haber / analiz HEKİMLER MALPRAKTİS KORKUSU İLE DEFANSİF TIBBA YÖNELİYOR Son zamanlarda artan mediko-legal suçlamalardan dolayı cerrahların büyük çoğunluğu riskli ameliyatları uygulamaktan kaçınıyor. Çünkü bu tür büyük ve riskli ameliyatların komplikasyon geliştirme riski fazla olduğu için hastada olumsuz bir durum gelişmesi halinde yaptıkları cerrahi uygulamaların bilimsel olduğunu ve gelişen tıbbi sorunların acemilikten ve mesleki yetersizlikten değil de hastalığın gidişinden kaynaklandığını mahkemelerde ispatlamaya ve para cezası ödememeye çalışıyorlar. Bu sorun aslında hastaların aleyhine bir durum oluyor. Çünkü ilerleyen yıllarda belki de gerçekten riskli ameliyatları yapacak cerrah bulmada zorluk yaşanmasına neden olacak. ABD’de ve İngiltere’de yapılan bir araştırmada doktorların artık riskli ameliyatları yapmaktan kaçındığı ve hastaları tedavi ederken öncelikle kendilerini savunma psikolojisi ile gereksiz tetkiklere daha fazla başvurduğu gösterilmiş. Bu da sağlık hizmetlerinin maliyetinin artmasına sebep 62 SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2016 oluyor. Yine bu çalışma ile ilgili görüş bildiren bazı İngiliz cerrahlar müdahale edilmezse ölmek üzere olan hastalar için bunun ciddi bir sorun olacağını ve bu tür hastaların bundan zarar göreceğini ifade ediyor. Ülkemizdeki Sezaryen Oranlarının Yükselmesine Neden Oluyor Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Jinekolojik Onkoloji bilim dalı öğretim üyesi ve Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği Ankara şubesi Genel Sekreteri Doç. Dr. Polat Dursun, konu ile ilgili şunları söyledi: “Ülkemizde sezaryen oranları kabul edilemeyecek oranda yüksek. Sağlık Bakanlığımızın bu oranları azaltmak için çalışmaları var. Ancak oranlar istenen düzeyde düşmüyor. Medikolegal suçlamalar, ülkemizde artan sezaryen oranlarının da önemli bir sebebi, tabi ki artan sezaryen oranlarının tek sebebi değil ama önemli sebeplerden birisi. Çünkü normal doğuma bağlı anne ve bebekte ge- lişebilecek sorunlarda suçlanmamak için doktorlar artık daha kolay sezaryen kararı veriyor. Bu da ülkemizdeki sezaryen oranlarının yükselmesine katkıda bulunuyor . Vajinal doğum sırasında annede doğum kanalının yırtılması, vajinal yırtılmanın makata uzaması, idrar kaçırma, idrarın ve büyük abdestin vajinadan gelmesi, doğum sonrası kanamanın durmaması ve rahimin alınması gibi sorunlar olabiliyor. Bebekte ise doğum sırasında oksijensiz kalma, doğum kanalında takılma, kordon sarkması ve dolanması, bebeğin kalp atışlarının aniden azalması, köprücük kemiğinin kırılması, kola giden sinirlerde hasarlanma olması gibi doğum eyleminden önce öngörülemeyecek ve önlenemeyecek bir takım komplikasyonların gelişme riski her zaman var. Bu risklerin birçoğu ancak sezaryen ile önlenebilmektedir. Vajinal doğumda problem olmadığında herkes mutlu fakat işler yolunda gitmediğinde ve söylediğim komplikasyonlardan herhangi biri geliştiğinde ise anne, babanın ve adli bir durum gelişmesi durumunda hakimin doktora sorduğu ilk soru, “Niçin sezaryene almadın?” oluyor. Bu korkulardan dolayı birçok kadın doğum doktoru artık daha kolay sezeryan kararı veriyor. Bu suçlamalar nedeniyle doktorlar artık normal doğum takip etmek istemiyor veya daha fazla sezaryen yapıyor. Jinekolojik kanserlerde de benzer bir durumu görmekteyiz ve doktorların riskli kanser ameliyatlarını yapmaktan kaçındığını görmekteyiz. Malpraktis Suçlaması ile Yükselen Sezaryen İhtisas Mahkemeleri veya Malpraktis Değerlendirme Kurulları Kurulmalı Malpraktis suçlaması ile yükselen sezaryen oranlarını azaltmanın en etkili yolu ise hekimlerin bu suçlamalara maruz kalmasını önleyecek yasal düzenlemelerin yapılması. Bilimsel bilgiler ışığında doktorun yaptığı işlemler sonucunda gelişen öngörülemeyen komplikasyonlar olması durumunda doktorun haksız tazminat suçlaması ile karşı karşıya kalmaması gerekiyor. Bu konuda Sağlık Bakanlığımıza önemli bir görev düşüyor. Çünkü Bakanlık sezaryene negatif performans sistemi uygulamasına rağmen aşırı yüksek olan sezaryen oranlarını istenen oranda düşüremiyor. Mahkemelerimizin yükü çok fazla sadece sağlıkla ilgili komplikasyon ve Malpraktis uygulamalarının değerlendirildiği mahkemeler veya Malpraktis değerlendirme kurulları kurulmalı ve yargı süreci hızlandırılmalı. Uzmanlardan oluşan Malpraktis suçlamalarını değerlendiren bir komisyon kurularak bu tür davaların uzun yıllar sürmesinin önüne geçilmeli ve bu konu ile ilgili uzmanlaşmış bir kurulun karar vermesine olanak sağlanmalıdır. Aksi takdirde defansif tıp uygulamaları nedeniyle hem hastalar alması gereken sağlık hizmetini alamayacak hem de sağlık hizmetlerinin masrafı gün geçtikçe artacak. Saygın bir tıp dergisinde yayınlanan makalede defansif tıp uygulamalarının ABD’de her yıl sağlık harcamalarını milyarlarca dolar arttırdığı belirtiliyor. Sağlık Bakanlığımız vajinal doğumu kendi koruması altına alıp oluşabilecek komplikasyon ve Malpraktis suçlamalarının sorumluluğunu yüklenmeli. Hekimleri normal doğum için cesaretlendirmeli. Aksi takdirde alacağı önlemler kabul edilemeyecek kadar yüksek olan sezaryen oranlarını azaltmaya maalesef yetmeyecek. Bilimsel Bilgi Işığında Yapılan Tıbbi Uygulamalardan Ceza Alınmamalı Avrupa’da birçok ülkede hekimler bilimsel bilgi ışığında yaptıkları tıbbi uygulamalardan dolayı ceza almazlar ve bu korku ile tıbbi bir karar vermezler veya Malpraktis söz konusu olsa bile bunu ya devlet veya oluşturulan sigorta fonları karşılar. ABD’de kadın doğum doktorlarının yüzde 75’inin kariyerlerinin bir döneminde malpraktis suçlaması ile karşılaştığı rapor edilmiş ve bu sebeple doktorların bir kısmı riskli hastaları takip etmeyi bırakmış ve hatta bir kısmı da mesleğini bırakmıştır. ABD’de yayınlanan saygın bir bilimsel dergi olan American Journal of Obstetrics & Gynecology’de yayınlanan araştırmada, ABD‘deki malpraktis davaları artıkça ülkedeki sezaryen oranlarının da arttığı gösterilmiştir. Doktorlarında Mesleki Saygınlığı Zedelendiği Gerekçesi ile Dava Açma Hakkı Var Haksız yere mediko-legal suçlamalara maruz kalan doktor motivasyonunu ve idealizmini yitiriyor ve riskli ameliyatlardan kaçınıyor. Hastaların bir kısmı komplikasyon gelişmesi durumunda bunu bir tehdit unsuru gibi kullanıyor ama unutulmamalıdır ki doktorların da mesleki saygınlığı zedelendiği gerekçesi ile dava açma hakkı var. Mahkemelerin bazı davalarda hükmettiği tazminat miktarlarını gördüğümüzde bu tazminat miktarlarını ortalama bir doktorun tüm meslek hayatı boyunca kazanması mümkün değildir. Bu da yeni nesil doktorlarda ümitsizlik ve başka alanlara yönelmelere yol açmaktadır. İdealist ve Çalışkan Doktorlar Cerrahi Branşlar Yazmıyor Tıpta uzmanlık sınavında artık idealist ve çalışkan doktorlar cerrahi branşlar yazmıyor. Artık çalışması daha kolay nöbeti olmayan ve Malpraktis suçlamasına maruz kalmayacakları branşları daha çok tercih ediyorlar. Eğer bu gidiş devam ederse, defansif tıp uygulamaları artacak hekimler riskli hastaları tedavi etmekten kaçınacak ve sağlık hizmetlerinin maliyetleri zamanla daha da artacak. Sağlık Bakanlığımızın bu konuda gerekli tedbirleri alması ve hekimleri koruyucu yasal düzenlemeleri yapması gerekiyor.” Hiçbir Hekim Hiçbir Sebeple Hastanın Hayatına Mal Olacak Bir Durumda Görevden Kaçmayı Düşünmez Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Tamer Akça ise konu ile ilgili şu görüşleri paylaştı: “Defansif tıp, yani hekimin hastaya yapması gereken bazı tedavi girişimlerinden kaçınmak zorunda kalması maalesef son zamanlarda gündemde yer işgal eder hale geldi. Hiçbir hekim hiçbir sebeple hastanın hayatına mal olacak bir durumda görevden kaçmayı düşünmez. Geçmişte “paternalist” yani “babacıl” bir hekim imajı vardı insanların gözünde. “Sen ne dersen öyle olsun” derdi hastalar hekimine. Esasen bu yaklaşım gelişen insan hakları kavramının hasta hakları kavramını doğurduğu son yıllara kadar ülkemizde yaygın olarak geçerliydi. Ancak özellikle gelişmiş batı uygarlığının insanın kendisi ile ilgili kararları kendisi alması anlamına gelen “özerklik” kavramını geliştirmesiyle yavaş yavaş terk edilmekte. Artık hastalar hastalıkları ile ilgili bilgileri daha açık ve anlaşılır şekilde öğrenmek istiyorlar. Böylece tedavi sürecinde katılımcı bir rol oynayarak hekimi ile birlikte kararlara katılıyorlar. Senin Maaşını Ben Ödüyorum! Modern dünyanın gereği olan “özerklik” kavramının tam anlamını bulabilmesi için hastanın bilmesi gereken bilgilerin tamamının anlayacağı bir dille kendisine aktarılması gerekiyor. Ancak bu yeterli değil. Hastanın da anlatılanları anlayacak entelektüel kapasiteye sahip olması gerek. Bu kapasite ise ancak eğitim ile olur. BuSAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2016 63 gün geldiğimiz noktada eğitim maalesef televizyonlarda, sinemalarda seyredilen yabancı dizi ve filmlerden alınıyor. Yani hastalar “özerklik” kavramını oluşturan dinamiklerden habersiz olarak “özerklik” kelimesinin içini boşaltıyorlar. Böyle olunca da “Senin maaşını ben ödüyorum” klişesi ortaya çıkıyor. Hasta bu kavram ile her türlü hakka sahip olduğuna kanaat getiriyor ve hekimi ile iletişimi başka bir alana kaydırıyor. Sonuçta her gün gazetelerde ve televizyonlarda ibretle izlediğimiz hekime şiddet görüntüleri ortaya çıkıyor. Herkes Kendi Adaletini Sağlama Peşine Düşüyor Son zamanlarda toplumumuzda hızla yaygınlaşan “hekimi değersizleştirme” eğilimi, hekimi yıllarca edindiği bilgi ve tecrübesini hastasına aktarmak için gecesini gündüzüne katan insan konumundan, her istendiğinde darp edilebilecek veya öldürülebilecek bir memur konumuna çekti. Artık hekimi öldüren bir kişi medyanın sorularına gülerek “Benim böyle zevklerim var” diyebiliyor. Bu durumun sebebi öncelikle geçmişteki o Anadolu zarafetinden hızla uzaklaşıyor olmamızda, sonra da adalet kavramının içini boşaltmamızda. Oysa bir hekimin yaptığı girişimden dolayı gerçekten mağdur olan kişilerin başvuracakları yer adalet sistemi olmalı. Adalet sistemi de hem hastaya hem de hekime gerçek suçluyu ortaya çıkarıp ona hesap sorabilecek güçte olduğunu hissettirmek zorunda. Bütün bunlar olmayınca herkes kendi adaletini sağlam peşine düşüyor. Hekimlerin Rekor Tazminatlar Ödeyeceği Bir Demokles’in Kılıcı Halini Alacağı Endişesi Defansif tıp uygulamalarının bir diğer önemli nedeni de; içeriği tam olarak bilinemeyen, halen uygulamaya girmeyen ve girdiğinde de nasıl uygulanacağı bilinmeyen Malpraktis yasası. Normalde hastaların hekimler tarafından mağdur edilme olasılıklarını en aza indirgeme amacıyla hazırlanan yasanın sonuçta sadece hekimlerin rekor tazminatlar ödeyeceği bir Demokles’in Kılıcı halini 64 SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2016 alacağı endişesi oldukça yaygın. Yasa yanlış kurgulanır ve yanlış uygulanırsa hekimlerin kazandıkları paralar ile bu cezaları ödemeleri olası değil. Öte yandan “Tıbbi Kötü Uygulamaya İlişkin Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası” da yine hekimin maaşı ile karşılayamayacağı kadar yüksek tazminatları öngörmekte. Tüm bu sebepler alt alta toplandığında zaman zaman hekimlerin bazı girişimleri yapmaktan kaçınmalarını anlamak zor değil. Tekrarlamak istiyorum, bu kaçınmalar asla bir hastanın hayatına mal olacak durumlar değildir, olamaz.” Defansif Tıp Halk İçin Verilebilecek En Büyük Zarardır Türkiye Maternal Fetal Tıp ve Perinatoloji Derneği Etik ve Hukuk alt grubu Başkanı Doç. Dr. İsmail Dölen, bu konuda şu yorumda bulundu: “Bir ülkede Defansif tıp uygulaması özellikle yüksek riskli hastalara verilebilecek en büyük zarardır. Ülkeler hekimlerin defansif tıp uygulamasına yönelmesini önleyecek tedbirler almalıdır. Hekimin etik ve yasal önceliği hasta yararıdır. Defansif tıp uygulaması, hekimi tıbbi etik prensiplerin ihlaline zorlarken sadece sağlık endüstrisine yararlı olmaktadır. Hasta, hekim, ülke ekonomisi ise ciddi zarar görmektedir." Malpraktis davaları ile ilgili farklı örneklerle ele alan Av. Pınar Aksoy merak edilen soruları yanıtladı. beceri eksikliği veya hastaya tedavi vermemesi ile oluşan zarar” şeklinde tanımlanmış. Tıbbi bakım ve tedavi sırasında görülen ve hekimin hatası olmayan durumlardan (komplikasyon) ayırt edilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Müdahalenin Hukuka Uygunluğu İle Tıbbi Olması Aynı mıdır? Müdahalenin hukuka uygunluğu ile tıbbi olması farklı kavramlardır. Tıbbi müdahalenin hukuka uygunluğu için dört şartın olması gerektiğini kabul ediyoruz. Bunlar; tıp mesleğini icraya yetkili olan bir kişi tarafından yapılması, hastanın aydınlatması ve rızasının alınması, tıp biliminin verilerine göre tıbbi standartlara uygun yapılmasıdır. O günkü genel kabul görmüş tıbbı uygulama standartları çerçevesinde ortalama bilgi düzeyi, beceri ve özene sahip bir hekimin göstermesi gereken davranış şeklinin gösterilmemesi halinde kusur söz konusu olacaktır. Hekim ya da sağlık personelinin kusurlu eylemi neticesinde ortaya çıkan zarardan dolayı tazminat yükümlüğü doğabilecek veya ceza soruşturması ile karşı karşıya gelebilir. Malpraktis Davalarının Sayıları Ve Sonuçları Araştırması Gibi Bir Çalışma Var mı? Hekim ile hasta arasındaki ilişkinin temelini güven ilişkisi oluşturmaktadır. Hasta kendi geleceğini belirleme hakkını yönetirken hekimiyle arasındaki güven ilişkisi temelinde hareket eder. Tıbbi kötü uygulama sonucunda hekimler ya da sağlık personeli iki tür dava şekliyle karşı karşıya kalabilir. Bunlar, ortaya çıkan maddi ve manevi zararların tazmini için açılan tazminat davaları ve eylemin Türk Ceza Kanunu anlamanın da suç kabul edildiği durumlarda açılan ceza davalarıdır. Bu tarz davalar adli yargıda görülüp, yerel mahkemelerce verilen kararların temyiz merci Yargıtay’dır. Hekimlik doğası gereği riskli bir meslektir. Her tıbbi girişim sonucunda, tıbbın kabul ettiği ortaya çıkabilecek kötü sonuçlardan hekim sorumlu tutulamaz. Dünya Tabipler Birliği’nin 1992 yılında yapılan 44. Genel Kurulu’nda kabul edilen bildirgesine göre; Tıbbi Malpraktis (tıbbi uygulama hataları) “hekimin tedavi sırasında standart uygulamayı yapmaması, Ancak idare tarafından yürütülen sağlık hizmetinin sunumundan dolayı birey zarara uğramış ise, bu zararın tazminin yükümlüsü idaredir. İdare’nin verdiği sağlık hizmeti nedeniyle ortaya çıkan zararın tazmini için İdare aleyhine, idare mahkemelerinde tam yargı davaları açılabilir. Bu tarz davaların temyiz merci ise Danıştay’dır. Malpraktis Davası Nedir? Ülkemizde maalesef Yargıtay ve Danıştay’ın tüm kararları konularına göre tasnif edilerek yayınlandığı ve istatistiklerinin paylaşıldığı platformlar mevcut değil. Dolayısıyla bu konuda kesin rakamlar vermek imkansız. Bu alanda çalışmalar bir an önce yapılmalıdır. Bu da yargının da işini kolaylaştıracaktır. Açılan Davalarda Kusurun Tespitini Kim Yapar? Tıbbi kötü uygulama sebebiyle açılan davaların pek çoğunda kusurun tespiti için bilirkişi incelemesi yapılır. Bilirkişi incelemesi, Adli Tıp Kurumu, üniversitelerin ilgili ana bilim dalları, Yüksek Sağlık Şurası veya adli yargı yeri bilirkişi listesine kayıtlı kişilerce gerçekleştirilir. Eskiden ceza davalarında Yüksek Sağlık Şurasına başvurmak zorunluydu. Bu kanun Anayasa Mahkemesi tarafında iptal edildi. Çalışmalardan Örnekler Verebilir misiniz? İşte bu kurumların yaptığı ve bilimsel toplantılarda paylaştıkları bazı çalışmalar var. Bir çalışmada; Adlı Tıp Kurumuna tıbbı hata raporu için gelen dosya sayısının 2004 yılında 295 olan, 2005 yılında 620’ye yükselirken, 2013 yılında ise 3 bin 6 olduğu belirtilmiştir. Yargıya yansıyan uyuşmazlıklarda uzmanlık alanlarına göre sınıflandırıldığında birinci sırayı kadın doğum branşının aldığını onu genel cerrahi ve pratisyen hekimlerin takip ettiğini görüyoruz. 1 Ocak 2000 ve 31 Aralık 2007 arasındaki 18 gazetenin internet ortamında incelendiği bir çalışmada hatalı tıbbı uygulamalar ile ilgili 172 adet haber örneklemi tespit edildi. Hatalı Tıbbı uygulamaların; yüzde 19.2’sinin tedbirsizlik,17.4’ünün yanlış tedavi, yüzde 11.6’sının dikkatsizlik, yüzde 10.5’inin yanlış tanı ve yüzde 8.7’sinin de yanlış ilaç olduğu değerlendirildi. Yurt Dışında Bu Alanda Örnek Verebileceğiniz Davalar Var mı? New England Journal of Medicine’in 18 Ağustos 2011 tarihli sayısında yer alan bir makale yayınlandı. Amerikan Tıp Birliği (AMA) tarafından yaptırılan bir ankette, katılımcı doktorların yüzde 5’inin Malpraktis suçlamasıyla karşı karşıya kaldığı, kadın hastalıkları ve doğum uzmanları, anestezistlerin ve cerrahi uzmanlık alanlarının en çok Malpraktis suçlamasıyla karşılaştığı belirtildi. Amerika’da hekimlerin sigorta poliçeleri için ödediği prim tutarlarının çok yüksek olduğu, hekimlerin riskli tıbbi müdahalelerden kaçındığı biliniyor. Ülkemizde de son yıllarda verilen tazminat tutarları bir hayli yüksek. Örneğin doğuştan kambur olan hastanın yanlış ameliyat sonucu felç kalması sebebiyle İdare aleyhine açılan ve Danıştay tarafından onanan davada, yerel mahkeme kararına göre bir milyona yakın tazminat ödendi. Yine yanlış sünnet sebebiyle cinsel uzvunu kaybeden hasta lehine altı yüz bine yakın tazminat idare tarafından ödendi. Bu rakamlar ülkemizdeki en yüksek tazminat tutarları olması bakımından verdim. Bu Davalara Doktorlar Nasıl Bakmalı? Uygulamada en çok hekim arkadaşların şu soruları ile karşılaşıyorum. “Bana karşı dava açılması yanlış. Bu davayı açana karşı tazminat davası açabilir miyim, şikayet edebilir miyim?” diye soruyorlar. Çok önemli evrensel hukukta kabul ettiğimiz bir hukuk kuralı var: Hak arama hürriyeti engellenemez. Dolayısıyla kişi iftira atmadığı sürece açmış olduğu dava sebebiyle suçlu değildir. Dava durumunda mutlaka profesyonel bir hukuk hizmeti almalarında fayda var. Dava türleri kendi içlerinde o kadar özellikli ki olası bir yanlış savunma telafisi imkansız zararlara sebep olabilir. Ayrıca bu davalar uzun sürüyor. Mesela 2007 ‘den beri takip ettiğim bir dava var. Karar Yargıtay’dan bozuldu ve yargılama hala devam ediyor. Uzun süren davalar sebebiyle emek ve zaman kaybına uğramamak için hukuki destek almak çok önemli. Uygulamada, hastane ve hekimin birlikte dava edildiği durumlarda hekimlerin “ne olsa hastane ta- rafından dava takip ediliyor” düşüncesiyle, davaları takip etmediklerini görüyoruz. İşte bu gibi durumlarda hak kayıplarının doğma ihtimali çok yüksek. Dava veya ceza soruşturması ile karşılaşan hekim, vakit kaybetmeksizin tıbbi kötü uygulamaya ilişkin sorumluluk sigortası poliçesindeki sigortacısına bildirim yapmalı. Hastalar Açısından Bu Durum Avantajlı mı Dezavantajlı mı? Hak arama hürriyeti hiçbir şekilde engellenemez. Hasta, tıbbi kötü uygulamaya maruz kaldığını düşünüyor ise dava açma ve şikayet etme hakkını kullanabilir. Aynı zamanda tabip odaları ve il sağlık müdürlükleri nezdinde başvurularda bulunabilir. Tıpta Uzmanlık Sınavında Hekimler Cerrahi Branşlardan Uzaklaşmaya Başladı. Bu Konuda Ne Düşünüyorsunuz? Yargıya yansıyan davaların branş bazında türlerine baktığımızda cerrahi branşlarda dava sayısının arttığını görüyoruz. Bunun dolaylı etkisiyle hekimlerin defansif tıbba doğru yöneldiği, çekinik davrandığı tespit ediliyor. Bu davranışların temel sebebi açılması muhtemel tıbbi kötü uygulama davalarından korunmaktır. Özellikle 1970’li yıllarda Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılan çalışmalarda hekimlerin hukuki sorumluluktan kaçmak için, gerekli olmadığı halde teşhis ve tedaviye yönelik uygulamaları daha sık gerçekleştirdikleri ya da tam tersi bir şekilde risk barındırdığını düşündükleri, hasta ve tedavi yönteminden kaçındıkları tespit edilmiştir. Defansif tıp uygulamaların pek çoğu hastanın sağlık hizmetinden faydalanma hakkına yani sağlık hakkına ve hasta haklarının ihlallerine neden olmaktadır. Pek tabi tüm bunların yanında hekimler, içinde pek çok risk barındıran cerrahi branşlarda uzmanlaşmaktan çekinmemelidirler. Bu davranışın altında tıbbı kötü uygulama davalarından dolayı risk altında olmamak istemelerinde de bir etken olduğunu söyleyebiliriz. SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2016 65