ÖZEL EGE LİSESİ İZMİR’İN UNUTULAN KAHRAMANI: YÜZBAŞI ŞERAFETTİN BEY HAZIRLAYAN ÖĞRENCİLER: Ekin SARIKAYA Suna MERTOĞLU DANIŞMAN ÖĞRETMEN: Serkan SEZGİN İZMİR 2016 PROJENİN AMACI 3 PROJENİN ÖZETİ 3 GİRİŞ 4 BİRİNCİ BÖLÜM İZMİR'İN İŞGALİ VE KURTULUŞU 1.1. Paylaşılan İmparatorluk 5 1.2. İşgal 6 1.3. İşgalin Yayılması ve Tepkiler 8 1.4. Savaşlar ve Kurtuluş 11 1.5. İzmir'in Kurtuluşu ve Mustafa Kemal 14 İKİNCİ BÖLÜM İZMİR'İN FATİHİ YÜZBAŞI ŞERAFETTİN BEY 2.1. Yüzbaşı Şerafettin Bey Kimdir? 15 2.2. Buhara Halk Cumhuriyeti ve Hediyeleri 16 2.3. İzmir'in Kurtuluşu 17 2.4. Kentin Güvenliği 21 2.5. Kurtuluş Sonrası 22 2.6. Türk Süvarilerinin İzmir'e Girişlerine İlişkin Bazı Ayrıntılar 22 2.7. Mustafa Kemal Paşa İzmir'de 22 2.8. İzmir'e İlk Giren Kimdi? 23 2.9. Üçncü Kılıcın Sahibi 24 2.10. Sonraki Dönem 24 2.11. Unutulan Bir Kahraman 25 2.12. Kahramanın Ölümü 26 2.13. Üçüncü Kılıcın Sonu 26 SONUÇ 27 YÖNTEM 28 KAYNAKLAR 29 EK-1 FOTOĞRAFLAR 31 EK-2 RESMİ VE ÖZEL BELGELER 42 2 PROJENİN AMACI İzmir’e ilk giren Türk Süvarisi Yüzbaşı Şerafettin Bey, kurtuluşun ilk günlerinde adı sıkça dönemin gazetelerinde yer alan ancak bugün konunun uzmanları dışında birçok kimse tarafından tanınmayan değerli bir şahsiyettir. Bu kahraman Türk subayı o günler de İzmir Fatihi olarak isimlendirilmiş kendisine Mustafa Kemal Paşa tarafından İzmir soyadı verilerek adı adeta İzmir’le özdeşleştirilmiştir. Ancak yıllar geçtikçe onun adı da diğer kahramanlarımızda olduğu gibi toplumun belleğinden silinmiştir. Onun yerine başka isimler İzmir’in Fatihi yapılmış ya da yapılmak istenmiştir. Kurtuluş Savaşı sürecinde böylesine önemli bir rol üstlenmiş olan Yüzbaşı Şerafettin Bey şimdilerde toplum hafızasından çoktan silinmiş, beklide hiç yer etmemiş bile. Türk Bağımsızlık Savaşı’nın simgesi olan İzmir’in kendisi bile tarihinde son derece önemli bir yer işgal eden Yüzbaşı Şerafettin’in anımsamıyor ve tanımıyor. Yüzbaşı Şerafettin Bey’in adının belleklerden silinmesi gibi ona Mustafa Kemal tarafından İzmir Fatihi olarak verilen son derece değerli taşlarla süslü Üçüncü Kılıç’ta maalesef kaybolmuştur. Amacımız üçüncü kılıcı bulmak elbette değildir ama tarihin sessiz derinliklerinde kaybolan ve adı belleklerden silinen Yüzbaşı Şerafettin ve O’nun gibi sessiz kahramanların hafızalarımızda tekrar yer etmesini sağlamak ve tarihsel süreçte yapılan hataların tekrarlanmaması gerektiğini hatırlatmaktır. PROJENİN ÖZETİ O an, bir onurlu savaşın bitiş anının habercisidir. Yüzbaşı Şerafettin ve arkadaşlarının ellerinde İzmir Hükümet Konağı’nda dalgalanan Türk Bayrağı, tüm dünyaya yeni bir dönemin başladığını haykırmaktadır. Bağımsızlık savaşının kuşkusuz en önemli parçalarından biri olan İzmir’in kurtuluşu hakkında aydınlatılmayan gerçekler, unutulan kahramanlar, tarihe sahip çıkmayışın bir göstergesi değil midir? Bir toplumun tarihi o toplumun bilinci için son derece önemlidir. Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün de dediği gibi biz Türkler, bütün tarihimiz boyunca hürriyet ve istiklale timsal olmuş bir milletiz. Sömürgeci devletler ile milletini ve onurunu korumak isteyen bir ulusun savaşına destanlarda bile az rastlanır. Kurtuluş adına kan döken onca Ayşe Hanımlar, Sütçü İmamlar, Antepli Şahinler; nice askerler, erler, subaylar ve adı duyulmamış halk kahramanları… En acısı da dökülen onca kanın günümüzde bir hiçe sayılmasıdır. “ Tarihine, geçmişine, milli değerlerine sahip çıkmayan milletler yok olmaya mahkûmdur.” 3 Sözünden de anlayabileceğimiz gibi Mustafa Kemal bu tarihine sahip çıkmamanın farkındaydı, sonuçlarını önceden görmüştü. İşte Yüzbaşı Şerafettin Bey de halkın bu duyarsız tavrının kurbanlarından biri olmuştu. Bu olayın önemi küçümsenemez. Yoksa daha nice Şerafettin Beyler tarihin o tozlu raflarında yok olmaya yüz tutar. Yıllarca alçakgönüllülüğün gölgesinde saklanmış bu tarihi şöhretin ölümü de yaşayışı kadar sessiz ve iddiasız olmuştur. "Kanımın bulaştığı bayrağıma şimdi de gözyaşlarım bulaşıyor. Ölsem ne gam. İzmir'e ilk ulaşan biz olduk ya!" GİRİŞ Tarihin akışında meydana gelen değişikliklerde kişilerin yaptıklarının elbette çok önemli bir yeri vardır. Yakın tarihimizde dikkate şayan yüzlerce sima ve kişilik olduğu da bir gerçektir. Başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere Türkiye tarihinin oluşum ve gelişiminde etkili olan çok sayıda ismi sayabiliriz. Bu isimlerin bir kısmı icraatları ile çok belirgin bir şekilde ön plana çıkmışken bir kısmı da geçmişin sis perdesi arkasında unutulup gitmiştir. Ancak bu unutulmuşluk elbette bu kişilerin yaptıklarının değerinden bir şey kaybettirmez. Burada asıl olan bu kişilerin kendilerinden sonra gelen nesillere neler bıraktıkları ve onlara örnek olup olamadıklarıdır. Bu bağlamda Yüzbaşı Şerafettin Bey Türk tarihinde çok önemli bir yere sahip olmasına karşın toplumumuzun belleğinden ismi silinmiş pek çok kahramandan bir tanesidir. Kurtuluş Savaşı sırasında İzmir’e ilk giren süvari müfreze komutanı ve İzmir Hükümet Konağı’na Türk Bayrağı’nı çeken ilk süvari subayı olmasına karşın Türk toplumu bu isme adeta yabancıdır. Bütün yaptıklarına rağmen İzmir halkı da, ismi çeşitli sokaklara, caddelere, parklara, kültür merkezi salonlarına verilen Yüzbaşı Şerafettin Beyi buralarda yaşayan insanların çok büyük kısmı maalesef bilmiyor. Bu Yüzbaşı Şerafettin Bey’in değil milletimizin ve ülkemizin ulusal şuuru adına büyük bir eksikliktir. Canını seve seve vatanı uğruna feda etmekten çekinmeyen bu mümtaz şahsiyetle İzmir ve Türk halkı ancak gurur duymalı ve bunu ulusal kimliğinin bir parçası saymalıdır. Ahde vefa bu milletin en önemli özelliklerindendir. İnanıyoruz ki büyük bir tarihsel simge olma özelliği taşıyan Yüzbaşı Şerafettin Bey, ulus ve kent kimliğinde hak ettiği yeri ve değeri bulur. 4 BİRİNCİ BÖLÜM İZMİR’İN İŞGALİ VE KURTULUŞU “İzmirsiz Türk Anadolu Olmaz!” 1. İZMİR’İN İŞGALİ VE KURTULUŞU 1.1. Paylaşılan İmparatorluk Osmanlı Devleti 1914 yılında başlayan I. Dünya Savaşı'na savaş başladıktan bir müddet sonra Almanya’nın yanında yani İttifak grubunda dâhil oldu. Dört yıl süren ve birçok cephede yenilgiyle sonlanan savaşın ardından 30 Ekim 1918 tarihinde yirmi beş maddeden oluşan ve ağır hükümler içeren Mondros Ateşkes Antlaşması’nı imzalayarak müttefikleri gibi savaştan yenik ayrıldı. Mütareke şartları ile de Osmanlı Devleti fiilen yok sayılıyordu. Ordu terhis edilecek, kolluk kuvvetlerinin sayısı azaltılacak, donanma ve cephane teslim edilecek gibi hükümler ile özellikle stratejik bölgelerin güvenlik gerekçesiyle işgale açık hale getirilmesi (7. madde) Osmanlı Devleti’ni asli niteliklerinden yoksun hale getiriyordu. Bir teslimiyet belgesi olarak adlandırılan mütarekeden hemen sonra, daha I.Dünya Savaşı öncesi ve sırasında yaptıkları gizli antlaşmalarla aralarında nüfuz bölgeleri olarak paylaştıkları bölgeleri İtilaf Devletleri ve onların işbirlikçileri Türk topraklarını işgale başlamışlardır. 1 İngiltere; Musul, İskenderun, Urfa, Antep, Maraş, Kars ve Batum’u işgal etmiştir. Batum ve Kars’ı işgal etmesinin nedeni Kafkaslardaki petrol yataklarının denetimini elinde tutmak ve Doğu Anadolu’da kurulması düşünülen Ermenistan devletine zemin hazırlamaktı. İngiltere, daha sonra işgal etmiş olduğu Urfa, Antep ve Maraş’ı Fransızlara bırakmıştır. Ayrıca İngiltere Afyon, Eskişehir, İzmit, Samsun ve Merzifon’a da asker göndermiş ve buralarda denetimi sağlamaya çalışmıştır. Musul, Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan sonra ilk işgal edilen bölge olmuştur. Fransa; Mersin, Dörtyol, Adana çevresi ile İngiltere’den devraldığı Urfa, Antep, Maraş bölgelerini işgal etmiştir. Ayrıca Doğu Trakya’daki tren istasyonları ile Afyon tren istasyonunu işgal etmiştir. İtalya; Bodrum, Kuşadası, Marmaris, Fethiye, Konya, Antalya çevresini işgal etmiştir. Yunanistan, Paris Barış Konferansı’nda alınan kararlar uyarınca 15 Mayıs 1919’da İtilaf Devletleri’nin gözetiminde İzmir’i işgal etmiştir. 1 Sander, Oral (1999), Siyasi Tarih, Cilt: I, Ankara, s.337-341. 5 1.2. İşgal İzmir, Milli Mücadele’nin başlangıç ve bitiş noktasında yer alan bir şehir olarak önemli bir tarihi misyona sahiptir. I. Dünya Savaşı devam ederken İtilaf Devletleri 12 Nisan 1915'te Yunanlılara, derhal savaşa girmeleri şartıyla İzmir ve çevresini vermeyi vaat etmişlerdi. İngilizler, Yunanlıların kendilerine hedef olarak belirledikleri "Megalo İdea" (Büyük Yunanistan fikri) doğrultusunda bir takım vaatlerde bulunmuşlardı. İngiliz hükümeti 15 Ocak 1919’da Yunan hükümetine gönderdiği notada, İzmir ve Batı Anadolu’nun verilebileceğini belirtmişti. İngiliz Başbakanı Lloyd George, Balkanlar ve Anadolu’ya hâkim olan güçlü bir Yunanistan’ın Akdeniz’de İngiliz ticaret ve sömürge yollarının bekçiliğini yapacağına inanıyordu. 2 Ancak Yunanistan’ın hemen savaşa girmemesi ve İtalya'nın İttifak grubundan İtilaf grubuna geçmesiyle birlikte 19 Nisan 1917 tarihli St. Jean de Maurienne Antlaşmasıyla İtalyanlara bırakıldı. Mondros Mütarekesi sonrasında İngilizler hem sömürge yolu güvenliği hem de Akdeniz’de güçlü bir İtalya istemediklerinden dolayı İzmir ve çevresini İtalyanlara bırakmak istemediler. Mütareke sonrası İtilaf Devletleri’nin görünüşte asayişi korumak için yaptığı işgaller, gerçekte bir ilhakın bütün özelliklerini taşıyordu. Bundan cesaret alan ve Türk toprakları üzerinde hak iddia edenler, azınlıklar da harekete geçerek amaçları doğrultusunda faaliyet göstermeye başladılar. 3–4 Şubat 1919 tarihinde Paris Barış Konferansı’nda Yunan Başbakanı Venizelos, sözde Wilson İlkeleri’ne dayanarak Rumların sayıca bölgede fazla olduğunu ayrıca Hıristiyanların katledildiği tezi üzerinden yola çıkarak, İzmir’i de kapsayan Batı Anadolu’nun bir kısmı ve On İki Adalar, Doğu Karadeniz ile Batı Trakya üzerinde haklarının olduğunu iddia etti. Zira Venizelos İngiltere’nin I. Dünya Savaşı’na girmeleri karşılığında Batı Anadolu’nun batı kısmını kendilerine vermeyi taahhüt ettiklerini hatırlatmış ve buranın kendilerine terkini istemiştir. Paris Barış Konferansı’nda, Venizelos’un isteklerinin incelenip değerlendirilmesine yönelik olarak bir komisyon görevlendirilmiş, komisyon yapmış olduğu çalışmalar sonunda ve bazı değişiklikler yapılmak suretiyle İngiltere’nin propaganda ve girişimleri sonunda, üç büyükler (İngiltere, Fransa ve Amerika), İzmir’in Yunanistan’a verilmesini kararlaştırarak Yunan isteklerini kabul etmişlerdir. 14 Mayıs 1919 tarihinde Üç Büyükler işgal olayının Amiral Calthorpe ( İngiliz Yüksek Komiseri ) tarafından yürütülmesi konusunda anlaştılar. Buna göre Yunan birlikleri 14 Mayıs’tan evvel İzmir Körfezi’ne girmeyecek, Türkler de bu durumdan 12 saat evvel haberdar edilecekti. 3 Kitsikis, Dimitri (1974), Yunan Propagandası, İstanbul, s.14-21. Akşin, Sina (1986), Paris Barış Konferansı’nın Yunanlıları İzmir’e Çıkarma Kararı, Üçüncü Askeri Tarih Semineri Bildirileri, Ankara, s.174-188. 2 3 6 İzmir’in işgali hakkında Paris’te bir takım fikirlerin tartışıldığı haberini alan Osmanlı Hükümeti İngilizlere duyduğu güvenden dolayı buna ihtimal vermiyordu. Hâlbuki basın bunun gerçekleşme ihtimali üzerinde durarak kamuoyunu uyanık tutmak amacıyla yayınlarında sürekli bu olayı işliyordu. Basının bu haklı endişeleri sonunda İzmir ve çevresinde birtakım Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin kurulduğu gözlenmiştir. İşgalden üç – dört ay öncesine kadar İzmir valisi ve kumandanı olan Nurettin Paşa, muhtemel işgal hadisesine karşı halkı uyanık tutmaya çalışıyordu. Nitekim Nurettin Paşa, Türkleri örgütlemesinden dolayı İzmir Rum Metropoliti Hirisostomas tarafından Müttefik İşgal Kuvvetleri Komutanlığı’na şikâyet edilmiş, bunun üzerine İngilizler, Osmanlı Hükümeti’ne baskı yapıp Nurettin Paşa’yı görevden aldırarak; valiliğe Kambur İzzet Bey’i, ordu komutanlığına da Ali Nadir Paşa’yı getirtmişlerdir. İşgal sabahına rastlayan gece, İzmir’de bulunan XVII. Kolordu Komutanı Ali Nadir Paşa, bütün subaylara emir vererek kışlada toplanmalarını istemişti. Böylece subayların tamamı daha geceden kışlada toplanmışlar, sabahki olaylara seyirci kalmışlardı. İzmir’in Yunanlılara verilmesi konusunda istekli davranan İngiltere, 14 Mayıs’ta İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Richard Webb aracılığıyla, Sadrazam Ferit Paşa’ya İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edileceğini bildirmiştir. Aynı şekilde Calthorpe, İzmir’in işgaliyle ilgili olarak İzmir Valisi’ne ve XVII. Kolordu Komutanı Ali Nadir Paşa’ya müttefiklerin istihkâmları işgal edeceğini haber vermiştir. İzmir’in işgal edileceği haberi İzmir’de bomba 4 etkisi yaratmıştır. 14–15 Mayıs tarihlerinde Redd-i İlhak Cemiyeti İzmir’de yayınladığı bir bildiride halkı işgale karşı birlik olmaya çağırmıştır. Bunun üzerine Yahudi Maşatlığı’nda (Bahri Baba Parkı) toplanan halk İzmir’in işgalini protesto ederek işgale karşı çıkmıştır. 15 Mayıs 1919 sabahı ilk saatlerden itibaren İzmir şehri büyük bir gerginlik içerisine girmiştir. Yunanlıların İzmir’e asker çıkaracağı söylentileri basında devamlı konu edilmiştir. Diğer taraftan işgalin olduğu gün, Vali İzzet Bey’in Köylü Gazetesi’nde çıkan tekzibinde Yunanlıların İzmir’i işgal edeceği söylentilerinin yalan olduğu ifade edilmişti. Türk tarafında sessizlik hâkim iken Rum ve Yunan uyruklular, ellerinde bayraklarla tezahürata başladıkları gibi, Rum kızları da mavi beyaz kumaştan elbiseleri ile sahil boyunda toplanıyorlardı. Sahil boyunda bulunan bir bando devamlı Yunan marşları çalarken; İzmir Ortodoks Metropoliti Hrisostomos ve öteki papazlar da, işgal birliklerinin karaya çıkacakları Pasaport Meydanı’nda bekliyorlardı. Bunların yanında Yunan millî kıyafeti içerisinde silahlı Rum gençleri ve diğer azınlıklar bulunuyordu. Sabah saat 6.00 sularında İngiliz, Fransız, İtalyan ve Amerikan gemileri eşliğinde ilerleyen Yunan gemileri; saat 7.00 civarında ilk birliklerini karaya çıkararak Alsancak ve Pasaport karakollarını işgal ettiler. İşgalin fiilen başlaması üzerine, Rumlara ait fabrikalar başta olmak üzere kiliseler düdük ve çanlarını çalmaya başladılar. Metropolit Hrisostomos ve yanındaki papazlar da karaya ayak basan Efzun Alaylarını takdis ettikten, Balioğlu, Tarık (1994), “İzmir’in İşgal Ültimatomları”, “Tarih ve Medeniyet”, Sayı:3, İstanbul, s.4243. 4 7 geleneksel tuz ve ekmek sunma merasimi yapıldıktan sonra, Albay Stavrianos komutasında Konak istikametine yürüyüşe geçtiler. "Zito Venizelos" sloganları ile bir saatte Konak Meydanı’na gelen Efzun Alayı birliklerinin önünde gönüllü Rum gençlerinden oluşan milisler gidiyordu. Konak Meydanı’nı Kemeraltı caddesine bağlayan köşe dönülürken, alayın en önünde yerlere kadar uzanan Yunan bayrağını taşıyan Teğmen Yannis, Hasan Tahsin tarafından açılan ateş sonucunda bayrakla birlikte atından yuvarlandı. Gürültüler arasında zor duyulan bu tabanca ateşinin ardından ortalık karışmış; Efzun Alayı gerisin geri dönerek denize kadar çekilmiştir. İşgale karşı halkın direniş sembolü olan ve ilk kurşun diye anılan bu olaydan sonra İzmir’de büyük bir Yunan terörü estirildiği, çok sayıda Türk’ün öldürüldüğü, yaralandığı, insanlık dışı hareketlere maruz kaldığı bilinmektedir. 5 Bu arada kolordu karargâhını kuşatan Yunanlılar, kışlayı ateşe tutarak pek çok subayın ve askerin ölümüne sebep olmuşlardı. O sırada beyaz mendille ateşkes isteğinde bulunulmuş; bilâhare süngü takarak yanlarında Rum çeteleri de olduğu halde kışlaya giren Yunanlılar pek çok asker ve zabiti dipçik ve süngü darbeleri ile şehit etmişler; üstlerinde olan her türlü eşyayı da gasp etmişlerdi. Bütün bu gelişen olaylardan sonra, elinde beyaz bayrak ile Yunan askerlerine yaklaşan Ali Nadir Paşa, teslim olmak ve kendini tanıtmak isterken tekme tokatla karşılanmıştır. Bu ilk işgal günü 28 yüksek rütbeli subay, 128 subay, 540 er ve 2.000’e yakın sivili de elleri başları üzerinde Zito Venizelos diye bağırtarak İzmir körfezinde demirli bulunan Patris adlı askeri gemiye götürmüşlerdir. Bu insanların çoğu dehşet verici işkencelere uğramışlardır. Yunanlıların İzmir’e çıkışından yaklaşık üç ay kadar sonra teşkil edilen ABD Yüksek Komiseri Bristol başkanlığındaki Yunan Zulümlerini İnceleme Komisyonu da hazırladığı raporu uluslararası kamuoyuna açıklamaktan çekinmiştir. Hatta İngiliz Yüksek Komiseri Webb, 1919 yazında gönderdiği bir raporunda, Venizelos’un bütün İzmir ve civarını mezbahaneye çevirdiğini yazmıştır. 6 Yunan güçleri şehri denetim altına almak için tutuklamalar yapmış, karşı çıkanları öldürmüş, okulları, meskenleri ve idari binaları işgal etmiş, özellikle de resmî dairelere el koyduklarında; orada bulunan Türk bayraklarını çiğneyerek içeri girmişlerdir. 1.3. İşgalin Yayılması ve Tepkiler Türk kuvvetleri Mondros Mütarekesi gereğince etkisiz hale getirildiği için güçlü bir askeri direnişle karşılaşmayan Yunanlılar, İzmir’i ve hinterlandını işgale başladılar. Üç koldan ilerleyen Yunan kuvvetlerinin ilk kolu Gediz’den başlayarak Menemen, Manisa, Turgutlu, Berber, Engin (2009), “Yunan İşgali”, Tarih Dergisi, NTV Yayınları, Sayı:4, İstanbul, s.32. Şarman, Kansu (2001), “İngiliz ve Amerikan Arşivlerinde Yunan Zulmü”, Popüler Tarih Dergisi, Sayı:10, s. 14-15. 5 6 8 Salihli ve Alaşehir’e, ikinci kol Menderes vadisinden başlayarak Torbalı, Bayındır, Ödemiş’e üçüncü kol Torbalı’dan Aydın’a ilerlediler. Hükümetin seyirci kaldığı işgallere yerli Rumlar rehberlik ettiler. Türk topraklarının işgali başlamadan hemen önce örgütlenmeye girişen Rum ve Ermeni azınlıklar, İzmir’in işgalinden cesaret alarak oldukça faal hale geldiler. Anadolu’ya yoğun bir şekilde Rum iskânı yapılmış, propagandacı ve eylemci Rumlar silah ve cephaneleriyle özellikle Batı Anadolu da etrafa dehşet saçıp Türk ve Müslüman ahaliyi sindirerek öteye beriye dağılmasını istemekteydiler. Bu şekilde Anadolu’nun içlerine göç ettirilen Türk ve Müslüman sayısının 100 binin üstünde olduğu belirtilmektedir. Böylece Anadolu'ya sokulan Rumların iskânı kolaylaşacak, aynı zamanda Mondros Mütarekesi'nin yedinci maddesine işlerlik kazandırılarak işgale zemin hazırlanacaktı. Rum azınlığın hedefi, Yunan işgalini kolaylaştırmak ve bunun mümkün olduğu kadar geniş alanlara yayılmasını sağlamaktı. İzmir’in özellikle de yüzyıllarca Osmanlı hâkimiyeti altında güven ve huzur içinde yaşamış Rumlar tarafından işgali Anadolu halkının büyük tepkisine neden olmuştur. İşgal, vatanseverleri düşünmeye ve çareler aramaya yöneltmiştir. Yazılı basın Milli Mücadele hareketinin en önemli propaganda aracı idi. İzmir ve çevresinin Yunan orduları tarafından işgal edilişinin basında gereği kadar ilgi uyandırdığı dönemin önemli gazete ve mecmualarında görülmektedir. Basında “İzmirsiz Türk Anadolu Olmaz” sloganı sürekli işlenmiş ve canlı tutulmuştur. İzmir ve çevresinin işgali, Türk milletinin başta Yunanlılar olmak üzere diğer işgalcilere karşı teşkilatlı direnişe geçmesi hususunda tetikleyici bir rol oynamıştır. Mondros Mütarekesi’nden İzmir’in işgaline kadar geçen süreç değerlendirildiğinde İzmir’in işgalinin Milli Mücadele’nin ve Kuvayı Milliye harekâtının başlaması noktasında yaptığı etki kayda değerdir. Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri ve gönüllülerden oluşan bölgesel silahlı direniş kuvveti olarak adlandırılan Kuvayı Milliye direnişin genel anlamda güç odaklarını oluşturmaktadır. Bu güç odaklarının etkisiyle başta İstanbul olmak üzere Anadolu'nun hemen her yerinde protesto gösterileri ve mitingler tertiplenir. Ayrıca işgali protesto eden telgraflar iç ve dış makamlara gönderilir. İzmir işgale uğrarken Bandırma vapuruyla İstanbul Galata rıhtımından yola çıkan Mustafa Kemal Paşa ve heyeti Kız Kulesi yakınlarında İngilizler tarafından kontrole tabi tutulmuşlar; İngiliz istihbaratının pasaport servisi, İstanbul’dan Mustafa Kemal’in hareket edebilmesi için vize vermekte tereddüt etmiştir. Mütareke döneminde İstanbul’dan ayrılacak herkes için vize alma zorunluluğu getirildiğinden, Mustafa Kemal ve heyeti için de böyle bir başvuru yapılmıştır. Pasaport servisinden Yüzbaşı J.G. Bennet Samsun’a gidecek heyetin listesine baktığında; bunların kendisinde barış yapacak bir kuruldan çok, savaş yapacak bir heyet izlenimi bıraktığını söylemiştir. Öte yandan İşgal Kuvvetleri Komutanlığı’na her ne kadar İstihbarat Subayı Deedes endişelerini dile getirmişse de, bu sırada padişahın ve 9 sadrazamın güvenine layık olmuş bir heyetin karşılarında olduklarını gördüklerinden bunun bir problem teşkil etmeyeceğine karar vermişlerdir. İngilizler Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkışından sonra yanıldıklarını anlamış olsalar da, iş işten geçmiştir. Mustafa Kemal Paşa üç günlük bir yolculuktan sonra 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak basar basmaz görev alanı içindeki mülki ve askeri makamlara bölgelerindeki asayiş durumunu belirten bir rapor göndermelerini istemiştir. 20 Mayıs’ta Sadarete gönderdiği telgrafla da İzmir’in Yunanlar tarafından işgalinin ordu ve milletçe kabul edilemeyeceğini bildirmiştir. Aynı tavır daha sonra yayımlanan tamim ve düzenlenen kongrelerde de yinelenmiştir. İşgallere karşı harekete geçen vatanseverler arasında görüş birliğine ulaşabilmek için yerel ya da bölgesel kuruluşlar oluşturulmuş, yerel nitelikteki Milli Mücadele dernekleri Ankara’da TBMM açılmadan ve düzenli ordular kurulmadan önce kongrelerini yapmışlar ve örgütlenmelerini gerçekleştirmişlerdir. Fakat direniş fikriyle Kuvayı Milliye’nin mücadele formülünü ve hedeflerini belirlemek açısından Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın halk hareketinde önemli yer almışlardır. Türkler büyük harpten yenik çıkmış, bitkin düşmüştü ama herhangi bir koloni ülkesinde olmayan “binlerce yıllık bir devlet geleneği” ne sahip olmanın ve “asker bir toplum” olmanın yüksek ve hızlı örgütlenme niteliğine sahipti. İzmir’in işgali Anadolu’daki ulusal bilincin 7 uyanmasına ivme kazandırmış, Yunanistan’ın Anadolu’ya asker çıkarması, Türkler için kabullenilmesi ya da sessiz kalınması mümkün olmayan bir girişim olmuştur. Her sonuca katlanabilecek gibi görünen yorgun ve yoksul Türk halkında, işgalden hemen sonra şaşırtıcı bir hareketlilik başlamıştır. Nerede ve nasıl gizlendiği bilinmeyen bir güç, ulusal varlığı savunma duygusu, kendiliğinden harekete geçmiş ve doğal bir dürtü gibi toplumun hemen her kesiminde, mücadeleye dönük, dinamik bir güç yaratmış, ülkenin her yerine yayılmıştır. 8 Türk milleti işgal hareketleri karşısında vatanını kurtarmak için 1919 yılında yer yer direniş hareketleri başlatmış, bu hareketler 19 Mayıs 1919 tarihinde Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a ayak basmasından kısa süre sonra merkezi bir nitelik kazanmıştır. İzmir’den Anadolu’nun iç kısımlarına doğru ilerleyen Yunan kuvvetleri ile Kuvayı Milliye arasında bir cephe oluşmuştur. Bu sırada bölgede direnişin örgütlenmesi ve Kuvayı Milliye’nin desteklenmesi için kongreler toplanmıştır. İşgal sonucu ortaya çıkan bu gelişmeleri İtilaf Devletleri’nin İstanbul'daki temsilcileri kaygıyla izlemekteydiler. Bu arada işgal bölgelerini genişleten Yunanlılar, Sevr Barış Antlaşması’ndan sonra da Batı Anadolu 'da yerleşme yolunda girişimler başlatmış ve bu yönde uygulamalarda bulunmuşlardır. İngilizlerin de 7 8 Ortaylı, İlber (2010), Türkiye’nin Yakın Tarihi, Timaş Yayınları. İstanbul, s.53. Aydoğan, Metin (2006), Mustafa Kemal ve Kurtuluş Savaşı, Umay Yayınları, İzmir, s.188-189. 10 desteği ile barış antlaşmasının şartlarını uygulamak ve Ankara’daki meclise kabul ettirmek amacıyla harekete geçmişlerdir. 9 1.4. Savaşlar ve Kurtuluş İşgal altında geçen yaklaşık 3,5 yıllık süre zarfında İzmir’in kurtuluşu tüm Türk milletinin vazgeçilemez bir ülküsü haline gelmiştir. Milli Mücadele döneminde askeri harekâtın en önemli cephe savaşları Batı Anadolu’da, İzmir ve ardbölgesinde gerçekleşmiştir. Önceleri Kuvayı Milliye ile Yunan kuvvetleri durdurulmaya çalışılmış daha sonra düzenli ordu kurulmuş ve mücadele merkezileştirilmiştir. Bu cephede geçen savaşlar 1921 yılının başından itibaren gerçekleşerek Türk ve Yunan kuvvetlerini bu savaşın aktörleri yapmıştır. Türk Ordusu geriye kalan son vatan toprağını savunmanın derdindeyken yani yaşama refleksi göstermeye çalışırken Avrupalıların özellikle de İngilizlerin desteklediği Yunan Ordusu Anadolu’ya Türk insanın yaşama hakkını elinden almaya gelmiştir. İzmir’le başlayan Yunan işgali Anadolu’nun içlerine doğru ilerlerken Türk ordusu henüz oluşmasına karşın yine de bu saldırıları durdurabilmiş ancak zaman zaman da geri çekilmek zorunda kalmıştır. İşte bu geri çekilişin en son aşaması artık Yunan ordusunun Sakarya’da yenilmesiyle sona ermiştir. Düzenli orduya geçildikten sonra arka arkaya kazanılan Birinci İnönü, İkinci İnönü ve Sakarya Meydan Muharebeleri ile yurdun kurtarılması yolunda önemli adımlar atıldı. 26 Ağustos 1922 sabahı titizlikle hazırlanan taarruz planı uygulamaya konuldu. Mustafa Kemal’in: “Saldırının başlangıcından on dört gün sonra Yunanlıları denize dökmüş olacağım.” 10 kararlılığıyla 26–30 Ağustos 1922’de yapılan Büyük Taarruz, Türk İstiklâl Harbi’nin son safhasıdır. 30 Ağustos Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nde bir gün içerisinde Yunan ordusunun en önemli bölümü etkisiz hale getirildi. Böylece kesin sonuç beş gün içinde elde edilmiş ve hazırlanan plan tam bir başarıyla uygulanmış oldu. 31 Ağustos günü Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Genelkurmay Başkanı Fevzi (Çakmak), Batı Cephesi Komutanı İsmet (İnönü), ordu komutanları Yakup Şevki (Subaşı) ve Nurettin Paşa’ları karargâhını kurduğu Çalköy’ünde toplayarak, kaçabilen Yunan kuvvetlerinin hızla takip edilmesini ve İzmir ile dolaylarındaki kuvvetleriyle birleşmemesi için üç koldan Ege’ye doğru ilerlenmesini doğru bulduğunu belirtti. 1 Eylül’de Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, ordulara bir bildiri yayımlayarak şu tarihi emrini verdi: “Bütün arkadaşlarımın Anadolu'da daha başka meydan muharebeleri verileceğini göz önüne alarak ilerlemesini ve herkesin akıl gücünü, yiğitlik ve Aybars, Ergun (1984) Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Ege Üniversitesi Basım Evi Müdürlüğü, İzmir, s.334-338. 10 Kınross, Lord (1994), Atatürk, Bir Milletin Yeniden Doğuşu, Altın Kitaplar Yayınevi, s. 365-377. 9 11 yurtseverlik kaynaklarını yarışırcasına esirgemeden vermeye devam eylemesini isterim. Ordular ilk hedefiniz Akdeniz'dir. İleri!”. Böylece düşmanın akıbeti de belirlenmiş oldu. 31 Ağustos’ta başlayan amansız takip sonunda Türk kuvvetleri 2 Eylül’de yıkıntılar haline gelmiş Uşak’a girdi. Burada Yunan Ordusu Başkomutanı General Trikopis tutsak edildi. Takip harekâtı insanüstü bir hızla ilerledi. Türk askeri dinlenmek ve uyumak istemiyordu. Çünkü kurtardığı her kasabanın, köyün, şehrin Yunanlılar tarafından yakıldığını, bölgedeki Türklerin de acımasızca katledildiğini görmekteydi. 9 Eylül günü 1. Kolordu Kemalpaşa’ya, 2. Kolordu Manisa’ya, 4. Kolordu Turgutlu’ya ulaştı. Kuzeyde Kazancıbayırı’nda Yunan mevzilerine taarruz eden 3. Kolordu düşmanı atarak Bursa’ya ilerledi. Türk süvarileri üç yılı aşkın süredir yas çeken İzmir halkının sevinç gözyaşları arasında İzmir’e girdi. Türk Süvarileri İzmir’e girerken birkaç yerde hafif ateşle karşılaşmaktan başka bir olay olmadı, Kordon’dan geçerken bir İngiliz müfrezesi tarafından selamlandı. Türk bayrağı Hükümet Konağı’na ve Kadifekale’ye çekildi. Birinci Süvari Tümeni Komutanı Mürsel Paşa bir Fransız harp gemisi telsizi vasıtasıyla, İzmir’e girildiğini Ankara’ya bildirdi. İzmir’de Türk halkının sevinci o denli büyüktü ki askerler çiçek yağmuru altında kaldı. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa İzmir’in alınışı dolayısıyla ordulara şu tarihi mesajını yayınladı: “İlk verdiğim Akdeniz hedefine varmakta orduların gösterdiği gayret ve fedakârlığı hürmet ve takdirle anarım. Elde edilen büyük muzafferiyetin yapıcısı olan kıymetli arkadaşlarıma en içten teşekkür ve tebriklerimi bildiririm. Orduların bundan sonra verilecek hedeflerin alınmasında da aynı fedakârlık yarışmasını göstereceklerine inancım tamdır”. 11 İzmir’e ilk giren 2. Süvari Tümeni ve 4. Alay Komutanı Reşat Bey Kadifekale’ye bayrağımızı nasıl çektiğini şöyle anlatmıştır: ” Mensup olduğum 2. Süvari Tümeni 8 Eylül de Manisa’dan, Sabuncu Boğazı’ndan İzmir’e doğru ilerlerken, Kemalpaşa’dan İzmir’e geri çekilen Yunan kuvvetleriyle akşama kadar muharebe etti ve geceyi boğazda geçirdi. 9 Eylül sabahı da erkenden İzmir’e doğru hareket etti ve boğazdan çıkar çıkmaz İzmir göründü. Ne zamandan beri hasreti çekilen İzmir işte karşımızda idi. Bir an evvel ona kavuşmak arzusu hepimize, hatta altımızdaki hayvanlara bile, yorgunluğunu unutturmuştu. Yardımcım olan Yüzbaşı Şerafettin’e, daha önce üç bölüğü ile önden gitmesini emretmiştim. Tümenden aldığım emir üzerine Bornova’nın güneyinde makineli tüfekle İzmir’e kaçmakta olan düşman kuvvetlerine ateş edildi. Şerafettin’in kumandasındaki bölükler ve onların peşinden alayda Bornova’ya girdi ve durmadan ilerleyerek İzmir yoluna düştü. Bu yol perakende Yunan askerleriyle doluydu. Halkapınar fabrikasının bulunduğu yerden, Kadifekale istikametini tuttum. Şerafettin’de iki bölüğü ile Hükümet Konağı’na doğru ilerledi. Yolda topladığım Yunan zabit ve erlerini, emniyeti tesis için, yaya yürüttüğüm birkaç askerimizin önüne kattım ve 11 Aybars, Ergun (1984), a.g.e, s.338-341. 12 bunları: ’Herkes silahını teslim edip, işi gücüyle meşgul olsun. Kimseye fena muamele yapılmayacaktır.’ diye Rumca bağırtıyordum. Geçtiğimiz Hıristiyan mahalleleri halkının, küçüğünden büyüğüne kadar hepsinin ellerinde silah, bazılarında da bomba vardı… Fakat hiçbiri bunları kullanmaya cesaret edemiyor, sersem sersem bakınarak kaçışıyorlardı. Bu mahallelerden kurtulur kurtulmaz, Basmane’ye vardık. Artık İzmir’in Türklerine kavuşmuştuk. Bunların büyük tezahüratı ortasında, zorlukla yol alarak, Kadifekale’ye çıktım ve emir çavuşum Celil’e, şanlı bayrağımızı çektirdim. Yüzbaşı Şerafettin Bey’de durumu şöyle anlatmıştır: “ Seri yürüyüşle Bornova’ya girdik. Ama sokak aralarından geçerken, tahmin ettiğimiz gibi evlerden, şuradan buradan yağdırılan müthiş bir ateşle karşılaştık… Düşmanla çarpıştığımı gören alay komutanım Reşat Bey, derhal Amasyalı Mehmet Bey’in bölüğünü takviyemize gönderdi. Beni de, iki bölükten mürekkep olan müfrezenin kumandanlığına tayin etti. Sokak muharebelerinden sonra Bornova İstasyonu’nu işgal ettik ve İzmir yolunda yürüyüşümüze devam ettik. Bu esnada da bağlar, bahçeler arasından üstümüze ateş ediliyordu. Bu ateşe ehemmiyet vermeyerek Mersinli’ye vardığımız zaman, Karşıyaka istikametinden gelerek, İzmir’e doğru giden bir düşman piyade yürüyüş koluna tesadüf ettik. Bizi görünce şaşırdılar, ellerinde silahları olduğu halde ne yapacaklarını bilemeyerek, şuraya buraya kaçışmaya, duvarların arkasına saklanmaya başladılar. Bizde ehemmiyet vermeyerek, yolumuza devam ettik, ilerledik. Mersinliyi geçip, Tuzakoğlu Fabrikası’nın önüne geldiğimiz zaman, bu fabrikadan üzerimize ateş açıldı. En önde, yaya olarak koşan 8 kahraman neferimizden dördü şehit oldu. İzmir kapısında verdiğimiz bu son şehitlerimizin ruhuna Fatihalar okuyarak, yürüyüşümüze devam ettik. Nihayet İzmir sokaklarına girdik. Bütün yollar çığlık çığlığa kaçışan Rum muhacirleri, eşya yüklü arabalar, başıboş hayvanlar, silahlı bombalı sivil, asker, binlerce şaşkın, perişan insanla mahşere dönmüştü. Bunlar arasından tozu dumana katarak, kan ter içinde, fakat pervasız, yıldırım gibi, dörtnala geçip giden Türk süvarisinin o esnadaki cesaret ve kahramanlığını tarif ve tasvir edebilmek mümkün değildir. Zira bu tepeden tırnağa kadar silahlı ve istese, evlere de sığınıp muhafazalı yerlerden üstümüze ateş edebilecek durumda olan düşman, sayıca da yüzlerce misli bizden fazla idi. Bunlara bakacak zaman bile bulamadan, nefes nefese, yalın kılıç, adeta uçuyorduk. Punta durağının köşesine vardığımız anda bir İngiliz amirali ile karşılaştık. Yanında yaveri ile bir bahriye müfrezesi vardı. Yabancılara tesadüf ettiğimiz takdirde, temas etmek üzere yanımıza verilmiş olan Atıf bey, konuşmak için onlara yaklaştı. Bizim duracak vaktimiz yoktu. Altlarımızdaki hayvanlarda, bizden fazla sabırsız, kaldırımlarda kıvılcımlar saçarak Kordon boyunu geçiyoruz… Biraz evvelki çığlıklar yerine, şimdi alkışlar ortalığı çınlatıyordu ve burada manzara, cidden görülecek derecede mühim ve ibret vericiydi. Neye uğradığını bilemeyerek denize dökülen mağluplarla, hızını alamayarak, şahlanmış galipler, burada son karşılaşmasını yapıyordu. 13 Denizden başka kaçacak yeri kalmamış sürü sürü düşman zabit ve neferlerini yakalayıp esir edecek vaktimiz yoktu. Kordon boyundaki bütün balkonlarda Türk ve Müttefik devletler bayrakları dalgalanıyor, alkış sesleri birbirini takip eden gök gürültüleri halinde arttıkça artıyordu. Kordon’da önlerinden geçtiğimiz İngiliz, Fransız, İtalyan ve Amerikan bahriyelilerinin de, artık başları eğilmişti. Biraz daha ilerledikten sonra, dikkate değer bir başka vaka ile karşılaştık. Pasaport dairesinin önünde gözüme ilişen bir sivile de, silahını derhal denize atmasını ihtar ettiğim halde, bu adam elindeki bombayı, denize atacak yerde, üzerime fırlatarak beni iki yerimden yaraladı, hayvanımı da öldürdü. Bombanın kaşla göz arasında patlayışı, kendimi kılıcımla müdafaa edebilmeme vakit ve imkân vermedi. Mütecaviz de, o mahşeri kalabalık arasında sıvışarak, sır oldu. Esasen böyle şeylere ehemmiyet verecek, yaraya bereye bakacak halde değildik. Her şeyden evvel, İzmir’de, bu şehrin göbeğinde, bizi dört gözle bekleyen kardeşlerimizi kurtarmak lazımdı. Bu işte, bir dakikanın bile, büyük kıymeti, ehemmiyeti vardı. İzmir’dekilerin de; Alaşehir, Salihli, Manisa gibi yerdekilerin akıbetine uğramamaları için, şehrin son derece süratle teslim alınması icap ediyordu. Yürüyüşümüze aynı süratli tempo ile devam ederek Kemerönü’ne vardık. Burada tarife sığmaz bir heyecan ve sevinç içinde ağlayarak bizi karşılayan bir Türk çocuğunun, çırpına çırpına: - Gelin!... Gelin!... diye önümüze düşüşüyle, Hükümet Konağı’na ulaştık. Cephe kapısı kapalıydı. Arkadaşım Mülazım Rıza ile yan kapıya koştuk, girdik. Yine koşarak, içeriden, büyük kapıyı da açtık ve hemen bu kapı ile karşısındaki kışla kapısına ve sair lüzumlu yerlere nöbetçiler diktik. Bu esnada binlerce kadın, erkek, genç, ihtiyar bizi bağırlarına basmak isteyen bir coşkunluk içinde, ağlaşarak seller halinde üstümüze akıyordu. Bunlardan birinin öpe öpe uzattığı, gözyaşlarına bulanmış bayrağını çekmek üzere, hükümet binasının direğindeki Yunan bayrağını indirdik ve muazzam bir alkış tufanı ortasında, haklı bir gururla süzüle süzüle yükselen şanlı bayrağımızı dalgalandırdık. Her Türk gibi, bende artık muradıma ermiştim. O anda can verseydim, gayri gam yemezdim.” 12 1.5. İzmir’in Kurtuluşu ve Mustafa Kemal Mustafa Kemal Paşa 9 Eylül 1922 tarihinde bir cumartesi günü beraberindekiler ile Belkahve’ye varır. Bir incir ağacının altından İzmir’i seyreder. Bu sırada düşman devletlerin donanması körfezde bulunmaktadır. Sonra geceyi geçirmek için Nif’e ( sonradan Kemalpaşa) gelinir. Ertesi gün Mustafa Kemal Paşa beraberinde Mareşal Fevzi(Çakmak), Batı Cephesi Komutanı İsmet (İnönü) Paşa, Batı Cephesi Kurmay Başkanı Asım (Gündüz) Paşa ve karargâhı ile İzmir’e girmiştir. Orada ilk Fahrettin (Altay) Paşa ile buluşulmuş ve doğruca 12 Arı, Kemal (2013), Üçüncü Kılıç (İzmir’in Kurtuluşu ve Yüzbaşı Şerafettin), Zeus Yayınları, İzmir. 14 Hükümet Konağı’na geçilmiştir. Muhteşem bir törenle ve coşkunlukla Konak Meydanı’nı dolduran İzmirlilere Mustafa Kemal kısa bir konuşma yapmıştır: ” Bu başarı milletindir.” İzmirliler, Konak Meydanı’na armağan olarak üstü açık bir otomobil getirmişlerdi. Otomobilin her yanı kırmızı beyaz kurdeleler ve küçük beyaz güllerle süslenmişti. Mustafa Kemal İzmirlilerin bu ince davranışı karşısında çok duygulanmıştır. Mustafa Kemal’in maiyetiyle birlikte İzmir’e gelmesi kentte olağanüstü bir günün yaşanmasına neden olmuştur. Kurtarıcı ve arkadaşlarını görmek isteyen İzmir halkı ellerinde el yapımı Türk bayrakları ile sokaklara çıkmış, evler sokaklar kırmızı beyaz bayrak ve çiçeklerle süslenmiş, “Hoş geldin Büyük Halaskar(Kurtarıcı), Hoş geldin Mustafa Kemal Paşa” nidaları her tarafta yankılanmıştır. Kurtuluşun ilk adımları Anadolu’da atılmış ancak savaş İzmir’de başlamış ve İzmir’de sona ermiştir. Bu bakımdan İzmir’in işgali ve kurtuluşu Milli Mücadele açısından ayrı bir öneme sahiptir. İKİNCİ BÖLÜM İZMİR'İN FATİHİ YÜZBAŞI ŞERAFETTİN BEY 2.1. Yüzbaşı Şerafettin Bey Kimdir? Şerafettin Bey Kırımlı bir anne ve Maçkalı bir babanın 1889 yılında dünyaya gelmiş oğludur. 1906’da Harp Okulu’na girmiştir. 1909’da Harp Okulu’ndan mezun olmuş, teğmen rütbesine kavuşmuştur. İlk görev yeri 1909-1911 tarihleri arasında Numune Süvari Alayı’nın 4. Bölüğü olmuştur. 1912’de Süvari Tatbikat öğretmeni olmuştur. Ardından 15. Piyade Tümeni’nde görev almış, Şehzade Osman Fuat’ın yaverliğini yapmıştır. Bu görevi sırasında Şehzade Osman Fuat Bey, Şerafettin Bey’e bir saat hediye etmiştir. Kurtuluş Savaşı’ndan önce, Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı’na katılmıştır. 1913’de Gelibolu muharebelerine katılmış ve üsteğmen olmuştur. 1915’de Çanakkale’de Seddülbahir ve Kirte savaşlarında İngiliz-Fransız ittifakının karşısında savaşmıştır.1917 yılında Irak’ta Bir’üs-sebi muharebelerine katılmış, aynı yıl yüzbaşılığa getirilmiştir. 13 Anadolu’nun emperyalist güçlerce işgal edilişine, pek çok vatansever gibi onun da yüreği yanmış, vatan savunmasında, kanlı vuruşmalarda yer almıştır. Türk Ulusu’nun adeta bir kader dönemi olan Sakarya Muharebelerinde, Döger Cephesinde, olağanüstü bir gayretle, bölüğünün başında savaşmıştır. Büyük Taarruzda 2. Süvari Tümeni, 4. Alayı ile de Belova, Kula, Dereköy, Sabuncubeli ve Bornova’da savaşmış; bu cephelerde adını asıl Sabuncubeli 13 Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü Arşivi, Yüzbaşı Şerafettin Dosyası 15 Muherebeleri’nde, bu muharebe sonrasında gerçekleştirilen Bornova’nın ve İzmir’in kurtarılışında duyurmuştur. Yüzbaşı Şerafettin Bey, Kurtuluş Savaşı’nın bitiminden sonra Süvari Tatbikat Okulu Öğretmenliği’ne getirildi. 1927’de Fransa’ya öğrenime gitti; dönüşünde gene aynı okulda öğretmenlik görevine devam etti. 1930’da I. Süvari Tümeniyle şarkta görev yaptı. 1931’de yarbay oldu. 1933’te Süvari alay kumandan muavinliği göreviyle Ayvalık’ta, 1936’da 4. Alay kumandan muavinliğiyle Lüleburgaz’da bulundu. 1937’de albaylığa atanan Şerafettin Bey, Lüleburgaz’daki Motorlu Alay Kumandanlığı’na, 1939’da da 2. Alay kumandanlığı göreviyle Karaköse’ye tayin edildi. 1940’a kadar pek çok göreve getirilen Şerafettin Bey, emekli olmadan önce, 1940-1943 tarihleri arasında Kuleli Askeri Lisesi’nde öğretmenlik yaptı. Askerlik hayatı içinde harp, kılıçlı liyakat, Kılıçlı mecidi ve İstiklal madalyaları almıştı. 1942’de parkinson hastalığına yakalandı; doktorlar bu hastalığın nedenini, İzmir’in kurtarılışı sırasında aldığı şarapnel yaralarına bağlıyorlardı. 28.8.1944 tarihinde hastalığı nedeniyle görev yapamayacak duruma gelince, birinci derecede malul olarak Albaylıktan emekliye ayrıldı. Şerafettin Bey, Emin Paşa ve Binnaz Hanım’ın kızı Siret hanımla evliydi.; Bu evlilikten, birisi dört aylıkken ölen iki çocuğu dünyaya geldi. Hayatta kalan tek çocuğu olan kızı Gönül’e (Manioğlu) çağdaş bir eğitim sağlayabilmek için hastalığı döneminde büyük fedakârlıklara katlandı. Maddi zorluklarla karşılaştı; sık sık İstanbul Gureba Hastanesi’nde yatmak zorunda kaldı. Ölümünden önce, TRT Radyosu’nun İzmir’i anlatan programlarında adından ya söz edilmediğine ya da söz edilse bile öldüğünün söylendiğine tanık oldu; hatta silah arkadaşı ve komutanı Fahrettin Altay’ın kaleme aldığı anılarında, kendisinin vefat etmiş olarak yazdığını okudu. Ölümünden sonra da vefasızlık örnekleri yakasını bırakmadı; TRT televizyonu yaptığı programlarda, İzmir Hükümet Konağı’na Türk bayrağını çeken kişi olarak, medyaya ve kamuoyuna mal olmuş kimi kişilerin adlarını verdi. Gerçek dışı bu savlar üzerine kızı Gönül Manioğlu’nun bütün girişimlerine karşın, yetkililerin yanlışın düzeltileceği sözünü vermelerine karşın, bu yanıltıcı tutumdan vazgeçilmedi. Eşi Siret Hanım’ın 1947’de ölümünden sonra, daha da zor günlerle karşı karşıya kaldı. Nihayet, 6 Kasım 1951’de, yurt savunmasında büyük özveriler göstermiş bu kahraman Türk askeri, bir köşede unutulmuş olarak vefat etti. Eşinin yanına, İstanbul’daki Yahya Efendi Kabristanı’ndaki aile mezarlığına gömüldü. 2.2. Buhara Halk Cumhuriyeti ve Hediyeleri Sakarya Zaferi sonrası büyük zafer yurt içinde büyük bir coşkuyla kutlanmaktaydı. Batı Cephesi Kurmay Başkanı Asım Paşa, Türk ulusunun bu büyük mücadeleyi yeni bir 16 “Ergenekon” olarak değerlendirmekteydi. 14 7 Ocak 1922’de Mustafa Kemal Paşa kendisini ziyarete gelen Buhara Halk Cumhuriyeti temsilcilerini Türkiye Büyük Millet Meclisi binasında karşılamaktaydı. Buhara Halk Cumhuriyeti tarafından Paşa’ya üç kılıç ve bir de Kuran-ı Kerim hediye edilmişti. Hediyeleri kabul eden Paşa Türk Ulusu’nun verdiği savaşı kutsayan temsilci kurula duyduğu minnet duygularını dile getirdi. Bu armağanların simgesel değeri vardı. Kılıçlar zaferi, Kuran-ı Kerim kutsal dayanışmayı temsil ediyordu. Bu nedenle kılıçlar Türk ordusuna, Kuran-ı Kerim de Türk Ulusu’na armağan edildi. Mustafa Kemal Paşa temsil kurulunun huzurunda şu konuşmayı yaptı: “Buhara ahalisinin, Türkiye’deki Türk ve Müslüman kardeşlerine hediye olarak gönderdiği Kuran-ı Kerim ile Türk Halk ordusuna kutlama nişanı ve tebriği olarak gönderdiği kılıç, dil ve tanrıya hizmeti temsil eden olağanüstü değerli iki armağandır. Bu emanetleri elinizden alırken, kalbim heyecan ile dolu. Halkımız ve ordumuz, uzaklardaki kardeşlerimizden gelen cesaret verici tebrik nişanelerinden şüphesiz çok duygulanacak ve mutlu olacaklardır. Dindaş ve karındaş Buhara halkının arzusunu yerine getirerek, bu kutsal kitabı millete, kutsal kılıcı da İzmir fatihine teslim edeceğim. Allah’ın yardımı ile İnönü ve Sakarya zaferlerini kazanan milli ordumuz, inşallah pek yakında bu kılıcı da kazanmış olacaktır. ” Mustafa Kemal Paşa üç kılıcın sadece birinden söz ediyordu. Buhara Hükümeti, üç kılıçtan birinin Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya, ikincisinin Garp Cephesi Komutanı İsmet Paşa’ya, üçüncüsünün de İzmir’e giren ilk kahramana verilmesini istemişti. Mustafa Kemal Paşa ve İsmet Paşa iki kılıcı aldıktan sonra üçüncü kılıç İzmir’e girecek ilk fatihe verilmek üzere saklandı. 15 Gazi ulusunu büyük jestten haberdar etmişti. Konu yavaş yavaş basına ve kamuoyuna yayılmaktaydı. Üçüncü kılıcın manevi değeri konuşuluyordu. İzmir’in özlemi ve düşü alevlenmişti. Neredeyse bin yıllık bir Tük yurdunun İşgal altında olması onu geri alma isteğini daha da güçlendiriyordu. Tüm özlem İzmir i ulusal kutsallığı olan bir kent konumuna getirmişti. Türk ordusunda görev yapan tüm zabitlerin zihni bu armağana ulaşma hayalleri kurmaktaydı. 16 2.3. İzmir’in Kurtuluşu 26 Ağustos sabahı saat 5.30’da Türk topçusunun atışlarıyla büyük taarruz başladı. Yunan idare-i askeriyesi henüz durumun ciddiyetini anlamamıştı. Düşman, Dumlupınar Meydan Muharebesini kaybettikten sonra bile savunma düzenini düşünüyordu. İzmir’deki Yunanlıların düşüncesine göre Afyonkarahisar ve Dumlupınar Muharebelerini (Başkumandan 14 Arı, Kemal, Üçüncü Kılıç, İzmir, 2006, s.13 15 Arı Kemal, A.g.e, s.17-18 16 Altay, Fahrettin, İstiklal Harbimizde Süvari Kolordusu, İnsel yay., ş.y, 1949 17 Muharebesi) kaybetme nedeni olarak tarih boyunca deniz kenarında yaşamış Yunanlıların Anadolu’nun ortasında, denizden uzak kalmalarını görüyorlardı. Yunanlıların umdukları asıl şey deniz kenarına yakın bir alanda savaşmaktı. Gediz ağzı, Menemen, Manisa, Nif dağları, Mahmut dağı, Torbalı çevrelerinde savaşırlarsa başarılı olan taraf olacaklarını düşünüyorlardı. Yüzbaşı Şerafettin Bey, Süvari Kolordusu’na bağlı 2. Süvari Tümeni’nin 4. Alayı’nda bölük komutanı olarak görev yapıyordu. Kolordu Komutanı Fahrettin (Altay) Paşa’ydı. Amaçları düşmanın nakliye kollarına, yürüyüş kollarına, cephane ve erzak depolarına ani baskınlar yapmaktı. Türk süvarisinin böyle bir misyonu ve önemi vardı. Süvari için önemli olan, atı ve kılıcıydı. At ve kılıç, Türk süvarisinin vazgeçilmez yoldaşıydı. Yüzbaşı Şerafettin de süvariydi. O da atının üstünde, düşman hatlarına kılıcıyla saldıran, binlerce kahramandan yalnızca bir tanesiydi. Düşmana cepheden asıl saldırıyı 1. Ordu, topçu ve piyadeler yapacaktı. Süvari Kolordusu’nun kendisine bağlı 3 tümeni vardı. Kolordu bütün tümenleriyle, 1. Ordu’nun sol yanında, Sandıklı Bölgesi’nde bulunuyordu. Hareketli kolorduya bağlı tümenler, alaylar ve bölükler, düşman gerilerine sızarak saldıracaklardı. En önemli hedef Türklere karşı direnen düşman ordusuna destek güçlerinin gelmesini engellemekti. Böylece, İzmir üzerinden lojistik destek alan düşmanın, İzmir ile bağları kesilmiş olacaktı. Mustafa Kemal Paşa, 26 Ağustos günü genel saldırının başlayacağını açıkladı. Güneşin ilk ışıklarıyla birlikte toplar gürleyecekti. 17 İlk darbenin vuruluşu çok önemliydi. Gelişmeler, Mustafa Paşa’nın düşündüğü gibi oldu. 26 Ağustos günü, Türk topçusunun sabahın alaca karanlığını yırtan atışlarıyla Büyük Taarruz başladı. 18 Türk piyadeleri, sabah 06.00'da Tınaztepe’ye hücum mesafesine yaklaşarak tel örgüleri aşıp Yunan askerini süngüleriyle temizledikten sonra Tınaztepe’yi ele geçirdi. Bundan sonra saat 09.00’da Belentepe, daha sonra Kalecik - Sivrisi ele geçirildi. Taarruzun birinci günü, 1. Ordu Birlikleri, Büyük Kaleciktepe’den Çiğiltepe’ye kadar 15 kilometrelik bir bölgede düşmanın birinci hat mevzilerini ele geçirdi. 5. Süvari Kolordusu düşman gerilerindeki ulaştırma kollarına başarılı taarruzlarda bulunarak, 2. Ordu da cephede tespit görevini aksatmadan sürdürdü. 27 Ağustos Pazar sabahı gün ağarırken Türk ordusu bütün cephelerde yeniden taarruza geçti. Bu taarruzlar çoğunlukla süngü hücumlarıyla ve insanüstü çabalarla gerçekleştirildi. Aynı gün Türk birlikleri Afyon'a girdi. Başkomutanlık Karargâhı ile Batı Cephesi Komutanlığı Karargâhı Afyon’a taşındı. 28 Ağustos Pazartesi ve 29 Ağustos Salı günleri başarılı geçen taarruz harekâtı, 5. Yunan Tümeninin çevrilmesi ile sonuçlandı. 29 Ağustos gecesi durum değerlendirmesi yapan komutanlar, hemen harekete geçerek muharebenin süratle sonuçlandırılmasını gerekli 17 Bkz. M. Kemal Atatürk, Söylev, II, S.491–492 18 Arı Kemal, A.g.e, s.30 18 buldular. Düşmanın ulaşım yollarının kesilmesi ve düşmanı çarpışmaya zorlayarak tamamen teslim olmalarını sağlama yolunda karar aldılar ve karar süratli ve düzenli bir şekilde uygulandı. 30 Ağustos 1922 Çarşamba günü taarruz harekâtı, Türk ordusunun kesin zaferi ile sonuçlanmıştır. Büyük Taarruz'un son safhası askerî Türk askerî tarihine Başkomutanlık Meydan Muharebesi olarak geçti. Anadolu’daki Yunan kuvvetlerinin yarısı imha veya esir edildi. Kalan bölümü ise üç grup hâlinde çekildi. Bu durum karşısında Çalköy’de yıkık bir evin avlusu içinde Mustafa Kemal, Fevzi Paşa ve İsmet Paşa ile buluşarak Yunan ordusunun kalıntılarını takip etmesi için Türk ordusunun büyük kısmının İzmir istikametinde ilerlemesini kararlaştırdılar ve müteakiben de Mustafa Kemal Paşa o tarihî "Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!" emrini verdi. 1 Eylül 1922’de Türk ordusunun takip harekâtı başladı. Muharebelerden kurtulan Yunanlar İzmir’e, Dikili’ye ve Mudanya’ya doğru kaçmaya başladı. Yunan ordusu Başkomutanı General Trikupis ve kurmayları ile 6.000 asker, 2 Eylül de Uşak'ta Türk birliklerine esir düştüler. Yunan ordusunun başkomutanlığına atandığını ise Uşak'ta Mustafa Kemal Paşa'dan öğrendi. 3 Eylül günü, 2. Tümen, rastladığı bir düşman müfrezesine saldırdı ve yok etti. 4 Eylül günü, süvariler Kula’ya girdiler. Kula’da zayıf bir düşman kuvvetinin olduğu görüldü. Düşmanın kenti yakmaya çalıştığı anlaşıldı. Süvariler buna izin vermeden, hızla Kula’ya girdi. Düşman askerleri baskına uğratılmıştı. Yüz kadar Yunan askeri esir alındı. Artık hedefte, Dereköy üzerinden hareketle Salihli’ye inmek vardı. Aynı gün Cephe Komutanlığı’ndan bir emir alındı. Bu emirde, Süvari Kolordusu’nun 1. Ordu’nun emrinden çıkarıldığı ve doğrudan cephe emrine alındığı söyleniyordu. Bu emir, kolorduya daha yaşamsal ve kritik bir görev alanı ve misyonu yüklemiş oluyordu. Artık hedef İzmir’di. Süvari kolordusu, 5 Eylül’de yürüyüşüne başladı. Yüzbaşı Şerafettin’in bağlı olduğu 2. Tümen’e 45. km yürüyüş emri verilmişti. Tümen, Dereköy İstasyonu’na doğru ilerliyordu. Alaşehir ile Salihli arasında düşmanla karşılaştılar. Tümen, bütün olarak hücum düzenine geçti ve şiddetle Dereköy İstasyonu’na hücum etti. Kanlı bir muharebe oldu. Türk süvarilerinin karşısında fazla duramayacağını anlayan Yunan askerleri, Ödemiş dağlarına kaçarken toplarının bir kısmını Dereköy’de Türk süvarilerine bırakmak zorunda kaldılar. 6 Eylül’de Türk süvarileri Sart’a girdi ve burasını düşman askerlerinden temizledi. 7 Eylül sabahının pembe ve berrak gün doğuşu, Salihli’nin kuzey batı tepelerinde Türk süvarilerini selamladı. 2. Süvari Tümeni o gün eksiksiz olarak 60 km yürümüştü. Yüzbaşı Şerafettin’in notları şunları söylüyordu: “ İlk hedefiniz Akdeniz’dir! Emrini almıştık. Anlatılmaz bir hızla İzmir’e doğru ilerliyorduk. Salihli’ye vardığımız zaman, kumanda ettiğim süvari 19 bölümü, hiçbir engel tanımadan İzmir’e girme görevini aldı. 80 akıncı ile İzmir yönünde ilerliyor, düşmanı kovalıyorduk. Kaçan düşman köyleri, kasabaları yakıyor; öcünü sivil halktan, kadından, kızdan, çocuktan alıyordu. Adım başı rastladığımız bu yürekler acısı manzara, hızımızı büsbütün arttırıyordu.”19 2. Tümen’in, Manisa batısından Horosköyü’ne, 14. Tümen’in de daha batıda bulunan Hamidiye’ye ilerlemeleri emredildi. Gece yavaş yavaş kendini gösteriyordu. Ufukta bir kızıllık vardı. Uzaklardan Manisa ve Turgutlu’nun yandığı görülüyordu. 8 Eylül sabahı saat 11 sıralarında Şerafettin Bey’in kolordusu Manisa önlerine gelebilmişti. Öncü kol, Manisa kasabasının alevler içinde yandığını hüzünle seyrediyordu. O gün, Manisa Ovası’nda ilk defa Türk topları gürledi. 1. Tümen Sabuncubeli’ne doğru yürüyüşe başlamış ve oldukça ilerlemişti. Kolordu Karargâhı her türlü olasılığa karşı 1. ve 2. Tümen’in Sabuncubeli’nden, 14. Tümen’in de Menemen üzerinden İzmir’e yürümesini uygun buldu. 2. Tümen yürüyüşüne devam ediyordu. Artık Boşnak Köyü civarına gelinmişti. Tümen, Bornova Ovası’nı örten son sırtlardan üzerine yönelen ağır bir ateşle karşılaştı. Düşman, geniş bir alanı tutmuş, tümene bağlı birliklere ateş açıyordu. Artık Yüzbaşı Şerafettin’in görev yaptığı tümen, oldukça dikkatli hareket ediyordu. Gelen raporlarda Nif-İzmir Caddesi üzerinde düşmanın tuttuğu alanda, düşman topu geri çekilmişti. Bu durumda düşmanın kuvvetini ya bu gece çekeceği, ya da küçük bir baskı karşısında mevzilerini terk edeceği anlaşılıyordu. Ertesi sabah, Tümen komutanlığı, sabaha karşı sabah 4.30’da bütün birliklere ileri yürüyüş için hazır bulunmalarını emretti. Yüzbaşı Şerafettin Bey’in bulunduğu 4. Alay da ileri harekete başlamıştı. Bu olay üzerine Şerafettin Bey şunları not almıştı: “ Kaymakam Reşat Bey kumandası altında bulunan alayımız, aldığı emir üzerine İzmir’e doğru hareket etmişti. Reşat Bey, alayın 3. uç bölüğü olarak ileriden harekete ve beni de bölüğü idareye memur etmişti. Alayımızın diğer bölükleri de arkadan geliyordu. Sabuncu Boğazı’ndan çıkar çıkmaz bütün ihtişamıyla Akdeniz’in kıyısında uzanan İzmir’i gördük. Senelerden beri derin bir özlemle andığımız İzmir, şimdi gözümüzün önünde idi. Nihayet biraz sonra ona da kavuşacaktık.”20 Türk ordusu bu muharebede, 15 günde 450 kilometre mesafe kat ederek 9 Eylül 1922 sabahı İzmir’e girdi. Sabuncubeli’nden geçen 2. Süvari Tümeni, Mersinli yolu ile İzmir’e doğru akarken bunun solunda 1. Tümen de Kadifekale'ye doğru yürüdü. Bu tümenin 2. Alayı, Tuzluoğlu Fabrikası’ndan geçerek Kordonboyu’na ulaştı. Kordon’da Türkler, göçmen durumuna düşmüş Rumlar ve dağınık Yunan askerleri Türk süvarilerinin geçişini izliyorlardı. Yüzbaşı Şerafettin Bey, elinde kılıcı, kıtasının başındaydı. Bir solukta Konak Meydanı’na çıkmak, Hükümet Konağı’na ve Sarıkışla’ya ulaşmak amacındaydı. Pasaport’a gelmişti. 19 Ferdi Öner, “Bir Milli Mücadele Kahramanı”, Cumhuriyet, 3 Kasım 1951 20 “İzmir’e İlk Giren Süvariler”, Ordu, Zafer ve Fuar, 1965, s.14 20 “Biraz daha ilerledikten sonra şaşırtıcı bir vaka karşısında kaldık. Müfrezemiz yürürken güzergâhında rast geldiği efrat ve zabitana ellerindeki silahları denize attırıyorlardı.” 21 Pasaport’un önünden geçerken bir sivilin Yüzbaşı Şerafettin’in atının önüne fırlattığı bomba atın karnında patlamıştı. Yüzbaşı, omzundan ve kolundan iki derin şarapnel yarası almıştı. Fakat Şerafettin Bey yaralarına rağmen duraklamamış, Hükümet Konağı’na doğru yol almıştı. Yüzbaşı Şerafettin’in müfrezesi sonunda Hükümet Konağı’nın önündeydi. Yunanlılar kapıyı kapatıp kaçtıkları için önce kapının açılması gerekiyordu. Zincir kırıldı, yan kapıdan girildi ve içeriden konağın ana kapısı açıldı. Yüzbaşı Şerafettin atından fırladı, bayrağı aldı. Önce gözyaşları içinde şanlı bayrağını öptü; sonra da bir elinde silahı, öbür elinde kılıcı koşar adımlarla konağın balkonundaki göndere bayrağı çekti. 22 Yüzbaşı Şerafettin İzmir’e girişinin ardından o anki hislerini şu kelimelerle dile getirdi: “Biz silah arkadaşlarımızla beraber her şeye mâl olursa olsun mutlaka İzmir’e ilk defa girmeye karar vermiştik. Vakıa bizim kuvvetimiz azdı. Şehirde ve şehrin haricinde olan düşman kuvvetlerinin miktarı ise tespit kabul etmez derecede çoktu. Fakat düşmanın kuvve-i maneviyesi artık bitmişti. Onun için ciddi bir mukavemet görmeksizin şehre girdik. Yalnız düşmanın attığı mermilerden biri Bornova’da atıma isabet etti ve atım orada öldü… Karşıyaka İskelesi’ne geldiğim zaman üzerime bir bomba attılar. Bu bomba yüzümden ve omzumdan olmak üzere iki yerden beni yaraladı. Fakat biz durmadık…” 23 2.4. Kentin Güvenliği Yüzbaşı Şerafettin Bey, geriden gelen birliklerden de yararlanarak, ilk aşamada belli alanlarda güvenlik noktaları oluşturmuştu. Hükümet Konağı önüne, önemli sokak başlarına ve kışla meydanında toplanan esirlerin başına nöbetçiler dikilmişti. Bunlara rağmen güvenliğin tam olarak sağlanması için biraz zamana ihtiyaç vardı. Türk ordusunun denetimi henüz ele alamadığı zaman içerisinde; İzmir’de birçok çete kurulmuş, yağmacılar türemişti. Özellikle de Torkum’un silahlı çetesi halkı yıldırmıştı. Aralarında kılık değiştirmiş Yunan askerlerinin de bulunduğu çetelerin amacı halk üzerinde psikolojik korku ve kaygılar yaratmaktı. Hatta bazı çeteler Türk askeri kılığına girerek, evlere girip oraları yağmalıyorlardı. Zeki Bey’in Hükümet Konağı’na gelmesiyle Yüzbaşı Şerafettin Bey kentin çeşitli yörelerine devriyeler çıkararak, asayişin korunmasına çalıştı. Aynı zamanda gündelik 21 Şerafettin Bey’in hatıralarından: Otuz Ağustos Hatıraları…, s.105 22 Arı Kemal, A.g.e, s.109-110 23 Arı Kemal, A.g.e, s.187 21 yaşamın normal akışına dönemsi için, kentte ulaşımı sağlayan tramvay ve trenler yeniden çalışmaya başlamıştı. 24 2.5. Kurtuluş Sonrası Yüzbaşı Şerafettin Bey, Hükümet Konağı’na girmiş, çevrede bazı güvenlik önlemleri almıştı. TBMM Hükümeti’nin yönetiminin kuruluşunun göstergesi olarak Hükümet Konağı’na yerleşmişti. İzmir’deki konsoloslar görüşmek üzere Hükümet Konağı’na geliyorlardı. Konsoloslar, kendi uluslarının ekonomik çıkarlarının ve yurttaşlarının can ve mal güvenliğinin telaşına düşmüşlerdi. Konsoloslar aralarında toplanmışlar ve doğruca İzmir’e giren müfrezenin komutanı olan Yüzbaşı Şerafettin Bey ile görüşmeye karar vermişlerdi. Türk ordusu daha kente gelmeden, kentin teslim koşullarını görüşmek istiyorlardı. Ancak buna olanak kalmadan Yüzbaşı Şerafettin’in müfrezesi süratle kente girdiğinden teslim koşullarını görüşmeye gerek kalmamıştı. En başta İngiltere Konsolosu Sir. H. Lamp, sonrasında Ecnebi devletlerin konsolosları görüşme talebinde bulunuyorlardı. Yüzbaşı Şerafettin Bey, kentte güvenliğin sağlanması için her türlü önlemin alındığını konsoloslara bildirdi. Ancak düşman kuvvetleri ticari kuruluşlarını güvence altına almak amacıyla, karaya müfrezeler çıkardıklarını bildiriyorlardı. Konsoloslar vatandaşlarının güvenliğinden şüphe duymaktaydı. Ancak Şerafettin Bey, Türk askerinin ne denli uygar karakterli olduğunu anlattı. 25 2.6. Türk Süvarilerinin İzmir’e Girişlerine İlişkin Bazı Ayrıntılar Türk süvarilerinin İzmir’e girişi sırasında İngiliz Başkonsolosu Sir. H. Lamp, Cardif adlı İngiliz savaş gemisinde bulunuyordu. 9 Eylül günü öğleden sonra başkonsolos, amiral gemisinin telsiziyle Lord Curzon’a şu telgrafı çekti: “Yunanlıların boşaltmaları geceleyin fiilen tamamlanmıştı. Türk süvarisi saat 11 sularında kente girdi. Rumlar ve Ermeniler tarafından birkaç el ateş edildi, bomba atıldı. Ancak Türkler düzen içindeydi. Yarım saat içinde, her şey sakinleşti. Tam bir nizami ordu tümeni gelmektedir ve Kumanda Subayı Şerafettin Bey hiçbir aşırı harekete ve misillemeye izin vermeyecekleri güvencesini verdi.” 26 2.7. Mustafa Kemal Paşa İzmir’de 9 Eylül günü Türk süvarileri Kordon’da kılıç sallarken, Mustafa Kemal Paşa, Fevzi Paşa, İsmet Paşa ve diğer komuta heyeti Nif’teydi. Bu arada komutanlar İzmir’in 24 Arı Kemal, A.g.e, s.118–119 25 Arı Kemal, A.g.e, s.110–111–112 26 Şimşir Bilal, -İngiliz Belgeler ile- Sakarya’dan İzmir’e 1921-1922, Bilgi yay., Ankara, 1981, s.386 22 kurtarıldığına ve Hükümet Konağı’na Türk bayrağının çekildiğine dair haberler duyuyorlardı. Birkaç dakika önce, İzmir Hükümet Konağı’na Yüzbaşı Şerafettin Bey Türk bayrağını çekmiş, Türkler idareyi bizzat ele almışlardı. Gazi Paşa durumdan son derece memnundu. 27 10 Eylül günü sabahın erken saatlerinde Mustafa Kemal Paşa Nif’ten ayrıldı. Erkan-ı Harbiye Umumiye Reisi Fevzi Paşa ve Garp Cephesi kumandanı İsmet Paşa ile birlikte Mustafa Kemal, Bornova-Halkapınar üzerinden İzmir’e girdi. Halkapınar’dan Hükümet Konağı’na kadar halkın coşkusu ile yürüdüler. Gazi Paşa’nın bulunduğu yerde bir masa vardı ve masanın üzerinde üçüncü kılıç duruyordu. Gazi artık İzmir’in sevgi dolu bağrındaydı. Sıra, “Üçüncü Kılıç’ı, İzmir’in Fatihi’ne” vermeye gelmişti. 28 2.8. İzmir’e İlk Giren Kimdi? Farklı noktalardan Türk süvarilerinin İzmir’e girişi, dönemin kamuoyunda derin etkiler bırakmıştı. Yüzbaşı Şerafettin’in Hükümet Konağı’na, Teğmen Zeki Bey’in Sarıkışla’ya ve Asteğmen Besim Bey’in Kadifekale’ye bayrak çekişi büyük bir sevinç ve coşkuyla karşılandı. 29 Yapılan değerlendirmede, İzmir’e giren ilk öncü birliğin; Yüzbaşı Şerafettin’in müfrezesi olduğuna karar verildi. Dakika farkla Yüzbaşı Zeki Bey Sarıkışla’ya Türk bayrağını çekmişti. Batı cephesi komutanlığı, yaptığı değerlendirmede İzmir’e giren ilk kişinin 2. Süvari Tümeni 4. Alay Kumandan Muavini Yüzbaşı Şerafettin Bey olduğunu kabul etti. Mustafa Kemal Paşa daha İzmir’e girmeden cephe komutanlığı karar vermişti. Bu nedenle Gazi, üçüncü kılıcı yanında getirmişti. Yüzbaşı Şerafettin hiç abartısız bir şekilde İzmir’in kurtuluşunun en önemli kahramanı olmuştu. 30 Onun ne kadar değerli bir şahsiyet olduğunu da şu mektuptan rahatlıkla anlamak mümkündür: “İzmir’in kurtuluşunun hemen sonrasında, 26 Eylül 1922 günü Yüzbaşı Şerafettin Bey’e bir mektup geldi. “Mecid Mağmumi” imzasını taşıyan mektubun sahibi mektubu İstanbul’da, Galata’da, Kigork Bey Hanı’ndan yazmıştı. Mektubuna önce; “İzmir’e ilk olarak giren Süvari Kıtası Kumandanı Binbaşı Şerafettin Beyefendi” diye resmi bir söylemle başlıyor; ardından hemen dil, resmi söylemden sıyrılarak, duygulu ve içten bir söylemle sürüyordu. “Muhterem Kardeşim, efendim!” diye devam eden mektup şöyleydi: “Kalbimde samimi coşkuya karşı koyamayarak size müsaadenizle ‘Kardeşim’ diye hitap ediyorum. Şu muazzam hareketin başlıca hedeflerinden biri olan o güzel İzmir’de, kente girerken infilak ettirilen bombaların bu imhasında muhafaza eylediğiniz sükûnet ve olgunluğa hayran olan yabancı bir gazeteci günlerce geçtiği haberlerde, gördüğü binlerce zulüm yıkıntılarına rağmen, dünyanın hemen hiçbir ordusuna nasip olmayan yüceliği 27 28 29 30 İnönü İsmet, Hatıralar, I, Bilgi yay., İstanbul, 1985 Arı Kemal, A.g.e, s.133–135 Altay Fahrettin, A.g.e, s. 68 Arı Kemal, A.g.e, s.138–139 23 gösteren Türk askerinin olgunluğu ve yiğitliği karşısında iftihardan kendini alamamıştı. İnsanın göğsü kabarıyor. Türk kahramanlığını temsil eden şu müstesna yüce hareketiniz, milli tarihimizde bir heykel gibi büyüktü. Şanlı, altın gibi bir sayfa daha ekliyor. Emirlerin dile getirilme biçimindeki samimiyet derecesini ortaya koyan bu övünülecek ve onur duyulacak hareket milletin kalbinde var olan azim ve imanı bir kat daha güçlendirdi. İşte güzide hareketlerinizin ben kul, kölede doğurduğu övünç ve gurur ile mübarek gazanızı en samimi kalbimle tebrik eder ve bu vesile ile minnet ve şükranlarımı sunarım; aziz kardeşim efendim… 31 2.9. Üçüncü Kılıcın Sahibi Kılıcın sahibinin belirlenmesi sonrasında sıra Buhara Cumhuriyeti’nin İzmir’e ilk giren fatihe verilmek üzere hediye ettiği bu kılıcın sahibine teslim edilmesine gelmişti. Kimi kaynaklarda üçüncü kılıç hakkında eksik ve hatalı bilgiler bulunmaktadır. İzmir halkının kendi fatihine armağanı olduğunu söyleyen bazı kaynaklar bulunurken, bazı kaynaklar da kılıç için Erzurum’dan gönderilen “Gümüş şavatlı bir kılıç” nitelemesi yapıyordu. Ancak söz edilen kılıç Buhara Cumhuriyeti’nin hediyesidir. Kılıcın veriliş töreninde Mustafa Kemal Paşa, Yüzbaşı Şerafettin’e “İzmir” adını vermiş, böylece İzmirli olmamasına karşın “İzmirli Yüzbaşı Şerafettin Bey” ya da “Şerafettin İzmir” diye anılmaya başlanmıştır. 1934’deki Soyadı Kanunu’ndan sonra Şerafettin Bey’in, Atatürk’ün kendisine verdiği “İzmir” adını soyadı olarak almasıyla, soyadı resmi olarak İzmir olmuştur. Atatürk’ün bu armağanı onu yaşamının her aşamasında onurlandırmıştır. 32 2.10. Sonraki Dönem İzmir’in kurtarılmasıyla Türk Bağımsızlık Savaşı’nda çok önemli bir noktaya ulaşılmıştı. Artık cumhuriyete ve devrimlere uzanan önemli bir süreç başlıyordu. Yüzbaşı Şerafettin Bey, İzmir’in kurtuluşundan sonra da çok onurlu bir görev olarak gördüğü askerlik mesleğine devam etti. 1912 yılından 1922 yılının sonuna dek pek çok muharebeye katıldı. Balkanlar, 1. Dünya Savaşı’nın pek çok cephesi ve Kurtuluş Savaşı… Her biri Türk ulusunun üzerine ağır yükler bindiren bu zorlu mücadelelerde üstün bir özveriyle yer aldı. Bu 31 Gnkur. ATASE Arşivi, Koleksiyon: ISH, Kutu No:2192; Gömlek No:49-93, Belge No:1-3; şurada: Askeri Tarih Belgeleri Dergisi… s.256. 32 Arı Kemal, A.g.e, s.154 24 savaşlardaki başarıları sayesinde Harp, Kılıçlı Liyakat, Kılıçlı Mecidi ve İstiklal Madalyaları gibi birçok madalyayla ödüllendirildi. Kurtuluş Savaşı bitiminden sonra Süvari Tatbikat Okulu öğretmenliğine getirildi. 1923 senesinde binbaşılığa getirildikten sonra Emin Paşa ve Binnaz Hanım’ın kızı Siret Hanım ile evlendi. Evlendikten sonra İstanbul’a yerleşmişlerdi. Bu evliliklerinden birisi dört aylıkken ölen iki çocukları oldu. İlk çocukları Binnaz Gönül en değerli varlıkları olmuştu. 1927 yılında Fransa’ya tahsile gidip Fransızca öğrendi, dönüşünde yine aynı okulda görevine devam etti. 1930’da 1. Süvari Tümeni Tümen Mülhaklığı ile doğuya göreve gitti. 1931’de yarbay oldu. 1940 yılına kadar pek çok göreve getirilen Şerafettin Bey, emekli olmadan önce 1940-1943 yılları arasında Kuleli Askeri Lisesi’nde öğretmenlik yaptı. Bu süreç içerisinde, doktorların boynuna almış olduğu ağır yaranın neden olduğunu düşündükleri Parkinson hastalığına yakalandı. 1942 yılına gelindiğinde hastalığının belirtileri artmıştı. Hastalığı süresince Beşiktaş Askerlik Şubesi’nde misafir olarak bulunurken, tedavisi üzerine çalışılıyordu. İzmir Fatihi daha fazla görevde bulunamayacağını anlayınca istifasını istedi. 28 Ağustos 1944 tarihinde albaylıktan emekliye ayrıldı. 33 2.11. Bir Kahraman Nasıl Unutulur? Yüzbaşı Şerafettin’in aldığı düşük emekli maaşı çocuğunun masraflarını, gittikçe artan sağlık giderlerini karşılamaya yetmiyordu. Eşi Siret Hanım, Şerafettin Bey ile yakından ilgilenmeye çalışırken zor günler geçiriyordu. 1947 yılında Yüzbaşı Şerafettin eşini kaybetti. Ekonomik sıkıntılar gittikçe artmaktaydı. Zor günler yaşarken onu hayata bağlayan ilk şey kızı ve diğer şey ise üçüncü kılıca sahip olmanın verdiği onurdu. Zaman zaman felç türü rahatsızlıklar geçiriyor, Parkinson hastalığı alevleniyordu. Bunun yanında bir kalp rahatsızlığı baş göstermişti. İstanbul’da yoksul kesimin tercih ettiği Gureba Hastanesi’ne yatıyordu. Artık 9 Eylül yıldönümlerinde, “İzmir’in Kurtuluşu” konulu programlarda isminden söz edilmediğine tanık oluyordu. Bir keresinde radyoda yapılan ve İzmir’in kurtuluşunu anlatan bir programda silah arkadaşı Fahrettin Altay’ın, o güne dair anılarından bahsettiğini duymuştu. 34 Söz Yüzbaşı Şerafettin Bey’e gelince Fahrettin Altay onun büyük özverilerinden söz etti. Atına atılan bombayla yaralanışını anlattı. Laf arasında, “Çoktan ölmüş olmalı.” demesi Şerafettin Bey’in unutulmuş ve yalnız hissetmesine neden olmuştu. Üstüne üstlük Fahrettin Paşa, Yüzbaşı Şerafettin’in vefatından söz ediyordu. Bir gün İzmir Gazetesi’nde çıkan bir haber Yüzbaşı Şerafettin’in yeniden hafızalara girmesini sağladı. Çeşitli yetkililer ve İzmir 33 Arı Kemal, A.g.e, s.155–156 34 Altay Fahrettin, A.g.e, s.67 25 Belediyesi, İzmir Fatihi Şerafettin Bey’in durumunun farkına varmış, bir caddeye onun ismini verip bu ulusal kahraman için ismini taşıyan caddeye bir de ev yapma kararı almıştı. 35 2.12. Kahramanın Ölümü Şerafettin Bey, yoksul ve hasta bir halde geçmişteki başarılarının verdiği onurla sıradan yaşantısına devam ediyordu. Her 9 Eylül’de Boğaz’a bakan Ortaköy’deki evinde üst kattaki pencereden büyük bir Türk bayrağı astırıyor ve bu yalnızlığında o şanlı günü hiç eksilmeyen bir heyecan ve tutkuyla kutluyordu. O güne kadar hayatı cepheden cepheye koşarak geçmişti. Özverili, yiğit, korkusuz ve vatan sevgisiyle dolu bir askerdi. Oysaki şimdi, bir köşede sessiz sedasız, geçmişi anımsarken hastalığın pençesinde adeta ölümü bekliyordu. Hayatı boyunca halkı adına savaşmışken emeklilik günlerinin bu denli yalnız ve çaresiz geçiyor olması onu kahrediyordu. Uğruna kan döktüğü bu halkın “Fatih’ini” unutuyor olması ona çok acımasızca geliyordu. Tüm bu kötü düşünceler arasında Şerafettin İzmir, 6 Kasım 1951’de yaşama gözlerini yumdu. Zaten yaşamının son günlerinde hatırlanmazken bu zamansız ölüm onu hafızalardan tamamen sildi. Ölümüyle, zamanında o yaralı vücuduyla canı pahasına bayrak astığı İzmir Hükümet Konağı’nda bayraklar göndere çekildi. 36 2.13. Üçüncü Kılıcın Sonu Kılıcın ünlü Türk hükümdarı Timur’a ait olması ve üzerinde yüzyıllar önce işlenmiş değerli taşlar bulunması kılıcın önemini daha da arttırmakta. Kılıç Buhara Cumhuriyeti’nden alındığında ve İzmir Fatihi’ne verilmesi kararlaştırıldığında, İzmir Yunanlılardan temizlenilinceye kadar Batı Cephesi Komutanlığı karargâhında saklandı. Mustafa Kemal, 10 Eylül günü İzmir’e girdiğinde kılıç yanındaydı. Halide Edip de hatıralarında bu kılıcın şanından söz eder. Yüzbaşı Şerafettin hastalığının kötü günlerinde ölümünün yaklaştığını hissederken, üçüncü kılıcın bütün Türk ulusunun onurunu temsil ettiğini düşünüyordu. Bundan dolayı eşi Siret Hanım’dan kılıcı İzmir’de yeni açılacak İnkılâp Müzesi’nde sergilenmek üzere İstanbul Valiliği’ne teslim etmesini rica etmişti. Onun için kılıcının sergilenmesinden daha anlamlı birşey olamazdı. Siret Hanım eşinin isteği üzerine kılıcı valiliğe teslim etmişti. Ancak o günden sonra kılıcı bir daha gören olmadı… 37 35 Arı Kemal, A.g.e, s.160–162 36 Arı Kemal, A.g.e, s. 163 37 Arı Kemal, A.g.e, s.170 26 SONUÇ Milli Mücadele tarihimizin eşsiz kahramanlarından Yüzbaşı Şerafettin Bey’in adı günümüz Türkiye’sinde milli değerlere karşı gösterilen ilgisizliğin bir başka kurbanı olmuştur. Kurtuluşun ilk günlerinde adı sıkça dönemin basının da yer alan bu kahraman Türk subayı o günler de İzmir Fatihi olarak da adlandırılmış ve kendisine Mustafa Kemal Paşa tarafından İzmir soyadı verilmiştir. Adı sadece İzmir’le değil Türkiye’nin kurtuluşu ile özdeşleşmesi gereken bu ismi alanının uzmanı birkaç kişi dışında pek de tanıyan bulunmamakta. Ülke tarihinde böylesine önemli bir rol üstlenmiş sessiz kahramanın hafızalarda yer etmiyor olması oldukça üzücü. Milli Mücadele denilince akla ilk gelen şehir olan İzmir bile, tarihinde son derece önemli bir yer işgal eden Yüzbaşı Şerafettin Bey’i anımsamıyor. Yıllarca alçakgönüllülüğün gölgesinde saklanmış olan Yüzbaşı Şerafettin İzmir öyle bir kahraman ki, tabutu üç beş kişinin omuzları üstünde ebediyete intikal etmiş olsa da kahramanlıkları her 9 Eylül’de kalplerimizde yaşayacaktır. Bu arada kendisine Mustafa Kemal tarafından verilmiş olan üçüncü kılıcın akıbeti de halen bilinmemektedir. 27 YÖNTEM İzmir’in kurtuluşu, Konak’taki Hükümet Konağı’na koşar adım çıkan süvarilerin, balkonda asılı Yunan bayrağını indirmeleri ve yerine Türk bayrağını çekmeleriyle simgeleşmiştir. Bornova üzerinden, önlerine çıkan direniş engellemelerine karşın Türk süvarileri ellerinde kılıç, atlarının üzerinde doludizgin Alsancak sokaklarına dalmışlar, oradan Kordon’a çıkmışlar ve Konak’taki hükümet konağına yönelerek, İzmir’in kurtuluşunun simgesi olan bu tarihsel olayı gerçekleştirmişlerdir. Hükümet Konağının merdivenlerinden koşarak çıkan ve gönderden Yunan bayrağını indirip yerine Türk Bayrağını göndere çeken Türk subayı, Yüzbaşı Şerafettin Bey’den başkası değildir. Bir zamanlar dönemin gazetelerinde adına sıkça rastladığımız bu kahraman Tür subayının adını şimdilerde bilen insan sayısı maalesef çok az. Buna paralel bir başka üzüntü verici durumda akademisyenlerin bu konuya gerekli hassasiyeti göstermemeleridir. Bu bağlamda projeyi hazırlarken önce var olan kaynakları tespit ettik. Doğrudan Yüzbaşı Şerafettin Beyi anlatan kitap, makale ya da bilimsel araştırmalar yok denecek kadar azdı. Bütün tarihsel gerçekliklere karşın, bugün bu adsız kahramanın adını, dönemin uzmanı olan bir kaç kişi dışında maalesef kimsenin anımsamadığına ya da bilmediğine şahit olduk. Buna rağmen konuyla, ilgili kitap, makale ve gazete yazılarını tespit ettik ve ardından da titizlikle inceledik. En büyük hayalimiz kızı Gönül Manioğlu ile bir görüşme yapmaktı ancak bu, sağlık sorunları nedeniyle mümkün olmadı. Dönemin gazetelerini internetten ve APİKAM arşivinden taradık. 28 KAYNAKLAR 1. AKŞİN, Sina (1986), Paris Barış Konferansı’nın Yunanlıları İzmir’e Çıkarma Kararı, Üçüncü Askeri Tarih Semineri Bildirileri, Ankara 2. ALTAY, Fahrettin, İstiklal Harbimizde Süvari Kolordusu, İnsel yay., ş.y, 1949 3. ARI, Kemal, Üçüncü Kılıç, İzmir, 2006 4. ATATÜRK, M. Kemal, Söylev, II 5. AYBARS, Ergun (1984) Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Ege Üniversitesi Basım Evi Müdürlüğü, İzmir 6. AYDOĞAN, Metin (2006), Mustafa Kemal ve Kurtuluş Savaşı, Umay Yayınları, İzmir 7. BALİOĞLU, Tarık (1994), “İzmir’in İşgal Ültimatomları”, “Tarih ve Medeniyet”, Sayı:3, İstanbul 8. BERBER, Engin (2009), Yunan İşgali, Tarih Dergisi, NTV Yayınları, Sayı:4, İstanbul 9. Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü Arşivi, Yüzbaşı Şerafettin Dosyası 10. ERKEKOĞLU, Yılmaz, İzmir’e İlk Giren Komutanlarımız, Cumhuriyet, 9 Eylül 1988 : İzmir’e İlk Giren Süvariler, Ordu, Zafer ve Fuar, 1965 11. Gnkur. ATASE Arşivi, Koleksiyon: ISH, Kutu No:2192; Gömlek No:49-93, Belge No:13; şurada: Askeri Tarih Belgeleri Dergisi… 12. İNÖNÜ, İsmet, Hatıralar, I, Bilgi yay., İstanbul, 1985 :İzmir’in Tarihi, Birinci Kitap, İkinci Kısım, 1926 13. KINROSS, Lord (1994), Atatürk, Bir Milletin Yeniden Doğuşu, Altın Kitaplar Yayınevi 29 14. KİTSİKİS, Dimitri (1974), Yunan Propagandası, İstanbul 15. ORTAYLI, İlber (2010), Türkiye’nin Yakın Tarihi, Timaş Yayınları. İstanbul 16. ÖNER, Ferdi, “Bir Milli Mücadele Kahramanı”, Cumhuriyet, 3 Kasım 1951 17. SANDER, Oral (1999), Siyasi Tarih, Cilt: I, Ankara 18. ŞARMAN, Kansu (2001), “İngiliz ve Amerikan Arşivlerinde Yunan Zulmü”, Popüler Tarih Dergisi, Sayı:10 19. ŞİMŞİR, Bilal, -İngiliz Belgeler ile- Sakarya’dan İzmir’e 1921-1922, Bilgi yay., Ankara, 1981 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 EK- 2 RESMİ VE ÖZEL BELGELER 42 Kara Kuvvetlerindeki şahsi dosyasından hareketle hazırlanmıştır. 43 44 Üçüncü Kılıcın Şerafettin Beye ait olduğunu gösterir bir başka belge TRT Genel Müdürlüğü 45 İzmir’e ilk giren subayın Yüzbaşı Şerafettin Bey olduğunu gösterir noter belgesi 46 Üçüncü Kılıcın Akıbeti ile ilgili İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin bir yazısı 47