SGK UYGULAMALARI VE YARGI KARARLARI ÇERÇEVESĠNDE KALP KRĠZĠ OLAYLARININ Ġġ KAZASI BAĞLAMINDA DEĞERLENDĠRĠLMESĠ Bir işyerinde meydana gelen kaza olayının iş kazası olarak kabul edilip edilmemesi; hem sigortalı ve hak sahipleri, hem de işverenler açısından oldukça önemlidir. Zira kaza olayına maruz kalan sigortalılar; geçici veya sürekli olarak çalışma hayatından uzaklaşmak zorunda kalmakta, bu durum kendileri için olduğu kadar bakmakla yükümlü oldukları kişiler açısından da önemli bir ekonomik risk oluşturmaktadır. Daha büyük kazalar sonucunda meydana gelen kalıcı sakatlık veya ölüm olayları ise sigortalı ve yakınları için maddi kaybın da ötesinde bir anlam ifade etmektedir. İşverenler açısından da bir kaza olayının iş kazası çerçevesinde değerlendirilmesi ortaya çeşitli sorumluluk hallerini çıkarmakta ve tazminat hukukunun dışında işverenlerin Sosyal Güvenlik Kurumu’nun yapmış ve yapacak olduğu harcamalar ile ilgili sorumlu tutulmasına sebebiyet vermektedir. Belirtmek gerekir ki; bu meblağlar oldukça yüksek ve özellikle küçük ve orta büyükteki işyerlerinin ekonomik hayatını tehlikeye atabilecek boyutlardadır. Bu çalışmada Türkiye’de en fazla ölüme sebebiyet veren kalp krizi vakaları, iş kazası sayılması açısından ele alınacak ve uygulamacı Kurum olan Sosyal Güvenlik Kurumu ve yargının konuya ilişkin anlayışı ortaya konmaya çalışılacaktır Ayrıca sosyal devlet ilkesi gereği olması gereken durumu tartışarak konu tamamlanacaktır Ġġ KAZASI KAVRAMI İş Kazası kavramının literatürde farklı etkileri ön plana çıkaran pek çok tanımı bulunmaktadır. Doktrinde iş kazası; sigortalının işverenin emir ve talimatlarında bulunduğu esnada çalıştığı iş veya işin gereği dolayısıyla aniden ve dıştan meydana gelen bir etkenle onu bendence veya ruhça zarara uğratan olay olarak tanımlanmaktadır.[1] İş güvenliği açısından da bir olayın iş kazası olarak tanımlanabilmesi için her şeyden önce olayın işyeri ve istihdamla bağlantısı olması gerekmektedir.[2] 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu, iş kazaları ile ilgili düzenleme yaparken iş kazasının tanımını yapmak yerine iş kazası sayılacak halleri belirtmiş ve Kanun’un 13. Maddesinde; “İş kazası; sigortalının işyerinde bulunduğu sırada, işveren tarafından yürütülmekte olan iş nedeniyle sigortalı kendi adına ve hesabına bağımsız çalışıyorsa yürütmekte olduğu iş nedeniyle, bir işverene bağlı olarak çalışan sigortalının, görevli olarak işyeri dışında başka bir yere gönderilmesi nedeniyle asıl işini yapmaksızın geçen zamanlarda, bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamındaki emziren kadın sigortalının, iş mevzuatı gereğince çocuğuna süt vermek için ayrılan zamanlarda, sigortalıların, işverence sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı yere gidiş gelişi sırasında, meydana gelen ve sigortalıyı hemen veya sonradan bedenen ya da ruhen özre uğratan olaydır.” diyerek bir olayın iş kazası sayılabilmesi için belirtilen beş bölümden biri içerisinde yer almasını bir anlamda şart koşmuştur. Kanuni düzenleme çok geniş bir çerçeve çizmiş olduğundan Sosyal Güvenlik Kurumu uygulamalarında yeterli gelmemiş ve bu çerçeve ikincil mevzuat olarak nitelendirdiğimiz yönetmelik ve genelgelerle daha dar kapsamda tutulmaya çalışılmıştır. Ancak bakıldığında ikincil mevzuatta kanunda olmayan bir takım kısıtlamaların yer aldığı da görülmektedir. Esasen iş kazaları ile ilgili düzenlemeler, üretim faktörleri içerisinde yer alan en kırılgan faktör olan emek faktörünü korumaya, herhangi bir risk unsuru ile karşı karşıya kaldığında ise riskleri en kısa sürede telafi etmeye ve bu süre zarfında kişilerin ve bu kişilerin sorumluluğunda olan diğer bireylerin mağduriyetini gidermeyi amaçlayan bir tarzda yapılmalıdır. Dolayısı ile Kurum, sınırlayıcı tercihi ile bir anlamda sosyal güvenliğin temel ilkelerine çok da uygun olmayan bir tercihte bulunmaktadır. Bu tercihlerden en önemlilerinden birini de birazdan aşağıda açıklayacağımız üzere kalp krizi vakaları oluşturmaktadır. SGK YAKLAġIMI ÇERÇEVESĠNDE KALP KRĠZLERĠNĠN DEĞERLENDĠRĠLMESĠ Ülkemizde her yıl çok yüksek sayıda meydana gelen kalp krizi vakalarının önemli bir kısmı da, işyerinde ve çalışma süreleri içerisinde meydana gelmektedir. Ancak mevcut sosyal güvenlik mevzuatına göre her kalp krizini mutlak suretle iş kazası sayabilmek mümkün değildir. Bu konuda kalp krizi ile işyerindeki çalışma şartları, yapılan işin mahiyeti ve yoğunluğu gibi mesleki konular arasında sıkı bir illiyet bağının kurulması gerekmektedir. Konu ile ilgili tereddütler ve tartışmalar bir yana, 2011/50 sayılı Kısa Vadeli Sigorta Kolları Genelgesinde “dışarıdan bir etki veya herhangi bir olayla ilgili olmaksızın işyerinde geçirdiği bir kalp krizi veya başka bir hastalık nedeniyle vefat eden sigortalının ölümünün iş kazası olarak kabulüne imkân bulunmamaktadır.” şeklinde bir hüküm konulmuş ve kalp krizlerinin iş kazası sayılması için mutlaka dışarıdan gelecek bir etkenin neden olmasına bağlanmıştır. Yine pek çok durumda bir olayın iş kazası olup olmadığına ilişkin incelemeleri yapan Rehberlik ve Teftiş Başkanlığı tarafından çıkarılmış olan 2010/4 sayılı iç emirin 7. maddesinde konuya uygulama açısından benzer bir açıklık getirilmiş ve “Sigortalıların işyerlerinde geçirmiş oldukları kalp krizi vakaları ile ilgili olarak, krizin dıştan gelen ani bir etkiyle meydana geldiği yada başka bir anlatımla kriz ile işyeri veya çalışma koşulları arasında uygun illiyet bağının (Uygun illiyet bağı ancak doktor raporu ile ispat edilebilir.) varlığı ortaya konulmadığı sürece, söz konusu olaylar mülga 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 11. maddesi veya 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 13. maddesi kapsamında iş kazası olarak değerlendirilmeyecektir” denilmiştir. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu yürürlüğe girmeden önce uygulanmakta olan 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’na bağlı olarak değerlendirilen iş kazası uygulamalarında da, Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK), kalp krizini dıştan gelen bir etki sonucu gerçekleşmediği varsayımı ile iş kazası olarak kabul etmemiştir. Aynı uygulama reform sonrası süreçte SGK tarafından da sürdürülmektedir. SGK uygulamaları açısından herhangi bir olayla ilgili olmaksızın işyerinde geçirdiği kalp krizi veya başka bir hastalık nedeniyle vefat eden sigortalının ölümünün iş kazası olarak kabulüne Kurum’ca imkân bulunmamaktadır. Görüldüğü üzere eski Sosyal Sigortalar Kurumu gibi Sosyal Güvenlik Kurumu da kalp krizinin iş kazası sayılması yönünde ciddi bir daraltıcı görüş belirlemiş ve kalp krizinin iş kazası sayılabilmesini ancak doktor raporu ile ispat yükümlülüğüne bağlamıştır. Ancak bu konuda yargı kararlarına bakıldığında konunun SGK anlayışı kadar dar anlamıyla değerlendirilmediği, aksine kaza olayının işyerinde meydana gelmesi nedeniyle iş kazası olarak değerlendirilmesi gerektiği görülmektedir. YARGI KARARLARI ÇERÇEVESĠNDE KALP KRĠZĠNĠN DEĞERLENDĠRĠLMESĠ SGK tarafından kalp krizlerinin iş kazası sayılmaması nedeniyle kalp krizi geçiren kişiler veya bu kişilerin yakınları konuyu yargıya taşımışlar ve Yargı, kişilerin lehine olacak şekilde kalp krizlerini iş kazası saymıştır. Yargıtay[3] ve daha sonra ilk derece mahkemesi tarafından direnme kararı verilen bir olayla ilgili olarak 13.10.2004 Tarih E.2004/21-529 ve K.2004/527 sayılı Kararında, işyerinde meydana gelen kalp krizi olayın iş kazası olduğu sonucuna vardığı görülmektedir. Kararda özetle elektrik işi yapmakta olan bir çalışanın, dışarıdan hiçbir etki olmaksızın kalp krizi geçirmesi ve sonucunda da vefat etmesi olayı; sigortalının “işyerinde bulunduğu sırada” ve “işveren tarafından yürütülmekte olan bir iş nedeniyle” hükümleri çerçevesinde iş kazası olarak değerlendirilmiştir. Burada Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, Kanun maddesini birebir kelime anlamıyla ele almış ve sigortalının yalnızca işyerinde bulunması sırasında dahi ortaya çıkan kalp krizini iş kazası olarak kabul etmiştir.[4] Yine başka bir kalp krizi olayında; müteveffa kazalı, şoför olarak yük taşıma işi ile yurt dışında bir görevle görevlendirilmiş iken, dinlenme sırasında ve otel odasında kalp krizi geçirerek vefat etmiştir. İlk derece mahkemesi vermiş olduğu kararda kalp krizinin iş kazası olarak kabul edilmesi gerektiğini, ancak olayın yapılan iş ile ilgili bir yer ve zamanda meydana gelmemiş olmasından dolayı iş kazası olarak kabul edilemeyeceğini belirtmiştir. Yargıtay 21. Hukuk Dairesi ise 26.04.2010 tarihli kararında, kaza olayını 5510 sayılı Kanun’un 13. Maddesinin (c) beni kapsamında (“…sigortalının işveren tarafından görev ile başka bir yere gönderilmesi yüzünden asıl işini yapmaksızın geçen zamanlarda…”) meydana geldiği şeklinde değerlendirmiş ve olayı iş kazası saymıştır.[5] Özellikle Yargıtay 21. Hukuk Dairesi’nin vermiş olduğu bu karar, konunun yargı bakış açısı ile ne kadar geniş bir şekilde ele alındığına güzel bir örnek teşkil etmektedir. Zira kalp krizinin araç başında ve hatta çalışmaya konu olan iş ile hiç ilgisi olmayan bir yer ve zamanda meydana gelmiş olmasına rağmen Yargıtay bu olayı dahi iş kazası olarak değerlendirmiştir. Bir önceki bölümde yer aldığı üzere, kalp krizi olaylarına SGK bakışı açısı ne kadar dar kapsamlı ise, yargısal bakış açısı da bir o kadar geniştir. Özellikle verilen ikinci örnekte, kaza olayı, yalnızca Kanun’un 13. Maddesinin (c) bendi içerisinde yer alan bir zaman diliminde gerçekleşmiş olduğuna dayanılarak iş kazası sayılmıştır. Yargısal bakış; Kanun’un lafzi metninin dışında herhangi kısıtlayıcı bir anlayış getirmemeye özen göstermekte ve SGK uygulamalarında olduğu gibi konuyu daraltıcı yorumlara girmemeyi tercih etmektedir. Böylelikle kalp krizi neticesinde kısa vadeli sigorta kollarına ilişkin gelir ve ödeneklerden Kurum tarafından faydalandırılmayan kişiler ve bu kişilerin hak sahipleri, haklarını yargı süreci sonunda elde etmektedirler. SONUÇ VE DEĞERLENDĠRMELER Sosyal güvenlik sistemlerinin esas ortaya çıkış noktası sosyal risklerdir. Sosyal risklerin hangilerinin sosyal güvenlik sistemi içerisinde yer alacağına ve riskin telafi edilmesi adına alınacak önlem ve uygulamalara ise kanun koyucu karar vermektedir. Ancak bazı durumlarda kanun koyucu; sistem içerisindeki riskleri özellikle maliyet unsuru nedeniyle sınırlamayı ve bir takım riskleri güvence dışında bırakmayı tercih etmiştir. Konuya SGK açısından bakıldığında da kalp krizi vakalarının bu eksende değerlendirildiği görülmektedir. Kalp krizi mahiyeti itibari ile dışarıdan kaynaklanan bir sebeple olup olmadığı çok da kolay belirlenemeyen ve işgücünü belirli bir süre veya sürekli olarak sekteye uğratan önemli bir risk unsurudur. Ayrıca bu konuda dışarıdan gelen bir etki nedeniyle kalp krizinin meydana geldiği yönünde doktor raporunun verilmesi de yine pek kolay olmamaktadır. Sosyal Güvenlik Kurumu ise kalp krizlerinin iş kazası sayılmasını mutlaka dışarıdan gelen bir etkiye bağlamış ve iş kazası şeklinde bir değerlendirme yapabilmek için doktor raporunu şart koşarak konuyu sınırlamıştır. Yukarıda belirtilen ve aynı konuda oluşturulmuş diğer yargı kararları, kalp krizlerinin iş kazası sayılması anlamında Kurum uygulamalarının ortaya çıkardığı olumsuzluğu giderir gibi görünse de; esasen hakkın kazanılması ile ilgili sürecin uzaması, sigortalı veya yakınlarının bu süre zarfında yargılamaya yönelik çeşitli masraflara maruz kalmaları ve belki de en önemlisi, yalnızca yargı koluna başvuran kişilerin haklarını alabilmeleri, diğer kişilerin ise söz konusu haklardan mahrum kalmaları gibi sebeplerden dolayı sorunun mutlak anlamda çözüme kavuştuğunu söyleyebilmek mümkün değildir. Yine Sosyal Güvenlik Kurumu, kendisi aleyhine açılan konuya ilişkin davaları kaybetmekle birlikte yüksek miktarlarda yargılama giderine de maruz kalmaktadır. Bu gibi sebeplerden dolayı SGK mevzuatında değişiklik yapılarak kalp krizi ve benzeri bir durum olan beyin kanaması gibi ani gelişen hastalıkların da iş kazası kapsamına alınması, sosyal devlet ilkesi gereği yerinde olacaktır. Esasen “kaza” vasfını dahi taşımayan intihar olaylarının bile iş kazası sayıldığı yerde, evleviyet ilkesi gereği kalp krizlerinin de iş kazası sayılması en doğru tercih gibi görünmektedir.