romatoid artrit aktivasyon kriterleri ile serum adiponektin düzeyleri

advertisement
T.C
SAĞLIK BAKANLIĞI
DR.LÜTFİ KIRDAR
KARTAL EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
1. DAHİLİYE KLİNİĞİ
VEKİL ŞEF DR.RAHMİ IRMAK
ROMATOİD
SERUM
ARTRİT
AKTİVASYON
KRİTERLERİ
ADİPONEKTİN DÜZEYLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİ
(İÇ HASTALIKLARI UZMANLIK TEZİ)
Dr.Ömür VOLKAN
İstanbul 2009
1
İLE
ÖNSÖZ
Dr.Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ n deki İç Hastalıkları uzmanlık
eğitimim süresince, tıbbi bilgi ve deneyimlerimin artması için katkılarını esirgemeyen, yakın
ilgi ve desteğini her zaman hissettiğimiz, çok değerli hocam
Uzm. Dr. Ali YAYLA’ya ve
Klinik Şef Vekili Uzm. Dr. Rahmi IRMAK’a sevgi ve saygılarımı sunarım.
Rotasyonlarım esnasında bilgi ve tecrübelerini esirgemeyen hastanemiz Enfeksiyon
Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Servis Şefi Uzm. Dr. Serdar ÖZER’e; hastanemiz
Biyokimya Kliniği Şefi Uzm. Dr. Asuman ORÇUN’a; hastanemiz Göğüs Hastalıkları ve
Tüberküloz Klinik Şefi Doç. Dr. Benan NİKU ÇAĞLAYAN’a; Kartal Koşuyolu Eğitim ve
Araştırma Hastanesi Kardiyoloji Klinik Şefi Doç. Dr. Cihangir KAYMAZ’a sonsuz saygı ve
şükranlarımı sunarım.
Tezimin belirlenmesi ve hazırlanmasında yardımlarını esirgemeyen, her zaman
yanımda olduğunu bildiğim Uzm. Dr. Demet Ataman Taşan’a teşekkürlerimi sunarım.
İhtisasım süresince, klinik deneyim ve becerilerimi arttırmamda büyük katkıları olan
servis uzmanlarım; Uzm,Uzm. Dr. Taflan SALEPÇİ’ye, Uzm. Dr. Mesut ŞEKER’e, Uzm. Dr.
Betül Ekkiz BİLİR’e, Uzm. Dr. Serdar FENERCİOĞLU’na, Uzm. Dr. Banu PALAK’a, Uzm.
Dr. Mustafa TEKÇE’ye, Uzm. Dr. Mehmet ÇOBANOĞLU’na, Uzm. Dr. Semra AKTAŞ
KALAYCI’ya,
Uzm.Dr.Can
DOLAPÇIOĞLU’na,Uzm.
Dr.
Emel
AHISKALI’ya,
Uzm.Dr.Hülya ILIKSUGÖZÜ’ne, Uzm.Dr.Haluk SARGIN’a, Doç. Dr. MehmetSARGIN’a,
Doç. Dr.Mahmut GÜMÜŞ’e, , Doç.Dr. Ekrem ORBAY’a, Doç.Dr. Zerrin BİCİK’e,sevgi ve
ilgisini üzerimden hiç esirgemeyen sevgili Laborant Asiye Polat’a ve yardımları ve ilgileri
nedeni ile sekreterlerimiz Nurcan MAKARNACI ve Arzu BERBER’e teşekkürlerimi
sunarım.
Eğitimim süresince birlikte çalıştığımız değerli asistan arkadaşlarıma ve 1. İç
Hastalıkları kliniği hemşire ve personeline teşekkür ve sevgilerimi sunarım.
Yardımlarını ve sevgilerini benden esirgemeyen aileme tüm kalbimle teşekkür ederim.
Dr.Ömür Volkan
2
KISALTMALAR VE AÇIKLAMALAR
RA: Romatoid Artrit
ARA: Amerika Romatizma Derneği
ACR: American Colege of Rheumatology (Amerikan Romatizma Derneği)
VKİ: Vücud Kitle İndeksi
MKF: Metakarpofalangeal
PIF: Proksimal interfalangeal
DIF: Distal interfalangeal
MTF: Metatarsafalangeal
PG: Prostoglandin
COX: Siklooksijenaz
DMARD: Disease modifying anti rheumatısmal drug
(Hastalık seyrini değiştiren anti romatizmal ilaç)
MTX: Metotreksat
NSAID: Non-steroidal Anti-inflammatory Drugs (NonSteroid Anti İnflamatuvar İlaçlar)
KS: Kortikosteroid
SPSS: Statistical Package for Social Sciences
CRP: C Reaktif Protein
ANA: Anti Nükleer Antikor
RF: Romatoid Faktör
IL: İnterlökin
TNF:Tissue Necrosis Factor (Doku Nekroz Faktörü)
3
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ VE AMAÇ……………………………………………………………………….5
GENEL BİLGİLER……………………………………………………………………....7
1-Romatoid Artrit……………………………………………………...7
2-Osteoartrit ………………………………………………………….24
3-İnsülin direnci……………………………………………………....27
4-Adiponektin…………………………………………………………34
MATERYAL VE METOD……………………………………………………………...40
BULGULAR…………………………………………………………………………….43
TARTIŞMA…………………………………………………………………………….57
ÖZET……………………………………………………………………………………60
KAYNAKLAR………………………………………………………………………….61
4
GİRİŞ VE AMAÇ
Adiponektin bir adipositokin olarak genelde olgun adipositlerden salgılanır.
Salgılanan adiponektin kanda yüksek konsantrasyonlarda bulunur (Total serum proteinin
%0,01) ve kan dolaşımı ile vücudun diğer bölgelerine ulaşabilir. Adiponektin molekülü dört
ana yapıdan oluşmaktadır: bir amino-terminal sinyal sekansı, bir değişken bölge, kollejen
benzeri bölge ve C-terminal globüler bölge (1). Adiponektin kompleman faktörü olan C1q ile
benzer dizilim homolojisine sahiptir. Ek olarak adiponektin tümör nekroz faktörü (TNF) ile
benzer üç boyutlu yapıya sahip olup benzer amino asit dizlimi vardır (2). Adiponektin
plazmada boyut ve moleküler ağırlık olarak üç farklı formda bulunabilir. Bu formlar düşük,
orta ve yüksek olarak gruplandırılabilir. Bu komplekslerin pro-inflamatuar ve anti-inflamatuar
etkiler üzerindeki farklı rolleri henüz tam olarak belirlenememekle beraber adiponektinin
etkileri bilinmektedir (3). Adiponektin makrofajlarda TNF-α üretimini azaltırken yine TNF-α
ve interlökin 6 (IL-6) adipositlerde adiponektin mRNA sentezini azaltmaktadır. Buna ters
olarak bazen adiponektin zıt şekilde etkilerde gösterebilmektedir. Lipopolisakkaridlerin
varlığında adiponektin makrafajlardan interlökin 8, TNF-α, IL-6 üretimini ve apopitoza gitmiş
hücrelerin fagositozunu artırır (4,5).
Romatoid artrit özellikle eklem harabiyeti ile giden sistemik kronik inflamatuar bir
hastalıktır. Romatoid artritin kompleks otoimmun etiyopatogenezi henüz tam olarak
açıklanamamıştır. Ancak yapılan çalışmalarda bazı sitokinlerin ve inflamtuar proçeste görev
alan bazı mediatörlerin hastalığın gelişiminde önemli görevleri olduğunu göstermektedir.
TNF-α ve IL-6’nın pro-enflamatuar rolü gösterilmekle beraber (6,7) adiponektin ve romatoid
artritinin ilişkisi henüz tam olarak aydınlatılamamıştır. Bu konuda yapılan az sayıdaki bazı
çalışmalarda anti-TNF tedavisinde adiponektin düzeyinde artma görülmüştür (8,9). Romatoid
artrit (RA) hastalarının plazma adiponektin düzeyleri ile sağlıklı bireyler arasında anlamlı
farklılıklar bulunmasına rağmen osteoartrit (OA) hastalarında farklılık gözlenmemiştir (10).
Osteoartrit tipik olarak sistemik inflamasyon bulguları olmadan bir yada birkaç eklemi
etkileyen bir hastalıktır. OA hastalarında yapılan çalışmalarda değişik hücre tiplerinde
adiponektinin pro-inflamatuar ve anti-inflamatuar etkileri gösterilmiştir (11,12). OA ve RA
hastalarının serum adiponektin düzeyleri aynı bulunurken sağlıklı kişilerde yüksek
saptanmıştır (10).
5
Başka çalışmalarada diğer faktörlerin de adiponektin düzeylerini etkilediği
gösterilmiştir. Kadınların adiponektin düzeyi erkeklere göre yüksek saptanmıştır (10,13)
ancak yaşla beraber bu anlamlılık değişmektedir (14-16). Obez hastaların daha az kilolulara
göre daha düşük adiponektin düzeyine sahip olduğu görülmüştür (13).
Daha önceki çalışmalar göz önüne alındığında adiponektinin pro-inflamatuar ve
anti-inflamatuar etkilerinin RA hastalarında klinik şiddetle korrele bir biçimde rolü
olabileceğini düşündük ve bu hipotez ile çalışmayı yapmaya karar verdik. Klinik bulgulara
ek olarak eşlik eden diğer parametreleri de çalışmamıza dahil ederek söz konusu etkileri
gözlemlemeyi amaçladık.
6
GENEL BİLGİLER
ROMATOİD ARTRİT
I.Tanım ve Tarihçe
Romatoid artrit (RA); etyolojisi belli olmayan, eklemleri tutan ve şekil bozuklukları ile
seyredebilen, kronik, inflamatuvar, multisistemik bir hastalıktır. RA, dünyada tüm ırklarda
görülebilen bir hastalık olup daha çok kadınları etkiler. Kadın/erkek oranı 3/1 ‘dir. En sık 3050 yaşları arasında görülür. Değişik popülasyonlarda prevelansı %0.5 ile %1 arasında
değişmektedir (17).
Romatoid artrit tanımı ilk olarak 1859’da Garrod tarafından ortaya atılmıştır. Fakat bu
tanım o dönemde sadece inflamatuar poliartriti değil, poliartiküler osteoartriti de içermekteydi
(18). RA 1922’de sadece inflamatuar poliartritleri içine alacak şekilde kullanılırken, 1972 ve
1987’de psöriatik artrit vb. seronegatif artritler bu kapsamdan çıkarılmıştır.
II. Etiyoloji
RA, etyolojisi kesin olarak bilinmemekle beraber, otoimmün hastalıklar grubunda ele
alınan ve çevresel, kalıtsal, hormonal faktörlerin etkileşimi ile geliştiği düşünülen bir
hastalıktır (19).
RA’da genetik bir etki olduğu kabul edilmektedir. RA hastalarının birinci derece
akrabalarında RA görülme riski 16 kat artmış olarak bulunmuştur. Bu genetik faktörlerin 6.
kromozomda bulunan HLA sistemi genlerine bağlı olduğu ve bir tek genetik bozukluktan çok
birkaç genin RA’yı etkilediği düşünülmektedir. Bu özellikle HLA-DR4 ile RA arasındaki
ilişkinin tanımlanmasının ardından, hastalığa neden olan genetik faktörlerle ilgili bilgiler hızla
artmıştır. Yapılan çalışmalarda HLA-DR4 sık görülen etnik topluluklarda RA için 3-6 kat risk
7
oluşturmaktadır. DR4 sıklığının düşük olduğu topluluklarda ise DR1, DR6 ve DR10 alt
grupları incelenmiş ve RA için risk oluşturduğu görülmüştür (20). RA’da çevresel faktörlerin
de etkili olduğu düşünülmektedir.
Rubella, sitomegalovirüs ve hepatit B gibi viral enfeksiyonlar prodromal dönemlerinde
RA benzeri simetrik, poliartiküler bir artrite yol açmakta ancak kronikleşme olmamaktadır.
Yine Ebstein Barr (EBV) virüsünden şüphelenilmektedir. RA’lı hastaların EBV ile enfekte B
hücre sayıları ve anti EBV antikor titreleri sağlıklı insanlardan yüksektir (21). E. Coli dnaj
proteini ile ilgili benzer bir durum daha vardır. RA’lı hastaların sinovyal sıvı T hücrelerinde
bu proteine karşı antikor tespit edilmiştir. Bir başka hipoteze göre RA standart yöntemlerle
saptanamayacak ölçüde yavaş ve kronik bir bakteriyel enfeksiyondur. Histopatolojik bulgular
(sinovyumda CD4 T lenfositlerin egemen olduğu mononükleer hücre infiltrasyonu) bunu
desteklemektedir.
Türkiye, Japonya ve İtalya’da yapılan çalışmalarda RA’lı hastalarda H.pylori varlığı
araştırılmıştır. Çalışmaya alınan hastaların bir kısmında hiç gastrointestinal sisteme ait
yakınma olmamasına karşın H. Pylori saptanmıştır. Bu da acaba H.pylori ile RA arasında
direk veya dolaylı olarak bir ilişki var mı sorusunu akıllara getirmektedir. RA’nın bayanlarda
daha fazla görülmesi, gebelikte remisyona girip, gebelik sonrası %90 nüks etmesi,
premenopozal ve post menopozal dönemlerde sıklık ve seyirlerinin farklı olması, erkeklerde
daha az görülmesi bu hastalık üzerinde hormonal etkinin olduğuna işaret etmektedir (22).
III.Patogenez
RA’de primer inflamasyon eklem içinde sinovyumda olur. Dolayısıyla sinovite yol
açan bir hastalıktır. Anatomik olarak, normal sinovya iki kısımdan oluşur. Bunlar eklem
aralığına bakan 1-2 hücreden oluşan bazal membransız ince intimal tabaka ve az sayıda hücre
ve daha çok damarsal yapılar içeren subintimal tabakadır. Subintimal tabakada daha çok
kollajen, glikozaminoglikan ve fibronektin bulunur. İntimal tabakadaki sinovyal hücreler
makrofajlara özgü davranışlara sahiptirler ve T hücrelerinin mediatörleri olarak görev
yaparlar. Normal sinovya romatoid sinovyaya döndüğünde bu hücreler allojenik T hücre
aktivasyonunda son derece etkili olurlar (22).
8
Romatoid sinovyumda ilk olarak sinovyal mikrodolaşımda tıkanma, hücre şişmesi ve
hücreler arası mesafede artış görülür. Önce T hücrelerinin ağırlıkta olduğu bir hücre artışı
olur. Sonraları makrofaj ve dendritik hücre akını ve bunların salgıladığı sitokinlerde artış olur.
Neticede inflamasyon artar, sinovyum hipertrofik bir hale gelir ve yavaş yavaş kıkırdağı
aşındırmaya başlar. Oluşan romatoid sinovyal sıvının lizozomal enzimler ile dolu olduğu ve
bu enzimlerin normal tavşan eklemlerine enjekte edilmesiyle hem enflamasyonu hem de
kıkırdak hasarını alevlendirdiği yapılan çalışmalarda gösterilmiştir (23). Sinovyal hücrelerde
artmış inflamasyon ve bunlara bağlı olarak prolifere olmuş sinovyal oluşumlara pannus denir.
Eklem anatomisinin bozulmasında ve hastalığın yol açtığı deformitelerin oluşmasında
pannüsler önemli rol oynar. Romatoid sinovyum ve pannusun önemli bir diğer özelliği de
yeni damar oluşumudur. Burada bulunan makrofaj, fibroblast ve lenfosit gibi çeşitli hücreler
anjiogenezde rol oynarlar. Tedavide kullanılan non steroid anti inflamatuar ilaçların,
steroidlerin ve ikinci basamak ilaçların anjiogenezi inhibe ettikleri anlaşılmıştır (24).
IV.Tanı ve Klinik
Amerikan Romatizma Derneği ilk olarak 1958 yılında RA tanı kriterlerini
geliştirmiş, 1987 yılında bunları yenilemiştir. Bu kriterlerin duyarlılık ve özgüllüğü %90’a
yakındır.
Bu kriterler:
- Sabah sertliği: en az bir saat sürmeli
- Üçten daha fazla eklem bölgesinin tutulumu: doktor tarafından görülen yumuşak doku şişliği
- El eklemlerinin tutulumu
- Simetrik artrit
- Romatoid nodül
- Romatoid faktör pozitifliği
- Röntgende erozyonlar: özellikle el ve bilek eklemlerinde
Kriterlerden en az 4 tanesinin bulunması ve hastanın yakınmalarının 6 haftadır
devam ediyor olması tanı koydurucudur (25).
9
RA, el ve ayaklardaki küçük eklemleri tutan kronik, ilerleyici ve sistemik bir
hastalıktır. Diz, omuz, kalça ve boyun tutulumu da olabilir. Hastalık genelde yavaş ve sinsi
olarak başlar zaman içinde belirginleşir. Erken dönemde diğer artritlerden ayırt etmek zordur.
Eklem dışı bulguların ortaya çıkmasıyla tanı ve diğer hastalıklardan ayrılması kolaylaşır.
RA’da eklem belirtileri en sık rastlanan belirtilerdir. Sabah tutukluğu, hareket kısıtlılığı,
ağrı ve şişlik görülür. En çok tutulan eklemler metakarpofalanjial (MKF), el bilekleri,
proksimal interfalanjial (PİF) eklemlerdir. Eklem tutulumu simetriktir. İlerlemiş vakalarda
ellerde düğme iliği, kuğu boynu deformiteleri, ulnar deviasyon gelişebilir (22).
a.RA’nın Eklem Bulguları
1- Sabah Tutukluğu:
Eklemlerde tutukluk RA’nın en temel semptomlarından biridir. Günün erken
saatlerinde belirir ve iş gücünü etkiler. 1-2 saatten önce düzelmez. Sabah tutukluğuna
sinovyumdaki inflamasyon ve ödemin neden olduğu düşünülmektedir. Süresi ise
inflamasyonun
derecesi
ile
ilgilidir.
Hastalığın
remisyon
döneminde
gerileyip
kaybolmaktadır. (22, 26, 27)
2- Sinoviyal inflamasyon:
Sinovitin klinik bulguları silik veya subjektif olabilir. Ağrılı, şiş ve kızarık, sıcak
eklemler genellikle inflamatuvar sinovitin en aktif fazında görülür. Ağrı RA’lı hastaların en
önemli problemidir. Eklem hassasiyeti direk palpasyonla tespit edilir. Boyun, omuz, kalça
gibi direk palpasyonu zor olan eklemlerde haraketle olan ağrı eklem hassasiyetine işaret eder.
Şişlik en kolay MKF, PİF, dirsek, ayak bileği, metatarsofalangiyal (MTF) ve diz eklemlerinde
fark edilir. RA’da hastalığın geç döneminde inflamasyon bulguları silik olabilir. Bunun
nedeni kronik inflamasyona bağlı olarak sinovyumun damarlanmasının azalması ve yerini
granulasyon dokusu ve fibrozisin almasından kaynaklanır. Buna karşılık sabah tutukluğu,
halsizlik, yorgunluk, anemi, yüksek sedimantasyon, radyolojik eklem harabiyetinin
progresyonu dikkat çekicidir. Kıkırdak kaybı ve periartiküler kemikte erozyon yapısal hasarın
karakteristik bulgularıdır (22, 26, 27).
10
3- Eklem Deformitesi:
RA’da eklem deformitesi çeşitli mekanizmalarla oluşur. Hepsinde ortak olan, sinovitle
olan ilişki ve hastanın eklemini, ağrıyı en az hissettiği pozisyonda tutmaya çalışmasıdır.
Diğerleri ise kıkırdak ve kemik harabiyeti ile tendon, bağ ve kaslarda değişikliklerdir.
Eklemdeki inflamasyon tendon kılıflarının iltihabına da neden olur. Bu da kılıfta
kalınlaşmaya, tendon nodüllerinin oluşmasına ve tendon rüptürlerine neden olur (22, 26, 27).
Spesifik Eklemlerdeki Bulgular:
1-Boyun Omurları: RA’da tutulumları nadirdir. Boyun ağrısı ve tüm servikal ark boyunca
tutukluk boyun tutulumunun en karakteristik bulgularıdır.
2-Omuz: En sık tutulan eklemlerdendir. Eklem hareketinin kaybı aktif artrit gelişiminin bir
bulgusudur. Hastalar ağrıları nedeniyle eklem hareketlerini azalttığından kolayca donuk omuz
(frozen shoulder) sendromu gelişebilir.
3-Dirsek: İnflamasyonun en kolay tespit edildiği bölgelerden biridir. Olekranon bursasının
tutulumu sıktır. Romatoid noduller gelişebilir.
4-El Bileği: El bileğindeki radyal deviyasyona sıklıkla MKF eklemlerde unlar deviyasyon
eşlik eder. Sinovitle ilşkilendirilen semptomlar, periferik sinirlerin belli bölgelerde sıkışması
ile de gelişebilir. Karpal Tünel sendromu gibi.
5-Parmaklar: MKF ve PİF eklem tutulumu sık, DİF eklem tutulumu nadirdir. Düğme iliği
deformitesi (Eş zamanlı olarak PİF’lerde fleksiyon ve DİF’lerde hiperekstansiyon olarak
tanımlanır) Kuğu boynu deformitesi ( MKF eklemlerde fleksiyon kontraktürü, PİF’lerde
hiperekstansiyon
ve
DİF’lerde
fleksiyon
olarak
tanımlanır)
parmaklarda
gelişen
deformitelerdir. Romatoid nodüller gelişebilir, tendon rüptürü olabilir. Eklem cevresindeki
kemiklerde harabiyet olabilir.
6-Kalça: Hareket ve yük binmesi ile ağrı oluşması ve hareket kısıtlılığı kalça ekleminin
tutulumunu gösterir. Kıkırdak harabiyeti diğer eklemlerden daha hızlı ilerler.
11
7-Diz: Sinovyal effüzyon ve kalınlaşma diz muayenesi sırasında kolayca tespit edilir. Eklem
kapsülünün geriye doğru fıtıklaşması popliteal kist (Baker kisti) oluşturabilir.
8-Ayak ve ayak bileği: MTF ve talanaviküler eklem tutulumu olmadan tek başına tutulumu
oldukça nadirdir. Halluks valgus, çekiç parmak ve MTF başının ayak tabanına doğru
subluksasyonu gelişebilen deformiteler arasındadır. Tarsal tünel sendromu, posterior tibial
sinire bası sonucu gelişir. Ayak tabanında yanıcı parestezilere neden olur (22, 26, 27).
b. Romatoid Artrit’in Eklem Dışı Tutulumları
1-Subkutan Nodüller
Subkutan nodüller seropozitif hastaların % 20’sinde görülürken, seronegatif
olanlarda daha nadirdir. Bu nodüller hastalığın aktivitesini gösterir ve ağır olgularda daha
sıktır (23). Nodüller daha çok dirsek ekstensör yüzü, parmak eklemleri, oksipital bölge,
sakrum ve aşil tendonu gibi basınç alanları üzerinde yer alır. Nodüller ağrısız, sert ve sıklıkla
alttaki periosta yapışık şişliklerdir. Hastalığın seyrini değiştiren ilaçlar ile tedavi sırasında
hastalık aktivitesinde gerilemeye paralel olarak ufalır hatta kaybolabilirler. Fakat, metotreksat
ile tedavi sırasında hastalık aktivitesi gerilese bile nodüllerde büyüme olabilmektedir (28, 29).
2-Karaciğer Tutulumu
Aktif RA’de karaciğer enzimlerinde özellikle serum glutamik oksaloasetik transaminaz
ve alkalen fosfatazda yükselmeler görülebilir (26). Romatoid İnflamasyonun kontrol altına
alınmasıyla
karaciğer
enzimlerindeki
yükseklik
normale
döner.
Nonsteroidal
anti
inflamatuar(NSAI) ilaç kullanımı ile karaciğer enzimlerinde yükseklik görülebilirse de
genellikle ilaç kesildikten sonra normale döner ve nadiren ciddi karaciğer bozukluğuna yol
açar. Felty sendromunda hastaların % 65’inde karaciğer tutulumu vardır. Bu sendromda
karaciğer enzimleri normal olsa bile histolojik bozukluklar olabilir (30).
3-Hematolojik Anormallikler
RA’de eklem tutulumunun şiddeti ile ilişki gösteren çok nedenli bir anemi görülür.
Anemi genellikle normokrom, normositerdir. Demir kullanımının bozulması, inefektif
eritropoez, eritropoietin seviyesinde ve kemik iliğinin eritropoietine duyarlılığında azalma,
eritrosit yaşam süresinin kısalması, lenf düğümlerinde eritrosit fagositozunun artması anemiye
12
katkıda bulunan sebeplerdir (31). Ayrıca tümor nekrozis factor alfa(TNF-alfa), interlökin 1
beta, interlökin 6(IL 6) gibi proinflamatuar sitokinlerin, kemik iliğindeki eritrosit öncülleri
üzerine direk etki ederek RA’de anemi gelişmesi üzerinde önemli rol oynadığı gösterilmiştir
(32, 33). Tedavide eritropoetin uygulanması ile hastalık aktivitesinin etkilenmeden kırmızı
küre sayısının arttığı görülmüştür (34).
Trombositoz aktif RA’de sık görülür. Trombositozun derecesi aktif sinoviti olan
eklem sayısıyla ilişkilidir. Mekanizması tam olarak anlaşılamamıştır. Ancak trombositoz
trombotik olayalarda artışa yol açmadığı gibi neoplaziye de işaret etmez (31) .Trombositopeni
RA’de nadir görülür ve genellikle ilaçlara ya da Felty sendromuna bağlıdır. RA’de
koagülasyon inhibitörlerinde artma ve nadir olarak da hiperviskozite görülebilir.
Hiperviskozite sendromu daha çok RF yüksekliğinde ortaya çıkar ve damarlarda tıkanmayla
birlikte nörolojik komplikasyonlara yol açabilir (31).
RA’de görülen eozinofilinin patogenezi tam olarak anlaşılamamıştır. İmmün
komplekslerin eozinofiller için kemotaktik olduğu ve sitokinlerin eozinofil yapımını uyardığı
bilinmektedir. Eozinofili genellikle yüksek RF titresi, artmış serum gama globülinleri ve
azalmış serum komplemanları ile birliktelik gösterir. Altın tuzları başta olmak üzere tedavide
kullanılan bazı ilaçlar da eozinofiliye yol açabilir. RA’de görülen pulmoner komplikasyonlar
eozinofili ile ilişkilendirilmiştir (35).
Aktif RA hastalarında lenfadenopati sıktır ve genellikle aksiller, inguinal ve
epitroklear bölgelerde görülür. Bu lenfadenopatiler genellikle mobildir ve hassas değildirler.
Hastalık aktivitesi kontrol altına alındıkça lenfadenopati de geriler. Lenfadenopati sıklıkla
Felty sendromu olmasa bile splenomegali ile birliktedir. Aktif RA’li hastaların klinik olarak
% 5-10’unda radyonüklid inceleme ile de %58’inde splenomegali saptanmıştır (36).
4-Akciğer Tutulumu
RA’de akciğer tutulumu sıktır buna rağmen klinik bulgular siliktir. Erkekler
kadınlardan daha fazla etkilenir. Plevral tutulum sık görülen tutulumlardan biridir ve
genellikle asemptomatiktir. Otopsi çalışmalarında hastaların % 50’sinde plevral tutulum
olduğu rapor edilmiştir (37).
13
Plevra sıvısı hücre sayısı düşük transüda şeklinde olabileceği gibi, genellikle lenfosit
hakimiyetinde hücre artışıyla seyreden eksüda şeklindedir. Plevral sıvıdaki glukoz sıklıkla
düşüktür. Plörezi ve plevral efüzyon hastaların % 25’inde bilateraldir. Spontan olarak
gerileyebilir (31). Parankimal pulmoner
nodüller, yaygın sinoviti ve nodülleri olan
seropozitif
hastalarda görülür ve genellikle asemptomatiktir. Periferal yerleşimlidirler ve çapları
1cm’den 6-8cm’e kadar değişir. Kaviteleşebilir, plevral efüzyona ve bronkoplevral fistüle
neden olabilirler. Parankimal pulmoner nodüllerde ayırıcı tanı için eksizyonel biyopsi
yapılması gerekebilir. Hastalığın kontrol altına alınmasıyla nodüller sıklıkla geriler (31).
RA’de parankimal tutulum için en klasik örnek diffüz interstisyel fibrozistir. İlk kez
1948’de tanımlanmıştır (38). En yaygın bulgu, PA Akciğer grafisinde bilateral baziller
interstisyel tutulumdur ve genellikle asimetriktir. Tutulum yama tarzı alveolar infiltrasyon
şeklinde başlar, daha sonra retikülonodüler paterne ilerler (39). Kliniği idiyopatik akciğer
fibrozu ile aynıdır. Erkek, seropozitif ve nodülü bulunan hastalar ile sigara içen hastalarda
daha sık görülür (40). Romatoid pulmoner fibrozisin patogenezi, inflamatuar mediatörlerin
üretimi, HLA-DRB1 0405 ve HLA-B 40 gibi HLA genlerinin varlığı ve alfa-1 antitripsin
fenotipi gibi RA ile ilgili olmayan faktörlere bağlıdır (41,42).
RA’de akciğer tutulumunun seyrek görülen diğer şekilleri arasında; hızlı ilerleyen ve
kötü seyirli obliteratif bronşiolit, kömür tozları ile çalışan işçilerde görülen pulmoner nodül ve
pnömokonyoz ile karakterize Kaplan sendromu, romatoid vaskülit sonucu gelişen nadir
görülen ve ağır prognozla seyreden izole pulmoner arterit sayılabilir (31). Ayrıca RA
tedavisinde kullanılan metotreksat, D penisilamin ve parenteral altın gibi ilaçlar da akciğer
komplikasyonlarına yol açabilirler (43).
5-Göz Tutulumu
RA’de en sık görülen göz tutulumu %10-35 oranla keratokonjonktivitis sikkadır.
Hastalık şiddeti ile ilişki göstermez ve tedavisi semptomatiktir. Bir diğer tutulum episklerittir
ve hastalık şiddeti ile ilişkilidir, selim seyirlidir ve tedavisiz iyileşir. Daha nadir görülen
sklerit, nodüler, diffüz ve nekrotizan şekilde karşımıza çıkar, kötü seyirlidir ve görmeyi
etkiler. Romatoid vaskülit, subkutan nodül, perikardit, ilerlemiş ve 16 aktif hastalıkla ilişkili
bulunmuştur. RA kontrol altına alınsa bile ilerleyebilir. Zaman içerisinde skleromalazi ile
sonuçlanabilir. RA’de görülen diğer göz tutulumları arasında üveit, episkleral nodülozis,
14
ülseratif keratit sayılabilir. Diğer nadir görülen bir komplikasyon da üst oblik kasın
tenosinoviti sonucu diplopiye yol açan Brown sendromudur (31).
6-Nörolojik Tutulum
RA hastalarında sinir kompresyonu ve periferik tuzak nöropatileri sık görülür. Bu tür
nöropatiler, hastalığın süresi veya aktivitesinden ziyade lokal sinovitin şiddetiyle ilgilidir. En
sık median, ulnar, posterior tibial ve radial sinirin posterior interosseoz dalı tutulur. Tanı
klinik semptomlar ve nörolojik bulgularla konur. Karpal tünel veya tarsal tünel üzerinde
yapılacak olan perküsyonla semptomlar ortaya çıkar (Tinel işareti). Sinirlerin tutulumuna
bağlı olan ağrı ve paresteziler noktürnal şiddetlenme ve çevreye yayılım gösterebilir (31).
Odontoid proçes ya da C1 transvers ligamentinin erozyonuna bağlı olarak
atlantoaksial subluksasyon görülebilir ve odontoid proçesin posteriora kaymasıyla servikal
miyelopatiye yol açabilir (41). Subaksiyal servikal vertebra tutulumu ile subluksasyon,
spondilodiskitis ve apofisyal eklem değişiklikleri meydana gelerek ağrı ve nörolojik
semptomlar ortaya çıkabilir. Servikal, torasik ve lomber vertebralardaki ekstradural nodüller
sinir köklerine bası yaparak miyelopati yapabilirler (31).
İnme, epilepsi, hemoraji, ensefalopati ve menenjit ile kendini gösteren santral sinir
sistemi tutulumu ise serebral vaskülit ve koroid pleksus ile duradaki romatoid nodüller
ve/veya amiloidozis sonucu ortaya çıkar (44).
7-Böbrek Tutulumu
RA’de genellikle böbrek tutulumu görülmese de düşük dereceli membranöz
nefropati, glomerulit, vaskülit ve sekonder reaktif amiloidoz tanımlanmıştır. Hastaların renal
biyopsisinin yapıldığı bir çalışmada en yaygın histopatolojik bulgunun mesengial
glomerulonefrit, nefrotik sendromu olanlarda ise en yaygın amiloidozis olduğu görülmüştür
(45). Ayrıca RA’de altın tuzları, siklosporin, D-penisilamin ve NSAI kullanımına bağlı olarak
da böbrek tutulumu gelişebilir. RA’de hastaların %25’inde mikroalbüminüri saptanmıstır ve
hastalık aktivitesi ile ilişkili olabileceği düşünülmüştür (46).
8-Amiloidozis
15
RA’in nadir görülen bir komplikasyonudur. Kronik aktif inflamasyona sekonder
olarak sistemik amiloidozis görülür (47). Aktif RA’li hastaların serumlarında amiloid A
protein konsantrasyonunun arttığı görülmüştür (48). Sistemik amiloidoz böbrek, barsak,
karaciğer, kalp ve cilt gibi tüm organları tutabilir ve kötü prognozludur. RA’deki amiloidozda
böbrek tutulumu en göze çarpan tutulum, proteinüri de en sık bulgudur ve hastaların %
70’inde görülür (49).
9-Kas Tutulumu
RA’de görülen kas zayıflığı, genellikle eklem inflamasyonuna sekonder gelişen kas
atrofisine bağlıdır. Ayrıca beslenme problemleri, medikasyon ve nörolojik disfonksiyon da
buna katkıda bulunur. Nadiren inflamatuar miyopati de görülür ve serum kreatin fosfokinaz
(CK) düzeyinde yükselme olabilir. Bu durumda kas liflerinde dejenerasyonla seyreden
hücresel infiltrasyon görülebilir. RA’de görülen kas tutulumları daha çok sekonder olup
ilaçlara bağlıdır. D-penisilamine bağlı yaygın polimiyozit, kronik steroid kullanımına bağlı
kas atrofisi veya hidroksiklorokine bağlı nöromiyopati gelişimi buna örnek olarak
gösterilebilir (31).
10-Romatoid Vaskülit
RA’de görülen birçok klinik bulguların temelinde küçük damar vasküliti rol oynar.
Subklinik vaskülit daha çok seropozitif hastalarda yaygındır ve bu hastalardan yapılan cilt
biyopsisinde immün depozitler saptanmıştır. Subklinik vaskülitin uzun dönem etkileri
bilinmemektedir.
Ekstremiteler ve periferik sinirlerdeki damarlarda belirgin olmak üzere küçük ve orta
çaplı arterlerin inflamasyonu sık görülür. Bu hastalarda HLA-DRB1 ‘in pozitiflik oranı
vasküliti olmayan hastalara göre daha yüksektir (50). Patolojik olarak erken dönemde damar
duvarında fibrinoid nekroz ve inflamatuar hücre infiltrasyonu, geç dönemde ise arter
duvarında fibrozis, oklüzyon ve rekanalizasyon görülebilir.
Sistemik vaskülit ise daha nadir olup genellikle 10 yıldan uzun sürmüş olan RA
hastalarında görülür. Nadiren hastalığın başlangıcında mevcuttur. Erkekler kadınlardan daha
sık etkilenir. Bu hastalar destrüktif eklem hastalığı, romatoid nodüller ve yüksek titrede RF
pozitifliği ile daha ağır hastalık kliniğine sahiptirler. Küçük damar vasküliti daha çok cildi
16
tutar ve tınak yatağında infarkt, parmak uçlarında gangren ve bacak ülserlerine neden olur.
Kinik hastaların çoğunda bu belirtiler ile sınırlı kalır.
Vaza nervorumların tutulması sonucu distal sensoriyal nöropati, daha seyrek olarak
sensorimotor nöropati ve mononöritis multipleks görülür. Venlerin tutulması sonucu palpabl
deri purpuraları, daha büyük damarların tutulması sonucu mezenter veya serebral arterit
gelişebilir (31).
Romatoid vaskülit görülen hastalar yüksek serum RF titreleri, düşük serum
komplemanı, kriyoglobulinler ve dolaşan immün komplekslere sahiptirler. Ayrıca eritrosit
sedimentasyon hızında artma, anemi, trombositoz ve düşük serum albümini tespit edilir (51).
11-Kalp Tutulumu
RA’deki kalp tutulumu değişik sekillerde olmakla birlikte, genellikle klinik olarak
belirgin kalp hastalığına yol açmaz (52). RA’de görülen kardiak tutulum şekilleri, perikardit,
miyokard disfonksiyonu, koroner arterit, iletim sistemi tutulumu, kalp kapak tutulumu, aortit
ve pulmoner hipertansiyondur (53, 54). RA vaskülit, nodül formasyonu, amiloidoz, serozit,
valvulit ve fibrozis mekanizmalarıyla kardiak hastalığa yol açar (55).
V.Laboratuvar
RA’ya özel bir laboratuvar testi yoktur. Hastalığın başlangıç evresinde, seyrinde,
kronik dönemde labarotuvar değerleri farklı olabilir. Verilen tedavi laboratuar değerlerini
değiştirebilir. Başlangıç döneminde karaciğer, böbrek ve metobolik fonksiyonları gösteren
testler genelde normaldir. Kan tablosuna bakıldığında hafif, normositik veya mikrositik anemi
saptanabilir. Normal dağılımlı hafif lökositoz ve trombositoz bulunabilir. Hastalarda eritrosit
sedimantasyon hızı yüksek, CRP (C reaktif protein) pozitiftir. Hastalığın sürecine bağlı olarak
değişen röntgen bulguları vardır. RF (romatoid faktör; IgG’nin Fc fragmanındaki antijenik
belireyicilere karşı oluşan antikorları tanımlar) başlangıç döneminde hastaların %70’inde
pozitiftir. RF negatif olan hastalar seronegatif olarak kabul edilir. Başlangıçtan itibaren var
olan yüksek titrede RF pozitifliği ağır klinik seyrin bir göstergesidir. İleri dönemdeki
17
laboratuvar bulguları komplikasyonlara bağlı olarak farklılık gösterebilir. Anemi daha
derinleşebilir, ek olarak folik asit ve B12 eksikliği de olabilir. Trombositoz belirginleşebilir.
Sedimantasyon yüksekliği ve CRP pozitifliği mevcuttur. Felty sendromuna bağlı olarak
nötropeni olabilir. İleri dönem hastalarda karaciğer enzimleri ve alkalen fosfataz yüksektir.
Hastalık kontrol altına alındığında enzimler normale döner. RA’da RF ve ANA (anti nükleer
antikor) dışında anti endotel, anti kardiyolipin, anti Ro, anti keratinize endotel, anti
perinükleer faktör, anti RA33 ve anti Sa antikorları bulunabilir (56, 57, 58).
VI.Radyolojik Bulgular
En erken radyolojik değişiklikler: tutlan eklem çevresinde simetrik yumuşak doku
şişliği, juksta-artiküler osteoporoz ve erezyonlardır. Geç dönemde yumuşak doku şişliği
azalır, eklem aralığı daralır ve juksta-artiküler osteoporoz diffuz osteoporoza ilerler. Ellerde
düğme iliği ve kuğu boynu deformiteleri görülür. Radioulnar eklemde erozyon gelişebilir.
Ayaklarda metatars başlarında erozyon olur. Diz grafilerinde kıkırdak kaybı ve erozyonlar
tespit edilir. Kalça grafilerinde kalçanın asetabuluma doğru yaklaşmış olduğu ve erozyonlar
görülür. Omuzda eklem aralığında daralma, erozyon ve sinovyal kistler görülebilir (57, 58).
VII.RA’da Ayırıcı Tanı
Poliartrit semptomlarıyla gelen bir hastada iyi bir anamnez ve fizik muayene en
önemli tanı araçlarıdır. Eklem yakınmalarıyla başvuran bir hastada ilk olarak mekanik mi?
Osteoartroz veya iltihabi bir olaya mı bağlı olduğu araştırılmalıdır. Romatoid artrit ayırıcı
tanısında en sık karşılaşılan hastalıklar içinde osteoartroz, still hastalığı, seronegatif
spondiloartropatiler, polimiyaljiya romatika, palindromik romatizma, viral enfeksiyonlar,
kalsiyum pirofosfat birikimi (kondrokalsinosis) ve diğer kollajen doku hastalıkları gelir. (59,
60, 61)
VIII.Yaklaşım ve Tedavi
RA tedavisi son 10 yıl içinde büyük değişikliğe uğramıştır ve birçok yeni ilaç
kullanıma girmiştir. Bu dönem süresince hastalığın erken tanınıp tedavi edilmediğinde
18
ilerlediği ve kalıcı eklem hasarına neden olduğu anlaşılmıştır. Bu açıdan dikkat adilmesi
gereken üç nokta vardır:
- Erken tanı
- Prognostik faktörlerin belirlenmesi
- Erken ve agresif tedavi
Erken tanı sonucu; ilk iki üç ayda tedavisine başlanan hastada, hastalığın ilerleyişi
durdurulup kalıcı eklem hasarları engellenmiş olur.
Hastalarda prognostik faktörler belirlenip tedavi buna göre başlandığında daha iyi
sonuçlar alınmaktadır. Kötü prognostik faktörler; erken ve yaygın sinovit, eklem erozyonu,
eklem dışı bulgular, RF pozitifliği, sabah sertliğinin süresi, aile hikayesinin bulunması olarak
sayılabilir (22, 25, 62, 63).
RA’da kullanılan ilaçlar:
Tedavide non steroid antiinflamatuar ilaçlar, anti malaryal ilaçlar, kortikosteroidler
ve hastalığın seyrini değiştiren (DMARD) ilaçlar kullanılmaktadır (64).
1-Non steroid antiinflamatuar ilaçlar (NSAID):
Bilinen ilk NSAID aspirin’dir. William Osler tarafından ilk kez 1892’ de RA
tedavisinde kullanılmıştır. Aspirin’den sonra ilk kez 1950 yılında bir NSAID olan İbuprofen
sentezlenmiştir. Bunu hızlı bir şekilde diğerleri takip etmiştir. Etki Mekanizması: NSAI’lerin
temel
etki
mekanizması
siklooksijenaz
yolunu
inhibe
ederek
araşidonik
asitin
endoperoksitlere, prostaglandinlere (PG) ve Tromboksan A2’ye dönüşümünü engellemektir.
Böylece inflamasyonu önleyip ağrıya karşı etkili olurlar. Analjezik etkileri periferaldir.
Kimyasal olarak uyarılmış siniri baskılarlar, bloke etmezler. Ayrıca antipiretik etkileri vardır.
Aspirin COX’u geri dönüşümsüz olarak asetilleyerek inhibe ederken diğer NSAID’ler doza
bağımlı olarak geri dönüşümlü inhibe ederler. COX enzimi değişik dokulardan farklı miktarda
elde edilebildiğinden her dokunun NSAID’lere duyarlılığı farklıdır. Dolayısıyla her hastanın
farklı ilaca yanıtı farklı olacağından istenen etki alınıncaya kadar birkaç farklı NSAID
19
denenebilir. NSAID’ler genelde her RA hastasına uzun süreli olarak kullanılmasına karşın,
hastalığın seyrini değiştirmezler. NSAID’ler karaciğerde metabolize edilir ve metabolitleri
renal yolla atılır. En sık gastrointestinal sistem (GiS) yan etkileri ve nefrotoksik etkileri vardır
(65, 66, 67).
2-Metotreksat (MTX):
MTX folik asit antogonistidir. Yüksek dozlarda folik asidin dihidrofolat redüktaz ile
reaksiyonunu önleyerek DNA yapımını baskılar. İmmunsupresif bir ilaçtır. Romatolojide
kullanılan düşük dozun antiinflamatuvar etkisi muhtemelen başka yollarla olmaktadır.
Granülositlerin çeşitli fonksiyonlarını baskılayarak antiinflamatuvar etki gösterir. En sık
kullanılan DMARD’tır. Hastalığın seyrini değiştiren bir ilaçtır. RA’da inflamasyon ve
erozyonları yavaşlattığı bazı durumlarda durdurduğu gösterilmiştir. Sitostatik etkileri vardır.
Oral, IM, IV, subkutan kullanım şekilleri mevcuttur. Düşük dozun oral yolla emilimi oldukça
iyidir (%60). Kombine tedavide etkileri daha da iyidir. Yeterli serum düzeyine 1-2 saatte
ulaşır ve yarılanma ömrü 6-8 saattir. Karaciğerde metabolize olur. Kendisi ve metabolitleri
%80 idrarla atıldığından böbrek yetersizliğinde etkisi artar. GİS, akciğer, karaciğer ve kemik
iliği yan etkileri olduğundan aralıklı olarak hastalar kontrolden geçirilmelidir. Diğer ilaçlarla
etkileşime girmez. Ülkemizde 2.5 mg’lık tabletleri, 5 ve 50 mg’lık ampulleri vardır. RA’da
dozu haftada bir gün 7.5- 15 mg’dır. Gerektiğinde yüksek dozlara (20 mg) çıkılır (68, 69, 70).
3-Anti malaryal ilaçlar:
Hidroksiklorokin ve klorokin bu gurupta kullanılan ve iyi sonuçlar alınan ilaçlardır.
Etkileri tam olarak bilinmemekle beraber; fosfolipaz A2’yi baskılaması, nötrofil
kemotaksisini ve fagositozunu engellemesi, immun kompleks oluşumunu engellemesi gibi
etkileri olduğu düşünülmektedir. Ülkemizde üretimleri yoktur, sıtma savaş derneklerince
temin edilmektedir. Hidroksiklorokinin 200mg’lık, klorokinin 250 mg’lık tabletleri vardır.
Günlük doz ortalama 4-6 mg/kg’dır. Ağız yoluyla alındıktan sonra hızla emilip dokulara
geçer. Çoğunluğu karaciğerde metabolize edilir ve %30’luk kısmı idrarla değişmeden atılır.
RA’da klinik ve laboratuvar olarak etkili oldukları gösterilmiş, ancak radyolojik olarak
erozyonları önleyemedikleri anlaşılmıştır. Organ tutulumuna da fazla etkileri yoktur. Deri
döküntüsü, GiS problemleri, retinopati, başağrısı gibi yan etkileri vardır. Gebelikte
kullanılabilir olmaları avantajdır (68, 69).
4-Sulfosalazin:
20
Bu ilaç 1930 yılında romatizma tedavisinde kullanılmak üzere bir antibiyotiğin
(sulfapiridin) ve bir antiinflamatuar ilacın (salisilik asit) birleşmesi ile oluşmuştur. Etkisi tam
olarak bilinmemektedir. RA’da etkinliği d-penisilamin ve altın tuzlarına eşdeğerdir. Klinik ve
Laboratuvar iyileşmenin yanısıra erozyon oluşumunu da yavaşlattığı görülmüştür. Etki
tedaviden bir iki ay sonra görülmeye başlar. 500 mg’lık tabletleri vardır. Tedavi edici doz 1-2
gr’dır. Kombine tedavide yüz güldürücü sonuçlar alınmıştır. GİS şikayetleri ve deri
döküntüsü yapabilir. Kemik iliğini baskılayabilir. İlaç kesilince düzelen azospermi yapabilir.
(71, 72)
5- Kortikosteroidler:
Kortikosteroidler (KS) 1950 den beri kullanılmakta olup bu ilaçlara çok iyi sonuç
veren hastalar vardır. Antiinflamatuvar ve immun supresif etkileri nedeniyle RA tedavisinde
kullanılırlar. Hücre içine girdikten sonra (steroid-reseptör kompleksi) DNA’ya bağlanır ve
bazı
genlerin
transkripsiyonunu
uyarır.
Lipokortin
B
transkripsiyonu
uyarılan
proteinlerdendir. Lipokortin B, fosfolipaz A2 enzimini inhibe ederek prostaglandin ve
lökotrien sentezini inhibe eder. Ayrıca nötrofillerin endotele yapışmasını ve inflamasyon
alanına kemotaksisi azaltır. Böylece birkaç saat-birkaç gün içinde inflamasyon baskılanır.
Aktif RA’lı hastalarda düşük doz KS tedavisi (15 mg/gün prednisolon) inflamasyona bağlı
semptom ve bulguların baskılanması kısa ve orta vadede plasebo ve NSAID’lere göre
üstündür. Aktif RA’da doz arttırılabilir, gerektiğinde pulse steroid tedavisi verilebilir. Ancak
kronik kullanımda çok fazla yan etkileri olduğundan (tüm vucut sistemlerini etkileyen)
hastayı kontrol altında tutan en düşük doz verilmelidir. Hastalara tuzsuz diyet önerilmeli ve
mide koruyucu tedavi verilmelidir. 3 aydan fazla kullanan hastalara Ca ve Dvit desteği
yapılmalıdır. 6 aydan sonra alendronat eklenmelidir. İlaç başlanmadan önce eşlik eden başka
hastalıkların olup olmadığı göz önünde bulundurulmalıdır (73, 74, 75).
6-Diğer ilaçlar:
RA’da kullanılan başka ilaçlar da vardır. Ancak ülkemizde bu ilaçların çoğu
üretilmemektedir ve hastaların temin etmesi oldukça zordur. Bunların bir kısmında yeterli
klinik deneyim yoktur, bilimsel çalışmalar devam etmektedir. Bir kısmı da hastane şartlarında
kontrollü verilecek ilaçlardır.
a- Azotiyopirin: Pürin amoloğu olup DNA sentezini engeller ve lenfosit çoğalmasını
baskılar. İmmun supresif etkisi yanında antiinflamatuvar yan etkisi de vardır.
21
Karaciğerde aktif metaboliti olan 6-merkaptopürine dönüşerek etki eder. İdrarla atılır.
Romatoid artritte diğer uzun etkili ilaçlar kadar etkilidir. Önemli kemik iliği yan
etkileri vardır. Düzenli kontrol gerekir (69).
b-
Altın preparatları: Ülkemizde bulunmayan bu ilaçların anti mikrobiyal, iltihabi
supresyon ve enzim inhibisyonu gibi etkileri vardır. Klinik ve laboratuar iyileşmeye ek
olarak radyolojik iyileşmeyi de sağlar. GİS, dermatolojik, kemik iliği ve nefrotoksik
yan etkileri vardır (68, 71).
c- Leflunamid: RA tedavisi için geliştirilmiş pirimidin sentez inhibitörü olan yeni bir
immunomodülatör ilaçtır. Etkisini pirimidin sentezinde rol oynayan dihidrooratat
dehidrogenaz enzimini inhibe ederek gösterir. Bu yolla RA patogenezinde temel rol
oynayan T hücrerelerinin proliferasyonunu önler. Leflunamid oral alımından sonra
enterohepatik sirkulasyonla aktif metabolite dönüşür. Kararlı plazma düzeyi için 2-3
hafta gerektiğinden başlangıçta yükleme dozu verilir. Kulanımı sırasında belirli
aralıklarla karaciğer fonksiyon testleri kontrol edilir. Kombine tedavide kullanılabilir.
Diğer DMARD’lar ile kulanımı ile ilgili çalışmalar devam etmektedir (76, 77).
d- Etanercept: TNF alfa’ya bağlanarak onların reseptörlerine bağlanmasını bloke eden
bir TNF reseptör füzyon proteinidir. Yarılanma ömrü 5 gün kadar olduğundan haftada
iki kez subkutan olarak kullanılır. Orta veya şiddetli derecede aktif RA’da kullanılır.
Fırsatçı enfeksiyon ve otoantikor oluşması gibi yan etkileri vardır (78).
e- İnfliksimab: (monoklonalTNF alfa antikoru) Hem dolaşımdaki hem de membrana
bağlı TNF alfa’yı güçlü bir şekilde bağlar. Paranteral yolla uygulanır. Yarılanma ömrü
9 gün kadardır. Etanercept’te olduğu gibi fırsatçı enfeksiyon ve otoantikor oluşması
gibi yan etkileri vardır (79).
f- Anakinra: Amerika’da FDA tarafından diğer DMARD’lara cevap vermeyen ve ağır
bir seyir gösteren hastalar için onaylanmış rekombinant IL-1 reseptör antogonistidir.
Tek başına veya MTX ile kombine kullanılabilir. Günde tek doz subkutan enjeksiyon
olarak kullanılır (80).
22
g- Siklosporin: Tolypocladium inflatum Gams. Adlı fungustan elde edilen 11 amino
asitli siklik bir polipeptidtir. İmmunsupresif bir ilaçtır. DNA sentezini bozarak T
lenfositlerini selektif bir şekilde inhibe eder. RA’da diğer ilaçlara cevap vermemiş
dirençli hastalarda kullanılır. Yapılan çalışmalarda DMARD’lar kadar etkin olduğu
gösterilmiştir. Yan etkileri fazla olduğundan ilk tercih ilaçlar arasında değildir (81,
82).
h- Biyolojik ajanlar: RA etyopatogenezinin daha iyi anlaşılması ve biyoteknolojideki
gelişmeler sonucu RA tedavisi için biyolojik ajanların kullanımı yönünde önemli
gelişmeler olmuştur. RA’da kullanılabilecek biyolojik ajanlar; hücresel işlevlerin
baskılanması, sitokin/reseptör işlevlerinin baskılanması, İmmun cevabın TH1’den
TH2’ye çevrilmesi, üç moleküllü kompleksin (TCR/peptid/MHC ) inhibisyonu,
apapitoz/büyüme faktörü ile ilgili tedaviler olarak kısaca bahsedilebilir (83).
RA’de Kombine Tedavi
RA tedavisinde, tek bir ilaçla sürekli ve başarılı bir etki nadiren sağlanır. Bu ilaçlar
bir zaman sonra, başlandıkları andaki etkilerini yitirmektedirler. Buna bağlı olarak hastalık
reaktive olmakta veya ilerlemesine devam etmektedir. Yapılan çalışmalar kombine tedavinin
tekli veya ikili tedaviden daha üstün olduğunu göstermiştir. Yeni çıkan biyolojik ajanlar da bu
kombinasyon içinde yer almaya başlamışlardır.
RA’li her hastada aynı ilaç aynı doz diye bir tedavi şekli yoktur. Bu tamamen
hastaya göre, hastalığın aktivitesine göre karar verilecek bir durumdur. Ancak tanı alan bir
hastada tedavinin amacını düşünürsek; ağrının giderilmesi, hastalığın kontrol altına alınması,
eklem erozyonlarının ve sistemik komplikasyonların gelişmesinin engellenmesi gibi, o zaman
tedavide ağrı kesici, hastalığı modifiye edici, uzun etkili ve hatta biyolojik bir ajan olması
gerekmektedir.
Uzun etkili ilaçların tek başına kullanımı, hem klinik bulguların baskılanmasında,
hem de radyolojik ilerlemenin durdurulmasında genellikle yetersiz kalmaktadır. Bu nedenle
bugün için etkili tedavi, erken dönemde yoğun bir ilaç kombinasyonu ve remisyon
sağlandıktan sonra ilaçların azaltılmasıdır (step-down yaklaşımı). Metotreksat-Sulfosalazin23
Hidroksiklorokin etkinliği kanıtlanmış ve sık kullanılan bir kombinasyondur. Ayrıca
Metotreksat-Etanercept ve Metotreksat- Leflunomid kombinasyonlarının da tek başına
MTX’dan daha etkili olduğu gösterilmiştir (84, 85, 86).
OSTEOARTRİT
I.Osteoartrit Patogenezi
Osteoartritin patogenezi konusundaki görüşler her geçen gün değişmektedir.
Yakın zamana kadar osteoartrit yaşlanmanın kaçınılmaz bir sonucu olarak gelişen ve temel
patogenetik mekanizmanin ‘aşınma ve yırtılma’ olduğu öne sürülen dejeneratif bir hastalik
olarak değerlendirilmekteyken, günümüzde çeşitli biyokimyasal ve mekanik etkenlerle
tetiklenen yıkım ve onarımın bir arada bulunduğu metabolik olarak aktif, dinamik bir proçes
olarak düşünülmektedir. Osteoartritin moleküler patogenezi tam olarak bilinmemektedir.
Ancak çeşitli genetik, çevresel, metabolik ve biyomekanik faktörlerin patogenezde katkısının
olduğu düşünülmektedir. Osteoartritte kıkırdağın progresif kaybına aynı zamanda kıkırdaktaki
onarım çabaları, subkondral kemiğin sklerozu ve remodeling ile çoğu olguda subkondral
kistler ve marjinal osteofitler eşlik eder. Osteoartrit genellikle ellerde, ayaklarda, dizlerde,
kalçalarda ve omurgada görülürse de her sinoviyal eklemi tutabilir. Osteoartrit genelde
bilinmeyen bir nedenle başlar (primer veya idiyopatik osteoartrit). Daha az sıklıkta ise bir
eklem travması, infeksiyon veya herediter, gelişimsel, metabolik ve nörolojik hastalıklar
sonucu sekonder olarak gelişir. Osteoartritte görülen en erken histolojik değişiklikler
kıkırdağın yüzeyel tabakasından geçiş tabakasına doğru uzanan fibrilasyon ve çatlaklar,
tidemark vaskülarizasyonun ve subkondral kemiğin remodelingidir. Eklem kıkırdağının
yüzeyel tabakalarında ortaya çıkan lokalize fibrilasyon ve ayrılmalar osteoartritin gözle
görülebilen en erken belirtisidir. Hastalık ilerledikçe eklem yüzeyinin daha büyük bölümü
pürtükleşir ve düzensizleşir, flbrilasyon gittikçe derinleşerek sonunda subkondral kemiğe
ulaşır. Kıkırdaktaki çatlaklar ve yırtıklar derinleştikçe flbrilasyona uğramış kıkırdağın
yüzeydeki uçları yırtılır ve eklem boşluğunda serbestçe dolaşan parçaların kopmasına ve
kıkırdak kalınlığının azalmasına yol açar. Sonunda eklem kıkırdağının gittikçe kaybolması
kemiğin açıkta kalmasına neden olur. Osteoartritte eklem kıkırdağının gittikçe azalmasından
sorumlu mekanizmalardan bir çoğu bilinmemektedir.
24
Son yıllarda elde edilen bulgular, osteoartritteki kıkırdak yıkımında dokuda yüksek
oranda bulunan matriks metalloproteazlarının anahtar bir rol oynadığına işaret etmektedir.
Metalloproteazlar hücre dışında faaliyet gösteren ve nötral pH’da etkili olan ve aktif
bölgelerinde çinko atomu taşıyan enzimlerdir. Bu enzimler birlikte ekstrasellüler matriksin
bütün komponentlerini parçalayabilirler. Başlıca dört gruba ayrılırlar: Stromelizinler,
kollajenazlar, gelatinazlar ve membrana bağlı matriks metalloproteinazları. Bunların hepsi
inaktif proenzimler şeklinde sentezlenirler ve matriksi parçalamadan önce aktive edilmeleri
gerekir. Bu aktivasyon bazı matriks metalloproteinazlarını da içeren diğer enzimler tarafından
gerçekleştirilir. Örneğin stromelizin, plazmin prokollajenazi aktive eder. Enzimatik
degradasyon hem hasara uğramı, hem de intakt matriks komponentlerini temizlerken daha
önce matriks içinde sıkışıp kalmış olan anabolik sitokinleri de açığa çıkarır ve bunlar matriks
makromoleküllerinin sentezini ve kondrositlerin proliferasyonunu stimüle ederler. Çevreleri
yeni sentez edilmiş matriks molekülleriyle sarılı çoğalan hücre kümeleri veya klonları
kondrositlerin kıkırdak dejenerasyonuna verdikleri cevabın bir belirtisidir. Onarım şeklindeki
bu reaksiyon proteazların katabolik etkilerine karşı çıkar ve dokuyu stabilize edebilir, hatta
bazen tamamen restore edebilir. Onarım cevabı yıllarca sürebilir ve bazı hastalarda OA’in
gidişini en azından geçici olarak geriye döndürür. Çesitli büyüme faktörleri, matriks
makromoleküllerinin (TGF-ß ve IGF-1 gibi) sentezini stimüle eder, proinflamatuvar
sitokinlerin etkilerini ise bloke ederler. TGF- ß (tümör growth faktör beta) kondrositler
tarafından sentez edilir. Büyüme faktörleri ayrıca IL -l’in reseptörlerini down regüle ederek
bu sitokinin yıkıcı etkilerini azaltırlar. OA’te kıkırdağın onarım çabaları olgun doku
komponentleri arasındaki dengeyi kuramaz. Bazı normal komponentler fazla üretilirken,
normalde eser miktarlarda bulunan yeni moleküller ortaya çıkar. Daha spesifik olarak
kıkırdağın orta tabakası ve osteofitlerde kollajen II yoğunluğunda artış ve kollajen I görülür,
kondrosit farklılaşma sahalarında kollajen III belirginleşir.
Bu dönemde yapılan
proteoglikanlarda keratan sülfat zincirlerinde artış ve kondroitin sülfat izomerlerinde
değişiklik vardır. OA’in son dönemlerine kadar bu immatür, fetal agregan üretimi ile
karakterize tamir süreci devam edebilir. Eklem kıkırdağındaki bu progresif kayıp OA’in ağrı
ve fonksiyon kaybı gibi semptomlarına neden olur. Kıkırdaktaki bu kayıp yaşlanmayla
birlikte daha sık görülür. Çünkü matriksteki yaşlanmayla ilgili değişiklikler ve kondrositlerin
anabolik cevabındaki azalma dokunun kendi kendini idame ettirme ve restore etme
kapasitesini azaltır (87-89).
25
II. Kemik Değişiklikleri
Yerleşmiş OA’te radyografilerde sıklıkla subkondral kemik değişikliklerine
rastlanır. Bu değişiklikler eklem kıkırdağındaki hasarın bir sekeli olmaktan çok, artık OA’in
önemli bir sebebi olarak düşünülmektedir. Kıkırdağın bütünlüğünün, altındaki kemik yatağın
mekanik özelliklerine bağlı olduğu bilinmektedir. Bir görüşe göre repetetif mikrofraktürlerden
sonra subkondral kemiğin sertleşmesi kemiğin şok absorbe edici özelliğini kaybetmesine yol
açarak OA’e neden olmaktadır. Subkondral kemik turnoverinin OA’teki rolüne ilişkin indirekt
kanıtlar da vardır. Ayrıca OA ile düşük kemik mineral yoğunluğu ile seyreden hastalıklar
(özellikle osteoporoz) arasında ters bir ilişki vardır (90).
III.İnflamasyonun Rolü
İnflamasyonun OA patogenezindeki rolü hala tartışmalıdır. OA’te inflamatuvar
bir komponent en azından hastaların bazılarında ve bir dönemde olabilir. Örneğin belirgin
sinoviyal hiperplazi ve RA’ten farksız yoğun bir mononükleer hücre infiltratı görülebilir.
Böyle bir tablo daha çok fokaldir ve kıkırdağa komşu sinoviyal dokuda görülür.
İnflamasyonun şiddeti ile kıkırdak kaybı arasında bir ilişki vardır. İnflamasyon IL-1 gibi
inflamatuvar sitokinlerin ve dolayısıyla kıkırdağı yıkan kollajenaz ve stromelizin gibi matriks
metalloproteazlarının ve plazminojen aktivatörleri ve prostaglandinlerin salınımına neden
olarak kıkırdak kaybına yol açar. Bir hayvan çalışmasında intra-artiküler IL -1
uygulanmasının kollajenaz ekspresyonunu azaltmak suretiyle OA gelişimini önlediği
gösterilmiştir. OA patogenezinde substance P’nin de yer aldığına ilişkin görüşler vardır. OA’li
hastaların sinoviyal membranlarında ve sıvısında substance P bulundugu gösterilmiştir.
Sinoviyal dokudaki infiamatuvar değişikliklere cevap olarak sinoviyadaki nöronlardan
salgılandığı düşünülmektedir. Substance P’nin inflamatuvar hücreleri ve sinoviyositleri aktive
ettiği IL-1 sekresyonunu stimüle ettiği ve bu sitokinin etkilerini artırdığı gösterilmiştir (89).
26
İNSULİN DİRENCİ
İnsülin karaciğerde glikoneogenezi ve glikojenolizi inhibe ederek, hepatik glukoz
üretimini baskılar. Ayrıca glukozu kas ve yağ dokusu gibi, periferik dokulara taşıyarak,
glikojen olarak depolanmasını ya da enerji üretmek üzere, okside olmasını sağlar. İnsülin
direnci, insülinin glukozu hücre içine gönderme etkisinin azalması veya kaybolması olayıdır.
Bu olay sonunda kanda artan glikoz, insülin salgılama mekanizmasını uyarır. Böylece
hiperglisemi ve hiperinsülinemi birlikte oluşur. Bu özellik insülin direncinin en göze çarpan
tablosudur. İnsülinin karaciğer, kas ve yağ dokusundaki etkilerine karşı direnç oluşarak,
karaciğer kaynakli glukoz yapimi artar. Kas ve yağ dokusuna insülin aracılığıyla olan glukoz
alımı azalır.
İnsülin direnci kavramını ilk kez 1936’da Himsworth insüline duyarlı ve insüline duyarlı
olmayan iki diyabetik hastanın bulunduğunu ileri sürerek gündeme getirmiştir. Reaven
1988’de obesite, diyabet, hipertansiyon, hiperlipidemi ve aterosklerotik kalp hastalıklarının
aynı
hastada
bulunmalarını
gözlemleyerek
bunların
aynı
metabolik
bozukluktan
kaynaklandığını ileri sürmüştür. Daha sonra Reaven insülin direnci, hiperinsülinemi, obezite,
glukoz tolerans bozukluğu, hipertrigliseridemi, azalmış HDL kolesterol konsantrasyonu,
hipertansiyon ve koroner arter hastalığından oluşan insülin direnci sendromunu (sendrom X’i)
tarif etmiştir (91).
Bir hormona direnç oluşması 4 şekilde olabilir:
1-Reseptör duyarlılığının azalması
2-Reseptör yapımında genetik bozukluk
3-Antireseptör antikor oluşması,
4-G protein yapımında bir bozukluk olması
27
Son yıllarda insülin direncinin oluşmasında en önemli katkıyı postreseptör düzeydeki
defektlerin sağladığı ileri sürülmektedir.
İnsülin direnci ölçüm metodları
İlk defa 1930’ lu yıllarda Himsworth ve Kerr, insulin duyarlılığını in vivo olarak
ölçmek için, oral glukoz tolerans testi (OGTT) ile standart bir yöntem geliştirmeye
çalışmışlar, sonuçta bugünkü sınıflama ile Tip1 diyabetik bireyleri ekzojen insuline daha
duyarlı, Tip 2 diyabetikleri ekzojen insuline daha dirençli bulmuşlardır. İlerleyen yıllarda
radioimmunoassay (RIA) yönteminin gelişmesiyle C–peptid ve insulin düzeylerinin daha
hassas bir biçimde ölçülebilmesi, klinikte periferik insülin direncinin kantitatif olarak
belirlenebilmesine olanak sağlamıştır.
Günümüzde periferik insülin direncini değerlendirme metodlarını şu şekilde
sınıflayabiliriz.
1. İnsulin duyarlılık indeksleri
2. İnsülin - glukoz - C-peptid oranları
3. Oral glukoz tolerans testi (OGTT)
4. Continuous Infusion of Glucose with Model Assessment (CIGMA)
5. Minimal Model ile FSIVGTT
6. İnsülin tolerans testi
7. Hiperinsulinemik Öglisemik Klemp Testi (HECT)
8. Homeostasis Model Assesment (HOMA)
1.İnsulin duyarlılık indeksleri:
Günlük uygulamalarda, nispeten büyük hasta gruplarında gerek bazal, gerekse OGTT
sonuçlarından insulin duyarlılığını kolay, çabuk ve ucuz bir şekilde değerlendirebilmek
mümkündür.
2.İnsulin, glukoz, C-peptid oranları:
Periferik insulin direncini değerlendirmede her zaman komplike testler
yapılamayabilir. Bu gibi durumlarda veya geniş vaka gruplarını taramak gerektiğinde, açlık
28
insulin, glukoz ve c-peptid oranları kolay, ucuz ve pratik bir seçenektir. Oranlar
hiperinsulinemik öglisemik klemp testi ile karşilaştırıldığında güçlü bir korelasyon
göstermektedir. Son yıllarda yapılan gözlemler açlık insülin düzeyinin de tek başına insülin
direncini doğruya yakın olarak yansıtabileceğini göstermektedir. Normal glukoz toleranslı
bireylerde açlık insülin düzeyi ≥13IU/ml olanların %74’ünde, ≥18 IU/ml olanların da
tümünde insülin direnci saptanmıştır (92).
3. Oral Glukoz Tolerans Testi:
Özellikle glisemileri normal veya hafif glukoz intoleransı olan bireylerde, 75 gr
glukoz sonrası 2 saat içinde alınan değerlerde insülin değerlerinin 100 IU/ml’nin üzerinde
bulunması insülin direnci varlığınını düşündürmelidir (92). Bu hiperinsulinemik yanıt, insulin
sekresyonu bozulmaya başlayıp hiperinsulinemi ön plana geçince kaybolur.
4.Glukozun sürekli infüzyon modeli-Continuous Infusion of Glucose with Model
Assessment:
Glukoz intoleransı, insülin rezistansı ve beta hücre fonksiyonu hakkında bilgi veren
bir testtir. Kan örneklerinin alınacağı ven kanı arteriyalize edilir (600ºC sıcaklıkta sıvı
olmayan ortamda 30 dakika bekletilerek). Diğer koldan 5mg/ ideal kilo dozunda glukoz
infüzyonu başlanır. Düşük doz glukoz infüzyonu başlanması 0. dakika kabul edilir. 50, 55 ve
60.dakikalarda kan örneği alınır. Bu örneklerde glikoz, RIA ve spesifik insülin ile C-peptid
düzeyi ölçülür. Üç değerin ortalamalarından β hücre fonksiyonu ve insülin direnci
değerlendirilir (93).
5.Minimal Model ile Frequently sampled intravenous glucose tolerance test
(FSIVGTT):
İntravenöz glukoz tolerans testi yapılarak elde edilen glukoz ve insülin değerlerinden
glukoz duyarlılığını saptayabilen bir testtir. Test sabah 08.00 de 10 saatlik açlık sonrasında
başlatılır.-15, -10, -5, -1 ve 0. dakikalarda kan örnekleri alındıktan sonra 0.5gr/kg intravenöz
glukoz hızlı olarak verilir. Sonrasında 2, 3, 4, 5, 7, 8, 10, 12, 14, 16, 19, 22, 25, 27, 30, 33, 40,
50, 60, 70, 80, 100, 120, 140, 160 ve 180. dakikalarda kan örneği alınır. Bergman tarafından
geliştirilen bir bilgisayar programı (MiniMod) yardımıyla glukoz duyarlılığı ve β hücre
fonksiyonları hakkında bilgi edilinir. Daha az invaziv oluşu, yapılması için kompleks
donanım ve özel eğitim görmüş kişi gerektirmemesi, test sonuçlarının oldukça duyarlı olması
nedeniyle bilimsel çalışmalarda yoğun olarak kullanılır (93).
29
6.İnsülin Tolerans Testi:
İnsülinin İV verilmesini izleyerek lineer olarak azalan glisemi düzeyi insülin
sensitivitesini yansıtır. 12 saatlik açlık sonrası bazal kan örneği alınıp, 0.05-0.1 IU/kg
dozunda kısa etkili insülin İV verildikten sonra 0, 3, 6, 9, 12 ve 15. dakikalarda alınan glukoz
değerlerinden glukoz yarılanma zamanı (T ½) Least Square Analysis yöntemi ile bulunur
(93).
7.Hiperinsülinemik Öglisemik Klemp Testi:
Periferik insülin direncini belirlemede “gold standart” olarak kabul edilir. Testin
temel prensibi hiperinsülinemik bir ortam yaratarak, bu ortamda normoglisemi sağlamak
amacıyla verilen glukozun kullanım hızını saptamaya dayanır. Diğer testlerde olduğu gibi 10
saatlik açlık sonrası teste başlanır. Eğer hasta insülin kullanıyorsa 24 saat öncesinden orta
etkili insülinler kesilir, normoglisemi insülin infüzyonu ile sağlanır, testten 2 saat önce
infüzyona son verilir. Kan örneklerinin alınacağı ven, o kolun 60º C de 30 dakika tutulmasıyla
arteriyalize edilir. Diğer koldan testin ilk 10 dakikası 127.6 mU/m2 den başlayıp 1 dakikalık
azalan periyotlar halinde 40mU/ml dozunda sabit kalacak şekilde insülin infüzyonu başlanır.
Testin 4. dakikasında glukoz infüzyonu 2 mg/kg/dk hızında başlatılır. 10. dakikadan sonra test
bitimine kadar insülin infüzyon hızı sabit kalır. Ancak 5-10 dakikalık aralıklarla glukoz
ölçümü yapılarak normoglisemi sağlanacak şekilde glukoz infüzyon miktarı artırılır. Test
süresi 120-180 dakikadır. Normal bireylerde glukoz kullanım hızı (GKH) 4.7-8.8 mg/kg/dk
olarak bulunmuştur. İnsülin resistansı olan bireylerde GKH azalmış olarak bulunur. İnvaziv,
özel ekipman ve bu konuda deneyimli kişilerin varlığı gerektiğinden, rutinde değil, araştırma
amacıyla kullanılan çok değerli bir testtir (93).
8.Homeostasis Model Assesment ( HOMA):
β hücre fonksiyonu ve insülin resistansı (IR) nın homeostatik model
değerlendirmesi
(Homeostatic
Model
Assessment-HOMA)
ilk
defa
1985
yılında
tanımlanmıştır (94). Bu teknik bazal glukoz, insülin veya C-peptid konsantrasyonundan β
hücre fonksiyonu ve IR değerlendirme metodudur. Bu modelde normal β hücre fonksiyonu
%100 ve normal IR 1(bir) olarak düzenlenmiştir (95).
30
ŞEKİL 1— HOMA modelinin fizyolojik temeli. Karaciğer ve ß hücresi arasındaki feedback modelin merkezidir.
Plazma glukoz konsantrasyonu bazal durumda insüline bağımlı hepatik glukoz salınımı ile düzenlenir(B). İnsülin
konsantrasyonu (beta)hücresinin glukoza yanıtına bağlıdır (A). İnsülin yağ ve kasta glukoz alınımını sağlar (C ve
D). Glukoz kullanımı beyin (E) ve böbrekte (F) sadece glukoza bağlıdır. Buna karşın yağ ve kasta glukoz ve
insülin konsantrasyonuna bağlıdır (C ve D)( Matthews ve ark.: Use and Abuse of HOMA Modeling. Diabetes
Care 27:1487-1495, 2004 den alınmıştır)
31
ŞEKİL 2— 1985 HOMA modeli (A) ve 1996 HOMA modeli(B) ).( Matthews ve ark.: Use
and Abuse of HOMA Modeling. Diabetes Care 27:1487-1495, 2004 den alınmıştır)
32
HOMA modelinin fizyolojik temelleri:
Glukoz ve insülin arasındaki ilişki bazal durumda karaciğer ve β-hücreleri arasında
feedback mekanizmalarla sağlanan hepatik glukoz üretimi ve insülin sekresyonu arasındaki
dengeyi gösterir. β hücre yanıt eğrisi (Şekil 1A) plazma glukoz seviyesinin 4 mmol/l, insülin
yarılanma ömrünün 4 dakika olduğu durumda bazal insülin üretim hızının 10 mU/dk (74pmol/
dk) olması temelinde oluşmuştur. Hepatik glukoz salınımı ve alınımı plazma glukozu ve
insülin konsantrasyonuna bağımlı olarak örneklenmiştir (Şekil 1B). İnsülin konsantrasyonu
yağ ve kaslarda glukoz alınımı kontrol eder (Şekil 1C ve 1D). Normal insanlarda bazal glukoz
turnoverının %50 si sinir sistemindedir ve bu glukoza bağımlı bir işlemdir (Şekil 1E). Geri
kalan glukoz alınımı glukoz ve insülinin ikisinide bağımlı olarak kas ve yağ tarafından yapılır
(Şekil 1C ve 1D). β hücre fonksiyonunda azalma plazma glukoz konsantrasyonuna karşı β
hücre yanıtındaki değişikliğe göre modellendirilmiştir. İnsülin sensitivitesi, karaciğer ve
periferde plazma insülin konsantrasyonun azalmış etkisiyle orantılı olarak örneklendirilmiştir.
Hepatik insülin sensitivitesi ile periferal insulin sensitivitesi arasında ayırım yapılmamıştır.
HOMA1: orijinal HOMA modeli
HOMA1, Mathews ve arkadaşlarının orijinal modelidir (Şekil 2A) (94). Basit olarak:
HOMA1-IR= (FPI × FPG)/22.5
HOMA1-%B= (20 × FPI)/(FPG-3.5)
denklemleri IR ve β hücre fonksiyonunu gösterir. FPI (Fasting plasma insulin, mU/l) açlık
plazma insülin konsantrasyonunu ve FPG (Fasting plasma glukoz, mmol/l) açlık plazma
glukoz konsantrasyonunu gösterir.
HOMA2: yenilenmiş HOMA modeli (bilgisayar modeli)
Yenilenmiş HOMA modeli 1996 yılında tanımlanmıştır (Şekil 2B). Yeni model
hepatik ve periferal glukoz rezistansındaki değişimi tanımlar. İnsülin sekresyon eğrisi plazma
glukoz konsantrasyonu > 10 mmol/l olduğunda yanıt olarak insülin sekresyonundaki artışı
ayırt edecek şekilde değiştirilmiştir. Renal glukoz kaybı da modele eklenerek, hiperglisemik
kişilerde de kullanılabilmesi sağlanmıştır (Şekil-1F).
33
HOMA2 de insülin sensitivitesi (%S) ve β hücre fonksiyonunu (%B) tanımlamada
açlık
plazma
glukozuyla
birlikte
RIA
insülin,
spesifik
insülin
veya
C-peptid
konsantrasyonlarından birisi kullanılarak belirlenir. İnsülin için 1-2,200 pmol/l aralığında ve
glukoz için 1-25 mmol/l aralığında değer girilebilir. Değerler girilirken klinik değerlendirme
gereklidir. Örneğin, plazma glukozu <2.5 mmol/l olduğu bir durumda hipoglisemi olabilir
veya ölçümde hata vardır. Bu durumda bu değer kullanılmamalıdır. C-peptid ve insülin
birlikte bakılabiliyorsa C-peptid sekresyonunun göstergesi olduğu için β hücre fonksiyonunu
(%B) hesaplamada C-peptid kullanılması daha mantıklıdır. İnsülin sensitivitesi (%S), insülin
konsantrasyonun
fonksiyonu
olarak
glukoz
kullanımından
elde
edildiği
için
%hesaplanmasında insülin düzeyinin kullanılması daha doğru olacaktır. Yine de klinik
pratikte C-peptid ölçümü maliyeti artırması ve deneyimli ölçüm gerektirdiği için her iki
fonksiyonun ölçümünde insülin ve glukoz kullanılmaktadır (95).
Test, 10 saat açlık sonrası sabah glukoz, insulin veya C-peptid için 3’er kan örneği
alınarak yapılır. Her parametre için matematiksel işlemde kullanılmak üzere (glukoz için
mmol/l,insulin için pmol/l, C-peptid için mmol/l birimleri olacak şekilde) alınan bu 3 örneğin
ortalaması alınır (95).
ADİPONEKTİN
Adiponektin, 1990'lı yılların ortalarında bağımsız dört grup tarafından farklı deneysel
yaklaşımlar
kullanılarak tanımlanmıştır. Saito ve ark. tarafından klonlanan ve GBP 28
(gelatin binding protein 28 gene) adı verilen adipoz doku spesifik genin daha önce Maeda ve
arkadaşlarınca tanımlanan "adipose most abundant gene transcript (APM1)" ile aynı gen
olduğu ve adiponektin adı verilen protenin mRNA’sını kodladığı bildirilmiştir. Bu yüzden
litaratürde adiponektin, GBP28, “adipocyte complement related protein 30 (ACRP30)",
AdipoQ, APM1 geni gibi değişik isimlendirmeler mevcuttur. En sık kullanılan isim
adiponektin 'dir.APM1 içeren kromozom 3 bölgesi (3q27) aynı zamanda metabolik sendrom
fenotipinde kuvvetli bir şekilde etkisi olan bir “Quantatif Trait Locus”(QTL) içermektedir.
34
1.Adiponektinin Ekspresyonu, Salınımı ve Etki Mekanizması
Adiponektin adipositlerden salgılanan, enerji homeostazisini, glukoz ve lipid
Metabolizmasında etkili bir hormondur. Adiponektin, adipoz dokuya özgül salgısal bir
matriks proteinidir. Adiponektin üretimi adiposit öncül hücresinden olgun adiposite
farklılanma sırasında artar. En fazla miktarda bulunan adipoz doku proteini olup, insan
plazma proteinlerinin %0,01 'ini oluşturur. İnsan plazmasında konsantrasyonu 5-30
g/ml
arasında değişir. Bu değer plazmadaki diğer hormon konsantrasyonlarından 3 kat daha
fazladır (96, 97). İnsan DNA’sının yeni bir gen için araştırılması sürecinde Maeda ve
arkadaşları tarafından bir adipoz doku spesifik kollajene benzer (adiponektin ya da APM1
transkriptini kodlayan DNA) izole edilmiştir. DNA dizi analizi çalışmaları ile adiponektin
244 aminoasitten oluşan bir salgı proteini olduğu, bir sinyal peptidi içerdiği, transmembran
hidrofobik kısmının bulunmadığı, N terminalinde ise, bir non-kollajen dizinin ve bunu G-X-Y
tekrarlarından oluşan kısa bir kollajen benzeri motifin takip ettiği, C terminalinin ise kollajen
X, kollajen VIII ve kompleman proteini C1q ile önemli oranda homoloji gösterdiği
belirlenmiştir (98-101). 5-ucu-AMP ile aktive edilmiş protein kinaz (AMPK)’ın fosforilasyon
ve aktivasyonunun, iskelet kasında adiponektin’in globüler kısmı yada tamamı, karaciğerde
ise tamamı tarafından stimüle edildiği gösterilmiştir. AMPK’ın aktivasyonuna paralel olarak
adiponektin, asetil koenzim A karboksilazın (ACC1) fosforilasyonunu stimüle etmekte,
yağasidi oksidasyonunu, glukoz alımını ve miyositlerde laktat üretimini, ACC fosforilasyonu
ve karaciğerde glikoneogenezise dahil olan moleküllerin yıkımını ve glukoz seviyesinde
azalmayı da in-vivo olarak stimüle etmektedir. AMPK aktivasyonunun bir dominant-negatif
mutant ile bloke edilmesi yoluyla tüm bu etkilerin inhibe etmesi, glukoz kullanımı ve yağ
asidi oksidasyonunun stimulasyonunun adiponektin tarafından AMPK’yı aktivasyonu yoluyla
olduğunu işaret etmektedir. Bu veriler ile Yamauchi ve ark. (2002); adipositlerden farklılaşan
antidiyabetik hormon adiponektin’in, in-vivo ve in-vitro glukoz metabolizmasında, insülin
duyarlılığını doğrudan doğruya düzenlemek yerine AMPK’ı aktive ederek rol oynadığı
sonucuna varmışlardır (102).
Adiponektin fare homoloğu ACRP 30’un globüler baş bölgesi (gACRP 30),
kaslarda akut yağ asidi oksidasyonuna yol açmaktadır. Yüksek sukroz ve yağ dietine maruz
bırakılan farelerde besin alımı değiştirilmeksizin günlük çok düşük doz gACRP 30
verilmesinin kilo kaybına yol açtığı bulunmuştur. gACRP 30’un bir gC1q reseptörü olarak
KC, düz kas, endotelyum, immün hücre doku ve organlar gibi, obesite ve benzeri kompleks
35
hastalıkların biyolojisinde yer alması muhtemel pek çok dokuda görev aldığı düşünülmektedir
(100).
Adiponektin ile muamele edilmiş hücrelerde antiapoptik BCL 2 gen
ekspresyonunun azaldığı ve adiponektin’in regülatör etkisini apoptik mekanizmalarla
sağladığı gösterilmiştir. Adiponektin endotelial NF-kappaβ sinyal iletimini bir cAMP bağımlı
yol ile adenilat siklazı ya da protein kinaz A’yı bloke ederek inhibe ettiği ve aterogenezis ile
ilişkili 34 olarak inflamatuar cevaba katıldığı düşünülmektedir. Tüm bu çalışmalar
adiponektin’in hemetopoezis ve inflamatuar cevapta önemli bir düzenleyici protein olduğuna
işaret etmektedir (103, 104).
Adiponektin ekspresyonu ve salınımı hormonlar tarafından düzenlenir (105).
a) İnsülin: 3T3-L 1 hücrelerinde yapılan çalışmada kronik insülin tedavisinin doza ve zamana
bağımlı olarak adiponektin ekspresyonunu azalttığı in vitro olarak gösterilmiştir.
b) TNF-α : TNF- α, adiponektin ekspresyonunu doza ve zamana bağımlı olarak baskılar.
c) Glukokortikoitler: In vivo olarak glukokortikoidler insülin direncine neden olur.
Deksametazon, adiponektin geninin potansiyel baskılayıcısıdır. Adiponektin geni üzerindeki
insülin, TNF- α ve deksametazonun negatif etkisi geri dönüşümlüdür.
d) Androjenler: Testesteron ve 5 α -hidroksi-testesteron plazma adiponektin seviyesini
azaltır. Androjene bağlı düşük plazmaa seviyesi erkeklerdeki yüksek ateroskleroz ve insülin
direnci ile ilgilidir.
e) İlaçlar: Tiazolidinedionlar (TZD), adiponektin gen transkripsiyonunu ve salınımını doza
ve zamana bağımlı olarak artırır. TZD'ler insülin duyarlılığını PPR- aracılığı ile düzeltirler.
Normal glukoz toleranslı kişilerde rosiglitazon ile 14 günlük tedavi sonucunda plazma
adiponektin seviyesi %30 artar.
f) Diğer: Adiponektin gen transkripsiyonu α -adrenerjik agonistler ve dibutiril-cAMP
tarafından azaltılırken, IGF-1 uyarısı ile arttırılmaktadır.
36
2.Obezite ve Adiponektin
Plazma adiponektin konsantrasyonu obezlerde düşük bulunmuştur. ELIZA yöntemi
kullanarak Arita ve ark. Japon kadınlarda ve erkeklerde plazma adiponektin konsantrasyonu
ve vücut kitle indeksi (VKİ) arasındaki negatif ilişkiyi göstermişlerdir. Bu çalışmada ortalama
plazma konsantrasyonu obez olmayan kişilerde 8.9g/ml iken obezlerde 3.7g/ml olarak
bulunmuştur. Benzer çalışmalar beyaz ırkta, Pima yerlilerinde ve Asyalılarda yapılmış ve VKİ
ile adiponektin konsantrasyonu arasındaki negatif ilişki gösterilmiştir.
Obezitede azalmış plazma adiponektin seviyesi, azalmış mRNA seviyesi ile ilişkilidir.
Obez ve fazla kilolu Asyalılarda yapılan çalışmada plazma adiponektin seviyesinin VKİ, açlık
plazma glukozu, insülin, trigliserid, ürik asit seviyesi, hiperinsülinemi ve oral glukoz tolerans
testindeki glukoz intoleransı ile negatif, HDL ile pozitif ilişkili olduğu gösterilmiştir. Bu
çalışmada toplam kolesterol ve kan basıncı ile adiponektin konsantrasyonu arasında bir ilişki
bulunamamıştır (105, 106, 107).
Obezitenin tersine, adiponektin seviyesi; kilo kaybı, kalori kısıtlaması ve soğukta
artar. Kilo kaybını takiben diyabetik ve diyabetik olmayan Japonlarda plazma adiponektin
seviyesi %42 ve %65 artmıştır. Benzer şekilde kalori alımı %60 kısıtlanarak zayıflatılan
farelerde plazma adiponektin seviyesi artmıştır. Farelerde +4 °C'de plazma adiponektin
seviyesinin 6-24 saatte arttığı ve daha sonra normale döndüğü görülmüştür. Cerrahi olarak
zayıflatılan kişilerde de plazma adiponektin seviyesi artmıştır (107, 108).
3.Adiponektin ve Ateroskleroz
Adipoz doku hem savunma (adiponektin gibi) hem de saldırı (PAI-1, HR-FGF)
molekülleri salgılamaktadır.
Obezitede saldırı moleküllerinin artması ve savunma
moleküllerinin azalması damar hastalığını alevlendirmektedir. Adiponektin adipovasküler
hastalığın önlenmesinde önemli rol oynamaktadır (109). Adiponektin hücre dışı matriks
molekülleri ile etkileşir. Damar intimasında bol miktarda bulunan kollajen I, III ve V'e
bağlanırken kollajen II, IV, laminin ve fibronektine bağlanmaz.
Adiponektin kateterle hasar oluşturulan sıçan damar duvarında, erken evrede
subendotelyal alanda bulunmuş fakat sağlam damar duvarında tespit edilememiştir. Ayrıca
37
insanda hasarlı aortta da, makrofajların çevresinde bulunmuştur. Bu bulgu adiponektinin
endotel bariyer bozukluğunda, damar duvarında hızla biriktiğini gösterir (110, 111).
Lipid yüklü köpük hücrelerinin birikimi ve makrofajla ilgili inflamasyon
aterosklerotik lezyonun anahtarıdır. Adiponektin; bu aşamada, sınıf A makrofaj çöpçü
reseptörü (MSR) ekspresyonunu transkripsiyon aşamasında baskılar. Böylece monosit kökenli
makrofajlarda lipid birikimi ve köpük hücre oluşumunu önler (111).
Tümör nekrozis faktör alfa gibi çeşitli inflamatuvar uyarılarla endotel hücrelerinin
aktivasyonu, monositlerin damar duvarına yapışmasını artırır ve bu yapışma koroner arter
hastalığı (KAH) gelişiminde önemli bir basamaktır. TNF-α , nükleer transkripsiyonel faktör-k
β (NF-kβ) aracılığı ile adezyon moleküllerinin transkripsiyonel düzenlenmesinde rol alır.
Adiponektin ise insan aorta endotel hücrelerinde TNF-α bağımlı NF-kβ aktivasyonunu
baskılayarak
adezyon
moleküllerinin
ekspresyonunu
önler.
Adiponektin
endotelyal
inflamatuar yanıtta endojen bir düzenleyici olarak aterosklerozu önler. Adiponektin hasarlı
damar duvarının uyarılmış endotel hücrelerinden; HB-EGF, EGF, trombosit kökenli büyüme
faktörü, temel fibroblast büyüme faktörü gibi çeşitli büyüme faktörlerinin ekspresyonunu,
ayrıca düz kas hücre proliferasyonunu ve göçünü baskılar. Bu şekilde de aterosklerozu
önleyici etki gösterir. Koroner arter hastalığında plazma adiponektin seviyesinin, azaldığı
görülmüştür. Beyaz ırkta ve Pima 36 Yerlileri'nde benzer VKİ'ne sahip obez kişiler 3 gruba
ayrılmıştır. Diyabetik olmayan kişiler, KAH olmayan diyabetik olmayan kişiler ve KAH olan
diyabetik kişiler. Obez diyabetiklerin plazma adiponektin konsantrasyonu, obez diyabetik
olmayan kişilerden daha düşük bulunmuştur. En düşük adiponektin seviyesi KAH olan
diyabetik hastalarda tespit edilmiştir (106, 109).
4.Adiponektin- Diyabet-İnsülin Direnci
Adiponektinin insülin duyarlılığını arttırıcı etkiye sahiptir. Birçok çalışma bu etkinin
karaciğer ve kas dokusu üzerinden olduğunu göstermiştir. Adiponektin karaciğerde
glukoneogenetik enzim üretimini ve endojen glukoz üretimi hızını azaltır. Glukoz alım hızını,
glikoliz ya da glikojen sentezini ise etkilemez. Kısacası glukoz üretimini, periferik glukoz
alımını etkilemeden azaltır. Zayıf
farelere globuler adiponektin uygulandığında ise fare
iskelet kasındaki insülin reseptöründeki tirozin fosforilasyonu artar ve plazma glukoz seviyesi
azalır. VKİ'nden bağımsız olarak tip II diyabetiklerde, diyabetik olmayanlara göre plazma
38
adiponektin konsantrasyonu azalır. Kronik insülin direnci tip II diyabette azalmış plazma
adiponektin seviyesi ile ilgilidir (100,112).
Pima yerlileri ve beyaz ırkta Adiponektin konsantrasyonunun insülin sensitivitesi ile
pozitif ilişkili olduğu ve kilo kaybı sonrası tekrar artmasına rağmen, bozulan glukoz toleransı
ile azaldığı gösterilmiştir. Ayrıca insülin rezistansı tavşan modellerinde, rekombinant
adiponektin’in verilmesi ile insülin duyarlılığı normale dönmektedir. Bu durum adipositlerden
salınan TNF-α, resistin gibi peptid hormonların tersine adiponektinin insülin rezistansı ve tip
II
diyabetten
koruyucu
olduğunu
düşündürmektedir.
Düşük
plazma
adiponektin
konsantrasyonunun Pima yerlilerinde obesite gelişiminde etyolojik bir rol oynamadığı,ancak
tip II diyabet gelişiminde, obezlerde diğer faktörlerden daha çok görüldüğü bildirilmiştir (106,
108, 113)
Son zamanlarda yapılan prospektif çalışmalarda, tip I diyabetli hastalarda da insülin
direnci varlığı ve insülin direncinin özellikle mikrovasküler komplikasyonlarla arasında ilişki
olduğu gösterilmiştir. Fakat tüm bu çalışmalara rağmen tip I diyabetli hastalarda adiponektin
düzeyleri düşük bulunmamış aksine saşırtıcı bir şekilde yüksek bulunmuştur. Imagawa ve
arkadaşlarının benzer VKİ’ye sahip tip I diyabetli hasta ile kontrol grubu ile karşılaştırılarak
yaptıkları çalışmada adiponektin düzeyi tip I diyabetli hastalarda istatiksel olarak anlamlı
yüksek saptanmıştır. Hadjadj ve arkadaşlarının 310 tip I diyabetli hasta ile yaptıkları
çalışmada kontrol grubu ile karşılaştırdıklarında adiponektin düzeyinin yüksek olduğu
saptanmıştır. Frystyk ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada da tip I diyabetli hasta ile sağlıklı
kontrol grubu ile karşılaştırdıklarında adiponektin düzeyinin yüksek olduğu saptanmıştır. Tip
I diyabetli hastalarda 37 adiponektinin yüksekliğinin nedeni henüz tam aydınlatılamamıştır
(114, 115).
39
MATERYAL VE METOD
Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Romatoloji polikliniğine Kasım
2008- Nisan 2009 tarihleri arasında romatoid artrit tanısı almış 106 hasta RA grubu olarak
çalışmaya alınmıştır. Kontrol grubu olarak 52 sağlıklı birey ve 37 osteoartrit tanısı olan hasta
alındı.
Hastalık tanısı Amerikan Romatizma Birligi’nin 1987’deki gözden geçirilmiş
tanı kriterlerine göre kondu. Buna göre en az 4 pozitif kriteri olan hastalar RA
olarak kabul edildi.
Çalışmaya alınan hastaların mümkün olduğunca ek hastalığı olmamasına dikkat
edildi. Kontrol grubunda dökümente diyabet yada koroner arter hastalığı olan hastalar
çalışmaya dahil edilmezken tanısı tam konmamış 5 hasta çalışmaya alındı.
Hastaların yaşı, boy ve kiloları, vücut kitle indeksleri, bel/kalça oranları, hastalığın
süresi, steroid, quensyl, leflunomide, salazopryn, NASID, anti-TNF, metotreksat kullanımı
sigara içimi, koroner arter hastalığı, diyabet hikayesi, kardiyovasküler olay risk faktörü, genel
iyilik hali, DAS 28 skorları kaydedildi. Tüm olguların sistolik ve diyastolik kan basıncı, en az
5 dakika dinlendikten sonra sağ brakial arterden havalı monometre kullanılarak, vücut ağırlığı
ise üzerinde hafif giyeceklerle, ayakkabısız olarak 0,1kg hassasiyetle ayarlanmış tartı ile
ölçüldü. Boy ölçümleri; ayakta durmakta iken 0,01m hassasiyetle ayakkabısız olarak yapıldı.
Vücut kitle indeksi; vücut ağırlığı metre olarak boyun karesine bölünerek (kg/m2) hesaplandı.
Bel/kalça oranları bel çevresinin kalça ölçümüne bölünerek orantısal olarak bulundu.
Hastaların kan şekeri,insülin,c-peptit,hemoglobin A1c,sedimentasyon,romatoid
faktör,CRP, total kolesterol, HDL-kolesterol, LDL-kolesterol,Trigliserid, ölçümleri için kan
örnekleri; 12 saatlik açlık sonrası, saat 08.30-09.00 arasında, ön kol veninden alındı ve
biyokimyasal ölçüme gönderildi.Hastalardan alınan kanın 4cc’lik kısmı
edilerek adiponektin ölçümü
için -20˚C soğukluğundaki
hemen santrifüj
dolaplarda saklandı.Vaka
toplanması bitince serumlar The AssayMax Human Adiponectin ELISA kit kullanılarak
çalışıldı ve adiponektin düzeyleri ng/ml cinsinden elde edildi.Kontrol grubunda da hastalar
40
için yapılan tüm ölçümler ve laboratuar tetkikleri yapıldı.Osteoartrit hastalarında ve sağlıklı
bireylerde ise DAS 28 skoru,genel iyilik hali romatoid artrit olmadığı için hesaplanmadı.
DAS 28 skor hesaplanması için daha önceden tanımlanmış bulgular kullanıldı (116).
DAS skoru sonucu ≤3,2 ise inaktif, >3,2 ≤5,1 ise orta düzeyde, >5,1 ise çok aktif olarak kabul
edildi.DAS 28 hesaplamasında kullanılan bulgular:
1-Hassas eklemlerin sayısı: DIF, MTF, el bileği, dirsek, diz ve omuz eklemlerde hassasiyet
2-Şiş eklemlerin sayısı: DIF, MTF, el bileği, dirsek ,diz ve omuz eklemlerde şişlik, artrit
bulgusu
3-Genel iyilik hali: Hastanın son yedi gün boyunca romatoid artrit hastalığının ne kadar
aktif olduğu soruldu. Hastaya 0’dan 100’e kadar bir değer vermesi istendi. Sıfıra yakınlık
aktivitenin azlığını,100’e yakınlık çokluğunu belirtiyordu.
4-Sedimentasyon değeri
HOMA sonucu hesaplanırken hastanın açlık kan şekeri (mg/dl), insülin (μU/ml)
değerleri kullanıldı. Bu değerler HOMA Calculator Version 2.2 Diabetes Trials Unit
University of Oxford programına girilerek hesaplandı.
Kardiyovasküler olay riski hesaplamak için Ulusal Kalp, Akciğer ve Kan
Enstitüsü’nün Framingham kalp çalışması verilerine dayanan kardiyovasküler olay risk
hesapalama sistemini (117) kullandık. Bu sistemde hastanın yaş, cinsiyet, sigara içimi, LDL
kolesterol (mg/dl), HDL kolesterol (mg/dl), sistolik ve diyastolik tansiyon (mmHG), diyabet
varlığı kullanılarak on yıllık koroner kalp hastalığı riski yüzde olarak belirlendi.
Çalışmada elde edilen bulgular değerlendirilirken, istatistiksel analizler için NCSS
2007&PASS 2008 Statistical Software (Utah, USA)programı kullanıldı. Çalışma verileri
değerlendirilirken tanımlayıcı istatistiksel metodların (Ortalama, Standart sapma) yanısıra
niceliksel verilerin karşılaştırılmasında normal dağılım gösteren parametrelerin gruplar arası
karşılaştırmalarında Oneway Anova test ve farklılığa neden çıkan grubun tespitinde Tukey
HDS
test
kullanıldı.
Normal
dağılım
göstermeyen
41
parametrelerin
gruplar
arası
karşılaştırmalarında ise Mann Whitney U test kullanıldı. Parametreler arası ilişkilerin
değerlendirilmesinde
Spearman’s
korelasyon
analizi
kullanıldı.
Niteliksel
verilerin
karşılaştırılmasında ise Ki-Kare testi kullanıldı. Sonuçlar % 95’lik güven aralığında,
anlamlılık p<0.05 düzeyinde değerlendirildi.
42
BULGULAR
Çalışma Kasım 2008-Nisan 2009 tarihlerinde %18.5’i (n=36) erkek, %81.5’i (n=160)
kadın olmak üzere toplam 195 olgu ile yapılmıştır. Olguların yaşları 16 ile 78 arasında
değişmekte olup, ortalaması 48,69±13,24’tür.
Tablo 1: Gruplara Göre Demografik Özelliklerin Dağılımı
Romatoid
Osteoartrit
Kontrol
n (%)
n (%)
18 (%17)
88 (%83)
28 (%26,4)
78 (%73,6)
11 (%10,4)
95 (%89,6)
4 (%3,8)
102 (%96,2)
20 (%18,9)
86 (%81,1)
2 (%5,4)
35 (%94,6)
20 (%54,1)
17 (%45,9)
3 (%8,1)
34 (%91,9)
0 (%0)
37 (%100)
0 (%0)
37 (%100)
16 (%30,8)
36 (%69,2)
14 (%26,9)
38 (%73,1)
2 (%3,8)
50 (%96,2)
1 (%1,9)
51 (%98,1)
17 (%32,7)
35 (%67,3)
Ort±SD
Ort±SD
Ort±SD
(Medyan)
(Medyan)
(Medyan)
48,23±12,31
28,68±6,37
0,85±0,07
6,29±6,86 (4)
59,41±9,04
33,10±5,44
0,87±0,05
8,0±7,63 (5)
42,02±12,96
28,84±6,05
0,84±0,07
-
artrit
n (%)
+
Cinsiyet
+
HT
+
DM
+
KAH
+
Sigara
Kullanımı
Erkek
Kadın
Var
Yok
Var
Yok
Var
Yok
Var
Yok
++
Yaş
VKI
++
Bel/Kalça Oranı
●
Hastalık Süresi
++
+
Ki-Kare test
++
●
Mann-Whitney U test
**p<0,01
p
0,008**
0,005**
0,372
0,432
0,001**
0,001**
0,001**
0,172
0,446
Oneway ANOVA test
Gruplara göre cinsiyetler arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmaktadır
(p<0.01); Romatoid artrit ve Osteoartrit gruplarındaki kadın olguların oranı kontrol
grubundan istatistiksel olarak anlamı yüksektir.
43
Cinsiyet Dağılımı
100%
90%
80%
70%
60%
50%
40%
30%
20%
10%
0%
Romatoid artrit
Osteoartrit
Erkek
Kontrol
Kadın
Şekil 1: Gruplara göre cinsiyet dağılımı
Gruplara göre hipertansiyon görülme durumu arasında istatistiksel olarak anlamlı
farklılık bulunmaktadır (p<0.01); osteoartrit grubunda HT görülme oranı diğer gruplardan
istatistiksel olarak anlamlı yüksektir.
HT Dağılımı
100%
90%
80%
70%
60%
50%
40%
30%
20%
10%
0%
Romatoid artrit
Osteoartrit
Var
Kontrol
Yok
Şekil 2: Gruplara göre HT dağılımı
Gruplara göre DM görülme durumu arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık
bulunmamaktadır (p>0.05).
Gruplara göre KAH görülme durumu arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık
bulunmamaktadır (p>0.05).
44
Gruplara göre sigara kullanımı istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermektedir
(p<0.05); osteoartrit grubunda sigara içenlerin oranı diğer gruplardan istatistiksel olarak
anlamlı yüksektir.
Sigara Kullanımı
100%
90%
80%
70%
60%
50%
40%
30%
20%
10%
0%
Romatoid artrit
Osteoartrit
Var
Kontrol
Yok
Şekil 3: Gruplara göre sigara kullanımı dağılımı
Gruplara göre yaşlar istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermektedir (p<0.01).
Anlamlılığın hangi gruptan kaynaklandığını bulmak için yapılan Post-Hoc Tukey HSD testi
sonucunda; romatoid artrit ve osteoartrit gruplarının yaş ortalamaları kontrol grubundan
istatistiksel olarak anlamlı yüksek (p:0.007; p:0.001; p<0.01); yine osteoartrit grubunun yaş
ortalaması romatoid artrit grubundan da istatistiksel olarak anlamlı yüksek (p:0.001; p<0.01)
bulunmuştur.
45
Yaş Dağılımı
ort
60
50
40
30
20
10
0
Romatoid artrit
Osteoartrit
Kontrol
Yaş
Şekil 4: Gruplara göre yaş dağılımı
Gruplara göre VKİ ölçümleri istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermektedir
(p<0.01). Anlamlılığın hangi gruptan kaynaklandığını bulmak için yapılan Post-Hoc Tukey
HSD testi sonucunda; osteoartrit grubunun VKİ ortalaması romatoid artrit grubu ve kontrol
grubundan istatistiksel olarak anlamlı yüksek (p:0.001; p:0.004; p<0.01) bulunmuştur.
VKI Dağılımı
ort
34
33
32
31
30
29
28
27
26
Romatoid artrit
Osteoartrit
Kontrol
VKI
Şekil 5: Gruplara göre VKİ dağılımı
Gruplara göre bel/kalça oranları istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermemektedir
(p>0.05).
46
Gruplara göre hastalık süreleri istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermemektedir
(p>0.05).
Tablo 2: Gruplarda ayrı ayrı tanımlayıcı özelliklerin adiponektin düzeyine göre
karşılaştırılması
Adiponektin
Düzeyi
Cinsiyet
Erkek
Kadın
P
Var
Yok
HT
P
Var
Yok
DM
P
Var
Yok
KAH
P
Sigara
Kullanımı
P
Var
Yok
Romatoid artrit
Ort±SD
Osteoartrit
Ort±SD
Kontrol
Ort±SD
(Medyan)
(Medyan)
(Medyan)
34,02±27,26
56,55±67,13
0,997
66,49±81,42
47,77±54,19
0,652
66,90±105,95
51,08±56,27
0,072
55,82±41,10
52,60±63,50
0,778
54,26±80,01
52,36±58,48
0,704
11,86±2,13
68,73±87,04
0,420
68,43±79,36
62,38±94,77
0,329
62,37±48,62
65,94±88,58
0,436
65,65±85,59
65,65±85,59
-
20,72±32,42
36,73±39,51
0,851
45,01±45,81
26,95±33,93
0,146
89,57±104,39
29,49±33,62
0,183
28,13
31,88±38,26
19,87±13,56
37,61±44,29
0,329
Mann-Whitney U test kullanıldı
Romatoit artrit grubunda;
Cinsiyetlere göre adiponektin düzeyleri istatistiksel olarak anlamlı farklılık
göstermemektedir (p>0.05).
HT
varlığına
adiponektin
düzeyleri
istatistiksel
olarak
anlamlı
farklılık
göstermemektedir (p>0.05).
DM varlığına göre adiponektin düzeyleri istatistiksel olarak anlamlı farklılık
göstermemektedir (p>0.05).
KAH varlığına göre adiponektin düzeyleri istatistiksel olarak anlamlı farklılık
göstermemektedir (p>0.05).
Sigara kullanımına göre adiponektin düzeyleri istatistiksel olarak anlamlı farklılık
göstermemektedir (p>0.05).
Osteoartrit grubunda;
Cinsiyetlere göre adiponektin düzeyleri istatistiksel olarak anlamlı farklılık
göstermemektedir (p>0.05).
47
HT
varlığına
adiponektin
düzeyleri
istatistiksel
olarak
anlamlı
farklılık
göstermemektedir (p>0.05).
DM varlığına göre adiponektin düzeyleri istatistiksel olarak anlamlı farklılık
göstermemektedir (p>0.05).
Bu grupta KAH görülen ve sigara içen olgu olmadığından dolayı bu parametrelerde
adiponektin düzeyleri karşılaştırılmadı.
Kontrol grubunda;
Cinsiyetlere göre adiponektin düzeyleri istatistiksel olarak anlamlı farklılık
göstermemektedir (p>0.05).
HT
varlığına
adiponektin
düzeyleri
istatistiksel
olarak
anlamlı
farklılık
göstermemektedir (p>0.05).
DM varlığına göre adiponektin düzeyleri istatistiksel olarak anlamlı farklılık
göstermemektedir (p>0.05).
Bu grupta KAH görülen bir olgu olduğundan dolayı adiponektin düzeyleri bu
parametre ile karşılaştırılmadı.
Sigara kullanımına göre adiponektin düzeyleri istatistiksel olarak anlamlı farklılık
göstermemektedir (p>0.05).
48
Tablo 3: Adiponektin düzeyleri ile yaş, hastalık süresi, VKI ve bel/kalça oranı arasındaki
ilişki
Romatoid artrit
Osteoartrit
Kontrol
R
r
r
Yaş
0,130
-0,044
0,183
Hastalık Süresi
0,093
-0,244
-
VKI
0,301**
0,703**
0,408**
Bel/Kalça Oranı
0,170
0,276
-0,071
Adiponektin Düzeyi
Spearman’s rho korelasyon katsayısı
**p<0.01
Romatoit artrit grubunda; adiponektin düzeyi ile yaş, hastalık süresi ve bel/kalça
oranı arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulunmamakta (p>0.05) iken, adiponektin
düzeyi ile VKİ arasında pozitif yönde %30.1 düzeyinde istatistiksel olarak anlamlı ilişki
bulunmaktadır (p<0.01).
Osteoartrit grubunda; adiponektin düzeyi ile yaş, hastalık süresi ve bel/kalça oranı
arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulunmamakta (p>0.05) iken, adiponektin düzeyi ile
VKİ arasında pozitif yönde %70.3 düzeyinde istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulunmaktadır
(p<0.01).
Kontrol grubunda; adiponektin düzeyi ile yaş ve bel/kalça oranı arasında istatistiksel
olarak anlamlı ilişki bulunmamakta (p>0.05) iken, adiponektin düzeyi ile VKİ arasında pozitif
yönde %40.8 düzeyinde istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulunmaktadır (p<0.01).
49
Şekil 6: Gruplara göre; VKI ile adiponektin ilişkisi
50
Tablo 4: RA grubunda kullanılan ilaçlara göre adiponektin düzeyleri değerlendirmesi
Romatoid Artrit Grubu
Steroid
Anti-TNF
Salazoprin
Qmensyl
NSAID
Metotreksat
Leflunomid
Yok
Var
Yok
Var
Yok
Var
Yok
Var
Yok
Var
Yok
Var
Yok
Var
Adiponektin Düzeyi
Ortalama
SD
50,14
56,22
51,96
57,31
54,83
48,05
52,92
52,24
53,62
49,07
48,99
55,26
50,74
60,74
60,31
66,25
65,62
41,80
57,75
73,13
60,40
68,89
66,12
47,32
60,53
64,44
57,75
80,77
p
0,776
0,190
0,110
0,939
0,927
0,611
0,763
Mann-Whitney U test kullanıldı
Romatoit artrit grubunda;
Steroid kullanımına göre adiponektin düzeyleri istatistiksel olarak anlamlı farklılık
göstermemektedir (p>0.01).
Anti-TNF kullanımına göre adiponektin düzeyleri istatistiksel olarak anlamlı farklılık
göstermemektedir (p>0.01).
Salazoprin kullanımına göre adiponektin düzeyleri istatistiksel olarak anlamlı farklılık
göstermemektedir (p>0.01).
Qmensyl kullanımına göre adiponektin düzeyleri istatistiksel olarak anlamlı farklılık
göstermemektedir (p>0.01).
NSAID kullanımına göre adiponektin düzeyleri istatistiksel olarak anlamlı farklılık
göstermemektedir (p>0.01).
Metotreksat kullanımına göre adiponektin düzeyleri istatistiksel olarak anlamlı
farklılık göstermemektedir (p>0.01).
Leflunomid kullanımına göre adiponektin düzeyleri istatistiksel olarak anlamlı
farklılık göstermemektedir (p>0.01).
Tablo 5: Gruplarda romotoid faktöre göre adiponektin değerlendirmesi
Adiponektin
Düzeyi
Romatoid Faktör
Negatif
p
Pozitif
51
Ort±SD
Ort±SD
Romatoid artrit
52,21±63,31
53,19±62,64
0,674
Osteoartrit
66,10±90,57
63,32±59,34
0,902
Kontrol
32,80±38,32
6,98±2,44
0,071
Mann-Whitney U test kullanıldı
Romatoit artrit grubunda; romatoid faktöre göre adiponektin düzeyleri istatistiksel
olarak anlamlı farklılık göstermemektedir (p>0.05).
Osteoartrit grubunda; romatoid faktöre göre adiponektin düzeyleri istatistiksel
olarak anlamlı farklılık göstermemektedir (p>0.05).
Kontrol grubunda; romatoid faktöre göre adiponektin düzeyleri istatistiksel olarak
anlamlı farklılık göstermemektedir (p>0.05).
52
Tablo 6: Gruplarda CRP’ye göre adiponektin düzeyi değerlendirmesi
Adiponektin
CRP
<3
>3
Ort±SD
Ort±SD
Romatoid artrit
50,83±65,79
54,06±60,86
0,457
Osteoartrit
52,28±73,69
93,52±104,27
0,019*
Kontrol
22,23±22,49
47,14±51,25
0,100
Düzeyi
Mann-Whitney U test kullanıldı
p
*p<0.05
Romatoit artrit grubunda; CRP düzeyine göre adiponektin düzeyleri istatistiksel
olarak anlamlı farklılık göstermemektedir (p>0.05).
Osteoartrit grubunda; CRP düzeyine göre adiponektin düzeyleri istatistiksel olarak
anlamlı farklılık göstermektedir (p<0.05); CRP düzeyi >3 olan olguların adiponektin
düzeyleri, CRP düzeyi <3 olan olgulardan istatistiksel olarak anlamı yüksektir.
Osteoartrit Grubu'nda Leptin Düzeyi
30
25
20
15
10
5
0
<3
>3
CRP
Leptin Düzeyi
Şekil 7: Osteoartrit grubunda CRP düzeylerine göre adiponektin dağılımı
Kontrol grubunda; CRP düzeyine göre adiponektin düzeyleri istatistiksel olarak
anlamlı farklılık göstermemektedir (p>0.05).
Tablo 7: Gruplardaki Adiponektin düzeyleri ile
53
Romatoid artrit
Osteoartrit
Kontrol
r
r
r
DAS 28
0,034
-
-
Hastalık Aktivitesi
-0,006
-
-
Sedimentasyon
0,077
0,352*
0,179
HOMA Değeri
0,346**
0,336*
0,313*
HbA1c
0,109
0,091
0,167
Kroner Risk Faktörleri
0,130
-0,262
0,164
Adiponektin Düzeyi
r: Spearman’s rho korelasyon katsayısı
*p<0.05
**p<0.01
Romatoit artrit grubunda; adiponektin düzeyi ile DAS 28 skoru, hastalık aktivitesi,
sedimentasyon, HbA1c düzeyi ve kroner risk faktörü arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki
bulunmamakta iken (p>0.05); Homa değeri ile adiponektin düzeyi arasında pozitif yönde
%34.6 düzeyinde istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulunmaktadır (p<0.01).
Osteoartrit grubunda; adiponektin düzeyi ile sedimentasyon arasında pozitif yönde
%35.2 düzeyinde istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulunmaktadır (p<0.05). Homa değeri ile
adiponektin düzeyi arasında da pozitif yönde %33.6 düzeyinde istatistiksel olarak anlamlı
ilişki bulunmaktadır (p<0.05). HbA1c düzeyi ve kroner risk faktörü ile adiponektin düzeyi
arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulunmamaktadır (p>0.05).
Kontrol grubunda; adiponektin düzeyi ile sedimentasyon, HbA1c düzeyi ve kroner
risk faktörü arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulunmamakta iken (p>0.05); Homa
değeri ile adiponektin düzeyi arasında pozitif yönde %31.3 düzeyinde istatistiksel olarak
anlamlı ilişki bulunmaktadır (p<0.05).
54
Şekil 8: Gruplara göre; sedim ile adiponektin ilişkisi
55
Şekil 9: Gruplara göre; HOMA ile adiponektin ilişkisi
56
TARTIŞMA
Romatoid artrit kronik ,sistemik, enflamatuar bir romatlojik hastalıktır. Üzerinde
uzun zamandır araştırmalar yapılmasına rağmen etiyolojisi hala kesin olarak bilinen bir
hastalık değildir.Bu yüzden hastaların şikayetlerine, fiziki bulgularına, ve hastalığın
komplikasyonlarına yönelik uygulanmakta olan ilaç tedavileri henüz küratif bir aşamada
bulunmamaktadır.Günümüzde uygulanmakta olan tedaviler genellikle hastalığı baskılmak
yada gelişimini yavaşlatmayı amaçlamaktadır.
Bunun için hastalığın etiyopatogenezinin aydınlatılması için birçok yeni çalışmaya ve
yeni bulgulara ihtiyaç duyulmaktadır. Romatoid artrit hastalığına yönelik olarak yapılan ve
yapılacak olan yeni çalışmaların bulguları hastalığın mekanizmasının daha iyi anlaşılmasına
ve belki de küratif tedavilerin ortaya çıkmasına yol açacaktır.
Bizde bu amaçla patogenezde rol oynadığını düşündüğümüz adiponektin molekülünü
çalışmamız için seçtik. Hasta gruplarını RA hastaları,OA hastaları ve sağlıklı grup olmak
üzere üç gruba ayırdık.
Çalışmamızda gruplar arasında cinsiyetler açısından bir fark saptamadık. Bütün
gruplarda cinsiyet açısından kadın ağrılığı mevcuttu. Kadın ağırlığının belirgin olması
romatoid artritin özellikle kadın cinsiyette çok daha fazla görülmesinden kaynaklandı. Senolt
L. ve arkadaşları (10), Arita Y. ve arkadaşlarının (13) yaptığı çalışmalarda kadınların
erkeklere göre daha yüksek plazma adiponektin düzeyleri olduğu
bulunmuştur.
Çalışmamızda ise her üç grupta da anlamlı bir farklılık görülmedi. Bu sonuç cinsiyetle ilgili
immünolojik mekanizmalar arasında adiponektin düzeyinde bir farklılık olmadığını gösterdi.
Grupların yaş ortalamalarına bakıldığında romatoid artritte 48 , sağlıklı bireylerde 42
ve osteoartiritte 59 olduğu görüldü. Gruplardaki yaş farkı en fazla 17 olarak saptandı. RA ve
OA kendi özelliklerinden dolayı daha çok ileri yaşta görülen hastalıklardır. Normal sağlıklı,
ek hastalığı çok fazla olmayan kişileri ileri yaşta bulmak zor olduğu için doğal olarak gruplar
arasında yaş farkı ortaya çıktı. Yaşla beraber plazma adiponektin düzeylerinin ilişkisini
sorgulayan çalışmalarda pozitif (15,16), negatif (14) ve nötr ilişki (118) saptanmıştır. Bizim
57
çalışmamızda bütün gruplarda yaşla beraber anlamlı olarak değişen adiponektin düzeyi
görülmedi.
Diğer gruplara kıyasla OA grubunda VKİ yüksek olarak bulundu. Bunun sebebini
de hastalığın doğal gelişiminde kilo fazlalığının etkisinin olmasına bağlandı. Ancak aynı
durum bel/kalça oranlarında söz konusu değildi ve gruplar arasında belirgin bir fark yoktu.
Daha önce yapılan çalışmalarda RA hastalarında VKİ, kan lipid profili, bel/kalça oranı,
aterogenezin adiponektin düzeyi ile ilgili anlamlı (13,119,120) ve anlamsız (121) bulunan
sonuçları mevcuttu. Bizim çalışmamızda her üç grupta da sadece VKİ ve adiponektin düzeyi
arasında pozitif bir ilişki bulundu. Bu ilişki özellikle OA grubunda daha belirgin olarak
saptandı. Diğer parametrelerin adiponektin düzeyi ile ilgisi olmadığını gördük.
Romatoid artritin aktivasyon parametreleri ve enflamasyon göstergesi olarak takip
edilen CRP, Das 28 skoru, şiş eklem sayısı, hastalık aktivite skoruna bakıldığında plazma
adiponektin düzeyi ile ilgili anlamlı bir farklılık görülmedi. Aynı şekilde baktığımız romatoid
faktör düzeylerinde de anlamlı bir fark görülmedi. Benzer çalışmalarda ise bu parametrelerle
ilgili pozitif (122,123) ve negatif (124,125) yönde bulgular saptanmıştır.
Romatoid artritde kalp tutulumu, artmış aterosklerotik kalp hastalıkları ve buna bağlı
artmış mortalite daha önceden yapılan çalışmalarda saptanmıştı (126, 127, 128, 129).
Çalışmamızda bu yönde ele alabilenecek parametre olarak Ulusal Kalp, Akciğer ve Kan
Enstitüsü’nün Framingham kalp çalışması verilerine dayanan kardiyovasküler olay risk
hesaplama sistemini (117) kullandık. Risk hesaplaması içinde
kan lipid profili, diyabet
varlığı, hipertansiyon, cinsiyet ve sigara içimini kapsamaktaydı. Böylece bu parametrelerin
ayrı ayrı değerlendirmektense bir bütün olarak ele almak mümkün oldu.Çalışma sonunda
hesaplanan risklerle adiponektin düzeyi arasında bir bağlantı saptanmadı.Önceki çalışmalar
ise bu yönde bir bağlantı olabileceğini öngörüyordu (119, 120).
Karaduman ve ark.’nın yaptığı çalışmada (130) açlık plazma glukozu ile plazma
adiponektin düzeyleri arasında ters bir korelasyon saptanmıştır. Çalışmamızda ise adiponektin
düzeyi ile bu parametreleri bir bütün olarak alan HOMA sonuçları pozitif yönde anlamlı
olarak geldi. Bu durum her üç grup içinde geçerliydi. Ancak aynı durum diabet varlığı ve
hemoglobin A1c değerleri için geçerli değildi.
58
Literatürde RA tedavisine yönelik olarak verilen ilaçlarla adiponektin düzeyleri
arasındaki ilişki araştırılmıştır. Özellikle anti-TNF tedaviyle ilgili bu konuda anlamlı bulgular
mevcuttur. Nagashima ve arkadaşları (131, 132) anti-TNF tedavi ile adiponektin düzeylerinde
artma saptarken Harle P. ve arkadaşları (133) bir değişiklik saptamamıştır. Bizim
çalışmamızda ise anti-TNF’de dahil olmak üzere diğer tedavi seçeneklerinden leflunomide,
steroid, quensyl, metotreksat, salazopryn, NSAID kullanımında adiponektin düzeyinde
anlamlı bir farlılık saptanmadı.
Sonuç olarak, çalışmamızda her üç grupta da bakılan parametrelerle adiponektin
düzeyleri arasında anlamlı bir fark saptanmadı. Sadece insülin direnci için bakılan HOMA
değeri ile ilgili anlamlı bir ilişki saptandı. Literatürde daha önce yapılan benzer çalışmaların
bazıları ile uyumlu bazıları ile de uyumsuz sonuçlar ortaya çıktı. Bu da göstermekteki bu
konuda aydınlatılması gereken daha bir çok husus mevcuttur. Gelecekte daha fazla sayıda
hasta içeren yine benzer parametrelerin karşılaştırıldığı kontrollü prospektif çalışmalarla daha
net sonuçlar elde edilebileceğini düşünüyoruz. Daha net sonuçlar elde edildikçe hastalığın
etiyopatogenezi daha iyi anlaşılacak ve daha etkili tedavi yöntemlerinin geliştirilmesi
mümkün olacaktır.
59
ÖZET
RA etiyopatogenezi tam olarak anlaşılamamış bir hastalık olmasından dolayı
günümüzde hastalığa yönelik olarak küratif bir tedavi söz konusu değildir. Son yıllarda
yapılan çalışmalarla buna yönelik olarak önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Adiponektin bu
gelişmeler sonucunda öne çıkmaya başlayan bir moleküldür.
Adiponektin yalnızca yağ dokudan salgılanan, hiperinsülinemi ile karakterize obezite
ve insülin direnci ile güçlü ilişkileri olan son yıllarda tanımlanan 30-kDa ağırlığında sitokin
benzeri özellikleri olan bir peptiddir. Adiponektinin; insülin duyarlılığını arttırdığı, antiinflamatuar, pro-inflamatuar, anti-aterosklerotik, anti-apopitotik ve anti-anjiogenik etkileri
olduğu gösterilmiştir. Literatürde RA ve adiponektin ile yapılan çalışmalarda bu yönde
pozitif, negatif ilişkili sonuçlar bulunmuş bazen de bir ilişki saptanmamıştır.
Bizde çalışmamızda buna yönelik olarak RA hastaları, OA hastaları ve sağlıklı
bireylerden oluşan üç grup hazırladık. Her gruptan hastaların kan örnekleri alınarak serum
adiponektin
düzeyleri
ölçüldü.
Yapılan
karşılaştırmada
hastalık
aktivite
skorları,
kardiyovasküler risk, HOMA değeri, VKİ, bel/kalça oranları, hastalık süreleri ve aldıkları
medikal tedaviler karşılaştırıldı. Bu parametrelerle adiponektin düzeyi arasında her üç grupta
da anlamlı bir ilişki saptanmadı. Sadece HOMA değeri ile adiponektin düzeyi arasında
anlamlı bir pozitif ilişki bulundu. Bu sonuç da daha önce bununla ilgili yapılan çalışmalarla
çelişmekteydi.
Çalışmamızda RA hastalık aktivasyon parametreleri ile adiponektin düzeyi arasında
istatiksel olarak anlamlı bir fark olacağı beklenmekteydi. Sonuçları ve literatürü beraber
değerlendirdiğimiz zaman bu ilişkinin daha iyi aydınlatılması için çok daha fazla sayıda hasta
ile yapılacak prospektif çalışmalara ihtiyaç olduğu kanaatindeyiz.
60
KAYNAKLAR
1.Shapiro L, Scherer PE. The crystal structure of a complement-1q family protein suggests an
evolutionary link to tumor necrosis factor. Curr Biol 1998;8: 335-8.
2. Scherer PE, Williams S, Fogliano M, Baldini G, Lodish HF. A novel serum protein similar
to C1q, produced exclusively in adipocytes. J Biol Chem 1995; 270: 26746-9.
3. Karmiris K, Koutroubakis IE, Kouroumalis EA. Leptin, adiponectin, resistin, and ghrelin
implications for inflammatory bowel disease. Mol Nutr Food Res 2008; 52: 855-66.
4. Saijo S, Nagata K, Nakano Y, Tobe T, Kobayashi Y. Inhibition by adiponectin of IL-8
production by human macrophages upon coculturing with late apoptotic cells. Biochem
Biophys Res Commun 2005;334:1180-3.
5. Tsatsanis C, Zacharioudaki V, Androulidaki A, et al. Adiponectin induces TNF-alpha and
IL-6 in macrophages and promotes tolerance to itself and other pro-inflammatory stimuli.
Biochem Biophys Res Commun 2005;335:1254-63.
6. Feldmann M, Brennan FM, Maini RN. Role of cytokines in rheumatoid arthritis. Annu Rev
Immunol 1996;14: 397-440.
7. Connell L, McInnes IB. New cytokine targets in inflammatory rheumatic diseases. Best
Pract Res Clin Rheumatol 2006;20: 865-78.
8. Komai N, Morita Y, Sakuta T, Kuwabara A, Kashihara N. Anti-tumor necrosis factor
therapy increases serum adiponectin levels with the improvement of endothelial dysfunction
in patients with rheumatoid arthritis. Mod Rheumatol 2007;17: 385-90.
61
9. Serelis J, Kontogianni MD, Katsiougiannis S, Bletsa M, Tektonidou MG, Skopouli FN.
Effect of anti-TNF treatment on body composition and serum adiponectin levels of women
with rheumatoid arthritis. Clin Rheumatol 2008; 27: 795-7.
10. Senolt L, Pavelka K, Housa D, Haluzik M. Increased adiponectin is negatively linked to
the local inflammatory process in patients with rheumatoid arthritis. Cytokine 2006;35: 24752.
11. Ehling A, Schaffler A, Herfarth H, et al. The potential of adiponectin in driving arthritis. J
Immunol 2006;176:4468-78.
12. Chen TH, Chen L, Hsieh MS, Chang CP, Chou DT, Tsai SH. Evidence for a protective
role for adiponectin in osteoarthritis. Biochim Biophys Acta 2006; 1762:711-8.
13. Arita Y, Kihara S, Ouchi N, et al. Paradoxical decrease of an adipose-specific protein,
adiponectin, in obesity. Biochem Biophys Res Commun 1999; 257: 79-83.
14. Vilarrasa N, Vendrell J, Maravall J, et al. Distribution and determinants of adiponectin,
resistin and ghrelin in a randomly selected healthy population. Clin Endocrinol 2005;63:329
15.Koh SJ, Hyun YJ, Choi SY, et al. Influence of age and visceral fat area on plasma
adiponectin concentrations in women with normal glucose tolerance. Clin Chim Acta
2008;389:45-50.
16.Isobe T, Saitoh S, Takagi S, et al. Influence of gender, age and renal function on plasma
adiponectin level: the Tanno and Sobetsu study. Eur J Endocrinol 2005;153:91-8.
17. Silman AJ, Hochberg MC.Epidemiology of the rheumatic diseases, 2nd edn.Oxford:
Oxford University Press;2001
18. Garrod AB.The nature and treatment of gout and rheumatoid gout:London.Walton and
Maberley ;1859
62
19. Gümüşdiş G: Bağ Dokusu Hastalıkları:Romatoid artrit: Gümüşdiş G, Doğanavşargil E
(eds). Klinik Romatoloji, Deniz Matbaası 1999, İstanbul, sf: 269-279
20. Maini RN, Feldmann M: Immunopathogenesis of rheumatoid arthritis. In Maddison P,
Isenberg D, Woo P, Glass D (eds). Oxford Textbook of Rheumatology, Oxford University
Press p: 983-1004, 1998.
21. Ollier W: Rheumatoid Arthritis and Epstein-Barr virus: a case of living with the enemy?
Ann Rheum Dis 2000; 59: 497-499
22. Gümüşdiş G: Bağ Dokusu Hastalıkları: Romatoid Artrit. Gümüşdiş G, Doğanavşargil E
(eds). Klinik Romatoloji El Kitabı, Güven Matbaası, sf: 209-227, İzmir 2003
23. Brothers GB,Hadler NM.Diurnal variations in rheumatoid synovial effusions. J
Rheumatol.1983;10:471-474
24. Direskeneli H:Romatoid Artrit Etyopatogenezi.Hamuryudan 5th edition. Romatoid artrit,
MD yayıncılık , 2002; sf:8-15
25. Yazıcı Y, Erkan D: Romatoid Artrit: Tanı ve Tedavisi. Karaaslan Y, Oksel F (eds).
Romatizmal Hastalıklar Tedavi El Kitabı, MD Yayıncılık, sf: 53-64, Ankara 2003.
26. Yavuz K Ş: Romatoid Artritin eklem bulguları. Hamuryudan V. (ed).Romatoid Artrit, MD
Yayıncılık, sf: 16-19, Ankara 2002.
27. Ragan C, Farrington E: The clinical features of rheumatoid arthritis.Prognostic indices.
JAMA 1999; 2:16.
28. Segal R, Caspi D ,Tisher M etal.Accelerated nodulosis and vasculitis during metotrexate
terapy for RA.Arthritis Rheum 1988;31:1182-1185
29. Combe B, Didry C, Gutierrez M et al.Accelerated nodulosis and systemic manifestations
during metotrexate therapy for RA .Eur J Med.1993;2:153-156
63
30. Thorne C,Urowitz MB, Wanless I et al.Liver disease in Felty’s syndrome. Am J Med.
1982;73:35-40
31. M.C.Hochberg, A.J.Sılman, J.S. Smolen. Rheumatology. Rheumatoid Arthritis:
Extraarticular manifestations of rheumatoid arthritis and systemic involvement. Eric L
Matteson.Third edition 2003. Volume 1, sf:781-792
32. Voulgari PV, Kolios G,Papadapaolus Gk et al.Role of cytokines in the pathogenesis of
anemia of chronic disease in rheumatoid arthritis.Clin immünol1999;92:153-160
33. Davis D, Charles PJ, Potter A et al.Anemia of chronic disease in rheumatoid arthritis;in
vivu effectsof tumor necrosis factor alpha blockade.Br J Rheumatol 1997;36:950-956
34. PincusT, Olsen NJ, Russel Jlet al. Multicenter study of recombinant human
erythropoietinin correction of anemia in RA.Am J Med1990;89:161-168
35. Crisp AJ,Armstrong RD,Grahame R at al.Rheumatoid lung disease, pneumothorax and
eosinophilia.Ann Rheum Dis 1982;41:137-140
36. Isomaki H, Koivisto O, Kivinity K.Splenomegaly in rheumatoid arthritis.Acta Rheumatol
Scand 1971;17: 23-61
37. Walker WC, Wright V. Pulmonary lesions and RA. Medicine 1968;47: 501-520
38. Ellman P, Ball RE.Rheumatoid disease with joint and pulmonary manifestations. BMJ
1948;2:816-823
39. Tanoue LT.Pulmonary manifestations of rheumatoid arthritis.Clinic Chest Med.
1998;19:667-685
40. Shadick NA,Fanta CH, Weinblatt ME at al.Bronchiectasis: alte fitore of RA.Medicine
1994;73:161-170
64
41.Anaya JM,Dicthelm L,Ortiz LA at al.Pulmonary involvementin RA.Sem Arthritis
Rheum1995;24:242-254
42. Flipo RM,Danze PM.Castelain V at al.Systemic manifestations of RA; Prognostic value
of the HLA DRB1 0405 allele.Rev Med _nt 1993;14:1014-1017
43. Tonoue LT.Pulmonary manifestations of RA.Clinic Chest Med.1998;19: 667-685
44. Markenson JA,McDougal JS, Tsairis P at al.Rheumatoid menengitis:a localized immün
process.Ann Intern Med.1979; 90:786-789
45. Helin HJ, Korpela MM, Mustonen JT.Renal biopsy findings and clinicopathologic
correlations in RA.Arthritis Rheum 1995;38:242-247
46. Pedersen LM; NordinH, SvenssonB. Microalbuminuria .in patients with RA.Ann Rheum
Dis 1995;54:1891-1892
47. Titinen S, Kaarela K, Helin H at al. Amyloidosis:incidence and early risk factorsin
patients with RA.Scand J Rheumatol 1993;22:158-161
48.Chambers RE, MacFarlane CG, Whicher JT.serum amyloid-A protein concentration in RA
and its role in monitoring disease activity.Ann Rheum Dis 1983;42:665-667
49. Hazenberg BP, Van Rijswijk MH.Clinical and therapeutic aspects of AA amyloidosis.Clin
Rheumatol 1994;8:661-690
50. Weyand CM, Hickok KC, Conn DL, Goronzy JJ.The influence of HLADRB1 genes on
disease severity in RA.Ann _ntern Med1992;117:801-806
51. Scott DGI, Bacon PA, Allen C et al.Ig G rheumatoid factor,complement andimmüne
complexes in the rheımatoid synovitisand vasculitis:comparative and serial studies during
cytotoxic therapy.Clin Exp _mmunol 1981;43:54-63
65
52.
Wislowska
M,
Sypula
S,
KowalikI.Echocardiographic
findings,
24
hour
electrocardiographiv Holter monitoring in patients with rheumatoid arthritis according to
Steinbrocker’s criteria, functional index, value of Waaler- Rose titre and duration of disease
Clin Rheumatol 1998;17:369-377
53. Bonfiglio T, Atwater EC. Heart disease in patients with seropositive rheumatoid arthritis:a
controlled autopsy study and review.Arch Intern Med.1969;124:714-719
54. Goldenberg J, Ferraz MB, Pessoa AP et al. Symptomatic cardiac involvement in juvenile
rheumatoid arthritis. Int J Cardiol 1992;34:57-62
55. Bely M, Apathy A, Beke-Martos E.Cardiac changes in RA. Acta Morphol Hun 1992;
40:149-186
56. Warren D, Blackburn WD, Chatham WW: Laboratory Findings in Rheumatoid Artritis.
Koopman WJ, McCarty DJ. Artritis and Allied Conditions. 56:1089-1109, 1997.
57.Ruddy S, Harris D E, JR., Sledge B C. Kelley’s Textbook of Rheumatology, Philadelphia,
WB Saunders Company 2001.
58. Özbek S: Romatoid Artritte Laboratuvar Bulguları. Hamuryudan V. (ed). Romatoid Artrit,
MD Yayıncılık, sf: 32-37, Ankara 2002.
59. Fuchs HA, Sergent JS: Rheumatoid Arthritis: The Clinical Picture. Koopman WJ (ed):
Arthritis and Allied Conditions. A Textbook of Rheumatology. Williams and Wilkins, 13. Ed.
P: 1047-1070, 1997.
60. Arnett FC, Edworthy SM, Bloch DA, et al: The American Rheumatism Association 1987
revised criteria for the classification of rheumatoid arthritis. Arthritis Rheum 1988; 31: 315324.
61. Çakır N: Romatoid Artritin Tanı ve Ayırıcı Tanısı. Hamuryudan V. (ed). Romatoid Artrit,
MD Yayıncılık, sf: 38-42, Ankara 2002.
66
62. Weinblatt ME: Treatment of Rheumatoid Arthritis. Koopman WJ, McCarty DJ. Artritis
and Allied Conditions. 58:1131-1145, Williams and Wilkins Company 1997.
63. Paget SA: Rheumatoid Arthritis: Treatment. In Kippel JH (ed): Primer on the Rheumatic
Diseases. Atlanta, Arthritis Foundation, 1997.
64. Kayaalp S. O: Romatoid Artrite Karşı Kullanılan Özel Antiinflamatuvar İlaçlar: Narkotik
Olmayan Analjezikler (Non Steroid Antiinflamatuvar İlaçlar). Tıbbi Farmakoloji, Feryal
Matbaacılık, sf: 2081-2082, Ankara 1992.
65. Kayaalp S. O: Romatoid Artrite Karşı Kullanılan Özel Antiinflamatuvar İlaçlar: Narkotik
Olmayan Analjezikler (Non Steroid Antiinflamatuvar İlaçlar). Tıbbi Farmakoloji, Feryal
Matbaacılık, sf: 2081-2082, Ankara 1992.
66. Furst DE, Hilson J: Aspirin and other nonsteroidal antiinflammatory drugs, Koopman WJ
(ed): Arthritis and Allied Conditions. Lippincott Williams and Williams, p: 665716,Philadelphia, 2001.
67. Brooks PM: Nonsteroidal antiinflammatory drugs: Differences and similarities. N Engl J
Med 1991; 324: 1716-1725.
68. Conagan, PG, Brooks P: Disease-modifying antirheumatic drugs, including methotrexate,
gold, antimalarials and d-penicillamine. Curr Opin Rheumatol 7: 167-173, 1995.
69. McCune W, Vallance DK, Lynch JP: Immunsuppressive drug therapy. Curr Opin
Rheumatol 1994;7: 262-272,
70. Weinblatt ME: Methotrexate. In: Ruddy S, Harris ED, Jr, Sledge CB,eds. Kelley’s
Textbook of Rheumatology. Sixth ed. Philadelphia, WB Saunders Com.; 841-852, 2001.
71. Yurdakul S: Uzun Etkili İlaçlar. Hamuryudan V. (ed). Romatoid Artrit, MD Yayıncılık,
sf: 80-87, Ankara 2002.
67
72. Day O R: Sulfasalazine. In: Ruddy S, Harris ED, Jr, Sledge CB,eds. Kelley’s Textbook of
Rheumatology. Sixth ed. Philadelphia, WB Saunders Com.; 853-857, 2001.
73. Kayaalp S. O: Glukokortikoidler. Tıbbi Farmakoloji, Feryal Matbaacılık, sf: 2577-2606,
Ankara 1992.
74. Kirwan JR: The effect of glucocorticoids on joint destruction in rheumatoid arthritis. N
Engl J Med 1995; 333: 142-146.
75. Da Silva JA, Bijlsma Jw: Optimizing glucocorticoid therapy in rheumatoid arthritis.
Rheum Dis Clin North Am 2000; 26: 859-880.
76. Ryan L, Brooks P: Disease-modifying antirheumatic drugs. Curr Opin Rheumatol
1999;11: 161-166
77. Mladejonic V, DomljanZ, Rozman B, et al: Safety and effectiveness of leflunamide in the
treatment of patients with active rheumatoid arthritis. Arthritis Rheum 1995; 38:1595.
78. Jarvis B, Faulds D: Etanercept: areview of its use in rheumatoid arthritis.Drugs 1999; 57:
945-966.
79. Markham A, Lamb HM: Infliximab: a review of its use in the management of rheumatoid
arthritis. Drugs 2000; 59: 1341-1359.
80. Karaaslan Y: Yeni Hastalık Modifiye Edici Antiromatizmal İlaçlar. Hamuryudan V. (ed).
Romatoid Artrit, MD Yayıncılık, sf: 88-94, Ankara 2002.
81. Kayaalp S O: Siklosporin: İmmunomodülatör ilaçlar. Tıbbi Farmakoloji, Feryal
Matbaacılık, sf: 1051-1052, Ankara 1992.
82. Yocum DE, Klippel JH, Wilder RL: Cyclosporin A in severe treatmentrefractory
rheumatoid arthritis. Ann Intem Med 1988; 109: 863-869.
68
83. Yücel E A: RA Tedavisinde Biyoojik Ajanlar. Hamuryudan V. (ed). Romatoid Artrit, MD
Yayıncılık, sf: 102, Ankara 2002.
84. American College of Rheumatology Subcommittee on Rheumatoid Arthrtis Guidelines.
Guidelines for the Management of Rheumatoid Arthritis 2002 update. Arthritis Rheum 2002;
46: 328-346.
85. Tugwell P, Pincus T, Yocum D, et al: Combination Therapy with cyclosporin and
methotrexate in severe rheumatoid arthritis. N Engl J Med 1995; 333: 137.
86. Weinblatt ME, Kremer Jm, Coblyn JS, et al: Pharmacokinetics, safety, and efficacy of
combination treatment with metotrexate and leflunamide in patients with active rheumatoid
arthritis. Arthritis Rheum. 1999; 42: 1322-1328.
87. Buckwalter JA, Mankin HJ: Articular cartilage. Part 1: Tissue design and chondrocyte
-matrix interactions. J Bone Joint Surg 1997; p:79A: 600-Il.
88. Sandy JD, Plaas AHK, Rosenberg L: Structure, function, and metabolism of cartilage
proteoglycans. In: Koopman WJ (ed.) Arthritis and AIIied Conditions.13 ed. USA: Williams
SL Wilkins, 1997; p:22989. Caterson B: Biochemical markers of changes in cartilage metabolism in the pathogenesis
of arthritis. Rheumatology in Europe 1998; 27: 52-4.
90. Burr DB: Subchondral bone. In: Brandt K, Doherty M, Lohmander LS (eds.)
Osteoarthritis. New York: Oxford University Press, 1998; p:l44-57.
91. Reaven GM. Role of insulin resistance in human disease. Diabetes 1988;37:1595-1607.
92. Altuntaş Y.: İnsülin direnci ve ölçüm metodları. Ed. Yenigün M., Her yönüyle diabetes
mellitus. 2. Basım, Nobel tıp kitapevi, İstanbul, 2001, s.839-852.
93. Altuntaş Y.: İnsülin direncinde tanı testleri. Klinik Aktüel Tıp metabolik sendrom özel
sayısı. İstanbul, Mayıs 2005:12-18
69
94. Matthews DR, Hosker JP, Rudenski AS, Naylor BA, Treacher DF, Turner
RC:Homeostasis model assessment: insulin resistance and beta-cell function from fasting
plasma glucose and insulin concentrations in man. Diabetologia 28:412–419, 1985
95. Tara M. Wallace, MD, Jonathan C. Levy, MD and David R. Matthews, MD: Use and
Abuse of HOMA Modeling. Diabetes Care 27:1487-1495, 2004
96. Yokota T, Oritani K, Takahashi I, Ishikawa J, Matsuyama A, Ouchi N, Kibara S,
Funahashi T. Tenner A J. Tomiyama Y, Matsuzawa Y. Adiponectin, a new member of the
family of soluble defense collagens, negatively regulates the growth of myelomonocytic
progenitors and the functions of macrophages. Blood, 2000; 96: 1723-1732
97. Stefan N, Stumvoll M: Adiponectin-its role in metabolism and beyond. Horm Metab
Res, 2002; 34: 469-474
98. Maeda K, Nishida M, Kihara S, Sakai N, Nakajima T, Hasegawa K, Muraguchi M,
Ohmoto Y, Nakamura T, Yamashita S, Hanafusa T, Matsuzawa Y: cDNA cloning and
expression of a novel adipose specific collagen-like factor APM1 (Adipose Most abundant
Gene transcript 1). Biochem Biophys Res Commun, 1996; 221:286-289
99. Hu E, Liang P, Spiegelman BM: AdipoQ is a novel adipose-specific gene dysregulated in
obesity. J Biol Chem, 1996; 271:10697-10703
100. Fruebis J, Tsao TS, Javorschi S, Reed DE, Erickson MR, Yen FT, Bihain BE, Lodish
HF: Proteolytic cleavage product of 30-kDa adipocyte complement-related protein increases
fatty acid oxidation in muscle and causes weight loss in mice. Proc Natl Acad Sci USA, 2001;
98:2005-2010
101. Scherer PE, Williams S, Fogliano M, Baldini G, Lodish HF: A novel serum protein
similar to Clq produced exclusively in adipocytes. J Biol Chem, 1995; 270:26746-26749
102. Yamauchi T, Kamon J, Minokoshi Y, Ito Y, Waki H, Uchida S, Yamashita S.Noda M,
Kita S, Ueki K, Eto K, Akanuma Y, Froguel P, Foufelle F, Ferre P, Carling D, Nagai R,
70
Kimura S, Kahn B, Kadowaki T. Adiponectin stimulates glucose utilization and fatty-acid
oxidation by activating AMP-activated protein kinase. Nature Med , 2002; 8:1288-1295
103. Yokota T, Meka C S R, Medina K L, Igarashi H, Comp P C, Takahashi M, Nishida M,
Oritani K, Miyagawa J, Funahashi T, Tomiyama Y, Matsuzawa Y, Kincade P. W. Paracrine
regulation of fat cell formation in bone marrow cultures via adiponectin and prostaglandins. J.
Clin. Invest, 2002; 109: 1303-1310
104. Ouchi N, Kihara S, Arita Y, Okamoto Y, Maeda K. Kuriyama H, Hotta K, Nishida M,
Takahashi M, Ohmoto Y, Nakamura T. Yamashita S, Funahashi T, Matsuzawa Y.
Adiponectin, an adipocyte-derived plasma protein, inhibits endothelial NF-kappa-B signaling
through a cAMP-dependent pathway. Circulation, 2000; 102: 1296-1301
105. Stefan N, Stumvoll M: Adiponectin-its role in metabolism and beyond. Horm Metab
Res, 2002; 34: 469-474
106. Weyer C, Funahashi T, Tanaka S, Hotta K, Matsuzawa Y, Pratley RE, Tataranni PA.
Hypoadiponectinemia in obesity and type 2 diabetes: close association with insulin resistance
and hyperinsulinemia. J Clin Endocrinol Metab, 2001; 86: 1930-1935
107. Tsao TS, Lodish HF, Fruebis J: ACRP30, a new hormone controlling fat and glucose
metabolism. Eur J Pharmacol , 2002; 440: 213-221
108. Yang WS, Lee WJ, Funahashi T, Tanaka S, Matsuzawa Y, Chao CL, Chen CL, Tai TY,
Chuang
LM:
Weight
reduction
increases
plasma
levels
of
an
adipose-derived
antiinflammatory protein, adiponectin. J Clin Endocrinol Metab, 2001; 86: 3815-3819
109. Matsuda M, Shimomura l, Sata M, Arita Y, Nishida M, Maeda N, Kumadato Y,
Nagaretani H, Nisrizawa H, Kishida K, Komuro R, Ouchi N, Kihara S,Nagai R,Funahashi T,
Matsizawa Y: Role of adiponectin in preventing vascular stenosis. The missing link of adipovascular axis. J Biol Chem, 2002; 277: 37487-91
110. 0kamoto Y, Arita Y, Nishida M, Muraguchi M, Ouchi N, Takahashi M, Igura T, Inui Y,
71
Kihara S, Nakamura T, Yamashita S, Miyagawa J, Funahashi T, Matsuzawa Y. An adipocytederived plasma protein, adiponectin, adheres to injured vascular walls. Horm Metab Res,
2000; 32: 47-50
111. Ouchi N, Kihara S, Arita Y, Nishida M, Matsuyama A, Okamoto Y, Ishigami
M,Kuriyama H, Kishida K, Nishizawa H, Hotta K, Muraguchi M, Ohmoto Y,Yamashita S,
Funahashi T, Matsuzawa Y: Adipocyte-derived plasma protein, adiponectin,suppresses lipid
accumulation and class A scavenger receptor expression in human monocytederived
macrophages. Circulation, 2001; 103: 1057-1063
112. Combs TP, Berg AH, Obici S, Scherer PE, Bossetti L: Endogenous glucose production is
inhibited by the adipose-derived protein Acrp30. J Clin Invest,2001; 108:1875-1881
113. Lindsay RS. Funahashi T. Hanson RL, Matsuzawa Y, Tanaka S, Tataranni PA, Knowler
WC, Krakoff J: Adiponectin and development of type 2 diabetes in the PimaIndian
population. Lancet,2002; 360 :57 -58
114. Imagawa A , Funahashi T, Nakamura T , Moriwaki M, Tanaka S, Nishizawa H, Sayama
K ,Uno S, Iwahashi H , Yamagata K , Miyagawa J and Matsuzawa Y. Elevated Serum
Concentration of Adipose-Derived Factor, Adiponectin, in Patients With Type 1 Diabetes:
Diabetes Care, 2002; 25:1665-1666
115. Hadjadj S, Aubert R, Fumeron F, Pean F, Tichet J, Roussel R, Marre M; Increased
plasma adiponectin concentrations are associated with microangiopathy in type 1 diabetic
subjects. Diabetologia, 2005; 48: 1088-92.
116.Van der Heijde DMFM, van't Hof MA, van Riel PLCM, van der Putte LBA.
Development of a disease activity score based on judgement in clinical practice by
rheumatologists. J. Rheumatol 1993; 20:579-81
117. Wilson, PW, et. al. Prediction of Coronary Heart Disease Using Risk Factor Categories.
Circulation 1998 97 (18): 1837-1847
72
118. Ryan AS, Berman DM, Nicklas BJ, et al. Plasma adiponectin and leptin levels, body
composition, and glucose utilization in adult women with wide ranges of age and obesity.
Diabetes Care 2003;26:2383-8.
119. Targońska-Stępniak B, Dryglewska M, Majdan M. Adiponectin and leptin serum
concentrations in patients with rheumatoid arthritis. Rheumatol Int. 2009 Jul 12.
120.Gonzalez-Gay MA, Llorca J, Garcia-Unzueta MT, Gonzalez-Juanatey C, De Matias JM,
Martin J, Redelinghuys M, Woodiwiss AJ, Norton GR, Dessein PH. High-grade
inflammation, circulating adiponectin concentrations and cardiovascular risk factors in severe
rheumatoid arthritis. Clin Exp Rheumatol. 2008 Jul-Aug;26(4):596-603.
121.Senolt L, Pavelka K, Housa D, Haluzík M. Increased adiponectin is negatively linked to
the local inflammatory process in patients with rheumatoid arthritis.
Cytokine. 2006
Sep;35(5-6):247-52
122.Ebina K, Fukuhara A, Ando W, Hirao M, Koga T, Oshima K, Matsuda M, Maeda K,
Nakamura T, Ochi T, Shimomura I, Yoshikawa H, Hashimoto J. Serum adiponectin
concentrations correlate with severity of rheumatoid arthritis evaluated by extend of joint
destruction Clin Rheumatol. 2009 Apr;28(4):445-51.
123.Fantuzzi G. Adiponectin and inflammation: consensus and controversy. J Allergy Clin
Immunol. 2008 Feb;121(2):326-30
124.Senolt L, Pavelka K, Housa D, Haluzík M. Increased adiponectin is negatively linked to
the local inflammatory process in patients with rheumatoid arthritis. Cytokine. 2006
Sep;35(5-6):247-52.
125.Lee SW, Kim JH, Park MC, Park YB, Lee SK. Adiponectin mitigates the severity of
arthritis in mice with collagen-induced arthritis. Scand J Rheumatol. 2008 Jul-Aug;37(4):260126. Wallberg Jonsson S, Ohman Ml. Cardiovascular morbidity and mortality inpatients with
seropositive Rheumatoid arthritis. J Rheumatol 1997; 24: 445-451
73
127. Jacobsson LTH, Knowler WC, Pillemar S. et al. Rheumatoid arthritis and mortality. A
longitudinal study in Pima Indians. Arthritis Rheum 1993;36:1045-1053.
128. Myllykangas-Luosujarvi R, Aho Ket al. Cardiovascular mortality in women with
rheumatoid arthritis. J Rheumatol 1995;22:1065-1067
129. Frystyk J, Berne C, Berglund L, Jensevik K, Flyvbjerg A, Zethelius B. Serum
adiponectin is a predictor of coronary heart disease: a population-based 10-year follow-up
study in elderly men. J Clin Endocrinol Metab 2007;92:571-6.
130.Karaduman M, Bilici A, Ozet A, Sengul A, Musabak U, Alomeroglu M. Tissue levels of
adiponectin in breast cancer patients. Med Oncol. 2007;24(4):361-6.
131.Nagashima T, Okubo-Fornbacher H, Aoki Y, Kamata Y, Kimura H, Kamimura T, Nara
H, Iwamoto M, Yoshio T, Okazaki H, Minota S. Increase in plasma levels of adiponectin after
administration of anti-tumor necrosis factor agents in patients with rheumatoid arthritis. J
Rheumatol. 2008 May;35(5):936-8.
132.Serelis J, Kontogianni MD, Katsiougiannis S, Bletsa M, Tektonidou MG, Skopouli FN.
Effect of anti-TNF treatment on body composition and serum adiponectin levels of women
with rheumatoid arthritis. Clin Rheumatol. 2008 Jun;27(6):795-7.
133.Härle P, Sarzi-Puttini P, Cutolo M, Straub RH. No change of serum levels of leptin and
adiponectin during anti-tumour necrosis factor antibody treatment with adalimumab in
patients with rheumatoid arthritis. Ann Rheum Dis. 2006 Jul;65(7):970-1.
74
Download