIZ OLAN EGEMEN
GÜÇLER İKİNCİ MİLLİYETÇİ CUMHURİYET HÜKÜMETİ'Nİ
DÜŞÜRDÜLER
Gün Sazak'ın bakanlığıyla birlikte yapılan sıkı denetimlerle,
gümrük kapılarında milletlerarası kaçakçılığa büyük darbe vurulur.
Bulgaristan'da kilometrece uzanan tır kuyrukları görülür. Bu durum
silah, sigara, uyuşturucu işçi kaçıran bütün şebekelerin Türkiye'deki
ortaklarını harekete geçirir. Bu arada Tekel ve Çaykur'da üretim, ilk
beş ayda %30 artar. Çay sigara ve tuz karaborsası kırılır. Sazak
döneminde zor durumda kalan kaçakçılar hükümetin düşürülmesi
için bir fon oluşturarak AP'den CHP'ye 12 milletvekilinin transferini
sağlarlar ve Demirel'in başbakan olduğu koalisyon hükümeti düşer.
Yıllar sonra Bülent Ecevit Güneş Motel transferleri olarak
adlandırılan bu işlerden hata ettiğini itiraf edecektir. Hükümetin
düşmesi ve Sazak ekibinin görevden uzaklaştırılması ile beraber
Bulgaristan'da beklemekte olan tırlar girişe başlar ve her bir tır için
242
600.000 TL. Rüşvet ödenir. Gün Sazak'ın devlet adamı olarak
gösterdiği büyük başarıyı, siyasi hasımları bile takdir etmişti. Onun
Gümrük ve Tekel Bakanlığı dönemi sadece "Mataracı tipleriyle değil",
bütün cumhuriyet tarihindeki yönetimle mukayese edilse bile, siyaset
ve idare tarihimize altın harflerle geçecektir. Gün Sazak, Türkiye'nin
bunalımlarının çok ağırlaştığı günlerde vazifeler yüklenmişti.
Milliyetçi Hareket'in hukuken ve kalben ikinci adamı olmuştu.
Dürüstlüğü, cesareti, imanı, engin insan sevgisi, fikir haysiyetine
bağlılığı, dirayeti ve herkese güven telkin eder karakteriyle Gün
Sazak, "ülkücü insan tipinin yaşayan bir numunesiydi." Sazak'ın
icraatları kısa bir sürede kesildi. Komünist grupların dışında sağdaki
liberallerden, soldaki sosyal demokratlara kadar Milliyetçi Hareket
Partisi'ne sıcak bakmayan birçok siyasi çevreler bile Gün Sazak'tan
övgüyle bahsedeceklerdi.
ABDİ İPEKÇİ BİLE SAZAK'IN BAKANLIĞINI TAKDİR EDİYORDU
1 Şubat 1979 yılında öldürülen Milliyet gazetesi Başyazarı,
CHP yanlısı, sosyal demokrat dünya görüşüne sahip olan deneyimli
gazeteci Abdi İpekçi bile, ölümünden evvel, Gün Sazak'la ilgili onun
icraatlarını ve çalışmalarını takdir eden yazılar yazmıştı. İpekçi, 2. MC
Hükümeti'nin yıkılıp yerine CHP'nin hükümet olmasıyla gerçekleşen
iktidar değişiminde, "Güneş Motel" hadiseleriyle AP'den istifa edip
CHP'ye geçen 11 milletvekilinden biri olan, Gün Sazak'tan boşalan
Gümrük ve Tekel Bakanlığı'na getirilen Tuncay Mataracı ile ilgili, hem
CHP'yi hem de Mataracı'yı yerden yere vuran sert yazılar yazacaktı.
İpekçi, Tuncay Mataracı ile ilgili, olarak onun bakanlığa gelmesiyle
birlikte kaçakçılığın tekrar hız kazandığını, rüşvetin, suiistimalin ve
yolsuzlukların zirveye çıktığını belirterek, bu işe dur denilmesini ve
çare bulunmasını istiyordu. İpekçi, Tııncay Mataracı dönemiyle, Sazak
dönemi arasında, hem mafyaya karşı verilen mücadele hem de
bakanlığın işlevi açısından büyük farklar fark olduğunu görüyordu.
12 Ekim 1978 tarihli Milliyet gazetesinde yayınlanan "Kaçakçılık" adlı
makalesinde bu konuya değinerek, şunları söylüyordu: "Sazak'ın
döneminde kaçakçılığın azaldığını, yeni hükümet döneminde ise her
243
türlü kaçak malların yurda sokulduğunu görmekteyiz". İpekçi,
gümrüklerdeki kaçakçılık olaylarıyla ilgili zaman zaman Sazak'la
görüşüp bilgisine başvurarak, ondan aldığı doküman ve belgelerle,
hem Mataracı'yı hem de desteklediği CHP'yi köşeye sıkıştırıyordu.
1993 yılında 24 Ocak'ında faili meçhul bir bombalı saldırı sonucu
öldürülen Cumhuriyet Gazetesi yazarı Uğur Mumcu; İpekçi kaçakçılık
konusunda açıkça Milliyetçi Hareket Partisi'li Gün Sazak'ı
desteklemektedir. Oysa siyasal görüşleri Gün Sazak'ınkiyle taban
tabana zıttır. Fakat İpekçi Mataracı'nın kaçakçılık konusundaki
tutumunu saptamış ve bu yüzden siyasal görüşüne katılmadığı
Sazak'ı, desteklemeyi uygun görmüştür" diyerek, İpekçi'nin Sazak'la
ilgili düşüncelerini doğruluyordu. 5 Ocak 1978 tarihinde bakanlığı
sona eren Gün Sazak'ın icraatları herkesçe başarılı bulunur. 12 Ocak
1978 tarihli Milliyet "Başarılı olmuş bakan" ifadesini yazarken, 28
Mayıs 1980 tarihli Hürriyet "Sazak, başkent siyasi çevrelerine
göre, bakanlık görevlerinde başarılı oldu" diyordu. 1978 bütçe
müzakerelerinde CHP'nin sol kanadından İzmir Milletvekili Süleyman
Genç "Ben inceledim, cumhuriyet kurulduktan bu yana
gümrüklerdeki soygunu fikri ve felsefesi benimle yüzde yüz ters
olan Gün Sazak önlemiştir" diye konuşur Yine Gün Sazak'ın
mafyaya karşı yürütmüş olduğu mücadelede en önemli belgelerden
bir diğeri de, Sazak'ın şahadetinden bir yıl sonra Yüce Divan'da
yargılanan ve "yolsuzluk ve rüşvet" iddiasıyla mahkûm edilen
Mataracı'yla ilgili dosyada Süleyman Necati Topuz adlı kaçakçının
verdiği ifadelerdir. Süleyman Necati Topuz adlı kaçakçı, 1981 yılında
tutuklu bulunduğu Almanya'da Mataracı Dosyası'yla ilgili olarak
Nürnberg Başkonsolosluğu vasıtasıyla alınan ifadesinde; "Türkiye'de
çok güçlü bir MAFYA teşkilatı vardır. Bu mafya teşkilatı Türk politik
hayatında etkili bir rol oynamaktadır. Birçok politikacılar şahsi
menfaat veya politik kariyer temin etmek için bu mafya teşkilatı ile
işbirliği yapmaktadırlar. Ben UĞURLU ailesi ile birlikte ve onların
hesabına kaçakçılık işlerinde çalışmakta iken, 1978 Şubat ayı
ortalarında İstanbul'a gitmiştim. Son altı ayda Gün Sazak'ın Gümrük
244
ve Tekel Bakanı olması dolayısıyla Türk Mafyası istediği görevlileri
istediği mevkilere getirmekte güçlük çekmekte idi. Bu sebepten
kaçakçılık işleri bir hayli bozuktu. Birkaç namuslu kişinin Gün Sazak
tarafından göreve getirilmesi dolayısıyla mafya ile çalışan diğer
Gümrük Bakanlığı mensupları etkisiz hale gelmiştir."
GÜN SAZAK ŞEHİT EDİLİYOR
Gün Sazak 27 Mayıs 1980 Salı akşamı, evinin önünde, Dev-Sol
lideri Dursun Karataş'ın emriyle bu örgütün militanları tarafından
düzenlenen haince saldırı sonucu şehid edildi. Sazak'ın şahadet
haberi başta Milliyetçi Hareket Partisi olmak üzere bütün ülkede
bomba etkisi yarattı. Her gün, yurdun dört bir yanında birçok
mensuplarını al bayrağa sarılı tabutlarla, tekbir sesleriyle toprağa
veren Milliyetçi Hareket camiası, Milliyetçi Hareket Partisi Genel
Başkan Yardımcısı Gün Sazak'ın şahadet haberiyle adeta
yıkılmışlardı. Düşman Milliyetçi Hareket Partisi'ni tam onikiden
vurmuştu. Artık komünist-terörün vurduğu; öğrenci-memur, işçiköylü, esnaf, ocaklı, partili yöneticilerin yanına, şehitler kervanına bu
sefer de, en üst düzeyde partide görev yapan, bakanlık görevinde de
bulunmuş, mümtaz bir şahsiyet olan Gün Sazak da katılacaktı. Türk
Milleti Sazak'a ağlıyordu. Ülkenin her yanında, şahadet haberinin
duyulmasıyla birlikte il, ilçe ve belde teşkilatlarında bayraklar yarıya
indirilip, siyah bayrak çekiliyordu. Milliyetçi Hareket Partisi
Başkanlık Divanı da acele toplanarak "gerekirse sine-i millete
döneriz" kararını kamuoyuna açıklayacaktı. Başta Ankara ve İstanbul
olmak üzere, Adana, Bursa, Antep, Trabzon, Konya, Kayseri, Maraş,
Tokat, Çorum, Yozgat, Eskişehir, Elazığ, Erzurum, Sivas, Çankırı,
Kütahya, Manisa, Amasya gibi illerde, Gün Sazak'ın toprağa verileceği
güne kadar binlerce ülkücünün katıldığı kitlesel gösteriler yapıldı.
Ülkenin çeşitli yerlerinde büyük camilerde ruhuna Kur'an-ı Kerim
okundu. Okullarda boykotlar yapıldı, forumlar düzenlendi, kızıl
terörü lanetleyen yüzbinlerce bildiri dağıtıldı.
245
ŞEHİT GÜN SAZAK HAKKINDA BAŞBUĞ ŞUNLARI SÖYLEDİ:
Genel
Başkan
Yardımcısı
Sadi
Somuncuoğlu'nun
konuşmasından sonra Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı
Alparslan TÜRKEŞ kürsüye gelerek bir konuşma yaptı. TÜRKEŞ,
konuşmasında şunları söyledi: "Çok değerli arkadaşlarım, büyük dava
adamı, temiz insan, büyük vatansever, vefakâr, küçüklerine karşı
şefkatli ve memleketine, devletine karşı her türlü fedakârlığı
benimseyen yüce ruhlu arkadaşımız Gün Sazak Bey'i sevdiği vatan
topraklarına emanet etmek üzere toplanmış bulunuyoruz. Değerli
arkadaşlarım, Gün Sazak hem çok değerli bir devlet adamı, hem çok
imanlı bir vatansever, bir milliyetçi, hem de gönlü insan sevgisi ile
dolu, insanlara karşı şefkatle, yardım duygularıyla dolu büyük ruhlu,
büyük insandı. Gün Sazak, insanlığı aşağılatan her türlü fikre karşı,
Gün Sazak insanların saadetinin hür olmalarına bağlı olduğuna
derinden inanmış, kanaat getirmiş, demokrasiye inanmış, hakkı,
adaleti herşeyin temeli kabul eden büyük bir yaratılıştaydı. Gün
Sazak, aynı zamanda yiğit bir Anadolu çocuğuydu. Cesur bir insandı.
Kendisine tehlikelerden, suikastlardan bahsedildiği zaman güler
geçerdi. Değerli arkadaşlarım, niçin Gün Sazak'ı vurdular? Neden Gün
Sazak'ı Türk Devleti'nin düşmanları, vatan hainleri, Türkiye'yi
sömürge yapmak için sömürgecilerin satılmış uşakları niçin hedef
seçtiler? Çünkü Gün Sazak, her şeyden evvel Türk vatanının
bütünlüğünün korunması, Türk Milletinin birliğinin korunması,
dünya üzerindeki biricik bağımsız Müslüman Türk Devleti olan
Türkiye Cumhuriyeti'nin yaşatılması için faaliyet içinde idi, gayret
içinde idi. Türkiye Cumhuriyeti'ne yönelen tehlikelerin önlenmesi
için gayret içinde idi. Çünkü Gün Sazak köleliğe karşı, esarete karşı,
insanın insana kul olmasına karşı mücadele halinde idi. Çünkü Gün
Sazak, çok partili hürriyetçi demokratik rejimin yaşaması, bu
demokratik rejimi yıkarak yerine bir komünist dikta rejimi
kurulmaması için gayret içinde idi. Bunun için Türkiye
Cumhuriyeti'nin düşmanları, Türkiye'yi sömürge yapmak isteyenler,
246
Türk Milletini parçalayarak kölelik rejimine götürmek isteyenler Gün
Sazak'ı hedef seçmişlerdir. Ama değerli arkadaşlarım, Gün Sazak'ın
yolunda gayret gösterdiği, çalıştığı ve en sonunda canını da
çekinmeden feda ettiği kutsal dava; Türk milletinin kalbinden gücünü
alan, Türk milletinin milli iradesini temsil edene kutsal dava devam
edecek, yaşayacaktır! Bu kutsal davanın bütün Türk Milleti sahibidir.
Bütün Türk Milleti bu kutsal davaya kıymaya kalkanlara karşı, bu
devleti parçalamak isteyenlere karşı ayağa kalkmaktadır, olduğu
yerden doğrulmaktadır. Türk milleti ayağa kalktığında bütün bu
hıyanetler ezilip gidecektir! Hainlerle beraber olanlar, onlara arka
çıkanlar, onlara şöyle veya bu şekilde destek olanlar, yalan ve
iftiralarla gerçekleri saklayamayacaklardır. Türk milletinin yaşama
azmini, bağımsız yaşama azmini hiç bir hıyanet engelleyemeyecektir.
Değerli arkadaşlarım, Gün Sazak, inandığı dava uğrunda şehid oldu. 0
ölmedi, her zaman aramızdadır, aramızda yaşayacaktır; hatırası ile
fikirleri ile davası ile Türk milletine güç verecektir, hız verecektir.
Şehidler ölmez. Allah rahmet eylesin."
MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ GENEL MERKEZİ ÖNÜNDE
GÜN SAZAK’IN CENAZE TÖREN’İ
Saat 10.00'a yaklaşırken, kalabalığın sayısı yüzbinlerle ifade
ediliyordu. Bahçelievler 3. Cadde tamamen dolmuş, kalabalık
Beşevler bölgesine taşmıştı. İlerleyen saatlerde kalabalık daha da
artacaktı. Ülkücüler genç yaşlı hep bir ağızdan tekbir getiriyorlar,
"ALLAHÜ-EKBER!" nidası bir gökgürültüsünü andırıyordu... Parti
Genel Merkezi önünde Şehid Gün Sazak'ın tabutunun yerleştirileceği
bir bölüm hazırlanmıştı. Saat 10.20'de Karşıyaka Mezarlığı morgunda
bulunan Şehid Gün Sazak'ın cenazesi bir grup Milliyetçi Hareket
Partisi Genel İdare Kurulu üyesi tarafından Parti Genel Merkezi'ne
getirildi. Beşevler'de cenaze arabadan indirilerek, Ülkücülerin
omuzları üzerinde taşınmağa başlandı. Şehid Gün Sazak'ın tabutu
binlerce Ülkücünün elleri üzerinden kayarak gittikçe yükselen tekbir
sesleri arasında Parti Genel Merkezi önüne getirildi... Şehid Gün
247
Sazak'ın bayrağa sarılı tabutunun önünde resmini taşıyan bir Ülkücü
genç ve genç kız yürüdü... Milliyetçi Hareket Partisi Genel Merkezi
önündeki kalabalık büyük bir disiplin içinde izdihama sebebiyet
vermeden töreni izledi. Töreni basının da ilgiyle takip ettiği görüldü.
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Merkezi önünde düzenlenen törende
ilk olarak Gün Sazak Bey'in daima en büyük güveni olan Ülkücü Türk
Gençliği adına bir Ülkücü genç konuştu. Konuşmacı Ülkücü gençliğin
Gün Sazak'ın ve diğer bütün dava şehidlerinin unutulmayacağını
belirttiği konuşmasında şunları söyledi: "Başbuğum, kıymetli dava
büyüklerim, yiğit dava arkadaşlarım, Ülküdaşlarım, başımız sağ
olsun! Gün Sazak Bey'i şehid ettiler. Türkiye'mizi bir iç savaş
girdabına sürüklemek için, Türk Devleti'ni yıkmak, Türk Milleti'ni
köleleştirmek için büyük bir engel olarak gördükleri Gün Sazak Bey'i
bağlı bulundukları merkezlerin emriyle şehid ettiler. Gün Sazak Bey,
imanın, karakterin, ahlakın misaliydi. Türk milletinin içinde
bulunduğu kötü durumdan kurtuluşunu Ülkücü Hareketin zaferinde
gördüğünden, maddi ve manevi bütün varlığını Ülkücü Hareket için
seferber etmişti. Gün Bey, Türk Milletinin geleceğinin en büyük
teminatı olarak güvendiği Ülkücü gençliğin yanından hiç ayrılmadı.
Bizler en zor günlerimizde ve mutlu günlerimizde daima Gün Bey'i
yanımızda bulduk. Gün Bey'in düşmanları, Ülkücü gençliğin
düşmanlarıdır Ve bütün dünya bilmektedir ki, Ülkücü gençliğin
düşmanları da Türk Milletinin düşmanlarıdır! Biz onları iyi tanırız...
İplerini tutan merkezlerin emriyle milletimizi köleleştirmek, maddi
ve manevi bütün öz değerlerimizi çiğneyip geçmek isteyen komünist
ortaçağ artıklarını iyi tanırız biz! Ve biz, komünist çetelere geçit
vermeyeceğiz! Gün Sazak Bey'e tetik çeken elle, sayısı ikibini geçen
dava arkadaşımızı şehid eden el aynı eldir. Ve bunların ardındaki
beyinler aynı beyinlerdir... Biz o beyinleri iyi tanırız. Ülkücü gençlik
bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da bir sabır ve mücadele
örneği olacaktır. Ülkücü Hareketin bayrağı vatanın dört bir köşesinde
yükselecektir. Ve Gün Sazak Bey, diğer bütün dava şehidlerimiz,
yükselen mücadelemizde yaşayacaklardır. Gün Sazak Bey ölmedi...
248
Gün Sazak Bey şehiddir ve Cenab-ı Allah yüce kitabımız Kur'an-ı
Kerim'de şöyle buyurmaktadır: "Allah yolunda öldürülenlere ölüler
demeyiniz. Zira onlar diridirler, lakin siz bunu anlayamazsınız." Gün
Sazak Bey ölmedi!... Şehidler ölmez!... Ülkücü Türk gençliği olarak
büyük dava adamı, bir iman, karakter, dürüstlük ve ahlak abidesi Gün
Sazak Bey'i unutmayacağız. Gün Sazak Bey'i Nizam-ı Âlem
mücadelemizde yaşatacağız. Gün Sazak Bey'i şehid eden komünist
katilleri de unutmayacağız ve mutlaka, ama mutlaka, dökülen her
damla kanımızın hesabını soracağız. Bir damla kanımız dahi
kalmayacak yerde." Tanrı Türkü Korusun ve Yüceltsin… Daha sonra
şehid Gün Sazak'ı dava ve mesai arkadaşları adına Milliyetçi Hareket
Partisi Genel İdare Kurulu'nu temsilen Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkan Yardımcısı Sadi Somuncuoğlu bir konuşma yaptı.
Somuncuoğlıı konuşmasında şunları söyledi: "Aziz dava
arkadaşlarım, kıymetli kardeşlerim, Türk Milleti'nin huzurunu,
kurtuluşunu ve yükselişini Özmen'lerin, İmamoğluların, Haşatlı'ların,
Sazak'ların yolunda görenler; çok acılı ve üzüntülü bir gündeyiz. Tarif
edilemez acılar içindeyiz. Ama bu acıların yaktığı ruhlarımız, acıların
ilahi ateşinde pişe pişe, yana yana olgunlaşan imanımız, bir büyük
geleceğe, Anadolu'ya sığmayan büyük ve mukaddes davanın hedefine
ulaşmasında temel olacaktır. Aziz kardeşlerim, düşman ne istediğini
ve gücünü nereden aldığını açık bir şekilde ortaya koymuştur.
"Yaşasın Sovyetler Birliği, kahrolsun Türkiye" diye bildiri
dağıtanlar, başkentin duvarlarına, Ankara kalesine mahya gibi ihaneti
kazanlar... Ve söyledikleri gibi, "Sovyet Ordusu'na selam durup,
Türk Ordusu'nu arkadan vuranlar" ne istiyorlar? Biliyoruz... Niçin
bizi öldürüyorlar? Katillere, eyyamcılara, acizlere, nemelazım
diyenlere sesleniyorum: Bunun cevabı, kör gözlerin göreceği,
nasırlaşmış vicdanların sarsılacağı ve sağır kulakların duyacağı kadar
açıktır. Güneş kadar parlaktır. İşlenen cinayetler, Türk Devleti'nin
meşru kuvvetlerine ve "Türk Devleti yaşasın, Türk Milleti
bölünmesin, bayrak inmesin, ezan susmasın" diyenlere karşıdır. O
halde, bu şehidleri ne için veriyoruz? Bunun cevabı açık... Değerli
249
kardeşlerim, duyduğumuz acıyı ne tarif edebiliriz, ne de anlatabiliriz.
Ama bugün, dün olduğu gibi bu acılar ve son olmayacağını bildiğimiz
bundan sonraki acılar bize açık kesin gösteriyor ki, daha büyük bir
azimle, yenilmez bir iradeyle yılmadan, durmadan, dinlenmeden bu
millet için mücadele etmek gerekiyor. Bu acılar bir yandan imanımızı
güçlendirirken, bir yandan da yapmamız gereken çalışmaların
hacmini ve hudutlarını bize genişleterek, yükselterek önümüze
koymaktadır. Değerli arkadaşlarım, biz inanan, iman eden insanlarız.
Bu yalancı âlemden, gerçek âleme intikal edenler arasında şehidlik
rütbesine erişenler, elbette en büyük kudretin kaynağına
ulaşmaktadırlar. Bu en büyük kudretin kaynağına ulaşanlar, bizimle
beraber oldukça, bizim önümüzde hiçbir desise, hiçbir ihanet ittifakı
engel teşkil etmeyecek. Buna inanmış insanlarız. Her şehidle birlikte
düşmanın anlaması ve bilmesi mümkün olmayan, ama erbabının
zerrelerine kadar, bütün varlığıyla hissettiği büyük kudrete
ulaştığımızın şuurunu her zaman muhafaza ederek, o kudret ve
kuvvete bağlanarak yürüyoruz. Hainlere söyleyecek sözümüz yoktur.
Onların ihaneti, bizim ne yapmamız gerektiğini ortaya koymaktadır.
Ama bu acılı günde ifade etmek mecburiyetindeyiz ki, bu hainlerle iyi
geçinmeğe çalışanlar, gündelik menfaatlerin sarhoşları, idare-i
maslahatçılar, korkaklar, satılıklar, ruhunu, inancını kiraya verenler,
şu dünyadaki hadiselerden bile ibret almayacak kadar, İran ve
Afganistan'ı görmeyecek kadar, insanlığından ve idrakinden
uzaklaşmış olanlar, sizlere sesleniyorum: Bu büyük mücadele, bu
mukaddes mücadelede Türk Milleti'nin hakkını temsil eden bizler,
yolumuzu ve hedefimizi biliyoruz. Allah'ın izniyle o hedefe varacağız.
Bu yoldan da, hiçbir beşeri güç, hiçbir tertip, hiçbir ittifak bizi
çeviremeyecek ama, sizin vay halinize! Değerli kardeşlerim, son ve
aziz şehidimiz, bıraktığı boşluğu dolduramayacağımız büyük dava
adamı... Faziletin, karakterin, yüksek ahlakın, namusluluğun,
cesaretin timsali, aziz mesai arkadaşımız, dava arkadaşımız, Gün
Sazak'ımızı bu âlemden diğer bir âleme yolcu ediyoruz. Bu yolculuk
sona erinceye kadar Müslüman yakışır edep ve adap içerisinde, hiçbir
250
gösterişe, hiçbir özentiye, hiçbir taşkınlığa fırsat vermeyecek olan
aziz düşüncelerimiz, aziz varlığımız ve temsil ettiğimiz davaya
güvenen bizler, sizlerden her zaman olduğu gibi bu merasim dolayısı
ile yeniden güç ve kuvvet aldık. Muvaffak olacağız... Bu
muvaffakiyetten hiçbir zaman ve hiçbir an tereddüte düşmeyeceğiz.
Bu azim ve inanç elbette, bize çelikten bir irade, çelikten bir sinir
yapısı ve insanların üstünde, bir büyük sabır telkin etmektedir. Bu
sabrın, bu yenilmezlik şuurunun ifadesi olan iradenin ve ne
yaparlarsa yapsınlar, dağıtamayacakları o sinir yapısının verdiği
güçle davamızla hedefe yürüyeceğiz."
Hey yakınlar uzaklar, bekler pusular tuzaklar
Tayfuna dönsün Sazaklar, göz ışığım Gün'üm gitti.
Yetim kaldı körpe çağam, feryadımı nice boğam
Gün doğmak üzere ağam, gün batarken inim gitti.
Bu bir nesildir sürekli, gözü pek çatal yürekli
Zor Günlerim de Gerekli, Tuğ Gibi Beş Binim Gitti
Sakarya, esti yiğitler, bağrı kan süslü yiğitler
Süphan göğüslü yiğitler, gittiyse benim gitti
Mesela 8 Eylül 1974 tarihli Milliyet Gazetesinde o günkü
bakanın şu sözleri yer almıştı. “Türkiye Yeşilköy kapısından giren
çıkan belli değil. Ben burada kendime göre kontrol yapmak
istiyorum ama neyi kontrol edeyim? Emirler verdim, yerine
getirilmedi. Gözlemle yaptım olmadı. Ben buraya her defa
gelecek değilim. Yeşilköy hava limanında başlangıçtan beri
sorumsuzluk zinciri ile her şey birbirine karışmış, bir
curcunadır gidiyor.”
Gün Sazak basına verdiği bir beyanında başarısını ülkü ocakları
mensubu bin kişiyle birlikte başardığını ifade ediyordu; Gün Sazak ve
şehitlerimiz hareketimizin kutup yıldızı oldular; Hakka yürüdüler...
Hepsine Allah Rahmet Eylesin...
251
DURSUN ÖNKUZU
Tokat’ın Zile kazasında doğdu. Ankara Erkek Teknik Yüksek
Öğretmen Okulunda öğrenci idi. Komünistler tarafından üç gün süren
bisiklet pompasıyla ciğerlerine hava basarak işkence yapıldıktan
sonra 23 Kasım 1970 günü okulun üçüncü katından aşağıya atılarak
şehit edildi. Ruhu şad olsun. Amin!
Resim; Dursun ÖNKUZU
252
Önkuzu!... Hey!... Önkuzu!...
Önde gider önkuzu...
Anası “Dursun” demiş;
Durmaz... gider Önkuzu.
Kuzu yürür... Kuzu
Önde Önkuzu yürür
yürür...
Kuzular meledikçe,
Gönlüme sızı yürür
Önkuzu!... Hey!... Önkuzu!...
Önde gider Önkuzu...
Bu bayrak düşmez yere,
Ölmedikçe son kuzu!...
Dursun adı; Dursun adı...
O gitti dursun adı,
Dillerde türkü olsun
Yürekte vursun adı!...
Kuzular koç olacak.
Toy, düğün, göç... olacak
Bu yıl ki kuzuların, Adları ÖÇ olacak…!
253
YUSUF İMAMOĞLU
Balkan Türklerinden savaşlar esnasında Bursa’ya gelip
yerleşen bir ailenin çocuğudur. İstanbul Ülkü Ocakları Birliğinin önde
gelen alperen yiğitlerinden gözü pek, çevik, atılgan bir
serdengeçtisiydi. Komünistlerin kendisini bırak gölgesinden dahi
korktuğu aslan yapılı bir komandoydu. 8 Haziran 1970 günü
komünistlerin işgali altında bulunan edebiyat fakültesinin
koridorlarında silahlı komünist Vural Yıldırım, Yusuf Kayabaşı, Ali
Menekşe, Feridun Şakar, Vahram Apık saldırıları sonucu ebedi âleme
yürüdü. Şehadetinden sonra yapılan otopside 24 saat yemek
yemediği ve cebinden 35 kuruş çıktığı belirtildi. Böyle imkânsızlıklar
içinde dinimizin, vatanımızın düşmanlarının karşısına alınması zor
bir sarp kale gibi duran İman erimizi, Peygamberimiz Hz.
Muhammed’in amcası şehitlerin serdarı Hz. Hamza ile Cenab-ı Hak
cennette komşu eylesin. Ruhu şad olsun. Mücadelesi Müslüman Türk
çocuklarına örnek olsun. Âmin!
254
Resimler: Devlet Gazetesi'nin Şehit İmamoğlu'nu kapak yaptığı
15 Haziran 1970 tarihli, 63. Sayısı ve Yusuf İmamoğlu, Yıl 1969
Yusuf İMAMOĞLU şehit edilmeden önce kendi yazdığı son şiirinde
Ülkücü Türk gençliğine şöyle sesleniyordu;
Unutturacaklarmış benliğimizi,
Kundaklayacaklarmış kimliğimizi,
Yeniden göstermek için varlığımızı,
Haydi yiğit! Haydi yeni akına!
Ülkümüzün cihan varsın farkına!
Kur'an'a rehber diye sarıldık,
Eğilmedik, düştük öldük, kırıldık,
Ne yazık düşmanı dışta bilirdik,
Haydi yiğit! Haydi yeni akına!
Ülkümüzün cihan varsın farkına!
Elimizi Hak'tan yana açarak,
Zafer ışığını coşup saçarak,
Maziden atiye bir yol açarak,
Haydi yiğit! Haydi yeni akına!
Ülkümüzün cihan varsın farkına!
İmamoğlu getir bu aşkı dile,
Atıver kendini şu coşkun sele,
Kim bilir kaç yürek çarpar seninle,
Haydi yiğit! Haydi yeni akına!
Ülkümüzün cihan varsın farkına!
255
SÜLEYMAN ÖZMEN
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi öğrencisiydi. Yüksek
öğretmen okulunda komünist militanlarca 72 saat mahsur bırakılan
ülkücü arkadaşlarına yardım edebilmek için ülküdaşlarıyla birlikte,
yüksek öğretmen okuluna gittikleri sırada komünistlerin açtıkları
ateş sonucu 18 Mart 1970 günü omuriliğinden ağır yaralandı ve beş
gün sonra bütün gayretlere rağmen Numune Hastanesinde şehadet
şerbetini içip, ebedi âleme yürüyerek Cenabı Hakk’a kavuştu, ruhu
şad olsun. Mücadelesi bütün gönüldaşlarına ilham olsun, hız olsun.
256
SÜLEYMAN şimdi bir bayraktır. SÜLEYMAN ölmedi. Türklüğün
yaşaması için yaptığı kutsal savaş, daha hızlı, daha kuvvetli ve
daha büyük devam edecek. SÜLEYMAN şimdi bir ruhtur. Türklük
yolcularının kılavuzu, kahramanımız SÜLEYMAN ölmedi.
SÜLEYMAN Türklük demek. Türklük ölür mü?
Ne Kafkasya, ne Prut
Bitsin bu kızıl oyun! ..
Şu bin yıllık anayurt!
Açılsın bahtı ay' ın! ..
Kurşunlanan bir Bozkurt,
Altay' da kurultayın
Çıkarılan göz menem! ..
Toplandığı güz menem! ...
Dinmez gönül sancımız,
Vur Bozkurt' um! ! . Vur tilkiye...
Derinleşir acımız...
Vur.. Kurtulsun Türkiye...
Alınmazsa öcümüz
Sizi büyük ülküye
Dövülecek diz menem! ...
Götürecek iz menem! ...
Ok bir kez çıktı yaydan..
Ülkü uğrunda şehid
Geçtik düğünden, toydan..
Men Süleyman Özmenem!
Şimdi hep meydan meydan...
Söylenecek söz menem! ...
257
ALPER TUNGA UYTUN
Tunceli’nin Çemişkezek kazasından olup 24 yaşındaydı.
Ankara Keçiören Lisesinden sonra İstanbul Anadolu Spor
Akademisinde okumaya başladı. Okulun öğrenci derneği başkanıydı.
Olay günü arkadaşlarıyla birlikte Cuma namazını kılmak için gittikleri
okul yanındaki camiden çıkarken bir grup komünistin saldırısına
uğruyor. Üç yerinden ağır yaralanıyor. Hemen hastaneye
götürüyorlar. Arkadaşları bu esnada camiden çıkan cemaatin tepkisiz
kalmasına karşı şu sözleri söylüyor; “Bir Müslüman’a saldırılıyor.
Hiçbiriniz müdahale etmiyorsunuz. Böyle giderse korkarım
yakında sizler de aynı akıbete uğrarsınız.” sözlerini söylüyor.
Şehidimiz hastanede yapılan müdahalelere rağmen kurtarılamayarak
13 Nisan 1979 günü şahadet şerbetini içip Cenab-ı Hakk’a yürüdü.
Cenaze namazından sonra Çengelköy Mezarlığında ebedî âleme yolcu
edildi. Ruhu şad olsun. Âmin!
Alper tunga öldü mü?
Acun ıssız kaldı mı?
Ödlek öcün aldı mı?
Şİmdi yürek yırtulur...
258
SERDAR LEVENT AMCA ÇOCUKLARI UĞUR ERKENEZ
Maraşlı, soylu bir ailenin çocukları idi. İstanbul Işık Mühendislik
Yüksek Okulunda okuyorlardı. 21 Şubat 1980 günü Beşiktaş’ta
oturdukları evlerinde, geceyarısı baskın yapan komünistler
babalarının gözü önünde hunharca katledilip Cenab-ı Hakk’a yürüyen
bu
iman
erlerinin
makamları
nur
olsun.
Âmin!
259
NECDET DUMANAY
Ankara İlk Öğretmen
Okulu öğrencisi ve Ankara
Büyük Ülkü Derneği üyesi olan
Necdet Dumanay, 3 Nisan
1975 akşamı komünist uşaklar
tarafından
yatağından
kaldırılarak alt kata indirildi.
Burada
işkence
edilerek
kaburga
kemikleri
kırılan
Dumanay, üçüncü kata çıkarılıp
pencereden
atılarak
şehit
edildi. Ruhu şad olsun. Âmin!
NECİP ALTINOK
Şehidimiz
Necip
Altınok, Yozgat’ın Şefaatli
ilçesine bağlı Dedeli köyünde
doğdu. Kendisi 12 Mart 1971
döneminden sonra Milliyetçi
Hareket Partisi’nin Gençlik
Kolları
Genel
Başkan
Yardımcılığını (1974-1975)
yaptı. Davamıza çok büyük
hizmetleri olmuştu. Mesleği
mühendislikti.
Ankara’da
komünistlerin
kurduğu
pusuda şehadet şerbetini
içip, Cenab-ı Hakk’a yürüdü. Ruhu şad olsun. Âmin!
260
CEMİL DOĞAN
Şehidimiz
Gaziantep’te
doğdu. Millî, dinî duygularla dolu
bir iman eriydi. Öğretmen
olduktan sonra gönüllü olarak
seçtiği Adıyaman Erkek Sanat
Enstitüsüne müdür olarak tayin
edilmişti.
Öğrencileri
ve
öğretmen arkadaşları tarafından
çok sevilip saygı duyulan bir
şahsiyete
sahip
ülkücü
öğretmenlerimizdendi. Adıyaman’a geldikten hemen sonra Ülkücü
Öğretmenler Birliği Teşkilatını kurmuştu. Kısa bir zaman sonra
şehidimizin çalışmalarından rahatsız olan komünist uşaklar
kendisinin tayinini başka yere çıkarttılar. Fakat kendisi bunu
durdurdu ve görevine devam etti. Komünistler boş durmadılar. O
zaman şehidimiz, yarıyıl tatilini geçirmek için memleketi olan
Gaziantep’e gitmek üzere, 2 Şubat 1973 günü otobüse biner. Cemil
Doğan, otobüsün Gölbaşı ilçesinde mola vermesi nedeni ile araçtan
inmişti. Mola yerinde pusuda bekleyen komünistlerce pusuya
düşürüldü. Ona, demir çubuklarla saldırdılar. Orada bulunanlar
şehidimizi ağır yaralı olarak hastaneye kaldırdılar. 13 gün komada
kaldıktan sonra 14 Şubat 1973 günü şehadet şerbetini içip Cenab-ı
Hakk’a yürüdü. Gaziantep’te yapılan cenaze töreninden sonra ebedi
âleme yolcu edildi. Makamı cennet olsun. Âmin!
Yiğidin andı var, öcü kalmasın,
Sahipli yerlere baykuş konmasın,
Yapılan yanına kalır sanmasın,
Hesabın vadesinde gün alır alır.
261
RUHİ KILIÇKIRAN
Şehidimiz Ruhi Kılıçkıran, Adana’nın Osmaniye ilçesinde 1946
yılında doğdu. Kendisi o zaman milli davamızın siyasi partisi olan
CKMP Gençlik Kolları Üyesi ve Ankara İlahiyat Fakültesi öğrencisiydi.
4 Ocak 1968 tarihinde kalmış olduğu Site Öğrenci Yurdunda akşam
iftardan sonra yurdun kantininde 5-6 komünist tarafından haince bir
suikastla şehit edildi. Ruhi Kılıçkıran milli davamızın (ülkücü
hareketin) ilk şehididir. Ankara’da yapılan cenaze törenine binlerce
ülküdaşı katıldı. Daha sonra memleketi Osmaniye’de ebedi âleme
yolcu edildi. Makamı nur olsun. Âmin!
262
ERDEM YEDİBELA
Erzurum’un İspir kazasında doğdu. Samsun’da Cedid
Mahallesinde oturuyor ve işçilik yapıyordu. Olay günü akşam üzeri
Samsun’da Katolik Kilisesi civarında bulunduğu sırada, komünistler
tarafından kurşunlanarak şehit edildi. Cenazesi, memleketinde
toprağa verildi. Daha önce de ülkücülük suçundan cezaevine girmişti.
Ruhu şad olsun. Âmin
ŞAHİN BİNGÖL
Ankara Milliyetçi Hareket Partisi Merkez İlçe başkanı olup
mühendislik yapmaktaydı. Evli ve çocuk sahibiydi ve ailece,
Abidinpaşa semtinde oturuyordu. 24 Aralık 1979 Olay günü, daha
önceden pusu kurarak bekleyen komünist militanlar tarafından
evinin önünde otomobilinden inerken kurşunlanarak şehit edildi.
Ruhu şad olsun...
263
VELİCAN ODUNCU
Atayurt
Türkistan'dan
Türkiye'ye göç eden bir ailenin
çocuğu olarak 1964 yılında
dünyaya gelmişti Velican... O günler
zor günlerdi; mevcut anayasal
düzeni silah zoruyla değiştirip
komünist rejimi kurduktan sonra
Türkiye'yi Sovyetler Birliği’ne ilhak
ettirerek Türk'ü Moskof'a esir
düşürmek hayali uğruna terör
yaratan kızıl vatan hainlerinin kan döktükleri günlerdi... Ne milliyet
tanırlardı, ne yurt, ne bayrak, ne de din... Beyni yıkanmış bu devlet
düşmanlarının, kısaca "kölelik düzeni" şeklinde tanımlanabilecek
komünizmi yaymak adına banka soygunculuğundan kundakçılığa,
fidyecilikten gaspçılığa ve binlerce cinayete kadar her türlü suçu
işleyerek topluma dehşet saldıkları günlerdi o günler... Vatan sahipsiz
değildi, bu gidişe "Dur!" diyecek birileri de vardı elbette... O yıllarda
milliyetçi Türk gençliği, komünizm tehlikesinin önüne Türklüğün
sarsılmaz burçları olarak dikildiler... Velican da onlardan biriydi...
Damarlarında taşıdığı saf Türk kanının etkisiyle henüz 13 yaşında
vatan cephesindeki yerini alan bu yiğit, bir yıl sonra Pol-Der'li (12
Eylül öncesi komünist polisler tarafından kurulan dernek) satılmış
hainler tarafından en ağır işkencelerden geçirilip üzerine bir sürü suç
yıkıldıktan sonra cezaevine konuldu... Kendisiyle aynı koğuşta
bulunan iki tane kahpe, 26 Mart 1988 gecesi ellerinde şişlerle
uykusunda saldırdılar ona... Türkistan'ın has evladı Velican Oduncu,
14 yaşında girdiği cezaevinden, 24 yaşında şehitlik mertebesinde
çıktı... Mekânı cennet olsun...
Ne kervan kaldı, ne at, hepsi silinip gitti,
İyi insanlar iyi atlara binip gitti.
264
MEHMET KAYA
Erzincan Merkez Ortaokulu 1. sınıf öğrencisi idi. 25 Şubat 1975
tarihinde, solcuların kanunsuz yürüyüşü sırasında, komünist
Erzincan Kültür Derneği Başkanı Hüseyin Saraç tarafından
yakasındaki bozkurt rozeti zorla çıkarılmak istenince, karşı koyması
üzerine tabanca ile vurularak şehit edildi. Ülkücü şehitlerin on
yedincisi 13 yaşındaydı. Ruhu şad olsun Âmin!
TÜRK KÜLTÜRÜNDE BOZKURT
Türk kültüründe Bozkurt'un manasını açıklayabilmek için
kültürün tanımlanması gerekir. Özellikle kültürde sembolün
öneminden bahsettikten sonra Bozkurt'un anlamını daha kolay
kavrayabiliriz. Bir milletin kültürü ile mitolojisi birbirinden farklı
kavramlar değildir, her ikisi de aynı hayat felsefesinden
beslenmektedir. Kültür; bir milletin, dilini, sanatını, hukuk ve ahlak
anlayışını, duygularını, inançlarını, hükümlerini aksettirir. Çünkü bir
milletin folklorunu ve edebiyatını belirleyen, mensuplarının idrak
âlemini oluşturan değerlerin özünde o milletin kültürü vardır.
Kültürün özelliği, milleti meydana getiren fertlere kazandırmış
olduğu idraktir. Bir kültürün sınırı, onun zihniyet ve imanı ile
çevrelenmiştir. Kültürleri birbirinden ayıran, zihniyet ve iman
265
farklarıdır. Aynı farklara sahip olan cemiyetlerin birbiri ile
çarpışmasına sebep olur. Kültür çevreleri benzer olan veya benzer
kaynaklardan beslenen kültürler olur ama bunlar birbirine tamamen
benzemez. Her kültür, diğerlerinden farklı görünmek durumundadır,
farklılık şuuru olarak isimlendireceğimiz bu durum, toplumun bütün
hayat şekillerini başka kültürlerden ayrı olmaya, değişik bir üslûp
kurmaya yönlendirmektedir. Milli kimlik yahut kişilik dediğimiz bu
farklı oluş, düşünce biçiminden, kılık kıyafet; tavır ve davranış
biçiminden, eğitime ve eğlenceye kadar hayatın her saha ve
safhasında görülür. Mesela, aynı dine mensup olan milletlerin dinî
anlayış şekilleri birbirinden farklıdır. Çünkü idrak âlemini
şekillendiren değer yargıları farklıdır. Bu farkı onaya çıkaran ise o
milletin kültürüdür. Bu farklılıklar o milletin mimarî abidelerine,
edebî eserlerine, musikî eserlerine, felsefî sistemlerine, v.s... yansır ve
kültürün devamlılığını sağlar. Böylece gelecek nesillere yol gösterici
olur, kaynaklık yapar. Her toplumun kültür değişimlerinin bir geçmişi
vardır. Kaynağını ise o toplumun tarihi derinliklerinden alır. Bir
kültür varsa, onun ait olduğu millet vardır. Millet özelliğine layık bir
topluluk varsa, muhakkak bir kültürü vardır. Kültürler ve dil, din,
tarih, edebiyat, sanat, örf ve adetler gibi unsurlar, ait oldukları
cemiyetler kadar eski ve onlarla yaşıt sayılmalıdırlar. Bu kültür
unsurları nesilden nesile intikal ederler. Bunun neticesi olarak da
yeni nesiller bunları hazır bulurlar. Kültürü kalıcı kılan ve gelecek
nesillere aktaran, kültürün değer yargılarıdır. Bu değer yargıları da
kendini sembollerle yaşatır. İşte bu semboller kültürün en güçlü ve
kalıcı kısmını oluşturur.
Kültürün genel manâda anlamını açıkladıktan sonra üzerinde
durmamız gereken önemli bir kavram da "Türk Kültürü" kavramıdır.
Bizim atalarımız Orta Asya'da, Tanrı Dağları ile Altay Dağları
arasındaki bölgede yaşıyorlardı. Burası Çin ile sınırdaş olan bir
ülkeydi. Bu yüzden Türklerin eski tarihlerine ait bilgilerin pek çoğunu
(maalesef) Çin tarih kaynaklarından öğreniyoruz. Çin tarihçileri M.Ö.
2000-1000 yılları arasında ilk Türk hükümdarlarından bahsediyorlar.
266
Böylece Türklerin bilinen tarihi 4000 yıllık bir tarihtir. Atalarımızın
kültürü "Bozkır" kültürü olarak ifade edilmektedir. Bozkır kültürünü
Türklerin siyasi ve sosyal yapısı oluşturmaktadır. Bu kültür, göç ve
fetihler esnasında orada terk edilip gelinmiş değildir. Esasında,
sosyolojik kaideler de göstermektedir ki kültür bir elbise gibi eskiyip
atılmaz veya değiştirilemez. Bozkurt, asırlardır yaşayan bir ülkünün,
Büyük Türkçülük Ülküsü'nün sembolüdür. Türk destanlarındaki,
dolayısıyla Türk Milleti'nin inanışlarındaki rolü üç şekildedir:
*Ata olarak Bozkurt
*Rehber olarak Bozkurt
*Kurtarıcı olarak Bozkurt
Bozkurt'tan türemiş olmak inancı Türklere uzun zaman
boyunca büyük bir gurur, emniyet ve geleceğe güvenle bakma
duygusu vermiştir. Bazı Türk destanlarında ana, bazı Türk
destanlarında baba olarak görülen Bozkurt çok defa Türk neslinin
yok olacağı zaman ortaya çıkmakta ve Türklerin neslinin devam
etmesini
sağlamaktadır.
Böylece
Türklerin
soyunu
kutsallaştırmaktadır. Türklerin millet hayatında büyük tesiri olacak
hareketlere girişecekleri zamanlarda Bozkurt onlara yol göstermekte,
rehberlik yapmaktadır. Ergenekon Destanı'nda ve Kut Dağı
efsanesinde Bozkurt milli bir kılavuz rolünü oynamaktadır. Türk'ün
zor duruma düştüğü zaman Bozkurt'un ortaya çıkarak onu
kurtarması, evladı üzerine eğilen bir ananın veya babanın şefkat
duygusunu hatırlatacak derecede derin bir mana da taşımaktadır.
Sanki Bozkurt manevi bir âlemden Türk Milleti'nin akıp giden
hayatını devamlı takip etmekte ve onların başının sıkıştığı, çaresiz
kaldıkları zaman ortaya çıkarak yol göstermektedir. Türk tarihinde
pek çok kahraman, Bozkurt simgesi ile temsil edilmiştir. Aşına
sözcüğünün hem Bozkurt anlamına gelmesi, hem de Hun ve Göktürk
hükümdar sülalesinin adı olması rastlantı değildir. Bozkurt'un Türk
destanlarındaki fonksiyonu tamamen semboliktir. Milletin büyüme,
yayılma ve güçlenmesi için takip edilmesi gereken yolların işaretini
destan maddî unsurlarla ifade etmektedir. Bozkurt'ta sembolize
267
edilen fikir Türk birliğini sağlayan, Türklerin büyüyüp gelişmesini
temin eden bir fikirdir. Türkler bu fikre inanıp riayet ettikçe
hâkimiyetlerini ve üstünlüklerini korumakta, bu fikirden ayrıldıkları
zaman felakete uğramaktadırlar. Onları felaketlerden kurtaran da
yine Bozkurt olmaktadır. İşte burada Bozkurt, bir ülkünün, yani
sosyal bir hayat nizamının yansımasından başka bir şey değildir.
Kısacası, Bozkurt asırlardır var olan bir ülkünün sembolüdür. Eski
Türkçe'de Bozkurt'a, "Kök Böri" (veya "Börü") adı verilirdi. Buradaki
"Böri" (ya da "Börü") sözcüğü "Kurt" anlamına gelirken, "Kök" de
bugünkü "Gök" sözcüğünün eski söyleniş biçimidir. Fakat Kök (Gök)
kelimesi mavi rengi tasvir etmek veya gökyüzünden bahsetmek için
değil, "Ulu" anlamında kullanılır. Mesela "Kök Tengri", "Ulu Tanrı"
anlamına gelir. Türk destanları arasında, milli motifler bakımından
özellikle dikkat çekenler şunlardır:
* Oğuz Destanı.
* Bozkurt Destanı.
* Ergenekon Destanı.
* Göç Destanı.
Bu dört destandaki ortak ve temel motif, Bozkurt'tur. Oğuz
Destanı'nda, seferleri sırasında Oğuz Kağan'a Bozkurt yol gösterip
kılavuzluk yapmış, Oğuz Kağan'ın orduları bu sayede zaferler
kazanmıştır. Bozkurt Destanı'nda, ayakları ve kolları kesilip ölüme
terk edilen bir oğlan çocuğunu dişi bir kurt iyileştirip beslemiş;
düşman askerlerinin genci öldürmek istemesi üzerine de Altay
Dağları'na kaçırıp kurtarmıştır. Daha sonra dişi kurt, bu çocuktan
gebe kalarak 10 oğlan doğurmuştur. Bu oğlanların büyüyüp
çoğalması ile Türk soyu eriyip gitmekten kurtulmuştur. Hükümdar
olan Aşına, Bozkurt'un anısını unutmadığını göstermek için, çadırının
önüne kurt başlı bir bayrak dikmiştir. Ergenekon Destanı'nda ise,
Bozkurt, demir dağı eritip çıkan Türkler'e yol göstermiştir.
Ergenekon'dan çıktıktan sonra, Türklerin ilk hükümdarı Börte-Çine
(Boz-Kurt) adını almıştır. Göç Destanı'nda, ana yurtlarından ayrılmak
268
zorunda kalan Türkler'e, bir Bozkurt yol göstermiştir. Bu destanlarda,
Bozkurt'un şu nitelikleri ortaya çıkmaktadır:
* Soyun devamını sağlamak.
* Türkler'e kılavuzluk etmek.
* Türkler'i felaketlerden kurtarmak.
Kurt, Türk efsanelerinde merkezi bir konumdadır. Gök Türk
kağan sülalesi olan Aşına ailesinin atası bir dişi kurt idi. Gök Türk
kağanları, atalarının anısına saygı olarak, otağlarının önüne altından
kurt başlı bir tuğ dikerlerdi. Böylece kurt başlı sancak, Türkler'de
kağanlık (hakanlık) alameti olmuştur. Ancak bu gelenek yalnızca Gök
Türkler'e özgü olmayıp, kökeni Asya Hun Türkleri'ne ve Türkler'in
eski atalarına değin gider. M.Ö.'ki Asya Hunları'nda ve hatta o
çağlarda Batı Türkistan'da yaşayan U-sun (Wu-sun) Türkleri'nde,
tıpkı bildiğimiz Bozkurt Destanı'nda olduğu gibi, kurttan türeme
efsanesi ve dişi kurdun verdiği süt ile beslenme inancı yaşıyordu.
Aynı efsane Tabgaç Türkleri'nde de vardı; Tabgaç ülkesinde "kurt
dağları", "kurt ırmakları" bulunmaktaydı. Uygur Türkleri'nin
kökenlerine ilişkin bir efsane de onları kurda bağlıyordu (Uygur
Kağanlığı, Gök Türk Kağanlığı’nı takiben kurulan bir Türk devleti
olup, Kök-Türk Kağanlığı’nın devamıdır). Kurt, eski Türk kültüründe
"at" ile birlikte en önemli yeri tutan hayvandır. Türkler kendilerinin
kurt soyundan indiklerine, seferlerde kendilerine kurdun yol
gösterdiğine inanmışlardır. Türkler, güçlü ve saldırgan bir hayvan
olan kurdu kendilerine simge olarak seçtikleri gibi, komşuları da
onları kurttan türemiş saldırgan karakterli insanlar olarak
tanımışlardır. Gök Türkler'e göre dişi kurt "ulu ana", Uygur
Türkleri'ne göre de erkek kurt "ulu ata"dır. Oğuz Kağan Destanı'nda,
Oğuz'a her sefere çıkışında gök bir kurt öncülük eder. Çingizname'de
Alanguva, gökten inen bir kurttan gebe kalır ve doğan çocuğun
soyundan da Cengiz Han gelir. Dede Korkut Öyküleri'nde kurt
yüzünün mübarek olduğu belirtilir. Yine Dede Korkut Öyküleri'nden
birinde Salur Kazan, kurtla haberleşir, kendisine yurdundan haber
269
vermesini ister. Etnoloji bilimine göre, kurt motifi Türkler için
''tipik''tir; yani, başka kavimlerde görülmeyen etnografik bir
belirtidir. Eski Çin kaynaklarında bile Türk soyundan olan kavimler
"Kurt'tan Türeyenler" olarak tanımlanırken, Türk soyundan olmayan
kavimler "Kurt'tan Türeyenlerden Değildirler" biçiminde ayırt
edilmiştir. Türk destanlarında kurt yol gösteren, sıkıntılı anlarda
yardıma yetişen bir varlıktır. Uygur Türkleri'nin Kutlu Dağ
Destanı'nda kurt, ülkeye bolluk ve mutluluk getirdiğine inanılan kutlu
bir kayanın Çinliler'e verilmesinden sonra, üzerine uğursuzluk çöken
ülkenin açlığa mahkûm olması üzerine kendilerine yeni bir yurt
arayan Türkler'e kılavuzluk etmişti. Batıda (11. yüzyılın sonu) Kuman
Türkleri'nde yardımına başvurulduğuna ilişkin kayıtlar bulunan
kurdun kılavuzluk işlevi, 2. yüzyılın ortalarına değin gitmektedir.
160-170 yılları arasında topraklarından ayrılmak zorunda kalan
Tabgaç Türkleri'nin ataları (yani Hun Türkleri) bir Bozkurt'un
önderliğinde yolsuz dağlardan aşabilmişlerdi. En büyük ve en eski
Türk destanı olan Oğuz Kağan Destanı'nda Oğuz Kağan, gün ışığının
içinden çıkan bir Bozkurt'un öncülüğünde dünyayı fethetmiştir.
Şimdiki Bulgaristan topraklarında bulunan Madara'daki kaya
kabartmasında görkemli bir atlı biçiminde gösterilen Kurum Han'ın
yanındaki kurt tasviri de, Türk bozkurt geleneğinin taşa işlenmiş
örneklerinden biridir. Kurt motifi, çobancılık ve besicilikle (Eski
Türkler'in ekonomisi hayvan besiciliğine dayanır) olan sıkı ilgisinden
ötürü bozkırlı ve doğrudan doğruya Türk'tür. Bundan dolayı, bugün
dahi dünya Türkleri arasında söylenen masal ve halk öykülerinde
hem ata, hem de kurtarıcı-kılavuz nitelikleri ile Bozkurt, bütün
Türkler tarafından kutlu sayılmış ve Türklüğün milli simgesi
olmuştur. Bozkurt, destanlarda Türk'ün yaşam ve savaş gücünü
temsil eder. Türkler kahramanlarını gök kurtlara benzetmiş,
kağanlarının gövde yapılarına bile kurt çizgisini işlemişlerdir. Oğuz
Kağan Destanı'nda Oğuz'un beli kurt beline benzetilir. Aynı destanda
Oğuz Kağan, hükümdarlığını halka bildirdiğinde "Kök Böri bolsungıl
uran" ("Gök Börü olsun savaş narası") demiştir. Yine Oğuz
270
Destanı'nda, Türk ordularına gök tüylü, gök yeleli bir erkek kurt yol
gösterir. Kırgız Türkleri'nin büyük destanı Manas Destanı'nda kurt,
bir düş yorumu olarak karşımıza çıkar. Destana göre Manas Han'ın
karısı Kanıkey Hatun düşünde bir eğe görür ve eğeyi alıp saklar.
Ertesi gün uyanınca ülkenin deneyimli yaşlı kişilerine düşünü anlatır.
Yaşlı kişiler bu düşü duyunca sevinip Kanıkey Hatun'a şöyle derler:
"Senin çocuğun, gök yeleli korkunç bir kurt gibi olacak..." Kırgız
Türkleri, cins ve güzel atlara da ''Kök Böri'' (Gök Kurt, Boz Kurt) adını
verirlerdi...
TÜRKLÜĞÜNÜN KANITI BOZKURT
1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’nın yapılmasının en büyük nedeni,
Rum militanların Türkler'e karşı yaptıkları mezalim ve katliamlardır.
Rumlar, savunmasız ve silahsız Kıbrıslı Türkler'e, kuduz itler gibi
saldırıyorlardı. Gördükleri savunmasız Türkler'i (özellikle kadın ve
çocukları) acımadan katlediyorlardı. Rumlar birçok Türk yerleşme
merkezine baskın düzenlediler. Baskına uğrayan yerlerden Atlılar,
Muratağa ve Sandallar köylerinde, bozkurdun Türk kültüründeki
önemini gözler önüne seren bir olay cereyan etmiştir; Adı geçen
Atlılar, Muratağa ve Sandallar köylerindeki Türk cesetleri tanınmaz
durumdaydı. Cesetlerin Türkler'e ait olup olmadığı belirlenemiyordu.
Birleşmiş Milletlerin yetkilileri, cesetler kısmen çürümüş ve
bozulmuş olduğu için, sünnetli olmalarını Türk olmalarının kanıtı
olarak kabul etmedi. Ama çocuk cesetlerinin kemer tokalarında
bozkurt tasviri vardı. İşte bu bozkurtlu kemer tokalarını gören
Birleşmiş Milletlerin yetkilileri hemen cesetlerin Türk cesedi olduğu
raporunu verdiler. Dikkat edin! Bizim kanımızdan, kültürümüzden
olmayan kişiler bile Türklüğün en büyük kanıtı olarak Bozkurt'u
görüyorlar. Sünnetli olmak bile Türklük için yeterli bir belirti
sayılmazken Bozkurt, Türk olmanın birinci kanıtı derecesine
yükseliyor.
Bozkurt, Türklüğün en başta gelen simgesidir. Bu yüzyıllar önce
de böyle idi, bugün de böyle. Ancak, içimizde aydın geçinen birtakım
271
şahsiyetler ve devşirmelerin onu Türk kültür ve tarihinden silmeye
çalışırken Avrupalı, Bozkurt'un Türk kültüründeki yerinin bilincinde
olduğunu gösteriyor…!
TÜRK'ÜN AĞLAMASI BİLE KURDA BENZER!
Bozkurt, Türk kültüründe çok önemli bir yere sahiptir. Kurt ile
ilgili efsane, inanış ve gelenekler, Türk kültüründe derin izler
bırakmıştır. O derece ki, yabancı kaynaklar bile Kurt ile Türk arasında
ilişki kurmuşlar, hatta Türkler'den bahsederken ''Kurttan
Türeyenler'' deyimini kullanmışlardır. İşte yine buna benzer olarak,
Türkler'in ağlaması bile Çin kaynaklarınca kurt sesine benzetilmiştir.
Eski Çinli tarihçiler Töles Türkleri için şöyle der: ''Tölesler, kurttan
türedikleri için, ağlamaları ve şarkıları da kurt sesine benzer.'' (Töles,
Hun Devleti ile Göktürk Devleti arasındaki zamanda Türkler'in genel
adıdır; bütün Türkler'e ''Türk'' adının verilmesi, Göktürkler ile
başlar). Benzer biçimde, Kaşgarlı Mahmud'un Divan-ı Lugaat-it Türk
adlı eserinde kayıtlı bulunan eski bir Türk şiirinde, büyük Türk
kahramanı ve hükümdarı Alp Er Tonga’nın yoğ (cenaze) töreninde
bulunanların, ''kurt gibi uluduğu, gözyaşları döktüğü, haykırarak
yakalarını yırttığı'' anlatılmaktadır. Yukarıdaki örnekler, Bozkurt'un
Türk kültüründeki yeri ve önemini gösteren kanıtlardandır…
TÜRKİYE CUMHURİYETİ DÖNEMİNDE BOZKURT
Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş yıllarında (1922-1938) Bozkurt'a
büyük bir önem verilmekte idi. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş
yıllarında hemen hemen her kuruluşta Bozkurt'u görmek mümkündü.
Hatta daha cumhuriyet ilan edilmeden, Ankara Hükümeti'nin
bastırdığı pulların üzerine Bozkurt resmi konulmakta idi.
Türk tarihini bir bütün olarak düşünen ATATÜRK, milli simge
olan Bozkurt'u kullandırmış, devletin temellerine Türk milliyetçiliğini
yerleştirmiştir. Batılılar da bunlara bağlı olarak ATATÜRK'e
''Bozkurt'' adını vermişlerdir. Ancak, ATATÜRK'ün ölümünden sonra
1950'li yıllara değin Türkiye'ye marksist kadrolar egemen oldular. Bu
272
marksist kadroların ilk işi para ve pullardaki Bozkurt armasını
kaldırmak oldu; daha sonra da devletin her kademesindeki Bozkurt
simgelerini kaldırdılar. Ve bütün bunları ATATÜRK'e rağmen,
ATATÜRKÇÜLÜK (!) adına yaparlarken, Bozkurt'u yeni Türk
devletinin kademelerine yerleştiren Ulu Önder'in kemikleri
mezarında sızlıyordu. Kansızlar, yaptıklarında bir dereceye kadar
haklıydılar: NE DE OLSA İT KURDUN YANINDA RAHAT EDEMEZ!
Fakat Bozkurt yine de unutulmadı, unutturulamadı. Başını Hüseyin
Nihal ATSIZ’ın çektiği Türk milliyetçileri, unutturulmağa, Türklüğün
belleğinden silinmeğe çalışılan Bozkurt'a sahip çıktılar ve kendilerine
simge olarak seçtiler. 1950'lere dek Türkiye'yi yöneten marksist
kesim, milli simgelerin kullanılmasına izin vermediği gibi, TürkçülükTurancılık davaları altında Türk milliyetçilerini zindanlarda
çürütmeğe çalışmıştır. 1950-1960 arasında başa liberal partiler
geçince de pek bir şey fark etmemiş, onlar da Bozkurt gibi milli
simgelerden uzak durmuşlardır. Bu yetmediği gibi Türkiyat
Enstitüsü'nü dahi kapatmışlardır. Ama bu millete kimse özgürlük ve
bağımsızlığının simgesi olan BOZKURT'u unutturamamıştır. Ve asla
da kimse unutturamayacak. Türk milliyetçiliği ve Türk milliyetçileri
var olduktan sonra bu milletin sırtı yere gelmeyeceği gibi, başta
Bozkurt olmak üzere bütün milli sembolleri de yaşamaya devam
edecektir.
TÜRK ORDUSU BOZKURT'A SAHİP ÇIKIYOR
1998 yılında, Yunan savaş uçaklarının Güney Kıbrıs'a gitmesi
üzerine, bizim savaş uçaklarımız da misilleme olarak KKTC'nin
Geçitkale Askeri Havaalanı'na indiler. Kıbrıs'a giden filomuzun adı
''ANADOLU KURTLARI'' idi. Uçaklarımızın kuyruk bölümünde birer
kurt resmi vardı. Ayrıca bu filoya bağlı pilotlarımızın kollarında da
Bozkurt amblemi bulunmaktaydı. Deniz Kuvvetleri'mizin, her yıl Ege
Denizi'nde yapmakta olduğu tatbikatlara da ''DENİZ KURDU'' adının
verildiğini hepimiz biliyoruz. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin
kuruluşda büyük payı olan Türk Mukavemet Teşkilatı'nın da simgesi
Bozkurt'tur. Velhasıl, bütün unutturulma çabalarına karşın Bozkurt,
273
Türk dünyasının birçok bölgesinde ve Türkiye'deki sivil kuruluşlarda
kullanılmağa devam ediyor ve devam edecek de...
BOZKURT İŞARETİNİN ANLAMI VE ALPARSLAN TÜRKEŞİN
SÖZLERİ
Millet partisi kurucusu rahmetli Osman Bölükbaşı ile Merhum
Alparslan TÜRKEŞ Kırşehir’de karşılaşırlar ve aralarında şu konuşma
geçer;
BÖLÜKBAŞI: yahu TÜRKEŞ siz bir işaret yapıyorsunuz, kurda
benziyor. Onu anladıkta benim bildiğim TÜRKEŞ ona bir mana
yüklemiştir.
TÜRKEŞ: Elbette ağabey(bölükbaşı başbuğdan yaşça büyüktür)
BÖLÜKBAŞI-Peki nedir?
TÜRKEŞ-(bir eliyle bozkurt işareti yapar diğer elinin
başparmağıyla işaret ederek tarif eder) TÜRKEŞ sözlerine başlar: Bak
ağabey şu serçe parmak TÜRKTÜR şu işaret parmağıda İSLAMDIR. Şu
bozkurt işareti yaptığımız işaretin arada kalan boşluk ise cihandır.
Son olarak kalan 3 parmağın birleştiği nokta ise mühürdür. Yani
ağabey işaret ederek gösterirsek şu çıkar; TÜRK İSLAM MÜHÜRÜNÜ
DÜNYAYA VURACAĞIZ…!
BOZKURT’UN ÖZELLİKLERİ
Türk ırkı tarih boyu kendine yakın hissettiği ve taşıdığı
özelliklerden dolayı Bozkurt'u kendine sembol edinmiştir.
1. Bozkurtlar Türk’ler gibi ataerkil bir yapıdadır. (yani ataya
bağlıdır)
2. Bozkurtlar Türk’ler gibi teşkilat halinde bir yaşam sürerler.
3. Bozkurt sürüsünün Türk ailesindeki gibi bir lideri vardır ve sürü
o liderin emrinden çıkmaz.
274
4. Savaş şekilleri olarak benzerlik gösterirler. (bozkurt sürüsü
sağdan ve soldan giden öncüler, akabinde de göbekten gelen ana
kuvvetle saldırırlar, Türk’lerdeki hilal taktiği buradan gelir)
5. Bozkurtlar eşlerini kıskanırlar (çok sağlam bir özellik)
6. Karda yürüyen 40 bireylik bir sürüyü takip eden biri sadece 5-6
ayak izi görebilir. Çünkü sürü önde giden lider Bozkurt'un ayak
izlerine basarak ilerler. 6-7 kurt bulacağınızı düşünürken koca
bir sürüyle karşılaşabilirsiniz.
7. Bozkurtlar Türk’lerin olduğu gibi özgürlüklerine düşkünlerdir.
Dünyada evcilleştirilememiş tek hayvan olma unvanı orta Asya
bozkurtlarındadır... Hayvan yakalandığında tüm hayvanların
aksine gırtlak kısmında bulunan öd denen keseyi parçalar ve
intihar eder.
8. Tüm hayvanlarda bir yavrunun annesi yâda babası ölürse yavru
da ölür. Fakat bozkurtlarda sürü hiyerarşisi buna müsaade
etmez, yavrunun hem annesi hem de babası ölse dahi yavru
hayatta kalır. Diğer sürü üyeleri yavruyu evlat edinir ve kendi
yavruları gibi büyütürler.
9. Bir Bozkurt sürüsü sadece yiyeceği kadarını avlar ve yine harika
bir özelliktir... Kuzulu koyuna saldırmazlar (yavrusu olan bir
hayvana saldırmazlar)
10. Bozkurtlar asildirler. Bunun en sağlam kanıtını yazayım.
Bozkurtlar, yaşadıkları coğrafyada karakurtlarla birlikte
yaşarlar. Bozkurt sürüsünden ayrılan bir erkek Bozkurt karşılaştığı
bir karakurt sürüsüne girer. Ve girdiği sürünün liderliğini alır. Fakat
karakurt sürüsünden ayrılan bir kurt Bozkurt sürüsüne alınmaz.
Bozkurt dişisi asla bir karakurtla çiftleşmez. Buna akaben, Bozkurt
sürüsünden ayrılmış bir Bozkurt'ta tekrar o sürüye alınmaz.
275
EY TÜRKOĞLU UNUTMA!
Alıp atanın öcünü
Dindir bin yıllık acını
Unutma sakın hıncını
Bir gün gelir lâzım olur
EY İMAN EDENLER! ÖLDÜRMEDE KISAS SİZE FARZ KILINDI.
HÜRE HÜR, KÖLEYE KÖLE KADINA KADIN. AMA HER KİM, ÖLENİN
KARDEŞİ TARAFINDAN BİR ŞEY KARŞILIĞI BAĞIŞLANIRSA, O
ZAMAN ÖRFE UYMASI, ONA DİYETİ GÜZELLİKLE ÖDEMESİ GEREKİR.
BU, RABBİNİZ TARAFINDAN BİR HAFİFLETME VE BİR RAHMETTİR.
HER KİM BUNUN ARKASINDAN YİNE SALDIRIRSA, ARTIK ONA ACI
VEREN BİR AZAB VARDIR. EY TEMİZ AKIL SAHİPLERİ! KISASTA
SİZİN İÇİN BİR HAYAT VARDIR. ÜMİT EDİLİR Kİ, KORUNURSUNUZ.
(BAKARA SÛRESİ, 178-179. AYETLERİ)
TOLSTOY Türklerden şöyle bahseder:
“Dağıstan’da açan bir çiçek vardır. Taa uzaklardan göze batar, çok
güzeldir. Fakat sahip olamazsınız, çünkü sık dikenli çalılar arasında
yetişir. Koparmak isterseniz dikenler elinizi kanatır. Sonra bu güzel
çiçek sapına sıkı sıkıya bağlıdır. Onu incecik dalından koparmak için
âdeta bir ağacı yerinden sökebilecek kadar güç sarf etmek lâzımdır.
Bütün bunları becerebilseniz bile o çiçek size yine yâr olmayacaktır.
Çünkü sapında kopar kopmaz solar ve bütün güzelliği biter...”
276
RUS KİMDİR ? MOSKOF NEDİR ?
Tam iki buçuk yüzyıl... Evet, tam iki yüz elli yıl oldu, ırkımızın
ve dinimizin bu en amansız düşmanıyla ölüm meydanlarında sık sık
karşılaşıyoruz. Bugün hiçbir Türk ve Müslüman aile gösterilemez ki
bir veya birkaç evlâdını Moskof savaşlarının birinde şehit vermemiş
olsun! O kırışmacıların gözü yaşlı binlerce destanı İslâm diyarının
ıssız köşelerinde, iki yüz elli yıldan beri iniltiler uyandırıyor... İki yüz
elli yıldan beri kinleri tutuşturuyor. Yurdumuzda tütmeyen ocakların
her biri diğerine bir Rus savaşında bestelenmiş sessiz bir çığlığı
tekrar eder. Köylere, tarlalara niçin harap olduklarını sor: Cevap
verirler ki imar eden çalışan kol bir Moskof cenginde kırıldı…! Bu
ülkenin doğusunda, kuzeyinde bir avuç toprak bulunmaz ki Türk’ün,
Moskof eliyle dökülmüş mübarek kanını içmiş olmasın!.. Bu ülkenin
batısında, güneyinde bir ev görülmez ki yıkılmış duvarları Türk'ün,
Rus silahıyla uzaklarda ölmüş bir oğluna erişmeye çalışan yanıp
yakılmasını dinlemiş bulunmasın! Moskof’un barışı aldatıcı, susması
kuduz, yaltaklanması hain. Yardımı ihanet doludur. Ey Türkoğlu!..
Sana damarlarındaki kanı hediye edenler, kanlarının son damlalarını
Moskof savaşlarında döktüler. Sen bugün, yarın ne olursan ol, fakat
unutma ki o şehitlerin ebedî bir yetimisin!.. Bu din, bu devlet, bu
vatan gibi, bu gayız, bu kin, bu intikam da onların sana mübarek bir
mirasıdır! Dünyada bir Rusya ve bir Rus kaldıkça bu hakkına ve bu
vazifene hürmet et: Hakkın öldürmek, vazifen, gerekirse hemen
ölmektir, Türkoğlu!..
Müslüman Türk’ün Tarihinden İki vasiyet;
Yıl 1854. Kırım savaşının en çetin boğuşmalarından Gözleme
Harbi sırasında hassa topçu redif bölüğü neferlerinden; Ispartalı Koca
Halil’e bir Rus güllesi isabet etti, bağırsaklarını dışarı döktü. Koca
Halil bir eliyle bağırsaklarını toplarken öteki eliyle hemşerisini
çağırdı.
277
Koynundan bir tüfekle kurşunu çıkarıp verdi ve dedi ki;
“Hemşehri babamı eski Moskof muharebesinde bu kurşun şehit
etmiş. Yadigâr olarak arkadaşı ile bana göndermiş; Şu kanıma
bulanmış gülle parçasını al, ikisini birden oğluma ver. Ben nasıl biri
iki eylediysem, o da ikiyi üç eylesin. Bu benim vasiyetim...” Biraz
sonra da gözlerini kapayıp, ebedî âleme yürüdü.
Bir Şehidimizin mezar taşından alınan söz;
“Moskof keferesinden intikamını alamayan merhum Alemdar
Ali ağanın ruhuna Fatiha–1183 (1764) Akça Koca’ya bağlı Göktepe
köyünde”
EY TÜRKOĞLU UNUTMA!
Geçmişte Moskof, Türk milletini cephe savaşları ve iç
isyanlarla parçalayıp istila etmek fikrini, daha sonra da içte satın
aldığı komünist uşaklar vasıtasıyla onların karşısına dikilecek
Müslüman Türk çocukları, ülkücüleri, Terörist faaliyetlerle (19501980 yıllarında) katletmişlerdir. Bunu, şehidimiz Hüseyin Coşkun’un
katilinin emniyette verdiği ifadeden de anlıyoruz. Ülkücü Müslüman
Türk çocuklarının katlinde eski Moskof’la birlikte yeni Moskof
(Amerika, İsrail, İngiltere vs.) düşmanlarımızı da unutmamalıyız.
Türk milleti tarihte en çok Ruslarla harp etmiştir. İlk Türk-Rus
çatışması 1672’den 1918 birinci cihan harbine kadar 241 yıl sürmüş
bulunan bu mücadelenin 50 yılı muharebe ile geçmiştir. Her beş
günden biri, bu müddet içinde on üç kere Türk-Rus muharebesi
cereyan etmiştir.
Donanmamız tarihte dört kere imhaya maruz kalmıştır. Bunun
üçü Ruslar tarafından gerçekleştirilmiştir.
1- 1770’de Çeşme’de
2- 1827’de Navarin’de
3- 1853’de Sinop’ta
278
Türk devletine ilk defa “Hasta Adam” adını takarak bu tabiri
siyasi edebiyata sokan da bir Moskof’tur.
Çar I. Nikola:
Türkiye’yi taksim için tarih boyunca birçok siyasi faaliyet icra
etmiş ve pekçok da taksim projesi yapılmıştır. Bunların “Grek
Projesi” adıyla bilinen ilk örneğini yapan da Rus çariçesi Katerina’dır.
Bugün en fazla Türk esirine malik olan devlet Rusya’dır.
İmparatorluğumuzun (Osmanlı Devleti’nin) yıkılıp parçalanması için en müthiş mücadeleyi yapan Rusya olmuş, en büyük kutsal
vatan topraklarımız onun istilası altındadır.
Tarihimizde bu gerçekler yazılı iken içteki vatan hainleri
komünist uşaklar ve devşirmeler Türk milletine millî mücadelemizde
para ve destek verdiğini anlata anlata bitiremezler, hainliklerinde de
birbirleriyle yarış hâlindedirler. Bu olay şöyle ki: Lenin Buhara Reisi
cumhuru Osman Kocaoğlu’na, Türkiye’ye yardım etmek istediğini,
fakat para bulamadığını anlatarak millî duygularını tahrik etmiş ve
Buhara Türk Cumhuriyetinin vatanperver evlâtlarının büyük bir
hamiyetle topladığı 100.000.000 altın ve rublenin 95.000.000’ini gasp
edip geri kalan beş milyonunu Ankara’ya yollamıştır. Hainler ezeli
düşmanımızı yardımsever olarak tanıtıp Türk milletinin dinî ve millî
kinini ve heyecanını söndürmektedir. Bundan daha büyük ihanet
olamaz.
1911’de Türk-İtalyan harbi başlayınca metresi Lenin’e yazdığı
mektupta “Mert ve misafirperver Türklerin harbi kazanmalarını arzu
ettiğini bildirmiş” ve Lenin’in ona cevabı şöyle olmuştur;
“İtalyanlar Trablusgarp’ta esareti kaldırmışlar. “Genç
Türkler”in anayasası Trablusgarp’ta üç yıl hiçbir işe yaramamış. Sen
istediğin kadar tasvip etme, İtalyan-Türk harbi biz Rusların işine çok
yarayacaktır. Boğazlar bize çok lâzım. Siyasi, ticari ve Rusya’nın
genişlemesi bakımından ve gemilerimizin dünya sularına hâkim
olması için boğazlar bize çok şeyler kazandıracaktır. Hatta ben
279
boğazları ele geçirdikten sonra Konstantinopol’un büyük deresinde
sûreta bir toprak memuru gibi görünüp karargâhımı orada
kuracağım.” Lenin’e de Türk milletinin cevabı;
“Moskof gözünü oyarım
Yan bakarsan boğaza”
İstanbul’da bulunan Rus elçisi Nelidov Rus çarına sunduğu bir
raporda “Boğazların ele geçirilmesi bizim için tarihi bir zarurettir.”
1- Dâhili bir karışıklıktan istifade edilerek yapılacak bir baskın
2- Sıkışık bir zamanını bulup talep edilecek bir yardımı bahane
ederek
3- Herhangi bir bahane ile çıkarılacak bir harpten istifade edilerek
İşte Moskof elçisinin cennet vatanımızı istila etme planları ve
tarihin seyri ve vatanımızın durumu buna ne denir?
Büyük Türk milletinin en gaddar, en zalim ve alçak düşmanı
olan Moskof’a düşmanlığın kinin dinmesin. Yeni doğan Türk çocukları
diğer yeni Moskof (Amerika, İsrail, İngiltere vs.) diğerlerine olan
düşmanlıklarının canlı devamlı tutulması dinî ve millî bir vecibedir.
Bu bölümü Moskof’un Kırım’ı desise ve alçaklıklarla işgal ettikten
sonra Sultan III. Selim Hanın yazdığı millî ağıt şiirinin son bölümü ile
tamamlıyorum.
Hele Osmanlı’yı cenge salayım
Hepsinin bir ahdi bir yemini var!
O kâfir düşmana satır çalayım
Söz götürmez namusu var, dini var,
Varup Moskof’tan öcümü alayım
Kanla silinecek Moskof kini var
Gözüm açık benim kalsın mı böyle?
Ya bizimdir, ya kimsenin bu vatan
Vücudunu delmiş Moskof canavar
Göğsünde bir kızıl derin yara var
Yüreğinden kopup yaradan sızar
Damla damla akar kanı canıma
280
MOSKOF DENSE
Moskof dense şaha kalkar hıncımız,
Alınamaz vatan denen incimiz
Sınırlarında nöbet bekler öncümüz;
Gözler nişangâhta eller tetikte,
Şehit diye kayıtlıyız kütükte.
Moskof dense hasta kalkar döşekten,
Biçilmede farkı olmaz başaktan.
Ses geliyor Kuzeydeki uşaktan;
Yeniden dolansın Kars’ın kalesi
Gelsin de burada dolsun çilesi.
Moskof dense dağlar hırstan sallanır,
Toprağımız şehit şehit güllenir,
Cümle kurt kuş vur vur diye dillenir;
Soyumuzdan vur vur diye ses gelir
Al yaralar göğsümüzde süs gelir.
Bir Mehmet’e beş bin Moskof düşmez mi?
Türk olur da sınırlara koşmaz mı?
Bir Mehmet’e beş bin Moskof düşmez mi?
Ne söylersek kopar gelir yürekten,
Ay yıldızı indirtmeyiz direkten.
Moskof dense kılıç kınından sıyrılır,
Yerlerimiz siper siper ayrılır,
Namlular hedeften yana doğrulur;
Kulaklar emirde gözler ufukta,
Bir mermi on Moskof bekler tüfekte
281
SON SÖZ
Mehmet’ im sevinin başlar yüksekte
Ölsek de sevinin eve dönsek de
Yarın elbet bizim elbet bizimdir.
Gün doğmuş, gün batmış ebed bizimdir.
Düşmanlarımızın tarihin derinliklerinden gelen dinimize,
devletimize, milletimize, vatanımıza olan kin ve düşmanlıkları ve
bunun yanında içte çeşitli menfaatler ve vaatlerle aldatıp, satın aldığı
komünist unsurlar karşısında Türk-İslam Ülküsüne sahip Müslüman
Türk çocuklarının çok iyi bir plan ve strateji ile gece gündüz
uyumadan azimli bir şekilde çalışması gerekiyor. Çünkü durum çok
vahim. Dini, milli varlığımız büyük devlet görünümündeki sinsi, hain,
kahpe düşmanların tehdit ve işgal aşamasına gelmiş durumdadır.
Yani “Atı alan Üsküdar’ı geçmiştir.” İşte buna delil Amerikan,
İngiliz, İsrail, Japon, Çin büyükelçileri Ankara’dan arabasına binerek
elini kolunu sallayarak Hakkâri, Van’a kadar her dönemde gidebiliyor.
Fakat devletimizin bir valisi, bakanı, başbakanı, genelkurmay başkanı,
eskortuyla gidemiyor. Bu durum neyi gösterir. Belirttiğimiz bu
yolculuğu 1975 yılında Milliyetçi-Cephe hükümeti zamanında
Gümrük-Tekel bakanımız rahmetli Gün Sazak Bey özel koruması ile
Hakkâri ve Van’a kadar karayolu ile gitmiştir. Bundan sonra bu
güzergâhta 2009 yılına kadar giden başka bir devlet büyüğünü
gösteremezsiniz. Bu bölgelerde gidilecek yerin en yakınına uçakla
gidilir. Geri kalan yola bir tabur asker-polis koruması ile
gidilmektedir. Biz uyuyor muyuz, uyutuluyor muyuz, aldatılıyor
muyuz, gaflette miyiz? Yoksa ihanette miyiz? Hz. Mevlana şöyle diyor:
“Vazifesini tam yerine getirmemiş olanın vicdan yarısına ne
mazeretin duası, ne ilacın şifası deva getirmez” Bu durumu en iyi
282
devlet yetkililerinden sonra bilen bu uğurda canını, kanını veren Ülkü
Ocaklarına mensup Asil Müslüman Türk çocukları olmuştur.
Bilmeyenler sorarlar Ülkü Ocakları nedir? Nasıl böyle bir yükü
üzerine alır? Bizlerde, Müslüman Türk Milleti’nde ocak, yuva, bucak,
oba çok kutsal mekânlardır. İşte; Peygamber ocağımız, asker
ocağımız, ilim ocağımız, vatan ocağımız, vatan bucağımız, baba
ocağımız, ana kucağımız, Türk Ocağımız, Ülkü Ocağımız bunlar Asil
Müslüman Türk Milleti’nin en kutsal bildiği, dini-milli duygu ve
düşüncelerinin geliştirildiği, her türlü bilgilerin verildiği, kahramanlık
ve vatan savunması ile ilgili bedeni hareketlerin geliştirilip
kazandırıldığı mekânlardır. Ülkü Ocağımız bu saydığımız kutsal
ocaklardan biridir. İlim ve kültürümüzün dini, milli ruhunu genç Türk
çocuklarına kazandıran; diğer saydığımız ocaklarda yeterince bu
ruhu alamayanlara bu ruhu kazandıran, bu ruha sahip olanları yüksek
kahramanlık ve dini duygularla bileğleyip; Allah, vatan, millet, devlet
sevgisi ile yetiştirip geliştiren, kutsal değerlerimiz uğruna, istenildiği
zaman ser’ini, canını, kanını veren yiğitler, alperenler, kahramanlar,
dalkılıçlar, serdengeçtiler, bozkurtlar, aslanlar, şahinler yetiştiren
iman kalemiz, kartal yuvamızdır. Temelinde, hamurunda iman, milli
ruh; hüzünlü, acılı gözyaşları ve aziz şehitlerimizin mübarek kanları,
canları; geride kalan gazilerimizin, gönüldaşlarımızın emekleri,
ulaşmak istedikleri ulvi gayeleri, hedefleri vardır. Amacımız, geçmişte
olduğu gibi bundan sonra da hiç korkmadan, yılmadan aynı hedefe
aynı hız ve coşku ile koşmaktır. Yılmak yok, korku yok.
Korkma!
Korkma düşmanından
Cehennem olsa gelen göğsümüze söndürürüz,
Ateş olsa yandırmaz seni Bu yol hak yoludur dönme bilmez yürürüz
Müstakim ol Hz. Allah
Düşer mi tek taşı sandın Harem-i namusu?
Utandırmaz seni.
Meğer ki harbe giden son ülkücü şehit olsun
Değil mi ortada bir yürek çarpıyor yılmaz
Cihan yıkılsa emin ol bu cephe sarsılmaz.
283
Allah; vatan, millet, devlet için bu mücadelemizde önümüze
çıkan gerek devlet kademelerine sızmış yıkıcı, bölücü, ateist
devşirmeler, türedilerin zulüm, işkence zindanlarındaki suikastları;
gerekse dışarıdaki komünist hainlerin kurşunlarıyla verdiğimiz
binlerce şehitlerimize rağmen Cenab-ı Hakk’ın lütfü ve korumasıyla
hak bildiğimiz yolda ayaktayız, varız. Allah’ın izniyle var olmaya
devam edeceğiz…
Sayılmaz parmak ile
Tükenmez kırmak ile
Taşramızdan sormak ile
Kimse bilmez halimizi
Verdiğimiz binlerce aziz şehidimizin canlarıyla, kanlarıyla;
geride kalan ana, baba, kardeş, çocuk, eş, sevgili ve gönüldaşlarının
elem, hüzün, gözyaşlarıyla bizlere emanet edilen vatan topraklarına
HİLAL’İMİZİ yine geldiği yerlere, Allah’ın yardımı ve ihsanıyla tekrar
götüreceğiz.
Bu, her asil Müslüman Türk çocuğu ülkücüye kutsal bir
vazifedir. Şartlar ne olursa olsun, bu davadaki son kişi şehit oluncaya
kadar bu vazife devam edecektir. Çünkü Allah’ın vaadi haktır.
İnanlara, doğru yolda olanlara, vaad ettiğini lütfedip ihsan edecektir.
Buna imanımız tamdır. Akıl almaz işkence, suikast ve katliamlara
rağmen işte ayaktayız.
Dirildik pınar olduk
İrkildik ırmak olduk
Aktık denize dolduk
Taştık Elhamdülillah…
Taştık Elhamdülillah…
284
Kutsal davamızda birbirinden uzun yıllar ayrı kalmış, anne-evlat
hasretiyle yanan bu iki gönül gibi Asil Müslüman Türk çocuğu
ülkücülere meydan sizin, devlet (iktidar) sizin dendiği zaman;
hasretimiz, acımız, hüznümüz, kaygımız dinecek; bu uğurda
verdiğimiz aziz şühedamızın ve ebedi âleme yürüyen gazilerimiz ve
yiğitlerimizin ruhları göklere yükselerek şâd olacak. İşte, o gün asil
büyük kahraman Türk milleti kurtulacaktır. Ey kudret, kuvvet ve
mülkün sahibi yüce Rabbimiz olan Allah, senden bunu istiyoruz.
Lütfeyle, kerem eyle, ihsan eyle!
Bilmeyenler ne bilsin bizi
Bilenlere selam olsun…
Der!
Aziz Şehitlerimize de!
Bir bir açılırken göğe son defa yarıştık
Allah’a giden yolda meleklere karıştık
Bir bahçedeyiz şimdi şehitlerle beraber
Bizler gibi göçmüş yiğitlerle beraber…
285
KAYNAKÇA
12345-
Şehit Aileleri’nin ve Arkadaşları’nın söz ve beyanları
Kayseri Milliyetçi Hareket Partisi Mensupları’nın beyanları ve arşivi
Kayseri Ülkü Ocakları Mensupları’nın beyanları ve arşivi
Milliyetçi Hareket Partisi ve Ülkü Ocakları’nın Basın Bildirileri
Milliyetçi Hareket Partisi ve Ülkü Ocakları’nın Genel Merkez ve İl,
İlçe, Belde Teşkilatlarının web siteleri
6- Yerel basında çıkan haberler
7- Bilinmeyen Tarihimiz - Cemal KUTAY
8- Sisli Tarihimiz - Cemal KUTAY
9- Örtülü Tarihimiz - Cemal KUTAY
10- Bilinmeyen Yakın Tarihimiz - Cemal KUTAY
11- Hürriyet ve İstiklal Mücadele Tarihimiz - Cemal KUTAY
12- Osmanlı Kronolojisi – İsmail Hamdi DANIŞMET
13- Türk Tarihinden Yapraklar – Yılmaz ÖZTUNA
14- Yolların Sonu – Hüseyin Nihal ATSIZ
15- Âşık Paşa Tarihi –Hüseyin Nihal ATSIZ
16- Safahat – Mehmet Akif ERSOY
17- Türk Musikisi Antolojisi – S. Nushet ERGÜN
18- Yunus Emre Divanı – Ahmet KABAKLI
19- Kahramanlık Şiirlerimizden Bir Demet – Dursun YAŞA
20- Ülkücü Şehitler Antolojisi – Lütfi YILDIZ
21- Ülkücü Şehitler-Recep KÜÇÜKİZSİZ
22- Ülkücü Şehitler’e Şiirler- Sakin ÖNER
23- Kitaptaki şiirler milli ve manevi değerlere bağlı şairlerimizin
eserlerinden alınmıştır
24- Faydalandığım web siteler;
www.tsk.tr
www.turkcu.com
www.ulkum.com
www.basbug.net
www.ulkucusehitler.com
www.velicanoduncu.com
www.bozkurt.net
www.unibozkurt.com
www.ulku-ocaklari.com
www.yusufiye.net
www.ulkucuderlerbize.com
www.nihalatsız.org
www. atsızcılar.com
www.dundartaser.com
www.otagim.com
www.doguturkistan.net
www.yutes.net
www.tr.wikipedia.org
286
GÜN
AY
YIL
TÜRKİYE GENELİNDEKİ ŞEHİTLERİMİZİN LİSTESİ
ADI SOYADI
MEMLEKETİ
AHMET METİN İZER
İSTANBUL
1980
6
6
ALİ BÜLENT ORKAN
ANKARA
1982
8
13
ALİ CAN KARAOSMANOĞLU
ANKARA
1977
6
18
AHMET MUHTAR KARABIÇI
GAZİANTEP
1978
9
6
ALİ CIBIR
İSTANBUL
1979
5
16
AHMET OCAK
ORDU
1980
7
27
ALİ COŞKUNER
ANKARA
1980
1
9
AHMET ONAT
BURSA
1980
1
7
ALİ ÇAKICI
İSTANBUL
1980
5
11
AHMET ÖZKAN
İSTANBU
1979
10
16
AHMET PAKSOY
KAHRAMANMARAŞ
1979
2
23
ALİ ÇAKIROĞLU
İSTANBUL
1978
2
9
AHMET PEKTAŞ
MALATYA
1995
10
11
ALİ ÇELİK
ORDU
1979
5
15
AHMET SAĞLAM
ŞANLIURFA
1980
7
21
ALİ ÇETİN
KAYSERİ
1979
8
6
AHMET SALMAN
AĞRI
1980
4
8
AHMET SANDIKÇI
İSTANBUL
1978
7
13
ALİ ÇETİN
ORDU
1979
8
4
AHMET SARPKAYA
HATAY
1979
0
0
AHMET SAYAN
ANKARA
1980
5
22
ALİ ÇETİNER
GAZİANTEP
1979
2
8
AHMET SERDAR TANRITANIR
ADANA
1978
12
25
AHMET TAN
İSTANBUL
1980
4
25
ALİ ÇİFTÇİ
KAYSERİ
1978
4
20
ALİ DEMİR
ANKARA
1977
6
17
ALİ DUMAN SALİHOĞLU
ERZİNCAN
1980
5
16
AHMET TEKİN
BİNGÖL
1979
8
12
AHMET TEKİN
ANKARA
1977
6
20
AHMET TEVFİK PAMPAL
ADANA
1978
10
22
ALİ DURMUŞ
ŞANLIURFA
1979
3
5
AHMET TOPAL
HATAY
1978
10
16
287
ALİ DÜZENLİ
TARSUS
1978
12
25
AHMET TOSUN
ANKARA
1980
7
26
ALİ EKBER GÜNEY
ADANA
1980
8
23
AHMET TURAN AKGÜL
İSTANBUL
1980
7
12
ALİ EKİNCİ
ANKARA
1980
6
28
ALİ ERDEM
URFA
1979
1
9
AHMET TURAN ÖZKAPTAN
DENİZLİ
1979
12
7
ALİ EREN
ANTALYA
1977
10
11
AHMET UĞURLAR
KOCAELİ
1980
8
2
ALİ FİKRİ KESKİN
İSTANBUL
1989
6
17
AHMET ULUKÖK
GAZİANTEP
1977
3
6
ALİ FUAT MEYDAN
İSTANBUL
1980
2
19
ALİ GÖÇÜŞ
MERSİN
1979
9
3
AHMET YALÇIN
AMASYA
1980
5
7
ALİ GÖREN
GAZİANTEP
1977
3
14
1979
7
18
ALİ GÖRKEM
AHMET YAŞAR
ADANA
1980
1
10
ALİ GÜL
HATAY
1978
7
25
AHMET YAŞAR ELBEK
MERSİN
1979
4
17
ALİ GÜZEL
ADIYAMAN
1980
1
23
AHMET YOLAÇ
ADANA
1979
10
5
ALİ HAZAR
ELAZIĞ
1978
9
13
ALİ HİKMET KAŞIKÇI
İSTANBUL
1980
2
9
AHMET YUMRU
MERSİN
1979
12
23
ALİ İHSAN ERDOĞDU
İSTANBUL
1979
10
20
AHMET YÜCELKAYA
İSTANBUL
1978
5
20
ALİ İHSAN SİCİM
DENİZLİ
1980
5
14
ALİ İHSAN ŞIVGIN
KAYSERİ
1980
4
3
AKIN ATALAY
ELAZIĞ
1978
10
7
ALİ İNCEKARA
GİRESUN
1979
8
10
ALİ KARAKAYA
GAZİANTEP
1978
2
25
ALİ KELEŞ
TRABZON
1977
1
30
ALİ KEMAL FİDAN
ANKARA
1979
8
5
ALİ KESKİN
ANKARA
1980
5
22
ALİ KİBAR
ANKARA
1980
5
2
ALİ KOÇ
KAYSERİ
1980
6
3
288
ALİ KÖLEOĞLU
UŞAK
1980
4
28
ALİ KURTOĞLU
ANKARA
1978
7
14
ALİ METİN TOKDEMİR
GÜMÜŞHANE
1995
12
8
ALİ MUHİTTİN NARİÇ
İSTANBUL
1980
8
4
ALİ NADİR HAYTA
MERSİN
1980
3
14
ALİ OKAY ÇALIŞKAN
İSTANBUL
1980
9
8
ALİ OCAK
ORDU
1980
7
27
ALİ OSMAN DEMİREZEN
İSTANBUL
1980
6
28
ALİ OSMAN DEVECİOĞLU
İSTANBUL
1980
6
7
ALİ OSMAN ÖZTÜRK
ADANA
1979
9
28
ALİ OSMAN ŞAHİN
TOKAT
1979
1
24
ALİ ÖĞE
ADANA
1979
6
16
ALİ ÖMER YÜCE
ANKARA
1979
6
30
ALİ ÖMÜR ALTINDAĞ
İSTANBUL
1980
6
24
ALİ ÖZAYDIN
ANKARA
1980
2
19
ALİ PAPAĞAN
ORDU
1979
2
2
ALİ RIFAT ERALP
İSTANBUL
1979
7
1
ALİ RIZA ALTINOK
İSTANBUL
1980
6
24
ALİ RIZA BİLİR
TRABZON
1979
10
22
ALİ RIZA SARAL
İSTANBUL
1979
12
1
ALİ RIZA MUTLUOĞLU
ADANA
1980
5
24
ALİ SAİP ŞAHAN
İSTANBUL
1980
4
9
ALİ SEFA TAŞÇILAR
ADANA
1977
2
23
ALİ SEVİNÇ
KONYA
1978
7
11
ALİ SOYAKAR
ORDU
1979
8
28
ALİ SOYGİL
GAZİANTEP
1979
3
26
ALİ SÜNNETÇİ
İSTANBUL
1980
1
23
ALİ ŞAN DURHAN
MALATYA
1978
12
20
ALİ ŞAHİN
İSTANBUL
1980
4
0
ALİ ŞENOL
İSTANBUL
1979
12
2
ALİ TAŞKIN
İSTANBUL
1980
2
2
ALİ TATAR
HATAY
1979
9
2
ALİ TEZDOĞAN
İSTANBUL
1979
3
27
ALİ ULVİ AĞIÇ
URFA
1980
4
4
ALİ USLU
URFA
1977
12
27
ALİ UZUN
İSTANBUL
1979
8
30
289
ALİ YAŞAR
ANKARA
1980
8
20
ALİ YAŞAR GÜNAYDIN
İSTANBUL
1979
11
7
ALİ YENİZÖZDOĞDU
İSTANBUL
1980
4
19
ALİ YILMAZER
ORDU
1980
6
10
ALİM ULUSOY
İSTANBUL
1980
7
7
ALPARSLAN GÜMÜŞ
ANKARA
1975
11
3
ALPER TUNGA UYGUN
İSTANBUL
1979
4
13
ARAP TAŞKAYA
ANKARA
1979
10
2
ARİF DEMİR
İSTANBUL
1980
4
5
ARİF ŞANLI
MANİSA
1979
8
14
ARİF ÜZÜM
İSTANBUL
1979
2
12
ARİF YILMAZ
KAYSERİ
1978
8
9
ASAF DURMUŞ
İSTANBUL
1979
2
23
ASIM ÇAĞIRAN
İSTANBUL
1979
7
25
ASLAN ÇELİK
ORDU
1980
6
17
ASLAN KARAKAYA
SAMSUN
1979
7
7
ASLAN SİVRİ
İSTANBUL
1979
11
8
ATA PEHLİVANOĞLU
MARDİN
1978
12
7
ATALAY ÇAKIR
BALIKESİR
1979
7
30
ATALAY SARIKAN
İSTANBUL
1980
2
11
ATAMAN SIKTAŞ
İSTANBUL
1980
8
29
ATİLLA KURTULUŞ
İSTANBUL
1978
11
10
ATİLLA TOKAY
İSTANBUL
1980
7
21
ATİLLA YALÇINBAY
KOCAELİ
1980
8
30
AVNİ DEĞİRMENCİ
İSTANBUL
1979
4
30
AVNİ ŞAHİN
İSTANBUL
1980
6
14
AYDIN BAŞBOZKURT
KARS
1978
11
5
AYDIN BEKTAŞOĞLU
ÜSKÜDAR
1980
7
4
AYDIN DEMİRKOL
MALATYA
1980
3
21
AYDIN GÜLER
İSTANBUL
1977
12
7
AYFER İNCELER
TARSUS
1979
8
30
AYGÜN SOYLU
MANİSA
1980
1
18
AYHAN AYDIN
İSTANBUL
1980
5
29
AYHAN ÇELİKKANAT
SAMSUN
1980
7
10
AYHAN ERDOĞAN
YOZGAT
1979
11
4
AYHAN GÜNGÖR
İSTANBUL
1979
5
16
290
AYHAN İNAL
ORDU
1979
10
24
AYHAN ÜNLÜ
KARS
1980
6
9
AYHAN YAZICI
İSTANBUL
1980
1
11
AYŞE ÇETİNKAYA
ADANA
1980
8
14
AYTEKİN GÜNER
ANKARA
1980
4
22
AYTEKİN TAŞÇI
İSTANBUL
1977
1
16
AZİZ KARABAĞ
İSTANBUL
1993
10
0
AZİZ PAŞAHAN
MALATYA
1978
9
27
AZİZ ŞAHİN
MANİSA
1979
9
15
AZİZ YILMAZ
MERSİN
1977
5
31
AZMİ DOĞAN
KONYA
1979
7
4
AZMİ USTAOĞLU
ANKARA
1979
6
7
BAHATTİN KAYA
MALATYA
1980
7
18
BAHRİ AKSU
İSTANBUL
1979
12
23
BAHRİ BİLGE
İSTANBUL
1978
3
17
BAKİ AYHAN
ANKARA
1979
4
19
BAKİ BALTACI
ADANA
1980
7
23
BAKİ KILIÇ
ORDU
1980
9
22
BAKİ YEŞİLOĞLU
BURSA
1978
7
29
BAŞARAN KAMBUR
İSTANBUL
1979
8
13
BAYRAM ALİ SÜT
ADANA
1980
3
26
BAYRAM BAYRAKTAR
İSTANBUL
1979
10
16
BAYRAM BULUT
İSTANBUL
1979
10
4
BAYRAM ÇONOĞLU
SAMSUN
1977
7
16
BAYRAM KINA
ORDU
1980
8
12
BAYRAM MAHMUT NAM
MERSİN
1980
2
26
BAYRAM NURİ ÖZYILDIRIM
ADANA
1980
3
12
BAYRAM SÖYLEMEZ
ORDU
1980
8
12
BAYRAM TOPSAKAL
SAMSUN
1979
0
0
BAYSAL ŞEN
İSTANBUL
1979
11
30
BEDRETTİN GÜMÜŞTEPE
MALATYA
0
0
BEDRİ AKBAŞ
KAHRAMANMARAŞ
1978
7
4
BEHMAN AYRIM
KARS
1980
8
26
BEHZAT BİLEK
İSTANBUL
1980
7
26
BEKİR AVCI
ADANA
1980
8
1
BEKİR BAĞ
ANKARA
1980
10
10
291
BEKİR BAYIK
URFA
1980
3
12
BEKİR BİLGİÇ
GAZİANTEP
1980
7
26
BEKİR ÇİFTER
KAYSERİ
1979
10
18
BEKİR ÇON
AMASYA
1977
12
3
BEKİR GİZLİGÖL
ŞANLIURFA
0
0
BEKİR İNAN
ORDU
1979
9
24
BEKİR KOÇ
ANKARA
1980
5
8
BEKİR SOYUİPEK
ANKARA
1980
1
24
BEKİR ŞEN
İSTANBUL
1979
5
10
BEKİR ŞENDİLMEN
İSTANBUL
1979
6
29
BEKİR ŞİMŞEK
İZMİR
1980
8
23
BEKİR YÜCEL
BURSA
1979
5
8
BERCİS SEDEN
GAZİANTEP
1979
9
14
BESTAMİ BAKIR
HATAY
1979
7
4
BEŞİR BAYRAKTAR
MARDİN
1980
3
28
BEYHAN KUZU
FATSA
1980
8
1
BİLAL AKBEL
ESKİŞEHİR
1979
9
11
BİLAL ARLI
SAMSUN
1979
5
15
BİLAL KARAKAYA
HATAY
1979
5
11
BİLAL SARMAK
FATSA
1980
6
1
BİLAL ŞAHİN
ANKARA
1992
8
17
BİLGE ÖZSOY
KONYA
0
0
BLADE AYBARS TEKİN
İSTANBUL
1980
7
8
BURHAN ALKOÇ
ANKARA
1979
4
27
BURHAN BALCI
ADANA
1980
7
22
BURHAN BÜNYAT
ANKARA
1980
7
18
BURHAN KAYA MUTLU
İSTANBUL
1980
4
9
BÜLENT ALP
İSTANBUL
1980
2
5
BÜLENT ERTÜZÜN
İSTANBUL
1980
2
28
BÜNYAMİN AYGÜN
İSTANBUL
1979
4
23
BÜNYAMİN VAROL
KAHRAMANMARAŞ
1978
12
23
BÜNYAMİN YILMAZ
SİVAS
1978
9
3
CABBAR GÜLER
ADANA
1980
8
20
CAFER CEYLAN
AMASYA
1979
6
1
CAFER ÇİTİL
SAMSUN
1979
3
17
CAHİT AÇIKBAŞGİL
ANKARA
1979
11
26
292
CAHİT DOĞRUYOL
ANKARA
1979
12
23
CAN ARI
İZMİR
1980
7
30
CANİP KUŞÇU
BURSA
1979
4
16
CAVİT AYDIN
ANKARA
1978
12
22
CAVİT SEVGÜ
KARS
1979
11
10
CELAL AKSOY
VAN
1980
8
3
CELAL ASLAN
ÇORUM
1980
6
3
CELAL CİMİÇ
İSTANBUL
1980
9
4
CELAL CİVAN
KARS
1979
7
23
DAVUT ÇAKIR
İSTANBUL
1980
8
28
CELAL DEMİR
İSTANBUL
1979
10
10
CELAL DURMUŞ
GİRESUN
1979
11
10
DAVUT ÇELİKSU
ANKARA
1980
8
14
CELAL KARAKOÇAK
ADANA
1980
8
26
CELAL ÖZKAN
GAZİANTEP
1980
3
30
CELAL PAPAĞAN
ORDU
1980
8
8
CELAL SOLAKOĞLU
ADANA
1980
8
27
CELAL ÜSTE
OSMANİYE
1979
5
13
DAVUT DURAK
AMASYA
1979
1
29
CELALETTİN PALA
İSTANBUL
1977
8
27
CELİL ŞAŞTIM
KOCAELİ
1979
6
23
DAVUT KORKMAZ
ADANA
1979
9
19
CEMAL ADALMIŞ
İSTANBUL
1980
1
21
CEMAL AKBAY
AĞRI
1978
6
30
DAVUT TURAN
SAMSUN
1978
6
28
CEMAL AYDOĞAN
AMASYA
1980
5
15
DAVUT YAĞMUR
ARDAHAN
1978
3
4
CEMAL DEMİR
FATSA
1980
8
15
DEMİR KAHVECİ
MANİSA
1979
9
15
CEMAL DEMİR
GAZİANTEP
1980
6
25
CEMAL DEMİRKAN
AYBASTI
1980
6
22
CEMAL GÜRBAY
İSTANBUL
1979
5
16
DENİZ BAYIK
URFA
1979
3
26
CEMAL GÜLCİHAN
ARTVİN
1980
9
1
DİLAVER ALTAN
SAMSUN
1979
7
12
CEMAL ILGAZ
MANİSA
1979
3
12
293
CEMAL ÖZSEMERCİ
MANİSA
1979
11
10
DİNÇER KARTALLI
İSTANBUL
1980
6
19
CEMALETTİN GÜMÜLCELİ
MANİSA
1979
4
29
CEMALETTİN KARAASLAN
İSTANBUL
1979
6
27
DOĞAN ARAS
İSTANBUL
1980
7
7
CEMİL ALTIN
ARTVİN
1980
9
9
CEMİL AYDIN
MANİSA
1979
12
21
DOĞAN TAŞOLUK
ANTALYA
1979
8
22
CEMİL CUCUK
GAZİANTEP
1979
4
30
DURALİ TOP
ADANA
1980
7
27
CEMİL ÇÖLLÜ
MANİSA
1979
6
25
CEMİL DOĞAN
ADIYAMAN
1973
2
15
DURAN KÖMEKÇİ
ADANA
1980
9
4
CEMİL KARADUTLU
KAHRAMANMARAŞ
1978
12
23
CEMİL KILIÇARSLAN
AĞRI
1980
4
8
CEMİL YILMAZ
KAYSERİ
1980
7
30
DURAN MÜLAYİM
MERSİN
1980
9
3
CENAN BAYGIN
FATSA
1980
6
27
DURMUŞ YIRTLAZ
MERSİN
1980
8
27
CENGİZ ASLAN
TOKAT
1980
5
16
DURSUN ASLAN
SAMSUN
1980
4
20
DURSUN AYDIN
İSTANBUL
1980
2
16
DURSUN GEDİK
GİRESUN
1979
8
10
DURSUN KISACIK
ORDU
1980
6
6
DURSUN MEHMET SARI
FATSA
1980
8
1
DURSUN ÖNKUZU
ANKARA
1970
11
23
DURSUN ÖZDEMİR
ANKARA
1980
8
26
DURSUN SEZER
İSTANBUL
1979
6
16
DURSUN TAŞAN
ORDU
1980
8
26
DURSUN YILDIZ
TOKAT
1980
1
17
DURSUN YÖNTEM
GAZİANTEP
1980
6
3
DÜNDAR TAŞER
ANKARA
1972
6
13
EBUMÜSLÜM KOCAAY
ANKARA
1980
7
17
EFRAİM ŞEKER
İSTANBUL
1979
6
15
EJDER ÇILGIN
URFA
1980
4
22
EKREM AKBABA
KARS
1978
12
14
294
EKREM ALYÜZ
AFYON
1979
9
7
EKREM ÇAMAŞ
TRABZON
1980
5
24
EKREM KOCAMAN
ARTVİN
1979
11
21
EKREM MANAV
DENİZLİ
1979
9
26
EKREM SÖĞÜT
İSTANBUL
1975
9
30
EKREM TAR
ANKARA
1977
5
17
EKREM YILMAZ
İSTANBUL
1977
7
31
EMİN AKYÜZ
İSTANBUL
1979
9
29
EMİN ÇALIŞIR
İSTANBUL
1980
6
5
EMİN EMEKLİ
ANKARA
1980
9
1
EMİN GÜLHAN
İZMİR
1980
6
11
EMİN İZBUDAK
MANİSA
1979
8
14
EMİN KILIÇARSLAN
AĞRI
1980
4
7
0
0
1980
4
4
1979
8
4
EMİN KOŞMAZ
EMİN TÜRKER
GİRESUN
ÖMER TUNÇ KANAT
SUAT KÜRŞAT
İZMİR
1976
3
22
EMRULLAH TÜRKDAĞLI
KAHRAMANMARAŞ
1980
2
22
ENBİYA ERMİŞ
KAHRAMANMARAŞ
1978
12
24
ENVER AKSIN
İSTANBUL
1979
9
16
CENGİZ BAKTEMUR
MALATYA
1982
4
2
ENVER BÖLÜKBAŞI
FATSA
1979
8
13
CENGİZ KÖSDAĞ
İSTANBUL
1979
12
4
ENVER ÇAKAR
İSTANBUL
1980
5
13
CENGİZ KURT
SAMSUN
1980
5
2
CENGİZ MASIR
ANKARA
1980
2
14
1980
4
3
ENVER İRİM
CENGİZ ŞEN
İZMİR
1976
12
27
ENVER KOCAMAN
ARTVİN
1979
11
21
CENGİZ ASLAN (ŞAHİN)
MERSİN
1979
10
9
CENGİZ KARAHAN
İSTANBUL
1980
1
4
ENVER YAVUZDEMİR
ARTVİN
1979
12
8
CENGİZ KOCA
İSTANBUL
1978
3
17
ERCAN ATEŞ
ANKARA
1980
8
16
CENGİZ KURT
FATSA
1979
6
18
CENGİZ ÜNAL
ANKARA
1980
4
12
295
ERCÜMENT YAHNİCİ
ANKARA
1979
12
27
CEVDET ACAR
BURSA
1980
6
7
CEVDET ÇALIŞKAN
İSTANBUL
1979
4
30
ERDAL ÇOR
ANTALYA
1979
10
21
CEVDET KARAKAŞ
ELAZIĞ
1981
6
2
ERDAL VAHAPOĞLU
ADANA
1979
10
19
CEVDET KOROL
ANKARA
1980
8
11
ERDEM ARABACI
ANKARA
1977
9
10
CİHAN DUMAN
İSTANBUL
1979
11
14
ERDEM YEDİBELA
SAMSUN
1980
1
8
ERDOĞAN BIYIK
BALIKESİR
1979
6
3
CİHAN KURT
HATAY
1978
8
20
ERDOĞAN HANÇERLİOĞLU
İSTABUL
1979
9
12
CİHANGİR ÖZBEK
İSTANBUL
1980
2
22
CİHANGİR TATAR
ADANA
1979
8
18
ERDOĞAN ULUSU
GAZİANTEP
1980
4
11
COŞKUN (YAŞAR) BOSTANCI
AMASYA
1979
10
27
ERDOĞAN YILMAZ
İSTANBUL
1977
12
16
COŞKUN ERDAĞ
KARS
1978
5
13
COŞKUN TÜRKMEN
ANKARA
1979
11
8
ERGUN ŞAN
ADANA
1978
11
30
CUMA ÇELİK
ANTEP
1980
7
11
CUMA KAYNAK
ANTEP
1980
8
28
CUMA KARABULUT
HATAY
1979
10
22
CUMA PURSÖKEN
MERSİN
1980
3
26
CUMA ŞAHİN
ANTEP
1980
4
21
CUMALİ ÇAVUŞOĞLU
URFA
1979
5
8
CUMALİ ÇELİK
MERSİN
1980
8
24
CUMALİ KAYA
MERSİN
1979
7
18
CUMALİ SÜRÜCÜ
ADANA
1979
8
22
CUMALİ ŞİMŞEK
KAYSERİ
1981
8
1
CÜNEYT TANDOĞAN
İSTANBUL
1979
12
17
ÇETİN KARADERE
ANKARA
1979
3
21
ÇETİN KOÇOĞLU
İSTANBUL
1977
1
13
1980
3
13
1978
11
27
ÇETİN MUTLU
FADİME YILMAZ
ERZİNCAN
296
FAHİR DOĞAN
ANKARA
1976
5
17
FAHRETTİN AKSOY
MALATYA
1980
2
24
FAHRETTİN CELAL AKPOLAT
GAZİANTEP
1979
9
21
FAHRETTİN NURANOĞLU
MERSİN
1979
12
25
FAHRETTİN YAVUZ
İSTANBUL
1979
8
3
FAHRETTİN YAZICI
İSTANBUL
1979
9
19
FAHRETTİN YÜCESAN
ANKARA
1980
4
24
FAHRİ GÜR
ADANA
1980
8
30
FAHRİ ILGIN
ANKARA
0
0
FAHRİ ÖZTÜRK
SAMSUN
1979
5
14
FAHRİYE ALTINOK
İSTANBUL
1980
6
24
FAİK ÇIRAK
ARTVİN
1980
7
25
FARUK ARITICI
ADANA
1980
5
27
FARUK ÇINAR
KİLİS
1978
8
10
FARUK FERAH
ESKİŞEHİR
1980
4
5
FARUK KARTAL
İSTANBUL
1979
9
24
FARUK SEVİNÇ
ANKARA
1976
10
18
FATİH KOYUNCU
ANKARA
1976
4
12
FATİH ŞİMŞEK
MERSİN
1980
5
27
FEHİM ERİŞTİ
RİZE
1979
4
18
FEHMİ KASANOĞLU
URFA
1978
9
25
FERAH DAĞ
İSTANBUL
1980
9
11
FERHAT KAYA
İSTANBUL
1995
8
27
FERHAT KOÇ
İSTANBUL
1980
8
20
FERHAT ÖZKAN SARI
MERSİN
1979
9
4
FERHAT ŞİMŞEK
ANKARA
1980
5
27
FERİDUN BAŞ
SAMSUN
1978
3
22
FETHİ MEYDA
DENİZLİ
1978
8
12
FEVZİ BAYRAM
SAMSUN
1980
4
28
FEVZİ DOĞAN
OSMANİYE
1975
6
25
FEVZİ KÖSEAYDIN
KAYSERİ
1979
8
17
FEVZİ NARCI
ANKARA
1976
7
12
FİGEN ÇÖKTÜ
ADANA
1980
8
27
FİKRET DERİN
İSTANBUL
1978
6
24
FİKRET DENİZ
URFA
1980
0
0
FİKRET EFE
İSTANBUL
1978
5
1
297
FİKRET YAĞCI
ANKARA
1980
4
8
FİKRİ ARIKAN
ANKARA
1980
3
27
FİKRİ YAĞCI
G.ANTEP
1980
7
25
FİRDEVS ÇINAR
ANKARA
1980
8
24
FUAT ALTUN
GÜMÜŞHANE
1980
5
22
FUAT ENET
İZMİR
1979
12
26
FUAT ŞAHİN
ANKARA
1978
7
11
FAHİR DOĞAN
ANKARA
1976
5
17
FAHRETTİN CELAL AKPOLAT
G.ANTEP
9
21
FAHRETTİN YÜCESAN
ANKARA
1980
4
24
FAHRİ ERDEN
UŞAK
1978
4
17
FİKRET AKTAŞ
İSTANBUL
1980
2
28
GIYASETTİN ÇİÇEK
İSTANBUL
1979
2
28
GÖKHAN TEKSON
İSTANBUL
1979
12
30
GÜLAY BAŞAR
ADANA
1980
7
3
GÜLBEY KARATAŞ
ADANA
1980
2
26
GÜLTEKİN ERTAN
AMASYA
1979
11
19
GÜN SAZAK
ANKARA
1980
5
27
GÜNAY AKDAĞ
İSTANBUL
1978
12
13
GÜNEY KIRATLI
G.ANTEP
1979
9
25
HABEŞ ÖZCAN
G.ANTEP
1977
2
23
HABİP DİNÇER
TUNCELİ
1980
4
22
HACI ALİ AKTÜRK
ANKARA
1980
6
12
HACI BEY ERCAN
ANKARA
1978
3
8
HACI BIYIKLI
K.MARAŞ
1978
12
23
H.CUMA SANİ TİRYAKİ
G.ANTEP
1979
5
2
HACI İBRAHİM TOKGÖZ
AMASYA
1979
3
1
HACI KAŞDİBİ
ORDU
1979
9
8
HACI OSMAN DEMİR
ADANA
1978
3
18
HACI ÖMER SALBAŞ
ANKARA
1980
7
18
HACI SİTEM İNCE
URFA
1979
4
26
HADİ ARIN
BİNGÖL
1993
3
0
HADİ SOYSAL
İSTANBUL
1979
10
18
HAFIZ TANIK
İSTANBUL
1979
12
23
HAKAN ÇELEBİ
İZMİR
1980
5
28
HAKAN IŞIK
İSTANBUL
1993
11
22
298
HAKAN SAKA
İZMİR
1978
9
22
HAKKI YÜKSEL
ADANA
1979
4
7
HALİL ATEŞ
MANİSA
1979
8
24
HALİL BAYBARS
İSTANBUL
1978
10
5
HALİL BAYSAL
URFA
1979
3
5
HALİL ÇALGICI
URFA
1978
5
21
HALİL DİNÇ
ELAZIĞ
1978
7
24
HALİL ERALP
DENİZLİ
0
0
HALİL ERDOĞAN
ADANA
1978
12
11
HALİL ESENDAĞ
İZMİR
1982
6
5
HALİL GÜNER
G.ANTEP
1979
4
20
HALİL GÜNDÜZ
ANKARA
1978
12
20
HALİL İBRAHİM ATAŞ
MANİSA
0
0
HALİL İBRAHİM GÜNER
G.ANTEP
1979
4
20
HALİL HİLMİ SAKARYA
İSTANBUL
1978
9
28
HALİL İBRAHİM KEMER
ADANA
1980
8
14
HALİL İBRAHİM UZ
İSTANBUL
1979
5
3
HALİL İBRAHİM YALINALP
TOKAT
1980
4
24
HALİL KAÇAR
ADANA
1980
9
1
HALİL KAYA
BATMAN
1980
7
22
HALİL KESKİN
DENİZLİ
1980
5
6
HALİL KUŞKONMAZ
MERSİN
1980
9
3
HALİL ŞEFİ
DENİZLİ
1979
11
6
HALİL SUCU
İSTANBUL
1978
11
17
HALİL TİRELİ
ALMANYA
1980
5
3
HALİL TURGUT
İSTANBUL
1978
10
31
HALİL YAKA
URFA
1980
0
0
HALİL YAVUZ
İSTANBUL
1976
10
27
HALİL YILDIRIM
İSTANBUL
1980
9
1
HALİL YILDIZ ŞENKOL
İSTANBUL
1980
4
3
HALİM KARADENİZ
İSTANBUL
1979
8
21
HALİM ÖZCAN
NEVŞEHİR
1978
8
29
HALİS GAZİ
FATSA
1980
2
1
HALİS MACARLIOĞLU
AFYON
1975
0
0
HALİS ÖZTÜRK
ESKİŞEHİR
1979
10
28
HALİS ÖZTÜRK
İSTANBUL
1979
8
11
299
HALİT AVCI
GAZİANTEP
1978
10
18
HALİT ÇOTUR
SAKARYA
1980
5
3
HALİT ÖZKAN
İSTANBUL
1979
6
22
HALİT TATLI
ANKARA
1978
12
16
HALUK KAYAHAN
İSTANBUL
1980
7
10
1979
4
8
HALUK YÜKSEL
HAMDİ ALTINEZEN
İSTANBUL
1979
7
17
HAMDİ CANİK
İSTANBUL
1980
3
18
HAMDİ CELAYİR
İSTANBUL
1978
11
1
HAMDİ GELEN
AMASYA
1978
2
12
HAMDİ ÖZBEK
DİYARBAKIR
1980
4
27
HAMİD FENDOĞLU
MALATYA
1978
4
17
HAMİT ŞAHİN
TRABZON
1978
3
20
HAMZA GÜNDOĞMUŞ
ÇORUM
1977
12
10
HAMZA İHSAN AYDIN
ORDU
0
0
HAMZA UZGÖREN
ANKARA
1979
12
25
HAMZA YILDIZ
KAHRAMANMARAŞ
1978
12
23
HANEFİ ASLAN
URFA
1980
6
2
HANEFİ TUNÇ
BURSA
1978
8
29
HANİFE FENOĞLU
MALATYA
1978
4
17
HANİFİ BENDER
ANKARA
1978
4
27
HARUN ÇİVİCİ
İZMİR
1977
3
1
HARUN YANARTAŞ
İSTANBUL
1980
4
3
HASAN AKDAĞ
SİNOP
1978
1
24
HASAN ALEMLİOĞLU
ANKARA
1981
0
0
HASAN ARAN
İSTANBUL
1980
7
0
HASAN AYDIN
BURSA
1980
6
30
HASAN AYDOĞAN
ANKARA
1979
4
8
HASAN BAĞZIK
ÇORUM
1980
6
4
HASAN BEDER
İSTANBUL
1980
6
16
HASAN BENLİ
ADANA
1980
3
29
HASAN BÜLBÜL
MERSİN
1976
4
21
HASAN ÇETİN
FATSA
1980
6
17
HASAN ÇEVİK
ADANA
1979
5
20
HASAN ÇİMENOĞLU
ELAZIĞ
1979
9
12
HASAN DİKKAŞ
İSTANBUL
1980
3
20
300
HASAN ELALDI
ADANA
1978
10
17
HASAN ERDEM
ANKARA
1977
1
28
HASAN GÜLER
İSTANBUL
1979
9
25
HASAN GÜVEN
SAMSUN
1980
2
25
HASAN HÜSEYİN AKBAŞ
ADANA
1980
3
15
HASAN HÜSEYİN ŞANLI
ANKARA
1977
8
4
HASAN ILIKOBA
ADANA
1979
2
7
HASAN IŞIK
ADANA
1978
12
17
HASAN KADIOĞLU
KONYA
1975
12
24
HASAN KARAÇUHA
ANKARA
1979
4
17
HASAN KERİM GÖZLEME
ANKARA
1980
8
17
HASAN KILIÇ
GAZİANTEP
1978
9
9
HASAN KOÇ
ADANA
1978
12
25
HASAN LEVENT PAMUKÇU
İSTANBUL
1979
12
28
HASAN POLAT
İSTANBUL
1978
9
29
HASAN SAĞLAM
BURSA
1980
8
1
HASAN SARIKAYA
ANKARA
1979
10
10
HASAN ŞAHİN
ANKARA
1979
10
17
HASAN ŞAHİN
ANKARA
1980
2
12
HASAN TEZEL
BALIKESİR
1977
9
25
HASAN TUNCER
İSTANBUL
1980
1
26
HASAN ÜNLÜ
MANİSA
1980
3
15
HASAN YAR
TRABZON
1980
7
3
HASAN YARDIMCI
ELAZIĞ
1978
9
12
HASAN YILDIZ
İSTANBUL
1980
11
18
HASAN YÜZÜAK
KAHRAMANMARAŞ
1978
12
24
HAŞİM YILDIRIM
UŞAK
1979
8
21
HATİCE ÖZBEK
DİYARBAKIR
1980
4
27
HAYALİ HASAN YAVAŞ
MERSİN
1980
8
29
HAYATİ DAĞARSLAN
İSTANBUL
1978
1
27
HAYATİ GÜRER
ADANA
1980
8
6
HAYDAR CERİTLİ
MALATYA
1978
1
21
HAYDAR ABANOZ
İSTANBUL
1980
6
9
HAYDAR ÇAĞLAR
İSTANBUL
1979
8
3
HAYDAR KOÇ
TUNCELİ
1979
3
31
HAYDAR ŞAHİN
AKSARAY
1978
10
2
301
HAYRETTİN ATAÇ
0
0
4
9
0
0
1977
9
11
GAZİANTEP
1977
7
3
HAYRULLAH SEVGÜR
KAHRAMANMARAŞ
1978
11
23
HIDI KÖSE
SAMSUN
1979
9
14
HIZIR MEHMET EKMEKÇİ
KAHRAMANMARAŞ
1979
11
1
HİDAYET SERT
GAZİANTEP
1977
10
20
HİDAYET YILMAZ
UŞAK
1979
9
24
HİKMET AKYOL
BURSA
1978
10
27
HİKMET AY
İSTANBUL
1977
11
21
HİKMET CEBECİ
İSTANBUL
1980
1
29
HİKMET KILIÇ
İSTANBUL
1975
11
22
HİKMET TEKİN
BİNGÖL
1979
8
12
HİKMET ÜRKMEZ
ANKARA
1980
8
25
HİKMET YILDIRIM
ARTVİN
1978
10
23
HİLMİ SOYDAN
KAHRAMANMARAŞ
1978
12
22
HULUSİ BELKIS
İSTANBUL
1978
12
29
HULUSİ ŞAHİN
İSTANBUL
1997
0
0
HUMRİYE TEKİN
BİNGÖL
1979
8
12
HÜKÜMDAR İNCİ
BURSA
1980
7
18
HÜRCEM GÜRSOY IRAK
ANKARA
1987
6
29
HÜSAMETTİN AYDIN
ANKARA
1980
3
26
HAYRETTİN GÖKALP
İSTANBUL
HAYRETTİN GÜLŞEN
KAHRAMANMARAŞ
HAYRETTİN ULUBAY
SİVAS
HAYRİ TAŞDEMİR
HÜSAMETTİN ERDOĞAN
1980
1980
8
14
HÜSAMETTİN ERKOVAN
İSTANBUL
1979
8
2
HÜSEYİN AKDAĞ
ADANA
1979
6
27
HÜSEYİN AKBULUT
ANKARA
1980
4
12
HÜSEYİN AVNİ SAKARYALI
İSTANBUL
1979
2
5
HÜSEYİN ALTAY
İSTANBUL
1977
9
19
0
0
HÜSEYİN AYBARS
HÜSEYİN BAKIŞLI
ANTALYA
1977
8
3
RAMAZAN KILIÇ
İZMİR
1980
3
25
ALİ SAMİ AYTEKİN
TOKAT
1978
3
25
HÜSEYİN BAYRAM
ANTALYA
1979
8
6
HÜSEYİN BOZDOĞAN
HATAY
1979
9
3
302
HÜSEYİN BULUT
ELAZIĞ
1979
9
19
HÜSEYİN BÜYÜKKOZ
İSTANBUL
1976
9
25
HÜSEYİN CAHİT AKÜZÜM
ANKARA
1979
12
5
HÜSEYİN CANKATAN
İSTANBUL
1978
5
12
HÜSEYİN COŞKUN
KAYSERİ
1979
12
12
HÜSEYİN ÇARDAK
ÇANAKKALE
1979
7
12
HÜSEYİN ÇELİK
HATAY
1979
11
3
HÜSEYİN ÇOBAN
ANKARA
1980
6
26
HÜSEYİN DALAK
MUĞLA
1980
8
9
HÜSEYİN DEMİRBAŞ
İSTANBUL
1980
6
23
HÜSEYİN EFE
İSTANBUL
1979
12
9
HÜSEYİN ERDOĞAN
İSTANBUL
1980
8
18
HÜSEYİN ESKİ
SAMSUN
1980
4
24
HÜSEYİN FİDAN
ANKARA
1980
2
20
HÜSEYİN FİLİK
G.ANTEP
1980
8
8
HÜSEYİN GÖNEN
ANKARA
1978
12
10
HÜSEYİN GÜMÜŞ
K.MARAŞ
1980
5
28
HÜSEYİN GÜN
SAMSUN
1980
2
25
HÜSEYİN GÜNGÖR
ANKARA
1980
2
21
HÜSEYİN GÜRBÜZ
K.MARAŞ
1980
5
28
HÜSEYİN GÜVEN
SAMSUN
1980
3
13
HÜSEYİN GÜZEL
ADIYAMAN
1980
1
23
HÜSEYİN DR. KABASAKAL
OSMANİYE
1979
5
17
HÜSEYİN KURUMAHMUTOĞLU
ANKARA
1987
7
15
HÜSEYİN KUZDAN
K.MARAŞ
1979
9
9
HÜSEYİN NİHAT DEMİR
İSTANBUL
1980
5
22
HÜSEYİN ÖZDE
ADANA
1980
5
29
HÜSEYİN ÖZTÜRK
SAMSUN
1979
7
8
HÜSEYİN SAK
AYDIN
1978
11
9
HÜSEYİN SANİOĞLU
ORDU
1979
6
29
MUSTAFA ÇANKAYA
SAMSUN
0
0
NAFİZ ÖRGÜN
D.BAKIR
1980
5
6
NAFİZ YILDIZ
FATSA
1980
8
15
MUSTAFA ÇELİK
ORDU
1979
4
20
MUSTAFA ÇELİK
MALATYA
1976
8
30
NAİM YILDIRIM
SAMSUN
1979
4
4
303
MUSTAFA ÇERÇİ
ELAZIĞ
1980
8
25
NAZIM ARPACI
İSTANBUL
1977
7
30
MUSTAFA ÇİFTÇİ
G.ANTEP
1979
2
14
MUSTAFA ÇİL
ORDU
1980
2
18
NAZIM KAN
İSTANBUL
1980
6
5
MUSTAFA DEMİR
İSTANBUL
1980
6
24
NAZIM MEHTERBAŞIOĞLU
VAN
1980
8
8
MUSTAFA DURSUN
SAMSUN
1979
3
14
MUSTAFA EKER
HATAY
1979
8
30
NAZİF BARAN
DENİZLİ
1979
5
17
MUSTAFA EKİNCİ
ANKARA
1978
12
19
MUSTAFA ELİTOK
SAMSUN
1980
3
28
MUSTAFA EROĞLU
İSTANBUL
1980
7
31
MUSTAFA EROL
İSTANBUL
1977
3
1
MUSTAFA ERTAŞ
ERZURUM
1976
5
17
NAZMİ GÜMÜŞ
ANKARA
1978
7
3
MUSTAFA FEVZİ ŞAHİN
SAMSUN
1980
2
10
NEBİ SOYLU
HATAY
1979
3
8
MUSTAFA FIRDOLAŞ
ADANA
1979
5
20
MUSTAFA GENÇAL
İSTANBUL
1980
4
8
NEJAT USLU
ESKİŞEHİR
1979
12
22
MUSTAFA GÖKÇE
G.ANTEP
1979
9
25
MUSTAFA GÖNÜL
İZMİR
1978
3
9
NECATİ AKKILIÇ
İSTANBUL
1980
4
3
MUSTAFA GÜL
TUNCELİ
1979
12
25
NECATİ CONGER
İSTANBUL
1979
11
13
MUSTAFA GÜNEŞ
ANKARA
1979
6
22
MUSTAFA HACIÖMEROĞLU
İSTANBUL
1980
0
0
MUSTAFA HAKKI BAYIK
URFA
1978
12
3
NECATİ ÇAKICI
İSTANBUL
1979
9
18
NECATİ ÇAKMAK
ARTVİN
1979
11
19
NECATİ ÇANGAL
ANKARA
1978
8
11
NECATİ ÇİMEN
ANKARA
1980
7
25
NECATİ KANDEMİR
ANKARA
1980
5
30
NECATİ KAYA
TOKAT
1974
3
24
NECATİ ÖZDEMİR
ADANA
1978
9
11
304
NECATİ PARMIŞ
K.MARAŞ
1978
12
23
NECATİ ŞEN
SAMSUN
1980
3
23
MUSTAFA HAŞATLI
İSTANBUL
1978
10
3
NECATİ UYGUR
ALMANYA
1980
12
4
MUSTAFA HAYAT
IĞDIR
1979
11
30
NECDET DUMANAY
ANKARA
1975
4
3
MUSTAFA İNANÇ
URFA
1979
5
6
NECDET KOCABIYIK
İSTANBUL
1980
3
7
MUSTAFA KABADAYI
BURSA
1980
1
18
MUSTAFA KADİR CANDAN
KONYA
1979
3
15
NECDET NEME
İSTANBUL
1980
6
24
MUSTAFA KAHRAMAN
GİRESUN
1969
6
5
NECDET ORMANCI
ADANA
1979
10
1
MUSTAFA KAHRAMAN
K.MARAŞ
1978
1
19
MUSTAFA KARACA
ADANA
1979
9
19
MUSTAFA KARACA
ESKİŞEHİR
1978
8
13
MUSTAFA KARACAN
ADANA
1978
12
7
NECDET SALİH
TRABZON
1976
6
30
MUSTAFA KAYA
G.ANTEP
1980
3
30
NECDET TUNA
ELAZIĞ
1978
12
13
MUSTAFA KAYA
İSTANBUL
1998
2
7
NECİP ALTINOK
ANKARA
1978
11
21
MUSTAFA KAZANCIOĞLU
İSTANBUL
1980
6
18
NECİP KURAL
İSTANBUL
1980
4
14
MUSTAFA KEMAL ŞAHİN
OSMANİYE
1979
4
5
NECMETTİN ÜNAL
İSTANBUL
1980
4
2
MUSTAFA KILIÇ
İSTANBUL
1980
2
6
NECMETTİN YILDIZ
ANKARA
1980
4
12
MUSTAFA KILIÇARSLAN
AĞRI
1980
3
31
NECMETTİN YILDIZ
IĞDIR
1980
2
15
MUSTAFA KOÇAK
FATSA
1979
6
19
NECMİ BİLGİN
AFYON
1980
1
21
MUSTAFA KORKMAZ
ELAZIĞ
1978
9
15
MUSTAFA KOYUNCU
AMASYA
1979
7
20
NECMİ TERCAN
İSTANBUL
1979
2
9
MUSTAFA KÖŞELİ
ANKARA
1980
3
21
305
NEDİM KARADEMİR
İSTANBUL
1980
7
12
NEVRUZ KOÇ
KARS
1978
1
29
MUSTAFA KUŞASLAN
DİYARBAKIR
1977
0
0
NEVZAT ÇELİK
ESKİŞEHİR
1980
8
4
MUSTAFA MAĞAT
URFA
1978
11
29
MUSTAFA MARAŞLIOĞLU
KAYSERİ
1977
4
26
NEVZAT ÇETİN
G.ANTEP
1979
8
10
MUSTAFA NAİMOĞLU
G.ANTEP
1979
2
13
NEVZAT KARADEMİR
İZMİR
1979
12
27
MUSTAFA ÖNAL
ANKARA
1980
8
7
NEVZAT KARAYÜN
ORDU
1980
10
0
MUSTAFA ÖZ
ADANA
1980
7
31
NEVZAT OCAK
MARDİN
1980
7
28
NEVZAT ÜLKER
TRABZON
1977
4
24
MUSTAFA ÖZARSLAN
AMASYA
1979
9
30
NEVZAT YILMAZ
ADANA
1980
8
25
MUSTAFA ÖZDEMİR
ÇORUM
1980
7
3
NİHAL ÇİZMECİOĞLU
URFA
1979
11
13
MUSTAFA ÖZDEMİROĞLU
İZMİR
1979
12
7
NİHAT AKARCA
UŞAK
1980
3
28
MUSTAFA PEHLİVANOĞLU
ANKARA
1980
10
7
NİHAT AKSU
ESKİŞEHİR
1980
5
30
1980
7
3
MUSTAFA SAKAR
NİHAT ALBAYRAK
İZMİR
1979
6
27
MUSTAFA SIR
ADANA
1979
3
14
NİHAT BAYRAM
URFA
1978
11
30
MUSTAFA SİVRİ
ANKARA
1979
3
12
NİHAT HÜRLAN (GÜRCAN)
İSTANBUL
1980
7
19
MUSTAFA SOYLU
ADIYAMAN
1977
7
5
NİHAT KILIÇ
MERSİN
1979
12
15
MUSTAFA ŞAHİN
ANKARA
1980
4
15
NİHAT TOSUNER
GÜMÜŞHANE
1972
7
12
MUSTAFA ŞAHİN
İSTANBUL
1980
4
5
NİHAT UYGUN
İSTANBUL
1997
1
30
MUSTAFA ŞAHİN
HATAY
1979
8
13
MUSTAFA TAŞTANGİL
TOKAT
1979
3
19
306
NİLGÜN ALTINOK
İSTANBUL
1980
6
24
MUSTAFA TONYALI
ARTVİN
1980
1
28
NİYAZİ ŞAHİN
KOCAELİ
1980
8
7
NİYAZİ BALCI
İSTANBUL
1980
4
24
MUSTAFA TUNA
TRABZON
1980
1
6
MUSTAFA TÜRKÖNE
ANKARA
1979
6
23
NİYAZİ TURLUOĞLU
FATSA
1980
8
16
MUSTAFA USLU
ESKİŞEHİR
1979
12
22
NİYAZİ ULUDAĞ
ORDU
1980
6
14
MUSTAFA USLU
ANKARA
1980
7
28
MUSTAFA VAROL
FATSA
1980
9
8
NİZAMETTİN AKBAŞ
BURSA
1985
6
19
MUSTAFA VURAL
ANKARA
1980
8
0
NİZAMETTİN ERDOĞAN
KIRŞEHİR
1980
8
14
MUSTAFA YAĞIZ
MERSİN
1980
2
26
MUSTAFA YARDIMCI
AĞRI
1977
11
16
NİZAMETTİN KORKMAZ
ANKARA
1979
9
13
NİZAMETTİN ÖZCAN
ORDU
1980
8
2
MUSTAFA YENİCİL
ADANA
1979
9
20
NUMAN CİRİT
İSTANBUL
1980
3
9
MUSTAFA YILDIRIM
İSTANBUL
1979
12
25
MUSTAFA YILDIRIM
ADANA
1980
2
5
MUSTAFA YILDIZ
ANKARA
1978
10
14
MUSTAFA YILMAZOĞLU
İZMİR
1979
12
21
MUSTAFA (ER) YİĞİT
G.ANTEP
1979
5
15
NUMAN İNCE
İSTANBUL
1978
12
26
MUSTAFA YİĞİT
KONYA
1977
5
24
NURAYDIN BULUT
ADANA
0
0
MUSTAFA YÜCE
ADANA
1979
8
3
MUTLU ÜNLÜ
İSTANBUL
1979
7
17
NURETTİN BAĞIŞ
KARS
1979
8
6
MUZAFFER BAŞ
İSTANBUL
1979
12
1
MUZAFFER CANDOĞAN
İSTANBUL
1979
6
18
NURETTİN ÇETİN
ANKARA
1979
5
16
MUZAFFER ERASLAN
ADANA
0
0
NURETTİN EPUTKAN
ANTALYA
6
27
307
1976
MUZAFFER ILGAR
KARS
1980
6
4
MUZAFFER TAŞ
İSTANBUL
1980
1
16
NURETTİN ESKİCİ
FATSA
1980
9
30
MÜCAHİT GÜLEÇ
İSTANBUL
1982
1
13
NURETTİN KILIÇ
İSTANBUL
1980
2
5
NURETTİN KOÇ
İSTANBUL
1980
6
27
MÜJDAT GEZER
İSTANBUL
1979
6
12
NURETTİN TEMİZ
İZMİR
1980
5
15
MÜLAZIM ALUÇ
KARS
1980
6
24
MÜLAZIM ALUÇ
KARS
1980
6
24
NURETTİN YILDIZ (YILMAZ)
ESKİŞEHİR
1980
9
5
1977
5
17
MÜNİR ERENOĞLU
NURİ ASLAN
K.MARAŞ
1978
12
23
MÜNİR KAYA
İSTANBUL
1980
4
9
NURİ BAHADIR
UŞAK
1979
12
8
MÜRSEL BAĞ (BAL)
ANKARA
1979
11
24
NURİ BASIBEK
TOKAT
1980
7
17
MÜRSEL BALOĞLU
ELAZIĞ
1979
12
3
MÜRSEL GÖDEKLİ
ANKARA
1980
8
26
NURİ BİÇİM
ORDU
1980
3
1
MÜRSEL KARATAŞ
İSTANBUL
1979
9
19
MÜRSEL YILMAZ
MERSİN
1979
7
22
NURİ DEMİRBAŞ
KOCAELİ
1980
5
10
NURİ FIRAT
G.ANTEP
1980
7
12
MÜRÜVVET KEKİLLİ
ADANA
1980
9
12
NURİ TEKİN
İSTANBUL
1980
5
30
MÜSLÜM BİNGÖL
URFA
1980
4
22
NURİ YAŞAR
G.ANTEP
1980
2
9
MÜSLÜM DEMİRÖZ
ADANA
1980
5
31
NURULLAH CEREN
K.MARAŞ
1978
8
8
MÜSLÜM KANLI
URFA
1980
6
2
NURZAT KOYUNOĞLU
MALATYA
1980
7
19
NUSRET AKBAL
MALATYA
1980
5
17
MÜSLÜM SEVERCAN
ADANA
1979
9
21
NUSRET KABADAYI
URFA
1980
0
0
MÜSLÜM SONER
ADANA
1979
4
29
308
NUSRET SEVEN
İSTANBUL
1979
11
29
MÜSLÜM TEKE
ADANA
1979
9
18
MÜSLÜME GÜLMEZ
SİVAS
1978
9
3
SABRİ KIRAN
İSTANBUL
1978
6
27
SABRİ KÖKSAL
KAYSERİ
0
0
SABRİ SARISAÇ
VAN
1995
9
6
SABRİ TABAK
İSTANBUL
1979
9
24
SABRİ TAŞDEMİR
ANKARA
1978
4
8
SABRİYE ATMACA
İSTANBUL
1980
4
7
SACİT ÇEYİZ
ANKARA
1980
4
11
SADETTİN DİRGEN
MUĞLA
1980
6
21
SADETTİN KÖRÜKLÜOĞLU
MUŞ
1980
0
0
SADETTİN YILDIK
İSTANBUL
1978
9
21
SADIK ACAR
G.ANTEP
1979
3
22
SADIK AHMET
B.TRAKYA
1995
7
24
SADIK KAMİLOĞLU
SAMSUN
1979
9
24
SADIK ÖZKAN
ANKARA
1980
8
23
SADIK TOPER
MALATYA
1980
8
5
SADIK YILMAZ
ELAZIĞ
1979
11
20
SADULLAH YILDIRIM
SİNOP
1980
5
13
SAFFET ÇELİK
İZMİR
1980
5
14
SAHİP TAHMAZOĞLU
FATSA
1980
8
6
SAİM AYAS
ANKARA
1980
2
8
SAİT ACAR
İZMİR
1977
1
30
SAİT BAYIK
URFA
1977
7
10
SAİT DOĞAN
G.ANTEP
1980
8
16
SAİT VEDAT ÖZBEK
SAMSUN
1980
8
16
SALİH ACAR
DENİZLİ
1977
5
25
SALİH AKYILDIZ
İSTANBUL
1980
2
4
SALİH BOZKURT
ORDU
1980
6
21
SALİH BOZKURT
İSTANBUL
1980
3
12
SALİH KARATUZLA
ORDU
1980
7
18
SALİH KOSOVALI
KARABÜK
1980
5
22
SALİH (SELAHATTİN) TEKGÖZ
HATAY
1979
9
2
SALİH ÖZDENOĞLU
DİYARBAKIR
1980
6
6
RAFET DEMİR
İSTANBUL
1978
5
9
309
RAFET DEMİR
BURSA
1980
10
7
RAGIP KAFALI
ADANA
1980
1
10
RAHMİ AKBULUT
IĞDIR
1978
8
7
RAHMİ ATALAY DEDAVİ
İZMİR
1979
4
18
RAHMİ AKTAŞ
BOLU
1979
4
15
RAHMİ ŞAHİN
ELAZIĞ
1978
2
6
RAMAZAN ABİŞ
ADANA
1978
11
11
RAMAZAN AKARSU
FATSA
1980
9
29
RAMAZAN ARI
ANKARA
1980
4
22
RAMAZAN BAHAR
MALATYA
1977
1
24
RAMAZAN BAYRAM
MALATYA
1980
8
9
RAMAZAN DAĞLI
MUĞLA
1980
1
28
RAMAZAN GÖÇERHAN
URFA
1979
6
26
RAMAZAN GÜNDÜZ
FATSA
1980
6
21
RAMAZAN GÜZEL
ADANA
1978
9
25
RAMAZAN KARA
MERSİN
1979
7
2
RAMAZAN KURT
İSTANBUL
1977
8
2
RAMAZAN NAZ
SİİRT
1995
9
11
RAMAZAN OĞUZ
ANTALYA
1980
8
19
RAMAZAN ÖZKAYA
ESKİŞEHİR
1980
7
24
1980
4
0
RAMAZA ŞAHİN
RAMAZAN TURHAN
ANKARA
1977
7
6
RAMAZAN YEŞİLYAYLA
BURDUR
1975
4
4
RAMAZAN YÜKSEL
MALATYA
1980
3
31
RAMİZ KARMUT
MERSİN
1979
7
18
RASİM MERT
SAMSUN
1979
8
18
RAŞİT GÜNDÜZ
TRABZON
1979
1
15
RAUF YARDIMCI
İSTANBUL
1980
5
16
RECAİ LİMON
AMASYA
1980
4
8
RECAİ SAKA
İSTANBUL
1980
4
29
RECEP ALTAY KIZILTAŞ
İSTANBUL
1979
1
29
RECEP ÇAKIR
İSTANBUL
1980
1
14
RECEP HAŞATLI
İSTANBUL
1978
10
3
RECEP KÖSE
AYDIN
1988
7
27
RECEP ŞEN
İSTANBUL
1980
4
2
RECEP ŞENEL
FATSA
1980
7
27
310
RECEP ŞİRVAN
MANİSA
1976
11
24
REFİK ASLAN
ANKARA
1980
9
2
REFİK AYNA
KIBRIS
1978
9
10
REMZİ AKBAŞ
ADANA
1980
8
28
REMZİ KÜTÜKCÜ
ANKARA
1977
8
4
RESUL KAYA
İSTANBUL
0
0
RESUL ŞAHİN
SAMSUN
1980
2
7
REŞAT ATALAY
İZMİR
1979
4
16
REŞAT KILIÇ
AMASYA
1979
4
10
REŞAT TÜRKEŞ
İSTANBUL
1973
2
22
REYHAN KUZU
FATSA
1980
8
1
RIFAT AZİTİ
IĞDIR
1979
7
13
RIFAT GENÇ
ARTVİN
1978
5
18
RIFKI ERTUĞRUL
KAYSERİ
1980
2
6
RIZA KARA
MERSİN
1979
10
8
RIZA SOYDAŞ
ESKİŞEHİR
1980
8
9
RUHİ (RAHMİ) ALTINTAŞ
ANKARA
1979
12
6
RUHİ KILIÇKIRAN
ANKARA
1968
1
4
SALİH PEHLİVAN
MANİSA
1979
9
23
SALİH TUNCER
İSTANBUL
1979
6
23
SALİH ULUĞ
İSTANBUL
1978
3
17
SALİH YILDIRIM
ADANA
1979
6
8
SALİH ZİNCİR
KÜTAHYA
1980
5
19
SALİM AKSAKAL
TRABZON
1980
3
28
SALİM DORUK
SİVAS
1980
2
20
SALİM SAK
ANKARA
1980
4
1
SAMET ASLAN
AĞRI
1987
12
30
SAMİ AVCI
ADANA
1978
9
28
SAMİ BARLIK
G.ANTEP
1979
5
16
SAMİ CAMCI
SİVAS
1979
12
31
SAMİ NAKİPOĞLU
ADIYAMAN
1979
3
10
SAMİ ÖZER
ANKARA
1980
8
9
SAMİ TEZERER
ADANA
1980
5
16
SAMİ YAYILKAN
ANKARA
1980
7
21
SATILMIŞ ALTIN
İSTANBUL
1979
8
30
SATILMIŞ BADEMCİ
ANKARA
1980
8
3
311
SATILMIŞ CAN
İSTANBUL
1998
5
18
SAVAŞ AYKURT
KARS
1978
6
1
SAVAŞKAN ARSAL
İSTANBUL
1980
6
8
SAYGIN SÜMER
TOKAT
1980
1
17
SEBAHATTİN BALLI
BURSA
1980
7
31
SEBAHATTİN DUMLU
ORDU
1980
2
17
SEBAHATTİN GÜLER
ELAZIĞ
1976
9
4
SEDAT ERDENER (ERDEMİR)
ADANA
1979
3
11
SEDAT GÜNGÖR
ANKARA
1979
12
4
SEDAT HACIOĞLU
TRABZON
1980
4
23
SEDAT KULAÇ
ARTVİN
1980
5
12
SEDAT ŞEN
İSTANBUL
1979
8
8
SEDAT YALNIZCA
ANKARA
1978
5
15
ŞABAN AKBAŞ
İSTANBUL
0
0
ŞABAN ALİ TERZİBAŞ
İSTANBUL
1980
2
1
ŞABAN BOZKURT
AYDIN
1977
4
17
ŞABAN ÇEVİK
ÇANKIRI
1979
4
6
ŞABAN EĞİLİ
SAMSUN
1979
6
13
ŞAHAP ESEN
ESKİŞEHİR
1980
9
9
ŞADİ YILMAZ
ELAZIĞ
1978
1
6
ŞAHAP ÖZELÇİ
MALATYA
1980
6
23
ŞAHİN BİNGÖL
ANKARA
1979
12
23
ŞAHİN BUYRUKBİLEN
KONYA
1978
1
19
ŞAHİN DEMİRKAYA
TOKAT
1979
3
15
ŞAHİN EKERBİÇER
ADANA
1980
10
17
ŞAKİR BALTA
UŞAK
1979
11
20
ŞAKİR ÇETİNTAŞ
İSTANBUL
1980
6
20
ŞAKİR KARAKAŞ
ANKARA
1978
6
7
ŞAKİR YİĞİT
MALATYA
1994
3
0
ŞAMİL YİĞİTÖZÜ
URFA
1978
12
23
ŞENER ASILTAŞ
ORDU
1980
6
21
ŞENER KAMİL ÖZTÜRK
YOZGAT
1979
10
30
ŞENOL CİRİT
ADANA
1978
12
25
ŞENOL DEMİRCİOĞLU
ADANA
1979
5
21
ŞENOL OKTAY
İSTANBUL
1980
9
8
ŞERAFETTİN AKBAŞ
AYDIN
1979
10
7
312
ŞERAFETTİN ÇANKAYA
İSTANBUL
1980
2
14
ŞERAFETTİN KARCI
ESKİŞEHİR
1979
10
24
ŞERAFETTİN KARGIN
SAMSUN
1979
8
27
ŞERAFETTİN KAYLAN
ANKARA
1980
5
23
ŞERAFETTİN YILMAZ
BURSA
1979
12
28
0
0
ŞEREF KUTSAL
ŞEREF ŞAHİN
ANKARA
1977
12
30
ŞEREF TUNCER
UŞAK
1979
6
6
ŞERİF ÇOBANOĞLU
MERSİN
1980
4
18
ŞERİF ÇORBACIOĞLU
İSTANBUL
1977
4
8
ŞERİF NEİDİM
İSTANBUL
1978
4
19
ŞERİF ÖZÇUBUKÇU
ANTEP
1978
12
24
ŞERİFE ÇİL
KONYA
1977
6
5
ŞEVKİ DEMİR
NİĞDE
1978
1
17
ŞEYDA ERTAN
ANTALYA
1979
3
15
1
0
ŞUAYP DOĞAN
ŞUAYP TOPUZ
FATSA
1980
8
6
ŞÜKRÜ AKDOĞAN
ORDU/GÖLKÖY
1980
8
6
ŞÜKRÜ AYDIN
ADANA
1979
9
13
ŞÜKRÜ BÖLÜKBAŞI
İSTANBUL
1980
4
7
ŞÜKRÜ CENGİZ
İSTANBUL
1979
11
20
ŞÜKRÜ ÇETİNEL
ADANA
1980
6
15
ŞÜKRÜ DEŞİK
URFA
1979
11
7
ŞÜKRÜ FİDAN
İSTANBUL
1979
8
24
ŞÜKRÜ GÜNDÜZ
FATSA
1980
6
21
ŞÜKRÜ HOŞCAN
ADANA
1979
10
31
ŞÜKRÜ ÖZDEMİR
ANTEP
1979
2
15
ŞÜKRÜ ÖZTÜRK
URFA
1980
1
23
ŞÜKRÜ TOK
ANKARA
1980
8
10
ŞÜKRÜ YILDIRIM
ESKİŞEHİR
1980
1
2
TACETTİN AMUCA
MARDİN
1979
1
3
TACETTİN KÖSRETAŞ
İSTANBUL
1979
10
11
TACETTİN YAVUZ
İSTANBUL
1979
8
4
TAHİR DERE
ANTALYA
1979
5
18
TAHİR FİDAN TEK
ANKARA
1979
10
4
TAHİR KÖKÇÜ
MALATYA
1978
4
18
313
TAHİR ÖZYAZGAN
MALATYA
1978
10
10
TAHİR ŞAHİN
İSTANBUL
1979
12
31
TAHSİN ESMER
İSTANBUL
1979
7
19
TAHSİN KAHRAMAN
İSTANBUL
1980
6
25
TAHSİN KESKİNER
ANKARA
1980
4
24
TAHSİN ÖZ
ANKARA
1979
8
28
TALAT DİŞ
ELAZIĞ
1978
9
6
TALİP ÖZEN
ADANA
1980
9
6
TALİP ÖZTÜRK
ANKARA
1979
9
27
TAMER DEMİREL
İSTANBUL
1980
6
5
TAMER ÖZDEMİR
İSTANBUL
1979
10
24
TANER KALKANCI
BURSA
1979
3
21
TAYFUN SEPETÇİ
İSTANBUL
1980
8
24
TAYFUN YAMAN
İSTANBUL
1979
5
2
TEKİN BİLİÇ
İSTANBUL
1978
8
14
TEMEL ÇALGICI
ORDU
1980
5
14
TEVFİK AKGÜL
UŞAK
1979
0
0
TEVFİK ALKAN
İSTANBUL
1979
12
17
TEVFİK SEÇİLMİŞ
ADIYAMAN
1979
10
17
TEYMEZ YILDIRIMTÜRK
KARS
1980
0
0
TİMUR DEMİR
İSTANBUL
1976
5
1
TUĞRUL TURAN
ERZİNCAN
1976
2
12
TUFAN TURAN
ORDU
1980
5
15
TUNCAY ONATÇA
İSTANBUL
1979
6
4
TUNCAY TERZİ
HATAY
1980
2
1
TUNÇ DUYMAÇ
İSTANBUL
1980
6
5
TURAN DOĞAN
İSTANBUL
1980
7
17
TURAN GÜÇLÜ
UŞAK
1979
7
23
TURAN İBRİM
İZMİR
1980
4
29
TURAN SEZER
KOCAELİ
1978
10
10
TURAN TANER
ORDU
1980
7
4
TURAN TEKİN TONGAÇ
ORDU
1979
11
15
TURGAY DUMANLI
İSTANBUL
1979
4
30
TURGAY KESEN
İSTANBUL
1979
9
26
TURGAY UYSAL
ANTALYA
1979
7
25
TURGAY YETKİN
URFA
1978
6
3
314
TURGUT ÇELME
İSTANBUL
1980
7
8
TURGUT AYDIN
İSTANBUL
1980
7
21
TURGUT DEMİRKAYA
AĞRI
1988
11
19
TURGUT DENİZ
İSTANBUL
1980
7
8
TURGUT TORUN
ARTVİN
1979
7
2
TURHAN SELAHATTİN İZZET
KAYSERİ
1979
5
29
UĞUR ERKENEZ
İSTANBUL
1980
2
21
UĞUR GÖKDEMİR
ARTVİN
0
0
UĞUR SELVİ
KONYA
1978
1
19
ÜMİT BEYAZÇAVDAR
TRABZON
1971
1
11
ÜMİT HASPOLAT
İSTANBUL
1980
6
8
ÜMİT KAPUCU
ANKARA
1980
7
3
ÜZEYİR DOĞAN
İSTANBUL
1979
9
10
VAHİT ÖCEL
ANKARA
1980
6
28
VAHAP POLAT
DİYARBAKIR
1980
7
16
VAKIF OĞUZ
KİLİS
1980
8
9
VAKKAS DALKILIÇ
MERSİN
1979
12
19
VEDAT ASLANKARA
TRABZON
1979
1
3
VEDAT GÖKDEMİR
MALATYA
1978
4
14
VEDAT TUTAŞ
İZMİR
1978
9
26
VELİ BÜLBÜL
KONYA
1979
1
10
VELİ CAN ODUNCU
G.ANTEP
1988
7
17
VELİ İNCE
ADANA
1978
10
29
VELİ KILIÇ
İSTANBUL
1980
0
0
VELİ YORGANCI
İSTANBUL
1980
11
14
VEYSEL EKER
ADANA
1979
9
24
0
0
VEYSEL ERASLAN
VEYSEL KELEŞ
TUNCELİ
1978
12
30
VEYSEL TUNÇÖZ
ADANA
1980
7
22
VURAL ERİM
ANKARA
1979
1
10
YAHYA AKTAŞ
ORDU
1977
11
14
YAHYA BARAN
0
0
YAHYA GÖZÜTOK
0
0
YAHYA KAYACI
0
0
YAKUP CENGİZ YUMAKOĞLU
0
0
YAKUP İNAN
0
0
315
YALÇIN BORA
0
0
YALÇIN SATICI
0
0
YASİN KAPLAN
0
0
YASİN UÇAR
0
0
YAŞAR AKGÜL
0
0
YAŞAR AKSU
0
0
YAŞAR ARABACIOĞLU
ESKİŞEHİR
1980
7
25
YAŞAR BEDER
İSTANBUL
1980
6
16
YAŞAR BOSTANCI
AMASYA
1979
10
26
YAŞAR CANIKLIGİL
İSTANBUL
1978
11
18
YAŞAR ÇEKİÇ
ADANA
1979
8
1
YAŞAR DEMİRTAŞ
ANKARA
1980
7
27
YAŞAR DOĞAN
ANKARA
1980
3
16
YAŞAR DURUKAN
AYDIN
1979
12
23
YAŞAR IŞIK
ORDU
0
0
YAŞAR KANMAZ
ESKİŞEHİR
1979
12
3
YAŞAR KELEŞ
HATAY
1980
9
5
YAŞAR KILIÇ
ANKARA
1977
8
18
YAŞAR KILIÇ
ESKİŞEHİR
1980
8
28
YAŞAR KÖKSAL
AFYON
1980
6
3
YAŞAR MAGAP
URFA
1978
11
29
YAŞAR ÖZCİVLEZ
İSTANBUL
1975
10
6
YAŞAR ŞANLI
ADANA
1980
8
23
YAŞAR ŞENGÜL
İSTANBUL
1980
6
0
YAŞAR TOPÇU
İSTANBUL
1977
11
13
YAŞAR TÜMAY
İSTANBUL
1980
6
14
YAŞAR UYTUN
TUNCELİ
1979
4
2
YAŞAR YAZICI
AYDIN
1988
7
27
YAVUZ AYDIN
MANİSA
1979
5
17
YAVUZ AYDIN
ORDU
1980
6
21
YAVUZ ÇALIŞKAN
HATAY
1977
1
24
YAVUZ DURSUN
İZMİR
1980
3
0
YAVUZ ÖZKAYA
ADANA
1979
1
12
YAVUZ PİLOT
ELAZIĞ
1978
8
0
YAVUZ SONBAY
ARTVİN
1980
1
16
YAVUZ TAMTÜRK
İSTANBUL
1980
1
4
316
YAVUZ TURHAN
ANKARA
1980
3
6
YEKTA ASLAN
K.MARAŞ
1979
3
11
ABDULLAH BOZDAĞ
TOKAT
1980
5
15
ABDULLAH CAN
İSTANBUL
1978
12
21
ABDULLAH ÇAKICIOGLU
İSTANBUL
1980
8
13
ABDULLAH DEMİRCİ
KARAMAN
1980
6
21
ABDULLAH DOĞAN
BİLECİK
1977
7
1
ABDULLAH İZCİ
KAYSERİ
1979
2
10
ABDULLAH ERTÜRK
FATSA
1980
6
13
ABDULLAH GÜLBAHAR
ANKARA
1978
1
3
ABDULLAH KANDEMİR
KAHRAMANMARAŞ
1978
12
23
ABDULLAH KARATAŞ
FATSA
1980
6
14
ABDULLAH KORKMAZ
KAYSERİ
1978
12
8
ABDULLAH KÖSE
MALATYA
1978
10
26
ABDULLAH KÜÇÜK
ELAZIĞ
1978
11
3
ADNAN YILMAZ
SAMSUN
1980
8
5
ADNAN YÜZGÜL
MUŞ
1978
3
20
AGAH GÖKÇE
İSTANBUL
1980
5
23
AHMET ACARCA
ADANA
1975
6
17
1980
2
5
AHMET ADİL OKUR
AHMET AHRAZ
HATAY
1979
11
9
AHMET AKKAŞ
KAYSERİ
1979
9
23
0
0
ABBAS BAHRİ
ABDÜLKADİR BAYRAM
İSTANBUL
1980
5
19
ABDÜLKADİ BİLİR
ANKARA
1979
8
2
ABDÜLKADİR KARAKİMSELİ
ANKARA
1979
10
20
ABDÜLBAKİ ÖZSIMITÇI
GAZİANTEP
1979
10
26
ABDÜLKADİR KILIÇ
FATSA
1980
9
5
ABDÜLKADİR TOMA
KİLİS
1979
11
16
ABDÜLAZİZ AKBAY
İZMİR
1978
2
8
ABDÜLKADİR YILDIRIM
FATSA
1979
5
6
ABDURRAHMAN OĞUZ
URFA
1979
5
24
ABDÜLKADİR YILMAZ
ADANA
1980
9
8
ABDURRAHMAN KILIÇ
ADANA
1980
3
15
ABDURRAHİM GÜNEŞ
İSTANBUL
1978
12
3
ABDURRAHMAN DİKMEN
TUNCELİ
1980
6
14
317
ABUZER MUTLU
MALATYA
1980
9
6
ABDURRAHMAN ATAKAN
HATAY
1980
7
5
ADEM ARMUT
KAHRAMANMARAŞ
1978
12
23
ADEM CİRİT
İSTANBUL
1980
3
8
ABDURRAHMAN ALAGÖZ
GAZİANTEP
1978
5
7
ADEM HARPUT
ADANA
1980
5
30
ABDULLAH YURTKOL
IĞDIR
1980
6
9
ADEM PEKMEZCİ
ANKARA
1979
9
3
ABDULLAH TURGUT
ANKARA
1978
3
9
ADEM TAŞTAN
SAMSUN
1980
2
25
ABDULLAH SUCU
ÇORUM
1980
7
2
ABDULLAH POLAT
KAHRAMANMARAŞ
1978
12
23
ADEM TOMAY
SAKARYA
1980
2
8
ABDULLAH ÖZÇELIK
FATSA
1980
4
14
ABDULLAH KÜÇÜKÇELİK
ANTALYA
1977
6
12
0
0
ABDİ GÖK
ABBAS KALİ
0
0
ADEM TÜRÜDÜ
ORDU
1980
7
22
ADİL AYDIN
MANİSA
1979
2
27
ADİL DEMİRÖZ
ADANA
1978
2
25
ADİL KARAGÜLLE
ARTVİN
1977
7
31
ADİL KOÇAK
KÜTAHYA
1977
2
27
ADİL KULAÇ
ADANA
1980
9
3
ADİL ŞAKAR
ÇORUM
1980
7
2
ADNAN BAYDİLLİ
ELAZIĞ
1979
4
26
ADNAN ÇETİN
ANKARA
1978
10
4
ADNAN ÇİFTÇİOĞLU
MALATYA
1980
2
5
ADNAN HAYTA
ADANA
1979
8
28
ADNAN IŞIK
İSTANBUL
1980
6
22
AHMET ERTUĞRUL ÇERİ
İSTANBUL
1978
8
6
ADNAN KOÇ
İZMİR
1979
12
30
AHMET FAZIL KURTOĞLU
İSTANBUL
1979
12
13
AHMET GÖKOĞLU
ADANA
1980
7
27
ADNAN TAŞDELEN
İSTANBUL
1978
11
16
AHMET GÖNENÇ
GAZİANTEP
1978
9
3
ADNAN TÜMYOL
ADANA
1980
8
6
318
AHMET GÜLEÇ
ADANA
1979
9
19
ADNAN ÜNVER
MALATYA
1995
10
11
ADNAN ÜNVER
KONYA
1980
8
26
AHMET GÜLER
AMASYA
1979
5
13
AHMET GÜZELSOY
ANKARA
1980
4
21
AHMET İLKER
HATAY
1980
4
25
AHMET KARAMAN
İSTANBUL
1979
6
23
AHMET KARAYILAN
ORDU
1976
6
10
AHMET KEÇECİ
KONYA
1980
8
20
AHMET KENAR
İSTANBUL
1995
0
0
AHMET KERSE
GAZİANTEP
1983
1
31
AHMET KILIÇ
ANKARA
1978
8
9
1980
7
7
AHMET KILIÇARSLAN
AHMET KÖYLÜOĞLU
ANKARA
1980
8
16
AHMET KUZU
ADANA
1980
5
24
ALİ BELGEN
URFA
1979
12
21
ALİ BEREKET
HATAY
1979
6
14
AHMET MELEK
İZMİR
1979
12
15
HÜSEYİN SOBACI
İSTANBUL
1979
8
13
URFA
0
0
HÜSEYİN SÜZEN
HÜSEYİN TARHAN
ADANA
1980
11
21
HÜSEYİN UÇAR
ANKARA
1977
12
15
HÜSEYİN ULUCAN
İSTANBUL
1980
1
18
HÜSEYİN YEŞİL
BURSA
1980
2
16
HÜSEYİN YILDIRIM
KARS
1979
4
20
HÜSEYİN YILMAZ
ADANA
1980
9
11
HÜSNÜ KOZAN
G.ANTEP
1977
4
19
HÜSNÜ ÖZALTINDERE
İSTANBUL
1979
11
11
HÜSNÜ TEPE
İSTANBUL
1978
10
3
ILGAZ AYKUTLU
İSTANBUL
1979
2
6
İBİŞ AKTAŞ
K.MARAŞ
1978
12
24
İBRAHİM ATEŞ
MANİSA
1979
8
24
İBRAHİM AKTAŞ
ANKARA
1978
8
15
1980
5
0
1978
6
27
0
0
İBRAHİM ALMAÇİMEN
İBRAHİM ALTIN
BOLU
İBRAHİM BAYOĞLU
URFA
319
İBRAHİM BOZSOY
ADANA
1978
10
26
İBRAHİM CEMAL KENDİR
İSTANBUL
1976
6
7
İBRAHİM ÇALIK
İSTANBUL
1979
9
25
İBRAHİM GİZLİGÖL
URFA
0
0
İBRAHİM HÜRBAŞ
MANİSA
1978
3
29
İBRAHİM KOÇ
İSTANBUL
1980
7
29
İBRAHİM KURTOĞLU
SAMSUN
1980
8
2
İBRAHİM NALBANTOĞLU
KAYSERİ
1980
8
16
İBRAHİM OK
MERSİN
1971
4
2
İBRAHİM ÖZSÜT
İSTANBUL
1980
5
0
0
0
İBRAHİM TAPÇI
İBRAHİM TATAROĞLU
ORDU
1980
6
27
İBRAHİM TAY
MALATYA
1978
4
14
İBRAHİM TONYA
GİRESUN
1980
7
28
İBRAHİM TÜRKEŞ
AFYON
1976
5
15
İBRAHİM ULUS
İSTANBUL
1979
4
20
İBRAHİM YARALI
TRABZON
1979
10
19
İBRAHİM YILDIRIM
İSTANBUL
1980
2
27
İDRİS ÇELİK
EDİRNE
1979
5
26
İDRİS YILMAZ
ANKARA
1979
0
0
İHSAN KARADAĞ
TRABZON
1979
6
2
İHSAN KURT
SAMSUN
0
0
İHSAN VURANOĞLU
G.ANTEP
1978
1
5
İHSAN YILDIRIM
MALATYA
1980
7
17
İLBEY GÜNEŞ
ADANA
1980
2
26
İLHAMİ BALCI
ANKARA
1979
7
27
İLHAMİ DOĞAN
İSTANBUL
1979
9
28
İLHAMİ GÖKKOCA
MERSİN
1979
11
21
İLHAN DEMİR
İLHAN EGEMEN
DARENDELİOĞLU
ADANA
1980
8
5
İSTANBUL
1979
11
19
İLHAN YAĞAN
İSTANBUL
1980
2
12
İLYAS EMİROĞLU
İSTANBUL
1978
12
28
İLYAS ERSAYIN
RİZE
1979
11
17
İMDAT CAN
ANKARA
1979
8
30
İMDAT SARICA
ANTALYA
1977
6
18
İRFAN ÇETİNER
BURSA
1980
8
29
320
İRFAN ÇÖLLÜ
K.MARAŞ
1978
3
8
İRFAN GÜVERCİN
İSTANBUL
1978
10
27
İRFAN ÖĞÜTÇÜ
İSTANBUL
1977
3
11
İSA TEKSAN
ANKARA
1980
3
6
İSA ABACI
URFA
1978
8
4
İSA DEMİR
İSTANBUL
1980
2
4
KADEM ATMACA
İSTANBUL
1980
4
7
KADİR DİŞCİ
MERSİN
1980
3
13
KADİR ILGIN
ANKARA
1980
1
23
KADİR KALKAN
TRABZON
1979
3
20
KADİR ODABAŞI
SAMSUN
1980
7
23
1978
12
15
KADİR TOP
KADİR YILDIRIM
ORDU
1979
1
4
KAMİL EROĞLU
SAMSUN
1980
6
13
KAMİL KOCA
İSTANBUL
1979
12
19
KAMİL KÖSE
İSTANBUL
1979
6
17
KAMİL SANCAK
İZMİR
1976
10
9
KAZIM (KASIM) KILIÇ
İSTANBUL
1980
2
10
KAZIM (KASIM) YILDIZ
ELAZIĞ
1979
11
30
KAYA KILIÇ
İSTANBUL
1980
9
9
KAZIM ALP
BİNGÖL
1979
6
2
0
0
KAZIM ARTUKASLAN
KAZIM DURAKOĞLU
G.ANTEP
1980
7
31
KAZIM ELMASOĞLU
ADANA
1980
8
6
KAZIM KILIÇ
İSTANBUL
1980
7
31
KAZIM MEMİLİ
İSTANBUL
1980
4
3
KAZIM ÖKTEM
MERSİN
1980
3
10
KAZIM TORUN (KURU)
ADANA
1980
7
7
KAZIM TURHAN
BALIKESİR
1978
4
23
KEMAL AKBULUT
İSTANBUL
1979
9
27
KEMAL ALPER
ADANA
1980
5
29
KEMAL ASLAN
İSTANBUL
1980
7
17
KEMAL BAYIK
URFA
1978
8
28
KEMAL DEMİR
ANKARA
1978
12
10
KEMAL DİNÇER
TUNCELİ
1980
7
1
KEMAL DURMAZPINAR
ERZURUM
1978
6
3
321
KEMAL ER
İSTANBUL
1978
3
7
KEMALETTİN BÖLÜKBAŞ
ORDU
1980
3
3
KEMALETTİN ERDOĞAN
ANKARA
1978
1
4
KEMAL FEDAİ COŞKUNER
İZMİR
1979
12
3
KEMAL FİDAN
ANKARA
1979
8
5
KEMAL GÜÇLÜ
İSTANBUL
1978
10
7
KEMAL İNAL
ANKARA
1980
8
6
KEMAL KÖSE
İSTANBUL
1980
4
26
KEMAL KARASAÇ
İSTANBUL
1978
8
14
KEMAL KÜP
TRABZON
1978
12
26
KEMAL MEŞE
G.ANTEP,
1980
7
31
KEMAL ÖZLÜ
SAMSUN
1980
7
17
KEMAL ÖZBEK
İSTANBUL
1980
7
11
KEMAL ÖZDEMİR
ANKARA
1978
10
15
KEMAL ÖZTÜRK
ORDU
1980
9
10
KEMAL SALBAŞ
FATSA
1979
11
15
KEMAL ŞIRKA (SİRHA)
İSTANBUL
1980
8
15
KEMAL TAŞCIOĞLU
ANKARA
1975
10
11
KEMAL ÜRER
BALIKESİR
1980
8
3
KEMAL ÇETİNER
ADANA
1980
8
7
KEMAL ERTÜRK
ADANA
1969
10
19
0
0
KEMAL ÖRS
KEMAL TAVUKÇU
AYDIN
1980
5
12
KEMAL YÜZGÜL
MUŞ
1978
4
16
KEREM SARI
ÇORUM
1978
1
31
KERİM OKTAY
İSTANBUL
1979
12
19
KUBİLAY ANÇİN
AYDIN
1988
0
0
KÜRŞAT SOYLU
ANKARA
1977
7
0
LEVENT BAYKAY
İSTANBUL
1977
12
19
LEVENT ERKENEZ
İSTANBUL
1980
2
21
LEVENT GÜLPINARLI
ESKİŞEHİR
1979
1
20
LEVENT ÖZCAN
İSTANBUL
1979
12
13
LOKMAN KADAKAL
İSTANBUL
1979
8
12
LÜTFİ AKSOY
İZMİR
1979
9
22
LÜTFİ KAYA
UŞAK
1979
10
8
LÜTFİ ÖZDEMİR
ANKARA
1979
5
16
322
MACİT KURŞUN
İSTANBUL
1980
8
29
MAHİR BOZDOĞAN
ADANA
1980
6
30
MAHİR BOZKURT
ANKARA
1980
1
30
MAHİR DEMİR
ANKARA
1979
5
12
MAHİR KÖRÜKÇÜ
NEVŞEHİR
1980
4
15
MAHİR KRAL
İSTANBUL
1980
6
5
MAHİR TIRIL
İSTANBUL
1980
1
3
MAHMUT BAYSAL
URFA
1978
4
24
MAHMUT BEDİR
URFA
1977
5
3
MAHMUT ÇÜRÜK
ANKARA
1980
8
24
MAHMUT GÖNCÜ
NEVŞEHİR
1976
5
14
MAHMUT GÜLTAŞ
MALATYA
1980
9
10
MAHMUT GÖRGÜLÜ
ANKARA
1980
2
12
MAHMUT HALLİ
MERSİN
1980
5
1
MAHMUT KANDEMİR
UŞAK
1980
5
10
MAHMUT KILÇIK
URFA
1980
3
27
MAHMUT ODABAŞ
ORDU
1980
7
20
MAHMUT OLCAY
BİNGÖL
1980
5
19
MAHMUT ÖZDEMİR
ANTEP
1980
9
9
MAHMUT ÖZDEN
ANKARA
1977
11
7
MAHMUT ÖZALKAN
ADANA
1979
5
3
MAHMUT ÖZKAN
FATSA
1980
7
23
MAHMUT ŞÜKRÜ SAİT
KAYSERİ
1979
5
29
MAHMUT TAŞGETİREN
VAN
1979
12
6
MANSUR ÖNEN
AMASYA
1980
7
27
MECİT TARHAN
KARS
1980
5
30
MEFTUN KÜPELİ
İSTANBUL
1980
4
3
MEHDİ KÖKLÜ
MARAŞ
1978
12
23
MEHMET
UŞAK
1980
2
22
MEHMET ADIYAMAN
İSTANBUL
1979
12
10
MEHMET AKÇİÇEK
İSTANBUL
1979
12
29
MEHMET AKTAŞ
ANKARA
1980
4
24
MEHMET AKYÜZ
URFA
1978
8
16
MEHMET ALBAY
ANKARA
1977
5
16
MEHMET ALİ AKAN
İSTANBUL
1979
5
24
MEHMET ALİ BAĞLUĞ
ANTEP
1979
3
27
323
MEHMET ALİ BİLGİLİ
FATSA
1980
9
11
MEHMET ALİ ÇİLESİZ
MALATYA
1980
4
4
MEHMET ALİ ÇELİK
ANTEP
1980
9
9
MEHMET ALİ GÖZLEME
ANKARA
1977
7
11
MEHMET ALİ GÜRDAL
KİLİS
1980
8
6
MEHMET ALİ İNCE
İSTANBUL
1979
9
11
MEHMET ALİ KOCAOĞLU
ANTEP
1978
3
6
MEHMET ALİ KURU
FATSA
1980
7
9
MEHMET ALİ KURTOĞLU
ANKARA
1978
7
13
MEHMET ALİ MUTLU
ADANA
1979
9
27
MEHMET ALİ ÖZKAN
İSTANBUL
1979
10
18
MEHMET ALİ ŞAN
ANKARA
1979
5
30
MEHMET ALİ YILDIZ
İSTANBUL
1980
3
7
MEHMET ALPAY
URFA
1979
5
10
MEHMET ALUŞ
İSTANBUL
1979
8
1
MEHMET ARAP
KOCAELİ
1979
2
23
MEHMET ARAS
İSTANBUL
1979
5
23
MEHMET ARAZ
İSTANBUL
1980
7
8
MEHMET ATAR
ANTEP
1980
7
15
MEHMET ATEŞ
MANİSA
1980
7
2
MEHMET AYDAÇ
ADIYAMAN
1979
12
20
MEHMET AYDEMİR
SAMSUN
1979
7
8
MEHMET AYHAN
ANKARA
1980
8
7
MEHMET AYIK
MERSİN
1978
6
30
MEHMET BAHATTİN NARİÇ
İSTANBUL
1980
8
4
MEHMET BALLI (MALLI)
MERSİN
1980
1
2
MEHMET BALTACI
ESKİŞEHİR
1980
8
5
MEHMET BAŞAK
İSTANBUL
1979
11
20
MEHMET BAŞARAN
İSTANBUL
1980
2
17
MEHMET BAŞKURT
BALIKESİR
1980
8
27
MEHMET BAYIK
URFA
1979
2
26
MEHMET BAYIR
SAMSUN
1980
5
2
MEHMET BAYSAL
URFA
1979
5
0
MEHMET BİLİR
ADANA
1980
5
9
0
0
7
19
MEHMET BUCAK
MEHMET BULDU
İSTANBUL
324
1979
MEHMET CAN
FATSA
1980
6
3
MEHMET CANITEZ
İZMİR
1980
4
5
MEHMET COŞKUN
FATSA
1980
7
23
MEHMET CURA
İSTANBUL
1979
11
7
MEHMET ÇAPAR
ANTEP
1977
11
4
MEHMET ÇATAL
AMASYA
1979
9
1
MEHMET ÇETİN
İSTANBUL
1979
5
17
0
0
MEHMET ÇETİNKAYA
MEHMET ÇEVİK
ARTVİN
1980
3
3
MEHMET ÇIPLAK
ÇORUM
1977
12
14
MEHMET ÇİÇEK
DENİZLİ
1979
5
14
MEHMET ÇİÇEK
KAYSERİ
1979
12
11
MEHMET ÇİÇEK
İSTANBUL
1979
12
29
MEHMET ÇİFTÇİ
MANİSA
1979
7
24
MEHMET ÇOLAKFAKİOĞLU
ANTEP
1979
5
16
MEHMET DALKIRAÇ
BURSA
1980
7
16
MEHMET DEMİRCİ
ADANA
1980
1
31
MEHMET DEMİRTAŞ
İSTANBUL
1980
7
23
MEHMET DOĞAN ÖZKARSLIGİL
ANTEP
1980
6
2
MEHMET DOĞRUYOL
İSTANBUL
1978
3
9
MEHMET DURAK
MALATYA
1980
7
18
MEHMET ERDEM
İSTANBUL
1980
9
1
MEHMET FENER
İSTANBUL
1980
7
4
MEHMET EREN
KONYA
1978
6
28
MEHMET ERGÜNDÜZ
MARAŞ
1978
12
23
MEHMET GENCER
ANTALYA
1978
8
19
MEHMET GÖK
ANKARA
1980
8
8
MEHMET GÖKÇE
HATAY
1979
9
2
MEHMET GÖKTAŞ
ADANA
1979
8
23
MEHMET GÖL
FATSA
1980
9
11
MEHMET GÜNEŞ
ORDU
1980
9
9
MEHMET GÖRÜR
İSTANBUL
1980
2
8
MEHMET GÜLER
İSTANBUL
1979
6
6
MEHMET GÜLLÜ
ANTEP
1979
5
15
MEHMET GÜLMEZ
İSTANBUL
1980
6
27
MEHMET GÜMÜŞBAŞ
MANİSA
1978
7
16
325
MEHMET GÜNEŞ
KIRIKKALE
1978
7
28
MEHMET GÜZEL
ADIYAMAN
1980
1
23
MEHMET HAKKI YOLAÇ
İSTANBUL
1979
8
22
MEHMET İLHAN
ANKARA
1979
8
20
MEHMET KANDEMİR
ADANA
1980
10
10
MEHMET KAHRAMAN
KÜTAHYA
1979
12
22
MEHMET KAPUSUZ
SİİRT
1989
9
13
MEHMET KAYA
ERZİNCAN
1975
2
25
MEHMET KAZGAN
MALATYA
1980
3
22
MEHMET KESKİN
HATAY
1978
11
3
MEHMET KILIÇ
UŞAK
1980
2
26
MEHMET KIYAK
ESKİŞEHİR
1979
1
30
MEHMET KIZILCI
MALATYA
1980
3
5
MEHMET KORKMAZ
KAYSERİ
1980
4
13
MEHMET KORKMAZ
MALATYA
1980
9
9
MEHMET KOŞMAZ
MANİSA
1979
11
30
MEHMET KOYUNCU
URFA
1979
11
26
MEHMET KOYUNCU
ADIYAMAN
1978
11
8
MEHMET KOYUNCUOĞLU
İZMİR
1979
8
19
MEHMET KURT
TRABZON
1979
8
16
MEHMET KURU
ADANA
1978
11
3
MEHMET KÜRŞAT FENDOĞLU
MALATYA
1978
4
17
MEHMET MALKOÇOĞLU
G.ANTEP
1979
9
25
MEHMET MENGÜCEK
MARAŞ
1978
12
23
MEHMET METİN OLGAÇ
DİYARBAKIR
1977
10
3
MEHMET MERT
ADANA
1980
2
17
MEHMET ÖZDAL
ESKİŞEHİR
1980
8
30
MEHMET ÖZDEMİR
ADANA
1979
4
4
MEHMET ÖZEN
İZMİR
1980
7
15
MEHMET ÖZGÜN
ANTALYA
1980
2
12
0
0
MEHMET ÖZBEK
MEHMET ÖZTÜRK
İSTANBUL
1979
6
13
MEHMET PAT
İSTANBUL
1980
2
27
MEHMET PEHLİVAN
İSTANBUL
1978
12
31
MEHMET POLAT
MALATYA
1979
8
26
MEHMET RAMAZAN ESEN
ADANA
1980
7
29
326
MEHMET RAUF AKRA
İSTANBUL
1979
8
29
MEHMET REMZİ ASLANGÖZ
ADIYAMAN
1979
10
17
MEHMET SADULLAH KUBİLAY
TRABZON
1980
1
6
MEHMET SALİH AYIS
BATMAN
1980
7
23
MEHMET SAİT DURMAZ
G.ANTEP,
1979
10
13
MEHMET SALİH DÜZYOL
URFA
1980
4
22
MEHMET SALİH GÜÇLÜ
TRABZON
1978
9
30
MEHMET SARIASLAN
İSTANBUL
1977
1
31
MEHMET SAYGIDEĞER
G.ANTEP
1979
6
26
MEHMET SEBZECİ
ADANA
1980
11
29
MEHMET SEDAT KURBAN
İSTANBUL
1978
12
26
MEHMET SEFER
ANTALYA
1980
2
15
MEHMET SEZEN
FATSA
1980
9
8
MEHMET SÜMBÜL
DİYARBAKIR
1978
12
27
MEHMET ŞAHİNCİ
ÇORUM
1980
7
3
MEHMET ŞAHİNOĞLU
ANTEP
1980
7
5
MEHMET ŞENOL
ANKARA
1980
4
12
MEHMET ŞEYHANLIOĞLU
URFA
1980
9
9
MEHMET TAYLAN
EDİRNE
1978
9
21
MEHMET TÜRKKAN
FATSA
1980
5
30
MEHMET TÜRKAVCI
KÜTAHYA
1979
7
30
MEHMET ARZUM (UZUN)
HATAY
1980
1
20
MEHMET YALÇIN
İSTANBUL
1980
7
23
MEHMET YAVUZ
İSTANBUL
1980
3
11
MEHMET YAYLACI
GAZİANTEP
1976
6
8
MEHMET YELESER
DENİZLİ
1977
3
5
MEHMET YILDIZ
K.MARAŞ
1978
12
23
MEHMET YİĞİT
G.ANTEP
1979
3
26
MEHMET YİĞİT
G.ANTEP
1979
12
17
MEHMET YİĞİT
ADANA
1978
10
28
MEHMET YİĞİT
K.MARAŞ
1978
12
23
MEHMET YÜCEBULUT
ANKARA
1979
9
6
MELİH KUNTER
ELAZIĞ
1979
9
4
MELİH SITKI TULUNAY
TOKAT
1980
7
11
MEMİLİ BAKICI
K.MARAŞ
1978
12
22
MERİÇ DİKİCİ
İSTANBUL
1979
11
22
327
MESUT AKARSU
BALIKESİR
1979
7
3
MESUT AKKALEM
UŞAK
1978
9
13
MESUT ARAS
ADANA
1979
8
29
MESUT YERGİN
İZMİR
1977
10
14
METE TÜRKOĞLU
BURSA
1980
8
14
METİN AKKOÇ
KIRŞEHİR
1979
1
3
MELİH AYTAÇ
İSTANBUL
1979
7
28
MELİH BAĞIŞ
KARS
1980
3
21
METİN BİLİR
ADANA
1979
6
1
METİN COŞKUN
ANKARA
1980
8
16
METİN DEMİRTAŞ
İSTANBUL
1978
1
20
METİN GÖKTÜRK
SAMSUN
0
0
METİN KARATEPE
G.ANTEP
1977
12
29
METİN KOCA
ANKARA
1978
2
11
METİN ÖZCAN
MARDİN
1977
5
14
METİN ÖZCAN
BURSA
1979
11
17
METİN ÖZTÜRK
ANKARA
1978
7
3
METİN YILMAZ
İSTANBUL
1978
1
19
MEVLÜT CENGİZ
ADANA
1979
8
16
MEVLÜT KARABULUT
KONYA
1979
9
5
MEVLÜT MİLLİDERE
KAYSERİ
1980
3
8
MEVLÜT TOPTAŞ
ANKARA
1979
9
3
MİKAİL ÖZMEN
KARS
1977
5
18
MİRZA ÇETİN
KAYSERİ
1979
6
17
MİTHAT BOZKURT
AMASYA
1979
10
26
MİTHAT KARAZEHİR
KAYSERİ
1976
3
30
MİTHAT YAŞAR
ADIYAMAN
1979
10
17
MUAMMER OĞUZ
G.ANTEP
1978
12
12
MUAMMER YALÇIN
ANTALYA
0
0
MUAMMER YILDIRIM
İSTANBUL
1979
1
12
MUHAMMED BAŞ
İSTANBUL
1979
9
5
MUHAMMED DİRİ
SAMSUN
1979
1
13
MUHAMMED ERGEN
İZMİR
1980
7
15
MUHARREM GÖKTÜRK
İZMİR
1980
4
15
MUHARREM SOBUTAY
ÇANAKKALE
1979
1
27
1977
0
0
MUHARREM VAROL
328
MUHARREM VURKAÇ
ADANA
1978
3
17
MUHİTTİN AKIN
İSTANBUL
1980
3
12
MUHİTTİN ATLI
MERSİN
1977
9
3
MUHİTTİN CANLIER
ANKARA
1977
8
4
MUHSİN ASLAN
İSTANBUL
1980
7
5
MUHSİN TOKAT
ORDU
1980
4
18
MUHTEREM YÜZİÇİ
ESKİŞEHİR
1980
9
8
MURAT ALDEMİR
İSTANBUL
1995
12
4
MURAT BULDAÇ
ELAZIĞ
1978
12
4
MURAT İŞGAL
TOKAT
1980
3
12
MURAT KILIÇ
İSTANBUL
1978
12
14
MURAT MENTEŞ
MALATYA
1978
8
23
MURAT NAME
ADANA
1979
5
28
MURAT OĞUZ
ANKARA
1978
12
15
MURAT ŞAHBAZ
İSTANBUL
1979
1
16
MURAT YILDIRIM
ADANA
1980
1
23
MURTAZA TOPKAYA
KOCAELİ
1980
6
7
MUSA AKÇAY
İSTANBUL
1979
8
10
MUSA AKIN
D.BAKIR
1978
11
21
MUSA ALTEN
MARAŞ
1978
12
24
MUSA DURAK
D.BAKIR
1980
3
16
MUSA KALE
SİVAS
1978
9
3
MUSA KAMER
KARS
1979
11
17
MUSA OĞUZ
SİVAS
1978
9
3
MUSA SARI
MERSİN
1979
8
31
AKİF BEKİROĞLU
KOCAELİ
1978
6
17
MUSA TAŞ
ANKARA
1980
7
29
MUSA YALÇIN
ADANA
1980
5
16
MUSA YAZICI
ORDU
1979
8
3
MUSA AKIN
AYDIN
1978
8
16
AKİF KILIÇARSLAN
MARAŞ
1978
12
22
MUSA ALICI
SAMSUN
1979
7
16
ALAATTİN CİĞER
MARAŞ
1978
12
24
MUSTAFA ANTEP
ANKARA
1979
11
2
ALAATTİN GÜNDÜZ
UŞAK
1978
10
2
MUSTAFA ARICAK
ANKARA
1979
7
20
329
ALAATTİN GÜVENLER
KİLİS
1978
11
9
MUSTAFA ATEŞUÇAĞI
ANTEP
1979
2
12
ALAATTİN ÜNLÜSOY
ANKARA
1980
4
24
MUSTAFA AYBARLI
FATSA
1980
8
3
ALAATTİN YAKUP
MARAŞ
1978
8
4
MUSTAFA AYDIN
GİRESUN
1979
11
6
MUSTAFA AYDIN
TOKAT
1980
3
5
ALİ ACUN
İSTANBUL
1978
11
8
MUSTAFA BACAK
ADANA
1978
9
29
ALİ AKKAYA
ANKARA
1980
4
5
ALİ AKTAN
MANİSA
1980
8
21
ALİ ALABOĞA
AMASYA
1980
3
30
ALİ KAYA ALPAY
ELAZIĞ
1976
9
4
ALİ ALPER DEMİR
ANKARA
1979
6
30
ALİ ALTINBAŞ
G.ANTEP
1979
9
6
ALİ ARAS
IĞDIR
1978
4
22
ALİ ATAŞ
ANKARA
1980
7
30
ALİ AVŞAR
OSMANİYE
1977
4
10
ALİ BAKIR
HATAY
0
0
ERGÜN ÜNAL
YOZGAT
1979
10
17
ERHAN CENGİZ
İSTANBUL
1980
8
30
ERHAN TEKEL
İSTANBUL
1978
4
18
ERKAN TERZİBAŞ
İSTANBUL
1980
2
2
EROL ATEŞ
BURSA
1979
9
11
EROL ÇİFTÇİ
IĞDIR
1980
3
18
EROL ÇUĞU
SAMSUN
1979
12
17
EROL ERBİÇER
MANİSA
1977
5
24
EROL GÖÇÜK
İSTANBUL
1979
10
20
EROL GÜRSESOĞLU
ADANA
1980
7
4
EROL AÇIKGÖZ (KARAGÖZ)
İSTANBUL
1980
2
27
EROL PINAR
BURSA
1980
8
1
EROL SELÇUK
SAMSUN
1979
4
30
EROL TÜRKMEN
ANKARA
1980
10
16
ERTAN GENİŞHAN
KONYA
1978
3
20
ERTUĞRUL AKTOROS
ADANA
1980
6
2
ERTUĞRUL DİNÇ
ADANA
0
0
330
MUSTAFA BAĞIŞLAYICI
SAMSUN
1996
ERTUĞRUL KAYA
5
22
11
30
MUSTAFA BALAY
İSTANBUL
1980
7
5
ERTUĞRUL NAZLI
HATAY
1980
4
17
MUSTAFA BALCI
ANKARA
1979
7
27
ERTUĞRUL TUNCER
ANKARA
1980
8
2
ESİN BAŞLAMIŞ
İSTANBUL
1980
8
29
MUSTAFA BALIKÇI
ANTALYA
1978
1
2
MUSTAFA BAŞKAPAN
İSTANBUL
1980
3
31
ETEM ÜTÜK
MERSİN
1980
4
11
MUSTAFA BAŞOĞLU
ANKARA
1977
11
4
ETHEM KAYMAZ
MARDİN
1980
3
21
EYÜP GÖKÇEN
ADANA
1978
1
5
EYÜP İN
ADANA
1979
12
23
MUSTAFA BAYTEKİN
İSTANBUL
1980
6
14
MUSTAFA BENLİOĞLU
İSTANBUL
1980
3
12
EYÜP KARAKOÇ
ANTEP
1979
5
11
NACİ ALTINALAN
ADANA
1979
12
8
MUSTAFA BERÇİN
ADANA
1979
4
30
NACİ ÜNAL
ANKARA
1980
4
2
MUSTAFA BİLGİ
İSTANBUL
1969
9
22
NADİR ÜNAL
HATAY
1979
8
1
MUSTAFA CENGİZ ERKMEN
İSTANBUL
1980
6
3
MUSTAFA COŞKUN
ADANA
1979
10
6
NAFİZ ERTÜRK
1979
5
4
MUSTAFA ÇAKMAK
İSTANBUL
1978
7
4
YILDIRIM AKDOĞAN
MANİSA
1978
8
8
YILMAZ BERBER
ANKARA
1980
5
18
YILMAZ KAYMAKÇI
0
0
YILMAZ KESKİNDEMİR
0
0
YILMAZ KIZILAY
0
0
YILMAZ ÖZKOÇ
0
0
YILMAZ TAŞKIN
0
0
YUNUS BEDEL
0
0
YUNUS CEYLAN
0
0
YUNUS DOĞAN
0
0
331
YUNUS İBİŞ
0
0
YUNUS (YUSUF) SOLMAZ
0
0
YUNUS ŞAHAN
ESKİŞEHİR
1980
1
1
YUNUS UZUN
AYDIN
1988
1
18
YUSUF AKYILDIZ
ANKARA
1979
4
27
YUSUF AYDIN
İSTANBUL
1980
4
1
YUSUF BAHRİ GENÇ
İSTANBUL
1979
5
13
YUSUF BAŞ
ANKARA
1979
12
26
YUSUF ÇAM
MALATYA
1979
4
8
YUSUF ÇETİN
MERSİN
1980
7
27
YUSUF ÇOBANOĞLU
İSTANBUL
1980
4
9
YUSUF KAPLAN
ANKARA
1980
8
25
YUSUF İMAMOĞLU
İSTANBUL
1970
6
8
YUSUF KAYA
ALMANYA
1980
6
3
YUSUF MURATOĞLU
RİZE
1980
8
4
YUSUF TANIK
İSTANBUL
1976
9
28
YUSUF VURMAZ
İSTANBUL
1979
8
31
YUSUF YEKELER
ANKARA
1978
10
8
YÜCEL KAPISIZ
BURSA
1979
9
8
YÜKSEL BAL
ANKARA
1979
12
28
ZAFER PAÇACI
ANKARA
1980
3
19
ZAKİR ALKAN
İSTANBUL
1978
6
6
ZEKERİYA COŞKUNOĞLU
KOCAELİ
1980
5
17
ZEKERİYA GÜLAZ
ANTEP
1978
4
15
ZEKERİYA KORKMAZ
ANTEP
1977
2
23
ZEKİ AYDIN ÇALIK
ORDU
1980
9
4
ZEKİ BÜK
İSTANBUL
1977
5
17
ZEKİ ÇAKIR
İSTANBUL
1980
3
0
ZEKİ ESMER
AYDIN
1980
6
15
ZEKİ GÜLAY
ORDU
1979
12
19
ZEKİ KARTAL
ORDU
0
0
ZEKİ KAYA
UŞAK
1979
11
7
ZEKİ MEMİLİ
İSTANBUL
1980
4
3
ZEKİ PARLAK
ANTEP
1978
9
6
ZEKİ ŞAHİN
İSTANBUL
1979
8
13
ZEKİ ERDOĞAN
332
ZEKİ ŞİRELİ
MALATYA
1978
10
12
ZEKİ YAMANKARA
MANİSA
1979
8
14
ZEKİ YILDIRIM
MARAŞ
1978
12
23
ZİHNİ DEMİR
KAYSERİ
1979
8
10
ZİKRİ ATMACA
İSTANBUL
1980
3
3
ZİYA AĞIRBAŞ
İSTANBUL
1978
9
13
ZİYA AKYÜZ
URFA
1978
8
16
ZİYA DİRİCAN
ANKARA
1980
18
1
ZİYA DURU
KARAMAN
1978
6
9
ZİYA KAPALI
OSMANİYE
1980
5
29
ZİYA TATLISU
ANKARA
1980
9
8
ZÜHTÜ GÜLER
İSTANBUL
1980
9
3
ZÜLFİKAR SEVGİ
ADANA
1977
8
12
ZÜLKÜF İSOT
ELAZIĞ
1978
7
4
Kaynak: Kayseri Ülkü Ocakları İl Teşkilatı
OĞUZ KAAN’IN TÜRKLÜK DUASI
ULU TANRI !.. GÜZEL TANRI !.. GÖK TANRI !..
333
OĞUZ KAAN’IN TÜRKLÜK DUASI
ULU TANRI !.. GÜZEL TANRI !.. GÖK TANRI !..
Sen Türk'ü Türk yurtlarını koru !..
Düşman şerrinden sakla! TÜRK'ü yiğitlikte daim et ! TÜRK'ü erlik davasıyla
yaşat ! TÜRK'ü gerçekçi yap ! TÜRK'ün gönlüne herşeyden önce hatta
kursağına ekmek koymadan evvel TÜRK'lük sevgisini koy ! TÜRK'ü ideal ile
yaşat ve ideali hakikat yapmaya çalışsınlar! Törelerini canları gibi saklat !
TÜRK'e zevk ve rahat verme ! Bilakis zahmete alıştır ! Zahmetle yürekleri
bedenleri demir olsun ! Bu sayede onlara yüksek çalışma kudreti verirsin !
TÜRK'ü faal cevval edersin. TÜRK'e değişmez bir seciye ver ! Zamanla seciyesi
değişmesin sade tekemmülle tadilat görsün !
ULU TANRI !.
Milli kuvvet namus ahlak azim sebat ideal TÜRKÇÜLÜK ruhu
yurtseverlik ilim sanat teşkilatı intizam beden kuvveti ve zenginlik ile hasıl
olduğundan; TÜRK'e bunları ver ! TÜRK'ten hırsız namuzsuz türerse hemen
kahret ! TÜRK'e benlik hem de yüksek bir benlik ver ! TÜRK nefsine itimat
sahibi olsun ! TÜRK'ü muhakemeli ciddi adam olarak yarat ! Hissiyatına
kapılıp öfke ile ayaklanmasın ! Birden barut gibi parlamasın ! Daima soğuk
kanlı olsun ! TÜRK'ü her milletten cesur yarat ! Öç almayı TÜRK asla
unutmasın !
ULU TANRI !.
Namuzsuz bir tek TÜRK yaratacağına dünyayı yık daha iyi ! Ne kadar korkak
TÜRK varsa hepsini helak et ! TÜRK herşeyi mukayese etsin ! Yalnız akıl ve
mantık denen şeylere bırakma onu ! Sabırlı derde dayanıklı olsun ! İradesi
çelik gibi olsun ! Dönek TÜRK yaratma ! TÜRK'leri maymun iştahlı yapma !
TÜRK daima ihtiyatla adım atsın ! Kimsenin tatlı diline inanmasın ! Kimseye
emniyet olmasın ! Çalışma zekâdan üstün bir kıymet olduğundan TANRI sen
TÜRK'ü çalışkan et ! TÜRK'ün ömrü çalışma ile geçsin ! Ona daima çalışma
aşkı ver ! Hele elbirliği ile çalışmayı alet etsin! Tembel TÜRK'ü hemen öldür !
TÜRK'e her milletinkinden üstün zeka ver! Zeka ve çalışma; ikisi bir arada
olunca TÜRK'ün önünde durulmaz! Milli büyüklüğün tek şartı yüksek ideal
buna alışmak için de yüksek ahlak fedakârlık ve sebat lazım olduğundan
TÜRK'leri ahlaklı sebatlı ve fedai kıl! TANRI TÜRK'leri sen kendi elinle
birleştir ve herşeyden evvel ruhları birleşsin! Onları tek bir kafa gibi
birleştirici kültür sahibi et!
334
TÜRK'ü töresine sadık kıl Tanrı! TÜRK budunu: Biliniz ki atalar töresi
asırların tecrübesi ile husule gelmiş büyük bir hikmettir. Tanrı beni töreye
dokunmaktan ve dokundurmaktan sakladı ve saklasın!
ULU TANRI !.
Türk milletini lafçı değil elinden iş gelir insanlar et ! Bir şey söylemek vazife
yapmak değildir. Onu fiilen yapmak ve yaptırmanın vazife olduğunu beyinlere
sok !
GÜZEL TANRI !.
Sana hepsinden çok yalvardığım şudur : TÜRK'ü dalkavukluktan kurtar !
Dalkavukluk ve emsali vasıtalara zengin olmaktan koru ! TÜRK'e kötü para
hırsı verme ! Dalkavukları yok et !
AMAN TANRI !.
TÜRK aile töre ve disiplinini her şeyden evvel koru! TÜRK toprağında hürler
yaşasın. Adaletten başka bir şey hüküm sürmesin! Sen TÜRK'e tabii şeylere
tabiata karşı sevgi ver! TÜRK yurdunda yoksulluk o kadar azalsın ki fakirlik
suç sayılsın!
Acunu ( Dünyayı ) Yaratan Yüce Tanrı !.
TÜRK'e insaniyetten evvel TÜRK milletini düşündür. İnsanların insaniyet
dedikleri şey göz boyamak için icat edilmiş bir boyadır. İnsaniyet maskesi
taşıyan öyle milletler vardır ki maskelerinin altında canavarlar yaşar.
İnsaniyeti gören olmadı. TANRI TÜRK'e sağlam sürekli irade ver!
Güçlüklerde sabrını tahammülünü aynı zamanda gayretini arttır! Ona esas
seciye olarak vazife muhabbeti ve mesuliyet duygusu ver! Mesuliyeti TÜRK
yurdundan eksik etme! En büyük kuvvetinTÜRKLÜK aşı olduğunu TÜRK'e
öğret!
TANRI!
TÜRKÇE konuşulan TÜRK'e yurtluk etmiş olan yerleri kıyamete kadar
TÜRK'ün hükmü altında bırak!
Amin...
335
336
Download