larengofarengeal reflü hastalarında oral kavite patolojileri

advertisement
T.C.
Ege Üniversitesi
Tıp Fakültesi
Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı
LARENGOFARENGEAL REFLÜ HASTALARINDA ORAL
KAVİTE PATOLOJİLERİ
BİTİRME TEZİ
Stj. Diş Hekimi Gözde AKDAĞ
Danışman Öğretim Üyesi: Yrd. Doç. Dr. Kerem ÖZTÜRK
İZMİR-2012
ÖNSÖZ
Larengofarengeal reflü hastalarında oral kavite patolojileri konulu tezimin
hazırlanmasında bana yol gösteren, yaptığım çalışmalarda bana destek veren ve
yardımını hiç esirgemeyen değerli hocam Yrd. Dç. Dr Kerem Öztürk ve bütün
zorluklara karşı beni destekleyen aileme sonsuz teşekkürlerimi sunarım.
İZMİR,2012
Stj. Diş Hekimi Gözde AKDAĞ
İÇİNDEKİLER
Sayfa
1.GİRİŞ
2.GENEL BİLGİLER ........................................................................................................ 3
2.1 GASTROÖZOFAGAL REFLÜ (GÖR) .......................................................... 3
2.1.1 GASTROÖZEFAJİAL REFLÜ HASTALIĞININ RİSK
FAKTÖRLERİ ........................................................................................... 3
2.2 LARENGOFARENGEAL REFLÜ (LFR) ...................................................... 4
2.3 GÖR VE LFR FİZYOPATOLOJİSİ ................................................................ 6
2.4 TANI......... ....................................................................................................... 9
2.5 SEMPTOMLAR............................................................................................. 10
2.6 FİZİK MUAYENE......................................................................................... 13
2.7 TEDAVİ ......................................................................................................... 14
3. GASTROÖZEFAJİAL REFLÜ HASTALIĞININ DİŞ SAĞLIĞI AÇISINDAN
ÖNEMİ VE ORAL KLİNİK TABLOSU ..................................................... 16
4. LARENGOFARENGEAL REFLÜ HASTALARINDA EROZYON SIKLIĞININ
ARAŞTIRILMASI ........................................................................................ 20
4.1 BULGULAR .................................................................................................. 21
4.2 GASTROÖZEFAJİAL REFLÜ HASTALIĞINDA DENTAL TEDAVİ ..... 24
5. KAYNAKLAR ............................................................................................................ 28
6.ÖZGEÇMİŞ .................................................................................................................. 30
1.GİRİŞ
Gastroösefageal reflünün (GÖR) atipik klinik şekillerinden biri olan
larengofarengeal reflü (LFR), mide içeriğinin öğürme veya kusma olmaksızın üst
ösefageal sfinkterin üzerine erişecek şiddetteki geri kaçışıdır. Mide içeriğindeki asit
ve pepsinin larenks, trakea, farenks ve oral kavite mukozası ile teması, üst solunum
ve sindirim sisteminde non-spesifik irritasyon semptomlarına ve mukoza
lezyonlarına neden olabilir. GÖR’ün tipik semptomları olan retrosternal yanma ve
regürjitasyon, LFR ile ilişkili semptom ve lezyonları nedeniyle Kulak-BurunBoğaz
Hastalıkları uzmanlarına başvuran hastaların çoğunda yoktur. LFR tanısına dikkatli
bir semptom sorgulamasına, larenksin detaylı olarak incelendiği tam KBB
muayenesine, reflüyü tespit etmeye ve ölçmeye yönelik laboratuar incelemelerine ve
gerektiğinde ampirik reflü tedavisine alınan cevaba ait bilgilerin sentezi sonucunda
ulaşılabilir.
2.GENEL BİLGİLER
2.1 GASTROÖSEFAGEAL REFLÜ (GÖR)
Gelişmiş Gastroösefageal Reflü (GÖR), gastrointestinal rahatsızlığın yaygın
bir hastalığıdır. Genellikle alt özofageal sfinkterin gevşemesi sonucu, mide
içeriklerinin ösefagusa geri gelmesi ile meydana gelir. Normal bireylerde gün
içerisinde kısa süreli, semptomlara ve ösefagusta hasara yol açmayan GÖR atakları
olabilir. Bu durum fizyolojik bir olaydır. Ösefagusa geri kaçan mide içeriği
semptomlara veya ösefagusta hasara veya her ikisine birden yol açarsa bu durumda
GÖR hastalığından söz edilir. Ösefagusa kaçan mide içeriğinin ösefagusta
endoskopik olarak saptanan erozyonlara yol açması ise reflü özofajit olarak bilinir.
Buna karşılık bir hastada reflüye ait semptomlar var fakat endoskopik bir hasar yoksa
bu durum eroziv olmayan reflü hastalığı olarak tanımlanır.(1)
2.1.1
GASTROÖSSEFAGEAL
FAKTÖRLERİ
REFLÜ
HASTALIĞININ
RİSK
Pozitif aile öyküsü, ileri yaş, şişmanlık, hiatus hernisi (midenin bir
bölümünün hiatus özefagus çevresindeki zayıflık nedeniyle göğüs boşluğuna doğru
yaptığı çıkıklık), ilaç kullanımına bağlı özefajial zedelenme, sigara, alkol, psikolojik
stres risk faktörlerini oluşturmaktadır. Yağlı yiyecekler alt özefajial sfinkter (AÖS)
basıncını azaltarak gastrik içeriklerin ösefagus içine geçmesine izin verirler. Yağlı
yiyeceklerin aynı zamanda GÖR riskini artıran gastrik emilimi de geciktirdikleri
gösterilmiştir. GÖR’ü provake ettiği bilinen diğer yiyecek ve içecekler ise çikolata,
kahve, kola, alkol, nane ve baharatlı yiyeceklerdir. Alkolün GÖR için major bir
stimülan olduğu bilinmektedir. Alkol AÖS(alt ösefageal sflinktr) basıncının
azalmasında ve gastrik emilimin gecikmesinde rol oynar ve aynı zamanda ösefagus
3
ve mide için mukozal bir iritandır. Kullanımının kesilmesiyle AÖS basıncı normal
değerine dönmekte ve GÖR semptomları azalmaktadır. Bartlett ve arkadaşlarının4
yaptığı bir çalışmada, GÖR hastalarından endoskopi sırasında alınan gastrik sıvının
asitli kola ürünlerine göre çok daha fazla eroziv potansiyele sahip olduğu
bulunmuştur. GÖR genellikle gündüz ve ayaktayken oluşur. Bu pozisyonda ösefagus
vertikal konumdadır. GÖR oluşsa bile, yerçekimi asitin temizlenmesine yardımcı
olur. Geceleri yatar konumda iken ise ösefagus horizontal konumdadır. Reflü
sonrasında oluşan asidin temizlenmesi azalır. Ayrıca uykuda yutkunma sayısı ve
tükürük sekresyonu azalmaktadır. Bu yüzden retrosternal yanma kişiyi geceleri daha
fazla rahatsız eder. Antispazmolitik ilaçlar, non-steroidal antieflamatuarlar,
antikolinerjikler, teofilin, kalsiyum kanal antagonistleri ve düz kas inhibitörleri, AÖS
basıncını azaltarak veya gastrik ve özefajial mukozada direkt mukozal irritan etki
oluşturarak reflüyü arttırırlar. Hamilelik ve obesite durumlarında ise intragastrik ve
intraabdominal basıncın artması AÖS basıncını azaltarak GÖR’ ü provake
edebilmektedir.(2)
2.2 LARENGOFARENGEAL REFLÜ (LFR)
Klinik olarak GÖR’ün tipik şekli, alt ösefageal segmentte ösefajitin neden
olduğu retrosternal yanma ve regürjitasyon semptomları ile karakterlidir. Tipik
semptomların ön planda olmadığı atipik GÖR klinik şekilleri ise, semptom veya
bulgularının ortaya çıktığı sistem ve organlara göre çeşitlilikler gösterir.
Ekstraösefageal klinik tablolar, veya supraösefageal komplikasyonlar olarak da
adlandırılan bu atipik hastalık şekillerinde larenks, farenks, oral kavite, burun,
paranazal sinüsler ve akciğerlere ait semptom ve bulgulara rastlanabilir. GÖR’ün bu
atipik şekillerinin oral kavite aftlarına, gingivitlere, diş çürüklerine ve diş şekil
bozukluklarına, ülseratif oral mukoza lezyonlarına, kronik rinosinüzite, asthmaya,
4
kronik interstisiyel akciğer hastalıklarına, ve ani bebek ölümlerine neden olabildiği
bilinmektedir. Atipik klinik şekiller arasında geniş bir hasta grubunda görülen
LFR’nin de kronik larenjit, larenksin kontakt ülserleri ve granülomları, vokal fold
nodülleri, Reinke ödemi, subglottik stenoz, larengotrakeal stenoz, paroksismal
larenks spazmları,
kronik öksürük, globus farengeus, larenksve hipofarenks
karsinomları gibi çeşitli Kulak-Burun-Boğaz (KBB) patolojileri ve semptomları ile
ilişkili olduğuna dair çalışmalar vardır. Bütün dünyada son dekat içinde gerek GÖR,
gerekse LFR’nin önemine hekimlerin dikkati ve sık görülen bu toplum sağlığı
problemi hakkındaki yayınların sayısı artmıştır. Gastroösefageal reflü ile ilişkisi
olduğu gösterilen ilk KBB lezyonları larenksin kontakt ülserleri ve granülomları
olmuştur. Larenks üst ösefageal sfinkter üzerinde sindirim kanalına en yakın
komşuluğu olan organdır ve larenksin hipofarenkse komşu posterior kısmında
görülen bu lezyonların etyolojisinde reflüden şüphe edilmiş olması doğaldır.
GÖR’ün üst solunum sistemi mukozasındaki etkisi hayvanlarda ve insanlarda
incelenmiş, bu çalışmalarda gastrik asitle birlikte pepsinin de üst solunum yolu
epiteli hasarında rolü olduğu görülmüştür. Asit ve pepsinin yarattığı bu hasar, LFR
ile ilişkilendirilen larenks patolojilerinin hepsinin oluşum mekanizmasını teorik
olarak açıklayabilir. İnteraritenoid bölgedeki epitel hiperplazisi (pakidermi), vokal
foldların posterior kısmındaki aritenoid vokal çıkıntıları üzerinde görülen kontakt
ülserler, subepitelial fibrozis ile karakterli vokal fold nodülleri, hasar zemininde
gelişen posterior larenks granülomları ve subglottik larenks stenozunun
etiyolojisinde reflünün rolünün bulunması olasıdır.(3)
5
2.3 GÖR VE LFR FİZYOPATOLOJİSİ
Gastroösefageal reflü ve LFR’nin fizyopatolojisinde ösefagogastrik bileşke
morfolojisi ve basıncı, ösefageal klirens, ösefagus mukoza direnci, ösefageal
motilite, üst ösefageal sfinkter basıncı ve bunların kombinasyonlarına ait çeşitli
faktörlerin rol oynadığı bilinmektedir. Bu anatomik yapılar ve fizyolojik olaylar
yanında larenks, farenks ve akciğerler ile ösefagus arasındaki fonksiyonel ilişkiler de
reflü olaylarını muhtemelen etkilemektedir. Ösefagusta anti-reflü bariyer görevi
yapan elemanlar,
1.normal yutma mekanizması,
2.alt ösefageal sfinkter,
3.ösefageal asit klirensi,
4.mukoza direnci ve
5.üst ösefageal sfinkterdir. Reflü, ösefagusun anti-reflü bariyerlerinin yapısında veya
fonksiyonlarında bozulma sonucunda ortaya çıkar.Reflünün başlamasıyla anti-reflü
bariyerlerdeki disfonksiyon giderek artar ve oluşan kısır döngü nedeniyle reflü
süreklilik kazanır. Anti-reflü bariyerlerin disfonksiyonunda ve reflü oluşumunda
çeşitli mekanizmalar rol oynayabilir: (4)
1. Alt ösefageal sfinkter tonusunda azalma: Diafragmanın yapısı, ösefagogastrik
açı, ösefagusun intra-abdominal segmentinin boyu, freno-ösefageal ligaman, alt
ösefageal sfinkterin nöral innervasyonu ve hormonal etkiler alt ösefageal sfinkter
tonusunu etkilerler. Hiatal herni, diyetle alınan gıdalar (yağ, alkol, çikolata, kola,
nane), çeşitli ilaçlar ve maddeler (kafein, nikotin, teofilin, nitratlar, antikolinerjikler,
dopamin, morfin, meperidin, nitorprussid, lidokain, diazepam, kalsiyum kanal
blokörleri,
beta-adrenerjik
ajanlar,
alfa-adrenerjik
antagonistleri,
kontraseptifler), hormonlar (sekretin, kolesistokinin, glukagon, gastrik
6
oral
inhibitör
peptid-GIP, vazoaktif intestinal peptid- VIP, progesteron, nörotensin, hipotiroidi)
sfinkter basıncını düşürmekte ve reflüye neden olabilmektedir. GÖR hastalarında alt
ösefageal sfinkter basıncının düşük, normal ve yüksek bulunduğu çalışmalar vardır.
Bu değişken veriler, alt ösefageal sfinkter basıncının tek başına GÖR
fizyopatolojisini açıklayamayacağını göstermiştir ve GÖR’ün, nöral kontrolu
mezensefalon tarafından sağlanan ve yutkunmadan bağımsız olarak ortaya çıkan
“geçici alt ösefageal sfinkter relaksasyonları” nedeniyle geliştiği fikri ortaya
atılmıştır.
2. Ösefageal asit klirensinde bozulma: Ösefagusun primer ve sekonder
peristaltizmi
ile,
tükrük
bikarbonatı
ösefageal
asit
klirensini
sağlayan
mekanizmalardır. Nöromusküler hastalıklarda, total larenjektomiden sonra gelişen
ösefageal motilite bozukluklarında ve tükrük bikarbonatının azaldığı durumlarda
reflü ve semptomları ortaya çıkabilir18. Bilinen başka bir hastalığı bulunmayan
posterior larenjitli hastalarda primer ve sekonder peristaltizm normal bulunmuştur;
bu nedenle peristaltizm bozukluğunun LFR’ye neden olan primer mekanizma
olduğunu söylemek mümkün değildir.
3. Ösefagus mukoza direncinin azalması: Mukus,yüzey bikarbonatı, epitelial hücre
membranı ile intersellüler bağlantılar ve post-epitelial metabolik tamponlama
sistemi, ösefagus mukoza direncini oluşturan elemanlardır. Mukoza direncindeki
bozulma primer olarak epitele ait faktörler nedeniyle olabileceği gibi, tükrük
miktarının veya mukus yapımının azalması sonucunda da ortaya çıkabilir. Mukus ve
tükrük miktarını azaltan, ösefagusta motilite bozukluğuna da yol açan sorunlardan
baş-boyun bölgesine radyoterapi, Sjögren sendromu, skleroderma, kistik fibrozis,
progresif sistemik skleroz ösefagus mukoza direncinin azalmasıyla hem GÖR'in
7
ortaya
çıkmasına,
hem
de
GÖR
komplikasyonlarının
oluşmasına
zemin
hazırlayabilmektedir.
4. Üst ösefageal sfinkter disfonksiyonu: Üst ösefageal sfinkter, istirihatte farengoösefageal bileşkenin kapalı durmasını sağlayan yüksek basınçlı bir alandır. Çok sık
olarak ve dakikalık değişiklikler gösteren üst ösefageal sfinkter basıncı, uykuda
belirgin olarak düşer. Bu düşüşün LFR için zemin hazırlayacağı ve LFR ataklarının
da üst ösefageal sfinkter basıncında düşme olduğu anlarda gerçekleşebileceği
düşünülebilir. Oysa, posterior larenjitli hastalar ile asemptomatik normal kişiler
arasında üst ösefageal sfinkter istirihat basıncı değerlerinde farklılık saptanmamıştır.
Reflü atakları sırasında ölçülen üst ösefageal sfinkter basıncı değerlerine ait veriler
de değişkendir; GÖR hastalarında ve normal kişilerde reflü atakları sırasında üst
ösefageal sfinkter basıncının değişmediğini, veya arttığını bildiren çelişkili
çalışmalar vardır. Bu veriler, LFR fizyopatolojisini açıklamada sadece üst ösefageal
sfinkter
basıncı
değişikliklerinin
yeterli
olmadığını
göstermektedir.
LFR,
muhtemelen üst ösefageal sfinkter kontrolunu sağlayan kompleks nörofizyolojik
mekanizmalardaki bozukluklar sonucunda ortaya çıkmaktadır. Farenkse yükselen
asidik içeriğin farenksle daha fazla temasını engelleyen “farengo-sfinkterik
kontraktil refleks” veya larenksle temas eden reflü içeriğinin aspirasyonunu önleyen
“farengoglottal kapanma refleksi”nin afferent sensoriyel yollarında fonksiyon
bozuklukları bulunuyor olabilir.
5. Mide boşalmasında gecikme: Öğünlerde yüksek hacimli ve yağlı gıda alımı,
alkol ve tütün kullanımı, mide çıkışında duedenal ülser, neoplazi veya nörojenik
nedenlere bağlı obstrüksiyon mide boşalmasında gecikmeye ve reflüye neden
olabilir.
8
6. Gastrik hipersekresyon: Stres ve alkol alımı, mideden asit ve pepsin
sekresyonunu
artırarak
reflünün
olumsuz
etkilerini
artırıcı
rol
oynayabilmektedir.Gastro-ösefageal reflü geliştikten sonra semptom ve patolojilerin
ortaya çıkmasında ise temel iki mekanizma sorumludur:
1. Gastrik irritanların teması: GÖR'de doku hasarı için primer hedef organ ösefagus
olmakla birlikte, gastrik irritanların temas ettiği her organ epiteli hastalıktan
etkilenebilir.
2. Refleks nörojenik mekanizmalar: GÖR nedeniyle oluşabildiği bilinen bradikardi,
larengospazm ve bronkospazm, muhtemelen ösefagustaki spesifik reseptörlerden
kaynaklanan refleks nörojenik mekanizmalar sonucunda ortaya çıkmaktadır.(6)
2.4 TANI
Tipik GÖR semptomları, yani retrosternal yanması ve regürjitasyonu ön
planda olan hastalar genellikle gastroenterologlara başvururlar; ancak, retrosternal
yanmayı kardiak veya torakal ağrı olarak değerlendiren hastaların ilk müracaatlarını
kardiyologlara veya göğüs hastalıkları uzmanlarına yapmaları da mümkündür. Atipik
GÖR semptomları bulunan hastalar ise, ön planda olan en şiddetli semptomlarına
göre, KBB, göğüs hastalıkları, göğüs cerrahisi, çocuk hastalıkları, çocuk cerrahisi ve
psikiatri uzmanlarına da başvurabilirler. Larengofarengeal reflüsü bulunan ve
genellikle KBB hastalıkları uzmanlarına başvuran hastalarda sıklıkla kronik,
tekrarlayan ve LFR için spesifik olmayan semptomlara rastlanır. KBB uzmanlarına
başvuran hastaların %5-10’unu LFR ile ilgili semptom ve bulgulara sahip hastalar
oluşturmaktadır. LFR semptomları üst solunum ve sindirim sisteminin diğer
hastalıklarında
da
ortaya
çıkabildiğinden,
tanı
için
hekimlerin
öncelikle
semptomların LFR ile ilşkili olabileceği konusunda bilgili ve şüpheci olmaları
gerekir. Bilinen bir larenks veya farenks hastalığı anamnezi bulunmayan hastalarda
9
larengofarengeal semptomların varlığı LFR şüphesini doğurmalıdır. Tanıya ancak
dikkatli
bir
semptom
sorgulamasına,
tam
KBB
muayenesine,
laboratuar
incelemelerine ve gerektiğinde ampirik reflü tedavisine alınan cevaba ait bilgilerin
sentezi sonucunda ulaşılabilir.(7)
2.5 SEMPTOMLAR
Larengofarengeal reflü ile ilişkili olabilen larengeal ve farengeal semptomlar
tablo 1’de gösterilmiştir. Bu semptomlara sahip hastalarda GÖR’e neden olabilecek
faktörlerden tütün ve alkol kullanımı, beslenme alışkanlıkları, meslek, sürekli
kullanılan ilaçlar ile, tipik GÖR semptomları olan retrosternal yanma ve
regürjitasyonun varlığı dikkatle sorgulanmalıdır. Ancak unutulmamalıdır ki, atipik
GÖR hastalarında tipik semptomların bulunma olasılığı %50’nin altındadır; yani
hastaların çoğunda sorgulandığında bile tipik semptomlar yoktur. KBB hastalarında
tipik semptomlara rastlanma sıklığı değişik çalışmalarda %20, %35 ve %43 olarak
bildirilmiştir.(8)
10
Tablo 1: Larengofarengeal Reflü İle İlişkili KBB Semptomları(9)
Larengeal semptomlar
Farengeal semptomlar
• Kronik veya sık tekrarlayan öksürük
• Globus farengeus
• Sık balgam çıkarma ihtiyacı
• Boğaz ağrısı
• Ses kısıklığı
• Yutkunma güçlüğü
• Ses yorgunluğu
• Odinofaji (ağrılı yutma)
• Seste çatallanma
• Disfaji (yutma güçlüğü)
• Yüksek frekanslı seslerin çıkartılmasında güçlük
• Larengospazm atakları
Ses
bozuklukları,
larenks
seviyesine
olan
reflünün
sık
rastlanan
belirtilerindendir. En sık rastlanan ses bozukluğu şekli ses kısıklığıdır ve reflü
içeriğinin vokal kord mukozasında neden olduğu hasarın derecesine göre ses
kısıklığının süre ve şiddeti değişkenlik gösterir. Vokal kord mukozasındaki
değişiklikler erken inflamasyon evresinde ise, hastanın şikayeti genellikle sık sık
tekrarlayan, hafif dereceli ses kısıklığı olmaktadır. LFR'de henüz ses kısıklığı ortaya
çıkmadan gelişen erken belirtiler arasında seste çatallanma ve kırılmalar ile, yüksek
frekanslı tiz seslerin çıkartılamaması sayılabilir; ancak, bu belirtiler genellikle ses
sanatçıları başta olmak üzere daha çok profesyonel ses kullanıcıları tarafından
farkedilebilmektedir. Larengofarengeal reflünün uzun süre farkedilmemesi ve tedavi
11
edilmemesi sonucunda vokal kord mukozasında kalıcı morfolojik değişiklikler
meydana gelmesi ile ses kısıklığı sürekli hale gelir ve şiddetlenir.(10)
Kronik veya tekrarlayan öksürük ve sıksık boğaz temizleme alışkanlığı,
larengo-farengeal reflünün neden olduğu irritasyon ve refleks mekanizmaların aktive
olması sonucunda ortaya çıkar. Hastalarda ön planda olan semptom, nedeni
aydınlatılamayan kuru öksürüktür ve sorulduğunda sık sık boğazı temizleme ve
balgam çıkarma ihtiyacı duyduklarını da bildirirler. Öksürük ve boğaz temizleme
alışkanlığı vokal kordların birbirlerine şiddetli temasına neden olur ve bu iki
patolojik mekanizma bizzat kendileri vokal kord epitelinde inflamasyonu artırıcı etki
yaptığından hastaların semptomları giderek şiddetlenmekte ve kalıcı hale
gelmektedir. Reflünün alt solunum yollarında neden olabileceği irritrasyona,
aspirasyon pnömonisine, astma aktivasyonuna, hatta kronik interstisiyel akciğer
hastalığına bağlı olarak kronik öksürük ve nefes darlığı görülebilir. Bir çalışmada
post-nasal akıntı ve astmadan sonra, öksürüğün üçüncü en sık nedeninin %21 oranla
GÖR olduğu bildirilmiştir; aynı çalışmada GÖR bulunan hastaların %43'ünde
hekime başvurma nedeni tek başına öksürüktür.(11)
Larengospazm atakları, reflü içeriğinin doğrudan solunum sistemi
mukozasına temas etmesi, veya ösefagustaki bazı spesifik reseptörlerden
kaynaklanan refleks nörojenik mekanizmalar sonucunda ortaya çıkabilir. Hava
açlığı ile uykudan uyanma semptomu bulunan hastalarda reflü araştırılmalı ve
obstrüktif uyku apnesinden ayırıcı tanısı yapılmalıdır.
Globus farengeus, yaklaşık 2000 yıl önce ilk kez Hippocrates tarafından
tarif edilmiştir. "Boğazdaçıkartılmak istenen yabancı bir madde varmış hissi"
şeklinde
tanımlanan
globus
şikayeti,
KBB hekimlerine yapılan başvuru
şikayetlerinin yaklaşık %4'ünü oluşturmaktadır ve nadiren psikojenik nedenlidir.
12
Globus semptomu genellikle ösefajit, ösefagus motilite bozukluğu, krikofarengeal
gerginlik veya larengeal yapıların irritasyonuna bağlıdır. Reflü ve globus arasında
kuvvetli bir ilişki bulunduğu çeşitli araştırmacılar tarafından gösterilmiştir.
Boğaz ağrısı, reflünün non-spesifik belirtilerinden birisidir. Boğaz ağrısı
şikayeti olan hastanın muayenesinde ağrının nedenini izah edebilecek patolojik
muayene bulgusuna rastlanmadığı ve belli bir hastalık tanısına ulaşılamadığı
durumlarda reflüden şüphelenilmelidir.
Odinofaji (yutma sırasında ağrı) ve disfaji (yutma güçlüğü), genellikle
primer hipofarenks ve ösefagus hastalıklarının belirtileri olarak kabul edilirler. Bu
varlığında
semptomların
ilk
akla
gelen malignitenin ve
diğer
ösefagus
hastalıklarının ekarte edilmesinden sonra tanı konamadığı durumlarda reflü akla
gelmelidir.(12)
2.6 FİZİK MUAYENE
Larengofarengeal
reflü
şüphesi
uyanan
hastalarda
larenksin
ve
hipofarenksin muayenesi indirekt larengoskopi, fiberoptik laringoskopi, rigid
larengoskopi, veya
yöntemleri
larenks
videostroboskopi ile
morfolojisi
yapılabilir. Bütün bu muayene
konusunda
önemli
bilgiler
sağlarken,
videostroboskopinin henüz yapısal değişiklikler meydana gelmemiş hastalarda
vokal foldların vibrasyon fonksiyonlarındaki değişikliklerin tespit edilmesinde
diğer değerlendirme yöntemlerine göre avantajı vardır. LFR’li hastalarda lareksin
muayenesinde en sık rastlanan bulgular Şekil 2’de gösterilmiştir.(13)
13
Şekil 1: Soldaki fotoğraf, fiberoptik muayenede pseudosulcus vocalisin reflü
bulgularını gösteren demodur.
LFR, pseudosulkusa neden olur. Ancak gerçek sulkus bilinmediği için, büyük
ihtimalle enflamatuar hastalık veya vokal travmadan meydana gelen bir durum söz
konusudur.(14)
2.7 TEDAVİ
Reflü tedavisinde üç
seçenek vardır:
yaşam tarzında ve
günlük
alışkanlıklarda yapılan sosyal düzenlemeler, asit supresyon tedavisi ve cerrahi Antireflü bariyer fonksiyonlarını bozduğu bilinen günlük alışkanlık ve yaşam
koşullarının ortadan kaldırılması veya düzenlenmesi, bütün hastaların tedavinin
her aşamasında
almaları gereken önlemlerdir. Yağlı diyetin alt ösefageal sfinkter
basıncında düşüşe ve mide boşalmasında gecikmeye, protein alımının ise bunun
14
aksine alt
ösefageal sfinkter basıncında artışa neden olduğu için yağdan fakir,
proteinden zengin gıda tercih edilmeli ve çikolata, mint, gazlı meşrubatlar, kafein
ve alkol alımı kısıtlanmalıdır. Hasta öğünlerde fazla yememeli ve yatmadan içinde
gıda alımından kaçınmalıdırlar. Varsa tütün kullanımı sona erdirilmeli, dar
giysilerden kaçınılmalı, kilo fazlası olan kişiler zayıflamalı, uyurken yatak başı
15-20 cm yükseltilmelidir . Posterior larenjiti olan hastalarda sadece sosyal
düzenlemeler ile hastaların %51’inde larengeal semptomların ve inflamasyonun
hafiflediği gösterilmiştir. Reflünün farmakolojik tedavisinde antiasitler, aljinik asit,
H2 reseptör blokörleri, proton pompa inhibitörleri ve prokinetik ajanlar
kullanılmıştır.
Anti-asitler ve aljinik asit, asit nötralizasyonu sağlayarak hafif
dereceli GÖR semptomları olan hastalarda yararlı olabilmektedir ancak, LFR’deki
tedavi etkinlikleri kanıtlanmamıştır. H2 reseptör blokörleri (cimetidine, ranitidine,
famotidine), H2 reseptörler seviyesinde histaminin pariyetal hücre stimülasyonunu
selektif olarak inhibe ederek gastrin, kolinerjik uyarım ve gıda alımı ile olan mide
asit sekresyonunu azaltırlar ancak, diğer hidrojen iyonu yapım yollarına etkili
olmadıklarından total asit supresyonu sağlamazlar. Klinik çalışmalarda H 2 reseptör
blokörlerinin şiddetli reflü ösefajit bulunan olgularda yeterli tedavi etkinliğine sahip
olmadıkları ve nüks oranının yüksek olduğu bildirilmiştir. Reflüye bağlı kronik
larenjiti olan hastalarda da H2 reseptör blokörleri ile hastaların ancak %54’ünde
semptomatik cevap elde edilmiş, tedavinin kesilmesini takiben %92 nüks
bildirilmiştir. Proton pompasını inhibe ederek midede asit supresyonu sağlayan
ajanlar olan proton pompa inhibitörleri (PPI), günümüzde reflünün farmakolojik
tedavisinde en etkin olan ilaçlardır. Omeprazole ve lansoprazole, üzerinde klinik
çalışmaların en fazla yapıldığı PPI ajanlardır. PPI’ların LFR hastalarında hem
plasebo kontrollara, hem de H2 reseptör blokörlerine göre daha yüksek tedavi
15
başarısına sahip oldukları ve H2 reseptör blokörleriyle tedavi cevabı alınamayan
hastalarda da semptomlarda düzelme sağladıkları gösterilmiştir. LFR’de tedavi süresi
çift doz PPI (2x30 mg lansoprazole veya 2x20 mg omeprazole) ile 3 aydan kısa
olmamalı ve bunu takibeden 3 ayda da standart dozda (1x30 mg lansoprazole veya
1x20 mg omeprazole) idame tedaviye devam edilmelidir.
Farmakolojik tedaviden yarar görmeyen, tedavi kesildikten sonra semptom ve
bulgularında sık nüksler görülen, şiddetli reflüye bağlı üst solunum sistemi
komplikasyonları (subglottik stenoz, epitelial displazi gibi) bulunan hastalarda antireflü cerrahi tedavi endikasyonu vardır. Cerrahi tedavi ile farmakolojik tedaviye
cevap alınamayan hastalarda %75 ve üzerinde başarı elde edilmektedir. Günümüzde
cerrahi tedavide fundoplikasyon operasyonları (Nissen veya Toupe) laparoskopik
olarak da uygulanabilmekte ve hastalar kısa sürede günlük sosyal aktivitelerine geri
dönebilmektedirler.(15)
3. GASTROÖSEFAGEAL REFLÜ HASTALIĞININ
AÇISINDAN ÖNEMİ VE ORAL KLİNİK TABLOSU
DİŞ
SAĞLIĞI
Mideden ösefagusa doğru reflüsü olan gastrik içerikler ağız ortamında tüm
dental ve periodontal dokularla temasa geçer. Gastrik asit pH’ sı yaklaşık olarak 11,5 arasındadır. Gastrik asidin düzenli olarak ağız ortamında bulunması,ağız içindeki
pH değerinin minenin çözünürlüğü için kritik pH değeri olan 5.5’ in altına kolayca
inmesinde önemli bir faktördür. Gastrik asidin dişlerde erozyon meydana
getirebilmesi için en azından 1-2 senelik sürede haftada birkaç kez düzenli olarak
16
dişlerle temas etmesi gerektiği belirtilmektedir. Genel olarak sert diş dokularının
bakteri içermeksizin kaybı olarak tarif edilen erozyon, dişte patolojik, kronik,
lokalize ve ağrısız olarak gelişir. Erozyonun genel belirtisi diş yüzeyinde içbükey bir
kayıp şeklinde olmaktadır. Başlangıçta erozyon yüzey cilasının kaybı şeklinde
görülmekte ve sadece mine temiz ve kuru olduğu zaman fark edilmektedir.
Diş dokusu kaybı genelde sekonder ve tersiyer dentin oluşumuna izin verecek
ölçüde yavaş bir hızla seyrettiği için duyarlılık güvenilir bir bulgu değildir. Ağrı,
genellikle ilerlemiş aktif lezyonlardan hızlı bir doku kaybı nedeniyle olmaktadır.
Dental erozyonda dişin hassasiyetini etkileyen faktörlerden bazılarının bireye bağlı,
bazılarının da tümüyle bağımsız olduğu belirtilmektedir. Örneğin; tükürüğün
tamponlama kapasitesi ve dişin asitler karşısındaki çözünülebilirliği bireyden
bağımsız nedenlere, genel sağlık durumu ve bireyin beslenme alışkanlıkları ise
bireye bağlı nedenlere örnek olabilmektedir. GÖR nedeniyle oluşan erozyonun
şiddeti, gözlenen GÖR’ ün süresi ve regürjitasyonun sıklığına bağlıdır. Hastalarda
senelerce süren reflü şikayetlerinde eğer reflü çok sık veya devamlı değil ise, dental
erozyon oluşumu için yeterli olmayabilir. Bunun yanında kısa bir süreden beri
GÖR şikayeti duyan bir bireyde, her gün ve günde birkaç kez reflü oluşuyorsa
şiddetli dental erozyon gözlenebilir. Burada tükürüğün yapısı ve minenin bileşimi
önemlidir. Jarvinen ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada, GÖR nedeniyle erozyona
en fazla maruz kalan bölgenin üst dişlerin palatinal yüzeyleri olduğu bildirilmiştir.
Bu durumu da farenksten ağıza kuvvetli regürjitasyon sonucu asidin ilk karşılaştığı
bölge olmasından ve buna ek olarak palatal yüzeylerin major tükürük bezlerinden ve
dilden daha uzak olmasıyla ilişkilendirmişlerdir. Erozyona neden olan faktörlerin
devam etmesiyle üst premolar ve molarların palatinal yüzeylerinin yanında oklüzal
yüzeyleri de erozyona uğramaktadır. Erken dönemde dilin koruyucu etkisinden
17
dolayı alt dişler erozyondan etkilenmemektedirler. Bunun yanında bazı şiddetli
vakalarda erozyon alt dişlerin oklüzal ve bukkal yüzeylerini de etkileyebilmektedir.
Bireysel özellikler erozyon lezyonlarının büyüklüğünü ve yayılmasını etkileyebilir.
Asidin diş yüzeyleri ile teması, temas süresi, dudak ve yanak hareketleri, yutma
alışkanlıkları ve tükürük etken faktörlerdir. Öncelikle tükürük eroziv materyali oral
floradan temizler veya dilüe eder ve diyet asitlerini tamponlayarak nötralize
olmalarını sağlar. Ayrıca tükürük içindeki Ca ve P nedeniyle mine dış yüzeyinde
bir doygunluk oluşturarak ve diş yüzeyi üzerinde pelikıl oluşumunu sağlayarak asit
ataklarına karşı sert diş dokularını korur. Ayrıca eroziv ataklar sonrası oluşan
demineralizasyonu remineralizasyona çevirmek için gerekli olan F, Ca, P’ ı
sağlayarak erozyona karşı koruyucu faktör olarak önemli bir görev üstlenir.
Tükürüğün tamponlama kapasitesi, akış oranı ve pH’ sı, bunun yanı sıra minenin
kimyasal ve fiziksel özellikleri, dişlerin kontur ve şekli de erozyonda etkili
faktörlerdendir. Meurman tükürük sekresyon miktarının erozyonun önlenmesinde
etkin rol oynadığını bildirmişlerdir. Gudmundsson ve arkadaşları, tükürüğün düşük
tamponlama kapasitesi ve düşük akış hızı nedeniyle özefajial asitin yeterli miktarda
temizlenemediğini ve bu durumunda yüksek erozyon riski oluşturduğunu
açıklamışlardır. Tükürük pelikılı, seçici membran gibi rol oynayarak asitlerin
nötralizasyonunu, tamponlamasını ve eroziv ajanın temizlenmesini sağlayarak
asit demineralizasyonuna karşı mine yüzeyini korumaktadır. Ağızda farklı bölgelerde
pelikılın kalınlığı farklıdır ve bu da erozyonun şiddetini etkilemektedir. GÖR
hastalarından alınan palatal mukoza örneklerinin, sağlıklı olanlarla karşılaştırıldığı
bir çalışmada; palatal epitelyumun histopatolojisinin kontrol grubuna göre varyasyon
göstermediği saptanmıştır. Her iki grupta da ortokeratoz, parakeratoz, minimal
enflamatuar
geçiş,
görülebilir
granüloz
18
tabaka
ve
bu
tabakada
seyrek
vakuolizasyonlar, epitelyal hiperplazi gözlenmiştir. Morfometrik analiz sonuçlarında
ise istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmuştur. Bazal ve eksternal yüzey arası oran
küçüldükçe, epitelyumda daha şiddetli harabiyet oluşmuştur. Epitelyal atrofi ve
fibroblast yoğunluğunun fazla olması daha şiddetli reflü hastalarında gözlenmiştir.
Reflü şiddeti daha fazla olan hastalarda daha fazla etkilenmiş epitelyuma
rastlanılmıştır. GÖR hastalarında dental erozyon ve periodontal sağlık durumunun
araştırıldığı bir çalışmada, dental erozyon gözlenen bölgelerde istatistiksel olarak
anlamlı düzeyde dişeti çekilmesinin varlığı gözlenmiştir. Yine buna benzer başka
bir çalışmada, bu hastalarda normal sağlıklı gruplara kıyasla daha fazla gingival
hasar gözlenmiştir. Dişlerdeki erozyon, aşınmış dişin karşıt dişe doğru zaması,
diastema oluşumu, vertikal boyutun kaybına bağlı olarak aşırı örtülü kapanış ve
mandibulanın otorotasyonuna neden olan over-jet azalması ve başabaş kapanış gibi
patolojik değişimlerle sonuçlanmaktadır. Yeme zorluğu, dentin hassasiyeti veya ağrı,
özellikle erozyonun hızlı ve çabuk ilerlediği hastalarda yaygın bir problemdir. GÖR
hastalığı çocuklarda da görülen bir hastalıktır. Çocuklarda doğru bir anamnez
alınamayacağı için bu hastalığın araştırma yapılmadan teşhis edilmesi güçtür. Tam
olarak teşhis konulabilmesi için 24 saatlik pH monitorizasyonu gereklidir. Süt
dişlerinin minesi daha az mineralize ve daha ince olduğu için asit erozyonuna karşı
daha eğimlidirler. Bu sebepten bu hastalığa sahip çocuklar rutin diş muayenesinden
geçirilmelidir. Çocuklarda erozyonun süt dişlerinde ilerlemesini gösteren bir çalışma
yoktur. Süt dişlerinin yüzeyinde genelde aprizmatik mine vardır ve kimyasal
kompozisyonları daimi dişlerden farklılık gösterir. Süt dişlerindeki eroziv lezyonlar
elektron mikroskobu ile incelendiğinde derin bir pörözite göstermektedir. Gelişimi
tamamlanmamış dişlerde ise dental erozyon nedeniyle diş yapısında hızlı bir kayıp
olmakta ve pulpanın geniş olması da pulpa inflamasyonuna ve pulpanın açılmasına
19
yol açmaktadır. Dental erozyon yalnızca yetişkinlerde değil aynı zamanda çocuklar
ve genç erişkinlerde de diş kaybının önemli bir nedeni olarak bilinmektedir.
Gastrointestinal bozukluklarla dental erozyonun ilişkisinin araştırıldığı bir çalışmada,
gastrointestinal bozukluğu olan bireylerde sağlıklı kontrol grubuna göre diş
kayıplarının istatistiksel olarak daha fazla bulunduğu gözlenmiştir. Bu kaybın
sebebinin tam olarak bilinmemesinin yanında, bu durumdan erozyonun sorumlu
olabileceği bildirilmiştir.(16)
4. LARENGOFARENGEAL REFLÜ
SIKLIĞININ ARAŞTIRILMASI
HASTALARINDA
EROZYON
Çalışma larengofarengeal reflü hastalığı olan 25 kişi ve 25 kişi kontrol grubu
olmak üzere 50 kişi üzerinde yapıldı. Tüm hastalar için kişisel bilgileri, sistemik
rahatsızlıklar, çeşitli semptomları sorgulayan ve ağız bulgularını içeren bir form
dolduruldu. Hastalar oral hijyen durumlarına göre iyi ve kötü olmak üzere
değerlendirildi. Hastada bruksizm olup olmadığı, asidik yiyecek ve içecek
tüketim sıklığı, diş fırçalama alışkanlıkları, kullanmakta olduğu veya kullanmakta
olduğu ilaçlar gibi etkenler göz önüne alınarak tanı ve tedavi planı bu doğrultuda
20
oluşturuldu. Diş aşınmalarına sebep olan bruksizmli hastalar, LFR’nun diğler
üzerindeki etkisini belirlemek amacı ile çalışma dışı bırakıldı. reflü rahatsızlığı
olmayan ve dişlerde aşınmalara sebep olabilecek sistemik hiçbir rahatsızlığı olmayan
kişiler kontrol grubu olarak seçildi. Kontrol grubu 11’i erkek 11’i bayan ve yaş
ortalaması 37.9 yaş ortalamasına sahip kişiler oluşturdu. Reflü grubunu ise 12’si
erkek 13’ü bayan ve yaş ortalaması 41.74 yaş ortalamasına sahip kişiler oluşturdu.
Hasta ve kontrol grubunun ağız içi muayeneleri detaylı bir şekilde yapıldı. Dişlerde
aşınma olup olmadığı, varsa aşınmanın yeri ve derecesi belirlendi. Derecelendirme
ise Eccles skalasına göre yapıldı.(17)
Eccles ve Jenkins’in erozyon skalası
0. derece Erozyon Yok
1. derece Mine yüzeyinde değişiklik
2. derece Dentin etkilenmiş, kronun 1/3 den az erozyon
3. derece 1/3 den fazla kron kaybı
4.1 BULGULAR
Çalışma 25’i LFR 25’i kontrol grubu üzerinde yapıldı. Bu
25 kişinin
%80’inde diş aşınmaları olduğu görülmüştür. Kontrol grubundaki hastaların
%28’inde diş aşınmaları olduğu görülmüştür. LFR hastalarının %60’ı 1° ,%16’sı 2°
ve %4’ü 3° aşınma olduğu tespit edildi. Kontrol grubunda ise %24’ü 1°, %4’ü 2°
aşınma olduğu tespit edilmiştir.LFR hastalarının yüzde 56’sında 14 hastada ön
palatinal bölgede, yüzde 24’ünde ise bukkal ve palatinal bölgelerde aşınma olduğu
tespit edilmiştir. Cinsiyet yönünden ise LFR’lü erkeklerin, reflülü bayan hastalara
göre daha fazla diş aşınmalarının olduğunu göstermiştir. Çalışmadaki hastaların
çoğunda üst keser dişlerin palatinal yüzlerinde erozyon görülürken, daha az olarak
21
posterior dişlerin çeşitli bölgelerinde erozyon görüldü. Bu bilgiler aşağıdaki
tablolarda daha ayrıntılı şekilde verilmiştir.
Tablo 2: LFR Grubu ve Kontrol Grubunun Temel Özellikleri
TEMEL ÖZELLİKLER
CİNSİYET
EROZYON
YAŞ
GRUP
ORAL
HİYJEN
EROZYON YERİ
ERKEK
KADIN
ERKEK
KADIN
İYİ
KÖTÜ
ÖN PALATİNAL
DİĞER
LARENGOPHARENGEAL
REFLÜ HASTASI n=25
41.74
12
13
12
7
11
14
14
6
KONTROL n=25
37.9
11
14
4
3
15
16
2
5
Tablo 3: Laregofarengeal Reflü Hastaları Ve Kontrol Grubundaki Diş Aşınmaları
LARENGOFARENGEAL REFLÜ HASTALARI VE KONTROL GRUBUNDAKİ
DİŞ AŞINMALARI
ECLESS EROZYON
SKALASI
LFR GRUBU
KONTROL GRUBU
1°
15
6
2°
4
1
3°
1
-
AŞINMA YOK
5
18
22
Şekil 2: Larengofarengeal Reflü Hastaları Aşınma Dereceleri
LARENGOFARENGEAL REFLÜ HASTALARI
AŞINMA DERECELERİ
AŞINMA YOK
20%
3°
4%
1°
60%
2°
16%
Şekil 3: Kontrol Grubundaki Diş Aşınma Yüzdeleri
23
KONTROL GRUBUNDAKİ DİŞ AŞINMA
YÜZDELERİ
1°
24%
2°
4%
AŞINMA YOK
72%
3°
0%
Tablo 4: Mann-Whitney Testi ile Biyoistatistiksel Veriler
Mann-Whitney Testi
ORTALAMALAR
N
SIRALAMA
ORTALAMASI
TOPLAM
SIRALAMA
LFR HASTA
25
17.28
439.5
KONTROL
GRUBU
25
33.42
835.5
TOPLAM
50
GRUP
FREKANS
Tablo 5: Biyoistatistiksel Test Verileri
24
TEST İSTATİSTİKLERİa
FREKANS
Mann-Whitney U
114.5
Z
-3.998
Asymp. Sig. (2-tailed)
,000
a.Grouping Variable: grup
•
Yani LFR hastasındaki erozyon derecelerinin istatistiksel açıdan anlamlı
derecede Kontrol grubundaki erozyon derecelerinden farklı olduğunu
gösterir.
•
Bu bilgiler de bu verilerin istatistiksel açıdan anlamlı derecede olduğunu
gösterir.
4.2 GASTROÖSEFAGEAL REFLÜ HASTALIĞINDA DENTAL TEDAVİ
Eğer hastada dental erozyon nedeni olarak reflüden şüpheleniliyorsa hemen
gerekli önlemler alınmalıdır. Hastaya reflüye neden olan yiyecekleri kontrol altına
alan diyet verilmeli ve aktif reflü atakları boyunca diş fırçalama işleminden
kaçınması öğütlenmelidir. Florlu ürünler kullanılarak demineralize minenin
remineralizasyonu sağlanmalıdır. Eğer mine ya da dentin asit ataklarla demineralize
olmuşsa, fırçalama esnasında daha fazla diş dokusu kaldırılır ve bu da erozyonu
hızlandırır. Ayrıca dişlerde organik artıkları ve kazanılmış pelikılı kaldırma
özelliğine sahip olan diş beyazlatma ajanları da erozyona yatkınlığı arttırmaktadır.
Yapılan çalışmalar, içeceklere flor ilavesinin ya da florun dişlere topikal
uygulanmasının erozyon miktarını azalttığını göstermiştir. GÖR hastalarında düşük
tükürük akış hızı ve tamponlama etkisi olduğu için tükürük miktarını artırıcı
yöntemler uygulanmalıdır. İstirahat halinde düşük tükürük akım oranına sahip olan
25
bireyler daha yüksek erozyon riski gösterirler. Tükürük akışını stimüle ettiği ve
tamponlama kapasitesini arttırdığı için şekersiz sakız çiğnenmesi tavsiye edilmelidir.
Fakat sakız mide sekresyonunda artışa nedenolduğundan 7 yaşın altındaki gastrik
reflü hastası çocuklarda önerilmez. Sadece dişlerdeki hassasiyeti azaltmak için değil
aynı zamanda remineralizasyona da yardımcı olmak için; florlu ağız gargaraları ve
cilalar, yüksek florlu ve düşük abrazivli diş macunları, yumuşak ya da orta sertlikte
diş fırçaları tavsiye edilmelidir. Ayrıca duyarlılığı gidermek için dentin bonding
ajanlarından da yararlanılabilir. Son yıllarda yapılan çalışmalarda, gastrik sıvı
nedeniyle erozyona uğramış mine, dentin ve sement yüzeylerine asidüle fosfat florid
jeli uygulamasının eroziv demineralizasyonu büyük oranda azalttığı gösterilmiştir.
Erozyonda erken tanı konularak konservatif tedavi yaklaşımları uygulanabilir.
Erozyon tedavisinin temel hedefi, hem anterior hem de posterior dişlerde diş
yapısının hiçbir preparasyon yapılmaksızın maksimum miktarda korunması
olmalıdır. Ancak, reflü nedeniyle ağız ortamına gelen düşük pH ’lı gastrik sıvının
sadece doğal dişleri değil, restoratif materyallerin parlak yüzeylerini de etkilediği
unutulmamalıdır. Myklebost ve arkadaşları, gastrik sıvı simülasyonunun Tetric
Ceram kompozit, poliasitle modifiye kompozit, rezin modifiye CIS, posterior CIS ve
amalgamın yüzey pürüzlülüğüne olan etkisini inceledikleri çalışmalarında, bu
materyallerin yüzey pürüzlülüklerinde anlamlı bir artış meydana geldiğini
bildirmişlerdir.Bu nedenle ağız içine uygulanan konservatif materyallerin yüzey
polisajları çok iyi yapılmalı ve sık sık kontrol edilmelidir.Erozyon diş yapısında
estetik ve fonksiyon kaybına neden olmuşsa protetik tedavi yapılır. Protetik tedavi,
dentin duyarlılığını azaltmak, estetiği sağlamak, aşınma nedeniyle düşen vertikal
boyutu düzeltmek ve diş yapısındaki kayıpların ilerlemesini engellemek için
gereklidir. Estetik kaygılar haricinde altın içerikli dental alaşımlar en ideal restoratif
26
materyallerdir. Bu alaşımların aşınmaya karşı dirençleri yüksektir ve karşıt minede
de minimum aşınma oluştururlar. Estetik üstünlüklerinden dolayı seramikler
günümüzde en çok kullanılan restoratif materyallerdir. Fakat seramiklerin eksik yanı
ise karşıt mineye olan abraziv özellikleridir. Bu problem oklüzal uyumsuzluğun
minimalize edilmesi ve kanin koruyuculu oklüzyonun sağlanması ile giderilebilir.
Ayrıca düşük sertlikleri, kristal fazının düşük konsantrasyonda olması ve küçük
kristal büyüklükleri nedeniyle doğal dişleri daha az aşındırma özelliği olan düşük
ısıda fırınlanan seramik restorasyonlar tercih edilmelidir. Oral ortamdaki asidik ve
alkalik sıvılardan etkilenmesinden dolayı seramik restoratif yüzeyler çok iyi
cilalanmalıdır. Erozyona uğramış dental ve seramik yüzeyler disfonksiyonel
oklüzyon ve bruksizm gibi parafonksiyonel alışkanlıklarla birlikte daha fazla
aşınmaya uğrayabilir. Bazı durumlarda aşınmaya karşı koruyucu gece plakları
önerilir. Aşınan yüzeyler ve karşıt mine ağız içi kameralar ile görüntülenerek görülen
değişiklikler hastaya bildirilmeli ve gerekli uyarılar yapılarak hasta motive
edilmelidir.
Sonuç olarak, dişlerdeki minenin erozyonu GÖR hastalığının ilk semptomu
olabilir. İyi alınan bir anamnez ve yapılan detaylı bir ağız içi muayene sonrasında diş
dokusundaki madde kayıpları ve bunların lokalizasyonları belirlenmelidir.
Diş hekimi hastayı gastroenteroloji uzmanına göndererek bu hastalığın
tanısını koymada ilk basamağı oluşturabilir. Medikal tedavi ile asit reflüsü elimine
edilmeden dental rehabilitasyona geçilmemelidir
27
5. KAYNAKLAR
1. Gastroözofagal Reflü Hastalığı Olan Bireylerdeki
Diş Erozyon Sıklığının
Araştırılması Cumhuriyet Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dergisi Cilt: 12
Sayı:1 2009
2. Silva Ma, Damante Jh, Stipp Ac, Tolentino Mm, Carlotto Pr, Fleury Rn.
Gastroesophageal Reflux Disease: New Oral Findings. Oral Surg Oral Med Oral
Pathol Oral Radiol Endod 2001
3. Larengofarengeal Reflü, Dr. İrfan Yorulmaz Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi,
KBB Anabilim Dalı, Ankara, Türkiye,2001
4. Hill J, Stuart Rc, Fung Hk, Ng Ek, Cheung Fm, Chung Cs, Van Hasselt Ca:
Gastroesophageal Reilux, Motility Disorders And Psychological Profiles İn The
Etiology Of Globus Pharyngis. Laryngoscope 1997, 107,1373-1377.
5. Ulualp So, Toohill Rj: Larngopharyngeal Reflux: State Of The Art Diagnosis
And Treatment. Otolaryngol Clin North Am 2000; 33,785-801.
6.
El-Serag Hb, Lee P, Buchner A, Inadomi Jm, Gavin M, Mccarthy Dm: L
7. ansoprazole Treatment Of Patients With Chronic İdiopathic Laryngitis: A
Placebo-Controlled Trial.. Am J Gastroenterol 2001; 96:979-983.
8.
Sontag
Sj,
O’connell
S,
Khandelwal
S,
Et
Al.
Asthmatics
With
Gastroesophageal Reflux: Long Term Results Of A Randomized Trial Of
Medical And Surgical Antireflux Therapies. J Gastroenterol 2003
28
9. Bor S, Mandıracıoğlu A, Kitapçıoğlu G, Bor Cc, Gilbert Rj. Gastroesophageal
Reflux Disease İn A Low İncome Region İn Turkey. Am J Gastroenterol 2005
10. Dabsban A, Patel H, Delaney J, Wverth A, Thomas R, Tolia V.
Gastroesophageal Reflux Disease And Dental Erosion İn Children. J Pediatr
2002, 23,474–8.
11. Baron Rp, Carmichael Rp, Marcon Ma. Dental Erosion İn Gastroesophageal
Reflux Disease. J Can Dent Assoc 2003, 69, 84-89.
12. Dena Aa, Ronald Sb, Luciano Or, Edward Lm, Mahmoud Fn. Dental Erosion
Caused By Silent Gastrooesophageal Reflux Disease. Jada 2002, 133.
13. Çelik Ç, Özgünaltay G, Attar N. Diş Aşınmaları. Hü Diş Hek Fakderg 2007
14. Peter C. Belafsky, Md, Phd; Gregory N. Postma, Md; James A. Koufman, Md
The Laryngoscope Lippincott Williams & Wilkins, Inc., Philadelphia © 2001
The American Laryngological, Rhinological And Otological Society, Inc.
15. Moynihan P. Peterson Pe Diet, Nutrition And The Preventation Of Dental
Disease, Public Health Nutr. 7 (1a), 201-206, 2004
16. Yorulmaz İ, Küçük B, Palabıyıkoğlu M: Gastro-Özefageal Reflünin Kulak Burun
Boğaz İle İlgili Belirti Ve Bulguları. Güncel Gastroenteroloji 1998
29
17. Belinda L. Gregory-Head, Bds, Ms, Donald A. Curtis, Dmd, Lawrence Kim, Md,
And John Cello, Md, Evaluation Of Dental Erosion İn Patients With
Gastroesophageal Reflux Disease ,2000
18. Eccles Jd, Jenkins Wg. Dental Erosion And Diet. J Dent 1974, 2,153,9
ÖZGEÇMİŞ
1987 yılında Kayseri’de doğdum. 2002 yılında Felekşan Fırat İlköğretim
Okulu’nu bitirdim. 2006 yılında Söke Hilmi Fırat Anadolu Lisesi’nden mezun oldum
ve 2007 yılında Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’ni kazandım.
30
Download