ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ İmtiyaz Sahibi: Yrd. Doç. Dr. Taner KAYA Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Dr. F. Hülya KURBAN Reklam ve Tanıtım Müdürü: Derya BATMAZ ÜNEY Yayın Kurulu Doç. Dr. M. Vedat KOCA Uzm. Dr. A. Orhan DENGİZ Op. Dr. Ali Fuat PAKER Uzm. Dr. Ali Sait ÇAL Op. Dr. Bektaş Kemal ASLAN Op. Dr. Bülent AYMELEK Uzm. Dr. Caner YILDIZ Op. Dr. Deniz GÜLERYÜZ ÇAKMAK Op. Dr. Fatih Volkan TERCAN Uzm. Dr. Fatma AKKAN Op. Dr. Gürsu ÖZER Uzm. Dr. Handan İLKDOĞAN Uzm. Dr. Harun YILMAZ Uzm. Dr. Hülya AKDENİZ ÜNTUT Uzm. Dr. İhsan MAĞUNACI Op. Dr. Meftun ALİCAN Op. Dr. Murat CERAN Uzm. Dr. Mustafa ERCAN Op. Dr. Mustafa SEZEN Uzm. Dr. Nuran CELİLOĞLU Op. Dr. Osman Okan YAMAN Uzm. Dr. Önder BEKAR Op. Dr. Ruhi SAYAR Uzm. Dr. Seyfi KAMBEROĞLU Op. Dr. S. Sinan KEJANLIOĞLU Op. Dr. Tevfik ÖNCAN Op. Dr. Uğur Barış ÖZKAL Op. Dr. Yavuz Selim DAYIOĞLU Dr. Göksel DORA Dr. Hüseyin YILDIZ Dr. Sabir ZEYVER Uzm. Ecz. Enver SARAÇOĞLU Dt. Funda DÖNMEZ Dt. Metin AYAN SAYI : 7 YIL: 3 OCAK - NİSAN 2013 Yazışma Adresi : Özel Bursa Anadolu Hastanesi İzmir Yolu No:105 Nilüfer / BURSA Tel: (0224) 451 09 09 Fax: (0224) 451 53 00 E-mail: [email protected] www.bursaanadoluhastanesi.com Görsel Tasarım ve Baskıya Hazırlık: AERONORM Advanced Creativity FSM Bulvarı Gazi Sk. Özkaya Apt. No: 8/1 Nilüfer / Bursa Tel: (0224) 242 22 88 E-mail: [email protected] www.aeronorm.com Baskı : Renkvizyon Matbaa Reklam Tanıtım Hizmetleri Anadolu Mah. Karlıdağ Cad. No: 32 Yıldırım/Bursa Tel: (0224) 251 04 14 Fax: (0224) 251 04 15 E-mail: [email protected] www.renkvizyon.com.tr Yrd. Doç. Dr. Taner KAYA Mesul Müdür / Başhekim Değerli Okurlarımız, baharın, yeniden doğuşuyla birlikte herkese merhaba! Her işin başı sağlık... Sağlık, her zaman hayatımızın ilk ve en önemli gündem maddesidir. Sağlığımıza ne kadar dikkat edersek edelim, yolumuz mutlaka bir gün hastaneye düşer. Bu sıkıntılı dönemlerde Özel Bursa Anadolu Hastanesi ailesi olarak hizmetinizdeyiz. Özel Bursa Anadolu Hastanesi’nin kuruluşundan beri en temel hedefimiz, nitelikli ve kaliteli sağlık hizmeti sunmaktır. Hizmet verirken her zaman hasta haklarına ve etik kurallara uyarak, hastalarımızın koşulsuz memnuniyetini sağlamaya çalışıyoruz. Bu amaçla, her alanda eğitimli ve uzman bir kadro ile hizmet veriyoruz. Biz birlikte çalıştığımız ve hizmet verdiğimiz insanları önemsiyor; mükemmeliyet, etkinlik ve kabiliyete önem veriyoruz. Hastalarımızın ve hasta ailelerinin haklarını koruyor ve onların haklarına saygı gösteriyoruz. Dergimizin 7. sayısında sizlere; diyabet hastalarının sorunları, yutma güçlüğü, düşük tansiyon, kadında kısırlık gibi ilginizi çekeceğini düşündüğümüz sağlık problemleri ile ilgili bilgiler vereceğiz. Genel Cerrahi Uzmanımız Op. Dr. Gürsu Özer’in objektifinden uzakdoğunun sihirli ülkesi Hong Kong’u tanıtmaya çalışacağız. Satırlarımı Mevlana’nın güzel bir sözüyle bitiriyorum. Ben dostlarımı ne kalbimle ne de aklımla severim. Olur ya ... Kalp durur ... Akıl unutur ... Ben dostlarımı ruhumla severim. O ne durur, ne de unutur ... Sevgiyle kalın... ya a K r e n Ta ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ Sabahattin TOPRAK Yönetim Kurulu Başkanı 2013’ün Parlayan Yıldızı Olmak Yıllar su gibi geçer mi bilinmez ama, 2012 su gibi geldi geçti. Şimdi yeni yıldayız. Her yeni yıl bir muhasebe yapma fırsatıdır. Bu muhasebe elbette sadece hesap kitap muhasebesi değil. Ciddi bir değerlendirme, adeta bir yaka paça olma durumudur. Ne yaptık, ne yapamadık? Yaptıklarımızdan neler elde ettik? Başarılarımız nedir? Yanlışlarımız ve eksiklerimiz nelerdir? Bu ve benzeri soruları hem kendimiz, hem kurumlarımız için sormalıyız. Daha da ötesinde bir toplum olarak bu sorulara cevaplar aramalıyız. Anadolu Hastanesi yeni yıla böyle bir muhasebe ile girme bilinci içindedir. Sağlık hizmetlerinin insani yönünü ve benzeri olmayan hassasiyetlerini hiçbir zaman dikkatlerimizden kaçırmadan, yapılabileceklerin en iyisini yapmanın peşinde olduk daima. Bunun pek çok göstergesi mevcuttur. Hasta memnuniyetinin yüksekliğinden hasta sayımızdaki istikrarlı artışa, hasta yakınlarından alınan çok olumlu geri dönüşlerden kamuoyundan alınan bire bir güzel haberlere, resmi kurumların takdirinden sivil toplum kuruluşlarının taltifine kadar nice işaret bizlere gurur vermektedir. Başarılı olmak önemlidir, lakin başarılı kalmak daha da önemli ve bir o kadar da zordur. Başarılarımız bizlere daha büyük sorumluluklar yüklemekte, yeni atılımlar yapmaya yönlendirmektedir. Anadolu Hastanesi ailesi olarak, gerçekten de başarılı ve verimli bir yılı geride bırakmış olmanın rehavetine kapılmadan, gözlerimizi daha parıltılı başarılara dikmekteyiz. Yıldırım’da yeni ve her şeyiyle modern bir hastanenin temelleri yükselmekte ve biz şimdiden sizlere orada vereceğimiz harikulade hizmetlerin heyecanını yaşamaktayız. Evet, derler ki “gideceği limanı bilmeyen bir gemiye hiçbir rüzgar yardım etmez”. Rotamızın belli, güzergahımızın net olması başarı için elzem. İster kişi olsun, isterse kuruluş; yönünü tayin etmeli, amaç ve hedeflerini belirlemeli ve bunun için gerekli donanıma sahip olmalıdır. Anadolu Hastanesi, Büyük Türkiye’nin yıldız şehri Bursa’da sağlık sektörünün yıldızlarından olmayı hedeflemiş ve bunu başarmanın yoluna girmiştir. Geçmişe sadece olası hata ve noksanlarımızı görmek için bakıyoruz. Bizi asıl ilgilendiren gelecek. Kurum olarak geleceği en güzel şekilde planlayıp, en doğru yol haritasıyla kalıcı başarılara uzanmanın davasını güdüyoruz. Yöneticilerimiz, doktorlarımız, teknik personelimiz, hemşirelerimiz, hasta bakıcılarımız ve diğer tüm personelimiz buna inanmış bir aile olarak ortak geleceğimizi birlikte inşa etmenin gayreti içindedirler. Bizim başhekimimizden bekçimize kadar her birimiz, Anadolu Hastanesi’ne gelen herkesin burayı sımsıcak bir yuva gibi hissetmesi için ne gerekiyorsa yapmaya çalışıyoruz ve daha da iyisini yapmaya hazırız. Çünkü hizmet ettiğimiz insan. İnsan ise kainatın biricik varlığı. Zaten kainattaki her şey insana hizmet etsin diye yaratılmamış mı? 2013 hepimiz için yeni bir başlangıç. Bu yeni yılın Bursamıza, ülkemize ve tüm insanlığa barış, huzur ve esenlik getirmesi en büyük dileğimiz. Biz bunun için bize düşeni yapmak için elimizden gelenden fazlasını ortaya koymaya hazırız. Anadolu Hastanesinin adını, 2013’de daha yükseklere yazdırdığımızda, esasında bu, sizlere daha üstün hizmetler etmiş olduğumuzu ifade edecektir. Bizim için bundan daha güzel ne olabilir? ak r p o T n i t t a h a Sab 3 ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ Dr. Hülya KURBAN Başhekim Yardımcısı / Editör Yeni sayımızda yine sizlerin bazı sağlık sorunlarınızı aydınlatmaya, sizlere değişik yöre ve ülkeler tanıtmaya çalıştık. Anadolu Sağlık Dergisi olarak başladığımız yayın hayatımızda 7. sayımıza ulaştık. Sağlığınızla ilgili bir çok sorununuza ışık tutmaya, yön gösterici ve bilgilendirici olmaya çalıştık. Bunu ne kadar başardığımızı siz değerli okurlarımızın takdirlerinize bırakıyoruz. Dergimizin sayfalarında sizlere Dünya’nın, Türkiye’ nin ve Bursa’nın ilginç ve güzel yörelerini tanıtmaya çalıştık. Amatörce çıktığımız bu yolda başarı ile bugünlere geldik. Sağlık, içi çok fazla doldululabilecek geniş bir kavram. Biz de dergimizle sağlığın içini bir nebze doldurmaya çalışıyoruz. Sağlık insanların başında öyle bir taç ki, bunu sadece sağlığını kaybedenler görebiliyor. Bugünlerde yaşadığım bir sağlık sorunu ile bunu bir kez daha yürekten hissettim. Bu nedenle sağlığımızı hasta olmadan korumanın önemini bir kez daha vurgulamak istiyor, siz okurlarımızın doktorlarımızın verdiği bilgilerle aydınlanacağınızı umuyorum. Önümüzdeki aylar, baharın büyük bir coşkuyla bizleri karşıladığı aylar. Biliyorsunuz ki bahar doğanın yeniden uyanışını ve doğuşunu simgeler. İçimiz büyük bir sevinç ve yaşama heyecanı ile dolar. Sizlerin de bahar aylarının verdiği bu sevinç ve coşkuyla sağlıklı ve mutlu yaşamanızı diliyorum. Bu arada tüm sağlık çalışanlarının 14 Mart Tıp Bayramı’nı içtenlikle kutluyorum. Sağlıklı kalın. Hayat sizi hep güler yüzle karşılasın... an b r u K a y l ü H 4 ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ 5 ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ 6 ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ 7 ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ Ayakkabı Seçimi Op. Dr. Fatih Volkan TERCAN Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Ayakkabının üst kısmı deri, kanvas veya delikli bir materyalden yapılmış olmalıdır. Bu malzeme hava geçiren, terleme ile ayakta oluşan nemi dışarı atabilen malzemeden yapılmış olması önemlidir. Plastik gibi yapay maddelerden kaçınılmalıdır. Çocuklarda Ayakkabı Seçimi Çocuklar büyümeye başladıkları ve ilk adıma yaklaştıkları dönemde ailelerin ilk aklına gelen sorulardan biride çocuğuma nasıl bir ayakkabı almalıyım olmaktadır. Burada dikkat edilmesi gereken birkaç kriter vardır. Öncelikle ayakkabıların uzunluğuna, genişliğine, yüksekliğine ve kullanılan malzemenin kalitesine dikkat edilmelidir. Çocukların hızlı büyüme dönemlerinde her 3-4 ayda bir yeni ayakkabı ihtiyacı olabilir. 16 ay altında çocuklarda, ayak 2 ayda 2 numara büyüyebilir.16-24. aylarda ayaklar 3 ayda 2 numara büyürken, 24-36 aylık küçük çocuklarda 4 ayda 2 numara, 2 yaşından sonra 4-6 ayda 2 numara büyür. Taban içinin ter emici bir maddeden yapılmış olduğundan emin olunmalıdır. İç kısmı destekli taban tercih edebilirsiniz. Aslında çocukların çoğu böyle bir desteğe ihtiyaç duymazlar. 18 ay altındaki bebeklerin hemen hepsi düz tabandır. Ayak taban gelişimi 12 yaşına kadar devam etmektedir. Ayakkabının tabanı yeri sağlam tutan, kaymayan ve 8 esnek bir malzemeden yapılmış olmalıdır. Sert ve yüksek tabanlar küçük çocuklarda sendelemelere ve düşmeye neden olabileceğinden kaçınılmalıdır. Bebeklerde ayakkabıda topuğa ihtiyaç yoktur. Düz taban yürümeye yeni başlayan bebeklerde yürüyüşü kolaylaştırır. Daha büyük çocuklarda 2 cm yi geçmeyen topuklar kullanılabilir. Daha yüksek topuklar ayağın öne doğru kayarak parmakların bükülmesine neden olur. Çocuk ayakkabısını sabah saatlerinde değil, öğleden sonra satın alın. Çünkü çocukların da ayakları büyüklerde olduğu gibi gün içinde şişebilir. Bu da ayağı normalden daha büyük gösterir. Böylece ayağa büyük numaralı ayakkabı alma riski artar. Çocuğunuz yanınızda olmadan ayakkabı almayın. Küçük çocukların da ayakkabı alırken denemesi gerekir. Ayakkabının ucuna baş parmağınızla bastırarak, ayakkabının çocuğunuzun ayağına tam oturup oturmadığını, büyük gelip gelmediğini anlayabilirsiniz. Ayakkabı en uzun ayak parmağından bir baş parmak ölçüsüyle uzun olmalıdır. Bu esnada çocuğunuzun ayakta durması gerekir. Erişkinlerde Ayakkabı Seçimi Erişkinlerin günlük hayatın önemli bir kısmını ayakta ve ayakkabı ile geçirdiğini düşünürsek sağlıklı bir gün geçirmek için sağlıklı ayakkabı seçiminin ne kadar önemli olduğunu anlarız. O nedenle seçeceğimiz ayakkabı giydiğimizde rahat olan ve günü rahat şekilde geçirten ayakkabıdır. Bunun içinde ayağımızın büyüklüğüne ve anatomik yapısına uygun olmalıdır. Ayakkabı seçerken dikkat etmemiz gereken kriterler; • Ayağınızın büyüklüğüne ve genişliğine uygun ayakkabı seçin. • Alacağınız ayakkabının topuğu 6 santimetreden yüksek olmamalıdır. • Alacağınız ayakkabıyı gün sonuna doğru alınki alacağınız ayakkabı günün verdiği şişkinlikte bile ayağınızı sıkmasın. • Ayakkabının içinde parmaklarınız kadar topuğunuzda rahat olmalıdır. • Ayakkabı alırken iki tarafı birlikte deneyin. • Ayakkabının ucuyla en uzun parmağınız arasında 1cm boşluk olmalıdır. • Ayakkabı büyük ayağınızın(çoğunlukla ayağın biri diğerinden büyüktür) ölçülerinde rahat olmalıdır. • Yeni ayakkabıları denerken biraz yürüyünüz ve iyi oturduğundan ve rahat olduğundan emin olunuz. • Ayakkabının içinde parmaklarınızı rahatça hareket ettirebilmelisiniz. • Ayakkabı rahatsız edici derecede sıkı ise, zamanla gevşer diye düşünüp satın almayınız. ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ Dirsekte Ulnar Sinir Sıkışması Op. Dr. Tevfik ÖNCAN Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Elin 4. ve 5. parmaklarının hissetmesi ve hareketlerini sağlayan “Ulnar sinir” dirseğin iç kenarından geçtiği tünelde bazen sıkışır. En sık nedeni dışarıdan bası oluşmasıdır. Bu bası uyku sırasında, ameliyatlarda, bilinç kapalıyken kolun sert bir yere dayanması, şoförlerde ve tekerlekli sandalyedeki hastalarda kollarının sürekli dayanması nedeniyle oluşabileceği gibi; travma, bağ dokularının kalınlaşması, yumuşak doku veya kemik tümörleri, kireçlenme nedeniyle oluşmuş kemik çıkıntılar nedeniyle de oluşabilir. Elin 4. ve 5. parmaklarının hissetmesi ve hareketlerini sağlayan “Ulnar sinir” dirseğin iç kenarından geçtiği tünelde bazen sıkışır. En sık nedeni dışarıdan bası oluşmasıdır. Bu bası uyku sırasında, ameliyatlarda, bilinç kapalıyken kolun sert bir yere dayanması, şoförlerde ve tekerlekli sandalyedeki hastalarda kollarının sürekli dayanması nedeniyle oluşabileceği gibi; travma, bağ dokularının kalınlaşması, yumuşak doku veya kemik tümörleri, kireçlenme nedeniyle oluşmuş kemik çıkıntılar nedeniyle de oluşabilir. Belirtileri Küçük ve yüzük parmakta uyuşma, karıncalanma, ağrı (Şekil 1) ve kavrama gücünde azalmadır. Üç derecesi vardır; 1. Derecede sadece duyu kaybı varken, 2. Derecede kaslarda zayıflık mevcuttur. 3. Derecede ise tamamen bir felç durumu söz konusudur. Şikâyetleri yeni başlayan hastalarda; Dirsek dayama nedeniyle oluşacak basının önlenmesi, dirseğin bükülmesini engelleyen cihaz ve dirseklik kullanımı, aktivitelerin düzenlenmesi ve ağrı kesiciler ile tedavi edilebilir. Ancak ilerler ve uzun süre geçmezse ameliyat gereklidir. Boyun fıtığı veya unlar sinirin Şekil 2 başka bölgelerde (örneğin bilekte “Guyon” kanalında) sıkışması da benzer durumları ortaya çıkarabileceğinden, ameliyat öncesi mutlaka EMG tetkikiyle tanı kesinleştirilmelidir. Ameliyat genellikle koltuk altından kolun uyuşturulması ile ve kanamayı önlemek için turnike kullanılarak yapılır. Ulnar sinir dirsek iç tarafında bulunduğu kanaldan çıkarılarak ön tarafa taşınır (Şekil 2 ve 3). Yaralar 2 haftada iyileşir ve dikişler alınır, ancak sinir fonksiyonları etkilenmenin derecesine göre hemen dönebileceği gibi dönmesi aylar da sürebilir. ulnar sinir median sinir Şekil 1 Şekil 3 9 ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ Düşük Tansiyon (Hipotansiyon) yükselmiyor ve ciddi bir baş dönmesi, bulantı, fenalık hissi, gözlerde kararma şikayetiniz devam ediyorsa veya süreklilik gösteriyorsa bir doktora görünmenizde mutlak fayda vardır. Uzm. Dr. Önder BEKAR İç Hastalıkları Uzmanı Düşük tansiyon olarak bilinen hipotansiyon, herhangi bir semptom vermeyebilirken, birçok kişide baş dönmesi, gözlerde kararma, bayılma gibi semptomlar da yapabilir. Bazı vakalrda hayatı tehdit edici olabilir. Kan basıncının oluşturduğu etkiler kişiden kişiye değişmekle birlikte, sistolik (büyük tansiyon) tansiyonun 90 mm hg, diyastolik (küçük tansiyon) tansiyonun 60 mm hg altında olması olarak tanımlanır. Düşük tansiyonun sebepleri basit bir dehidratasyondan (vücudun susuz kalması) ciddi dahili ve cerrahi hastalıklara kadar değişebilir. Düşük tansiyon tedavi edilebilir bir durum olmasına rağmen asıl önemli olan sebebinin bulunması ve tedavi edilmesidir. Tansiyon düşüklüğü, özellikle aniden geliştiğinde kişide ciddi belirti ve bulgular verebilir. Baş dönmesi, konsantrasyon bozukluğu, göz kararması, bulantı, soğuk bir deri, hızlı soluma, yorgunluk, depresyon, susama hatta bayılma bunlar arasındadır. Ne Zaman Doktor Görmelidir? Çoğu zaman tansiyon düşüklüğü ciddi bir hastalığa bağlı olmaz. Tansiyonunuz düşük olmasına rağmen kendinizi iyi hissediyorsanız, ciddi bir baş dönmesi, bulantı, fenalık hissi, gözlerde kararma yoksa basit önlemlerle - mesela su kaybına, aşırı terlemeye bağlı oluşmuş olabilir sıvı almakla birlikte şikayetleriniz gerileyebilirtansiyonunuz yükselir. Eğer sıvı alamkla 10 Nedenleri Nelerdir? Sistolik Tansiyon: İlk olarak okunan ve büyük tansiyon olarak değerlendirilen değer, kalbin kanı atarken damarlarda oluşturduğu basıncın yansıması olarak değerlendirilir. Diyastolik Tansiyon: İkinci okunan ve küçük tansiyon olarak değerlendirilen değer ise kalp atımları arassında, kalbin dinlenmesi sırasında damarlarda oluşan basıncın yansımasıdır. Son rehberler bu iki değer için idealin 120/80 mm hg olduğunu belirtmekteler. Ancak kan basıncı çok kısa süreler içinde, normal sınırlarda kalmak şartıyla ciddi değişiklikler gösterebilir. Bu durum vücut pozisyonunuzdan, soluma hızınızdan, stres düzeyinizden, fiziksel durumunuzdan, aldığınız ilaçlardan, yediğinizden içtiğinizden etkilenebilir. Bazı durumlar tansiyon düşüklüğüne yol açabilir. Gebelik: Kadın dolaşım sistemi gebeliğin İlk 24 haftasında genişler, bu da büyük tansiyonda yaklaşık 10 , küçük tansiyonda yaklaşık 10-15 mm hg düşüşlere neden olur. Gebelik sonrası normale döner. Kalp Hastalıkları: Düşük kalp hızı, kalp krizi, kalp yetmezliğinde, dolaşım sisteminin kalbi çok yormaması için çeşitli mekanizmalarla damarlarda genişleme yaparak tansiyonu düşürebilir. Endokrin Hastalıklar: Hipotiroidizm-guatr bezinin az çalışması, hipertiroidizm-guatr bezinin çok çalışması, adrenal (böbrek üstü bezi) yetmezlik, hipoglisemi-kan şeker düşüklüğü, diabet-şeker hastalığı Dehidratasyon-susuz kalmak: İshal, bulantı kusma, uzun süre susuz kalmak, idrar söktürücü kullanmak. Kan Kayıpları ve Sepsis: (ciddi enfeksiyonlar) Anafilaksi: (ciddi allerjik reaksiyonlar) İlaç alerjileri, yemek alerjileri, böcek sokmaları. Yetersiz Beslenme : Vitamin B12 eksikliği, folat eksikliği, demir eksikliği. Çeşitli ilaçlar: Diüretikler (idrar söktürücüler), çeşitli tansiyon ilaçları, parkinson hastalığı ilaçları, antidepresanlar (depresyon ilaçları) Düşük Tansiyon Tipleri Ayağa kalkınca olan tansiyon düşmesi (postural ya da ortostatik hipo tansiyon): Adında anlaşılacağı gibi, kişinin otururken ya da yatarken aniden kalkma sonrası olan tansiyon düşmelerini anlatır. En sık sebepleri, susuz kalma, uzun süreli yatak istirahati, gebelik, diabet, kalp hastalıkları, yanıklar, aşırı sıcak, büyük variköz damarlar, nörolojik hastalıklardır. Aynı şekilde birçok tansiyon ilacı, depresyon ilaçları, parkinson ilaçları da postural hipotansiyon yapabilmektedir. Yaygın olarak yaşlı popülasyonda, özellikle 65 yaş üstünde görülmektedir. Fakat aynı zamanda tamamen sağlıklı genç bireylerde de otururken ya da yatarken ani kalkmalarda bu tansiyon düşüklüğü görülebilir. Postprandiyel hipotansiyon: Daha çok yaşlı kişilerde görülen özellikle yemek sonrası olan ani tansiyon düşmelerini tarifler. Bu olay yemek sonrası vücdumuzdaki kanın sindirim sistemimize yönelmesi ile ilgilidir. Sağlıklı kişilerde gerek kalp hızının ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ artması, gerekse kan damarlarının kasılması ile bu tansiyon düşüklüğü engellenir. Ancak bazı kişilerde, özellikle yaşlı kişilerde bu mekanizma çalışmazsa, düşük tansiyon ile baş dönmesi, göz kararması, halsizlik olabilir. Nörolojik kaynaklı hipotansiyon: Bu olay daha çok genç bireylerde görülebilecek bir durumdur. Özellikle uzun süreli oturma sonrası ya da yatma sonrası ani ayağa kalkma ile ilişkilidir. Burada ani kalkışla, bacaklara toplanmış kan aniden kalbe geri döner, bu kalpte tansiyonun yükseldiğine dair yorumlanır ve beyine tansiyonu düşür diye sinyal gönderir. Kalbin bu yanlış algılaması ani tansiyon düşüklüğüne neden olur ve gözlerde kararma, baş dönmesi yapabilir. Risk faktörleri: Düşük tansiyon birçok kişiyi etkileyebilir. Neden olabilecek bazı risk faktörleri vardır. Yaş: Özellikle yaşlı popülasyonda (65 yaş sonrası) ayaktayken veya yemek sonrası tansiyon düşüklüğü olabilir. Ortastatik hipotansiyon hızlı ayağa kalkışlarda ve yemek sonrası görülebilir. Nörolojik kaynaklı hipotansiyon ise daha çok genç bireylerde hızlı yaşam ve harekete bağlı görülebilir. Ilaçlar: Tansiyon ilacı alan herkes tansiyon düşüklüğü için adaydırlar. Bazı hastalıklar: Parkinson hastalığı , diabet, bazı kalp hastalıkları. Tedavi ve İlaçlar Eğer sizi rahatsız edecek kadar semptom veren tansiyon düşüklüğünüz varsa , asıl önemli olan bu düşüklüğe sebep olabilecek durumu saptamaktır ( susuz kalmak mı? kalp hastalığı mı? Seker hastalığı mı?, guatr hastalığı mı? ). Eğer kullandığımız ilaçlara bağlı bir tansiyon düşüklüğü varsa doktorunuzla konuşarak doz azaltımına gidilebilir. Eğer tansiyon düşüklüğünü açıklayabilecek yeterli bulgumuz yoksa, yapılacak olan sağlık durumumuza, var olan hastalıklarımıza, yaşımıza bağlı olarak düşük tansiyonumuzu yükseltmeğe çalışmak ve var olan şikayetlerimizi en aza indirmektir. Bunun için birçok yol vardır. Daha fazla tuz almak: Diyetteki tuz miktarını arttırmak tansiyonumuzda anlamlı bir artış sağlayabilir. Ancak kalp hastalığı olan, yüksek tansiyonu olan ve özellikle yaşlı olan hastaların doktorlarına danışarak bunu yapması daha uygundur. Daha fazla su içmek: Bu öneriden herkes fayda sağlayabilir. Su kan hacmini artırarak dehidratasyondan (vücudun susuz kalmasından) vücüdu korur. Hem tansiyonu yükselterek hem de dehidratasyondan koruyarak tansiyonu yükseltir. Bacak basınç çorapları: Özellikle geniş variköz venleri (varisleri) olan kişiler fayda görür. Genişlemiş bacak damrlarında toplanmış kanın kalbe dönüşünü kaolaylaştırarak tansiyon düşüklüğünü azaltırlar. İlaçlar: Kronik ortostatik hipotansiyonu ve ciddi semptomları olan hastalar doktor kontrolünde çeşitli ilaçlar kullanabilirler. (örn. steroidler) Yalnız tedavide asıl önemli olan, altta yatan sebebi bulup ona yönelik yaşam tarzı değişikliğini ve tedavisini yapmaktır. Yaşam tarzı değişiklikleri: Sonuç olarak düşük tansiyonunuzu yükseltmek için yapılabilecekleri şöyle sıralayabiliriz. Bol su için alkol alımını azaltın; Alkol vücut su oranını azaltarak tansiyonu düşürür. Su ve diğer sıvılar ise kan hacmini arttırarak tansiyonu yükseltir. Sağlıklı beslenin: Sebze, meyve balık ve tavuk eti içeren besinlere ağırlık verin, doktorunuzun önerisiyle gerektiği kadar diyetteki tuz oranını arttırın. Vücut pozisyon değişikliklerini yavaşça yapın: Özellikle yatar ve oturur pozisyondan ayağa, ani olarak kalkmayın. Özellikle sabah yataktan kalkarken derin bir nefes alın ve kalkmadan önce bir kaç dakika yatakta oturun, sonra kalkın. Uyurken başınızı biraz yüksek tutun. Eğer tansiyon düşüklüğü semptomları hissederseniz (baş dönmesi, göz kararması, halsizlik) düz bir zemine uzanarak ayaklarınızı, bacaklarınızı bir sandalye veya benzeri bir yüksek yere koyun. Bu hareket kanı bacaklarınızdan kalbe ve beyine yönlendirecektir. Sık sık yiyin, karbonhidrat içeriği az yiyecekler tüketin. Bu yeme tarzı özellikle ağır yemeklerden sonra oluşacak tansiyon düşmelerini engelleyecektir. Öğünlerinizin karbonhidrat (patates, pirinç, pasta ve ekmek) içeriğinin az olmasına dikkat edin. Aynı zamanda bilinen bir yan etki olmadığı sürece çay ve kahve içmek düşük tansiyonunuzun yükselmesinde fayda sağlayacaktır. Yalnız unutmayın ki özellikle kahve kalp hastalarında ciddi yan etkiler (çarpıntı, tansiyon yükselmesi) yapabileceğinden doktorunuza danışmadan kahvenin fazla tüketimine gitmeyiniz. 11 ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ Diabetes Mellitusta Ayak Problemleri • Damar Hasarı (Kan akımının azalması): Diabetli hastalarda ayak veya bacağın kan akımının azalması ikinci önemli sorundur. Yaraların iyileşmesi güçleşir. Bu soruna PDH (periferik damar hastalığı) adı verilir. Sigara içilmesi bu sorunları hızlandırır. Uzm. Dr. Harun YILMAZ İç Hastalıkları Uzmanı Diabetes Mellitus (şeker hastalığı) insülin salınımının eksikliği, salınan insülinin biyolojik etkisinin azalması veya her ikisinin birlikte sebep olduğu çok önemli bir hastalıktır. Dünyada ve ülkemizde Diabetes Mellitus görülme sıklığı her geçen gün artmaktadır. Diabetes Mellitusta ortaya çıkan metabolik düzensizlik, diabetli hastalarda çok önemli sağlık sorunları ortaya çıkarır. Diabetes Mellitus diyaliz gerektiren son dönem böbrek yetmezliğinin, erişkinlerde ortaya çıkan körlüğün ve alt ekstremite ampütasyonlarının travmadan sonra en sık nedenidir. Diyabetes Mellitus Ayak Sağlığını Nasıl Etkiler? • Sinir Hasarı: Diyabetli Hastalarda Periferik Nöropati olarak adlandırılan bacak sinirlerinde hasar meydana gelir. Periferik duysal nöropati ağrı, soğuk ve sıcağın algılanmasını engeller. Hasta ayağındaki yara, yanık ve kesileri ağrı duyusu azaldığı için farketmez. Motor ve Duysal Nöropati anormal ayak kası mekaniklerine ve ayakta yapısal değişikliklere neden olur (çekiç parmak, pençe parmak deformitesi, çıkıntılı metatars başları gibi). Otonom nöropati ayakta anhidrozise ve yüzeyel kan akımının değişmesine yol açarak derinin kurumasını ve çatlak oluşumunu hızlandırır. 12 Diyabetes Mellituslu Hastalarda En Sık Görülen Ayak Sorunları Nelerdir? • Atlet ayağı ve mantar infeksiyonu: Genelde parmak aralarında ya da ayağın altında başlayan ve ayak tırnaklarına yayılabilen bir cilt hastalığıdır. Sıkı ayakkabı ya da çorap giymek veya ayağı yıkadıktan sonra parmak aralarını kurulamama yüzünden nemli kalan ayaklarda üreyen bir çeşit mantar bu soruna neden olur. Bu hastalığın belirtileri ciltte kuruluk, pullanma, kaşıntı yanma ve su toplamasıdır. Bu hastalıktan korunmak için ayakları her gün ılık su ve sabunla yıkamak, parmak aralarını iyice kurulamak ve çorap değiştirmek gerekmektedir. • Su toplanması: Genelde ayakkabı vurmasından kaynaklanır. Sakın patlatmayın. Üzerini bantlayın ve kendi kendine boşalmasını bekleyin. Ayağınızı kuru tutun ve ayakkabınızın vurmasını önlemek için mutlaka çorapla giyin. Eğer su kabarcığı kendi kendine patlarsa bu bölgeyi yıkayın, antiseptik solüsyon sürün ve üzerini bantlayın. • Hallux valgus deformitesi ve bunyon: Hallux valgus; başparmağın, diğer parmaklara doğru eğilmesi sonucu, başparmak ile 1. tarak kemiğinin birleşme yerinin dışa doğru büyüyerek belirgin ve deforme bir hal almasıdır. Genellikle kalıtsaldır. Bu bölgede uygun olmayan ayakkabı giyilmesi sonucu kızarıklık, şişlik ve infeksiyon (bunyon) gelişebilir. Özellikle sivri burunlu ve çok dar ayakkabı giyilmesi, durumu daha da kötüleştirir. Rahatlatıcı yöntemler bulunmakla birlikte, esas tedavi cerrahi girişimdir. • Nasır: Kalınlaşmış deri tabakasıdır. Ayak cildi üzerindeki aynı bölgeye sürekli basınç gelmesi veya tekrarlayan sürtünmeler sonucu nasır oluşur. Ayaktaki nasırların en sık nedeni uygun olmayan ayakkabılardır. Zaman zaman acı verebilirler. Evde kendi kendinize nasırları çıkarmayı denemeyin, kolaylıkla infekte olabilirler. Hemen doktorunuza başvurunuz. • Ayak kokusu: Ayakta bulunan 250.000 ter bezinin aşırı çalışması sonucu oluşur. Günlük hijyen çok önemlidir. Her gün ayakkabılarınızı çıkararak kurutun ve gerekirse gün içinde çoraplarınızı ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ değiştirin. Ayak pudrası, terlemeyi önleyici ürünler ve sirkeli su ayak kokusunun azalmasına yardımcı olur. • Pençe ayak: Ayak parmaklarından birinin pençe şeklinde kıvrılmasıdır. Genelde bunyon gelişen başparmak nedeniyle ikinci parmakta oluşur. Uygun olmayan ayakkabı giyilmesi sonucu görülür. Cerrahi müdahale ile parmaklar düzgün şekline kavuşturulabilir. • Topuk ağrısı: Genelde topuk kemiğine, bağlara ve sinirlere çok fazla bası olması sonucu oluşur. İnce tabanlı ayakkabılar ile, yürürken ya da zıplarken bası artabilir. Fazla kilolu olmak da bu soruna neden olabilir. Bunların dışında artrit (eklem iltihabı), gut ve dolaşım bozukları da topuk ağrısına neden olabilir. • Topuk dikeni: Ayak taban kaslarının topuk kemiğine yapışma yerinde aşırı zorlanma nedeniyle oluşan aşınma ve bu aşınmanın sürekli bir hal almasıdır. Çekilen röntgen filminde, yara üzerine biriken kireç nedeniyle topukta dikenimsi bir görüntü oluşur. Bu görüntüden dolayı hastalık” topuk dikeni” olarak anılmaktadır. Egzersiz, ortopedik malzemeler, iltihap giderici ilaçlar ve kortizon injeksiyonu gibi yöntemler ile tedavi edilir. • Batık tırnak: En sık ayak başparmağında görülen ve tırnağın yatağından farklı bir yol izleyerek yumuşak doku içinde ilerlemesi ile ortaya çıkan bir rahatsızlıktır. Pek çok nedeni vardır. Bazen tırnak çok büyük olduğu için oluşur. Bazı kişilerin tırnakları kenarlarından kıvrılır (genetik özellikler veya artrit’den kaynaklanır), bu kişiler tırnak batması için adaydır. Travma, ayağı çarpmak veya üstüne basılması gibi durumlar tırnağın derinin içine batmasına yol açar. Uzun süre koşmak, tırnağın yanlış kesilmesi, sıkı çorap ya da dar-sivri burunlu ayakkabı giyilmesi tırnak batmasına sebep olur. Diyabetli Hastalar Ayak Sağlığını Korumak İçin Neler Yapmalıdır? • Ayağınızı her gün ılık su ve nötral beyaz sabun ile yıkayın. Suyun çok sıcak olmamasına dikkat edin. • Ayağınızı nemli tutmayın. Özellikle parmak aralarını iyice kurulayın. • Her gün ayaklarınızda çatlak, yara, nasır kızarıklık veya başka bir sorun olup olmadığını kontrol edin. Ayaklarınızda sinir hasarı veya kanlanmada azalma olmuşsa, kontrol çok daha önemlidir. Eğer ayağınızı, kendinize çekemiyor veya kıramıyorsanız ayna kullanın. İyi göremiyorsanız bu kontrolü yapması için eşinizden veya bir yakınınızdan yardım isteyin. • Cildiniz kuru ise, yıkayıp kuruladıktan sonra losyon veya yumuşatıcı krem sürün. Parmak aralarına losyon sürmeyin. • Nasırları törpü veya ponza taşı ile dikkatli bir şekilde, hafifçe törpüleyin. • Ayak tırnaklarınızı haftada bir kesin. Kesme işlemini ayaklarınızı yıkadıktan sonra tırnaklarınız yumuşayınca yapın. Tırnaklarınızı çok kısa (dipten) kesmeyin, parmağınızın şekline uyumlu kesin, köşelerini törpüleyin. Mümkünse kendi pedikür takımınızı kullanın. • Ayaklarınızı sakatlanmalardan korumak için yalınayak yürümeyin, terlik veya ayakkabı giyin. • Su toplanmasını önlemek için çorap giyin. Diz hizasında veya çok sıkı diz altı çorap giymeyin. • Ayağınıza iyi uyan ayakkabılar giyin. Yeni ayakkabılarınızı günün sonunda ayağınız şişken alın. Yeni ayakkabılarınızı ilk günlerde her gün yalnızca 1-2 saat giyin. Gerekiyorsa tabanlık kullanın. • Spor ayakkabılar günlük ayakkabılardan daha geniş olmalıdır. • Yaralanmaları önlemek için ayakkabınızı giymeden önce içinde herhangi bir yabancı cisim olmadığından emin olun. 13 ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ Diş Beyazlatma (Bleaching) Dt. A. Funda DÖNMEZ Diş Hekimi Diş beyazlatma yöntemleri genel olarak canlı dişlerde beyazlatma ve cansız dişlerde beyazlatma yöntemleri olarak sınıflandırılabilir. Canlı dişlerde beyazlatma yöntemleri, kullanılan beyazlatma jelleri dişin yüzeyine uygulanır.Cansız dişlerde beyazlatma ürünleri dişhekimi tarafından dişin pulpa boşluğuna uygulanır. Dişlerdeki Renklenmenin Nedenleri Dış kaynaklı renklenme: En önemli sebebi, boyar madde içeren yiyecek ve çay, kahve kola gibi içeceklerin sık tüketilmesidir. Bu şekilde mine yüzeyinde açık kahverengi-siyah renklenmeler görülür. Sigara, pipo kullanımı ile daha çok servikal bölgelerde sarımsı kahverengiden siyaha kadar oluşabilen renkleşmeler oluşabilir. Tütün çiğnenmesi ise minedeki mikroçatlaklarda koyu renk oluşumuna ve yumuşak doku hasarlarına neden olur. Mikroçatlaklarda oluşan renklenmelerin giderilmesi hemen hemen imkansızdır. İç kaynaklı renklenme: Bazen dişler sürmeden önce renklenme oluşabilir. Etkilenmişlerdir. İç renklenmeler dişlerin gelişimi sırasında alınan bazı antibiyotikler, fluorür gibi bazı ilaçlardan, diş gelişimi döneminde geçirilen ateşli çocuk hastalıkları ya da genetik hastalıklardan kaynaklanabilir. Ayrıca kanal tedavileri ve amalgam dolgular da dişlerde renklenmeye neden olabilir. Diş Beyazlatma Yöntemleri Diş beyazlatmanın sakıncalı olduğu durumlar; • Geniş pulpalı dişlerde • Dişeti çekilmesi durumunda • Ortodontik tedavi sırasında aşırı hassasiyet • Ağır mine kaybı • Ağızda porselen kuron gibi pahalı restorasyonlar varsa diş beyazlatma dişhekimi kontrolünde yapılmalıdır. • Hidrojen peroksite alerjisi olan kişilerde • Hamilelik ve emzirme döneminde diş beyazlatma yapılması uygun değildir. Klinikte Diş Beyazlatma (Office Bleaching) Bu diş beyazlatma yöntemi; dişhekimi tarafından klinikte ve genellikle 40-50 dk kadar süren tek seanslık bir işlemle uygulanır. Yöntem hidrojen peroksitin ısı ya da ışık ile aktive edilmesi temeline dayanır. Dişe sürülen beyazlatma jelinin üzerine çoğu yöntemde beyazlatmayı hızlandıran bir ısı veya ışık kaynağı uygulanır. 14 Klinik Diş Beyazlatmanın (Office Bleaching) Avantajları • Bir saatlik tek seans sonrası ortalama 8-12 ton beyazlama • İşlem sonrası hassasiyet hissi çok düşüktür. • Elde edilen renk uzun süre korunur. • Dişhekimi tarafından uygulandığında ağız dokuları korunur. • Günlük alışkanlıklardan vazgeçmeden iyi sonuç alınır. (sigara, çay, kahve v.b.) Klinik Diş Beyazlatmanın Dezavantajları • Diğer yöntemlere göre pahalıdır. Bu şekilde yapılan beyazlatmanın başarısı, renklenmenin nedenine ve miktarına bağlıdır. Yaşlanma ile olan renklenmelerde, fluoroz renklenmesinde çoğunlukla 1 seans yeterli olmaktadır. Tetrasikline bağlı renklenmelerde ise 3 hatta 4 seans gerekli olabilir. Evde Diş Beyazlatma (Home Bleaching) Ev diş beyazlatması veya matris beyazlatma olarak da bilinmektedir. Uygulaması oldukça kolay, güvenli ve etkin bir beyazlatma yöntemidir. Evde Diş Beyazlatma Yönteminin Avantajları Bu yöntemin tek avantajı diğer yönteme göre daha ucuz olmasıdır. Evde Diş Beyazlatmanın Dezavantajları • 2-4 hafta süresince uygulama zorunluluğu, • Uygulama dışındaki zamanlarda kahve,kola,çay gibi renkli içecekleri kullanmamak, • Uygulama süresince tütün ve türevlerini kullanmamak • Dikkatsiz uygulamalar sonucunda dişetlerinin zarar görmesi Yöntem vakumla şekillendirilmiş ağız içi kalıba yerleştirilen beyazlatma malzemesinin tercihen gece boyunca uygulanması temeline dayanır. Yöntemde %10-15-20 karbamid peroksit kullanılır. Ağız ortamında zararlı herhangi bir bileşik oluşturmadığı için ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ oldukça güvenlidir. Beyazlatma maddesindeki etkin kimyasal klinik beyazlatmada uygulanandan daha düşük olduğu için evde diş beyazlatma tekniğinin uygulama süresi daha uzundur. beyazlatmadan farklı olarak yüksek enerjili özel bir ışın demeti uygulanır. Işık kaynağı bir seri LED veya diyot-lazerden oluşabilir. Mutlaka dişhekimi gözetiminde yapılmalıdır. En uygun süre 2 ile 6 hafta arasında değişir. Bu süre günde ortalama 7 saat uygulama için düşünülmüştür. Diş beyazlatma süresinin kısaltılması günlük kullanım süresinin uzatılmasına bağlıdır. Yine kullanılacak jelin konsantrasyonuna, üretici firmanın ve diş hekiminizin tavsiyelerine göre bu süre değişebilmektedir. Etkili Olduğu Durumlar • Sarı, turuncu ve açık kahverengi renklenmeler • Kahverengi fluoroz renklenmeleri • Mine opasiteleri. Aslında mine opasitesine etki etmemesine rağmen, minenin diğer bölümleri beyazladığı için opasite daha az dikkat çekici hale gelir. • Ön dişlerin çoklu renklenmeleri • Travma geçirmiş canlı dişlerdeki renklenmeler Lazerli Diş Beyazlatma Fototermal Diş Beyazlatma: Bu yöntemde de yine bir miktar özel bir jel kullanılır. Ancak kimyasal malzemelerle yapılan diş Fotokimyasal Diş Beyazlatma: Bu diş beyazlatma tekniğinde, beyazlatma jeli bir UV-lamba (mavi ışık) veya bir KTP lazeri (yeşil ışık) kullanılarak harekete geçirilir. Bu metodu diğerlerinden ayıran özellik ise kullanılan ışık kaynağının da ayrıca dişi beyazlatıcı etkisinin olmasıdır. (foto oksidasyon) Bu yöntem, dişler üzerinde daha derin bir beyazlatma sağlar. UV-Işık kullanırken çevre dokular (dudaklar, dişetleri, dil vb.) muhtemel yanık yaralanmalarına karşı iyi korunmalıdır. KTP lazeri kullanırken ise yanma riski yoktur, ancak dişetlerinin beyazlatma jelinin sızıntılarına karşı korunması gerekir. KTP lazeri ile beyazlatmanın büyük bir avantajı da; yapılan bilimsel araştırmalar sonucunda diş minesi üzerinde yan etkilerinin gözlenmemiş olmasıdır. Diş beyazlatma işlemi sonrasında yapılacak fluorid uygulanması diş minelerini güçlendirir ve çürümeleri önler. Diş Beyazlatma Ne Kadar Süre Etkilidir? Farklı diş beyazlatma (bleaching) metotlarıyla beyazlatılan dişler 6 ay ile 2 yıla kadar beyaz kalır. Fakat bu süre kişiden kişiye değişir. Yeme-içme alışkanlıkları, sigara ve fırçalama alışkanlığı ile dişlerdeki renkleşmenin nedenleri dişlerin beyaz kalma süresini etkiler. Şu unutulmamalıdır ki, diş beyazlatma her zaman istediğiniz beyazlığı sağlamayabilir. Beyazlama oranı dişlerinizin beyazlatma işlemi uygulanmadan önceki tonuna bağlıdır ve kişiden kişiye değişir. Bu yüzden dişhekiminiz ile beklentilerinizi önceden konuşmalısınız. 15 ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ Dış Kulak Yolu Enfeksiyonları farklılığı; serumenin görünüşü, kıvamı, immünglobulin ve lizozim içeriği gibi fiziksel karakteristiğinde değişikliklere neden olabilir. Üretilen cerumen kademeli olarak dışa doğru göçer ve buradan dışarıya dökülür. Bir takım etkenler, eksternal otitin görülmesini sıklaştırabilir. Op. Dr. Bülent AYMELEK Kulak Burun Boğaz Uzmanı Dış kulak yolu yaklaşık olarak 2,5 cm uzunluğundadır. Bu kanalın fonksiyonu, sesin orta kulağa iletimi ve orta ve iç kulak yapılarının yabancı nesne ve çevresel etkilerden korunmasıdır. 1/3 dış kısımda kıkırdak vardır ve aşağıda yukarıda ve arkada yer alır, oysa 2/3 iç kısımda kemik bölümü vardır ve aşağıda ve önde yer alır. Kemik ve kıkırdak birleşim yeri isthmus olarak adlandırılır ve dış kulak yolunun en dar kısmını oluşturur. Genellikle enfeksiyonun en sık başladığı yer de burasıdır. Kemik kanaldaki cilt kalınlığı 0,2 mm dir ve bu kulak zarı epiteli ile devamlılık halindedir. Bu kısımdaki deri kıkırdak kısımdan oldukça incedir. Eksternal otit, esas olarak auricula ve dış kulak yolunun enfeksiyon ve inflamasyonunu içerir. Dış kulak yolunu döşeyen derinin ve kulak zarının dış yüzeyinin iltihablanmasıdır. Dış kulak yolu sıcak, karanlık ve nemli bir sahadır. Bu durum bakteri ve mantarların üremesini ve kolayca hastalık yapmasına sebep olabilir. Cerumen, dış kulak yolunda yapılan salgıdır. Bu kulak akıntısı asidik bir tabaka oluşturur ve dış kulak yolunun enfeksiyondan korunmasında yardımcı olur. Genetik ve ırksal özelliklerin 16 veya herhangi bir sert madde ile yaralarsanız kulak yolunun cildinde oluşacak çok küçük çatlaklardan mikroplar girer ve iltihap gelişebilir. Psöriasis gibi vücudun diğer bölgelerinde de görülebilen cilt hastalıkları kulak yolunda da gelişebilir ve kulak yolu iltihabının gelişmesini ve tekrarlarına neden olabilir. Dış Kulak Yolu İltihabının Belirtileri • Dış kulak kanalının kaşınması • Kulak ağrısı • Kulakta sarı veya yeşil sarı kötü kokulu cerahat oluşması • Başın hareketiyle kulakta ağrı duyulması • İşitme kaybı. Sık aralıklarla duş alımı veya havuzda yüzme sonucunda kulak yoluna fazla miktarda su girebilir. Su, kulak yolunun hemen girişindeki ter ve yağ bezlerinden salgılanan ve kulak kiri olarak bilinen koruyucu tabakayı yok etmektedir. Böylelikle bakterilerin ve mantarların üremesi de kolaylaşmaktadır. Kulakların sık aralıklarla temizlenmesi aynı şekilde kulağın koruyucu tabakayı yok eder ayrıca dış kulak yolu cildini inceltir ve iltihaba neden olur. Eğer, kulağınızı kulak yoluna parmak Teşhis Eğer kulağınızda kaşıntı, kulağınızın içinde pullanma ya da kulak kanalınızda ağrı varsa, bunlar dış kulak yolu iltihabının göstergesi olabilir. Çoğu kez kulaktan dışarı doğru sarımsı ya da sarımsı-yeşil bir akıntı olur ve bazen bu akıntıdan sonra ağrı hafifler. Eğer iltihap ya da dokudaki şişme kulak kanalını tıkarsa işitmede bir azalma olabilir. Çoğu dış kulak yolu enfeksiyonu rahatsızlık duygusu yaratsa da, uygun tedavi edildiklerinde genellikle tehlikeli değildirler. Bu enfeksiyon,özellikle şeker hastalarında tedavi edilmezse çevre kemiklere ve kıkırdaklara yayılarak hasar verebilir. ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ Tedavi Eksternal Otit tedavisinde amaç; Enfeksiyonu yok ederek dış kulak yolunun bütünlüğünün sağlanması ve dış kulak yolunun sağlıklı durumuna getirilmesidir. Tedavide ilk ve en önemli basamak dış kulak yolunun travmatize edilmeden temizlenmesidir. Özellikle kalın, kabuklanmış, yapışmış dokular varsa bunların kanal derisinden ayrılması da faydalıdır. Hastanın uyumu temizliğin yapılabilmesi için gereklidir. Ancak kısa sürede bile çok ağrılı olabilir. Bu durumda temizliğin etkili olması için analjezi gerekebilir. Kulak deliğine çeşitli kalınlıkta ilaçlı pamuklar koymak başlangıç tedavisidir. Bunlar çeşitli şekillerde bükülmüş pamuk veya bez parçalarıdır. Bunlar hem ilacın daha uzun süre temasını sağlar hem de dış kulak yolunun daha fazla daralmasını önlerler. Topikal damlalar günde 3-4 kez kullanılabilir. Temizliğin sıklığı kanal tarafından üretilen sekresyon veya tıkanmanın miktarıyla uyumlu olarak değişebilir. Gerekirse haftada bir ciddi şekilde temizlemek gerekebilir. Enfeksiyon ajanlarına karşı, kültür ve antibiyogram sonucunda en etkili ilaçların kullanılması gereklidir. Tedavide hasta hekim uyumu çok önemlidir. ve kulak kepçelerinizi hareket ettirmeye çalışarak suyun dışarı akmasını sağlayın. Sık tekrarlayan dış kulak yolu iltihabınız oluyorsa yüzme sırasında başlık kullanarak suyun kulaklarınıza kaçmasını engelleyebilirsiniz. Eksternal Otit Nasıl Önlenebilir? Dış Kulak Yolu İltihabı’nı önlemenin en güvenli yolu, kulak yolunun savunma mekanizmalarının iyi çalışmasını sağlamaktır. Bazı ipuçları yardımcı olabilir. Kulak çubuğu, ataç, sıvı veya sprey maddeler veya parmağınızı kulak yoluna sokmayın. Bu işlem dış kulak yolu derisini zedeleyebilir. Eğer, kulağınız kaşınırsa doktorunuza danışınız. Kulak kirini çıkarmaya çalışmayın. Eğer, işitmenin etkilendiğini hissediyorsanız, herhangi bir diğer nedenin bulunup bulunmadığını değerlendirmek amacı ile doktorunuza danışınız. Kulaklarınızı mümkün olduğu kadar kuru tutmaya çalışın. Yüzme veya duş almadan sonra kulaklarınızı havlu ile kurulayın. Başınızı 17 ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ Diyabet ve Göz Diyabetik retinopatinin başlangıç döneminde gözde meydana gelen problemlerin temelinde retina damarlarındaki geçirgenliğin artması, yani damarların, kanın içindeki bazı maddeleri sızdırması yatar. Diyabetik bir hastanın göz dibi bulguları arasında mikroanevrizmalar, sert eksudalar, retina ödemi, kanamalar görülebilir. Op. Dr. Meftun ALİCAN Göz Hastalıkları ve Cerrahisi Uzmanı Diyabetli kişilerin vücutlarında, pankreas dokusundan salgılanan insülin üretim ve kullanımında sorun vardır. Dolayısıyla, diyabetli kişiler aldıkları besindeki şekeri yeterince kullanamazlar. Bu da, kanda şeker miktarının artmasına yani hiperglisemiye yol açar. Kandaki şeker miktarının devamlı yüksek olması böbrek yetmezliği, kalp-damar hastalığı ve körlük gibi ciddi komplikasyonlara yol açabilir. Dünyada, her on saniyede bir kişi diyabete bağlı bir nedenden dolayı hayatını kaybetmektedir. Diyabet, gelişmiş ülkelerde, erişkinlerde görme azalması ve kaybının en önemli nedenlerinden biridir. Diyabetli kişilerde görme neden azalmaktadır? Diyabet, gözün arka bölümünde görme işleminde çok önemli bir yeri olan retina tabakasındaki (ağ tabaka) damarlara hasar verir. Retina tabakasının tutulmasına Diabetik Retinopati denir. Retina damarlarında oluşan hasar, makulada (görme merkezi) ödeme yani su toplanmasına yol açarak yavaş ve ilerleyici bir şekilde görmeyi azaltabilir. Bunun dışında, göz içerisinde kanama yaparak ani görme kayıplarına yol açabilir. Ayrıca, retina tabakasına verdiği hasar dışında, erken yaşlarda katarakt oluşumuna ve görmenin azalmasına yol açabilir. 18 Retina dışında gözün başka bölümlerinde de hasar oluşturabilir mi? Görme siniri tutarak görme azalmasına yol açabilir. Glokom dediğimiz göz tansiyonu artışına yol açabilir. Ayrıca, kafa sinirlerini tutarak göz kaslarının felcine yol açabilir. Ayrıca kan şekeri dalgalanmalarına bağlı olarak geçici görme bozuklukları ve bazen katarakta da neden olabilir. Damarsal değişiklikler ve tıkanıklıklar artar ve retina kendisini beslemek için normal damarlardan daha ince, kolay kanayabilen ve çok çabuk dallanabilen yeni damarlar oluşturmaya başlar. Diyabetik retinopati tablosuna, beslenmenin az olmasından dolayı, sinirlerde iletinin durmasını gösteren, pamuk kümelerine benzeyen madde birikimleri (yumuşak eksudalar), yeni damar oluşumları, birtakım maddelerin artması sonucu retina üzerinde zarların oluşumu, retina önü ve vitreus içi kanamalar görülebilir. Diyabetli kişiler hastalığın gözlerine vurduğunu nasıl anlarlar? Diyabetli kişiler genellikle görmeleri azaldığında göz doktoruna muayeneye gitmektedirler. Ancak, unutulmamalıdır ki gözdeki hasar başladığında hastaların hiçbir şikayeti olmayabilir. Diyabete bağlı göz hastalığı oluşumunda rol oynayan risk faktörleri nelerdir? En önemli risk faktörü diyabetin süresidir. Hastalığın süresi arttkça, hastalığın retina tabakasına verdiği hasar riski artmakta ve görme azalmaktadır. 15 yıllık diyabet hastası olan birinde diyabetik retinopati gelişme riski %80’in üzerindedir. Kan şekerinin iyi kontrol edilememesi de hastalığın gelişimine ve ilerlemesine yol açmaktadır. Özellikle glikolize hemoglobin(HbA1c) düzeyinin normal göz diyabetik göz Bu da diyabetli kişilerin göz şikayetleri başlamadan göz doktoruna gitmelerinin ve doktorun tavsiye ettiği sıklıkta düzenli takip edilmelerinin önemini göstermektedir. Buluğ çağı, gebelik, katarakt ameliyatından sonra insülin kullanımına geçiş gibi dönemlerde muayeneler daha sık yapılmaktadır. Hastaların kan şeker düzeyleri çok iyi kontrol altında tutulsa bile, retina muayeneleri mutlaka yapılmalıdır. Erken safhada yakalanan hastaların tedavilerinde daha başarılı olmaktayız. Eğer kan şeker düzeyi yüksek seyrederse, gerekli tedaviler yapılmazsa diyabetik retinopati ilerler ve körlükle sonuçlanır. artması diyabetin göze hasar verme riskini arttırmaktadır. Hipertansiyonun kontrol altına alınamaması, kan yağlarının (kolesterol,trigliserid) yüksekliği, sigara içimi, gebelik ve böbrek hastalığı da hastalığı olumsuz yönde etkilemektedir. Hangi tetkikleri yapmaktayız? En kolay ve ilk yapılması gereken oftalmoskop ile detaylı gözdibi muayenesidir. Bu muayenede retinopati veya şüpheli bir durum saptanırsa en sık kullandığımız tetkik retina (FFA) anjiografisidir. Retina anjiografisinde, koldaki toplardamarlardan boya ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ verilerek gözün filmleri çekilir. Retina damar yapısını incelememizi sağlar. İşlem sırasında bazen bulantı olabilir. Ayrıca, 1-2 gün boyunca hastanın cilt rengi sararır ve idrar rengi koyulaşır. Diyabetik retinopatisi olan hastalarda kullanılabilecek diğer bir tanı yöntemi de Optik Koherens Tomografidir. (OKT) OKT’de herhangi bir madde vermeden gözün filmleri çekilir. Retina tabakasını ince kesitler halinde incelememizi sağlar. OKT diyabetik makula ödemi gibi patolojilerde hastalığın evresi, tedavi endikasyonu ve tedavi sonrası takiplerde yol gösterici olmaktadır. Diyabetik retinopatide ne gibi tedaviler uygulanmaktadır? Göze yönelik sorunların tedavisiyle beraber kan şeker seviyesinin iyi kontrolü gerekmektedir. Kan şekeri seviyesinin sıkı kontrolü diyabete bağlı komplikasyon gelişme riskini azaltır ve hastalığın ilerlemesini yavaşlatır, ancak durdurmaz. Yüksek kan basıncı ve artmış kan yağlarının kontrolü de çok önemlidir. Bu risk faktörleri iyi bir şekilde kontrol altına alındığında, göze uygulanan tedavinin sonuçları daha iyi olmaktadır. Lazer Tedavisi Diyabete bağlı retina tabakasındaki hasar için göze en sık uygulanan tedavi lazerdir. Diyabetli kişiler göz doktoruna ne kadar erken başvururlarsa lazer ile elde edilen başarı oranı o kadar artmaktadır.Lazer tedavisinin etkinliği 40 yıllık çalışmalarla ortaya konmuştur. Erken evrede lazer ile tedavi edilen hastaların %85-90 civarındaki bir grubunda körlüğü engellemek mümkündür. Lazer tedavisi ile göz içerisinde kanama, glokom, görme merkezinde ödem (makula ödemi) oluşumu gibi komplikasyonların gelişimi ve ilerlemesi engellenmeye çalışılmaktadır. Görme merkezinde oluşan ödemi gidermek için yapılan lazerde tekrar tedaviler gerekebilmektedir. Bu tedaviyle hastaların görmelerinin azalması durdurulmaya çalışılmaktadır. Lazer fotokoagulasyon, hastanın hastanede yatmasını gerektiren bir durum değildir. Hasta oturur pozisyondayken yapılır ve işlem sonrasında hasta evine gönderilir. Lazerden sonra hafif ağrı ve görmede bir miktar azalma olması normaldir. Diyabetli kişilerin gözlerinde yeni anormal damarlar oluşabilmektedir. Bunlar göz içerisine kanamakta ve glokoma yol açarak körlükle sonuçlanmaktadır. Lazer tedavisi, glokom ve göz içerisinde olabilecek bir kanama riskini etkin bir şekilde azaltmaktadır. Bu olgularda, çevre retinaya yoğun lazer tedavisi yapıldığından, tedaviden sonra görmede azalma olabilir ama sıklıkla bir süre sonra eski düzeyine döner. Ayrıca, görme alanı daralabilir, renkli görme ve karanlık uyumu kötüleşebilir. Vitrektomi Tedavi için geç kalmış ve bazen lazer tedavisine rağmen ilerleme gösteren hastalarda göz içerisinde kanama oluşursa ve belli bir süre içinde kendiliğinden açılmazsa Vitrektomi ameliyatı ile göz içerisindeki kanama temizlenmelidir. Son yıllarda, cerrahi aletlerin teknolojik gelişmesine paralel olarak ameliyat sonrası elde ettiğimiz sonuçlar daha da yüz güldürücü olmuştur. Ameliyat sonrası elde edilecek görme düzeyi, diyabetin retina ve görme sinirinde oluşturduğu hasara bağlı olarak değişmektedir. Ve ancak ameliyattan sonra belirlenebilir. Yeni gelişmeler var mı? Görme merkesinde ödemi (makula ödemi)olan ve görmesi azalan hastalara göz içerisine özel ilaçlar enjekte etmekteyiz. Bu ilaçlar kortizon ya da anti-VEGF içermektedir. Yapılan birçok çalışmada bu ilaçlarla iyi sonuçlar alındığı gösterilmiştir. Ancak, en büyük dezavantajı belli bir süre sonra etkilerini kaybetmeleri ve tekrarlanma gereksinimidir. Ayrıca, özellikle kortizon bazen göz içi basınç yükselmesi ve katarakt oluşumuna yol açabilmektedir. Nadiren bu enjeksiyonlardan sonra enfeksiyon oluşabilmektedir. Ağızdan alınan ilaçlarla diyabetin göze verdiği hasarı azaltmaya yönelik çalışmalar sürdürülmektedir. Bu tedavilere cevap vermeyen bazı özel olgularda vitrektomi ameliyatını uygulamaktayız. Özellikle, geliştirilen dikişsiz vitrektomi tekniği sayesinde, ameliyat sonrası iyileşme dönemi ve operasyon süresi kısalmış, hasta konforu artmıştır. Diyabet hastaları hangi sıklıkla doktora gitmelidir? Tip I veya Tip II diyabeti olanlar retinopati gelişmesi açısından risk altındadır. Diyabeti olan her hasta, en azından yılda bir kez hiçbir şikayeti olmasa bile detaylı göz dibi (fundus) muayenesi yaptırmalıdır. Hamilelik, diyabetik retinopati riskini arttırır. Dolayısıyla diyabetik hamilelerin, mümkün olan en erken zamanda göz dibi muayenesi yaptırmaları önerilir. 5 yıldan fazla diyabetik olanlar ve risk faktörleri taşıyan hastalar 6 ayda 1 göz doktoruna gitmelidirler. Diyabetli hastalar üzerinde yapılan çalışmalar, kan şekeri kontrolünün, retinopati gelişimini ve ilerlemesini yavaşlattığını göstermektedir. Kan şeker düzeyini normal sınırlar içerisinde tutmak, hem göz hem de diğer organ hastalıkları riskini azaltacaktır. Normal düzeylerdeki kan şekeri aynı zamanda lazer tedavisi ihtiyacını da azaltacaktır. 19 ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ Kısırlık (İnfertilite) Nedir? Genel olarak kısırlık nedenleri %30-40 kadına bağlı, %30-40 erkeğe bağlı, %20 -30 ise açıklanamayan nedenler olarak gruplandırılmaktadır. Op. Dr. Deniz Güleryüz ÇAKMAK Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Çocuk istemelerine ve bir yıldır düzenli cinsel ilişkiye rağmen çocuk sahibi olamamaya kısırlık (infertilite) denir. Toplumda kısırlık problemi ile karşılaşma oranı %15 civarında görülmektedir. Herhangi bir problemi olmayan çiftlerin düzenli ilişkiye girmelerine rağmen aylık gebe kalma oranları %12-25 arasında değişmektedir. Çocuk Sahibi Olmada Etkili Faktörler • Kadında yumurtalıkların normal çalışması ve yumurtalıklarda patoloji olmaması, • Kadın yaşı, • Erkeğin sağlıklı sperm üretebilmesi, • Rahimde gebeliğin oluşumunu engelleyecek bir anormalliğin olmaması, • Rahim kanallarının en az birinin açık olması, • Normal cinsel yaşam ve normal cinsel ilişki sıklığı, • Doğru zamanda ve düzenli cinsel beraberlik Kadında Kısırlık Nedenleri Kadında kısırlığa yol açan en önemli sebepler; adet düzensizliği ve yumurtlama bozuklukları, endometriozis, polikistik over hastalığı, erken menopoz, tüplerin kapalı olması ve doğuştan kadın organlarında olan yapısal anomalilerdir. Bir de nedeni bilinmeyen yani açıklanamayan kısırlık söz konusudur. Yumurtlama bozukluğu: Kadında en sık görülen kısırlık sebebi olup, yumurtlamanın hiç olmaması veya düzensiz ve seyrek olması anlaşılır. Normal koşullarda, her ay yumurtalıklardaki olgunlaşmamış yumurtalardan bir tanesi gelişip büyüyüp çatlar ve yumurtlama meydana gelir. Adet düzensizliği ve kısırlığın en önemli nedenlerinden biri yumurtlama olmamasıdır.Yumurtlama 20 bozukluğu başlıca 4 ana grupta incelenir: • Birinci grupta yumurtalıkları uyaran hormon eksikliği söz konusudur. • İkinci grupta polikistik over sendromlu hastalar yer alır. Adet görememe ve seyrek adet görmeye ilaveten kadındaki androjen hormon fazlalığı ile karakterize cilt değişiklikleri (tüylenmede artma, yağlı cilt, sivilcelenme) görülmektedir. • Üçüncü grupta erken menopoz hastaları bulunmaktadır. Bu grupta her türlü yumurtayı uyarıcı ilaç ve protokol başarısızdır. Bununla birlikte, bu hastaların bir kısmında ( % 10) ilk 5 yılda yumurtalık fonksiyonlarında geri dönme olabilmektedir. • Dördüncü grupta prolaktin denilen süt yapıcı hormon fazlalığı söz konusudur. Prolaktin hormon fazlalığında yumurtlama gerçekleşmez. Prolaktin düşürücü tedavi ile yumurtlama fonksiyonu geri dönebilmektedir. Tüplerin tıkalı olması:Tüplerin tamamen veya kısmen tıkalı olması durumunda sperm ve yumurtanın tüp içerisinde döllenmesi engellenerek gebe kalınamaz. Kadında kısırlığa yol açan nedenlerin %30 unu oluşturur. Tüplerdeki yapışıklık; geçirilmiş enfeksiyon, endometrıozis(çikolata kistleri) veya geçirilmiş ameliyata bağlı karın içi yapışılıklara bağlı olabilir. Gelişmiş ülkelerde cinsel yolla bulaşan hastalıklar tüplerdeki hasarın en önemli nedenidir. Rahim içi yapışıklıklar ve kitleler: Geçirilmiş küretaj ve enfeksiyonlar, myom ameliyatı gibi nedenler yapışıklığa yol açabilir. Rahim içi kitleler ise, myom ve poliplerdir. Tüp bebek ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ uygulamasından önce rahim içinin görüntülenebilmesi oldukça önemlidir. Bu nedenle histerosalpigografi (rahim filmi) ve histereskopi (rahim içinin kamera ile görüntülenmesi) işlemleri uygulanmaktadır. Histereskopi işlemi ile rahim içi yapışıklılar açılabilmekte, polipler (kanama yapan iyi huylu kitle) , myomlar tedavi edilebilmektedir. Rahim ağzı faktörü: Kadında kısırlığa yol açan rahim ağzı problemleri; şekil bozuklukları, enfeksiyonlar, mukus (rahim yolu salgısı) kalitesinin iyi olmayışı, rahim ağzı polipleri(kanama yapan iyi huylu kitle) olarak görülmektedir. Adetin değişik evrelerinde rahim ağzı salgısı hormonların etkisi ile miktar ve kıvam olarak değişiklikler gösterir. Bu salgının uygun kalitede olmaması spermin kadın üreme yollarında ilerlemesine engel olmaktadır. Endometrıozis: Rahim içini döşeyen dokunun rahim dışında gelişmesi olarak tanımlanır. Normal yerleşiminin dışında bulunan bu odaklar, zamanla yapışıklıklara veya yumurtlamanın bozulmasına neden olur. Endometrıozisli hastaların %70 i kısırlık problemi çekmektedir. Endometrıozis tıpkı rahim içini döşeyen dokular gibi hormona duyarlı olup adet sırasında kanar.Karnın içinde olan bu kanamalar zamanla yapışıklıkara neden olurlar. Laparoskopi bu hastalığın teşhisinde kullanılan bir yöntem olup, karın içinin görüntülenebilmesini sağlar.Aynı zamanda tedavi amaçlı da kullanılır. Endometrıozis yumurtalıklara yerleştiği zaman adına çikolata kisti denmektedir. Ciddi yumurtlama problemlerine yol açan bu kistler tedavi edilmelidirler. sahibi olamayan çiftlerdeki nedenlerin 1/3 ünü oluşturmaktadır. Bu çiftlerde herhangi bir sebep bulunamamaktadır. Kadın yaşı: Kadın yaşının ilerlemesi ile yumurtlama sıklığı ve yumurta kalitesi azalmaktadır. Özellikle 35 yaşın üzerindeki kadınlarda gebelik başarısı azalmaktadır. 40 yaşın üzerinde ise gebe kalma oranı %10 nun altına düşmektedir. Bağışıklık sistemi ile iligili nedenler: Rahim yolunda spermleri öldüren vücudun kendi kendine ürettiği antikor dediğimiz bir takım maddeler veya spermlerin yüzeyinde aynı şekilde bu maddelerden bulunabilmektedir. Kadından elde edilen mukus yapısında veya sperm yüzeyinde bunlar saptanabilmektedir. Nedeni açkılanamayan kısırlık: Günümüzde tıbbın olanakları ile nedeni ortaya konulamayan kısırlığa açıklanamayan infertilite denir. Çocuk 21 ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ Hong Kong Çin’in güney kıyısında bulunan 1 Temmuz 1997 tarihine kadar Britanya Krallığı’na bağlı sömürge ve adalar grubuyken, bu tarihten itibaren Çin Halk Cumhuriyeti’ne bağlı özel yönetim bölgesi olmuştur. Hong Kong; Hong Kong Adası, Kowloon Yarımadası ve 235 kadar küçük adadan meydana gelmiştir. Hong Kong, Asya’nın en büyük serbest pazarı ve limanı, en işlek ticaret, endüstri ve turizm merkezidir. Nüfusun hemen hepsi Çinli’dir ve büyük bir kısmı Budist’tir. 22 Genel Cerrahi Uzmanımız Op. Dr.Gürsu ÖZER’in Objektifinden Victoria Zirvesi : Hong Kong Adası’nın güneybatısında bulunan ve her yıl 6 milyon ziyaretçiyle buluşan bu tepe, şehrin ve körfezin en güzel manzaralarını yakalamak isteyenler için ideal bir alandır. 552 metre yükseklikteki bu zirveye çelik halatlarla bağlı bir tramvayla çıkılır ve buradan Victoria Limanı’nı, kentin yemyeşil alanlarını izlemek insana benzersiz bir keyif yaşatır. Her akşam saat 8’de yapılan lazer gösterileri, bu manzaranın sadece gündüz değil gece de görülmeye değer olduğunu kanıtlar niteliktedir. ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ Nüfus yoğunluğu bakımından km² başına 3500 kişi ile dünyada birinci sırayı alır. Tekstil endüstrisi, hafif sanayi (oyuncak, radyo, elektronik), sinema endüstrisi, az da olsa ağır sanayi (gemi inşası, çimento ve demir sanayi) ve özellikle bankacılıkla büyük bir ticaret merkezidir. Po Lin Manastırı Ngong Ping Plateau tepesine kondurulmuş dünyanın en büyük Buda heykeline sahip Po Lin Manastırı yeni yapılmış olmasına rağmen çokça ilgi görmektedir. Burada her gün 25 metre boyundaki dev Buda’yı ziyaret için yüzlerce basamağı tırmanan budist ve turist kalabalığını görmeniz mümkündür. Happy Valley : Üst gelire sahip yerli ve yabancıların yaşadığı bölge olan Happy Valley’de Hong Kong’un iki en yüksek konutu “Higgcliff” ve “The Summit” bulunur. Burası aynı zamanda ünlülerin buluşma mekânıdır. Bu nedenle birçok paparazinin hedef noktasında yer alır. Hong Kong’da sokak pazarları kültürün tam bir parçası. Hong Kong’da alışveriş olgusunu en güzel yaşayabileceğiniz sokak pazarlarında eğlenceli vakit geçirebilir, kendinize sevdiklerinize birbirinden orjinal hediyeler alabilirsiniz . Saat Kulesi: Tsim Sha Tsui’nin güney bölgesinde yer alan Saat Kulesi, Hong Kong’un en eski yapılarından biridir 1916 yılında inşa edilmiştir. 44 metre uzunluğundaki bu kule şehrin simgesi konumundadır. Hong Kong Adası ile Kowloon Yarımadası arasında ulaşım, su altı tüneli ve köprülerin yanı sıra nostaljik teknelerle de sağlanmaktadır. 23 ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ Kolon Kanseri Sanayi işçilerinde, bazı fabrikalarda çalışanlarda kolon kanseri görülmesi kimyasal maddelerin etkisini ortaya koymaktadır. Uzm. Dr. Mustafa ERCAN İç Hastalıkları Uzmanı Kolon diye adlandırdığımız kalın bağırsak, yaklaşık 2 metre uzunluğundaki sindirim sisteminin ince bağırsaktan sonra gelen kısmıdır. Özellikle batılı ülkelerde sık karşılaşılan kolon kanseri oldukça büyük bir öneme sahiptir. Toplumda görülme sıklığı 10000’de 5 dolayındadır. Erkekte ve kadında eşit oranda görülen kolon kanseri bütün kanserler içinde görülme sıklığı bakımından 3. sırada yer alır. Nedenleri Kolon kanserinin nedeni kesin olarak bilinmemektedir fakat oluşumunda etkili olan bazı çevresel ve genetik nedenler vardır. Kalıtsal etkenler bu konuda büyük öneme sahiptir. Ailesinde kolon kanseri olan kişilerde kansere yakalanma ihtimali normalden daha yüksektir. Ayrıca daha önceden meme ve yumurtalık kanserini geçirmiş kişilerde ve ailelerinde kolon kanseri sıklığı daha fazladır. Gardner Sendromu ve Ailesel Polipozis hastalığı kalıtsal hastalıklardır ve sıklıkla kolon kanserine neden olmaktadır. Bunların dışında ülseratif kolit ve crohn hastalığı da kolon kanseri ihtimalini arttırır. Beslenme, kolon kanserinde önemli bir yere sahiptir. Özellikle Batı tipi diyet kanser ihtimalini arttırır. Kolon kanserinin oluşmasında hayvansal yağların tüketiminin etkili olduğu araştırmalar sonucu saptanmıştır. Ayrıca bazı kimyasal maddeler kanser nedenleri arasındadır. 24 Belirtileri Kolon kanserinin başlangıç evresinde karında dolgunluk hissi, hafif ağrı, iştah kaybı, kilo kaybı, çabuk yorulma ve ishal ortaya çıkar. Ayrıca kabızlık olabilir. Kullanılan ilaçlara rağmen kabızlık devam edebilir. Bu evrede bağırsak henüz daralmamıştır ve belirtiler bağırsak kanseri tanısı koymak için yeterli değildir. Fakat hastada bu tip şikayetlerin olması hastanın mutlaka incelenmesini gerektirir. Görüntüleme yöntemleri kalın bağırsaktaki herhangi bir anormalliği ortaya koyar. Böylece herhangi bir hastalık varsa erken tanı konmuş olur ve hastaların geleceği açısından çok önemlidir. Başlangıç evresinde tespit edilmeyen kolon kanseri –ki sıklıkla ülkemizde bu evrede doktora başvurulmadığından saptanamaz- ilerler ve kalın bağırsak daralmaya başlar. Daralma ortaya çıkarsa bağırsaktan dışkı geçişi zorlaşır. Bağırsaktaki maddeler burada birikmeye başlar ve atılamaz. Bağırsak kokuşması ortaya çıkar. Bağırsak içeriği, bağırsağın kasılma sonucu ilerlemek ister fakat kanser kitlesi yüzünden bu işlem çok zordur. Bu yüzden hastada önce kabızlık daha sonra ağrı atakları başlar. Kolon kanseri tedavi edilmez ve daha da ilerlerse belirtiler ağırlaşır. Yorgunluk, kilo ve iştah kaybı belirginleşir. Hasta hiçbir şey yemek istemez. Kansızlık ortaya çıkar ve hastanın rengi solar. Bağırsak tamamen kapanır. Birkaç gün bu şekilde sürer. Daha sonra kanser kitlesi biraz delinir ve bağırsak içeriği atılabilir. Fakat bu olay her zaman böyle sürmez. Bir-iki defadan sonra bağırsak hiç açılmamak üzere kapanır. Hastanın durumu oldukça ağırlaşır. Kana zehirli maddelerin geçişi başlar. Bu dönemde başvuran hastaların karınları açılır ve tümörün ameliyatla alınıp alınamayacağı kararlaştırılır. Sıklıkla bu evrede tümörün çıkarılması çok zordur. Tanısı Hastalığın tanısı günümüzde oldukça kolaydır. Kolonoskopi ile hastanın bütün kalın bağırsağı görüntülenir. Bu sırada, polip varsa alınır ve incelenir. Risk ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ altındaki kişiler ve polip alınan kişiler kolonoskopi ile takip edilir. Doktorun gerekli gördüğü sıklıkta bu işlem tekrarlanır. Işın tedavisi kolon kanserinde kullanılmaz. Fakat kemoterapi (ilaç tedavisi) hastalara ameliyattan sonra uygulanabilir. Diğer bir yöntem video görüntüleme ile yapılan sigmoidoskopidir. Kolonun alt bölgesinin incelenmesinde kullanılır. Ayrıca gaitada gizli kan araştırılır. Yani dışkıda kan arama yöntemi ile dışkıda saptanması zor olan az miktardaki kanamalar saptanır. Bunların dışında gerekirse bağırsaktan parça alınır ve incelenir. Tedavisi Kolon kanserinin tedavisi cerrahidir. Tümörlü olan kısım cerrahi yöntemlerle çıkarılır. Daha sonra bağırsağın çıkarılan yerinin alt ve üst tarafı birbirine bağlanır. Eğer kanser anüse yakın bir yere yerleşmişse bu bölgenin kısa olması ameliyatın şeklini değiştirir. Bu ameliyatta anüs tümüyle çıkarılır ve kolon, karın duvarına bağlanır. Kolon Kanserinden Korunma Fazla lifli gıdalarla beslenme kolon kanserine karşı koruyucudur. Yapılan deneylerle bu durum ispatlanmıştır. İnsanlarda bol miktarda lifli besinlerin tercih edilmesi kolon kanseri görülme sıklığını azaltmaktadır. Çünkü bu maddeler, kanserojen maddelerin yoğunluğunu azaltmaktadır. Yağlı besinlerle kolon kanseri arasında doğrudan ilişki vardır. Yağ oranı az besinlerin tüketilmesi gerekir. Kırmızı et ve yağlı besinler kolon kanseri ihtimalini arttırmaktadır. Bu nedenle bu besinlerin az miktarlarda tüketilmesinde fayda vardır. Kolon kanserinden korunmanın bir diğer yolu ise düzenli kontroller yaptırmaktır. Yapılan muayene ve kolon görüntüleme yöntemleri hastalığı önlemek veya erken tanı koymak için gereklidir. Özellikle ailesinde kolon kanseri olanların ve risk altındaki kişilerin yaptırması gerekir. Bunların dışında egzersiz yapmak, yeşil çay tüketmek bağırsak düzenini sağladığından dolayı koruyucudur. Yeşil çayda bulunan bir maddenin kanser gelişimini önlemede etkili olduğu belirtilmektedir. 25 ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ Pankreas Kanseri Op. Dr. Ruhi SAYAR Genel Cerrahi Uzmanı Endüstride kullanılan kimyasal maddelere maruz kalanlarda pankreas kanseri riskinin arttığı ileri sürülmüştür. Çocukluk çağındaki malnütrisyon ve pankreas atrofisinin de pankreas kanserinin oluşmasında rol oynadığı hakkında görüşler ileri sürülmüştür. Ayrıca geçirilmiş kronik pankreatitin şeker hastalığının bilhassa sigara kullanımı ve bazı spesifik karsinojenlerin (Beta-naftilamin-Benzidin) pankreas kanseri gelişiminde etkili olduğu kabul edilmektedir. Yapılan çalışmalara göre pankreas kanserleri, erkeklerde kadınlara oranla 2 kat daha fazla görülmektedir. Patoloji Pankreasın primer habis tümörleri kaynağını aldıkları dokulara göre iki büyük gruba ayrılır: • Ekzokrin kaynaklı olanlar • Endokrin kaynaklı olanlar Ekzokrin Kaynaklı Habis Tümörler • Pankreas başı ve periampuller kanserler • Gövde ve kuyruk bölümünde kaynağını alan kanserler • Sarkomlar • Kistadenokarsinomlar 26 Endokrin Kaynaklı Habis Tümörler Langerhans adacıklarından kaynağını alan tümörler; • Insulinoma: Langerhans adacıklarının Beta hücrelerinden oluşurlar. %25 oranında habaset gösterirler. • Gastrinoma: Langerhans adacıklarının Alfa hücrelerinden oluşurlar. %60 oranında habaset gösterirler. Klinikte Zollinger - Ellison diye adlandırılan sendromunu yaparlar. • Glukagonoma: Adacık hücrelerinden gelişen, tümörlerdir. Çok az habaset gösterir. • Somatostatinoma: Langerhans adacıklarının somatostatin salgılayan hücrelerinde gelişen tümörlerdir. Umumiyetle habistirler ve çok nadir görülürler. Klinik Pankreas kanserinin belirtileri, tümörün lokalizasyonunun yayılmasına göre değişmektedir. Bazı belirtiler, kanserin durumuna göre ön plana çıkmaktadır. Örneğin, pankreas başı kanserlerinde ve periampuller kanserlerde sarılık birinci belirti olarak ortaya çıkar. Korpus tümörlerinde ise ilk belirti ağrıdır. Umumiyetle pankreas kanserlerinde üç belirti ön plandadır. Bunlar, ağrı, sarılık ve kilo kaybıdır. • Ağrı: Pankreas kanserlerinde sıklıkla görülen bir belirtidir. Gövde kanserlerinde, ilk belirti olarak ortaya çıkar. Bazı hallerde pankreas başı kanserinde ağrı, sarılıktan önce de olabilir; Fakat bu nadirdir. Pankreas kanserinde 3 tip ağrı tarif edilmiştir: • Aşağı bel bölgesine yayılan ve epigastriumun orta bölümlerinde duyulan künt ağrılar. • Epigastrium bölgesinden başlayıp, tüm beli kuşak gibi saran ağrılar. • Kolik tarzında epigastriumdan ve sağ hipokondriumdan başlayan sağ skapula altına ve bele yayılan ağrılar. Pankreas başı kanserinde ağrı daha çok epigastrumdan başlar ve sağ hipokondriuma doğru yayılır. Gövde ve kuyruk bölgesi kanserlerinde, ağrı epigastrumdan başlar, bazen beli kuşak gibi sarar, bilhassa plexus solarisi tutan ilerlemiş vakalarda lomber ve dorsal omurgalarda dayanılmaz ağrılar yapar. Ağrıların şiddet ve karakteri, kanserin lokalizasyonuna, yerel ve bilhassa komşuluk yolu ile yayılmasına bağlıdır. • Sarılık: Sarılık, koledok kanalının son kısmının tümörle invazyonu veya dıştan tümörle tıkanması neticesi husule gelmektedir; yani burada safra akımını durduran, yavaşlatan mekanik bir tıkanma söz konusudur. Pankreas başı kanserlerinde sarılık, devamlı ve gittikçe artan bir karakter gösterir. Sarılıkta hiçbir zaman bir gerileme, azalma ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ görülmez. Ampulla vateri kanserinde ise intermitent bir sarılık söz konusudur; Bu tipte sarılık değişkendir; Bazen azalır, bazen çoğalır. Bu durumun nedeni, lezyonun sonradan ülserleşerek nekroze olması safra akımının tekrar sağlanmasıdır. Sarılık pankreas başı ve periampuller kanserlerde çoğunlukla ilk belirtidir. Hâlbuki gövde ve kuyruk kanserlerinde çok geç ortaya çıktığından veya hiç gelişmediğinden bunlar ne yazık ki çok geç teşhis edilmektedirler. • Kilo kaybı: İştahın azalması neticesi iyi ve dengeli beslenmeme, bunun neticesi total olarak kalori alımının azalması, pankreas kanserlerinde devamlı olarak kilo kaybına sebep olur. • Genel durumun gittikçe bozulması: Halsizlik ve yorgunluk en fazla görülen belirtilerdir. • Kaşıntı: Özellikle pankreas başı ve ampulla Vateri kanserinde en erken ve sık görülen bir belirtidir. Koledokta safra stazına bağlı olarak artan direkt biluribinin ciltte toplanması neticesi husule gelir; Birçok hasta, çok şikâyetçi olduğu kaşıntıdan dolayı hekime başvururlar. • Sindirim sistemine ait semptomlar: • Anoreksi (iştahsızlık): Pankreas kanserlerinde en başta gelen bir belirtidir; Hastalar çoğunlukla et ve yağlı gıdalara karşı bir tiksinmeden şikâyet ederler. • Kabızlık ve ishal: İyi beslenememe ve gıda alamamadan dolayı zaman zaman kabızlık şikâyetleri olur; Sindirimde önemli rol oynayan pankreas fermentlerinin, bağırsağa akmaması veya azalması neticesi steatore şeklinde ishaller görülür. • GIS kanamaları: Pankreas kanserinin, duodenumu, mideyi, kolonu infiltre etmesi neticesi, kanamalar husule gelir: Bu durum daha çok ilerlemiş pankreas kanserlerinde görülmektedir. • Psişik bozukluklar: Sıkıntı hissi, depresyon gibi belirtiler, bu hastalıkta sıklıkla görülür. • Tromboflebit: Tromboflebit özellikle alt ekstremite venlerinde tromboflebit gelişimi pankreas kanserlerinde sık olarak görülmektedir. Tanı • Anamnez: Sarılık varsa, nasıl başladığı ve ağrıyla ilişkisi araştırılmalıdır. Sarılığın açılıp açılmadığı sorulmalıdır. Halsizlik, yorgunluk, bitkinlik, iştahta azalma, kilo kaybı gibi semptomlar kanser lehine düşünülür. Şiddetli kolik tarzında bir ağrı sonrası sarılık olmuşsa, safra yollarında taş olgusu düşünülmelidir; Sarılık yok, yalnız hastalık şiddeti bel ağrıları ile başlamış ve buna ilaveten genel belirtiler (iştahsızlık, kilo kaybı, halsizlik, bitkinlik) mevcut ise, pankreas gövde ve kuyruk kısmından başlayan kanser düşünülmelidir. • Klinik muayene: Sarılığın mevcudiyeti, kaşıntı izleri ve palpasyon bulgusu olarak hydrops halinde safra kesesinin ele gelmesi pankreas başı kanserini, epigastrium bölgesinde derin palpasyonda tümöral bir kütlenin palpe edilmesi pankreas gövde ve kuyruk kanserini düşündürmelidir. 27 ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ • Laboratuvar tetkikleri: Sarılığın tipinin belirlenmesinde karaciğer fonksiyonlarının ve aneminin ortaya konulmasında yararlı olur. • Radyolojik tetkik: Baryum sülfatla mide ve duodenumunun radyolojik tetkiki: Bu tetkikle pankreas başı kanseri ve gövde kanserine ait birtakım belirtiler alınabilir. • Pankreas başı kanserin büyümesi ve duodenumu dıştan itmesi neticesi, duodenal kavis genişler: Bu genişleme tümörün büyüklüğüne göre değişir. • Duodenumun ters 3 durumuna dönüşmesi: Koledok ve Wirsung kanalının duodenuma geçiş yerlerinin alt ve üst kısımlarında tümörün büyümesi ve basısı ile, aynı zamanda ileri derecede yapışıklıklar nedeniyle duodenum ters 3 şeklini alır. Bu görünüm pankreas başı kanserlerinde indirekt bir belirti olarak kabul edilir. • Duodenum obstrüksiyonu: Pankreas başı kanserinin, büyümesi ve duodenumun gerek dıştan tazyik etmesi ve gerekse yaptığı ileri derecedeki yapışıklıklar nedeniyle oluşur. Duodenum tıkanıklığına bağlı olarak sık kusmalarla karakterize bir klinik tablo ortaya çıkar. • Pankreasın gövde kanserlerinde kısa zamanda büyüme neticesi bazen şiddetli 28 bel ağrıları ile birlikte, radyolojik olarak duodenum tıkanıklığı saptanabilir. • Ultrasonografik tetkik: Pankreasın gerek baş ve gerekse gövde kısmı kanserlerinde, tümöral bir oluşumu, %80 oranında ultrasonografik tetkikle tespit etmek mümkündür. • Pankreas sintigrafisi: Radyoaktif izotoplarla örneğin Selenyum 75 ile yapılan sintigrafide soğuk bölge olarak tümör görülebilir. • Endoskopik retrograd kolanjiopankreatikografi: (ERCP) Bu iki amaçla yapılır. • Teşhis yöntemi olarak: Klinik olarak pankreas başı kanseri düşünülen ancak CT ve US’de gösterilemeyen ya da kesin sonuç alınamayan olgularda ERCP ile tümör görüntülenebilir. Aynı aşamada biyopsi de yapılabilir. • Tedavi yöntemi olarak: Sarılığa sebep koledok ve oddide oturmuş bir taş ise, bu yöntemle taş alınabilir veya parçalanabilir. Eğer lezyon, pankreas başı kanseri ve inoperable durumda ise, safra akımını sağlamak amacıyla bu yöntemle, bir ucu koledokta diğer ucu duodenumda olan bir stent yerleştirilir. • Kompüterize Aksiyal Tomografi (CT): Tümörün varlığı, boyutları ve lenf yayılımı tespit edilir. Pankreas başı kanserlerinde ilk aşamada tercih edilmesi gereken yöntemdir. • Magnetik Rezonans (MR): Çok gelişmiş bir teknik olup, pankreastaki bir oluşumun tüm ayrıntılarını bildirmesi bakımından çok önemlidir. Tedavi Pankreas kanserinde tümör hangi bölgesinde olursa olsun, esas tedavi cerrahidir. Tüm kanserlerde olduğu gibi, burada da ameliyat neticelerinin iyi olabilmesi için kanserin erken teşhis edilmesi gereklidir. Ameliyat sonrası yaşam süresi, pankreas kanserinin erken veya geç teşhis edilmesine bağlı olarak değişir. Periampuller ve pankreas başı kanserinde çoğunlukla ilk belirti sarılıktır; vakit kaybedilmeden sarılığın sebebi derhal araştırılmalı ve hasta ameliyata sevk edilmelidir; Uzayan ve teşhisi geciktirilen sarılık vakaları kısa zamanda inoperabl hale gelir. Memleketimizde ise maalesef pankreas kanserine bağlı sarılık vakaları geç teşhis edilmekte, bundan dolayı da neticeler tatminkâr olamamaktadır. Genellikle geç tanı konulmakta ve hastalar tedavi şanslarını kaybetmektedirler. ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ Mevlana’dan, hayatta ne öğrendim? Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum. Işığı gördüm, korktum. Ağladım. Zamanla ışıkta yasamayı öğrendim. Karanlığı gördüm, korktum. Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi... Ağladım. Yaşamayı öğrendim. Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu; aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu öğrendim. Zamanı öğrendim. Yarıştım onunla... Zamanla yarışılmayacağını, zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim... İnsanı öğrendim. Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu... Sonra da her insanın içinde iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim. Sevmeyi öğrendim. Sonra güvenmeyi... Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu, sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu öğrendim. İnsan tenini öğrendim. Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu... Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim. Evreni öğrendim. Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim. Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek gerektiğini öğrendim. Ekmeği öğrendim. Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini... Sonra da ekmeği hakça üleşmenin, bolca üretmek kadar önemli olduğunu öğrendim. Okumayı öğrendim. Kendime yazıyı öğrettim sonra... Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana... Gitmeyi öğrendim. Sonra dayanamayıp dönmeyi... Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi... Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yasta... Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım. Sonra da asıl yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine aydım. Düşünmeyi öğrendim. Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim. Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek olduğunu öğrendim. Namusun önemini öğrendim evde... Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu; gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el sürmemek olduğunu öğrendim. Gerçeği öğrendim bir gün... Ve gerçeğin acı olduğunu... Sonra dozunda acının, yemeğe olduğu kadar hayata da lezzet kattığını öğrendim. Her canlının ölümü tadacağını, ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim. Ben dostlarımı ne kalbimle ne de aklımla severim. Olur ya ... Kalp durur ... Akıl unutur ... Ben dostlarımı ruhumla severim. O ne durur, ne de unutur ... 29 ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ Kalp ve Damar Hastalıkları Op. Dr. Ali Fuat PAKER Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Başta genetik faktör olmak üzere şeker hastalığına ve damar sertliğine bağlı nedenlerden dolayı damar sistemlerinde daralmalar ve tıkanmalar oluşmaktadır. Daralmaların ve tıkanmaların neticesinde organa giden kanın azalması veya kesilmesi sebebiyle ağrı oluşmakta ve hastalık başlamaktadır. Kalp damar sistemi hastalıkları riskleri bilinçli korunma yöntemleri ile kolayca azaltılabilir. Kalp Damar Hastalıklarından Korunma Yolları Bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de kalp damar sistemi hastalıklarından meydana gelen ölümler ilk sırada yer almaktadır. Kalp Damar Hastalıkları Neden Kaynaklanır? Organlarımızın sağlıklı olarak işlevlerini yerine getirebilmesi için gereken oksijen ve besin maddesi vücudun her köşesine bir pompa gibi çalışan kalbimiz ve damarlarımızla ulaşır. İnsan hayatında bu kadar önemi olan kalp ve damar sistemine bağlı hastalıklarsa ne yazık ki tüm ölüm nedenlerinin başında gelmektedir. Bir kişide vücudun herhangi bir bölgesindeki atar damarlarda sorun varsa bu başka yerlerdeki damarlarda da sorun olabileceğinin göstergesidir. 30 Kalp damar hastalıklarının nedenlerini şu şekilde sayılabiliriz; Kalp damar sistemi hastalıklarının oluşumundan iki mekanizma sorumludur. Birincisi bizim elimizde olmayan ve bu gün için değiştiremediğimiz, genetik faktörler dediğimiz damar sertliği ve şeker hastalığı oluşumu gibi hastalıklar, ikincisi ise değiştirilebilir faktörler dediğimiz; kolesterol, sigara içiciliği, şeker hastalığı ve yüksek tansiyon tedavisi, şişmanlık ve fiziksel aktivite azlığıdır. Kalp Damar Hastalıklarından Korunma Yolları • Kilomuza dikkat edeceğiz, • Şeker hastalığı varsa tedavimizi uygun hekim kontrolünde yapacağız , • Tansiyon hastalığımız varsa tuzdan uzak durarak uygun diyetle tansiyonumuzun ayarlanmasına yardımcı olacağız ve tuzu soframızdan kaldıracağız, günde 6 gram tuz yeterlidir. Kalp sağlığınız için günlük tuz tüketiminizi 6 gramla sınırlayın. Amerika’da 3 bin 126 kişi üzerinde yapılan bir araştırmaya göre; günlük beslenmesinde tuz tüketimini azaltan kişilerin kalp damar hastalıklarına yakalanma riski, % 25 oranında azalıyor. • Hipertansiyon, başta felç olmak üzere kalp krizi, böbrek yetmezliği ve körlük gibi ciddi sonuçlar yaratabiliyor. Bu olumsuz tablodan korunmak için kan basıncınız 120/80 mmHg’nin altında olmalı. Kan basıncınızı, 20 yaşından sonra her üç ayda bir, en az bir kez ölçtürün. Eğer hipertansiyon öncesi dönemde olduğunuz tespit edilirse, bu durumda daha sık ölçüm yaptırın. • Hareketsizliğe karşı düzenli bir şekilde spor ve yürüyüş yapacağız. Haftada 5 gün 30 dakika spor. Sağlıklı bir yaşam için spor yapmanız şart. Kalp sağlığınız için haftanın en az beş günü, en az 30 dakika hafif- orta şiddette egzersiz veya haftada üç gün, bir saat aerobik egzersizler yapın. Bunun için hızlı tempoyla yürüyebilir, yavaş tempoyla koşabilir, yüzebilir veya bisiklete binebilirsiniz. • 40 yaşına gelince yılda 1 kez efor testi yaptırın. Efor testi de yaşamsal önem taşıyan check-up’ta başvurulan yöntemlerden biri. Test, ritim ve ileti bozukluklarını araştırmak amacıyla yapılıyor. Bu sayede kalp ve dolaşım sistemi hastalıkları da ciddi boyutlara ulaşmadan tedavi edilebiliyor. 40 yaşından itibaren yılda bir kez kardiyolojik checkup’tan geçmeniz, kalp sağlığınız açısından büyük önem taşıyor. Ailenizde kalp krizi hikayesi varsa, check-up’ı daha erken yaşlarda yaptırmayı ihmal etmeyin. • Her yıl 1 kez kolesterol tahlili yaptırın. Yüksek kolesterol, özellikle kalp ve damar sağlığının en büyük düşmanlarından biridir. 52 ülkede 29 binden fazla kişi üzerinde yürütülen bir araştırmaya göre; dünyadaki kalp krizlerinin üçte ikisinin nedeni, yüksek kolesterol ve sigaradır. Kolesterolünüz, 200 mmHg altında ise normal kabul ediliyor. Sağlıklı bir yaşam için 20 yaş üzerinde mutlaka bir kez kolesterol ölçümü yaptırmalısınız • Sigaradan kesinlikle uzak duracağız , • Başka bir sistemik hastalığımız varsa uzman hekim kontrolünde tedavimizi aksatmayacağız. Beslenmede Dikkat Edilmesi Gerekenler Var! • Her gün 6 fincan siyah çay için. Arizona Üniversitesi tarafından, çayın çok tüketildiği Suudi Arabistan’da 3 bin 430 yetişkin üzerinde yapılan araştırmaya göre; günde 6 fincandan fazla siyah çay içenlerde kalp ve damar hastalıkları riskinin, içmeyenlere göre yüzde 30 daha az görüldüğü ortaya çıktı. • Yağ tüketimi % 30’u geçmesin. ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ Araştırmalara göre, yağ kısıtlamaları, kalp hastalıklarına bağlı ölüm oranında yüzde 30-60 azalma sağlıyor. Bu nedenle, yağ tüketiminiz diyetinizin yüzde 30’unu geçmesin. • 6-8 tane fındık ya da badem. Haftada en az 140 gr fındık veya badem yiyen kişilerde kalp ve damar hastalıklarına daha az rastlanıyor. Çünkü bu besinler, iyi kolesterol HDL’yi yükseltiyor ve kötü kolesterol LDL’yi düşürüyor. Ancak bunlardan çok yiyip kilo almamaya dikkat etmek gerekir • Az yağlı süt ürünleri kullanın. Tam yağlı sütten hazırlanmış süt ürünleri yerine, az yağlı veya yağsız sütten yapılanları tercih edin. Çünkü yağlı süt ve süt ürünleri doymuş yağlardan zengin olduğu için de kolesterol seviyesinin yükselmesine neden oluyor. • Günde en az 1 tane domates. Likopen içeriği yüksek olan domates, aynı zamanda yüksek oranda antioksidan içeriyor. Bu özelliği sayesinde kalbin büyümesini ve dıştan yağlanmasını önlerken, kolesterolün düşürülmesinde ve dengelenmesinde de etkili oluyor. Domatesi, her sabah söğüş olarak tüketin. • Keten tohumu, içerdiği omega -3 yağ asidi sayesinde, koroner kalp hastalıklarını önleyici etki gösteriyor. Her gün bir yemek kaşığı keten tohumunu, çorbanıza veya yoğurdunuza ilave edebilirsiniz. • 1 diş sarımsak, 1 soğan. Soğan ve sarımsak ‘kuvarsetin’ ve ‘alicin’ gibi bazı bileşenleri içerir. Bu bileşenler, kolesterolün oksitlenip damar çepherlerine zarar vermesini ve damarları tıkamasını engelliyor. Ayrıca kan sulandırıcı etkiye de sahipler. • 150 miligram üzüm çekirdeği. Üzüm çekirdeği, en güçlü doğal antioksidan olarak nitelendirilen ‘proanthocyanidin’ içeriyor. Bu sayede iyi kolesterolün (HDL) yükselmesine ve kötü kolesterolün (LDL) azalmasına katkıda bulunuyor. Kalp krizi riskini azaltıyor. Kilonuza göre günde 150-300 mg üzüm çekirdeği tüketebilirsiniz. • Haftada 1 kez yoğun posa alın. Nohut, mercimek, bakla ve soya fasulyesi gibi besinler, yoğun posa içerir. Çözünür posa da kalp sağlığının korunmasına yardımcı olur. Bu yüzden haftada en az bir kez kurubaklagil yemeği ya da mercimek çorbası, ezogelin çorbası ya da soğuk çorba gibi baklagil içeren sulu gıdalar tüketin. • Haftada 2 kez balık. Omega-3 yağ asidi içeriği yüksek olan balık, kan hücrelerinin birbirine yapışmasını ve pıhtılaşmayı önlüyor. Ayrıca, damarların esneklik kazanıp kan akışının düzelmesine yardımcı oluyor. Haftada en az iki kere, orta büyüklükte bir balık tüketmeye çalışın. Balıklarınızı fırında, buğulama veya ızgara yapmaya özen gösterin. • Yeşil sebze tüketin. Yeşil yapraklı sebzeler, Omega-3 yağ asitlerinden zengin besinler, arasında yer alıyor. Bu özellikleri sayesinde de LDL (kötü huylu kolesterol) yapımını azaltarak, kalbin düşmanı olan trigliserid düzeyini düşürüyorlar. Ispanak ya da semizotu gibi koyu yeşil yapraklı sebzeleri haftada en az iki kez sofranızda mutlaka bulundurun. Herkese sağlıklı ve mutlu sevdikleriyle birlikte kaliteli bir yaşam dilerim. 31 ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ Yutma Güçlüğü Op. Dr. Murat CERAN Kulak Burun Boğaz Uzmanı Yutma güçlüğüne (Disfaji) özellikle yaşlılarda olmak üzere tüm yaş gruplarında yaygın olarak rastlanır. Disfaji terimi yemeklerin ve sıvıların ağızdan mideye geçmesi sırasında zorluk hissetmeyi ifade eder. Bu duruma çoğu tehlikeli olmayan ve geçici olan birçok faktör neden olabilir. Yutma güçlüğü nadiren tümör veya ilerleyici nörolojik hastalık gibi daha önemli patolojiye işaret eder. Kısa bir süre içerisinde yutma güçlüğü kendiliğinden iyileşmez ise kulak burun boğaz uzmanı tarafından değerlendirilmelidir. A 32 B Nasıl Yutarız? İnsanlar katı yiyecekleri yemek sıvıları içmek ve vücudun ürettiği tükürük ve mukusu yutmak için günde yüzlerce kez yutma işlevini gerçekleştirirler. Yutma işlevinin dört fazı vardır: • Birinci faz yiyecek ve içeceklerin çiğnenerek yutmaya hazır hale getirildiği dönem. • Ağız fazı boyunca, dil yiyecek ve içecekleri ağızın arka bölümüne iterek yutma yanıtını başlatır. • Yutak fazında yiyecek ve içecekler hızlıca yutaktan yemek borusuna geçer. • Son faz olan yemek borusu fazında yiyecek ve içecekler yemek borusundan mideye geçer. Birinci ve ikinci fazlar istemli kontrol altında oluşurken,üçüncü ve dördüncü fazlar kendiliğinden oluşur. Yutma Hastalıklarının Nedenleri Nelerdir? Yutma işlevi sırasındaki herhangi bir kesinti yutma güçlüğüne neden olabilir. Yutma güçlüğü sağlıksız dişler, uygun C D olmayan takma dişler veya soğuk algınlığı gibi basit nedenlere bağlı olabilir. Yutma güçlüğünün en yaygın nedenlerinden biri mideden yemek borusuna geri kaçıştır. Bu durum mide asitinin yemek borusundan yutağa doğru yukarı hareketinin sonucu oluşur. Diğer nedenler arasında felç, ilerleyici nörolojik hastalık, trakeostomi tüpü varlığı, hareketsiz ses teli, ağız, gırtlak veya yemek borusu tümörü ile baş boyun bölgesine uygulanan cerrahi operasyonlar sayılabilir. Yutma Hastalıklarını Kim Değerlendirir ve Tedavi Eder? Yutma güçlüğü inatçı ise ve nedeni bilinmiyor ise bir kulak burun boğaz uzmanı, söz konusu hastanın hikayesini ele alarak muayenesini yapacaktır. Bu muayene, aynalar veya özel optik sistemle görüntüleme sağlayan endoskoplar kullanarak dilin arka bölümünün, boğaz ve larenksin incelenmesi yoluyla yapılır. Eğer gerekli ise yemek borusu, mide ve oniki parmak bağırsağı incelemesi, kulak burun boğaz uzmanı veya mide ve barsak hastalıkları uzmanı tarafından yapılır. Bunun sonucuna göre baryumlu yemek borusu geçiş filmi ile yutma mekanizması fonksiyonlarının değerlendirilmesi gerekebilir. Eğer özel patolojiler söz konusu ise,üst mide- barsak sistem filmi veya videofloroskopi ile beraber radyologla temasa geçilebilir. Böylece yutmanın her dört fazınında değerlendirmesi yapılır. Değişik kıvamda yiyecek ve içecekler kullanarak ve hastaya değişik pozisyonlar verdirerek, yutma yeteneğini E ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ değerlendirilebilir. Eğer yutma güçlüğü felç veya ilerleyici nörolojik hastalıklara bağlı ise nörolog tarafından değerlendirilmelidir. Semptomlar Yutma güçlüğünün semptomları şunlardır; • Ağızda tükürük artışı • Yiyecek ve içeceklerin boğaza takılması hissi • Boğaz ve göğüste rahatsızlık hissi (Mideden yemek borusuna kaçış var ise - Reflu) • Boğazda yabancı cisim veya parça hissi • Uzamış veya belirgin yutma güçlüğüne bağlı yetersiz beslenme ve kilo kaybı • Yutma sırasında kolayca geçmeyen yiyecek parçaları sıvı ve tükürüğe ve bunların akciğerlere aspire edilmesine bağlı olarak gelişen öksürük ve boğulma hissi Mümkün Olan Tedaviler Neden belirlenebilmişse, yutma güçlüğü tıbbi tedavi, yutma tedavisi veya cerrahi yöntemlerle tedavi edilebilir. Bu hastalıkların birçoğu tıbbi tedavi ile tedavi edilebilir. Mide asit salgısını engelleyen ilaçlar kas gevşeticiler ve asit gidericiler var olan ilaçlardan birkaçıdır. Tedavi yutma hastalığının nedenine göre düzenlenir. Mideden yemek borusuna kaçış sıklıkla beslenme ve yaşama alışkanlıklarını değiştirerek tedavi edilebilir. Örneğin; • Hazmı kolay yiyeceklerden oluşan bir diyet ile sık aralıklarla ve az miktarlarda beslenmek • Alkol ve kafeinden uzak durmak • Kilo ve stresi azaltmak • Uyku vaktinden önceki üç saat boyunca yemek yemekten sakınmak • Geceleri yatağın başını yükseltmek. • Eğer bunlar yardımcı olmazsa yemekler arasında ve uyku vaktinden önce asit giderici kullanmak rahatlama sağlayabilir. • Birçok yutma hastalığı yutma tedavisinden yarar görebilir. Yutma kaslarının beraber çalışmasını sağlayan ve yutma refleksinin oluşmasını sağlayan sinirleri uyaran özel egzersizler yaptırılabilir. • Hastalara ayrıca yutma işleminin başarılı şekilde yapılmasına yardımcı olacak vücut ve baş pozisyonlarını öğretebilir. Yutma güçlüğü olan hastalardan bazıları yetersiz beslenme problemi ile karşılaşırlar. Mesleki terapist beslenme teknikleri hakkında hasta ve ailesine yardımcı olabilir. Bu teknikler hastayı olabildiğince bağımsız kılar. Diyetisyen veya beslenme uzmanı hasta için gerekli olan yiyecek ve içecek miktarını ve ek besinlerin gerekli olup olmadığını belirler. Cerrahi tedavi belirli bazı problemlerin tedavisinde kullanılır. Darlık veya yapışıklık varlığında söz konusu alanın genişletilmesi gerekli olabilir. Kasların ileri derecede kasılması varlığında ilgili kasların genişletilmesi ve hatta serbestleştirilmesi gerekli olabilir. Bu yöntem kas kesilmesi olarak adlandırılır ve kulak burun boğaz uzmanı tarafından gerçekleştirilir. Yutma güçlüğünün birçok sebebi vardır. Eğer inatçı bir yutma güçlüğünüz varsa bir Kulak Burun Boğaz uzmanına gitmeniz gerekmektedir. 33 ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ Endemik Guatr Uzm. Dr. Seyfi KAMBEROĞLU İç Hastalıkları Uzmanı Tiroid bezinin her türlü sebeble büyümesine guatr denir. Tiroid hormonlarının normal sınırlarda olduğu; enfeksiyon ve kanser dışındaki sebeplerle tiroid bezinin büyümesine ise ‘ÖTİROİD GUATR’ ismi verilir. Bez yaygın olarak büyümüş ise ‘ÖTİROİD DİFFÜZ GUATR’dan; bez içinde kıvam olarak farklı yumrular oluşmuş ise ‘ÖTİROİD NODÜLER GUATR’dan bahsedilir. Bir bölgede guatr sıklığı % 10 ‘ları geçiyorsa ,buna ‘ENDEMİK GUATR’ adı verilir. Endemik Guatr dünya çapında en sık endokrin problemdir ve bilinen en önemli nedeni iyot eksikliğidir. Dünyada 1.6 milyar çocuk iyot eksikliğinden etkilenmektedir. İyot eksikliğinin oluşturduğu hastalıkların başında en çok bilinen ve görülebilen ‘GUATR’ gelmektedir. Ülkemizdeki tiroid hastalıklarının büyük çoğunluğunu oluşturan endemik guatrlarda, başlangıçta bez diffüz olarak büyür bu büyüme genellikle geç çocukluk ve ergenlik döneminde dikkat çekici hal alır.Yıllar ilerledikçe hasta tedavisiz kalır ve guatr oluşumuna sebeb olan etkenler devam ediyorsa bu guatr içinde bir veya birden fazla nodül oluşumu ve bu nodüllerin otonomi kazanması ile vakaların ötiroid halden hipertiroid hale geçmesi mümkündür. 34 Ciddi büyüklüklere ulaşabilecek bu guatrlar etraf dokulara bası yaptığında cerrahi müdahale gerekebilir. Dünyada 750 milyon guatr hastası vardır. İyot eksikliğinin oluşturduğu hastalıklardan en ciddi olan bilinmeyen ve gözle görülemeyen ise ‘BEYİN ÖZÜRÜ ve ZEKA GERİLİĞİ’dir. Dünyamızda önlenebilir beyin özürlü kişi sayısı 43 milyon iken, zeka geriliğine sahip kişi sayısı 11.2 milyondur. İyot insan vücudunda beyin ve sinir sisteminin normal büyüme ve gelişmesi, vücud ısısı ve enerjinin devamı için gerekli olan tiroid hormonlarının önemli bir birleşenidir ve mutlak gerekli bir elementir. Tiroid hormonları yeterli düzeyde yapılamadığında; organların büyümesi,gelişmesi ve işlevlerinde sorunlar ortaya çıkmakta, boy uzaması durmakta ve zihinsel yetiler gerilemektedir. İyot eksikliği için en kritik dönem beyin gelişiminin büyük oranda tamamladığı gebeliğin 3-6 ayları ve 3yaş aralığıdır. Doğumdan itibaren iyot yetersizliğine maruziyet zeka düzeyinde 13.5 puanlık düşmeye neden olmakta,çocuklarda öğrenme yeteneğinde azalma, algılama güçlüğü ve bunun sonucu olarak da okul başarısında düşme gibi sorunlara yol açmaktadır. İyot Eksikliğinde Oluşan Sağlık Sorunları Anne Karnında ve Bebeklikte • Düşük • Ölü doğum • Bebek ölümü • Sağırlık • Dilsizlik • Cücelik • Zeka geriliği • Doğum anomalileri Çocuklarda ve Gençlikte • Guatr • Kısa boyluluk • Zihnin yetersiz çalışması • Öğrenme yetersizliği • Algılama ve öğrenimde yetersizlik Yetişkinlerde • Guatr • Verim düşüklüğü • Tiroid kanser riskinde artma İyot yenilen gıdalardan ve içilen sulardan alınır. İyot deniz ürünlerinde (balık yosun gibi)ve toprakta yeterli iyot olduğunda ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ et, süt, yumurta ve tahıllarda ve diğer gıdalarda bulunmaktadır.Lahana, karnabahar, brüksel lahanası, şalgam gibi bitkiler guatrojendir. Bilinenin aksine kara lahana yenmesiyle guatr oluşumu arasında bir ilişki yoktur. Yaşa göre: • 0-6 yaş 90 microgram ; • 6-12 yaş 120 microgram; • 12 yaş üstü ve erişkinlerin 150 microgram kadar iyot alması gereklidir. Yeterli iyot alımı için en kolay ve ucuz yol tuzun iyotla zenginleştirilmesidir. Bunun için en az 15 ppm (bir toplu iğne başı kadar) iyot içeren tuzlardan 5-10 gr. kullanması yeterlidir. • Gebe ve emziklilerin 250 microgram miktarlarında iyot alması gerekir. Gebelerde artan iyot gereksinimi sadece iyotlu tuz ile karşılanamayacağından, günde 100-150 microgram iyot ilave edilmelidir. (vitaminlerdeki iyot kullanılabilir.) İdrardaki iyot miktarı kişilerin son 24 saat içinde aldığı iyot konusunda gayet iyi fikir vermekte ve bu amaçla tarama testi olarak kullanılmaktadır. Buna göre; ülkemizde her 100 çocuktan yaklaşık 30’da guatr sorunu olduğu, idrardaki iyotların yeterli olup olmadığı bakıldığında 100 microgram/L olması gereken idrar iyot miktarı yerine 53 microgram/L olduğu bulunmuştur. Bu durum özellikle okul çağı çocuklarında iyot eksikliğinin ciddi boyutta olduğunun net kanıtıdır. İyotlu tuz kullanımının artmış olmasına halen Bursa ve yöresinde hafif-orta derecede iyot eksikliği bulunmaktadır. (2002-2003verileri) Son çalışmalarda Türkiyede etkin tuz kullanımı halen %50 cıvarındadır. Özellikle köy, belde gibi küçük yerleşim yerlerinde iyotlu tuz kullanımı düşüktür. Dikkat çekici olan büyük yerleşim yerlerinde iyotlu tuz kullanma yanında, besin zenginleştirilmesi veya multivitamin kullanımı yolu normalden fazla iyot alınmasıdır.İyot fazlalığı(idrardaki iyot miktarı 500 microgram’ın üstünde) Hipertiroidi Riski oluşturmakta, otoimmün tiroid hastalıklarında artışa yol açmaktadır. Bu durumda toplumların iyot düzeyini (idrardaki iyot miktarı 100-200 microgram/L) belli dar sınırlarda tutmak büyük önem kazanmaktadır. Buna dikkat ederek ülkemizde iyot eksikliği tedavisi titizlikle devam edilmeli, tedavi bırakıldığı anda eski günlerimize geri dönebileceğimiz unutulmamalıdır. İyotlu tuzun etkili olabilmesi için tuzu yemekleri pişirdikten sonra ilave edilmesi gerekir. Ayrıca tuzun iyot içeriğinin korunması için tuzu: • Koyu renkli ve kapaklı bir kavanozda koruyunuz; • Serin ve kuru yerde saklayınız; • Güneş ışından uzak tutunuz; • Eğer naylon torbada saklayacaksanız mutlaka ağzını sıkıca kapalı tutunuz. 35 ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ Aşırı Kıllanma ve Tedavi Yöntemleri Uzm. Dr. A. Sait ÇAL Deri ve Zührevi Hastalıklar Uzmanı Cildimiz hepimizin bildiği gibi kıllar ile kaplıdır. Vücutta bulunduğu yere göre ince veya kalın olabilen kılların birtakım görevleri bulunmaktadır. Örneğin kirpik ve kaşlarımız gözümüzü dış etmenlerden korurken, saçlarımız kafatası kemiklerimizin kısmen korunması vb. gibi görevleri vardır. Aşırı kıllanma sorunlarını ele almadan önce kılların oluşum ve gelişim evrelerini ele alalım; Kılın gelişim döngüsü: Kıl üretimi, kıl folikülünün alt kısmından kaynaklanır. Folikül içindeki kılın ilk büyümesi hormonlar ve fiziksel uyaranların etkisi ile gerçekleşir. Kıl büyüme periyotları birbirini izleyen döngüsel dönemler halindedir. Kıl Döngüsünün Evreleri Kılın etkin büyüme devresi olan anajen faz; Büyüme ve beslenmenin durduğu katajen faz ve, dinlenme dönemi de denilebilen telojen fazlarıdır. Anajen fazın süresi, vücudun farklı bölgelerinde değişirken, katajen ve telojen faz süreleri tüm vücutta daha az farklılık gösterir. Erişkin saçlı derisinde anajen faz en fazla 3 yıl, katajen faz 3 hafta ve telojen faz 3 ay sürer. Herhangi bir zamanda saçların %80 den fazlası anajen, %20 ye yakını katajen ve telojen fazdadır. Kıllar bir süre uzarlar, sonra uzamaları durur ve dökülürler. Bir süre geçtikten sonra ise yeniden yapılanırlar. Büyümekte olan bir kıl bilinmeyen bir uyarı alınca büyümesini durdurur. Büyüme Fazı (anajen) Geçiş Fazı (katajen) Androjenden bağımsız kıllanma fazlalığına hipertrikozis denir. Bu durum sık görülmesine rağmen genellikle nedeni bilinmeyen, ailevi, fizyolojik ve hormon dışındaki ilaçlara bağlı olan kıllanmada adet bozukluğu ya da maskülen değişim belirtileri yoktur. Hipertrikoz doğuştan olabileceği gibi sonradan da ortaya çıkabilir. Sonradan ortaya çıkan hipertrikozun başlıca nedenleri arasında bazı ilaçlar (örneğin siklosporin, difenilhidantoin, minoksidil, kortizon), tiroid bezinden kaynaklanan Dinlenme Fazı (telojen) Büyüme durunca iç kılıf bozulur, kıl yüzeye doğru çekilir, kılın kendisi ile kökü arasındaki ilişki azalır. Katajen evrenin sonunda iç kılıf iyice bozulmuştur. Bu aşamadan sonra dinlenme dönemi olan telojen faz başlar. 3-4 ay süren bu dönemin sonunda kıl, kökünden tamamen ayrılır ve düşer. Bu evreden sonra kılın yeniden çıkma dönemi yani anajen faz başlar. Bu evre kılın tam olgunlaşmasına kadar geçen ara evre (proanajen) ve kılın tam olgunluğa eriştiği evreden (metanajen) oluşur. Olgunluk devresinin başlangıcı, kılın deri yüzeyinden görülmesiyle başlaması ile olur ve yeniden katajen evreye geçiş 2-5 yıldır. Kılın büyüme hızı, süresi telojen/ anajen oranı, yerleşim yerine ve tipine göre farklılıklar içerir. Patolojik kıllanma, bayanlarda görülen ve erişkin erkek dağılımı modelinde (yüz, göğüs, memeler, göbek çevresi vs) aşırı kıllanmayı tanımlamak için kullanılır. 36 Aşırı kıllanma hirsütizm veya hipertrikoz kelimeleriyle ifade edilir. Hirsütizm ve hipertrikoz aynı anlamda kullanılsa da aslında iki kelime farklı durumları ifade etmektedir. Dökülme Süreci (eksojen) Boş Dönem (kenojen) bozukluklar, porfiriler, ve anoreksia nevroza sayılabilir. Hipertrikoz ayrıca bazı benler üzerinde sonradan gelişebilir, bazı genetik hastalıklara eşlik edebilir. Androjen hormon fazlalığı ile oluşan kıllanma artışına hirsütizm denir. Erkeklik hormonundaki bir dengesizlik nedeniyle özellikle dudak üstü, çene, meme çevresi, karın alt kısmı, kasıklar ve uyluklar gibi vücudun hormon bağımlı bölgelerindeki siyah ve kalın kıllarda izlenen artıştır. Erkeklik hormonu (testosteron, testesteron) sadece erkeklerde değil aynı zamanda kadınlarda da mevcuttur. Kadın ve erkekte erkeklik hormonunun belli miktarlarda salınması ergenlik döneminde olmaktadır. Bu nedenle hirsütizm kadında puberteden önce genellikle ortaya çıkmamaktadır. Puberteye girildiğinde kişinin vücudunda ikincil seksüel karakterler olarak adlandırılan bazı değişiklikler oluşur. ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ Bu değişiklikler erkekte bıyık ve sakal gelişimi, göğüs ön duvarı, omuzlar, sırt, kollar, kasıklar, uyluklar, karnın alt kısmı ve kaba etler üzerinde kalın, siyah kıl gelişimi şeklinde izlenir. Benzer kıllanma şekilleri kadında izlenirse, kadında erkeklik hormonunun fazla miktarda salındığı anlamına gelir ki bu durumdaki bir kadında saçlarda erkek tipi dökülme, akne, seste kalınlaşma, klitoriste büyüme, adet düzensizlikleri, obezite, insüline direnç gibi pek çok başka bulgular da izlenebilir. Patolojik kıllanma sorunu olan hastanın değerlendirilmesinde hastanın yaşı, bu yakınmasının ne zamandır olduğu, yerleşimi, ilaç kullanıp kullanmadığı, eşlik eden belirti ve bulguların (deri ve saç yağlanması, akne, adet düzensizliği, saç dökülmesi, seste kalınlaşma, küçük göğüsler, susuz kalma, diyet, erken ergenlik, kas kütlesinde artma, libido artışı, klitoral hipertrofi), obezite ve diabetes mellitusun olup olmadığı da aşırı kıllanmanın tanısında göz önünde bulundurulur. Tedavi Altta yatan sistemik bir hastalık saptandığında buna yönelik tedavi, ilgili klinik tarafından planlanmalıdır. Spesifik tedavide ise kozmetik yöntemler( kılların renginin hidrojen peroksitle açılması ya da traş, cımbız, ağda, depilatuvar kremler) ve medikal kozmetik tedavi yöntemleri(elekroepilasyon ve laser epilasyon) olarak ayrılabilir. Kozmetik yöntemler temel olarak kalıcı olmamaları ve dolayısıyla sık tekrar gerektirmeleri nedeniyle medikal yöntemlerden ayrılır. Elektroepilasyon (iğneli): Yüksek frekanslı elektrokoagülasyon yoluyla etki eder. Bir iğne kıl köküne sokulur ve elektrod görevi görür. Tahrip edilen kıl cımbız yardımı ile çıkarılır. Pahalı ve zaman alıcı bir yöntem olmasının yanı sıra, deneyimli kişiler tarafından yapılması gerekir. Kılların yeniden çıkma oranı % 40 civarındadır. Uygulama sırasında ağrı olması, perifolliküler inflamasyon, skar, punktat hiperpigmentasyon ve seyrek olarak bakteriyel enfeksiyon istenmeyen yan etkilerdir. Laser epilasyon: Mevcut et etkin kalıcı epilasyon yöntemidir.Lazer tek ve sabit dalga boyunda ışın üreten bir sistemdir. Çeşitli dalga boyları insan dokusunun içerdiği çeşitli bölümler içinde emilerek enerjilerini transfer eder ve bu alanı etkilerler. Lazer epilasyonda kıl kökünün tam olarak tahrip edilebilmesi için kılın anajen evrede olması gerekir. Bir bölgede kılların tümü tek seansta tahrip edilemez. Lazer epilasyon açık tenli ve siyah kıllı kişilerde daha etkilidir. 2.ve 3. uygulamalar uyku evresindeki kılların anajen evreye girmesinden sonra yapılır. Seanslar arası zaman yerleşim yerine ve diğer kişisel farklılıklara bağlı olarak 4-16 haftadır. Laser epilasyonun avantajları; zaman alıcı olmaması, kalıcı kıl kaybı olması ve yeniden çıkan kılların eskiye oranla daha ince, daha açık olması ve yavaş uzamasıdır. Lazer uygulama öncesi ve uygulamanın bitimi sonrasında, 4-6 hafta süre ile yüksek etkenli güneşten koruyucu krem kullanılması önerilir. Dezavantajları; pahalı olması, kişisel kıl özelliklerine bağlı olarak (kılın rengi, kalınlığı, yerleşimi vb.) değişken yanıt alınması, uygulama sonrası kısa süreli ödem ve eritem ve uzun dönemde renk değişiklikleridir. 37 ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ Karpal Tünel Sendromunda Tedavi Karpal tünel sendromunda tünel yöntemi son günlerde en sık tartışılan popüler yöntemdir. Op. Dr. Osman Okan YAMAN Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Çalışma hayatında sık karşılaşılan, bilgisayar ve elin kullanımının yoğun olduğu, romatizmal veya metabolik nedenlerle el bileğinde sinir sıkışması ile oluşur. Bu bölgeye giden orta sinirin el bileğinde diğer bir antomik yapı Karpal tünel sendromu değişik nedenlerle ellerde başparmak ve onun yanındaki iki parmağın ağrı, elektriklenme ve uyuşukluk keçeleşme gibi şikayetleri ile baş gösterir. tarafından sıkışması ve sinirin kanlanma bozukluğu bu hasarı yapar. Yapılan sinir ölçümleri ve muayenede başparmak fleksiyonu, uyuşukluk, sinir üzerine bası ile ağrı, hastalığı düşündürür. Sinir ölçümleri ENMG de Karpal Tünel Sendromu denen hastalığın tanı ve aşamasını belirler. Hafif derecede olanlarda enjeksiyon, ilaç tedavisi ve fizik tedavi 38 faydalıdır. Orta ve ağır dereceli olanlarda ise cerrahi tedavi gerekir. Son yıllarda gündeme gelen minimal invaziv yani küçük açılan yara yeri ile yapılan cerrahi tekniklerdendir. Hafif bir uyku hali verilerek avuç içine açılan 1 cm kesi ile açılan delik cerrahi için yeterlidir. Bu kesiden sinir görülür ve doku rahatlatılır. Çünkü bilek üstü ve altını içeren veya bileğe paralel kesilerin bölgede sinir iyileşmesini geciktiren sert doku oluşumuna neden olduğu saptanmıştır. Aynı zamanda bu kesiler sinirin başparmağa giden dalının kesilip felcine neden olabilir. Elin çok kullanılan bir organ olması, temizliği açısından yaranın hızlı iyileşmesi çok önemlidir. El ve avuç içi en hızlı iyileşen dokulardır. Aynı gün hastaneden çıkış ertesi günü elini kullanabilme küçük ve avuç içinden yapılan TÜNEL YÖNTEMİ’ni dünyada tercih edilir hale getirmiştir. hayatta ne öğrendim? ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ Üç Gün Görebilseydim… Helen Keller; Hem kör hem sağırdı. Dış dünya ile sadece dokunma hissi yardımıyla temas sağlıyordu. Buna karşı Keller, Radcliffe Koleji mezunu olmakla yetinmemiş,12 kitabın altına imza atmıştı. En önemli iki hissi eksik olduğu halde, hayatını en güzel şekilde değerlendirmiş örnek bir insandı. Op. Dr. Yavuz Selim DAYIOĞLU Göz Hastalıkları ve Cerrahisi Uzmanı Bazen kendi kendime, “Herkes senede bir iki gün de olsa görme ve işitme duygularından mahrum kalsa ne olur?” diye sorarım. O zaman insanlar sahip oldukları şeylere daha çok değer verirlerdi herhalde. Belki sessizlikte seslerin insana verdiği zevki daha iyi takdir ederlerdi. Bazen tanıdıklarıma çevrelerinde neler gördüklerini soruyorum. Geçenlerde ormanda uzun bir gezintiden dönen arkadaşıma neler gördüğünü sormuştum. Bana verdiği cevap şu oldu: “Görülecek önemli bir şey yoktu…” Ormanda bir saat dolaşmak ve bu süre içinde kayda değer bir şey görememek acaba mümkün olabilir mi? Ben kör olmama rağmen, sadece dokunma duyum sayesinde çok şey hissediyorum. Bir yaprağa dokunduğum zaman onun şeklini anlıyorum. Baharda tabiatın kış uykusundan uyandığının ilk işareti olan bir gonca bulmak için parmaklarımı dalların üstünde gezdiriyorum. Bazen elimi yavaşça bir ağaca dayadığım zaman, bu ağacın bir dalında öten kuşun nasıl titrediğini hisseder gibi oluyorum. O esnada hissettiğim tüm bu şeyleri görebilmeyi bütün kalbimle arzu ediyorum. Sadece dokunma duyum bana bu kadar zevk verdiğine göre, bu güzellikleri bir de görebilseydim kim bilir neler hissederdim! Birçok kez üç gün için görebilmem mümkün olsaydı, en çok neleri görmek isteyeceğimi düşünmüşümdür. Birinci gün, bana yaptıkları iyilik ve yardımlarıyla hayatıma değer katan insanları görmek isterdim. Bir kimseyi görüyor olmanın insanda ne gibi hisler uyandırdığını bilmiyorum. Ben sadece parmaklarımı tanıdıklarımın yüzünde dolaştırarak onların yüzünün ana hatlarını tahmin ediyorum. Dokunma duyum sayesinde, insanın yüzüne şekil veren neşe ve keder gibi duyguları da hissedebiliyorum. Yakın arkadaşlarımı da sadece onlara dokunarak tanıyabiliyorum. Gözü görenler için, bir kimsenin yüz ifadesini, bir adalesini veya elinin titremesini görerek onun başlıca özelliklerini belirlemek ne kadar kolaydır. Fakat acaba bu kişiler gözlerini, arkadaşlarının kalbini anlamak yolunda da kullanırlar mı? İnsanların çoğunun, arkadaşlarının yalnız yüzünün ana hatlarını şöyle bir hatırında tuttukları doğru değil midir? Siz, en iyi beş arkadaşınızın yüzünü detaylarıyla birlikte tarif edebilir misiniz? Üç gün görebilseydim, kim bilir nelere şahit olurdum! İlk gün en sevdiğim arkadaşlarımı eve çağırıp yüzlerine uzun uzun bakar ve ahlâklarının güzelliğini çehrelerinde okumaya çalışırdım. Daha sonra bakışlarımı yeni doğmuş bir çocuğun yüzünde gezdirir ve onun masum güzelliğinden bir hisse alırdım. Öğleden sonra ormanda bir gezinti yapar ve tabiatın İlâhî güzelliklerini seyrederdim. Sonra o akşam güneşin batışının her zamankinden daha muhteşem olması için Allah’a yalvarırdım. O gece hiç şüphesiz gözlerimi hiç kapamazdım. İkinci gün erkenden kalkar ve şafağı seyrederdim. Günün geri kalan kısmını, dünyayı seyretmek için kullanırdım. İnsanlığın katettiği terakkiyi görmek için de müzeleri ziyaret ederdim. Özellikle güzel sanatlar müzesini gezer ve sanat eserlerinde insanların ruhunu görmeye çalışırdım. Ama bilhassa zamanımın çoğunu tabiattaki sanat eserlerini incelemeye sarfederdim hiç tereddüt etmeden. Çünkü onlar, İlâhî sanatın en muhteşem ve taklit edilemez örnekleridir. Üçüncü güne kavuşunca hiç kuşku yok yine sabahleyin erkenden kalkıp şafağı selâmlardım. Sonra her gün işlerine giden insanları tetkik etmekle geçirirdim. Önce, sokağın kalabalık bir köşesinde durur ve gelip geçen insanların yüz ifadelerini okumaya çalışırdım. Herkesin neşeli olduğunu ve gülümsediğini görünce mutlu olur, herkesin yüzünden iradelerinin kuvvetini sezince sevinir, keder ifadesi görünce ise onlara karşı merhamet hissi duyardım. Ardından şehrin ana caddelerini dolaşırdım. Herkesi ve her şeyi ayrı ayrı görmektense, renkleri ve şekilleri karmakarışık bir hayal tarzında görmeye çalışırdım. Giyilen elbiselerin sergilediği renk mucizesine hiç bıkmadan bakardım. Elbise modellerine bakmaktansa, renklerin sergilediği ahenge dikkat kesilirdim. Ana caddeden ayrıldıktan sonra şehrin fakir mahallelerini, fabrikaları ve çocukların oynadığı parkları dolaşırdım. Etraftaki saadet veya sefalet ifadelerini görmek, çalışan ve yaşayan insanları daha iyi anlamak için gözlerimi dört açardım. Üçüncü günün geriye kalan son birkaç saatinde yapabileceğim çok önemli ve ciddi işler olmasına rağmen, ben yine gece yarısı muhtemelen uzayın sonsuzluğuna vurulur kalırdım. Gayet doğal olarak, bu kısa üç gün boyunca yine her istediğimi görmüş olmazdım. Fakat hiç olmazsa görme duyumu tekrar kaybedince neleri kaçırmış olduğumu anlamış olurdum. İnsan bir süre sonra kör olacağını bilse herhalde geri kalan zamanını çok daha başka kullanırdı. Ama bir kez bu akibeti yaşamış olanlar gözlerinden tam manasıyla faydalanmayı bilirler. Gördükleri her şey, kendilerince bambaşka bir değer kazanırdı. İşte o zaman hakikaten görmeyi öğrenmiş olurlar ve yepyeni bir güzellik dünyasının önlerine serildiğini anlarlardı. Son olarak gözleri görmeyen ben, gören insanlara şunu tavsiye edeceğim: Ertesi gün sanki kör olacağınızı biliyormuşsunuz gibi kullanın gözlerinizi. Elbette diğer hislerinizi de ihmal etmeden. Seslerin mûsikisini, kuşların ötüş ve âhengini, birazdan sağır olacakmışsınız gibi dikkatle dinleyin. Ertesi gün dokunma duyunuz elinizden alınacakmış gibi, eşyaya sevgiyle dokunun. Çiçekleri koklayın, yediklerinizin lezzetini damaklarınızda hissedin. Duyularınızdan mümkün olduğu kadar istifade edin. Allah’ın size bağışladığı nimetler sayesinde dünyanın güzelliğini fark etmeye çalışın. Fakat ben yine de görmenin diğer duyulardan daha değerli olduğunu düşünüyorum. Şimdi, cevaplanması gereken üç soru var; Hangimiz ‘gerçekten’ görüyoruz? Hangimiz ‘gerçekten’ işitiyoruz? Ve hangimiz ‘gerçekten’ hissediyoruz? (Genç Yorum Dergisi’nin Kasım 2012 sayısından derlenmiştir.) 39 ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ Küçük Çocuklarda Yeme Sorunları Uzm. Dr. A. Orhan DENGİZ Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Özellikle 18 ay - 3 yaş arası çocuklarda sıklıkla gözlenen sorunlardan biri yeme sorunudur. Yeme konusunda anne-baba ile sürekli çatışan çocukların büyük çoğunluğu aslında anne-baba ile olan etkileşimde kendilerini ortaya koyabilmek amacı ile bu yolu seçerler. Çünkü çocuklar yemek yeme davranışının anne-baba için ne kadar önemli olduğunu, özellikle annenin duyarlılığını farkederler ve bunu özellikle anneyi kontrol edebilmek için bir araç olarak kullanırlar. Anne-baba olarak hepimiz çocuğumuzun yeterli beslenmesine, sağlıklı büyümesine özen gösteririz. Çocuğumuz yemek yemeyi reddettiğinde ve bunu sürekli tekrar ettiğinde endişelenmeye başlar ve bu endişemizi doğal olarak çocuğumuza yansıtırız. Çoğu zaman ona yemek yedirmek için türlü yollar dener, oyunla, zaman zaman tavizler vererek, baskı uygulayarak hatta bazen zor kullanarak yemeğini yemesini sağlamaya çalışırız. Ne yazık ki biz bunları yaptıkça sorun daha da kötüye gider. Çocuğumuz bizim onun yemek yemesinin ne kadar önemli olduğunu fark eder ve bir müddet sonra bizi kontrol edebilmek için yemeği bize karşı silah olarak kullanmaya başlar. 40 2-5 yaşları arasında çocuğun büyüme hızı nisbeten yavaşlar ve kilo alması da azalır. Dolayısıyla fazla beslenmeye de gerek yoktur. Bunun bir doğal sonucu olarak aileler kolayca endişeye kapılırlar. Çocuğun ihtiyacından fazla yemek yemesini beklerler. Oysa sağlıklı bir çocuk ihtiyacı kadar yiyecektir. İşte bu durumda, ailenin endişesinden kaynaklanan yemek yeme sorunları ortaya çıkabilir. Nazlanma, oyalanma, yemek süresini uzatma, yemek seçme, fazla ısrar edilirse reddetme, kusma görülebilir. Ailenin daha da ısrarı bu tabloyu her yemek öğününde tekrarlanır hale getirir. Artık anne-baba ve çocuk karşılıklı bu çekişme durumunda adeta şartlanmıştır. Oysa çocuğun sağlığını tehtit eden bir durum çoğu zaman söz konusu değildir. Ancak bazı hallerde veya geçici bedensel hastalıklarda, çocuğun yemek yemesini engelleyici, azaltıcı organik nedenler söz konusudur. Böyle bir durum, zaten esas bedensel hastalık çerçevesinde düşünülmelidir. Çocukta İştahsızlığın Davranış Bozukluğu Olarak Ortaya Çıkma Nedenleri • Anne-babanın çocuğun üstüne aşırı düşmeleri. • Yemek yeme kurallarında katılık. • Çocuğu yemek yeme konusunda tehtit etmek. • Çocuğu kusma derecesine gelinceye kadar beslemek. • Kendi kendine yiyebileceği yaşlarda bile, çocuğu annenin beslemesi. • Çocuğu, sevmediği yiyecekler için zorlamak. • Yemek yemediği ya da az yediği zamanlar çocuğu duygusal ve fiziksel cezalandırmak. • Çocuğa sürekli olarak başka çocukları örnek göstermek, kıyaslamak. Bu ve buna benzer nedenler, çocuğun yemek yemeyi reddetmesine sebep olur. Ergenlik çağında, daha çok kız çocuklarında rastlanan ve ‘’anoreksia nervosa’’ adı verilen yemek yemeği reddetme hastalığı, kız çocuğunun anne ile sağlıklı iletişim ve sevgi gereksinmesinin doyurulamadığının belirtisidir. Bu hastalıkta, genç insan yemek yemeği kesinlikle reddeder, ani kilo kayıpları olur. Ciddi bir takip ve tedavi gerektiren bir davranış bozukluğudur. Yemek yemeyi reddetme, anne ile çocuk arasında, çocuğun ruh sağlığını yakından ilgilendiren sorunlar göze çarpar. 0-6 yaş, çocuğun sağlıklı bir kişilik yapısının temellerinin atıldığı dönemdir. Ama ne yazık ki, bazen de, çocuk bu yaşlar arasında, davranış bozuklukları geliştirebiliyor. Bu yüzden annebabaların çok dikkatli ve özenli olmaları gerekiyor. ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ Çocukta Aşırı Yemek Yemenin Bir Davranış Bozukluğu Olarak Ortaya Çıkma Nedenleri Bu davranış bozukluğunda da çocuğun doyurulmamış duygusal gereksinimlerinin tatminini görüyoruz. Anne-baba-çocuk arasında yeterli düzeyde sevgi yoğunluğu yoksa, çocuğun duygusal sorunlarına annebaba cevap vermiyorsa, anne-baba çocuklarına karşı ilgisizse, eşlerden biri aşırı katı, diğeri aşırı hoşgörülü ise, çocuk yemek yeme davranışlarını abartabilir. Aşırı yemek yemek, çocuk için bir ruhsal doyum arama çabasıdır. Anlaşılmayan ve yeterince kendini ifade edemeyen çocuklarda bu davranış bozukluğu görülebilir. Olumsuz yeme davranışı olan çocuklara yaklaşımda aşağıdaki noktalara dikkat edilmesi yararlı olabilir. • Çocukların yemekten 1 saat önce ve yemek sırasında sıvı alımları azaltılmalıdır. Bu midenin dolarak gerilmesine ve yalancı tokluk hissine yol açabilir. • Çocuk biberon kullanıyorsa, biberon bardakla değiştirilmeye çalışılmalıdır. Çünkü biberon ile beslenme bebeklik döneminde kalmalı, çocukluk döneminde sıvılar bardakla alınmalı, diğer yiyecekler çiğneyerek yutulmalıdır. • Günlük süt tüketimi 2 su bardağını aşmamalıdır. Sütün fazlası beslenmeyi bozabileceği gibi demir emilimini engelleyerek kansızlığa da yol açabilir. • Çocuğun besin seçimindeki öncelikler dikkate alınarak farklı çeşitte besinler sunulmalıdır. Bu konuda onun tercihleri de göz önünde bulundurulmalıdır. Fakat bu her zaman köfte, kızarmış patates, pilav, makarna olarak değil de yemesi gerekli olan besin gruplarından onun tercih etmesine fırsat verilmesi tarzında olmalıdır. Örneğin kırmızı et yemesi için köfte, yemeğin içinde kıyma, parça etli yemek, sulu köfte vb. şekilde kırmızı et içeren farklı menülerden kendi tercihine yönlendirilebilir. • Yemek porsiyonları annenin kendi ölçülerine göre değil, çocuğun gereksinimine göre ayarlanmalıdır. Genellikle anneler, porsiyonları kendilerine göre düşünmektedir. Toplam mide kapasitesi 300 ml olan bir çocuk 200 ml çorba içtikten sonra ancak 100 ml (yaklaşık yarım su bardağı) başka bir besini alabilecektir. • Bir öğünde verilen besin reddedildiyse, tamamen farklı bir besin denenmeli ve onun da reddedilmesi durumunda, bir sonraki öğüne kadar herhangi bir besin verilmeden beklenmelidir. Bir sonraki öğünü zamanından önce istese de bir sonraki öğünü beklemesi gerektiği söylenmelidir. • Ara öğünler küçük porsiyonlar şeklinde olmalıdır. Bu daha sonraki ana öğüne acıkmasını sağlayacak kadar olmalıdır. • Herhangi bir nedenle ödül olarak şeker ve tatlı türünden besinler verilmemelidir. Genel olarak ödül-ceza yemek konusunda uygulanmamalıdır. Bu uygulandığında yemek yemenin stratejik bir olay olduğu mesajı çocuğa verilecektir. • Yiyecekler çocuğun kolayca yiyebileceği ve ilgilenebileceği biçimde hazırlanmalıdır. (Örneğin küçük dilimlenmiş havuç, salatalık, küçük şekillenmiş köfte, sigara böreği, karikatürize edilmiş kurabiye, kek vb.) • Çocuklar anlatılanı değil, gördüklerini taklit ederek öğrenirler. Bu nedenle anneler, babalar, ve çocuğun bakımından sorumlu diğer kişiler olumlu (tutarlı ve benzer) yeme davranışı içinde olmalıdır. Çocuğa yedirmeye çalıştığı yemeği kendisi yemiyorsa bu, hiç de iyi bir örnek olmayacaktır. • Grup halinde yaşıtlarıyla ya da arkadaşının evinde, restoranda, piknikte yemek, çocuklarda özellikle seçici çocuklarda olumlu yeme davranışının gelişmesine yardımcıdır. Evde yeme sorunları olan çocuklar bu gibi durumlarda kötü davranışları terk edebilirler. • Geçici olarak bir yiyeceğe düşkünlük veya reddetme, bu yaş çocuklarda görülen yaygın bir sorundur. Normal gelişimin bir parçası olarak kabul edilen bu durum, çocuğun bağımsızlığının bir ifadesidir. Bir süre için istemediği bir besini bir süre sonra çok sevebileceği gibi sevdiği bir besini de sonra istemeyebilir. • Yemek saatlerinin çocuğun gününün hoş bir bölümü olmasına özen gösterilmelidir. Ailesi ile birlikte olduğu, hoş anların yaşandığı bir zaman dilimi olması sağlanmalıdır. Aksi takdirde yemek zamanı çocuğun hiç hoşlanmadığı bir an olabilir. • Reddetme durumunda, çocuğu yemek konusunda zorlama doğru değildir. Bu sorunları daha kötüleştirir. Reddedilen 41 ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ besin daha sonra tekrar denenmelidir. Bir öğün, bir gün hatta biraz daha uzunca bir süre yemek yememesi çocuğun genel durumu konusunda zarar vermeyecektir. Yaşayan bir canlı olarak kısa bir süre sonra acıkacak ve yemek isteyecektir. tartışarak gerginlik yaratmamalısınız. • Özellikle anne-baba bu konu ile ilgili kesinlikle çocuğun önünde tartışmaktan kaçınmalısınız. • Yemeğini yemediğinde, asla karnı aç kaldı diye sofradan kalktıktan sonra abur cubur yemesine veya sevdiği bir şeyi yemesine izin vermeyin. Bir sonraki öğüne kadar aç kalması ona zarar vermez tam tersine karnının acıktığını daha iyi farkeder. Bu çocuğun karnı asla acıkmıyor, günlerce aç kalsa aklına yemek yemek gelmez, açlıktan ölür diye düşünen annelerdenseniz lütfen vazgeçmeyin, sabırlı olun ve bu yöntemi biraz daha uzun süre deneyin. Anne Baba Olarak Ne Yapmalıyız? • Öncelikle çocuğunuzun bunu size karşı bir silah olarak kullandığını ve bu nedenle onun elinden bu silahı almanın gerekli olduğunu kabul etmelisiniz. Yani; ona ilettiğiniz mesajlarda, yemeğini yemesi veya yememesi konusunun önemsiz olduğunu vurgulamalısınız. • Yemek konusunda anne-baba olarak ona model olmalısınız. Sağlıklı bir ailede yemek saatleri, hep birlikte vakit geçirilen, sohbet edilen, paylaşılan bir süredir. Yemek saatlerini her gün aynı saat olarak düzenlemeli, yemek zamanında aile bireyleri yaşları ne olursa olsun hep birlikte masaya oturmalısınız. Yemek yeme süresinin hoşça geçen bir süre olmasına özen göstermelisiniz. Yemek sırasında çocuğunuzla yemeği yedin-yemedin, az yedin, çok yedin gibi konularda 42 kadar yesin. Eğer yemeğini yemezse, tabağını önünden kaldırın, bu konu hakkında yorum yapmayın, konuşmayın, ilgilenmeyin. • Çocuğun yiyebileceği miktar konusunda lütfen gerçekçi olunuz. Sizin için yeterli olan miktar çocuğunuz için çok fazla olabilir. • İlk olarak hedefimiz çocuğun yemek sırasında sizinle sofrada oturması olsun. Bu süre içerisinde çocuğunuzunyemek yemesi veya yemesi ile ilgilenmeyin, önüne yiyeceği miktarı koyun, kendi başına yiyebiliyorsa bırakın yiyeceği • Eğer sofraya gelmezse veya yemek bitmeden kalkarsa, ilgilenmeyin, siz yemeğinize devam edin. Asla peşinden gitmeyin, yemeğini televizyon önünde veya dolaşırken yedirmeyin. • Yemek hazırlarken onun size yardımcı olmasını isteyin, birlikte yemek yapın. • Tabağına kendi yemeğini koymasına izin verin. ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ Tetik Parmak Op. Dr. Uğur Barış ÖZKAL Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı İsmine bakıldığında silah kullananların ilgisine çekebilecek bir hastalık sanılsa da özellikle orta yaşlı titiz ev hanımlarında sıkça görülen bir rahatsızlıktır. Tüm vücudumuzda hareket sağlayan adale yapılar kemiklere yapışma noktalarında incelerek tendon adı verilen yapılara dönüşürler. Özellikle parmaklarla yapılan çitileme, sıvazlama, bilgisayar mouse ile uzun süre çalışma gibi faaliyetlerde tendon etrafındaki kılıfta meydana gelen şişmeler hastalığın asıl sebebidir. Tendonlar etrafını saran kılıf içerisinde kayarak hareket ettiklerinden, zaman içerisinde kılıfta oluşan şişmelere ve sertleşmeler ağrı ile başlayıp parmakta tıpkı silah tetiği düşürür tarzda hareket patolojisi yaratır. Hastalar genellikle parmakta takılma olarak adlandırdıkları bu şikayetle ortopedi polikliniklerine başvurular. Bu nedenle kuaförler, bilgisayar kullananlar, titiz temizlik ve çitileme işlemi yapan ev kadınları gibi insanlarda daha sık rastlanmaktadır. Tipik olarak hastalar başparmağın avuç içine doğru bükülmesi hareketini içeren özellikle sürahi ile servis yapmak gibi hareketlerde şiddetli ağrı duyarak ortopedi kliniklerine başvururlar. Tedavi sürecinde ağrı kesici ve ödemi dağıtmaya yönelik oral ilaç alımı, atel ile tespit, tendon kılıfına yapılan injeksiyonlar yer alsa da kesin tedavi cerrahi olacaktır. Lokal anestezi sonrası yapılacak küçük bir kesi ile rahatsızlığa sebep olan tendon kılıfına ulaşılıp, yapılacak basit bir gevşetme operasyonu Hastalığın tanısı ‘Finkelstein testi‘ ismi verilen özel bir hareket yaptırılması ile konulur. Hastadan ağrılı başparmağını avuç içine doğru alıp elini yumruk yapması istenir. El bu şekilde el bileğinden yapılacak aşağı doğru bir hareket şiddetli ağrı ortaya çıkarır ve tanı konulur. Hastanın ağrısı özellikle el ile başka bir tedaviye gerek kalmaksızın çözüm sağlanacaktır. Günaşırı pansuman takibi ve ameliyat sonrası 12. günde dikişlerin alınması ile tedavi süreci tamamlanmış olur. başparmak ekleminin kökünden bileğe doğru uzanacaktır. Hastalığın tedavisinde ağrıya yönelik ve kılıf ödemini dağıtacak ağızdan ilaç alımı, tendon kılıfın yapılacak kortikosteroid injeksiyonu, hastalık için özel üretilmiş statik el bileği splintleri kullanımı gibi seçenekler mevcut olsa da kesin tedavi cerrahidir. El bileğinde 2. ekstensor kompartmanda tendon kılıfının en çok sıkıştığı anatomik lokalizasyonda yapılacak lokal injeksiyon sonrası cilt kesisi ile t kılıfa ulaşılıp yapılacak gevşetme işlemi tüm sorunları çözecektir. Cerrahi sonrası el bileğini koruyucu splint kullanımının 15-20 gün devam etmesi önerilmektedir. De Quervain Hastalığı Elde rastlanılan başparmak ağrılarının en sık sebeplerinden biri de De Quervain hastalığıdır. El parmaklarını yukarı doğru kaldıran adaleler el sırtında ‘ekstensor kompartman’ denilen yapılar oluşturmaktadırlar. Hastalık bunların 2.’ni oluşturan 2 tendonun ( abduktor pollicis longus ekstensor pollicis brevis) kılıfında genellikle aşırı kullanıma bağlı sıkışması sonucu ortaya çıkmaktadır. 43 ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ Sigaraya Dair Söyleyeceklerim Var! Uzm. Dr. Hülya AKDENİZ ÜNTUT Dahiliye Uzmanı Sonbaharın son günleri artık soğukların iyice hissedilmeye başlandığı bir çalışma gününde, poliklinik kapısından orta yaşlı oldukça zayıf güleç yüzlü bir hasta, elinde sağlık karnesiyle içeri girdi. Elimdeki reçeteyi tamamlayıp içerideki hastanın muayenesini bitirdikten sonra sandalyeye oturtup konuşmaya başladık. Öksürüp, balgam çıkardığını son zamanlarda istekli yemediğini, göğsünde ağrılar hissetiğini ifade ediyordu. Benim sorularımı gözlerindeki 44 ve yüz ifadesindeki endişeyi hissettirerek aynı zamanda iyi çıkmayacak bir hastalığın haberini alacağının tedirginliğiyle cevapladıktan sonra muayene sonucu verdiğim tetkikleri yaptırmak üzere dışarıya çıktı. 30 yıl gibi çok uzun zaman sigara içmişti. Yaşamla barışık ve hayata tutkun olduğu kısacık muayene süresi içinde fark ediliyordu. Muayene sırasında konuşurken bir kuruluştan emekli olup ikinci işte çalıştığını üç tane çocuk okuttuğunu çalışmayı çok sevdiğini, kısmet olursa buradan da emekli olacağını söylemeyi ihmal etmemişti. Aradan birkaç gün geçtikten sonra elinde tetkikleri ile yine güler yüzlü olarak içeriye girdi. Oturup getirdiği tetkikleri incelediğimde kötü haberi hastaya ve hasta yakınlarına nasıl söyleyeceğimi kurgulamaya başladım. Bizim mesleğimizin güzel yanı hastalara iyi haber vermek ve faydalı olabilmek. En zor tarafı da kötü hastalıkların girdabında hasta ile birlikte çaresizliğe sürüklenmek. Umutsuzluk ve bir şey yapamamak insani tarafımızı rahatsız ederken duygularımızla mantığımızın çatışmaya başladığını hissederiz. Avrupalı gibi doğrudan söyleyemeyiz gerçeği hastalarımıza. Akciğerinde oldukça büyük bir tümör görünüyordu. Parça alınması gerekiyordu. İşin ciddiyetini çoktan anlamış, yüzündeki ve gözlerindeki gülüş yerini endişeye ve pişmanlığa bırakmıştı. Dudağından dökülen ilk sözler Doktor Hanım, “sigarayı bıraktım, vallahide billahi de” oldu. Suç işlemiş çocuk edasıyla hayatı yaşamayı sevgiyi gizlemeyen gözleri bir an uzağa odaklanmıştı. Güzel sözler, yaşama dair iyi şeyler bilmek istiyordu, karşı taraf. “Çok iyi etmişsiniz” dedim içim burkularak. Akciğer kanseri tanısı ile yoğun bir tedavi programı sonrası epey ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ hırpalanmıştı. 6 ay daha tutunabilmişti hayata. Ailesi vefatından birkaç gün sonra arayıp teşekkür ederek helallik almıştı. Ayak ağrıları ile yatağından yarım metre zıplayıp feryat eden bağıran başka bir hasta… Sigaraya bağlı ayak damarı tıkanması; bizim Burger hastalığı dediğimiz tablo. Bir nöbetimde tanık olduğum Kalp Damar Cerrahisi Servisi’nde gördüğüm hastanın yükselen çığlıklarını hala unutamıyorum. Uzun süreli sigara içicisi olan hasta her iki bacak damarlarının tıkanması ile yatırılmış, tedaviye alınmış, ameliyat şansım var mı diye tartışılıyor. Hastanın çektiği ızdırabı etraftakilerin çaresizliğini tarif edecek kelime bulamıyorum size. Yıllar önce Karadeniz Bölgesinde görev yaparken tanık olmuştum. Sünnet olurken çocukların ellerine sigara vermişlerdi. İnsanın içi yanıyor. Nasıl bir cehalet! Nasıl bir kültür ki bu kadar mı sahipsiziz demiştim kendi kendime. Sigarayı erkeklik sembolü olarak empoze etmek bizim gibi erkek egemen toplumlara enjekte edilmiş etkili bir yöntem. Hayat zıtlıkların bileşkesi, bu tezatların çoğu da insan icadı. Yeryüzünde kendisine ve birbirine insanoğlu kadar zarar veren başka bir canlı türü aklıma gelmiyor. Diğer canlılardan daha akıllı olduğumuz için yapıyoruz bunları demeye dilim varmıyor. Hele de konu sigara olunca. Kalbimize, damarlarımıza, ciğerlerimize, böbreklerimize … Kısacası tüm hücrelerimize verdiği zararları anlatmama gerek yok sanırım. “Keşke içmeseydim” sözü zararların telafisizliğini geriye dönüşün imkansızlığını dile getirir. Bu kötü icadı yapan insanoğlunun irade ve zekasının terk etmeyi ve hayatından silmeyi bilecek güç ve kudrette olduğuna inanıyorum. Kaldı ki bırakmayı kolaylaştıracak pek çok teşvik ve yöntem mevcut. Sağlık Bakanlığı’nın son yıllarda sigarayı bıraktırma ile ilgili çalışmalarında da epey yol almış durumdayız. Batıya göre doğuda tüketim daha fazla olduğu için az gelişmiş ve gelişmemiş ülkeler üzerinde oynanan oyunun bir parçası olarak görülür sigara. İçindeki keyif verici maddelerin ve onlarca toksin oranının sürekli değiştirilerek bırakma olasılığının iyice azaldığı söylenir. Sigara bağımlılığı ile başlayan kötü bir hayat, yaşam kalitesinin azalması, sağlığın giderek yitirilmesi, sakatlığın ve ölüm oranının artması ve bunların yanında hem sigaraya hem de komplikasyonlardan doğan zararlara, hastalıklara harcanan binlerce liralar korkunç boyuttadır. Ne yazık ki oyunun bir parçası ve figüranı olmaktayız. Hiçbir hekim sigaranın hastalandırdığı, sakatlandırdığı, insanlar üzerinden ekmek yemek istemez. Hayatın sigarasız çok daha güzel olduğunu yürekten söyleyen bir hekim, bir insan olarak hepinize dumansız, sigaradan uzak, sağlıklı günler diliyorum. 45 ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ u Özel B ta u Has adol rsa An r kkürle e ş e T e nesi’n ARDA kan Zeki Er n DA’nı ma AR t a F en denil ama kalır zorlu a zi “ d a n s a a d m ve bi a ırpm nede nemi k a n t a ü n, s z e a k ü r yere özün eşti bir h z l” di nı; g rçekl i ı e Başka ğ olünü t g e r a d t y a kon yet meli rıyl i n a a l i ş e z p a m i l b a s ka tı ını cak neden eliya kacağ amıya er hasta ve am de çı e l yapıl v n i ür ed e k n k r e a k mınd teşe lendi bir ş ı k k k e z a o r u b ç ü s y ’e run ğun SEZEN ve so in yo tafa annem s lıklı u ğ . M a m s i Dr. ler da, ar di k siz altın l e ı r r e a d ş ba ni e nızda temen ayatı h k e mesl Mehmet YILMAZ Değerli Bursa Anadolu Hastanes i yöneticileri; Annemin safra kesesine stent takılmas ı işleminde Sn. Uzm . Dr. Caner YILDIZ’a ve değerli ekibine (Merve Hanım ve ismini bilmediğim bay ve baya n) personele göstermiş oldukları ilgi, alaka ve güle r yüzlerinden dolayı çok teşekkür eder. Çalışmalarınızda başarılar dilerim. NCU U Y O ŞENK n imde zler derek ö G e im. geld . İtimat anki ere s m z ü ü k ek, örd olma gi g lim eder inden l i i v a de er ed es klaşık iki kale ze t za t aşhekiml , ve ediyorum. Ya et neni dum. Fev rlarını r am B a ik e e t rd d . s n hi ı o Ha ni Eskişe k e cesinde ibya ol dokt im açıld im kaza neti ebri tanesi’ yat iğ ı t i rd m çi l ge ı n e e r ce n am in yıl ön ca şehir’deki zle anda olu Has heps ar vardı Eski etli nyaya gö şlara c kl k rı d m kı a a y e r md n ı A k kemiği da ola dü n atım yapıldı. arka el Bursa a emin den imde ca bir hastanede ameliy ç n yeni çalışan nra z i ı Ö ğ , rı aşık üç ay so ek aca ki n eyer nlar. Ay ımı Platinler kondu yakl oruy t bütü m o dur az bağ k s pr ça i i ön r liğ cı döndüğünde olsu ükranla e zıyı al r a rm a no y m V inan da lider u ş bacağı Ön çapraz , m. B a’ nlar rler ve ğu anlaşıldı. du ol ı as Burs ür ederi Sağolsu nm iyat kü yarala . kk ssas bir amel eşek teşe k yazdım Y’ e t eliyatının ha am ardan ğ ll ba na ka i E N re . Çeşitl im nd re öğ gele BATMAZ Ü nu olduğu or aramaya a ıracağım dokr pt ya ı Dery m. ım h at ameliy Op. Dr. Fati rı iye üzerine vs suna Ta . ğ ım ba ad başl Ön çapraz ’a ulaştım. Volkan TERCAN eliyatım n alınması am ve platinleri esnasında at di. Ameliy il ir şt ar le ek gerç doğru birkar Hasta ladımki çok an neniz ha da h ez ti birk . Fa de ge esnas e Sn. Op. Dr çirmi ında, im. Öncelikl iş rm ş eliyatıma ve am e o nd ö l ve ek nceli duğum beraberi ve AN ibine kle d RC TE a an meliy lk , eki oktor hasta kkürlerimi at Vo p içi um Ru e sosuz teşe psiko ne n ise hi SA giren ekibin lojis u Hastanesi’ anlad YAR‘a özell Bursa Anadol inden ığını el en Öz ri m. le i rı kle suna gerçe n ilişki düşün iyi ş kten i yapan insa düğüm iy ekild n en da i ın in as iş çok i e gül çalışm ve bu konuş yi de er yü nu ba an personelle malar ol k de ra ye ta vi ar z se n ü ve a en ıyla üst rının rahat rahat kanıt eder başarıla ür bir p kk şe te l l yı a ayan tıcı dola sikol sağla ve be ojide yan S rim. nim d n. Di ameli devamını dile teşek a ha lek Ö yat g kürle RNEK eçirm rimi ‘e şa emi sunar hsını ım. za ettin Nizam Ceyhu n 46 KAYA Ali BALTALI ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ ANADOLU’DAN HABERLER Nilüfer’e Değer Katanlar Bu yıl 25.yaşını kutlayan Nilüfer Belediyesi, kentin gelişmesine katkıda bulunanlara vefa örneği gösterdi. Nilüfer Belediye Başkanı Mustafa Bozbey ve Nilüfer Muhtarlar Derneği Başkanı Erol Yılmazer ile birlikte ‘’Ezber Bozan Nilüfer’’ ilçesine hizmet verenler ödüllendirildi. Özel Bursa Anadolu Hastanesi’nde sponsor olarak katıldığı ve ödül aldığı bu güzel organizasyonda Özel Bursa Anadolu Hastanesi Başhekimi Yrd.Doç.Dr. Taner Kaya bir konuşma yaptı ve teşekkürlerini bildirdi. 12.12.2012 Bebeğimiz Yağız Özel Bursa Anadolu Hastanesinde 12.12.2012 saat 12:00’de doğan Yağız bebek, sağlıklı bir şekilde dünyaya gözlerini açtı. Tüm dünyada merakla beklenen 12.12.2012 heyecanı Özel Bursa Anadolu Hastanesinde de yaşandı.Saat 12.00 de dünyaya gözlerini açan Melek Acar ve Yunus Acar çifti bebeklerine Yağız ismini verdi.Bebeğin sağlık durumunun gayet iyi olduğunu söyleyen Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Deniz Güleryüz Çakmak, bugünün özel bir gün olduğunu ancak bebeklerin sağlıklı olmasının daha mühim olduğunu bildirdi... 47 ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ Özel Bursa 48 sında An si Ba e n a t s a H u adol ÖZEL BURSA ANADOLU HASTANESİ 49