0 tc ankara üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü kamu hukuku

advertisement
0
T.C
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
KAMU HUKUKU ANABİLİM DALI
İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ VE İNSAN HAKLARI AVRUPA MAHKEMESİ
KARARLARINDA SINIRLANDIRILMASI SORUNU
Doktora Tezi
Kasım Karagöz
Ankara 2004
1
GİRİŞ
Klasik özgürlüklerin temelinde; bireylerin toplum yaşamına geçmesi ile
birlikte doğuştan sahip oldukları özgürlüklerinin bir kısmından feragat ederken, bu
özgürlüklerinin en esaslı olanlarını, toplumsal yaşamı kontrol eden devlete
devretmemesi yatmaktadır. Bu haklar, temel hak ve özgürlükler olarak
adlandırılmakta olup, bunlardan biri de ifade özgürlüğüdür.
İnsanoğlunu diğer canlı türlerinden farklı kılan en önemli özelliği şüphesiz,
onun düşünen, içgüdüleri ile değil aklı ile hareket eden bir varlık olmasıdır.
Düşünmekle insanın varoluşu arasındaki ilişkiyi Descartes, “Düşünüyorum
öyleyse varım” sözleri ile açıklamaktadır 1. Aristoteles’e göre de, insanı diğer
varlıklardan ayıran en önemli özellik, düşünme ve düşündüklerini ifade edebilme
yetisine sahip olmasıdır 2. Bu niteliğinden dolayı ifade özgürlüğü öncelikle bireyin
saygınlığını gerçekleştiren bir özgürlük olarak öne çıkmaktadır
Demokrasi kuramcılarından Montesquieu’ya göre ifade özgürlüğü en
önemli özgürlüktür. Ona göre, insan, dinamik, yaratıcı ve erdemli bir varlıktır.
Fakat bu nitelikler ancak özgür bir ortamda işlerlik kazanır ve gelişir. Özgür
olmayan bir ortam, kuşku ve korku, kuşku ve korku da belirsizlik, güvensizlik ve
uyuşukluk getirir 3. Montesquieu’nun bu görüşleri günümüzde de geçerli olup
düşüncenin özgürce ifade edilebildiği ortamlarda demokratik kurumlar varlıklarını
sürdürme ve gelişme olanağı bulabilmektedirler
İnsan düşüncesi ile değer kazanmakta, düşünce ise ancak ifade
edilebildiğinde bir değer ifade etmektedir. Bu yüzdendir ki, geçmişten günümüze
insanlar fikirleri ile ön planda olmuş ve verilen kavgalar fikirlerin hayata
geçirilmesi için olmuştur. Nitekim insanlık, hep bireylerin temel hak ve
özgürlüklerini kullanma mücadelesi ile siyasi iktidarların bunları kullandırmama
amacıyla başvurduğu çeşitli baskılara tanık olmuştur. Düşünce insanın en temel ve
vazgeçilmez özgürlüklerinden biri olup ifade özgürlüğünün olmadığı bir ortamda,
düşünceye de sahip olmanın çok bir anlam ifade etmediğini kabul etmek gerekir.
İfade özgürlüğü gerek birey açısından gerek farklı ve yeni fikirlerin
yayılmasını sağlamakla toplum açısından büyük önem taşımaktadır. Çünkü yeni
1
Niyazi M. Öktem, Özgürlük Sorunu ve Hukuk, (İstanbul, Sulhi Garan Matbaası, 1977), s. 56-57.
Mehmet Ali Ağaoğulları, Eski Yunanda Siyaset Felsefesi, (Ankara: Teori Yayınları, 1989), 232233.; Öktem, Özgürlük Sorunu ve Hukuk, s. 48-49.
3
J. Salwyn, Liberalism – its Meaning and History, (London, 1958), s. 118-119.
2
2
fikir ve taleplerin ifadesi kurulu sistem içindeki kusurların ortaya çıkarılmasında
önemli bir etkendir. Bu sayede yanlışların ayıklanması, çözüm getirmediğine
inanılan fikirlerin ve yöntemlerin değiştirilmesi mümkün olacaktır. Dolayısıyla hiç
tereddütsüz olarak, güvenli ve huzurlu bir toplum hayatı karşı fikirlerin
susturulması
ile
değil,
açık
tartışma
imkanlarının
sağlanmasıyla
gerçekleşebilecektir.
İfade özgürlüğünün yok edilip bir fikrin susturulmasının yol açabileceği en
büyük tehlike ise şüphesiz ki toplumsal barışın bozulmasıdır. Fikirler özgürce
ifade edildiği zaman, dogmalar kırılır, öfkeler giderilir ve iletişim sağlanmış olur.
Fakat baskı ve kısıtlama söz konusu olduğunda o fikirler yer altına itilir ve
toplumsal barış tehlikeye girer.
İfade özgürlüğü aynı zamanda halk ile yönetim arasındaki ilişkinin
devamını sağlayan mekanizmalardan biridir. Çünkü, kişinin ve toplumun
huzurunun sağlanması her şeyden önce yönetimle kurulacak karşılıklı ilişkiye
bağlıdır. Serbest tartışma yapılabildiği sürece bu ilişki olumlu bir seyir
izleyecektir. Çünkü serbest tartışmalar sonucunda yönetim, kendisine yöneltilen
öneri ve eleştirileri dikkate alıp hoşgörü ile karşıladığında halk, kamu sorunlarını
çözmede önemli bir fırsat elde etmiş olur. Böyle bir fırsatı elde eden, sistem dışına
itilmeyen ve kamusal sorunlarda söz sahibi olduğunu hisseden birinin toplumsal
barışı bozabilecek bir davranış içine girmesi elbette düşünülemez. Bu nedenle
ifade özgürlüğünün hem iyi bir yönetimin aracı, hem de iyi yönetimin sonucu
olduğunu söyleyebiliriz.
İfade özgürlüğü, özgürlükçü demokratik devletlerin temelini oluşturup bu
özgürlük olmaksızın demokrasi düşünülemez. Çünkü demokrasi, her türlü inanç,
fikir ve düşüncenin açığa vurularak serbest bir tartışma ortamı yaratılması esası
üzerine kuruludur. Çoğulcu bir demokraside bazı grupların özellikle siyasi
konularda aşırı ve anti-demokratik görüşleri temsil etmesi bir dereceye kadar
normal sayılarak anlayışla karşılanmalıdır. Nitekim İnsan Hakları Avrupa
Mahkemesi de öteden beri, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'nin 10. maddesinin
sağladığı korumanın yalnızca sorunsuz olarak kabul edilebilecek düşünceler için
değil, fakat aynı zamanda devleti veya halkın bir bölümünü incitici, rahatsız edici
düşünceler için de geçerli olduğunu vurgulamaktadır.
3
Yüzyılımız, ifade özgürlüğünün en geniş sınırları ile yaşanabildiği,
fikirlerin daha geniş kitlelere duyurulabildiği ve diğer fikirlere daha kolay
ulaşılabildiği bir dönemdir. Böyle bir dünyanın oluşumunda, şüphesiz teknolojik
gelişmelerin de büyük payı vardır. Teknolojik gelişmeler sayesinde mesafeler
kısalmıştır. En uzak yerdeki bir olayın dahi bütün insanlığı etkilediği bir dünyada
haklar ve özgürlüklerin mücadelesi de uluslararası bir boyut kazanmıştır.
İfade özgürlüğü diğer özgürlüklerin bir nevi besleyici kaynağı olup
demokratik süreçte önemli bir yere sahiptir. İfade özgürlüğünün sınırlandırılması,
diğer birçok özgürlüğün dolaylı olarak sınırlandırılması sonucu doğurmaktadır.
Bundan dolayı ifade özgürlüğünün demokratik bir sistemin ön şartı olduğu ifade
edilebilir. İfade özgürlüğünün diğer hak ve özgürlüklerden daha üstün bir öneme
sahip olduğu açık olmakla birlikte bu özgürlüğün sınırsız olduğunu ileri sürmek bir
kısım sorunlar doğuracaktır. Gerçekten ifade özgürlüğünün sınırsız bir özgürlük
olduğunu söylemek mümkün değildir. Sadece ilan edilmiş ve sınırları
belirlenmemiş bir özgürlüğün pratik bir değeri yoktur. Buna uygun olarak da ifade
özgürlüğüne yer veren gerek ulusal gerek uluslararası düzenlemeler bu özgürlüğü
sınırlı bir özgürlük olarak düzenlemiştir. Bireysel yarar ile kamu yararı arasında
bir denge sağlamak amacıyla ifade özgürlüğü sınırlandırılabilmekte ve istisnalar
getirilebilmektedir.
İfade özgürlüğünü en kutsal haklardan sayan insan hakları sözleşmelerine
bakıldığında, bu sözleşmelerin hemen hemen hepsinde, ifade özgürlüğünün
demokratik toplumdaki öneminden bahsedildikten sonra, sınırlama sebeplerine yer
verilmiştir. İfade özgürlüğü, 1776 tarihli Birleşik Devletler Bağımsızlık Bildirgesi,
1789 tarihli Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi, 1948 tarihli İnsan Hakları
Evrensel Bildirgesi, BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi gibi evrensel
düzenlemelerin yanında, Amerikan İnsan Hakları Sözleşmesi, Afrikan İnsan ve
Halkların Hakları Şartı ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi gibi bölgesel
düzenlemelerle açıklanmış ve sınırları belirlenmiştir. İfade özgürlüğü Avrupa
insan hakları koruma sisteminin en önemli unsurlarından birini oluşturmaktadır.
Nitekim 1998 yılında yeniden yapılanan İHAM, ifade özgürlüğüne verdiği önemi
sembolik olarak göstermek amacıyla ilk kararını ifade özgürlüğü ile ilgili olarak
vermiştir.
4
İnsan hakları Avrupa Sözleşmesinde, kişiye istediği fikri açıklama ve
yayma hakkını mutlak bir şekilde vermemiş olması, ifade özgürlüğünün
sınırlandırılıp sınırlandırılmamasına ilişkin teorik tartışmaların bu sözleşme
açısından söz konusu olmadığını göstermektedir. Ancak ifade özgürlüğünün
sınırlanabileceğinin kabul edilmiş olması, tüm sorunların çözümlendiği anlamına
gelmemektedir. Asıl önemli konu sınırlamanın niteliği, sınırlama sebeplerine
verilen anlam, sınırlamanın demokratik rejimle bağdaşıp bağdaşmadığı ya da
otorite ve özgürlük dengesinin sağlanıp sağlanmadığı ile ilgilidir.
Bu bağlamda, sözleşmede ifade özgürlüğüne yönelik bir sınırlamanın
meşruluk
kazanabilmesi
için
bazı
ölçülere
uyulması
öngörülmektedir.
Dolayısıyla koşulsuz bir sınırlama yetkisi tanınmış değildir. Sınırlamada
uyulması gereken ölçüler ise sözleşmenin 10. maddesinin ikinci fıkrasında şu
şekilde düzenlenmiştir;
“Bu özgürlükleri kullanırken ödev ve sorumluluk içinde hareket edilmesi
gerektiğinden, ulusal güvenlik, ülke bütünlüğü veya kamu güvenliği, suçun ve
düzensizliğin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakın korunması, başkalarının
şeref ve haklarının korunması, gizli bilgilerin açığa vurulmasının önlenmesi,
yargı organının otorite ve tarafsızlığının korunması amacıyla, demokratik bir
toplumda gerekli bulunan ve hukukun öngördüğü formalitelere, şartlara,
yasaklara ve yaptırımlara tabi tutulabilir.”
10. maddenin ikinci fıkrasına göre ifade özgürlüğünün yasal dayanağı
olmak ve demokratik toplumda gerekli olmak şartıyla üç tür genel sınırlama
hükmüne tabi olduğunu söyleyebiliriz. Birincisi, bireyi korumaya yönelik,
ikincisi, genel yararı korumaya yönelik,
üçüncüsü ise yargı gücünün
bağımsızlığını korumaya ve tarafsızlığını sağlamaya yönelik olan sınırlamadır.
Fakat ifade özgürlüğünün sınırlaması konusundaki temel ilkeler İnsan Hakları
Avrupa Komisyonu ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (11. Protokolden sonra
koruma mekanizması Mahkeme çatısı altında teke indirgenmiştir.) kararları ile
açıklığa kavuşturulmaktadır. İşte Komisyon ve Mahkeme kararlarında ifade
özgürlüğünün sınırı ve sözleşmede bu sınırın nasıl belirlendiği özellikle
incelemeyi gerektirmektedir. Sözleşmenin ifade özgürlüğünü düzenleyen 10.
maddesinin düzenleme şekli
ve sözleşme organlarının bu düzenlemeyi
5
yorumlama biçimi özel bir önem taşımaktadır. Sözleşme organlarının bu konuda
genel ilkeler çıkarmaya yetecek kadar çok sayıda kararı bulunmaktadır.
Bu çalışma ile ilk olarak, ifade özgürlüğünün diğer uluslar arası belgelerle
karşılaştırmasını yaparak Avrupa sözleşmesinde ne şekilde düzenlendiğini
gördükten sonra Sözleşme organlarının kararlarını incelemek ve bunlardan genel
ilkeler çıkarmak amaçlanmıştır. Gerçekten ifade özgürlüğü konusunda normatif
düzenleme kadar yetkili organların söz konusu normları nasıl uyguladıkları ayrı
bir önem taşımaktadır. Avrupa Sözleşmesinde ifade özgürlüğü, bu özgürlükle
ilgili davalar incelenmeden net bir açıklığa kavuşturulamaz. Dolayısıyla
çalışmamız Mahkeme kararlarının ayrıntılı bir analizini gerektirmektedir. Bu
çalışmada, sadece politik ifade özgürlüğünden değil aynı zamanda şiddete teşvik
eden sözlerden pornografiye, sanatsal ifadeden ticari ifadeye kadar ifade
özgürlüğü ile ilgili hemen hemen bütün konularla ilgili kararlara yer verilecektir.
İkinci olarak, Mahkemenin ifade özgürlüğüne bakış açısını ortaya
çıkarmak ve böylece ortaya çıkan sorunların daha rahat çözülmesini sağlamak
amaçlanmıştır. Özellikle Avrupa Birliğine giriş sürecinde Türkiye’nin yaşadığı en
sıkıntılı konular ifade özgürlüğü konusundadır. İfade özgülüğüne ilişkin
kanunların değiştirilmesi yönündeki çalışmalar gündemde her zaman sıcaklığını
korumasından dolayı bu çalışma ayrı bir önem taşımaktadır.
Üçüncü olarak, Mahkemenin ifade özgürlüğü ile ilgili olaylara bakış açısı
ve bu bağlamda ifade özgürlüğünü ve sınırlarını nasıl algıladığını ve taraf
devletlere her olay için,
-Ne kadar takdir marjı tanıdığı,
-Bu takdir marjının ülkeden ülkeye değişip değişmediği,
-Bemokratik toplum için gereklilik kavramının nasıl algılandığı,
-Ölçülülük ilkesinin nasıl yorumlandığını ortaya çıkarmak amaçlanmıştır.
Demokratik bir toplumda ifade özgürlüğünün sınırını, Sözleşmenin 10
maddesinin ikinci fıkrasındaki gibi birden çok sınırlayıcı nedenin bulunduğu bir
hukuk düzeninde özgürlükçü bir biçimde çizebilmek titiz bir incelemeyi
gerektirir. Özellikle de siyasal alanda eleştiri niteliğindeki ifadelerin Sözleşme
bağlamındaki sınırın nasıl çizilmesi gerektiği önemli bir sorundur.
6
İfade özgürlüğünün İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi kararlarında
sınırlandırılmasını incelemeyi amaçlayan çalışmamız girişi izleyen iki bölümden
oluşmaktadır. Girişte, konunun önemi ve çalışmanın amacı anlatılmaktadır.
Birinci bölümde ilk olarak ifade özgürlüğünün felsefi temelleri, tanımı,
niteliği, kapsamı, önemi ve diğer uluslararası belgelerde nasıl düzenlendiği
incelenecektir. Bunun ardından ifade özgürlüğünün sınırlandırılması ve
sınırlandırılmada kullanılan ölçüler soyut düzeyde ele alınacaktır.
İkinci bölümde, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin 10 maddesinin
ikinci fıkrasındaki düzenlemeye uygun olarak, Mahkeme ve Komisyon
kararlarında ifade özgürlüğünün sınırlanması ve sınırlanmada kullanılan ölçüler
yargı kararları ile açıklanmaya çalışılacak ve somut düzeyde bir çalışma
yapılacaktır. İkinci bölümde ilkin bireyi korumaya yönelik sınırlama nedenleri,
ikinci olarak genel yararı korumaya yönelik sınırlandırma nedenleri, son olarak
ise yargı erkinin bağımsızlığını korumaya ve tarafsızlığını sağlamaya yönelik
sınırlandırma nedenleri incelenecektir.
7
BİRİNCİ BÖLÜM
GENEL OLARAK İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ,
ULUSLARARASI HUKUKTA DÜZENLENMESİ ve
İHAS’NİN 10. MADDESİ
I-İfade Özgürlüğünün Felsefi Temelleri
İfade özgürlüğü; kendi kendini idare etme, fikirlerin çoğulluğuna saygı
duyma, bireylerin kendi fikirlerini başkalarını incitmeden istedikleri şekilde
geliştirme ilkelerine dayalı bir hükümet biçimi olan liberal demokrasilerin en
temel özelliklerinden biridir 4. Ken Greenawaltın belirttiği gibi devletin fikirlerin
iletişimine engel olmaması önemli bir siyasi ilke olup bu ilke liberal demokrasinin
köşe taşlarındandır 5.
Şüphesiz ki çağdaş insan hakları hukukunun en çok üzerinde durduğu
konularından biri, ifade özgürlüğü ve sınırlandırılması üzerine yapılan
tartışmalardır 6. Bu tartışmalarda dikkat çeken önemli nokta ifade özgürlüğünün
temel
bir
insan
hakkı
olup
olmadığı
konusu
olmayıp
sınırlandırılıp
sınırlandırılamayacağı ya da sınırlandırılacak ise bunun sınırının ne olduğu ile
ilgilidir. Buna uygun olarak da ifade özgürlüğü konusunda yapılan tartışmalar bu
özgürlüğün sınır bölgeleri hakkında olmaktadır 7. Bunlar ise, pornografi, ırkçı
nefret konuşmaları, bağnaz dini ifadeler, politikacılara ve özel kişilere iftira,
mahkemeye saygısızlık, şiddete tahrik, askeri ve ticari sırların açıklanması gibi
konuları kapsayan durumlardır. Sınır bölgeleri konusundaki tartışma ise ifade
özgürlüğünün merkezi değerlerinin anlaşılmasına bağlıdır 8. Çalışmamızın amacı
4
Robert Trager, Donna L Dickersen, Freedom of Expression in the 21 st Century, (California:
Pine Forge Press, 1999), s. 1 ; David Pannick, ‘Article 10 Of The European Convention on Human
Rights’, The King College Law Journal, 1993- 1994, vol. 4, s. 44-45.
5
Ken Greenawalt, Speech, Crime and The Uses of Language, ( New York: Oxford University
Pres, 1989), s. 4.
6
Claude E. Welch, ‘The African Charter and Freedom Of Expression’, Buffalo Human Rights Law
Review, 1998, s. 104.
7
Wojciech Sadurski, İfade Özgürlüğü ve Sınırları, çev. M. Bahattin Sepetçioğlu, (Ankara: Liberte
Yayınları, 2002), s. XIII.
8
ibid, s. xiv.
8
da bu türden önemli konularda anlamlı bir tartışma ortamı yaratmaktır. Bu
tartışmaları sağlam bir perspektife oturtabilmek için ise ifade özgürlüğünün
gelişiminin felsefi ve tarihsel arka planını anlamak önemlidir.
İfade özgürlüğünü teorik düzeyde haklılaştırmaya yönelik tartışmaların
temelinde bu özgürlüğün neden değerli olduğu sorusu yatmaktadır 9. Nitekim bu
özgürlüğün gerekliliğini vurgulamak için hem kişisel hem de toplumsal sebepler
ileri sürülmektedir. Bunlardan ilki, insanların fikirlerini özgürce ifade edip
yaymadan kendilerini birey olarak tam anlamıyla geliştiremeyecekleri tezidir.
İkincisi ise ifade özgürlüğünün toplumsal önemine vurgu yapan tezdir. Bu ise
genellikle kendi kendini yönetme olgusuna dayandırılmaktadır 10.
Emerson tarafından ortaya atılan kolektif teoriye göre demokratik bir
toplumda ifade özgürlüğü şu nedenlerden dolayı önemlidir 11.
-Bilgilerin gelişmesi ve gerçeğin keşfi, (Gerçeğin ortaya çıkarılması
teorisi)
-Toplumun tüm üyelerinin karar alma sürecine katılmasının sağlanması
(Demokratik süreç teorisi),
-Bireyin kendini tatmin edebilmesinin sağlanması 12. (Bireysel otonomi ve
özgürlüğe dayanan teori)
Emerson’a göre bu değerler birbirine bağımlı ve karma bir yapı içinde
değerlendirilmelidir. Emerson tarafından ortaya atılan bu ölçüler, aynı zamanda
çoğulcu demokrasilerde düşünce özgürlüğünün temel varlık nedenleri olarak
kabul edilmekte 13 olup gelecek paragraflarda bu teoriler tartışılacaktır.
A- Gerçeğin Ortaya Çıkarılması Teorisi
İfade özgürlüğünün gerekliliğini savunmak için pek çok teori ileri
sürülmüştür. Tarihsel olarak ifade özgürlüğü ile ilgili öne sürülen ilk teori
9
Zühtü Arslan, “ABD Yüksek Mahkemesi ve İfade Özgürlüğü’, ABD Yüksek Mahkemesi
Kararlarında İfade Özgürlüğü, der. Zühtü Arslan (Ankara: Liberte Yayınları, 2003), s. 5.
10
Trager, Dickersen, Freedom of Expression in the 21 st Century, s. 6.
11
Thomas Emerson, The System of Freedom Of Expression, (New York: Random House, 1970), s.
6-7.
12
Benzer şekilde ifade özgürlüğünün gerekliliğinin temel nedeni, Hakim Holmes ve Brandais
tarafından şu şekilde belirtilmiştir. 1- Kişinin kendini olanakları ölçüsünde geliştirip mutlu olması,
2- Devlet yönetiminde etkin bir öneme sahip olan siyasal gerçeği bulmak, 3-Konuşma özgürlüğü
ve bu bağlamda gerçekleştirilen siyasal tartışmaların demokrasinin bir gereği olması., Thomas L
Tedford, Freedom of Speech in the United States, s. 81.
13
Yusuf Şevki Hakyemez, Militan Demokrasi Anlayışı ve 1982 Anayasası, (Ankara: Seçkin
Yayınları 2000), s. 84-85.
9
‘Gerçeğin ortaya çıkarılması teorisi’dir. Bu teori, açık tartışmanın, fikirlerin
serbestçe
alışverişinin,
araştırma
ve
eleştirme
özgürlüğünün,
gerçeğin
araştırılması sürecinin etkin olarak işlemesi için gerekli şartlar olduğunu belirtir.
Bu özgürlük olmaksızın, bizim doğruluk ve yanlışlık arasında, körü körüne
tökezlemeye doğru gideceğimiz söylenir. Ancak bu özgürlük sayesinde gerçeği
bulabilir ve yanlışı reddedebiliriz 14. Bu tez öz olarak doğruya ulaşmak için
araştırma yapılması argümanına dayanmaktadır diyebiliriz.
Bu teoride konuşma özgürlüğü bir son yani bir amaç değil sadece gerçeğin
ortaya çıkmasına yarayan bir araçtır. Eğer bütün fikirler özgür bir alanda özgürce
yarışırsa, görünmez bir el en iyi fikrin ve gerçeğin ortaya çıkmasını sağlayacaktır.
Böylece toplumun gerçeği keşfetmesine yardım eden her türlü konuşma koruma
altına alınmalı, fakat konuşmacının kendi şahsi amaçları göz önünde
bulundurulmamalıdır 15.
Bu teori ilk kez John Milton tarafından ortaya atılmıştır. Milton’un
Areopogitica’sı 17. yy da ifade özgürlüğü üzerindeki ön sınırlamaların (prior
restraint) kaldırılmasını inceleyen ilk eserlerden biridir. Nitekim Milton’un bu
eseri ifade özgürlüğünün önemi konusunda yazılmış ilk esaslı eser sayılmaktadır.
Bu eser ifade özgürlüğünün gerekliliğini ‘gerçeğin araştırılması’ teorisine
dayandırmaktadır. Milton’un bu eseri büyük ölçüde, yayıncılık üzerindeki siyasi
iktidar kısıtlamalarının olmaması halinde, bunun toplumun doğruyu bulmasına ve
yanlışı reddetmesine imkan tanıyacağı öncülüne dayanır.
Milton, ifade özgürlüğüyle ilgili tartışmalarına, kitaplardan, “yaratıcısı
öldükten sonra yaşayan ruhlar” olarak bahsederek başlar. Milton’a göre; “bir
kitabı yok etmek aklı ve onun ölümsüzlüğünü yok etmektir” 16.
Milton, hangi kitabın iyi ya da kötü olduğuna karar vermenin kilise ya da
devletin işi olmadığını savunuyordu. Ona göre iyi ya da kötü birbirinden
ayrılamaz. Ancak kötüyü bilerek insanoğlu iyinin farkına varabilir.
İfade özgürlüğünün sınırlandırılması ile ilgili olarak ise şunları
söylüyordu:
14
Frederick Schauer, Free Speech: A Philosophical Enquiry, (Cambridge: Cambridge University
Pres, 1982), s.15-16.
15
ibid, s.15-16.
16
Milton, Areopagitica, (New York: AMS Pres, 1971), s.7. den naklen Trager, Dickersen, Freedom
of Expression in the 21 st Century s. 46-47 ; Mark W Janis, Richard S. Kay, Anthony W. Bradley,
European Human Rights Law, (Oxford: Oxford Universitiy Press, 2000), s.139.
10
“Hakikatle beraber bütün doktrinlerin rüzgarları yeryüzünde varken,
hakikatin gücünden şüphe ederek ruhsatlandırma ve sansürlemeye gidersek ona
zarar veririz. Bırakın hakikat ve şer güreşsinler, hür ve açık bir karşılaşmadan
hakikatin yara alabileceğini kim söyleyebilir 17”
İlk kez Milton tarafından ortaya atılan bu teoriye günümüzde “Fikirlerin
pazar yeri” teorisi denilmektedir 18.
Milton’un fikirleri ifade özgürlüğünün temel felsefesini oluşturmakla
birlikte, Benedict de Spinoza, John Locke ve Voltaire gibi filozofların düşünceleri
modern ifade özgürlüğü kavramının köşe taşlarını oluşturmaktadır.
Gerçeğin ortaya çıkarılmasında ifade özgürlüğünün önemli bir araç
olduğunu savunan düşünürlerden bir diğeri de, Milton’dan yaklaşık olarak iki yüz
yıl sonra yaşamış olan Mill idi 19.
Nitekim filozofların çoğu ifade özgürlüğü konusunda Mill kadar kapsamlı
bir biçimde duran ve hararetle savunan başka bir düşünürün olmadığı konusunda
hemfikirdirler. Gerçekten Mill’in Özgürlük Üstüne (On Liberty) adlı çalışması
ifade özgürlüğü konusunda yazılmış bir şaheser olarak kabul edilmektedir 20.
Mill ifade özgürlüğü konusuna, insan zihnine verdiği değeri vurgulayarak
başlar. O’na göre, toplumun hem kurucu gücü hem de değişim dinamiği insan
zihnidir. İnsan zihninin ürünü olan düşünce ve bunun özgürce ifade edilmesi ve
tartışılması, toplumun ve tarihsel değişimin motor gücünü oluşturur.
Mill bu düşüncesinde bireyi toplumun temeli olarak alır. Yani Mill için
toplumun bütünü değil, tek tek bireyler önemlidir. Toplumsal gelişme ancak
bireysel gelişme ile mümkün olabilir. Tüm bireyleri birbirinin aynısı olan bir
toplumdan gelişme beklenemez ve bu toplum bir medeniyet ortaya koyamaz.
Bütün bir milleti aynı yönde düşünmeye zorlama insanlığa karşı işlenebilecek en
büyük suçtur 21.
Mill’e göre bireysel gelişmenin yolu ise ancak ve ancak özgürlükten
geçmektedir. Özgürlük bireysel gelişmeyi sağladığı gibi, bireysel mutluluğu da
17
Trager, Dickersen, Freedom of Expression in the 21 st Century, s. 48.
ibid, s.48.
19
Eric Barendt, Freedom of Speech, (Oxford: Clerandon Press, 1985) s. 8.
20
Mark W Janis , Richard S. Kay, Anthony W. Bradley, European Human Rights Law, (Oxford:
Oxford University Press, 2000), s.139.
21
J. Stuart Mill, Hürriyet Üstüne, çev. Mehmet Osman Dostel, sadeleştiren. Ömer Çaha, (Ankara:
Liberte Yayınları, 2003), s. 113-141.
18
11
sağlamaktadır. Toplumsal mutluluk bireysel mutluluğa bağlıdır. Bu nedenle birey
neyi iddia ederse etsin hiç kimsenin onu susturmaya hakkı olmamalıdır. Mill’in
‘On Liberty’ de belirttiğine göre, her konuşma tamamen doğru ya da tamamen
yanlış, ya da yarı doğru yarı yanlış olsa da, doğrunun ortaya çıkmasında insana
yardımcı olur. Bu nedenle kişinin kendini özgürce ifade edebilmesine izin
verilmelidir.
Mill insan muhakemesine, ancak yanlışları düzeltme fırsatı devamlı olarak
verildiği zaman güven beslenebileceğini belirtir. Muhakemesi gerçekten güvene
layık olan birisi bu hale düşüncelerinin ve hareket tarzının eleştirilmesine karşı
açık olduğu için gelmiştir. Çünkü kendisine karşı söylenebilecek bütün şeyleri
dinlemeyi, onlardan mümkün olduğu ölçüde yararlanmayı ve yanlış olan şeyin
yanlışlığını kabullenmeyi alışkanlık haline getirmiştir. Bir kişinin herhangi bir
konunun tümünü bilmeye yaklaşmasının yolunun, ancak konu hakkında değişik
düşüncelere sahip olanları dinlemekten ve her zihniyetteki insanların konu
hakkındaki bakış açılarını açıkça ifade etmelerinden geçtiğini belirtir. Nitekim
bütün bilge insanların bilgeliğini bu şekilde elde ettiğini belirtir. Kendi
düşüncesini başkalarınınki ile karşılaştırıp düzeltme ve tamamlama alışkanlığı, o
düşünceyi uygulamaya koymada güvenilecek ve dayanılacak tek sağlam
temeldir 22.
Mill’e göre ifade özgürlüğünü savunmak ondan beklediğimiz yarardan
dolayı olmamalıdır. Aslında bir düşünce bugün kestiremediğimiz ya da tahmin
edemeyeceğimiz kadar önemli sonuçları içinde barındırabilir. Yani bir düşünce
çoğunluk tarafından bugün yanlış olarak kabul edilse bile, yarın bir başka
çoğunluk tarafından son derece yararlı olarak görülebilir. Bu nedenle bir
düşüncenin yararlı olup olmadığını bugünden kestiremeyiz.
Mill’in, ifade özgürlüğünün dokunulmazlığını anlatmak için kullandığı
ifadeler oldukça dikkat çekicidir 23;
“Şayet bir teki hariç bütün insanlar aynı düşüncede olsalar ve yalnız bir
kişi farklı düşüncede olsa, nasıl bu şahsın tüm insanları susturmaya hakkı yoksa,
aynı şekilde bütün insanların da bu kişiyi susturmaya hakkı yoktur.
Bir düşüncenin susturulması insan ırkına karşı, başka bir deyişle yaşayan
22
ibid, s. 61-62.
ibid, s. 56-57.
23
12
nesle olduğu gibi, gelecek nesillere karşı da bir haydutluktur. Bu sadece o
düşünceye katılanlara karşı değil, aynı zamanda o düşünceye katılmayanlara
karşı da bir soygunculuk anlamına gelir. Şayet düşünceler doğru ise, insanlar
yanlış olanı doğru olan ile değiştirme imkanından mahrum edilirler. Şayet yanlış
ise, o zaman da onlar hemen hemen aynı derecede büyük bir faydayı, yani
gerçeğin yanlışlıkla çarpışması sonucunda daha açık ve net biçimde anlaşılmasını
ve daha canlı bir etki yaratması fırsatını elden kaçırmış olur.”
Mill’in ifade özgürlüğü ile ilgili kabul ettiği tek sınır eylem özgürlüğü ile
ilgili olan sınırdır. Mill, insan davranışlarını, ‘kendisini’ ve ‘başkasını’
ilgilendiren davranışlar olmak üzere ikiye ayırır. Kendisini ilgilendiren
davranışlar konusunda insan kendi kendisinin efendisi ve tek egemeni olmalıdır.
Kendisi ile ilgili tüm kararları verecek olan insanın kendisidir. Buna hiç kimsenin
hiçbir şekilde karışma ve müdahale etme hakkı yoktur. Başkasını ilgilendiren
davranışlarda ise başkasına zarar verecek noktaya gelinceye kadar özgür olmasını
savunur. Diğer bir deyişle eylem özgürlüğünün sınırı, başkasının özgürlüğünün
tehlikeye düştüğü noktadır. Mill’e göre düşünceye tanınan özgürlüğün aynı
derecede eyleme de tanınması kabul edilemez. Hatta, eğer dile getirilen düşünce,
bir suçu teşvik ediyorsa, dile getirildikleri şartlara göre, yasaklanmaları bile
gündeme gelebilir. Örneğin, ‘gıda tüccarları fakirleri öldürüyorlar’ ya da ‘özel
mülkiyet soygunculuktur’ gibi düşünceler, basında dile getirildikleri sürece
korunmalıdır. Ancak bu düşünceler, bir gıda tüccarının evinin önünde ve galeyana
gelmiş kalabalıklar karşısında yüksek sesle dile getirilir veya aynı kalabalık içinde
pankartlar açılarak ifade edilirse, cezalandırılmaları kaçınılmaz olur 24.
Mill’in
ifade
özgürlüğünü
dört
sebepten
dolayı
kabul
ettiğini
25
söyleyebiliriz .
Birincisi, herhangi bir düşünce susmaya mahkum edilse bile, bu düşünce,
bizim kesin olarak bilebileceğimiz şeylere rağmen, doğru olabilir. Bunu kabul
etmemek yanılmaz olduğumuzu zannetmektir.
İkincisi, susturulan düşünce yanlış dahi olsa, bunda gerçekliğin bir
parçasının bulunması olasıdır.
Üçüncüsü, doğruluğu inkar edilemez kabul edilen düşünce yalnız doğru
24
ibid, s. 113.
ibid, s. 108.
25
13
değil, aynı zamanda gerçeğin bütünü bile olsa, o düşünceye kuvvetle ve ciddi
olarak itiraz edilmesine katlanılması gerekir. Hatta bu düşünceye bilfiil itiraz
edilmelidir. Aksi halde, onu değişmez bir hakikat diye anlayanların çoğu, gerçek
sebeplerini pek az anlayarak o düşünceye bir peşin hüküm tarzında inanırlar.
Dördüncüsü, asıl doktrinin kendi anlamını kaybetmesi, zayıflaması ve
insan karakteri ile hareket tarzı üzerindeki hayati etkisini yitirme tehlikesidir.
Dogma, bütünüyle etkisiz, gereksiz yer işgal eden; fakat herhangi hakiki ve
yürekten duyulan bir kanaatin akıl ve kişisel tecrübe yolunda açığa çıkmasını
yasaklayan, sadece görünüşte bir kabul halini alır.
Mill den sonra bu tema özellikle Holmes, Brandeis, Frankfurter ve Hand
gibi, ABD Anayasasının ifade özgürlüğünü düzenleyen Birinci Değişikliğinin
teorik temellerinin biçimlendirilmesinde etkili olan Amerikan Yargıçlarının yargı
kararlarında ve akademik yazılarında ortaya konmuştur. Örneğin Holmes,
“gerçeğin en iyi testinin, düşüncenin piyasa rekabeti içinde kendisini kabul
ettirme gücü” olduğunu belirtmiştir 26. Frankfurter ise, “insanlık tarihinin büyük
oranda, bir zamanlar resmi doğrular olarak kabul edilen yanlışların, sonraları
birer birer başka gerçekleri doğuracak şekilde yanlışların yerini almasından
ibaret olduğunu ve bu yüzden de, hangi resmi gerçeklere itiraz ediliyor olursa
olsun, insanın gerçeği araştırma özgürlüğünün engellenmemesi gerektiğini”
belirtmiştir 27.
Hakim Holmes’un ünlü Abrams olayı ile ilgili karşı oyunda ileri sürdüğü
‘gerçeklerin en iyi testinin, düşüncenin piyasa rekabeti içinde kendisini kabul
ettirme gücüdür’ sözünde olduğu gibi, istenilen en mükemmel iyiye ulaşmanın
yolu fikirlerin serbestçe alışverişinin sağlanmasıdır 28. Buna göre, fikirlerin ticareti
için açık ve denetlenmeyen bir piyasa varolduğunda, yani bütün fikirler serbestçe
ifade edilebildiğinde, gerçeğin su yüzüne çıkması çok muhtemeldir. Herhangi bir
fikri değerlendirmede piyasanın işleyişine güvenmek suretiyle, fikirleri, her hangi
bir birey ya da devletin değerlendirmesinden daha güvenilir bir teste tabi tutmuş
26
Holmes’un İfade özgürlüğü ile ilgili görüşlerinin yer aldığı mahkeme kararı, Abrams v. United
States, 250 U.S. 616 (1919), çev. İrfan Neziroğlu, ABD Yüksek Mahkemesi Kararlarında İfade
Özgürlüğü, der. Zühtü Arslan, (Ankara: Liberte Yayınları, 2003), s.57-66.
27
Frankfurter’in İfade özgürlüğü ile ilgili görüşlerinin yer aldığı mahkeme kararı, Dennis v. United
States, 341 U:S 494 (1951) çev. Ertan Beşe, ABD Yüksek Mahkemesi Kararlarında İfade
Özgürlüğü, der. Zühtü Arslan, (Ankara: Liberte Yayınları, 2003), s.178-201.
28
Abrams v. United State, 250 U.S. 616 (1919), çev. İrfan Neziroğlu, ABD Yüksek Mahkemesi
Kararlarında İfade Özgürlüğü, der. Zühtü Arslan, (Ankara: Liberte Yayınları, 2003), s. 62-66.
14
oluruz 29. Eğer devlet ifadeyi düzenleme işinden vazgeçerse, bireyler iyi, kötü ve
ilgisiz bütün fikirleri duyma olanağını bulacaklar, iyiye ve kötüye kendileri karar
vereceklerdir.
Bu teori, yargılama sırasında bir tarafın avukatının diğer tarafın tanığına
soru sorması (çapraz soruşturma) sürecine benzetilmektedir. Bir mahkemeye
sunulan delilin gerçekliğini denemek için, nasıl ‘çapraz soruşturma’ sürecini
kullanıyorsak, aynen bunun gibi, kabul görmüş gerçekleri ve dinlediğimiz
görüşleri test etmek ve değerlendirmek için, eleştiri özgürlüğüne izin verilmesi
gerekir. Nasıl Adam Smith’in ‘görünmez eli’ (invisible hand) serbest rekabetten
en iyi ürünlerin çıkmasını sağlıyorsa, aynı şekilde bütün fikirlerin serbestçe
yarışmasına izin verildiğinde, görünmeyen bir el, en iyi fikirlerin ortaya çıkmasını
sağlayacaktır 30.
Gerçeğin ortaya çıkarılması teorisi İHAM’ın bu güne kadarki hiç bir
kararında kullanmamıştır.
B- Demokratik Süreç Teorisi
İfade özgürlüğünün haklılaştırılması konusunda ileri sürülen bir diğer
teori, belki de bu teoriler içinde en ilgi çekici görünen, kendi kendine yönetme
olgusuna dayanan ‘demokratik süreç teorisi’dir31. Bu teori ifade özgürlüğünü
demokratik toplumun olmazsa olmaz koşul olarak görmektedir 32. Vatandaşların
demokrasilerde katılımını öngören bu teori, devlet idaresi ve teşkilatı için asli
rehber olarak yayılması gerekli demokratik prensiplerin öncelikle kabul
edilmesini gerektirmektedir. Bu teori sosyal organizasyonların her şekline
uygulanabilmesine karşın otokrasilere, oligarşilere ve teokrasilere uygulanması
mümkün değildir. Nitekim bu teori batı Avrupa ve ABD’de devletin genel
özelliklerini
göstermesi
bakımından
bu
devletlerin
hukuk
sistemlerinin
33
mukayeseli analizinde oldukça etkili bir şekilde kullanılmaktadır .
Bu politik felsefi teori, her ne kadar benzer fikirler Spinoza, Hume ve
Kant’ın eserlerinde görülse de, en titiz bir şekilde, Birleşik Devletler Anayasasının
amacının kendini geliştiren bir demokrasi oluşturmak olduğuna inanan Amerikan
29
Schauer, Free Speech: A Philosophical Enquiry, s. 17.
ibid, s.1.
31
Barendt, Freedom of Speech, s. 20.
32
ibid, s. 23.
33
T.Ayhan Beydoğan, Türk Hukukunda Siyasi İfade Hürriyeti, (Ankara: Liberte Yayınları, 2003),
s.51.
30
15
siyaset felsefecisi Alexander Meiklejohn tarafından dile getirilmiştir 34. Bu teoriye
göre demokrasi, ortaklaşa karar alma ve özelliklede oy verme sırasında
seçmenlerin, kararlarını etkileyebilecek olan her türlü bilgi kaynağına ulaşmada
özgür olmalarını gerektirir. Daha da önemlisi, demokratik bir devletin meşruluğu
yurttaşlarının bütün kollektif eylemlerde aldığı özgür kararlara dayanmaktadır.
Meiklejohn bu teorisini geliştirirken, New England’ın küçük kasabalarında
uygulanan ‘doğrudan demokrasi’ örneklerinden esinlenmiştir. Bu kasabalarda,
bütün önemli kararlar bir araya gelen yetişkin insanlar tarafından alınmaktadır. Bu
toplantılarda topluluk üyeleri fikirlerini ileri sürerler, o fikirleri tartışırlar ve daha
sonrada bütün halkın oyları ile o fikirleri ya benimserler ya da reddederler.
Meiklejohn küçük kasabalarda uygulanan bu halk egemenliğinin daha büyük ve
daha karmaşık modern demokrasilerde de uygulanabileceğini belirtiyordu. Ona
göre, modern devletin büyüklüğü ve karmaşıklığı, halkın mutlak egemenliğini
teoride de olsa azaltmıyordu. Nasıl kasaba toplantılarında son kararı verme yetkisi
halka aitse, modern devletin halkları da bu hakka sahipti. Nasıl ki kasabalardaki
bu toplantıların başlıca özelliği, herhangi bir karardan önce yapılan açık
tartışmalar ve toplu görüşmeler ise, modern toplumun en temel özelliklerinden
biri de açık tartışma ve toplu görüşmelerdir. Bundan dolayı özgür insanlar
tarafından yapılan bu ortaklaşa kendi kaderini belirleme süreci ile ilgili olan bütün
ifadeler (politik ifadeler), mutlak ya da mutlağa yakın bir seviyede korunması
gerekirken, insanın kendi kimliği ve kendi değerini gerçekleştiren özel ifadeler
daha az korunabilir. Robert Bork ise Meiklejoh’un bu tezini daha da ileri
götürerek sadece vatandaşlığı ve toplumsal faydayı teşvik eden ifadelerin
korunması gerektiğini savunmuştur 35.
Bu teorinin günümüzdeki yakın takipçilerinden biri olan Sunstein’e göre,
politik ifadeler en yüksek seviyede korunmalı, kamusal sorunlarla çok az ilgisi
olan ya da hiç ilgisi olmayan, eğitsel, artistik, bilimsel ve ticari ifadeler ise daha
az korunmalıdır 36.
Bu teoride ifade özgürlüğü iki öncelikli nedenden dolayı çok önemlidir.
34
Alexander Meiklejohn, ‘The First Amendment is an Absolute’, The Supreme Court Review,.
1961, s.245-253; Schauer, Free Speech: A Philosophical Enquiry , s.35-36 ; Owen M Fiss, The
Irony of Free Speech, (London: Harvard University Pres, 1998), s.2.
35
Robert Bork, Slouching Toward Gomorrah, (New York: Regan Books, 1997), s.153.
36
Cass R Sunstein, “Pornography and the First Amendment”, Duke Law Journal, 1986, s. 603;
Fiss, The Irony of Free Speech, s.3.
16
Birincisi, ifade özgürlüğü, oy verme işlemi sırasında seçmenin bilinçli bir
şekilde oy vermeye hazırlanması bakımından önemlidir. Egemen seçmenin,
egemenlik yetkilerini kullanması sırasında, hangi önermeleri kabul ve hangilerini
reddedeceğine karar verebilmesi gerekir. Bunun için, bütün bilgilerin, seçmenler
için ulaşılabilir olması gerekir. İfade özgürlüğü üzerindeki herhangi bir sınırlama,
kararları alacak olanların bilgi edinmelerini sınırlayacak, görüşmeleri sekteye
uğratacak ve bu nedenle doğrudan kendini yönetme mekanizmasını aşındıracaktır.
Kısacası ifade özgürlüğü, karar verme sürecine ve kamusal tartışmalara
katılabilmesi için seçmene yeterli bilgi sağlaması bakımından çok önemlidir 37.
İkincisi, ifade özgürlüğü, kamu görevlilerinin, efendileri olan halk
çoğunluğuna karşı tam anlamıyla sorumlu kamu hizmetçileri olarak kalmalarını
sağlaması bakımından önemlidir. Bu bağlamda ifade özgürlüğü, eğer halk
egemense, yöneticilerin, hükmediciden çok hizmetçi olmaları gerektiği şeklindeki
açık gerçeğin zorunlu bir sonucu olarak anlaşılmaktadır. Nitekim ifade özgürlüğü,
halkın ihtiyaçlarını yönetime ulaştırmasının bir yoludur. Halkın isteklerini ifade
etmesinin yasaklanması, iktidarın halkın taleplerine cevap vermek şeklindeki
kesin varoluş amacıyla bağdaşmaz 38.
Bu teoriye göre eğer iktidar halkın hizmetçisi ise, onun sansür
uygulamaması gerekir. Bu durum, efendilerin ulaşması için var olan bilgi
kaynaklarının, hizmetçiler tarafından ön elemeden geçirilmesi gibi bir sonuç
doğurur. Oysa mantık bunun tam tersini gerektirmektedir 39. İnsan Hakları Avrupa
Mahkemesi Leander/İsveç kararında haber ve fikir alma hakkının, her şeyden
önce, duyurulmak istenen bilgi ve düşüncelerin üçüncü kişiler tarafından
alınmasının
hükümet
tarafından
engellenmesinin
yasaklandığını
ortaya
40
koymuştur .
Bu teori, yukarıdaki açıklamalardan da anlaşıldığı gibi, sadece politik
ifadeleri korumaktadır. Bu nedenle sert eleştirilere de neden olmuştur. Nitekim,
Richard, demokratik süreç teorisinin, sadece politik ifadelere koruma sağladığı
için ifade özgürlüğünün çerçevesini gereğinden fazla daralttığını bu nedenle de
37
Schauer, Free Speech: A Philosophical Enquiry s.37.
ibid, s.38.
39
ibid, s.37.
40
Leander/İsveç, 26 Mart 1987.
38
17
çok sınırlayıcı olduğunu ileri sürmüştür 41. George Wright ise bu teorinin siyasi
süreçteki yerine bakmadan her söylemi içine alacak şekilde ‘politik’ kavramının
anlamını genişlettiği için aslında anlamsız olduğunu ileri sürmüştür 42.
İHAM’nin de ifade özgürlüğünün gereklilik nedenini ‘demokratik süreç
teorisine’ dayandırdığını söyleyebiliriz. Nitekim, Skałka /Polonya davasında
mahkeme, ifade özgürlüğünün, sözleşmenin 10. maddesi ikinci fıkrasında
güvence altına alındığı şekli ile, demokratik bir toplumun en önemli temellerinden
birini oluşturduğunu; demokratik toplumun gelişmesi ve her bireyin kendi
kişiliğini gerçekleştirmesinin temel koşulu olduğunu belirtir. İfade özgürlüğü
sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız veya ilgilenmeye değmez görülen
haber ve düşüncelere değil, aynı zamanda aleyhte olan, çarpıcı gelen veya rahatsız
eden haber ve düşünceleri de kapsar. Bunlar, demokratik toplumun olmazsa olmaz
unsurları olan çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirliliğin gerekleridir 43.
Mahkeme, yukarıdaki örnekte olduğu gibi pek çok kararında ifade
özgürlüğünün demokratik toplumdaki önemine açık vurgu yapmaktadır.
Mahkeme ifade özgürlüğünü demokratik toplumun temel taşlarından birisi olarak
gördüğü gibi, aynı zamanda ifade özgürlüğünün devlet ve toplumun bir kesimi
için hoş görülmeyecek olan fikirleri hatta şok edici fikirleri de kapsadığını kabul
etmektedir.
İHAM basın özgürlüğü üzerinde durduğu zaman da ifade özgürlüğünün
politik alandaki önemini vurgulamaktadır. Mahkemenin basın ile ilgili
kararlarının çoğunda belirttiği gibi; basın özgürlüğü halkın siyasi liderlerin
düşünceleri ve davranışları hakkında fikir sahibi olabilmeleri için en iyi araçlardan
biridir. Özellikle siyasetçilere, kamuoyunun zihnini meşgul eden sorunlar
hakkında düşüncelerini ve yorumlarını belirtme fırsatı vermektedir. İfade
özgürlüğü ayrıca herkese, demokratik bir toplumun özünde yer alan serbest siyasi
tartışmayı mümkün kılmaktadır 44.
C- Bireysel Otonomi ve Özgürlüğe Dayanan Teori
Üçüncü teori, bireysel otonomi ve özgürlük fikirlerine dayalı olan teoridir.
41
David A.J. Richard, “Free Speech and Obscenity Law: Toward a Moral Theory of the First
Amendment ”, University of Pennsylvania Law Review, 123, (1974), s.68-69 .
42
George R Wright, “A Rationale from J.S. Mill for the Free Speech Clause”, The Supreme Court
Review, (1985), s.152.
43
Skałka/Polonya, 27 Mayıs 2003, paragraf. 32 ; Gaweda/Polonya, 14 Mart 2002, paragraf.32-33.
44
Gaweda/Polonya, paragraf 34 ; Castells/İspanya, 23 Nisan 1992, paragraf 43.
18
Bu teori, kendini geliştirmeyi, kendinin farkında olmayı ve kendini tatmin etmeyi
koruma üzerine odaklanır 45. Buna göre ifade özgürlüğü kişinin kendini
gerçekleştirmesine ve bireyin gelişimine hizmet eder 46. Bir insanın konuşmasına,
yazmasına ve işitmesine veya okumasına izin verilmez ve sınırlamalar konursa
kişinin şahsiyetinin gelişmesi kısıtlanmış olur. İnsanlar inançlarını ve genel
tartışmalardaki politik yaklaşımlarını ve diğer insanların eleştirilerine cevaplarını
formüle etmek için serbest olmadıkça zihinsel ve manevi olarak gelişemezler.
Dolayısıyla bu teoriyle bireyin bir amaç olduğu fakat başkalarının başarıları için
bir araç olmadığı vurgulanır. Böylece, konuşma özgürlüğünün korunması, sadece
kamuoyu görüşmeleri için meşrulaşmıyor, aslında daha çok konuşmacının kendi
ilgisi, kişisel itibarı ve özerkliğini koruma amacıyla da meşrulaşıyor 47.
Oysa gerek gerçekliğe dayanan teori gerek demokratik süreç teorisi ifade
özgürlüğünü bir amaç değil, bir araç olarak ele almaktadırlar. Gerçekliğe dayanan
teoride ifade özgürlüğü, bilginin artmasının, yanlışların ortaya çıkarılmasının ve
doğrunun bulunmasının bir aracıdır. Demokrasiye dayanan teori ise, demokrasi ile
yönetilen bir devletin amaca uygun çalışmasını sağlayan bir yoldur. Bu
açıklamalardan da anlaşıldığı gibi bu iki teori, ifade özgürlüğünün bizzat varlığı
için değil başka amaçlar için bir araç olduğu için önemli olduğunu vurgular. Buna
uygun olarak ise bu iki teorinin bireyin çıkarlarından çok toplumun çıkarları
üzerine vurgu yaptığını söyleyebiliriz. Oysa bireysel otonomi ve özgürlüğe
dayanan teoride referans noktası, devlet ya da genel olarak toplum değil, bireyin
mutluluğudur 48.
Bireysel otonomi ve özgürlüğe dayanan teoriye göre ifade özgürlüğü, diğer
insani değerlerin ya dayanağı ya da destekleyicisi niteliğinde olmasından ve
kişinin kendi kendini gerçekleştirmesin en önemli ilkelerinden biri olmasından
dolayı önemledir. Kişinin kendisini gerçekleştirmesi ve geliştirmesi ise kişinin
kendini özgürce ifade edebilmesine bağlıdır. Nitekim kişilik kendini ifade ile
varlık kazanır, özgür ve özerk kişilik ise özgür ifade ile ayakta kalır 49.
45
Barendt, s.14 ; Schauer, s.47.
Mustafa Erdoğan, “Demokratik Toplumda İfade Özgürlüğü: Özgürlükçü Bir Perspektif”, Liberal
Düşünce, yıl.6, sayı, 24, güz 2001, s.10.
47
Schauer, Free Speech: A Philosophical Enquiry, s. 48.
48
ibid. s. 48.
49
Erdoğan, “Demokratik Toplumda İfade Özgürlüğü: Özgürlükçü Bir Perspektif”, s. 10.
46
19
Bu teori ile ilgili olarak Thomas Emerson şunları söylemektedir 50;
‘İfade özgürlüğü bireyin kendini gerçekleştirme aracı olarak gereklidir.
Bireyin bir insan olarak karakterini ve potansiyellerini gerçekleştirmesi
insanoğlunun asıl amacıdır. İnsanın hakikat arayışını ve onun ifadesini
durdurmak toplumu ve devleti despotik bir konuma yüceltmek ve bireyi
başkalarının keyfi kontrolüne bırakmak demektir’
İHAM’nin de ifade özgürlüğünün gereklilik nedenini açıklarken pek çok
kararında bu teoriyi kullanmıştır. Mahkemenin ifade özgürlüğü ile ilgili
kararlarının çoğunda ifade özgürlüğünün önemini şu şekilde vurgulamıştır:
“İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun en önemli temellerinden birini
oluşturur ve demokratik toplumun gelişmesi ve her bireyin kendi kişiliğini
gerçekleşmesinin temel koşuludur 51.”
II- İfade Kavramı
Çalışma konumuz olan ifade özgürlüğü konusuna girmeden önce ifade
kavramı ile ne kastedildiğini ortaya koymak gerekir. İfade özgürlüğüne yer
verecek olan her düzenleme de öncelikle ifade kavramı ile ne kastedildiğini
tanımlamak zorundadır. Bütün ifadeler illaki korunacaktır diye bir şey
olmamasına rağmen, ifade olarak tanımlanamayan bir olgu da ifade özgürlüğü
kapsamına girmeyecektir.
Yukarıda da belirtildiği gibi ifade özgürlüğünün varlığı liberal
demokrasilerin temel taşlarından biridir. Nitekim baskıcı rejimlere nazaran
demokratik ülkelerde daha fazla ifade özgürlüğü vardır. Fakat demokratik
ülkelerde bile bütün ifadeler özgür değildir. Hatta ifade özgürlüğünün korunması
demokratik ülkelerde bile ülkeden ülkeye değişmektedir ve bu ülkelerde gerek
kanun koyucular gerek hakimler ve savcılar ifade özgürlüğünün diğer haklara
karşı nasıl dengeleneceği konusunda ciddi sorunlarla karşılaşmaktadırlar. İfade
kavramını düşünürken karşılaştığımız bu sorunları gidermek için öncelikle belli
olguların ifade sayılıp sayılamayacağını irdelememiz gerekir.
50
Thomas Emerson, The System of Freedom of Expression, (New York: Random Hause, 1970),
s.6.
51
Bu kararın yer aldığı İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi kararlarının bir kısmı için bakınız;
Handyside/Birleşik Krallık 7 Ekim 1976, paragraf.49. ; Lingens/Avusturya, 8 Temmuz 1986,
paragraf 33. ; Oberschlick/Avusturya, 23 Mayıs 1991, paragraf.57. ; The Sunday Times/Birleşik
Krallık (no 2), 26 Kasım 1991, paragraf.50 ; Dichand ve Diğerleri/Avusturya, 26 Şubat 2002,
paragraf. 37.
20
İfade kavramı üzerine konuşulduğunda, bir ifade türünün korunması için
hangi nitelikte olması gerektiği sorulmakta, sözlü ya da yazılı ifadenin yanında
sanatsal, eylemsel ve sembolik ifadeden bahsedilmektedir.
A– Eylemsel İfade
İfade kavramı, kişinin kendini ifade etmesi ve iç duygularını bazı
davranışlarla ortaya çıkarması olarak tanımlanabilir. Belli duygu ve düşüncelerin
ortaya çıkarılması sırasında ise yalnızca sözlü ve yazılı vasıtalardan değil bir
kısım eylem tiplerinden de yararlanırız. Tek amacı belli bir düşünceyi iletmek
olan pek çok eylem biçimi vardır. Bir bayrağı selamlamak, selamlamayı
reddetmek, bayrağı yakmak, çıplak protesto yapmak, alkışlayarak konuşmayı
engellemek, ölüm oruçları tutmak gibi. Bu eylem tiplerinin hepsi belli bir söz ile
ifade edilebilecek bir mesajı taşımaktadırlar. Ancak konuşmacı açısından bu tür
ifadeler kullanıldığında tepkinin daha etkili olacağı düşünülmektedir.
Ayrıca güle güle, ya da hoşça kal diye ifade edeceğimiz duyguyu el
sallayarak ta ifade edebiliriz. Bu tür ifade şekilleri için James Carey ‘jest
sembolleri’ kavramını kullanmakta ve insanların ne söylediğini, söz kadar
herhangi bir eylem şekli ile de iletebileceğini belirtmektedir 52. Carey’in ‘jest
Sembolleri’ olarak tanımladığı bu ifade şekilleri iletişim amacı ile yapılırlar ve
gerçekten de bir haberleşme sağlarlar; hatta bezen daha da etkili olabilirler. Ancak
unutmamak gerekir ki el sallama ve göz kırpmada olduğu gibi ‘jest sembollerinin’
hepsi çok masum olmayabilir. Örneğin orta parmağın yukarı kaldırılmasında
olduğu gibi 53. Ancak bu olumsuzluğa rağmen bu işaret de ifade kavramını içine
girecektir. Ancak ifade özgürlüğünün korumasından yararlanma bakımından diğer
ifadelerden ayrılacaktır.
Politik bir mülahaza ile birine kurşun sıkmak, kamuya açık bir yerde
çıplak dans etmek, bir kartı yakmak, birinin kürtaj kliniğine girişini engellemek
gibi eylemlerin ifade kavramının tanımına girip girmeyeceği, girecekse ifade
özgürlüğünün korumasından ne kadar yararlanacağı konusunda tereddütler
bulunmaktadır.
Emerson, bu durumlarda eylemle ifade arasında bir ayrım çizgisinin
52
James W. Carey, Communication as Culture: Essays on Media and Society, (London: Unvin
Hyman, 1989), s.61.
53
Trager, Dickersen, Freedom of Expression in the 21 st Century, s. 17.
21
bulunduğunu ve ifade özgürlüğü kapsamında ifadenin korunması gerektiğini
belirtir. Bunun ise ifadenin mi yoksa eylemin mi ana unsur olduğuna bakılarak
çözülebileceğini belirtmektedir 54. Buna uygun olarak da ifade özgürlüğünün
güvence altına alındığı demokratik ülkeler, ifadeyi sınırlamaktan çok eylemi
düzenlemektedirler. Demokratik toplumlarda, yapılan bir eylem fiziksel zarara,
mülkiyet kaybına ya da yönetim sürecine müdahaleye neden oluyorsa, bu tür
zararları önlemek için kişinin istediği gibi bir eylemde bulunmasının önlenmesi
gerektiği düşünülmektedir 55.
B- Sembolik İfade
İfade farklı formlarda olabilmektedir. Söz, yazı, müzik, resim, heykel gibi.
Hepsisinin ortak noktası ise belli bir fikri sembolize etmesidir. Nitekim kişiler
belli bir mesajın iletimi sırasında sözlü ve yazılı olmayan bazı semboller de
kullanırlar 56. Örneğin, haçlı kırmızı kurdele takmanın kendi kendine hiçbir anlamı
yoktur. Ancak son yıllarda onu takanın AIDS araştırmaları konusunda hassas
olduğunu göstermektedir. Hugo Black gibi bir kısım ifade özgürlüğü yanlıları
sembolik ifadenin, yazılı ve sözlü ifade gibi, salt ifade olmadığından, her zaman
ifade özgürlüğü kapsamında nitelendirilmeyeceğini savunmaktadırlar 57. Ancak
Hugo Black’in bu fikrine katılmak mümkün değildir. Çünkü bazen öyle anlar ve
olaylar vardır ki, sözle ya da yazı ile anlatamayacağınız bir olguyu bir sembolle
daha etkili bir şekilde dile getirebilirsiniz. Örneğin, Texas/Johnson (1989 )
davasında, Dallas Hükümet konağı önünde Reagan yönetimi ve Dallas’ta bulunan
bazı kuruluşların politikalarını protesto etmek için bir gösteri düzenleniyor.
Protestocular marş söylerken kalabalığın içinden bir genç, Amerikan bayrağını
alıp merdivenlerin başında duruyor ve bayrağı yakıyor 58. Hiç bir şey söylemiyor,
hiçbir işaret yapmıyor, sadece bayrağı yakıyor. Elbette ki bu olayda, bayrağı
yakan gencin her hangi bir şey ifade etmediğini ve bu nedenle bu tutumunun ifade
özgürlüğü kapsamına girmediğini söylemek mümkün değildir. Çünkü öğrenci bu
eylemi ile ABD’nin yönetim sistemine, dış politikasına vs olan derin nefretini
ortaya koymaktadır.
54
ibid, s.18.
ibid, 18.
56
ibid, s.18-19.
57
Brown v. Louisiana, 1966.
58
Texas v. Johnson, 491 U.S. 397 (1989).
55
22
Yukarıdaki olayda, aklımıza gelen ilk soru acaba bu kişi bayrağı
yakmadan da mesajı ifade edemez mi idi sorusu olacaktır. Şayet cevabımız, evet
ise bu, ifade özgürlüğünün korumasından faydalanacak iken, hayır olması
durumunda elbette ki korumadan faydalanamayacaktır. Bu olayda mesajın iletim
şekli mesajdan ayrılamayacağından, elbette ki ifade özgürlüğü korumasından
faydalanacaktır. Gerçekten, eğer genç bu olayda tepkisini ‘Amerika’nın Kuveyt’e
asker göndermesini şiddetle protesto ediyorum’ şeklinde ifade etse idi, birinci ve
ikinci söylemlerin etkisi çok farklı olacaktı.
C- Sanatsal İfade
İfade yazılı ya da sözlü kelimelerden oluşmak zorunda değildir. Sessiz
düşünceler ve belli semboller de ifade şekilleridir ve ifade özgürlüğünün
güvencesi altındadırlar. Bu açıklamalar aynen resim, müzik, dans gibi sanat
eserleri için de geçerli olup bunlar da birer ifade şekilleridir ve ifade
özgürlüğünün güvencesinden yararlanırlar 59. Resim, müzik, heykel gibi sanat
eserleri bazen öyle etkili olurlar ki sözlü ya da yazılı ifadeden daha güçlü bir
sonuç doğururlar. Nitekim Amerikan Yüksek Mahkemesinin bir kararında
belirtildiği gibi,
“Müzik bir ifade ve iletişim şeklidir... insan ifadesinin en eski
formlarından biridir. Eflatun’un Devletindeki söylevlerinden zamanımızdaki
totaliter devlete kadar, liderler müziğin insanın aklına ve duygularına hitap etme
kapasitesinin farkında olmuşlardır devletin çıkarlarına hizmet etmesi için onu
sansürlemişlerdir 60.”
Nitekim İHAM, Müller/İsviçre 61 ve Karataş/Türkiye 62 kararlarında 10.
maddenin – özellikle bilgi ve fikir alma ve verme özgürlüğü dahilinde- kamuda
kültürel, siyasi ve sosyal bilgi ve her türlü fikir alışverişine katılma olanağı
sağlayan sanatsal ifade özgürlüğünü de içerdiğini bildirmiştir. Mahkemeye göre,
ifade özgürlüğü;
“...kültürel, siyasi ve sosyal bilginin ve her tür düşüncenin kamusal
değişimine imkan verir....., Sanat eserlerini yaratanlar, icra edenler, dağıtanlar
veya sergileyenler, demokratik bir toplum için temel bir önem taşıyan düşünce ve
59
ibid, s 23.
Ward/Rock Against Racism, 491 US 781, (1989).
61
Müller/İsviçre, 24 Mayıs 1988, paragraf 27.
62
Karataş/Türkiye, 8 Temmuz 1999, paragraf 49.
60
23
kanaatlerin değişimine katkıda bulunurlar. Bu nedenle devlete düşen yükümlülük,
onların ifade özgürlüğüne haksız yere el uzatmamaktır 63”
Yukarıda farklı türlerde ifade türlerini tanımlamaya çalıştık. Herhangi bir
duygu ve düşünce iletimi varsa, bu nasıl yapılırsa yapılsın ister söz ya da yazı ile,
ister sanatsal, sembolik, eylemli ya da eylemsiz, bu düşünce iletimine ifade
deriz 64. Ancak bu ifade kategorilerinden hepsi hukuki korumadan aynı ölçüde
yararlanmamaktadır. Bu nedenle ifade kategorilerini hukuki korumadan yararlanıp
yararlanamamasına göre, yüksek değerli/düşük değerli ifade olarak ikiye
ayrabiliriz. Şayet bir ifadeyi yüksek değerli ifade olarak belirlersek, bu ifade, ifade
özgürlüğünün güvencesinden olabildiğinde geniş yararlanacak -politik ifadede
olduğu gibi- ancak çok istisnai durumlarda sınırlandırılabilecektir. Oysa düşük
değerli olarak tanımlanan bir ifade ya ifade özgürlüğünün korunmasından
yararlanamayacak ya da bu yararlanma çok zayıf olup istisnai durumlarda
faydalanacaktır 65. Bu açıklamalara ve gerek İHAM’nin gerekse Amerikan Yüksek
Mahkemesinin yaklaşımına da uygun olarak hangi ifadelerin düşük değerli
olduğunu ve hukuki güvenceden yararlanamayacağını açıklamak uygun olacaktır.
Nitekim böyle bir yaklaşım, ifade özgürlüğünün esas, sınırlandırılmasının istisna
olduğu liberal demokrasi anlayışına da uygun olacaktır.
D- Düşük Değerli İfade Kategorileri
Büyük bir öneme sahip olsa bile, ifade özgürlüğü mutlak değildir ve ifade
özgürlüğünün bazı alanları, diğerlerinden daha değerlidir. Yapısı bakımından
bütün ifadelerin, bir karine olarak eşit derecede korunması gerektiği konusunda
ısrar etmek Sadurski’nin ifadesi ile hem saçma hem de gerçekten değerli olan
ifadenin özgürlüğüne aykırı olacaktır. Hukuk, tek tip bir standart talebi ile karşı
karşıya geldiğinde ise kaçınılmaz olarak, genel korumanın ölçüsünü düşürerek
buna cevap verecektir. Nitekim, ifade özgürlüğü konusunda tek tip bir standart
isteği ters sonuç verme eğilimindedir. Çünkü, rencide eden, diğer insanlara ve
topluma zarar veren sözler, ırkçı nefret ifade eden veya belli bir insan grubunu hor
63
ibid, paragraf 49.
Oysa Tanör, kaba, bayağı, müstehcen, saldırgan, şeref kırıcı söz ve yazıların ifade kavramının
içine girmediğini ileri sürmektedir, Bülent Tanör, Siyasi Düşünce Hürriyeti ve 1961 Türk
Anayasası, (İstanbul: Öncü Kitabevi, 1969), s.17.
65
Sadurski, İfade Özgürlüğü ve Sınırları, s. 52.
64
24
gören ifadeler, mağdurlarını hoş olmayan diğer pek çok kelimeden daha fazla
incitebilir 66.
Nitekim en açık ve en özgür toplumlar bile, bütün ifade çeşitlerini mutlak
anlamda korumazlar. Bir kısım ifadelere kısmen izin verilirken, bazıları tamamen
yasaklanabilir. Amerikan Yüksek Mahkemesinin bir kararında belirttiği gibi 67;
“Bazı ifade kategorileri; fikirlerin herhangi bir anlatımı için temel bir
unsur değildir ve gerçeğe giden bir adım olarak sosyal değeri öylesine
değersizdir ki, düzen ve ahlaktaki toplumsal yararlar onlardan gelebilecek
faydayı açıkça aşar.’’
Irkçı kötüleme, pornografi, çirkin lakaplar, küçük düşürücü sözler,
herhangi bir toplumsal değeri olmayan ya da nispeten daha az toplumsal değere
sahip
olan
ifade
türleridir.
Nitekim
düşük
değerli
ifade
kategorileri
Chaplinsky/New Hampshire davasında, müstehcenlik, iftira, tahrik ifadeleri,
çocuk pornografisi ve çatışmaya yol açan kelimeler olarak belirtilmiştir. Bu
açıklamalara uygun olarak ta düşük değerli ifadeleri genel olarak şu şekilde
sınıflandırmamız mümkündür;
-Müstehcen İfade
-Nefret İfadesi
-Tehditkar ifade
Ancak unutmamak gerekir ki, düşük değerli olarak belirlenen ifadeler
tamamen korumasız değildir. Ancak bu tip ifadeler düşük değerli olarak kabul
edildiklerinden, yüksek değerli olarak belirlenen ifadelere göre daha fazla
sınırlandırılabileceklerdir 68..
1- Müstehcen İfade
En liberal toplumlarda bile bütün ifade çeşitleri mutlak anlamda
korunmamaktadır. Bunlardan bir kısmı düşük değerli olduğu için istisnai hallerde
koruma görmektedir. Bu tip düşük değerli ifade kategorilerinden biri, üzerinde
pek çok tartışmanın yapıldığı müstehcen ifade olup, ahlaki ya da dini sebeplerle
yasaklanmaktadır. Örneğin, ABD’de seks resimlerinin toplumun standartlarından
66
ibid, s.46.
Chaplinsky v. New Hampshire, 315 U.S. 568 (1942) çev. Bahattin Seçilmişoğlu, ABD Yüksek
Mahkemesi Kararlarında İfade Özgürlüğü, der. Zühtü Arslan (Ankara: Liberte Yayınları, 2003), s.
152-156.
68
ibid, s.52.
67
25
ne kadar saptığına veya toplum üyeleri için yüksek derecede incitici olup
olmadığına bakılmaktadır. Buna uygun olarak da Amerikan Yüksek Mahkemesi
müstehcen yayınların ifade özgürlüğünün korumasından yararlanamayacağını
kategorik bir şekilde çözüme bağlamıştır 69. Müstehcen yayınları üretmek ve
dağıtmak yasa dışı sayılmaktadır. Aynı şekilde, açık seks resimlerinin küçüklere
dağıtımı ve çocukların cinsel açıklık içeren filmlerde ve fotoğraflarda model
olarak kullanılması yani çocuk pornografisi yasa dışı sayılmaktadır 70. Amerikan
Yüksek Mahkemesi, 1997 yılında verdiği Reno v. ACLU davasında, küçükleri
müstehcen e-maillerden korumaya yönelik bir federal yasanın anayasallığını
inceledi. Bu yasa 18 yaşından küçüklere “müstehcen ve ahlak dışı” mesajlarla
çağdaş toplum standartlarına göre rahatsız edici tarzda mesajların gönderilmesini
cezai
yaptırıma
bağlamaktaydı.
İlgili
yasa
Başkan
Clinton
tarafından
onaylandıktan hemen sonra, Amerikan Sivil Özgürlükler Derneği (American Civil
Liberties Union) yasanın bazı maddelerinin Anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle
dava açtı. Amerika Yüksek Mahkemesi dava konusu maddelerin Anayasanın ifade
özgürlüğünü düzenleyen Birinci Değişikliği ihlal ettiğine karar verdi. Mahkeme,
küçükleri korumak amacıyla konan yasakların çok geniş ve muğlak olduğunu, bu
düzenlemenin yetişkinlerin de Birinci Değişiklik tarafından korunan ifade
özgürlüğünü ihlal edebileceğini vurgulamıştır 71.
Amerika Yüksek Mahkemesi ilke olarak çocukların pornografiden
korunması gerektiğini vurgulayıp, çocuk pornografisini yasaklayan yasaların
anayasaya uygun olduğunu belirtmektedir. Ancak mahkeme bu yasağın da sınırlı
olduğunu 2002 tarihli Ashcroft v. The Free Speech Coalition davasında
belirtmiştir 72. Gerçek çocuk yerine sanal çocuk imajlarının kullanılarak
pornografik malzeme üretilmesini bile yasaklayan 1996 Çocuk Pornografisini
Önleme Kanununun (Child Pornography Prevention Act of 1996)
bazı
maddelerinin Anayasanın birinci değişikliğinin ihlal edildiğinin iddia edildiği
69
Miller/California, 413 US 15 (1973).
Trager, Dickersen, Freedom of Expression in the 21 st Century, s.119.
71
Reno v. American Civil Liberties Union, 521 US. 844, (1997), çev. Kemal Başlar, ABD Yüksek
Mahkemesi Kararlarında İfade Özgürlüğü, der. Zühtü Arslan (Ankara: Liberte Yayınları, 2003), s.
380-401. Amerika Yüksek Mahkemesi ilk kez bu dava ile internetin de Birinci Değişikliğin
koruması altında olduğuna karar vermiştir. Zühtü Arslan, “ABD Yüksek Mahkemesi ve İfade
Özgürlüğü”, s. 43.
72
Aschroft v. Free Speech Coalition, 535 U.S_ (2002), çev. Nuri Yurdusev, ABD Yüksek
Mahkemesi Kararlarında İfade Özgürlüğü, der. Zühtü Arslan (Ankara: Liberte Yayınları, 2003), s.
466- 487.
70
26
davada Amerikan Yüksek Mahkemesi, söz konusu kanununu Anayasaya aykırı
bulmuştur. İlgili kanun çocuk pornosu üzerindeki federal yasağı sadece gerçek
çocuklar kullanılarak yapılan imajları kapsama alacak şekilde genişletmekle
kalmıyor, aynı zamanda “reşit olmayan birini açıkça cinsel bir eylemde, ya da
öyle gibi, gösterilen herhangi bir fotoğraf, film, video, resim veya bilgisayarda ya
da sanal olarak üretilen imaj veya resim gibi her türlü görsel tasviri” ve “reşit
olmayan birinin açıkça cinsel eylemde bulunduğu izlenimini verecek şekilde
reklam edilen, promosyonu yapılan, sunulan, betimlenen veya dağıtılan” her türlü
açık seçik imajı yasaklıyordu. Bu kanunun faaliyetlerini tehdit ettiğinden
kaygılanan davacı Serbest Düşünce Koalisyonu (Free Speech Coalition), “öyle
gibi” ve “izlenimi verecek tarzda” hükümlerinin fazlasıyla geniş ve belirsiz
olduğu ve dolayısıyla birinci değişiklik tarafından güvence altına alınan ifade
özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
Mahkeme bu kanunu iptal ederken, kanunda yer alan bazı yasak
hükümlerin oldukça geniş olduğu, bu hükümler uyarınca her biri Oscar ödülü
almış olan Romeo ve Juliet, Amerikan Güzeli ve Trafik gibi filmlerin bile
yasaklanabileceği üzerinde durmuştur. Amerikan Yüksek Mahkemesi, Hükümetin
çocukları zararlı materyallerden koruma görevinin yetişkinlere yönelik bir
ifadenin gereksiz şekilde geniş ölçekte bastırılmasını meşru kılmayacağı üzerinde
durmuştur.
ABD’de Telekomünikasyon Yasasında yer alan müstehcenlikle ilgili
maddenin Amerikan Anayasasına aykırı olduğu öne sürülmüştür. Bu madde ile
kişilerin düşündüklerini özgürce ifade etmelerinin olanaksız hale geldiği, sırf
içinde yedi müstehcen sözcükten biri geçtiği için elektronik tartışma listelerinin
bazılarının kapatılabileceği söylenmiştir. Hatta yasanın bu maddesine aykırı
düşmemek amacıyla bazı tartışma listelerine gönderilen mesajlar otomatik olarak
denetlenmeştir. Bu tür bir davranışın kişilerin kendilerini ifade etmelerini
engellediği görüşü savunularak bununla ilgili yaşanmış ve çarpıcı bir örnek
verilmektedir. Amerikan Beyaz Saray Web sayfasına gönderilen bir mesajda sırf
“meme” sözcüğü geçtiği için bu mesaj otomatik olarak elenmiştir. Oysa, daha
sonra mesajın meme kanseriyle ilgili olduğu görülmüştür. Bu maddeyi protesto
27
etmek için Internet ortamındaki Web sayfaları bir süre karartılmış ve kamuoyunun
dikkati buna çekilmek istenmiştir 73.
Japonya’da ise çıplaklık ve seks genel olarak ahlak dışı bulunmamaktadır.
Japon haber programlarında çıplak denecek kadar az giyimli veya tam çıplak
kadınlar gösterilmektedir. Ayrıca yetişkinleri model ve aktör olarak kullanan
pornografi yaygın bir şekilde sunulmaktadır. Aynı zamanda, cinsel rıza yaşının 13
olduğu Japonya’da çocuk pornografisi yapımı ve dağıtımı aleyhine hiçbir yasa
bulunmamaktadır. Sadece çocuk sağlığı ile ilgili yasalar Japon çocuklarının
pornografide kullanımını yasaklamaktadır. Ancak cezanın en üst miktarını 1 yıllık
hapis cezası oluşturmaktadır. Şunu da belirtmek gerekir ki bu yasalar Japon
olmayan çocuklara uygulanmamaktadır. Dünyanın en büyük çocuk pornografisi
üreticisi olan Japonya Doğu Avrupa ve Güneydoğu Asyalı çocukların resimlerini
dağıtmaktadır 74. Bu durum ise hem Japonya’da müstehcenliğin ahlakdışı
bulunmamasından hem de İkinci Dünya Savaşı öncesinde ifade özgürlüğü
üzerindeki katı militarist sınırlamalara bir tepki olmasından kaynaklanmaktadır 75.
Çocuk pornografisi ve erotik materyaller konusunda engellemeler getirilmesine
yönelik istekler de bu yüzden geri çevrilmektedir.
Almanya da ise, çok katı bir şekilde uygulanmasa bile, Alman yasaları
bazı erotik materyallerin dağıtımını yasaklamaktadır. Örneğin Bavyera eyaletinde,
eyaletteki cinsel içerikli Internet sitelerini sınırlamaya yönelik girişimler
bulunmaktadır. Bu eyalette 1995 yılında, 200 den fazla sitenin çocuk pornografisi
ve diğer erotik materyalin dağıtımını yasaklayan kanunu ihlal ettiği gerekçesi ile
Internet servis sağlayıcısı Compu Serve’e karşı harekete geçilmiştir. Bu servis
sağlayıcının söz konusu sitelere erişimi bloke etmesine rağmen sitenin bölge
sorumlusu pornografi trafiği yaptığı gerekçesi ile mahkum edilmiştir 76.
Yukarıdaki
örneklerde
de
görüldüğü
gibi
müstehcenliğin
ifade
özgürlüğünün korumasından yararlanıp yararlanamayacağı, yararlanacaksa hangi
ölçüde yararlanacağı konusunda bir birliktelik olduğunu söylemek mümkün
73
Ahmet Çelik, Yaşar Tonta, ‘Düşünce özgürlüğü, Bilgi Edinme Özgürlüğü ve Bilgi Hizmetleri’.
Bilgi Edinme Özgürlüğü (1-13). derleyen Yaşar Tonta ve Ahmet Çelik. (Ankara: Türk
Kütüphaneciler Derneği, 1996) http://yunus.hun.edu.tr/~tonta/yayinlar/beozgur.html , s.3.
74
Trager, Dickersen, Freedom of Expression in the 21 st Century, s. 120.
75
Melih Yürüşen, ‘Pornografiyi İfade Özgürlüğü Bağlamında Düşünmek’, Liberal Düşünce, 2001,
yıl.6, sayı. 24, s.29.
76
Trager, Dickersen, Freedom of Expression in the 21 st Century, s. 120.
28
değildir. Dolayısı ile öncelikle müstehcen ifadenin nereye kadar korunacağının,
şayet yasaklanacaksa bunun nedenlerinin ortaya konulması gerekecektir. Bunun
için öncelikle müstehcenlik kavramının tanımlanması gerekmektedir.
Etimolojik olarak “müstehcen” kavramı; duyular açısından tiksindirici
veya nefret uyandırıcı ya da pis, açık-seçik, ayıp, iğrendirici veya hoş olmayan
anlamına gelmektedir. Bu tanıma göre müstehcen kavramı Pornografinin
tanımından ayrılmaktadır. Çünkü pornografi sadece erotik seksi tasvirler için
kullanılmaktadır 77. Ancak müstehcenlik ve pornografinin sözlük anlamındaki bu
farklılığa rağmen, pek çok ülkenin yasaklarının ‘müstehcenlik’ terimi içinde kabul
ettiği şeylerin çoğunun aslında pornografik, pornografik olarak kabul ettiği
şeylerin ise müstehcen olduğu söylenebilir. Dolayısı ile müstehcenliğin seks ile
birlikte kullanıldığını söylemek yanlış olmayacaktır. Bu nedenle bu kısımda
müstehcen ve pornografi kavramları eş anlamlı kullanılacaktır.
ABD’de 1973 yılında verilen Miller/California kararında müstehcenlik şu
şekilde tanımlanmıştır 78;
“Müstehcenlik, bir bütün olarak alınır ve günümüz toplumunun
standartları kullanılırsa, şehvet ilgilerine hitap eden, yani cinsel arzular tahrike
eden materyaldir. Materyalin aynı zamanda açıkça incitici ve saldırgan olması
gerekir; bu belki ‘galiz, açık seçik’ erotik materyal olarak tanımlanabilir. Ve ciddi
bir edebi, sanatsal, siyasi veya bilimsel değerinin bulunmaması gerekir.”
Amerikan Yüksek Mahkemesinin bu kararına göre bir ifadenin ya da
materyalin müstehcen sayılabilmesi için;
a- tamamen şehevi duygulara hitap etmesi,
b- açıkça rahatsız edici olması ve
c- bütün olarak ele alındığında hiçbir edebi, sanatsal, siyasal ve bilimsel
değere sahip olmaması gerekmektedir.
Bu açıklamalara uygun olarak da müstehcenliğin diğer ifade kategorilerine
göre daha sıkı bir incelemeye tabi tutulması gerektiği savunulmaktadır. Bu
savunma sırasında ise şu gerekçeler ileri sürülmektedir;
İlk olarak, müstehcenliğin yasaklanması toplumsal ahlak anlayışına
dayandırılmaktadır. Buna göre, müstehcen yayınlar ahlak dışı kabul edilip,
77
Schauer, Free Speech: A Philosophical Enquiry, s. 246.
Miller v. California, 413 U.S. 15 (1973).
78
29
toplumun ahlak anlayışının korunmasındaki yararın, egemen ahlak değerlerine
uymayan müstehcen yayınların yasaklanmasının doğuracağı zarardan daha önemli
olduğu ileri sürülmektedir 79.
Buna
göre
bir
materyal
özellikle
ergenlik
çağındaki
çocukları
yozlaştırabilecek ise, onun müstehcen olduğu düşünülmektedir. Bu nedenle
çocuklara
dağıtımı
yasaklanmalıdır.
Ancak
bir
materyalin
çocukları
yozlaştırıyorsa erişkinleri de yozlaştırılacağı ve bu nedenle erişkinlere de
dağıtımının yasaklanmalıdır 80. Hiclin testi olarak bilinen bu uygulama artık
ABD’de uygulanmamakla birlikte halen Avustralya mahkemeleri tarafından
uygulanmaktadır. Avustralya mahkemeleri, bir materyalin Avustralya toplumunun
ahlak standartlarını esas bakımından incitiyorsa müstehcen olduğuna ve bu
nedenle yasaklaması gerektiğine karar vermektedirler 81.
İkinci olarak ise, müstehcen yayınların, eşini aldatma, eşcinsellik ve çeşitli
şekillerdeki cinsel sapıklık (hayvanlarla cinsel ilişki gibi), çocuklara taciz ve ırza
geçme gibi bazı toplum dışı davranışlara sebep olduğu öne sürülmektedir 82.
MacKinnon pornografinin kadını ikincilleştirdiğini ve insanlıktan uzaklaştırdığını
ve nihayet tecavüz, ensest ve suiistimallere yol açacağını söylemektedir.
MacKinnon’a göre 83;
“...Er ya da geç, öyle ya da böyle, pornografi tüketicileri pornografiyi
daha ileri olarak üç boyutlu yaşamak isterler. Er ya da geç, öyle ya da böyle,
bunu yaparlar. Yapabileceklerine inandıkları zaman yapmak isterler, bu işten
sıyrılabileceklerini hissettikleri anda da yaparlar.”
Bu nedenle, belli bir vatandaş grubuna karşı doğrudan zarar verme
olasılığının müstehcenliği yüksek değerli ifade kategorisinden çıkaracağı ileri
sürülmektedir.
Üçüncü olarak ise, müstehcenliğin çevresel etkenlerden dolayı daha sıkı
bir denetime tabi tutulması gerektiği ileri sürülmektedir. Bu teze göre, müstehcen
materyallerin çoğaltılmasının toplumu çirkinleştirdiği ve kentsel çürümeye yol
79
Schauer, Free Speech: A Philosophical Enquiry, s.243; Trager, Dickersen, Freedom of
Expression in the 21 st Century, s.119 ; Yürüşen, ‘Pornografiyi İfade Özgürlüğü Bağlamında
Düşünmek’, s.28.
80
Yürüşen, ‘Pornografiyi İfade Özgürlüğü Bağlamında Düşünmek’, s.28.
81
ibid, s.28.
82
ibid, s.28.
83
Catharine A MacKinnon, Only Words, (Cambiridge: Harvard Universty Pres,1993), s.19.
30
açtığı öne sürülmektedir. Buna göre, müstehcenlik, mimariyi, kentsel gelişmeyi,
fabrikaların yerleşimini ve şehir planlamasında yeşil alanların kullanımını
denetlediğimiz zaman kullandığımız gerekçelerin aynısı ile denetlenmelidir.
Son olarak ise, insanların müstehcen yayınlara bakmak zorunda bırakılarak
rahatsız edildiğini ve bu nedenle müstehcenliğin umuma açık yerlerde
sergilenmesinin yasaklanması gerektiği ileri sürülmektedir. Bazıları bu tezi daha
da ileri götürüp müstehcen yayınların varlığını bilmek suretiyle bile insanların
rahatsız edilmiş olacağını ve bu çirkinliğin umumi teşhirden çekilse bile
uzaklaştırılmış olmayacağını savunmaktadırlar 84.
Müstehcenliğin diğer ifade kategorilerine
nazaran daha sıkı bir
incelemeye tabi tutulması gerektiğini ileri süren muhafazakar görüşlerin yanı sırı
müstehcen yayınların kontrol edilmemesi ya da daha gevşek bir denetime tabi
tutulması gerektiğini ileri süren liberal görüşlerde bulunmaktadır. Bu görüşleri ise
şu şekilde belirtebiliriz 85;
İlk olarak, müstehcen yayınların sapık eğilimleri kışkırtıp başkalarına zarar
verecek türde eylemlere yöneltmekten ziyade, onların fantezi düzeyinde tatmin
edilmesine yardımcı olarak, bu türden eylemleri önlemeye katkıda bulunduğu
gerekçesi ile yasaklanmaması gerektiği ileri sürülmektedir 86.
İkinci olarak, bizim de katıldığımız görüşe göre, müstehcen yayınların
kullanılmasının ya gizli olduğu ya da başkalarının zararına sebep olmadığı ileri
sürülmektedir. Başkalarına bir zararı olmayan bu faaliyetlerle ise devletin
ilgilenmesinin isabetli olmadığı ileri sürülmektedir. Ancak bu konuda
unutulmaması gereken bir konu da müstehcenliğin nerede, nasıl, hangi ortamda,
ne zaman verildiği ile de ilgilidir. Ulaşımı diğerlerine nazaran daha çok gayret
gerektiren internetteki müstehcen yayınlar ile televizyonların en yoğun izlenme
dönemlerindeki müstehcen oldukları iddia edilen yayınları birbirinden ayırmak
gerekecektir.
Müstehcen olduğu iddia edilen materyalin herhangi bir ifade içerip
içermemesi de bu yayınların denetiminde önem arz etmektedir. Örneğin, herhangi
bir sanat formunda seksin tasvir veya tarif edilmesi, cinsel tasvir ne kadar açıksaçık olursa olsun, sanatı da ifade eden bir özgür ifade ilkesi tarafından
84
Trager, Dickersen, Freedom of Expression in the 21 st Century s. 121.
ibid, s. 121.
86
Yürüşen, ‘Pornografiyi İfade Özgürlüğü Bağlamında Düşünmek’, s. 38.
85
31
korunmaktadır. Bu nedenle sanat korunduğuna göre, herhangi bir sanatsal ifade
konusu olan cinsel sanat da korunacaktır. Bu durumda, bir sanat ya da edebiyat
yapıtının, cinselliğin en dolaysız ve keskin ifadelerini içermesi yahut
cisimleştirmesi durumunda dahi yasaklanmaması gerekecektir 87. Nitekim sanatsal
ve bilimsel çalışmaların müstehcen olarak nitelendirilemeyeceği de genel olarak
kabul edilmektedir. Müstehcenliği ifade özgürlüğünün sınırı olarak kabul eden
İtalyan Ceza Kanununun 529. maddesi açık bir şekilde “bilim ve sanat eserleri
müstehcen olarak düşünülemez” hükmüne yer vermiştir. Bu ifade ise, bilim ve
sanat konularındaki yaratmaların mutlak bir hak olarak belirdiğini ve
müstehcenlik sınırı ile sınırlandırılamayacağını göstermektedir 88.
Ancak müstehcenliğin verilmesi ile içinde hiç bir ifade açıklaması, müzik
ve sanatsal bir girişim bulunmayan hatta kadınla erkeğin yüzlerinin bile yer
almadığı, bütün içeriği cinsel ilişkide bulunan bir erkek ve bir kadının cinsel
organlarının birleşmesinin tasvirinden ibaret olan, belli süreli bir filmin aynı
korumadan yararlandığını düşünmek mümkün değildir. Çünkü bu son örnekte
ifade olarak değerlendirilecek her hangi bir olgu emaresi dahi bulunmamaktadır.
Bu tip müstehcen yayınlar “şehvet uyandıran pornografi” (hard core
pornography) olarak adlandırılıp ifade özgürlüğü güvencesinden yararlanması ya
çok az olmakta ya da olmamaktadır 89. Şehvet uyandıran pornografinin ifade
olarak ele alınmaması ise, pornografik yayının haberleşmeden daha çok cinsel
faaliyetin özelliklerini paylaştığı ve ne eksik ne fazla bir seks yardımcısı olduğu
ileri sürülmektedir. Schauer şehvet uyandıran pornografinin ifade özgürlüğünün
korunmasından yararlanmamasını onun fiziksel bir etkiye sahip olması ile değil,
başka hiçbir şeye sahip olmaması
ile açıklamaktadır 90. Diğer bir anlatımla
Schauer müstehcenliğin fikirleri aktardığı görüşünü kesin bir dille reddetmektedir.
Müstehcenlik cinsel arzudan başka bir şey uyandırmamaktadır ve bu nedenle ifade
özgürlüğünün güvencesinden yararlanmamalıdır.
87
ibid, s.27.
Çetin Özek, Türk Basın Hukuku, ( İstanbul: İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi, 1978), s.300301.
89
Schauer, Free Speech: A Philosophical Enquiry, s. 246-247.
90
ibid, s. 249.
88
32
2- Nefret İfadesi ve Irkçı Kötüleme
Düşük değerli olduğu için istisnai hallerde koruma gören ifade
kategorilerinden biri de nefret ifadesidir. Genel olarak nefret ifadesi, ırki ve etnik
özelliklere, cinsiyete, dini bağlılığa ya da cinsel tercihe yönelik olarak yapılan
saldırgan, incitici ve yaralayıcı kelimelere ve sembollere işaret eder. 91
Düşük değerli olarak belirlenen nefret ifadeleri yargılama sırasında diğer
ifade kategorinden daha sıkı bir incelemeye tabi tutulmaktadır. Bu ise farklı
gerekçelere dayandırılmaktadır;
İlk olarak, nefret ifadesinin, aynen pornografide olduğu gibi, kişilere ve
topluma zarar vereceği belirtilmektedir 92. Buna göre de bir toplumda nefret
ifadesinden kaynaklanan belli başlı üç tür zarar meydana gelebileceği ileri
sürülmektedir.
-Nefret ifadesinin mağdurlarının şiddetli tepkisi ile bir kısım zararlar
meydana gelebilir,
-Nefret ifadesini kullananlar tarafından mağdurlara saldırmaya tahrik
edilen üçüncü kişilerce meydana getirilen şiddetten bir kısım zararlar doğabilir,
-Başka
bir
şiddet
oluşturmaksızın,
sadece
nefret
ifadelerinin
kullanılmasından zarar meydana gelebilir 93. Buna uygun olarak da nefret
ifadesinin özellikle kırıcı olduğu ve fiziksel saldırıdan daha az kötü olmadığı ve
medeni toplumlarda korunmaması gerektiği savunulmaktadır.
İkinci olarak, hakaret sözleri söylemeye izin verilen bir kişinin ifade
özgürlüğü hakkı ile bu tip kırıcı sözlere maruz kalan kişilerin eşit konumda
olmadıklarına işaret edilmektedir. Buna göre, bir gruba ifade özgürlüğü hakkı
verilirken, diğerleri susturulmakta, belki de mağdurlar hakaret içerikli söylemlerle
öylesine incinmektedirler ki, etkili bir tepki gösterememekte ya da hakaret
öylesine kanıksanmakta ki toplum azınlıkları dinlememektedirler 94.
Bu açıklamaların yanında nefret ifadesinin yasaklanmamasını savunun
aşırı liberal görüşler de bulunmaktadır. Örneğin, H.L. Gates, nefret ifadesinin
cezalandırılmasını destekleyen eleştirel ırk teorisyenlerini kınayıp, ifade yok
edildiği zaman nefretin de ortadan kalkacağı yönündeki varsayımın hem fazla
91
Trager, Dickersen, Freedom of Expression in the 21 st Century, s.124.
ibid, s.124.
93
Sadurski, İfade Özgürlüğü ve Sınırları, s 299.
94
Trager, Dickersen, Freedom of Expression in the 21 st Century, s.124.
92
33
basit hem de gerçekçi olmadığını ileri sürmektedir. Gates bu konuda daha da ileri
gidip, eşitlik, adalet ve insan haysiyeti gibi değerlerin, şayet ırkçılar ve her türlü
fanatik tarafından meydan okunmaz ve testten geçmez ise, gelişmeyeceğini ve
Mill’in bahsettiği ‘ölü dogma’ haline geleceğini belirtir 95.
Nefret ifadeleri içinde ifade özgürlüğü konusunda karşılaşılan en sorunlu
kısımlardan biri ırkçı nefret ifadeleridir. Bu nedenle özellikle incelenmesinde
yarar bulunmaktadır. Irkçı söylemler, yukarıdaki tanıma uygun olarak, belli bir
ırka ya da etnik kökene ait kişilerin bu sebeplerle aşağılanmasını, hakarete
uğramasını ve toplumda bu kişilere karşı nefret duygularının uyandırılmasını
içermektedir 96.
İkinci Dünya savaşı sonrasında Avrupa ülkelerinin hukuk sistemlerine
yerleşen antisemitizmle mücadeleyi amaçlayan yasalar, ırk ayrımcılığına karşı
özel bir koruma sağlamakta olup ifade özgürlüğü ırkçı söylemler karşısında
mutlak olarak sınırlandırılmaktadır.
Irkçılığın giderek yükselişe geçtiği dünyada, özellikle batı dünyasında,
ifade özgürlüğü ile ırkçı nefret ifadesi arasındaki dengeyi sağlamak her zaman
kolay olmamaktadır. Irk gruplarına düşmanlık fikirlerinin yayılması pek çok ülke
tarafından yasaklanmaktadır. Örneğin, İngiltere’de 1965 tarihli Irk İlişkiler
Yasası, sanığın amacının ırkçı nefrete teşvik ve kullandığı dilin tehditkar, küfürlü
ve ırkçı nefretin kışkırtılmasının gerçekten ihtimal dahilinde olduğu durumlarda
‘ırkçı nefrete tahriki’ suç haline getirmiştir. Diğer batı ülkelerinde ise daha ileri
gidilmiş olup, sadece ırk gruplarını kötüleyen ya da hakaret eden görüşlerin bile
ifade edilmesi suç haline getirilmiştir. Örneğin, Hollanda’da, ‘bir şahıs grubunu,
ırkları, din veya kanaatleri ya da cinsel tercihleri nedeni ile hakaret eden görüşleri
kamusal olarak ifade etmek’ suçtur 97. İsveç’te, Basın Özgürlüğü Yasası, ‘bir
toplum grubunu, ırkları, derilerinin rengi, ulusal veya etnik kökenleri ya da dini
inançlarını ima ederek’ hor gören ifadeler yasaklanmaktadır. Yine, 1995 tarihli
Belçika Ceza Kanunun 444. maddesinde öngörülen şekilde, İkinci Dünya Savaşı
sırasında Alman nasyonal-sosyalist rejimi tarafından gerçekleştirilen soykırımı
inkar eden, basitleştiren, haklı göstermeye çalışan ya da onaylayan kişilerin sekiz
95
Gates, H.L ‘Let Them Talk:Why Civil Liberties Pose no Threat to Civil Rights’, The New
Republic, September 1993, s.37.
96
Melike Batur Yamaner, Uluslararası Hukukta Düşünceyi Açıklama ve Yayma Özgürlüğünün
Sınırlandırılması Sorunu, (Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul 2001), s.127.
97
Sadurski, İfade Özgürlüğü ve Sınırları, s.274.
34
günden bir yıla kadar hapis ve 26 Belçika Frankından 5.000 Belçika Frankına
kadar para cezasına çarptırılacağını öngörmüştür 98.
Yukarıda saydığımız bu ulusal düzenlemelerin yanında , temel uluslararası
insan hakları belgeleri de, ulusal, ırksal veya dini nedenlerle nefret taraftarlığını
cezalandırmaları konusunda taraf devletlere yetki vermekte ve hatta bazen
zorlamaktadır. Örneğin, BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi ve Amerikan
İnsan Hakları Sözleşmesinde nefret ifadeleri yasaklanmaktadır. Bu konuda belki
de en güçlü düzenleme Uluslararası Her Türlü Irk Ayırımcılığının Önlenmesi
Sözleşmesi’nin 4. maddesinde yer almaktadır 99. Sözleşme ırk ayrımcılığının
yasaklanması kapsamında ifade özgürlüğüne önemli sınırlamalar getirmektedir.
Sözleşmenin 4. maddesine göre, Sözleşmeci Devletler ırk ayrımcılığına yönelik
düşüncelerin yayılmasını önlemek amacı ile iç hukuklarında düzenlemeler
yapmak ve ırkçı söylemeleri yasaklamak zorundadırlar.
İHAS’nde ve Afrika İnsan ve Halkların Hakları Şartında, açıkça nefret
ifadesini yasaklayan hükümler bulunmamaktadır. Ancak İnsan Hakları Avrupa
Mahkemesi önüne gelen davaların büyük bir kısmında nefret ifadelerinin
yasaklanması konusunda taraf devletlere izin vermektedir.
İHAS, İkinci Dünya Savaşı sırasında, Nazi ve Faşist rejimlerde meydana
gelen savaş, holocaust (Yahudi Soykırımı) ve ırksal nefret trajedilerinden
korunmak için hazırlanmış olmasına rağmen ne yazık ki, son yıllarda bile,
Avrupa'nın belli ülkelerinde (özellikle Avusturya, Belçika, Fransa, İtalya,
Hollanda ve Danimarka) bazı insanlar, hala holocaust'ı inkar etmeye, yeniden bir
Nazi veya Faşist parti kurmaya veya ırksal nefreti savunmaya çalışmaktadırlar.
İnsan Hakları Avrupa Komisyonu, neo-nazi veya ulusal sosyalizm
faaliyetleri ve ırksal nefret uyandıran konuşmaların söz konusu olduğu pek çok
98
Yamaner, Uluslararası Hukukta Düşünceyi Açıklama ve Yayma Özgürlüğünün Sınırlandırılması
Sorunu, s.129.
99
Her Türlü Irk Ayırımcılığının Önlenmesi Sözleşmesi, BM Genel Kurulunda 1965 yılında kabul
edilmiş 1969 yılında 27 Devlet tarafından onaylanmasından sonra yürürlüğe girmiştir. Bu
sözleşme dünya topluluğuna ırkçılıkla mücadelede dayanacağı hukuksal zemini hazırlamış olup
dört temel noktaya dayanmaktadır.1-Irk farklılığına ya da ırksal üstünlüğe dayalı he türlü doktrin
bilimsel olarak yanlıştır, ahlaken kınanması gerekir, toplumsal olarak adaletsiz ve tehlikelidir ve
teoride ve uygulamada doğrulanmamıştır. 2-Irk ayrımcılığı ya da ırksal üstünlüğe ya da nefrete
dayalı hükümet politikaları temel insan haklarını ihlal eder, halklar arasındaki dostane ilişkileri,
uluslararası işbirliğini tehlikeye sokar. 3-Irk ayrımcılığı sadece bu ayrımcılığın hedeflerine değil
bunu uygulayanlara da zarar verir. 4- Nefret ve bölünmeye yol açan ırk ayrımcılığından arınmış bir
dünya BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin temelidir. http://www.un.org. United Nation High
Commissioner For Human Rights, Fact Sheet no.12, The CERD, s.2
35
davayı incelemiştir. Örneğin, X.'in İtalya aleyhine açtığı davada 100, Komisyon,
İtalya'nın, parti programı ve doktrini Faşist partiden esinlenmiş olan siyasi bir
hareketi yasaklamasının demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığını
incelemiş ve bu yasaklamanın demokratik toplumda gerekli olduğuna karar
vermiştir. Yine Komisyon, Glimmerveen ve J. Hagenbeek'in Hollanda aleyhine
açtıkları davada 101, davacıların, ülkeden bütün beyaz ırktan olmayanların
sürülmesini savunan el ilanlarından dolayı mahkumiyet almalarının, demokratik
bir toplumda gerekli olduğuna karar vermiştir. X’in Federal Almanya aleyhine
açtığı davada sadece milyonlarca Yahudi’nin öldürüldüğü tarihi gerçeğinin bir
yalan olarak tanımlanmasının, Yahudileri toplum ve birey olarak aşağılayıcı bir
saldırı olduğunu belirtmiş ve müdahalenin demokratik toplum için gerekli
olduğuna karar vermiştir 102.
Michael Kühnen/Federal Almanya Cumhuriyet 103 davasında, Komisyon,
yasaklanan Nasyonal-Sosyalist partisini yeniden canlandırmayı amaçladığı ileri
sürülen ANS/NA partisinin liderinin ‘Bize Neo-Nazi diyorlar, o halde,
kodamanlara, Bolşeviklere, Siyonistlere, hırsızlara, dolandırıcılara ve parazitlere
karşıyız. Kapitalizme, komünizme, siyonizme, yabancı gözü ile yabancılaşmaya,
çevrenin zarar görmesine karşıyız’ sözlerinden dolayı NSDAP’ın ve nasyonalsosyalizmin yeniden kurulmasına yönelik olduğu; ayrıca siyonizmi değersiz
göstererek antisemitik duyguları canlandırabileceğini belirterek başvurucunun
politikasının açıkça ırksal ve dinsel ayrımcılık içerdiğini belirterek talebi reddedip
açıkça temelden yoksun bulmuştur.
Nazi ve faşist ifadelerin sınırlanmasının nereye kadar olabileceği konusu
ile ilgili olarak Komisyon bu şekildeki her türlü ifadeyi , sadece nazi ve faşist
düşünceleri doğrudan ortaya koyanları değil, bu tür düşüncelere atıfta bulunma
'riski' taşıyan ifadeleri bile yasaklamaktadır. Nationaldemokratische Partei
Deutschlands,
Bezirksverband
München-Oberbayern'in
Almanya
aleyhine
açtığı 104 davada, davacılar bir konferans düzenlemişler ve konuşmacı olarak da
100
X/İtalya, başvuru no, 6741/74 21 Mayıs 1976.
Glimmerveen/Hollanda, başvuru no, 8348/78 11 Ekim 1979 ve J. Hagenbeek/Hollanda,
8406/78 11 Ekim 1979
102
X/Federal Almanya, başvuru no, 9235/81.
103
Michael Kühnen/Federal Almanya, başvuru no. 12194/86, 12 Mayıs 1998.
104
Nationaldemokratische Partei Deutschlands, Bezirksverband München-Oberbayern/Federal
Almanya başvuru no, 25992/94, s.154.
101
36
Nazi fikirleri taraftarı olan bazı kişileri çağırmışlardır. Alman otoriteleri,
konferansa çeşitli şartlar koşmuşlardır. Bunlardan biri de, davacıların,
konuşmacıların hiç bir şekilde Nazi fikirlerinden bahsetmemeleri garantisini
vermeleri istenmiştir. Konferansta bu tip ifadelerin yer almasından dolayı
Komisyon, davacıların ifade özgürlüğü üzerine uygulanan sınırlamaların
demokratik toplumda gerekli olduğuna karar vermiştir 105.
Sonuç olarak, Komisyon'un bütün davaları 10. Maddenin ikinci fıkrasına
göre incelediği gerçeği göz önüne alındığında, bu faaliyet ve ifadelerin Komisyon
tarafından ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirdiği sonucunu çıkarabiliriz.
Fakat bu ifadelerin sınırlandırılması
10. Maddenin ikinci fıkrasına uygun
bulunmuştur. Komisyon bu tip ifadeleri bir kalemde silip atmamış, fakat bu tip
ifadelerin yasaklanması gerektiğine kesin olarak da inanmıştır. Bundan dolayı
ırkçı ifadelerin hiç biri, Jersield/Danimarka davasına 106 kadar, Komisyon
aşamasını geçip de Mahkemenin önüne gelme başarısını gösterememiştir.
3- Tehditkar İfade
Amerikan Yüksek Mahkemesinin Chaplinsky/New Hampshire kararında
da belirttiği gibi bazı ifadeler korunmaya değmezler. Çünkü bu ifadeler medeni
bir toplum için gereksizdirler. İşte medeni toplumlarda gereksiz oldukları için
korunmaya değmez bulunan ifadelerden biri de başkasına zarar verme olasılığı
içeren tehditkar ifadelerdir. Bu ifadeler herhangi bir kişiye karşı olabileceği gibi
belli bir topluma ya da devlete karşıda olabilmektedir. Nitekim, ulusal güvenlik ve
toprak bütünlüğü için tehlike oluşturan ifadelerin yasaklanabileceği anayasalar
tarafından kabul edilmektedir. Ayrıca ulusal düzenlemelerin yanında, temel
uluslararası insan hakları belgeleri de, tehditkar ifadelerin sınırlandırılabileceği
konusunda taraf devletlere yetki vermekte ve hatta bazen zorlamaktadır. Örneğin,
gerek BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 19. maddesinde ve Amerikan
İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 13. maddesinde
gerek İnsan Hakları Avrupa
Sözleşmesinin 10. maddesinin ikinci fıkrasında ulusal güvenliği korumak için
ifade özgürlüğünün sınırlanabileceği düzenlenmektedir.
Ancak tehditkar ifadenin niçin korunmaması gerektiği konusunda farklı
yorumlar söz konusudur.
105
ibid.
Jersild/Danimarka, 23 Eylül 1994.
106
37
Kent Greenawalt’a göre, ifade terimi en geniş anlamda yorumlansa bile,
“ifadeden başka amaca sahip sözlü ve yazılı kelimeler ifade özgürlüğünün
güvencesinden yararlanamaz” 107. Çünkü bazı ifadeler ‘bilgi iletmekten’ ve
‘değerleri beyan etmekten’ çok mevcut durumu değiştirme amacı içindedirler.
Örneğin, kiralık bir katile ‘Öldür onu’ denildiği zaman durum değişimi söz
konusudur. Greenwalt’a göre bu tür ifadelerin amacı durum değiştirmek olduğu
için ifade özgürlüğünün güvencesinden yararlanamazlar.
Cass Sunstein ise, tehditkar söylemlerin, şantaj dahil, ifade olduğunu
söyler. Ona göre bu ifadeler; ‘Eylem getirebilirler, ama kendi başlarına sadece
kelimedirler’. Sunstein’in bu yorumuna göre, korunan ifadenin tek testi olarak
zarar kavramını kullanmak pek faydalı değildir. Onun çözümü, öncelikle siyasi
ifadeler dahil, bazı ifadeleri en çok korunan ifadeler kategorisine almaktır. Bu
ifadeler ancak çok zorunlu sebeplerin varlığı halinde, hükümet tarafından
denetlemeye tabi tutulabilecektir. Bunu belirlemede ise bireye ve topluma karşı
yönelecek olan çok ciddi zarar ihtimali bir ölçü olarak kullanılabilir 108.
III- Uluslararası Sözleşmelerde İfade Özgürlüğü
İnsan haklarının ortaya çıkışı yavaş bir süreç içerisinde olmuş ve
yüzyıllara yayılmıştır 109. Yirminci yüzyılda bireyin ulusal hukukun öznesi
yanında, uluslararası hukukun da öznesi haline gelmesi ile insan hakları alanında
büyük bir gelişme sağlanmıştır. İkinci Dünya savaşının acı hatıralarının
sonrasında dünyada insanın insan olarak değerini kabul etmeyen ve insanlar
arasında eşitliği reddeden görüşlerin yeniden ortaya çıkmaması için, insan
haklarına saygılı bir düzenin yerleştirilmesi gereği ortaya çıkmıştır 110.
İnsan Haklarındaki bu gelişmelere uygun olarak ifade özgürlüğü en temel
insan haklarından biri olarak çeşitli belgelerde düzenlenmiştir. İfade özgürlüğü
hakkının kökleri, 17. yy da kanun koyucuların konuşma özgürlüğü mücadelesinde
bulunabilir 111. 1689 tarihli İngiliz İnsan Hakları Bildirgesi (English Bill Of
107
Greenwalt Kent, s.57.
Cass R Sunstein, Democracy and the Problem of Free Speech, (New York: The Free Pres,
1993), s.126-127.
109
Silvio Marcus Helmons; “İnsan Hakları Alanında Yeni Gelişmeler”, Türkiye Barolar Birliği
Uluslararası Anayasa Hukuku Kurultayı, 9-13 Ocak 2001, s.156-157.
110
Mehmet Turhan, ‘Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Siyasi Parti Kapatma Davaları’, Ankara
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakülteler Dergisi, Ankara 2002, s.130.
111
Lauri Hannikainen and Kristian Myntti, ‘Article 19’, The Universal Declaration of Human
Rights: A Commentary, Eds. Eide Asbjoin, Fudmunder Alfredsson, Göran Melander, Lars Adam
108
38
Rights) Parlamenter tartışmaları ve İmpeachment ile ilgili olarak Parlamento
dışında yapılan tartışmaları koruyordu 112.12 Haziran 1776 tarihli Virginia İnsan
Hakları Bildirgesinde özgürlüğün en güçlü savunucularından birinin basın
özgürlüğü olduğu ve bunun despotik yönetimler dışında asla sınırlandırılmayacağı
belirtilmiştir 113. 1789 Fransız İnsan ve Vatandaş Hakları Bildirgesinin 11.
maddesinde ifade özgürlüğü hakkı genişletildi ve sınırlandırılmamış ifade
özgürlüğünün en önemli hak olduğu ısrarla belirtildi 114.
1791 den bu güne kadar Amerika Anayasasında 10 değişiklik yapılmıştır.
İlk değişiklik kanunların konuşma ve basın özgürlüğünü kısıtlamasını engelleyen
değişikliktir 115. İnsan hakları düşüncesinin genişlemesine paralel olarak, 19.
yüzyılın sonlarında ifade özgürlüğü ülkelerin çoğu tarafından kabul edilmiş
durumdadır. 1949 ve 1975 yılları arasında yürürlüğe giren 142 anayasa üzerinde
yapılan bir araştırmaya göre 124 ülke anayasasında (yaklaşık olarak %87) ifade
özgürlüğünün garanti altına alındığı görülmektedir. Oysa aynı araştırmada ancak
66 ülke anayasasında
(yaklaşık olarak %46.5) işkence yasağını düzenleyen
hükümler bulunmaktadır 116. Bu nedenle ifade özgürlüğünün en evrensel temel
haklardan biri olduğu söylenebilir 117. Bir kısım anayasalarda ise ifade özgürlüğü
ile ilgili herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Örneğin, Avustralya anayasasında
ifade özgürlüğünü koruyan açık bir hüküm bulunmamaktadır. Buna rağmen
Rehof and Allan Rosas, and Theresa Swinehart, (Oslo: Scandinavian Universty Pres, 1992), s..275
112
Madde 9: ‘Konuşma özgürlüğü vardır; Parlamento’daki tartışmalar ve görüşmeler,
Parlamento’dan başka hiçbir yerde ya da mahkemede suçlama ya da soruşturma konusu
yapılmamalıdır.’ Bkz. Musulin Janko , Hürriyet Bildirgeleri – Magna Charta’dan Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi’ne, ( İstanbul: Belge Yayınları, 1983), s. 55-58.
113
Madde 12: ‘Özgürlüğün en güçlü kalelerinden birisi de basın özgürlüğüdür; despotik
yönetimler dışında, asla sınırlandırılamaz’ .
114
Madde 11: ‘Düşüncelerin ve inançların serbest iletimi insanın en değerli haklarındandır. Bu
nedenle her yurttaş serbestçe konuşabilir, yazabilir ve yayınlayabilir, ancak bu özgürlüğün yasada
belirlenen kötüye kullanılması hallerinden sorumlu olur.’ Bkz. Ayferi Göze, Siyasal Düşünceler ve
Yönetimler, (İstanbul: Beta Yayınları, 1986), s. 564-566.
115
Amerikan Anayasasında yapılan ilk değişiklik ifade özgürlüğü ile ilgili olup 1791 de kabul
edilmiştir. Buna göre; ‘Kongre, bir din kuran veya bir dinin gereklerinin serbestçe yerine
getirilmesini yasaklayan, söz ve basın özgürlüğü ile vatandaşların şikayetlerini hükümete
bildirmek için dilekçe verme haklarını ve barışçıl toplantılarını kısıtlayan hiç bir yasa
çıkaramaz.’İlgili madde için bkz. Yaşar Gürbüz, Anayasalar, (İstanbul 1991). ABD Anayasasında
bu madde dışında düşünce ya da onun başka uygulama biçimleri ile ilgili başka bir hüküm
bulunmamaktadır. Buna rağmen en tartışmalı hükümlerden birisi de bu hüküm olmuştur.
116
Henc van Maarseveen and Ger van der Tang, Written Constitutions: a Computerized
Comparative Study, (Dobbs Ferry: Oceana Publications, 1978), s.110.
117
Mark W Janis, Richard S. Kay, Anthony W. Bradley, European Human Rights Law, (Oxford:
Oxford University Press, 2000), s.138. Yaklaşık olarak aynı sayıda ülke anayasasında ifade
özgürlüğü ile ilgili olan , düşünce özgürlüğü, dernek kurma ve toplantı özgürlüğü de garanti altına
alınmıştır.
39
Avustralya Yüksek Mahkemesi son kararlarından birinde, temsili demokrasinin
vazgeçilmez unsurlarından olduğu için, Avusturyalıların ifade özgürlüğüne sahip
olduğu yönünde karar vermiştir. Yazılı bir Anayasası olmayan İngiltere’de de
ifade özgürlüğü uzun bir geçmişe dayanan demokratik bir ilkenin işlemesi ile
ilgili yasama anlayışına ve yargı kararlarına dayanmaktadır 118.
Bütün bu düzenlemelere rağmen ifade özgürlüğü üzerindeki tartışmalar
bütün ülkelerin en temel sorunlarından birini oluşturmaktadır. Örneğin, Kuzey
Kore ve Malavi gibi ifade özgürlüğünün olmadığı ülkelerden, Fas ve Suudi
Arabistan gibi ifade özgürlüğünün çok kısıtlı olduğu ülkelere ve Kanada ve ABD
gibi ifade özgürlüğünün oldukça geniş olduğu ülkelere kadar ifade özgürlüğü
güncelliğini korumaktadır 119.
İkinci Dünya Savaşından bu yana sadece yeni Anayasalar temel insan
hakları ve özgürlüklerini korumakla kalmadı, aynı zamanda insan hakları aşama
aşama uluslararası ilgi odağı haline geldi. Birçok uluslararası siyasi kuruluş,
devletlerin taraf olduğu bildirgeler, sözleşmeler ve şartlar hazırlamışlardır. Bu
türden ilk düzenleme, ikinci Dünya Savaşı’nı takiben Birleşmiş Milletler
tarafından hazırlanan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesidir. Bu bildirge İkinci
Dünya Savaşının gaddarlığına ve demir perde gerisindeki insan hakları
sorunlarına doğrudan cevap niteliğinde idi. Bildirgenin 18. maddesi düşünce,
vicdan ve din özgürlüğünü güvence altına almaktadır. 19. maddesi ise herkesin
ifade özgürlüğü hakkına sahip olduğunu düzenlemektedir.
İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi dışında ifade özgürlüğünü koruma
alanında, dört temel uluslararası belge vardır:
-BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi,
-Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi,
-Amerikan İnsan Hakları Sözleşmesi,
-Afrika İnsan ve Halkların Hakları Sözleşmesi.
Uluslararası beyannameler(bildirgeler) yasal olarak bağlayıcı değil iken,
sözleşmeler bağlayıcıdır. 1976 yılında iki BM sözleşmesi, Uluslararası Medeni ve
Siyasi Haklar Sözleşmesi ve Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar
Sözleşmesi BM üyelerinin çoğunluğunca benimsendi ve böylece İnsan Hakları
118
Trager, Dickersen, Freedom of Expression in the 21 st Century, s.2.
ibid, s.4-5.
119
40
Bildirgesi, taraf olan üye ülkeler üzerinde yasal bağlayıcılık kazandı. Medeni ve
Siyasi Haklar Sözleşmesi ifade özgürlüğünü garanti etmesine rağmen; “ırki nefret
ifadesini” özellikle yasaklar (madde 20) ve başkalarının hakları ve itibarı, ulusal
güvenliğin, kamu düzeninin, kamu sağlığının, ve moral değerlerin gelişimi için
kısıtlamalara imkan tanır (madde 1).
Amerikan İnsan Hakları Sözleşmesi ifade ve basın özgürlüğü konusunda
uzun bir cümle içermekte ve “savaş propagandasının ve kanunsuz şiddeti veya
herhangi birisine karşı benzeri eylemi tahrik eden ulusal, ırki ve dini nefretin
savunusunun” cezalandırılmasını desteklemektedir. Sözleşme çocukların ve
gençlerin ahlakını korumak için aleni eğlencelerin önceden sansüre tabi
tutulabileceğini kabul etmektedir.
İfade özgürlüğünün bu belgelerde düzenleniş biçimi ve bu özgürlüğe
getirilen sınırlamalar birbirlerinden çok farklı olmamakla birlikte her belgeye göre
değişmektedir. Bir kısmı, Amerikan İnsan Hakları Sözleşmesinde olduğu gibi,
ifade özgürlüğüne daha geniş bir koruma sağlamak için bu özgürlükle ilgili
maddeleri detaylı olarak kaleme almakta ve sınırlama sebeplerini titizlikle
belirlemektedirler. Buna karşılık Afrika İnsan ve Halkların Hakları Şartında
sadece ifade özgürlüğünün varlığından bahsedilmekte, bu özgürlüğün ne şekilde
güvence altına alınacağından bahsedilmemektedir.
Yukarıda
belirtilen
uluslararası
deklarasyon
ve
anlaşmalar
ifade
özgürlüğünü koruyan önemli düzenlemeler içermelerinden dolayı öncelikli
inceleme konusu yapılacaktır.
A- BM Sözleşmelerinde İfade Özgürlüğü
1- BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinde İfade Özgürlüğü
İkinci Dünya Savaşını takiben insan hakları aşama aşama gerek BM
tarafından yapılan anlaşmalarla gerek bölgesel kuruluşlar tarafından yapılan
anlaşmalarla uluslararası ilgi odağı haline geldi. İnsan haklarının uluslararası
korunmasının ilk aşaması 19. maddesi ile ifade özgürlüğünü de garanti altına alan
1948 tarihli Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi’dir 120.
Yirminci yüzyılda İnsan Haklarının kazandığı önemi göstermesi
bakımından, 10 Aralık 1948’de New York’ta dünya devletlerinin büyük bir
120
19. maddenin hazırlanma süreci için bakınız, Lauri Hannikainen and Kristian Myntti, ‘Article
19’, s.275-86.
41
çoğunluğu tarafından kabul edilen BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi önemli
bir belgedir 121.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, insan haklarını düzenleyen pek çok yeni
sözleşmenin ortaya çıkmasını sağlamıştır 122. Bu nedenle İnsan Hakları Evrensel
Bildirgesinin insanlık tarihinde yeni bir dönemi başlatan önemli belgelerden biri
olduğu söylenebilir 123. Gerçekten Bildirge’ye, başta İHAS, BM Medeni ve Siyasi
Haklar Sözleşmesi, BM Genel Kurulu, Güvenlik Konseyi kararları olmak üzere
bağlayıcı ve bağlayıcı olmayan bir çok ulusal ve uluslararası metin tarafından
açıkça veya üstü kapalı bir biçimde göndermede bulunulmuştur.
26.6.1945 te San Francisco’da kabul edilen Birleşmiş Milletler Şartı insan
hakları ile ilgili bazı genel hükümler getirmiş olmasına rağmen 124, İfade
özgürlüğünün önemini vurgulayan ilk uluslararası belge İnsan Hakları Evrensel
Bildirgesi olmuştur. Bildirgenin hazırlık aşamasında yapılan tartışmalarda, ifade
özgürlüğünün Birleşmiş Milletler tarafından korunan diğer hakların ve
özgürlüklerin mihenk taşı (touchstone) olduğundan, bu hakka diğer haklar ve
özgürlükler yanında ayrıcalıklı bir yer verilmesi gerektiği açıkça belirtilmiştir 125.
İfade özgürlüğü Bildirgede geniş anlamı ile kabul edilerek çeşitli
maddelerinde düzenlenmiştir. Konumuz ile ilgili olarak ise Evrensel Bildirgenin
ifade özgürlüğünü düzenleyen en temel hükmü 19. maddesidir 126. Burada ifade
özgürlüğü şu şekilde düzenlenmiştir;
“Herkesin görüş sahibi olma ve ifade özgürlüğü hakkı vardır; bu hak,
müdahale olmaksızın bir görüşü sahip olma özgürlüğünü ve herhangi bir iletişim
121
Bildirge, BM Genel Kurulu’nda 10 Aralık 1948’de oylanıp kabul edilmiştir. Oylama sırasında
hiç bir karşı oy çıkmaksızın 48 olumlu ve 8 çekimser oy çıkmıştır. Sovyetler Birliği, Polonya,
Beyaz Rusya, Yugoslavya, Ukrayna, Çekoslovakya, Suudi Arabistan ve Güney Afrika
Cumhuriyeti çekimser oy kullanmışlardır. Türkiye bildirgenin oylanmasında olumlu oy
kullanmıştır. Bildirge, TBMM’de okunarak kabul edilmiş ve Bakanlar Kurulu’nun 6.4.1949 tarih
ve 9119 sayılı kararı ile RG de yayınlanmıştır.
122
Helmons, “İnsan Hakları Alanında Yeni Gelişmeler”, s.155.
123
Turhan, ‘Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Siyasi Parti Kapatma Davaları’, s.130.
124
Madde 1(3) de belirtildiği gibi BM in amaçlarından biri, din, dil, ırk ven cinsiyet ayrımı
gözetmeksizin insan haklarına saygıyı cesaretlendirme ve yükseltmek için uluslararası bir
işbirliğine ulaşmaktır. 55. maddede bunu şu şekilde güçlendirmektedir; ‘Din, dil, ırk ve cinsiyet
ayrımı gözetmeksizin BM insan haklarına saygıyı yükseltecektir. Fakat BM şartı her nasılsa bu
insan haklarının ve temel özgürlüklerinin bir listesini vermediği gibi bu hakların ve özgürlüklerin
bir korunma mekanizmasında oluşturmamıştır.
125
Hannikainen and Myntti, ‘Article 19’, s.276
126
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 19. maddesi, bir kısım oylamalardan sonra İnsan Hakları
Komisyonu tarafından 1948 deki 3. oturumunda 4 e karşı 13 oyla Geneva Konferansında sunulan
metne uygun olarak kabul edilmiştir. İbid, s. 277.
42
aracı ile ve kaynağı ne olursa olsun bilgi ve düşüncenin araştırılması, elde
edilmesi ve yayılması özgürlüğünü de içerir.”
Madde metninden de görüldüğü gibi 19. madde düşüncenin oluşumu
yanında ifade edilmesini de düzenlemektedir. Ayrıca bu düzenlemede ifade
özgürlüğünün
sınırlandırılması
ile
ilgili
her
hangi
özel
bir
hüküm
bulunmamaktadır.
Ancak bildirgenin 29. maddesinin 2.fıkrasında genel bir sınırlama hükmü
bulunmaktadır.
Dolayısı
ile
ifade
özgürlüğü
her
hangi
bir
nedenle
sınırlandırılacağı zaman 29. maddenin bu hükümlerine uygun olmak zorundadır.
Genel sınırlama hükmü 29. maddede şu şekilde düzenlenmiştir;
“Herkes,
haklarının
ve
hürriyetlerinin
kullanılmasında,
sadece,
başkalarının haklarının ve hürriyetlerinin gereğince tanınması ve bunlara saygı
gösterilmesi amacı ile ve ancak demokratik bir toplumda ahlakın, kamu düzeninin
ve genel refahın gereklerini yerine getirmek amacı ile kanunla belirlenmiş
sınırlamalara tabi tutulabilir.”
Bu açık hükme rağmen ifade özgürlüğünün sınırsız olduğu Tanör
tarafından savunulmuştur 127. Tanör’e göre bildirgedeki ifade özgürlüğü sınırsızdır.
Tanör bu iddiasını ileri sürerken bildirgenin hazırlanması sırasındaki belgelerden
yola çıkarak tarihsel yorum yöntemine başvurmaktadır. Ona göre, 29. maddenin
görüşülmesi sırasında SSCB temsilcilerinin düşünce ve ifade özgürlüğünün ulusal
güvenlik nedenine dayanarak faşizm ve saldırganlık propagandası yapmak
amacıyla kullanılması durumunda sınırlandırılması gerektiği yönündeki önerisi,
hükümetlere ifade özgürlüğüne çok tehlikeli müdahaleler yapması için bu muğlak
ifadeyi gerekçe olarak kullanma imkanı vereceği belirtilerek reddedilmiştir.
Tanöre göre bu durum ifade özgürlüğünün sınırlandırılamayacağının kanıtıdır.
Oysa Tanör’ün bu yorumuna rağmen, Bildirgenin 29. maddesinde tüm hak
ve özgürlükleri kapsayan genel sınırlayıcı bir hükme açıkça yer verilmesi dolayısı
ile hazırlık belgelerinden daha önce Bildirgedeki bu bağlayıcı hükmü göz önünde
bulundurmak gerekir. Bu yoruma göre de ifade özgürlüğünün 29. maddedeki
düzenlemeler ile sınırlı olduğu söylenebilir 128.
127
Tanör, Siyasi Düşünce Hürriyeti ve 1961 Türk Anayasası, s. 55-56.
Hakyemez, Militan Demokrasi Anlayışı ve 1982 Anayasası, s.114 ; Mehmet Semih Gemalmaz,
Ulusalüstü İnsan Hakları Hukukunun Genel Teorisine Giriş, (İstanbul: Beta Yayınları, 2001),
s.322.
128
43
2- Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesinde İfade
Özgürlüğü
1948 yılında BM Evrensel Bildirgesinin kabulünden önce İnsan Hakları
Komisyonunun Aralık 1947 de gerçekleştirdiği ikinci toplantısında aslında bir
sözleşme ve bunların uygulama araçlarını içeren bir uluslararası haklar bildirgesi
(bill)
oluşturulmasını
kararlaştırılmıştı.
Evrensel
Bildirgenin
yürürlüğe
girmesinden yaklaşık yirmi yıl sonra bu sözleşmeler kabul edildi. Bu
sözleşmelerin hazırlık aşamasında klasik medeni ve siyasi haklarla, sosyal ve
kültürel hakların aynı sözleşmede mi yoksa farklı sözleşmelerde mi düzenlenmesi
gerektiği konusunda yapılan tartışmalar neticesinde, daha sonra ikiz sözleşmeler
olarak adlandırılacak olan iki ayrı sözleşmede düzenlenmesi kabul edildi. Medeni
ve Siyasi Haklara İlişkin Sözleşme ile Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara
İlişkin Sözleşme BM Genel Kurulunda 16 Aralık 1966 yılında kabul edildi 129.
Birbirini tamamlar nitelikte olan bu sözleşmeler 1976 tarihinde yürürlüğe girmiş
olup, Türkiye tarafından 18 Haziran 2003 tarihinde onaylanmışlardır 130.
Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi BM İnsan Hakları Evrensel
Bildirgesi’nde yer alan medeni ve siyasal hakları kapsamlı bir şekilde ele alarak
yeniden düzenlemektedir. Bildirgeden farklı olarak bu sözleşme ile taraf
devletlerin buradaki hak ve özgürlüklere saygı gösterip göstermediğini denetleyen
bir koruma mekanizması getirilmiştir. Bu nedenle Sözleşmeyi imzalayan devletler
için bu Sözleşme hukuken bağlayıcıdır.
İkiz sözleşmelerden ilki olan Medeni ve Siyasi Haklar İlişkin Sözleşmenin
19.ve 20. maddelerinde birbirini takip eder şekilde ifade özgürlüğünü şu şekilde
düzenlemektedir;
“Herkes, kimse karışmaksızın istediği düşünceyi savunma hakkına
sahiptir.
Herkesin, düşündüklerin anlatım özgürlüğü vardır. Bu hak herksin, hiç bir
sınır tanımaksızın, her çeşit bilgiyi ve fikri, sözlü, yazılı ya da basılı biçimde,
129
Akif Emre Öktem, Uluslararası Hukukta İnanç Özgürlüğü, (Ankara: Liberte Yayınları, 2003),
s.112.
130
Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi ve ona bağlı ek protokol BM Genel Kurulunun 16.12.1966
tarihli ve 2200 A (XXI) sayılı kararı ile kabul edilmiş e imzaya, onaya ve katılmaya açılmıştır.
23.3.1977 de yürürlüğe konan bu sözleşme, Türkiye tarafından 15.8.2000 tarihinde imzalanmış ve
4868 sayılı Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmenin Uygun Bulunduğuna dair
kanun ili onaylanmıştır. (25142 sayılı RG, tarih, 18 Haziran 2003 )
44
sanat eserleri biçiminde ya da kendi seçeceği herhangi bir başka biçimi de
araştırma, edinme ve iletme özgürlüğünü de içine alır.
Bu maddenin ikinci Fırkasında öngörülen hakların kullanılması, özel bazı
görev ve sorumlulukları da beraberinde getirir. Dolayısıyla bazı sınırlamalar da
konulabilir; ancak bu sınırlamaların yasalarda öngörülmüş olan;
Başkalarının
haklarına ve toplumda sahip oldukları şöhrete saygı
bakımından;
Ulusal güvenliğin, kamu düzeninin ya da kamu sağlığı ve ahlakının
korunması bakımından gerekli olması zorunludur.”
Madde metninden de görüldüğü gibi 19. madde ifade özgürlülüğünü
ayrıntılı bir biçimde düzenlemektedir. Sözleşmede ifadenin şekli bakımından
herhangi bir ayırım yapılmamaktadır. İfade sözlü, yazılı, basılı, sembolik,
eylemsel, sanatsal ya da kişinin seçeceği herhangi bir şekilde de açıklanabilir.
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesinin içtihatları ile geliştirdiği bu konu, bu
sözleşmenin metninde düzenlenmiştir.
Maddede dikkat çeken önemli bir noktada ifade özgürlüğünün hangi
nedenler ile sınırlandırılacağının İHAS de olduğu gibi ayrıntılı bir şekilde
gösterilmiş olmasıdır. Buna göre, bu özgürlüğün kullanımının bir takım ödev ve
sorumluluklar yüklediği kabul edilmekte ve arkasından da sınırlama sebepleri
sayılmaktadır. Buna göre ise, ifade özgürlüğü, başkalarının şöhret ve haklarının ve
ulusal güvenlik, kamu düzeni, kamu sağlığı veya ahlakın korunması amacı ile
sınırlandırılabilmektedir. Bu düzenlemeyi İHAS ile karşılaştırdığımızda, Medeni
ve Siyasi Haklar Sözleşmesinin daha korumacı bir düzenleme içerdiğini
söyleyebiliriz. Çünkü, İHAS de sınırlama sebepleri arasında sayılan, toprak
bütünlüğünün korunması, suçun işlenmesinin önlenmesi, gizli haberlerin açığa
vurulması ve yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması sebepleri bu
sözleşmede yer almamaktadır.
Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesinin ifade özgürlüğü ile ilgili diğer bir
hükmü de, her türlü ayrımcılığı yasaklayan 20. maddesidir. Buna göre;
“1-Her türlü savaş propagandası yasayla yasaklanır.
2-Ayrımcılığa, düşmanlığa ve şiddete yol açın ulus, ırk ya da din karşıtlığı
yasayla yasaklanır.”
Bu sözleşmenin diğer sözleşmelerden ayrılan bir diğer özelliği, açıkça
45
ayrımcılığa, düşmanlığa ya da vahşete kışkırkan dini, milli ve ırkçı açıklamaların
va savaş propagandasının Sözleşmenin 20. maddesi ile yasaklanmış olmasıdır.
Oysa İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nde bu konuda her hangi bir açıklama
bulunmamaktadır.
B- Bölgesel Sözleşmelerde İfade Özgürlüğü
İnsan hakları, Birleşmiş Milletler tarafından uluslararası ölçekte yürütülen
kurumsallaştırılma sürecinin yanı sıra, bölgesel seviyede de benzer bir gelişim
süreci içinde belirginleşmiştir. 20. yüzyılın ikinci yarısında insan hakları
anlayışının yeniden doğuşu olarak nitelendirilebilecek olan bu süreç, bölgesel
seviyede gerçekleşen bu gelişmelere sıkı sıkıya bağlı olduğu söylenebilir 131.
Aynı coğrafi bölgede yaşayan bireyler ve uluslararasında yakın
dayanışmaya dayalı toplumsal ilişkiler etmeni, bölgesel insan hakları kurumlarını
oluşturmanın
temelini
ve
bu
kurumların
işlerliğinin
dinamiğini
oluşturmuşlardır 132.
İnsan haklarının bölgesel düzeyde korunması yönünde İnsan Hakları
Avrupa Sözleşmesinden sonra en önemli bölgesel sözleşmeler Amerikan İnsan
Hakları Sözleşmesi ile Afrikan İnsan ve Halkların Hakları Şartıdır.
Bölgesel düzeyde, ifade özgürlüğü hakkı 1969 tarihli Amerikan İnsan
Hakları Sözleşmesinin 13. ve 14. maddelerinde düzenlenmiştir 133. Maddeyi
incelediğimiz zaman görürüz ki açıkçası Amerikan Sözleşmesinin 13. maddesi
herhangi bir anlaşmadan daha detaylı bir
şekilde ifade özgürlüğünü
düzenlemektedir. İfade özgürlüğünü düzenleyen bir diğer önemli bölgesel
sözleşme, Afrika da 1981 yılında yürürlüğe giren Afrika İnsan ve Halkların
Hakları Şartıdır. Sözleşmenin, 9. maddesi bilgi alma ve düşünceyi açıklama
özgürlüğünü korumaktadır 134. Bu sözleşmelerin ifade özgürlüğünü nasıl
düzenlediğine kısaca bakmak, asıl konumuz olan İnsan Hakları Avrupa
Sözleşmesinde ifade özgürlüğü ile karşılaştırma yapmak bakımından yerinde
131
Weston H. Burns, ‘Human Rights’, Human Rights Quarterly, vol. 6, No.3, August 1984, s.257283.
132
Gemalmaz, Ulusalüstü İnsan Hakları Hukukunun Genel Teorisine Giriş, s.359.
133
İnsan Haklarının Amerikan İnsan Hakları Sözleşmesinde Korunması ile ilgili olarak, bkz,
Davidson Scott, The Inter - American Human Rights System, (Dartmouth 1997) ; Harris D.J and
Stephen Livingstone (ed), The Inter – American System of Human Rights, (Oxford: Clerandon Pres
1998).
134
Claude E Welch, ‘The African Charter and Freedom of Expression in Africa’, Buffalo Human
Rights Law Review, 1998, s.104 ; Oji U. Umozurike, The African Charter on Human and People’s
Rights, (Boston: Martinus Nijhoff Publishers, 1997).
46
olacaktır.
1- Amerikan İnsan Hakları Sözleşmesinde İfade Özgürlüğü
İfade özgürlüğü ile ilgili önemli hükümler içeren bir diğer uluslararası
belge, Amerikan İnsan Hakları ve Ödevler Bildirgesi ile 18.7.1978 tarihinde
yürürlüğe giren Amerikan İnsan Hakları Sözleşmesidir 135.
Amerikan Devletler Örgütü 1969 yılında Amerikan Sözleşmesini kabul
etmiş olup sözleşme 18.7.1978 yılında yürürlüğe girmiştir. Bu sözleşme ikinci
bölümünde medeni ve siyasi hakları, üçüncü bölümünde ise ekonomik sosyal ve
kültürel hakları düzenlemektedir. Amerikan sözleşmesinin şekli Avrupa
Sözleşmesine benzerdir. Bu sözleşme ilk 25 maddesinde 13. ve 14.maddelerinde
ifade özgürlüğünün düzenlendiği sivil ve politik hakların detaylı bir listesini
içerir 136.
Amerikan sisteminde düşünce ve ifade özgürlüğü Amerikan İnsan Hakları
ve Ödevler Bildirgesinin IV. Maddesinde ve Amerikan İnsan Hakları
Sözleşmesinin 13. ve 14. maddelerinde güvence altına alınmıştır.
1978 yılında 21 üye devlet tarafından onaylanarak yürürlüğe giren
Amerikan İnsan Hakları Sözleşmesi, içine ekonomik ve sosyal hakları da alan
geniş bir alan da insan haklarını düzenlemiştir. Sözleşmenin 13. maddesinde ise
düşünce ve ifade özgürlüğü diğer sözleşmelerden daha detaylı bir şekilde yer
almıştır 137. Bu düzenlemeye göre;
“1- Herkesin düşüncece ve ifade özgürlüğü hakkı vardır. Bu hak, sınırlar
dikkate alınmaksızın, sözlü, yazılı ya da basılı olarak, yahut sanatsal formda ya
da bir kimsenin kendi seçeceği herhangi bir başka yolla, her türlü bilginin ve
düşüncenin araştırılması, alınması ve yayılması özgürlüğünü de içerir.
135
Amerika İnsan Hakları Sözleşmesi Amerika kıtasının batı yarım küresinde yer alan ülkeler
tarafından onaylanmıştır. Bu ülkeler şunlardır; Arjantin, Barbados, Bolivya, Brezilya, Kolombiya,
Kosta Rica, Dominik , Şili, Dominik Cumhuriyeti, Ekvator, El Salvador, Grenada, Guatemala,
Haiti, Honduras, Jamaika, Meksika, Nikaragua, Panama, Paraguay, Peru, Suriname, Uruguay, ve
Venezuela, Claudio Grossman, “Freedom of Expression in the Inter American System for the
Protection of Human Rights”, ILSA Journal of International and Comparative Law, Summer
2001, s.625 ; Cloudia Grossman, “Strengthening the Inter-American Human Rights System: The
Current Debate”, American Society of International Law Proceedings, s. 186, (1998).
136
Dinah Shelton L, “Improving Human Rights Protections: Recommendations for Enhancing the
Effectiveness of the Inter-American Commission and Inter-American Court of Human Rights”, 3
American University Journal of International Law and Policy, s. 323 (1988); Irum Tagi,
“Adjudicating Disappearance Cases in Turkey: An Argument for Adopting the Inter-American
Court of Human Rights”, Fordham International Law Journal, March, 2001, s.953 -954.
137
Elizabeth F Defeis; “Freedom of Speech and International Norm: A Response to Hate Speech’”
Stanford Journal of International Law, 1992, s. 107.
47
2- Üstteki paragrafta düzenlenen bu hakkın kullanımı önceden sansüre
tabi tutulamayacaktır ancak aşağıdaki hususları temin için gerekli olduğu kadarı
ile açıkça yasayla düzenlenmiş olarak müteakip sorumluluklara bağlı kılınacaktır:
a-Başkalarının haklarına ya da şöhretine saygı gösterilmesi; ya da
b-Ulusal güvenliğin, kamu düzeninin ya da genel sağlık ya da ahlakın
korunması.
3-İfade hakkı, basılı haberler, radyo yayın frekansları, yahut bilginin
dağıtılmasında kullanılan araçlar üzerinde, ya da düşüncelerin ve görüşlerin
iletilmesini ve dolaşımını engellemeye yol açacak diğer herhangi bir yolla
hükümetin ya da özel kesimin denetiminin kötüye kullanılması halleri gibi, dolaylı
yöntemler ya da yollar ile kayıtlanamaz.
4- Yukarıdaki 2 fıkra hükümlerini dikkate almaksızın, kamusal eğlenceler
(public entertainment), çocuklar ve gençlerin ahlaki açıdan korunması amacı ile
sadece bunlara ulaşılması hususunu düzenlemek üzere, yasayla getirilecek bir ön
sansüre tabi tutulabilir.
5- Her türlü savaş propagandası ve hukuka aykırı şiddeti kışkırtan ulusal,
ırksal ya da dinsel nefret savunması ya da ırk, renk, din, dil ya da ulusal köken
dahil herhangi bir temelde herhangi bir kişiye ya da kişiler grubuna karşı
herhangi bir başka benzeri yasadışı eylem, yasa ile cezalandırılabilir suçlar
olarak değerlendirilecektir.”
Yukarıda da görüldüğü gibi 13. madde ifade özgürlüğünü ayrıntılı bir
şekilde düzenlemektedir. 13. maddenin birinci fıkrasına göre, düşünce açıklaması
sözlü, yazılı, basılı veya sanat eseri biçiminde olabileceği gibi kişinin seçtiği bir
diğer biçimde de olabilir. 13. madde bu bakımdan herhangi bir sınırlamada
getirmiş değildir. Kişinin seçeceği her türlü ifade biçimi sözleşmenin
korumasından yararlanacaktır. İfade özgürlüğü sadece düşünce açıklama
özgürlüğünü değil aynı zamanda her türlü fikre ulaşma ve bilgi edinme hakkını da
içermektedir.
Amerikan İnsan Hakları Sözleşmesinin ifade özgürlüğü ile ilgili bir diğer
maddesi cevap hakkını düzenleyen 14. maddedir. Buna göre,
“1- Yasal olarak düzenlenen medya iletişim yoluyla doğru olmayan ya da
suçlayıcı ifadelerin yahut düşüncelerin kamuya genel olarak duyurulmasından
ötürü zarar gören herhangi bir kimsenin, yasa tarafından öngörülecek koşullar
48
altında, aynı iletişim yolunu kullanarak yanıt verme yahut düzeltme hakkı vardır.
2- Düzeltme ya da yanıt hiçbir biçimde ilgilinin maruz bırakılabileceği
diğer yasal sorumluluklardan vazgeçme olmayacaktır.
3- Şeref ve şöhretin etkili biçimde korunabilmesi için her bir yayıncı ve her
bir gazete, film, radyo ve televizyon şirketi, dokunulmazlık ya da özel ayrıcalık ile
koruma altında olmayan sorumlu bir kişiyi belirleyecektir.”
Diğer sözleşmelerde düzenlenmemiş olan cevap hakkının bu sözleşmede
düzenlenmiş olması dikkat çekicidir. Her ne kadar diğer sözleşmeler ifade
özgürlüğünün başkalarının haklarının ve şereflerinin korunması amacı ile
sınırlanabileceğini düzenlemiş olmalarına rağmen, bu tür hak ihlalinin kitle
iletişim araçları ile yapılması halinde bu hakkın kullanımından zarar görenlerin
başvurabileceği en etkin yollardan biri olan cevap ve düzeltme hakkının
düzenlenmiş olması diğer sözleşmelere karşın daha ileri bir adım olduğu
söylenebilir 138.
14. maddenin son fırkasında cevap ve düzeltme hakkının etkin bir biçimde
kullanılabilmesi için kanunen sorumlu kişilerin gösterilmesi zorunluluğunu da
getirmiştir. Bu düzenleme ile sözleşme kitle iletişim kuruluşu tarafından düzeltme
ve cevap hakkının hiç ya da gereği gibi yerine getirilmemesi durumunda
sorumluluğu yüklenecek dokunulmazlığı ve ayrıcalığı olmayan bir kişinin
bulunması gerekmektedir. Ancak sorumluluğu yüklenecek bu kişinin yayın organı
ile
herhangi
bir
ilişkisinin
olması
gerekmemektedir.
Madde
sadece
cezalandırılabilir bir kişinin varlığını gerekli görmekte ama bu kişinin yayın
faaliyeti ile ilgisinin bulunmasını gerektirmemektedir. Bu hakkın yerine
getirilmemesi durumunda sorumlu kişinin gösterileceğinin belirtilmesi ne kadar
önemli ve yerinde bir düzenleme ise de, bu kişinin herhangi bir kişi olması da o
kadar eksik bir düzenlemedir. Oysa bu kişinin herhangi bir kimse olmaması
gerekirdi 139.
Sözleşmenin ifade özgürlüğünü düzenleyen hükmünün tahlilinde şu
sonuçları çıkarmamız mümkündür. Öncelikle, Sözleşmenin 13. maddebinin ikinci
fıkrası ifade özgürlüğünün ön sansüre tabi tutulamayacağını belirtmektedir.
Bunun tek istisnası ise ilk kez bir uluslararası belgede düzenlenen kamusal
138
Yamaner, Uluslararası Hukukta
Sınırlandırılması Sorunu, s.50.
139
ibid, s.51.
Düşünceyi
Açıklama
ve
Yayma
Özgürlüğünün
49
eğlencelerin (public entertainment) çocukların ve gençlerin ahlakının korunması
amacı ile sansüre tabi tutulabilmesidir. Bu düzenlemeye göre; ‘Kamusal
eğlenceler, çocukların ve gençlerin ahlaki açıdan korunması amacı ile, sadece
bunlara ulaşılması hususunu düzenlemek üzere, yasayla getirilecek bir ön sansüre
tabi tutulabilir.’ Ön sansür karşısındaki bu yasaklama yanıt hakkını düzenleyen
14. maddenin hükümlerinde de güçlendirilmiştir.
İkinci olarak, Sözleşmenin 13. maddesinin ikinci fıkrasındaki ön sansürün
yasaklanmış olmasına rağmen, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin 10.
maddesindeki düzenlemeye benzer bir yapıda sınırlama hükmü getirilmiştir 140.
Buna göre, ifade özgürlüğünün sınırlandırılabilmesi için şu şartları taşıması
gerekmektedir;
a)başkalarının haklarına ya da şöhretine saygı gösterilmesi,
b) Ulusal güvenliğin, kamu düzeninin ya da genel sağlık ya da genel
ahlakın korunmasının temini için gerekli olduğu kadarı ile ve açıkça kanunla
düzenlenmiş olmak şartı ile müteakip sorumluluklara kılınabilecektir.
İki sözleşme arasındaki bu benzerliğe rağmen Amerikan sözleşmesinin
sınırlama konusunda İnsan Hakları AvrupaSözleşmesinden daha ileri olduğu
söylenebilir. Amerikan sözleşmesi sınırlama konusunda ek olarak, Uluslararası
Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesinin 20. maddesinin metnini aynen alır ve
ifade özgürlüğü başlığı altında, maddenin 5. fıkrasına koyar. Buna göre herhangi
bir savaş propagandası ya da vahşet, düşmanlık, ayrımcılık içeren ırkçı, dini ya da
milliyetçi nefretin savunması kanunla yasaklanmaktadır. Bu düzenleme ile savaş
propagandası kesin olarak yasaklanmıştır. Ancak ayrımcılık propagandasının
yasaklanması için bir kısım şartlar taşıması gerekmektedir. Buna göre, ırk, renk,
dil, din ve milliyet gibi nedenlerle kişi ya da kişi gruplarını hedef alan nefret
propagandalarının cezalandırılabilmesi için bunların hukuk dışı şiddete veya
benzeri eylemlerle tahrik niteliğinde olması gerekmektedir. Burada dikkat çeken
nokta, ayrımcılığa dayanan nefret propagandasının yasaklanmamış olmasıdır.
Yasadışı şiddet ya da benzeri eylemlere tahrik niteliğinde olmayan nefret
propagandası yapmak bu sözleşme kapsamında cezalandırılabilir hareketler
değildir. Bu tür propagandanın yasaklanabilmesi için şiddet eylemine tahrik
140
Defeis; “Freedom of Speech and International Norm: A Response to Hate Speech”, s. 108.
50
niteliğinde bulunmaları gerekmektedir 141. Maddenin bu düzenlemesi ile BM
Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesinin 20. maddesinden ayrılmaktadır
Son olarak, Amerikan İnsan Hakları Sözleşmesinin 14. maddesinde cevap
hakkının açıkça garanti altına alınmış olmasıdır. Oysa cevap hakkı ile ilgili
herhangi
bir
hüküm
Avrupa
Sözleşmesi
dahil
diğer
Sözleşmelerde
bulunmamaktadır.
2- Afrikan İnsan ve Halkların Hakları Şartında İfade Özgürlüğü
İfade özgürlüğü ile ilgili önemli hükümler içeren bir diğer uluslararası
belge de 9. maddesinde bilgi alma ve ifade özgürlüğünü düzenleyen Afrika İnsan
ve Halkların Hakları Şartıdır.
Afrika Şartı, Afrika’da meydana gelen insan hakları ihlallerinin gölgesi
altında Afrika Birliği Örgütü (ABÖ) ( Organization for Afrikan Unity) tarafından
hazırlanmıştır. Varolan en geniş bölgesel İnsan Hakları Sözleşmesini yapacak
şekilde toplam elli ABÖ üyesi devletin otuz beşi tarafından onaylanmıştır. Avrupa
ve Amerika örneğinde olduğu gibi, Afrika’da insan ve halkların haklarını
geliştirmek, ve bunların korunmasını temin etmek için bir Komisyon kurulmuştur
(madde 30). Komisyon, kişisel sıfatları ile hizmet görecek üstün ahlaki nitelikleri,
dürüstlük, tarafsızlık, insan ve hakların hakları konusundaki yetkinlikleri ile
bilinen, bilhassa hukuk alanında deneyimli kişiler dikkate alınarak, isim yapmış
Afrikalı şahsiyetler arasından seçilen on bir üyeden oluşur (madde 31/1,2).
Avrupa ve Amerika da bulunan emsallerinin tersine bölgesel bir insan hakları
mahkemesi kurmamıştır. Afrikan Şartı temel hükümleri, uluslararası insan hakları
örgütleri tarafından oluşturulan insan hakları belgeleri ile tarihsel Afrika
geleneklerinin ve Afrika uygarlığı değerlerinin birleşiminden oluşmuştur 142.
Afrikan Şartının 27. maddesinde bu Şart da düzenlenen temel hak ve
özgürlükler için genel bir sınırlama hükmü düzenlenmiştir. Buna göre;
1-Her bireyin ailesine ve topluma, devlete ve yasal olarak tanınan diğer
topluluklara ve uluslararası topluma yönelik olarak ödevleri olacaktır.
2-Her bir bireyin hakları ve özgürlükleri, başkalarının hakları , kollektif
141
Yamaner, Uluslararası Hukukta Düşünceyi Açıklama ve Yayma Özgürlüğünün
Sınırlandırılması Sorunu, s.48.
142
Defeis; “Freedom of Speech and International Norm: A Response to Hate Speech”, s.115 ;Theo
Van Boven, “The Relations BetweenPeoples’ Rights and Human Rights in the African Charter”,
Human Rights Law Journal, 1986, s. 183-185.
51
güvenlik, ahlak ve ortak çıkarlar gereğince dikkate alınarak kullanılacaktır.
Afrikan şartı yukarıdaki düzenlemelerden dolayı bireylerin sahip oldukları
temel haklar ile Afrikan birliğini, kültürünü ve değerlerini güçlendirecek ve
yükseltecek sosyal değerler arasında karşılıklı bir ilişki olduğunun farkına vardı.
Böylece Şart ile Afrikan gelenekleri arasındaki uyum, Afrikan Şartında
düzenlenen hakların sınırlandırılabilmesine izin verildi 143. Bu açıklamalar ışığında
Afrikan
şartında
düzenlenmemiştir
144
ifade
özgürlüğü
hakkı
mutlak
bir
hak
olarak
.
Afrikan Şartının 9. maddesinde ifade özgürlüğü şu şekilde düzenlenmiştir;
1- Her birey bilgi edinme hakkına sahip olacaktır.
2-Her birey görüşlerini, hukuk çerçevesi içinde ifade etmek ve yaymak
hakkına sahip olacaktır.
İkinci fıkrada geçen “hukuk çerçevesi” kavramından, ifade özgürlüğü
üzerine yasal sınırlamalar getirilebileceğini ya da Afrika kültürünün ve Afrika
değerlerinin güçlendirilmesi için ya da devlet güvenliği gibi daha ileri kavramlarla
sınırlama getirilebileceği sonucunu çıkarabiliriz 145. Bu açıklamaya göre ifade
özgürlüğüne getirilecek sınırlamanın sınırı ile ilgili tek hüküm sınırlamanın yasal
ve düzenleyici işlemlerle yapılmasıdır. Dolayısı ile yasama organı ve hata
yürütme organı usulüne uygun olarak yaptığı tasarruflarla ifade özgürlüğünü
istedikleri gibi sınırlayabileceklerdir. Oysa sözleşmenin vicdan özgürlüğünü
düzenleyen 8. maddesinin bu hakkın kamu düzeni amacı ile, özgür toplanma
hakkını düzenleyen 11. maddesinin ulusal güvenlik, başkasının güvenliği, sağlık ,
ahlak
veya kişi hakları ve özgürlükleri sebebi ile sınırlandırılabileceğini
düzenlemiştir.
Ayrıca İHAS de olduğu gibi sınırlandırmanın sınırı ile sınırlandırmanın
demokratik toplum için gerekli olması ve belli bir meşru amaç gütmesi gibi bir
şart da aramamaktadır. Bu durum ise taraf devletlere ifade özgürlüğünü sınırlama
konusunda geniş bir takdir yetkisi verdiğinin işaretidir ki taraf devletler istedikleri
amaçlarla ifade özgürlüğünü sınırlandırabileceklerdir.
Nitekim Çeşitli Afrika devletleri tarafından ifade özgürlüğünün ulusal
güvenlik amacı ile sınırlandırıldığını görürüz. Bazı bilim adamları, bağımsızlığını
143
ibid, s.117.
ibid, s. 117.
145
ibid, s.118.
144
52
yeni kazanmış milletlerin kendi kamu kurumlarını geliştirebilmeleri, istikrara ve
birliğe ulaşabilmeleri ve kamu güvenliğini temin edebilmeleri için ifade
özgürlüğü üzerindeki bir
kısım sınırlamaların gerekli olduğunu ileri
sürmektedirler. Bunlar hükümet kurumlarının (governmental institutions) ve
politikalarının eleştirilmesinin minimize edilmesi gerektiğini savunmaktadırlar.
Çünkü, inceleyici (investigative) ya da eleştirel (critical) gazetecilik her an patlak
verebilen, örneğin kabileler arası çatışmalar gibi, reaksiyonları provake
edebilir 146.
Bundan
dolayı
da
gelişmekte
olan
bazı
ülkeler
hükümet
programlarının eleştirilmesine yönelik olarak yapılan uygunsuz haberlere engel
olunması ya da hükümet programlarına yapılan eleştirilerin ortadan kaldırılması
için basını sınırlamaktadırlar 147. Afrika milletlerince hazırlanan yeni anayasaların
çoğu İnsan Hakları Evrensel Bildirgesine uygun olmasına rağmen 148, ifade
özgürlüğünün kullanılması Afrikan Şartında yer alan ‘hukuk çerçevesinde’
kavramındakine benzer bir sınırlama ifadesine konu olabilmektedir 149.
IV-İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinde İfade
Özgürlüğü
A-Genel Olarak İnsan Hakları Avrupa Sistemi
1948 yılında İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin yürürlüğe girmesinden
hemen sonra, Avrupa Konseyine üye devletler tarafından tam adı ile İnsan
Haklarını ve Temel Hürriyetleri Korumaya Dair Avrupa Sözleşmesi hazırlandı.
Bu Sözleşme, İkinci Dünya Savaşı sırasında Naziler tarafından gerçekleştirilen
insan hakları ihlallerinin acı hatırası altında hazırlanmıştır. İnsan hakları
ihlallerinin bir daha yaşanmaması arzusu Sözleşmenin hazırlanmasının en önemli
dinamiği olmuştur. Sözleşme ile İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinde düzenlenen
146
Jeffrey Anthea, “Free Speech and Press: An Absolute Right”, Human Rights Quarterly, (1986),
s. 212.
147
İbid, s. 213.
148
örneğin, 1970 tarihli Somali Anayasasının 19. maddesinde Demokratik Cumhuriyetin Evrensel
İnsan Hakları Belgesi ile Uyumlu olacağı belirtilmektedir. İçinde Ruvada, Madagaskar, Mali,
Nijerya, Algerinın yer aldığıdiğer pek çok ülkenin anayasası Evrensel bildiriyi onayladıklarını ve
katıldıklarını belirtmektedir., The United Nations and Human Rights, 27, U.N. Sales No.
E.78.I.18 (1978).
149
Defeis; “Freedom of Speech and International Norm: A Response to Hate Speech”, s.118.
örneğin Senegal Anayasasının 8. maddesi hekesin ifade özgürlüğü hakkına sahip olmasına kanun
ve düzenlemelerle sınırlama getirileceğini belirtemktedir.
53
haklara hukuki bir koruma sistemi getirilmiştir 150.
1949 - 1950 yılları arasında hazırlanan Avrupa Sözleşmesi 4 Kasım 1950
yılında Roma da imzalandı ve 1953 yılında yürürlüğe girdi. Uluslararası hukukta
o güne kadar var olan ve bu günde tartışmasız kabul edilen insan haklarının
korunması konusunda dünyanın en başarılı sistemini kurmuş olan Avrupa
Sözleşmesi 23 Avrupa Konseyi üye devlet tarafından imzalanmıştır 151. Bu
sözleşme İnsan Hakları Avrupa Komisyonu ve İnsan Hakları Avrupa
Mahkemesi’nin yorumları ile gelişmiş ve günümüze gelmiştir. Bu organların
içtihatları sözleşmeye hem içerik kazandırmış hem de yaşam vermiştir.
Günümüzde Mahkemenin “hukuk devleti” ve “demokratik toplum” görüşlerini
benimseyip yaşama geçirmeden demokratik bir hukuk devleti olmak mümkün
değildir 152.
İkinci Dünya Savaşından sonra Avrupa Konseyi demokrasiyi geliştirmek
ve Avrupa birliğini sağlamlaştırmak için Avrupa Sözleşmesini hazırlamıştır.
Sözleşmenin 2. ile 18. maddeleri arasında taraf devletler tarafından güvence altına
alınacak temel haklar ve hürriyetler düzenlenmiştir. Avrupa Sözleşmesi bu
maddeler arasında Evrensel Bildirgede bulunan benzer hakların çoğunu güvence
altına almıştır. Örneğin, yaşama hakkı, işkence yasağı, kölelik ve zorla çalıştırma
yasağı, düşünce, vicdan ve din özgürlüğü ve ifade özgürlüğü gibi.
Avrupa Konseyi’ne üye ülkeler arasında insan haklarını güvence altına
almayı amaçlayan İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin diğer uluslararası insan
hakları Sözleşmelerinden en önemli farkı etkin bir hukuksal koruma sistemi
getirmiş olmasıdır. Yürürlüğe girdikten sonra oldukça sık adından söz ettiren ve
verdiği kararlarla üye ülkelerdeki hukuk çevrelerinde geniş yankı uyandıran İHAS
ve koruma mekanizması oldukça geniş bir inceleme konusu olabilir. Ancak bu
çalışmada, Sözleşmenin 10. maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen ifade
özgürlüğünün sınırı incelenecektir.
Avrupa Sözleşmesi bu hakları güvence altına almak için İnsan Hakları
Avrupa Komisyonu 153 ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi 154 kurmuştu. 11.
150
Tagi, “Adjudicating Disappearance Cases in Turkey: An Argument for Adopting the InterAmerican Court of Human Rights”, s . 954.
151
ibid, s. 954.
152
Mehmet Turhan, ‘Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Siyasi Parti Kapatma Davaları’, s.131.
153
Madde 19 (1) bundan sonra Komisyon olarak belirtilecektir.
154
Madde 19 (2) bunden sonra Mahkeme olarak belirtilecektir.
54
Protokolün yürürlüğe girmesi ile bu yapıda önemli değişiklikler meydana
gelmiştir 155. İfade özgürlüğü ile ilgili davaların büyük bir kısmı bu iki organın da
var olduğu eski sistem döneminde incelenmiş ve bu özgürlükle ilgili temel ilkeler
bu iki organ tarafından ortaya konulmuştur.
1- 11. Protokol Değişikliği
İnsan Hakları Avrupa sistemi 11. Protokol yürürlüğe girmeden önce üç
organdan oluşmakta idi 156. 1 Kasım 1998 tarihinde yürürlüğe giren 11 nolu
Protokol 157 ile Sözleşmenin koruma sisteminde köklü değişiklikler yapılmış,
Avrupa İnsan Hakları Komisyonu ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yerlerini
daha önceki fonksiyonlarının karışımını yerine getirecek şekilde, tam zamanlı
çalışan tek bir İnsan Hakları Avrupa Mahkemesine bırakmıştır 158.
11 no’lu Protokol bireysel başvuru konusunda önemli yenilikler
getirmiştir. Bu yeniliklerden ilki bireysel başvuru hakkının tıpkı devlet başvurusu
gibi zorunlu hale getirilmesidir (madde 34). Oysa 11 no’lu Protokolden önce bu
yol seçimlik bir hüküm olarak öngörülmüştü. Bireysel başvuru hakkının tanınması
Sözleşmeci devletlerin ayrı bir kabul beyanına bağlı idi ve bu hak süre ile
sınırlandırılabiliyordu. Diğer bir anlatımla Sözleşmeye göre bireylere bireysel
başvuru hakkının tanınması sözleşmeci devletlerin inisiyatifine bırakılmıştı. 11
no’lu Protokolle Sözleşmede yapılan bu değişiklikle artık bireylere doğrudan
doğruya İnsan Hakları Avrupa Mahkemesine başvurma imkanı tanınmıştır.
Başvurucu ile aleyhine başvuru yapılan devlet arasındaki uyuşmazlık iç hukuktan
uluslararası alana taşınmakta ve böylece birey, devletler yanında uluslararası
hukukun sujesi haline gelmiş olmaktadır 159.
Eski sistem Komisyonun kurulduğu 1954 yılından beri görev görmekte idi.
Genel olarak da bir kısım olumsuzluklara rağmen eski sistemin görevini yerine
getirdiği ve hakları etkili bir biçimde koruduğu kabul edilmektedir. Gerçekten
155
Tagi, “Adjudicating Disappearance Cases in Turkey: An Argument for Adopting the InterAmerican Court of Human Rights”, s.950.
156
Francis G Jacobs, The European Convention on Human Rights, (Oxford: Clarendon Pres,
1996).
157
Nicola Rowe, “The Protection of Human Rights in Europe after the Eleventh Protocol to the
ECHR”, European Law Review, (1998) ; Alastair R. Mowbray, “The Composition and Operation
of the new European Court of Human Rights”, Public Law, (1999) .
158
Tagi, “Adjudicating Disappearance Cases in Turkey: An Argument for Adopting the InterAmerican Court of Human Rights”, s.950.
159
Feyyaz Gölcüklü ve Şeref Gözübüyük, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Uygulaması,
(Ankara: Turhan Kitabevi, 2002), s.33.
55
aleyhine başvurulan devletler, Strazburg organlarının kararlarına uymada hassas
davranmışlar ve gerektiğinde iç hukuklarını buna uygun olarak değiştirmişlerdir.
Mahkemelerde insan hakları ile ilgili bir olayla karşılaştıklarında Starzburg
organlarının kararlarını, karar verme aşamasında kullanmışlardır.
Eski sistemin bu başarısına rağmen, bir kısım sorunlar ortaya çıkmış ve
reform yapma ihtiyacı hissedilmiştir. Genel olarak reform ihtiyacının şu
sebeplerden ortaya çıktığını söyleyebiliriz;
İlk sebep, üç organdan oluşan eski sistemin karmaşık bir yapı içinde
masraflı oluşu ve çok zaman gerektirmesi idi. Eski sistemin büyüklüğü ve
organların birlikte çalışma zorunluluğu bir çok olumsuzlukları beraberinde
getiriyordu. Bu durum ise sistemi hantallaştırıyor, gereksiz masraflara yol açıyor
ve yetkilerdeki çatışma sebebiyle özellikle Komisyon ve Mahkemenin kararları
arasında birbirine aykırılıklar doğma riskini artırıyordu.
İkinci sebep, eski sistemin tamamen yargısal nitelikte bir denetim
mekanizması öngörmemiş olması idi. İHAM tam anlamda bir uluslararası
mahkeme gibi işlem görmesine rağmen, Komisyonun ve Bakanlar Komitesinin
aynı görevi gördüğünü söylemek mümkün değildi.
Üçüncü sebep ise, Orta ve Doğu Avrupa devletlerinin Avrupa Konseyine
katılması ile birlikte denetim organlarının iş yükünün artmış olmasıdır. Doğu
Bloku ülkelerinin Sözleşmeyi imzalamasıyla birlikte üye sayısı önce otuzlara daha
sonra kırklara çıkmıştır. Sözleşmedeki denetim mekanizması daha az bir üye sayısı
için tasarlanmışken bu sayının 1953 yılındaki üye sayısının yaklaşık üç katına
çıkması gerek coğrafi gerek siyasi sebeplerle yeni problemleri beraberinde
getirmiştir. Böylesine büyük coğrafi genişleme, üye sayısının aşırı şişmesinin
yanında masrafların patlamasına da yol açmıştır. Sözleşmeye üye sayısındaki bu
artış doğal olarak yargılama sisteminin iş yükünü de aşırı oranda artırmıştır.
Komisyona, 1981 yılında 404 başvuru kaydedilirken, bu sayı, 1997’de 4750’ye
yükselmişti. Aynı durum Mahkeme açısından da geçerliydi. 1981 yılında
Mahkemenin çıkardığı karar sayısı 7 iken, 1997’de bu sayı 119’a ulaşmıştır. Oysa
denetim mekanizması böyle bir iş yoğunluğuna cevap verecek şekilde
hazırlanmamıştı. Bu durum ise bir davanın yaklaşık 5-6 yılda sonuçlanmasına
sebep oluyordu. İnsan Hakları Mahkemesi davalar uzun sürdüğü için taraf
56
devletleri adil yargılanmadan dolayı mahkum ederken aynı paradoksa kendisi de
düşmekte idi.
Mahkemedeki iş yükünün bu oranda artması Sözleşmeye yeni ülkelerin
taraf olmasının yanında bazı özel sebeplere de bağlanabilir. Şöyle ki, Sözleşme
başlangıç yıllarında vatandaşlar tarafından çok az biliniyordu ve taraf devletlerden
ancak bir kısmı bireysel başvuru hakkını tanımıştı. Özellikle Mahkeme ilk yıllarda
çok az çalışıyor ve açıkça sembolik olan böyle bir kurumun anlamının olup
olmadığı sorgulanıyordu. Ancak Sözleşme organlarının insan haklarını korumadaki
başarısı zamanla bu tabloyu değiştirmiş, Sözleşmenin tanınma düzeyi artmıştı.
Buna paralel olarak ta hukuki gücü ve saygınlığı artmıştı. Bu durum ise başvuru
akınını daha çok artırmıştır. Zaman içinde başvuru akını, eski mekanizma
açısından oldukça zor önlenebilecek bir hale gelmişti. Bu durum karşısındaysa
Sözleşmenin kendi başarısının kurbanı olduğu, başarılı olma karakteri yanında
kendi başarısı ile boğulmayla tehdit edildiği söylenmiştir 160.
Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı Mahkemenin verimliliğini artırmak
için ciddi reformlar yapma ihtiyacı hissedilmişti. Bu hem çeşitli kurumsal
zayıflıkları ortadan kaldırmak hem de Sözleşmenin yürürlüğe girmesinden sonra
ortaya çıkan çeşitli fiili değişikliklere karşı çeşitli tedbirleri almak bakımından
gerekliydi. Nitekim 1 Kasım 1998 tarihinde yürürlüğe giren 11 no’lu protokol ile
Sözleşmenin
koruma
sisteminde
köklü
değişiklikler
yapılmıştır.
Ancak
Sözleşmedeki bu köklü değişikliğe rağmen, Sözleşmenin 1. ve 18. maddeleri
arasında ve ek protokollerde güvence altına alının haklarda herhangi bir değişiklik
yapılmamıştır.
11. Protokol ile yukarıda bahsedilen iki organ yerini, tam zamanlı çalışan
tek bir İnsan Hakları Avrupa Mahkemesine bırakmıştır 161. 11. Protokol
160
Ayhan Döner, İnsan Haklarının Uluslararası Alanda Korunması ve Avrupa Sistemi,
(Basılmamış Doktora Tezi, Konya 2002), s.159.
161
1998 tarihli 11. protokolden önce sözleşmenin yargısal koruma sistemi şu şekildeydi:
Komisyon denetim sürecini başlatan ilk başvuru yeri idi. Sözleşme ile güven altına alınan
haklardan herhangi birinin ihlal edildiği iddiası ile bir başvuru yapıldığında ilk olarak Komisyon
bu başvurunun kabul edilebilir olup olmadığını incelemekte idi. İlke olarak Komisyonun görevi,
başvurular konusunda ilk incelemeyi gerçekleştirmek, gerektiğinde soruşturma yapmak,
başvuruyu kabul edilebilir bulduğunda taraflar arasında dostça bir çözüm yolu aramak, dostça
çözüm bulunmadığı takdirde esas hakkında raporunu hazırlayıp Bakanlar Komitesi’ne vermekti.
Komisyonun esasa ilişkin olarak Devletleri bağlayıcı bir karar verme yetkisi yoktu. Komisyonun
raporu üzerine bağlayıcı karar verme yetkisi Bakanlar Komitesine ve Mahkemeye tanınmıştı.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Sözleşme ile getirilen güvence sisteminin yargılama organı
olmaktaydı. Mahkemeye bireylerin doğrudan başvurarak dava açma olanağı söz konusu değildi.
57
değişikliğinden sonra Sözleşmenin yeni metninin 32. maddesine göre Mahkeme,
bireysel ve devlet başvuruları dahil olmak üzere İHAS’nin ve Protokollerinin
yorumu ve uygulanması ile ilgili bütün konularda tek başına yetkilidir. Ayrıca
Mahkemenin yargılama yetkisi, eski 25 ve 45. maddelerin kaldırılması ile taraf
devletler için zorunlu hale gelmiştir.Yeni haliyle İHAM, Büyük Daire, Daireler ve
Komiteler şeklinde görev yapmaktadır.
2- 11. Protokolden Sonra Denetim Mekanizması
a- Büyük Daire
Büyük Daire (madde 27/1) devlet başvurusu ya da bireysel başvuru
şeklinde yapılan başvurularda, İHAS ve Protokollerinin yorumu veya daha önce
verilen kararlarla bağdaşmayacak bir karar verilmesi durumunda Dairelerce
Büyük Daireye bırakılan işlere (madde 30) veya temyiz mahkemesi olarak daire
kararına karşı yapılan başvurulara bakar (madde 31). Ayrıca Bakanlar
Komitesinin istemi üzerine de sözleşmenin yorumunu Büyük Daire yapar (
madde47). Büyük Daire ilke olarak bütün konularda karar vermeye yetkili
olmakla birlikte, uygulamada, Sözleşmenin yorumlanması sırasında yeni
sorunların söz konusu olduğu çok önemli davalara bakmaktadır 162.
İçtüzüğün 24. maddesine göre, Büyük Daire 17 asıl 3 yedek üyeden
meydana gelir. Mahkeme başkanı, başkan yardımcıları, Daire Başkanları ve
aleyhine başvuruda bulunulan devletin milli hakimi görev gereği Büyük Dairenin
üyesidir. Büyük dairede, Daire başkanlarının zorunlu olarak görev alması,
Mahkemenin içtihatlarında bir birliğin sağlanabilmesi için öngörülmüştür 163.
b- Daireler
Mahkeme, kararını kural olarak 7 üyeden oluşan Daireler (Chamber)
aracılığı ile vermektedir. Bu nedenle Daireler Mahkemenin genel yetkili karar
organlarıdır. Sözleşmenin 30. ve 43. maddelerinde düzenlenen istisnai durumlar
dışında gerek bireysel gerek devlet başvuruları konusunda son kararı verme
Mahkemeye gidebilmek için, Komisyonun başvuruyu önkoşullar açısından kabul etmesi ve esas
hakkındaki raporunu Bakanlar Komitesine vermesi ve Komisyonun ya da ilgili Devletin veya
Devletlerin işin Mahkemeye götürülmesi isteminde bulunması gerekirdi ( 48. madde). Mahkeme
kararları uyulması kesin yargı kararı olup bunların yerine getirilmesi ilgili devlete bırakılmıştı.
Türkiye ilk kez 28 Ocak 1987’de Komisyona bireysel başvuru ve daha sonra da 22 Ocak 1990
tarihinde Mahkemenin zorunlu yargı yetkisini tanımıştır.
162
Şeref Ünal, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, (Ankara: TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu
Yayınları, 2001), s.382.
163
Döner, s.177.
58
yetkisi Dairelere aittir. Dairelerle ilgili ayrıntılı düzenleme Mahkeme’nin
İçtüzüğüne bırakılmıştır.
İçtüzüğün 26. maddesine göre, yedi hakimden oluşan Daireler, Şubenin
üyesi olan hakimler arasından Şube başkanı tarafından rotasyon usulü ile
oluşturulurlar. Bu nedenle Dairelerin oluşumu sabit olmayıp olaydan olaya
değişmektedir 164. Dairede, Daire başkanı ve aleyhine başvuruda bulunulan
devletin milli hakimi de görev almaktadır.
c- Komiteler
Her daire bünyesinde on iki aylık bir dönem için 3 hakimden oluşan
komiteler, daha önce Komisyonun yaptığı ön incelemeyi yapma ve geçici dosya
açma; kabul edilebilirlik incelemesi için kayda alma ve ayrıca oy birliği ile kabul
edilmezlik veya kayıttan düşme kararı verme yetkisine sahiptirler (madde 28).
Görüldüğü gibi Komiteler 11 no’lu Protokol ile kaldırılan İnsan Hakları Avrupa
Komisyonunun görevini üstlenmiş durumdadırlar 165. Aralarındaki en önemli fark,
komisyon delegelerinden farklı olarak, komite üyelerinin diğer hakimlerle aynı
düzeyde hakimlerden oluşması ve verecekleri kararların bu nedenle yargılamanın
diğer aşamalarında daha da dikkatli incelemeyi gerektirmesidir 166.
164
Paul Mahoney, “Short Commentary on the Rules of Court: Some of the Main Points”, Human
Rights Law Journal, 1998, s.267.
165
Mehmet Turhan, Anayasal Devlet, ( Ankara: Naturel, 2003), s.168-169.
166
11. Protokolden sonra yargılama usulünü şu şekilde özetlememiz mümkündür. 11 no’lu
Protokol ile Komisyon kaldırıldığından hem Devlet Başvurularının (madde 33), hem de Bireysel
Başvuruların (madde 34) doğrudan Mahkemeye yapılması gerekir. İHAM ne bir başvuru
yapılması durumunda başvuru ile ilgili olarak geçici bir dosya oluşturulur ve başvuru kayda alınır.
Daha sonra başvuru Ulusal hakimin görev yaptığı Daireye gönderilir. Daire başkanı bir hakimi
raportör olarak görevlendirir. Raportör başvurunun kabul edilmez olduğu görüşünde ise,
başvuruyu kabul edilmez olduğu gerekçesi ile geri çeviren (içtüzük madde 53) üç kişilik komiteye
bir rapor hazırlar. Ancak raportör veya Mahkeme başkanı başvuruyu doğrudan doğruya Daireye de
gönderebilir (içtüzük m. 49/3b). Eğer Komite başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verirse,
bu karar kesindir, yargılama sona erer (madde 28). 28. madde çerçevesinde başvurunun kabul
edilmezliğine karar verilmediği durumlarda bir Daire 34. madde uyarınca yapılan bireysel
başvurunun ya da 33. madde uyarınca yapılan Devlet başvurusunun kabul edilebilirliği ve esası
hakkında karar verir (madde29/1-2). Daire başvuruyu kabul edilemez bulursa yargılama sona erer.
Buna karşılık başvurunun kabul edilebilir olduğu kararı verilmişse, Dostane Çözüm Yolu
denenir(madde38/1).
Dostane
Çözüme
varılırsa
Mahkeme
Başvuruyu
kayıttan
düşürür(madde39/1). Dostane Çözüm gerçekleşmezse, Daire esas hakkında karar verir. Dairenin
kararından sonra taraflar davanın Büyük Daireye gönderilmesini istemediklerini beyan ederlerse
veya; karardan itibaren 3 ay içinde davanın Büyük Daireye gönderilmesi istenmezse, ya da Kurul
43. maddede öngörülen istemi reddederse Dairenin kararı kesinleşir ve yargılama sona ermiş olur
(madde 44/2-a,b,c).Daire, olayı önemi nedeniyle madde 30’a göre Büyük Daireye gönderebilir.
Daha sonra madde 43/2 uyarınca Büyük Dairede 5 hakimden oluşan bir Kurul başvurunun kabul
edilip edilmeyeceğine karar verir. Kurul istemi kabul ederse, Büyük Daire bir hüküm ile davayı
sonuçlandırır. Madde 44/1 uyarınca Büyük Dairenin kararı kesindir ve böylece yargılama sona
erer. Kesinleşen nihai kararlar taraf devletleri bağlar, ilgili devletlerde bu kararlara uymak
59
B-İnsan
Hakları
Avrupa
Sözleşmesin
10.
Maddesi
Çerçevesinde İfade Özgürlüğünün Düzenlenişi
İfade özgürlüğü İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin 10. maddesinde
düzenlenmiştir. Bu düzenlemeye göre;
“Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak
kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu
olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerir. Bu madde,
devletlerin radyo televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine bağlı
tutmalarına engel değildir.
Kullanılması göre ve sorumluluk yükleyen bu özgürlükler, demokratik bir
toplumda zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, toprak
bütünlüğünün veya kamu emniyetinin korunması, kamu düzenini sağlanması ve
suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve
haklarının korunması veya yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması
için yasayla öngörülen bazı biçim koşullarına, sınırlamalara ve yaptırımlara
bağlanabilir.”
İfade özgürlüğü dolaylı şekillerde Sözleşmenin diğer maddelerinde de
korunmuş olmasına rağmen çalışmamız Sözleşmenin 10. maddesi ile ilgili
olacaktır. Ancak bu madde sözleşmenin ister kapsamını daraltan özellikle 15., 16.
ve 17. maddeleri, isterse daha açık bir korumayı güvence altına alan özellikle 8.,
9. ve 11. maddelerin ışığı altında değerlendirilecektir.
1-İfade Özgürlüğünün Sözleşmede Varolan Diğer Özgürlüklerle
İlişkisi
İfade özgürlüğü, batı demokrasilerinin dayandığı temel taşlardan birini
oluşturmakla kalmaz, aynı zamanda İHAS’de var olan pek çok hak ve özgürlüğün
kullanılabilmesi için de bir önkoşul oluşturur. Bu hali ile ifade özgürlüğü bir çok
hak ve özgürlüğün üzerine kurulu olduğu bir kaynak özgürlük niteliğinde olup bu
hak ve özgürlüklerin olmazsa olmaz (sine qua non) şartını oluşturur 167. Nitekim,
Amerikan Yüksek Mahkemesi, 1937 yılından sonraki kararlarında; ifade
zorundadır. Durmuş Tezcan - Mustafa Ruhan Erdem - Oğuz Sancaktar, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi Işığında Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu, (Ankara: Seçkin, 2002), s.89-90.
167
Donna Gomian, David Harris, Freedom of Thought, Conscience, Religion and Expression,
(Düşünce, İnanç, Vicdan ve İfade Özgürlüğü) çev. Orhan Kemal Cengiz, (İstanbul: Belge
Yayınları 1998), s.57.
60
özgürlüğünün diğer tüm özgürlüklerin zaruri şartı olan bir kaynak özgürlük
olduğunu kabul etmiştir 168. Komisyona ve Mahkemeye yapılan başvuruların
büyük bir çoğunluğunun 10. maddeyle birlikte Sözleşmenin diğer maddelerinin de
ihlal edildiği gerekçesiyle yapılması, bu gerçeği ortaya koymaktadır. Örneğin, 9.
maddede düzenlenen din ve vicdan özgürlüğü, 11. maddede düzenlenen barışçıl
toplanma ve örgütlenme özgürlüğü, 8. maddede düzenlenen haberleşme özgürlüğü
ifade özgürlüğünden ayrı düşünülemeyen ve onun tabi uzantısı niteliğinde olan
özgürlüklerdir 169. Bu hali ile 10. maddedeki ifade özgürlüğü lex generalis
nitelikte bir özgürlük iken uzantısı niteliğinde olan 8., 9. ve 11. maddedeki
özgürlükler lex specialist nitelik taşıyan özgürlüklerdir. Sözleşmede bu
özgürlükler benzer bir yapı ile düzenlenmişlerdir. Bu maddelerin ilk fıkralarında
koruma altına alınan hakkın çerçevesi, ikinci fıkrasında ise devletlerin bu hakların
kısıtlanmasını meşru kılmak için başvuracakları belli nedenler gösterilmiştir 170.
Bu özgürlükler arasında çok yakın ilişki olup bu ilişki Komisyon ve
Mahkeme kararlarına da yansımıştır. Bazı davalarda ifade özgürlüğü ile bu
bağlantılı özgürlük birlikte uygulanırken, bazı davalarda söz konusu meselenin
daha spesifik maddelerin kapsamına girdiği gerekçesi ile 10. maddenin o olayla
ilgili uygulanamaz olduğu sonucuna varılmıştır. 8. madde ile ilgili olarak, X.'in
Avusturya aleyhine açtığı davada 171 Komisyon, bir mahkumun bir gazete
editörüne yazdığı mektubun hapishane yöneticileri tarafından reddedilmesini haklı
bulmuştur. Komisyon bu davayı 8. Madde ve 10. Maddenin kapsamları altında
incelemiştir. X.'in Birleşik Krallık aleyhine açtığı davada 172 Komisyon yine,
mahkumun hapishane dışına yazdığı makaleleri göndermesinin kısıtlanmasını 8.
ve 10. Maddeler kapsamında inceleyip karar vermiştir.
Ancak gerek Komisyon gerek Mahkeme daha sonraki kararlarında,
mahkumlar tarafından mektup gönderilmesi durumunda bunun sadece 8. madde
bakımından incelenmesi, makale gönderilmesi durumunda ise 10. madde
bağlamında incelenmesi gerektiği yönünde karar vermiştir. Örneğin, Komisyon,
168
Tevfik Odman, “Düşünceyi Açıklama Özgürlüğü Bağlamında Halkı Askerlikten Soğutma
Suçu”, İnsan Hakları Merkezi Dergisi, Aralık 1995, c. III, sy. 5, s. 24.
169
Fazıl Hüsnü Erdem, “Düşünce Özgürlüğü ve Demokrasi”, Ankara Barosu Dergisi, yıl. 55, sy.
1998/1, s.10.
170
Gomian, Harris, Freedom of Thought, Conscience, Religion and Expression, (Düşünce, İnanç,
Vicdan ve İfade Özgürlüğü), s.59.
171
X/Avusturya, başvuru no. 1753/63.
172
X/Birleşik Krallık, başvuru no. 5442/72.
61
T.'nin Birleşik Krallık aleyhine açtığı davada 173, yazılan makalelerin hapishane
dışına
gönderilmesinin
gönderilmesinin
8.
tamamen
Maddenin
yasaklanması
kapsamında
olan
konusunun,
haberleşme
ile
makale
alakalı
olmadığından dolayı, 10. Madde kapsamında ele alınması gerektiğine karar
vermiştir. Ancak, Hükümetin mahkumların yazışmalarının hükümet tarafından
kontrol
edilmesinin
ve
sansürlenmesinin
konu
edinildiği
Silver
ve
Diğerleri/Birleşik Krallık 174 davasında, mahkumların postalarının kontrol
edilmesinin, haberleşme içeriğindeki ifade özgürlüğünün 8. Madde ile güvence
altına alınmasından dolayı 175, 8. Maddenin kapsamı altında incelenmesi
gerektiğine ve konunun ayrıca 10. Madde altında incelenmesine gerek
olmadığına 176 karar vermiştir. İlgili olayda başvuran ve yedi arkadaşının,
hukukçulara, parlamento üyelerine, üst düzey yöneticilere, siyasi şahsiyetlere, aile
ve dostlarına yazdıkları toplam atmışdört mektuba hapishane yönetimi tarafından
el konulmuş ve adreslerine gönderilmemiştir. Mektuplarda hapishane şartlarından
yakınılmış, bazı olaylar anlatılmış ve çeşitli konularda bilgi, belge ve yardım
talebinde bulunulmuştur. Mektuplara İngiltere İçişleri Bakanlığının cezaevi
kuralları
çerçevesinde
çıkardığı
genelgelere
dayanılarak
elkonulmuştur.
Komisyon ve Mahkeme, hükümlü ve tutukluların bilgileri dışında ve onlara
ulaştırılmayan sözkonusu genelgeleri, sözleşmeye aykırı bulmuştur.
Ayrıca homoseksüel ilişkinin konu edildiği, İngiltere’ye karşı yapılan bir
başvuruda Komisyon, ifade özgürlüğünü düzenleyen 10. maddenin değil, özel
hayata saygıyı düzenleyen 8. maddenin uygulanmasının isabetli olacağını
belirtmiştir. Komisyon bu kararı alırken şu gerekçeye dayanmıştır;
“10. maddedeki ‘ifade’ kavramı, esas olarak, düşüncelerin ifade edilmesi
ve düşünce ve bilgi alışverişi ile ilgilidir... Duyguların fiziksel dışavurumuyla
ilgili hiçbir kavramı kapsamına almaz 177”
Pat Arrowsimith/Birleşik Krallık 178 davasında, başvurucu, askerleri Kuzey
İrlanda’da görev almaktan soğutan broşürler dağıttığı gerekçesi ile kovuşturulması
173
T/Birleşik Krallık, başvuru no. 8231/78.
Silver ve Diğerleri/Birleşik Krallık, 25 Mart 1983.
175
ibid, paragraf 106.
176
İbid, paragraf. 106.
177
başvuru no. 7215/75, karar tarihi, 7 Temmuz 1977, Gomian Donna, s. 83.
178
Pat Arrowsmith/Birleşik Krallık, başvuru no. 7050/75, den naklen, Evans , Freedom of Religion
in the European Convention on Human Rights, s. 112-113.
174
62
ve mahkum edilmesinin. 9. ve 10. maddeyi ihlal ettiğini ileri sürmesine rağmen,
Komisyon, 9. maddenin bu olayda uygulanamayacağına karar vermiştir.
Mahkeme 11. madde ile ilgili olarak Djavit/Türkiye kararında 179 ifade
özgürlüğünün, toplantı yapma özgürlüğünden ayrı düşünülemeyeceği için ayrıca
10. maddeyi incelemeye gerek görmediği kararını oybirliği ile almıştır.
Mahkemeye göre, 10. madde tarafından kişisel fikirlerin korunması 11. maddede
yer alan barışçıl toplantı yapma özgürlüğünün amaçlarından biridir. Mahkeme bu
nedenle ayrıca 10. maddeyi incelemeye gerek olmadığı ama 11. madde
bağlamında değerlendireceğini açıklamıştır 180.
Ezelin'in Fransa aleyhine açtığı davada 181
bir avukat olan başvuran,
birkaç Guadeloupe bağımsızlık hareketi ve Basse-Terre'deki sendikalarla beraber
iki Fransız kararını protesto etmek için yapılan bir kamu gösterisine katılmış ve
bir
pankart
taşımıştır.
Bundan
dolayı
kendisine
disiplin
soruşturması
uygulanmıştır. Mahkeme, gösterinin düzenlenmesinin 10. Maddenin alanına
girmediğine, ama, 11. Maddenin konu alanına girdiğine hükmetmiştir. 10.
Maddenin ayrıca ele alınmasının gereksiz olduğuna karar vermiştir.
Mahkeme
Chorherr/Avusturya
kararında
Djavidt/Türkiye
ve
Ezelin/Fransa davasında verdiği kararın tam tersi yönde karar vermiş, davayı 10.
Maddenin ikinci fıkrasına göre incelemiştir. Yaklaşık ellibin kişinin katıldığı
askeri bir törende Bay Chorherr ve bir arkadaşı sakin bir gösteri düzenlemiş ve
Avusturya askeri kuvvetlerinin daha fazla uçak alımı ile ilgili referanduma
gidilmesi çağrısında bulunan el ilanlarını dağıtmışlardır. Polis tarafından bu
yaptıklarını bırakmaları konusunda uyarılmalarına ve halktan da kendilerine karşı
çıkanlar olmasına rağmen, davacı gösterisinde ısrar etmiştir. Daha sonra kendisi
polis karakoluna götürülmüş ve yaklaşık üç saat gözaltında tutulmuştur.
Mahkeme, yasal gösterilerin sakin bir şekilde yapılabilmesini temin etmek
için 182, özellikle otoriteler tarafından kullanılan araçların seçiminde takdir alanının
genişletildiğini ifade etmiştir.
Bunlara ek olarak sözleşmenin 10. maddesi diğer maddeler ile de yakın
ilişki içinde bulunabilir. Devletler ifade özgürlülüğünün kullanılmasını sadece 10.
179
Djavit/Türkiye, 20 Şubat 2003.
İbid, paragraf. 38-39.
181
Ezelin/Fransa, 26 Nisan 1991.
182
ibid, paragraf 32.
180
63
maddenin ikinci fıkrasına göre değil, fakat sözleşmenin diğer maddelerine
dayanarak ta kısıtlayabilirler. Örneğin, 6. maddeye göre, basın mensuplarının
mahkemeye girişine kısıtlama getirilebilir ve dolayısı ile bu kısıtlama ifade
özgürlüğüne bir müdahale oluşturur. İngiltere’ye karşı yapılan bir ortak
başvuruda, kamuyu ilgilendiren temel olaylarla ilgili mahkeme kararlarını geniş
bir şekilde vermeyi amaçlayan Mahkeme Haberleri isimli bir televizyon dizisinin
hazırlanması ve yayını işine katılan birkaç grup, Bay Clive Pontig’in davasının,
onların yeğledikleri bir şekilde yayınlanmasını yasaklayan mahkeme emrinin, 10.
maddeyi ihlal ettiğinin öne sürülmesi üzerine Komisyon, başvuruyu kabul
edilemez bulmakla birlikte, hem 10. maddeye hem de 6. maddeye atıfta
bulunmuştur 183.
2-İfade Özgürlüğünün Unsurları
Düşünme yetisine sahip olması nedeni ile diğer canlılardan ayrılan insan,
kişiliğinin gelişiminde bir yandan maddi imkanların sağlanması ile bedensel
varlığının korunmasına, diğer yandan da özgürlükler aracılığı ile ruhi yönünün
geliştirilmesine ve zenginleştirilmesine ihtiyaç duyar. Nitekim ifade özgürlüğü
insan hak ve özgürlükleri içinde hayat hakkı ile birlikte en önemli haklardan biri
olarak kabul edilmektedir. Bunun sebebi ise bu hakkın insanın yararlandığı bir
çok
hak
ve
özgürlüğün
olmazsa
olmaz
şartını
oluşturmasından
kaynaklanmaktadır. Bu özgürlüğün olmadığı yerde gerçek bir demokrasiden
bahsetmek de mümkün değildir 184. Bu özgürlüğün olmadığı yerde ne bilim ve
teknik, ne sosyal ve siyasal bilimler, ne de siyasal görüşler ve akımlar gelişir. Bu
nedenle ifade özgürlüğü, uygarlığın, diğer temel hak ve özgürlüklerin,
demokrasinin, kişinin ve toplumun maddi ve manevi alandaki gelişmesinin temel
şartı ve kaynağıdır 185.
Mahkemeye
göre,
ifade
özgürlüğü
demokratik
toplumun
temel
dayanaklarından ve kişilerin kendilerini geliştirmelerinin önde gelen şartlarından
biridir. Demokratik süreçte ve kişinin kendini geliştirmesinde böyle önemli rol
183
başvuru no. 11553/85 ve 11658/85 den naklen, Donna Gomian, David Harris, Freedom of
Thought, Conscience, Religion and Expression, (Düşünce, İnaaç, Vicdan ve İfade Özgürlüğü, s.75.
184
Ahmet Gökçen, Halkı Kin ve Düşmanlığa Açıkça Tahrik Cürmü, (Ankara: Liberte Yayınları,
2001), s.221.
185
Uğur Alacakaptan, “Fikir ve Düşünce Özgürlüğü ve Tehlike Suçları Çağdaş Batı Hukukunda
Bu Konudaki Düşünce ve Uygulamalar Türk Uygulaması ve Değerlendirilmesi”, Hukuk Kurultayı
2000, c.2, (Ankara: Ankara Barosu Yayını, 2000), s.17.
64
oynayan ifade özgürlüğü kendiliğinden (spontane) ortaya çıkmamaktadır. İfadenin
oluşumu aşamasında kişi içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik şartlardan
etkilenmektedir. Diğer bir anlatımla her hangi bir düşüncenin oluşumu
aşamasında kişinin bilgi kaynaklarına özgürce ulaşabilmesi, fikirler edinebilmesi
ve seçim yapabilmesini sağlayacak imkanların sağlanması gerekir 186. Ayrıca bu
kişi düşünme olgusu ile yetinmez, doğru olduğuna inandığı düşüncelere uygun bir
tavır sergileme ihtiyacı hisseder. Çünkü bütün düşünceler somutlaşma, kendini
açıklama ve davranışlara yansıma ihtiyacı içindedir 187. Buna ek olarak da kişi bu
aşamaları geçerek sahip olduğu düşüncelerini başkalarına aktarma ve yayma
ihtiyacı hisseder. İşte bu üç aşama tamamlandıktan sonra ifade özgürlüğü söz
konusu olur.
Yukarıdaki açıklamalara uygun olarak ifade özgürlüğünün unsurları,
sadece bu özgürlük için gerekli fikirleri ve düşünceleri değil, aynı zamanda, bu
özgürlüğün varolabilmesi için
zaruri olan hukuki imkanlarla, bu özgürlüğün
birleştirici ve onsuz olmaz şartı niteliğindeki bir takım özgürlükleri de
içermektedir. Gerçekten de bölünmez bir bütünlük oluşturan ifade özgürlüğü,
kendisini meydana getiren ve tek başına hiçbir anlam ve değer taşımayan bir
takım birleştirici unsurlardan oluşmaktadır. Bu kurucu unsurlardan herhangi
birisinin yokluğu, inkarı ya da önemli ölçüde kısıtlanması ifade özgürlüğünün
bütününe zarar verecektir 188.
Çeşitli özgürlüklere kaynaklık yapan ifade özgürlüğünün hukukun
düzenleme alanına konu olması bakımından yukarıdaki açıklamalara uygun olarak
üç aşamadan ibaret olduğunu söyleyebiliriz. Her biri bir diğerinden ayrı
düşünülemeyecek bu aşamalardan ilki, ifade özgürlüğünün oluşum öncesi evresi
olup, bir fikrin oluşması için gerekli olan bilgi ve fikirleri inceleme, araştırma,
elde etme, serbestçe öğrenme ve haberleşme özgürlüğüdür 189. İfade özgürlüğünün
ikinci aşaması ise oluşmuş, edinilmiş fakat o an itibariyle henüz ifade olunmamış
düşünce, kanaat ve inançlara ilişkin tercihlerin sözkonusu olduğu saf düşünce
186
Bülent Tanör, Siyasi Düşünce Hürriyeti ve 1961 Türk Anayasası, s.14.
Erdoğan Teziç, ‘Türkiye’de Siyasal Düşünce ve Örgütlenme Özgürlüğü’, Anayasa Yargısı
Dergisi, 1990, s.32.
188
Adnan Küçük, İfade Hürriyetinin Unsurları, (Ankara: Liberte Yayınları, 2003), s.13, Bülent
Tanör, Siyasi Düşünce Hürriyeti ve 1961 Türk Anayasası,s.23.
189
Nicholas Capaldi, Clear and Present Danger: the Free Speech Controversy, (New York,
Pegasus 1969), s.xi.
187
65
aşaması olan kanaat özgürlüğüdür. Kanaat özgürlüğü, kişinin kanaatlerinden
dolayı kaygı duymaması ve fikir ve inançlarını açıklamaya zorlanmaması
güvencesinin sağlanmasıdır. Üçüncü aşaması ise, düşünce ve kanaatlerin her türlü
ifade aracılığıyla dış aleme açıklanması ve yayılması özgürlüğüdür. Çünkü kişinin
açıklayamadığı ve savunamadığı fikirlerinden dolayı ifade özgürlüğüne sahip
olduğunu söylemek mümkün değildir. Şunu belirtmek gerekir ki, bu aşamalardan
birinin yokluğu halinde ifade özgürlüğünün varlığından söz edemeyiz. Bu
açıklamalara uygun olarak
ifade özgürlüğünün şu unsurlardan oluştuğunu
söyleyebiliriz 190.
–Haber alma ve bilgi edinme özgürlüğü
-Kanaat özgürlüğü
-Fikir ve kanaatleri açıklama özgürlüğü
a– Haber Alma ve Bilgi Edinme Özgürlüğü
İfade özgürlüğünün ilk unsurunu oluşturan haber alma ve bilgi edinme
özgürlüğü, düşüncenin oluşum öncesi dönemine ilişkin olup, haber, fikir ve
bilgilerin araştırılması, elde edilmesi ve serbestçe öğrenilmesidir. Düşünce sahibi
olabilmek için bireylerin bilgi kaynaklarına özgür bir ortamda ulaşabilmeleri,
seçme yapabilmeleri ve bunlardan istedikleri sonuçları çıkarabilmeleri gerekir 191.
Düşünceye hammadde sağlamakta olan haber alma ve öğrenme özgürlüğüne
‘enformasyon özgürlüğü’ denilmekte 192 olup insanın bilmek ve öğrenmek
ihtiyacını karşılamaktadır. Bunun ön koşulu da doğru, çarpıtılmamış bilgiye
erişim hakkıdır. Bilgi edinme özgürlüğü ifade özgürlüğünün bir parçası olup,
kamuya açık kaynaklardan herhangi bir engelle karşılaşmadan bilgi edinme
hakkını gerektirir 193. İfade özgürlüğü, konuşmaya, tartışmaya ve yazmaya ilişkin
bir özgürlük iken, bilgi edinme özgürlüğü duymaya, görmeye ve okumaya ilişkin
190
Ahmet İnam’a göre de ifade özgürlüğü bir hukuk, toplum ya da siyasal sorun olması
bakımından üç aşamadan oluşmaktadır.1-Düşüncenin mutfağında, alışılmış anlamıyla zihnimizde,
kafamızda ya da içimizde oluştuğu aşama, 2-Mutfaktan gün ışığına çıkarıldığı, sözle ya da yazıyla,
toplum içinde dile getirildiği, dışa vurulduğu aşama, 3- Dile getirilmiş düşünce doğrultusunda
dünyayı değiştirme, yönlendirme, yönetimi ele geçirmek amacıyla, medyayı, politik mücadeleyi,
öngören eylam aşaması, Ahmet İnam, “Düşünce Özgürlüğünden Özgür ve Özgürleştirici
Düşünceye”, Düşünce Özgürlüğü, der. Hayrettin Ökçesiz, (İstanbul . AFA, 1998), s.44.
191
Anıl Çeçen, İnsan Hakları, (Ankara: Gündoğan, 1995), s. 204.
192
İzzet Özgenç, “Düşünceyi Açıklama Hürriyeti ve Ceza Hukuku”, 75. Yılında Cumhuriyet ve
Hukuk Sempozyumu, Diyarbakır 1998,s.28.
193
Klaus Finkelnburg, “Demokraside İfade Özgürlüğü”, çev. Nihat Ünlüer, Düşünce Özgürlüğü,
der. Hayrettin Ökçesiz, (İstanbul 1998), s. 202-203.
66
bir özgürlüktür. Yayın aracı ve alıcı nasıl birbirini tamamlıyorsa, ifade özgürlüğü
ve bilgi edinme özgürlüğü de birbirini öyle tamamlar. İfade özgürlüğünde olduğu
gibi bilgi edinme özgürlüğünün de hem bireysel hem de demokratik yönü vardır.
Bireysel yönü, “mümkün olduğu kadar çok kaynaktan yararlanmanın, kişisel bilgi
hazinesini geliştirmenin, böylece de birey olarak serpilmenin” insanın temel
ihtiyaçlarından biri olduğu öncülüne dayanır. Demokratik yönüyse özgür ve
gerçekten bilgi sahibi olan bir kamuoyu olmaksızın demokratik bir devletin
yaşayamayacağı
kazandırmanın
görüşüne
yolu,
dayanır 194.
bireylerin
sağlıklı
Demokratik
bir
sistemlere
şekilde
siyasi
işlerlik
tercihlerde
bulunabilmelerine, o da olguları ve gerçekleri olduğu gibi öğrenerek ve öğreterek,
bilgilenme ve bilgilendirme imkanlarının varlığına bağlıdır 195.
Toplum içinde yaşayan ve gelişimini sürdüren insan, düşünen, yorum
yapan, duygusal ve sosyal bir varlık olarak, her halükarda başkalarıyla iletişim
içinde bulunmak zorundadır. Bu nedenle bilgi edinme özgürlüğü kişilik haklarına
göre ayrıcalıklı bir konuma sahip olup bu özelliği nedeniyle Avrupa’da eşitler
arasında birinci konumdadır 196. Kişilerin bilgi birikimi, kelime dağarcığı, algılama
ve yeterlilikleri birbirleri ile bağlantılı konulardır. İnsan beyni dış dünyanın arz
etmiş olduğu konulara göre düşünür. Şayet bu girdiler sınırlı ise düşünme de
sınırlı ve verimsiz olacaktır. Buna bağlı olarak ta düşünce ve kanaatlerin
üretilmesinde ve tercihlerin belirlenmesinde yanılgı payı o denli yüksek olacaktır.
İyi bir eğitim ve bilgi alışverişi ile bilgi birikimini zenginleştiren bir insanın
düşünme gücü ve yeterliliği ile bu konuda yetersiz olan kişilerin düşünme gücü ve
yeterliliği aynı olmayacaktır. Demokratik sistemlerin, özgür bir şekilde ifade
özgürlüğünden yararlanan ve özgür bir şekilde karar verebilen, bilgi sahibi
bireylere ihtiyacı vardır. Çünkü ancak kapsamlı ve manüple edilmemiş bilgilere
sahip olan kişiler, demokratik bir devlette, sorumluluklarını yerine getirebilirler.
Dolayısıyla bilgi edinme özgürlüğü, bilgilenme ve düşünme imkanlarını
geliştirerek düşünce ve kanaatlerin oluşumuna gerekli imkan ve hammaddeyi
sağladığı için, ifade özgürlüğünün en önemli unsurunu, ön ve temel şartını
194
Finkelnburg, “Demokraside İfade Özgürlüğü”, s.202.
Alacakaptan, “Fikir ve Düşünce Özgürlüğü ve Tehlike Suçları Çağdaş Batı Hukukunda Bu
Konudaki Düşünce ve Uygulamalar Türk Uygulaması ve Değerlendirilmesi”, s.17.
196
Küçük, İfade Hürriyetinin Unsurları, s.15.
195
67
oluşturmaktadır 197. Liberal demokraside düşünce özgürlüğü kavramının temel
öncülü, vatandaşların bilgiye -özellikle devlet organlarınca üretilen bilgiye- erişim
hakkıdır 198. İfade özgürlüğü ile bilgi edinme özgürlüğü arasında mutlak bir ilişki
vardır. ifade özgürlüğünün “olmazsa olmaz”ı (sine qua non) bilgi edinme
özgürlüğüdür. Yeterli ve doğru bilgi elde edemeyen birey ve toplumların özgür
davranamadıklarını söyleyebiliriz
Sözleşmenin 10. maddesi ifade özgürlüğünün, resmi makamların
müdahalesi olmaksızın haber veya fikri almak veya vermek serbestliğini de
kapsadığını belirterek haber alma ve öğrenme özgürlüğüne verdiği önemi
göstermektedir. Ayrıca ‘haber alma’ özgürlüğünün ülke sınırları söz konusu
olmaksızın geçerli olacağını belirterek bu hakkın kapsamını genişletmiş ve ona
uluslararası bir boyut kazandırmıştır 199. Nitekim Mahkeme, Association
Ekin/Fransa 200 davasında, sözleşmenin 10. maddesi ile tanınan hakların ‘sınır
tanımayan’ bir değere sahip olduğunu vurgulamıştır. Mahkemeye göre, özellikle
yabancı kaynaklı yayınları düzenleyen bir tüzüğün bulunması, Sözleşmenin 10.
maddesinin birinci fıkrası ile tam bir tezat oluşturur 201. 1939 da geçerli olan bir
durumun, yabancı yayınları daha katı bir denetime tabi tutmayı haklı kıldığını
tespit etmekle birlikte, Mahkeme, böyle bir ayrımcı mevzuatı yürürlükte tutmanın
‘çok zor savunulabilir olduğunu’ bildirmiştir 202.
Ancak Sözleşme Organlarının bu konuda her zaman çok geniş bir koruma
sağladığını söylemek mümkün değildir. Nitekim Komisyon 10. maddede
düzenlenen bilgi edinme hakkının, yalnızca herkesi ilgilendiren konularda genel
bilgi kaynaklarına ulaşmayı güvence altına aldığını, buna karşılık kişisel
konulardaki bilgilere yönelik genel bir ulaşılabilirliğin söz konusu olmadığı
yönünde karar vermiştir 203. Komisyonun yorumuna uygun şekilde Mahkemede,
Leander/İsviçre olayında, İsviçre Hükümeti, başvurucunun işin gerektirdiği
197
İbrahim Kaboğlu, Türkiye’de Düşünce Özgürlüğü, (İstanbul, TÜGİK, 1997), s.25 ; Küçük,
İfade Hürriyetinin Unsurları, s.16.
198
Ahmet Çelik, Tonta Yaşar, “Düşünce Özgürlüğü, Bilgi Edinme Özgürlüğü ve Bilgi Hizmetleri”.
Bilgi Edinme Özgürlüğü içinde (1-13). derleyen Tonta Yaşar , Çelik Ahmet,.(Ankara: Türk
Kütüphaneciler Derneği,1996.) http://yunus.hun.edu.tr/~tonta/yayinlar/beozgur.html.
199
Reyhan Sunay, Avrupa Sözleşmesinde ve Türk Anayasasında İfade Hürriyetinin Muhtevası ve
Sınırları, (Ankara, Liberte Yayınları, 2001), s.s.49.
200
Association Ekin/Fransa, 17 Haziran 2001.
201
ibid, paragraf 62.
202
ibid, paragraf. 62.
203
Sunay, Avrupa Sözleşmesinde ve Türk Anayasasında İfade Hürriyetinin Muhtevası ve Sınırları,
s.50 den naklen, başvuru no. 8878/80, 7 Aralık 1982.
68
güvenliğe sahip olmadığı gerekçesi ile kamu görevine atanmamasını kabul
etmemişti. Başvurucu herhangi bir bilgiyi açıklamak ya da çürütebilmek için,
hükümetin kendisi ile ilgili olarak düzenlediği dosyanın içeriği hakkında bilgi
istemi hükümet tarafından reddedildi. İHAM ise bu reddi, kısmen, kamu görevine
girmenin Sözleşme tarafından koruma altına alınmamış bulunması temeline ve
kısmen de 10. maddenin ‘bilgi edinme özgürlüğü’nün ilgiliye kendi durumu
hakkında bilgi içeren kayıtlara ulaşma hakkını vermediğini, hükümetin de bunları
bildirmekle yükümlü tutulamayacağı gerekçesine dayandırmıştır 204.
Gerek bilgi edinme ve haberlere ulaşılmada gerek düşüncelerin
açıklanmasında en önemli vasıta kitle iletişim araçlarıdır. Bunların belli başlıları
ise, yazılı basın, radyo, televizyon, sinema ve internettir. Kitle iletişim araçlarının
görevi kamuoyunu aydınlatmak olup, bu yolla bireyler kendilerini ilgilendiren
gerek kişisel gerek toplumsal olay ve olgular hakkında bilgilendirilerek, fikir ve
kanaatlerinin oluşumuna katkıda bulunurlar. Bu özgürlük, her türlü kitle iletişim
araçları ile bilgi ve haberleri ülke sınırları söz konusu olmaksızın serbest
dolaşımının sağlanmasını ve iletişim teknik araçlarına herkese serbestçe girebilme
imkanının sağlanmasını gerekli kılar. Internet vb. gibi ağların kullanımının
yaygınlaşması ile birlikte insanlar duygu, düşünce ve yaratılarını elektronik
ortamda da kolayca yayabilme olanağına kavuşmuşlardır. Elektronik bilgilere
erişimin kolaylaşması ve yaygınlaşması bilgi edinme özgürlüğüne yeni bir boyut
kazandırmıştır. Devlet tarafından üretilen elektronik ortamdaki bilgilere daha
kolay erişim olanağı doğmuştur. Fakat aynı zamanda elektronik ortamdaki kişisel
bilgilerin (mali bilgiler, sağlık bilgileri vs.) gizliliği ve güvenliği de son derece
önem kazanmıştır 205.
Bilgi edinme özgürlüğü ancak demokratik devletin etkilenmediği ve
sansüre tabi tutulmadığı özgür bir basına sahip olmasıyla mümkündür. Bu nedenle
basın özgürlüğü demokrasinin vazgeçilmez bir öğesidir. Basın özgürlüğünün
sağlanması ifade özgürlüğünün gerçekleşmesi için büyük bir öneme sahiptir.
Basın-yayın özgürlüğünün desteklenmesi kamu yararına olup kitle iletişim
araçları yoluyla her türlü haberi öğrenebilme ve yayabilme 10 Aralık 1948 tarihli
204
Leander/İsveç, 26 Mart 1987, paragraf 72-74; Haris D. J, M O’Boyle, C Warbrick, Law of The
European Convention On Human Rights, (London, Butterworths, 1995), s.379-380.
205
Kaboğlu, “Türkiye’de Düşünce Özgürlüğü”, s.87; Özgenç, “Düşünceyi Açıklama Hürriyeti ve
Ceza Hukuku”, s.205-206.
69
İnsan hakları Evrensel Bildirgesi (md. 19), 1950 tarihli insan Hakları Avupa
Sözleşmesi (md. 10) ve 1975 tarihli Helsinki Nihai Senedi ile, ülke sınırları söz
konusu olmaksızın, bir hak olarak tanınmıştır
Nitekim Mahkeme, verdiği pek çok kararda basının önemini özellikle
vurgulamaktadır. Castells/İspanya olayında mahkeme basının önemini şu şekilde
belirtmektedir;
“....hukukun üstünlüğü ile yönetilen bir Devlet içinde basının seçkin rolü
unutulmamalıdır. Gerçi basının “düzensizliğin önlenmesi” ve “başkaların
haysiyetlerinin korunması” için konan sınırları aşmaması gerekir; ancak basın,
siyasi sorunlar hakkında ve kamu yararıyla ilgili konularda haber ve düşünceleri
yayma görevini üstlenmiştir.
Basın özgürlüğü halkın siyasi liderlerin düşünceleri ve davranışları
hakkına fikir sahibi olmalarını sağlamaktadır. Ayrıca siyasetçilere, kamuoyunun
zihnini meşgul eden sorunlar hakkında düşünceleri ve yorumlarını belirtme fırsatı
vermektedir. İfade özgürlüğü herkesin, demokratik bir toplumun özünde yer alan
serbest siyasi tartışmaya katılmasını mümkün kılmaktadır 206.”
Mahkeme, Sunday Times/Birleşik Krallık (no. 1) davasında, yargı
aşamasında olan bir konunun bile halk arasında tartışılabilmesi için basında yer
almasının
Sözleşme’ye
Lingens/Avusturya
aykırı
kararında
207
olmadığına
basının
karar
politik
vermiştir.
alanda
ve
Mahkeme,
demokrasinin
işleyişindeki önemine değinmiştir. İlgili olayda Mahkeme, basın özgürlüğünün
halk içinde, siyasi liderler hakkındaki düşüncenin şekillenmesini sağladığını ve
siyasi tartışma ortamının demokrasinin temel taşı olduğunu vurgulamıştır. Buna
göre, bir politikacı hakkında yapılan eleştirinin sınırı sıradan vatandaşlara nazaran
daha geniş olmalıdır. Çünkü politikacı, sıradan vatandaşlardan farklı olarak her
söz ve davranışını bilerek ve isteyerek basının ve kamuoyunun yakın denetimine
açmıştır. Sözleşmenin 10. maddesinin ikinci fıkrası, başkalarının, bu arada
politikacıların da itibar ve haklarını korumaktadır. Ancak politikacılar sözkonusu
olduğunda, bu koruma, siyasi konuların tartışılmasındaki yarar ile dengelenmek
zorundadır.
206
207
Castells/İspanya, 23 Mart 1992, paragraf. 45; Gaweda/Polonya, 14 Mart 2002, paragraf.34.
Lingens/Avusturya, 8 Haziran 1986.
70
Mahkeme, Sürek ve Özdemir/Türkiye davasında, basının, şiddet tehdidi
karşısında milli güvenlik veya ülke bütünlüğünün korunması veya asayişsizlik
veya suçun engellenmesi amacı ile konmuş olan sınırlamaları aşmaması kaydı ile
bölücü olanlarda dahil olmak üzere, siyasi hususlarda görüş ve bilgi vermesinin
bir zorunluluk olduğunu bildirmiştir 208. Basının, anılan bilgileri ve fikirleri
bildirme zorunluluğunun yanında , halkın da bunları almaya hakkı vardır. Basın
özgürlüğü, kamuoyuna siyasi liderlerin fikir ve tutumlarının keşfedilmesi ve
bunlara ilişkin bir kanaat oluşturulması için en iyi araçlardan birini
sağlamaktadır 209.
b- Kanaat Özgürlüğü
İfade özgürlüğünün ikinci şartını oluşturan kanaat özgürlüğü; 10. madde
de güvence altına alınan diğer özgürlüklerin bir önkoşuludur ve 2. fıkrada sayılan
kısıtlamalardan muaf olmak anlamında neredeyse mutlak bir koruma altındadır.
Bakanlar Komitesinin belirttiği gibi, bu hakka getirilecek herhangi bir kısıtlama
demokratik bir toplumun doğası ile çelişecektir 210.
Bu özgürlük haber alma ve öğrenme özgürlüğünün güvence altına alındığı
bir ortamda oluşan felsefi, dini, siyasi, ekonomik vb. hangi alanda olursa olsun,
bireyin edindiği bilgiler arasından doğru olduğuna inandığı görüşleri seçmesini,
tercih edebilmesini ve bunlardan ötürü kınanmamasını ifade eder 211. Bu seçimin
konusu dini ise din ve vicdan özgürlüğü söz konusu olur 212. İnsanların, dinler
karşısındaki düşünce, kanaat, inanç ve davranışları, inanç özgürlüğü kapsamında
hukukun güvencesi altındadır. Meselenin inanç yönü ise, kişinin vicdan ve iç
aleminin en içsel yanıdır 213. Vicdan özgürlüğü, kişinin dini nitelikte olmayan
inançlarını da kapsayarak her türlü siyasi ve felsefi görüşleri de güvence altına
alır. Kişi inanç konusunda, istediği tercihte bulunabileceği gibi, hiçbir dini inanca
inanmama seçeneğini de benimseyebilir. Bu nedenle inanan kimselerin
yararlandıkları, dini inançlarından dolayı kınanmama, suçlanmama, rahatsız
208
Sürek ve Öztürk/Türkiye, 8 Temmuz 1999, paragraf.58.
ibid, paragraf. 58.
210
Bakanlar Komitesi Raporu, içinde, Van Dijk and Van Hoof, Theory and Practice of the
European Convention on Human Rights, (Kluwer, 1990), s. 413.
211
Tanör, Siyasi Düşünce Hürriyeti ve 1961 Türk Anayasası, s.25 ; Sunay, Avrupa Sözleşmesinde
ve Türk Anayasasında İfade Hürriyetinin Muhtevası ve Sınırları, s.56-56.
212
Erdoğan Teziç, ‘Türkiye’de Siyasal Düşünce ve Örgütlenme Özgürlüğü’, Anayasa Yargısı, c.7,
Ankara 1990, s.33; Gökçen, Halkı Kin ve Düşmanlığa Açıkça Tahrik Cürmü, s.225.
213
Bülent Tanör, “İnanç ve Din Özgürlüğü”, İnsan Hakları, (İstanbul: Yapı Kredi Yayınları,
2000), s. 98.
209
71
edilmeme güvencelerinden hiçbir dini inancı benimsemeyenler de yararlanırlar.
Nitekim İnsan Hakları Mahkemesi Koskotas/Yunanistan kararında, Sözleşmenin
sadece inananların kişilik ve hayat anlayışlarını değil, inançsızların, din
düşmanları ve şüphecilerin dünya görüşlerini de koruduğuna karar vermiştir 214.
Kanaat özgürlüğü, ifade özgürlüğünün çok önemli bir unsurunu oluşturur.
Bu unsur, niteliği itibariyle bireyin iç aleminde gerçekleşen düşünme sürecinin
son evresidir. Düşünce, kanaat ve inanç alanı içsel bir işlem olarak insanın ruhi ve
fikri alanına ilişkin bulundukları ve açığa vurulmadıkları için dış alemde olumlu
ve olumsuz herhangi bir etki ve sonuç doğurması ve başkasına zarar vermesi
mümkün değildir. Bu niteliği itibariyle de kanaat özgürlüğünün hukuki
düzenlemelere konu olup olmayacağı konusu gündeme gelmektedir. İlk bakışta
düşünce, kanaat ve inançlara ilişkin konuların hukukla hiç bir bağlantısının
olmadığı, onun metot ve aletleriyle insanın iç aleminde gerçekleşenleri tespit edip
belirleyebilmenin
mümkün
olmadığı,
dolayısıyla
insanın
iç
aleminin
derinliklerinde kalan ve tespit edilmesi de mümkün olmayan bu alanın mahiyeti
gereği hiçbir hukuki düzenlemeye konu olmayacağı akla gelebilir 215. Ancak,
insanın iç aleminde kalan bu özgürlükler hukuki düzenlemelerle kısıtlamalara
konu olmasalar da, bu özgürlüklere güvence sağlayan düzenlemelerin konusu
olabilirler. Nitekim insan hakları belgelerinde de, bu özgürlük herhangi bir
sınırlamaya tabi tutulmaksızın sadece güvenceleri içerecek şekilde düzenlenmiştir.
Ayrıca ifade özgürlüğüne yer veren düzenlemelerin çoğu da kanaat özgürlüğünü
ifade özgürlüğü ile doğrudan bağlantılı bir hak olarak düzenlemektedir. Nitekim
Birleşmiş Milletler Evrensel Bildirgesinin 19. maddesi, İnsan Hakları Avrupa
Sözleşmesinin 10. maddesinde olduğu gibi kanaat özgürlüğü ve ifade özgürlüğü
aynı maddede düzenlenmiştir. Amerikan İnsan Hakları Sözleşmesinin 13. maddesi
de kanaat özgürlüğünü ifade özgürlüğünün ayrılmaz bir parçası olarak
düzenlemektedir.
Sözleşmesinde
Ancak
kanaat
Birleşmiş
özgürlüğü
Milletler
ve
ifade
Medeni
özgürlüğü
ve
Siyasi
ayrı
Haklar
maddelerde
düzenlenmiştir. Bu sözleşmeye göre kanaat özgürlüğü mutlak bir hak iken ifade
özgürlüğü bir kısım sınırlamalara tabidir. Aslında bu düzenlemeler arasında
214
Koskotas/Yunanistan, 25 Mayıs 1993.
Küçük, İfade Hürriyetinin Unsurları, s. 52 ; Tanör, Siyasi Düşünce Hürriyeti ve 1961 Türk
Anayasası, s.14.
215
72
Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesinin düzenlemesi daha mantıklı ve realiteye
daha uygun düşmektedir.
Bu düzenlemelerde, kişilerin düşünce ve kanaatlerinden dolayı rahatsız
edilmemelerinden
ve
bunları
açıklamaya
zorlanmamalarından
da
bahsedilmektedir. Buna göre, kişilerin düşünce, kanaat ve inançları, onların iç
aleminde kalıp ifade yoluyla kamusal alana aktarılmasa da, hukuk bu alanı
düzenleyerek güvenceye kavuşturmak istemektedir. Nitekim bu alanın hukuk
normlarıyla sınırlandırılması çabalarını demokratik ilkelerle bağdaştırmak
mümkün değildir. Aksi yöndeki bir düzenleme, insanın haysiyet ve onurunu
derinden etkileyerek, onu ortadan kaldırıcı yönde bir takım uygulamaların ortaya
çıkmasına yol açabilecektir. Kişilerin iç alemlerine de hükmetmeyi amaçlayan her
türlü müdahale, totaliter rejimlere mahsus bir eylem olup liberal demokrasinin
esasları ile bağdaştırmak mümkün değildir. Bu nedenle bu alan, hukukun mutlak
sınırlama alanı dışında kalan doğal alanı ve insan haklarının sert çekirdeğini
oluşturur 216. Bireylerin sahip oldukları bu kanaat özgürlüğü, dış aleme
aktarılmadığı sürece kişisel olup taşıyıcılarına aittir. Bireylerin sahip oldukları bu
kanaatler, ancak kamusal alana aktarılmaları ile birlikte başkalarının fikri
tercihlerine konu olabilirler.
Doğru olduğuna inanılan düşünce ve kanaatleri seçme ve benimseyebilme
özgürlüğü olan kanaat özgürlüğü demokratik bir toplum olmanın zorunlu öğesi
olarak, hiç kimsenin kanaatleri nedeni ile kaygı duymamasını, rahatsız
edilmemesini gerektirir217. Bu ise en başta, düşünce ve inançlarını ya da
inançsızlığını açıklamaya zorlanmama demektir ki buna “konuşmama özgürlüğü”
de denilebilir. Bu nedenle konuşmama özgürlüğü konuşmaya zorlanmak için bir
baskının bulunması halinde, baskıya karşı sessiz durma özgürlüğünü gerektirir218.
Bu bağlamda konuşmama özgürlüğü üç farklı görünümde olabilir. Birincisi,
insanın inanmadığı bir şeyi söylememek hakkı, ikincisi, insanın inandığı bir şeyi
söylememek hakkı, üçüncüsü ise insanın bildiği bir şeyi söylememek hakkıdır.
216
Osman Can, “Düşünceyi Açıklama Özgürlüğü: Anayasal Sınırlar Açısından Neler Değişti?”,
Liberal Düşünce, yıl.6, sayı. 24, Güz 2001, s. 90 ; Kaboğlu, “Türkiye’de Düşünce Özgürlüğü”,
s.27 ; Küçük, İfade Hürriyetinin Unsurları, s.53.
217
Özek, Türk Basın Hukuku, s.29 ; Tanör, Siyasi Düşünce Hürriyeti ve 1961 Türk Anayasası, s.
25.
218
Gellhorn W, Amerikan Hakları, (Ankara: Türk Siyasi İlimler Derneği Yayınları, 1965), s.88
73
Yukarıda
belirtildiği
gibi
bu
özgürlük,
kişinin
inandığı
şeyleri
açıklamamak hakkını içerdiği gibi, inanmadıklarını söylememe hakkını da içerir.
Örneğin, bazı Amerikan okullarında, öğrenciler, bayrağı selamlamak ve bir
bağlılık yemini etmek sureti ile derslere başlamakta idiler 219. Federe devletlerden
birinin, bu ödevi yerine getirmeyen çocukların okuldan kovulmalarını emretmesi
üzerine açılan davada, Yüksek Mahkeme; kişinin gerçekten inanmadığı bir inanca
zorlanmasında toplumun yararının pek önemli olmadığını ve bu türlü
teşebbüslerin ortaya çıkması halinde, kişilerin sınırsız bir sessiz kalma
özgürlüğünün olduğuna karar vermiştir 220.
Konuşmama özgürlüğü, inanmadığı şeyleri söylememe hakkını koruduğu
gibi, kişinin inandığı şeyleri söylememe ya da inandığı şeyleri gizli tutma hakkını
da korur. Nitekim bireylerin dini inançlarının öğrenilmesi bağlamında bu yönde
tartışmalar Türk Anayasa Mahkemesi’nin önüne de gelmiştir 221.
Kişilerin fikir ve inançlarını öğrenme çabalarınnın en yoğunu siyasi fikir
ve inanç alanında olmaktadır. Nitekim bu yöndeki gayretler genellikle kamu
hizmetine girişte sözkonusu olmaktadır. Bu konu ile ilgili iki dava örneği İnsan
219
Bu yemin şu şekilde idi; ‘ABD bayrağına, tanrının himayesinde bölünmez bir tek millete, ve
herkes için adalet ve hürriyetin bulunduğu Cumhuriyete karşı yemin ederim’, ibid, s.89.
220
West Virginia States Board of Education/Bernadette, 319 Us, 624(1943), den naklen, Tanör,
Siyasi Düşünce Hürriyeti ve 1961 Türk Anayasası, s. 26.
221
Bu konuda gelen iki ayrı davada Anayasa Mahkemesi birbirinden tamamen farklı kararlar
vermiştir. Bu konudaki ilk olay, nüfuz cüzdanındaki ‘İslam’ sözcüğünün silinerek, yerine ‘bahai’
sözcüğünün yazılmasını isteyen bir kişinin bu isteğinin idare tarafından reddedilmesi üzerine
Danıştay’da dava açması ve Danıştay önünde Nüfuz Kanunu’nun 43. maddesinin Anayasaya
aykırılığı iddiası hakkındadır. Anayasa Mahkemesine göre devletin, vatandaşların özelliklerini
bilme isteği, kamu düzeni ve yararı ile ekonomik, siyasal ve sosyal gereksinmelere dayanmaktadır.
Anayasa Mahkemesi bu konuda önemli olan hususlardan birinin, laiklik ilkesine aykırı olarak
kişinin dini ile ilgili bilginin, belirli bir dine mensup olanlardan sorulup da, diğer dinlere mensup
olanlardan sorulmayarak ayrım yapılmaması olduğunu ve somut olayla ilgili kanunun, demografik
bilgi olarak seçilen dinin kütükte yer almasını öngördüğünü, bireyi açıklamaya zorlamadığını
belirtmiştir. AYM, E.1995/17, K.1995/16, KT. 21 Haziran 1995, AMKD, sy.31, c.2, s.538-548;
Anayasa Mahkemesi daha sonraki başka bir kararda tam tersi yönde karar vermiştir. Dava konusu
olay, Yerel Mahkeme’nin CMUK’un, ‘Tanığa tanıklığından önce dini sorulur’ hükmünü içeren 61.
maddesindeki dini sözcüğünün, Anayasa’nın laiklik ve vicdan özgürlüğünü düzenleyen
maddelerine aykırı olduğunu ileri sürmesi ile ilgilidir. AYM, bu konu ile ilgili kararında,
sözkonusu hükmün, devlette egemen ve etkin gücün dini kurallar değil, akıl ve bilim olduğu,
kişinin inanç dünyasının düzenleyici olan dinin devlet işlerinde söz sahibi olarak hukukun yerine
geçip kanuni düzenlemelerin kaynağı olmasının düşünülemeyeceği, sözkonusu hükümde tanığa
sorulacak sorular arasında dinin sorulması konusunun yer alması ile kamusal ilişkilerde dinin
belirleyici bir rol oynaması ihtimaline yol açıldığı üzerinde durulmuştur. Mahkeme, laik bir
devlette dinin her türlü etki ve el atmanın dışında bırakılabilmesinin, onun sadece kişilerin iç
dünyasına ilişkin bir olgu olarak kalmasıyla mümkün olabileceğini belirleyip ilgili hükmün
Anayasaya aykırı olduğuna karar vermiştir, AYM, E. 1995/25, K. 1996/5, KT. 2 Şubat 1996,
AYMKD, s.32, c.2, s.558-560.
74
Hakları Avrupa Mahkemesinin önüne, Glasenapp 222 ve Kosiek 223 başvuruları
nedeniyle gelmiştir. İkisi de Almanya aleyhine açılan bu davalarda Mahkeme,
Federal Alman Cumhuriyeti’nin bütün devlet memurlarına Anayasa ve onun
değerlerine bağlılık yemini etme yükümlülüğü getiren Berufsverbot doktrinini
değerlendirdi. Bayan Glasenap aşırı sol bir partiye(Alman Komünist Partisi), Bay
Kosiekise aşırı sağ bir partiye (Almanya Ulusal Demokrat Partisi) sempati belirten
bazı görüşlerini açıklamışlardı. Her iki olayda da hükümet, deneme süreli
öğretmenler olarak atanan başvuruculara kadrolu (daimi) devlet memuru statüsü
vermeyi reddetti.
Mahkeme her iki davada da benzer bir yorum benimseyip, devlet
memurlarının
özgür
bir
demokratik
anayasal
sistemi
desteklemelerinin
istenmesinin Sözleşmeye mutlak bir şekilde ters olmadığına karar vermiştir.
Mahkemenin görüşüne göre, Alman otoritelerinin kararlarının doğruluğunu
incelemenin bir gereği yoktur. Mahkeme, davacıların görüşlerine, tutumlarına ve
faaliyetlerine bakarak, Alman otoritelerinin bunları yaparken sadece davacıların
görevin gerektirdiği şahsi vasıflara haiz olup olmadıkları konusunda 224 kendilerini
tatmin etmeye çalıştıklarına hükmetmiştir. Mahkeme bu davaların, davacıların
devlet memurluğuna girme hakları 225 ile ilgili olduğu ve bundan dolayı da hür
ifade haklarına müdahalenin söz konusu bile olmadığı nihai kararını vermiştir.
Ancak Mahkemenin yukarıdaki iki davaya çok benzeyen Vogt'un Almanya
aleyhine açtığı davada 226, bunun tamamen tersi yönde bir karar vermiştir. Bu
davada davacı, Alman Komünist Partisine üye olduğu gerekçesiyle, yapmakta
olduğu öğretmenlik görevinden alınmıştır. Bu dava ile yukarıda bahsi geçen iki
dava arasındaki fark, önceki iki davada davacılar geçici(kadrosuz) devlet
memurları iken, Bayan Vogt'un daimi (kadrolu) bir devlet memuru olmasıdır.
Mahkeme, davacı daimi bir mevkie sahip olmasından ötürü, bu davanın,
bu bayanın devlet memurluğuna girişiyle değil, ifade özgürlüğü hakkının ihlal
edilip edilmediği hakkında olduğuna hükmetmiştir. Mahkeme, Almanya'nın
Weimar Cumhuriyeti yönetiminde ve bu rejimin çöküşünün ardından yaşadığı acı
222
Glasenapp/Almanya, 28 Ağustos 1986.
Kosiek/Almanya, 28 Ağustos 1986.
224
Glasenapp/Almanya, paragraf 53, ve Kosiek/Almanya, paragraf.39.
225
ibid. paragraf. 39.
226
Vogt/Almanya, 26 September 1995.
223
75
çöküşten, Temel Kanunun (Basic Law) 1949'da onaylanmasına kadar kazandığı
tecrübeyi 227 göz önünde bulundurmuştur.
Mahkeme Alman kanunlarına göre anayasaya bağlılığın mutlak olması
üzerinde durmuştur. Mahkeme, bu ödevin, iş veya derecesine bakılmaksızın her
vatandaşa eşit olarak yüklenmesi ve kamu hizmeti ile özel hayat arasında bu
konuda ayrım yapılmamış olması karşısında oldukça şaşırmıştır. Mahkeme,
Avrupa Konseyinin diğer hiçbir üyesinde böylesi bir anayasal bağlılık
yükümlülüğünün olmadığını; hatta Almanya içinde dahi, bu ödevin ülkenin farklı
kısımlarında farklı uygulandığını da göz önünde bulundurmuştur. Son davayla
ilgili Mahkeme üç ana durum üzerinde durmuştur. Birincisi, Mahkeme cezanın
çok ağır olduğuna karar vermiştir. Görevden uzaklaştırılarak davacının geçim
kapısı kapatılmış ve üstelik bu kendisinin bir başka iş bulamaması sonucunu da
doğurmuştur. İkincisi, Mahkeme davacının görevinin herhangi bir güvenlik riski
taşımadığına dikkat çekmiştir. Son olarak Mahkeme, Alman Komünist Partisinin
o sırada, Federal Almanya Anayasa Mahkemesi tarafından yasaklanmadığını da
göz önünde bulundurmuştur. Mahkeme davacıyı görevinden uzaklaştırmayı haklı
gösterecek yeterlikte sebeplerin olmadığı nihai hükmünü vermiştir.
Burada, hem Alman Komünist Partisi gibi bir partinin kurulmasına izin
verip, hem de aynı zamanda bu partiyi destekleyen bir devlet memurunu
cezalandırmanın tezat teşkil ettiği ileri sürülebilir. Vogt kararında Mahkeme,
anayasaya bağlılık ödevinin çok ağır olmaması gerektiğini ve bir vatandaşın görev
ve derecesine bakılmaksızın herkese aynı oranda yüklenilmemesi gerektiğini
tavsiye etmektedir. Anayasaya bağlılık, bazı güvenlik riskleri işin içine girdiğinde
gerekebilir. Anayasaya bağlılık ödevi yüklenildiğinde, kamu hizmeti ile özel
alanın birbirinden ayrı tutulmasına izin verilmelidir. Vogt davasında verilen
hüküm, öğretmenlerin ve devlet memurlarının siyasi faaliyetlere katılabilme
haklarına kuvvet vermesinden dolayı oldukça önemlidir. Mahkemenin bu yorumu
Mahkemenin ifade özgürlüğü prensibine ne kadar kesin kararlılıkla bağlı
olduğunu göstermektedir 228.
Konuşmama özgürlüğü insanların inandığı şeyleri söylememe hakkını
koruduğu gibi, kişinin bildiği bir şeyi söylemekten kaçınabilmesi hakkını da
227
ibid, paragraf 59.
ibid, paragraf. 24, 32, 33 ; Gomian, Harris, Freedom of Thought, Conscience, Religion and
Expression, (Düşünce, İnanç, Vicdan ve İfade Özgürlüğü), s.159-161.
228
76
korur. Örneğin, kişinin kendi ya da yakınları aleyhine şahitlikten kaçma hakkında
olduğu gibi 229. Nitekim Amerikan Anayasası bireyi, kendi aleyhinde şahitlik
yapmaya zorlanmamaya karşı korumaktadır. Beşinci anayasa değişikliğinde şu
hüküm yer almaktadır: ‘Kimse herhangi bir ceza davasında kendine karşı şahit
olmaya zorlanamayacaktır.’ Bu durum ise, o bireyin, işin sonunda,’ceza davası’
açıldığında kendisini suçlu çıkartması olası delilleri vermeğe zorlanamayacağı
anlamına gelir 230. İHAK, K/Avusturya kararında, bir ceza davasında davacının
kendi aleyhine tanıklıktan çekinme hakkını korumuştur 231. Nitekim bu hak
‘insanın uygarlaşma mücadelesinde büyük dönüşüm noktalarından biri olarak’
belirtilmiştir 232.
Kanaat özgürlüğü, hem kanaatlerin açıklanmasını tehlikeye sokan şeylere
karşı hem de farklı düşüncelere sahip olmaları sebebi ile fertleri rahatsız eden ya
da bu farklı fikirlerin benimsenmesini engelleyen etmenlere karşı korunmayı
sağlamaktadır 233.
c- Fikir ve Kanaatleri Açıklama Özgürlüğü
Birey yoğun ve yorucu serüveninin sonunda ulaştığı ve tercih ettiği
düşünce, kanaat ve inanç değerleri ile kamusal alana katılmaya, yaratıcı fikirleri
ile kamuoyunun oluşumuna katkıda bulunmaya hazır hale gelmiştir. Nitekim
kişinin davranışlarını, benimsemiş olduğu bu fikri değerler belirler 234. Kişinin
yazdığı yazı, söylediği söz, çizdiği resim ve karikatürlerin, gerçekleştirdiği her
türlü davranışın kaynağı, hep sahip olduğu bu düşünce, inanç değerleri sonucu
oluşmuştur. Bu kanaat ve inanç değerleri ise İfade özgürlüğünün en etkin ve
dolayısı ile en önemli unsuru olan fikir ve kanaatlerini açıklama özgürlüğünü
ortaya çıkarır. Bu özgürlük düşüncenin dışa vurulma safhasını oluşturup,
düşüncenin statik halden dinamik hale geçmesine yardımcı olur. Şayet bu
özgürlük olmaz ise düşünce edinmeye yarayan özgürlükler ve kanaat özgürlüğü
229
Tanör, Siyasi Düşünce Hürriyeti ve 1961 Türk Anayasası, s.26.
Gellhorn W, Amerikan Hakları, s.99.
231
den naklen, Monica Macovei, İfade Özgürlüğü Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10.
Maddesi’nin Uygulamasına İlişkin Klavuz, İnsan Hakları El Kitapları, No. 2, Avrupa Konseyi
İnsan Hakları Genel Müdürlüğü, Kasım 2001, s.7.
232
ibid, s.99.
233
Erdem, “Düşünce Özgürlüğü ve Demokrasi”, s.9.
234
Küçük, İfade Hürriyetinin Unsurları, s.55.
230
77
bir anlam ifade etmeyecektir. Nitekim devlet ile bireyi karşı karşıya getiren
aşamada bu aşamadır 235.
Yukarıda yapmış olduğumuz açıklamalara uygun olarak bireyin edindiği
bilgiler arasında yapmış olduğu tercihleri dış dünyaya yansıtabilmesi olarak
tanımlanabilecek olan ifade özgürlüğü, bir tercihin zihin dışındaki uygulamasıdır.
Kişiler düşüncelerini ifade edebilmesi açısından hayli zengin bir konuma sahiptir.
Kişiler, düşüncelerini ifade kapsamında dile getirme, savunma, anlatma, tanıtma,
ilan etme, yaratma, eleştirme, reddetme, çağrıda bulunma, karşı çağrıda bulunma,
ikna etme, açıklama, yayma, yayımlama, benimsetmeye çalışma, propaganda ve
bir düşünce için mücadele yapma olanaklarını kullanır. Bunu ise, sözle (nutuk
vermek, özel ya da kamuya açık toplantılarda konuşmak, bağırmak, şarkı ve marş
söylemek vb) ve yazı (özel yazışmalar-mektup, e-mail- kitap, broşür, dergi,
gazete) ile bireysel olarak yapılabileceği gibi, toplantı ve gösteri yürüyüşlerindeki
topluca bağırmalar, pankart açma, afişler, ya da
dernekler ve siyasi partiler
aracılılığı ile yapılacak örgütlü hareketlerle olduğu gibi toplu halde de
yapılabilirler. Dolayısı ile toplantı ve gösteri yürüyüşleri, dernek ve siyasi parti
kurma özgürlüğü, ifade özgürlüğünün bir bakıma, değişik tarzlarından,
uzantılarından başka bir şey değildir 236. Ayrıca, ses dalgaları yoluyla ifade
yanında, elektromanyetik dalgalar yani plaklar, audia-kasetler, telefon da ifade
araçlarıdır. Bunlara ek olarak ifade, gizli simge, resim ve çizimlerle de olabilir.
Ayrıca, el, daktilo ve bilgisayarla yazılmış tüm belgeler, el ilanları, pankartlar,
mektuplar vb ifade araçlarının yanında, elektronik aktarım biçimleri ile yapılan
düşünce aktarımlara da muhatapta yazılı bir biçimde algılanabildiği takdirde ifade
biçiminde algılanabilmektedir. Bu bakımdan teleteks, kablo yoluyla aktarılan
metinler de ifade araçlarıdır. Bunların yanında, jest, üniforma ve sembollerin
taşınması ve müzik gibi araçlar da ifadede yararlanılan araçlardandır 237.
İfade özgürlüğü sadece düşüncelerin soyut bir şekilde yayılması ve
açıklanmasını değil, aynı zamanda, aktif, sistemli ve inandırıcı bir şekilde
başkalarına aşılanmasını, telkin ve tavsiyesini, özet olarak propagandasını da
235
Sami Selçuk, ‘Düşün Özgürlüğü’, Düşünce Özgürlüğü, der. Hayrettin Ökçesiz, (İstanbul:
AFA, 1998), s. 303-304.
236
Tanör, Siyasi Düşünce Hürriyeti ve 1961 Türk Anayasası, s.28 ; İlhan Akın, Temel Hak ve
Özgürlükler, (İstanbul : Fakülteler Matbaası,1968), s.145.
237
Özek, Türk Basın Hukuku s. 81 vd.; Can, “Düşünce Özgürlüğü: Anayasal Sınırlar Açısından
Neler Değişti?”, s.94-95 ; Küçük, İfade Hürriyetinin Unsurları, s.70.
78
içermektedir 238. Çünkü kişinin doğru olduğuna inandığı düşüncelerini başkalarına
da kabul ettirme çalışması kadar olağan bir hak düşünülemez. Propagandanın belli
bir amacı gütmesi, taraftar kazanma ve sonuç olarak onları eyleme geçirme amacı
gütmesi, muhataplarını etkilemesi, heyecanlandırması, düşünce açıklamasının çok
kuvvetli bir dozda yapıldığını gösterse de bütün bu maksat ve yöntemler şiddet ve
zor kullanımı ortamını hazırlamadıkça ve bunları araç olarak önermedikçe ifade
özgürlüğünün olağan kapsamı içinde yer alırlar 239. Belli bir düşünceye yandaş
sağlayarak, hukuka uygun yöntemlerle geçerliliğini yaygınlaştırmaya yönelik
propaganda faaliyetlerinin yasaklanması, gerçekte düşüncenin yasaklanması ve
suç sayılması anlamına gelir. Açıklanan bir düşüncenin muhataplarda etki
doğurması, onların düşünce ve kanaatlerini değiştirme amacı taşıması bu
açıklamaların ifade özgürlüğünün korunmasından yararlanmayacağı anlamına
gelmez 240.
İfade özgürlüğü kişilere, beğenmedikleri uygulamaları eleştirebilme, fikir
ve inançlara uygun bir şekilde davranabilme ve doğru olduğuna inandığı düşünce
ve inançları başkalarına aktarabilme imkanı vermektedir. Toplumu ilgilendiren
sorunların nitelikli bir şekilde tartışılabilmesi ise karşı fikirlerin karşı karşıya
gelmesi ve birbirini eleştirebilmesi ile sağlanabilir. Eleştiride çeşitli olaylar
açıklanmakla yetinilmemekte, hadiseler ve bunlar içinde adı geçen kimselerin
tutum ve davranışları değerlendirilmektedir. Açıklanan düşünce ve kanaatler
eleştiri niteliğinde olunca, onun bir övgü olmaması, haşin ve sert olması doğal bir
sonuçtur. İHAM’nin bir çok kararında belirttiği gibi bir siyasetçinin ya da
eleştirmenin kendi görüşleri doğrultusunda, belirli olayları değerlendirmesi ve
bunu yaparken de sert ve kırıcı ifadeler kullanması ifade özgürlüğü kapsamında
değerlendirilmektedir 241.
Düşünceyi açıklama özgürlüğünün bir diğer yansıma şeklide kişinin kendi
düşünce ve kanaatlerine göre hareket edebilmesi, eylem ve etkinliklerde
bulunabilmesidir. Bu nedenle, kişilerin tek başına ya da başkaları ile bir araya
gelerek, düşünce ve inançlarına uygun bir şekilde davranışlarda bulunabilmeleri
238
Özlem Çakmut Yenerer, “Ceza Hukukunda Propaganda ve Düşünce Özgürlüğü”, Sahir
Erman’a Armağan, (İstanbul : 2000), s.135-136 ; Köksal Bayraktar, Suç İşlemeye Tahrik Cürmü,
(İstanbul: İ.U. Yayını, 1977), s. 23.
239
Tanör, Siyasi Düşünce Hürriyeti ve 1961 Türk Anayasası, s.29.
240
Küçük, İfade Hürriyetinin Unsurları, s.72.
241
Gökçen, Halkı Kin ve Düşmanlığa Açıkça Tahrik Cürmü, s.235.
79
gerekir. Bu yöndeki her hangi bir kısıtlama kişinin ifade özgürlüğüne müdahale
oluşturacaktır. Bu bakıma, dernek ve siyasi parti kurma, örgütlenme ve üye olma,
toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma farklı yansımalarından başka bir şey
değildir 242.
3- İfade Özgürlüğünün Kapsamı
a- Konu Bakımından
Konu bakımından ifade özgürlüğünü, kullanılan ifadenin niteliğine ve
türüne göre iki sınıfa ayırabiliriz. Mahkemenin 10. madde ile ilgili kararlarının
çoğunda belirtildiği gibi;
‘İfade özgürlüğü, 10. maddenin İkinci fıkrası sınırları içinde, sadece lehte
olduğu kabul edilen veya zararsız veya ilgilenmeye değmez görülen ‘haber’ ve
‘düşüncelere’ değil, aynı zamanda aleyhte olan, çarpıcı gelen veya rahatsız eden
‘haber’ ve ‘düşüncelere de’ uygulanır. Bunlar, ‘demokratik toplumun’ olmazsa
olmaz unsurları olan çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirliliğin gerekleridir 243.’
Avrupa Mahkemesinin ifade özgürlüğü ile ilgili önüne gelen davaların
çoğunda kullandığı bu kritere benzer bir ölçü de Amerika Yüksek Mahkemesi
tarafından Terminiello/Chicago davasında da kullanılmıştır. Hakim Douglos’a
göre;
‘Söz hürriyeti asıl amacına şüphesiz, huzursuzluğa teşvik ettiği,
hoşnutsuzluk yarattığı, hatta fertleri hiddete tahrik ettiği takdirde hizmet etmiş
olur. İfade ve beyanlar çoğu zaman tartışmaya davet edici, meydan okuyucudur.
Önyargılı hükümlere darbe indirebilirler ya da mevcut ve kurulu düzeni bozucu
derin etkiler meydana getirebilirler 244.’
Amerikan Yüksek Mahkemesi Texas v. Johnson davasında ifade
özgürlüğünün bu özelliğini şu şekilde vurgulamıştır 245;
“Bizim hükümet sistemimizde ifade özgürlüğünün fonksiyonu, onun
tartışmaya davet etmesidir. Gerçekten de ifadeler, eğer huzursuzluğa sebep
olacak şartlar doğuruyorsa, şartlarına uygun olarak memnuniyetsizlik yaratıyorsa
242
Tanör, Siyasi Düşünce Hürriyeti ve 1961 Türk Anayasası, s.73.
Handyside/Birlişik Krallık, paragraf.49 ; Lingens/Avusturya, paragraf. 41; Oberschlick/
Avusturya, paragraf. 57.
244
den naklen Sunay, Avrupa Sözleşmesinde ve Türk Anayasasında İfade Hürriyetinin Muhtevası
ve Sınırları, s.33.
245
Texas v. Johnson, 491 US 397 (1989).
243
80
veya insanların öfke ve kızgınlık duygularını tahrik ediyorsa ifade özgürlüğünün
yüksek amacına en iyi hizmet etmiş olur.”
Amerikan Yüksek Mahkemesi yine Texas v. Johnson kararında ifade
özgürlüğünün asıl fonksiyonunu, Mevcut düzenin en temel varlığına ilişkin
şeylerde farklı düşünme hakkı tanındığı zaman yerine getireceğini belirtmiştir.
İfadenin türü bakımından ise 10. madde sadece belli bilgi tiplerini ya da
ifade şekillerini özellikle politik içeriği olanları korumakla kalmaz aynı zamanda
sanatsal ifadeleri 246, ticari içeriği olan bilgileri 247 ve hatta hafif müzik ve kablolu
ticareti de kapsar 248. İkinci dünya savaşından sonra kurulan diğer kurumlarda
olduğu gibi, her türlü ifade 10. madde kapsamına alınmakta ve ifade
özgürlüğünün kapsamı daha geniş tutulmakta, savaş uçakları satın alımının
eleştirilmesi 249, hükümetin eleştirilmesi 250, devlet sırları 251, askeri bilgi 252 , çocuk
düşürme 253, gibi konulard bilgi verme ifade özgürlüğünün içerisine girmektedir.
Nitekim
bütün
bu
gelişmeler
de
sözleşmenin
dinamik
niteliğinden
kaynaklanmaktadır 254. Buna göre İfade özgürlüğü hakkı sadece sözleri değil aynı
zamanda resimleri, imajları, fikirleri ifade etme ve bilgi sunmayı da
korumaktadır 255. Bu açıklamalardan anlaşıldığı gibi 10. maddenin kapsamına
girmeyen hiçbir ifade yoktur. Diğer bir deyişle ifade özgürlüğü hakkı, her konuyu
ifade etmeyi güvence altına almakta olup konu sınırlaması bulunmamaktadır 256.
b-Vasıta Bakımından
Liberal
demokrasilerde
gerçek
anlamda
bir
ifade
özgürlüğünün
varlığından bahsedebilmek için bu özgürlüğün içeriğinin bireyler tarafından kendi
iradeleri ile belirlendiği gibi bunun iletim vasıtalarının da bireyler tarafından
özgürce seçilebilmesi gerekir. Kişi istediği yayın aracı ile düşüncelerini
açıklayabilmelidir. Bu konuda getirilecek her hangi bir sınırlama doğrudan
246
Müller ve Diğerleri/İsviçre, paragraf 27.
Markt Intern Verlag GmbH ve Klaus Beerman /Almanya, 20 Kasım 1989, paragraf 26.
248
Cosada Coca /İspanya, 24 şubat 1994, paragraf 35.
249
Chorherr/Avusturya, 25 Ağustos 1993.
250
Castelles/İsapanya, paragraf 43.
251
Vereniging Weekblad Bluf!/Hollanda, 9 Şubat 1995.
252
Hadjianastassiou/Yunanistan, 16 Ekim 1992.
253
Open Door Counselling and Dublin Well Women /İrlanda, 29 Ekim 1992.
254
Rick Lawson, “İfade Hürriyetini Güvenceye Almak: Avrupa İnsan Hakları İçtihatlarında Üç
Eğilim”, Liberal Düşünce, yıl.6, sy. 24, s.84.
255
Haris, O’Boyle, Warbrick, Law of The European Convention On Human Rights, s. 378.
256
ibid, s.373.
247
81
doğruya ifade özgürlüğünü etkileyecektir. Gerek Komisyon gerek Mahkeme
kararlarında, ifade özgürlüğünün içeriği gibi bu özgürlüğün yayılma vasıtaları da
serbest kamuoyunun oluşumuna imkan verecek genişlikte ele alınmaktadır.
Nitekim Mahkeme Otto-Preminger Institut/Avusturya kararında, açıklanan
düşüncenin yalnız içeriğinin değil, ifade yol ve şeklinin de herhangi bir fark
gözetilmeksizin 10. maddenin koruması altında olduğunu belirtmiştir 257.
c- Kişi Bakımından
İHAS’nin bireysel başvuru hakkını düzenleyen 34. maddesi, ‘her gerçek
kişi, hükümet dışı her örgüt ya da insan topluluğunun, Mahkeme’ye
başvurabileceğini’ düzenlemektedir. Buna göre, sözleşme tarafından tanınan hak
ve özgürlüklerden yararlananlar, ilgili taraf devletin bireysel başvuru hakkını
tanıması halinde bu hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiası ile Mahkemeye
başvurabileceklerdir. Buna uygun olarak ta 10. madde bağlamında ifade
özgürlüğün korumasından her ne kadar ifade özgürlüğünü kullanmaları sırasında
görevlerinden kaynaklanan bir kısım sınırlamalara tabi olsalar bile, yargıçlar 258,
memurlar 259,
ve
askerler 260
dahil
herkes
yararlanabilmektedir.
İfade
özgürlüğünden yalnız gerçek kişiler değil tüzel kişilerde yararlanacaktır. Nitekim
ifade özgürlüğü ile ilgili meşhur davaların bir kısmı basından, televizyon
kanallarından ve tıbbı bilgi merkezlerinden gelmektedir.
Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahip olmakla birlikte, bu özgürlüğün
sınırları herkes için aynı değildir. Bu özgürlüğün kişiye yüklediği görev ve
sorumluluklar ve kişinin içinde bulunduğu özel duruma göre ifade özgürlüğünün
sınırı daralabilmekte ya da genişleyebilmektedir 261. Mahkeme10. maddenin yalnız
siviller konusunda değil kamu görevlileri ve askerler hakkında da uygulanacağını
belirtmiş olmasına rağmen, ifade özgürlüğünün sınırının belirlenmesinde bunların
içinde bulundukları özel durumları da göz önünde bulundurmuştur 262.
257
Otto-Preminger Institute/Avusturya, 14 Ocak 1993.
Wille/Linkesthain, 28 Ekim 1999, paragraf 41.
259
Rekvenyi/Macaristan, 20 Mayıs 1999, paragraf 26.
260
Hadjianastassious/Yunanistanı, 16 Ekim 1992.
261
Feyyaz Gölcüklü, “Avrupa İnsan Hakları Divanında Söz ve İfade Hürriyeti”, İnsan Hakları
Yıllığı, 1980, s.53.
262
bakınız, Gregoriades/Yunanistan, ; Hadjastanious/Yunanistan, Engel ve Diğerleri/Belçika
davaları.
258
82
C- İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nde İfade Özgürlüğünün
Sınırlandırılması
1- Genel Olarak İfade Özgürlüğünün Sınırlandırılması
Özgürlüklerin ortaya çıkışı ve yazılı belgelerde yer almasıyla birlikte
bunların sınırlandırılması ve bu sınırların nelerden ibaret olduğu sorunu da
gündeme gelmiştir. Herhangi bir toplum ya da Devlet için sınırsız bir özgürlüğün
olduğunu söylemek mümkün değildir. Özgürlüklerin toplum yaşamında sınırsız
olduğu düşünülemez. Özgürlükler ancak sınırları ile yaşayabilmekte olup sınırları
belirlenmemiş bir özgürlüğün pratik bir değeri de bulunmamaktadır. En liberal
yaklaşımlar bile ifade özgürlüğünün sınırsız olduğunu savunmamaktadırlar.
Nitekim pek çok sözleşme gibi İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinde de ifade
özgürlüğü sınırlı bir özgürlük olarak düzenlenmiştir. Ancak, hemen belirtmek
gerekir ki, tüm özgürlükler gibi bu özgürlük de asıl, sınırlandırılması ise
istisnadır 263.
1789
tarihli
Fransız
İnsan
Hakları
Bildirgesinin
4.
maddesi,
Montesquieu’nin, “…özgürlük yasaların izin verdiği şeyleri yapabilmektir ve
yasakladığı şeyleri de yapmamaktır” 264 şeklindeki görüşleri doğrultusunda
özgürlüklere genel veya özel herhangi bir sınırlama nedeni getirmeksizin,
özgürlüklerin başkasına zarar vermeyen her şeyin yapılabilmesi olduğunu
belirttikten sonra, sınırlarının kanunla belirleneceğini açıklamış ve bu çerçevede
11. maddesi de, kişilerin kanunla belirtilen durumlarda ifade özgürlüğünün kötüye
kullanılmasından sorumlu olacaklarını vurgulamıştır 265.
İfade özgürlüğünün genel olarak dört farklı türde sınırlama hükmüne tabi
olduğunu söyleyebiliriz 266.
İlk sınırlama şekli, bütün hakları kapsayan genel bir sınırlama hükmünün
anayasalarda yer almasıdır. Örneğin, Kanada Anayasası, ifade özgürlüğü dahil
anayasada belirtilen güvenceler ve hakların, ancak özgür ve demokratik bir
toplumda,
anayasada
açıkça
belirtilen
meşru
amaçlarla
kanunla
sınırlandırılabileceğini düzenlemiştir.
263
Tevfik M Odman, “Düşünceyi Açıklama Özgürlüğü Bağlamında Halkı Askerlikten Soğutma
Suçu”, İnsan Hakları Mecmuası Dergisi, Aralık 1995, s. 25.
264
Göze, Siyasal Düşünce Tarihi, s. 218.
265
İbid, s. 25.
266
Trager, Dickersen, Freedom of Expression in the 21 st Century, s. 95.
83
İkinci sınırlama şeklini, Hindistan Anayasasında görürüz. Buna göre, ifade
özgürlüğünü
düzenyelen
maddeye,
bu
özgürlüğün
hangi
durumlarda
sınırlanacağının eklenmiş olmasıdır. Buna göre;
Hindistan’ın egemenlik ve bütünlüğüne, devletin güvenliğine, dış
devletlerle dostane ilişkilere, kamu düzenine, ahlaka veya moral değerlere zarar
veren ifadeler ve ‘mahkemeleri küçük düşüren, hakaret veya suça tahrik’ içeren
ifadeler kısıtlamalara tabi tutulabilir.
Üçüncü sınırlama şekli, Almanya anayasasında öngörülmüştür. Buna göre,
Alman Anayasasında ifade özgürlüğü maddesine eklenen ve genel kanunlara atıf
yapan çok geniş bir sınırlama cümlesi vardır. Alman Anayasasının Beşinci
maddesine göre;
‘Herkes fikrini sözlü, yazılı ve resimli olarak serbestçe ifade etmek ve
yaymak
ve
kendisini
genel
olarak
erişilebilir
kaynaklardan
serbestçe
bilgilendirmek hakkına sahiptir. Basın hürriyeti ve yayın yoluyla haber verme ve
film hürriyeti garanti altındadır. Hiçbir sansür yapılmayacaktır.
Bu hakların kullanımı genel kanun hükümlerinin, gençliğin korunması
hakkındaki kanun hükümlerinin ve kişisel haysiyet hakkının sınırlamalarına
tabidir.’
Dördünce sınırlama şekli, Güney Afrika ve İran anayasasında olduğu gibi,
ifade özgürlüğünün sınırlandırılması ile ilgili hem genel sınırlama hükmüne hem
de özel sınırlama hükmüne Anayasalarda yer verilmiş olmasıdır.
ABD ve Japon Anayasalarında ise ifade özgürlüğünün sınırlandırılmasına
ilişkin herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Bunlara göre, yasama organı ifade
özgürlüğünü sınırlayan herhangi bir düzenleme yapamaz. Amerikan anayasasının
Birinci Dğişikliği, ‘Kongre ifade özgürlüğünü sınırlayan hiç bir yasa yapamaz’
hükmünü içermektedir. İfade özgürlüğüne herhangi bir sınırlama ancak, anayasayı
yorumlama yetkisine sahip olan
Yüksek Mahkeme tarafından getirilebilir.
Anayasasında ifade özgürlüğüne hiç bir istisnaya yer vermeyen, genel bir
sınırlama hükmü bulunmayan ve mevcut yasalar altında istisna imkanı tanımayan
ABD Anayasasından başka tek anayasa Japonya anayasasıdır. Japon Anayasasının
Amerikan Anayasasına bu benzerliğinin sebebi ise, İkinci Dünya Savaşından
sonra Amerikan işgali altında hazırlanmış olmasıdır. Aynen Amerika’da olduğu
84
gibi Japonya’da da ifade özgürlüğü üzerindeki sınırlama yasa ile değil
mahkemeler tarafından belirlenmektedir 267.
Amerika’da ifade özgürlüğünün sınırlandırılması sırasında açık ve mevcut
tehlike ölçütü uygulanmaktadır. Ancak şunu belirtmek gerekir ki Avrupa da, bazı
liberteryen çevrelerde de sıcak karşılanan, bu ölçüt uygulanmamaktadır. Şimdiye
kadar sadece Maltalı Hakim Bonello, bu yaklaşımın tek başına savunuculuğunu
yapmaktadır 268. Fakat Hakim Bonellonun tersine, Mahkeme; sözleşmenin temelini
oluşturan değerlere aykırı mülahazaların (örneğin) Nazi yanlısı bir politikanın
meşrulaştırılmasının
10.
maddenin
korumasından
yararlanmasına
izin
verilemeyeceği hükmüne varmıştır 269. Mahkeme bu nedenle de, Holokost’un
reddi veya yeniden gözden geçirilip düzeltilmesi şeklindeki görüşleri de benzer
bir biçimde 10. madde tarafından korunmayacağını belirtmiştir 270.
2- Sözleşmede İfade Özgürlüğünün Sınırlandırılması
Yukarıda incelemiş olduğumuz bazı uluslararası sözleşmelerde ve pek çok
Anayasada yer alan genel sınırlama hükümlerinin varlığının aksine İnsan Hakları
Avrupa Sözleşmesinde temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması konusunda
genel bir sınırlama hükmü yer almamaktadır. Bunun yerine sözleşme hakların
sınırlandırılmasını
olağan
ve
olağanüstü
dönemleri
birbirinden
ayırarak
incelemiştir. Buna göre ifade özgürlüğüne getirilecek olası sınırlamalar üç sınıfta
toplanabilir. Birinci sınıf, Sözleşme’nin 10. maddesinin ikinci fıkrasında
düzenlenen olağan dönemlerde sınırlamalar, ikinci sınıf 15.madde’de düzenlenen,
savaş ve olağanüstü dönemlerde sınırlamalar, üçüncü sınıf ise bütün haklar
bakımından geçerli olan 17. madde’de düzenlenen, Sözleşme’de düzenlenen
hakların kötüye kullanılması yasağıdır 271.
Ancak burada şunu belirtmek gerekir ki, ifade özgürlüğüne getirilecek
sınırlayıcı tedbirlere başvurma yetkisi zorunlu olmayıp taraf devletlerin ihtiyarına
bırakılmıştır. Handyside/Birleşik Krallık kararında belirtildiği gibi, taraf
devletlerin hiçbir organı, Sözleşme’nin güvence altına aldığı hak ve özgürlükleri
sınırlamak zorunda değildir. Özellikle 10. maddenin ikinci fıkrası ifade özgürlüğü
267
Trager, Dickersen, Freedom of Expression in the 21 st Century s.95-96.
Örneğin, hakim Bonello’nun karşı oyu için bakınız, Sürek/Türkiye (no.1), 8 Temmuz 1999.
269
Lehideux ve İsorni/Fransa, 22 Eylül 1998, Schimanek/Avusturya, 1 Şubat 2000.
270
Schimanek/Avusturya, 1 Şubat 2000.
271
Feyyaz Gölcüklü, “Avrupa İnsan Hakları Divanında Söz ve İfade Özgürlüğü”, s.55.
268
85
ile ilgili bir durumda devletleri yasak veya ceza koymaya zorlamamakta,
kendilerinin uygun bir çözüm yolu bulmalarını engellememektedir 272. Mahkeme,
aynı veya benzer bir olayda , ifade özgürlüğünün bir taraf devlette engelle
karşılaşmasının, sınırlayıcı önleme başvurulan diğer taraf devlet tarafından
yapılan müdahalenin 10. maddeyi ihlal ettiği sonucunu doğuramayacağını
belirtmiştir 273.
a-
Olağanüstü
Dönemlerde
İfade
Özgürlüğünün
Sınırlandırılması –madde 15-Olağanüstü hallerde temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması
sözleşmenin ‘Olağanüstü Hallerde Askıya Alma’ başlıklı 15. maddesinde
düzenlenmiştir. Buna göre;
“Savaş veya ulusun varlığını tehdit eden başka bir genel tehlike halinde
her yüksek sözleşmeci taraf, durumun gerektirdiği ölçüde ve uluslararası
hukuktan doğan başka yükümlülüklere ters düşmemek koşuluyla, bu sözleşmede
öngörülen yükümlülüklere aykırı tedbirler alabilirler.”
Bu düzenlemeye göre, milletin varlığını tehlikeye sokan diğer genel
tehlike hallerinde taraf devletlerin Sözleşme’de düzenlenen yükümlülüklerine
aykırı tedbirler alınabilecektir. Diğer bir deyişle taraf devletlere 15. madde’de
öngörülen hallerde sözleşmede öngörülen temel hak ve özgürlükleri sınırlandırma
veya bunları belirli bir süre için askıya alma yetkisi verilmektedir 274.
15. madde’nin ikinci fıkrası, taraf devletlerin olağanüstü dönemlerde dahi ,
dokunamayacağı ‘sert çekirdek hakları’ düzenlemiştir.’ Buna göre, taraf devletler,
meşru savaş fiilleri sonucu meydana gelen ölüm halleri dışında, 2., 3., 4. ve 7.
maddelerde düzenlenen hayat hakkı, işkence yasağı, kölelik ve zorla çalıştırma
yasağı ve cezaların kanuniliği ilkesinden kaynaklanan yükümlülüklerine aykırı
hareketlerde bulunma yetkisine sahip değildir. 15. maddenin açık hükmünden de
anlaşıldığı gibi 10. maddede düzenlenen ifade özgürlüğü sert çekirdek haklar
arasında
yer
almamaktadır.
Dolayısıyla
ifade
özgürlüğünün
olağanüstü
dönemlerde olağan dönemlere nazaran daha fazla sınırlandırılabileceğini
söyleyebiliriz.
272
Handyside/Birleşik Krallık, paragraf.54.
ibid, paragraf. 56-58.
274
Mestral de Armand, Suzanne Birks, Michael Bothe., The Limitation of Human Rights in
Comparative Constitutional Law, (Quebec: Cowansville, 1986), s 22.
273
86
Ancak taraf devletlerin, olağanüstü dönemlerde, Sözleşmede düzenlenen
yükümlülüklerine aykırı tedbirler alabilmeleri için bir kısım şartların varlığı
gereklidir. İlk şart, olağanüstü bir durumun varlığıdır. 15. madde’de bu durum
‘savaş ve ulusun varlığını tehdit eden başka genel bir tehlikenin varlığı’ olarak
ifade edilmiştir.
İkinci şart, bu yetkinin kullanılması sırasında ölçülülük ilkesine
uyulmalıdır. 15.madde’de bu ‘durumun gerektiği ölçüde’ şeklinde ifade edilmiştir.
Bu ise tehlike ile alınacak önlemlerin birbiri ile orantılı olmasını ifade eder. Daha
hafif bir önlem ile tehlikeyi ortadan kaldırmak mümkün ise daha ağır bir önlemin
alınması ölçülülük ilkesinin ihlali anlamına gelmektedir.
Üçüncü şart, ‘uluslararası hukuktan doğan diğer yükümlülüklere aykırılık
teşkil etmeme’ gereğidir. Buna göre ise, İHAS dışında insan hakları ile ilgili başka
bir uluslararası sözleşmeye taraf olan devlet, şayet bu sonraki sözleşme daha az
sınırlamayı gerektiriyor ise sınırlama buna göre yapılmak zorundadır. Örneğin,
hem İHAS’ne hemde BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’ne taraf olan bir
devlet İHAS’den başka BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesinin dokunulmaz
olarak kabul ettiği haklarada dokunamıyacak ve askıya alamıyacaktır 275.
Dördüncü şart ise, ilgili devletin sözleşmeye aykırı olarak aldığı tedbirleri
ve bunların sebeplerini en kısa zamanda Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine
bildirmek zorunluluğudur. (madde.15/3)
b-Temel Hak ve Özgürlüklerin Yok Edilmesi ve Yetkinin
Kötüye Kullanılması Yasağı –madde 17Militan demokrasi olarak adlandırılan hakların kötüye kullanılması yasağı
‘Hakların Kötüye Kullanılmasının Yasaklanması’ başlığı altında sözleşmenin 17.
maddesinde düzenlenmiştir 276. Bu düzenlemeye göre;
“Bu sözleşme hükümlerinden hiçbiri bir devlete, topluluğa veya kişiye,
sözleşmede tanınan hak ve özgürlüklerin yok edilmesine veya burada
öngörüldüğünden daha geniş ölçüde sınırlamalara uğratılmasına yönelik bir
275
Sevtap Yokuş, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Türkiye’de Olağanüstü Hal Rejimine
Etkisi, (İstanbul: 1996), s.30-31.
276
17. maddeye benzer hüküm insan hakları ile ilgili çoğu uluslararası ve ulusalüstü belgelerde yer
almaktadır. Örneğin, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 30. maddesine göre;‘İşbu
Beyannamenin hiçbir hükmü, herhangi bir devlete, zümreye ya da ferde, bu Beyannamede ilan
olunan hak ve hürriyetleri yok etmeye yönelik bir faaliyete girişme ya da eylemde bulunma
hakkını verir biçimde yorumlanamaz’ Bildirgenin bu hükmü kapsamında, özgürlükleri yok etme
özgürlüğü hiçbir kişi, grup ya da devlet için olanaklı olmayacaktır.
87
etkinliğe girişme ya da eylemde bulunma hakkını sağlar biçimde yorumlanamaz.”
Benzer hükümler içeren diğer Sözleşme hükümlerinden farklı olarak
Avrupa Sözleşmesinin 17. maddesi, hem bireylerin hem de devletin eylemlerini
öngörmektedir. Ancak asıl emir devlete yöneliktir. Buna göre, devletler,
Sözleşme’de
öngörülenden
daha
fazla
hak
ve
özgürlükleri
sınırlayamayacaklardır 277.
Sözleşmenin 17. maddesi, Sözleşme ile güvence altına alınan hak ve
özgürlüklerin kötüye kullanımını engellemeyi amaçlarken düşünce ya da niyet
düzeyinde bir yasaklama getirmemektedir. Maddede belirtilen, Sözleşme’de
öngörülen temel hak ve özgürlükleri yok etme niyetinde olanların, Sözleşme
hükümlerine
dayanarak
niyetleri
doğrultusundaki
eylemlere
kalkışamayacaklarıdır. Buna göre 17. maddenin iki ayrı hüküm içerdiğini
söyleyebiliriz. 17. madde ile ilkin Sözleşme’de yer alan temel hak ve
özgürlüklerin
kötüye
kullanılması
yasaklanmaktadır.
Diğer
bir
deyişle
Sözleşme’deki hak ve özgürlüklerden yararlanarak bunları yok etme girişiminde
bulunulamayacağı belirtilmektedir. İkinci olarak ise, Sözleşme ile güvence altına
alınan temel hak ve özgürlükleri sınırlarken devletin, gene Sözleşme’nin izin
verdiği sınırları aşmaması gerektiği düzenlenmektedir. Yani bu hüküm ile
Sözleşme’de yer alan hak ve özgürlüklerin kullanılmasına ve sınırlandırılmasına
sınır getirilmektedir 278. Devleti sınırlayan hakların kısıtlanmasının sınırlarını
belirleyen Sözleşme’nin 18. maddesi, 17. maddenin ikinci hükmünün içeriğini
belirler niteliktedir. Buna göre, ‘Bu Sözleşme’nin hükümleri gereğince, sözü
edilen hak ve özgürlüklere getirilen sınırlamalar ancak öngörülen amaçlar için
uygulanabilir.’ Güdülen meşru amaca bağlı kalınmasını emreden ve amaç
saptırmayı yasaklayan bu hüküm, hak ve özgürlükleri sınırlarken, ‘iyi niyet’
kuralını koymaktadır. Bu içerikleri ile 17. ve 18. maddeler ‘bağımsız’ bir nitelik
taşımamaktadırlar. Sözleşmenin sınırlama öngören diğer hüküm ve hükümleri ile
bağlantılı olarak uygulanırlar 279.
277
Stephan Grosz, Jack Beatson, Peter Duffes, Human Rights Act and the European Convention,
(London: Sweat and Maxell, 2000), s.375.
278
Gölcüklü, Gözübüyük, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Uygulaması, s.413 ; Şeref Ünal,
“Anayasa Hukuku ve Milletlerarası Sözleşmeler Açısından Temel Hak ve Özgürlüklerin
Kısıtlanması”, Anayasa Yargısı, Ankara 1995, s.57.
279
Sevtap Yokuş, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde ve 1982 Anayasası’nda Hak ve
Özgürlüklerin Kötüye Kullanımı, (Ankara: Yetkin, 2002), s.97.
88
Sözleşmenin bu maddesi, Sözleşme’de güvence altına alınan hak ve
özgürlüklerden yararlanarak; yine Sözleşme tarafından güvence altına alınan hak
ve özgürlükleri yok etmeyi amaçlayan faaliyetleri önlemek amacı ile getirilmiştir.
Aslında, Sözleşme’nin hazırlanması aşamasında totaliter doktrinlerin zararlı
hedeflerinin önüne geçilmesi gereksinimi tartışılan önemli bir noktaydı. Tarihsel
olarak bakıldığında, faşist tehlikenin henüz ortadan kalktığı ve soğuk savaş
sürecinin Avrupa demokrasilerini karşı karşıya bıraktığı komünist tehlikenin
sürmekte olduğu bir dönemde hazırlanan Sözleşme’de 17. madde doğal bir sonuç
olarak ta görülebilir. Nitekim Sözleşme’nin hazırlanma aşamasında da, totaliter
yaklaşımlar ve bu yaklaşımların Sözleşme’de güvence altına alınan hak ve
özgürlüklerden yararlanarak bunları yok etmelerinin önlenmesinin gerekliliği
vurgulanmıştır 280. Aslında Avrupa Sözleşmesi’nin ortaya çıkışı da şu iki nedene
dayandırılmıştır. Birincisi, Avrupa Konseyinin oluşumundan önceki yıllardaki
Avrupa’nın kötü tarihsel deneyimleri, ikincisi ise doğu ve batı arasındaki ideolojik
çatışmadır. Nitekim, kişi ya da grupların, Sözleşmeden kaynaklanan haklarını,
demokratik kurumları yok etmek için kullanamayacakları hükmü (madde 17) ilk
kez Alman Komünist Partisi kararında 281 kullanılmıştır 282. Alman Komünist
Partisi’nin kapatılması işlemi üzerine, bu işlemin Sözleşme’nin 9., 10. ve 11.
maddelerini ihlal ettiği iddiası ile Komisyon’a yapılan başvuruda Komisyon bu
maddelerin ikinci fıkralarını uygulayarak bir sonuca varma yerine; daha genel
nitelikte gördüğü hakkın kötüye kullanımını düzenleyen 17. maddeye dayanmıştır.
Alman Federal Anayasa Mahkemesi’nin 1956 tarihli kararı ile kapatılan
Alman Komünist Partisi, 1957 yılında Komisyona başvurmuştur. Başvuru
içeriğinde Alman Komünist Partisinin kapatılmasıyla birlikte Sözleşmenin 9. 10.
ve 11. maddelerinin ihlal edildiği ileri sürülmüştür. Komisyon başvuruyu
Sözleşmenin 17. maddesine dayanarak reddetmiştir. Bu karara göre, Alman
Komünist Partisi’nin Federal Almanya’da iktidarı varolan yasal yollarla ele
geçirme yönündeki çabası, Komünist Partisi’nin geleneksel amacından vazgeçtiği
anlamına gelmemektedir. Partinin asıl siyasi amacı, kendi açıklamalarına göre de
proletarya diktatörlüğüdür. Proletarya diktatörlüğünün kurulması Sözleşmenin
280
Yokuş, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde ve 1982 Anayasası’nda Hak ve Özgürlüklerin
Kötüye Kullanımı, s.94.
281
Alman Komünist Partisi/Federal Almanya, başvuru no. 250/57, 20 Temmuz 1957.
282
Philip Leach, Taking A Case to The European Convention on Human Rights, (London: Black
Stone Pres, 2001), s.101.
89
temel hükümleri ile bağdaşmamaktadır. Çünkü amaçlanan dikta yöntemi,
Sözleşme ile güvence altına alınmış olan bir çok hak ve özgürlüğü de ortadan
kaldırır. Sözleşmenin 17. maddesi ise Sözleşmedeki hiçbir hükmün, hak ve
özgürlükleri ortadan kaldırmaya veya kısıtlamaya yönelen bir faaliyete girişme
hakkını vermeyeceğini öngörmektedir. Ancak Komisyonun bu gerekçesi 17.
maddeye dayanılarak Sözleşmenin öngördüğü tüm hak ve özgürlüklerin
dışlanabileceği izlenimi yaratması nedeni ile eleştirilmiştir 283. Gerçekten,
Komisyon’un soğuk savaş döneminin etkisi altında verdiği bu kararda, 17. madde
ifade özgürlüğünü içeriğinden yoksun bırakacak bir biçimde aşırı geniş
yorumlamıştır. Bu davada Komisyon’un ortaya koyduğu yorum, Sözleşme
ideolojisinin, batı Avrupa ülkelerinde komünist partilerin varlığıyla bağdaşmaz
olduğunu göstermek şeklinde olmuştur.
Komisyon, Sözleşmenin 17. maddesini, Sözleşmede düzenlenen hakları
güvence altına almak ve demokratik kurumların serbest işleyişini sağlamak için
düzenlendiğini belirtirken, Alman Komünist Partisi kararında, aynı zamanda bu
maddenin totaliter doktrin taraftarlarını, Sözleşmenin güvence altına aldığı hakları
sömürmesini önlemek amacını vurgulamıştır. Buna göre, 17. maddenin amacı,
Sözleşme ile güvence altına alının hakları bütüncül bir yıkım karşısında korumak
için gerekli olan ölçüde sınır getirmektir. Bu nedenle 17. madde bu amaçla
bağlantılı olarak dar yorumlanmalıdır 284.
17. madde ile ilgili diğer önemli bir karar ise Lawless/İrlanda kararıdır.
İrlanda vatandaşı olan, G.R. Lawless İrlanda Kurtuluş Ordusu (İRA)’nun
faaliyetlerinin şiddet doğurduğu dönem içinde, 11 Temmuz 1957’de yakalanarak
11 Aralık 1957 tarihine kadar yargılanmaksızın gözaltında tutulmuştur. Lawless
Komisyona
yaptığı
başvuruda
yargılanmadan
gözaltında
tutulmasının
Sözleşme’nin 5. 6. ve 7. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Komisyon
sözleşmenin 17. maddesinin bu davada uygulanamayacağını belirtmiştir.
Komisyon’un görüşüne göre, 17. maddenin temel amacı totaliter grupların
Sözleşme’de yer alan ilkeleri kendi çıkarları doğrultusunda kötüye kullanmalarını
283
Fazıl Sağlam, “Mücadeleci Demokrasi- Avrupa Mekanı ve Türkiye”, İnsan Hakları ve
Güvenlik, (Ankara: Türkiye Barolar Birliği İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi, 2001),
s.66.
284
Francs G Jacobs , Robin C.A White, The European Convention on Human Rights, (Oxford:
Clarendon Pres, 1996), s.310 ; Yokuş, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde ve 1982
Anayasası’nda Hak ve Özgürlüklerin Kötüye Kullanımı, s. 102.
90
önlemektir. Komisyon’a göre; Alman Komünist Partisi’nin yaptığı başvuru
üzerine verilen karar 17. maddenin belirtilen yorumuna uygundur. Alman
Komünist Partisinin başvurusu bağlamında Sözleşme’nin 9. 10. ve 11.
maddelerindeki ilgili hakların Komünist partiye tanınması, onun 17. maddede
belirtilen faaliyetlerde bulunması olanağını yaratma şeklinde görülmüştür.
Lawless’in yaptığı başvuru bakımından Sözleşme’nin 9.10. ve 11. maddelerinde
tanınan haklar sözkonusu değildir. Lawless bakımından Sözleşmenin 5. ve 6.
maddeleri sözkonusudur. Lawless gözaltına alındığı sırada İRA’nın faaliyetlerine
katılmış olsa bile, onun Sözleşmenin 5. ve 6. maddelerinden korumayı istemeye
hakkı vardır. 17.madde böyle bir korumayı engellememektedir 285.
Mahkeme kararında 17. maddenin kapsamını ayrıntılı olarak ele almıştır.
Mahkemeye göre; 17. madde, hiçbir şekilde, hak ve özgürlükleri ortadan
kaldırmak isteyen kişilerin, yine Sözleşme tarafından sağlanan hakların genel
güvencesinden mahrum kılınmalarını gerektirecek biçimde yorumlanamaz 286.
Böylece 17 madde, sadece bu kişilerin, Sözleşme’de düzenlenen temel hak ve
özgürlüklerini ortadan kaldırmaya yönelik bir eylem ve işlemde bulunmak amacı
ile, Sözleşme hükümlerinden yararlanmalarını yasaklamaktadır. Buna göre hiç
kimse, 10.madde’de düzenlenen ifade özgürlüğü ve 11. madde’de düzenlenen
dernek kurma ve toplanma özgürlüğünü, Sözleşme ile korunan özgürlükçü
demokratik düzeni ortadan kaldırmak amacı ile kullanamaz. Buna karşılık, 5.
madde’de düzenlenen kişi özgürlüğü ile 6. madde’de düzenlenen adil yargılanma
hakkı kesinlikle 17. madde ile sınırlandırılamaz. Buna göre, komünist, faşist ya da
genel olarak totaliter amaçlar taşıyan birisi, kişi özgürlüğü ve adil yargılanma
hakkından her zaman yararlanabilir. Bu haklar, bir kişi ya da grubun faaliyetlerine
ilişkin olmayıp, kişilerin tümü açısından, kamu gücüne yüklenen ödevler
niteliğindedir 287.
Avrupa İnsan Hakları Komisyonu, Lawless kararındaki yaklaşımından
farklı olarak, ırkçı niteliği nedeniyle, siyasi platformda yer almaktan men edilenler
hakkında, 17. maddeyi gerekçe göstererek, bu nedenle yapılan müdahaleleri haklı
bulmuştur.
285
Bu yaklaşımın temelindeki düşünce, Sözleşme hükümlerinin
Fikret K Arık, “Avrupa İnsan Hakları Divanında Lawless İşi”, Ankara Üniversitesi Siyasal
Bilgiler Fakültesi Dergisi,, c.XVIII, no.2, Haziran 1963, s.288-289.
286
Lawless/İrlanda, 1 Haziran 1961, paragraf. 6-7.
287
Gölcüklü, Gözübüyük, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Uygulaması s. 414 ; Sağlam,
“Mücadeleci Demokrasi- Avrupa Mekanı ve Türkiye”, s..66.
91
potansiyel olarak, diğerlerinin hak ve özgürlüklerini etkilemeye elverişli olduğu
düşüncesidir.17. madde çok nadir kullanılmakla birlikte, bir hakkı aşırı uç olarak
kullanmak
isteyenlerin
bu
amaçlarını
reddeder.
Glimmerveen
ve
Hagenbeek/Hollanda kararında 288, başvurucular dağıttıkları bildiriler nedeniyle
ırk ayrımcılığı yapmakla suçlanmalarını ve mahkumiyetlerini; ayrıca yerel
seçimlere katılmalarının yasaklanmasını Sözleşmenin 10.maddesinde güvence
altına alınan ifade özgürlüğünü ihlal ettiğini ileri sürmüşlerdir. Hollanda hükümeti
ise bu kişilere ifade özgürlüğünün tanınması durumunda Sözleşme tarafından
yasaklanan ayrımcılığın teşvik edilmiş olacağını savunmuştur. Komisyon ise
Lawless davasını hatırlatarak başvuruyu kabul edilemez bulmuştur. Gerekçesini
ise şu şekilde açıklamıştır; 17. maddenin amacı totaliter toplulukların, Sözleşme
ile konmuş bulunan ilkeleri kendi yararları yönünde kullanmalarını önlemektir.
Bu amacı gerçekleştirmek için, bu hak ve özgürlüklerden birini ortadan
kaldırmaya yönelik girişimlerde bulunduğu saptanan kişileri Sözleşme ile güvence
altına alınmış bulunan bütün hak ve özgürlüklerden yoksun bırakmaya gerek
yoktur. 17. madde esasında, ileri sürüldükleri taktirde, Sözleşme ile tanınan hak
ve özgürlükleri yok etmeye yönelik faaliyetlerde bulunma girişimine imkan veren
diğer hakları hedef almaktadır 289.
c-
Olağan
Dönemlerde
İfade
Özgürlüğünün
Sınırlandırılması
Sözleşmede izin verilebilir sınırlama hükümleri için farklı teknikler
kullanılmıştır. Bu ayrım ise Sözleşmede düzenlenen hakkın niteliğinden
kaynaklanmaktadır. Bir kısım haklar Sözleşmenin 15. maddesinde mutlak haklar
olarak belirlenmiş olup bunların olağanüstü dönemlerde dahi kısıtlanması
mümkün değildir. Madde 2’deki yaşam hakkı, madde 3’deki işkenceden, gayri
insani ve küçültücü muameleden kurtulma, madde 4, fırka 1’deki, kölelik ve zorla
çalıştırma yasağı, madde 7’deki, cezaların kanuniliği ve ceza kanunlarının
geçmişe yürümezliği, ile ilgili haklar mutlak haklardır. Dolayısı ile bu hakların
olağanüstü dönemde dahi herhangi bir şekilde sınırlandırılması mümkün değildir..
Sözleşmede düzenlenen bu mutlak haklar dışında, temel hak ve
288
Glimmerveen ve Hagenbeek/Hollanda, başvuru no. 8348/78 ve 8406/78.
Lawless/İrlanda, başvuru no. 8348/78 ve 8406/78, Arık, “Avrupa İnsan Hakları Divanında
Lawless İşi”, s. 288-289 ; Yokuş, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde ve 1982 Anayasası’nda
Hak ve Özgürlüklerin Kötüye Kullanımı, s. 104-105.
289
92
özgürlüklerin sınırlandırılması ile ilgili olarak 3 ayrı sınıflandırma yapabiliriz.
İlki, sözleşme ile güvence altına alınan hakkın sınırını belirlemek için özel
bir tanım hükmünün o hakkı düzenleyen maddeye konulmuş olmasıdır. Buna göre
kölelik ve zorla çalıştırma yasağını düzenleyen 4. maddenin 3. fıkrasında
kullanılan ‘zorla çalıştırma veya zorunlu çalıştırma’ sayılmazlar hükmü, 4.
maddenin 3. fıkrasının a, b, c ve d bentlerinde tanımlanmış olup bu durumlarda
yapılacak çalışmalar zorunlu çalışma sayılmayacaktır 290. Dolayısı ile bu
düzenleme ile her ne kadar 15. madde ile mutlak haklar arsında sayılsa da
4.maddeye dolaylı bir sınırlama hükmü getirilmektedir.
İkinci sınırlama şekli, Sözleşmenin 12. maddesinde düzenlenen evlenme
hakkı ile ilgili hükümde düzenlenen sınırlama şeklidir. Buna göre, evlenme çağına
gelen her erkek ve kadın, bu hakkın kullanılmasını düzenleyen ulusal yasalar
uyarınca evlenme ve aile kurma hakkına sahiptir. Maddenin yazılış tarzından da
anlaşılabileceği gibi bu hakkın kullanılması ile ilgili sınır koyma yetkisi tamamen
ulusal yasalara bırakılmıştır.
Üçüncü sınırlama şekli, 8 ile 11. maddeleri arasında düzenlenen sınırlama
şeklidir. Bu maddelerin birinci fıkrasında sözleşme ile korunacak hakkın kapsamı
belirlenmiş, ikinci fıkrasında ise bu hakkın kullanımının sınırları belirlenmiştir. 8
ile 11. maddelerin 2. fıkralarında görülen sınırlama sebepleri aynı model üzerine
kaleme alınmışlardır ve farklılıklar içerseler de Sözleşme organlarının içtihadı
bunları aynı biçimde ele alma eğilimi göstermektedir 291. Ancak bu sınırlama
nedenlerinin meşruiyet kazanması için belli şartları taşıması gerekir. Diğer bir
anlatımla Sözleşmenin kaleme alınış şekli ile sınırlama hükmüne bir sınır
getirmektedir. Biz buna sınırlandırmanın sınırı diyebiliriz. Buna göre, bu hakkın
kullanımının sınırlandırılması için sınırlandırma hükümleri aşağıda belirtilen
şartlara uymalıdır.
-Kanuni dayanağı olmalı,
-İkinci fıkrada belirtilen meşru amaçlardan birine dayanmalı,
-Demokratik toplum için gerekli olmalıdır.
Sözleşmede varolan sınırlandırmanın sınırı ile ilgili bu hükümler dışında,
Strazburg organlarının kendi içtihatları ile ortaya koydukları bir kısım ilkeler de
290
Mestral de Armand, Suzanne Birks, Michael Bothe, The Limitation of Human Rights in
Comparative Constitutional Law, s.22.
291
Öktem, Uluslararası Hukukta İnanç Özgürlüğü, s.339.
93
bulunmaktadır. Dolayısıyla yapılacak bir sınırlama içtihatla geliştirilen bu ilkelere
de uymak zorundadır. İçtihatla geliştirilen ilkeleri şu şekilde belirleyebiliriz;
- Ulusal takdir marjı (değerlendirme serbestisi) doktrini
- İkincillik (Subsidiaritiy) İlkesi
- Ölçülülük ilkesi
3- İfade Özgürlüğünü Sınırlamanın Sınırı İle İlgili Hükümleri
İfade özgürlüğü mutlak bir hak olmadığından bir kısım sınırlamalara tabi
olacaktır. Ancak bu sınırın da bir sınırı söz konusudur. Bu nedenle ifade
özgürlüğüne yapılan bir sınırlamanın haklı görülebilmesi belli şartları taşımasına
bağlıdır. Sözleşmenin 10. maddesinin ikinci fırkasına göre, ifade özgürlüğüne
yapılacak bir sınırlama, kanun tarafından öngörülmüş olmak, demokratik toplum
için gerekli olmak ve İkinci fıkra da belirtilen sınırlı sayıdaki meşru amaçlardan
birini taşımak şartı ile meşru görülebilir. Sözleşmenin 8.9.ve 11. maddelerinde de
sınırlama hükmü olarak benzer bir düzenlemeye gidilmiş olup bu şartlar Strazburg
Organları tarafından çok katı bir şekilde yorumlanmaktadır 292. Çalışmamızın bu
alt bölümünde sınırlamanın sınırı ile ilgili ilkelerden öncelikle kanuni dayanak
ilkesi ve meşru amaç şartı daha sonra da demokratik toplum için gereklilik
kavramı incelenecektir. Özellikle Mahkeme tarafından demokratik toplum
düzeninin gereklerinin nasıl belirlendiği, Mahkeme kararlarında hangi demokratik
toplum düzeni anlayışının benimsendiği ve demokratik topluma ilişkin hangi
niteliklere yer verildiği üzerinde durulacaktır.
a-Kanuni Dayanak İlkesi
Sözleşmenin 9., 10. ve 11 maddelerine göre bu maddelerde düzenlenen
haklara yapılacak her hangi bir sınırlama kanuna dayanmalıdır. 8. maddede diğer
üç maddeden farklı olarak sınırlama hükmünün ilk şartı olarak kanunen öngörülen
(prescribed by the law) kavramı yerine kanun gereğince (in accordance with the
law) kavramının kullanılmış olmasına rağmen, aralarında pek bir fark olmadığı ve
benzer şekilde yorumlandığı belirtilmektedir 293.
292
Vahit Bıçak, “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları Işığında İfade Özgürlüğü”, Liberal
Düşünce, yıl.6, sayı,24, Güz 2001, .s.56 .
293
Jacobs, White, The European Convention on Human Rights, s.302-304, İHAM, Sözleşmenin
İngilizce metninde iki farklı ifadenin yer almasının nedenini ve sonuçlarını Sunday Times/Birleşik
Krallık kararında şu şekilde açıklamıştır; ‘Sözleşme’nin 9.10. ve 11. maddelerinin ikinci
fıkralarındaki ‘hukuken öngörülmüş’ (Prescribed by Law) ifadesi, Fransızca metindeki ‘prevues
par la loi’ ifadesinin karşılığıdır. Sözleşmenin 8. maddesinin ikinci fıkrasında yine aynı ifade yer
94
Bu düzenlemenin temelinde ise yukarıda sayılan maddeler tarafından
güvence altına alınan hakların kullanımına Yürütme’nin getirebileceği keyfi
müdahaleleri yasama ya da yargı yolu ile engellemek yatmaktadır. Nitekim,
Anayasalar, yürütüme organının yetkilerini kötüye kullanma eğilimine karşı,
geleneksel olarak halkın temsilcilerine güven duyarlar. Bu nedenle de demokratik
hukuk devletlerinde 1789 Fransız İnsan Hakların Bildirgesinden beri kabul
edilmiş olan bir prensibe göre, özgürlükler ancak yasama organı tarafından
kanunla sınırlanabilirler 294. Münci Kapani özgürlüklerin yasama organı tarafından
kanunla sınırlandırılabilmesinin şu iki nedenden dolayı önemli olduğunu
belirtmektedir. Öncelikle, kanun yasama organında açık görüşme ve tartışma
usulleri ile hazırlanır. Böylece özgürlüklerin sınırlandırılması ile ilgili düzenleme
kamu oyunun yakın gözetimi ve denetimi altında yapılmış olur. İkinci olarak,
kanun herkes için geçerli genel kurallar koyar ve böylece de sınırlamaların
objektifliği sağlanmış ve belli kişileri hedef gösterme olasılığı ortadan kaldırılmış
olur 295. Bu anlamda kanunilik ilkesi hukuk devletinin polis devletinden ayırt
edilmesine imkan veren bir şekil şartıdır. 296
Yukarıda görmüş olduğumuz uluslararası belgelerde bir hakka getirilecek
sınırlamanın zorunlu olarak kanunilik şartını aramaktadır. Bu düzenlemelere
uygun olarak da İHAS’nin ifade özgürlüğünü düzenleyen 10. maddesinin ikinci
fıkrasına göre sınırlandırmanın sınırı ile ilgili ilk hüküm sınırlandırmanın bir
kanuni dayanağının olmasıdır. Ancak kanuni dayanaktan ne anlaşılması gerektiği
konusunda Komisyon ve Mahkemenin önüne gelen davalarda çelişkiler
yaşanmıştır. Bu nedenle öncelikle kanun kavramından ne anlaşılması gerektiğini
belirtmek gerekir. Bu konuda yapılacak ilk inceleme ise maddi kanun- şekli kanun
ayrımında yatmaktadır.
alırken, ingilizce metinde sırasıyla, ‘hukuka uygun olarak’, ‘hukukun öngördüğü koşullar’ ve yine
‘hukuka uygun olarak’ ifadeleriyle karşılanmıştır. Hukuk yaratan bir anlaşmanın güvenirlik
bakımından eşit, fakat tamamıyla aynı olmayan metinleri karşılayan Mahkeme, bunları mümkün
olduğu kadar uzlaştırıcı ve Sözleşme’nin gayesini kavramaya ve amacını gerçekleştirmeye en
uygun tarzda yorumlamalıdır.’, Sunday Times/Birleşik Krallık, paragraf. 47; Abdurrahman Eren,
Temel Hak ve Özgürlüklerin Güvence Ölçütü Olarak Demokratik Toplum Düzeninin Gerekleri,
(Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul 2002), s.157 ; Carolyn Evans, Freedom of Religion in the
European Convention on Human Rights, (Oxford: Oxford University Pres, 2001), s.138.
294
İbrahim Kaboğlu, Özgürlükler Hukuku İnsan Haklarının Hukuksal Yapısı Üzerine Bir İnceleme,
(İstanbul: Afa, 1996), s.55, Ergun Özbudun, Türk Anayasa Hukuku, (Ankara: Yetkin, 2000), s. 80,
Kapani , Kamu Hürriyetleri, s.230-232 ; Sabuncu, Anayasaya Giriş, s.43.
295
Kapani, Kamu Hürriyetleri, s.231.
296
Öktem, Uluslararası Hukukta İnanç Özgürlüğü, s.343.
95
aa- Strazburg Organlarının Kanun Anlayışı
Sözleşme hükümlerinde kanun kavramının tanımına ilişkin olarak maddi
anlamda kanun 297 ya da şekli anlamda kanun 298. tanımlamasından hangisinin
benimsendiği konusunda herhangi bir düzenleme bulunmamaktadır. Bunu ancak
Strazburg Organlarının kararlarının incelenmesiyle ortaya çıkarabiliriz.
Kanun kavramından ne anlaşılması gerektiği hususu Komisyon ve
Mahkemenin içtihatları ile geliştirilmiştir. Mahkeme’nin ‘kanunen öngörülme’
kavramını açıkladığı ilk dava meşhur Sunday Times/Birleşik Krallık (no. 1)
davasıdır. Bu karar ile Mahkeme kanun kavramından ne anlaşılması gerektiğini
tam olarak ortaya koymuş ve bundan sonraki kararlarında da aynı görüşünü
devam ettirmiştir.
Sunday Times kararında Mahkeme, Common Law kurumu olan Contempt
of Court’un (Mahkemeye Saygısızlık) 299 Sözleşmedeki kanunilik ilkesine
uymadığının iddia edilmesi üzerine, ‘kanunun öngördüğü’ (prescribed by the law)
ifadesindeki ‘kanun’ (law) sözcüğünü sadece ‘kanunu’ değil, yazılı olmayan
hukuk kurallarını da kapsadığına dikkat çekmiştir. Bu nedenle de mahkemeye
297
Kemal Gözler, Türk Anayasa Hukuku Dersleri, (Bursa: Ekin, 2000), s.289; Maddi kanun
anlayışı Leon Duguit tarafından savunulmuştur. Buna göre, maddi anlamda kanun; “işlemi yapan
kurul veya memurdan bağımsız olarak, bizatihi kanunların içkin özelliğine sahip her işlem
kanundur”. Diğer bir deyişle yazar maddi anlamda kanunu, “bir objektif hukuk kuralını içeren
devletten çıkan her işlem” olarak tanımlamaktadır Bu tanımlamaya göre bir işlemin kanun
niteliğinde olup olmadığına o işlemin içeriğine bakılarak karar verilir. Dolayısı ile bu tanımlamada
işlemi yapan organ önemli değildir. Önemli olan, işlemin objektif hukuk kuralı niteliğinde olması,
yani, genel, soyut, sürekli, kişilik-dışı kurallar içermesidir. Bu tanımlamaya göre de, bir işlem,
genel, soyut, sürekli, objektif, kişilik dışı nitelikte ise bu işlem bir ‘kanun’, bu özellikleri
taşımıyorsa o işlem bir idari işlemdir.
298
Raymond Carre de Malberg tarafından savunulan şekli kanun tanımına göre, kanunun içeriği ve
genel, soyut, objektif olması gibi nitelikleri önemli değildir. Önemli olan kanunu yapan organ ve
kanunun yapılış şeklidir. Bu anlayışa göre bir işlemin kanun niteliğinde olup olmadığını anlamak
için o işlemin hangi organ tarafında ve hangi usulle yapıldığına bakmak gerekir. Buna göre kanun,
‘yasama organı tarafından, birtakım özel usullere uyularak ve kanun adı altında yapılan
işlemlerdir’ Şekli anlamda kanun anlayışında, kanunun genel, sürekli , objektif, kişilik dış olması
aranmaz. İsterse bir kişiye ilişkin olsun ‘idam cezasında’ olduğu gibi, yasama organı tarafından
kanun gibi kabul edilmişse ortada bir kanun hükmü vardır, Gözler, Türk Anayasa Hukuku
Dersleri, s. 290.
299
Konunun daha iyi açıklanması için, İngiliz hukukunda bir Common Law’ kurumu olan
Contempt of Court (mahkemeye saygısızlık) kurumundan kısaca bahsetmek yerinde olacaktır:
Contempt of Court kurumunun amacı, mahkemeleri yargısal görevin yerine getirilmesi sırasında
her türlü dış etkiden uzak tutma, yargı organının otoritesini korumaktır. Bu yolla mahkemeler,
yargısal görevin yerine getirilmesini engeller, bu göreve belli bir davada yahut genel olarak zarar
verir ya da yargı organlarını yanıltır nitelikteki bir hareketi önlemek veya cezalandırmak için
müdahalede bulunabilmektedirler.’ Contempt of Court yargıçların kişi olarak şerefini değil, fakat
‘yargı görevi’ ve ‘hukukun üstünlüğünü’ korumak amacına yöneliktir. Bu fiili işleyenler hapis ya
da para cezasına çarptırılabileceği gibi bu nitelikteki düşüncelerinin yayımı da
yasaklanabilmektedir. Gölcüklü, ‘Avrupa İnsan Hakları Divanında Söz ve İfade Özgürlüğü’, s.49
96
saygısızlıkla ilgili kanunun
(Common Law)
belirtmiştir
300
bir kanun metninden değil içtihat hukukunun
ürünü olmasının herhangi bir öneminin olmadığını
. Mahkeme benzer yorum tarzını çok yeni tarihli Leyla
Şahin/Türkiye kararında 301 da benimsemiş, türban yasağına dayanak oluşturan
Anayasa Mahkemesi kararını ve Danıştay kararlarını
kanun olarak kabul
etmiştir 302.
Mahkeme bu kararda Sözleşme’ye taraf devletlerin farklı hukuk
sistemlerine sahip olduğunu belirtip ‘hukuk’ kavramının geniş yorumlanması
üzerinde durmuştur. Mahkemeye göre, ‘Common Law’ tarafından ortaya konulan
bir yasağın mevzuat biçiminde ifade edilmediği gerekçesi ile ‘kanunun
öngörmediği’ bir yasak olarak kabul etmek, sözleşmeyi hazırlayanların
amaçlarına da açıkça aykırı olacaktır. Çünkü aksi takdirde ‘Common Law’a sahip
Sözleşmeye taraf bir devlet, 10. maddenin İkinci fıkrasının korumasından yoksun
kalacak ve devletin hukuk sistemi temellerinden sarsılacaktır 303
Mahkeme, Huving/Fransa davasında 304 Common Law ve Kıta Avrupası
hukuk sistemlerinin hukuk kurallarına bakışını değerlendirmiş ve bu kararında 8
ve 11. maddeler arasında kanun kavramını şekli anlamda kanun değil maddi
anlamda kanun olarak kabul ettiğini ve maddi kanun kapsamına yazılı olmayan
hukuk kurallarını da kattığını belirtmiştir. Ayrıca aynı kararda mahkeme yazılı
hukuk kurallarının Common Law sisteminde de önemli olduğu ve aynı şekilde
mahkeme içtihatlarının da Kıta Avrupa’sı hukuk sisteminde önemli olduğu
üzerinde durmuştur 305.
Oysa Komisyon, Kruslin’in Fransa’ya 306 karşı açtığı davada Fransa’nın da
içinde yer aldığı Kıta Avrupa’sı hukuk sisteminde sadece genel kapsamlı normatif
bir metnin, yani şekli anlamda bir kanun metninin, sözleşmenin 8–11
maddelerinin İkinci fıkrası kapsamında kanun sayılabileceğini belirtmiştir.
Komisyona göre: ‘Mahkeme daha önce Common Law sistemiyle ilgili verdiği
300
The Sunday Times/Birleşik Krallık, (no. 1),1979, paragraf 47 ; Mary Wong Wing-Wah, “The
Sunday Times Case: Freedom of Expression Versus English Contempt of Court Law in the
European Court of Human Rights”, New York University Journal of International Law and
Politics, (1984-1985), s.57-58.
301
Leyla Şahin/Türkiye, 29 Haziran 2004.
302
İbid, paragraf. 78.
303
ibid, paragraf. 47.
304
Huving/Fransa, 24 Nisan 1990.
305
ibid, paragraf. 27.
306
Kruslin/Fransa, 24 Nisan 1990.
97
kararlarda kanunun hem yazılı hem de yazılı olmayan hukuk kurallarını
kapsadığını belirtmiştir. Fakat söz konusu olayda bir Kıta Avrupa’sı hukuk kuralı
tartışılmaktadır ve bu sistem Common Law dan çok farklıdır. Kıta Avrupa’sı
hukuk sisteminde içtihat çok önemli bir hukuk kuralı olduğu halde ancak ikincil
(subsdiaritiy) bir kaynaktır. 307 Komisyonun görüşüne katılmayan Mahkeme,
kanun kavramından sadece şekli değil yazılı olmayan hukukunda içinde yer aldığı
maddi anlamda kanunu anladığını belirtmiştir 308. Mahkemenin bu bakış açısına
göre
‘kanun’
terimini
yargı
kararlarını,
ilgili
devletin
uluslararası
yükümlülüklerini, kraliyet kararnamelerini, tüzükleri, kanun kavramının içine
sokmuştur. Komisyon ve Mahkemenin görüş ayrılığına düştüğü bu konuda
Komisyonun yorumunun daha yerinde olduğunu düşünüyoruz. Çünkü Sunday
Times/Birleşik Krallık davasında mahkemenin ilk olarak verdiği karar tamamen
İngiliz hukukunun kendine özgü niteliğinden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle
Mahkemenin bu yorumu sadece İngiliz hukukuna özgü olarak dar yorumlanmalı
idi. Oysa Mahkemenin bu bakış açısına göre, Sözleşmede yer alan ‘sınırlamanın
ancak kanunla yapılacağı’ hükmünün oldukça geniş tutulduğunu ortaya
koymaktadır. Bu durumda yazılı kurallar dışında olmakla birlikte belli şartlar
altında
kişilere
sınırlamalarının
olacaktır
309
güvence
sağlayan
işlemlerle
yapılan
ifade
özgürlüğü
da sözleşmeye uygun olarak kabul edilmelerini sağlamış
. Oysa konunun başında belirtilen, temel hak ve özgürlüklerin ancak
kanunla sınırlandırılmasındaki temel amaca da aykırı olacaktır. Mahkemenin bu
yaklaşımına göre, tüzükle ve yönetmeliklerle dahi özgürlükleri sınırlamak
mümkündür. Mahkeme kanun kavramını insan haklarını korumaya yönelik bir
hukuk sistemi içinde yorumlarken bu sistemin özelliklerini göz önünde
bulundurmalıdır.
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi, Silver ve Diğerleri /Birleşik Krallık
davasında,
başvurucuların
haberleşme
özgürlüğüne
yapılan
müdahaleyi
değerlendirirken, haberleşme kontrol sisteminin ayrıntılarının kanun gücünde
olmayan
direktiflerde
yer
almasını
Sözleşmeye
aykırı
saymamıştır 310.
Direktiflerin öngörülebilirlik kriterini uyduğunu belirten Mahkeme, bu nedenle
307
ibid, paragraf.28.
ibid, paragraf 29.
309
Sunay, Avrupa Sözleşmesinde ve Türk Anayasasında İfade Hürriyetinin Muhtevası ve Sınırları,
s.123.
310
Silver ve Diğerleri/Birleşik Krallık, 25 Mart 1983, paragraf 88.
308
98
başvurucuların haberleşmeyle ilgili bütün kural ve prosedürlerin kanun metninde
yer alması gerektiği yolundaki itirazlarını reddetmiştir. Mahkeme ‘kanuna uygun’
kavramını
özgürlüklerin
korunmasına
ilişkin
güvencelerin,
sınırlamaları
düzenleyen bir metinde yer alması gerektiği şeklinde yorumlamadığını açıkça
belirtmiştir 311.
Ayrıca Mahkeme, Barthold’un Almanya’ya karşı açtığı davada312
davacıya uygulanan üç hukuk kurallarından ikisi parlamento kaynaklı kanun
olmakla birlikte üçüncü hukuk kuralı Veteriner Hekimler Konseyi tarafından
hazırlanan bir tüzük niteliğinde idi. Ancak Mahkeme, Veteriner Hekimler Birliği
tarafından çıkarılan bu düzenlemeyi 10. madde anlamında kanun olarak kabul
etmiştir. Bunu da aşağıdaki gibi açıklamıştır 313;
“Veteriner Hekimler Birliği’nin mesleki idare alanındaki yetkisi,
geleneksel olarak veteriner mesleğinin parlementonun görevlendirmesiyle sahip
olduğu bağımsız kural koyma yetkisinden kaynaklanmaktadır.”
Sonuç olarak İnsan Hakları Avrupa Mahkemesinin kanun kavramından
maddi anlamda kanun kavramını kabul ettiğini belirtebiliriz. Oysa 10. maddede
kullanılan kanun kavramının, kara Avrupası hukuk sisteminde, her ülkenin iç
hukukunda düzenlenen şekli ile yasama organı tarafından belli prosedürlere
uyularak kanun adı altında yapılan şekli kanun anlamında kabul etmesi
özgürlüklere güvence sağlaması bakımından daha yerinde olurdu 314. Ayrıca İnsan
Hakları Avrupa Mahkemesi maddi anlamda kanun kavramını kabul ederken, ifade
özgürlüğünü sınırlayan bir hukuk kuralının kanunla öngörülmüş sayılabilmesi için
kolay ulaşılabilir ve sonuçlarının öngörülebilir olması gerektiğini aramıştır.
10. madde ile ilgili olarak önüne gelen davaların hemen hemen hepsi
yapılan sınırlamanın kanuni dayanağı olduğu yönünde olmuştur. Ancak Mahkeme
istisnai de olsa bazı davalarda örneğin, Gaweda/Polonya 315 davasında
başvurucunun ifade özgürlüğü üzerine yapılan sınırlamanın kanuni dayanaktan
311
ibid, paragraf 90.
Barthold/Almanya, 25 Şubat 1985.
313
ibid, paragraf. 46.
314
Anglo Sakson hukuk sisteminde, Mahkeme kararları zaten hukukun birincil kaynağı
olmasından dolayı, bu sistemle ilgili davalarda şekli anlamda kanunun kabul edilmesini haklı
görmek gerekir. Kanun kavramının tanımlanmasında ilgili ülkenin hukuk sisteminin göz önünde
bulundurulması yerinde olacaktır.
315
Gaweda/Polonya, 14 Mart 2002.
312
99
yoksun olduğu yönünde karar vermiştir 316.
bb-Sınırlayıcı Kanunun Niteliği
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi ifade özgürlüğü ile ilgili verdiği
kararların pek çoğunda, şekli anlamda kabul ettiği kanunun, Sözleşmedeki
‘kanunla öngörülmüş olma’ kuralına uyması için bir takım niteliklere sahip
olmasını da aramaktadır. Bunlardan ilki, kanunun ulaşılabilir ve öngörülebilir
olması diğeri de kanunun açık ve kesin olmasıdır. Mahkeme son kararlarında bu
iki ilkeye ek olarak kanunun hukukun üstünlüğü ilkesine uyumlu olması
gerektiğini de aramaktadır 317. Bu nedenle mahkemenin kanun kavramından tam
olarak ne anladığını ortaya çıkarmak için bu kavramların da öncelikle incelenmesi
gerekmektedir.
Mahkemenin görüşüne göre, kanunun taşıması gereken ilk özellik kanunun
ulaşılabilir ve öngörülebilir olmasıdır. Diğer bir anlatımla kişiler belirli bir olaya
uygulanabilir nitelikteki hukuk kurallarının varlığı hakkında yeterli bilgiye sahip
olabilmeli ve o kuralı kolayca anlayabilmelidir 318.
Ulaşılabilirlik ve öngörülebilirlik, hukuk devleti ile yönetilen bir toplumda
bireylerin hukuk dışı davranışlardan kaçınabilmeleri için plan yapabilmelerinin
mümkün olması ilkesine dayanmaktadır. Bu yaklaşım, Sözleşmeye göre,
yönetimin belirli eylemlerin bireylerin haklarını ve hürriyetlerini ihlal edip
etmediğini belirlenmesi açısından oldukça önemlidir
Sözleşmenin 10. maddesi anlamında kanunun taşıması gereken ikinci
özelliği kanunun açık ve kesin olmasıdır. Mahkeme kanunun açık ve kesin
olmasını belirtirken söz konusu kanunun hitap ettiği kitleyi göz önünde
bulundurmaktadır. Örneğin, Groppera Radio ve Diğerleri/İsviçre davasında 319
Mahkeme, olayda uygulanan kanunun uzmanlara yönelik ve son derece teknik ve
karmaşık ifadeler kullandığını tespit ettikten sonra bu durumun kanunla
öngörülmüş olma kriterine aykırı olmadığını belirtmiştir 320.
Mahkeme, Markt Intern Verlags GmbH and Klaus Beermann/Almanya
316
ibid, paragraf. 48, 50.
Çetin ve Diğerleri/Türkiye, 13 Şubat 2003, paragraf.43.
318
Sunday Times/Birleşik Krallık, (no.1), paragraf 49,
Lesnik/Slovekya, 11 Mart 2003, paragraf.45.
319
Groppera Radia ve Diğerleri/İsviçre, 28 Mart 1990.
320
ibid, paragraf. 68.
317
Barfold/Almanya,
paragraf.45,
100
kararında 321 şu önemli tespitte bulunmuştur:
“Mahkemenin daha önce saptadığı üzere, sıklıkla yasalar, mutlak nitelikte
olmayan biçimde kaleme alınmaktadırlar. Bu durum, pazarda ve iletişim alanında
görülen gelişmelere bağlı bir sürekli değişmenin olduğu rekabet gibi alanlarda
söz konusudur. Bu tür mevzuatın yorumlanması ve uygulanması, kaçınılmaz
olarak pratikte sorunlar yaratmaktadır. Bu olayda, gündemdeki meseleye ilişkin
olarak Federal Adalet Mahkemesinin yerleşik içtihatları bulunmaktadır. Bu açık,
zengin ve geniş kapsamlı olarak yorumlanmış bulunan içtihatlar, ticaret erbabına
ve onların danışmanlarına, ilgili alanlarda kendi davranışlarını ayarlama
olanağını vermektedir 322’”
Mahkeme bu davada yukarıdaki kararında da açıklandığı gibi rekabet
durumunun iletişim ve Pazar alanındaki gelişmelere göre sürekli değiştiğini göz
önüne alarak bu konuyu düzenleyen kanunların kesin ifadeler kullanmamasını
haklı bulmuştur. Bu olayda bu konu ile ilgili olarak Federal Alman
mahkemelerinin içtihadına gönderme yapan Mahkeme, bu içtihadın ticaretle
uğraşanların ve danışmanlarının davranışlarını düzenlemelerine yetecek derecede
açık olduğunu belirtmiştir 323.
Müller ve Diğerleri / İsviçre davasında müstehcen tablolara el konulması
ile ilgili kararda Mahkeme, kanun yapmada mutlak kesinliğin imkansız olduğunu
hatırlatmış ve değişen durumlara uyum sağlanması açısından kanunun az çok
soyut ifadeler taşıyabileceğini belirtmiştir 324.
Öztürk / Türkiye davasında 325, davacı TCK nun 312.maddesinin suçun
unsurlarını yeterli ve açık bir şekilde tanımlamadığından Sözleşmenin 10.
maddesinde öngörülen gerekliliklerle bağdaşmadığını iddia etmiştir 326. Mahkeme
ise inceleme sırasında, kanunla öngörülmüş kavramının koşullarından birinin
öngörülebilirlik olduğunu hatırlattıktan sonra bunun kişinin davranışlarını
düzenlemesine izin verecek kesinlikteki kurallar olduğunu belirtmektedir.
Mahkemeye göre, kanunlardan mutlak kesinlik beklemek imkansızdır. Kesinlik
çoğu zaman istenen bir durum olsa da, bu beraberinde aşırı katılık getirebilir. Bu
321
Markt Intern Verlags GmbH and Klaus Beermann/Almanya, 20 Kasım 1989.
ibid, paragraf. 30.
323
ibid, paragraf. 30.
324
Müller ve Diğerleri/İsviçre.
325
Öztürk/Türkiye, 28 Eylül 1999.
326
ibid, paragraf.51.
322
101
nedenle
kanunların değişen koşullara
uyum sağlayabilecek durumda olması
gerekmektedir. Kanunların büyük bir çoğunluğu şu ya da bu ölçüde belirsiz olan
ve yorumlanması bir uygulama meselesi teşkil eden terimlerle ifade edilebilir 327.
Gaweda/Polonya davasında, başvurucu ‘Almanya-Polonya’nın Bin Yıllık
Düşmanı’ adı ile bir dergiyi tescil ettirmek ister. Ancak tescil işlemini yapacak
olan Bielsko-Biala Bölge mahkemesi bu ismin Polonya Almanya ilişkilerine zarar
verici nitelikte olduğu için tescili reddeder 328. Mahkeme red gerekçesi olarak 26
Ocak 1984 tarihli Basın Kanunu’nun 20. maddesini ve ve Periyodiklerin Tesciline
ilişkin Adalet Bakanlığının düzenlemesinin 5. fıkrasına dayanır. Basın
kanunu’nun 20. maddesine göre Mahkeme tescili ancak şu iki durumda
reddedebiliyordu.
-Tescil başvurusu dergi ile ilgili bir kısım şekil şartlarını taşımıyorsa,
-Tescil daha önceki
bir derginin ismi hakkında bir müdahale
oluşturuyorsa.
Adalet Bakanlığı düzenlemesinin 5. maddesine göre ise, eğer tescil talebi
yürürlükte olan düzenlemelerle ya da gerçeklerle çelişecekse (in conflict with
reality) tescile izin verilmeyeceğini düzenlemiştir.
Yerel mahkeme, 17 Şubat 1994 tarihinde konu ile ilgili incelemesinde
‘Almanya-Polonya’nın Bin Yıllık Düşmanı’ başlığının Almanya Polonya
ilişkilerini çok aşırı bir şekilde gerçekle ilgisiz bir tablo çizerek olumsuz bir
bağlamda değerlendirdiği için realite ile çeliştiğine karar vermiştir 329.
Daha sonra başvurucu ifade özgürlüğünün ihlal edildiği gerekçesi ile
Komisyona başvurur. Komisyon inceleme sonucunda ilgili Basın Kanunu’nun ve
Adalet Bakanlığı Düzenlemesinin( yönetmeliğinin) başvurucunun davranışlarını
düzenleyecek şekilde yeterince açıklıkla ifade edilmediğine karar verir 330.
Dava mahkemenin önüne geldiğinde ise öncelikle ifade özgürlüğünün
demokratik toplumdaki öneminden ve özellikle basının demokratik toplumdaki
temel rolünden bahseder. Mahkeme derginin isminin onaylanmasının reddinin
derginin isminin yasaklanması ile eşdeğerde olduğuna ve bu nedenle ifade
özgürlüğüne bir müdahale olduğuna karar verir. Ancak bu müdahalenin haklı
327
ibid, paragraf 54.
Gaweda/Polonya, paragraf. 6.
329
ibid, paragraf. 42.
330
ibid, paragraf. 13.
328
102
görülebilmesi için gerekli olan sınırlamanın sınırı ile ilgili hükümleri bu
sınırlamanın kanuni dayanağını araştırır. Mahkeme, yasal bir düzenlemenin
kişinin davranışlarını düzenlemeye imkan verecek şekilde yeterince açıklıkla
formüle edilmemesi durumunda kanun olarak kabul edilemeyeceği yönünde karar
verir 331.
İlgili olayda ise Adalet Bakanlığı Düzenlemesinde kullanılan realite ile
çelişme tanımının yanlış anlaşılmalara müsait ve yeterince açık olmadığından
çoğu tescil talebinin reddedilme olasılığını taşıdığını ve bu nedenle bir kanunun
taşıması gereken düzeyde yeterince açık olmadığı için bu düzenlemenin kanun
olarak değerlendirilemiyeceğine karar vermiştir 332. Mahkeme ifade özgürlüğü
üzerine yapılan müdahalenin kanuni dayanaktan yoksun olduğuna karar verdikten
sonra diğer iki şartın gerçekleşip gerçekleşmediğini araştırmadan başvuranın ifade
özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir.
b- Meşru Amaç Şartı
İfade
özgürlüğüne
getirilecek
herhangi
bir
sınırlamanın
kanuni
dayanağının olması, bu hakkı kullanan kişiler için önemli bir güvence oluşturur.
Ancak bu güvencenin tek başına yeterli olduğu söylenemez 333. Çünkü ifade
özgürlüğünü sınırlama konusunda yasama organına geniş bir takdir yetkisinin
verilmesi bu alanda yapılacak sınırlamalar yoluyla hakkın kullanılmasının aşırı
biçimde sınırlanmasına ya da kullanımının engellenmesine yol açabilir 334. Bu tür
keyfi bir durumla karşılaşılmaması için hakkın sınırlandırılmasının meşru
nedenleri İfade özgürlüğünün düzenlendiği maddelerde belirtilmiştir. Buna uygun
olarak İHAS’de, ifade özgürlüğü üzerine yapılacak herhangi bir sınırlamanın
meşru amaçlarını saymıştır. İfade özgürlüğünün sınırlandırılması herhangi bir
nedenle değil, ancak 10. maddenin ikinci fıkrasında sınırlı sayıda sayılan bu
meşru amaçlardan birine dayanmalıdır 335. Ayrıca Sözleşmenin 18. maddesi,
Sözleşmede düzenlenen hak ve özgürlüklere getirilen sınırlamaların ancak
öngörüldükleri amaç için uygulanacaklarını belirterek devlet müdahalelerinin
331
İbid, paragraf. 39.
ibid, paragraf. 43.
333
Oktay Uygun, 1982 Anayasasında Temel Hak ve Özgürlüklerin Temel Rejimi, (İstanbul:
Kazancı Yayınları, 1992), s.115.
334
K. C. Where, Modern Anayasalar, çev. Turhan Mehmet, ( İstanbul: Değişim Yayınları, 1984),
s.55.
335
Turhan, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Siyasi Parti Kapatma Davaları, s.133-4.
332
103
güttükleri amaçların meşruiyetini sorgulama imkanını Sözleşme organlarına
vermektedir.
Sözleşmenin ikinci fıkrasına göre;
“Kullanılması görev ve sorumluluk yükleyen bu özgürlükler, demokratik
bir toplumda zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, toprak
bütünlüğünün veya kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve
suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve
haklarının korunması veya yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması
için yasayla öngörülen bazı biçim koşullarına, sınırlamalara ve yaptırımlara
bağlanabilir”
10. maddenin ikinci fıkrasında düzenlenen ifade özgürlüğünün kullanımına
getirilen bu meşru amaçları üç kısma ayırabiliriz.
a- Genel yararı korumaya yönelik sınırlama nedenleri (Ulusal güvenlik,
toprak bütünlüğü, kamu güvenliği, düzeni koruma, suçu önleme, sağlığı ya da
ahlakı koruma)
b-Bireylerin haklarına korumaya yönelik sınırlama nedenleri (Başkalarının
şöhreti ya da haklarının korunması, gizli haberlerin açıklanmasının engellenmesi)
c-Yargı organının üstünlüğünü ve tarafsızlığını korumaya yönelik
sınırlama nedenleri
10. maddenin ikinci fıkrasında belirtilen bu sınırlama nedenleri 8., 9. ve 11
maddelerde düzenlenen sınırlama nedenleri ile bir kısım benzerlikler gösterse de
bazı sınırlama nedenlerinin sadece 10. maddeye özgü olduğunu söyleyebiliriz. Bu
meşru amaçlar belirlenirken maddenin birinci fıkrası ile tanınan hak ve
özgürlüğün doğası ve niteliği göz önünde bulundurulmuştur. Gerçekten meşru
amaçların bir kısmı her dört madde için ortaktır. Örneğin, kamu güvenliği;
başkalarının hak ve özgürlüklerinin (ya da şöhretlerinin: md. 10) korunması, genel
sağlığın ve genel ahlakın korunması, kamu düzeninin sağlanması.
Buna karşılık, ulusal güvenliğin sağlanması ve suçun önlenmesi 9.
maddede
sınırlama
nedenleri
arasında sayılmamıştır. Ekonomik refahın
sağlanması yalnızca 8. maddede, toprak bütünlüğünün korunması, gizli bilgilerin
açığa vurulmasının önlenmesi ve yargının bağımsızlığının ve tarafsızlığının
sağlanması yalnızca 10. maddedeki sınırlama nedenleri arasında sayılmıştır.
104
Ayrıca 10. maddenin 1.fıkrası ‘devletin radyo, televizyon ve sinema
işletmelerini bir izin rejimine bağlı tutmalarına’ izin vermektedir. Ek olarak 10.
maddenin ikinci fıkrası uyarınca ifade özgürlüğü, kullanıcısına ‘görev ve
sorumluluklar’ yüklemektedir. Bu nedenle ifade özgürlüğüne karşı yapılacak bir
müdahalede taraf devletlere daha geniş bir hareket alanı tanımaktadır. Örneğin,
Zana/Türkiye davasında, başvurucu Mehdi Zana’nın, Diyarbakır’ın eski bir
belediye başkanı olmasının kendisine bir kısım görev ve sorumluluklar yüklediği
nedeni ile yapılan müdahalenin demokratik toplum için gerekli olduğuna karar
verilmiştir.
Yukarıda sayılan meşru sebeplere öngörüldükleri amaç dışında geniş bir
anlam yüklenmesi mümkün değildir. Buna uygun olarak Mahkeme, pek çok
kararında, yukarıda sayılan sınırlama nedenlerinin istisnai nitelikte olduklarını ve
dar yorumlanmaları gerektiğini belirtmiştir 336. Bu nedenle sınırlama nedenleri
anlam ve kapsam bakımından tüketici bir anlayışla ele alınmalıdır 337. Başka bir
sınırlama sebebine dayanarak ifade özgürlüğü sınırlandırılamayacaktır 338.
Dolayısıyla, ulusal mahkemeler ifade özgürlüğüne şu ya da bu biçimde müdahale
niteliği taşıyan herhangi bir yasal hükmü uygulamaları sözkonusu olduğunda , söz
konusu hükmün korumakta olduğu değer ya da yararı saptamak ve bu değer ya da
yararın 2. fıkrada sayılanlardan biri olup olmadığını denetlemekle yükümlüdür.
Örneğin, birinin itibar ve şerefine zarar vermekle suçlanan bir gazeteci hakkında
açılan ceza davası ya da medeni hukuk davası ‘başkalarının itibar ve şerefini
koruma’ anlamında meşru bir amaca hizmet ediyor olacaktır. Ancak 2. fıkrada
“ülkenin veya hükümetin şerefi/imajı”, “ulusun şerefi/imajı”, “devlete ait veya
başka semboller”, (Mahkemeler dışında) “kamu otoritelerinin şerefi/imajı”
türünden değerlerden söz etmemiştir.
Dolayısıyla bunlar ifade özgürlüğünü
kısıtlamak için meşru gerekçeler değildir. Bundan dolayı, ulusal mahkemeler, 2.
fıkrada korunmuş olan alanın dışında kalan bu tür soyut kavramlara karşı
yöneltilen herhangi bir eleştiriyi cezalandırmamalıdır.
336
Sunday Times/Birleşik Krallık, (no. 1)
Feyyaz Gölcüklü, “Temel Hak ve Özgürlüklerde Avrupa Standardı”, Anayasa Yargısında
Avrupa Modeli ve Türkiye Uluslararası Sempozyumu, İstanbul 1987, s.4.
338
Naz Çavuşoğlu, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ve Avrupa Toplulukları Hukukunda Temel
Hak ve Hürriyetler Üzerine, (Ankara: Ankara Üniversitesi SBF İnsan Hakları Merkezi Yayını,
1994), s. 47.
337
105
c-Demokratik Toplum İçin Gereklilik
Demokratik toplum kavramı 339 Sözleşmenin 8., 9., 10. ve 11.
maddelerinde korunan hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasında bir güvence
oluşturmaktadır. Bu hak ve özgürlüklere yapılacak bir müdahale demokratik
topluman gereklerine uygun olmalıdır. Komisyon ve Mahkeme önlerine gelen her
olayda devlet müdahalesini bu açıdan incelemektedir.
aa-Demokratik Toplum
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesinin ‘demokratik toplum’ kavramının
temel özelliklerinin neler olduğunu ayrıntılı olarak açıkladığı dava Handyside 340
davasıdır. Bu davada mahkeme, ifade özgürlüğü ile ‘demokratik toplum’ arasında
organik bir bağ kurmuştur 341. Mahkeme diğer davalarda da uygulayacağı ‘temel
felsefesini’ 342 şu şekilde belirtmiştir;
“İfade özgürlüğü, demokratik bir toplumun vazgeçilmez dayanaklarından
birini, bu toplumun ilerlemesinin ve her insanın gelişmesinin temel şartlarından
birini oluşturur. İfade özgürlüğü, sadece hoşa giden ya da insanları incitmeyen
veya önemsenmeyen ‘bilgi’ ve ‘düşünceler’ için değil, devlete veya toplumun
herhangi bir kesimini inciten, şoke eden veya rahatsız eden bilgi ve düşünceler
için de geçerlidir. ‘Demokratik toplumun’ olmazsa olmaz koşullarını oluşturan,
çoğulculuk, hoşgörü ve açık görüşlülük bunu gerektirir 343”
Mahkeme demokratik toplumun özelliklerini; çoğulculuk, hoşgörü ve
açıklık olarak belirlemiştir. Dolayısı ile Handyside kararında belirlenen bu ilkeler
doğrultusunda demokratik toplumdan ne anlaşılması gerektiğini belirlemek
mümkündür.
Handyside kararında mahkeme, demokratik toplum kavramının bir unsuru
olarak çoğulculuk kavramını belirliyor. Çoğulculuk ilkesinin ise, farklı, aykırı
sayılabilecek fikirlerin, hatta politik toplumu ve halkın belirli bir kesimini şoke
edebilecek fikirlerin de açıklanmasına da izin verdiğini belirtiyor.
339
Demokratik toplum kavramı ile ilgili geniş bilgi için bakınız, Mehmet Turhan, “Anayasamız ve
Demokratik Toplum Düzeninin Gerekleri”, Anayasa Yargısı Dergisi, c.8, yıl 1991, s.410-441.
340
Handysid/Birleşik Krallık, 7 Aralık 1976.
341
Zühtü Arslan, ‘Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarında “Demokratik Toplum” Kavramı’,
Türkiye’de İnsan Hakları, TODAİE,1998, s.195.
342
Rolv Ryssdall. The Case Law of the Court of Human Right on the Freedom of Expression
Guaranteed under the European Convention on Human Rights, Xth Conference of the European
Constitutional Courts, Budapeşte, 6-10 Mayıs 1996, (Strasbourg: Council of Europe, 1996), s.5.
343
Handyside/Birleşik Krallık, paragraf 49.
106
Çoğulcu bir toplumsal yapının ön koşulu ise, ‘tek doğru’ anlayışının hakim
olmamasıdır. Diğer bir deyişle, devletin, ‘siyasal tarafsızlık’ gereği, kişilerin
dünya görüşlerine, ahlaki değerlerine eşit uzaklıkta olması gerekmektedir. Siyasal
tarafsızlık ise, devletin tek bir doğruyu bütün vatandaşlarına
dayatmaması
anlamına gelmektedir. Aksi taktirde tek doğrunun olduğu yerde, yanlışı savunma
özgürlüğü olmadığı gibi çoğulculukta olmayacaktır 344.
Amerikan
Yüksek
Mahkemesinin
çoğulculukla
ilgili
West
Virginia/Bernette Davasınde söylediği şu sözler oldukça ilgi çekicidir.
“Anayasal takım yıldızı içinde, eğer sabit bir yıldız varsa o da, hiçbir
resmi makamın politikada, milliyetçilikte, dinde ya da düşünce ile ilgili herhangi
bir alanda tek doğrunun ne olacağını buyurma yetkisine sahip olmadığıdır 345.”
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi de Young James ve Webster/Birleşik
Krallık 346 davasında çoğulculuğu ‘azınlık- çoğunluk’ ilişkisi yönünden ele
almıştır. Mahkemeye göre 347;
“Demokrasi, çoğunluğun görüşünün sürekli olarak üstün olmasından
ibaret değildir; tersine azınlığa da hak tanınması ve üstün durumda olan tarafın,
bu durumunu istismar etmemesi yönünde bir dengeyi gerektirir.”
Mahkeme TBKP kararında ise siyasi partilerin çoğulcu demokrasilerdeki
öneminden bahsetmiştir. Mahkemeye göre, çoğulculuk olmadan demokrasi
düşünülemez. Yani Mahkeme çoğulculuğu demokrasinin olmazsa olmazı olarak
görmektedir. Çoğulculuğun gerçekleşebilmesi için ise ifade özgürlüğü oldukça
önemlidir. İfade özgürlüğünün topluca kullanılması da siyasi parti faaliyetlerinin
bir kısmını oluşturmaktadır. Dolayısıyla siyasi partilerin korunması çoğulculuğun
korunmasının zorunlu sonucudur.
Mahkeme, çoğulculuk açısından seçimlerin de önemine değinmektedir 348.
Mahkemeye göre, çoğulculuğun sağlanması için, Sözleşmeci Devletler 1.
Protokolün 3. maddesine uygun olarak, yasama meclislerinin seçimini
gerçekleştirebilmelidirler. 1. Protokolün 3. maddesi, yasama organının halkı
344
Arslan, ‘Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarında “Demokratik Toplum” Kavramı’, s.196.
West Virginia States Board of Education /Bernette 319, U.S 624, den naklen, Arslan, ‘Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarında “Demokratik Toplum” Kavramı’, s.196.
346
Young , James ve Webster/Birleşik Krallık, 13 Ağustos 1981.
347
ibid, paragraf. 63.
348
Eren, Temel Hak ve Özgürlüklerin Güvence Ölçütü Olarak Demokratik Toplum Düzeninin
Gerekleri, s.212.
345
107
temsil eden hür seçimlerle oluşturulması gibi demokratik devlet düzeninin temel
ilkelerinden birini ortaya koymaktadır. Böylece 3. madde ile çoğulculuğun
kurumsal yönü koruma altına alınarak, Sözleşmeye taraf devletlere belli bir siyasi
rejim empoze edilmiştir. Mahkeme kararlarında demokratik rejimlerde, seçimlerin
halkın serbestçe düşüncelerini ifade edebildiği bir ortamda, makul aralıklarla ve
gizli oyla yapılması ve bireylere eşit oy hakkı sağlanması gereği üzerinde
durulmaktadır. Ayrıca farklı düşünceleri temsil eden siyasi partilerin çoğulculuğu
da korunmalıdır. Çünkü siyasi partiler demokratik toplum kavramının özünde yer
alan siyasi tartışmalara yeri doldurulamaz katkılarda bulunmaktadırlar 349.
Bu açıklamalardan da anlaşıldığı gibi, çoğulculuk, demokratik toplum
düzeninin temel niteliği olarak özellikle üzerinde durulan bir ilkedir. Nitekim
Mahkemenin ifade özgürlüğü ile ilgili kararlarının çoğunda siyasal çoğulculuğun
öneminden bahsedilmekte ve bu konuda siyasi partilerin önemine vurgu
yapılmaktadır. Çoğulcu demokratik rejimlerde farklı düşünce ve inançların seçim
yoluyla iktidara taşınması ve yönetme hakkını kullanması temel bir ilke olmasına
karşın bu hak da mutlak ve sonsuz bir çoğulculuk değildir. Çoğulculuğun da bir
sınırı vardır. Bu da sözleşmenin 17. maddesinde düzenlenen mücadeleci (militan)
demokrasi anlayışıdır 350.
İkinci Dünya Savaşının sonrasında başlayan Doğu-Batı bloğu ayrımı
Strazburg organlarının kararlarına da yansımış olup, Alman Komünist Partisi’nin
proletarya devrimi ve diktatörlük yoluyla komünist bir sistem kurma amacının
Sözleşme ile bağdaşmayacağı belirtilerek başvuru Komisyon tarafından kabul
edilemez bulunmuştur. Komisyon bu inceleme sırasında esasa geçmeden,
Sözleşmedeki hakların kötüye kullanılmasını önleyen 17. maddeyi dayanak olarak
göstermiştir 351. Bu dava sırasında 17. madde yalnız başına uygulanmış olup
bundan dolayı yoğun eleştiriler almıştır 352. Benzer bir kararda Komisyon,
İtalya’da 1952 yılında çıkarılan bir yasa ile faşist partinin yeniden kurulmasının
yasaklanması dolayısıyla yapılan başvuruyu 17. madde kapsamında görerek
reddetmiştir. Komisyona göre İtalyan Hükümeti tarafından faşist ideolojiden
349
TBKP/Türkiye, paragraf. 44, Castells/İspanya, paragraf. 43.
Militan Demokrasi anlayışı hakkında ayrıntılı bilgi için bakınız, Hakyemez, Militan Demokrasi
Anlayışı ve 1982 Anayasası, Ankara 2000.
351
Komünist Parti/Federal Alman Cumhuriyeti, 20 Temmuz 1957.
352
Mehmet Turhan, “Demokratik Devlet İlkesi Açısından Partilerin Kapatılmaları ile İlgili
Hükümlerdeki Uyumsuzluklar”, Yeni Türkiye, 1996, s.422-423.
350
108
esinlenen kişiler aleyhine yapılan uygulamaların diğerlerine oranla farklı olması
haklı ve meşru bir nedene dayanmaktadır ve demokrasinin korunması meşru
amacına yöneliktir 353.
Strazburg organları daha sonraki davalarda ise 17. maddenin uygulama
alanını daraltmış ve tek başına hiç bir davada uygulamamıştır 354. Mahkeme
özellikle Sözleşmenin 9. 10. ve 11. maddeleri ile ilgili davalarda eğer bir ihlal
varsa 17. maddeyi ayrıca değerlendirme ihtiyacı duymamıştır 355.
Strazburg organlarının ‘demokratik toplum’ anlayışı zaman içinde siyasal
gelişmelere paralel olarak değişiklik göstermiş ve militan demokrasi kavramı
bağlamında 17. maddeyi uygulamamıştır. Örneğin, Türkiye Birleşik Komünist
Partisi 356 ve Sosyalist Parti 357 kararlarında, mahkeme Türkiye’nin itirazına
karşın 17. maddenin değerlendirilmesine gerek olmadığı sonucuna varmıştır 358.
Yukarıda bahsedilen her iki davada da mahkeme demokratik toplum’
kavramı ile ilgili daha önceki kararlarında açıklamadığı kadar genişlikte yeni
açıklamalarda bulunmuştur. Sözleşmenin 11. maddesinde düzenlenen örgütlenme
özgürlüğünün siyasi partilere uygulanıp uygulanmayacağını tartışırken Mahkeme,
demokratik toplum değerlerinin korunup geliştirilmesinin Sözleşmenin varlık
nedeni olduğunu vurgulamıştır 359. Avrupa Kamu düzeninin temel niteliği olarak
gördüğü demokrasinin, tam anlamı ile işleyebilmesi için siyasal partilere ihtiyaç
olduğunu belirtmiştir 360. Alman Komünist Partisi kararı ile Türkiye Komünist
Partisi ve Sosyalist Partisi davalarında Sözleşme organlarının kararlarında çelişki
var gibi gözükse de Komisyon ve Mahkeme 17.madde ile ifade özgürlüğü
arasındaki ilişkiyi Sözleşmede öngörülen sınırlayıcı nedenler bağlamında her
somut olayda, ülkenin içinde bulunduğu toplumsal ve siyasal durumu da göz
önünde bulundurarak ele almakta ve buna göre karar vermekte olduğunu
söyleyebiliriz.
353
Süheyl Batum, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Türk Anayasal Sistemine Etkileri, (İstanbul
1993), s. 342.
354
Turhan, ‘Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Siyasi Parti Kapatma Davaları’, s.136.
355
Arslan, ‘Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarında “Demokratik Toplum” Kavramı’ s.19798.
356
Türkiye Birleşik Komünist Partisi ve Diğerleri/Türkiye, 30 Ocak 1998.
357
Sosyalist Parti ve Diğerleri/Türkiye, 25 Mayıs 1998.
358
Türkiye Birleşik Komünist Partisi ve Diğerleri/Türkiye, paragraf.61, Sosyalist Parti ve
Diğerleri/Türkiye, paragraf. 54.
359
Türkiye Birleşik Komünist Partisi ve Diğerleri/Türkiye, paragraf. 45.
360
İbid, paragraf. 25.
109
Mahkeme, Türkiye Birleşik Komünist Partisi kararında, ifade özgürlüğü
ile demokratik toplum arasındaki ilişkiye şu şekilde dikkat çekmiştir;
“Demokrasinin en belirgin özelliklerinden biri, onun bir ülkenin
sorunlarını bu sorunlar ne kadar usandırıcı olursa olsun, şiddete başvurmadan
diyalog
yoluyla
çözme
olanağını
sunuyor
olmasıdır.
Demokrasi
ifade
özgürlüğüyle yaşar. Bu açıdan bakıldığında, sırf devlet nüfusunun bir bölümünün
durumunu kamuoyu önünde tartışma istemesi ve demokratik kurallara göre ilgili
herkesi tatmin etmeyi amaçlayan çözümler bulmak için, siyasal yaşamda yer
almak
istemesinden
dolayı
bir
siyasal
gurubun
engellenmesi
haklı
gösterilemez.” 361
Şüphesiz, bir partinin programı açıkladıklarında farklı amaç ve niyetleri
gizleyebilir. Bunun böyle olduğunu saptamak için, sözkonusu programın içeriğini,
bu program sahibinin fiilleri ve gerçekteki tutumu ile karşılaştırmak gerekir.
Halbuki dava konusu bu olayda TBKP’nin programı herhangi somut faaliyetlerle
yalanlanmış değildir; zira parti hemen kuruluşunu takiben kapatıldığı için,
programı uygulama zamanına sahip olmamıştır 362.
Bütün bu nedenlerden dolayı TBKP’nin daha faaliyete geçmeden hemen
ve kesin surette kapatılması ve üyelerinin her türlü politik sorumluluk
yüklenmekten yasaklanması gibi ağır bir tedbir, güdülen amaçla orantılı değildir.
Bu nedenle demokratik toplumda gerekli değildir.
Refah Partisi, Erbakan, Kazan ve Tekdal/Türkiye 363 davasında ise
Mahkeme ‘islamcı’ bir partinin, laikliğe karşı bir faaliyet merkezi oluşturduğu ve
böylece demokratik düzene zarar verdiği gerekçesi ile kapatılması 11. maddeye
aykırı bulunmamıştır. Daha önceki Türkiye aleyhinde parti kapatma davalarından
farklı olarak bu davada yalnızca parti programı ve tüzüğünü incelemekle
kalmamış, daha çok parti ve mensuplarının somut faaliyetleri ve beyanları
etrafında odaklanmıştır. Refah Partisi’nin kapatılmasını ‘demokratik toplum için
gerekli’ olup olmadığını incelerken Mahkeme, önce demokratik toplumun
vazgeçilmez ilkelerini belirlemekte; daha sonrada bunları somut olaya
uygulayarak sonuca varmaktadır. Mahkemeye göre;
361
İbid, paragraf 57.
ibid, paragraf.58.
363
Refah Partisi, Erbakan, Kazan ve Tekdal/Türkiye, 13 Şubat 2003.
362
110
Kamu hukuku ve özel hukuk alanında geçerli kurallarla birlikte teokratik
bir rejimin Türkiye’de tesisi, ülkenin kısmen yakın geçmişi ve halkının büyük
kısmının İslam dinine mensup olduğu düşünülürse, tamamen hayal mahsulü
değildir 364.
Refah Partisinin önerdiği şekli ile çok hukuklu sistem, hukuki ilişkiler
bütünü içinde bireyleri dine dayalı bir ayrıma tabi tutacak; dini mensubiyetlerine
göre onları kategorilere ayıracak ve kendilerine birey sıfatıyla değilde bir dini his
ve eğilime mensubiyetleri bakımından hak ve özgürlükler tanıyacaktır. Böyle bir
modelin Sözleşme sistemi ile bağdaşması mümkün değildir 365.
Bu davada Mahkeme Refah Partisinin politik projesinin teorik ve hayali
değil, fakat gerçekleştirilebilir olduğunu da belirtmiş ve bu kanaatinin nedenlerini
izah etmiştir. Özellikle bu konu, diğer parti kapatma davalarından farklı olarak
politik tartışmayı teorik düzeyden pratik düzeye taşımış ve ‘müdahalenin
gerekliliği’ kavramına açıklık getirmiştir. Nitekim Mahkeme, yukarıda sayılan
gerekçelerle, benzer durumlarda taraf devletlerin sahip oldukları takdir marjı dar
da olsa göz önünde bulundurmuş ve Refah Partisinin kapatılmasını demokratik
toplum için gerekli bulmuştur.
İHAM’nin Refah Partisinin kapatılması ile ilgili kararında yer alan
gerekçeler, Mahkemenin önceki kararlarından dönüş anlamına gelmemektedir.
Çünkü her şeyden önce bu içtihadın konusu, Mahkemenin parti yasağına ilişkin
önceki kararlarından farklıdır. Bu davanın konusu, RP’nin anti-laik eylemlerin
odağı haline gelip gelmediği ve teokratik rejimi gerçekleştirme amacının olup
olmadığı noktalarına toplanmıştır. Dolayısı ile Mahkeme ilk kez önüne gelen yeni
bir olgu karşısında yeni bir içtihat ortaya koymaktadır. Nitekim bu kararın 11.
Eylül olaylarından sonra alınmış olması kararın bu yönde çıkmasında etkili
olduğu söylenebilir. Refah Partisinin kapatılmas Büyük Daire tarafından oybirliği
ile kabul edilmesine rağmen, Mahkemenin önüne ilk defa geldiğinde, ilgili daire
tarafından üçe karşı dört çoğunlukla kabul edilmesi de bu tesbitimizi destekler
niteliktedir. Her ne kadar bu kararda 17. maddeye yapılmış bir gönderme
364
365
ibid, paragraf. 126.
ibid, paragraf. 127.
111
bulunmasa da kararın ana gerekçesinin mücadeleci demokrasi anlayışından
kaynaklandığını söyleyebiliriz 366.
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi, demokratik bir toplumun ayırıcı
özelliklerini sayarken genellikle çoğulculuk ilkesinin yanında ‘hoşgörü ve açık
fikirlilik’ ilkelerinden de bahsetmektedir. Mahkeme bu iki ilkenin demokratik
toplumun iki temel özelliği olduğunu şu şekilde belirtmiştir:
“...Sözleşme’de yer alan bir hakkın kullanılmasının, hoşgörü ve açık
fikirlilik gibi iki temel özelliğe dayanan ‘demokratik bir toplumda gerekli’ bir
tedbir olarak görülebilmesi için bu kısıtlamanın meşru amaçla orantılı olması
gerekmektedir 367.”
Mahkemenin bu kararından da anlaşıldığı gibi, hoşgörü ve açık fikirlilik
demokratik bir toplumun iki temel özelliği olarak nitelendirilmiş ve bu niteliklere
sahip bir toplumda temel haklara yönelik kısıtlamaların meşru amaçla orantılı
olması gerektiği üzerinde durulmuştur.
bb-Strazburg Organları Kararlarında Gereklilik Kavramı
Sözleşmenin 10. maddesindeki ‘demokratik toplum için gereklilik’
kavramı ifade özgürlüğünün kısıtlanmasında bir güvence oluşturmaktadır. Çünkü
ifade özgürlüğüne getirilecek bir sınırlama öncelikle demokratik bir toplum için
gerekli
olmalıdır. Bir üst başlık altında demokratik toplum kavramından
Strazburg organlarının ne anladığı açıklandığından bu organların gereklilik
kavramından ne anladıklarının ortaya konulması sorunun çözümü bakımından
yerinde olacaktır.
Gereklilik kavramının açıklanması sırasında Sözleşme organları tarafından
bazı temel kavramlar kullanılmaktadır. Mahkemeye göre, gerekli olma kavramı
vazgeçilmez (indispensable) kavramından farklıdır. Fakat bu kavram, kabul
edilebilir (admissible), olağan, yararlı (utile), makul (raisonable) ya da yerinde
(opportune) kavramlarının esnekliğine de sahip bulunmamaktadır 368.
Demokratik toplumda gerekli olma testini, Mahkeme her davayı kendi
şartları içinde değerlendirerek uygulamaktadır. Ancak Mahkeme, Silver davasında
gereklilik kavramını şu şekilde açıklamıştır;
366
Sağlam, “Mücadeleci Demokrasi- Avrupa Mekanı ve Türkiye”, s.69.
Handyside/Birleşik Krallık, paragraf.49.
368
Gölcüklü, “Avrupa İnsan Hakları Divanında Söz ve İfade Özgürlüğü”, s.57-8.
367
112
a- Gerekli(necessary) kavramı, ‘kaçınılmaz’ (indispensable) kavramı ile
eş anlamlı olmadığı gibi, kabul edilebilir (admissible), ‘olağan’, ‘makul’ gibi
ifadelerinin yamuşaklığınada sahip değildir.
b- Taraf devletler, sınırlandırmaları uygulama bakımından kesin, ancak
mutlak olmayan, bir takdir yetkisine sahip olmakla birlikte bu sınırlandırmaların
sözleşme ile bağdaşıp bağdaşmadığı konusunda son söz mahkemeye aittir.
c-
Demokratik bir toplumda zorunlu=gerekli ifadesi, haklara yönelik
bir müdahalenin, sözleşme ile uyumlu olabilmesi için, ‘zorlayıcı bir toplumsal
ihtiyacı’(Pressing social needs) karşılaması ve ‘izlenen meşru amaçla orantılı
olması’ gerektiği anlamına gelmektedir.
d-
Sözleşme ile güvence altına alınan haklara istisna getiren madde
fıkraları dar yorumlanmalıdır. 369
Yukarıda Silver kararı ile açıklamaya çalıştığımız gereklilik kavramı,
sınırlamanın niteliği, müdahalenin derecesi, söz konusu görüş ve bilgilerin
nitelikleri, olayın siyasi boyutu, o hakkı kullanan kişi gibi pek çok olgunun
değerlendirmesini zorunlu kıldığından, kesin kavramlarla ifade etmek mümkün
olmamaktadır.r 370.
Gereklilik kavramının niteliği ise, zorlayıcı sosyal ihtiyaç (pressing social
need) şeklinde açıklanmaktadır 371. Yani ifade özgürlüğü üzerine yapılan bir
sınırlamanın kabul edilebilmesi için, bu sınırlamanın zorlayıcı toplumsal ihtiyaç
şeklinde kendini göstermesi gerekmektedir. Zorlayıcı toplumsal ihtiyacın varlığı
araştırılırken ise soyut bir değerlendirme yapılmayıp, sınırlamanın hangi şartlar
altında yapıldığı, sınırlama konusu yapılan hakkın niteliği, sınırlama amacı ile
aracı
arasındaki
bulundurulmaktadır
makul
372
denge
gibi
somut
. Örneğin, Zana/Türkiye
373
unsurlar
göz
önünde
davasında Komisyon, ilgilinin
basına yaptığı konuşmada PKK’nın şiddet eylemlerini kurtuluş mücadelesi olarak
nitelemesi üzerine cezalandırılmasını, sözü edilen unsurları dikkate alarak
369
Silver/Birleşik Krallık, 25 Mart 1983, paragraf 97.
Dirk Voorhoff, Critical Perspectives on the Scope and Interpretation of Article 10 of the
European Convention on Human Rights, (Strasbourg: Council Of Europe Publishing, 1995), s.20 ;
Şükrü M. Alpaslan, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Uygulamasında Düşünce ve Basın
Özgürlüğü, İstanbul 2000, s.34.
371
Skalka/Polanya, 27 May 2003, paragraf. 33, Lesnik/Slovakya, 11 Mart 2003, paragraf.51.
372
Goodwin/Birleşik Krallık, 27 Mart 1996, Lehideux and Isorni/Fransa, 23 Eylül 1996, paragraf.
51, Hertel/İsviçre, 25 Ağustos 1998, paragraf. 46.
373
Zana/Türkiye, 10 Nisan 1996.
370
113
toplumsal açıdan zorunlu bir sosyal ihtiyaç olarak değerlendirmiştir. Zorunlu
toplumsal ihtiyaç kavramı ile ilgili bir diğer değerlendirme ise Komisyon
tarafından, De Becker olayında incelenmiştir. Belçika’nın Naziler tarafından işgali
esnasında Le Soir gazetesinin yazı işleri müdürü olan De Becker, işgalden sonra
düşmanla işbirliği yapmaktan suçlanmış ve ömür boyu hapis cezasına
çaptırılmıştır. Cezası daha sonra on yedi yıla indirilmiştir. De Becker 1951’de
serbest bırakılmış ancak yayıncılık, gazetede veya herhangi bir yayının dağıtım ile
ilgili bir işte çalışma gibi hakları kısıtlanmıştır. Komisyon 10. maddenin ikinci
fıkrası gereğince savaş süresi ile sınırlı olmak üzere siyasi fikirleri yayınlama
yasağı konulabileceğini, ancak somut olayda bunun çok ötesinde geçilerek
konuyla hiç ilgisi olmayan yasaklar konulduğunu belirterek müdahalenin
demokratik toplumda zorlayıcılık ölçütü ile bağdaşmadığını bildirmiştir 374.
3- İfade Özgürlüğünün Sınırlandırılması İle İlgili İçtihadi
Hukuktan Kaynaklanan Prensipler
Sözleşmenin ilk gününden bu güne kadar, Sözleşme tarafından güvence
alınan hak ve özgürlüklerin içeriği ve kapsamı Komisyon ve Mahkeme kararları
tarafından geliştirilmiştir 375. Sözleşme organlarının sözleşmeyi yaşayan bir belge
haline getirdikleri bu yorumları sırasında Sözleşme ile pek çok yeni kurum ortaya
çıkmıştır. Sözleşme organları tarafından içtihadi hukukla ortaya çıkarılan temel
ilkeler şunlardır.
-Ulusal Takdir Marjı (Değerlendirme Serbestisi)
-İkincillik İlkesi (Subsdiarity)
-Ölçülülük ilkesi
a- Ulusal Takdir Marjı Doktrini
Sözleşmenin yorumlanmasında önemli rol oynayan ilkelerden birisi Ulusal
Takdir Marjı doktrinidir 376. Sözleşme ile kurulan denetim mekanizmasının ikincil
niteliği nedeniyle, taraf Devletlere, Sözleşmedeki hak ve özgürlüklerin
niteliklerine uygun bir müdahalenin yapılmasında gereklilik kavramıyla ifade
edilen takdir alanı tanınmaktadır. Bu takdir yetkisi, Sözleşme’de öngörülen
374
De Becker/Belçika, 28 Eylül 1964.
Drzemvzewski; European Human Rights Convention in Domestic Law; a Comparative Study,
(Oxford: Clarendon Press, 1983), s.26.
376
Haris, O’Boyle, Warbrick, Law of The European Convention On Human Rights s.12.; Wong
Wing-Wah, “The Sunday Times Case: Freedom of Expression Versus English Contempt of Court
Law in the European Court of Human Rights”, s. 58-59.
375
114
hakların niteliğine ve diğer maddelerle olan ilişkilere göre değişmektedir. Mutlak
nitelikte haklar için taraf Devletlerin takdir alanı oldukça sınırlıdır 377.
Sözleşme’nin 8-11. maddelerinde yer alan haklar açısından taraf
Devletlerin takdir yetkisi daha geniştir. Devletler ilgili maddede gösterilen
koşullara uyarak, hakkı sınırlama konusunda bir yetkiye sahiptir. Bu maddelerde,
taraf Devletlere, yasayla, ilgili maddede gösterilen meşru amaçlara dayanarak ve
demokratik bir toplumda gerekli olduğu ölçüde sınırlama yetkisi verilmektedir.
Bu doktrinin altında yatan iki varsayımın olduğu belirlenmiştir. Birincisi,
demokratik toplumlarda bile, bir devletten diğerine değişkenlik gösterebilen yasal
çıkarların kazanılmasında neyin gerekli olduğu, ikincisi de, bir hükümetin gerekli
olarak değerlendirdiği konunun uluslararası bir mahkeme tarafından kabulle
karşılanmasının, belki de benzer yerel durumlar için çok daha az bilinen bir şey
olduğudur 378.
aa- Ortaya Çıkışı ve Handyside Kararı
Richard Handyside, 1968 yılında, Londra da açtığı ‘stage 1’ adlı yayıncılık
firmasında, başka kitapların yani sıra dava konusu Küçük Kırmızı Ders Kitabı’nın
ilk baskısını 15 kasım 1971 de yapmıştır 379. Başvurucu Müstehcen Yayınlar
Yasasının
(Obscene Publication Acts) 2. maddesinin birinci fıkrasına
muhalefetten suçlu bulunmuştur 380. Handyside’in, 13 Aralık 1973 tarihinde
Sözleşmenin 10. maddesinin ihlali gerekçesi ile Komisyona yaptığı başvurusu 5 e
karşı 8 oyla Sözleşmenin 10. maddesine aykırı olmadığına karar verilmiştir 381.
Daha sonra dosya mahkemeye gönderilmiş ve mahkeme 7 Haziran 1976
tarihli duruşmada, müdahalenin kanunen öngörülmüş olduğuna karar verdikten
sonra 382 sınırlamanın 10.maddenin 2. fırkasındaki ‘ahlakı korumak’ meşru
amacıyla yapıldığına karar vermiştir 383. Ancak, sınırlamanın ‘ahlakı korumak
377
Eren, Temel Hak ve Özgürlüklerin Güvence Ölçütü Olarak Demokratik Toplum Düzeninin
Gerekleri, s. 8-9.
378
Mark Janis, Richard Kay and Anthony Bradley, European Human Rights Law, Text and
Materials (Oxford: Clarendon Press, 1995), s.167 ; Rick Lawson, “İfade Hürriyetini Güvenceye
Almak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihatlarında Üç Eğilim”, Liberal Düşünce, yıl.6, sayı.
24, s.80.
379
Handyside/Birleşik Krallık, paragraf.1.
380
ibid, paragraf. 17.
381
İbid, paragraf 38.
382
ibid, paragraf. 44.
383
İbid, paragraf. 46.
115
için’ ‘demokratik toplumda gerekli’ olup olmadığı konusunun nasıl belirleneceği
konusunda önemli bir tartışma çıkmıştır.
Hükümet
ve
Komisyonun
çoğunluğu,
Mahkeme
sadece,
İngiliz
mahkemelerinin makulce ve iyi niyetle, ayrıca 10. maddenin ikinci fıkrasında
sözleşmeci devletlere bırakılan takdir alanı içinde davranıp davranmadığını tespit
etmelidir görüşünü savunmuştur. Bu yorumla birlikte ulusal takdir marjının
hukuki temeli atılmış olup bundan sonraki bütün davalarda istikrarlı bir şekilde
Komisyon ve Mahkeme bu ilkeyi kullanmıştır 384.
bb-Anlamı ve İçeriği
Bu doktrin ilk kez ifade özgürlüğü ile ilgili genel prensiplerin ortaya
konulduğu, Handyside davasında açık bir dille ve bütün hukuki sonuçları ile şu
şekilde açıklanmıştır 385.
‘Sözleşme ile kurulan koruma mekanizması, insan haklarının korunması
konusunda ulusal sistemler karşısında ikincil niteliktedir. Sözleşme, içerdiği hak
ve özgürlüklerin kullanımını sağlama sorumluluğunu öncelikle taraf devletlere
vermiştir. Sözleşme organları ise bu göreve kendi yönlerinden, fakat iç başvuru
yollarının tüketilmesinden sonra katılmaktadırlar 386.
Her bir ülke hukukunun ahlaki gereklere yaklaşımı, özellikle konu
hakkındaki düşüncelerin hızla ve geniş ölçüde evrim geçirdiği günümüzde zamana
ve yere göre değişmektedir. Devlet organları da ülkelerinin yaşamsal gerçekleri
ile doğrudan ve devamlı temas halinde olmaları nedeni ile, söz konusu yaşamsal
koşulların gereklerinin belirgin içeriği ve bu ihtiyaca cevap verecek ‘kısıtlama’
veya ‘müeyyidenin’ ‘gerekli’ niteliği konusunda karar vermek için, uluslararası
yargıçtan genellikle daha iyi bir durumdadırlar 387.
Sonuç olarak, 10. maddenin ikinci fıkrası, taraf devletlere bir takdir alanı
bırakmaktadır. Bu takdir payı hem ulusal yasa koyucuya hem de, özellikle,
384
ibid, paragraf. 47.
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi ulusal takdir marjına ilişkin görüşünü ilk kez, Sözleşmenin
15. maddesi gereğince Olağanüstü Hallere ilişkin Koşulların belirlenmesinde, Lawless/Irlanda
kararında 1961 yılında ortaya koymuştur. Klass/Almanya kararında ise ulusal takdir marjının 15.
madde dışında ulusal güvenlik sözkonusu olduğunda kullanmıştır. Ancak Mahkemenin bu doktrini
açıkça ve bütün yönleriyle ortaya koyduğu karar Handyside/Birleşik Krallık davası olmuştur..
386
Handyside/Birleşik Krallık, paragraf. 48.
387
ibid, paragraf. 48.
385
116
yürürlükteki
tanınmaktadır
yasaları
388
yorumlayıp
uygulayacak
olan,
adli
makamlara
.
Bununla Birlikte 10. maddenin ikinci fıkrası taraf devletlere sınırsız bir
takdir alanı tanımış da değildir. Üstlendiği görevi yerine getirmekle yetkili
mahkeme getirilmiş olan bir kısıtlama ya da yaptırımın 10. madde ile güvence
altına alınan ifade özgürlüğü ile uzlaştırılabilir olup olmadığı konusunda son
kararı vermekle yetkilidir. Böylece ulusal takdir marjı bir Avrupa denetimi ile
birlikte ve onunla paralel olarak işlemektedir. Bu denetim hem alınan tedbirin
amacı, hem de ‘gerekliliğine’ yöneliktir. Bu denetim, hem alınan tedbire dayanak
oluşturan kanuna, hem de bağımsız bir mahkeme tarafından verilmiş olsa da
kanunun uygulanmasına ilişkin kararı da kapsar 389.
Bu inceleme sırasında Mahkemenin görevi, her hangi bir biçimde yetkili
ulusal mahkemelerinin yerini almak değil, fakat ulusal mahkemelerin ulusal
takdir hakları çerçevesinde verdikleri kararları 10. maddeye uygunluğunu
denetlemektir 390.
Ulusal Mahkemelerin kararları verildikleri çevrelerinden soyutlanarak
incelenecek olursa, Mahkemenin denetimi genellikle yanıltıcı olacaktır. Mahkeme
bunları dava konusu yayının ve başvurucunun ulusal hukuk ile uluslararası
aşamada gösterdiği delililerin ve argümanların dahil olduğu bütünlük içinde ele
almalıdır. Mahkeme lehindeki çeşitli verilere dayanarak, ulusal yetkililerin
‘müdahale’ biçiminde aldıkları önlemleri haklı kılmak için gösterdikleri
gerekçelerin 10. maddenin ikinci fıkrası bakımından uygun olup olmadığına
karar vermelidir 391.
Kısacacı, ifade özgürlüğü üzerine yapılan bir sınırlandırmanın, meşru
sayılabilmesi için yukarıda da bahsettiğimiz gibi, öncelikle sınırlandırmanın
kanun tarafından öngörülmüş olması ve demokratik toplum için gerekli olması
gerekir. Bunu belirlemek ve gerekli gördüğünde sınırlama
yetkisi ise ilkin
sözleşmeci taraf devlete aittir. Sınırlandırmanın gerekliliği ve şekli konusunda
devlete ait olan bu yetki daha sonra Sözleşme organları tarafından
denetlenmektedir. Ancak sınırlandırma yapılırken her konuda ortak bir Avrupa
388
Engel ve Diğerleri/Hollanda, 8 Haziran 1976, paragraf. 100.
İbid, paragraf. 100.
390
Handyside/Birleşik Krallık, paragraf. 50.
391
İbid, paragraf. 50.
389
117
standardının olmaması hem taraf devletler bakımından bir eşitsizliğe, hem de
sınırlandırma
nedenleri
arasında
Rasmussen/Danimarka Kararında
392
bir
hiyerarşiye
neden
olmaktadır.
da belirtildiği gibi, devletin takdir alanı,
koşullara, konuya ve konunun arkaplanına göre değişmektedir.
Taraf devletler arasında ortak hukuk düşüncesinin şekillenmediği
alanlarda, devletin takdir yetkisi uygulandığı alanın (söz konusu hak ve
özgürlüğün) niteliğine göre dar veya geniş olabilmektedir 393. ‘Genel ahlak’,
‘sağlık’ gibi sübjektif unsurların söz konusu olduğu hallerde ulusal takdir payı
geniş veya çok geniş tutulmuş, buna karşılık ‘demokratik toplum gerekleri’ ‘yargı
bağımsızlığı ve tarafsızlığı’ gibi belli ölçütlerin evrensel bir standart kazandığı
alanlarda ise daraltılmıştır 394. Örneğin, Handyside davası, ‘ahlakın korunması’ ile
ilgiliydi. Mahkeme bu davada, sözleşmeci devletlerin ‘ahlaki gereklere’
bakışlarının ‘özellikle günümüzde zaman ve yere göre değiştiğini’ ve devlet
yetkililerinin, ahlaki gereklerin tam içerikleri, hakkında bir görüş bildirirken,
uluslararası yargıçtan genellikle daha iyi durumda’ olduklarını saptamıştır 395.
Oysa Sunday Times/Birleşik Krallık davasında, yargılama organının ‘otoritesi’
gibi çok daha nesnel bir kavram hakkında aynı şey söylenemeyeceği, ulusal hukuk
sistemleri ve sözleşmeci devlet uygulamaları, bu alanda oldukça esaslı bir temel
bulunduğu gerekçesi ile burada daha geniş bir Avrupa denetimi, daha dar bir
takdir yetkisinin varolduğunu bildirmiştir 396.
Yukarıdaki açıklamalar ışığında, ulusal takdir payını şu şekilde
tanımlayabiliriz: “Mahkeme önüne getirilen ihlal iddialarının sözleşme açısından
değerlendirilmesinde; ulusal ve toplumsal özelliklerin, ulusal sisteme ilişkin
geleneklerin, değer yargılarının vb, az veya çok, fakat belli bir ölçüde göz ününde
tutulması; Sözleşme hükmünün ihlal edilip edilmediği araştırmasında, -ulusal
mercilerin kararları veya işlemleri incelenerek- bunlara tanınan bu takdir alanı
392
Rasmussen/Danimarka, 28 Kasım 1984.
Gölcüklü, Gözübüyük, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Uygulaması Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi İnceleme ve Yargılama Yöntemi , s. 149 ; Çavuşoğlu, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi
ve Avrupa Toplulukları Hukukunda Temel Hak ve Hürriyetler Üzerine, s. 54.
394
Gölcüklü, Gözübüyük, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Uygulaması Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi İnceleme ve Yargılama Yöntemi, s.149. ; Koering Renee, Joulin, “Public Morals”, The
European Convention for the Protection of Human Rights, ed. Delmas Mireille Marty, (London,
Martinus Nijhoff Publisher, 1992), s.89-91.
395
Handyside/Birleşik Krallık, paragraf.48.
396
Sunday Times/Birleşik Krallık, (no.1) paragraf. 59.
393
118
sınırlarının aşikar ve Sözleşme ile bağdaşmaz şekilde aşılıp aşılmadığının
denetlenmesidir 397”
Mahkemenin içtihatları ile ortaya çıkan bu doktrin hakkında bilim
adamlarının yaklaşımları oldukça farklılık göstermektedir. Bir kısmı bu doktrine
karşı çıkarken bir kısmı da bu doktrini desteklemektedir.
cc- Gerekliliği Konusunda Yapılan Tartışmalar
aaa- Lehte Olan Görüşler
Bu
doktrine
bilim
adamlarının
yaklaşımları
oldukça
farklılıklar
göstermektedir. Bir kısmı bu doktrine karşı çıkarken, bir kısmı da bu doktrinin
sözleşmenin etkin bir uygulamaya sahip olması için gerektiğini savunmaktadır 398.
Mahkeme başkanlığı yapmış olan Bernhardt, doktrinin, düzgün bir şekilde
tanımlanıp uygulanıldığında, insan hakları anlaşmalarının yürürlüğe sokulmasında
kesinlikle gerekli olduğuna inanmaktadır 399.
Mahoney ise doktrinin, kuvvetler ayrılığının tabii bir sonucu olduğuna
inanmaktadır. Bu doktrinin amacı, 'hakimlerin, kendilerine verilen yorumlama
işlevini yerine getirirken hadlerini aşmalarını önlemektir' 400 Mahoney, takdir
alanının geniş bir şekilde uygulanmasının, 10. Maddeyi bilmezlikten gelme
olacağı şeklinde bir eleştiri ile iddiasına devam etmektedir 401. Mahoney, doktrinin
bireysel özgürlük üzerinde çok kötü bir fren olmadığına, ama bunun, toplumun
genel çıkarı için, bireylerin davranışlarını düzenlemede, ulusal demokratik takdiri
sınırlayan uluslararası bir insan hakları aracı olan Sözleşmeye özgü bir şey
olduğuna inanmaktadır 402.
Delmas-Marty takdir alanı doktrininin, ister Avrupa bazında, isterse ulusal
bazda olsun, yargılama usulüne orijinal bir özellik kattığını düşünmektedir. Ona
göre bu doktrin, ulusal yasalar ile Avrupa Sözleşmesi arasında, birini diğerinin
397
Gölcüklü, Gözübüyük, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Uygulaması Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi İnceleme ve Yargılama Yöntemi, s.149.
398
Fu Te Liao, “The Right To Freedom Of Expression and The Protection Of Health and Morals –
The Jurisprudence of The European Convention On Human Rights”, Eur America, vol. 30, no. 1,
Mart 2000, s.200.
399
Bernhardt Rudolf, ‘Thoughts on the Interpretation of Human-Rights Treaties’, Protecting
Human Rights: The European Dimension, eds. Frans Mascher and Herbert Petzold (ed), (Carl
Heymanns Verlag KG, 1990), s.68.
400
Mahoney Paul, “Judicial Activism and Judicial Self-restraint in the European Court of Human
Rights: Two Sides of the Same Coin”, Human Rights Law Journal, v. 11, 1990, (57-88).
401
Mahoney Paul, ‘Universality versus Subsidiarity in the a Strasbourg Case Law on Free Speech:
Explaining Some Recent Judgments’, (1997), European Human Rights Law Review, s. 364-368. v.
4, 1983, (364-379).
402
İbid, s.370.
119
tamamen emri altına sokmadan, uygun bir ilişki ortaya koymaktadır.Sonuç olarak,
ulusal kanunların nasıl karara bağlandığını gözden geçirme işlemi, iki farklı yasal
sistem tarafından incelenmektedir 403.
Van Dijk ve van Hoof bu doktrini, gerçeklerin belirlenmesi ve hukukun
sorgulanması olarak iki bölümde inceler. Birinci bölüme göre, Strazburg
organlarının takdir alanı doktrinini uygulamalarının oldukça aşikar ve haklı
olduğuna inanmaktadırlar 404.İkinci bölüme göre ise, bunlar, ulusal otoritelerin
görüşlerinin, Strazburg organları tarafından, bağımsız bir inceleme ve yorumlama
temeline dayanarak gözden geçirilmesi gerektiği görüşündedirler.
405
Çünkü eğer
bu görev ulusal otoritelere terk edilirse, bu yavaş yavaş Sözleşmenin bütün
yapısının sarsılmasına neden olacaktır 406.
Ryssdal, Mahkemenin, Sözleşmenin içindeki belirsiz kavramlarla ve üye
ülkelerin uygulamalarının ve yasal sistemlerinin farklılıkları ile baş edebilmesi
için bu doktrine ihtiyaç olduğunu belirtmektedir 407.
bbb- Aleyhinde Olan Görüşler
Bu doktrin’in taraftarı olan bilim adamlarının yanında bir kısım bilim
adamları bu doktrine karşı çıkmaktadırlar 408. Bazı yazarlar bu doktrinin
Sözleşmenin
ve
Mahkemenin
bağımsızlığını
ve
Sözleşmenin
ihlallerini
belirlemede sahip olmaları gereken nihai karar alma gücünü kısıtladığına
inanmaktadırlar 409.
Core Feingold ise Strazburg organlarının taraf devletleri fiillerinden dolayı
sorumlu tutmazsa, Sözleşmenin insan hak ve temel özgürlüklerini koruma ve
geliştirme kabiliyeti önemli ölçüde zayıflayacağını belirtir 410. Çünkü, doktrinin
403
Mireille Delmes-Marty, “The Richness of Underlying Legal Reasoning”, The European
Convention for the Protection of Human Rights. International Protection versus National
Restriction, ed. Delmas-Marty et al, (London: Kluwer Academic Publisher, 1992), s.320
404
Van Dijk P, van Hoof, G.J.H., Theory and Practice of the European Convention on Human
Rights, s.585
405
ibid. s. 585.
406
ibid, s. 601.
407
Ryssdal Rolv, “Human Rights Proceedings: European Provisions and Experience’”
Commonwealth Secretariat, Developing Human Rights Jurisprudence, vol. 4. Fourth Judicial
Colloquium on the Domestic Application of Internationall Human Rights Norms (Commonwealth
Secretariat, 1992), s.129.
408
Liao, “The Right To Freedom Of Expression and The Protection Of Health and Morals – The
Jurisprudence of The European Convention On Human Rights, s. 198.
409
Haris , O’Boyle, Warbrick, Law of The European Convention On Human Rights, s.18-19.
410
Cora Feingold, “The Little Red Schoolbook and The European Convention Convention o
Human Rights”, Human Rights Review, v. 3, 1978, (21-47), s.42.
120
taraf devletlere Mahkemenin kararlarına uyma ya da karşı çıkma arasında sahipsiz
bir bölge bırakacağına inanmaktadır 411. Bazı bilim adamları ise bu doktrinin,
ulusal otoritelere doğrular kadar, yanlış şeyleri de yapmada belli bir özgürlük
sağladığına inanmaktadır 412.
Delmas-Marty ve Soulier de, takdir alanının, Devletleri Avrupa normlarına
uyma konusunda herhangi bir zorunluluğa girmekten uzak tuttuğunu 413 ve bundan
dolayı Avrupa normlarının gereklerinin ulusal uygulamalarla karşılanmasının
zorunlu hale geldiğini öne sürmektedirler 414.
Lester ise, takdir alanı kavramının, balık mı yılan mı olduğu belli olmayan
bir su yılanı kadar kaygan ve tarifi zor bir hale geldiğini düşünmektedir.
Mahkeme
takdir
alanını,
Sözleşmenin
diğer
hak
ve
özgürlüklerinden
faydalanılmasına bir bedel olarak bakıyormuş izlenimi vermektedir 415.
Yourow’a göre ise bu doktrinin Sözleşme tarafından güvence altına alınan
temel hak ve özgürlüklerin değerlerini düşürdüğüne inanmaktadır. Çünkü
devletlere sürekli olarak geniş takdir alanları vermek, 'demokratik bir toplumda
gerekli' kavramını davalının bir kılıcı olmaktan çok, davacının bir kalkanı olma
haline getirebilir 416.
b- İkincillik İlkesi
İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 10. maddesi, ifade özgürlüğünün
korunması bakımından, Sözleşme’ye taraf ülkelere minimum bir standart ortaya
koymuştur. Bu nedenle, taraf devletler bu standardın altına inemezken, üzerine
çıkabilmekte ve daha üstün bir koruma gerçekleştirebilmektedirler. Nitekim
Sözleşme’nin ikincil (subsdiarity) niteliği bu yönüyle ortaya çıkmakta, taraf
411
ibid, s.42.
John Kelly, “The European Convention on Human Rights and States Parties: International
Control of Restrictions and Limitations” , Protection of Human Rights in Europe, Limits end
Effects, ed. Maier Irene , (C.F.Müller Juristicher Verlag, 1982), s.168.
413
Mireille Delmas-Marty and Gerard Soulier, “Restraining or Legitimating the Reason of Stete?”
The European Convention for Protection of Human Rights.International Protection versus
National Restriction, ed. Delmas Marty Mireille, (London: Kluwer Academic Publisher, 1992),
s.13.
414
ibid, s. 13.
415
Anthony Lester, “Universality versus Subsidiaritiy: A Reply”, European Human Rights Law
Review, (1998), s. 73-75 ; Anthony Lester, “General Report on Theme 2: The European
Convention on Human Rights in the new Architecture of Europe”, Council of Europe, 8th
International Colloquy on the European Convention on Human Rights (Strasbourg: Council of
Europe, 1996), s.236.
416
Charlis Yourow Howard, The Margin of Appreciation Doctrine in the Dynamics of European
Convention on Human Rights jurisprudence, (Martinus Nijhoff Publisher, 1996), s. 193.
412
121
Devletlerin öncelikli ve daha üstün bir korumayı iç hukuklarına sağlama olanağı
engellenmemektedir.
Sözleşme’nin ikincil niteliği gereği, taraf Devletler, ifade özgürlüğüne bir
müdahale yaparken, iç hukuka özgü koşulları değerlendirme konusunda,
Sözleşme organlarından daha öncelikli konumda oldukları kabul edilmektedir 417.
Daha açık bir deyişle, ifade özgürlüğüne yapılan bir sınırlamanın, hangi tür bir
işlemle yapılacağı, hangi amacın daha elverişli olduğu ve sınırlamanın hangi
gereklilikten doğduğu ve gerekliliğin ifade ettiği zorunlu toplumsal ihtiyacın ne
olduğunu belirleme konusunda, öncelikli karar verme yetkisi, taraf Devletlerin
ulusal makamlarına ve yargı organlarına tanınmaktadır 418.
Sözleşmenin getirdiği koruma sisteminin ikincil niteliği yukarıda
incelemiş olduğumuz Handyside kararında belirtilmiştir. Mahkemeye göre ifade
özgürlüğünün kullanımına 10. maddenin ikinci fıkrasında belirlenen meşru
amaçları temin etmek için bir kısım sınırlamalar getirilebilir. Bu meşru amaçları
gerçekleştirmek için alınacak tedbirler konusunda taraf devletlerin takdir yetkisi
bulunmaktadır. Ancak ulusal devletlerin bu yetkisi sınırsız olmayıp Strazburg
organlarının denetimi ile el ele yürümekte olup son karar Strazburg organlarına
aittir. Bu denetim sadece temel hukuki düzenlemeleri değil, bağımsız bir
mahkeme tarafından verilmiş de olsa, bu mevzuatı uygulayan mahkeme
kararlarını
da
kapsar 419.
Bu
nedenle
sözleşme
ile
kurulan
koruma
mekanizmasının, insan haklarının ulusal sistemlerle korunmasına getirilen ikincil
–yedek- (subsdiarity) bir mekanizma olduğu söylenmiştir.
İkincillik, uluslararası hukuka sadece, ulusal hukuk otoritelerinin
muamelede yetersiz veya başarısız olduğu durumlarda işlerlik verilmesi manasına
gelmektedir 420. İkincillik, problemlerin, bunları en iyi anlayanlar ve en etkin
olabilenler tarafından çözülmesini gerektirmektedir 421.
417
Poul Mahoney, Universiality versus Subsidiarity in the Strasbourg Case Law on Free Speech
Explaining Some Recent Judgement, European Human Rights Law Review, 1997, s. 364.
418
Eren, Temel Hak ve Özgürlüklerin Güvence Ölçütü Olarak Demokratik Toplum Düzeninin
Gerekleri, s. 183.s.183.
419
Handyside/Birleşik Krallık, paragraf. 48, Sunday Times/Birleşik Krallık, paragraf. 59.
420
Rudolf Bernhardt, Speech on the Occasion of the Diplomatic Conference on The Establishment
of an International Criminal Court, (Strasbourg: Council of Europe, 1998), s. 112..
421
Shelton Dinah, “Subsidiarity, Democracy and Human Rights”, Broadening the Frontiers of
Human Rights: Essays in Honour of Asbjant Eide, ed. Gomien Dona, (Oslo: Scandinavian
Universitiy Press, 1993), s.43.
122
Sözleşme Organlarının ulusal otoritelere rahatça hareket edecekleri bir
alan vermelerinin iki temel neden bulunmaktadır 422. Birinci neden, hemen her
hukuk sisteminde rastlanılan, belirsiz ve genel düşünceleri yorumlama ile ilgilidir.
İkinci neden ise, Sözleşme Organlarının özel konumu ile alakalıdır. Avrupa
Sözleşmesi ile getirilen insan haklarını koruma sistemi ile ulusal devletlerin
egemenlikleri arasında bir problem çıkabilir. Bununla birlikte, Sözleşmenin en
etkin kurumu olan insan hakları koruyucusu olarak kurulduğu unutulmamalıdır 423.
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi Başkanı Luzius Wildhaber Sözleşmenin
ikincil niteliğini biri pratik diğeri kuramsal olarak iki açıdan ele almaktadır.
Wildhaber Sözleşme’nin ikincil niteliğine ilişkin pratik zorlukları şu şekilde
açıklamıştır 424.
“Uluslararası bir mahkeme ve özellikle 800 milyon nüfusu barındıran
coğrafi bir bölgede yetkisi bulunan bir mahkemenin temyiz mahkemesi gibi işleyip
hareket edemeyeceği gerçeğidir. Ulusal mahkemelerdekine benzer bir biçimde
uluslararası mahkemelerde duruşma yapılamaz; deliller ve hukuksal sorunlar
ulusal mahkemelerin incelediği gibi ayrıntılı bir biçimde incelenemez. Bunun
nedeni sadece böyle yapıldığından korkunç bir iş yükünün altında kalınacak
olmasından kaynaklanmamaktadır. Şurası açıktır ki, ulusal otoriteler yerel bilgi
ve deneyime ve her türlü müdahalede göreli bir sürate sahip olmaları nedeniyle,
delilleri ve hukuki değerlendirmede daha iyi bir konumda bulunmaktadırlar ve bu
nedenle de daha
iyi etkin bir güvence sistemini gerçekleştirmektedirler. Bu
dördüncü derece kuralı’nda görülmektedir. Yani İnsan Hakları Avrupa
Mahkemesi, ‘dördüncü dereceden bir mahkeme değildir; ulusal mahkemelerin
iddia edilen hukuksal hatalarını düzeltmek veya ulusal mahkemelerin kararları
yerine kendi delil değerlendirmelerini ve kararlarını geçirmek gibi bir görevi ve
yetkisi yoktur.”
Wildhaber, Sözleşmenin ikincillik niteliğinin kuramsal nedenlerini
açıklarken demokratik toplum düzeninin gerekleri yönünden şu açıklamayı
yapmıştır;
422
Eva Brems, “The Margin Of Appreciation Doctrine in the Case-Law of the European Court of
Human Rights”, Heidelberg Journal of International Law, (1996), s.293-37.
423
Rudolf Bernhardt, Speech on the Occasion of the Diplomatic Conference on The Establishment
of an International Criminal Court, s. 112.
424
Lozius Wildhaber, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Başkanı, 25 Nisan 2000 günü Anayasa
Mahkemesi’ndeki Konuşması, Anayasa Yargısı, Ankara 2000, s.26-27.
123
“Sözleşme hükümleri için demokrasinin sürekli belirtilen bir tema
olduğunun herhalde farkındasınız. Korunan hak ve özgürlükler demokratik
toplum dokusunun bir parçasıdır.bunlar demokratik bir çerçeve içinde ifade
edilmişlerdir ve demokrasi ve hukuk devleti Sözleşme’nin mantığının iki temel
sütununu oluşturmaktadır. Bunun bir yönü, Sözleşmeci devletlerin demokratik bir
biçimde seçilen hükümetlerinin eylemlerinin bu nedenle meşruluğa sahip
olmasıdır. Bu nedenle uluslararası mahkeme özgürlükler üzerine konan
sınırlamaları,
‘demokratik
toplum
düzeninin
gerekleri’
yönünden
değerlendirirken ulusal otoritelere belirli bir saygı göstermeli veya hukuksal
olarak kendini sınırlandırmalıdır. Bu tür sınırlamalar Sözleşme’nin diğer
gereklerine uygun olduğu sürece, yani sınırlandırma yasayla yapıldığında ve
meşru bir amaç güttüğünde, ulusal otoriteler halklarının demokratik iradesinden
kaynaklanan bir takdir marjına sahip olacaklardır. Kuşkusuz bu takdir marjı
sınırsız dağlıdır. Söz konusu önlemler demokratik hakların normal kullanımıyla
çelişki içindeyse bu takdir marjı yok olma düzeyine inecektir. Bu nedenle siyasi
düşünceleri ifade etme ve siyasi faaliyette bulunma hakları demokratik toplum
için o denli temel haklardır ki bunlar aleyhine demokratik meşruluğu mantıken
başvurulamaz.”
İnsan haklarına etkin bir korunmasını sağlamak, insan haklarının, zayıf bir
Avrupa hukuki gözlemciliği ile değil, ulusal mahkemelerde olduğu kadar
uluslararası mahkemelere de etkin bir koruma imkanı vermekle mümkün olur 425.
Bu nedenle Mahkeme yargılama sırasında kendini çok geride bırakmamalıdır.
c- Ölçülülük İlkesi
Hukuki ilişkilerin adaletli, dengeli ve ölçülü bir şekilde düzenlenmesi
düşüncesine dayanan ölçülülük ilkesi, bir özgürlük ya da hakkı sınırlandırmada
başvurulan aracın, sınırlandırmayla ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye
elverişli olması, sınırlandırma aracının, amaç için gerekli olması, araçla amacın
ölçüsüz bir oran içinde bulunmaması şeklinde tanımlanmakta ve elverişlilik,
gereklilik ve orantılılık şeklinde üç alt ilkeye ayrılmaktadır 426. Buna göre,
425
Lester, “Universality versus Subsdiarity : A Reply”, s.75.
Fazıl Sağlam, Temel Hakların Sınırlandırılması ve Özü, (Ankara: A.Ü. SBF Yayınları, 1982), s.
113 ; Yücel Oğurlu, Karşılaştırmalı İdare Hukukunda Ölçülülük İlkesi, (Ankara: Seçkin Yayınları,
2002), s.21 ; Yüksel Metin, Ölçülülük İlkesi, Karşılaştırmalı Bir Anayasa Hukuku İncelemesi,
(Ankara: Seçkin Yayınları, 2002), s.21; Özbudun, Türk Anayasa Hukuku, s.105 ; Kaboğlu,
426
124
ölçülülük ilkesi, ünlü İsviçreli Hukukçu Frits Fleiner tarafından, ‘serçelerin topla
vurulmaması’, Fransız Hukukçu Guy Braibant tarafından ise, ‘sineğin çekiçle
ezilmemesi’ şeklinde çok daha dikkat çekici bir biçimde tanımlanmaktadır 427.
İHAS’de ölçülülük ilkesine açıkça yer verilmemiştir. Bu ilke, İHAM
uygulamalarına her ne kadar Almanya vasıtası ile taşınmış ise de 428 kısa bir süre
içinde benimsenmiş ve hemen hemen bütün kararlarında uygulamıştır.
Günümüzde ise ölçülülük ilkesi, Mahkeme tarafından başvurulan önemli bir
denetleme ölçütü olarak uygulanmaktadır. Yapılan bu ölçülülük denetimi
sırasında, sınırlayıcı meşru amaç ile bireylerin temel Haklarının korunması
arasında bir denge sağlamak için ‘somut’ ve ‘kılı kırk yaran’ bir denetim
gerçekleştirilmektedir 429.
Mahkeme kararlarında ilk kez Belçika Dil davasında uygulanan Ölçülük
ilkesi, Sözleşme ile korunan bir hakkın sınırlandırılmasında, sınırlandırmanın
amaçlarına ulaşmak için gerekenden daha fazla bir sınırlandırmanın yapılmaması
şeklinde anlaşılmakta olup ‘demokratik toplumda gerekli olmanın’ bir alt kavramı
olarak
ortaya
çıkmaktadır 430.
İHAM’de
demokratik
toplum
açısından
değerlendirilen ‘gereklilik’ unsurun da dayalı denetimde ölçülülük ilkesine
başvurmakta ve denetime bu noktadan başlamaktadır 431.
İfade
özgürlüğünün
sınırlandırılmasında,
‘sınırlandırmanın
sınırını’
oluşturan bu ilke, hak ve özgürlüklere müdahalede bulunan kamu gücünün yargı
yolu ile denetiminde önemli bir görev üstlenip, kişilere yükümlülük getiren
işlemlerin yalnızca yasal bir dayanağının olmasının yeterli olmayıp aynı zamanda
bireysel hakların mümkün olduğu kadar korunarak kalması gerektiğini ifade eder.
Özgürlükler Hukuku, İnsan Haklarının Hukuksal Yapısı Üzerine Bir Deneme, s. 105; Bülent
Tanör, Necmi Yüzbaşıoğlu, 1982 Anayasasına Göre Türk Anayasa Hukuku, (İstanbul: Yapı Kredi
Yayınları, 2001), s.151 ; Gözler, Türk Anayasa Hukuku Dersleri, s.198
427
Metin, Ölçülülük İlkesi, Karşılaştırmalı Bir Anayasa Hukuku İncelemesi, s.20, Anayurt,
Toplanma Hürriyeti Kavramı ve Türk Anayasa Hukukunda Toplanma Hürriyeti, s.186.
428
Necmi Yüzbaşıoğlu, Türk Anayasa Yargısında Anayasallık Bloku, (İstanbul: İÜHF Yayını,
1993), s.286.
429
Loukis G Loucaides, Essay on The Developing Law of Human Rights, (London: Martinus
Nijhoff Publisher, 1995), s.198.
430
Marc-Andre Eissen, “The Princile of Proportionality in the Case-Law of the European Cortof
Human Rights”, The European System for the Protection of Human Rights, ed. Macdonald R.St.j,
Matscher F, .Petsold H (Dordrechts : Martinus Nijhoof Publisher, 1993), s.126-127.
431
Loukis Loucaides G., Essay on The Developing Law of Human Rights, s.197.
125
Buna göre bu ilkenin amacı, kamu gücünü sınırlamak, temel hak ve özgürlüklere
en üst düzeyde güvence sağlamaktır 432.
Amacı temel hak ve özgürlüklere en üst düzeyde koruma sağlamak olan
ölçülülük ilkesi yukarıda bahsettiğimiz gibi, üç alt ilkeyi diğer bir deyişle üç
unsuru içermektedir. Mahkeme ölçülülük ilkesini alt unsurları ile incelerken
oldukça ince bir denetime girişmektedir. Bu inceleme sırasında olası diğer
önlemlerin alınıp alınamayacağı, önlemlerin kaldırılması durumunda ne olacağı,
önlemin alınmasında izlenen usul, önlemin niteliği, yaygınlığı, uygulama alanı ve
muhtemel
zarar
doğurucu
sonuçlarını
göz
önünde
bulundurularak
incelenmektedir 433. Bu nedenle ölçülülük ilkesinin bu alt ilkeleri hakkında
kısacada olsa bahsetmek faydalı olacaktır.
aa- Elverişlilik İlkesi
Elverişlilik ilkesi, başvurulan önlemin istenilen amaca ulaşılmasını, yani
önlemin ulaşılmak istenen amaç için uygun olmasını ifade eder. Araç, amaca
ulaşmada etkisiz ya da amaca ulaşmayı zorlaştırıcı bir etkiye sahipse, başvurulan
önlem elverişsizdir. Aracın, amacı bütünü ile gerçekleştirmeye yetmese de,
kısmen bile olsa bu amacı gerçekleştirmeye bir katkı sağlıyorsa, elverişli olduğu
kabul edilebilir 434. Bundan anlaşılması gereken ise bir kısım çıkarları korumayı
amaçladığı iddia edilen bir sınırlandırmanın amacı sağlamaya yardımcı
olmasıdır 435.
Buna göre, elverişlilik ilkesini şu şekilde tanımlamak mümkündür; Şayet
alınan bir önlemin yardımı ile istenilen amaca yaklaşılıyorsa araç elverişli, buna
karşılık kullanılan araç istenilen amaca ulaşmayı zorlaştırıyorsa ya da amaca
ulaşma bakımından hiçbir etki göstermiyorsa, araç elverişsizdir. Bu tanımdan da
anlaşılacağı gibi, bu ilkede, bir amaç-araç ilişkisinin değerlendirilmesi söz
konusudur. Yani, kullanılan aracın istenilen amacı gerçekleştirmeye gerçekten
uygun olup olmadığı araştırılmaktadır.
432
Metin, Ölçülülük İlkesi, Karşılaştırmalı Bir Anayasa Hukuku İncelemes, s.20.
Sunay, Avrupa Sözleşmesinde ve Türk Anayasasında İfade Hürriyetinin Muhtevası ve Sınırları,
s.101, örnek olaylar için bakınız, Piermont/Fransa, 27 Nisan 1995, Vogt/Almanya, 26 Eylül 1995,
News Verlags GmbH ve CoKG/Avusturya, 11 Ocak 2000, paragraf.52.
434
Sağlam, Temel Hakların Sınırlandırılması ve Özü, s. 114 ; Oğurlu, Karşılaştırmalı İdare
Hukukunda Ölçülülük İlkesi , s.26.
435
Yusuf Şevki Hakyemez, “Temel Hak ve Özgürlüklerin Sınırlandırılmasında Ölçülülük İlkesi”,
Hayri Domaniç’e Armağan, c. II, İstanbul 2001, s.1319.
433
126
İHAM, Mehemi/Fransa 436 kararında, uyuşturucu kaçakçılığı yapan Cezayir
asıllı Fransız vatandaşı olan Mehemi’nin yargılama sonucunda altı yıl hapsine ve
hapis süresinin dolmasından sonra da sınır dışı edilerek Cezayir’e gönderilmesi
kararının , Sözleşmenin 8. maddesindeki özel hayatını ve aile hayatının korunması
hükmünü ihlal ettiğine karar vermiştir. Bu karara ulaşırken, mahkumun aslen
Cezayirli olsa da, Fransa’da doğup büyüdüğünü, eğitim gördüğünü ve
mahkumiyete kadar kendisinin ailesi ve bütün kardeşleri ile birlikte yaşadığını göz
önünde bulundurarak verilen sınır dışı etme yaptırımını ulaşılmak istenen amaçla
orantısız bulmuştur.
bb-Gereklilik İlkesi
Ölçülülük ilkesi uygulamasının ikinci adımını oluşturan gereklilik ilkesi,
istenilen amaca aynı derecede elverişli bir çok araç arasından en az müdahalede
bulunan araçla ulaşılması anlamına gelir. Bunun içinde birden fazla elverişli araç
arasından bireylere ve kamuya en az zarar verecek olan seçilmesi gerekir. Şayet
daha az sınırlayıcı bir müdahale ile aynı veya daha iyi bir sonuç elde
edilebilecekse, bu halde kullanılan araç gereksiz olup, hakkın ihlalini
doğuracaktır 437.
Buna göre, gereklilik ilkesi, amaca ulaşmak için yeterli olan en hafif
önlemin alınmasını, bu yeterli değilse daha ağır önlemlerle doğru aşamalı bir
geçişin yapılmasını gerekli kılar. Bu açıklamalardan da anlaşıldığı gibi,
elverişlilik ilkesi ile aranan amaç-araç ilişkisindeki nitelik ilişkisi, gereklilik alt
ilkesinde yerini nicelik ilişkisine bırakmaktadır 438.
Gereklilik ilkesi konusundaki bu açıklamalarımızı şu örnekler ile
somutlaştırabiliriz.
-Havlayan köpekten rahatsız olma durumunda, köpeğin öldürülmesi
yönündeki emir
elverişli olmasına rağmen gerekli değildir. Çünkü köpeğin
öldürülmesi yerine başka bir yere nakli ile de istenilen amaca ulaşılabilir.
-Bir ders sırasında öğrenciler tarafından siyasi içerikli bir plaketin
taşınması durumunda öğrencinin dersten kovulması elverişlidir ama gerekli
436
Mehemi/Fransa, 26 Eylül 1997.
Sağlam, Temel Hakların Sınırlandırılması ve Özü, s. 115 ; Metin, Ölçülülük İlkesi,
Karşılaştırmalı Bir Anayasa Hukuku İncelemesi, s.30.
438
Oğurlu, Karşılaştırmalı İdare Hukukunda Ölçülülük İlkesi, s37.
437
127
değildir. Çünkü istenilen sonuca plaketin taşınmasının yasaklanması ya da
toplatılması ile de ulaşılabilir.
-Küçükleri korumak için müstehcen resimlerin yer aldığı bir resim
sergisinde resimlerin toplatılması ya da sergilenmesinin yasaklanması elverişlidir
ama gerekli değildir, çünkü aynı sonuca belli yaş sınırının altındaki çocukların
girmesinin yasaklanması ile de ulaşılabilir. Şayet böyle yapılmıyorsa hakkın
kullanımına ciddi bir müdahale oluşturacağı şüphesizdir.
Mahkeme kararlarında ise bu ilke, yukarıda da açıkladığımız gibi,
‘Demokratik
toplumda
gerekli’
olmanın
bir
unsuru
olarak
değerlendirilmektedir 439. Bu değerlendirme sırasında İHAM, sınırlandırmanın
demokratik toplumda gerekli olduğu kadar bir ‘Zorlayıcı sosyal ihtiyacın’
(pressing social need) ürünü olup olmadığını göz önünde bulundurarak
sınırlandırmanın sözleşmede belirlenen meşru amaçla orantılı olup olmadığını
denetlemektedir 440. İHAM gereklilik ilkesini, sınırlamanın ‘zorlayıcı sosyal
ihtiyaç’,(pressing social need), kavramının yanında özellikle ulaşılmak istenilen
meşru amaçla orantılı olması (Proportionate to the legitimate aim pursued) ve
demokratik toplumda gerekli olması (necessary in a democratic society)
kavramları ile açıklamaktadır 441. Şayet, bir hak ya da özgürlüğü sınırlayan aracın
yerine, aynı derecede etkili olan, fakat daha az sınırlandırma içeren bir araç
bulunamıyorsa, başvurulan sınırlama aracının ‘gerekli’ olduğu anlaşılır. Ancak
amacı gerçekleştirmeye yetecek, aynı derecede etki doğurabilecek birden fazla
araç bulunuyorsa, bunlar arasından, hak ya da özgürlüğü en az sınırlandıranı
tercih edilmelidir. Bu ise her somut olayda ayrı ayrı değerlendirilmelidir.
Özet olarak, sınırlandırma ile ulaşılmak istenilen meşru amaca ulaşmak
için belirli bir araca mutlaka başvurulması gerekiyorsa o araç kullanılabilecek,
aksi durumda ise gereksiz hale
gelecek ve kullanılamayacaktır. Örneğin,
Observer/ Birleşik Krallık davasında mahkeme, eski bir İngiliz ajanının yazdığı
makalelerin bir gazetede yayınlanmasını engelleyen bir tedbir kararının
Sözleşmeye aykırı olduğunun ileri sürülmesi üzerine, bu makalenin daha önce
439
Süheyl Batum, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Türk Anayasal Sistemine Etkileri,
(İstanbul, İÜHF Yayınları, 1993), s.259.
440
Çavuşoğlu, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ve Avrupa Toplulukları Hukukunda Temel Hak ve
Hürriyetler Üzerine, s.53.
441
Skalka/Polonya, 27 Mayıs 2003, paragraf.33-35, Nikula/Finlandiya, 21 Mart 2002, paragraf.
44.
128
kitap olarak ABD’de yayınlandığı ve bu kitabın ithalinin İngiliz hükümeti
tarafından yasaklanmadığı için alınan tedbirin çok haklı bir şekilde demokratik
toplumda gerekli olmadığına karar vermiştir 442. Ancak İHAM’nin aynı duyarlılığı
her olayda gösterdiğini söylemek zor olsa gerek. Mahkeme, Müller/İsviçre
davasında, hükümetin halka açık sergilenen tabloları müstehcen bularak bu
tablolara el koymasını demokratik toplumda gerekli olduğu sonucuna ulaşmıştır.
Oysa ilerde daha ayrıntılı göreceğimiz gibi, istenilen amaca yukarıda yaptığımız
açıklamalara da uygun olarak, daha hafif bir araç olan, belli yaşta ki çocukların
sergiye girmesinin yasaklanması ile de ulaşabilirdi.
cc– Orantılılık (Dar Anlamda Ölçülülük) ilkesi
Ölçülülük denetiminin üçüncü aşamasını oluşturan orantılılık ilkesi, ‘bir
aracın ulaşılmak istenilen amaç ile açık bir orantısızlık içinde bulunmaması’ ya da
‘araç ile ulaşılmak istenen amaç arasında ölçülü bir orantı bulunması’ şeklinde
tanımlanmaktadır 443. Kısacası, araç ile ulaşılmak istenilen amaç arasında dengeli
bir oranın bulunması, orantılılığın gerçekleştiği anlamına gelir 444
Tolstoy Milovslavsky'nin İngiltere aleyhine açtığı davada 445 , davacı, Lord
Aldington hakkında hakaret ifadeleri içeren bir broşür yazmıştır. Bu kitapçık,
Lord Aldington'ın hem Parlamentonun, hem de basın görevlisi olarak görev
yaptığı okuldaki bir çok kişiye dağıtılmıştır. Bu onur kırıcı işlemler akabinde
davacı, bir İngiliz jürisinin şimdiye kadar verdiği en yüksek tazminat miktarının
yaklaşık üç katı bir miktar olan 1.5 milyon Sterlin'lik tazminat cezasını ödemeye
mahkum edilmiştir.
Mahkeme, davacının eğer jüri bir hakaret durumu bulabilirse, zararların
tazmini için çok büyük bir meblağ belirlemesi gerektiğini 446 kabul etmiş olmasına
rağmen, bunun, jürinin uygun olacağını düşündüğü bir miktarı, tazminat cezası
olarak kesebileceği anlamına gelmediğine dikkat çekmiştir. Mahkeme, hakaret
durumunun sebep olduğu zararların tazmininin, maruz kalınan itibar zedelenmesi
ile makul bir orantılılık ilişkisi içerisinde olması gerektiğine karar vermiştir.
Ayrıca Mahkeme, bir jüriye neredeyse sınırsız bir takdir yetkisinin verilmesinin,
442
The Observer and Guardian/Birleşik Krallık.
Metin, Ölçülülük İlkesi, Karşılaştırmalı Bir Anayasa Hukuku İncelemesi, s. 36.
444
Sağlam, Temel Hakların Sınırlandırılması ve Özü, s. 116.
445
Tolstoy Miloslavsky/Birlişik Krallık, 13 Temmuz 1995.
446
ibid, paragraf. 49.
443
129
tatminkar bir değerlendirme aracı olmaktan uzak olduğu ve jürinin, verecekleri
herhangi bir tazminat cezasının, davacının çektiği zararla orantılı olması gerektiği
konusunda
bilgilendirilmesi
gerektiği
görüşündedir.
Tazminat
cezasının
büyüklüğü ve söz konusu zamanda orantısız bir biçimde büyük miktarda kesilen
bir tazminat cezasına karşı yeterli ve etkili güvencelerin olmayışına binaen447
Mahkeme, verilen tazminat cezası ile 10. Maddenin ihlal edilmiş olduğuna
hükmetmiştir.
Mahkemenin, verilen tazminat cezası ile sebep olunan zarar arasında
'makul bir orantılılık ilişkisinin' olması gerektiğine hükmetmesi oldukça doğrudur.
Ancak halen sorun olmaya devam eden bir konu, bir tazminat cezasının makul
olup olmadığına nasıl karar verileceği konusudur.
İHAM, Barthold/Almanya 448 davasında, bir veteriner hakkında bir
gazetede çıkan haberin meslektaşları ile haksız rekabete yol açacağı gerekçesiyle
verilen bir idari para cezasına karşı yapılan başvuruda, basın aracılığı ile ifade
özgürlüğünün Sözleşmenin koruması altında olduğu vurgulanmış ve sınırlanan
ifade ile korunan yarar arasında bir denge bulunmadığı belirtilerek yapılan
müdahale orantısız bulunmuştur.
Yine mahkeme, Bladet Tromso ve Stensas /Norveç 449 davasında, bir
gazete, deniz avcılığı
kurallarına uyulmadığı ve ihmal edildiği konusunda
eleştirileri yayınlamıştır. Bu gazeteye, yaptırım uygulanması üzerine yapılan
başvuruda Mahkeme, uygulanan yaptırımın meşru amaçla orantılı olmadığına
karar vermiştir. Mahkeme, basının kamu alanının denetlemesinin önemine ve
demokratik toplum için vazgeçilmezliğini vurgulamıştır. Burada, kamu yararıyla
özdeşleşen bilgi edinme ve basın hakkına uygulanan yaptırımla, gerçek kişilerin
korunmak istenen yararına getirilen sınırlandırmanın orantısız olduğuna karar
vermiştir.
V- Değerlendirme
İfade özgürlüğü, özgürlükçü demokratik devletlerin temelini oluşturup bu
özgürlük olmaksızın demokrasi düşünülemez. Çünkü demokrasi, her türlü inanç,
fikir ve düşüncenin açığa vurularak serbest bir tartışma ortamı yaratılması esası
447
ibid, paragraf 51.
Barthold/Almanya, 25 Şubat 1985.
449
Bladet Tromso ve Stensas /Norveç, 20 Mayıs 1999.
448
130
üzerine kuruludur. Böyle bir ortam olmaksızın, toplumda hakim olan değerler
tartışılmayacağından, bunlar ölü dogmalar olarak kalmaya mahkum olacaktır.
Günümüz demokrasilerinde insanlar arasında belirli konular ve toplumsal değerler
üzerinde görüş birliği sağlanması giderek güçleştiğinden, farklı görüşleri savunan
grupların varlığı olağan ve doğal sayılmalıdır. Bu tür grupların baskı altında
tutulması, kamuoyunu önemli sosyal ve siyasal konular üzerinde düşünmekten
alıkoyar.
Düşüncelerin
açığa
vurulmasının
engellenmesi,
düşmanlıkları
körükleştirir, muhalefeti yer altına iter ve toplumsal sorunların akıl yoluyla değil,
kuvvet kullanarak çözülmesine yol açar 450.
Çoğulcu bir demokraside bazı grupların özellikle siyasi konularda aşırı ve
anti-demokratik görüşleri temsil etmesi bir dereceye kadar normal sayılarak
anlayışla karşılanmalıdır. Nitekim İHAM de öteden beri, İHAS'nin 10.
maddesinin sağladığı korumanın yalnızca sorunsuz olarak kabul edilebilecek
düşünceler için değil, fakat aynı zamanda devleti veya halkın bir bölümünü
incitici, rahatsız edici düşünceler içinde geçerli olduğunu vurgulamaktadır. İfade
özgürlüğünün asıl önemi, sorgulayıcı açıklamalar bakımından ortaya çıkmaktadır.
Sorgulayıcı ve eleştirel yönü bulunmayan ve sadece meşru olduğuna inanılan
düşüncelerin açıklanması şeklindeki bir kullanımı, ifade özgürlüğünün varlığı
bakımından bir kanıt olarak değerlendirmek mümkün değildir. İfade özgürlüğü
bakımından öncelik taşıyan husus, düşünceler arasında ayrım yapılmaması ve bu
özgürlükten
herkesin
yararlanabilmesinin
güvence
altına
alınabilmesidir.
Demokrasiler bakımından toplumun, özgür ve özerk bireylerden meydana gelen
bir toplum oluşu da, ifade özgürlüğünün bu şekilde anlaşılmasını zorunlu
kılmaktadır 451.
İfade özgürlüğünün bütün özgürlükler yanında ayrıcalıklı bir konuma
sahip olması onu sadece iç hukukun değil uluslar arası hukukun da üzerinde
titizlikle durduğu konulardan biri haline getirmiştir. Başta BM İnsan Hakları
Evrensel Bildirgesi olmak üzere bütün uluslararası Sözleşmelerde ifade
özgürlüğüne yer verilmiştir. Bu düzenlemelerin ortak özelliği ise bu özgürlüğün
sınırlı bir özgürlük olarak düzenlenmiş olmasıdır.
450
Thomas I Emerson, Freedom of Political Speech, The Supreme Court and Human Rights, (New
Haven 1982), s. 69 ; Ünal, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi s.242 ; Tezcan, Erdem, Sancaktar,
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Işığında Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu, , s.307.
451
Sunay, Avrupa Sözleşmesinde ve Türk Anayasasında İfade Hürriyetinin Muhtevası ve Sınırları,
s. 2.
131
İfade özgürlüğü İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 10. maddesinde
düzenlenmiştir. Bu özgürlük konusundaki temel ilkeler hukuken bağlayıcı
kararlar alma yetkisine sahip olan Komisyon ve Mahkeme kararlarıyla açıklığa
kavuşturulmuştur. 11 Kasım 1998’de yürürlüğe giren 11’nolu Protokolden önceki
dönemde mevcut koruma sisteminde Komisyon da dahil olduğundan bu organın
karar ve içtihatları da ifade özgürlüğü konusunda önemli bir fonksiyonu yerine
getirmiştir.
Avrupa Sözleşmesi sisteminde ifade özgürlüğü, genel olarak demokratik
toplumun zorunlu dayanaklarından biri ve kişilerin kendilerini geliştirmelerinin
önde gelen bir şartı olarak değerlendirilmektedir. Bu ise ifade özgürlüğünü
hükümet düzeninin ya da devlet düzeninin gerekleri açısından değil, demokratik
toplum düzeninin gerekleri açısından değerlendirmeyi zorunlu kılmaktadır 452. Bu
durum ise bütün fikirlerin eşit değerde görülmesi ve hiç kimsenin siyasal süreçten
dışlanmaması hususlarında kendini göstermektedir.
Düşünce özgürlüğü, yalnızca bir iç alem özgürlüğü değildir. Bu nedenle
düşünce özgürlüğünün bir anlam ifade edebilmesi için, bireyin özgürce
düşünebilmesi yanında, düşüncelerini yine özgürce açığa vurabilmesi, başkalarına
açıklayabilmesi gerekmektedir. Bu anlamda ifade özgürlüğü, bireyin hiçbir
çekince duymadan düşüncelerini, duygularını kanaatlerini istediği vasıta ile
istediği şekilde açıklayabilmesini gerektirir.
İfade özgürlüğünden bahsedebilmenin ilk şartı, haber, fikir ve bilgilerin
araştırılması, elde edilmesi ve serbestçe öğrenilmesidir. İkinci koşulu ise,
bireylerin kanaat özgürlüğüne sahip olmasıdır. Kanaat özgürlüğü, felsefi, dini,
siyasi, ekonomik vs. hangi alanda olursa olsun kişinin edindiği bilgiler arasından
doğru olduğu görüşleri seçebilmesi ve tercih edebilmesi anlamına gelmektedir.
Üçüncü koşulu ise, düşünceyi açıklama özgürlüğüdür. İfade özgürlüğü
bağlamında devletle bireyi karşı karşıya getiren aşama da budur. Kişinin edindiği
bilgiler arasında yapmış olduğu tercihleri dış dünyaya yansıtabilmesi özgürlüğü
olarak
tanımlanabilecek
olan
bu
özgürlük,
bir
kararın
zihin
dışında
uygulanmasıdır. Bu faaliyet ise, sözle, yazıyla ya da başka bir iletişim aracılığıyla
bireysel ya da toplu olarak da yapılabilecektir.
452
İbid, s. 4.
132
İfade özgürlüğü bütün özgürlükler yanında ayrıcalıklı bir özgürlük
olmasına rağmen mutlak bir özgürlük değildir. İfade özgürlüğünü en kutsal
haklardan sayan insan hakları belgelerinin hemen hemen hepsinde bu özgürlüğün
demokratik toplumdaki öneminden bahsedildikten sonra sınırlama nedenlerine yer
verilmektedir. Sözleşmenin 10. maddesi de ifade özgürlüğünü sınırlı bir özgürlük
olarak düzenlemekte olup ikinci fıkrasında sınırlama nedenlerine yer vermektedir.
Ancak bu sınırlama nedenleri istisna kabul edilerek dar yorumlanmalıdır.
Sınırlamanın istisna özgürlüğün kural olması ilkesinin korunması için
Sözleşmenin ikinci fıkrasında sınırlandırmanın sınırı ile ilgili ilkelerde sayılmıştır.
İfade özgürlüğüne bir müdahale getirildiğinde bu sınırlama ilkin bir kanuna
dayanmalı, ikinci olarak Sözleşmede sayılan meşru amaçlardan birini
gerçekleştirmeyi amaçlamalı, son olarak demokratik bir toplumda zorunlu sosyal
ihtiyaç niteliğinde kendini göstermelidir.
İfade özgürlüğüne taraf devletlerden birinin müdahalesinin meşru
sayılmasının önkoşulu, söz konusu müdahalenin kanunda öngörülmüş olmasıdır.
10. madde de kanunilik ilkesine ayrıntılı bir biçimde yer verilmemiş olup bu
ilkenin içeriği Komisyon ve Mahkemeni içtihatları ile geliştirilmiştir. Bu
içtihatlarda kanun maddi anlamda kullanılarak, genel, soyut ve kişisel olmayan
kurallar içeren işlemlerle bu özgürlüğün sınırlandırılabileceği belirtilmektedir.
Buna uygun olarak Komisyon ve Mahkeme, yürütmenin düzenleyici işlemleri ile
gerçekleştirilen sınırlamaların Sözleşmeye uygun olduğuna karar vermektedir.
Ayrıca bu içtihatlarla kanunla öngörülme koşulunun çerçevesi çizilmiştir. Buna
göre, kanun hükmünün ilgililerce ulaşılabilir olması ve gereğince bir hukukçu
yardımıyla anlaşılabilir olması gerekmektedir.
İfade özgürlüğüne yapılan bir müdahalenin meşru sayılmasını ikinci
koşulu, bu müdahalenin 10. maddenin ikinci fıkrasında sayılan meşru amaçlardan
birini gerçekleştirmeyi amaçlıyor olmasıdır. Sınırlama nedenleri, anlam ve
kapsam bakımından olduğu kadar, sınırlı sayıda olmaları nedeniyle de tüketici bir
özelliğe sahiptir. Başka bir sınırlama nedenine dayanılarak bu özgürlük
sınırlandırılamayacaktır.
10. maddenin ikinci fıkrasına göre taraf devletler kendi sınırlama
nedenlerini
ve
ölçülerini
oluşturmakta
bir
ölçüye
kadar
serbesttirler.
Sınırlandırmanın sınırı konusunda ortaya çıkan ve ulusal takdir marjı olarak
133
adlandırılan ilkenin hukuki niteliği, özgürlüklerin korunmasında Sözleşme
kurallarının ikincil niteliğine dayanmaktadır. Fakat bu takdir marjı sınırsız
olmayıp, Sözleşme ölçülerinin aşılıp aşılmadığı her somut olayda ayrıca
incelenecektir. Taraf devletler arasında ortak hukuk düşüncesinin şekillenmediği
alanlarda, devletin ulusal takdir marjı uygulandığı alanın (söz konusu hak ve
özgürlüğün) niteliğine göre dar veya geniş olabilmektedir 453. ‘Genel ahlak’ 454,
‘sağlık’ ve ‘laiklik’ 455 gibi sübjektif unsurların söz konusu olduğu hallerde ulusal
takdir payı geniş tutulmuş, buna karşılık ‘demokratik toplum gerekleri’ ‘yargı
bağımsızlığı ve tarafsızlığı’ gibi belli ölçütlerin evrensel bir standart kazandığı
alanlarda ise daraltılmıştır 456.
Komisyonun ve Mahkemenin denetimi, ifade özgürlüğüne yönelik
müdahalenin, 10. maddenin ikinci fıkrasında öngörülen meşru sınırlama
nedenlerine uygun olup olmadığından çok, söz konusu müdahalenin demokratik
bir toplum bakımından gerekli olup olmadığı noktasında yoğunlaşmaktadır.
Demokratik toplum düzeninin gerekleri ise Handyside kararında, çoğulculuk,
hoşgörü ve açıklık olarak belirlenmiştir.
İKİNCİ BÖLÜM
453
Çavuşoğlu, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ve Avrupa Toplulukları Hukukunda Temel Hak ve
Hürriyetler Üzerine, s.54 ; Gölcüklü, Gözübüyük, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve
Uygulaması Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İnceleme ve Yargılama Yöntemi, s.149.
454
Müler ve Diğerleri/İsviçre, paragraf. 36.
455
Leyha Şahin/Türkiye, paragraf. 104.
456
Gölcüklü, Gözübüyük, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Uygulaması, s.149. ; Joulin
Koering Renee, “Public Morals”, s.89-91.
134
İNSAN HAKLARI AVRUPA MAHKEMESİ
KARARLARINDA İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜN
SINIRLANDIRILMASI
İHAS’nin 10. maddesinin ikinci fıkrasında ifade özgürlüğünün hangi
nedenlerle sınırlanacağı düzenlenmiştir. İkinci fıkranın uygulanabilmesi için her
şeyden önce tartışma konusu yapılan söylemin birinci fıkra kapsamında “ifade”
olarak değerlendirilmesi ve bu hakka bir müdahale olduğunun belirlenmesi
gerekir.
İfade özgürlüğüne getirilen bir sınırlamanın Sözleşmeye aykırı olup
olmadığını sorgulayan Mahkeme, dört temel soruya cevap arayarak problemi
çözmeye çalışmaktadırlar. Mahkeme öncelikle, sözkonusu hakka bir müdahale
olup olmadığını; ikinci olarak hakka bir müdahale söz konusu ise bunun kanuni
dayanağının olup olmadığını; üçüncü olarak sınırlamanın ikinci fıkrada belirtilen
meşru amaçlardan birine dayanıp dayanmadığını son olarak da bu sınırlamanın
demokratik toplum için gerekli olup olmadığını sorgulamaktadır. Nitekim ifade
özgürlüğü ile ilgili davaların büyük bir kısmında rastlanılan en büyük problem bu
hak üzerine yapılan sınırlamanın demokratik toplum için gerekli olmadığı ya da
gereğinden fazla sınırlandırıldığı için izlenen amaçla ölçüsüz olduğu yönünde
olmaktadır.
Sözleşmenin ikinci fıkrasına göre;
“Kullanılması görev ve sorumluluk yükleyen bu özgürlükler, demokratik
bir toplumda zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, toprak
bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve
suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve
haklarının korunması veya yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması
için yasayla öngörülen bazı biçim koşullarına, sınırlamalara ve yaptırımlara
bağlanabilir.”
10. maddenin yazılış tarzından da anlaşıldığı gibi sınırlama sebepleri sınırlı
sayıda olup tek tek sayılmıştır. Bundan dolayı ifade özgürlüğü ancak;
-Ulusal güvenliğin ve toprak bütünlüğünün korunması,
135
-Kamu güvenliğinin sağlanması,
-Suçun önlenmesi ve kamu düzeninin korunması,
-Genel sağlığın, genel ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının
korunması,
-Gizli bilgilerin açığa vurulmasının engellenmesi,
-Yargının tarafsızlığının ve bağımsızlığının sağlanması amaçları ile
sınırlandırılabilecektir.
Bu nedenlerle ilgili söylenebilecek ilk söz ise bunların soyut nitelikte
kavramlar olup içeriklerinin kolay tespit edilememesi, sınırları istisna olmaktan
çıkarıp kural haline dönüştürebilme riskini taşıyor olmasıdır. Gerçekten
Sözleşmede kullanılan bu ifadeler oldukça geniş yorumlanmaya müsaittir. Bu
nedenle Sözleşme organlarının bu kavramların içini nasıl doldurduklarını
incelemek gerekir.
Taraf
devletlerin,
sınırlama
sebeplerinin
tespitinde
olduğu
gibi
içeriklerinin tespitinde de takdir yetkileri bulunmaktadır. Ancak bu yetki tüm
nedenler için aynı olmayıp her somut olayda denetlenmektedir 457.
İfade özgürlüğünün sınırlama nedenlerini genel olarak üç başlık altında
toplayabiliriz.
a-Bireylerin haklarını korumaya yönelik sınırlama nedenleri (sağlığın ve
ahlakın korunması, başkalarının şöhret
ya da haklarının korunması, gizli
haberlerin açıklanmasının engellenmesi)
b- Genel yararı korumaya yönelik sınırlama nedenleri (Ulusal güvenlik,
toprak bütünlüğü, kamu düzeni, suçu önleme)
c-Yargı Organının bağımsızlığını ve tarafsızlığını korumaya yönelik
sınırlama nedenleri.
İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin en önemli özelliklerinden biri,
başlangıcından bu güne Sözleşme tarafından güvence altına alının hak ve
özgürlüklerin içeriğinin Komisyon ve Mahkeme kararlarında belirlenerek
geliştirilmesidir 458. Ancak
457
Mahkeme Sözleşme hükümlerini soyut olarak
A H Robertson, Mernills J G, Human Rights in Europe. A Study of the European Convention
on Human Rights, (Manchester: Manchester University Press, 1993), s.151; Sunay, Avrupa
Sözleşmesinde ve Türk Anayasasında İfade Hürriyetinin Muhtevası ve Sınırları, s.80; Gökçen,
Halkı Kin ve Düşmanlığa Açıkça Tahrik Cürmü, s.244-5.
458
Çavuşoğlu, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ve Avrupa Toplulukları Hukukunda Temel Hak ve
Hürriyetler Üzerine, s. 74 ; Donna Gomien, David Haris and Leo Zwaak, Law and Practice of the
136
yorumlama yetkisine sahip değildir. Yalnızca önüne gelen davalar nedeni ile
hükümleri yorumlar ve somutlaştırır. Sözleşmeyi “yaşayan bir belge” (living
Instrument) haline getiren bu durum ise Sözleşme hak ve özgürlükler rejimini
Komisyon ve Mahkemenin içtihatları ile birlikte incelemeyi gerektirmektedir.
İHAS’nin metni içtihat hukuku dışında okunamaz. İHAS örf ve adet hukuku
sistemine göre işler. İHAM’nin kararları Sözleşme metnini açıklığa kavuşturur ve
yorumlar. Bu kararlar bağlayıcı emsal kararlar olup hukuki statüleri emredici
hukuki norm kategorisine girer. Dolayısıyla taraf devletlerin yetkili organları
Mahkeme kararlarını bağlayıcı hukuki hükümler olarak görmek zorundadırlar 459.
İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nde ifade özgürlüğü, bu özgürlükle ilgili
davalar incelenmeden net bir açıklığa kavuşturulamaz. Dolayısı ile çalışmamız
mahkeme kararlarının daha ayrıntılı bir analizini gerektirmektedir. Bunun sebebi
ise Mahkemenin kararını verirken kullandığı gerekçelerin ayrıntıları ile
anlaşılmasının, yürürlükteki bir genel ilkenin karmaşık anlamını teşhis etmemize
yardım etmesidir. Yoksa asıl amaç doğru bir görüş adına herhangi bir yargı
kararını övmek ya da yermek değildir. Bu çalışma ile İHAM’nin ifade
özgürlüğüne bakış açısını ortaya çıkarmak ve böylece ortaya çıkan sorunların
daha rahat çözülmesini sağlamak amaçlanmıştır.
Bu açıklamalara uygun olarak bundan sonraki bölümlerde ifade özgürlüğü
ile ilgili olaylara Mahkemenin bakış açısı ve bu bağlamda ifade özgürlüğünü ve
sınırlarını nasıl algıladığı incelenecektir. Bu arada Mahkemenin önüne gelen
davaların yaklaşık onda birlik bir kısmının ifade özgürlüğü ile ilgili olduğunu
belirtmek gerekir 460.
Bu inceleme sırasında öncelikle bireyi korumaya yönelik sınırlama
nedenleri, ikinci olarak, genel yararı korumaya yönelik sınırlama nedenleri
açıklanacak, yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını sağlamak amacıyla yapılan
sınırlama nedenlerinin incelenmesi ile sonlandırılacaktır.
Convention on Human Rights and the European Social Charter, (Strasbourg: Council of Europe
Publishing, 1996), s.18.
459
Macovei, s. 3.
460
Rolv Rysdal, “The Case-Law of the European Court of Human Rights of the Freedom of
Expression Guaranteed under the European Convention on Human Rights”, Council of Europe,
Xth Conference of the European Constitutional Courts, (Strasbourg: Council of Europe 1996).
137
I- BİREYİ KORUMAYA YÖNELİK SINIRLAMA
NEDENLERİ
İfade özgürlüğü kişi ve toplum bakımından ayrıcalıklı bir konuma sahip
olmakla birlikte bu özgürlük bir kısım nedenlerle sınırlanabilmektedir. Bu
sınırlama nedenlerinden en önemlilerinden bazıları da bireyi korumaya yönelik
olanlarıdır. İfade özgürlüğüyle ulaşılmak istenilen amaç ile bireyin çıkarlarının
çatışması durumunda ifade özgürlüğü bireyin çıkarlarına feda edilmektedir.
Nitekim, ifade özgürlüğüne ilişkin gerek ulusal düzenlemelerde gerek bölgesel ve
uluslararası sözleşmelerde bu özgürlüğün sınırlandırılma nedenleri arasında en
önemli yeri bireyi korumaya yönelik olan sınırlama nedenleri oluşturmaktadır 461.
BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 29. maddesinde, ifade
özgürlüğünün; ....... haklarının ve hürriyetlerinin kullanılmasında, sadece,
başkalarının haklarının ve hürriyetlerinin gereğince tanınması ve bunlara saygı
gösterilmesi amacıyla .......kanunla belirlenmiş sınırlamalara tabi tutulabileceği
belirtilmiştir.
Amerikan İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 13. maddesinin ikinci fıkrasının a
bendinde ifade özgürlüğünün, başkalarının haklarına ya da şöhretine saygı
gösterilmesi amacıyla, c bendinde genel sağlık ve genel ahlakın korunması
amacıyla, 4. fıkrasında ise, çocukların ve gençlerin ahlaki açıdan korunması amacı
ile sadece bunlara ulaşılması hususunu düzenlemek üzere, yasayla getirilecek bir
ön sansüre tabi tutulabileceği düzenlenmiştir. Amerikan İnsan Hakları Sözleşmesi
çocukların ve gençlerin ahlakı açıdan korunmasına ayrıca bir önem vermiş bunu
ayrı bir madde halinde düzenlemiştir. Oysa gerek kendinden önce çıkan gerek
daha sonra çıkan sözleşmelerde bu yönde bir düzenleme bulunmamaktadır.
Diğer sözleşmelerden daha geniş bir sınırlama hükmü içeren İnsan Hakları
Avrupa Sözleşmesi’nin 10. maddesinin ikinci fıkrasında ifade özgürlüğünün,
......demokratik bir toplumda zorunlu tedbirler niteliğinde olarak......sağlığın veya
ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması ......için yasayla öngörülen
bazı
biçim
koşullarına,
sınırlamalara
ve
yaptırımlara
bağlanabileceği
düzenlenmiştir.’
461
Sait Güran, “Özel Yaşam ve İfade Özgürlüğü”, Sahir Erman’a Armağan, İstanbul 2000. s.402403.
138
Sözleşmedeki bu düzenlemeye uygun olarak öncelikle sağlık ve ahlakın
korunması amacıyla; ikinci olarak başkalarının şöhret ve haklarının korunması
amacıyla; üçüncü olarak sırrın korunması amacıyla mahkemenin önüne gelen
davalar incelenecektir. Ancak bu kavramlar soyut kavramlar olduğundan
öncelikle bu kavramlardan ne anlaşılması gerektiği açıklanacak ardından da bu
konuyla ilgili olarak gerek Komisyonun gerek Mahkemenin önüne gelen davalar
incelenecektir. Bu inceleme sırasında Mahkemenin taraf devletlere her olay için
ne kadar ulusal takdir marjı tanıdığı, bu takdir marjının ülkeden ülkeye değişip
değişmediği, demokratik toplum için gereklilik kavramını nasıl algıladığı ve
ölçülülük ilkesini nasıl yorumladığı üzerinde özellikle durulacaktır.
A- Genel Sağlık ve Genel Ahlakı Korumak Amacıyla İfade
Özgürlüğünün Sınırlandırılması
İfade özgürlüğünün mutlak bir hak olmamasından dolayı pek çok ulusal
düzenleme ve uluslararası sözleşme bu özgürlüğün, genel sağlığın ve genel
ahlakın korunması amacı ile sınırlandırılabileceğini düzenlemektedir. Amerikan
İnsan Hakları Sözleşmesinin 13. maddesinin ikinci fıkrasında bu özgürlüğün genel
ahlakın ya da genel sağlığın korunması amacıyla, 4. fıkrasında ise çocukların ve
gençlerin ahlaki açıdan korunması amacıyla sınırlandırılabileceği düzenlemiştir.
BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 19. maddesinin 3.fıkrasında ise bu
özgürlüğün kamu sağlığı ve kamu ahlakı için sınırlandırılabileceği öngörülmüştür.
İnsan hakları alanında var olan uluslararası sözleşmeler içinde en güvenceli
koruma sistemini getirmiş olan İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin 10.
maddesinin ikinci fıkrasında da bu özgürlüğün genel sağlığın ya da genel ahlakın
korunması amacıyla sınırlandırılabileceği belirtilmektedir. Ayrıca genel sağlığın
ve genel ahlakın korunması Sözleşmede düzenlenen bir kısım hakların sınırlama
nedenleri arasında da yer almaktadır. Örneğin, adil yargılanmayı düzenleyen 6.
madde, özel hayatın korunmasını düzenleyen 8. madde, düşünce, vicdan ve din
özgürlüğünü düzenleyen 9. madde, örgütlenme özgürlüğünü düzenleyen 11.
madde genel sağlığın ve genel ahlakın korunmasını bu hakların sınırlandırılması
nedenleri arasında saymaktadır.
Çalışmamızın bu alt kısmında genel ahlakı ve genel sağlığı korumak
amacıyla Mahkeme önüne gelen davalar incelenecektir. Ancak, bu davaları
incelemeden önce pek çok hakkın sınırlama nedenini oluşturan genel ahlak ve
139
genel sağlık kavramları hakkında açıklama yapılacaktır. Genel sağlık kavramı
konusunda ciddi bir sorun yaşanmamaktadır. Ama genel ahlak kavramı kişiden
kişiye, toplumdan topluma ve zamana göre değişen belirsiz bir kavram
olmasından dolayı özgürlükler için ciddi tehlike oluşturabilmektedir 462. Gerçekten
‘genel ahlak’ biçiminde formüle edilen ahlak kavramının belli özgürlüklerin
sınırlandırılmasında bir ölçüt ya da neden olarak kullanılması, böyle bir olanağı
elinde tutan yasa koyucu ile bu yasaları uygulayan idareye, hak ve özgürlükleri
keyfi bir biçimde sınırlama olanağı vermektedir 463. İfade özgürlüğünün
sınırlandırılmasında bu kadar geniş ve iddialı bir kavrama dayanılmasının bazı
sakıncalar doğuracağı kesindir. Bu sakıncalar ise öncelikle bu kavramı ele almayı
ve bu kavramın sınırlarını çizmeyi zorunlu kılmaktadır. Genel ahlak kavramını iyi
algılayabilmek için ise öncelikle hukuk ve ahlak kavramları arasındaki ilişkiye
genel hatları ile de olsa değinmekte yarar bulunmaktadır. Hukuk ve ahlak
kavramları arasındaki ilişki karmaşık bir konu olmasına rağmen bu iki kavramın
birleştiği ve ayrıldığı noktalar olduğunu söyleyebiliriz 464.
Öncelikle, ahlak kavramı ile hukuk kavramı arasında, ikisi de iyinin
peşinde olmasından dolayı bir amaç birliğinin bulunduğunu belirtmek gerekir.
İkinci olarak, insanlara belli bir biçimde davranmayı buyuran hukuk ile ahlak
arasında, bazen konu ve içerik birliği olabilmektedir. Örneğin, hırsızlık, adam
öldürme
gibi
eylemler
hem
ahlak
hem
de
hukuk
kuralları
ile
yasaklanabilmektedir. Üçüncü olarak, hukuk, bireylerin ahlaka uygun kararlar
verebilmelerine olanak sağlayacak özgür bir ortam hazırlayarak, ahlakın
gerçekleşmesine katkı sağlamaktadır. Böylece bireyler, serbest alanda ahlaka
uygun kararlar verme imkanına kavuşmuş olmaktadırlar. Dördüncü olarak da,
ahlak da hukuka uygun davranışları destekleyerek ona yardımcı olabilmektedir 465
Hukuk ve ahlak kavramları arasındaki bu ortak noktalarına rağmen bu iki
kavram arasında büyük farkların olduğunu da belirtmek gerekir. Öncelikle hukuk
462
Joulin Koering Renee , ‘Public Morals’, The European Convention for the Protection of Human
Rights, International Protection versus National Restriction, ed. Riraille Delmas Marty, (London:
Martinus Nijhoff Publisher, 1992), s.84-85.
463
Nihat Bulut, Hak ve Özgürlüklerin Sınırlama Nedeni Olarak Genel Ahlak, s.1, www. jura. Unisb. de/turkish/NBulut-html..
464
ibid, s.2.
465
Niyazi Öktem, Felsefe, Sosyoloji, Hukuk ve Devlet, (İstanbul 1999), s.64 ; Vecdi Aral, Hukuk
ve Hukuk Bilimi Üzerine, (İstanbul, İÜHF, 1979), s.82 ; İsmail Kıllıoğlu, Ahlak Hukuk İlişkisi,
(İstanbul: Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayını, 1988), s.238, Bulut, Hak ve
Özgürlüklerin Sınırlama Nedeni Olarak Genel Ahlak, s.2.
140
dışa, yani davranışlara yönelik olmasına karşın ahlak içe yönelik bir kavramdır.
Bu nedenle hukuka uygun olan bir davranış ahlaka uygun olmak zorunda değildir.
İkinci olarak, ahlakın yürürlük kaynağının içte (vicdan) olmasına karşın hukukun
yürürlük kaynağı dıştadır. Üçüncü olarak ise hukuk kurallarının daha belirgin ve
öngörülebilir olmasına karşın, ahlak temelde bireysel olup kişiden kişiye,
toplumdan topluma ve zamandan zamana değişen bir nitelik taşımakta ve hukuka
oranla daha karmaşık bir yapıda bulunmaktadır 466.
Hukuk ve ahlak kavramları arasındaki ilişkiyi bu şekilde belirledikten
sonra bu alt bölümün konusunu oluşturan genel ahlak kavramını tanımlamakta
yarar bulunmaktadır.
Genel ahlak kavramı çok geniş bir kapsamı dile getirmektedir. Gerçekten,
toplumda yerleşmiş değer yargılarına göre hoş görülmeyen tüm hareketler
‘ahlaka’ aykırı sayılmaktadır. Bu açıdan ‘ahlak’, toplumun kişisel davranışlar
yönünden, şerefli, uyumlu, prestij sahibi bir kişiden uymasını beklediği tüm moral
davranış kurallarını ifade etmektedir 467. Ancak Sözleşmede sınırlama nedenleri
arasında sayılan ‘genel ahlak’ kavramının bu anlamda kullanılmadığı şüphesizdir.
Aksi durumda ifade özgürlüğünün sınırlandırılması yönünde siyasi iktidarın eline
sınırsız bir olanak verilmiş olur. Her davranışın ahlaka aykırı sayılarak ifade
özgürlüğünün sınırlandırılması sonucuna varılabilir. Gerçekten, tüm suç ve haksız
fiil teşkil eden fiiller, genel anlamda ahlaka aykırıdır. Bu durumda ise ifade
özgürlüğünün bu nedenlere dayanılarak sınırlandırılması mümkün olabilir 468.
Günümüzde, ‘ahlaka aykırılık’, ‘ayıp’ ve ‘günah’ kavramları ile ‘suç’
kavramı birbirlerinden ayrılmış ayrı bir içeriğe ve mantığa oturtulmuşlardır. Bu
açıdan, hukuk sistemleri ‘ahlakı’ genel anlamda korumakla yükümlü değillerdir.
Ayrıca ahlaka aykırı fiillerin suç olarak belirdiği görülmektedir. Ancak bunların
amacı ahlakı korumak değildir. Örneğin, hırsızlık, ahlaka aykırı bir fiildir. Ancak,
Ceza Kanunları hırsızlık suçunu ahlaki amaçla cezalandırmamakta zilyetliği
koruma amacını gütmektedirler. Bir başka anlatımla hırsızlık ahlaka aykırı olduğu
için değil, zilyetlik hakkına saldırı niteliği taşıdığı için cezalandırılmaktadır 469.
466
Öktem, Felsefe, Sosyoloji, Hukuk ve Devlet, (İstanbul 1999), s.64 ; Aral, Hukuk ve Hukuk
Bilimi Üzerine, s.65, ; Kıllıoğlu, Ahlak Hukuk İlişkisi, s.360, Bulut, Hak ve Özgürlüklerin
Sınırlama Nedeni Olarak Genel Ahlak, s.3.
467
Özek, Türk Basın Hukuku, s.283.
468
ibid, s.284.
469
ibid, s. 284.
141
Genel ahlak kavramı konusunda karşılaşılan bütün bu zorluklara karşın bu
kavramın yine de teknik bir açıklamasını yapmak gerekmektedir. İtalyan Anayasa
Mahkemesi, genel ahlak kavramının, seksüel konularla ilgili olan toplumsal değer
yargılarını ve ahlak anlayışını kapsamına aldığını vurgulamıştır. Buna göre genel
ahlak, belirli bir dönemde toplumda varolan, ortak, genel ve ortalama seksüel
hayatla ilgili değer yargıları ve anlayış olarak tanımlanmaktadır. Dolayısıyla,
genel ahlak kavramı ile grupların ve kişilerin seksüel ahlak anlayışı ile ilgili değer
yargıları, toplumun bu konudaki ortak ve genel yargılarına uygunluğu ölçüsünde
koruma konusu olmaktadır. Sağlıklı ve onurlu bir toplumsal yapının
kurulabilmesi, yürütülebilmesi amacı, seksüel ilişkilerde belirli davranışların
engellenmesine yönelik yasal düzenlemelere yol açmaktadır 470.
Türk Anayasa Mahkemesine göre genel ahlak kavramı ise, belli bir
zamanda, belirli bir toplumun büyük çoğunluğunca benimsenmiş bulunan ahlak
kurallarıyla ilgili hareketleri gösteren ve kolayca anlaşılan bir anlam taşımaktadır.
Bu tanıma göre ahlak kurallarıyla ilgili hareketlerin genel ahlak kavramı içinde
değerlendirilmeleri için üç öğenin bulunması gerekmektedir. Birincisi, zaman
öğesidir. Bu bağlamda ahlak kurallarının değişebilirliği sözkonusudur. İkincisi,
ahlak kurallarıyla ilgili hareketlerin niceliği, yani toplumun büyük çoğunluğunun
davranışlarının göz önüne alınmasıdır. Üçüncüsü ise sübjektif bir unsur olan
benimsemedir. Buna göre 471, ahlak kuralları toplumun büyük çoğunluğu
tarafından benimsenmiş olmalıdır. Bu açıklamalara göre, genel ahlak kavramını
şu şekilde tanımlayabiliriz: “Genel ahlak, belli bir anda ve belli bir toplumda
benimsenen etik düşüncelerin asgarisidir. Devlet ancak, belli bir zamanda sosyal
dengelerin bu kaidelere dayandığını dikkate alarak bunlara uyulmasını isteyebilir.
İşte toplumca benimsenen bu kaideler, genel ahlak olarak ifade edilir 472.”
Yukarıdaki tanımdan da anlaşıldığı gibi, toplumun manevi yönünü
oluşturan ahlak, toplumdan topluma değişen, hatta bir toplumun üyeleri arasında
bile farklılıklar gösteren bir olgudur. Örneğin Japonya’da çıplaklık ve seks genel
olarak ahlak dışı bulunmamakla birlikte pek çok ülkede çıplaklık ve seks ahlak
dışı olarak algılanmaktadır. Bu nedenlerle ahlak konusunda bir standart ortaya
470
ibid, .s 285.
AYM, E. 1963/128, K: 1964/8, AMKD, c.I, sy.2, s.38.
472
Bulut, Hak ve Özgürlüklerin Sınırlama Nedeni Olarak Genel Ahlak, s.4 ; Uygun,
Anayasasında Temel Hak ve Özgürlüklerin Temel Rejimi, s.131.
471
1982
142
koymak mümkün olmamaktadır. Hatta Japon haber programlarında çıplak
denecek kadar az giyimli veya tam çıplak kadınlar gösterilmektedir. Ayrıca
yetişkinleri model ve aktör olarak kullanan pornografi yaygın bir şekilde
sunulmaktadır. Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki, seksüel ilişkilerle ilgili ahlaki
yapının sağlanmasına yönelik yasal düzenlemeler çağlar içinde değişken bir yapı
izlemektedir. Gerçekten, ‘genel ahlak’ın korunması, seksüel ilişkilerle ilgili
toplumun ortak ve genel değer yargılarının korunması anlamını taşıdığına göre,
toplumsal değer yargılarındaki değişim, korumanın içeriğini de zorunlu olarak
değiştirmektedir. Bu açıdan, genel ahlaka karşı fiillerin içeriği ve anlaşılışı belirli
süreçlere bağlı olarak çok değişik aşamalar göstermektedir. Doğal olarak
toplumdan topluma ve aynı toplum içinde bile seksüel konulara yaklaşım anlayışı
değiştiği için de ‘genel ahlak’ anlayışı da değişmektedir. Bu nedenle, genel
ahlakın korunmasında, o andaki genel ve ortalama ahlak anlayışının göz önünde
bulundurulması gerekmektedir. Aynı şekilde, davranışın yeri de, ahlaka aykırı
olup olmaması yönünden önem taşımaktadır. Örneğin, plajda hoşgörü ile
karşılanabilen
bir
çıplaklık,
kentin
ortasında
ahlaka
aykırı
olarak
nitelendirilebilmektedir. Doğal olarak, hangi hareketin ortalama ahlak anlayışına
göre uygun veya uygunsuz olduğunu saptamak, temelde sübjektif ve kaypak bir
değerlendirme olmaktadır. Nitekim, bir fiilin ahlaka aykırı olduğu yönündeki bir
yaklaşımda bu yargıya varan kişinin ahlak anlayışı varılacak yargıda etkili
olmaktadır. Bu nedenle ‘genel ahlak’ konusunda yargı kararlarında objektif bir
ölçü verilebilmiş değildir, nitekim vermek de mümkün değildir. Bu yönde İnsan
Hakları Avrupa Mahkemesi kararlarında da bir ölçüt bulmak mümkün olmamıştır.
Yukarıdaki açıklamalardan anlaşıldığı gibi ahlak olgusu bir sınırlama
nedeni olarak ele alındığında, insan hak ve özgürlükleri için tehlike oluşturmaya
meyilli bir kavramdır. Bu nedenle genel ahlak nedeni ile ifade özgürlüğü
sınırlandırıldığı zaman oldukça dikkatli davranılması gerekmektedir. Çünkü bir
toplum için ahlak dışı sayılan bir kavram başka bir toplum için ahlaka uygun
olarak kabul edilebilmektedir. Bundan dolayı, genel ahlak kavramı konusunda
diğer sınırlama nedenlerinde olduğu gibi ortak bir Avrupa anlayışı ortaya koymak
mümkün olmamaktadır. Mahkeme de bu anlayışa sahip olmasından dolayı genel
ahlakı korumak amacı ile önüne gelen davalarda taraf devletlere daha geniş takdir
143
marjı tanımaktadır 473. Ancak Mahkeme, taraf devletlere bu konuda geniş takdir
marjı tanırken, ifade özgürlüğünün sınırlandırılması sırasında ölçülülük ilkesini
göz ardı etmektedir. İfade özgürlüğü için güvenceli bir sistem kurarken;
Mahkemenin en az ulusal takdir marjı kadar ölçülük ilkesini de göz önünde
bulundurması gerekmektedir. Kanımca genel ahlakı korumak amacı ile yapılan
sınırlama ulaşılmak istenilen amaç ile açık bir ölçüsüzlük gösteriyor ise
Mahkemenin ulusal takdir marjından ziyade ölçülük ilkesini göz önünde
bulundurup ifade özgürlüğünün ihlal edildiği yönünde karar vermesi gerekir. Oysa
Mahkeme genel ahlakı korumak amacı ile önüne gelen davalarda bunun tam tersi
yönde karar vermektedir.
Strazburg organlarının önüne bugüne kadar genel sağlığı korumak amacı
ile sadece bir dava gelmiş olmasına rağmen, yapılan başvurular genellikle genel
ahlakı korumak amacı ile olmuştur. Bu alt bölümde daha çok müstehcen
yayınların ahlakı korumak için yasaklanmasının gerekip gerekmediği konusu
üzerine yoğunlaşılmıştır. Bu incelemede Sözleşme organlarının daha çok ulusal
takdir marjı doktrinine odaklanıp taraf devletler lehine karar verdiği 474, oysa
bunun yerine ölçülülük ilkesini uygulayıp ifade özgürlüğünü genişletmesi
gerektiği ileri sürülmektedir.
Bu alt bölüm ahlakın korunması temasının bir
devamı olarak, kürtaj konusunda danışmanlık hizmeti sağlanmasının, ahlakı
korumak için bile olsa yasaklanmaması gerektiğine karar veren Mahkemenin
hükmünün, ahlakın korunması konusunda, ifade özgürlüğünü genişletmiş olduğu
fikriyle sonuçlandırılmıştır.
Bu güne kadar Strazburg organlarının önüne sağlığı korumak amacı ile tek
dava gelmiştir. Komisyon aşamasında kabul edilemezlik kararı ile sonuçlanmış
olan bu davanın konusu, bir kişinin intihar eylemi gerçekleştirmesine yardım edici
veya kışkırtıcı bilgiyi sağlamanın yasal olarak kısıtlanıp kısıtlanamaması
hakkındadır 475.
1- Müstehcen Yayınlar
Birinci bölümde açıklandığı gibi en liberal toplumlarda bile bütün ifade
çeşitleri mutlak anlamda korunmamaktadır. Bunlardan bir kısmı düşük değerli
olduğu için istisnai hallerde koruma görmektedir. Bu tip düşük değerli ifade
473
Joulin Koering Renee , ‘Public Morals’, s. 86-87.
Örneğin, Handyside/Birleşik Krallık, paragraf. 58, Müller ve Diğerleri/İsviçre, paragraf. 36.
475
R/Birleşik Krallık, başvuru no. 10083/82, 4 Temmuz 1983.
474
144
kategorilerinden biri, üzerinde pek çok tartışmanın yapıldığı müstehcen ifade olup
ahlaki ya da dini nedenlerle yasaklanmaktadır. Gerçekten bazı yayınların
müstehcen olup olmadığı ve müstehcen yayınların yasaklanıp yasaklanmaması,
hem ulusal hem de uluslararası alanda tartışmalı bir konudur. Özellikle
müstehcenlikle sanatın birleşmesi durumunda daha ciddi sorunlar yaşanmaktadır.
Bu alt bölümde, Strazburg organlarının müstehcenlik ile ifade özgürlüğü
arasındaki ilişkiyi nasıl algıladığı incelenecektir.
a- Müstehcenlik İçeren Kitapların Yasaklanması
Genç insanları korumak, müstehcen yayınların yasaklanması için güçlü bir
gerekçe olarak ileri sürülmektedir. Nitekim bu hüküm Amerikan İnsan Hakları
Sözleşmesinde özellikle belirtilmiş olup ifade özgürlüğünün çocuklar ve gençlerin
ahlaki açıdan korunmasını sağlamak amacı ile sadece bunlara ulaşılması hususunu
düzenlemek üzere, yasayla getirilecek bir ön sansüre tabi tutulabileceği
düzenlenmiştir. Avrupa Sözleşmesinde bu konuda özel bir hüküm olmamasına
karşın ahlakın korunması sınırlama nedenleri arasında düzenlendiğinden herhangi
bir ifade gençlerin ve çocukların ahlaki ve fiziksel gelişimini olumsuz yönde
etkileyecek nitelikte ise ifade özgürlüğüne yapılan müdahale haklı görülmektedir.
Mahkemenin önüne bu konuda üç dava gelmiştir. Davaların bir kısmı ise
Komisyon aşamasını geçememiştir.
Ahlakın korunmasına yönelik olarak Mahkemenin önüne gelen en önemli
dava ünlü Handyside/Birleşik Krallık 476 davasıdır.
Başvurucu Eylül 1970’de Danimarkalı yazarlar Soren Hansen ve Jesper
Jensen’in yazdığı ders kitabının İngiltere’de yayın hakkını almıştır. İlk kez
1969’da Danimarka’da yayınlanan bu kitap, çevrildikten ve belirli uyarlamalar
yapıldıktan sonra ard arda diğer Avrupa ülkelerinde de dağıtılmış ancak bu
ülkelerde herhangi bir kovuşturmaya tabi olmamıştır.
1959 tarihli Müstehcen Yayınlar Yasası’na muhalefet gerekçesiyle
yayınevinde arama yapılmış, bu arama sonucunda kitabın 1069 nüshasına, yayın
ve satışıyla ilgili broşürlere, posterlere, kartlara ve yazışmalara geçici olarak el
konulmuştur 477. Bundan sonra davalı, kitabın, dava konusu olmayacak şekilde
476
Handyside/Birleşik Krallık, 7 Aralık 1976.
ibid, paragraf. 12, 13, 1959 tarihli yasanın birinci maddesinde müstehcenlik kavramı şu şekilde
tanımlanmıştı: ‘Bu yasanın amacı bakımından bir eser, (eser birden daha fazla bölümden
oluşuyorsa her bir bölümü), diğer bütün koşullarla birlikte bir bütün olarak ele alındığı zaman,
477
145
değiştirilmiş yeni bir baskısını yayınlamıştır.
Tanesi 30 peni olan kitabın İngilizce ilk baskısı toplam 208 sayfa olup,
‘Bütün Yetişkinler Kağıttan Kaplandır’ başlıklı bir giriş ve önsözden sonra kitabin
‘seks’ ile ilgili kısmı şu alt bölümlerden oluşmaktaydı. Mastürbasyon, orgazm,
sevişme ve cinsel ilişki, gebeliği önleyiciler, cinsel rüyalar, adet görme, çocuk
mütecavizleri veya kirli yaşlı erkekler, pornografi, iktidarsızlık, eşcinsellik,
normal olan ve olmayan şeyler, daha fazla öğrenme, zührevi hastalıklar, kürtaj,
yasal ve yasal olmayan kürtaj, kürtaj yöntemleri, cinsel konularda yardım ve
tavsiye için adresler 478.
Başvurucu Müstehcen Yayınlar Yasası’nın (Obscene Publication Acts) 2.
maddesinin birinci fıkrasına muhalefet ettiği gerekçesiyle suçlu bulunmuştur 479.
Handyside, 13 Aralık 1973 tarihinde Sözleşmenin 10. maddesinin ihlali gerekçesi
ile Komisyona başvurmuştur. Komisyon yaptığı inceleme sonucunda beşe karşı
sekiz oyla sözleşmenin 10. maddesinin ihlal edilmediğine karar vermiştir 480. Daha
sonra dosya Mahkemeye gönderilmiş ve Mahkeme müdahalenin kanunen
öngörülmüş olduğunu belirledikten sonra 481 sınırlamanın 10. maddenin 2.
fırkasındaki “ahlakı korumak” meşru amacıyla yapıldığına karar vermiştir 482.
Ancak, sınırlamanın “ahlakı korumak için” “demokratik toplumda gerekli” olup
olmadığının nasıl belirleneceği konusunda önemli bir tartışma çıkmıştır.
Bu tartışmalar sırasında Mahkeme, ulusal takdir marjı doktrini hakkında,
ayrıntılı bir yorum yapmıştır. Mahkeme, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ile
kurulan koruma mekanizmasının, insan haklarının ulusal sistemlerle korunmasına
getirilen ikincil (subsdiariy) bir mekanizma olduğuna işaret etmiştir 483. Mahkeme,
taraf devlet otoritelerinin, ülkelerinin esaslı güçleriyle (vital forces) doğrudan ve
sürekli ilişkide bulunmaları nedeniyle, ahlaki gerekçelerin tam içerikleri ve
bunları karşılama için tasarladıkları ‘yasak’ ve ‘ceza’nın gerekliliği hakkında bir
görüş bildirirken, uluslararası bir yargıçtan genellikle daha iyi bir durumda
içerdiği veya ele aldığı konuyu okuyan veya gören veya duyan kişi üzerinde baştan çıkarma ve
yıpratma (deprave and corrapt) etkisini yaratmaya eğilimli ise müstehcen sayılır’.
478
İbid, paragraf 20.
479
ibid, paragraf. 17.
480
İbid, paragraf 38.
481
ibid, paragraf. 44.
482
İbid, paragraf. 46.
483
ibid, paragraf. 48.
146
olduklarını
vurgulamıştır 484.
Mahkeme
bu
kararını
iki
temel
nedene
dayandırmıştır. Öncelikle Sözleşmeci devletlerin değişen iç hukuklarında tek
biçimli bir Avrupa ahlak kavramı bulmak mümkün değildir. İkinci olarak; her bir
ülke hukukunun ahlaki gereklere yaklaşımı, özellikle konu hakkındaki
düşüncelerin hızla ve geniş ölçüde evrim geçirdiği günümüzde zamana ve yere
göre değişmektedir. Bunlara ek olarak Mahkem 10. maddenin ikinci fıkrasındaki
“gerekli” sıfatının, bir yandan “zorunlu” sözcüğü ile anlamdaş olmadığını öte
yandan “kabul edilebilir”,”‘olağan”, “yararlı”, “makul” veya “arzu edilen”
deyimleri gibi esnekliğe sahip olmadığını dikkat etmiştir. Bununla beraber
“gereklilik” kavramının ima ettiği “zorlayıcı toplumsal ihtiyaç baskısının”
(pressing social need) gerekliliğini ilk aşamada değerlendirecek olanın ulusal
mahkemeler olduğuna işaret etmiştir 485.
Sonuç olarak 10. maddenin ikinci fıkrası Sözleşmeye üye ülkelere bir
takdir alanı bırakmıştır. Hukukun öngördüğü bu alan, hem ulusal yasa koyucuya,
hem de yürürlükteki hukuku yorumlamak ve uygulamakla görevlendirilmiş
makamlardan olan yargılama makamına da tanınmıştır
486
. Bununla birlikte, 10.
Maddenin ikinci fıkrası Sözleşmeye üye ülkelere sınırsız bir yetki alanı
vermemiştir.
Komisyon
ile
birlikte
devletlerin
yükümlülüklerini
yerine
getirmelerini güvence altına almakla görevli olan Mahkeme bir yasak ya da
ceza’nın 10. maddede korunan ifade özgürlüğü ile uzlaştırılabilir olup olmadığı
hakkında nihai karar vermekle yetkilidir. Burada ulusal takdir marjı Avrupa
denetimi ile el ele yürümektedir. Bu denetim, hem şikayet edilen önlemin
amacıyla hem de bunun ‘gerekliliği’ ile ilgilidir. Denetim, sadece temel ulusal
yasayı değil, bağımsız bir mahkeme tarafından verilmiş de olsa, bu yasayı
uygulayan mahkeme kararlarını da kapsar 487.
Buna göre Mahkemenin görevi her hangi bir biçimde yetkili ulusal
mahkemelerin yerini almak değil, fakat ulusal mahkemelerin takdir yetkilerini
kullanarak verdikleri kararların 10. maddeye uygunluğunu denetlemektir. Bununla
beraber, ulusal mahkemelerin kararları verildikleri çevrelerinden soyutlanarak
incelenecek olursa, Mahkemenin denetimi genellikle yanıltıcı olacaktır. Mahkeme
484
ibid, paragraf. 48.
İbid. paragraf. 48.
486
İbid, paragraf. 48.
487
ibid, paragraf. 49.
485
147
bunları dava konusu yayının ve başvurucunun ulusal hukuk ile uluslararası
aşamada gösterdiği delillerin ve argümanların dahil olduğu bütünlük içinde ele
almalıdır. Mahkeme elindeki çeşitli verilere dayanarak, ulusal yetkililerin
‘müdahale’ biçiminde aldıkları önlemleri haklı kılmak için gösterdikleri
gerekçelerin 10. maddenin ikinci fıkrası bakımından uygun ve yeterli olup
olmadığına karar vermelidir 488.
Gereklilik talebinin incelenmesinde Mahkeme, dava konusu kitabın hedef
aldığı okuyucu kitlesine özel bir önem vermiştir. Mahkemenin görüşüne göre bu
kitap özellikle on iki yaşından on sekiz yaşına kadar olan büyüme çağındaki
çocukları hedef alarak basılmıştır. Mahkeme ayrıca kitabın açık, olaylara dayalı
ve esaslı noktalara indirgenmiş bir tarzda yazılmış olması nedeniyle, bu
okuyuculardan en küçüğünün bile kolaylıkla anlayabileceği türden bir eser
olduğuna işaret etmiştir. Mahkemenin dayandığı bir başka faktör de, davalının
kitabın yaygın bir şekilde dolaşımını sağlamayı planladığını açıkça belirtmesi
olmuştur. Başvurucu bir basın bildirisiyle birlikte, eleştiri ve reklam amacıyla,
kitabı birçok günlük gazeteye ve dergiye göndermiştir. Mahkeme ayrıca davalının
oldukça düşük bir satış ücreti (30 peni) koyduğuna, yeniden yayıma hazırladığına
ve kitaba, sanki okullarda kullanılabilecek bir el kitabıymış imajını veren bir
başlık seçtiğine dikkat çekmiştir 489.
Mahkeme kitabın içeriği ile ilgili olarak ise özellikle öğrenciler hakkındaki
kısmın cinsellikle ilgili bölümünde ve ‘kendi başınıza’ başlıklı pasajda,
gelişmelerinin çok önemli bir aşamasında bulunan gençlerin zararlı olgunluk
faaliyetlerine alışmaya ve hatta bazı suçları işlemeye teşvik edildikleri biçiminde
yorumlayabilecekleri cümlelere ve paragraflara yer verildiği üzerinde durmuştur.
Bu çerçevede Mahkeme, Birleşik Krallıkta ahlak ve eğitim konusunda görüşlerin
çeşitlenmesine ve sürekli gelişmesine rağmen, yetkili İngiliz yargıçlarının takdir
hakkını kullanırken, ders kitabının o sırada onu okuyacak çocukların ve büyüme
çağındaki gençlerin bir çoğunun ahlaki değerleri üzerinde zararlı etkileri olacağını
düşünmekte haklı olduğuna karar vermiştir.
Tartışma konusu mahkumiyet kararının ve hak kaybının ‘gerekliliği’
konusunda, başvurucu ve Komisyon azınlığı tarafından bir kısım gerekçeler ileri
488
489
ibid, paragraf. 50.
ibid, paragraf. 52.
148
sürülmüştür.
Başvurucu ve Komisyon azınlığı, ilk olarak, “Ders Kitabı”nın Kuzey
İrlanda’da, Isle of Man’da ve Channel Islands’da bir davaya konu olmadığına, 29
Ekim 1971 tarihli karara rağmen binlerce nüshasının İskoçya’da ve hatta İngiltere
ve Galler’de hiçbir engelle karşılaşmaksızın dağıtıldığına dikkat çekmişlerdir 490.
Ancak Mahkeme, 1959 tarihli Müstehcen Yayınlar Yasası’nın İskoçya ve Kuzey
İrlanda’yı kapsamadığını hatırlatmıştır. Mahkeme ayrıca Sözleşmenin 60.
maddesinde gösterildiği gibi, Sözleşmeci Devletlerin hiç bir organının,
Sözleşmenin güvence altına aldığı hak ve özgürlükleri sınırlama yükümlülüğü
altına sokmadığını, özellikle 10. maddenin ikinci fıkrası, ifade özgürlüğü ile ilgili
bir durumda Devletleri, ‘yasaklar’ ve ‘cezalar’ koymaya zorlamamakta olduğunu
ve onların kendileri için çözüm yolu bulmalarını engellemediğini vurgulamıştır 491.
Başvurucu ve Komisyon azınlığı ikinci olarak, gözden geçirilerek
değiştirilen baskının, birinci baskıdan sadece küçük bir farklılık taşımasına
rağmen, İngiltere ve Galler'de dava konusu olmadığını vurgulamışlardır 492.
Mahkeme, tartışma konusu olan noktalarda, ilk baskıdan gerçekten önemli ölçüde
farklılaşan gözden geçirilmiş baskıya karşı davanın açılmaması, yetkili
makamların Sözleşmenin 10. maddesine uygun biçimde kendilerini çok ‘gerekli’
olanla sınırlamak istediklerini belirtmiştir 493.
Başvurucu ve Komisyon azınlığı üçüncü olarak da, yasaklanan bu kitaptan
daha çok müstehcenlik içeren diğer kitapların serbestçe piyasada dolaştığına
dikkat çekip, bu kitap için konulan sınırlamanın gereksiz olduğunun altını
çizmişlerdir. Ayrıca, bu yayınların yoldan geçenlerin, özellikle gençlerin görmesi
için sergilendiğini ve bunlara karşı açılan ceza davalarının jüriler tarafından büyük
bir hoşgörü gösterilmesi nedeniyle boş bir çabaya dönüştüğünü ve tam bir
korumadan yararlandıklarını ileri sürmüşlerdir. Aynı şeylerin, seks dükkanları ve
kamuya açık bir çok eğlence yerleri için de geçerli olduğu iddia edilmiştir. Ancak
Mahkeme, kendisinin görevinin ulusal otoritelerin farklı kararlarını karşılaştırmak
olmadığını belirtip mahkemelerin bağımsızlıklarına saygı göstermek zorunda
olduğunu vurgulamıştır. Ayrıca Mahkeme, söz edilen diğer yayınların her şeyden
490
ibid, paragraf. 54.
ibid, paragraf 54.
492
ibid, paragraf.55.
493
ibid, paragraf 55.
491
149
önce, bu kitabınkinden çok farklı içeriğe sahip olduğuna da dikkat çekmiştir.
Bununla birlikte, bu açıklama pek tatminedici görünmemektedir; Çünkü, aynı
yerde çok daha vahim malzemeler dolaştığına göre, bunlardan daha az müstehcen
olan bir yayının yayınlanamaması için bir neden yoktur 494.
Başvurucu ve Komisyon azınlığı dördüncü olarak, Danimarka dilindeki
orijinal baskısı ile birlikte ‘Küçük Kitap’ın çevirilerinin, Avrupa Konsey’ine üye
ülkelerin çoğunda serbestçe dolaştığını ve satıldığını ileri sürmüşlerdir. Ancak
Mahkeme, bu argümanı kabul etmekten kendini kurtarmak için ulusal takdir
marjına dayanmıştır. Mahkeme, ülkelerin çoğunda bu kitabın serbestçe dolaşıyor
olmasının, İngiltere mahkemelerinin buna zıt bir karar almasının, 10. Maddeyi
ihlal etmiş olmak anlamına gelmediği görüşündedir. Mahkeme ayrıca, bu kitabın
İngiltere dışında yayınlanan bazı baskılarında, yoldan çıkarıcı ve ahlak bozucu495
bir eğilime sevk edecek kadar dikkat çekici örneklerin yer aldığı pasajları
içermediğini veya en azından bu şekildeki bütün pasajları içermediğini
vurgulamıştır. Yukarıda sayılan bu nedenlerden dolayı Mahkeme, 10. Maddenin
gereklerine aykırı herhangi bir ihlalin bulunmadığı şeklinde bir sonuca ulaşmıştır.
Son olarak, Komisyon azınlığının görüşünü dile getiren temsilci, taraf
devletin Handyside’in mahkumiyetine, sözkonusu kitap üzerinde hak kaybına ve
daha sonra imhasına yol açan ceza davasını başlatmak gibi sert önlemleri almak
ihtiyacında bulunmadığını iddia etmiştir. Temsilciye göre Birleşik Krallık,
başvurucudan kitabı oto sansürden geçirmesini veya satışını ve reklamını
azaltmasını istemediği ve daha sınırlı bir davranışta bulunmadığı için, ‘gereklilik’
sıfatının özünde varolan ölçülülük ilkesini ihlal etmiştir 496.
Hanyside davasında üç nokta çok önemlidir. Bunlar; ahlaki gerekliliklerin
oluşturulmasında takdir alanının Devlet otoritelerine bırakılması gerektiği, ahlaki
değerlerin göreceli olup zamandan zamana ve toplumdan topluma değişiklik
göstermesi, hatta aynı toplum içinde bile farklılıklar göstermesi ve demokratik bir
toplumda tedbir alınmasının gerekli oluşudur 497.
494
Liao, “The Right To Freedom Of Expression and The Protection Of Health and Morals – The
Jurisprudence of The European Convention On Human Rights”, s. 181.
495
ibid, paragraf 57.
496
ibid, paragraf. 58.
497
Liao, “The Right to Freedom of Expression and the Protection of Health and Morals – The
Jurisprudence of the European Convention on Human Rights”, s. 176 ; Renee KoeringJoulin,’Public Morals’, s.89.
150
Handyside davası, Mahkemenin takdir marjı doktrini ve bunun
'demokratik bir toplumda gerekli olması' ifadesi ile bağlantısı hakkında ayrıntılı
açıklama yaptığı ilk davadır 498. Mahkemenin görüşüne göre, ahlaki anlayış ve
kanunlar Avrupa ülkelerinde birbirinden farklı olduğu ve ulusal kurumlar kendi
ülkelerindeki durumlara daha aşina oldukları, ancak Mahkemenin ise nihai
gözetleme ve denetleme yetkisi olduğu için, üye devletlere genişletilmiş bir takdir
alanı verilmelidir. Aslında zaten Mahkemenin verdiği hüküm ulusal otoriteye çok
fazla bir takdir alanı vermektedir. Burada Mahkeme belki, her bir üye Devletin
uyguladığı standartların ulusal olması gerekmediği, bunların yerel de olabileceği
görüşünü taşımaktaydı 499. Avrupa Mahkemesinin, insan haklarını koruma yolunda
karar alınmasında, neden kendisinin ulusal mahkemelerin altındaymış gibi
muamele yaptığını anlamak oldukça zordur. Strazburg organlarının, ifade
özgürlüğünü incelerken, insan haklarının korunmasında bir Avrupa standardı
geliştirmeleri gerekmez mi? Kendini ulusal otoritelerin yerine koymamak elbette
Mahkemenin bir görevidir, ancak ulusal otoritelerin söz konusu sorunda karar
alırken meşru amaçlar kullanıp kullanmadığını incelemek görevleri arasındadır.
Eğer takdir alanı, hükmü vermede bir temel teşkil ediyorsa, o zaman Mahkeme bu
doktrini desteklemek üzere daha kapsamlı argümanlar ileri sürmelidir.
Mahkemenin nihai kararı sadece, müstehcenlik konusunun, Mahkemenin
Hükümetle çarpışmaktan çekindiği konulardan birisi olduğunu göstermektedir 500.
Aynı kitabın diğer birçok Avrupa ülkesinde ve İngiltere'nin bazı bölgelerinde
serbestçe elden ele dolaşmasına rağmen, Devlete, ulusal kuruma garip bir
ayrıcalığın verildiği izlenimi uyandıran bir takdir alanı verilmiştir. Eğer bu daha
ileri götürülseydi, insan haklarını korumak için bir Avrupa sistemine sahip olma
düşüncesine zarar verilmiş olurdu. Mahkeme, ifade özgürlüğü üzerinde herhangi
bir kısıtlamanın, izlenen gaye ile orantılı olması gerektiği görüşündedir. Bu
davada, takdir alanına yaptığı aşırı vurgu, Mahkemeyi, Hükümetin yaptığı
498
Liao, “The Right to Freedom of Expression and the Protection of Health and Morals – The
Jurisprudence of the European Convention on Human Rights”, s. 177 ; Jones Timothy H., “The
Devaluation of Human Rights Under the European Convention”, Public Law, (1995), s.430- 435
499
Liao, “The Right to Freedom of Expression and the Protection of Health and Morals – The
Jurisprudence of the European Convention on Human Rights”, s. 177.
500
Thomas A. O’Donnell, “The Margin of AppreciationDoctrine: Standards in the Jurisprudence
of the European Court of Human Rights”, Human Rights Quarterly, s.474-482 (1982), den
naklen, Liao, “The Right to Freedom of Expression and the Protection of Health and Morals – The
Jurisprudence of the European Convention on Human Rights”, s.178.
151
kısıtlamanın orantılı bir şekilde olup olmadığını gözden geçirme fırsatından
mahrum bırakmıştır 501.
Ahlaki değerlerin göreceliği konusunda Avrupa doktrininde farklı görüşler
bulunmaktadır. Bir kısım yazar çok farklı kültürlerin yer aldığı Avrupa’da ortak
bir ahlak anlayışının olmamasını normal karşılarken bazıları ise Sözleşme
organlarının
ortak
bir
eleştirmektedir. Örneğin,
Avrupa
ahlak
anlayışını
yaratmamış
olmasını
Harris ve Merrils ahlakı konusunda bir Avrupa
standardının olmayışının, Akdeniz ve İskandinavya ülkeleri gibi birbirinden çok
farklı ahlaki standartlara sahip ülkelerin oluşturduğu bir grup için kaçınılmaz bir
sonuç olduğunu ve bu konularda Mahkemenin sanki açık bir standart varmış gibi
davranamayacağını ve çok farklı görüşlerin olduğu bir konuda elbette önemli
ölçüde bir takdir alanına yer verilmesi gerektiğini ifade etmişlerdir 502. Ancak van
Dijk ve van Hoof bu konuda farklı fikirler ileri sürmektedir:
Mahkemenin nihai kararına göre belli ki, 'türdeş (homojen) bir Avrupa
ahlak anlayışı' diye bir şey yoktur. Bu ifade doğru olsa bile, kafalarda,
Sözleşmede durmadan 'moral (ahlak kuralları)' terimi geçtiğine göre, o halde
Mahkemenin kendi teamülüne uygun şekilde böyle bir 'Avrupa anlayışı' geliştirme
inisiyatifi olup olmadığı sorusu takılmaktadır. Bu terim her iki davada da bu
konuda ulusal anlayışa atıfta bulunarak yorumlandığına göre, bu konuda Sözleşme
gibi uluslararası bir sistemle uzlaşmanın uzun vadede mümkün olmadığı
görülmektedir 503.
Gerçekten de Mahkeme, her zaman ulusal anlayışlara dayanarak karar
veremez. Handyside davasında Mahkeme, ahlakın korunması alanında ulusal
otoritelerin, diğer konulara göre daha fazla takdir yetkisine sahip olduklarını
göstermeye çalışmıştır. Ahlaki anlayışlar, Sözleşmeye üye bir Devletten diğerine
değişiklik gösterdiği gibi, aynı Devlet içinde bir yerden diğerine de farklılık arz
etmektedir. 10. Maddenin ikinci fıkrasında sıralanan diğer gayelere göre de durum
Avrupa Konseyine üye bir ülkeden diğerine değişiklik göstermektedir; fakat bu
501
Liao, “The Right to Freedom of Expression and the Protection of Health and Morals – The
Jurisprudence of the European Convention on Human Rights”, s. 178.
502
Harris D.J, “Decisions on the European Convention on Human Rights During 1975-1976”,
British Yearbook of International Law, (1976-77) s. 373.384 ; J.G Merrills, The Development of
International Law by the European Court of Human Rights (Manchester: Manchester University
Press, 1993), s.162-3.
503
P Van Dijk, and. van Hoof, G.J.H, Theory and Practice of the European Convention on Human
Rights, (London; Kluwer Law Publisher, 1990), s.435.
152
durumlarda Mahkeme, bazen bir Avrupa standardı oluşturmaya çalışmıştır.
Mahkeme diğer alanlarda bir 'Avrupa standardı' oluşturmaya çalıştıysa, ahlak
konusunda da bir Avrupa anlayışı oluşturmaya çalışmalıdır. Mahkemenin bu
konuda bir çabası olmaksızın, bir Avrupa ahlak anlayışı hiç bir zaman
olamayacaktır. Uluslararası bir insan hakları yargı organı olarak kurulmuş olan
Mahkemenin, her zaman ulusal standartları izlemesi mümkün değildir 504.
Genel olarak ahlaki normlarda bir konsensüs olmamasına rağmen, söz
konusu kitapla alakalı bir konsensüs bulunmaktaydı. O halde, bu davada göreceli
olan ahlaki anlayış asıl mesele değildir. Hakim Mosler'in de ayrı gerekçesinde
belirttiği gibi, İngiltere ve Galler dışında gerekli görülmeyen bir tedbirin, neden
Londra'da gerekli görüldüğünü anlamak oldukça zordur 505. Mahkeme aslında,
ifade özgürlüğünün korunmasında sadece asgari bir ortak değerin olmasını yeterli
görmektedir. Hatta bundan da öte Mahkeme, her devletin kendi standartlarını
belirlemesine açık kapı bırakmaktadır. İfade özgürlüğü ve bilgiye ulaşma
özgürlüğü ülke sınırlarına bakılmaksızın korunacaksa, Sözleşmeye üye diğer
birçok ülkede dolaşan bir kitabın, İngiltere'de de elde edilebilir olması
gerekmektedir 506.
Kısıtlamanın konulması için gösterilen gerekçelerin ölçülü ve yeterli
olduğu konusu da kuşkuludur. Mahkeme, davalının düşük bir satış ücreti koyması
ve yayının geniş bir okuyucu kitlesine ulaşması niyetinin oluşuna dikkat
çekmektedir. Ancak, Mahkeme bu iki faktöre neden bu kadar önem atfettiğini
açıklamamıştır.
Dolaşımın
genişletilmesi
ve
satış
fiyatının,
kitabın
yasaklanmasının gerekli olup olmaması ile pek bir alakası yok gibidir. Bu iki satış
metodu ile kitap çocukların eline çok daha kolay geçebilecekse de, asıl mesele
yine de bu kitabın gerçekten müstehcen olup olmadığıdır. Mahkeme, alınan farklı
kararları karşılaştırmanın kendi görevi olmadığını söylerken, aslında asıl zor
sorudan bilerek kaçtığı izlenimi uyandırmaktadır. Schoolbook'un ilk baskısının ve
benzer içeriğe sahip diğer yayınların neredeyse %90'ının herhangi bir yasal takibe
uğramadığı gerçeği göz önünde bulundurulursa, bu davadaki müdahaleyi haklı
504
Liao, “The Right to Freedom of Expression and the Protection of Health and Morals – The
Jurisprudence of the European Convention on Human Rights”, s.180.
505
Handyside/Birleşik Krallık, Separate opinion of Judge Mosler.
506
Liao, “The Right to Freedom of Expression and the Protection of Health and Morals – The
Jurisprudence of the European Convention on Human Rights”, s.180.
153
gösterecek yeterli gerekçe olmadığı görülmektedir 507.
Handyside davasından önce henüz Komisyon aşamasında reddedilen iki
davada da Komisyon, takdir alanına atıfta bulunarak, davalı hükümetlerin ifade
özgürlüğü üzerine uyguladıkları kısıtlamanın, demokratik bir toplumda gerekli
olduğuna karar vermiştir. X. ve Z.'nin Federal Alman Cumhuriyetine karşı
açtıkları dava, yedi çizgi resmin gençleri aşırı tahrik edeceği ve ergenlik
dönemindeki kişilerin cinsel arzularını yanlış yola sevk ederek kötü bir şekilde
yönlendireceği için gençleri doğru yoldan saptırmaktan dolayı açıkça sorumlu
bulduğu 'Das Journal Capriccio' adlı yayının dağıtımı ile ilgilidir 508. Birinci
başvuran bu derginin dağıtımından dolayı ceza almıştır.
İfade özgürlüğünün ihlal edildiği gerekçesi ile Komisyona başvurulması
üzerine Komisyon yapılan sınırlamanın 10. maddenin ikinci fıkrasındaki gençlerin
ahlakını korumak için yapıldığı ve bu nedenle 10. maddenin ihlal edilmediğine
karar vermiştir. Bu kararını verirken Komisyon, ilgili Alman Ceza Kanunu
hükümlerinin hiç bir şekilde takdir alanını aşmadığına ve konulan sınırlamaların
genç insanların ahlaklarını korumak için gerekli olduğuna hükmetmiştir 509. Ceza
Kanunu Hükümlerinin uygulanması ile ilgili olarak Komisyon, Alman ulusal
mahkemelerinin bu hükümleri Sözleşmeye zıt bir şekilde uygulamadıklarına karar
vermiştir. Buna dayanarak Komisyon, dava konusu olan yayının asıl içeriğinin
incelenmesinin gerekli olmadığına karar vermiştir.
Komisyon aşamasında reddedilen bir diğer davada X, Y ve Z’nin Belçika
aleyhine açtıkları davadır. X, Y ve Z/Belçika davasında 510, üç başvuran bir dernek
kurmuşlar ve üyeleri arasında süreli bir yayını dolaştırmışlardır. Bunlar ahlaksız
yayın veya resim dağıtmak ve kamu ahlakına hakaret etmekten ceza
yemişlerdir 511. Bu yayınlara izin verilip verilemeyeceğine karar verirken
Komisyon, Sözleşmenin getirdiği koruma mekanizmasının, ulusal sistemlerin
altında olduğunu hatırlatmıştır. Komisyon bundan sonra Belçika mahkemesinin
507
ibid, s.181.
X ve Z/Federal Almanya Cumhuriyeti, başvuru no. 6782/74 ve 6784/74 ; Koering Renee,
Joulin, “Public Moral”, s. 88-89.
509
Liao, “The Right to Freedom of Expression and the Protection of Healthy and Morals – The
Jurisprudence of the European Convention on Human Rights”, s.170.
510
X, Y ve Z/Belçika, başvuru no, 6782/74 ve 6783/74, 1 Mart 1977, den naklen Liao, “The Right
to Freedom of Expression and the Protection of Health and Morals – The Jurisprudence of the
European Convention on Human Rights”, s.170-171.
511
ibid, s. 171.
508
154
dava konusu yayınları ayrıntılı bir şekilde incelemiş olduğunu görmüş ve Belçika
mahkemesinin verdiği kararı desteklemiştir.
Her iki olayda da Komisyon’un yaklaşımını kabul etmek mümkün
değildir. Komisyon Hükümetler lehine karar verirken hiç bir gerekçe
göstermemiştir. X ve Z’nin Federal Almanya Cumhuriyetine karşı açtıkları
davada sadece 'genel delil'e atıfta bulunmuş, fakat yayının asıl içeriğini
incelememiştir. X, Y ve Z’nin Belçika aleyhine açtıkları davada ise Komisyon
sadece Belçika mahkemesinin görüşünü desteklediğini belirtmiş, ancak yayınlar
hakkında, özellikle de bu yayınların neden gençler tarafından okunmaması
gerektiği konusunda kendi görüşünü belirtmemiştir. Komisyonun yorumundan,
Alman mahkemelerinin kendi haklarını 10. Maddenin ikinci fıkrasına ters bir
şekilde kullanmış olup olmadıklarını söylemek zordur. Davalı dernek tarafından
basılan dergi hakkındaki görüşlerini ayrıntılı bir şekilde belirtmediğinden,
Komisyon ulusal mahkemeleri desteklemede yeterli gerekçelere sahip değildir. Bu
kararların gerçek nedeni, bu davaların Sözleşmenin hukuk yaşamının yeni
başladığı, Komisyonun üye ülkelerin Sözleşmeyi ihlal ettiklerine dair hüküm
vermekten çekindiği ilk döneme rastlaması olabilir 512.
b- Müstehcen Resimlerin Toplatılması
Birinci bölümde incelendiği gibi ifade yalnızca yazılı ve sözlü
kelimelerden oluşmak zorunda değildir. Düşünceler aynı zamanda bir sanat formu
şeklinde de ifade edilebilir. Dans, resim, heykel, oyma ve her hangi bir müzik
formunda da kişiler düşüncelerini ifade edebilirler. Örneğin, bir spor faaliyetinin
kazanılmasından sonra o ülkenin ulusal marşının söylenilmesinde olduğu gibi.
Aynı bunun gibi düşünceler resim sanatı ile de ifade edilebilir. Amerikan Yüksek
Mahkemesi’nin bir kararında dansın da bir ifade şekli olduğu konusunda oldukça
çarpıcı şekilde şu ifadelere yer verilmiştir 513:
‘Dans duyguların veya fikirlerin iletişimidir. Dansın aşikar olan iletişim
gücü, vücudu ile yazan.... yazılı ifadenin paragraflarla anlatacağı şeyleri ifade
eden dansçı tarafından gösterilir.’
Müziğin dil ve kültürel engelleri aşan bir ifade gücüne sahip olduğunu
512
Liao, “The Right to Freedom of Expression and the Protection of Health and Morals – The
Jurisprudence of the European Convention on Human Rights”, s. 173.
513
Miller/Civil City of South Bend, 1990, s.1085-86, den naklen, Trager, Dickersen, Freedom of
Expression in the 21 st Century, s. 23.
155
belirten Amerikan Yüksek Mahkemesi’nin bir kararında ise müziğin bir ifade
şekli oluşu ile ilgili şu ifadeler yer almaktadır 514:
‘Müzik bir ifade ve iletişim şeklidir. İnsan ifadesinin en eski formlarından
biridir. Eflatun’un Devlet’indeki söylevlerinden zamanımıza kadar totaliter
devlete kadar, liderler müziğin insanın aklına ve duygularına hitap etme
kapasitesinin farkında olmuşlardır ve devletin çıkarlarına hizmet etmesi için onu
sansürlemişlerdir’
Ancak resim, heykel, müzik gibi sanat formları bazen öyle tepkiler
doğurur ki açıkça sergilenmelerine yönelik yasaklamalar gündeme gelebilir.
Bundan dolayı her hangi bir sanat formu ile dile getirilen bir düşünce ahlakı
korumak
için
sınırlandırılabilir.
Birazdan
incelenecek
olan
Müller
ve
Diğerleri/İsviçre davasında İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi müstehcen
oldukları iddia edilen resimlerin toplatılmasını Sözleşmenin 10. maddesinin ikinci
fıkrasında belirtilen sınırlama nedenleri arasında yer olan ahlakı koruma nedenine
dayandırmış ve yapılan müdahaleyi 10. maddeye uygun bulmuştur.
Sanatsal ifade ile ilgili olarak Mahkemenin önüne gelen ilk ve tek dava
Müller ve Diğerleri davasıdır 515. Ahlakın korunması ile resim sanatı arasındaki
ilişkiyi incelediği ilk davada olaylar şu şekilde gelişmiştir.
Birinci başvuran Josef Felix Müller, 1981’den beri gerek özel resim
galerilerinde gerek müzelerde hem kendinin yaptığı hem de başka ressamlar
tarafından yapılan resimleri, İsviçre’de ve diğer yerlerde sergilemektedir. Yaptığı
resimler tarafından bay Müller pek çok ödül almış ve aynı zamanda resimleri pek
çok müze tarafından da satın alınmıştır 516.
1981 yılında, diğer dokuz davacı, Fribourg Kantonu’nun İsviçre
Konfederasyonu’na katılışının 500. yıl kutlamaları için ‘Fri-Art 81’ adlı bir resim
sergisi düzenlemişlerdir. Organizatörler pek çok ressamı davet etmişler ve her
ressama kendilerinin seçeceği başka bir ressamı davet etme konusunda da izin
vermişlerdir. Sergiye başka bir ressam tarafından davet edilen ilk başvuran bay
Müller ‘Üç Gece, Üç Resim’ adlı üç büyük boy resim ile sergiye katılmıştır. Sergi
açılmadan önce basında serginin ilanı yapılmış ve sergi ile ilgili posterler
514
Ward/Rock Againt Racism, 1989, s.790, den naklen, Trager, Dickersen, Freedom of Expression
in the 21 st Century, s.23.
515
Müller ve Diğerleri/İsviçre, 24 Mayıs 1988 ; Conor Gearty, ‘Citizenship and Freedom of
Expression’ Rights of Citizenship, ed. Robert Blackburn, (New York: 1993), s.278.
516
Müller ve Diğerleri/İsviçre, paragraf. 9.
156
dağıtılmıştır. Bu ilanlar sırasında serginin herkese açık olduğu ve herhangi bir
ücret alınmayacağı bildirilmiştir.
Bay Müller tarafından yapılan bu büyük boy resimlerin şu şekilde
betimlenmesi mümkündür. Bu resimler göze çarpacak şekilde yalnızca bir kısım
cinsel ilişkileri resmetmekle kalmıyor aynı zamanda bir kısım oğlancılık imajları,
erkekler arasında oral seks ilişkileri, hayvanlarla cinsel ilişki, ereksiyon halindeki
erkek cinsel organları ve masdirbasyon tasvirlerini resmediyordu. Resimlerle ilgili
daha da detaylı bilgi verilirse, resimlerden biri ereksiyon halindeki sekiz erkek
resminden başka bir şey içermiyordu. Resmi yapılan adamların hepsi çırılçıplaktı.
Onlardan biri ise diğer iki adamla ve bir hayvanla seks yaparken resmediliyordu.
O kişi diz üstü oturuyordu ve yalnızcı bir hayvanla cinsel ilişkiye girmekle
kalmıyor başka bir hayvanın ağzına ereksiyon halindeki cinsel organını
veriyordu 517.
Resmi açılış günü olan 4 Eylül 1981 günü genç bir kızın resimlere şiddetli
bir şekilde tepki verdiği ve bir başka ziyaretçinin de resimlerden birini yere
fırlattığı, çiğnediği ve parçaladığı bilgisi üzerine, Fribour Kanton Savcısı
soruşturma hakimine Ceza Kanunu’nun 204. maddesinde düzenlenen müstehcen
yayınları yasaklayan hükme muhalefetten dolayı suç duyurusunda bulunur. Savcı
ayrıca bu üç resimden birinin din özgürlüğünü de ihlal ettiği kanaatindedir. 4
Eylül günü soruşturma hakimi kendi elemanları ve polis memurları ile birlikte
sergiye gidip tartışma konusu resimlere el koyarak onları sergiden kaldırır.
Yapılan soruşturma sonucunda 24 Şubat 1982 tarihinde bay Müller ve diğer
dokuz davacı müstehcen yayın yayınlamaktan dolayı suçlu bulunmuş ve 300
İsviçre Frankı para cezasına çaptırılmışlardır. Resimlerin güvenliğini sağlamak
amacıyla, Fribourg Kantonu Sanat ve Tarih Müzesine, davacı geri almak için
başvurana kadar altı yıl boyunca depolanması yolunda emir verilmiştir 518.
Müller kararı ile ilgili olarak İnsan Hakları Mahkemesinin kararını
incelemeye
başlamadan
önce
İsviçre
Mahkemelerinin
olayla
ilgili
değerlendirmelerinden bahsetmek yerinde olacaktır. Konuyla ilgili olarak,
Fribourg Kantonu Yargıtayı, İsviçre Ceza Kanunu’nun 204. maddesinin, ‘güzel
sanatlar alanında bile, genel ahlakı koruma’ amacı güttüğünü ve sözkonusu
517
518
ibid, paragraf. 10, 11, 17.
ibid, paragraf, 12,13.
157
tabloların sanatsal bir kaygı taşıyıp taşımadıklarını araştırma zorunda olmadığını
zira niyetin başka şey, gerçekleşenin ise başka şey olduğu kanısındadır. Yargıtay,
Müller’in tablolarının iğrenme duygusu uyandırdığını da açıkça belirtmektedir 519.
Federal Mahkeme ise başvurucuların bozma istemini reddederken
gösterdiği gerekçede ‘eserin müstehcenliğine karar verirken hakimin objenin ya
da eserin uyandırdığı izlenimin bir bütün olarak normal hassasiyette bir
vatandaşın ahlaki değerlerini yaralayıp
yaralamayacağına bakmak zorunda’
olduğunu belirtmiş ve ‘bununla birlikte sanatçının cinsel içerikli konuları onlara
estetik bir nitelik vererek ortaya koyduğu eserin müstehcen olmadığını’
eklemiştir. Daha ilginci ise Federal Mahkemenin eserin müstehcenliğini belirleme
konusunda bilirkişi incelemesinin gerekli olmadığını, bunun eserin geleceğinin
belirlenmesi konusunda önemli olabileceğini belirtmiştir. Bundan anlaşılacağı
üzere, hakim ‘normal hassasiyette bir vatandaş’ olarak eserin ahlaki değerleri
üzerinde yarattığı etkiyi değerlendirmekte ve bunun sonucunda eserin
müstehcenliği hakkında bir karara varmaktadır. Başka bir deyişle eserin sanatsal
değerinin veya vermek istediği mesajın herhangi bir önemi yoktur. Bu durumda
Yamaner’in tabiriyle sanatçıların ‘sanatsever’ bir hakime düşmeyi beklemekten
başka bir çaresi yoktur 520.
Bunun üzerine başvurucular 22 Temmuz 1983 tarihinde gerek para
cezasına çaptırılmalarının gerek resimlere el konulmasının Sözleşmenin 10.
maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünü ihlal ettiği gerekçesi ile
Komisyon’a başvurmuşlardır. Komisyon üç’e karşı on bir oyla başvurunun kabul
edilebilirliğine karar vermiştir.
Komisyon’un kabul edilebilirlik kararı vermesi üzerine Mahkeme, davayı
davacıların para cezasına çaptırılmasını ve resimlere elkonulmasını kapsayacak
şekilde iki bölümde ele almıştır. Mahkeme incelemesinde, ifade özgürlüğüne
kamu makamları tarafından müdahale edildiğine ve bunun genel ahlakın ve
başkalarının haklarının korunması için gerekli olduğu yönünde karar verdikten
sonra başvurucular tarafından yapılan kanuni dayanaktan yoksunluk itirazını
reddetmiştir. Mahkemeye göre, başvurucuların iddia ettikleri gibi ‘müstehcenlik’
kavramı çok muğlak değildir. Mahkeme bu konuda özellikle Federal Mahkemenin
519
ibid, paragraf. 16.
Yamaner, Uluslararası Hukukta
Sınırlandırılması Sorunu, s.122.
520
Düşünceyi
Açıklama
ve
Yayma
Özgürlüğünün
158
yerleşik içtihadına atıfta bulunmuş ve İsviçre Ceza Kanunu’nun 204. maddesinin
kanunla öngörülme kriterine uyduğunu belirlemiştir. Daha sonra ise yapılan
müdahalenin demokratik toplum için gerekli olup olmadığı konusunu incelemiştir.
Mahkumiyetle ile ilgili olarak Mahkeme öncelikle, resimlerin özellikleri
ve serginin kamuya hitap eden niteliği üzerinde yoğunlaşmıştır. Mahkeme
resimlerin özellikle erkekler ve hayvanlar arasında sapık cinsel ilişkileri çok kaba
bir şekilde 521 resmettiğine ve bu resimlerin, kişilerin tabii olarak taşıdıkları,
ahlaka uygun cinsel duygu ve hassasiyetlerini ağır bir şekilde zedeledikleri
hükmüne varmıştır. İkinci olarak Mahkeme, sıradan halkın sergiye girmesinin ve
resimleri görmesinin bedava ve serbest olduğuna dikkat çekmiştir. Cinsel ahlak
anlayışının son yıllarda değiştiğini kabul etmesine rağmen Mahkeme, takdir
alanına dayanmış ve ahlakı korumak için İsviçre Mahkemelerinin davacılara,
müstehcen malzeme yayınlamaktan dolayı ceza verme yetkisinin olduğuna karar
vermiştir 522.
Davacılar, resim sergisinin halk kesiminden herhangi bir protestoya sebep
olmadığını, tersine medyanın kendi yanlarında olduğunu iddia etmişlerdir.
Mahkeme, davacının çalışmalarını, hem bu sergiden önce, hem de sonra,
İsviçre'nin diğer bölgelerinde ve yurtdışında, benzer tarzda sergilediğini kabul
etmiştir. Bununla birlikte Mahkeme, bu serginin, hiç bir şekilde, gerçek bir sosyal
ihtiyacı karşılamadığına 523 hükmetmiştir.
Yargılamanın diğer tarafında, kullanımının, genel kamu yararı için
tehlikeli ve yasadışı olduğu yasal olarak bildirilen eşyanın müsaderesine izin
verilmesinin, Sözleşmeye üye Devletlerde ortak bir kanun prensibi olduğu ileri
sürülmüştür 524. Mahkeme, ilk müsaderenin mutlak olmadığına, belirsiz bir süre
içinde yeniden başvurulması için açık kapı bırakıldığına 525 karar vermiştir. O
halde, davacının, müsaderenin kaldırılması veya değiştirilmesi talebiyle başvurma
hakkı açık bırakılmıştır. Mahkeme, yine takdir alanına atıfta bulunarak, İsviçre
mahkemelerinin daha geniş bir takdir yetkisine sahip olduğunu belirtmiştir. Buna
göre Mahkeme, konulan tedbirlerin Sözleşmenin 10. maddesini ihlal etmediğine
karar vermiştir.
521
Müller ve Diğerleri/İsviçre, paragraf, 36.
ibid, paragraf, 36.
523
ibid, paragraf. 36.
524
ibid, paragaraf 42.
525
ibid, paragraf 43.
522
159
Ancak Mahkemenin bu kararı eleştiriye oldukça açık görünmektedir.
Komisyon raporunda açıklandığı gibi, resimlere el konulması ile Müller
resimlerinin kullanma hakkından bütünüyle mahrum kalmıştır. Oysa taraf devlet
ulaşmak istediği amaca daha hafif önlemlerle de ulaşabilirdi. İsviçre mahkemeleri,
resimlerin bir daha sergilenmesinin yasaklanması veya önceden bir izin alma
gerekliliği ya da sergiye giriş iznini belli yaş haddi ile belirlenmesi
526
gibi, İsviçre
ahlak kurallarını korumaya yeterli olabilecek başka tedbirler öngörebilirdi. Bu
şekilde daha az ağır kısıtlamaların olduğu görülünce, İsviçre mahkemelerinin
yaptığı seçimin ölçülü olduğunu söylemek zor olmaktadır 527.
Mahkemenin bu yaklaşım tarzından sanatsal ifade için politik ifadeden
daha az bir koruma öngördüğü söylenebilir. Oysa en az politik ifade kadar
sanatsal ifade de müstehcenlik içerse de koruma görmelidir. Çünkü sanatsal ve
bilimsel çalışmaları müstehcen olarak değerlendirmek mümkün değildir. Nitekim,
müstehcenliği ifade özgürlüğünün sınırı olarak kabul eden İtalyan Ceza
Kanununun 529. maddesi açık bir şekilde “bilim ve sanat eserleri müstehcen
olarak düşünülemez” hükmüne yer vermiştir. Bu ifade ise, bilim ve sanat
konularındaki yaratmaların mutlak bir hak olarak belirdiğini ve müstehcenlik
sınırı ile sınırlandırılamayacağını göstermektedir 528. Bu nedenle Mahkemenin
müstehcen olduğu iddia edilen resimlere bir daha sergilenemeyecek şekilde el
konması kararını 10. maddeye uygun görmesine katılmak mümkün olmamaktadır.
Çünkü, sanat eseri müstehcen olamaz, müstehcen olan ise sanat eseri değildir.
Sanat eseri, güzeli, iyi duyguları, entelektüel bir çabayı, ahlaka ve toplumsal
yarara uygun olanı ortaya koyan, estetik ölçülere ve değerlere uygun bir yaratmayı
ve yapıyı ifade eder. Açık seçik olduğu iddia edilen sanatsal yapıtlar bile belli bir
olgunluğu ve estetik anlayışı ortaya koyar. Dolayısıyla sanat eserinde cinsel
arzuların tahrik, cinsel arzuların tahriki ile bir çıkar sağlanması gibi bir durum ne
objektif ne de sübjektif açıdan sözkonusu olmamaktadır 529.
Mahkeme amacına sergiye girişi belli yaş grupları ile sınırlandırarak da
ulaşabilirdi. Mahkeme bu yaklaşımını müstehcenlik içeren her sanatsal yapıt için
526
ibid, paragraf. 94.
Liao, “The Right To Freedom Of Expression and The Protection Of Health and Morals – The
Jurisprudence of The European Convention On Human Rights, s.186-187.
528
Özek, Türk Basın Hukuku, s.300-301.
529
İbid, s.404.
527
160
kullanacağı düşünülürse çağdaş sanatın sonunun ne olacağını kestirmek güç
olmayacaktır.
David Pannic’in belirttiği gibi, sanatsal ifade özgürlüğü tam olarak
engellenemediği için, eserin içeriği başkalarını rahatsız ettiği düşünülüyorsa bu
durumda müstehcen olduğu iddia edilen sanatsal ifadenin ortaya çıkaracağı
zararlar başka yollarla ortadan kaldırılmaya çalışılmalı, ama bu zararı ortadan
kaldırmak gerekçesiyle sanatsal içerikteki bu ifadeye dokunulmamalıdır 530.
Komisyonun ve Mahkemenin sıklıkla vurguladığı gibi demokratik
toplumun
ilerlemesinin
temelini
oluşturan
ifade
özgürlüğünün
sınırlandırılmasında çok hassas davranmak gerekmektedir. Özellikle bilimsel
araştırma ve sanat özgürlüğü gibi toplumun gelişmesinde önemli bir yeri olan
özgürlüklerin kısıtlanması söz konusu olduğu durumlarda bu hassasiyetin en üst
düzeye çıkarılması gerekmektedir. Aksi taktirde sanatçıların cezalandırılabilme
korkusu ile yeni ürünler ortaya koyabilmeleri mümkün olmayacaktır. Sanatçı,
eserini yaratırken normal hassasiyetteki insanların edep duygularını incitip
incitmeyeceği kaygısını taşımaz. Çağının ilerisinde olan ve toplumda ‘normal
hassasiyete sahip’ kişilerden çok farklı olan sanatçının ifade özgürlüğünün kamu
makamları tarafından müdahaleye uğratılması ancak yaşamsal nedenlerin varlığı
halinde sözkonusu olabilecektir 531.
Mahkeme, sanat eserlerini yapan, canlandıran, yayan veya sergileyen
kişilerin demokratik bir toplumda temel olarak gerekli olan fikir ve düşüncelerin
mübadelesine katkı sağladıklarına dikkat çekmiştir 532. O halde, bu tür kişilerin
ifade özgürlüklerine konulan herhangi bir kısıtlamanın çok dikkatli bir şekilde
incelemesi gerekirdi.
Bu davada aslında, resimlerden sadece birkaç kişi şok olmuşlardır, fakat
genel olarak halk bu resimleri kabullenme taraftarıdır. 'Sanat beni rencide ediyor'
demek, tamamen kişisel tercihlerle ilgili bir şey söylemektir, sanatın yetersizliği
530
David Pannick, “Article 10 of the European Convention on Human Rights”, Pressing Problems
in the Law, ed. P. Birks, vol. 1, (Oxford: Clarendon Press, 1995), s.120 ; David Pannick, “Article
10 of the European Convention on Human Rights”, King’s College Law Journal, (1993-1994), s.
44-49.
531
Yamaner, Uluslararası Hukukta Düşünceyi Açıklama ve Yayma Özgürlüğünün
Sınırlandırılması Sorunu,s.125.
532
Müller ve Diğerleri/İsivçre, paragraf 33.
161
veya kusuru ile alakalı bir şey söylemek değildir 533. Resimlere el konulmasının
sebepleri tam olarak ikna edici değildir. Çünkü sergi olduğu sırada İsviçre
halkının genelinin ya da serginin olduğu bölgedeki halkın ahlaki görüşleri, bu
resimleri müstehcen veya iğrenç olarak saymamaktaydı. Dava muhakemesi,
İsviçre'nin küçük bir yerleşim yerindeki standartların uygulanmasının, ülke
genelinde bir etkisi varmış izlenimi uyandırmaktadır 534. Resimlerin İsviçre'nin
başka bir yerinde veya Avrupa'nın başka bir ülkesinde sergilenmiş olabileceği
gerçeği göz önüne alınınca, Mahkemenin yasaklamayı onaylamasını kabul etmek
zor olmaktadır. Bundan dolayı davacının mahkumiyeti, demokratik bir toplumda,
ahlakı korumak için gerekli görünmemektedir 535.
c- Ulusal Sınırların Dışına Gönderilen Dergiler
Yayınlar bir devlet içinde dolaşabilir ve başka ülkelere de posta yoluyla
gönderilebilir. Komisyonun kararlarına göre, başka ülkelerden gönderilen
müstehcen yayınlar, demokratik bir ülkede, ahlakı korumak için yasaklanabilir. X.
şirketinin Birleşik Krallık aleyhine açtığı davada 536 başvuran şirketin çok sayıda
dergisine el konulmuştur. İngiltere'de bazı sayıları daha önce hiçbir müsadereye
veya benzer bir tedbire maruz kalmadan satılmasına rağmen, dergilere el
konulması emredilmiş ve ayrıca ceza verilmiştir. El konulan dergiler, müsadere
sırasında, sadece İngiltere ve Galler'deki okuyuculara değil, aynı zamanda,
Avrupa, Afrika ve ABD'deki okuyucularına ulaşmak üzere sevke hazır
beklemekteydi. Dış ülkelere gitmeyi bekleyen dergilerin sayısı, İngiltere için
basılandan çok daha fazlaydı 537.
Komisyon, bu dava ile ilgili olarak verdiği kararda müstehcen yayınlar
hakkındaki ahlaki değerlerin ülkeden ülkeye büyük ölçüde değişiklik gösterdiğine
dikkat çekmiştir. Böylece Komisyon, bu tür malzemelerin kısıtlanmasının
533
Paul Kearns, The Legal Concept of Art, (Oxford: Hart Publishing, 1998), s.177, den naklen,
Liao, “The Right To Freedom Of Expression and The Protection Of Health and Morals – The
Jurisprudence of The European Convention On Human Rights, s.187.
534
Colin Worbrick, “ ‘Federalizm’ and Free Speech - Accommodating Community Standards: The
American Constitution and The European Convention on Human Rights”, Importing the First
Amendment, Freedom of Speech and Expression in Britain, Europe and The USA, der. Loveland
Ian , (Oxford: Hart Publishing 1998), s.187.
535
Liao, “The Right To Freedom Of Expression and The Protection Of Health and Morals – The
Jurisprudence of The European Convention On Human Rights, s.188.
536
X/Birleşik Krallık, başvuru no. 9615/81, 5 Mart 1983 den naklen, Liao, “The Right To
Freedom Of Expression and The Protection Of Health and Morals – The Jurisprudence of The
European Convention On Human Rights, s.182.
537
ibid, s.182.
162
prensipte, muhtemel okuyucu kitlesinin ahlaki değerlerine göre karar verilmesi
gerektiğine hükmetmiştir. Komisyon, yayının ana hedefi ne olursa olsun, asıl
yayınlama fiilinin kendisinin İngiltere'de ahlaken ve yasal olarak kabul edilemez
olduğuna karar vermiştir. Komisyon ayrıca, incelemeye konu olan yayınların, 'ağır
pornografi' olarak belirlenen kategoriye dahil olduğuna ve yurt dışındaki
muhtemel okuyucuların ahlak standartlarına dair herhangi bir delile gerek
kalmayacak kadar açık bir şekilde de müstehcen olduklarına karar vermiştir.
Komisyonun görüşüne göre İngiltere'nin, kendi ahlak standartlarını koruma
konusunda bir hakkı ve çıkarı vardır, dolayısıyla ülkesini bu konuda bir ihraç
merkezi olmaya karşı da koruyabilme insiyatifine sahiptir. Böylece Komisyon,
şikayete konu olan tedbirin demokratik bir ülkede, ahlaki kuralları korumak için
gerekli olduğuna hükmetmiştir 538.
X.'in Birleşik Krallık aleyhine açtığı davada 539 posta yoluyla, pornografik
dergi içeren iki paket, Danimarka'dan Londra'daki başvuranın adresine
gönderilmiştir. Bundan dolayı başvuran hakkında bir soruşturma başlatılmıştır.
Ancak, dergileri sipariş ettiğini inkar ettiğinden dolayı, kendisine karşı herhangi
bir dava açılmamış, ama polis paketlere el koymuştur 540.
Bu dava ile ilgili olarak Komisyon, müdahalenin ahlakı korumak için
gerekli olduğuna karar vermek için, derginin içeriğine ve bir 'Avrupa
konsensusuna' atıfta bulunmuştur. Mahkeme, dergilerin, yetişkin insanların,
ergenlik çağına gelmiş gençlerle, homoseksüel tarzda ilişki kurduklarını gösteren
resimler içerdiğine ve okuyucuların da bunlara benzer fotoğraflarını göndermeye
davet ettiğini 541 ortaya koymuştur. Buradan Komisyonun, dergi hakkında sadece
müstehcen olmakla kalmayıp aynı zamanda yoldan çıkarıcı işlerin propagandasını
da yaptığı görüşünde olduğu sonucu da çıkarılabilir 542.
Bu kararlar, Sözleşmeye taraf Devletlerden birinde yayınlanmasına izin
verilen bir yayının, Sözleşmeye üye diğer ülkelerde de okunmasına izin
verilebileceği anlamına gelmediğini göstermektedir. Burada Komisyonun bir
538
ibid, s. 182.
X/Birleşik Krallık başvuru no. 7308/75, karar tarihi 12 october 1978, den naklen Liao, “The
Right To Freedom Of Expression and The Protection Of Health and Morals – The Jurisprudence
of The European Convention On Human Rights, s.181.
540
ibid, s.182.
541
ibid, s.182.
542
ibid, s. 182.
539
163
yandan, müstehcen yayınları yasaklayan İngiliz yasalarının benzerlerinin
Sözleşmeye taraf Devletlerin çoğunda da olduğunu belirtirken, diğer yandan da,
müstehcen yayınlarla ilgili ahlak standartlarının ve yasal düzenlemelerin, bir
ülkeden diğerine büyük farklılık arz ettiğini ifade ettiğine dikkat edilmelidir 543. Bu
görüşler, müstehcen yayınların önlenmesi konusunda bir Avrupa konsensüsünün
varolduğunu işaret etmektedir, fakat yasaklamanın ne boyuta kadar olacağı
konusu ulusal otoritelerin insiyatifine bırakılmıştır. Bu tür bir yaklaşım, ifade
özgürlüğü ile müstehcen yayınları önleyerek ahlakın korunması arasındaki sınırın
nerede olduğunu tam olarak açıklamamaktadır 544. Her milletin kendi ahlak
standartlarını korumak zorunda olduğu elbette açık bir olgudur; yani müstehcen
yayınlar hakkında daha özgürlükçü davranan bir devlet varsa, diğer devletler de
bu standardı izleyecek diye bir şart elbette yoktur. Ancak, müstehcen içeriği dahi
olsa, dergilerin Sözleşmeye üye başka ülkelere gönderilip gönderilemeyeceği
konusu bir Avrupa standardına göre karara bağlanmalıdır. Çünkü 10. maddede
ifade özgürlüğünün 'ülkelerarası sınırlara bakılmaksızın' korunması zorunlu
kılınmaktadır. Yeni Mahkemenin, Sözleşmeye üye Devletler için bir ölçüt
oluşturabilmesi ümit edilmektedir 545.
Yukarıda incelemiş olduğumuz kararlardan da anlaşıldığı gibi müstehcen
yayınlarla ilgili olarak Strazburg organları, özellikle genç insanların söz konusu
olduğu durumlarda, hükümet yanlısı kararlar verme eğilimindedirler. Farklı
şekillerde yapılan -kitaplar, dergiler, resimler ve video filmleri dahil- veya
yabancı ülkelere satılan veya yabancı ülkelerden satın alınan müstehcen
yayınların, demokratik bir toplumda, ahlakı korumak amacıyla kısıtlanabileceği
görülmektedir.
2- Kürtaj Bilgisi Vermenin Yasaklanması
Ahlakı korumak amacıyla İnsan Hakları Mahkemesinin önüne gelen
davalardan bir diğeri de Open Door And Dublin Well Women ve Diğerleri/İrlanda
davasıdır 546. Bu davanın ana konusu, demokratik bir toplumda ahlakın korunması
için, kürtaj bilgisi sağlamanın yasaklanmasının gerekli olup olmadığıdır.
Mahkeme bu kararda başvurucuların hamile kadınlara Birleşik Krallıktaki kürtaj
543
ibid, s.183.
ibid, s.183.
545
ibid, s. 183.
546
Open Door and Dublin Well Women/İrlanda, 29 Ekim 1992.
544
164
klinikleriyle nasıl iletişim kurabilecekleri, bu kliniklerin isimleri ya da
bulundukları yerler konusunda bilgi vermelerini yasaklayan tedbir kararı
nedeniyle maruz kaldıkları kısıtlamaları ele almıştır.
İki şirket, Open Door Danışmanlık Ltd ve Dublin Sağlıklı Kadınlar Ltd.
hamile kadınlara danışmanlık yapmaktaydılar. Bonnie Maher ve Ann Downes,
Dublin Sağlıklı Kadınlar için eğitimli danışman olarak görev yapmaktaydı; ve
1950 doğumlu Bayan X ile 1970 doğumlu Maeve Geraghty, çocuk doğuracak
yaşta kadınlar olarak Dublin Sağlıklı Kadınlar’a katılmışlardır. İrlanda'da kürtaj
yasak olduğundan, davacı şirketler, hamile kadınlara kürtaj olabilmeleri için yurt
dışına gitmeleri yönünde rehberlik yapmaktaydılar. Bu şirketler kürtaj bilgisi
yanında evlilik, aile planlaması, dölleme ve kadın sağlığı ile ilgili her konuda da
danışmanlık yapmaktaydı. Davacı şirketler bu hizmetleri sunarken her hangi bir
kar amacı gütmemekteydiler 547.
İrlanda'da, Doğmamış Çocukları Koruma Derneği (S.P.U.C), davacı
şirketlerin hamile kadınlara yurt dışındaki kürtaj olanakları konusunda bilgi
vermesinin, doğmamış çocukların yaşama hakkını güvence altına alan İrlanda
Anayasası’nın 40.3.3
Maddesine göre yasadışı olduğunu belirten bir bildiri
yayınlamıştır. Dernek aynı zamanda davalıların bu tür faaliyet yapmalarını
engelleyecek bir emir
çıkarttırmıştır.
Daha sonra, derneğin istemi üzerine
başsavcı başvurucu şirketlere karşı dava açmış; Yüksek Mahkeme de ceninin
imhası konusunda gayri resmi danışmanlık hizmeti vermenin, ceninin yaşama
hakkını açıkça koruma altına almış olan İrlanda Anayasası’na aykırı olduğu
sonucuna varmıştır 548. Mahkeme bir tedbir kararı yayınlayarak şirketlere, onların
çalışanlarına ve acentelerine yasak getirmiştir. Bu bildiri ile Mahkeme, seyahat
ayarlamaları yaparak; ya da belli klinik, ya da kliniklerin kimliği, yerleşimi, nasıl
iletişim kurulacağı konusunda kadınları bilgilendirerek; ya da başka şekilde,
hükümranlık alanı içerisindeki kadınlara bir klinik tarafından kürtaj yapılması için
yurt dışına gitmelerine yardım edilmesini yasakladı 549.
Bunun üzerine başvurucular 19 Ağustos ve 22 Eylül tarihlerinde
Sözleşmenin 10. maddesine aykırı olarak bilgi alma verme imkanlarının
ellerinden alındığı gerekçesi ile Komisyona başvururlar. Dört kadın da onlarla
547
ibid, paragraf. 9.
ibid, paragraf. 11-16.
549
ibid, paragraf. 53.
548
165
birlikte bireysel olarak başvuruya katılmışlardı. Bunlardan ikisi getirilen yasaktan
doğrudan etkilenmiş mağdurlardı. İkisi ise olası mağdur durumundaydı.
Komisyon beş’e karşı sekiz oyla Sözleşmenin 10. maddesinin de güvence altına
alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verir 550.
Mahkeme önündeki savunmasında İrlanda Hükümeti, müdahalenin
başkalarının hakkını koruma,
ahlakı koruma
ve suç işlenmesini engelleme
amacıyla yapıldığı için haklı olduğunu ileri sürmüştü. Mahkeme, ilk
incelemesinde, başvurucuların Sözleşmenin 10.maddesi ile güvence altına alınan
bilgi verme ve alma özgürlüğüne kamu makamlarınca müdahale edildiğini ve
bunun genel ahlakın korunması ve suç işlenmesinin önlenmesi için gerekli
olduğunu tespit ettikten sonra bu müdahalenin kanunla öngörülmediği şeklindeki
başvurucuların itirazlarını reddetmiştir. Bunun üzerine Mahkeme başvurucuların
ifade özgürlüğüne yapılan bu sınırlamanın demokratik toplum için gerekli olup
olmadığını incelemeye başlamıştır 551.
Bu kısıtlamanın demokratik toplum için gerekli olup olmadığını incelerken
Mahkeme, ulusal otoritelerin, ahlaki meselelerde, özellikle de, insan hayatının
doğası ile ilgili inanç meselelerinde, geniş bir takdir alanına sahip oldukları
gerçeği üzerinde durmuştur. Bununla birlikte Mahkeme, davalı Hükümetin
ahlakın korunması alanında Devletin takdir yetkisinin engellenemez ve
eleştirilemez olduğu 552 yönündeki
iddiasını kabul etmemiştir. Mahkeme bu
iddianın kabul edilmesinin, Mahkemenin, üye Devletlerin üzerlerine aldıkları
taahhütleri yerine getirip getirmediklerini inceleme sorumluluğundan feragat
etmek
demek
olacağını
belirtmiştir 553.
Mahkeme
İrlanda
Makamlarının
başvurucuların ifade özgürlüğüne yaptıkları müdahalenin demokratik toplumda
gerekli olmadığına karar verirken özellikle şu noktalar üzerinde durmuştur.
Mahkemenin bu konu ile dikkatini çeken ilk nokta, yaşlarına ya da sağlık
durumlarına ya da gebeliklerine son verme üzerine danışmanlık almalarının
sebeplerine bakılmaksızın, hamile kadınlara, yurtdışında sağlanan kürtaj
imkanları konusunda bilgi sağlanması üzerinde 'sürekli' bir kısıtlamanın mutlak
550
ibid, paragraf.36.
ibid, paragraf. 64.
552
İbid, paragraf 68.
553
ibid, paragraf.69.
551
166
nitelikte olması üzerinde durmuştur 554. Bu nedenle Mahkeme bu kısıtlamanın çok
ağır ve ölçüsüz olduğu kanaatindedir. Bu hüküm başka faktörlerle de
desteklenmiştir 555.
İkinci olarak, davalıların ortak danışmanları, kürtajı ne desteklemiş, ne de
savunmuşlardır,
fakat
kendilerini,
mevcut
olan
seçenekleri
açıklamakla
sınırlandırmışlardır. O halde, bilgi sağlanması ile doğmamış hayat sahibinin yok
edilmesi arasındaki bağ, düşünüldüğü kadar kesin değildir 556.
Üçüncü olarak, davalılar tarafından sağlanan yurtdışında varolan kürtaj
imkanları hakkındaki bilgiler, geniş anlamda halka açık bir mahiyette değildir 557.
Dördüncü olarak da, aynı bilgi İrlanda'daki dergiler, telefon rehberleri
veya İngiltere’deki bağlantılar gibi başka kaynaklar aracılığıyla da elde
edilebilirdi. Sonuç olarak, kısıtlanması emredilen bilgiler zaten başka yerlerde de
mevcuttur 558.
Beşinci olarak, yasaklama emri, doğmamış bebeklerin korunmasında
büyük ölçüde etkisizdir. Çünkü bu yasak çok sayıda İrlandalı kadının İngiltere'de
kürtaj olabilmelerini engellememiştir 559.
Altıncı olarak, elde bulunan delillere göre, bu yasaklama, kadınların
hamileliklerinin son dönemlerinde kürtaj yaptırmalarına yol açtığı için bu
kadınların sağlıklarına karşı bir tehlike oluşturmuştur. Bu kadınlar, kürtaj
olduktan sonra, tıbbi gözetimden faydalanmamaktadırlar 560.
Son olarak, bu yasaklama, yeterli kaynağa ya da alternatif bilgi
kaynaklarına ulaşmak için 'gerekli' eğitim seviyesine sahip olmayan kadınlar
üzerinde, belki de ters etkiler yaratmış olabilirdi 561. Mahkeme İrlanda hukuk
sisteminde var olan ceninin yaşamının korunması rejiminin, Sözleşme sisteminde
varolup olmadığını sorgulamaksızın, tedbir kararının İrlandalı kadınları yurt
dışında kürtaj olmaktan ve diğer kaynaklarda mevcut bilgiyi araştırmaktan
alıkoymadığını kaydetti. Bu nedenlerle, Mahkeme, İrlandalı kadınların yurtdışında
kürtaj olma oranlarını sürekli kılan durumun 10. maddenin yorumlanma
554
ibid. Paragraf73.
ibid, paragraf. 74.
556
ibid, paragraf 75.
557
ibid, paragraf. 75.
558
ibid, paragraf 76.
559
ibid, paragraf 76.
560
ibid paragraf 76.
561
ibid paragraf 76.
555
167
biçiminden değil, İrlanda’daki hukukun uygulanmasından kaynaklandığını
belirledi. Mahkeme yukarıda açıklanan nedenlerle, başvuruculara uygulanan bilgi
alıp vermeye ilişkin kısıtlamaların, ulaşılmak istenilen amaçla ölçüsüz olduğu
sonucuna vardı.
Bu davada en fazla tartışmaya açık konu, Hükümete bir takdir alanı
vermesinin gerekip gerekmediği konusu olmuştur. Mahkeme azınlığı; Anayasal
hakkın ve İrlanda'da yapılan referandumun, İrlanda yönetiminin kendi alanı içinde
olduğuna hükmettiğine atıfta bulunmuştur 562. Çoğunluk ise kısıtlamaların çok
geniş ve etkisiz olduğuna inanmışlar ve bu sınırlamaların ölçülü olmadıklarına
hükmetmişlerdir.
Bu
görüşler
birbirleriyle
çelişseler
de,
Mahkemenin
çoğunluğunun görüşüne bakıldığında, Strazburg kurumlarının, bilgilerin sınırlar
ötesi akışı doğrultusundaki gelişmelerden etkilenerek, ifade özgürlüğü hakkına
karşı, özellikle Handyside davasına göre, çok daha özgürlükçü bir yaklaşıma
doğru ilerlediği görülmektedir 563. 1979'da, Avrupa Konseyi’ne üye birçok devlette
ve İngiltere'nin diğer bölgelerinde bile, Schoolbook'un dolaşmasına izin
verilmiştir, ancak Mahkeme yine de davalı Hükümete takdir alanı vermiştir..
Bununla birlikte, Open Door davasında, Handyside davasından on üç yıl sonra,
İrlanda halkının %67'sinin kürtaj aleyhinde oy vermesine rağmen Mahkeme,
İrlanda yönetiminin kendi takdir alanları içinde olmadıklarına hükmetmiştir. Bu
karar, Mahkemenin, takdir alanı doktrinine ağır bir şekilde bağlı kalmayacağının,
fakat kısıtlamaların ahlakı koruma amacıyla ölçülü olup olmadığına bakacağının
bir göstergesidir 564. O halde bu konuda gelecekte, gereklilik ve ölçülük testi
önemli bir rol oynayabilir.
Bu davanın, özellikle kısıtlanan bilginin zaten başka kaynaklardan yaygın
bir şekilde elde edilebildiğine göre, adil bir şekilde hükme bağlandığı söylenebilir.
Özellikle internetin çağımız dünyasına hızla girmesi ile bilgi bir ülkeden diğerine
serbest bir şekilde dolaşabilmektedir. İnternete bağlanmak için gerekli olan bir
kaç saniye içinde istenilen bilgiye anında ulaşılabilmektedir. Dolayısıyla bilgi
edinme yönündeki engellerin Internet ile tamamen ortadan kaldırılması bilgi
sağlanması üzerine konan sınırlamaları haklı göstermek için ileri sürülen
562
Open Door Counselling and Dublin Well Women/Irlanda, Hakim Cremona, Pettiti, Russo v
Lopes Rocha nın karşı oyu.
563
Liao, “The Right To Freedom Of Expression and The Protection Of Health and Morals – The
Jurisprudence of The European Convention On Human Rights, s.193-194.
564
ibid, s. 194.
168
gerekçeleri daha da zayıflatmaktadır. Bütün bu nedenlerle Mahkemenin bilgi
verme özgürlüğünü koruma yönündeki kararı ifade özgürlüğünün çağdaş anlaşılışı
bakımından çok yerinde olmuştur.
Mahkemenin bu hükmünün özel bir niteliği, kısıtlama emrinin,
hamileliklerinin ileri safhalarında olan ve alternatif bilgi kaynaklarını elde etmek
için yeterli bilgi, kaynak ve eğitime sahip olmayan kadınların sağlığına zararlı
olabileceğine işaret etmiş olmasıdır. Bu düşünce, bir kısıtlama eğer yarardan çok
zarar getirmekteyse, kamu ahlakını korumaya çalışıyor olsa bile, demokratik bir
toplumda gerekli olmadığını ifade etmektedir. Burada Mahkemenin, bir
müdahalenin Sözleşmenin 10. maddesini ihlal edip etmediğine karar verirken,
müdahalenin sonucunu delil olarak aldığı görülmektedir 565.
Yasaklama emrinin çok geniş olduğu konusunda Mahkeme, davacıların
sağladıkları bilgilerin kamuya geniş anlamda açık olmadığını vurgulamıştır.
Burada Mahkemenin ölçülülük testini incelerken, ifade özgürlüğünü kullanma
genişliğini bir ana unsur olarak aldığı görülmektedir. Gerçekten de, az sayıda
insanın kullandığı bir hak üzerinde geniş bir kısıtlamaya gidilmesine gerek yoktur.
İnsan hakları sadece, daha önemli ortak çıkarları korumak veya çatışan hakları
dengelemek için kısıtlanabilir. O halde ifade özgürlüğüne müdahale, gerekli olan
sınırdan daha geniş olmamalıdır 566.
Starzburg Organlarının ahlakın korunması konusunda Handyside ve
Müller ve Diğerleri davasında aldıkları kararlarla, ifade özgürlüğüne haksız ve dar
bir açıdan yaklaşmış olsa da, belki, Open Door and Dublin Well Women davası
ile bu tutumda bir değişiklik olduğuna ve kurumların ahlakın korunması
konusunda kendi yaklaşımlarını geliştireceklerine işaret ettikleri söylenebilir.
B- Başkalarının İtibar ve Haklarını Korumak Amacıyla
İfade Özgürlüğünün Sınırlandırılması
İfade özgürlüğü konusunda bütün demokratik anayasalar ve sistemler
bakımından en tartışmasız konulardan biri bu özgürlük hangi araç ile kullanılırsa
kullanılsın, kişilerin şeref ve haysiyetine, haklarına saldırı hakkını kimseye
vermeyeceği gerçeğidir 567. Buradaki tartışma konusu ise ifade özgürlüğü hakkının
565
ibid, s. 195-6.
ibid, s.196.
567
Özek, Türk Basın Hukuku, s.141.
566
169
kullanılması ile saldırı sınırının ne şekilde saptanacağı ile ilgilidir. Kişilik
hakkının korunması gerekçesiyle ifade özgürlüğü kullanılamaz bir hak haline
gelmemelidir. Bu nedenle kişilik hakkının korunması ile ifade özgürlüğü
arasındaki dengeyi iyi sağlamak gerekmektedir. Başkalarının itibar ve şerefini
koruma ifade özgürlüğünün kısıtlanması için taraf devletlerin diğer gerekçelerden
kat kat fazla ileri sürdüğü meşru amaç olagelmiştir.
Politikacıları ve devlet
görevlilerini eleştirilere karşı korumak için oldukça sık kullanılmıştır. Bundan
dolayı Avrupa Mahkemesi, başta basınınki olmak üzere ifade özgürlüğüne tanınan
yüksek düzeyli korumayı kanıtlayan geniş bir içtihat oluşturmuştur 568.
İfade özgürlüğü demokratik sistemlerin temel taşlarından biridir. Ancak,
kişilerin şeref, haysiyet ve haklarına saldırılmasına izin veren mutlak bir hak
değildir. Bu nedenle ifade özgürlüğüne yer veren düzenlemelerin hemen hemen
hepsinde bu özgürlüğün başkalarının itibar ve haklarını korumak amacıyla
sınırlandırılabileceği düzenlenmiştir. Örneğin, BM Medeni ve siyasi Haklar
Sözleşmesinin 19. maddesinde bu özgürlüğün ; ....Başkalarının haklarına ve
toplumda sahip oldukları şöhrete saygı bakımından..sınırlandırılabileceği,
Amerikan İnsan Hakları Sözleşmesinin 13. maddesinin ikinci fıkrasının a
bendinde; ... Başkalarının haklarına ya da şöhretine saygı gösterilmesi
...amacıyla, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin 10. maddesinin ikinci fıkrasında
da Kullanılması göre ve sorumluluk yükleyen bu hakkın.... başkalarının şöhret ve
haklarının korunması... amacıyla sınırlanabileceği düzenlenmiştir.
Ayrıca başkalarının hak ve şereflerinin korunması sözleşmede düzenlenen
bazı hakların sınırlama nedenleri arasında da yer almaktadır. Örneğin, özel
hayatın korunmasını düzenleyen 8. madde, düşünce, vicdan ve din özgürlüğünü
düzenleyen 9. madde, örgütlenme özgürlüğünü düzenleyen 11. madde
başkalarının hak ve şereflerinin korunmasını bu hakların sınırlandırılması
nedenleri arasında saymaktadır. Ayrıca Ceza Kanunlarının hemen hemen
hepsinde kişilerin şeref ve itibarlarını korumak için hakaret ve sövme fiilleri suç
olarak düzenlenmiştir.
Kişinin hak ve itibarının korunması amacıyla yapılan sınırlamalar, sadece
gerçek kişiler açısından değil tüzel kişiler, hatta tüzel kişiliği bulunmayan
topluluklar ve devletin anayasal organları içinde geçerlidir.
568
Macovei, s.48.
170
İfade özgürlüğünün kabul edilmesi nedenlerinden biri de bireyin kendini
geliştirmesi ve gerçekleştirmesidir. Dolayısıyla kişinin kendini geliştirmesi
amacıyla sağlanan bir özgürlüğün, bu özgürlüğün temelini oluşturan kişilerin
itibar ve haklarına zarar vermemesi gerekmektedir. Nitekim kişinin itibar ve
haklarının korunması kişinin toplum içinde sahip olması gereken onurlu ve saygın
varlığını sağlamaya yöneliktir. Ancak, bu kişi, bu saygı ve onuru zedeleyecek bir
davranışta bulunmuşsa bunun açıklanması da başkalarının bilme ve öğrenme
hakkını ortadan kaldırmayacaktır 569.
10. maddenin ikinci fıkrasında başkalarının itibarlarının ve haklarının
düzenlenmesi aynı sınırlama nedeni olarak öngörülmüş olmasına rağmen,
Mahkeme önüne gelen davaları incelerken, ikisini birbirinden ayırarak incelemeyi
uygun görüyoruz. Bu nedenle bu kısmın birinci alt kısmında önce başkalarının
itibarlarını korumak için ifade özgürlüğüne getirilen sınırlamalarla ilgili davalar,
ikinci alt kısımda ise başkalarının haklarını korumak için ifade özgürlüğüne
getirilen kısıtlamalarla ilgili davalar incelenecektir.
1- Başkalarının İtibarının Korunması
Bir birey olarak insan, kendi değerini her şeyden üstün tutar. Kişinin itibar
ve şerefi bazı yanlış anlamlar ya da ithamlarla lekelendiği zaman, doğal olarak
onların yayılmadan düzeltilmesi istenir. Nitekim, birisi iftiraya uğradığı zaman
meydana gelebilecek taşkınlık ve fiziksel şiddeti önlemek için iftira suçu hukuk
sistemlerine girmiştir.
Kişinin itibar ve şerefi, Trager’in tabiriyle her gün uğraşmak durumunda
olduğumuz bir emtia gibidir. Söylediğimiz her kelime ve yaptığımız her eylemle
itibarımızı ortaya koyarız. İtibar her zaman risktedir, çünkü her zaman tetkike ve
yoruma açıktır 570.
16.yüzyıla kadar dedikodu yapanlar, yanlış söylentiler yayanlar ve yalan
söyleyenler günahkar olarak sayılır ve kilise tarafından Tanrının kanunlarıyla
yargılanırlardı. Örneğin, komşusu hakkında dedikodu yaptığı tespit edilen birisi
Pazar yerinde ‘ben yalancıyım’ diyerek bağırarak dolaşma cezasına çaptırılırdı.
Ancak teknolojinin gelişmesiyle bugün dedikoducu komşunun yerine holdingler
ve pazaryeri cezasının yerini de büyük para cezaları aldı. Ayrıca iftiranın suç
569
570
ibid, s.143.
Trager, Dickersen, Freedom of Expression in the 21 st Century, s 179-180.
171
olarak görüldüğü bazı ülkelerde iftiracılar hapishanelerde aylarca hatta yıllarca
kalabilmektedirler. Büyük tazminatlar ve cezalar batı Avrupa ülkelerinde bile
ifade açıklanmasını önleyecek şekilde kendini sansür etkisi yaratabilmektedir.
Örneğin büyük şirketler tarafından milyonlarca dolarlık tazminat talebiyle dava
edilen bir dergi, sonraları ciddi bir araştırma dosyası geldiği zaman bile tereddüt
etmektedir 571. Bu nedenle ifade özgürlüğüyle kişinin itibarının korunması
arasındaki dengeyi sağlamak her zaman kolay olmamaktadır.
İfade özgürlüğünün sınırlandırılmasındaki en önemli nedenlerden biri
kişinin şeref ve haysiyetinin korunmasıdır. Bu nedenle hemen hemen bütün hukuk
sistemlerinde kişilerin şeref ve haysiyetini korumak için hakaret ve sövme fiilleri
suç olarak düzenlenmiştir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi bu hakaret ve sövme
fiilleri gerçek kişilere yönelebileceği gibi tüzel kişilere hatta tüzel kişiliği
bulunmayan topluluklara bile yönelebilir. Ancak bu saldırıların genellikle, gerçek
kişilere, devlet organlarına, kamu görevlilerine ve dinsel inançlara karşı olduğunu
söylemek yanlış olmayacaktır. Bu incelemede bu kişilere karşı yapılan hakaret ve
sövme fiilleri ile ifade özgürlüğü arasındaki ilişkiyi Strazburg organlarının nasıl
çizdiği incelenecektir. Bu inceleme Resmi sıfatı olanlar ve olmayanlar olarak iki
gruba ayırarak yapılacaktır. Resmi sıfatı bulunan alt başlığı altında bir kısım kamu
görevlileri, resmi sıfatı bulunmayanlar arasında ise sıradan vatandaşlar,
politikacılar ve dini inançlara karşı yapılan hakaretlerle ilgili davalar
incelenecektir.
a-
Resmi
Sıfatı
Bulunmayanlar
Hakkında
Yapılan
Açıklamalar
Başkalarının itibarlarının korunması amacıyla İfade özgürlüğünün
sınırlandırılması durumunda, itibar kırıcı olduğu iddia edilen söylemlerin kime
yöneldiği konusu önem arz etmektedir. Nitekim Mahkeme kararlarında resmi
sıfatı bulunanlar ile bulunmayanlar arasında bu söylemlere karşı tahammül
göstermeleri bakımından farklılıklar görülmektedir.
aa- Politikacılar
Modern çağın başlarında siyasi ifade özgürlüğüne karşı kuvvetli tezler ileri
sürülmüştür. Örneğin, Hobbes, siyasi ifade özgürlüğünü kısıtlamak ya da ortadan
571
ibid, s 180.
172
kaldırmak için hükümrana sınırsız bir yetki verilmesinin, yurttaşlar arasında barış
ortamını sağlamak için vazgeçilmeyecek bir şart olduğunu ileri sürmüştü. Siyasi
ifade özgürlüğü Hobbes’a göre demagoji ustasına, kanunsuzları öven hilekarlara,
sahtekarlara ve toplumsal düzenin düşmanlarına özgürlük demekti. Ancak tarih,
en dengeli ve barışçı toplulukların, siyasi ifade özgürlüğünün kurumsallaştığı
liberal demokrasiler olduğunu göstermiştir. Bu nedenden dolayı en fazla
korumaya layık ifade özgürlüğü türü olarak
siyasi ifade özgürlüğü kabul
edilmektedir. Nitekim ifade özgürlüğünden bahsedildiğinde kişilerin aklına ilk
siyasi ifade özgürlüğü gelmektedir. İfade özgürlüğü konusunda yapılan
tartışmaların büyük bir kısmıda bu alanda olmaktadır.
Siyasi ifade özgürlüğünün dayanağını, vatandaşların ancak serbest tartışma
ortamında yöneticilerini seçme ve bu yöneticilerin uyguladıkları politikaları
değerlendirme gücüne sahip olabilecekleri inancında buluruz. Nitekim liberal
demokrasilerde politikacıların her zaman doğruyu söyleyebilecekleri ya da
görüşlerinin tamamen bilgilendirici özellikte olduğu söylenemez. Tersine,
politikacıların genellikle insanların duygularına ve çıkarlarına seslenecekleri daha
başından kabul edilir. Ancak, ortalama seçmenin, iyi siyaseti kötüsünden
ayırabilecek sağduyuya ve pratik zekaya sahip olduğu düşünülür 572. Modern
devlette siyasi ifade özgürlüğü yoksa veya eksikse siyasi veya demokratik
özgürlükler kısıtlanmış veya hükümsüz kılınmış sayılır. Yine, bir liberal
demokraside siyasetçilerin ya da vatandaşların hükümetin politikalarını eleştirme
hakkı elinden alınıyorsa gerçek bir demokrasiden bahsetmek sözkonusu
olmayacaktır.
Siyasal yaşam içinde bir yer ve rol almak doğal olarak bu rolün
gerektirdiği
sonuçları
da
kabullenmek
anlamını
taşır.
Siyasal
hayat
demokrasilerde, bireylerin oylarıyla tercihlerini belirleme sistemine dayanır. Bu
tercihin sağlıklı yapılabilmesi ise idari hizmetlere atanacak olanların kişilikleri ve
görüşleri
konusunda, seçmenlerin bilgi sahibi olmasına bağlıdır. Bu nedenle
siyasal yaşamda görev alan bireyler hakkında yapılan eleştirilerde daha fazla bir
tolerans istenmektedir. Demokrasilerde ifade özgürlüğü, siyaset ve siyasetçilere
yönelik neredeyse sınırsız bir eleştiri olanağını tanır. Bu türden eleştiriye karşı
572
John Gray, Reklam Yasakları ve İfade Özgürlüğü, çev. Ataç Ünlü, (Ankara: Liberte Yayınları,
1997), s.22-23.
173
karşıya gelmek istemeyen bir kimse, siyasete atılmamalıdır. Siyasi arenaya adım
atan bir kimse de, eleştiriye, üstelik sert, abartılı ve haksız eleştirilere maruz
kalacaktır. Demokrasiler acımasız olup siyasetçi buna katlanmak zorundadır 573.
Siyasal hayata atılan kişiler peşinen eleştiriyi kabullenmişlerdir ve kamuya
açılışları oranında özel hayatları dahi sınırlandırılmıştır. Bu nedenden dolayı
politikacılar kendilerine karşı yapılacak eleştirilerde diğer kişilere nazaran daha
fazla tolerans göstermek zorundadırlar. Bu kısımda basın özgürlüğü ile
politikacıların itibarlarının korunması arasındaki ilişkiye Mahkemenin bakış açısı
incelenecektir.
Bu
incelemede
öncelikle
Lingens/Avusturya
kararına
değinilecektir 574. Bu davada Mahkeme, ölçülülük ilkesi ışığında basın özgürlüğü
ile üst düzey bir kamu görevlisinin itibarını koruma hakkını dengelemek zorunda
kalmıştır. Bu davada başvurucu Lingens, zamanın başbakanı Kreisky’i, eski
Nazilere yataklık yapıcı hareketlerde bulunmakla suçlamış, başbakanın bu
davranışlarının ahlaksız ve onursuz bir davranış olduğu yönünde eleştiren iki
makale yayınlamıştır 575.
Bunun üzerine zamanın başbakanı Kreisy Lingens aleyhine iki şahsi dava
açtı. Bu davalar sonucunda Lingens, makalelerdeki ‘en adi fırsatçılık’, ‘ahlaka
aykırı’ ve ‘vakarsız’ ifadelerin karalayıcı olduğu ve doğrudan ya da dolaylı olarak
Kreisyi hedef aldığı için hakaretten suçlu bulundu ve bir miktar para cezasına
çaptırıldı ve derginin toplatılmasına karar verildi 576.
Bu dava önüne geldiği zaman Mahkeme ilk olarak, basının demokratik
toplumdaki önemi üzerinde durmuştur. Mahkemeye göre, basın diğerlerinin
yanında ‘başkalarının itibarını’ korumak için konulan sınırları aşmamakla
yükümlü olmakla birlikte, yine de halkı ilgilendiren diğer alanlarda olduğu gibi
siyasi meseleler hakkında bilgi ve fikirleri de iletmekle yükümlüdür. Basının
görevi sadece bu tür bilgi ve fikirleri iletmekle sınırlı değildir; halk da onları alma
hakkına sahiptir 577. Basın özgürlüğü, bu fonksiyonundan başka, siyasi liderlerin
fikirlerini meydana çıkarmalarını ve onların düşünce ve davranışları hakkında
halkın bir kanaat sahip olmalarını sağlayan en iyi araçlardan biridir. Daha genel
573
Finkelnburg, “Demokraside İfade Özgürlüğü”, s.203.
Lingens/Avusturya, 8 Temmuz 1986 ; Mark W Janis, Richard S. Kay, Anthony W Bradle, ,
European Human Rights Law, s. 165-167.
575
Lingens/Avusturya, paragraf. 15.
576
ibid, paragraf. 21-30.
577
ibid, paragraf. 41.
574
174
bir ifadeyle, Sözleşme boyunca ön plana çıkan demokratik toplum kavramının
özünü siyasi tartışma özgürlüğü oluşturur 578.
Mahkeme ikinci olarak, politik tartışma özgürlüğünün demokratik
toplumdaki önemi üzerinde durmuştur. Mahkemenin bu konu ile getirdiği ve
bundan sonraki kararlarının pek çoğunda da uygulayacak olduğu önemli ilke,
kabul edilebilir eleştirinin sınırının özel kişilere nazaran politikacılar için daha
geniş olduğudur. Mahkemeye göre, özel kişilerin aksine politikacılar kaçınılmaz
olarak ve bilerek her sözünü ve fiilini hem gazeteciler ve hem de halk kitlesinin
yakın tetkikine açarlar. Sonuç olarak politikacılar eleştirilere karşı daha fazla
tolerans göstermek zorundadırlar 579.
Mahkeme, basın özgürlüğü ile politikacıların eleştirilere karşı tolerans
arasındaki bu ilişkilere değindikten sonra bu ilkeleri somut olaya uygulamıştır.
Mahkemeye göre, zamanın Başbakanı hakkında yazılan iki makalede ‘en adi
fırsatçılık’, ‘ahlaka aykırı’, ‘vakarsız’ gibi bazı ifadeler kullanılmasına rağmen
Makaleler genel olarak Avusturyalıların ve özellikle Başbakanın Nasyonal
Sosyalizm ve eski Nazilerin ülke yönetimine katılmalarına ilişkin siyasi
meseleleri almaktaydı 580.
Mahkeme üçüncü olarak, Bay Kreisky’nin politikacı olmasından dolayı
makalelerin yazıldığı ortamı da göz önünde bulundurmuştur. Makaleler Ekim
1975 genel seçimlerinden önce yazılmıştı ve pek çok Avusturyalı seçimden önce
Kreskiy’nin partisinin salt çoğunluğunu kaybedeceğini ve iktidara gelebilmek için
Friedrich ile koalisyon hükümeti kuracağını düşünüyordu. Lingens’in sert
eleştirileri bundan kaynaklanıyordu. Mahkeme bu nedenle dava konusu yapılan
ifadeleri seçim sonrası siyasi ortamı göz önüne alarak değerlendirmiştir 581.
Mahkeme ayrıca maddi olaylarla, açıklanan değer yargıları arasında bir
ayrım yapmayı zorunlu görmüştür. Mahkemeye göre, olguların mevcudiyeti
ispatlanabilir, fakat değer yargıları ispata konu olmazlar. Bu bağlamda Mahkeme,
Lingens’in kendi değer yargılarını üzerine kurduğu olgulara ve aynı şekilde onun
iyi niyetine ilişkin bir görüş ayrılığı çıkarmadığını belirtmiştir. Değer yargılarına
ilişkin olarak ispat şartının yerine getirilmesi imkansızdır. Dolayısıyla böyle bir
578
ibid, paragraf. 42.
ibid, paragraf. 42.
580
ibid, paragraf.43.
581
ibid, paragraf. 43.
579
175
yükümlülük getirilmesi sözleşmenin 10. maddesi ile güvence altına alınan ifade
özgürlüğünün ihlali sonucunu doğurur 582.
Mahkemede derginin toplatılması ayrıca ele alınmıştır. Dava konusu
makaleler dava sonuçlanıncaya kadar zaten büyük oranda okuyucuya ulaşmış ve
aleniyet kazanmıştır. Dolayısı ile yazara verilen ceza aslında yazarın kendisini
ifade etmesini engellememişti. Ancak gene de bu tür cezalar, yazarları gelecekte
bu tür eleştiriler yapmaktan vazgeçirebilecek bir sansür niteliği taşımaktadır.
Siyasal tartışma ortamında böyle bir ceza, basını muhtemelen toplum hayatını
etkileyen meselelerin aleni tartışılmasına katkıda bulunmaktan alıkoyabilecektir.
Böyle bir durum ise basının bilgi edinme ve kamu denetçisi görevini yerine
getirme fonksiyonlarını güçleştirecek niteliktedir 583. Dalban/Romanya davasında
ise Mahkeme basın özgürlüğüne daha geniş bir alan tanımıştır. Mahkemeye göre,
gazetecinin özgürlüğü aynı zamanda bir ölçüde abartmaya, hatta kışkırtmaya
başvurmayı da içerir.
Mahkeme yukarıda sayılan nedenlerle Lingens’e verilen cezanın onun
ifade özgürlüğüne müdahale oluşturduğu ve önlemin güdülen amaçla orantısız
olduğu için 10. maddenin ihlal edildiği yönünde karar vermiştir.
Mahkeme aynı yorum tarzını Oberschlick/Avusturya 584 davasında da
sürdürmüştür. Dava konusu olay, seçim kampanyası sırasında Avusturyalı
kadınlar ve göçmen annelere verilen aile ödeneğindeki farklı uygulamalar
konusunda bazı demeçler veren koalisyon ortağı partinin genel sekreterine
yönelik, bir gazetecinin suç isnadında bulunması ve bu haberin siyasi bir dergi
olan Forum dergisinde tam metninin yayınlanması ile ilgilidir.
Politikacı bir televizyon programında, Avusturyalı kadınlara devlet
tarafından yapılan yardımın %50 oranında artırılması gerektiğini savunmuştu. Bu
durumun Avusturyalı kadınların ekonomik sebeplerden dolayı kürtaj yaptırmaktan
alıkoyacağını düşünüyordu. Politikacı aynı zamanda göçmen annelere verilen
devlet yardımının %50 oranında azaltılması gerektiğini söylemişti 585.
Başvuran bu görüşlerin Nazilerinkiyle aynı nitelikte olduğunu belirtip
haberinde, politikacının bazı kişilere karşı kin ve nefret duygusunu uyandıracak
582
ibid, paragraf.46.
ibid, paragraf. 44.
584
Oberschlick/Avusturya, 23 Mayıs 1991.
585
ibid, paragraf. 3.
583
176
nitelikte sözler sarf ettiğini ve ayrıca ırkçılık yaparak Nasyonal Sosyalizmin amaç
ve felsefesine uygun önerilerde bulunduğunu yazmıştır. Bunun üzerine anılan
politikacı kişilik haklarına saldırı yapıldığı gerekçesiyle dava açmış ve sonuçta
başvurucu para cezasına çaptırılmış ve derginin ilgili sayısının toplatılmasına
karar verilmiştir 586.
İlgilinin Komisyona başvurması üzerine Komisyon 10. maddenin ihlal
edildiğini tespit etmiştir. Dava, Mahkemenin önüne geldiği zaman, Mahkeme
Handyside ve Lingens kararlarında ortaya koyduğu genel ilkelere yollama
yaparak bu ilkelerin özellikle basın özgürlüğü bağlamında taşıdığı özel öneme
işaret
etmiştir.
İfade
özgürlüğünün
demokratik
bir
toplumun
temelini
oluşturduğunu belirten Mahkeme, demokratik bir sistemde hükümetin eylemleri
ve ihmallerinin sadece yasama ve yargılama organlarının değil, basının ve
kamuoyunun da yakın denetimine tabi olduğunu belirtmiştir. Mahkeme’ye göre
basın, siyasi liderlerin kamusal sorunlara ilişkin fikir ve tutumlarının bilinmesi
bakımından kamuya sağlanan en iyi araçlardan biri konumundadır. Mahkeme
kamusal sorunlar üzerindeki tartışmaların özgürce kamuya aktarılması konusunun,
Sözleşme ile korunan basın özgürlüğünün temelini oluşturduğunu vurgulamıştır.
Mahkemeye göre, vatandaş ve yabancıların sosyal yardım alanında farklı işleme
tabi tutulup tutulmayacaklarının tartışılmasında da kamu yararı bulunduğundan,
şikayetçi bu yayınıyla kamu oyunun dikkatini muhtemelen çoğu insanı şaşırtan
önerilere çekmeye çalışmıştır. Diğer yandan politikacının itibarının korunması
ihtiyacının,
siyasi
konuların
özgürce
tartışılmasının
sağlayacağı
yararla
dengelemek zorunda olduğuna işaret eden Mahkeme, hoş görülebilir eleştiri
sınırının bir politikacı sözkonusu olduğunda, sade vatandaşa oranla daha geniş
olduğunu, siyasetçilerin özellikle kamuya yaptıkları beyanları, şüpheli ve
tartışmaya sebebiyet veren eleştiriler içerdiğinde daha geniş bir hoşgörü ortaya
koymaları gerektiğini açıklamıştır 587.
Mahkeme benzer bir yaklaşımını daha sonraki tarihli Feldek/Slovakya
davasında 588 da sergilemiştir. Bu dava, zamanın Eğitim ve Kültür bakanı hakkında
kendisinin Nazi ordusunda SS birliklerinin üyesi olmakla suçlayan bir dergiye
586
ibid, paragraf.11-12.
ibid, paragraf. 58-59 ; Clements L.J, M. Sc Solicitor, European Human Rights Taking a Case
under the Convention, (London 1994), s. 177.
588
Feldek/Slovakya, 12 Temmuz 2001.
587
177
verilen ceza ile ilgilidir. Edebiyat alanında araştırmacı olan Slobadnik, 1991
yılında ‘Paragraph: Polar Circle’ başlıkla kendi otobiyografisini yayınlar. Bu
kitapta 1944 yılında henüz 17 yaşında iken Alman ordusunda SS birliklerine nasıl
katıldığını, SSCB aleyhine casusluk yapmaktan
Sovyet Askeri Mahkemesi
tarafından tutuklandığını, Sovyet esir kampındaki yaşamını ve 1960 yılında SSCB
Yüksek Mahkemesi tarafından itibarının geri verildiğini anlatmaktadır. 1992
yılında Slobadnik Slovakya Cumhuriyeti Eğitim ve Kültür Bakanı olur 589.
Slobadnik’in bakan olmasından hemen sonra hakkında Nazi ordusunda SS
birliklerinin üyesi olduğu konusunda makaleler yayınlanır. O makalelerden biri,
‘Faşist Geçmişli Bir Bakan Olmadan Daha Güzel Bir Slovakka Fotoğrafı’ başlığı
ile yayınlanır.
Bunun üzerine zamanın Eğitim ve Kültür bakanı başvurucu
hakkında, kendisini hakaret ederek itibar ve şerefini zedelediği gerekçesi ile dava
açar. Yargılama sonunda başvuran bir miktar para cezasına çaptırılır ve kararın
beş ayrı gazetede yayınlanmasına karar verilir. Bunun üzerine başvuran 10.
maddede güvence altına alının ifade özgürlüğünün ihlal edildiği gerekçesiyle
Komisyona başvuruda bulunur.
Mahkeme, başvuranın açıklamalarının tartışılmasında kamu yararı bulunan
siyasi bir konuyla ve Slovakya’nın tarihiyle ilgili olduğunu ve Slovakya’nın
gelecekteki
demokratik
gelişimini
etkileyebileceği,
açıklamanın
kaynak
içermemekle birlikte daha önce basında yer alan bir takım gerçeklere dayandığı,
özgür siyasi tartışmanın teşvik edilmesinin demokratik bir toplumun niteliği
olduğunu belirleyip kendisini gerek basının gerek kamuoyunun yakın denetimine
açmış olan politikacıların kendilerine karşı yapılan eleştirilerde diğer bireylere
nazaran daha fazla hoşgörü göstermesi gerektiğini vurgulamıştır 590. Mahkeme bu
nedenle başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiği yönünde karar vermiştir.
Mahkeme başka bir kararında ise hoş görülebilir eleştiri sınırının hükümete karşı
yapıldığı zaman diğer şahıslara hatta politikacılara karşın daha geniş olduğunu
vurgulamıştır. Mahkemeye göre, Demokratik bir sistemde, hükümetin eylemleri
ve ihmalleri, sadece yasama ve yargılama organlarının değil, basının ve
kamuoyunun da yakından incelemesine tabidir. Dahası, hükümetin işgal ettiği
üstün konum, özellikle muhaliflerinin veya medyanın haksız saldırılarını ve
589
590
ibid, paragraf. 1-2.
ibid, paragraf 53.
178
eleştirilerini karşılamak için başka araçları kullanabilecekken ceza davasına
başvurmada kendisini sınırlı görmesi gerekmektedir. Ancak yetkili Devlet
otoriteleri, kamu düzeninin güvencesi olmaları sıfatıyla, temelden yoksun veya
kötü niyetle oluşturulmuş iftira niteliğindeki suçlamalara, aşırıya kaçmadan ve
gereği gibi tepki göstermeyi amaçlayan cezai nitelikte önlemleri de almakta
serbesttir 591.
Yine Slovakya ile ilgili Maronek/Slovakya davasında Mahkeme ifade
özgürlüğünün ihlal edildiği yönünde karar vermiştir. Devlete ait stüdyo tipi bir
evde ikamet eden başvurucunun bu eve sahip olma amacıyla yaptığı başvurunun
sonuç vermemesi üzerine günlük bir gazeteye bu konu hakkında Başbakana hitap
eden bir mektup göndermiştir. Bu mektubun gazetede yayınlanması üzerine
mektubun hakaret içerdiği gerekçesiyle başvuran ortalama bir maaşın 25 katı
miktarı tazminat ödemeye mahkum edilmiştir. Olayı inceleyen Mahkeme,
başvuranın mektubunun amacının sadece kendi problemlerini çözmek olmadığını,
benzer problemlere sahip diğer kişilerin ortak hareket etmesi gerektiğini
vurguladığını, başvuran görüşlerini iyi niyetli bir şekilde açıkladığını, bu sorunun
çözümü yeni doğmuş olan bir demokraside hukuk devletinin güçlendirilmesi
açısından önem taşıdığından kamu yararı sorununu gündeme getirdiğini, devlet
tarafından sahip olunan konutların ademi merkeziyetçi hale getirilmesi sürecinde
konut
politikasını
etkileyebileceği
dikkate
alındığında
mektubun
aşırı
sayılmayacağı tespitini yaparak ifade özgürlüğünün ihlal edildiği sonucuna
varmıştır.
Mahkeme, yukarıda incelemiş olduğumuz davalarda politikacıların
verdikleri ifadelerin kuvvetli tepkilere neden olduğunu belirtmiştir. Mahkemenin
görüşüne göre, davacıların ifadeleri tartışmalıdır, fakat belirttikleri sözler, yersiz,
şahsi saldırılar oluşturmamaktadır. Mahkeme, bu davalarda verilen cezaların
gazetecileri, toplum hayatını etkileyen konularda, kamuya açık şekilde
tartışmaktan alıkoyacağı kanaatindedir. Mahkeme ayrıca, bu tip cezaların, basının
kamu bekçiliği yapma görevini engelleyeceğini de düşünmektedir.
Mahkeme, davacıların eleştirilerinin, ifade özgürlüklerini kullanırken
yaptıkları değer yargıları olduğuna karar vermiştir. Mahkemeye göre, gerçekler ve
değer yargıları arasında dikkatli bir ayırım yapılmalıdır; gerçeklerin varlığı
591
Castells/İspanya, paragraf. 46.
179
gösterilebilir, ancak değer-yargısının gerçekliği ispatlanamaz 592. Buna bağlı
olarak Mahkeme, ifadelerin doğruluğunun ispatlanması talebinin yerine
getirilemeyeceğini ve bu nedenle ifade özgürlüğü hakkının ihlal edilmiş olduğuna
hükmetmiştir.
Tammer/Estanya davasında 593 ise Mahkeme, bir gazetecinin, bir
siyasetçinin yardımcılarından birinin özel hayatına ilişkin gözlemleri sonucu
hakaretten mahkumiyetinin sözleşmenin 10. maddesine uygun olduğuna karar
verdi. Olayda, dava konusu olan açıklamaların kamu yararı ve toplumsal yarar
sağlayan bir konuya ilişkin olduğu kanıtlanamamıştır. Üstelik başvuran
eleştirilerini hakaret içeren ifadelere başvurmadan da dile getirebilirdi. Başvurana
uygulanan para cezasının miktarının da düşüklüğü göz önüne alındığında,
Mahkeme, ulusal mahkemelerin ulusal takdir alanı içinde kaldıklarını göz önünde
bulundurarak başkalarının itibarının korunması ve toplumsal yararı olan bir
konuda gazetecinin bilgilendirme hakkı arasındaki dengeyi düzgün bir şekilde
korudukları sonucuna ulaşmıştır.
Mahkeme politikacıların kendilerine karşı yapılan eleştirilere karşı daha
toleranslı davranmaları gerektiğini vurgularken, aynı zamanda Castells/İspanya
davasında olduğu gibi, politikacıların daha fazla ifade özgürlüğü hakkına sahip
olduklarını da belirtmiştir. Mahkemeye göre, ifade özgürlüğü herkes için önemli
olmakla birlikte, halkın seçilmiş temsilcileri için özellikle önemlidir. Bu kişiler
seçmenlerini temsil eder; onların zihinlerini meşgul eden sorunlara dikkati çeker,
onların yararlarını savunur. Bu nedenle politikacının ifade özgürlüğüne bir
müdahale olduğu zaman, bu durum Mahkemenin çok daha sıkı bir incelemesinden
geçmesi
gerekmektedir 594.
Jeruselam/Avusturya davasında
Nitekim
595
mahkeme
aynı
yorumunu
da devam ettirmiştir. Bu davada yerel
parlamento üyesinin yerel mecliste yaptığı bir konuşmada yasal olarak faaliyet
gösteren iki dernek hakkında ‘faşist eğilimler’ ve ‘totaliter karakter’ taşıdıklarını
ifade etmesinin ardından ilgili derneklerin başvurusu üzerine yerel meclis
üyesinin aynı ifadeleri tekrar etmesi yasaklanmıştır. Olayı inceleyen Mahkeme,
ifade özgürlüğü sınırlanan kişinin seçilmiş bir politikacı olduğu, ifade
592
Feldek/Slovakya, paragraf 54.
Tammer/Estonya, 6 Şubat 2001.
594
ibid, paragraf. 42.
595
Jeruselam/Avusturya, 27 Şubat 2001.
593
180
özgürlüğünün özellikle seçilmiş politikacılar için önemli olduğu, kamu alanında
faaliyet gösteren derneklerin eleştiriye daha fazla açık olması gerektiği tespitini
yaparak ifade özgürlüğünün ihlal edildiği yönünde karar vermiştir.
Politikacılar ve basın arasındaki çekişmelerden kaynaklanan ilginç bir
dava yine Avusturya ile ilgili olarak Mahkemenin önüne gelmiştir. Toplum
tarafından fazla tanınmayan
bir
politikacının
fotoğraflarının, kendisinin
eleştirildiği makalelerle birlikte yayınlanmasının yasaklanmasının 10. maddeyi
ihlal edip etmediğinin incelendiği Krone Verlag GMBH ve Co Kg/Avusturya
davasında 596 olaylar şu şekilde gelişmiştir: Merkezi Viyana’da olan başvurucu
şirket bir gazete yayınlamaktadır. Gazetede, aynı anda hem öğretmen, hem
Avusturya Ulusal Meclis Üyesi, hem de Avrupa Parlamentosu üyesi olan
Posch’un ekonomik durumu hakkında çeşitli tarihlerde birden fazla makale
yayınlamıştır ve yayınlamaya devam etmektedir. Makalelerde sert ifadelerle bu
görevler eleştirilmekte ve başvuranın Avusturya yasalarına aykırı bir şekilde üç
maaş aldığını, Avrupa Parlamentosu üyesi olduğu süre içinde öğretmen maaşı
almaya hakkı olmadığını yazar. Bu yazıların yanına Posch’un bir fotoğrafı
iliştirilir 597.
Bu yayınlar üzerine Posch, kendisinin haksız yere kazanç ve ayrıcalık
sağladığı şeklindeki yayınların yanına fotoğrafının iliştirilmesinin itibarını
zedelediğini belirtip, bu durumun Telif Hakları Kanunun 78. maddesine aykırı
olduğu gerekçesi ile yayının durdurulmasını talep eder. Yerel Mahkeme, her hangi
özel bir bilgi vermeden yazıların yanına Posch’un fotoğraflarının yayınlanmasının
yasaklanmasında başvurucunun ifade özgürlüğünü korumaktan daha üstün amacı
olduğu gerekçesi ile yayının geçici süreyle durdurulmasına karar verir.
Bu yasaklama üzerine başvuran Sözleşmenin 10. maddesi ile güvence
altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiği gerekçesiyle Komisyona başvurur.
Mahkeme aşamasında taraf devlet, Posch’un parlamento üyesi olmasına rağmen
yüzünün fazla bilinmediği ve fotoğraflarla herhangi ek bir bilgi ve yeni bir haber
verilmediğine ayrıca Poschla ilgili haberlerin gazetenin ilk sayfasında
okuyucuların yeterince dikkatini çekecek şekilde siyah harflerle yazıldığına işaret
596
597
Krone Verlag GMBH ve Co Kg/Avusturya, 26 Şubat 2002.
ibid, paragraf. 10-11.
181
eder 598.
Mahkeme, bu davada da kabul edilebilir eleştirinin sınırının özel kişilere
nazaran politikacılar için daha geniş olduğunu vurgular. Mahkeme ayrıca
Posch’un bir politikacı olduğu ve politik arenaya kendi isteği ile girdiği için
sonuçlarına da katlanması gerektiğini belirtir. Mahkeme, fotoğraflarla Posch’un
özel yaşamıyla ilgili herhangi bir detayın ifşa edilmediğini, kendisinin halen
Milletvekili olmasından dolayı zaten resimlerinin Avusturya Parlamentosunun
Internet sitesinde CV’si ile birlikte bulunduğu gerçeği üzerinde durur. Mahkeme
bu nedenlerle yayının durdurulmasında herhangi acil sosyal bir ihtiyaç olmadığı
gerekçesi ile başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verir.
Politikacılarla, gazeteciler arasındaki çatışmaları içeren davalarda karar
verirken Mahkeme, diğer konulara göre, politikacıları ilgilendiren meselelerde
yorum yapmada gazetecilere daha geniş bir ifade özgürlüğü hakkı tanımakta olup
politikacıların diğer insanlara nazaran eleştirilere karşı daha fazla tolerans
göstermesi
gerektiği
kanaatindedir.
Mahkemenin
bu
yaklaşımı,
ifade
özgürlüğünün varlık nedenini açıklarken kullandığımız demokratik süreç
teorisinin mantığına da uygundur. Ancak politikacı kendisine karşı daha fazla
eleştiri yapılmasına katlanmak zorunda olsa da, bu tür eleştiriler de tamamen
asılsız olmamalıdır. Bu açıklamalara uygun olarak, politikacıları başta basından
gelenler olmak üzere, hakarete veya şöhretine yönelik saldırıya karşı özel ya da
daha ağır cezalar aracılığıyla korumayı amaçlayan yasaların 10. madde ile
bağdaşmayacağını söyleyebiliriz. Bu tür hükümlerin var olduğu ve politikacılarca
kullanılmaya çalışıldığı durumlarda, ulusal mahkemeler bunları uygulamaktan
kaçınmalıdırlar. Bunun yerine hakarete ve şöhrete zarar verme konusundaki genel
hükümler uygulanmalıdır. Ayrıca politikacıların itibar ve şerefinin basın
özgürlüğü ile çatışması durumunda ulusal mahkemeler ölçülülük ilkesini dikkatli
biçimde uygulamalı ve Mahkemenin başta Lingens/Avusturya kararıyla ortaya
koyduğu ilkelere bakarak ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin demokratik bir
toplumda gerekli olup olmadığına karar vermelidir 599. Ayrıca ‘doğrulu kanıtı’
savunmasının öngörüldüğü hakaret davalarında ulusal mahkemeler, Avrupa
Mahkemesinin olgular ile değer yargıları arasında yaptığı ayrımı göz önüne
598
599
ibid, paragraf. 31.
Macovei, s. 51.
182
alarak, bu tür kanıt istemekten kaçınmalıdır. Ayrıca, olgulara dayanan hakaret
davalarında iyi niyet savunması kabul edilmelidir. Şayet haberin yayınlandığı
anda gazeteci belirli bir bilginin doğru olduğuna inanmak için yeterli nedene
sahipse cezalandırılmamalıdır. Çünkü Sunday Times/Birleşik Krallık (no. 2)
kararında da belirtildiği gibi;
“Haber bozulabilir mal kategorisine girer va yayınlanmasının, kısa bir
süre için bile gecikmesi, haberin bütün değerini ve ilginçliğini ortadan kaldırır.”
Sunday Times/Birleşik Krıllık (no.2) kararında belirtilen bu yoruma uygun
olarak gazeteciye makul bir ölçüde araştırma yapma ve haberin doğruluğunu iyi
niyetle varsayma konusunda yükümlü saymakla yetinmek gerekir. Bu bağlamda
diğer bir konuda, ifade özgürlüğü hakkını kullanan gazetecinin mağdur olduğu
iddia edilen kişinin şöhretine zarar verme konusunda bir kasıt taşıyıp taşımadığı
konusudur. Gazeteci elindeki bilginin doğru olduğuna inandığı sürece, bu tür bir
kasıt yoktur ve dolayısıyla gazetecinin tutumu, kasıtlı bir biçimde başkasının
itibar ve şerefine zarar vermeyi yasaklayan hükümlere göre ele alınamaz. Ceza
kanunları sadece başkasının itibar ve şerefine kasıtlı olarak zarar verme fiillerini
yaptırıma bağlar. Bu tür durumlarla karşılaşıldığı zamanlarda ise cezai yaptırımlar
uygulamaktan
kaçınılmalıdır.
Çünkü
cezai
yaptırımlar
doğrudan
ifade
özgürlüğünü tehdit ederve basının kamunun gözü kulağı olma görevini
engelleyerek medya açısından sansür oluşturur 600.
bb- Dini İnançlar
Bu alt kısımda, Tanrıya, dine ya da kutsal sayılan kişi ya da nesnelere
yönelik aşağılayıcı, hakaretamiz ve hafife alıcı ifade açıklamalarıyla, bu
açıklamaların başkalarının şeref ve itibarını korumak için sınırlandırılması
arasındaki ilişki incelenecektir. Tanrıya ya da kutsal sayılan şeylere karşı yapılan
açıklamalar, dinin toplum hayatında egemen olduğu dönemlerde, dine küfür
olarak algılanmış ve bu tip açıklamalar hemen hemen her hukuk sisteminde en
ağır biçimde –çoğunlukla ölümle- cezalandırılan bir suç sayılmıştır 601. Ancak
hayatın laikleşmesi ile birlikte bu suç kimi ülkelerde kaldırılmış kimilerinde ise
gerek tarihi sebeplerle gerek kamu düzeni gerekçesiyle saklı tutulmuştur. Nitekim
laikleşmeyle beraber farklı düşüncelere yönelik hoşgörü düzeyinin yükseldiği
600
601
Macovei, s. 51-52.
Öktem, Uluslararası Hukukta İnanç Özgürlüğü, s.407.
183
Batıda, dine karşı hakaret nedeniyle kovuşturmalara , geçmişteki ‘dini takibatların
kalıntısı’ gözüyle bakılmaktadır 602.
Strazburg organları dine hakaret unsuru içeren düşünce açıklamalarının
başkalarının şöhret ve haklarını korumak için sınırlandırılabileceğini kabul
etmiştir. Mahkeme bu kararı verirken özellikle Tanrı ve dini inanç hakkında iftira
ve hakaret etmeden dolayı verilen mahkumiyetlerin demokratik bir toplumda
gerekli olup olmadığı konusu üzerinde durmuştur. Birazdan inceleyeceğimiz
davaların hepsinde Sözleşme organları taraf devletler lehine karar vermiştir. Bu
davalardan
ilki
doktrinde
şiddetli
eleştirilere
uğrayan
Otto-Preminger
Institute/Avusturya davasıdır 603.
Avusturya yasalarına göre özel bir dernek olan başvuran OPI herhangi bir
kar amacı gütmeden görsel-işitsel medyada eğlenceyi, diyalogu ve yaratıcılığı
geliştirmeyi amaçlıyordu. Bu derneğin faaliyetleri arasında film gösterimleri de
yer alıyordu. Dernek, 13 ve 19 Mayıs 1985 tarihleri arasında 6 filmi gösterime
sokacaktı. Bu filmler bir bültenle derneğin 2.700 üyesine duyurulmuş ve ayrıca
ilan panolarında da filmlerin reklamı yapılmıştı 604. Filmlerden biri 1895 yılında
Oskar Panizza tarafından yazılan ve dine karşı suç olduğu gerekçesi ile
yasaklanan bir kitabın filme aktarılması ile ilgiliydi. Kitap Almanya’da
yasaklanmış olmasına rağmen, başka yerlerde basımına devam edilmişti 605.
17 yaşından küçüklerin izlenmesinin yasak olduğu 'Cennetteki Konsey'
(Das Liebeskonzil -Council in Heaven-), adlı filmde şu sahneler yer almaktaydı:
Musevi dininin, Hıristiyan dininin ve İslam dininin Tanrısı, açıkça bunamış bir
ihtiyar adam olarak, kendisine güçlü bir öpücükle karşılık veren şeytanın önünde
secde
etmektedir 606.
Bakire
Meryem,
kendisine
müstehcen
bir
hikaye
anlatılmasına izin vermekte ve bunun üzerine kendisi ile şeytan arasında erotik bir
gerilim yaşanmaktadır. İsa peygamber ise, 'çok yüksek seviyede zeka geriliği olan
biri' olarak sunulmaktadır. Film bütünüyle şeytanı yüceltmektedir. Kurum
kendisine üye olan binlerce üyesine bir veri bülteni dağıtmış ve bu filmin
602
William W Park; “Spritual Energy and Secular Power”, The Influence of Religion on the
Development of International Law, der. Mark W Jenis, (London: Martinus Nijhoff Publisher
1991), s.174 ; Öktem, Uluslararası Hukukta İnanç Özgürlüğü, s.407.
603
Otto-Preminger Institute/Avusturya 20 Eylül 1994 ; Ann Sherlock, “Freedom of Expression:
How Far Should It Go”, European Law Review, 1995, 329-337.
604
Otto-Preminger Institute/Avusturya, paragraf. 10.
605
ibid, paragraf.20.
606
ibid, paragraf.22.
184
nerelerde ve ne zaman gösterileceğini duyurmuştur. Bu film, görevli bir hakim
huzurunda, özel bir seansta gösterilir. Savcı filmin Basın Kanunu’nun 36.
maddesine aykırı olduğu gerekçesi ile geri çekilmesi için başvuruda bulunur.
Savcının bu başvurusu aynı gün yerel mahkeme tarafından uygulanır. Başvuran
bu uygulamaya karşın temyize gitmesine rağmen, Temyiz Mahkemesi sanatsal
ifade özgürlüğünün mutlak bir özgürlük olmadığını belirtip bu hakkın
başkalarının dini inanç özgürlüğü ile sınırlandığı gerekçesi ile başvuruyu
reddeder 607.
Hükümet Mahkeme aşamasında, filme el konulmasının başkalarının
haklarının, özellikle de dini duygulara saygı hakkının korunmasını ve kamu
düzeninin sağlanmasını amaçladığını ileri sürdü. İnsan Hakları Avrupa
Mahkemesi bu dava önüne geldiğinde 10. maddenin ihlal edilmediği yönünde
karar vermiştir. Bu kararı verirken çeşitli gerekçelere dayanmıştır. Mahkeme ilk
olarak, 10. maddenin ikinci fıkrasının ödev ve sorumluluklar yüklediğini
belirterek bunların içine, dini kanaat ve düşünceler bağlamında, başkalarını
sebepsizce rencide eden ve insanlığın ilerlemesine hiç bir katkıda bulunmayacak
ifadelerin de dahil edilebileceğini söylemiştir 608. Mahkemeye göre, müdahale
güdülen amaçla orantılı olmak şartıyla, bazı demokratik toplumlarda, kutsal
sayılan nesnelere karşı hakaretamiz saldırıları yaptırıma bağlamak, hatta önlemek
zorunlu sayılabilir.
Mahkeme ikinci olarak, genel ahlak konusunda olduğu gibi dinin önemi
konusunda da ortak bir Avrupa din anlayışının olmadığını vurgulayıp, taraf
devletlerin dine hakaret içeren ifadeleri sınırlamada daha geniş ulusal takdir
marjına sahip olduğunu belirtmiştir 609. Ancak bu takdir yetkisi sınırsız olmayıp
Sözleşme gereğince yürütülen denetimle atbaşı gitmektedir.
Mahkeme üçüncü olarak, sinemaya girişin belli bir ücrete ve yaş haddine
bağlı olsa da, filmin reklamının yaygın bir şekilde yapılmış olduğuna, dolayısıyla
gösterimin, yeterince bilgilenen kamuyu rencide edebilecek ölçüde aleniyet
derecesine ulaştığına işaret etmiştir 610.
Sonuç olarak Mahkeme, filmin geri çekilmesinin, takdir alanı sınırını aşma
607
ibid, paragraf. 13.
ibid, paragraf. 49.
609
ibid, paragraf. 50.
610
ibid, paragraf. 54.
608
185
olmadığı ve filmin gösterimden kaldırılmasının da, -film hiç bir zaman
gösterilemeyecek anlamı taşısa da- hedeflenen yasal amaçla orantısız olmadığına
karar vermiştir. Mahkeme bu yorumunu hakarete uğradığı iddia edilen dinin
çoğunluğun dini olması gerekçesine dayandırmıştır. Oysa mahkemenin bu
yorumunu çoğulcu demokrasi anlayışı ile bağdaştırmak mümkün değildir. Çünkü
hakarete uğradığı iddia edilen dinin çoğunluğun dini değil de o bölgedeki
azınlığın dini olması durumunda Mahkemenin nasıl bir yaklaşım sergileyeceği
şüphelidir 611.
Bu dava ile ilgili açıklamasında Wochsmann, alaycı bir ifadeyle bir dinin
hakim din sayılabilmesi için aranan yüzdeyi sormakta ve hakim dine tanınan
ayrıcalıklı korumanın sözleşmenin 14. maddesine aykırılık oluşturacağına dikkat
çekmektedir. Wochsman’a göre Mahkeme bu kararıyla daha önce ifade özgürlüğü
konusunda tespit ettiği özgürlükçü anlayışından tamamen uzaklaşmaktadır 612.
Filmi izleyen Mahkeme yargıçları, filmin içeriğinin Avusturya yargı
makamlarını haklı çıkardığını düşünmektedirler. Filme el koyduran Avusturya
makamları, bölgedeki dinsel barışı korumak ve bazılarının dinsel duygularının
haksız ve rencide edici biçimde saldırıya uğramasına engel olmak amacıyla
hareket etmişlerdir. Mahkemeye göre, uluslararası hakimden daha elverişli
konumda olan ulusal makamlar, belli bir zamanda ve yerel koşullarda bu tür
önlemlerin gerekliliğini daha iyi takdir edebilirler. Bu nedenle Mahkeme,
Avusturya makamlarının ulusal takdir marjlarını açtıklarını düşünmemektedir.
Karşı oy yazılarında hakim Palm, Pekkanen ve Makarczyk ise şunları ifade
etmekte idi;
“Belirli bir ifade tarzının ‘insanlığa ilişkin konularda ilerleme
sağlayabilecek
bir
kamusal
tartışmaya
herhangi
bir
katkıda’ bulunup
bulunmayacağına karar verme yetkisi Devlet otoritelerine bırakılmamalıdır; bu
tür bir karar kaçınılmaz olarak otoritelerin ‘ilerlemenin’ ne olduğu konusundaki
fikirlerinden etkilenecektir. Eldeki dava türünden, müdahalenin el koyma,
dolayısıyla önceden
kısıtlama
biçimini
aldığı
vakalarda da daha da
geçerlidir…ifade özgürlüğünün kullanılmasının tamamen engellenmesi anlamına
611
Yamaner, Uluslararası Hukukta Düşünceyi Açıklama ve Yayma Özgürlüğünün
Sınırlandırılması Sorunu, s.143.
612
Wochsmann Patrick, ‘La Religion Contre la Liberte D’Ewpression:’ den naklen Öktem,
Uluslararası Hukukta İnanç Özgürlüğü , s.411.
186
gelecek türden yasaklama tedbirlerine duyulan ihtiyaç, ancak sözkonusu davranış
toplum tarafından hoşgörü ile karşılanma hakkını ortadan kaldıracak kadar ağır
bir suiistimal düzeyine veya başkalarının din özgürlüğünü inkar etmeye
yaklaştığında kabul edilebilir.”
Dine karşı aşağılayıcı ve hakaretamiz ifadeler yer aldığı için dağıtımına
izin verilmeyen filmin konu olduğu Wingrove/İngiltere 613 davası da yukarıda
incelemiş olduğumuz Otto-Preminger Institute/Avusturya davası ile büyük
benzerlikler göstermekte olup bu dava da 10.maddenin ihlal edilmediği hükmüyle
sonuçlanmıştır.
Film yönetmeni olan Nigol Wingrowa, 18 dakikalık ‘Ecstasy’ (Manevi
Huşu ve Huzur) adlı bir film yapar. Filmde herhangi bir diyalog geçmeyip sadece
müzik ve bir kısım hareketler bulunmaktadır. Başvurucuya göre filmin konusu, 16
yy Carmette rahibesi ve çok sayıda manastırın kurucusu olan rahibe Teresanın
hayatından ve yazdıklarından alınmıştır. Filmin merkezinde rahibe Teresayı
temsil eden rahibe giyimli genç bir artist yer almaktadır. Filim, genişçe siyah
rahibe elbisesi giyen bayanın eline çivi çakılmış olup bütün elbisesine ve çıplak
göğsüne yayılan kan görüntüleri ile başlamaktadır. Bu genç artist daha sonra
elindeki bir kadeh şarabı yere dökmekte ve tekrar onu yalamaktadır. Filmin
yaklaşık yarısı bu görüntülerle devam etmektedir. Filmin ikinci yarısı ise başı
yukarıya bakan, bileklerinden bağlanmış ve yukarı doğru asılmış beyaz rahibe
elbisesi içindeki Rahibe Teresa’yı gösterir. Rahibe Teresa’nın ruhunu temsil eden
yarı çıplak ikinci bir kadın Rahibe Teresaya doğru ilerlemektedir. Bu kadın
Rahibe Teresa’ya yaklaştığı zaman onun ayaklarını ve bacaklarını öpmeye başlar,
daha sonra karın bölgesini ve göğüslerini öper. Sonunda ise hararetli ve ateşli bir
şekilde Teresayı öper. Bunlar olurken Teresa zevkten dolayı iki büklüm
vaziyettedir. Filmin bu bölümü Rahibe Teresanın çarmıha gerilmiş yerde yatan İsa
Peygambere yaptığı erotik sahnelerle son bulur 614.
Wingrove'un bu film için yaptığı vize başvurusu İngiliz Film Vize Kurulu
tarafından müstehcen unsurlar taşıdığı ve dine karşı küfür suçunu düzenleyen yasa
hükmüne aykırı olduğu gerekçesiyle reddedilir. Bunun üzerine başvuran ifade
özgürlüğünün ihlal edildiği gerekçesi ile Komisyona başvurur. Komisyon ve
613
614
Wingrove/Birleşik Krallık, 25 Kasım 1996.
ibid, paragraf. 8-9.
187
Mahkeme, başvurucunun ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin başkalarının
haklarını koruma amacı güttüğü kanaatindedir. Ancak Komisyon ikiye karşı
ondört oyla, filmin sinematografik uzun metrajlı bir film değilde 18 dakikalık kısa
metrajlı bir video filmi olmasının, ulaşacağı kitleyi sınırlaması unsurunu göz
önüne alarak ifade özgürlüğünün ihlali yönünde karar verirken, filmi bizzat
izleyen Mahkeme, ulusal makamlar tarafından alınan kararların keyfi ya da aşırı
sayılmayacağı için ifade özgürlüğünün ihlal edilmediği yönünde karar
vermiştir 615.
Mahkeme kararını verirken, din konusunda aynen ahlak konusunda olduğu
gibi taraf devletlerin daha geniş takdir payına sahip olduklarını belirtmiştir.
Mahkeme, Avrupa Konseyine üye ülkeler arasında dine küfrü düzenleyen
kanunların demokratik toplum için gereksiz olduğu yönünde ortak Avrupa
anlayışının olmadığı üzerinde durmuş ve dine karşı küfür konusunda Avrupa
düzeyinde durum ve gelişmelere değinmiştir. Mahkemeye göre pek çok Avrupa
ülkesi dine karşı küfür konusunda yasalara sahip olmayı sürdürmeye devam
etmektedir. Şüphesiz, bu kurallar giderek daha az uygulanmaktadırlar ve birçok
devlet bunları kısa süre önce yürürlükten kaldırmıştır. Dine karşı küfür suçlarının
kaldırılması yönünde gayet kuvvetli gerekçeler mevcuttur. Sözkonusu kuralların,
başvuru sahibinin de öne sürdüğü gibi, belli mezhepleri kayırıcı niteliklere ve
hukuki mekanizmaların inanç meselelerini ele almaktaki elverişsizlikleri bu
gerçeklere örnek gösterilebilir. Ancak tartışılmayacak olan, Avrupa Konseyine
üye devletlerin hukuki ve sosyal düzenlerinde, dine küfrü içerdiği kabul edilen
ticari eşyanın dağıtımına devletin sınırlamalar getirmesine izin veren bir sistemin
demokratik bir toplumda gerekli olmadığı, dolayısıyla Sözleşmeye aykırı olduğu
sonucuna götürecek yeterli bir görüş birliği henüz bulunmadığıdır 616. Mahkeme
ayrıca İngiltere’de son 70 sene içinde, dine karşı küfür suçu nedeniyle, sadece iki
dava açıldığına işaret etmektedir. Hakim Pettiti karara eklediği mutabakat
şerhindeyse, bu kararda yürütülen mantığın dini inançların korunmasıyla
yetinmeyip felsefi kanaatleri de içine alır biçimde formüle edilmesi yönünde
arzusunu açıklamış ve dine karşı küfür yanında laik sembollerin de koruma
615
616
ibid, paragraf. 33, 55.
ibid, paragraf.57.
188
kapsamına alınmasını önermiştir 617.
Başvuru sahibi, filmin kısa metrajlı oluşunun, bir Hıristiyan tarafından
görülme
riskini
azalttığına
ve
dağıtımının
özel
izinli
sex-shop’larla
sınırlanabileceğine dikkat çekmiştir. Mahkeme ise pazara sürülen bir video
filminin kolaylıkla kopyalanabileceğine, ariyet, kira, satış ve gösterime konu
olabileceğine,
dolayısıyla
yetkililerin
her
türlü
denetiminden
kolaylıkla
sıyrılabileceğine işaret etmiştir. Bu nedenle mahkeme İngiliz otoritelerinin takdir
alanı içinde hareket ettiklerine karar vermiştir. Hakim Bernhardt, mutabakat
şerhinde filmin dağıtımına izin verilmemesinin şahsi kanaatlerince zorunlu
olmadığı, ancak ulusal makamların bu konuda sahip oldukları çok büyük ulusal
takdir marjını Sözleşme normları bakımından tatmin edici biçimde kullandıklarını
belirtmiştir 618. Ayrıca Mahkeme, video kaydı yapabilme tekniklerinin doğasından
dolayı, bu film bir kez gösterime girdi mi, artık otoritelerin kontrolünün dışına
kaçabileceğini de ifade etmiştir 619. Sonuç olarak, 10. Maddenin ihlal edilmediği
nihai kararını vermiştir 620.
Hakim Lohmus karşı oy yazısında sözkonusu önlemi açıkça ‘sansür’
olarak nitelendirmiş ve devletin dini duygularını koruduğu varsayılan İngiliz
Hıristiyanlarının
olay
hakkındaki
görüşlerinin
meçhul
olduğuna
dikkat
çekmiştir 621. Hakim Mayer ise karşı oy yazısında, müdahaleyi en dar ve basit
anlamda ifade özgürlüğüne yönelik bir ön sınırlama olarak nitelendirmiştir 622.
Doktrinde ise, dine karşı küfür konulu kararlar sadece hukuki yönden değil
Avrupa’nın kültür yapısı bakımından da eleştirilmiştir 623. Örneğin, Delmas-Marty,
Avrupa kültürünün pek çokları için kabalığı, soytarılığı, maskaralığı büyük bir
sanatın alametleri olarak kucaklayan bir küfür kültürü olduğunu belirtmiştir. Bu,
dinin ve kutsallığın dışlanması anlamına gelmeyip daha ziyade kutsama ile
çiğneme arasında bulanık bir ilişkiye işaret etmektedir. Dünyaya, mizahın hakim
olduğu hafif, alaycı bir bakışın, yüksek, dini, kutsal bir bakıştan ayrı
617
Concurring Opinion of Judge Bernhardt.
Concurring Opinion of Judge Bernhardt.
619
ibid, paragraf. 64.
620
ibid, parafraf. 65.
621
Dissenting Opinion of Judge Lohmus.
622
Dissenting Opinion of Judge De Meyer.
623
Öktem, Uluslararası Hukukta İnanç Özgürlüğü, s.413.
618
189
düşünülemeyeceğini belirtmiştir 624.
Yine doktrinde, film tamamen yasaklanmadan alınabilecek muhtelif
tedbirlerin Mahkeme tarafından görmezden gelinmesi eleştiri konusu olmuştur.
Üstelik, video kasetlerinin dağıtım ve çoğaltımında görülen kolaylık yüzünden her
türlü denetimin sonuçsuz kalacağı fikri, video filmlerinin dağıtımına ilişkin bütün
tedbirlerin boşuna alındığı anlamına geleceği için eleştirilmiştir 625.
Mahkeme
Otto-Preminger
Institute/Avusturya
ve
Wingore/İngiltere
davasıda ortaya koyduğu yorumunu, davanın içeriği itibariyle farklılık göstersede,
Murphy/İrlanda davasında 626 da devam ettirmiştir. Mahkemeye göre, ahlak ve
dinsel alandaki kişisel inançlara saldıran ifadeleri sınırlama konusunda taraf
devletlere genellikle daha geniş bir takdir yetkisi tanınmaktadır. Aynen ahlak
konusunda olduğu gibi, hatta belki bundan daha fazla, dini inançlara saldırı
karşısında ‘başkalarının haklarını korumaya yönelik şartlar bakımından tüm
Avrupa için geçerli tektip bir kavram sözkonusu değildir. Herhangi bir dini inanca
mensup kişilere neyin rahatsız edici olabileceği, özellikle inaçların ve dinsel
grupların yaygınlaştığı bir çağda, zamana ve yere göre büyük ölçüde farklılık
gösterecektir. Ülkelerin yaşamsal unusurlarıyla doğrudan ve devamlı teması
dolayısıyla Devlet yetkilileri, kişilerin en derin duygularını ve inançlarını önemli
ölçüde rencide edecek araçlardan onları korumaya yönelik bir ‘sınırlama’nın
‘gererkliliği’ ile başkalarının haklarını korumak için gerekli şartların tam olarak
içeriğini
belirleme
bakımından
uluslararası
yargıca
nazaran
daha
iyi
konumdadırlar 627.
Mahkeme dine hakaret davaları önüne geldiğinde taraf devletler lehine
karar verirken bunu şu üç nedene dayandırdığını söyleyebiliriz. Mahkeme, ilk
olarak gerek Otto-Preminger Institute/Avusturya ve Wingore/İngiltere davasında
gerek Murhpy/İrlanda davasında ifade özgürlüğünü kullananların görev ve
sorumluluklarına işaret etmiştir. İkinci olarak, din konusunda ortak bir Avrupa
anlayışının olmaması üzerinde durmuştur. Avrupa Konseyine üye ülkelerin bir
kısmında dine hakaretin suç olarak düzenlendiğini belirtip din konusunda bir
624
Mireille Delmas-Marty, ‘Pluralisme et Tradiditions Nationales’, den naklen Öktem,
Uluslararası Hukukta İnanç Özgürlüğü, s.414.
625
Öktem, Uluslararası Hukukta İnanç Özgürlüğü, s.363.
626
Murphy/İrlanda, 10 Temmuz 2003, İngilizceden Çeviren, Arslan Zühtü, Polis Akademisi
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları Dergisi, c. 2, sy. 7, Ekim 2003.
627
İbid, paragraf. 67.
190
Avrupa oydaşmasının oluşmasının imkan dahilinde olmadığını belirtmiştir.
Üçüncü olarak, aynen ahlakın korunmasında olduğu gibi, dine hakaret konusunda
da bir ortak Avrupa anlayışının olmamasından dolayı taraf devletlerin daha geniş
bir takdir hakkına sahip olduğunu vurgulamıştır. Aslında Mahkemenin bu
yorumlarından, ifade özgürlüğü ile dine hakaret konusu önüne geldiği zaman, bu
çatışmalarda pek de taraf olmak istemediği sonucunu çıkarabiliriz.
cc- Sıradan Vatandaşlar
İnsanlar için en önemli şeylerden biri onun itibar ve şerefidir. Nitekim
kişinin itibar ve şerefi bazı yanlış anlamlar ya da ithamlarla lekelendiği zaman,
doğal olarak onların yayılmadan düzeltilmesi istenir. Bu alt başlıkta ifade
özgürlüğü ile herhangi resmi bir sıfatı bulunmayan sıradan vatandaşların
itibarlarının korunması arasındaki ilişkiye Mahkemenin bakış açısı incelenecektir.
Bu incelemeye öncelikle News Verlags/Avusturya kararı 628 ile başlanacaktır.
Başvurucu, Tull’de, News adlı bir derginin yayıncısı ve editörüdür. Bu
derginin 1993 yılı Aralık ayında; bombalı mektup kampanyası, aşırı sağcıların
faaliyetleri ve özellikle zanlı B konularını içeren özel bir sayı çıkarıldı ve daha
sonra bu konularda olağan sayılarından birinde de bir makale yayınlandı.
Dergilerdeki haberler sanık B’nin bir çok fotoğrafı ile birlikte okuyucuya sunuldu.
Örneğin, özel sayının kapağı B’nin küçük bir fotoğrafına ve fotoğrafın altında
büyük harflerle ‘Suçluların Çılgın Dünyası’ ifadesine yer vermekteydi. Başlığın
altında ‘Führer İçin Terör’ yazılıydı ve sayfanın tamamı B ile birlikte diğer iki
kişinin fotoğrafı ile kaplanmıştı. İkinci sayının kapak sayısına ise ‘Kurbanlar ve
Naziler’ başlığı atılmış ve mağdurların büyük boy fotoğrafları ile B ve diğer iki
kişinin yer aldığı küçük bir fotoğraf yer almaktaydı. Kurbanın ‘Suçlularla
Karşılaşmak İstiyorum’ dediği alıntısı bulunuyordu.
Yerel
Mahkeme
B’nin
fotoğraflarının
makalelerdeki
metinlerle
ilişkilendirilerek yayımlanmasını B’yi büyük ölçüde küçük düşürmekle kalmayıp,
aksi ispatlanıncaya kadar herkes suçsuzdur prensibine de ciddi şekilde ihlal ettiği
gerekçesiyle B’nin fotoğraflarının yayınlanmasının yasaklanmasına karar verdi.
Bunun üzerine başvurucu şirket ifade özgürlüğünün ihlal edildiği gerekçesiyle
Mahkemeye başvurmuştur.
Mahkeme bu kararında ilk olarak B’nin yargılandığı suçların niteliğini göz
628
News Verlags/Avusturya, 11 Ocak 2000.
191
önünde bulundurmuş ve bu suçların demokratik toplumun temellerine yönelik
politik içerikli suçlar olduğunu tespit etmiştir. Mahkemeye göre, davaya konu
olan haberler Avusturya’daki bazı politikacılara ve kamuoyunda ön planda
bulunan diğer kişilere gönderilen ve kurbanların bazılarının ciddi boyutlarda
yaralandığı bombalı mektupları kapsamaktaydı. Bu nedenle, saldırılar kamuoyunu
büyük çapta ilgilendiren haber malzemesiydiler. Başvurucu şirketin haberleri aşırı
sağcıların faaliyetleri ve özellikle olayın esas zanlısı şüphesiyle tutuklanan B ile
ilgiliydi. B aşırı sağcı olması nedeniyle bombalı mektup saldırılarından daha önce
kamuoyunda tanınmaktaydı. Düğün fotoğrafları dışındaki fotoğrafların, B’nin
özel hayatına ilişkin hiçbir ayrıntıyı gözler önüne sermediğini belirten Mahkeme,
B’nin özel hayatının ihlal edildiği yönündeki iddiaları reddetmiştir 629. Nitekim
Mahkeme B’nin korunmasındaki yarar ile bu resimlerin yayınlanmasındaki kamu
yararı arasındaki dengeyi kamu yararından yana kullanmıştır.
Mahkeme bu olayı incelerken ikinci olarak basının demokratik toplumdaki
önemi üzerinde durmuştur. Mahkemeye göre, basın özellikle diğer kişilerin
hakları ve şöhretleri veya yargının faaliyetlerinin gereği gibi yürütülebilmesini
ilgilendiren konularda belirli sınırları aşmaması gerekir ise de, basının görevi yine
de –yükümlülük ve sorumlulukları kapsamında- kamuyu ilgilendiren bütün bilgi
ve fikirleri iletmektedir. Bu, yukarıda belirtilen sınırları aşmamak kaydıyla devam
etmekte olan davalar konusunda haber ve yorumlar yapmayı da içerir. Bu tür
haberler, olayların halk tarafından bilinir hale gelmesine katkıda bulunur. Bu nevi
bilgi ve fikirlerin kamuya duyurulması yalnızca basının görevi değildir;
kamuoyunun da bu tür bilgi ve fikirleri almaya hakkı vardır. Bu durum her şeyden
önce, bu davada olduğu gibi, aşırı fikirlerini kamuoyu önünde beyan eden bir
kişinin müdahil olduğu davalar için de geçerlidir 630.
Ancak Mahkemenin yukarıdaki fikrine katılmak mümkün değildir. Çünkü,
olay yalnızca kişinin resmi üzerindeki hakkı ile ilgili olmayıp aynı zamanda B’nin
adil yargılanma hakkı ile de ilgilidir. Suçu yerel mahkemelerce henüz tespit
edilmemiş bir kişi olarak B’nin suçsuzluk karinesinden yararlanması gerektiği
konusunda bir şüphe bulunmamaktadır. Bu nedenle basında sanki mahkum
olmuşçasına fotoğrafların yayınlanmasının hem B’nin kişilik haklarını çiğnediği
629
630
ibid, paragraf. 54.
ibid, paragraf. 55, 56.
192
hem de yargılama sürecini etkilediği düşünülebilir. Ayrıca başvurucu şirket B’nin
fotoğraflarını yayınlamadan da haber verme hakkını kullanabilirdi. Böyle bir
kısıtlama basının görevini yaparken seçeceği metotlara kendisinin karar verme
hakkını ihlal ettiği düşünülebilirse de korunan hukuki yararın ağır basmakta
olduğu söylenebilir.
J. Campany Diez de Revenge ve J.L. Lopez Galiacho Perona/İspanya
davasında 631 bir gazete yöneticisi ve bir gazeteci, iki tanınmış kişinin özel
yaşamına ilişkin fotoğraflarının bulunduğu bir yazının yayınlanması üzerine
mahkum edilmelerini şikayet ediyorlardı. Mahkeme, bu kişilerin toplumda
tanınmış olmalarına rağmen, dava konusu röportajın,
sözkonusu kişilerin
tamamen özel yaşamlarına ilişkin yönlerini esas alması nedeniyle, toplum için
herhangi bir genel yarar sağlamalarının mümkün olmadığı sonucuna varmıştır. Bu
nedenle Mahkeme başvuranların ifade özgürlüğünün ihlal edilmediği sonucuna
ulaşmış ve başvuru kabul edilemez bulunmuştur.
Yine Mahkeme Fuentes Bobo/İspanya davasında 632 iki sohbette, bir
İspanyol kamu televizyon kanalı yöneticilerine karşı hakaret içeren açıklamalarda
bulunduğu için bir program yapımcısının işine son verilmesine ilişkin kararı
incelemiştir. Mahkeme başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar
vermiştir. Mahkeme, 10. maddenin özel hukuk ilişkileri dahil, tüm işçi ve işveren
ilişkilerine uygulandığını ve devletin, bazı durumlarda, düşünceyi açıklama
özgürlüğünü korumaya yönelik pozitif yükümlülükleri bulunduğuna işaret
etmiştir.
Mahkemeye göre, ilgili olayda, bazı yöneticilere karşı kullanılan ‘sülük’
gibi terimler, tartışmasız onların saygınlığına zarar veriyordu ve bu cezayı haklı
kılıyordu. Bununla birlikte dava konusu açıklamalar, kamu televizyonu
işletmeciliğinde anormal iddialarla tutkulu ve açık oturumlar çerçevesinde
söylenmekteydi. Bu açıklamalar bir açık oturumda olduğu gibi o anda sarf edilmiş
sözlerden ibaret olup karşılıklı konuşma sırasında dile getirilmiştir. Üstelik
ilgililer tarafından hiçbir hakaret davası da açılmamıştı. Mahkemeye göre, daha
hafif ve daha uygun diğer disiplin cezaları öngörülebileceği halde başvuranın
631
J. Campany Diez de Revenge ve J.L. Lopez Galiacho Perona/İspanya, 12 Aralık 2000, Durmuş
Tezcan, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10. Maddesine İlişkin İçtihat, (İzmir: Başbakanlık
Basın – Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, İzmir), s.26.
632
Fuentos Bobo/İspanya, 29 Mart 1999, Durmuş Tezcan, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin
10. Maddesine İlişkin İçtihat, s.57.
193
tazminat verilmeden iş akdini fesh edilmesi ulaşılmak istenilen amaçla aşırı bir
ölçüsüzlük oluşturuyordu. Mahkeme bu nedenle başvuranın ifade özgürlüğünün
ihlal edildiğine karar vermiştir.
dd- Vatandaşlar ve Irkçı Nefret İfadeleri
İfade özgürlüğünün sınırlandırılması konusunda karşılaşılan en sorunlu
kısımlardan biri ırkçı nefret ifadeleridir. Irkçı nefret ifadeleri, belli bir ırka ya da
etnik kökene ait kişilerin bu nedenlerden dolayı aşağılanmasını, hakarete
uğramasını ve toplumda bu kişilere karşı nefret duygularının uyandırılmasını
içerir. Mahkemenin bu konu ile ilgili olarak incelediği ilk dava Jersild/Danimarka
kararıdır 633.
Information gazetesi Kopenhag’da bulunan
kendilerini yeşil ceketliler
olarak adlandıran bir gençlik grubu üyelerinin ırkçı tutumunu anlatan bir makale
yayınlar. Bu makale üzerine başvuran bu gençlerden üçünü bir televizyon
röportajına katılmak üzere davet eder. Başvuran tarafından gerçekleştirilen bu
röportaj sırasında üç yeşil ceketli, Danimarka’daki göçmenler ve etnik gruplara
ilişkin pis ve aşağılayıcı ifadeler kullanır 634. Bunun üzerine başvuran hakkında
Ceza Kanunu’nun 266. maddesini ihlal ettiği gerekçesiyle ceza davası açılır 635.
Yargılama sonunda başvuran, program kontrolörü sıfatıyla üç yeşil ceketliye
yardım ve suça teşvik ettiği gerekçesiyle 2000 Danimarka Kronu ödemeye ya da
beş gün hapis yatmaya mahkum edilir 636. Başvuranın ifade özgürlüğünün ihlal
edildiği gerekçesiyle Komisyon’a başvurması üzerine yediye karşı oniki oyla
Mahkeme 10. maddenin ihlal edildiğine karar vermiştir.
Mahkeme bu kararını verirken, özellikle, başvuranın itiraz konusu
açıklamaları bizzat kendisinin yapmamış olması fakat Danimarka radyosunun bir
633
Jersield/Danimarka, 23 Eylül 1994.
Bu röportaj sırasında başvuran ile yeşil ceketlilerin biri arasında şöyle bir diyalog geçer. Bu
ifadelerin ne kadar sert ve kırıcı olduğunu göstermek bakımından burada belirtmeyi uygun
görüyoruz. ‘....zenciler için, bunlar insan değil, bunlar hayvan, evet, onların vücut yapılarından da
bunu görebilirsin, büyük yassı burunlar, kepçe kulaklar vs. Yayvan kafalar ve çok geniş vücutlar,
kıllı bir gorile bakar gibisindir, bir maymunla karşılaştır, aynı olduğunu görürsün, aynı tür
hareketler, uzun kollar, uzun parmaklar vs.... Bir zenci insan değildir, bir hayvandır, bu diğer tüm
yabancı işçileri, Türkleri, Yugoslavları ve her nasıl adlandırılıyorsa diğerlerini de içerir,
Jersield/Danimarka, paragraf. 11.
635
Danimarka Ceza Kanunu’nun 266. maddesi şu şekildedir: “Aleni olarak ya da geniş bir çevreye
yaymak kastıyla, ırk, renk, milliyet veya etnik köken ya da inançları yüzünden bir grubu tehdit
eden, saldıran ya da tahkir eden bir beyanda ya da diğer tür bir iletişimde bulunanlar para cezası
veya basit hapis ya da iki yılı aşmayan hapis cezasına çaptırılır.”, Jersield/Danimarka, paragraf. 19
636
İbid, paragraf. 14.
634
194
haber programından sorumlu televizyon gazetecisi sıfatıyla bunların yayımında
yardımcı olması üzerinde durmuştur. Mahkeme bu nedenle kararını verirken
basının önemi üzerinde durmuştur. Mahkeme, basının kendisi için öngörülen
sınırlamaları, bu konu ile ilgili olarak, “başkalarının itibarının ve haklarının
korunması” na ilişkin hükmü çiğnememesi gerekmekle birlikte, basın kamuyu
ilgilendiren bilgi ve fikirleri yaymakla yükümlü olduğunu belirtmiştir.
Mahkemeye göre basın yalnızca bu bilgi ve fikirleri söylemekle görevli değil;
halkın da bunları almak hakkı vardır. Aksi taktirde basının “Bekçi Köpeği”
(Wotch Dog) görevini yerine getirmesi mümkün değildir 637.
Mahkeme ifade özgürlüğünün ihlal edildiği yönündeki kararını verirken bu
ifadelerin bu röportaj sırasında ifade edilmesi üzerinde de durmuştur. Röportaj
objektif olarak, ırkçı düşünce ve fikirleri yayma amacı gütmüyordu. Mahkemeye
göre; bir gazeteciyi, bir sohbette, başkasının söylediği sözlerin yayınına yardım
etmekten cezalandırmak, basının kamu yararı olan konulardaki tartışmalara
katkısını ağır bir şekilde engelleyecektir. Özellikle bu şekilde davranmayı
gerektirecek güçlü sebepler olmadıkça bu yola tevessül edilmemelidir 638.
Irkçılıkla mücadeleyle ilgili olarak diğer sözleşmeleri de göz önünde
bulunduran
Mahkeme,
başvurucunun
amacının
bu
röportaj
aracılığıyla
kamuoyunu zaten yakından ilgilendiren ırkçılık konusuyla ilgili olarak ırkçı bir
grubun davranışlarını göz önüne sermek olduğunu belirterek Jersild’in ırkçı bir
amacının olmadığına karar vermiştir 639.
Ancak Mahkemenin bu kararı bütün üyeler tarafından benimsenmemiştir.
Özellikle, Hakimler Gölcüklü, Russo ve Valticos Mahkemenin bu kararına karşı
çıkıp
bu davada söz konu edilebilecek iki ilkenin bulunduğu üzerinde
durmuşlardır. Biri 10. maddenin birinci fıkrasındaki ifade özgürlüğü, diğeri ise 10.
maddenin ikinci fıkrasında açıkça öngörülen kısıtlamalardan biri olan ve dahası
BM Genel Kurulunun benimsediği temel insan hakları dokümanlarından,
özelliklede 1965 Irk Ayrımcılığının Tüm Biçimlerinin Ortadan Kaldırılmasına
İlişkin Sözleşme’de benimsenen ırk düşmanlığının yasak olmasıdır.
Bu konu ile ilgili ilginç diğer bir karar da Lehideux ve Isorni'nin Fransa
637
İbid, paragraf. 31.
ibid, paragraf. 35.
639
İbid, paragrag. 33.
638
195
aleyhine açtıkları davadır 640. İki başvuran, Le Monde'da Fransız halkı, sizde
hafıza kıtlığı var (kısa sürede her şeyi unutuyorsunuz) başlıklı bir sayfalık bir
reklam yayınlamışlardır. Reklam metninde, 1916 ile 1945 arasında yaşayan bir
halk kahramanı olan Philippe Pétain'in hayatının ana hatları anlatılmakta ve
yaptıkları olumlu bir bakış açısıyla sunulmaktadır 641. Metin okuyucuları, yasal
olarak Philippe Pétain'i müdafaa etmeye çalışan iki kuruluşa yazı yazmaya davet
etmekle sona ermektedir. Sivil bir kuruluş, düşmanla işbirliği yapma suçlarını
alenen müdafaa etmekten dolayı, davacılar aleyhine bir suç duyurusu yapmıştır.
Savcı cezaların düşürülmesini talep etmişse de, teftiş hakimi bunları mahkum
etmiştir. Fransız mahkemeleri, bu reklamın düşmanla işbirliği yapma suçunun
alenen müdafaasını teşkil ettiğine karar vermişlerdir.
Mahkeme
ilk
önce
reklamın
içeriğindeki
karakterin
tek-taraflı
gösterildiğine dikkat çekmiştir. Mahkeme, metinde Philippe Pétain'in tamamen
onun lehine, taraflı bir biçimde sunulduğu için, hiç şüphesiz polemik (tartışmaya
sebep olan) bir yazı olduğuna karar vermiştir 642. Bununla birlikte Mahkeme, 10.
Maddenin fikirlerin
öz ve içeriklerini korumakla kalmadığını, aynı zamanda
sunuluş şekillerini de koruduğunu vurgulamıştır. Mahkeme ayrıca, Philippe
Pétain'in görüşlerine bazen değişik anlamlar vererek, onu haklı çıkarmaya
çalışmışlar ve bazen de herkesin bildiği tarihi gerçekleri ifade etmekten açıkça
kaçınmış olsalar da, Nazi vahşetini ve insaniyetsiz uygulamalarını ve Alman
hükümranlığını ve barbarlığını kabul edilemez bulduklarını da yine açıkça ifade
ettiklerine dikkat çekmiştir. Bundan dolayı Mahkeme, davacılar Philippe Pétain'in
mahkumiyeti hakkında bir şüphe oluşturmak (veya mahkumiyetinin yeniden
incelenmesini temin etmek) istemediklerine hükmetmiştir. Mahkeme, davacıların
söylediklerinin eski acı hatıraları tazeleyip yeniden bir tartışma başlatması
muhtemel olmasına rağmen, aradan geçen zamanın, bu tür sözlerin on veya yirmi
yıl önceki, aynı sertlikle ele alınmasını uygunsuz hale getirdiğine karar vermiştir.
Bu bağlamda Mahkeme, ifade özgürlüğünün, gücendirici, sarsıcı veya rahatsız
edici olan bilgileri de kapsadığını tekrar belirtmiştir 643.
640
Lehideux ve Isorni/Fransa, 23 Eylül 1998. ; Janis Mark W, Richard S. Kay, Anthony W,
European Human Rights Law, s.190.
641
Lehideux ve Isorni/Fransa, paragraf. 11.
642
İbid, paragraf.46, 47.
643
ibid, paragraf. 55, 56.
196
Mahkeme, Nazi vahşeti ifadesini onaylamadığını açıkça belirtmektedir,
ancak demokratik bir toplumda siyasi karşıtlıkların karşılıklı açık tartışmalar
yoluyla yapılmasına izin verilmesinin zorunlu olduğu konusunda ısrar etmektedir.
Mahkemenin kararından, Nazi vahşeti ve ırkçı düşmanlığı olmadığı müddetçe,
bütün siyasi ifadeleri koruyacağı anlamı doğmaktadır. Hükümetlerin, on-yirmi yıl
önce uyguladıklarından daha az kısıtlama uygulamaları gerektiğine işaret etmekle
Mahkeme, Sözleşmeye, toplumsal değişimlerle uyumlu yaşayan bir doküman
olma özelliği yüklemiştir. Burada ayrıca Mahkeme'nin, bu hakkın aslını muhafaza
etmek demek olan, ifadenin özü ve söyleniş şeklinin de korunmasının önemine
yaptığı vurguya da dikkat çekmemiz gerekir.
Sonuç olarak Mahkeme, başvurucuların ifade özgürlüğüne getirilen
sınırlamanın
demokratik
toplumda
gerekli
olmadığına
karar
vermiştir.
Mahkemenin bu yönde karar vermiş olmasının en önemli nedeni ise
başvurucuların negasyonist olmadıklarını vurgulayan ifadeleridir 644.
b-
Resmi
Sıfatı
Bulunanlarlar
Hakkında
Yapılan
Açıklamalar
İfade özgürlüğünün başkalarının itibarının korunması için sınırlandırılması
durumunda, itibar kırıcı olduğu iddia edilen söylemlerin kime yöneldiği konusu
önem arz etmektedir. Nitekim Mahkeme kararlarında resmi sıfatı bulunanlar ile
bulunmayanlar arasında bu söylemlere karşı tahammül göstermeleri bakımından
farklılıklar görülmektedir. Hatta resmi sıfatı bulunan kişiler arasında da olayın
özelliklerine göre farklı değerlendirmelerde bulunulmaktadır. Bu kısımda ilkönce
siyasal organlarla ilgili, ikinci olarak yargı organı mensupları ile ilgili, üçüncü
olarakta polis memurları ve belediye görevlileri ile ilgili Mahkemenin önüne
gelen davalar incelenecektir.
aa- Siyasal Organlar
Demokrasinin temel ilkesi bireylerin siyasal yaşama katılmalarını
sağlamaktır. Birey, oy vermek, siyasal tercihlerini saptamak ve değiştirmek,
siyasal hayatı belirli bir yönde oluşturmak için kamusal haklarından yararlanmak
hakkına sahiptir. Birey siyasal yaşama katılma hakkını sadece seçimden seçime
644
Yamaner, Uluslararası Hukukta
Sınırlandırılması Sorunu, s. 134.
Düşünceyi
Açıklama
ve
Yayma
Özgürlüğünün
197
oy vermek suretiyle değil, aynı zamanda tüm siyasal yaşam içinde siyasal iktidara
etken olacak haklarını kullanmak suretiyle de kullanır. Bu hakkın kullanılması,
kişinin siyasal yönelişler içinde etkenliğinin yönünü saptaması, siyasal hayatın
işleyişi konusunda bilgi sahibi olmasına bağlıdır. Bu bilgileri edinme olanakları
ise ancak siyasal yaşantı ile ilgili davranışların kamuya aksettirilmesi,
yorumlanması ve incelenmesi ile sözkonusu olur. Ancak bu hakkın kullanılması
zaman zaman siyasal kişi ve organların şeref ve haysiyetlerini zedeleyebilir.
Demokrasinin açıklık rejimi olmasından dolayı siyasal organlar aleyhine
de bir kısım sert eleştiriler getirilebilmektedir. Ancak şunu belirtmek gerekir ki,
siyasi eleştiri hakkı gerek siyasi kişiler gerek siyasi organlar yönünden, genel
eleştiri hakkı dışında boyutlar ve nitelikler taşımakta olup siyasi eleştiri hakkının
kapsamı daha geniş, sınırları ise daha dardır.
Siyasi eleştiri hakkı siyasal hayatta yer alan tek tek kişiler için olduğu
kadar siyasal organların işlemleri için de geçerlidir. Ancak bu eleştiri hakkı
mutlak olarak algılanmamakta, asılsız ve iftira niteliğindeki ithamlara karşı
siyasal organlar da korunmaktadır.
Siyasal iktidarın saygınlığının, fonksiyonel nitelikte korunması, iktidar
organlarına karşı yapılan şeref ve haysiyet kırıcı fiillerin suç olması sonucunu
doğurmuştur 645. Ancak şunu belirtmek gerekir ki siyasal organların tahkirini
cezalandıran yasaların geniş yorumlanması ifade özgürlüğünün büyük ölçüde
sınırlandırılması sonucunu doğurur. Gerçekten, bu sınırların geniş tutulması, her
eleştirinin suç sayılması sonucunu doğurur. Bu durum ise hem siyasal organların
eleştirilmezliği gibi, demokratik ilkelerle bağdaşmaz bir sonuç doğurur hem de
‘haber verme’ ve ‘eleştirme’ haklarını kullanılmaz hale getirir.
Demokratik bir toplumda, hükümet aleyhine yapılan sert yorumlar
engellenmemelidir. Castells'in İspanya aleyhine açtığı davada 646, kendisi avukat
olan Castells, Bask bölgesinin bağımsızlığını savunan bir siyasi partinin
listesinden senatör olarak seçilmiştir. Haftalık olarak yayınlanan ‘Punto Hora de
Eskalherria’ adlı derginin 4-11 Haziran 1979 tarihli sayısında ‘Muafiyet Rezaleti’
adlı bir makalede, Bask bölgesinde işlenen birçok cinayet tanımlanmış ve bütün
bunların arkasında sadece İspanya hükümetinin olabileceğini iddia etmiştir.
645
646
Özek, Türk Basın Hukuku, s.147.
Castells/İspanya, 23 Nisan 1992.
198
Bunun üzerine, Castells hakkında hükümeti tahkir etmekten ceza davası
açılmıştır. Yargılama sonucunda başvuran hükümeti hafif tahkirden bir yıl süreyle
hapis cezasına mahkum edilmiş ve aynı süreyle kamu hizmetlerinden ve meslek
icrasından mahrumiyetine karar verilmiştir 647. Mahkumiyet üzerine başvuran
ifade özgürlüğünün ihlal edildiği gerekçesi ile Komisyona başvurmuştur.
Komisyon üç’e karşı dokuz oyla 10. maddenin ihlal edildiği yönünde karar
vermiştir. Komisyon incelemesi sırasında, ifade özgürlüğünün demokratik
toplumun temeli olduğunun genel bir kural olarak kabul edildiğini düşünerek,
bunun, asıl rolü seçmenlerinin görüş ve sorunlarının sözcülüğünü yapmak olan
seçilmiş temsilciler için özellikle geçerli olduğunu vurgulamıştır. Bu bağlamda
Komisyon, başvurucunun aynı sözleri parlementoda söylemesi durumunda, aynı
sözlerin daha sonra basında yer alsa bile, mahkum edilemiyecek olmasını
özellikle belirtmiştir 648.
Komisyon,
ifade
özgürlüğünün,
demokratik
bir
toplumda
siyasi
düşüncenin biçimlendirilmesinde önemli bir yere sahip olduğunu vurgulayıp
hükümetin kendine karşı yapılan eleştirilere karşı, karşılıklı argümanlarla cevap
verebileceğini belirtmiştir. Komisyona göre, demokratik bir devlette hükümet,
muhalefet veya basın tarafından kendisine karşı yöneltilen haksız saldırılara veya
eleştirilere karşılık vermek amacıyla çok sayıda araçtan yararlanabilir; İlgili
Bakanın Parlamentoda açıklama yapması, basın toplantısı düzenlemesi, cevap
hakkını kullanması, resmi bir tebliğin yayınlanması gibi. Bu davada İspanyol
yetkililerinin,
başvurucu
tarafından
hükümete
karşı
ciddi
suçlamalarını
yanıtlamak için bu araçları kullanmadığını belirtip başvurucunun ifade
özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir 649.
Mahkeme, özellikle seçilmiş bir temsilcinin ifade özgürlüğünün çok
önemli olduğunu belirtmiştir. Hükümetle ilgili kabul edilebilir eleştirilerin, özel
bir şahsa, hatta bir politikacıya karşı yapılan eleştirilerden çok daha geniş bir alanı
kapsadığını vurgulamıştır 650. İfade özgürlüğü herkes için önemli olmakla birlikte,
halkın seçilmiş temsilcileri için özellikle önemlidir. Bu kişiler seçmenlerini temsil
eder; onların zihinlerini meşgul eden sorunlara dikkat çeker; onların yararlarını
647
ibid, paragraf.13.
Castells/İspanya, Komisyon Kararı, paragraf.52.
649
ibid, paragraf. 68, 72.
650
Castells/İspanya, paragraf 46.
648
199
savunur. Bu nedenle başvurucu gibi, yasama sorumsuzluğuna sahip bir
Parlamenterin ifade özgürlüğüne müdahale, Mahkemenin çok daha dikkatli
incelemesini gerektirir 651.
Mahkemeye göre, Siyasi konuları tartışma özgürlüğü mutlak olmayıp,
taraf Devletler bu özgürlüğü belirli ‘yasaklara’ ve ‘cezalara’ bağlayabilirler. Fakat
bu tür önlemlerin, 10. maddeye uygunluğu hakkında kararı vermek, Mahkemenin
görevidir. Hükümeti eleştirmenin hoş görülebilir sınırları, şahısları, hatta
politikacıları eleştiri sınırından daha geniştir. Demokratik bir sistemde hükümetin
eylemleri ve ihmalleri, sadece yasama ve yargı organlarının değil, basının ve
kamuoyunun da yakın denetimine tabidir. Dahası hükümet, işgal ettiği üstün
konumdan dolayı, özellikle muhaliflerinin veya medyanın haksız saldırılarını ve
eleştirilerini karşılamak için başka araçları kullanabilecekken ceza davasına
başvurmada kendisini sınırlı görmesi gerekirdi. Ancak yetkili Devlet otoriteleri,
kamu düzeninin güvencesi olmaları sıfatıyla, temelden yoksun veya kötü niyetle
oluşturulmuş iftira niteliğindeki suçlamalara, aşırıya kaçmadan ve gereği gibi
tepki göstermeyi amaçlayan cezai nitelikte önlemleri de almakta serbesttirler 652.
Mahkeme, makalenin içeriğini incelemiş ve davacının 1977'den bu yana,
Bask bölgesine birçok saldırı yapan suçluların, çeşitli aşırı örgüt üyelerinin
dokunulmazlık gölgesi altından cezadan muaf bir şekilde yaşadıklarını 653
duyurmakla yazısına başladığını, sonrasında, bölge insanını yakından ilgilendiren
gerçekleri anlattığını ve yazının sonunda, Hükümeti ağır ithamlarla eleştirdiğine
işaret etmiştir. Bu nedenle, Mahkeme, Hükümetin Castells'in iddialarının tam
olarak doğru olmadığı ve bunların gerçekliğinin ispat edilemeyeceği 654 yolundaki
iddiasını ikna edici bulmamıştır. Mahkeme, davacıya iyi niyetini ispat etme fırsatı
tanınmadığını belirtip demokratik bir toplumda bu müdahalenin yersiz olduğuna
ve bu nedenle 10. Maddenin ihlal edilmiş olduğuna hükmetmiştir. Bir temsilci,
elbette seçim bölgesi içinde olanlarla, özellikle de insan hakları söz konusu olan
konularla ilgilenecektir. Bir temsilcinin ayrıca, özellikle iyi niyetini ortaya
koymaya çalıştığında, ifade ettiği düşüncelerinden dolayı maruz kalabileceği
sorumluluklardan muaf olması gerekir. Mahkeme'nin kararı, demokratik bir
651
ibid, paragraf. 43.
ibid, paragraf. 46.
653
ibid, paragraf. 48.
654
ibid, paragraf. 48
652
200
toplumda temel bir gereklilik olan, seçilmiş temsilcilerin ifade özgürlüğünü
güvence altına almaktadır. Dolayısıyla Mahkemenin bu kararından şu sonucu
çıkarabiliriz. İtaatsizliğe kışkırtma cezalandırılabilir bir eylem olmakla birlikte,
hakimler
kanuni
dayanağı
olsa
bile
bir
yasağı
otomatik
olarak
uygulamamalıdırlar. Hakimler, ifade özgürlüğünün belirli bir kullanımının
cezalandırılmasının, bu özgürlüğe o kadar büyük bir değer atfeden demokratik bir
toplumda gerekli olup olmadığına karar verirken, çatışan değerleri karşılıklı
olarak tartmalı ve ölçülülük ilkesini uygulamalıdırlar. Ayrıca bu kararda ortaya
konulduğu gibi ulusal mahkemeler devlet otoritelerine yönelik eleştirileri
cezalındırmaktan kaçınmalıdırlar. Bu tür eleştiriler, sert bile olsa, siyasi
çoğulculuğun ve kanaat çoğulculuğunun bir parçasıdır 655.
bb- Yargı Organı Mensupları
Kanunların uygulanmasında en üst konumda olan yargı mensuplarıdır.
Nitekim bir yargı mensubunun önyargılı ve dayanaktan yoksun bir şekilde
eleştirilmesi onun itibarını kolayca zedeleyebilir. Ancak yine de yargı mensupları
da diğer kişiler gibi kendilerine karşı yapılan eleştirilere karşı belli bir oranda
hoşgörü göstermek zorundadırlar. Özellikle kamu yararını ilgilendiren konularla
ilgili yapılan eleştirilerde, büyük bir hoşgörü ile karşılık vermelidirler. Nitekim
Mahkeme kabul edilebilir eleştiri sınırının, özel bireylerlere karşın, kamu
görevlileri için bazı şartlarda daha geniş olduğunu vurgulamıştır 656. Ancak kamu
görevlilerinin her düşünce ve sözlerini politikacıların yaptığı gibi gözetime
açtıkları ve hareketlerini eleştirme noktasında politikacılar gibi değerlendirmeleri
gerektiği söylenemez. Eğer kamu görevlileri görevlerini başarıyla yerine getirmek
istiyorlarsa aşırı düzensizlikten arınmış bir kamuoyu denetimine tabi olmaları
gerekmektedir. Bu yüzden görev halindeyken onları her türlü yıpratıcı ve
aşağılayıcı sözlü saldırılardan korunması gerekmektedir 657.
Lesnik/Slovakya davasında 658 1940 doğumlu Kosice de yaşayan başvuran
Kosice Bölge Savcısına, kendisinin şikayetlerini kanunsuz olarak gözardı ettiği,
gücünü kötüye kullandığı, bu bağlamda rüşvet aldığı ve kendisinin telefonlarını
izinsiz dinlettiğini iddia ettiği bir mektup göndermiştir. Daha sona benzer bir
655
Macovei, s. 45.
Nikula/Finlandiya, 21 Mart 2002, paragraf. 42.
657
ibid, paragraf. 42.
658
Lesnik/Slovakya, 11 Mart 2003.
656
201
mektubu Genel Savcıya (General Prosecutor) da gönderir. Daha sonra bu
mektuplar günlük bir gazetede yayınlanır. Bunun üzerine başvuran hakkında Ceza
Kanunu’nun 156. maddesinin üçüncü fıkrasına göre Kamu Görevlilerine
hakaretten dava açılır. Yargılama sonucunda başvuran
4 ay hapis cezasına
çaptırılır 659.
Bu mahkumiyet üzerine başvuran bir kamu görevlisine hakaretten dolayı
mahkum edilmesinin 10. maddenin birinci fıkrasına güvence altına alınan ifade
özgürlüğünü ihlal ettiği gerekçesiyle Mahkemeye başvurur. Makeme rutin
incelemesinde, başvuranın ifade özgürlüğüne kamu makamlarınca müdahale
edildiğini ve bunun başkalarının itibarlarının ve haklarının korunması gibi meşru
amaçlara yönelik olduğunu tespit ettikten sonra bu müdahalenin kanunla
öngörülmediği şeklindeki başvuranın itirazını reddetmiştir. Daha sonra ise bu
müdahalenin demokratik toplum için gerekli olup olmadığı konusunu incelemiş
ve Slovak hükümeti tarafından yapılan müdahalenin Bölge Savcısının itibarını
korumak için gerekli olduğu gerekçesiyle 10. maddenin ihlal edilmediği yönünde
karar vermiştir 660.
Mahkeme bu kararı verirken ilk olarak kamu görevlilerinin görevlerini
yerine getirirken tolerans göstermeleri gereken eleştiri sınırının diğer insanlara
karşın daha geniş olduğunu belirtmiştir. Ancak Mahkeme, kamu görevlilerinin
politikacılarda olduğu gibi her türlü söylemlerini yakın denetime açtıkları
anlamına gelmeyeceğini, üstelik görevlerini hakkı ile yerine getirebilmeleri için
kamu güvenine sahip olmaları gerektiğini bunu sağlamanın ise kamu
görevlilerinin
asılsız
suçlamalara
karşı
korumakla
sağlanabileceğini
vurgulamıştır 661.
Mahkeme ikinci olarak, Savcıların adaletin düzgün işlemesi için görev
yapan kamu görevlileri olduğuna işaret etmiştir. Savcıların da diğer kamu
görevlileri gibi kamunun güvenine sahip olmaları gerektiğini belirten Mahkeme,
Savcıları asılsız suçlamalardan korumanın devletin görevi olduğu üzerinde
durmuştur 662. Mahkeme, demokratik bir toplumda, bireylere, yargı sistemi ve ona
dahil olan memurları eleştirme ve onlar hakkında yorum yapma hakkı tanındığını
659
ibid, paragraf. 17.
ibid, paragraf43-47, 65.
661
ibid, paragraf. 53.
662
ibid, paragraf. 54.
660
202
ancak bu eleştirilerin belli bir sınırı aşmaması gerektiğini belirtmiştir 663.
Mevcut davada Mahkeme, başvurucunun açıklamalarının herhangi bir
ispat olmaksızın savcıya aşırı derecede hakaret ettiğini belirtmiştir. Başvurucunun
savcının profesyonel ve kişisel özellikleri konusunda yapmış olduğu ifadeler,
herhangi bir kanıta dayanmayan değer yargıları olarak kabul edilebilirken,
Mahkeme başvurucunun açıklamalarının aynı zamanda savcının kişisel özellikleri
hakkında kanuni olmayan ve hakaret boyutundaki ifadeler içerdiğine işaret
etmiştir. Nitekim bu savcı hakkındaki asılsız iddialar ciddi boyutlarda
tekrarlanarak yapılmıştır. Suçlamalar hakaret edici nitelik taşımakta olup savcının
görevini yerine getirmesine engel olmaktadır 664.
Mahkeme üçüncü olarak, mektubun ilgili bölümlerinin gazetelerde
yayınlanmış olması üzerinde durmuştur. Mahkemeye göre mektuptaki bilgiler
gazetelerde
başvurucu
tarafından
değil
de
üçüncü
kişiler
tarafından
yayınlanmasından dolayı yargılama sırasında göz önünde bulundurulmaması
gerektiğini
belirtmiştir.
Ancak,
gazetedeki
yazılar
başvuran
tarafından
yazılmamasına rağmen, gerekli dokümanlar başvurucu tarafından sağlandığı için
savcıya verilen zararın şiddetlendiğini belirtmiştir 665. Mahkeme sonuç olarak taraf
devletlerin ulusal takdir marjına sahip olduklarını belirtip, başvurucuya verilen 4
aylık ertelenmiş
hapis cezasının savcının itibarını korumak için ölçüsüz
olmadığını belirtip ifade özgürlüğünün ihlal edilmediği yönünde karar vermiştir.
Schöprer'in İsviçre aleyhine açtığı davada 666 başvurucu olan avukat,
yargılanması devam etmekte iken gözaltına alınan bir kişiyi müdafaa etmektedir.
Gözaltına alınan kişinin karısı kendisine, iki yerel yönetim memurunun, kocasının
salıverilmesini istiyorsa başka bir avukat tutması gerektiğini söylediğini
bildirmiştir. Bunun üzerine Bay Schöprer bir basın toplantısı düzenleyerek, yerel
bölgedeki hem kanunların hem de insan haklarının yıllardan beri pervasızca hiçe
sayıldığını ileri sürmüştür. Ayrıca basına içinde bulunduğu durumu açıkladığını,
çünkü bunun başvurabileceği son merci olduğunu da belirtmiştir. Ertesi gün iki
günlük gazete bu olayı yayınlamıştır. Davacı, ifadeleriyle vali ve iki bölge
görevlisine iftira atmaktan ve yasal çözüm yollarına başvurmak yerine, medya
663
ibid, paragraf. 55.
ibid, paragraf. 57-59.
665
ibid, paragraf.61.
666
Schöpfer/İsviçre, 20 Mayıs 1998.
664
203
aracılığıyla iftiraları yayarak avukatlık mesleğinin ahlaki normlarını çiğnemekten
dolayı 500 İsviçre frankı ödemeye mahkum edilmiştir.
Mahkeme avukatların özel statüleri, yargı yönetiminde onlara halk ile
mahkemeler arasında aracılık yapmak gibi merkezi bir konum verdiğini ve
avukatların yargının düzgün şekilde işleyişine, dolayısıyla da halkın yargıya
güveninin sağlanmasına katkıda bulunmalarını beklemenin meşru olduğunu 667
belirtmiştir. Mahkeme davacının, sürmekte olan ceza yargılaması hakkındaki
şikayetlerini aleni bir şekilde duyurmuş olduğuna dikkat çekmiştir. Ayrıca,
kendisi ilk önce bir basın toplantısı düzenleyerek bunun son çare olduğunu iddia
etmiş ve ancak bundan sonra kısmen başarılı olan bir temyiz başvurusu yapmıştır.
Mahkeme, davacının bölgedeki başka denetleme amirliği olan Savcılık Dairesine
başvurmamış olduğunu belirtmiştir. Cezanın küçük miktarda olduğuna da bakarak
Mahkeme, İsviçre otoritelerinin takdir alanı dışına çıkmadığını addetmiştir. Bu
nedenle de başvuranın ifade özgürlüğünün ihlal edilmediğine karar vermiştir.
Mahkeme bu davada taraf devlet lehine karar verirken ilk olarak
avukatların mesleki ahlak normlarına dikkat çekmiştir. Mahkemeye göre, davanın
taraflarından biri olan avukatlar yargı sistemine saygılı olmalıdırlar. Avukatlar,
hakimler aleyhine aşırı abartılı veya hakaretvari bir dil kullanmamaları
gerekmektedir. Ancak, avukatlar da yargı hakkında aleni tartışmalarda yer alma
hakkına sahip olmalıdır. Cezanın küçük miktarda olduğuna da bakarak Mahkeme,
İsviçre otoritelerinin ulusal takdir alanı dışına çıkmadığına karar vermiştir. Ancak,
küçük bir ceza bile, üzerine uygulanan kimseye zarar verebilir. Oysa bu davalarda
asıl mesele, davacılar tarafından yapılan eleştirilerin, yargının ve hakimlerin
itibarını veya haklarını zedeleyici olarak sayılıp sayılamayacağı olmalıydı.
Barford 668 davasında başvurucu 1982’de, Gronland Dansk dergisinde 1981
yılında Gronland Yüksek Mahkemesi tarafından verilen ve yerel hükümetin
Grönland’daki Amerikan üstlerinde çalışan Danimarkalılara uyguladığı verginin
yasal olduğunu onaylayan kararı eleştiren bir makale yayınladığı için mahkum
edilmişti. Makalede, yerel yönetimin davalı olduğu olaya bakan ve her ikisi de
yerel yönetim tarafından atanmış meslekten olmayan (lay Judges) hakimlerin
tarafsızlığını sorguluyordu. Ayrıca başvuran makalesinde, meslekten olmayan
667
668
ibid, paragraf 29.
Barfod/Danimarka, karar tarihi 22 şubat 1989.
204
hakimlerin, Danimarka anayasasına göre yetkilerinin olmadığını iddia etmiş ve bu
hakimlerin kendi işverenine karşı açılmış bir davada ne kadar tarafsız
olabileceklerini sorgulamıştır. Yapılan başvuru üzerine başvurucu mahkum
olmuştur. Strazburg organları ise ifade özgürlüğünün ihlal edilmediği yönünde
karar vermişlerdir.
Bu kararda dikkati çeken iki nokta bulunmaktadır. Bunlardan birincisi
Barfod tarafından Yüksek Mahkemenin oluşumunun eleştirilmesi, ikincisi ise
meslekten olmayan iki yargıcın görevlerini yerine getirdiklerini söyleyerek
bağımsız yargıçlar olarak değil devlet görevlileri olarak oy kullandıklarını ifade
etmesidir. Nitekim Mahkeme ifade özgürlüğünün ihlal edilmediğini belirlerken bu
iki noktadan hareket etmektedir. Mahkemeye göre Mahkemenin oluşumu
yargıçların kişiliklerine saldırmadan da eleştirilebilirdi 669.
Ancak Mahkemenin bu yaklaşımı eleştiriye açıktır. Çünkü başvuran
tarafından yapılan eleştirilerin, iki hakimin 'şahsiyetlerine bir saldırı' mı olduğunu,
yoksa mahkemenin düzgün oluşturulmamış üye yapısı hakkında bir şikayet mi
olduğunu kesin olarak belirlemek çok güçtür. Bir mahkemenin üye oluşumu
hakkında yapılan bir eleştirinin, hakimlere yönelik bir saldırı olarak algılanması
mümkün olsa da, bir yazarı, sırf sert kelimeler kullandı diye mahkum etmek kabul
edilemez. Ayrıca Komisyon’un da belirttiği gibi, söz konusu makale, iki atanmış
hakimin dürüstlük veya itibarlarına bir saldırı olarak yorumlanabilirse de, yargının
işleyişi hakkında bir kamu tartışmasına izin verilmesi yolundaki genel yarar, söz
konusu iki hakimin, davacının makalesinde belirtilen türden bir eleştiriye karşı
korunmasından daha ağır basmaktadır 670. Aslında, atanmış iki hakimin itibarı,
yargı sistemi hakkında daha özgür bir tartışma ortamı sağlanması ile korunmuş
olur, yoksa başka yorumların yapılmasını da önlemeye sebep olacak olan, yazarın
ifade özgürlüğüne bir kısıtlama getirerek değil.
Perna/İtalya davası 671 da bir gazetecinin bir savcıya karşı eleştirel sözler
nedeniyle hakaretten mahkumiyetine ilişkindi. Başvuran Palermo Savcısı
hakkında 21 Kasım 1991 tarihinde günlük bir gazetede bir makale yazar. Yazıda
başvuran savcıyı mutlak bağlılık yemini etmişe benzeterek, onu siyasi militanlıkla
suçluyordu. Ayrıca savcıyı elinde kanıtlar olmamasına rağmen mafyaya dahil
669
ibid, paragraf. 33.
ibid, paragraf 71.
671
Perna/İtalya, 25 Temmuz 2001.
670
205
olmakla eleştiriyordu.
Mahkemeye göre, başvuranın söylemleri belli bir aşırılık içerse de,
açıklamaları korunmaya layıktı. Mahkemeye göre, bir savcının siyasi militanlığı,
yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığına ilişkin imajı tehlikeye sokuyordu ve bu
gerekçeyle toplumsal yararı ilgilendiren önemli bir sorunu gündeme getiriyordu.
Mahkeme, gazetecinin savcının militanlığı ile ilgili yaptığı açıklamalardan dolayı
mahkum edilmesinin 10. maddeyi ihlal ettiğine karar vermiştir.
Mahkeme, Savcının Komünist Parti üyesi olarak siyasi militanlığının,
gerçeklere dayandığı üzerinde durmuştur. Mahkemeye göre, yargı mensuplarının
kendilerine karşı yapılan asılsız eleştirilere karşı korunması gerekmesine rağmen,
basın da kamu görevlilerinin görevlerini hakkıyla yerine getirebilmeleri için onları
denetleme yetkisine sahiptir. Bir yargı mensubu, siyasi bir partinin militan üyesi
gibi hareket ederek, hangi eğilimle olursa olsun, adaletin her zaman göstermek
zorunda olduğu tarafsızlık ve bağımsızlık imajını tehlikeye sokabilecektir.
Mahkemeye göre bir yargı mensubunun aktif siyasi militan gibi davrandığı bir
yerde bu memurun basından gelecek eleştirilere karşı kayıtsız şartsız korunması
düşünülemez 672. Yargının düzgün işlemesi için yargı mensupları kamu güvenine
sahip olmalıdır. Ancak yargı mensubunun siyasi bir militan gibi davranması bu
kamu güvenine zarar verecektir. Bu nedenle, kamu güvenini sarsan yargı
mensuplarının eylem ve işlemlerinin basının denetimine açık olması gerekecektir.
Strazburg organları yargı mensuplarının basın tarafından eleştirilmesi
durumunda yargı mensuplarının bu eleştirilere karşı tolerans göstermeleri
gerektiği yönünde karar verirken aynı esnekliği yargıya karşı yapılan eleştirinin
avukatlar tarafından gelmesi durumunda göstermemektedir. Nitekim Komisyon,
gerek R.S. ve Z.'nin İsviçre aleyhine açtıkları davada 673, ve Roger Graham
Prince'in Birleşik Krallık aleyhine açtığı davada 674, gerek Horst Mahler'in
Almanya
aleyhine
açtığı
davada 675
avukatların
yargı
mensuplarını
eleştirmelerinden dolayı aldıkları disiplin cezalarının, demokratik bir toplumda
gerekli olduğuna karar vermiştir.
Yukarıda incelemiş olduğumuz kararlarda basın özgürlüğü ile hakimlerin
672
ibid, paragraf. 41.
R.S. Ve Z./İsviçre, başvuru no. 10414/83 1 October 1984.
674
Roger Graham Prince/Birleşik Krallık, başvuru no.11456/85, 13 Mart 1986.
675
Horst Mahler/Almanya, başvuru no.290457/95 14 Ocak 1998.
673
206
hak ve itibarlarının korunması arasında adil bir denge oluşturulmasına dikkat
çekilmektedir. Mahkemeye göre, yargının iyi işleyebilmesi için yargı organının da
basının denetimine açık olması gerekir. Ancak bu denetim, hakimlerin önyargılı
ve
dayanaksız
bir
şekilde
eleştirilmesi
onların
itibarlarını
kolayca
zedeleyeceğinden, basının görev ahlakı içinde hareket edip iddialarının gerçeklere
dayanması gerektiği üzerinde durmuştur. Gerçekten yargı sisteminde var olan
aksaklıkların ortaya konulması yargıya zarar vermeyecek bilakis adaletin yerini
bulmasını sağlayacaktır. Bu nedenle kişilerin, yargı yetkisinin kullanılması ile
alakalı eleştirel bir bakış açısını korumaları için, kamuyu ilgilendiren yargı
faaliyetleri hakkındaki görüşlerin yayınlaması üzerinde daha az kısıtlama
getirilmelidir. Yargı mensupları da diğer kamu görevlileri gibi, çok sert dahi olsa,
eleştiriye açık olmalıdırlar. Hakimler kamunun, özellikle de, halk için bir aracı
görevi
gören
basının
incelemesine
tabi
olmalıdırlar.
Gerçekten
yargı
mensuplarının şeref ve itibarlarının zarar görmesi, esas olarak, yargı sisteminin
işleyişindeki aksaklıklar üzerine bir tartışma çerçevesinde ya da yargıçların
bağımsızlığının ya da tarafsızlığının kuşku yaratması durumunda gündeme
gelmektedir. Bu tür sorunlar ise kamu açısından her zaman hayati önem taşımakta
olup özellikle bağımsız ve etkili bir yargının yeni yerleşmekte olduğu ülkelerde
ayrı bir önem arz etmektedir. Dolayısıyla yargı mensuplarının itibarı ile basın
özgürlğünün çatışması durumunda, ulusal mahkemeler sözkonusu yargı
mensubunun itibarı ile basının kamuyu ilgilendiren konularda haber verme
özgürlüğü arasında bir denge bulmalı ve demokratik bir toplumda önceliğin ne
olması gerektiği konusunda karar vermelidir. Kamuyu ilgilendiren konularda
ifade özgürlüğüne öncelik verilip basın özgürlüğünün korunması gerekirken,
yargının işleyişi konusunda kamusal tartışmaya katkı yapmayan, esas olarak yargı
mensuplarının itibarını zedelemeyi amaçlayan asılsız iddialar durumunda ifade
özgürlüğüne daha az koruma sağlanmalıdır 676.
cc- Polis Memurları ve Belediye Görevlileri
Bu bölümde basın özgürlüğünün korunması ile polis memurlarının ve
belediye görevlilerinin hak ve itibarlarının korunması arasındaki ilişki
incelenecektir. Bu incelemede öncelikle Nilsen ve Jonsen/Norveç ve Thorgeir
Thorgeirson/İzlanda kararı, daha sonra da Jonovski/Polonya kararı incelenecektir.
676
Macovei, s. 63.
207
Nilsen ve Jonsen/Norveç davasında 677 birinci başvuran Nilsen ve ikinci
başvuran Johnsen Bergen şehrinde oturan Norveç vatandaşlarıdır. Birinci
başvuran bir polis müfettişidir ve dava konusu olayın oluştuğu zaman Norveç
Polis Derneği’nin başkanıydı. İkinci başvuran bir polis memurudur ve ilgili
zamanda Berger Polis Derneğinin başkanıydı. Her ikisi de Berger polis
teşkilatında çalışmaktaydılar. 678 1970’li yıllarda iki hukukçu akademisyen
tarafından Berger şehrinde ‘şiddet’ olgusuna ilişkin bir araştırma yapıldı. Daha
sonra bu araştırmalarının sonucunu ‘Şiddet ve Kurbanları; Ampirik Bir Araştırma’
başlıklı bir kitapta yayınladılar. 280 sayfalık kitabın yaklaşık 70 sayfalık kısmı
polisin şiddet kullanmasını anlatıyordu. Bu kitabın ciddi tartışmalar yaratması
üzerine Adalet Bakanlığı, bu kitaba konu olan araştırmanın, polisin şiddet
uyguladığı konusunda genelleme yapmak için yeterli olup olmadığı konusunu
araştırma yapmak için bir Komisyon kurdu. Komisyonun üyelerinden biri Ceza
Usul Hukuku Profesörü olan Bratholm’du. Komisyon araştırma sonucunda,
Berger’de polisin uyguladığı şiddetin varsayılandan daha ciddi olduğu konusunda
bir rapor hazırladı.
Bratholm bu araştırmaya dayanarak 1986 yılında, ilk olarak ‘Polisin
Şiddete Başvurması’ adlı kitabı, daha sonrada ‘Polisin Şiddete Başvurmasına ve
Bergen Polis Teşkilatında Yapılan Diğer Usulsüzlüklere İlişkin Belgeler’ adlı
kitabı, 1987 yılında ise ‘Polisin Kanunsuz Hareketleri ve Şahsi Taciz: Berger
Polis Teşkilatında Polisin Şiddete Başvurması ve Diğer Kanunsuz Uygulamalara
İlişkin 220 İfade’ adlı kitabı yayınladı.
Bratholm’un bu yayınları üzerine başvurucular pek çok gazetede bu
yayınları ve Bratholm’u eleştiren yazılar yayınladılar. Bu yazıların birinde birinci
başvuran bay Nilsen Şunları söylüyordu;
‘Böyle bir şeyi ileri sürmek bir hukuk profesörünün şanına yakışmaz.
Yapılan suçlamalar tamamen boştur, çünkü tamamı belirsiz kaynaklara
dayandırılmıştır. Bunların gerçeklerle hiçbir alakası yoktur.’
Temmuz 1988’de Norveç Polis Derneği ve bu derneğin Berger Şubesi,
Bratholm’a karşı, kitaplarında bahsettiği bilgilerin geçersiz ilan edilmesini
sağlamayı amaçlayan hakaret davası açtı. Bunun üzerine Bratholm da davacılar
677
678
Nilsen ve Jonsen/Norveç, 25 Kasım 1999.
ibid, paragraf. 7.
208
aleyhine onların bazı ifadelerinin geçersiz sayılmasını isteyen hakaret davası açtı.
1992 yılında İHAM’nin Thorgeir Thorgeirson/İzlanda kararını vermesi üzerine
dernek davasını geri aldı. Bratholm ise açtığı hakaret davasını geri almayı
reddetti. Yargılama sonunda mahkeme Ceza Kanunu’nun 247. maddesinin
hükmüne göre başvurucuları suçlu buldu ve para cezası ile cezalandırdı 679.
Yerel mahkemenin bu kararı üzerine başvurucular ifade özgürlüğünün
ihlal edildiği gerekçesiyle Komisyona başvurdular. Komisyon oybirliği ile
başvurucuların ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verdi. Komisyon ifade
özgürlüğünün ihlal edildiği yönünde karar verirken Bratholm’un pozisyonunu göz
önünde bulundurmuştur. Komisyon’a göre Bratholm’un konumu, sık sık kamuoyu
tartışmalarına katıldığı için bir politikacıdan farklı değildir. Bu nedenle ve
özellikle polis teşkilatında öfkeye yol açacak nitelikte kelimeleri kendisinin
seçmiş olması nedeniyle daha fazla anlayış göstermek zorundadır 680. Ancak
Mahkeme, Bratholmun’un konumunun bir politikacınınki ile benzerlik gösterdiği
yönündeki Komisyonun görüşüne katılmamıştır 681. Şayet Komisyonun bu görüşü
Mahkeme tarafından benimsenmiş olsa idi, politikacılar ile konumları birbirinden
oldukça farklı olan bilim adamlarının da politikacalar kadar yapılan eleştiriye
daha fazla tolerans göstermeleri gerekeceği sonucu çıkacaktı. Oysa mahkemenin
politikacılar ile ilgili kararlarında gördüğümüz gibi politikacıların hemen hemen
özel alanları yok gibidir. Gönüllü olarak politikaya girmiş olduklarından dolayı da
kendilerini kamuoyunun her türlü denetimine açmışlardır. Oysa aynı yorumu bir
bilim adamı için söylemek mümkün değildir. Dolayısı ile Mahkemenin, dava
sonunda Komisyon ile aynı yönde karar vermesine rağmen, Komisyonun bu
görüşünü benimsememesi yerinde olmuştur.
Bu davanın göze çarpan yanı, başvuranların, polis derneklerinin
temsilcileri sıfatıyla polisin kötü davranışlarını halka duyuran belli raporlara
cevaben yapmış oldukları açıklamalarla ilgili olarak yaptırıma maruz kalmalarıdır.
Nitekim Mahkeme dava incelemesinden sonra başvuranların ifade özgürlüğünün
ihlal edildiğine karar vermiştir. Mahkeme bu kararı verirken özellikle, mevcut
davada zarar gören tarafın oynadığı rolü de göz önünde bulundurmuştur 682.
679
ibid, paragraf. 25.
ibid, paragraf. 40.
681
ibid, paragraf. 52.
682
ibid, paragraf. 52.
680
209
Mahkeme,
başvuranlar
tarafından
yapılan
açıklamaların,
özellikle
kitapların yayınlanmasından sonra, bu kitaptalarda yer alan bilgilere karşı bir
cevap niteliğinde olduğunu belirleyip kendilerinin de aynı tarzda cevap verme
hakları olduğu üzerinde durmuştur 683. Bu bağlamda, başvuranların, yerel ve ulusal
polis derneklerinin seçilmiş temsilcileri olmak sıfatıyla, üyeleri adına görüş
belirtiyor olmaları önemliydi ve haklı olarak polisin çalışma metotlarına
yöneltilmiş
eleştirilere
cevap
vermenin
kurumsal
bir
görev
olduğu
görüşündeydiler.
Nihayet Mahkeme her iki tarafın mesleki itibarının söz konusu olduğu ve
toplumun ilgi duyduğu konularda böyle hararetli ve sürüp giden kamuoyu
tartışması ortamında abartmalara bir ölçüye kadar müsamaha gösterilmesi
gerektiği görüşündedir 684.
Başvurucuların yapmış oldukları
açıklamalarda
kullanılan dil oldukça sert olmasına rağmen aslında bu konuda
açıklama
yapmış
olan
Brathlom’un
açıklamalarından
farklı
daha önce
değildir.
Başvuranlarının kendileri aleyhinde yapılan açıklamalara cevap verme hakları
olduğu için Mahkeme, başvuranların ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar
vermiştir 685.
Throgeir Throgeirson'ın İzlanda aleyhine açtığı davada 686 Mahkeme,
polisin 'üniformalı canavar' olduğunun söylenmesinin ve davranışlarının ‘zorbalık,
sahtekarlık, kanunsuzluk, düşüncesizlik, batıl inançlar ve gaflarla' dolu olduğunu
iddia etmesinin, karalayıcı ifadeler olarak algılanamayacağına hükmetmişti.
1979'dan 1983'e kadar İzlanda'da polisin birçok vahşi uygulamalar yaptığı
iddiaları vardı. Bu davalardan birinde, Johnson adında biri tarafından yapılan
suçlama sonucunda, Reykjavik polis gücünün üç üyesi aleyhinde dava açılmış ve
bunlardan ikisi görevlerinden alınmış ve mahkum edilmiştir. Bu dava büyük bir
tartışmaya yol açmış ve davacının, günlük bir gazetede, polisin uyguladığı vahşice
davranışlar konusunda bir makale yazmasına sebep olmuştur. Bu makalelerde,
polisin 'üniformalı canavarlar' oldukları ve davranışlarının da 'zorbalık,
sahtekarlık, yasadışı eylemler, batıl inançlar, sonucu beklemeden acelece yapılan
beceriksizce hareketler' olduğu iddia edilmiştir. Başvuran polisler ve davranış
683
ibid, paragraf. 52.
ibid, paragraf. 52.
685
ibid, paragraf. 53.
686
Thorgeir Thorgeirson/İzlanda, 25 Haziran 1992.
684
210
tarzları hakkında şunları yazmıştı:
“Siz Adalet Bakanı olduğunuzdan ve şehrimizin gece hayatının ormanında,
sessizce veya başka türlü dolaşmakta olan bu üniformalı canavarların başı
olduğunuzdan dolayı…ev arkadaşları bana genç adamın yaralarına bar
fedailerinin ve bazı polislerin yol açtığını söylediler. Buna önce inanamadım, bu
yüzden meseleyi hastane görevlilerine de sordum. Evet haklıydılar, karşımızda
Reykjavik’in gece mangasının bir kurbanı vardı…Ardından öğrendimki çoğu
insanın bir tanıdığının başından üniformalı canavarlarla ilgili benzer ya da daha
kötü şeyler geçmiş…Bu yönde anlatılan o kadar çok hikaye varkı, artık bunlara
yalan deyip geçmek çok zor… Polis denen hayvanların kurbanları…hayvanlara
ve sadistlere sapıklıklarını tatmin etme olanağı tanımak.”
Reykjavik Polis Gücünün talebi üzerine savcı davacı hakkında cezai
kovuşturma başlatmış, yargılama sonunda davacı, Reykjavik Polis Gücünün adı
verilmeyen üyelerine hakaret ettiği gerekçesiyle suçlu bulunmuştur 687.
Dava İHAM’nin önüne geldiğinde Hükümet mahkumiyetin ve cezanın
başkalarının itibar ve şerefini korumayı amaçladığını belirtmiştir. Davacının
mahkum edilmiş olmasının demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığını
incelerken Mahkeme, ilk önce davalı Hükümetin ileri sürdüğü iki iddiayı
reddetmiştir.
Mahkeme,
davacının
makalelerindeki
ifadelerin
tamamen
tarafsızlıktan ve gerçeklere dayanmaktan uzak olduğu yönündeki taraf devletin
iddialarını kabul edememiştir. Mahkemenin görüşüne göre, davacı sadece
başkalarının polislerin uyguladıkları şiddet hakkında söylediklerini bildirmektedir.
Bu nedenle Mahkeme, davacıdan ifadelerinin doğru olduğunu ispatlaması
istenirken, imkansız olmasa da, hiç de makul olmayan bir görevle688 yüz yüze
bırakılmış olduğuna hükmetmiştir.
Mahkeme, davacının makalelerinin amacının, Reykjavik Polis Gücünün
tümünün itibarını zedelemek olduğu yolundaki Hükümetin diğer iddiası ile de
ikna olmamıştır. Mahkeme davacının nispeten birkaç bireyin sorumlu
olduklarını 689 düşündüğüne, bu nedenle de eleştirilerinin, polis gücünün bütün
üyelerini veya herhangi belli bir polis gücü üyesini hedef almadığına dikkat
çekmiştir. Mahkeme, davacının asıl amacının, İzlanda Adalet Bakanını, polisin
687
ibid, paragraf. 8.
İbid, paragraf 65.
689
ibid, paragraf 66.
688
211
şiddet uyguladığı iddialarını araştırmak üzere bağımsız ve tarafsız bir bünye
oluşturması yolunda harekete geçirmek olduğuna hükmetmiştir. Mahkeme,
makalelerin amaç ve etkileri konusunda, davacının kullandığı dilin sert olsa da,
aşırı olmadığına karar vermiştir. Mahkeme buna bağlı olarak, yapılan kısıtlamanın
demokratik bir toplumda gerekli olmadığına hükmetmiştir.
Janowski'nin Polonya aleyhine açtığı davada 690 gazeteci olan başvuran,
iki belediye görevlisini (zabıta) işportacılara, yaptıkları satışın izinsiz olduğu
gerekçesiyle, bulundukları meydanı terk etmelerini ve tezgahlarını bir pazar
yerinin yakınına taşımalarını emrettiklerini görmüştür. Başvuran araya girmiş ve
görevlilere yaptıklarının hiç bir yasal dayanağı olmadığını ve belediye
otoritelerince, görevlilere meydanı temizlemeleri yolunda herhangi önerge
çıkarılmadığı için yasaları ihlal ettiklerini hatırlatmıştır. Birçok kişinin izlediği bu
tartışma sırasında, davacı görevlilere 'hödük' (oafs) ve 'aptal' (dumb) olduklarını
söylemiştir 691. Davacı, görevlileri sözle tahkir ettiği gerekçesiyle suçlu bulunmuş
ve belli bir para ile iki yıl hapis cezasına çaptırılmıştır 692.
Bunun üzerine başvuran Sözleşmenin 6. maddesiyle birlikte 10.
maddesinin de ihlal edildiği gerekçesiyle Komisyona başvurmuştur. Komisyon
yediye karşı sekiz oyla başvuranın ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar
vermiştir. Komisyon bu kararı, politikacılara karşı kabul edilen geniş eleştiri
sınırının görevlerini yerine getiren kamu görevlileri için de geçerli olduğu
argümanına dayandırmıştır. Komisyona göre, kamu görevlileri görevlerini yerine
getirirken hukuki dayanaktan yoksun hareket ediyorlarsa bireylerin bu
davranışları eleştirmelerini ve bu eleştirilerini sert bir dille ifade etmelerini göze
almaları gerekmektedir. Komisyon yoğun bir tartışma ortamında dile getirilen
‘hödük’ ve ‘aptal’ gibi ifadelerin görevini kötüye kullanan bir kamu görevlisi için
kabul edilebilir eleştiri sınırını aşmadığını düşünmektedir. Komisyon ayrıca
başvuranın sadece söylediği sözlerden dolayı cezalandırıldığını, oysa olayın
meydana geldiği ortamın yerel mahkeme tarafından dikkate alınmadığına dikkat
çekmiştir. Bu nedenle Komisyon başvurana uygulanan cezanın bu cezayla
güdülen amaçla ölçüsüz olduğu için başvuranın ifade özgürlüğünün ihlal
690
Janowski/Polonya, 21 Ocak 1999.
ibid, paragraf. 8.
692
ibid, paragraf. 10.
691
212
edildiğine karar vermiştir 693.
Mahkeme, kabul edilebilir eleştiri sınırının görevini yerine getiren kamu
görevlileri ile politikacılar bakımından aynı olduğu yönündeki Komisyon
görüşüne katılmamıştır 694. Mahkemeye göre, kabul edilebilir eleştirini sınırı
bakımından sıradan bir vatandaş ile kamu görevlileri arasında elbette bir fark
vardır. Ancak, kamu görevlileri için kabul edilebilir eleştiri sınırı politikacılar için
kabul edilen eleştiri sınırı kadar geniş değildir. Elbette kamu görevlilerinin her bir
kelime ve davranışlarını, politikacıların yaptıkları ve yapmaları da gerektiği gibi,
çok açık bir şekilde kamu denetimine açtıkları söylenemez.
Mahkeme kamu görevlilerinin görevlerini yerine getirebilmeleri için
toplumun güvenini kazanmaları gerektiğini vurgulayarak görevleri sırasında sözlü
saldırılardan korunmaları gerektiğine işaret etmiştir. Mahkeme, başvurucunun
belediye görevlilerini eleştirdiği için değil ‘aptal’ ve ‘hödük’ ifadelerini
kullanarak onlara hakaret ettiği için cezalandırıldığı üzerinde durmuştur.
Mahkeme ayrıca, başvurucunun mahkumiyetine sebep olan aptal ve hödük
ifadelerini, belediye görevlilerinin görevleri sırasında bir grup insanın önünde
kullandığına dikkat çekmiştir. Mahkeme, belediye görevlilerinin bu konuda
belediyenin bir kararına dayanmamakla birlikte genel sağlık koşullarını göz
önünde bulundurarak hareket ettiğini belirtmekte ve belediye görevlilerinin sokak
satıcılarına karşı olan davranışlarında haklı olduğunu belirtmektedir 695.
Mahkeme, davacının sözlerinin, kamuyu ilgilendiren konularda açıkça
yapılan fikir alışverişinin bir parçası olmadığı ve kendisi çok açık bir şekilde özel
bir birey olarak hareket ettiği için, bunun basın özgürlüğüyle ilgili bir konu
olmadığı düşüncesindedir. Bu nedenle Mahkeme başvuranın olayda gazeteci değil
sıradan bir vatandaş olduğunu belirterek olayı basın özgürlüğü bakımından
değerlendirmemiştir 696.
Mahkeme, yukarıda açıklanan nedenlerle başvuranın ceza alması için
yeterli sebeplerin oluştuğuna hükmetmiştir. Mahkeme ayrıca, davacıya verilen
hapis cezasının da iptal edildiğine dikkat çekerek, taraf devletin ulusal takdir
alanını aşmadığına ve bu davada 10. maddenin ihlal edilmediğine hükmetmiştir.
693
ibid, paragraf. 28.
ibid, paragraf. 29.
695
ibid, paragraf. 32-33.
696
ibid, paragraf. 32.
694
213
Mahkemenin bu hükmü çeşitli açılardan eleştiriye açıktır. Öncelikle,
davacının söylediklerinin kamu yararı ile ilgili olmadığını söylemek doğru olmasa
gerek. Kamu görevlileri kamu düzenini sağlarken, kanuna uygun hareket etmek
zorunda olup kanunsuz ve keyfi hareketlerde bulunmamalıdırlar. İkinci olarak da,
davacı tarafından sarf edilen iki kelimenin, daha önceki kararlarda sarf edilen
kelimelerle karşılaştırıldığında çok sert olduğu da söylenemez. Gerçekten
Throgeir Throgeirson'ın İzlanda aleyhine açtığı davada Mahkeme, polisin
'üniformalı canavar' olduğunun söylenmesinin ve davranışlarının 'zorbalık’,
‘sahtekarlık’, ‘kanunsuzluk’, ‘düşüncesizlik’, ‘batıl inançlar ve gaflarla' dolu
olduğunu
iddia
etmenin,
karalayıcı
ifadeler
olarak
algılanamayacağına
hükmetmişti. Üçüncü olarak, davacının kullandığı konuşma tarzı abartı olarak
kabul edilebilse bile, bu özünde gereksiz ve önceden tasarlanmış kasıtlı şahsi bir
saldırı da değildir. Söz konusu iki kelime tartışma esnasında kullanılmıştır ve o an
oluşan tahrikle sarf edilmişlerdir. 10. madde yalnızca fikirleri korumamakta, aynı
zamanda, bu fikirlerin ortaya dökülüş şeklini de korumaktadır. Ancak
Mahkemenin taraf devlet lehine karar vermesini Polonya’nın sözleşmeye yeni üye
olan ülke olmasına bağlayabiliriz.
Yukarıda incelenmiş olan davalarda Mahkemenin kabul edilebilir
eleştirinin sınırı bakımından bir hiyerarşi oluşturduğu söylenebilir. Buna göre
kabul edilebilir eleştirinin sınırı en geniş anlamda bir siyasal organ söz konusu
olduğunda geçerli olmakta 697, bunu sırası ile politikacılar 698, kamu görevlileri699
ve sıradan vatandaşlar 700 takip etmektedir.
2- Başkalarının Haklarının Korunması, Reklam Yasakları,
Haksız Rekabet ve Ticari İfade
Gerek Komisyon gerek Mahkeme serbest meslek sahiplerinin yaptığı
reklamlarla ilgili davalar önüne geldiğinde bunu başkalarının haklarını koruma
amacına dayandırmış ve reklamlara yapılan sınırlamayı demokratik toplum için
gerekli görmüştür. Reklamın bir ifade türü olup olmadığı konusunda herhangi bir
tartışma olmamasına rağmen bir çok hukuk sisteminde reklam diğer ifade
697
Castels/İspanya .
Lingens/Avusturya, 8 Temmuz 1986.
699
Throgeir Throgeirson/İzlanda.
700
J. Campany Diez de Revenge ve J.L. Lopez Galiacho Perona/İspanya, 12 Aralık 2000.
698
214
kategorilerine göre daha az korunmaktadır 701. Hatta Amerikan Yüksek
Mahkemesi 1942 tarihli Valentine/Chrestensen davasında reklamın Anayasanın
birinci
değişikliği
yararlanamayacağına
kapsamında
karar
ifade
vermiştir.
özgürlüğünün
Mahkeme,
korunmasından
müstehcen
materyalin
korunmama sebebinde söylediği gibi, reklamın toplumsal bir faydasının
olmadığını söylemiştir. Hatalı ve yanıltıcı reklam, yasadışı ürünler ve hizmetlerin
reklamı
hala
ifade
özgürlüğünün
korumasından
yararlanamamaktadır 702.
Reklamlar diğer ülkelerde de tetkik altındadır. İngiltere’de yanıltıcı reklamları,
yasaklanması için mahkemeye götürmekle yetkili bir hükümet görevlisi
bulunmaktadır. Almanya’da, bir şirketin rakipleri, kamu yararına çalışan
dernekler ya da bireyler aldatıcı reklamların yasaklanması için mahkemeye
başvurabilmektedirler 703.
Gerek hizmet gerek ürün reklamlarının diğer ifade kategorilerinden daha
az korunması, genellikle halkın reklamlarla yanılabileceği, yanlış şeylere
yönlendirilebileceği tezine dayandırılmaktadır 704. Bu yorumlara göre, reklamlar
nadiren salt bilgilendirici olurlar; daha çok duygu yüklüdürler. Mantığa değil
tutkulara seslenirler. Bazı ürünlerle, örneğin alkol ve tütünle, ilgili reklamların
sağlığa zararlı tüketim alışkanlıklarına yol açtıkları, dolayısıyla tüketicinin
çıkarlarına aykırı olduğu söylenir. Dolayısıyla diğer ürünler için değilse bile bu
gibi ürünler için ticari ifade özgürlüğünün kısıtlanması gerektiği savunulmaktadır.
Oysa reklamlar hem piyasa ekonomisinin işleyişi açısından hem de ifade
özgürlüğünün bir parçası olması bakımından büyük önem taşımaktadır. Gray’e
göre, bireysel özgürlükler bir bütün olup, özgürlüğün ekonomik kısmına verilecek
zarar diğer kısımlarını da olumsuz etkileyecektir. Reklam özgürlüğü ifade
özgürlüğünün bir türü olup, dini, kültürel ve siyasi ifade özgürlüğünü
haklılaştırmak için kullanılan bütün tezler, reklamlar için de geçerlidir 705.
Örneğin, an altıncı ve on yedinci yüzyılda dini Ortodoksluktan sapmaya tolerans
göstermenin, iman zaafı olanları günahı tecrübe etmeye sevk etmekten başka bir
işe yaramayacağı söylenirdi. İnsan inanışlarının en köklüsü olan dini inanışlar
sözkonusu olduğunda insanın objektifliğine güvenilmeyecek kadar savunmasız ve
701
Trager, Dickersen, Freedom of Expression in the 21 st Century s. 133.
ibid, s.133.
703
ibid, s. 135.
704
Gray, Reklam Yasakları ve İfade Özgürlüğü, s.9.
705
ibid, s.14.
702
215
yönlendirmeye çok açık oldukları söylenirdi. Onları rekabet halindeki dinlerin ve
fraksiyonlarının yaratacakları propaganda bombardımanına mazur bırakmak,
kafalarını karıştıracak, düşünme kapasitelerini fazlasıyla zorlayıp onları sıkıntıya
sokacaktı. Bu açıklamalara göre insan aklı, din gibi önemli konularda verdiği
kararlarda güvenilemeyecek ve hemen dengesi bozulacak kadar narin bir şeydi.
Bu nedenle dini ifade özgürlüğünün engellenmesi gerekirdi. Aynı yorum tarzı
reklamların sınırlandırılmasından yana olanlar tarafından da dile getirilmektedir.
Söz konusu yorumlarda tüketicinin ne denli güçlü ve kurnaz, açıkgöz olduğu inkar
edilmekte veya küçümsenmektedir. Tüketici yönlendirilmeye ve kandırılmaya
müsait, kolayca şekillendirilebilen kaprislere sahip biri olarak sunulur. Böylece
reklamların hiç var olmayan arzuları uyandırabileceği, bağımlılığı teşvik
edebileceği veya kişiliği baskı altına alan alışkanlıklar yaratabileceği ve ortalama
tüketicinin sağduyusunu alt edebileceği iddia edilmektedir. Tüketiciyi seçeneklere
boğarak ve irrasyonel arzular üzerinde oynayarak tüketici tercihlerinin
rasyonelliğini törpüler ve bu yolla bireyin bağımsızlığı azaltılır. Bunun için
reklamların sahip olduğu özgürlüklerin engellenmesinin tüketicinin yararına
olduğu iddia edilmektedir. Ancak reklam konusundaki bu yorumlara katılmak
mümkün değildir. Örneğin, reklamların tüketicinin daha önce sahip olmadığı
arzuları uyandırdığı tezini ele alalım. Bu teze göre, reklamlar olmasaydı
tüketicinin sahip olabileceği ürün yelpazesi hakkında bilgi sahibi olamayacağı,
dolayısıyla seçenekleri hakkında bir tercihte bulunamayacağı bir gerçek olduğuna
göre, bu iddianın doğruluğu iddia edilemez. Ancak, bir isteğin ya da bir önceliğin
kazanılmış olması kendi başına karşı bir argümanı doğrulamaz. Aksine, insanın
neredeyse bütün istekleri veya öncelikleri eğitim ve yetiştirilme tarzıyla kazanılır.
Gray’ın açıklamasıyla hiç kimse Boch’un hayranı olarak ya da bronz parlatıcılara
karşı bir tutkuyla doğmaz. Çeşitli isteklerini dışarıdan edinmemiş birisi eğer böyle
biri olabilirse, kendisini insan olarak tanımladığımız özelliklerin ya hiçbirine
sahip değildir ya da çoğuna sahip olmaktan uzaktır. Çünkü insanlık doğar doğmaz
sahip olunan değil, sonradan öğrenilen bir şeydir. Bu nedenle reklamlar, kişiye
başka bir şekilde rastlayıp zevk alma şansını yakalayamayacağı tatları ve
faaliyetleri tanıtmakla herhangi bir eğitim kurumundan veya sivil kurumdan farklı
bir iş yapmamaktadırlar. Diğer bir anlatımla, reklamlar gerçekten yeni istekleri ve
öncelikleri doğuruyorlarsa, bununla ancak okullarda, ailelerde ve arkadaşlar
216
arasında devam edip gelen bir karakter oluşum sürecine katkıda bulunduklarını
söyleyebiliriz 706.
Ayrıca reklam yasaklarının Mill tarafından ortaya atılan gerçekliğin ortaya
çıkarılması teorisiyle de çeliştiğini söyleyebiliriz. Kimse gerçeği bütünüyle
bilemeyeceğine göre, çeşitli görüşlerin ortaya konması herkesin yararınadır.
Herhangi bir hizmetin ya da ürünün reklamını sınırlamak tüketicinin o ürün ya da
hizmet konusundaki çeşitli olasılıkları değerlendirip karşılaştırma yapmasını
zorlaştırır. Bu durum ise tüketiciyi daha duyarsız hale getirir ve sorumlu bir
tercihte bulunma açısından daha kötü bir duruma sokar.
Reklamcılığa tanınan özgürlük, özgürlükçü bir toplumda bireysel
özgürlüğün önemli bir parçasını oluşturur. Reklamın önemi de, insanlığın bireysel
tercih şansını kuvvetlendiren bir aygıt olarak oynadığı rolde yatar. Reklamlara
getirilen yasaklar ise karar verme sorumluluğunu bireylerden kamu otoritelerine
aktarır. Bu yasaklamalar ise özgür toplumun temelini içten içe oyar. 707
Strazburg organları reklam özgürlüğünün 10. madde tarafından sağlanan
koruma alanının dışında bulunduğu kanısında olmamakla birlikte, en geniş
anlamda koruma görmesine inandığı siyasi ifade özgürlüğünün daha az koruma
görmesi gerektiği kanaatindedir 708. Nitekim Komisyon ilk kararlarında, ticari
reklamların ve promosyon kampanyalarının 10. madde tarafından korunduğunu
belirtmiştir 709. Ticari bilgi ve açıklamaların bu kapsama sokulmasında
Mahkemenin bazı kararları özellikle önem taşımaktadır. Bu konu ile ilgili olarak
ilkin bir veteriner kliniğinin reklamının yapıldığı Berhold/Almanya kararı ve bir
Avukatlık hizmetinin reklamının yapılması ile ilgili Cocado Coca/İspanya kararı
daha sonrada Markt Intern Verlag GmbH ve Klaus Beermann/Almanya 710 kararı
incelenecektir.
Berhold/Almanya
davasında 711
başvuran
Hamburg’da
çalışan
bir
veterinerdir. 1978’den 1980’e kadar o zaman için Hamburg’da sekiz tane olan
706
ibid, s.18-19.
ibid, s.10.
708
Gomian, Harris, Freedom of Thought, Conscience, Religion and Expression, (Düşünce, İnanç,
Vicdan ve İfade Özgürlüğü), s.117.
709
Dirk Woorhoof, Critical Perspectives on the Scope and Interpretation of Article 10 of the
European Convention on Human Rights, Mass Media Files No.10, (Strasbourg: Council of
European Publications, 1995), s. 35.
710
Markt Intern Verlag GmbH ve Klaus Beermann/Almanya, 20 Kasım 1989.
711
Barhold/Almanya, 25 Şubat 1985.
707
217
veteriner kliniklerinden birini işletmekteydi. Aynı zamanda üyelerinin mesleki
yükümlülüklerine uymalarını sağlamakla görevli olan Hamburg Veterinerler
Konseyinin bir üyesiydi. Kliniğin sahibi ve yöneticisi olarak doktor Berhold 24
saatlik acil bir servis kurdu. Bu durum diğer veteriner hekimler göz önüne
alındığında kesinlikle uygulanamayan bir durumdu. Başvuran 1978 tarihinde bu
kentteki acil veterinerlik hizmetlerinin mevcudiyeti hakkında basınla bir görüşme
yapmıştı. Bazı veterinerler, bu görüşmenin, veteriner ve diğer serbest meslek
sahiplerini kapsamına alan ‘Profesyonel Davranış Kurallarına’ aykırı bir reklam
olduğundan bahisle meslek örgütlerine şikayette bulundular. Profesyonel Davranış
Kuralları’nın 7. maddesi ilan ve reklamla ilgilenmektedir ve aşağıdaki gibidir.
-Bir kimsenin veterinerlik hizmetini kamuya açık olarak reklam etmesi,
-Televizyonda, radyoda ya da basında yahut de diğer yayımlarda reklamı
resmen tanınmayı teşvik etmesi ya da göz yumması,
-Uzmanlık dergilerinden başka bir yerde veterinerlik olaylarını veya
operasyon ya da tedavi usullerini açıklaması,
-Herhangi bir kimsenin uygulamasını reklam etmek amacıyla veteriner
olmayanlarla işbirliği yapması meslek ahlakına aykırıdır.
Bu hükme dayanarak örgüt, mahkemeden başvurucunun basına demeç
vermesini yasaklayan bir tedbir kararı aldı. Başvurucu tedbir kararının, kendisinin
10. maddeden kaynaklanan ifade özgürlüğünü ihlal ettiğini ileri sürdü. Komisyon
oybirliği ile başvuranın ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir 712.
Komisyona göre davanın durumu ticari reklamı kapsamamaktaydı ve her
halükarda
ticari
reklam
10.
maddenin
kapsamı
ve
amacı
dışında
bulunmamaktaydı 713.
Mahkeme Komisyona benzer gerekçelerle başvuranın ifade özgürlüğünün
ihlal edildiğine karar vermiştir. Mahkemeye göre, Bartholds’un görüşleri, belli
olgusal verilere dayanmakta ve iddiaları özellikle kişisel bilgi ve klinik
çalıştırmaktan kaynaklanan görüşlerini esas almaktadır. Bütün bu değişik unsurlar
eklemlenerek, genel yararı ilgilendiren bir konuda ‘bilgi aktarımı’ ve
‘düşüncelerin’ ifade edilmesinden müteşekkil bir bütün oluşturmaktadır. Bu
bütünü, özünden daha çok sunumuna vurgu yaparak ve Alman mahkemelerinin
712
713
ibid, paragraf. 13.
ibid, paragraf. 39.
218
yaptığı gibi reklama ilişkin yanlarını ön plana çıkararak çeşitli parçalara ayırmak
mümkün değildir.
Ayrıca Mahkemeye göre ticari rekabet amacı, başka saiklerle ortadan
kaldırılmadıkça baki kalmalıdır. Serbest mesleklerde, ilan ve reklam yapma
konusuna yaklaşımdaki bu kadar sıkı bir ölçüt ifade özgürlüğü ile uyumlu
değildir. Eğer en küçük bir ihtimal varsa serbest meslek üyelerinin sözleri belli bir
dereceye kadar reklam etkisini gerektirmesi olarak algılanarak, yukarıdaki sıkı
ölçüt serbest meslek üyelerini toplum hayatını etkileyen konularda kamuoyu
tartışmalarına katkıda bulunmaktan vazgeçmelerini teşvik eder. Aynı biçimde,
böyle bir ölçütün uygulanması basının bilgi temin etmek ve kamuoyu adına
olayları izlemek görevini yerine getirmesine de neden olacaktır 714. Sonuç olarak,
şikayet konusu yapılan tedbirler, takip edilen meşru amaçla orantısızdır ve bu
nedenle ‘başkalarının haklarının korunması’ için demokratik toplumda gerekli
olmayıp Sözleşmenin 10. maddesine aykırılık oluşturur 715.
Barthold/Almanya kararında Mahkeme, reklam ve kamu yararıyla ilgili
problemler üzerine yapılan yorum arasında doğru bir şekilde ayrım yapmış
olmasına rağmen, Mahkemenin bu yorum tarzına her zaman bağlı kaldığını
söylemek mümkün olmayacaktır. Nitekim Mahkeme Casado Coca/İspanya
davasında, Sözleşmeye taraf devletlerin bu tür konularda yaklaşım tarzının büyük
farklılıklar arz ettiğine dikkat çekerek baro üyeleriyle ilgili bir olayda, profesyonel
mesleklere ilişkin reklam yasağına izin vermiş bulunmaktadır.
Casado Coca'nın İspanya aleyhine açtığı davada 716, davacı avukat
kendisinin reklamını, düzenli olarak, birkaç Barselona gazetesinde yayınlamış ve
çeşitli şirketlere kendi hizmetlerini sunan mektuplar yazmıştır. Barselona Barosu,
bu avukat hakkında dört olayda, ikisi kınama, ikisi de uyarı olmak üzere, disiplin
cezası vermiştir. Başvuran bunun üzerine ifade özgürlüğünün ihlal edildiği
gerekçesiyle Komisyona başvurmuştur. Komisyon başvuranın ifade özgürlüğünün
ihlal edildiğine karar vermesine rağmen Mahkeme 10. maddenin ihlal edilmediği
sonucuna varmıştır. Mahkeme önce, ulusal otoritelerin, avukatların verdikleri
reklamlarla ilgili çatışan çıkarları dengelemek için, daha iyi bir konumda
olduklarına hükmetmiştir. Ayrıca, özellikle reklamcılık alanında olmak üzere,
714
ibid, paragraf. 58.
ibid, paragraf. 59.
716
Casado Coca/İspanya, 24 Şubat 1994.
715
219
uzmanlık birimlerinin idare ve denetiminin yapılması gerektiği konusunda bir
Avrupa konsensüsünün olduğunu da belirtmiştir. Mahkeme ikinci olarak,
Barselona Barosunun kurallarına göre, belli durum ve şartlarda reklama izin
verildiğini; bu nedenle yasağın mutlak olmadığını gözlemlemiştir. Üçüncü olarak
da
Mahkeme,
Katalonya
(Kuzey
İspanya)
Barosu’nun
yeni
reklam
düzenlemelerinin el ilanlarının veya Avrupa Topluluğundaki Avukatlar İdaresi
Kanunu’na ve Avrupa Baroları Konferansı’nın nihai bildirilerine uygun şekilde
yazılan makalelerin basımına izin verdiğine dikkat çekmiştir. Ayrıca, İspanya
Hükümeti de,
İspanya Barosu’nun, bu alanda daha geniş özgürlüklere izin
vermesini öngören yeni statüsü hakkında bir ön çalışma başlatmıştır. Buna bağlı
olarak Mahkeme, verilen disiplin cezalarının makul ve orantılı olduğuna karar
vermiştir. Mahkeme bu sonuca ulaşırken, Mahkemenin Barthold kararından
ziyade Markt Intern Verlag GmbH olayıyla açıkça ortaya koyduğu gibi, 10.
maddenin sadece belli türdeki bilgi ya da düşünce yahut ifade biçimlerine
uygulanmakla sınırlı olmadığını belirtmiştir. Mahkemeye göre, siyasal ve sanatsal
ifadenin yanı sıra ticari nitelikli ifade de 10. maddenin korumasından
yararlanmalıdır 717.
Walter-Georg Hemphing'in Federal Almanya aleyhine açtığı davada 718,
davacı bir avukat olarak görev yapmaktadır ve birkaç reklam ajansına kendisini
belirten el ilanı şeklinde mektuplar göndermiştir. Bu mektuplarda, kazandığı
tecrübeleri ve vekalet ettiği müşterilerini belirtmiştir. Mektuplarda kendisinin test
edilmeye hazır olduğunu ve ilanı alan kişileri, onları tatmin edecek şekilde temsil
edebileceğini belirtmiştir. Davacı, muhtemel müşterilerle posta yoluyla irtibat
kurmaya teşebbüs etmekten dolayı kınama cezası almıştır.
Komisyon, bu mektuplarda avukatın niteliklerinin anlatıldığına ve verdiği
hizmetlerin doğrudan reklamının yapıldığına hükmetmiştir. Bu nedenle, mektubun
ne kamunun açıkça tartıştığı bir konuyla alakalı olduğunu, ne de genel bir sorun
hakkında insanları bilgilendirdiğini, tek güdüsünün reklam olduğunu belirtmiştir.
Komisyon, başka avukatların hakları ve verilen cezanın küçük bir ceza olduğunu
göz önüne alarak, verilen cezanın orantısız olmadığına karar vermiştir.
Avukatların yaptıkları reklamlarla ilgili olarak gördüğümüz bu iki davada
717
718
ibid, paragraf. 35.
Walter-Georg Hemphing/Almanya , başvuru no.14622/89, 7 Mart 1991.
220
hem Komisyon, hem de Mahkeme, avukatların reklam vermelerinin yasal
düzenlenmesi ile ilgili olarak, bunları düzenleyen ulusal otoriteler lehinde kararlar
vermektedirler. Bu konuda, her iki kurum da, avukatların, kamu tartışmasına açık
meseleler hakkında sadece görüş bildirebilecekleri ve avukatların kendi işlerinin
reklamını yapmalarını kontrol eden düzenlemelerin yasal önlemler olduğunu
düşünmektedir.
Avukatların reklam yapması ile ilgili olarak hem Komisyonun hem de
Mahkemenin çok özgürlükçü olduğunu söylemek mümkün değildir. Yukarıda
incelenmiş olan her iki davada da taraf devletlerin daha fazla ulusal takdir marjına
sahip olduklarını belirleyerek ifade özgürlüğünün ihlal edilmediği yönünde karar
vermiştir. Hem Komisyon hem de Mahkeme avukatların, kamu tartışmasına açık
konularda görüş bildirebileceklerine işaret etmesine rağmen, kendi işlerinin
reklamını yapmanın mümkün olmadığı kanaatindedir. Ancak herhangi bir ürün
reklamında problem olmamasına rağmen bir hizmetin reklamında niçin bu kadar
kıskanç davranıldığını anlamak mümkün değildir.
Markt Intern Verlag GmbH ve Klaus Beermann/Almanya 719davasında
Mahkeme, yine ticari nitelikteki bir bilgiyi değerlendirdi. Mark Intern, özellikle
yaptığı yayınlar aracılığıyla, büyük dağıtım şirketlerinin rekabetine karşı küçük ve
orta ölçekli işletmelerin çıkarlarını korumaya çalışan bir yayıneviydi. Klaus
Beermann, bir makalede postayla satış yapan bir firmanın, ürününden hoşnut
olmayan bir müşteriye, parasını geri ödemediği bir olayı tasvir ediyordu. Bunun
yanında bu firmanın iş uygulamalarıyla ilgili bir kanaate ulaşmak için, uzman
perakendeciler, benzer tecrübelerini Mark Intern’e bildirmeye davet ediyorlardı.
İngiliz firması, Mark Intern’e karşı dava açtı ve söz konusu ifadeleri çeşitli
biçimlerde tekrarlamaktan kaçınması için ihtarda bulundu. Federal Adalet
Mahkemesi, itiraz edilen ifadelerin ‘dürüst işlem’ kuralına aykırı olması
nedeniyle, 1909 tarihli Haksız Rekabet Yasası’nın birinci bölümünü ihlal ettiği
sonucuna ulaştı. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi, kararda itiraza uğrayan
makalenin ticari nitelikte bilgi aktarmakla birlikte, bir bütün olarak kamuoyuna
değil, açıkça sınırlı bir işadamı grubuna hitap ettiği şeklinde görüş bildirdi. Bu tip
bir bilgi 10. maddenin kapsamı dışında tutulamazdı.
719
Markt Intern Verlag GmbH ve Klaus Beermann/Almanya, 20 Kasım 1989 ; Mark W Janis,
Richard S. Kay, Anthony W. Bradley, European Human Rights Law, s.192-199.
221
Mahkeme 10. maddeyi uygulanabilir bulduğu için, taraf devlet tarafından
uygulanan kısıtlamanın 10. maddenin ikinci fıkrası ile uyumlu olup olmadığını
değerlendirdi. Mahkeme yine, taraf devletin sahip olduğu ulusal takdir marjına
dikkat çekti. Mahkeme ikinci olarak basının görevini yerine getirebilmesi için
okurlarının ilgisini çeken ve bu yolla iş hayatının şeffaflığına katkıda
bulunabilecek bilgileri ifşa edebilme olanağına sahip olması gerektiği üzerinde
durdu. Bununla birlikte, başkalarının hayatına saygı yükümlülüğü ve belli ticari
bilgilerin gizliliğine saygı göstermek ödevi, gerçek olan bazı şeylerin
yayımlanmasının yasaklanmasını da haklı kılabilir. Aynı şekilde, tekil bir olay
aleni kılınmadan önce yakın incelemeyi gerektiriyor olabilir; aksi taktirde, böyle
bir olayın doğru yorumu, özellikle ticari bağlamda, sözkonusu olayın genel
uygulamayı açıkladığı gibi yanlış bir izlenime yol açabilir. Taraf devlete göre,
İngiliz postasıyla alım-satım firması bu olayla ilgili hemen bir soruşturma
başlatma konusunda mutabık olduğuna göre, yayının gerçekleştiği sırada olayın
nakledilmesi için yeterli neden bulunmamaktaydı. Başvurucu böylesi erken
yapılan herhangi bir yayının postayla satış yapan firma üzerinde zararlı etkileri
olacağını hesaba katmalıydı. Bu bulguların ışığında ve 10. madde de güvence
altına alınan özgürlüğe bitişik görev ve sorumlulukları göz önünde bulunduran
Mahkeme, taraf devlet mahkemesinin nihai kararının ulusal makamlara bırakılan
ulusal takdir marjını aşmadığına karar verdi 720.
C- Sırrın Korunması Sebebiyle İfade Özgürlüğünün
Sınırlandırılması
İfade özgürlüğünün sınırlandırılması ile ilgili olarak Sözleşme’de yer alan
diğer bir sınırlama nedeni de sırrın korunmasıdır. Sırrın korunması nedeniyle
Mahkemenin önüne gelen ilk dava Goodwin/Birleşik Krallık davasıdır 721.
Bir gazeteciye haber kaynaklarını açıklama konusunda Mahkeme
tarafından yapılan ihtar ve bu ihtara uymama nedeniyle verilen para cezasından
dolayı Mahkemenin önüne gelmiştir 722.
Gazeteci olan William Goodwin, Tedra şirketinin yaşadığı sorunları
720
ibid, paragraf. 17-21, den naklen, Donna Gomian, David Harris, Freedom of Thought,
Conscience, Religion and Expression, (Düşünce, İnanç, Vicdan ve İfade Özgürlüğü), s.123-125
721
Goodwin/Birleşik Krallık, 27 Mart 1996.
722
ibid, paragraf. 11.
222
anlatan bir yazıyı kaleme alır. Bu
bilgilerin daha önce kaybolan gizlilik
derecesindeki gelişim planı projesinden kaynaklandığı için yayımı durdurulur 723.
Şirket, Yüksek Mahkemeden, başvuranın Mahkemeye Saygısızlık’a (Contempt of
Court) ilişkin 1981 tarihli kanunun 10. maddesi çerçevesinde haber verenin
kimliğinin açıklanması ve böylece şirketin kaybolan belgeleri geri alabilmesini
sağlamak üzere bir dava açabilmesi için başvuranın notlarının teslimi yönünde bir
ihtar istemi kabul edilir 724. Ayrıca başvuran notları bildirmediği için beşbin
pounda mahkum edilir 725.
Bu mahkumiyet kararı üzerine başvuran 10. maddede düzenlenen ifade
özgürlüğünün ihlal edildiği gerekçesiyle Komisyona başvurur. Komisyon
kararında, gazetecinin kaynağını açıklamasına yönelik Mahkeme kararının
gazeteciye kimliği belirsiz bir kaynaktan aldığı bilgileri açıklaması için baskı
uygulandığını
belirtmiştir.
Bu
durum
başvurucunun
ifade
özgürlüğünü
sınırlamaktadır. Ayrıca böyle bir uygulama gazetecilere bilgi vermek isteyen
kişilerin cesaretini kırmaktadır. Komisyon bilgi kaynaklarının korunmasının
demokratik
bir
toplumda
bekçi
köpeği
(wotch
dog)
görevini
yerine
getirebilmesinin temel bir şartı olduğu kanaatindedir. Şayet gazeteciler bilgi
kaynaklarını açıklamaya zorlanırlarsa bilgi edinmekte zorlanırlar ve bu da
toplumun toplumsal konularla ilgili konularda bilgilendirilmelerini zorlaştırır 726.
Bununla birlikte Komisyon, bilgi kaynaklarını mutlak olarak korumamakta, bazı
hallerde bu kaynakları açıklamakla yükümlü olduğunu kabul etmektedir.
Komisyon’a göre toplumun veya bireyin hayati çıkarlarının sözkonusu olduğu
durumlarda gazetecinin bilgi kaynağını açıklaması gerekir 727.
Mahkemede
Komisyonun
yorumunu
benimsemiş,
basına
verilen
güvencelerin özellikle öneme haiz olduğunu ve gazetecilik kaynaklarının
korunmasının, basın özgürlüğünün temel taşlarından biri olduğunu 728 bu durumun
üye ülkelerin pek çoğunda yürürlükte bulunan meslek kurallarından ve basın
özgürlüğüne ilişkin bir çok uluslararası belgeden anlaşılabileceğini vurgulamış ve
723
ibid, paragraf.12.
ibid, paragraf.14.
725
Tezcan, Erdem, Sancaktar, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Işığında Türkiye’nin İnsan Hakları
Sorunu, s.321-322.
726
ibid, Goodwin/Birleşik Krallık, paragraf.37 ; Mark Janis W, Richard S. Kay, Anthony W,
European Human Rights Law, s. 174.
727
ibid, paragraf. 48, 64.
728
ibid, paragraf.39.
724
223
bunlar arasında Kitle İletişim Politikalarına ilişkin 4. Avrupa Bakanlar
Konferansında kabul edilen insan hakları ve basın özgürlüğüne ilişkin karar ile
Avrupa
Toplulukları
Gazetecilerin
Haber
Resmi
Gazetesinde
Kaynaklarının
yayımlanan
18.1.1994
Açıklanmamasına
ilişkin
tarihli
Avrupa
Parlamentosu Kararını belirtmiştir. Mahkemedeki üyelerin çoğunluğunun
görüşüne göre,(11’e 7) böyle bir korumanın yokluğu ortak yarara ilişkin sorunlar
konusunda kamuyu bilgilendiren basının haber kaynaklarını yardım etmekten
vazgeçirebilir.
Demokratik bir toplumda basın özgürlüğü bakımından haber kaynaklarının
korunmasının taşıdığı önem dikkate alındığında bunun açıklanması emrinin
verilmesi ancak acil zorunlu bir toplumsal ihtiyaç olması durumunda sözkonusu
olabilir. Ulaşılmak istenilen amaç ile getirilen sınırlamanın ölçülü olması halinde
ancak böyle istisnai bir sınırlama sözkonusu olabilir. O halde bu karardan
gazeteciler
hiçbir
zaman
kaynaklarını
açıklamaya
zorlanamaz
anlamı
çıkmamaktadır. Mahkeme, kaynakların açıklanması için yapılan her türlü
zorlamanın sadece kamu veya bireysel çıkarların tehlikede olduğu istisnai
durumlarla sınırlı olduğunu ifade etmiştir..
Mahkeme tarafından verilen ihtarla Tetra şirketi üzerindeki ticari zarar
tehdidi büyük oranda giderilmiş olduğundan ayrıca haber kaynağını gazetecinin
açıklamaması nedeniyle mahkum edilmesini 10. maddenin ikinci fıkrası
bakımından haklı görmek mümkün değildir. Buna bağlı olarak, hem kaynağı
açıklama emri ile, hem de davacıya verilen ceza ile 10. madde ihlal edilmiştir.
Demokratik bir toplumda basın özgürlüğü açısından gazetecilerin kaynaklarının
önemini ve kaynakların açıklanması yönünde bir İHAM kararının olası tüyler
ürperdici etkisini göz önüne alan AİHM, bu tür bir tedbirin zorunlu bir toplumsal
ihtiyaç halinde kendini göstermemesi durumunda, Sözleşmenin 10. maddesi ile
bağdaşmayacağına hükmetmiştir. Mahkemenin bu kararıyla, basın özgürlüğünün
temellerinin güçlendirilmiş olduğunu söyleyebiliriz.
Gazetecinin haber kaynaklarının gizliliğinin korunması ile ilgili bir diğer
dava da Roemen ve Schmit/Lüksembourg kararıdır 729. Dava, başvurucular Roemen
ve Bayan Anne-Marie Schmit’in 21 Temmuz 1998 tarihinde ‘Letzebuerger
729
Roemen ve Schmit/Lüksemburg, 25 Şubat 2003, Polis Akademisi Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi Kararları Dergisi, Nisan 2003, c.2, sy. 5.
224
Joural’ gazetesinde ‘Bakan W’nin Vergi Kaçakçılığı Ortaya Çıktı’ başlıklı bir
makalenin yayınlanmasıyla başlamıştır. Makale KDV kaçakçılığı fiilleri ile
bakanın on kutsal emrin 7, 8 ve 9’uncusunu ihlal etmiş olduğunu ileri
sürmekteydi. Bununla birlikte bakanın vergi cezası aldığına dair mahkeme
kararındaki bazı belgeler sunulmuştur. Bunun üzerine bakan, hakkında bir vergi
yaptırımına dair yanlış nitelik taşıyan bir bilginin yayımını ileri sürerek ve
şerefine zarar verici yorumlara işaret ederek sulh mahkemesinde dava açmıştır.
Daha sonra bakan birinci başvuran hakkında cezai bir şikayette bulunmuştur.
Bunun üzerine Savcı birinci başvurucu hakkında, ‘meslek sırrının ihlaline yataklık
ve meçhul kişi ya da kişiler hakkında meslek sırrının ihlali’ suçlarından
soruşturma başlatması için sorgu hakiminden talepte bulunmuştur 730. Yargılama
aşamasında, savcı, sorgu hakiminden başvuru sahiplerinin ev ve iş yerlerinde
aramalar yapılmasını talep etmiştir. Bunun üzerine başvuranların ev ve iş
yerlerinde arama yapılmıştır.
Birinci başvuran bu aramaların sözleşmenin 10. maddesini ihlal ettiğini
ileri sürmüştür. Başvurana göre bu aramalar meslek sırrı ihlalinin sözde failini,
yani gazetecinin bilgi kaynağını ortaya çıkarmayı amaçlamaktaydı. Şikayet edilen
tedbirler ölçüsüzdü ve gazeteciyi toplum yararı bulunan konularda kamunun
bilgilendirilmesi amacıyla gerekli ‘bekçi köpeği’ rolünü oynamaktan caydırıcı
nitelikteydi. Meslek sırrı ihlalinin failinin kimliği Tescil ve Emlak İdaresi
Memurlarının ifadelerine başvurulması gibi başka tedbirlerle de sağlanabilirdi 731.
Mahkeme yargılama sonunda başvuranın ifade özgürlüğünün ihlal
edildiğine karar vermiştir. Mahkeme bu kararı verirken demokratik bir toplumda
gazetecilik kaynaklarının korunmasının taşıdığı önem üzerinde durmuştur. Ancak
Mahkeme aynen Goodwin kararında olduğu gibi gazetecilik kaynaklarının mutlak
anlamda korunmayacağını belirtip bunun çok ciddi sosyal bir ihtiyaç olduğunda
sınırlandırılabileceğini böyle bir durum önüne geldiğinde de mahkemenin daha
titiz bir inceleme yapması gerektiği üzerinde durmuştur 732.
Mahkeme, başvuru sahibini konut ve işyerindeki aramaların tartışmasız
10.maddenin
birinci
fıkrasındaki
haklarına
bir
müdahale
teşkil
ettiği
kanaatindedir. Gerçekten bu tedbirler Tescil ve Emlak İdaresinin hangi
730
ibid, paragraf.12-16.
ibid, paragraf. 44.
732
ibid, paragraf. 46.
731
225
memurlarının
Bakanın
vergi
cezasına
mahkumiyetine
ilişkin
dosyanın
sızdırılmasına karşın memurların kimler olduğunu tespitini amaçlamaktaydı. Bu
bakımdan, Mahkemenin görüşüne göre, aramaların sonuç vermemesi, bunların bir
meslek sırrının ihlali failini yani gazetecinin kaynağını bulma amacını ortadan
kaldırmamaktadır. Ancak Mahkeme davada uyuşmazlık konusu aramaların
başvuru sahibinin gazetecilik görevleri dışında işlemiş olabileceği bir suçun
araştırılması için gerçekleştirilmediğini kaydetmiştir. Aksine bunlar bir meslek
sırrı ihlalinin muhtelif failleri ve diğer başvuru sahibinin görevinin ifası sırasında
işlediği muhtemel yasaya aykırılığı araştırma amacını gütmekteydi. Böylece
tedbirler, hiç şüphe bırakmaksızın, gazetecilik kaynaklarının korunması alanına
girmektedir 733.
Mahkeme ayrıca, gazete makalesinde, başvuru sahibi Tescil ve Emlak
İdaresi Müdürünün bir kararıyla bir bakan hakkında verilen bir mali yaptırıma
ilişkin sabit bir fiili yayınladığını böylece başvurucunun toplum yararına olan bir
konuyu tartışmaya açtığını vurgulayıp bir müdahale yapılacaksa bu müdahalenin
ancak ağır bir kamu yararı zorunluluğu ile haklı gösterilirse 10. maddeye uygun
olacağını belirtmiştir.
Mahkeme bu karar ile ilgili son incelemesinde Goodwin/Birleşik Krallık
kararı ile bir karşılaştırma yapıp arasındaki temel bir farkı belirtmiştir.
Mahkemeye göre, Goodwin kararında bir ifşa kararı gazeteciyi muhbirinin
kimliğini açıklamasını emretmişken, bu davada ilk başvuru sahibinin konutunda
ve işyerinde bazı aramalar gerçekleştirilmiştir. Mahkeme sonuçsuz kalsa da,
gazetecinin kaynağını ortaya çıkarmayı amaçlayan aramaların gazeteciye
kaynağın kimliğini ifşa etmeyi ihtar eden bir ifşa kararından daha ağır bir fiil
oluşturduğu kanaatindedir. Gerçekten gazeteci tarafından sahip olunan tüm
belgelere
ulaşabildiklerinden
çok
geniş
soruşturma
yetkilerine
sahip
soruşturmacılar bir arama kararına dayanarak bir gazetecinin iş yerine baskın
yapmışlardır.
Mahkeme
gazetecilik
kaynaklarına
getirilen
sınırlamaların
Mahkeme tarafından tek başına daha titiz bir incelemeyi gerektirdiğini
hatırlatmaktadır. Bunun gibi, ilk başvuru sahibi nezrinde gerçekleştirile
aramaların fiiliyatta gazetecilik kaynaklarının korunması konusunda Goodwin
733
ibid, paragraf. 52.
226
davasındakinden daha ağır bir sonuca sahip olduğunu düşünmektedir 734. Bu
nedenlerle mahkeme başvuranın ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar
vermiştir.
Sırrın açıklanması ile ilgili bir diğer davada, İnsan Hakları Avrupa
Mahkemesinin 11. protokolden sonra yeni haliyle incelediği ilk dava olan Fressoz
and Roire/Fransa kararıdır 735. Yeni haliyle mahkeme ifade özgürlüğüne verdiği
önemi sembolik de olsa göstermek için ilk kararını ifade özgürlüğü ile ilgili olarak
vermiştir 736.
Başvuranlardan bay Fressoz haftalık mizah gazetesi Le Canard enchaine’in
yayın müdürüdür. İkinci başvuran Roire ise bir gazetecidir. İkinci başvuran Roire
‘Calvet Maaşını Turba Artırıyor’ adlı makale yayınlamıştır. Alt başlık olarak da;
‘Bordroları onun gösterdiğinden fazlasını gösteriyor, Peugeot patronu son iki yıl
içerisinde kendi kendine yüzde 45.9 artış yapmıştır’ ibaresini kullanıp Peugeot
Motor Şirketi içindeki ekonomik huzursuzluktan bahsetmiştir. Makale, Sayın
Calvet’in toplam vergilendirilebilir gelirinin detayını gösteren üç adet vergi
tahakkuk bayanlarının her birinin fotokopisiyle resimlendirilmişti ve ‘aylık, ayni
yardım ve hastalık yardımı’ olarak aldığı miktarları göstermekteydi 737.
Bay Calvet’in şikayeti üzerine, kimliği belirsiz bir vergi memuru
tarafından mesleki güvenin ihlali yoluyla elde edilen bay Calvet’in geliri ile ilgili
gizli bilgiyi ve bay Calvet’in vergi tahakkuklarının çalınmış fotokopilerini elde
bulundurma suçlamasıyla her iki başvuranda ceza mahkemesinde yargılanmak
üzere tutuklanır.
Bunun üzerine başvurucular, meçhul bir vergi memuru tarafından mesleki
güvenin ihlali yoluyla elde edilmiş olan vergi beyannamelerinin fotokopilerini
ellerinde bulundurmaları nedeniyle mahkum edilmelerinin sözleşmenin 10.
maddesinde güvence altına alının ifade özgürlüğünü ihlal edildiği gerekçesiyle
Komisyona başvurmuşlardır. Komisyon onbir oya karşı yirmi bir oyla
başvuranların ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir. Mahkeme de
başvuranların ifade özgürlüğünün ihlal edildiğini belirleyip özellikle şu konular
734
ibid, paragraf.57.
Fressoz ve Roire/Fransa, 21 Ocak 1999.
736
Vahit Bıçak, ‘Yeni Yapısıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi Kararlarında İfade Özgürlüğü, der. Vahit Bıçak, , (Ankara: Liberte Yayınları, 2002),
s.20.
737
Fressoz ve Roire/Fransa, paragraf. 10.
735
227
üzerinde durmuştur.
Mahkeme ilk olarak, dava konusu olayın toplumsal bir konu olması
üzerinde durmuştur. Mahkemeye göre, dava konusu makale, önde gelen Fransız
otomobil üreticilerinden birinde –basında geniş bir şekildi yer alan- endüstriyel bir
tartışma sırasında yayınlanmıştır. İşçiler yönetimin reddettiği bir ücret artışı
istiyorlardı. Makale, işçilerin ücret artış taleplerine karşıt olarak aynı anda,
şirketin başındaki kişinin söz konusu dönem içinde büyük ücret artışları aldığını
göstermekteydi. Bu şartlara karşı böylesi bir karşılaştırma yaparak makale,
toplumsal çıkar konusundaki bir kamuoyu tartışmasına katkıda bulunmuştur 738.
Bay Calvet’in ününe zarar vermek amaçlanmamış, ancak kamuoyunu ilgilendiren
bir konuda daha genel bir tartışmaya katkıda bulunmak amaçlanmıştır.
Mahkemeye göre basın sadece kamu yararı konularında bilgi ve fikirleri yayma
görevine sahip değildir; kamuoyu da bu bilgi ve fikirlere ulaşma hakkına sahiptir.
İş ve ücretlendirmeyle ilgili sorunlar da kamuoyunun ilgisini çekmektedir 739.
Mahkeme ikinci olarak sözkonusu bilginin kamuoyu tarafından biliniyor
olması üzerinde durmuştur. Bu davada vergi tahakkuklarının basımının
yasaklanmış olmasına rağmen, içerdiği bilgi gizli değildir. Gerçekten de, büyük
şirketleri yöneten bay Calvet gibi kişilerin ücretleri düzenli olarak mali dergilerde
yayınlanmaktadır ve tartışmasız olarak ikinci başvurucu, Bay Calvet’in ne kadar
kazandığını kabaca kontrol etmek için bu tür bir bilgiye gönderme yaptığını
söylemiştir. Bundan dolayı, bilginin gizli olarak korunması için baskın gelen bir
zorunluluk bulunmamaktadır 740.
Mahkeme son olarak gazetecinin görevini yerine getirirken kullanacağı
yöntemler konusunda serbest olması üzerinde durmuştur. Mahkemeye göre
Sözleşme’nin 10. maddesinin ikinci fıkrası aktardıkları bilgilerin inanılırlıklarını
artırmak için gerekli belgelerin yayınlanmasının gerekli olup olmadığı konusunda
tercih hakkı gazetecilere aittir. Mahkemeye göre, vergi beyannamelerinin gerçek
olduğunu teyid eden bay Roire, bir gazeteci olarak mesleğinin standartlarıyla
uyum içinde hareket etmiştir. Her bir belgeden çıkarılan özetler, sözkonusu
makalenin anlatımını doğrulamayı amaçlamıştır. Böylece vergi beyannamelerinin
yayınlanması sadece konu ile ilgili değil, aynı zamanda sağlanan bilginin
738
ibid, paragraf. 50.
ibid, paragraf. 51.
740
ibid, paragraf. 53.
739
228
güvenilirliği ile de ilgilidir 741. Bu kararla Mahkeme gazetecilerin kullanacakları
yöntemler konusunda geniş bir özgürlük içinde bulunduklarını kabul etmektedir.
Yukarıda açıklamış olduğumuz Goodwin/Birleşik Krallık kararının
ardından, gazetecilerin bilgi kaynaklarını açıklamama haklarına ilişkin R (2000) 7
sayılı Tavsiye Kararı, Avrupa Konseyi Bakanlar Komistesi tarafından kabul
edilmiştir. Bakanlar Komitesinin bu kararı ve İHAM’nin Goodwin kararı
doğrultusunda, ulusal yasal sistemlerin, iç yasalara gazetecilerin kaynaklarını
koruyan hükümler koymaları gerekmektedir. Mahkemenin kararına göre,
gazetecilerin kaynaklarını açıklaması ancak daha yüksek ihtiyaçlar ya da hayati
çıkarlar zorunlu kıldığı zaman istenebilecektir. Ancak, bu tip ihtiyaç ve çıkarlar
dahi, ifade özgürlüğünü korumanın bir yönü olarak gazetecilerin kaynaklarının
korunması ihtiyacı ile dengelenmelidir. Tavsiye Kararında da belirtildiği gibi
böyle bir ihtiyaç yapılmadan önce, gazetecilerin kaynaklarını açıklamama
konusundaki hakları üzerine bilgilendirilmeleri gerekmektedir. Bu doğrultuda
şayet, gazetecinin kaynağını ortaya çıkarmak amacıyla yargı emriyle arama,
gözetleme veya haberleşmenin izlenmesi tedbirlerine başvurulacaksa bu tedbirlere
izin verilmemelidir 742. Şayet Avrupa Konseyine ülkelerden birinde gazetecilerin
kaynaklarını açıklamamalarına ilişkin kanuni bir düzenleme yapılmamışsa, ulusal
mahkemeler bu durumda Avrupa hukukunun bir boyutu olarak, İnsan Hakları
Avrupa Mahkemesinin yukarıda incelemiş olduğumuz kararları doğrultusunda
karar vermelidirler. Bu durumda, gazetecilik kaynaklarının açıklanması
konusunda gazeteciler ister sanık isterse tanık konumunda olsun, ulusal
mahkemeler ifade özgürlüğünün koruyucusu olarak davranmalıdırlar. Ulusal
mahkemeler bu korumayı sağlarken ölçülülük ilkesini ve basının demokratik bir
toplumdaki önemi üzerinde odaklanmaları yerinde olacaktır 743.
II- GENEL YARARI KORUMAYA YÖNELİK
SINIRLAMA NEDENLERİ
İfade özgürlüğünün genel yararı korumak amacı ile sınırlandırılma nedeni,
bu hakkı güvence altına alan ilk belgelerde bile yer almaktadır. 1789 tarihli
741
ibid, paragraf. 54
Macovei, s. 65.
743
İbid, s. 65.
742
229
Fransız İnsan ve Vatandaş Hakları Bildirgesinin 10. maddesinde ifade
özgürlüğünün genel yararı korumak amacı ile sınırlandırılma nedeni şu şekilde
düzenlenmiştir:
“Kimse, dini bile olsa, fikirlerinden dolayı rahatsız edilemez, yeter ki
bunların tezahürü kanun tarafından tesis edilmiş kamu düzenini bozmasın”.
Ayrıca ifade özgürlüğünün düzenlendiği, gerek uluslararası gerek bölgesel
sözleşmelerde
bu
düzenlenmektedir.
özgürlüğün
Örneğin,
BM
kamusal
İnsan
amaçlarla
Hakları
Evrensel
sınırlanabileceği
Bildirgesi’nin
29.maddesi;
“......ancak demokratik bir toplumda ahlakın, kamu düzeninin ve genel
refahın gereklerini yerine getirmek amacı ile kanunla belirlenmiş sınırlamalara
tabi tutulabilir.” hükmünü içermektedir.
BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesinin 19. maddesi de, bu
özgürlüğün, ulusal güvenliğin, kamu düzeninin ya da kamu sağlığı ve ahlakının
korunması amacı ile sınırlanabileceğini düzenlemektedir.
Diğer Sözleşmelerden daha geniş bir sınırlama hükmü içeren İnsan Hakları
Avrupa Sözleşmesi’nin 10. maddesinin ikinci fıkrası da ifade özgürlüğünün,
ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu emniyetinin korunması, kamu
düzenini sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi amacı ile sınırlandırılabileceği
hükümlerini içermektedir.
Sözleşmedeki bu düzenlemeye uygun olarak ilkin ulusal güvenlik ve
toprak bütünlüğünü koruma amacıyla, ikinci olarak kamu düzenini koruma
amacıyla Mahkemenin önüne gelen davalar ve Mahkemenin bu olaylara
yaklaşımı, bu kavramları nasıl algıladığı, taraf devletlere ne kadar ulusal takdir
marjı verdiği incelenecektir.
A- Ulusal Güvenlik ve Toprak Bütünlüğünü Korumak
Amacı ile İfade Özgürlüğünün Sınırlandırılması
İHAS’nin 10. maddesinin ikinci fıkrası ifade özgürlüğünün ‘ulusal
güvenliği’ ve ‘toprak bütünlüğünü’ korumak amacı ile sınırlandırılabileceğini
belirtmektedir. Ulusal güvenlik amacı ile sınırlama nedeni diğer uluslararası
sözleşmelerde ve anayasaların pek çoğunda da yer almasına rağmen toprak
bütünlüğü amacı ile sınırlama sadece İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinde yer
almaktadır. Ayrıca ulusal güvenlik kavramı Sözleşmede düzenlenen bir kısım
230
hakların sınırlama nedenleri arasında da yer almaktadır 744. Örneğin, adil
yargılanmayı düzenleyen 6. maddede, özel hayatın korunmasını düzenleyen 8.
maddede ve örgütlenme özgürlüğünü düzenleyen 11. maddede olduğu gibi. Ancak
bu maddelerin hiç birinde toprak bütünlüğü sınırlama nedenleri arasında yer
almamaktadır Ayrıca Mahkemenin önüne gelen davalarda toprak bütünlüğünün
ileri sürüldüğü her davada meşru amaçlar arasında ulusal güvenlik kavramı da
ileri sürülmekte ve Mahkeme ikisini birlikte incelemektedir. Biz de Mahkemenin
bu yaklaşımına uygun olarak ulusal güvenlik ve toprak bütünlüğü ile ifade
özgürlüğünün sınırlandırılmasını aynı başlık altında incelemeyi uygun gördük.
Ancak
ifade
özgürlüğünün
çoğunlukla
‘ulusal
güvenlik’
amacı
ile
sınırlandırıldığını kabul etmek gerekir.
Ulusal güvenlik için var olan tehdit
ülke içinden gelebileceği gibi,
dışarıdan da gelebilmektedir. Ancak ulusal güvenlik ile ilgili tehlikelerin
çoğunlukla iç tehlikeler olduğunu söylemek yanlış olmasa gerekir. Fakat her iki
durumda da
isyana teşvik, kışkırtıcılık, yönetimi devirmek için komplo ve
yasadışı örgüt listeleri gibi bir kısım ifadelerin ulusal güvenlik için tehlike
oluşturduğu kabul edilmektedir 745.
Bu nedenlerle ulusal güvenlik için tehlike oluşturduğuna inanılan herhangi
bir olasılık ifade özgürlüğünü sınırlama adına gerekçe olarak sunulmamalıdır.
İfade
kullanıldıktan
sonra
ulusal
güvenlik
için
bir
tehlike
oluşturup
oluşturmadığına bakılmalıdır.
Ulusal güvenlik ve toprak bütünlüğü kavramları oldukça belirsiz
kavramlardandır. Bu nedenle öncelikle bu kavramlardan ne anlaşılması
gerektiğinin netleştirilmesi gerekmektedir. Buna göre önce toprak bütünlüğü
kavramı daha sonrada ulusal güvenlik kavramı açıklanmaya çalışılacaktır.
Toprak bütünlüğünün korunması, 10. maddenin ikinci fıkrasında, ifade
özgürlüğünün sınırlandırılması nedenleri arasında sayılmış olmasına rağmen, ne
diğer uluslararası sözleşmelerde, ne de Avrupa Sözleşmesinin diğer maddelerinde
sınırlama nedenleri arasında yer almaktadır. Türk Anayasasının, başlangıç
bölümünde, 2001 değişikliğinden önceki ilk halinde genel sınırlama hükmü olarak
düzenlenen 13. ve 14. maddelerinde, bu değişiklikten sonra ifade özgürlüğünü
744
Nicol Andrew, “National Security Considerations and the Limits of European Supervision”,
European Human Rights Law Review, 1996, s. 37-38.
745
Schauer, Free Speech: A Philosophical Enquiry, s.189.
231
düzenleyen 26. maddenin ikinci fıkrasında, “Devletin ülkesi ve milletiyle
bölünmez bütünlüğü” ifade özgürlüğünün sınırlama nedenleri arasında sayılmıştır.
Ayrıca Anayasanın 3. maddesinde bu ilkeye yer verilerek Anayasa’da
değiştirilmesi dahi teklif edilemez hükümler arasına sokulmuştur. Anayasa’nın 5.
maddesinde belirtilmek suretiyle devletin temel amaç ve görevlerinden biri olarak
“bölünmez bütünlük” devletin koruması altına alınmıştır.
Bu ilke 1961 Anayasası’nda da yer almaktaydı. Ancak burada sadece 3.
madde de devletin bütünlüğünü belirtmek için kullanılmıştır. 1971 Anayasa
değişikliği ile temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasının sınırı olarak
Anayasa’ya sokulmuştur. Anayasa’ya devleti ve demokrasiyi korumak için
sokulan bu ilkenin, uygulamada temel hak ve özgürlükleri sınırlamada Anayasal
bir dayanak olarak demokratik rejimin özgürlükçü niteliğini tehlikeye
düşürebilecek bir boyuta çekilebilme ihtimalinden endişe duyulmuştur 746.
Bu ilke daha çok devletin toprak unsurunun bölünmezliğini korumaktadır.
Devletin toprak unsurunun bütünlüğü ise o devletin diğer devletler karşısında
bağımsız olmasını ifade etmektedir. Bu ilke ayrıca bölgecilik ve ayrı egemenlikler
üzerine kurulu karma yapılı devletlerin kurulmasını da yasaklamaktadır 747.
Dolayısı ile bu ilkeye göre federasyon modelinin kabulü mümkün değildir. Bu da
Devletin ulus ve ülke bakımından tek bir devlet yapısıyla bütünleşmesini ifade
etmektedir.
Bu açıklamalardan da anlaşıldığı gibi, 1982 Anayasasında “devletin ülkesi
ve milletiyle bölünmez bütünlüğü” ile yerini bulan toprak bütünlüğü kavramı,
devletin
bağımsızlığı
ve
ülkesiyle
(toprağıyla)
bütünlüğünü
birlikte
kapsamaktadır. Bu nedenle devletin toprak unsurunun bölünmesi yönündeki amaç
ve faaliyetler bu ilkeye aykırı olacaktır.
Türkiye’de siyasi parti kapatma davalarının çoğu bu ilkeye dayandırılmış
ve Anayasa Mahkemesi de bu ilkeyi çok katı bir biçimde uygulamıştır. Anayasa
Mahkemesi, şimdiye kadar baktığı siyasi parti kapatma davalarının hemen hemen
hepsinde bu ilkeye aykırılık tespit etmiştir. Anayasa Mahkemesi, bölünmez
bütünlük bağlamında yaptığı denetimde, ülke (toprak) ve ulus bütünlüğü ayrı
746
Sulhi Dönmezer, “Devletin Ülkesi ve Milleti ile Bütünlüğü ve Bölünmezliği İlkesi”, İÜHF. 50.
yıl Armağanı:Cumhuriyet Döneminde Hukuk, (İstanbul: İÜHFY, 1973), s. 10-11, Hakyemez,
Militan Demokrasi Anlayışı ve 1982 Anayasası, s.201-202.
747
Teziç Erdoğan, 100 Soruda Siyasi Partiler, (İstanbul, Gerçek Yayınları,1976), s.145.
232
kapsamda olmalarına rağmen bu kavramların birbirlerini etkilemelerini Sosyalist
Parti kararında şu şekilde belirtmiştir;
“Gerek Anayasa’ya gerek Siyasi Partiler Yasası’na göre ülke ve ulus
bütünlüğü, devletin bölünmezliğinin temel öğeleridir. Faaliyet, ister ülke, ister
ulus bütünlüğüne yönelik olsun, sonuçta devletin bölünmez bütünlüğünün
tehlikeye girmesi sözkonusudur. Ülke bütünlüğünün hedef alınmasının, ülke
bütünlüğünü bozacağı kuşkusuzdur. Anayasa ve Yasa, bu değerleri birlikte ve
ödünsüz, mutlak olarak korumayı amaçlamıştır 748”
Anayasa Mahkemesi ÖZDEP kararında ise şöyle belirtmiştir;
“Siyasal
Partilerin
çalışmalarında
devletin
ülkesi
ve
ulusu
ile
bölünmezliği temel kuralına uymaları, ülkenin ya da ulusun bir bölümünün
bugünkü bütünlüğünü bozarak ayrılması sonucunu doğrudan doğruya veya
dolayısıyla doğurabilecek her türlü eylemden ve propagandadan kaçınıp
çalışmalarını bu bütünlüğü daha da pekiştirecek bir biçimde yürütmeleri
demektir. Bunun sonucu da ülke ve ulus bütünlüğünü zedeleyebilecek olan her
yazı, söz ve davranış siyasi partiler için yasak olmalıdır 749”.
İkinci Dünya savaşından sonra askeri bir terim olmaktan çıkıp sosyal
bilimlere konu olmaya başlayan ulusal güvenlik kavramı, devletin ve ülkenin iç
ve dış güvenliğini anlatmakta kullanılmakla birlikte bu kavramın kesin bir
tanımının olduğunu söylemek mümkün değildir. Nitekim Türk doktrininde ulusal
güvenlik kavramı farklı şekillerde tanımlanmaktadır.
Örneğin, Duran, ulusal güvenlik kavramını şu şekilde tanımlamaktadır:
“Milli güvenlik toplumun kurulu düzeninin bütünü ile ve yüksek seviyede
dışarıdan ve içeriden gelebilecek tehdit ve müdahalelerden masun tutulmasıdır.
Milli güvenliği bozucu fiil ve hareketler Devletin varlığına veya normal işleyişine
yönelik büyük ölçüde, sosyal ve iktisadi yapı ve mekanizmalarını yıkmayı,
sarsmayı veya zedelemeyi amaç edinmeyen fiil ve hareketler milli güvenlik ile
ilgili görülemez. Bu kavram toplulukların her çeşit eylemini kapsamına aldığı
748
E. 1991/2 (Sosyalist Parti Kararı), K. 1992/1, K.T. 10 Haziran 1992, AYMKD, sayı. 28/2,
s.795.
749
E. 1993/1 (ÖZDEP Kararı), K. 1993/2, K.T: 23 Kasım 1993, AYMKD Sayı. 30/2, s.917.
233
takdirde normal hukuk kuralları ile düzenlenmesi ve korunması gereken kamu
düzeni ile karıştırılmış ve hatta kaynaştırılmış olur” 750,
Çetin Özek ise ulusal güvenlik kavramını, o ülke üzerinde hangi siyasi
rejim olursa olsun, siyasi iktidarın tutumu dışında ülkenin genel çıkarlarını,
kurtuluşunu ve özgürlüğünü ifade eder şeklinde tanımlamıştır 751.
Pertev Bilgen ise ulusal güvenliği iç ve dış güvenlik olarak algılamakta
olup, dış güvenliği devletin ve ülkenin savaşta ve barışta dış ülkelerden, yabancı
devletlerden gelen tehlikelere karşı devlet tüzel kişiliğinin korunması olarak
tanımlamaktadır. İç güvenliği ise, devletin silahlı ayaklanma ve yıkıcı eylemlere
karşı korunması şeklinde tanımlamaktadır.
Kısacası ulusal güvenliği, devletin bağımsızlığı ve ülke bütünlüğü ile
millet egemenliğinin ulusal ya da uluslararası alanda gerçek ve yakın bir tehlikeye
düştüğü zamanlarda, Anayasa’nın gösterdiği yetkili organ ya da organlar
tarafından, devlet tüzel kişiliğinin korunması ve güvenlik altına alınması olarak
tanımlayabiliriz 752.
Ulusal güvenlik kavramının yukarıda yapılan tanımlarından da anlaşıldığı
gibi dış ve iç güvenlik konularını kapsadığını söyleyebiliriz. Ulusal güvenliği
bozucu eylemler devletin varlığını, ülkesini ve tüm halkını etkileyen faaliyetler
olup, bu kavramın siyasi ve ideolojik bir yanı bulunmamaktadır. Bu nedenle barış
zamanlarında savunma stratejisinin, asker kişilerin mesleki davranışlarının
eleştirilmesi, savaş, askerlik ve silahlanma aleyhine görüşler ileri sürülmesi ulusal
güvenliğe zarar verici faaliyetler olarak anlaşılmamalıdır 753.
Aralarında çok büyük fark olmasına rağmen bazen ulusal güvenlik
kavramı kamu düzeninin bir öğesi olan kamu güvenliği kavramı ile
karıştırılabilmektedir. Bu nedenle ulusal güvenlik ve kamu düzeni kavramları
arasındaki farklılıktan bahsetmek yerinde olacaktır. Kamu düzeni, bir ülkede
yaşayan halkın günlük yaşantısının güvenlik, sağlık, dirlik ve esenlik içinde
sürdürülmesi için alınan önlemler ile bu doğrultuda gerekli koşulların sağlanması
750
Lütfi Duran, “Sosyal Hareketler ve Milli Güvenlik”, İktisat ve Maliye, c.XVII. sy.4, Temmuz
1970, s.170.
751
Çetin Özek, “Pasaport Kanununun 22. maddesi Anayasaya aykırımıdır?”, Mahkeme Kararları
Kroniği, İHFM, c.XXIX, sy, 1-2, 1963, s.1189.
752
Tayfun Akgüner, 1961 Anayasasına Göre Milli Güvenlik Kavramı ve Milli Güvenlik Kurulu,
(İstanbul: İ.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayını, 1983), s.96.
753
Tanör, Siyasi Düşünce Hürriyeti ve 1961 Türk Anayasası, s. 146-8 ; Akgüner, 1961
Anayasasına Göre Milli Güvenlik Kavramı ve Milli Güvenlik Kurulu, s.79.
234
olarak tanımlanan bir kavram iken; ulusal güvenlik; siyasi, ekonomik ve hukuksal
yönleri olan ülkenin yerleşmiş düzeninin sürekliliğini sağlayan üst düzeyde
önlemleri içeren bir kavramdır. Kamu düzenini bozan faaliyetler genellikle
süreklilik arz etmediği halde ulusal güvenliği bozan faaliyetler uzun süreli, içten
ve dıştan gelebilen sürekli eylemlerdir. Ülkenin belli bir bölgesinde kamu
düzeninin bozulması durumunda ulusal güvenlik nedenine dayanılamaz. Ulusal
güvenlik nedenine dayanarak özgürlüklere müdahale edebilmek için tehlikenin
ülkenin genelini ilgilendirmesi gerekir 754. Kamu düzeni devletin işleyişine hakim
olan ilkelerle birlikte bireylere uygulanan ve uyulması zorunlu olan kurallar
bütününü anlatmasına karşın; ulusal güvenlik, devletin varlığını, ulusun yaşamını
ve anayasal düzeyde siyasal yapıyı ilgilendirir. Bu nedenle ulusal güvenliği ihlal
eden faaliyetlerin önlenmesinin; kamu düzenini sağlamada yeterli olan olağan
hukuk rejiminin öngördüğü kurallarla sağlanamadığı durumlarda olağanüstü
hukuk rejimleri uygulanır 755.
Ulusal güvenliğe yönelik tehlikeler, devletin bağımsızlığına ve ulusal
egemenliğe yönelik olan tehlikelerdir. Bu tehlikeler doğrudan devletin varlığına
ilişkindir. Bu nedenle, ulusal güvenlik, bir devletin iç ve dış güvenliğine yönelik
bir tehlikenin çıkışı ile ihlal edilmiş kabul edilebilir. Ancak ortaya çıkan her
durumda ulusal güvenliğin ihlal edilebilmesi için, tehlikenin ‘gerçek ve yakın
tehlike’ olması şartı aranır. Tehlike bir ülke için doğrudan doğruya ve hemen
giderilmesi olanaklı olmayan belli bir zarar doğuracak nitelikte olmalıdır. Bu
koşul aynı zamanda, idarenin keyfi olarak herhangi bir tehlikeyi, ulusal güvenliği
ilgilendirdiği gerekçesiyle özgürlükler aleyhine kullanmasını ve buna dayanarak
olağanüstü önlemler almasını önlemektedir 756.
Ulusal güvenliğe ilişkin tehdit ve tehlikeler genellikle olağanüstü
dönemlerde olmaktadır. Bu nedenle ulusal güvenliğin sağlanması gerekçesi ile
özgürlüklerin yeniden düzenlenmesi daha çok olağanüstü rejim çerçevesinde
olanaklı olacaktır. Ancak olağan zamanlarda da ulusal güvenliğe zarar verici
nedenlerin ortaya çıkması ve bunun karşılığında ulusal güvenliğin korunması
zorunluluğunun doğması olasılığı vardır. Örneğin, olağan zamanlarda ifade
754
Yokuş, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde ve 1982 Anayasası’nda Hak ve Özgürlüklerin
Kötüye Kullanımı, s.73.
755
Akgüner, 1961 Anayasasına Göre Milli Güvenlik Kavramı ve Milli Güvenlik Kurulu, s. 69-70
756
Yokuş, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde ve 1982 Anayasası’nda Hak ve Özgürlüklerin
Kötüye Kullanımı, s.74.
235
özgürlüğüne ulusal güvenlik gerekçesi ile konulan sınırların en çok rastlanılan
örneğini ‘askeri sırların ifşası yasağı’ oluşturmaktadır 757.
Ulusal güvenlik kavramına herhangi bir ideolojik anlam vermek mümkün
değildir. Ulusal güvenlik herhangi bir ideolojinin korunması anlamında
kullanılamaz. Ulusal güvenlik ülkenin iç ve dış tehlikelere karşı, yıkıcı eylemlere
karşı korunmasından ibaret bir anlam taşımaktadır. Dolayısıyla ifade özgürlüğüne
ulusal güvenlik amacıyla sınırlama getirirken bu kavramın taraf devletler
bakımından, ideolojik korunma aracı haline gelmemesi ve bu sayede siyasi ifade
özgürlüğünün sınırlanmaması gerekir 758.
Bu açıklamalara uygun olarak bu kısmın birinci alt kısmında iç güvenlik
ile ifade özgürlüğü arasındaki ilişki, ikinci alt kısmında ise dış güvenlik ile ifade
özgürlüğü arasındaki ilişki incelenecektir. Türkiye ile ilgili ifade özgürlüğü
davaları genellikle Güneydoğu Anadolu’da var olan terör tehlikesinden
kaynaklanan davalar olduğu için bu davaları diğerlerine nazaran daha geniş ve
ayrıntılı olarak incelemeyi uygun görüyoruz.
1- İç Güvenlik Amacı İle İfade Özgürlüğünün Sınırlandırılması
İç güvenlik, devletin iç isyan, ayaklanma, tahrik ve yıkıcı eylemlere karşı
korunması anlamında kullanılmaktadır. Nitekim devletin başta gelen görevleri
arasında kendi iç güvenliğini sağlamak yer almaktadır. Bu görev ise doğrudan
devlet tüzel kişiliğine aittir. Bu görevi devlet adına hiçbir organize kuruluş ve
örgütün yapması mümkün değildir 759. İfade özgürlüğü ile ilgili davaların
çoğunluğunun, özellikle Türkiye davalarının, ulusal güvenlik ile ifade özgürlüğü
arasındaki ilişkiden kaynaklandığını söyleyebiliriz. Çalışmamızın bu alt kısmı
Strazburg organlarının ulusal güvenlik ile ifade özgürlüğü arasındaki dengeyi
devam ettirmek için nasıl çabaladığını ve ifade özgürlüğü üzerindeki bu
sınırlandırmaları nasıl değerlendirdiğini inceler. Ayrıca Strazburg Organlarının
ulusal güvenlik ile ifade özgürlüğü arasında uygun bir denge kurup kuramadığı ve
gerekçelerinin inandırıcı olup olmadığı üzerinde durulacaktır.
757
Tanör, Siyasi Düşünce Hürriyeti ve 1961 Türk Anayasası, s.147; Yokuş, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesinde ve 1982 Anayasası’nda Hak ve Özgürlüklerin Kötüye Kullanım, s.74.
758
Tanör, Siyasi Düşünce Hürriyeti ve 1961 Türk Anayasası, s.57.
759
ibid, s.83.
236
a-
Terör
Olayları
Sırasında
İfade
Özgürlüğünün
Sınırlandırılması
İç güvenlik ile ilgili Mahkeme önüne gelen davaların çoğunlukla terör
olaylarının en yoğun şekilde yaşandığı İspanya, İngiltere ve Türkiye ile ilgili
olduğunu söyleyebiliriz. Gerçekten terör konusunda ciddi sorunlar yaşamış olan
bu ülkelerde ifade özgürlüğü daha fazla müdahaleye maruz kalmıştır. İfade
özgürlüğünün ihlali nedeni ile İHAM’nin önüne giden Türkiye davalarının hemen
hemen hepsi Güneydoğuda var olan terör olaylarından kaynaklandığı ileri sürülen
davalardır. Mahkeme ulusal güvenlik ile ifade özgürlüğü arasındaki ilişkiyi
incelerken ilkin ulusal güvenlik için tehlike oluşturduğu iddia edilen ifadenin
içeriğinin gerçekten ulusal güvenlik için tehlike oluşturup oluşturmadığını
incelemekte, şayet ulusal güvenlik için herhangi bir tehlike olmadığına karar
verirse sınırlamanın demokratik toplum için gerekli olmadığı için 10. maddenin
ihlal edildiğine karar vermektedir. Fakat ifadelerin ulusal güvenlik için tehlike
oluşturduğunu düşünüyorsa, bu kararından hemen sonra 10. maddenin ihlal
edilmediği nedeni ile davayı reddetmemekte, bu ifadelerin kim tarafından, hangi
ortamda, hangi yayın aracı ile dile getirildiğini inceleyerek karar vermektedir.
Birazdan inceleyeceğimiz davalarda da göreceğimiz gibi mahkeme toplumda
etkili bir kişi tarafından dile getirilen ifadenin etkisi ile sıradan bir vatandaş
tarafından dile getirilen ifade arasında ya da küçük bir topluluğa yapılan bir
söyleşi ile daha büyük bir kitleye yapılan konuşma arasında ya da küçük bir
bültende bir ifadenin dile getirilmesi ile ulusal bir gazetede açıklanması arasında
ulusal güvenliği tehdit edip etmemesi bakımından fark görmektedir. Biz de
incelememiz sırasında Mahkemenin bu yaklaşımına uygun olarak öncelikle içerik
bakımından daha sonrada ifadenin dile getiriliş bağlamına uygun olarak
incelemeyi uygun buluyoruz.
aa- İfadenin İçeriği
aaa- Sert Bir Üslupla Düşünce Açıklaması
Demokratik toplumlarda iktidar partileri seçimle işbaşına geldiklerinden
dolayı yine seçimle iktidarı bir başka partiye bırakabilmelidirler. Bu nedenle
hükümetler diğer partilerden ve sivil toplum örgütlerinden gelen eleştirilere karşı
bu eleştiriler ne kadar sert olursa olsun daha fazla tahammül göstermek
zorundadırlar. Hükümetlerin bu eleştirileri engellememeleri gerekmektedir.
237
Ceylan/Türkiye davasında 760, Petrol-İş sendikasının başkanı olan Münir Ceylan,
İstanbul’da basılan haftalık bir gazete olan Yeni Ülke’nin 21-28 Temmuz tarihli
basımında “Söz İşçinin, Yarın Çok Geç Olacak’ adlı bir makale yazmıştır.
İstanbul DGM Savcısı başvurucuyu TCK’nun 312/1 fıkrasından dolayı ‘halkı kin
ve düşmanlığa tahrik etmek girişiminde bulunmaktan’ suçlamıştır. DGM’de
yapılan yargılama sonucunda başvuran TCK’nin 312/2 ve 3’den etnik köken ve
din ya da sosyal sınıfa dayalı ayrımcılık yaparak halkı kin ve düşmanlığa tahrik
etme girişiminde bulunmaktan suçlu bulunmuş ve 1 yıl 8 ay hapis ve bir miktar
para cezasına çaptırılmıştır. Başvuran, mahkumiyetinin sonucu olarak siyasi ve bir
kısım medeni haklarını kaybetmenin yanı sıra Petrol İş Sendikasındaki görevini de
kaybetmiştir.
Başvuran, mahkumiyetinden sonra İHAS’nin 10. maddesinde düzenlenen
ifade özgürlüğünün taraf devlet tarafından ihlal edildiği gerekçesi ile 10 Şubat
1994 tarihinde Komisyona başvurmuştur. Komisyon, makalenin geçmiş yıllar
boyunca etkisini sürdüren şiddet konusunda siyasi bir açıklama yapmak amacı ile
yazılmış olduğunu ve başvuranın düşüncelerini makul tabirlerle ifade ettiğini, bu
ifadelerde kendisinin şiddete ya da halkı yasal olmayan yollara başvurmaları için
kışkırtmadığını ifade etmiştir 761. Komisyonun görüşüne göre, başvuranın
mahkumiyeti 10.maddeye uymayan bir çeşit sansür oluşturmaktadır.
Mahkeme ise sözkonusu makalenin içeriği ve kullanılan ifadelerin
çeşidiyle siyasi söylem niteliğinde olduğunu belirtmiştir. Mahkemeye göre,
başvuran Marksist söylemler kullanarak Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki
şiddetin yeniden canlanması hakkında bir açıklama yapmıştır. Başvuranın bu yazı
ile vermek istediği temel mesaj, Kürt hareketinin "işçi sınıfı ve bu sınıfın
ekonomik ve demokratik kuruluşları” tarafından özgürlük ve demokrasi için
verilen genel bir mücadelenin parçası olduğu veya en azından bir parçası olması
gerektiğidir. Başvurana göre, hukuki engellemelere rağmen, kanlı katliamları ve
devlet terörünü sona erdirmek için, demokratik kuruluşların, siyasi partilerin ve
beraber çalışabilecek bütün kişi ve kuruluşların bir araya gelerek yetkilerini ve
güçlerini tek bir noktoda buluşturması gerekir 762.
760
Ceylan/Türkiye, 8 Temmuz 1999.
ibid, paragraf. 31.
762
ibid, paragraf.33.
761
238
Mahkemeye
göre,
“Devlet
terörü”
ve
"katliam"
kelimelerinin
kullanılmasının da gösterdiği gibi, ülkenin ilgili bölgelerinde Türk yetkililerinin
fiilleri hakkındaki eleştiri sert, kullanılan dil ise keskindir. Buna rağmen
Mahkeme, sözleşmenin 10. maddesi ikinci fıkrası bağlamında, siyasi söylem ve
kamu çıkarı ile ilgili konularda taraf devletlerin ulusal takdir marjının dar
olduğunu belirtmiştir 763. Mahkeme ayrıca Hükümet ile ilgili olarak yapılmasına
müsaade edilen eleştirinin sınırı, bireyler veya siyasetçiler hakkında yapılan
eleştiriye oranla daha geniş olduğunu açıklamıştır. Mahkemeye göre demokratik
bir sistemde, Hükümetin fiilleri ve ihmalleri sadece yasama ve yargı otoritelerinin
değil, aynı zamanda kamuoyunun da incelemesine açık olmalıdır. Ayrıca,
Hükümetin güçlü pozisyonu, özellikle düşmanların eleştirilerine ve haksız
saldırılarına başka yöntemlerle karşılık vermenin mümkün olduğu hallerde, ceza
davası başlatma konusunda çekimser davranmasını gerekli kılmaktadır. Bununla
beraber, kamu düzeninin güvencesi olan devlet yetkililerinin, bu tür durumlara
karşı aşırıya gitmeden ve uygun bir şekilde tepki vermeyi amaçlayan tedbirleri ceza hukuku bağlamında bile olsa- benimsemesi mümkündür 764. Sonuç olarak, bu
tür durumların bir bireye, kamu personeline ya da nüfusun bir kesimine karşı
şiddet kullanmayı tahrik ettiği hallerde, ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin
gerekli olup olmadığı incelenirken, devlet yetkilileri daha kapsamlı bir takdir
sınırından faydalanırlar.
Mahkeme, Türkiye’nin terörizmi önleme ve son 15 yıldır devam eden terör
problemlerini daha karmaşık hala getirecek fikir ve düşüncelerin açıklanması
konusundaki hassasiyetini anlayışla karşılamaktadır. Burada, hatırlanması
gereken, makalenin Körfez Savaşı’nın hemen sonrası Irak’taki Kürtlerin
gördükleri baskı sonucu, Türkiye sınırına doğru yığınak yaptığı bir zamanda
sözkonusu gazetede yayınlanmasıdır 765.
Mahkeme, bunların yanı sıra, başvuranın sendika lideri ve bir siyasetçi
olarak yazdığını ve bu makaledeki sert üsluba rağmen, makalenin şiddeti, silahlı
direnişi ya da isyanı teşvik etmediği üzerinde durmuştur 766.
763
ibid, paragraf. 34; Wingrove/Birleşik Krallık paragnaf. 58.
Incal/Türkiye, 9 Haziran 1998, paragraf 54.
765
İbid, paragraf. 35.
766
ibid, paragraf. 36, 38.
764
239
Ayrıca, Mahkeme, başvurana verilen cezayı oldukça ağır bulmuştur.
Verilen bu ceza nedeniyle, başvuran, sendikadaki işini kaybetmenin yanında, bazı
siyasi ve medeni haklarından da mahrum kalmıştır. Sonuç olarak, Mahkeme, ifade
özgürlüğüne yapılan müdahale ile başvurana verilen ceza ile ulaşılmak istenilen
amaç arasında orantı olmadığına ve yapılan müdahalenin demokratik bir toplum
gereklerine uygun olmadığı kanaatine varmış ve bu nedenle Sözleşmenin 10.
maddesinin ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır 767.
Mahkeme benzer bir olayı da Castells/İspanya davasında incelemiştir 768.
Mahkeme, özellikle seçilmiş bir temsilcinin ifade özgürlüğünün çok önemli
olduğunu ve Hükümetle ilgili makul eleştirilerin, özel bir şahsa, hatta bir
politikacıya karşı yapılan eleştirilerden çok daha geniş bir alanı kapsadığını
vurgulamıştır 769.
bbb- Saldırgan İfadelerle Düşünce Açıklaması
Mahkeme, insanları şiddete, nefrete, intikam almaya veya silahlı bir
direnişe tahrik ve teşvik etmeyen ifadelerin 10. maddenin korunmasından
yararlanacağına karar vermiştir.
Şener/Türkiye davasında 770, başvuran Pelin Şener haftalık olarak
yayınlanan ‘Haberde Yorumda Gerçek’ isimli bir derginin sahibi ve editörüyken
derginin 4 Eylül 1993 tarihli 23. sayısında ‘Aydın İtirafı’ başlıklı bir makale
yayınlanmıştı. Bu makalede, Türk topraklarının bir kısmını Kürdistan olarak
nitelendirdiği, orada yaşayan insanların Kürt vatandaşları olduğu, soykırım
yapıldığı, Kürdistan olarak nitelendirilen bölgenin bombalandığı, yakıldığı ve
kimyasal silahların kullanıldığı ifadeler gerekçesiyle 771 Şener TMK’nun 8.
maddesine
muhalefetten
bölücü
propaganda
suçu
işlemekten
mahkum
edilmiştir 772.
Başvuran, Sözleşmenin 10. maddesi tarafından güvence altına alınan ifade
özgürlüğünün ihlal edildiği gerekçesi ile Komisyona başvurmuştur. Komisyon bir
aydın tarafından kaleme alınan makalenin, Türkiye’nin menşei Kürt olan nüfusa
yönelik uyguladığı politikayı sert bir dille eleştirdiğini belirtmiştir. Yazar Kürt
767
İbid, paragraf. 38.
Castells/İspanya, 23 Nisan 1992.
769
ibid, paragraf 46.
770
Şener/Türkiye, 18 Temmuz 2000.
771
ibid, paragraf. 11.
772
ibid, paragraf 8,10.
768
240
meselesi ile ilgili görüşlerini dile getirmiş ve bölücü hareket bağlamında kuvvet
kullanılması fikrini kendisi benimsememiştir. Komisyon'un görüşüne göre,
başvurana karşı alınan önlemler gelecekte benzer fikirlerin yayınlanması
konusunda caydırıcı etki yaratması amacını gütmekte ve sansür niteliği
taşımaktadır. Komisyon bu nedenle Sözleşme'nin 10. Maddesinin ihlal edildiğini
tespit etmiştir 773.
Mahkeme ise ifade özgürlüğünün demokratik toplumdaki öneminden
bahsettikten sonra başvurucunun özgürlüğüne yapılan müdahaleyi makalenin
içeriği ve makalenin hangi kapsam içinde kullanıldığını dikkate almak sureti ile
bir bütün olarak ele alarak incelemiştir. Mahkeme, başvuranın editörü olduğu
dergi aracılığıyla bölücü propaganda yapmakla suçlandığı için, incelemesini basın
özgürlüğü bağlamında ele almıştır 774. Mahkemeye göre, basının, şiddet tehdidine
karşı veya kamu düzeninin sağlanması veya suçun önlenmesi amacıyla ulusal
güvenlik ve toprak bütünlüğü gibi devletin çıkarlarının korunmasını sağlamak için
belirlenen sınırları aşmamasının gerekli olmasına rağmen, bölücü olanlar da dahil
olmak üzere siyasi konular hakkında bilgi verme sorumluluğu vardır. Basının
görevi bu tür bilgi ve düşünceleri kamuoyuna iletmektir ve bunları öğrenmek de
kamuoyunun hakkıdır. Basın özgürlüğü, halkın siyasi liderlerin düşünce ve bakış
açıları hakkında bir fikir oluşturmalarını sağlayan en önemli yöntemlerden
birisidir 775.
Mahkeme, basın özgürlüğünün ayrıcalıklı konumuna vurgu yapmasına
rağmen, görev ve sorumlulukların çatışma ve gerilim durumlarında çok önemli
olduğunu da belirtmiştir. Devlete karşı şiddete tahrik eden düşüncelerin
yayınlanması konusu özel bir dikkat gerektirmektedir; aksi taktirde basın şiddetin
artırılması ve kin ve nefret duyguları ile dolu söylemlerin dağıtımı için bir araç
haline gelebilir. Aynı zamanda, bu tür düşüncelerin belirtilen şekilde
nitelendirilemeyeceği durumlarda, taraf devletler, toprak bütünlüğünün veya
ulusal güvenliğin korunması veya suçun önlenmesi ve kamu düzeninin
sağlanmasını referans alarak, medyaya ceza kanununun ağırlığını yüklemek
773
ibid, paragraf. 38.
Benzer kararlar Lingens/Avusturya, 8 Temmuz 1986, paragraf .41 , Sürek/Türkiye, 8 Temmuz
1999, paragraf. 59.
775
Şener/Türkiye, paragraf. 41, Lingens/Avusturya, paragraf. 41-42.
774
241
suretiyle, kamuoyunun bilgilendirilme hakkına sınırlama getiremez 776. Ancak
Mahkeme, başvuranın dergisinde, bir aydın tarafından yazılan ve Kürt sorunu
üzerindeki düşüncelerini ifade eden bir makalenin yayınlandığını belirtmiştir.
Sözkonusu makale, Hükümet'in politikasını ve güvenlik güçlerinin menşei Kürt
olan nüfusa yaklaşım tarzlarını sert bir dille eleştirmiştir. Aydınların ve Türk
basınının " Kürt köylülerin özgürlük yürüyüşüne " kara çaldığını iddia etmiş ve
yetkililerin Kürt sorununa bakışını eleştirmiştir. Yazar, Kürt gerçeğinin
tanınmasını ve askeri yönteme başvurmak yerine Kürt sorununun çözülmesi için
barışçı yöntemlerin kullanılmasını istemiştir. Kardeş milletler olduğu için, Kürtler
ve Türkler arasındaki silahlı çatışmalarda kan dökülmesinden dolayı çok üzgün
olduğunu belirtmiştir. Ayrıca Kürt ve Türk şovenizmi de dahil olmak üzere bütün
şovenizm türlerine karşı olduğunu ifade etmiştir 777. Mahkeme makalede
kullanılan bazı terimlerin agresif olmasına rağmen, makalenin bir bütün olarak
incelendiğinde şiddeti övmediğini belirtmiştir. İnsanları şiddete, nefrete, intikam
almaya veya silahlı bir direnişe tahrik ve teşvik etmemiştir. Aksine, makale silahlı
mücadeleye son verilmesini istemiş ve Kürt meselesini entelektüel bir açıdan
analiz etmiştir.
Ayrıca, Mahkemeye göre, dikkate alınması gereken diğer bir konu,
başvuranın DGM tarafından şiddeti teşvik etmekten dolayı değil, Kürdistan diye
bir bölgenin varlığını ve bu bölgedeki halkın baskı gördüğünü iddia ederek bölücü
propaganda yapmaktan dolayı TMK’nin 8. maddesine göre mahkum edilmesidir.
Yine Mahkeme, yetkililerin, söz konusu davada, nahoş bir açıdan yaklaşılmış olsa
da, halkın bölgedeki olayları değişik bir yaklaşım açısından öğrenme hakkına
gereken önemi vermediğini düşünmektedir. Açıklanan bu nedenlerle, DGM’nin
başvuranın mahkumiyeti için ileri sürdüğü gerekçeler ilgili olmakla birlikte,
Sözleşme tarafından güvence altına alınan ifade özgürlüğüne müdahale için
yeterli bir gerekçe olarak kabul edilemez 778.
Bunlara ek olarak Mahkeme, her ne kadar verilen cezanın infazı tecil
edilmiş olsa da, başvuru sahibine verilen cezanın oldukça ağır olduğu üzerinde
durmuştur. Cezanın tecil edilmiş olması onun mağdur sıfatını ortadan
kaldırmamaktadır. Aynı suçun tekrak işlenmesi halinde cazanın daha ağır olarak
776
ibid, paragraf. 42.
ibid, paragraf. 44.
778
İbid, paragraf. 45.
777
242
verilecek olması, yazarın işini yapmada sınırlayıcı bir rol oynamasına neden
olacaktır 779.
Mahkeme, makalede kullanılan söylemlerin şiddeti tahrik etmediği için
taraf devlet tarafından başvurucuya uygulanan yaptırımın kişinin ifade
özgürlüğüne bir müdahale oluşturduğuna ve 10. maddenin ihlal edildiğine karar
verilmiştir.
ccc- Düşmanca İfadelerle Düşünce Açıklaması
Mahkeme, insanları şiddete, nefrete, intikam almaya veya silahlı bir
direnişe tahrik ve teşvik etmeyen ifadelerin düşmanca bir üslubla açıklansa dahi
ifade özgürlüğünün güvencesinden yararlanması gerektiği kanaatindedir.
Polat/Türkiye davasında 780, başvurucu Edip Polat 1991 tarihinde
Ankara’da ‘Nevrozladık Şafakları’ adlı bir kitap yayınlamıştır. Kitapta epik bir
tarzda, Türkiye’deki Kürt
ilişkilendirilmiş
ve
kendi
isyanı hareketlerini içeren tarihi bölümler
yorumları
ile
birlikte
özellikle
Diyarbakır
hapishanesindeki mahkumların hayatları ve tabi oldukları kötü muameleler
hakkında bir kısım bilgiler vermiştir. Cumhuriyet savcısı tarafından, TMK’nun 8.
maddesi uyarınca ulusun bölünmez bütünlüğüne karşı propaganda yapmakla
suçlanmıştır. Cumhuriyet Savcısına göre, Polat’ın kitabı Türk devletine karşı
nefreti teşvik etmekte ve Kürt bölücülüğünü övmektedir. Bu sonuca ulaşırken,
hem PKK’nın “bölücü haydutlarının” hem de Şeyh Sait’in isyan birliklerinin
kitapta “Kürt yurtseverler” olarak tanımlandığını ve zamanında 1925 isyanını
bastıran rejimin “burjuvanın fundamentalist diktatörlüğü” olarak adlandırıldığını
ve Kürtlerin temel haklarının ihlaline ve toprak bütünlüklerinin ilhakına sebep
olan yayılmacı politika uyguladığının iddia edildiğini belirtmiştir 781.
Devlet Güvenlik Mahkemesi başvuranı TMK’nun 8. maddesi uyarınca
bölücü propaganda yapmaktan suçlu bulmuş, kitabın toplatılmasına ve
başvurucunun 2 yıl mahkumiyetine karar vermiştir 782.
Polat, 18 Kasım 1993 tarihinde Komisyon’a başvuruda bulunmuştur.
Kitabının yayınlanmasına dayalı olarak mahkum edilmesinin Sözleşme’nin 9. ve
10. Maddesi’ni ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Komisyon, 9 ile birlikte ele alınan 10.
779
İbid, paragraf. 46.
Polat/Türkiye, 8 Haziran 1999.
781
ibid, paragraf. 11.
782
ibid, paragraf. 13.
780
243
Maddenin ihlal edildiği yönünde görüş bildirmiştir. Komisyon, yargılama
aşamasında başvuranın kitabında Osmanlı “sömürgeciliği ve feodalizminin”
gelişimini eleştiren metinlerden alıntılar içerdiğini ve özellikle Diyarbakır
bölgesinde olmak üzere son yıllardaki şiddet tırmanışına tarihi bir açıklama
yapmayı amaçladığını belirtmiştir. Başvuran Kürt sorununa ilişkin görüşlerini
nispeten ılımlı bir şekilde ifade etmiş ve Kürt bölücü mücadelesinin bir parçası
olarak şiddet kullanılmasını onaylamamıştır. Bu sebeple başvuranın mahkumiyeti
10. madde gereklerine uymayan bir sansür oluşturmuştur 783.
Mahkeme ise, müdahaleyi, suçlanan ifadeler ve bunların ifade edildiği
bağlam da dahil olmak üzere bir bütün olarak ele alarak incelemiştir. İlk olarak
müdahalenin “meşru amaçlar ile orantılı” ve ulusal otoriteler tarafından anılan
müdahalenin meşru gösterilmesi için belirtilen gerekçelerin “ilgili ve yeterli” olup
olmadığının tespit edilmesi gerektiği üzerinde durmuştur.
Mahkeme, ayrıca başvuranın birey olduğunu ve görüşlerini “devlet
güvenliği”, “kamu düzeni” ve “toprak bütünlüğü” üzerindeki potansiyel etkilerini
önemli ölçüde sınırlayacak şekilde kitle iletişim yolu yerine edebi bir eser yoluyla
açıkladığını göz önünde bulundurmaktadır. Ek olarak Mahkeme, kitaptaki belirli
bölümlerin Türk makamlarının tavırlarını eleştirmesine ve yazara düşmanane bir
ton vermesine rağmen şiddet, silahlı direniş ya da isyana teşvik teşkil
etmediklerini belirtmiştir. Mahkemenin kanaatine göre bu durum dikkate alınması
zorunlu olan bir etkendir 784.
Mahkemeye göre, hükümetin politik içerikli konuşmalarda ve kamuyu
ilgilendiren konularda ifade özgürlüğünü sınırlamak için manevra alanı oldukça
dardır.
Ayrıca,
hükümetle
ilgili
özel
kişiler
ve
hatta
politikacılar
karşılaştırıldığında, hükümet için getirilebilecek eleştirinin sınırı daha geniştir.
Demokratik bir toplumda, hükümetin icraat ve ihmalleri sadece yasama ve
yürütmenin değil, kamuoyunun da yakın denetiminde olmalıdır.
Mahkeme, Türkiye’nin son 15 yıldır karşı karşıya kaldığı terörün daha da
artmasını önlemek için gösterdiği hassasiyeti göz önüne almaktadır. Ancak,
Mahkemeye göre, başvuru sahibi özel bir şahıs olup düşüncelerini bir kitap
yoluyla açıklamıştır. Kitle iletişim araçları yoluyla düşüncelerini açıklamamış
783
784
ibid, paragraf. 42.
ibid, paragraf. 47.
244
olması düşüncelerin ülkenin ulusal güvenlik, kamu düzeni ve toprak bütünlüğü
üzerindeki etkisini ciddi olarak azaltmaktadır. Kitaptaki bazı bölümlerde Türk
yetkililere ciddi eleştiriler getirilmekte ve kitap onlara karşı düşmanca bir üslup
ile kaleme alınmış olmakla birlikte, kişilere, şiddet, silahlı karşı koyma ve isyan
çağrısı yapılmamaktadır. Sözkonusu olayların çok uzun bir süre önce gerçekleştiği
de düşünülürse, olayda böyle bir şiddet çağrısının olmaması önemlidir 785.
Ayrıca Mahkeme, başvurucuya verilen cezanın ağırlığına ve başvurucunun
cezalandırılması konusundaki ısrara bir anlam verememiştir. Burada belirtilmesi
gerekir ki, kişilere verilen cezanın cinsi ve ağırlığı Sözleşme ile korunan ifade
özgürlüğüne yapılan müdahalenin orantılılığının değerlendirilmesinde dikkate
alınan hususlardandır 786.
Sonuç olarak Mahkeme, kitapta kullanılan ifadelerin düşmanca bir üslupla
ele alınmasına rağmen, şiddet, silahlı direniş ya da isyana teşvik etmedikleri için
başvurucunun mahkumiyeti izlenen amaçlar açısından orantısız olup “demokratik
bir toplumda gerekli” olmadığı bu sebepten dolayı Sözleşme’nin 10. Maddesi
ihlal edildiği yönünde karar vermiştir.
ddd- Şiddet İçermeyen Direniş Çağrısı Yapılması
Mahkeme, yapılan bir açıklama, şiddet, düşmanlık, nefret veya terörizme
katılmayı teşvik etmediği sürece, ne kadar radikal olursa olsun, bütün politik
ifadelerin korunması gerektiğine karar vermiştir.
Başkaya ve Okçuoğlu/Türkiye davasında 787, birinci başvuran Fikret
Başkaya
iktisat
profesörü
olup,
“Batılılaşma,
Çağdaşlaşma,
Kalkınma-
Paradigmanın İflası/ Resmi İdeolojinin Eleştirisine Giriş” adlı kitabın yazarıdır.
İkinci başvuran Selim Okçuoğlu ise bu kitabı basan Doz Basın Yayın Lmt.
Şirketinin sahibidir. Kitap akademik bir çalışma olup, 219 sayfa ve 370 dipnottan
oluşmaktadır. Türkiye’nin 1920’den bu yana sosyo-ekonomik gelişmesini
inceleyen kitap, resmi devlet politikasını eleştirmektedir.
Birinci başvuran Başkaya, İstanbul DGM Savcısı tarafından TMK 8/1
uyarınca
Devletin
bölünmez
bütünlüğü
aleyhine
propaganda
yapmakla
suçlanmıştır. İkinci başvuran Okçuoğlu ise yayın şirketinin sahibi olarak TMK 8/2
uyarınca suçlanmıştır. İstanbul DGM tarafından yapılan yargılama sonucunda
785
İbid, paragraf. 47.
ibid, paragraf. 48.
787
Başkaya ve Okçuoğlu/Türkiye, 8 Temmuz 1999.
786
245
başvurucular TMK 8’e muhalefetten suçlu bulunmuş birinci başvuran iki yıl
hapis, ikinci başvuran ise 6 ay hapis cezasına çaptırılmıştır. Ayrıca birinci
başvuran Devlet Memurları Kanunu’nun 98/2 uyarınca Ankara Üniversitesindeki
öğretim görevliliği görevinden de atılmıştır.
Başvurucular 22 Şubat ve 9 Haziran 1994 tarihlerinde Komisyon’a
başvurmuşlardır. Komisyon oybirliği ile 10. maddenin ihlal edildiğine karar
vermiştir.
Mahkeme, kitabın sözkonusu bölümlerinde kullanılan kelimeler ve bu
kelimelerin yayınlanmış olduğu bağlam üzerinde özellikle durup kendisine
sunulan davaların tarihçelerine, özellikle terörizmin engellenmesine ilişkin
sorunları dikkate almıştır 788.
Mahkemeye göre, söz konusu bölümler, Kürt bölücülüğüne destek veriyor
şeklinde görülebilecek şiddetli ifadeler içerse dahi, yazar aynı zamanda Kürt
sorununun karmaşık olduğu görüşüne yer vermiştir. Sadece Türkiye’nin değil
İran, Irak ve Suriye’nin iç siyasetleri ile birlikte bu dört komşu devlet arasındaki
ilişkilerin kendine özgü niteliğine de ilişkindir. Sözkonusu ifadeler, bir akademik
araştırma içinde tarihi açıdan Türkiye’nin sosyo ekonomik gelişimi ve bu ülke
içindeki baskın siyasi ideolojiye yer vermiştir. Mahkeme, kitapta ifade edilen bu
görüşlerin şiddeti teşvik ettiğinin veya şiddeti teşvik etmeye neden olabilecek
şekilde yorumlanmasının mümkün olmadığı kanaatindedir 789.
Mahkeme, yaklaşık olarak 1985 yılından bu yana bölgenin büyük bir
çoğunluğunda olağanüstü hal ilan edilmesini gerektiren, çok ciddi can kayıplarına
yol açan, güvenlik kuvvetleri ile PKK elemanları arasında ciddi olayların
meydana geldiği bölgedeki güvenlik durumunu ciddileştirecek sözler ve eylemler
konusundaki otoritelerin endişesinin bilincinde olduğunu bildirmiştir. Ancak,
Mahkeme sözkonusu davada yerel otoritelerin, akademik ifade özgürlüğü hakkı
ile kendileri açsısından her ne kadar kabul edilemez olursa olsun Türkiye’nin
Güneydoğusundaki durumun farklı bir bakış açısından bildirilmesine ilişkin kamu
haklarını yeterli ölçüde dikkate alınmadığı kanaatindedir. Mahkeme, ilgili
olmasına rağmen başvuru sahiplerinin suçlu bulunarak cezalandırılmasına gerekçe
788
789
ibid, paragraf. 63.
ibid, paragraf. 64.
246
gösterilen nedenlerin ifade özgürlüğüne müdahaleyi meşru kılmadığına karar
vermiştir 790.
Mahkeme, ayrıca, dikkat edilmesi gereken başka bir husus olarak da
verilen cezaların oldukça ağır olması, kitabın toplatılması ve Profesör
Başkaya’nın üniversitedeki işinin kaybettirilmesini göstermektedir. Belirtilen bu
hususlar, Sözleşme ile güvence altına alınan ifade özgürlüğüne yapılan
müdahalenin orantılılığını değerlendirmede dikkate alınan hususlardır 791.
Mahkeme, yukarıda belirtilen hususları göz önünde bulundurarak şu
sonuçlara ulaşmıştır: Sözleşme ile korunan ifade özgürlüğüne yapılan müdahale
ile başvuruculara verilen ceza ile elde edilmek istenen amaç arasında orantı
olmayıp, Sözleşmenin 10. maddesi ile korunan ifade özgürlüğüne yapılan
müdahale demokratik toplum için gerekli değildir. Açıklanan bu nedenlerden
dolayı, Sözleşmenin 10. maddesinde düzenlenen ifade özgürlüğünün ihlali
sözkonusudur.
Incal/Türkiye 792 davasında da Mahkeme, 10. Maddenin ihlal edildiği
yönünde karar vermiştir. Başvurucu İbrahim İncal bir avukat olup kapatılan
HEP’in İzmir Yönetim Kurulu üyesidir. Parti yönetim Kurulu, İzmir Bölgesi’nde
özellikle küçük ölçekli yasadışı ticarete ve şehrin çevresinde gecekondulaşmanın
yaygınlaşmasına karşı yerel otoriteler tarafından alınan tedbirleri eleştiren bir
bildiri dağıtılmasına karar vermiştir. Bu ilanda, “yerel otoritelerce, özellikle
küçük-ölçekli illegal ticarete ve şehrin etrafında izinsiz yayılan yerleşimcilerin
kamplarına karşı alınan tedbirler 793” eleştirilmiştir. Bu ilanda, valilik, güvenlik
polisi ve belediyenin işbirliği yaparak, bir dizi eylem sonucunda, Kürtleri şehir
dışına sürdükleri iddia edilmiştir. İlanda bu eylemler “devlet terörü” ve
“psikolojik savaş” olarak nitelendirilmiştir. Bu ilan, “bu özel savaşa” karşı
“insanların kendi güçlerine dayanan komşu birliklerini oluşturmaları” sağlanmaya
çalışılmıştır. Bu ilandan onbin adet basılmış ve bir kopyası da dağıtma izni almak
üzere İzmir Valiliğine gönderilmiştir. İzmir Emniyetide, İzmir DGM Savcısı’ndan
bilginin hukuki durumunu sormuştur. Ancak izin verileceği yerde, Savcı
toplatılması ve dağıtılmasına ilişkin bir mahkeme kararı çıkartmış ve 27 Temmuz
790
ibid, paragraf. 65, Hertel/İsviçre, 25 Ağustos 1998 .
ibid, paragraf. 66.
792
İncal/Türkiye, 9 Haziran 1998.
793
İbid, paragraf.10.
791
247
1993 tarihinde İncal ve diğer yönetim kurulu üyeleri hakkında ırkçı sözler
kullanarak halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmekten dolayı dava açılmıştır.
Nitekim yargılama sonunda başvuran, “ırkçı kelimeler kullanarak insanlar
arasında nefret ve düşmanlık uyandırmaya” teşebbüs etmekten suçlu bulunmuş ve
birkaç ay hapis cezasına çarptırılmıştır 794.
Mahkeme ifade özgürlüğünün özellikle siyasi partiler ve bunların aktif
üyeleri için olan önemine vurgu yapmıştır. Muhalefet partisine mensup bir
politikacının özgür ifadesine yapılan bir müdahale, bu şekilde Mahkeme'nin çok
yakın incelemesine alınmıştır. Mahkeme el ilanının, valilik ve belediyece alınan
önlemleri eleştirirken, yerel halka bölgede olan bazı olayları bildirdiğini
belirtmiştir. Mahkeme, ilanın Kürt asıllı insanları, belli bazı siyasi isteklerin
yerine getirilmesi için bir araya gelmeye yüreklendirmesine rağmen, “vatandaşlar
arasında şiddet kullanmaya, düşmanlığa veya nefrete teşvik edecek 795” bir şey
içermediği kanısındadır. Mahkeme, ilan izin talebi ile Valiliğe başvurulduğunda,
yönetimin davacıyı bir anda mahkum etme değil, ilanın değiştirilmesini isteme
konumunda olduğunu bildirmiştir. Böylece Mahkeme, bu müdahalenin “radikal
yapıda” bir müdahale olduğuna karar vermiştir. Ayrıca bu davada Mahkeme
davacının Türkiye'deki terörizm sorunundan sorumlu olup olmadığına karar
vermek zorunda olmadığı için, bu davanın Zana davasından farklı olduğunu iddia
etmiştir. Buna bağlı olarak Mahkeme bildirinin mahalli idarenin özellikle sokak
esnafına karşı almış olduğu bazı tedbirleri eleştirmekte olduğu; olayın geçtiği
şehrin halkını ilgilendiren gerçek olaylara dayandığı, uygulamalara karşı direniş
yapılması çağrısının şiddet içermediğini belirterek ifade özgürlüğünün cezai
tedbirlerle sınırlandırılmış olmasının ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine
oybirliğiyle karar vermiştir.
Oybirliği ile alınan bu karar, Mahkeme'nin, siyasi tartışmalardaki ifade
özgürlüğüne yaptığı özel vurguyu daha da kuvvetlendirmiştir. Mahkeme böylece,
Strazburg kurumlarının politikacıların ifade özgürlükleri hakkındaki kuvvetli
desteğini teyit etmiş de olmaktadır. Burada ifade, şiddet, düşmanlık, nefret veya
terörizme katılmayı teşvik etmediği müddetçe, ne kadar radikal olursa olsun,
bütün politik ifadeleri koruyacakları gözükmektedir.
794
795
ibid, paragraf. 10-11.
İbid. paragraf 50.
248
Mahkeme benzer bir kararı da Piermont/Fransa davasında vermiştir. Bayan
Piermont bir Alman vatandaşı ve Avrupa Parlamentosunun da bir temsilcisiydi.
Bir yerel seçim kampanyası sırasında, anti-nükleer hareketler tarafından
düzenlenen geleneksel bir yürüyüşte Fransız Polinezyasının yerel bağımsızlığını
savunmuş ve nükleer savaş karşıtı açıklamalarda bulunmuştu. Polinezya'daki
Fransız Yüksek Komiseri, davacının, bu faaliyetleri sırasında sarf ettiği sözlerin
Fransız politikasına bir saldırı niteliğinde olmasından dolayı sınır-dışı edilmesi
doğrultusunda bir emir yayınladı. Bu talimat, davacı Fransız Yeni Kaledonya'sına
giden uçağa bindikten sonra yürürlüğe girmişti. Davacı oraya vardığında, kendisi
bir havaalanı yetkilisine götürülmüş ve Yeni Kaledonya'daki Fransız Yüksek
Komiserinin bir emriyle sınır-dışı edilene kadar orada bekletilmiştir.
Mahkeme Polinezya Yüksek Komiserinin talimatının, 10. Maddenin ikinci
fıkrasına göre yasal olup olmadığına karar verirken, davacının konuşmasının, hiç
bir zaman şiddet veya anarşiyi tahrik etmemiş, ama sadece nükleer silah karşıtı ve
bağımsızlık yanlısı talepleri desteklemiş olduğu üzerinde durmuştur. Mahkeme,
davacının konuşmasının Polinezya'daki demokratik münazaralara bir katkı
olduğu 796 şeklinde bir nihai karara varmıştır. Ayrıca Mahkeme, yapılan gösterinin
herhangi bir kargaşa ve anarşiye yol açmadığını ve davacının fiilinin herhangi bir
rahatsızlığa neden olmadığına işaret etmiştir. Mahkeme, talimatın, gösteriden bir
gün sonra çıkarıldığını, bu nedenle de “sırf bir sembolik tedbir” olmadığını
vurgulamıştır 797. Sonuç olarak Mahkeme, talimatın adaletli bir dengeyi
gözetmediğine ve demokratik bir toplumda gerekli olmadığına karar vermiştir.
Mahkeme, demokratik bir toplumda, seçilmiş bir temsilcinin özgür ifadede
bulunabilmesinin önemini vurgulamıştır. Bu şekilde, demokratik bir toplumda
siyasi faaliyetlerin izin verilebilir olup olmadığının değerlendirilmesinde temel bir
öğe belirlenmiştir. Mahkeme'nin bu kararının ifade özgürlüğünü güçlendirdiğini
söyleyebiliriz.
eee- Terörle Mücadele Sırasında Yetkilerini Kötüye
Kullananların
Kimliklerinin Açıklanması
Mahkeme terörle mücadele sırasında, terörle mücadele ile görevli kişilerin
kimliklerinin açıklanmasının bu kişiler için tehlike arz etmesine rağmen, bu
796
797
Piermont/Fransa, paragraf. 77.
İbid, paragraf. 77.
249
kişilerin görevlerini kötüye kullanmaları durumunda kamu oyunun bu kişilerin
kim olduklarını bilme hakkının olduğu görüşündedir. Mahkeme ayrıca bu kişilerin
zaten kamuoyu tarafından bilinmesi durumunda korunması gereken herhangi bir
hukuki yararın olmadığı kanaatindedir. Mahkeme bu yöndeki görüşünü
Sürek/Türkiye (no 2) kararı ve Özgür Gündem/Türkiye kararında dile getirmiştir.
Sürek/Türkiye (no.2) kararında 798başvuran Kamil Tekin Sürek ‘Haberde
Yorumda Gerçek’ isimli derginin hisse sahiplerinden biridir. Derginin 26 Nisan
1992 tarihli sayısında bölgede meydana gelen gerilim sonrasında eski
Milletvekilleri Leyla Zana, Orhan Doğan ve Anglikan Kilisesi mensubu Lord
Averbry’den oluşan bir delegasyonun, Şırnak ziyareti sırasında yaptıkları bir basın
toplantısında söylediklerini konu alan bir röportaj yayınlanmıştır.
Röportajda, Şırnak Valisinin, Şırnak Emniyet Müdürüne halkın üzerine
ateş açılmasına dair emir verdiğini söylediğine ilişkin bir makale ve Leyla Zana,
Orhan Doğan ile Jandarma Komutanı İsmet Yediyıldız arasında geçen bir diyalog
yer almaktadır. Röportajda Albay Yediyıldız’ın Zana ve Doğan’a “Bana Albayım
demeyin. Ben sizin Albayınız değilim. Kanınız benim susuzluğumu gidermez.
Dürüst olun ve benim kanımın da sizin susuzluğunuzu gidermeyeceğini kabul
edin. Sizi bir fare gibi öldürebilirim. Sizi ölü görmek bizi memnun eder ama
kanınız susuzluğumu gidermez 799” şeklinde açıklamalara yer verilmektedir.
İstanbul DGM Savcısı, başvuranı, terörle mücadele ile görevli kişilerin
kimliklerini açıkladığı ve böylece onları teröristlerin hedefi haline getirdiği için
TMK’nun 6. maddesine muhalefetten suçlamıştır. Yargılama sırasında DGM,
sözkonusu röportajda, Şırnak Valisinin Emniyet Müdürü tarafından halkın üzerine
ateş açılması yönünde emir verdiğinin açıklanması ve Albay Yediyıldızın
isimlerinin verilmesinin bu görevlilerin kimliklerini açıklayarak onları terörist
eylemlerin hedefi haline getirdiği için TMK’nun 6. maddesinin ihlal edildiğine bu
nedenle de başvuranın mahkumiyetine karar vermiştir 800.
Başvuran ifade özgürlüğünün ihlal edildiği gerekçesi ile Komisyon’a
başvurmuştur. Komisyon, Türkiye’nin Güneydoğusunda süren şiddet, terörün
boyutları ve gerginlik göz önüne alındığında, Devlet adına bu bölgede aktif olan
terörist gruplarla mücadeleye katılan görevlilerin önemli risklere maruz kaldıkları
798
Sürek/Türkiye (no.2), 16 Haziran 1999.
ibid, paragrag. 10.
800
ibid, paragraf. 13.
799
250
ve bu nedenle kuvvetli bir korumaya ihtiyacı olduğu görüşündedir. Komisyon’a
göre, kamuyu ilgilendiren bilgiler sözkonusu röportaj görevlilerin kimlikleri
açıklanmadan da yayınlanabilirdi. Bu nedenle Komisyon 10. maddenin ihlal
edilmediği yönünde görüşünü bildirmiştir 801.
Mahkeme ise, olayın meydana geldiği sıradaki bölgedeki durumu da göz
önünde bulundurarak, düşünce açıklamalarında yer alan ifadelerin sözkonusu
polis ve jandarmanın önemli yanlışlar yaptığını belirtmiştir. Mahkeme bu
açıklamaların sözkonusu görevlileri ve yetkilileri aşağılanmaya maruz bırakacak
şekilde yapılmış olmasına rağmen onlara karşı şiddete teşvik eder nitelikte
yapılmadığı görüşündedir 802. Mahkeme ayrıca, sözkonusu iddialar şayet doğru ise
bu hataların önemi göz önüne alındığında, sadece memurların davranış biçimlerini
değil aynı zamanda kimliklerini de bilmekte kamu oyunun meşru çıkarlarının
olduğunu ve bu nedenle yapılan müdahalenin 10. maddenin ihlalini oluşturduğuna
karar vermiştir. Mahkemenin bu yönde karar vermesinin bir diğer nedeni de
sözkonusu ifadelerin diğer yayın organlarında da yayınlanmış olması ve zaten
bunların kamuoyu tarafından bilindiği, dava konusu yayın ile ek herhangi bir şey
eklenmediği, üstelik diğer yayın organlarına karşı herhangi bir yasal takibat
başlatılmadığına da bağlamıştır 803.
Mahkeme benzer görüşünü Özgür Gündem/Türkiye kararında 804 da
vurgulamıştır. Mahkeme, dava konusu olan makalelerden birinde adı geçen
Olağanüstü Bölge Valisinin zaten tanınan bir kişi olduğunu, ismi geçen Jandarma
komutanlarının ve köy koruyucularının bölgelerinde tanınan kişiler olduklarını
belirtip bu kişilerin kimliklerinin saklanmasındaki yararın son derece az olduğuna
dikkat çekmiştir 805.
fff- İleri Düzeyde Şiddeti Teşvik Eden Açıklama Yapılması
Mahkeme,
şiddet, düşmanlık, nefret veya terörizme katılmayı teşvik
etmediği sürece ne kadar radikal olursa olsun bütün politik ifadelerin korunması
gerektiğini düşünmesine rağmen, ileri düzeyde şiddeti teşvik eden açıklamaların
ifade özgürlüğünün güvencesinden yararlanamayacağı kanaatindedir.
801
İbid, paragraf. 32.
İbid, paragraf. 37.
803
ibid, paragraf. 39-40.
804
Özgür Gündem/Türkiye, 16 Mart 2000.
805
ibid, paragraf. 68.
802
251
Sürek/Türkiye (no.1) davasında 806, başvuran Kemal Tekin Sürek ‘Haberde
Yorumda Gerçek’ isimli İstanbul’da yayınlanan bir derginin hisse sahiplerinden
biridir. Derginin 30 Ağustos 1992 tarihli 23. sayısında, “Silahlar Özgürlüğü
Engelleyemez” ve “Suç Bizim” başlıklı iki okuyucu makalesi yayınlanmıştır. Bu
makalelerden dolayı, başvuran 21 Eylül 1992 tarihinde İstanbul DGM savcısı
tarafından TCK 312 ve TMK’nun 8. maddesine muhalefetten Devletin bölünmez
bütünlüğüne karşı propaganda yapmak ve halk arasında düşmanlık ve nefreti
teşvik etmek eylemleri ile suçlanmıştır.
Başvuran İstanbul DGM tarafından 12 Nisan 1993 tarihinde TMK 8/1
uyarınca suçlu bulunmuş ve 5 ay hapis ve bir miktar para cezasına çaptırılmıştır.
Mahkeme, makalelerin Türkiye’nin Güneydoğusundaki sekiz ilçeye bağımsız
“Kürdistan” eyaleti şeklinde gönderme yapıldığını, Kürdistan İşçi Partisinin
(PKK) Türkiye Devletine karşı bir “ulusal bağımsızlık savaşı” veren bir ulusal
kurtuluş hareketi olarak nitelendirildiği ve bunun da Türkiye Devleti’nin bölge
bütünlüğüne zarar verilmesine yönelik propaganda şeklinde değerlendirildiğini
belirtmiştir. Ek olarak mahkeme, makalelerde ırkçı bazda ayrımcı ifadelere yer
verildiğini tespit etmiştir 807.
Başvuran
Kamil
Sürek,
20
Şubat
1995
tarihinde
Komisyon’a
başvurmuştur. Komisyon, Güneydoğu Türkiye’deki güvenlik durumunu ve söz
konusu mektuplarda kullanılan dilin ileri düzeyde şiddete teşvik olarak
değerlendirilebileceğini de dikkate alarak, Muhatap Devletin yetkililerinin,
mektupların yayınlanmasının milli güvenlik ve kamu emniyeti açısından zararlı
görme hakkına sahip olduğu görüşündedir. Komisyon, derginin sahibi olarak
başvuranın mektupların yayınlanması ile ilgili görev ve sorumluluk üstlenmiş
olduğu şeklinde fikir yürütmüştür. Başvuranın mahkumiyeti ve hüküm giymesi,
yetkililerin ulusal takdir marjı kapsamında bir tepki olan ulusal güvenlik ve kamu
güvenliğinin korunması yönünde zorunlu bir sosyal ihtiyaca cevaben yapılmış
orantılı işlemler olarak kabul edilebilecektir. Bu nedenlerle Komisyon bu davada
10. Maddenin ihlal edilmemiş olduğu kanaatine varmıştır 808.
Mahkeme ise ifade özgürlüğünün demokratik toplumdaki öneminden,
özellikle bu süreçte basının öneminden bahsettikten sonra davayı suçlanan
806
Sürek/Türkiye (no.1), 8 Temmuz 1999.
İbid, paragraf. 15.
808
İbid, paragraf. 57.
807
252
ifadeler ve bunların ifade edildiği bağlam da dahil olmak üzere bir bütün olarak
ele alarak incelemiştir. Mahkeme öncelikle, başvuranın dergisinin okuyucular
tarafından sunulan iki mektubu yayınlamış olduğuna işaret etmektedir. Bu
mektuplar, yetkililerin güneydoğu Türkiye’deki askeri faaliyetlerini sert bir
şekilde kınamış ve özgürlük ve bağımsızlık mücadelesinde Kürt halkına zulüm
yapmakla suçlamıştır. “Silahlar Özgürlüğü Engelleyemez” başlıklı mektup, yazarı
tarafından Kürtlerin ortadan kaldırılması için yürütülen stratejik kampanyanın bir
bölümü olarak yetkililer tarafından kasten yapılmış olduğu iddia edilen iki
katliama gönderme yapmaktadır. Mektup, Kürtlerin özgürlüğünü kazanma azmini
yineleyerek sonlanmaktadır. İkinci mektup olan “Suç Bizim”, Türkiye
Cumhuriyeti kurumlarının demokrasi ve Cumhuriyet’in korunması adına
muhaliflerin hapse atılma, işkence ve öldürülmesine göz yumduğunu iddia
etmektedir 809.
Mahkeme makalelerde geçen, “katliam”, “zulüm” ve “cinayet” gibi
göndermelerin yanı sıra, “Faşist Türk Ordusu”, “TC cinayet çetesi” ve
“emperyalizmin kiralık katilleri” gibi etiketlerin kullanılması ile diğer tarafa kara
bir leke vurulmasına ilişkin açık bir kasıt olduğunu kabul etmektedir.
Mahkemenin
kanaatine
göre
söz
konusu
mektuplar,
temel
duyguların
çalkalandırılması ve halen ölümcül şiddet şeklinde kendini göstermiş olan birleşik
önyargıların katılaştırılması ile kanlı bir intikama çağrı şeklindedir 810.
Ayrıca “Suç Bizim” başlıklı mektubun kişileri isimleri ile tanımlayarak,
bunlara karşı olan nefretin alevlendirildiği ve bu şahısların fiziksel şiddet
tehlikesine maruz bırakıldığı da dikkate alınmıştır. Mahkeme bu açıdan, yetkililer
tarafından Devletin toprak bütünlüğüne zarar verilmesi ile ilgili gerekçelerin
vurgulandığı başvuranın mahkumiyetine ilişkin nedenleri, başvuranın ifade
özgürlüğü aleyhinde bir müdahale için ilgili ve yeterli bir dayanak olarak kabul
etmektedir. Mahkeme, “bilgi” ve “görüşlerin” sadece kırıcı, şaşırtıcı veya rahatsız
edici olmasının
müdahalenin haklı gösterilmesi için yeterli olmayacağını
yinelemektedir. Mevcut davada söz konusu olan nefret konuşmaları ve şiddetin
yüceltilmesidir 811.
809
İbid, paragraf. 11.
İbid, paragraf. 62.
811
ibid, paragraf. 62/2.
810
253
Mahkeme, mektuplarda Türk ordusunun katliam yapan, şiddet ve baskı
uygulayan bir kurum olarak tanıtılması ve ‘faşist’, ‘ölüm timi’, ‘emperyalizmin
kiralık katilleri’ olarak nitelendirilmesi; mektupların içeriğinin taraflar arasında
kökleşmiş olan kin ve nefrete dayanan şiddeti daha da artırmaya yönelik olduğu;
mektuplarda, okuyucuya, saldırgan olarak gösterilen devlete karşı, kendini
savunmak için şiddete başvurmasının gerekli ve haklı olduğu mesajı verilerek
şiddetin övüldüğü; mektuplarda açıklanan fikirlerle editör kendisini özdeşleştirmiş
olmasa da, dergisinde değişik yazarlara, şiddeti ve
kini tahrik etme imkanı
tanıdığı; bu nedenle, derginin sahibi olarak başvurana uygulanmış olan cezanın bir
“zorunlu sosyal” ihtiyacı karşılamak olarak kabul edilebileceğini ve başvuranın
mahkumiyeti için yetkililer tarafından verilen mahkumiyetin “ilgili ve yeterli”
olduğu sonucuna varmıştır. Ulusal yetkililerin sahip olduğu takdir marjı da
dikkate alınarak Mahkeme, söz konusu müdahalenin amaçlanan meşru amaçlar ile
orantılı olduğu düşüncesinde olup sözleşmenin 10. maddesinin ihlal edilmediği
yönürde karar vermiştir.
Mahkemenin bu görüşüne çeşitli nedenlerden dolayı katılmak mümkün
değildir. Bu yaklaşım, mevcut davaya uygulandığında, aşağıdaki unsurlar önem
kazanmaktadır. İlk olarak başvuran derginin sadece en büyük pay sahibi olup, söz
konusu mektupların ne yazarı ne de söz konusu malzemelerin seçiminden sorumlu
yazı işleri müdürüdür. Bu nedenle kendisi okuyucu mektuplarının yayınlanmasına
ilişkin sorumluluk zincirinde aşağı sıralarda yer almaktadır. Ayrıca kendisi (ne de
yazarlar), Zana davasında olduğu gibi kamuoyu üzerinde etkiye sahip önemli
şahsiyetler değildir. İkinci olarak dergi Güneydoğu Türkiye’deki çatışma
bölgesinden çok uzakta, İstanbul’da yayınlanmıştır. Son olarak okuyucular
tarafından yazılan mektuplar bir dergide merkezi veya ana konuma sahip değildir
ve özelliği itibarıyla sınırlı etkiye sahiptir. Ayrıca, halktan fertlerin yayınlanmak
üzere yazdıkları mektuplarında profesyonel muhabirlere göre daha doğrudan ve
sert stil kullanacakları gerçeğine bir pay bırakılmalıdır.
Ayrıca, Mahkeme, bir yandan basın özgürlüğünün “… bölücü olanlar da
dahil olmak üzere siyasi meselelere ilişkin bilgi ve görüşlerin bildirilmesi …”
imkanını sağlaması gerektiğini vurgularken 812
diğer yandan söz konusu
mektuplar için “…temel duyguların çalkalandırılması ve halen ölümcül şiddet
812
ibid, paragraf. 59.
254
şeklinde kendini göstermiş olan bileşik önyargıların katılaştırılması ile kanlı bir
intikama
çağrı
şeklinde
değerlendirilebilecektir...”
şeklinde
tespitte
bulunmaktadır. Söz konusu mektupların bağlam dahilinde okunmasının gerekli
olmasının yanı sıra, kullanılmış olan terimlerin tam ve tarafsız olarak
değerlendirilmesinin ve nasıl yorumlanması gerektiğinin tespit edilmesinin zor
olduğu kanaatindeyiz. Sözleşme tarafından korunmakta olan ifade özgürlüğü,
sadece ciddi suçların işlenmesine yönelik doğrudan bir provokasyon olduğunda
engellenebilecektir.
Ayrıca mevcut davadaki Mahkeme analizinin Arslan, Ceylan ve ikisi Sn.
Sürek ile ilgili olmak üzere diğer birkaç davanın sonuçları ile çeliştiği
kanaatindeyiz. Mahkeme, siyasi demeçlerin değerlendirilmesi açısından bu
davalar arasında herhangi bir ayrım yapmamakta ve Türk yetkililerinin
eylemlerini sert ve kesin şekilde eleştirmektedir; bu davaların hiçbirinde
Sözleşme’nin 10. Maddesi için bir istisna yapılmasını gerekli görmemiştir.
Özellikle diğer kararlarda değil de, bu kararın 62. paragrafında çoğunluk
tarafından belirtildiği üzere “… okuyucuya iletilen mesajın şiddete başvurmanın
bir saldırgan karşısında gerekli ve haklı bir nefsi müdafaa yöntemi olduğu”
şeklinde neden bir tespit yapıldığını anlamak mümkün olmamaktadır.
Bu nedenlerden dolayı söz konusu ifadelerin nefret veya şiddete teşvik
açısından ulusal güvenlik ve toprak bütünlüğü için
gerçek bir tehlike
oluşturmadığından bu davada 10. maddenin ihlal edilmiş olduğu yönünde karar
vermiş olması gerekirdi.
ggg- Yazar Kendini Terör Örgütü ile Özdeşleştirmesi
Sürek/Türkiye (no.3) davasında 813, Başvuran Kemal Tekin Sürek
İstanbul’da yayınlanan “Haberde Yorumda Gerçek” isimli derginin sahibidir.
Derginin 9 Ocak 1993 tarihli 42. sayısında “Botan’da Fakir Köylüler Toprak
Ağalarını İstimlak Ediyor” başlıklı bir haber yorumu yayınlanmıştır.
İlgili haber yorumunda şu bilgilere yer verilmiştir: 814
“Merkezi Botan olan depremin dalgaları Kürdistan’ın tamamına ulaşmıştır.
Bir havuza atılan taşın meydana getirdiği dalgalar gibi büyüyen ulusal bağımsızlık
813
814
Sürek/Türkiye (no.3), 8 Temmuz 1999.
İbid, paragraf. 10.
255
mücadelesi, şimdiden dalgalar halinde Botan’ı geçmiş olup, silahlı mücadelenin
etkin cephesinde bulunan 8 ilin 50 ilçesini kucaklamaktadır.”
27 Eylül 1993 tarihli kararında Mahkeme, Türkiye’nin bazı bölümlerine
“Kürdistan” olarak hitap edildiği, ayrıca “PKK terör örgütünün” eylemlerini bir
bağımsızlık mücadelesi olarak nitelendirdiği ve bunun da devletin bölünmez
bütünlüğünü zedelemeye yönelik propaganda oluşturduğu için suçlu bulmuş ve
başvuranı para cezasına çaptırmıştır.
Başvuran 18 Temmuz 1994 tarihinde Komisyon’a başvurmuştur.
Komisyon 30’a karşı bir oyla 10. maddenin ihlal edilmediği yönünde karar
vermiştir.
Komisyon, makaleyi bir bütün olarak değerlendirip, yazarının Türkiye
devleti aleyhine olan silahlı eylemi teşvik ettiği veya hatta eyleme çağırdığı
izlenimini veren ifadeler kullandığı ve bölücü amaçlar için şiddeti desteklemekte
olduğu görüşündedir. Komisyon taraf Devletin yetkililerinin, haber yorumlarının
yayınlanmasının milli güvenlik ve kamu emniyeti açısından zararlı görme hakkına
sahip olduğu görüşündedir. Komisyon, derginin sahibi olarak başvuranın
yorumların yayınlanması ile ilgili görev ve sorumluluk üstlenmiş olduğu şeklinde
fikir yürütmüştür. Başvuranın mahkumiyeti ve hüküm giymesi, yetkililerin ulusal
takdir marjı kapsamında bir tepki olan milli güvenlik ve kamu emniyetinin
korunmasına yönelik zorunlu bir sosyal ihtiyaca cevaben yapılmış orantılı
işlemler olarak kabul edilebilecektir. Bu nedenlerle Komisyon bu davada 10.
Maddenin ihlal edilmemiş olduğu kanaatine varmıştır 815.
Mahkeme ise, makalede kullanılan kelimeler ve bu kelimelerin
yayınlanmış olduğu bağlam üzerinde özellikle durmuştur. Sözkonusu makalede
Türk topraklarının bir bölümü, “Kürdistan” olarak hitap edilmiş ve bir ulusal
bağımsızlık mücadelesinin varlığı belirtilmiştir. Mahkeme, bunların ilgili hususlar
olduğu şüphesiz olmasına rağmen, bunların tek başına 10. Maddenin ikinci fıkrası
anlamında müdahalenin zaruri olarak kabul edilmesi için yeterli olmadığı
görüşündedir.
Mahkeme diğer yandan, mücadele “Türkiye Cumhuriyeti kuvvetlerine
yönelik bir savaş” olarak tanımlanırken, makalede “Topyekün bir bağımsızlık
mücadelesi başlatmak istiyoruz” şeklinde ifade bulunduğu bundan dolayı söz
815
İbid, paragraf. 35.
256
konusu makalede yazarın kendisini PKK ile bağdaştırdığı ve Kürdistan’ın ulusal
bağımsızlığının elde edilmesi amacıyla silah kuvvetinin kullanılması için çağrıda
bulunduğu kanaatindedir.
Ayrıca makalelerin, bölgenin büyük bir kısmında olağanüstü hal ilan
edilmesine sebebiyet verecek şekilde güvenlik kuvvetleri ile PKK kuvvetleri
arasında
ciddi
çatışmaların
devam
etmekte
olduğu
Türkiye’nin
Güneydoğusundaki güvenlik durumu bağlamında yayınlanmış olması da dikkate
alınmıştır. Bu bağlamda, makalenin içeriği, bölgede daha fazla şiddete teşvik
edebilecek şekilde kabul edilmiştir. Okuyucuya iletilen mesaj, saldırgan ülke
karşısında şiddete başvurmanın gerekli ve haklı bir önlem olduğudur. Bu açıdan
Mahkeme, muhatap Devlet tarafından başvuranın mahkumiyetine ilişkin olarak
öne sürülen nedenlerin, başvuranın ifade özgürlüğü hakkına bir müdahale için
ilgili ve yeterli dayanak teşkil ettiği görüşündedir. Mahkeme, “bilgi” veya
“fikirlerin” kırıcı, şok edici veya rahatsız edici olmasının tek başına müdahaleyi
haklı kılmadığını yinelemektedir. Ancak mevcut davada söz konusu olan, şiddete
teşviktir 816.
Özetle Mahkeme, dava konusu makalede ülkenin bir bölgesindeki
mücadelenin, “güvenlik güçlerine karşı yürütülen bir savaş” olarak nitelendirildiği
ve makalenin yazarının kendisini bu örgütle özdeşleştirdiği için verilen cezanın
ağır bir sosyal ihtiyacın sonucu olduğu ve verilen ceza ile elde edilmek istenilen
amaç arasında orantısızlık olmadığı gerekçesi ile 10. maddenin ihlal edilmediği
sonucuna varmıştır.
bb- İfadenin Kullanıldığı Bağlam
aaa- Açıklamanın Yapıldığı Yayım Aracı
Gerek Mahkeme gerek Komisyon, açıklamanın hangi yayın aracı ile
yapıldığını, bu aracın doğuracağı etki bakımından kararlarında göz önünde
bulundurmuştur. Bir açıklanmanın daha dar bir alanda dağıtılan bir dergi ile ulusal
çapta bir gazetede ya da radyo-televizyonda yapılması arasında açık bir ayrılık
görmüştür. Yayın geniş bir alanı etkisine alacak nitelikte ise bu yayının
denetlenmesi konusunda taraf devlete geniş bir takdir yetkisi verirken, şiir ya da
kitap gibi edebi bir eser ile dile getirilen ya da daha küçük bir alanda dağıtılan
yayının denetlenmesi konusunda daha dar bir takdir yetkisi vermektedir.
816
İbid, paragraf. 40.
257
Arslan/Türkiye davasında 817, başvuran Günay Arslan Yunus Nadi ödülü
kazanan “Yas Tutan Tarih, 33 Kurşun” adlı kitabın yazarıdır. Kitabın ilk baskısı
1989 yılında, ikinci baskısı ise Temmuz 1991 tarihinde yayınlanmıştır.
22 Ocak 1990 tarihinde Cumhuriyet Savcısı başvuranı bölücü propaganda
yapmakla suçlamıştır. Savcı, dava konusu kitabında Arslan’ın Türkiye
Cumhuriyeti’nde çeşitli ulusların bulunduğunu iddia ettiğini, Türk ulusunu barbar
olarak tanımladığını, soykırım değilse de, Kürtlerin sürekli bir baskının kurbanı
olduklarını ileri sürdüğünü ve Türkiyenin güneydoğusundaki teröristlerin
eylemlerini övdüğünü belirterek, TCK’nin 146. Maddesinin 3 ve 6. fıkralarının
uygulanmasını ve kitabın toplatılmasını talep etmiştir. 29 Mart 1991 tarihinde
Devlet Güvenlik Mahkemesi başvuranı altı yıl, üç aylık bir hapis cezasına
mahkum etmiş ve kitabın toplatılması emrini vermiştir. 12 Nisan 1991 tarihinde
Terörle Mücadele Kanunu yürürlüğe girmiştir (3713 Sayılı Kanun). Bu kanun
başvuranın mahkumiyetine dayanak teşkil eden Türk Ceza Kanununun 142.
Maddesini yürürlükten kaldırmıştır. Bunun sonucunda, 3 Mayıs 1991 tarihli kararı
ile DGM, Arslan’ın mahkumiyetinin hükümsüz kılınmış olduğunu beyan etmiş ve
kitabın toplatılan nüshalarının iadesi emrini vermiştir 818.
Arslan’ın kitabı 21 Temmuz 1991 tarihinde yeniden yayınlanmıştır. 12
Eylül 1999 tarihinde, Cumhuriyet Savcısı kitabın yeniden yayınlanmasının
TMK’nun 8. maddesinde yer alan “Devletin bölünmez bütünlüğü” aleyhinde
propaganda yapmak kapsamında olduğunu belirterek Arslan ve kitabın yayıncısı
hakkında dava açmıştır. 28 Ocak 1993 tarihinde, Devlet Güvenlik Mahkemesi
başvuranı “Devletin bölünmez bütünlüğü aleyhinde propaganda yapmak”tan suçlu
bulmuştur 819.
Başvuran, 7 Ocak 1994 tarihinde ifade özgürlüğünün
ihlal edildiği
gerekçesi ile Komisyon’a başvurmuştur. Komisyon ikiye karşı otuz oyla 10.
maddenin ihlal edildiği yönünde görüş bildirmiştir. Komisyon, başvuranın
kitabında, Devlet’in Kürt kökenli nüfusa karşı baskı uyguladığını ve soykırım,
sürgün ve organize katliamlar yoluyla kimliğini yok etmeye çalıştığını ve sonuç
olarak da Kürtler açısından buna karşı koymanın zorunlu olduğunu ileri
sürdüğünü belirtmiştir. Bununla birlikte Komisyon, eleştirilen metinlerin
817
Arslan/Türkiye, 8 Haziran 1999.
ibid, paragraf. 13.
819
İbid, paragraf. 19.
818
258
hiçbirinde şiddete karşı herhangi bir teşvik tespit edememiş ve kitabın özellikle
Türkiye güneydoğusundaki mevcut durumun tarihi geçmişini anlattığı yönünde
görüş bildirmiştir. Bu sebeple başvuranın mahkumiyetinin 10. maddenin
gereklerine aykırı olduğunu bildirmiştir.
Mahkemeye göre, Kitap edebi-tarihi bir öykü biçiminde olup Türkiye’nin
güneydoğusunda meydana gelen olaylarla ilgilidir. Cumhuriyet Savcısı ve
İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesinin iddialarına dayanak olarak gösterdikleri
bölümlerde, Türkler diğer halkların topraklarını işgal ederek, Türkiye’yi kuran
işgalciler ve zalimler olarak tanımlanmaktadır. Bu halkların arasında sadece Kürt
halkının Türk boyunduruğundan çıkıp özgürlüklerini elde edemedikleri iddia
edilmektedir. Yazar Silopi’deki olayları, PKK ile mücadeledeki başarısızlığının
sebep olduğu mağlubiyet duygusu ile tahrik olan yetkililerin köylüleri katletmesi
olarak sunmaktadır. Yazar bununla bağlantılı olarak, Devletin Silopi’de “kesin
çözüm” olan soykırım uygulamasını başlatmayı amaçladığını iddia etmektedir.
Yazar, aynı zamanda, Silopi’deki Kürt halkının direnişinin “Türk şovenizminin
büyük kalesini parçalayacakları günün mutlu haberini” ilan ettiğini ileri
sürmektedir. Mahkeme, kitapta anlatılanların tarihi gerçeklerin “tarafsız” tanımına
uymadığını başvuranın ülkenin güneydoğusundaki Türk yetkililerin eylemlerini
eleştirdiği ve ilgili nüfusu bu duruma karşı koymaya tahrik etmeyi amaçladığının
açıkça görüldüğünü belirtmesi ve ilaveten, kullanılan tarzın inkar edilemez
biçimde şiddet içerdiğini bildirmiştir 820.
Ancak Mahkeme, kullanılan ifadelerin içerik olarak ulusal güvenlik
açısından tehlike oluşturduğunu kabul etmiş olmasına rağmen, başvuranın birey
olduğunu ve görüşlerini “devlet güvenliği”, “kamu düzeni” ve “toprak
bütünlüğü” üzerindeki potansiyel etkilerini önemli ölçüde sınırlayacak şekilde
kitle iletişim yolu yerine edebi bir eser yoluyla açıkladığını göz önünde
bulundurmuştur. Bu nedenle Mahkeme, taraf devlet tarafından uygulanan
yaptırımın başvuranın ifade özgürlüğüne bir müdahale olduğuna ve bu nedenle
10. maddenin ihlal edildiğine karar vermiştir 821.
820
821
ibid, paragrag. 45.
İbid, paragraf. 48.
259
Mahkeme, benzer görüşünü Türkiye ile ilgili diğer davaların bazılarında da
dile getirmiştir. Örneğin, Mahkeme, Okçuoğlu/Türkiye davasında 822, düşünce
açıklamalarının dar bir kitleye dağıtılan bir dergide yer almasının ulusal güvenlik,
kamu güvenliği ya da toprak bütünlüğü konusunda etkisi sınırlı olduğu için, bu
müdahaleyi haklı kılmadığı görüşündedir 823.
Mahkemenin, ifadenin kullanılış biçimi nedeni ile ulusal güvenliği tehdit
etmediği yönünde karar verdiği davalardan bir diğeri de Karataş/Türkiye
davasıdır 824. Başvuran Hüseyin Karataş “Dersim-Bir İsyanın Türküsü” adlı bir
şiir antolojisi yayınlamıştır. Sözkonusu kitapta yer alan şiirlerinde, başvuranın
Türkiye’nin belli bir bölgesini ‘Kürdistan’ olarak adlandırdığı ve bu bölgedeki
isyan hareketlerini Kürtlerin ulusal bağımsızlık mücadelesi olarak nitelendirerek
övdüğü, eserde belirgin şekilde yer alan övgü ifadesinin Türk ulusunun
bütünlüğüne ve Türk Devletinin toprak bütünlüğüne zarar veren bölücü
propaganda olduğu iddia edilmiş ve başvuran mahkum olmuştur.
Komisyon, başvuranın şiirlerinin bir bölümünün Türk Devleti aleyhine
silahlı ayaklanmayı tahrik ettiği ve şehitliği övdüğünü belirtmiştir. Buna göre;
kullanılan bazı ifadeler, okuyucularda başvuranın Türk Devleti aleyhine silahlı
mücadeleyi teşvik ettiği ya da buna davet ettiği ve bölücü amaçlara yönelik şiddeti
desteklediği izlenimi verdiğinden 10. maddenin ihlal edilmediği ve taraf devlet
tarafından uygulanan müdahalenin gerekli olduğu yönünde görüş bildirmiştir 825.
Mahkemeye göre ise, söz konusu eser sık sık dokunaklılık ve benzetme
kullanımı ile “Kürdistan” için fedakarlığa davet eden ve Türk makamlarına
yönelik bazı belirli agresif bölümler içeren şiirlerden oluşmaktadır. Edebi olarak
ele alındığında, şiirler okuyucuları nefret, isyan ve şiddet kullanmaya teşvik
ediyor şeklinde yorumlanabilmesine rağmen gerçekten ifadelerin böyle bir amaca
yönelik olup olmadıklarına ilişkin bir karar verirken, başvuran tarafından
kullanılan aracın sadece az bir okuyucuya hitap eden bir sanatsal ifade türü olan
şiir olduğu göz önünde bulundurulmalıdır 826. Mahkeme, başvuranın, görüşlerini
“devlet güvenliği”, “kamu düzeni” ve “toprak bütünlüğü” üzerindeki potansiyel
etkilerini önemli ölçüde sınırlayacak şekilde kitle iletişim yolu yerine şiir yoluyla
822
Okçuoğlu/Türkiye.
ibid, paragraf. 48.
824
Karataş/Türkiye, 8 Temmuz 1999.
825
İbid, paragraf. 47.
826
ibid, paragraf.49.
823
260
açıklayan bir birey olduğunu göz önünde bulundurmaktadır. Nitekim, şiirlerin
bazı bölümlerinin ton açısından gayet agresif olmasına ve şiddet kullanmaya davet
etmesine rağmen Mahkeme, doğası açısından şiirlerin sanatsal olmalarının ve
sınırlı bir etkiye sahip olmalarının bir ayaklanmaya davetten ziyade zor siyasi
konum itibariyle derin bir üzüntü ifadesini içerdiklerini göz önünde bulundurmuş
ve bu nedenle başvuranın ifade özgürlüğüne taraf devlet tarafından müdahale
edildiğine karar vermiştir 827.
Yukarıda incelemiş olduğumuz, Arslan, Okçuoğlu ve Karataş Türkiye
davalarında Mahkeme, aslında başvurucular tarafından kullanılan ifadelerin içerik
bakımından ulusal güvenlik için tehlike oluşturmasına rağmen, bu ifadelerin
açıklanış şekli bakımından, (birinci davada edebi bir kitap ile, ikinci davada dar
bir bölgeye dağıtılan bir dergi ile üçüncü davada ise bir şiir antolojisi ile
açıklanmıştır) ifadelerin etkisini azaltacak şekilde kitle iletişim araçları yerine
daha az etkili olacak araçlar seçilmiş olmasından dolayı ifade özgürlüğünün ihlal
edilmediğine karar vermiştir. Her ne kadar Mahkemenin bu yönde karar vermiş
olması sevindirici olmasına rağmen, mahkemenin kararını bu gerekçe ile vermiş
olmasına katılmak mümkün olmamaktadır. Çünkü böyle bir mantık her zaman
ifade özgürlüğü için bir tehlike oluşturmaktadır. Nitekim Karakaş/Türkiye
davasında Komisyon, kullanılan bazı ifadelerin okuyuculara başvuranın Türk
Devleti aleyhine silahlı mücadeleyi teşvik ettiği ya da buna davet ettiği ve bölücü
amaçlara yönelik şiddeti desteklediği izlenimi verdiğinden 10. maddenin ihlal
edilmediğine ve taraf devlet tarafından uygulanan müdahalenin gerekli olduğu
yönünde görüş bildirmiştir 828.
Zana/Türkiye davasında ise Mahkeme kullanılan ifadelerin ulusal bir
gazete olan Cumhuriyette açıklanmış olmasından dolayı etkisinin güçlü olması
nedeniyle 10. maddenin ihlal edilmediği yönünde karar vermiştir. Buna göre,
görüşlerini bildirmek isteyen bir kişi, ifadelerini hangi yayın aracı ile
açıklayacağına da dikkat etme sorumluluğu altındadır. Oysa mahkeme, politik
ifadelerin dile getirilmesinde basının yadsınamaz önemine her zaman vurgu
yapmaktadır. Dolayısı ile yapılan sınırlamanın meşruluğu, açıklamanın yapıldığı
basın aracından dolayı olmamalı idi.
827
828
ibid, paragraf. 52.
İbid, paragraf. 47.
261
Mahkemenin yukarıda açıklamış olduğu görüşlerini benimsemek mümkün
değildir. Şöyle ki, öncelikle hangi orandaki bir sayının dar bir bölgeyi, hangi
orandaki bir sayının geniş bir bölgeyi kapsadığını belirlemek mümkün değildir.
Şayet bunu, Mahkemenin Zana ve Okçuoğlu kararlarında verdiği gibi ulusal ve
mahalli olarak belirleyecek olursak, karşımıza her zaman şöyle bir olasılık
çıkabilir: Bir yayın mahalli olmasına rağmen tirajı ulusal yayınlardan fazla
olabilir, tirajı az bile olsa etkisi ulusal yayına nazaran daha etkili olabilir. Örneğin,
tirajı 100 binleri aşan tabldot bir gazetenin ulusal olmasına rağmen, sosyal
konulara ağırlık veren yerel bir gazeteden etkili olduğunu söylemek mümkün
değildir. Bu nedenle Mahkemenin bu tip davalarda benimsemesi gereken temel
ölçüt ifadenin açıklandığı aracın etkin bir güce sahip olup olmaması değil,
ifadenin kendisinin gerçekten ulusal güvenlik için tehlike oluşturup oluşturmadığı
olmalıdır. Mahkemenin böyle bir kriter benimsememesi durumunda ise olaylar
çok benzer olsa bile farklı kararların çıkmasına neden olacaktır. Bu ise
Mahkemeye duyulan itibarı sarsacaktır.
Strazburg organları bir açıklamanın Radyo-Televizyon gibi kitle iletişim
araçları ile yapılması ile diğer basın araçları, (gazete, dergi, kitap ve broşür ile)
yapılması arasında da fark görmektedir. Ulusal güvenlik için tehlike oluşturduğu
iddia edilen bir açıklama Radyo-TV gibi bir kitle iletişim aracı ile yapıldığı zaman
daha fazla sınırlandırılabilmektedir. Nitekim Komisyon Betty Purcell ve
diğerlerinin İrlanda aleyhine açtıkları davada 829, Bayan Purcell ve diğer onaltı
davacının çalıştıkları Telefis Eirann Radyosu, Bakanlığın bir emriyle, IRA, Sinn
Fein, Ulster Savunma Birliği (UDA), İrlanda Milli Kurtuluş Ordusu (INLA) ve
terörist olarak belirlenen diğer başka örgütlerle ilgili program yapmayı terk
etmeleri bildirilmiştir 830. David Brind ve diğerlerinin Birleşik Krallık aleyhine
açtıkları davada 831 , İngiliz Hükümeti BBC ve IBA'a, yukarıda sayılan örgütler
dahil, herhangi bir terörist örgütle yapılan hiçbir röportajın yayınlanmamasını
isteyen bir bildiri yayınlamıştır.
Komisyon bütün bu davalarda davalı hükümetler lehine karar vermiştir.
829
Betty Purcell ve Diğerleri/İrlanda, başvuru no, 15404/89 16 Nisan 1991.
Paul Mahoney, Early Lawrence, ‘”Approach Under the European Convention on Human Rights
and Other Council of Europe Institutions”, Secrecy and Liberty: National Security, Freedom of
Expression and Access to İnformatin, der. Sandra Coliver, (London, Martinus Nijhoff Publisher,
1999), s.117-118.
831
David Brind ve Diğerleri/Birleşik Krallık, başvuru no, 18714/91, 9 Mayıs 1994.
830
262
Komisyon bu yönde karar verirken radyo ve televizyonun oldukça önemli bir güç
ve etkiye sahip olduğunu belirtip bu yayın araçlarının etkilerinin doğrudan olduğu
üzerinde durmuştur. Komisyon, bu yayın araçlarında yayıncının düzeltme,
nitelendirme, açıklama ve yorum yapma imkanlarının yazılı medyaya göre daha
kısıtlı olduğuna işaret etmiştir 832. Nitekim Mahkeme de Komisyonun bu görüşünü
benimsediği en son kararlarından birinde, ulusal güvenlik için tehdit oluşturduğu
iddia edilen açıklamaların Radyo ve Televizyona nazaran etkisi daha az olan
gazete ile yapılmasından dolayı, müdahalenin demokratik toplum için gerekli
olmadığına karar vermiştir 833.
Komisyon ve Mahkeme, radyo ve televizyonun oldukça önemli bir güç ve
etkiye sahip olduğu ve düzeltme, açıklama ve yorumlama yapmanın yazılı basına
oranla daha zor olduğu görüşündedir. Demokratik bir hükümetin, sırf ani etkileri
yüzünden, medya üzerine daha fazla kısıtlama uygulayabilmesi anlaşılır gibi
değildir. Özellikle Strazburg organlarının, medyanın açık oturumlarda yapılan
tartışmalardaki önemi üzerine yaptığı ısrarlı vurgular göz önüne alındığında,
Organların bu yorumunu kabul etmek mümkün değildir.
Komisyonun, demokratik bir toplumda, bu şekilde içeriğine bakılmaksızın,
bütün röportajlar üzerine yapılan genel bir yasağın haklı görülemeyeceğine karar
vermesi gerekirdi. Demokratik bir devlet,
halkına, televizyonda ve radyoda
gördüğü ve duyduğu şeylerden kendi görüşlerini oluşturması konusunda
güvenmelidir. Komisyon'un kararları, ifade özgürlüğünü, özellikle de siyasi
konuşmaların korunmasını ciddi şekilde zayıflatmıştır. Sözleşme Organlarının
sürekli üzerlerinde durdukları, ifade özgürlüğü, devletleri gücendirebilecek,
dehşete düşürebilecek veya rahatsız edebilecek bilgilerin verilmesini de kapsar.
Bu davalarda sözkonusu olan röportajlarda, belli bir rahatsızlık doğuracak
nitelikte olmasına rağmen, her iki yönetime karşı da bir güvenlik tehdidi
oluşturmayacağı için yasaklanması haklı görülmemeliydi.
bbb- Açıklamanın Yapıldığı Yer ve Zaman
İHAM terör olayları dolayısıyla ifade özgürlüğünün sınırlandırılması ile
ilgili konular önüne geldiğinde, yapılan açıklamanın hangi zamanda ve nerede
832
833
Betty Purcell ve Diğerleri/İrlanda, s.279.
Çetin ve Diğerleri/Türkiye, 13 Şubat 2003, paragraf. 62.
263
yapıldığına da dikkat etmiştir. Açıklanan ifade terör olaylarının yaygın olarak
yaşandığı bir bölgede, bu olayların en sıcak hissedildiği bir zamanda yapılmış ise
ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin gerekli olduğuna karar vermiştir. Örneğin
Mahkeme, Sürek/Türkiye (no. 1) davasında 834, Haberde Gerçekte Yorum isimli
haftalık bir dergide yer alan ‘Silahlar Özgürlüğü Engelleyemez’ ve ‘Suç Bizim’
başlıklı iki okuyucu mektubunun yayınlandığı dönemi değerlendirmiştir.
Mahkeme, ilgili kararda,1985’ten beri güvenlik güçleri ile PKK arasında yaşanan
çatışmalara ve bu çatışmalar sonucunda pek çok kişinin hayatını kaybettiğine ve
bölgenin büyük bir kısmında olağanüstü hal ilan edildiğine dikkat çekerek, böyle
bir ortamda yapılan şiddete teşvik eder nitelikteki ifade açıklamalarına getirilen
sınırlamaların 10. maddeyi ihlal etmediğine karar vermiştir.
Komisyon Pat Arrowsmith Birleşik Krallık 835 davasında da benzer bir
karar vermiştir. Başvurucu, İngilizlerin İrlanda’dan çekilmesi için mücadele eden
bir kuruluşun aktif bir üyesi idi. Başvurucu bu konuda bir broşür hazırlanmasına
ve bu broşürün dağıtılmasına aktif olarak katılmıştı.
Başvurucunun dağıttığı broşürün içinde, askerlerin İsveç’e iltica etmesi
konusunda yol gösteren, dini inançlarına aykırı olduğunu ileri sürerek askerlik
hizmetini yapmaktan alıkoyan ve askerlik hizmetinden soğutmaya yönelik pek
çok açıklama yer almaktaydı 836. Polis tarafından broşürün dağıtılmasının
durdurulması için uyarıda bulunuldu. Başvurucunun arkadaşları bu uyarıya uyup
broşürün dağıtımını durdurmalarına rağmen, başvurucu broşürü dağıtmaya devam
etti. Bunun üzerine başvurucu hemen tutuklandı ve daha sonra yargılanıp 18 ay
hapis cezasına mahkum oldu.
Bu dava Komisyonun önüne geldiğinde, Komisyon davalı devlet
tarafından alınan önlemlerin 10. maddenin ikinci fıkrasına uygun olduğu
sonucuna vardı. Komisyon bu sonuca ulaşırken özellikle askerlikten soğutma
telkinlerinin yapıldığı zaman sürecine dikkat çekmiştir 837.
834
Sürek/Türkiye, 8 Temmuz 1999.
Pat Arrowsmith/Birleşik Krallık, başvuru no. 7050/75, 12 Eylül 1978 den naklen. Evans,
Freedom of Religion in the European Convention on Human Rights, s. 112.
836
Pat Arrowsmith/Birleşik Krallık, paragraf 12.
837
ibid, paragraf, 96.
835
264
Bu konuda Komisyonun karar verdiği bir diğer dava da Gerard Adams ve
Tony Benn/Birleşik Krallık davasıdır 838. Hem İrlanda'da, hem de İngiltere'de yasal
bir parti olan Sinn Fein'in lideri olan birinci davacı, bir İngiliz milletvekili (Avam
Kamarası üyesi) olan ikinci davacı tarafından, Avam Kamarasında (İngiliz
Parlamentosunda) diğer vekillere ve bir grup gazeteciye konuşma yapmak üzere
davet edilmiştir. Davet edilen Adams’ın, İngiltere'yi daha önce birkaç defa ziyaret
etmiş olmasına rağmen, bu defa, 1989'da imzalanan Terörizmi Önleme Anlaşması
kapsamında uygulanan bir ihraç talimatından dolayı, terörist faaliyetleri kışkırttığı
veya hazırladığı iddiasına dayanılarak, ülkeye girişine izin verilmemiştir.
Komisyon, Kuzey İrlanda’nın içinde bulunduğu hassas ve karmaşık
konulara dikkat çekerek davanın kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.
Komisyon bu kararını verirken barış görüşmeleri sürecinin devam ettiğini ve
ateşkes ilanından sonra bu talimatın kaldırıldığını da göz önünde bulundurmuştur.
ccc- Açıklamanın Yapıldığı Ortam
Mahkeme, ifade özgürlüğünün ulusal güvenlik amacı ile sınırlandırıldığı
durumlarda, yapılan açıklamanın nerede ve ne zaman yapıldığından başka yapılan
ortamı da göz önünde bulundurmuştur. Örneğin, Gerger/Türkiye davasına konu
olan olayda 839, 23 Mayıs 1993 tarihinde Ankara’da Deniz Gezmiş ve iki arkadaşı
Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan adına bir anma töreni düzenlenmiştir. Başvuran
törene konuşma yapmak üzere davet edilmiş ancak, törene katılamamış ve halka
okunması için organizasyon komitesine bir mesaj göndermiştir.
Anma töreninde Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının hatırası için yapılan
açıklamalardan dolayı, başvuran TMK’nun 8. maddesine muhalefetten Türk
ulusunun birliğine ve Devletin toprak bütünlüğü aleyhine propaganda yapmakla
suçlanmıştır. Yargılama sonunda, Devlet Güvenlik Mahkemesi “O günlerde
ekilen Kürt halkının özgürlük tohumlarından Kürdistan dağlarındaki gerilla
savaşı doğmuştur... O yıllarda hızla ilerleyen sulardan doğan nehirler, akıntılar,
seller ve şelaleler olan bize gelince, şimdi sınıfımız, halkımız ve demokrasiden
oluşan ovalardan..... akıyoruz...” gibi ifadelerin Türk ulusunun birliği ve Devletin
toprak bütünlüğü aleyhine bölücü propaganda teşkil etmesi nedeni ile TMK’nun
838
Gerard Adams/Birleşik Krallık, başvuru no. 28979/95; Tony Benn/Birleşik Krallık, başvuru
no, 30343/96, 13 Ocak 1997.
839
Gerger/Türkiye, 8 Temmuz 1999.
265
8(1) maddesi uyarınca suçlu bulmuş ve bir yıl, sekiz aylık hapis cezasına ve bir
miktar para cezasına çarptırmıştır.
Başvuran 9. ve 10. maddenin ihlal edildiği gerekçesi ile Komisyona
başvurmuştur. Komisyon, 9. madde ile birlikte ele alınan 10. maddenin ihlal
edildiğine karar vermiştir.
Mahkeme
aşamasında başvuran, Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin
mesajında ifade ettiği görüşleri nedeniyle kendisini mahkum etmesinin resmi
ideolojinin eleştirilmesine ilişkin özgür tartışmaları kısıtladığını belirtmiştir.
Hükümet ise, 23 Mayıs 1993 tarihindeki törenin 1960’ların sonundaki terör
eylemlerine katılan insanların anısına gerçekleştirildiğini vurgulayıp, başvuranın
Kürt kökenli vatandaşları Türk Devletine karşı silahlı mücadeleye teşvik ettiği,
bölücü
şiddeti
desteklediği
ve
Kürt
bağımsızlık
hareketini
övdüğünü
belirtmişlerdir. Hükümete göre, mesaj sadece durumun analizi ya da Türk
yetkililerin eleştirilmesini değil, Kürt terörizmi ile PKK faaliyetlerinin teşvik
edilmesini içermektedir 840. Hükümet ayrıca, PKK’nın sistematik olarak kadınları,
çocukları, okul öğretmenlerini ve askerleri katlettiğini belirtmiş, Türkiye’deki bu
durumu da göz önüne alarak Türk yetkililerin, toplumun çeşitli kesimleri arasında
şiddet ve düşmanlığı teşvik edebilecek ve insan hakları ve demokrasiyi tehlikeye
atabilecek tüm ayırımcı propagandaları yasaklama görevine sahip olduğunu
açıklamıştır 841.
Mahkeme, suçlanan ifadeler ve bunların ifade edildiği bağlam da dahil
olmak üzere davanın bir bütün olarak ele alınarak incelenmesi gerektiğini
belirtmiştir 842. Mahkeme Gerger’in 23 Mayıs 1993 tarihindeki törene katılanlara
hitap eden mesajının, 1960’ların sonunda aşırı sol kanat hareket içinde yer alan
anayasal düzeni bozma amacıyla şiddet kullanmaktan idam cezasına çarptırılıp,
Mayıs 1972’de idam edilen Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın
eylemlerini haklı çıkarmayı amaçladığını belirtmiştir 843
Mahkemeye göre başvuran, Marksist çıkışlar içeren kelimeler kullanarak,
özellikle Türkiye Cumhuriyeti’nin temelinin “işçi ve Kürtlerin haklarının inkarına
dayalı” olduğunu ve yöneticilerin; vasatlıklarının, geri kalmışlıklarının ve her
840
ibid, paragraf. 44.
İbid. Paragraf. 44.
842
İbid, paragraf. 46.
843
ibid. paragraf. 47.
841
266
zaman daha fazla paraya duydukları açlıklarının ürünü olan zalim bir militarizm
ile kendilerini karakterize ettiklerini” ileri sürmüştür. Başvuran, “dinamik sosyal
tabakaların ülkenin siyasi hayatından muaf tutulduğu” 1960’ların ayaklanması ile
1970’lerin başındaki “devrimci demokratik direniş hareketin” “ulusun tarihinin
değiştirilmesine” yardım ettiğini ve topluma “direniş ve isyan ruhu” aşıladığını
eklemiştir. Ayrıca sosyalizmin kapitalizmin yerine geçebilecek tek sistem
olduğunu belirtmiş ve “ o günlerde ekilen Kürt halkının özgürlük tohumlarından
Kürdistan dağlarındaki gerillaların doğduğunu” ileri sürmüştür.
Hükümet bu tür yorumların, başvuranın Kürt bağımsızlık mücadelesinin
meşruluğunu kabul ettiği anlamına geldiği yönünde görüş bildirmiş olmasına
rağmen, Mahkeme bu görüşe katılmamıştır 844. Mahkemeye göre “direniş”,
“mücadele” ve “özgürlük” gibi kelimeleri içermesine rağmen bu mesaj şiddete,
silahlı direnişe ya da bir isyana teşvik teşkil etmemektedir.
Ayrıca Mahkeme, başvuranın mesajının bir anma törenine katılan bir grup
insana okunduğu ve bu durumun belirgin bir şekilde “devlet güvenliği”, “kamu
düzeni” ya da “toprak bütünlüğü” üzerindeki potansiyel etkisini kısıtladığı
kanaatindedir.
Bu karardan da anlaşıldığı gibi, Mahkeme açıklamanın yapıldığı ortama da
dikkat etmektedir. Mahkeme, ifadenin açıklandığı ortamın bir anma toplantısında
küçük bir gruba okunmasını, ifadelerin ulusal güvenlik için tehlike oluşturmasını
sınırlandırdığını kabul etmektedir. Mahkemenin bu görüşüne katılmakla birlikte
yetersiz olduğunu düşünüyoruz. Çünkü Mahkemenin bu anlayışı Mahkemeden
beklenilen özgürlükçü anlayışla bağdaşmamaktadır. Bu konuşma küçük bir gruba
değil de daha geniş bir gruba hatta televizyonda herkesin duyabileceği bir ortamda
açıklanmış olsa, Mahkemenin bu anlayışına göre taraf devlet tarafından yapılan
müdahale haklı olacaktı. Oysa bu konuşma politik bir konuşma olup var olan
sistemi sorgulamaktadır. Dolayısı ile Mahkemenin ölçütü, bu tip davalar önüne
geldiği zaman bir kısım şekli kuralları öne sürüp ifade özgürlüğünün ihlal
edildiğini belirtmesinden çok, yapılan konuşmanın gerçekten ulusal güvenlik için
bir tehlike oluşturup oluşturmadığı olmalıdır. Mahkemen asıl üzerinde durması
gereken konu, bu ifadeler açıklandıktan sonra bunun ulusal güvenliği ve toprak
bütünlüğünü tehdit eden her hangi bir ayaklanma ya da eylemin ateşlenmesine
844
ibid, paragraf. 49.
267
sebep olup olmadığıdır. Eğer o konuşma sonrasında ya da belli bir soğuma
dönemi içinde bir kısım insanlar ellerine silahlarını alıp ayaklanmış iseler ancak
bu durumda yapılan müdahalenin haklı olduğu savunulabilir.
ddd- Açıklamayı Yapan Kişi
İHAM ifade özgürlüğü ile ilgili davalar önüne geldiği zaman, karar
vermeden önce açıklamanın yapıldığı yer, zaman, ortam ve açıklamanın hangi
araçla yapıldığını incelediği gibi açıklamayı yapan kişinin etkin siyasi bir
konumda biri olup olmadığını da dikkate almaktadır. Örneğin, Zana/Türkiye
davasında 845, Diyarbakır eski Belediye Başkanı olan Mehdi Zana, Diyarbakır
Askeri Cezaevinde mahkum olarak bulunurken Ağustos 1987'de gazetecilerle bir
röportaj yapar. Bu röportajda söylenilen"... PKK’nın ulusal kurtuluş hareketini
destekliyorum. Katliamlardan yana değiliz, yanlış şeyler her yerde olur. Kadınları ve
çocukları yanlışlıkla öldürüyorlar...." şeklindeki ifadeler ulusal bir gazete olan
Cumhuriyet’te 30 Ağustos 1987’de yayınlanır. 19 Kasım 1987 tarihinde başvuran
hakkında Diyarbakır DGM Savcısı tarafından, toprak bütünlüğünü bölmeyi hedefleyen
silahlı bir örgüt olan PKK'nın eylemlerini desteklemekten dolayı TCK’nin 312. maddesini
ihlal ettiği gerekçesiyle dava açılır. 26 Mart 1991 tarihli kararıyla Diyarbakır Devlet
Güvenlik Mahkemesi, başvurucuyu "yasanın cürüm saydığı bir fiili savunduğu" ve
"umumun emniyetini tehlikeye düşürdüğü" için on iki ay hapis cezasına mahkum etmiştir
Komisyon, siyasal bir kimliğe sahip Diyarbakır eski Belediye Başkanı
olan Zana’nın böyle bir ifade kullanmasının ülke içinde varolan terör eylemlerini
artıracağı, bunun da ulusal güvenlik ve toprak bütünlüğü açısından tehlike
oluşturacağı gerekçesiyle taraf devletin ifade özgürlüğünü sınırlamada haklı
olduğunu ileri sürmüştür 846.
Mahkeme, başvuran tarafından kullanılan ve sadece iki cümleden oluşan,
"... PKK’nın ulusal kurtuluş hareketini destekliyorum. Katliamlardan yana değiliz,
yanlış şeyler her yerde olur. Kadınları ve çocukları yanlışlıkla öldürüyorlar...." şeklindeki
açıklamaların hem çelişkili, hem de ne demek istendiği belirsiz olduğu şeklinde
yorumlamıştır. Mahkeme'nin görüşüne göre, bu ifadeler çelişkilidir; çünkü hem
bir terörist grubu desteklemek, hem de aynı zamanda bu terörist gurubun toplu
845
846
Zana/Türkiye, 25. Kasım 1997.
ibid, paragraf. 49.
268
katliamlarına karşı olduğunu ilan etmek oldukça güçtür 847. Mahkeme, söz konusu
röportajın yapıldığı sırada, Türkiye’nin güneydoğusunda aşırı bir gerginlik
olduğunu belirtmiştir. Mahkeme ayrıca, başvuranın Türkiye'nin güneydoğusunun
en önemli şehirlerinden biri olan Diyarbakır’ın eski bir Belediye Başkanı olma
konumu ve röportajın ulusal bir gazetede yayınlanmasının zaten patlamaya hazır
olan durumu daha da kötüleştirmesi ihtimali olduğu fikrindedir. Mahkeme bu
nedenle, bu kısıtlamayı yapmanın acil sosyal bir ihtiyaçtan kaynaklandığı
kanaatindedir. Mahkeme bu durumlarda ulusal takdir marjının genişlediğini
belirterek, taraf Devletin ulusal güvenlik ve toprak bütünlüğünü korumak amacı
ile başvurucunun ifade özgürlüğünü kısıtlamada haklı nedenlere dayandığına ve
bu nedenle sekize karşı oniki oyla 10. maddenin ihlal edilmediğine karar
vermiştir.
Mahkeme bu kararı verirken başvuranın Türkiye’nin önemli şehirlerinden
biri olan Diyarbakır’ın eski Belediye Başkanı olması ve açıklamasını ulusal bir
gazete de yapması nedeniyle bu açıklamanın bu bölgedeki patlamaya hazır havayı
daha da ağırlaştırdığı üzerinde durmuştur. Burada dikkat edilmesi gereken nokta,
Mahkemenin bir kişinin toplumda önemli siyasi bir konuma sahip biri olmasının mutlak
surette ulusal güvenlik için bir tehlike oluşturacağını kabul etmiş olmasıdır. Şayet
Mahkemenin bu yorumunu kabul edecek olursak, önemli siyasi konumları işgal etmiş
kimselerin, tartışmalı konular hakkında yorum yapmaktan kaçınmaları gerektiği
sonucunu çıkarabiliriz. Bunun ise ifade özgürlüğünün gerekliliğini açıklarken
kullandığımız -nitekim mahkemenin ifade özgürlüğü ile ilgili davaların hemen
hemen hepsinde kullandığı- demokratik süreç teorisi ile de uyuştuğunu söylemek
mümkün olmayacaktır. Bu ayrıca mahkemenin, her hangi bir politikacının
kendisine karşı yapılan bir eleştiride daha müsamahalı olması gerektiği gibi
politikacıların eleştirme alanının da diğer insanlara nazaran daha geniş olması
gerektiği yönündeki pek çok kararı ile de çelişmektedir. Nitekim Mahkeme
Castells/İspanya kararında; ifade özgürlüğünün demokratik toplumun temeli
olduğunun genel bir kural olarak kabul edildiğini düşünerek, bunun, seçmenlerin
görüş ve sorunlarının sözcülüğünü yapmak olan seçilmiş temsilciler için özellikle
geçerli olduğunu vurgulamıştır 848. Mahkeme, Castells kararında olduğu gibi
847
848
ibid, paragraf 58.
Castells/İspanya, paragraf. 62.
269
halkın temsilcileri olan siyasetçilerin ifade özgürlüğüne daha fazla önem vererek
sınırlama nedenini Zana’nın etkin bir siyasi kimliğe sahip olmasına bağlamaması
gerekirdi.
Türkiye, Yaşar Kemal Gökçeli/Türkiye davasında 849 da başvuranın
tanınmışlığına ve dava konusu makalenin içeriğine vurgu yaparak, başvuranın
mevcut hükümeti şöyle veya böyle etkili bir tarzda eleştirmekle yetinmediği,
Türkiye Cumhuriyetinin ilanından bu yana uygulanan politikaları ırkçılıkla
bağdaştırdığı üzerinde durmuştur. Ancak İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi taraf
devletin bu yaklaşımını kabul etmeyip uyuşmazlık konusu makalenin, içeriğiyle
olduğu kadar kullanılan kavramlarıyla da siyasi bir söylem biçiminde olduğunu
vurgulamıştır 850. Mahkemeye göre, Türkiye ve yabancı ülkelerde tanınan
başvuran,
sol
söylem
bağlantılı
kavramları
kullanarak
Türkiye’nin
Güneydoğusundaki askeri makamların faaliyetlerini eleştirmekte, kınamakta,
kendi toplumlarındaki Kürtleri öldürmek ve dirençlerini ve kültür ve kimlik
özerkliği için verdikleri mücadelelerini kırmakla uğraşan bu makamların
izledikleri politikaları mahkum etmektedir.
Mahkeme, makalenin ifadelerinin düşmanca bir içeriğe, belirli bir
saldırganlık ve düşmanca eleştirmeden doğan heyecanlı bir tona sahip olduğunu,
özellikle bazı pasajların Türk Makamlarının çok olumsuz bir portresini çizdiğini
not etmektedir. Bununla beraber Mahkeme, burada şiddete tahrikten daha çok
çatışmadaki taraflardan birisi tarafından benimsenmiş uzlaşmaya kapalı otoriter
bir tutumun yansımasının sözkonusu olduğunu belirtmekte ve bütünün içinde
makalenin özünün, şiddet kullanımına, silahlı kuvvetlere direnişe veya
başkaldırıya
tahrik
olarak
değerlendirilemiyeceği
sonucuna
varmaktadır.
Mahkeme ayrıca, başvurana verilen cezanın ulaşılmak istenilen amaçla da
orantısız olduğu üzerinde durup başvuranın ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine
karar vermiştir 851.
Mahkeme aynı mantığını Türkiye ile ilgili davaların pek çoğunda da dile
getirmiştir. Polat/Türkiye davasında 852 Mahkeme, başvuranın sade bir vatandaş
olması nedeni ile taraf devlet tarafından yapılan müdahalenin demokratik bir
849
Yaşar Kemal Gökçeli/Türkiye, 11 Şubat 2003.
ibid, paragraf. 37.
851
ibid, paragraf. 38-9.
852
Polat/Türkiye, paragraf. 47.
850
270
toplum için gerekli olmadığını vurgulayarak Sözleşmenin 10. maddesinin ihlal
edildiğine karar vermiştir. Oysa, bu tip sorunlar Mahkemenin önüne geldiğinde
dikkat etmesi gereken, yapılan açıklamanın ulusal güvenlik için gerçekten bir
tehlike arz edip etmediği olmalıydı.
b-
Olağan
Dönemlerde
İfade
Özgürlüğünün
Sınırlandırılması
Yapılan bir açıklama herhangi bir terör olayının yaşanmadığı olağan
dönemlerde de ulusal güvenlik için tehlike oluşturabilir. Ve ulusal güvenlik
gerekçesiyle bireylerin ifade özgürlüğüne müdahale edilebilir. Ancak bu konuda
oldukça hassas davranılması gerekip, gerçekten, yapılan bir açıklamanın ulusal
güvenlik için ciddi bir tehlike oluşturup oluşturmadığına bakılmalıdır. Şayet bu
konuda hassas olunmaz ise en fazla koruma gerektiren politik ifade özgürlüğüne
ulusal güvenliği gerekçe göstererek her durumda sınırlama getirmek mümkün
olacaktır. Nitekim gerek Komisyonun gerek Mahkemenin önüne, herhangi bir
terör sorunu olmamasına rağmen, ulusal güvenlik amacı ile ifade özgürlüğünün
ihlal edildiği gerekçesi ile davalar gelmiştir. Bunların çoğu da askeri düzen ile
ilgili olup, askerlerin gerek kendilerinin yazdıkları bültenler gerek dışardan
askerlerle ilgili yazılan yazıların açıklanması ile askerlerin ve polislerin aktif
politik yaşamdan uzak tutulmasına yönelik düzenlemelerle ilgilidirler. Bu kısımda
inceleyeceğimiz ilk dava Macaristan’da askerlerin ve polislerin siyasi partilere
üye olmalarını ve aktif siyasi yaşama girmelerini yasaklayan Anayasa
değişikliğini konu alan Rekvenyi/Macaristan davası 853 ile ilgilidir.
İHAM, silahlı kuvvetler ve emniyet mensuplarının aktif politik faaliyet
içinde bulunması konusunda getirilen sınırlamaların ulusal güvenliği korumak
amacı
ile
demokratik
toplum
için
gerekli
olduğuna
karar
vermiştir.
Rekvenyi/Macaristan davasında başvuran, bir polis memuru ve Bağımsız Polis
Sendikasının genel sekreteri idi. 24 Ekim 1993 tarihinde Macaristan
Anayasası’nın bazı maddelerinde bir kısım değişiklikler yapıldı. Bu Anayasa
değişikliklerinden biri de silahlı kuvvetler mensuplarının, emniyet mensuplarının
ve güvenlik güçlerinin herhangi bir partiye üye olmasını ve herhangi bir politik
faaliyet içinde bulunmasını yasaklıyordu.
853
Rekvenyi/Macaristan, 20 Mayıs 1999.
271
Ulusal Polis Örgütünün başkanı, 28 Ocak 1994 tarihli bir genelgeyle,
yapılan
Anayasa
değişikliğini
gerekçe
göstererek
gelecek
Parlamento
seçimlerinden uzak durmalarını polis memurlarından istiyordu. Başkan ayrıca,
politik
faaliyetlerde
bulunmak
isteyen
memurların
polisliği
bırakmaları
gerektiğini hatırlatıyordu 854.16 Şubat tarihli ikinci genelgede ise Anayasanın ilgili
maddesinin hiç bir istisnaya yer vermeyeceğini bildiriyordu.
9 Mart 1994 tarihinde Bağımsız Polis Sendikası, ilgili Anayasa
değişikliğinin uluslararası hukuka ve Anayasaya aykırı olarak anayasal haklarını
ellerinden aldığı gerekçesi ile iptal edilmesi için Anayasa Mahkemesine başvurur.
Anayasa Mahkemesi, Anayasa hükümlerini iptal etme yetkisi olmadığı gerekçesi
ile ilgilinin iptal talebini reddetmiştir. Bu ret üzerine başvuran, emniyet
mensuplarının politik faaliyette uğraşmasını yasaklayan ilgili Anayasa hükmünün,
Sözleşmenin 10. maddesi ile güvence altına alınan ifade özgürlüğüne müdahale
oluşturduğu gerekçesi ile Komisyona başvuruda bulunur. Komisyon dokuza karşı
yirmibir oyla 10. maddenin ihlal edildiğine ve davanın kabul edilebilirliğine karar
verir 855.Yargılama sırasında Komisyon, ilgili Anayasa hükümlerinin belirsiz ve
geniş kapsamlı olması nedeni ile 10. maddenin ikinci fıkrası bağlamında ‘kanun
tarafından öngörülmüş olma’ kriterine uymadığı gerekçesi ile 10. maddenin ihlal
edildiğine karar vermiştir 856.
Mahkeme, ifade özgürlüğünün temelini oluşturan politik ifadeler gibi
politik faaliyetlerin de ifade özgürlüğünün kapsamı içinde olduğunu belirtip bu tip
bir yasaklamanın kişinin ifade özgürlüğüne bir müdahale oluşturacağına karar
vermiştir. Mahkeme bu kararını verirken Engel ve Diğerleri/Hollanda davasında
olduğu gibi, askeri personelin ve polis güçlerinin de ifade özgürlüğü hakkının 10.
madde tarafından korunduğunu, bu nedenle farklı sonuca ulaşmanın mantıklı
olmadığına karar vermiştir 857. Ancak mahkeme, taraf devlet tarafından yapılan bu
müdahalenin kanun tarafından öngülüp görülmediğini ve bu sınırlamanın
demokratik toplum için gerekliliği konusunda çok haklı bir şekilde Komisyon’un
tam zıddı yönünde karar vermiştir. Mahkeme, ilgili hükümlerin kişinin
davranışlarını düzenlemesine izin verecek ölçüde açık ve belirgin olduğu için
854
ibid, paragraf. 3.
İbid, paragraf. 14-15.
856
ibid, paragraf. 18.
857
ibid, paragraf. 19.
855
272
“kanun tarafından öngörülmüş alma” kriterinin yerine getirilmiş olduğunu
belirlemiştir.
Mahkeme ayrıca, taraf devlet tarafından yapılan sınırlamanın 10.
maddenin ikinci fıkrasından sayılan nedenlerden, ulusal güvenliği ve kamu
emniyetinin korunması ve suçun önlenmesi nedenine dayandığını belirtmiştir 858.
Mahkeme yapılan sınırlamanın demokratik toplumda gerekliliğini incelerken,
öncelikle askeri personelin ve polis memurlarının da diğer insanlar gibi ifade
özgürlüğü hakkına sahip olduğunu vurgulamıştır. İkinci olarak ise polisin
toplumdaki rolünü göz önünde bulundurup, polis gücünün politik bakımdan
yansız ve tarafsız olmasının demokratik toplum için meşru ve gerekli olduğuna
dikkat
çekmiştir.
Mahkeme,
polislere
getirilen
bu
sınırlamanın
yalnız
Macaristan’a özgü olmadığını, diğer sözleşmeci devletlerin bazılarında da aynı
Anayasal hükümlerin varlığına dikkat çekip, bu tip sınırlamaların o toplumlarda
var olan birlikteliği sağlamak ve demokrasinin devamını güvence altına almak
için yapıldığını vurgulamıştır. Ayrıca polisin politik faaliyetlerle uğraşmasının,
özellikle politik tartışmalardan uzak tutulmasının, demokratik toplum için gerekli
olduğuna ve bu nedenle ifade özgürlüğü üzerine getirilen her hangi bir
sınırlamanın bu bakış açısı ile çözülmeye çalışılması gerektiğine karar
vermiştir 859.
Mahkeme, Macaristan’ın 1949 ve 1989 tarihleri arasında tek parti rejimi
ile yönetildiğini ve o partinin, üyelerinden kendilerini rejim için adamalarını
istediğini, bunu özellikle partinin politikalarını doğrudan uygulayacak olan askeri
personel ile polis güçleri için vurguladığını belirtmiştir. Ayrıca, Macaristan
toplumunun 1990’a kadar çoğulcu demokrasinin kurumlarını oluşturamadığını ve
çok partili demokratik parlamento seçimlerinin 1990’a kadar 40 yıl beklediğini
de eklemiştir.
Mahkeme taraf devletin bu konu ile ilgili ulusal takdir marjını
değerlendirirken taraf devletin bahsedilen bu tarihi geçmişini göz önünde
bulundurmuştur. Bu doğrultuda polis gücünü parti politikalarının doğrudan
etkisinden uzak tutmak için Macaristan Devleti tarafından alınan önlemin
demokratik bir toplumda zorunlu sosyal ihtiyaca cevap verdiğini belirtmiştir.
858
859
ibid, paragraf. 34.
ibid, paragraf. 39.
273
Sonuç olarak Anayasa değişikliğinin demokratik toplum için gerekli olduğuna ve
10. maddenin ihlal edilmediğine karar vermiştir. Mahkeme ayrıca, ilgili Anayasa
değişikliğinin polislerin politik düşüncelerini ve tercihlerini açıklama olanağı
veren faaliyetleri yerine getirme hakkını koruduğunu, bu nedenle yapılan
sınırlamanın beklenen amaç ile orantılı olduğuna karar vermiştir. Çünkü, polis
memurları, seçim programlarını dağıtabilirler, seçim toplantıları düzenleyebilirler,
yasama seçimlerinde oy kullanabilirler veya aday olabilirler sendikaya üye
olabilirler.
Ulusal güvenlik ve Askerler arasındaki ilişkinin incelendiği diğer davalar
The Observer and Guardian/İngiltere ve Wereniging Weekblad Bluf/Hollanda
davasıdır. Bu davalarda Sözleşme organları, gerek yurtiçinde gerek yurtdışında
başkaları tarafından bilinmediği sürece, güvenlik hizmetleri ile ilgili gizli
bilgilerin
vermiştir
açıklanmasına
860
kalkışan
yayınların
yasaklanabileceğine
karar
.
The Observer and Guardian/İngiltere 861 davasında dava konusu
SPYCATCHER (Casus Avcısı) adlı kitap Avustralya’da yaşayan emekli İngiliz
İstihbarat Teşkilatı mensubu Peter Wright’ın hatıralarını içermekte idi. Kitapta
İngiliz
İstihbarat
Örgütü
tarafından
yapılan
yasa
dışı
işlemlerden
bahsedilmektedir. M15’in 1950’li ve 19960’lı yıllarda Londra’da düzenlenen
bütün konferansları, 1979’daki Zimbabwe bağımsızlık görüşmelerini, Fransa,
Almanya, Yunanistan ve Endenozya’dan diplomatları ve 1950’li yıllarda
İngiltereyi ziyaret ettiğinde Hruşçov’u gizlice dinlediğini, başka ülkelerdeki
Sovyet konsolosluklarına adam soktuğunu ve bu yerleri gizlice dinlediğini,
Süveyş krizi sırasında Mısır Başkanı Nasır’ı öldürmek için başarısız kalan bir
komplo düzenlediğini, 1974 ile 1976 arasındaki başbakanlığı döneminde Harold
Wilson’a karşı komplolar kurduğunu, ve M15’e tahsis edilmiş kaynakları
İngilteredeki sol grupları izlemek için amacı dışında kullandığını iddia ediyordu.
Kitapta yer alan bilgilerin bir kısmı, İngiltere’de, yakın zamanlarda basılan
kitaplarda ve televizyon programlarında yer almıştı. İngiltere ve Galler
Başsavcısı, anı kitabının Avusturya’da yayınlamasını önlemek için girişimlerde
bulundu. Yazar ve yayıncı lehine çıkan mahkeme kararından sonra kitap orada
860
Andrew, “National Security Considerations and The Limits of European Supervision”, s.37-38.
The Observer and Guardian/Birleşik Krallık, 26 Kasım 1991 ; Pannick David, “Article 10 of
the European Convention on Human Rights”, s. 45-46.
861
274
basıldı. Daha sonra The Observer ve The Guardian gazetelerinde kitabın bazı
bölümleriyle ilgili bilgi veren, kısa makaleler yayınlanmaya başlanıldı. Bundan
sonra, Başsavcı bu gazetelere karşı ulusal güvenliği tehdit ettiği gerekçesi ile dava
açtı 862.
Kitap İngiltere’de yasaklanmasına rağmen
30 Temmuz 1987 yılında
Amerika’da kitap halinde yayınlanmış ve satışa sunulmuştur. Üstelik kitabın
İngiltere’ye girişi de engellenmemiş olup pek çok kopyası da İngiltere’de
satılmıştır. Amerika’da yayımlanmasından hemen önce, İngiltere’de yayın hakkını
satın alan Sunday Times kitaptan bazı özet bölümler yayınladı. Başsavcı Sunday
Times’daki bu yayınların ulusal güvenliği tehdit ettiği ve mahkemeye saygısızlık
oluşturduğu gerekçesi ile dava açtı. Lordlar Kamerası, çoğunluk oyuyla, Observer
ve Guardian olaylarında başvuruculara uygulanan tedbir kararının sürdürülmesini
kararlaştırdı. Mahkemeye saygısızlığı düzenleyen hükümlere göre, uygulanan
tedbirler bütün İngiliz medyasını bağlıyordu. Ayrıca Sunday Times olayında,
başvurucuyu SPYCATCHER’den başkaca bölümler yayınlamasını yasaklıyordu.
Aynı sıralarda ve daha sonralarda, kitap İngiltere dışında bazı ülkelerde basıldı;
dağıtımı ve içeriği nedeniyle dünya çapında yaygınlık kazandı 863.
The Observer ve The Guardian gazeteleri Komisyona giderek geçi tedbir
kararlarının ifade özgürlüklerini ihlal etmiş olduğunu ileri sürdüler. Hükümet
Komisyona verdiği savunmada bu müdahalenin gerekçesinin, Başsavcı tarafından
talep edilmiş daimi tedbir kararları konusunda hüküm verecek olan ‘yargının
otoritesini ve tarafsızlığını’ korumak olduğunu ileri sürmüştür. Mahkemedeki
savunmasında ise, Hükümet buna ek olarak ‘ulusal güvenlik’ gerekçesini de
kullanmıştır. Hükümete göre, geçici tedbir kararlarının alındığı aşamada, Peter
Wright’ın ulaşmış olduğu bilgiler devlet sırrı niteliğindeydi. Bu bilgilerin
yayınlanması halinde, istihbarat servisi, görevlileri ve üçüncü taraflar, görevlilerin
kimliğinin ortaya çıkmasıyla büyük bir zarar görecekti. Müttefik ülkelerle,
kuruluşlarla ve kişilerle ilişkiler zarara girecekti. Bütün bunlar ise istihbarat
servisinin güvenirliğini kaybetmesine neden olacaktı. Bunlara ek olarak Hükümet,
istihbarat servisinin başka eski ya da halen çalışmakta olan görevlilerinin de aynı
yola sapabileceğini ileri sürüyordu. Kitabın yayınlanış tarihinden sonraki dönem
862
863
İbid, paragraf. 9-10.
ibid, paragraf. 28.
275
açısından Hükümet sadece ‘ulusal güvenlik’ gerekçesini ileri sürüyor ve müttefik
ülkeleri İngiliz istihbarat servisinin bilgileri sağlam biçimde muhafaza edeceğine
inandırarak ‘ulusal güvenliği’ korumanın gerekli olduğunu iddia ediyordu.
Hükümete göre böyle bir inancı yerleştirmenin tek yolu, gizli bilgiyi hayat boyu
saklama yükümlülüğünü çiğneme tehdidini savuran görevlilerin, bunu yapmasına
hukuki yoldan sonuç alıcı tarzda engel olunabileceğini açıkça göstermekti. Bu
nedenle bu hukuki yola başvurmak zorunluydu. Davacı gazeteciler ise kitabın
ABD’de yayınlanmasından sonra, Hükümetin bu bilgileri gizli tutma hakkı zaten
ortadan kalktığına göre, bu nedenin ortadan kalkmış olduğunu iddia ediyordu.
Mahkeme, The Observer ve Guardian gazetelerine konulan yasağın,
kitabın içeriği ve yapısı itibariyle ulusal güvenlik için tehlike oluşturduğu
gerekçesiyle demokratik toplum için gerekli olduğu ve bu nedenle yapılan
müdahalenin 10. maddeye uygun olduğu yönünde karar vermiştir 864. Sunday
Times 865 davasında ise gazeteye konulan yasağın, kitabın ülkeye girmesi ve diğer
ülkelerde satışa sunulması ile gizliliği kalmadığından dolayı, 10. maddeye aykırı
olduğuna karar vermiştir 866.
Spaycather ile ilgili bu iki davada Mahkeme kitabın Amerikada
yayınlanmasından önceki dönem ile yayınlandıktan sonraki dönem arasında bir
ayrım yapmıştır. Kitabın Amerika’da yayınlanmasından önceki dönem için
hakimler taraf devletin daha geniş bir takdir yetkisine sahip olduğu ve yayının
İngiliz Gizli servisi için zararlı olduğu gerekçeleriyle sözkonusu yayına getirilen
yasağın ulusal güvenlik için gerekli olduğuna karar vermiştir. Kitabın Amerika’da
yayınlanmasından sonraki ikinci dönemi için ise mahkemede hakimler ikiye
ayrıldılar. Birinci grup, ulusal takdir marjına gönderme yaparak geçici durdurma
kararının orantılı ve yeterli olduğuna karar verdiler. Mahkemenin çoğunluğunu
oluşturan ikinci grub ise, Spycatcher ABD’de yayınlandıktan sonra durdurma
kararına devam etmek için yeterli neden kalmadığına karar vermiştir.
Mahkemenin bakış açısına göre, kitap ABD’den elde edilebildiğinden ve İngiliz
hükümeti kitabın ithalini yasaklamadığından kitabın içeriğinin gizliliği ortadan
kalkmıştır. Yayının durdurulmasının ulusal güvenliği korumada herhangi bir
etkisi kalmamıştır.
864
Mark Janis W, Richard S. Kay, Anthony W, European Human Rights Law, s. 148.
The Sunday Times/Birleşik Krallık (no. 2), paragraf. 50-56.
866
ibid, paragraf. 56.
865
276
Mahkeme elde edilmesi yasaklanmış olan kitabın, bundan sonra zaten elde
edilebilir olmasından dolayı artık yasaklanmasında kamu yararı kalmadığı için
sınırlamanın demokratik bir toplum için gerekli olmadığı ve bu nedenle ifade
özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir 867. Nitekim taraf devletlerin yapılan
sınırlamanın ulusal güvenliği koruma da gerekli olduğu yönündeki iddialarının
Mahkeme tarafından reddedildiği ilk dava bu dava olmuştur.
Sözleşme organlarına göre bu davalardaki en önemli nokta, Spycatcher’ın
zaten ABD de basılmış olması ve bunu elde etmek isteyen herkesin, İngiltere
hükümeti kitabın girişini yasaklamadığından dolayı onu elde edebilmesi idi. Oysa
Mahkemenin bu bakış açısı, güvenlik güçleri ile ilgili olası gizlilik taşıyan
bilgileri yaymak isteyen kişileri cesaretlendireceği yönünde bir risk taşımaktadır.
Mahkemenin gözden kaçırdığı temel nokta, karşı oy yazılarında Hakim De Meyer
ve diğer dört arkadaşının belirttiği gibi, gazetelerde yayınlanan makalelerin
gerçekten ulusal güvenlik için bir tehlike oluşturup oluşturmadığı idi. Nitekim
mahkemenin asıl üzerinde durması gereken konu, yapılan sınırlama ister geçici
isterse sürekli olsun, yayının ulusun yaşamı için tehlike oluşturup oluşturmadığı
konusu olmalı idi. Hakim De Meyer’in kısmı karşı oy yazısında belirttiği gibi;
“Basın, kaynağı ne olursa olsun, haber yayınlama konusunda sansüre,
tedbir kararlarına veya önceden kısıtlamaya tabi tutulmaksızın serbest
bırakılmalıdır: Özgür ve demokratik bir toplumda bu tür kısıtlamalara yer yoktur;
özellikle bu tür kısıtlamalar, eldeki davada olduğu gibi, utanç yaratacak bilgilerin
ya da fikirlerin hükümet tarafından bastırılması amacıyla kullanılıyorsa.”
Ayrıca Hakim Martens’in karşı oy yazısında belirttiği gibi bilgi çağında
internetin ve uydu sistemlerinin gelişmesi ile birlikte her hangi bir yayın üzerine
hükümetler tarafından konulan yasakların etkisiz olacağına da şüphe yoktur 868.
Kısmı karşı oy yazısında Hakim Pettiti, geçici tedbir kararlarının, henüz
kitap ABD’de yayınlanmadan önce dahi haksız olduğunu ileri sürüyordu. Hakim
Pettiti’ye göre;
“Basın sözkonusu olduğunda, güncel sorunlara ilişkin konularla ilgili bir
geçikme, gazetecinin yazısının değerinden çok şey alıp götürür.”
Hakim Pettiti ayrıca; tedbir kararının ve Başsavcının tuttuğu yolun…aşırı
867
868
The Observer and Guardian/Birleşik Krallık, paragraf.69.
ibid, Partlıy Dissending Opinion of Judge De Meyer.
277
sertliğinin, gizlilik yükümlülüğünden ziyade, güvenlik servisinin istihbarat amaçlı
olmaktan çok siyasi amaçlar peşinde koşan belirli kanunsuz uygulamaların açığa
çıkmasından duyulan korkunun sonucu olduğu izlenimi verdiğini belirtiyordu.
Hakim Pettiti’ye göre, bu yaklaşım, bilgi edinme hakkının ihlalini
oluşturmaktadır. Çünkü; halkın devlet organlarının işleyişi konusunda bilgiden
yoksun bırakılması temel bir demokratik hakkın ihlalini oluşturur. Hakim bundan
yola çıkarak, tedbir kararlarının uzatılmasının üstü örtülü sansür ve basın
özgürlüğü üzerinde kısıtlama uygulamak anlamına geldiğini belirtiyordu. Hakim
Pettiti Avrupa Mahkemesinin kitabın ABD yayınlanmasından önceki ve sonraki
dönemi birbirinden ayırarak karar vermesini eleştiriyor geçici tedbirin yürürlükte
kaldığı bütün dönem boyunca 10. maddenin ihlal edilmiş olduğu sonucuna
ulaşıyordu. Hakim Pettiti’ye göre;
“Bir ülkede ifade özgürlüğü, sözkonusu malzemenin başka bir ülkede
yayınlanmış olup olmadığına tabi kılınamaz. Uydu televizyonu çağında, düşünceyi
ve ifadesini coğrafi olarak bölümlendirmek ve gazeteleri yasağa tabi kılınan bir
ülkenin halkının bilgi edinme hakkını kısıtlamak mümkün değildir.”
Mahkeme, gizli bilgilerin bir kez öğrenildikten sonra onu yasaklamanın
artık demokratik toplum için gerekli olmadığı yönündeki daha önce vermiş olduğu
kararlarını Wereniging Weekblad Bluf’in Hollanda’ya 869 karşı açtıkları davada da
kullandı. Bu davada Bluf isimli
derginin editörü, İç Güvenlik Hizmeti
(BVD)’nin, altı yıl önceki faaliyetleri hakkında hazırlanmış bir raporu ele geçirdi.
1981 tarihli raporun üzerinde “gizlidir” ibaresi yer almaktaydı. Rapor Hollanda
gizli servisinin o dönemde ilgilendiği bazı konularda bilgi içeriyordu. Hollanda
Komünist Partisi ve nükleer karşıtı hareketler hakkında bilgi veriyor, Arap
Birliği’in Lahey’de bir büro kurma planından bahsediyor ve Polonya, Romanya
ve Çekoslovakya gizli servislerinin Hollandadaki faaliyetleri hakkında bilgi
veriyordu.
Derginin editörü, Hollanda iç güvenlik güçlerince hazırlanan ve gizlilik
taşıdığı bildirilen BVD adında bu raporu yayınlamaya hazırlanır. BVD’nin
müdürü, raporun yayınlanması düşüncesini ve bunun Ceza Kanunu’nun bazı
bölümlerini ihlal edeceğini Savcıya bildirir 870. Bu iddiaları araştıran Amsterdam
869
870
Wereniging Weekblad Bluf!/Hollanda, 9 Şubat 1995.
ibid, paragraf. 9.
278
Bölge Mahkemesi, kitabın bütün baskısına el koyar ve üç kişiyi tutuklar. Ancak
bu üç kişi ertesi gün serbest bırakılır. Bu arada, derginin çalışanları toplatılan
yayını yeniden basıp, ertesi gün Amsterdam sokaklarında satmaya başlar.
Dergilerin dağıtıldığı o günün Kraliçenin doğum günü olması ve her hangi bir
karmaşaya yer vermek istememeleri nedeniyle Hollanda yetkilileri dergilerin
satımına müdahale etmediler 871. Hemen arkasından soruşturmayı yürüten savcı
tutuklu üç kişiye karşı yürütülen kovuşturmaya son verir 872. Buna rağmen, bu
olaydan yaklaşık olarak onbir ay sonra, derginin toplatılması için bir emir
çıkartılır. Bunun üzerine başvuran dergiye el konulmasının ve derginin
toplatılmasının ifade özgürlüğünü ihlal
edildiği gerekçesi ile 4 Mayıs 1988
tarihinde Komisyona başvurur. Komisyon ikiye karşı onaltı oyla ifade
özgürlüğünün ihlal edildiği gerekçesi ile davanın kabul edilebilirliğine karar verir.
Hükümet, davacının ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin ulusal
güvenliği koruma amacı güttüğünü ileri sürüyordu. Hükümete göre; ulusal
güvenliğe tehdit oluşturan kişi ya da gruplar, raporu okuyarak Hollanda gizli
servisinin kendilerinin yıkıcı faaliyetlerinden haberdar olup olmadığını ve ne
derecede haberdar olduğunu öğrenebilirdi. Aynı zamanda, bilgilerin sunuluş
biçimi, bu unsurlara gizli servisin yöntem ve faaliyetlerine nüfuz etme imkanı
sağlayabilirdi. Olası düşmanlar bu bilgileri ulusal güvenliğe zarar verecek biçimde
kullanabilirdi.
Mahkeme dergiye el konulmasını ve toplatılmasının birlikte ele alınması
gerektiği yönünde karar veren Mahkeme, hukukun üstünlüğüne dayanan
demokratik bir toplumun işleyişinin, istihbarat örgütleri gibi bir takım kurumların
gizli çalışmasını gerektirebileceğini kabul ediyordu. Mahkemeye göre bu, devlete
kendini demokratik bir toplumun temel değerlerini yıpratmaya çalışan kişi veya
grupların faaliyetlerine karşı koruma olanağı verecekti.
Mahkeme öncelikle, iç güvenlik hizmetlerinin faaliyetleri ile ilgili
bilgilerin, bu hizmetlerin öneminden dolayı yüksek derecede korunması
gerektiğini vurguladı 873. Bununla birlikte Mahkeme, BVD raporlarının özelliğinin
genel nitelikte olduğuna, yalnızca az bir seviyede gizlilik taşıdığına ve elkonma
sırasında yeni bilgiler içermediğine karar verdi. Dergiye el konulmasının meşru
871
ibid, paragraf. 11.
ibid, paragraf. 12.
873
ibid, paragraf.40.
872
279
olup olmadığını belirten ayrı bir sonuca varmadı.
Derginin toplatılmasına gelince; Mahkeme, gizli bilgilerin açıklanmasının
gizliliği ortadan kaldırdığı, herkes tarafından bilindiği ve kamusal nitelik
kazandığı için yasaklanmasının gerekli olmadığı sonucuna vardı 874. Sözkonusu
dergi pek çok kimse tarafından satın alındığından ve buna ulaşmak isteyenlerin
daha önce o dergiyi alanlarla diyaloğa geçerek dergiyi elde edebileceklerinden ve
bu dergide geçen olayların medyada yorumlanmış olmasından dolayı Mahkeme
derginin toplatılmasını haklı kılabilecek hiçbir nedenin sözkonusu olmadığı
sonucuna ulaştı. Bundan dolayı da başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal
edildiğine karar verdi.
Mahkemenin Hollanda hükümetinin aldığı önlemleri onaylamamasının
sebebi, gizlilik taşıdığı iddia edilen bilgilerin zaten kamusal nitelik kazandığı ve
herkes tarafından bilindiği idi. Oysa Hollanda hükümeti tarafından gizli olarak
nitelendirilen bilgilerin gerçekten gizlilik niteliği taşıyıp taşımadığı ve bu nedenle
de ulusal güvenlik için tehlikeli olup olmadığı konusuna mahkeme tarafından
değinilmemiştir. Mahkemenin varması gereken sonuç; bu bilgilerin zaten kamusal
nitelik kazandığı için yasaklanmasının ifade özgürlüğünü ihlal edeceği
konusundan çok Hollanda hükümeti tarafından gizli olarak nitelendirilen bilgilerin
aslında çok az bir gizlilikk taşıdığı ve bu nedenle de bu raporların
yayınlanmasının ulusal güvenlik için her hangi bir sorun çıkarmayacağı olmalı idi.
Gerçekten yaklaşık onbir aydır yayında olan bir derginin toplatılmasının
hiç bir haklı nedeni yoktu. Bu nedenle de Mahkemenin 10. maddenin ihlal edildiği
yönündeki kararı haklıdır. Buna rağmen yayın kamusal bir nitelik kazandıktan
sonra hükümetin ulusal güvenlik amacı ile dergiyi toplatmaya hakkının olup
olmadığı konusu ciddi bir belirsizlik taşımaktadır. Şayet bu dergilerin tamamen
önemli gizli bilgileri ifşa etmesinden dolayı yasaklanmasında ciddi bir sosyal
ihtiyaç varsa basın özgürlüğünü ihlal eden hükümet için çok çelişkili bir durum
yaratacaktır. Çünkü, ne zaman ve ne şekilde olursa olsun gizlilik taşıyan bilgiler
bir şekilde kamusal nitelik kazanmış iseler ve bundan dolayı bunların
yayınlanması yasaklanamıyorsa, ulusal güvenliğe zarar vermek isteyen bir kimse
öncelikle bunları yayınlayarak ulusal güvenliğe zarar verebilir.
The Observer and Guardian/İngiltere ve Wereniging Weekblad Bluf/
874
ibid,paragrag, 41.
280
Hollanda kararlarından şu iki ilkeyi çıkarabiliriz. Birincisi, ulusal güvenlik
konusunda bilgilerin, bir kez kamu alanına çıktıktan sonra yasaklanamıyacağı,
yayının
toplatılamayacağı
ve
bilginin
yayılmasına
aracı
olanların
cezalandırılamayacağıdır. İkincisi ise, ulusal güvenlik alanında her tür bilginin
kayıtsız koşulsuz gizli olarak nitelenmesi ve bu temelde bu tür bilgiye ulaşma
olanağına önceden bir sınırlama oluşturması konusunda devletlere bir yasak
getirebileceğidir 875.
Ulusal güvenlik alanında her türlü bilginin yayılmasını mutlak ve koşulsuz
tarzda yasaklayan, istihbarat servislerinin faaliyetleri üzerinde kamu denetimini
ortadan kaldıran hükümler, demokratik bir toplumda gerekli olmadığı için 10.
maddeye aykırılık oluşturacaktır. Ulusal mahkemelerin ulusal güvenlik alanında
her tür bilginin yayılmasını genel ve koşulsuz bir şekilde yasaklamayı sağlayan
düzenlemelerle karşı karşıya kaldıklarında bu davaları reddetmeleri gerekir.
Mahkemeler, kamu adına hizmet yapan basının, özgürlüğünü kullanarak istihbarat
sisteminin kötü işleyişini, yasadışı yönlerini ve başka kusurlarını ortaya
çıkarmasına imkan tanınmalıdır 876.
2- Dış Güvenlik Amacı ile İfade Özgürlüğünün Sınırlandırılması
Dış güvenlik; başka devlet ve kuruluşların emir, gözetim ve denetimi
altında olmama, yabancı devletlerin saldırı veya saldırı tehlikesinden uzak
bulunma ve bunlara karşı korunma anlamına gelmektedir 877. Dış güvenlik için
alınan önlemlerin ise şu amaçlarla alındığını söyleyebiliriz 878;
-Alınan dış güvenlik önlemleri devleti, ülkeyi ve milleti yabancı bir
kuvvetin gerçek ve yakın bir saldırısından veya olası ve düşmanca diğer
hareketlerinden korunmak amacı güder.
-Devletin ulusal güvenlik ile ilgili askeri ve siyasi bir takım sırları, yabancı
istihbarat örgütlerinin eylemlerine karşı koruma amacı güder. Bu koruma yalnızca
ulusal güvenlik ile ilgili sırların yabancı istihbarat örgütlerinin eline geçmesini
değil, aynı zamanda, bu yabancı örgütlerin ülke içinde ve ülke dışında devlete
karşı giriştikleri yıkıcı faaliyetleri önlemeyi de amaçlar.
875
Macovei, İfade Özgürlüğü Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. Maddesi’nin Uygulamasına
İlişkin Klavuz, İnsan Hakları El Kitapları, No. 2, Avrupa Konseyi İnsan Hakları Genel Müdürlüğü,
Kasım 2001, s. 37.
876
İbid, s. 38.
877
Akgüner, 1961 Anayasasına Göre Milli Güvenlik Kavramı ve Milli Güvenlik Kurulu , s.82- 83
878
ibid, s.83.
281
Mahkemenin önüne gelen davaların bir kısmı da taraf devletin dış
güvenliğine
tehlike
oluşturduğu
için
yapılan
sınırlamanın
gerekliliği
konusundadır. Nitekim ifade özgürlüğü ile ilgili olarak Sözleşme organlarının
önüne gelen ilk dava olan De-Becker/Belçika davası da bununla ilgilidir.
Bir milletin düşmanı ile işbirliği yapmak, o milletin ulusal güvenliğini
zedeleyecektir. Düşmanla işbirliği yapan kişinin cezalandırılması gerektiğini
kimse inkar edemez. Ancak bu bölümde ele alınan sorun, böyle kimselerin, ömür
boyunca, siyasi ve siyasi-olmayan haklarının kısıtlanmasının gerekli olup
olmadığıdır. De Becker'in Belçika aleyhine açtığı 879 davada davacı olan Belçika
uyruklu De Becker 1940-1943 yıllarında günlük bir gazetenin editörlüğünü
yaptığı sırada Alman işgalci kuvvetleri ile işbirliği yapmak suçundan 1946 yılında
ömür boyu hapis cezası almış, daha sonra bu cezası 17 yıl hapis cezasına
indirilmiştir. De Becker bu mahkumiyeti ile birlikte 1944 yılında yürürlüğe giren
Ceza Kanunu’nun 123. maddesi gereğince, yaşam boyu oy kullanmadan,
gazetecilik yapmadan ve siyasal haklarından mahrum olma gibi bir kısım hak
kayıplarına uğramıştır. De Becker 1956’da Komisyon’a yaptığı başvuruda, Ceza
Kanununun 123. maddesi nedeniyle hak kayıplarına uğramasının Sözleşmenin 7.
ve 10. maddesini ihlal ettiğini, fiili olarak yurtdışına sürülmesinin de 5.
maddedeki kişi özgürlüğünü ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Komisyon, davacıların
siyasi haklarını ömür boyu kullanamaz hale getirmenin 10. Maddenin ikincg
fıkrası kapsamında haklı görülebileceğine inanmaktadır 880. Komisyon, hiç bir
esneklik tanımadan, siyasi-olmayan yazılar kadar, siyasi olan yazıların da basım
özgürlüklerinin ömür boyu geri alınmasının, demokratik bir toplumda gereklilik
sınırını aştığına karar vermiştir 881. 1961 yılında Belçika Parlamentosu’nun
sözkonusu 123. madde de değişiklik yapması üzerine, Komisyon’un görüşüne
göre değişiklik sonucunda sözkonusu maddenin cezalandırıcı unsurları ortadan
kalkmıştır. Başvurucu yapılan yasal değişikliklerden memnun olmuş ve dava
Mahkemenin önüne geldikten sonra yaptığı başvurudan vazgeçmiştir 882.
Dış güvenlik ve ifade özgürlüğü arasındaki ilişkinin incelendiği bir diğer
davada Hadjianastassious Yunanistan davasıdır. Bilgi açıklama özgürlüğü açık bir
879
De Becker/Belçika, 27 Mart 1962.
Mustafa Yıldız, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Yargısı, (İstanbul : Alfa, 1998), s.203.
881
ibid, s.203.
882
ibid, s.203.
880
282
şekilde 10 maddenin ikinci fıkrasında korunmasına rağmen bu özgürlüğün ulusal
güvenlik üzerinde önemli bir etkisinin bulunması ve ulusların kaderlerini
etkileyecek bir ihtimal taşıması halinde sınırlandırılması meşru görülmektedir. Bu
bağlamda Mahkeme tarafından karar verilen Hadjianastassious Yunanistan 883
davası ile bilgi açıklama hakkı ile ulusal güvenliğin korunması arasında nasıl bir
sınır çizildiği ve bu bağlamda ne gibi sorunların çıktığı incelenecektir.
Hadjianastassious/Yunanistan
davasında
davacı
bir
havacılık
mühendisidir. Yunan hava kuvvetlerinde kaptan olarak çalışmakta olan davacı
1982 yılında güdümlü mermilerin korunması ve düzenlenmesi ile ilgili bir
projeden sorumlu idi ve hava kuvvetleri ile ilgili bir rapor kendisine tevdi
edilmişti. 1983 yılında güdümlü mermiler üzerine çalışan özel bir şirket olan
ELFON limitet şirketi ile diyaloga girmesinin ve askeri sırlarla ilgili bir kısım
teorik ve teknik bilgileri bu şirkete vermesinin ulusal güvenlik için tehlike
oluşturduğu nedeniyle Atina Geçici Hava Kuvvetleri Mahkemesinde yargılandı.
Yargılama sonunda başvuran gizlilik taşıdığı iddia edilen 10 bilgi kaynağını
ELFON’a vermekten suçlu bulundu ve iki yıl 6 ay hapis cezasına çaptırıldı.
Bunun üzerine başvuran 6. madde ile birlikte 10. madde tarafından
güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiği gerekçesi ile Komisyon’a
başvurdu. Fakat Komisyon 6. maddenin ihlal edildiğine oybirliği ile karar
verirken, 10. maddenin ihlal edilmediğine karar vermiştir.
Mahkeme aşamasında ise, taraf devlet tarafından yapılan bir müdahale söz
konusu olmasına rağmen, bu müdahalenin kanuni dayanağının olduğuna, ulusal
güvenliği koruma amacı güttüğüne ve demokratik toplum için gerekli olduğuna ve
bu nedenle yapılan müdahalenin 10. maddenin ihlalini oluşturmadığına karar
vermiştir. Mahkeme kararını verirken, Yunan Hükümeti tarafından güdümlü
mermilerin üretimi ile ilgili projenin ‘askeri sır’ olarak nitelendirildiğine işaret
etti 884. Mahkeme, her ne kadar açıklanan bilgilerin genel nitelikte olduğunu kabul
etmesine rağmen, yine de az ya da çok bir kısım teknoloji transferinin yapıldığı,
bunun da ulusal güvenlik için tehlike oluşturduğu kanaatindedir.
Mahkeme ayrıca, “askeri yaşamdaki özel koşulları” ve askeri birlik
üyelerinin yapması gerekli özel görevleri ve sorumlulukları vurguladı. Bundan
883
884
Hadjianastassious/Yunanistan, 16 Ekim 1992.
ibid, paragraf 45.
283
dolayı bir asker olarak davacının kendi görevlerinden sorumlu olduğunu belirledi.
Mahkeme meşru amaç ile ifade özgürlüğünü sınırlayan araç arasında uygun bir
ilişki olduğuna karar verdi 885.
Mahkeme tarafından verilen bu karardan anlaşıldığı gibi, askeri teçhizat ile
ilgili bir kısım teknolojik bilgi transferi ulusal güvenlik için tehlike
oluşturmaktadır. Fakat mahkeme bunun nasıl oluyorda ulusal güvenliği tehdit
ettiğine dair herhangi bir açıklama getirmemiştir. Yunan hükümetini haklı bulan
bu davada Mahkeme, yunan hükümeti tarafından ulusal güvenlik için tehlikeli
olduğu iddia edilen bilgilerin gerçekten askeri sır olarak nitelendirilip
nitelendirilemeyeceği konusunu incelemeden, Yunan hükümeti tarafından yapılan
askeri sır kavramını doğrudan kabul edip bu tip bilgi açıklamalarının ulusal
güvenliği tehdit ettiğini belirtmiştir. Bu davada mahkeme zarar olasılığını ve
ulusal
güvenliğe
zarar
verme
kavramlarını
birbirine
karıştırmış
gibi
gözükmektedir. Bir ülkenin güvenliğini etkileyen bu gibi ifadelere küçük bir şans
varsa ifade özgürlüğü sınırlandırılmamalıdır. Aksi taktirde ifade özgürlüğü
üzerinde pek çok yasaklama ulusal güvenlik amacı ile uygulanabilir 886.
Sözleşme organlarının bakış açısına göre, bilgi açıklama konusunda diğer
insanlara nazaran askeri personel daha dar ifade özgürlüğüne sahiptir. Askeri
personelin bir üyesi olarak bir insanın konumu kendiliğinden ulusal güvenliği
etkilememesine rağmen asıl üzerinde durulması gereken nokta kişinin statüsü
değil açıklanan bilginin özü, esası olmalıdır. Bu arada Mahkeme askerlerin görev
ve
sorumluluklarının
teferruatını
belirtmemiştir.
Askerlerin
görev
ve
sorumlulukları belirtilmeden, askerlerin ne kadar ifade özgürlüğüne sahip
olduklarını belirlemek zor olacaktır. Hadjianastassious Yunanistan davası ile
Mahkemenin iki ilkeyi ortaya koyduğunu söyleyebiliriz. Birincisi, her tür sır
kamuya açık düşünce ifadesinin ve kamu alanının dışında görülmemektedir.
İkincisi ise, Mahkemenin, sözkonusu bilginin ulusal güvenliğe gerçek ve ciddi bir
tehdit oluşturup oluşturmadığını saptamanın her bir davada ulusal mahkemelere
düştüğünü saptamış olmasıdır. Buna göre askeri konularla ilgili yapılan bir
açıklamanın yasaklanmasında izlenmesi gereken yol ölçülülük ilkesinde
885
886
ibid, paragraf 46.
Andrew, ‘National Security Considerations and the Limits of European Supervision’, s. 42.
284
yatmaktadır 887.
B- Kamu Düzenini Korumak ve Suç İşlenmesini Önlemek
Amacı İle İfade Özgürlüğünün Sınırlandırılması
İHAS’nin 10. maddesinin ikinci fıkrası, ifade özgürlüğünün ‘Kamu
düzenini korumak’ ve ‘Suç işlenmesini önlemek’ amacı ile sınırlandırılabileceğini
öngörmektedir. Nitekim ifade özgürlüğünün en güçlü savunucuları bile kamu
düzeni ve suç işlenmesinin önlenmesi sözkonusu olduğunda ifade özgürlüğünün
bir kısım sınırlamalara tabi olması konusunda hem fikirdirler 888. Ancak bu
kavramlar oldukça soyut niteliktedir. Dolayısı ile öncelikle bunlardan ne
anlaşılması gerektiğinin açıklanması gerekmektedir.
Kamu düzeni kavramı çok kullanılan bir terim olmasına rağmen, hakkında
kesin bir görüş birliği olmayıp çok tartışılan kavramlardan biri olmaya devam
etmektedir. Bu kavrama, Anayasa hukuku, Ceza hukuku ve özel hukuk tarafından
pek çok olayda başvurulmakta ve hukuki sonuçlar bağlanmaktadır. Ayrıca İnsan
Hakları Avrupa Sözleşmesi de sözleşme ile güvence altına alınan pek çok temel
hak ve özgürlüğün kamu düzeni amacı ile sınırlandırılabileceğini öngörmektedir.
Örneğin, adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. madde, özel hayatın ve aile
hayatının korunmasını düzenleyen 8. madde, düşünce, vicdan ve din özgürlüğünü
düzenleyen 9. madde, ifade özgürlüğünü düzenleyen 10. madde, dernek kurma ve
toplantı özgürlüğünü düzenleyen 11. madde de bu hak ve özgürlüklerin kamu
düzenini korumak amacı ile sınırlandırılabileceğine yer vermektedir. Ancak
Mahkeme, Engel ve Diğerleri/Hollanda davasında, 10. maddenin 2.fıkrasındaki
düzen kavramının, sözleşmenin 6(1) ve 9 (2) fıkrasında zikredilen sadece ‘kamu
düzenini’ (public order) ifade etmediğini, ama aynı zamanda belli bir sosyal
grubun
içinde
hüküm
sürmesi
gereken
düzen
anlamını
da
içerdiğini
vurgulamıştır. 889 Örneğin, silahlı kuvvetler gibi bir grubun içindeki düzensizliğin,
bir bütün olarak toplumun düzeni üzerinde yankıları olabilir. Bu nedenle
Mahkeme, Engel ve Diğerleri/Hollanda davasında Hollanda silahlı kuvvetleri
içinde bir düzensizliği önleme amacıyla alınan önlemlerin kamu düzenini koruma
amacıyla gerekli olduğu için 10. maddenin ihlal edilmediği yönünde karar
887
Macovei, s. 41.
Barendt, Freedom of Speech, s.192.
889
Engel ve Diğerleri/Hollanda, paragraf. 98.
888
285
vermiştir. Yine özellikle hapishane ortamı sözkonusu olduğunda, bu ortamın
niteliği gereği kamu düzeni ifade özgürlüğünün sınırlandırılmasının en önemli
nedenlerinden biri olarak görülmektedir. Budist bir mahkum, ısmarladığı dini
kitaba hapishane yönetimi tarafından el konulması nedeniyle Komisyona
başvurmuştur. Komisyon, sözkonusu kitabın savaş sanatlarına ve kendini
savunma tekniklerine ilişkin bir bölüm içerdiğinin altını çizerek hapishane
yönetiminin müdahalesinin kamu düzenini koruma amacını güttüğünü belirterek
taraf devletin haklı olduğuna karar vermiştir 890.
Kamu düzeni kavramının bu kadar geniş kullanımına rağmen, bu
kavramdan ne anlaşılması gerektiği, kapsamının ne olduğu ve konusu hakkında
bir görüş birliği bulunmamaktadır.
Kamu düzeni kavramı, kamu huzuru, kamu güvenliği ve kamu sağlığı gibi
alt başlıkları kapsamakta olan oldukça geniş bir kavramdır. Bu kavramın içeriği
bakımından değişken ve nispi olmasına karşılık yine de değişmeyen asli bir özü
içinde taşır. Bu ise, “toplum hayatında maddi bir karışıklığın olmaması, kaba
kuvvetin, kaos ve anarşinin hüküm sürmemesi, aksine belli bir düzen ve barışın
hakim olmasıdır 891”. Kamu Düzeni kavramı içinde incelenen kamu huzuru
kavramı, toplum halinde yaşayışın alışılagelmiş sakıncalarını aşan ölçüde
rahatsızlıkların, düzen bozukluklarının önlenmesi ya da giderilmesi anlamına
gelir. Kamu güvenliği, bir topluluğa, o toplumda yaşayan kişilere, toplumda var
olan eşyalara karşı yönelecek tehlikelerin önlenmesi anlamına gelir.
Kamu düzeni kavramının içeriğinin ne olduğu konusunda temelde iki
yaklaşım olduğu söylenebilir 892. Buna göre, bu kavram bir kısım bilim adamları
tarafından sübjektif açıdan ele alınmakta, diğer bir kısmı tarafından ise objektif
bakımdan ele alınmaktadır.
Bu kavramı sübjektif bakımdan ele alanlar, kamu düzeni kavramının
tanımını yapmamakta, bir eylemin kamu düzenini ihlal edip etmediğini belirleme
konusunu, normu uygulayacak olan organın takdir yetkisine bırakmaktadır.
Özellikle, sağlıklı bir biçimde, kamu düzeni kavramının tanımının ve içeriğinin
belirlenememesi gerçeği karşısında, birden fazla kriter kullanarak her olayda
890
X/Birleşik Krallık, başvuru no. 6886/75, den naklen, Öktem, Uluslararası Hukukta İnanç
Özgürlüğü, s.351.
891
Tanör, Siyasi Düşünce Hürriyeti ve 1961 Türk Anayasası, s.131.
892
Özek, Türk Basın Hukuku, s. 324.
286
yapılan eylemin kamu düzenine aykırı olup olmadığının yorumlanması gerektiğini
savunmaktadırlar 893.
Bu kavramı objektif bakımdan ele alanlar ise, bu kavramın ne anlama
geldiğini belirlemeye çalışmaktadırlar. Fakat bu belirleme yapılırken de farklı
görüşler ileri sürülmektedir 894;
İlk görüşe göre, kamu düzeni, toplumun moral yapısına uyulmasını
sağlayan normlar bütünü olarak görülüp genel ahlak ile kamu düzeni aynı
anlamda kabul edilmektedir.
İkinci görüşe göre ise, kamu düzeni kavramı çok geniş bir biçimde ele
alınmaktadır. Buna göre toplumda mevcut, uyulması zorunlu, siyasal, toplumsal
ve yasal kurallara aykırı, bu kuralların oluşturduğu düzene aykırı tüm eylemler
kamu düzenine aykırı sayılmaktadır. Bu yaklaşıma göre ise kamu düzenini
korumak saiki ile her hangi bir ifade açıklamasının sınırlandırılması mümkün
olmaktadır.
Üçüncü görüşe göre ise, kamu düzeninin kendine özgü ve bağımsız bir
kapsamının ve içeriğinin olduğu belirtilmektedir. Buna göre, kamu düzeni sadece
hukuki bir kavram olmayıp, aynı zamanda politik bir kavram da olduğu kabul
edilmektedir. Toplumsal barış, sükun, disiplin ve güven içinde yaşanmasına
yönelik düzenlemeler kamu düzenini oluşturmaktadır.
Zaman ve yer bakımından nispi ve değişken nitelikli olabilen kamu düzeni
kavramının değişmez anlamı, belli bir siyasi ve sosyal hukuk düzeninin
düzensizliklere karşı korunmasıdır. Bu koruma ile kastedilen husus ise, belli bir
siyasi iktidar felsefesinin değiştirilmemesi, eleştiri ve tartışmalara konu olmaması
değil, toplum hayatında karışıklığa yol açacak faaliyetlerin engellenmesidir 895. Bu
açıklamadan da anlaşıldığı gibi, kamu düzeni herhangi bir ideolojinin korunması
ile değil, toplumun maddi ve fiziki düzeninin sağlanması ile ilgili bulunmaktadır.
Bu nedenle bazı fikirlerin açıklanması ile kamu düzeninin bozulacağı şeklindeki
soyut ihtimallere ve genellemelere gidilmesi ifade özgürlüğünün muhtevasını
hedef alan sınırlamalara imkan verecek bu da çoğulculuğun reddedildiği anlamına
893
ibid, s 324.
ibid, s. 325.
895
Tanör, Siyasi Düşünce Hürriyeti ve 1961 Türk Anayasası, s. 85.
894
287
gelecektir 896.
Kamu düzeni ile ilgili kuralları genel olarak, “örgütlenmiş toplumun temel
yapısını ve temel çıkarlarını belirli bir toplum ve belirli bir zaman içinde koruyan
yasa kuralları” olarak tanımlamak uygun olur 897. Buna göre, bir davranış hukuka
ve kanuna aykırı değil ise kamu düzenine de aykırı değildir. Diğer bir deyişle,
kanunda ifadesini bulmamış, yazılı bir hukuk kuralı haline gelmemiş kamu düzeni
kuralı yoktur 898. Ayrıca kanunda yer alan ve buyurucu olan kuralın kamu düzeni
olabilmesi için Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olması gerekir. Aksi takdirde
sözkonusu kuralın kamu düzeni kuralı sayılması mümkün değildir. Anayasada
belirtilen temel ilkelere aykırı olmamak şartı ile kamu düzeni toplum yararı
açısından zamanla farklılık gösterebilir ve bu durumda yeni bazı yasaların
çıkarılması gerekebilir. Buna göre, kamu düzeni kavramı zaman ve konu
bakımından değişkenlik gösterebilir.
Suç işlenmesinin önlenmesi ise kamu düzeni kavramına nazaran daha
somut, anlaşılması daha kolay bir kavramdır. Dolayısı ile mahkemenin önüne
suçun önlenmesi amacı ile ilgili davalar geldiğinde sorun kamu düzenine nazaran
daha rahat çözüme kavuşturulabilecektir. Mahkemenin ifade özgürlüğünün ihlal
edildiği gerekçesi ile önünü gelen davaların hepsinde kamu düzeninin korunması
ve suç işlenmesinin önlenmesi kavramları birlikte kullanılmıştır. Ancak
Mahkeme, bu iki kavramın ayrı ayrı ele alınması gerektiğine karar vermiştir.
Mahkemeye göre, 10. maddenin ikinci fıkrasında sınırlama nedenleri
arasında sayılan bu iki kavram arasında, Fransızca tercümesinde, birlikte ele
alındıklarını ifade eden 'et(ve)' bağlacı kullanılırken, İngilizce'de seçenek ifade
eden 'or(veya)' ayracı kullanılmaktadır. Mahkemeye göre, 10. maddenin içeriği ve
genel sistematiği dikkate alındığında, İngilizce versiyonu bu konuda daha yerinde
olacaktır 899. Yani Mahkemenin önüne bir dava geldiği zaman, ifade özgürlüğüne
karşı yapılan müdahalenin hem kamu düzenini korumak hem de suç işlenmesini
önlemek amacı gütmesi gerekmemektedir. Yapılan müdahalenin bu amaçlardan
herhangi bir amacı güdüyor olması sınırlama için gerekli ve yeterlidir. Oysa
896
Sunay, Avrupa Sözleşmesinde ve Türk Anayasasında İfade Hürriyetinin Muhtevası ve Sınırları,
s.85.
897
Hüseyin Hatemi, Hukuka ve Ahlaka Aykırılık Kavramı ve Sonuçları, (İstanbul: İstanbul
Üniversitesi Yayınları 1976), s. 42-43.
898
ibid, s. 39.
899
Engel ve Diğerleri/Hollanda, 8 Haziran 1976, paragraf.98.
288
sözleşmenin Fransızca metninde ‘ve’ anlamına gelen ‘et’ bağlacı yapılan
müdahalenin haklı olabilmesi için hem kamu düzenini koruma hem de suç
işlenmesini
önleme
amacı
gütmelidir.
Nitekim
mahkeme
Engel
ve
Diğerleri/Hollanda davasında, başvurucular Dona ve Schul, 10. maddenin
2.fıkrasının kumu düzeninin korunmasının suçun önlenmesi ile birlikte ele
alınması gerektiğini ileri sürmelerine rağmen, Mahkeme metnin İngilizce
düzenlemesini kaynak alıp, başvuruculara yapılan müdahalenin kumu düzenini
korumak için alındığını belirtip ayrıca suç işlenilmesi amacı güdüp gütmediğini
araştırmamış ve bu nedenle de başvurucuların talebini reddetmiştir.
Kamu düzeni ve özgürlükler demokratik toplum yaşamının iki temel
unsurunu oluşturmaktadır. Demokratik toplumda bu iki temel unsurun
dengelenmesi sırasında; kamu düzenine gereğinden fazla ağırlık verilmesinin
özgürlüklerin zararına olması kaçınılmazdır. Kamu düzeni gereklerini ihmal
etmek de toplumda kargaşaya neden olabilir. Demokratik düzende, düzen ile
özgürlük arasında zıtlık değil, bağlılık vardır. Çünkü demokratik düzen özgürlük
temeli üzerine kurulur. Özgürlük temelinin ortadan kaldırılması demokratik düzen
olma niteliğini de ortadan kaldıracaktır 900. Dolayısıyla kamu düzeni ile ifade
özgürlüğüne müdahale edilirken çok dikkatli davranılmalı, ne özgürlüğün ortadan
kaldırılmasına ne de düzeninin bozulmasına izin verilmemelidir. Tezimizin bu
kısmında da Mahkemenin ve Komisyon’un vermiş olduğu çeşitli kararlar
incelenerek kamu düzeni ile ifade özgürlüğü arasındaki ilişkiyi nasıl ortaya
koyduğu incelenecektir. Bu inceleme sırasındaki ilkin, radyo-televizyon ve
sinema işletmeciliğinin izne bağlanması, ikinci olarak hapishane düzenini koruma
ve ifade özgürlüğü arasındaki ilişki, son olarak da askeri düzenin korunması
gerekçesi ile ifade özgürlüğüne getirilen sınırlamalar incelenecektir.
1- Radyo-Televizyon ve Sinema İşletmeciliğinin İzne Bağlanması
Teknolojik gelişmelerin hızla ilerlemesi ile günümüzün karmaşık ve
kalabalık toplumlarında bireysel ifade özgürlüğü önemini kaybetmiş, bunun yerini
kitle iletişim özgürlüğü almıştır. Baskıcı toplumlarda hiçbir kitle iletişim aracı
ifade özgürlüğüne sahip değilken demokratik toplumlarda ise bütün kitle iletişim
900
Kapani, Kamu Hürriyetleri, s.229 ; Yokuş, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde ve 1982
Anayasası’nda Hak ve Özgürlüklerin Kötüye Kullanımı, s.70.
289
araçları aynı düzeyde ifade özgürlüğüne sahip değildir 901. Radyo ve Televizyon
diğer
kitle
iletişim
araçlarına
nazaran
daha
sıkı
bir
denetime
tabi
tutulabilmektedir. Sözleşmenin 10. maddesinin birinci fıkrasının 3. cümlesinde bu
nedenle radyo-Tv ve sinema işletmeciliğinin taraf devletlerin ruhsat sistemine
engel olmadığı düzenlemiştir.
Radyo – Televizyon yayınlarının yazılı basına nazaran daha fazla
sınırlandırılması gerektiği konusunda farklı fikirler ileri sürülmektedir 902.
İlk olarak, radyo ve televizyon yayınının aynı anda her yerde olabilirliği
ve pasif alıcılar üzerindeki olası etkileri üzerinde durulmaktadır. Örneğin Avrupa
Mahkemesi Televizyonda dini bir reklamın dava konusu olduğu Murphy/İrlanda
davasında taraf devlet lehine karar verirken özellikle bu konu üzerinde durmuştur.
Mahkemeye göre, relam yasağı işitsel-görsel medyayı kapsamaktadır. Başvuru
sahibinin itiraf ettiği ve Mahkemenin de kabul ettiği gibi, böylesi medyanın
özellikle pasif alıcılar üzerinde daha hızlı, kapsayıcı ve güçlü etkiye sahip olduğu
gerçeği ışığında, Devletin bu yayınların olası etkileri konusunda endişe duyması
normal karşılanmalıdır 903. Başvuru sahibi, nihayetinde aynı konuyu (yerel ve
ulusal gazeteler dahil) yazılı basında, kamuya açık toplantılarda ve diğer
toplantılarda reklam etme konusunda serbesttir. Ayrıca Mahkemeye göre yasak
sadece reklama ilişkindi. Dolayısıyla Mahkemeye göre bu sınırlama, reklam için
bir yayın saati almakla program yoluyla (belgeseller, tartışmalar, filmler, dini
konuların canlı olarak yayınlanması ve tartışılması dahil) dini meselelerin ele
alınması arasında Devlet tarafından yapılan makul ayrımı yansıtmaktadır.
Programlar, bir taraf onun yayın saatini satın aldığı için yayınlanmaz ve
Hükümet’in belirttiği gibi tarafsız ve nötr olmalıdır. Mahkemeye göre, dava
konusu reklam, özellikle taraflı bir amaç taşıma eğilimindedir. Bu nedenle o
reklam yukarıda belirtilen tarafsızlık ilkesine tabi olamaz, değildirde. Ve reklam
saatinin satın alınması gerçeği, daha büyük kaynaklara ve tanıtım imkanlarına
sahip dini grupların lehine dengesiz bir kullanım durumu yaratacaktır. Sonuç
olarak Mahkeme, işitsel-görsel medyadaki reklamların dışında, başvuru sahibinin
dinsel ifade özgürlüğünün sınırlandırılmadığı sonucuna ulaşmıştır 904.
901
Trager, Dickersen, Freedom of Expression in the 21 st Century, s. 153.
ibid, s. 154.
903
Murphy/İrlanda, 10 Temmuz 2003, paragraf.74.
904
ibid, paragraf. 74.
902
290
İkinci olarak, çocukların, ebeveynlerinin izni olmaksızın radyo ve
televizyon yayınlarına maruz kalabilecekleri üzerinde durulmaktadır. Radyo ve
özellikle televizyon yazılı basından daha etkili olup çocuklar için, resimler ve
sesler kelimelerin sahip olmadığı bir güce sahiptirler.
Radyo ve televizyon yayınlarının daha sıkı bir düzenlemeye tabi tutulması
konusunda üçüncü ve en önemli sebep olarak, yayıncıların yayın istasyonlarından
radyo ve televizyon antenlerine sinyal göndermek için elektromanyetik dalga
bantlarını kullanmaları üzerinde durulmaktadır. Dalga bandı, radyo sinyallerinin
ve diğer frekansların, örneğin X ışınlarının, bir noktadan diğerine hareketine
imkan veren doğanın fiziksel bir özelliğidir. Ancak, dalga bandının AM ve FM
radyosu ve VHF ve UHF televizyonu için kullanılan kısmı sınırlıdır. Bir coğrafi
bölgede dört yayın servisinin her birinde çalışabilecek istasyon sayısının azami bir
sayısı vardır. Maksimum sayı aşıldığında, fazladan yayın yapan istasyonların
sinyalleri mevcut istasyonlarınkine müdahale edecektir. Dolayısıyla ancak yayın
yapmak isteyen kişi ve şirketlerin belli bir kısmına bu hak tanınacaktır. Bu kişilere
bu hak tanındığı için bu şirketler halka karşı özel bir sorumluluk taşıyacaktır. Bu
durum ise kamu düzeni için belli düzenlemelerin kabulünü gerektirmektedir.
Ancak, kablolu televizyon radyo bandı kullanmayıp sinyalleri radyo
frekanslarının banda girişini engelleyen bir kablo vasıtasıyla dağıtılmasına karşın,
kablolu televizyonda yazılı basından daha sıkı bir şekilde denetime tabi
tutulmaktadır 905. Bu ise Amerikan Mahkemeleri tarafından kablolu yayın için
kullanılan kabloların kamuya ait alanları, caddeleri, sokakları ve bazende kamu
mülklerinin altında geçmesine dayandırılmaktadır. Bu nedenle, kamu alanlarını
kullanma iznine karşılık hükümetin kablolu yayın şirketlerinin gelirinin belli bir
kısmını harç olarak istemesi ya da bazı kanallarını kamu yararı ve eğitim
programları için kullanılmasını isteyebilmektedir.
Kablolu televizyon yazılı basına nazaran daha fazla düzenlemeye tabi
tutulmasına karşın normal radyo-televizyon yayıncılığından daha fazla ifade
özgürlüğü hakkına sahip olduğu kabul edilmektedir. Çünkü kablolu yayıncılık
dalga bandı kullanmayıp, belli bir coğrafi bölgede iş yapan ve rekabet eden
kablolu sistemler için fiziksel bir sınırlama getirmemektedir. Nitekim İnsan
Hakları
905
Avrupa
Mahkemesinin
Avusturya
ile
Trager, Dickersen, Freedom of Expression in the 21 st Century, s 157.
ilgili
Tele
1
291
Privatfernsehgesellschaft kararı da 906 bu yönde olmuştur.
10. madde bağlamındaki en önemli ve nazik konulardan biri de RadyoTelevizyon yayınları üzerindeki denetimlerle ilgilidir.
Komisyon
ve
Mahkemenin
10.
madde
çerçevesinde
incelediği
şikayetlerden bazıları, kamu düzenini ihlal ettiği gerekçesi ile önlerine gelen
radyo ve televizyon yayınlarının denetimi ile ilgili şikayetlerdir. Strazburg
organları ilk olarak radyo ve televizyon yayınlarında devletin tekel hakkı olup
olmadığını daha sonra da yapılan yayınlara müdahalenin 10. madde çerçevesince
haklı olup olmadığını incelemektedir. 10. maddenin birinci fıkrasının üçüncü
cümlesinde devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine
tabi tutmalarının ifade özgürlüğünü ihlal etmeyeceği açıkça düzenlendiği için,
Strazburg organları devletlerin bu konularda tekel konumunu kabul ederek, özel
işletmeleri ruhsata bağlamak sureti ile yayınları bazı kayıt ve şartlara tabi tutma
yetkilerini kabul etmekte idi. Sözleşmenin 10. maddesinin birinci fıkrasının
üçüncü cümlesinin sözleşmeci devletlere radyo-TV ve sinema işletmelerinin
ruhsat rejimine tabi tutmasının nedeni olarak sözkonusu iletişim araçlarının gerek
teknik, gerek özellikle etki bakımından klasik haberleşme aracı olan yazılı
basından çok farklı niteliklere sahip bulunmaları gösterilmiştir 907.
10. maddenin birinci fıkrasının üçüncü cümlesindeki ibareye rağmen,
radyo-TV ve sinema işletmeleri üzerindeki kısıtlamaların 10. maddenin 2.
fıkrasındaki sınırlama nedenlerine dayanması gerekmektedir. Informationsverein
Lentia ve Diğerleri davasında, başvurucular, radyo istasyonu kuramadıklarından
ve Avusturya hukukunda bu hakkın Avusturya Yayın Birliği lehine kısıtlanmış
olmasından yakınıyorlardı. Mahkeme, bu olay önüne geldiğinde birinci fıkrasının
üçüncü cümlesinin amacı ve hedefinin ve uygulama alanının, maddenin bütün bir
bağlamı içerisinde ve özellikle de lisans sisteminin sınırlarını çizen ikinci
fıkrasıyla ilişkisi içerisinde değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir.
Mahkeme, radyo ve televizyon yayınları ile ilgili yeni kararlarında özel
radyo televizyon istasyonları kurulmasını anlayış ve hoşgörü ile karşılamakla
beraber, bu alandaki devlet tekelini tartışma konusu yapmamakta, ancak, ilgili
devlet mevzuatının, ruhsat sistemine dayalı özel radyo ve televizyon istasyonları
906
Tele 1 Privatfernsehgesellschaft/Avusturya, 31 Ağustos 2000.
Gölcüklü, Gözübüyük, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Uygulaması, s.362.
907
292
kurulmasına imkan vermemesini de büyük bir eksiklik sayarak Sözleşmeye aykırı
bulmaktadır 908. Mahkeme, Autronic A. Ş ve Groppera kararlarında, frekansın
sınırlı olması veya radyo ve TV yayınlarının devletin tekelinde olmasına ilişkin
politik çıkarlar nedeniyle bundan birkaç yıl öncesine kadar radyo ve TV’de devlet
tekelinin haklı görülebileceğini, ancak bugünkü teknik gelişmeler karşısında
tekelin ortadan kaldırılması gerektiğini vurgulamıştır.
Mahkemeye göre, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin yürürlüğe girdiği
tarihten beri ortaya çıkan teknik gelişmeler ve özellikle kablolu yayınların ortaya
çıkması, Avrupa ülkelerinde devlet tekelinin kaldırılmasına neden olmuştur. Artık
devletler, milli yayın şirketlerinin yayınlarını düzenlerken, milletlerarası kuralları
da göz önüne almak zorundadırlar. Bu nedenle 10. maddenin birinci fıkrasının
üçüncü cümlesinin konu, amaç ve kapsamı (uygulama alanı) belirlenirken
maddenin bütününü ve özellikle ikinci fıkrada yer alan ölçüt ve gerekleri göz
önünde tutmak zorundadır. Kısacası, birinci fıkranın ilk iki cümlesine istisna
getiren bu üçüncü cümlenin kapsamı sınırlıdır. Bu hüküm devletleri, izin rejimini
uygularken ikinci fıkra koşullarından muaf tutmuş değildir. Aksi durumda 10.
maddenin bütünü bakımından konu ve amacına aykırı düşen bir sonuç ortaya
çıkacaktır 909. Şayet bir Radyo-TV ya da Sinema yayını üzerine bir sınırlama
getirilecekse bu sınırlama 10. maddenin ikinci fıkrasında düzenlenen meşru
amaçlardan birini taşımalıdır. Nitekim bu konu ile ilgili olarak Mahkemenin
önüne gelen davalarda yapılan sınırlamanın kamu düzenini korumak için yapıldığı
ileri sürülmüştür. Mahkeme yapılan müdahalelerin kamu düzenini koruma
amacını güttüğünü kabul etmesine rağmen, bazı davalarda bu müdahalenin
demokratik toplum için gerekli olmadığı yönünde karar vermiştir.
Bu kısım birinci alt kısmında, sınır-ötesi yeniden yayınların yasaklandığı
bir dava ele alınmaktadır. İkinci alt-kısmında, ulusal otoritelerin, yayın lisansı
başvurularını, yabancı bir ülkenin izni olmadığı gerekçesiyle veya bir kamu
tekelini korumak gayesiyle, reddedip reddedemeyeceği analiz edilmektedir.
Üçüncü alt kısmında ise araba reklamları yapmak için kurulacak olan Televizyon
kanalının ruhsat talebinin reddedilmesi incelenecektir.
908
909
Ünal, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, s.251.
Grappera Radio AG ve Diğerleri/İsviçre, 28 Mart 1990, paragraf.60.
293
a- Sınır-Ötesi Yayınların Önlenmesi
Mahkeme, 28 Mart 1990 tarihli Groppera Radio AG ve diğerlerinin
İsviçre'ye karşı açtıkları davada 910, İsviçre’de 1984 yılında yürürlüğe giren bir
kararname ile radyo ve telekomünikasyona dair uluslararası antlaşmaların
gereklerine uygun olmayan vericilerden yapılan programların ortak anten
imtiyazına sahip İsviçre kablolu şebeke işletme şirketleri tarafından alınıp tekrar
dağıtımının yasaklanmasının sansür niteliğinde olmadığı ve amacının da kanuna
karşı hileyi önlemek olduğu gerekçesi ile sözleşmenin 10. maddesine aykırı
olmadığı sonucuna varmıştır.
İlgili davada Mahkeme bir zamanlar Türkiye’deki fiili duruma benzeyen
bir davayı incelemiştir. 1983 Ekim ayında, İsviçre hukukuna göre kurulan bir
limited şirket İtalya’da Pizza Groppera’da güçlü bir verici kullanarak, İsviçre’deki
dinleyicilerine radyo yayınları yapmaya başlamıştır. Programların, bireysel
antenlerle ulaşımı sağlanmış ve ayrıca ilk zamanlar kablolu yayın şirketleri
tarafından dağıtımı yapılmıştır.
İsviçre Federal Meclisi 1 Ocak 1984 de bir kararname çıkararak, radyo ve
telekomünikasyon
alanındaki
milletlerarası
sözleşme
gereklerini
yerine
getirmeyen, yayın lisansına sahip İsviçre kablolu yayın şirketlerinin yayın
yapmalarını yasaklamıştır. Ancak bunlardan Zürich yakınlarında kurulu bir
şirketin yayınlarını sürdürmesi üzerine, önce Zürich Kanton makamları, daha
sonra da Federal Milli Posta ve Telekomünikasyon idaresi, şirketten yayınların
durdurulmasını talep etmiştir. Şirket, idarenin bu tasarrufu aleyhine Federal
Mahkemeye başvurmuş,
Groppera Radyo AG’ de davaya müdahil olmuştur.
Ancak dava 1985 Haziranında İtalya’da bulunan vericinin 1984 yılında yıldırım
isabet etmesi sonucu yıkılması nedeniyle davaya devamda yarar olmaması
gerekçesi ile reddedilir. 9 Şubat 1984 tarihinde Groppera Radio AG ve onun
hissedarı ve yasal temsilcisi ile diğer iki gazeteci, İsviçre’de kablolu yayın
aracılığıyla
İtalya’daki
radyo
yayınlarının
dağıtımının
yasaklanmasının
Sözleşmenin 10. ve 13. maddelerini ihlal ettiği gerekçesi ile Komisyon’a
başvurur. Komisyon incelemeleri sonucunda başvuruyu Sözleşmenin 10. maddesi
bağlamında haklı bulmuştur.
Sınır-ötesi radyo ve televizyon yayınlarının ortaya çıkardığı sorulara
910
ibid, paragraf. 60.
294
yönelik olarak Mahkemenin önüne gelen ilk olay olan bu davada, Mahkeme,
İsviçre’nin sözkonusu radyonun programlarını bireysel alıcılarla dinlenemez hale
getirmeksizin yalnızca İsviçre’deki yürürlükte bulunan telekomünikasyon yasal
sisteminden kaçmak amacıyla sınır ötesinde faaliyet gösteren radyo istasyonuna
karşı aldığı tedbirin demokratik bir toplum bakımından zorunlu bir müdahale
olduğuna ve bu nedenle 10. maddenin ihlal edilmediğine karar vermiştir.
Mahkeme bu kararı alırken üç temel nedeni göz önünde bulundurmuştur.
İlk olarak, müdahale oldukça küçük çaplıdır;
çünkü 1983 tarihli Kararname
yürürlüğe girdiğinde, kablolu yayın şirketlerinin çoğu, şikayetçi şirketin
programlarının yayınlanmasını durdurmuşlardır. İkinci olarak, İsviçre makamları
İtalya’da Pizza Groppera’dan yapılan yayınlara hiçbir şekilde müdahale etmemiş,
yasak sadece bütün aboneleri İsviçre’de bulunan ve İsviçre hukukuna göre
kurulmuş olan bir şirketin yayınlarına konmuştur. Son olarak, yasaklama,
yayınlanan programların içeriği ve eğilimiyle ilgili olmadığı için bunu sansür
olarak değerlendirilemeyeceği üzerinde durmuştur. Yapılan işlem, İsviçre
mevzuatındaki kısıtlamalardan kurtulmak için sınırın diğer tarafında faaliyet
gösteren ve makul olarak bir İsviçre istasyonu sayılabilecek bir istasyona karşı
alınan bir önlemden ibarettir. 911.
Yine İsviçre ile ilgili Autronic AG kakarında Mahkeme benzer bir olayı
incelemiştir. Çanak antenler konusunda uzmanlaşmış bir İsviçre şirketi olan
Autronic AG Zürih’teki bir sergi sırasında bir Sovyet TV uydusundan doğrudan
alacağı Sovyet TV programını halka göstermek için Federal Milli Posta ve
Telekomünikasyon İdaresine başvurur. Federal Milli Posta ve Telekomünikasyon
İdaresi
1983 Ocak ayında Autronic AG’nin başvurusunu reddeder. İsviçre
Federal Mahkemesi, Autronic AG tarafından açılan idari dava konusunda
korumayı gerektiren doğrudan ekonomik yarar olmadığı gerekçesiyle başvuruyu
reddeder.
Bunun üzerine Autronic AG sözleşmenin 10. maddesinde güvence altına
alınan haber alma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Mahkeme, kararında,
10. maddenin yalnız haberlerin içeriği ile değil, aynı zamanda bu haberlerin
gönderilme yolları veya alınma olanakları konusunu da içerdiğini, zira bu
konularda getirilen her türlü sınırlamanın da haber alıp verme hakkına ilişkin
911
Grappera Radio AG ve Diğerleri/İsviçre, paragraf. 72.
295
olduğuna karar vermiştir. Hangi nedenle ve hangi amaçla olduğunu araştırmaya
gerek olmaksızın 10. maddenin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde düzenlenen
hak kapsamına çanak veya diğer bir anten yoluyla TV programlarının alınması da
dahildir. Oysa İsviçre adli ve idari makamlarınca Autronic AG’nin G-Horizan
şirketinin mesajlarını yasal yoldan alması engellenmiştir. Bu nedenle ifade
özgürlüğünün kullanılması bakımından bir müdahale sözkonusudur 912.
Mahkemeye göre, İsviçre makamlarının müdahalesinin iki temel amacı
bulunmaktadır. Birincisi, telekomünikasyon düzeninin korunması, ikincisi ise
gizli bilgilerin açıklanmasının engellenmesi gereğidir.
Mahkemeye göre, olayın olduğu tarihten sonra bir yandan teknik açıdan
TV programlarını yayınlayan bir çok telekomünikasyon uyduları hizmete girmiş,
diğer yandan da Avrupa Sınır ötesi Televizyon Anlaşması 913 imzalanmış ve
böylece yayın yapan ülke idaresinin izni olmaksızın ve ayrıca diğer sözleşmeci
devletlerin
açıkça
protestolarına
neden
olmaksızın
şifreli
olmayan
telekomünikasyon uydularından gelen yayınların bir çok devlette alınmasına izin
verilmiştir. Divan’a göre bu gelişme konunun daha iyi anlaşılmasına yaradığı için
dikkate alınması gerekir. Bu nedenle İsviçre makamları sözleşmenin tanıdığı
ulusal takdir marjını aşmışlardır 914.
Mahkeme'nin bu yorumuna göre, daha sonraki gelişmeler, ilgili kuralların
anlaşılması ve yorumlanmasına bir katkıda bulunursa, Mahkeme tarafından göz
önünde bulundurulabilecektir. Mahkemenin bu kararından anlaşıldığı gibi
mahkeme kararını verirken olay meydana geldikten sonraki gelişmeleri de karar
verirken göz önünde bulundurmaktadır. Oysa bu durum hukuktan beklenen
istikrar ve belirlilik ilkesi için çok ciddi bir tehlike oluşturmaktadır. Mahkemenin
görevi, ulusal otoritelerin, Mahkemenin kararını verdiği sırada değil, ifade
912
ibid, paragraf. 62.
Avrupa Sınırötesi Televizyon Sözleşmesi 15 Mart 1989 tarihli olup, Türkiye bu sözleşmeyi 7
Eylül 1992 tarihde imzalamış ve 4 Kasım 1993 tarihinde 3915 sayılı kanun ile onaylamıştır. (RG
12 Aralık 1993). Bu Sözleşmenin Başlangıç bölümünde, İHAS 10. maddeye gönderme yaparak
ifade ve haberleşme özgürlüğünün demokratik toplumun temel ilkelerinden birisi ve toplumun ve
bireyin gelişebilmesinin temel koşulu olduğu belirtilmiştir. Sözleşmenin 4. maddesinde, taraf
devletlere, İHAS’nin 10. maddesine uygun olarak, ifade ve haber alma özgürlüğünü sağlayacak ve
yayın izleme özgürlüğünü güvence altına alacak ve bu Sözleşme hükümlerine uygun bulunan
program hizmetlerinin kendi toprakları üzerinde yeniden iletiminin kısıtlanamıyacağı
düzenlenmektedir. Sözleşmenin 3. maddesinde ise Sözleşmenin uygulama alanı, kablo, küresel
verici ya da uydu ile olsun, Taraf Devletin yetki alanındaki teknik araçlarla iletilen ya da yeniden
iletilen ve birden çok taraf ülkede doğrudan ya da dolaylı olarak alınan program hizmetlerini
kapsamaktadır.
914
Grappera Radio AG ve Diğerleri/İsviçre, paragraf 63.
913
296
özgürlüklerini kullanan kişilere kısıtlama getirildikleri zaman, Sözleşmeye aykırı
hareket edip etmediklerini belirlemek olmalıdır.
b-
Kamu
Tekelini
Korumak
İçin
Yayın
Lisansı
Başvurusunun Reddedilmesi
İfade özgürlüğü, sadece bireylerin bu özgürlüğüne Devletin olası
müdahalesine karşı koruyan negatif bir özelliğe sahip değildir. Aynı zamanda
Devletlere bu hakkı koruma adına pozitif bir görev de yüklemektedir. Medya
alanında tekelleşme, gücün bir elde toplanması da basın özgürlüğüne karşı
potansiyel bir tehlike oluşturabilir. Bu nedenle devletler her şeyden önce basın
yayında gerek kamusal gerek özel tekelleşmeye karşı önlemler almak zorundadır.
Nitekim basın özgürlüğünü korumak için tekelleşmeyi önlemeye yönelik alınan
tedbirler hem basında çoğulculuğu hem de bilgi ve kültür bazında çeşitliliği
güvence altına alacaktır 915.
10. maddenin birinci fıkrasının üçüncü cümlesinde devletlerin radyo,
televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarının ifade
özgürlüğünü ihlal etmeyeceği açıkça düzenlendiği için, Strazburg organları
devletlerin bu konularda tekel konumunu kabul ederek, özel işletmeleri ruhsata
bağlamak sureti ile yayınları bazı kayıt ve şartlara tabi tutma yetkilerini kabul
etmekte idi. Mahkeme bu konu ile ilgili ilk kararlarında frekansın sınırlı olması
nedeni ile radyo-televizyon işletmesinde devlet tekelinin olmasının haklı
görülebileceğini belirtmesine rağmen bu günkü teknik gelişmeler karşısında
devletlerin bu konudaki tekelini korumanın 10. maddenin amacı ile bağdaşmadığı
kanaatindedir 916.
Mahkemenin devlet tekelini korumak için yayın ruhsatlarının reddedilmesi
ile ilgili
baktığı ilk davalardan biri, Informationsverein Lentia'nın Avusturya
aleyhine açtığı davadır 917. İnformationsverein Lentia, Lints’te bulunan 458 daireli
ve 30 işyeri içeren bir yerleşim biriminin müşterek malikleri ile orda oturanların
birlikte kurdukları dernek olup, 9 Haziran 1978 tarihinde Linz Telekomünikasyon
Bölge Müdürlüğü’ne yerel haklarına ilişkin sorunlar konusunda yalnızca üyelerine
915
Dirk Voorhoof, Critical Perspectives on the Scope and Interpretation of Article 10 of the
European Convention on Human Rights, Mass Media Files no. 10, (Strasbourg: Council of Europe
Publications, 1995), s.58-59.
916
Grappera Radio AG ve Diğerleri/İsviçre, paragraf. 64.
917
Informationsverein Lentia/Avusturya, 24 Kasım 1993.
297
dönük programlar içeren bir kablo yayını kurmak ve işletme için izin talebinde
bulunur. Federal Ulaştırma Bakanlığı Telekomünikasyon Müdürlüğü yasal bir
dayanak olmadığı gerekçesiyle istemi reddeder. Anayasa Mahkemesinde bu
karara karşı yapılan anayasa şikayetini reddeder. Radyo yayıncılığına ilişkin
anayasa sözleşmenin 10. maddesinin üçüncü cümlesi anlamında izin sistemi
öngörmüştür. Objektifliği, tarafsızlığı ve çoğulculuğu sağlamak amacı ile
öngörülen bu yetki Avusturya Radyo-TV idaresine verilmiştir. Bu konuda hiçbir
uygulama kanunu yapılmamıştır. Anayasa Mahkemesi bu nedenle konuyu idare
mahkemesine yollamış, o da Anayasa Mahkemesinin gerekçelerini dikkate alarak
istemi reddetmiştir. Diğer dört başvuran da Lentia ile birlikte benzer gerekçelerle
İnsan Hakları Avrupa Komisyonuna 10. maddede güvence altına alınan ifade
özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürer.
Mahkeme, ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumda oynadığı temel rol
üzerinde ısrarla durarak, bu konuda çoğulculuğun önem taşıdığını belirtmiş, yazılı
basın kadar görsel basının çok daha geniş bir alanda programlarını yayması
nedeniyle ifade özgürlüğüne kamu tekelinin çok büyük bir sınırlama getirdiğini
belirtmiştir. Bu derecede aşırılığın mutlak bir zorunluluk olması halinde haklı
olabileceğini belirterek, son dönemlerdeki teknik gelişmeler sayesinde benzer
sınırlamaların günümüzdeki frekans ve kanal sayısına bağlı gerekçelerle
yapılamayacağını, ayrıca kararını, haberin objektifliği ve tarafsızlığı gerekçesine
dayandıran Avusturya’nın Avusturya halkına dönük yabancı yayınları artması ve
idare mahkemesinin kablo ile bunların yayınlanmasının yasal olduğunu kabul
eden kararı karşısında değerini kaybettiğini belirtmiştir. Ayrıca Mahkeme, daha az
sınırlayıcı çözüm yollarının bulunmadığını ileri sürülemeyeceğini belirtmiş, örnek
olarak ulusal radyo TV kurumunun faaliyetlerine özel katılım şekilleri öngörerek
veya bazı alanlarda katılım izni vererek bazı devletlerin bunu yumuşattıklarını
vurgulamıştır.Avusturya
Hükümeti’nin
Avusturya
pazarının
özel
tekeller
oluşmasını önleyecek kadar yeterli özel radyo-TV istasyonlarını kaldıracak
nitelikte olmadığı yönündeki ekonomik gerekçesinin ise Avusturya ile aynı
büyüklükte olan diğer bir çok Avrupa Devletinde devlet istasyonları ile özel
istasyonların bir arada faaliyet göstermesi nedeniyle doğru olmadığına ve bundan
duyulan korkuların yersiz olduğuna dikkat çekmiştir. Sonuç olarak Mahkeme,
özel radyo –TV yayını yapmak isteyen başvuranlara yapılan müdahalenin güdülen
298
amaçla orantılı olmadığını ve bu nedenle demokratik bir toplumda gerekli
olmadığına karar vererek 10. maddenin ihlal edildiği sonucuna varmıştır.
Bu karardan da anlaşıldığı gibi Mahkemeye göre, ifade özgürlüğünü
kısıtlayan en büyük etkenlerden biri de kamu tekelidir. Yani ulusal bir yayın
istasyonundan başka, yayın yapmanın tamamen imkansız kılınması veya yerel
kablolu bir istasyonla, sadece çok sınırlı bir şekilde yayın yapılabilmesi
durumudur 918. Buna bağlı olarak Mahkeme, bu şekilde çok ileri giden bir
kısıtlamanın ancak acil bir ihtiyaç söz konusu olduğu zaman haklı
görülebileceğini belirtmiştir. Acil sosyal bir ihtiyacın olup olmadığının
incelenmesinde Mahkeme, yayın alanındaki teknik ve yasal gelişmelere
başvurmuştur. Mahkeme, teknik gelişmenin sayesinde mevcut olan frekans ve
kanal sayısının, kısıtlama için artık haklı bir gerekçe oluşturmadığına karar
vermiştir. Mahkeme ayrıca, Avusturya seyircilerini hedef alan, kablo ile yabancı
programların yeniden yayınlarının giderek arttığını ve Avusturya otoritelerinin de
bunları yasal olarak kabul ettiklerine işaret etmiştir. Sözleşmeye imza atan belli
bazı üye milletlerin uygulamalarına işaret ederek, Mahkeme artık daha az
kısıtlamacı çözümlerin olduğuna hükmetmiştir.
Mahkeme yine Avusturya ile ilgili Tele 1 Privatfernsehgesellschaft
kararında radyo-TV üzerindeki kamu tekelini incelemiştir 919. İlgili olayda
başvuran 30 Kasım 1993 tarihinde Viyana ve çevresinde yayın yapan bir verici
kurma ve işletme ruhsatı verilmesi için Aşağı Avusturya ve Burgerland
Telekomünikasyon
Kurumuna
başvurmuştur.
Telekomünikasyon
kurumu,
başvuranın isteğini reddetmesi üzerine, Anayasa Mahkemesine yazılı bir şikayette
bulundu. Başvuran Anayasa Mahkemesinde yukarıda incelemiş olduğunuz
Infırmationsverein Lentia ve Diğerleri/Avusturya kararına atıfta bulunarak ret
kararının sözleşmenin 10.maddesi ile korunan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğini
ileri sürdü. Anayasa Mahkemesi tarafında şikayetin reddedilmesi üzerine
başvuran 10. maddenin ihlal edildiği gerekçesi ile Komisyona başvurmuştur.
Mahkeme, 10. maddenin birinci fıkrası üçüncü cümlesinin, ruhsat rejimi
oluşturmak suretiyle devletlere ülkelerinde yayıncılığı-özellikle teknik gerekler
yönünden-düzenlemelerine izin verdiğini; böyle bir düzenlemenin teknik şartlar
918
919
ibid, paragraf, 39.
Tele 1 Privatfernsehgesellschaft/Avusturya, 31 Ağustos 2000.
299
yanında, örneğin kurulmak istenilen tesisin niteliği ve amaçları, ulusal, bölgesel
ve yerel düzeydeki olası dinleyici kitlesi, belli izleyici grubunun hakları ve
ihtiyaçları, uluslararası sözleşmelerden çıkan yükümlülükler vb gibi diğer
amaçları da içerebileceğini belirtti. Mahkemenin bu yorumuna göre, ikinci fıkrada
belirtilen amaçlardan hiçbirine uymasalar bile, amacı birinci fıkranın üçüncü
cümlesine göre meşru olan kısıtlamalara yol açabilecektir. Mahkeme, bununla
birlikte bu tür müdahalelerin sözleşmeye uygunluğunun ikinci fıkrada belirtilen
diğer
gerekler
ışığında
değerlendirileceğini
vurgulamıştır 920.
Mahkeme,
Avusturya’da yürürlükte olan tekel rejiminin –ilgili makamların kendilerine
verilen basın yayın kurumlarını denetleme yetkileri vasıtasıyla- programların
kaliteli ve dengeli olmasına katkıda bulunduğu ve bu rejimin 10. maddenin birinci
fıkrasının üçüncü cümlesi ile uyumlu olduğunu belirtmiştir 921.
Hükümet, Avusturya yayıncılık kanununun İnformationsverein Lentia ve
Diğerleri kararlarından bu tarafa kademeli bir değişim geçirdiğini ve şimdi
sözleşmenin 10. maddesi ile uyumlu hale geldiğini ileri sürdü. Hükümet
Avusturya’nın topografig yapısı nedeniyle, karasal yayıncılık için kullanılabilecek
sadece üç frekansın mevcut olduğunu ve bunlardan ikisinin de ORF’ ye tahsis
edildiğini belirtmiştir. Diğer Frekansı özel bir yayıncıya tahsis etmek ise özel bir
tekel oluşturabilirdi. Bu nedenle, taraf Devlet, Yasama Organının, kıt bir kaynak
niteliğindeki frekansları ORF için saklı tutarken, özel yayıncılara kablolu yayın ve
uydu aracılığı ile yayın yapma hakkı vermesi, taraf devletlere bu alanda verilen
takdir marjı içinde değerlendirilmesi gerektiğini savunmuştur 922.
Mahkeme davayı, kablolu yayın ve uydu aracılığı ile yayın yapmaya izin
veren kanunun çıkarılmasından önceki ve sonraki dönemi birbirinden ayırarak iki
aşamada incelemiştir.
Mahkeme, birinci dönemde, ORF dışında herhangi bir istasyona bir
televizyon vericisi kurma ve işletme belgesi verilmemesinin hiç bir kanuni
dayanağının olmadığını belirtip, başvuranın durumunun yukarıda incelemiş
olduğumuz Informationsverein Lentia ve Diğerleri davasına benzediğini belirtip
sözleşmenin 10. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir.
İkinci dönem için ise Mahkeme, karasal televizyon yayıncılığı alanında
920
ibid, paragraf. 25.
ibid. paragraf. 29.
922
ibid, paragraf. 33.
921
300
hala ORF’nin tekel yetkisini korumasına rağmen, özel yayıncıların hiç bir
sınırlamaya tabi olmaksızın programlarını oluşturmak ve kablolu televizyon
yayıncılığı yapmak konusunda özgür olduklarını belirtmiştir. Mahkeme Viyana’da
televizyon yayını alan hemen her hanenin kablolu televizyon ağına bağlanma
ihtimaline dikkat çekip, başvuranın haber verme hakkına karasal yayın yapma
ruhsatı verilmemesi nedeniyle ortaya çıkan müdahalenin, Yayıncılık Temel
Kanununun öngördüğü bir ulusal kanal aracılığıyla haberciliğin tarafsızlığı ve
objektifliğini ve fikirlerin çeşitliliğini güvence altına alma gibi amaçlarla orantılı
olduğuna ve bu nedenle 10. maddenin ihlal edilmediğine karar vermiştir 923.
Mahkeme, ikinci dönem için, ifade özgürlüğü üzerinde ORF’nin karasal
yayıncılık alanındaki tekel olmasından kaynaklanan olumsuz etkisinin, bu
dönemdeki kablolu televizyon yayıncılığının güvenilir bir alternatif olması
vasıtasıyla dengelendiği kanaatindedir. Ancak mahkemenin burada gözden uzak
tuttuğu nokta gerçekten kablolu yayının karasal yayıncılığa alternatif olup
olmadığı ve gerek yayıncı gerek seyirciler açısından maliyetinin eşit olup
olmadığı konusudur. Şayet maliyet olarak ikisi arasında bir fark yoksa bu
durumda Mahkemenin kararı yerinde, şayet ikisi arasında maliyet açısından bir
fark olacaksa –ki kararda bu konuda herhangi bir açıklama bulunmamaktadırMahkemenin kararlarını yerinde bulmak mümkün olmayacaktır. Çünkü Hakim
Bonello’nun da aynı yöndeki görüşünde belirttiği gibi, bir kimse benzer fikirleri
ve bilgileri alırken veya yayarken başkalarına mali veya herhangi bir zarar
yüklenmemelidir. Şayet böyle bir yüklenme sözkonusu olursa ifade özgürlüğüne
ciddi bir müdahale sözkonusu olacaktır. Ayrıca, basın yayın alanında bir tekel
oluşturmanın zararlı etkileri ancak kolaylıkla ulaşılabilir seçeneklerin varlığı ile
hakkıyla dengelenebilir. Böyle bir seçenek oluşturulmadığı sürece kişilerin
kendilerini özgürce ifade ettiklerini savunmak mümkün olmayacaktır. Eğer,
karasal ve kablolu televizyon eşit ölçüde ulaşılabiliyor ise 10. maddenin ihlal
edildiğini ileri sürmek mümkün değildir.
Mahkemenin bu kararından anlaşıldığı gibi mahkeme olaydan sonra gelen
bir
kısım
teknik
ve
yasal
değişiklikleri
de
kararında
göz
önünde
bulundurmaktadır. Burada mahkeme yapılan yasal değişikliğin, karasal yayıncılık
alanında olmasa da, kablolu yayın ve uydu aracılığı ile özel kişilere televizyon
923
ibid, paragraf. 41.
301
yayıncılığı yapma imkanı tanıdığı için 10. maddenin ihlal edilmediğine karar
vermiştir. Bu davada mahkemenin, olayı iki aşamalı olarak ele alıp birinci
aşamada ihlal edildiği yönünde karar vermiş olması yerinde olmasına rağmen,
olaydan daha sonra meydana gelen gelişmeleri kararında göz önünde
bulundurması yerinde olmamıştır. Bu olayda mahkemenin incelemesi gereken
esas konu ifade özgürlüğünün kullanıldığı dönem içinde bu hakkın ihlal edilip
edilmediği konusu olmalıydı.
Bu davada Mahkemenin birinci dönem için oybirliği ile bozma kararı
vermesinden dolayı, Mahkemenin radyo ve teleziyon yayıncılığı alanında tekelci
bir sistemi onaylamadığı sonucunu çıkarabiliriz .
c- Televizyon Programının İçeriğinden Dolayı Lisans
Başvurusunun Reddedilmesi
Mahkeme,
Demuth/İsviçre
kararında 924
televizyon
programlarının
içeriğini de denetlemiş, tek amacı “reklam” olan ve toplumun kültürel
çoğulculuğuna ve halkın bilgilendirmesine herhangi bir katkısı olmayan TV
kanallarına ruhsat verilemeyebileceğine karar vermiştir.
1949 Zürich doğumlu olan başvuran, CAR TV AG adı ile sadece belli
konulara tahsis edilmiş bir televizyon kanalı kurmak için başvuruda bulunur.
Televizyon programı, arabalar konusundaki her türlü değişikliği içerip, özellikle,
araba haberleri, araba yedek parçaları, trafik ve enerji politikaları, trafik güvenliği,
turizm, otomobil sporları, tren ve trafik kazaları ile çevre koşulları arasındaki
ilişkiyi anlatan bir reklam içeriğine sahip olacaktı 925.
10 Ağustos 1995 tarihinde başvuran CAR TV AG adına yayın izni almak
için İsviçre Hükümetine başvuruda bulunur. 1996 tarihinde İsviçre Federal
Meclisi, ne İsviçre Kanunlarında ne de İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin 10.
maddesinde reklam ruhsatını güvence altına alan herhangi bir hüküm olmadığı
gerekçesi ile başvuruyu reddeder.
Bunun üzerine başvuran, CAR TV AG’ ye reklam ruhsatı verilmesinin
Federal Meclis tarafından reddedilmesinin sözleşmenin 10. maddesi ile çelişki
oluşturduğu gerekçesi ile Komisyona başvuruda bulunur. Başvuran bu tip yayın
yapan kanalların Almanya ve ABD’de oldukça yaygın olduğunu, bunların
924
925
Demuth/İsviçre, 5 Şubat 2003.
ibid, paragraf. 10.
302
demokratik
tartışmalara
engel
olmadığını
belirtip
demokratik toplum için gerekli olmadığını iddia etmiştir
926
yapılan
müdahalenin
.
Hükümet ise İsviçre Anayasasının 55. maddesinin ikinci fıkrasına göre
görsel, işitsel medya alanında yayın izni verilmesi için bu yayınların toplumun
kültürel çoğulculuğunun gelişimine katkıda bulunması gerektiğini bunun da
Sözleşmenin 10. maddesinin birinci fıkrasının üçüncü cümlesi ile uyumlu
olduğunu belirtmiştir. Amacı sadece reklam olduğu için bu TV kanalının topluma
herhangi bir katkısı olmayacağı ve TV programlarının kalitesini artırmak ve
programlar arasındaki dengeyi devam ettirmek için yapılan müdahalenin gerekli
olduğunu ileri sürmüştür 927.
Mahkeme ise, bu konuda taraf devletin sahip olduğu ulusal takdir marjını
belirlerken başvuranın böyle bir kanal kurmadaki amacının incelenmesi
gerektiğini belirtmiştir.
Mahkeme, CAR TV AG’nin asıl amacının araba satışlarını ve de araba
fiyatlarını artırmayı amaçladığını bu nedenle de yapılan müdahalenin gerekli
olduğuna karar vermiştir. Oysa başvuranın amacı sadece araba ve yedek
parçalarının reklamları konusunda olmayıp bunlara ek olarak trafik politikaları,
yol güvenliği ve çevre sorunları konusunda da programlar yapmayı hedeflemiştir.
Bunların ise toplumun sosyal yapısına katkısının olmadığını söylemek mümkün
değildir. Mahkemenin bu bakış açısından, bu belirtilenler asıl amacı gizlemek için
gösterilmiş ikincil hedeflerdir. Bunu tespit etmek ise her zaman kolay olmasa
gerekir. Bu nedenle Mahkeme bu davada kararını verirken daha dikkatli
davranması gerekirdi. Aksi taktire herhangi bir yayın başvurusu bu ve benzeri
gerekçelerle taraf devletler tarafından reddedilebilecektir.
United Christian Broadcasters Ltd/Birleşik Krallık davasında 928, dini
amaçlı bir örgüt olan başvuran kendisine yetkili makamlar tarafından radyo yayın
lisansı için aday başvuru formu verilmemesini şikayet ediyordu. Bu formun
verilmemesi ise bu tür örgütlere ulusal radyo yayın lisansı verilmesinin kanun ile
yasaklanmasına dayanıyordu. Mahkeme, dava konusu sınırlamanın keyfi
olmadığı, zira kanunla öngörülen koşullara uymayan tüm adaylara uygulandığını
belirtti. Ayrıca, adaya yerel yayın yapma izni için başvuruda bulunmayı
926
ibid, paragraf. 21.
ibid, paragraf.25-26.
928
United Christian Broadcasters Ltd/Birleşik Krallık, 7 Kasım 2000.
927
303
engelleyen herhangi bir nedende yoktu. Bu nedenle Mahkeme, başvuruyu kabul
edilemez buldu.
2- Hapishane Düzenini Korumak
Hapishanelerdeki yaşamın özel durumundan dolayı, Sözleşme tarafından
güvence altına alınan bazı hak ve özgürlükler hapishanelerde doğal olarak daha
fazla kısıtlanabilmektedir. Ancak Komisyon ve Mahkeme’nin, bu hak ve
özgürlüklerin sınırını çizmede pek titiz davrandığını söylemek mümkün değildir.
Yine de Komisyon ve Mahkemenin bazı kararlarından anlaşıldığı gibi, mahkumlar
Sözleşme tarafından güvence altına alınan bazı haklardan, sınırlı ölçüde de olsa,
yararlanmaya devam etmektedirler 929. Mahkumların ifade özgürlüğüne yapılan bir
müdahale ancak hapishane düzeni için gerekli ise yapılmalıdır. Yoksa hiç bir
zaman bu kısıtlamalar mahkumları cezalandırma niteliği taşımamalıdır. Yapılan
bir sınırlama bu sınırı aşması durumunda 10. maddenin ihlalini oluşturacaktır.
Sözleşme organlarına göre, mahkumların ifade özgürlüğüne kamu
düzenini koruma gerekçesi ile daha fazla sınırlama getirilebilmektedir. Nitekim,
Komisyon, mahkumlardan gelen ve ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasını
taşıyan başvurulara sıcak bakmamış, genellikle kabul edilebilirlik aşamasında bu
başvuruları reddetmiştir.
Benzer şekilde ABD’de de mahkumlar bir kısım hakları kısıtlansa da belli
bir kısım haklara sahiptirler. Nitekim Amerika’da bir mahkumun anayasal hakları
hapishane müdürü tarafından, eğer önemli bir takım cezai kaygılar bu kısıtlamayı
gerekli kılıyorsa, kısıtlanabilmektedir. Buna ifade özgürlüğünün kısıtlanması da
dahildir. Fakat bir mahkumun ifade özgürlüğü ancak mahkumun suçu veya
hapishanenin işleyişi ile ilgili meşru bir sebep varsa kısıtlanabilmektedir. Meşru
bir neden yokken ifade özgürlüğünün kısıtlanması haklı kabul edilmemektedir 930.
Oysa bir kısım ülkelerde mahkumların değil ifade özgürlüğü hakkının, yaşama
hakkının bile güvence altında olduğu şüphelidir. Örneğin, Ekvator ve Kamboçya
gibi bazı ülkelerde mahkumların hiç bir hakkı bulunmamaktadır 931.
Amerika’da
mahkemeler, hapishane yetkililerine mahkumların ifade
özgürlüğü hakkında belli bir takdir payı bıraktıkları görülmektedir. Örneğin,
Amerikan
929
mahkemeleri
hapishane
yetkililerinin
mahkumların
Öktem, Uluslararası Hukukta İnanç Özgürlüğü, s.294.
Trager, Dickersen, Freedom of Expression in the 21 st Century, s.144-145.
931
İbid, s. 145.
930
hapishane
304
görevlilerine
ya
da
diğer
mahkumlara
küfretmesine
izin
vermemesini
onaylamıştır. Aynı şekilde, hapishane yetkilileri mahkumların televizyonda
röportaj yapmalarını kısıtlayabilmekte ve mahkumlara posta ile gönderilen bazı
gazete kupürlerine el koyabilmektedir. Mahkemelere göre bu kararlar hapishane
yönetiminin takdir alanı içinde olduğu için ifade özgürlüğüne bir müdahale
sayılmamaktadır. Ancak Ametel v. Reno davasında bir mahkeme Kongre’nin
mahkumlara posta yoluyla açık saçık materyal almalarını yasaklamasına müsaade
etmemiştir.
Mahkeme,
Kongre’nin
kısıtlamasının,
rehabilitasyon
değil,
cezalandırma amacını güttüğünü, dolayısıyla mahkumun ifade özgürlüğüne
yapılan müdahalenin meşru bir amacının olmadığına karar vermiştir 932.
Bu alt bölümde Strasburg organlarının mahkumların ifade özgürlüğü ile
ilgili olarak aldıkları kararlardan çarpıcı olanlarından bahsedilecektir.
a- Mahkumların Bilgi Edinme Hakkı
Komisyon, Mahkumların ifade özgürlüğü ile ilgili olarak önüne gelen ilk
olaylardan birinde, mahkumların bilgi edinme sorununu incelemiştir 933. İlgili
olayda başvuran, bilgi edinmek amacıyla, hapishanenin genel tüzüğü ile
özgürlüklerinden yoksun bırakılmış olanlara uygulanacak yönetmeliği edinmesine
hapishane müdürü tarafından izin verilmemesinin Sözleşmenin 10. maddesi
tarafından güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
Komisyon, aşağıdaki nedenlerle, başvuranın talebini kabul edilemez
bulmuştur.
“Komisyon, 10. madde ile bu hakka getirilen sınırlamaların tutukluluk
durumundan kaynaklandığını; zira, özgürlükten yoksun bırakma cezası isminden
de anlaşılacağı gibi bizatihi bazı hakların kısıtlanmasını içerdiğini; başvuranın
hak ve yükümlülüklerinin kapsamını hapishane müdüründen öğrenme hakkına
sahip olduğunu; ayrıca tutukluların nasıl davranacaklarına dair kuralların her
koğuşta asılı olduğunu; öte yandan temyiz mahkemesi kararına göre, hapishane
makamlarının tüzük ve yönetmeliği vermeyi reddetmesinin gerekçesinin, ilgilinin
bunları istemesinin amacının hak ve yükümlülüklerini daha iyi bilmek olmayıp,
932
Ametel v. Reno, 1997, den naklen Robert Trager, Donna L Dickersen, Freedom of Expression
in the 21 st Century, s 145.
933
Başvuru no. 1860/63 15 Aralık 1965, den naklen, Reynaud A, Hapishanede İnsan Hakları, çev.
Kuntbay İhsan, (Ankara: TODAİE Yayınları, 1992), s.52.
305
hapishane rejimini basınla tartışmak olduğunun anlaşıldığını dikkate alarak,
başvuranın ileri sürdüğü kısıtlama durumunun, 10. maddenin ikinci fıkrasında
belirtilen sınırları aşmadığını ve yukarıdan beri sıralanan nedenlerle başvurunun
açıkça sakat gerekçelere dayandırılmış olduğuna karar vermiştir.”
Mahkumların bilgi edinme hakkı ile ilgili diğer bir olayda, başvuran,
birkaç çocuğu öldürmek suçundan ömür boyu hapse mahkum olmuş ve ‘A
kategorisine’
çekmektedir
934
(tehlikeli
mahkumlar)
ayrılmış
olan
bölümde
cezasını
. Bunun üzerine başvuran hapishanenin kollektif yaşama
katılmasının kısıtlandığından yakınarak çeşitli makamlara başvurmuş, kendisine
durumunun her yıl özel bir komisyon tarafından gözden geçirildiği bildirilmiş
ancak bu komisyonun kimlerden oluştuğu açıklanmamıştır. Bunun sonucunda
ilgili ifade özgürlüğünün ihlal edildiği gerekçesi ile Komisyona başvurmuştur.
Komisyon, Sözleşmenin 10. maddesinin diğer konular yanında, resmi
makamların müdahalesi olmaksızın bilgi edinme hakkını da güvence altına
aldığını belirtmiştir. Ancak Komisyon, 10. madde anlamındaki bilgi edinme
hakkının, resmi makamların bu tür bir komisyon üyelerinin isimlerini açıklamaya
zorlayacak kadar geniş yorumlanamayacağı görüşünü benimsemiş ve bu olayda
resmi makamların istemi reddetmesinin müdahale sayılmayacağı ve bu nedenle de
başvurunun kabul edilmez olduğunu belirtmiştir.
b- Mahkumların Kitap, Dergi ve Gazetelere Erişimi
Strazburg organları mahkumlar sözkonusu olunca, bunların istedikleri
kitap, dergi ve broşürlerin
gerek içeriklerinden gerek başka bir dilde
yayınlanmasından ya da günlük ve haftalık erişebilecekleri adet sayısını geçtiği
için, mahkumların bu yayınlara ulaşmasının hapishane yönetimi tarafından
engellenmesinin Sözleşmenin 10. maddesine aykırı olmadığı yönünde karar
vermiştir. Nitekim Komisyon önüne mahkumların ifade özgürlüğünün ihlal
edildiği gerekçesi ile gelen davaların çoğunu dayanaktan yoksun bulup kabul
edilmezlik kararı vermiştir.
T.'nin İngiltere aleyhine açtığı davada 935 davacı, hapishanenin ana
kütüphanesine gidememiş, ama kendi seçtiği kitaplar kendisine yetkililer
tarafından ulaştırılmıştır. Davacı ayrıca, kendi gazetesini sipariş edebilmiş ve
934
935
Başvuru no. 8575/79, den naklen, Reynaud A, Hapishanede İnsan Hakları, s.52-53
T/Birleşik Krallık, başvuru no. 8231/78.
306
hapishanenin ek kütüphanesindeki gazetelere erişebilmiştir. Ancak, içinde
bulunduğu mali sorunlardan dolayı özel gazete sipariş vermemiş ve maruz olduğu
düzenli disiplin cezasından dolayı da bazı zamanlar kütüphanenin ek binasındaki
gazeteleri de okuyamamıştır. Davacı dergi alacağını ayarlamışsa da, yine
kendisine verilen disiplin cezası yüzünden bu dergileri kendisine ulaşmamıştır.
Komisyon her iki tip yayını da ayrı ayrı incelemiştir. Kitaplara erişim
konusunda Komisyon, davacının kitaplara, sınırlı da olsa, hapishane görevlileri
aracılığıyla erişebildiğinden dolayı, bu tür bir kısıtlamanın demokratik bir
toplumda gerekli olduğu sonucuna varmıştır. Gazete ve dergilere ulaşım
konusunda ise Komisyon, davacının aldığı cezadan dolayı, insanlarla irtibatının
istisnai derecede kesilmesi gerektiği gerçeğinden dolayı, hapishane yöneticilerinin
davacının bilgilere ulaşımının devamını başka yollarla temin etmeleri gerektiğini
vurgulamıştır. Komisyon, idari olarak uygulanabilir başka vasıtaların da
olabileceğini
düşünmüştür.
Davalı
Hükümet
bu
alternatif
vasıtaları
sağlamadığından dolayı ve davacının tecridinin derecesi ve süresi göz önüne
alındığında, davacının gazete ve dergilerden mahrum edilmesinin 10. Maddeyi
ihlal olduğuna hükmetmiştir.
Andreas Baader, Holger Meins, Ulrike Meinhof, Wolfgang Grundmann'ın
Federal Almanya Cumhuriyeti aleyhine açtıkları davada 936, 12 Haziran 1972
tarihinde Federal Mahkeme Soruşturma Hakimi, başvuranlardan Baader ve Meins
ile ilgili olarak, mahkumların yalnızca anne ve babası tarafından ziyaret
edilebileceği, sadece anne-baba ve resmi görevlilerle yazışabileceği ve ulaşmak
istedikleri dergi ve gazeteleri yalnızca hapishane görevlileri aracılığı ile elde
edebileceklerine dair, bir emir çıkartır. Daha sonra bu kısıtlamaların
başvuranlardan Meinhof ve Grundmann için de geçerli olduğuna dair bir emir
çıkartılır. Bunun üzerine başvuranlar sözleşmede güvence altına alının 3., 6., 8.,
ve 10. maddelerin ihlal edildiği gerekçesi ile Komisyona başvururlar. Başvuranlar
özellikle kendilerinin siyasi mahkum oldukları ve kendilerinin hücreye konulmak
suretiyle
diğerlerinden
tecrit
edilmeleri,
ziyaretçilerinin
kısıtlanması,
yazışmalarının ve gazete okumalarının engellenmesi dolayısıyla dış dünya ve
936
Andreas Baader, Holger Meins, Ulrike Meinhof, Wolfgang Grundmann/ Federal Almanya
Cumhuriyeti başvuru no. 6166/73, 30 Mayıs 1975, Yearbook European Human Rights Law
Review, 1975, s.132.
307
diğer mahkumlar ile ilişkilerinin kesildiğini iddia eder 937. Taraf devlet ise,
başvuranların pek çok yaralama, adam öldürme ve bombalama eylemlerine
karıştıkları için çok tehlikeli olduklarını belirtir. Taraf devlet yapılan bu
kısıtlamaların, bu kadar tehlikeli olan başvuranların her türlü kaçma hazırlığından
uzak tutmak için gerekli olduğunu ileri sürmüştür.
Komisyon, davacıların başka yollarla da bilgi edinebileceklerine karar
vermiştir. Her bir mahkum, günde bir saat başka bir mahkumla zaman
geçirebilmekte, ruhsal ve bedensel sağlık danışmanlarıyla irtibat kurabilmekte ve
anne baba ve avukatları tarafından ziyaret edilebilmektedirler. Bu nedenle
Komisyon, hakimin verdiği emrin, anarşi veya suç işlenmesini önlemek için
gerekli olduğuna, bu nedenle yapılan sınırlamanın 10. maddeye aykırı olmadığına
karar vermiştir 938.
X.'in Birleşik Krallık aleyhine açtığı davada 939 , 1933 doğumlu olan
başvuran Özgür Galler Ordusu adındaki bir örgütün üyesidir. 1970 yılında içinde
bir kısım patlayıcılar kullanmakta olan bazı suçlardan dolayı 10 yıl hapis cezasına
mahkum olmuştur. Hapishane yönetiminin "Le Peuple Breton", "Irish
Democrat","Herald Cymraeg", "Sunday Express"gibi belli bazı dergi ve
gazetelerin verilmediği için ifade özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
Davalı Hükümet bu yayınların izni olmayan yetkisiz kaynaklardan geldiğini veya
davacının kendisine hak olarak verilen, günde bir gazete ve haftada yedi dergi
olan, sayının ötesinde olduğunu arz etmiştir.
Komisyon mahkuma sağlanan temel yayın alma hakkının oldukça yeterli
olduğunu ve bu konuda cimrilik edilmediğini bildirmiştir. Komisyon, davacının,
özellikle hapishane yöneticilerinin kolayca kontrol edemeyeceği yabancı dilde
yazılmış kaynakları almak istediği görüşündedir. Komisyon, bu isteğin
karşılanmış olması durumunda, hapishane yönetiminin oldukça zorlanacağına bu
nedenle de yapılan sınırlamanın demokratik toplumda düzeni korumak için
gerekli olduğuna karar vermiştir.
Malcolm Lowes'in Birleşik Krallık’a karşı açtığı davada 940, başvuranın
'Gothic Ripples' adlı yayının daha önce diğer sayılarının alınmasına izin
937
ibid, s.134.
ibid, 146.
939
X/Birleşik Krallık, başvuru no. 5270/72 .
940
Malcolm Lowes/Birleşik Krallık, başvuru no. 13214/87, 9 December 1988.
938
308
verilmesine rağmen 16. ve 17. sayılarının açıkça anti-semitist olduğu ve hapishane
düzenini tehdit ettiği için almasına izin verilmemiştir.
Davacının başvurusu üzerine Komisyon, söz konusu yayının 16/17.
sayılarının açıkça anti-semitizmi, ırkçı önyargılılığı ve silah kullanımını
körükleyen yayınların reklamlarını içerdiğini derginin o sayısının içeriğinde de,
anti-semitist ve saldırgan bir dil ve resimler kullanıldığını düşünmüştür. Ayrıca
yayında anti-siyonizmin herhangi bir tartışmasının yapılmadığını belirtmiştir..
Komisyon derginin 19. sayısını incelemiş bu sayının mahkumlar tarafından
ulaşılmasına her hangi bir kısıtlama konulmamış olduğunu saptayıp, bu sayısının
tartışmacı bir üslubu olsa da, daha az saldırgan ve daha az anti-semitist içerikli
olduğunu belirlemiştir. Hapishanenin yayının bütününe genel bir yasak koymadığı
ve her bir sayıyı ayrı ayrı inceleyerek karar verdiğini göz önünde bulundurarak,
Komisyon davalı Hükümetin takdir alanı içinde hareket ettiğine, yapılan
müdahalenin düzeni korumak ve suç işlenmesini önlemek için gerekli olduğuna,
bu nedenle 10. maddenin ihlal edilmediği gerekçesi ile başvurunun kabuledilmez
olduğuna karar vermiştir.
Bu kararlardan anlaşıldığı gibi Komisyon, özel bazı yayınlarla ilgili
talepleri reddetmenin veya bunlara ulaşmayı kısıtlamanın, eğer bu kısıtlamalar
bütün yayınları kapsayacak şekilde değil de, her sayı için ayrı bir şekilde ele
alınıyorsa yapılan kısıtlamanın 10.maddeye uygun olduğunu düşünmektedir.
Hapishanelerdeki
özel
yaşamın
zorluğundan
dolayı,
hapishane
idarecilerinin mahkumların bir kısım yayınlara ulaşmasının normal yaşama
nazaran daha sıkı incelenmesi ve dikkatli davranılması kamu düzenini korumak ve
suç işlenmesini önlemek adına gerekli olabilir. Ayrıca hapishanelerde mahkumlar
için her türlü ortamı sağlamalarını beklemek de güç olsa gerek. Bu nedenle
Komisyonun, mahkumların ifade özgürlüğü ile demokratik bir toplumun dahi
ihtiyacı olan hapishane düzeni arasında bir denge kurmaya çalıştığını
söyleyebiliriz. Ancak yine de bu incelemeleri yaparken, kamu düzeni adına
mahkumların her türlü ifade özgürlüğü kısıtlanmamalı, kamu düzenini bozduğu
iddia edilen yayının gerçekten kamu düzeni için bir tehlike oluşturup
oluşturmadığı ya da suç işlenmesini teşvik edip etmediğinin incelenmesi
gerekmektedir.
309
3-.Askeri Düzeni Korumak
Ordunun düzenli bir şekilde görevini yerine getirebilmesi için askeri
yaşam sivil yaşama nazaran daha fazla sınırlamalara tabi tutulabilmektedir. Bu
bağlamda Sözleşme organları kamu düzenini koruma adına askeri düzenle ilgili
bir dava önüne geldiğinde taraf devletlere daha geniş bir ulusal takdir marjı
tanımaktadır.
Mahkeme, askeri disiplinle bağdaşmayan yayın nedeni ile açılan Engel
ve Diğerleri/Hollanda davasında 941, askeri düzeni koruma adına taraf devletin
daha geniş bir takdir yetkisi olduğu gerekçesi ile 10. maddenin ihlal edilmediği
yönünde karar vermiştir 942.
Alarm adlı derginin editörü olan Başvurucu bu derginin 1971’de çıkan
8. sayısının hazırlanmasın da katkıda bulunmuştur. Kışla komutanı, bu sayıda
askeri disiplinle bağdaşmadığını düşündüğü yazılar nedeniyle, Savunma
Bakanlığının 21 Aralık 1967 tarihli ‘Yazılı Metinler Dağıtılması’ hakkındaki
talimatına dayanarak, derginin Eylül sayısının dağıtılmasını geçici olarak
yasaklamıştır. Başvurucuya disiplini zayıflatmayı amaçlayan bir yazının
yayınlanmasına ve dağıtımına katıldığı gerekçesi ile yetkili komutan tarafından
disiplin cezası verilmiştir.
Başvurucular bu cezalar aleyhine itirazda bulunma niyetlerini
açıklamışlardır. Bunun üzerine kendilerinden bu davalar sürerken askeri
disiplini zayıflatıcı yazılar yayınlamamaları için söz vermeleri istenmiştir.
Başvurucular bu tür yazılar yazma niyetinde olmadıklarını, yazıları okunmaları
için yayınladıklarını belirtmiştir. Nitekim böyle bir söz vermedikleri için
başvurucular sıkı göz hapsine tutulmuşlardır.
Başvuranlar yayınladıkları yazılarla askeri disiplini zayıflattıkları
gerekçesiyle kendilerine ceza verilmesinin Sözleşmenin 10. ve 11. maddelerini
ihlal
ettikleri
gerekçesi
ile
Komisyona
başvurmuşlardır.
Komisyon,
11.maddeyle ilgili başvuruyu temelden yoksun bulurken, 10. maddenin ihlal
edildiği gerekçesi ile başvuruyu kabul edilebilir bulmuştur.
Mahkeme, taraf devlet tarafından yapılan sınırlamanın ‘düzensizliğin
941
Engel ve Diğerleri/Hollanda,
Gregory P. Propes, “Wherefore Art Thou Deference? The European Court of Human Rights,
Military Discipline, And Freedom of Expression”, Houston Journal Of International Law, (19961997), s. 297-298.
942
310
önlenmesi’ amacı ile yapılmasından dolayı, incelemesine öncelikle ‘düzen’
kavramından ne anlaşılması gerektiğini açıklayarak başlamıştır. Mahkemeye göre
‘düzen’ kavramı, Sözleşme’nin 6 (1) ve 9 (2) fıkraları ile 4. protokolün 2(3).
Fıkrasında belirtilen ‘kamu düzeni’ni (public order) ifade etmediğini, ama aynı
zamanda belirli bir sosyal grubun içinde hüküm sürmesi gereken düzen anlamını
da içerdiğini vurgulamıştır. Örneğin, silahlı kuvvetler gibi bir grubun içindeki
düzensizliğin, bir bütün olarak toplumun düzeni üzerinde yankıları olabilir.
Tartışma konusu cezalar, Hollanda silahlı kuvvetleri içinde bir düzensizliği
önleme amacıyla alınmış oldukları ölçüde meşru bir amacı gözetme şartını yerine
getirmiş olacağına karar vermiştir 943.
Mahkeme, ordunun düzenli bir şekilde işlemesi için askeri personele
getirilen bir kısım sınırlamaların demokratik toplum için gerekli olduğuna karar
vermiştir. Mahkemeye göre askeri düzenin, askeri personelin askeri düzeni
bozmasına yönelik önlemler alınmadan, yerine getirilmesi imkansızdır. 944
Mahkeme yapılan sınırlamanın demokratik toplum için gerekli olduğunu
belirtirken ayrıca, askeri yaşamın özelliklerini, silahlı kuvvetler mensuplarının
yerine getirmekle yükümlü oldukları ‘görev’ ve ‘sorumluluklarının da’ olduğunu
ve bu konuda taraf devletlerin ulusal takdir marjına sahip olduklarını belirtmiştir.
Mahkeme bu açıklamalara ek olarak bu dergilerin dağıtıldığı döneme de
dikkat çekmiş, Ermole kışlasındaki atmosferin biraz gergin olduğu bir dönemde,
yukarıda yapılan yazıların yayınlandığını belirtmiştir 945. Mahkeme yukarıda
açıklanan nedenlerle askeri disiplinin bozulmasını önlemek amacı ile verilen
disiplin cezalarının demokratik toplum için gerekli olduğuna ve bu nedenle 10.
maddenin ihlal edilmediğine karar vermiştir.
Mahkeme bu kararında ifade özgürlüğü üzerine yapılan sınırlamanın kamu
düzenini koruma için gerekli olduğuna karar verirken askerlerin görev ve
sorumluluklarına ve ortamın gerginliğine işaret etmiştir. Oysa mahkeme
dergilerde yer alan ifadelerin gerçekten askeri düzeni için bir tehlike oluşturup
oluşturmadığı konusu üzerinde durmamıştır.
Grigoriades'in Yunanistan aleyhine açtığı davada 946, eğitime alınmış
943
Engel ve Diğerleri/ Hollanda, paragraf. 98.
ibid, paragraf 100.
945
ibid, paragraf.101.
946
Grigoriades/Yunanistan, 25 Kasım 1997.
944
311
yedek subay olan davacı, askere alınanlara karşı kötü muameleler yapıldığını ve
bunun sonucunda üstleri ile ters düştüğünü iddia etmiştir. Kendisine karşı ceza ve
disiplin davaları açılmıştır. Ceza davası beraatla sonuçlanmasına rağmen
kendisine disiplin cezası verilmiş ve bu nedenle askerlik süresi uzatılmıştır 947.
Daha sonra başvurucuya 24 saat izin verilmiş ama bu izin süresi dolmasına
rağmen birliğine dönmemiştir. Bunun üzerine başvurucu firari sayılmış ve
hakkında soruşturma başlatılmıştır. Buna karşılık başvuran bir taksi şoförü
aracılığı ile birlik komutanına, orduda genç askerlere karşı yapılan kötü
muameleleri belirten bir mektup göndermiştir. Mektupta askerlik kurumunun
insanları aşağıladığı, ordunun insana ve topluma karşı bir kurum olup, niteliği
gereği barışla çeliştiği, askerliğin, şiddet psikolojisi yaratarak şiddete karşı tüm
ahlaki ve psikolojik direnci kırdığı için toplumda işlenen suçlardan ve
saldırganlıktan sorumlu olduğu, ordunun bir yıldırı havası yaratarak ve radikal
gençliğin ruh zenginliğini parçalayıp ufalamak sureti ile, bir suç ve terör kurumu
olarak kalmaya devam ettiğini anlatmıştır 948.Bu mektup sadece birlik komutanı ve
başvurucunun arkadaşı olan bir başka subay tarafından görülmüştür. Davacı,
orduya hakaret etme suçundan üç aylık bir hapis cezasına çarptırılmıştır. Bunun
üzerine başvuran, sözleşmenin 10. maddesinde güvence altına alınan ifade
özgürlüğünün ihlal edildiği gerekçesi ile Komisyona başvurmuştur. Komisyon,
bire karşı yirmisekiz oyla 10. maddenin ihlal edildiğine karar vermiştir.
Mahkeme, bu dava ile ilgili kararında ifade özgürlüğü ile ilgili temel
yorumlarından biri olan 10. Maddenin ordunun kışla sınırına gelince durmadığı 949
şeklindeki
açıklamasını
tekrarlamıştır.
Mahkemeye
göre,
10.
maddenin
uygulaması kışlanın kapısında durmamaktadır. Bu madde sözleşmeci devletlerin
egemenlik alanı içinde bulunan diğer insanlara olduğu gibi asker kişilere de
uygulanır. Bununla beraber, Mahkemenin daha öncede belirttiği gibi, silah
altındakilerin askeri disiplini zayıflatmalarını önlemek için düzenlenmiş hukuk
kuralları bulunmadan, bir ordunun gerektiği şekilde görev yapmasını düşünmek
mümkün değildir. Askeri disipline gerçek bir tehdidin bulunması halinde
Sözleşmeci Devletler ifade özgürlüğüne yasaklar koyabilmelidirler 950.
947
ibid, paragraf. 11.
ibid, paragraf. 14.
949
ibid, paragraf 45.
950
ibid, paragraf. 45.
948
312
Mahkemenin bu açıklamalarından da anlaşıldığı üzere Sözleşmeyi
imzalayan Devletlerin bütün vatandaşları gibi askeri personel de ifade özgürlüğü
hakkına sahip olup, 10. maddenin korumasından yararlanacaktır. Mahkeme,
mektupta sert ve aşırı ifadelere yer verildiğine de karar vermiş olmasına rağmen,
bu ifadelerin bu genel ve uzun yazı kapsamında, askeri yaşamı ve bir kurum
olarak orduyu eleştirdiğine 951 dikkat çekmiştir. Mahkeme ayrıca, mektubun geniş
bir kitleye dağıtılmadığını ve kişisel olarak komutana veya başka şahıslara hakaret
edilmediğini belirtmiştir. Buna bağlı olarak Mahkeme, söz konusu mahkumiyetin,
demokratik bir toplumda gerekli olmadığına hükmetmiştir.
Burada şunu belirtmekte fayda var: Mahkeme bu davada yukarıda
incelemiş olduğumuz Engel ve Diğerleri/Hollanda davasında olduğu gibi askerin
görev ve sorumluluklarına atıfta bulunmamıştır. Bunun yerine, ifade özgürlüğü
hakkının, ordu kışlasının giriş kapısında bitmediğini vurgulamıştır. Bu bakış açısı,
Mahkeme'nin askerlerin ifade özgürlüklerini, diğer insanların ifade özgürlüğü
hakkı ile aynı seviyede görmeye başladığı izlenimini vermektedir.
Mahkeme, mektubu sadece iki kişinin gördüğünü vurgularken, askerlerin
ifade özgürlüklerinin, sözlerini sadece gizli ve özel bir şekilde ifade ettiklerinde
korunabileceği gibi bir izlenim vermektedir. Eğer bir kişi hür ifade hakkını, çok
fazla kısıtlanmış, denetimli bir ortamda kullanabiliyorsa, buna hak demek oldukça
zordur.
Ancak Komisyon, Olivier Le Cour Grandmaison ve Laurent Fritz'in
Fransa aleyhine açtıkları davada 952, bunun tersi bir karar vermiştir. Fransız
askerleri olan bu iki davacı, askeri görevlerini eski Federal Almanya
Cumhuriyeti'nde yerine getirmişlerdir. Bu askerler, Fransız birliklerinin Batı
Almanya'dan çekilmelerini talep eden broşürler bastırmış ve dağıtmışlar ve bu
talebi belirten bir dilekçe için imza toplamışlardır. Sonuç olarak aleyhlerine dava
açılmış ve askerleri, emirlere karşı gelme ve disipline aykırı hareket etmeye
kışkırtmaktan suçlu bulunmuşlardır. Her iki davacı da, Fransız mahkemelerince
bir yıllık hapis cezasına çarptırılmışlardır, ancak cezaları tecil edilmiştir.
Komisyon dağıtılan broşürlerin ordu içinde ciddi düzensizliğe neden
951
952
ibid, paragraf 47.
Olivier Le Cour Grandmaison ve Laurent Fritz/Fransa, Başvuru no. 11568/85, 6 Temmuz 1987
313
olabileceğine 953 ve yapılan hareketle hiyerarşi ve disipline karşı mücadele etmek
için işbirlikçi bir örgüt kurma niyetinin gösterildiğine karar vermiştir. Komisyon,
özellikle söz konusu suçların yurtdışında konuşlanan bir birimde gerçekleştiğine
bakarak, Fransız mahkemelerinin, davacıların askeri disipline zarar vermeye
çalıştıklarını düşünmeleri için iyi bir sebepleri olduğuna hükmetmiştir.
Komisyon'un nihai kararında, müdahalenin sadece, davacıların ifade özgürlüğünü
kötüye kullanmalarının cezalandırılması olduğu belirtilmiştir.
Saszman/Avusturya davasında davacı ordu mensuplarını basın aracılığıyla
itaatsizliğe ve askeri yasaları çiğnemeye kışkırtma suçu dolayısıyla tecilli olarak
üç ay hapse mahkum edilmişti. Komisyon, Avusturya federal ordusunda düzenin
sağlanması ve ulusal güvenliğen sağlanması açısından davacının mahkum
edilmesini haklı bulmuştu. Komisyona göre;
“…askeri
yasaların
görmezlikten
gelinmesi
yönündeki
kışkırtma,
anayasaya uygun tarzda kabul edilmiş yasaların ilgasını amaçlayan anayasa dışı
bir baskı oluşturur. Bu tür anayasa dışı baskı demokratik bir toplumda hoş
görülmez.”
Avrupa Mahkemesi, Engel ve Diğerleri davasından yaklaşık 20 yıl sonra
benzer bir davada farklı bir sonuca ulaştığı Vereinigung Demokratischer Soldaten
Österreichs ve Gubi davasında 954 görüşünü değiştiriyor ve ters yönde bir karar
veriyordu. Merkezi Viyanada bulunan birinci davacı şirket VDSO, askeri yaşamla
ilgili bilgiler ve makaleler içeren der Igel adlı bir dergi basmaktadır. Bu şirketin,
kendi dergisinin de, özel kurumlar tarafından basılan diğer iki dergi –Milizİmpuls ve Visier- gibi, kışla içinde dağıtılması yolundaki isteğine, Avusturya
Federal Savunma Bakanlığından herhangi bir cevap gelmemiştir. Bu konuda
parlamento üyeleri tarafından ilgili bakana soru sorulması üzerine Savunma
Bakanı 10 Mayıs 1989 tarihli bir mektupla bu derginin ordu kışlasında
dağıtılmasına izin verilmediğini bildirmiştir. Savunma Bakanı, Askeri Kuvvetler
kanununun 43. maddesinin 3. fıkrasına göre sadece, ordunun anayasal görevlerini
tanımlayan, ordunun saygınlığına zarar vermeyen yayınlara izin vereceğini
belirtmiştir. Bakanın görüşüne göre, davacı şirketin dergisi bu ölçütlere
uymamaktadır.
953
954
ibid, paragraf 161.
Vereinigung Demokratischer Soldaten Österreichs ve Gubi/Avusturya, 19 Aralık 1994.
314
VDSOnun bir üyesi olan ikinci başvuran 1 Temmuz 1987 tarihinde
zorunlu askerlik hizmetine Salzbourg’da bulunan Schwarzanberg kışlasında
başlamıştır. Yemin töreni sırasında doğrudan Cumhurbaşkanına karşı bir
protestoda bulunmuştur. Bunun üzerine kendisine, uymakla yükümlü olduğu
askeri kanuna saygısızlık ettiği bildirilmiştir. 29 Aralık 1987 tarihinde der Igel’in
3/87 sayısını askeri kışlada dağıtırken, kendisine dağıtımın durdurulması bir subay
tarafından emredilir. Derginin dağıtımının durdurulması istenen sayısında askeri
eğitim ve bir kısmı basında da yer almış olan askeri yaşamla ilgili eleştirel
makaleler yayınlanmaktadır.
12 Ocak 1988 tarihinde bu sefer başka bir subay tarafından ikinci başvuran
1975 ve 1987 tarihli genelge ve 4 Ocak 1988 de değiştirilen, yetkili komutanın
izni olmadan herhangi bir yayının dağıtılmasını yasaklayan Schwarzenberg kışlası
düzenlemelerine saygısızlık ettiği bildirilir. Bunun üzerine başvurani bu
yasaklamayı ve 29 Aralık 1987 tarihli emri Federal Savunma Bakanlığı
bünyesindeki Askeri Şikayetler Kuruluna (Military Complaints Board) şikayette
bulunur. Başvuranın bu talebi bakanlığın şikayetler birimi tarafından reddedilir.
Başvuran Anayasa Mahkemesine başvurmasına rağmen yine de olumlu bir sonuç
alamaz. Bunun üzerine Sözleşmenin 10. maddesi tarafından güvence altına alınan
ifade özgürlüğünün ihlal edildiği gerekçesi ile ilk başvuran VDSO ve Bay Gubi
Komisyon’a başvurur. Komisyon onikiye karşı dokuz oyla her iki başvuranın da
ifade özgürlüğünün ihlal edildiği nedeni ile davanın kabul edilebilirliğine karar
verir.
Mahkeme her iki başvuran açısından olayı ayrıca inceler. Mahkeme birinci
başvuran açısından derginin askeri kışlada dağıtılmasının başvuranın ifade
özgürlüğü hakkına bir müdahale oluşturduğuna, bu müdahalenin kanuni
dayanağının olduğuna ve Engel ve Diğerleri/Hollanda davasında olduğu gibi
askeri düzeni koruma meşru amacını güttüğünü kabul etmiştir. Ancak Mahkeme
yapılan sınırlamanın demokratik toplum için gerekliliğini incelerken, Engel ve
diğerleri kararında olduğu gibi askeri görev ve sorumluluklardan bahsetmeyip,
ifade özgürlüğünün kışla kapısında durmayacağı yönündeki özgürlükçü kararını
almıştır. Mahkemeye göre dergideki makaleler, eleştirel ve hatta iğneleyici bir
şekilde yazılmış olmalarına rağmen, askerin, askeri kuvvetler içindeki itaat
görevine ve hizmet amacına bir zarar vermemiştir. O halde, bu dergi, askeri
315
disipline ciddi bir tehdit teşkil etmemektedir ve askeri birimler içinde dağıtılması
engellenmemelidir 955
Mahkeme, ülkenin bütün kışlalarında, özel ve devlet yayınlarının serbestçe
dolaştırılabildiğini; ancak bu imkanın sadece der Igel'e kapatılmış olduğunu
gözlemiştir. Buna bağlı olarak Mahkeme, bu kısıtlamanın sadece zorunlu
gereklilikler olduğunda haklı olabileceğine karar vermiştir 956. Mahkeme,
Avusturya hükümetinin, derginin içeriğinin ordunun disiplinini ve etkinliğini
tehlikeye düşürdüğü iddiasını reddetmiştir. Mahkeme, derginin hiçbir sayısının
itaatsizlik
veya
şiddet
telkin
etmediğine
ve
ordunun
faydasını
dahi
sorgulamadığına karar vermiştir. Ayrıca, Mahkeme derginin, tartışmacı üslubuna
rağmen demokratik bir Devletin ordusunda, aynen böyle bir ordunun içinde
hizmet ettiği toplumda olduğu gibi, hoş görülmesi gereken, görüş alışverişi ve
düşüncelerin tartışılması açısından izin verilebilirlik sınırlarını aşmadığı
görüşündedir 957. Bu nedenle Mahkeme, derginin askeri disipline ciddi bir tehdit
unsuru olarak görülmesinin pek mümkün olmadığına bu nedenle ifade
özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir 958.
İkinci başvuran açısından da Mahkeme, dergideki makalelerin, eleştirel ve
hatta iğneleyici bir şekilde yazılmış olmalarına rağmen, askerin, askeri kuvvetler
içindeki itaat görevine ve hizmet amacına bir zarar vermediğine karar vermiştir.
Mahkeme bu derginin askeri disipline ciddi bir zarar vermediği için askeri kışlada
dağıtılmasının yasaklanmasının Sözleşmenin 10. maddesinde güvence altına
alınan ifade özgürlüğünü ihlal ettiği sonucuna varmıştır. Avusturya Hükümeti
davacıların çıkarttıkları yayının ülkenin savunma sistemini ve ordunun etkinliğini
tehlikeye soktuğunu ve kamu düzeninin bozulmasına ve suç işlenmesine yol
açabileceğini
ileri
sürmesine
rağmen
Mahkeme
Hükümetin
görüşüne
katılmamıştır. Mahkemeye göre yayındaki yazıların çoğu;
“…şikayetleri dile getirmekte, reform önerileri yapmakta ve okuyucuları
yasal yollara başvurmaya ya da temyiz işlemleri başlatmaya teşvik etmekteydi.
Ancak sık sık polemik bir ton benimseseler de, demokratik bir devletin hizmet
955
Gregory P. Propes, “Wherefore Art Thou Deference? The European Court of Human Rights,
Military Discipline, And Freedom of Expression”, s. 293-294.
956
Vereinigung Demokratischer Soldaten Österreichs ve Gubi/Avusturya, paragraf.37.
957
ibid. Paragraf.38.
958
Gregory P. Propes, “Wherefore Art Thou Deference? The European Court of Human Rights,
Military Discipline, And Freedom of Expression”, s. 294.
316
ettiği bir toplumda olduğu gibi ordusunda da hoşgörülmesi gereken bir fikir
tartışması
çerçevesinde
izin
verilebilecek
olananın
sınırını
aşmadıkları
söylenebilir.”
Mahkeme, kökten dinci görüşleri nedeniyle Yüksek Askeri Şura kararıyla
görevinden uzaklaştırılan bir Türk askeri hakimine ilişkin Kalaç/Türkiye
davasında 959, başvuru sahibinin tarikata mensubiyet dolayısıyla askeri disipline
aykırılık nedeniyle görevden alınmasının 9.madde tarafından güvence altına
alınan haklara müdahale oluşturmadığına hükmetmiştir. Mahkeme, taraf devletin
tezini benimseyerek görevden uzaklaştırılmasının başvuranın dini tezahürlerinden
değil, tarikata mensubiyeti nedeniyle askeri disipline aykırılıktan kaynaklandığını
belirtmiştir. Davada kanunilik, meşru amaç ve zorunluluk kriterlerini sorgulamayı
gerekli görmemiştir. Dolayısıyla kararını verirken sınırlama nedenlerinden birine
dayandırmamıştır. Ancak Mahkemenin gerekçesini ikinci fıkrada düzenlenen
düzenin korunması amacına dayandırması daha yerinde olurdu. Çünkü,
başvuranın ordudan ihracı, ordunun hiyerarşik dengesini bozma gerekçesi ile
verilmiştir 960.
III-
YARGININ
TARAFSIZLIĞINI
BAĞIMSIZLIĞINI
SAĞLAMAYA
VE
YÖNELİK
SINIRLAMA NEDENİ
İfade özgürlüğü kişi ve toplum bakımından ayrıcalıklı bir konuma sahip
olmakla birlikte bu özgürlük bir kısım nedenlerle sınırlanabilmektedir. Bu
sınırlama nedenlerinden bir de yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını sağlamaya
yönelik olan sınırlama nedenidir. Diğer sınırlama nedenleri hem Avrupa
Sözleşmesinde hem de insan haklarıyla ilgili diğer sözleşmelerde sınırlama nedeni
olarak yer almasına rağmen, bu sınırlama nedeni sadece İnsan Hakları Avrupa
Sözleşmesinde yer almaktadır. Ayrıca 10. madde ile paralel yapıda olan 8, 9 ve 11
maddelerde de bu neden sınırlama nedeni olarak yer almamaktadır. Dolayısıyla
İHAS’nin 10. maddesini diğer İnsan Hakları Sözleşmeleri ile karşılaştırdığımızda
daha sınırlayıcı olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü, İHAS’de sınırlama sebepleri
959
960
Kalaç/Türkiye, 1 Temmuz 1997.
Öktem, Uluslararası Hukukta İnanç Özgürlüğü, s.353.
317
arasında sayılan yargının bağımsızlığının ve tarafsızlığın sağlanması diğer
sözleşmelerde yer almamaktadır.
Gerçekten
ifade
özgürlüğünün
sınırlandırılması
ile
ilgili
olarak
Sözleşmede yer alan en önemli sınırlama nedenlerinden biri de yargının
bağımsızlığının ve tarafsızlığının korunmasıdır. Nitekim dürüst bir yargılamanın
başta gelen unsurları yargının bağımsızlığının ve tarafsızlığının sağlanmasıdır. Bu
konu ile ilgili mahkemenin kararlarını incelemeden önce yargı bağımsızlığı ve
tarafsızlığı kavramlarını incelemek yerinde olacaktır.
Yargı bağımsızlığı, yargılama makamını işgal eden hakimlerin bağımsız
olması, görev yaparken hiçbir etki ile baskı altında kalmaması ve hiçbir kişi veya
merciden emir almaması, kısaca özgür olması demektir. Tarafsızlık ise hakimin
yargılama yaparken taraf tutmaması, taraflara karşı objektif olması, kişiliğinden
sıyrılabilmesidir. Gerçekten bir hukuk devletinde yargılama makamının bağımsız
olmaması düşünülemez. Nitekim hukuk devletinin en büyük kazanımlarından
biride yargılamanın aleni oluşudur. Gerçekten, Trager’inde belirttiği gibi, bir
toplumun totaliter olduğunu herhalde hiçbir şey adalet sisteminin gizlilik derecesi
ve tutuklanan insanlar için koruyucu tedbirlerin eksikliği kadar gösteremez 961.
Hukuk devleti düşüncesinin en büyük başarısının hakimin kararlarında
bağımsızlığının
sağlanması
olduğu
belirtilmiştir.
İnsan
Hakları
Avrupa
Mahkemesinin kararlarına göre, yargının yasama ve yürütmeden ve taraflardan
bağımsız olması, hakimlerin görevlerini yaparken emir ve talimat almamalarını ve
hesap verme durumunda kalmamaları gerekir. Mahkeme, tarafsızlığı ise önyargı
sahibi olmamak biçiminde tanımlamaktadır. Tarafsızlığın Mahkemeye göre,
objektif ve sübjektif olmak üzere iki yönü bulunmaktadır. Bunlardan sübjektif
tarafsızlık, hakimin birey olarak tarafsız olmasıdır ve aksi sabit oluncaya kadar
tarafsız olduğu varsayılmaktadır. Objektif tarafsızlık ise mahkemenin kurum
olarak kişide bıraktığı güven verici izlenim ve tarafsız görünümdür.
Yargı bağımsızlığı konusundaki tehlikeler devletten, taraflardan
ve
toplumdan kaynaklanabilir. Bu nedenle yasalarda yasama, yürütme ve yargı
gücüne, medya ve topluma karşı güvenceler öngörülmüştür. Buna uygun olarak da
İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını
sağlamak için ifade özgürlüğüne müdahale edilebileceğini düzenlemiştir. Adil
961
Trager, Dickersen, Freedom of Expression in the 21 st Century, s. 202.
318
yargılanma hakkı ile ifade özgürlüğünün çatışması durumunda ifade özgürlüğü
adil yargılanmaya feda edilmektedir. Nitekim İngiltere, davalının haklarını
öylesine korur ki, adil yargılanma hakkını halkın adalet sisteminde neler olduğunu
bilme hakkının üstüne koyar. Fakat, ABD’de her iki hak da eşit konumdadır.
Bireylerin davaları izlemeye, mahkeme kayıtlarını gözden geçirmeye,
mahkumlarla konuşmaya veya şartlı tahliye oturumlarını takip etmeye vakti
yoktur. Bunun için medyaya güvenir, seçilenlerin işlerini yapıp yapmadıklarını ve
hukukun uygulanıp uygulanmadığı konusunda toplumu bilgilendirmesi istenir.
Nitekim bugün, medya çoğu ülkede neredeyse her belgeye erişmekte ve her dava
öncesi duruşmaya veya jüri oturumlarına katılmaktadır. Ancak bu her zaman
böyle değildi. ABD’de bile mahkeme sistemine erişim hakkı basınla mahkemeler
arasında yıllarca süren mücadeleler sonucunda kazanılmıştır. Ayrıca bu hak bütün
vatandaşlara
tanınmıştır.
Amerikan
Anayasasının
yargılamanın aleniliğini güvence altına almıştır
962
altıncı
değişikliği
de
. Ancak bu durum bazı
durumlarda jürinin ya da hakimin tarafsızlığını etkileyebileceği durumlarda adil
yargılanma hakkı ile çelişmektedir. Bu durumda İngiltere gibi bir kısım ülkelerde
ifade özgürlüğü adil yargılanma hakkına feda edilirken, ABD’de adil yargılamayı
sağlamak için başka önlemler alınmaktadır. Örneğin, yargılamayı başka bir şehre
taşıma, olay ile ilgili yoğun ilgi azalıncaya kadar duruşmayı erteleme, duruşma
sırasında jüriyi tecrit etme, jüriyi dava ile ilgili okuma ve seyretmekten
kaçınmalarını tembih etme ve avukatların, polisin ve tanıkların basınla
konuşmasını yasaklama gibi 963.
Bir bireyin bir davayı izleme veya askıdaki bir dava hakkında bilgi edinme
hakkı için çekişmesi nadiren görülür.
Bu sebeple, özgür basına karşı adil
yargılanma meselesi çoğunlukla mahkeme sistemiyle basın arasındaki bir
mücadelede
sözkonusu
olduğunu
söyleyebiliriz 964.
Nitekim
birazdan
inceleyeceğimiz davaların hepside yargılamanın bağımsızlığını ve tarafsızlığını
sağlama
962
adına
ibid, s..203.
ibid, s 203-204.
964
ibid, s.202.
963
basına
uygulanan
sınırlamalarla
ilgilidir.
Bu
konuda
319
inceleyeceğimiz ilk davada meşhur Sunday Times/Birleşik Krallık (no.1)
davasıdır 965.
Biyokimya alanında faaliyet gösteren Distillers Company Limited ilk
olarak Federal Almanya Cumhuriyetinde geliştirilen ve ‘thalidomide’ olarak
bilinen bir maddeyi içeren ilaçları Birleşik Krallıkta 1958 ve 1961 yılları arasında
ruhsatlı olarak üretmiş ve pazarlamıştır. Yatıştırıcı özelliğine sahip bu ilaçlar,
özellikle hamile kadınlara tavsiye edilmiştir. Hamileliği döneminde bu ilaçları
kullanan bir çok kadın,1961 yılında ciddi sakatlıkları bulunan bebekler dünyaya
getirmiş; zamanla 450 sakat bebeğin doğduğu anlaşılmıştır.
The Sunday Times gazetesi sakat çocuklarla ilgili haberleri 1967 yılına
dek düzenli olarak yayınlamış ve gazete 1968 yılında, o yıl yapılan anlaşmayı
eleştirmeye başlamıştır. Çocukların içinde bulundukları koşullara dair yorumlar
diğer gazetelerde ve televizyonlarda da yer almıştır. Özellikle aralık 1971’de
Daily Mirror gazetesinde, ailelerin isteği üzerine, yürütülmekte olan anlaşma
görüşmelerini tehlikeye sokabilecek nitelikte bir makale yayınlanmıştır.
Başsavcılık Daily Mirror gazetesini, mahkemeye saygısızlıkla ilgili normlara göre
yaptırım uygulamakla uyaran resmi bir yazıyla uyarmış ancak bir dava
açılmamıştır. 24 Eylül 1972’de The Sunday Times gazetesinde, ‘Ulusal Ayıp;
Thalidomide’li Çocuklarımız’ başlıklı bir makale yayınlanmıştır. Gözden
geçirilmekte olan anlaşma önerilerini inceleyen bu makale, önerileri, ‘acı duyulan
yaralarla alay eder biçimde orantısız’ olarak nitelemiş; kişilerin zarar gördüğü
durumlarda zararlarını değerlendirme ve giderme konusunda İngiliz hukukunu
çeşitli yönlerden eleştirmiş; doğumlardan bu yana meydana gelen gecikmeden
şikayet etmiş, ve Distillers’in daha eli açık bir öneri yapmasını istemiştir.
Makalenin altındaki bir dipnotta da daha sonraki bir makalede Sunday Times’ın
bu trajedinin nasıl oluştuğunu araştıracağı belirtiliyordu. Başsavcılık yayınlanacak
olan makalenin mahkemeye saygısızlık oluşturacağı gerekçesiyle yayınlanmasını
yasaklayan bir tedbir kararı için yaptığı başvuru yerel mahkeme tarafından kabul
edilmiştir 966. Mahkemeye Saygısızlıkla İlgili Komite raporunda (Phillimore
raporu) mahkemeye saygısızlıkla ilgili İngiliz hukukunu şöyle tanımlamıştır:
965
Sunday Times/Birleşik Krallık (no.1), 26 Nisan 1979, Jackson Donald W, The United Kingdom
Confronts The European Convention on Human Rights, (University Press of Florida 1997), s. 107,
110-112 ; Wing-Wah, “The Sunday Times Case: Freedom of Expression Versus English Contempt
of Court Law in the European Court of Human Rights”, s. 60-62.
966
Sunday Times/Birleşik Krallık (no.1), paragraf. 11.
320
Genel olarak ya da belirli bir davada, adalet dağıtımını engelleme veya yargıcı
etkileyerek haksız bir hüküm verilmesini sağlama ya da adaleti kötüye kullanma
eğiliminde olan bir davranışı önlemek ya da cezalandırmak için mahkemelerin
kullanabileceği bir araçtır; yargıçların itibarını korumak için değil, ‘adaletin
dağıtılmasını’ ve ‘hukukun üstünlüğünü’ sağlamak için vardır 967. Yerel
mahkemeye göre, mahkemenin görevi, savunma tarafının ileri sürdüğü gibi
adaletin dağıtımının korunması ile halkın bilgi edinme hakkı arasında yarışan
çıkarları dengelemek değildir; Yargılamaya ciddi bir müdahale oluşturan bir
yorum, dava sona erinceye kadar kısıtlanmalıdır. Ancak böyle olmasa bile
makalenin hemen yayınlanmasındaki kamu yararı, davanın taraflarına baskıyı
önlemedeki kamu yararından daha ağır gelmemektedir 968. The Sunday Times’in
asıl amacı, Distillers üzerine kamuoyu baskısı toplamak ve bu baskıyı dava
yoluyla kazandırabileceğinden daha fazlasını bir anlaşma yoluyla elde edilmesi
için kullanmaktır. Sürmekte olan davada yapılacak anlaşmayı etkilemek için
kasıtlı bir girişim bulunmaktadır. Kamuoyunun gücü dikkate alındığında
makalenin yayınlanması, Distillers’in uyuşmazlıktaki davranış serbestliğine ciddi
bir müdahale tehlikesi taşımaktadır. Bu durumda açık bir şekilde mahkemeye
saygısızlık oluşturacaktır.
Başvurucular, 1974 tarihinde Komisyon’a yaptıkları başvuruda, Birleşik
Krallıktaki Thalidomide çocukları ve tazminat talepleri hakkındaki anlaşmayla
ilgili bir makalenin The Sunday Times gazetesinde yayınlanmasını yasaklayan
Yüksek Mahkemenin verdiği ve Lordlar Kamerasının onayladığı yukarıda
bahsedilen tedbir kararının, sözleşmenin 10. maddesine aykırı olduğunu iddia
etmişlerdir. Olayı inceleyen İHAM, yargının saygınlığını korumaya ilişkin İngiliz
mevzuatının yargının tarafsızlık ve otoritesini korumaya yönelik olduğunu, 10.
maddenin de bu gibi durumlarda ifade özgürlüğünün kısıtlanmasına imkan
sağladığını 969, bu bakımdan konulan yasağın şeklen sözleşmeye uygun olduğunu
kabul etmekle beraber, demokratik bir toplumda, uyuşmazlıkların yargı organları
tarafından tartışılarak çözümlenmesinin, bunların özel yayınlar veya basın gibi
başka formlarda tartışılmasına engel oluşturmayacağına işaretle, konulan yayın
yasağının Sözleşmeyle bağdaşmadığına karar vermiştir. Mahkemeye göre,
967
ibid, paragraf.18.
ibid, paragraf. 23.
969
ibid, paragraf. 57.
968
321
yargının saygınlığını sağlamak amacıyla yayın yasağı konularak basının eli kolu
bağlanmamalıdır. Bu tür bilgi ve fikirleri yaymak basının görevi, bunları
öğrenmek de kamunun hakkıdır. Somut olayda, Thalidomide faciasına karışan
ailelerin sorunun nedenleri ve muhtemel çözüm yollarını öğrenmeye hakkı vardır.
Bu haklar ancak, bu tür haberlerin yayınlanması yargının saygınlığı açısından
mutlak bir tehdit oluşturduğu durumda ellerinden alınabilir ki, somut olayda böyle
bir tehlike sözkonusu dağlıdır. Ayrıca basın, yayın yoluyla bazı gerçekleri ortaya
çıkarmak suretiyle kamuoyundaki spekülatif tartışmaları önlemek açısından
frenleyici bir rol de oynayabilirdi 970.
Mahkeme davanın bütün koşullarını göz önünde bulundurarak, şikayet
edilen müdahalenin Sözleşmedeki ifade özgürlüğünün kamu yararına daha ağır
basan yeterli bir toplumsal ihtiyaç baskısına karşılık gelmediği sonucuna
varmaktadır. Bu nedenle Mahkeme, başvurucular hakkında verilen yasak için
gösterilen gerekçeleri 10. maddenin ikinci fıkrasına göre yeterli bulmamaktadır.
Bu yasağın ulaşılmak istenilen meşru amaçla orantılı olmadığı ortaya çıkmaktadır.
Dolayısıyla bu yasak demokratik bir toplumda yargılama organının bağımsızlığını
ve tarafsızlığını sürdürmek için gerekli değildir 971.
Weber/İsviçre davasında 972 Mahkeme gizliliği ortadan kalkmış olup
kamuoyu için aleni hale gelmiş bilgilerin açıklanmasının soruşturma yapan
hakimler
üzerinde
bir
baskı
oluşturmayacağı
ve
bu
bilgilerin
tekrar
açıklanmasının yargının bağımsızlığına ve tarafsızlığına zarar vermeyeceğine
dolayısıyla bu açıklamaların sınırlandırılmasının demokratik toplum için gerekli
olmadığına karar vermiştir. Sözkonusu davada, 1980 yılında L’Est gazetesinde
okuyucu mektupları köşesinde, RM tarafından, ‘Franz Weber Sizi Aldatıyor’
başlıklı bir okuyucu mektubu yayınlanır. Bu okuyucu mektubunda başvurucu
hakkında bir kısım usulsüzlük iddialarında bulunur. Bunun üzerine başvuran RM
aleyhine hakaret davası açar. Yargılama sonunda RM Ceza Kanununun 173.
maddesine göre hakaretten suçlu bulunur 973.
970
ibid, paragraf.66.
ibid, paragraf. 67.; Mary Wong Wing-Wah, “The Sunday Times Case: Freedom of Expression
Versus English Contempt of Court Law in the European Court of Human Rights”, s. 64-65.
972
Weber/İsviçre, 25 Nisan 1990.
973
ibid, paragraf. 9-12.
971
322
Başvuran Lausanne’de yaptığı basın toplantısında kamuoyunu R.M’ye
karşı açtığı hakaret davası konusunda bilgilendirir 974. Bunun üzerine başvuran
hakkında yargılamanın gizliliğini ihlal ettiği gerekçesi ile dava açılır 975. Başvuran,
Avrupa Sözleşmesinin 6. ve 10. maddesine dayanarak yargılamanın gizliliğini
herhangi bir şekilde ihlal etmediğini iddia eder. Başvuran basın toplantısında
açıklanan bilgilerin 10 ay önce yaptığı başka bir basın toplantısındaki bilgilerden
çok farklı olmadığını ve bu açıklamadan dolayı her hangi bir cezai takibata
uğramadığı konusu da belirtmesine rağmen yargılama sonucunda suçlu bulunur.
Mahkemeye göre, daha önce yapılan basın toplantısında açıklanan bilgiler zaten
herkes tarafından bilinmektedir. Ancak soruşturmanın gizliliği, gizli kalması
gereken bir bilginin açıklanması olduğu için bunun her hangi bir önemi
bulunmamaktadır.
Bunun üzerine başvuran Sözleşmenin 6. maddesinde düzenlenen adil
yargılanma hakkıyla birlikte, 10. maddesinde güvence altına alınan ifade
özgürlüğünün ihlal edildiği gerekçesiyle Komisyon’a başvurur. Komisyon
oybirliği ile başvuranın ifade özgürlüğü ihlal edildiği için davanın kabul
edilebilirliğine karar vermiştir. Komisyon’a göre, başvurucunun kendisiyle ilgili
olan yargılama süreci hakkında ifade özgürlüğünün hakkının yanı sıra
kamuoyunun da bu konuda bilgilenme hakkı bulunmaktadır. Üstelik, kamuoyunun
bildiği konuların açıklanması sebebiyle başvuranın cezalandırılması demokratik
toplumda zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamamaktadır 976.
Mahkeme de Komisyon gibi oybirliği ile başvuranın ifade özgürlüğünün
ihlal edildiğine karar vermiştir. Mahkeme bu kararını verirken özellikle
başvuranın basın açıklamasındaki bilgilerin kamuoyu tarafından zaten biliniyor
olması üzerinde durmuştur. Mahkemeye göre, başvuranın bu basın toplantısında
(2 Mart 1982) açıkladığı bilgiler 10 ay önceki (11 Mayıs 1981) açıkladığı
bilgilerden herhangi bir ayrılık arz etmemektedir. Başvuran sadece ek olarak, bu
basın açıklamasında reddi hakim talebi ve yargıç hakkındaki şikayeti olmak üzere
iki yeni bilgi eklemiştir. Oysa bu bilgiler kamuoyu tarafından zaten bilinmektedir.
Dolayısıyla bu bilgiler sır olmaktan çıkmıştır. Mahkeme, taraf devlet tarafından
ileri sürülen, İsviçre hukukuna göre soruşturmanın gizliliğini ihlal suçunun
974
ibid, paragraf. 13.
ibid, paragraf. 15.
976
İbid, paragraf. 46.
975
323
gerçekleşmesi için gizli kalması gereken bilgilerin açıklanmasının yeterli olduğu
ve bu bilgilerin kamuoyu tarafından önceden bilinip bilinmemesinin sadece
cezanın miktarı yönünden etkili olduğu yönündeki görüşleri kabul etmemiştir 977.
Mahkeme ikinci olarak, İsviçre Hükümeti’nin başvuranın beyanatlarının
soruşturmayı yürüten hakim üzerinde baskı kurma amacı olabileceğini ve hatta
soruşturmanın tam yürütülebilmesi açısından önyargıya mahal vereceği
yönündeki iddiasını da kabul etmemiştir. Mahkeme, basın açıklamasının yapıldığı
zaman, soruşturmanın hemen hemen tamamlanma aşamasına geldiği üzerinde
durup soruşturmayı etkileyecek bir girişimin bu zaman itibariyle çok geç
olduğunun altını çizmiştir 978.
Mahkeme yukarıda açıklanan iki temel nedenden dolayı başvurana
uygulanan cezanın demokratik toplum için gerekli olmadığını belirtip ifade
özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir. Mahkemenin bu yaklaşımını genel
olarak benimsiyor olmamıza rağmen bu her zaman şöyle bir risk taşıyabilir. Eğer
bir bilgi yargının tarafsızlığını ve bağımsızlığını korumak için gerçekten gizli
kalması gerekiyorsa, o bilgiye her hangi bir zamanda üçüncü bir şahıs aracılığıyla
aleniyet kazandırılarak bu sonuca ulaşılabilir. Bu durumda “bu bilgi zaten
aleniyet kazanmıştı tekrar açıklanmasında yargı bağımsızlığı açısından herhangi
bir tehlike doğurmaz” gibi bir mantık her zaman kendisiyle birlikte bir tehlikeyi
de beraberinde taşıyacaktır. Dolayısıyla mahkemenin asıl incelemesi gereken
konu daha önce aleniyet kazanmış olsa bile bu yeni açıklamaların yargının
tarafsızlığına ve bağımsızlığına herhangi bir tehlike getirip getirmediği üzerinde
durmak olmalıdır.
977
978
ibid, paragraf.49.
ibid, paragraf. 51.
324
IV- Değerlendirme
İfade özgürülüğü, Sözleşmede güvence altına alınmış olan diğer pek çok
hakkın temelini ve önşartını oluşturmakta, toplumun ve kişilerin maddi ve manevi
alanda ilerlemesini ve kendini geliştirebilmesini sağlamaktadır.
İfade özgürlüğünü en kutsal haklardan sayan insan hakları sözleşmelerinin
hemen hemen hepsinde, bu özgürülüğün demokratik toplumdaki öneminden
bahsedildikten sonra sınırlama sebeplerine yer verilmiştir. İHAS’nin 10.
maddesinin ikinci fıkrasına göre bu özgürlük, yasal dayanağı olmak ve
demokratik toplumda gerekli olmak şartıyla, ulusal güvenliğin ve toprak
bütünlüğünün korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suçun önlenmesi, genel
ahlak ve genel sağlığın korunması, başkalarının şöhret ve haklarının korunması,
sırrın korunması, yargının bağımsızlığının ve tarafsızlığının sağlanması amacıyla
sınırlanabilmektedir.
Bu sınırlama nedenleri arasında en büyük sıkıntı ulusal güvenliği koruma
adına bir sınırlama yapıldığında ortaya çıkmaktadır. İnsan Hakları Avrupa
Mahkemesine Türkiye aleyhine yapılan başvuruların hemen hemen hepsi, PKK
olayından dolayı, ulusal güvenliği koruma gerekçesinden kaynaklanmaktadır.
Oysa Batılı ülkelerde 10. maddeyle ilgili yapılan başvurular çok farklı konularda
olmuştur. Örneğin, Handyside/Birleşik Krallık kararında “Küçük Kırmızı Ders
Kitabının” müstehcen olduğu gerekgesiyle toplatılması ele alınmıştır. Sunday
Times/Birleşik Krallık kararında yargının bağımsızlığının ve tarafsızlığının
sağlanması dava konusu olmuştur.
Ulusal güvenliği koruma adına ifade özgürlüğü üzerine bir müdahale
yapıldığı zaman çok dikkatli olmak gerekmektedir. Schauer’ın belirttiği gibi,
ulusal güvenliği koruma adına ölçüt olarak, muhtemel olmayan ve uzak tehlikeler
kullanılırsa, bu yaklaşım ifade özgürlüğü üzerine büyük tehlikeler doğuracaktır 979.
Bu nedenle ifade özgürlüğüne yeterince koruma sağlamak için, hem ihtimal hem
de yakınlık ölçüsünde bir minimum eşik seviyesi mevcut olmalıdır. Ulusal
güvenliğe yönelik tehlikeler ancak yüksek oranda muhtemelse, muhtemele
yakınsa ve yeterince büyükse, bu durumda ulusal güvenlik adına ifade özgürlüğü
üzerine yapılan bir sınırlama haklı görülebilir. Buradan da anlaşıldığı gibi, zarar
979
Schauer, Free Speech: A Philosophical Enquiry, s. 190.
325
hem büyük olmalı hem de yakın olmalıdır. Uzak ya da önemsiz tehlikeler bir
sınırlama nedeni olarak gösterilmemelidir.
Bunu Schauer şu örnekle çok net bir şekilde somutlaştırmaktadır:
“Washington’daki Capitol’ün önünde durarak, bir monarşi kurabilmemiz
için Birleşik Devletler Hükümetinin devrilmesini ortaya atsaydım, böyle bir
hadisenin ortaya çıkmasının tehlikesi çok büyük olabilirdi, ama bunun
gerçekleşme ihtimali o kadar küçüktür ki, ancak bir kaç kişi benim bu ifademi
tehlikeli olarak düşünecektir.” Bu durumu Schauer, ‘kötülüğün ağırlığı onun
imkansızlığı ile azalır’ olarak açıklamaktadır 980. Gerçekten yapılan bir
açıklamanın ortaya çıkaracağı bir tehlike
ne kadar büyük olursa olsun
gerçekleşme olasılığı düşük ise, bu durumda o açıklamaya kısıtlama getirme
konusunda dikkatli davranmalıdır. Nitekim İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi
istikrarlı şekilde olmasa da bir kısım kararlarında bu yönde karar vermektedir.
Örneğin, Refah Partisi kararında; şeriat tehlikesinin bir siyasi parti tarafından
getirilmesi durumunda var olan tehlikenin daha büyük ve büyüklüğü ölçüsünde de
gerçekleşme olasılığı yüksek olduğu için yapılan sınırlandırmanın 11. maddenin
bir ihlali olmadığı yönünde karar vermiştir. Oysa hemen hemen aynı içerikte olan
ve aynı gerekçelere dayanan Gündüz/Türkiye davasında 981, şeriat tehlikesinin
gerçekleşme olasılığı çok düşük olan bir birey tarafından dile getirilmesinden
dolayı yapılan müdahalenin 10. maddenin ihlalini oluşturduğuna kanaat
getirmiştir 982.
Aslında bu kararlardan da anlaşıldığı gibi Mahkeme, tehlikenin büyüklüğü
ve
yakınlığının yanında kimden kaynaklandığına da dikkat etmektedir. Yani
Mahkeme, ifadenin kullanıldığı yer, zaman, ifadeyi kullanan kişi ve tehlikenin
büyüklüğüne dikkat etmektedir.
Ulusal güvenlik için tehlike oluşturduğuna inanılan herhangi bir olasılık,
ifade özgürlüğünü sınırlama adına gerekçe olarak sunulamamalıdır İfade
kullanıldıktan sonra ulusal güvenlik için bir tehlike oluşturup oluşturmadığına
bakılmalıdır. Her halde, bir ifadenin ulusal güvenlik için tehlike oluşturması ise, o
açıklama yapıldıktan ve aleniyet kazandıktan sonra, olsa olsa en kısa sürede
980
ibid, 199.
Müslüm Gündüz/Türkiye, 4 Aralık 2003, Fransızca Aslından Özetleyen ve Yorumlayan
Ercüment Tezcan, Polis Akademisi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları, c. 2, sy.8, Ocak
2004.
982
ibid, paragraf. 51.
981
326
etkisini gösterdiği andır. Artık her olay için ayrıca belirlenebilecek bir soğuma
dönemi geçtikten sonra, o ifadelerin ulusal güvenlik için tehlike oluşturduğunu
söylemek mümkün olmayacaktır. Şayet, aradan o açıklamanın etkisini yitirecek
kadar uzunca bir süre geçmiş ise, bunun ulusal güvenliğe bir tehlike
oluşturduğunu söylemek mümkün olmasa gerektir. Bir ifade açıklamasının tehlike
oluşturabileceği kabul edilecekse bu tehlikenin en yakın hissedildiği andır.
Aslında bunu şu şekilde açıklayabiliriz: Kızılay meydanında bir bomba
patlatılırsa, bu bomba en büyük etkisini hemen patladığı anda gösterecektir.
Aradan haftalar ya da aylar geçtikten sonra bu patlamanın her hangi bir zarara
sebebiyet verdiğini söylemek ne kadar abesle iştigal olursa, bir açıklama
üzerinden uzunca bir süre geçtikten sonra bunun ulusal güvenliği tehdit ettiğini
söylemek de o kadar abes olacaktır.
Dworkin'in ileri sürdüğü gibi; geleneksel özgürlükler, insan onuru için o
kadar önemlidirler ki, zor davalar mümkün olduğunca hep bu özgürlüklerin lehine
çözülmeye çalışılmalı, bu özgürlüklerin etrafına ve özgür ifadenin özünden
oldukça uzağa koruyucu hudutlar çizilmeli, diğer yandan. hükümetler temel
özgürlüklerin herhangi bir bölümüne yaptıkları herhangi bir müdahalenin,
gerçekten çok önemli olan bazı hedefler için gerekli olduğu konusunda kesin bir
inanç taşıyarak hareket etmelidirler 983.
Yönetimin (hükümetin) ayıplarını kapatmak veya yanlışlarının açığa
çıkmasını engellemek veya bu yönetimin kamu kurumlarının işleyişi hakkındaki
bilgilerini saklamak, ya da belli bir ideolojiyi yerleştirmek gibi gayelerin milli
güvenlikle ilgisi yoktur ve bu nedenle ifade özgürlüğü sınırlandırılmamalıdır. Bir
ifade ancak, ani bir şiddete teşvik ediyorsa ve böyle bir şiddetin oluşumu veya
olması olasılığı ile bu ifade arasında doğrudan bir bağ varsa milli güvenliği tehdit
etme ile cezalandırılabilir 984. Mahkeme, bu prensiplere yakın hareket ederse, hem
hür ifade hakkını, hem de demokratik bir toplumda milli güvenlik çıkarlarını aynı
zamanda ve iyi bir şekilde koruyabilecektir.
983
984
Dworkin, A Bill of Rights for Britain, s.11
ibid, s. 11.
327
328
SONUÇ
İfade özgürlüğü, liberal demokrasilerin temelini oluşturup bu özgürlük
olmaksızın demokrasi düşünülemez. Çünkü, demokrasi, her türlü inanç, fikir ve
düşüncenin açığa vurularak serbest bir tartışma ortamı yaratılması esası üzerine
kuruludur 985.
İfade özgürlüğünün gerekliliğini vurgulamak için tarih boyunca farklı
görüşler ileri sürülmüştür. Bunlardan ilki, ‘Gerçeğin ortaya çıkarılması teorisi’dir.
Bu görüş, açık tartışmanın, fikirlerin serbestçe alıverişinin, araştırma ve eleştirme
özgürlüğünün, gerçeğin araştırılması sürecinin etkin olarak işlemesi için gerekli
şartlar olduğunu belirtir. Bu özgürlük olmaksızın, bizim doğruluk ve yanlışlık
arasında, körü körüne tökezlemeye doğru gideceğimiz söylenir. Ancak bu
özgürlük sayesinde gerçeği bulabilir ve yanlışı reddedebiliriz 986.
Bu görüşte konuşma özgürlüğü bir son yani bir amaç değil sadece
gerçeğin ortaya çıkmasına yarayan bir araçtır. Eğer bütün fikirler özgür bir alanda
özgürce yarışırsa, görünmez bir el en iyi fikrin ve gerçeğin ortaya çıkmasını
sağlayacaktır. Böylece toplumun gerçeği keşfetmesine yardım eden her türlü
konuşma koruma altına alınmalıdır 987. Bu özgürlük sayesinde gerçekten iddia
edildiği gibi, evrende tek bir doğru ve gerçek varsa bu gerçek ve doğru
bulunabilir. Çünkü, düşüncelerin özgürce ortaya konulması ile herkes kendi
araştırmaları ve bu araştırmalar sonucunda elde ettiği düşüncelerine göre doğru ve
gerçek olanı ortaya koyma imkanına sahip olacaktır. Herkes, kendisine doğru
985
Lawson, “İfade Hürriyetini Güvenceye Almak Avrupa İnsan Hakları İçtihatlharında Üç
Eğilim’, s.79.
986
Schauer, Free Speech: A Philosophical Enquiry, s. 15-16.
987
ibid, s.15-16.
329
olarak sunulan değişik alternatifleri kendi doğruları ile karşılaştıracak ve en
doğruyu seçme imkanına kavuşacaktır. Uzun vadede ise doğru olarak sunulan
fikirlerin oluşturduğu serbest rekabet piyasası içinde (fikirlerin pazar yerinde)
yanlışlar doğru ile yer değiştirecek ve yanlış tamamen reddedilecektir.
İfade özgürlüğü ile ilgili olarak ileri sürülen en yaygın görüş demokratik
süreç teorisidir. Bu teori ifade özgürlüğünü demokratik toplumun olmazsa olmaz
koşul olarak görmektedir 988. Bu görüşe göre demokrasilerde ifade özgürlüğünü
vazgeçilmez kılan iki temel neden bulunmaktadır 989.
Birincisi, halk adını yönetimi elinde bulunduran idarecilerin bireyleri
zarara uğratmadan yönetimde olumlu veya olumsuz bir politika belirleyebilmeleri
için her türlü bilgiye ulaşabilmeleri mümkün olmalıdır. İfade özgürlüğünün
kullanılması bu bilgiyi yöneticilere sağlar. Aynı şekilde, her türlü bilgiye ulaşma
imkanının sınırlandığı bir ortamda, bireyler kendilerini idare eden kişileri seçme
yetkilerini akıllıca kullanamayacaklardır 990.
İkinci olarak, yöneticiler, yönetilenlerin isteklerini yerine getirmek için iş
başına gelirler. Nitekim ifade özgürlüğü bu isteklerin yöneticilere iletilmesi için
kullanılan en önemli araçlardan biridir. Bu isteklerin iletilmemesi halinde ise
yönetenler ile yönetilenler arasındaki düşmanlık kökleşir ve problemlerin kuvvet
yoluyla çözülmesine zemin hazırlanmış olur 991.
İfade özgürlüğünün gerekliliği ile ilgili olarak ileri sürülen diğer bir görüş
bireyselliğe dayanan teoridir. Bu görüş ifade özgürlüğünü kendi kendine yeterli
olmanın bir yönü olarak görmekte ve kişinin kendi kendini geliştirmesi için kişi
üzerindeki bütün sınırlama ve baskıların kaldırılması gerektiğini belirilmektedir.
Bu görüş kendini geliştirmeyi, kendinin farkında olmayı ve kendini tatmin etmeyi
koruma üzerine odaklanır 992. Buna göre ifade özgürlüğü kişinin kendini
gerçekleştirmesine ve bireyin gelişimine hizmet eder 993. Bir insanın konuşmasına,
yazmasına ve işitmesine veya okumasına izin verilmez ve sınırlamalar konursa
kişinin şahsiyetinin gelişmesi kısıtlanmış olur. İnsanlar inançlarını ve genel
988
Barendt, Freedom of Speech, s.23.
Eryılmız, “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine Göre İfade Özgürlüğü ve Türkiye’, Ankara
Barosu Dergisi” yıl. 58, sy. 2001/1, s.250-251 .
990
Schauer, Free Speech: A Philosophical Enquiry, s.37.
991
ibid, s.38.
992
Barendt, Freedom of Speech, s.14 ; Schauer, Free Speech: A Philosophical Enquiry, s.47
993
Erdoğan , “Demokratik Toplumda İfade Özgürlüğü: Özgürlükçü Bir Perspektif”, s.10.
989
330
tartışmalardaki politik yaklaşımlarını ve diğer insanların eleştirilerine cevaplarını
formüle etmek için serbest olmadıkça zihinsel ve manevi olarak gelişemezler.
İfade özgürlüğünün kişi ve toplum için taşıdığı önem ve sahip olduğu
ayrıcalıklı durum inkar edilmemekle birlikte, bu özgürlüğün kullanılması
esnasında da tıpkı diğer özgürlüklerde olduğu gibi farklı değer ve çıkarların karşı
karşıya gelmesi söz konusu olabilir. Bunun çözümü çıkarların birinin diğerini
ortadan kaldırması değil, her ikisinin birlikte yaşamasının temin edilmesiyle
sağlanır. Birlikte yaşamanın temini ise karşılıklı sınırlama ve dengeyi gerektirir.
Ancak bu denge ifade özgürlüğü aleyhine işleyen ve onu işlevsiz hale getiren bir
denge olmamalıdır. İfade özgürlüğü, zorunlu ve istisnai bir tedbir olarak
sınırlandırılmalıdır. Bunun anlamı devletin sınırlama yetkisini, kişi ve toplum
hayatı açısından önemli fakat sınırlı sayıdaki menfaatlerin ihlal edilmesi halinde
kullanabilmesi demektir. Ancak bu durumda bile getirilecek sınırlamalar belirli
bir bakış açısına veya doktrine göre değil demokratik rejim anlayışına göre
belirlenmelidir. Şayet ifade özgürlüğü belirli bir anlayışa göre sınırlanırsa,
fikirlerin kabul gören görmeyen ya da meşru-gayrı meşru şekilde ayrılması söz
konusu olur ki bununda ifade özgürlüğünün özünü zedelediği açıktır.
İfade özgürlüğünü düzenleyen bütün uluslararası sözleşmeler gerek
evrensel düzeyde olsun gerek bölgesel düzeyde, hepsinde de bu özgürlük
sınırlandırılabilir bir özgürlük olarak düzenlenmiştir. İnsan Hakları Avrupa
Sözleşmesinin 10 maddesine göre de ifade özgürlüğü, demokratik toplumun temel
taşlarından biri olmakla birlikte mutlak bir özgürlük değildir. Sözleşmeye taraf
Devletler bu özgürlüğün kullanımında belirli sınırlamalar ve cezai yaptırımlar
koyma hakkına sahiptirler. Taraf devletler bu haklara sahip olmakla birlikte bu
konuda tam bir serbestiyete sahip olmayıp bu haklarını kullanırken Sözleşme’nin
10. maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen kurallara uymak zorundadırlar.
Nitekim taraf devletler tarafından uygulanan sınırlamaların Sözleşmenin 10.
maddesine uyumlu kullanıp kullanmadığına ve eldeki verilerin kabul edilebilir bir
değerlendirmeye tabi tutulup tutulmadığı konusunda en son kararı verecek olan
İHAM’dir 994.
İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin ifade özgürlüğünü düzenleyen 10.
maddesinde iki aşamalı bir düzenleme sözkonusudur. İlk olarak 10. maddenin
994
Jersield/Danimarka, 23 Eylül 1994, paragraf. 31.
331
birinci fıkrasında ifade özgürlüğü ile ilgili bir ilke ortaya konulmakta, ifade
özgürlüğü güvence altına alınmaktadır. İkinci olarak ise 10. maddenin ikinci
fıkrasında bu özgürlüğün kabul edilebilir sınırları belirlenmektedir. Buna göre,
ifade özgürlüğü üzerine konan bir müdahalenin kabul edilebilmesi için, sınırlama
ilkin kanunla belirlenmiş olmalı, ikinci olarak 10. maddenin ikinci fıkrasında
sayılan meşru amaçlardan birini gerçekleştirmeye yönelik olmalı ve son olarak bu
sınırlama demokratik toplum için gerekli olmalıdır.
İlk sınırlama nedeni olarak belirlenmiş olan kanunla belirlenmiş olma,
kanunların öngörülebilirliği ve ulaşılabilirliği ile ilgili olup kanunların kalitesi
denetim konusu yapılmaktadır. İnceleme konusu yapılan olayda uygulanan yasal
kurallarla ilgili olarak vatandaşın yeterli bilgi sahibi olması ulaşılabilirlik
açısından gereklidir. Öngörülebilirlik ise, vatandaşların davranışlarını ona göre
ayarlamalarına imkan sağlayacak ölçüde kuralların açıklıkla formüle edilmesidir.
Davranışlarının sonuçlarını vatandaşlar öngörebilmelidir. Sınırlamanın kanunla
belirlenmiş olması konusu ifade özgürlüğünün sınırlandırılması konusunda ciddi
bir sorun çıkartmamaktadır
İkinci olarak, ifade özgürlüğü üzerine konan bir müdahale demokratik
toplumda gerekli olmalıdır. Bir siyaset etiği kuralı olan demokratik toplum
düzeninin gerekleri ile sınırlandırma uyumlu olmalıdır. Demokratik toplumun
gerekleri sınırlandırmanın kabul edilebilirliği konusunda önemli bir kriterdir ve
Sözleşmenin en orijinal kriteri olarak kabul edilmektedir. Bu ilke, Sözleşmenin
önsözünde yer almakta ve Sözleşmenin genel yapısının önemli bir parçasını
oluşturtmaktadır.
Üçüncü olarak bu sınırlama belli meşru amaçları gütmelidir. 10. maddenin
ikinci
fıkrasında
bu
meşru
amaçlar
sayılmıştır.
İfade
özgürlüğünün
sınırlandırılması herhangi bir nedenden dolayı değil, ancak 10. maddenin ikinci
fıkrasında sınırlı sayıda sayılan bu meşru amaçlardan herhangi birine
dayanmalıdır. Bunlara ise geniş bir anlam yüklemek mümkün değildir. Nitekim
mahkeme, pek çok kararında, sınırlama nedenlerinin istisnai nitelikte olduklarını
ve dar yorumlanmaları gerektiğini belirtmektedir 995. Dolayısı ile sınırlama
sebepleri sözleşmede anlam ve kapsam bakımından tüketici bir anlayışla ele
995
Sunday Times/Birleşik Krallık.
332
alınmaktadır 996. Sınırlama sebepleri anlam ve kapsam bakımından olduğu kadar,
sınırlı sayıda olmaları sebebi ile de tüketici bir özelliğe sahip bulunmaktadırlar.
Bundan dolayı başka bir sınırlama sebebine dayanarak ifade özgürlüğü
sınırlandırılamayacaktır 997.
Bu özgürlüğün, sınırlandırılmasını meşru amaçların haklı kıldığını
gösterme yükümlülüğü devlete aittir. Meşru amaç, taraf devlet tarafından ikna
edici biçimde ortaya konulmalı, bu özgürlüğü sınırlama için ‘zorunlu bir
toplumsal ihtiyaç’ sözkonusu olmalıdır. Faydalı, istenen, kabul edilebilir, sıradan
durumlar sınırlamanın gerekli olduğu anlamına gelmez 998. Ayrıca bu sınırlama
ulaşılmak istenilen amaçla ölçülü olmalıdır. Yani, sözkonusu kişinin ifade
özgürlüğünü sınırlama ile o kişiye verilen zararın, toplumun elde edeceği genel
faydaya göre daha az olması gerekir. Bu ölçülülüğü belirleme konusunda taraf
devletin her olaya göre değişen belli bir ulusal takdir payı olmakla birlikte son
sözü söyleme yetkisi Mahkemeye aittir. Ancak sınırlandırma yapılırken her
konuda ortak bir Avrupa Standardının olmaması hem taraf devletler bakımından
bir eşitsizliğe, hem de sınırlandırma nedenleri arasında bir hiyerarşiye neden
olmaktadır. Rasmussen /Danimarka Kararında 999 da belirtildiği gibi, devletin
takdir alanı, koşullara, konuya ve konunun arkaplanına göre değişmektedir.
Dolayısıyla ulusal takdir payının 10. maddenin ikinci fıkrasındaki meşru amaçlara
göre farklılık gösterdiğini söyleyebiliriz.
Taraf devletler arasında ortak hukuk düşüncesinin şekillenmediği
alanlarda, devletin takdir yetkisi söz konusu hak ve özgürlüğün niteliğine göre dar
veya geniş olabilmektedir 1000. ‘Genel ahlak’, ‘genel sağlık’ ve ‘ulusal güvenlik’
gibi sübjektif unsurların söz konusu olduğu hallerde ulusal takdir payı geniş veya
çok geniş tutulmuş, buna karşılık ‘demokratik toplum gerekleri’ ‘yargı
bağımsızlığı ve tarafsızlığı’ gibi belli ölçütlerin evrensel bir standart kazandığı
996
Gölcüklü, ‘Temel Hak ve Özgürlüklerde Avrupa Standardı’, Anayasa Yargısında Avrupa
Modeli ve Türkiye Uluslararası Sempozyumu, s.4.
997
Çavuşoğlu, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ve Avrupa Toplulukları Hukukunda Temel Hak
ve Hürriyetler Üzerine ,s. 47.
998
Bıçak, “Yeni Yapısıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi”, s.21.
999
Rasmussen/Danimarka, 28 Kasım 1984.
1000
Çavuşoğlu, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ve Avrupa Toplulukları Hukukunda Temel
Hak ve Hürriyetler Üzerine , s.54; Gölcüklü,Gözübüyük, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve
Uygulaması, s.149.
333
alanlarda ise daraltılmıştır 1001. Örneğin, Handyside davası, ‘ahlakın korunması’
ile ilgiliydi. Mahkeme bu davada, sözleşmeci devletlerin ‘ahlaki gereklere’
bakışlarının ‘özellikle günümüzde zaman ve yere göre değiştiğini’ ve devlet
yetkililerinin, ahlaki gereklerin tam içerikleri, hakkında bir görüş bildirirken,
uluslararası yargıçtan genellikle daha iyi durumda’ olduklarını saptamıştır 1002.
Yine
Mahkeme,
Otto-Preminger
Institute/Avusturya
davası 1003
ve
Wingrove/İngiltere 1004 davasında, genel ahlak konusunda olduğu gibi dinin önemi
konusunda da ortak bir Avrupa din anlayışının olmadığı için, taraf devletlerin dine
hakaret içeren ifadeleri sınırlamada daha geniş bir ulusal takdir marjına sahip
olduğunu belirtmiştir. Mahkeme bu yorum tarzını Leyla Şahin/Türkiye kararında
da devam ettirip, taraf devletin daha geniş bir takdir marjına sahip olduğunu
vurgulamıştır 1005.
Oysa Sunday Times/Birleşik Krallık davasında, yargılama organının
‘otoritesi’ gibi çok daha nesnel bir kavram hakkında aynı şey söylenemeyeceği,
ulusal hukuk sistemleri ve sözleşmeci devlet uygulamaları, bu alanda oldukça
esaslı bir temel bulunduğu gerekçesi ile burada daha geniş bir Avrupa denetimi,
daha dar bir takdir yetkisinin varolduğunu bildirmiştir 1006.
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi ifade özgürlüğü ile ilgili davaları
incelerken bir kısım ilkeler ortaya koymuş ve bu ilkeleri bazı istisnalar dışında her
olayda uygulamıştır. Mahkemenin ifade özgürlüğü ile ilgili ortaya koyduğu
ilkeleri şu şekilde belirleyebiliriz.
Mahkeme, ifade özgürlüğünün, Sözleşmenin 10. maddesinin ikinci
fıkrasında güvenceye alındığı şekliyle, demokratik bir toplumun en önemli
temellerden birini oluşturduğunu; demokratik toplumun gelişmesi ve her bireyin
kendi kişiliğini gerçekleştirmesinin temel şartı olduğunu belirtmiştir. İfade
özgürlüğü, 10. maddenin ikinci fıkrası sınırları içinde sadece lehte olduğu kabul
edilen veya zararsız veya ilgilenmeye değmez görülen ‘haber’ ve ‘düşüncelere’
değil, aynı zamanda aleyhte olan, çarpıcı gelen veya rahatsız eden ‘haber’ ve
‘düşüncelere de uygulanır. Bunlar, demokratik toplumun olmazsa olmaz unsurları
1001
Gölcüklü, Gözübüyük, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Uygulaması, s.149.
Handyside, paragraf.48.
1003
Otto-Preminger Institute/Avusturya 20 September 1994.
1004
Wingrove/Birleşik Krallık 25 Kasım 1996.
1005
Leyla Şahin/Türkiye, 29 Haziran 2004, paragraf. 102.
1006
Sunday Times, paragraf. 59.
1002
334
olan çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirliliğin gerekleridir 1007. Mahkeme bu
yorumu ile demokratik bir toplumda ifade özgürlüğünün ne kadar önemli
olduğunu vurgulamaktadır. Mahkemeye göre, ifade özgürlüğü o kadar önemlidir
ki, karşı tarafı rahatsız edici, kırıcı hatta şoke edici de olsa koruma görmelidir 1008.
Mahkeme bu yorumu ile ifade özgürlüğü ile ilgili olarak ileri sürülen
teorilerden ikisine dayanmış olmaktadır. Mahkeme, ifade özgürlüğünün
demokratik toplumun vazgeçilmez unsurlarından biri olduğunu ifade ederken,
burada demokrasi argümanına atıf yapmış, ifade özgürlüğünün çoğulculuğun,
hoşgörünün ve geniş fikirliliğin gereği olduğunu ve bunlar olmaksızın demokratik
bir toplumun varlığından söz edilemeyeceğini belirterek demokratik süreç
teorisinde ileri sürülen görüşlere işaret etmiştir.
Mahkeme,
ayrıca,
ifade
özgürlüğünün
kişinin
kendi
kendini
geliştirmesinin bir unsuru olduğunu da belirterek bireysel özerkliğe dayanan
teoriye işaret etmiş olmaktadır. Bu teoriye göre, ifade özgürlüğü her şahsın kendi
kendini geliştirme ve gerçekleştirme hakkının bütünleyici yönü olarak görülür.
İfade özgürlüğü ile ilgili bu ilkeler, basın sözkonusu olunca ayrı bir önem
arz etmektedir. Basın 10.maddenin ikinci fıkrasında düzenlenen sınırları
aşmamakla yükümlü olmakla birlikte, açıklanan fikirler farklılaşmalara ve
bölünmelere yol açacak nitelikte olsa da yine de halkı ilgilendiren diğer alanlarda
olduğu gibi siyasi meseleler hakkında bilgi ve fikirleri de iletmekle yükümlüdür.
Basının görevi sadece bu tür bilgi ve fikirleri iletmekle sınırlı değildir, halk da
onları alma hakkına sahiptir 1009.Basın özgürlüğü, bu fonksiyonundan başka, siyasi
liderlerin fikirleri, düşünceleri ve davranışları konusunda halkın bir kanaat sahibi
olmalarını sağlayan en iyi araçlardan biridir.
Bu nedenle kabul edilebilir eleştirinin sınırı, özel kişilere nazaran
politikacılar için daha geniştir. Özel kişilerin aksine politikacılar kaçınılmaz
olarak ve bilerek her söz ve fiilini hem gazeteciler ve hem de halk kitlesinin yakın
denetimine açmışlardır. Dolayısıyla yapılan eleştirilere karşı daha fazla tolerans
göstermek zorundadırlar. Mahkeme politikacıların yapılan eleştirilere karşı daha
fazla tolerans göstermesi gerektiğini vurguladığı gibi halkın seçilmiş temsilcileri
olarak politikacılar için ifade özgürlüğünün özellikle önemli olduğunu da
1007
Handyside/Birleşik Krallık, paragraf. 49, Lingens/Avusturya, paragraf. 41.
Nilsen ve Johnson/Norveç, paragraf.43.
1009
Lingens/Avusturya, paragraf. 33.
1008
335
vurgulamıştır 1010. Bu kişiler, seçmenlerini temsil eder; onların zihinlerini meşgul
eden sorunlara dikkat çeker; onların yararlarını savunur. Dolayısıyla politikacılar
daha geniş bir ifade özgürlüğü hakkına sahiptirler.
Yine Mahkeme, hükümeti eleştirmenin hoş görülebilir sınırının, şahısları,
hatta politikacıları eleştirme sınırından daha geniş olduğunu vurgulamıştır.
Demokratik bir sistemde hükümetin eylemleri ve ihmalleri, sadece yasama ve
yürütme organlarının değil, basının ve kamuoyunun da yakın denetimine tabidir.
Dahası hükümetin işgal ettiği üstün konum, özellikle muhaliflerinin veya
medyanın haksız saldırılarına ve eleştirilerini karşılamak için başka araçları
kullanabilecekken ceza davasına başvurmada kendisini sınırlı görmesi gerekir.
Ancak yetkili devlet otoriteler, kamu düzeninin güvencesi olmaları sıfatıyla,
temelden yoksun veya kötü niyetle oluşturulmuş iftira niteliğindeki suçlamalara,
aşırıya kaçmadan ve gereği gibi tepki göstermeyi amaçlayan cezai nitelikteki
önlemleri almakta da serbest olduğunu vurgulamıştır 1011.
Sözleşmenin 10. maddesinin ikinci fıkrasında, ifade özgürlüğünün
beraberinde getirdiği görev ve sorumluluklara da işaret etmektedir. Bu nedenle,
hassas politik konularda halkı bilgilendiren kişilerin gayrı kanuni politik şiddete
destek vermeme konusunda gerekli özeni göstermesi gerekir.
Bu
özgürlüğün
kullanılmasını
devletin
engellememesi
(negatif
yükümlülük) bu özgürlüğün korunması için yeterli değildir. Bu özgürlüğün
kullanımını güvence altına almak için devletin aynı zamanda pozitif
yükümlülükleri de bulunmaktadır. Bu noktada, cezai tedbirlerin varlığı ve ceza
adalet sisteminin alt yapısının varlığı yeterli değilse, devlet, gerekirse, bu
özgürlüğü kullanan kişinin canına ve mal varlığına yapılan düzenli saldırı ve
tehditleri önleme, bu saldırı ve tehditlerin kaynağı ile ilgili gerekli araştırmaları
yapma yükümlülüğü altındadır. Ayrıca devlet, gazete, kitap ve diğer yayın
organlarında ifade edilen fikirlerin dağıtımının engellenmesini engelleme adına
gerekli tedbirleri de almalıdır 1012.
Mahkeme ayrıca, Türkiye ile ilgili kararlarında olduğu gibi, kitap ve edebi
eserlerle süreli yayınlar arasında bir ayrım yapılmakta ve sanat eseri sayılan
kitaplarla yapılan yayınlar, gazete haber ve yorumlarına nazaran daha fazla
1010
Castells/İspanya, paragraf. 42.
Ceylan/Türkiye, paragraf.34, İncal/Türkiye, paragraf. 54.
1012
Eryılmız, “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine Göre İfade Özgürlüğü ve Türkiye’ s.319.
1011
336
korunmaktadır. Bilimsel ve akademik ifade özgürlüğü özellikle korunmaktadır.
Ayrıca Mahkeme, yayının hitap ettiği kitleyi de göz önünde bulundurmakta ve
kitlenin sınırlı olması durumunda yayın korunmaktadır. Bunlar yapılırken, halkın
haber alma hakkı vurgulanarak, toplumu ilgilendiren tartışmalı konularda
kamuoyuna farklı görüşlerin sunulması teşvik edilmektedir. Politikacıların ve
resmi makamların eleştiri sınırları diğerlerine oranla daha geniş tutulmakta,
bunların kendilerine karşı yapılan eleştirilere karşı daha fazla hoşgörü
göstermeleri istenmektedir
337
Ekler:
Ek.1: Yararlanılan İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi
Kararları
Aslan/Türkiye
256-258
Association Ekin /Fransa
66
Başkaya ve Okçuoğlu/Türkiye
243-245
Berford /Danimarka
98, 202
Berhold /Almanya
97, 120, 215-217
Bladet Thomas ve Stensas/Norveç
128
Castells /İspanya
16, 68, 79, 196-198
Ceylan /Türkiye
236
Chorherr /Avusturya
79
Cosada Coca /İspanya
79
Çetin ve Diğerleri /Türkye
98
David Brind ve Diğerleri /Birleşik Krallık 261
De Becker /Belçika
112
Demuth / İsviçre
300
Dichand ve Diğerleri/Türkiye
18
Djavit /Türkiye
61
Engel Ve Diğerleri /Hollanda
80, 115, 283, 286, 308
Ezelin /Fransa
61
Feldek /Slovakya
175-177
Fressoz ve Roire /Fransa
225-227
Fuentos Bobo /İspanya
191
Gaweda /Polonya
16, 68, 97, 100
Gerger /Türkiye
263-266
338
Glasenopp / Almanya
73
Goodwin / Birleşik Krallık
111, 220-222
Grigoriades /Yunanistan
80, 310
Groppera Radio ve Diğerleri /İsviçre
98,291,295-297
Hadjianastassious /Yunanistan
79, 291, 295-297
Handyside /Birleşik Krallık
78, 84, 104, 110, 113-115,
120, 142-148
Hertel /İsviçre
111
Huving /Fransa
95
İnformationsverein Lentia/Avusturya
295
İncal/Türkiye
237, 245-247
J. Campany Diez de Revenge ve J. L. Lopez Galiacho Perona /İspanya,
191
Janovski /Polonya
210, 212
Jersield /Danimarka
36, 192-194
Jeruselam /Avusturya
178
Kalaç/Türkiye
315
Karataş /Türkiye
21, 258-260
Krone Verlag GMBH ve CoKg/Avusturya 179, 189
Kruslin /Fransa
95
Lawles /İrlanda
89-90
Lehideux ve İsorni /Fransa
83, 111, 194
Lesnik /Slovakya
98, 111, 199-201
Leyla Şahin /Türkiye
95,132
Lingens /Avusturya
18, 68, 78, 172-174
339
Mark İnretn Verlag GmbH ve Klaus Beerman /Almanya 98
Mehemi /Fransa
125
Müller ve Diğerleri/ İsviçre
21, 79, 99, 132, 154-160
Nikula /Finlandiya
126, 199
Nilsen ve Johnson /Norveç
206- 208
Oberschlick /Avusturya
18, 78, 174-175
Okçuoğlu /Türkiye
258
Oliver Le CourGrandmaison /Fransa
311
Open Door ve Dublin Well Women /İrlanda 79, 162-167
Otto Preminger Institute /Avusturya
80, 182-185
Öztürk /Türkiye
99
Perna/ İtalya
203
Petty Purcell ve Diğerleri/İrlanda
260
Piermont /Fransa
247
Polat /Türkiye
241-243, 269
Rasmussen /Danimarka
116
Refah Partisi ve Diğerleri/ Türkiye
108
Rekvenyi /Macaristan
80, 269-271
Roemen ve Schmit/Lüksemburg
222-225
Schimanek /Avusturya
83
Schöpfer /İsviçre
201
Silver ve Diğerleri/Birleşik Krallık
60, 96, 11
Skalka /Polonya
16, 111, 126
Sosyalist Parti ve Diğerleri/Türkiye
107
Sürek /Türkiye (no. 1)
250-253
340
Sürek /Türkiye (no. 2)
248-249
Sürek /Türkiye (no. 3)
253-255
Sürek ve Öztürk /Türkiye
69
Şener /Türkiye
238-241
Tammer /Estonya
178
Tele 1 Privatfernschgesellschaft /Avusturya
290, 297-300
The Observer ve Guardian / Birleşik Krallık
272-274
The Sunday Times (no. 1)/Birleşik Krallık
95, 98, 103, 126, 318-
320
The Sunday Times (no 2)/ Birleşik Krallık
18, 274
Thorgeir Thorgeirson /İzlanda
208, 210
Tolstay Milosovsky /Birleşik Krallık
12
United Christian Broadcasters /Birleşik Krallık 301
Vereiniging Weekblad Bluf! /Hollanda
79, 276-278, 312
Vogt /Almanya
73
Weber /İsviçre
320-322
Wille /Linkesthain
80
Wingrove /Birleşik Krallık
185-188
Yaşar Kemal Gökçeli /Türkiye
268
Young James ve Webster /Birleşik Krallık
105
Zana /Türkiye
111, 265-267
341
342
Ek. 2: Yararlanılan İnsan Hakları Avrupa Komisyonu
Kararları
Alman Komünist Partisi/Federal Almanya:
(başvuru no. 250/57)
90
Andreas Baader, Holger Meins, Ulrike Meinhof, Wolfgang Grundmann/ Federal
Almanya Cumhuriyeti:
(başvuru no. 6166/73)
Betty Purcell ve Diğerleri/ İrlanda:
(başvuru no, 15404/89)
305
260, 261
David Brind ve Diğerleri/ Birleşik Krallık:
(başvuru no, 18714/91)
260
Gerard Adams/Birleşik Krallık:
(başvuru no. 28979/95)
263
Glimmerveen /Hollanda:
(başvuru no, 8348/78)
Horst Mahler/Almanya:
(başvuru no.29045795)
J. Hagenbeek/Hollanda:
(başvuru no 8406/78)
34, 92
Lawless/ İrlanda:
(başvuru no. 8348/78)
93
Malcolm Lowes/ Birleşik Krallık:
35, 92
205
(başvuru no. 13214/87)
306
Michael Kühnen/Federal Almanya Cumhuriyeti: (başvuru no. 12194/86)
Nationaldemokratische
Partei
Oberbayern/Federal Almanya
Deutschlands,
Bezirksverband
(başvuru no, 25992/94)
35
München35
Olivier Le Cour Grandmaison - Laurent Fritz/ Fransa: (başvuru no.
11568/85):311
Pat Arrowsmith/Birleşik Krallık:
(başvuru no. 7050/75)
62, 262
R.S. Ve Z./ İsviçre:
(başvuru no. 10414/83)
204
Roger Graham Prince/Birleşik Krallık: (başvuru no.11456/85)
204
T/Birleşik Krallık:
(başvuru no 8231/78)
61,304
Tony Benn/Birleşik Krallık:
(başvuru na. 30343/96)
263
Walter-Georg Hemphing / Almanya : (başvuru no.14622/89)
218
X /Federal Almanya Cumhuriyeti:
(başvuru no. 6782/74)
155, 156
X/Avusturya
(başvuru no. 1753/63)
61
X/Birleşik Krallık:
(başvuru no. 7308/75)
164
X/Birleşik Krallık:
(başvuru no. 5270/72)
306
X/Birleşik Krallık:
(başvuru no. 5442/72)
61
X/Birleşik Krallık:
(başvuru no. 6886/75)
284
X/İtalya:
(başvuru no, 6741/74)
34
Z/Federal Almanya Cumhuriyeti:
(başvuru no. 6784/74)
155
343
Ek. 3: Yararlanılan Amerikan Yüksek Mahkemesi Kararları
Dennis v. United States:
341 U:S 494 (1951),
14
Abrams v. United States:
250 U.S. 616 (1919),
13
Chaplinsky/New Hanpshire:
1942, U.S, 568 (1942)
23
Miller/California;
1973 U.S 413, 15 (1973)
24, 27
Reno . American Civil Liberties: 521 U. S. 844 (1997).
25
Aschroft v. Free Speech Coalition: 355 U.S. –(2002)
26.
Ek. 4: Yararlanılan Türk Anayasa Mahkemesi Kararları
AYM, E.1995/17, K.1995/16, KT. 21 Haziran 1995
76
AYM, E. 1995/25, K. 1996/5, KT. 2 Şubat 1996,
75
AYM, E. 1991/2 (Sosyalıst Parti Kararı), K. 1992/1, K.T. 10 Haziran 1992, 230
AYM, E. 1993/1 (ÖZDEP Kararı), K. 1993/2, K.T: 23 Kasım 1993
230
344
KAYNAKÇA
Ağaoğulları Mehmet Ali, Eski Yunanda Siyaset Felsefesi, (Ankara: Teori
Yayınları, 1989)
345
Akgüner Tayfun, 1961 Anayasasına Göre Milli Güvenlik Kavramı ve Milli
Güvenlik Kurulu, (İstanbul: İ.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayını, 1983)
Akın İlhan, Temel Hak ve Özgürlükler, (İstanbul: Fakülteler Matbaası, 1968)
Alacakaptan Uğur, “Fikir ve Düşünce Özgürlüğü ve Tehlike Suçları Çağdaş Batı
Hukukunda Bu Konudaki Düşünce ve Uygulamalar Türk Uygulaması ve
Değerlendirilmesi”, Hukuk Kurultayı 2000, c.2, (Ankara: Ankara Barosu Yayını,
2000)
Anayurt Ömer, Toplanma Hürriyeti Kavramı ve Türk Anayasa Hukukunda
Toplanma Hürriyeti, (İstanbul: Kazancı Yayınları, 1998)
Andrew Nicol, “National Security Considerations and the Limits of European
Supervision”, European Human Rights Law Review, (1996), 37-44.
Anthea Jeffrey, “Free Speech and Press: An Absolute Right”, Human Rights
Quarterly, (1986)
Aral Vecdi, Hukuk ve Hukuk Bilimi Üzerine, (İstanbul: İstanbul Üniversitesi
Hukuk Fakültesi, 1979)
Arık Fikret K, “Avrupa İnsan Hakları Divanında Lawless İşi”, Ankara
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi,, c.XVIII, no.2, (Haziran 1963)
Arslan Zühtü, ‘Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarında “Demokratik
Toplum” Kavramı’, Türkiye’de İnsan Hakları, (Ankara:TODAİ, 1998)
Arslan Zühtü, “ABD Yüksek Mahkemesi ve İfade Özgürlüğü’, ABD Yüksek
Mahkemesi Kararlarında İfade Özgürlüğü, der. Zühtü Arslan (Ankara: Liberte
Yayınları, 2003)
Arslan Zühtü, (derleyen) ABD Yüksek Mahkemesi Kararlarında İfade Özgürlüğü,
(Ankara: Liberte Yayınları, 2003)
Barendt Eric, Freedom of Speech, (Oxford: Clerandon Press, 1985)
346
Başozen Ahmet, “Kamu Bürokrasisi ve Denetim Yolları”, Kamu Hukuku Arşivi,
s.1, Şubat 1999
Batum Süheyl, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Türk Anayasal Sistemine
Etkileri, (İstanbul: İÜ Yayınları, 1993),
Bayraktar Köksal, Suç İşlemeye Tahrik Cürmü, (İstanbul: İ.U. Yayını, 1977)
Bernhardt Rudolf, ‘Thoughts on the Interpretation of Human-Rights Treaties’,
Protecting Human Rights: The European Dimension, eds. Frans Mascher and
Herbert Petzold, (Carl Heymanns Verlag KG, 1990)
Bernhardt Rudolf, Speech on the Occasion of the Diplomatic Conference on the
Establishment of an International Criminal Court, (Strasbourg: Council of
Europe, 1998)
Beydoğan T.Ayhan, Türk Hukukunda Siyasi İfade Hürriyeti, (Ankara: Liberte
Yayınları, 2003)
Bıçak Vahit, ‘Yeni Yapısıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’, Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi Kararlarında İfade Özgürlüğü, der. Vahit Bıçak, (Ankara:
Liberte Yayınları, 2002)
Bıçak Vahit, “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları Işığında İfade
Özgürlüğü”, Liberal Düşünce, 2001, yıl.6, sy, 24
Bork Robert, Slouching Toward Gomorrah, (New York: Regan Books, 1997),
Boven Theo Van, “The Relations Between Peoples’ Rights and Human Rights in
the African Charter”, Human Rights Law Journal, (1986)
Brems Eva, “The Margin of Appreciation Doctrine in the Case-Law of the
European Court of Human Rights”, Heidelberg Journal of International Law,
(1996), vol.56, 240-314.
Bulut Nihat, Hak ve Özgürlüklerin Sınırlama Nedeni Olarak Genel Ahlak, www.
jura. Uni-sb. de/turkish/NBulut-html
347
Can Osman, “Düşünceyi Açıklama Özgürlüğü: Anayasal Sınırlar Açısından
Neler Değişti?”, Liberal Düşünce, yıl.6, sy. 24, Güz 2001
Capaldi Nicholas, Clear and Present Danger the Free Speech Controversy, (New
York, Pegasus 1969)
Carey James W, Communication as Culture: Essays on Media and Society,
(London: Unvin Hyman, 1989)
Clements L.J, M. Sc Solicitor, European Human Rights Taking a Case under the
Convention, (London 1994)
Çavuşoğlu Naz, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ve Avrupa Toplulukları
Hukukunda Temel Hak ve Hürriyetler Üzerine, (Ankara: Ankara Üniversitesi
SBF İnsan Hakları Merkezi Yayını, 1994)
Çeçen Anıl, İnsan Hakları, (Ankara: Gündoğan, 1995)
Çelik Ahmet, Yaşar Tonta, ‘Düşünce özgürlüğü, Bilgi Edinme Özgürlüğü ve
Bilgi Hizmetleri’. Bilgi Edinme Özgürlüğü (1-13). Der.Yaşar Tonta ve Ahmet
Çelik.
(Ankara:
Türk
Kütüphaneciler
Derneği,
1996)
http://yunus.hun.edu.tr/~tonta/yayinlar/beozgur.html
Defeis Elizabeth F; “Freedom of Speech and International Norm: A Response to
Hate Speech’” Stanford Journal of International Law, (1992), 57-130.
Delmas- Marty Mireille and Gerard Soulier, “Restraining or Legitimating the
Reason of State?” The European Convention for Protection of Human Rights
International Protection versus National Restriction, ed. Delmas Marty Mireille,
(London: Kluwer Academic Publisher, 1992)
Delmes-Marty Mireille, “The Richness of Underlying Legal Reasoning”, The
European Convention for the Protection of Human Rights. International
Protection versus National Restriction, ed.
Kluwer Academic Publisher, 1992)
Delmas-Marty et al, (London:
348
Dijk P Van, and. van Hoof, G.J.H, Theory and Practice of the European
Convention on Human Rights, (London; Kluwer Law Publisher, 1990)
Dinah Shelton, “Subsidiarity, Democracy and Human Rights”, Broadening the
Frontiers of Human Rights: Essays in Honour of Asbjant Eide, ed. Gomien Dona,
(Oslo: Scandinavian University Press, 1993)
Döner Ayhan, İnsan Haklarının Uluslararası Alanda Korunması ve Avrupa
Sistemi, (Basılmamış Doktora Tezi, Konya 2002)
Dönmezer Sulhi, “Devletin Ülkesi ve Milleti ile Bütünlüğü ve Bölünmezliği
İlkesi”, İÜHF. 50. yıl Armağanı:Cumhuriyet Döneminde Hukuk, (İstanbul:
İÜHFY, 1973),
Drzemvzewski A.Z; European Human Rights Convention in Domestic Law; a
Comparative Study, (Oxford: Clarendon Press, 1983)
Duran Lütfi, “Sosyal Hareketler ve Milli Güvenlik”, İktisat ve Maliye, c.XVII.
sy.4, Temmuz (1970)
Dworkin Ronald, A Bill of Rights for Britain, (London: Chatta & Windus Ltd,
1990)
Eissen Marc-Andre, “The Principle of Proportionality in the Case-Law of the
European Cortof Human Rights”, The European System for the Protection of
Human Rights, ed. Macdonald R.St.j, Matscher F, .Petsold H (Dordrechts :
Martinus Nijhoof Publisher, 1993)
Emerson Thomas, Freedom of Political Speech, The Supreme Court and Human
Rights, (New Haven 1982)
Emerson Thomas, The System of Freedom Of Expression, (New York: Random
House, 1970)
Erdem Fazıl Hüsnü, “Düşünce Özgürlüğü ve Demokrasi”, Ankara Barosu
Dergisi, (1998/1)
349
Erdoğan Mustafa, “Demokratik Toplumda İfade Özgürlüğü: Özgürlükçü Bir
Perspektif”, Liberal Düşünce, yıl.6, sayı, 24, güz 2001
Erdoğan Teziç, 100 Soruda Siyasi Partiler, (İstanbul, Gerçek Yayınları, 1976)
Eren Abdurrahman, Temel Hak ve Özgürlüklerin Güvence Ölçütü Olarak
Demokratik Toplum Düzeninin Gerekleri, (Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul
2002)
Eryılmız Bedri, “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine Göre İfade Özgürlüğü ve
Türkiye’, Ankara Barosu Dergisi” yıl. 58, sy. (2001/1)
Evans Carolyn, Freedom of Religion in the European Convention on Human
Rights, (Oxford: Oxford University Pres, 2001)
Feingold Cora, “The Little Red Schoolbook and the European Convention on
Human Rights”, Human Rights Review, (1978), vol. 3, 21-43.
Finkelnburg Klaus, “Demokraside İfade Özgürlüğü”, çev. Nihat Ünlüer, Düşünce
Özgürlüğü, der. Hayrettin Ökçesiz, (İstanbul 1998)
Fiss Owen M, The Irony of Free Speech, (London: Harvard University Pres,
1998)
Gates H.L, ‘Let Them Talk: Why Civil Liberties Pose no Threat to Civil Rights’,
The New Republic, (September 1993)
Gearty Conor, ‘Citizenship and Freedom of Expression’, Rights of Citizenship,
ed. Robert Blackburn, (New York: 1993)
Gellhorn W, Amerikan Hakları, (Ankara: Türk Siyasi İlimler Derneği Yayınları,
1965)
Gemalmaz Mehmet Semih, Ulusalüstü İnsan Hakları Hukukunun Genel
Teorisine Giriş, (İstanbul: Beta Yayınları, 2001)
350
Gomian Donna, David Harris, Freedom of Thought, Conscience, Religion and
Expression, (Düşünce, İnanç, Vicdan ve İfade Özgülüğü) Çeviren. Orhan Kemal
Cengiz, (İstanbul: Belge Yayınları 1998)
Gomien Donna, David Haris and Leo Zwaak, Law and Practice of the
Convention on Human Rights and the European Social Charter, (Strasbourg:
Council of Europe Publishing, 1996)
Gökçen Ahmet, Halkı Kin ve Düşmanlığa Açıkça Tahrik Cürmü, (Ankara:
Liberte Yayınları, 2001)
Gölcüklü Feyyaz, Şeref Gözübüyük, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve
Uygulaması, (Ankara: Turhan Kitabevi, 2002)
Gölcüklü Feyyaz, “Avrupa İnsan Hakları Divanında Söz ve İfade Hürriyeti”,
İnsan Hakları Yıllığı, (1980), yıl.2, 41-76.
Gölcüklü Feyyaz, “Temel Hak ve Özgürlüklerde Avrupa Standardı”, Anayasa
Yargısında Avrupa Modeli ve Türkiye Uluslararası Sempozyumu, (İstanbul 1987)
Göze Ayferi, Siyasal Düşünceler ve Yönetimler, (İstanbul: Beta Yayınları, 1986)
Gözler Kemal, Türk Anayasa Hukuku Dersleri, (Bursa: Ekin, 2000),
Gray John, Reklam Yasakları ve İfade Özgürlüğü, çev. Ataç Ünlü, (Ankara:
Liberte Yayınları, 1997)
Grossman Claudio, “Freedom of Expression in the Inter American System for the
Protection of Human Rights”, ILSA Journal of International and Comparative
Law, (Summer 2001), 620-647.
Grosz Stephan, jack Beatson, Peter Duffes, Human Rights Act and the European
Convention, (London: Sweat and Maxell, 2000)
Güran Sait, “Özel Yaşam ve İfade Özgürlüğü”, Sahir Erman’a Armağan,
İstanbul 2000.
351
Gürbüz Yaşar, Anayasalar, (İstanbul 1991)
Hakyemez Yusuf Şevki, “Temel Hak ve Özgürlüklerin Sınırlandırılmasında
Ölçülülük İlkesi”, Hayri Domaniç’e Armağan, c. II, (İstanbul 2001)
Hakyemez Yusuf Şevki, Militan Demokrasi Anlayışı ve 1982 Anayasası,
(Ankara: Seçkin Yayınları 2000)
Hannikainen Lauri and Kristian Myntti, ‘Article 19’, The Universal Declaration
of Human Rights: A Commentary, Eds. Eide Asbjoin, Fudmunder Alfredsson,
Göran Melander, Lars Adam Rehof and Allan Rosas, and Theresa Swinehart,
(Oslo: Scandinavian Universty Pres, 1992)
Haris D. J, M O’Boyle, C Warbrick, Law of the European Convention on Human
Rights, (London, Butterworths, 1995)
Harris D.J and Stephen Livingstone (ed), The Inter – American System of Human
Rights, (Oxford: Clerandon Pres 1998)
Harris D.J., “Decisions on the European Convention on Human Rights During
1975-1976”, British Yearbook of International Law, (1976-77), vol. 48, 373-396.
Hatemi Hüseyin, Hukuka ve Ahlaka Aykırılık Kavramı ve Sonuçları, (İstanbul:
İstanbul Üniversitesi Yayınları 1976)
Helmons Silvio Marcus; “İnsan Hakları Alanında Yeni Gelişmeler”, Türkiye
Barolar Birliği Uluslararası Anayasa Hukuku Kurultayı, (9-13 Ocak 2001)
Howard Charlis Yourow, The Margin of Appreciation Doctrine in the Dynamics
of European Convention on Human Rights jurisprudence, (Martinus Nijhoff
Publisher, 1996)
İnam Ahmet, “Düşünce Özgürlüğünden Özgür ve Özgürleştirici Düşünceye”,
Düşünce Özgürlüğü, der. Hayrettin Ökçesiz, (İstanbul 1998)
Jackson Donald W, The United Kingdom Confronts The European Convention on
Human Rights, (University Press of Florida 1997)
352
Jacobs Francis G, The European Convention on Human Rights, (Oxford:
Clarendon Pres, 1996)
Jacobs Francs G , Robin C.A White, The European Convention on Human
Rights, (Oxford: Clarendon Pres, 1996)
Janko Musulin, Hürriyet Bildirgeleri – Magna Charta’dan Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’ne, (İstanbul: Belge Yayınları, 1983)
Jones Timothy H., “The Devaluation of Human Rights under the European
Convention”, Public Law, (1995), 430-449.
Kaboğlu İbrahim, Özgürlükler Hukuku İnsan Haklarının Hukuksal Yapısı
Üzerine Bir İnceleme, (İstanbul: Afa, 1996)
Kaboğlu İbrahim, Türkiye’de Düşünce Özgürlüğü, (İstanbul, TÜGİK, 1997)
Kavra Erol, “Montesquieu ve Tocqueville’e Göre Demokrasi ve Temel
Güvenceleri”, Amme İdaresi Dergisi, (22-23)
Kearns Paul, The Legal Concept of Art, (Oxford: Hart Publishing, 1998)
Kelly John, “The European Convention on Human Rights and States Parties:
International Control of Restrictions and Limitations”, Protection of Human
Rights in Europe, Limits end Effects, ed. Maier Irene, (C.F.Müller Juristicher
Verlag, 1982)
Ken Greenawalt, Speech, Crime and the Uses of Language, (New York: Oxford
University Pres, 1989)
Kıllıoğlu İsmail, Ahlak Hukuk İlişkisi, (İstanbul: Marmara Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Vakfı Yayını, 1988)
Küçük Adnan, İfade Hürriyetinin Unsurları, (Ankara: Liberte Yayınları, 2003)
Lawson Rick, “İfade Hürriyetini Güvenceye Almak Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi İçtihatlarında Üç Eğilim”, Liberal Düşünce, 2001, yıl.6, sayı. 24.
353
Leach Philip, Taking a Case to the European Convention on Human Rights,
(London: Black Stone Pres, 2001
Lester Anthony, “General Report on Theme 2: The European Convention on
Human Rights in the new Architecture of Europe”, Council of Europe, 8th
International Colloquy on the European Convention on Human Rights
(Strasbourg: Council of Europe, 1996)
Lester Anthony, “Universality versus Subsdiarity: A Reply”, European Human
Rights Law Review, (1998), 73-81.
Liao Fu Te, “The Right to Freedom of Expression and the Protection of Health
and Morals – The Jurisprudence of the European Convention on Human Rights”,
Eur America, (Mart 2000), vol. 30, no. 1, 159-216.
Loucaides Loukis G, Essay on the Developing Law of Human Rights, (London:
Martinus Nijhoff Publisher, 1995)
Maarseveen Henc van and Ger van der Tang, Written Constitutions: a
Computerized Comparative Study, (Dobbs Ferry: Ocean Publications, 1978)
Macovei Monica, İfade Özgürlüğü Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10.
Maddesi’nin Uygulamasına İlişkin Klavuz, İnsan Hakları El Kitapları, No. 2,
Avrupa Konseyi İnsan Hakları Genel Müdürlüğü, Kasım 2001
MacKinnon Catharine A, Only Words, (Cambiridge: Harvard Universty Pres,
1993)
Mahoney Paul, “Judicial Activism and Judicial Self-restraint in the European
Court of Human Rights: Two Sides of the Same Coin”, Human Rights Law
Journal, (1990), vol. 11, 57-81.
Mahoney Paul, “Short Commentary on the Rules of Court: Some of the Main
Points”, Human Rights Law Journal, (1998)
354
Mahoney Paul, Early Lawrence, ‘”Approach under the European Convention on
Human Rights and Other Council of Europe Institutions”, Secrecy and Liberty:
National Security, Freedom of Expression and Access to Information, der.
Sandra Coliver, (London, Martinus Nijhoff Publisher, 1999)
Mahoney Poul, Universiality versus Subsidiarity in the Strasbourg Case Law on
Free Speech Explaining Some Recent Judgement, European Human Rights Law
Review, (1997), 364-379
Mark W Janis, Richard S. Kay, Anthony W. Bradley, European Human Rights
Law, (Oxford: Oxford University Press, 2000)
Meiklejohn Alexander, ‘The First Amendment is an Absolute’, The Supreme
Court Review, (1961), 245-266.
Merrills J.G, The Development of International Law by the European Court of
Human Rights (Manchester: Manchester University Press, 1993)
Mestral de Armand, Suzanne Birks, Michael Bothe., The Limitation of Human
Rights in Comparative Constitutional Law, (Quebec: Cowansville, 1986)
Metin Yüksel, Ölçülülük İlkesi, Karşılaştırmalı Bir Anayasa Hukuku İncelemesi,
(Ankara: Seçkin Yayınları, 2002)
Mill J. Stuart, Hürriyet Üstüne, çev. Mehmet Osman Dostel, sadeleştiren. Ömer
Çaha, (Ankara: Liberte Yayınları, 2003)
Milton J, Areopagitica, (New York: AMS Pres, 1971)
Mowbray Alastair R., “The Composition and Operation of the new European
Court of Human Rights”, Public Law, (1999)
O’Donnell Thomas A., “The Margin of Appreciation Doctrine: Standards in the
Jurisprudence of the European Court of Human Rights”, Human Rights
Quarterly, (1982), vol. 4, 474-507.
355
Odman Tevfik M, “Düşünceyi Açıklama Özgürlüğü Bağlamında Halkı
Askerlikten Soğutma Suçu”, İnsan Hakları Mecmuası Dergisi, (Aralık 1995),
c.III, sy.5, 22-33.
Oğurlu Yücel, Karşılaştırmalı İdare Hukukunda Ölçülülük İlkesi, (Ankara:
Seçkin Yayınları, 2002)
Öktem Akif Emre, Uluslararası Hukukta İnanç Özgürlüğü, (Ankara: Liberte
Yayınları, 2003)
Öktem Niyazi M., Özgürlük Sorunu ve Hukuk, (İstanbul, Sulhi Garan Matbaası,
1977)
Öktem Niyazi, Felsefe, Sosyoloji, Hukuk ve Devlet, (İstanbul 1999), s.64 ; Vecdi
Aral, Hukuk ve Hukuk Bilimi Üzerine, (İstanbul, İÜHF, 1979)
Öktem Niyazi, Felsefe, Sosyoloji, Hukuk ve Devlet, (İstanbul 1999)
Özbudun Ergun, Türk Anayasa Hukuku, (Ankara: Yetkin, 2000)
Özek Çetin, “Kitle İletişim Özgürlüğü”, İnsan Hakları, (İstanbul: Yapı Kredi
Yayınları, 2000)
Özek Çetin, “Pasaport Kanununun 22. maddesi Anayasaya aykırımıdır?”,
Mahkeme Kararları Kroniği, İHFM, c.XXIX, sy, 1-2, (1963)
Özek Çetin, Türk Basın Hukuku, (İstanbul: İstanbul Üniversitesi Hukuk
Fakültesi, 1978)
Özgenç İzzet, “Düşünceyi Açıklama Hürriyeti ve Ceza Hukuku”, 75. Yılında
Cumhuriyet ve Hukuk Sempozyumu, Diyarbakır (1998)
Pannick David, ‘Article 10 of the European Convention on Human Rights’, The
King College Law Journal, (1993- 1994), vol. 4, 44-51.
356
Pannick David, “Article 10 of the European Convention on Human Rights”,
Pressing Problems in the Law, ed. P. Birks, vol. 1, (Oxford: Clarendon Press,
1995),
Park William W; “Spiritual Energy and Secular Power”, The Influence of
Religion on the Development of International La, der. Mark W Jenis, (London:
Martinus Nijhoff Publisher 1991)
Propes Gregory P., “Wherefore Art Thou Deference? The European Court of
Human Rights, Military Discipline, and Freedom of Expression”, Houston
Journal of International Law, (1996-1997)
Renee Joulin Koering , ‘Public Morals’, The European Convention for the
Protection of Human Rights, International Protection versus National Restriction,
ed. Riraille Delmas Marty, (London: Martinus Nijhoff Publisher, 1992)
Reynaud A, Hapishanede İnsan Hakları, çev. Kuntbay İhsan, (Ankara: TODAİ
Yayınları, 1992)
Richard David A.J., “Free Speech and Obscenity Law: Toward a Moral Theory
of the First Amendment”, University of Pennsylvania Law Review, 123, (1974)
Robertson A H, Mernills J G, Human Rights in Europe. A Study of the European
Convention on Human Rights, (Manchester: Manchester University Press, 1993)
Rowe Nicola, Schlette Volker, “The Protection of Human Rights in Europe after
the Eleventh Protocol to the ECHR”, European Law Review, (1998) vol. 23, 316.
Rysdal Rolv, “The Case-Law of the European Court of Human Rights of the
Freedom of Expression Guaranteed under the European Convention on Human
Rights”, Council of Europe, Xth Conference of the European Constitutional
Courts, (Strasbourg: Council of Europe 1996)
Ryssdal Rolv, “Human Rights Proceedings: European Provisions and
Experience’”
Commonwealth
Secretariat,
Developing
Human
Rights
357
Jurisprudence, vol. 4. Fourth Judicial Colloquium on the Domestic Application
of International Human Rights Norms (Commonwealth Secretariat, 1992),
Sağlam Fazıl, “Mücadeleci Demokrasi- Avrupa Mekanı ve Türkiye”, İnsan
Hakları ve Güvenlik, (Ankara: Türkiye Barolar Birliği İnsan Hakları Araştırma
ve Uygulama Merkezi, 2001)
Sağlam Fazıl, Temel Hakların Sınırlandırılması ve Özü, (Ankara: A.Ü. SBF
Yayınları, 1982)
Salwyn J, Liberalism – its Meaning and History, (London, 1958)
Schauer Frederick, Free Speech: A Philosophical Enquiry, (Cambridge:
Cambridge University Pres, 1982)
Scott Davidson, The Inter - American Human Rights System, (Dartmouth 1997)
Selçuk Sami, ‘Düşün Özgürlüğü’, Düşünce Özgürlüğü, der. Hayrettin Ökçesiz,
(İstanbul: 1998)
Shelton Dinah L, “Improving Human Rights Protections: Recommendations for
Enhancing the Effectiveness of the Inter-American Commission and InterAmerican Court of Human Rights”, 3 American University Journal of
International Law and Policy, (1988)
Sherlock Ann, “Freedom of Expression: How Far Should It Go”, European Law
Review, (1995), vol. 20, 329-337.
Sunay Reyhan, Avrupa Sözleşmesinde ve Türk Anayasasında İfade Hürriyetinin
Muhtevası ve Sınırları, (Ankara, Liberte Yayınları, 2001)
Sunstein Cass R, “Pornography and the First Amendment”, Duke Law Journal,
(1986)
Sunstein Cass R, Democracy and the Problem of Free Speech, (New York: The
Free Pres, 1993)
358
Şükrü M Alpaslan, “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Uygulamasında Düşünce
ve Basın Özgürlüğü”, Sahir Erman’a Armağan, (İstanbul: 2000)
Tagi Irum, “Adjudicating Disappearance Cases in Turkey: An Argument for
Adopting the Inter-American Court of Human Rights”, Fordham International
Law Journal, (March 2001), 940-987.
Tanör Bülent, “İnanç ve Din Özgürlüğü”, İnsan Hakları, (İstanbul: Yapı Kredi
Yayınları, 2000)
Tanör Bülent, Necmi Yüzbaşıoğlu, 1982 Anayasasına Göre Türk Anayasa
Hukuku, (İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2001)
Tanör Bülent, Siyasi Düşünce Hürriyeti ve 1961 Türk Anayasası, (İstanbul: Öncü
Kitabevi, 1969)
Tezcan Durmuş - Mustafa Ruhan Erdem - Oğuz Sancaktar, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi Işığında Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu, (Ankara: Seçkin, 2002)
Tezcan Durmuş, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10. Maddesine İlişkin
İçtihat, (İzmir: Başbakanlık Basın – Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü,
İzmir)
Teziç Erdoğan, ‘Türkiye’de Siyasal Düşünce ve Örgütlenme Özgürlüğü’,
Anayasa Yargısı Dergisi, (1990)
Trager Robert, Donna L Dickersen, Freedom of Expression in the 21 st Century,
(California: Pine Forge Press, 1999)
Turhan Mehmet, ‘Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Siyasi Parti Kapatma
Davaları’, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakülteler Dergisi, (2002)
Turhan Mehmet, “Anayasamız ve Demokratik Toplum Düzeninin Gerekleri”,
Anayasa Yargısı Dergisi, (1991), c.8, yıl.1991, 401-420.
Turhan Mehmet, “Demokratik Devlet İlkesi Açısından Partilerin Kapatılmaları
ile İlgili Hükümlerdeki Uyumsuzluklar”, Yeni Türkiye, (1996)
359
Turhan Mehmet, Anayasal Devlet, (Ankara: Naturel, 2003)
Umozurike Oji U., The African Charter on Human and People’s Rights, (Boston:
Martinus Nijhoff Publishers, 1997)
Uygun Oktay, 1982 Anayasasında Temel Hak ve Özgürlüklerin Temel Rejimi,
(İstanbul: Kazancı Yayınları, 1992)
Ünal Şeref, “Anayasa Hukuku ve Milletlerarası Sözleşmeler Açısından Temel
Hak ve Özgürlüklerin Kısıtlanması”, Anayasa Yargısı, (1995)
Ünal Şeref, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, (Ankara: TBMM Kültür, Sanat ve
Yayın Kurulu Yayınları, 2001)
Voorhoff Dirk, Critical Perspectives on the Scope and Interpretation of Article
10 of the European Convention on Human Rights, (Strasbourg: Council Of
Europe Publishing, 1995)
Welch Claude E, ‘The African Charter and Freedom of Expression in Africa’,
Buffalo Human Rights Law Review, (1998), 103-122.
Where K. C., Modern Anayasalar, çev. Turhan Mehmet, (İstanbul: Değişim
Yayınları, 1984)
Wildhaber Lozius, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Başkanı, 25 Nisan 2000
günü Anayasa Mahkemesi’ndeki Konuşması, Anayasa Yargısı, (2000)
Wing-Wah Mary Wong, “The Sunday Times Case: Freedom of Expression
versus English Contempt of Court Law in the European Court of Human Rights”,
New York University Journal of International Law and Politics, (1984-1985),
vol.17, 35-75.
Sadurski Wojciech, İfade Özgürlüğü ve Sınırları, çev.M.Bahattin Sepetçioğlu,
(Ankara: Liberte Yayınları, 2002)
Worbrick Colin, “‘Federalism’ and Free Speech - Accommodating Community
Standards: The American Constitution and the European Convention on Human
360
Rights”, Importing the First Amendment, Freedom of Speech and Expression in
Britain, Europe and the USA, ed. Loveland Ian, (Oxford: Hart Publishing 1998)
Wright George R, “A Rationale from J.S. Mill for the Free Speech Clause”, The
Supreme Court Review, (1985)
Yamaner Melike Batur, Uluslararası Hukukta Düşünceyi Açıklama ve Yayma
Özgürlüğünün Sınırlandırılması Sorunu, (Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul
2001)
Yenerer Özlem Çakmut, “Ceza Hukukunda Propaganda ve Düşünce Özgürlüğü”,
Sahir Erman’a Armağan, (İstanbul: 2000)
Yıldız Mustafa, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Yargısı, (İstanbul : Alfa, 1998)
Yokuş Sevtap, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Türkiye’de Olağanüstü Hal
Rejimine Etkisi, (İstanbul: 1996)
Yokuş Sevtap, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde ve 1982 Anayasası’nda Hak
ve Özgürlüklerin Kötüye Kullanımı, (Ankara: Yetkin, 2002)
Yürüşen Melih, ‘Pornografiyi İfade Özgürlüğü Bağlamında Düşünmek’, Liberal
Düşünce, 2001, yıl.6, sayı. 24.
Yüzbaşıoğlu Necmi, Türk Anayasa Yargısında Anayasallık Bloku, (İstanbul:
İÜHF Yayını, 1993)
361
KISALTMALAR:
ABD
ABÖ
AMKD
AYM
BM
c.
çev.
der.
E.
İ.Ü.
İHAK
: Amerika Birleşik Devletleri
: Afrika Birliği Örgütü
: Anayasa Mahkemesi Kararları Dergisi
: Anayasa Mahkemesi
: Birleşmiş Milletler
: Cilt
: Çeviren
: Derleyen
: Esas
: İstanbul Üniversitesi
: İnsan Hakları Avrupa Komisyonu
362
İHAM
İHAS
İÜHFD
K.
KT
no.
RG
s.
sy.
TBKP
TBMM
v.
vd.
vol.
yy
: İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi
: İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi
: İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi
: Karar
: Karar Tarihi
: Numara
: Resmi Gazete
: Sayfa
: Sayı
: Türkiye Birleşik Komünist Partisi
: Türkiye Büyük Millet Meclisi
: Versus (karşı)
: Ve devamı
: Volume (cilt)
: Yüzyıl
GİRİŞ...................................................................................................................... 0
BİRİNCİ BÖLÜM.................................................................................................. 7
GENEL OLARAK İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ, ULUSLARARASI HUKUKTA
DÜZENLENMESİ ve İHAS’NİN 10. MADDESİ................................................ 7
I-İfade Özgürlüğünün Felsefi Temelleri............................................................... 7
A- Gerçeğin Ortaya Çıkarılması Teorisi .................................................................... 8
B- Demokratik Süreç Teorisi..................................................................................... 14
C- Bireysel Otonomi ve Özgürlüğe Dayanan Teori................................................. 17
II- İfade Kavramı ................................................................................................. 19
A– Eylemsel İfade ....................................................................................................... 20
B- Sembolik İfade ....................................................................................................... 21
C- Sanatsal İfade......................................................................................................... 22
D- Düşük Değerli İfade Kategorileri......................................................................... 23
1- Müstehcen İfade ................................................................................................................24
2- Nefret İfadesi ve Irkçı Kötüleme .......................................................................................32
3- Tehditkar İfade ..................................................................................................................36
363
III- Uluslararası Sözleşmelerde İfade Özgürlüğü .............................................. 37
A- BM Sözleşmelerinde İfade Özgürlüğü................................................................. 40
1- BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinde İfade Özgürlüğü..............................................40
2- Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesinde İfade Özgürlüğü............................43
B- Bölgesel Sözleşmelerde İfade Özgürlüğü............................................................. 45
1- Amerikan İnsan Hakları Sözleşmesinde İfade Özgürlüğü.................................................46
2- Afrikan İnsan ve Halkların Hakları Şartında İfade Özgürlüğü..........................................50
IV-İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinde İfade Özgürlüğü ............................... 52
A-Genel Olarak İnsan Hakları Avrupa Sistemi ...................................................... 52
1- 11. Protokol Değişikliği ....................................................................................................54
2- 11. Protokolden Sonra Denetim Mekanizması ..................................................................57
a- Büyük Daire..................................................................................................................57
b- Daireler ........................................................................................................................57
c- Komiteler ......................................................................................................................58
B-İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesin 10. Maddesi Çerçevesinde İfade
Özgürlüğünün Düzenlenişi ........................................................................................ 59
1-İfade Özgürlüğünün Sözleşmede Varolan Diğer Özgürlüklerle İlişkisi .............................59
2-İfade Özgürlüğünün Unsurları............................................................................................63
a– Haber Alma ve Bilgi Edinme Özgürlüğü .....................................................................65
b- Kanaat Özgürlüğü.........................................................................................................70
c- Fikir ve Kanaatleri Açıklama Özgürlüğü......................................................................76
3- İfade Özgürlüğünün Kapsamı............................................................................................79
a- Konu Bakımından .........................................................................................................79
b-Vasıta Bakımından ........................................................................................................80
c- Kişi Bakımından ...........................................................................................................81
C- İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nde İfade Özgürlüğünün Sınırlandırılması
...................................................................................................................................... 82
1- Genel Olarak İfade Özgürlüğünün Sınırlandırılması.........................................................82
2- Sözleşmede İfade Özgürlüğünün Sınırlandırılması ...........................................................84
a- Olağanüstü Dönemlerde İfade Özgürlüğünün Sınırlandırılması –madde 15--..............85
b-Temel Hak ve Özgürlüklerin Yok Edilmesi ve Yetkinin Kötüye Kullanılması Yasağı –
madde 17- .........................................................................................................................86
c- Olağan Dönemlerde İfade Özgürlüğünün Sınırlandırılması .........................................91
3- İfade Özgürlüğünü Sınırlamanın Sınırı İle İlgili Hükümleri ............................................93
a-Kanuni Dayanak İlkesi...................................................................................................93
aa- Strazburg Organlarının Kanun Anlayışı.................................................................95
bb-Sınırlayıcı Kanunun Niteliği ...................................................................................99
b- Meşru Amaç Şartı.......................................................................................................102
c-Demokratik Toplum İçin Gereklilik ............................................................................105
aa-Demokratik Toplum ..............................................................................................105
bb-Strazburg Organları Kararlarında Gereklilik Kavramı..........................................111
3- İfade Özgürlüğünün Sınırlandırılması İle İlgili İçtihadi Hukuktan Kaynaklanan Prensipler
.............................................................................................................................................113
a- Ulusal Takdir Marjı Doktrini ......................................................................................113
aa- Ortaya Çıkışı ve Handyside Kararı.......................................................................114
bb-Anlamı ve İçeriği ..................................................................................................115
cc- Gerekliliği Konusunda Yapılan Tartışmalar.........................................................118
aaa- Lehte Olan Görüşler ......................................................................................118
bbb- Aleyhinde Olan Görüşler ..............................................................................119
b- İkincillik İlkesi............................................................................................................120
c- Ölçülülük İlkesi ..........................................................................................................123
aa- Elverişlilik İlkesi ..................................................................................................125
bb-Gereklilik İlkesi ....................................................................................................126
cc– Orantılılık (Dar Anlamda Ölçülülük) ilkesi.........................................................128
364
V- Değerlendirme ..................................................................................................... 129
İKİNCİ BÖLÜM ................................................................................................ 133
İNSAN HAKLARI AVRUPA MAHKEMESİ KARARLARINDA İFADE
ÖZGÜRLÜĞÜNÜN SINIRLANDIRILMASI .................................................. 134
I- BİREYİ KORUMAYA YÖNELİK SINIRLAMA NEDENLERİ.................. 137
A- Genel Sağlık ve Genel Ahlakı Korumak Amacıyla İfade Özgürlüğünün
Sınırlandırılması ....................................................................................................... 138
1- Müstehcen Yayınlar ........................................................................................................143
a- Müstehcenlik İçeren Kitapların Yasaklanması ...........................................................144
b- Müstehcen Resimlerin Toplatılması ...........................................................................154
c- Ulusal Sınırların Dışına Gönderilen Dergiler .............................................................161
2- Kürtaj Bilgisi Vermenin Yasaklanması...........................................................................163
B- Başkalarının İtibar ve Haklarını Korumak Amacıyla İfade Özgürlüğünün
Sınırlandırılması ....................................................................................................... 168
1- Başkalarının İtibarının Korunması ..................................................................................170
a- Resmi Sıfatı Bulunmayanlar Hakkında Yapılan Açıklamalar ....................................171
aa- Politikacılar ..........................................................................................................171
bb- Dini İnançlar ........................................................................................................182
cc- Sıradan Vatandaşlar..............................................................................................190
dd- Vatandaşlar ve Irkçı Nefret İfadeleri ...................................................................193
b- Resmi Sıfatı Bulunanlarlar Hakkında Yapılan Açıklamalar.......................................196
aa- Siyasal Organlar ...................................................................................................196
bb- Yargı Organı Mensupları .....................................................................................200
cc- Polis Memurları ve Belediye Görevlileri..............................................................206
2- Başkalarının Haklarının Korunması, Reklam Yasakları, Haksız Rekabet ve Ticari İfade
.............................................................................................................................................213
C- Sırrın Korunması Sebebiyle İfade Özgürlüğünün Sınırlandırılması ............. 221
II- GENEL YARARI KORUMAYA YÖNELİK SINIRLAMA NEDENLERİ 228
A- Ulusal Güvenlik ve Toprak Bütünlüğünü Korumak Amacı ile İfade
Özgürlüğünün Sınırlandırılması ............................................................................. 229
1- İç Güvenlik Amacı İle İfade Özgürlüğünün Sınırlandırılması ........................................235
a- Terör Olayları Sırasında İfade Özgürlüğünün Sınırlandırılması.................................236
aa- İfadenin İçeriği .....................................................................................................236
aaa- Sert Bir Üslupla Düşünce Açıklaması ...........................................................236
bbb- Saldırgan İfadelerle Düşünce Açıklaması .....................................................239
ccc- Düşmanca İfadelerle Düşünce Açıklaması ....................................................242
ddd- Şiddet İçermeyen Direniş Çağrısı Yapılması ................................................244
eee- Terörle Mücadele Sırasında Yetkilerini Kötüye Kullananların Kimliklerinin
Açıklanması...........................................................................................................248
fff- İleri Düzeyde Şiddeti Teşvik Eden Açıklama Yapılması................................250
ggg- Yazar Kendini Terör Örgütü ile Özdeşleştirmesi..........................................254
bb- İfadenin Kullanıldığı Bağlam ..............................................................................256
aaa- Açıklamanın Yapıldığı Yayım Aracı .............................................................256
bbb- Açıklamanın Yapıldığı Yer ve Zaman ..........................................................262
ccc- Açıklamanın Yapıldığı Ortam .......................................................................264
ddd- Açıklamayı Yapan Kişi .................................................................................267
b- Olağan Dönemlerde İfade Özgürlüğünün Sınırlandırılması .......................................270
2- Dış Güvenlik Amacı ile İfade Özgürlüğünün Sınırlandırılması ......................................280
B- Kamu Düzenini Korumak ve Suç İşlenmesini Önlemek Amacı İle İfade
Özgürlüğünün Sınırlandırılması ............................................................................. 284
1- Radyo-Televizyon ve Sinema İşletmeciliğinin İzne Bağlanması ....................................288
a- Sınır-Ötesi Yayınların Önlenmesi...............................................................................293
365
b- Kamu Tekelini Korumak İçin Yayın Lisansı Başvurusunun Reddedilmesi ...............296
c- Televizyon Programının İçeriğinden Dolayı Lisans Başvurusunun Reddedilmesi.....301
2- Hapishane Düzenini Korumak ........................................................................................303
a- Mahkumların Bilgi Edinme Hakkı..............................................................................304
b- Mahkumların Kitap, Dergi ve Gazetelere Erişimi ......................................................305
3-.Askeri Düzeni Korumak..................................................................................................309
III- YARGININ BAĞIMSIZLIĞINI VE TARAFSIZLIĞINI SAĞLAMAYA
YÖNELİK SINIRLAMA NEDENİ ................................................................... 316
IV- Değerlendirme ............................................................................................. 324
SONUÇ ............................................................................................................... 328
Ekler: ......................................................................................................................... 337
Ek.1: Yararlanılan İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi Kararları....................... 337
Ek. 2: Yararlanılan İnsan Hakları Avrupa Komisyonu Kararları...................... 342
Ek. 3: Yararlanılan Amerikan Yüksek Mahkemesi Kararları ............................ 343
Ek. 4: Yararlanılan Türk Anayasa Mahkemesi Kararları ................................... 343
KAYNAKÇA ....................................................................................................... 344
KISALTMALAR:..................................................................................................... 361
ABSTRACT
Freedom of expression is an essential liberty in democratic countries.
This expression in an inherent part of liberal democraties, a form of
government based on self governance, respect for a multiplicity of views, and
the right of individuals to develop their minds and fortunes as the; please as
long as others are not injured.
There are both personal and societal reasons for protecting freedom
of expression. One argument is that people cannot develop fully as
individuals without the ability to express ideas, to make themselves heard by
others. Freedom of expression justifications based on societal benefits often
focus on self-governance.
The right to freedom of expression is protected by all major
international human rights instruments. Under the U.N. Universal
Declaration of Human Rights, the International Covenant an Civil and
366
Political Rights, and The European Convention on Human Rights and
Fundamental Freedoms, the right is stated as including rights to hold
opinions and to receive and impart information and ideas. On the other
hand, the International Covenant and the European Convention on Human
Rights also recognize that the exercise of these freedoms carries with is
special responsibilities, and so may be subject to restriction for specified
purposes.
Article 10 of the European Convention on Human Rights protects
freedom of expression. First it states the scope of the right. It entitles
everyone to the freedom to hold opinions and to receive and impart
information and ideas without interference by public authority and
regardless of frontiers.
Article 10 defines the circumstances in which limitations on free
expression are permitted. Such limitations are permissible only if they satisfy
three tests. Firstly, the restriction must be prescribed by law. Second, a
restriction on freedom of expression is permissible only if it is “necessary in a
democratic society”. And third, a restriction on freedom of expression is
valid only if it is designed to further one or more specified objectives, that is
national security, territorial integrity or public safety, the prevention of
disorder or crime, the protection of health or moral, the protection of the
reputation or right of others, preventing the disclosure of information
received in confidence, or for maintaining the authority and impartiality of
the judiciary
367
ÖZET
İfade özgürlüğü demokratik ülkelerdeki en temel özgürlüktür. İfade
özgürlüğü, kendi kendini idare etme, fikirlerin çoğulluğuna saygı duyma ve
bireylerin kendi fikirlerini ve çıkarlarını diğerlerini incitmeden istedikleri
şekilde geliştirme ilkelerine dayalı bir hükümet biçimi olan liberal
demokrasilerin vazgeçilmez bir parçasıdır.
İfade özgürlüğünün varlık nedenini açıklamak için hem bireysel hem
de toplumsal nedenler ileri sürülmüştür. İlk neden insanların fikirlerini
özgürce
ifade
etmeden
kendilerini
birey
olarak
tam
anlamıyla
gerçekleştiremeyecekleri
argümanıdır.
İfade
özgürlüğünü
toplumsal
nedenlerle
görüşler
haklılaştıran
kendi
kendine
yönetme
olgusuna
dayanmaktadırlar.
İfade özgürlüğü hakkı en temel insan hakları belgelerinde güvence
altına alınmıştır. BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinde, BM Medeni ve
368
Siyasi Haklar Sözleşmesinde ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinde bu
hakkın kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları
sözkonusu olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de
içerdiği belirtilmiştir. Diğer taraftan BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi
ile İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi bu hakkın kullanılmasının görev ve
sorumluluklar yüklediği ve bu hakkın özel amaçlarla sınırlandırılabileceği
belirtilmiştir.
İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin 10. maddesi ifade özgürlüğünü
güvence altına almaktadır. 10. madde ilk olarak ifade özgürlüğünün
çerçevesini çizmiş, bu özgürlüğün kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin
müdahalesi ve ülke sınırları sözkonusu olmaksızın haber veya fikir alma ve
verme özgürlüğünü de içerdiği belirtilmiştir.
10. maddenin ikinci fıkrasında ifade özgürlüğünün kabul edilebilir
sınırları belirlenmektedir. Buna göre, ifade özgürlüğü üzerine konan bir
sınırlamanın kabul edilebilmesi için, sınırlama ilkin kanunen belirlenmiş
olmalı, ikinci olarak bu sınırlama demokratik bir toplumda gerekli olmalıdır.
üçüncü olarak ise bu sınırlama 10. maddenin ikinci fıkrasında sayılan meşru
amaçlardan birini gerçekleştirmeye yönelik olmalıdır.
Download