Komünizm ve Evrim

advertisement
OKUYUCUYA
• Bu kitapta ve di¤er çal›flmalar›m›zda evrim teorisinin çöküflüne özel bir yer ayr›lmas›n›n nedeni, bu teorinin her türlü din aleyhtar› felsefenin temelini oluflturmas›d›r. Yarat›l›fl› ve dolay›s›yla
Allah'›n varl›¤›n› inkar eden Darwinizm, 140 y›ld›r pek çok insan›n iman›n› kaybetmesine ya da
kuflkuya düflmesine neden olmufltur. Dolay›s›yla bu teorinin bir aldatmaca oldu¤unu gözler önüne sermek çok önemli bir imani görevdir. Bu önemli hizmetin tüm insanlar›m›za ulaflt›r›labilmesi
ise zorunludur. Kimi okuyucular›m›z belki tek bir kitab›m›z› okuma imkan› bulabilir. Bu nedenle
her kitab›m›zda bu konuya özet de olsa bir bölüm ayr›lmas› uygun görülmüfltür.
• Belirtilmesi gereken bir di¤er husus, bu kitaplar›n içeri¤i ile ilgilidir. Yazar›n tüm kitaplar›nda
imani konular, Kuran ayetleri do¤rultusunda anlat›lmakta, insanlar Allah'›n ayetlerini ö¤renmeye ve yaflamaya davet edilmektedir. Allah'›n ayetleri ile ilgili tüm konular, okuyan›n akl›nda hiçbir flüphe veya soru iflareti b›rakmayacak flekilde aç›klanmaktad›r.
• Bu anlat›m s›ras›nda kullan›lan samimi, sade ve ak›c› üslup ise kitaplar›n yediden yetmifle herkes taraf›ndan rahatça anlafl›lmas›n› sa¤lamaktad›r. Bu etkili ve yal›n anlat›m sayesinde, kitaplar
"bir solukta okunan kitaplar" deyimine tam olarak uymaktad›r. Dini reddetme konusunda kesin
bir tav›r sergileyen insanlar dahi, bu kitaplarda anlat›lan gerçeklerden etkilenmekte ve anlat›lanlar›n do¤rulu¤unu inkar edememektedirler.
• Bu kitap ve yazar›n di¤er eserleri, okuyucular taraf›ndan bizzat okunabilece¤i gibi, karfl›l›kl›
bir sohbet ortam› fleklinde de okunabilir. Bu kitaplardan istifade etmek isteyen bir grup okuyucunun kitaplar› birarada okumalar›, konuyla ilgili kendi tefekkür ve tecrübelerini de birbirlerine aktarmalar› aç›s›ndan yararl› olacakt›r.
• Bunun yan›nda, sadece Allah r›zas› için yaz›lm›fl olan bu kitaplar›n tan›nmas›na ve okunmas›na katk›da bulunmak da büyük bir hizmet olacakt›r. Çünkü yazar›n tüm kitaplar›nda ispat ve ikna edici yön son derece güçlüdür. Bu sebeple dini anlatmak isteyenler için en etkili yöntem, bu kitaplar›n di¤er insanlar taraf›ndan da okunmas›n›n teflvik edilmesidir.
• Kitaplar›n arkas›na yazar›n di¤er eserlerinin tan›t›mlar›n›n eklenmesinin ise önemli sebepleri
vard›r. Bu sayede kitab› eline alan kifli, yukar›da söz etti¤imiz özellikleri tafl›yan ve okumaktan
hoflland›¤›n› umdu¤umuz bu kitapla ayn› vas›flara sahip daha birçok eser oldu¤unu görecektir.
‹mani ve siyasi konularda yararlanabilece¤i zengin bir kaynak birikiminin bulundu¤una flahit
olacakt›r.
• Bu eserlerde, di¤er baz› eserlerde görülen, yazar›n flahsi kanaatlerine, flüpheli kaynaklara dayal› izahlara, mukaddesata karfl› gereken adaba ve sayg›ya dikkat edilmeyen üsluplara, burkuntu
veren ümitsiz, flüpheci ve ye'se sürükleyen anlat›mlara rastlayamazs›n›z.
Bu kitapta kullan›lan ayetler, Ali Bulaç'›n haz›rlad›¤›
"Kur'an-› Kerim ve Türkçe Anlam›" isimli mealden al›nm›flt›r.
Birinci bask›: Haziran 2002
‹kinci bask›: Aral›k 2005
Üçüncü bask›: Aral›k 2008
ARAfiTIRMA YAYINCILIK
Talatpafla Mah. Emirgazi Caddesi
‹brahim Elmas ‹flmerkezi
A. Blok Kat 4 Okmeydan› - ‹stanbul
Tel: (0 212) 222 00 88
Bask›: Seçil Ofset
100 Y›l Mahallesi MAS-S‹T Matbaac›lar Sitesi
4. Cadde No: 77 Ba¤c›lar-‹stanbul Tel: (0 212) 629 06 15
www.harunyahya.org - www.harunyahya.net
A-J
YAZAR VE ESERLER‹ HAKKINDA
Harun Yahya müstear ismini kullanan yazar Adnan
Oktar, 1956 y›l›nda Ankara'da do¤du. ‹lk, orta ve lise
ö¤renimini Ankara'da tamamlad›. Daha sonra ‹stanbul Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde ve ‹stanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü'nde
ö¤renim gördü. 1980'li y›llardan bu yana, imani, bilimsel ve siyasi konularda pek çok eser haz›rlad›.
Bunlar›n yan› s›ra, yazar›n evrimcilerin sahtekarl›klar›n›, iddialar›n›n geçersizli¤ini ve Darwinizm'in kanl›
ideolojilerle olan karanl›k ba¤lant›lar›n› ortaya koyan
çok önemli eserleri bulunmaktad›r.
Harun Yahya'n›n eserleri yaklafl›k 30.000 resmin yer ald›¤› toplam 45.000 sayfal›k bir külliyatt›r ve bu külliyat 60
farkl› dile çevrilmifltir.
Yazar›n müstear ismi, inkarc› düflünceye karfl› mücadele
eden iki peygamberin hat›ralar›na hürmeten, isimlerini yad
etmek için Harun ve Yahya isimlerinden oluflturulmufltur.
Yazar taraf›ndan kitaplar›n kapa¤›nda Resulullah'›n mührünün kullan›lm›fl olmas›n›n sembolik anlam› ise, kitaplar›n
içeri¤i ile ilgilidir. Bu mühür, Kuran-› Kerim'in Allah'›n son
kitab› ve son sözü, Peygamberimiz (sav)'in de hatem-ül enbiya olmas›n› remzetmektedir. Yazar da, yay›nlad›¤› tüm çal›flmalar›nda, Kuran'› ve Resulullah'›n sünnetini kendine rehber
edinmifltir. Bu suretle, inkarc› düflünce sistemlerinin tüm temel iddialar›n› tek tek çürütmeyi ve dine karfl› yöneltilen
itirazlar› tam olarak susturacak "son söz"ü söylemeyi
hedeflemektedir. Çok büyük bir hikmet ve kemal
sahibi olan Resulullah'›n mührü, bu son sözü
söyleme niyetinin bir duas› olarak kullan›lm›flt›r.
Yazar›n tüm çal›flmalar›ndaki ortak hedef,
Kuran'›n tebli¤ini dünyaya ulaflt›rmak,
böylelikle insanlar› Allah'›n varl›¤›, birli¤i
ve ahiret gibi temel imani konular üzerinde düflünmeye sevk etmek ve inkarc› sistemlerin çürük temellerini ve sapk›n uygulamalar›n› gözler önüne sermektir.
Nitekim Harun Yahya'n›n eserleri Hindistan'dan Amerika'ya, ‹ngiltere'den
Endonezya'ya,
Polonya'dan
Bosna Hersek'e, ‹spanya'dan Brezilya'ya, Malezya'dan ‹talya'ya, Fransa'dan Bulgaristan'a ve Rusya'ya kadar dünyan›n daha pek çok ülkesinde be¤eniyle okunmaktad›r. ‹ngilizce, Frans›zca, Almanca, ‹talyanca, ‹spanyolca, Portekizce, Urduca,
Arapça, Arnavutça, Rusça, Boflnakça, Uygurca, Endonezyaca, Malayca, Bengoli,
S›rpça, Bulgarca, Çince, Kishwahili (Tanzanya'da kullan›l›yor), Hausa (Afrika'da
yayg›n olarak kullan›l›yor), Dhivelhi (Mauritus'ta kullan›l›yor), Danimarkaca ve ‹sveçce gibi pek çok dile çevrilen eserler, yurt d›fl›nda genifl bir okuyucu kitlesi taraf›ndan takip edilmektedir.
Dünyan›n dört bir yan›nda ola¤anüstü takdir toplayan bu eserler pek çok insan›n
iman etmesine, pek ço¤unun da iman›nda derinleflmesine vesile olmaktad›r. Kitaplar› okuyan, inceleyen her kifli, bu eserlerdeki hikmetli, özlü, kolay anlafl›l›r ve samimi üslubun, ak›lc› ve ilmi yaklafl›m›n fark›na varmaktad›r. Bu eserler süratli etki
etme, kesin netice verme, itiraz edilemezlik, çürütülemezlik özellikleri tafl›maktad›r. Bu eserleri okuyan ve üzerinde ciddi biçimde düflünen insanlar›n, art›k materyalist felsefeyi, ateizmi ve di¤er sapk›n görüfl ve felsefelerin hiçbirini samimi olarak
savunabilmeleri mümkün de¤ildir. Bundan sonra savunsalar da ancak duygusal
bir inatla savunacaklard›r, çünkü fikri dayanaklar› çürütülmüfltür. Ça¤›m›zdaki
tüm inkarc› ak›mlar, Harun Yahya külliyat› karfl›s›nda fikren ma¤lup olmufllard›r.
Kuflkusuz bu özellikler, Kuran'›n hikmet ve anlat›m çarp›c›l›¤›ndan kaynaklanmaktad›r. Yazar›n kendisi bu eserlerden dolay› bir övünme içinde de¤ildir, yaln›zca
Allah'›n hidayetine vesile olmaya niyet etmifltir. Ayr›ca bu eserlerin bas›m›nda ve
yay›nlanmas›nda herhangi bir maddi kazanç hedeflenmemektedir.
Bu gerçekler göz önünde bulunduruldu¤unda, insanlar›n görmediklerini görmelerini sa¤layan, hidayetlerine vesile olan bu eserlerin okunmas›n› teflvik etmenin de,
çok önemli bir hizmet oldu¤u ortaya ç›kmaktad›r.
Bu de¤erli eserleri tan›tmak yerine, insanlar›n zihinlerini buland›ran, fikri karmafla
meydana getiren, kuflku ve tereddütleri da¤›tmada, iman› kurtarmada güçlü ve
keskin bir etkisi olmad›¤› genel tecrübe ile sabit olan kitaplar› yaymak ise, emek ve
zaman kayb›na neden olacakt›r. ‹man› kurtarma amac›ndan ziyade, yazar›n›n edebi gücünü vurgulamaya yönelik eserlerde bu etkinin elde edilemeyece¤i aç›kt›r. Bu
konuda kuflkusu olanlar varsa, Harun Yahya'n›n eserlerinin tek amac›n›n dinsizli¤i
çürütmek ve Kuran ahlak›n› yaymak oldu¤unu, bu hizmetteki etki, baflar› ve samimiyetin aç›kça görüldü¤ünü okuyucular›n genel kanaatinden anlayabilirler.
Bilinmelidir ki, dünya üzerindeki zulüm ve karmaflalar›n, Müslümanlar›n çektikleri eziyetlerin temel sebebi dinsizli¤in fikri hakimiyetidir. Bunlardan kurtulman›n
yolu ise, dinsizli¤in fikren ma¤lup edilmesi, iman hakikatlerinin ortaya konmas› ve
Kuran ahlak›n›n, insanlar›n kavray›p yaflayabilecekleri flekilde anlat›lmas›d›r. Dünyan›n günden güne daha fazla içine çekilmek istendi¤i zulüm, fesat ve kargafla ortam› dikkate al›nd›¤›nda bu hizmetin elden geldi¤ince h›zl› ve etkili bir biçimde yap›lmas› gerekti¤i aç›kt›r. Aksi halde çok geç kal›nabilir.
Bu önemli hizmette öncü rolü üstlenmifl olan Harun Yahya külliyat›, Allah'›n izniyle, 21. yüzy›lda dünya insanlar›n› Kuran'da tarif edilen huzur ve bar›fla, do¤ruluk
ve adalete, güzellik ve mutlulu¤a tafl›maya bir vesile olacakt›r
içindekiler
A
C-Ç
Abiyogenez (Abiyogenesis) teorisi...........13
Aborijin yerlileri.......................................13
Adaptasyon............................................15
AL 288-1 ...............................................16
AL 666-1 (Homo sapiens fosil kayd›).......16
Alglerin kökeni........................................17
Amfibiyen...............................................18
Amino asit............................................. 20
Analoji................................................... 23
Analog organ........................................ 23
Angiosperm........................................... 26
Anorganik evrim.................................... 27
Antibiyotik direnci................................. 28
Antropoloji............................................ 30
Ara geçifl formu (Ara türler)................... 31
Arboreal teori........................................ 33
Archæopteryx ...................................... 34
Archæoraptor....................................... 39
Afla¤› ›rk................................................ 40
Atapuerca kafatas›................................. 40
At›n kökeni............................................ 42
Australopithecus.................................... 44
Avien akci¤er......................................... 45
Cœlacanth............................................ 79
Co¤rafi izolasyon görüflü.........................80
(Allopatrik ‹zolasyon)
Confuciusornis....................................... 82
Crick, Francis......................................... 83
Cro-Magnon adam›............................... 84
Crossopterygian.................................... 84
Cursorial teori........................................ 86
Cuvier, Georges..................................... 87
Çapraz çiftlefltirme................................. 87
Çeflitlenme (varyasyon).......................... 87
B
Bakteri kamç›s›....................................... 47
Bakterilerin kökeni................................. 48
Bal›klar›n kökeni..................................... 51
Balinalar›n kökeni................................... 53
Bathybus Haeckelii (Haeckel çamuru)..... 58
Behe, Michael J..................................... 58
Bencil Gen kuram› (Selfish gene theory).. 59
Befl parmakl›l›k homolojisi...................... 61
Big Bang teorisi (Büyük Patlama)........... 63
Bilgi teorisi............................................. 64
Bireyolufl Soyoluflun Tekrar›d›r............... 67
Bitki hücresinin kökeni........................... 69
Biyogenetik Yasas›.................................. 72
Biyogenez (Biyogenesis) görüflü............. 72
Boudreaux, Edward............................... 72
Böceklerin kökeni................................... 72
Buffon, Comte de.................................. 74
Burgess Shale........................................ 74
Büyük Varolufl Zinciri............................. 76
D
Dar popülasyon..................................... 89
Darwin, Charles Robert.......................... 90
Darwinizm............................................. 91
Darwinizm ve Irkç›l›k.............................. 91
Darwin, Erasmus.................................... 96
Davran›fllar›n kökeni............................... 97
Dawkins, Richard................................... 98
Dawson, Charles.................................... 98
DDT ba¤›fl›kl›¤›...................................... 98
Denizden karaya geçifl tezi..................... 99
Deniz memelilerinin kökeni.................... 99
Deniz sürüngenleri............................... 103
Denton, Michael.................................. 104
Devonian Dönemi bitki fosilleri............ 104
(408-306 milyon y›ll›k)
Dik yürümenin kökeni.......................... 104
Dilin kökeni......................................... 106
Dino-kufl fosili...................................... 106
Dipneuma........................................... 106
Diyalektik............................................. 107
DNA ................................................... 108
Dobzhansky, Theodosius..................... 110
Do¤al seleksiyon (natural selection)......110
(do¤al Seçilim, do¤al ay›klanma)
Drosophila........................................... 111
Dört ayakl›lar›n (tetrapodlar›n) kökeni..112
Dura¤anl›k (stasis)............................... 112
Düzenleyici gen (regulatory gene)....... 112
Düzenli sistem..................................... 114
E
E-Coli bakterisi..................................... 117
Elolulavis.............................................. 118
Eldredge, Niles.................................... 118
Embriyoloji.......................................... 119
Embriyolojik evrim............................... 120
Embriyolojik Rekapitülasyon................. 121
Endosimbiosis Tezi............................... 121
Endüstri melanizmi.............................. 123
Entropi Kanunu................................... 126
Eohippus......................................... 126
Eusthenopteron foordi......................... 128
Evrim mekanizmalar›............................ 128
Evrimsel soya¤ac›................................ 129
Evrim teorisi......................................... 129
Evrimsel boflluk.................................... 130
Evrimsel hümanizm............................. 131
Evrimsel paganizm............................... 132
Evrim zincirinin kay›p halkas›................ 133
F
Fedakarl›k............................................ 135
Feduccia, Alan..................................... 138
Filogeni............................................... 139
Filum (Phylum, Phyla).......................... 139
Fliermans, Carl..................................... 140
Flor testi.............................................. 140
Fosil..................................................... 141
Fosil kay›tlar›........................................ 143
Fotosentezin kökeni............................. 146
Fox Deneyi.......................................... 149
Fox, Sydney......................................... 151
Futuyma, Douglas............................... 151
G
Galapagos Adalar›................................ 153
Galton, Francis.................................... 153
Gen..................................................... 153
Gen frekans›........................................ 155
Gen havuzu......................................... 155
Genetik bilgi........................................ 156
Genetik de¤iflmezlik............................. 156
Genom Projesi (Genome Project)..........157
Gish, Duane T...................................... 159
Gould, Stephen Jay.............................. 159
H
Haeckel, Ernst...................................... 161
Hallucigenia......................................... 161
Hayat hayattan gelir tezi...................... 162
Hayat a¤ac› (tree of life)....................... 162
Heterotrof görüflü................................ 163
Hipotez............................................... 164
Hoatzin kuflu........................................ 164
Homo antecessor................................. 165
Homo erectus...................................... 166
Homo ergaster.................................... 168
Homo habilis....................................... 168
Homo heilderbergensis........................ 170
Homo rudolfensis................................ 170
Homo sapiens...................................... 172
Homo sapiens archaic.......................... 173
Homoloji (Köken birli¤i)....................... 174
Homolog organ................................... 175
Hurda DNA......................................... 178
Huxley, Julian...................................... 179
Hücre.................................................. 179
I-‹
Ichthyostega........................................ 185
‹çgüdünün kökeni................................ 186
‹ki ayakl›l›k........................................... 190
‹lkel atmosfer....................................... 192
‹lkel çorba........................................... 194
‹lkel dünya.......................................... 194
‹ndirgemecilik (Reductionism)............. 194
‹ndirgenemez komplekslik................... 195
(Irreduciblecomplexity)
‹nsan›n Türeyifli (Charles Darwin)......... 197
‹nsan›n Hayali Soya¤ac›...................... 198
‹nsani ‹lke (Anthropic Principle)........... 199
‹spinoz (Fringilla caelebs)..................... 200
‹zolasyon (Yal›t›m)............................... 202
J
Java Adam›.......................................... 205
Johnson, Phillip.................................. 206
Notlar................................................. 209
Girifl
E
vrim teorisi canlıların, cansız maddelerden kendili¤inden ve tesadüfler sonucunda olufltu¤unu iddia eder. Yıllardır bilim dünyasında yaygın bir kabul gören evrim teorisi, Allah'ın varlı¤ını ve yaratılıflı kabul etmek istemeyen bilim adamları tarafından ısrarla ayakta tutulmaya çalıflılmaktadır. Oysaki bilimsel bulgular evrim teorisini desteklemek bir yana, bu teorinin açmazlarını ve geçersizli¤ini her açıdan gözler önüne sermektedir. Özellikle son 20 yıl içinde paleontoloji, biyokimya, popülasyon geneti¤i, karflılafltırmalı anatomi, biyofizik gibi pek çok
bilim dalında yapılan çalıflmalar, canlılı¤ın evrim teorisinin öne sürdü¤ü
gibi do¤al süreçler ve kör tesadüflerle açıklanamayaca¤ını göstermektedir.
Evrim teorisinin kurucusu, amatör bir do¤a gözlemcisi olan Charles
Darwin'e göre bütün canlılar kademeli de¤iflimler geçirerek birbirlerinden türemifllerdir. Ancak, fosil kayıtları bu iddiayı bütünüyle yalanlamaktadır. Ortada Darwin'in olması gerekti¤ini iddia etti¤i hayali ara
geçifl canlılarının fosillerinden eser yoktur. Bugüne kadar ne yarım kanatlı bir sürüngene ne de yarım ayaklı bir balı¤a rastlanmamıfltır. Aksine her bulunan fosil, canlıların bir anda ve kusursuz sistemlerle "yaratıldıklarını" göstermifltir.
Ayrıca, sözde evrimi sa¤ladı¤ı iddia edilen mutasyon, do¤al seleksiyon gibi mekanizmaların hiçbir evrimlefltirici etkisi olmadı¤ı anlaflılmıfltır. Sonuçta, konuyla ilgili bütün bilim dalları, evrim teorisini kanıtlamak flöyle dursun, tam aksine canlılı¤ın tesadüflerle, evrimle ortaya çıkması mümkün olmayan ola¤anüstü kompleks tasarımlara sahip
olduklarını gözler önüne sermifltir.
Tüm bunlara ra¤men evrim teorisinin hala belli kesimler tarafından
ayakta tutulmaya çalıflılmasının nedeni bütünüyle ideolojiktir. Çünkü
canlıların yaratılmadı¤ını ve rastlantılar sonucu ortaya çıktıklarını iddia
eden ateist ve materyalist düflünceler ve bu düflüncelerden kaynaklanan
komünizm, faflizm, vahfli kapitalizm gibi çarpık ideolojiler sözde bilimsel dayanak olarak evrim teorisini benimsemifllerdir. Do¤al olarak da bu
sapkın ideolojilerin her kesimdeki mensupları evrim teorisini her ne pahasına olursa olsun yaflatmak istemektedirler.
Evrim teorisinin bilimsel açıdan geçersizli¤ini ve bilime ra¤men hangi
kesimler tarafından ve ne tür ideolojik amaçlarla ayakta tutulmaya çalıflıldı-
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
¤ını, evrimcilerin hiçbir bilimsel ve mantıksal temele, hiçbir geçerli delile ve bulguya
dayanmadan nasıl göz boyamaya, gerçekleri çarpıtmaya çalıfltıklarını evrim teorisini
konu alan kitaplarımızda detaylı olarak açıkladık.
"Evrim Aldatmacası", "Hayatın Gerçek Kökeni", "20 Soruda Evrim Teorisinin Çöküflü", "Evrimcilerin Yanılgıları", "Evrimcilerin ‹tirafları", "Evrimcilere Netcevap 1",
"Evrimcilere Netcevap 2", "Darwinizm Dini", "Darwinizm'in Sonu", "Darwinizm'in ‹nsanl›¤a Getirdi¤i Belalar", "Darwinizm'in Karanlık Büyüsü" bu kitaplardan bazıları...
Elinizdeki bu ansiklopedik çalıflma da bu eserlerden faydalanılarak hazırlanmıfltır. Böyle bir çalıflmanın hazırlanmasındaki amaç ise evrimle ba¤lantılı her türlü konuya, okuyucularımızın kolaylıkla ulaflarak bu konular hakkında en do¤ru bilgileri ö¤renmeleridir. Böylelikle okuyucu, basın ve yayın organlarında, dergilerde, kitaplarda, TV programlarında ve benzeri yerlerde evrim teorisi ile ilgili olarak geçen her türlü kavram ve
terim hakkında en pratik biçimde, en do¤ru ve güvenilir bilgiyi edinme imkanına sahip
olacaktır. Ansiklopedi formatında alfabetik olarak sıralanmıfl konu bafllıkları altında, evrim teorisinin bu konulardaki iddialarını ve bu iddiaların bilimsel deliller ve bulgular
ıflı¤ında nasıl geçersiz kılındı¤ını açık bir flekilde görecektir. Bilimsel bulgular ve kanıtlar flu de¤iflmez gerçe¤i ortaya koymaktadır: Canlılık, evrimcilerin öne sürdükleri gibi
bir raslantısal olaylar zincirinin sonucunda meydana gelmemifltir. Bilimin bugün gösterdi¤i gerçek de herfleyin kusursuz bir plan üzerine yaratılmıfl oldu¤udur. Canlıların birbirlerinden nasıl türediklerini açıklamak flöyle dursun, evrim teorisi daha ilk hücrenin
nasıl meydana geldi¤i sorusuna bile cevap verememektedir. Yapılan her yeni arafltırma,
bulunan her yeni fosil evrim teorisine yeni bir darbe indirmektedir. Bilim, evrim teorisini tarihe gömerken, Allah'ın kusursuz yaratmasının delillerini gözler önüne sermektedir.
AKILLI TASARIM yani YARATILIfi
Kitapta zaman zaman karfl›n›za Allah'›n yaratmas›ndaki mükemmelli¤i vurgulamak
için kulland›¤›m›z "tasar›m" kelimesi ç›kacak. Bu kelimenin hangi maksatla kullan›ld›¤›n›n do¤ru anlafl›lmas› çok önemli. Allah'ın tüm evrende kusursuz bir tasarım yaratmıfl
olması, Rabbimiz'in önce plan yaptı¤ı daha sonra yarattı¤ı anlamına gelmez. Bilinmelidir ki, yerlerin ve göklerin Rabbi olan Allah'ın yaratmak için herhangi bir 'tasarım' yapmaya ihtiyacı yoktur. Allah'ın tasarlaması ve yaratması aynı anda olur. Allah bu tür eksikliklerden münezzehtir. Allah'ın, bir fleyin ya da bir iflin olmasını diledi¤inde, onun olması için yalnızca "Ol" demesi yeterlidir. Ayetlerde flöyle buyurulmaktadır:
Bir fleyi diledi¤i zaman, O'nun emri yalnızca: "Ol" demesidir; o da hemen oluverir. (Yasin Suresi, 82)
Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir iflin olmasına karar
verirse, ona yalnızca "Ol" der, o da hemen oluverir. (Bakara Suresi, 117)
Harun Yahya (Adnan Oktar)
AB‹YOGENEZ TEOR‹S‹
Abiyogenez
(Ab›ogenes›s) teorisi
Cansız maddelerin tesadüfen bir
araya gelerek canlı bir organizma oluflturaca¤ına inanan görüfltür. Ortaça¤dan
beri süregelen batıl bir inanıfltır ve spontane jenerasyon teorisi olarak da bilinir.
(bkz. Spontane jenerasyon)
Ortaça¤'da,
böceklerin yemek
artıklarından, güvelerin yünden, farelerin bu¤daydan
olufltu¤una yaygın
olarak inanılıyordu.
Hatta, bunu ispatlamak için ilginç deneyler dahi yapılmıfltı. 17. yüzyılda
yaflayan Belçikalı bir fizikçi olan J. B.
Van Helmont, kirli insan gömle¤iyle
bu¤day tanelerini biraraya koydu¤unda,
farelerin oluflaca¤ını sanmıfltı.1 Etlerin
bir süre sonra kurtlanmasının da, hayatın
cansız maddelerden türeyebildi¤ine bir
delil oldu¤u zannediliyordu. Oysa daha
sonraları, etlerin üzerindeki kurtların
kendi kendilerine oluflmadıkları; sineklerin getirip bıraktıkları gözle görülmeyen yumurtalardan çıktıkları anlaflıldı.
Bu teori 19. yüzyılda, ünlü Fransız
bilim adamı Louis Pasteur'ün yaptı¤ı deneylerle tamamen çürütüldü. Pasteur,
vardı¤ı sonucu flu cümle ile özetledi:
"Cansız maddelerin hayat oluflturabilece¤i iddiası artık kesin olarak tarihe gömülmüfltür."2
Harun Yahya (Adnan Oktar)
Bugün bilimsel olarak, "abiyogenez"
de¤il; "hayat ancak hayattan gelir" görüflünü savunan biyogenez teorisi (bkz. Biyogenez teorisi) geçerlidir. Ama evrim
teorisini savunan çevreler, halen canlılı¤ın cansız maddelerin tesadüfler sonucunda biraraya gelmelerinden oluflabilece¤ini iddia etmektedirler. Ne var ki bu iddialarını ispatlamak için hiçbir
bilimsel kanıt ortaya koyamadıkları gibi bu bilim dıflı iddialarını ispatlamaya çalıfltıkları
tüm deneyler de baflarısızlıkla
sonuçlanmıfltır. (bkz. Miller
Deneyi, Fox Deneyi)
Aborijin yerlileri
Avrupalıların Avustralya'ya yerleflmesinden önce, Avustralya'nın tek halkını oluflturan yerli halk toplulu¤udur.
Yaklaflık 50 bin yıl önce Güneydo¤u Asya'dan yola çıkarak Avustralya'nın kuzey
kıyılarına ulaflan küçük bir toplulu¤un
soyundan gelen Aborijinler, zamanla
Avustralya'nın her yanına da¤ılmıfllardır.
1788'de, Avrupalıların Avustralya'ya
ulaflmasından önce, kıtada yaklaflık 300
bin Aborijin yaflıyordu ve 500 kabile
vardı. Kıtaya gelen Avrupalılar Aborijinleri "ilkel insanlar" olarak gördüler ve
kıtada bir soykırım bafllattılar. Avrupalılar, son derece vahfli yöntemlerle Abori-
13
14
ABOR‹J‹N YERL‹LER‹
Aborijin yerlileri
jinleri katletmeye baflladılar. Bu soykırımdan sonra bafllangıçtaki 500 kabileden geriye çok azı kaldı. Bugün Aborijinler, Avustralya nüfusunun yaklaflık
yüzde birini oluflturmaktad›rlar.3
Aborijinlerin Avrupalılar tarafından
"ilkel insanlar" kabul edilerek katledilmeleri, Charles Darwin'in ‹nsanın Türeyifli (bkz. ‹nsanın Türeyifli) isimli kitabının yayınlanması ile büyük bir hız kazandı. Darwin kitabında, "yaflam mücadelesi"nin insan ırkları arasında da geçerli oldu¤unu, "kayırılmıfl ırklar"ın bu
mücadelede üstün geldiklerini öne sürüyordu. Darwin'e göre kayırılmıfl ırklar,
Avrupalı beyazlardı. Asyalı ya da Afrikalı ırklar ise, yaflam mücadelesinde geri
kalmıfllardı. Darwin daha da ileri giderek, bu ırkların, dünya üzerindeki "yaflam mücadelesi"ni yakın zamanda tamamen kaybederek yok olacaklarını ileri
sürmüfltü:
Belki de yüzyıllar kadar sürmeyecek yakın bir gelecekte, medeni insan ırkları,
vahfli ırkları tamamen yeryüzünden silecekler ve onların yerine geçecekler. Öte
yandan insansı maymunlar da… Kuflkusuz elimine edilecekler. Böylece insan ile
en yakın akrabaları arasındaki boflluk
daha da geniflleyecek. Bu sayede ortada
flu anki Avrupalı ırklardan bile daha medeni olan ırklar ve flu anki zencilerden,
Avustralya yerlilerinden ve gorillerden
bile daha geride olan babun türü maymunlar kalacaktır.4
Görüldü¤ü gibi Darwin, Avustralya
yerlilerini gorillerle bir tutuyordu. Dolayısıyla Avustralya'da katliam yapan insanlar da gorile benzer hayvanları öldürdüklerini düflünmüfller, Aborijinleri insan olarak kabul etmemifllerdir.
Darwin'den sonra bazı evrimciler de,
"e¤er insan maymun ile ortak bir atadan
türemiflse, dünyanın bazı köflelerinde ha-
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
ADAPTASYON
la bu evrim sürecini tamamlamamıfl ara
geçifl formları (bkz. Ara geçifl formu),
yani yarı maymun-yarı insanlar yaflıyor
olabilir" iddiasını öne sürdüler. Aborijin
yerlileri de, kafl çıkıntılarının Batılı ırklarınkinden biraz daha büyük, çene yapılarının içeri do¤ru e¤ik ve beyin hacimlerininse biraz daha küçük olması nedeniyle, "evrimin yaflayan delilleri" olarak
kabul edildiler. Evrimci paleontologlar
ve onlara katılan çok sayıda "fosil avcısı" da, insanın sözde evrimine delil öne
sürebilmek için Aborijinlerin mezarlarını kazmaya ve elde ettikleri kafataslarını
Batı'daki evrimci müzelere götürmeye
baflladılar. Kafatasları, bir süre sonra
tüm Batılı enstitülere, okullara birer birer da¤ıtılmaya ve evrimin en somut kanıtları olarak sunulmaya bafllandı.
Bir süre sonra, Aborijin mezarları yeterli olmadı ve evrim teorisine delil bulmak amacıyla Aborijin katliamı baflladı.
Vurulan yerlilerin kafatasları çıkarılıyor,
kurflun delikleri kapatılıyor ve kimyasal
ifllemlerle biraz eskitildikten sonra müzelere satılıyordu.
Bu insanlık dıflı uygulamalar ise, evrim teorisi destek alınarak meflru gösteriliyordu. Örne¤in Tazmanya Royal Society'nin baflkanı olan James Barnard 1890
yılında yaptı¤ı bir açıklamada, "Yok etme ifllemi, evrim ve en uygunların yaflama kanununun bir aksiyonudur" dedi ve
"Bu nedenle Avustralyalı Aborijinleri öldürme konusunda suçlamayı hak eden
herhangi bir sebep yoktur" diye devam
etti.5
Harun Yahya (Adnan Oktar)
Günümüzde, Aborijinler artık Avustralya vatandaflı sayılıyorlar. Ancak birço¤u hala ayrımcılıkla karflı karflıya ve
sosyal, ekonomik ve politik açıdan ezilmekteler.
Adaptasyon
Bir canlının, bulundu¤u çevrede daha iyi yaflamasını ve üremesini sa¤layan
özelli¤idir.
Aynı türden iki canlı birbirine tıpatıp
benzer de¤ildir. Büyüklük, renk, karakter
gibi sahip oldukları her özellik farklılıklar gösterir. Bu özellikleri do¤rultusunda
bazıları, bulundukları çevreye daha iyi
adapte olurlar ve daha uzun yaflama ve
daha çok üreme imkanına sahip olurlar.
Bu, do¤al seleksiyon olarak bilinir.
Evrim teorisi, adaptasyon kavramına
yeni bir anlam daha ekler ve içinde bulundu¤u koflullara adaptasyon sa¤layan
canlıların zaman içinde tür de¤ifltirdiklerini iddia eder.
Ancak evrimcilerin "koflulların de¤iflmesi, canlının evrimleflerek tür de¤ifltirmesine neden olur" iddiası geçerli de¤ildir. Bir tür, "genetik potansiyeli" olanak verdi¤i ölçüde bulundu¤u ortamdaki
de¤iflikliklere adapte olur. E¤er "genetik
potansiyeli" bu de¤iflikliklere adapte olmasına imkan vermiyorsa, o zaman bu
tür, de¤iflen koflullara adapte olamaz ve
yok olur. Ancak hiçbir zaman koflullara
adapte olarak baflka bir türe dönüflmez.
Her zaman aynı türün bir bireyi olarak
kalır. (bkz. Do¤al seleksiyon)
15
16
AL 288-1
AL 288-1
(Australop›thecus
afarens›s fosil kayd›)
(bkz. Lucy)
AL 666-1
(Homo sap›ens fosil kayd›)
1994 yılında Etiyopya Hadar'da
Australopithecus afarensis fosilleriyle
beraber bulunan çene fosilidir. 2.3 milyon yıllık bir tarih konulan bu çene, tamamen Homo sapiens (insan) türüne ait
özellikler göstermektedir.
AL 666-1 fosilinin çene yapısı, bera-
AL 666-1: 2.3 milyon y›ll›k Homo
sapiens (insan) çenesi
ber bulundu¤u Australopithecus afarensis ve 1.75 milyon yıl yaflındaki Homo
habilis çenesinden çok farklıdır. Bu iki
türün çeneleri, dar ve dörtgen biçimindeki yapılarıyla günümüz maymunlarınınkinin benzeridir. AL 666-1 ise günümüz
insanınki ile benzer bir çene yapısına sahiptir.
AL 666-1 fosilinin "Homo" (insan)
türüne ait oldu¤u kesin olmasına ra¤men, evrimciler bu fosil hakkında yorum
yapmaktan kaçınırlar. Çünkü bu çene
için hesapladıkları 2.3 milyon yıllık yafl,
"Homo", yani insan türü için belirledikleri yaflın çok üzerindedir.
AL 666-1'in yandan görünüflü
ALGLER‹N KÖKEN‹
Alglerin kökeni
Algler, denizden tatlı suya, çöl kumlarından kaynar yer altı kaynaklarına,
hatta kar ve buz altına kadar her ortamda
bulunan, fotosentez yapabilen organizmalardır. Tek hücreli formlardan 60
metreye kadar büyüyen dev kalp yosununa kadar de¤iflen flekillere sahiptirler.
Algler, yaptıkları fotosentezle atmosferdeki oksijenin büyük bir kısmını üretirler.
Alglerin kökeni çok eski devirlere
kadar uzanmaktadır; 3.4-3.1 milyar yaflında fosilleflmifl alg kalıntıları bulunmaktadır. Alglerin ilk olarak nasıl olufltukları, evrimcileri açmazda bırakan konulardan biridir. Evrimciler, ilk bitki
hücresinin zaman içinde evrimleflerek
algleri oluflturdu¤unu öne sürerler. Bunun içinse algleri ilkel yapılı bitkiler ola-
Kambriyen devrine ait k›rm›z› alg fosilleri.
Bu organizmalar günümüzdeki k›rm›z›
alglerle ayn›d›r.
rak tanımlarlar. Ancak bu açıklamalarını
geçersiz kılan iki önemli nokta bulunmaktadır: Bunlardan birincisi, evrim teorisinin ilk bitki hücresinin nasıl olufltu¤unu dahi açıklayamamasıdır. ‹kincisi
ise, alglerin ilkel yapıya de¤il, aksine
günümüzde yaflayan örneklerinden farksız ve son derece kompleks bir yapıya
sahip olmasıdır. Science News dergisinde yayınlanan bir makalede, ilk alglerin
günümüz algleri ile benzerli¤i flöyle
açıklanmaktadır:
3.4 milyar yıl öncesine ait mavi-yeflil alg
ve bakteri fosillerinin her ikisi de Güney
Afrika'daki kayalarda bulunmufltur. Daha da ilgi çekici olan, pleurocapsalean
alg ile günümüzdeki pleurocapsalean algin hemen hemen birbirlerine denk olduklarının ortaya çıkmasıdır.6
Okyanusta serbest halde yüzen algler
Harun Yahya (Adnan Oktar)
Alman bilim adamı profesör Hoimar
Von Ditfurth ise sözde "ilkel" alglerin
kompleks yapısı hakkında flu yorumu
yapar:
17
18
AMF‹B‹YEN
Bugüne kadar bulunabilmifl en eski fosiller, çekirdeksiz algler türünden mineraller içindeki fosilleflmifl cisimlerdir ve
bunların üç milyar yıldan daha uzun bir
geçmiflleri vardır. Ne kadar ilkel olurlarsa olsunlar, bunlar bile oldukça karmaflık ve ustaca organize edilmifl yaflam biçimlerini temsil etmektedirler.7
Algler, hücre duvarlarını infla ederken do¤adaki en uzun organik poliamin
zincirlerini kullanırlar. Alglerin hücre
duvarlarını oluflturmak için kullandıkları
yapılar incelendi¤inde de, onların hiç de
basit ve ilkel olmadıkları görülmektedir.
Dokuların üretimi için kullanılan organik poliamin, karmaflık bir kimyasal
maddedir ve birçok canlı tarafından kullanılmaktadır.
Bu canlılar fotosentez yapan karmaflık klorofil pigmentlerinin yanı sıra, altın sarısı bir renk veren "ksantofil pigmenti"ne de sahiptirler. Balıklardaki D
vitamininin en büyük kayna¤ı olan bu
tek hücreli canlılar belirli bir amaç için
yarat›lm›fl kompleks yapılara sahiptirler.8
Sonuç olarak, evrimciler ilk bitki
hücresinin kökenini açıklayamadıkları
gibi, bu bitki hücresinin nasıl olup günümüz alglerinden farksız ve kompleks bir
yapıya sahip ilk algleri oluflturdu¤unu da
açıklayamazlar.
Kurba¤alar, kara kurba¤aları, semenderler ve sesilyenler amfibiyendirler.
Amfibiyenlerin hem karada hem de
suda yaflayabilmeleri, evrimcilerin bu
canlıların sudan karaya geçiflte ara geçifl
formu olduklarını iddia etmelerine neden olmufltur.
Evrimcilerin bu konudaki senaryosuna göre, balıklar önce amfibiyenlere evrimleflmifller, amfibiyenler ise sürüngenlere dönüflmüfllerdir. Ancak bu senaryonun hiçbir delili yoktur. Yarı balık-yarı
amfibiyen bir canlının yafladı¤ını gösteren tek bir fosil bile bulunamamıfltır.
Omurgalı Paleontolojisi ve Evrim kitabının yazarı olan ünlü evrimci Robert L.
Carroll, bu gerçe¤i "erken amfibiyenlerle balıklar arasında ara form fosillerine
sahip de¤iliz" diyerek ifade etmektedir.9
Evrimci paleontologlar Colbert ve
Morales, amfibiyenlerin üç sınıfı olan
kurba¤alar, semenderler ve sesilyenler
hakkında flu yorumu yaparlar:
Palezoik devir amfibiyenlerinin ortak
bir ataya sahip olduklarını gösterebilecek tek bir kanıt yoktur. Bilinen en eski
kurba¤alar, semenderler ve sesilyenler flu
an yaflamakta olan örneklerine son derece benzerdirler.10
Amfibiyen
Hem karada hem de suda yaflayabilen, omurgalılar sınıfından pulsuz hayvanlardır. Yaklaflık 4.000 türü bulunur.
Tropik bölgelerde yaflayan bir semender
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
AMF‹B‹YEN ve sürüngen
YUMURTALARIN›n FARKI
Amfibiyen-sürüngen evrimi senaryosunun
tutars›zl›klar›ndan biri de, yumurtalar›n ya p›s›d›r. Su içinde geliflen amfibiyen yumur talar›, jölemsi bir yap›ya ve geçirgen bir za ra sahiptir. Oysa sürüngen yumurtalar›, sa¤daki dinozor yumurtas› rekontrüksiyonunda
görüldü¤ü gibi, kara flartlar›na uygun sert ve su geçirmez bir yap›dad›r. Bir amfibiyenin
"sürüngenleflmesi" için yumurtalar›n›n tesadüfen ku sursuz bir sürüngen yumurtas›na
dönüflmesi gerekir. Oysa böyle bir dönüflüm s›ras›ndaki en ufak bir hata, canl›n›n neslinin tükenmesine yol açacakt›r.
Günümüzden yaklaflık 60 yıl öncesine kadar, yaflı 410 milyon yıl olarak hesaplanan, soyu tükendi¤i zannedilen
Cœlacanth adlı bir balık fosili, birçok
evrimci kaynakta balık-amfibiyen arası
bir ara geçifl formu olarak tanıtılıyordu.
Ancak bu canlının Hint Okyanusu açıklarında defalarca yakalanması evrimcilerin iddialarının geçersizli¤ini ortaya çıkardı. (bkz. Cœlacanth)
Evrimcilerin senaryolarının ikinci
aflamasında ise, amfibiyenlerin sürüngen-
Harun Yahya (Adnan Oktar)
lere evrimlefltikleri ve böylece sudan karaya geçiflin gerçekleflti¤i iddiası yer alır.
Fakat bu iddiayı da destekleyecek hiçbir
somut bulgu yoktur. Aksine, amfibiyenler
ile sürüngenler arasında çok büyük fizyolojik ve anatomik farklar bulunmaktadır.
Bunun bir örne¤i, iki farklı canlı grubunun yumurta yapılarıdır. Amfibiyenler
yumurtalarını suya bırakırlar. Yumurtalar su içindeki geliflim için uygun yapıdadırlar; son derece geçirgen ve fleffaf
bir zara ve jölemsi bir kıvama sahiptir-
20
AM‹NO AS‹T
ler. Oysa sürüngenler karada yumurtlarlar ve dolayısıyla yumurtaları da karadaki kuru iklime uygun olarak yarat›lm›flt›r. "Amniyotik yumurta" olarak da bilinen sürüngen yumurtasının sert kabu¤u
hava geçirir, ama su geçirmez. Bu sayede yavrunun ihtiyaç duydu¤u sıvı, yavru
yumurtadan çıkıncaya kadar saklanır.
Amfibiyen yumurtaları e¤er karaya
bırakılacak olsa, kısa zamanda kuruyacak ve içindeki embriyolar da ölecektir.
Bu durum, sürüngenlerin kademeli olarak amfibiyenlerden evrimlefltiklerini
öne süren evrim teorisi açısından açıklanamayan bir sorundur. Çünkü karada yaflam bafllayacaksa, amfibiyen yumurtasının tek bir nesil içinde amniotik yumurtaya dönüflmesi zorunludur. Bunun evrim mekanizmaları olarak öne sürülen
do¤al seleksiyon ve mutasyon tarafından
nasıl yapılmıfl olabilece¤i açıklanamamaktadır.
Öte yandan, fosil kayıtları da sürüngenlerin kökenini evrimci bir açıklamadan yoksun bırakmaktadır. Ünlü evrimci
paleontolog Lewis L. Carroll, "Sürüngenlerin Kökeni Sorunu" bafllıklı makalesinde bu gerçe¤i flöyle kabul eder:
Ne yazık ki sürüngenlerin ortaya çıkıflı
öncesinde var olan tek bir sürüngen atası
örne¤i yoktur. Bu ara formların olmayıflı,
amfibiyen-sürüngen geçifli hakkındaki
ço¤u problemi çözümsüz bırakmaktadır.11
Aynı gerçek Harvard Üniversitesi paleontologlar›ndan, evrimci Stephen Jay
Gould tarafından da kabul edilmektedir.
Gould, "hiçbir fosil amfibiyen, tümüyle
karada yaflayan omurgalıların (sürüngen, kufl ve memelilerin) atası olarak
görünmüyor" demektedir.12 (bkz. Sudan
karaya geçifl)
Amino asit
Amino asitler, canlı hücrelerini oluflturan proteinlerin yapıtaflı olan moleküllerdir. Do¤ada 200 çeflidin üzerinde amino asit bulunur. Ancak bunların arasından sadece 20 çeflit amino asit canlılardaki proteinleri oluflturur. 20 amino asit çeflidinden "belirli amino asitler"in, "belirli
sıralarda" dizilerek kimyasal ba¤larla
birbirlerine ba¤lanmaları sonucunda
farklı fonksiyon ve özelliklere sahip proteinler oluflur. En basitleri yaklaflık 50
amino asitten oluflan proteinlerin binlerce amino asitten oluflan çeflitleri de vardır. Proteinlerin yapılarındaki tek bir
amino asitin bile eksilmesi veya yerinin
de¤iflmesi ya da zincire fazladan bir amino asit eklenmesi, o proteini ifle yaramaz
bir molekül yı¤ını haline getirir. Bu nedenle her amino asit, tam gereken yerde,
tam gereken sırada yer almalıdır. Hayatın
rastlantılarla olufltu¤unu öne süren evrim
teorisi ise bu düzenlili¤in tesadüfen nasıl
olufltu¤unu kesinlikle açıklayamaz.
Amerikalı jeolog William Stokes, bir
evrimci olmasına ra¤men, Essentials of
Earth History (Yeryüzü Tarihinin Esaslar›) adlı kitabında bu gerçe¤i kabul
ederken, "e¤er milyarlarca yıl boyunca,
milyarlarca gezegenin yüzeyi gerekli
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
Amino asitler, amino grubu, karboksil grubu ve
yan zincir grubu diye adland›r›lan üç atom gru bunun bir karbon grubuna ba¤lanmas›yla mey dana gelirler.
H
H2
N
C
C
amino asit
grubu
O
O
H
karboksil grup
H
R
glisin
alanin
CH3
yan zincir grubu
CH 3
C
C
HO
Buradan çeflitli R
gruplar›na ba¤lan›r.
fenil
alanin
CH 2
N
H
H
CH2
CH2 CH 2
amino grubu
asit grubu
lösin
Temel amino asit parças›
CH2
ÖRNEKLER
NH2
CH2
H
O
C
C
HO
N2
O
H
C
HO
CH 3
H
O
valin
CH
AM‹NO AS‹TLER‹N YAPISI
C
N2
C
asparajin
O
H
CH 3
CH
CH 2 CH 3
CH 3
CH
CH 3
Proteinler amino asitlerden oluflurlar.
Amino asitler proteinlere göre çok daha
küçük moleküller olmalar›na ra¤men,
son derece kompleks yap›lar› vard›r.
izolösin
22
AM‹NO AS‹T
Hücre
çekirde¤i
Amino asit
tRNA
Ribozom
Protein zinciri
Proteinlerin yap›lar›ndaki tek bir
amino asitin bile eksilmesi veya yerinin
de¤iflmesi ya da zincire fazladan bir
amino asit eklenmesi, o proteini ifle
yaramaz bir molekül y›¤›n› haline getirir.
amino asitleri içeren sulu bir konsantre
tabakayla dolu olsaydı bile yine (protein) oluflamazdı" diye yazar.13
Science News dergisinin Ocak 1999
sayısında yayınlanan bir makalede ise,
amino asitlerin nasıl olup da proteinleri
oluflturdu¤una hala hiçbir açıklama getirilemedi¤i flöyle belirtilmektedir:
Hiç kimse flimdiye kadar nasıl olup da
genifl çapta da¤ılmıfl yapıtafllarının proteinlere dönüfltü¤ünü tatmin edici bir flekilde açıklayamamıfltır. ‹lkel dünyanın
varsayılan koflulları amino asitleri yalıtılmıfl bir yalnızlı¤a do¤ru sürükleyecek
flekildedir.14
Laboratuvar koflullarında, bilinçli
müdahalelerle yapılan deneylerde dahi,
proteinler için gerekli olan amino asitler
üretilememektedir. Bu konuda yapılan
mRNA
deneyler ya baflarısızlıkla sonuçlanmıfltır,
ya da Miller Deneyinde oldu¤u gibi deney esnasında birçok geçersiz metoda
baflvurulmufltur. Miller, deneyinde, ilkel
atmosferde bulunmayan maddeleri kullanmıfl ve ilkel atmosferde bulunmayan
ortamlar oluflturmufltur. Bunun sonucunda oluflan amino asitler de, canlıların proteinlerinin yapısında bulunmayan sa¤-elli amino asitlerdir. (bkz. Miller Deneyi)
Daha amino asitlerin tesadüfen nasıl
olufltuklarını açıklayamayan evrimciler,
bu amino asitlerin ilkel dünya koflullarında tesadüfen olufltuklarını ve tesadüfen
en do¤ru amino asitlerin, en do¤ru sayıda, en do¤ru sıralama ile dizilerek proteinleri meydana getirdiklerini iddia ederler. Bu konu evrim teorisinin en büyük
açmazlarından biridir. (bkz. Protein)
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
ANALOJ‹
Amino asitler, birbirlerine farkl› ba¤lant›
yerlerinden ba¤lanarak, proteinin üç boyutlu yap›s›n› meydana getirirler. Bu
özellik, proteinlerin daha da kompleks
bir yap› kazanmalar›na neden olur.
Dolayısıyla evrimciler, aralarında evrimsel bir akrabalık ba¤ı kuramadıkları bu benzer organların, ayrı
ayrı evrimleflmenin ürünü oldu¤unu
söylemek zorunda kalırlar. Örne¤in
kanatın kufllarda, böceklerde, memeli olan yarasalarda ayrı ayrı "tesadüflerle" ortaya çıkması gerekmektedir.
Bu durum sadece benzerliklere dayanarak evrimsel ba¤ kurmaya çalıflan evrimciler açısından büyük bir
çeliflki oluflturur. Çünkü evrimciler,
örne¤in kanatlar gibi son derece
kompleks yap›lar›n tesadüfen nas›l
olufltu¤unu bir kez bile aç›klayamazken bunu farkl› canl›lar için ayr› ayr›
aç›klamal›d›rlar. (bkz. Homoloji; Homolog organ) Bu konu ile ilgili evrimcileri
çıkmaza sürükleyen daha pek çok örnek
bulunmaktadır. (bkz. Analog organ)
Analoji
Evrimciler canlılar arasındaki birtakım benzerliklere dayanarak, aralarında
ata-torun iliflkisi kurmaya çalıflırlar. Ancak bir kısım canlılar vardır ki, fonksiyon bakımından benzer organlara sahip
olmalar›na ra¤men, aralarında hiçbir evrimsel ba¤ kurulamaz. Bu tür bir benzerli¤e "analoji", böyle organlara da "analog organlar" denir. Analog organlar yapı
ve geliflme bakımından farklı, fakat
fonksiyonları aynı olan organlardır. 15
Örne¤in kuflların, böceklerin, memeli
olan yarasaların kanatları fonksiyon olarak benzer olmalarına ra¤men, aralarında sözde evrimsel bir iliflki yoktur.
Harun Yahya (Adnan Oktar)
Analog organ
Yüzeysel benzerlikleri olan ve hemen hemen aynı görevi yapan organlardır. Örne¤in bir kelebe¤in kanadı ile kuflun kanadı uçmayı, bir sine¤in baca¤ı ile
kedinin baca¤ı yürümeyi sa¤lar. Fakat
bunların genetik yapıları incelendi¤inde
birbirlerinden tamamen farklı oldukları
gözlenir. Çünkü bu tür benzerlikler yüzeyseldir.16
Darwin, benzer (yani "homolog") organlara sahip canlıların birbirleriyle evrimsel bir ba¤lantısı oldu¤unu ve bu organların ortak bir ataya sahip olmaları
gerekti¤ini öne sürmüfltür. Oysa hiçbir
23
24
ANALOG ORGAN
delile dayanmayan, yalnızca dıfl görünüfllerden yola çıkılarak ortaya atılmıfl
bu yüzeysel varsayım, Darwin'den günümüze kadar hiçbir somut bulgu tarafından da do¤rulanmamıfltır. Bu durum karflısında, evrimciler bu organların "homolog" (yani ortak bir atadan gelen) organlar de¤il, "analog" (aralarında evrimsel
iliflki olmadı¤ı halde birbirine çok benzeyen) organlar oldu¤unu söylerler.
(bkz. Morfolojik homoloji)
Evrimcilerin, aralarında hiçbir evrimsel ba¤lantı kuramadıkları türlerin
de, birbirlerine çok benzeyen (homolog)
organları vardır. Kanat, bunun en bilinen
Bir uçan sürüngenin, bir kuflun ve
bir yarasan›n kanatlar›. Aralar›nda hiçbir
evrimsel iliflki kurulamayan bu kanatlar,
benzer yap›lara sahiptir.
örne¤idir. Bir memeli olan yarasada kanat vardır, kufllarda kanat vardır, sineklerde ve di¤er çeflitli böcek türlerinde de
kanat vardır. Fakat evrimciler, birbirinden farklı bu sınıflar arasında hiçbir evrimsel ba¤ ve akrabalık kuramamaktadırlar.
Evrim teorisine göre, kanatlar birbirinden ba¤ımsız olarak dört kez "tesadüfen" ortaya çıkmıfltır: Böceklerde, uçan
sürüngenlerde, kufllarda ve uçan memelilerde (yarasada). Do¤al seleksiyon-mutasyon mekanizmalarıyla açıklanamayan
kanatların dört kez ayrı ayrı oluflmaları,
hem de oluflan bu kanatların birbirine
benzer yapılar sergilemeleri, evrimci
biyologlar için ciddi bir açmaz oluflturur.
Bu konuda evrimci tezi çıkmaza
sürükleyen en somut örneklerden biri
de, memeli canlılarda ortaya çıkar.
Ça¤dafl biyolojinin ortak kabulüne
göre, tüm memeliler iki temel kategoriye ayrılır; plasentalılar ve keseliler
(marsupials). Evrimciler, bu ayrımın
memelilerin henüz ilk bafllangıcında
do¤du¤unu ve her iki kategorinin birbirlerinden tamamen ba¤ımsız olarak
ayrı birer evrim tarihi yafladı¤ını varsayarlar. Ancak ne ilginçtir ki, bu iki
kategoride birbirlerinin neredeyse aynı olan "çiftler" vardır. Kurtlar, kediler, sincaplar, karınca yiyenler, köstebekler ve fareler, hem plasentalılar
kategorisine, hem de keseliler kategorisine birbirlerine çok benzer yapılarıyla girmektedirler.17 Yani evrim te-
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
TAZMANYA KURDU VE
GÜNEY AMER‹KALI BENZER‹
Keseli memeliler ile plasental› memeliler
aras›nda "ikiz" türlerin bulunmas›, homo loji iddias›na çok büyük bir darbedir. Örne¤in üstteki keseli Tazmanya kurdu ile Ku zey Amerika'da yetiflen plasental› kurt,
birbirlerine ola¤anüstü derecede benzer dir. Yanda, bu iki canl›n›n birbirlerine çok
benzeyen kafataslar› yer al›yor. Hiçbir "evrimsel akrabal›k" öne sürülemeyen iki
canl› aras›nda bu denli benzerlik olmas›,
homoloji iddias›n› temelsiz b›rakmaktad›r.
orisine göre, birbirlerinden tamamen ba¤ımsız mutasyonların, bu canlıları ikifler
kez "tesadüfen" üretmifl olmaları gerekmektedir! Elbette böyle bir olayın gerçekleflmesi mümkün de¤ildir.
Plasentalı ve keseli memeliler arasındaki ilginç benzerliklerden biri de, Kuzey Amerika kurdu ile Tazmanya kurdu
arasındadır. Bu canlılardan ilki plasentalılar, ikincisi ise keseliler sınıflamasına
dahildir. (Avustralya kıtasının ve çevre-
Harun Yahya (Adnan Oktar)
sindeki adaların Antartika'dan ayrılmasından itibaren, keseli ve plasentalı memelilerin iliflkilerinin kesildi¤i varsayılır
ve bu dönemde hiçbir kurt türü yoktur.)
Ancak ilginç olan, Tazmanya kurdu ile
Kuzey Amerika kurdunun iskelet yapılarının neredeyse tamamen aynı olmasıdır.
Özellikle kafatasları yukar›daki flekilde
görüldü¤ü gibi, birbirlerine ola¤anüstü
derecede benzerdir.
Evrimci biyologların "homoloji" ör-
26
ANGIOSPERM
ne¤i olarak kabul edemedikleri bu gibi
ola¤anüstü benzerlikler, benzer organların, ortak atadan evrimleflme tezine delil
oluflturmadı¤ını göstermektedir.
Ang›osperm
Çiçekli bitkilere verilen isimdir. Yeryüzünde en fazla sayıda bulunan bitkilerdir. 230.000'in üzerinde türü vardır.
Okyanuslardan çöllere kadar çok farklı
koflullarda yetiflebilmektedirler.
Bitkilerin evrimi iddiasını en açık
biçimde reddeden fosil bulguları, angiospermlere aittir. Angiospermler, 43 ayrı familyaya bölünmüfllerdir ve bu 43
farklı familyanın her biri, arkalarında
hiçbir ilkel "ara form" izi bulunmadan
fosil kayıtlarında aniden ortaya çıkar.
Bu gerçek, 19. yüzyılda da fark edilmifl
ve hatta bu nedenle Darwin, angiospermlerin kökenini "rahatsız edici bir
sır" olarak tanımlamıfltır. Darwin'den bu
yana yapılan tüm arafltırmalar, bu bitkilerin kökenine dair evrimsel bir açıklama getirememifltir. Evrimci paleobotanikçi N. F. Hughes, Paleobiology of Angiosperm Origins adlı kitabında flu itiraf-
140 milyon y›l yafl›ndaki Archæfructus türü ne ait bu fosil, bilinen en eski angiosperm
(çiçekli bitki) kal›nt›s›d›r. Bugünkü benzerle rin den fark› olmayan bitki, çiçekleri ve mey vesi ile kusursuz bir yap›ya sahiptir.
ta bulunur:
Karadaki bitkilerin en bask›n grubu olan
angiospermlerin evrimsel kökeni, bilim
adamlarını 19. yüzyılın ortalarından beri
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
ANORGAN‹K EVR‹M
flaflırtmaktadır... Detaylardaki birkaç istisna dıflında, bu soruna tatminkar bir
cevap bulunamayıflı devam etmektedir ve
sonunda ço¤u biyolog bu sorunun fosil
kayıtlarıyla çözülmesinin imkansız oldu¤u sonucuna varmıfltır.18
Daniel Axelrod ise, The Evolution of
Flowering Plants, in The Evolution Life
(Evrimsel Süreçte Çiçekli Bitkilerin Evrimi) adlı kitabında, çiçekli bitkilerin kökeni konusunda flu yorumu yapar:
Angiospermlere, yani çiçekli bitkilere yol
açan ilkel grup, fosil kayıtlarında henüz
tespit edilmemifltir ve yaflayan hiçbir angiosperm böyle bir ba¤lantıya iflaret etmemektedir.19
Bilim adamlarının yukarıda belirtilen
açıklamalarında da görüldü¤ü gibi, angiospermler fosil kayıtlarında, hiçbir evrimsel ataya sahip olmadan aniden belirmifllerdir. Çiçekli bitkiler gibi son derece
kompleks canlıların birdenbire ortaya
çıkmaları, onların yaratıldıklarının bir
göstergesidir.
Anorganik evrim
Anorganik evrim, canlılı¤ın ortaya
çıkıflından evvel, evrenin ve dünyanın
oluflumunu tesadüfi süreçlerle açıklamaya çalıflır. Herfleyi evrimle açıklamaya
çalıflan kimseler materyalizmin öngördü¤ü gibi evrenin sonsuzdan beri var oldu¤unu, yani yaratılmadı¤ını ve evrende
hiçbir tasarım, plan ve amaç olmadı¤ını,
herfleyin tesadüf ürünü oldu¤unu savunurlar. Ancak 19. yüzyıl materyalistlerinin, o dönemin ilkel bilim düzeyi içinde
büyük hararetle savundukları bu iddialar, 20. yüzyıldaki bilimsel bulgular tarafından yıkılmıfltır.
Önce, evrenin sonsuzdan beri var oldu¤u iddiası tarihe karıflmıfltır. 1920'li
yıllardan itibaren evrenin yapısı hakkında elde edilen bilgiler, evrenin belirli bir
zaman önce bir "Büyük Patlama" (Big
Bang) ile yoktan var oldu¤unu ispatlamıfltır. Yani evren sonsuz de¤ildir, yoktan yaratılmıfltır. (bkz. Big Bang teorisi)
20. yüzyılın ilk yarısında yazdı¤ı kitaplarla materyalizmin ve Marksizm'in
ünlü bir savunucusu haline gelen Georges Politzer, Felsefenin Bafllangıç ‹lkele-
27
28
ANT‹B‹YOT‹K D‹RENC‹
ri adlı kitabında, "sonsuz evren" modelinin geçerlili¤ine güvenerek yaratılıfla
flöyle karflı çıkıyordu:
Evren yaratılmıfl bir fley de¤ildir. E¤er
yaratılmıfl olsaydı, o takdirde, evrenin
Allah tarafından belli bir anda yaratılmıfl olması ve evrenin yoktan var edilmifl
olması gerekirdi. Yaratılıflı kabul edebilmek için, herfleyden önce, evrenin var olmadı¤ı bir anın varlı¤ını, sonra da, hiçlikten (yokluktan) bir fleyin çıkmıfl oldu¤unu kabul etmek gerekir. Bu ise bilimin
kabul edemeyece¤i bir fleydir.20
Politzer, yaratılıfla karflı sonsuz evren
fikrini savunurken, bilimin kendi tarafında oldu¤unu sanıyordu. Oysa bilim,
çok geçmeden, Politzer'in "e¤er öyle olsa, bir Yaratıcı oldu¤unu kabul etmek
gerekir" dedi¤i gerçe¤i, yani evrenin bir
bafllangıcı oldu¤u gerçe¤ini ispatladı.
Antibiyotik direnci
Bakteriler, belli bir antibiyoti¤e sürekli maruz kaldıklarında, o antibiyoti¤e
karflı direnç göstermeye bafllarlar ve bir
süre sonra antibiyoti¤in o bakteri türü
üzerindeki etkisi yok olur. Evrimciler,
bazı bakterilerin antibiyotiklere karflı direnç göstermelerini evrime delil olarak
gösterirler. Bu direncin bakterilerde
meydana gelen mutasyonlar sonucunda
geliflti¤ini iddia ederler. Oysa bakterilerde meydana gelen direnç, onların mutasyon sonucunda sonradan gelifltirdikleri
bir özellik de¤ildir. Çünkü bakteriler bu
özelli¤e antibiyoti¤e maruz kalmadan
önce de sahiptirler. Scientific American
dergisi, evrimci bir yayın olmasına karflın, Mart 1998 sayısında bu konuda flöyle bir açıklamaya yer vermifltir:
Çok sayıda bakteri, daha ticari antibiyotikler kullanılmaya bafllamadan önce de
direnç genlerine sahipti. Bilim adamları
bu genlerin neden evrimlefltiklerini ve
varlıklarını sürdürdüklerini kesinlikle
bilmiyorlar.21
Görüldü¤ü gibi, direnç sa¤layan genetik bilginin, antibiyotiklerden önce
var olması, evrimciler tarafından açıklanamayan ve teorinin iddiasını geçersiz
kılan bir gerçektir.
Dirençli bakterilerin, antibiyotiklerin
keflfinden yıllarca önce mevcut oldu¤u,
ciddi bir bilimsel yayın olan Medical
Tribune dergisinin 29 Aralık 1988 tarihli
Dirençli bakteriler antibiyotiklerin keflfinden önce de vard›.
Bakteriler sonradan antibiyoti¤e maruz kal›nca direnç özelli¤i gelifltirmemifllerdir.
D‹RENÇL‹
NÜFUS
ANT‹B‹YOT‹K
KES‹L‹R
ÖLÜ HÜCRELER
HASSAS NÜFUS
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
ANT‹B‹YOT‹K D‹RENC‹
Bakteriler, direnç genlerini birbirlerine aktararak antibiyotiklere karfl› k›sa sürede ba¤›fl›kl›k kazan›rlar.
sayısında da, ilginç bir olay aktarılarak
flöyle belirtilmektedir:
1986'da yapılan bir arafltırmada, 1845
yılında bir kutup keflfi sırasında hastalanarak hayatını kaybeden denizcilerin
buzda korunmufl cesetleri bulunmufltur.
Bu cesetlerin üzerinde 19. yüzyılda yaygın olan bazı bakteri çeflitleri tespit edilmifl ve bunlar test edildi¤inde, 20. yüzyılda üretilmifl pek çok modern antibiyoti¤e
karflı direnç özellikleri taflıdıkları hayretle saptanmıfltır.22
Bu tür direnç özelliklerinin penisilinin icadından önce de birçok bakteri türünde mevcut oldu¤u, tıp dünyasında bilinen bir gerçektir. Dolayısıyla bakterilerdeki direnç özelli¤inin evrimsel bir
geliflme gibi öne sürülmesi kesinlikle
yanlıfl bir iddiadır.
Günlük dilde "bakterilerin ba¤ıflıklık
Harun Yahya (Adnan Oktar)
kazanması" denen süreç gerçekte flöyle
oluflur:
Bakterilerin kendi türleri içinde sayısız varyasyonları (çeflitleri) vardır. Bu
varyasyonların bir kısmı, yukarıda belirtildi¤i gibi, bazı ilaçlara karflı direnç sa¤layacak genetik bilgiye sahiptir. Bakteriler belli bir ilacın etkisine maruz kaldıklarında, ilaca dayanıksız varyasyonlar
yok olur; dirençliler ise hayatta kalır ve
daha fazla ço¤alma imkanına kavuflurlar.
Belli bir zaman sonra tamamen yok olan
dirençsiz bakterilerin yerini, hızla ço¤alan bu dirençli bakteriler doldurur. Bir
süre sonra, aynı bakteri türü yalnızca söz
konusu antibiyoti¤e dirençli olan bireylerden oluflmufl bir koloni haline gelir ve
artık aynı antibiyotik o bakteri türüne
karflı etkisiz olur. Ancak bakteri yine aynı bakteri, tür yine aynı türdür. Herhangi
bir evrim yaflanmamıfltır.
29
30
ANTROPOLOJ‹
Bakterilerdeki
Direnç Aktarma Mekanizmaları
Bakteriler antibiyotiklere karflı direnç özelli¤ini, geçmifl dirençli jenerasyonlarından genetik miras olarak edindikleri gibi, di¤er bakterilerdeki direnç
genlerini kendilerine transfer etme yoluyla da elde edebilirler.
Direnç genleri genellikle "plasmid"ler aracılı¤ıyla di¤er bakterilere taflınırlar. Plasmidler, bakterideki küçük
DNA halkacıklarıdır ve direnç genleri
sıklıkla bu plasmidlerde kodlu bulunur.
Bu direnç genleri, bakterinin, bulundu¤u
ortamdaki çeflitli zararlı maddelere karflı
dayanıklı hale gelmesini sa¤lar. Direnç
genleri aynı zamanda bakterideki kromozomal DNA'da da bulunabilir. Kromozom, bakteri hücresindeki plasmidlerden çok daha büyük ve hücrenin ço¤almasını ve fonksiyonlarını yöneten bir
DNA molekülüdür.
Antibiyotiklere karflı ba¤ıflıklık genine sahip olan bir bakteri, sahip oldu¤u
bu genetik bilgiyi, di¤er bir bakteriye
plasmid transferi yaparak ulafltırabilmektedir. Direnç genleri bazen virüsler
aracılı¤ıyla da transfer edilir. Bu durumda virüs, bir bakteriden aldı¤ı direnç genini bir baflka bakteriye aktarır. Ayrıca
bir bakteri öldü¤ünde ve içindeki hücre
parçaları ortama da¤ıldı¤ında, bir baflka
bakteri ortamda serbest halde bulunan
direnç genini kendine aktarabilir.
Dirençsiz bir bakteri, bu flekilde
edindi¤i bir direnç genini kolaylıkla kendi DNA molekülleri arasına katabilir.
Çünkü direnç genleri genellikle "trans-
pozon" adı verilen küçük DNA üniteleri
fleklindedir ve kolaylıkla baflka DNA
molekülleri arasına dahil olabilir.
Bu gibi mekanizmalar sayesinde bir
tek dirençli bakteriden çok kısa bir süre
içinde dirençli bir bakteri kolonisi ortaya
çıkabilir. Bu olgunun evrimle bir ilgisi
yoktur; çünkü bakterilere direnç sa¤layan
genler, mutasyonlar sonucunda sonradan
oluflmamaktadır. Sadece, zaten var olan
genler bakteriler arasında birbirlerine aktarılmaktadır.
Antropoloji
Antropoloji, insanın kökenini, biyolojik özelliklerini, toplumsal ve kültürel
yönlerini inceleyen bilim dalıdır. Bu bilim dalı önceleri, insanlık tarihini ö¤renmek giriflimi olarak bafllamıfltı. Gerçekten de Yunanca'dan gelen bu sözcü¤ün
anlamı "insanın incelenmesi"dir. 19.
yüzyılda Charles Darwin'in, canlıların
geliflme ve de¤iflim sürecine iliflkin evrim kuramını ortaya atmasından sonra
bilim adamları bu alana ilgi duydu ve insanın sözde evrimi hakk›nda yeni yeni
görüfller öne sürmeye baflladılar.
Bilim adamlar› insan topluluklarının
nasıl büyüdü¤ünü ve ne yönde de¤iflikli¤e u¤radıklarını, siyasal örgütlenmelerin, sanatın ve müzi¤in nasıl do¤du¤unu
ö¤renmek istiyorlardı. Bütün bu çabaların sonucunda antropoloji biliminde insanlık tarihinin de¤iflik alanlarını inceleyen uzmanlık dalları ortaya çıktı: Fiziksel antropologlar, kültürel antropologlar... Fakat evrim teorisinin ortaya atıl-
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
ARA GEÇ‹fi FORMU
masından sonra kültürel antropoloji, insanı kültürlü bir hayvan olarak; fiziki
antropoloji ise insanı biyolojik bir organizma olarak ele aldı. Bu çarpık zihniyetin sonucunda antropoloji, evrimci bilim
adamlarının çalıflma sahası olarak pek
çok gerçek dıflı ve taraflı yoruma maruz
kalmıfltır.
Ara geçifl formu
(Ara türler)
Evrim teorisinin iddiasına göre, yeryüzünde yaflayan ve geçmiflte yaflamıfl
tüm canlı türleri birbirlerinden türeyerek
ortaya çıkmıfllardır. Türlerin birbirlerine
dönüflümü ise, evrim teorisine göre, yavafl yavafl ve kademe kademe olmufltur.
Dolayısıyla, bu iddiaya göre iki canlı türü arasındaki geçifl dönemini yansıtan ve
her iki türden bazı özellikler taflıyan birtakım canlıların yaflamıfl olması zorunludur. Örne¤in, balıklar karaya çıkıp sürüngenlere dönüflene kadar mutlaka yarı
solungaçlı yarı akci¤erli, yarı yüzgeçli
yarı ayaklı türden bazı canlıların milyonlarca yıl boyunca yaflamıfl olmaları gerekir. Evrimciler, geçmiflte yaflamıfl olduklarına inandıkları bu hayali canlılara "ara geçifl formu"
adını verirler.
E¤er evrim teorisi
do¤ru olsaydı, bu tür canlıların geçmiflte yaflamıfl olmaları ve bunların sayılarının
ve çeflitlerinin milyonlarca hatta milyarlarca olması gerekirdi. Ve bu ucube can-
Harun Yahya (Adnan Oktar)
lıların kalıntılarına fosil kayıtlarında
rastlanması gerekirdi. Ancak, bugüne
kadar fosil kayıtlarında tek bir ara geçifl
formu fosiline dahi rastlanmamıfltır. Nitekim evrim teorisinin kurucusu Charles
Darwin, Türlerin Kökeni kitabının "Teorinin Zorlukları" (Difficulties on Theory) adlı bölümünde flöyle yazmıfltır:
E¤er gerçekten türler öbür türlerden yavafl geliflmelerle türemiflse, neden sayısız
ara geçifl formuna rastlamıyoruz? Neden
bütün do¤a bir karmafla halinde de¤il de,
tam olarak tanımlanmıfl ve yerli yerinde?
Sayısız ara geçifl formu olmalı, fakat niçin yeryüzünün sayılamayacak kadar çok
katmanında gömülü olarak bulamıyoruz... Niçin her jeolojik yapı ve her tabaka böyle ba¤lantılarla dolu de¤il? Jeoloji
iyi derecelendirilmifl bir süreç ortaya çıkarmamaktadır ve belki de bu, benim teorime karflı ileri sürülecek en büyük itiraz olacaktır.23
Evrimci paleontologlar, Darwin'in bu
sözlerine dayanarak 19. yüzyılın ortasından bu yana dünyanın dört bir yanında
fosil arafltırmaları yaptılar ve bu ara geçifl formlarını aradılar.
Tüm çabalara ra¤men söz
konusu formlara hiçbir zaFosil kay›tlar›nda Darwin'in öngördü¤ü gibi kademeli bir de¤iflim
yoktur. Farkl› canl› türleri kendilerine has yap›lar›yla bir anda ortaya ç›kar lar. Bunu kabullenemeyen evrimciler id dialar›n› yandaki resimdeki gibi temelsiz
ve spekülatif çizimlerle destekle meye çal›fl›rlar.
31
32
ARA GEÇ‹fi FORMU
win'in teorisi do¤ruysa, o halde kayaların belirli bir grup yaratı¤ın, daha kompleks bir baflka grup yaratı¤a do¤ru küçük
kademelerle evrimleflti¤ini gösteren kalıntılar ortaya çıkarması gerekir. Bu nesilden nesile ilerleyen "küçük geliflmelerin" son derece iyi
korunmufl olması gerekir. Ama durum hiç
de böyle de¤ildir. Aslında, bunun tam tersi do¤rudur. Darwin'in "sayısız ara form
olmalı, ama bunları neden yeryüzünün sayısız
Sorunumuz fludur:
Farkl› canl› s›n›flamalar›, kendilerine
katmanında bulamıyobenzeyen atalar› olmadan aniden orFosil kayıtlarını deruz" derken yakınmıfl oltaya ç›km›fllar ve yüz milyonlarca y›l
taylı olarak inceleboyunca hiç de¤iflim geçirmeden,
du¤u gibi. Darwin, fosil
di¤imizde, türler ya
dura¤an bir biçimde kalm›fllard›r.
kayıtlarındaki bu "olada sınıflar seviye¤anüstü eksikli¤in" sasinde olsun, sürekli
dece
daha
fazla
fosil kazısı yapmakla ilolarak aynı gerçekle karflılarız; kademeli
gili oldu¤unu düflünmüfltür. Ama her ne
evrimle geliflen de¤il, aniden yeryüzünkadar yeni fosil kazısı yapılırsa yapılsın,
24
de oluflan gruplar görürüz.
bulunan türlerin neredeyse hepsinin, isBir baflka evrimci paleontolog Mark
tisnasız, bugün yaflamakta olan hayvanCzarnecki ise flu yorumu yapar:
lara çok benzedi¤i ortaya çıkmıfltır.26
Teoriyi (evrimi) ispatlamanın önündeki
Fosil kayıtları, canlı türlerinin hem
büyük bir engel, her zaman için fosil kabir anda ve tamamen farklı yapılarda oryıtları olmufltur... Bu kayıtlar hiçbir zataya çıktıklarını, hem de çok uzun jeoloman için Darwin'in varsaydı¤ı ara
formların izlerini ortaya koymamıfltır.
jik dönemler boyunca de¤iflmeden sabit
Türler aniden oluflurlar ve yine aniden
kaldıklarını göstermektedir. Harvard
yok olurlar. Ve bu beklenmedik durum,
Üniversitesi paleontologlar›ndan ve ünlü
türlerin yaratıldı¤ını savunan argümana
evrimci Stephen Jay Gould, bu gerçe¤i
destek sa¤lamıfltır.25
man rastlanamadı. Yapılan kazılarda ve
arafltırmalarda elde edilen bütün bulgular, evrim teorisinin öngörülerinin aksine, canlıların yeryüzünde birdenbire, eksiksiz ve kusursuz bir biçimde ortaya çıktıklarını gösterdi.
Ünlü ‹ngiliz paleontolog (fosil bilimci)
Derek W. Ager,
evrim teorisini benimsemesine karflın bu gerçe¤i flöyle
kabul eder:
flöyle kabul eder:
Ünlü biyolog Francis Hitching de,
The Neck of the Giraffe: Where Darwin
Went Wrong adlı kitabında flöyle demektedir:
E¤er fosiller buluyorsak ve e¤er Dar-
Fosilleflmifl türlerin ço¤unun tarihi, kademeli evrimle çeliflen iki farklı özellik
ortaya koymaktadır:
1. Dura¤anlık: Ço¤u tür, dünya üzerinde
var oldu¤u süre boyunca hiçbir yönsel de-
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
ARBOREAL TEOR‹
¤iflim göstermez. Fosil kayıtlarında ilk ortaya çıktıkları andaki yapıları ne ise, kayıtlardan yok oldukları andaki yapıları da aynıdır. Morfolojik (flekilsel) de¤iflim genellikle
sınırlıdır ve belirli bir yönü yoktur.
2. Aniden ortaya çıkıfl: Herhangi bir lokal
bölgede bir tür, atalarından kademeli farklılaflmalara u¤rayarak aflama aflama ortaya çıkmaz; bir anda ve "tamamen flekillenmifl" olarak belirir.27
Ayrıca flunu da belirtmek gerekir ki, evrimciler genellikle "ara geçifl formu" kavramını kasıtlı olarak gerçek anlamının dıflında kullanırlar. Evrim teorisinin öngördü¤ü ara formlar, iki canlı türü arasında kalan, eksik ve yarım organlara sahip canlılardır. Ancak bazen ara
form kavramı yanlıfl algılanmakta ve gerçekte ara form özelli¤i oluflturmayan canlı yapıları, ara form gibi düflünülmektedir.
Örne¤in bir canlı grubunun di¤er canlı grubuna ait
özellikler barındırması, bir ara tür özelli¤i de¤ildir. Buna bir örnek, Avustralya'da
yaflayan Platypus'tur. Bu canlı, bir memeli
olmasına ra¤men sürüngenler gibi yumurtlayarak ço¤alır. Ayrıca kufllara benzer bir
gagası bulunur. Bilim adamları Platypus
gibi canlılara "mozaik canlı" ismini verirler. Mozaik canlıların ara form sayılamayaca¤ı, Stephen J. Gould ve Niles Eldredge
gibi önde gelen evrimci paleontologlar tarafından da kabul edilmektedir. 28 (bkz.
Platypus)
Harun Yahya (Adnan Oktar)
33
Arboreal teori
Kara canlısı olan sürüngenlerin nasıl
olup da uçmaya baflladıkları konusunda
öne sürülen iki evrimci teoriden biridir.
Arboreal teoriye göre kuflların ataları
a¤açlarda yaflayan sürüngenlerdir ve bunlar zamanla "daldan dala atlayarak kanatlanmıfllardır". (Di¤er görüfl de kuflların
yerden yukarı do¤ru havalandıklarını savunan Cursorial teoridir.) Söz konusu teori tamamen hayalidir ve teoriyi destekleyen hiçbir bilimsel kanıt yoktur.
Nitekim Cursorial teoriyi öne süren
John Ostrom, her iki hipotezi savunanların ancak spekülasyon yapabildiklerini itiraf ederek flöyle der:
Benim 'cursorial predator' teorim gerçekten de spekülatiftir. Fakat arboreal teori de
aynı flekilde spekülatiftir.29
Ayrıca bu teorinin iddiasına göre, geçmiflte dünya
üzerinde "yaflamıfl olması"
gereken ara geçifl formlarına da (bkz. Ara geçifl
formu) hiçbir zaman rastlanmamıfltır. (bkz. Cursorial teori; Kuflların
kökeni)
Evrimcilerin uçuflun kökenini aç›klamak için orta ya att›klar› teorilerden biri sürüngenlerin "daldan
dala atlarken kufl haline geldiklerini" savunur.
Oysa ne yavafl yavafl kanatlanan canl›lara dair
fosiller vard›r, ne de bunu sa¤layabilecek do¤al
bir süreç...
Archæopteryx
140 milyon yıl önce, Jurassic dönemde yaflayan ve daha sonra soyu tükenen
bir kufl türüdür. Archæopteryx'in günümüz kufllarından biraz daha farklı özelliklerinin olması, evrimcilerin bu kuflu
sözde dinozor atalarından ayrılan ve yeni uçmaya bafllayan bir ara tür olarak
göstermelerine neden olmufltur. Evrim
teorisine göre, Velociraptor veya Dromeosaur ismi verilen küçük yapılı dinozorların bir kısmı evrim geçirerek kanatlanmıfllar ve uçmaya bafllamıfllardır.
Archæopteryx ise, bu iddiaya göre, yeni
yeni uçmaya bafllayan bu kuflların atasıdır.
Oysa Archæopteryx fosilleri üzerinde
yapılan son incelemeler, bu anlatımın bilimsel bir temeli olmadı¤ını göstermektedir. Bu canlı, iyi uçamayan bir ara geçifl formu de¤il, sadece günümüz kufllarından farklı bazı özelliklere sahip, soyu
tükenmifl bir kufl türüdür. Son bulgular
ve incelemeler sonucunda Archæopteryx
hakkında elde edilen sonuçlar flunlardır:
• Bu canlının "sternum" ad›ndaki gö¤üs kemi¤inin olmaması, canlının uçamayaca¤ının en önemli kanıtı olarak
gösterilmekteydi. (Gö¤üs kemi¤i, uçmak
için gerekli olan kasların tutundu¤u gö¤üs kafesinin altında bulunan bir kemiktir. Günümüzde uçabilen veya uçamayan
tüm kufllarda, hatta kufllardan çok ayrı
bir familyaya ait olan uçabilen memeli
yarasalarda bile bu gö¤üs kemi¤i vardır.)
Ancak 1992 yılında bulunan yedinci
Archæopteryx fosili bu argümanın yanlıfl
oldu¤unu gösterdi. Bu fosilde evrimcilerin çok uzun zamandır yok saydıkları
gö¤üs kemi¤i vardı. Nature dergisinde
yeni bulunan bu fosil flöyle anlatılıyordu:
Son bulunan yedinci Archæopteryx fosili,
uzun zamandır varlı¤ından flüphe edilen,
ama hiçbir zaman ispatlanamayan bir
dikdörtgensel gö¤üs kemi¤inin varlı¤ına
iflaret ediyor. Bu canlının uzun mesafelerde uçufl yetene¤i hala spekülasyona
dayalı, ama gö¤üs kemi¤inin varlı¤ı,
güçlü uçufl kaslarının oldu¤unu gösteriyor.30
Bu bulgu, Archæopteryx'in tam uçamayan bir yarı-kufl oldu¤u yönündeki iddiaların en temel dayana¤ını geçersiz
kıldı.
• Ayrıca Archæopteryx'in günümüz
kufllarınınkinden farksız olan asimetrik
tüy yapısı, canlının mükemmel olarak
uçabildi¤ini göstermektedir. Ünlü paleontolog Carl O. Dunbar'ın belirtti¤i gibi,
"tüylerinden dolayı bu yaratık tam bir
kufl özelli¤i gösteriyordu".31
• Archæopteryx'in tüylerinin ortaya
çıkarmıfl oldu¤u bir baflka gerçek, bu
canlının sıcakkanlı olufludur. Bilindi¤i
gibi sürüngenler ve dinozorlar so¤ukkanlı, yani vücut ısılarını kendileri üretmeyen, çevrenin sıcaklı¤ının vücut ısılarını etkiledi¤i canlılardır. Kufllarda bulunan tüylerin en önemli fonksiyonlarından bir tanesi, kuflun vücut ısısını korumasıdır. Archæopteryx'in tüylü olması,
bu kuflun dinozorların aksine sıcakkanlı
Berlin'de sergilenmekte olan
en ünlü Archæopteryx fosili
Archæopteryx'in anatomisi üzerinde yap›lan incelemeler, canl›n›n eksiksiz bir uçufl yetene¤in e s a h i p , t i p i k b i r k u fl o l d u ¤ u n u o r t a y a k o y m u fl t u r . Archæopteryx ' i s ü r ü n g e n l e r e b e n z e t m e
çabas› tamamen dayanaks›zd›r.
oldu¤unu, yani vücut ısısını korumaya
ihtiyacı olan gerçek bir kufl oldu¤unu
gösteriyordu.
• Evrimci biyologların Archæopteryx'i ara geçifl formu olarak gösterirken
dayandıkları en önemli iki nokta ise, bu
hayvanın kanatlarının üzerindeki pençeleri ve a¤zındaki diflleridir.
Archæopteryx'in kanatlarında pençeleri ve a¤zında diflleri oldu¤u do¤rudur,
ancak bu özellikleri, canlının sürüngenlerle herhangi bir flekilde ilgisi oldu¤unu
göstermez. Zira günümüzde yaflayan iki
tür kuflta, Touraco corythaix ve Opistho-
comus hoatzin'de de dallara tutunmaya
yarayan pençeler bulunmaktadır. Ve bu
canlılar, hiçbir açıdan sürüngen özelli¤i
taflımayan, tam birer kufltur. Dolayısıyla
Archæopteryx'in kanatlarında pençeleri
oldu¤u ve bu sebeple de bir ara form oldu¤u yolundaki iddia geçersizdir.
Archæopteryx'in a¤zındaki diflleri de
yine canlıyı bir ara form kılmaz. Evrimciler bu difllerin bir sürüngen özelli¤i oldu¤unu öne sürerek yanılmaktadırlar.
Çünkü difller sürüngenlerin tipik bir
özelli¤i de¤ildir. Günümüzde bazı sürüngenlerin diflleri varken bazılarının
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
ARCHÆOPTERYX
yoktur. Daha da önemli olan nokta, diflli (yaklaflık 140 milyon yıllık) bu kuflun
kuflların Archæopteryx'le sınırlı olmama- diflleri yoktu, gagası ve tüyleri ise günüsıdır. Günümüzde diflli kuflların yaflama- müz kufllarıyla aynı özellikleri gösterdıkları bir gerçektir, ancak fosil kayıtla- mekteydi. ‹skelet yapısı da günümüz
rına baktı¤ımız zaman gerek Archæop- kufllarınınkiyle aynı olan bu kuflun kateryx ile aynı dönemde gerekse daha natlarında, Archæopteryx'te oldu¤u gibi
sonra, hatta günümüze oldukça yakın ta- pençeler vardı. Kuyruk tüylerine destek
rihlere kadar "diflli kufllar" olarak isim- olan "pygostyle" isimli yapı bu kuflta da
lendirilebilecek ayrı bir kufl grubunun görülüyordu. Kısacası, evrimciler tarafından tüm kuflların en eski atası sayılan
yaflamını sürdürdü¤ünü görürüz.
Ayrıca, Archæopteryx'in ve di¤er difl- ve yarı–sürüngen kabul edilen Archæopli kuflların difl yapıları, bu kuflların sözde teryx'le aynı yaflta olan bu canlı, günüevrimsel ataları olan dinozorların difl ya- müz kufllarına çok benziyordu. Bu gerçek, Archæopteryx'in büpılarından çok farklıdır. Martin, Stewart
tün kuflların ilkel atası
ve Whetstone gibi ünlü kuflbilimcilerin
oldu¤u yönündeki
yaptıkları ölçümlere göre, Archæopevrimci tezlerle
teryx'in ve di¤er diflçelifliyordu.33
li kuflların difllerinin üstü düzdür ve
Çin'de Kasım
genifl kökleri vardır.
1996'da bulunan bir
Oysa bu kuflların atası
baflka fosil,
oldu¤u iddia ediortalı¤ı daha
len theropod dida karıfltırdı. 130
nozorlarının difllemilyon yaflındaki
rinin üstü testere gibi çıkınLiaoningornis isimli bu kuflun
tılıdır ve kökleri de dardır.32
varlı¤ı Hou, Martin ve Alan
Bir Archæopteryx
• Son dönemlerde buluFeduccia tarafından Science
illüstrasyonu.
nan bazı fosiller, Archæopdergisinde yayınlanan bir makateryx'le ilgili evrimci senaryonun geçer- leyle duyuruldu. Liaoningornis, günüsizli¤ini baflka yönlerden de ortaya koy- müz kufllarında bulunan uçufl kaslarının
mufltur.
tutundu¤u gö¤üs kemi¤ine sahipti. Di¤er
1995 yılında Çin'de Omurgalılar Pa- yönleriyle de bu canlı günümüz kufllaleontolojisi Enstitüsü'nde arafltırmalar rından farksızdı. Tek farkı, a¤zında diflyapan Lianhai Hou ve Zhonghe Zhou lerinin olmasıydı. Bu durum, diflli kufllaadlı iki paleontolog, Confuciusornis ola- rın, hiç de evrimcilerin iddia ettikleri girak isimlendirdikleri yeni bir fosil kufl bi ilkel bir yapıya sahip olmadıklarını
keflfettiler. Archæopteryx ile aynı yafltaki gösteriyordu.34
Harun Yahya (Adnan Oktar)
37
Nitekim Alan Feduccia,
Discover dergisinde yayınlanan yorumunda, Liaoningornis'in, kuflların kökeninin
dinozorlar oldu¤u iddiasını
geçersiz kıldı¤ını belirtmiflti.35
Archæopteryx'le ilgili evrimci iddiaları çürüten bir baflka
fosil ise Eoalulavis oldu.
Archæopteryx'ten 30 milyon yıl
daha genç, yani 120 milyon yaflında oldu¤u söylenen Eoalulavis'in kanat yapısının aynısı, günümüzdeki bazı uçan kufllarda
görülüyordu. Bu da 120 milyon yıl önce, günümüzdeki
kufllardan birçok yönden
farksız canlıların göklerde
uçmakta olduklarını ispatlıyordu.36
Archæopteryx'in sürüngenlerle kufllar arasında ara geçifl formu olmadı¤ına dair bir delil de, 2000
yılında Çin'de bulunan bir kufl fosili
ile geldi. Longisquama ismi verilen
bu canlının 220 milyon yıl önce Orta
Asya'da yafladı¤ı belirtildi. Science ve
Nature gibi ünlü bilim dergileri ve
BBC televizyonu bu fosil hakkında flu
bilgileri verdi:
Archæopteryx'e
ait bir
rekonstrüksiyon
Orta Asya'da bulunan ve günümüzden
220 milyon yıl önce yafladı¤ı anlaflılan
söz konusu fosilin tüm vücudunun tüylerle
kaplı oldu¤u, kuflların atası oldu¤u iddia
edilen Archæptoryx'de ve günümüz kufllarında oldu¤u gibi bir lades kemi¤ine sa-
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
ARCHÆORAPTOR
hip oldu¤u ve tüylerinde içi bofl sapların
bulundu¤u tespit edildi. Bu ise, Archæopteryx'in kuflların atası oldu¤u iddialarını
geçersizlefltiriyor. Çünkü bulunan fosil
Archæopteryx'ten 75 milyon yıl daha yafllı; yani kuflların atası oldu¤u iddia edilen
canlıdan 75 milyon yıl önce de tüm özellikleriyle tam bir kufl yaflıyordu.37
Böylece Archæopteryx ve di¤er arkaik kuflların birer ara geçifl formu olmadıkları kesin bir biçimde ispatlanmıfl oldu. Fosiller, farklı kufl türlerinin birbirlerinden evrimlefltiklerini göstermiyorlardı. Aksine, günümüz kufllarının ve
Archæopteryx benzeri bazı özgün kufl
türlerinin beraberce yafladıklarını ispatlıyorlardı.
Kısacası Archæopteryx'in birtakım
özellikleri, bu canlının bir "ara form" olmadı¤ını göstermektedir. Nitekim bugün
evrim teorisinin ünlü savunucularından
Harvard paleontologları Stephen Jay
Gould ve Niles Eldredge de, Archæopteryx'in farklı özellikleri bünyesinde baBir k›s›m medya kurulufllar›, evrim teorisini
sorgusuz sualsiz kabullenmekte ve bulunan
her yeni fosili, evrim teorisine bilimsel bir
destekmifl gibi kamuoyuna sunmaktad›rlar.
Örne¤in Archæoraptor isimli fosil, 1999
y›l›nda "kanatl› dinozor" olarak gazeteler
arac›l›¤›yla tüm dünyaya empoze edilmifltir.
Oysa yaklafl›k iki y›l sonra, söz konusu
fosilin yeni bir evrim sahtekarl›¤› oldu¤u
ortaya ç›km›fl ve bu kez ayn› gazeteler "dinokuflun" "palavra" oldu¤unu kabul etmek
zorunda kalm›fllard›r.
Harun Yahya (Adnan Oktar)
rındıran bir "mozaik" canlı oldu¤unu,
ama asla bir ara form olmadı¤ını kabul
etmektedirler.38
Archæoraptor
Çin'de "bulundu¤u" iddia edilen, ancak 2001 yılında sahte olarak üretildi¤i
anlaflılan bir fosil.
Archæoraptor'un sahte bir fosil oldu¤u, arafltırmacıların yaptıkları detaylı analizler sonucunda anlaflıldı. ‹ncelemeyi yapan bilim adamları, yapılan sahtekarlı¤ı
Nature dergisinde flöyle açıkladılar:
Archæoraptor fosili kayıp halka olarak
duyuruldu ve kuflların belirli bir cins dinozordan evrimleflti¤ine dair en iyi delil
olma iddiasındaydı... Fakat Archæoraptor'un bir kuflun ve uçamayan bir dromaeosaurid dinozorunun kemiklerinin
39
40
AfiA⁄I IRK
birlefltirilmesiyle oluflturulan bir sahtekarlık oldu¤u gösterilmifltir... ‹skelet
açıkça birçok kırık parçadan yeniden
birlefltirilmiflti ve iskelet, difller, tüyler,
Archæopteryx'ten daha iyi uçabilen bir
kanat ve uçmayan bir dinozorun kuyru¤u
da dahil eflsiz bir kombinasyona sahipti...
Archæoraptor'un iki ya da daha fazla türü temsil etti¤i ve en az iki, muhtemelen
befl ayrı örnekten birlefltirildi¤i sonucuna
vardık... Bu, bilim adına bir kayıptır. Paleontoloji zaten bugüne kadar Piltdown
Adamı sahtekarlı¤ı ve Johann Beringer'in 'duran taflları' ile oldukça zarar
görmüfltür ve birçok fosil bilmeden ya da
kasıtlı olarak yanıltıcı konstrüksiyonlara
konu olmufltur.39 (bkz. Piltdown Adamı)
Afla¤› ›rk
(bkz. Darwinizm ve ırkçılık)
Atapuerca kafatas›
1995 yılında, Madrid Üniversitesi'nden üç ‹spanyol paleoantropolog, ‹spanya'da "Atapuerca" adı verilen bölgedeki Gran Dolina ma¤arasında bir fosil
buldular. Fosil, günümüz insanıyla tamamen aynı görünüme sahip 11 yaflındaki
bir çocu¤a ait bir insan yüzü parçasıydı.
Ancak çocuk öleli tam 800 bin yıl olmufltu. Bu, evrimciler açısından flaflırtıcı
bir bulguydu; çünkü bu kadar eski bir
dönemde henüz Homo sapiens'in (günümüz insanı) yafladıklarını ummuyorlardı.
(bkz. ‹nsanın hayali soya¤acı)
Discover dergisi, Aralık 1997 sayısında konuya genifl yer verdi. Bu fosil,
Gran Dolina arafltırma ekibinin baflı Arsuaga Ferreras'ın bile insanın evrimi
‹spanya'da bulunan yüz kemi¤i, bizimle ayn›
yüz yap›s›na sahip insanlar›n 800 bin y›l
öncesinde de yaflad›klar›n› gösteriyordu.
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
ATAPUERCA KAFATASI
Atapuerca'da bulunan fosilden yola ç›k›larak yeniden infla edilen kafatas› (solda) ile
günümüz insan›na ait kafatas› (sa¤da) ola¤anüstü derecede benzerdir.
hakkındaki inançlarını sarsmıfltı. Ferreras flöyle diyordu:
Büyük, genifl, fliflkin, yani anlayaca¤ınız
ilkel bir fleyle karflılaflmayı umuyorduk.
800 bin yıl yaflındaki bir çocuktan beklentimiz, Turkana Çocu¤u gibi bir fley olmasıydı. Ama bizim buldu¤umuz bütünüyle modern bir yüzdü... Bunlar sizi
sarsan türden fleyler: Fosil bulmak de¤il,
tamam fosil bulmak da beklenmedik ve
güzel bir olay. Fakat en etkileyici olanı,
bugüne ait oldu¤unu düflündü¤ünüz bir
fleyi geçmiflte bulmanız. Bu, bir anlamda,
Gran Dolina'da kasetçalar bulmak gibi
bir fley. Böyle bir fley çok flaflırtıcı olurdu
elbette. Alt Pleistosen tabakalarında
teypler, kasetler bulmayı beklemiyoruz,
Harun Yahya (Adnan Oktar)
ancak 800 bin yıllık "modern" bir yüz
bulmak da bunun gibi bir fley. Onu gördü¤ümüzde çok flaflırmıfltık.40
Bu fosil, Homo sapiens'in tarihinin
800 bin yıl kadar geriye götürülmesi gerekti¤ine iflaret ediyordu. Ama evrimcilerin hayali evrim soya¤acına göre, 800
bin yıl önce Homo sapiens'in yaflamamıfl
olması gerekti¤i için, evrimciler bu fosilin baflka bir türe ait oldu¤una karar verdiler. Bu yüzden Homo antecessor adlı
hayali bir tür oluflturdular ve Atapuerca
kafatasını bu sıralamaya dahil ettiler.
41
42
ATIN KÖKEN‹
At›n kökeni
"Atın evrimi"ni sembolize etti¤i iddia edilen flemalar, yakın bir zamana kadar, evrim teorisine kanıt olarak gösterilen fosil sıralamalarının en baflında gelmekteydi. Oysa bugün pek çok evrimci,
atın evrimi senaryosunun geçersizli¤ini
açıkça kabul etmektedir. Kasım 1980'de
Chicago Do¤a Tarihi Müzesi'nde 150
evrimcinin katıldı¤ı, dört gün süren ve
kademeli evrim teorisinin sorunlarının
ele alındı¤ı bir toplantıda söz alan evrimci Boyce Rensberger, atın evrimi senaryosunun fosil kayıtlarında hiçbir dayana¤ı olmadı¤ını ve atın kademeli evrimleflmesi gibi bir sürecin hiç yaflanmadı¤ını flöyle anlatmıfltır:
Yaklaflık 50 milyon yıl önce yaflamıfl dört
tırnaklı, tilki büyüklü¤ündeki canlılardan
bugünün daha büyük tek tırnaklı atına
bir dizi kademeli de¤iflim oldu¤unu öne
süren ünlü atın evrimi örne¤inin geçersiz oldu¤u uzun zamandır bilinmektedir.
Kademeli de¤iflim yerine, her türün fosilleri bütünüyle farklı olarak ortaya çıkmakta, de¤iflmeden kalmakta, sonra da
soyu tükenmektedir. Ara formlar bilinmemektedir.41
Atın evrimi flemalarının sergilendi¤i
"‹ngiltere Do¤a Tarihi Müzesi"nin yöneticilerinden ünlü evrimci paleontolog
Niles Eldredge de, hala müzenin alt katında duran bu flema hakkında flunları
söyler:
Hayatın do¤ası hakkında her biri birbirinden hayali bir sürü kötü hikaye vardır.
Bunun en ünlü örne¤iyse, belki 50 yıl önce hazırlanmıfl olan ve hala alt katta duran atın evrimi sergisidir. Atın evrimi,
birbirini izleyen yüzlerce bilimsel kaynak
tarafından büyük bir gerçek gibi sunulmufltur. Ancak flimdi, bu tip
iddiaları ortaya atan kiflilerin yaptıkları tahminlerin
yalnızca spekülasyon olduklarını düflünüyorum.42
Hiçbir bilimsel delil
tarafından desteklenmemesine ra¤men atın evrimi senaryosu, Hindistan,
ATIN KÖKEN‹
‹ngiltere Do¤a Tarihi Müzesi'nde yer alan "at›n evrimi sergisi". Bu ve benzeri "at›n evrimi"
flemalar›, farkl› devirlerde, farkl› co¤rafyalarda yaflam›fl ba¤›ms›z canl› türlerinin, son derece
tarafl› bir bak›fl aç›s›yla birbirleri ard›na dizilmesiyle oluflturulur. Gerçekte "at›n evrimi"ne da ir hiçbir bilimsel bulgu yoktur.
Güney Amerika, Kuzey Amerika ve Avrupa'da de¤iflik zamanlarda yaflamıfl,
farklı tür canlılara ait fosillerin, evrimcilerin hayal güçleri do¤rultusunda, küçükten büyü¤e do¤ru dizilmesiyle oluflturulan flemalarla ortaya atılmıfltır. Farklı
arafltırmacıların öne sürdükleri 20'den
fazla atın evrimi fleması vardır. Hepsi de
birbirinden farklı olan bu soya¤açları
hakkında evrimciler arasında da görüfl
birli¤i yoktur. Bu sıralamalardaki tek
ortak nokta, 55 milyon yıl önceki Eo-
sen devrinde yaflamıfl Eohippus (Hyracotherium) adlı köpek benzeri bir canlının atın ilk atası oldu¤una inanılmasıdır.
(bkz. Eohippus) Oysa atın milyonlarca
yıl önce yok olmufl atası olarak sunulan
Eohippus, halen Afrika'da yaflayan ve atla hiçbir ilgisi ve benzerli¤i olmayan
Hyrax isimli hayvanın hemen hemen aynısıdır.43
43
44
ATIN KÖKEN‹
Atın evrimi iddiasının tutarsızlı¤ı,
her geçen gün ortaya çıkan yeni fosil
bulgularıyla daha açık olarak anlaflılmaktadır. Eohippus ile aynı katmanda,
günümüzde yaflayan at cinslerinin de
(Equus nevadensis ve Equus occidentalis)
fosillerinin bulundu¤u tespit edilmifltir.44
Bu, günümüzdeki at ile onun sözde atasının aynı zamanda yafladı¤ını göstermektedir ve atın evrimi denen sürecin
hiçbir zaman yaflanmadı¤ının kanıtıdır.
Evrimci yazar Gordon R. Taylor,
Darwinizm'in açıklayamadı¤ı konuları
ele alan The Great Evolution Mystery
adlı kitabında at serileri efsanesinin aslını flöyle anlatır:
Darwinizm'in belki de en ciddi zaafiyeti,
paleontologların, büyük evrimsel de¤ifliklikleri gösterecek olan akrabalık iliflkilerini ve canlı sıralamalarını ortaya koyamamalarıdır... At serisi genellikle bu
konuda çözüme kavuflturulmufl olan yegane örnek gibi gösterilir. Ama gerçek
fludur ki, Eohippus'tan Equus'a kadar
uzanan sıralama çok tutarsızdır. Bu sıralamanın, giderek artan bir vücut büyüklü¤ünü gösterdi¤i iddia edilir, ama aslında sıralamanın ileriki aflamalarına konan canlıların bazıları (sıralamanın en
baflında yer alan) Eohippus'tan daha büyük de¤il, daha küçüktürler. Farklı kaynaklardan gelen türlerin bir araya getirilip ikna edici bir görüntüye sahip olan
bir sıralamada arka arkaya dizilmeleri
mümkündür, ama tarihte gerçekten bu sıralama içinde birbirlerini izlediklerini
gösteren hiçbir kanıt yoktur.45
Tüm bu gerçekler, evrimin en sa¤lam
delillerinden birisi gibi sunulan atın evri-
mi flemalarının, hiçbir geçerlili¤e sahip
olmayan hayali sıralamalar olduklarını
ortaya koymaktadır. Di¤er türler gibi atlar da, evrimsel bir ataya sahip olmadan
var olmufllardır.
Australop›thecus
‹nsanın hayali evrim flemasındaki ilk
kategori olan Australopithecus, "güney
maymunu" anlamına gelir. Bu canlıların
ilk olarak Afrika'da 4 milyon yıl kadar
önce ortaya çıktıkları ve 1 milyon yıl öncesine kadar da yafladıkları sanılmaktadır. Australopithecus türlerinin tümü
[Australopithecus aferensis, Australopithecus africanus, Australopithecus boisei, Australopithecus robustus (Zinjanthropus)], günümüz maymunlarına
benzeyen soyu tükenmifl maymunlardır.
Tümünün beyin hacimleri, günümüz
flempanzelerininkiyle aynı veya daha küçüktür. Ellerinde ve ayaklarında günümüz maymunlarındaki gibi a¤açlara tırmanmaya yarayan çıkıntılar mevcuttur
ve ayakları dallara tutunmak için kavrayıcı özelliklere sahiptir. Boyları kısadır
(en fazla 130 cm.) ve aynı günümüz
maymunlarındaki gibi erkek Australopithecus diflisinden çok daha iridir. Kafataslarındaki yüzlerce ayrıntı; birbirine
yakın gözler, sivri azı diflleri, çene yapısı, uzun kollar, kısa bacaklar gibi birçok
özellik, bu canlıların günümüz maymunlarından farklı olmadıklarını gösteren
delillerdir.
Bu konuda evrimcilerin ortaya attı¤ı
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
AUSTRALOPITHECUS
iddia ise, Australopithecuslar'ın, tam bir
maymun anatomisine sahip olmalarına
ra¤men, di¤er tüm maymunların aksine,
insanlar gibi dik yürüdükleridir. Ama
pek çok bilim adamı, Australopithecus'un iskelet yapısı üzerinde sayısız
arafltırma yapmıfl ve bu iddianın geçersizli¤ini ortaya koymufltur. ‹ngiltere ve
ABD'den dünyaca ünlü iki anatomist,
Lord Solly Zuckerman ve Prof. Charles
Oxnard'ın, Australopithecus örnekleri üzerinde yaptıkları çok genifl kapsamlı
çalıflmalar, bu canlıların iki
ayaklı olmadıklarını, günümüz maymunlarınınkiyle
aynı hareket flekline sahip
olduklarını göstermifltir. ‹ngiliz hükümetinin deste¤iyle, befl uzmandan oluflan bir
ekiple bu canlıların kemiklerini 15 yıl boyunca inceleyen Lord Zuckerman, kendisi de bir
evrimci olmasına ra¤men, Australopithecuslar'ın sadece sıradan bir maymun
türü oldukları ve kesinlikle dik yürümedikleri sonucuna varmıfltır.46
Bu konudaki arafltırmalarıyla ünlü
di¤er evrimci anatomist Charles E. Oxnard da Australopithecuslar'ın iskelet
yapılarını günümüz orangutanlarınınkine benzetmektedir.47
Australopithecus'un insanın atası sayılamayaca¤ı, son dönemde evrimci
kaynaklar tarafından da kabul edilmektedir. Ünlü Fransız bilim dergisi Science
et Vie, Mayıs 1999 sayısında bu konuyu
Harun Yahya (Adnan Oktar)
45
kapak yapmıfltır. Australopithecus afarensis türünün en önemli fosil örne¤i sayılan Lucy'i konu alan dergi, "Adieu
Lucy" (Elveda Lucy) bafllı¤ını kullanarak Australopithecus türü maymunların
insanın soy a¤acından çıkarılması gerekti¤ini yazmıfltır. St W573 kodlu yeni bir
Australopithecus fosili bulgusuna dayanarak yazılan makalede, flu cümleler yer
almaktadır:
Australopithecus
türleri, kafataslar›n›n
yan› s›ra iskelet yap›lar›
yönünden de günümüz
maymunlar›na büyük
benzerlik gösterirler.
Yeni bir teori Australopithecus cinsinin
insan soyunun kökeni olmadı¤ını söylüyor... St W573'ü incelemeye yetkili tek kadın arafltırmacının vardı¤ı sonuçlar, insanın atalarıyla ilgili güncel teorilerden
farklı; hominid soy a¤acını yıkıyor. Böylece bu soy a¤acında yer alan insan ve
do¤rudan ataları sayılan primat cinsi büyük maymunlar hesaptan çıkarılıyor...
Australopithecuslar ve Homo türleri (insanlar) aynı dalda yer almıyorlar, Homo
türlerinin (insanların) do¤rudan ataları,
hala keflfedilmeyi bekliyor. .48
Av›en akci¤er
(bkz. Kufl akci¤erlerinin kökeni)
BAKTER‹ KAMÇISI
Bakteri kamç›s›
Bakteri kamçısı, bazı bakteriler
tarafından sıvı bir ortamda hareket edebilmek için kullanılır. Organ, bakterinin
hücre zarına tutturulmufltur ve canlı, ritmik bir biçimde dalgalandırdı¤ı bu kamçıyı bir palet gibi kullanarak diledi¤i yön
ve hızda yüzebilir.
Bakterilerin kamçısı uzun zamandır
bilinmektedir. Ancak son 10 yıl içindeki
gözlemler, bu kamçının detaylı yapısını
ortaya çıkarınca bilim dünyası flaflkına
dönmüfltür. Çünkü kamçının, önceden
sanıldı¤ı gibi basit bir titreflim mekanizmasıyla de¤il, çok karmaflık bir "organik
motor" ile çalıfltı¤ı ortaya çıkmıfltır.
Bakterinin hareketli motoru, elektrik
motorlarıyla aynı mekanik özelli¤e sahiptir. ‹ki ana bölüm söz konusudur: Bir
hareketli kısım (rotor) ve bir dura¤an kısım (stator).
Bu organik motor, mekanik hareketler oluflturan di¤er sistemlerden farklıdır.
Hücre, içinde ATP molekülleri halinde
saklı tutulan hazır enerjiyi kullanmaz,
zarından gelen bir asit akıflından aldı¤ı
enerjiyi kullanır. Motorun kendi iç yapı-
sı ise ola¤anüstü derecede komplekstir.
Kamçıyı oluflturan yaklaflık 240 ayrı
protein vardır. Bunlar kusursuz bir mekanik tasarımla yerlerine yerlefltirilmifltir. Bilim adamları, kamçıyı oluflturan bu
proteinlerin motoru kapatıp açacak sinyalleri gönderdiklerini, atom boyutunda
harekete imkan sa¤layan mafsallar oluflturduklarını ya da kırbacı hücre zarına
ba¤layan proteinleri hareketlendirdiklerini belirlemifllerdir. Motorun iflleyiflini
basitlefltirerek anlatmak amacıyla yapılan modellemeler bile sistemin karmaflıklı¤ının anlaflılması için yeterlidir.
Sadece bakteri kamçısının bu kompleks yapısı dahi evrim teorisini çökertmek için yeterlidir. Çünkü kamçı hiçbir
flekilde basite indirgenemeyecek bir yapıdadır. Kamçıyı oluflturan moleküler
parçaların tek bir tanesi bile olmasa, ya
da kusurlu olsa, kamçı çalıflmaz ve dolayısıyla bakteriye hiçbir faydası olmaz.
Bakteri kamçısının ilk var oldu¤u andan
itibaren eksiksiz olarak ifllemesi gerekmektedir. Bu gerçek karflısında evrim teorisinin "kademe kademe geliflim" iddi-
Bu bir elektrik motorudur. Ama bu elektrik
motoru bir ev aletinde ya da tafl›tta de¤il,
bir bakterinin üzerinde yer al›r. Bakteriler
milyonlarca y›ld›r sahip olduklar› bu motor
sayesinde "kamç› ad› verilen organlar›n›
hareket ettirir ve su içinde yüzerler.
Bakteri kamç›s›n›n motoru 1970'lerde
keflfedilmifl ve bilim dünyas›n› flaflk›na çe virmifltir. Çünkü yaklafl›k 250 ayr› molekü ler parçadan oluflan bu "indirgenemez
kompleks" organ›n Darwin'in öne sürdü¤ü
rastlant› mekanizmalar› ile aç›klanmas›
imkans›zd›r.
47
48
BAKTER‹LER‹N KÖKEN‹
Ribozom (protein sentezi)
Sitoplazma
Kromozom (kal›t›m)
Tüycük
(ba¤lant›
noktas›)
Kapsül (koruma)
Mezozom
(hücre bölünmesi)
Hücre zar›
(tafl›ma)
Hücre
duvar›
Kamç›
(hareket)
asının anlamsızlı¤ı bir kez daha açıkça
ortaya çıkmaktadır. Nitekim bugüne kadar hiçbir evrimci biyolog, bakterinin
kamçısının kökenini açıklamayı denememifltir bile.
Bakteri kamçısı, evrimcilerin "en ilkel canlılar" saydı¤ı bakterilerde dahi
ola¤anüstü tasarımlar bulundu¤unu gösteren önemli bir gerçektir.
Bakterilerin kökeni
Bilinen en eski fosiller, yaklaflık 3.5
milyar yıl önce yaflamıfl olan bakterilerdir. Bu nedenle evrimciler, cansız maddelerin ilk olarak tek hücreli bakterileri
meydana getirdiklerini iddia ederler. ‹ddialarının devamında ise ilk bakterilerin
zaman içinde, yavafl yavafl çok hücreli
canlılara dönüfltüklerini, bu canlıların da
Evrimciler, canl›l›¤›n,
tesadüfler sonucunda
meydana gelen ilkel bir
bakteriden olufltu¤unu
öne sürerler. Ancak son
y›llarda bakterilerin
kompleks yap›lar›n›n
anlafl›lmas› ile bu
iddialar› kesin olarak
yalanlanm›flt›r.
günümüzdeki son derece kompleks bitki
ve hayvanların ataları olduklarını öne sürerler. Ancak bu iddialarının bilimsel
hiçbir delili olmadı¤ı gibi, evrimciler
cansız maddelerin nasıl olup da bakterileri oluflturdu¤unu açıklayamamaktadırlar.
Bakteriler, birçok bilim adamı tarafından yakın zamana kadar basit canlılar
olarak bilinmekteydi. Ancak yapılan detaylı arafltırmalar, bu canlıların çok küçük ve tek hücreli olmalarına ra¤men oldukça kompleks bir yapıya sahip olduklarını gösterdi.
Hemen hemen bütün bakteri türleri
koruyucu bir katman olan hücre duvarı
ile çevrilidir. Hücre duvarı bakteriye fleklini verir ve bakterinin çok farklı ortamlarda yaflayabilmesini sa¤lar. Bazı tür
bakterilerde kapsül adı verilen ve hücre
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
BAKTER‹LER‹N KÖKEN‹
duvarını dıfltan saran ince bir katman da
bulunmaktadır. Tüm bakterilerin hücre
duvarlarının içinde, elastik yapıdaki
hücre zarı vardır. Küçük yiyecek molekülleri bu zarın üzerindeki gözeneklerden hücrenin içine girer, ancak büyük
moleküller buradan geçemezler.
Zarın içinde yumuflak, jöle benzeri
bir yapısı olan sitoplazma bulunur. Sitoplazmada, "enzim" adı verilen proteinler bulunur. Enzimler yiyecekleri parçalayarak hücre için gerekli hammaddeyi
sa¤larlar.
Di¤er tüm canlı hücreleri gibi bakteri
hücreleri de DNA içerir. DNA, bir hücrenin büyümesini, üremesini ve di¤er
aktivitelerinin tamam›n› kontrol eder.
Bakteri hücresinde DNA sitoplazmada
serbestçe dolaflır. Prokaryotlar, yani çekirdeksiz hücreler dıflındaki tüm canlı
hücrelerinde DNA, sitoplazmadan bir
zarla ayrılan çekirde¤in içinde bulunur.
Ayrıca, bu küçük hücrelerin içerisinde yeryüzünde yaflamın süreklili¤ini
sa¤layan çok önemli biyokimyasal olaylar gerçekleflir. Bakteriler, yeryüzündeki
do¤al ekolojik sistemin iflleyiflinde çok
önemli görevleri yerine getirirler. Örne¤in bazı bakteri türleri, ölü bitki ve hayvan kalıntılarını parçalayarak, bunları
canlı organizmalar tarafından tekrar kullanılmak üzere temel kimyasal maddelere dönüfltürürler. Bazıları topra¤ın verimlili¤ini artırırlar. Bunlardan baflka;
sütü peynire dönüfltürmek, zararlı bakterilere karflı antibiyotik üretmek, vitamin
sentezi yapmak gibi çok önemli görevleri de yerine getirirler.
Harun Yahya (Adnan Oktar)
49
Bunlar, bakterilerin yerine getirdikleri sayısız görevden sadece birkaç tanesidir. Bütün bunları yapan bakterilerin genetik yapıları derinlemesine incelendi¤inde hiç de basit olmadıkları görülür.
Bir bakterinin DNA's› bile oldukça
komplekstir. Hepsi çok kesin ve anlaml›
bir dizilimle s›ralanm›fl olan en az 3 milyon birim içermektedir.49
Bakteri, sahip oldu¤u yüzlerce de¤iflik özelli¤in yan› s›ra üstün yarat›l›fl›
sergileyen bir DNA'ya sahpitir. Bilinen
en küçük bakteri olan
Bakteriler çok küçük ve
tek hücreli olmalar›na
ra¤men, oldukça
kompleks bir yap›ya
sahiptirler.
theta-x-174'ün DNA's›nda 5375 nükleotid bulunmaktad›r. (Nükleotidler, canl›larda kal›tsal özelliklerin tümünü denetleyen nükleik asitlerin yap› tafllar›d›r.)
Normal boyutlardaki bir bakteride ise
nükleotid say›s› 3 milyon kadard›r. 50
1900'lü y›llar›n bafl›ndan beri, üzerinde
çeflitli çal›flma ve araflt›rmalar yap›lan
ba¤›rsak bakterisi Escherichia coli'nin
ise tek bir kromozomunda 5.000 gen bulunmaktad›r. (Genler bir organa veya bir
proteine ait olan DNA üzerindeki parçalar›n oluflturdu¤u özel bölümlerdir.)
50
BAKTER‹LER‹N KÖKEN‹
ABD Bat› Ontario'da bulunan 1.9 milyon y›ll›k bakteri fosilleri. Bu fosiller bugün yaflayan
bakterilerle ayn› yap›dad›rlar.
Her bir bakterinin DNA's›nda kodlanm›fl bu bilgiler, bakterinin yaflamas›
için gereklidir ve bu bilgilerdeki herhangi bir de¤ifliklik, bakterinin tüm çal›flma
sistemini bozacak kadar önemlidir. 2-3
mikron büyüklü¤ündeki bu hücrenin
içinde bilgi tafl›yan bu sarmal›n uzunlu¤u ise 1.400 mikrondur. 51 (1 mikron,
0.001 mm.dir) Özel bir dizayn ile bu
müthifl bilgi zinciri, kendisinden binlerce
kat küçük bir organizman›n içine s›¤d›r›lm›flt›r.
Görüldü¤ü gibi bakterilerin gen flifrelerinde en ufak bir aksaklı¤›n olması
ya da çalıflma sistemlerinin bozu lması,
bakterilerin yaflayamamaları ve nesillerini devam ettirememeleri anlamına gelir.
Bunun sonucunda da ekolojik denge zincirinin çok kritik bir halkası kopmufl ve
canlılar alemindeki bütün dengeler alt
üst olmufl olur. Bu kompleks özellikler
göz önüne alındı¤ında, evrim teorisinin
iddia etti¤i gibi, bakterilerin ilkel hücreler olmadıkları anlaflılmaktadır.
Dahası evrimcilerin iddiasındaki gibi, bakterilerin evrimleflerek bitki ve
hayvan hücrelerine (ökaryotik hücrelere)
dönüflmesi de her türlü biyoloji, fizik ve
kimya kuralına aykırı bir olaydır. Evrim
teorisinin savunucuları bu imkansızlı¤ı
açıkça bilmelerine ra¤men, bu tutarsız
iddiayı savunmaktan vazgeçmezler. Örne¤in, ünlü evrimcilerden Prof. Ali Demirsoy, ilkel oldu¤u iddia edilen bakteri
hücrelerinin ökaryotik hücrelere dönüflemeyece¤ini flu sözleriyle itiraf eder:
Evrimde açıklanması en zor olan kademelerden biri de, bu ilkel canlılardan nasıl
olup da organelli ve karmaflık hücrelerin
meydana geldi¤ini bilimsel olarak açıklamaktır. Esasında bu iki form arasında gerçek bir geçifl formu da bulunamamıfltır.
Bir hücreliler ve çok hücreliler bu karmaflık yapıyı tümüyle taflırlar, herhangi bir
flekilde daha basit yapılı organelleri olan
ya da bunlardan birinin daha ilkel oldu¤u
bir gruba veya canlıya rastlanmamıfltır.
Yani taflınan organeller her haliyle geliflmifltir. Basit ve ilkel formları yoktur.52
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
BALIKLARIN KÖKEN‹
Bal›klar›n kökeni
Evrimciler Kambriyen devrinde ortaya çıkan omurgasız deniz canlılarının,
on milyonlarca yıllık bir zaman dilimi
içinde balıklara dönüfltü¤ünü iddia
ederler. Ancak Kambriyen devri omurgasızlarının hiçbir atası olmadı¤ı gibi,
bu omurgasızlar ile balıklar arasında bir
evrim oldu¤unu gösterebilecek hiçbir
ara geçifl formu da yoktur. (bkz. Kambriyen devri) Oysa iskeletleri olmayan ve
sert kısımları vücutlarının dıfl kısmında
yer alan omurgasızların, sert kısımları
vücutlarının ortasında yer alan kemikli
balıklara evrimleflmesi çok büyük bir
dönüflümdür ve çok sayıda ara form fosili bırakmıfl olması gerekir. Halbuki
tüm farklı balık kategorileri, fosil kayıtlarında bir anda ve hiçbir ataları olmadan ortaya çıkarlar.
Evrimciler bu hayali formları bulmak için 140 yıldır fosil tabakalarını alt
üst etmektedirler. Milyonlarca omurgasız fosili, milyonlarca balık fosili bulunmasına ra¤men, hiç kimse tek bir tane
bile ara form fosili bulamamıfltır. Ev-
Mezozoik devre ait bal›k fosili.
Fosil kay›tlar›, di¤er canl› s›n›flamalar› gibi
bal›klar›n da yeryüzünde aniden ve farkl›
yap›lar›yla ortaya ç›kt›¤›n› göstermektedir.
rimci paleontolog Gerald T. Todd, "Kemikli Balıkların Evrimi" bafllıklı makalesinde, bu gerçek karflısında evrimcilerin çaresizli¤ini gösteren flu soruları sıralar:
Kemikli balıkların her üç sınıfı da, fosil
tabakalarında aynı anda ve aniden ortaya çıkarlar... Peki ama bunların kökenleri nedir? Bu denli farklı ve kompleks
yaratıkların ortaya çıkmasını ne sa¤lamıfltır? Ve neden kendilerine evrimsel
bir ata oluflturabilecek canlıların izlerinden eser yoktur?53
Fosil kayıtları, di¤er canlı sınıflamaları gibi balıkların da yeryüzünde aniden
ve farklı yapılarıyla ortaya çıktı¤ını göstermektedir. Balıklar, arkalarında hiçbir
"evrim" süreci olmadan, kusursuz anatomileriyle bir anda yaratılmıfllardır.
Allah üstün güç sahibi Yarat›c›m›z'd›r.
51
Balinalar
tamamen kendilerine
özgü sistemlere sahiptirler.
‹çinde bulunduklar› ortama
en uygun özelliklere
sahip olarak
yarat›lm›fllard›r.
BAL‹NALARIN KÖKEN‹
Balinalar ve yunuslar, "deniz memelileri" olarak bilinen canlı grubunu olufltururlar. Bu canlılar memeli sınıflamasına dahildir, çünkü aynen karadaki memeliler gibi do¤urur, emzirir, akci¤erle
nefes alır ve vücutlarını ısıtırlar. Deniz
memelilerinin kökeni ise, evrimciler tarafından açıklanması en zor olan konulardan
birisidir. Ço¤u evrimci kaynakta,
ataları karada yaflayan deniz
memelilerinin, uzun bir evrim süreci sonucunda deniz
ortamına geçifl yapacak biçimde evrimlefltikleri öne
sürülür. Buna göre, sudan
karaya geçiflin tersine bir
yol izleyen deniz memelileri, ikinci bir evrim sürecinin
sonucu olarak tekrar su ortamına dönmüfllerdir. Oysa bu teori hiçbir
paleontolojik delile dayanmaz ve mantıksal yönden de çeliflkilidir.
Memeliler evrim basamaklarının en
üst kısmında yer alan canlılar olarak kabul edilirler. Durum bu iken, öncelikle
bu canlıların neden deniz ortamına geçtiklerinin açıklanması çok güçtür. Bir
sonraki soru ise bu canlıların deniz ortamına nasıl olup da balıklardan bile daha
iyi adapte olduklarıdır. Çünkü katil bali-
Harun Yahya (Adnan Oktar)
nalar, yunuslar gibi memeli ve dolayısıyla akci¤erli canlılar, suda solunum yapan
balıklardan bile daha mükemmel bir flekilde yafladıkları ortama uyum göstermektedirler.
Son yıllarda bu konudaki evrimci
çıkmaza çözüm gibi öne sürülen bazı fosiller ise, gerçekte evrim teorisine
hiç bir fley kazandırmamaktadır.
Söz konusu fosillerin ilki, Pakicetus
inachus'tur. Bu soyu
tükenmifl memeliye
ait fosiller, ilk kez
1983 yılında gündeme geldi. Fosili
bulan P. D. Gingerich ve yardımcıları,
canlının sadece kafatasını bulmufl olmalarına ra¤men, hiç çekinmeden onun bir
"ilkel balina" oldu¤unu iddia ettiler. Oysa fosilin "balina" olmakla yakındanuzaktan bir ilgisi yoktu. ‹skeleti, bildi¤imiz kurtlara benzeyen dört ayaklı bir yapıydı. Fosilin bulundu¤u yer, paslanmıfl
demir cevherlerinin de bulundu¤u ve
salyangoz, kaplumba¤a veya timsah gibi
kara canlılarının da fosillerini barındıran
bir bölgeydi; yani bir deniz yata¤ı de¤il
kara parçasıydı.
Peki dört ayaklı bir kara canlısı olan
bu fosil, neden "ilkel balina" olarak ilan
edilmiflti? Evrimci bir kaynak olan Nati-
53
54
BAL‹NALARIN KÖKEN‹
onal Geographic dergisinde bu sorunun
cevab› flöyle verilmektedir:
Di¤er kara memelilerinde hepsi bir arada bulunmayan, fark edilmesi zor, küçük
ipuçları; azı difllerindeki difl uçlarının
düzeni, orta kulakta yer alan bir kemikteki kıvrım ve kulak kemiklerinin kafatasındaki konumu...54
Oysa bu özellikler, Pakicetus ile balinalar arasında bir iliflki kurmak için kanıt olamaz:
• Öncelikle, National Geographic'in
"Di¤er kara memelilerinde hepsi birarada bulunmayan özellikler" ifadesini kullanırken dolaylı olarak da belirtti¤i gibi,
söz konusu özellikler baflka kara memelilerinde de vardır.
• Dahası, söz konusu özelliklerin hiçbirisi, bir evrimsel akrabalık iliflkisinin
delili olamaz. Canlılar arasında anatomik benzerliklerinden yola çıkılarak kurulmak istenen bu gibi teorik iliflkilerin
ço¤unun son derece çürük oldu¤unu ev-
rimciler de kabul etmektedirler. Pakicetus da farklı anatomik özellikleri bünyesinde barındıran özgün bir cinstir. Nitekim omurgalı paleontolojisinin otoritelerinden Carroll, Pakicetus'un da dahil
edilmesi gereken Mesonychid ailesinin
"garip karakterlerden oluflan bir kombinasyon gösterdi¤ini" belirtmektedir. Bu
tip "mozaik canlı"ların evrimsel bir ara
form sayılamayaca¤ını, Gould gibi önde
gelen evrimciler de kabul etmektedir.
Bilim yazarı Ashby L. Camp, "The
Overselling of Whale Evolution" (Balina
Evriminin Abartılı Propagandası) bafllıklı makalesinde, Pakicetus gibi kara memelilerinin de dahil oldu¤u Mesonychidler sınıfının, Archæoceteaların, yani soyu tükenmifl balinaların atası oldu¤u yönündeki iddianın çürüklü¤ünü flöyle
açıklar:
Evrimcilerin Mesonychidlerin, Archæocetealara dönüfltü¤ü konusunda kendilerinden emin davranmalarının nedeni,
gerçek soy ba¤lantısında yer alan bir tür
tanımlayamamalarına ra¤men, bilinen
Mesonychidler ve Archæocetealar arasında bazı benzerlikler olmasıdır. Ancak
bu benzerlikler, özellikle de (iki grup ara-
BAL‹NALARIN KÖKEN‹
sındaki) büyük farklılıklar ıflı¤ında, bir
ata iliflkisi iddia etmek için yeterli de¤ildir. Bu gibi karflılafltırmaların oldukça
subjektif olan do¤ası, flimdiye kadar pek
çok farklı memeli ve hatta sürüngen
grubunun balinaların atası olarak öne
sürülmüfl olmasından bellidir. 55
Balina evrimi flemasında Pakicetus'tan sonra gelen ikinci fosil canlı, Ambulocetus natans'tır. ‹lk kez 1994 yılında
Science dergisinde yayınlanan bir makaleyle duyurulan bu fosil de, evrimciler
tarafından zorlama yöntemiyle "balinalafltırılmak" istenen bir kara canlısıdır.
Ambulocetus natans terimi, Latince
ambulate (yürümek), cetus (balina) ve
natans (yüzmek) kelimelerinin birleflmesiyle oluflturulmufltur ve "yürüyen ve
yüzen balina" anlamına gelir. Canlının
yürüdü¤ü aflikardır, çünkü tüm di¤er
kara memelileri gibi onun da dört aya¤ı,
hatta bu ayaklara ba¤lı genifl pençeleri
ve arka pençelerinin ucunda toynakları
vardır. Ancak canlının bir taraftan da
suda yüzdü¤ü, daha do¤rusu yaflamını
hem karada hem de suda (amfibi flekilde) sürdürdü¤ü iddiasının, evrimcilerin önyargıları dıflında, hiçbir da-
yana¤ı yoktur. Gerçekte ne Pakicetus'un ne de Ambulocetus'un balinalarla
bir akrabalıkları bulundu¤una dair hiçbir kanıt yoktur. Bunlar sadece, teorilerine göre deniz memelileri için karada
yaflayan bir ata bulmak zorunda olan
evrimcilerin, bazı sınırlı benzerliklerden yola çıkarak belirledikleri "ata
adayları"dır. Bu canlıların, kendileriyle
çok yakın bir jeolojik devirde fosil kayıtlarında ortaya çıkan deniz memelileri
ile iliflkileri bulundu¤unu gösteren hiçbir kanıt bulunmamaktadır.
Hayali evrim flemasında Pakicetus
ve Ambulocetus'un ardından bazı gerçek deniz memelilerine geçilmekte ve
Procetus, Rodhocetus gibi Archæocetea
(soyu tükenmifl balina) türleri sıralanmaktadır. Söz konusu canlılar gerçekten
de suda yaflayan soyu tükenmifl memelilerdir. (‹lerleyen bölümlerde bunlara
da de¤inece¤iz.) Ancak Pakicetus ve
Ambulocetus ile bu deniz memelileri
arasında çok büyük anatomik farklılıklar vardır:
55
56
BAL‹NALARIN KÖKEN‹
• Dört ayaklı bir kara memelisi olan
Ambulocetus'ta omurga, le¤en (pelvis)
kemi¤inde bitmekte ve bu kemi¤e ba¤lı
güçlü bacak kemikleri uzanmaktadır. Bu
tipik bir kara memelisi anatomisidir. Balinalarda ise omurga kuyru¤a do¤ru kesintisiz devam eder ve le¤en kemi¤i bulunmaz. Nitekim Ambulocetus'tan 10
milyon yıl kadar sonra yafladı¤ı düflünülen Basilosaurus aynen bu anatomiye sahiptir. Yani tipik bir balinadır. Tipik bir
kara canlısı olan Ambulocetus ile tipik
bir balina olan Basilosaurus arasında ise
hiçbir "ara form" yoktur.
• Basilosaurus'un ve kaflalotun omurgalarının alt kısmında, omurgadan ba¤ımsız küçük kemikler yer alır. Bazı evrimciler bunların "küçülmüfl bacaklar"
Eocen devrine ait bilinen en
eski balinalar›n tipik bir örne¤i,
Zygorhiza kochi
oldu¤u iddiasındadır. Oysa sözkonusu
kemikler Basilosaurus'ta "çiftleflme konumunu almaya yardımcı olmakta", kaflalotta ise "üreme organlarına destek olmakta"dır. 56 Zaten oldukça önemli bir
fonksiyon üstlenmifl olan iskelet parçalarını, bir baflka fonksiyonun "körelmifl organı" olarak tanımlamak, evrimci önyargıdan baflka bir fley de¤ildir.
Sonuçta, deniz memelilerinin, kara
memelileri ile aralarında bir "ara form"
olmadan, özgün yapılarıyla ortaya çıktıkları gerçe¤i açıktır. Ortada bir evrim
zinciri yoktur. Robert Carroll, bu gerçe¤i
istemeden ve evrimci bir dille de olsa,
flöyle kabul eder: "Do¤rudan balinalara uzanan bir Mesonychid çizgisi tanımlamak mümkün de¤ildir."57
Balinalar›n atas›
konusu evrimci
otoriteler aras›nda
tart›flma konusudur.
Ancak baz›lar›, eski
bir etobur memeli
grubu olan
creodontlarda karar
k›lm›flt›r. Yanda,
creodontlar›n tipik bir
türü olan Sinopa.
Yukar›da bilinen en eski balina ve onun evrimcilere göre en yak›n atas›n›n fosilleri
görülmektedir. Görüldü¤ü gibi bu canl›lar aras›nda hiçbir benzerlik bulunmamaktad›r.
Evrimcilerin balinan›n atas› olarak gösterdikleri fosil bu denli ilgisiz bir canl›ya aittir.
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
BAL‹NALARIN KÖKEN‹
Biraz daha tarafsız bilim adamları
ise, evrimci kaynakların "yürüyen balina" olarak göstermek istedikleri canlıların gerçekte balinalarla ilgisi olmayan,
özgün bir canlı grubu oldu¤unu açıkça
kabul etmektedir. Balinalar konusunda
ünlü bir uzman olan Rus bilim adamı G.
A. Mchedlidze, bir evrimci olmasına
karflın, Pakicetus, Ambulocetus natans
ve benzeri dört ayaklı "balina atası adayları"nın bu flekilde tanımlanmasına katılmamakta ve onları tamamen izole bir
grup olarak tarif etmektedir.58
Bu noktaya kadar, deniz memelilerinin kara canlılarından evrimleflti¤i yönündeki evrimci senaryonun geçersizli¤ini özetledik. Bilimsel bulgular, bazı
evrimcilerin bu senaryonun bafllangıcına
yerlefltirdi¤i iki kara memelisi (Pakicetus ve Ambulocetus) ile deniz memelileri
arasında hiçbir ba¤ bulunmadı¤ını göstermektedir.
Senaryonun geri kalan kısm›nda da
evrim teorisi açmazdadır. Teori, bilimsel
sınıflamada Archæocetea (arkaik, yani
eski balinalar) olarak bilinen soyu tükenmifl özgün deniz memelileri ile, yaflayan
balina ve yunuslar arasında bir akrabalık
iliflkisi kurma çabasındadır. Oysa gerçekte konunun uzmanları farklı düflünmektedirler. Evrimci paleontolog Barbara J. Stahl flöyle yazar:
Bu Archæoceteaların kıvrak formdaki vücutları ve kendilerine özgü testere diflleri,
bunların muhtemelen herhangi bir balinan›n atası olamayaca¤ını açıkça ortaya
koymaktadır.59
Harun Yahya (Adnan Oktar)
Deniz memelilerinin kökeni konusundaki evrimci senaryo, moleküler biyolojinin bulguları açısından da çıkmaz
içindedir.
Klasik evrimci senaryo, balinaların
iki büyük grubunun, yani diflli balinaların
(Odontoceti) ve balenli balinaların
(Mysticeti) ortak bir atadan evrimleflti¤ini varsayar. Ama Brüksel Üniversitesi'nden Michel Milinkovitch yeni bir teoriyle bu görüfle karflı çıkmıfl, anatomik
benzerli¤e göre kurulan söz konusu varsayımın moleküler bulgular tarafından
çürütüldü¤ünü flöyle vurgulamıfltır:
Cetaceanların (balinaların) büyük grupları arasındaki evrimsel iliflkiler, morfolojik ve moleküler analizlerin çok farklı
sonuçlara varması nedeniyle, daha da
problemlidir. Morfolojik ve davranıflsal
bulgu bütünlerine bakılarak yapılan geleneksel yorumlama, ekolokasyona sahip
diflli balinaların (yaklaflık 67 tür) ve filtre
sistemiyle beslenen balen balinaların (10
tür) iki ayrı monofilotik (kendi içinde tek
kökenden gelen) grup oldu¤unu varsayar… Öte yandan, DNA üzerinde yapılan
filogenetik (evrimsel akrabalık) analizleri… ve amino asit karflılafltırmaları…
uzun zamandır kabul edilen bu sınıflandırmayla çeliflmektedir. Diflli balinaların
bir grubu, yani sperm balinaları, morfolojik yönden kendilerinden oldukça uzak
olan balen balinalarına di¤er odontocetlerden (diflli balinalardan) daha yakın
gözükmektedirler.60
Kısacası, deniz memelileri, kendilerinin yerlefltirilmek istendi¤i hayali evrim
flemalarının her birini yalanlamaktad›rlar.
57
58
BATHYBUS HAECKELII
Bathybus Haeckel››
(Haeckel çamuru)
Darwin zamanında canlı hücresinin
kompleks yapısı bilinmiyordu. Bu nedenle dönemin evrimcileri, canlılı¤ın nasıl ortaya çıktı¤ı sorusuna "rastlantılar
ve do¤al olaylar" cevabını vermenin çok
ikna edici oldu¤unu sanmıfllardı. Darwin
ilk hücrenin "küçük, ılık bir su birikintisinde" kolaylıkla oluflabilece¤ini öne
sürmüfltü. Darwin'in destekçilerinden
Alman biyolog Ernst Haeckel ise, bir
arafltırma gemisi tarafından okyanus dibinden çıkartılan bir çamur karıflımını
mikroskop altında incelemifl ve bunun
canlıya dönüflen cansız bir madde oldu¤unu iddia etmiflti. Bathybus Haeckelii
(Haeckel Çamuru) olarak anılan bu sözde "canlanan çamur", evrim teorisini ortaya atan kiflilerin canlılı¤ı ne denli basit
bir olgu olarak gördüklerinin bir ifadesiydi.
Oysa canlılı¤ın en küçük detayına
kadar inen 20. yüzyıl teknolojisi, hücrenin insano¤lunun karflılafltı¤ı en kompleks sistem oldu¤unu ortaya çıkardı.
(Ayrıca bkz. Hücre; DNA)
Behe, M›chael J.
Box: The Biochemical Challange to
Evolution (Darwin'in Kara Kutusu: Evrime Karfl› Biyokimyasal Zafer) adlı kitabında, canlı hücresinin ve di¤er bazı biyokimyasal yapıların indirgenemez
kompleks yapısını incelemekte ve bunların evrimle açıklanmasının imkansız oldu¤unu belirtmektedir.
Amerikalı biyokimyacı Prof. Michael J. Behe, materyalist bakıfl açısının etkisinde olmayan ve açık bir yargı ile düflünen bir bilim adamı olarak, bir Yaratıcının varlı¤ını hiç tereddüt etmeden kabul etmektedir. Canlılardaki "tasarımın",
yani yaratılıflın varlı¤ını kabul etmemekte direnen bilim adamlarını ise flöyle anlatmaktadır:
Son kırk yıl içinde, modern biyokimya,
hücrenin sırlarının önemli bir bölümünü
ortaya çıkardı. On binlerce insan, bu sırları bulmak için yaflamlarını laboratuvarlardaki uzun çalıflmalara adadılar...
Hücreyi arafltırmak için gerçeklefltirilen
tüm bu çabalar, çok açık bir biçimde, ba¤ıra ba¤ıra, tek bir sonucu veriyordu:
Prof. Michael J.
Behe ve kitab›
Darwin'in Kara
Kutusu
ABD'deki Lehigh Üniversitesi'nde
ünlü bir biyokimyacı olan Michael J.
Behe "indirgenemez komplekslik" kavramını bilim dünyasının gündemine taflıyan en önemli isimlerden biridir. Behe,
1996 yılında yayınlanan Darwin's Black
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
BENC‹L GEN KURAMI
59
"Tasarım!" Bu sonuç o denli belirgindi
ki, bilim tarihindeki en önemli bulufllardan biri olarak görülmeliydi... Ama aksine, hücrede keflfedilen kompleks yapı
karflısında, utangaç bir sessizlik hakim
oldu... Peki neden? Neden bilim dünyası,
keflfetti¤i büyük gerçe¤e sahip çıkmıyor?
Çünkü, bilinçli bir tasarımı kabul etmek,
ister istemez Allah'›n varlı¤ını kabul ettirmeyi ça¤rıfltırıyor onlara.61
Yukar›da görüldü¤ü gibi, Prof.
Michael Behe canlılardaki mükemmel
tasarımın Allah'›n varl›¤›n›n delillerini
sergiledi¤ini ifade etmektedir.
Bencil Gen kuram›
(Self›sh Gene theory)
Canlılarda görülen fedakar davranıfllar, evrimciler tarafından açıklanamayan
önemli bir konudur. (bkz. Fedakarlık
bölümü) Örne¤in, erkek ve difli penguenler, yavrularını adeta "ölümüne" korurlar. Erkek penguen, yavrusunu 4 ay
ayaklarının arasında hiç ara vermeden
tutar. Bu süre içinde yemek de yiyemez.
Difli penguen ise bu sırada denize giderek yavrusu için yemek arar ve topladı¤ı
yiyecekleri kursa¤ında taflır. Do¤ada
çok sayıda örne¤i görülen bu tür fedakar
davranıfllar evrim teorisinin temel iddialarını geçersiz kılmaktadır.
Nitekim ünlü evrimci Stephen Jay
Gould, do¤adaki fedakarlı¤ın evrim için
"can sıkıcı bir problem"62 oldu¤unu ifade eder. Evrimci Gordon R. Taylor da
Harun Yahya (Adnan Oktar)
Erkek ve difli penguenler, yavrular›n› adeta
"ölümüne" korurlar. Do¤ada çok say›da ör ne¤i görülen bu tür davran›fllar evrim teorisinin temel iddialar›n› geçersiz k›lmaktad›r.
60
BENC‹L GEN KURAMI
canlılardaki fedakarlık için: "evrim teorisine büyük engel teflkil etmektedir"
diyerek evrimcilerin karflı karflıya oldukları çıkmazı dile getirir. Çünkü do¤anın
fedakarlık, flefkat gibi bütünüyle manevi
ö¤eler içermesi, tüm do¤ayı maddenin
rastlantısal etkileflimleri olarak gören
materyalist bakıfl açısına kesin ve net bir
darbe vurmaktadır.
Ancak, evrim senaryolarının geçersizli¤ini kabullenmek istemeyen bazı evrimciler, "Bencil Gen Kuramı" diye
isimlendirdikleri bir iddia ortaya atmıfllardır. Öncülü¤ünü evrim teorisinin günümüzdeki en ateflli savunucularından
Richard Dawkins'in yaptı¤ı bu iddiaya
göre, canlıların fedakarlık gibi görünen
davranıflları aslında "bencillik"lerinden
kaynaklanmaktadır. Çünkü bu hayvanlar, evrimcilere göre fedakarlık yaparken, yardım ettikleri canlı veya canlıları
de¤il, genlerini düflünmektedirler. Yani
bir anne yavrusu için canını feda ederken, aslında kendi genlerini korumayı
amaçlamaktadır. Yavrusu kurtulursa
genlerini sonraki nesillere aktarabilme
imkanı daha fazla olacaktır. Bu anlayıfla
göre, insan da dahil olmak üzere, tüm
canlılar birer "gen makinası"dır. Ve her
canlının en önemli görevi, genlerini bir
sonraki nesle aktarabilmektir.
Evrimciler, canlıların nesillerini devam ettirme, genlerini gelecek nesillere
aktarma iste¤ine programlı olduklarını
ve bu nedenle bu programlarına uygun
davranıfllara sahip olduklarını söylerler.
Afla¤ıdaki alıntı, evrimcilerin hayvan
davranıflları için yaptıkları klasik açıklamaya bir örnek teflkil etmektedir:
Kendini tehlikeye atan bir davranıflın nedeni ne olabilir? Bazı fedakar davranıfllar bencil genlerden kaynaklanırlar. Kendini periflan edene kadar yavruları için
yiyecek arayan canlılar büyük bir ihtimalle genetik olarak programlanmıfl davranıfllar sergiliyorlar bunlar, ebeveynlerin yavrularda bulunan genlerinin bir
sonraki nesle aktarılmasını sa¤layan
davranıfllardır. Do¤ufltan ve içgüdüsel
olarak düflmana yönelik verilen bu karflılıklar, arafltırmacılara bir amaca yönelik
davranıfllar gibi görünebilir. Ancak bunlar aslında koku, ses, görüntü ve di¤er
ipuçları tarafından devreye sokulan davranıfl programlarıdır.63
Sonuç olarak evrimciler, canlıların
davranıfllarının ilk bakıflta maksatlı gibi
görünebilece¤ini; fakat aslında canlının
bunları bilerek, düflünerek bir amaca yönelik olarak de¤il, programlanmıfl olarak
yaptı¤ını söylemektedirler. Ama bu
programın kayna¤ı olarak gösterilen
genler, kodlanmıfl bir bilgi paketinden
ibarettir ve genlerin düflünme gibi bir yetenekleri de yoktur. Dolayısıyla e¤er bir
canlının geninde, onu fedakarlı¤a yönelten bir komut varsa, bu komutun kayna¤ı genin kendisi olamaz.
Bir canlının genlerinin, neslini devam ettirmek için fedakar davranıfllarda
bulunmaya programlanmıfl olması da, bu
canlının genlerini bu flekilde programlayan akıl ve bilgi sahibi bir Gücün varlı¤ını, dolayısıyla Allah'›n varlı¤ını açıkça
gösterir.
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
BEfi PARMAKLILIK HOMOLOJ‹S‹
Befl parmakl›l›k homolojisi
Evrimle ilgili hemen her kitapta "tetrapodlar"ın, yani karada yaflayan omurgalıların el ve ayak yapısı homolojiye
örnek gösterilir. Tetrapodların, ön ve arka ayaklarında befler parmak bulunur.
Bunlar her zaman tam bir parmak görünümünde olmasa da, kemik yapısı itibariyle "befl parmaklı" (pentadactyl) sayılır. Bir kurba¤anın, kertenkelenin, sincabın ya da maymunun el ve ayakları bu
yapıdadır. Hatta kuflların ve yarasaların
kemik yapıları da bu temel tasarıma uygundur. Evrimciler tüm bu canlıların tek
bir ortak atadan geldiklerini iddia etmektedirler ve beflparmaklılık olgusunu da
uzun zaman buna delil saymıfllardır. Bu
iddianın bilimsel bir geçerlili¤i olmadı¤ı
ise günümüzde anlaflılmıfl durumdadır.
Evrimciler bile, aralarında hiçbir evrimsel iliflki kuramadıkları farklı canlı
gruplarında befl parmaklılık özelli¤i oldu¤unu kabul etmektedir. Örne¤in ev-
Karada yaflayan omurgal› canl›lar›n hemen hepsinin el ve ayaklar›nda befl par makl› bir kemik yap›s›n›n bulunuflu, evrimci yay›nlarda on y›llard›r "Darwinizm'in
b ü y ü k k a n › t › " o l a r a k g ö s t e r i l m e k t e d i r . Oy s a s o n a r a fl t › r m a l a r b u k e m i k y a p › l a r › n › n ç o k f a r k l › g e n l e r t a r a f › n d a n k o n t r o l e d i l d i ¤ i n i o r t a y a ç› k a r m › fl t › r . B u n e d e n l e
bugün "befl parmakl›l›k homolojisi" varsay›m› çökmüfl durumdad›r.
Harun Yahya (Adnan
61
62
BEfi PARMAKLILIK HOMOLOJ‹S‹
rimci biyolog M. Coates, 1991 ve 1996
yıllarında yayınladı¤ı iki ayrı bilimsel
makaleyle, befl parmaklılık (pentadactyl) olgusunun, birbirinden ba¤ımsız
olarak iki ayrı kez ortaya çıktı¤ını belirtmektedir. Coates'e göre, befl parmaklı
yapı, hem Anthracosaurlarda hem de
amfibiyenlerde birbirinden ba¤ımsız
olarak ortaya çıkmıfltır.64 Bu bulgu, befl
parmaklılık olgusunun "ortak ata" varsayımına delil oluflturamayaca¤ının bir
göstergesidir. (bkz. Ortak ata)
Evrimci tezi bu konuda zora sokan
bir di¤er nokta da, söz konusu canlıların
hem ön hem de arka ayaklarının befler
parmaklı olmasıdır. Oysa evrimci literatürde ön ve arka ayakların tek bir "ortak
ayak"tan geldikleri öne sürülmemektedir
ve ayrı ayrı gelifltikleri varsayılmaktadır.
Dolayısıyla ön ve arka ayakların yapısının da, farklı rastlantısal mutasyonlar sonucu, farklı olması beklenmelidir. Michael Denton bu konudan flöyle söz eder:
Gördü¤ümüz gibi karada yaflayan tüm
omurgalıların ön ayakları aynı pentadactyl (befl parmaklı) dizayna sahiptir ve
bu da evrimci biyologlar tarafından, bu
canlıların ortak bir atadan geldikleri fleklinde yorumlanmaktadır. Ancak arka
ayaklarda da yine aynı pentadactyl tasarım vardır ve gerek kemik yapıları gerekse
embriyolojik geliflimleri yönünden ön
ayaklara çok benzerler. Ancak hiçbir evrimci, arka ayakların ön ayaklardan geldi¤ini ya da arka ve ön ayakların ortak
bir kaynaktan evrimleflti¤ini savunmamaktadır... Aslında, biyolojik bilgi arttıkça, canlılardaki benzerlikleri ortak ata-
dan geldikleri varsayımı ile açıklamak da
daha zayıf hale gelmektedir... Evrim adına
öne sürülen di¤er pek çok "dolaylı delil"
gibi, homolojiden gelen deliller de ikna
edici de¤ildir, çünkü çok fazla anormallikle, çok sayıda karflı-örnekle ve kabul edilmifl (evrimsel) tablo içine sı¤dırılamayan
pek çok olguyla karflılaflılmaktadır.65
Befl parmaklılık homolojisi konusundaki evrimci iddiaya asıl darbe ise, moleküler biyolojiden gelmifltir. Evrimci
yayınlarda uzunca bir zaman savunulan
"beflparmaklılık homolojisi" varsayımı,
bu parmak yapısına sahip (pentadactyl)
olan farklı canlılarda, parmak yapılarının çok farklı genler tarafından kontrol
edildi¤i anlaflıldı¤ında çökmüfltür. Evrimci biyolog William Fix, beflparmaklılık hakkındaki evrimci tezin çöküflünü
flöyle anlatır:
Evrim konusunda homoloji fikrine sıkça
baflvuran eski ders kitaplarında, farklı
hayvanların iskeletlerindeki ayakların yapısı üzerinde özellikle duruluyordu. Dolayısıyla bir insanın kolunda, bir kuflun ve
bir yarasanın kanatlarında bulunan pentadactyl (beflparmaklı) yapı, bu canlıların
ortak bir atadan geldiklerine delil sayılıyordu. E¤er bu de¤iflik yapılar, mutasyonlar ve do¤al seleksiyon tarafından zaman
zaman modifiye edilmifl aynı gen-kompleksi tarafından yönetiliyor olsalardı, bu
teorinin de bir anlamı olacaktı. Ama ne
yazık ki durum böyle de¤ildir. Homolog
organların, farklı türlerde tamamen farklı
genler tarafından yönetildi¤i artık bilinmektedir. Ortak bir atadan gelen benzer
genler üzerine kurulmufl olan homoloji
kavramı çökmüfl durumdadır. 66
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
1 9.
yüzyıl materyalistleri, o
dönemin ilkel bilim düzeyi
içinde büyük hararetle, evrenin sonsuzdan beri varoldu¤unu, yani yaratılmadı¤ını ve evrende hiçbir tasarım, plan, amaç olmadı¤ını, herfleyin tesadüf ürünü oldu¤unu savunmufllardır. Fakat bu iddiaları 20. yüzyıldaki bilimsel bulgular tarafından yıkılmıfltır.
1929 yılında Amerikalı astronom Edwin Hubble'ın ortaya koydu¤u 'evrenin
geniflledi¤i' gerçe¤i, yeni bir evren modelini do¤urdu. Evren geniflledi¤ine
göre, zamanda geriye do¤ru gidildi¤inde çok daha küçük bir evren, daha da
geriye gitti¤imizde "tek bir nokta" ortaya çıkıyordu. Yapılan hesaplamalar,
evrenin tüm maddesini içinde barındıran bu "tek nokta"nın, korkunç çekim
gücü nedeniyle "sıfır hacme" sahip
olaca¤ını gösterdi. Evren, sıfır hacme
sahip bu noktanın patlamasıyla ortaya
çıkmıfltı. Bu patlamaya "Big Bang"
(Büyük Patlama) adı verildi ve bu teori
de aynı isimle tanındı.
Big Bang'in gösterdi¤i önemli bir
gerçek vardı: Sıfır hacim "yokluk" anlamına geldi¤ine göre, evren "yok"
iken "var" hale gelmiflti. Bu ise, evrenin bir bafllangıcı oldu¤u anlamına
geliyor ve böylece materyalizmin "evren sonsuzdan beri vardır" varsayımını geçersiz kılıyordu. 1920'li yıllardan
itibaren evrenin yapısı hakkında elde
edilen bilgiler, evrenin belirli bir zaman önce bir "Büyük Patlama" (Big
Bang) ile yoktan var hale geldi¤ini is-
patlamıfltır. Yani evren sonsuz de¤ildir, Allah evreni yoktan yaratm›flt›r.
Fakat bu gerçek pek çok materyalist
bilim adamının hiç hofluna gitmemifltir.
Ünlü ateist felsefeci Anthony Flew, bu
konuda flunları söylemektedir:
‹tiraflarda bulunmanın insan ruhuna
iyi geldi¤ini söylerler. Ben de bir itirafta bulunaca¤ım: Big Bang modeli,
bir ateist açısından oldukça sıkıntı
vericidir. Çünkü bilim, dini kaynaklar
tarafından savunulan bir iddiayı ispat etmifltir: Evrenin bir bafllangıcı
oldu¤u iddiasını. Ben hala ateizme
inanıyorum, ama bunu Big Bang
karflısında savunmanın pek kolay ve
rahat bir durum olmadı¤ını itiraf etmeliyim.67
Big Bang'in di¤er bir önemi ise patlamanın ardından ortaya çıkan mükemmel düzenden kaynaklanmaktadır. Evreni inceledi¤imizde; evrenin
yo¤unlu¤u, geniflleme hızı, yıldız sistemlerinin ve galaksilerin tasarımı, çekim güçleri, yörüngeleri, hareket biçimleri, hızları, içerdikleri madde miktarı ve daha sayısız detayın son derece ince hesaplar ve hassas dengeler
üzerine kurulu oldu¤unu görürüz. Aynı
flekilde evrende yer alan Dünyamız,
çevresini saran atmosfer, insanın yaflamına en uygun yapıdaki yeryüzü,
bunların tümü ola¤anüstü bir tasarımın örnekleridir. Bu hesaplarda ve
dengelerdeki çok ufak bir oynama,
tüm evrenin ve Dünya'nın darmada¤ın
olmasına yeterlidir.
64
B‹LG‹ TEOR‹S‹
Bilindi¤i gibi patlamalar düzen de¤il,
düzensizlik, da¤ınıklık ve yıkım meydana getirirler. Big Bang de bir patlama oldu¤una göre, beklenmesi gereken, bu
patlamanın ardından maddenin uzay
bofllu¤unda "rastgele" da¤ılması olacaktır. Fakat büyük patlamanın ardından
böyle rastgele bir da¤ılma olmamıfl ve
madde evrenin belirli noktalarında birikip galaksileri, yıldızları, yıldız sistemlerini, Günefl'i, Dünya'yı ve üzerindeki
bitkileri, hayvanları, insanları oluflturmufltur. Bu durumun tek bir açıklaması
vardır: Big Bang gibi bir patlamanın ardından böyle bir düzenin meydana gelmesi ancak olayın her anını yönlendiren
bilinçli bir müdahale sonucunda gerçekleflebilir. Bu da evreni yoktan var eden
ve onun her anını kontrolü ve hakimiyeti
altında bulunduran Allah'ın kusursuz yaratmasıdır.
Bilgi teorisi
Bilgi teorisi, evrendeki bilginin yapısını ve kökenini arafltırır. Bilgi teorisyenlerinin uzun arafltırmaları sayesinde
varılan sonuç ise fludur: "Bilgi, maddeden ayrı bir fleydir. Maddeye asla indirgenemez. Bilginin ve maddenin kayna¤ı
ayrı ayrı arafltırılmalıdır."
Örne¤in bir kitap ka¤ıttan, mürekkepten ve içindeki bilgiden oluflur. Fakat, ka¤ıt ve mürekkep maddesel birer
unsurdurlar. Kaynakları da yine maddedir: Ka¤ıt selülozdan, mürekkep ise çeflitli kimyasallardan yapılır. Ama kitapta-
ki bilgi, maddesel bir fley de¤ildir ve
maddesel bir kayna¤ı olamaz. Her kitaptaki bilginin kayna¤ı, o kitabı yazmıfl
olan yazarın zihnidir.
Dahası bu zihin, ka¤ıt ve mürekkebin
nasıl kullanılaca¤ını da belirler. Bir kitap, önce o kitabı yazan yazarın zihninde
oluflur. Yazar zihninde mantıkları kurar,
cümleleri dizer. Bunları ikinci aflamada
maddesel bir flekle sokar. Yani bir daktilo ya da bilgisayar kullanarak zihnindeki
bilgiyi harflere dönüfltürür. Sonra da bu
harfler matbaaya girerek ka¤ıt ve mürekkepten oluflan kitaba dönüflürler.
Buradan da flu genel sonuca varabiliriz: "E¤er bir madde bilgi içeriyorsa, o
zaman o madde, söz konusu bilgiye sahip olan bir akıl tarafından düzenlenmifltir. Önce bir akıl vardır. O akıl, sahip oldu¤u bilgiyi maddeye dökmüfl ve ortaya
bir tasarım çıkarmıfltır."
Canlıların DNA'larında da son derece kapsamlı bir bilgi bulunur. Milimetrenin yüz binde biri kadar küçük bir yerde,
bir canlı bedeninin bütün fiziksel detaylarını tarif eden adeta bir "bilgi bankası"
vardır. Dahası canlı vücudunda bir de bu
bilgiyi okuyan, yorumlayan ve buna göre "üretim" yapan bir sistem bulunur.
Bütün canlı hücrelerinin DNA'sında bulunan bilgi, çeflitli enzimler tarafından
"okunur" ve bu bilgiye göre protein üretilir. Vücudumuzda her saniye ihtiyaca
uygun olarak milyonlarca protein üretilir. Bu sistem sayesinde, ölen göz hücrelerimiz yine göz hücreleri, kan hücrelerimiz yine kan hücreleri ile yenilenirler.
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
B‹LG‹ TEOR‹S‹
DNA'daki bilginin
rastlant›larla ve do¤al
süreçlerle ortaya ç›kmas›
imkans›zd›r.
Harun Yahya (Adnan Oktar)
65
66
B‹LG‹ TEOR‹S‹
20. yüzyılda yapılan bütün bilimsel
arafltırmalar, bütün deney sonuçları ve
bütün gözlemler, DNA'daki bilginin,
materyalistlerin iddia etti¤i gibi, maddeye indirgenemeyece¤ini ortaya çıkarmıfltır. Bir baflka deyiflle, DNA'nın sadece
bir madde yı¤ını oldu¤u ve içerdi¤i bilginin de maddenin rastgele etkileflimleri
ile ortaya çıktı¤ı kesinlikle reddedilmektedir.
Alman Federal Fizik ve Teknoloji
Enstitüsü'nün yöneticisi Prof. Dr. Werner Gitt, bu konuda flunları söyler:
Bir kodlama sistemi, her zaman için zihinsel bir sürecin ürünüdür. Bir noktaya
dikkat edilmelidir; madde bir bilgi kodu
üretemez. Bütün deneyimler, bilginin ortaya çıkması için, özgür iradesini, yargısını ve yaratıcılı¤ını kullanan bir aklın
var oldu¤unu göstermektedir... Maddenin
bilgi ortaya çıkarabilmesini sa¤layacak
hiçbir bilinen do¤a kanunu, fiziksel süreç
ya da maddesel olay yoktur... Bilginin
madde içinde kendi kendine ortaya çıkmasını sa¤layacak hiçbir do¤a kanunu ve
fiziksel süreç yoktur.68
Werner Gitt'in sözleri, aynı zamanda,
son 20-30 yıl içinde geliflen ve termodinami¤in bir parçası olarak kabul edilen
"Bilgi Teorisi"nin vardı¤ı sonuçlardır.
Evrim teorisinin yaflayan en önde gelen
savunucularından biri olan George C.
Williams, ço¤u materyalistin ve evrimcinin görmek istemedi¤i bu gerçe¤i kabul
eder. Williams, materyalizmi uzun yıllar
boyu katı bir biçimde savunmasına ra¤men 1995 tarihli bir yazısında, herfleyin
madde oldu¤unu varsayan materyalist
(indirgemeci) yaklaflımın yanlıfllı¤ını
flöyle ifade eder:
Evrimci biyologlar, iki farklı alan üzerinde çalıflmakta olduklarını flimdiye kadar
fark edemediler; bu iki alan madde ve
bilgidir... Bu iki alan, "indirgemezcilik"
olarak bildi¤imiz formülle asla biraraya
getirilemezler... Genler, birer maddesel
obje olmaktan çok, birer bilgi paketçi¤idir... Biyolojide genler, genotipler ve gen
havuzları gibi kavramlardan söz etti¤inizde, bilgi hakkında konuflmufl olursunuz, fiziksel objeler hakkında de¤il... Bu
durum, bilginin ve maddenin varoluflun
iki farklı alanı oldu¤unu göstermektedir
ve bu iki farklı alanın kökeni de ayrı ayrı
arafltırılmalıdır.69
Evrimciler yazılarında bazen çaresizliklerini itiraf ederler. Bu konudaki açık
sözlü otoritelerden biri, ünlü Fransız zoolog Pierre Grassé'dir. Grassé, bir materyalist ve evrimcidir, ancak Darwinist teorinin çıkmazlarını açıkça itiraf eder.
Grassé'ye göre Darwinci açıklamayı geçersiz kılan en önemli gerçek, hayatı
oluflturan bilgidir:
Herhangi bir canlı organizma, inanılmaz
derecede büyük bir "akıl" içerir. Bu, insanların en büyük mimari eserleri olan
katedralleri infla etmek için kullandıklarından çok daha büyük bir akıldır. Bugün
bu akla "bilgi" (enformasyon) diyoruz,
ama anlam hala aynıdır. Bu bilgi bir bilgisayarda programlanmamıfltır, ama bilgisayardakinden çok daha dar bir yere,
DNA'daki kromozomlara ya da her hücredeki farklı organellere sıkıfltırılmıfltır.
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
B‹REYOLUfi SOYOLUfiUN TEKRARIDIR
Bu "akıl", hayatın "olmazsa olmaz" flartıdır. Peki ama bunun kayna¤ı nedir?...
Bu, hem biyologları hem de filozofları ilgilendiren bir sorudur ve bilim bunu asla
çözemeyecek gibi durmaktadır.70
Pierre Grassé'nin, "bilim bu soruyu
asla çözemeyecek gibi durmaktadır"
fleklindeki ifadesinin aksine,yapılan bütün bilimsel çalıflmalar materyalist felsefenin varsayımlarını geçersiz kılmakta
ve bir Yaratıcının yani Allah'›n apaç›k
varlı¤ını ispatlamaktadır.
Bireyolufl Soyoluflun
Tekrar›d›r (Ontogeny
Recap›tulates Phylogeny)
yüzyılın sonlarında ortaya attı¤ı teoridir.
"Rekapitülasyon" terimi, bu teorinin
özet olarak ifade ediliflidir. Haeckel, canlı embriyolarının geliflim süreçleri sırasında sözde atalarının geçirmifl oldukları
evrimsel süreci tekrarladıklarını iddia
ediyordu. Örne¤in insan embriyosunun
anne karnındaki geliflimi sırasında önce
balık, sonra sürüngen özellikleri gösterdi¤ini, en son olarak da insana dönüfltü¤ünü öne sürüyordu. Oysa ilerleyen yıllarda bu teorinin tamamen hayal ürünü
bir senaryo oldu¤u ortaya çıkmıfltır. Evrimciler de bunu kabul ederler. American Scientist'te yayınlanan bir makalede
flöyle denmektedir:
teorisi
Evrimci biyolog Ernst Haeckel'in 19.
Harun Yahya (Adnan Oktar)
Biyogenetik yasası (Rekapitülasyon Teorisi) artık tamamen ölmüfltür. 1950'li
yıllarda ders kitaplarından çıkarıldı. As-
67
68
B‹REYOLUfi SOYOLUfiUN TEKRARIDIR
lında bilimsel bir tartıflma olarak 20'li
yıllarda sonu gelmiflti.71
Ernst Haeckel, ortaya attı¤ı rekapitülasyon teorisini desteklemek için
sahte çizimler yapmıfl; balık ve insan
embriyolarını birbirine benzetmeye
çalıflmıfltır. Sahtekarlı¤ının ortaya çıkmasından sonra yaptı¤ı savunma ise,
di¤er evrimcilerin de benzeri sahtekarlıklar yaptı¤ını belirtmekten baflka
bir fley olmamıfltır:
Bu yaptı¤ım sahtekarlık itirafından
sonra kendimi ayıplanmıfl ve kınanmıfl
olarak görmem gerekir. Fakat benim
avuntum fludur ki; suçlu durumda yanyana bulundu¤umuz yüzlerce arkadafl,
birçok güvenilir gözlemci ve ünlü biyolog vardır ki, onların çıkardıkları en
iyi biyoloji kitaplarında, tezlerinde ve
dergilerinde benim derecemde yapılmıfl sahtekarlıklar, kesin olmayan bilgiler, az çok tahrif edilmifl, flematize
edilip yeniden düzenlenmifl flekiller bulunuyor.72
Haeckel'in sahte çizimleri
HAECKEL'‹N EMBR‹YOLARI:
SAHTEKARLIK YEN‹DEN
KEfiFED‹LD‹
Ünlü bilim dergisi Science , 5 Eylül
1997 tarihli say›s›nda, Haeckel'in
embriyo çizimlerinin bir sahtekarl›k
ürünü oldu¤unu aç›klayan bir makale
yay›nlad›. Makalede embriyolar›n ger çekte birbirlerinden çok farkl› oldu¤u
anlat›l›yordu.
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
Bitki hücresinin kökeni
B
itkilerin ve hayvanların hücreleri, "ökaryot" olarak bilinen hücre tipini oluflturur. Ökaryot hücrelerin en belirgin özellikleri, bir hücre çekirde¤ine sahip olmaları ve genetik bilgilerini kodlayan DNA molekülünün de bu çekirde¤in içinde yer almasıdır. Öte yandan bakteriler gibi bazı tek hücreli canlıların ise hücre çekirde¤i yoktur ve DNA molekülü hücre
içinde serbest haldedir. (bkz. Bakteri) Bu ikinci tip hücrelere "prokaryot" hücre adı verilir. (bkz. Hücre) Bu hücre yapısı, bakteriler için ideal bir tasarımdır;
çünkü bakteri popülasyonlarının yaflamları açısından son derece önemli bir
ifllem olan "plasmid transferi" (hücreden hücreye yapılan DNA aktarımı),
prokaryot hücrenin serbest DNA yapısı sayesinde mümkün olur.
Evrim teorisi ise, canlılı¤ı "ilkelden geliflmifle" do¤ru bir sıralamaya yerlefltirmek zorunda oldu¤u için, prokaryotların "ilkel" hücreler oldu¤unu, ökaryotların ise bu hücrelerden evrimleflti¤ini varsaymaktadır.
Bu iddianın tutarsızlı¤ına geçmeden önce, prokaryot hücrelerin hiç de "ilkel" olmadı¤ını belirtmekte yarar vardır. Bir bakterinin 2.000 civarında geni
vardır. Her bir gen ise 1.000 kadar harf (flifre) içerir. Bu da bakterinin
DNA'sındaki bilginin en az 2 milyon harf uzunlu¤unda olması demektir. Bu
hesaba göre tek bir bakterinin DNA'sının içerdi¤i bilgi, her biri 100 bin kelimelik 20 romana denktir. 73
‹flte her bir bakterinin DNA'sında kodlu bu bilgilerdeki herhangi bir de¤ifliklik, bakterinin tüm çalıflma sistemini bozabilir. Bu durum, bakterinin ölümü
anlamına gelir.
Rastlantısal de¤iflikliklere karflı koyan bu hassas yapı yanında, bakteriler
ile ökaryot hücreler arasında hiçbir "ara form" bulunmayıflı da, evrimcilerin
iddiasını temelsiz kılmaktadır. Evrimci Prof. Ali Demirsoy, bakteri hücrelerinin ökaryot hücrelere ve bu hücrelerden oluflan kompleks canlılara dönüflmesi senaryosunun temelsiz oldu¤unu flu sözleriyle itiraf eder:
Evrimde açıklanması en zor olan kademelerden biri de bu ilkel canlılardan, nasıl olup da organelli ve karmaflık hücrelerin meydana geldi¤ini bilimsel olarak açıklamaktır. Esasında bu iki form arasında gerçek bir geçifl
formu da bulunamamıfltır. Bir hücreliler ve çok hücreliler bu karmaflık yapıyı tümüyle taflırlar, herhangi bir flekilde daha basit yapılı organelleri
olan ya da bunlardan birinin daha ilkel oldu¤u bir gruba veya canlıya
rastlanmamıfltır. Yani taflınan organeller her haliyle geliflmifltir. Basit ve
ilkel formları yoktur.74
Bakteri hücresi ile bitki hücresi
arasındaki büyük yapısal farklılıklara
bakıldı¤ında, böyle bir dönüflümün
imkansızlı¤ı da açıkça görülmektedir:
1) Bakteri hücresinin hücre duvarı,
polisakkarid ve proteinden oluflurken,
bitki hücresinin hücre duvarı bunlardan tamamen farklı bir yapı olan selülozdan oluflur.
2) Bitki hücresinde zarla çevrili,
son derece kompleks yapılara sahip
pek çok organel varken, bakteri hücresinde hiç organel yoktur. Bakteri hücresinde sadece serbest halde dolaflan
çok küçük ribozomlar vardır. Bitki
hücresindeki ribozomlar ise daha büyüktür ve zarlara ba¤lıdır. Ayrıca her
iki ribozom tipi de farklı yollarla protein sentezi gerçeklefltirir.75
3) Bakteri hücresindeki ve bitki
hücresindeki DNA'ların yapıları birbirlerinden farklıdır.
4) Bitki hücresindeki DNA molekülü çift katlı bir zarla korunurken,
bakteri hücresindeki DNA molekülü
hücre içerisinde serbest durmaktadır.
5) Bakteri hücresindeki DNA molekülü biçim olarak kapalı bir ilmik
görünümündedir, yani daireseldir. Bitki hücresindeki DNA molekülü ise
do¤rusal biçimdedir.
6) Bakteri hücresindeki DNA molekülü tek bir hücreye ait bilgiler taflırken, bitki hücresindeki DNA molekülü, bitkinin tümüne ait bilgileri taflır.
Örne¤in meyveli bir a¤acın kökleri,
gövdesi, yaprakları, çiçekleri ve meyvesine ait tüm bilgiler, a¤acın tüm
hücrelerinin her birinin çekirde¤indeki
DNA'da ayrı ayrı bulunmaktadır.
7) Bazı bakteri türleri fotosentetiktir, yani fotosentez yaparlar. Ancak
bitkilerden farklı olarak bakteriler hidrojen sülfit ile sudan ziyade, baflka bileflikleri kırar ve oksijen gazı salmazlar. Ayrıca fotosentetik bakterilerde
(örne¤in cyano bakterisinde) klorofil
ve fotosentetik pigmentler, kloroplast
Prokaryot hücrelerin (solda), zaman içinde ökaryot hücrelere (sa¤da) dö nüfltü¤ü yönündeki evrimci varsay›m, hiçbir bilimsel temele sahip de¤ildir.
Yeryüzünde yaflam›n temelini
bitkiler oluflturur. Bitkiler
hem besin üretmeleri, hem
de atmosferdeki oksijeni sa¤lamalar› nedeniyle, canl›l›¤›n
vazgeçilmez flartlar›ndand›r.
içinde bulunmazlar. Bunlar hücrenin
içinde çeflitli zarların içine gömülü
olarak da¤ılmıfllardır.
8) Bakteri hücresi ile bitki/hayvan
hücresindeki mesajcı RNA'ların biyokimyasal yapıları birbirlerinden oldukça farklıdır.76
Hücrenin yaflayabilmesinde mesajcı RNA son derece hayati bir görev
üstlenmifltir. Ancak mesajcı RNA hem
ökaryot hem de prokaryot hücrelerde
aynı hayati görevi üstlenmifl olmasına
ra¤men, biyokimyasal yapıları birbirlerinden farklıdır. Science dergisinde
yayınlanan bir makalesinde Darnell
konuyla ilgili olarak flöyle yazar:
rinin sahip oldukları ortak yönler olmasına ra¤men, bu yapılar genel olarak birbirlerinden oldukça farklıdır.
Bu farklılıklar ve hiçbir fonksiyonel
"ara form"un mümkün olmaması, bitki
hücresinin bakteri hücresinden evrimleflti¤i iddiasını bilimsel yönden geçersiz kılmaktadır.
Nitekim Prof. Ali Demirsoy da,
"karmaflık hücreler hiçbir zaman ilkel
hücrelerden evrimsel süreç içerisinde
geliflerek meydana gelmemifltir" diyerek bu gerçe¤i kabul eder.78
Mesajcı RNA oluflumunun biyokimyasında ökaryotlar ve prokaryotlar kıyaslandı¤ında fark o kadar büyüktür
ki, prokaryot hücreden ökaryot hücreye evrim olası de¤ildir.77
Yukarıda birkaç örne¤ini verdi¤imiz bakteri ve bitki hücreleri arasındaki büyük yapısal farklılıklar, evrimci
biyologları büyük çıkmaza sokmaktadır. Bazı bakterilerin ve bitki hücrele-
Günümüzde yaflayan benzerlerinden farks›z
bir yap›da olan 25 milyon y›ll›k bitki fosili.
72
B‹YOGENET‹K YASASI
Biyogenetik Yasas›
(bkz. Bireyolufl Soyoluflun Tekrarıdır
teorisi)
Biyogenez
(B›ogenes›s) görüflü
Darwin'in Türlerin Kökeni adlı kitabını yazdı¤ı dönemde, bakterilerin cansız maddelerden oluflabildikleri inancı,
bilim dünyasında yaygın bir kabul görüyordu. (bkz. Abiyogenez görüflü) Oysa
Darwin'in kitabının yayınlanmasından
befl yıl sonra, ünlü Fransız biyolog Louis
Pasteur, evrime temel oluflturan bu inancı kesin olarak çürüttü.79 Pasteur, yaptı¤ı
uzun çalıflma ve deneyler sonucunda
vardı¤ı sonucu flöyle özetlemiflti:
Cansız maddelerin hayat oluflturabilece¤i iddiası artık kesin olarak tarihe gömülmüfltür.80
Pasteur'ün "hayat ancak hayattan gelir" görüflü, biyogenesis olarak ifade edilir.
Evrim teorisinin savunucuları, Pasteur'ün bu bulgularına karflı uzun süre direndiler. Ancak geliflen bilim, canlı hücresinin karmaflık yapısını ortaya çıkardıkça, hayatın kendili¤inden oluflabilece¤i iddiası giderek daha büyük bir çıkmaz içine girdi.
Boudreaux, Edward
New Orleans Üniversitesi'nde kimya
profesörü. Evrim teorisinin bilim d›fl› bir
iddia oldu¤unu kabul eden Edward Boudreaux, 5 Temmuz 1998'de Bilim Arafltırma Vakfı'nın düzenledi¤i "Evrim Teorisinin Çöküflü: Yaratılıfl Gerçe¤i" bafllıklı uluslararası bir konferansa katılmıfltır. Bu konferansta yaptı¤ı "Kimyadaki
Dizayn" bafllıklı konuflmasında, yaflamın
ortaya çıkabilmesi için gerekli olan kimyasal elementlerin yaratılıflla düzenlenmifl olduklarından söz etmifl ve flöyle demifltir:
‹çinde yafladı¤ımız dünya ve bu dünyanın
kanunların›, biz insanların yaflamalarına
en uygun biçimde Allah yaratmıfltır.81
Böceklerin kökeni
Evrimci biyologlar kuflların kökeniyle ilgili olarak, "ön ayakları ile sinek avlamaya çalıflan bazı sürüngenlerin kanatlanarak kufllara dönüfltü¤ünü" iddia
ederler. "Cursorial teori" olarak bahsedilen bu spekülatif teoriye göre, söz konusu sürüngenler sinek avlamaya çalıflırken ön ayakları zamanla kanatlara dönüflmüfltür. (bkz. Cursorial teori) Hiçbir
bilimsel bulguya dayanmayan bu teoriyle ilgili en önemli nokta ise, zaten uçmakta olan sineklerin nasıl kanatlandıklarıdır. Sinekler sınıflamasını da içine
alan böcekler bu bakımdan evrimciler
açısından bir çıkmaz daha oluflturur.
Böcekler, canlı sınıflamasında, arthropodlar (eklem bacaklılar) filumunun
içinde yer alan Insecta alt-filumunu
olufltururlar. En eski böcek fosilleri, Devonian devrine aittir. Daha sonraki
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
BÖCEKLER‹N KÖKEN‹
73
320 milyon y›ll›k bu hamam böce¤i fosili ile günümüzde yaflayan örnekleri aras›nda fark yok tur. Sa¤da ise 145 milyon y›ll›k sinek fosili.
Pennsylavanian devrinde ise çok sayıda kökeni) Bu nedenle evrimci bir bilim
farklı böcek türü bir anda ortaya çıkar. adamı olan Paul Pierre Grassé, "böcekleÖrne¤in hamamböcekleri aniden ve bu- rin kökeni konusunda tam bir karanlık
günkü yapılarıyla belirir. Amerikan Do- içindeyiz" demektedir.84 Sonuç olarak,
¤a Tarihi Müzesi'nden Betty Faber, "350 böceklerin kökeni, açıkça yaratılıflı do¤milyon yıl öncesine ait hamamböce¤i fo- rulamaktadır.
sillerinin bugünkülerle aynı oldu¤unu" bildirmektedir.82
Örümcek, kene ve kırkayak gibi
canlılar gerçekte böcek de¤ildir, ama
ço¤unlukla böcek olarak anılır.
"American Association for the Advancement of Science"ın 1983'teki
yıllık toplantısında, bu canlılarla ilgili çok önemli fosil bulguları sunulmufltur. Örümcek, kene ve kırkayaklara ait olan 380 milyon yıllık bu fosillerin en ilginç özelli¤i ise, yaflayan
örneklerinden farksız olufludur. Bulguları inceleyen bilim adamlarından
biri, fosiller hakkında "sanki dün ölmüfl gibiler" yorumunu yapmıfltır.83
Kusursuz tasarıma sahip bu canlıların, yeryüzünde bir anda ortaya
Amber (reçine) içinde kalarak fosilleflmifl 35 milyon y›lçıkmalarının elbette evrimle açıklanl›k sinek. Balt›k Denizi yak›nlar›nda bulunan bu fosil de
yine günümüzde yaflayan örneklerinden farks›zd›r.
ması imkansızdır. (bkz. Sineklerin
Harun Yahya (Adnan Oktar)
74
BUFFON, COMTE DE
Buffon, Comte de
yordu. Zincirin yukarısına do¤ru sürekli
Fransız evrimcilerden Comte de Bufolarak kompleksleflen bir süreç iflliyorfon, 18. yüzyılın en tanınan bilim adamdu…85
larından biriydi. 50 yıldan fazla bir süre
Paris'teki kraliyete ait Botanik bahçeleriBu bakımdan bugün "evrim teorisi"
nin müdürlü¤ünü yürüttü. Darwin,
dedi¤imiz kavram, gerçekte eski
teorisinin temelini büyük ölçüde
bir Yunan efsanesi olan Büyük
Buffon'un eserlerine dayandırVarolufl Zincirinin günümüze
mıfltı. Buffon'un 44 ciltlik kaptaflınmasıyla do¤mufltur. Darsamlı çalıflması Histoire Nawin'den önce de birçok evrimci
turelle'de Darwin'in kullanvardı ve onların evrimci fidı¤ı ö¤retilerin ço¤una
kirleri ve sözde delillerirastlamak mümkündür.
nin ço¤unun orijinali Bü"Büyük Varolufl Zinciyük Varolufl Zinciri'nde
ri" (Aristo'nun türleri basitzaten yer alıyordu. Buffon
Comte de Buffon
ten karmaflı¤a do¤ru sıralamave Lamarck'la birlikte Büsı; di¤er adıyla Scala Naturae) ise gerek yük Varolufl Zinciri yeni bir kılıfla bilim
Buffon'un gerekse Lamarck'ın evrimci dünyasına sunuldu, oradan da Darwin'e
sistemleri için bafllangıç noktası teflkil et- etki etti.
mifltir. Amerikalı bilim tarihçisi D. R. Olroyd, bu iliflkiyi flöyle tanımlamaktadır:
Burgess Shale
Histoire Naturelle'in ilk cildinde Buffon
kendisini "Büyük Varolufl Zinciri" doktrininin yorumlayıcısı olarak açıklamaktadır… Lamarck ise eski Büyük Varolufl
Zinciri doktrininin yeni bir versiyonunu
savunuyordu… Fakat bu zincir katı, dura¤an bir yapı gibi kabul edilmiyordu.
Ortamın ihtiyaçlarını karflılamak için
mücadeleleriyle ve "kazanılmıfl özelliklerin sonraki nesle aktarılması" prensibinin
yardımıyla organizmalar zincirin yukarılarına do¤ru yavaflça hareket edebiliyorlardı. Baflka bir deyiflle mikroptan insana
do¤ru… Ayrıca zincirin en altında, spontane jenerasyon (ani oluflum) yoluyla
inorganik (cansız) maddeden ortaya çıkan yeni yaratıklar sürekli olarak beliri-
Kanada'nın British Columbia eyaletinde yer alan Burgess Shale Bölgesinde,
ça¤ımızın önemli paleontolojik bulgularından biri sayılan bir fosil yata¤ı bulunmaktadır. Bu bölgedeki fosil canlıların
özelli¤i, çok farklı türlere ait olmaları ve
önceki tabakalarda hiçbir ataları olmadan, bir anda ortaya çıkmalarıdır.
Oysa bilindi¤i gibi evrim teorisi, tüm
canlı türlerinin, daha önce yaflamıfl baflka
türlerden kademeli olarak evrimlefltiklerini iddia etmektedir. Burgess Shale fosilleri ve benzeri paleontolojik bulgular
ise, farklı canlı türlerinin, bu iddianın
tam aksine, yeryüzünde hiçbir ataları ol-
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
BURGESS SHALE
Burgess Shale fosil
yata¤›nda bulunan ilginç
fosil canl›lardan biri:
Marrella
madan bir anda ve kusursuz biçimde ortaya çıktıklarını göstermektedir.
Ünlü bilim dergisi Trends in Genetics
(TIG), fiubat 1999 tarihli sayısında, Darwinizm'in önündeki bu büyük paleontolojik sorunu flöyle ifade eder:
Küçük bir mekanda bulunmufl olan bu fosillerin, evrim biyolojisindeki bu büyük
sorunla ilgili kızgın tartıflmanın tam merkezinde yer alması oldukça garip gözükebilir. Fakat bu hararetli tartıflmalara neden olan fley, Kambriyen devrinde yaflayan hayvanların fosil kayıtlarında flaflırtıcı bir bollukta ve birdenbire belirmeleridir. Radyometrik tarihlendirmelerin daha
kesin sonuçları ya da giderek artan yeni
fosil bulguları ise, sadece bu
biyolojik devrimin anili¤ini
ve alanını keskinlefltirmifltir.
Yeryüzünün yaflam potasındaki bu de¤iflimin büyüklü¤ü
bir açıklama gerektirmektedir. fiu ana kadar birçok tez
ileri sürülmüfl olsa da, genel
fikir, hiçbirinin ikna edici olmadı¤ıdır.86
TIG dergisi bu konuda iki
ünlü evrimci otoriteden söz
Harun Yahya (Adnan Oktar)
eder: Stephen J. Gould ve Simon Conway Morris. Her ikisi de Burgess Shale'deki "aniden ortaya çıkıflı", evrime göre açıklayabilmek için birer kitap yazmıfllardır; Gould'un kitabı Wonderful Life (Muhteflem Hayat), Morris'inki ise
The Burgess Shale and the Rise of Animals (Burgess Shale ve Hayvanlar›n
Yükselifli)dir. Ancak bu iki otorite de,
TIG dergisinin vurguladı¤ı gibi, ne Burgess Shale fosillerini ne de genel olarak
Kambriyen devrine ait di¤er fosil kayıtlarını bir türlü açıklayamamaktadır.
Fosil kayıtlarının ortaya koydu¤u gerçek sonuç fludur: Fosiller, canlıların yeryüzünde bir anda ve kusursuz bir biçimde
Burgess Shale fosil yata¤›nda bulunan diken fosili
75
76
BÜYÜK VAROLUfi Z‹NC‹R‹
Kambriyen devrine ait bir fosil
ortaya çıktıklarını göstermektedir.
Kambriyen devri fosillerinin ortaya
koydu¤u bu tablo, evrim teorisinin varsayımlarını reddederken, bir yandan da,
canl›lar›n do¤aüstü bir yaratılıflla var olduklarını gösteren çok önemli bir delildir. Evrimci biyolog Douglas Futuyma,
bu gerçe¤i flöyle açıklar:
Canlılar dünya üzerinde ya tamamen
mükemmel ve eksiksiz bir biçimde ortaya
çıkmıfllardır ya da kendilerinden önce
var olan bazı canlı türlerinden evrimleflerek meydana gelmifllerdir. E¤er eksiksiz ve mükemmel bir biçimde ortaya çıkmıfllarsa, o halde üstün bir akıl tarafından yaratılmıfl olmaları gerekir.87
Dolayısıyla fosil kayıtları, canlıların,
evrimin iddia etti¤i gibi ilkelden geliflmifle do¤ru bir süreç izlediklerini de¤il,
bir anda ve en mükemmel halde ortaya
çıktıklarını göstermektedir. Bu ise, canlılı¤ın bilinçsiz do¤al süreçlerle de¤il,
üstün bir yaratılıflla var oldu¤una kanıt
oluflturmaktadır. Evrimci paleontolog
Jeffrey S. Levinton, Scientific American
dergisine yazdı¤ı "Hayvan Evriminin
Big Bang'i" bafllıklı bir makalesinde bu
gerçe¤i istemeden de olsa kabul etmekte
ve "Kambriyen devrinde çok özel ve gizemli bir yaratıcı gücün varlı¤ını görüyoruz" demektedir.88
Büyük Varolufl Zinciri
(Great Cha›n of Be›ng)
Yunan felsefeci Aristo'ya göre türler
basitten karmaflı¤a do¤ru giden bir hiyerarfliye sahiptir ve tıpkı bir merdivenin
basamakları gibi do¤rusal bir çizgi üzerinde sıralanmaktadır. Aristo bu tezine
"Scala Naturae" adını verir. Aristo'nun
bu fikri 18. yüzyıla kadar batı düflünce
hayatını çok derinden etkileyecek ve daha sonra da "Evrim Teorisi"ne dönüfle-
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
BÜYÜK VAROLUfi Z‹NC‹R‹
cek olan Büyük Varolufl Zinciri (Great
Chain of Being) inancının da kökenidir.
Darwinizm'in temelini oluflturan tüm
canlıların cansız maddelerden evrimleflerek geliflti¤i inancı ilk olarak "Büyük
Varolufl Zinciri" adı altında Aristo'nun
anlatımlarında karflımıza çıkar. Büyük
Varolufl Zinciri evrimsel bir inanıfltır ve
Allah'ın varlı¤ını inkar eden felsefeciler
tarafından çok ra¤bet görmüfltür.
Söz konusu görüfle göre canlılar kendili¤inden oluflmufltur ve herfley; minerallerden organik maddeye, ilkel canlılardan hayvanlara, bitkilere ve insanlara,
buradan da sözde "tanrılara" evrimleflmifltir. Bu ak›l d›fl› inanca göre yeni organlar da canlının ihtiyacına göre kendili¤inden oluflmaktadır.
Hiçbir bilimsel dayana¤ı olmayan,
aksine tüm bilimsel gerçeklerle çeliflen,
sadece soyut mantık yürütmeye dayanan
bu inanıfl, son olarak da "evrim teorisi"
adıyla öne sürülmüfltür.
Büyük Varolufl Zinciri ilk bafllarda
tamamen felsefi bir görüfl olarak ortaya
atılmıfltır ve herhangi bir bilimsellik iddiasında da bulunmamıfltır. Ancak canlıların oluflumuna yaratılıfl gerçe¤i dıflında
sözde bir cevap bulmaya çalıflanlar için
Büyük Varolufl Zinciri adeta can simidi
olmufltur ve bu amaçla da bilimsel bir
havaya sokulmufltur. Bu canlıların birbirlerine nasıl dönüfltü¤ü ise büyük bir
muammadır. Çünkü bu zincir, bilimsel
bir gözleme de¤il, soyut ve yüzeysel bir
mant›k yürütmeye dayanmaktad›r. Yani
ilkça¤ felsefecilerinin masa baflında oturup hiçbir bilimsel arafltırma yapmadan
Harun Yahya (Adnan Oktar)
ortaya attıkları bir masaldan ibarettir.
Günümüzdeki materyalist ve ateist
felsefelerin temelini oluflturan evrim teorisiyle, eski pagan maddeci felsefelerin
hayat kayna¤ını oluflturan Scala Naturae
ve Büyük Varolufl Zinciri arasında
önemli bir paralellik söz konusudur.
(bkz. Evrimsel paganizm) Bugün materyalizm evrim teorisiyle hayat bulurken,
geçmiflteki maddeci anlayıfl Büyük Varolufl Zincirini kendine temel dayanak
almaktaydı.
Darwin bu kavramdan oldukça etkilenmifl, hatta teorisini bu ana mantık
üzerine kurmufltu. Loren Eiseley, Darwin's Century (Darwin'in Yüzy›l›) isimli
kitabında Darwin'in, Türlerin Kökeni
isimli kitabının birçok bölümünde 18.
yüzyılın bu varolufl merdiveninden mantıklar kullandı¤ını, özellikle de organik
maddelerin zorunlu olarak mükemmelli¤e do¤ru ilerledikleri fikrinin buradan
do¤du¤unu vurgulamıfltır.89
Dolayısıyla Darwin yeni ve bilimsel
bir teori ortaya atmamıfltı. Darwin'in
yaptı¤ı, kökleri eski Sümer'deki putperest efsanelere dayanan ve asıl eski Yunan'ın pagan inançları içinde geliflen bir
batıl inancı, ça¤dafl bilimsel terimleri
kullanarak ve çarpıtılmıfl birkaç gözlemle destekleyerek yeniden ifade etmekten
baflka bir fley de¤ildi. Bu batıl inanç, önce 17. ve 18. yüzyılda yaflamıfl bazı bilim adamları tarafından yeni eklemelerle
zenginlefltirildi, sonra da Darwin'in Türlerin Kökeni isimli kitabında "bilimsel"
bir görüntü kazanarak bilim tarihinin en
büyük yanılgısı olarak ortaya çıktı.
77
CŒLACANTH
Cœlacanth
Cœlacanth, evrimin sözde "canlıların sudan karaya geçifli" tezine delil olarak öne sürdü¤ü bir balık türüdür. Cœlacanth sınıfına dahil olan balıklar, bir zamanlar balıklar ve amfibiyenler arasında
yaflamıfl çok güçlü bir ara form delili sayılıyorlardı. Evrimci biyologlar, bu canlının fosillerinden yola çıkarak, canlının
vücudunda ilkel (tam ifllev görmeyen)
bir akci¤er bulundu¤unu ileri sürmüfllerdi. Bu, pek çok bilimsel kaynakta anlatılıyor, hatta Cœlacanth'ı denizden karaya
çıkarken gösteren çizimler yayınlanıyordu.
Ancak 22 Aralık 1938'de Hint Okyanusu'nda çok ilginç bir keflif yapıldı.
Yetmifl milyon yıl önce soyu tükenmifl
bir ara geçifl formu olarak tanıtılan
Cœlacanth ailesinin Latimeria türüne ait
canlı bir üyesi okyanusun açıklarında ele
geçti! Cœlacanth'ın "kanlı-canlı" bir ör-
Harun Yahya (Adnan Oktar)
Evrimciler Cœlacanth'›n fosiline dayanarak bunun sudan karaya geçiflteki ara geçifl formu old u ¤ u n u s ö y l ü y o r l a r d › . A n c ak i l k i 1 9 3 8 y › l › n d a
olmak üzere bu bal›¤›n canl› örneklerinin defalarca yakalanmas›, evrimcilerin spekülasyon larda ne kadar ileri gidebileceklerini gösterdi.
ne¤inin bulunması, evrimciler açısından
büyük bir floktu kuflkusuz. Evrimci paleontolog J. L. B. Smith, "yolda dinozora
rastlasaydım, daha çok flaflırmazdım"
demiflti.90 ‹lerleyen yıllarda baflka bölgelerde de 200'den fazla Cœlacanth yakalandı.
Bu balıkların yakalanmasıyla bera-
79
80
CO⁄RAF‹ ‹ZOLASYON GÖRÜfiÜ
ber, bu canlılar üzerinde yapılan spekülasyonların temelsizli¤i de anlaflılmıfl oldu. Cœlacanth, iddiaların aksine ne ilkel
bir akci¤ere, ne de büyük bir beyne sahipti. Evrimci arafltırmacıların ilkel akci¤er oldu¤unu düflündükleri yapı, balı¤ın
vücudunda bulunan bir ya¤ kesesinden
baflka bir fley de¤ildi.91 Dahası, "sudan
çıkmaya hazırlanan bir sürüngen adayı"
olarak tanıtılan Cœlacanth'ın, gerçekte
okyanusun en derin sularında yaflayan ve
180 m derinli¤in üzerine hemen hiç çıkmayan bir dip balı¤ı oldu¤u anlaflıldı.92
Bunun üzerine, Cœlacanth'ın evrimci
yayınlardaki popülaritesi bir anda yok
oldu. Peter Forey adlı evrimci paleontolog, Nature dergisinde yayınlanan bir
makalede bu konuda flöyle bir itirafta bulunmufltur:
Cœlacanth'ların tetrapodların atasına
yakın oldu¤una dair uzun süredir paylaflılan bir görüfl oldu¤u için, Latimeria'nın
(canlısının) bulunmasıyla birlikte, balıklardan amfibiyenlere geçifl hakkında do¤rudan bilgilerin elde edilece¤i ümit edilmiflti... Ama Latimeria'nın anatomisi ve
fizyolojisi üzerinde yapılan incelemeler,
bu iliflki varsayımının sadece bir temenniden ibaret oldu¤unu ve Cœlacanth'ın bir
"kayıp ba¤lantı" olarak gösterilmesinin
bir dayana¤ı olmadı¤ını ortaya koydu.93
Yukarıdaki itiraftan da anlaflıldı¤ı gibi balıklar ve amfibiyenler arasında hiçbir ara form yaflamamıfltır. Evrimcilerin
tek ciddi ara form olarak gösterdikleri
Cœlecanth da gerçekte evrim ile ba¤lantısı olmayan bir balık türüdür.
Co¤rafi izolasyon görüflü
(Allopatrik ‹zolasyon)
Efleyli üreyen canlılar bir kara parçasının çökmesi veya kıtaların birbirinden
ayrılması gibi nedenlerden dolayı bir
co¤rafi ayrıma (izolasyona) u¤rayabilirler. Bu durumda iki ayrı bölgedeki canlılar kendi içlerinde bir genetik özellik
olufltururlar. Di¤er bir deyiflle co¤rafi engeller popülasyonları birbirinden ayırmıfl
olur. Örne¤in kara hayvanları büyük çöller ve sularla ya da yüksek da¤larla birbirinden ayrılabilirler.94 E¤er bir popülasyon co¤rafi olarak iki ya da daha fazla
bölgeye (birime) ayrılırsa, aralarındaki
fark gittikçe artacak ve bir zaman sonra
bu ayrı bölgelerdeki canlılar farklı co¤rafi ırkları meydana getirecektir.95 Bu ayrım popülasyonlar arasında gen akıflını
önleyecek düzeye geldi¤inde, bir zamanlar birbirine benzer özellik taflıyan bir türün farklı varyasyonları arasındaki benzerli¤in arası açılmıfl olur.
Bu konu ile ilgili evrimcilerin yanılgısı flöyledir: Evrimciler ayrı kıtalarda ya
da ortamlarda yaflamak durumunda kalan
canlıların farklı birer türe dönüfltüklerini
öne sürerler. Halbuki farklı bölgelerde
ortaya çıkan farklı özelliklerdeki canlılar
popülasyon farklılıklarından baflka bir
fley de¤ildir. O bölgede çiftleflmeye zorunlu kalan canlıların genetik kombinasyonu sınırlı kalmakta ve genlerindeki belirli özellikler daha ön plana çıkmaktadır.
Yoksa yepyeni bir tür oluflumu söz konusu de¤ildir.
Aslında aynı durum insanlar için de
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
CO⁄RAF‹ ‹ZOLASYON GÖRÜfiÜ
lez" olurdu; zenciler, beyazlar,
çekik gözlüler olmaz, insanların
tümü bir "ortalama"da buluflurdu.
Bazen, co¤rafi nedenlerden
ötürü birbirinden ayrı kalan varyasyonlar yeniden biraraya getirildiklerinde, kimi zaman birbirleri ile çiftleflmezler. Çiftleflmedikleri için de, modern biyolojinin "tür" tanımlamasına göre, "alt
tür" olmaktan çıkıp, "ayrı türler"
haline gelmifl olurlar. Buna "türleflme" (speciation) adı verilir.
Evrimciler ise, bu kavramı
alıp hemen flu çıkarımı yaparlar:
"Do¤ada türleflme var, yani yeni
canlı türleri do¤al mekanizmalarla olufluyor, demek ki tüm türler
bu flekilde oluflmufl". Oysa bu çıkarımda çok büyük bir aldatmaca
gizlidir.
Yeryüzündeki farkl› ›rklar, co¤rafi izolasyon arac›l› Aldatmacanın iki önemli nok¤›yla farkl› özelliklere sahip olmufllard›r. Bir grup in tası vardır:
sanda siyah derililik özelli¤i bask›n ç›km›fl, bunlar
ayn› bölgede yaflad›klar› ve kendi içlerinde ço¤al 1) Birbirlerinden izole olmufl olan
d›klar› için siyah derili bir ›rk meydana gelmifltir.
A ve B varyasyonları, biraraya
geldiklerinde çiftleflmiyor olabilirsöz konusudur. Yeryüzündeki farklı ırk- ler. Ama bu durum ço¤u zaman "çiftlefllar, co¤rafi izolasyon aracılı¤ıyla farklı me davranıflı"ndan kaynaklanır. Yani A
ırk özelliklerine sahip olmufllardır. Bir ve B varyasyonuna ait bireyler, di¤er vargrup insanda siyah derililik özelli¤i bas- yasyon kendilerine yabancı göründü¤ü
kın çıkmıfl, bunlar aynı bölgede yafladık- için, onu "kendilerine yakın bulmadıklaları ve kendi içlerinde ço¤aldıkları için rı" için çiftleflmezler. Ancak çiftleflmelesiyah derili bir ırk meydana gelmifltir. rini engelleyecek bir genetik uyumsuzluk
Çekik gözlü Uzakdo¤u ırkları da aynı yoktur. Dolayısıyla aslında genetik bilgi
flekildedir. E¤er co¤rafi izolasyon olma- açısından hala aynı türe aittirler. (Nitesaydı, yani dünyadaki tüm ırklar asırlar- kim bu nedenle "tür" kavramı biyolojide
dır birbirleriyle sürekli karıflık evlilikler tartıflma konusu olmaya devam etmekteyapıyor olsalardı, o zaman herkes "me- dir.)
Harun Yahya (Adnan Oktar)
81
82
CONFUCIUSORNIS
2) Asıl önemli nokta ise, söz konusu
"türleflme"nin, bir genetik bilgi artıflı de¤il, aksine genetik bilgi kaybı anlamına
gelmesidir. Ayrıflmanın nedeni, varyasyonlardan birinin veya her ikisinin yeni
bir genetik bilgi edinmifl olmaları de¤ildir. Böyle bir genetik bilgi eklenmesi
yoktur. Örne¤in iki varyasyondan herhangi biri yeni bir proteine, yeni bir enzime, yeni bir organa kavuflmufl de¤ildir.
Ortada bir "geliflme" yoktur. Aksine, daha önceden farklı genetik bilgileri aynı
anda barındıran popülasyon (örne¤in,
hem uzun hem de kısa tüy özelli¤ini,
hem koyu hem de açık renk özelli¤ini
barındıran popülasyon) yerine, flimdi genetik bilgi yönünden daha fakirleflmifl
iki popülasyon vardır.
Dolayısıyla söz konusu "türleflme"nin evrim teorisini destekler hiçbir
yönü yoktur. Çünkü evrim teorisi, canlı
türlerinin hepsinin basitten komplekse
do¤ru rastlantılar yoluyla türedi¤i iddiasındadır. Dolayısıyla bu teorinin dikkate alınabilmesi için, "genetik bilgiyi artırıcı mekanizmalar" gösterebilmesi gerekir. Gözü, kula¤ı, kalbi, akci¤eri, kanatları, ayakları veya di¤er organ ve sistemleri olmayan canlıların bunları nasıl
kazandıklarını, bu organ ve sistemleri
tanımlayan genetik bilginin nereden geldi¤ini açıklayabilmesi gerekir. Zaten var
olan bir canlı türünün genetik bilgi kaybına u¤rayarak ikiye bölünmesi, kuflkusuz evrimle hiç ilgisi olmayan bir durumdur.
Confuc›usorn›s
1995 yılında Çin'de Omurgalılar Paleontolojisi Enstitüsü'nde arafltırmalar
yapan Lianhai Hou ve Zhonghe Zhou
adlı iki paleontolog, Confuciusornis olarak isimlendirdikleri yeni bir fosil kufl
keflfettiler. Evrimciler tarafından tüm
kuflların en eski atası sayılan ve yarı–sürüngen kabul edilen Archæopteryx'le aynı yaflta (yaklaflık 140 milyon yıl) olan
bu canlı, günümüz kufllarına çok benziyordu. Bu kuflun diflleri yoktu, gagası ve
tüyleri ise günümüz kufllarınınkiyle aynı
özellikleri göstermekteydi. ‹skelet yapısı
da günümüz kufllar›yla aynı olan bu kuflun kanatlarında, Archæopteryx'te oldu-
Archæopteryx ile yaklafl›k olarak ayn›
dönemde yaflam›fl olan Confuciusornis
günümüzde yaflayan kufllarla çok büyük
benzerlik gösterir.
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
CRICK, FRANCIS
¤u gibi pençeler vardı. Kuyruk tüylerine
destek olan "pygostyle" isimli yapı bu
kuflta da görülüyordu. Bu gerçek, do¤al
olarak Archæopteryx'in bütün kuflların
ilkel atası oldu¤u yönündeki evrimci
tezleri de çürütüyordu.96
Sonuç olarak günümüz kufllarına çok
benzeyen Confuciusornis, evrimcilerin
on yıllardır kuflların evrimi senaryosunun en büyük delili olarak gösterdi¤i
Archæopteryx'in geçersizli¤ini de ortaya
koymufl oldu.
Cr›ck, Franc›s
Canlılı¤ın kökenini rastlantılarla
açıklama çabasındaki evrim teorisi, hücredeki en temel moleküllerin varlı¤ına
bile tutarlı bir açıklama getirememiflken,
genetik bilimindeki ilerlemeler ve
nükleik asitlerin, yani
DNA ve RNA'nın keflfi, teori için yepyeni
problemler do¤urdu. 1955 yılında
James Watson ve
Francis Crick
Francis Crick
adlı iki bilim adamının çalıflmaları,
DNA'nın inanılmaz derecedeki kompleks yapısını ve tasarımını gün ıflı¤ına çıkardı.
Vücuttaki 100 trilyon hücrenin her
birinin çekirde¤inde bulunan DNA adlı
molekül, insan vücudunun eksiksiz bir
yapı planını içerir. (bkz. DNA)
Uzun yıllar moleküler evrim teorisini
savunan Francis Crick bile DNA'yı keflfettikten sonra, böylesine kompleks bir
molekülün tesadüfen, kendi kendine, bir
evrim süreci sonucunda oluflamayaca¤ını flöyle itiraf etmifltir:
Francis Crick'in DNA'y› keflfi, DNA'n›n
ola¤anüstü kompleks yap›s›n›
gün ›fl›¤›na ç›kard›.
Bugünkü mevcut bilgilerin ıflı¤ında dürüst bir adam ancak
flunu söyleyebilir:
Bir anlamda hayat
mucizevi bir flekilde
ortaya çıkmıfltır.97
83
84
CRO-MAGNON ADAMI
Cro-Magnon kafatas›
Cro-magnon adam›
Cro-Magnon sınıflaması, 30.000 yıl
önceye kadar yafladı¤ı tahmin edilen Avrupalı bir insan ırkıdır. Kubbe fleklinde
bir kafatasına, genifl bir alna sahiptir.
1.600 cc.'lik kafatası hacmi, günümüz
insanının kafatası hacmi ortalamasından
fazladır. Kafatasında kalın kafl çıkıntıları
ve arka kısımda kemiksi çıkıntı bulunmasından ötürü bir ara geçifl formu oldu¤u öne sürülmüfltür.
Fakat Cro-Magnon kafatasının yapısı
ve hacmi, günümüzde Afrika ve tropik
iklimlerde yaflayan bazı ırklarınınkine
fazlasıyla benzemektedir. Bu benzerli¤e
dayanarak, Cro-Magnon'un Afrika kökenli eski bir ırk oldu¤u tahmin edilir.
Di¤er bazı paleoantropolojik bulgular,
Cro-Magnon ve Neandertal ırklarının
birbirleri ile kaynaflarak, günümüzdeki
bazı ırklara temel oluflturduklarını göstermektedir. Dahası günümüzde Cro-
Magnon ırkına benzer etnik grupların
Afrika kıtasının farklı bölgelerinde ve
Fransa'nın Salute ve Dordonya bölgelerinde hala yafladı¤ı kabul edilmektedir.
Polonya ve Macaristan'da da aynı özelliklere sahip insanlara rastlanmıfltır.
Tüm bunlar göstermektedir ki CroMagnon evrimcilerin iddia ettikleri gibi
insanın sözde evrimsel atası de¤ildir.
Söz konusu fosillerin günümüz Avrupalılarından farkı, bir eskimo ile bir zenci
ya da bir pigme ile bir Avrupalı arasındaki farktan daha büyük de¤ildir. Sonuç
itibariyle, Cro-Magnon tarih içinde yaflamıfl, di¤er ırklara karıflıp asimile olarak ya da soyları tükenip yok olarak tarih
sahnesinden çekilmifl özgün bir insan ırkını temsil etmektedir.
Crossopteryg›an
Evrim teorisinin dört ayaklıların kökeni hakkındaki varsayımı, bu canlıların
suda yaflamakta olan balıklardan evrimleflti¤i yönündedir. Oysa bu iddia, hem
fizyolojik ve anatomik yönlerden çeliflkilidir, hem de fosil kayıtları yönünden
temelsizdir. Evrimcilerin tesadüfler sonucu gerçekleflti¤ini iddia ettikleri, -sözde- suda yaflayan canlıların karaya uygun özellikler kazanmaları, denizde yaflayan bir canlı için hiçbir avantaj oluflturmayacaktır. Dolayısıyla bu özelliklerin do¤al seleksiyon vas›tas›yla seçilerek
olufltu¤unu ileri sürmenin hiçbir mantıklı temeli yoktur. Aksine, do¤al seleksiyon yoluyla "ön-adaptasyon" geçiren bir
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
CROSSOPTERYGIAN
YÜZGEÇ ‹LE AYAK ARASINDAK‹ FARK
1
3
Cœlacanth'›n
Cœlacanth
2
yüzgeci
4
Icthyostega'n›n
aya¤›
Ichthyostega
Evrimcilerin, Cœlacanth ve benzeri bal›klar› "kara canl›lar›n›n atas›" olarak hayal etmelerinin as›l nedeni, bu bal›klar›n yüzgeçlerinin kemikli olufludur. Bu kemiklerin zamanla
ayaklara dönüfltü¤ünü varsayarlar. Ancak bu bal›klar›n kemikleri ile Ichthyostega gibi
kara canl›lar›n›n ayaklar› aras›nda çok temel bir fark vard›r. Cœlacanth'da kemikler, 1
no'lu flekilde görüldü¤ü gibi canl›n›n omurgas›na ba¤l› de¤ildir. Ancak Ichthyostega'da
kemikler, 2 no'lu flekilde gösterildi¤i gibi do¤rudan omurgaya ba¤l›d›r. Dolay›s›yla, bu
yüzgeçlerin yavafl yavafl ayaklara dönüfltükleri iddias› tamamen temelsizdir. Dahas›,
Cœlacanth' ›n yüzgeçlerindeki kemiklerin yap›s› ile Ichthyostega' n›n ayaklar›ndaki
kemiklerin yap›s› da, 3 ve 4 no'lu flekillerde görüldü¤ü gibi çok farkl›d›r.
canlın›n elenmesi gerekir, çünkü bu canlı karada yaflamaya uygun özellikler kazandıkça denizde dezavantajlı hale gelecektir. Kısacası, "denizden karaya geçifl"
senaryosu tümüyle çıkmaz içindedir. Nitekim evrimci biyologların bu konuda
ortaya koyabildikleri tutarlı bir fosil kanıtı da yoktur.
Evrimci do¤a tarihçileri, dört ayaklıların atası olarak genellikle Rhipidistian
ya da Cœlacanth sınıflarına ait balıkları
Harun Yahya (Adnan Oktar)
sayarlar. Bunlar, "Crossopterygian" takımına ait balıklardır ve evrimcileri umutlandıran tek özellikleri, yüzgeçlerinin di¤er balıklara göre "etli" olufludur. Oysa
bu balıklar birer ara form de¤ildir ve amfibiyenlerle aralarında anatomik ve fizyolojik olarak çok büyük temel farklılıklar vardır. Bütün arafltırmalara ra¤men
bu bofllu¤u doldurabilecek bir tek fosil
bile bulunamamıfltır.98 (bkz. Sudan karaya geçifl tezi)
85
86
CURSORIAL TEOR‹
'Dinozorlar›n sinek avlamaya çal›fl›rken kanatlan›p kufl olduklar›' komedi türünde bir hikaye
de¤il, evrim teorisyenlerinin kufllar›n kökeni konusundaki sözde en "ciddi" tezidir.
Cursor›al teori
Kara canlısı olan sürüngenlerin nasıl
olup da uçmaya baflladıkları konusunda
evrimcilerin öne sürdükleri belli bafllı iki
açıklamadan biridir. Bu teoriye göre sürüngenler yerden yukarı do¤ru havalanmıfllardır. Teorinin temel argümanı, bazı
sürüngenlerin böcek avlamak için ön
kollarını uzun süre ve sık sık çırptıkları
ve zaman içinde de bu ön kolların kanatlara dönüfltü¤ü fleklindedir. Kanat gibi
son derece kompleks bir organın, sinek
yakalamak için birbirine çırpılan ön kollardan nasıl meydana geldi¤i hakkında
ise hiçbir açıklama yapılmamaktadır.
Cursorial teorinin önde gelen savunucusu John Ostrom, her iki hipotezi savunanların ancak spekülasyon yapabildiklerini itiraf ederek flöyle der: "Benim
'cursorial predator' teorim gerçekten de
spekülatiftir. Fakat arboreal teori de aynı flekilde spekülatiftir".99 (bkz. Arboreal
teori)
Ayrıca herhangi bir mutasyonun bir
sürüngenin ön ayaklarında belirsiz bir
de¤iflime neden oldu¤unu varsaysak bile,
bunun üzerine yeni mutasyonlar eklenerek "tesadüfen" bir kanat oluflmufl olabi-
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
CUVIER, GEORGES
lece¤ini öngörmek tamamen akıl dıflıdır.
Çünkü ön ayaklarda meydana gelecek
bir mutasyon, canlıya çalıflır bir kanat
kazandırmadı¤ı gibi, onu ön ayaklarından da mahrum bırakacaktır. Bu ise, bu
canlının, di¤er türdefllerine göre daha
dezavantajlı (yani sakat) bir bedene sahip olması anlamına gelir. Evrim teorisinin kurallarına göre de, do¤al seleksiyon vas›tas›yla bu sakat canlı elenecektir. Kaldı ki, biyofizik arafltırmalara göre, mutasyonlar çok nadir gerçekleflen
de¤iflimlerdir. Dolayısıyla, bu sakat canlıların milyonlarca yıl eksik ve güdük
kanatlarının küçük küçük mutasyonlarla
tamamlanmasını beklemeleri, her yönden imkansızdır.
Georges Cuvier
Cuv›er, Georges
Paleontolojinin kurucusu sayılan
Fransız Georges Cuvier (1769-1832) aynı zamanda bir jeolog ve karflılafltırmalı
anatomistti. Omurgalı ve omurgasızların
zoolojisi ve paleontolojisinde çok genifl
çalıflmalar yapmıfl ve bilim tarihini kaleme almıfltı. Cuvier, aynı zamanda geçmiflteki canlıların neslinin tükendi¤i gerçe¤ini kesin olarak ortaya koymufl ve
buna iliflkin teoriyi evrim teorisine ters
düflecek flekilde açıklamıfltı.100
Ayrıca Cuvier, ilgili sınıfları filumlara gruplandırarak Linnaeus'un sınıflandırma tablosunu geniflletti. (bkz. Linnaeus, Carolus) Ve bu sistemi fosillere de
uygulayarak nesli tükenmifl hayvanların
organik kalıntılarını tespit etti. Cuvier
Harun Yahya (Adnan Oktar)
hayvanların belli sabit ve do¤al özellikleri oldu¤una inandı¤ı için hem evrim teorisine hem de Lamarck'ın 'kazanılmıfl
özelliklerin kalıtım yoluyla aktarılması
teorisi'ne karflı çıkmıfltı.101
Ç
Çapraz çiftlefltirme
(bkz. Krossing-over)
Çeflitlenme (varyasyon)
(bkz. Varyasyon)
87
DAR POPÜLASYON
Dar popülasyon
Sıçramalı evrim savunucularının ortaya attıkları görüfllerden biri, "dar popülasyonlar" kavramıdır. Bununla, yeni tür
oluflumunun, sayıca son derece az hayvanı ya da bitkiyi barındıran topluluklarda oldu¤unu ifade ederler. Bu iddiaya
göre, çok sayıda hayvanı barındıran popülasyonlar evrimsel bir geliflme göstermezler ve "stasis" (dura¤anlık) halini
korurlar. (bkz. Dura¤anlık) Ancak bu popülasyonlardan bazen küçük gruplar ayrılır ve bu "izole" gruplar sadece kendi
içlerinde çiftleflir. (Bunun ço¤u zaman
co¤rafi flartlardan kaynaklandı¤ı varsayılır.) Kendi içlerinde çiftleflen bu küçük
gruplarda makromutasyonlar etkili olur
ve çok hızlı bir "türleflme" yaflanır.
Sıçramalı evrim savunucularının dar
popülasyonlar kavramı üzerinde durmalarındaki sebep, fosil kayıtlarındaki ara
formların yoklu¤una dair bir "açıklama"
getirebilmektir. "Evrimsel de¤ifliklikler
çok dar popülasyonlarda ve çok hızlı geliflti ve dolayısıyla geriye yeterince fosil
izi kalmadı" fleklindeki anlatımlarını bu
nedenle ısrarla vurgularlar.
Oysa son yıllarda yapılan bilimsel
deney ve gözlemler, dar popülasyonların
genetik yönden avantajlı de¤il, dezavantajlı oldu¤unu ortaya koymaktadır. Dar
popülasyonlar, yeni bir tür oluflumuna
yol açacak flekilde geliflmek bir yana,
aksine ciddi genetik bozukluklar ortaya
çıkarmaktadır. Bunun nedeni, dar popülasyonlarda, bireylerin sürekli dar bir genetik havuz içinde çiftleflmeleridir. Bu
Harun Yahya (Adnan Oktar)
yüzden normalde "heterozigot" olan bireyler giderek "homozigot" haline gelmektedir. Bunun sonucunda da, normalde çekinik (resesif) olan bozuk genler
baskın (dominant) hale gelmekte ve böylece popülasyonda giderek daha fazla
genetik bozukluk ve hastalık ortaya çıkmaktadır.102
Bu konuyu incelemek için, tavuklar
üzerinde 35 yıl süren bir çalıflma yapılmıfltır. Gözlemlerde, dar bir popülasyon
içinde tutulan tavukların giderek genetik
yönden zayıf hale geldi¤i belirlenmifltir.
Tavukların yumurta üretimi %100'den
%80'e düflmüfl, üreme oranı da %93'ten
%74'e inmifltir. Ancak insanların bilinçli
müdahalesiyle, yani baflka bölgelerden
getirilen tavukların popülasyona karıfltırılmasıyla, bu genetik gerileme durmufl
ve tavuklar normalleflme e¤ilimine girmifltir.103
Bu ve benzeri bulgular, sıçramalı evrim savucularının sı¤ındıkları "dar popülasyonlar evrimsel geliflmelerin kayna¤ıdır" fleklindeki iddianın bilimsel bir geçerlili¤i olmadı¤ını açıkça göstermektedir. (bkz. Sıçramalı evrim
modeli)
89
90
DARWIN, CHARLES ROBERT
Darw›n, Charles Robert
Bugünkü savunuldu¤u flekliyle evrim
teorisini ortaya atan kifli, amatör bir ‹ngiliz do¤abilimci olan Charles Robert Darwin'dir.
Darwin hiçbir zaman gerçek bir biyoloji e¤itimi almamıfltı. Do¤a ve canlılar
konusunda sadece amatör bir ilgiye sahipti. Bu ilgisinin bir sonucu olarak, 1832
yılında ‹ngiltere'den yola çıkan ve befl yıl
boyunca dünyanın farklı bölgelerini gezen H.M.S. Beagle adlı resmi keflif gemisinde gönüllü olarak yer aldı. Darwin, bu
gezi sırasında gördü¤ü farklı canlı türlerinden, özellikle de Galapagos Adalarında
Modern bilimsel
bulgular taraf›ndan
yalanlanan evrim
teorisinin kurucusu
Charles Darwin.
gördü¤ü farklı ispinoz türlerinden çok etkilenmiflti. Bu kuflların gagalarındaki
farkların, çevreye uyum sa¤lamalarından
kaynaklandı¤ını düflündü. Bu düflünceden
hareketle canlılardaki bütün çeflitlili¤in
kökeninde "çevreye uyum" kavramının
oldu¤unu varsaydı. Darwin bu varsay›m›
ile bilimsel gerçekleri göz ard› ederek,
canl› türlerini Allah'›n yaratt›¤› gerçe¤ine
karfl› ç›km›fl ve canl›lar›n ortak bir atadan
gelerek, do¤a flartlar› sonucunda birbirlerinden farkl›laflt›klar›n› öne sürmüfltü.
Darwin'in bu varsayımı hiçbir bilimsel bulgu ya da deneye dayanmıyordu.
Ancak Darwin, dönemin ünlü materyalist
biyologlarından aldı¤ı destek ve teflviklerle, bu varsayımlarını zamanla iddialı
bir teori haline getirdi. Bu teoriye göre
canlılar tek bir ilkel atadan geliyorlardı
ama çok uzun bir süreç içinde küçük küçük de¤iflimlere u¤ramıfllar ve böylece
farklılaflmıfllardı. Ortama en iyi flekilde
uyum sa¤layanlar özelliklerini gelecek
nesillere aktarıyor, böylece bu yararlı de¤iflimler zamanla birikerek bireyi, atalarından tamamen farklı bir canlıya dönüfltürüyordu. (Bu "yararlı de¤iflimler"in kökeninin ne oldu¤u ise meçhuldü.) Darwin'e göre insan da, bu hayali mekanizmanın en geliflmifl ürünüydü.
Darwin hayal gücünde canlandırdı¤ı bu mekanizmaya "do¤al seleksiyonla evrim" adını verdi. Artık, "türlerin kökeni"ni buldu¤unu düflünüyordu: Bir türün kökeni baflka bir türdü. Sonunda bu
fikirlerini 1859 yılında yayınlanan Türlerin Kökeni adlı kitabında açıkladı.
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
DARWIN‹ZM
Darwin teorisini "do¤al seleksiyon"
kavramı üzerine kurmufltu. Do¤al seleksiyon, do¤adaki yaflam mücadelesinde,
güçlü veya ortamın flartlarına uygun olan
canlıların hayatta kalması anlamına gelir. Darwin'in teorisini ortaya koydu¤u
kitabının bafllı¤ında bile vurgulanan iddia budur: Türlerin Kökeni, Do¤al Seleksiyon Yoluyla.
Darwin'in temelsiz mantı¤ı flöyledir:
Bir canlı türü içinde do¤al ve rastlantısal farklılıklar olmaktadır. Örne¤in bazı inekler daha büyük, bazıları daha koyu renklidir. Bu de¤iflikliklerin hangisi
avantajlı ise, o özellik do¤al seleksiyon
vas›tas›yla seçilecektir. Böylece söz konusu avantajlı özellik, o hayvan toplulu¤una hakim hale gelecektir. Bu özelliklerin uzun zaman içinde birikmesiyle de,
ortaya yeni bir tür çıkacaktır.
Ancak Darwin'in ortaya attı¤ı bu
"do¤al seleksiyonla evrim" teorisi, daha
ilk aflamada en temel soruları cevapsız
bırakıyordu. fiayet canlılar Darwin'in iddia etti¤i gibi kademe kademe evrimleflmifl olsalardı, bu durumda çok sayıda
"ara tür" yaflamıfl olmalıydı. Ancak fosil
kayıtlarına bakıldı¤ında bu teorik canlılardan -hayali ara geçifl formlarındanhiçbir eser yoktu. Darwin bu sorun üzerinde çok kafa yormufl ve sonuçta "bu fosiller ileride bulunabilir" demek zorunda
kalmıfltı. Ancak aradan 150 y›l geçmesine ra¤men umulan fosiller bulunamad›.
Darwin, canlıların sahip oldukları
göz, kulak, kanat gibi kompleks organları do¤al seleksiyonla açıklama konusunda da çaresizlik içindeydi. Çünkü tek bir
Harun Yahya (Adnan Oktar)
dokuları bile eksik olsa hiçbir ifle yaramayacak olan bu organların, kademe kademe geliflmifl olduklarını savunmak imkansızdı. (bkz. ‹ndirgenemez komplekslik) Nitekim Darwin, teorisiyle ilgili yafladı¤ı sıkıntıları Türlerin Kökeni adlı kitabında kendisi de belirtmek zorunda
kalmıfltı. (bkz. Türlerin Kökeni) Tüm
bunların öncesinde, Darwin'in "tüm canlıların ortak atası" dedi¤i ilk canlı organizmanın nasıl olufltu¤u konusu tam bir
muammaydı. Çünkü cansız maddelerin,
do¤al süreçlerle canlı hale gelmesi
mümkün de¤ildi. ‹lerleyen bilim ve teknoloji ise çok kısa bir süre içinde Darwin'in ilkel bilim anlayıflının ürünü olan
teorisini temelinden yıktı.
Darw›nizm
(bkz. Evrim teorisi)
Darw›nizm ve Irkç›l›k
Günümüzdeki Darwinistlerin ço¤u,
aslında Darwin'in ırkçı olmadı¤ını, ancak
ırkçıların kendi görüfllerini desteklemek
amacıyla Darwin'in fikirlerini taraflı olarak yorumladıklarını iddia ederler. Türlerin Kökeni kitabının alt bafllı¤ında yer
alan "Kayırılmıfl Irkların Korunması Yoluyla" ifadesinin ise sadece hayvanlar için
kullanıldı¤ını iddia ederler. Ancak bu iddiaların sahiplerinin gözardı ettikleri fley,
Darwin'in ‹nsanın Türeyifli isimli kitabında, insan ırkları için söyledikleridir.
Darwin'in bu kitapta ortaya koydu¤u
görüfllere göre, insan ırkları evrimin
91
92
DARWIN‹ZM VE IRKÇILIK
farklı basamaklarını temsil ediyordu ve
bazı insan ırkları, di¤er insanlara göre
daha çok evrimleflmifl ve ilerlemifllerdi.
Bazıları ise, neredeyse hala maymunlarla aynı düzeydeydi.
Darwin, "yaflam mücadelesi"nin insan ırkları arasında da geçerli oldu¤unu
öne sürmüfltü. (bkz. Yaflam mücadelesi)
"Kayırılmıfl ırklar" bu mücadelede üstün
geliyorlardı. Darwin'e göre kayırılmıfl
ırklar, Avrupalı beyazlardı. Asyalı ya da
Afrikalı ırklar ise, yaflam mücadelesinde
geri kalmıfllardı. Darwin daha da ileri giderek, bu ırkların dünya üzerindeki "yaflam mücadelesi"ni yakın zamanda tamamen kaybederek yok olacaklarını ileri
sürmüfltü:
Belki de yüzyıllar kadar sürmeyecek yakın bir gelecekte, medeni insan ırkları,
vahfli ırkları tamamen yeryüzünden silecekler ve onların yerine geçecekler. Öte
yandan insansı maymunlar da… kuflkusuz elimine edilecekler. Böylece insan ile
en yakın akrabaları arasındaki boflluk
daha da geniflleyecek. Bu sayede ortada
flu anki Avrupalı ırklardan bile daha medeni olan ırklar ve flu anki zencilerden,
Avustralya yerlilerinden ve gorillerden
bile daha geride olan babun türü maymunlar kalacaktır.104
Darwin, yine ‹nsanın Türeyifli isimli
kitabının baflka bir bölümünde, afla¤ı
ırkların yok olmaları gerekti¤ini ve geliflmifl insanların onları yaflatmak ve korumak için çalıflmalarının gereksiz oldu¤unu iddia etmifl ve bu durumu damızlık
hayvan yetifltiricileri ile karflılafltırmıfltı:
Yabanıl insanların vücutça ve kafaca zayıf olanları eleniverir ve sa¤ kalanlar,
ço¤unlukla, gerçekten sa¤lıklı kimselerdir. Öte yandan biz uygar insanlar, elenme sürecini engellemek için elimizden
geleni yaparız; geri zekalılar, sakatlar ve
hastalar için bakımevleri kurarız; yoksulları koruma yasaları çıkarırız; tıp uzmanlarımız, her hastayı yaflatmak için en
son ana dek bütün ustalıklarını gösterir… Böylece uygarlaflmıfl toplumların
zayıf bireyleri kendi soylarını sürdürmektedir. Evcil hayvan yetifltiricili¤i yapmıfl
hiç kimse bunun insan ırkına büyük bir
zarar verece¤inden kuflku duymaz.105
Üstteki alıntılarda görüldü¤ü gibi
Darwin, Avustralya yerlilerini ve zencileri gorillerle aynı seviyede görmüfl ve
bu ırkların yok olacaklarını ileri sürmüfltü. Di¤er "afla¤ı" gördü¤ü ırkların ise ço¤almalarının engellenmesi ve böylece
bu ırkların yok edilmeleri gerekti¤ini savunmufltu. ‹flte günümüzde halen kalıntılarına rastladı¤ımız ırkçı ve ayrımcı
uygulamalar, Darwin tarafından bu flekilde onaylanmıfl ve meflrulafltırılmıfltır.
Darwin'in bu ırkçı fikirlerine göre
"medeni insana" düflen görev, bu evrimsel süreci biraz daha hızlandırmaktı. Bu
durumda zaten yok olacak olan geri kal-
Kölelefltirilen Afrikal› yerliler.
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
DARWIN‹ZM VE IRKÇILIK
mıfl ırkların flimdiden yok edilmelerinin
"bilimsel" açıdan hiçbir sakıncası kalmamıfltı!
Darwin'in ırkçı yönü, birçok yazısında ve tespitlerinde de etkisini göstermifltir. Örne¤in, 1871'de çıktı¤ı uzun gezide
gördü¤ü Tierre del Fuego'lu yerlileri tanımlarken de ırkçı ön yargılarını açıkça
ortaya koymufltur. Yerlileri, "çırılçıplak,
boyalara batmıfl, yabanıl hayvanlar gibi
ne yakalayabilirse yiyen, yönetimsiz,
kendi kabileleri dıflındakilere karflı acı-
masız, düflmanlarına iflkence yapmaktan
zevk alan, kanlı kurbanlar sunan, çocuklarını öldüren, efllerine köle gibi davranan, a¤ır batıl inançlarla dolu" canlılar
olarak tasvir etmiflti. Oysa aynı bölgeyi,
ondan on yıl önce gezen W.P. Snow
isimli arafltırmacı, aynı yerlileri "güzel,
güçlü, çocuklarına düflkün, bazı özgün el
sanatlarına sahip, bazı eflyalarda özel
mülkiyeti tanıyan, en yafllı birkaç kadının otoritesini kabul etmifl" insanlar olarak anlatmıfltı.106
Kölecilik, ›rkçl›¤›n ç›k›fl noktas›yd›. Beyaz adam, Afrika'dan zorla toplay›p
zincirledi¤i yerlileri birer hayvan gibi çal›flt›rd›. Darwinizm, bu vahflete
ideolojik dayanak sa¤layacakt›.
Harun Yahya (Adnan Oktar)
93
94
DARWIN‹ZM VE IRKÇILIK
Bu örneklerden de anlaflıldı¤ı gibi
Darwin tam bir ırkçıydı. Nitekim What
Darwin Really Said (Darwin Gerçekte
Ne Söyledi) kitabının yazarı Benjamin
Farrington'ın ifadesiyle de, Darwin ‹nsanın Türeyifli kitabında "insan ırkları arası
eflitsizli¤in apaçıklı¤ı" hakkında birçok
yorum yapmıfltır.107
Ayrıca Darwin'in teorisinin Allah'ın
varlı¤ını inkar ediyor olması, insanın
Allah'ın yarattı¤ı bir varlık oldu¤u ve
her insanın birbirbiriyle eflit olarak yaratıldı¤ı gerçe¤inin de gözardı edilmesine
neden oldu. Bu da ırkçılı¤ın yükseliflini
ve dünyada kabul görmesini hızlandıran
etkenlerden biriydi. Amerikalı bilim adamı James Ferguson, yaratılıflın reddedilmesinin ırkçılı¤ın yükselifli ile do¤rudan ba¤lantılı oldu¤unu flöyle açıklar:
19. yüzyıl Avrupası'nda geliflen yeni antropoloji, insanın kökeni hakkındaki iki zıt
düflünce ekolünün savafl alanı haline geldi. Bunların daha eski ve köklü olanı,
"tek kökenlilik"ti. Bu görüfl, tüm insano¤lunun renk ve özellik farkı olmadan, do¤rudan Adem'in soyundan geldi¤i ve Tanrı'nın tek bir fiili ile yaratıldı¤ı inancına
dayanıyordu. Ancak bu dönemde "çok
kökenlilik" olarak bilinen ve dini inanca
karflı koyufltan do¤an rakip bir teori (evrim teorisi) geliflti. Çok kökenlilik, farklı
insan ırklarının farklı kökenleri oldu¤unu savunuyordu."108
Hintli antropolog Lalita Vidyarthi,
Darwin'in evrim teorisinin, ırkçılı¤ı sosyal bilimlere nasıl kabul ettirdi¤ini flöyle
açıklar:
Darwin'in ortaya attı¤ı 'en güçlülerin hayatta kalması' düflüncesi, insano¤lunun
kültürel bir evrim sürecinden geçti¤ine
ve en üst kademenin Beyaz Adam'ın medeniyeti oldu¤una inanan sosyal bilimciler tarafından coflkuyla karflılandı. Bunun bir sonucu olarak, 19. yüzyılın ikinci
yarısındaki Batılı bilim adamlarının çok
büyük bir kısmı ırkçılı¤ı fliddetle benimsediler.109
Darwin'den sonra gelen birçok Darwinist, onun ırkçı görüfllerini ispatlama
çabası içine girdi. Bu u¤urda birçok bilimsel çarpıtma ve sahtekarlık yapmaktan
çekinmediler. Çünkü bunu ispatladıkları
takdirde, kendi üstünlüklerini ve di¤er
ırkları ezme, sömürme ve hatta gerekti¤inde yok etme "haklarını" bilimsel olarak ispatlamıfl olacaklarını düflünüyorlardı.
Stephen Jay Gould da bazı antropologların, beyaz ırkın üstünlü¤ünü kanıtlamak için verileri çarpıttıklarını belirtmektedir. Gould'un belirtti¤ine göre, en
çok baflvurdukları yöntem, buldukları
kafatası fosillerinin beyin hacimleri konusunda çarpıtmalar yapmaktır. Gould
kitabında, birçok antropolo¤un, do¤ru
bir ölçü olmamasına ra¤men, beyin hacmini zeka ile ilintili gösterdiklerini ve
buna ba¤lı olarak, özellikle Kafkasyalıların beyin hacimlerini abarttıklarını ve
zencilerle kızılderililerin kafataslarını
olduklarından daha küçük gösterdiklerini anlatmaktadır.110
Gould, Darwinistlerin bazı ırkları afla¤ı bir tür olarak göstermek için girifltikleri
akıl almaz iddiaları da flöyle açıklar:
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
DARWIN‹ZM VE IRKÇILIK
Haeckel (Alman Darwinist) ve çalıflma
Fransız Darwinist antropolog Vacher
arkadaflları da, Kuzey Avrupalı beyazlade Lapouge ise, Race et Milin Social Esrın ırksal üstünlü¤ünü göstermek için resais d'Anthroposociologie adlı yapıtında
kapitülasyon teorisini (yinelemeli oluflum
beyaz olmayan sınıfların, uygar yaflama
teorisi) kullandı. ‹nsan anatomisi ve davuyum sa¤layamamıfl vahflilerin çocukları
ranıflına iliflkin bulgulaya da kanı bozulmufl sırı tarayarak, beyinlernıfların soysuz temsilciden göbek deliklerine
leri oldukları görüflünü
kadar bulabildikleri
ortaya attı. Paris'in afla¤ı
herfleyi kullandılar.
ve yukarı sınıflarının
Herbert Spencer flöyle
mezarlıklarındaki kafayazdı: '‹lkellerin zihinsel özellikleri (…) uytaslarını ölçerek sonuçgarların çocuklarında
lar çıkarmıfltır. Bu sogörülen özelliklerdir.'
nuçlara göre; insanlar
Carl Vogt 1864'te aynı
kafataslarına göre zenfleyi daha güçlü bir flegin, kendilerine güvenli,
kilde ifade etti: 'Büyüözgürlük e¤ilimli iken,
müfl zenci, zihinsel yedi¤er kısmı tutucu, azla
tiler yönünden çocuyetinen, iyi uflak niteli¤i
¤un do¤asını paylaflır.
taflıyan
kimseler oluyor(…) Bazı kabileler kenlardı; sınıflar toplumsal
dilerine özgü organizasyonlara sahip devayıklanmanın ürünleriyletler kurmufllardır.
di; toplumun yüksek sıAma geri kalanlara
nıfları yüksek ırklarla
bakarak, bu ırkın geççakıflıyordu; zenginlik
miflte ya da günümüzderecesi ile kafatası ende, insanlı¤ın ilerleyideksi orantılı gidiyordu.
fline hizmet etmifl ya da
Özetle, Darwin'in tekorunmaya de¤ecek
orisinin ırkçı yönü 19.
hiçbir fley yapmadı¤ını
Stephen Jay Gould ve Darwin'in
yüzyılın ikinci yarısında
çekinmeden söyleyebi›rkç›l›¤›n› anlatt›¤› kitab›.
kendine çok elveriflli bir
liriz.' Fransız tıbbi
anatomi bilgini Etienzemin buldu. Çünkü o
ne Serres gayet ciddi bir flekilde, siyah
dönemde Avrupalı "beyaz adam", tam da
erkeklerin ilkel oldu¤unu çünkü göbek
böyle bir teorinin kendi suçlarını meflrudeliklerinin seviyesinin düflük oldu¤unu
lafltırmasını bekliyordu.
ileri sürmüfltü.111
Harun Yahya (Adnan Oktar)
95
96
DARWIN, ERASMUS
Darw›n, Erasmus
Charles Darwin'in büyükbabası Eras- yazan Desmon King-Hele'ye göre, "onsemus Darwin, bugün "evrim teorisi" dedi- kizinci yüzyılın en büyük ‹ngilizi"ydi.113
Erasmus Darwin'in en önemli özelli¤imiz düflüncenin ilk temel önermelerini
ortaya koyan kiflilerden biriydi. Erasmus ¤iyse, ‹ngiltere'nin en önde gelen birkaç
Darwin'e göre canlılar ayrı türler olarak "natüralist"inden biri olmasıydı. (Natüralizm, evrenin varlı¤ının özünün doyaratılmamıfllardı. Aksine hepsi
¤ada oldu¤una inanan, bir Yaratıtek bir atadan geliyorlardı; ihticın›n varl›¤›n› kabul etmeyen ve
yaçlarına göre biçimleniyor,
bizzat do¤ayı Yaratıcı sayan düde¤iflikli¤e u¤ruyor ve
flünce akımıdır.) Erasmus
çeflitleniyorlardı. Bu
Darwin'in natüralist çalıflfikirler daha sonra
maları, Charles Darwin'e
Charles Darwin tahem ideolojik hem de
rafından ele alındı
örgütsel olarak yön
ve detaylandırıldı.
vermiflti. Bir yandan
Canlıların tesadüfkurdu¤u sekiz döler sonucu birbirlenümlük botanik bahrinden türediklerini
Erasmus Darwin
çede yaptı¤ı arafltırmalarla
öne süren teori, DarDarwinizm'e temel teflkil
win'in Origin of Species
(Türlerin Kökeni) adlı kitabında evrim edecek argümanları gelifltirmifl ve bunları The Temple of Nature (Do¤a Tapına¤ı)
teorisi olarak tarihteki yerini aldı.
Charles Darwin uzun bir din e¤itimi ve Zoonomia adlı kitaplarında toplamıfl,
görmüfltü, ama Beagle adlı gemiyle yol- öte yandan da 1784 yılında, bu fikirlerin
culu¤una çıkmadan bir yıl önce de, Hı- yayılmasına öncülük edecek bir dernek
ristiyan inancının bazı temellerinden ke- kurmufltu: Philosophical Society. Nitesin olarak vazgeçmiflti. Çünkü o sıralar kim gerçekten de Philosophical Society,
özellikle biyolojiye merak sarmıfltı ve onyıllar sonra Charles Darwin tarafından
karflılafltı¤ı "paradigma", dini inançlarla ortaya atılan kuramın en büyük ve ateflli
hiçbir biçimde uyuflmuyordu. Genç destekçilerinden biri olacaktı.114
Kısacası, Charles Darwin'in gördü¤ü
Charles Darwin'i din-dıflı ve hatta dinkarflıtı yapan en önemli etken, büyükba- teoloji ö¤renimine ra¤men hızla dini
inançlarını yitirerek materyalist-natürabas› Erasmus Darwin'di.112
Erasmus Darwin, aslında "evrim" fik- list felsefeyi benimsemesinde ve sonra
rini ‹ngiltere'de ortaya atan ilk kifliydi. da bu felsefe adına büyük bir misyon
Fizikçi, psikolog ve flair sıfatlarını üze- yüklenerek Türlerin Kökeni adlı kitabını
rinde taflıyordu ve oldukça da "sözü din- yayınlamasındaki en önemli etken, Eraslenir" bir insandı. Hatta bibliyografyasını mus Darwin'di.
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
DAVRANIfiLARIN KÖKEN‹
Davran›fllar›n kökeni
Evrimciler tüm hayvanların ve insanların davranıflında belirli bir evrimsel
köken oldu¤unu, sahip oldukları özellikleri ilk hücreden bugünkü hallerine gelene kadarki süre zarfında, sözde atalarından aldıklarını kabul ederler. Yine evrimcilere göre hayvanlardaki en eski
davranıfl flekli, besin bulmak için yapılan
savafltır ve bu davranıfl ilk hücrelerden
insana kadar tüm canlılarda ortaktır. Yaflamını sürdürme ve soyunu devam ettirme dürtüleri ise bu davranıfltan daha
sonra ortaya çıkmıfltır. Yine evrimcilere
göre tüm davranıflların bir kökeni, bir
nedeni vardır ve çevreye uyum sa¤lanırken, bu davranıfllar da uygun flekilde de¤iflmelere u¤ramıfltır.
Fakat davranıflların evrimi gibi bir
açıklamanın gerçeklerle ba¤daflan hiçbir
yönü yoktur. Çünkü canlıların deneme
yanılma yaparak ö¤renecek, sonra bunları genlerinde bir davranıfl modeli olarak kaydedecek ve gelecek nesillere aktaracak akıl, fluur ve yetenekleri yoktur.
Onlar yaflamlarını kurtaran savunma flekilleri, yuva kurma modelleri gibi davranıfl biçimlerine do¤ufltan sahip olurlar.
Allah her canlıyı kendine has özelliklerle ve davranıfl flekilleriyle yaratmaktadır. Örne¤in bir kelebe¤in hayatta
kalabilmek için kendini daha iyi kamufle edebilece¤i kuru bir yaprak görünümüne sahip olmayı kendi kendine düflünüp, bunu vücudunda bir de¤iflikli¤e dönüfltürmesi mümkün de¤ildir. Ya da bir
kunduzun akarsu yata¤ında suyun akıflı-
nı kesebilece¤i ileri derecede mühendislik hesapları gerektiren bir baraj infla
edebilmesi ve ilk do¤du¤u andan itibaren bunu yapabilmesi kuflkusuz ö¤renme
ile ya da do¤al seleksiyon gibi bilinçsiz
mekanizmalarla açıklanabilecek bir durum de¤ildir. Evrimciler, bazen de ortaya flöyle bir iddia atarlar: "Hayvanlar
tecrübe yoluyla bazı davranıflları ö¤renirler ve bu davranıflların iyi olanları do¤al seleksiyon tarafından seçilir. Daha
sonra bu iyi olan davranıfllar kalıtım yoluyla bir sonraki nesle aktarılır."
Fakat canlıların bu davranıfl flekillerine sahip olmadıklarında hayatlarını sürdürebilmeleri mümkün de¤ildir; dolayısıyla bunları zaman içinde ö¤renebilecekleri vakitleri de yoktur. Canl› bu davranıfllara do¤du¤u andan itibaren sahip
olmalıdır. Dolayısıyla bu davranıflların
seçilmesi gibi bir iddia ise en bafltan çeliflkilidir. Çünkü evrimcilerin kabullerinde bu seçimi yapabilecek bilinç sahibi
bir varlık yoktur. Canlılar, yaratıldıkları
ilk andan itibaren kendilerini koruyabilecekleri birtakım özellik ve davranıfl biçimlerine sahip olarak do¤arlar.
Kuru yapra¤a benzeyen bir kelebek
Harun Yahya (Adnan Oktar)
97
98
DAWKINS, RICHARD
Dawk›ns, R›chard
Dawson, Charles
‹ngiliz biyolog Richard Dawkins,
Darwinizm'in dünya çapındaki en önde
gelen savunucularından biridir. Fakat
Prof. Dawkins, bir yandan da hararetle
savundu¤u evrim teorisinin içine düfltü¤ü imkansızlı¤ı ifade etmektedir:
Ünlü bir doktor ve aynı zamanda da
amatör bir paleontolog olan Charles
Dawson, 1912 yılında, ‹ngiltere'de Piltdown yakınlarındaki bir çukurda, bir çene kemi¤i ve bir kafatası parçası buldu¤u iddiasıyla ortaya çıktı. Çene kemi¤i
maymun çenesine benzemesine ra¤men,
difller ve kafatası insanınkilere benziyordu. "Piltdown Adamı" adı verilen ve 500
bin yıllık bir tarih biçilen bu fosil insanın
evrimine kesin bir delil olarak sunuldu.
Fakat 1949-1953 yılları arasında yapılan kronolojik arafltırmalar sonucunda,
kafatasının 500 yıl yaflında bir insana,
çene kemi¤ininse yeni ölmüfl bir orangutana ait oldu¤u anlaflıldı. Ayrıca difller,
insana ait oldu¤u izlenimini vermek için
sonradan özel olarak eklenmifl ve sıralanmıfl, eklem yerleri de törpülenmiflti.
Daha sonra da bütün parçalar, eski görünmeleri için potasyum-dikromat ile lekelendirilmiflti. Piltdown Adamı, böylece bilim tarihinin en büyük skandalı olarak tarihe geçmifl oldu. (bkz. Piltdown
Adamı)
‹nceledi¤imiz türden bir olay o kadar
korkunç derecede ihtimal dıflı olacaktır
ki, evrenin herhangi bir yerinde gerçekleflebilme ihtimali, her yıl milyar kere milyar kere milyarda bir kadar az olacaktır.
E¤er bu yalnızca, evrenin herhangi bir yerindeki tek bir gezegende gerçeklefltiyse,
bu gezegenin bizim gezegenimiz olması gerekmektedir, çünkü biz
burada bu konuda konuflmaktayız.115
Evrimin en ünlü
otoritelerinden birinin bu yaklaflımı, teorinin üzerine kurulu
oldu¤u mantık bozuklu¤unu çok açık bir
biçimde yansıtmaktadır. Dawkins'in
Climbing Mount Improbable (‹mkansızlık Da¤ını Tırmanmak) adlı kitabında
yer verdi¤i yukarıdaki ifadeleri, evrimcilerin klasik, "biz buradaysak demek ki
evrim de gerçekleflmifltir" fleklindeki,
hiçbir açıklama içermeyen kısır döngü
mantı¤ının çarpıcı bir örne¤idir.
Richard Dawkins
DDT ba¤›fl›kl›¤›
Evrimciler, böceklerdeki DDT ba¤ıflıklı¤ını evrimin delili olarak göstermeye çalıflırlar. DDT ba¤ıflıklı¤ı bakterilerin antibiyotik direnciyle aynı mantıkta
geliflir. (bkz. Antibiyotik direnci) Ortada
DDT'ye karflı sonradan kazanılmıfl bir
ba¤ıflıklık yoktur. Böceklerin bazıları za-
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
DEN‹ZDEN KARAYA GEÇ‹fi TEZ‹
ten her zaman DDT ba¤ıflıklı¤ına sahiptir. DDT icat edildikten sonra, bu kimyasal maddeye maruz kalan böceklerden
ba¤ıflıklık mekanizması olmayanların nesilleri tükenmifltir. Baflta az sayıda olan
ba¤ıflıklık sahibi bireyler zamanla ço¤almıfllardır. Bunun sonucunda aynı böcek
türü, tamamen ba¤ıflıklık sahibi olan bireylerden oluflmufl bir topluluk haline
gelmifltir. Do¤al olarak bütün popülasyon
ba¤ıflıklık sahibi bireylerden oluflunca,
DDT artık o böcek türüne etki etmemeye
bafllamıfltır. Halk arasında bu olay "böceklerin DDT'ye ba¤ıflıklık kazanması"
fleklinde yorumlanmaktadır.
Evrimci biyolog Francisco Ayala,
"böcek zehirlerinin en kapsamlı türlerine
karflı gösterilen ba¤ıflıklık, bu insan-yapımı maddeler böceklere uygulandı¤ında, o böcek türünün çeflitli genetik varyasyonlarında açıkça vardı" diyerek bu
gerçe¤i kabul eder.116
Gerçekte evrimci kaynaklar bu konuda açık bir yanıltmaca sergilemektedirler.
Özellikle de bu konuyu bazı popüler bilim dergilerinde zaman zaman gündeme
getirerek, evrimin çok büyük bir kanıtı gibi sunmaktadırlar. Oysa böceklerdeki DDT ba¤ıflıklı¤ının evrime delil sa¤ladı¤ı iddiasının hiçbir bilimsel temeli yoktur.
Denizden karaya geçifl tezi
(bkz. Sudan karaya geçifl tezi)
Harun Yahya (Adnan Oktar)
Deniz memelilerinin kökeni
Balinalar ve yunuslar, "deniz memelileri" olarak bilinen canlı grubunu olufltururlar. Bu canlılar memeli sınıflamasına
dahildir, çünkü aynen karadaki memeliler
gibi do¤urur, emzirir, akci¤erle nefes alır
ve vücutlarını ısıtırlar. Deniz memelilerinin kökeni, evrimciler tarafından açıklanması en zor olan konulardan birisidir. Ço¤u evrimci kaynakta, ataları karada yaflayan deniz memelilerinin, uzun bir evrim
süreci sonunda deniz ortamına geçifl yapacak biçimde evrimlefltikleri anlatılır.
Buna göre, sudan karaya geçiflin tersine
bir yol izleyen deniz memelileri, ikinci
bir evrim sürecinin sonucu olarak tekrar
su ortamına dönmüfllerdir. Oysa bu teori
hiçbir paleontolojik delile dayanmaz ve
mantıksal yönden de çeliflkilidir.
Memeliler evrim basamaklarının en
üst kısmında yer alan canlılar olarak kabul edilirler. Durum bu iken, öncelikle bu
canlıların neden deniz ortamına geçtiklerinin açıklanması gerekir. Bir sonraki soru ise, bu canlıların deniz ortamına nasıl
olup da balıklardan bile daha iyi adapte
olduklarıdır. Çünkü katil balinalar, yunuslar gibi memeli ve dolayısıyla akci¤erli
99
100
DEN‹Z MEMEL‹LER‹N‹N KÖKEN‹
canlılar, suda solunum yapan balıklardan
bile daha mükemmel bir flekilde yafladıkları ortama uyum göstermektedirler.
Deniz memelilerinin hayali evriminin mutasyon ve do¤al seleksiyon aracılı¤ıyla açıklanamayaca¤ı son derece
açıktır. Geo dergisinde yayınlanan bir
makale, deniz memelilerinden mavi balinanın kökeninden söz ederken Darwinizm'in bu konudaki çaresizli¤ini flöyle
ifade eder:
Balinanın do¤uflu, bundan 60 milyon yıl
önce, dört ayaklı, kıllı memelilerin yiyecek aramak için denize girmeleriyle baflladı. Ça¤lar geçtikçe, yavafl yavafl de¤ifliklikler olufltu. Arka ayaklar kayboldu,
ön ayaklar yüzgeçlere dönüfltü, kıllar yok
olarak kalın, yumuflak, silgimsi balina
derisine yol açtı, burun delikleri baflın tepesine hareket etti, kuyruk geniflleyerek
balinanın fırçamsı kuyru¤una dönüfltü ve
beden, suyun içinde giderek büyüyüp
devleflti.118
Mavi balinalar gibi, denizde yaflayan di¤er memeli hayvanların da vücut yapıları
ve organları balıklarınkine benzer. Bunların iskeletleri de balıklarınkiyle benzerlik gösterir. Balinalarda bacaklar diyebilece¤imiz arka uzuvlar tersine geliflme göstererek güdük kalmıfltır. Ancak bu
hayvanların flekil de¤ifliklikleri hakkında
elde en ufak bir bilgi bile mevcut de¤ildir. Denize geri dönüflün Darwinizm'in
iddia etti¤i gibi uzun süreli yavafl bir geçiflle de¤il, anlık sıçramalar halinde oldu¤unu kabul etmek zorundayız. Paleontologlar günümüzde balinanın hangi memeli hayvan türünden geldi¤i konusunda
yeterli bilgiye sahip de¤ildir.117
Öte yandan solunum için akci¤erlerini kullanan memeli bir canlının deniz ortamında geçirmesi gereken adaptasyonlar dikkate alındı¤ında, böyle bir geçifl
için "imkansız" kelimesinin bile yetersiz
kaldı¤ı görülür. Böyle bir geçiflte evrim
süreci içinde ara basamaklardan herhangi bir tanesinin bile eksikli¤i, canlının
yaflamasına izin vermeyecek ve evrim
sürecini durduracaktır.
Karada yaflayan küçük bir memeli
hayvanın, evrim süreci sonucunda nasıl
olup da 30 metre boyunda 60 ton a¤ırlı¤ında bir balinaya dönüfltü¤ünü düflünmek gerçekten de çok zordur. Darwinistlerin bu konuda yapabildikleri tek fley,
National Geographic dergisinde yayınlanan afla¤ıdaki anlatımda oldu¤u gibi,
hayal güçlerini zorlayarak senaryo üretmektir:
Deniz Memelilerinin
Özgün Yapıları:
Deniz memelilerinin su ortamına geçerken sahip olmaları gereken adaptasyonlar flöyle sıralanabilir:
1- Suyun Korunmas›: Deniz memelileri su ortamında yaflamalarına ra¤men
su ihtiyaçlarını balıklar gibi, yani tuzlu
sudan faydalanarak gideremezler. Yaflamak için tatlı suya ihtiyaçları vardır. Deniz memelilerinin su kaynakları pek iyi
bilinmemesine ra¤men, su ihtiyaçlarının
büyük kısmını, okyanustaki tuz oranının
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
DEN‹Z MEMEL‹LER‹N‹N KÖKEN‹
üçte biri kadar tuz içeren canlıları yiyerek sa¤ladıkları düflünülmektedir. Bu kadar kıt su kaynaklarına sahip deniz memelileri için, suyun azami derecede korunması ve tasarruf edilmesi son derece
önemlidir. ‹flte bu nedenle deniz memelileri, develerde görülen su koruması mekanizmalarına sahiptir. Aynı develer gibi
deniz memelileri de terlemez. Böbrekler,
üreyi insanlarınkinden çok daha iyi bir
flekilde konsantre ederek onlara su kazandırır. Böylece su kaybı en aza indirilmifl olur. Sudan tasarruf en küçük detaylarda bile kendini gösterir. Örne¤in anne
balina yavrusunu peynir kıvamındaki
çok yo¤un bir sütle besler. Bu süt insan
sütünden on kez daha ya¤lıdır. Sütün bu
derece ya¤lı olmasının birtakım kimyasal sebepleri vardır. Ya¤, yavru tarafından vücuda alındıktan sonra ifllenirken
yan ürün olarak su açı¤a çıkar. Böylece
anne, en az su kaybıyla yavrusunun su
ihtiyacını gidermifl olur.
2- Görme ve Haberleflme: Deniz
memelilerinin gözü ile kara canlılarının
gözü arasındaki farklar flaflırtıcı derecede
detaylıdır. Karada gözü bekleyen tehlikeler fiziksel darbeler ve tozdur. Bu nedenle kara hayvanlarının göz kapakları
vardır. Su ortamında ise en büyük tehlikeler tuz oranı, derinlere dalarken meydana gelen basınç ve deniz akıntılarının
oluflturdu¤u hasarlardır. Akıntılarla do¤rudan temas olmaması için gözler kafanın yan taraflarındadır.
Ayrıca derin dalıfllarda gözü basınca
karflı koruyan sert bir tabaka vardır. Dokuz metre derinlikten sonra denizin dibi
karanlık oldu¤u için, su memelilerinin
gözü, karanlık ortamlara uyum sa¤layabilmeyi sa¤layan birçok özellikle donatılmıfltır. Lens bir daire biçimindedir. Iflı¤a hassas olan çubuk hücreleri, renklere
ve detaylara duyarlı olan koni hücrelerinden daha fazladır. Dahası, gözlerde
özel bir fosforlu tabaka vardır. Bu sebeple deniz memelilerinin karanlık ortamlardaki görüflleri kuvvetlidir.
101
102
DEN‹Z MEMEL‹LER‹N‹N KÖKEN‹
Yine de deniz memelilerinin birincil
algıları görme de¤ildir. Kara memelilerinin aksine, onlar için duyma çok daha
önemlidir. Görme ıflık gerektirir, ama
duyma için böyle bir ihtiyaç yoktur. Birçok balina ve yunus, deniz dibindeki karanlık bölgelerde bir tür do¤al "sonar"
sayesinde avlanır. Özellikle diflli balinalar ses dalgaları aracılı¤ıyla "görebilir".
Ses dalgaları, aynı görmede oldu¤u gibi,
odaklanır ve bir noktaya gönderilir. Geriye dönen dalgalar hayvanın beyninde
analiz edilir ve yorumlanır. Bu yorum,
hayvana karflısındaki cismin biçimini,
büyüklü¤ünü, hızını ve konumunu açıkça belli eder. Bu canlılardaki (sonar) sistem son derece hassastır. Örne¤in bir yunus suya atlayan bir kiflinin "içini" de algılayabilir. Ses dalgaları yön bulmanın
yanı sıra haberleflme için de kullanılır.
Birbirinden yüzlerce kilometre uzaktaki
iki balina ses kullanarak anlaflabilir.
Bu hayvanların haberleflmek ve yön
bulmak için çıkarttıkları sesi nasıl ürettikleri sorusu hala cevapsızdır. Ancak bilinenler arasında, yunusun vücudundaki
çok flaflırtıcı bir ayrıntı dikkat çeker:
Hayvanın kafatası yapısı, beyni bile tahrip edecek kadar sürekli ve fliddetli bir
biçimde yaydı¤ı ses bombardımanından
korunmak için ses yalıtımlıdır.
Deniz memelilerinin sahip oldukları
tüm bu flaflırtıcı özelliklerin, evrim teorisinin yegane iki mekanizması, yani mutasyon ve do¤al seleksiyon kanalıyla
oluflmufl olma ihtimali ise kesinlikle
yoktur. Balıkların sularda "tesadüfen"
olufltuklarını, sonra yine tesadüfler yardımıyla karaya çıkıp sürüngen ve memelilere evrimlefltiklerini, sonra da bu memelilerin yeniden suya dönerek suda yaflam için gerekli olan özellikleri yine tesadüfen kazandıklarını öne sürenler, bu
aflamaların hiçbirini açıklayamamaktadırlar.
Nitekim fosil kayıtları da bizlere, balinaların ya da di¤er deniz memelilerinin
yeryüzünde bir anda ve ataları olmadan
ortaya çıktıklarını göstermektedir. Paleontoloji alanındaki büyük otoritelerden
biri olan Edwin Colbert, bu gerçe¤i flöyle açıklar:
Bu memelilerin kökeni çok eskiye dayanıyor olmalıdır, çünkü fosil kayıtlarında
balinalar ile ataları sayılan Cretaceous
devri plasentalıları arasında hiçbir ara
form yoktur. Aynı yarasalar gibi balinalar da erken Tertiriyen döneminde aniden
ortaya çıkarlar ve son derece özelleflmifl
yaflam biçimleri için gerekli her türlü
adaptasyona sahiptirler. Aslında balinalar di¤er memelilerle olan iliflkileri yönünden yarasalardan bile daha izole durumdadırlar; tamamen ayrı ve kendi bafllarına durmaktadırlar.119
Kısacası, tüm di¤er temel canlı gruplarında oldu¤u gibi, deniz memelilerinde
de "evrim" iddiasını destekleyebilecek
hiçbir bulgu yoktur. Bu canlıların sözde
ataları olan kara memelilerinden rastlantısal mutasyonlar sonucunda evrimleflmeleri hem imkansızdır, hem de böyle
bir evrim yaflandı¤ını gösterebilecek hiçbir ara form fosili yoktur.
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
DEN‹Z SÜRÜNGENLER‹N‹N KÖKEN‹
Stenopterygius türüne ait, yaklafl›k 250 milyon y›ll›k bir Ichthyosaur fosili.
Deniz sürüngenlerinin kökeni
Deniz sürüngenlerinin büyük bölümünün soyları tükenmifltir, deniz kaplumba¤aları ise bu grubun halen yaflayan
bir cinsidir. Bu canlıların kökeni, evrimci bir yaklaflımla açıklanamaz durumdadır. Bilinen en önemli deniz sürüngeni,
Ichthyosaur olarak bilinen canlıdır. Edwin Colbert ve Michael Morales, bu
canlıların kökeni hakkında evrimci bir
yorum yapılamayıflını flöyle kabul ederler:
Deniz memelilerinin pek çok yönden en
özelleflmifl türü olan Ichthyosaur, erken
Triasik devirde ortaya çıkmıfltır. Sürüngenlerin jeoloji tarihine giriflleri son derece ani ve dramatik bir flekilde olmufltur; Triasik öncesi devirlere ait fosil yataklarında, Ichthyosaurların muhtemel
atalarına ait hiçbir iz yoktur... Ichthyosaur iliflkileri hakkındaki en temel sorun,
bu sürüngenleri bilinen baflka herhangi
bir sürüngen takımına ba¤layabilecek
hiçbir sonuca götürücü delilin bulunamayıflıdır.120
Bir baflka omurgalı tarihi uzmanı
Alfred Romer ise flöyle yazmaktadır:
(Ichthyosaur hakkında) hiçbir ilkel form
bilinmemektedir. Ichthyosaur yapısının
kendine özgü özellikleri, geliflmek için
çok uzun bir zaman dilimi gerektirmektedir ve dolayısıyla bu canlıların çok eski
bir kökene sahip olmalarını gerektirir.
Ama bu canlıların atası olarak kabul edilebilecek hiçbir Permiyen devri sürüngeni bilinmemektedir.121
Kısacası sürüngenler sınıflaması
içinde yer alan farklı canlılar, aralarında
evrimsel bir iliflki olmadan yeryüzünde
ortaya çıkmıfltır. Bu durum ise, tüm
canlıların yaratılmıfl olduklarının çok açık
bir bilimsel kanıtını oluflturmaktadır.
Yaklafl›k 200 milyon y›ll›k
bir Ichthyosaur fosili
Harun Yahya (Adnan Oktar)
103
104
DENTON, MICHAEL
Denton, M›chael
Avustralya'daki Otega
Üniversitesi'nden moleküler biyolog olan Michael
Denton, 1985 yılında yayınlanan Evolution: A Theory in Crisis (Evrim: Kriz
‹çinde Bir Teori) adlı kitabında, evrim teorisini farklı bilim dallarının ıflı¤ı altında incelemifl ve Darwinizm'in canlılı¤ı açıklamaktan uzak oldu¤u sonucuna varmıfltır. Ayrıca kitabında evrim teorisi ile bilimsel bulgular karflılafltırıldı¤ında ortaya çok büyük bir çeliflki çıktı¤ını; hayatın kökeni, popülasyon geneti¤i, karflılafltırmalı anatomi,
paleontoloji ve biyokimyasal sistemler
gibi pek çok farklı alanda, evrim teorisinin "kriz" içinde oldu¤unu ifade etmifltir.122
Devon›an Dönemi
bitki fosilleri
(408-306 milyon y›ll›k)
Bu döneme ait olan bitki fosillerine
baktı¤ımızda, günümüz bitkilerinde bulunan pek çok özelli¤i taflıdıklarını görürüz. Örne¤in stoma, kütikül, rhizoid ve
sporangialar bu bitkilerde bulunan yapılardan birkaçıdır.123 Bir kara bitkisinin
karada yaflayabilmesi için mutlaka kuruma tehlikesinden korunması gerekir. Kütiküller bitkileri kurumaya karflı koruyan, gövde-dal ve yaprakları kaplayan
mumsu yapılardır. E¤er bitki, yapısında
kurumayı önleyecek kütiküllere sahip
de¤ilse, evrimcilerin iddia ettikleri gibi
kütikül oluflmasını bekleyecek vakti
yoktur. Kütikül varsa bitki yaflar, yoksa
kurur ve ölür. ‹flte ayrım bu kadar nettir.
Bitkilerin sahip oldukları tüm yapılar, tıpkı kütikül gibi, bitki için son derece hayati öneme sahiptir. Bir bitkinin yaflayabilmesi ve ço¤alabilmesi için tıpkı
bugünkü gibi kusursuz iflleyen sistemlerin hepsine sahip olması gerekir. Dolay›s›yla bu yap›lar kademe kademe geliflemezler. Bulunmufl olan tüm bitki fosilleri de bitkilerin yeryüzünde ilk ortaya
çıktıklarından bu yana, aynı kusursuz
yapılara sahip olduklarını do¤rulamaktadır.
Dik yürümenin kökeni
‹nsanın iki aya¤ı üzerinde dik yürümesi, baflka hiçbir canlıda rastlanmayan,
çok özel bir hareket fleklidir. (bkz. ‹ki
ayaklılık) Di¤er bazı hayvanlar ise iki
ayaklı olarak sınırlı bir hareket kabiliyetine sahiptirler. Ayı ve maymun gibi hayvanlar ender olarak (örne¤in bir yiyece¤e ulaflmak istediklerinde) iki ayakları
üzerinde kısa süreli hareket edebilirler.
Normalde öne e¤ik bir iskelete sahiptirler ve dört ayakla yürürler.
‹nsanın hayali soya¤acına göre yapılan birtakım sınıflandırmalarda Australopithecus ve Homo habilis sınıflamalarına dahil edilen maymunların dik yürüdükleri iddia edilmifltir. Fakat bu iddiala-
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
D‹K YÜRÜMEN‹N KÖKEN‹
Australopithecus ve Homo habilis s›n›flamalar›na dahil edilen maymunlar›n dik yürüdükleri
yönündeki iddia, Fred Spoor'un yönetiminde y ap›lan iç kulak analizleri taraf›ndan yalanlan m›flt›r. Spoor ve ekibi, iç kulaktaki denge merkezlerini karfl›laflt›rarak yapt›klar› incelemeler de, her iki s›n›fland›rman›n da günümüz maymunlar›na benzer bir hareket biçimine sahip ol du¤unu göstermifltir.
rın geçersizli¤i, birçok bilim adamı tarafından fosillerin iskelet yapısı üzerinde
yapılan arafltırmalarla ortaya konmufltur.
Söz konusu "dik yürüme" iddiası,
Richard Leakey, Donald Johanson gibi
evrimci paleoantropologların on yıllardır
savundukları bir görüfltür. ‹ngiltere ve
ABD'den dünyaca ünlü iki anatomist
Lord Solly Zuckerman ve Prof. Charles
Oxnard'ın Australopithecus örnekleri
üzerinde yaptıkları çok genifl kapsamlı
çalıflmalar, bu canlıların iki ayaklı olmadıklarını, günümüz maymunlarınınkiyle
aynı hareket flekline sahip olduklarını
göstermifltir. ‹ngiliz hükümetinin deste¤iyle, befl uzmandan oluflan bir ekiple bu
canlıların kemiklerini 15 yıl boyunca inceleyen Lord Zuckerman, kendisi de evrim teorisini benimsemesine ra¤men,
Australopithecuslar'ın sadece sıradan bir
maymun türü oldukları ve kesinlikle dik
yürümedikleri sonucuna varmıfltır.124 Bu
konudaki arafltırmalarıyla ünlü bir di¤er
evrimci anatomist Charles E. Oxnard da
Harun Yahya (Adnan Oktar)
Australopithecus'un iskelet yapısını günümüz orangutanlarınınkine benzetmektedir.125
Son olarak 1994 yılında ‹ngiltere'deki Liverpool Üniversitesi'nden Fred
Spoor ve ekibi, Australopithecus'un iskeleti ile ilgili kesin bir sonuca varmak
için kapsamlı bir arafltırma yapmıfltır.
Bu çalıflmada, Australopithecus fosillerinin iç kulak yapıları incelenmifltir. ‹nsanların ve di¤er karmaflık yapılı canlıların iç kulaklarında, vücudun yere göre
konumunu belirleyen "salyangoz" isimli
bir organ bulunur. Bu organın ifllevi,
uçakların dengesini sa¤layan "jiroskop"
isimli cihazın ifllevinin aynısıdır. Fred
Spoor, insanın atası olarak gösterilen
canlıların iki ayakları üzerinde dik olarak yürüyüp yürümediklerini bulmak
için, iflte bu "salyangoz" organı üzerinde
incelemeler yapmıfltır. Spoor'un vardı¤ı
sonuç, Australopithecus'un dört ayaklı
oldu¤udur.126
‹ç kulaktaki denge merkezlerini kar-
105
106
D‹L‹N KÖKEN‹
flılafltırarak yapılan incelemeler sonucunda, Homo habilis sınıfına dahil edilen maymunların da dik de¤il, e¤ik yürüdükleri ortaya çıkmıfltır.127
Dino-kufl fosili
(bkz. Archæoraptor liaoningensis)
D›pneuma
Dilin kökeni
Dilin kökeni konusunda iki farklı görüfl vardır. Birinci görüfl, insanın "bofl"
bir zihinle do¤du¤u ve konuflmayı sadece çevresinden görüp ö¤rendi¤i fleklindedir. Oysa ünlü dil bilimci Noam
Chomsky, bilimsel verilerle, istatistik ve
gözlemlerle çok farklı bir sonuç ortaya
koymufltur. Buna göre insan "bofl" bir zihinle do¤mamaktadır. ‹nsan zihninde, dil
ö¤renmeye ve konuflmaya yönelik özel
bir e¤ilim bulunmaktadır. Bu özel e¤ilimin nedeni ise, insanın önceden "programlanmıfl" olması, yani özel bir yaratılıfla sahip olmasıdır.128
Dünya üzerindeki tüm bebeklerin ortak sesler çıkarmaları, hepsinin, konuflmaya, söz söylemeye yönelik özel bir ilhamla do¤duklarını göstermektedir. ‹nsanın, do¤adaki di¤er canlıların hiçbirinde olmayan bu farklı özellikle yaratılmıfl
olması, Allah'ın bir ilmidir.
Evrimciler, sudan karaya geçifl tezlerini çürüten canlıların bulunmasıyla birlikte, bu konuda baflka teorilere sarıldılar. (bkz. Cœlecanth) Bazı evrimciler
ise, kara canlılarının ataları olarak akci¤erli balıkları kabul ettiler. Solungaçlarına ek olarak akci¤erlerini de kullanabilen bu balıklara verilen genel ad "Dipneuma"dır. Bu balıkların Amerika, Afrika
ve Avustralya denizlerinde yaflayan üç
ayrı türü bulunmaktadır.
Bu balıkların ilkel amfibiyenlere evrimlefltikleri, aslında 1850'li yıllardan
beri düflünülmekteydi. 1950'li yıllara gelindi¤inde ise bunlar, çok istisnai bir örnek olmaları sebebiyle ara geçifl formu
olarak kabul görmekten uzaklafltılar. Bu
tarihte bunların kara canlılarının ataları
oldukları düflüncesini artık hiç kimse
desteklemiyordu.129
Evrimci Maria G. Lavanant bu durumu flöyle açıklar:
1930'lardan sonra Dipneumalar varsayımı yavafl yavafl bir yana bırakıldı. 1950'li
Akci¤erli bal›klar, "geçifl"
oluflturup sonra da yok olmufl
formlar de¤il, çok eski
zamanlardan beri yaflamakta
olan orijinal bir "tür"dürler.
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
D‹YALEKT‹K
yılların sonunda yayınlanan bir paleontoloji klasi¤i yıllı¤ında çift solunumlu
hayvanlar grubu, dört ayaklıların kökeni
olamayacak kadar özel bir durum olarak
niteleniyordu.130
Ayrıca bu hayvan kalıntılarının 350
milyon yıllık olduklarının kabul edilmesi ve bu süre içerisinde hiçbir de¤iflikli¤e
u¤ramamıfl olmaları, bunları ara geçifl
formu statüsünden tamamen uzaklafltırdı. Bu hayvanlar, iki tür arasında "geçifl"
oluflturup sonra da yok olmufl formlar
de¤il, çok eski zamanlardan beri yaflamakta olan orijinal bir "tür"düler.
Diyalektik
Komünizmin fikir babaları Karl
Marx ve Friedrich Engels, materyalist
felsefeyi "diyalektik" adı verilen yeni bir
yöntemle açıklamaya çalıfltılar. Diyalektik, evrendeki tüm geliflmenin çatıflma
sayesinde elde edildi¤i varsayımıdır.
Marx ve Engels, bu varsayıma dayanarak tüm dünya tarihini yorumlamaya girifltiler. Marx, insanlık tarihinin bir çatıflmadan ibaret oldu¤unu, mevcut çatıflmanın iflçiler ve kapitalistler arasında
geçti¤ini ve yakında iflçilerin ayaklanıp komünist bir devrim yapacaklarını
iddia ediyordu. (bkz. Komünizm)
Ancak Marx'ın ve Engels'in genifl
bir kitleyi etkileri altına alabilmeleri
için ideolojilerine bilimsel bir görünüm vermeleri gerekiyordu. 19. yüzyılda Darwin'in Türlerin Kökeni adlı
kitabında öne sürdü¤ü temel iddialar,
Marx ve Engels'in fikirlerine sözde bi-
Harun Yahya (Adnan Oktar)
107
limsel bir dayanak oluflturdu. Darwin,
canlıların "yaflam mücadelesi" sonucunda, yani "diyalektik bir çatıflma"yla ortaya çıktıklarını iddia ediyordu. (bkz. Yaflam mücadelesi) Dahası, yaratılıflı inkar
ederek dini inançları da reddediyordu.
Bu durum, Marx ve Engels için bulunmaz bir fırsattı.
Marx ve Engels, Darwin'in evrim kuramının kendi ateist dünya görüfllerine
bilimsel bir destek oluflturdu¤unu zannederek sevinmifllerdi. Ancak evrim teorisi,
19. yüzyılın bilim açısından ilkel ortamında ortaya atıldı¤ı için kabul görebilmifl, hiçbir bilimsel delili olmayan, yanılgılarla dolu bir teoriydi. 20. yüzyılın
ikinci yarısında geliflen bilim, evrim teorisinin geçersizli¤ini ortaya çıkardı. Bu,
Darwinizm için oldu¤u kadar materyalist
ve komünist düflünce için de çöküfl anlamı taflıyordu. Ancak materyalist görüfle
sahip bilim adamları, Darwinizm'in çöküflünün kendi ideolojilerinin de çöküflü
demek oldu¤unu bildiklerinden, Darwinizm'in çöküflünü insanlardan gizlemek
için her türlü yönteme baflvurdular.
Komünizmin fikir babalar› Karl Marx ve Friedrich En gels, Darwin'in evrim teorisinin kendi ateist dünya
görüfllerine bilimsel bir destek oluflturdu¤unu zan nederek sevinmifllerdi.
108
DNA
DNA
Canlılı¤ın kökenini rastlantılarla
açıklama gayretindeki evrim teorisi,
hücredeki en temel
moleküllerin varlı¤ına bile tutarlı bir izah
getirememiflken, genetik
bilimindeki ilerlemeler
ve nükleik asitlerin, yani
DNA ve RNA'nın
keflfi, teori için
yepyeni çıkmazlar oluflturdu. 1955 yılında James
Watson ve
Francis
Crick adlı iki
bilim adamının çalıflmaları, DNA'nın
inanılmaz derecedeki kompleks yapısını
ve tasarımını gün ıflı¤ına çıkardı.
Vücuttaki 100 trilyon hücrenin her
birinin çekirde¤inde bulunan DNA adlı
molekül, insan vücudunun eksiksiz bir
yapı planını içerir. Bir insana ait bütün
özelliklerin bilgisi, dıfl görünümünden iç
organlarının yapılarına kadar, DNA'nın
içinde özel bir flifre sistemiyle kayıtlıdır.
Bir geni oluflturan flifrelerden tek birinin
bile hatal› olmas›, o geni tamamen ifle
yaramaz hale getirecektir. ‹nsan vücu dunda bulunan 40 bin geni oluflturan mil yonlarca nükleotidin do¤ru s›ralamada tesadüfen oluflabilmeleri imkans›zd›r.
DNA'daki
bilgi, bu
molekülü
oluflturan dört
özel molekülün dizilifl sırası ile kodlanmıfltır. Nükleotid
(veya baz) adı verilen
bu moleküller, isimlerinin bafl harfleri olan
A, T, G, C ile ifade edilirler.
‹nsanlar arasındaki tüm yapısal
farklar, bu harflerin dizilifl sıralamalarının birbirinden farklı olmasından kaynaklanır. DNA'daki harflerin dizilifl sırası, insanın yapısını en ince ayrıntılarına
dek belirler. Boy, göz, saç ve cilt rengi
gibi özelliklerin yanı sıra vücuttaki 206
kemi¤in, 600 kasın, 10.000 iflitme siniri
a¤ının, 2 milyon optik sinir a¤ının, 100
milyar sinir hücresinin ve 100 trilyon
hücrenin planları tek bir hücrenin
DNA'sında mevcuttur. E¤er DNA'daki
bu genetik bilgiyi ka¤ıda dökmeye kalksak, yaklaflık 500'er sayfalık 900 ciltten
oluflan dev bir kütüphane oluflturmamız
gerekir. Ama bu inanılmaz hacimdeki
bilgi, DNA'nın "gen" adı verilen parçalarında flifrelenmifltir.
Bir geni oluflturan nükleotidlerde
meydana gelecek bir sıralama hatası, o
DNA
geni tamamen ifle yaramaz hale getirecektir. ‹nsan vücudunda 40 bin gen bulundu¤u düflünülürse, bu genleri oluflturan milyonlarca nükleotidin do¤ru sıralamada tesadüfen oluflabilmelerinin kesinlikle imkansız oldu¤u görülür. Evrimci bir biyolog olan Frank Salisbury bu
imkansızlıkla ilgili olarak flunları söyler:
Evrimci Prof. Dr. Ali Demirsoy da,
DNA'nın meydana gelmesi hakkında flu
itirafı yapmak zorunda kalır:
Orta büyüklükteki bir protein molekülü
yaklaflık 300 amino asit içerir. Bunu
kontrol eden DNA zincirinde ise yaklaflık
1.000 nükleotid bulunacaktır. Bir DNA
zincirinde 4 çeflit nükleotid bulundu¤u
hatırlanırsa, 1.000 nükleotidlik bir dizi
1000
4
farklı flekilde olabilecektir. Küçük
bir logaritma hesabıyla bulunan bu rakam, aklın kavrama sınırının çok ötesindedir.131
Evrim teorisi, moleküler düzeyde
gerçekleflti¤i iddia edilen evrimsel oluflumlardan hiçbirisini ispatlayabilmifl de¤ildir. Bilimin ilerlemesi bu sorulara cevap üretmek bir yana, soruları daha da
kompleks ve içinden çıkılamaz hale getirmekte ve yaratılıflı do¤rulamaktadır.
Ama evrimciler, yaratılıflı kabul etmemek için kendilerini flartlandırmıfllardır ve bu durumda imkansıza inanmaktan baflka seçenekleri yoktur. Avustralyalı ünlü moleküler biyolog Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis (Evrim: Kriz ‹çinde Bir Teori) adlı kitabında
bu durumu flöyle anlatır:
41000'de bir, "küçük bir logaritma hesabı" sonucunda, 10620'de bir anlamına
gelir. Bu sayı 1'in yanına 620 sıfır eklenmesiyle elde edilir. 1'in yanında 11 tane
sıfır 1 trilyonu ifade ederken, 620 tane
sıfırlı bir rakamın kavranması gerçekten
de mümkün de¤ildir. Nükleotidlerin tesadüfen bir araya gelerek RNA ve
DNA'yı oluflturmasının imkansızlı¤ını,
evrimci Fransız bilim adamı Paul Auger
de flöyle ifade etmektedir:
Rastgele kimyasal olaylar sayesinde nükleotidler gibi karmaflık moleküllerin ortaya çıkıflı konusunda bence iki aflamayı net
bir biçimde birbirinden ayırmamız gerekir; tek tek nükleotidlerin üretilmesi -ki bu
belki mümkün olabilir- ve bunların çok
özel seriler halinde birbirine ba¤lanması.
‹flte bu ikincisi, olanaksızdır.132
Bir proteinin ve çekirdek asitinin (DNARNA) oluflma ihtimali tahminlerin çok
ötesinde bir olasılıktır. Hatta belirli bir
protein zincirinin ortaya çıkma ihtimali
astronomik denecek kadar azdır.133
Yüksek organizmaların genetik programlarının yapısı, milyarlarca bit (bilgisayar
birimi) bilgiye ya da 1.000 ciltlik küçük
bir kütüphanenin içindeki tüm harflerin
dizilimine eflde¤erdir. Bu denli kompleks
organizmaları oluflturan trilyonlarca
hücrenin geliflimini belirleyen, emreden
ve kontrol eden sayısız kompleks ifllevin
tamamen rastlantıya dayalı bir süreç sonucunda olufltu¤unu iddia etmek ise, insan aklına yönelik bir saldırıdır. Ama bir
Darwinist, bu düflünceyi en ufak bir flüphe belirtisi bile göstermeden kabul
eder!134
109
110
DOBZHANSKY, THEODOSIUS
Dobzhansky, Theodos›us
Evrimin ünlü teorisyenlerinden Rus
bilim adamı Dobzhansky, canlılar ve
DNA'ları arasındaki kuralsız iliflkinin
evrimin açıklayamadı¤ı büyük bir sorun
oldu¤unu flöyle ifade etmektedir:
Daha kompleks organizmaların genelde basit olanlara
göre hücrelerinde daha fazla
DNA'ları vardır. Fakat bu
kuralın dikkat çeken istisnaları vardır. Amphiuma (amfibiyen), Propterus (bir akci¤erli balık) ve hatta sıradan kurba¤alar ve kara
Dobzhansky Theodosius
kurba¤aları tarafından geçilen insan ise, liste baflı olmaktan çok
uzaktır. Neden bu durum bu kadar uzun
zamandır bir bilmece olarak kaldı?135
Ayrıca Theodosius Dobzhansky, evrim teorisinin 20. yüzyılın ilk çeyre¤inde
keflfedilen genetik kanunları karflısında
tam anlamıyla bir açmaza girmesiyle
birlikte, Darwinizm'e yeni bir "yama"
olarak öne sürülen neo-Darwinizm'in
mimarları arasında yer alır.
hayvanların tehdidi altında olan bir geyik sürüsü içinde, do¤al olarak hızlı kaçabilen geyikler hayatta kalacaktır. Do¤al olarak da bir süre sonra bu geyik sürüsü hızlı koflabilen geyiklerden ibaret
hale gelecektir.
Dikkat edilirse bu süreç, ne kadar
uzun sürerse sürsün, geyikleri bir baflka
canlı türüne dönüfltürmez. Zayıf geyikler
elenir, güçlüler hayatta kalır; sonuçta geyiklerin genetik bilgisinde bir de¤ifliklik
olmadı¤ı için bir "tür de¤iflimi" gerçekleflmez. Geyikler ne kadar seleksiyona
u¤rarlarsa u¤rasınlar, geyik olarak yaflamaya devam ederler.
Geyik örne¤i tüm türler için geçerlidir. Do¤al seleksiyon vas›tas›yla sadece
bir popülasyon içindeki sakat, zayıf ya
da çevre flartlarına uymayan bireylerin
ay›klanmas›na vesile olur; yeni canlı türleri, yeni genetik bilgi ya da yeni organlar ortaya çıkmaz. Yani do¤al seleksiyon
vas›tas›yla canl›lar evrimleflmez. Darwin
bu gerçe¤i "faydalı de¤ifliklikler oluflmadı¤ı sürece do¤al seleksiyon hiçbir fley
yapamaz" diyerek kabul etmifltir.136
Do¤al seleksiyon
(do¤al seçilim, do¤al ay›klanma)
(natural select›on)
Do¤al seleksiyon, do¤ada daimi bir
yaflam mücadelesi oldu¤u ve bu mücadelede hayatta kalanların hep "güçlü ve
do¤al flartlara uygun" canlılar olaca¤ı
varsayımına dayanır. Örne¤in yırtıcı
Geyik fosili
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
DO⁄AL SELEKS‹YON
Do¤al seleksiyon, Darwin'den önceki
biyologlar tarafından da bilinen, ancak
"türlerin bozulmadan sabit kalmalarını
sa¤layan bir mekanizma" olarak tanımlanan bir do¤al süreçtir. ‹lk kez Darwin,
bu sürecin evrimlefltirici bir gücü oldu¤u
iddiasını ortaya atmıfl, tüm teorisini de
bu iddiaya dayandırmıfltır. Kitabına verdi¤i isim, do¤al seleksiyonun Darwin'in
teorisinin temeli oldu¤unu gösterir:
"Türlerin Kökeni, Do¤al Seleksiyon Yoluyla"
Günümüzün en ünlü evrimcilerinden
Stephen Jay Gould Darwinizm'in bu büyük yanılgısı hakkında flunları söyler:
Darwinizm'in özü tek bir cümleye dayanır: Do¤al seleksiyon evrimsel de¤iflimde
yaratıcı güçtür. Kimse do¤al seleksiyonun zayıf olanın elenmesindeki rolünü inkar etmez. Ancak Darwin teorisi do¤al
seleksiyonun uygun olanı yaratmasını da
istemektedir.137
Evrimci C. Loring Brace, American
Scientist dergisinde yayınlanan bir makalesinde, Darwinizm'in bilimsel bulgular tarafından reddedildi¤ini ve do¤al seleksiyonu da türleri oluflturan bir mekanizma olarak göremeyece¤imizi flöyle
açıklar:
American Scientist okuyucuları, biyolojinin büyük bir kısmının ve paleontolojinin
tamamının Darwin'in organik evrim hakkındaki görüfllerini reddetti¤ini fark etmiyor olabilirler. Do¤al seleksiyon sadece "ince ayar" olarak görüldü¤ü için reddediliyor, adaptasyon ise pratikte kesinlikle geçerli görülmüyor.138
Drosoph›la
(bkz. Meyve sinekleri)
Geyikler ne kadar seleksiyona u¤rarlarsa
u¤ras›nlar, hep geyik olarak kal›rlar.
111
112
DÖRT AYAKLILARIN KÖKEN‹
Dört ayakl›lar›n
(tetrapodlar›n) kökeni
Dört ayaklılar (tetrapodlar), karada
yaflayan omurgalı canlıların geneline verilen isimdir. Bu sınıflama içinde amfibiyenler, sürüngenler ve memeliler yer
alır. Evrim teorisinin dört ayaklıların kökeni hakkındaki varsayımı ise, bu canlıların suda yaflamakta olan balıklardan
evrimleflti¤i yönündedir. Oysa bu iddia,
hem fizyolojik ve anatomik yönlerden
çeliflkilidir, hem de iddianın fosil kayıtları yönünden hiçbir temeli yoktur.
Bir balı¤ın karada yaflamaya uygun
hale gelmesi için onun, solunum sistemi,
boflaltım mekanizması, iskelet yapısı gibi farklı yönlerden çok büyük de¤iflimler
geçirmesi gerekir. Solungaçlar akci¤ere
dönüflmeli, yüzgeçler vücut a¤ırlı¤ını taflıyacak biçimde ayak özelli¤i kazanmalı, vücut artıklarını arıtmak için böbrekler oluflmalı, deri sıvı kaybetmeyi engelleyecek bir yapı kazanmalıdır. Tüm bu
de¤iflimler gerçekleflmedi¤i sürece, bir
balık karaya çıktı¤ında en fazla birkaç
dakika yaflayacaktır. (Ayrıca bkz. Sudan
karaya geçifl tezi)
Tetrapod fosili
Dura¤anl›k (stas›s)
Ço¤u tür, dünya üzerinde var oldu¤u
süre boyunca hiçbir yönden de¤iflim
göstermez. Fosil kayıtlarında ilk ortaya
çıktıkları andaki yapıları ne ise, kayıtlardan yok oldukları andaki yapıları da
odur. Morfolojik (flekilsel) de¤iflim genellikle sınırlıdır ve belirli bir yönü yoktur. Fosil kayıtları, canlı türlerinin hem
bir anda ve tamamen farklı yapılarda ortaya çıktıklarını, hem de çok uzun jeolojik dönemler boyunca de¤iflmeden sabit
kaldıklarını göstermektedir.
E¤er gerçekten bir evrim yaflanmıfl olsaydı, canlıların yeryüzünde küçük kademeli de¤iflimlerle ortaya çıkmaları ve zaman içinde de de¤iflmeye devam etmeleri
gerekirdi. Oysa fosil kayıtları bunun tam
aksini gösterir. Farklı canlı sınıflamaları,
kendilerine benzeyen ataları olmadan aniden ortaya çıkmıfllar ve yüz milyonlarca
yıl boyunca hiç de¤iflim geçirmeden dura¤an bir biçimde kalmıfllardır.
Düzenleyici gen
(regulatory gene)
Mutasyonların evrimsel bir geliflme
sa¤lamadı¤ı açık bir gerçektir. Bu gerçek hem neo-Darwinizm'i hem de sıçramalı evrim teorisini çıkmaza sürüklemektedir. (bkz. Mutasyon; Sıçramalı evrim modeli) Mutasyon bir tahrip mekanizması oldu¤una göre, sıçramalı evrim
savunucularının sözünü ettikleri makromutasyonlar, canlılar üzerinde "makro"
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
FOSİL KAYITLARINDA DURAĞANLIK
Ordovikyen devrine ait
"at t›rna¤› yengeci" fosili.
Bu 450 milyon y›ll›k fosil de,
günümüzde yaflayan
örneklerinden farks›zd›r.
Amber içinde bulunmufl
25 milyon y›ll›k termit fosilleri.
Günümüzde yaflayan termitlerden
tümüyle farks›zlar.
Ordovikyen devrine ait istiridye fosilleri,
yaflayan istiridyelerden faks›z.
150 milyon y›ll›k semender fosili. Bugün
herhangi bir ormanda görece¤imiz
semenderlerden farks›z.
114
DÜZENL‹ S‹STEM
düzeyde tahribatlar oluflturacaktır. Kimi
evrimciler, DNA'daki "düzenleyici genler" (regulatory genes) üzerinde oluflan
mutasyonlara umut ba¤lamaktadır. Ama
di¤er mutasyonlar için geçerli olan tahrip edici özellik, bu mutasyonlar için de
geçerlidir. Sorun, mutasyonun rastgele
bir de¤iflim olması sorunudur; genetik
bilgi gibi kompleks bir yapı üzerindeki
her türlü rastgele de¤iflim zararlı sonuçlar verir.
Genetikçi Lane Lester ve popülasyon
genetikçisi Raymond Bohlin, söz konusu mutasyon çıkmazını flöyle ifade
etmektedirler:
… Makromutasyonların komplekslik artıflı sa¤lamasının (genetik bilgiyi gelifltirmesinin) ise izi bile yoktur. E¤er yapısal
gen mutasyonları (küçük mutasyonlar)
gerekli de¤iflimleri oluflturmakta yetersiz
kalıyorlar ise, düzenleyici genler üzerindeki mutasyonlar daha da ifle yaramaz
olacaktır, çünkü adaptasyon sa¤lamayan
ve hatta yıkıcı etkiler oluflturacaktır...139
Gözlem ve deneyler, mutasyonların
genetik bilgiyi gelifltirmedi¤ini ve canlıları tahrip etti¤ini gösterirken, sıçramalı
evrim savunucularının mutasyonlardan
büyük "baflarılar" beklemeleri, açık bir
tutarsızlıktır.
Düzenli sistem
Evrim teorisi, fizi¤in en temel kanunlarından biri olan termodinami¤in
ikinci kanunu (entropi kanunu) ile açıkça çeliflmektedir. (bkz. Termodinami¤in
‹kinci Kanunu) Deneysel olarak ispat-
lanmıfl olan bu teoriye göre evrende kendi haline, do¤al flartlara bırakılan tüm
sistemler, zamanla do¤ru orantılı olarak
düzensizli¤e, yıpranmaya, bozulmaya
u¤rarlar.
Evrimciler iflte bu bilimsel gerçekle
ters düflmemek için birtakım kavramları
yanıltıcı olarak kullanırlar. Sürekli olarak madde ve enerji girifl-çıkıflı olan sistemlerde (açık sistemler) belli bir düzenin oluflabilece¤ini öne sürerler.
Örne¤in rüzgar, tozlu bir odaya girdi¤inde daha önce yere tek düze olarak
yayılmıfl toz tabakası, odanın belli bir
kenarına toplanabilir. Bu yine termodinamik anlamda eskisine göre daha düzenli bir ortamdır, fakat toz parçacıkları
hiçbir zaman rüzgarın enerjisiyle 'kendi
kendilerine organize olarak' odanın tabanında bir insan resmi oluflturamazlar.
Aynı flekilde tekrarlardan oluflan düzen, bir daktilonun klavyesindeki "a"
harfinin üzerine bir cisim düfltü¤ü için
(yani içeri giren enerji akımı ile) yüzlerce kere "aaaaaaaa..." yazabilir. Fakat
"a"ların bu flekilde tekrarlı bir düzen içerisinde olması ne bir bilgi içerir, ne de
herhangi bir komplekslik. Bilgi içeren
kompleks bir harf sıralaması (yani anlamlı bir cümle, paragraf ya da kitap
yazmak) için mutlaka bir akla ihtiyaç
vardır.
Sonuç olarak do¤al süreçlerle hiçbir
zaman kompleks ve organize sistemler
meydana gelemez. Ancak zaman zaman
yukarıdaki örneklerdekine benzer basit
düzenlemeler oluflabilir. Bu düzenlemeler de belli sınırların ötesine geçemezler.
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
DÜZENL‹ S‹STEM
Ne var ki evrimciler bu flekildeki do¤al süreçlerle kendili¤inden ortaya çıkan
düzenlenme (self-ordering) olaylarını
evrimin çok önemli bir kanıtı gibi sunmakta ve bunları sözde "kendi kendini
organize etme" (self-organization) örnekleri gibi göstermektedirler. Bu kavram kargaflası sonucunda da, canlı sistemlerin do¤al olaylar ve kimyasal reaksiyonlar sonucunda kendili¤inden meydana gelebilece¤ini öne sürmektedirler.
Halbuki organize sistemlerle düzenli
sistemler birbirlerinden tamamen farklı
yapılardır. Düzenli sistemler basit sıralamalar, tekrarlar fleklinde yapılar içerirken, organize sistemler içiçe geçmifl son
derece kompleks yapı ve ifllevler içerirler. Ortaya çıkmaları için mutlaka bilinç,
bilgi ve tasarıma ihtiyaç vardır. Ilya Prigogine de bu kasıtlı kavram kargaflasına
baflvurmufl ve içeri do¤ru enerji akıflı sırasında kendi kendine düzenlenen moleküllerin örneklerini, "kendili¤inden organize olma" fleklinde ifade etmifltir.
Amerikalı bilim adamları Thaxton,
Bradley ve Olsen, The Mystery of Life's
Origin (Canlılı¤ın Kökeninin Sırrı) adlı
kitaplarında bu durumu afla¤ıdaki gibi
açıklarlar:
... Her durumda sıvının içerisindeki moleküllerin rastgele hareketlerinin yerini,
anında son derece düzenli bir davranıfl
almaktadır. Prigogine, Eigen ve di¤erleri
buna benzer bir 'kendi kendine organize
olma'nın organik kimyanın esası olabilece¤ini ileri sürerler ve bunun da canlı
sistemler için gerekli olan son derece
kompleks molekülleri açıklayabilme potansiyeline sahip oldu¤unu iddia ederler.
Harun Yahya (Adnan Oktar)
Fakat bu paralellikler hayatın kökeni sorusuyla alakasızdır. Bunun ana nedeni,
bunların düzen ve kompleksli¤i ayırt etmeyi baflaramamalarıdır.140
Yine aynı bilim adamları, bazı evrimcilerin öne sürdükleri "suyun buz haline gelmesi, biyolojik düzenlili¤in kendili¤inden ortaya çıkabilece¤ine örnektir" fleklindeki mantı¤ın yüzeyselli¤ini
ve çarpıklı¤ını flöyle açıklarlar:
Suyun kristalize olup buza dönüflmesiyle,
basit bir monomerin milyonlarca yıl içinde polimer halinde birleflerek DNA ve
protein gibi kompleks moleküllere dönüflmesi arasındaki benzetme sık sık tartıflılmaktadır. Her durumda benzetme açıkça
yanlıfltır… Isı alçaltılarak termal etki yeterince küçültüldü¤ünde, atomları birbirine ba¤layan güçler, su moleküllerini
düzenli kristalize bir dizilime sokarlar.
Amino asit gibi organik monomerler ise
herhangi bir ısıda, de¤il düzenli bir organizasyona, birleflmeye dahi tamamen
karflı koyarlar.141
Tüm kariyerini termodinami¤i evrim
teorisiyle ba¤dafltırmaya adamıfl olan
Prigogine dahi, suyun kristalize olmasıyla kompleks biyolojik yapıların ortaya çıkıflı arasında bir benzerlik bulunmadı¤ını kabul etmifltir:
Burada belirtilmesi gereken, izole olmayan (açık) bir sistemde, yeterli düflük sıcaklıklarda düzenli ve düflük-entropi içeren yapıların oluflma ihtimalidir. Bu düzenleme prensibi, kristaller gibi düzenli
yapıların oluflumundan ve maddenin hal
de¤iflimlerinden sorumludur. Maalesef
bu prensip, biyolojik yapıların oluflumunu açıklayamaz.142
115
E-COLI BAKTER‹S‹
117
Evrimciler
taraf›ndan
evrimi
kan›tlamak ve
sözde
mekanizmalar›n›
keflfetmek için
örnek olarak
seçilen E-coli
bakterisi,
beklentilerin
aksine bir milyar
y›ld›r hiçbir
de¤iflime
u¤ramam›flt›r.
E-Col› bakterisi
fiimdiye kadar do¤al seleksiyon ve
mutasyon mekanizmaları sonucunda evrim geçiren hiçbir canlı yoktur. Buna
karflılık evrimci biyologlar kimi zaman
"do¤al seleksiyon ve mutasyon mekanizmalarının evrimlefltirici etkisini gözlemleyemiyoruz, çünkü bu mekanizmalar ancak çok uzun zaman içinde etkili
olur" gibi bir açıklama öne sürerler. Oysa bu da hiçbir bilimsel temeli olmayan
bir avuntudan baflka bir fley de¤ildir.
Çünkü meyve sinekleri ya da bakteriler
gibi yaflam süreleri çok kısa olan ve dolayısıyla tek bir bilim adamının binlerce
neslini gözlemleyebildi¤i canlılarda da
hiçbir "evrim" gözlemlenmemektedir.
Pierre-Paul Grassé, bakterilerin evrimi
geçersiz kılan de¤iflmezli¤i hakkında da
flunları söyler:
Harun Yahya (Adnan Oktar)
Bakteriler... çok sayıda üremeleri nedeniyle, en çok mutant (mutasyon geçirmifl canlı) ortaya çıkaran canlılardır. Ancak bakteriler... kendi türlerine çok büyük bir sadakat gösterirler. Escherichia coli bakterisinin mutantları çok dikkatli bir biçimde
incelenmifltir ve bu konuda çok iyi bir örnektir. Okuyucular da kabul edecektir ki,
evrimi kanıtlamak ve mekanizmalarını
keflfetmek için örnek olarak seçilen bu
canlının bir milyar yıldır hiçbir de¤iflime
u¤ramamıfl olması son derece flaflırtıcıdır.
E¤er evrimsel bir de¤iflim meydana getirmiyorlarsa, bu canlıların geçirdikleri bunca mutasyonun ne anla-
E-coli bakterisi
118
ELOLULAVIS
mı vardır? Sonuçta, bakterilerin ve virüslerin geçirdikleri mutasyonel de¤iflimlerin, belirli bir genetik ortalamanın etrafında dönüp dolaflan kalıtsal dalgalanmalardan baflka bir fley oluflturmadıkları
ortaya çıkmaktadır; biraz sa¤a, biraz sola dalgalanma olmakta, ama nihai bir
evrimsel de¤iflim yaflanmamaktadır. Hamamböcekleri de, ilk ortaya çıktıkları
Permiyen devrinden bu yana en az Drosophila kadar çok mutasyon geçirmifller,
ama hiçbir de¤iflim yaflamamıfllardır.143
Kısacası, canlıların evrim geçirmifl
olmaları mümkün de¤ildir, çünkü do¤ada onları evrimlefltirebilecek bir mekanizma yoktur. Nitekim fosil kayıtlarına
baktı¤ımızda da, bir evrim süreci ile de¤il, aksine evrime tümüyle ters bir tablo
ile karflılaflırız.
Elolulav›s
Elolulavis, Archæopteryx'le ilgili evrimci iddiaları çürüten ve kufllarla dinozorlar›n aras›nda evrimsel bir ba¤ olmadı¤ını gösteren fosillerden biridir. Archæopteryx'ten 30 milyon yıl daha yafllı
olan Elolulavis'in kanat yapısının aynısı,
günümüzde yavafl bir flekilde uçan kufllarda görülmektedir. Bu özellik, kuflun
manevra kabiliyetini önemli ölçüde artırmakta, kalkarken ve konarken kufla ek
kontrol olana¤ı sa¤lamaktadır. Bunun
anlamı, Archæopteryx'ten 30 milyon yıl
daha yafllı sayılan bir kuflun, çok "profesyonel" bir biçimde uçabildi¤idir.144
Bu bilgi, Archæopteryx veya ona
benzeyen di¤er kuflların birer ara geçifl
formu olmadıklarını ispatlamıfltır.
Eldredge, N›les
Ünlü evrimci paleontolog Niles Eldredge, 1970'lerin baflında ortaya çıkan
"kesintiye u¤ratılmıfl denge" (punctuated
equilibrium) adı verilen neo-Darwinist
modelin, di¤er bir deyiflle "sıçramalı evrim" modelinin savunucularının baflında
gelir. (bkz. Kesintiye u¤ratılmıfl denge
(punctuated equilibrium)) Bu teoriye göre evrim kademeli küçük de¤iflikliklerle
de¤il, ani ve büyük de¤iflikliklerle oluflmaktadır. Evrimin temel iddiasına ters
düflen böyle bir açıklama yapılmasındaki
sebep ise, canlı türlerinin yeryüzü katmanlarında bugünkü mükemmel halleriyle, aniden ortaya çıkmıfl olmalarıdır.
Bu yüzden Niles Eldredge, kendisi
ile aynı görüflü paylaflan Stephen Jay
Gould ile birlikte evrimin kademeli küçük de¤iflikliklerle de¤il, ani ve büyük
de¤iflikliklerle olufltu¤u iddiasında bulundular. Bu model de aslında tamamen
hayal ürünü bir iddiayı yansıtmaktaydı.
Ayrıca bu teori, 1930'larda Avrupalı
paleontolog Otto Schindewolf tarafından
ortaya atılmıfl olan "Hopeful Monster"
(Umulan Canavar) teorisinin de¤iflik bir
haliydi. Bu teoriye göre ilk kufl tesadüfen meydana gelen dev de¤ifliklikle bir
sürüngen yumurtasından çıkmıfl, bazı
kara hayvanları ise geçirdikleri ani ve
kapsamlı bir de¤ifliklikle birdenbire dev
balinalara dönüflmüfl olabilirlerdi. Bu teori çok kısa zamanda terk edildi.
Niles Eldredge ve S. J. Gould da teorilerine "bilimsel" bir kimlik kazandırabilmek için, "ani evrimsel sıçrayıfl"lar
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
EMBR‹YOLOJ‹
için bir tür mekanizma gelifltirmeye çalıfltılar. Fakat bu iddiadaki çeliflkiler teorinin sahiplerini de kısa bir zaman içinde düflündürmeye baflladı. Niles Eldredge "canlıların evrimle ilerlemesi" fikrinin mantıksal olarak hatalı oldu¤unu flu
ifadelerle dile getiriyordu:
Gerçekten de bitki ve hayvan türleri büyü¤e ve komplekse do¤ru geliflerek kendilerini daha iyi ve güzel mi yapmıfl olurlar? E¤er böyleyse sünger gibi basit ve
de¤iflmemifl hayat formlarını evrimsel
baflarısızlıklar olarak mı kabul etmeliyiz?... "‹lerleme kaçınılmazdır" fleklindeki evrimsel sloganın yerine "neden maymun baflarılı" sloganı konulmalıdır.145
Embriyoloji
Canlıların döllenmeyle oluflan zigot
evresinden (döllenmifl yumurta halinden) eriflkin bir canlı oluncaya kadar geçirdi¤i geliflim aflamalarını inceleyen bi-
lim dalıdır. Fakat embriyoloji kavramı,
daha çok hayvan embriyolarının geliflimini inceleyen biyoloji dalı olarak kullanılır.
18. yüzyıla kadar embriyoloji, bilgiden çok spekülasyona dayanıyordu. Bunun nedeni, genetik biliminin henüz keflfedilmemesi ve hücrenin daha tanınmamasıydı. O dönemde genel olarak teori
flöyle kabul ediliyordu: Bafllangıçta hayvanın tümü bütün organlarıyla bir minyatür halindeydi ve bunun sadece bir çiçek gibi açılmaya ihtiyacı vardı. Birçok
natüralist bu bafllangıç halinin kadının
üreme hücresi olan yumurtada bulunması gerekti¤ini savundular. Fakat mikroskobun erkek üreme hücresi olan spermi
ortaya çıkarmasından sonra, bir kısım
bilim adamları 1677'de dölü spermin taflıdı¤ı hipotezini gelifltirdiler.
Çok önceleri Aristo tarafından da ortaya atılan bu teori, bireyin özelleflmifl
yapılarının, yumurtada önceden özelleflmemifl olanlardan kademe kademe geliflKatlanmalar
Göz
Difller
Kalp
Kol
Omurga
Besin kesesi
Bacak
Göbek kordonu
SAHTE Ç‹Z‹M
DO⁄RU Ç‹Z‹M
Üstte, Haeckel'in insan embriyosunun bal›k embriyosuyla benzerlik gösterdi¤ini is patlamak için çizdi¤i sahte resim yer al›yor. Gerçek insan embriyosuyla karfl›laflt›r›ld›¤›nda organlar›n büyük bölümünün kas›tl› olarak ç›kar›lm›fl oldu¤u görülüyor.
Harun Yahya (Adnan Oktar)
119
120
EMBR‹YOLOJ‹K EVR‹M
Son y›llarda yap›lan gözlemler, farkl› canl›lar›n embriyolar›n›n hiç de Haeckel'in gösterdi¤i gibi b e n z e r o l m a d › k l a r › n › o r t a y a k o y m u fl t u r . Ü s t t e k i m e m e l i , s ü r ü n g e n v e y a r a s a e m b r i y o l a r ›
aras›ndaki farkl›l›k, bunun aç›k bir örne¤idir.
ti¤ini öne sürmekteydi.146 Bundan sonra
da embriyoloji alanında yapılan çalıflmalar daha çok evrime delil olarak öne sürüldü. Fakat yapılan çizimlerin ve yorumların bir sahtekarlık oldu¤unun anlaflılması ile günümüzde durum tersine
dönmüfltür ve embriyolojik incelemeler
de canlıların birbirine uyumlu olarak
mükemmel bir sistemle yaratıldıklarını
göstermektedir. (bkz. Rekapitülasyon;
Embriyolojik evrim)
Embriyolojik evrim
Embriyolojik geliflme, memeli bir
canlının anne karnında gösterdi¤i geliflim sürecini ifade eder. Canlılardaki
embriyolojik geliflimin evrimin kanıtı
oldu¤u iddiası ise evrimci literatürde
"Rekapitülasyon teorisi" olarak adlandırılır. (bkz. Rekapitülasyon teorisi) Bu-
gün birtakım evrimci yayınlarda ve bazı
ders kitaplarında, çok önceden bilim literatüründen çıkarılmıfl olan "Rekapitülasyon" teorisi, bilimsel bir gerçek gibi
gösterilmeye çalıflılmaktadır.
Rekapitülasyon terimi, evrimci biyolog Ernst Haeckel'in 19. yüzyılın sonlarında ortaya attı¤ı "Bireyolufl Soyoluflun
Tekrarıdır" (Ontogeny Recapitulates
Phylogeny) teorisinin kısa bir ifade biçimidir. Embriyolojik rekapitülasyon teorisini ortaya atan Ernst Haeckel, hayali
teorisini desteklemek için çizim sahtekarlıklarına baflvurmufltur. (bkz. Haeckel, Ernst) Kendilerini evrim teorisini
savunmaya flartlandırmıfl olan bir kısım
çevreler ise bu sahte çizimleri öne sürerek "embriyolojik evrim" oldu¤u izlenimi vermeye çalıflırlar.
Haeckel tarafından öne sürülen bu
teoriye göre, canlı embriyoları geliflim
süreçleri sırasında, canlılardaki evrimsel
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
EMBR‹YOLOJ‹K REKAP‹TÜLASYON
süreci tekrarlıyorlardı. Örne¤in insan
embriyosu, anne karnındaki geliflimi sırasında önce balık sonra sürüngen özellikleri gösteriyor, en son olarak da insana dönüflüyordu.
Oysa ilerleyen yıllarda bu teorinin
tamamen hayal ürünü bir senaryo oldu¤u
ortaya çıkmıfltır. ‹nsan embriyosunun ilk
dönemlerinde ortaya çıktı¤ı iddia edilen
sözde "solungaçların", gerçekte insanın
orta kulak kanalının, paratiroidlerinin ve
timüs bezlerinin bafllangıcı oldu¤u anlaflılmıfltır. Embriyonun "yumurta sarısı
kesesi"ne benzetilen kısmının da gerçekte bebek için kan üreten bir kese oldu¤u
ortaya çıkmıfltır. Haeckel'in ve onu izleyenlerin "kuyruk" olarak tanımladıkları
kısım ise, insanın omurga kemi¤idir ve
sadece bacaklardan daha önce ortaya
çıktı¤ı için "kuyruk" gibi gözükmektedir.
Bunlar bilim dünyasında herkesin
bildi¤i gerçeklerdir. Evrimciler de bunu
kabul ederler. Neo-Darwinizm'in kurucularından George Gaylord Simpson,
"Haeckel evrimsel geliflimi yanlıfl bir flekilde ortaya koydu. Bugün canlıların
embriyolojik geliflimlerinin geçmifllerini
yansıtmadı¤ı artık kesin olarak biliniyor" diye yazmaktadır.147
Konunun daha da ilginç bir baflka
yönü ise, Ernst Haeckel'in ortaya attı¤ı
Rekapitülasyon teorisini desteklemek
için yaptı¤ı çizim sahtekarlıkları hakkında flunları söylemesidir:
Bu yaptı¤ım sahtekarlık itirafından sonra
kendimi ayıplanmıfl ve kınanmıfl olarak
görmem gerekir. Fakat benim avuntum
Harun Yahya (Adnan Oktar)
fludur ki; suçlu durumda yan yana bulundu¤umuz yüzlerce arkadafl, birçok güvenilir gözlemci ve ünlü biyolog vardır ki,
onların çıkardıkları en iyi biyoloji kitaplarında, tezlerinde ve dergilerinde benim
derecemde yapılmıfl sahtekarlıklar, kesin
olmayan bilgiler, az çok tahrif edilmifl flematize edilip yeniden düzenlenmifl flekiller bulunuyor.148
Embriyolojik
Rekapitülasyon
(bkz. Bireyolufl Soyoluflun Tekrarıdır
teorisi)
Endosimbiosis Tezi
Bu tez, 1970 yılında Lynn Margulis
tarafından ortaya atılmıfltır. Margulis,
bakteri hücrelerinin ortak ve asalak yaflamları sonucunda bitki ve hayvan hücrelerine dönüfltüklerini iddia etmifltir. Bu
teze göre bitki hücreleri, bir bakteri hücresinin bir baflka fotosentetik bakteriyi
yutmasıyla ortaya çıkmıfltır. Fotosentetik
bakteri ana hücrenin içerisinde sözde evrimleflerek kloroplast haline gelmifltir.
Son olarak ana hücrede, her nasıl olduysa, çekirdek, golgi cisimci¤i, endoplazmik retikulum ve ribozomlar gibi son
derece kompleks yapılara sahip organeller evrimleflmifltir. Böylece bitki hücreleri oluflmufltur.
Bu tez, hayal ürünü olan bir senaryodan baflka bir fley de¤ildir. Nitekim, konu hakkında otorite sayılan pek çok bilim adamı tarafından da çok yönlü ola-
121
122
ENDOS‹MB‹OS‹S TEZ‹
rak elefltirilmifltir: Bu bilim adamlarına
örnek olarak D. Lloyd149, Gray ve Doolittle150, Raff ve Mahler verilebilir.
Endosimbiosis tezinin dayandırıldı¤ı
özellik, hücre içerisindeki kloroplastların ana hücredeki DNA'dan ayrı olarak
kendi DNA'larını içermesidir. Bu özellikten yola çıkarak bir zamanlar mitokondri ve kloroplastların ba¤ımsız hücreler oldukları ileri sürülür. Ne var ki
kloroplastlar detaylı olarak incelendi¤inde, bu iddianın tutarsızlı¤ı ortaya çıkmaktadır.
Endosimbiosis tezini geçersiz kılan
noktalar flunlardır:
1) E¤er kloroplastlar iddia edildi¤i
gibi geçmiflte ba¤ımsız hücreler iken büyük bir hücre tarafından yutulmufl olsalardı, bunun tek bir sonucu olurdu; o da,
bunların ana hücre tarafından sindirilmesi ve besin olarak kullanılmasıdır. Çünkü
söz konusu ana hücrenin dıflarıdan besin
yerine yanlıfllıkla bu hücreleri aldı¤ını
varsaysak bile, ana hücre sindirim enzimleriyle bu hücreleri sindirirdi. Tabii
bu durumu bazı evrimciler "sindirim enzimleri yok olmufltu" diyerek geçifltirebilirler. Ama bu, açık bir çeliflkidir. Çünkü e¤er sindirim enzimleri yok olmufl olsaydı, bu kez ana hücrenin beslenemedi¤i için ölmesi gerekirdi.
2) Yine, tüm imkansızl›kların gerçekleflti¤ini ve kloroplastın atası oldu¤u
iddia edilen hücrelerin, ana hücre tarafından yutuldu¤unu varsayalım. Bu kez
karflımıza baflka bir problem çıkar: Hücre içerisindeki bütün organellerin planı
DNA'da flifre olarak bulunmaktadır.
E¤er ana hücre yuttu¤u di¤er hücreleri
organel olarak kullanacaksa, onlara ait
bilgiyi de DNA'sında flifre olarak önceden bulunduruyor olması gerekirdi. Hatta yutulan hücrelerin DNA'ları da ana
hücreye ait bilgilere sahip olmalıydı.
Böyle bir fley ise elbette imkansızdır;
hiçbir canlı kendisinde bulunmayan bir
organın genetik bilgisini taflımaz. Ana
hücrenin DNA'sıyla, yutulan hücrelerin
DNA'larının birbirlerine sonradan
"uyum sa¤lamaları" da mümkün de¤ildir.
3) Hücre içinde çok büyük bir uyum
vardır. Kloroplastlar ait oldukları hücreden ba¤ımsız hareket etmez. Kloroplastlar protein sentezlemede ana DNA'ya
ba¤ımlı olmalarının yanında ço¤alma
kararını da kendileri almaz. Bir hücrede
bulunan kloroplastlar›n ve mitokondrilerin sayıları birden fazladır. Tıpkı di¤er
organellerin yaptı¤ı gibi bunların sayıları hücrenin aktivitesine göre artar ya da
azalır. Bu organellerin kendi bünyelerinde ayrıca bir DNA bulunmasının özellikle ço¤almalarında çok büyük faydası
vardır. Hücre bölünürken, çok sayıdaki
kloroplast da ayrıca ikiye bölünerek sayılarını 2'ye katladıkları için, hücre bölünmesi daha kısa sürede ve seri olarak
gerçekleflir.
4) Kloroplastlar bitki hücresi için son
derece hayati önemi olan güç jeneratörleridir. E¤er bu organeller enerji üretemezlerse, hücrenin pek çok fonksiyonu
iflleyemez. Bu da canlının yaflayamaması
demektir. Hücre için bu derece önemli
olan bu fonksiyonlar kloroplastlarda sen-
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
ENDÜSTR‹ MELAN‹ZM‹
tezlenen proteinlerle gerçeklefltirilir. Ancak kloroplastların bu proteinleri sentezlemek için kendi DNA'ları yeterli de¤ildir. Proteinlerin büyük ço¤unlu¤u hücredeki ana DNA kullanılarak sentezlenir.151
Böyle bir uyumun deneme-yanılma
metoduyla elde edilmesi ise kesinlikle
imkansızdır. Bir DNA molekülünün üzerinde meydana gelebilecek herhangi bir
de¤ifliklik kesinlikle canlıya yeni bir
özellik kazandırmaz, aksine sonuç zararlı
olur. Mahlon B. Hoagland, "Hayatın
Kökleri" adlı kitabında bu durumu flu
sözleriyle açıklamaktadır:
Hatırlayacaksınız, hemen hemen her zaman bir organizmanın DNA'sında bir de¤iflikli¤in olması onun için zararlıdır;
baflka bir deyiflle yaflamını sürdürebilme
kapasitesinde azalmaya yol açar. Bir benzetme yapalım: Shakespeare'in oyunlarına rastgele eklenen cümlelerin onları daha iyi yapması pek olası de¤ildir... Temelinde DNA de¤ifliklikleri ister mutasyonla, ister bizim dıflarıdan bilerek ekledi¤imiz yabancı genlerle olsun, yaflamı sürdürebilme ihtimali azaltma özelliklerinden dolayı zararlıdır.152
Evrimcilerin öne sürdükleri iddialar
bilimsel deneylere ve bu deneylerin sonuçlarına dayanılarak ortaya atılmamıfltır. Çünkü bir bakterinin baflka bir bakteriyi yutması gibi bir olgu hiçbir flekilde
gözlenmemifltir. Moleküler biyolog
Whitfield, bu durumu flöyle ifade etmektedir:
Prokaryotik endosimbiosis (yutma) belki
de tüm endosimbiotik teorinin dayandı¤ı
hücresel mekanizmadır. E¤er bir prokar-
Harun Yahya (Adnan Oktar)
yot bir di¤erini içine alamaz ise, endosimbiosisin nasıl kuruldu¤unu tahmin etmek güçtür. Maalasef, endosimbiosis teorisi için hiçbir modern örnek yoktur.153
Amerikalı biyolog L. R. Croft ise bu
konuda flu yorumu yapar:
Bir bakterinin baflka bir bakteriyi yutması
hiçbir flekilde gözlemlenmemiflken, böyle
bir iddiada bulunmak hiçbir flekilde bilimsel de¤ildir. Kaldı ki kloroplast, ribozom, mitokondri, lizozom gibi organeller
hücre dıflına alınarak birbirlerinden ayrıldıklarında yaflayamamaktadır.154
Endüstri melanizmi
18. ve 19. yüzyıllarda önce ‹ngiltere'de daha sonra da di¤er Batı Avrupa ülkeleri ve Amerika'da endüstri alanında
büyük bir de¤iflim yaflandı. Özellikle ‹ngiltere'de yaflanan endüstri devrimi sonrasındaki hava kirlili¤i sebebiyle bir kısım canlı popülasyonlarında renk farklılıkları gözlenmiflti. Endüstri melanizmi
de buradan yola çıkarak hayvanların daha iyi kamufle olmalarını sa¤layan renk
de¤iflikliklerini ifade etmektedir.
Evrimciler, hayvanlarda görülen bu
renk farklılıklarını "ortam flartlarının ve
do¤al seleksiyonun neden oldu¤u evrim"
olayı olarak açıklamaya çalıflırlar. Gerçekte bu durum, gözlemlerin tamamen
yanlıfl yorumlanmasından kaynaklanmaktadır.
Bu durum bir evrimci kaynakta flöyle
ifade edilir:
Bu yönlendirilmifl seçime ça¤ımızdaki en
çarpıcı örnek, Oxford Üniversitesi'nden
123
124
ENDÜSTR‹ MELAN‹ZM‹
FORD ve KETTLEWEL adlı iki arafltırmacının gösterdi¤i koruma renklerinin
evrimidir. ‹ngiltere'nin çok sayıda fabrika bacası bulunan bölgelerinde yaflayan
bir çeflit kelebe¤in di¤er bölgelerdekine
göre daha koyu renkli oldu¤unu bulmufllardır. Bu bölgelerden daha önce toplanan (sanayileflme ça¤ından önce) örneklerin açık renkli oldu¤u koleksiyonlardan
bilinmektedir. Açık olanlar sanayi bölgelerinin dıflında a¤açların gövdelerinin
dıflında bulunan beyaz ve açık renkli likenlerin üzerinde yafladıkları için çevreye iyi bir uyum yapmıfllar ve bunları avlayan kuflların bakıfllarından kurtulmufl-
lardır. Sanayileflmifl bölgelerde, bacalardan çıkan kurum, bu likenleri koyulafltırdı¤ı için beyaz renkli kelebekler belirgin
olarak görünmeye bafllamıfllardır. Buna
karflın, koyu renkliler daha iyi uyum yapmıfllardır. Kufllar, beyaz renkli olanları
avladıkları için, koyu renkli olanlar yaflam üstünlü¤ü kazanmaya bafllamıfl ve
bunların içerdikleri genotip, popülasyonda artmaya bafllamıfltır. Bugün ‹ngiltere'de hava kirlili¤i temizlenmifl olan bölgelerde beyaz formların tekrar baflat duruma geçti¤i görülmektedir.155
Burada dikkat edilmesi gereken nokta, ‹ngiltere'deki endüstri devriminin
Do¤al seleksiyon ile do¤ada var olmayan bir canl› türü ortaya ç›kamaz, do¤al seleksiyon
vas›tas›yla sadece canl› türlerindeki sakat ya da zay›f olan bireyler ay›klan›r. Sanayi devrimi kelebeklerinin durumu bu konuda iyi bir örnektir. Sanayi devrimi ile birlikte a¤açla r›n renkleri koyulaflm›flt›r. Dolay›s›yla bu a¤açlarda yaflayan kelebeklerden aç›k renkli
olanlar kufllar için daha kolay görünür hale gelmifl ve say›lar› azalm›flt›r. Koyu renkliler
ise say›ca art›fl göstermifllerdir. Elbette ki bu bir evrim de¤ildir. Yeni bir tür oluflmam›fl,
sadece kelebeklerin nüfus oran› de¤iflmifltir.
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
ENDÜSTR‹ MELAN‹ZM‹
125
bafllamasından önce yakalanmıfl bir
"siyah" renkli kelebek çeflidinin önceden de bulunmasıdır. Endüstri
devriminden yıllarca önce de ‹ngiltere'de bu kelebek türü zaten mevcuttur. Hava kirlili¤inin meydana getirdi¤i de¤iflme daha önce fazla miktarda mevcut beyaz formun düflmanları
tarafından görülme ihtimalini artırmıfltır. Sonuçta bu formda bir azalma, renkli olanlarda ise artma meydana geldi. (Bkz. Sanayi devrimi kelebekleri)
Açıkça anlaflılmaktadır ki bu de¤ifliklik kelebe¤in renginde de¤il, sayısındadır Bu durum ise hiçbir zaman evrime delil olarak öne sürülemez. Zaten türlerin orijinal olarak yaratılıflını savunanlar bunu kabul et‹ngiltere'deki endüstri devrimi kelebekleri örne¤i,
do¤al seleksiyonla evrimleflmenin en önemli delili
mektedirler. Üstelik de¤iflme renk
olarak gösterilir. Oysa ortada hiçbir flekilde evrim üzerinde (mutasyon) bile olsa, yine
leflme yoktur. Çünkü yeni bir kelebek türü ortaya
evrime delil olarak gösterilemez.
ç›kmam›flt›r. Üstte soldaki resimde endüstri devri mi öncesi, sa¤da ise endüstri devrimi sonras›
Çünkü kelebek yine kelebek olarak
a¤açlar ve üzerindeki kelebekler görülmektedir.
kalmakta, baflka bir türe dönüflmemektedir. Evrim için gereken fley, bir
türün di¤er bir türe de¤iflti¤ini bilimcanlıyı, varlı¤ını sürdürece¤i sistem ile
sel olarak ispat etmektir. Bu ise, bir ev- yaratmıfltır. Organizmanın genetik sisterim de¤il, tam aksine normal bir varyas- mi, özelliklerini (belirli sınırlarda) çevyondur. Do¤al seleksiyon yalnızca çevre redeki de¤iflmelere göre ayarlama fonkde¤iflmeleri sonucunda canlı türlerini siyonuna da sahip olabilmektedir. Aksi
yok olmaktan korumaya vesile olan bir takdirde, iklim, besin kayna¤ı gibi fleymekanizmadır. (bkz. Varyasyon)
lerde küçük bir de¤iflme o canlının sonu
Varyasyon ve do¤al seleksiyon olay- olabilir.
ları, Darwin'in düflündü¤ü tarzda evrimi
Sonuç olarak çevrenin ve iklimin ani
aç›klamamakta, aksine yaratılıflın öngör- de¤iflmesi vb. nedenlerle nesli tükenmifl
dü¤ü ve ifllemekte olan bir korunma canlılara rastlamak mümkündür. (Maprensibine harikulade bir örnek olmakta- mutlar, dinozorlar, uçan sürüngenler,
dır. Di¤er bir deyiflle, Allah her çeflit diflli kufllar gibi.) Bu türler çevre flartları-
Harun Yahya (Adnan Oktar)
126
ENTROP‹ KANUNU
nın türün yaratılıflında sahip oldu¤u genetik potansiyel sınırının dıflına çıkması
üzerine ortama uyamayıp yok olmufllardır. Fakat bunların bir baflka türe dönüfltüklerine dair hiçbir bilimsel delil bulunmamaktadır.
Entropi Kanunu
(bkz. Termodinami¤in ‹kinci Kanunu)
Eoh›ppus
Evrimciler, at fosillerini küçükten
büyü¤e do¤ru dizerek sıralamalar oluflturmufllardır. Atın sözde evrimi ile ilgili
öne sürülen bu soya¤açları hakkında evrimciler arasında bir görüfl birli¤i yoktur.
Tek ortak nokta, 55 milyon yıl önceki
Eosen devrinde yaflamıfl Eohippus
(Hyracotherium) adlı köpek benzeri bir
canlının, atın ilk atası oldu¤una inanılmasıdır. Oysa atın milyonlarca yıl önce
yok olmufl atası olarak sunulan Eohippus, halen Afrika'da yaflayan ve atla hiçbir ilgisi ve benzerli¤i olmayan Hyrax
isimli hayvanın hemen hemen aynısıdır.156
Atın evrimi iddiasının tutarsızlı¤ı,
her geçen gün ortaya çıkan yeni fosil
bulgularıyla daha açık olarak anlaflılmaktadır. Eohippus ile aynı katmanda
günümüzde yaflayan at cinslerinin de
(Equus nevadensis ve Equus occidentalis) fosillerinin bulundu¤u tespit edilmifltir.157 Bu, günümüzdeki at ile onun söz-
de atasının aynı zamanda yafladı¤ını göstermektedir ki, atın evrimi denen sürecin
hiçbir zaman yaflanmadı¤ının kanıtıdır.
Evrimci yazar Gordon R. Taylor,
Darwinizm'in açıklayamadı¤ı konuları
ele alan The Great Evolution Mystery
(Evrimin Büyük S›rr›) adlı kitabında at
serileri efsanesinin aslını flöyle anlatır:
Darwinizm'in belki de en ciddi zaafiyeti,
paleontologların büyük evrimsel de¤ifliklikleri gösterecek olan akrabalık iliflkilerini ve canlı sıralamalarını ortaya koyamamalarıdır... At serisi genellikle bu konuda çözüme kavuflturulmufl olan yegane
örnek gibi gösterilir. Ama gerçek fludur
ki, Eohippus'tan Equus'a kadar uzanan
sıralama çok tutarsızdır. Bu sıralamanın,
giderek artan bir vücut büyüklü¤ünü gösterdi¤i iddia edilir, ama aslında sıralamanın ileriki aflamalarına konan canlıların bazıları (sıralamanın en baflında yer
alan) Eohippus'tan daha büyük de¤il, daha küçüktürler. Farklı kaynaklardan gelen türlerin biraraya getirilip ikna edici
bir görüntüye sahip olan bir sıralamada
arka arkaya dizilmeleri mümkündür, ama
tarihte gerçekten bu sıralama içinde birbirlerine izlediklerini gösteren hiçbir kanıt yoktur.158
Tüm bu gerçekler, evrimin en sa¤lam
delillerinden birisi olarak sunulan atın
evrimi flemalarının hiçbir geçerlili¤i olmayan hayali sıralamalar olduklarını ortaya koymaktadır. Di¤er türler gibi atlar
da, evrimsel bir ataya sahip olmadan var
olmufllardır. (bkz. Atın kökeni)
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
EOHIPPUS
At›n sözde atas› oldu¤u
iddia edilen Eohippus ile
ayn› katmanda günümüzde
yaflayan at cinslerinin de
fosilleri bulunmufltur.
Harun Yahya (Adnan Oktar)
127
128
EUSTHENOPTERON FOORDI
Eusthenopteron foord›
Cœlacanth balı¤ının canlısının yakalanmasıyla bunun bir ara geçifl formu olmadı¤ını gören evrimciler, bu sefer
Eusthenopteron foordi balı¤ını ara geçifl
formu olarak tanıttılar. (bkz. Cœlacanth)
Evrimciler, kuyruklu su kurba¤asının
Eusthenopteron foordi'den türedi¤ini
öne sürmüfllerdir. Fakat Eusthenopteronlar ile kuyruklu su kurba¤ası arasındaki
anatomik karflılafltırmalar, bunların aralarında derin farklılıklar oldu¤unu göstermifltir. Bu da, bu iki tür arasında bir
ara geçifl formu daha bulunmasını gerektirmifltir. Ama bir balık olan Eusthenopteron ile kuyruklu su kurba¤ası Icthyostega arasındaki bu teorik ara geçifl formuna dair hiçbir iskelet bulunamamıfltır.
Eusthenopteron normal bir balıktır
ve kuyruklu su kurba¤asına birçok yönden benzemez. Maria Genevieve Lavanant, Eusthenopteron'un bu özelli¤ine
Geç Devonyen devre ait Kanada'da
bulunan bir Eusthenopteron foordi fosili.
flöyle de¤inir:
Yakın bir geçmiflte tartıflma yeniden açıldı. Yüzgeçlerin daha ayrıntılı incelenmesi, Eusthenopteron'un yüzgeçlerinin, bütün balıklarda bulunan yüzgecin bir benzeri oldu¤unu ortaya koydu.159
Evrim mekanizmalar›
Bugün evrim teorisi olarak tanımladı¤ımız neo-Darwinist model, evrimi
gerçeklefltiren iki temel mekanizma öne
sürer: "Do¤al seleksiyon" ve "mutasyon". Teorinin temel iddiasına göre; do-
Kurba¤alar›n kökeninde de bir "evrim"
süreci yoktur. Bilinen en eski kurba¤alar,
bal›klardan tamamen farkl› ve kendile rine has yap›lar›yla ortaya ç›km›flt›r. Dominik Cumhuriyeti'nde
bulunan yandaki amber
içindeki kurba¤a fosili
ile yaflayan örnekleri aras›nda
fark yoktur.
EVR‹MSEL SOYA⁄ACI
¤al seleksiyon ve mutasyon birbirlerini
tamamlayan iki mekanizmadır. Evrimsel
de¤iflikliklerin kayna¤ı da, canlıların genetik yapısında meydana gelen rastgele
mutasyonlardır. Yine teorinin iddias›na
göre mutasyonların sebep oldu¤u özellikler, do¤al seleksiyon mekanizması
aracılı¤ıyla seçilir ve böylece canlılar
evrimleflirler.
Ancak öne sürülen bu mekanizmaların gerçekte hiçbir evrimlefltirici gücü
yoktur ve evrimcilerin iddia etti¤i gibi yeni bir tür oluflturmaları da söz konusu de¤ildir. (bkz. Do¤al seleksiyon; Mutasyon)
Evrimsel soya¤ac›
(bkz. Hayat a¤acı; ‹nsanın Hayali
Soya¤acı)
Evrim teorisi
Pek çok insan evrim teorisini, Charles Darwin tarafından ortaya atılan, sa¤lam bilimsel delillere, gözlemlere ve deneylere dayalı bir teori zanneder. Oysa
evrim teorisinin ilk fikir babası Darwin
olmadı¤ı gibi, teorinin kayna¤ı da bilimsel deliller de¤ildir.
Mezopotamya'da putperest dinlerin
hakimiyetinin bulundu¤u bir dönemde,
canlılı¤ın ve evrenin kökeni hakkında
birçok batıl inanç ve efsane yaygındı;
bunlardan biri de "evrim" inancıydı. Sümerler'den kalan Enuma-‹lifl adlı yazıtta
anlatıldı¤ına göre, ilk baflta bir su karmaflası vardı ve bu su karmaflasının içerisinden birdenbire Lahau ve Lahamu
Harun Yahya (Adnan Oktar)
adlı tanrılar ortaya çıkmıfltı. Bu batıl inanıfla göre, ibadet edilen bu putlar ilk önce kendi kendilerini var etmifller, daha
sonra da evrimleflerek di¤er maddeleri
ve canlıları oluflturmufllardı. Yani Sümer
efsanelerine göre canlılık, cansız su kaosundan birdenbire oluflmufl ve evrimleflerek geliflmiflti.
Evrim efsanesi, daha sonra bir baflka
putperest medeniyet olan Eski Yunan'da
hayat sahası buldu. Eski Yunan'ın materyalist filozofları, maddeyi yegane varlık
sayıyorlardı. Sümerler'den miras kalan
evrim efsanesine ise, canlıların nasıl
olufltu¤unu açıklamak niyetiyle baflvurdular. Böylece materyalist felsefe ve evrim efsanesi Eski Yunan'da birleflti, oradan da Roma kültürüne taflındı.
Evrim teorisinin savundu¤u bütün
canlıların ortak bir ataya sahip oldukları
düflüncesini, Fransız biyolog Comte de
Buffon, 18. yüzyılın ortasında ileri sürdü. (bkz. Buffon Comte de) Charles Darwin'in büyükbabası Erasmus Darwin
Buffon'un ortaya attı¤ı fikri gelifltirdi ve
bugün "evrim teorisi" dedi¤imiz düflüncenin ilk temel önermelerini ortaya koydu. (bkz. Darwin, Erasmus)
Erasmus Darwin'den sonra Fransız
do¤a bilimci Jean Baptiste Lamarck, 19.
yüzyılın baflında ilk kapsamlı evrim teorisini ortaya attı. (bkz. Lamarck, Jean
Baptiste) Lamarck, evrimin mekanizmasını "kazanılan özelliklerin nesilden nesle aktarılması" olarak açıklıyordu. Buna
göre canlıların yaflamları sırasında u¤radıkları de¤ifliklikler kalıcıydı ve yeni nesillere kalıtsal olarak aktarılabiliyordu.
129
130
EVR‹MSEL BOfiLUK
Eski Yunan materyalist filozoflar›ndan Demokritos da günümüz materyalistleri gibi,
maddenin ezeli oldu¤unu ve maddeden
baflka bir varl›k bulunmad›¤› yan›lg›s›na
sahipti.
Lamarck'ın teorisi ortaya atıldı¤ı dönemde büyük sükse yapmıfltı, ama sonraları
popülaritesini hızla yitirdi. Lamarck'ın
teorileri hakkında haklı kuflkulara sahip
olanlar arafltırmalara bafllamıfllardı.
1870 yılında ‹ngiliz biyolog Weismann, yaflam sırasında kazanılmıfl olan
özelliklerin bir sonraki nesle aktarılmasının imkansız oldu¤unu ve böylece Lamarck'ın teorisinin yanlıfl oldu¤unu ispatladı. Bu nedenle, bugün evrim teorisi
olarak bizlere ve tüm dünyaya empoze
edilen ö¤reti, kendini Lamarck'a dayandırmaz. Bugün tüm dünyada evrim teorisi olarak bilinen Darwinizm'in do¤uflu,
Charles Darwin'in 1859'da
yayınladı¤ı The Origin
of Species by Means
of Natural Selection
or the Preservation
of Favored Races in
the Struggle for Life
(Türlerin Kökeni, Do¤al Seleksiyon veya
Yaflam Mücadelesinde Kayırılmıfl
Irkların Korunması
Yoluyla) isimli kitapla olmufltur. Darwin, Lamarck'ın
teorisindeki baz› açık mantık hatalarını elemifl ve canlıların evrimini kalıtsal olarak açıklamak yerine "do¤al seleksiyon" tezini ortaya atmıfltır.
Evrim teorisi canlıların yarat›lm›fl
olduklar› gerçe¤ini reddeder, do¤al süreçlerin ve rastlantısal etkilerin ürünü
olduklarını savunur. Bu teoriye göre bütün canlılar birbirlerinden türemifllerdir.
Önceden var olan bir canlı türü, zamanla
bir di¤erine dönüflmüfl ve bütün türler bu
flekilde ortaya çıkmıfllardır. Dönüflüm
yüz milyonlarca senelik uzun bir zaman
dilimini kapsamıfl ve kademe kademe
ilerlemifltir. Yaklaflık bir buçuk yüzyıldır
kabul gören teori, bugün paleontoloji,
biyokimya, anatomi, biyofizik, genetik
gibi pek çok ana bilim dalında yapılan
çalıflmaların sonuçlarıyla çeliflmektedir.
Evrimsel boflluk
Evrim teorisinin hiçbir bilimsel da-
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
EVR‹MSEL HÜMAN‹ZM
yana¤ı olmadı¤ı halde, dünyanın dört bir
yanında insanların ço¤u evrimi bilimsel
bir gerçek sanırlar. Bu yanılgının en büyük nedeni, medyanın evrim konusunda
yaptı¤ı sistemli telkin ve propagandadır.
Medya devlerinin yaptıkları söz konusu haberlerde, evrim teorisi bilinen
herhangi bir matematik kanunu kadar
kesin bir gerçekmifl gibi bir üslup kullanılır. Bunun en klasik örne¤i ise bulunan
fosil kalıntıları hakkında yapılır. Örne¤in "Time dergisinin haberine göre, evrim zincirindeki bofllu¤u tamamlayan
çok önemli bir fosil bulundu" ya da "Nature'ın haberine göre, bilim adamları evrimin açıkta kalan son noktalarını da aydınlattılar" gibi cümleler büyük puntolarla basılır. Oysa ortada ispatlanmıfl
olan hiçbir fley yoktur ki, "evrim zincirinin son eksik halkası" bulunmufl olsun.
Delil olarak öne sürülenlerin tümü ise
sahte delillerdir.
Öte yandan fosil kayıtlarında canlıların eksiksiz hallerine ait milyonlarca fosil olmasına ra¤men, evrimsel bir geliflimi do¤rulayacak hiçbir ara geçifl formu
fosili bulunmamaktadır. Amerikalı paleontolog R. Wesson da, 1991'de yayınlanan Beyond Natural Selection (Do¤al
Seleksiyonun Ötesinde) adlı kitabında
"fosil kayıtlarındaki bofllukların gerçek
ve olgusal" olduklarını flöyle açıklamaktadır:
Ne var ki, fosil kayıtlarındaki boflluklar
gerçektir. Herhangi bir (evrimsel) soyoluflumunu gösterecek kayıtların yoklu¤u,
son derece olgusaldır. Türler genellikle
Harun Yahya (Adnan Oktar)
çok uzun zaman dilimleri boyunca sabit
kalırlar. Türler ve özellikle cinsler hiçbir
zaman yeni bir türe ya da cinse do¤ru evrim göstermezler. Bunun yerine, bir tür
ya da cinsin bir di¤eriyle yer de¤ifltirdi¤i
gözlenir. De¤iflim ise ço¤unlukla anidir.160
Bu durum, evrim teorisinin 140 yıldır öne sürdü¤ü "ara form fosilleri bulunmufl de¤il, ama ileride bulunabilir"
argümanının artık geçerli olmadı¤ını
göstermektedir. Fosil kayıtları canlılı¤ın
kökenini anlamak için yeterince zengindir ve karflımıza somut bir tablo çıkarmaktadır: Farklı canlı türleri, aralarında
evrimsel "geçifl formları" olmadan, yeryüzünde bir anda ve farklı yapılarıyla,
ayrı ayrı ortaya çıkmıfllardır.
Evrimsel hümanizm
Darwin'in en önde gelen savunucularından biri olan Julian Huxley, onun gelifltirdi¤i biyolojik argümanı felsefi bir
zemine oturtmak için çalıflmıfltır. Ulafltı¤ı nokta ise, "evrimsel hümanizm" adı
altında yeni bir din kurmak olmufltur.
Bu dinin amacı "yeryüzündeki evrimsel sürecin maksimum sonuca varmasını sa¤lamak" olacaktı. Bu, yalnızca
güçlü organizmaların daha çok yaflamasına ve daha çok üremelerine çalıflmakla
sınırlı de¤ildi. Ayrıca, insano¤lunun
"kendinden kaynaklanan yetenekleri"nin
"en üst düzeyde gerçeklefltirilmesi" öngörülüyordu. Bir baflka deyiflle, insano¤lunun bugün içinde bulundu¤u fiziksel
131
132
EVR‹MSEL PAGAN‹ZM
ve zihinsel aflamadan "daha ileri aflamalara" sıçraması için çaba gösterilecekti.
"Hümanizm" teriminin tam tarifi ise,
Huxley tarafından flöyle yapılıyordu:
yine de temel düflünceden vazgeçilmiyordu: ‹nsan artık kendi evrimini yönetebilirdi ve bunu da bilimle yapacaktı.
fiöyle deniyordu:
Ben "hümanist" kelimesini kullanırken,
insanın, aynı bir bitki ya da hayvan gibi
do¤al bir varlık oldu¤unu kastediyorum.
Yani insanın bedeni, zihni ve ruhu do¤a
üstü bir güç tarafından yaratılmamıfl, aksine evrim süreci sonunda oluflmufltur.
Dolayısıyla insan, herhangi bir do¤a üstü gücün kontrolü ya da yol göstericili¤ine de¤il, sadece kendi varlı¤ına ve kendi
gücüne inanmalıdır.161
Bilimi akıllıca kullanarak, içinde yafladı¤ımız çevreyi kontrol edebiliriz, fakirli¤i
yenebilir, hastalıkları ortadan kaldırabilir, yaflam süremizi uzatabilir, davranıfllarımızı belirgin bir biçimde de¤ifltirebiliriz. Böylece insano¤lunun evrim sürecini
yönlendirebilir, yeni güç kaynakları oluflturabilir ve insanlı¤ın daha özgür ve anlamlı bir yaflama kavuflması için gerekli
fırsatları yaratabiliriz.162
Huxley'in ortaya attı¤ı ve insano¤lunun "kutsal" amacının kendi evrimini
hızlandırmak oldu¤unu öne süren bu düflünceler, John Dewey adlı Amerikalı filozofu derinden etkiledi. Dewey bu çizgiyi gelifltirerek 1933 yılında "Dini Hümanizm" akımını bafllattı ve ünlü Hümanist Manifesto'yu yayınladı. Manifesto'da vurgulanan temel düflünce, geleneksel "Teistik" (‹lahi) dinlerin ortadan
kaldırılmasının zamanının artık geldi¤i
ve bunların yerine, insano¤lunun bilimsel ilerleme ve sosyal iflbirli¤ine dayalı
yeni bir ça¤a girmek üzere oldu¤uydu.
II. Dünya Savaflı'nda "bilimsel ilerleme" sonucunda öldürülen 50 milyon insan, Hümanist Manifesto'da öngörülen
optimizmi derinden sarstı. Benzeri darbelerin ardından Dewey'in yolunu izleyenler onun görüfllerini bir parça revize
etmek zorunda kaldılar ve 1973 yılında
II. Hümanist Manifesto'yu yayınladılar.
Bu mesajda "bilimin bazen insanlı¤a zarar da verebilece¤i" kabul ediliyor, ama
Aslında her evrimci tarafından bilinçli ya da bilinçsiz olarak benimsenen
bu fikirler, "evrim dini"nin temel inanıfllarını ortaya koymaktadır. Önce hayali
bir evrim süreci kurgulanmakta ve bu
sürecin herfleyi var eden "yaratıcı" oldu¤u varsayılmakta, sonra bu sürecin insanı kurtulufla ulafltıraca¤ı düflünülmekte
ve en sonunda insano¤lunun "kutsal"
amacının da bu sürece hizmet etmek oldu¤una inanılmaktadır. Kısacası, evrim,
hem Yaratıcı, hem kurtarıcı, hem de kutsal bir amaçtır. Bir baflka deyiflle kendisine tapınılan bir ilahtır.
Evrimsel paganizm
‹nsanların bir kısmı, kendilerine
Allah'›n vahyetmifl oldu¤u ‹lahi dinlere
inanırlar. Di¤erleri ise kendi kendilerine
ürettikleri ya da içinde yafladıkları toplum tarafından üretilmifl olan dinlere
ba¤lanırlar; kimisi totemlere tapınır, kimisi Günefl'e ibadet eder, kimisi "uzaylı-
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
EVR‹MSEL PAGAN‹ZM
lar"a yakarır. Bu ikinci grup, Allah'a ortak koflan kimselerdir ve Batı literatüründe "pagan" olarak isimlendirilirler.
Evrimciler de, evrim teorisini -ve aslında genel olarak bilim kavramını- bir
din olarak benimserler. Bu kimseler kendi dinlerinin do¤rulu¤unu somut verilerle
ispat edilmifl "bilimsel bir gerçek"mifl gibi telkin etmektedirler. Ve kendilerini
dinler üstü somut bir gerçe¤in temsilcisi
saymaktadırlar. Evrimci paganların bu aldatıcı iddiaları, onları di¤er dinlerin üzerinde hayali bir konuma yerlefltirmektedir. Buna göre, di¤er dinler "subjektif
inançlar"dır, ama evrim "objektif gerçek"tir. Bu aldatmacanın verdi¤i sahte
otoriteyi kullanarak da, di¤er dinleri kendilerine tabi olmaya ça¤ırmaktadırlar.
Evrimci bir argümana göre, di¤er dinler,
e¤er evrimi ve onun do¤urdu¤u kavramları kabul ederlerse, evrime dayandırılan
her türlü sosyo-politik giriflimi "ahlaki
bir ö¤reti" olarak yaflamalarına izin verilecektir. Neo-Darwinist akımın en önemli
birkaç isminden biri olan George Gaylord Simpson bunu flöyle ifade eder:
Elbette dini olarak tanımlanan ve dini
duygulara dayanan ve hala varlıklarını
koruyan bazı inanç sistemleri vardır. Bunların evrimle uyuflmaları kesinlikle söz konusu de¤ildir ve dolayısıyla duygusal etkilerine ra¤men, entelektüel olarak savunulmaları mümkün de¤ildir. Ancak duygusal
alanda kalmaları flartıyla, ben bunların
evrimle birarada var olabileceklerini savunuyorum. Bir baflka deyiflle, evrim ve
do¤ru din birbirleriyle uyuflabilirler. 163
Bu, flu demektir: Evrim ve onun üzerinde geliflen "bilimsel" ö¤retiler, di¤er
Harun Yahya (Adnan Oktar)
dinleri yargılama otoritesine sahiptirler.
Bu dinlerin hangilerinin ya da hangi yorumlarının "do¤ru din" olarak kabul edilece¤ine karar vermek, evrimci bilime
düflecektir. Do¤ru din denen fley ise, gözlemlenebilen evren hakkında hiçbir iddiası olmayan, sadece ve sadece insanlar
arasındaki ahlaki kıstasları belirtmekle
yetinen bir ö¤retidir. Gözlemlenebilen
evren ile ilgili her türlü alan -yani pozitif
bilimler, ekonomi, siyaset, hukuk vs.-ise,
evrimci bilim anlay›fl› tarafından belirlenecektir.
Bu totaliter yaklaflım, kendi iman etti¤i
evrim teorisini somut bir gerçek gibi toplumlara empoze ederken, bir yandan da
bilimsel çevreleri baskı altında tutar. Günümüz biyologların›n ço¤u, söz konusu
pagan dinine iman etmifl durumdadırlar,
ama bu inancı paylaflmayanlar olursa onların da susturulması sa¤lanır. Bu sistem
içinde evrim bir tabuya dönüflür. Evrimi
reddeden bilim adamları yükselme imkanlar›n› yitirirler. Ünlü anatomi profesörü
Thomas Dwight, bu durumu entelektüel
bir diktatörlük olarak nitelendirerek flöyle
der:
Evrim konusunda kurulmufl olan diktatörlük, meselenin dıflında olanların tahmin
edemeyece¤i kadar despot hale gelmifltir.
Sadece düflünce sistemimizi etkilemekle
kalmıyor; aynı zamanda terör ça¤larını
aratan bir baskıyı da sürdürüyor. Acaba
bilim dünyası liderlerinden kaç tanesi düflüncelerini aynen açıklayabiliyorlar.164
Evrim zincirinin kay›p halkas›
(bkz. Evrimsel boflluk)
133
FEDAKARLIK
Fedakarl›k
Darwin'in öne sürdü¤ü do¤al seleksiyon mekanizması, bulundukları
co¤rafi konumun do¤al flartlarına uygun
yapıda ve güçlü olan canlıların hayatlarını ve nesillerini sürdürebildiklerini, uygun yapıda olmayan ve daha güçsüz
olanların ise yok olduklarını öngörür.
Darwinizm'in benimsedi¤i do¤al seleksiyon mekanizmasına göre do¤a, canlıların birbirleriyle "yaflam" için kıyasıya
mücadele ettikleri, zayıfların güçlüler tarafından yok edildi¤i bir yerdir.
Dolayısıyla bu iddiaya göre her canlı, yaflamını sürdürebilmek için güçlü olmak, di¤erlerine her konuda üstün gelmek ve kıyasıya savaflmak zorundadır.
Böyle bir ortamda ise fedakarlık, özveri,
iflbirli¤i gibi kavramlara yer yoktur; zira
bunların her biri canlının aleyhine dönebilir. Bu yüzden her canlı olabildi¤ince
bencil olmalı ve sadece kendi yiyece¤ini, kendi yuvasını, kendi korunmasını,
kendi güvenli¤ini düflünmelidir.
Evrimciler canl›lar›n birbirlerine karfl›
yard›msever ve özverili tav›rlar›n›
aç›klamakta aciz kalmaktad›rlar.
Fakat gerçekte do¤a sadece her canlının birbiriyle kıyasıya mücadele etti¤i,
herkesin birbirini yok etmek, saf dıflı bırakmak için çaba harcadı¤ı, son derece
bencil ve vahfli bireylerden oluflan bir ortam de¤ildir. Aksine do¤a, ço¤u kez ölümü göze alan fedakarlıkların, kendi zararına oldu¤u halde sürü için gösterilen
özverilerin, bunun karflılı¤ında canlılara
hiçbir kazanç sa¤lamayan akılcı iflbirliklerinin sayısız örnekleri ile doludur. Cemal Yıldırım, kendisi de bir evrimci olmasına ra¤men, Darwin ve dönemindeki
di¤er evrimcilerin neden do¤anın sadece
bir savafl yeri oldu¤unu zannettiklerini
flöyle açıklar:
19. yüzyılda bilim adamları ço¤unluk çalıflma odalarında ya da laboratuvarda
kapalı kaldıkları, do¤ayı do¤rudan tanı-
135
136
FEDAKARLIK
ma yoluna gitmedikleri için canlıların
salt savaflım içinde oldu¤u tezine kolayca
kapılmıfltır. Huxley çapında seçkin bir bilim adamı bile kendini bu yanılgıdan
kurtaramamıfltı.165
Evrimci Peter Kropotkin ise hayvanların aralarındaki dayanıflmayı konu
edindi¤i Mutual Aid: A Factor in Evolution (Karfl›l›kl› Yard›mlaflma: Evrimde
Bir Etken) isimli kitabında, Darwin ve
taraftarlarının içine düfltükleri yanılgıyı
flöyle dile getirmektedir:
Darwin ve onu izleyenler, do¤ayı canlıların sürekli olarak birbirleriyle savafltıkları bir yer olarak tanımladılar. Huxley'e
göre hayvanlar alemi gladyatörlerin flovuna benziyordu. Hayvanlar birbirleriyle
savaflmakta, en hızlı ve en kurnaz olanı
ertesi gün savaflabilmek için hayatta kalmaktaydı. Ancak ilk bakıflta, Huxley'in
do¤aya bakıfl açısının bilimsel olmadı¤ı
anlaflılmaktadır…166
Evrimci bilim adamları sırf ba¤lı bulundukları ideolojiyi destekleyebilmek
için do¤ada açıkça görülen bazı özellikleri kendilerine göre yorumlamıfllardır.
Darwin'in, do¤aya hakim oldu¤unu hayal
etti¤i savafl, gerçekte büyük bir "yanılgıdan" ibarettir. Çünkü do¤ada sadece kendi çıkarları için yaflam savaflı veren canlılar yoktur. Birçok canlı di¤er canlılara
karflı yardımsever ve bundan daha da
önemlisi "özverili"dir. ‹flte bu yüzden evrimciler do¤ada rastladıkları özverili tavırları açıklamakta aciz kalmaktadırlar.
Bilimsel bir dergide konuyla ilgili olarak
yayınlanan bir makalede yazılanlar, bu
acizli¤i gözler önüne sermektedir:
Sorun, canlıların niye birbirlerine yardım ettikleridir. Darwin'in teorisine göre;
her canlı kendi varlı¤ını sürdürmek ve
FEDAKARLIK
üreyebilmek için bir savafl vermektedir.
Baflkalarına yardım etmek, buna ba¤lı
olarak o canlının sa¤ kalma olasılı¤ını
azaltaca¤ına göre, uzun vadede evrimde
bu davranıflın elenmesi gerekirdi. Oysa
canlıların özverili olabilecekleri gözlenmifltir.167
Örne¤in balarıları, kovanlarına saldıran bir hayvanı sokarak öldürürler. Aslında arılar bu flekilde intihar etmifl olurlar. Çünkü sokma sırasında i¤nelerini bıraktıkları için ona ba¤lı birtakım iç organları da yırtılıp gövdelerinden sökülür.
Görüldü¤ü gibi arı, kovandaki di¤er arıların güvenli¤ini sa¤lamak u¤runa kendi
yaflamını harcamaktadır.
Timsah ise en vahfli hayvanlardan biri olmasına karflın, yavrularına gösterdi¤i ihtimam son derece hayret vericidir.
Yavruları yumurtadan çıktıktan sonra
onları a¤zında suya kadar taflır. Bundan
sonra yavrular büyüyüp kendi bafllarının
çaresine bakana kadar, timsah onları a¤-
zında veya üzerinde taflıyacaktır. Yavru
timsahlar da herhangi bir tehlike sezdiklerinde hemen annelerinin a¤zındaki korunaklı barınaklarına kaçarlar. Oysa timsah hem vahfli, hem de bilinci olmayan
bir hayvandır; dolayısıyla kendisinden
beklenen yavrularını koruması de¤il aksine onları da beslenmek için ayrım gözetmeden yemesidir.
Bazı anneler yavruları sütten kesilene kadar kendi yafladıkları toplulukları
terk etmek zorunda kalırlar ve böylece
kendilerini büyük bir riske atarlar. Do¤umdan veya yumurtadan çıktıktan sonra birçok hayvan türü yavrularına günlerce, aylarca hatta kimi zaman yıllarca
bakar. Onlara yiyecek, yuva, sıcaklık
sa¤lar; onlar› yırtıcı hayvanlardan korur.
Gün boyunca birçok kufl, yavrularını saatte ortalama dört ile yirmi kere arasında
besler. Memelilerde ise annelerin daha
farklı sorunları olur. Süt verme döneminde daha iyi gıda almalıdırlar ve bunun için daha çok avlanmalıdırlar. Buna
ra¤men bu süre içerisinde yavru kilo
alırken anne sürekli kilo kaybeder.
137
138
FEDUCCIA, ALAN
Bilinci olmayan bir hayvandan bek- ki her biri koflulları kolaylafltırmak için
lenen, yavrusunu do¤urduktan sonra bı- u¤raflıyor gibidir. Ancak burada dikkat
rakıp gitmesidir. Çünkü hayvanlar bu edilmesi gereken önemli bir nokta fluküçük canlıların ne olduklarının bile flu- dur: Bu canlıların hiçbiri bu kararları
uruna varamazlar. Ancak buna ra¤men alacak ve böyle bir düzeni sa¤layacak
bu yavruların bütün sorumlulu¤unu üst- bir akla ve bilince sahip de¤ildir. Öyleyse biraraya gelip ortak bir hedef belirlelenirler.
Canlılar sadece yavrularını tehlike- meleri ve bu hedefe hepsinin uyması,
lerden koruyarak özveride bulunmazlar. hatta bu hedefin tüm toplum bireyleri
Birçok durumda kendi toplulukları için- için en sa¤lıklı karar olmasının tek açıkde yaflayan di¤er canlılara karflı da son laması, Allah'ın yaratmasıdır.
Do¤adaki bu gerçekler karflısında,
derece "ince düflünceli" ve "çözümcü"
davrandıkları gözlemlenmifltir. Bunun evrimcilerin "do¤a bir savaflım alanıdır,
bir örne¤i, çevrede bulunan besin kay- bencil olan, kendi çıkarlarını koruyan
nakları azaldı¤ında görülür. Böyle bir üstün gelir" iddiası tamamen geçersiz
durumda güçlü olan hayvanların üstün kalmaktadır. Ünlü bir evrimci olan John
gelerek di¤er hayvanları saf dıflı bıraka- Maynard Smith, canlıların bu özellikleri
cakları ve tüm kaynaklara el koyacakları üzerine evrimcilere flöyle bir soru yödüflünülebilir. Ancak olaylar hiç de ev- neltmektedir:
rimcilerin hayal ettikleri gibi geliflmez.
E¤er do¤al seleksiyon, bireyin yaflama
Ünlü bir evrimci olan Peter Kropotihtimalini ve ço¤almasını garanti eden
kin kitabında bu konuyla ilgili bazı örözelliklerinin seçilimi ise, kendini feda
nekler verir: Kropotkin, bir kıtlık durueden davranıflları nasıl açıklayaca¤ız?169
muyla karflılaflıldı¤ında karıncaların depoladıkları erzaklarını kullanmaya baflFeducc›a, Alan
ladıklarını, kuflların topluca
göç ettiklerini; bir ırmakta çok
Archæopteryx'i ara form
fazla kunduz yaflamaya bafllaolarak göstermeye çalıflan evdı¤ında, genç olanların kuzeye
rimcilerin iddiası, kuflların diyafllı olanların güneye do¤ru
nozorlardan evrimleflti¤i flek168
gittiklerini anlatır.
lindedir. Oysa dünyanın en önYukarıda aktarılan bilgilerde gelen kuflbilimcilerinden biden de görülece¤i gibi, do¤ari olan Kuzey Carolina Ünidaki canlılar arasında kıyasıversitesi profesörü Alan FeAlan Feduccia
ya bir yiyecek veya yuva müduccia, bir evrimci olmasına
cadelesi yoktur. Aksine en zorlu koflul- karflılık, kuflların dinozorlarla akraba ollarda dahi canlılar arasında çok güzel bir du¤u teorisine kesinlikle karflı çıkmaktauyum ve dayanıflma görülmektedir. San- dır. Feduccia flöyle der:
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
F‹LOGEN‹
25 sene boyunca kuflların kafataslarını
inceledim ve dinozorlarla aralarında
hiçbir benzerlik görmüyorum. Kuflların
dört ayaklılardan evrimleflti¤i teorisi paleontoloji alanında 20. yüzyılın en büyük
utancı olacaktır.170
Filogeni
Canlıların herhangi bir grubunun
sözde evrimsel öyküsüne "filogeni" denir. Bir baflka deyiflle filogeni, evrimcilerin, gruplar arasındaki akrabalık derecesini belirleme, her türün ya da grubun
mümkün olan tüm yapısal benzerliklerini ve ayrılıklarını ortaya koyma ve geçmiflteki sözde atalarını kademe kademe
gösterme çabalarıdır. 171 (bkz. Filum;
Taksonomi)
Evrimciler bu tür yöntemlerle canlı-
lar arasında varsaydıkları ata-torun iliflkilerini gösterebilmeyi amaçlarlar. Ayrıca canlılardaki bir takım benzerliklere
dayanarak, tüm canlıları evrimsel soya¤acın›n üzerine çeflitli dallandırmalarla
yerlefltirmeye çalıflırlar. Ancak tüm bunlar evrimcilerin ön kabullerine dayanılarak yapılan hayali ve hiçbir bilimsel destek ve kanıt taflımayan çalıflmalardır.
Filum (Phylum, Phyla)
Canlılar biyologlar tarafından belirli
sınıflandırmalara ayrılırlar. "Taksonomi"
ya da "sistematik" olarak da bilinen bu
sınıflandırma içinde hiyerarflik kategoriler vardır. Canlılar ilk önce "alem"lere
ayrılırlar; bitkiler ya da hayvanlar alemi
gibi. Sonra bu alemler kendi içlerinde filumlara ("flubelere") bölünür.
Canl› gruplar› olan filumlar›n tamam›na yak›n›, Kambriyen devri olarak bilinen jeolojik dönemde, hiçbir sözde evrimsel ataya sahip olmadan aniden ortaya ç›km›fllard›r. Bu, evrim teorisini
çürüten, yarat›l›fl› destekleyen önemli bir delildir.
139
140
FLIERMANS, CARL
Örne¤in hayvanlar aleminin kendi
içindeki en büyük bölünme farklı filumlardır. Bu filumlar belirlenirken her birinin tamamen farklı vücut planlarına sahip oldukları göz önünde bulundurulmufltur. Örne¤in Artropodlar (eklem bacaklılar) kendilerine has bir filumdur ve
bu filuma dahil edilen tüm canlılar temelde benzer bir vücut planına sahiptir.
Chordata olarak adlandırılan filum ise,
merkezi bir sinir a¤ına sahip olan canlıları barındırır. Bizim için tanıdık olan balıklar, kufllar, sürüngenler, memeliler gibi
hayvanların tümü, Chordata'nın bir alt sınıfı olan omurgalılar kategorisine dahildir.
Hayvanların farklı filumları arasında,
ahtapotlar gibi yumuflak bedenli canlıları
barındıran Mollusca filumu ya da yuvarlak solucanları barındıran Nemotada filumu gibi çok farklı kategoriler vardır.
Bu kategorilerin en önemli özelli¤i ise,
baflta da belirtti¤imiz gibi tamamen farklı vücut planlarına sahip olmalarıdır. Filumların altındaki kategoriler, temelde
benzer vücut planlarına sahiptir, ama filumlar birbirlerinden çok farklıdır.
Fl›ermans, Carl
ABD çapında çok ünlü bir bilim adamı olan, Indiana Üniversitesi mikrobiyoloji profesörü Carl Fliermans, "kimyasal
atıkların bakteriler yoluyla nötralize edilmesi" konusunda Amerikan Savunma
Bakanlı¤ı'nın destekledi¤i arafltırmalar›
yürütmüfltür. 5 Temmuz 1998 günü Bilim Arafltırma Vakfı'nın düzenledi¤i "Ev-
rim Teorisi'nin Çöküflü: Yaratılıfl Gerçe¤i" isimli uluslararası konferansta biyokimyasal düzeydeki evrimci iddiaları cevaplamıfl ve flöyle demifltir:
Modern biyoloji canlıların asla evrimle ortaya çıkmadıklarını ispatlamakta ve Allah'ın
üstün yaratıflına delil oluflturmaktadır.172
Flor testi
Fosillerin yaflını belirleme metotlarından biri olan "flor testi", 1949'da, British Museum'un paleontoloji bölümünden Kenneth Oakley tarafından bazı eski
fosiller üzerinde denendi. Bu yöntemle,
Piltdown Adamı fosili üzerinde de bir
deneme yapıldı. Yapılan testte Piltdown
Adamı'nın çene kemi¤inin hiç flor içermedi¤i anlaflıldı. Bu, çene kemi¤inin
topra¤ın altında birkaç yıldan fazla kalmadı¤ını gösteriyordu. Az miktarda flor
içeren kafatası ise sadece birkaç bin yıllık olabilirdi.
Nitekim flor metoduna dayanılarak
yapılan sonraki kronolojik arafltırmalar,
kafatasının ancak birkaç bin yıllık oldu¤unu ortaya çıkardı. Orangutana ait çene
kemi¤indeki difllerin ise suni olarak aflındırıldı¤ı, fosillerin yanında bulunan ilkel
araçların çelik aletlerle yontulmufl adi birer taklit oldu¤u anlaflıldı.173 Joseph Weiner'in yaptı¤ı detaylı analizlerle, sahtekarlık 1953 yılında kesin olarak ortaya
çıkarıldı. Kafatası 500 yıl yaflında bir insana, çene kemi¤i de yeni ölmüfl bir
orangutana aitti! (bkz. Piltdown Adam›)
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
FOS‹L
Fosil
Bir bitki ya da hayvanın eski jeolojik
ça¤lardan bu yana yerkabu¤unda korunmufl olan kalıntısına ya da izine fosil denir. Fosil kelimesi Latincede kazmak anlamına gelen "fossils" kelimesinden gelir. Yeryüzünün her tarafından derlenmifl
olan fosiller, yaflamın bafllangıcından bu
yana yeryüzünde yaflamıfl canlılar hakkında bilgi veren en önemli kaynaktır.
Normal koflullarda, bir hayvan öldü¤ünde, kalıntıları hızla yok olur. Ölen
canlı ya lefl yiyen hayvanlar tarafından
ortadan kaldırılır ya da mikroorganizmalar tarafından ayrıfltırılır, dolayısıyla
hayvanın kalıntıları iz bırakmaz. Kalıntıların korunması ancak özel durumlarda
sa¤lanır. 174 Bu yüzden canlı öldükten
sonra ancak çok küçük bir bölümü fosil
olarak korunabilmektedir. Genellikle
ölen bir canlının fosilleflebilmesi iki koflulun varlı¤ına ba¤lıdır:
1) Çok çabuk çürümesi ve lefl yiyicilerin saldırılarından korunabilmesi için
hızla gömülmesi,
2) Gövdesinde fosilleflebilen sert bölümlerin bulunması.
Fosil oluflumunda en önemli ve en
uygun ortam, killi ve çamurlu ortamdır.
Bu çamurun içine herhangi bir flekilde
düflmüfl ya da sürüklenmifl canlının etrafındaki elementler sertleflince, gerçek bir
kalıp ortaya çıkar. Daha sonra canlı, genellikle çürümeyle ortadan kalkar; fakat
kalıp devamlı olarak kalır. Bu kalıbın
içerisine daha sonra mineraller dolarsa
tekrar bir kalıp alınarak canlının genel
Harun Yahya (Adnan Oktar)
hatlarını verecek bir mülaj oluflur. Vücut
parçaları de¤iflik mineralli sularla veya
sadece minerallerle dolarsa, buna tafllaflma denir. Bu tafllaflma bazen o kadar
mükemmel olur ki üzerinde anatomik incelemeler dahi yapılabilir.175
Fosiller sadece canlıların sert kısımlarını (kemik, difl, kabuk vs.) de¤il, aynı
zamanda çeflitli organları ve yaflantıları
ile ilgili izleri taflıyan kalıpları da kapsamı içine alır. Kemiklerin fleklinden, üzerindeki kas ba¤lantılarından hayvanın
nasıl durdu¤u ve nasıl hareket etti¤i de
anlaflılabilir.176
Fosillerin arafltırılması aynı zamanda
soyu tükenmifl hayvanlar ve bitkiler konusunda da bilgilenmemizi sa¤lar. Bu
bilgiler hangi zaman dilimlerinde hangi
canlıların yafladıkları hakkında da bilgi
verir. Fakat evrimciler, fosilleri bugünkü
canlılarla aralarında akrabalık iliflkileri
kurmak ve geliflimleri arasında benzerlikler gösterebilmek bakımından çok
önemli görürler. Canlıların birbirinden
kademe kademe evrimleflerek türedi¤i
iddialarını do¤rulayabilmek için fosil kalıntılarına baflvurular. Ancak bugün fosil
kayıtlarının %80'i ortaya çıkarılmıfl olmasına ra¤men sonradan sahtekarlık veya çarpıtma ürünü oldu¤u anlaflılan birkaç fosil dıflında öne sürebildikleri tek bir
delil bile yoktur. Aksine yeryüzü katmanlarındaki fosiller, canlıların ilk yaratıldıklarından beri kusursuzca var olduklarını
do¤rulamaktadır. (bkz. Fosil kayıtları)
Amerikal› paleontolog R. Wesson
141
Darwin'in teorisinin bilim dünyas›na hakim olmas›ndan bu
yana, paleontoloji (fosil bilimi) bu teori temel al›narak yürü tülmektedir. Ancak buna ra¤men dünyan›n pek çok farkl›
bölgesinde yap›lan fosil kaz›lar›, teoriyi destekleyen de¤il
çürüten sonuçlar vermifltir. Fosiller, farkl› canl› gruplar›n›n
yeryüzünde özgün yap›lar›yla aniden ortaya ç›kt›klar›n›, yani
yarat›ld›klar›n› göstermektedir.
FOS‹L KAYITLARI
da, 1991'de yay›nlanan Beyond Natural
Selection adl› kitab›nda "fosil kay›tlar›ndaki boflluklar›n gerçek ve olgusal" olduklar›n› flöyle aç›klamaktad›r:
Ne var ki, fosil kay›tlar›ndaki boflluklar
gerçektir. Herhangi bir (evrimsel) soyoluflumunu gösterecek kay›tlar›n yoklu¤u,
son derece olgusald›r. Türler genellikle
çok uzun zaman dilimleri boyunca sabit
kal›rlar. Türler ve özellikle cinsler hiç bir
zaman yeni bir türe ya da cinse do¤ru evrim göstermezler. Bunun yerine, bir tür ya
da cinsin bir di¤eriyle yer de¤ifltirdi¤i
gözlenir. De¤iflim ise ço¤unlukla anidir.177
Fosil kay›tlar›
Farklı canlı türlerinin ortak bir atadan geldikleri iddiası, gözlemsel biyolojinin bulguları tarafından desteklenmedi¤i için, bu konuya ıflık tutacak asıl bilim
dalı paleontoloji, yani fosil bilimidir. Evrim, tarihte yaflandı¤ı iddia edilen bir süreçtir ve bizlere canlılı¤ın tarihi hakkında
bilgi verecek yegane bilimsel kaynak da
fosil bulgularıdır. Ünlü Fransız zoolog
Pierre Grassé, bu konuda flunları söyler:
Do¤a bilimciler unutmamalıdırlar ki, evrim süreci sadece fosil kayıtları aracılı¤ıyla açı¤a çıkar… Sadece paleontoloji
(fosil bilimi) evrim konusunda delil oluflturabilir ve evrimin geliflimini ve mekanizmalarını gösterebilir.178
Evrim teorisine göre bütün canlılar
birbirlerinden türemifllerdir. Önceden
var olan bir canlı türü, zamanla bir di¤erine dönüflmüfl ve bütün türler bu flekilde
ortaya çıkmıfllardır. Teoriye göre bu dönüflüm yüz milyonlarca senelik uzun bir
zaman dilimini kapsamıfl ve kademe ka-
Harun Yahya (Adnan Oktar)
deme ilerlemifltir. Bu durumda, iddia
edilen uzun dönüflüm süreci içinde sayısız "ara türler"in oluflmufl ve yaflamıfl olmaları gerekir. (bkz. Ara geçifl formu)
Hatta bu ara geçifl formlarının sayısının bugün bildi¤imiz hayvan türlerinden
bile fazla olması gerekir. Nitekim Darwin de bu durumun teorisi için büyük bir
açmaz oluflturdu¤unu Türlerin Kökeni
kitabının "Teorinin Zorlukları" (Difficulties on Theory) adlı bölümünde flöyle
açıklamıfltır:
E¤er gerçekten türler öbür türlerden yavafl geliflmelerle türemiflse, neden sayısız
ara geçifl formuna rastlamıyoruz? Neden bütün do¤a bir karmafla halinde de¤il de, tam olarak tanımlanmıfl ve yerli
yerinde? Sayısız ara geçifl formu olmalı,
fakat niçin yeryüzünün sayılamayacak
kadar çok katmanında gömülü olarak bulamıyoruz... Niçin her jeolojik yapı ve
her tabaka böyle ba¤lantılarla dolu de¤il? Jeoloji iyi derecelendirilmifl bir süreç ortaya çıkarmamaktadır ve belki de
bu benim teorime karflı ileri sürülecek en
büyük itiraz olacaktır.179
Ara form fosillerinin yoklu¤u karflısında Darwin'in 140 yıl önce savundu¤u
"ara formlar flimdi yok, ama yeni arafltırmalarla bulunabilir" argümanı bugün
için geçerli de¤ildir. Günümüzdeki paleontolojik veriler, fosil kayıtlarının ola¤anüstü derecede zengin oldu¤unu göstermektedir. Dünyanın farklı bölgelerinden
elde edilmifl milyarlarca fosil örne¤ine
bakılarak, 250 bin farklı canlı türü tanımlanmıfltır. Bu türler flu anda yaflamakta olan yaklaflık 1.5 milyon türe ola¤anüstü derecede benzerdir.180 Bu denli
143
FOSİL KAYITLARI EVRİM TEO RİSİNE KARŞI
ZAMAN
Bugün
CANLILAR ARASINDAK‹ FARKLILIK
EVR‹M TEOR‹S‹NE GÖRE YAfiANMIfi OLMASI GEREKEN DO⁄A TAR‹H‹
ZAMAN
Bugün
Kambriyen
devri
Kambriyen
öncesi
CANLILAR ARASINDAK‹ FARKLILIK
FOS‹L KAYITLARININ ORTAYA KOYDU⁄U GERÇEK DO⁄A TAR‹H‹
Evrim teorisi, temel canl› gruplar›n›n (fi lumlar›n) tek bir ortak atadan do¤up, zaman içinde farkl›lafl›p gelifltiklerini iddia
eder. Üstteki flema bu iddiay› ifade et mektedir: Darwinizm'e göre canl›lar giderek dallanan bir a¤aç gibi birbirlerinden
farkl›laflm›fl olmal›d›rlar.
Fosil kay›tlar› ise bunun tam aksini gös -
termektedir. Alttaki flemada görüldü¤ü gibi, farkl› canl› gruplar› yeryüzünde bir anda ve farkl› yap›lar›yla ortaya ç›km›flt›r.
Kambriyen devrinde 100'e yak›n temel
canl› s›n›f› (filum) bir anda belirmifltir. Daha sonra da bu canl› s›n›flar›n›n say›s›
artmam›fl, aksine azalm›flt›r. (Çünkü baz›
canl› s›n›flar›n›n soyu tükenmifltir.)
FOS‹L KAYITLARI
zengin bir fosil kayna¤ına ra¤men hiçbir
ara form bulunamamıflken, yeni kazılarla ara formlar bulunması mümkün gözükmemektedir. Glasgow Üniversitesi
paleontoloji profesörü T. Neville George, bu gerçe¤i yıllar önce flu flekilde kabul etmifltir:
Fosil kayıtlarının (evrimsel) zayıflı¤ını ortadan kaldıracak bir açıklama yapmak artık mümkün de¤ildir. Çünkü elimizdeki fosil kayıtları son derece zengindir ve yeni
kefliflerle yeni türlerin bulunması imkansız
gözükmektedir... Her türlü keflfe ra¤men
fosil kayıtları hala (türler arası) boflluklardan oluflmaya devam etmektedir.181
Harvard Üniversitesi'nden ünlü paleontolog Niles Eldredge ise, Darwin'in
"fosil kayıtları yetersiz, ara formları o
yüzden bulamıyoruz" iddiasının geçerli
olmadı¤ını flöyle açıklamaktadır:
Tüm deliller, fosil kayıtlarının ortaya
koydu¤u sonucun do¤ru oldu¤unu göstermektedir: (Fosil kayıtlarında) gördü¤ümüz boflluklar, hayatın tarihindeki gerçek olayları yansıtmaktadır, bunlar yetersiz bir fosil birikiminin sonucu de¤ildir.182
Ço¤u insan fosil kayıtlarından söz
edildi¤inde, bu kayıtlar ile Darwin'in teorisi arasında olumlu bir ba¤lantı oldu¤u
izlenimine kapılmaktadır. Fakat bu yanılgıdan Science dergisindeki bir makalede flöyle bahsedilir:
Evrimsel biyoloji ve paleontoloji alanlarının dıflında kalan çok sayıda iyi e¤itimli bilim adamı, ne yazık ki, fosil kayıtlarının Darwinizm'e çok uygun oldu¤u gibi
Harun Yahya (Adnan Oktar)
bir yanlıfl fikre kapılmıfltır. Bu büyük olasılıkla ikincil kaynaklardaki ola¤anüstü
basitlefltirmeden kaynaklanmaktadır; alt
seviye ders kitapları, yarı-popüler makaleler vs... Öte yandan büyük olasılıkla biraz taraflı düflünce de devreye girmektedir. Darwin'den sonraki yıllarda, onun
taraftarları bu yönde (fosiller alanında)
geliflmeler elde etmeyi ummufllardır. Bu
geliflmeler elde edilememifl, ama yine de
iyimser bir bekleyifl devam etmifl ve bir
kısım hayal ürünü fanteziler de ders kitaplarına kadar girmifltir.183
Eldredge ve Tattersall ise bu konuda
flu önemli yorumu yaparlar:
Ayrı türlere ait fosillerin, fosil kayıtlarında bulundukları süre boyunca de¤iflim
göstermedikleri, Darwin'in Türlerin Kökeni'ni yayınlamasından önce bile paleontologlar tarafından bilinen bir gerçektir. Darwin ise gelecek nesillerin bu bofllukları dolduracak yeni fosil bulguları elde edecekleri kehanetinde bulunmufltur...
Aradan geçen 120 yılı aflkın süre boyunca yürütülen tüm paleontolojik arafltırmalar sonucunda fosil kayıtlarının Darwin'in bu kehanetini do¤rulamayaca¤ı
açıkça görülür hale gelmifltir. Bu, fosil
kayıtlarının yetersizli¤inden kaynaklanan bir sorun de¤ildir. Fosil kayıtları
açıkça söz konusu kehanetin yanlıfl oldu¤unu göstermektedir.
Türlerin flaflırtıcı bir biçimde sabit oldukları ve uzun zaman dilimleri boyunca hep
dura¤an kaldıkları yönündeki gözlem,
"kral çıplak" hikayesindeki tüm özellikleri barındırmaktadır: Herkes bunu görmüfl, ama görmezlikten gelmeyi tercih etmifltir. Darwin'in öngördü¤ü tabloyu ıs-
145
146
FOTOSENTEZ‹N KÖKEN‹
rarla reddeden hırçın bir fosil kaydı ile
karflı karflıya kalan paleontologlar, bu
gerçe¤e açıkça yüz çevirmifllerdir.184
Amerikalı paleontolog S. M. Stanley
de, fosil kayıtlarının ortaya koydu¤u bu
gerçe¤in bilim dünyasına hakim olan
Darwinist dogma tarafından nasıl göz ardı edildi¤ini ve ettirildi¤ini flöyle anlatır:
Bilinen fosil kayıtları kademeli evrimle
uyumlu de¤ildir ve hiçbir zaman da
uyumlu olmamıfltır. ‹lgi çekici olan, birtakım tarihsel koflullar aracılı¤ıyla, bu
konudaki muhalefetin gizlenmifl olufludur... Ço¤u paleontolog, ellerindeki kanıtların Darwin'in küçük, yavafl ve kademeli de¤iflikliklerin yeni tür oluflumunu
sa¤ladı¤ı yönündeki vurgusuyla çeliflti¤ini hissetmifltir... ama onların bu düflüncesi susturulmufltur.185
Fotosentezin kökeni
Fotosentez yeryüzündeki canlılı¤ın
çok büyük bir denge unsurudur. Fotosentez olmasa, bitkiler olmaz, bitkiler olmadı¤ında ise hayvanlar ve biz insanlar
da var olamayız. Henüz hiçbir laboratuvarda taklit edilemeyen bu kimyasal reaksiyon, yaflamın temel flartlarından biridir. Ayrıca bitkilerin gerçeklefltirdikleri
fotosentez ile hayvanların ve insanların
enerji tüketimleri arasında tam bir denge
vardır. Bitkiler bize glikoz ve oksijen verirler. Biz ise hücrelerimizde glikozu oksijenle birlefltirip "yakar", böylelikle bitkilerin glikoza eklemifl oldukları günefl
enerjisini açı¤a çıkarıp kullanırız.
Yaptı¤ımız fley, aslında fotosentezi
tersine çevirmektir. Bunun sonucunda
atık madde olarak karbondioksit çıkarır
ve bunu ci¤erlerimizle atmosfere veririz.
Bu karbondioksit bitkiler tarafından yeniden fotosentezde kullanılır. Bu mükemmel dönüflüm bu flekilde sürüp gider.
Ayrıca fotosentez, yeryüzündeki yaflamın en temel ifllemlerinden biridir. Bitki hücreleri, içlerindeki kloroplastlar sayesinde su, karbondioksit ve günefl ıflı¤ını kullanarak niflasta üretirler. Hayvanlar
ise kendi besinlerini üretemez ve bitkilerden gelen niflastayı kullanırlar. ‹flte bu
nedenle fotosentez kompleks yaflamın temel flartıdır. ‹flin daha da ilginç yanı ise,
son derece kompleks bir ifllem olan fotosentezin henüz tam olarak çözülememifl
olufludur. Modern teknoloji, fotosentezi
taklit etmek bir yana, detaylarını çözmeyi bile henüz baflaramamıfltır.
Bu kompleks ifllem, evrim teorisine
göre do¤al süreçlerin bir ürünüdür. Evrimci varsayımlara göre, bitki hücreleri
fotosentez yapabilmek için, fotosentez
yapabilen bakterileri yutup kloroplasta
çevirmifllerdir. Fakat bu bakterilerin fotosentez gibi karmaflık bir ifllemi yapmayı nereden ö¤rendikleri evrim senaryosunda cevapsız soruların baflında gelir.
Evrimci kaynaklar, insanın bile tüm
teknolojisine ve bilgisine ra¤men henüz
gerçeklefltiremedi¤i fotosentez gibi bir
ifllemin bakteriler tarafından bir flekilde
tesadüfen "keflfedildi¤ini" söylerler. Masaldan hiç farkı olmayan anlatımları ile
hiçbir bilimsel de¤eri olmayan senaryo-
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
FOTOSENTEZ‹N KÖKEN‹
Kabuk zar›
Epidermis
Fotosentez yapan
hücreleri içeren doku
Yapra¤›n kesiti
Gözenek
Kloroplast
Thylakoidler
D›fl zar
Fotosentez
hücresi
‹ç zar
Ana doku
‹nce pul
Granum
Granum
Bitki hücresi, günümüzde hiçbir laboratuvarda gerçeklefltirilemeyen bir ifllemi yani "fotosentez"
i fl le m i n i g e r ç e k l e fl t i r i r . B i t k i h ü c r e s i n d e b u l u n a n " k l o r o p l a s t " i s i m l i b i r o r g a n e l s a y e s i n d e b i t k i l e r
su, karbondioksit ve günefl ›fl›¤›n› kullanarak niflasta üretirler. Bu besin maddesi, yeryüzündeki
besin zincirinin ilk halkas›d›r ve yeryüzündeki tüm canl›lar›n besin kayna¤›d›r. Bu çok karmafl›k
ifllemin ayr›nt›lar› günümüzde hala tam olarak çözülememifltir.
lar üretirler. Konuyu biraz daha detaylı
olarak inceleyenler ise, fotosentezin evrim adına büyük bir çıkmaz oldu¤unu
kabul etmek durumunda kalır. Örne¤in
Prof. Ali Demirsoy bu konuda flu itirafta
bulunur:
Alman biyolog Hoimar Von Ditfurth
ise, fotosentezin, bu yetene¤e sahip olmayan bir hücre tarafından sonradan
"ö¤renilemeyecek" bir ifllem oldu¤unu
flöyle belirtir:
Fotosentez oldukça karmaflık bir olaydır
¤ün gerçek anlamında "ö¤renme" olana-
ve bir hücrenin içerisindeki organelde
¤ına sahip de¤ildir. Bir hücrenin solu-
ortaya çıkması olanaksız görülmektedir.
num ya da fotosentez yapma gibi bir iflle-
Çünkü tüm kademelerin birden oluflması
vi do¤uflu sırasında yerine getirebilecek
olanaksız, tek tek ortaya çıkması da an-
konumda olmayıp, daha sonraki yaflam
lamsızdır.186
süreci içinde bunun üstesinden gelebile-
Harun Yahya (Adnan Oktar)
Hiçbir hücre, biyolojik bir ifllevi sözcü-
147
148
FOTOSENTEZ‹N KÖKEN‹
cek duruma gelmesi, bu ifllevi sa¤layacak
beceriyi edinmesi olanaksızdır.187
Fotosentez rastlantılar sonucu geliflemeyece¤ine ve bir hücre tarafından sonradan ö¤renilemeyece¤ine göre, yeryü-
zünde yaflayan ilk bitki hücrelerinin fotosentez yapma özelli¤iyle var oldukları
ortaya çıkmaktadır. Yani Allah bitkileri
fotosentez yetene¤iyle birlikte yaratm›flt›r.
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
FOX DENEY‹
Fox Deneyi
Amino asitler protein oluflturmak
üzere kimyasal olarak birleflirken açı¤a
su molekülü çıkar. Le Chatêlier Prensibi
olarak bilinen kurala göre, açı¤a su çıkaran bir reaksiyonun (kondansasyon reaksiyonu), su içeren bir ortamda sonuçlanması mümkün de¤ildir. (bkz. Le Chatêlier Prensibi) Dolayısıyla evrimcilerin hayatın baflladı¤ı ve amino asitlerin olufltu¤u yerler olarak belirttikleri okyanuslar,
amino asitlerin birleflerek proteinleri
oluflturması için kesinlikle uygun olmayan ortamlardır. Kimyacı Richard E.
Dickerson bunun nedenini flöyle açıklar:
E¤er protein ve nükleik asit polimerleri
öncül monomerlerden oluflacaksa, polimer zincirine her bir monomer ba¤lanıflında bir molekül su atılması flarttır. Bu
durumda suyun varlı¤ının polimer oluflturmanın aksine ortamdaki polimerleri
parçalama yönünde etkili olması gerçe¤i
karflısında, sulu bir ortamda polimerleflmenin nasıl yürüyebildi¤ini tahmin etmek
güçtür.188
Evrimciler tüm teorilerini çürüten bu
"su sorunu" üzerine olmadık yeni senaryolar üretmeye baflladılar. Bu arafltırmacıların en tanınmıflı olan Sydney Fox,
sorunu çözmek için ilginç bir teori ortaya attı: Ona göre, ilk amino asitler ilkel
okyanusta olufltuktan hemen sonra bir
volkanın yanındaki kayalıklara sürüklenmifl olmalıydılar. Sonra da amino
asitleri içeren karıflımdaki su, kayalıklardaki yüksek ısı nedeniyle buharlaflmıfl
olmalıydı. Böylece "kuruyan" amino
Harun Yahya (Adnan Oktar)
asitler, proteinleri oluflturmak üzere birleflebilirlerdi.
Fakat bu "çetrefilli" çıkıfl yolu da
kimse tarafından benimsenmedi. Çünkü
amino asitler, Fox'un öne sürdü¤ü türden
bir ısıya karflı dayanıklılık gösteremezlerdi: Yapılan arafltırmalar amino asitlerin yüksek ısıda hemen tahrip olduklarını ortaya koyuyordu. Ancak Fox iddialarından vazgeçmedi.
Laboratuvarda, "çok özel koflullarda", saflafltırılmıfl amino asitleri kuru ortamda ısıtarak birlefltirdi. Amino asitler
birlefltirilmifl ancak proteinler yine elde
edilememiflti. Elde ettikleri, birbirine
rastgele ba¤lanmıfl, basit ve düzensiz
amino asit halkalarıydı ve herhangi bir
canlının proteinine benzemekten çok
uzaktı. Dahası e¤er Fox amino asitleri
aynı ısıda tutsaydı, ortaya çıkan ifle yaramaz halkalar da parçalanacaktı.189
Deneyi anlamsızlafltıran bir baflka
nokta ise, Fox'un daha önce Miller Deneyinde elde edilmifl olan amino asitleri
de¤il, canlı organizmalardaki saf amino
asitleri kullanmıfl olmasıydı. Oysa Miller'ın devamı olma iddiasındaki deney,
Miller'ın vardı¤ı sonuçtan yola çıkmalıydı. Ama ne Fox ne de baflka bir arafltırmacı, Miller'ın üretti¤i ifle yaramaz amino asitleri kullanmadı.190
Fox'un söz konusu deneyi evrimci
çevrelerde bile pek olumlu karflılanmadı.
Zira Fox'un elde etti¤i anlamsız amino
asit zincirlerinin (proteinoidlerin) do¤al
koflullarda oluflmayaca¤ı çok açıktı. Da-
149
150
FOX DENEY‹
FOX'UN "PROTE‹NO‹D"LER‹
Miller'in senaryosundan etkilenen Sdney Fox, baz› amino asitleri birlefltirerek "proteinoid"
ad›n› verdi¤i üstteki molekülleri oluflturdu. Ancak bu ifle yaramaz amino asit zincirlerinin,
canl› bedenlerini oluflturan gerçek proteinlerle ilgisi yoktu. Asl›nda tüm bu çabalar, canl›l›¤›n
tesadüfen oluflmak bir yana, laboratuvar ortam›nda dahi üretilemedi¤ini belgeliyordu.
hası, canlıların yapıtaflları olan proteinler hala elde edilememiflti. Proteinlerin
kökeni problemi hala çözümlenememiflti. 1970'li yılların popüler bilim dergisi
Chemical Engineering News'de yayınlanan bir makalede Fox'un gerçeklefltirdi¤i
deney hakkında flöyle deniyordu:
Sydney Fox ve di¤er arafltırmacılar, çok
özel ısıtma teknikleri kullanarak Dünyanın ilk devirlerinde hiç var olmamıfl flartlarda amino asitleri "proteinoidler" adı
verilen bir flekilde birbirine ba¤lamayı
baflarmıfllardır. Bununla beraber bunlar,
canlılarda bulunan çok düzenli proteinlere hiç benzememektedir. Bunlar, hiçbir
ifle yaramayan düzensiz lekelerden baflka
bir fley de¤ildirler. ‹lk devrelerde bu moleküller e¤er gerçekten meydana gelmifllerse bile, bunların parçalanmamaları
mümkün de¤ildir.191
Gerçekten de Fox'un elde etti¤i "proteinoidler", gerçek proteinlerden yapı ve
ifllev olarak tamamen uzaktı. Proteinlerle aralarında, karmaflık bir teknolojik cihazla ifllenmemifl bir metal yı¤ını arasındaki kadar fark vardı.
Dahası, bu düzensiz amino asit yı¤ınlarının bile ilkel atmosferde yaflama
imkan› yoktu. Dünyanın o günkü flartlarında yeryüzüne ulaflan yo¤un ultraviyole ıflınları ve kontrolsüz do¤a koflullarının do¤urdu¤u zararlı, tahrip edici fiziksel
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
FOX , SYDNEY
ve kimyasal etkenler, bu proteinoidlerin
dahi varlıklarını sürdürmelerine imkan
vermeden parçalanmalarına neden olacaktı. Amino asitlerin ultraviyole ıflınlarının ulaflamayaca¤ı flekilde suyun altında bulunmaları ise, Le Châtelier prensibi
nedeniyle söz konusu de¤ildi. Bu veriler
sonucunda bilim adamları arasında, proteinoidlerin hayatın bafllangıcını oluflturan moleküller oldukları fikri giderek etkisini kaybetti.
Fox, Sydney
Sydney Fox canlılı¤ın yapıtaflı olan
proteinlerin, amino asitlerden tesadüfen
olufltu¤unu ileri sürerek, bu iddiasını ispatlamak üzere bir deney gerçeklefltirdi.
(bkz. Fox Deneyi)
Miller'in senaryosundan etkilenen
Sydney Fox, bazı amino asitleri birlefltirerek "proteinoid" adını verdi¤i molekülleri oluflturdu. Ancak bu ifle yaramaz
amino asit zincirlerinin canlıları oluflturan gerçek proteinlerle ilgisi yoktu. Aslında Fox'un
tüm çabaları,
canlılı¤ın tesadüfen
oluflmak bir
yana, laboratuvar ortamında dahi
üretilemedi¤ini belgeleSydney Fox
mifltir.
Harun Yahya (Adnan Oktar)
Futuyma, Douglas
Douglas Futuyma 1986 yılında yayınladı¤ı Evrim Biyolojisi isimli kitabında do¤al seleksiyon mekanizmasının evrimlefltirici bir mekanizma oldu¤unu savunmufltur. Futuyma'nın kitabında de¤indi¤i örnek, bu
konuda verilen ünlü örneklerden
olan endüstri devrimi sırasında ‹ngiltere'de bulunan
kelebek popülasyonunun
renklerinin koDouglas Futuyma
y u l a fl m a s ı d ı r.
(bkz. Sanayi devrimi kelebekleri) Fakat
kendisi, "canlılar dünya üzerinde ya tamamen mükemmel ve eksiksiz bir biçimde ortaya çıkmıfllardır ya da kendilerinden önce var olan bazı canlı türlerinden
evrimleflerek meydana gelmifllerdir. E¤er
eksiksiz ve mükemmel bir biçimde ortaya
çıkmıfllarsa, o halde üstün bir akıl tarafından yaratılmıfl olmaları gerekir" diyerek bu gerçe¤i kabul eder.192
Ayrıca evrim teorisinin ça¤ımızdaki
savunucularının en ünlülerinden biri
olan biyolog Douglas Futuyma,
"Marx'ın insanlık tarihini açıklayan materyalist teorisi ile birlikte Darwin'in evrim teorisi materyalizm zemininde büyük
bir aflamaydı" diye yazarken evrim teorisinin gerçekte neden önemli oldu¤una
iflaret eder.193
151
GALAPAGOS ADALARI
Galapagos Adalar›
Galton, Franc›s
Büyük Okyanus'ta Ekvador yakınlarındaki Galapagos Adaları özellikle kufl
ve sürüngen türlerinin a¤ırlıklı olarak
bulundu¤u, birçok canlı türünün yafladı¤ı bir bölgedir. Darwin'in söz konusu
adalarda gördü¤ü mucizevi çeflitlilik,
onu pek çok insanın aksine, tüm varlıkların rastlantı eseri meydana geldi¤i sonucuna götürmüfltür. O, tüm bunları yaratan Allah'ın sonsuz kudretini takdir
edememifltir. Evrendeki sanattan etkilenmesi ve bir arafltırmacı olarak bu gerçe¤i
hemen anlayabilmesi gerekirken, Darwin'de bu mantık tam tersine ifllemifltir.
Darwin bu canlıların binlercesini
toplayıp ispirtoda saklamasına ra¤men,
sadece ispinoz türlerine dikkat çekmifl
ve bu canlıları inceledi¤inde de son derece dar görüfllü çıkarımlar yapmıfltır. ‹spinozların gagalarının inceli¤i, uzunlu¤u
veya kısalı¤ı elbette incelenebilir. Ama
yalnızca bu incelemeyle tüm canlı türlerinin kökenine; örne¤in dev boyutlu balinaların, farklı görünümleriyle fillerin,
muhteflem uçufl yetene¤i ile sineklerin,
kanatlarındaki ola¤anüstü simetri ile
dikkat çeken kelebeklerin, denizaltında
yaflayan birbirinden çok farklı balıkların,
kabuklu deniz canlılarının, kuflların, sürüngenlerin ve en önemlisi de akıl ve fluur sahibi insanın nasıl var oldu¤una yönelik bir çıkarım yapmak, akıl ve bilim
yoluyla düflünen insanın benimsemeyece¤i bir davranıfltır.
Sir Francis Galton da kuzeni Charles
Darwin gibi biyolojiyle ilgilenmiflti.
Charles Darwin'den farklı olarak konunun çok fazla bilinmeyen bir alanında
çalıflmıfltı: kalıtım ve zeka. Galton do¤ufltan gelen özelliklerin gelifltirilmesi
için öjeni fikrini (insan ırkının soya çekim yoluyla ıslah edilmesine çalıflan fikir) savunmufltu. Galton'un genetik kavramı Hitler, Churchill ve kendilerince
uygunsuz ırkları ortadan kaldırmaya çalıflmıfl bir çok kifli tarafından benimsenmiflti.
K. Ludmerer, 19. yüzyılda öjeni fikrine olan ilginin artıflının sebebinin Darwinizm oldu¤unu flöyle belirtir:
Harun Yahya (Adnan Oktar)
... modern öjenik düflünce yalnızca 19
yüzy›lda uyandı. Bu yüzyıl sırasında öjeniye ilginin oluflmasının birkaç nedeni
vardır. En önemli neden ise evrim teorisidir. Öjeni terimini de keflfeden Francis
Galton fikirlerini kuzeni Charles Darwin'in doktrinine dayandırıyordu.194
Gen
Hücrenin çekirde¤inde bulunan bilgi
deposu DNA, A- T- G- C harfleri ile ifade edilen nükleik asit moleküllerinden
oluflur. Bu dört harfle ifade edilen moleküller, ikiflerli olarak karflılıklı eflleflir ve
birer basamak olufltururlar. Bu basamaklar ise üst üste eklenerek genleri meydana getirirler. DNA molekülünün bir bölümü olan her bir gen, insan vücudundaki belli bir özelli¤i kontrol eder. Boyun
153
154
GEN
uzunlu¤undan gözün rengine, burnun
fleklinden kan grubuna kadar tüm bilgiler canlının genlerinde saklıdır. ‹nsan
hücresindeki DNA'larda 30.000 civarında gen bulunur. Her gen, karflılı¤ı oldu¤u
protein türüne göre, sayıları 1.000 ile
186.000 arasında de¤iflen nükleotidlerin
özel bir sıralamada dizilmesinden oluflur. Bu genler insan vücudunda görev
yapan yaklaflık 30.000 civarındaki proteinin kodlarını saklar ve bu proteinlerin
üretimini denetler. Bu 30.000 genin içerdi¤i bilgi, DNA'daki toplam bilginin yalnızca % 3'ünü teflkil eder. Geriye kalan
% 97'lik bölüm ise günümüzde hala sırrını korumaya devam etmektedir.
Genler kromozomların içinde bulunur. Her insan hücresinin (üreme hücreleri hariç) çekirde¤inde 46 kromozom
vardır. Her bir kromozomu gen sayfalarından meydana gelmifl bir cilde benzetirsek, bir hücrede insanın tüm özelliklerini içeren 46 ciltlik bir "hücre ansiklopedisi"nin bulundu¤unu söyleyebiliriz.
Bu hücre ansiklopedisi tam 920 ciltlik
Encyclopedia Britannica'nın içerdi¤i bilgiye eflde¤erdir.
Her insanın DNA'sındaki harflerin
dizilimi farklı farklıdır. fiu ana kadar
dünya üzerinde yaflamıfl milyarlarca insanın tümünün birbirinden farklı olmala-
rının nedeni de budur. Organların ve
uzuvların temel yapı ve ifllevleri her insanda aynıdır. Ancak herkes o kadar ince
farklılıklarla o kadar ayrıntılı ve özel yaratılır ki, bütün insanlar tek bir hücrenin
bölünmesiyle meydana geldikleri ve aynı temel yapıya sahip oldukları halde,
hiçbirinin görünümü bir di¤erine benzemez.
Vücudumuzda bulunan bütün organlar genlerin tarif etti¤i bir plan çerçevesinde infla edilirler. Örne¤in bilim adamlarının çıkardıkları bir gen atlasına göre
vücudumuzda, deri 2.559, beyin 29.930,
göz 1.794, tükürük bezi 186, kalp 6.216,
gö¤üs 4.001, akci¤er 11.581, karaci¤er
2.309, ba¤ırsak 3.838, iskelet kası 1.911
ve kan hücreleri 22.092 gen tarafından
kontrol edilmektedir.
fiu anda düzgün bir insan olarak yaflam sürdürmenizin sırrı, DNA'larınızda
bulunan 46 ciltlik hücre ansiklopedisindeki milyarlarca harfin "hatasız" olarak
birbiri ardına dizilmifl olmasındadır. Elbette bu harflerin kendi fluurları ve iradeleriyle böyle bir dizilimi gerçeklefltirmifl
olmaları mümkün de¤ildir. Burada ansiklopedi sayfalarına benzetti¤imiz genler, tesadüf kelimesini anlamsız kılan hatasız dizilimleriyle yaratılıflın bir ispatıdır. (bkz. DNA)
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
GEN FREKANSI
Gen frekans›
Her popülasyonun, yani aynı türe ait
bireylerden meydana gelmifl ve belirli
bir alana yayılmıfl canlı toplulu¤unun
kendine özgü bir genetik yapısı bulunur.
Bu genetik yapı, popülasyonun içerdi¤i
genotip (bireyin kalıtsal yapısı) ve genlerin frekansı ile belirlenir.
Gen frekansı, gen havuzundaki (bir
popülasyonun kalıtsal yapısı) herhangi
bir özellikle ilgili genin, toplam genler
içindeki yüzde oranına denir. Örne¤in
bezelye popülasyonlarında düzgün ve
burufluk olmak üzere bu karakter için iki
gen bulunur. Popülasyondaki düzgün tohum genlerinin sayısının, toplam sayıya
oranı düzgün tohumlu genlerin frekansını verir. (bkz. Gen havuzu)
Bir gen frekansının de¤erinin yüksek
olması, o genin gen havuzunda fazla
miktarda bulundu¤u, dolayısıyla ortaya
çıkan genetik çeflitlenmede (varyasyon)
bu özelli¤in daha baskın olaca¤ı anlamına gelir. Evrimciler ise, bir türün içindeki
çeflitlili¤in fazla olmasını teorilerine delil
olarak göstermeye çalıflırlar. Oysa varyasyon evrime hiçbir delil oluflturmaz,
Harun Yahya (Adnan Oktar)
çünkü varyasyon, zaten var olan genetik
bilginin farklı eflleflmelerinin ortaya çıkmasıdır ve genetik bilgiye yeni bir özellik kazandırmaz. (bkz. Varyasyon)
Popülasyonlar, gen frekansı bakımından homojen da¤ılım göstermezler. Onların içerisinde de özellikleri di¤erlerine
göre birbirine daha çok benzeyen küçük
gruplar vardır. Bu gruplar birbirlerinden
co¤rafi izolasyonla belirli bir süre ayrılmıfl; fakat aralarındaki gen akıflı tam olarak kesilmemifltir. (bkz. Co¤rafi izolasyon görüflü)
Gen havuzu
Evrimciler, bir türün içindeki varyasyonları teoriye delil olarak göstermeye
çalıflırlar. Oysa varyasyon evrime delil
oluflturmaz; çünkü varyasyon, zaten var
olan genetik bilginin farklı eflleflmelerinin ortaya çıkmasından ibarettir ve genetik bilgiye yeni bir özellik kazandırmaz.
Varyasyon, bir tür içinde sınırlı bir
çeflitlilik sa¤lar. Bu de¤ifliklikler sınırlıdır, çünkü de¤ifliklik sadece zaten var
olan genetik bilgiyi kendi içinde çeflitlendirir. Genetik bilgiye herhangi bir ekleme yapmak mümkün de¤ildir. Sadece
var olan bilgi kendi içinde de¤iflir ve bu
de¤iflikli¤in sınırları da belirlenmifltir.
Genetik biliminde söz konusu sınıra
"gen havuzu" denir. Bir canlı türünün
gen havuzunda bulunan bütün özellikler,
varyasyon sayesinde çeflitli biçimlerde
ortaya çıkabilir. Örne¤in varyasyon sonucunda, bir sürüngen türünün içinde
155
156
GENET‹K B‹LG‹
ortalamaya göre biraz daha uzun ayaklı
ya da biraz daha kısa ayaklı cinsler ortaya çıkabilir, çünkü kısa ayak bilgisi de,
uzun ayak bilgisi de sürüngenlerin gen
havuzunda vardır. Ama varyasyon sürüngenlere kanat takıp, tüy ekleyip, metabolizmalarını de¤ifltirip onları kufla dönüfltüremez. Çünkü bu tür bir dönüflüm
canlının genetik bilgisinde bir artıfl olmasını gerektirir, fakat varyasyonlarda
böyle bir durum söz konusu de¤ildir.
Geçmiflten günümüze vahfli orman
horozundan türetilmifl birçok cins tavuk
bulunmaktadır. Ancak günümüzde yeni
cinslerin oluflumu durmufltur, zira artık
orman tavu¤unun genetik bilgisindeki
de¤iflimin sınırına ulaflılmıfltır ve yeni
cins tavuk üretilememektedir. Buradaki
durum türleflmedir ve hiçbir flekilde evrime delil teflkil etmez.
Bitki teknolojisinde de aynı durum
söz konusudur. fieker pancarı bu konuda
iyi bir örnektir. 1800'lü yıllardan bafllayarak fleker pancarı üreticileri iyi cins
fleker pancarlarını birbirleriyle türeterek
yeni cinsler oluflturmufllardır. 75 yıllık
bir çalıflmanın sonucunda fleker pancarının içerdi¤i fleker oranının %6'dan
%15'e yükseltilmesi mümkün olmufltur.
Ancak bir süre sonra fleker pancarındaki
iyileflme durmufl ve fleker oranı daha fazla yükseltilemez hale gelmifltir. Çünkü
fleker pancarının genetik bilgisinin izin
verdi¤i de¤iflimin sınırına ulaflılmıfltır ve
bunun ötesinde, artık bu bilginin çapraz
çiftlefltirme yöntemiyle gelifltirilmesi
mümkün olmamaktadır. Bu örnek, genetik bilgideki de¤iflimlerin bir sınırı oldu¤unun en önemli göstergelerindendir.
Genetik bilgi
Genetik sistem yalnızca DNA'dan
ibaret de¤ildir. DNA'dan bu flifreyi okuyacak enzimler, bu flifrelerin okunmasıyla üretilecek mRNA, mRNA'nın bu flifreyle gidip üretim için üzerine ba¤lanaca¤ı ribozom, ribozoma üretimde kullanılacak amino asitleri taflıyacak bir taflıyıcı RNA ve bunlar gibi sayısız ara ifllemleri sa¤layan son derece kompleks
enzimlerin de aynı ortamda bulunması
gerekir. Ayrıca böyle bir ortam, ancak
hücre gibi, gerekli tüm hammadde ve
enerji imkanlarının bulundu¤u, her yönden izole ve tamamen kontrollü bir ortamdan baflkası olamaz. (bkz. DNA; ribozom; RNA Dünyası tezi)
Genetik de¤iflmezlik
(genet›c homoestas›s)
20. yüzyıl bilimi, canlılar üzerinde yapılan birtakım deneyler sonucunda "genetik de¤iflmezlik" (genetik homeostasis) denilen bir ilkeyi ortaya çıkardı. Bu
ilke, bir canlı türünü de¤ifltirmek için yapılan tüm efllefltirme (farklı varyasyon
oluflturma) çabalarının sonuçsuz kaldı¤ını, canlı türleri arasında aflılmaz duvarlar
oldu¤unu ortaya koyuyordu. Yani farklı
inek varyasyonlarını çiftlefltiren hayvan
yetifltiricilerinin, inekleri Darwin'in iddia
etti¤i gibi, baflka bir türe dönüfltürmeleri
kesinlikle mümkün de¤ildi.
Darwin Retried (Darwin Yeniden
Sorguland›) adlı kitabıyla Darwinizm'in
geçersizli¤ini ortaya koyan Norman
Macbeth bu konuda flöyle yazar:
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
GENOM PROJES‹
‹nsan Genom Projesi'ni yürüten Celera Genomics flirketi
Sorun canlıların gerçekten de sınırsız bir
biçimde varyasyon gösterip göstermedikleridir... Türler her zaman için sabittirler.
Yetifltiricilerin yetifltirdikleri de¤iflik bitki
ve hayvan cinslerinin belirli bir noktadan
ileri gitmedi¤ini, hatta hep orijinal formlarına geri döndü¤ünü biliriz.195
Genom Projesi
(Genome Project)
Evrimci çevreler Genom Projesi'nin
evrim teorisini kanıtladı¤ı iddiasıyla ortaya çıkmaktadırlar; fakat bunun hiçbir
bilimsel gerçekli¤i yoktur. Evrimciler
somut bir delil bulamamaktan dolayı,
"Genom Projesi evrim teorisini kesin
olarak ispatladı" sloganı ile içi bofl bir
evrim propagandası yaparlar. Ne var ki,
genom projesinde elde edilen bulgularla
evrim teorisinin iddiaları arasında hiçbir
ba¤lantı yoktur.
Genlerle oynanarak canlılarda fiziksel de¤iflikliklere neden olmanın evrim
Harun Yahya (Adnan Oktar)
teorisinin bir kanıtı oldu¤unu düflünmek
kuflkusuz çok büyük bir yanılgıdır. ‹nsan
Genomu Projesi dahilinde, canlıların bozuk genlerinin düzeltilerek, bazı kalıtsal
hastalıkların iyilefltirilebilece¤i veya
genlerle oynanarak bir türün daha mükemmellefltirilebilece¤i do¤rudur. Ne
var ki, bu müdahalelerin hepsi bilinç,
akıl, bilgi, yetenek ve teknoloji sahibi insanlar tarafından bir kontrol dahilinde
uygulandı¤ı takdirde iyileflmeye ve geliflmeye yönelik sonuçlar verecektir.
Evrim teorisine karflı getirilen en
önemli elefltiri zaten bu noktadadır. Evrim teorisinin iddiası, genlerin, proteinlerin, hayatın tüm yapıtafllarının ve dolay›s›yla canlılı¤ın, hiçbir bilinç olmadan,
tamamen tesadüflerin sonucunda kendi
kendine olufltu¤udur. Bu, kesinlikle kabul edilebilir bir açıklama de¤ildir. Ne
bilim, ne de mantık böyle bir tesadüf iddiasını kabul etmemektedir. Çünkü, genom projesinin gündeme gelmesiyle bir
kez daha anlaflılmıfltır ki, canlılık son de-
157
rece kompleks, iç içe geçmifl ve hepsi
birbirine ba¤lı, biri olmadan di¤erinin
olamayaca¤ı yapılardan oluflmaktadır. Bu
yapıların her biri kusursuz bir plan ve tasarıma sahiptir. Dolayısıyla böylesine
mükemmel ve kompleks yapıların tesadüfler sonucunda, kendili¤inden oluflmaları ve yine tesadüfler sonucunda kendi
kendilerini gelifltirerek çok daha karmaflık yapıları meydana getirmeleri imkansızdır. Bunun için bilinç, akıl ve bilgi gerekir. Bu sonucun bize gösterdi¤i tek gerçek vardır: Canlılı¤› sonsuz akl› ve bilgi
sahibi olan Allah yaratm›flt›r.
Bu konudaki di¤er bir yanılgı ise, bilim adamlarının genlere müdahale ederek
de¤iflikliklere neden olabilmelerinin sonucunda insanın "yaratan" oldu¤unu sanmalarıdır. Bu, evrimcilerin Allah'ı inkarlarının bir sonucu olarak her fırsatta ortaya
attıkları son derece temelsiz ve ateizm
propagandasına yönelik bir iddiadır. Çünkü, mevcut olan genler üzerinde oynamalar yapmak ve o canlıda de¤iflimlere neden olmak o canlıyı yaratmak de¤ildir.
Veya klonlama örne¤inde oldu¤u gibi, bir
canlının kök hücrelerini alarak, o kök hücreyi bir canlının rahmine yerlefltirip o canlının aynısından üretmek de yaratmak de¤ildir. Yaratmak, yoktan var etmektir. Ve
evrimciler gayet iyi bilmektedirler ki, tek
bir canlı hücresini dahi yoktan var etmekten acizdirler. Bu konuda yaptıkları çalıflmaların tamamı baflarısızlıkla sonuçlanmıfltır. (bkz. Miller Deneyi; Fox Deneyi)
Sonuç olarak Genom Projesi ile elde
edilen bulgular, evrim teorisini kanıtlamamıfltır, aksine yaratılıfl gerçe¤ini bir
kez daha gözler önüne sermifltir.
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
GISH, DUANE T.
G›sh, Duane T.
Dünyaca ünlü evrim uzmanı Prof.
Gish, Bilim Arafltırma
Vakfı'nın düzenledi¤i
"Evrim Teorisinin Çöküflü: Yaratılıfl Gerçe¤i" bafllıklı uluslararası konferansta (5 Temmuz 1998) "‹nsanın Kökeni" adlı konuflmasında insanın
maymundan evrimleflti¤i tezinin hiçbir
dayana¤ı olmadı¤ını anlattı:
Fosil kayıtları evrim teorisini çürütmekte,
insanın maymundan evrimleflti¤i iddiasını
geçersiz kılmaktadır... Bilim bizlere tüm
canlı türlerinin Allah tarafından ayrı
ayrı yaratıldıklarını göstermektedir.196
ken "Yarat›l›fl Müzesi", dünyan›n farkl› ülkelerinde bilimsel araflt›rmalar yürüten bir
ekibi, laboratuvarlar›, kitap, dergi ve radyo yay›nlar› bulunmaktad›r.
Gould, Stephen Jay
Harvard Üniversitesi paleontolo¤u Stephen J. Gould,
evrim mekanizması olarak
öne sürülen do¤al seleksiyonun açmazını flöyle dile getirmektedir:
Darwinizm'in özü tek bir cümlede ifade
edilebilir: "Do¤al seleksiyon evrimsel de¤iflimin yaratıcı gücüdür. "Kimse do¤al
seleksiyonun uygun
olmayanın elenmesindeki negatif rolünü inkar etmez. Ancak Darwinist teori, "uygun
olanı yaratması"nı da
istemektedir.197
ICR'›n kurucular›ndan biri olan Dr.
Duane T. Gish, özellikle fosil bilimi koEvrimci paleontonusunda yazd›¤› kitaplog Stephen J. Gould
lar ve verdi¤i 500'ün
aynı zamanda sözde
üzerinde konferansla,
sıçramalı evrim modelinin
dünyada evrim teorisine
de önde gelen teorisyenlekarfl› elefltiri getiren en ünD
u
a
n
e
T
.
G
i
s
h
'
i
n
E
v
r
i
m
rindendir. (bkz. S›çramal›
lü isimlerden biridir. K›sa
teorisini elefltiren kitaplar›
evrim) Evrim teorisinin
ad› ICR olan Institute for
dünyadaki en önde gelen
Creation Research (Yarat›l›fl Araflt›rmalar› Enstitüsü) 1970'lerin ba- elefltirmenlerinden biri olan Phillip Johnfl›nda ABD'nin San Diego kentinde kurul- son ise, Gould'u "Darwinizm'in Gorbamufl ve o dönemden bu yana dünyada ev- çov'u" olarak tanımlar. Gorbaçov, Sovrim teorisine yönelik elefltiri getiren en yetler Birli¤i'nin komünist devlet sisteönemli kurumlardan biri olmufltur. ICR minde aksaklıklar oldu¤unu düflünerek
bünyesinde 20'nin üzerine bilim adam› ve sistemi "revize" etmeye çalıflmıfltır. Oysa
çok say›da araflt›rmac› yer almaktad›r. aksaklık sandı¤ı sorunlar gerçekte sisteEnstitü'nün; yüksek lisans e¤itimi veren min kendi tabiatından kaynaklandı¤ı
bir fakültesi, y›lda binlerce ziyaretçi çe- için, komünizm yıkılıp gitmifltir.
Harun Yahya (Adnan Oktar)
159
HAECKEL, ERNST
Haeckel, Ernst
Ünlü evrimci biyolog Ernst Haeckel, ¤ini, yoksa bu kiflilerin topluma yük olaDarwin'in yakın bir dostu ve destekçi- caklarını ve evrimi yavafllatacaklarını
siydi. Evrim teorisini desteklemek için, savunmufltu.
George Stein, Haeckel'in evfarklı canlıların embriyolarının
rim teorisine olan körü körüne
birbirine benzedi¤ini öne süren
ba¤lılı¤ını flöyle özetlemifltir:
"rekapitülasyon" adlı iddiayı
ortaya atmıfltır. Haeckel'in bu
Haeckel Darwin'in do¤ru oldu¤unu
iddiayı ortaya atarken çizim
iddia ediyordu... ‹nsan türü sorsahtekarlıkları yaptı¤ı ise
gulanmayacak bir flekilde
daha sonra anlaflılmıfltır.
hayvanlar aleminden evrimleflmiflti. ‹nsanların sos(bkz. Embriyolojik
yal
ve politik varlı¤ı Darevrim)
win'in gösterdi¤i gibi evrim
Haeckel,
bir
kanunları,
do¤al seleksiyon
yandan bu tip bilim
ve biyoloji ile idare ediliyordu.
sahtekarlıkları yaErnst Haeckel
Bunun tersini savunmak batıl
parken öte yandan da
inançtı.198
öjeni propagandası yürütüyordu. Öjeniyi
Almanya'da ilk benimseyen ve yayan kifli, Ernst Haeckel olmufltur. (bkz. Öjeni)
Halluc›gen›a
Yeni do¤an sakat bebeklerin zaman geçiCanlıların bugünkü mükemmel halrilmeden öldürülmesini, böylece toplumun evriminin hızlandırılmasını öner- leriyle yeryüzü katmanlarında belirdi¤i
miflti. Daha da ileri gitmifl ve cüzamlıla- Kambriyen devrinde bir anda ortaya çırın, kanserlilerin ve akıl hastalarının da kan canlılardan biri de Hallucigenia'dır.
acısız bir biçimde öldürülmeleri gerekti- (bkz. Kambriyen devri) Bu Kambriyen
Kambriyen
devrinde bir
anda ortaya
ç›kan
canl›lardan biri
olan
Hallucigenia'n›n
fosilinde,
sald›r›lara karfl›
korunma
sa¤layan
dikenler vard›r.
Harun Yahya (Adnan Oktar)
161
162
HAYAT HAYATTAN GEL‹R TEZ‹
canlısının fosilinde, saldırılara karflı korunma sa¤layan dikenler ya da sert kabuklar yer alır. Bu konuda evrimcilerin
açıklayamadıkları nokta, ortada hiçbir
"avcı" canlının bulunmadı¤ı bu devirde
bu hayvanların nasıl bu kadar iyi bir korunmaya sahip olduklarıdır. Ortada avcı
hayvanların bulunmayıflı, konuyu "do¤al
seleksiyon"la açıklamayı imkansız kılmaktadır.
Hayat hayattan gelir tezi
bkz. Biyogenez (Biogenesis)
Hayat a¤ac› (tree of l›fe)
Darwinizm'e göre canlılık tek bir
kökten gelen ancak sonra dallara ayrılan
bir a¤aç gibi olmalıdır. Nitekim bu varsayım Darwinist kaynaklarda ısrarla vurgulanır ve "hayat a¤acı" (tree of life) kavramı sık sık kullanılır. Bu hayali hayat a¤acına göre canlılar arasındaki en temel sınıflandırma birimi olan filumların da kademe kademe ortaya çıkmıfl olması gerekir.
Darwinizm'e göre önce tek bir filum
oluflmalı, sonra di¤er filumlar küçük küçük de¤iflimlerle ve uzun zaman dilimleri içinde yavafl yavafl belirmelidir. (bkz.
Filum) Bu varsayıma göre, hayvan filumlarının sayısında kademeli bir artıfl
yaflanmıfl olmalıdır. Bu konuda yapılan
çizimler de Darwinist varsayımlara göre
hayvan filumlarında beklenen kademeli
sayı artıflını göstermektedir. Darwinizm'e göre canlılık bu flekilde geliflmifl
olmalıdır. Fakat fosiller bu hayali "hayat
a¤acı"nı reddetmektedir. Fosil kay›tlar›na göre ortaya ç›kan gerçek fludur: Hayvanlar ilk ortaya çıktıkları dönemden itibaren çok farklı ve çok komplekstirler.
Bugün bilinen tüm hayvan filumları,
yeryüzünde aynı anda, Kambriyen devri
olarak bilinen jeolojik dönemde ortaya
çıkmıfllardır.
Darwinizm'in dünya çapındaki en
önemli elefltirmenlerinden biri olan Berkeley Üniversitesi profesörü Phillip
Johnson, paleontolojinin ortaya koydu¤u
bu gerçe¤in Darwinizm'le olan açık çeliflkisini flöyle açıklamaktadır:
Darwinist teori, canlılı¤ın bir tür "giderek geniflleyen bir farklılık üçgeni" içinde
geliflti¤ini öngörür. Buna göre canlılık,
ilk canlı organizmadan ya da ilk hayvan
türünden bafllayarak, giderek farklılaflmıfl ve biyolojik sınıflandırmanın daha
yüksek kategorilerini oluflturmufl olmalıdır. Ama hayvan fosilleri bizlere bu üçgenin gerçekte baflafla¤ı durdu¤unu göstermektedir: Filumlar henüz ilk anda hep
birlikte vardır, sonra giderek sayıları
azalır.199
Kambriyen öncesi (Prekambriyen)
dönemde sadece tek hücreli canlıların
oluflturdu¤u üç farklı filum vardır.
Kambriyen'de ise 60'ı aflkın farklı hayvan filumu bir anda ortaya çıkmıfltır.
‹lerleyen dönemde ise bu filumların bir
kısmının soyları tükenmifl, günümüze
kadar sadece bazı filumlar ulaflmıfltır.
Ünlü evrimci paleontolog Roger Lewin,
Darwinizm'in hayatın tarihi hakkındaki
tüm varsayımlarını çökerten bu ola¤a-
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
HETEROTROF GÖRÜfiÜ
Heterotrof görüflü
Evrimci biyolog Ernst Haeckel taraf›ndan
1866 y›l›nda çizilen hayali "hayat a¤ac›".
nüstü durumdan flöyle söz eder:
Hayvanların tüm tarihindeki "en önemli
evrimsel olay" olarak tanımlanan Kambriyen patlaması, daha sonra da varlıklarını koruyacak olan bütün temel vücut
formlarını (filumları) ortaya koymufltur.
Bunların bir kısmının daha sonra soyları
tükenmifltir. Bazı tahminler, flu anda var
olan 30 farklı hayvan filumu ile karflılafltırıldı¤ında, Kambriyen patlamasının
yaklaflık 100 kadar farklı filumu ortaya
çıkardı¤ı yönündedir.200
Harun Yahya (Adnan Oktar)
‹lk canlı oluflumu ile ilgili üzerinde en çok çalıflılan görüfllerden biri
de heterotrof görüflüdür. Bu görüfle
göre bir canlı; yapılarını oluflturmak,
enerji gereksinimlerini karflılamak
için gerekli organik molekülleri dıfl
çevreden hazır olarak alan tüketici
bir canlıdır. Bu görüfle göre ilk canlı,
organik bilefliklerin kendili¤inden
olufltu¤u kompleks bir çevrede bu organik bilefliklerle beslenmifltir. Çevreden aldı¤ı basit organik molekülleri sentezlemesini sa¤layacak gen sistemine gereksinim yoktur. Yani ilk
canlının kompleks bir çevrede basit
yapılı olarak beslenip yaflamsal olaylarını sürdürebildi¤i farz edilir.
Bu görüfle göre canlılık oluflurken
önce kimyasal evrim olmufltur. Heterotrof canlı da cansız maddelerin
uzun süren kimyasal evrimi sonucu
ortaya çıkmıfltır. Yine bu görüfle göre
ilk atmosferde serbest oksijen gazı yoktur. ‹lk atmosfer gazları olarak varsayılan amonyak (NH3), metan (CH4), hidrojen (H2) ve su buharı (H2O) mor ötesi
ıflınların yüksek enerjisi ile daha karmaflık yapılı bileflikleri oluflturacak kimyasal reaksiyona girmifllerdir. Bu reaksiyonlar sonucunda tesadüf eseri oluflan
maddelerin önce küçük su birikintilerinde ço¤alıp zamanla denizlere ve okyanuslara taflındıkları ve basit organik bileflikleri meydana getirdikleri varsayılır.
Bu iddiaları ispatlamak üzere yapılan
tüm çalıflmalar ise baflarısızlıkla sonuç-
163
164
H‹POTEZ
lanmıfltır. De¤il tesadüf eseri, kontrollü
deney ortamlarında bile bu mümkün olamamıfltır. (bkz. Miller Deneyi, Fox Deneyi)
Hipotez
Birtakım gerçekler veya olaylar karflısında öne sürülen açıklamaya ya da bir
probleme geçici olarak sunulmufl çözüme "hipotez" denir. ‹yi bir hipotezin ispatlanabilmesi için deney ve gözlemlere
açık, eldeki verilere uygun özellik taflıması gereklidir. Aynı zamanda bulunan
yeni gerçeklere ve tahminlere de açık olmalı, gerekti¤inde üzerinde kısmi de¤ifliklikler yapılabilmelidir.201
Bilim adamı önce yaptı¤ı gözlemler
do¤rultusunda bir genelleme yapar ya da
gözlemlerin niteli¤i hakkında geçici bir
fikir veren olaylar zinciri arasındaki neden-sonuç iliflkisini belirten bir hipotez
kurar. Arafltırmaya do¤ru ilk adım hipotezle atılır. Hipotez kurulurken yapılan
ön tahminler daha sonra kontrollü deneylerle sınanabilmelidir. Do¤rudan
do¤ruya denenemeyen karmaflık hipotezler ise bunlardan mantı¤a uygun bazı
sonuçların çıkarılıp çıkarılamayaca¤ını
göstermek üzere sınanır. Bir hipotez bu
yüzden deneysel sınama esasına dayanmalı yani herhangi bir yolla do¤rulanabilen bir tahmin yapmalıdır, yoksa sadece bir spekülasyon olarak kalır.202
Çok sayıda gözlem ve deneyle desteklenebilen bir hipotez ise teori olur.
(bkz. Teori) Bir teori, birkaç farklı alan-
daki hipotez ve gözlemi kapsar. Örne¤in,
"evrim teorisi" paleontolojiden, anatomiden, fizyolojiden, biyokimyadan, genetikten ve di¤er ilgili bilimlerden gelen
hipotezleri ve gözlemleri içine alır. Bir
bilim adamı, hipotezine uymayan bir
gözlem yaptı¤ı zaman, ya hipotezin ya
da gözlemin yanlıfl oldu¤u sonucuna varır. E¤er gözlem do¤ruysa hipotezini
reddeder ya da yeniler. Bilimde en uygun olan ise her yeni gözlemin hipotezle
uyum sa¤lamasıdır.
Ancak evrim teorisi söz konusu oldu¤unda, bilimin hiçbir dalındaki hipotezin teoriyi do¤rulamadı¤ı görülür. Fakat teorinin herfleye ra¤men ayakta tutulması için tüm bunlar göz ardı edilmektedir. (bkz. Evrim teorisi)
Hoatz›n kuflu
Evrimcilerin, Archæopteryx'i ara geçifl formu olarak gösterirken dayandıkları noktalar, hayvanın dinozorlara benzeyen iskelet yapısı, kanatları üzerindeki
pençeleri ve a¤zındaki diflleridir. (bkz.
Archæopteryx) Bunlar nedeniyle Archæeopteryx'in sürüngen özelliklerini hala yo¤un olarak taflıyan, bazı kufl özelliklerini de yeni kazanmıfl olan bir geçifl
formu oldu¤u iddiasındadırlar.
Oysa sözü edilen "sürüngen özellikleri", gerçekte Archæopteryx'i bir sürüngen yapmaz. Özellikle Archæopteryx'in
kanatlarındaki pençeler öne sürülerek
yapılan iddialar geçersizdir. Çünkü bugün de dünyada pençe-kanatlara sahip
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
HOMO ANTECESSOR
taraflı yorum yapılabilir. E¤er Hoatzin kuflu, bugün uygun tabakalarda fosil olarak bulunmufl olsaydı,
büyük olasılıkla aynı Archæopteryx gibi bir ara geçifl formu olarak ileri sürülecekti. Ancak bu canlının hala yaflaması ve bir kufl oldu¤unun da apaçık belli oluflu, evrimcilere bu imkanı vermemektedir.
Homo antecessor
Hayali evrim soya¤acını temelinden yıkan en önemli ve flaflırtıcı
gerçek, Homo sapiens'in, yani günümüz insanının tarihinin hiç
umulmadık kadar geriye gitmesidir. Paleontolojik bulgular, bundan neredeyse bir milyon yıl öncesinde, bize tıpatıp benzeyen Homo sapiens insanlarının yafladıkG ü n ü m ü z d e y a fl a y a n O p i s t h o c o m u s h o a z i n kuflu larını göstermektedir.
nun kanatlar›nda da ayn› Archæopteryx gibi pençe
Bu konudaki bulgular204, evbenzeri t›rnaklar yer al›r.
rim soya¤acını tepetaklak etti¤i
için di¤er bazı evrimci paleoantbirçok kufl yaflamaktadır. Örne¤in Avustropologlar tarafından reddedildi. 1995
ralya'da yaflayan Hoatzin kuflunun da ayyılında ‹spanya'da Atapuerca'da bulunan
nı Archæopteryx'te oldu¤u gibi kanatlı
bir fosil, Homo sapiens'in tarihinin sanılpençeleri vardır 203 ve yine Archæopdı¤ından çok daha eski oldu¤unu çok
teryx'te oldu¤u gibi küçük bir omurgayla
çarpıcı bir biçimde ortaya çıkardı. (bkz.
uçmaktadır. Oysa sırf bu nedenle, evrimAtapuerca) Söz konusu fosil, Homo saciler tarafından Archæopteryx'in uçamapiens'in tarihinin 800 bin yıl kadar geridı¤ı veya iyi uçamadı¤ı iddia edilir. Bu
ye götürülmesi gerekti¤ine iflaret ediyordurum, Archæopteryx'teki pençe, difl ve
du. Ama fosili bulan evrimciler, ilk floku
iskelet yapısı gibi özelliklerin, onu bir
atlattıktan sonra, bu fosilin baflka bir türe
sürüngen de¤il, özgün bir kufl türü yaptıait oldu¤una karar verdiler. Çünkü evrim
¤ını göstermektedir.
soya¤acına göre 800 bin yıl önce Homo
Oysa evrimci bakıfl açısıyla her türlü
sapiens'in yaflamamıfl olması gerekiyor-
Harun Yahya (Adnan Oktar)
165
166
HOMO ERECTUS
du. Bu yüzden Homo antecessor adlı hayali bir tür oluflturdular ve Atapuerca kafatasını bu sıralamaya dahil ettiler.
Homo erectus
Evrimcilerin "dik yürüyen insan" anlamına gelen Homo erectus sınıflandırması, insanın hayali soya¤acında en ilkel
tür sayılır. Evrimciler bu insanları,
"erect" (dik) sıfatı ile önceki sınıflamalarından ayırmak zorunda kalmıfllardır.
Çünkü eldeki tüm Homo erectus fosilleri, Australopithecus ya da Homo habilis
örne¤inde görülmedi¤i kadar diktir. Günümüz insanın›n iskeleti ile Homo erectus iskeleti arasında hiçbir fark yoktur.
Evrimcilerin Homo erectus'u "ilkel"
saymaktaki en önemli dayanakları, kafatası hacminin (900-1100 cc.) günümüz
insanın›n kafatası hacmi ortalamasından
küçük olması ve kalın kafl çıkıntılarıdır.
Oysa bugün de dünyada Homo erectus'la
aynı kafatası hacmine sahip pek çok insan yaflamaktadır (örne¤in pigmeler) ve
bugün de çeflitli ırklarda kafl çıkıntıları
vardır (örne¤in Avustralya yerlileri Aborijinlerde). Kafatası hacmi farklılı¤ının
zeka ve beceri yönünden hiçbir fark
oluflturmadı¤ı ise bilinen bir gerçektir.
Zeka, beynin hacmine göre de¤il, beynin
kendi içindeki organizasyonuna göre de¤iflir.205
Homo erectus'u dünyaya tanıtan fosiller, her ikisi de Asya'da bulunan Pekin
Adamı ve Java Adamı fosilleriydi. Ancak zamanla bu iki kalıntının da güveni-
lir olmadıkları anlaflıldı. (bkz. Pekin
Adamı, Java Adamı) Bu nedenle Afrika'da bulunan Homo erectus fosilleri giderek daha fazla önem kazandı. (Bu arada, Homo erectus olarak tanımlanan fosillerin bir kısmının bazı evrimciler tarafından Homo ergaster adlı ikinci bir sınıflamaya dahil edildi¤ini de belirtmek
gerekir. Bu konuda aralarında anlaflmazlık vardır.)
Afrika'da bulunan Homo erectus örneklerinin en ünlüsü, "Narikotome homo
erectus" ya da "Turkana Çocu¤u" fosilidir. Fosilin dik iskelet yapısı günümüz
insanınınkinden farksızdır.206 Dolayısıyla Homo erectus da yine günümüzde yaflamakta olan bir insan ırkıdır. (bkz. Turkana Çocu¤u)
Connecticut Üniversitesi'nden Prof.
William Laughlin, Eskimolar ve Aleut
Adaları insanları üzerinde uzun yıllar
anatomik incelemeler yapmıfl ve bu insanlar ile Homo erectus'un flaflırtıcı derecede birbirlerine benzediklerini görmüfltür. Laughlin'in vardı¤ı sonuç, tüm bu
ırkların gerçekte Homo sapiens türüne
(günümüz insan›na) ait farklı ırklar oldu¤udur:
Hepsi Homo sapiens türüne ait olan Eskimolar ve Avustralya yerlileri gibi uzak
gruplar arasındaki büyük farklılıkları
dikkate aldı¤ımızda, Homo erectus'un da
kendi içinde farklılıklar taflıyan bu türe
(Homo sapiens'e) ait oldu¤u sonucuna
varmak çok mantıklı gözükmektedir.207
Bir insan ırkı olan Homo erectus ile
"insanın evrimi" senaryosunda kendisin-
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
10 B‹N YILLIK
HOMO ERECTUSLAR
10 Ekim 1967'de Avustralya
Victoria'daki Kow Swamp Gölü
yak›n›nda bulunan bu iki
kafatas›na Kow Swamp I ve
Kow Swamp V ad› verildi.
Evrimciler, ilkel bir tür olarak
tan›mlad›klar› Homo erectusla r›n, bundan 10 bin sene önce
yaflayan bir insan ›rk› oldu¤u
gerçe¤ini kabul etmek is temediler.
168
HOMO ERGASTER
HOMO ERECTUS'UN DEN‹ZC‹L‹K KÜLTÜRÜ
"Antik denizciler: ‹lk insanlar sand›¤›m›zdan daha ak›ll›yd›lar" New Scientist dergisinde yay›nlanan 14 Mart 1998 tarihli bu makaleye göre evrimcilerin Homo erectus ismini verdikleri in sanlar, günümüzden 700 bin y›l önce gemicilik yap›yorlard›. Gemi yapabilecek bilgi, teknoloji
ve kültüre sahip insanlar›n ilkel say›lmalar› elbette ki mümkün de¤ildir.
den önce gelen maymunlar (Australopithecus, Homo habilis, Homo rudolfensis)
arasında büyük bir uçurum vardır. Yani
fosil kayıtlarında beliren ilk insanlar, evrim süreci olmadan, aynı anda ve aniden
ortaya çıkmıfllardır. Yaratılmıfl olmalarının bundan daha açık bir göstergesi olamaz.
Ancak bu gerçe¤i kabul etmek, evrimcilerin dogmatik felsefelerine ve ideolojilerine aykırıdır. Bu nedenle, özgün
bir insan ırkı olan Homo erectus'u yarımaymun bir canlı gibi göstermeye çalıflırlar. Bundan dolayı da yaptıkları Homo
erectus rekonstrüksiyonlarında ısrarla
maymunsu hatlar çizerler. (Detayl› bilgi
için bkz. Evrim Aldatmacas›, Harun
Yahya, Araflt›rma Yay›nc›l›k)
Homo ergaster
Homo erectus (dik yürüyen insan)
olarak tanımlanan fosillerin bir kısmı,
bazı evrimciler tarafından "Homo ergaster" olarak sınıflandırılır. Bu ikinci sınıflama evrimciler arasında anlaflmazlık
konusudur. (bkz. Homo erectus)
Homo hab›l›s
Australopithecuslar'ın iskelet ve kafatası yapılarının flempanzelerinkinden
neredeyse farksız oluflu ve canlıların dik
yürüdükleri iddiasının da sa¤lam kanıtlarla çürütülmesi, evrimci paleoantropologları oldukça zor durumda bırakmıfltır.
Çünkü hayali evrim flemasında Australopithecuslar'dan sonra Homo erectus gelir. Homo erectus, isminin baflındaki
"homo" yani "insan" teriminden de anlaflıldı¤ı gibi bir insan grubudur ve iskeleti
de tamamen diktir. Kafatası hacmi Australopithecuslar'ınkinin iki katı kadardır.
Hayali soya¤acına göre flempanze ben-
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
HOMO HABILIS
zeri bir maymun türü olan Australopithecuslar'dan sonra, günümüz insan›ndan
farksız bir iskelete sahip Homo erectus'un gelmesini, evrim teorisiyle
bile açıklamak mümkün de¤ildir. Dolayısıyla "ba¤lantı"lar, yani "ara
form"lar gerekir. ‹flte
Homo habilis kavramı bu zorunluluktan
do¤mufltur.
Homo habilis sınıflandırması 1960'lı
yıllarda ailece "fosil avcısı" olan Leakey'ler tarafından ortaya atıldı. Leakey'lere
göre, Homo habilis olarak sınıflandırılan bu yeni tür canlı, dik yürü-
Australopithecus, Homo habilis
(yanda) türlerinin diflleri üzerinde
yap›lan analizler,
Australopithecines ve Homo
habilis türlerinin Afrika
maymunlar›yla ayn› kategoride
olduklar›n› göstermektedir.
me yetene¤ine, göreceli olarak büyük bir
beyin hacmine, tafltan ve tahtadan alet
kullanma yetene¤ine sahipti. Bu sebeple
insanın atası olabilirdi.
80'li yılların ortalarından
sonra bulunan aynı türe
ait yeni fosiller, bu görüflü tamamen de¤ifltirdi. Bernard Wood
ve Loring Brace gibi
arafltırmacılar, bunların "alet kullanabilen
insan" anlamına gelen
Homo habilis yerine, "alet
kullanabilen Güney Afrika
maymunu" anlamına gelen
Australopithecus habilis
olarak sınıflandırılması gerekti¤ini söy-
169
170
HOMO HEILDERBERGENSIS
lediler. Çünkü Homo habilis, Australopithecus ismi verilen maymunlarla birçok ortak özelli¤e sahipti. Aynı Australopithecus gibi uzun kollu, kısa bacaklı
ve maymunsu bir iskelet yapısına sahipti. El ve ayak parmakları tırmanmaya
uyumluydu. Çene yapıları tamamen günümüz maymunlarınınkine benziyordu.
550 cc.'lik beyin hacimleri de bunların
birer maymun olduklarının en iyi göstergesiydi. Kısacası bazı evrimciler tarafından ayrı bir tür olarak gösterilen Homo
habilis, gerçekte tüm di¤er Australopithecuslar gibi bir maymun türüydü.
Amerikalı antropolog Holly Smith'in
1994 yılında yaptı¤ı detaylı analizler de
yine Homo habilis'in aslında "homo" yani insan de¤il, maymun oldu¤unu gösterdi. Smith, Australopithecus, Homo
habilis, Homo erectus ve Homo neandertalensis türlerinin diflleri üzerinde
yaptı¤ı analizler hakkında flöyle diyordu:
Difllerin geliflimi ve yapısı kriterine dayanarak yaptı¤ımız analizler, Australopithecus ve Homo habilis türlerinin Afrika maymunlarıyla aynı kategoride olduklarını, ancak Homo erectus ve Neandertal türlerinin günümüz insanlar›yla aynı
yapıya sahip oldu¤unu göstermektedir.208
Aynı yıl Fred Spoor, Bernard Wood
ve Frans Zonneveld adlı üç anatomi uzmanı çok farklı bir yöntemle yine aynı
sonuca ulafltılar. Bu yöntem, insan ve
maymunların iç kulaklarında yer alan ve
denge sa¤lamaya yarayan yarı-çembersel kanalların karflılafltırmalı analizine
dayanıyordu. Dik yürüyen insanların kanalları ile e¤ik yürüyen maymunların kanalları birbirlerinden somut bazı farklılıklarla ayrılıyorlardı. Spoor, Wood ve
Zonneveld'in inceledikleri tüm Australopithecus ve Homo habilis örneklerinin iç
kulak kanalları günümüz maymunların›nkiyle aynıydı. Homo erectus'un iç
kulak kanalları ise, aynı günümüz insanlar›ndaki gibiydi.209
Bu bulgu çok önemli iki sonucu göstermifltir:
(1) Homo habilis adıyla anılan fosiller, gerçekte "homo" yani insan sınıflamalarına de¤il, Australopithecus (maymun) sınıflamalarına dahildir.
(2) Hem Homo habilis hem de Australopithecus türleri, e¤ik yürüyen yani
maymun iskeletine sahip canlılardır. ‹nsanlarla ilgileri yoktur.
Homo he›lderbergens›s
Evrimci literatürde Homo heilderbergensis olarak tanımlanan sınıflandırma, aslında Homo sapiens archaic'le aynıdır. Aynı insan ırkını tanımlamak için
bu iki ayrı kavramın da kullanılmasının
nedeni, evrimciler arasındaki görüfl farklılıklarıdır. Homo heilderbergensis sınıflamasına dahil edilen tüm fosiller, anatomik olarak günümüz Avrupalılarına çok
benzeyen insanların, günümüzden 500
bin hatta 740 bin yıl önce ‹ngiltere'de ve
‹spanya'da yafladıklarını göstermektedir.
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
HOMO RUDOLFENSIS
Homo heilderbergensis fosilleri, günümüz Avrupal›lar›na çok benzeyen insanlar›n günümüzden 740
bin y›l önce ‹ngiltere ve ‹spanya'da yaflad›klar›n›
göstermektedir.
Homo rudolfens›s
Homo rudolfensis terimi, 1972 yılında bulunan birkaç fosil parçasına verilen
isimdir. Söz konusu fosil parçaları Kenya'daki Rudolf Nehri civarında bulundu¤u için, bu fosilin temsil etti¤i varsayılan
türe de Homo rudolfensis adı verilmifltir.
Ço¤u paleoantropolog ise bu fosillerin
aslında ayrı bir türe ait olmadı¤ını, Homo rudolfensis denen canlının aslında
bir Homo habilis, yani bir maymun türü
oldu¤unu kabul etmektedir.
Fosilleri bulan Richard Leakey, 2.8
milyon yıl yafl biçti¤i ve "KNM-ER
1470" olarak adlandırdı¤ı kafatasını antropoloji tarihinin en büyük buluflu gibi
tanıtmıfl ve büyük yankı uyandırmıfltı.
Australopithecus'unki gibi küçük bir ka-
Harun Yahya (Adnan Oktar)
fatası hacmi olan, ancak insansı
bir yüze sahip bulunan canlı, Leakey'e göre, Australopithecus ile
insan arasındaki kayıp halkaydı.
Ancak bir süre sonra anlaflılacaktı
ki, KNM-ER 1470 kafatasının bilimsel dergilere kapak olan "insansı" yüzü, gerçekte kafatası
parçalarını birlefltirirken belki de
kasıtlı yapılan hataların sonucuydu. ‹nsan yüzü anatomisi üzerinde çalıflmalar yapan Prof. Tim
Bromage, 1992 yılında bilgisayar
simülasyonları yardımıyla ortaya
çıkardı¤ı bu gerçe¤i flöyle özetler:
KNM-ER 1470'in rekonstrüksiyonu
yapılırken, yüz, aynı günümüz insanlar›nda oldu¤u gibi, kafatasına neredeyse tam paralel bir biçimde infla edilmiflti. Oysa yaptı¤ımız incelemeler, yüzün
kafatasına daha e¤imli bir biçimde infla
edilmifl olmasını gerektirmektedir. Bu ise
aynı Australopithecus'da gördü¤ümüz
maymunsu yüz özelli¤ini meydana getirir.210
Bu konuda evrimci paleoantropolog
J. E. Cronin de flöyle der:
Kaba olarak biçimlendirilmifl yüz, düflük
kafatası geniflli¤i ve büyük azı difller gibi
ilkel özellikler, KNM-ER 1470'in Australopithecus ile paylafltı¤ı ilkel özelliklerdir... KNM-ER 1470, di¤er erken homo
örnekleri gibi, öteki ince yapılı Australopithecuslar'la birçok yapısal ortak özellik taflır. Bu özellikler, di¤er sonraki geç
homo örneklerinde (yani Homo erectus'ta) bulunmaz.211
171
172
HOMO SAPIENS
Michigan Üniversitesi'nden C. Loring Brace ise çene ve difl yapısı üzerinde yaptı¤ı analizlerde KNM-ER 1470
kafatası hakkında yine aynı sonuca varmıfltır:
Çenenin büyüklü¤ü ve azı difllerinin kapladı¤ı yerin geniflli¤i, ER 1470'in tam anlamıyla bir Australopithecus yüz ve difllerine sahip oldu¤unu göstermektedir.212
KNM-ER 1470 üzerinde en az Leakey kadar incelemede bulunmufl olan
John Hopkins Üniversitesi paleoantropolo¤u Prof. Alan Walker da, bu canlının
Homo habilis ya da Homo rudolfensis
gibi bir "homo" yani insan türüne dahil
edilmemesi, aksine Australopithecus sınıfına sokulması gerekti¤ini savunmaktadır.213
Australopithecuslar ile Homo erectus
arasında bir geçifl formu gibi gösterilmeye çalıflılan Homo habilis ya da Homo
rudolfensis gibi sınıflamalar tamamen
hayalidir. Bu canlılar bugün ço¤u arafltırmacının kabul etti¤i gibi, Australopithecus serisinin birer üyesidirler. Bütün anatomik özellikleri, bu canlıların birer maymun türü olduklarını göstermektedir.
Homo sap›ens
Hayali evrim soya¤acının günümüz
insanını oluflturan Homo sapienslerin
geçmifli, evrimcilerin hiç beklemedi¤i
kadar geriye gitmektedirler. Paleontolojik bulgular, bundan neredeyse bir milyon yıl öncesinde, bize tıpatıp benzeyen
Homo sapiens insanlarının yafladı¤ını
göstermektedir. Bu konudaki bulgulardan biri, Atapuerca adı verilen bölgede
bulunan bir fosildir. Bu fosilin günümüz
insanıyla aynı özellikler taflıyor olması,
evrimcilerin insanın evrimi hakkındaki
inançlarını sarsmıfltır. Çünkü evrim soya¤acına göre, 800 bin yıl önce Homo
sapiens'in yaflamamıfl olması gerekmektedir.
Hatta pek çok bulgu, Homo sapiens'in tarihinin 800 bin yıldan bile eski
oldu¤unu gösteriyordu. Bunlardan birisi,
Louis Leakey'nin 1970'lerin baflında Olduvai Gorge'daki bulgularıydı. Leakey
buradaki Bed II katmanında Australopithecus, Homo habilis ve Homo erectus
türlerinin aynı anda ve birarada yafladıklarını tespit etmiflti. Ancak bundan da ilginç olan, Leakey'in aynı katmanda (Bed
II) buldu¤u bir yapıydı. Leakey burada,
tafltan yapılmıfl bir kulübenin kalıntılarını bulmufltu. Olayın en ilginç yönü ise,
Afrika'nın bazı bölgelerinde hala kullanılan bu yapıların sadece Homo sapiensler tarafından yapılmıfl olabilece¤iydi!
Yani, Leakey'nin bulgularına göre, Australopithecus, Homo habilis, Homo erectus ve günümüz insan›, bundan yaklaflık
1.7 milyon yıl önce birarada yaflamıfl olmalıydılar. 214 Bu gerçek, elbette,
günümüz insanların›n Australopithecus
olarak tanımlanan maymunlardan evrimleflti¤ini öne süren evrim teorisini geçersiz kılmaktadır.
Ayrıca günümüz insanların›n izlerini
1.7 milyon yıldan bile daha geriye götüren bulgular mevcuttur. Bu bulguların en
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
HOMO SAPIENS ARCHAIC
önemlisi, Laetoli Bölgesinde bulunan
ayak izleridir. (bkz. Laetoli ayak izleri)
Günümüz insanından farksız olan bu izlerin 3.6 milyon yıl öncesine ait oldu¤u
hesaplanmıfltır.
Mary Leakey'in buldu¤u bu ayak izleri, daha sonra Don Johanson ve Tim
White gibi ünlü paleoantropologlar tarafından da incelendi. Varılan sonuçlar aynıydı. White flöyle yazıyordu:
Hiç kuflkunuz olmasın... Bunlar günümüz
insanın›n ayak izlerinden tamamen farksız. E¤er bu izler bugün bir California
plajında olsalardı ve bir çocu¤a bunların
ne oldu¤u sorulsaydı, hiç tereddüt etmeden burada bir insanın yürüdü¤ünü söylerdi. Bunları, kumsalda yer alan di¤er
yüzlerce insan ayak izinden ayırt edemezdi. Dahası, siz de ayırt edemezdiniz.215
ler, ayak izlerinin gerçek sahiplerini de
tanımladı: Ortada, 10 yaflındaki bir insanın 20 tane ve daha küçük yaflta birinin
de 27 tane fosilleflmifl ayak izi vardı. Ve
bunlar, kesinlikle, bizim gibi normal insanlardı.
Evrimcilerin bilimsel bulgularla
açıkça çeliflen bu teoriyi körü körüne savunmaları, ele geçirilen her aleyhte bulguyu çarpıtmaları ya da görmezden gelmeleri, teorinin bilim dıflılı¤ını açıkça
ortaya koymaktadır.
Homo sap›ens archa›c
Homo sapiens archaic, hayali evrim
flemasının günümüz insanından bir önceki basama¤ını oluflturur. Aslında bu insanlar hakkında evrimciler açısından
Ayak izlerinin morfolojik yapısı üze- söylenecek bir fley yoktur, zira bunlar
rinde yapılan incelemeler, bunun bir in- günümüz insanından ancak çok küçük
san hem de günümüz insan› (Homo sapi- farklılıklarla ayrılırlar. Hatta bazı arafltırens) izi olarak kabul edilmesi gerekti¤ini macılar, bu ırkın temsilcilerinin günütekrar tekrar gösteriyordu. ‹zleri incele- müzde hala yaflamakta olduklarını söyleyerek Avustralyalı Aboyen Russell Tuttle flöyle
rijin yerlilerini örnek
yazıyordu:
gösterirler. Aborijin yerBu izler, çıplak ayaklı
lileri de aynı bu ırk gibi
bir Homo sapiens tarakalın kafl çıkıntılarına,
fından bırakılmıfl olmaiçeri do¤ru e¤ik bir çene
lıdır... Yapılan tüm moryapısına ve biraz daha
folojik incelemeler, bu
küçük bir beyin hacmiizleri bırakan canlının
ne sahiptirler. Ve bugün
aya¤ının, günümüz ins a n l a r ı n › n k i l e rd e n
de flahit oldu¤umuz gifarklı olmadı¤ını gösbi Aborijinler de norAfrika'n›n baz› bölgelerinde hala
termektedir.216
kullan›lan yap›lardan fark›
mal bir insan ›rk›d›r.
olmayan 1.7 milyon y›ll›k tafl
(bkz. Aborijin yerlileri)
Tarafsız incelemekulübe kal›nt›s›.
Harun Yahya (Adnan Oktar)
173
174
HOMOLOJ‹
Moleküler düzeyde hiçbir organizma bir di¤e rinin "atas›" de¤ildir, di¤erinden daha "ilkel"
ya da "geliflmifl" de de¤ildir.
rumunun genetik açmazını flöyle belirtmektedir:
Homoloji (Köken birli¤i)
Farklı canlı türleri arasındaki yapısal
benzerlikler biyolojide "homoloji" olarak adlandırılır. Evrimciler bu benzerlikleri evrime delil gibi göstermeye çalıflırlar. Farklı canlılardaki benzer görünümlü (homolog) organları öne sürerek, bu
canlıların ortak bir atadan geldiklerini
savunurlar. (bkz. Homolog organ) Fakat
evrimcilerin homoloji ile ilgili iddialarının ciddi sayılabilmesi için benzer (homolog) organların, benzer (homolog)
DNA flifreleri tarafından kodlanmıfl olması gerekir. Oysa bu benzer organlar,
ço¤unlukla çok farklı genetik kodlar
(DNA flifreleri) tarafından belirlenmektedir. Bunun yanı sıra, farklı canlıların
DNA'larındaki benzer genetik kodlar da,
çok farklı organlara karflılık gelmektedirler.
Avustralyalı biyokimya profesörü
Michael Denton, Evolution: A Theory in
Crisis (Evrim: Kriz ‹çinde Bir Teori)
isimli kitabında homolojinin evrimci yo-
Homolojinin evrimci temeli, belki de en
ciddi olarak, görünürde benzer olan yapıların, farklı türlerde bütünüyle farklı
genler tarafından belirlendi¤i anlaflıldı¤ında çökmüfltür.217
Ayrıca, yine söz konusu iddianın ciddi sayılabilmesi için bu benzer yapıların
embriyolojik geliflim süreçlerinin, yani
yumurtadaki ya da anne karnındaki geliflim aflamalarının da birbirlerine paralel
olması gerekir. Oysa benzer organlar
için bu embriyolojik süreç her canlıda
birbirinden farklıdır.
Genetik ve embriyolojik arafltırmalar,
Darwin'in "canlıların ortak bir atadan evrimlefltiklerinin delili" fleklinde tarif etti¤i homoloji kavramının, gerçekte hiçbir
flekilde bu tarife delil oluflturmadı¤ını
göstermifltir. Bu flekilde bilim, Darwinist
tezlerden birinin daha gerçek dıflı oldu¤unu ortaya koymufl bulunmaktadır.
Evrimcilerin sadece organlar düzeyinde de¤il, moleküler düzeyde öne sürdükleri homoloji iddiası da geçersizdir.
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
HOMOLOG ORGAN
(bkz. Moleküler homoloji tezi) Birbirine
çok benzer ve yakın gibi görünen canlılar arasında dev moleküler farklılıklar
vardır. Prof. Michael Denton bu konu ile
ilgili flu yorumu yapar:
Moleküler düzeyde, her canlı sınıfı özgün, farklı ve di¤erleriyle ba¤lantısızdır.
Dolayısıyla moleküller, aynı fosiller gibi,
evrimci biyoloji tarafından uzun zamandır aranan teorik ara geçifllerin olmadı¤ını göstermifltir... Moleküler düzeyde
hiçbir organizma bir di¤erinin "atası"
de¤ildir, di¤erinden daha "ilkel" ya da
"geliflmifl" de de¤ildir... E¤er bu moleküler kanıtlar bundan bir asır önce var olsaydı... organik evrim düflüncesi hiçbir
zaman kabul görmeyebilirdi.218
Homolog organ
Yeryüzündeki farklı canlı türlerini
inceleyen her insan, bu türler arasında
bazı benzer organlar ve özellikler bulundu¤unu gözlemleyebilir. 18. yüzyıldan
itibaren biyologların dikkatini çeken bu
olguyu evrim teorisiyle iliflkilendiren ilk
kifli ise, Darwin olmufltur. Darwin, benzer (yani "homolog") organlara sahip
canlıların birbirleriyle evrimsel bir ba¤lantısı oldu¤unu ve bu organların ortak
bir atanın mirası olması gerekti¤ini öne
sürmüfltür. Ona göre, örne¤in güvercinlerin de kanatları vardır, kartalların da
kanatları vardır; demek ki güvercinler,
kartallar ve bunlar gibi kanatlı tüm kufllar ortak bir atadan evrimleflmifllerdir.
Homoloji, hiçbir delile dayanmayan,
yalnızca dıfl görünüfllerden yola çıkılarak ortaya atılmıfl yüzeysel bir varsayımdır. Bu varsayım, Darwin'den günümüze
kadar hiçbir somut bulgu tarafından da
do¤rulanamamıfltır. Öncelikle, homolog
yapılara sahip canlıların evrimciler tara-
DEV D‹fiLERE SAH‹P ‹K‹ ‹LG‹S‹Z MEMEL‹
Plesantal› ve keseli memeliler aras›ndaki ola¤anüstü derecede benzer "ikiz"
türlerin bulunmas›, homoloji iddias›na çok büyük bir darbedir. Örne¤in, her ikisi de
d e v ö n d i fl l e r e s a h i p b i r e r m e m e l i o l a n S m i l o d o n ( s a ¤ d a ) v e T h y l a c o s m i l u s 'dur.
(solda) Aralar›nda hiçbir evrimsel ba¤lant› kurulamayan bu canl›lar›n kafatas› ve
difl yap›lar›n›n ola¤anüstü derecede benzer oluflu, benzer yap›lar›n evrime delil
oluflturdu¤u yönündeki homoloji iddias›n› yine açmaza sokmaktad›r.
175
176
HOMOLOG ORGAN
fından öne sürülen hayali ortak atalarının fosillerine yeryüzünün hiçbir tabakasında rastlanmamıfltır. Ayrıca;
1- Evrimcilerin hiçbir evrimsel ba¤
kuramadıkları, bütünüyle farklı sınıflara
ait canlılarda bile ortak homolog organların var olması,
2- Homolog organlara sahip canlılarda, bu organların genetik flifrelerinin çok
farklı olmaları ve,
3- Bu organların embriyolojik geliflim safhalarının birbirinden çok farklı
olması, homolojinin evrime hiçbir dayanak oluflturmadı¤ını gösterir.
Evrimcilerin, aralarında hiçbir evrimsel ba¤lantı kuramadıkları türlerin
de, birbirine çok benzeyen (homolog)
organlara sahip olmaları konusunda verilebilecek örnekler arasında kanatlar da
yer alır. Bir memeli olan yarasada kanat
vardır, kufllarda kanat vardır, sineklerde
de kanat vardır, ayrıca geçmiflte yaflamıfl
uçan kanatlı dinozor türleri de vardır.
Fakat, bu dört farklı sınıf arasında evrimciler bile herhangi bir evrimsel ba¤,
bir akrabalık kuramamaktadırlar.
Bu konudaki bir di¤er çarpıcı örnek
de farklı canlıların gözlerindeki flaflırtıcı
benzerlik ve yapısal yakınlıktır. Örne¤in
ahtapot ve insan, aralarında hiçbir evrimsel ba¤lantı kurulamayan, son derece
farklı canlılardır. Fakat her ikisinin de
gözleri yapı ve fonksiyon bakımından
birbirine çok yakındır. ‹nsanla ahtapotun
benzer gözlere sahip ortak bir ataları oldu¤unu evrimciler bile iddia edememektedirler. Bu örnekler ve bunlara benzer
birçok örnek açıkça göstermektedir ki,
evrimcilerin öne sürdükleri "homolog
organlar, canlıların ortak bir evrimsel
atadan geldi¤ini ispatlar" fleklindeki iddianın hiçbir bilimsel dayana¤ı yoktur.
Hatta bu organlar onlar açısından büyük
bir çıkmazdır.
Ahtapot gözleri
Evrimciler, benzer yapılara ve organlara sahip tüm canlılar arasında evrimsel
bir iliflki oldu¤unu iddia ederler. "Homoloji" olarak bilinen bu tezlerinin geçersizli¤ini ortaya koyan örneklerden biri
de ahtapot gözleridir. (bkz. Homoloji)
Ahtapotlar, evrimcilerin ortaya attı¤ı hayat a¤acına göre insana en uzak canlılardan biridir. Ahtapot ve insan, aralarında
hiçbir evrimsel ba¤lantı kurulamayan,
son derece farklı canlılar olmalarına karflın, ahtapot gözü ile insan gözü tamamen aynı yapıya sahiptir. Bu durum,
benzer yapıların evrime delil olmadı¤ının çok açık bir göstergesidir.
Bu durum karflısında evrimciler, bu
organların "homolog" (yani ortak bir
atadan gelen) organlar de¤il, "analog"
(aralarında evrimsel iliflki olmadı¤ı halde birbirine çok benzeyen) organlar oldu¤unu söylerler. (bkz. Homolog organ;
Analog organ) Örne¤in insan gözü ile
ahtapot gözü onlara göre analog bir organdır. Ancak bir organı homolog kategorisine mi, yoksa analog kategorisine
mi dahil edecekleri sorusu, tamamen evrim teorisinin ön kabullerine göre cevaplanır. Bu ise, benzerliklere dayalı evrimci iddianın bilimsel bir yönü olmadı¤ını
göstermektedir.
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
177
HOMOLOG ORGAN
Retina
Kas›c›
kaslar
‹ris
Retina
Kas›c›
kaslar
Lens
Kornea
‹ris
Lens
Optik
sinirler
Ahtapotlar, evrimcilerin ortaya att›¤› hayali "hayat a¤ac›"na göre insana en uzak canl› l a r d a n b i ri d i r . A n c a k a h t a p o t g ö z ü ( s o l d a ) i l e i n s a n g ö z ü ( s a ¤ d a ) t a m a m e n a y n › y a p › y a
sahiptir. Bu durum, benzer yap›lar›n evrime delil olmad›¤›n›n göstergelerinden biridir.
Evrimcilerin tek yaptı¤ı, önceden
do¤ru saydıkları bir evrim dogmasına
göre, karflılarına çıkan bulguları yorumlamaya çalıflmaktan ibarettir. Oysa ortaya koydukları yorum da son derece tutarsızdır. Çünkü "analog" saymak zorunda kaldıkları organlar kimi zaman, ola¤anüstü derecede kompleks yapılarına
ra¤men, birbirlerine o denli benzerdir ki,
bu benzerli¤in rastlantısal mutasyonlar
sayesinde sa¤landı¤ını öne sürmek son
derece mant›ks›zd›r. E¤er ahtapotun gözü, evrimcilerin iddia etti¤i gibi tesadüfen ortaya çıkmıflsa, omurgalı gözünün
de tıpatıp aynı tesadüfleri tekrarlayarak
ortaya çıkması gereklidir. Bu sorunu düflünmekten "baflı a¤rıyan" ünlü evrimci
Frank Salisbury flöyle yazmaktadır:
Göz kadar kompleks bir organ bile farklı
gruplarda ayrı ayrı ortaya çıkmıfltır. Örne¤in ahtapotta, omurgalılarda ve artro-
Harun Yahya (Adnan Oktar)
podlarda. Bunların bir defa ortaya çıkıfllarını açıklamak yeteri kadar problem
olufltururken, modern sentetik (neo-Darwinist) teoriye göre, farklı defalar ayrı
ayrı meydana geldikleri düflüncesi baflımı a¤rıtmaktadır.219
Yani evrim teorisine göre, birbirlerinden tamamen ba¤ımsız mutasyonların, bu canlıları ikifler kez "tesadüfen"
üretmifl olmaları gerekmektedir! Bu gerçek, evrimcileri daha da çaresizli¤e sürükleyen bir sorundur. Evrimci biyologların "homoloji" tezi ile çeliflen bu gibi
ola¤anüstü benzerlikler, benzer organların ortak atadan evrimleflme tezine delil
oluflturmadı¤ını göstermektedir. Kaldı ki
bazı canlılarda da bunun tam tersi bir durum gözlemlenir. Yani evrimciler tarafından çok yakın akraba sayıldıkları halde, bazı organları tamamen farklı yapılara sahip canlılar vardır.
Hurda DNA
"Hurda DNA" kavramı 5-6 yıl öncesine dek, bilim adamlarının fonksiyonlarını bilmedikleri büyük DNA yı¤ınlarına verdikleri isimdi. Gen olarak
tanımlayamadıkları bu çok uzun dizilimlere o an için "junk DNA" (hurda, çöp,
bofl DNA) diyorlardı. DNA'nın kendilerince ifle yaramaz olan bu dev kısımlarını evrime delil olarak öne sürdüler. Bu
iddiaya göre "Hurda DNA", evrim süresince biriken ancak artık kullanılmayan
DNA kısımlarıydı.
Bu iddia hiçbir bilimsel bulguya dayanmıyordu; yalnızca temelsiz bir spekülasyondan ibaretti. Bu yanlıflı literatüre kolayca yerlefltirebilmelerinin sebebi
ise, o günlerde DNA hakkında çok az
fley bilinmesi ve "Hurda DNA" denen
DNA kısımlarının ifllevinin henüz keflfedilmemifl olmasıydı.
Oysa ‹nsan Genomu Projesi ve di¤er
genetik çalıflmalarla birlikte, genlerin
protein üretimi sırasında birbirleriyle devamlı bir etkileflim içinde oldukları ortaya çıktı. (bkz. Genom Projesi) Bu üretim
sırasında, bir genin di¤er DNA bölümlerinden ba¤ımsız olarak çalıflmadı¤ı anlaflıldı. Bugün varılan nokta göstermekte-
dir ki, bir genin çalıflması sırasında,
özellikle protein kodlamaya bafllama
aflamasında, genleri oluflturmayan DNA
bölümlerinin o geni düzenlemesi söz konusudur. ‹flte bu yüzden, geneti¤e ilgi
duyan veya arafltırmaları yakından takip
eden hiçbir bilim adamı, artık "hurda
DNA" kavramına itibar etmemektedir.
Aslında DNA'nın bu kısımlarının devamlı faaliyet halinde oldu¤u, evrimcilerin hofluna gitmese de, uzun süreden beri
ifade edilen bir gerçekti. Science dergisinde 1994 yılında yayınlanan "Saçma
DNA kendi dilinde mi konufluyor?" bafllıklı haberde 220, Harvard Tıp Fakültesi'ndeki moleküler biyologlar ve Boston
Üniversitesi'nden fizikçiler bu konuya
açıklık kazandırmıfllardı. Çeflitli canlılardan alınan, 50.000 baz çifti içeren 37
DNA dizilimi üzerinde yaptıkları arafltırmaların sonucu, insan DNA'sında %90
yer tutmakta olan sözde "bofl DNA"nın
aslında özel bir dilde yazıldı¤ını haber
veriyordu.
Cleveland Üniversitesi'nden evrimci
bilim adamı Evan Eichler ise bu konuyla
ilgili flöyle bir itirafta bulunmufltur:
HUXLEY, JULIAN
Hurda DNA deyimi bizim bilgisizli¤imizin yansımasından baflka birfley de¤il.221
Gerçekte "Hurda DNA" kavramı, evrimcilerin 20. yüzyılın baflında ortaya attıkları "körelmifl organlar" iddiasının son
örne¤idir. (bkz. Körelmifl organlar tezi)
O dönemde de ifllevi henüz keflfedilememifl pek çok organ (örne¤in appendiks,
kuyruk sokumu vs.) evrimciler tarafından "ifle yaramaz, körelmifl organlar" diye öne sürülmüfl ve evrim lehinde bir delil gibi gösterilmifltir. Oysa sonraki tıbbi
arafltırmalar, "ifle yaramaz" sanılan organların önemli ifllevlerini ortaya çıkarmıfl, örne¤in appendiksin (halk arasında
apandisit olarak bilinen organ) vücudun
savunma sisteminin bir parçası, kuyruk
sokumunun da önemli kasların tutunma
noktası oldu¤unu göstermifltir. Evrimci
yazar Scadding'in ifadesiyle "biyoloji
bilgisi arttıkça, körelmifl organlar listesi
de giderek küçülmüfl" ve sonunda yok
olmufltur.222
Bugün aynı durum "körelmifl DNA"
gibi gösterilmek istenen DNA parçaları
için söz konusudur. Ama "biyoloji bilgisi
arttıkça" bu iddia da çürümektedir.
Huxley, Jul›an
Neo-Darwinizm'in mimarlarından
zoolog Julian Huxley, 1958'de yayınladı¤ı Religion Without Revelation (Vahiysiz Din) adlı kitabında neo-Darwinizm'i
bilimsel bir teori olarak de¤il, ideolojik
bir dogma olarak tarif etmektedir. (bkz.
Neo-Darwinizm)
Harun Yahya (Adnan Oktar)
Julian Huxley
Hücre
Darwin zamanında canlı hücresinin
kompleks yapısı bilinmiyordu. Bu nedenle dönemin evrimcileri, canlılı¤ın nasıl ortaya çıktı¤ı sorusuna "rastlantılar
ve do¤al olaylar" cevabını vermenin çok
ikna edici oldu¤unu sanmıfllardı. Darwin
ilk hücrenin "küçük, ılık bir su birikintisinde" kolaylıkla oluflabilece¤ini öne
sürmüfltü. (bkz. Abiyogenez görüflü) Oysa canlılı¤ın en küçük detayına kadar
inen 20. yüzyıl teknolojisi, hücrenin insano¤lunun karflılafltı¤ı en kompleks sistem oldu¤unu ortaya çıkardı. Bugün
hücrenin içinde; enerjiyi üreten santraller, yaflam için zorunlu olan enzim ve
hormonları üreten fabrikalar, üretilecek
bütün ürünlerle ilgili bilgilerin kayıtlı
bulundu¤u bir bilgi bankası, bir bölgeden di¤erine hammaddeleri ve ürünleri
nakleden kompleks taflıma sistemleri,
boru hatları, dıflarıdan gelen hammaddeleri ifle yarayacak parçalara ayrıfltıran
geliflmifl laboratuvar ve rafineriler, hücrenin içine alınacak veya dıflına gönderilecek malzemelerin girifl-çıkıfl kontrollerini yapan uzmanlaflmıfl hücre zarı proteinleri oldu¤unu biliyoruz. Üstelik bu
179
180
HÜCRE
saydıklarımız, hücredeki karmaflık yapının yalnızca bir bölümüdür.
Evrimci bir bilim adamı olan W. H.
Thorpe, "canlı hücrelerinin en basitinin
sahip oldu¤u mekanizma bile, insano¤lunun flimdiye kadar yaptı¤ı, hatta hayal
etti¤i bütün makinelerden çok daha
komplekstir" diye yazar.223
Hücre o kadar komplekstir ki, bugün
insano¤lu ulafltı¤ı yüksek teknolojiyle
bile bir hücre
üretememektedir. Yapay
hücre oluflturmak için
yapılan tüm
çalıflmalar
baflarısızlıkla son u ç l a n m ı fl t ı r.
Evrim teorisi ise,
insano¤lunun tüm
bilgi ve teknoloji
birikimi ile yapmayı baflaramadı¤ı bu sistemin
ilkel dünyada
"tesadüfen"
olufltu¤unu öne sürer. Bu, bir örnek vermek gerekirse, basım evindeki bir patlamayla, tesadüf eseri bir ansiklopedinin
basılıvermifl olmasından çok daha düflük
bir ihtimale sahiptir.
Buna benzer bir baflka benzetmeyi
‹ngiliz matematikçi ve astronom Sir
Fred Hoyle, 12 Kasım 1981'de Nature
dergisine verdi¤i bir demecinde yapmıfltır. Kendisi de bir materyalist olmasına
ra¤men Hoyle, tesadüfler sonucu canlı
bir hücrenin meydana gelmesiyle, bir
hurda yı¤ınına isabet eden kasırganın savurdu¤u parçalarla tesadüfen bir Boeing
747 uça¤ının oluflması arasında bir fark
olmadı¤ını belirtir. 224 Yani, hücrenin
kendi kendine, rastlantılar sonucu oluflması mümkün de¤ildir.
Evrim teorisinin hücrenin nasıl var
oldu¤u sorusunu açıklayamamasının en
temel nedenlerinden biri,
hücredeki "indirgenemez komplekslik"
özelli¤idir. (bkz.
‹ndirgenemez
komplekslik) Bir
canlı hücresi, çok
sayıda küçük organelin uyum
içinde çalıflmasıyla yaflar. Bu
parçaların biri bile
olmasa, hücre
yaflamını sürdüremez. Hücrenin
do¤al seleksiyon
ve mutasyon gibi
bilinçsiz mekanizmaların kendisini gelifltirmesini bekleme gibi bir imkan› yoktur. Dolayısıyla, yeryüzünde oluflan ilk
hücrenin yaflam için gerekli tüm organel
ve fonksiyonlara sahip, eksiksiz bir hücre olması gerekmektedir.
‹nsan vücudunda 100 trilyondan fazla hücre bulunur. Bu hücrelerden bazıları
o kadar küçüktür ki bunların bir milyon
tanesi biraraya gelse ancak bir i¤ne ucu
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
Çekirdek zar›
Çekirdek
Nükleol
Çekirdek plazmas›
Mikro tüpler
Çekirdek zar›
Sentroil çifti
Koful
Lizozom
Golgi cisimci¤i
Mitokondri
Endoplazmik
retikulum
Harun Yahya (Adnan Oktar)
Granüllü endoplazmik
retikulum
182
HÜCRE
Darwin döneminde hücrenin pek çok kompleks yap› ve sisteme sahip oldu¤u bilin m i y o r d u . ‹ l e r l e y e n te k n o l o j i y l e b i r l i k t e b u k o m p l e k s y a p › l a r › n t e s a d ü f e n m e y d a n a
gelebilmelerinin imkans›z oldu¤unun anlafl›lmas›, evrimcileri içinden ç›k›lmaz bir du ruma sokmufltur.
kadar yer kaplar. Ancak, bu küçüklü¤üne
ra¤men hücre, bilim dünyasının ortak
kanaatiyle, insano¤lunun bugüne kadar
karflılafltı¤ı en kompleks yapı ünvanını
korumaktadır. Halen keflfedilmemifl pek
çok sırrı içinde barındırmayı sürdüren
hücre, evrim teorisinin de en büyük açmazlarından birini oluflturur. Nitekim
ünlü Rus evrimcisi A. I. Oparin göz ardı
edilemeyen bu gerçe¤i flöyle ifade eder:
Maalesef hücrenin meydana gelifli, evrim
teorisinin bütününü içine alan en karanlık noktayı teflkil etmektedir.225
Bu konudaki di¤er bir itiraf ise, Johannes Gutenburg Üniversitesi Biyokimya Enstitüsü Baflkanı Prof. Dr. Klaus
Dose'ye aittir. Dose, canlı hücrenin oluflumu ile ilgili olarak "Yo¤un çabalara
ra¤men son 30 yıldan bu yana canlı hücrelerin oluflumunu açıklayabilecek her-
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
HÜCRE
hangi bir bulufl yapılamadı"226 diyerek
evrimin canlılı¤ın kökenine bir açıklama
getiremedi¤ini itiraf etmektedir.
Bu itiraftan, evrimin önünün daha ilk
aflamada tıkandı¤ı ve daha fazla ileri gitme imkan›n›n kalmadı¤ı rahatlıkla anlaflılmaktadır. Canlı vücudunun bafllıca yapıtaflı hücredir. Dolayısıyla, henüz hücrenin hatta hücreyi meydana getiren proteinler ve proteinleri meydana getiren
amino asitlerin meydana geliflini bile
açıklayamayan bir teorinin, dünya üzerindeki canlıların ortaya çıkıflı hakkında
bir açıklama getirmesi mümkün de¤ildir.
Aksine hücre, insanın "yaratılmıfl" oldu¤unun en açık delillerinden birini oluflturmaktadır.
Fakat evrimciler, hala, ilkel dünya
flartları gibi, olabilecek en kontrolsüz ortamda canlılı¤ın rastlantılarla ortaya çıktı¤ını iddia edebilmektedirler. Oysa bu,
hiçbir zaman bilimsel verilerle uyuflmayan bir iddiadır. Ayrıca en basit ihtimal
hesapları bile, de¤il canlı bir hücrenin, o
hücredeki milyonlarca proteinden tek bir
tanesinin bile tesadüfen oluflamayaca¤ını matematiksel olarak kanıtlamıfltır. Bu
da evrim teorisinin akıl ve mantıktan çok
hayal, fantezi ve yakıfltırmalar üzerine
kurulu bir senaryolar yı¤ını oldu¤unu
göstermektedir.
Tek bir hücrenin varlı¤ı kadar, hücreler arasında mükemmel bir uyum ve iflbirli¤inin var olması da hayret vericidir.
‹nsan vücudundaki bütün hücreler bafllangıçta tek bir hücrenin bölünerek ço¤almasıyla meydana gelmifltir. Ve, daha
Harun Yahya (Adnan Oktar)
en baflından beri, vücudumuzun flu anki
yapısı, flekli, tasarımı ve tüm özellikleriyle ilgili her türlü bilgi bu ilk hücrenin çekirde¤indeki kromozomlarda mevcuttur.
‹nsanın hayatının devamlılı¤ı, kendisini meydana getiren hücrelerin hem
kendi içlerinde hem de birbirleri arasında uyum içinde çalıflmaları sayesinde
olur. Hücre, di¤er hücrelerle uyum içinde çalıflırken, kendi yaflamını da büyük
bir düzen ve hassas bir denge içerisinde
sürdürür. Bu düzenini devam ettirmek ve
iç dengesini korumak için ihtiyacı olan
birçok maddeyi, enerjisi de dahil olmak
üzere bizzat kendisi tespit eder ve üretir.
Kendi karflılayamadı¤ı ihtiyaçlarını ise
dıflardan büyük bir titizlikle seçip alır.
Öyle seçicidir ki, dıfl ortamda baflıbofl
dolaflan maddelerden bir tanesi bile hücrenin izni olmadan tesadüf eseri onun
kapılarından içeri giremez. Hücrenin
içinde lüzumsuz, amaçsız tek bir molekül bile bulunmaz. Hücre dıflına çıkıfllar
da aynı flekilde hassas kontroller, sıkı denetimler sonucunda gerçekleflir.
Tüm bunlarla birlikte hücre, her türlü
dıfl tehdit ve saldırıya karflı kendini koruyacak bir savunma sistemine de sahiptir.
Dahası, içerdi¤i bunca yapı ve sisteme,
içinde devam eden sayısız faaliyete ra¤men, ortalama bir hücrenin büyüklü¤ü
modern bir flehir gibi kilometrelerce kare
de¤il, yalnızca milimetrenin 100'de biri
kadardır. Hücrenin yukar›da sayd›¤›m›z
ifllevlerinden her biri bafllı baflına birer
mucize niteli¤indedir. (bkz. DNA)
183
ICHTHYOSTEGA
Ichthyostega
Evrimciler suda yaflayan canlıların
zaman içinde evrim geçirip kara canlılarına dönüfltü¤ünü iddia etmektedirler.
Bu iddialarını do¤rulayabilmek için de
kullanılarak yapılan ilk hareket, sı¤ sulak alanların dip kısımlarında yürüyen
amfibiyen benzeri canlılar tarafından
gerçeklefltirilmiflti. Cœlacanth balı¤ının
bilen ilkel bir ayak modeline benzetil-
da dahil oldu¤u bu balıklar ise, uzunca
bir süre bu yürüyüfl biçimiyle hareket
eden bir ara geçifl formu olarak tanımlanmıfllardı. Evrimciler Cœlecanth'ın da
zaman içerisinde evrim geçirerek bir
amfibiyen olan Ichthyostega'ya dönüfltü¤ünü iddia ediyorlardı. Ancak bu tamamen asılsız bir senaryoydu. Ünlü Nature
dergisisinin editörü Henry Gee bile bir
evrimci olmasına karflın Ichthyostega
hakkındaki yanlıfl ve ön yargılı yaklaflımlar hakkında flu itirafı yapmıfltı:
mesidir. Ancak bu asılsız iddianın hiçbir
Ichthyostega'nın balıklarla son tetrapod-
bilimsel geçerlili¤i yoktur çünkü günü-
lar arasında kayıp bir halka oldu¤u iddi-
müzde de yarasa gibi uçabilen memeli-
ası, önyargılarımız hakkında, üzerinde
ler, Platypus gibi yumurtlayan memeli-
çalıflmamız gereken yaratık hakkında ol-
ler, balina, yunus gibi suda yaflayan me-
du¤undan daha çok fley açı¤a çıkarmak-
hem kara canlılarına hem de su içinde
yaflayan canlılara benzer özelliklere sahip olan her canlıyı, bir ara geçifl formu
olarak sunarlar. Ichthyostega da evrimcilerin ara form olarak göstermek istedikleri Devon döneminde yaflamıfl bir tür
deniz canlısıdır. Suda yaflamak için yaratılmıfl bu canlının evrimciler tarafından
balıklar ve amfibiyenler arasında yaflamıfl bir ara form olarak görülmesinin tek
nedeni yüzgeç yapısının karada yürüye-
meliler vardır.
Aynı flekilde geçmiflte de bu tür canlılar yaflamıfltır. "Ichthyostega" olarak
ta. Bu durum, gerçek bizim hayal edebildi¤imizden çok daha genifl, sıra dıflı ve
farklı olabilecekken, bizim bu gerçek
hakkında kendi kısıtlı deneyimimize da-
anılan bu canlılar da yunuslar gibi deniz-
yalı ne kadar dar bir görüfl ortaya koydu-
de yaflamıfllardır. Fakat bu canlının ara
¤umuzu göstermektedir.227
geçifl formu oldu¤unu göstermez, aksine
orijinal ve sabit bir tür oldu¤unu gösterir. Aslında bunların ara geçifl formu olarak öne sürülmesinin evrim teorisine göre de rasyonel bir temeli yoktur. Günümüzde sözü edilen tüm sözde ara geçifl
formları, iflte bu tür çarpıtmaların birer
ürünüdürler. Evrimcilere göre ayaklar
Harun Yahya (Adnan Oktar)
Yukarıdaki itiraftan da anlaflıldı¤ı gibi sudan karaya geçifl iddiasını gösterebilecek tek bir somut delil bile yoktur.
Bu gerçek Cœlecanth'ın bulunmasıyla da
ortaya çıkmıfl ve evrimcilerin kurdukları
senaryoların hayal ürünü oldu¤u bir kez
daha ortaya çıkmıfltır.
185
186
‹ÇGÜDÜNÜN KÖKEN‹
‹çgüdünün kökeni
"‹çgüdü" kelimesi, evrimci bilim
adamları tarafından, hayvanların do¤ufltan sahip oldukları bazı davranıflları tanımlamak için kullanılır. Ancak hayvanların bu içgüdüleri nasıl edindikleri, içgüdü ile yapılan bir davranıflın ilk olarak
nasıl ortaya çıktı¤ı ve bu davranıflların
nesilden nesle nasıl aktarıldı¤ı sorusu
her zaman cevapsızdır.
Evrimci genetikçi Gordon Rattray
Taylor, içgüdülerle ilgili bu çıkmazı flöyle itiraf etmektedir:
‹çgüdüsel bir davranıfl ilk olarak nasıl
ortaya çıkıyor ve bir türde kalıtımsal olarak nasıl yerlefliyor diye sorsak, bu soruya hiçbir cevap alamayız.228
Gordon Taylor gibi itirafta bulunamayan bazı evrimciler ise bu soruları üstü kapalı, gerçekte bir anlam ifade etmeyen cevaplarla geçifltirmeye çalıflırlar.
Evrimcilere göre, içgüdüler canlıların
genlerine programlanmıfl olan davranıfllardır. Bu açıklamaya göre örne¤in bir
balarısı son derece muntazam ve bir matematik harikası olan altıgen petekleri içgüdüleri ile yapar. Di¤er bir deyiflle yeryüzündeki tüm balarılarının genlerinde
kusursuz flekilde altıgen petek infla etme
içgüdüsü programlanmıfltır. E¤er canlılar, davranıfllarının büyük ço¤unlu¤unu
böyle davranmaya programlandıkları
için yapıyorlarsa, onları kim programlamıfltır sorusu sorulmalıdır. Hiçbir program kendi kendine oluflamayaca¤ına göre, bu programın da mutlaka bir programcısı olmalıdır. Evrimcilerin "içgüdü"
dedikleri veya "hayvanlar bunu yapmak
için programlanmıfllardır" diyerek açıklamaya çalıfltıkları fley, aslında Allah'ın
ilhamıdır.
Evrim teorisinin sahibi Charles Darwin de hayvanların davranıfllarının ve içgüdülerinin, teorisi için büyük bir tehlike oluflturdu¤unu fark etmifl ve bunu
Türlerin Kökeni isimli kitabında birkaç
kez açıkça itiraf etmifltir:
‹çgüdülerin birço¤u öylesine flaflırtıcıdır
ki, onların geliflimi okura belki teorimi
tümüyle yıkmaya yeter güçte görünecektir.229
Darwin'in o¤lu Francis Darwin ise
babasının mektuplarını derledi¤i The Life and Letters of Charles Darwin (Charles Darwin'in Hayat› ve Mektuplar›)
isimli kitapta Charles Darwin'in içgüdülerle ilgili yafladı¤ı zorlu¤u flöyle aktarmıfltır:
Çalıflmanın (Türlerin Kökeni'nin) 3.
Bölümü'nde birinci kısım tamamlanıyor ve hayvanların alıflkanlıkları ile
içgüdülerindeki varyasyonlardan
söz ediliyor… Bu konunun yazının
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
‹ÇGÜDÜNÜN KÖKEN‹
bafllangıç kısmına dahil edilmesinin sebebi, içgüdülerin do¤al seleksiyonla gerçekleflti¤i fikrini imkansız olarak de¤erlendiren okuyucuların aceleyle teoriyi
reddetmemesini sa¤lamak. Türlerin Kökeni'nde yer alan ‹çgüdüler Bölümü özellikle "teorinin en ciddi ve en açık zorluklarını içeren" konu.230
Evrimciler, cevapsız kaldıklarında
bazen de ortaya flöyle bir iddia atarlar:
"Hayvanlar tecrübe yoluyla bazı davranıflları ö¤renirler ve bu davranıflların iyi
olanları do¤al seleksiyon tarafından seçilir. Daha sonra bu iyi olan davranıfllar kalıtım yoluyla bir sonraki nesle aktarılır."
Bu iddiadaki mantık hataları ve bilim
dıflı düflünceler açıktır:
1. "Faydalı davranıflların do¤al
seleksiyon ile seçildi¤i" iddiasındaki yanılgılar:
Darwin'in bu tezi do¤ayı, faydalı ve
zararlı davranıflları ayırt edebilen, bilinçli ve karar verebilen bir güç olarak göstermektedir. Do¤ada bu ayrımı yapabilecek herhangi bir güç veya bilinç bulunmamaktadır. Ne hayvanın kendisi, ne de
do¤ada bulunan herhangi bir varlık
"hangi davranıflın yararlı oldu¤u" kararını verebilecek bir yetene¤e sahip de¤ildir. Bu seçimi sadece, do¤ayı ve söz konusu canlıyı yaratmıfl olan bilinç ve akıl
sahibi bir Varlık yapabilir.
Aslında Darwin'in kendisi de karmaflık ve faydalı davranıflların do¤al seleksiyon yoluyla kazanılmıfl olmasının imkansız oldu¤unu itiraf etmifl, ancak kendi id-
Harun Yahya (Adnan Oktar)
diasının hayal gücüne daha uygun oldu¤unu ve bu nedenle saçma olmasına ra¤men bu iddiayı sürdürdü¤ünü belirtmifltir:
... Sonunda, yavru gugu¤un üvey kardefllerini yuvadan atması, karıncaların kölelefltirmesi… gibi içgüdüleri, özellikle ba¤ıfllanmıfl ya da yaratılmıfl içgüdüler olarak de¤il de, bütün organik yaratıkların
ilerlemesine yol açan genel bir yasanın,
yani ço¤almanın, de¤iflmenin, en güçlülerin yaflamasının ve en zayıfların ölmesinin küçük belirtileri olarak görmek,
mantıklı bir sonuç çıkarma olmayabilir,
ama benim hayal gücüm için çok daha
doyurucudur.231
Türkiye'nin önde gelen evrimcilerinden Prof. Dr. Cemal Yıldırım ise, annenin yavru sevgisi gibi davranıflların do¤al seleksiyon ile açıklanamayaca¤ını
flöyle itiraf etmektedir:
Annenin yavru sevgisini, hiçbir ruhsal
ö¤e içermeyen "kör" bir düzenekle (do¤al
seleksiyon) açıklamaya olanak var mıdır?
Biyologların (bu arada Darwinciler'in)
bu tür sorulara doyurucu yanıt verdiklerini söylemek güçtür, kuflkusuz.232
Bilinci ve aklı olmayan
bu canlılarda birtakım manevi özellikler bulundu¤una ve bu
manevi özellikleri kendi iradeleriyle kazanmaları mümkün olmadı¤ına göre,
187
188
‹ÇGÜDÜNÜN KÖKEN‹
bunu onlara veren bir güç olmalıdır. Do¤al seleksiyon mekanizması ve do¤anın
kendisi, ne fluura, ne de bu manevi özelliklere sahip de¤ildir ve bu nedenle canlıların sahip oldukları bu özelliklerin
kayna¤ı olamazlar. Çok açık olarak görülen gerçek fludur: Tüm canlılar
Allah'ın iradesinin ve kontrolünün altında yaflarlar. Bu nedenledir ki, bilinçsiz
canlıların yafladı¤ı do¤ada sık sık, insanı
hayrete düflüren, "bu hayvan bunu nereden biliyor" veya "bu hayvan bunu nasıl
düflünebilir?" dedirten hayret ifadelerimize neden olan, son derece bilinçli davranıfllar görürüz.
2. Do¤al seleksiyon yoluyla kazanılan davranıflların, kalıtım
yoluyla bir sonraki nesle aktarılması mümkün de¤ildir:
Evrimcilerin iddialarının
ikinci aflamasında, do¤al
seleksiyon yoluyla kazanılan davranıflların
kalıtım yoluyla sonraki nesillere aktarılmaları gerekmektedir. Ancak bu
iddiaları da birçok
yönden tutarsızlıklarla doludur. Herfleyden önce hayvanlar tecrübe yoluyla bir
davranıflı ö¤renseler bile,
sonradan kazanılmıfl bir davranıflın genetik olarak bir sonraki nesle aktarılması imkansızdır. Ö¤renilen bir dav-
ranıfl, sadece bu tavrı ö¤renen canlıya ait
olur. Bir davranıfl fleklinin canlının genlerine aktarılması kesinlikle mümkün
de¤ildir.
Evrimci Gordon R. Taylor, bazı biyologların davranıflların kalıtımsal olarak
sonraki nesillere aktarılabildi¤i iddiasını, "acınacak" bir iddia olarak de¤erlendirmektedir:
Biyologlar belirli bazı davranıfl flekillerinin kalıtımının mümkün oldu¤unu ve aslında bunun gerçekten görüldü¤ünü kabul ederler. Dobzhansky flunu iddia etmektedir: "Tüm beden yapıları ve fonksiyonlar, hiçbir istisna olmaksızın, çevresel
zincirler sırasında oluflan kalıtımın ürünleridir. Bu durum, hiçbir istisna olmaksızın tüm davranıfl flekilleri için de geçerlidir". Bu do¤ru de¤ildir ve Dobzhansky
gibi saygın birinin bunu dogmatik olarak
savunması acınacak bir durumdur. Bazı
davranıfl flekillerinin kalıtımsal oldu¤u do¤rudur; ancak tümünün kalıtımsal oldu¤unu
söylememize imkan yoktur.
Açık olan gerçek fludur
ki, genetik mekanizmanın belirli bazı davranıfl biçimlerini nesilden
nesle aktarabildi¤ine
dair en küçük bir belirti
bile görülmemektedir. Genetik mekanizma sadece protein üretir. Belirli hormonlardan daha fazla üreterek davranıflı
genel olarak etkileyebilir; örne¤in bir
hayvanı daha agresif veya daha pasif ya-
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
‹ÇGÜDÜNÜN KÖKEN‹
pabilir ya da bir canlıyı annesine daha
ba¤ımlı hale getirebilir. Ancak yuva yaparken gereken bir dizi hareket gibi belirli bir davranıfl programını nesilden
nesle aktarabildi¤ine dair hiçbir delil
yoktur.
E¤er davranıfl gerçekten kalıtımsal ise, o
halde nesilden nesle aktarılan davranıflın
birimi nedir? Çünkü birimler oldu¤u varsayılmaktadır. Hiç kimse bu soruya bir
cevap verememifltir.233
Gordon Taylor'ın da belirtti¤i gibi,
karmaflık davranıfl biçimlerinin kalıtımsal olduklarını iddia etmek bilimsel de¤ildir. Kuflların yuva yapmaları, kunduzun baraj kurması, arıların petek infla etmeleri gibi bilinç, tasarım gerektiren
karmaflık davranıfllar için "kalıtımsal"
demek, bu davranıflların kökenini açıklamamaktadır.
‹flte Charles Darwin'in de 150 yıl önce sordu¤u bu soruyu evrimciler hala cevaplayamamıfllardır. Darwin bu çeliflkiyi
flöyle dile getirmifltir:
Bir tek kuflakta alıflkanlıkla birçok içgüdü edinildi¤ini ve sonra ardıflan kuflaklara soyaçekimle iletildi¤ini varsaymak
a¤ır bir yanılgı olur. Bildi¤imiz en flaflırtıcı içgüdüler, örne¤in balarısının ve karıncaların birço¤unun içgüdüleri, alıflkanlıkla kazanılmıfl olamaz.234
Bir iflçi karınca, ya da bir baflka efleysiz
böcek, sıradan bir hayvan olsaydı, bütün
ıralarının (özelliklerinin) Do¤al Seçmeyle yavafl yavafl edinilmifl oldu¤unu, yani
yararlı küçük de¤iflikliklerle do¤an ve
bunları soyaçekimle döllerine ileten bireylerin varlı¤ını ve onların döllerinin
yeniden de¤iflti¤ini ve yeniden seçildi¤ini
vb. hiç duraksamadan kabul ederdim.
Ama iflçi karınca ana babasından büyük
ölçüde farklı bir böcektir ve üstelik tümüyle kısırdır; bu yüzden art arda edinilmifl yapı ve içgüdü de¤iflikliklerini döllerine iletmesi söz konusu olamaz. Bu durumun Do¤al Seçme teorisiyle nasıl uzlafltırılabilece¤i elbette sorulur.235
189
190
‹K‹ AYAKLILIK
3. ‹çgüdülerin evrimleflerek canlıyla birlikte de¤iflti¤i iddiasının
geçersizli¤i:
Darwin önceki konularda aç›klad›¤›m›z çeliflki ve imkansızlıkların farkına
varmıfl ve içgüdülerin do¤al seçmeyle
kazanılıp sonra de¤iflime u¤raması yönündeki iddialar› flöyle sorgulamıfltır:
... ‹çgüdüler Do¤al Seçmeyle kazanılabilir ve de¤iflikli¤e u¤ratılabilir mi? Arıyı
büyük matematikçilerin bulufllarını çok
önceden uyguladı¤ı petek gözlerini yapmaya yönelten içgüdü için ne diyece¤iz?236
Bu çeliflkiyi balıklardan bir örnek vererek daha açık hale getirebiliriz:
Balıkların tamamen kendilerine has
üreme, avlanma, savunma ve yuva yapma yöntemleri vardır. Bu özellikler, suyun altındaki flartlara göre mükemmel
bir flekilde ayarlanmıfltır. Bazı balıklar
üreme mevsimlerinde yumurtalarını deniz altındaki bir kayaya yapıfltırırlar ve
yüzgeçlerini sallayarak yumurtaların oksijen almalarını sa¤larlar.
O zaman bu balıklar evrimleflirken,
aynı zamanda içlerinden gelen sesin, yani içgüdülerinin de büyük de¤iflikliklere
u¤raması gerekmektedir. Üstelik bu ses
o kadar de¤iflmelidir ki, bu balık birdenbire kara canlılarında oldu¤u gibi yüksek
yerlerde mükemmel yuvalar infla etmeye
bafllasın, yumurtalarının geliflimi için
kuluçkaya yatsın!
Nitekim Darwin de Türlerin Kökeni'nde teorisine yöneltilen bu elefltiriye
flöyle yer vermifltir:
‹çgüdülerin kökeni konusundaki bu görüfle flöyle itiraz edildi: "Yapı ve içgüdü de¤iflimlerinin zamandafl olması ve birbirine tümüyle uygun düflmesi zorunludur;
çünkü birinin öbüründe uygun bir karflılı¤ı bulunmayan bir de¤iflikli¤i öldürücü
olurdu."237
Görüldü¤ü gibi hayvanlardaki davranıflları, içgüdülerin kökenini evrimsel bir
süreçle, tesadüflerle veya "tabiat ana" ile
açıklamak mümkün de¤ildir. Canlıların
gösterdikleri davranıflların kayna¤ı, ne
kendi vücutlarında, ne de do¤ada bulunmaktadır. Tüm canlılar Allah'ın ilhamıyla biyolojik yapılarına ve bulundukları
ortama en uygun tavrı gösterirler.
‹ki ayakl›l›k
Tüm fosil kayıtlarının yanı sıra, insanlarla maymunlar arasındaki aflılamaz
anatomik uçurumlar da insanın evrimi
masalını geçersiz kılar. Bu uçurumların
biri, yürüyüfl fleklidir.
‹nsan iki aya¤ı üzerinde dik yürür.
Bu, baflka hiçbir canlıda rastlanmayan,
çok özel bir hareket fleklidir. Di¤er bazı
hayvanlar ise iki ayaklı olarak sınırlı bir
hareket kabiliyetine sahiptirler. Ayı ve
maymun gibi hayvanlar ender olarak
(örne¤in bir yiyece¤e ulaflmak istediklerinde) iki ayakları üzerinde kısa süreli
hareket edebilirler. Normalde öne e¤ik
bir iskelete sahiptirler ve dört ayakla yürürler. Fakat iki ayaklılık, evrimcilerin
iddia etti¤i gibi, maymunların dört ayaklı yürüyüflünden evrimleflmemifltir.
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
‹K‹ AYAKLILIK
Öncelikle iki ayaklılık evrimsel bir
avantaj de¤ildir. Zira, maymunların hareket flekli insanın iki ayaklı yürüyüflünden daha kolay, hızlı ve verimlidir. ‹nsan
ne bir flempanze gibi a¤açlar arasında
daldan dala atlayarak ilerleyebilir, ne de
bir çita gibi saatte 125 km hızla koflabilir. Aksine insan, iki aya¤ı üzerinde yürüdü¤ü için yerde çok daha yavafl bir biçimde hareket edebilir ve bu nedenle do¤adaki canlıların en savunmasızlarından
biridir. Dolayısıyla, evrimin kendi mantı¤ına göre, maymunların iki ayaklı yürümeye yönelmelerinin hiçbir anlamı
yoktur. Aksine, evrime göre insanlar dört
ayaklı hale gelmelidirler.
Evrimci iddianın bir di¤er çıkmazı
ise, iki ayaklılı¤ın Darwinizm'in "aflama
aflama geliflme" modeline kesinlikle uymamasıdır. Evrimin temelini oluflturan
bu model, evrimin bir aflamasında iki
ayaklılıkla dört ayaklılık arasında "karma" bir yürüyüfl olmasını zorunlu kılar.
Oysa ‹ngiliz paleoantropolog Robin
Crompton, 1996 yılında bilgisayar yardımıyla yaptı¤ı arafltırmalarda bu çeflit
bir "karma" yürüyüflün (bkz. Karma yürüyüfl) imkansız oldu¤unu göstermifltir.
Crompton'un vardı¤ı sonuç fludur: "Bir
canlı ya tam dik, ya da tam dört aya¤ı
üzerinde yürüyebilir."238 Bu ikisinin arası bir yürüyüfl biçimi, enerji kullanımının aflırı derecede artması nedeniyle
mümkün olmamaktadır. Bu yüzden yarıiki ayaklı bir canlı var olması mümkün
de¤ildir. (bkz. Dik yürümenin kökeni)
‹nsan iskeleti dik yürümeye uygun olarak yarat›lm›flt›r. Maymun iskeleti ise, öne e¤ik yap›s›, k›sa bacaklar› ve uzun kollar› ile, dört ayakl› bir hareket biçimine uygundur. Bu iki yap› aras›nda
bir "geçifl formu" oluflmas› ise, bu geçifl formunun verimsizli¤i nedeniyle mümkün de¤ildir.
Harun Yahya (Adnan Oktar)
191
192
‹LKEL ATMOSFER
‹lkel atmosfer
‹lkel atmosfer terimi dünyanın olufltu¤u ilk dönemlerde yeryüzünü saran atmosferi tanımlamak için kullanılır. Evrim teorisi savunucuları, uzun yıllar ilkel
atmosferin, canlıların yapıtafllarını oluflturabilecek organik bileflimlerin sözde
kendili¤inden oluflabilmesine imkan
sa¤layacak bir karıflımdan meydana geldi¤ini savundular. Evrimciler ilkel atmosferi oluflturan gaz karıflımının amonyak, metan, hidrojen ve su buharından
olufltu¤unu varsaymaktaydılar. Bu varsayıma dayanarak canlılı¤ın yapıtaflları
olan amino asitleri sentezlemeye yönelik
pek çok deney yaptılar. Bu deneylerdeki
amaç, ilkel atmosfer flartlarını laboratuvar ortamında sa¤layarak, bu ortamda
amino asit moleküllerini sentezleyebilmekti. Bu deneylerin göz boyamadan
öte evrimi destekleyen hiçbir yönü yoktu. Çünkü herfleyden önce söz konusu
ortam her açıdan kontrollü bir laboratuvar ortamıydı. Böyle bir laboratuvar ortamında amino asit sentezi yapmanın, il-
kel dünyanın kontrolsüz, düzensiz ve
fliddetli tahrip edici ortamında amino
asitlerin kendili¤inden oluflmasıyla hiçbir benzer yönü yoktu.
‹lkel atmosfer deneyleri adı verilen
bu serinin en meflhuru "Miller Deneyi"
adı verilen deneydir. Stanley Miller bu
deneyde amino asitlerin "tesadüfen" oluflabileceklerini göstermek için ilkel dünya atmosferine benzer yapay bir ortam
hazırladı. Bunun için de ilkel atmosferde
bulundu¤unu varsaydı¤ı -daha sonraları
ise bulunmadı¤ı anlaflılacak olan- amonyak, metan, hidrojen ve su buharını bir
deney düzene¤inde reaksiyona soktu. Bu
deney sonucunda birkaç amino asit türünü sentezledi. (bkz. Miller Deneyi) Ne
var ki, sonraki yıllarda yapılan arafltırmalar Miller'in ilkel atmosferde bulundu¤unu var saydı¤ı gaz karıflımının gerçe¤i yansıtmadı¤ı ortaya koydu. ‹lkel atmosferde bulundu¤u anlaflılan karbondioksit, azot gibi gazların ise amino asitleri ve di¤er organik bileflikleri oluflturma-
‹LKEL ATMOSFER
ya kimyasal olarak elveriflli olmadıkları
görüldü. Ünlü evrimci bilim dergisi
Earth 1998'in fiubat Ayı'nda yayınlanan
"Yaflamın Potası" bafllıklı makalede bu
gerçe¤i flöyle itiraf etmifltir:
Bugün Miller'ın senaryosu flüphelerle
karflılanmaktadır. Bir nedeni, jeologların
ilkel atmosferin bafllıca karbondioksit ve
azottan olufltu¤unu kabul etmeleri. Bu
gazlar ise 1953'teki deneyde (Miller Deneyinde) kullanılanlardan çok daha az
aktifler. Kaldı ki, Miller'ın farz etti¤i atmosfer var olmufl olabilseydi bile, amino
asitler gibi basit molekülleri çok daha
karmaflık bilefliklere, proteinler gibi polimerlere dönüfltürecek gerekli kimyasal
de¤iflimler nasıl oluflabilirdi ki? Miller'ın kendisi bile, problemin bu noktasında ellerini ileri uzatıp, "bu bir sorun"
diyerek fliddetle iç çekmekte, "polimerleri nasıl yapacaksınız? Bu o kadar kolay
de¤il..."239
Görüldü¤ü gibi, Miller'ın kendisi dahi bugün deneyinin, yaflamın kökenini
açıklama adına bir anlam ifade etmedi¤inin farkındadır. National Geographic'in
Mart 1998 Sayısı'ndaki, "Yeryüzündeki
Yaflamın Kökeni" bafllıklı makalede ise,
konuyla ilgili flu satırlara yer verilir:
Pek çok bilim adamı bugün, ilkel atmosferin Miller'ın öne sürdü¤ünden farklı
oldu¤unu tahmin ediyor. ‹lkel atmosferin, hidrojen, metan ve amonyaktan çok,
karbondioksit ve azottan olufltu¤unu düflünüyorlar. Bu ise kimyacılar için kötü
haber! Karbondioksit ve azotu tepkimeye
soktuklarında elde edilen organik bileflikler oldukça de¤ersiz miktarlarda. Koca
bir yüzme havuzuna atılan bir damla gıda renklendiricisiyle aynı oranda bir yo¤unlukta... Bilim adamları, bu derece
seyrek çözeltideki bir çorbada hayatın
ortaya çıkmasını hayal etmeyi bile güç
buluyor.240
Kısacası, ne Miller Deneyi ne de baflka herhangi bir evrimci çaba, yeryüzünde hayatın nasıl olufltu¤u sorusunu cevaplayamamaktadır. Tüm arafltırmalar,
hayatın rastlantılarla ortaya çıkmasının
imkansızlı¤ını ortaya koymakta ve böylece hayatın yaratılmıfl oldu¤unu göstermektedir.
193
194
‹LKEL ÇORBA
‹lkel çorba
(Bkz. Kimyasal çorba)
‹lkel dünya
Evrimciler, canlılı¤ın yapıtaflı olan
amino asitlerin ilkel dünya ortamında
kendi kendilerine olufltuklarını iddia
ederler. Ancak -bilinçli olarak düzenlenmifl kontrollü laboratuvar ortamlarında
yapılan kimyasal sentezler dıflında- do¤ada amino asitlerin kendili¤inden oluflabileceklerine dair hiçbir bilimsel delil
ve gözlem bulunmamaktadır. Kaldı ki
ikinci aflamada, evrimcileri, amino asitlerden çok daha büyük bir problem beklemektedir: "Proteinler". Yani yüzlerce
farklı amino asitin belirli bir sıra içinde
birbirlerine eklenerek oluflturdukları
canlılı¤ın yapıtaflları...
Proteinlerin do¤al flartlarda tesadüfen olufltuklarını öne sürmek, amino
asitlerin tesadüfen olufltuklarını öne sürmekten çok daha akıl ve mantık dıflı bir
Proteinler, amino asit isimli çok küçük mo leküllerin belli bir düzen içinde aralar›nda
özel ba¤lar kullanarak birleflmelerinden
meydana gelirler. Proteinlerin bu yap›s›, ev rimciler için büyük bir ç›kmazd›r.
iddiadır. Amino asitlerin proteinleri
oluflturmak üzere uygun dizilimlerde tesadüfen birleflebilmeleri matematiksel
olarak da imkansızdır. Ayrıca protein
oluflumu, kimyasal olarak da ilkel dünya
koflullarında mümkün de¤ildir. (bkz. ‹lkel atmosfer; Kimyasal çorba)
‹ndirgemecilik
(Reduct›on›sm)
‹ndirgemecilik, madde gibi görünmeyen fleylerin de aslında maddesel etkenlerle açıklanabilece¤i düflüncesidir.
Evrim teorisinin temelinde yatan materyalist felsefe, var olan herfleyin sadece madde oldu¤u varsayımına dayanır. (bkz. Materyalizm) Bu felsefeye
göre madde sonsuzdan beri vardır, hep
var olacaktır ve maddeden baflka bir
fley yoktur. Materyalistler, bu iddialarına destek sa¤lamak için "indirgemecilik" olarak adlandırılan bir mantık kullanırlar.
Örne¤in insanın zihni "elle tutulur,
gözle görülür" bir fley de¤ildir. Dahası
insan beyninde bir "zihin merkezi" de
yoktur. Bu durum bizi ister istemez, zihnin madde-ötesi bir kavram oldu¤u sonucuna götürür. Yani "ben" dedi¤imiz
düflünen, seven, sinirlenen, üzülen, zevk
alan ya da acı çeken varlık; bir koltuk,
bir masa ya da bir tafl gibi maddesel bir
varlık de¤ildir.
Materyalistler ise, zihnin "maddeye
indirgenebilir" oldu¤u iddiasındadırlar.
Materyalist iddiaya göre bizim düflün-
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
‹ND‹RGENEMEZ KOMPLEKSL‹K
memiz, sevmemiz, üzülmemiz ve tüm
di¤er zihinsel faaliyetlerimiz, aslında
beynimizdeki atomlar arasında meydana
gelen kimyasal reaksiyonlardan ibarettir.
Bir insanı sevmemiz beynimizde bulunan bazı hücrelerdeki bir kimyasal reaksiyon, bir olay karflısında korku duymamız bir baflka kimyasal reaksiyondur.
Ünlü materyalist filozof Karl Vogt, bu
mantı¤ı "karaci¤er nasıl öd sıvısı salgılıyorsa, beyin de düflünce salgılar" fleklindeki ünlü sözüyle ifade etmifltir.241 Elbette öd sıvısı bir maddedir, ama düflüncenin madde oldu¤unu gösterecek hiçbir
kanıt yoktur.
‹ndirgenemez komplekslik
(Irreduc›ble complex›ty)
Darwinist teoriyi bilimsel bulgular
karflısında sorgularken baflvurulması gereken en temel kaynaklardan biri, kuflkusuz Darwin'in kendi koydu¤u kıstaslardır. Darwin, teorisini ortaya atarken, bu
teorinin nasıl yanlıfllanabilece¤ine dair
birtakım somut ölçüler de belirlemifltir.
Türlerin Kökeni adlı kitabının pek çok
bölümünde "e¤er teorim do¤ruysa" diye
bafllayan pasajlar yer alır ve Darwin bu
pasajlarda teorisinin gerektirdi¤i bulguları tarif eder. Darwin'in bu sözlerinden
biri flöyledir:
E¤er birbirini takip eden çok sayıda küçük de¤ifliklikle kompleks bir organın
oluflmasının imkansız oldu¤u gösterilse,
teorim kesinlikle yıkılmıfl olacaktır. Ama
ben böyle bir organ göremiyorum.242
Harun Yahya (Adnan Oktar)
Darwinizm canlıların kökenini iki bilinçsiz do¤a mekanizması ile açıklamaktadır: Do¤al seleksiyon ve rastlantısal
de¤ifliklikler (mutasyonlar). Darwinist
teoriye göre bu iki mekanizma, canlı
hücresinin kompleks yapısını, kompleks
canlıların vücut sistemlerini, gözleri, kulakları, kanatları, akci¤erleri, yarasaların
sonarını ve daha milyonlarca karmaflık
tasarımlı sistemi meydana getirmifltir.
Ancak son derece kompleks yapılara
sahip olan bu sistemlerin iki bilinçsiz
do¤al etkenin ürünü sayılması, hem bilim dıflı hem de akıl ve mantı¤a aykırı
bir iddiadır. ‹flte bu noktada Darwinizm'in baflvurdu¤u kavram, "indirgenebilirlik" kavramıdır. Söz konusu sistemlerin çok daha basit hale indirgenebilecekleri ve sonra da kademe kademe geliflmifl olabilecekleri iddia edilir. Her kademe, canlıya biraz daha avantaj sa¤layacak, böylece do¤al seleksiyon
vas›tas›yla seçilecektir. Daha sonra tesadüfen küçük bir geliflme daha olacak, bu
da avantaj sa¤layıp seçilecek ve bu süreç
devam edecektir. Bu sayede, Darwinizm'in iddiasına göre, önceden gözü olmayan bir canlı türü kusursuz bir göze
sahip olacak, önceden uçamayan bir baflka tür de kanatlanıp uçar hale gelecektir.
Bu hikaye evrimci kaynaklarda çok
ikna edici ve makul bir hikaye gibi anlatılır. Oysa biraz detayına inildi¤inde, ortada çok büyük bir yanılgı oldu¤u görülmektedir. Bu yanılgının birinci yönü,
mutasyonların gelifltirici de¤il, tahrip
edici bir mekanizma olufludur. Yani can-
195
196
‹ND‹RGENEMEZ KOMPLEKSL‹K
‹nsan gözü, yaklafl›k 40
ayr› parçan›n uyum
içinde çal›flmas›yla ifllev
görür. Bunlar›n birisi
olmasa, göz hiçbir ifle
yaramaz. Bu 40 ayr›
parçan›n her biri, ayr›
ayr› kompleks bir
yarat›l›fla sahiptir. Evrim
teorisi, bu denli
kompleks bir organ›n
nas›l olufltu¤u sorusuna
cevap verememektedir.
lılara isabet edecek rastlantısal mutasyonların bu canlılara "avantaj" sa¤lamaları, hem de bunu binlerce kez üst üste
yapmaları, tüm bilimsel gözlemlere aykırı bir hayaldir.
Ancak yanılgının çok önemli bir yönü daha vardır. Dikkat edilirse Darwinist
teori, bir noktadan bir baflka noktaya (örne¤in kanatsız canlıdan kanatlı canlıya)
do¤ru giden aflamaların hepsinin tek tek
"avantajlı" olmasını gerektirmektedir.
A'dan Z'ye do¤ru gidecek bir evrim sürecinde B, C, D... U, Ü, V ve Y gibi tüm
"ara" kademelerin canlıya mutlaka avantaj sa¤laması gerekmektedir. Do¤al seleksiyon ve mutasyonun bilinçli bir flekilde önceden hedef belirlemeleri mümkün olmadı¤ına göre, tüm teori canlı sistemlerinin avantajlı küçük kademelere
"indirgenebilece¤i" varsayımına dayanmaktadır.
‹flte Darwin bu nedenle, "e¤er birbirini takip eden çok sayıda küçük de¤ifliklikle kompleks bir organın oluflmasının
imkansız oldu¤u gösterilse, teorim kesinlikle yıkılmıfl olacaktır" demifltir.
Darwin, 19. yüzyılın ilkel bilim düzeyi içinde canlıların indirgenebilir bir
yapıda olduklarını düflünmüfl olabilir.
Ancak 20. yüzyılın bilimsel bulguları,
gerçekte canlılardaki pek çok sistem ve
organın basite indirgenemez olduklarını
ortaya koymufl durumdadır. "‹ndirgenemez komplekslik" adı verilen bu olgu,
Darwinizm'i tam da Darwin'in endifle etti¤i gibi "kesinlikle" yıkmaktadır.
‹nsan gözü daha basite indirgenemez
yapısıyla bu tür sistemlere çok net bir örnektir. Çünkü göz, tüm detayları ve parçalar›yla birlikte var olmadı¤ı sürece ifllev görmez. Bu tür bir kompleks yapıyı
meydana getiren bilincin, gelece¤i önce-
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
‹NSANIN TÜREY‹fi‹
den hesaplayarak sadece en son aflamada
elde edilecek olan faydayı amaçlaması
gerekir. Evrim mekanizmalarının ise
böyle bir bilinç ve irade ile kompleks organlar ortaya çıkarmaları kesinlikle
mümkün de¤ildir.
‹nsan›n Türeyifli
(Charles Darw›n)
Charles Darwin, 1871 yılında yayınladı¤ı The Descent of Man (‹nsanın Türeyifli) isimli kitabında maymunlar ve insanların ortak bir ataya sahip olduklarını, çevre koflullarının etkisiyle bu iki türün zaman içinde farklılafltı¤ını öne sürüyordu. Darwin aynı zamanda "insan
ırkları arasındaki eflitsizli¤in apaçıklı¤ı"
hakkında da birçok çıkarım yapıyordu.243
Darwin'in bu kitapta ortaya koydu¤u
görüfllere göre, insan ırkları evrimin
farklı basamaklarını temsil ediyordu ve
bazı insan ırkları di¤er insanlara göre daha çok evrimleflmifl ve ilerlemifllerdi.
Bazıları ise, neredeyse hala maymunlarla aynı düzeydeydi. Darwin kitabında bu
afla¤ı ırkların yok olmaları gerekti¤ini,
geliflmifl insanların onları yaflatmak ve
korumak için çalıflmalarının gereksiz oldu¤unu iddia etmifl ve bu durumu damızlık hayvan yetifltiricileri ile karflılafltırmıfltır:
Yabanıl insanların vücutça ve kafaca zayıf olanları eleniverir; ve sa¤ kalanlar,
ço¤unlukla, gerçekten sa¤lıklı kimselerdir. Öte yandan biz uygar insanlar, elen-
Harun Yahya (Adnan Oktar)
me sürecini engellemek için elimizden
geleni yaparız; geri zekalılar, sakatlar ve
hastalar için bakımevleri kurarız; yoksulları koruma yasaları çıkarırız; tıp uzmanlarımız, her hastayı yaflatmak için en
son ana dek bütün ustalıklarını gösterir… Böylece uygarlaflmıfl toplumların
zayıf bireyleri kendi soylarını sürdürmektedir. Evcil hayvan yetifltiricili¤i yapmıfl
hiç kimse bunun insan ırkına büyük bir
zarar verece¤inden kuflku duymaz.244
Darwin söz konusu kitabında zenciler ve Avustralya yerlileri gibi ırkları gorillerle aynı statüye sokmufl, sonra da
bunların "medeni ırklar" tarafından zamanla yok edilecekleri kehanetinde bulunarak flöyle demifltir:
Belki de yüzyıllar kadar sürmeyecek yakın bir gelecekte medeni insan ırkları,
vahfli ırkları tamamen yeryüzünden silecekler ve onların yerine geçecekler. Öte
yandan insansı maymunlar da… kuflkusuz elimine edilecekler. Böylece insan ile
en yakın akrabaları arasındaki boflluk
daha da geniflleyecek. Bu sayede ortada
flu anki Avrupalı ırklardan bile daha medeni olan ırklar ve flu anki zencilerden,
Avustralya yerlilerinden ve gorillerden
bile daha geride olan babun türü maymunlar kalacaktır.245
Darwinizm, ortaya atıldı¤ı tarihten
itibaren ırkçılı¤ın en önemli sözde bilimsel dayana¤ı olmufltur. Canlıların bir yaflam mücadelesi içinde evrimlefltiklerini
varsayan Darwinizm toplumlara uygulanmıfl ve ortaya "Sosyal Darwinizm"
olarak bilinen akım çıkmıfltır. (bkz. Sosyal Darwinizm) Darwin'e göre "medeni
197
198
‹NSANIN HAYAL‹ SOYA⁄ACI
insana" düflen görev, bu evrimsel süreci
hızlandırmak üzere zaten yok olacak
olan geri kalmıfl ırkların yok edilmelerini sa¤lamaktır. (bkz. Darwinizm ve Irkçılık)
Nitekim günümüzde halen rastladı¤ımız ırkçı ve ayrımcı uygulamalar da,
Darwin tarafından bu flekilde sözde meflrulafltırılan fikirlerden destek almaktadır.
‹nsan›n Hayali Soya¤ac›
Darwinist iddia, bugün yaflayan insanın maymunsu birtakım yaratıklardan
evrimleflti¤ini varsayar. 4-5 milyon yıl
önce baflladı¤ı varsayılan bu süreçte, günümüz insan› ile sözde ataları arasında
birtakım "ara form"ların yafladı¤ı iddia
edilir. Gerçekte tümüyle hayali olan bu
senaryoda dört temel "kategori" sayılır:
1- Australopithecines
(Australopithecuslar)
2- Homo habilis
3- Homo erectus
4- Homo sapiens
Evrimciler, insanların sözde ilk maymunsu atalarına "güney maymunu" anlamına gelen Australopithecus ismini verirler. Bu canlılar gerçekte soyu tükenmifl
eski bir maymun türünden baflka bir fley
de¤ildir. Australopithecuslar'ın çeflitli
türleri bulunur; bunların bazıları iri yapılı, bazıları ise daha küçük ve narin yapılı
maymunlardır. (bkz. Australopithecus)
‹nsan evriminin bir sonraki safhasını
evrimciler, "homo" yani insan olarak sınıflandırırlar. ‹ddiaya göre homo serisindeki canlılar, Australopithecuslar'dan
daha geliflmifl canlılardır. Bu türün evriminin en son aflamasında ise, Homo sapiens, yani günümüz insanının olufltu¤u
öne sürülür.
Evrimciler "Australopithecines >
Homo habilis > Homo erectus > Homo
sapiens" sıralamasını yaparken, bu türlerin her birinin, bir sonrakinin atası oldu¤u izlenimini verirler. Oysa paleoantro-
Hiçbir bilimsel dayana¤› olmad›¤› halde evrimciler
taraf›ndan s›k kullan›lan bir rekonstrüksiyon.
‹
L
A
H AY
M
‹
Z
‹
Ç
‹NSAN‹ ‹LKE
pologların son bulguları, Australopithecines, Homo habilis ve Homo erectus'un
dünyanın farklı bölgelerinde aynı dönemlerde yafladıklarını göstermektedir.
Dahası Homo erectus sınıflamasına ait
insanların bir bölümü çok modern zamanlara kadar yaflamıfllar, Homo sapiens
neandertalensis ve Homo sapiens sapiens (günümüz insan›) ile aynı ortamda
yanyana bulunmufllardır. Bu ise elbette
bu canlıların birbirlerinin ataları oldukları iddiasının geçersizli¤ini açıkça ortaya koymaktadır.
‹nsani ‹lke
(Anthrop›c Pr›nc›ple)
20. yüzyıl biliminin çökertti¤i iddialardan biri de "tesadüf" iddiasıdır.
1960'lı yıllardan itibaren yapılan arafltırmalar, evrendeki tüm fiziksel dengelerin
insan yaflamı için çok hassas bir biçimde
ayarlandı¤ını ortaya koymaktadır. Arafltırmalar derinlefltirildikçe, evrendeki fizik, kimya ve biyoloji kanunlarının, yerçekimi, elektromanyetizma gibi temel
kuvvetlerin, atomların ve elementlerin
yapılarının tümünün, insanın yaflamı için
tam olmaları gereken flekilde düzenlendikleri birer birer bulunmufltur. Batılı bilim adamları bugün bu ola¤anüstü yarat›l›fla "‹nsani ‹lke" (Anthropic Principle)
adını vermektedirler. Yani evrendeki her
ayrıntı, insan yaflamını gözeten bir
amaçla yarat›lm›flt›r.
Evrenin içinde yaklaflık 300 milyar
galaksi, galaksilerin her birinde bir o kadar da yıldız vardır. Bu yıldızlardan biri
Harun Yahya (Adnan Oktar)
olan Günefl'in etrafında büyük bir uyum
içinde dönmekte olan 9 gezegen bulunur. Bunlardan sadece Dünya, yaflam
için elveriflli koflullara sahiptir. Evrenin
bir patlama sonucunda etrafa rastgele saçılmıfl bir madde yı¤ını olmadı¤ı, rastgele saçılan maddelerin düzenli galaksileri
oluflturamayaca¤ı, maddenin belirli noktalarda rastgele sıkıflıp toplanarak yıldızları meydana getiremeyece¤i gibi pek
çok imkansızlık bugün birçok bilim adamının itiraf konusudur. Big Bang teorisine uzun yıllar karflı çıkmıfl olan Sir Fred
Hoyle, bu durum karflısında duydu¤u
flaflkınlı¤ı flöyle ifade eder:
Big Bang teorisi evrenin tek ve büyük bir
patlama ile baflladı¤ını kabul eder. Ama
bildi¤imiz gibi patlamalar maddeyi da¤ıtır ve düzensizlefltirirler. Oysa Big Bang
çok gizemli bir biçimde bunun tam aksi
bir etki meydana getirmifltir: Maddeyi
birbiriyle birleflecek ve galaksileri oluflturacak hale getirmifltir.246
Evrenin bafllangıcındaki muhteflem
dengeden, ünlü Science dergisindeki bir
makalede ise flöyle söz edilir:
E¤er evren maddemizin yo¤unlu¤u, bir
parça daha fazla olsaydı, o zaman Einstein'ın genel görecelik kuramına göre evren, atomik parçacıkların birbirini çekme
kuvvetleri dolayısıyla bir türlü geniflleyemeyecek ve tekrar küçülerek bir noktacı¤a dönüflecekti. E¤er yo¤unluk bafllangıçta bir parça daha az olsaydı, o zaman
evren son hızla geniflleyecek, fakat bu
takdirde atomik parçacıklar birbirini çekip yakalayamayacak ve yıldızlarla galaksiler hiçbir zaman oluflamayacaktı.
199
200
‹SP‹NOZ
Do¤aldır ki biz de olmayacaktık! Yapılan
hesaplara göre, evrenimizin bafllangıçtaki gerçek yo¤unlu¤u ile ötesinde oluflması imkanı bulunmayan kritik yo¤unlu¤u
arasındaki fark, yüzde birin bir kuvadrilyonundan azdır. Bu, bir kalemi sivri ucu
üzerinde bir milyar yıl sonra da durabilecek biçimde yerlefltirmeye benzer... Üstelik, evren geniflledikçe, bu denge daha
da hassaslaflmaktadır.247
Evrim teorisinin savunucuları ise evrendeki bu ola¤anüstü düzeni tesadüfi
etkilerle açıklamaya çalıflırlar. Tesadüflerin iç içe geçmifl, kompleks düzenler
meydana getirmesini beklemek kuflkusuz akla ve mantı¤a aykırıdır. Tesadüf
matematiksel bir terim oldu¤u için böyle
bir ihtimalin imkansızlı¤ını olasılık hesapları üzerinden görmek de mümkündür. Nitekim Big Bang gibi bir patlamayla canlılık için uygun bir ortamın
oluflma olasılı¤ı 10 üzeri 10 üzeri 123'te
bir ihtimal olarak hesaplanmıfltır. Bu sayıyı ünlü ‹ngiliz matematikçi -Stephen
Hawking'in yakın çalıflma arkadaflı- Roger Penrose hesaplamıfltır. Matematikte
1050'de 1'den daha küçük olasılıklar, "sıfır ihtimal" sayılır. Söz konusu sayı,
1050'de 1'in trilyar kere trilyar kere trilyar katından bile çok daha büyüktür. Bu
sayı, evrenin tesadüfle açıklanmasının
imkansız oldu¤unu göstermektedir. Roger Penrose, akıl sınırlarını çok aflan bu
sayı hakkında flu yorumu yapar:
Bu sayı, yani 10 üzeri 10 üzeri 123'te 1
ihtimal, Yaratıcının amacının ne kadar
keskin ve belirgin oldu¤unu bize göstermektedir. Bu gerçekten ola¤anüstü bir sa-
yıdır. Bir kimse bunu do¤al sayılar fleklinde bile yazmayı baflaramaz, çünkü 1 rakamının yanına 10 üzeri 123 tane sıfır
koyması gerekecektir. E¤er evrendeki tüm
protonların ve tüm nötronların üzerine birer tane sıfır yazsa bile, yine de bu sayıyı
yazmaktan çok çok geride kalacaktır.248
‹spinoz
(Fr›ng›lla caelebs)
Bazı evrimciler tarafından mikroevrim iddialar›na delil olarak gösterilen ispinoz kuflları aslında bir evrimleflme
de¤il türleflme örne¤idirler. Galapagos
Adalarında yaflamakta olan ispinozların
atalarının bafllangıçta çok az sayıda oldu¤u bir gerçektir. Ancak daha sonra
Güney Amerika ana karasından rüzgarlarla gelen bazı ispinozlar, Galapagos
Adalarına yayılmıfllar ve iki grup arasındaki co¤rafi izolasyon (bkz. Co¤rafi izolasyon) nedeniyle bazı varyasyonlar zamanla a¤ır basmıfllard›r. ‹flte bu kufllar
arasındaki türleflmede tam bu noktada
ortaya çıkmıfltır. Farklı varyasyonlara ait
olan kufllar, bir flekilde yeniden biraraya
geldiklerinde, birbirleri ile çiftleflme içgüdüsünü kaybettikleri görülmüfltür.
Çiftleflmemeleri ise biyolojik bir farklılıktan de¤il tamamen davranıfl biçiminden kaynaklanmaktadır. Kufl sadece daha önce birarada yaflamadı¤ı di¤er varyasyonu çiftleflebilece¤i bir birey olarak
görmemektedir. Sonuçta, bu varyasyonların aralarında çiftleflmemeleri biyolojik olarak farklı bir tür haline dönüfltük-
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
‹SP‹NOZ
Darwin'in Galapagos Adalar›nda gördü¤ü ve teorisine delil
sand›¤› farkl› ispinoz gagalar›, gerçekte bir genetik varyasyon
örne¤idir ve türlerin evrimi iddias›na bir delil oluflturmaz.
lerinden de¤il, farklı co¤rafi bölgelerde
ayrı yafladıklarından ötürü bir araya geldiklerinde çiftleflme e¤ilimine girmemelerinden kaynaklanmaktadır.
Evrimciler ise, bu durumu kendi teorilerine malzeme yapmaya çalıflarak,
"bakın ispinozlar co¤rafi izolasyon sayesinde kendi içlerinde türlefliyor, demek
ki bu canlılar daha fazla do¤al seleksiyona maruz kalırlarsa yakında farklı cinslere dönüflecekler" gibi dayanaksız ve bilim dıflı bir çarpıtma öne sürmektedirler.
Sonuç olarak ispinozlardaki bu çeflitlenmenin, evrimcilerin iddia ettikleri yeni bir tür oluflumuyla hiçbir ilgisi yoktur.
Olay, ispinoz türünün toplam gen havuzundaki genlerin farklı kombinasyonlarda birleflerek türün kendi içinde çeflitlenmesinden yani varyasyonların›n oluflmasından ibarettir. Tür yine aynı türdür, türün gen havuzuna yeni bir gen, yani yeni
bir bilgi eklenmesi söz konusu de¤ildir.
Harun Yahya (Adnan Oktar)
Evrimcilerin bu aç›k gerçe¤i nasıl
kendi çıkarları do¤rultusunda çarpıttıklarını daha net anlayabilmek için ispinoz
kufllarındaki genetik çeflitlenmeyi bir örnekle flöyle açıklayabiliriz: Elimize bir
deste iskambil ka¤ıdı alalım ve bu desteyi birkaç kez karıfltıralım, sonuçta bu
destedeki ka¤ıtların yerine hiçbir zaman yeni ya da farklı bir
201
202
‹ZOLASYON
ka¤ıt türü gelmez, yalnızca destenin
içinde var olan ka¤ıtların sırası de¤iflir.
‹flte ispinoz kufllarındaki çeflitlilik durumu (varyasyon) da bundan farksızdır. Bu
kuflların gen havuzunda meydana gelebilecek genetik çeflitlilik havuza yeni bir
gen eklemez, bundan ötürü de ispinozlar
hiçbir zaman baflka bir cinse ya da canlıya dönüflemezler. Yalnızca kendi içlerinde çeflitlilik gösterebilirler. Do¤ada bu
tip sınırlı varyasyonlar gösteren çok sayıda canlı vardır ve bu canlıların hiçbirisi evrime delil de¤ildir.
‹zolasyon (Yal›t›m)
Popülasyonlar bir co¤rafi engelle ayrıldı¤ında, iki farklı ortamda yaflamaya
bafllayan popülasyonlarda, uzun bir süre
içinde gen havuzlarının (bir popülasyonun kalıtsal yapısının) de¤iflti¤i izlenebilir. Popülasyonlar birbirlerinden uzaklafltıkça aralarındaki farklılıklar da artar.
Popülasyonların de¤iflmesine neden olan
izolasyonlar; co¤rafi, ekonomik, kültürel
ya da iklimsel olabilir.249 (bkz. Co¤rafi
izolasyon görüflü)
Çeflitli sebeplerden ötürü birbirinden
izole olan bu iki popülasyon zaman içerisinde aralarında çiftleflip döl verebilme
özelliklerini kaybedebilirler. Bunun do¤al bir sonucu olarak birbirleri ile çiftleflmeyen popülasyonların genetik karıflımları da kendi aralarında sınırlı kalmıfl
olur. Bu tür bir yalıtımın kökeninde, ço¤u zaman co¤rafik bir yalıtım vardır.
Evrimcilere göre popülasyonlar arasında çiftleflmeyi ve verimli döller mey-
dana getirmeyi önleyen her etkileflmeye
"yalıtım" ya da "izolasyon mekanizması" denir. Evrimcilere göre türün oluflması için üremede yalıtım zorunludur. 250
Evrimci bir kaynakta bu gereklilik flöyle
açıklanmaktadır:
Bu olmaksızın hiçbir tür di¤erinden ayrılamaz; e¤er ayrılmıflsa varlı¤ını ba¤ımsız olarak sürdüremez. E¤er tüm hayvanlar birbirleriyle serbestçe çiftleflip döl
meydana getirebilselerdi, bütün zoolojik
birimler ortadan kalkarak bir derecelilik
(adım adım benzerlik) meydana gelecekti. Yani bir köpek, bir at, bir kedi veya sı¤ır ayrı olarak bulunmayacaktı; her hayvanın kombinasyonları olacaktı. Keza
hayvanlarla insanlar arasında da kırılım
meydana gelece¤i için insan benzeri birçok hayvan veya hayvan benzeri birçok
insan olacaktı. Bir zaman sonra da tüm
bunların karıflımından ilginç bir melez
çıkacaktı. Sokakta, üreme yalıtımı olmadı¤ı için birçok köpek çeflidini de¤iflik
melezler olarak izlemekteyiz. Köpeklerin
hepsi aynı türe ait oldukları için aralarında melez meydana getirirler. Bu nedenle köpek yetifltiricileri, belirli özellikleri sabit tutabilmek için saf ırklar kullanmaya özen gösterirler. E¤er bu kontrol yapılmazsa bir zaman sonra tüm köpeklerin karıflımından ortaya garip melezler çıkacaktır.251
Evrimciler türlerin kökeni konusuna
izolasyonla açıklama getirmeye çalıflırlar. Çünkü yeryüzünde bu kadar çok sayıda türün nasıl olufltu¤u evrimciler açısından cevaplanması oldukça zor bir sorudur. Dolayısıyla izolasyon kavramı da
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
‹ZOLASYON
evrimciler tarafından kasıtlı olarak yeni
bir tür oluflturan bir mekanizma olarak
açıklanmaktadır. Fakat gerçekte izolasyonla yeni bir tür oluflmamaktadır. Bu
durum sadece gen havuzunun daralmasından kaynaklanan, farklı varyasyon örneklerinin ortaya çıkmasıdır. Buradaki
ikiye bölünmeden kaynaklanan türleflmenin temelinde ise genetik bir uyumsuzluk yoktur. Aslında genetik bilgi açısından bu canlılar hala aynı türe aittirler.
Dolayısıyla söz konusu "türleflme"nin
evrim teorisini destekler hiçbir yönü
yoktur. Çünkü evrim teorisi, canlı türlerinin hepsinin basitten komplekse do¤ru
rastlantılar yoluyla türedi¤i iddiasındadır. Dolayısıyla bu teorinin dikkate alınabilmesi için, ortaya "genetik bilgiyi artırıcı mekanizmalar" koyabilmesi gerekir.
Gözü, kula¤ı, kalbi, akci¤eri, kanatları,
ayakları veya di¤er organ ve sistemleri
olmayan canlıların bunları nasıl kazandıklarını, bu organ ve sistemleri tanımlayan genetik bilginin nereden geldi¤ini
açıklayabilmesi gerekir. Zaten var olan
bir canlı türünün genetik bilgi kaybına
u¤rayarak ikiye bölünmesi, kuflkusuz bununla hiçbir ilgisi olmayan bir durumdur.
Bu ilgisizlik aslında evrimciler tarafından da kabul edilir. Bu nedenle evrimciler, bir türün kendi içindeki varyasyonlarını ve "ikiye bölünerek türleflme"
örneklerini "mikroevrim" olarak tanımlarlar. (bkz. Mikroevrim) Mikroevrim,
zaten var olan bir türün içindeki çeflitlenmeler anlamında kullanılmaktadır.
Ancak bu tanımda "evrim" ifadesinin
Harun Yahya (Adnan Oktar)
geçirilmesi bütünüyle maksatlı olarak
yapılmıfl bir aldatmacadır. Çünkü ortada
evrim gibi bir süreç yoktur. Durum, o türün gen havuzunda var olan genetik bilginin farklı bireylerdeki da¤ılımından,
de¤iflik kombinasyonlarından ibarettir.
Kaldı ki evrimcilerin cevaplaması gereken, "Tür ilk baflta nasıl oluflmufltur?
Türlerin daha üst kategorileri olan sınıflar, takımlar, aileler, flubeler bafllangıçta
nasıl meydana gelmifltir?" gibi sorulardır.
203
JAVA ADAMI
Java Adam›
Kendisini evrim teorisinin sözde kayıp halkasını bulmaya adamıfl bir anatomist olan Eugene Dubois 1891 yılında,
Endonezya'nın Java Adasındaki Solo Irma¤ı'nın kıyısında bir kafatası bafllı¤ı
buldu. Dubois bu fosilde maymunla insan özelliklerinin bir arada bulundu¤unu
düflünüyordu. Bir sene sonra, kafatası
bafllı¤ını buldu¤u yerden yaklaflık 15 m
ileride birde uyluk kemi¤i buldu ve insanınkine çok benzeyen bu uyluk kemi¤inin kafatasıyla aynı bedene sahip olabilece¤ini fikrine vardı. Elindeki iki adet
kemik parçasına dayanarak bu fosilin bir
ara geçifl örne¤i oldu¤u fikrini benimsedi ve bulgusuna bilimsellik ça¤rıfltıran
bir isim verdi: Pithecanthropus erectus,
yani "dik yürüyen maymun adam"...
Halk tarafından Java Adamı olarak bilinen bu fosilin kafatası hacmi yaklaflık
900 cc. olarak hesaplandı. Yaflının da
500.000 yıllık oldu¤u ileri sürüldü.
Dubois, fosilin bulundu¤u tabaka
olan Trinil tabakasının, Pleistocene ve
Pliocene (Tertiary) dönemleri arasındaki
sınırın altında oldu¤u düflünüyordu. Gerçek insanların da Orta Pleistocene'de evrimlefltiklerinden emindi. Bu nedenle
Dubois'e göre Java Adamı'nın yaflı kayıp
halka olmaya gayet uygundu. Oysa Dubois, fosili bulmadan önce Java fosil faunasıyla ilgili bir çalıflma hazırlamıfltı.
Hazırladı¤ı çalıflma, Dubois'in Java Adamı fosili ile ilgili verdi¤i bilgilerin tam
tersi niteli¤indeydi. Fosili bulduktan
sonra ise, fauna çalıflmasıyla ilgili yorumları bir anda tersine döndü.
Harun Yahya (Adnan Oktar)
Yirmi yılı aflkın bir süre boyunca Java Adamı'nı arafltıran Marvin L. Lubenov Bones of Contention (Tart›flmal› Kemikler) adlı kitabında, Dubois'in fosili
buldu¤unda yeterli bir jeoloji bilgisine
sahip olmadı¤ını flöyle bir al›nt› ile aktar›yor:
Dubois, Java fosil faunasını ilk tanımladı¤ında Pleistocene olarak belirtmiflti. Ancak Pithecanthropus'u (Java Adamı'nı)
bulduktan hemen sonra fauna birden Tertiary oldu. Faunanın Pleistocene özelliklerini azaltmak için elinden geleni yaptı.252
Dubois, uyluk kemi¤i ve kafatası
bafllı¤ının aynı bedene ait oldu¤unu söylüyordu. Buna karflın, dönemin ünlü bilim adamları bunun aksi yönde yorumlar
yapıyorlardı. Cambridge Üniversitesi'nden ünlü anatomist Sir Arthur Keith,
bu hacime sahip bir kafatasının maymuna ait olamayaca¤ını net olarak belirtip
maymunlara has güçlü çi¤nemeyi sa¤layan yapısal özelliklerin bu kafatası bafllı¤ında bulunmadı¤ını ortaya koyuyordu.
Keith, kafatasının kesinlikle bir insana
ait oldu¤unu söylüyordu.
Açıkçası Dubois, iki kemikten yola
çıkarak fantezi boyutuna varan iddialarda bulunmufltu. Bu iddialarının temelinde de "yönlendirilmifl bir bakıfl açısı" yatıyordu. Dubois bir evrimci oldu¤u için
zaten belli bir önyargı ile hareket etmifl
ve alternatif herhangi bir ihtimalde düflünmek istememiflti. Üstelik karflıt görüflleri dile getirenlere karflı da açık bir
düflmanlık besliyordu.
205
206
JOHNSON, PHILLIP
Dubois'nın maymun adamı safsatasını yıkan bir di¤er bulgu ise bir antropolog olan Dr. Walkhoff'tan geldi. Walkhoff, Solo Irma¤ı'nın kurumufl bir bölgesinde ve Dubois'nın Java Adamı'nı buldu¤u yere iki mil kadar yakınlıkta, bir
insan azı diflinin üst kısmını buldu. Fosilleflmifl olan azı difli insana aitti ve Java
Adamı'nın yafladı¤ı iddia edilen dönemden de eski bir döneme aitti. Uzmanların
her biri, evrimci ve evrimi ispatlayacak
fosil bulmak için bu projeyi gerçeklefltiren bir ekipti. Buna ra¤men ekibin baflı
Prof. Selenka, günümüz insan›yla Java
Adamı'nın aynı dönemde yafladı¤ı, dolayısıyla Java Adamı ile insanın evrimi
arasında bir ba¤lantının olmadı¤ı sonucuna varıyordu. Raporun son bölümünde
ise, projede sekreterlik görevini yürüten
Dr. Max Blanckenhorn, okurlarından,
'bulgularıyla Dubois'nın tezini do¤rulayacakları yerde çürüttükleri için özür diliyordu!'
Tüm bunlardan da anlaflıldı¤ı gibi
maymun adam olarak lanse edilen Java
Adamı'nın günümüzde yaflamakta olan
insanlardan hiçbir farkı bulunmamaktadır. Java Adamı'yla ilgili olarak öne sürülebilecek tek fley kafatası hacminin küçüklü¤ü olabilir ki günümüzde de küçük
kafatasına sahip insan ırkları bulunmaktadır. Üstelik bu ırklar arasında bulunan
Aborijin yerlilerinin, Java Adasına hiç
de uzak olmayan Avustralya'da yaflıyor
oldukları düflünüldü¤ünde Java Adamı'nın da özgün bir insan ırkı oldu¤u kesinlik kazanır.
Johnson, Ph›ll›p
Berkeley Üniversitesi'nde 26 yıldır hukuk
profesörü olan Phillip Johnson, Darwinizm'in dünya çapındaki en önemli elefltirmenlerinden biridir. Johnson, Darwin
on Trial (Darwin Sorgulan›yor) adlı kitabında evrim teorisinin felsefi natüralizme dayandırıldı¤ını ve evrimin ideolojik
bir amaç u¤runa savunuldu¤unu öne sürmüfltür:
Modern bilimin liderleri, kendilerini 'dini
fundamentalistlere' -yani bir Yaratıcının
var oldu¤unu ve bu dünyadaki olaylarda
rol oynadı¤ını kabul edenlere- karflı giriflilen bir savaflın öncüleri olarak görmekteler... Darwinizm ise, 'fundamentalizme'
karflı giriflilen bu savaflta yeri doldurulamaz bir ideolojik rol oynamaktadır. ‹flte
bu nedenle, bugün bilim çevreleri Darwinizm'i test etmeyi de¤il, ne olursa olsun
korumayı kendilerine amaç edinmifllerdir. Bilimsel arafltırmaların kuralları da
bu ideolojiyi do¤rulayacak flekilde belirlenmektedir.253
Öte yandan paleontoloji biliminin ortaya koydu¤u gerçeklerin Darwinizm'le
açıkça çeliflti¤ini Johnson flöyle aç›klar:
Darwinist teori, canlılı¤ın bir tür "giderek geniflleyen bir farklılık üçgeni" içinde
geliflti¤ini öngörür. Buna göre canlılık, ilk
canlı organizmadan ya da ilk hayvan türünden bafllayarak giderek farklılaflmıfl
ve biyolojik sınıflandırmanın daha yüksek
kategorilerini oluflturmufl olmalıdır. Ama
hayvan fosilleri bizlere bu üçgenin gerçekte bafl afla¤ı durdu¤unu göstermektedir: Filumlar henüz ilk anda hep birlikte
vardır, sonra giderek sayıları azalır.254
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
Dediler ki: "Sen Yücesin,
bize ö¤retti¤inden baflka
bizim hiçbir bilgimiz yok.
Gerçekten Sen, herfleyi
bilen, hüküm ve hikmet
sahibi olans›n."
(Bakara Suresi, 32 )
208
NOTLAR
1 Biyoloji Lise 3, Özer Bulut, Davut Sa¤dıç,
Selim Korkmaz, MEB Basımevi, ‹stanbul,
2000, s.182
2 Sidney Fox, Klaus Dose, Molecular
Evolution and The Origin of Life, New York:
Marcel Dekker, 1977, s.4
3 Grolier International Americana Encyclopedia,
vol 2, Grolier Incorporated, Danbury, 1993,
ss.345-346; Geliflim Hachette, cilt 1, Interpres
Basın ve Yayıncılık A.?., s.351-352
4 Charles Darwin, The Descent of Man, 2.
Edition, New York, A L. Burt Co., 1874,
s.178
5 Jani Roberts, How new-Darwinism
justified taking land from Aborigines and
murdering them in Australia,
http://fl.gn.apc.org/inquirer/ausrace.html
6 “Ancient Alga Fossil Most Complex Yet”,
Science News, vol. 108, 20 September 1975,
s.181
7 Hoimar Von Ditfurth, Dinozorların Sessiz
Gecesi 1, Alan Yayıncılık, Kasım 1996,
‹stanbul, Çev: Veysel Atayman, s.199
8 http://fl.botany.hawaii.edu/faculty/
webb/BOT311/,
http://daphne.palomar.edu/wayne/wayn
e.htm,
9 R. L. Carroll, Vertebrate Paleontology and
Evolution, New York: W. H. Freeman and
Co., 1988, s.4
10 Edwin H. Colbert, M. Morales, Evolution of
the Vertebrates, New York: John Wiley and
Sons, 1991, s.99
11 Lewis L. Carroll, “Problems of the Origin
of Reptiles”, Biological Reviews of the
Cambridge Philosophical Society, vol 44. s.393
12 Stephen Jay Gould, Eight (or Fewer) Little
Piggies, Natural History, no. 1., Jan 1991,
vol. 100, s.25
13 W.R. Bird, The Origin of Species Revisited,
Nashville: Thomas Nelson Co., 1991, s.305
14 Sarah Simpson, “Life’s First Scalding
Steps”, Science News, 155(2), 9 January
1999, s.25
15 Prof. Dr. Eflref Deniz, Tıbbi Biyoloji, 4. baskı,
Ankara, 1992, s.369
16 Musa Özet, Osman Arpacı, Ali Uslu,
Biyoloji 1, Sürat Yayınları, ‹stanbul, 1998,
s.129
17 Dean Kenyon, Davis Percical, Of Pandas
and People: The Central Question of Biological
Origins, Dallas: Haughton Publishing,
1993, s.33
18 N.F. Hughes, Paleobiology of Angiosperm
http://fl.nmnh.si.edu/botany/projects/alg
Origins: Problems of Mesozoic Seed-Plant
ae/Alg-Menu.htm; Brookhaven National
Evolution, Cambridge: Cambridge
Laboratory, Molecular Bases of
Photoadaptation in Unicellular, Eucaryotic
Algae, P.G.Falkowski ve J.LaRoche, Dep. Of
Apllied Science; Science, Volume 286,
Number 5442, Issue of 5 Nov 1999, ss. 11291132, Polycationic Peptides from Diatom
University Press, 1976, ss.1-2
19 Daniel Axelrod, The Evolution of Flowering
Plants, in The Evolution Life, 1959, ss.264-274
20 George Politzer, Felsefenin Bafllangıç ‹lkeleri,
‹stanbul: Sosyal Yayınlar, 1989, s.84
21 Stuart B. Levy, “The Challange of
Biosilica That Direct Silica Nanosphere
Antibiotic Resistance”, Scientific American,
Formation
March 1998, s.35
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
NOTLAR
22 Medical Tribune, 29 December 1988, s.1, 23
23 Charles Darwin, The Origin of Species,
ss.172-280
24 Derek A. Ager, “The Nature of the Fossil
Record”, Proceedings of the British Geological
Association, vol 87, 1976, s.133
40 “Is This The Face of Our Past”, Discover,
December 1997, ss.97-100
41 Boyce Rensberger, Houston Chronicle, 5
November 1980, Part 4, s.15
42 Colin Patterson, Harper’s, February 1984,
s.60
25 Mark Czarnecki, “The Revival of the
43 Francis Hitching, The Neck of the Giraffe:
Creationist Crusade”, MacLean’s, 19
Where Darwin Went Wrong, New York:
January 1981, s.56
Ticknor and Fields, 1982, ss.30-31
26 Francis Hitching, The Neck of the Giraffe:
Where Darwin Went Wrong, Tichnor and
Fields, New Haven, 1982, s.40
27 S.J. Gould, “Evolution’s Erratic Pace”,
Natural History, vol. 86, May 1977
28 S.J. Gould & N. Eldredge, Paleobiology, Vol
3, 1977, s.147
29 John Ostrom, “Bird Flight: How Did It
Begin?”, American Scientist, JanuaryFebruary 1979, vol 67,
30 Nature, vol 382, 1 August 1996, s.401
31 Carl O. Dunbar, Historical Geology, New
York: John Wiley and Sons, 1961, s.310
32 L.D. Martin, J.D. Stewart, K.N. Whetstone,
The Auk, vol 98, 1980, s.86
33 Pat Shipman, “Birds do it... Did
Dinosaurs?”, New Scientist, 1 February
1997, s.31
34 “Old Bird”, Discover, 21 March 1997
35 “Old Bird”, Discover, 21 March 1997
36 Pat Shipman, “Birds Do It... Did
44 Francis Hitching, The Neck of the Giraffe,
ss.30-31
45 Gordon Rattray Taylor, The Great Evolution
Mystery, London: Sphere Books, 1984, s.230
46 Solly Zuckerman, Beyond The Ivory Tower,
New York: Toplinger Publications, 1970, ss.
75-94
47 Charles E. Oxnard, “The Place of
Australopithecines in Human Evolution:
Grounds for Doubt”, Nature, vol 258, s.389
48 Isabelle Bourdial, "Adieu Lucy", Science
et Vie, Mayıs 1999, no. 980, s. 52-62
49 http://intelligentdesign.org/odds/
odds.htm
50http://www.pathlights.com/ce_encyclope
dia/08dna02.htm
51http://www.bact.wisc.edu/microtextbook
/bacterialstructure/DNA.html
52 Prof. Dr. Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim,
Ankara, Meteksan Yayınları, s.79
53 Gerald T. Todd, “Evolution of the Lung
Dinosaurs?”, New Scientist, 1 February
and the Origin of Bony Fishes: A Casual
1997, s.28
Relationship”, American Zoologist, vol 26,
37 Terry D. Jones, Nonavian Feathers in a
Late Triassic Archosaur, Science, 23 Haziran
2000: 2202-2205
38 S.J. Gould & N. Eldredge, Paleobiology, Vol
3, 1977, s.147
39 “Forensic palaeontology: The
Archæoraptor forgery”, Nature, 29 March
2001, vol: 410, ss.539-540
Harun Yahya (Adnan Oktar)
No. 4, 1980, s.757
54 National Geographic, “Balinaların Evrimi”,
Kasım 2001, s. 159
55 (http://www.trueorigin.org/whales.asp;
Ashby L. Camp, “The Overselling of Whale
Evolution”, Creation Matters, May/June
1998)
56 National Geographic, “Balinaların Evrimi”,
209
210
Kasım 2001, s. 163
57 Robert L. Carroll, Patterns and Processes of
Vertebrate Evolution, Cambridge University
Press, 1998, 329
58 G. A. Mchedlidze, General Features of the
Paleobiological Evolution of Cetacea,
Rusça’dan Tercüme (Rotterdam: A.A.
Balkema, 1986, s. 91
59 B.J. Stahl, Vertebrate History: Problems in
Evolution, Dover Publications, Inc., 1985, s.
489.
60 Michel C. Milinkovitch, “Molecular
phylogeny of cetaceans prompts revision
of morphological transformations,” Trends
in Ecology and Evolution 10 (August 1995):
328-334.
61 Michael J. Behe, Darwin’s Black Box, New
York: Free Press, 1996, ss.232-233
62 Gordon Taylor, The Great Evolution Mystery,
s.223
63 Janet L. Hopson ve Norman K. Wessells,
Essentials of Biology, McGraw-Hill
Publishing Company 1990, vol 45, ss.837839
64 Coates M. 1991. New palaeontological
67 Henry Margenau, Roy Abraham Vargesse,
Cosmos, Bios, Theos, La Salle IL: Open Court
Publishing, 1992, s.241
68 Werner Gitt, In the Beginning Was
Information, CLV, Bielefeld, Germany, s.107,
141
69 George C. Williams, The Third Culture:
Beyond the Scientific Revolution, ed. John
Brockman, New York, Simon & Schuster,
1995, ss.42-43
70 i Pierre P. Grassé, The Evolution of Living
Organisms, 1977, s.168
71 Keith S. Thompson, “Ontogeny and
Phylogeny Recapitulated”, American
Scientist, vol 76, May/June 1988, s.273
72 Francis Hitching, The Neck of the Giraffe:
Where Darwin Went Wrong, New York:
Ticknor and Fields 1982, s.204
73 Mahlon B. Hoagland, Hayatın Kökleri,
Tübitak yayınları, 8.Basım, s.25
74 Prof.Dr. Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim,
Ankara, Meteksan Yayınları, s.79
75 Prof. Dr. ‹lhami Kiziro¤lu, Genel Biyoloji,
Desen Yayınları
76 Robert A. Wallace, Gerald P. Sanders,
contributions to limb ontogeny and
Robert J. Ferl, Biology, The Science of Life,
phylogeny. In: J. R. Hinchcliffe (ed.)
Harper Collins College Publishers, s. 283.
Developmental Patterning of the Vertebrate
Limb 325-337. New York: Plenum Press;
Coates M. I. 1996. The Devonian tetrapod
Acanthostega gunnari Jarvik: postcranial
anatomy, basal tetrapod interrelationships
and patterns of skeletal evolution.
Transactions of the Royal Society of
Edinburgh 87: 363-421
65 Michael Denton, Evolution: A Theory in
Crisis, Bethesda, MA: Adler & Adler, 1985,
ss.151, 154
66 William Fix, The Bone Peddlers: Selling
Evolution, New York: Macmillan Publishing
Co., 1984, s.189
77 Darnell, “Implications of RNA-RNA
Splicing in Evolution of Eukaryotic Cells,”
Science, vol.202, 1978, s. 1257.
78 Prof. Dr. Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim,
Meteksan Yayınları, Ankara, s.79
79 Biyoloji Lise 3, Özer Bulut, Davut Sa¤dıç,
Selim Korkmaz, MEB Basımevi, ‹stanbul,
2000, s.182
80 Sidney Fox, Klaus Dose, Molecular
Evolution and The Origin of Life, New York:
Marcel Dekker, 1977, s.2
81http://www.harunyahya.com/EvrimAldat
macasi/aldatmaca/evrim16.html
82 M. Kusinitz, Science World, 4 February
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
NOTLAR
1983, s.19
83 New York Times Press Service, San Diego
Union, 29 May 1983; W. A. Shear, Science,
vol. 224, 1984, s.494
84 Pierre-P Grassé, Evolution of Living
Organisms, New York: Academic Press,
1977, s.30
85 D.R. Oldroyd, Darwinian Impacts, Atlantic
Highlands, N. J Humanities Press, 1983,
ss.23, 32
99 John Ostrom, “Bird Flight: How Did It
Begin?”, American Scientist, JanuaryFebruary 1979, vol 67, s.47
100 http://turnpike.net/~mscott/cuvier.htm
101 http://treasuretroves.com/bios/Cuvier.html
102 Soul, M.E. and L.S. Mills.. No need to
isolate genetics. Science 282: 1998, 1658
103 Wetermeirer, R.L., J.D. Brawn, S.A.
Simpson, T.L. Esker, R.W. Jansen, J.W.
86 Trends in Genetics, February 1999
Walk, E.L. Kershner, J.L. Bouzat, and K.N.
87 Douglas J. Futuyma, Science on Trial, New
Paige, Tracking the long-term decline and
York: Pantheon Books, 1983, s.197
88 Levinton, Jeffrey S.; “The Big Bang of
Animal Evolution,” Scientific American,
267:84, November 1992
89 Loren Eiseley, Darwin’s Century, s.283
90 Jean-Jacques Hublin, The Hamlyn
Encyclopaedia of Prehistoric Animals, New
York :The Hamlyn Publishing Group
Ltd.,1984, s.120.
91 Jacques Millot, “The Cœlacanth”, The
Scientific Amerikan, Aralık 1955, sayı 193,
s.39.
92 Bilim ve Teknik Dergisi, Kasım 1998,Sayı
372, s.21.
93 P. L. Forey, Nature, vol 336, 1988. s.729
94 Prof. Dr. Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim,
Meteksan Yayınları, Ankara, 1995, s.690
95 Prof. Dr. Ali Demirsoy, Yaflamın Temel
Kuralları, Genel Biyoloji/Genel Zooloji,
Cilt-I, Kısım-I, Ankara, 1993, s.606
96 Pat Shipman, “Birds do it... Did
recovery of an isolated population, Science
282: 1998 1695
104 Charles Darwin, The Descent of Man, 2.
Edition, New York, A L. Burt Co., 1874, s.
178
105 Charles Darwin, The Descent of Man, 2.
Edition, New York, A L. Burt Co., 1874, s.
171
106J.H.M. Beattie, R. Godfrey Lienhardt,
Studies in Social Anthropology: Essays in
Memory of E.E. Evans Pitchard, Oxford:
Clarendon Press, 1975, ss.10-11
107 Benjamin Farrington, What Darwin Really
Said, London: Sphere Books, 1971, ss.54-56
108 James Ferguson, The Laboratory of
Racism, New Scientist, vol. 103, September
27, 1984, s.18
109 Lalita Prasad Vidyarthi, Racism, Science
and Pseudo-Science, Unesco, France,
Vendôme, 198, s.54
110 Rebekah E. Sutherland, Social Darwinism,
Dinosaurs?”, New Scientist, 1 February
http://fl.rebsutherland.com/SocialDarwini
1997, s.31
sm.htm
97 Francis Crick, Life Itself: It’s Origin and
Nature, New York, Simon & Schuster, 1981,
s.88
98 Maria Genevieve Lavanant, Bilim ve Teknik,
Nisan 1984, Sayı 197, s.22
Harun Yahya (Adnan Oktar)
111 Stephen Jay Gould, Ever Since Darwin, W.
W. Norton & Company, New York 1992,
s.217
112 Glen McLean, Roger Oakland, Larry
McLean, The Evidence for Creation:
211
212
Examining The Origin of Planet Earth,
Pittsburgh: Full Gospel Bible Institute,
Whitaker House, 1989, s.94
113 Desmond King-Hele, Doctor of Revolution:
The Life and Times of Erasmus Darwin,
London: Faber & Faber, 1977, s.361
114William R. Denslow, 10.000 Famous
Grounds for Doubt”, Nature, vol 258, s.389
126 Fred Spoor, Bernard Wood, Frans
Zonneveld, “Implication of Early Hominid
Labryntine Morphology for Evolution of
Human Bipedal Locomotion”, Nature, vol
369, June 23, 1994, ss. 645-648
127 Fred Spoor, Bernard Wood, Frans
Freemasons, Vol. I Richmond: Macoy
Zonneveld, “Implication of Early Hominid
Publishing & Masonic Supply Co., 1957,
Labryntine Morphology for Evolution of
s.285
Human Bipedal Locomotion”, Nature, vol
115 Richard, Dawkins, Climbing Mount
Improbable, W.W. Norton, New York, 1996,
s. 283.
116 Francisco J. Ayala, “The Mechanisms of
Evolution”, Scientific American, vol 239,
September 1978, s.64
117 Uwe George, “Darwinismus der Irrtum
des Jahrhunderts”, Geo, Januar 1984, s. 100102
118 Victor B. Scheffer, “Exploring the Lives of
Whales”, National Geographic, vol 50,
December 1976, s.752
119 E.H. Colbert, Evolution of the Vertebrates,
John Wiley and Sons, New York, 1955,
s.303
120 E. H. Colbert, M. Morales, Evolution of the
Vertebrates, New York, John Wiley and
Sons, 1991, s.193
121 A. S. Romer, Vertebrate Paleontology, 3rd
ed., Chicago, Chicago University Press,
1966, s.120
122 Michael Denton, Evolution: A Theory in
Crisis, London: Burnett Books, 1985
123 Malcolm Wilkins, Plantwatching, New
York, Facts on File Publications, 1988, ss.2526
124Solly Zuckerman, Beyond The Ivory
369, June 23, 1994, ss.645-648
128Noam Chomsky, Language and
Responsibility, s.60
129 Jacques Millot, “The Cœlacanth”, The
Scientific American, December 1955, vol 193,
s.39
130 Maria Genevieve Lavanant, Bilim ve
Teknik, Nisan 1984, Sayı 197, s. 22
131 Frank B. Salisbury, “Doubts about the
Modern Synthetic Theory of Evolution”,
American Biology Teacher, September
1971, s.336
132Paul Auger, De La Physique Theorique a la
Biologie, 1970, s.118
133 Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim, Ankara:
Meteksan Yayınları, 1984, s. 39
134 Michael Denton, Evolution: A Theory in
Crisis. London: Burnett Books, 1985, s.351
135 Theodosius Dobzhansky, Genetics of the
Evolutionary Process, 1970, ss.17-18
136Charles Darwin, The Origin of Species by
Means of Natural Selection, The Modern
Library, New York, s. 127.
137Stephen Jay Gould “The Return of
Hopeful Monsters”, Natural History, vol.
86, June/July 1977, s.22-30
138 C. Loring Brace, Review of Species, Species
Tower, New York: Toplinger Publications,
Concepts, and Primate Evolution, edited by
1970, ss.75-94
William H. Kimbel and Lawrence B.
125 Charles E. Oxnard, “The Place of
Australopithecines in Human Evolution:
Martin, Plenum Press, 1993, s.560, American
Scientist, vol 82, September/October 1994,
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
213
ss.484-486
139 Lane Lester, Raymond Bohlin, The Natural
Limits to Biological Change, Probe Books,
Dallas, 1989, s.141
140 C.B. Thaxton, W.L. Bradley, ve R.L. Olsen,
The Mystery of Life’s Origin: Reassessing
Current Theories, Philosophical Library,
New York, 1984, s.119
141C.B. Thaxton, W.L. Bradley, ve R.L. Olsen,
The Mystery of Life’s Origin: Reassessing
Current Theories, Philosophical Library,
New York, 1984, ss.119-120
142I. Prigogine, G. Nicolis ve A. Babloyants,
Physics Today, 25(11): 23, 1972
143 Pierre-Paul Grassé, Evolution of Living
Organisms, Academic Press, New York,
1977, s.87
144 Pat Shipman, “Birds Do It... Did
Dinosaurs?”, New Scientist, February 1,
1997, s.28
145 Niles Eldredge, “Is Evolution Progress”,
Science Digest, September 1983, ss. 40, 160
146http://fl.encarta.msn.com/find/Concise.a
sp?z=1&pg=2&ti=761566073
147 G.G. Simpson, W. Beck, An Introduction to
Biology, New York, Harcourt Brace and
World, 1965, s.241
148 Francis Hitching, The Neck of the Giraffe:
Where Darwin Went Wrong, New York:
Ticknor and Fields 1982, s.204
153 Whitfield, “Book Review of Symbiosis in
Cell Evolution”, Biological Journal of Linnean
Society, vol 77-79 1982, s.18
154 L.R. Croft, How Life Began, Evangelical
Press, 1988, ss.93-94
155 Prof. Dr. Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim,
Meteksan Yayınları, Ankara, 1984, s. 644
156 Francis Hitching, The Neck of the Giraffe:
Where Darwin Went Wrong, New York:
Ticknor and Fields, 1982, s16-17, 19
157Francis Hitching, The Neck of the Giraffe,
s.16-17, 19.
158 Gordon Rattray Taylor, The Great
Evolution Mystery, London: Sphere Books,
1984, s.230
159 Maria Genevieve Lavanant, Bilim ve
Teknik, Nisan 1984, Sayı 197, s.22
160 R. Wesson, Beyond Natural Selection, MIT
Press, Cambridge, MA, 1991, s.45
161 American Humanist Association
tarafından da¤ıtılan tanıtım broflüründen;
Henry M. Morris, The Long War Against
God: The History and Impact of the
Creation/Evolution/Conflict, 8th Edition,
Michigan: Baker Book House, March 1996,
s.116
162Phillip E. Johnson, Darwin on Trial, 2nd
Edition, Illinois: Intervarsity Press, 1993,
s.131
163 Philip E. Johnson, Darwin on Trial, 2.b.
149 D. Loyd, The Mitochondria of
Illinois: Intervarsity Press, 1993, s. 128.
Microorganisms, 1974, s.476
164 Milli E¤itim Bakanlı¤ı, Evrim Teorisinin
150 Gray & Doolittle, “Has the Endosymbiant
Hypothesis Been Proven?” Microbilological
Review, vol. 30, 1982, s.46
151 Wallace-Sanders-Ferl, Biology: The Science
Özet Raporu, Ankara: MEB Yayınları, 1985
165Cemal Yıldırım, Evrim Kuramı ve Ba¤nazlık,
s.49
166Peter Kropotkin, Mutual Aid: A Factor of
of Life, 4th Edition, Harper Collins College
Evolution, 1902, I. Bölüm,
Publishers, s.94
(http://fl.etext.org/Politics/Spunk/library
152 Mahlon B. Hoagland, Hayatın Kökleri,
TÜB‹TAK 12.Basım, Mayıs 1998, s.153
Harun Yahya (Adnan Oktar)
/writers/kropotki/sp001503/index.html)
167 Bilim ve Teknik, sayı 190, s.4
214
168 Peter Kropotkin, Mutual Aid: A Factor of
Evolution, 1902, II. Bölüm
169 John Maynard Smith, The Evolution of
Press, 1982, ss.45-46
185 S. M.,Stanley, The New Evolutionary
Timetable: Fossils, Genes, and the Origin of
Behavior, Scientific American, December
Species, Basic Books, Inc., Publishers, N.Y.,
1978, vol 239, no.3, s.176
1981, s.71
170 Pat Shipman, “Birds Do It... Did
Dinosaurs?”, s.28
171 Prof. Dr. Ali Demirsoy, Yaflamın Temel
Kuralları, Genel Biyoloji/Genel Zooloji,
Cilt-I, Kısım-I, Ankara, 1993, s. 627
172(http://www.harunyahya.com/EvrimAld
atmacasi/aldatmaca/evrim16.html)
173 “Piltdown”, Meydan Larousse, Cilt 10,
s.133
174 Bilim ve Yaflam Ansiklopedisi, Geliflim
Yayınları, ‹stanbul, 1976, s.4
175 Prof. Dr. Ali Demirsoy, Yaflamın Temel
Kuralları, Genel Biyoloji/Genel Zooloji,
Cilt-I, Kısım-I, Ankara, 1993, s.629-630
176 Prof. Dr. Ali Demirsoy, Yaflamın Temel
Kuralları, Genel Biyoloji/Genel Zooloji,
Cilt-I, Kısım-I, Ankara, 1993, s.629
177 R. Wesson, Beyond Natural Selection,
MIT Press, Cambridge, MA, 1991, s. 45
178 Pierre Grassé, Evolution of Living
Organisms, New York, Academic Press,
1977, s.82
179 Charles Darwin, The Origin of Species, s.
172, 280
180 David Day, Vanished Species, Gallery
Books, New York, 1989
181 T. N. George, “Fossils in Evolutionary
Perspective”, Science Progress, vol 48,
January 1960, s.1, 3
182 N. Eldredge and I. Tattersall, The Myths of
Human Evolution, Columbia University
Press, 1982, s.59
183 Science, July 17, 1981, s.289
184 N. Eldredge, and I. Tattersall, The Myths of
Human Evolution, Columbia University
186 Prof. Dr. Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim,
Ankara, Meteksan Yayınları, 1984, s.8
187 Hoimar Von Ditfurth, Dinozorların Sessiz
Gecesi 2, Alan Yayıncılık, Kasım 1996,
‹stanbul, Çev: Veysel Atayman, s.60-61
188 Richard Dickerson, “Chemical
Evolution”, Scientific American, vol 239:3,
1978, s.74
189Richard B. Bliss & Gary E. Parker, Origin of
Life, California, 1979, s.25
190 Richard B. Bliss & Gary E. Parker, Origin
of Life, California, 1979, s.25
191 S. W. Fox, K. Harada, G. Kramptiz, G.
Mueller, “Chemical Origin of Cells”,
Chemical Engineering News, June 22, 1970,
s.80
192 Douglas J. Futuyma, Science on Trial, New
York: Pantheon Books, 1983, s.197
193 Douglas Futuyma, Evolutionary Biology,
2nd Edition, Sunderland, MA: Sinauer,
1986, s.3
194 K. Ludmerer, Eugenics, In: Encyclopedia of
Bioethics, Edited by Mark Lappe, The Free
Press, New York, 1978, s.457;
www..trueorigin.org/holocaust.htm
195 Norman Macbeth, Darwin Retried: An
Appeal to Reason, Harvard Common Press,
New York: 1971, s.33
196http://www.harunyahya.com/EvrimAld
atmacasi/aldatmaca/evrim16.html
197Stephan Jay Gould, “The Return of
Hopeful Monsters”, Natural History, vol 86,
June-July 1977, s.28
198 G. Stein, Biological science and the roots
of Nazism, American Scientist, vol 76(1),
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
ARBOREAL TEOR‹
1988, s.54; Jerry Bergman, Darwinism and
Brace, Atlas of Human Evolution, 2nd
the Nazi Race Holocaust,
Edition, New York: Rinehart and Wilson,
http://www.trueorigin.org/holocaust.htm
199 Phillip E. Johnson, “Darwinism’s Rules of
Reasoning”, Darwinism: Science or
Philosophy, Foundation for Thought and
Ethics, 1994, s. 12
200 R. Lewin, Science, vol. 241, July 15, 1988,
s.291
201 Musa Özet, Osman Arpacı, Ali Uslu,
Biyoloji 1, Sürat Yayınları, 1998, ‹stanbul, s.7
202 Prof. Dr. Ali Demirsoy, Yaflamın Temel
Kuralları, Genel Biyoloji/Genel Zooloji,
Cilt-I, Kısım-I, Ankara, 1993, s.12-13
203 J. Lear Grimmer, National Geographic,
August 1962, s.391
204L.S.B. Leakey, The Origin of Homo sapiens,
ed. F. Borde, Paris: UNESCO, 1972, ss.2529; L.S.B. Leakey, By the Evidence, New
York: Harcourt Brace Jovanovich, 1974
205 Marvin Lubenow, Bones of Contention,
Grand Rapids, Baker, 1992, s.83
206 Boyce Rensberger, The Washington Post,
November 19, 1984
207 Marvin Lubenow, Bones of Contention,
Grand Rapids, Baker, 1992. s.136
208 Holly Smith, American Journal of Physical
Antropology, vol 94, 1994, ss.307-325
209 Fred Spoor, Bernard Wood, Frans
Zonneveld, “Implication of Early Hominid
Labryntine Morphology for Evolution of
1979
213 Alan Walker, Scientific American, vol 239
(2), 1978, s.54
214 A. J. Kelso, Physical Anthropology, 1st
Edition, 1970, s.221; M. D. Leakey, Olduvai
Gorge, vol 3, Cambridge: Cambridge
University Press, 1971, s.272
215 D. C. Johanson & M. A. Edey, Lucy: The
Beginnings of Humankind, New York: Simon
& Schuster, 1981, s.250
216 I. Anderson, New Scientist, vol 98, 1983,
s.373
217 Michael Denton, Evolution: A Theory in
Crisis, London, Burnett Books, 1985, s.145
218 Michael Denton. Evolution: A Theory in
Crisis, London: Burnett Books, 1985, ss.290291
219 Frank Salisbury, Doubts About the Modern
Synthetic Theory of Evolution, American
Biology Teacher, September 1971, s.338
220 “Does nonsense DNA speak it’s own
dialect?”, Science News, Vol. 164, December
24, 1994
221 Service, R.F., Vogel, G, Science, February
16, 2001
222 S. R. Scadding, “Do ‘Vestigial Organs’
Provide Evidence for Evolution?”,
Evolutionary Theory, vol 5, May 1981, s.173
223 W. R. Bird, The Origin of Species Revisited,
Human Bipedal Locomotion”, Nature, vol
Nashville: Thomas Nelson Co., 1991,
369, June 23, 1994, ss.645-648
ss.298-299
210 Tim Bromage, New Scientist, vol 133, 1992,
ss.38-41
211 J. E. Cronin, N. T. Boaz, C. B. Stringer, Y.
Rak, “Tempo and Mode in Hominid
Evolution”, Nature, vol. 292, 1981, ss.113122
212 C. L. Brace, H. Nelson, N. Korn, M. L.
Harun Yahya (Adnan Oktar)
224 “Hoyle on Evolution”, Nature, vol 294,
November 12, 1981, s.105
225 A. I. Oparin, Origin of Life, s.196
226Klaus Dose, “The Origin Of Life: More
Questions Than Answers”, Interdisciplinary
Science Reviews, s.352
227 Henry Gee, In Search Of Deep Time: Beyond
215
216
ARBOREAL TEOR‹
The Fossil Record To A New Hıstory Of Life,
244 Charles Darwin, ‹nsanın Türeyifli, s.171
The Free Press, A Division of Simon &
245 Charles Darwin, The Descent of Man, 2nd
Schuster, Inc., 1999, s. 7
228 Gordon R. Taylor, The Great Evolution
Mystery, Harper & Row Publishers 1983,
s.222
229 Charles Darwin, Türlerin Kökeni, Onur
Yayınları, Beflinci Baskı, Ankara 1996, s.273
230 Francis Darwin, The Life and Letters of
Edition, New York: A L. Burt Co., 1874,
s.178
246Fred Hoyle, The Intelligent Universe,
London, 1984, ss.184-185
247Bilim ve Teknik, sayı 201, s.16 (Science
dergisinden tercüme)
248 Roger Penrose, The Emperor’s New Mind,
Charles Darwin, vol I, New York: D.
1989; Michael Denton, Nature’s Destiny, The
Appleton and Company, 1888, s.374
New York: The Free Press, 1998, s.9
231 Charles Darwin, Türlerin Kökeni, s. 310
232 Cemal Yıldırım, Evrim Kuramı ve
Ba¤nazlık, s.185
233 Gordon Taylor, The Great Evolution
Mystery, s.221
234 Charles Darwin, Türlerin Kökeni, s.275
235 Charles Darwin, Türlerin Kökeni, s.304
249 Özer Bulut, Davut Sa¤dıç, Elim Korkmaz,
Biyoloji Lise 3, MEB Basımevi, ‹stanbul,
2000, s.152
250 Prof. Dr. Ali Demirsoy, Yaflamın Temel
Kuralları, Genel Biyoloji/Genel Zooloji, Cilt-I,
Kısım-I, Ankara, 1993, s.605
251 Prof. Dr. Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim,
236 Charles Darwin, Türlerin Kökeni, s.186
Meteksan Yayınları, Ankara, 1995, s.689
237 Charles Darwin, Türlerin Kökeni, s.302
252 Bones of Contention, Marvin L. Lubenov, 5.
238 Ruth Henke, “Aufrecht aus den
Baumen”, Focus, vol 39, 1996, s.178
239 Earth, “Life’s Crucible”, fiubat 1998, s.34.
240National Geographic, “The Rise of Life on
Earth”, Mart 1998, s.68
241 Encyclopædia Britannica, “Modern
Materialism”
242Charles Darwin, The Origin of Species: A
baskı, Baker Books, Michigan, 1995, sf. 88
253 Phillip E. Johnson, Darwin on Trial, 2nd
Edition, Illinois: Intervarsity Press, 1993,
s.155
254 Phillip E. Johnson, “Darwinism’s Rules of
Reasoning”, Darwinism: Science or
Philosophy, Foundation for Thought and
Ethics, 1994, s.12
Facsimile of the First Edition, Harvard
University Press, 1964, s.189
243 Stephen Jay Gould, The Mismeasure of
Man, W.W. Norton and Company, New
York, 1981, s.72
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
ARBOREAL TEOR‹
Harun Yahya (Adnan Oktar)
217
OKUYUCUYA
• Bu kitapta ve di¤er çal›flmalar›m›zda evrim teorisinin çöküflüne özel bir yer ayr›lmas›n›n nedeni, bu teorinin her türlü din aleyhtar› felsefenin temelini oluflturmas›d›r. Yarat›l›fl› ve dolay›s›yla
Allah'›n varl›¤›n› inkar eden Darwinizm, 140 y›ld›r pek çok insan›n iman›n› kaybetmesine ya da
kuflkuya düflmesine neden olmufltur. Dolay›s›yla bu teorinin bir aldatmaca oldu¤unu gözler önüne sermek çok önemli bir imani görevdir. Bu önemli hizmetin tüm insanlar›m›za ulaflt›r›labilmesi ise zorunludur. Kimi okuyucular›m›z belki tek bir kitab›m›z› okuma imkan› bulabilir. Bu nedenle her kitab›m›zda bu konuya özet de olsa bir bölüm ayr›lmas› uygun görülmüfltür.
• Belirtilmesi gereken bir di¤er husus, bu kitaplar›n içeri¤i ile ilgilidir. Yazar›n tüm kitaplar›nda
imani konular, Kuran ayetleri do¤rultusunda anlat›lmakta, insanlar Allah'›n ayetlerini ö¤renmeye ve yaflamaya davet edilmektedir. Allah'›n ayetleri ile ilgili tüm konular, okuyan›n akl›nda hiçbir flüphe veya soru iflareti b›rakmayacak flekilde aç›klanmaktad›r.
• Bu anlat›m s›ras›nda kullan›lan samimi, sade ve ak›c› üslup ise kitaplar›n yediden yetmifle herkes taraf›ndan rahatça anlafl›lmas›n› sa¤lamaktad›r. Bu etkili ve yal›n anlat›m sayesinde, kitaplar
"bir solukta okunan kitaplar" deyimine tam olarak uymaktad›r. Dini reddetme konusunda kesin
bir tav›r sergileyen insanlar dahi, bu kitaplarda anlat›lan gerçeklerden etkilenmekte ve anlat›lanlar›n do¤rulu¤unu inkar edememektedirler.
• Bu kitap ve yazar›n di¤er eserleri, okuyucular taraf›ndan bizzat okunabilece¤i gibi, karfl›l›kl› bir
sohbet ortam› fleklinde de okunabilir. Bu kitaplardan istifade etmek isteyen bir grup okuyucunun
kitaplar› birarada okumalar›, konuyla ilgili kendi tefekkür ve tecrübelerini de birbirlerine aktarmalar› aç›s›ndan yararl› olacakt›r.
• Bunun yan›nda, sadece Allah r›zas› için yaz›lm›fl olan bu kitaplar›n tan›nmas›na ve okunmas›na katk›da bulunmak da büyük bir hizmet olacakt›r. Çünkü yazar›n tüm kitaplar›nda ispat ve ikna edici yön son derece güçlüdür. Bu sebeple dini anlatmak isteyenler için en etkili yöntem, bu
kitaplar›n di¤er insanlar taraf›ndan da okunmas›n›n teflvik edilmesidir.
• Kitaplar›n arkas›na yazar›n di¤er eserlerinin tan›t›mlar›n›n eklenmesinin ise önemli sebepleri
vard›r. Bu sayede kitab› eline alan kifli, yukar›da söz etti¤imiz özellikleri tafl›yan ve okumaktan
hoflland›¤›n› umdu¤umuz bu kitapla ayn› vas›flara sahip daha birçok eser oldu¤unu görecektir.
‹mani ve siyasi konularda yararlanabilece¤i zengin bir kaynak birikiminin bulundu¤una flahit
olacakt›r.
• Bu eserlerde, di¤er baz› eserlerde görülen, yazar›n flahsi kanaatlerine, flüpheli kaynaklara dayal› izahlara, mukaddesata karfl› gereken adaba ve sayg›ya dikkat edilmeyen üsluplara, burkuntu
veren ümitsiz, flüpheci ve ye'se sürükleyen anlat›mlara rastlayamazs›n›z.
Bu kitapta kullan›lan ayetler, Ali Bulaç'›n haz›rlad›¤›
"Kur'an-› Kerim ve Türkçe Anlam›" isimli mealden al›nm›flt›r.
Birinci bask›: Haziran 2002
‹kinci bask›: Aral›k 2005
Üçüncü bask›: fiubat 2009
ARAfiTIRMA YAYINCILIK
Talatpafla Mah. Emirgazi Caddesi ‹brahim Elmas ‹flmerkezi
A. Blok Kat 4 Okmeydan› - ‹stanbul
Tel: (0 212) 222 00 88
Bask›: Seçil Ofset
100 Y›l Mahallesi MAS-S‹T Matbaac›lar Sitesi
4. Cadde No: 77 Ba¤c›lar-‹stanbul Tel: (0 212) 629 06 15
www.harunyahya.org - www.harunyahya.net
K-Z
YAZAR VE ESERLER‹ HAKKINDA
Harun Yahya müstear ismini kullanan yazar Adnan
Oktar, 1956 y›l›nda Ankara'da do¤du. ‹lk, orta ve lise
ö¤renimini Ankara'da tamamlad›. Daha sonra ‹stanbul Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde ve ‹stanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü'nde
ö¤renim gördü. 1980'li y›llardan bu yana, imani, bilimsel ve siyasi konularda pek çok eser haz›rlad›.
Bunlar›n yan› s›ra, yazar›n evrimcilerin sahtekarl›klar›n›, iddialar›n›n geçersizli¤ini ve Darwinizm'in kanl›
ideolojilerle olan karanl›k ba¤lant›lar›n› ortaya koyan
çok önemli eserleri bulunmaktad›r.
Harun Yahya'n›n eserleri yaklafl›k 30.000 resmin yer ald›¤› toplam 45.000 sayfal›k bir külliyatt›r ve bu külliyat 60
farkl› dile çevrilmifltir.
Yazar›n müstear ismi, inkarc› düflünceye karfl› mücadele
eden iki peygamberin hat›ralar›na hürmeten, isimlerini yad
etmek için Harun ve Yahya isimlerinden oluflturulmufltur.
Yazar taraf›ndan kitaplar›n kapa¤›nda Resulullah'›n mührünün kullan›lm›fl olmas›n›n sembolik anlam› ise, kitaplar›n içeri¤i ile ilgilidir. Bu mühür, Kuran-› Kerim'in Allah'›n son kitab› ve son sözü, Peygamberimiz (sav)'in de hatem-ül enbiya olmas›n› remzetmektedir. Yazar da, yay›nlad›¤› tüm çal›flmalar›nda, Kuran'› ve Resulullah'›n sünnetini kendine rehber edinmifltir. Bu suretle, inkarc› düflünce sistemlerinin tüm temel
iddialar›n› tek tek çürütmeyi ve dine karfl› yöneltilen itirazlar› tam olarak susturacak "son söz"ü söylemeyi hedeflemektedir. Çok büyük bir hikmet ve kemal sahibi
olan Resulullah'›n mührü, bu son sözü söyleme
niyetinin bir duas› olarak kullan›lm›flt›r.
Yazar›n tüm çal›flmalar›ndaki ortak hedef,
Kuran'›n tebli¤ini dünyaya ulaflt›rmak, böylelikle insanlar› Allah'›n varl›¤›, birli¤i ve
ahiret gibi temel imani konular üzerinde
düflünmeye sevk etmek ve inkarc› sistemlerin çürük temellerini ve sapk›n uygulamalar›n› gözler önüne sermektir.
Nitekim Harun Yahya'n›n eserleri
Hindistan'dan Amerika'ya, ‹ngiltere'den Endonezya'ya, Polonya'dan
Bosna
Hersek'e, ‹spanya'dan Brezil-
ya'ya, Malezya'dan ‹talya'ya, Fransa'dan Bulgaristan'a ve Rusya'ya kadar dünyan›n
daha pek çok ülkesinde be¤eniyle okunmaktad›r. ‹ngilizce, Frans›zca, Almanca,
‹talyanca, ‹spanyolca, Portekizce, Urduca, Arapça, Arnavutça, Rusça, Boflnakça,
Uygurca, Endonezyaca, Malayca, Bengoli, S›rpça, Bulgarca, Çince, Kishwahili (Tanzanya'da kullan›l›yor), Hausa (Afrika'da yayg›n olarak kullan›l›yor), Dhivelhi (Mauritus'ta kullan›l›yor), Danimarkaca ve ‹sveçce gibi pek çok dile çevrilen eserler,
yurt d›fl›nda genifl bir okuyucu kitlesi taraf›ndan takip edilmektedir.
Dünyan›n dört bir yan›nda ola¤anüstü takdir toplayan bu eserler pek çok insan›n
iman etmesine, pek ço¤unun da iman›nda derinleflmesine vesile olmaktad›r. Kitaplar› okuyan, inceleyen her kifli, bu eserlerdeki hikmetli, özlü, kolay anlafl›l›r ve samimi üslubun, ak›lc› ve ilmi yaklafl›m›n fark›na varmaktad›r. Bu eserler süratli etki
etme, kesin netice verme, itiraz edilemezlik, çürütülemezlik özellikleri tafl›maktad›r. Bu eserleri okuyan ve üzerinde ciddi biçimde düflünen insanlar›n, art›k materyalist felsefeyi, ateizmi ve di¤er sapk›n görüfl ve felsefelerin hiçbirini samimi olarak
savunabilmeleri mümkün de¤ildir. Bundan sonra savunsalar da ancak duygusal
bir inatla savunacaklard›r, çünkü fikri dayanaklar› çürütülmüfltür. Ça¤›m›zdaki
tüm inkarc› ak›mlar, Harun Yahya Külliyat› karfl›s›nda fikren ma¤lup olmufllard›r.
Kuflkusuz bu özellikler, Kuran'›n hikmet ve anlat›m çarp›c›l›¤›ndan kaynaklanmaktad›r. Yazar›n kendisi bu eserlerden dolay› bir övünme içinde de¤ildir, yaln›zca
Allah'›n hidayetine vesile olmaya niyet etmifltir. Ayr›ca bu eserlerin bas›m›nda ve
yay›nlanmas›nda herhangi bir maddi kazanç hedeflenmemektedir.
Bu gerçekler göz önünde bulunduruldu¤unda, insanlar›n görmediklerini görmelerini sa¤layan, hidayetlerine vesile olan bu eserlerin okunmas›n› teflvik etmenin de,
çok önemli bir hizmet oldu¤u ortaya ç›kmaktad›r.
Bu de¤erli eserleri tan›tmak yerine, insanlar›n zihinlerini buland›ran, fikri karmafla
meydana getiren, kuflku ve tereddütleri da¤›tmada, iman› kurtarmada güçlü ve
keskin bir etkisi olmad›¤› genel tecrübe ile sabit olan kitaplar› yaymak ise, emek ve
zaman kayb›na neden olacakt›r. ‹man› kurtarma amac›ndan ziyade, yazar›n›n edebi gücünü vurgulamaya yönelik eserlerde bu etkinin elde edilemeyece¤i aç›kt›r. Bu
konuda kuflkusu olanlar varsa, Harun Yahya'n›n eserlerinin tek amac›n›n dinsizli¤i
çürütmek ve Kuran ahlak›n› yaymak oldu¤unu, bu hizmetteki etki, baflar› ve samimiyetin aç›kça görüldü¤ünü okuyucular›n genel kanaatinden anlayabilirler.
Bilinmelidir ki, dünya üzerindeki zulüm ve karmaflalar›n, Müslümanlar›n çektikleri eziyetlerin temel sebebi dinsizli¤in fikri hakimiyetidir. Bunlardan kurtulman›n
yolu ise, dinsizli¤in fikren ma¤lup edilmesi, iman hakikatlerinin ortaya konmas› ve
Kuran ahlak›n›n, insanlar›n kavray›p yaflayabilecekleri flekilde anlat›lmas›d›r. Dünyan›n günden güne daha fazla içine çekilmek istendi¤i zulüm, fesat ve kargafla ortam› dikkate al›nd›¤›nda bu hizmetin elden geldi¤ince h›zl› ve etkili bir biçimde yap›lmas› gerekti¤i aç›kt›r. Aksi halde çok geç kal›nabilir.
Bu önemli hizmette öncü rolü üstlenmifl olan Harun Yahya Külliyat›, Allah'›n izniyle, 21. yüzy›lda dünya insanlar›n› Kuran'da tarif edilen huzur ve bar›fla, do¤ruluk
ve adalete, güzellik ve mutlulu¤a tafl›maya bir vesile olacakt›r
8
içindekiler
K
M
Kademeli evrim komedisi . . . . . . . . . . .11
Kal›t›m kanunlar› . . . . . . . . . . . . . . . . . . 11
Kambriyen devri . . . . . . . . . . . . . . . . . .12
Kambriyen patlamas› . . . . . . . . . . . . . . .13
Kanapoi dirsek kemi¤i fosili sahtekarl›¤› .15
Kanatlar›n kökeni . . . . . . . . . . . . . . . . . .16
Kaos kuram›n›n ç›kmaz› . . . . . . . . . . . . .17
Kaplumba¤alar›n kökeni . . . . . . . . . . . .17
Karadan havaya geçifl kand›rmacas› . . . .18
Karbon-14 testi . . . . . . . . . . . . . . . . . . .20
Karbon temelli yaflam . . . . . . . . . . . . . .22
Karbonifer Dönemi Bitki Fosilleri . . . . . .23
Karma yürüyüfl . . . . . . . . . . . . . . . . . . .24
Kay›r›lm›fl ›rklar ilkelli¤i . . . . . . . . . . . . .24
Kenyanthropus platyops . . . . . . . . . . . .24
Kesintiye u¤rat›lm›fl denge . . . . . . . . . .25
Kimyasal çorba uydurmas› . . . . . . . . . . .25
Kimyasal evrim aldatmacas› . . . . . . . . . .26
Klonlama (Cloning) . . . . . . . . . . . . . . . .26
KNM-ER 1470 sahtekarl›¤› . . . . . . . . . . .28
KNM-ER 1472 yalan› . . . . . . . . . . . . . . .30
KNM-WT 15000 (en eski insan fosili) . . .30
Koaservat . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .30
Komünizm ve Evrim . . . . . . . . . . . . . . .32
Konjugasyon . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .33
Kör Saatçi Saçmal›¤›
(The Blind Watchmaker) . . . . . . . . . . . .34
Körelmifl organlar çeliflkisi . . . . . . . . . . .35
KP 271 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .37
Kromozom . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .37
Krossing-over . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .38
Kufllar›n kökeni . . . . . . . . . . . . . . . . . . .40
Kufl akci¤erlerinin kökeni . . . . . . . . . . . .42
Kufl tüylerinin kökeni . . . . . . . . . . . . . . .46
Kültürel evrim yalan› . . . . . . . . . . . . . . .49
Makro evrim masal› . . . . . . . . . . . . . . . .63
Makro mutasyon kand›rmacas› . . . . . . .63
Malthus, Thomas Robert . . . . . . . . . . . .65
Marx, Karl . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .65
Materyalizm . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .67
Maymun-insan genetik benzerli¤i yalan› .70
Mayr, Ernst . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .72
Memelilerin kökeni . . . . . . . . . . . . . . . .73
Mendel, Gregor . . . . . . . . . . . . . . . . . .75
Menton, David . . . . . . . . . . . . . . . . . . .75
Metamorfoz . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .76
Meyve sinekleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . .77
Mikro evrimin geçersizli¤i . . . . . . . . . . .78
Miller Deneyi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .79
Miller, Stanley . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .83
"Mitokondriyel Havva" tezinin çeliflkileri .84
Modern Sentetik Evrim Teorisi masal› . .86
Modifikasyon . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .86
Moleküler evrim ç›kmaz› . . . . . . . . . . . .87
Moleküler homoloji tezinin saçmal›klar› .88
Morfoloji . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .91
Morfolojik homoloji masal› . . . . . . . . . .92
Morris, John . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .92
Mozaik canl›lar . . . . . . . . . . . . . . . . . . .92
Mutajenik faktör . . . . . . . . . . . . . . . . . .92
Mutant . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .93
Mutasyon hayali bir mekanizma . . . . . .94
L
O
Laetoli ayak izleri (insan ayak izleri) . . . .53
Lamarck, Jean B . . . . . . . . . . . . . . . . . . .55
Lamarkizm . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .55
Chatelier Prensibi . . . . . . . . . . . . . . . . .56
Leakey, Richard . . . . . . . . . . . . . . . . . . .57
Lewontin, Richard . . . . . . . . . . . . . . . . .58
Liaoningornis . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .58
Linnaeus, Carolus . . . . . . . . . . . . . . . . .59
Lucy kand›rmacas›
(Australopithecus afarensis) . . . . . . . . . .60
OH 62: Bir maymun türü . . . . . . . . . .103
Omurgal›lar›n Kökeni . . . . . . . . . . . . .103
Ontogenin filogeniyi taklit etti¤i uydurmas› .105
Oparin, Alexander I . . . . . . . . . . . . . . .105
Orak hücre anemisi . . . . . . . . . . . . . . .105
Organize sistem . . . . . . . . . . . . . . . . .106
Orgel, Leslie . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .106
Ormandan aç›k alana geçifl masal› . . . .107
N
Natüralizm . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .97
Neandertal: Bir insan ›rk› . . . . . . . . . . . .97
Nebraska Adam›.sahtekarl›¤› . . . . . . . . .99
Neo-Darwinizm komedisi . . . . . . . . . . 100
Ortak ata yalan› . . . . . . . . . . . . . . . . . .109
Ortak yarat›l›fl . . . . . . . . . . . . . . . . . . .109
Orthogenezis saçmal›¤›
(yönlendirilen seçme) . . . . . . . . . . . . . 110
Ota Benga . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .112
Ototrof görüflün safsatalar› . . . . . . . . .113
Ö
Öjeni. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .115
Ökaryot hücre . . . . . . . . . . . . . . . . . . .118
Ön-adaptasyon hayali (Pre-adaptation) 118
Öz-düzenleme yan›lg›s› (Self-ordering) 118
Öz-örgütlenme saçmal›¤›
(Self-organization) . . . . . . . . . . . . . . . .120
P
Paleontoloji . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .123
Paleoantropoloji . . . . . . . . . . . . . . . . .125
Pandan›n parma¤›.yan›lg›s› . . . . . . . . .126
Pangenesis teorisi . . . . . . . . . . . . . . . .128
Panspermia görüflünün mant›ks›zl›¤› . .128
Paralel evrim ç›kmaz› . . . . . . . . . . . . . .129
Pasteur, Louis . . . . . . . . . . . . . . . . . . .130
Pekin Adam› sahtekarl›¤› . . . . . . . . . . .130
Pentadactyl homolojisi . . . . . . . . . . . .132
Peptid ba¤› . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .132
Piltdown Adam› sahtekarl›¤› . . . . . . . .134
Pithecanthropus erectus . . . . . . . . . . .135
Plasmid Transferi . . . . . . . . . . . . . . . . .135
Platypus . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .136
Pleiotropik Etki . . . . . . . . . . . . . . . . . .136
Popülasyon . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .138
Protein . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .138
Prokaryot hücre . . . . . . . . . . . . . . . . . .141
Protoavis . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .141
R
Ramapithecus yan›lg›s› . . . . . . . . . . . .143
Rekapitülasyon teorisi . . . . . . . . . . . . .144
Rekombinasyon . . . . . . . . . . . . . . . . . .144
Rekonstrüksiyon (Hayali çizimler) . . . . .144
Ribozom . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .146
RNA dünyas› senaryosu . . . . . . . . . . . .148
Sineklerin kökeni . . . . . . . . . . . . . . . . .156
Sistematik . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .157
Sitokrom-C . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .157
So¤uk tuzak (coldtrap) . . . . . . . . . . . .158
Sol-elli amino asitler . . . . . . . . . . . . . .159
Sosyal Darwinizm . . . . . . . . . . . . . . . .160
Spencer, Herbert . . . . . . . . . . . . . . . . .163
Spontane jenerasyon . . . . . . . . . . . . . .164
Sudan karaya geçifl açmaz› . . . . . . . . .164
Sürüngenlerin kökeni . . . . . . . . . . . . .167
T
Tabiat Ana kavram›n›n ak›ld›fl›l›¤› . . . . .171
Taksonomi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .171
Taung Çocu¤u fosili . . . . . . . . . . . . . .172
Tek hücrelilikten çok
hücrelili¤e geçifl yalan› . . . . . . . . . . . . . . .174
Teori . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .175
Termodinami¤in ‹kinci Kanunu . . . . . .177
Tesadüf putu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .182
Tetrapodlar›n parmak yap›s› . . . . . . . .183
Theropod dinozorlar . . . . . . . . . . . . . .183
Transdüksiyon . . . . . . . . . . . . . . . . . . .185
Transformasyon . . . . . . . . . . . . . . . . . .186
Trilobit . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .186
Turkana Çocu¤u fosili . . . . . . . . . . . . .188
Türlerin Kökeni . . . . . . . . . . . . . . . . . .189
Türleflme (speciation) . . . . . . . . . . . . .190
Tüylü dinozorlar hilesi . . . . . . . . . . . . .190
U
Uçan sürüngenler . . . . . . . . . . . . . . . .193
Uçuflun kökeni . . . . . . . . . . . . . . . . . . .195
"Umulan canavar" uydurmas› . . . . . . .195
Urey, Harold . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .196
Urey-Miller Deneyi . . . . . . . . . . . . . . .196
Uzaydan gelen hayat komedisi . . . . . .196
V-W
Varyasyon (Variation) . . . . . . . . . . . . .199
Virüsün kökeni . . . . . . . . . . . . . . . . . . .200
Wallace, Alfred Russel . . . . . . . . . . . . .203
Watson, James . . . . . . . . . . . . . . . . . . .203
S-fi
Y-Z
Sa¤-elli amino asitler . . . . . . . . . . . . . .151
Sanayi Devrimi kelebekleri masal› . . . .151
Sentetik evrim teorisi . . . . . . . . . . . . . .152
Seymouria . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .152
Shapiro,Robert . . . . . . . . . . . . . . . . . .153
Schindewolf, Otto . . . . . . . . . . . . . . . .153
S›çramal› evrim modeli hikayesi . . . . . .154
Yarasalar›n kökeni . . . . . . . . . . . . . . . .205
Yarat›l›fl gerçe¤ini savunma ak›m›
(Creationism) . . . . . . . . . . . . . . . . . . .207
Yaflam mücadelesi dehfleti
(Life struggle) . . . . . . . . . . . . . . . . . . .208
Zinjanthropus . . . . . . . . . . . . . . . . . . .209
Yaflayan fosiller . . . . . . . . . . . . . . . . . .210
KADEMEL‹ EVR‹M KOMED‹S‹
Kademeli evrim komedisi
bkz. Sıçramalı evrim hikayesi
Kal›t›m kanunlar›
Darwin'in evrim teorisini gelifltirdi¤i
dönemde canlıların özelliklerini sonraki
nesillere nasıl aktardıkları, yani kalıtımın nasıl gerçekleflti¤i tam olarak bilinmiyordu. Bu nedenle kalıtımın kan yoluyla sa¤landı¤ı gibi ilkel düflünceler
yaygın kabul görüyordu. Kalıtım hakkındaki bu belirsizlik, Darwin'in teorisini gelifltirirken tümüyle yanlıfl birtakım
varsayımlara dayanmasına neden oldu.
Darwin, "evrim mekanizması" olarak temelde do¤al seleksiyonu gösteriyordu. Ama do¤al seleksiyon vas›tas›yla
seçilecek olan "yararl› özellikler" nas›l
ortaya ç›kacak ve nesilden nesile nas›l
aktar›lacakt›?
‹flte Darwin bu noktada Lamarck tarafından ortaya atılmıfl olan "kazanılmıfl
özelliklerin sonradan aktarılması" tezine
sarıldı. Evrim teorisini savunan bir arafltırmacı olan Gordon Taylor, The Great
Evolution Mystery adlı kitabında Darwin'in Lamarckizm'den yo¤un biçimde
etkilendi¤ini flöyle anlatır:
Lamarckizm, kazanılmıfl olan özelliklerin
kalıtsal olarak aktarılması olarak bilinir... Darwin'in kendisi, açık konuflmak
gerekirse, böyle bir kalıtımın gerçekleflti¤ine inanmıfl ve hatta parmaklarını kaybettikten sonra çocukları parmaksız olarak do¤an bir adamı kaynak olarak gösterip bu olayı anlatmıfltır... Darwin, La-
Harun Yahya (Adnan Oktar)
marck'tan tek bir fikir bile almadı¤ını iddia etmifltir. Bu son derece ironiktir, çünkü Darwin sürekli olarak kazanılmıfl
özelliklerin aktarılması fikriyle oynamıfltır ve (bu nedenle) elefltirilmesi gereken,
Lamarck'tan ziyade Darwin'dir. Kitabının (Türlerin Kökeni) 1859 baskısında
"dıfl flartların de¤ifliminin" varyasyonlara kaynaklık etti¤ini söylemekte, ama hemen ardından bu flartların varyasyonları
yönetti¤ini ve bunu yaparken de do¤al
seleksiyonla iflbirli¤i yaptı¤ını açıklamaktadır. Her geçen yıl, (organların)
kullanılması ya da kullanılmaması konusuna daha fazla önem vermifltir...
1868'de "Varieties of Animals and Plants
under Domestication" isimli kitabını yayınladı¤ında, Lamarkist kalıtıma delil
oluflturdu¤unu düflündü¤ü bir dizi örnek
vermifltir... Bazı erkek çocuklarının organlarının ön derilerinin, nesiller boyu
yapılan sünnet nedeniyle kısaldı¤ı gibi.1
Ancak Lamarck'ın tezi, Avusturyalı
botanikçi Rahip Gregor Mendel'in keflfetti¤i kalıtım kanunları tarafından yalanlandı. Bu durumda "yararlı özellikler" kavramı da havada kalmıfl oluyordu.
Genetik kanunları, kazanılmıfl özelliklerin aktarılmadı¤ını ve kalıtımın de¤iflmez bazı yasalara göre gerçekleflti¤ini
gösteriyordu. Bu yasalar, türlerin de¤iflmezli¤i görüflünü destekliyordu.
Gregor Mendel, uzun deney ve gözlemler sonucunda belirledi¤i kalıtım kanunlarını 1865 yılında açıklamıfltı. Ancak bu kanunların bilim dünyasının dikkatini çekmesi yüzyılın sonlarında
mümkün oldu. 20. yüzyılın bafllarında
bu kanunların do¤rulu¤u tüm bilim dün-
11
12
KAMBR‹YEN DEVR‹
yası tarafından kabul edildi. Bu durum,
"yararlı özellikler" kavramını Lamarck'a
dayanarak açıklamaya çalıflmıfl olan
Darwin'in teorisini ciddi bir açmaza sokmufl oluyordu.
‹flte bu nedenle Darwinizm'i savunan
bilim adamları, 20. yüzyılın ilk çeyre¤inde yeni bir evrim modeli gelifltirmeye
çalıfltılar. Böylece neo-Darwinizm do¤du. (bkz. Neo-Darwinizm komedisi)
Kambriyen devri
Kambriyen devri günümüzden 520
milyon y›l önce bafllad›¤› ve 10 milyon
y›l sürdü¤ü hesaplanan jeolojik dönemdir. Bu devirden önceki fosil kayıtlarında, tek hücreli canlılar ve çok basit birkaç çok hücreli olanlar dıflında hiçbir
Kambriyen devri canl›lar›n› tasvir
eden bir illüstrasyon
canlının izine rastlanmaz. Kambriyen
devri gibi son derece kısa bir dönem
içinde ise (10 milyon yıl, jeolojik anlamda çok kısa bir zaman dilimidir) bütün
hayvan filumları, tek bir eksik bile olmadan bir anda ortaya çıkmıfllardır. Sonraki devirlerde de balıklar, böcekler, amfibiyenler, sürüngenler, kufllar gibi temel
canlı sınıflamaları ve bunların alt grupları hep aniden ve hiçbir ataları olmadan
belirir.
Bu durum, evrim teorisinin temel iddiası olan "uzun zaman içinde tesadüfler
yoluyla kademe kademe geliflim" kavramını yıkmıfl durumdadır. Dahası bu durum, yaratılıfl gerçe¤i için kuflkusuz çok
büyük bir delildir. Evrimci bir fosil bilimci olan Mark Czarnecki, bu gerçe¤i
bir itiraf niteli¤indeki flu açıklamasıyla
kabul etmektedir:
KAMBR‹YEN PATLAMASI
Denizy›ld›z›, denizanas› gibi pek çok kompleks omurgas›z canl›n›n, günümüzden yaklafl›k
500 milyon y›l önce Kambriyen devirde, hiçbir sözde evrimsel ataya sahip olmadan, birden bire ortaya ç›km›fl olmalar›, Darwinist teoriyi en bafltan geçersiz k›lmaktad›r.
Teoriyi (evrimi) ispatlamanın önündeki
büyük bir engel, her zaman için fosil kayıtları olmufltur... Bu kayıtlar hiçbir zaman için Darwin'in varsaydı¤ı ara formların izlerini ortaya koymamıfltır. Türler
aniden oluflurlar ve yine aniden yok olurlar. Ve bu beklenmedik durum, türlerin
yaratıldı¤ını savunan argümana destek
sa¤lamıfltır.2
Kambriyen Patlamas›
(Cambr›an explos›on)
Kambriyen kayalıklarında bulunan
fosiller; salyangozlar, trilobitler, süngerler, solucanlar, denizanaları, denizyıldızları, yüzücü kabuklular, deniz zambakları gibi kompleks omurgasız türlerine aittir. (bkz. Trilobit) ‹lginç olan, birbirinden çok farklı olan bu türlerin hepsinin
bir anda ve hiçbir ataları olmaksızın ortaya çıkmalarıdır. Bu yüzden jeolojik li-
Harun Yahya (Adnan Oktar)
teratürde bu mucizevi olay, "Kambriyen
Patlaması" olarak anılır.
Bu tabakadaki canlıların ço¤unda,
günümüz örneklerinden hiçbir farkı olmayan göz, solungaç, kan dolaflımı gibi
kompleks sistemler, ileri fizyolojik yapılar bulunur. Bu kompleks omurgasızlar,
kendilerinden önce yeryüzündeki yegane canlılar olan tek hücreli organizmalarla aralarında hiçbir ba¤lantı ya da geçifl formu bulunmadan birdenbire ve eksiksiz bir biçimde ortaya çıkmıfllardır.
Evrim literatürünün popüler yayınlarından Earth Sciences dergisinin editörü
Richard Monastersky, evrimcileri flaflırtan Kambriyen Patlaması hakkında flu
bilgileri vermektedir:
Bugün görmekte oldu¤umuz oldukça
kompleks hayvan formları aniden ortaya
çıkmıfllardır. Bu an, Kambriyen devrin
tam baflına rastlar ki denizlerin ve yeryüzünün ilk kompleks yaratıklarla dolması
13
14
KAMBR‹YEN PATLAMASI
bu evrimsel patlamayla bafllamıfltır. Günümüzde dünyanın her yanına yayılmıfl
olan omurgasız takımları erken
Kambriyen devirde zaten
vardırlar ve yine bugün
oldu¤u gibi birbirlerinden çok farklıdırlar.3
kılan bu gerçek hakkında flunları söylemektedir:
... Kambriyen katmanları, bafllıca omurgasız gruplarını buldu¤umuz en eski katmanlardır. Bunlar, ilk olarak
ortaya çıktıkları halleriyDünyanın nasıl olup
le, oldukça evrimleflmifl
bir flekildeler. Sanki hiçda böyle birdenbire, birbir evrim tarihine sahip
birlerinden çok farklı
olmadan, o halde, orada
omurgasız türleriyle dolup tafltımeydana gelmifl gibiler. Tabii
¤ı, hiçbir ortak ataya sahip
ki bu ani ortaya çıkıfl yaratılıK
a
m
b
r
i
y
e
n
k
a
y
a
l
›
k
l
a
r
›
n
d
a
olmayan ayrı türlerdeki
bulunan bir fosil
fl› savunanlar› oldukça memcanlıların nasıl ortaya çıktınun etmektedir.4
¤ı, evrimcilerin asla cevaplayamadıkları
bir sorudur. Evrimci düflüncenin dünya
çapındaki en önde gelen savunucularından ‹ngiliz biyolog Richard Dawkins,
savundu¤u tezleri temelinden geçersiz
Dawkins'in de kabul etti¤i gibi,
Kambriyen Patlaması yaratılıflın açık bir
delilidir. Çünkü canlıların hiçbir evrimsel ataları olmadan aniden ortaya çıkmalarının tek açıklaması yaratılıfltır. Evrim-
Farkl› hayvan filumlar›na ait canl›lar›n, son
derece kompleks yap›lar› ile, Kambriyen
devirde aniden ortaya ç›kmalar›, bu canl›lar›n yarat›ld›klar›n›n aç›k bir delilidir.
KANAPOI D‹RSEK KEM‹⁄‹ FOS‹L‹ SAHTEKARLI⁄I
ci biyolog Douglas Futuyma da, "canlılar dünya üzerinde ya tamamen mükemmel ve eksiksiz bir biçimde ortaya çıkmıfllardır ya da kendilerinden önce var
olan bazı canlı türlerinden evrimleflerek
meydana gelmifllerdir. E¤er eksiksiz ve
mükemmel bir biçimde ortaya çıkmıfllarsa, o halde üstün bir akıl tarafından yaratılmıfl olmaları gerekir" diyerek bu
gerçe¤i kabul eder.5
Nitekim Darwin de, "e¤er aynı sınıfa
ait çok sayıdaki tür gerçekten yaflama
bir anda ve birlikte bafllamıflsa, bu do¤al
seleksiyonla ortak atadan evrimleflme
teorisine öldürücü bir darbe olurdu" diye yazmıfltır.6 Kambriyen devri ise, tam
olarak Darwin'in "öldürücü darbe" olarak tarif etti¤i tabloyu ispatlamaktadır.
Bu yüzden ‹sveçli evrimci Stefan
Bengston, Kambriyen devrinden söz
ederken ara formların yoklu¤unu itiraf
etmekte ve "Darwin'i flaflırtan ve utandıran bu olay bizi de hala flaflırtmaktadır"
demektedir.7
Görüldü¤ü gibi fosil kayıtları, canlıların, evrim teorisinin iddia etti¤i gibi ilkelden geliflmifle do¤ru bir süreç izlediklerini de¤il, bir anda ve en mükemmel
halde ortaya çıktıklarını göstermektedir.
Canlılar evrimle oluflmamıfl, hepsi ayrı
ayrı yaratılmıfltır.
Kanapo› dirsek
kemi¤i fosili sahtekarl›¤›
Evrimcilerin fosilleri tamamen kendi
önyargılarına göre yorumladıklarını gösteren en iyi örnek, Kenya'nın Kanapoi
15
16
KANATLARIN KÖKEN‹
bölgesinde bulunan dirsek kemi¤i fosilidir. Kenya Do¤u Rudolf Müzesi'ne KP
271 adıyla tescil ettirilen fosil, üst kol
kemi¤inin dirse¤e yakın olan bölümünden oluflmaktadır. 1965 yılında Harvard
Üniversitesi'nden Bryon Patterson tarafından çıkarılan fosil, çok iyi korunmufltur. Evrimcilerin yaptıkları en son tarihleme testleri 4.5 milyon yıl yaflında oldu¤unu göstermektedir.8 Bu sebeple bu
fosil bugüne kadar bulunan en eski hominid fosili ünvanını taflımaktadır.
KP 271'i tanımlamak amacıyla 1967
yılında biraraya gelen B. Patterson ve W.
W. Howells isimli arafltırmacılar bu fosillerin insan anatomisine yakın olmakla
beraber, Australopithecus'a ait oldu¤unu
ileri sürdüler. Howells ve yardımcısı
Patterson, arafltırmalarıyla ilgili raporu 7
Nisan 1967 tarihli Science dergisinde
açıkladılar. Bu raporda flöyle diyorlardı:
Bu ölçümlerin sonunda, Kanapoi Hominid 1'in (fosile verilen orijinal isim) insan örne¤ine çarpıcı bir flekilde yakın oldu¤u görülüyor.9
Howells ve Patterson, günümüz insan› kemi¤ine olan benzerli¤ini kabul etmelerine ra¤men, yine de bu fosilin bir
Australopithecus'a ait oldu¤unu savunmaya devam ettiler. Çünkü bu denli yafllı bir fosilin bir insana ait olabilmesi, onlar için kabul edilemez bir durumdu.
Ancak daha sonraları di¤er bazı arafltırmacıların bilgisayar aracılı¤ıyla yaptıkları incelemelerde, KP 271 fosilinin
günümüz insan›n›n kemikleriyle aynı oldu¤u bir kez daha ortaya çıktı. Califor-
nia Üniversitesi'nden Henry McHenry,
1975 yılında yaptı¤ı bilgisayar destekli
arafltırmalar sonucunda yayınladı¤ı makalede flöyle diyordu:
Sonuçlar flunu gösteriyor ki 4-4.5 milyon
yıl yaflındaki Kanapoi örne¤i, Homo sapiens'ten ayırt edilemiyor...10
Bunu izleyen tarihlerde, baflka arafltırmacılar da (örne¤in David Pilbeam ve
Brigette Senuts) KP 271 fosilinin Homo
sapiens kemi¤i ile aynı oldu¤unu birçok
defalar deneyler ve karflılafltırmalı çalıflmalar sonucu ispat ettiler. Ancak bütün
bu arafltırmalara ve göz önündeki kanıtlara ra¤men bu arafltırmaları yapan evrimciler bile, önyarg›lar› nedeniyle hiçbir zaman bu fosilin Homo sapiens'e ait
olabilece¤ini kabul edemediler.
Kanatlar›n kökeni
Kanatların kusursuz yapısının nasıl
olup da birbirini izleyen tesadüfi mutasyonlar sonucunda meydana geldi¤i sorusu, evrimciler tarafından cevaplanamamaktadır. Bir sürüngenin ön ayaklarının,
genlerinde meydana gelen bir bozulma
(mutasyon) sonucunda nasıl kusursuz
bir kanada dönüflece¤i asla açıklanamamaktadır.
Türk evrimci bilim adamlarından
Engin Korur, kanatların evrimleflmesinin imkansızlı¤ını flöyle itiraf eder:
Gözlerin ve kanatların ortak özelli¤i, ancak bütünüyle geliflmifl bulundukları takdirde vazifelerini yerine getirebilmeleridir. Baflka bir deyiflle, eksik gözle görül-
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
KAOS KURAMININ ÇIKMAZI
mez, yarım kanatla uçulmaz. Bu organların nasıl olufltu¤u do¤anın henüz iyi aydınlanmamıfl sırlarından birisi olarak
kalmıfltır.11
(bkz. Kuflların kökeni)
Kaos Kuram›n›n ç›kmaz›
(bkz. Termodinami¤in ‹kinci Kanunu
(Entropi Kanunu))
Termodinami¤in ‹kinci Kanunu'nun
evrimi imkansız kıldı¤ının farkında olan
bazı evrimci bilim adamları yakın geçmiflte Termodinami¤in ‹kinci Kanunu ve
Evrim teorisi arasındaki uçurumu kapatabilmek, evrime bir yol açabilmek amacıyla çeflitli spekülasyonlar üretme gayretine girmifllerdir.
Termodinami¤i ve evrimi uzlafltırma
umuduyla ortaya atılan iddialarla en fazla adı duyulmufl olan kifli Belçikalı bilim
adamı Ilya Prigogine'dir. Prigogine, Kaos Kuramı'ndan hareket ederek kaostan
(karmafladan) düzen oluflabilece¤ine dair birtakım varsayımlar ortaya atmıfltır.
Oysa bütün çabalarına ra¤men, Prigogine termodinami¤i ve evrimi uzlafltırmayı baflaramamıfltır. Bu durum afla¤ıdaki
ifadelerinde de açıkça görülmektedir:
Yüzyılı aflkın bir süredir aklımıza takılan
bir soru var: Termodinami¤in tanımladı¤ı ve sürekli artan bir düzensizli¤in hüküm sürdü¤ü bir dünyada, canlı bir
varlı¤ın evriminin nasıl bir anlamı
olabilir?12
Moleküler düzeyde üretti¤i teorilerin canlı sis-
temler için, örne¤in bir canlı hücresi için
geçerli olmadı¤ını bilen Prigogine bu
problemi flöyle ifade etmektedir:
Kaos teorisi ve... canlıların oldukça düzenli olan hücreleri ele alındı¤ında, bunlardaki biyolojik düzenlilik, teorinin karflısına net bir problem olarak çıkmaktadır.13
Kaos kuramı ve buna dayalı spekülasyonların vardı¤ı son nokta budur. Evrimi destekleyen, do¤rulayan, evrim ile
Entropi Kanunu ve di¤er fizik yasaları
arasındaki çeliflkiyi ortadan kaldıran hiçbir somut sonuç elde edilememifltir. Bilim, her alanda oldu¤u gibi termodinamik açıdan da evrimin imkansız oldu¤unu ve canlılı¤ın varoluflunun yaratılıfl dıflında bir açıklaması olamayaca¤ını gözler önüne sermifltir.
Kaplumba¤alar›n kökeni
Bir sürüngen sınıfı olan kaplumba¤alar, fosil kayıtlarında kendilerine özgü
kabuklarıyla birlikte bir anda belirirler.
Evrimci kaynakların ifadesiyle "kaplumba¤alar di¤er omurgalılardan çok
daha fazla ve iyi korunmufl fosiller bı-
17
18
KARADAN HAVAYA GEÇ‹fi KANDIRMACASI
rakmalarına ra¤men, bu canlılar ile kendisinden evrimlefltikleri varsayılan di¤er
sürüngenler arasında hiçbir geçifl formu
bulunmamaktadır".14
Omurgalılar paleontolojisi uzmanı
Robert Carroll ise aynı konuda flu bilgileri verir:
En eski kaplumba¤alara Almanya'daki
Triasik devri fosil yataklarında rastlanır.
Bugün yaflayan örneklerine çok benzeyen sert kabukları sayesinde kolaylıkla
di¤er türlerden ayırt edilirler. Daha erken ya da daha ilkel kaplumba¤alara ait
hiçbir iz tanımlanamamıfltır. Oysaki kaplumba¤alar çok kolaylıkla fosilleflirler
ve fosillerinin çok küçük parçaları dahi
bulunsa kolaylıkla tanınırlar.15
Bu canlı sınıfı, yeryüzünde bir anda
ortaya çıkmıfltır ki, bu durum onlar›
Allah'›n yaratm›fl oldu¤unun bilimsel
kan›tlar›ndan biridir.
Bilinen en eski deniz kaplumba¤as› kal›nt›s›:
Brezilya'da bulunan 110 milyon y›ll›k bu fo sil, bugün yaflayan örneklerinden farks›z.
Karadan havaya
geçifl kand›rmacas›
Evrim iddialarının imkansız senaryolarından biri de, sudan karaya çıkmıfl canlıların "uçması" ile ilgilidir.
Evrimciler, kuflların bir flekilde evrimleflmifl olmaları gerekti¤ine
inandıkları için, bu canlıların sürüngenlerden geldiklerini iddia ederler.
Evrimcilerin uçuflun kökenini açıklamak
için ortaya attıkları teorilerden biri sürüngenlerin sinek avlamaya çalıflırken
kanatlandıkları fleklindedir. Oysa,
kara canlılarından tamamen farklı bir
yapıya sahip olan kuflların hiçbir vücut
mekanizması kademeli evrim modeli ile açıklanamaz. Herfleyden
45 milyon y›ll›k tatl› su
kaplumba¤as› fosili.
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
KARADAN HAVAYA GEÇ‹fi KANDIRMACASI
önce, kuflu kufl yapan en önemli özellik, kuflların kemikleri kara canlılarına göre
yani kanatlar, evrim için çok büyük bir çok daha hafiftir. Akci¤erleri çok daha
çıkmazdır. Kanatların kusursuz yapısının farklı bir yapı ve iflleve sahiptir. De¤iflik
nasıl olup da birbirini izleyen rastlantısal bir kas ve iskelet yapısına sahiptirler ve
mutasyonlar sonucu meydana geldi¤i so- çok daha özelleflmifl bir kalp-dolaflım sisrusu evrimciler için cevapsızdır. Evrim temleri vardır. Bu mekanizmalar, yavafl
yavafl, "birbirine eklenerek"
teorisi bir sürüngenin ön ayakoluflamazlar. Kara canlılarılarının, genlerinde meydanın kufllara dönüfltü¤ü tena gelen bir bozulma
orisi bu nedenle tamamen
(mutasyon) sonucunda
bir safsatadır.
nasıl olup da kusursuz
Tüm bunlar›n ötebir kanada dönüflebildi¤isinde sinekleri koni asla açıklayamamaktavalarken dinozorladır.
Meydana gelecek
r›n kanatland›¤›n› iddia
mutasyonlarla yeni bir oreden evrimciler, sine¤in
gan oluflamayaca¤ı gibi ön
sahip oldu¤u kanatlar›n
ayaklarının da ifllevini yitirdinozordan kufla
hayali geçifl
nas›l oluflmufl olaca¤› komesi sonucu canlı do¤al senusunda da bir aç›klama
çilimde dezagetiremezler. Oysa iddivantajlı hale
alar›na göre çeflitli
g e l e c e k t i r.
mutasyonlarla olufl(bkz. Kanatların
mufl olmas› gereken
kökeni; Uçuflun kökeni)
kanatlar, senaryolar›nda
Ayrıca, bir kara canlısının
var olan sineklerde en
kufllara dönüflebilmesi için
kompleks halleri ile zaten
sadece kanatlarının olması da
mevcuttur. Bu durum, evyeterli de¤ildir. Kara canlısı,
rimcilerin iddialar›n›n birer
kuflların uçmak için kullandıksenaryodan olufltu¤unu aç›kları di¤er birçok yapısal mekaça gösterir. Ayr›ca bu bilim dınizmadan yoksundur. Örne¤in,
flı hikayeyi do¤rulayacak hiçkanatl› dinozora
Evrimcilerin, var olmas› gerekti hayali geçifl
bir fosil kaydı yoktur. Kuflla¤ini iddia ettikleri ara geçifl
rın mükemmel hallerine ait
formlar›na ait tek bir fosil dahi bugüne kadar bulunamabinlerce fosil mevcutken, "yam›flt›r. Bu nedenle evrimci
rım kanatlı" kuflumsu hayali
kitaplar hayali çizimlerle
canl›lara ait tek bir tane fodoludur. Bu resimde de karasile bile rastdan havaya geçiflin hayali bir
canland›rmas› görülmektedir.
lanmamıfltır.
Harun Yahya (Adnan Oktar)
19
20
KARBON-14 TEST‹
Karbon-14 testi
Karbon-14 testi bir tür radyometrik
testtir. Ancak bunu, di¤erlerinden ayıran
önemli bir özellik vardır. Di¤er radyometrik testler sadece volkanik kayaların
tarihinin belirlenmesinde kullanılabilir.
Oysa karbon-14 testi canlı varlıkların
yafllarının belirlenmesinde kullanılabilmektedir. Çünkü canlı varlıkların bünyelerinde bulunan tek radyoaktif madde
Karbon-14'tür.
Dünya her an uzaydan gelen kozmik
ıflınların bombardımanı altındadır. Bu
ıflınlar dünyanın atmosferinde bol miktarda bulunan nitrojen-14'e çarparak bunu radyoaktif bir element olan karbon14'e çevirirler. Yeni üretilen bir madde
olan radyoaktif karbon-14, atmosferde
oksijenle birleflir ve bir baflka radyoaktif
bileflik olan C-14 O2 yi oluflturur. Bilindi¤i gibi bitkiler, besin elde etmek için
CO2 (karbondioksit), H2O (su) ve günefl
ıflı¤ını kullanırlar. ‹flte bitkinin bünyesine aldı¤ı bu karbondioksit moleküllerinin bir kısmı, radyoaktif karbon olan
karbon-14'ten oluflmufl olan moleküllerdir. Bitki, bu radyoaktif maddeyi bünyesinde toplar.
Bazı canlılar bitkilerle beslenirler.
Bazı canlılar da bitkilerle beslenen canlılarla beslenirler. Böylece beslenme
zincirinin etkisiyle, bitkilerin havadan
aldıkları radyoaktif karbon di¤er canlılara da aktarılır. Böylece yeryüzündeki her
canlı, atmosferdekiyle aynı oranda karbon-14'ü bünyesine alır.
Bir bitki veya hayvan öldü¤ünde, artık beslenemedi¤inden bir daha bünyesine karbon-14 alamaz. Karbon-14 radyoaktif bir madde oldu¤undan, yarılanma
ömrü vardır ve zaman içinde kütlesi eksilmeye bafllar. Böylece bir canlının bünyesinde bulunan karbon-14 miktarı ölçülerek yaflının hesaplanabilece¤i düflünülür.
Karbon-14'ün yarılanma ömrü yaklaflık 5570 yıldır. Yani her 5570 yılda bir,
ölmüfl olan canlının bünyesindeki karbon-14 miktarı yarıya iner. Örne¤in e¤er
canlının vücudunda 5570 sene önce 10
gram karbon-14 varsa, bu miktar bugün
5 grama inmifl olacaktır. Bu test, karbon14'ün kısa bir yarılanma ömrünün olması sebebiyle, di¤er radyometrik testler
gibi, çok yafllı oldu¤u düflünülen örneklerin yafllarının belirlenmesinde kullanılmaz. Karbon-14 testinin, yaflı 10 bin ila
60 bin yıl olan örneklerin belirlenmesinde do¤ru sonuçlar verdi¤i kabul edilir.
Karbon-14 testi günümüzde en fazla
kullanılan tarihlendirme testleri arasındadır. Evrimciler, fosil kayıtlarını incelerken yafl tesbiti için bu metodu kullanırlar. Ne var ki, tıpkı di¤er radyometrik
testler gibi karbon-14 testinin de güvenilirli¤i hakkında ciddi kuflkular bulunmaktadır. Bunlardan en önemlisi, tarihi
belirlenecek olan örne¤in dıflarıyla gaz
alıflveriflinde bulunma olasılı¤ının yüksek olmasıdır. Bu gaz alıflverifli, en çok
karbonat veya bikarbonatlı sular aracılı-
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
KARBON-14 TEST‹
Günefl ›fl›¤›
Klorofil
6CO 2
Karbondioksit
C6H12O6
Glikoz
6O2
6H2O
Su
Oksijen
Bitkiler, besin elde etmek için CO2 (karbondioksit), H2O (su) ve günefl ›fl›¤›n› kullan›rlar. ‹flte bitkinin bünyesine ald›¤› bu karbondioksit moleküllerinin bir k›sm›, radyoaktif karbon olan
karbon-14'ten oluflmufl olan moleküllerdir. Bitki, bu radyoaktif maddeyi bünyesinde toplar
ve beslenme zincirinin etkisiyle, bitkilerin havadan ald›klar› radyoaktif karbon di¤er canl›lara
da aktar›l›r.
¤ıyla olur. Karbon-14 içeren bu çeflit do¤al sular, e¤er örnekle temas ederlerse,
içlerindeki karbon-14 örne¤e geçecektir.
Bu durumda örne¤in yaflı oldu¤undan
daha genç çıkacaktır.
Bunun tam tersi bir durum da meydana gelebilir. Belli flartlar altında, tarihlemesi yapılacak örne¤in içerdi¤i karbon-14, karbonat ve bikarbonat fleklinde
dıfl ortama verilebilir. Bu durumda ise
örne¤in yaflı oldu¤undan daha fazla çıkacaktır.
Nitekim karbon-14 testinin pek güvenilir olmadı¤ı birçok somut bulguyla
anlaflılmıfl bulunmaktadır. Yaflları kesin
olarak bilinen örnekler üzerinde yapılan
Harun Yahya (Adnan Oktar)
karbon-14 testlerinin birçok kez hatalı
sonuçlar verdikleri bilinmektedir. Örne¤in, yeni ölmüfl bir fok balı¤ının derisi
1.300 yıl yaflında çıkmıfltır.16 Henüz canlı bir istiridyenin yaflı 2.300 yıl olarak
görünmektedir.17 Bir geyik boynuzu aynı
anda 5.340, 9.310 ve 10.320 yafllarında
çıkmaktadır.18
Yine bir a¤aç kabu¤u hem 1.168 hem
de 2.200 yıl yaflında görünmektedir.19
500 yıldır içinde insanların yafladı¤ı Kuzey Irak'taki Jarmo Kenti, karbon-14
testi sonucu 6.000 yıl yaflında çıkmıfltır.20
Tüm bu nedenlerle, karbon-14 testi
de di¤er radyometrik testler gibi güvenilir sayılamaz.
21
22
KARBON TEMELL‹ YAfiAM
Karbon temelli yaflam
Tüm canlıların ortak bir atadan tesadüflerle türediklerini savunan evrim teorisi, adaptasyon kavramını yo¤un biçimde kullanır. Evrimciler, canlıların
içinde yafladıkları ortamlara uyum sa¤layarak yepyeni canlı türlerine dönüfltükleri iddiasındadırlar. Aslında adaptasyonla evrim kavramı, Lamarck döneminin ilkel bilim anlayıflının bir kalıntısıdır
ve çoktan bilimsel bulgular tarafından
reddedilmifltir. (bkz. Adaptasyon)
Ancak bilimsel bir temeli olmamasına ra¤men, adaptasyon fikri ço¤u kifliyi
etkiler. Özellikle de Dünya'nın yaflam
için özel bir gezegen oldu¤u anlatıldı¤ında, hemen "bu tür bir gezegenin flartlarında böyle bir yaflam çıkmıfl, baflka
gezegenlerde ise baflka türlü yaflamlar
geliflebilir" gibi bir düflünceye kapılırlar.
Örne¤in Dünya üzerinde bizim gibi insanlar yaflarken, Pluton gibi bir gezegenin üzerinde de, -238°C derecede terleyen, oksijen yerine helyum soluyan ya
da su yerine sülfürik asit içen canlıların
yaflayabilece¤ini düflünürler. Fakat bu
tür bir hayal gücünün temelinde cehalet
yatmaktadır. Nitekim biyoloji ve biyokimya hakkında bilgisi olan evrimciler
bu gibi fantezileri savunmazlar. Çünkü
hayatın sadece belirli elementlerle ve
belirli flartlar sa¤landı¤ı takdirde var olabilece¤ini gayet iyi bilirler.
Söz konusu adaptasyon yanılgısı da
bu tür bir cehaletin ürünüdür. Çünkü hayat sadece belirli elementlerle ve belirli
flartlar sa¤landı¤ı takdirde var olabilir.
Bilimsel gerçekli¤i olan yegane hayat
modeli "karbon temelli bir hayat"tır ve
bilim adamları evrenin hiçbir noktasında
baflka tür bir fiziksel hayatın olamayaca¤ı sonucuna varmıfllardır.
Karbon, periyodik tablodaki altıncı
elementtir. Bu atom, dünya üzerindeki
yaflamın temelidir, çünkü bütün temel
organik moleküller (amino asitler, proteinler, nükleik asitler gibi) karbon atomunun di¤er bazı atomlarla çeflitli flekillerde birleflmesiyle oluflur. Karbon; hidrojen, oksijen ve azot gibi di¤er atomlarla
birleflerek vücudumuzdaki farklı türlerdeki proteinleri meydana getirir. Karbonun yerini tutabilecek baflka bir element
yoktur; çünkü baflka hiçbir element, karbon gibi sınırsız türde ba¤ yapma özelli¤ine sahip de¤ildir.
Dolayısıyla evrendeki herhangi bir
gezegende hayat var olacaksa, bu mutlaka "karbon temelli" bir hayat olmak durumundadır.21
Ayr›ca karbon temelli yaflamın de¤iflmez bazı kuralları vardır. Örne¤in
karbon temelli organik bileflikler (proteinler) sadece belirli bir ısı aralı¤ında var
olabilirler. 120°C'den yüksek ısılarda
parçalanmaya, -20°C'den düflük ısılarda
donmaya bafllarlar. Sadece ısı de¤il, ıflık,
yerçekimi, atmosfer bileflimi, manyetik
güç gibi etkenlerin de karbon bazlı bir
yaflama izin verebilmeleri için çok dar
ve belirli bazı sınırlar içinde olmaları ge-
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
KARBON‹FER DÖNEM‹ B‹TK‹ FOS‹LLER‹
rekmektedir. Dünya, iflte tam bu dar ve
belirli çerçevedeki sınırlara sahiptir. E¤er
bu sınırların herhangi biri bozulsa, örne¤in Dünya'nın yüzey ısısı 120°C'yi aflsa,
artık Dünya üzerinde yaflam olamaz.
Hayat, ancak çok özel ve belirli flartlar›n yerine getirildi¤i bir ortamda var olabilir. Bir baflka deyiflle, canl›lar ancak
kendileri için özel olarak yarat›lm›fl bir
mekanda yaflayabilir. Dünya da, Rabbimiz'in özel olarak yaratt›¤› bir mekand›r
ve bütün detaylar Allah'›n üzerimizdeki
rahmetini göstermektedir.
Karbonifer Dönemi
Bitki Fosilleri
(360-286 milyon y›ll›k)
Karbonifer döneminin en önemli özelli¤i, bu döneme ait çok fazla çeflitte bitki
fosili bulunmasıdır. Bu döneme ait bulunan fosillerin bugün yaflayan bitki türle-
rinden hiçbir farkı yoktur. Fosil kayıtlarında aniden beliren bu çeflitlilik evrimcileri tekrar çıkmaza sokmufltur. Çünkü yeryüzünde birdenbire, her biri çok mükemmel sistemlere sahip bitki türleri oluflmufltur.
Evrimciler bu çıkmazdan kurtulmanın
yolunu, bu olaya evrimi ça¤rıfltıran bir
isim takmakta bulmufllar ve bunu "Evrimsel Patlama" olarak nitelendirmifllerdir.
Tabii bu durumu "Evrimsel Patlama" olarak isimlendirmek, evrimcilerin bu konuda yapabilecekleri bir aç›klamalar›n›n olmad›¤›n› gösterir.
Bitkiler milyonlarca yıl önce de aynı
bugünkü gibi fotosentez yapmaktaydılar.
Betonları çatlatacak kadar güçlü hidrolik
sistemlere, topraktan emilen suyu metrelerce yukarıya çıkaracak pompalara, canlıların besinini üreten kimyasal fabrikalara sahiplerdi. Bu durum flu gerçe¤i göste-
Karbonifer devrine ait 300 milyon y›ll›k at t›rna¤› bitkisi,
günümüzde yaflayan benzerlerinden farks›z bir yap›dad›r.
23
24
KARMA YÜRÜYÜfi
rir: Bitkiler yüz milyonlarca yıl önce yaratılmıfllardır. Onları yaratan Alemlerin
Rabbi olan Allah, bugün de onları yaratmaya devam etmektedir. Günümüz teknolojisinin sa¤lamıfl oldu¤u en geliflmifl
imkanları kullanarak, bitkilerdeki yaratılıfl mucizelerini anlamaya çalıflan insano¤lunun tek bir tür bitkiyi hatta onun
tek bir yapra¤›n› bile yoktan var etmesi
mümkün de¤ildir.
Karma yürüyüfl
bkz. ‹ki ayaklılık
Kay›r›lm›fl ›rklar ilkelli¤i
bkz. Darwinizm ve Irkçılık
Kenyanthropus platyops
Kenya'da Meave Leakey ve ekibi tarafından bulunan bir kafatası fosili, düz
bir yüze sahip olması nedeniyle "Düz
Yüzlü Adam" (Flat Faced Man) olarak
anıldı. Bu fosile verilen "bilimsel isim"
ise Kenyanthropus platyops'tu. 3.5 milyon yıllık bu fosilin evrimcilerin hayali
evrim flemasını altüst etmesinin nedeni,
kendisinden sonra yaflamıfl olan bazı
maymun türlerinin (Lucy gibi), evrimci
kıstaslara göre Kenyanthropus platyops'tan daha "geri" olmasıydı.22 (bkz.
Lucy kand›rmacas›)
Aslında bugüne kadar bulunan fosillerin tamamına bakıldı¤ında, maymunla
ortak bir atadan evrimleflen, yavafl yavafl
Kenya'da bulunan 3.5 milyon y›ll›k kafatas›
fosili Kenyanthropus platyops, evrimcilerin
hayali evrim flemas›n› altüst etti.
insana do¤ru yükselen bir "evrim fleması" olmadı¤ı açıkça görülmektedir.
George Washington Üniversitesi
Antropoloji bölümünden Daniel E. Lieberman ise, Nature dergisinde yazdı¤ı
makalesinde Kenyanthropus platyops
hakkında flu yorumu yapmıfltır:
‹nsanın evrim tarihi çok karmaflık ve çözümlenmemifltir. fiimdi 3.5 milyon yıllık
baflka bir türün bulunması ile durum daha da karıflacak gibi görünüyor... Kenyanthropus platyops'un yapısı genel olarak insanın evrimi ve türlerin davranıflı
konuları hakkında birçok soruyu beraberinde getiriyor. Örne¤in neden alıflılmıflın dıflında olarak küçük bir çene difline
ve öne do¤ru kavisli çene kemi¤i olan
büyük düz bir yüze aynı anda sahip? Büyük yüzü ve benzer flekilde yerlefltirilmifl
çene kemi¤i olan tüm di¤er insanımsı
türlerin büyük bir difli var. K. platyops'nun önümüzdeki birkaç yıl içindeki
en bafllıca rolünün, ortak kanaatleri bozmak ve insanımsılar arasındaki evrimsel
iliflkinin arafltırmalarında karflılaflılan
kargaflayı vurgulamak olaca¤›n› düflünüyorum.23
Ünlü TV kanalı BBC ise haberi "Düz
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
K‹MYASAL ÇORBA UYDURMASI
yüzlü adam bir bilmece", "Akıl karıfltıran tablo", "Bilimsel Çeliflki" bafllıkları
ile vermifl ve haberde flöyle denilmifltir:
Meave Leakey, ekibi ve Kenya Milli Müzesi'nin buluflu, zaten bulanık olan insanın evrimi tablosunu daha da bulanıklafltırıyor.24
Londra College Üniversitesi'nden
ünlü evrimci Dr. Fred Spoor ise yeni bulunan fosil için "Birçok soruyu gündeme
getirdi" yorumunu yapmıfltır.25
Kısacası, evrim teorisi, yukarıdaki
açıklama ve itiraflarda da görüldü¤ü gibi büyük bir çıkmaz içindedir. Özellikle
paleontoloji dalında her yeni bulgu, evrim teorisine yeni bir çeliflki daha getirmektedir. ‹nsanın sözde evrimi için hayali bir flema belirleyen evrimciler, soyu
tükenmifl farklı maymun türlerine ve insan ırklarına ait fosilleri art arda dizerek
flemalarına uygun hale getirmeye çalıflmaktadırlar. Ancak hiçbir fosil, flemalarına uymamaktadır. Çünkü insan maymunla ortak bir atadan evrimleflmemifltir. ‹nsanlar tarih boyunca hep insan olmufllar, maymunlar da hep maymun olarak kalmıfllardır. Bu nedenle evrim teorisi, her yeni bilimsel buluflla bir çıkmaz
içine daha girecektir.
Kesintiye u¤rat›lm›fl denge
(punctuated equ›l›br›um)
(bkz. Sıçramalı evrim hikayesi)
Harun Yahya (Adnan Oktar)
Kimyasal çorba uydurmas›
Evrim teorisine göre canlılık, yaklaflık 3.5-4 milyar yıl önce "kimyasal çorba" denilen bir ortamda, okyanuslarda
ortaya çıktı. Evrim hikayesine göre ilk
önce proteinlerin, sonra da tek hücreli
canlıların oluflmasıyla bafllayan ve yaklaflık 2 milyar yıl boyunca okyanuslarda
devam eden bu ilkel canlılık, omurga
sistemine sahip balıkların evrimleflmesiyle en son noktaya ulafltı. Bu noktadan
sonra ise, hikayeye göre, o ana kadar suda yaflamakta olan balıkların bir kısmı
kara ortamına geçme ihtiyacı hissettiler
ve böylece karalarda da canlılık baflladı.
Hiçbir delile dayanmayan ve sadece
kurgudan ibaret olan bu hikaye, her aflamas›nda ayr› bir açmaz içindedir asl›nda. Herfleyden önce, ilk proteinin nas›l
olufltu¤u, hatta ondan önce, proteini
oluflturan amino asitlerin nas›l olufltuklar› ve düzenli bir biçimde birbirlerine nas›l eklenebildikleri sorusunun bilimsel
bir cevab›n›n olmamas›, evrim teorisini
daha ilk aflamas›nda çökertir. Çünkü
proteinlerin yap›lar› o denli komplekstir
ki, evrimcilerin bile kabul etti¤i üzere,
bunlar›n "tesadüfen" oluflmalar› ihtimali
pratikte s›f›rd›r.
Bu alandaki en önemli isimlerden biri olan San Diego Scripps Enstitüsü'nden
jeokimyacı Jeffrey Bada, fiubat 1998 tarihli Earth dergisinde flöyle yazmaktadır:
Bugün, 20. yüzyılı geride bırakırken, hala, 20. yüzyıla girdi¤imizde sahip oldu¤umuz en büyük çözülmemifl problemle
25
26
K‹MYASAL EVR‹M ALDATMACASI
karflı karflıyayız: Hayat yeryüzünde nasıl
baflladı?26
Almanya'daki Johannes Gutenberg
Üniversitesi Biyokimya Enstitüsü Baflkanı Prof. Dr. Klaus Dose ise, Interdisciplinary Science Reviews dergisinde
flunları ifade etmifltir:
Kimyasal ve moleküler evrim alanlarında, yaflamın kökeni konusunda otuz yılı
aflkın bir süredir yürütülen tüm deneyler,
yaflamın kökeni sorununa cevap bulmaktansa, sorunun ne kadar büyük oldu¤unun kavranmasına neden oldu. fiu anda
bu konudaki bütün teoriler ve deneyler
ya bir çıkmaz sokak içinde bitiyor ya da
bilgisizlik itiraflarıyla sonuçlanıyor.27
Darwinizm'in ortaya attı¤ı ve aslında
19. yüzyılın ilkel bilim düzeyinin bir sonucu olan "organik maddeleri karıfltırın,
kendi kendilerine hücre olufltururlar"
fleklindeki iddia, bilim dıflı batıl bir inan›flt›r. Bilim, tüm canlıları Allah'›n kusursuzca yaratt›¤› gerçe¤ini tasdik etmektedir.
Kimyasal evrim
aldatmacas›
‹lkel varsayılan atmosfer ortamında
canlılı¤ı oluflturan amino asitlerin nasıl
sentezlendiklerine dair ortaya atılan iddiaların tümü, evrimciler tarafından
"kimyasal evrim" olarak adlandırılır.
(bkz. ‹lkel atmosfer) Evrimciler açısından canlıların evrimi senaryolarından
evvel, kuflkusuz canlılı¤ın yapıtaflları
olan DNA nükleotidleri ve amino asitle-
rin oluflumu açıklanmalıdır. Evrimcilerin hiçbir delile dayanmayan iddialar›na
göre deniz suyunda erimifl karbon, hidrojen, oksijen, nitrojen ve fosfor içeren
basit bileflikler, ultraviyole ıflınlar ve
flimfleklerle sürekli bombardıman edilerek, de¤iflik kombinasyonlar oluflturmufllardır. Tesadüfen olufltu¤u iddia edilen bu ufak moleküller daha sonra kimyasal olarak ba¤lanıp düzenlenerek denizdeki bu kombinasyonları giderek
zenginlefltirmifllerdir. Sonunda, denizin
son derece bol ve bütün yeni molekül
çeflitlerini içeren koyu bir çorbaya dönüfltü¤ünü öne sürerek, "Yeterince uzun
süre beklenirse en olanaksız reaksiyonlar gerçekleflebilir" denmifltir.28
Ancak bu varsayımlar hiçbir zaman
bilimsel bulgularla desteklenemedi. Nitekim bunu "aslında, anlattıklarımız hiçbir zaman kanıtlanamayacak bir hipotez"29 diyerek kendileri de kabul etmektedirler. Kaldı ki günümüz koflullarında,
her türlü bilinçli müdahaleye ra¤men ispatlanamayan bu iddiaların kendi kendilerine, tesadüf eseri gerçekleflti¤ini öne
sürmenin mantık ve akıl ölçüleriyle ba¤daflan bir yönü de yoktur. (bkz. Kimyasal çorba uydurmas›)
Klonlama (Clon›ng)
Genetik biliminin ilerlemesi ile canl›lar›n ve dolay›s›yla insan›n da kopyalanabilece¤i konusu gündeme gelmifltir.
Böyle bir kopyalama ifllemi mümkündür
ancak özellikle evrimci bilim adamlar›
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
KLONLAMA
bu ifllemi "insan›n, insan veya canl› yaratmas›" olarak yorumlamakta ve böyle
kabul etmektedirler. Bu, son derece çarpık ve gerçeklerden uzak bir mantıktır.
Çünkü yaratmak, bir fleyi yoktan var etmektir ve bu fiil sadece Allah'a mahsustur.
Genetik bilginin kopyalanmasıyla
bir canlının aynısından oluflturulması,
bu canlının bafltan yaratılması manasına
gelmez. Çünkü, insan veya baflka bir
canlı kopyalanırken, bir canlının hücreleri alınmakta ve kopyalanmaktadır. Ancak hiçbir zaman, yoktan bir tek canlı
Siyah Kafalı
Koyun
Hamile Beyaz
Koyun
Süper Yumurtlama
Bir Meme
Bezinin Biyopsisi
Cerrahi: Yumurta Kanallarına Serum Verilmesi
Büyümekte Olan Meme
Bezi Hücreleri
Mitozun
Hazırlanışı
Mitoz,
Hücresel
Bölünme
Hücresel
Büyüme
Yumurta Hücrelerinin Meiose'un
2. Değişim Aşamasında Derlenmesi
Pellucide
Kutupsal Yuvar veya Kutupsal
Zar
Kürecik (n Kromozom)
Yumurta Hücresi Kromozomları
(n Kromozom)
Plazma
zarı
Yumurta
Hücrelerisinin
5 Gün Boyunca Fakir Bir Ortamda Büyüme
Nükleer
Daha Sonra Hücresel Döngünün Durması
Enerji
Alması
2n Kromozom
Quiescente
Hücreler
Yumurta
Hücresinin
Elektriksel
Faaliyeti
Dinlenme Halindeki Meme Bezi Hücreleri
"Embriyon" 1. Etap Hücre
2n
27
Elektrik
Akımı
‹ki Hücrenin
‹rtibata
Geçmesi
Birleşme
6 Günlük
Embriyon
Siyah Kafalı Bir
Koyunun Döl
Yatağına Tekrar
Yerleştirme
Hamilelik: 5 ay
Amerikalı bir biyolojistin incelettiği gibi "artık insanlardan vazgeçebiliriz".
Siyah Kafalı Koyunun
Bağlı Oviducte'üne
Yerleştirme
Dolly
Bu klonlama tekni¤i, e¤er geçerlili¤i teyit edilirse, asl›nda bir erkekten geçmeden bir difliyi oluflturmay› sa¤lar. Bizim türümüzden daha karmafl›k olan baz› türlerde oldu¤u gibi. Belirtmek gerekir ki bu
durumda sadece difliler üretilebilir. Fakat ‹skoçyal› araflt›rmac›lar yetiflkin bir erke¤in hücresinden
erkekler üretebilme olana¤› konusunda hiç flüphe duymuyorlar.
Harun Yahya (Adnan Oktar)
Klonlama konusu yak›n bir
zaman önce bilim çevrele rinde önemli bir gündem
maddesi oldu. Klonlama,
bilinen kanunlar çerçevesinde gerçekleflen biyolo jik bir süreç olmas›na ra¤men evrimciler, her yeni
bilimsel geliflme gibi bunu
da teorilerini destekleye bilme hevesiyle sahiplen meye çal›flt›lar. Evrimi,
ideolojik olarak destekle yen baz› bas›n-yay›n organlar› da evrim yanl›s›
sloganlarla konuyu man fletlere tafl›d›lar. Konu çe flitli polemiklerle evrimin
kan›t› gibi sunulmaya çal›fl›ld›. Fakat konunun evrimci safsatalarla uzaktan
yak›ndan ilgisinin olmad›¤›
aç›kt›. Bilim dünyas› evrimcilerin bu gülünç çaba s›n› ciddiye bile almad›.
Yanda: Klonlama iflleminin nas›l gerçekleflti¤ini
aç›klayan yabanc› bir bilimsel yay›n.
28
KNM-ER 1470 SAHTEKARLI⁄I
Kopyalama, zaten var olan bir genetik bilginin eklenmesinden ibarettir. Bu ifllemde ne
yeni bir mekanizma ne de yeni bir genetik
bilgi üretilmifltir.
hücresi bile oluflturulamamıfltır. Bu gerçek, yaratma vasf›n›n yaln›zca Allah'a
mahsus oldu¤unu gösteren önemli bir
gerçektir. (bkz. Miller deneyi; Fox deneyi) (Ayrıca bkz. DNA)
KNM-ER 1470 sahtekarl›¤›
1972'de Do¤u Rudolf'ta paleoantropoloji tarihinde tartıflmalara yol açacak
bir fosil bulundu. Bu, sadece alt çenesi
eksik olan tam bir kafatasıydı. Kafatası
yaklaflık 300 parçadan oluflmaktaydı. Bu
parçalar Richard Leakey ve efli Meave
Leakey tarafından biraraya getirildi. Daha sonra da Kenya Ulusal Müzesi'ne
KNM-ER 1470 (Kenya National Museum-East Rudolph 1470) ismiyle tescil
ettirildi ve Homo habilis'e dahil edildi.
(bkz. Homo habilis)
Homo habilis türü, Australopithecus
ismi verilen maymunlarla birçok ortak
özellik taflır. Aynı Australopithecus gibi
uzun kollu, kısa bacaklı ve maymunsu
bir iskelet yapısına sahiptir. El ve ayak
parmakları tırmanmaya uyumludur. Bu
özellikleri, Homo habilis'in zamanının
ço¤unu a¤açlarda geçiren bir canlı oldu¤unu gösterir.
Homo habilis olarak nitelendirilen
fosillerin bir ço¤unun kafatası hacmi
650 cc'yi geçmez. Bu beyin hacmi ise,
günümüz gorillerininkine oldukça yakındır. Öte yandan, günümüz maymunlarınınkine çok benzeyen çene yapısı da,
bunun kesinlikle bir maymun oldu¤unu
ispatlamaktadır.
Genel kafatası özellikleriyle daha
çok Australopithecus africanus'a benzer.
Aynı Australopithecus africanus gibi
Homo habilis'in de kafl çıkıntıları yoktur
ve bu özelli¤i, geçmiflte onun yanlıfl yorumlanmasına ve insana benzeyen bir
canlı olarak gösterilmesine yol açmıfltır.
Oysa KNM-ER 1470'in genifl ve
uzun yapılı alnının, az belirgin olan kafl
çıkıntılarının, gorillerdeki "saggital
crest" ismi verilen kafatasının üstündeki
çıkıntıdan yoksun oluflunun ve 750
cc.'lik beyin hacminin, bunun insana
benzedi¤ini gösterdi¤i düflüncesi yanlıfltır. J. E. Cronin, bu kafatasının neden insana benzer olamayaca¤ını flöyle açıklar:
Bunun kaba olarak biçimlendirilmifl yüzü, düz naso-alveolar clivus (bu Australopithecus özelli¤idir), düflük kafatası
geniflli¤i, kesici diflleri ve büyük azı diflleri gibi ilkel özellikler, KNM-ER 1470'in
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
KNM-ER 1470 SAHTEKARLI⁄I
Australopithecus ile paylafltı¤ı ilkel özelliklerdir.
yonları yardımıyla ortaya çıkardı¤ı bu
gerçe¤i flöyle özetler:
... KNM-ER 1470, di¤er erken homo örnekleri gibi, öteki ince yapılı Australopithecuslar'la birçok yapısal ortak özellik
taflır. Bu özellikler, sonraki geç homo örneklerinde (yani Homo erectuslar'da)
bulunmaz.30
KNM-ER 1470'in rekonstrüksiyonu yapılırken, yüz, aynı günümüz insanlarında
oldu¤u gibi, kafatasına neredeyse tam
paralel bir biçimde infla edilmiflti. Oysa
yaptı¤ımız incelemeler, yüzün kafatasına
daha e¤imli bir biçimde infla edilmifl olmasını gerektirmektedir. Bu ise aynı
Australopithecus'da gördü¤ümüz maymunsu yüz özelli¤ini meydana getirir.33
Michigan Üniversitesi'nden C. Loring Brace ise aynı konuda flunları söyler:
Çenenin büyüklü¤ü ve azı difllerinin kapladı¤ı yerin büyüklü¤ü, ER 1470'in tam
anlamıyla bir Australopithecus yüz ve
difllerine sahip oldu¤unu göstermektedir.31
Bir di¤er ünlü paleontolog Bernard
Wood ise flu yorumu yapar:
Bu kafatasının, Homo erectus veya Homo sapiens'e benzedi¤ine dair hiçbir
phenetic (genetik dizilim) veya cladistic
(sınıflandırma) delil yoktur. Phenetic
açıdan, KNM-ER 1470, Olduvai'den çıkarılan di¤er Homo habilis fosilleriyle
uyuflmaktadır.32
KNM-ER 1470 fosilinin bir süre için
insan fosili olarak yorumlanmasının nedeni ise, fosili bulan Richard Leakey'nin
yaptı¤ı taraflı ve yönlendirici yorumdur.
Leakey, fosilin maymunsu özelliklere
sahip oldu¤u, ancak kafatasının maymun olamayacak kadar büyük oldu¤u izlenimini vermeye çalıflmıfltır. Amaç,
canlıyı bir ara geçifl formu olarak tanımlayabilmektir. ‹nsan yüzü anatomisi üzerinde çalıflmalar yapan Prof. Tim Bromage, 1992 yılında bilgisayar simülas-
Harun Yahya (Adnan Oktar)
KNM-ER 1470'in 750 cc'lik kafası,
zaten onu hiçbir flekilde maymun türünün dıflına çıkarmaz ve hominid yapmaz; çünkü bu kafatası hacmine sahip
maymunlar vardır. Evrimciler maymun
kafataslarından söz ederken, genellikle
daha az beyin hacmine sahip olan flempanzelere baflvururlar ama gorillerden
fazla söz etmezler. fiempanzelerin beyin
hacimleri ortalama 400 cc'dir. Gorillerin
ortalama beyin hacmi ise 500 cc'dir, ancak büyük bireyler 700 cc hatta 750 cc'lik bir beyin hacmine bile sahip olabilmektedirler.
Dolayısıyla, KNM-ER 1470'in büyük
olan beyin hacmi, bunun bir hominid de¤il, iri yapılı bir maymun oldu¤unu göstermektedir. Nitekim bir erkek oldu¤u
tahmin edilen KNM-ER 1470'in difllerinin büyük ve kafatası hacminin genifl olması, bu faktörlere ba¤lı olarak vücudunun da iri oldu¤una iflaret eder.
Tüm bunlardan, KNM-ER 1470'in
yapısal olarak Australopithecus benzeri
bir maymun oldu¤u anlaflılmaktadır. Yüzün öne do¤ru uzamıfl yapısı, anormal
29
30
KNM-ER 1472 YALANI
büyüklükteki azı diflleri, bir insana ait
olmayacak kadar küçük olan beyin hacmi gibi birçok özellik bunu açıkça gösterir. Ayrıca KNM-ER 1470'in diflleri,
Australopithecus'un diflleriyle aynıdır.34
Bu durum Homo habilis sınıfındaki
fosillerle Australopithecus sınıfındaki
fosiller arasında hiçbir önemli fark olmadı¤ının göstergesidir. Bunların hepsi,
iki ayak üzerinde yürüyemeyen, insana
göre çok küçük kafatası hacimlerine sahip olan farklı maymun türlerinden ibarettir. Evrimcilerin yaptıkları tek fley,
bunların bazı özelliklerini kullanarak,
"maymundan insana do¤ru evrim"
efsanesine bir ilk halka, bir çıkıfl
noktası oluflturabilmektir.
KNM-ER 1472 yalan›
KNM-ER 1472 bir uyluk kemi¤i
fosiline verilen add›r. Bu uyluk kemi¤i günümüz insanınkinden farksızdır. Bu kemi¤in Homo habilis fosilleriyle aynı tabakada, ancak birkaç kilometre ötede bulunmufl olması, Homo habilis'in iki ayaklı bir
canlı oldu¤u gibi yanlıfl bir yoruma
yol açmıfltır. 1987 yılında bulunan
OH 62 fosili, Homo habilis'in hiç de
sanıldı¤ı gibi iki ayaklı bir canlı olmadı¤ını göstermifltir. Böylece sahipsiz kalan KNM-ER 1472, Homo erectuslar sınıfına dahil edilmifltir. (bkz.
Homo erectus)
KNM-WT 15000
(en eski insan fosili)
KNM-WT 15000 ya da bir baflka
adıyla Turkana Çocu¤u iskeleti, bugüne
kadar bulunmufl belki de en eski ve en
eksiksiz insan kalıntısıdır. (bkz. Turkana
Çocu¤u) 1.6 milyon yıl yaflında oldu¤u
söylenen fosil üzerinde yapılan arafltırmalar, bunun 12 yaflında bir bireye ait
oldu¤unu ve bu kiflinin boyunun yetiflkinli¤e ulaflınca 1.80 cm civarında olaca¤ını göstermifltir. Neanderthal ırkı insanına büyük benzerlik gösteren bu fosil, insanın evrimi hikayesini yalanlayan
en çarpıcı delillerden birisidir. (bkz. Neandertal Adamı:Bir insan ›rk›)
Evrimci Donald Johanson bu fosili
flöyle tarif eder:
Uzun ve zayıftı. Vücut flekli ve uzuvlarının oranları bugünkü Ekvator Afrikalılarınınkiyle aynıydı. Uzuvlarının ölçüleri,
bugün yetiflkin beyaz Kuzey Amerikalılarınkilerle tamamen uyufluyordu.
Koaservat
Evrimin önde gelen savunucular›ndan Alexander I. Oparin, koaservat›, "s›v› ile çevrili bir ortamda protein ya da
proteine benzeyen moleküllerin biraraya
gelerek oluflturduklar› kümeler"35 olarak
tan›mlar. Evrimciler bir dönem koaservatlar›n hücrenin atas› olduklar›n›, proteinlerin de koaservatlar›n evrimleflmeleri sonucunda ortaya ç›kt›klar›n› iddia
ettiler. Ancak hiçbir tutarl›l›¤› ve bilim-
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
KOASERVAT
sel dayana¤› olmayan bu iddia bir müddet sonra evrimci bilim adamlar› taraf›ndan dahi terk edildi.
En basit yap›da görünen bir canl› dahi kendi varl›¤›n› sürdürebilmek için,
enerji üreten ve dönüfltüren mekanizmalara, ayr›ca neslini sürdürebilmek için de
kompleks kal›t›m mekanizmalar›na sahiptir. Koaservatlar ise, tüm bu sistemlerden ve mekanizmalardan yoksun basit
molekül topluluklar›d›r. En küçük do¤al
etkenlerle parçalan›p da¤›lmaya uygun
yap›lar› vard›r. Bunlar›n zaman içinde
kendi kendilerine bu tür kompleks sistemler gelifltirerek canland›klar›n› iddia
etmek son derece bilim d›fl› bir iddiad›r.
Koaservatlar›n canl›l›¤›n temeli olamayaca¤› evrimci bir kaynakta flöyle yer
almaktad›r:
Koaservat gibi metabolizmal› damlac›klar elbette canl› say›lamaz. Çünkü kal›t›m
ve mutasyon gibi iki temel karakteristikten yoksundurlar. Üstelik ilkel hücre, yani
Protobiyont öncesi bir oluflum basama¤›
da say›lamaz. Çünkü bu damlac›klarda
kullan›lan maddeler bugünün organizmalar›ndan olufluyor.36
Turkana Çocu¤u iskeleti, bugüne kadar
bulunmufl en eksiksiz Homo erectus
örne¤idir. ‹lginç olan 1.6 milyon y›ll›k bu
iskelet ile, günümüz insan› aras›nda hiçbir
belirgin farkl›l›¤›n olmay›fl›d›r.
Ne var ki, evrimi ideolojik bir slogan
haline getiren çevreler, herhangi bir bilimsel kayg› tafl›madan evrimin pek çok
terkedilmifl tezi gibi koaservatlar› da yay›nlar›nda evrimin önemli bir delili gibi
sunmaya devam ederler. Amaç her zamanki gibi konu hakk›nda detayl› bilgi
ve araflt›rma imkan›na sahip olmayan kesimleri yan›ltarak evrim teorisini zengin
bilimsel delillere sahip bir teori gibi lanse edebilmektir.
31
32
KOMÜN‹ZM VE EVR‹M
Komünizm ve Evrim
Karl Marx ve Friedrich Engels adlı
iki Alman filozofun 19. yüzyılda tarihi
zirvesine ulaflt›rd›¤› komünizm, tüm
dünyada Nazilerin ve emperyalist devletlerin soykırımlarını dahi geride bırakacak kadar çok kan dökülmesine sebep
oldu. (bkz. Marx, Karl) Her ne kadar
1991 yılında komünizmin yıkıldı¤ı kabul edilse de, bu ideolojinin karanlık yüzü, insanları dinden ve ahlaktan uzaklafltıran materyalist felsefesi ve insanların üzerindeki etkisi hala devam etmektedir.
20. yüzyılda dünyanın dört bir köflesinde terör estiren bu ideoloji, aslında
antik ça¤dan beri varolan bir düflünceyi
temsil ediyordu. Bu düflünce, materyalist yani maddeyi tek de¤er olarak gören
felsefe idi. Komünizm bu felsefe üzerine bina edilerek 19. yüzyılda dünya
gündemine getirildi.
Komünizmin fikir babaları Marx ve
Engels, materyalist felsefeyi "diyalektik" adı verilen bir yöntemle açıklamaya
çalıfltılar. (bkz. Diyalektik) Marx, insanlık tarihinin bir çatıflmadan ibaret oldu¤unu, mevcut çatıflmanın iflçiler ve kapitalistler arasında geçti¤ini ve yakında iflçilerin ayaklanıp komünist bir devrim
yapacaklarını iddia ediyordu. Her ikisi
de koyu birer ateist olan Marx ve Engels, dini inançların yok edilmesini komünizm açısından zorunlu görüyorlardı.
Fakat yapacakları eylem ve çatıflmaların
meflru bir zemine oturtulması gerekiyordu. Darwin'in, Türlerin Kökeni adlı kitabıyla öne sürdü¤ü evrim teorisi ise bu
ideoloji için beklenen bilimsel kılıf oldu. Çünkü Darwin, canlıların "yaflam
mücadelesi" sonucunda, di¤er bir deyiflle "diyalektik bir çatıflma"yla ortaya çıktıklarını ve gelifltiklerini iddia ediyordu.
Dahası, yaratılıflı inkar ederek, dini
inançları reddediyordu. Bu bakımdan
Darwinizm, komünizmin faaliyetleri
için sözde bilimsel bir destek oldu.
Darwinizm-komünizm ittifakının temelini ise din düflmanlı¤ı oluflturuyordu. Komünistlerin Darwinizm'e olan
ba¤lılıklarının en önemli nedeni; Darwinizm'in ateizme sa¤ladı¤ı göstermelik
dayanaktır. David Jorafsky, Sovyet
Marksizm'i ve Do¤a Bilimi isimli kitabında bu iliflkiyi flöyle açıklar:
Bilimsel yetersizli¤ine ra¤men evrimin
ileri sürdü¤ü bilimsel karakter her türlü
Allah karflıtı sistemi ve uygulamaları
haklı çıkarmak için kullanıldı. fiimdiye
kadar bunlardan en baflarılısı komünizm
gibi gözüküyor ve bütün dünyadaki taraftarları komünizmin evrim bilimini temel aldı¤ı söylenerek kandırılmıfllardır.37
Komünizmin amacı, Darwin'in biyoloji alanında uyguladı¤ı evrim teorisinin
insan toplumları içinde de uygulanması
ve insanların do¤adaki vahfli hayvanlar
gibi bir çatıflma, savafl içinde olmasıdır.
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
Komünizmin amac›, Darwin'in biyoloji alan›nda uygulad›¤› evrim teorisinin insan toplumlar› içinde
de uygulanmas› ve insanlar›n do¤adaki vahfli hayvanlar gibi bir çat›flma ve savafl içinde olmas›d›r.
Konjugasyon
Bakteri gibi canlıların, aralarında
gen aktarımı yapma yollardan biridir.
Konjugasyonda, aynı tür iki bakteri yan
yana gelir, aralarında geçici bir sitoplazmik köprü kurulur, bu geçitten karflılıklı
DNA de¤iflimi gerçekleflir. Sonra sitoplazma köprüsü ortadan kalkar. Bakteriler
birbirinden ayrılır, oluflan bakteriler yeni
gen kombinasyonlarına sahip olurlar.
Taflınan bu DNA kombinasyonları da
yeni özelliklerin ortaya çıkmasına sebep
olur.38
Konjugasyonla bakterilerde çeflitlilik
Harun Yahya (Adnan Oktar)
artmıfl olur. Ancak yeni bir bakteri hücresi oluflmadı¤ı için söz konusu mekanizma, efleyli üreme olarak kabul edilemez.39
Fakat evrimciler ortaya çıkan bu yeni kalıtsal varyasyonları efleyli üremenin
evrimsel özelli¤i olarak kabul ederler.
(Bakterilerin birbirleri ile kavuflma yaparak üremelerine konjugasyonla efleyli
üreme denir.) Bafllangıçtaki bakteriler
ile daha sonra oluflan bakterilerin kalıtsal özellikleri farklı oldu¤undan bunun
evrime bir delil oldu¤unu zannederler.
Halbuki burada bir varyasyon (çeflitlen-
34
KÖR SAATÇ‹ SAÇMALI⁄I
me) söz konusudur. ‹ki bakteriden gelen
genler çeflitlilik meydana getirmekte,
gen havuzuna yeni bir gen veya bilgi
eklenmemektedir. Sonuçta, bakteri bakteri olarak kalmakta ve yeni bir tür oluflmamaktadır.
Kör Saatçi Saçmal›¤›
(The Bl›nd Watchmaker)
1986'da yayınladı¤ı The Blind
Watchmaker adlı kitabıyla Darwinizm'in
en büyük savunucusu sıfatını kazanan
Richard Dawkins, söz konusu kitabında
okuyucularına "Biyoloji, belli bir amaç
için dizayn edilmifl görünümü veren karmaflık fleylerin incelemesidir." der.40 Richard Dawkins, bu itiraf›na ra¤men yaflamın kendi kendine, tesadüfi etkilerle evrimleflti¤ini savunur ve bunu bir "kör saatçi" benzetmesiyle anlatır. Dawkins'e
göre "kör saatçi" sadece kör de¤il, aynı
zamanda bilinçsizdir. Dolayısıyla kör
saatçinin canlılı¤ın oluflumunda ileriyi
görmesi, plan yapması, bir amaç gütmesi söz konusu de¤ildir.41 Fakat Dawkins
bir yandan karfl› karfl›ya kald›¤› canl›lardaki kompleks düzenlili¤i ifade ederken,
bir yandan da bunu kör tesadüf iddialar›yla aç›klamaya çal›flmaktad›r.
Kitabın devamında ise "e¤er bir
Meryem Ana heykelinin sizlere el salladı¤ını görseniz dahi, bir mucize ile karflı
karflıya oldu¤unuzu sanmayın" der. Çünkü Dawkins'e göre bu, "çok küçük bir
olasılıktır, ama belki de heykelin sa¤ kolundaki atomların hepsi, tesadüfen, bir
Evrimin en büyük savunucular›ndan olan
Richard Dawkins de, canl›larda kompleks
bir düzenin var oldu¤unu itiraf etmek zorun da kalmaktad›r. Bu üstün düzen de çok aç›k
bir gerçe¤i -canl›lar› Yüce Allah'›n yaratt›¤›n›göstermektedir.
anda aynı yönde hareket etme e¤ilimi
içine girmifl olabilirler".42
Evrimcilerin içinde bulundukları bu
zor durum -yani imkansızı savunmanın
ve açık bir gerçe¤i reddetmenin zorlu¤uonlar› bazen bu denli mantık bozukluklarını öne sürmeye mecbur bırakır. Apaçık gözlemledikleri yarat›l›fl gerçe¤ini
kabul etmemek için çabalayan evrimciler bizlere önemli bir gerçe¤i göstermektedir: Evrim teorisi adına sürdürülen bütün çabaların yegane amacı
Allah'›n apaç›k varl›¤›n› inkar etmeye
yöneliktir. Ve görüldü¤ü gibi tüm bu çabalar daima sonuçsuz kalmaktad›r. Tüm
bilimsel bulgular yarat›l›fl gerçe¤ini ortaya koymakta, canl›lar› Allah'›n yaratm›fl oldu¤unu bir kere daha kan›tlamaktad›r.
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
KÖRELM‹fi ORGANLAR ÇEL‹fiK‹S‹
Richard Dawkins'in The Blind Watchmaker
adl› kitab›
Körelmifl organlar
çeliflkisi
Evrim literatüründe uzunca bir süre yer alan, ama geçersizli¤i anlaflıldıktan sonra sessiz sedasız bir kenara
bırakılan iddialardan biri, "körelmifl
organlar" kavramıdır. Ancak bir kısım
evrimciler, "körelmifl organlar"ı hala
evrimin büyük bir delili sanmakta ve
öyle göstermeye çalıflmaktadırlar.
Körelmifl organlar iddiası bundan
Evrimciler taraf›ndan "körelmifl organ"
olarak kabul ettirilmeye çal›fl›lan ba demciklerin -özellikle eriflkin yafllara
kadar- bo¤az›, enfeksiyonlara karfl› korumada önemli rol oynad›¤› keflfedildi.
Harun Yahya (Adnan Oktar)
bir asır kadar önce ortaya atılmıfltı. ‹ddiaya göre, canlıların bedenlerinde atalarından kendilerine miras kalmıfl, ancak
kullanılmadıkları için zamanla körelmifl
ifllevsiz organlar yer alıyordu.
Evrimcilerin "ifllevsiz" olarak tanımladıkları organlar aslında "ifllevi tespit
edilememifl" organlardı. Bunun en iyi
göstergesi, evrimciler tarafından sayılan
uzun "körelmifl organlar" listesinin giderek küçülmesi oldu. Alman anatomist R.
Wiedersheim tarafından 1895 yılında ortaya atılan "körelmifl insan organları"
listesi, apandisit, kuyruk sokumu kemi¤i
gibi yaklaflık 100 organı içeriyordu. Ancak bilim ilerledikçe, Wiedersheim'ın
listesindeki organların hepsinin vücutta
çok önemli ifllevlere sahip oldu¤u ortaya
çıktı. Örne¤in "körelmifl organ" sayılan
apandisitin, gerçekte vücuda giren mikroplara karflı mücadele eden lenf sisteminin bir parçası oldu¤u belirlendi. Bu
35
36
KÖRELM‹fi ORGANLAR ÇEL‹fiK‹S‹
gerçek, 1997 tarihli bir tıp kayna¤ında
flöyle belirtilir:
Vücuttaki timus, karaci¤er, dalak, apandisit, kemik ili¤i gibi baflka organlar lenfatik sistemin parçalarıdır. Bunlar da vücudun enfeksiyonla mücadelesine yardım
ederler.43
Aynı "körelmifl organlar" listesinde
yer alan bademciklerin ise bo¤azı, özellikle eriflkin yafllara kadar, enfeksiyonlara karflı korumada önemli rol oynadı¤ı
keflfedildi. Omurili¤in sonunu oluflturan
kuyruk sokumunun, le¤en kemi¤i çevresindeki kemiklere destek sa¤ladı¤ı ve
küçük bazı kasların tutunma noktası oldu¤u anlaflıldı. ‹lerleyen yıllarda yine
"körelmifl organlar" olarak sayılan timüs
bezinin T hücrelerini harekete geçirerek
vücudun savunma sistemini aktif hale
getirdi¤i; pineal bezin önemli hormonların üretilmesinden sorumlu oldu¤u; tiroid bezinin bebeklerde ve çocuklarda
dengeli bir büyümenin gerçekleflmesini
sa¤ladı¤ı; pitüiter bezin de birçok hormon bezinin do¤ru çalıflmasını kontrol
etti¤i ortaya çıktı. Darwin tarafından
"körelmifl organ" olarak nitelendirilen
gözdeki yarım ay fleklindeki çıkıntının
ise gözün temizlenmesi ve nemlendirilmesi ifline yaradı¤ı anlaflıldı.
Nitekim bugün pek çok evrimci "körelmifl organlar" hikayesinin cehaletten
kaynaklanan bir argüman oldu¤unu kabul etmifl durumdad›r. Evrimci biyolog
Evrimci biyologlar›n "körelmifl organ" sand›klar› apandisitin (altta) vücudun
s a v u n m a s i s t e m i n d e ö n em l i r o l o y n a d › ¤ › a r t › k a n l a fl › l m › fl b u l u n m a k t a d › r .
Kuyruk sokumu olarak bilinen omurili¤in en alt kemi¤i ise (solda) yine "kö relmifl organ" de¤il, önemli kaslar›n tutunma noktas›d›r.
apandisit
kuyruk sokumu
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
KP 271
S. R. Scadding Evolutionary Theory
(Evrimsel Teori) dergisinde yazd›¤›
"Körelmifl Organlar Evrime Delil Oluflturur mu?" bafll›kl› makalesinde bu gerçe¤i flöyle ifade eder:
(Biyoloji hakk›ndaki) bilgimiz artt›kça,
körelmifl organlar listesi de giderek küçüldü... Bir organ›n ifllevsiz oldu¤unu
tespit etmek mümkün olmad›¤›na ve zaten körelmifl organlar iddias› bilimsel bir
özellik tafl›mad›¤›na göre, "körelmifl organlar"›n evrim teorisi lehinde herhangi
bir kan›t oluflturamayaca¤› sonucuna var›yorum. (S. R. Scadding, "Do 'Vestigial
Organs' Provide Evidence for Evolution?", Evolutionary Theory, Cilt 5, May›s
1981, s. 173)
Körelmifl organlar iddiasında evrimcilerin yaptıkları çok önemli bir de mantık hatası vardı. Daha önce de belirtildi¤i gibi evrimciler tarafından ortaya atılan iddia, canlılardaki körelmifl organların geçmiflteki atalarından miras kaldı¤ıydı. Oysa "körelmifl organ" oldu¤u
söylenen bazı organlar, insanın atası oldu¤u iddia edilen canlılarda yoktur. Örne¤in evrimciler tarafından insanın atası
oldu¤u söylenen bazı maymunlarda
apandisit bulunmaz. Körelmifl organlar
tezine karflı çıkan biyolog H. Enoch bu
mantık hatasını flöyle dile getirmektedir:
‹nsanların apandisiti vardır. Ancak daha
eski ataları olan alt maymunlarda apandisit bulunmaz. Sürpriz bir biçimde
apandisit, daha alt yapılı memelilerde,
örne¤in opossumlarda tekrar belirir. Öyleyse evrim teorisi bunu nasıl açıklayabilir?44
Harun Yahya (Adnan Oktar)
Evrimciler tarafından ortaya atılan
körelmifl organlar senaryosu kendi içinde hem mantık hataları içermektedir,
hem de bilimsel olarak yanlıfltır. ‹nsanlarda, sözde atalarından miras kalmıfl
olan hiçbir körelmifl organ yoktur. Çünkü insanlar di¤er canlılardan rastlantılarla türememifl, bugünkü formlarıyla eksiksiz ve mükemmel bir biçimde yaratılmıfllardır.
KP 271
(Kanapo› Hom›n›d 1 veya
Kanapo› Dirsek Kemi¤i Fosili)
bkz. Kanapoi dirsek kemi¤i fosili
sahtekarl›¤›
Kromozom
Hücrenin çekirde¤indeki DNA molekülü kromozom adlı özel kılıflarda paketlenir. (bkz. DNA) Tek hücrede bulunan kromozomlarda paketlenen DNA
molekülünün toplam uzunlu¤u 1 metreyi bulur. Kromozomun toplam kalınlı¤ı
ise 1 nanometre yani metrenin milyarda
biri kadardır. Yaklaflık 1 metre uzunlu¤undaki DNA molekülü bu küçücük alana paketlenmifl flekildedir.
Her insan hücresinin (üreme hücreleri hariç) çekirde¤inde 46 kromozom vardır. Her bir kromozomu, gen sayfalarından meydana gelmifl bir cilde benzetirsek, hücrede insanın tüm özelliklerini
içeren 46 ciltlik bir "hücre ansiklopedisi" vardır diyebiliriz. Bu hücre ansiklo-
37
38
KROMOZOM
Yaklafl›k 1 metre uzunlu¤undaki DNA molekülleri, metrenin milyarda biri kal›nl›¤›na sahip
kromozomlar›n içine s›¤d›r›lm›flt›r.
pedisinin içerdi¤i bilgi, tam 920 ciltlik
Britannica Ansiklopedisinin içerdi¤i bilgiye eflde¤erdir.
DNA molekülünü içeren kromozom
paketleri aslında çok daha küçük özel
ambalaj sistemlerinden oluflur. Bu molekül önce adeta bir ipin makaraya sarılması gibi sıkı sıkıya "histon" adlı özel
proteinlere sarılır. Bu histon makaralara
sarılmıfl DNA bölümleri, "nükleozom"
olarak adlandırılır. Bu nükleozom bölümleri DNA'nın korunması ve zarar
görmemesi için özel olarak dizayn edilmifltir. Nükleozomlar ucuca eklendi¤inde kromatinleri olufltururlar. Kromatin-
ler iyice birbirine sarılıp kıvrılarak yo¤un yumaklar meydana getirirler. Ve
böylece DNA molekülü kendi uzunlu¤unun milyarda biri kadar küçük olan bir
yere muhteflem bir flekilde sı¤dırılmıfl
olur.
Kross›ng-over
(Cross›ng-over)
(Çapraz çiftleflme)
Mayoz bölünme s›ras›nda, anne ve
babadan gelen benzer (homolog) kromozomlar›n aras›ndaki gen al›flverifline
"krossing-over" (çapraz çiftleflme) denir.
Homolog kromozomlar›n kardefl olma-
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
KROSSING-OVER
yan kromatidleri sarmal yaparlar. Birbirlerine de¤dikleri noktalarda gen al›flverifli olur. Çapraz çiftleflme canl›larda kromozomlar›n gen diziliflinde bir de¤iflime
yol açar. Bu olay sayesinde genetik varyasyonlar meydana gelir ki bu da tür içi
çeflitlili¤e sebep olur. Fakat, bir türün bir
baflka türe dönüflmesi gibi bir durum söz
konusu olmaz.
Canl›lardaki çeflitlili¤i sa¤layan etken "krossing-over"dir. Krossingover'de benzer kromozomlar aras›nda
tekli ya da çiftli parça de¤iflimi söz konusudur. De¤iflen bu
parçalar kromozomlara yeni gen
kombinasyonlar›
verece¤i için yavrularda, ana ve babada olmayan özelliklerin ortaya ç›kmas› da mümkündür. Bu durum tipik bir varyasyon örne¤idir. Sonuçta,
anne ve babada zaten mevcut
olan genler bir araya gelmifl ve
yeni kombinasyonlar meydana getirmifllerdir. Ancak evrimcilerin iddia
etti¤i gibi yeni bir tür ortaya ç›kmas›,
baflka bir canl›ya dönüflmesi söz konusu
de¤ildir. Dolay›s›yla öne sürülen varyasyon örnekleri evrimin bir kan›t› say›lamazlar. (bkz. Mikro evrimin geçersizli¤i; Makro evrim masal›)
Biyolog Edward Deevey de, çapraz
çiftlefltirmenin hep belirli genetik sınırlar içinde gerçekleflti¤ini flöyle açıklar:
"Çapraz çiftlefltirme yöntemiyle çok
Harun Yahya (Adnan Oktar)
önemli sonuçlara varılmıfltır... Ama sonuçta bu¤day hala bu¤daydır ve örne¤in
üzüm de¤ildir. Domuzlar üzerinde kanat
oluflturmamız da, kuflların yumurtalarını
silindir fleklinde üretmeleri kadar imkansızdır. Daha güncel bir örnek, son bir
yüzyıl içinde dünyadaki erkek nüfusunda
görülen boy ortalaması yükseliflidir. Daha iyi beslenme ve bakım koflulları sayesinde erkekler son bir yüzyıl içinde rekor sayılabilecek bir boy
ortalamasına ulaflmıfltır, ama
bu artıfl giderek durma noktasına gelmifltir. Çünkü varabilece¤imiz genetik sınıra dayanmıfl durumdayız."45
Kısacası bitki ve hayvanlar üzerindeki bu tür
çalıflmalar, ancak bir türün genetik bilgisinin sınırları içinde kalan bazı
de¤iflimler meydana getirmekte, ancak hiçbir zaman
türlere yeni bir genetik bilgi
eklememektedir. Farklı köpek, inek ya da at cinslerini ne
kadar çiftlefltirirseniz çiftlefltirin, sonuçta ortaya yine köpekler ya da atlar çıkacak, ama yeni
türler oluflmayacaktır.
Çapraz çiftlefltirme hep belirli genetik
s›n›rlar içinde gerçekleflir. Örne¤in
bu¤day her zaman bu¤dayd›r.
39
40
KUfiLARIN KÖKEN‹
Kufllar›n kökeni
Evrim teorisi, kuflların küçük yapılı
ve etobur theropod dinozorlardan, yani
sürüngenlerden türedi¤i iddiasındadır.
Oysa kufllar ile sürüngenler arasında yapılacak bir karflılafltırma, bu canlı sınıflarının birbirlerinden çok farklı olduklarını ve aralarında bir evrim gerçekleflmifl
olamayaca¤ını gösterir.
Kufllar ve sürüngenler arasında birçok yapısal farklılık bulunur. Bunlardan
en önemlilerinden biri kemiklerin yapısıdır. Evrimciler tarafından kuflların atası olarak kabul edilen dinozorların kemikleri, büyük ve cüsseli yapıları nedeniyle kalındır ve içleri dolguludur. Buna
karflın yaflayan ve soyu tükenmifl tüm
kuflların kemiklerinin içleri bofltur ve bu
sayede çok hafiftir. Bu hafif kemik yapısı, kuflların uçabilmesinde büyük önem
taflır.
Sürüngenler ve kufllar arasındaki bir
di¤er farklılık da metabolik yapıdır. Sürüngenler canlılar dünyasında en yavafl
metabolik yapıya sahipken, kufllar bu
alandaki en yüksek rekorları ellerinde
tutarlar. Örne¤in bir serçenin vücut ısısı,
hızlı metabolizması nedeniyle zaman zaman 48°C'ye kadar çıkabilir. Di¤er tarafta ise sürüngenler kendi vücut ısılarını
bile kendileri üretmez, bunun yerine vücutlarını güneflten gelen ısıyla ısıtırlar.
Sürüngenler do¤adaki en az enerji tüketen canlılar iken, kufllar en fazla enerji
tüketen canlılardır.
Kuzey Carolina Üniversitesi profe-
sörü Alan Feduccia, bir evrimci olmasına karflılık, bilimsel bulgulara dayanarak
kuflların dinozorlarla akraba oldu¤u teorisine kesinlikle karflı çıkmaktadır. Feduccia sürüngen-kufl evrimi tezi hakkında ise genel anlamda flöyle demektedir:
25 sene boyunca kuflların kafataslarını
inceledim ve dinozorlarla aralarında
hiçbir benzerlik görmüyorum. Kuflların
dört ayaklılardan evrimleflti¤i teorisi,
paleontoloji alanında 20. yüzyılın en büyük utancı olacaktır.46
Kansas Üniversitesi'nde eski kufllar
üzerinde uzman olan Larry Martin de
kuflların dinozorlarla aynı soydan geldi¤i teorisine karflı çıkmaktadır. Martin,
evrimin bu konuda içine düfltü¤ü çeliflkiden söz ederken, "do¤rusunu söylemek
gerekirse, e¤er dinozorlarla kuflların aynı kökenden geldiklerini savunuyor olsaydım, bunun hakkında her kalkıp konuflmak zorunda oluflumda utanıyor olacaktım" demektedir.47
Ancak tüm bilimsel bulgulara ra¤men, hiçbir somut delile dayanmayan
"dinozor-kufl evrimi" senaryosu ısrarla
savunulmaktadır. Bu arada, bu senaryoya delil oluflturmayan bazı kavramlar da,
yüzeysel bir üslup içinde "dinozor-kufl
ba¤lantısının kanıtı" gibi sunulmaktadır.
Örne¤in bazı evrimci yayınlarda, dinozorların kalça kemiklerindeki farklılıklardan yola çıkılarak, kuflların dinozorlardan evrimleflti¤i tezine bir dayanak sa¤landı¤ı sanılmaktadır. Söz konu-
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
KUfiLARIN KÖKEN‹
su kalça kemi¤i farklılı¤ı, Saurischian
(sürüngen-benzeri kalça kemerliler) ve
Ornithischian (kufl-benzeri kalça kemerliler) gruplarına ba¤lı dinozorlar arasındadır. ‹flte bu "kufl-benzeri kalça kemerli
dinozorlar" kavramı, zaman zaman "dinozor-kufl evrimi" iddiasına bir delil olarak algılanmaktadır.
Oysa söz konusu kalça kemeri farklılı¤ı, kuflların atalarının dinozorlar oldu¤u iddiasına hiçbir destek sa¤lamamaktadır. Çünkü Ornithischian (kuflbenzeri kalça kemerliler)
gruplarına ba¤lı dinozorlar, di¤er anatomik özellikleri açısından hiçbir flekilde kufllara benzemez. Örne¤in kısa bacaklara, dev bir gövdeye, zırha benzer
dev pullu bir deriye sahip olan (hatta savafl tanklarına benzetilen) Ankylosaurus,
Ornithischian grubuna ba¤lı bir kuflbenzeri kalça kemerli dinozordur. Buna
karflılık, bazı anatomik özellikleri ile
Dinozorlar›n kemikleri, büyük ve cüsseli
yap›lar› nedeniyle kal›nd›r ve içleri dolgu ludur. Buna karfl›n, yaflayan ve soyu tükenmifl tüm kufllar›n kemiklerinin içleri
bofltur ve bu sayede çok hafiftir.
Harun Yahya (Adnan Oktar)
kufllara benzetilebilecek olan uzun bacaklı, kısa ön ayaklara sahip ince yapılı
Struthiomimus ise Saurischian (sürüngen-benzeri kalça kemerliler) grubuna
dahildir.48
Görülmektedir ki, kalça kemeri yapısı hiçbir flekilde dinozorlar ile kufllar
arasında evrimsel bir iliflki oldu¤u iddiasına delil oluflturmamaktadır. "Kuflbenzeri kalça kemerli dinozorlar" tanımı, sadece benzerlikten
kaynaklanan bir tanımdır ve iki canlı
grubu arasındaki
di¤er büyük anatomik farklılıklar,
bu benzerli¤i evrimci bir bakıfl açısıyla dahi yorumlamayı imkansız kılmaktadır.
41
42
KUfi AKC‹⁄ERLER‹N‹N KÖKEN‹
Kufl akci¤erlerinin kökeni
Sürüngen-kufl evrimi senaryosunu
imkansız kılan nedenlerden biri, kufl akci¤erinin evrimle açıklanamayan özgün
yapısıdır.
Kara canlılarının akci¤erleri "çift
yönlü" bir yapıya sahiptir: Nefes alma
sırasında hava, akci¤erdeki dallanmıfl
kanallar boyunca ilerler ve küçük hava
keseciklerinde durur. Oksijen-karbondioksit alıflverifli burada gerçeklefltirilir.
Ancak daha sonra, kullanılmıfl olan bu
hava, tam ters yönde hareket eder ve geldi¤i yolu izleyerek akci¤erden çıkar, ana
bronfl yoluyla da dıfları atılır.
Kufllarda ise hava, akci¤er kanalı boyunca "tek yönlü" hareket eder. Akci¤erlerin girifl ve çıkıfl kanalları birbirlerinden farklıdır ve bu kanallar boyunca
uzanan özel hava kesecikleri sayesinde
hava daimi olarak akci¤er içinde tek
yönlü olarak akar. Bu sayede kufl, havadaki oksijeni kesintisiz olarak alabilir.
Böylece kuflun yüksek enerji ihtiyacı
karflılanmıfl olur. "Avien akci¤er" olarak
bilinen bu özel solunum sistemi, Avustralya'daki Otega Üniversitesi'nden moleküler biyolog Michael Denton, tarafından flöyle anlatılmaktadır:
Kufllarda ana bronfl, akci¤er dokusunu
oluflturan tüplere ayrılır. "Parabronfl"
olarak adlandırılan bu tüpler sonunda
tekrar birleflerek, havanın akci¤erler boyunca tek bir yönde devamlı akımın› sa¤layacak sistemi meydana getirirler...
Kufllardaki akci¤erlerin yapısı ve genel
solunum sisteminin çalıflması tümüyle
kendine özgüdür. Kufllardaki bu "avien"
sistemi baflka hiçbir omurgalı akci¤erinde bulunmaz. Bu sistem bütün kufl türlerinde aynıdır.49
Önemli olan, çift yönlü hava ak›fl›na
sahip olan sürüngen akci¤erinin, tek
KUfi AKC‹⁄ERLER‹N‹N KÖKEN‹
yönlü hava ak›fl›na sahip olan kufl akci¤erine evrimleflmesinin imkans›z olufludur. Çünkü bu iki akci¤er yap›s›n›n aras›nda kalacak bir "geçifl" modeli mümkün de¤ildir. Bir canl› yaflamak için sürekli nefes almak zorundad›r ve akci¤er
yap›s›n›n bafltan afla¤› de¤iflmesi, ara
aflamalarda mutlak ölümle sonuçlanacakt›r. Kald› ki bu de¤ifliklik evrim teorisine göre milyonlarca y›lda kademe kademe gerçekleflmelidir. Oysa çok iyi bilindi¤i gibi akci¤eri çal›flmayan bir canl› birkaç dakikadan fazla yaflayamaz.
Micheal Denton A Theory in Crisis
(Kriz ‹çinde Bir Teori) adl› kitab›nda,
kufl akci¤erinin kökenine evrimci bir
aç›klama getirmenin imkans›zl›¤›n› flöyle belirtir:
Böyle tamamen de¤iflik bir solunum sisteminin azar azar küçük de¤ifliklerle
standart omurgalı dizaynından evrimleflmifl oldu¤u iddiası, düflünülmeden ortaya
atılmıfl bir tezdir. Solunum faaliyetinin bu
evrim süresince hiç aksamadan korun-
ması, organizmanın hayatını sürdürmesi
için gereklidir. En küçük bir eksik fonksiyon ölümle sonuçlanacaktır. Kufl akci¤eri de, içinde dallanmıfl olan parabronfllar
ve bu parabronfllarda hava sa¤lanmasını
garanti eden hava kesesi sistemi ile birlikte en üst düzeyde geliflmifl olana kadar
ve beraberce, iç içe geçmifl mükemmel
bir flekilde ifllevini yapana kadar, bir solunum organı olarak görev yapamaz.50
Kısacası, kara tipi akci¤erden hava
tipi akci¤ere geçifl, ara geçifl safhasında
bulunan bir akci¤erin hiçbir ifllevselli¤inin olmaması nedeniyle mümkün de¤ildir.
Bu konuda belirtilmesi gereken ikinci nokta, sürüngenlerin diyaframlı, kuflların ise diyaframsız bir solunum sistemine sahip olmasıdır. Bu farklı yapı da,
yine iki akci¤er tipi arasında gerçekleflecek bir evrimi imkansız kılar. Solunumsal fizyoloji alanında otorite sayılan John
Ruben, bu konuda flu yorumu yapar:
Theropod bir dinozorun kufllara evrim-
43
44
KUfi AKC‹⁄ERLER‹N‹N KÖKEN‹
KUfi AKC‹⁄ER‹
SÜRÜNGEN AKC‹⁄ER‹
hava girifl ç›k›fl›
hava ç›k›fl
bronfllar
alveol
hava girifl
parabronfllar
Kufl akci¤erleri, kara canl›lar›n›n akci¤erlerine göre tamamen ters biçimde ifller. Kara canl›lar›
havay› ayn› kanaldan al›r ve verirler. Kufllarda ise hava, akci¤erlerde sürekli tek bir yönde
hareket eder. Bu, akci¤erlerin etraf›nda bulunan özel "hava kesecikleri" taraf›ndan sa¤lanmak tad›r. Bu kesecikler, uçufl s›ras›nda yüksek miktarda oksijene ihtiyaç duyan kufllar için özel
olarak yarat›lm›fllard›r. Böyle bir yap›n›n sürüngen akci¤erinden evrimleflerek ortaya ç›kmas› ise
imkans›zd›r, çünkü iki farkl› akci¤er yap›s› aras›ndaki "ara" bir yap›yla nefes al›namaz.
leflmesi, diyaframında ciddi bir handikap
oluflmasını gerektirecektir, ama bu durum canlının nefes alma yetene¤ini çok
kritik bir biçimde sınırlayacaktır... Buna
neden olabilecek bir mutasyonun seçici
bir avantaj sa¤laması imkansız görünmektedir.51
Kufl akci¤erinin evrime meydan
okuyan bir di¤er özelli¤i, hiçbir zaman
havasız kalmayan ve kaldı¤ında
"çökme" tehlikesiyle karflılaflan
ilginç yapısıdır. Michael Denton bu konuyu da flöyle açıklar:
Bu denli farklı bir solunum sisteminin,
standart omurgalı
dizaynından nasıl
evrimleflmifl olabilece¤ini düflünmek neredeyse imkansızdır. Özellikle de solunum sisteminin çalıflır halde korunmasının bir organizmanın
yaflamı için ne kadar zorunlu oldu¤u düflünüldü¤ünde. Dahası, avien akci¤erinin
kendi özgü form ve fonksiyonu, daha bir
çok özelleflmifl adaptasyonu gerektirecektir... Çünkü öncelikle, avien akci¤eri
vücut duvarlarına sıkıca tutturulmufltur
ve hacim olarak genifllemesi mümkün de¤ildir. Öte yandan, akci¤erdeki hava tüplerinin çok dar yarıçapları ve bunların
içindeki herhangi bir sıvının
yüksek yüzey gerilimi nedeniyle, avien akci¤eri, di¤er omurgalıların aksine, kendi içinde çökmüfl bir durumdan alınıp yeniden
havayla doldurulamaz... (Bu yüzden)
Kufllarda, akci¤erin içindeki hava
kesecikleri, di¤er omurgalıların
aksine, hiçbir zaman boflaltılmaz. Aksine ci¤erler ilk geliflmeye baflladıkları andan itibaren (embriyo aflamasında) daima ya sıvıyla ya da
havayla doludurlar.52
Elbette ki, sürüngenlerin ve di¤er
omurgalıların akci¤erlerinden tamamen
farklı olan ve ola¤anüstü derecede hassas dengelere dayanan bu sistem, evri-
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
KUŞLARA ÖZEL SOLUNUM SİSTEMİ
NEFES ALIRKEN
Kuflun nefes borusundan içeri
giren temiz hava, hem akci¤e re, hem de akci¤erin arkas›n da bulunan arka hava kese ciklerine girer. Akci¤erde bulunan kirlenmifl hava ise ön hava keseciklerine aktar›l›r.
NEFES VER‹RKEN
Kufl nefes verirken, arka hava
keseciklerinde biriktirilmifl
olan temiz hava, akci¤erin içine dolar. Bu sistem sayesinde kuflun ci¤erlerinde temiz
hava ak›m› hiç kesilmeden
devam eder.
fiemalarda çok basitlefltirilmifl olarak gösterilen bu akci¤er sisteminin daha pek çok detay›
vard›r. Örne¤in ci¤erler le keseciklerin ba¤lant› noktalar›nda, havan›n do¤ru yönde akmas›n›
sa¤layan özel t›kaçlar ve kapakç›klar bulunmaktad›r. Tüm bunlar hem evrim iddias›na yönelik
kesin bir darbe, hem de aç›k bir yarat›l›fl delilidir. Allah kufllar› mükemmel özelliklere sahip
olarak yaratm›flt›r. Allah üstün güç sahibi bir Yarat›c›'d›r.
46
KUfi TÜYLER‹N‹N KÖKEN‹
Kufl akci¤eri içinde yer alan ve havan›n tek yönlü olarak hareket etmesini sa¤layan küçük
"parabronfl" tüpleri. Bu tüplerin her biri 0.5 mm çap›ndad›r.
min iddia etti¤i gibi bilinçsiz mutasyonlarla kademe kademe geliflmifl olamaz.
Denton, kufl akci¤erinin bu yapısının
Darwinizm'i geçersiz kıldı¤ını flöyle ifade etmektedir:
Kufl akci¤eri, bizleri, Darwin'in "e¤er
birbirini takip eden çok sayıda küçük de¤ifliklikle kompleks bir organın oluflmasının imkansız oldu¤u gösterilse, teorim
kesinlikle yıkılmıfl olacaktır" fleklindeki
meydan okuyufluna cevap vermeye götürmektedir.53
Kufl tüylerinin kökeni
Kuflların sürüngenlerden evrimleflti¤ini iddia eden evrim teorisi, bu iki ayrı
canlı sınıfı arasındaki dev farkları asla
açıklayamamaktadır. Kufllarla sürüngenlerin arasına aflılmaz bir uçurum koyan
bir özellik ise, tamamen kufllara has bir
yapı olan tüylerdir.
Kufl tüylerindeki yarat›l›fl hiçbir evrimsel süreçle açıklanamayacak kadar
komplekstir. Ünlü kufl bilimci Alan Feduccia, "Tüylerin her özelli¤i aerodinamik fonksiyona sahiptir. Hafiftirler, kaldırma kuvvetleri vardır ve kolaylıkla eski biçimlerine dönebilirler" der. Feduccia, evrim teorisinin bu konudaki çaresizli¤ini ise flöyle kabul eder:
Uçmak için böylesine tasarlanmıfl bir organın, nasıl olup da ilk baflta baflka bir
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
KUfi TÜYLER‹N‹N KÖKEN‹
amaca yönelik olarak ortaya çıktı¤ını
anlayamıyorum.54
Ayrıca tüylerin ortasında hepimizin
bildi¤i uzun ve sert bir boru vardır. Bu
borunun her iki tarafından yüzlerce tüy
çıkar. Boyları ve yumuflaklıkları farklı
olan bu tüyler kufla aerodinamik özellik
kazandırır. Ancak daha da ilginç olanı,
bu tüylerin her birinin üzerinde de, "tüycük" denilen ve gözle görülemeyecek
kadar küçük olan çok daha küçük tüylerin bulunmasıdır. Bu tüycüklerin üzerinde ise "çengel" adı verilen minik kancalar vardır. Bu kancalar sayesinde her
tüycük birbirine sanki bir fermuar gibi
tutunur.
Turna kuflunun tek bir tüyünün üzerinde, tüy borusunun her iki yanında
uzanan 650 tane incecik tüy vardır. Bunların her birinde ise 600 adet karflılıklı
tüycük bulunur. Bu tüycüklerin her biri
ise, 390 tane çengelle birbirlerine ba¤lanır. Çengeller bir fermuarın iki tarafı gibi birbirine kenetlenmifltir. Çengeller herhangi bir flekilde birbirinden
ayrılırsa, kuflun bir defa silkinmesi veya
daha a¤ır hallerde gagasıyla tüylerini
düzeltmesi tüylerin eski haline dönmesi
için yeterlidir.
Tüylerin bu kompleks yap›s›n›n rastlantısal mutasyonlar sonucunda sürüngen pulundan evrimleflti¤ini savunmak,
hiçbir bilimsel temeli olmayan dogmatik
bir inanıfltan baflka bir fley de¤ildir. Nitekim neo-Darwinizm'in duayenlerinden
biri olan Ernst Mayr, bu konuda yıllar
önce flu itirafta bulunmufltur:
Duyu organları, örne¤in bir omurgalı
gözünün ya da bir kuflun tüyleri gibi kusursuzca dengelenmifl sistemlerin rastlantısal mutasyonlar sonucunda geliflebilece¤ini varsaymak, bir insanın inandırıcılı¤ı üzerinde ciddi bir sınırlamadır.55
Tüylerdeki bu üstün yarat›l›fl, Charles Darwin'i de çok düflündürmüfl, hatta
tavuskuflu tüylerindeki mükemmel estetik, kendi ifadesiyle Darwin'i "hasta etmifl"tir. Darwin, arkadaflı Asa Gray'e
yazdı¤ı 3 Nisan 1860 tarihli mektupta
"gözü düflünmek ço¤u zaman beni teorimden so¤uttu. Ama kendimi zamanla
bu probleme alıfltırdım" dedikten sonra
flöyle devam eder:
SÜRÜNGEN PULLARI
Sürüngenlerin vücutlar›n› kaplayan pullar,
her yönüyle kufl tüylerinden farkl›d›r. Pullar
tüyler gibi deri alt›na uzanmaz, sadece canl›n›n d›fl yüzeyinde sert bir tabaka olufltururlar. Genetik, biyokimyasal ve anatomik yönlerden kufl tüyleriyle hiçbir benzerlikleri yoktur. Pullar ile tüyler aras›ndaki bu büyük
farkl›l›k, sürüngen-kufl evrimi senaryosunu
bir kez daha temelsiz b›rakmaktad›r.
47
KUŞ TÜYLERİNİN KOMPLEKS YAPISI
Kufl tüyleri detayl› olarak incelendi¤inde çok
üstün bir yarat›l›fla sahip oldu¤u ortaya
ç›kar. Her tüycü¤ün üzerinde çok daha
küçük tüycükler ve bu tüycükleri bir birine tutturmaya yarayan özel çengeller vard›r. Resimlerde, kufl
tüylerinin büyütülmüfl yak›n
plan çekimleri yer al›yor.
KÜLTÜREL EVR‹M YALANI
fiimdilerde ise do¤adaki bazı belirgin yapılar beni çok fazla rahatsız ediyor. Örne¤in bir tavuskuflunun tüylerini görmek,
beni neredeyse hasta ediyor.56
Kültürel evrim yalan›
Evrimciler varsaydıkları biyolojik
evrime paralel olarak, kültürel alanda da
ilkelden geliflmifle do¤ru bir kültürel geliflim yaflandı¤ını öne sürerler. Hiçbir bilimsel geçerlili¤i olmayan ve hayali bir
soy a¤acı olmaktan öteye gidemeyen insanın evrimsel öyküsüne uygun olarak
Kaba Tafl, Yontma Tafl, Cilalı Tafl gibi çeflitli devirlerdeki yaflantılar hakkında pek
çok hikaye anlatırlar.
‹nsanın evrimi senaryosu tümüyle
hayali bir kurgudur. Çünkü böyle bir soy
a¤acının var olması için maymunlardan
insanlara aflamalı bir evrim yaflanmıfl ve
bunun fosillerinin bulunmufl olması gerekir. Oysa maymunlarla insanlar arasında açık bir uçurum vardır. ‹skelet yapıları, kafatası hacimleri, dik ya da e¤ik yürüme kriterleri gibi özellikler, insan ile
maymunun arasını açıkça ayırmaktadır.
Bugün evrimcilerin insanın ilkel ataları
olarak öne sürdükleri maymun insan arası hayali araformların (Australopithecus,
Homo habilis, Homo erectus vs.) taraflı
yorumlardan, çarpıtmalardan ve sahtekarlıklardan ibaret oldu¤u anlaflılmıfltır.
(bkz. Piltdown Adamı sahtekarl›¤›; Nebraska Adamı sahtekarl›¤›; Neandertal
Adamı: Bir insan ›rk›...)
Örne¤in evrimcilerin maymun insan
Harun Yahya (Adnan Oktar)
arası varlıklar olarak lanse ettikleri Neandertaller (Homo neanderthalensis)
bundan 100 bin yıl önce Avrupa'da aniden ortaya çıkmıfl ve yaklaflık 35 bin yıl
önce de yine hızlı ve sessiz bir biçimde
yok olmufl -ya da di¤er ırklarla karıflarak
asimile olmufl- insanlardır. Günümüz insanından tek farkları, iskeletlerinin biraz
daha güçlü ve kafatası hacmi ortalamalarının biraz daha yüksek olmasıdır.
Neandertaller bir insan ırkıdır ve bugün artık bu gerçek hemen herkes tarafından kabul edilmektedir. Bazı evrimci
paleoantropologlar bu insanları çok uzun
zaman "ilkel bir tür" olarak kabul etmifl,
ama bulgular Neandertal insanının bugün sokakta yürüyen herhangi bir "yapılı" insandan daha farklı olmadı¤ını göstermifltir. Bu konuda önde gelen bir otorite sayılan New Mexico Üniversitesi'nden paleoantropolog Erik Trinkaus
flöyle yazar:
Neandertal kalıntıları ve günümüz insanı
kemikleri arasında yapılan ayrıntılı karflılafltırmalar göstermektedir ki, Neandertaller'in anatomisinde ya da hareket, alet
kullanımı, zeka seviyesi veya konuflma kabiliyeti gibi özelliklerinde günümüz insanlarından afla¤ı sayılabilecek hiçbir fley
yoktur.57
Neandertaller'in
yapt›klar› tak›lar
49
50
KÜLTÜREL EVR‹M YALANI
Tüm bunlara ra¤men evrimciler, Neandertal insanını günümüz insanının bir
alt türü olarak tanımlarlar. Dolayısıyla
ilkel bir kültür düzeyine sahip olduklarını öne sürerler.
Ancak fosil bulguları, evrimcilerin
iddialarının tersine Neandertaller'in ileri
bir kültüre de sahip olduklarını göstermektedir. Bunun en ilginç örneklerinden
biri, Neandertal insanları tarafından yapılmıfl olan fosilleflmifl bir flüttür. Bir
ayının uyluk kemi¤inden yapılmıfl olan
söz konusu flüt, arkeolog Ivan Turk tarafından 1995 Temmuzu'nda Kuzey Yugoslavya'daki bir ma¤arada bulunmufltur. Daha sonra da bir müzikolog olan
Bob Fink, flütü analiz etmifltir. Fink,
karbon testine göre yaflının 43.000 ile
67.000 yıl arasında oldu¤u düflünülen bu
aletin, 4 nota çıkardı¤ını ve flütte yarım
tonların da, tam tonların da bulundu¤unu
tespit etmifltir.
Bu keflif, Neandertaller'in Batı müzi¤inin temel formu olan yedi nota ölçüsünü kullandıklarını göstermektedir.
Flütü inceleyen Fink, "eski flütün üzerindeki ikinci ve üçüncü delikler arasındaki mesafenin, üçüncü ve dördüncü delikler arasındaki mesafenin iki katı" oldu¤unu belirtmektedir. Bunun anlamı
birinci mesafenin tam notayı, ona komflu
olan mesafenin de yarım notayı temsil
etti¤idir. "Bu üç nota inkar edilemez bir
flekilde diatonik bir ölçekteki gibi ses çıkarır" diyen Fink, Neandertaller'in müzik kula¤ı ve bilgisi olan insanlar oldu¤unu belirtmektedir.58
Di¤er bazı fosil bulguları Neander-
taller'in ölülerini gömdüklerini, hastalarına baktıklarını, kolye ve benzeri takı
eflyaları kullandıklarını göstermektedir.59
Öte yandan fosil kazıları sırasında
Neandertal insanları tarafından kullanıldı¤ı tespit edilen 25 bin yıllık bir dikifl
i¤nesi bulunmufltur. Kemikten yapılmıfl
olan bu i¤ne son derece düzgündür ve
iplik geçirilmesi için açılmıfl bir deli¤e
sahiptir.60 Elbette dikifl i¤nesine ihtiyaç
duyacak bir giyim-kuflam kültürüne sahip olan insanlar "'ilkel" sayılamazlar.
New Mexico Üniversitesi'nde antropoloji ve arkeoloji profesörü olan Steven
L. Kuhn ve Mary C. Stiner, evrim teorisini savunmalarına ra¤men, yaptıkları
arkeolojik arafltırmalar ve analizler sonucu, ‹talya'nın güneybatı sahilindeki
ma¤aralarda binlerce yıl yaflamıfl olan
Neandertaller'in, günümüz insanı gibi
kompleks bir düflünce yapısı gerektiren
faaliyetlerde bulunduklarını ortaya koymufllardır.61
California Üniversitesi'nden Margaret Conkey, Neandertaller'den önceki
dönemlere ait olan aletlerin de bilinçli
ve zeki topluluklar tarafından yapıldı¤ını flöyle anlatmaktadır:
Arkaik insanların elleriyle yaptıkları
nesnelere bakacak olursanız, hiç de acemi ifli fleyler olmadıklarını görürsünüz.
Arkaik insanlar kullandıkları malzemenin nasıl bir fley oldu¤unu ve nasıl bir
dünyada yafladıklarının bilincindedirler.62
Tüm bunlar, evrimcilerin iddia ettikleri kültürel evrim senaryolarının asılsız
oldu¤unu kanıtlamaktadır.
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
NEANDERTALLER'İN
DİKİŞ İĞNESİ
Neandertal insan›n›n günümüzden
on binlerce y›l önce giyim-kuflam
bilgisine sahip oldu¤unu gösteren
ilginç bir fosil: 26 bin senelik i¤ne.
(D. Johanson, B. Edgar, From Lucy
to Language, s.99 )
NEANDERTALLER'İN FLÜTÜ
Neandertal insan›na ait kemikten yap›lm›fl
flüt. Bu flüt üzerinde yap›lan hesaplamalar,
deliklerin do¤ru notalarda ses verecek biçim de aç›ld›¤›n›, yani bunun son derece ustaca
tasarlanm›fl bir enstrüman oldu¤unu göster mifltir.
Üstte Bob Fink adl› araflt›rmac›n›n flütle ilgili
hesaplar› görülüyor.
Bu gibi bulgular, evrimci propagandan›n aksine, N e a n d e r t a l i n s a n l a r › n › n i l k e l m a ¤ a r a
adamlar› de¤il, medeni bir insan ›rk› oldu¤unu
göstermektedir.
( T h e A A A S S c i e n c e N e w s S e r v i c e , Neander tals Lived Harmoniously, 3 Nisan 1997)
LAETOLI AYAK ‹ZLER‹ (‹NSAN AYAK ‹ZLER‹)
Laetol› ayak izleri
(‹nsan ayak izleri)
aynıdır. ‹yi bir kavisle çizilmifl düzgün bir
topuk ve aya¤ın önünde güzel bir yuvarlaklık vardır. Büyük baflparma¤ın sırası
düzdür. Bir maymun baflparma¤ındaki
gibi yana sarkmamaktadır. Hiç kuflkunuz
olmasın... Bunlar günümüz insanının
ayak izlerinden tamamen farksız. E¤er
bu izler bugün bir California plajında olsalardı ve bir çocu¤a bunların ne oldu¤u sorulsaydı,
hiç tereddüt etmeden burada bir insanın yürüdü¤ünü
söylerdi. Bunları, kumsalda
yer alan di¤er yüzlerce insan ayak izinden ayırt edemezdi. Dahası, siz de ayırt
edemezdiniz.63
Mary Leakey tarafından 1978'de
Tanzanya Laetoli'deki volkanik kül tabakasında bazı ayak izleri bulundu. Bu
ayak izleri, ünlü fosil Lucy ile ilgili olarak yürütülen evrimci propagandanın
önemli bir parçası olarak kullanıldı.
(bkz. Lucy kand›rmacas›) Söz konusu ayak izleri, evrimciler tarafından maymun-insan ortak atası kabul edilen
Lucy'nin iki aya¤ı üzerinde yürüyebildi¤inin
en somut kanıtı olarak
sunuldular. Ayak izleriKuzey
California
nin Lucy ile aynı yaflta,
Üniversitesi'nden Louis
yani yaklaflık 3.6 milRobins ise ayak izlerini
yon yıl yaflında oldu¤u
inceledikten sonra flöyle
açıklanmıfl ve dik yürüdemifltir:
yüflünün bir delili oldu¤u iddia edilmiflti.
Laetoli ayak izi
Aya¤ın kemeri yüksektir,
ufak olan kiflinin ayak keAyak izleri gerçekmeri benimkisinden bile daha yüksektir,
ten de Lucy kadar eskiydiler ve dik yüyani parmaklar insan parmaklarıyla ayrüyen bir canlı tarafından bırakıldıkları
nı flekilde yeri kavramaktadırlar. Bunu
açıktı. Ama bu izlerin Lucy gibi bir habaflka hayvan formlarında göremezsiyali ara geçifl sınıflandırması olan Austniz.64
ralopithecus afarensis'e ait oldu¤unu
Kısacası, 3.6 milyon yıl yaflında olgösteren hiçbir bulgu yoktu; bu ayak izlerinin gerçek insanlara ait oldu¤u son du¤u söylenen bu ayak izlerinin Lucy'ye
derece açıktı. Mary Leakey ile birlikte ait olması imkansızdı. Çünkü kıvrık el
çalıflan ünlü paleoantropolog Tim White ve ayaklara sahip olan ve yürürken ön
ayaklarını da kullanan Lucy'nin ancak
bu konuda flunları söylemifltir:
insana ait olabilecek bu tip izleri bırakBu konuda yanılgıya düflmeyin, bunlar
ması mümkün de¤ildi. Ayak izlerinin
insan ayak izleridir... Görünen morfoloji
Harun Yahya (Adnan Oktar)
53
Tanzanya Laetoli'deki 3.6 milyon
y›ll›k insan ayak izleri
LAMARCK, JEAN B.
Australopithecus afarensis tarafından nesilden nesile boyunları uzamıfltı. Darbırakıldı¤ının düflünülmesinin sebebi win de canlıları evrimlefltiren etken olaise, fosillerin bulundu¤u ve 3.6 milyon rak, Lamarck'ın "kazanılmıfl özelliklerin
yıl yafl biçilen volkanik tabakaydı. Bu aktarılması" tezine baflvurdu.
Lamarck'ın "kazanılmıfl özelliklerin
kadar eski bir tarihte insanların yaflamıfl
olamayaca¤ı düflünülerek, izler Austra- aktarılması" olarak bilinen bu evrim modeli, kalıtım kanunlarının keflfedilmesi
lopithecus afarensis'e atfedilmiflti.
Tarafsız incelemeler, ayak izlerinin ile birlikte geçerlili¤ini yitirmifltir. (bkz.
gerçek sahiplerini de tanımladı: 10 ya- Kalıtım kanunları) 20. yüzyılın ortalaflındaki bir insanın 20 tane ve daha kü- rında DNA'nın keflfiyle birlikte, canlıların, hücrelerinin çekirde¤ine kodçük yaflta birinin de 27 tane fosillanmıfl çok özel bir genetik billeflmifl ayak izi vardı. Ve bunlar,
giye sahip oldukları ve bu gekesinlikle, bizim gibi normal
netik bilginin, "kazanılmıfl
insanlardı. Yani evrimcilerin,
özellikler" tarafından de¤ifltiriinsanın sözde en eski atalarının
lemeyece¤i ortaya çıktı. (bkz.
yafladı¤ını iddia ettikleri döDNA) Dolayısıyla bir canlının
nemde bildi¤imiz gerçek insürekli a¤açlara uzanması
sanlar yaflamaktaydı. Kısonucunda boynu bir kaç
saca insanın atası yine inJean B. Lamarck
santim uzamıfl olsa bile, dosandan baflkası de¤ildi.
¤urdu¤u yavruları yine o türe
ait standart boyun ölçüleri ile do¤acakLamarck, Jean B.
lardı. Lamarck'ın öne sürdü¤ü evrim teEvrim teorisi, felsefi kökenleri Eski orisi, bilimsel bulgular tarafından yalanYunan'a kadar uzanmasına karflın, bilim landı ve yanlıfl bir varsayım olarak taridünyasının gündemine 19. yüzyılda gir- he geçti.
di. Önce Fransız biyolog Jean B. Lamarck, Zoological Philosophy adlı kitabında canlı türlerinin birbirlerinden evrimlefltikleri varsayımını ortaya attı.
Lamarck'a göre canlılar yaflamları sırasında kazandıkları özellikleri sonraki
nesle aktarıyorlar, böylece evrimlefliyorlardı. Örne¤in zürafalar, ceylan benzeri
hayvanlardan türemifllerdi; yüksek a¤açların yapraklarını yemek için çabalarken
Harun Yahya (Adnan Oktar)
Lamarkizm
Darwin canlıları evrimlefltiren etken
olarak, Lamarck'ın "kazanılmıfl özelliklerin aktarılması" tezine baflvurdu. (bkz.
Lamarck, Jean B.)
Evrim teorisini savunan bir arafltırmacı olan Gordon Taylor, The Great
Evolution Mystery adlı kitabında Lamarkizm'i tanımlayarak, Darwin'in bu dü-
55
56
flünce biçiminden yo¤un olarak nasıl
etkilendi¤ini flöyle
anlatır:
Lamarkizm, kazanılmıfl olan özelliklerin kalıtsal olarak
aktarılması olarak bilinir... Darwin'in kendisi,
açık konuflmak gerekirse,
böyle bir kalıtımın gerçekleflti¤ine inanmıfl ve hatta parmaklarını kaybettikten sonra
çocukları parmaksız olarak do¤an bir adamı kaynak olarak
gösterip bu olayı anlatmıfltır...
Darwin, Lamarck'tan tek bir fikir
bile almadı¤ını iddia etmifltir. Bu
son derece ironiktir, çünkü Darwin
sürekli olarak kazanılmıfl özelliklerin aktarılması fikriyle oynamıfltır ve
(bu nedenle) elefltirilmesi gereken,
Lamarck'tan ziyade Darwin'dir. Kitabının (Türlerin Kökeni) 1859 yılı
baskısında "dıfl flartların de¤ifliminin"varyasyonlara kaynaklık etti¤ini söylemekte, ama hemen
ardından bu flartların varyasyonları yönetti¤ini ve bunu yaparken
de do¤al seleksiyonla iflbirli¤i yaptı¤ını açıklamaktadır. Her geçen yıl,
(organların) kullanılması ya da kullanılmaması konusuna daha fazla önem
vermifltir... 65
Le Chatel›er Prensibi
Amino asitler protein oluflturmak
üzere kimyasal olarak birleflirken aralarında "peptid ba¤ı" denilen özel bir
ba¤ kurarlar. Bu ba¤ kurulurken bir su
molekülü açı¤a çıkar. Bu durum, ilkel
hayatın denizlerde ortaya çıktı¤ını öne
süren evrimci açıklamayı kesinlikle çürütmektedir. Çünkü, kimyada "Le Chatêlier Prensibi" olarak bilinen kurala göre, açı¤a su çıkaran bir reaksiyonun
(kondansasyon reaksiyonu) su içeren
bir ortamda sonuçlanması mümkün de¤ildir. Sulu bir ortamda bu çeflit bir reaksiyonun gerçekleflebilmesi, kimyasal
reaksiyonlar içinde "oluflma ihtimali en
düflük olanı" olarak nitelendirilir.
Dolayısıyla, evrimcilerin hayatın
baflladı¤ı ve amino asitlerin olufltu¤u
yerler olarak belirttikleri okyanuslar,
amino asitlerin birleflerek proteinleri
oluflturması için kesinlikle uygun olmayan ortamlardır. Kimyacı Richard E.
Dickerson bunun nedenini flöyle açıklar:
E¤er protein ve nükleik asit polimerleri
öncül monomerlerden oluflacaksa polimer zincirine her bir monomer ba¤lanıflında bir molekül su atılması flarttır. Bu
durumda suyun varlı¤ının polimer oluflturmanın aksine, ortamdaki polimerleri
parçalama yönünde etkili olması gerçe¤i karflısında, sulu bir ortamda polimerleflmenin nasıl yürüyebildi¤ini tahmin
etmek güçtür.66
Öte yandan, evrimcilerin bu gerçek
karflısında iddia de¤ifltirip, ilkel hayatın
karalarda olufltu¤unu öne sürmeleri de
imkansızdır. Çünkü ilkel atmosferde
olufltukları varsayılan amino asitleri ult-
LEAKEY, RICHARD
raviyole ıflınlarından koruyacak yegane
ortam denizler ve okyanuslardır. Amino
asitler karada ultraviyole yüzünden parçalanırlar. Le Chatêlier prensibi ise denizlerdeki oluflum iddiasını çürütmektedir. Bu durum da evrim teorisi açısından
bir baflka çıkmazdır.
Leakey, R›chard
Bir antropolog ve paleontolog olan
Richard Leakey, aynı zamanda ünlü bir
evrimci yazardır. Fakat Richard Leakey
esas olarak yaptı¤ı fosil avcılıklarıyla
bilinmektedir. Özellikle Kenya'nın kuzeyindeki Turkana gölü kıyılarında yaptı¤ı geziler sonucunda çok sayıda fosil
bulmufltur. Fakat bu fosiller konusunda
öne sürdükleri ile birçok defa paleoantropoloji dünyasını yanıltmıfltır.
Örne¤in, 2.8 milyon yıl yafl biçti¤i
bir kafatasını antropoloji tarihinin en büyük buluflu gibi tanıtmıfl, fakat bir süre
sonra bu kafatasının insansı yüzünün kasıtlı bir benzetmenin sonucu oldu¤u anlaflılmıfltır. (bkz. Homo rudolfensis)
Leakey, evrim teorisi hakk›nda çok
tarafl› olmas›na ra¤men, evrim aleyhindeki deliller karfl›s›nda zaman zaman bu
tutumunu de¤ifltirmifltir. Bunun örneklerinden biri Turkana Çocu¤u hakk›nda
yapt›¤› aç›klamalard›r. Evrimciler insanın hayali evrim flemasında, maymundan dik yürüyen insana geçifli gösterebilmek açısından "dik yürüyen insan"
anlamına gelen Homo erectus kavramını
ortaya atmıfllardı. Gerçekte günümüz in-
Harun Yahya (Adnan Oktar)
Richard Leakey, Kenya'n›n kuzeyindeki Turkana gölü k›y›lar›nda buldu¤u fosiller konusunda öne sürdü¤ü iddialar ile, birçok defa
paleoantropoloji dünyas›n› yan›ltm›flt›r.
sanın›n iskeletinden farksız olan bir iskeleti Homo erectus örne¤i olarak öne
sürmüfllerdi. Bu sınıfa dahil edilen en
ünlü fosil ise "Turkana Çocu¤u" fosiliydi. Evrimcilerin iddialar›n›n aksine bu
fosilin 12 yaflında bir çocu¤a ait oldu¤u
ve büyüdü¤ü zaman yaklaflık 1.83 boyunda olaca¤ı saptanmıfltı. Ayrıca fosilin
bulunmasından kısa bir süre sonra, dik
iskelet yapısının da günümüz insanından
farksız oldu¤u tespit edilmiflti.
Leakey, "Modern ve Uzun" bafllıklı
makalesinde Turkana Çocu¤u fosilinin
evrimsel teorilerle yarattı¤ı çeliflkileri
flöyle izah eder:
... Turkana Çocu¤u günümüz çocu¤uyla
karflılafltırıldı¤ında flaflılacak bir irilik
57
58
LEWONTIN, RICHARD
gösteriyordu. ... Bugün kalabalıkta fark
edilmeden dolaflabilirdi. Bu keflif, insanın tarih boyunca gittikçe büyüdü¤ünü
söyleyen klasik evrimci düflünceyle çelifliyordu.67
Bir evrimci olmasına ra¤men Richard Leakey, Homo erectus'un günümüz
insanı ile olan farklılı¤ının ırksal farklılıktan öte bir anlam taflımadı¤ını flöyle
ifade eder:
Herhangi bir kifli farklılıkları fark edebilir: Kafatasının biçimi, yüzün açısı, kafl
çıkıntısının kabalı¤ı vs. Ancak bu farklılıklar bugün de¤iflik co¤rafyalarda yaflamakta olan insan ırklarının birbirleri
arasındaki farklılıklardan daha fazla de¤ildir. Böyle bir varyasyon, topluluklar
birbirlerinden uzun zaman aralıklarında
ayrı tutuldukları zaman ortaya çıkar.68
Lewont›n, R›chard
Harvard Üniversitesi'nden ünlü bir
genetikçi ve evrimci olan Richard Lewontin, "önce materyalist, sonra bilim
adamı" oldu¤unu flöyle itiraf etmektedir:
Bizim materyalizme bir inancımız var, 'a
priori' (önceden kabul edilmifl, do¤ru
varsayılmıfl) bir inanç bu. Bizi dünyaya
materyalist bir açıklama getirmeye zorlayan fley, bilimin yöntemleri ve kuralları de¤il. Aksine, materyalizme olan a priori ba¤lılı¤ımız nedeniyle, dünyaya materyalist bir açıklama getiren arafltırma
yöntemlerini ve kavramları kurguluyoruz. Materyalizm mutlak do¤ru oldu¤una
göre de, ‹lahi bir açıklamanın sahneye
girmesine izin veremeyiz.69
Lewontin'in kullandı¤ı "a priori" terimi oldukça önemlidir. Bu felsefi terim,
hiçbir deneysel bilgiye dayanmayan bir
ön varsayımı ifade eder. Bir düflüncenin
do¤rulu¤una dair bir bilgi yok iken, onu
do¤ru varsayar ve öyle kabul ederseniz,
bu "a priori" bir düflüncedir. Evrimci Lewontin'in açık sözlülükle ifade etti¤i gibi, materyalizm de evrimciler için "a priori" bir kabuldür ve bilimi bu kabule uydurmaya çalıflmaktadırlar. Materyalizm
bir Yaratıcı'nın varlı¤ını kesin olarak
reddetmeyi zorunlu kıldı¤ı için de, ellerindeki tek alternatif olan evrim teorisine sarılmaktadırlar. Evrim bilimsel veriler tarafından ne kadar yalanlanırsa yalanlansın fark etmez; söz konusu bilim
adamları onu bir kere "a priori do¤ru"
olarak kabul etmifllerdir. Bu önyargılı tutum, evrimcileri "bilinçsiz maddenin
kendi kendini düzenledi¤ine inanmak"
gibi bilime ve akla aykırı bir inanıfla götürür.
L›aon›ngorn›s
Sürüngen-kufl evrimi konusunda savunulan az sayıdaki ara geçifl formu iddialarından en tanınmıflı Archæopteryx
isimli fosil kufltur. Ancak Archæopteryx'in bir ara geçifl formu olmad›¤›,
uçabilen, günümüz kufllar›ndan hiçbir
fark› olmayan bir kufl oldu¤u art›k bilinmektedir. (bkz. Archæopteryx)
"Günümüz kufllarının atası" oldu¤u
öne sürülen Archæopteryx, bundan yaklaflık 150 milyon yıl önce yaflamıfltır. Fa-
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
LINNAEUS, CAROLUS
kat Çin'de Kasım 1996'da bulunan Liaoningornis adındaki fosil evrimcilerin
Archæopteryx hakk›ndaki iddialarını
çürütmüfltür.
130 milyon yıl yaflındaki Liaoningornis isimli bu kufl,
günümüz kufllarında bulunan
uçufl kaslarının tutundu¤u gö¤üs kemi¤ine sahipti. Di¤er yönleriyle de bu canlı günümüz kufllarından farksızdı. Tek farkı, a¤zında difllerinin olmasıydı. Bu durum, diflli kuflların,
hiç de evrimcilerin iddia etti¤i gibi ilkel
bir yapıya sahip olmadıklarını gösteriyordu.70 Nitekim Alan Feduccia, Discover dergisinde yayınlanan yorumunda,
Liaoningornis'in, kuflların kökeninin dinozorlar oldu¤u iddiasını geçersiz kıldı¤ını belirtmifltir.71
Günümüz kufllar›ndan fark› olmayan 130
milyon y›l yafl›ndaki Liaoningornis kufluna
ait bir fosil.
ların halen kullandı¤ı sınıflandırmaların
temelini oluflturmufltur.72
Canl›lardaki benzer organlar› ilk kez
gündeme getiren bilim adamlar›ndan
Carolus Linnaeus, bu organlar›
"ortak yarat›l›fl" örne¤i olarak
L›nnaeus, Carolus
görmüfltü. Yani benzer organlar, ortak bir atadan tesa‹sveçli do¤a bilimci Carodüfen evrimlefltikleri için delus Linnaeus 1735 yılında, bi¤il, belirli bir ifllevi görlinen tüm canlı türlerini sınıfmek için bilinçli bir flelandırdı¤ı Systema Naturae
kilde yarat›lm›fl olduklar›
(Do¤a Sistemi) adlı yapıtıiçin birbirlerine benzinı yayınladı. Linnaeus
yordu. Bu yoruma göre,
türlerin de¤iflmezli¤ine,
yani sıraladı¤ı türlerin
farkl› canl›lar›n benzer oryüzyıllar boyu kuflaktan
ganlara sahip olmas›, ortak
Carolus Linnaeus
kufla¤a koruyacakları özelbir Yarat›c›'n›n ürünü olmalikler taflıdıklarına inanıyorlar›ndan kaynaklanmaktad›r. Örne¤in
du. Linnaeus botani¤in ve zoolojinin ön- tüm kufllar›n kanat sahibi olmas›n›n necüsü olmufl, canlılar arasında yaptı¤ı sı- deni, kanatlar›n uçufl için en ideal yap›da
nıflandırmalar ise günümüzde biyolog- olmas› ve dolay›s›yla bu ideal yap›n›n
Harun Yahya (Adnan Oktar)
59
60
LUCY KANDIRMACASI
her kufl türü için ayr› ayr› yarat›lm›fl olmas›d›r. Bu yorum, canl›lar› Allah'›n yaratt›¤›n› aç›kça ortaya koyar. (bkz. Yarat›l›fl gerçe¤ini savunma)
Nitekim modern bilimsel bulgular
da, benzer organlar için ortaya atılan
"ortak ata" iddiasının tutarlı olmadı¤ını
ve yapılabilecek yegane açıklamanın
söz konusu "ortak yarat›l›fl" açıklaması
oldu¤unu göstermektedir. (bkz. Ortak
ata yalan›)
Lucy kand›rmacas›
(Australop›thecus
afarens›s)
Lucy, 1973 y›l›nda Donald Johanson
taraf›ndan Etiyopya'daki Afar bölgesinde bulunan ve bu bölgeden hareketle
Australopithecus afarensis olarak adland›r›lan bir fosildir. Lucy uzun y›llar insan›n evrimi senaryosunda aranan kay›p
halka olarak gösterilmifltir. Ancak son
bilimsel bulgular nedeniyle artık evrimci kaynaklar tarafından da itibar görmemektedir. Son dönemlerde Australopithecus'un insanın atası sayılamayaca¤ı,
ünlü Fransız bilim dergisi Science et
Vie'nin Mayıs 1999 sayısında kapak konusu olmufltur. Dergide "Adieu Lucy"
(Elveda Lucy) bafllı¤ı kullanılarak,
Australopithecus türü maymunların insanın soy a¤acından çıkarılması gerekti¤i yazılmıfltır. St W573 kodlu yeni bir
Australopithecus fosili bulgusuna dayanılarak yazılan makalede flu cümleler
yer almaktadır:
Lucy iskeleti
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
Lucy kafatas›
Yeni bir teori Australopithecus türünün
insan soyunun kökeni olmadı¤ını söylü-
yor... St W573'ü incelemeye yetkili tek kadın arafltırmacının vardı¤ı sonuçlar, insanın atalarıyla ilgili güncel teorilerden
farklı; hominid soy a¤acını yıkıyor. Böylece bu soy a¤acında yer alan insan ve
do¤rudan ataları sayılan primat cinsi
büyük maymunlar hesaptan çıkarılıyor...
Australopithecuslar ve Homo türleri (insanlar) aynı dalda yer almıyorlar, Homo
türlerinin (insanların) do¤rudan ataları,
hala keflfedilmeyi bekliyor.73
"ELVEDA LUCY"
Bilimsel bulgular, Australopithecus s›n›f›n›n
en ünlü örne¤i say›lan "Lucy" hakk›ndaki evrimci varsay›mlar› da temelsiz b›rakt›. Ünlü
F r a n s › z b i l i m d e r g i s i S c i e n c e e t V i e , fiubat
1999 say›s›nda "Elveda Lucy" (Adieu Lucy)
bafll›¤›n› atarak bu gerçe¤i kabul ediyor ve
Australopithecus'un insan›n atas› say›lamayaca¤›n› onayl›yordu.
Harun Yahya (Adnan Oktar)
MAKRO EVR‹M MASALI
Makro evrim masal›
Evrimciler türler içindeki çeflitlili¤i,
yani varyasyonu "mikro evrim", yeni
türlerin oluflmas› varsay›m›n› ise "makro
evrim" olarak adland›r›rlar. Evrimcilerin
bu tan›mlamalarda kulland›klar› çarp›tmalardan ilki "mikro evrim" safsatas›d›r.
Evrimciler, güya mikro evrim herkesçe
kabul edilen aç›k bir bilimsel gerçekmifl,
makro evrim de mikro evrimin daha
uzun zamana yay›lm›fl bir sonucuymufl
izlenimi vermeye çal›fl›rlar. Herfleyden
önce vurgulanmas› gereken nokta, "mikro evrim" diye bir sürecin de gerçekte
var olmad›¤›d›r. Evrimciler baflta da belirtti¤imiz gibi türler içindeki çeflitlenme
(varyasyon) olay›na "mikro evrim" ad›n›
takarak bu olaya sözde evrimsel bir süreçmifl görünümü vermeye çal›fl›rlar.
Oysa, durum hiç ilgisi olmayan bir olaya, içinde "evrim" sözcü¤ü geçen bir
isim takarak göz boyamaya çal›flmaktan
ibarettir. Çeflitlenme yani varyasyon, her
türün gen havuzundaki bilgilerin o türün
bireyleri aras›ndaki çaprazlanmalar sonucunda ortaya çeflitli farkl› gen kombinasyonlar›n›n ç›kmas›ndan ibarettir. Sonuçta o türün gen havuzuna eklenen yeni bir bilgi yoktur. Dolay›s›yla ortada evrim gibi bir süreç yoktur (bkz. Mikro evrimin geçersizli¤i).
‹kinci çarp›tma ise türün kendi içindeki sözde mikro evrimlerin daha uzun
zaman içinde birikmesi sonucunda
"makro evrim", yani tür de¤iflimlerinin
meydana geldi¤i iddias›d›r. Oysa, "mik-
Harun Yahya (Adnan Oktar)
ro evrim" diye bir kavram›n gerçek d›fl›
oldu¤u anlafl›l›nca, "makro evrim" iddias›n›n da hayali dayana¤› ortadan kalkm›fl olur. Çünkü mikro evrim gibi bir süreç yaflanmad›¤›na göre, sözde bunlar›n
birikmesiyle olufltu¤u iddia edilen "makro evrim" gibi bir kavram mant›ken bütünüyle iptal olmufl olur.
"Makro evrim" ve "mikro evrim" gibi hayali kavramlar›n ve bunlara dayal›
varsay›mlar›n gerçekte türlerin kökenine
hiçbir aç›klama getiremedi¤i, birçok evrimci biyolog taraf›ndan kabul edilmifltir. Ünlü evrimci paleontolog Roger Lewin, Kas›m 1980'de Chicago Do¤a Tarihi Müzesi'nde 150 evrimcinin kat›ld›¤›,
dört gün süren ünlü sempozyumda bu
konuda var›lan sonucu flöyle anlat›r:
Darwin'in (varyasyonlardan yola çıkarak) yaptı¤ı mantık yürütmeleri haklı
mıydı? Evrimsel biyolojinin tarihindeki
son 40 yılın en önemli konferanslarından
birine katılan bilim adamlarının ortaya
koydukları yargıya göre, bu sorunun cevabı "hayır"dır. Chicago konferansındaki temel mesele, mikro evrimi sa¤layan
mekanizmaların, makro evrim adını verdi¤imiz fenomeni açıklamak için de kullanılıp kullanılamayaca¤ı olmufltur... Cevap açıklıkla verilebilir: Hayır.74
Makro mutasyon
kand›rmacas›
Var oldu¤unu iddia ettikleri ara geçifl
formlar›n›n bir türlü bulunamamas› evrimcilerin yeni tezler üretmelerine neden
63
64
MAKRO MUTASYON KANDIRMACASI
olmufltur. Bunlaran biri s›çramal› evrim
teorisidir. Bu teori, tür oluflumuna yol
açan mutasyonların çok büyük ölçeklerde gerçekleflti¤ini ya da bazı bireylerin
üst üste yo¤un mutasyonlara maruz kaldıklarını varsaymaktadır.
Yüzyılın ünlü genetikçilerinden Fisher'ın deney ve gözlemlere dayanarak
ortaya koydu¤u bir kural, bu varsayımı
açıkça geçersiz kılmaktadır. Fisher, bir
"mutasyonun bir canlı popülasyonunda
kalıcı olabilmesinin, mutasyonun fenotip üzerindeki etkisiyle ters orantılı" oldu¤unu bildirir.75 Bir baflka deyiflle, bir
mutasyon ne kadar büyük olursa, toplulukta kalıcı olması ihtimali de o kadar
azalır.
Ayr›ca mutasyonlar canlıların genetik bilgisinde rastlantısal de¤ifliklikler
olufltururlar ve hiçbir zaman canlının genetik bilgisini gelifltiren bir etkileri yoktur. Aksine, mutasyondan etkilenen bireyler ciddi hastalık ve sakatlıklara maruz kalır. Dolayısıyla bir birey mutasyondan ne kadar fazla etkilenirse, yaflama ihtimali de o kadar azalacaktır. Darwinist Ernst Mayr, bu konuda flu yorumu
yapar:
Mutasyonlar sonucunda genetik canavarların oluflması gerçekten de gözlemlenen bir olgudur, fakat bunlar o kadar garip canlılardır ki, ancak "canavarlar"
olarak tanımlanabilir. O denli dengesizleflmifllerdir ki, dengeleyici seleksiyon
mekanizması vas›tas›yla elenmekten kurtulmak için hiçbir imkanlar› yoktur...
Gerçekte bir mutasyon fenotipi ne kadar
çok etkilerse, onun (do¤al ortama olan)
uygunlu¤unu o kadar azaltır. Bu tip radikal bir mutasyonun, farklı bir adaptasyon sa¤layacak yeni bir fenotip oluflturaca¤ına inanmak, bir mucizeye inanmak
demektir... Bu "canavara" çiftleflece¤i
uygun bir efl bulmak ve bunların popülasyonun normal bireylerinden türeyici
bir biçimde izole edilmeleri de, bence asla aflılamayacak zorluklardır.76
Mutasyonların evrimsel bir geliflme
sa¤lamadı¤ı açıktır ve bu gerçek hem
neo-Darwinizm'i hem de sıçramalı evrim teorisini çıkmaza sürüklemektedir.
Mutasyon bir tahrip mekanizması oldu¤una göre, sıçramalı evrim savunucularının sözünü ettikleri makromutasyonlar,
canlılar üzerinde "makro" düzeyde tahribatlar oluflturacaktır. Genetikçi Lane
Lester ve popülasyon genetikçisi Raymond Bohlin, söz konusu mutasyon çıkmazını flöyle anlatırlar:
Sonuçta dönüp-dolaflıp gelinen temel
nokta, herhangi bir evrim modelinde, her
türlü genetik varyasyonun mutlak kökeninin mutasyon olufludur. Bazıları, küçük
mutasyonların birikmesi düflüncesinin
sonuçlarından rahatsız olmakta ve evrimsel yeniliklerin kökenini açıklamak
için makromutasyonlara yönelmektedir.
Goldschmidt'in "umulan canavarları"
gerçekten de geri dönmüfltür. Ancak makromutasyonlar tarafından etkilenen popülasyonlar, gerçekte yaflam mücadelesinde yenik düflen popülasyonlar haline
gelmektedir. Makromutasyonların, komplekslik artıflı sa¤lanmasının (genetik bilgiyi gelifltirmesinin) ise izi bile yoktur.
E¤er yapısal gen mutasyonları (küçük
mutasyonlar) gerekli de¤iflimleri olufltur-
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
MALTHUS, THOMAS ROBERT
makta yetersiz kalıyorlar ise, düzenleyici
genler üzerindeki mutasyonlar daha da
ifle yaramaz olacaktır; çünkü adaptasyon
sa¤lamayacak ve hatta yıkıcı etkiler
oluflturacaktır... Bir nokta son derece
açıktır: Mutasyonların, ister büyük isterse küçük olsunlar, sınırsız bir biyolojik
de¤iflim oluflturabilecekleri tezi, bir olgudan çok bir inanç olarak kalmaya devam etmektedir.77
Gözlem ve deneyler, mutasyonların
genetik bilgiyi gelifltirmedi¤ini ve canlıları tahrip etti¤ini gösterirken, sıçramalı
evrim savunucularının mutasyonlardan
büyük "baflarılar" beklemeleri, açık bir
tutarsızlıktır.
Malthus, Thomas Robert
‹ngiliz iktisatçı Thomas Robert Malthus, teorileri ile Darwin'in do¤ada kıyasıya bir yaflam mücadelesi oldu¤u ve her
canlının sadece kendini düflündü¤ü fikirlerinin flekillenmesinde etkili olmufltur.
Malthus, yiyecek kaynaklarının aritmetik dizi ile artarken, insanların geometrik
dizi ile ço¤aldıklarını anlatmıfl ve bu
yüzden insanların kaçınılmaz olarak kıyasıya bir yaflam mücadelesi içinde olduklarını öne sürmüfltür. Darwin ise bu
kıyasıya yaflam mücadelesi kavramını
do¤aya uyarlamıfltır.
19. yüzyılda Malthus'un fikirleri oldukça genifl bir kitle tarafından benimsenmiflti. Özellikle, Avrupalı üst sınıfın
entelektüelleri Malthus'un fikirlerini
destekliyordu. "Nazi Irk Islahı Progra-
Harun Yahya (Adnan Oktar)
mının Bilimsel Arka Planı" isimli makalede, 19. yüzyıl Avrupası'nın Malthus'un
popülasyon ile ilgili görüfllerine verdi¤i
önem flöyle aktarılmaktadır:
19. yüzyılın ilk yarısında Avrupa'da yönetici sınıfın üyeleri, yeni keflfedilen 'nüfus artıflı problemi'ni tartıflmak ve fakirlerin ölüm oranlarını artırmak için,
Malthus'un fikirlerini uygulamanın yöntemlerini planlamak üzere biraraya geldiler. Vardıkları sonuç özetle flöyleydi:
"Fakirlere temizli¤i tavsiye etmek yerine
tam tersi alıflkanlıklara teflvik etmeliyiz.
fiehirlerimizdeki sokakları daha dar yapmalıyız, daha fazla insanı evlere doldurmalıyız ve vebayı getirmeye çalıflmalıyız.
Ülkemizde köylerimizi durgun sulara yakın yapmalıyız, bataklıklarda yaflamayı
teflvik etmeliyiz vs..."78
‹ngiltere'de 19. yüzyılda uygulanan
"fakirleri ezme" programı ile yaflam mücadelesinde güçlü olanlar zayıf olanları
ezmifl ve bu flekilde hızla artan nüfus da
dengelenmifl olacaktı. Malthus'un teorik
olarak gerekli buldu¤u "yaflam mücadelesi", ‹ngiltere'de milyonlarca fakir insanın sıkıntı dolu bir hayat sürmelerine sebep olmufltur.
Marx, Karl
Komünizmin kurucusu olan Karl
Marx, Charles Darwin'in yazdı¤ı ve evrim teorisinin temelini oluflturan Türlerin Kökeni adlı kitap için, "bizim görüfllerimizin do¤al tarihsel temelini içeren
kitap budur iflte" demifltir.79
65
66
MARX, KARL
Marx, Darwin'e olan sempatisini en
önemli eseri olan Das Kapital'i Darwin'e
ithaf ederek de göstermifltir. Kitabın Almanca baskısına el yazısıyla flöyle yazmıfltır: "Charles Darwin'e, gerçek bir
hayranı olan Karl Marx'tan".80
Amerikalı botanik profesörü Conway Zirckle, komünizmin kurucularının
Darwinizm'i neden büyük bir ısrarla benimsediklerini flöyle açıklar:
Marx ve Engels, evrim teorisini, Darwin'in Türlerin Kökeni adlı kitabı yayınlanır yayınlanmaz benimsediler… Evrim,
komünizmin kurucuları için, insanlı¤ın
do¤aüstü bir gücün müdahalesi olmadan
nasıl ortaya çıkmıfl olabilece¤i sorusuna
getirilen cevaptı ve dolayısıyla savundukları materyalist felsefenin temellerini desteklemek için kullanılabilirdi. Dahası,
Darwin'in evrimi yorumlama biçimi -yani
evrimin bir do¤al seleksiyon süreci içinde
geliflti¤i teorisi- onlara o zamana dek hakim olan teolojik düflüncelere karflı koyma
fırsatı veriyordu. Do¤al seleksiyon teorisi
sayesinde, bilim adamları organik dünyayı materyalist bir terminoloji ile yorumlama imkan› elde etmifl oluyorlardı.81
Amerika'daki The Hoover Institution'da çal›flmalar›n› yürüten sosyal bilimci Tom Bethell ise, Marx ile Darwin arasındaki ba¤lantının asıl nedenlerini flöyle açıklamaktadır:
Marx, Darwin'in kitabına ekonomik sebepler dolayısıyla hayran kalmamıfltır.
Marx'ın Darwin'in kitabına hayranlı¤ının en önemli nedeni, Darwin'in evreninin tamamen materyalist olmasıdır. Bu
önemli noktada Darwin ve Marx gerçek
Komünizmin krucusu Karl Marx
birer yoldafltılar.82
Marksizm-Darwinizm ba¤lantısı bugün herkesçe kabul edilen çok açık bir
gerçektir. Karl Marx'ın hayatını anlatan
kitaplarda dahi bu ba¤lantı mutlaka belirtilmektedir. Örne¤in, Marksist görüfle
sahip kitapları yayınlayan bir yayınevi
tarafından çıkartılan Karl Marx biyografisinde bu ba¤lantı flöyle tarif edilir:
Darwinizm, Marksist felsefeyi destekleyen, gerçekli¤ini kanıtlayan ve gelifltiren
bir dizi gerçe¤i takdim etti. Darwinist evrimci fikirlerin yayılması, toplumda bir
bütün olarak Marksist düflüncelerin
emekçi halk tarafından kavranılması için
elveriflli zemin yarattı… Marx, Engels ve
Lenin, Darwin'in düflüncelerine büyük
de¤er verdiler ve bunların taflıdı¤ı büyük
bilimsel öneme iflaret ettiler, böylelikle
bu düflüncelerin yaygınlaflmasına hız kazandırdılar.83
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
MATERYAL‹ZM
Öte yandan Marx, tarihin geliflimini
ekonomiye dayandırıyordu. Marx'a göre
toplum, tarih içinde çeflitli evrelerden
geçiyordu ve bu evreleri belirleyen faktör, üretim araçlarıyla üretim iliflkilerindeki de¤iflimdi. Ekonomi, di¤er herfleyin
belirleyicisiydi. Bu ideoloji içinde, din
de ekonomik çıkarlar adına uydurulmufl
bir masal olarak tanımlanıyordu; egemen sınıflar, ezdikleri sınıfları pasifize
etmek için dini gelifltirmifllerdi ve bu bat›l anlay›fla göre din "halkın afyonu"ydu.
Marx, ayrıca, toplumların bir geliflim
süreci içinde birbirlerini izlediklerini düflünüyordu. Köleci toplum feodal topluma, feodal toplum kapitalist topluma dönüflmüfltü, sonunda bir devrim sayesinde
sosyalist toplum kurulacak ve tarihin en
ileri evresine varılacaktı. Marx'ın görüflleri, Türlerin Kökeni adlı kitabın yayınlamasından da önce, evrimciydi. Ancak
Marx ve Engels, canlıların nasıl varoldu¤u sorusunu açıklamakta zorlanıyorlardı. Çünkü canlıları "yaratılmamıfllık" temelinde açıklayan bir tez olmadıkça, dinin uydurulmufl bir afyon oldu¤unu öne
sürmek ve tüm tarihi maddeye dayandırmak mümkün olamazdı. Bu nedenle
Marx, Darwin'in teorisini hemen benimsedi.
Bugün baflta Marx'ın fikirleri olmak
üzere her türlü materyalist düflünce temelinden çürümüfl durumdadır. Çünkü
materyalizmin kendisini dayandırdı¤ı
bir 19. yüzyıl dogması olan evrim teorisi ça¤dafl bilimin bulguları karflısında
bütünüyle geçersiz hale gelmifltir. Bilim,
Harun Yahya (Adnan Oktar)
maddeden baflka hiçbir fleyin varlı¤ını
kabul etmeyen materyalist varsayımı geçersiz kılmakta ve tüm canlıların üstün
bir yaratılıflın eseri oldu¤unu göstermektedir.
Materyalizm
Materyalist felsefe, tarihin en eski
düflüncelerinden biridir ve temel özelli¤i, maddeyi mutlak varlık saymasıdır.
Bu düflünceye göre madde sonsuzdan
beri vardır ve var olan herfley de maddeden ibarettir. Bu tanım elbette bir Yaratıcı'ya inanmayı da imkansız kılar. Bu
mantık gere¤i, materyalizm tarihin en
eski ça¤larından beri her türlü Allah
inancına ve ‹lahi dine karflı olmufltur.
Maddenin sonsuzdan beri var oldu¤unu ve maddenin dıflında hiçbir fleyin
var olmadı¤ını savunan materyalist felsefenin sözde "bilimsel dayana¤ı" ise
evrim teorisidir.
Materyalizm, do¤ayı yalnızca maddi
etkenlerle açıklamaya çalıfltı¤ı ve yaratılıflı en bafltan reddetti¤i için, canlı ve
cansız her varlı¤ın hiçbir yaratılıfl olmadan, rastlantılarla ortaya çıktı¤ını ve düzen kazandı¤ını öne sürer. Oysa insan
aklı, bir düzen gördü¤ünde mutlaka bir
düzenleyici iradenin var oldu¤unu kavrayabilmektedir. ‹nsan aklının bu en temel özelli¤ine aykırı olan materyalist
felsefe, 19. yüzyılın ortasında "evrim teorisi"ni üretmifltir. (bkz. Evrim teorisi)
Materyalizmin iddiasının do¤rulu¤unu bilimsel yöntemle de sorgulayabili-
67
68
MATERYALIZM
riz. Maddenin sonsuzdan beri var olup
olmadı¤ını, maddenin madde-üstü bir
Yaratıcı olmadan kendisini düzenleyip
düzenleyemeyece¤ini ve canlılı¤ı ortaya
çıkarıp çıkaramayaca¤ını arafltırabiliriz.
Bunu yaptı¤ımızda görürüz ki materyalizm aslında çökmüfltür. Çünkü maddenin sonsuzdan beri var oldu¤u düflüncesi, evrenin yoktan var edildi¤ini ispatlayan Big Bang teorisi ile yıkılmıfltır. (bkz.
Big Bang teorisi) Dolay›s›yla maddenin
kendisini düzenledi¤i ve canlılı¤ı ortaya
çıkardı¤ı iddiası -di¤er bir deyiflle "evrim teorisi"- tümüyle çökmüfltür.
Fakat materyalist bilim adamları, bu
felsefeye olan ba¤lılıklarını herfleyin
önünde tutarak evrim teorisinin bilim tarafından yalanlandı¤ını gördükleri halde
materyalizmi terk etmezler. Aksine, evrim teorisini ne olursa olsun bir flekilde
Big Bang (Büyük Patlama), materyalistlerin
ve evrimcilerin iddialar›n› yalanlayan, evrenin bir bafllang›c› oldu¤unu göstererek yarat›l›fl gerçe¤ini onaylayan bir olayd›r.
desteklemeye çalıflarak materyalizmi
ayakta tutmak için çabalarlar. Nitekim
bu tutumlarını bazen kendileri de itiraf
etmektedirler. Harvard Üniversitesi'nden
ünlü bir genetikçi ve açık sözlü bir evrimci olan Richard Lewontin, "önce materyalist, sonra bilim adamı" oldu¤unu
flöyle kabul etmektedir:
Bizim materyalizme bir inancımız var, 'a
priori' (önceden kabul edilmifl, do¤ru
varsayılmıfl) bir inanç bu. Bizi dünyaya
materyalist bir açıklama getirmeye zorlayan fley, bilimin yöntemleri ve kuralları de¤il. Aksine, materyalizme olan a priori ba¤lılı¤ımız nedeniyle, dünyaya materyalist bir açıklama getiren arafltırma
yöntemlerini ve kavramları kurguluyoruz. Materyalizm mutlak do¤ru oldu¤una
göre de, ‹lahi bir açıklamanın sahneye
girmesine izin veremeyiz.84
Lewontin'in kullandı¤ı "a priori" te-
MATERYALIZM
rimi oldukça önemlidir. Bu felsefi terim,
hiçbir deneysel bilgiye dayanmayan bir
ön varsayımı ifade eder. Bir düflüncenin
do¤rulu¤una dair bir bilgi yok iken, onu
do¤ru varsayar ve öyle kabul ederseniz,
bu "a priori" bir düflüncedir. Evrimci Lewontin'in açık sözlülükle ifade etti¤i gibi, materyalizm de evrimciler için "a priori" bir kabuldür ve bilimi bu kabule uydurmaya çalıflmaktadırlar. Materyalizm
bir Yaratıcı'nın varlı¤ını kesin olarak
reddetmeyi zorunlu kıldı¤ı için de, ellerindeki tek alternatif olan evrim teorisine sarılmaktadırlar. Evrim bilimsel veriler tarafından ne kadar yalanlanırsa yalanlansın fark etmez; söz konusu bilim
adamları onu bir kere "a priori do¤ru"
olarak kabul etmifllerdir.
Bu önyargılı tutum, evrimcileri "bilinçsiz maddenin kendi kendini düzenledi¤ine inanmak" gibi bilime ve akla aykırı bir inanıfla götürür. New York Üniversitesi kimya profesörü ve DNA uzmanı Robert Shapiro, evrimcilerin bu
inanıflını ve temelindeki materyalist
dogmayı flöyle açıklar:
Bizi basit kimyasalların var oldu¤u bir
karıflımdan, ilk etkin replikatöre (DNA
veya RNA'ya) taflıyacak bir evrimsel ilkeye ihtiyaç vardır. Bu ilke "kimyasal evrim" ya da "maddenin kendini örgütlemesi" olarak adlandırılır, ama hiçbir zaman detaylı bir biçimde tarif edilmemifl
ya da varlı¤ı gösterilememifltir. Böyle bir
prensibin varlı¤ına, diyalektik materyalizme ba¤lılık u¤runa inanılır.85
Tanınmıfl biyolog Hubert Yockey,
Harun Yahya (Adnan Oktar)
aynı gerçe¤i flöyle açıklar:
Diyalektik materyalizmin mutlak ve kapsamlı doktrinlerine olan inanç, yaflamın
kökeni senaryolarında çok önemli bir rol
oynamaktadır... Yaflamın bir flekilde oluflmufl olması gerekti¤i... bu konuda hiçbir
kanıt olmamasına, hatta bunun kanıtlara
aykırı olmasına ra¤men savunulmaktadır.86
‹flte dünya çapındaki evrimci propagandanın temelinde bu materyalist dogma yatar. Batı'nın önde gelen medya organlarında, ünlü ve "saygın" bilim dergilerinde sürekli karflılafltı¤ınız evrim propagandası, bu tür ideolojik ve felsefi zorunlulukların bir sonucudur. Evrim, ideolojik açıdan vazgeçilemez bulundu¤u
için, bilimin standartlarını belirleyen
materyalist çevreler tarafından tartıflılmaz ancak kabul edilir.
Evrim, gerçekte bilimsel arafltırmaların sonucunda ortaya çıkan bir teori de¤ildir. Aksine, bu teori materyalist felsefenin gereklerine göre üretilmifl ve sonra
da bilimsel gerçeklere ra¤men kabul ettirilmeye çalıflılan bir tabuya dönüflmüfltür. Yine evrimcilerin yazdıklarından anladı¤ımız üzere, tüm bu çabanın bir de
"amacı" vardır ve bu amaç, canlıların bir
Yaratıcı tarafından var edildi¤ini inkar
etmeyi zorunlu kılmaktadır.
Evrimciler bu amacı "bilimsel amaç"
olarak ifade ederler. Oysa sözünü ettikleri fley bilim de¤il, materyalist felsefedir. Materyalizm, madde-ötesinin (ya da
"do¤aüstü"nün) var oldu¤unu kesinlikle
reddeder. Bilim ise, böyle bir dogmayı
69
70
MAYMUN-‹NSAN GENET‹K BENZERL‹⁄‹ YALANI
kabul etmek zorunda de¤ildir. Bilim, do¤ayı incelemek ve sonuçlar çıkarmakla
yükümlüdür. Bu sonuçlar do¤anın yaratıldı¤ı gerçe¤ini ortaya çıkarıyorsa, bilim bunu kabul eder. Gerçek bir bilim
adamının yapması gereken de 19. yüzyılın materyalist dogmalarına ba¤lanarak
imkansız senaryoları savunmak olmamalıdır.
Maymun-insan genetik
benzerli¤i yalan›
‹nsan Genomu Projesi çerçevesinde
insanlı¤ın gen haritasının çıkarılması
önemli bir bilimsel geliflme olmufltur.
Ancak bu projenin bazı sonuçları bazı
evrimci yayınlarda çarpıtılmaktadır.
fiempanzelerin genlerinin insan genleri
ile %98 benzerlik gösterdi¤i iddia edilmekte ve bunun maymunların insana yakınlı¤ının ve dolayısıyla evrim teorisinin
bir delili oldu¤u ileri sürülmektedir. Gerçekte bu, evrimcilerin, toplumun bu konulardaki bilgisizli¤inden faydalanarak
ortaya attıkları "sahte" bir delildir.
Öncelikle evrimcilerin insan ve flempanze DNA'ları hakkında sık sık ileri
sürdükleri %98 benzerlik kavramı aldatıcıdır. ‹nsanla flempanzenin genetik yapısının %98 birbirine benzer oldu¤unu
iddia etmek için flu anda insanınkinin oldu¤u gibi flempanzenin de genetik haritasının tümünün çıkarılması, ikisinin
karflılafltırılması ve bu karflılafltırma sonucunun elde edilmifl olması gerekir.
Oysa elde böyle bir sonuç yoktur. Çün-
kü, flu ana kadar insanın genetik haritası
çıkartılmıfltır ancak flempanzelerin genetik haritas› tümüyle ç›kart›lmam›flt›r.
Gerçekte, zaman zaman gündeme
gelen insan ve maymun genlerinin %98
benzerli¤i ise, yıllar önce kasıtlı üretilmifl propaganda amaçlı bir slogandır. Bu
benzerlik insanda ve flempanzede bulunan 30-40 civarındaki bazı temel proteinin amino asit dizilimlerinin benzerli¤inden yola çıkılarak yapılmıfl ola¤anüstü abartılı bir genellemedir. Bu proteinlere karflılık gelen DNA dizilimleri üzerinde "DNA hibridizasyonu" adı verilen
bir yöntemle "sekans analizi" (sequence
analysis) yapılmıfl ve sadece bu sınırlı
sayıdaki proteinler karflılafltırılmıfltır.
Oysa insanda 30 bin civarında gen ve
dolayısıyla bu genlerin kodladı¤ı 30 bin
kadar protein vardır. Bu yüzden, 30 bin
proteinin sadece 40 tanesinin benzemesiyle insan ve maymunun bütün genlerinin %98 aynı oldu¤unu iddia etmenin
hiçbir bilimsel dayana¤ı yoktur.
Kaldı ki, söz konusu 40 protein üzerinde yapılan DNA karflılafltırması da
tartıflmalıdır. Bu karflılafltırma, 1987 yılında Sibley ve Ahlquist adlı iki biyolog
tarafından yapılmıfl ve Journal of Molecular Evolution dergisinde yayınlanmıfltır.87 Oysa daha sonra bu ikilinin verilerini inceleyen Sarich isimli bilim adamı,
kullandıkları yöntemin güvenilirli¤inin
tartıflmalı oldu¤u ve verilerin abartılı yorumlandı¤ı sonucuna varmıfltır.88
Kaldı ki temel proteinler di¤er pek
çok farklı canlılarda da bulunan ortak
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
MAYMUN-‹NSAN GENET‹K BENZERL‹⁄‹ YALANI
‹nsanla flempanzenin genetik yap›s›n›n %98
birbirine benzer oldu¤unu iddia etmek için
flu anda insan›nkinin oldu¤u gibi flempanzenin de genetik haritas›n›n ç›kar›lmas›, ikisinin karfl›laflt›r›lmas› ve bu karfl›laflt›rma sonucunun elde edilmifl olmas› gerekir. Oysa
elde böyle bir sonuç yoktur.
hayati moleküllerdir. Yalnızca flempanzede de¤il, bütünüyle farklı canlılarda
bulunan aynı tür proteinlerin de yapısı
insandakilerle çok benzerdir.
Örne¤in, New Scientist dergisinde
aktarılan genetik analizler, nematod solucanları ve insan DNA'larında %75'lik
bir benzerlik ortaya koymufltur.89 Bu, elbette insan ile bu solucanlar arasında sadece %25'lik bir fark bulundu¤u anlamına gelmemektedir.
Harun Yahya (Adnan Oktar)
Aynı flekilde Drosophila türüne ait
meyve sineklerinin genleri ile insan genleri karflılafltırıldı¤ında da, % 60'lık bir
benzerlik saptanmıfltır.90
Öte yandan bazı proteinler üzerinde
yapılan analizler de, insanı çok daha
farklı canlılara yakın gibi göstermektedir. Cambridge Üniversitesi'ndeki arafltırmacıların yaptı¤ı bir çalıflmada, kara
canlılarının bazı proteinleri karflılafltırılmaktadır. Hayret verici bir flekilde, yaklaflık bütün örneklerde insan ve tavuk,
birbirlerine en yakın akraba olarak eflleflmifllerdir. Bir sonraki en yakın akraba
ise timsahtır.91
Evrimcilerin "insan ile maymun arasındaki genetik benzerlik" konusunda
kullandıkları bir di¤er örnek ise insanda
46, flempanze ve gorillerde ise 48 kromozom bulunmasıdır. Evrimciler, kromozom sayılarının yakınlı¤ını evrimsel
bir iliflkinin göstergesi sayarlar. Oysa
e¤er evrimcilerin kullandı¤ı bu mantık
do¤ru olsaydı, insanın flempanzeden çok
daha yakın bir akrabası olması gerekirdi: "Patates"! Çünkü patatesin kromozom sayısı insanınkiyle aynıdır: 46.
Bu örnekler, genetik benzerlik kavramının evrim teorisine bir delil oluflturmadı¤ını göstermektedir. Çünkü genetik
benzerlikler iddia edilen evrim flemalarına uymamakta, aksine bunlara tamamen
ters sonuçlar vermektedir.
Ayrıca kurulan bu benzerlikler, evrimin de¤il yaratılıflın delilidir. ‹nsan bedeninin di¤er canlılarla moleküler benzerlikleri olması son derece do¤aldır;
71
72
MAYR, ERNST
çünkü tüm canl›lar aynı moleküllerden yacak kadar büyük bir fark vardır. Mayoluflmakta, aynı suyu ve atmosferi kul- mun bir hayvandır, bilinç açısından bir
lanmakta, aynı moleküllerden oluflan be- attan ya da bir köpekten farkı yoktur. ‹nsinleri tüketmektedir. Elbette ki metabo- san ise bilinçli, irade sahibi, düflünebilizmaları ve dolayısıyla genetik yapıları len, konuflabilen, akledebilen, karar verebilen, muhakeme yapabilen
birbirine benzeyecektir. Ancak
bir varlıktır. Bütün bu
bu, onların ortak bir ataözellikler de onun sadan evrimlefltiklerinin
hip oldu¤u "ruh"unbir delili de¤ildir.
un ifllevleridir. ‹nBir örnek konusanla, hayvanlar
yu açıklayabilir:
arasındaki uçuDünya üzerindeki
rumu do¤uran en
tüm inflaatlar da
önemli fark da
benzer malzemeiflte bu "ruh"tur.
lerlerle (tu¤la, deDo¤ada ruhu olan
mir, çimento vs.)
tek canlı insandır.
yapılır. Ama bu duHiçbir fiziki benzerlik,
rum bu binaların birbirinsan ile di¤er bir
lerinden "evrimleflcanlı arasındaki bu en
tikleri"
anlamına
Kromozom say›lar› ile canl›lar›n
büyük farkı kapatagelmez. Ortak bir
kompleks yap›lar› birbiriyle ba¤lant›l›
de¤ildir. Bu, evrim teorisini ç›kmaza
maz.
malzeme kullanılasokan bir gerçektir.
rak, ayrı ayrı infla
edilirler. Canlıların
Mayr, Ernst
durumu da böyledir.
Sonuç olarak aradaki yüzeysel benTan›nm›fl bir evrimci biyolog olan
zerlik dıflında maymunun insanlara di¤er Ernst Mayr aynı zamanda, "Modern
hayvanlardan daha fazla bir yakınlı¤ı Sentetik Evrim Teorisi"nin kurucularınsöz konusu de¤ildir. Hatta zeka açısın- dandır. Darwin'in do¤al seleksiyon tezidan kıyaslanırsa, bir geometri mucizesi ne mutasyon kavramının eklenmesiyle
olan pete¤i üreten arı veya bir mühen- ortaya atılan bu teori "neo-Darwinizm"
dislik harikası olan a¤ı üreten örümcek olarak adlandırıldı. Ernst Mayr ve di¤er
insana maymundan daha yakındır. Hatta kurucuları (Theodosius Dobzhansky ve
bazı yönlerden üstün olduklar›n› bile Julian Huxley) da ortaya attıkları bu tesöylemek mümkündür.
oriden dolayı "neo-Darwinistler" olarak
Ama, insanla maymun arasında, ev- anılmaya bafllandılar.
rimci iddialarla, masallarla kapatılamaEvrim teorisinin 20. yüzyıldaki en
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
MEMEL‹LER‹N KÖKEN‹
sursuzca dengelenmifl sistemlerin rastlantısal mutasyonlar sonucunda geliflebilece¤ini varsaymak, bir insanın inandırıcılı¤ı üzerinde ciddi bir sınırlamadır.93
Ernst Mayr
önemli savunucularından biri olan Ernst
Mayr, teorisini bir yandan mutasyonlara
dayandırırken bir yandan da bunun imkansızlı¤ını kabul etmektedir:
Mutasyonlar sonucunda genetik canavarların oluflması gerçekten de gözlemlenen bir olgudur, fakat bunlar o kadar garip canlılardır ki, ancak "canavarlar"
olarak tanımlanabilir. O denli dengesizleflmifllerdir ki, dengeleyici seleksiyon
mekanizması vas›tas›yla elenmekten kurtulmak için hiçbir imkanlar› yoktur...
Gerçekte bir mutasyon fenotipi ne kadar
çok etkilerse, onun (do¤al ortama olan)
uygunlu¤unu o kadar azaltır. Bu tip radikal bir mutasyonun, farklı bir adaptasyon sa¤layacak yeni bir fenotip oluflturaca¤ına inanmak, bir mucizeye inanmak
demektir... Bu "canavara" çiftleflece¤i
uygun bir efl bulmak ve bunların, popülasyonun normal bireylerinden türeyici
bir biçimde izole edilmeleri de, bence asla aflılamayacak zorluklardır.92
Mayr'›n bu konudaki bir baflka itirafı
ise flöyledir:
Duyu organları, örne¤in bir omurgalı
gözünün ya da bir kuflun tüyleri gibi ku-
Harun Yahya (Adnan Oktar)
Darwinizm'in
savunucular›ndan
Ernst Mayr, Darwinizm'in hiçbir zaman
kapanamayan açıklarını mutasyon iddialarıyla örtmeye çalıflmıfltır. Fakat bunun imkansızlı¤ına dair olan bilimsel
gerçek, itiraflarında yer almaktadır.
Memelilerin kökeni
Evrim teorisi, denizden evrimleflerek
çıkan hayali birtakım canlıların sürüngenlere dönüfltü¤ünü, kuflların da sürüngenlerin evrimleflmesiyle olufltu¤unu iddia eder. Aynı senaryoya göre sürüngenler yalnızca kuflların de¤il, aynı zamanda memelilerin de atasıdırlar. Oysa vücutları pullarla kaplı, so¤ukkanlı ve yumurtlayarak ço¤alan sürüngenler ile, vücutları tüylü, sıcakkanlı ve do¤urarak
ço¤alan memeliler arasında çok büyük
yapısal uçurumlar vardır.
Bu uçurumların bir örne¤i, sürüngenlerin ve memelilerin çene yapılarıdır.
Memelilerde alt çenede tek bir kemik
vardır ve difller bu kemi¤in üzerine oturur. Sürüngenlerde ise alt çenenin her iki
yanında üçer tane küçük kemik bulunur.
Bir baflka temel farklılık, tüm memelilerin orta kulaklarında üç tane kemik (örs,
üzengi ve çekiç kemikleri) bulunmasıdır; buna karflılık tüm sürüngenlerde orta kulakta tek bir kemik yer alır. Evrimciler, sürüngen çenesinin ve sürüngen
73
74
MEMEL‹LER‹N KÖKEN‹
Do¤a tarihi müzelerinde sergilenen on milyonlarca y›ll›k memeli fosilleri ile bugün yaflayan
örnekleri aras›nda hiçbir fark yoktur. Dahas› bu fosiller, yeryüzü tabakalar›nda, daha önce ki türlerle aralar›nda hiçbir ba¤lant› olmadan bir anda ortaya ç›karlar.
kula¤ının aflamalı olarak memeli çenesine ve kula¤ına dönüfltü¤ünü iddia ederler. Bunun nasıl gerçekleflti¤i sorusu elbette cevapsızdır. Özellikle tek kemikten
oluflan bir kula¤ın üç kemikli hale nasıl
dönüfltü¤ü ve iflitme duyusunun bu sırada nasıl devam etti¤i, asla cevaplanamayan bir sorudur.
Nitekim sürüngenlerle memelileri
birbirine ba¤layabilecek tek bir ara form
fosili dahi bulunamamıfltır. Bu yüzden
evrimci paleontolog Roger Lewin, "ilk
memeliye nasıl geçildi¤i hala bir sırdır"
demek zorunda kalır.94
20. yüzyılın en büyük evrim otoritelerinden ve neo-Darwinist teorinin kurucularından biri olan George Gaylord
Simpson ise, evrimciler açısından çok
flaflırtıcı olan bu gerçe¤i flöyle ifade eder:
Dünya üzerindeki yaflamın en kafa karıfltırıcı olayı, Mezozoik Ça¤ı'nın, yani sürüngenler devrinin, memeliler devrine
aniden de¤iflmesidir. Sanki bütün baflrol
oyunculu¤unun çok sayıda ve türdeki sürüngenler tarafından üstlenildi¤i bir
oyunun perdesi bir anda indirilmifltir.
Perde yeniden açıldı¤ında ise, bu kez
baflrolünde memelilerin yer aldı¤ı ve sürüngenlerin bir kenara itildi¤i yepyeni
bir devir bafllamıfltır. Ortaya çıkan memelilerin bir önceki devire ait izleri ise
yok gibidir.95
Dahası, aniden ortaya çıkan memeliler birbirlerinden çok farklıdırlar. Yarasa, at, fare ve balina gibi son derece farklı canlıların hepsi memelidir ve aynı jeolojik dönemde ortaya çıkmıfllardır. Bu
canlıların aralarında evrimsel bir ba¤
kurmak, en genifl hayal gücü içinde bile
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
MENDEL, GREGOR
uzun deney ve gözlemler sonucunda belirledi¤i kalıtım kanunlarını 1865 yılında
açıklamıfltır. (bkz. Kal›t›m kanunlar›) Ancak bu kanunların bilim
Memeliler sınıfı içinde evrimsel
dünyasının dikkatini çekmesi
akrabalık iliflkileri (filogenetik ba¤lar) kurmak için bilgi
yüzyılın sonlarında mümkün
arayanlar, hayalkırıklı¤ına
olmufltur. 20. yüzyılın bafllau¤rayacaktır.96
rında ise bu kanunların
do¤rulu¤u tüm bilim
Tüm bunlar göstermektedir ki, canlılar
dünyası tarafından kabul
yeryüzünde hiçbir evrimedilmifltir. Bu durum, "yasel süreç olmadan, aniden ve
rarlı
özellikler" kavramını LaGregor Mendel
kusursuz bir biçimde ortaya
marck'a dayanarak açıklamaçıkmıfllardır. Bu, yaratılmıfl olduklarının ya çalıflmıfl olan Darwin'in teorisini cidçok somut bir ispatıdır. Evrimciler ise, di bir açmaza sokmufltur.
canlı türlerinin yeryüzünde belirli bir sıBurada flunu da önemle belirtmek gerera ile ortaya çıkmıfl olmalarını, evrimleflkir ki, Mendel sadece Lamarck'ın evrim
mifl olduklarının göstergesi gibi yorummodeline de¤il, aynı zamanda Darwin'in
lamaya çalıflırlar. Oysa canlıların yeryüevrim modeline de karflı çıkmıfltır. Jourzündeki ortaya çıkıfl sıralamaları -ortada
nal of Heredity dergisinde yayınlanan
bir evrim olmadı¤ına göre- "yaratılıflın
"Mendel's Opposition to Evolution and
sıralaması"dır. Fosiller, yeryüzünün, üsto Darwin" (Mendel'in Evrime ve Darwin'e Muhalefeti) bafllıklı bir makalede
tün ve kusursuz bir yaratılıflla, önce debelirtildi¤i gibi, "Mendel, Türlerin Kökenizlerde sonra da karada yaflayan canlıni'ne aflinaydı ve Darwin'in teorisine
larla dolduruldu¤unu ve bütün bunların
karflı çıkıyordu. Darwin, do¤al seleksiardından da insano¤lunun var edildi¤ini
yonla ortak atadan evrimleflme teorisini
göstermektedir.
öne sürerken, Mendel özel yaratılıfla ina‹nsano¤lunun yeryüzünde hayata
nıyordu."97
bafllaması da -büyük bir kitle telkiniyle
kabul ettirilmeye çalıflılan "maymun insan" masalının aksine- bir anda ve eksikMenton, Dav›d
siz bir biçimde olmufltur.
Washington Üniversitesi'nden anatomi profesörü David Menton, Bilim AraflMendel, Gregor
tırma Vakfı'nın 5 Temmuz 1998 günü
Darwin'in Türlerin Kökeni adlı kita- düzenledi¤i "Evrim Teorisinin Çöküflü:
bının yayınlanmasının ardından Avus- Yaratılıfl Gerçe¤i" bafllıklı II. uluslararaturyalı botanikçi rahip Gregor Mendel, sı konferansta, kufl tüyleri ve sürüngen
imkansızdır. Evrimci zoolog Eric Lombard, Evolution (Evrim) adlı dergide
flöyle yazar:
Harun Yahya (Adnan Oktar)
75
76
METAMORFOZ
pulları arasındaki anatomik farklılıkları
konu alan bir konuflma yapmıfltır. Kuflların sürüngenlerden evrimleflti¤i tezinin
geçersizli¤ini ortaya koymufl ve karflılafltı¤ı gerçe¤i flu cümleyle özetlemifltir:
Yumurtalar
30 yıldan bu yana canlıların anatomilerini inceliyorum. Her arafltırmamda karflılafltı¤ım gerçek, Allah'ın kusursuz yaratıflı oldu.98
Metamorfoz
‹ribafl
Genç Kurba¤a
Ergin Kurba¤a
Kurba¤alar önce su içinde do¤ar, bir
süre burada yaflar; daha sonra ise "metamorfoz" adı verilen de¤iflimle birlikte
karaya çıkarlar. Bazı insanlar ise, metamorfozu "evrim"in bir delili ya da örne¤i sanır. Oysa, gerçekte metamorfozun
evrimle hiçbir ilgisi yoktur.
Evrim teorisinin öne sürdü¤ü tek geliflme mekanizması, mutasyonlardır.
Metamorfoz ise, mutasyon gibi tesadüfi
etkilerle gerçekleflmez. Aksine bu de¤iflim, kurba¤anın genetik bilgilerinde en
bafltan kayıtlıdır. Yani bir kurba¤a ilk
do¤du¤unda, onun bir süre sonra de¤iflim geçirip karada yaflamaya uygun bir
vücuda sahip olaca¤ı bellidir. Son yıllarda yapılan arafltırmalar, metamorfoz sürecinin farklı genler tarafından kontrol
edilen çok kompleks bir ifllem oldu¤unu
göstermektedir. Örne¤in bu dönüflüm sırasında sırf kuyru¤un kaybolması ifllemi, Science News dergisindeki ifadeyle
"bir düzineden fazla gen" tarafından yönetilmektedir.99
Evrimcilerin "sudan karaya geçifl"
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
MEYVE S‹NEKLER‹
Göz
Bacak
Anten
NORMAL
MUTANT
Evrimci biyologlar yüzy›l›n bafl›ndan beri sinekleri mutasyona u¤ratarak, faydal› bir mutasyon
örne¤i arad›lar. Ancak bu çabalar›n sonucunda hep, sakat, hastal›kl› ve kusurlu sinekler el de edildi. Resimde, normal bir meyve sine¤inin kafas› ve mutasyona u¤rayarak bacaklar› ka fas›ndan ç›kan di¤er bir meyve sine¤i görülüyor.
iddiası ise, tamamen suda yaflamak için
yarat›lm›fl bir genetik bilgiye sahip olan
balıkların, rastgele mutasyonlar sonucunda, tesadüfen kara canlılarına dönüfltü¤ü fleklindedir. Bu nedenle metamorfoz gerçekte evrimi destekleyen de¤il,
çürüten bir delildir. Çünkü metamorfoz
sürecine en ufak bir hata karıflsa, canlı
ölür ya da sakat kalır. Dolay›s›yla rastgele bir de¤iflim söz konusu olamaz. Metamorfozun mutlaka kusursuz olarak tamamlanması flarttır. Bu denli kompleks
ve hataya izin vermeyen bir sürecin, evrimin iddia etti¤i gibi rastgele mutasyonlarla ortaya çıkması ise imkansızdır.
Meyve sinekleri
Evrimciler tarafından yapılan bütün
"faydalı mutasyon oluflturma" çabaları
baflarısızlıkla sonuçlanmıfltır. Evrimciler
Harun Yahya (Adnan Oktar)
de bu çaresizlikten kurtulmak için, çok
hızlı üredi¤i ve mutasyona u¤ratılmasının kolay oldu¤unu düflündükleri, meyve sinekleri üzerinde onyıllarca mutasyon denemeleri yapmıfllardır. Bu canlılar defalarca, olabilecek her türlü mutasyona u¤ratılmıfllardır. Ancak sonuçta tek
bir faydalı mutasyon dahi gözlemlenememifltir. Evrimci genetikçi Gordon
Taylor, bazı evrimcilerin meyve sinekleri üzerindeki bu gereksiz ısrarlarını flöyle dile getirmifltir:
"Bu çok çarpıcı ama bir o kadar da gözden kaçırılan bir gerçektir: Altmıfl yıldır
dünyanın dört bir yanındaki genetikçiler
evrimi kanıtlamak için meyve sinekleri
yetifltiriyorlar. Ama hala bir türün, hatta
tek bir enzimin bile ortaya çıkıflını gözlemlemifl de¤iller."100
Bir baflka arafltırmacı olan Michael
Pitman da, meyve sinekleri üzerindeki
77
78
M‹KRO EVR‹M‹N GEÇERS‹ZL‹⁄‹
deneylerin baflarısızlı¤ını flu flekilde ifade etmifltir:
Sayısız genetikçi meyve sineklerini nesiller boyunca sayısız mutasyona maruz bıraktılar. Peki sonuçta insan yapımı bir
evrim mi ortaya çıktı? Maalesef hayır.
Genetikçilerin yarattıkları canavarlardan sadece pek azı beslendikleri fliflelerin
dıflında yaflamlarını sürdürebildiler. Pratikte mutasyona u¤ratılmıfl olan tüm sinekler ya öldüler, ya sakat ya da kısır oldular.101
Kısacası meyve sinekleri de di¤er
tüm canlılar gibi özel yaratılmıfl bir genetik bilgi (DNA) ye sahiptir ve bu genetik bilgi üzerinde meydana gelecek
herhangi bir de¤iflim de bu canlının yalnızca zarar görmesine yol açacaktır.
Mikro evrimin geçersizli¤i
Bir türün kendi içinde çeflitlenmesini, di¤er bir deyimle varyasyonlar›n ortaya ç›kmas›n› evrimciler, "mikro evrim" ad›n› koyduklar› hayali bir mekanizmayla aç›klamaya çal›fl›rlar. Mikro
evrimin ise daha uzun bir zaman içinde
birikerek makro evrime, yani yeni türlerin oluflmas›na yol açt›¤›n› savunurlar
(bkz. Makro evrim masal›) Oysa gerçekte, ortada evrimle ilgili hiçbir olay yoktur. Tür içindeki çeflitlenme, o türün bireylerinin çapraz çiftleflmeleri sonucu
türün gen havuzunda bulunan sabit say›daki genin farkl› kombinasyonlarda birbirleriyle eflleflerek ortaya yeni ve farkl›
fiziksel özelliklere sahip bireylerin ortaya ç›kmas› ile olur. Ancak burada türün
gen havuzuna hiçbir zaman yeni bir gen
eklenmez. Yaln›zca mevcut genler de¤iflik kombinasyonlarda yeni bireylerde
bir araya gelirler. Türün gen havuzundaki genlerin say›s› ve çeflidi sabit oldu¤u
için, bunlar›n meydana getirece¤i kombinasyonlar›n da belli bir s›n›r› vard›r.
Bunun ötesinde bir kombinasyon meydana gelmez. Ayr›ca tür içindeki çeflitlenme yeni bir tür ortaya ç›karmaz, her
zaman ayn› tür içinde kal›r. Örne¤in
farkl› cinste köpekler birbirleriyle ne kadar farkl› kombinasyonlarda çiftleflirlerse çiftleflsinler ortaya her zaman köpek
ç›kar, hiçbir zaman örne¤in bir at ya da
inek ç›kmaz. Bu durum temel biyoloji
kurallar›yla sabit oldu¤u gibi, deney ve
gözlemlerle de defalarca ispatlanm›flt›r.
‹lginçtir ki Darwin teorisinin belkemi¤ini mikro evrim sand›¤› varyasyonlar üzerine kurmufltu. Darwin'in iddialar›n› zaman içinde bir bir çürüten ilerlemeler, ayn› zamanda Darwin'in "Türlerin Kökeni" olarak iddia etti¤i "varyasyonlar"›n da gerçekte böyle bir anlam tafl›mad›¤›n› ortaya ç›karm›flt›r. ‹flte bu nedenle evrimci biyologlar, tür içindeki çeflitlenme ile yeni tür oluflumunu birbirinden ay›rmak ve bunlar hakk›nda iki ayr›
kavram öne sürmek durumunda kalm›fllard›r.
Evrimci biyologlar›n "mikro evrim"
kavram›n› kullanarak vermek istedikleri
izlenim, varyasyonlar›n uzun zaman
içinde yepyeni canl› s›n›flamalar› oluflturabilece¤i fleklindeki yan›lt›c› bir mant›kt›r. Nitekim konu hakk›nda derinlemesine bilgi sahibi olmayan pek çok kiEvrim Açmaz› (Ansiklopedik)
MILLER DENEY‹
fli "mikro evrim uzun zamana yay›ld›¤›nda makro evrim oluflturur" gibi yüzeysel bir düflünceye kap›lmaktad›r. Bu
düflüncenin örneklerini s›k s›k görmek
mümkündür. Baz› "amatör" evrimciler,
"insanlar›n boy ortalamas› bir yüzy›l
içinde bile iki cm. artm›fl, demek ki milyonlarca y›l içinde her türlü evrim gerçekleflebilir" fleklinde mant›klar öne sürerler. Oysa boy ortalamas› de¤iflimi gibi varyasyonlar›n hepsi, belirli genetik
s›n›rlar içinde gerçekleflen ve evrimle ilgisi olmayan biyolojik olaylard›r.
Nitekim, "mikro evrim" ad›n› verdikleri varyasyonlar›n yeni canl› s›n›flamalar› oluflturamad›¤›n›, yani "makro
evrim" sa¤lamad›¤›n› günümüzde evrimci otoriteler de kabul etmektedir. Evrimci biyologlar; Scott Gilbert, John
Opitz ve Rudolf Raff, Developmental
Biology dergisinde yay›nlanan 1996 tarihli bir makalelerinde bu konuyu flöyle
aç›klarlar:
Modern sentez (neo-Darwinist teori)
önemli bir baflar›d›r. Ancak, 1970'lerden
bafllayarak, çok say›da biyolog bunun
aç›klay›c› gücünü sorgulamaya bafllam›flt›r. Genetik bilimi, mikro evrimi aç›klamak için yeterli bir araç olabilir, ama
genetik bilgi üzerindeki mikro evrimsel
de¤ifliklikler, bir sürüngeni bir memeliye
çevirebilecek ya da bir bal›¤› amfibiyene
dönüfltürecek türden de¤ildir. Mikro evrim, sadece uygunlar›n hayatta kalmas›
kavram›na yard›mc› olabilir, uygunlar›n
oluflumunu aç›klayamaz. Goodwin'in
1995'te belirtti¤i gibi, "türlerin kökeni,
yani Darwin'in problemi, çözümsüz kalmaya devam etmektedir."102
Harun Yahya (Adnan Oktar)
Darwinizm'in yüzy›l› aflk›n bir süredir "evrim delili" olarak gördü¤ü varyasyonlar›n, gerçekte "türlerin kökeni"yle
hiçbir ilgisi yoktur. ‹nekler milyonlarca
y›l boyunca farkl› eflleflmelerle çiftlefltirilebilir ve farkl› inek cinsleri elde edilebilir. Ama inekler hiçbir zaman baflka bir
canl› türüne, örne¤in zürafalara ya da fillere dönüflmeyecektir. Darwin'in Galapagos adalar›nda gördü¤ü farkl› ispinozlar
da ayn› flekilde "evrim"e delil oluflturmayan bir varyasyon örne¤idir. ‹flte bu nedenle de, Darwin'in problemi, yani "türlerin kökeni", hiçbir zaman evrimle yan›tlanamayan bir soru olarak kalacakt›r.
M›ller Deneyi
Hayatın kökeni konusunda evrimcilerin en çok itibar ettikleri çalıflma, 1953
yılında Amerikalı arafltırmacı Stanley
Miller tarafından yapılan Miller deneyidir. (Deney, Miller'in Chicago Üniversitesi'ndeki hocası Harold Urey'in katkısından dolayı "Urey-Miller Deneyi" olarak da bilinir.)
Stanley Miller'in amacı, milyarlarca
yıl önceki cansız dünyada proteinlerin
yapıtaflları olan amino asitlerin "tesadüfen" oluflabileceklerini gösteren bir deneysel bulgu ortaya koymaktı.
Miller, deneyinde, ilkel dünya atmosferinde bulundu¤unu varsaydı¤ı -daha sonraları ise bulunmadı¤ı anlaflılacak
olan- amonyak, metan, hidrojen ve su
buharından oluflan bir gaz karıflımını
kullandı. Bu gazlar, do¤al flartlar altında
79
80
MILLER DENEY‹
Stanley Miller'in deney düzene¤i.
birbirleriyle reaksiyona giremeyecekleri
için dıflarıdan enerji takviyesi yaptı. ‹lkel
atmosfer ortamında yıldırımlardan kaynaklanmıfl olabilece¤ini düflündü¤ü
enerjiyi, yapay bir elektrik deflarj kayna¤ından sa¤ladı.
Miller bu gaz karıflımını bir hafta boyunca 100°C ısıda kaynattı, bir yandan
da karıflıma elektrik akımı verdi. Haftanın sonunda Miller, kavanozun dibinde
bulunan karıflımdaki kimyasalları ölçtü
ve proteinlerin yapıtafllarını oluflturan 20
çeflit amino asitten üçünün sentezlendi¤ini gözledi.
Deneyin sonucu, evrimciler arasında
büyük bir sevinç yarattı ve çok büyük
bir bafları gibi lanse edildi. Hatta, çeflitli
yayınlar olayın sarhofllu¤u içinde, "Miller hayatı yarattı" fleklinde manfletler
atacak kadar kendilerinden geçtiler. Oysa Miller'in sentezledi¤i sadece birtakım
"cansız" moleküllerdi.
Bu deneyden aldıkları cesaretle evrimciler, hemen yeni senaryolar ürettiler.
Amino asitlerden sonraki aflamalar da
hemen kurgulandı. Çizilen senaryoya
göre, amino asitler, daha sonra rastlantılar sonucu uygun dizilimlerde birleflmifl
ve proteinleri oluflturmufllardı. Tesadüf
eseri meydana gelen bu proteinlerin bazıları da, sözde "bir flekilde" oluflmufl
hücre zarı benzeri yapıların içine kendilerini yerlefltirerek hücreyi meydana getirmifllerdi. Hücreler de zamanla yan yana gelip birleflerek canlı organizmaları
oluflturmufllardı. Ne var ki hiçbir aflamas› bilimsel bir delille desteklenmeyen bu
senaryonun en büyük dayana¤ı olan
Miller deneyi, her yönden geçersizli¤i
kanıtlanmıfl bir aldatmacadan baflka bir
fley de¤ildi.
Miller'in, ilkel dünya koflullarında
amino asitlerin kendi kendilerine oluflabileceklerini kanıtlamak amacıyla yaptı¤ı deney birçok yönden tutarsızlık göstermektedir. Bunları flöyle sıralayabiliriz:
1- Miller, deneyinde "so¤uk tuzak"
(cold trap) isimli bir mekanizma kullanarak amino asitleri olufltukları anda ortamdan izole etmiflti. Çünkü aksi takdirde, amino asitleri oluflturan ortamın koflulları, bu molekülleri oluflmalarından
hemen sonra imha edecekti.
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
MILLER DENEY‹
reaksiyon hücresi
Kondansatöre
su eklenir.
metan, amonyak,
su ve hidrojen
gaz›
vakum
Su kaynar.
Miller'in, deneyinde oluflturdu¤u yapay ortam, gerçekte ilkel dünya flartlar›na hiçbir benzerlik göstermiyordu. Bu nedenle deney, bilim dünyas› taraf›ndan geçersiz say›lm›flt›r.
Halbuki ilkel dünya koflullarında elbette bu çeflit bilinçli düzenekler yoktu.
Ve mekanizma olmadan herhangi bir çeflit amino asit elde edilse bile, bu moleküller aynı ortamda hemen parçalanacaklardı. Kimyager Richard Bliss'in belirtti¤i gibi, "bu so¤uk tuzak olmasa,
kimyasal ürünler elektrik kayna¤ı tarafından tahrip edilmifl olacaktı".103
Nitekim Miller, so¤uk tuzak yerlefltirmeden yaptı¤ı daha önceki deneylerde
tek bir amino asit bile elde edememiflti.
2- Miller'in deneyinde canlandırmaya çalıfltı¤ı ilkel atmosfer ortamı gerçekçi de¤ildi. 1980'li yıllarda bilim adamları ilkel atmosferde, metan ve amonyak
yerine azot ve karbondioksit bulunması
gerekti¤i görüflünde birlefltiler. Nitekim
uzun süren bir sessizlikten sonra Mil-
Harun Yahya (Adnan Oktar)
ler'ın kendisi de kullandı¤ı atmosfer ortamının gerçekçi olmadı¤ını itiraf etti.104
Nitekim Amerikalı bilim adamları J.
P. Ferris ve C. T. Chen, karbondioksit,
hidrojen, azot ve su buharından oluflan
bir karıflımla Miller'ın deneyini tekrarladılar ve bir tek molekül amino asit bile
elde edemediler.105
3- Miller'in deneyini geçersiz kılan
bir di¤er önemli nokta da, amino asitlerin olufltu¤u öne sürülen dönemde, atmosferde amino asitlerin tümünü parçalayacak yo¤unlukta oksijen bulunmasıydı. Miller'in gözardı etti¤i bu önemli
gerçek, yaflları 3.5 milyar yıl olarak hesaplanan tafllardaki okside olmufl demir
ve uranyum birikintileriyle anlaflıldı.106
Oksijen miktarının, bu dönemde evrimcilerin iddia etti¤inin çok üstünde ol-
81
82
MILLER DENEY‹
du¤unu gösteren baflka bulgular da ortaya çıktı. Arafltırmalar, o dönemde dünya
yüzeyine evrimcilerin tahminlerinden 10
bin kat daha fazla ultraviyole ıflını ulafltı¤ını gösterdi. Bu yo¤un ultraviyolenin
atmosferdeki su buharı ve karbondioksiti ayrıfltırarak oksijen açı¤a çıkarması ise
kaçınılmazdı.
Bu durum, oksijen dikkate alınmadan yapılmıfl olan Miller deneyini tamamen geçersiz kılıyordu. E¤er deneyde
oksijen kullanılsaydı; metan, karbondioksit ve suya, amonyak ise azot ve suya
dönüflecekti. Di¤er taraftan, oksijenin
bulunmadı¤ı bir ortamda -henüz ozon
tabakası var olmadı¤ından- ultraviyole
ıflınına do¤rudan maruz kalacak olan
amino asitlerin hemen parçalanacakları
da açıktı. Sonuçta ilkel dünyada oksijenin var olması da, olmaması da amino
asitler için yok edici bir ortam demekti.
4- Miller deneyinin sonucunda, canlıların yapı ve fonksiyonlarını bozucu
özelliklere sahip organik asitlerden de
çok miktarda oluflmufltu. Amino asitlerin, izole edilmeyip de bu kimyasal maddelerle aynı ortamda bırakılmaları halinde ise, bunlarla kimyasal reaksiyona girip parçalanmaları ve farklı bilefliklere
dönüflmeleri kaçınılmazdı.
Ayrıca deney sonucunda ortaya bol
miktarda sa¤-elli amino asit çıkmıfltı.107
(bkz. Sa¤-elli amino asitler) Bu amino
asitlerin varlı¤ı, evrimi kendi mantı¤ı
içinde bile çürütüyordu. Çünkü sa¤-elli
amino asitler, canlı yapısında kullanılamayan amino asitlerdi. Sonuç olarak
Miller'in deneyindeki amino asitlerin
olufltu¤u ortam, canlılık için elveriflli de¤il, aksine ortaya çıkacak ifle yarar molekülleri parçalayıcı, yakıcı bir asit karıflımı niteli¤indeydi.
Tüm bunların gösterdi¤i tek bir somut gerçek vardır: Miller deneyi canlılı¤ın ilkel dünya flartlarında tesadüfen
meydana gelebilece¤ini kanıtlamaz. Deney, amino asit sentezlemeye yönelik bilinçli ve kontrollü bir laboratuvar çalıflmasıdır. Kullanılan gazların cinsleri ve
karıflım oranları amino asitlerin oluflabilmesi için en ideal ölçülerde belirlenmifltir. Ortama verilen enerji miktarı, ne eksik ne fazla, tamamen istenen reaksiyonların gerçekleflmesini sa¤layacak biçimde titizlikle ayarlanmıfltır.
Deney aygıtı, ilkel dünya koflullarında mevcut olabilecek hiçbir zararlı, tahrip edici ya da amino asit oluflumunu engelleyici unsuru barındırmayacak biçimde izole edilmifltir. ‹lkel dünyada mevcut
olan ve reaksiyonların seyrini de¤ifltirecek hiçbir element, mineral ya da bileflik
deney tüpüne konulmamıfltır. Oksidasyon sebebiyle amino asitlerin varlı¤ına
imkan vermeyecek oksijen bunlardan
yalnızca birisidir. Kaldı ki, hazırlanan
ideal laboratuvar koflullarında bile, "so¤uk tuzak" (cold trap) denen mekanizma
olmadan amino asitlerin aynı ortamda
parçalanmadan varlıklarını sürdürebilmeleri mümkün de¤ildir.
Miller deneyiyle evrimciler, aslında
evrimi kendi elleriyle çürütmüfllerdir.
Çünkü deney, amino asitlerin ancak tüm
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
MILLER, STANLEY
koflulları özel olarak ayarlanmıfl bir laboratuvar ortamında, bilinçli müdahalelerle elde edilebilece¤ini kanıtlamıfltır.
Yani canlılı¤ı ortaya çıkaran güç, bilinçsiz tesadüfler de¤il, "yaratılıfl"tır.
Evrimcilerin bu açık gerçe¤i kabul
etmemeleri, bilime tamamen aykırı birtakım önyargılara sahip olmalarından
kaynaklanır. Nitekim Miller deneyini
ö¤rencisi Stanley Miller ile birlikte organize eden Harold Urey, bu konuda flu
itirafı yapmıfltır:
Yaflamın kökeni konusunu arafltıran bizler, bu konuyu ne kadar çok incelersek
inceleyelim, hayatın herhangi bir yerde
evrimleflmifl olamayacak kadar kompleks
oldu¤u sonucuna varıyoruz. (Ancak) Hepimiz bir inanç ifadesi olarak, yaflamın
bu gezegenin üzerinde ölü maddeden
evrimleflti¤ine inanıyoruz. Fakat kompleksli¤i o kadar büyük ki, nasıl evrimleflti¤ini hayal etmek bile bizim için zor.108
M›ller, Stanley
Stanley Miller hayatın kökeni konusunda yaptı¤ı deneylerle ünlenen Amerikalı bir arafltırmacıdır. 1953 yılında Chicago Üniversitesi'ndeki hocası Harold
Urey'le birlikte, laboratuvar ortamında
canlılı¤ın temel yapıtaflları olan amino
asitleri sentezlemeye çalıflmıfltır. Fakat
deney sırasında evrimcilerin varsaydıkları ilkel atmosfer ortamını çarpıtarak
deney ortamına uygulamıfltır. "UreyMiller Deneyi" olarak anılan bu deney umulanın aksine- canlılı¤ın hiçbir flekilde tesadüfi etkilerle kendili¤inden oluflamayaca¤ını ispatlamıfltır. (bkz. Miller
Deneyi)
Evrim sürecinin ilk aflaması olarak
öne sürülen "moleküler evrim" tezini
sözde ispatlamak için kullanılan yegane
"delil" iflte bu deneydir. Aradan neredeyse yarım asır geçmesine ve büyük
teknolojik ilerlemeler kaydedilmesine
ra¤men bu konuda hiçbir yeni giriflimde
bulunulmamıfltır. Bugün halen ders kitaplarında canlıların ilk oluflumunun evrimsel açıklaması olarak Miller Deneyi
okutulmaktadır. Çünkü bu tür çabaların
kendilerini desteklemedi¤inin, aksine
sürekli yalanladı¤ının farkında olan evrimciler, benzeri deneylere giriflmekten
özellikle kaçınmaktadırlar.
Stanley Miller deney aparat›yla
Harun Yahya (Adnan Oktar)
83
84
M‹TOKONDR‹YEL HAVVA TEZ‹N‹N ÇEL‹fiK‹LER‹
bilim adamı, insan›n kökeninin flempanze oldu¤u iddiasını tartıflmasız kanıtlanmıfl bir gerçekmifl gibi sunarak, ilk inGünümüzün popüler bilimsel terim- sansı canlının mitokondriyel DNA'sının
leri, evrime bilimsel kılıf uydurmada sık flempanze DNA'sı oldu¤unu kabul etkullanılır. Bunlardan DNA da evrimcile- mifltir. Bu kiflilerin iddialarına göre yüzre bu yönde malzeme olmaktadır.
binlerce yıl içinde rastgele mutasyonlar,
DNA çekirdekte bulunmasının ya- flempanze DNA'sını bizim flu anki mitonında, enerji üretim merkezleri olan mi- kondriyel DNA'mıza dönüfltürmüfltür.
tokondrilerde de bulunur. Çekirdekteki Bu önyargıdan hareketle mevcut evrim
DNA, anne ile babadan gelen DNA'ların soya¤acının hangi tarihte nerede bafllabirleflmesi sonucu oluflurken, mitokond- dı¤ını belirlemeye çalıflmıfllardır.
rideki DNA'nın kayna¤ı ise yalnızca anBu teoriyi ilk olarak ileri süren Bernedir. Bu noktadan hareketle, her insa- keleyli biyokimyacılar Wilson, Rebecca
n›n mitokondriyel DNA's› annesininkiy- Cann ve Mark Stoneking, üç temel önle aynıdır. Bu yöntemle iz sürerek insa- yargı ve kanıtlanması imkansız tahminn›n kökeni arafltırılabilir.
lerden yola çıktılar:
"Mitokondriyel Havva" tezi ise, söz
1-Mitokondriyel DNA'nın kökeni,
konusu bilimsel gerçe¤in evrim teorisi- "hominid"lere, yani maymunsu canlılara
nin dogmalarına göre yorumlanarak çar- dayanıyordu.
pıtıldı¤ı bir varsayımdır. Birkaç evrimci
2-Mitokondriyel-DNA'da mutasyonlarla düzenli de¤ifliklikler olmalıydı.
3-Bu mutasyonlar sabit bir hızda, sühücre zar›
rekli olarak meydana gelmeliydi.
Bu tahminleri temel alan arafltırmacılar, sözde evrim sürecinde türsitoplazma
lerin hangi hızda de¤iflti¤ini göslizozom
terecek olan "moleküler saat"e
mitokondri
ulaflabileceklerine inanıyorçekirdek
lardı. Aslında bu programı
endoplazmik
yazanların yaptıkları, daha
retikulum
en bafltan varılmak istenen
sonuca göre çalıflmalarını
kromozom
yönlendirmekti.
"Mitokondriyel havva"
tezinin çeliflkileri
DNA
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
M‹TOKONDR‹YEL HAVVA TEZ‹N‹N ÇEL‹fiK‹LER‹
Dayandıkları varsayımlar, varlı¤ı kanıtlanamayan, deney ve gözlemle bile
örneklendirilememifl olan iddialardı.
(Gerçekte mutasyon, bir canlı yapıda sadece düzensizli¤e ve ölüme neden oldu¤u gözlemlenmifl DNA bozulmasıdır.
Mutasyonlar canlıyı daha üst bir düzeye
taflıyan herhangi bir ilerlemeye asla sebep olmaz.) (bkz. Mutasyon:Hayali bir
mekanizma)
Evrimci arafltırmacılar önyargılarını
kamufle edece¤ini umdukları bir bilgisayar programı gelifltirdiler. Program evrimin en direkt ve verimli yolu takip etti¤i
yargısı temel alınarak yapılmıfltı. Oysa
bu, evrim teorisinin temel varsayımlarına bile aykırı olan hayali bir tablodur.
Nitekim bu tezin bilimsel bir de¤er
taflımadı¤ı, evrim teorisini savunan pek
çok bilim adamı tarafından dahi kabul
edildi. Nature dergisinin editör kurulundan Henry Gee, "Afrika Cenneti Üzerindeki ‹statistiksel Bulut" adlı yazısında
mtDNA çalıflması sonuçlarını "süprüntü" olarak de¤erlendirdi.109 Gee'nin yazısında, mevcut 136 mtDNA serisi ele
alındı¤ında, çizilen soy a¤açlarının sayısının 1 milyarı geçti¤i bildiriliyordu. Yani yapılan bu çalıflmada bu 1 milyar kadar tesadüfi soy a¤acı görmezlikten gelinmifl ancak flempanze-insan arasında
evrim oldu¤u varsayımına uygun olan
tek soya¤acı seçilmiflti.
Washington Üniversitesi'nden ünlü
genetikçi Alan Templeton da DNA seri-
Harun Yahya (Adnan Oktar)
lerinden yola çıkarak insanın kökeni için
bir tarih belirlemenin imkansız oldu¤unu bildirdi. Çünkü DNA'lar insan toplulukları arasında bile oldukça fazla harmanlanmıfltır.110
Bu, matematiksel olarak bakıldı¤ında soya¤acında tek bir insana ait
mtDNA'yı ayırt etmenin imkansız oldu¤u anlamına gelir.
En önemli itiraf ise, tezin sahiplerinden geldi. 1992 yılında çalıflmayı tekrarlayan ekipten Mark Stoneking Science
dergisine yazdı¤ı bir mektupta "Afrikalı
Havva" iddiasının geçersiz oldu¤unu kabul etti.111 Çünkü çalıflmanın her hali ile
istenen sonuca yönelik olarak ayarlandı¤ı ortadaydı.
Mitokondriyel DNA tezi, DNA'daki
mutasyonlardan yola çıkılarak gelifltirilmifltir. Fakat evrimcilerin, insan DNA'sına baktıklarında hangi DNA basamaklarının mutasyonların sonucu olufltu¤una,
hangilerinin de orijinal-de¤iflmemifl oldu¤una nasıl karar verebildikleri meçhuldür. Çalıflmaya bafllarken varlı¤ını
iddia ettikleri orijinal insan DNA'sından
yola çıkmak zorundadırlar. Ama evrimcilerin burada yaptı¤ı hile ortadadır;
kendilerine baz olarak flempanze
DNA'sını almaktadırlar.112
Baflka bir deyiflle, insan DNA'sının
flempanze DNA'sından evrimleflti¤ine
kanıt arandı¤ı bir çalıflmada, tarih öncesi orijinal insan diye flempanze bafllangıç
noktası olarak alınmaktadır. Daha çalıfl-
85
86
MODERN SENTET‹K EVR‹M MASALI
manın baflında evrim gerçekleflmifl varsayımı ile hareket edilmekte, sonra da elde edilen sonuç "evrim kanıtı" gibi gösterilmektedir. Bu yüzden söz konusu çalıflma bilimsellikten son derece uzakt›r
ve magazinsel niteliktedir.
Ayr›ca evrimci arafltırmacı e¤er
DNA'da meydana geldi¤ini iddia etti¤i
düzenli yararlı mutasyonları "moleküler
saat"i hesaplamada temel olarak kullanacaksa sözde mutasyonların hızını da hesaplamak zorundadır. Ama çekirdekteki
ya da mitokondrideki DNA'da ne sıklıkta mutasyona u¤radıklarını gösterir herhangi bir gösterge bulunmaz.
‹çindeki mantıkları de¤erlendirdi¤imizde bu tez flunu göstermektedir: Bir
kez daha evrim, evrimden yola çıkılarak
kanıtlanmıfl gibi gösterilmeye çalıflılmaktadır. DNA ile evrime kanıt aramak,
tarafsız olarak yapılan bir çalıflma de¤il,
fakat "evrim zaten olmufl" önyargısı temel alınarak yapılmıfl bir göz boyamadır.
Evrimcilerin neden göz boyama ihtiyacı duydukları sorusunun cevabı ise,
evrimi destekleyen hiçbir gerçek bilimsel kanıt olmayıflıdır.
Modern Sentetik
Evrim masal›
Amerikan Jeoloji Derne¤i'nde toplanan bilim adamları mutasyon kavramını
benimseyerek, Darwin'in Lamarck'a dayanarak cevaplamaya çalıfltı¤ı "canlıları
gelifltiren yararlı de¤iflikliklerin kayna¤ı
nedir?"sorusuna "rastgele mutasyonlar"
cevabını verdiler. Darwin'in do¤al seleksiyon tezine mutasyon kavramının eklenmesiyle ortaya çıkan bu yeni teoriye
de "Modern Sentetik Evrim Teorisi" adını koydular. Kısa sürede bu yeni teori
"neo-Darwinizm" olarak bilindi ve teoriyi ortaya atanlar da "neo-Darwinistler"
olarak anılmaya bafllandılar. (bkz. NeoDarwinizm komedisi)
Modifikasyon
Canlılarda dıfl flartların etkisiyle belirli sınırlar içinde oluflan ve kalıtsal olmayan farklılıklardır. Bitki ve hayvanlarda aynı türe ba¤lı bireyler arasında
çiftleflme olmasına karflın, hepsi birbirine benzer bireylerden oluflmamıfltır. Aralarında kalıtsal olmayan bu farklılıklara
"modikifikasyon" denir. Bütün biyolojik
bünyeler dıfl koflulların etkisiyle belirli
sınırlar içinde kalmak kaydı ile farklılaflmalar gösterir.113
Aynı yumurta ikizleri, kalıtsal materyalleri aynı olmasına karflın hiçbir zaman birbirlerine tam olarak benzemezler. Çünkü çevre koflullarının her iki bireye aynı derecede etki etmesi olanaksızdır. Canlılarda modifikasyonu meydana
getiren dıfl flartlar besin, sıcaklık, nem ve
mekanik etkilerdir. Fakat vücut hücrelerinde oldu¤u için sadece o canlı ile sınırlı kalır ve o¤ul döllere aktarılamaz.114
Nitekim Darwin, canlıların çevre
flartlarının etkisiyle de¤iflip di¤er canlılara dönüflebileceklerini iddia ederken, di¤er yandan Mendel, canlı türlerinin çev-
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
MOLEKÜLER EVR‹M ÇIKMAZI
re etkisiyle de¤iflmeyeceklerini deneysel
olarak ispatlamıfl, kalıtımın belirli sınırlar içinde gerçekleflti¤ini göstermiflti.
Darwin'in fikirleri deneylere de¤il tamamen spekülasyona dayanan bir teori olarak kalırken Mendel, uzun ve sabırlı bir
çalıflmayla kalıtım kanunlarını deney ve
gözlemleriyle bilim tarihine sunmufltu.
Birbirlerinin ça¤daflı olmalarına ra¤men,
Mendel'in genetik çalıflmalarının bilim
dünyasında kabul görmesi ise Darwin'den 35 yıl sonra mümkün olmufltu.
Çünkü Mendel'in temellerini attı¤ı genetik bilimi, Darwinizm'in varsayımlarını
çürütmüfl ve evrimciler bunu kabullenmemek için uzun süre direnmifllerdi. Ancak bilimsel geliflmeler, Mendel'in bulgularını kabul etmelerini zorunlu kılmıfl
ve evrimciler de teorilerinde buna göre
göstermelik de¤ifliklikler yapmayı tek
çıkar yol olarak görmüfllerdi. (bkz. NeoDarwinizm komedisi)
Moleküler evrim ç›kmaz›
Evrim teorisinin iddiasına göre; milyarlarca sene evvel dünyanın atmosferini teflkil eden su buharı, hidrojen, metan,
amonyak gibi gaz molekülleri; güneflten
gelen ultraviyole ıflınları, flimfleklerden
yayılan elektrik, radyoaktif kayalardan
çıkan radyasyon ve volkanlardan kaynaklanan ısı enerjisi ile ayrıflmıfl ve böylece ortaya çıkan atomlar yeni bir düzen
içinde biraraya gelerek hücrenin yapıtafllarını meydana getirmifllerdi. Daha sonra bu bileflikler ya¤mur sularıyla göl ve
Harun Yahya (Adnan Oktar)
denizlere taflınmıfllardı. Organik bileflikler bu flekilde yavafl yavafl birikmifl ve
eski yeryüzü suları bu maddeler bakımından zamanla zenginleflmifllerdi. Sonra bu karıflım içindeki amino asitler ve
di¤er organik maddeler biraraya gelerek
proteinleri, karbonhidrat zincirlerini ve
giderek daha kompleks yapılı di¤er organik maddeleri oluflturmufltu. Sonunda
kompleks yapılı büyük moleküllerden
bazıları biraraya gelerek daha iri molekül kümelerini meydana getirmifllerdi.
Meydana gelen ilk kümeler büyüme e¤ilimleri sebebiyle çevrelerinden yeni moleküller almaya çalıflmıfltı. Böylece yapısı ve organizasyonu daha kompleks
olan ve büyüyüp ço¤alabilen kümeler
ortaya çıkmıfltı. Bu noktada aralarında
tam bir fikir birli¤i bulunmamakla beraber, evrimcilerin ço¤unun öne sürdü¤ü
iddiaya göre, dıflarıda ayrıca tesadüfen
meydana gelmifl nükleik asitler, "koeservat" denilen bu kümelerin içine girip
yerleflmifller ve nihayet koeservatlar organizasyon seviyelerini yeterince yükselttiklerinde canlanarak hayat sahibi ilk
hücreler haline gelmifllerdi.
Yukarıdaki senaryoda evrimciler cansız maddelerden canlılı¤ın oluflumunda
hiçbir bilinçli müdahalenin varlı¤ını kabul etmez, herfleyin kör tesadüfler sonucu olufltu¤unu iddia ederler. Canlılı¤ın
cansız maddelerden tesadüfen oluflumuna ilk basamak olarak da Miller'in deneyini gösterirler. Ancak Miller deneyinde
kullanılan ilk atmosferin kimyasal yapısı
konusundaki varsayımların yanlıfl oldu¤u
87
88
MOLEKÜLER HOMOLOJ‹ TEZ‹N‹N SAÇMALIKLARI
günümüzde artık anlaflılmıfl olan ve Miller'in kendisinin de itiraf etti¤i bir gerçektir. (bkz. Miller Deneyi) Bugün her
türlü çabaya ra¤men evrim teorisinin ne
moleküler düzeyde ne de bir baflka alanda bilimsel destek bulamadı¤ı açıktır.
Ünlü biyokimyacı Prof. Michael
Denton moleküler biyoloji alanında elde
edilen bulgulara dayanarak flu yorumu
yapar:
Moleküler düzeyde, her canlı sınıfı, özgün, farklı ve di¤erleriyle ba¤lantısızdır.
Dolayısıyla moleküller, aynı fosiller gibi,
evrimci biyoloji tarafından uzun zamandır aranan teorik ara geçifllerin olmadı¤ını göstermifltir... Moleküler düzeyde
hiçbir organizma bir di¤erinin "atası"
de¤ildir, di¤erinden daha "ilkel" ya da
"geliflmifl" de de¤ildir... E¤er bu moleküler kanıtlar bundan bir asır önce var olsaydı... organik evrim düflüncesi hiçbir
zaman kabul görmeyebilirdi.115
Moleküler düzeyde yapılan karflılafltırmalar, canlıların evrimlefltiklerini de¤il, ayrı ayrı yaratıldıklarını göstermektedir. Kaldı ki; fosil kayıtları, canlılardaki
kompleks yapı ve sistemler, hiçbir "evrim mekanizması"nın olmayıflı gibi daha
pek çok bilimsel gerçek, evrim teorisinin
iddialarını zaten çoktan yıkmıfltır.
Moleküler homoloji
tezinin saçmal›klar›
Evrimciler, farklı canlı türlerinin
DNA flifrelerinin ya da protein yapılarının benzer oldu¤undan söz ederler ve
bunu, bu canlı türlerinin birbirlerinden
evrimlefltiklerinin delili olarak yorumlarlar. Örne¤in evrimci yayınlarda sık
sık "insan DNA'sı ile maymun DNA'sı
arasında büyük bir benzerlik" oldu¤u
söylenir ve bu, insan ile maymun arasında evrimsel bir iliflki oldu¤u iddiasının
kanıtı gibi sunulur. (bkz. Maymun-‹nsan
genetik benzerli¤i yalan›)
Öncelikle belirtmek gerekir ki, yeryüzünde yaflayan canlıların birbirlerine
yakın DNA yapısına sahip olmaları beklenmedik bir durum de¤ildir. Canlıların
temel yaflamsal ifllevleri birbiriyle aynıdır ve insan da canlı bir bedene sahip oldu¤una göre, di¤er canlılardan farklı bir
DNA yapısına sahip olması beklenemez.
‹nsan da di¤er canlılar gibi proteinlerle
beslenerek geliflir, onun da vücudunda
kan dolaflır, hücrelerinde her saniye oksijen kullanılarak enerji üretilir.
Dolayısıyla canlıların genetik benzerliklere sahip olmaları, ortak bir atadan evrimlefltikleri iddiasına delil olarak
gösterilemez. Evrimciler, e¤er ortak atadan evrimleflme teorisini delillendirmek
istiyorlarsa, birbirinin atası oldu¤u iddia
edilen canlıların moleküler yapılarında
da bir ata-torun iliflkisi oldu¤unu göstermek zorundadırlar. Oysa, evrimcilerin
elinde bu yönde hiçbir somut bulgu yoktur.
Nitekim farklı türlere ve sınıflara ait
canlıların DNA ve kromozom analizleri
sonucunda elde edilen bulgular karflılafltırıldı¤ında, canlıların DNA ve kromozomlarındaki benzerliklerin ya da farklı-
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
MOLEKÜLER HOMOLOJ‹ TEZ‹N‹N SAÇMALIKLARI
Evrimin ünlü teorisyenlerinden Rus
bilim adamı Dobzhansky, canlılar ve
DNA'ları arasındaki bu kuralsız iliflkinin
evrimin açıklayamadı¤ı büyük bir sorun
oldu¤unu flöyle ifade etmektedir:
Kromozom say›lar›na ve DNA yap›lar›na göre yap›lan karfl›laflt›rmalar, farkl› canl› türle ri aras›nda hiçbir evrimsel akrabal›k iliflkisi
kurulamad›¤›n› göstermektedir.
lıkların, öne sürülen hiçbir evrimci mantık ya da ba¤lantıyla uyuflmadı¤ı çok
açık bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Evrimci teze göre canlıların kompleksliklerinde kademeli bir artıfl yaflanmıfl olmalı, buna paralel olarak da genetik bilgilerini oluflturan kromozomlarının sayısının kademeli olarak artması beklenmelidir. Fakat elde edilen veriler bu tezin tamamen hayal ürünü oldu¤unu göstermektedir. Örne¤in, domatesin 24 kromozomu varken, çok daha kompleks bir organizmaya ve sistemlere sahip olan Copepode yengecinin sadece 6 kromozomu
vardır. Ya da, tek hücreli bir canlı olan
Euglena'da 45 kromozom bulunurken,
Amerika'da yaflayan büyük bir timsah
türü olan Alligatörde 32 kromozom bulunur. Bununla birlikte mikroskobik bir
canlı olan Radiolaria'da 800'den fazla
kromozom vardır.
Harun Yahya (Adnan Oktar)
Daha kompleks organizmaların genelde
basit olanlara göre hücrelerinde daha
fazla DNA'ları vardır. Fakat bu kuralın
dikkat çeken istisnaları vardır. Amphiuma (amfibiyen), Propterus (bir akci¤erli balık) ve hatta sıradan kurba¤alar ve
kara kurba¤aları tarafından geçilen insan ise, liste baflı olmaktan çok uzaktır.
Neden bu durum bu kadar uzun zamandır bir bilmece olarak kaldı?116
Yine evrimci homoloji tezine göre,
canlı büyüdükçe kromozom sayısının
artması, küçüldükçe ise kromozom sayısının azalması beklenmelidir. Oysa birbirleriyle bütünüyle farklı boyut ve yapılara sahip olan ve aralarında herhangi bir
evrimsel ba¤lantı oldu¤u iddia bile edilemeyen canlıların eflit sayıda kromozomlara sahip olmaları, canlıların kromozom benzerlikleri üzerine kurulan
yüzeysel evrimci mantıkları alt üst etmektedir. Buna birkaç örnek verecek
olursak, hem yulaf bitkisinin hem de
makak maymununun 42'fler kromozomu
vardır. Deer faresinin 48 kromozomu
bulunurken kendisinden kat kat büyük
olan gorilin de aynı sayıda, yani 48 kromozomu bulunur. Bir di¤er ilginç örnek
de çingene güvesi ve efle¤in kromozom
sayılarıdır. Her ikisi de 62 kromozoma
sahiptir.
Moleküler düzeydeki di¤er karflılafl-
89
90
MOLEKÜLER HOMOLOJ‹ TEZ‹N‹N SAÇMALIKLARI
Moleküler biyoloji ala n›nda elde edilen bulgulara göre, moleküler düzeyde, her canl›
s›n›f›, özgün, farkl› ve
di¤erleriyle ba¤lant›s›zd›r. Hiçbir organizma bir di¤erinin atas›
de¤ildir.
tırmalar da, evrimci yorumları anlamsız
kılan pek çok tutarsızlık örne¤i oluflturmaktadır. Çeflitli canlılardaki protein dizilimleri laboratuvarlarda analiz edildikçe, ortaya evrimciler açısından hiç beklenmedik, hatta kimi zaman hayret verici sonuçlar çıkmaktadır. Örne¤in insandaki Sitokrom-C proteini bir atınkinden
14 amino asit farklıyken, bir kangurununkinden yalnızca 8 amino asit farklıdır. Yine Sitokrom-C dizilimi incelendi¤inde, kaplumba¤aların insanlara kendileri gibi bir sürüngen olan çıngıraklı yılanlardan daha yakın oldu¤u görülür. Bu
durum evrimci bakıfl açısına göre yorumlandı¤ında kaplumba¤aların insanlarla yılanlardan daha yakın akraba oldukları gibi evrimcilerin dahi kabul edemeyecekleri kadar anlams›z bir sonuç
çıkacaktır.
Her ikisi de sürüngenler sınıfına dahil olan kaplumba¤a ve çıngıraklı yılanın arasında 100 kodonda 21 amino asitlik fark, çok ayrı sınıfların temsilcileri
arasındaki farklardan belirgin bir flekilde
daha büyüktür. Örne¤in, tavuk ve su yılanı arasındaki 17 veya at ve köpekbalı¤ı arasındaki 16, hatta iki ayrı filuma ait
köpek ve solucan sine¤i arasındaki 15
amino asitlik farktan bile daha büyüktür.
Benzer gerçekler hemoglobin için de
bulunmufltur. Bu proteinin insandaki dizilimi lemurunkinden 20 amino asit
farklı iken, domuzdakinden yalnızca 14
amino asit farklıdır. Durum di¤er proteinler için de yaklaflık olarak aynıdır.117
Evrimcilerin bu durumda, insanın
evrimsel olarak kanguruya, attan daha
yakın olması ya da domuzla lemurdan
daha yakın akraba oldu¤u gibi sonuçlara
varmaları gerekir.
South Carolina Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden biyokimya arafltırmacısı Dr.
Christian Schwabe, moleküler alanda
evrime delil bulabilmek için uzun yıllarını vermifl bir bilim adamıdır. Özellikle
insülin ve relaxin türü proteinler üzerinde incelemeler yaparak canlılar arasında
evrimsel akrabalıklar kurmaya çalıflmıfltır. Fakat çalıflmalarının hiçbir noktasında evrime herhangi bir delil elde edemedi¤ini pek çok kereler itiraf etmek zorunda kalmıfltır. Science dergisindeki bir
makalesinde flöyle demektedir:
Moleküler evrim, evrimsel akrabalıkların ortaya çıkarılması için neredeyse paleontolojiden daha üstün bir metot olarak kabul edilmeye bafllandı. Bir molekü-
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
MORFOLOJ‹
ler evrimci olarak bundan gurur duymam gerekirdi. Ama aksine, türlerin düzenli bir geliflme kaydetti¤ini göstermesi
gereken moleküler benzerliklerin pek çok
istisnası olması oldukça can sıkıcı görünüyor. Bu istisnalar o kadar çok ki, gerçekte, istisnaların ve tuhaflıkların daha
önemli bir mesaj taflıdıklarını düflünüyorum.118
Schwabe'nin relaxinler üzerinde yaptı¤ı çalıflmalar oldukça ilginç sonuçlar
ortaya koymufltur:
Yakın akraba oldu¤u bildirilen türlerin
relaxinleri arasındaki yüksek de¤iflkenli¤in yanı sıra, domuzun ve balinanın relaxinleri bütünüyle aynıdır. Farelerden, Yeni Gine domuzundan, insandan ve domuzdan alınan moleküller, birbirlerinden
yaklaflık %55 uzaktır. Buna ra¤men insülin, insanı flempanzeden daha çok domuza yakın kılmaktadır.119
Schwabe, canlılardaki lizozimler, sitokromlar ve pek çok hormonların da
amino asit dizilimlerinin karflılafltırılmasının evrimciler açısından "beklenmedik
sonuçlar ve anormallikler" ortaya koydu¤unu belirtmektedir. Schwabe, tüm bu
kanıtlara dayanarak, proteinlerin hepsinin hiçbir evrim geçirmeden bafllangıçtaki yapılarına sahip olduklarınıve moleküller arasında, aynı fosiller arasında oldu¤u gibi, hiçbir ara geçifl formu bulunmadı¤ını savunmaktadır.
Michael Denton da moleküler biyoloji alanında elde edilen bulgulara dayanarak flu yorumu yapar:
Moleküler düzeyde, her canlı sınıfı, özgün, farklı ve di¤erleriyle ba¤lantısızdır.
Harun Yahya (Adnan Oktar)
Dolayısıyla moleküller, aynı fosiller gibi,
evrimci biyoloji tarafından uzun zamandır aranan teorik ara geçifllerin olmadı¤ını göstermifltir... Moleküler düzeyde
hiçbir organizma bir di¤erinin "atası"
de¤ildir, di¤erinden daha "ilkel" ya da
"geliflmifl" de de¤ildir... E¤er bu moleküler kanıtlar bundan bir asır önce var olsaydı... organik evrim düflüncesi hiçbir
zaman kabul görmeyebilirdi.120
Kısacası, canlılarda anatomik ya da
kimyasal benzerlikler arayan ve bunu
evrime delil saymaya çalıflan homoloji
varsayımı, bilimsel bulgular karflısında
geçersizdir.
Morfoloji
Organizmaların bir bütün olarak flekil ve yapısını iflleyen bilim dalıdır. Bitkilerin kök, gövde, yaprak, çiçek, meyve
gibi bölümlerinin; hayvanların ve insanlar›n ise bafl, gövde ve di¤er kısımlarının
yapılarını ve bunların ortak çalıflma düzenlerini inceler.121
Morfolojinin alt dalları olan "anatomi" organizmaların gözle görülen iç ve
dıfl yapısını; "histoloji" organları oluflturan dokuların mikroskobik yapısını; "sitoloji" dokuları oluflturan hücrelerin
mikroskobik yapısını; "embriyoloji"
döllenmifl yumurtadan (zigot) serbest
yaflayan bir organizma olufluncaya kadar
geçen evrelerin tümünü inceler.122
Canlıların homolog ya da analog organları arasında yapılan karflılafltırmalarda da ço¤unlukla morfolojiden elde
91
92
MORRIS, JOHN
edilen bilgilerden faydalanılır. (bkz. Homolog organ; Analog organ) Benzer
morfolojilere (yapılara) sahip tüm canlılar, aralarında evrimsel bir iliflki kurma
mantı¤ıyla homolog kabul edilirler. Ancak bunun bilimsel olarak bir dayana¤ı
yoktur. Nitekim birbirlerine çok benzeyen fakat aralarında hiçbir evrimsel iliflki kurulamayan çok sayıda örnek vardır
ki, bu da bu evrimci iddialar açısından
büyük bir çeliflki oluflturur.
Morfolojik homoloji
masal›
bkz. Homoloji (Köken birli¤i)
Morr›s, John
Yaratılıfl Arafltırmaları Enstitüsü'nün
(Institute for Creation Research) baflkanı
ve ünlü bir jeolog olan Prof. John Morris, Bilim Arafltırma Vakfı'nın
düzenledi¤i
"Evrim Teorisinin Çöküflü: Yaratılıfl Gerçe¤i"
bafllıklı II. uluslararası konferansa (5 Temmuz 1998) katıJohn Morris
larak, evrimin
ardındaki ideolojik ve felsefi flartlanmaları, bu teorinin bir dogma haline geldi¤ini ve savunucularının Darwinizm'e bir
din gibi inandıklarını anlattı.123
Mozaik canl›lar
Gerçekte ara form özelli¤i oluflturmayan canlı yapılar, kimi zaman evrimcilerin taraflı yorumları ile ara form
özelli¤i gibi lanse edilir. Fakat bir canlı
grubunun di¤er canlı grubuna ait özellikler barındırması, bir ara form özelli¤i
de¤ildir.
Örne¤in Avustralya'da yaflayan
Platypus, bir memeli olmasına ra¤men
sürüngenler gibi yumurtlayarak ço¤alır.
Ayrıca kufllara benzer bir gagası bulunur. Ancak k›llara, süt bezlerine ve kula¤›nda üç kemi¤e sahip olmas› nedeniyle
memelidir. Bilim adamları bu nedenle
Platypus gibi canlılara "mozaik canlı"
ismini verirler. Mozaik canlıların ara
form sayılamayaca¤ı, Stephen J. Gould
ve Niles Eldredge gibi önde gelen evrimci paleontologlar tarafından da kabul
edilmektedir.124
Platypus, çok ileri derecede özelleflmifl yapısıyla bu iddiayı ayr›ca yalanlamaktadır. (bkz. Platypus)
Mutajenik faktör
Canlılardaki genetik bilgide meydana gelen kopmalar ve yer de¤ifltirmeler
mutasyon olarak tanımlanır. Bunlar hücrelerin çekirde¤inde bulunan DNA'yı etkilerler ve buna zarar verirler. Mutasyon
meydana getiren her aracıya "mutajenik
faktör" denir. Mutajenik faktör, genellikle kimyasal etkiler veya parçacık ıflınımı
fleklindedir.
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
MUTANT
Mutajenik faktörlere örnek olarak
hardal gazı, nitrik asit gibi kimyasal
maddeler sayılabilir. X-ıflınları veya bir
nükleer santraldan sızan radyasyon ise
ıflınımsal mutajenik faktördür. Iflınım
mutasyonu, radyoaktif bir elementten yayılan parçacıkların DNA bazları üzerinde
yaptıkları hasardır. Yüksek enerji taflıyan
kararsız parçacıklar, DNA bazlarına
çarptıkları zaman bunların yapısını de¤ifltirirler ve ço¤u zaman hücrenin tamir
edemeyece¤i boyutlarda bir takım de¤iflikliklere sebep olurlar. (bkz. Mutasyon:
Hayali bir mekanizma)
Mutant
Mutant, mutasyona u¤ramıfl bir canlı,
hücre ya da gene verilen genel isimdir.
Mutasyonlar, canlı hücresinin çekirde¤inde bulunan ve genetik bilgiyi taflıyan
DNA molekülünde, radyasyon veya kimyasal etkiler sonucunda meydana gelen
kopmalar ve yer de¤ifltirmelerdir. Mutasyonlar DNA'yı oluflturan nükleotidleri
tahrip eder ya da yerlerini de¤ifltirirler.
Ço¤u zaman da hücrenin tamir edemeyece¤i boyutlarda bir takım hasar ve de¤iflikliklere sebep olurlar. %99 ihtimalle
tahrip edici, %1 ihtimalle nötr etkilerle
de¤iflikli¤e u¤ramıfl hücre ya da canlı
mutant olarak adlandırılır. (bkz. Mutasyon: Hayali bir mekanizma)
Mutasyonların sadece bir tahrip mekanizması oldu¤u açık olmasına karflın,
evrimciler varsaydıkları evrimsel de¤iflikliklerin kayna¤ını, canlıların genetik
yapısında meydana gelen rastgele mu-
Harun Yahya (Adnan Oktar)
Fiziksel bozuklu¤u olan mutant bir kuzu
tasyonlar olarak gösterirler. Fransız Bilimler Akademisi'nin eski baflkanı Pierre
Paul Grassé'nin mutasyonlar hakkında
yaptı¤ı yorum, bu noktada oldukça açıklayıcıdır. Grassé, mutasyonları "yazılı
bir metnin kopyalanması sırasında yapılan harf hataları"na benzetmifltir. Ve harf
hatası gibi mutasyonlar da bilgi oluflturmaz, aksine var olan bilgiyi bozarlar.
Grassé bunu flöyle açıklamıfltır:
Mutasyonlar, zaman içinde son derece
düzensiz biçimde meydana gelirler. Birbirlerini tamamlayıcı bir özellikleri yoktur ve birbirini izleyen nesiller üzerinde
belirli bir yöne do¤ru kümülatif bir etkileri olmaz. Zaten var olan yapıyı de¤ifltirirler, ama bunu tamamen düzensiz bir
biçimde yaparlar... Bir canlı vücudunda
çok küçük bile olsa bir düzensizlik olufltu¤unda ise, bunun sonucu ölüm olur. Yaflam olgusu ile anarfli (düzensizlik) arasında hiçbir olası uzlaflma yoktur.125
‹flte bu nedenle, yine Grassé'nin ifadesiyle "mutasyonlar ne kadar çok sayıda olursa olsunlar, herhangi bir evrim
meydana getirmezler."
93
94
MUTASYON: HAYAL‹ B‹R MEKAN‹ZMA
Mutasyon: hayali bir
mekanizma
Mutasyonlar, canlı hücresinin çekirde¤inde bulunan ve genetik bilgiyi taflıyan DNA molekülünde, radyasyon veya
kimyasal etkiler sonucunda meydana gelen kopmalar ve yer de¤ifltirmelerdir.
Mutasyonlar DNA'yı oluflturan nükleotidleri tahrip eder ya da yerlerini de¤ifltirirler. Ço¤u zaman da hücrenin tamir
edemeyece¤i boyutlarda birtakım hasar
ve de¤iflikliklere sebep olurlar.
Dolayısıyla evrimcilerin arkasına sı¤ındıkları mutasyon, hiç de sanıldı¤ı gibi
canlıları daha geliflmifle ve mükemmele
götüren tılsımlı bir de¤nek de¤ildir. Mutasyonların net etkisi zararlıdır. Mutasyonların sebep olaca¤ı de¤ifliklikler ancak Hiroflima, Nagazaki veya Çernobil'deki insanların u¤radı¤ı türden de¤ifliklikler olabilir: Yani ölüler, sakatlar...
Bunun nedeni çok basittir: DNA çok
kompleks bir düzene sahiptir. Bu molekül üzerinde oluflan herhangi rastgele bir
etki ona sancak zarar verir. Amerikalı genetikçi B. G. Ranganathan bunu flöyle
açıklar:
Mutasyonlar küçük, rastgele ve zararlıdırlar. Çok ender olarak meydana gelirler ve en iyi ihtimalle etkisizdirler. Bu
dört özellik, mutasyonların evrimsel bir
geliflme meydana getiremeyece¤ini gösterir. Zaten yüksek derecede özelleflmifl
bir organizmada meydana gelebilecek
rastlantısal bir de¤iflim, ya etkisiz olacaktır ya da zararlı. Bir kol saatinde
meydana gelecek rastgele bir de¤iflim kol
saatini gelifltirmeyecektir. Ona büyük ih-
timalle zarar verecek veya en iyi ihtimalle etkisiz olacaktır. Bir deprem bir flehri
gelifltirmez, ona yıkım getirir.126
Nitekim bugüne kadar hiçbir yararlı
mutasyon örne¤i gözlemlenmedi. Tüm
mutasyonların zararlı oldu¤u görüldü.
‹kinci Dünya Savaflı'nın ardından nükleer silahların sonucunda oluflan mutasyonları incelemek için kurulan Atomik
Radyasyonun Genetik Etkileri Komitesi'nin (Committee on Genetic Effects of
Atomic Radiation) hazırladı¤ı rapor
hakkında evrimci bilim adamı Warren
Weaver flöyle diyordu:
Ço¤u kimse, bilinen tüm mutasyon örneklerinin zararlı oldu¤u sonucu karflısında flaflıracaktır, çünkü mutasyonlar
evrim sürecinin gerekli bir parçasıdır.
Nasıl olur da iyi bir etki -yani bir canlının daha geliflmifl canlı formlarına evrimleflmesi- pratikte hepsi zararlı olan
mutasyonların sonucu olabilir?127
‹nsanlar üzerinde gözlemlenen tüm
mutasyonlar zararlıdır. Tıp kitaplarında
"mutasyon örne¤i" olarak anlatılan mongolizm, Down Sendromu, albinizm, cücelik, orak hücre anemisi gibi zihinsel ya
da bedensel bozuklukların ya da kanser
gibi hastalıkların her biri, mutasyonların
tahrip edici etkilerini ortaya koymaktadır. Elbette ki insanları sakat ya da hasta
yapan bir süreç, "evrim mekanizması"
olamaz.
Nitekim Amerikalı patolog David A.
Demick, mutasyonlar hakkında yazdı¤ı
bilimsel bir makalede bu konuda flunları
söyler:
Son yıllarda genetik mutasyonlarla ba¤-
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
MUTASYON: HAYAL‹ B‹R MEKAN‹ZMA
Resimlerde, mutasyonlar›n insan vücu dundaki baz› zararl› etkileri görülmektedir.
Elbette ki insanlar› sakat ya da hasta yapan bir süreç, geliflme sa¤layamaz.
lantılı olan binlerce insan hastalı¤ı sınıflandırılmıfltır. Yeni yayınlanan bir kaynak kitapta 4500 farklı genetik hastalık
sayılmaktadır. Dahası, moleküler genetik
analizlerden önce klinik olarak tanımlanan bazı kalıtsal sendromların (örne¤in
Marfan sendromu) mutasyonların sonucu oldu¤u anlaflılmıfltır...
Mutasyonların, oluflturdukları tüm bu
hastalıkların yanında, faydalı etkileri de
var mıdır? Tanımladı¤ımız binlerce zararlı mutasyon örne¤inin yanında, elbette ki bazı olumlu örnekler de tanımlamak
gerekmektedir. -e¤er makro evrim do¤ru
ise- Bu olumlu örnekler, hem daha kompleks yapılar oluflturmak için evrime gerekecek, hem de çok sayıdaki zararlı mutasyonun bozucu etkisini dengelemek için
lazım olacaktır. Ama ifl bu faydalı mutasyonları tanımlamaya gelince, evrimci biyologlar hep garip bir sessizlik içindedirler.128
Mutasyonların neden evrimci iddiayı
destekleyemeyeceklerini üç ana maddede özetlemek mümkündür:
1) Mutasyonlar her zaman zararlıdır:
Mutasyon rastgele meydana geldi¤i için
Harun Yahya (Adnan Oktar)
hemen her zaman canlıya zarar verir.
Mantık gere¤i, mükemmel ve kompleks
olan bir yapıya yapılacak herhangi bir
bilinçsiz müdahale, o yapıyı daha ileri
götürmez, aksine tahrip eder. Nitekim
hiçbir gözlemlenmifl "faydalı mutasyon"
yoktur.
2) Mutasyon sonucunda DNA'ya yeni bilgi eklenmez: Genetik bilgiyi oluflturan parçalar yerlerinden kopup sökülür, tahrip olur ya da DNA'nın farklı yerlerine taflınır. Ama mutasyonlar hiçbir
flekilde canlıya yeni bir organ ya da yeni
bir özellik kazandırmazlar. Ancak baca¤ın sırttan, kula¤ın karından çıkması gibi anormalliklere sebep olurlar.
3) Mutasyonun bir sonraki nesle aktarılabilmesi için mutlaka üreme hücrelerinde meydana gelmesi gerekir: Vücudun herhangi bir hücresinde veya organında meydana gelen de¤iflim bir sonraki nesle aktarılmaz. Örne¤in bir insanın
gözü, radyasyon ve benzeri etkilerle mutasyona u¤rayıp orijinal formundan farklılaflabilir ama bu, kendisinden sonraki
nesillere geçmeyecektir.
95
NATÜRAL‹ZM
Natüralizm
Neandertal: bir insan ›rk›
Natüralizm, genel anlamda do¤adan
ve duyularla algılanan dünyadan baflka
bir gerçeklik tanımayan felsefe akımıdır.
19. yüzyılın din-dıflı atmosferinin en
önemli ürünlerinden biri olan natüralizm, bu dönemde Darwin'i etkisi altına
almıfl ve onu hayata din dıflı bir açıklama
getirmeye zorlamıfltı. Bu düflünce akımına göre, do¤a kendi kendisinin yaratıcısı
ve hakimi olarak düflünülüyordu. Bugün
hala yaygın olarak kullanılan "tabiat
ana" gibi kavramlar ya da "do¤a insana
flu yetene¤i vermifl, do¤a insanı böyle
yaratmıfl" gibi klifleleflmifl sözler, natüralizm akımının toplum zihnine yerlefltirdi¤i önkabullerin birer sonucudur.
Natüralistler do¤adaki mükemmelli¤e hayrandılar, ama bunun nasıl olufltu¤u sorusuna tatminkar bir cevap vermekte zorlanıyorlardı. Pozitivist dogmayı benimsedikleri, yani yalnızca deney
ve gözlem yoluyla varlı¤ına ulaflılabilen
kavramlara inandıkları için do¤ayı
Allah'ın yarattı¤ı gerçe¤ini ısrarla reddediyorlardı. Onlara göre, do¤anın kendisi yaratıcıydı.
Darwin'in teorisi, natüralist/materyalist felsefelere, daha do¤rusu tüm bunların temelini oluflturan ateizme hizmet
ediyordu. Bu nedenle destek buldu ve
büyük bir bilimsel gerçekmifl gibi kitlelere empoze edildi. Aksi halde, amatör
bir biyolo¤un hayalleri olarak görülür ve
kısa sürede unutulur giderdi.
Neandertaller bundan 100 bin yıl
önce Avrupa'da aniden ortaya çıkmıfl ve
yaklaflık 35 bin yıl önce de yine hızlı ve
sessiz bir biçimde yok olmufl -ya da di¤er ırklarla karıflarak asimile olmufl- insanlardır. Günümüz insanından tek farkları, iskeletlerinin biraz daha güçlü ve
kafatası hacmi ortalamalarının biraz daha yüksek olmasıdır. Neandertaller iri
yapılı bir insan ırkıdır ve bugün artık bu
gerçek hemen herkes tarafından kabul
edilmektedir.
Neandertal ›rk›na ait bir fosil
Harun Yahya (Adnan Oktar)
97
98
NEANDERTAL: B‹R ‹NSAN IRKI
Evrimciler ise bu insanları "ilkel bir
tür" olarak göstermek için çok çabalamıfllar, ama bütün bulgular Neandertal
insanının bugün sokakta yürüyen herhangi bir "yapılı" insandan daha farklı
olmadı¤ını göstermifltir. Bu konuda önde gelen bir otorite sayılan New Mexico
Üniversitesi'nden paleoantropolog Erik
Trinkaus flöyle yazar:
Neandertal kalıntıları ve günümüz insan›
kemikleri arasında yapılan ayrıntılı karflılafltırmalar göstermektedir ki, Neandertaller'in anatomisinde ya da hareket,
alet kullanımı, zeka seviyesi veya konufl-
ma kabiliyeti gibi özelliklerinde günümüz
insanlar›ndan afla¤ı sayılabilecek hiçbir
fley yoktur.129
Bu nedenle günümüzde birçok arafltırmacı, Neandertal insanını günümüz
insanının bir alt türü olarak tanımlayarak
Homo sapiens neandertalensis demektedir. Bulgular, Neandertaller'in ölülerini
gömdüklerini, çeflitli müzik aletleri yaptıklarını ve aynı dönemde yaflamıfl Homo sapiens sapienslerle beraber geliflmifl bir kültürü paylafltıklarını açıkça
göstermektedir.
Fosil bulgular› Neandertal insan›n›n bize göre hiçbir "ilkel"
yönü bulunmayan bir insan ›rk› oldu¤unu göstermesine
ra¤men, Neandertal insanlar› hala evrimciler taraf›ndan
maymun adam olarak resmediliyorlar. Bu, Darwinizm'in bilimsel bulgulara de¤il, önyarg› ve propagandaya dayan d›¤›n›n göstergelerinden yaln›zca bir tanesidir.
NEANDERTAL:
BİR İNSAN IRKI
Yanda, ‹srail'de bulunan Homo sapiens neanderthalensis, Amud 1
kafatas› yer al›yor. Fosilin sahibinin 1.80 m.
boyunda oldu¤u tahmin
edilmektedir. Beyin hac mi ise bugüne kadar
rastlan›lanlar›n en büyü ¤üdür: 1.740 cc
Nebraska Adam›
sahtekarl›¤›
1922'de, Amerikan Do¤a Tarihi Müzesi müdürü Henry Fairfield Osborn,
Batı Nebraska'daki Yılan Deresi yakınlarında, Plieocen Dönemi'ne ait bir azı
difli fosili buldu¤unu açıkladı. Bu difl, iddiaya göre, insan ve maymunların ortak
özelliklerini taflımaktaydı. Çok geçmeden konuyla ilgili çok derin bilimsel tartıflmalar baflladı. Bazıları bu diflin sahibini Pithecanthropus erectus olarak yorumluyorlar, bazıları ise bunun insana
daha yakın oldu¤unu söylüyorlardı. Büyük tartıflmalar yaratan bu fosile "NebHarun Yahya (Adnan Oktar)
raska Adamı" adı verildi. "Bilimsel" ismi de hemen takıldı: Hesperopithecus
haroldcooki.
Bu tek difle dayanılarak Nebraska
Adamı'nın kafatası ve vücudunun rekonstrüksiyon resimleri çizildi. Hatta
daha da ileri gidilerek Nebraska adamının, eflinin ve çocuklarının do¤al ortamda ailece resimleri yayınlandı. Bütün bu
senaryolar tek bir diflten üretilmiflti. Evrimci çevreler bu "hayalet adamı" o derece benimsediler ki, William Bryan
isimli bir arafltırmacı, tek bir azı difline
dayanılarak bu kadar peflin hükümle karar verilmesine karflı çıkınca, bütün flimflekleri üzerine çekti.
100
NEO-DARWIN‹ZM KOMED‹S‹
Üstteki resim tek bir difl parças›na dayan›larak yap›lm›fl ve Illustrated London News dergisinin 24 Haziran 1922 tarihli say›s›nda yay›nlanm›flt›. Ancak bir süre sonra bu diflin, maymun
benzeri bir yarat›¤a veya bir insana de¤il de soyu tükenmifl bir domuza ait oldu¤unun anla fl›lmas›, evrimcileri büyük hayal k›r›kl›¤›na u¤ratt›.
Ancak 1927'de iskeletin öbür parçaları da bulundu. Bulunan yeni parçalara
göre bu difl ne maymuna ne de insana
aitti. Diflin, Prosthennops isimli yabani
Amerikan domuzunun soyu tükenmifl
bir cinsine ait oldu¤u anlaflıldı. William
Gregory, bu yanılgıyı duyurdu¤u Science dergisinde yayınladı¤ı makalesine
flöyle bir bafllık atmıfltı: "Görüldü¤ü kadarıyla Hesperopithecus ne maymun ne
de insan."130
Bu olay sonucunda Hesperopithecus
haroldcooki'nin ve "ailesi"nin tüm çizimleri alelacele literatürden çıkarıldı.
Neo-Darw›nizm komedisi
(Neo-Darw›n›sm)
Darwin'in teorisi 20. yüzyılın ilk
çeyre¤inde keflfedilen genetik kanunları
karflısında tam anlamıyla bir açmaza girmiflti. Bunun üzerine Darwin'e sadakat
göstermekte kararlı olan bir grup bilim
adamı, 1941 yılında Amerikan Jeoloji
Derne¤i'nin düzenledi¤i bir toplantıda
biraraya geldiler. G. Ledyard Stebbins
ve Theodosius Dobzhansky gibi genetikçilerin, Ernst Mayr ve Julian Huxley
gibi zoologların, George Gaylord Simpson ve Glen L. Jepsen gibi paleontologların uzun tartıflmalar sonucunda vardık-
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
NEO-DARWIN‹ZM KOMED‹S‹
ları sonuç, Darwinizm'e yeni bir "yama"
yapmak oldu.
Bu kifliler, Darwin'in açıklayamadı¤ı
ve Lamarck'a dayanarak halletmeye çalıfltı¤ı "canlıları gelifltiren yararlı de¤iflikliklerin kayna¤ı nedir?" sorusuna,
"rastgele mutasyonlar" cevabını verdiler.
Darwin'in do¤al seleksiyon tezine mutasyon kavramını ekleyerek yeni bir teori
ortaya attılar. Bu yeni teori "neo-Darwinizm" (ya da Modern Sentetik Evrim Teorisi) olarak anılmaya bafllandı.
Bundan sonraki on yıllar, neo-Darwinizm'i ispatlamak için yapılan umutsuz
giriflimlere sahne oldu. Mutasyonların,
yani bir canlının genlerinde dıfl etkenler
sonucunda meydana gelen kopma, yer
de¤ifltirme ve bozulmaların, her zaman
için hasara yol açtı¤ı biliniyordu. Ancak
yine de neo-Darwinistler binlerce deney
yaparak "faydalı mutasyon" örne¤i oluflturmaya çalıfltılar. Tüm bu çabalar hep fiyasko ile sonuçlandı. (bkz. Mutasyon:
Hayali bir mekanizma)
Neo-Darwinistler, öte yandan da, ilk
canlı organizmaların, teorinin iddia etti¤i
gibi ilkel dünya koflullarında tesadüfen
ortaya çıkmıfl olabilece¤ini ispatlamaya
çalıfltılar. Ancak aynı fiyasko bu alanda
da yaflandı. Canlılı¤ın tesadüfen ortaya
çıkıflını ispatlamayı hedefleyen deneylerin hepsi baflarısız oldu. Olasılık hesapları, canlılı¤ın yapıtaflı olan proteinlerden
tek bir tanesinin bile tesadüflerle oluflamayaca¤ını ortaya koydu. En küçük canlı birimi olan hücre ise -evrimcilerin iddia etti¤i gibi- ilkel ve kontrolsüz dünya
koflullarında rastlantılar sonucu oluflmak
Harun Yahya (Adnan Oktar)
flöyle dursun, 20. yüzyılın en ileri teknolojilerine sahip laboratuvarlarında bile
oluflturulamadı.
Neo-Darwinist teori, bir yandan da
fosil kayıtları tarafından hezimete u¤ratıldı. Yıllar süren arkeolojik çalıflmalarda
bulunan fosiller arasında, neo-Darwinist
teorinin öne sürdü¤ü gibi, canlıların ilkel
türlerden geliflmifl türlere kademe kademe evrimleflti¤ini göstermesi gereken
"ara geçifl formları"na dünyanın hiçbir
yerinde rastlanamadı. Yürütülen karflılafltırmalı anatomi çalıflmaları ise, birbirlerinden evrimlefltikleri varsayılan canlıların çok farklı anatomik özelliklere sahip olduklarını ve asla birbirlerinin atası
ya da devamı olamayacaklarını gösterdi.
Neo-Darwinizm bilimsel bir teori de¤il, ideolojik bir dogma, hatta bir tür
"din"di. Öyle ki neo-Darwinist teorinin
en önde gelen kurucularından biri olan
Julian Huxley, 1958'de yayınladı¤ı Religion Without Revelation (Vahiysiz Din)
adlı kitabında bunu açıkça ifade etmiflti.
Huxley, evrimin neden bir din oldu¤unu
bir baflka yazısında flöyle açıklıyordu:
Bir din, temelinde dünyanın geneline yönelik ve hepsini kapsayan bir bakıfl açısıdır. Dolayısıyla evrim, bir zamanlar
Allah'a inanc›n üstlendi¤i fonksiyonu yerine getirebilir, yani insano¤lunun inanç
ve umutlarını koordine eden güçlü bir
prensip olabilir.131
‹flte bu nedenle, evrim teorisinin savunucuları bütün aleyhte delillere ra¤men teoriyi savunmaya hala devam etmektedirler. Onlara göre evrim, kendisinden asla vazgeçilemeyecek bir inançtır.
101
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
OH 62: B‹R MAYMUN TÜRÜ
OH 62: bir maymun türü
Evrimciler uzun süre Homo habilis
adını verdikleri canlıların dik yürüyebildiklerini öne sürmüfllerdi. Böylece maymundan insana uzanan bir halka bulduklarını düflünüyorlardı. Oysa, 1986 yılında Tim White tarafından bulunan ve OH
62 olarak isimlendirilen yeni Homo habilis fosilleri bu iddiayı çürüttü. Bu fosil
parçaları, Homo habilis'in günümüz
maymunlarında oldu¤u gibi uzun kollara ve kısa bacaklara sahip oldu¤unu gösteriyordu. Bu fosil, Homo habilis'in iki
aya¤ı üzerinde dik olarak yürüyebilen
bir canlı oldu¤u iddiasının sonunu getirdi. Homo habilis, bir maymun türünden
baflka bir fley de¤ildi.
Omurgal›lar›n Kökeni
Kambriyen devrinde aniden ortaya
çıkan hayvan filumlarından biri, merkezi bir sinir a¤ına sahip olan Chordata filumudur. Chordata ya da Türkçe'de kullanılan karflılı¤ıyla "kordalılar"ın bir alt
sınıfı omurgalılardır. Omurgalılar; balıklar, amfibiyenler, sürüngenler, kufllar ve
memeliler gibi temel sınıflara ayrılırlar.
Evrimci paleontologlar, her canlı filumunu bir baflka filumun evrimsel devamı olarak görmeye çalıfltıkları için,
kordalıların bir baflka omurgasız filumundan evrimleflti¤ini iddia ederler. Ancak tüm filumlar gibi Chordata filumunun üyelerinin de Kambriyen devirde
ortaya çıkmıfl olması, bu iddiayı ilk bafl-
Harun Yahya (Adnan Oktar)
tan tutarsız hale getirmektedir. Kambriyen devrinde belirlenen en eski kordalı,
Pikaia adı verilen, uzun bir vücuda sahip
ve ilk bakıflta solucanları andıran deniz
canlısıdır.132 Pikaia, atası olarak öne sürülebilecek tüm di¤er filumlardaki türlerlerle aynı anda ve hiçbir ara form olmadan ortaya çıkmıfltır. Evrimci biyolog
Prof. Mustafa Kuru, Omurgalı Hayvanlar adlı kitabında bu ara form yoklu¤unu
flöyle ifade eder:
Kordalıların omurgasız hayvanlardan
olufltu¤u konusunda kuflku yoktur. Yalnız
omurgasızlarla kordalılar arasındaki
geçifli aydınlatacak bir fosilin bulunmaması, bu konuda birçok varsayımın ortaya atılmasına neden olmufltur.133
E¤er ortada bir ara geçifl formu yok
ise, nasıl olur da "bu evrimin gerçekleflti¤i konusunda kuflku yoktur" denilebilir? Bir varsayımı, onu destekleyen delil
olmadı¤ı halde hiç kuflku duymadan kabul etmek, bilimsel de¤il dogmatik bir
tavırdır. Nitekim Sayın Prof. Kuru, yukarıdaki ifadesinden sonra omurgalıların
kökeni hakkındaki evrimci varsayımları
uzun uzun anlattıktan sonra, ortada bir
delil olmadı¤ını bir kez daha kabul etmek durumunda kalmaktadır:
Kordalıların kökeni ve evrimi konusunda
yukarıda belirtilen görüfller, herhangi bir
fosil kaydına dayanmadı¤ından, her zaman kuflku ile karflılanmıfltır.134
Evrimci biyologlar kimi zaman "kordalıların ve di¤er omurgalıların kökeni
hakkında fosil kaydı bulunmayıflının nedeni, omurgasız canlıların yumuflak do-
103
104
OMURGALILARIN KÖKEN‹
Kaam
mbbrriiyyeenn ddeevvrriinnddee bbeelliirrlleenneenn eenn eesskkii kkoorrddaall›› PPiikkaaiiaa''nn››nn ffoossiillii..
K
kulu olmaları ve dolayısıyla fosil izi bırakmamalarıdır" gibi bir açıklama öne
sürerler. Oysa bu açıklama gerçekçi de¤ildir, çünkü omurgasız canlılara ait çok
sayıda fosil kalıntısı vardır. Kambriyen
devri canlılarının hepsi omurgasızdır ve
bu türlere ait on binlerce fosil örne¤i bulunmufltur. Örne¤in Kanada'daki Burgess Shale yata¤ında yumuflak dokulu
pek çok canlının fosili vardır; bilim
adamları Burgess Shale gibi bölgelerde,
canlıların oksijen oranı çok düflük çamur
tabakaları ile aniden kaplandıklarını ve
bu sayede yumuflak dokularının da¤ılmadan fosilleflti¤ini düflünmektedirler.135
Evrim teorisi, Pikaia gibi ilk kordalıların da zamanla balıklara dönüfltü¤ünü
varsayar. Ancak "kordalıların evrimi" iddiasını destekleyecek herhangi bir ara
form fosili bulunmadı¤ı gibi, "balıkların
evrimi" iddiasını destekleyecek bir fosil
de yoktur. Aksine, tüm farklı
balık kategorileri, fosil kayıtlarında bir
anda ve hiçbir ataları olmadan ortaya çıkarlar. Milyonlarca omurgasız fosili vardır, milyonlarca balık fosili vardır, ama
hiç kimse tek bir tane bile ara form fosili bulamamıfltır. Evrimci paleontolog
Gerald T. Todd, "Kemikli Balıkların Evrimi" bafllıklı bir makalesinde bu gerçek
karflısında flu çaresiz soruları sıralar:
Kemikli balıkların her üç sınıfı da, fosil
tabakalarında aynı anda ve aniden ortaya çıkarlar... Peki ama bunların kökenleri nedir? Bu denli farklı ve kompleks yaratıkların ortaya çıkmasını ne sa¤lamıfltır? Ve neden kendilerine evrimsel bir ata
oluflturabilecek canlıların izlerinden eser yoktur?136
Bilinen en eski
kordal› canl› olan Pika ia'n›n tahmin edilen
anatomisi.
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
ONTOGEN‹N F‹LOGEN‹Y‹ TAKL‹T ETT‹⁄‹ UYDURMASI
Ontogenin filogeniyi
taklit etti¤i uydurmas›
Orak hücre anemisi
Evrimci biyologların "yararlı mutasyon" olarak sözünü ettikleri tek örnek,
bkz. Bireyolufl Soyoluflun Tekrarıdır
orak hücre anemisi hastalı¤ıdır. Bu has(Ontogeny Recapitulates Phylogeny) te- talıkta, kanda oksijen taflımaya yarayan
orisi
hemoglobin molekülü bir mutasyon sonucunda bozulur ve yapı de¤iflikli¤ine
u¤rar. Bunun sonucunda da hemoglobibkz. Biyogenetik yasası (Rekapitülasnin oksijen taflıma yetene¤i ciddi bir biyon Teorisi)
çimde zarar görür.
Orak hücre anemisine yakalanan insanlar, bu nedenle giderek artan bir soluOpar›n, Alexander I.
num zorlu¤u çekerler.
"Kimyasal evrim" kavAncak tıp kitaplarının
ramının kurucusu olan Rus
kan hastalıkları bölübiyolog Alexander I. Opamünde ele alınan bu murin, tüm teorik çalıflmalarıtasyon örne¤i, baflta bena ra¤men yaflamın kökelirtti¤imiz gibi bazı evnini aydınlatma yönünde
rimci biyologlar tarafınhiçbir sonuç elde edemedi.
dan çok garip bir flekilde
1936'da yayınladı¤ı Origin
"faydalı mutasyon" olaof Life adlı kitabında flöyle
rak de¤erlendirilmektediyordu:
dir.
Maalesef hücrenin kökeAlexander I. Oparin
Bu hastalı¤a yakalani, evrim teorisinin tünan kiflilerin sıtmaya olan
münü içine alan en karanlık noktayı
kısmi ba¤ıflıklıklarının evrimin bu kiflioluflturmaktadır.137
lere bir "arma¤anı" oldu¤u söylenmekteOparin'den bu yana evrimciler, hüc- dir. E¤er bu mantıkla düflünülürse, generenin rastlantılarla oluflabilece¤ini ispat tik olarak kötürüm do¤an insanların yoletmek için sayısız deney, arafltırma ve da yürümedikleri ve bu sayede trafik kagözlem yaptılar. Ancak yapılan her çalıfl- zalarında ölmekten kurtuldukları da söyma, hücredeki kompleks yarat›l›fl› daha lenebilir ve kötürüm olmak "yararlı bir
detaylı bir biçimde ortaya koyarak ev- genetik özellik" sayılabilir. fiüphesiz bu
rimcilerin varsayımlarını çürüttü.
mantı¤ın hiçbir tutarlı yanı yoktur.
Mutasyonların sadece bir tahrip mekanizması oldu¤u açıktır. Fransız Bilim-
Harun Yahya (Adnan Oktar)
105
106
ORGAN‹ZE S‹STEM
Orak hücre anemisinde alyuvar hücrelerinin flekil ve fonksiyonlar› bozulur. Bu yüzden alyu varlar›n oksijen tafl›ma kapasiteleri zarar görür.
ler Akademisi'nin eski baflkanı Pierre
Paul Grassé'nin mutasyonlar hakkında
yaptı¤ı yorum, bu konuda oldukça açıklayıcıdır. Grassé, mutasyonları "yazılı
bir metnin kopyalanması sırasında yapılan harf hataları"na benzetmifltir. Ve harf
hatası gibi mutasyonlar da bilgi oluflturmaz, aksine var olan bilgiyi bozar. Grassé bu olguyu flöyle açıklamıfltır:
‹flte bu nedenle, yine Grassé'nin ifadesiyle "mutasyonlar ne kadar çok sayıda olursa olsunlar, herhangi bir evrim
meydana getirmezler."139
Organize sistem
bkz. Düzenli sistem; öz-örgütlenme
saçmal›¤›
Mutasyonlar, zaman içinde son derece
düzensiz biçimde meydana gelirler. Birbirlerini tamamlayıcı bir özellikleri yoktur ve birbirini izleyen nesiller üzerinde
belirli bir yöne do¤ru kümülatif bir etkileri olmaz. Zaten var olan yapıyı de¤ifltirirler, ama bunu tamamen düzensiz bir
biçimde yaparlar... Bir canlı vücudunda
çok küçük bile olsa bir düzensizlik olufltu¤unda ise, bunun sonucu ölüm olur. Yaflam olgusu ile anarfli (düzensizlik) arasında hiçbir olası uzlaflma yoktur.138
Orgel, Lesl›e
Olasılık hesapları, proteinler ve nükleik asitler (RNA ve DNA) gibi kompleks moleküllerin tek tek tesadüfen oluflmalarının imkansız oldu¤unu göstermektedir.
Önde gelen bazı evrimciler bu konuda itiraflarda bulunurlar. Örne¤in San
Diego California Üniversitesi'nden
Stanley Miller'ın ve Francis Crick'in ça-
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
ORMANDAN AÇIK ALANA GEÇ‹fi MASALI
lıflma arkadaflı olan ünlü evrimci Dr.
Leslie Orgel flöyle demektedir:
Son derece kompleks yapılara sahip olan
proteinlerin ve nükleik asitlerin (RNA ve
DNA) aynı yerde ve aynı zamanda rastlantısal olarak oluflmaları aflırı derecede
ihtimal dıflıdır. Ama bunların birisi olmadan di¤erini elde etmek de mümkün de¤ildir. Dolayısıyla insan, yaflamın kimyasal yollarla ortaya çıkmasının asla mümkün olmadı¤ı sonucuna varmak zorunda
kalmaktadır.140
Ormandan aç›k
alana geçifl masal›
19. yüzyılda genetik bilimi ve kalıtım kanunları tam olarak bilinmedi¤inden Darwin ve onu izleyen erken evrimciler için iki ayaklılı¤ın açıklanması kolay gibi görünüyordu. En popüler teori,
Afrika'daki savanlarda yaflayan maymunların yüksek otların üzerinden bakabilmek için boyunlarını uzattıkları, böylece iki ayaklılı¤ın olufltu¤uydu.141Ancak
bu Lamarckist teorinin tamamen yanlıfl
oldu¤unun anlaflılması uzun sürmedi.
Günümüz evrimcilerinin ise, iki
ayaklılı¤ın kökeni hakkında öne sürdükleri tek bir tez vardır. Ancak bu tez incelendi¤inde, evrimciler tarafından "kötünün iyisi" mantı¤ıyla ortaya atılan bu teorinin de, aynı bunlardan öncekiler gibi,
iki ayaklılı¤ın kökenini açıklamaktan
uzak oldu¤u görülür. Söz konusu "ormandan açık alana geçifl teorisi"ne göre,
maymunlar ve insanların ataları bir za-
Harun Yahya (Adnan Oktar)
manlar ormanda birlikte yaflamaktadırlar. Ormanlık alanların daralması veya
baflka bir sebepten dolayı bazıları açık
alana geçerler ve adaptasyon sonucu iki
ayaklılık do¤ar. Böylece a¤açlardaki
maymunlarla, açık arazideki iki ayaklı
insanlar arasındaki fark açılır ve ikisi de
kendi yönlerinde evrimleflmeye bafllarlar.
"Ormandan açık alana geçifl teorisi",
en çok taraftar bulan teori olmasına karflın, son derece temelsizdir. Çünkü, böyle bir adaptasyonun olabilmesi moleküler seviyede mümkün de¤ildir. Böyle bir
fleyin gerçekleflti¤i farzedilse bile, fosil
kayıtlarında bunun hiçbir delili yoktur.
Dahası, bu teoriye göre, 10-15 milyon
yıl önce Do¤u Afrika'daki ormanların
yavafl yavafl küçülmeye bafllamıfl olmaları gerekmektedir. Oysa yapılan arafltırmalar, bunun tam tersini ispatlayarak,
Do¤u Afrika'da böyle bir oluflumun hiçbir zaman gerçekleflmedi¤ini göstermifltir.142 Yani Do¤u Afrika'da ormanlık
alandan savan ortamına geçifl, hiçbir zaman gerçekleflmemifltir. Bu bölgede bugün görülen bitki yapısı, milyonlarca senedir hiç de¤iflmemifltir.
Sırf mantık yoluyla incelendi¤inde
dahi, iki ayaklılı¤ın kökeni ile ilgili söz
konusu teori kabul edilemez durumdadır. A¤açların yok olması durumunda
maymunların yapaca¤ı en do¤al hareket,
baflka bir bölgeye göç etmek olacaktır.
Ya da bu maymunlar do¤al ortamlarının
tahrip edilmesi sonucu yok olup gideceklerdir. Maymunların herhangi bir fle-
107
108
ORMANDAN AÇIK ALANA GEÇ‹fi MASALI
kilde a¤açlardan inip yer ortamına adapte oldukları teorisinin hiçbir dayana¤ı
yoktur. Evrimci bir görüfle sahip olan
Ulu¤ Nutku, ormanların daralması açıklamasının yetersizli¤ini flöyle itiraf eder:
‹nsanlaflma olayını bafllatan etken olarak
ormanların daralması ileri sürülebilir.
Bu paleontolojik bir veridir. Napier'nin
tezi buna uygun, ama flu soruyu konu dıflı bırakıyor; bir hayvan cinsi ormandan
çıkıp insanlaflma yoluna giderken onun
en yakın akrabası olan maymun neden
ormanda kaldı? Spekülasyonun dozunu
azalttıkça bu soruya cevap bulmak güçlefliyor, hiç olmazsa flimdilik. Yüzyılın
bafllarında antropoloji çok gençken Hermann Klaatsch'ın verdi¤i cevap çok ilginçti. Klaatsch'a göre hominid maymunlar da insanlaflmaya do¤ru atıldılar
ama onlarınki "talihsiz bir çabaydı". Onlar evrimde yukarı çıkamadılar ve "ormanların koruyucu karanlı¤ına" geri çekildiler. Ama bu kez de "maymun neden
baflaramadı?" sorusu akla geliyor.143
Sorular, "maymun neden baflaramadı?" sorusundan çok daha fazladır ve bu
soruların tamamı cevapsızdır.
Maymunlar›n herhangi bir flekilde
a¤açlardan inip yer
ortam›na adapte olduklar› iddias› son
derece temelsizdir.
Böyle bir adaptasyo nun olabilmesi
mümkün de¤ildir.
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
ORTAK ATA YALANI
Ortak ata Yalan›
Bu yorum Darwin tarafından ortaya
atılmıfl ve onu izleyen tüm evrimciler tarafından tekrarlanmıfltır. Bu iddiaya göre, canlıların benzer organlara sahip olmalarının nedeni, ortak bir atadan evrimleflmifl olmalarıdır.144 Örne¤in tüm
omurgalı kara canlılarının befl parmaklı
el ve ayak yapılarına sahip olması, evrimcilere göre, hepsinin ortak bir atadan
(karaya çıktı¤ı varsayılan ilk balıklardan) gelmesinin sonucudur.
Evrim teorisinin 20. yüzyılın bafllarından itibaren bilim dünyasına hakim
olmasıyla birlikte, benzerliklere getirilen bu yorum kabul görmüfltür. Canlılardaki her benzerlik, aralarındaki evrimsel
bir iliflkinin kanıtı olarak yorumlanmıfltır..
Oysa son 20-30 yıl içinde elde edilen
bulgular, durumun hiç de öyle olmadı¤ını göstermektedir. Özetle;
1- Evrimcilerin hiçbir evrimsel ba¤
kuramadıkları, bütünüyle farklı sınıflara
ait canlılarda bile "homolog" (benzer)
organların var olması,
2- Benzer organlara sahip canlılarda
bu organların genetik flifrelerinin çok
farklı olmaları ve
3- Bu organların embriyolojik geliflim safhalarının birbirinden çok farklı
olması, homolojinin evrime hiçbir dayanak oluflturmadı¤ını göstermifltir.
Birbirlerine benzer organlara sahip
canlıların, aralarında hiçbir evrimsel
iliflki kurulamayacak kadar uzak canlılar
oldu¤u anlaflılmıfltır.145
Harun Yahya (Adnan Oktar)
Canlılardaki benzerliklere Darwin'in
getirdi¤i "ortak ata yalan›"n›n geçerli olması için, bu benzerliklerin genetik olarak birbirlerine çok benzeyen canlılarda
olması gerekir. E¤er benzerlikler, genetik olarak birbirlerinden çok farklı canlılarda ise, bu durumda "ortak ata yorumu" geçerlili¤ini kaybeder. Aksine, "ortak yarat›l›fl gerçe¤i"nin do¤ru oldu¤u
anlaflılır. (bkz. Ortak yarat›l›fl) Çünkü
genetik yönden çok farklı olan canlılar
arasında evrimsel bir iliflki iddia edilemez. (Ayrıca bkz. Homoloji)
Ortak yarat›l›fl
Canlılardaki benzer organlar ya da
benzer moleküler yapılar, bu canlıların
ortak bir atadan evrimlefltikleri teorisine
hiçbir destek sa¤lamamaktadır. (bkz.
Homolog organ) Aksine, bu benzerlikler, canlılar arasında kurulabilecek her
türlü hiyerarflik evrim flemasını imkansız
hale getirmektedir. ‹nsan, bir protein
karflılafltırmasına göre tavuklara, bir di¤er karflılafltırmaya göre nematod solucanlarına, bir baflka analize göre de timsahlara "benzer" gibi çıkıyorsa, insanın
bu canlılardan herhangi birinden ya da
baflka hiçbir canlıdan evrimleflti¤i öne
sürülemez.
Canlılardaki benzer organları ilk kez
gündeme getiren Carolus Linnaeus ya da
Richard Owen gibi bilim adamları, bu
organları "ortak yarat›l›fl" örne¤i olarak
109
110
ORTHOGENEZ‹S SAÇMALI⁄I
görmüfllerdir. (bkz. Linnaeus, Carolus)
Yani benzer organlar, ortak bir atadan tesadüfen evrimleflmemifllerdir. Aksine
belirli bir ifllevi görmek için yarat›lm›fllard›r ve bu nedenle benzerdirler. Modern bilimsel bulgular ise, benzer organlar için ortaya atılan "ortak ata" iddiasının tutarlı olmadı¤ını ve yapılabilecek
yegane açıklamanın söz konusu "ortak
yarat›l›fl" açıklaması oldu¤unu göstermektedir. (bkz. Ortak ata yalan›)
Orthogenezis saçmal›¤›
(yönlendirilen seçme)
Ortogenez (Orthogenesis), art›k evrim teorisinin kendi savunucular› taraf›ndan da
kabul görmeyen es-
Her canl› bulundu¤u ortama göre özel olarak
yarat›lm›flt›r. Kutup gibi
so¤uk bölgelerde yaflayan
canl›lar›n sahip olduklar›
kal›n post ve deri alt›nda
birikmifl ya¤ tabakas› onlar›
so¤uktan korur.
ki bir tezdir. Bu tez, canl›lar›n çevre flartlar›na göre de¤il, sadece kendi genetik
yap›lar›na göre evrimlefltiklerini varsayar. Ortogenez görüflüne göre, canl› türlerini belirli bir yap›da evrimleflmeye
do¤ru yönlendiren bir tür iç program
vard›r. Bu görüfl nedeniyle ortogenez
"önceden belirlenmifllik tezi" olarak da
adland›r›l›r. Hiç bir bilimsel kan›ta vayanmayan bu varsay›m, 20. yüzy›l›n
ikinci yar›s›ndan itibaren geçerlili¤ini
yitirmifltir.
112
OTA BENGA
Ota Benga
Darwin ‹nsanın Türeyifli adlı kitabıyla, insanın maymun benzeri canlılardan
evrimleflti¤ini iddia ettikten sonra, bu senaryoyu destekleyecek fosil arayıflı baflladı. Ancak bazı evrimciler "yarı maymun-yarı insan" canlıların sadece fosil
kayıtlarında de¤il, dünyanın farklı bölgelerinde canlı olarak da bulunabilece¤ine inanıyorlardı. 20. yüzyılın bafllarında
bu "canlı ara geçifl formu"
arayıflları bazı vahfletlere
neden oldu. Bu vahfletlerden biri, "Ota Benga" adlı
pigmenin hikayesiydi.
Ota Benga, 1904 yılında, Samuel Verner adlı evrimci bir arafltırmacı tarafından Kongo'da yakalanmıfltı.
Adı, kendi dilinde "dost"
anlamına gelen yerli, evli ve
iki çocuk babasıydı. Ama
bir hayvan gibi zincirlendi, kafese kondu
ve ABD'ye götürüldü. Buradaki evrimci
bilim adamları, St. Louis Dünya Fuarı'nda onu çeflitli maymun türleriyle
birlikte kafese koyarak "insana en yakın
ara geçifl formu" olarak teflhir ettiler. ‹ki
yıl sonra ise New York'taki Bronx Hayvanat Bahçesi'ne götürdüler ve birkaç
flempanze, Dinah adı verilen bir goril ve
Dohung adı verilen bir orangutan ile birlikte "insanın eski ataları" adı altında
sergilediler. Hayvanat bahçesinin evrimci müdürü Dr. William T. Hornaday, bu
nadide "ara geçifl formu"na sahip olmanın kendisine verdi¤i gurur hakkında
uzun konuflmalar yapmıfl, ziyaretçiler de
kafese konan Ota Benga'ya sıradan bir
hayvan gibi davranmıfllardı. Ota Benga,
sonunda maruz kaldı¤ı uygulamaya dayanamayarak intihar etti.146
New York Times gazetesinin o dönemde yayınlanan bir nüshasında ziyaretçilerin tavrı flöyle aktarılıyordu:
... parkta 40.000 ziyaretçi vardı. Bu kalabalıktaki hemen hemen her erkek, her kadın ve her çocuk parktaki Afrikalı vahfli
adamı görmek için maymun
kafesini ziyaret ediyordu. Uluyarak, alay ederek, ba¤ırıp ça¤ırarak pigmeyi rahatsız ediyorlardı...147
New York Journal gazetesinin 17 Eylül 1906 tarihli nüshasında ise, bu uygulamanın evrimi kanıtlamak
için yapıldı¤ı, ancak büyük
bir haksızlık ve zulüm oldu¤u flöyle vurgulanıyordu:
… Bu insanlar düflüncesizce ve akılsızca
bir maymun kafesinin içerisinde Afrika'dan getirilen küçük bir insan cücesini
sergilemifllerdi.
Onların düflüncesi muhtemelen evrimdeki bazı derin dersleri insanlara ö¤retmekti. Aslında baflarılan tek sonuç, bu ülkenin beyazlarından, en azından sempati
ve nezaketi hakkeden Afrika ırkının vahflet gösterilerine maruz kalması, ardından da hor görülmesidir.
Aynı güç tarafından yaratılan, hepimizi
aynı yere yerlefltiren, aynı hisleri ve aynı
ruhu lütfeden Allah'a karflı fiziksel eksikli¤i olan bir insanı maymunlarla bir ka-
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
OTOTROF GÖRÜfiÜN SAFSATALARI
fese kapatmak ve bunu alay konusu edinmek çok ayıp ve i¤rençtir...148
New York Times gazetesi de, Ota
Benga'nın evrimi kanıtlama amacıyla
hayvanat bahçesinde sergilendi¤i konusuna yer verdi. Hayvanat bahçesinin
Darwinist müdürünün yaptı¤ı savunma
ise son derece vicdansızcaydı:
Geçen hafta New York hayvanat bahçesinde, aynı kafeste bir Afrikalı pigmeyle
bir orangutanın sergilenmesi çok fazla
elefltirinin ortaya çıkmasına neden oldu.
Bazı kifliler zenciler ve maymunlar arasındaki yakın bir akrabalı¤ı göstermek
için bunun müdür Hornaday tarafından
gerçeklefltirilen bir teflebbüs oldu¤unu
deklare ettiler. Dr. Hornaday bunu inkar
etti. ''E¤er bu küçük adam bir kafesin
içerisindeyse orası en konforlu yer oldu¤u içindir ve biz de onunla ilgili baflka ne
yapaca¤ımızı bilmedi¤imizdendir. Ota
Benga hiçbir manada bir tutuklu de¤ildir, fakat hiç kimse yanında birileri olmadan flehirde dolaflmasına izin vermenin akıllıca oldu¤unu söyleyemez…149
Ota Benga'nın hayvanat bahçesinde
gorillerle birlikte, bir hayvan gibi sergilenmesi birçok çevrede rahatsızlık oluflturdu. Bazı kurulufllar, Ota Benga'nın bir
insan oldu¤unu, bu flekilde davranılmasının büyük bir acımasızlık oldu¤unu
belirterek, bu uygulamanın durdurulması için yetkililere baflvurdular. Bu baflvurulardan biri New York Globe gazetesinin 12 Eylül 1906 tarihli nüshasında
flöyle yer almaktaydı:
Globe'un editörüne;
Güneyde yıllarca yaflamıfl biriyim ve so-
Harun Yahya (Adnan Oktar)
nuçta zencilere karflı fazla müsamahakar
biri de¤ilim. Fakat onun insan oldu¤una
inanıyorum. Bu büyük flehrin yetkililerinin Bronx parkında flahit olunan böyle
bir görüntüye -zenci bir erke¤in bir maymun kafesinin içerisinde sergilenmesineizin vermelerinin bir ayıp oldu¤una inanıyorum...
Bu pigme meselesi bir arafltırma ve incelemeyi gerektirmektedir...150
Ototrof görüflün
safsatalar›
Tüm canlı organizmaların hayatta
kalmaları için besine ihtiyaç duydukları
düflünülecek olursa, ilk canlının da kendi besinini kendisinin yapması gereklili¤i ortaya çıkar. ‹flte bu görüfle göre ilk
canlı kendi besinini üretebilen ototrof
bir canlıdır. Di¤er canlılar da bunlardan
meydana gelmifltir.
Ancak bugünkü anlamda ototrofların, dünyanın olufltu¤u ilk günlerdeki gibi olumsuz ve basit çevrede oluflması
mümkün de¤ildir. Ototrofların bu ilk
kompleks yapıyı kazanmaları için milyonlarca yıllık de¤iflime u¤ramaları gerekir.
Ototrof görüflü ilk canlının, kompleks bir organizma olarak basit bir çevrede olufltu¤unu ileri sürer. Fakat canlının
oluflumunu açıklamaktan ziyade ilk canlının nasıl beslendi¤ini açıklayan görüfltür. ‹lk ototrofun nasıl meydana geldi¤ini açıklamadı¤ı için de fazla destek bulamamıfltır.151
113
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
ÖJENI VAHfiET‹
Öjeni vahfleti
20. yüzyılın ilk yarısında çok sayıda
taraftar toplayan öjeni teorisi, sakat ve
hasta insanların ayıklanması ve sa¤lıklı
bireylerin ço¤altılması yoluyla bir insan
ırkının "ıslah edilmesi" anlamına geliyordu. Öjeni teorisine göre, nasıl sa¤lıklı hayvanlar birbirleriyle çiftlefltirilerek
iyi hayvan cinsleri oluflturuluyorsa, bir
insan ırkı da ıslah edilebilirdi.
Öjeni kuramını ortaya atan kifliler,
Darwinistler'di. ‹ngiltere'deki öjeni akımının baflını, Charles Darwin'in kuzeni
Francis Galton ve o¤lu Leonard Darwin
çekiyordu. Bu bakımdan öjeni fikri,
Darwinizm'in do¤al bir sonucu olarak
ortaya çıktı. Nitekim öjeni kavramını savunan yayınlarda bu gerçek özellikle
vurgulanıyor, "Öjeni, insanın kendi evrimini kendisinin yönlendirmesidir" deniyordu.
K. Ludmerer'in belirtti¤ine göre, öjeni fikri Platon'un Devlet adlı ünlü eseri
kadar eskiydi. Ancak Ludmerer, 19. yüzyılda bu fikre olan ilginin artmasının nedeninin Darwinizm oldu¤unu belirtir:
... modern öjenik düflünce yalnızca 19.
yüzy›lda uyandı. Bu yüzyıl sırasında öjeniye ilginin oluflmasının bir kaç nedeni
vardır. En önemli neden ise evrim teorisi-
Öjeni kuram›n›n günümüzdeki yans› mas› toplumdaki özürlü insanlara kar fl› olan tav›rlard›r. Sa¤da, özürlü oldu¤u için toplum taraf›ndan d›fllanm›fl
hatta elleri ba¤l› bir flekilde tutulan
çocu¤un resmi görülüyor.
Harun Yahya (Adnan Oktar)
dir. Öjeni terimini de keflfeden Francis
Galton, fikirlerini kuzeni Charles Darwin'in doktrinine dayandırıyordu.152
Almanya'da ırkçı bilim adamları
Darwinizm'in ve öjeni fikrinin geliflmesinden itibaren, "istenmeyen üyelerin öldürülmesi" gerekti¤ini açıkça savunmaya bafllamıfllardı. Bu bilim adamlarından
Adolf Jost, 1895'de yayımladı¤ı Das
Recht auf den Tod (Ölme Hakkı) isimli
kitabında istenmeyen insanları tıbbi olarak öldürmeye ça¤ırıyordu. Jost, "sosyal
organizmanın sa¤lı¤ı için devletin bireyleri öldürme sorumlulu¤unu alması gerekti¤ini" iddia ediyordu. Adolf Jost,
yaklaflık 30 yıl sonra siyaset sahnesinde
boy gösterecek olan Adolf Hitler'in akıl
hocasıydı. Hitler de "Devlet yalnızca
sa¤lıklı çocukların olmasını sa¤lamalı.
Görülür flekilde hasta olanların ve salgın
hastalık taflıyanların uygun olmadı¤ı ilan
edilmeli" diyordu.153
Hitler iktidara geldikten kısa bir süre
115
116
ÖJEN‹ VAHfiET‹
sonra, resmi bir öjeni politikası bafllattı.
Hitler'in bu yeni politikasını flu cümleleri özetliyordu:
Devlet için zihin ve beden e¤itiminin
önemli bir yeri vardır, ancak insan seçimi de en az bunun kadar önemlidir. Devletin, genetik olarak hastalıklı veya alenen hasta olan bireylerin üreme için uygun olmadıklarını deklare etme sorumlulu¤u vardır... Ve bu sorumlulu¤u hiçbir
anlayıfl göstermeden ve baflkalarının
da anlamalarını beklemeden acımasızca uygulamalıdır... 600 yıllık bir
zaman dilimi boyunca vücudu sakat olan veya fiziksel olarak
hasta olan
kimselerin üremesini durdurmak... insan
sa¤lı¤ında bugün elde edilemeyen bir geliflim sa¤layacaktır. E¤er ırkın en sa¤lıklı olan üyeleri planlı bir flekilde ürerlerse
sonuçta bugün hala taflıdı¤ımız hem ruhsal hem de bedensel açıdan bozuk tohumların olmadı¤ı... bir ırk oluflacaktır.154
Hitler'in bu politikasının gere¤i olarak Alman toplumu içindeki akıl hastaları, sakatlar, do¤ufltan körler ve kalıtsal
hastalıklara sahip olanlar, özel "sterilizasyon merkezleri"nde toplandılar. Bu
kiflilere, Alman ırkının saflı¤ını ve evrimsel ilerleyiflini bozan parazitler olarak bakılıyordu. Nitekim bir süre sonra
toplumdan soyutlanan bu insanlar, Hitler'den gelen gizli bir talimata dayanılarak öldürülmeye bafllandı.
1933 yılında çıkartılan bir yasa ile
350 bin akıl hastası, 30 bin çingene ve
yüzlerce zenci çocuk, hadım etme, x
ıflınları, enjeksiyon, genital bölgeye
elektrik verilmesi gibi yöntemlerle kısırlafltırıldılar. Bir Nazi subayı, "Nasyonal
sosyalizm uygulamalı biyolojiden baflka
bir fley de¤ildir." diyordu.155
Hitler masum insanlara yönelik bu
cinayetlerle ve acımasız uygulamalarla
Alman ırkının sözde evrimini hızlandırmaya çalıflırken, bir yandan da öjeninin
Adolf Hitler iktidara geldikten sonra resmi
öjeni politikas› bafllatt›. Hitler'in politikas›n›n gere¤i olarak Alman toplumu içindeki ak›l hastalar›, sakatlar, do¤ufltan körler
ve kal›tsal hastal›klara sahip olanlar, Hitler'den gelen gizli talimata dayan›larak öldürülmeye baflland›.
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
ÖJEN‹ TEOR‹S‹NE GÖRE
KATLED‹LEN ÖZÜRLÜLER
Darwin'in kuzeni Francis Galton taraf›ndan
gelifltirilen öjeni teorisine göre bir toplumdaki sakatlar›n ve hastalar›n ço¤almas› önlen meli, sa¤l›kl› nesiller olflturulmal›yd›.
Darwinizm'in Almanya'daki en güçlü savunu cusu Ernst Haeckel ise bu fikri daha da ileri
götürdü ve özürlülerin zehirlenerek öldürül meleri için bir komisyon kurulmas›n› savundu. Haeckel'in fikirleri Naziler taraf›ndan uyguland›. Bu sayfadaki görüntüler, Naziler
taraf›ndan katledilmifl özürlü insanlara aittir.
Francis Galton
Ernst Haeckel
118
ÖKARYOT HÜCRE
bir di¤er flartını yerine getiriyordu. Alman ırkını temsil etti¤i kabul edilen sarıflın mavi gözlü genç erkek ve kadınlar,
iliflki kurup çocuk yapmaya teflvik ediliyorlardı. 1935 yılında bu amaçla özel
üreme çiftlikleri kuruldu. Irk kriterlerine
uygun genç kızların yerlefltirildi¤i bu
çiftlikler, sürekli olarak SS birlikleri tarafından ziyaret ediliyordu. Çiftliklerde
do¤an gayrimeflru çocuklar, kurulması
hedeflenen bin yıllık Alman krallı¤ının
askerleri olarak yetifltirilecekti.
Ökaryot hücre
bkz. Bitki hücresinin kökeni
Ön-adaptasyon hayali
(Pre-adaptat›on)
Evrimcilerin sudan karaya, karadan
havaya geçifl gibi türlerin kökenini açıklama çabaları çok kapsamlı de¤iflimleri
gerektirir. Örne¤in sudan karaya çıkan
bir balı¤ın nasıl olup da karaya uygun
hale gelebilece¤ini düflünelim: E¤er bu
balık, solunum sistemi, boflaltım mekanizması, iskelet yapısı gibi farklı yönlerden çok hızlı bir biçimde de¤iflim geçirmez ise, kaçınılmaz olarak ölecektir.
Öyle bir mutasyon zinciri olmalıdır ki
bu, balı¤a anında bir akci¤er kazandırmalı, yüzgeçlerini ayaklara dönüfltürmeli, ona bir böbrek eklemeli, derisini su
tutacak bir yapıya sokmalıdır. Bu mutasyon zincirinin tek bir hayvanın yaflam
süreci içinde gerçekleflmesi de zorunludur.
Böyle bir mutasyon zincirini hiçbir
evrimci biyolog savunmaz, çünkü bu düflüncenin saçmalı¤ı ve imkansızlı¤ı ortadadır. Buna karflılık, evrimciler "önadaptasyon" (pre-adaptation) kavramından söz ederler. Bunun anlamı, balıkların, karada yaflamak için gerekli olan de¤iflimleri, henüz suda yaflarken edindikleridir. Yani, bu teoriye göre bir balık türü, henüz suda yaflarken ve hiç ihtiyaç
duymazken, karada yaflamasını sa¤layacak özellikleri kazanmıfltır. "Hazır" hale
gelince de karaya çıkıp burada yaflamaya bafllamıfltır.
Ancak böyle bir senaryonun evrim
teorisinin kendi varsayımları içinde bile
bir mantı¤ı yoktur. Çünkü denizde yaflayan bir canlının karaya uygun özellikler
kazanması, onun için bir avantaj oluflturmayacaktır. Dolayısıyla bu özelliklerin
do¤al seleksiyon vas›tasyla seçilerek
olufltu¤unu ileri sürmenin hiçbir mantıklı temeli yoktur. Aksine, do¤al seleksiyon
vas›tas›yla "ön-adaptasyon" geçiren bir
canlının elenmesi gerekir, çünkü bu canlı
karada yaflamaya uygun özellikler kazandıkça denizde dezavantajlı hale gelecektir.
Öz-düzenleme yan›lg›s›
(Self-order›ng)
Evrimcilerin iddialarına dikkat edilecek olursa, ço¤unlukla kavramlar› yan›lt›c› flekilde kulland›klar› görülecektir. Bu
yan›ltmalardan biri iki farklı kavramın
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
ÖZ-DÜZENLEME YANILGISI
Dalgalar deniz k›y›s›nda kumdan bir kale yapamazlar. E¤er kumdan yap›lm›fl bir kale görürsek, bunu birinin yapt›¤›ndan eminizdir. Çünkü kale "organize" bir sistemdir. Do¤al süreçlerle hiçbir zaman kompleks ve organize sistemler meydana gelemez.
yani "düzenli" ve "organize" kavramlarının kasıtlı olarak karıfltırılmasıdır.
Bunu flöyle bir örnekle açıklayabiliriz. Deniz kenarında dümdüz uzanan bir
kumsal düflünün. Güçlü bir dalga kıyıya
vurdu¤unda, bu kumsalda bazı büyüklü
küçüklü kum tepecikleri, kumda dalgalanmalar oluflturur. Bu bir "düzenleme"
ifllemidir. Fakat aynı dalgalar deniz kıyısında kumdan bir kale yapamazlar. E¤er
kumdan yapılmıfl bir kale görürsek, bunu birinin yaptı¤ından eminizdir. Çünkü
kale "organize" bir sistemdir. Yani belli
bir biçimde düzenlenmifl bilgi içeri¤ine
(enformasyona) sahiptir. Bilinçli bir
kimse tarafından planlı bir biçimde, her
parçası düflünülerek yapılmıfltır.
Harun Yahya (Adnan Oktar)
Sonuç olarak do¤al süreçlerle hiçbir
zaman kompleks ve organize sistemler
meydana gelemez. Ancak zaman zaman
basit düzenlemeler oluflsa da bunlar belli sınırların ötesine geçemezler.
Ne var ki evrimciler bu flekildeki do¤al süreçlerle kendili¤inden ortaya çıkan
düzenlenme (self-ordering) olaylarını
evrimin çok önemli bir kanıtı gibi sunmakta ve bunları sözde "kendini organize etme" (self-organization) örnekleri
gibi göstermektedirler. (bkz. Öz-örgütlenme saçmal›¤›) Bu kavram kargaflası
sonucunda da, canlı sistemlerin do¤al
olaylar ve kimyasal reaksiyonlar sonucunda kendili¤inden meydana gelebilece¤ini öne sürmektedirler.
119
120
ÖZ-ÖRGÜTLENME SAÇMALI⁄I
Halbuki düzenli sistemler basit sıralamalar, tekrarlar fleklinde yapılar içerirken, organize sistemler içiçe geçmifl son
derece kompleks yapı ve ifllevler içerirler. Ortaya çıkmaları için mutlaka bilinç,
bilgi ve düzenlemeye ihtiyaç vardır. Aradaki bu önemli farkı evrimci bilim
adamlarından Jeffrey Wicken flöyle tarif
eder:
Organize" sistemleri "düzenli" sistemlerden dikkatlice ayırt etmek gerekir. ‹ki sistemden hiçbiri "rastgele" de¤ildir, ama
düzenli sistemler basit kalıplardan olufltukları için hiç komplekslik taflımazken,
organize sistemler her parçası yüksek
bilgi içeren dıfl kaynaklı bir plana göre
biraraya gelirler… Organizasyon, bu
yüzden ifllevsel kompleksliktir ve bilgi taflır.156
Amerikalı bilim adamları Thaxton,
Bradley ve Olsen The Mystery of Life's
Origin (Canlılı¤ın Kökeninin Sırrı) adlı
kitaplarında, bu durumu afla¤ıdaki gibi
açıklarlar:
... Her durumda sıvının içerisindeki moleküllerin rastgele hareketlerinin yerini,
anında son derece düzenli bir davranıfl
almaktadır. Prigogine, Eigen ve di¤erleri buna benzer bir 'kendi kendine organize olma'nın organik kimyanın esası olabilece¤ini ileri sürerler ve bunun da canlı sistemler için gerekli olan son derece
kompleks molekülleri açıklayabilme potansiyeline sahip oldu¤unu iddia ederler.
Fakat bu paralellikler hayatın kökeni sorusuyla alakasızdır. Bunun ana nedeni,
bunların düzen ve kompleksli¤i ayırt etmeyi baflaramamalarıdır.157
Yine aynı bilim adamları, bazı evrimcilerin öne sürdükleri "suyun buz haline gelmesi biyolojik düzenlili¤in kendili¤inden ortaya çıkabilece¤ine örnektir" fleklindeki mantı¤ın sı¤lı¤ını ve çarpıklı¤ını flöyle açıklarlar:
Suyun kristalize olup buza dönüflmesiyle,
basit bir monomerin milyonlarca yıl içinde polimer halinde birleflerek DNA ve
protein gibi kompleks moleküllere dönüflmesi arasındaki benzetme sık sık tartıflılmaktadır. Her durumda benzetme açıkça
yanlıfltır… Isı alçaltılarak termal etki yeterince küçültüldü¤ünde, atomları birbirine ba¤layan güçler, su moleküllerini
düzenli kristalize bir dizilime sokarlar.
Amino asit gibi organik monomerler ise
herhangi bir ısıda, de¤il düzenli bir organizasyona, birleflmeye dahi tamamen
karflı koyarlar.158
Öz-örgütlenme saçmal›¤›
(Self-organ›zat›on)
Evrimcilerin "öz örgütlenme" kavramıyla savundukları iddia, cansız maddenin kendi kendini düzenleyip, organize
edip, kompleks bir canlı varlık meydana
getirebilece¤i yönündeki inançtır. Bu,
kesinlikle bilime aykırı bir inançtır, çünkü bütün gözlem ve deneyler, maddenin
böyle bir yetene¤i olmadı¤ını göstermektedir. Ünlü ‹ngiliz astronom ve matematikçi Sir Fred Hoyle, maddenin kendi kendine hayat oluflturamayaca¤ını
flöyle bir örnekle anlatır:
E¤er gerçekten maddenin içinde, onu ya-
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
ÖZ-ÖRGÜTLENME SAÇMALI⁄I
gibi "temel" güçler gerisini halledecektir... Peki ama bu kolay hikayenin ne kadarı sa¤lam temellere oturmaktadır ve ne
kadarı umuda dayalı spekülasyonlara
ba¤lıdır? Gerçekte, ilk kimyasal maddelerden canlı hücrelere kadar giden aflamaların bütün mekanizmaları ya tartıflma konusudur ya da tamamen karanlık
içindedir.160
‹ngiliz astronom ve matematikçi
Fred Hoyle
flama do¤ru iten bir iç-prensip olsaydı,
bunun bir laboratuvarda kolaylıkla gösterilebilmesi gerekirdi. Örne¤in bir arafltırmacı, ilkel çorbayı temsil eden bir yüzme havuzunu deney için kullanabilirdi.
Böyle bir havuzu istedi¤iniz her türlü
cansız kimyasalla doldurun. Ona istedi¤iniz her türlü gazı pompalayın, ya da
üzerine istedi¤iniz her türlü radyasyonu
verin. Bu deneyi bir yıl boyunca sürdürün ve (hayat için gerekli olan) 2000 enzimden kaç tanesinin sentezlendi¤ini
kontrol edin. Ben size cevabı flimdiden
vereyim ve böylece bu deneyle zamanınızı harcamayın: Kesinlikle hiçbir fley bulamazsınız, belki oluflacak birkaç amino
asit ve di¤er basit kimyasal maddeler dıflında.159
Evrimci biyolog Andrew Scott ise
aynı gerçe¤i flöyle kabul etmektedir:
Biraz madde alın, karıfltırın, ısıtın ve
bekleyin. Bu, hayatın kökeninin modern
versiyonudur. Yerçekimi, elektromanyetizma, zayıf ve güçlü nükleer kuvvetler
Harun Yahya (Adnan Oktar)
Fakat evrimciler "maddenin öz örgütlenmesi" gibi bilimsel olmayan bir
senaryoyu ısrarla savunurlar. Bunun sebebi, evrim teorisinin asıl temeli olan
materyalist felsefede gizlidir. Materyalist felsefe, sadece maddenin varlı¤ını
kabul eder, bu durumda canlılı¤a da sadece maddeye dayalı bir açıklama getirilmesi gerekmektedir. Evrim teorisi bu
zorunluluktan do¤mufltur ve her ne kadar bilime aykırı da olsa, sırf bu zorunluluk u¤runa savunulmaktadır. New
York Üniversitesi'nde kimya profesörü
ve DNA uzmanı olan Robert Shapiro,
evrimcilerin "maddenin kendi kendini
organize etmesi" konusundaki inançlarını ve bunun kökeninde yatan materyalist
dogmayı flu flekilde açıklar:
Bizi basit kimyasalların var oldu¤u bir
karıflımdan, ilk etkin replikatöre (DNA
veya RNA'ya) taflıyacak bir evrimsel ilkeye ihtiyaç vardır. Bu ilke "kimyasal evrim" ya da "maddenin öz örgütlenmesi"
(self-organization) olarak adlandırılır,
ama hiçbir zaman detaylı bir biçimde tarif edilmemifl ya da varlı¤ı gösterilememifltir. Böyle bir prensibin varlı¤ına, diyalektik materyalizme ba¤lılık u¤runa
inanılır.161
121
PALEONTOLOJ‹
Paleontoloji
Arkeobiyolojinin bir dalı olan paleontoloji, çeflitli jeolojik devirlerde yaflamıfl olan insan, hayvan ve bitki türlerine
ait fosiller üzerinde arafltırmalar yapar
ve jeolojik devirlerde yaflayan canlılar
hakkında bilgi sahibi olunmasına yardımcı olur.162 Paleontoloji, fosil bilim ya
da taflıl bilim olarak da bilinir. Bir baflka
tanımlamayla, soyu tükenmifl organizmaların fosillerini ve biyolojisini inceleyen bilim dalıdır. ‹lk paleontoloji arafltırmaları 19. yüzyılda yapılmaya bafllanmıfltır.
Paelontolojide günümüzdeki büyük
kaya parçalarının içerdi¤i bitki ve hayvan fosilleri incelenir, bu yolla jeolojik
geçmiflte egemen olan yaflam biçimleri
belirlenir. Bu bilim dalı eski canlı türlerini bütün yönleriyle (biçimleri, yapıları,
günümüzdeki canlı türleriyle taksonomik iliflkileri, co¤rafi da¤ılımları ve çevreyle iliflkileri) inceler. Yer katmanlarının jeolojik tarihinin açı¤a çıkartılmasında da paleontoloji çalıflmalarından elde edilen verilerden yararlanılır.
Evrim teorisi günümüzde en çok paleontoloji alanındaki çalıflmalarla gündeme gelir. Çünkü fosil bulguları evrimciler açısından çarpıtmaya, taraflı yorumlara ve sahtekarlıklara son derece
uygun bir alan oluflturmufltur. Nitekim
bilim tarihi evrim teorisine sözde delil
bulma arayıfllarıyla yapılmıfl çok sayıda
sahtekarlık örne¤iyle doludur. (bkz. Piltdown Adamı sahtekarl›¤›, Nebraska
Adamı sahtekarl›¤›, Neandertal Adamı
sahtekarl›¤›)
Harun Yahya (Adnan Oktar)
Paleontolojinin evrim teorisini destekledi¤i yönündeki yanlıfl imaj, Science
dergisindeki bir makalede flöyle açıklanır:
Evrimsel biyoloji ve paleontoloji alanlarının dıflında kalan çok sayıda iyi e¤itimli bilim adamı, ne yazık ki, fosil kayıtlarının Darwinizm'e çok uygun oldu¤u gibi
bir yanlıfl fikre kapılmıfltır. Bu büyük olasılıkla ikincil kaynaklardaki ola¤anüstü
basitlefltirmeden kaynaklanmaktadır; alt
seviye ders kitapları, yarı-popüler makaleler vs... Öte yandan büyük olasılıkla biraz taraflı düflünce de devreye girmektedir. Darwin'den sonraki yıllarda, onun
taraftarları bu yönde (fosiller alanında)
geliflmeler elde etmeyi ummufllardır. Bu
geliflmeler elde edilememifl, ama yine de
iyimser bir bekleyifl devam etmifl ve bir
kısım hayal ürünü fanteziler de ders kitaplarına kadar girmifltir.163
Önde gelen evrimcilerden, N. Eldredge ve I. Tattersall ise bu konuda flu
önemli yorumu yaparlar:
Ayrı türlere ait fosillerin, fosil kayıtlarında bulundukları süre boyunca de¤iflim
göstermedikleri, Darwin'in Türlerin Kökeni'ni yayınlamasından önce bile paleontologlar tarafından bilinen bir gerçektir. Darwin ise gelecek nesillerin bu bofllukları dolduracak yeni fosil bulguları
elde edecekleri kehanetinde bulunmufltur... Aradan geçen 120 yılı aflkın süre
boyunca yürütülen tüm paleontolojik
arafltırmalar sonucunda, fosil kayıtlarının Darwin'in bu kehanetini do¤rulamayaca¤ı açıkça görülür hale gelmifltir. Bu,
123
Canl›l›¤›n kökenine ›fl›k tutan en önemli bilim dallar›ndan biri paleontoloji, yani fosil bilimidir. ‹ki yüzy›ld›r büyük bir çabayla incelenen fosil yataklar›, Darwin'in teorisinin tam aksi bir
tablo ortaya koymaktad›r. Türler, evrimleflerek ortaya ç›kmam›fllar, bir anda ve farkl› yap›la r›yla yeryüzünde belirmifllerdir.
fosil kayıtlarının yetersizli¤inden kay-
ile karflı karflıya kalan paleontologlar, bu
naklanan bir sorun de¤ildir. Fosil kayıt-
gerçe¤e açıkça yüz çevirmifllerdir.
ları açıkça söz konusu kehanetin yanlıfl
oldu¤unu göstermektedir.164
Türlerin flaflırtıcı bir biçimde sabit oldukları ve uzun zaman dilimleri boyunca hep bu flekilde kaldıkları yönündeki
gözlem, "kral çıplak" hikayesindeki tüm
özellikleri barındırmaktadır: Herkes bunu görmüfl, ama görmezlikten gelmeyi
tercih etmifltir. Darwin'in öngördü¤ü
tabloyu ısrarla reddeden bir fosil kaydı
Amerikalı paleontolog S. M. Stanley,
fosil kayıtlarının ortaya koydu¤u bu gerçe¤in bilim dünyasına hakim olan Darwinist dogma tarafından nasıl göz ardı
edildi¤ini ve ettirildi¤ini flöyle anlatır:
Bilinen fosil kayıtları kademeli evrimle
uyumlu de¤ildir ve hiçbir zaman da
uyumlu olmamıfltır. ‹lgi çekici olan, bir
takım tarihsel koflullar aracılı¤ıyla, bu
konudaki muhalefetin gizlenmifl oluflu-
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
PALEOANTROPOLOJ‹
dur... Ço¤u paleontolog, ellerindeki kanıtların Darwin'in küçük, yavafl ve kademeli de¤iflikliklerin yeni tür oluflumunu
sa¤ladı¤ı yönündeki vurgusuyla çeliflti¤ini hissetmifltir... ama onların bu düflüncesi susturulmufltur.165
Paleoantropoloji
Paleoantropoloji, insanın kökenini
ve geliflim sürecini inceleyen bilim dalıdır. Bu alandaki çalıflmalarda birçok bilim dalından destek alınmakla birlikte en
çok fosillerden elde edilen bilgi birikiminden yararlanılır.
Ancak pek çok bilim dalında oldu¤u
gibi paleoantropoloji alanında da fosiller
evrim teorisinin varsayımları do¤rultusunda yorumlanır. Evrim teorisinin iddialarına göre yaflamıfl olması gereken insanın sözde atalarının, fiziksel ve zeka
geliflimini göstermek amacıyla arkeoloji
ve etnoloji alanlarından elde edilen bulgular da taraflı olarak yorumlanır. Arizona State Üniversitesi antropolo¤u Geoffrey Clark bir evrimci olamasına ra¤men
bu gerçe¤i 1997'deki bir yazısında flöyle
itiraf etmifltir:
Önümüzdeki bir grup alternatif arafltırma sonucundan bir tanesini, daha önceki varsayımlarımıza ve önyargılarımıza
göre seçiyoruz bu hem politik hem de
subjektif bir ifllem... Paleoantropolojinin
sadece flekli bilimseldir, içeri¤i de¤il.166
ABD'nin en önde gelen paleontologları arasında yer alan Harvard Üniversitesi'nden Niles Eldredge ve Amerikan
Harun Yahya (Adnan Oktar)
Do¤a Tarihi Müzesi'nden Ian Tattersall,
ise paleoantolojik bulgular hakkında flu
yorumu yapmıfllardır:
Canlıların evrimsel tarihlerinin bir keflif
meselesi oldu¤u düflüncesi, bir efsanedir.
E¤er öyle olsaydı, ne kadar çok hominid
fosili bulursak, insanın evrimi hikayesinin de o kadar açık hale gelmesi gerekirdi. Oysa e¤er bir fley olduysa, bunun tam
tersi olmufltur.167
Konunun uzmanı olan di¤er pek çok
evrimci, aslında savundu¤u teori hakkında son derece kötümser düflüncelere
sahiptir. Örne¤in ünlü Nature dergisinin
en önemli bilim yazarı Henry Gee, "insanın evrimi ile ilgili 5 ila 10 milyon yıl
öncesine ait tüm fosil kanıtlarının küçük
bir kutuya sı¤abilecek kadar az oldu¤unu" söyler. Gee'nin bundan vardı¤ı sonuç ilginçtir:
Ata-torun iliflkilerine dayalı insan evrimi
fleması, tamamen gerçeklerin sonrasında
yaratılmıfl bir insan icadıdır ve insanların önyargılarına göre flekillenmifltir...
Bir grup fosili almak ve bunların bir akrabalık zincirini yansıttıklarını söylemek,
test edilebilir bir bilimsel hipotez de¤il,
ama gece yarısı masallarıyla aynı de¤eri
taflıyan bir iddiadır -e¤lendirici ve hatta
belki yönlendiricidir-, ama bilimsel de¤ildir.168
Peki evrime hiçbir flekilde bilimsel
bir kanıt sa¤lamayan bu bilim dalının
evrimciler tarafından bu kadar önemli
olmasının ve bulunan her fosil bulgunun
abartılı, taraflı bir flekilde yorumlanmasının nedeni nedir? Evrimci Greg Kirby,
Biyoloji Ö¤retmenleri Birli¤i'nin toplan-
125
126
PANDANIN PARMA⁄I YANILGISI
tısında yaptı¤ı bir konuflmada bu psikolojiyi flöyle ifade etmifltir:
E¤er bütün hayatınızı kemik toplamak,
kafatasının ve çenenin küçük parçalarını
bulmak için harcıyorsanız, bu küçük parçaların önemini abartmak için çok güçlü
bir istek duyarsınız".169
Yukarıdaki itiraflardan da anlaflıldı¤ı gibi paleoantropolojinin evrime delil
sunacak hiçbir bilimsel bulgusu yoktur.
Ellerindeki yalnızca üstün bir Yaratıcı
olan Allah'›n varl›¤›n› inkar etmek için
taraflı yorumlanmıfl fosillerden ibarettir.
Pandan›n Parma¤›
yan›lg›s›
Klasik evrimci argümanlardan biri,
Stephen Jay Gould tarafından ünlendirilen "Panda'nın bafl parma¤ı" konusudur.
Pandanın befl parma¤ı dıflında, bile¤inden çıkan "radyal susamsı kemik" (radial sesamoid bone) olarak isimlendirilen
bir kemik çıkıntısı daha bulunmaktadır.
Bu yapının evrimciler açısından önemine gelince; evrimcilere göre ayı, köpek gibi hayvanların dahil oldu¤u etçiller sınıfından olan panda daha sonra
bambu ile beslenmeye bafllamıfltır ve evrimci senaryoya göre, altıncı parmak
bambu yemeye uyum sa¤laması için
sonradan çıkmıfltır. Evrimcilerin bir baflka iddias› ise, bu alt›nc› parma¤›n mükemmel olmad›¤›, do¤al seleksiyon vas›tas›yla ancak bu kadar›n›n oluflabildi¤i
yönündedir. Oysa bunlar, hiçbir delili ve
geçerli açıklaması bulunmayan, tama-
Bu resimde görüldü¤ü gibi pandan›n bile¤in den ç›kan kemik, asl›nda bir parmak de¤ildir, ancak parmaklar›n bambunun gövdesini
kavramas›n› kolaylaflt›ran bir destektir.
men evrimci önyargılar ile ileri sürülen
iddialardır. Sırasıyla incelersek:
-Pandalar›n etçil atalardan türedikleri yan›lg›s›:
Evrimcilerin pandaları etçil sınıfına
dahil etmelerinin nedeni, genifl çeneleri,
diflleri ve güçlü pençeleridir. Evrimciler
pandaların sözde atalarının bu özelliklerini di¤er hayvanlara karflı kullandıklarını iddia ederler. Oysa pandaların tek
düflmanı insanlardır, hayvanlar arasında
düflmanları yoktur. Güçlü difllerinin ve
çenelerinin nedeni ise bambu saplarını
kolayca koparıp çi¤neyebilmeleridir.
Güçlü pençeleri ise bambuların gövdelerine tırmanmaları içindir. Dolayısıyla,
ço¤unlukla bambu ile, zaman zaman ise
meyve ve bitkilerle beslenen pandaların
hayali etçil atalardan türediklerine dair
bir delil yoktur ve evrimciler de pandanın hangi hayvandan türedi¤ine dair fi-
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
PANDANIN PARMA⁄I YANILGISI
kir birli¤i sa¤layamamıfllardır. Öyle ki
bazı evrimciler pandaları ayılarla aynı
kategoriye koyarken, bazıları da rakunlarla aynı sınıflama içine dahil etmektedir. Çünkü bu canlıların bir baflka canlı
sınıflamasından evrimleflti¤ine dair hiçbir bulgu yoktur. Evrimciler sadece benzerliklerden yola çıkarak tahminler yapmakta, bu tahminler tamamen hayali oldu¤u için de birbirleri ile ihtilafa düflmektedirler...
-Pandaların altıncı parmaklarının
mükemmel olmadı¤ı, tesadüf ürünü
oldu¤u yanılgısı:
Pandanın ünlü baflparma¤ı meselesindeki asıl nokta budur. Evrimciler bu
parma¤ın mükemmel olmadı¤ını ama
ifle yaradı¤ını söylerler.
Gerçekte, söz konusu altıncı parmak
"radyal susamsı kemik" olarak adlandırılan bir kemik türündendir ve bu kemik
Evrimciler do¤ada uyumsuzluk
veya kusur ararlar. Bunun tek
nedeni, Allah'›n kusursuz yarat›fl›n› inkar etmek için kendilerine delil bulma çabalar›d›r.
Ancak bu çabalar›, pandan›n
parmaklar› konusunda da ol du¤u gibi her zaman sonuçsuz
kalm›flt›r.
genellikle eklem yerlerinde bulunarak
hareketi kolaylafltırır ve tendonların yırtılmasını engeller. Pandanın bile¤inden
çıkan bu kemik ise aslında bir parmak
de¤ildir, ancak parmakların bambunun
gövdesini kavramasını kolaylafltıran bir
destektir.170
Evrimciler bu kemi¤in, parmak yerine geliflti¤ini, ancak parmak görevi göremedi¤ini, örne¤in filizleri ayıklayamadı¤ını söylerler. Ancak kavrama ifli için
yeterince iyi oldu¤unu da belirtirler. Zaten bu altıncı kemi¤in görevi budur ve
pandanın di¤er ifllemleri kusursuzca
yapmaya yetecek kadar parma¤ı bulunmaktadır.171 Bu yapının en ideal fleklinin
gerçekte tam bir "parmak" olması gerekti¤i, evrimcilerin önyargı ile öne sürdükleri dayanaksız bir iddiadır. Söz konusu
kemik, mevcut haliyle canlı için son derece uygundur.
1999 yılında Nature der-
127
128
PANGENESIS TEORISI
gisinde yayınlanan bir inceleme, pandanın baflparma¤ının hayvanın do¤al ortamı açısından son derece verimli oldu¤unu göstermektedir. Dört Japon arafltırmacının ortak yürüttükleri çalıflma, "kompüterize tomografi" ve "manyetik rezonans resimlendirmesi" teknikleri ile yürütülmüfl ve sonuçta pandanın baflparma¤ının "memeliler arasında bulunan en
ola¤anüstü yönlendirme tekniklerinden
biri" oldu¤u sonucuna varılmıfltır.172
Evrimcilerin do¤ada uyumsuzluk veya kusur aramalarının tek nedeni, Allah'ın
kusursuz yaratıflını inkar etmek için kendilerine delil bulma çabalarıdır. Ancak bu
çabaları her zaman sonuçsuz kalm›flt›r.
Pandanın parmakları konusu bu konudaki
örneklerden yaln›zca bir tanesidir.
Pangenes›s teorisi
Antikça¤'›n ünlü Yunan filozofu
Aristo, vücuttaki tüm hücrelerin bir parçasının yumurta ve spermi oluflturmak
üzere biraraya geldi¤ini öne sürmüfltü.
Ayr›ca bir canlının hayatı süresince vücudunun çeflitli bölgelerinde oluflan de¤iflimlerin de bir sonraki nesle aktarılabilece¤ini savunmaktaydı.
Bu fikir 19. yüzyılda Lamarck ve
Darwin tarafından da kabul edilmiflti.
Fakat bu teorinin yanlıfllı¤ı zaman içerisinde anlaflıldı. Çünkü üreme hücreleri
vücut hücrelerinin bir toplamı de¤ildir ve
onlardaki de¤iflimler yumurta ve sperm
hücrelerini etkilemez.173 (bkz. Lamarck'ın evrim senaryosu)
Pansperm›a görüflünün
mant›ks›zl›¤›
Evrimci çevreler ilkel dünya flartlarında tesadüfen canl›l›¤› oluflturabilecek
amino asit oluflamayaca¤ı gerçe¤i karflısında yeni açıklama arayıfllarına yönelmifltir. Ortaya atılan yeni iddialardan birine göre, uzaydan yeryüzüne düflen meteorlarda bulunan amino asitler ile organik maddeler reaksiyona girmifl ve böylece canlılık oluflmufltur.
Bu görüfle göre, ilk canlı dünya dıflında, baflka gezegenlerde oluflmufltur. Daha sonra bu canlıların spor ya da tohumları göktaflları ile Dünya'ya taflınmıfl ve
canlılık bafllamıfltır. Ancak bugünkü bilgilere göre spor ve tohumların uzayda,
Dünya'ya geliflleri sırasında sıcaklık, basınç, zararlı ıflınlar vb. koflullara dayanması mümkün görülmemektedir.174
Uzayda mevcut olan ortam, canlıların yaflamını imkansız hale getirmektedir. Ünlü Rus bilim adam› George Gamow, bu konuda flunları söyler:
Uzayda yolculuk yapan sporları bekleyen
ve donarak ölmekten daha ciddi olan bir
tehlikeyi unutmamak gerekir. Çok iyi bilindi¤i gibi Günefl'ten önemli miktarda
mor ötesi ıflınlar yayılmaktadır. Yeryüzünü kuflatan atmosfer tabakasının çok azının geçmesine müsaade etti¤i bu ıflınlar;
uzay bofllu¤u içinde kendilerini muhafaza
edebilecek koruyucu mekanizmaları bulunmayan bu mikroorganizma sporları
için en büyük tehlikedir ve onları bir anda öldürebilecek güçtedir. Bu sebeple
bakterilerin hayali yolculukları daha en
yakın gezegene dahi ulaflmadan onların
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
Dünya'ya düflen meteorlar›n, atmosfere girdikleri anda bafllayan yüksek ›s› ve çarpma an›n daki fliddet nedeniyle Dünya'ya canl› bir organizma tafl›malar› mümkün de¤ildir. Üstte Arizo na'daki büyük meteor çukuru görülmekte. Öte yandan, Dünya d›fl›nda canl› varl›klar oldu¤u
varsay›lsa bile bunlar›n kökenine de yarat›l›fl d›fl›nda bir aç›klama getirmek imkans›zd›r.
ölümüyle sonuçlanacaktır. 1966 yılında
yapılan bir baflka arafltırma neticesi
"uzaydan gelme" hipotezinin tamamen
terk edilmesine sebep olmufltur. "Gemini9" uzay aracının dıfl yüzeyine özellikle
seçilmifl en dayanıklı mikroorganizmalar
yerlefltirildikten sonra uzaya gönderilmiflti. Yapılan incelemelerde bunların tamamının yedi saat dahi geçmeden öldü¤ü görüldü. Halbuki bu hipoteze göre hayatı bafllattı¤ı ileri sürülen bakterilerin
yolculu¤unun yıllarca sürmesi gerekirdi.175
Yukarıdaki ifadeler son derece açıktır. Bilimsel arafltırmalar sonucu ortaya
çıkan gerçek, uzaydan canlı mikroorganizmaların yeryüzüne ulaflmasının im-
Harun Yahya (Adnan Oktar)
kansız oldu¤udur. Ancak ilk Dünya koflullarında, uzaydan çok bol miktarda
amino asit gelseydi ve hatta yeryüzü tamamen amino asitlerle kaplı olsaydı; bu,
canlıların kökenini açıklayan bir durum
olmazdı. Çünkü amino asitlerin tesadüfen ve rastgele biraraya gelerek son derece kompleks, üç boyutlu bir proteini
ve proteinlerin hücrenin organellerini,
ardından bu organellerin de tüm mucizevi yapısıyla bir canlı hücreyi meydana
getirmesi mümkün olmazdı.
Paralel evrim ç›kmaz›
Evrimcileri en çok çıkmaza sokan
konulardan biri de canlılardaki son dere-
130
PASTEUR, LOUIS
ce kompleks yapıya sahip organların kökenidir. Evrimciler ortak kompleks organlara sahip fakat sözde ortak atalara
sahip olmayan canlıların birbirinden
ba¤lantısız olarak evrim geçirdi¤ini iddia ederler.
Evrimcilere göre bu canlılar aynı evrim süreçlerinden birbirlerine paralel
olarak geçmifllerdir ve nas›l bir tesadüf
gerçekleflmiflse birebir benzer organlara
sahip olmufllard›r. Bu konuda bir örnek
verecek olursak böceklerde, mürekkep
balıklarında ve omurgalılarda ki göz yapısı birbirleriyle tıpatıp benzer ancak bu
canlılar arasında hiçbir flekilde evrimsel
ba¤ kurulmaya çal›fl›lmaz. Bu durumda
evrimciler de bu organların kökenini
açıklamak için paralel evrimin oldu¤unu
iddia etmek zorunda kalırlar. Ancak bu
evrimciler için oldukça sıkıntılı bir durumdur çünkü bu tip geliflmifl organların
bir defada ortaya çıktıklarını izah etmek
yeteri kadar problem teflkil ederken, ayrı
ayrı nasıl meydana geldiklerini açıklamalar› imkansızdır.
Kısacası paralel evrimin di¤er evrim
çeflitlerinden tek farkı, gerçekleflmesi
için daha çok tesadüfe ihtiyaç duyulmasıdır. Bu da bize, evrimin canlılardaki
kusursuz yapılar ortaya çıktıkça, bilimsellikten uzaklafltı¤ını göstermektedir.
Louis Pasteur'ün bulgular›, cans›z maddele rin hayat oluflturabilece¤i iddias›n› kesin
olarak tarihe gömmüfltür.
mıfltı: "Cansız maddelerin hayat oluflturabilece¤i iddiası artık kesin olarak tarihe gömülmüfltür."176
Pasteur "biyogenez" olarak bilinen
"hayat ancak hayattan gelir" görüflü ile,
Darwin'in evrime temel oluflturan "spontane jenerasyon" inancını da kesin olarak
çürütmüfl oldu. (bkz. Abiyogenez; Biyogenez)
Evrim teorisinin savunucuları, Pasteur'ün bulgularına karflı uzun süre direndiler. Ancak geliflen bilim canlı hücresinin
kompleks yapısını ortaya çıkardıkça, hayatın kendili¤inden oluflabilece¤i iddiası
giderek daha büyük bir çıkmaz içine girdi.
Pekin Adam› sahtekarl›¤›
Pasteur, Lou›s
Ünlü Fransız biyolog Louis Pasteur
(1822-1895) yaptı¤ı uzun çalıflma ve deneyler sonucunda flöyle bir sonuca var-
1921'de Dr. Davidson Black, Çin'in
Pekin flehrine ba¤lı Choukoutien Köyü
yakınındaki bir çukurda iki azı difli buldu. Black, bu iki azı diflini Sinanthropus
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
PEK‹N ADAMI SAHTEKARLI⁄I
lirtir. Ona göre, eldeki fosiller insanla
Pekinensis olarak isimlendirdi ve bir homaymun arası bir geçifl formu de¤ildir.
minid (insansı) oldu¤unu ileri sürdü. Dr.
Kafatası o devirde avcıların avladıkları
W. C. Pei 1927 yılında üçüncü azı diflini,
orangutan maymununa aittir. Bu gerçek
1928'de de bazı kafatası parçaları ve iki
sebebiyle fosiller imha edilerek ortadan
adet çene kemi¤i buldu. Black, bunların
kaldırılmıfltır.
da Sinanthropus Pekinensis'e ait
Hayatta olan hiç kimse bu maoldu¤unu ileri sürerek
teryallerin ne oldu¤unu bilkafatası hacmini 900
memektedir.
cc olarak ilan etti.
Sonuç olarak birkaç
Yaflı da 500 bin yıl
arafltırmacı tarafından
bu materyallerin bırakılolarak tahmin edildi.
mıfl olan tarif ve model1936'da Amerikalı Prof.
lerinden baflka ortada
Franz Weidenreich ve Pei
hiçbir delil yoktur. Bu
tarafından aynı yerde üç kafataarafltırmacıların tamamı
sı daha bulundu. Bu kafataslarının
evrimcidir ve hepsi de inda Sinanthropus Pekinensis'e ait
sanın hayvan neslinden evoldu¤unu ve beyin hacminin Pekin Adam› fosili
rimleflerek meydana geldi¤ini
1200 cc olarak de¤ifltirildi¤ini
iddia etmektedir. Bir bilim adaaçıkladılar. Delil olarak bulunan tüm
mının tamamen namuslu ve flerefli oldumateryaller iki azı difli hariç 1941¤unu kabul etsek bile eldeki mevcut eksik
1945'de kaybolmufltur. fiu an elde sadeve karıflık materyallere dayanarak yapaca¤ı model veya modellerin, gerçe¤i ne
ce Weindenrich'in yaptı¤ı alçı modeller
dereceye kadar aksettirece¤i flüphelidir.
mevcuttur.
Bundan baflka Choukoutien'de keflfedilen
Evrim teorisinin geçersizli¤i konumateryallerde objektifli¤i ciddi flekilde
sundaki uzun yıllar süren çalıflmaları ile
etkileyecek noksanlıklar bulunmaktadır.
tanınmıfl Prof. Duane Gish, konu ile ilgiEldeki modellerin hepsi Weidenreich tali olarak flunları bildirmektedir:
Evrime delil olarak ileri sürülen bu materyaller, iki difl hariç, 1941-1945 yılları
arasında kaybolmufltur. Bugüne kadar da
hiçbirisi bulunamamıfltır. Bunların kayboluflu ile ilgili çok fley söylenmifltir.
Bunların içinde en yaygın olanı, ‹kinci
Dünya Savaflı esnasında Japonlar tarafından kaybedildi¤idir. Halbuki o sırada
Pekin'de görevli bulunan ve kendisi de
bir evrimci olan O'Connel ise, Japonlar'ın buraya gelmedi¤ini, bu fosilleri evrimcilerin kendilerinin imha etti¤ini be-
Harun Yahya (Adnan Oktar)
rafından yapılmıfltır. Bu modellere nasıl
güvenebiliriz. Bunlar, orjinal bir varlı¤ın
özelliklerini mi, yoksa Weidenreich'in
düflüncelerini mi yansıtmaktadır?"177
Ünlü bilim adamı H. M. Wollais, Sinanthropus Pekinensis'i en ince teferruatına kadar incelemifl ve kafataslarının
bir maymuna ait oldu¤u kanısına varmıfltır:
Weidenrich'in, kafatasları orangutan ve
flempanzeye benzemektedir.178
131
132
PENTADACTYL HOMOLOJ‹S‹
M. Boule de Pekin Adamı ile ilgili
olarak, "Sinanthropus Pekinensis'in difllerinin ve alt çenenin tüm özellikleri ileri yapılı maymunlara benzemektedir"179
demektedir.
Bir baflka arafltırmacı M. D. Leakley
ise Olduvai George adlı eserinde; Olduvai George'nin ikinci nehir yata¤ında
Pithecanthropus Erectus ve Sinanthropus Pekinensis'e benzer varlıkların aynı
devirde yaflamıfl oldu¤una dair deliller
buldu¤unu açıklamıfltır.180 Ancak bu da
çok çeliflkili bir durumdur çünkü birbirinin atası durumunda olan iki varlı¤ın
aynı devirde yaflaması mümkün de¤ildir.
Ayrıca Pekin Adamı'na ait bu fosillerdeki köpek diflleri, komflusu kesici ön difllerden bazı goril ve flempanzelerde oldu¤u gibi uzakta bulunmaktadır. Üst köpek
diflleri de di¤er difllerden oldukça uzundur. Bütün bunlar bize bu kafataslarının
ancak insanlar tarafından öldürülmüfl
büyük babon ve makilere ait olabilece¤ini kanıtlamaktadır.
Pentadactyl homolojisi
(beflparmakl›l›k benzerli¤i)
bkz. Befl parmaklılık homolojisi
Peptid ba¤›
Bir proteinin meydana gelebilmesi
için gerekli olan amino asit çeflitlerinin,
uygun sayı ve sıralamada ve gereken üç
boyutlu yapıda dizilmeleri yetmez. Bunun için aynı zamanda, birden fazla kola
sahip amino asit moleküllerinin yalnızca
belirli kollarıyla birbirlerine ba¤lanmaları gerekmektedir. Bu flekilde yapılan
bir ba¤a, "peptid ba¤ı" adı verilir. Amino
asitler farklı ba¤larla birbirlerine ba¤lanabilirler; ancak proteinler, yalnızca ve
yalnızca "peptid" ba¤larıyla ba¤lanmıfl
amino asitlerden meydana gelirler.
Bunu bir benzetmeyle gözünüzde
canlandırabilirsiniz: Örne¤in bir arabanın bütün parçalarının eksiksiz ve yerli
yerinde oldu¤unu düflünün. Fakat tekerleklerden birisi, oturması gereken yere,
vidalarla de¤il de, bir tel parçasıyla ve
dairesel yüzü yere bakacak bir biçimde
tutturulsun. Böyle bir arabanın motoru
ne kadar güçlü olursa olsun, teknolojisi
ne kadar ileri olursa olsun bir metre bile
gitmesi imkansızdır. Görünüflte herfley
yerli yerindedir, ancak tekerleklerden birisinin, yerine olması gerekenden farklı
bir biçimde ba¤lanması, bütün arabayı
Tekerleklerinden birisi, oturmas› gereken yere farkl› bir bi çimde tutturulan bir araban›n, motoru ne kadar
güçlü olursa olsun, teknolojisi ne kadar ileri
olursa olsun bir metre bile gitmesi imkans›zd›r. ‹flte ayn› flekilde, bir
protein molekülündeki
tek bir amino asitin bile
di¤erine peptid ba¤›ndan baflka bir ba¤la
ba¤lanm›fl olmas› bu
molekülü ifle yaramaz
hale getirecektir.
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
PEPT‹D BA⁄I
H
H
H
H
C
O
H
N
C
H
R
H
C
C
N
C
H
R
amino asit
C
C
amino asit
Amino asitler birbirlerine peptid
ba¤› ile ba¤lan›rlar. Peptid ba¤›,
di¤er ba¤lardan ay›ran en önemli
özellik kolay çözülmemesidir. Bu
sayede proteinler sa¤lam ve dayan›kl›d›rlar.
H
H
C
su
peptid ba¤›
H
H
C
H
C
H
N
C
H
R
C
C
C
H
R
C
C
dipeptid molekül
kullanılmaz hale getirir. ‹flte aynı flekilde, bir protein molekülündeki tek bir
amino asitin bile di¤erine peptid ba¤ından baflka bir ba¤la ba¤lanmıfl olması,
bu molekülü ifle yaramaz hale getirecektir.
Yapılan arafltırmalar, amino asitlerin
kendi aralarındaki rastgele birleflmelerinin en fazla %50'sinin peptid ba¤ı ile oldu¤unu, geri kalanının ise proteinlerde
bulunmayan farklı ba¤larla ba¤landıklarını ortaya koymufltur. Dolayısıyla bir
proteinin tesadüfen oluflabilmesi ihtimalini hesaplarken, (sol-ellilik zorunlulu¤unun yanı sıra) her amino asitin ken-
Harun Yahya (Adnan Oktar)
dinden önceki ve sonraki ile yalnızca ve
yalnızca peptid ba¤ı ile ba¤lanmıfl olması zorunlulu¤unu da hesaba katmak gerekmektedir. (bkz. Sol-elli amino asitler)
Bu ihtimal de, proteindeki her amino
asitin sol-elli olması ihtimali ile hemen
hemen aynıdır. Yani, 400 amino asitlik
bir proteini ele alacak olursak, bütün
amino asitlerin kendi aralarında yalnızca
peptid ba¤ıyla birleflmeleri ihtimali
2399'da 1 ihtimaldir. Bu rakamlar ise çok
açık bir flekilde tesadüfi etkilerle oluflumu imkansız kılar.
133
134
PILTDOWN ADAMI SAHTEKARLI⁄I
‹NSAN KAFATASINA
ORANGUTAN ÇENES‹:
Bilim dünyas›n› 40 y›l› aflk›n
bir süre aldatan Piltdown
Adam› fosili, gerçekte evrimcilerin iki ayr› parçay› biraraya getirerek yapt›klar› bir bilim sahtekarl›¤›yd›.
P›ltdown Adam›
sahtekarl›¤›
Ünlü bir doktor ve aynı zamanda da
amatör bir paleontolog olan Charles
Dawson, 1912 yılında, ‹ngiltere'de Piltdown yakınlarındaki bir çukurda, bir çene kemi¤i ve bir kafatası parçası buldu¤u iddiasıyla ortaya çıktı. Çene kemi¤i
maymun çenesine benzemesine ra¤men,
difller ve kafatası insanınkilere benziyordu. Bu örneklere "Piltdown Adamı" adı
verildi, 500 bin yıllık bir tarih biçildi ve
çeflitli müzelerde insan evrimine kesin
bir delil olarak sergilendi. 40 yılı aflkın
bir süre, üzerine birçok bilimsel makaleler yazıldı, yorumlar ve çizimler yapıldı.
Dünyanın farklı üniversitelerinden 500'ü
aflkın akademisyen, Piltdown Adamı
üzerine doktora tezi hazırladı.181
Ünlü Amerikalı paleoantropolog H.
F. Osborn da 1935'te British Museum'u
ziyaretinde, "do¤a
sürprizlerle dolu;
bu, insanlı¤ın tarih öncesi devirleri hakkında önemli
bir bulufl" diyordu.182
1949'da ise British
Museum'un paleontoloji bölümünden Kenneth Oakley yeni bir yafl belirleme metodu olan "flor testi" metodunu, bazı eski fosiller üzerinde denemek
istedi. Bu yöntemle, Piltdown Adamı fosili üzerinde de bir deneme yapıldı. Yapılan testte Piltdown Adamı'nın çene kemi¤inin hiç flor içermedi¤i anlaflıldı. Bu, çene kemi¤inin topra¤ın altında birkaç yıldan fazla kalmadı¤ını gösteriyordu. Az
miktarda flor içeren kafatası ise sadece
birkaç bin yıllık olmalıydı.
Flor metoduna dayanılarak yapılan
sonraki kronolojik arafltırmalar, kafatasının ancak birkaç bin yıllık oldu¤unu ortaya çıkardı. Çene kemi¤indeki difllerin
ise suni olarak aflındırıldı¤ı, fosillerin
yanında bulunan ilkel araçların da çelik
aletlerle yontulmufl adi birer taklit oldu¤u anlaflıldı.183
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
PITHECANTHROPUS ERECTUS
P›thecanthropus erectus
bkz. Nebraska Adamı sahtekarl›¤›
Plasm›d Transferi
Sahte fosile dayan›larak çizilen Piltdown
Adam›
Weiner'in yaptı¤ı detaylı analizlerle
bu sahtekarlık 1953 yılında kesin olarak
ortaya çıkarıldı. Kafatası 500 yıl yaflında
bir insana, çene kemi¤i de yeni ölmüfl bir
orangutana aitti! Difller, insana ait oldu¤u izlenimini vermek için sonradan özel
olarak eklenmifl ve sıralanmıfl, eklem
yerleri de törpülenmiflti. Daha sonra da
bütün parçalar, eski görünmeleri için potasyum-dikromat ile lekelendirilmiflti.
Bu lekeler, kemikler aside batırıldı¤ında
kayboluyordu. Sahtekarlı¤ı ortaya çıkaran ekipten Le Gros Clark, "difller üzerinde yıpranma izlenimini vermek için,
yapay olarak oynanmıfl oldu¤u o kadar
açık ki, nasıl olur da bu izler dikkatten
kaçmıfl olabilir?" diyerek flaflkınlı¤ını
gizleyemiyordu.184
Tüm bunların üzerine "Piltdown
Adamı", 40 yılı aflkın bir süredir sergilenmekte oldu¤u British Museum'dan
alelacele çıkarıldı.
Harun Yahya (Adnan Oktar)
Bakteriler, ana DNA parçalarına
(kromozomlara) ek olarak plasmid denilen küçük bir DNA molekülünü de içerirler. Plasmid, mikrobiyolojide birçok
bakteri türünde bulunan ve kromozomların dıflında yer alan genetik maddedir.
Ayrıca plasmid, bakteri için temel önemi
olmayan (evrimcilere göre seçici yarar
sa¤layan) yuvarlak bir DNA molekülüdür. Plasmid DNA'nın bu yuvarlak biçimi, bakteriden içeri veya dıfları oldukça
kolay girip çıkabilmesini sa¤lar. Plasmidlerin bu özelli¤i DNA birlefltirme
arafltırmalarına yol açmıfltır.
Plasmid transferi de bilim adamlarının DNA birlefltirmek amacıyla buldu¤u
tekniklerden biridir. Yeniden birlefltirilen
(rekombinant) DNA'lar arafltırması, üzerinde çalıflma yapılabilecek büyük miktarlarda gen elde etmek amacıyla, de¤iflik organizmaların DNA'larının birlefltirilmesi ile yapılır. Bu tekni¤i kullanan
bilim adamının amacı, çalıflmak için belirli genlerden bol miktarda elde etmektir. Birçok biyolog bu yönteme biyoloji
arafltırmaları için bulunmufl en de¤erli
araçlardan biri gözüyle bakar.185
Bu konu ile ilgili olarak verilen örneklerden biri, bakterilerin antibiyotik
direnci özelli¤idir. Geçmifl jenerasyonlardaki dirençli bakterilerin genleri, di-
135
136
PLATYPUS
¤er bakterilere "plasmid"ler aracılı¤ıyla
taflınır. Direnç genleri ço¤unlukla küçük
DNA halkacıkları olan plasmidlerde
kodlu bulunur. Dirençsiz bir bakteri bu
flekilde edindi¤i bir direnç genini kolaylıkla kendi DNA molekülleri arasına dahil edebilir. Bu sayede tek bir dirençli
bakteriden bile çok kısa bir süre içinde
dirençli bir bakteri kolonisi ortaya çıkabilir. Ancak bu mekanizmanın evrime
delil olabilecek hiçbir yönü yoktur, çünkü bakterilere direnç sa¤layan genler,
mutasyonlar sonucunda sonradan oluflmamaktadır. Sadece, zaten var olan genlerin bakteriler arasında aktarılması söz
konusudur. (bkz. Antibiyotik direnci)
Platypus
Avustralya'da yaflayan, delikliler sınıfından Platypus isimli hayvan, evrimci
iddiaların geçersiz oldu¤unu göstermesi
bakımından iyi bir örnektir. Platypus, bir
memeli olmasına ra¤men yumurtlayarak
ço¤alır. Kıllı olması ve süt bezlerine sahip olması ise, bu canlının bir memeli oldu¤una inanmak için yeterlidir. Daha ilginci, bu canlının kufl gagasına benzer
bir a¤zı vardır.
Bu canlı, hem memeli hem de sürüngen karakterine sahip oldu¤undan, evrimciler tarafından ilkel bir yaratık ve bir
ara geçifl formu olarak sunulabilecek
özelliklere sahiptir. Ancak gerçek hiç de
böyle de¤ildir. Monash Üniversitesi fizyologlarından Uwe Proske, bu canlı için
"hayvanlar aleminin en harika yaratı¤ı
olmaya kesin aday bir hayvan" oldu¤u
sonucuna varmıfltır. Proske flöyle der:
"‹lkel bir memeli olmanın çok ötesinde,
Platypus kesinlikle çok yüksek düzeyde
ilerlemifl durumdadır."186
Platypus, o denli geliflmifl bir canlıdır
ki, kelimenin tam anlamıyla bir altıncı
hisse sahiptir. Çamurlu sularda yafladı¤ından, elektrik sinyalleriyle hareket
edebilecek bir mekanizmayla donatılmıfltır. Bu açıdan Platypus'un di¤er canlıların befl duyusuna ek olarak altıncı bir
duyusu oldu¤unu söylemek mümkündür.
Platypus'un bu elektroreseptör sistemi,
bazı balıklarda bulunan sistemlere de hiç
benzememektedir. Bu, çok daha karmaflıktır. Platypus, kendine özgü hareketleriyle ırmaklarda elektrik alanı oluflturur
ve bunu kullanarak ırma¤ın yüzeyinin
biçimini belirler.
Platypus bir "mozaik canlı"dır. Ancak
e¤er bugün Platypus'un soyu tükenmifl
olsa ve fosil kayıtlarında kalıntılarına
rastlanmıfl olsaydı, evrimciler hiç tereddüt etmeden bu hayvanın, sürüngenlerden memelilere bir ara geçifl formu oldu¤unu ileri süreceklerdi. Günümüzde sözü
edilen tüm sözde ara geçifl formları, iflte
bu tür çarpıtmaların birer sonucudurlar.
Pleiotropik Etki
Mutasyonların canlılara sadece hasar
verdiklerinin kanıtlarından biri, genetik
flifrenin kodlanıfl biçimidir. Geliflmifl
canlılardaki bilinen hemen hemen tüm
genler, canlıyla ilgili birden fazla bilgiyi
içerirler. Örne¤in bir gen, hem boy uzun-
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
NORMAL GEL‹fi‹M
PLE‹OTROP‹K ETK‹
3
1
4
5
7
1- Kanatlar ç›km›yor
2- Ayaklar normal
boyda, ancak uçlar›
tam geliflmiyor
3- Yumuflak tüy
dokusu yok
4,5- Solunum kanal›
olmas›na ra¤men
akci¤er yok
6,7- ‹drar yolu
büyümüyor ve
böbre¤in geliflimine
yol açm›yor.
6
2
Sol tarafta, evcil bir tavuktaki normal geliflim, sa¤da ise pleiotropik bir genin mutas yona u¤ramas›n›n do¤urdu¤u zararl› etkiler görülüyor. Dikkat edilirse, tek bir gende
meydana gelen bir mutasyon, birbirinden çok farkl› organlara zarar verebilmektedir.
E¤er bir mutasyonun yararl› bir etki oluflturaca¤› varsay›lsa bile, söz konusu "pleiotropik etki", daha pek çok organa zarar vererek bu yarar› da ortadan kald›racakt›r.
138
POPÜLASYON
lu¤unu hem de canlının göz rengini kontrol ediyor olabilir. Moleküler biyolog
Michael Denton, genlerin "pleiotropik
etki" denen bu özelli¤ini flöyle aç›klar:
Genlerin geliflim üzerindeki etkileri flaflılacak derecede farklıdır. Ev faresinde tüy
rengiyle ilgili hemen her gen, boy uzunlu¤uyla da ilgilidir. Meyve sine¤i Drosophila Melanogaster'in göz rengi mutasyonları için kullanılan 17 adet X ıflını deneyinden 14'ünde göz rengiyle oldukça ilgisiz
olan diflinin cinsel organlarının yapısı etki görmüfltür. Yüksek organizmalarda incelenen hemen her gen, bir organdan fazla etkiye sahiptir. Pleiotropik etki ismi verilen bu olay hakkında (Ernst) Mayr
"yüksek organizmalarda pleiotropik olmayan herhangi bir genin bulunuflu flüphelidir" der.187
Canlıların genetik yapılarındaki bu
özellik nedeniyle, tesadüfi bir mutasyon
sonucu DNA'daki herhangi bir gende
meydana gelen bozukluk, birden fazla
organa etki edecektir. Böylece mutasyon
sadece belirli bir bölge içinde kalmayacak, çok daha fazla yıkıcı etkilere sahip
olacaktır. E¤er bu etkilerin birinin çok
nadir rastlanacak bir tesadüf sonucunda
yararlı olabilece¤i varsayılsa bile, di¤er
etkilerin kaçınılmaz zararı bu yararı da
yok edecektir. (bkz. Mutasyon: Hayali
bir mekanizma)
Dolayısıyla canlıların evrim geçirmifl
olmaları mümkün de¤ildir, çünkü do¤ada onları evrimlefltirebilecek bir mekanizma yoktur.
Popülasyon
Popülasyonlar çok fazla genetik çeflitlilik gösteren fertlerden oluflan topluluklardır. Bir popülasyonun genetik yapısını, popülasyonu oluflturan bireyler
belirler. Bir baflka tanımlamayla popülasyon aynı türe ait, fakat kalıtsal bileflimleri farklı olan bireylerin oluflturdu¤u
topluluklardır. Ekolojik açıdan ise popülasyon, belirli bir bölgeye yayılmıfl aynı
türe ba¤lı bireylerin oluflturdu¤u topluluk olarak tanımlanır.188
Kalıtsal özelliklerin bireylerden çok
popülasyonlar üzerinde etkili oldu¤unun,
bireylerin ise popülasyondaki genleri taflıyan aracılardan baflka bir fley olmadı¤ının anlaflılması ile popülasyon geneti¤i
ön plana çıkmıfltır.
Protein
Proteinler, "amino asit" adı verilen
daha küçük moleküllerin belli sayılarda
ve çeflitlerde özel bir sırayla dizilmelerinden oluflan "dev" moleküllerdir. Bu
moleküller canlı hücrelerinin yapıtafllarını olufltururlar. En basitleri yaklaflık 50
amino asitten oluflan proteinlerin, binlerce amino asitten oluflan çeflitleri de vardır.
Önemli olan nokta fludur: Proteinlerin yapılarındaki tek bir amino asitin bile
eksilmesi veya yerinin de¤iflmesi ya da
zincire fazladan bir amino asit eklenmesi, o proteini ifle yaramaz bir molekül yı¤ını haline getirir. Bu nedenle her amino
asit tam gereken yerde, tam gereken sıra-
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
PROTE‹N
Resimde
miyoglobin
proteininin üç
boyutlu yap›s› ve
atomlar› aras›ndaki
peptid gruplar› görülmektedir. Kuflkusuz böyle kusur suz bir yap›n›n tesadüflerle
oluflmas› imkans›zd›r.
da yer almalıdır. Hayatın rastlantılarla
olufltu¤unu öne süren evrim teorisi ise,
bu düzenlilik karflısında çaresizdir. Çünkü söz konusu düzenlilik, asla rastlantıyla açıklanamayacak kadar ola¤anüstüdür. Proteinlerin fonksiyonel yapısının
hiçbir flekilde tesadüfen meydana gelemeyece¤i, herkesin anlayabilece¤i basit
olasılık hesaplarıyla dahi rahatlıkla görülebilir.
Örne¤in, bilefliminde 288 amino asit
bulunan ve 12 farklı amino asit türünden
oluflan ortalama büyüklükteki bir prote-
Harun Yahya (Adnan Oktar)
in molekülünün içerdi¤i amino asitler
10300 farklı biçimde dizilebilir. (Bu, 1 rakamının sa¤ına 300 tane sıfır gelmesiyle
oluflan astronomik bir sayıdır.) Ancak bu
dizilimlerden yalnızca bir tanesi söz konusu proteini oluflturur. Geriye kalan
tüm dizilimler hiçbir ifle yaramayan, hatta kimi zaman canlılar için zararlı bile
olabilecek anlamsız amino asit zincirleridir.
Dolayısıyla yukarıda örnek verdi¤imiz protein moleküllerinden yalnızca bir
tanesinin tesadüfen meydana gelme ihti-
139
140
PROTE‹N
mali "10300'de 1" ihtimaldir. Bu ihtimalin tense, bu imkansızı savunmaktadırlar.
pratikte gerçekleflmesi ise imkansızdır.
Pek çok evrimci bu gerçe¤i itiraf ed50
(Matematikte 10 'de 1'den küçük ihti- er. Örne¤in Harold Blum adlı evrimci bimaller "sıfır ihtimal" kabul edilirler.)
lim adamı, "bilinen en küçük proteinleDahası, 288 amino asitlik bir protein, rin bile rastlantısal olarak meydana gelcanlıların yapısında bulunan
mesi, tümüyle imkansız gözükmektebinlerce amino asitlik
dir" demektedir.190
dev proteinlerle kıEvrimciler,
yaslandı¤ında olmoleküler evridukça mütevazi
min çok uzun bir
bir yapı sayılazaman sürdü¤ünü
bilir. Aynı ihve bu zamanın imtimal hesaplarıkansız olanı mümkün
nı bu dev moleküllere
hale getirdi¤ini iddia
Bir proteinin üç boyutlu yap›s›
uyguladı¤ımızda ise,
ederler. Oysa ne kadar
"imkansız" kelimesinin bile yetersiz kal- uzun bir zaman verilirse verilsin, amino
dı¤ını görürüz.
asitlerin rastlantısal olarak protein oluflCanlılı¤ın gelifliminde bir basamak turmaları imkansızdır. Amerikalı jeolog
daha ilerledi¤imizde, tek baflına bir pro- William Stokes, Essentials of Earth Histeinin de hiçbir fley ifade etmedi¤ini gö- tory (Yeryüzü Tarihinin Esaslar›) adlı kirürüz. fiimdiye kadar bilinen en küçük tabında bu gerçe¤i kabul ederken "e¤er
bakterilerden biri olan Mycoplasma Ho- milyarlarca yıl boyunca, milyarlarca geminis H 39'un bile 600 çeflit proteine sa- zegenin yüzeyi gerekli amino asitleri içehip oldu¤u görülmüfltür. Bu durumda, ren sulu bir konsantre tabakayla dolu oltek bir protein için yaptı¤ımız üstteki ih- saydı bile yine (protein) oluflamazdı" ditimal hesaplarını 600 çeflit protein üze- ye yazar.191
rinden yapmamız gerekecektir. Sonuçta
Tüm bunların ne anlama geldi¤ini
karflılaflaca¤ımız rakamlar ise imkansız kimya profesörü Perry Reeves flöyle
kavramının çok ötesindedir.
açıklamaktadır:
Hiçbir evrimci de bu rakamlara bir
Bir insan, amino asitlerin rastlantısal
itirazda bulunamaz. Tek bir proteinin teolarak birlefliminden ne kadar fazla muhsadüfen oluflma ihtimalinin "bir maymutemel yapı oluflabilece¤ini düflündü¤ünde, hayatın gerçekten de bu flekilde ortanun daktilo tufllarına rastgele basarak hiç
ya çıktı¤ını düflünmenin akla aykırı geldihata yapmadan insanlık tarihini yazma¤ini görür. Böyle bir iflin gerçekleflmesinsı" kadar imkansız oldu¤unu onlar da ka189
de bir Büyük ‹nfla Edici'nin var oldu¤unu
bul etmektedirler. Ama do¤ru olan
kabul etmek, akla çok daha uygundur.192
açıklamayı, yani yaratılıflı kabul etmek-
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
PROTOAVIS
Prokaryot hücre
bkz. Bakterinin kökeni
Protoav›s
Evrimciler, Archæopteryx'i bir ara
geçifl formu olarak sunarken, onun dünyada yaflamıfl en eski kufl-benzeri canlı
oldu¤u kabulünden yola çıkmıfllardı.
Oysa kendisinden çok daha eski tarihli
bazı kufl fosillerinin bulunması, Archæopteryx'i kuflların atası konumundan
kesin olarak uzaklafltırdı. Hem de bu
kufllar, Archæopteryx'e atfedilen sözde
sürüngen özelliklerinin hiçbirine sahip
olmayan kusursuz birer kufltu.
Söz konusu fosillerin en önemlisi,
yaflı 225 milyon yıl olarak hesaplanan
Protoavis'ti. ‹lk olarak Nature dergisinin
A¤ustos 1986 tarihli sayısında, "Fosil
Kufl Evrimsel Hipotezleri Sarsıyor" bafllıklı makalede varlı¤ı duyurulan Protoavis fosili, kendisinden 75 milyon yıl daha yafllı oldu¤u Archæopteryx'in kuflların
atası oldu¤u iddiasını çürüttü. Vücut yapısı, di¤er tüm kufllardaki gibi içi bofl kemiklere sahip iskeleti, uzun kanatları ve
kanatlarındaki tüy izleri Protoavis'in mükemmel olarak uçabildi¤ini gösteriyordu.
Smithsonian Enstitüsü'nden N. Hotton, Protoavis fosilini flöyle tarif eder:
Protoavis geliflmifl bir lades kemi¤ine,
(kufllarda uçmaya yardımcı olan) gö¤üs
kemi¤ine, içi bofl (böylece hafif) kemiklere ve uzun kanat kemiklerine sahiptir...
Kulakları bu kuflların ses çıkararak haberlefltiklerini göstermifltir. Ço¤u dinozor
ise sessizdir.193
Harun Yahya (Adnan Oktar)
Yafl› 225 milyon y›l olarak hesaplanan Pro toavis fosili, kendisinden 75 milyon y›l daha
yafll› olan Archæopteryx'in kufllar›n atas› oldu¤u tezini çürüttü.
Alman biyologlar Reinhard Junker
ve Siefried Scherer, Protoavis'in evrimci
tezlere indirdi¤i darbeyi flöyle açıklarlar:
Archæopteryx'in Protoavis'ten 75 milyon
yıl daha genç olması nedeniyle bunun evrimin kör bir dalı oldu¤u ortaya çıkmıfltır.
Bu nedenle yaratılıflı savunanlar›n ileri
sürdükleri gerçek geçifl formlarının olmadı¤ı, sadece mozaik formların bulundu¤u düflüncesi güçlenmifl bulunmaktadır. Protoavis'in günümüz kufllarına pek
çok yönden benzemesi, kufl ve sürüngen
bofllu¤unu daha da belirgin duruma getirmifl bulunuyor.194
Ayrıca Protoavis'in evrimciler tarafından hesaplanan yaflı o kadar eskidir ki
bu kufl, yine evrimci kaynakların verdi¤i
tarihlere göre, yeryüzünde ilk dinozorlardan bile daha yafllıdır. Bu ise, kuflların
dinozorlardan evrimlefltikleri teorisinin
kesin olarak çökmesi anlamına gelir.
141
RAMAPITHECUS YANILGISI
Ramap›thecus yan›lg›s›
Hindistan'da bulunan Ramapithecus
fosillerinin yaklafl›k 15 milyon y›l öncesine ait olduklar›n› öne süren evrimciler,
bu fosilleri bir zamanlar insan›n evrimi
senaryosunda çok iddial› bir ara- geçifl
formu olarak sunmufllard›. Fakat bu fosillerin sıradan bir maymuna ait oldu¤unun anlaflılması üzerine Ramapithecus
insanın hayali soya¤acından sessiz sedasız çıkarıldı.195
‹lk bulunan Ramapithecus fosili, iki
parçadan oluflmufl eksik bir çeneden ibaretti. Ama evrimci çizerler, bu çene parçalarına dayanarak Ramapithecus'un ailesini ve yafladı¤ı hayali ortamı bile çizebildiler.
EVR‹MC‹LER‹N ‹ LHAM
KAYNA⁄I TEK B‹R
ÇENE KEM‹⁄‹!
‹lk bulunan Ramapithecus
fosili, iki parçadan olufl mufl eksik bir çeneden iba retti. Ama evrimci çizerler,
bu çene parçalar›na daya narak Ramapithecus'u hatta ailesini ve yaflad›¤› or tam› çizmekte hiçbir güçlük
çekmemifllerdi.
E
T
H
SA
143
144
REKOMB‹NASYON
Rekapitülasyon teorisi
(Recap›tulat›on theory)
bkz. Bireyolufl Soyoluflun Tekrarıdır
Teorisi. (Ontogeny Recapitulates Phylogeny)
Rekombinasyon
Rekombinasyon iki cinsiyetten gelen
soyaçekim karakterlerinin birleflerek yeni bir genotip (kalıtsal yapı) meydana
getirmesi anlamını taflır. Ancak rekombinasyonlar mutasyonlarla karıfltırılmamalıdır. Mutasyonda bireyin genotipinde meydana gelen de¤iflikliklerin etkili
olabilmesi için bu de¤iflikliklerin üreme
genlerinde olması gerekir. Rekombinasyon ise sürekli bir olaydır ve efleysel
üremenin do¤al bir sonucu olarak her
yavruda yeni bir gen kombinasyonu
meydana gelir.
Genetikte rekombinasyon, üreme
hücrelerinin oluflumu sırasında anneden
ve babadan gelen genlerin yeniden gruplanmasıdır. Bir yavru hücre bölünme sırasında her zaman anne-babadan gelen
genetik materyalin yarısını aldı¤ı halde;
rekombinasyon çeflitlili¤in olmasında
kesin ve etkili bir rol oynar. (bkz. Varyasyon) Meydana gelen iki yavruda aynı genlerin farklı kombinasyonları kullanılır. Böylece iki yavru hücre ne birbirlerinin aynısı olurlar, ne de genetik içerikleri anne-babanınki ile tıpatıp aynıdır.
Bazı evrimciler rekombinasyonla çeflitlenmeyi bir evrim faktörü olarak de¤erlendirirler.196 Fakat böyle bir düflün-
cenin hiçbir bilimsel de¤eri yoktur. Üreme sırasında genlerin karıflımı söz konusu oldu¤undan çeflitlilik olması da do¤aldır. Fakat rekombinasyonla ne yeni
bir tür oluflmas› ne de genlerde kayıtlı
bilgilerin dıflında yeni bir bilgi eklenmesi söz konusu de¤ildir.
Rekombinasyon çalıflmalarının, genetik mekanizmaların anlaflılmasında
önemli bir yeri olmufltur. Bilim adamlarının kromozom haritasını çıkarmalarında, genetik anormalliklerin tespitinde,
bir kromozomdan di¤erine gen transplantasyonu yapılmasında, rekombinasyon yönlendirilmesi yol gösterici olmufltur.
Rekonstrüksiyon
(hayali çizimler)
Evrimciler, teorilerini destekleyecek
bilimsel deliller bulma konusundaki baflarısızlıklarını çeflitli propaganda yöntemleri ile kamufle etmeyi amaçlarlar.
Bu propagandanın en önemli unsuru "rekonstrüksiyon"dur. Rekonstrüksiyon,
"yeniden infla" demektir ve sadece bir
kemik parçası bulunmufl olan canlının
resminin ya da maketinin yapılmasıdır.
Gazetelerde, dergilerde, filmlerde gördü¤ünüz "maymun adam"ların her biri
birer rekonstrüksiyondur.
Ancak insanın kökeni ile ilgili fosil
kayıtları ço¤u zaman da¤ınık ve eksik
oldukları için bunlara dayanarak herhan-
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
REKONSTRÜKS‹YON - HAYAL‹ Ç‹Z‹MLER
gi bir tahminde bulunmak, bütünüyle hayal gücüne dayalı bir ifltir. Bu yüzden
evrimciler tarafından fosil kalıntılarına
dayanılarak yapılan rekonstrüksiyonlar,
tamamen evrim ideolojisinin gereklerine
uygun olarak tasarlanırlar. Harvard Üniversitesi antropologlarından David Pilbeam, "benim u¤rafltı¤ım paleoantropoloji alanında daha önce edinilmifl izlenimlerden oluflmufl teori, daima gerçek
verilere baskın çıkar" derken bu gerçe¤i
vurgular.197
Burada bir noktaya dikkat etmek gerekir: Kemik kalıntılarına dayanılarak
yapılan çalıflmalarda sadece eldeki objenin çok genel özellikleri ortaya çıkarılabilir. Oysa asıl belirleyici ayrıntılar, zaman içinde kolayca yok olan yumuflak
dokulardır. Evrime inanmıfl bir kimsenin
bu yumuflak dokuları istedi¤i gibi flekillendirip ortaya hayali bir yaratık çıkarması çok kolaydır. Harvard Üniversitesi'nden Earnst A. Hooton bu durumu
flöyle açıklar:
Yumuflak kısımların tekrar inflası çok
riskli bir giriflimdir. Dudaklar, gözler, kulaklar ve burun gibi organların, altlarındaki kemikle hiçbir ba¤lantıları yoktur. Örne¤in bir Neandertal kafatasını aynı yorumla bir maymuna veya
bir filozofa benzetebilirsiniz. Eski insanların kalıntılarına dayanarak ya-
Bir kafatas›ndan yola ç›k›larak yap›lan
bu resim, fosillerin evrimciler taraf›ndan nas›l hayali biçimde yorumland›¤›n›n iyi bir örne¤i...
Harun Yahya (Adnan Oktar)
pılan canlandırmalar hemen hiçbir bilimsel de¤ere sahip de¤illerdir ve toplumu yönlendirmek amacıyla kullanılır...
Bu sebeple rekonstrüksiyonlara fazla güvenilmemelidir.198
Evrimciler bu konuda o denli ileri
gitmektedirler ki, aynı kafatasına birbirinden çok farklı yüzler yakıfltırabilmektedirler.
145
146
R‹BOZOM
Australopithecus robustus (Zinjanthropus) adlı fosil için çizilen birbirinden tamamen farklı üç ayrı rekonstrüksiyon,
bunun ünlü bir örne¤idir.
Fosillerin taraflı yorumlanması ya da
hayali rekonstrüksiyonlar yapılması, evrimcilerin aldatmacaya ne denli yo¤un
biçimde baflvurduklarını gösteren deliller arasında sayılabilirler. Ancak bunlar,
evrim teorisinin tarihinde rastlanan bazı
somut sahtekarlıklarla karflılafltırıldıklarında, yine de çok sıradan kalmaktadırlar.
Medyada ve akademik kaynaklarda
sürekli olarak telkin edilen "maymun insan" imajını destekleyecek hiçbir somut
fosil delili yoktur. Evrimciler, ellerine
fırça alıp hayali yaratıklar çizerler, ama
bu canlıların fosillerinin olmayıflı, onlar
için büyük bir sorundur. Bu sorunu "çözmek" için kullandıkları ilginç yöntemlerden biri ise, bulamadıkları fosilleri
Rekonstrüksiyon çizimler, sadece evrim cilerin hayal gücünü
yans›t›r, bilimsel bul gular› de¤il...
"üretmek" olmufltur. Bilim tarihinin en
büyük skandalı olan Piltdown Adamı, iflte bu yöntemin bir örne¤idir. (bkz. Piltdown Adamı sahtekarl›¤›)
Ribozom
Bir protein, hücre içindeki son derece detayl› ifllemler sonucunda, pek çok
enzimin yardımıyla "ribozom" adı verilen organelde üretilir. Ribozom ise yine
proteinlerden oluflmufl kompleks bir
hücre organelidir. Dolayısıyla bu durum,
ribozomun da aynı anda tesadüfen meydana gelmifl olması gibi olanak dıflı bir
varsayımı beraberinde getirecektir. Evrim teorisinin ünlü savunucularından
Nobel ödüllü Jacques Monod bile, protein sentezinin yalnızca nükleik asitlerdeki bilgiye indirgenmesinin mümkün olmadı¤ını flu flekilde açıklamaktadır:
fiifre (DNA ya da RNA'daki bilgi), aktarılmadıkça anlamsızdır. Günümüz hücresindeki flifre aktarma mekanizması en az
50 makromoleküler parçadan oluflmaktadır ki, bunların kendileri de DNA'da
kodludurlar. fiifre bu birimler olmadan
aktarılamaz. Bu döngünün kapanması
ne zaman ve nasıl gerçekleflti? Bunun
hayali bile aflırı derecede zordur.199
Genetik sistem; DNA'dan bu flifreyi
okuyacak enzimler, bu flifrelerin okunmasıyla üretilecek mRNA, mRNA'nın
bu flifreyle gidip üretim için üzerine ba¤lanaca¤ı ribozom, ribozoma üretimde
kullanılacak amino asitleri taflıyacak bir
taflıyıcı RNA ve bunlar gibi sayısız ara
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
Ribozom, mesajc› RNA'y›
okur ve buradaki bilgiye gö re amino asitleri art arda dizer. fiekillerde, val, cyc ve
ala amino asitlerinin, ribo zom ve tafl›y›c› RNA taraf›n dan dizilifli yer al›yor. Do¤adaki tüm proteinler, bu hassas ifllemle üretilir. "Tesa düfen" oluflan bir protein
yoktur.
val
valine
cys
cycteine
ala
alanine
148
RNA DÜNYASI SENARYOSU
ifllemleri sa¤layan son derece kompleks
enzimlerin aynı ortamda bulunmasını
gerektirir. Ayrıca böyle bir ortamın, ancak hücre gibi gerekli tüm hammadde ve
enerji kaynaklarının bulundu¤u, her yönden izole ve tamamen kontrollü bir ortam olması gerekti¤i düflünülürse evrimin öne sürdü¤ü tesadüf iddialarının geçersizli¤i açıkça anlaflılacaktır.
RNA dünyas› senaryosu
Evrimciler, ilk canlı hücrenin nasıl
var oldu¤u sorusu üzerine 20. yüzyılın
baflından itibaren çeflitli teoriler gelifltirdiler. Bu konuda ilk evrimci tezi öne süren Rus biyolog Alexander Oparin, yüz
milyonlarca yıl önceki ilkel dünyada birtakım tesadüfi kimyasal reaksiyonlarla
ilk önce proteinlerin olufltu¤unu, bunların birleflmesiyle de hücrelerin do¤du¤unu ileri sürdü. Oparin'in 1930'lu yıllarda
ortaya attı¤ı bu iddianın en temel varsayımlarının bile yanlıfl oldu¤u, 1970'li yıllardaki bulgularla anlaflıldı: Oparin'in
"ilkel dünya atmosferi" senaryosunda organik moleküllerin oluflmasına imkan
verebilecek metan ve amonyak gazları
yer alıyordu. Ama gerçek atmosferin metan ve amonyak temelli olmadı¤ı, aksine
bir de organik molekülleri parçalayan
oksijen gazından bol miktarda içerdi¤i
anlaflıldı. (bkz. ‹lkel dünya)
Bu durum moleküler evrim teorisi
için büyük bir darbe oldu. Miller, Fox,
Ponnamperuma gibi evrimcilerin "ilkel
atmosfer deneyleri"nin tümünün geçer-
siz oldu¤u anlaflıldı. Bu nedenle 80'li yıllarda baflka evrimci arayıfllar geliflti. Bunun sonucunda, ilk önce proteinlerin de¤il, proteinlerin bilgisini taflıyan RNA
molekülünün olufltu¤unu öne süren
"RNA Dünyası" senaryosu ortaya atıldı.
1986 yılında Harvard'lı kimyacı Walter
Gilbert tarafından ortaya atılan bu senaryoya göre, bundan milyarlarca yıl önce,
her nasılsa kendi kendisini kopyalayabilen bir RNA molekülü tesadüfen kendili¤inden oluflmufltu. Sonra bu RNA molekülü çevre flartlarının etkisiyle birdenbire proteinler üretmeye bafllamıfltı. Daha
sonra bilgileri ikinci bir molekülde saklamak ihtiyacı do¤mufl ve her nasılsa
DNA molekülü ortaya çıkmıfltı.
Her aflaması ayrı bir imkansızlıklar
zinciri olan, hayal etmesi bile güç olan
bu senaryo, hayatın bafllangıcına açıklama getirmek yerine, sorunu daha da büyütmüfl, içinden çıkılmaz pek çok soruyu
gündeme getirmifltir:
1- Daha, RNA'yı oluflturan nükleotidlerin tek birinin bile oluflması kesinlikle rastlantılarla açıklanamazken, acaba hayali nükleotidler nasıl uygun bir dizilimde biraraya gelerek RNA'yı oluflturmufllardı?
Evrimci biyolog John Horgan,
RNA'nın tesadüfen oluflmasının imkansızlı¤ını flöyle kabullenir:
Arafltırmacılar RNA dünyası kavramını
detaylı biçimde inceledikçe giderek daha
fazla sorun ortaya çıkıyor. RNA ilk olarak
nasıl olufltu? RNA ve onun parçalarının
laboratuvarda en iyi flartlarda sentezlenmesi bile son derece zor iken, bunun pre-
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
RNA DÜNYASI SENARYOSU
biyotik (yaflam öncesi) ortamda gerçekleflmesi nasıl olmufltur?200
2- Tesadüfen olufltu¤unu farz etsek
bile, yalnızca bir nükleotid zincirinden
ibaret olan bu RNA, hangi bilinçle kendisini kopyalamaya karar vermifl ve ne
tür bir mekanizmayla bu kopyalamayı
baflarmıfltı? Kendisini kopyalarken kullanaca¤ı nükleotidleri nereden bulmufltu?
Evrimci mikrobiyologlar Gerald
Joyce ve Leslie Orgel, durumun ümitsizli¤ini flöyle dile getirirler:
Tartıflma, içinden çıkılmaz bir noktada
odaklaflıyor: Karmakarıflık bir polinükleotid çorbasından çıkıp, birdenbire kendini kopyalayabilen o hayali RNA'nın efsanesi... Bu kavram, yalnızca bugünkü prebiotik kimya anlayıflımıza göre gerçek dıflı olmakla kalmamakta, aynı zamanda
RNA'nın kendini kopyalayabilen bir molekül oldu¤u fleklindeki aflırı iyimser düflünceyi de yıkmaktadır.201
3- Kaldı ki e¤er ilkel dünyada kendini kopyalayan bir RNA olufltu¤unu ve
ortamda RNA'nın kullanaca¤ı her çeflit
amino asitten sayısız miktarlarda bulundu¤unu farz etsek ve bütün bu imkansızlıkların bir flekilde gerçekleflmifl oldu¤unu düflünsek bile, bu durum yine de tek
bir protein molekülünün oluflabilmesi
için yeterli de¤ildir. Çünkü RNA, sadece
proteinin yapısıyla ilgili bilgidir. Amino
asitler ise hammaddedir. Ancak ortada
proteini üretecek "mekanizma" yoktur.
RNA'nın varlı¤ını protein üretimi için
yeterli saymak, bir arabanın ka¤ıt üzeri-
Harun Yahya (Adnan Oktar)
ne çizilmifl plan›n› o arabayı oluflturacak
binlerce parçanın üzerine atıp sonra arabanın kendi kendine montajlanıp ortaya
çıkmasını beklemekle aynı derecede
saçmadır. Ortada fabrika ve iflçiler yoktur ki, bir üretim gerçekleflsin.
San Diego California Üniversitesi'nden Stanley Miller'ın ve Francis
Crick'in çalıflma arkadaflı olan ünlü evrimci Dr. Leslie Orgel, "hayatın RNA
Dünyası ile bafllayabilmesi" ihtimali için
"senaryo" deyimini kullanmaktadır. Orgel, bu RNA'nın hangi özelliklere sahip
olması gerekti¤ini ve bunun imkansızlı¤ını, American Scientist'in Ekim 1994
sayısındaki "The Origin of Life on the
Earth" (Yeryüzünde Hayat›n Kökeni)
bafllıklı makalede flöyle ifade eder:
Bu senaryonun oluflabilmesi için, ilkel
dünyadaki RNA'nın bugün mevcut olmayan iki özelli¤inin olmufl olması gerekmektedir: Proteinlerin yardımı olmaksızın kendini kopyalayabilme özelli¤i ve
protein sentezinin her aflamasını gerçeklefltirebilme özelli¤i.202
Açıkça anlaflılaca¤ı gibi Orgel'in,
"olmazsa olmaz" flartını koydu¤u bu iki
kompleks ifllemi RNA gibi bir molekülden beklemek, ancak evrimci bir hayal
gücü ve bakıfl açısıyla mümkün olabilir.
Somut bilimsel gerçekler ise, hayatın
rastlantılarla do¤du¤u iddiasının yeni bir
versiyonu olan "RNA Dünyası" tezinin,
gerçekleflmesi kesinlikle imkansız bir
masal oldu¤unu ortaya koymaktadır.
149
SANAY‹ DEVR‹M‹ KELEBEKLER‹ MASALI
Sa¤-elli amino asitler
(Dextro-amino asitler)
bkz. Sol-elli amino asitler
Sanayi Devrimi
kelebekleri masal›
Douglas Futuyma'nın 1986 yılında
yayınladı¤ı Evrim Biyolojisi isimli kitabı, do¤al seleksiyon teorisini en açık biçimde anlatan kaynaklardan biri olarak
kabul edilir. Futuyma'nın bu konuda verdi¤i örneklerin en ünlüsü, endüstri devrimi sırasında ‹ngiltere'de bulunan kelebek popülasyonunun renklerinin koyulaflmasıdır.
‹ngiltere'de endüstri devriminin baflladı¤ı sıralarda, Manchester yöresindeki
a¤açların kabukları açık renklidir. Bu
nedenle bu a¤açların üzerlerine konan
koyu renkli "melanic" güve kelebekleri,
bunlarla beslenen kufllar tarafından kolayca fark edilirler ve dolayısıyla yaflama ihtimalleri çok azalır. Fakat elli yıl
sonra endüstri kirlili¤inin sonucunda
a¤açların üzerindeki aç›k renkli likenlerin (bir tür yosun) ölmesiyle kabukları
koyulaflır ve buna ba¤lı olarak bu kez
açık renkli güveler kufllar tarafından sık
olarak avlanmaya bafllarlar. Sonuçta
açık renkli kelebekler sayıca azalırken,
koyu renkliler fark edilmedikleri için ço¤alırlar. Evrimciler ise, bu sürecin teori-
Sanayi devrimi
sonras›
Sanayi devrimi
öncesi
Sanayi devriminden sonraki a¤açlar›n rengi koyulaflt›¤› için, aç›k renkli kelebekler, kufllar taraf›ndan daha kolay avlanm›fl ve say›lar› azalm›flt›r. Ancak bu, bir "evrim" örne¤i de¤ildir; çünkü
yeni bir tür ortaya ç›kmam›fl, sadece zaten var olan türlerin nüfus oranlar› de¤iflmifltir.
151
152
SENTET‹K EVR‹M TEOR‹S‹
lerinin büyük bir delili oldu¤u, açık
renkli kelebeklerin zamanla koyu renkli
kelebeklere dönüflüp evrimlefltikleri gibi
bir göz boyamaya baflvururlar.
Oysa bu örne¤in evrim teorisi lehinde bir delil olarak kullanılamayaca¤ı
açıktır. Çünkü yaflanan do¤al seleksiyon,
vesilesiyle daha önce do¤ada var olmayan bir tür ortaya çıkmıfl de¤ildir. Endüstri devrimi öncesinde de kelebek popülasyonu içinde siyah bireyler zaten
vardır. Sadece, var olan kelebek türlerinin sayıları de¤iflmifltir. Kelebekler "tür
de¤iflimi"ne yol açacak biçimde yeni bir
organ ya da özellik edinmemifllerdir.
Oysa bir kelebe¤in baflka bir canlı türüne, örne¤in bir kufla dönüflebilmesi için
kelebe¤in genlerinde sayısız de¤ifliklik,
ekleme ve çıkarmalar yapılması, bir baflka deyiflle, kuflun fiziksel özelliklerine
ait bilgileri içeren apayrı bir genetik
program yüklenmesi gerekir.
Do¤al seleksiyon yoluyla evrimcilerin verdikleri imaj›n aksine, canl›ya herhangi bir organ eklenip organ ç›kmas›,
bir türün baflka bir türe dönüflmesi mümkün de¤ildir. Darwin'den günümüze dek
bu konuda öne sürülen en büyük "delil",
‹ngiltere'deki endüstri devrimi kelebekleri hikayesinin ötesine gidememifltir.
Darwin'den günümüze dek bu konuda
öne sürülen en büyük "delil", ‹ngiltere'deki endüstri devrimi kelebekleri hikayesinin ötesine gidememifltir.
Endüstri kelebekleri ile ilgili evrimci
hikayeye verilecek genel cevap budur.
Ancak konunun daha da dikkat çekici
bir yan› vard›r: Hikayenin sadece yorumu de¤il, kendisi de yanl›flt›r. Moleküler
biyolog Jonathan Wells'in 2000 y›l›nda
yay›nlanan Icons of Evolution adl› kitab›nda aç›klad›¤› gibi, Endüstri Devrimi
Kelebekleri hikayesi, gerçekleri yans›tmamaktad›r. (Detayl› bilgi için bkz. Evrim Aldatmacas›, Harun Yahya, Araflt›rma Yay›nc›l›k)
Sentetik evrim teorisi
bkz. Neo-Darwinizm komedisi
Seymour›a
Uzun süre "sürüngenlerin atası" olarak gösterilmeye çalıflılan en önemli
canlı, Seymouria adlı amfibiyen türü olmufltur. Seymouria'nın bir ara form olamayaca¤ı, Seymouria'nın yeryüzünde ilk
kez ortaya çıkıflından 30 milyon yıl öncesinde de sürüngenlerin yaflad›klar›n›n
bulunmasıyla ortaya çıkmıfltır. En eski
Seymouria fosilleri, Alt Permiyen tabakasına, yani bundan 280 milyon yıl öncesine aittir. Oysa bilinen en eski sürüngen türleri olan Hylonomus (310 milyon
y›l önce) ve Paleothyris (300 milyon önce), Alt Pensilvanyen tabakalarında bulunmufllardır ki, bu tabakalar 330-315
milyon yıl öncesine aittir.203 "Sürüngenlerin atası"nın, sürüngenlerden çok sonra yaflamıfl olması elbette imkansızdır.
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
SCHINDEWOLF, OTTO
Evrimciler bir zamanlar üstte, fosili yer alan Seymouria adl› canl›n›n, amfibiyen ile sürün gen aras› bir geçifl formu oldu¤unu iddia etmifllerdi. Bu senaryoya göre, Seymouria "sü rüngenlerin ilkel atas›" idi. Ancak sonraki fosil bulgular›, Seymouria'n›n yeryüzünde ilk kez
ortaya ç›k›fl›ndan 30 milyon y›l öncesinde de sürüngenlerin yaflad›¤›n› gösterdi. Bu durum
karfl›s›nda, evrimciler, Seymouria hakk›ndaki yorumlar›n› sona erdirmek zorunda kald›lar.
Shap›ro, Robert
New York Üniversitesi kimya profesörü ve
DNA uzmanı Robert Shapiro, basit bir bakteride
bulunan 2.000 çeflit proteinin rastlantısal olarak
meydana gelme ihtimalini
Robert Shapiro
hesaplamıfltır. (‹nsan hücresinde ise yaklaflık 30.000 çeflit protein
vardır.) Elde edilen rakam, 1040.000'de 1
ihtimaldir.204 (Bu, 1 rakamının yanına 40
bin tane sıfır gelmesiyle oluflan astronomik bir sayıdır.)
Proteinin kendili¤inden, rastlantısal
olarak oluflma ihtimali bilimsel olarak
sıfırı ifade ederken, evrimciler bu gerçe¤i görmezlikten gelirler. Nitekim Robert
Shapiro da, evrimcilerin "maddenin kendi kendini organize etmesi" konusundaki inançlarını ve bunun kökeninde yatan
materyalist dogmayı flu flekilde açıklar:
Harun Yahya (Adnan Oktar)
Bizi basit kimyasalların var oldu¤u bir
karıflımdan, ilk etkin replikatöre (DNA
veya RNA'ya) taflıyacak bir evrimsel ilkeye ihtiyaç vardır. Bu ilke "kimyasal evrim" ya da "maddenin öz örgütlenmesi"
(self-organization) olarak adlandırılır,
ama hiçbir zaman detaylı bir biçimde tarif edilmemifl ya da varlı¤ı gösterilememifltir. Böyle bir prensibin varlı¤ına, diyalektik materyalizme ba¤lılık u¤runa
inanılır.205
Sch›ndewolf, Otto
Avrupalı bir paleontolog olan Otto
Schindewolf 1930'larda ortaya attı¤ı
"Hopeful Monster" (Umulan Canavar)
teorisi ile tanınır. (bkz. "Umulan Canavar" uydurmas›)
Schindewolf, canlıların neo-Darwinizm'in öne sürdü¤ü gibi küçük mutasyonların zamanla birikmesi sonucuyla
de¤il, ani ve dev mutasyonlarla evrim-
153
154
SIÇRAMALI EVR‹M MODEL‹ H‹KAYES‹
lefltiklerini öne sürmüfltü. Schindewolf
teorisine örnek verirken, tarihteki ilk kuflun, bir "grossmutasyon"la, yani genetik
yapıda tesadüfen meydana gelen dev bir
de¤ifliklikle, bir sürüngen yumurtasından çıktı¤ını iddia etmiflti.206
Aynı teoriye göre, bazı kara hayvanları, geçirdikleri ani ve kapsamlı bir de¤ifliklikle birdenbire dev balinalara dönüflmüfl olabilirlerdi. Schindewolf'un bu
fantastik teorisi, daha sonraları -1940'lı
yıllarda- Berkeley Üniversitesi'nden genetikçi Richard Goldschmidt tarafından
benimsendi. Ama teori o kadar tutarsızdı
ki, kısa zamanda terk edildi.207
S›çramal› evrim
modeli hikayesi
Neo-Darwinist model bugün dünyada hala "evrim teorisi" dendi¤inde ilk
anlaflılan teoridir. (bkz. Neo-Darwinizm
komedisi) Ancak son birkaç on yıl içinde farklı bir model do¤mufltur: "Kesintiye u¤ratılmıfl denge" (punctuated equilibrium) ya da bir di¤er adıyla "sıçramalı evrim" modeli.
Bu model 1970'lerin baflında, Niles
Eldredge ve Stephen Jay Gould adlı iki
Amerikalı paleontolog tarafından yüksek sesle savunulmaya bafllandı. Bu iki
evrimci bilim adamı, neo-Darwinist teorinin iddialarının fosil kayıtları tarafından kesin biçimde yalanlandı¤ının farkındaydılar. Fosiller, canlıların yeryüzünde kademeli evrimle ortaya çıkmadıklarını, aniden ve eksiksiz biçimde be-
lirdiklerini ispatlıyorlardı. Neo-Darwinistler aranan fosillerin bir gün bulunaca¤ı ümidiyle yaflıyorlardı -ki hala o
ümitle yaflarlar- ama Eldredge ve Gould
bu ümidin yersiz oldu¤unun farkındaydılar. Bu durum karflısında, evrim dogmasından vazgeçemeyecekleri için, yeni
bir model ortaya attılar: Sıçramalı evrim,
yani evrimin kademeli küçük de¤iflikliklerle de¤il, ani ve büyük de¤iflikliklerle
olufltu¤u iddiası...
Bu model aslında bir fanteziler modeliydi. Örne¤in Eldredge ve Gould'a
öncülük eden Avrupalı paleontolog O.H.
Schindewolf, "sıçramalı evrim"e bir örnek verirken, tarihteki ilk kuflun, bir
"grossmutasyon"la, yani genetik yapıda
tesadüfen meydana gelen dev bir de¤ifliklikle, bir sürüngen yumurtasından
çıktı¤ını iddia etmiflti.208 (bkz. Makro
mutasyon kand›rmacas›) Aynı teoriye
göre, bazı kara hayvanları, geçirdikleri
ani ve kapsamlı bir de¤ifliklikle birdenbire dev balinalara dönüflmüfl olabilirlerdi. Bilinen tüm genetik, biyofizik ve biyokimya kurallarına aykırı olan bu iddialar, ancak kurba¤aların prenslere dönüfltü¤ünü anlatan çocuk masalları kadar
bilimseldi. Ama neo-Darwinist iddianın
içine girdi¤i kriz karflısında sıkıntıya düflen bazı evrimci paleontologlar, bundan
kaçmak için neo-Darwinizm'den daha da
saçma olan bu teoriye sarıldılar.
Bu modelin tek hedefi, neo-Darwinist modelin açıklayamadı¤ı fosil boflluklarını açıklamaktır. Ancak flu kesin
bir gerçektir ki, fosil boflluklarını "kuflla-
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
SIÇRAMALI EVR‹M MODEL‹ H‹KAYES‹
S›çramal› evrim modelinin iki ünlü savunucusu: Stephen Jay Gould ve Niles Eldredge.
rın sürüngen yumurtalarından aniden
çıktıklarını" öne sürerek ya da benzeri
iddialarla açıklamaya kalkmak tam anlamıyla akıl dıflıdır. Çünkü bir türün bir
baflka türe evrimleflmesi için, genetik
bilgisinde çok büyük oranda ve faydalı
bir de¤ifliklik gerekir. Oysa hiçbir mutasyon genetik bilgiyi gelifltirmez, ona
yeni bir bilgi eklemez. Mutasyonlar sadece genetik bilginin eksilmesine ve bozulmasına yol açarlar. Sıçramalı evrim
savunucularının hayal ettikleri "dev mutasyonlar" ise, genetik bilgide dev azalma ve bozukluklar olufltururlar.
Kaldı ki, "sıçramalı evrim" modeli
de, neo-Darwinist modeli ilk aflamada
çökerten soru, yani "ilk canlılı¤ın nasıl
olufltu¤u" sorusu karflısında yine ilk aflamada çöker. Tek bir protein bile tesadüfen oluflamadıktan sonra, bu proteinlerden trilyonlarcası tarafından oluflturulacak organizmaların "sıçramalı" mı, yoksa "kademeli" bir evrim mi geçirdikleri
Harun Yahya (Adnan Oktar)
sorusunun bir anlamı yoktur.
Sıçramalı evrim teorisi, bugünkü haliyle, canlı popülasyonlarının çok uzun
süreler boyunca de¤iflim göstermediklerini, bir tür "denge" (equilibrium) durumunda kaldıklarını kabul eder. Bu iddiaya göre evrimsel de¤ifliklikler, çok kısa
zaman aralıklarında ve çok dar popülasyonlar içinde gerçekleflir. (Denge, kesintiye, yani "punctuation"a u¤ratılır.) Popülasyon çok dar oldu¤u için büyük mutasyonlar çok k›sa sürede do¤al seleksiyon vas›tas›yla seçilir ve böylece yeni
tür oluflumu sa¤lan›r.
Örne¤in, bu teoriye göre, bir sürüngen türü milyonlarca yıl boyunca hiçbir
de¤iflikli¤e u¤ramadan yaflamını sürdürür. Ancak bu sürüngen türünün içinden
bir flekilde ayrılan az sayıdaki bir grup
sürüngen, nedeni açıklanamayan bir seri
yo¤un mutasyona maruz kalır. Bu mutasyonların avantaj sa¤layanları bu dar
grup içinde hızlı bir biçimde seçilir.
155
156
S‹NEKLER‹N KÖKEN‹
Grup hızla evrimleflir ve kısa sürede bir
baflka sürüngen türüne, hatta belki de
memelilere dönüflür. Tüm bu süreç çok
hızlı oldu¤u ve dar bir popülasyonda
gerçekleflti¤i için de, geriye çok az fosil
izi kalır, belki hiç kalmaz.
Dikkat edilirse, aslında bu teori, "geride fosil izi bırakmayacak kadar hızlı
bir evrim süreci nasıl hayal edilebilir"
sorusuna cevap gelifltirmek için ortaya
atılmıfltır. Bu cevabı gelifltirirken de, iki
temel varsayım kabul edilmektedir:
1. "Makro mutasyonların", yani canlıların genetik bilgisinde büyük de¤iflimler oluflturan genifl çaplı mutasyonların, canlılara avantaj sa¤ladıkları ve yeni
genetik bilgi ürettikleri varsayımı. (bkz.
Makro mutasyon kand›rmacas›)
2. Sayıca dar olan hayvan popülasyonlarının, genetik yönden daha avantajlı oldukları varsayımı. (bkz. Dar popülasyon)
Oysa her iki varsayım da bilimsel
bulgularla açıkça çeliflmektedir.
Sineklerin kökeni
Kuflların kökeni ile ilgili yapılan
açıklamalardan biri "cursorial teori"dir.
Bu teoriye göre sürüngenler ön ayakları
ile sinek avlamaya çalıflırken kanatlanmıfllardır. Bu teori hiçbir bilimsel temele dayanmadı¤ı gibi sinekler zaten uçmakta olan canlılardır. Dolayısıyla evrimciler sineklerin kökeni problemi ile
de karflı karflıya kalırlar. (bkz. Cursorial
Teori)
145 milyon y›ll›k sinek fosili. Çin'in Liaoning
bölgesinde bulunan bu fosil ile ayn› türe ait
sinekler aras›nda hiçbir fark yoktur.
Uçan böcekler, yani sinekler de fosil
kayıtlarında bir anda ve kendilerine özgü yapılarıyla ortaya çıkar. Örne¤in
Pennsylvanian devrine ait çok sayıda
yusufçuk fosili bulunmufltur. Ve bu yusufçuklar günümüzdekilerle tamamen
aynı yapıya sahiptir.
Burada ilginç olan bir nokta, yusufçuklar gibi sineklerin kanatsız böcek türleriyle bir anda ortaya çıkmalarıdır. Bu
da, kanatsız böceklerin zamanla kanatlanarak sineklere evrimlefltikleri yönündeki varsayımı geçersiz kılar. R. Wootton
ve C. Ellington, Biomechanics in Evolution (Evrimde Biyomekanik) adlı kitapta
yer alan bir makalelerinde bu konuda
flöyle yazarlar:
Böcekler, Orta ve Üst Carboniferous devirlerinde ilk kez ortaya çıktıklarında
birbirlerinden çok farklıdır ve büyük bir
bölümü de kanatlıdır. Bir kaç tane kanatsız ve daha ilkel böcek vardır, ama hiçbir
ara form bilinmemektedir.209
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
S‹STEMAT‹K
Fosil kayıtlarında bir anda ortaya çıkan sineklerin önemli bir özellikleri de
ola¤anüstü uçufl teknikleridir. ‹nsan saniyede 10 kere bile kolunu açıp kapayamazken, ortalama bir sinek, saniyede
500 kez kanat çırpma yetene¤ine sahiptir. Üstelik her iki kanadını eflzamanlı
olarak çırpar. E¤er kanatların titreflimi
arasında en ufak bir uyumsuzluk olsa, sinek dengesini yitirecektir, ama hiçbir zaman böyle bir uyumsuzluk olmaz.
R. Wootton, "Sinek Kanatlarının Mekanik Tasarımı" bafllıklı bir makalede
flöyle yazar:
Sinek kanatlarının iflleyiflini ö¤rendikçe,
sahip oldukları tasarımın ne denli hassas
ve kusursuz oldu¤unu daha iyi anlıyoruz... Son derece elastik özelliklere sahip
parçalar, havanın en iyi biçimde kullanılabilmesi için, gerekli kuvvetler karflısında gerekli esnekli¤i gösterecek biçimde
hassasiyetle biraraya getirilmifllerdir. Sinek kanatlarıyla boy ölçüflebilecek teknolojik bir yapı yok gibidir.210
Sistematik
bkz. Taksonomi
Sitokrom-C
Canlı organizmalarda bulunması zorunlu olan ve solunum için gerekli proteinlerden biri olan Sitokrom-C'nin tesadüfen oluflabilmesi ihtimali konusunda,
evrimin Türkiye'deki önde gelen savu-
Tek bir Sitokrom-C proteininin kimyasal yap›s› bile asla rastlant›larla aç›klanamayacak
kadar komplekstir.
Harun Yahya (Adnan Oktar)
157
158
SO⁄UK TUZAK
nucularından Prof. Ali Demirsoy "bir
maymunun daktiloda hiç yanlıfl yapmadan insanlık tarihini yazma olasılı¤ı kadar azdır" demektedir.211
Ancak son derece ilginçtir ki, "evrimci bilim adamı" Prof. Dr. Ali Demirsoy, bu imkansız ihtimali kabul etmektedir:
isimli mekanizmadır. Bu mekanizma,
amino asitleri olufltukları anda ortamdan
izole etmektedir. Çünkü aksi takdirde,
amino asitleri oluflturan ortamın koflulları, bu molekülleri oluflmalarından hemen
sonra imha ederdi. Halbuki ultraviyole,
yıldırımlar, çeflitli kimyasallar, yüksek
oksijen miktarı vs. gibi unsurları içeren
ilkel dünya koflullarında bu çeflit bilinçli
düzeneklerin var oldu¤unu düflünmek bile anlamsızdır. Bu
mekanizma olmadan, herhangi
bir çeflit amino asit elde edilse
bile bu moleküller aynı ortamda hemen parçalanacaklardır.
Kimyager Richard Bliss bu çeliflkiyi flöyle izah etmektedir:
Bir Sitokrom-C'nin dizilimini oluflturmak
için olasılık sıfır denecek
kadar azdır. Yani canlılık
e¤er belirli bir dizilimi gerektiriyorsa, bu tüm evrende bir defa oluflacak kadar
az olasılı¤a sahiptir, denebilir. Ya da oluflumunda bizim tanımlayamayaca¤ımız do¤aüstü güçler görev
yapmıfltır. Bu sonuncusunu kabul etmek
So¤uk tuzak mekanizmas› olmad
an, herhangi bir çeflit amino asit
bilimsel amaca uye
l
d
e edilse bile, bu moleküller ayn›
gun de¤ildir. O halde
ortamda hemen parçalanacaklard›r.
birinci varsayımı irdelemek gerekir.212
Pek çok evrimci, "do¤aüstü güçleri
kabul etmemek", yani Allah'ın yaratıflını
reddetmek için yukar›daki örnekte oldu¤u gibi imkansızı tercih etmektedir.
So¤uk tuzak (cold trap)
Canlılı¤ın ilkel atmosfer ortamında
tesadüfen oluflabilece¤ini ispatlamak
için yapılan Miller deneyi, gerçekçi bir
gözle de¤erlendirildi¤inde, birçok yönden tutarsızlıklarla dolu oldu¤u görülür.
(bkz. Miller Deneyi)
Miller deneyini geçersiz kılan sebeplerden biri, "so¤uk tuzak" (cold trap)
Miller'in aletlerinin can
alıcı kısmı olan "so¤uk
tuzak", kimyasal tepkimelerden biçimlenmifl ürünleri toplama ödevi görüyordu. Gerçekten bu so¤uk tuzak olmadan, kimyasal ürünler
elektrik kayna¤ı tarafından tahrip edilmifl olacaktı.213
Nitekim Miller, aynı malzemeleri
kullandı¤ı halde so¤uk tuzak yerlefltirmeden yaptı¤ı daha önceki deneylerde
tek bir amino asit bile elde edememiflti.
Miller'ın amacı amino asit elde etmekti ve kullandı¤ı yöntem ve düzenekler, bu amino asitleri elde edebilmek için
özel olarak ayarlanmıfltı. Ancak ilkel atmosferde bu tür metot, düzen ve ayarları sa¤layacak bir zekanın varlı¤ını kabul
etmek ise, herfleyden önce evrimin kendi mantı¤ıyla çeliflmektedir.
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
SOL-ELL‹ AM‹NO AS‹TLER
Sol-elli amino asitler
(Levo amino asitler)
Canlılarda bulunan bir protein molekülünün meydana gelmesi için yalnızca
uygun amino asitlerin uygun sırada dizilmeleri yeterli de¤ildir. Bunun yanı sıra, proteinlerin yapısında bulunan 20 çeflit amino asitten her birinin de yalnızca
"sol-elli" olması gereklidir. Kimyasal
olarak aynı amino asitin hem sa¤-elli
hem de sol-elli olmak üzere iki farklı türü vardır. Bunların aralarındaki fark, üç
boyutlu yapılarının birbiriyle zıt yönlü
olmasından kaynaklanır. Aynen insanın
sa¤ ve sol elleri arasındaki farklılık gibi.
Her iki gruptan amino asitler de birbirleriyle rahatlıkla ba¤lanabilir. Ancak
yapılan incelemelerde flaflırtıcı bir gerçek ortaya çıkmıfltır: En basit organizmadan en mükemmeline kadar bütün
canlılardaki proteinler, sadece sol-elli
amino asitlerden oluflmaktadır. Proteinin
yapısına katılacak tek bir sa¤-elli amino
asit bile o proteini ifle yaramaz hale getirmektedir. Hatta bazı deneylerde bakterilere sa¤-elli amino asitlerden verilmifl, ancak bakteriler bu amino asitleri
derhal parçalamıfllar, bazı durumlarda
ise bu parçalardan yeniden kendi kullanabilecekleri sol-elli amino asitleri infla
etmifllerdir.
Bir an için evrimcilerin dedi¤i gibi
canlılı¤ın tesadüflerle olufltu¤unu varsayalım. Bu durumda, yine tesadüflerle
oluflmufl olması gereken amino asitlerden do¤ada sa¤ ve sol-elli olmak üzere
Harun Yahya (Adnan Oktar)
eflit miktarlarda bulunacaktı. Dolayısıyla, tüm canlıların bünyelerinde sa¤ ve
sol elli amino asitlerden karıflık miktarlarda bulunması gerekirdi. Çünkü kimyasal olarak her iki gruptan amino asitlerin de birbirleriyle rahatlıkla birleflmesi
mümkündür. Oysa bütün canlı organizmalardaki proteinler yalnızca sol-elli
amino asitlerden oluflmaktadır.
Proteinlerin nasıl olup da bunların
içinden yalnızca sol-ellilerini ayıkladıkları ve nasıl aralarına hiçbir sa¤-elli amino asitin karıflmadı¤ı evrimcilerin hiçbir
açıklama getiremedikleri konulardan birisi olarak kalmıfltır. Evrimciler, böyle
özel ve bilinçli bir seçicili¤i hiçbir flekilde açıklayamamaktadırlar.
Bu durum evrimin gözü kapalı bir
savunucusu olan Britannica Bilim Ansiklopedisi'nde flöyle ifade edilir:
... Yeryüzündeki tüm canlı organizmalardaki amino asitlerin tümü, proteinler gibi karmaflık polimerlerin yapı blokları,
aynı asimetri tipindedir. Adeta tamamen
sol-ellidirler. Bu, bir bakıma, milyonlarca kez havaya atılan bir paranın hep tura gelmesine, hiç yazı gelmemesine benzer. Moleküllerin nasıl sol-el ya da sa¤-el
oldu¤u tamamen kavranılamaz. Bu seçim
anlaflılmaz bir biçimde, yeryüzü üzerindeki yaflamın kayna¤ına ba¤lıdır.214
Sonuç olarak yaflamın kayna¤ının tesadüflerle açıklanması kesinlikle mümkün de¤ildir: 400 amino asitten oluflan
ortalama büyüklükteki bir proteinin sadece sol-elli amino asitlerden seçilme
159
160
SOL-ELL‹ AM‹NO AS‹TLER
L- sol elli amino asit
D- sa¤ elli amino asit
Proteinlerin nas›l olup da sol-elli amino asitleri ay›klad›klar› ve nas›l aralar›na hiçbir sa¤-elli amino asitin kar›flmad›¤›, evrimcilerin hiçbir aç›kla ma getiremedikleri konulardan biridir. Evrimciler, böyle özel ve bilinçli bir
seçicili¤i hiçbir flekilde aç›klayamamaktad›rlar.
ihtimalini hesaplamaya kalksak 2400'de,
yani 10120'de 1'lik bir ihtimal elde ederiz. Bu astronomik rakam hakkında bir
fikir vermek için, evrendeki elektronların toplam sayısının bu sayıdan çok daha
küçük oldu¤unu, yaklaflık 1079 olarak
hesaplandı¤ını da belirtelim. Bu amino
asitlerin gereken dizilimi ve ifllevsel biçimi oluflturma ihtimalleri ise, çok daha
büyük rakamları do¤urur. Bu ihtimalleri
de ekler ve olayı birden fazla sayıda ve
çeflitte proteinin oluflmasına uzatmaya
kalkarsak, hesaplar tamamen içinden çıkılamaz hale gelir.
Sosyal Darw›nizm
Evrim teorisinin en önemli iddialarından biri, canlıların geliflimini do¤ada
var olan "yaflam mücadelesi"ne dayan-
dırmasıydı. Darwin'e göre, do¤ada acımasız bir yaflam mücadelesi, daimi bir
çatıflma vardı. Güçlüler her zaman güçsüzleri alt ediyor ve geliflme de bu sayede mümkün oluyordu. Türlerin Kökeni
kitabına koydu¤u altbafllık da, onun bu
görüflünü özetliyordu: "Türlerin Kökeni,
Do¤al Seleksiyon ve Yaflam Mücadelesinde Kayırılmıfl Irkların Korunması
Yoluyla".
Darwin'in bu konudaki ilham kayna¤ı, ‹ngiliz bir ekonomist olan Thomas
Malthus'un An Essay on the Principle of
Population (Nüfus Prensibi Üzerine Bir
Deneme) adlı kitabıydı. Bu kitap insan
ırkını oldukça karanlık bir gelece¤in
bekledi¤ine iflaret ediyordu. Malthus
kendi bafllarına bırakıldıklarında, insan
nüfusunun çok hızlı arttı¤ını hesaplamıfltı. Her yirmi befl yılda sayıları iki kaEvrim Açmaz› (Ansiklopedik)
SOSYAL DARWIN‹ZM
tına çıkıyordu. Ancak besin kaynakları
hiçbir flekilde bu hızla ço¤almıyordu. Bu
durumda insan nesli sürekli olarak bir
açlık tehlikesi ile karflı karflıyaydı. Nüfusları kontrol altında tutan bafllıca etkenler ise savafl, kıtlık ve hastalık gibi
felaketlerdi. Kısacası bazı insanların yaflayabilmeleri için di¤erlerinin ölmesi
gerekiyordu. Var olma, "sürekli savafl"
anlamına geliyordu.
Darwin, do¤adaki yaflam mücadelesi
fikrini Malthus'tan aldı¤ını kendi ifadesiyle flöyle açıklar:
Ekim 1838'de, yani sistematik bir flekilde
arafltırmalarıma baflladıktan 15 ay sonra, sırf merakımdan Malthus'un nüfusla
ilgili çalıflmasını okumaya baflladım. Ve
hayvanlarla bitkilerde sürekli gözlemledi¤im hayatta kalma mücadelesini düflündü¤ümde, bir an farkına vardım ki, bu
koflullar altında uygun varyasyonlar korunacak ve uygun olmayanlar yok edilecekti. Bunun sonucunda ise yeni türler
ortaya çıkacaktı. Burada, sonradan üzerinde çalıflabilece¤im bir teoriyi sonunda
elde etmifltim.215
Darwin, Malthus'tan etkilenerek bu
görüflü tüm do¤aya uyguladı ve bu var
olma savaflında güçlü olanların ve en iyi
uyum sa¤layanların galip geleceklerini
öne sürdü. Darwin'in bu iddiası, tüm bitkileri, hayvanları ve insanları içine alıyordu. Dahası, söz konusu yaflam mücadelesinin do¤anın meflru ve de¤iflmez bir
yasası oldu¤unu özellikle vurguluyordu.
Bir yandan da yaratılıflı inkar ederek insanları dini inançlarını terk etmeye davet
ediyor ve böylece "yaflam mücadele-
Harun Yahya (Adnan Oktar)
si"nin acımasızlı¤ına engel olabilecek
tüm ahlaki kıstasları hedef almıfl oluyordu.
Bu nedenle Darwin'in teorisi, duyulur hale geldi¤i andan itibaren önce ‹ngiltere'deki sonra da tüm Batı'daki kurulu düzenin deste¤ini arkasında buldu.
Kurdukları siyasi ve sosyal düzeni "bilimsel" yönden meflru hale getiren bir teoriyle karflılaflan emperyalistler, kapitalistler ve tüm di¤er materyalistler, bu teoriyi sahiplenmekte gecikmediler. Evrim teorisi kısa zamanda, sosyolojiden
tarihe, psikolojiden siyasete kadar insan
toplumlarını ilgilendiren her alanda tek
kriter haline getirildi. Her alanda temel
fikir "yaflam mücadelesi" ve "güçlü olan
kazanır" sloganıydı ve siyasi partiler,
uluslar, yönetimler, ticari flirketler, fertler artık bu sloganlar ıflı¤ında yaflamaya
baflladılar. Topluma hakim olan ideolojiler Darwinizm'i benimsedi¤i için, e¤itimden sanata, siyasetten tarihe kadar
her alanda üstü kapalı Darwinizm propagandası yapılmaya bafllandı. Her konu
Darwinizm'le iliflkilendirilmeye ve Darwinist bakıfl açısı ile açıklanmaya çalıflıldı. Bunun sonucunda insanlar Darwinizm'i bilmese bile, Darwinizm'in öngördü¤ü hayatı yaflayan toplum modelleri oluflmaya baflladı.
Darwin'in kendisi de, evrime dayalı
görüfllerinin ahlaki anlayıfllara ve sosyal
bilimlere uygulanmasını onaylıyordu.
1869'da H. Thiel'e yazdı¤ı bir mektupta
Darwin flöyle diyordu:
Türlerin de¤iflimiyle ilgili bakıfl açıma
161
Bu resimler, Sosyal Darwinizm'in insanl›¤a getirdi¤i belalar›n çok küçük bir bölümünü yans›tmaktad›r. Irkç›l›k, faflizm,
komünizm ya da emperyalizm ad›na yap›lan çat›flmalar Sosyal Darwinizm'le
bi r l i k t e b i l i m s e l l i k k i s v e s i n e b ü r ü n m ü fl
oluyordu. Do¤ada hayvanlar aras›nda
var oldu¤u iddia edilen çat›flman›n, insan›n da do¤as›nda oldu¤u kabul edilmiflti. Güçlü devletler bu bozuk mant›¤›
ve Darwinizm'in sloganlar›n› kullanarak
zay›f milletleri ezmeye ve onlar› yok etmeye çal›fl›yorlard›.
SPENCER, HERBERT
benzer bazı fikirlerin, ahlaki ve sosyal
sorunlar üzerinde uygulandı¤ını görüyorum. Bu konuyla çok ilgilendi¤ime inanmalısın. Önceleri, kendi görüfllerimin bu
kadar farklı ve önemli konulara uyarlanabilece¤i bana pek gerçekleflebilir gibi
gelmemiflti.216
Do¤adaki çatıflmanın insanın da do¤asında oldu¤unun kabul edilmesiyle,
ırkçılık, faflizm, komünizm, emperyalizm adına yapılan çatıflmalar, güçlü milletlerin zayıf gördükleri milletleri ezerek
yok etmeye çalıflmaları artık bilimsellik
kisvesine bürünmüfl oluyordu. Barbarca
katliamlar yapanlar, insanlara hayvan gibi davrananlar, milletleri birbirlerine düflürenler, ırklarından dolayı insanları hakir görenler, haksız rekabetle küçük iflletmeleri kapattıranlar, fakirlere yardım
elini uzatmayanlar artık kınanmayacak
veya engellenemeyecekti. Çünkü onlar
bunu "bilimsel" bir do¤a kanununa uyarak yapıyorlardı.
Bu yeni sözde bilimsel açıklamanın
adı ise "Sosyal Darwinizm" olarak belirlendi.
Günümüzdeki evrimci bilim adamlarının en önde gelenlerinden biri olan
Amerikalı paleontolog Stephen Jay Gould, bu gerçe¤i afla¤ıdaki sözleriyle kabul eder:
1859 yılında Türlerin Kökeni'nin yayımlanmasından sonra esaret, kolonileflme,
ırk farklılıkları, sınıf mücadelesi ve cinsel roller hakkındaki tartıflmalar bilim
bayra¤ı altında yürütülmeye bafllandı.217
Tarih profesörü Jacques Barzun,
Harun Yahya (Adnan Oktar)
Darwin, Marx, Wagner isimli kitabında
modern dünyanın korkunç ahlaki çöküntüsünün bilimsel, sosyolojik ve kültürel
sebeplerinin de¤erlendirmesini yapmaktadır. Barzun'un kitabında yer alan flu
yorumlar, Darwinizm'in dünya üzerindeki etkisi açısından dikkat çekicidir:
… 1870 ve 1914 yılları arasında her Avrupa ülkesinde silahlanmayı isteyen bir
savafl partisi, acımasız bir rekabeti isteyen bireyci bir parti, geri kalmıfl insanlar
üzerinde serbest bir el isteyen emperyalist bir parti, yabancılara karflı içten tasfiyeyi sa¤layacak olan sosyalist bir parti
vardı… Bu partilerin tümü zaferi kutladıklarında ya da yenildiklerinde hatta
daha önce, bilimin tekrar canlanması anlamına gelen Spencer (Sosyal Darwinizm'in kurucusu) ve Darwin'i desteklemifllerdi. Irk biyolojikti, sosyolojikti;
Darwinciydi.218
The Moral Animal (Ahlakl› Hayvan)
isimli kitabın yazarı Robert Wright, bir
evrimci olmasına ra¤men evrim teorisinin insanlık tarihine getirdi¤i belaları
flöyle özetler:
Evrim teorisi, insan iliflkilerine karflı
uzun ve oldukça kirli bir tarihe sahiptir.
Yüzyılın sonlarına do¤ru politik felsefeye
de karıfltırılan teori, "Sosyal Darwinizm"
adlı bir ideolojiye dönüfltürülmüfl ve ırkçıların, faflistlerin ve en acımasız kapitalistlerin elinde koz olmufltur.219
Spencer, Herbert
Darwin'in prensiplerini sosyal yaflama uyarlayan ve Sosyal Darwinizm'in
163
164
SPONTANE JENERASYON
bafllıca teorisyeni olan Herbert Spencer'a
göre, e¤er bir insan fakirse bu onun hatasıdır; hiç kimse bu insana yükselmesi
için yardım etmemelidir. E¤er bir insan
zenginse, bunu ahlaksızlıkla elde etmifl
olsa bile bu, onun becerisidir. Bu nedenle, fakir biri ortadan silinirken zengin biri yaflamaya devam eder. ‹flte bu görüfl,
günümüzde toplumların hemen hemen
tamamına hakim olan görüfltür ve Darwinist-kapitalist ahlakın bir özeti niteli¤indedir. (bkz. Sosyal Darwinizm)
Bu ahlakın savunucusu olan Spencer,
1850 yılında Social Statistics (Sosyal ‹statistikler) adlı çalıflmasını tamamlamıfl,
devletin sa¤ladı¤ı her türlü yardım sistemine, sa¤lık koruma tedbirlerine, devlet
okullarına, zorunlu aflı uygulamalarına
karflı çıkmıfltır. Çünkü Sosyal Darwinizm'e göre sosyal düzen, güçlünün hayatta kalması prensibiyle oluflmufltur.
Zayıf olanın desteklenerek yaflatılması
bu prensibe aykırıdır. Zenginler daha uygun oldukları için zengindir, bazı uluslar
di¤erlerini yönetir, çünkü onlardan daha
üstündü. Bazı ırklar da di¤erlerini boyunduruk altına almıfltır, çünkü onlardan
daha akıllıdır. Spencer, bu tezinin insan
toplumlarına da uygulanmasını fliddetle
savunmufltur: "E¤er yaflamak için yeterli derecede tamamsalar, yaflarlar ve yaflamaları da iyidir. E¤er yaflamak için
yeterli derecede tamam de¤illerse, ölürler ve ölmeleri de en iyisidir" sözleriyle
Sosyal Darwinizm'in insanlı¤a bakıflını
özetlemifltir.220
Spontane jenerasyon
bkz. Abiyogenez
Sudan karaya geçifl açmaz›
Evrim teorisine göre, hayat suda bafllamıfltır ve ilk geliflmifl hayvanlar balıklardır. Ve yine teoriye göre bir gün bu
balıklar kendilerini karaya do¤ru atmaya
bafllamıfllar ve nasıl olmuflsa olmufl yüzgeç yerine ayaklara, solungaç yerine de
ci¤erlere sahip olmufllardır!
Ço¤u evrim kitabı, bu büyük iddianın "nasıl"ına hiç girmez. En "bilimsel"
kaynaklarda, "… ve canlılar sulardan
karaya geçtiler" fleklinde geçifltirme bir
cümle ile bu iddianın temelsizli¤i örtbas
edilir.
Bir balı¤ın sudan çıktı¤ında bir-iki
dakikadan fazla yaflayamadı¤ını düflünürsek, sudan çıkan balıkların hepsi biriki dakika içinde teker teker ölecektir.
Bu ifl isterse on milyon yıl sürsün, cevap
yine aynıdır: Balıkların hepsi teker teker
ölür. Çünkü akci¤er kadar kompleks bir
organ, ani bir "kaza" yani mutasyon ile
oluflmaz. Yarım akci¤er ise hiçbir ifle yaramaz.
Balıkların kara canlılarının atası oldu¤u iddiası, fosil bulguları kadar anatomik ve fizyolojik incelemeler tarafından
da geçersiz kılınmaktadır. Deniz canlıları ile kara canlıları arasındaki büyük
anatomik ve fizyolojik farkları inceledi¤imizde, bu farkların rastlantılara dayalı
kademeli bir evrim süreci tarafından giderilmesinin mümkün olmadı¤ını görüEvrim Açmaz› (Ansiklopedik)
BÖBREK ENGEL‹
rüz. Söz konusu farkların en belirginlerini flöyle sıralayabiliriz:
1. A¤ırlı¤ın taflınması: Denizlerde
yaflayan canlılar kendi a¤ırlıklarını taflımak gibi bir sorunla karflılaflmazlar. Vücut yapıları da böyle bir iflleve yönelik
de¤ildir. Oysa karada yaflayanların büyük bir kısmı enerjilerinin %40'ını vücutlarını taflımak için kullanırlar. Kara
yaflamına geçecek bir su canlısının bu
enerji ihtiyacını karflılayabilecek yeni
kas ve iskelet yapıları gelifltirmesi kaçınılmazdır, fakat bu kompleks yapıların
rastgele mutasyonlarla oluflması da
mümkün de¤ildir.
Evrimcilerin, Cœlacanth ve benzeri
balıkları "kara canlılarının atası" olarak
hayal etmelerinin asıl nedeni ise, bu balıkların yüzgeçlerinin kemikli olufludur.
Bu kemiklerin zamanla a¤ırlık taflıyıcı
ayaklara dönüfltü¤ünü varsayarlar. Ancak bu balıkların kemikleri ile kara canlılarının ayakları arasında çok temel bir
fark vardır: Balıklardaki kemikler, canlının omurgasına ba¤lı de¤ildir. Omurgaya ba¤lı olmadıkları için de a¤ırlık taflıma gibi bir ifllev üstlenemezler. Kara
canlılarında ise kemikler do¤rudan
omurgaya ba¤lıdır. Dolayısıyla, bu yüzgeçlerin yavafl yavafl ayaklara dönüfltükleri iddiası da temelsizdir.
2. Sıcaklı¤ın korunması: Karada ısı
çok çabuk ve çok büyük farklarla de¤iflir. Bir kara canlısının, bu yüksek ısı
farklılıklarına uyum sa¤layacak bir metabolizması vardır. Oysa denizlerde ısı
çok a¤ır de¤iflir ve bu de¤iflim karadaki
Harun Yahya (Adnan Oktar)
165
BÖBREK ENGEL‹
Bal›klar bedenlerindeki zararl› maddeleri do¤rudan suya b›rak›rlar. Kara canl›lar›n›n ise böbreklere ihtiyaçlar› vard›r. Dolay›s›yla "sudan ka raya geçifl" senaryosu, böbreklerin de tesadüfen oluflmas›n› gerektirir. Oysa böbrekler son
derece kompleks bir yap›ya sahiptir. Dahas› bir
böbre¤in görevini yapabilmesi için eksiksiz ve
kusursuz olmas› gerekir. Yaln›zca %50'si veya
%70'i, hatta %90'› oluflmufl bir böbre¤in hiçbir
ifllevi yoktur. Evrim teorisi "kullan›lmayan organ at›l›r" varsay›m›na dayand›¤›na göre,
%50'si sa¤lam olmayan bir böbrek daha evriminin ilk aflamas›nda vücuttan at›lacakt›r.
kadar büyük farklar arasında olmaz. Denizlerdeki sabit sıcaklı¤a göre bir vücut
sistemine sahip olan bir canlı, karada yaflayabilmek için karadaki sıcaklık de¤iflimine uyum sa¤layacak korunma sistemini kazanmak zorundadır. Kuflkusuz
balıkların karaya çıkar çıkmaz rastlantısal mutasyonlar sonucunda böyle bir sis-
166
SUDAN KARAYA GEÇ‹fi AÇMAZI
teme kavufltuklarını öne sürmek son derece saçmadır.
3. Suyun kullanımı: Canlılar için
kaçınılmaz bir ihtiyaç olan su, kara ortamında az bulunur. Bu nedenle suyun,
hatta nemin ölçülü kullanılması zorunludur. Örne¤in deri, su kaybetmeyi ve buharlaflmayı önleyecek yapıda olmalıdır.
Canlı susama duygusuna sahip olmalıdır. Oysa suda yaflayan canlıların susama
duygusu bulunmaz ve derileri de susuz
ortama uygun de¤ildir.
4. Böbrekler: Su canlıları, baflta
amonyak olmak üzere vücutlarında biriken artık maddeleri, bulundukları ortamda su bol oldu¤undan hemen süzerek
atabilirler. Karada ise suyun minimum
düzeyde kullanılması gerekmektedir. Bu
nedenle bu canlılar bir böbrek sistemine
sahiptirler. Böbrekler sayesinde amonyak üreye çevrilerek depolanır ve atımında minimum düzeyde su kullanılır.
Ayrıca böbre¤in çalıflmasını mümkün kılan yeni sistemlere ihtiyaç vardır. Sudan
karaya geçiflin gerçekleflmesi için böbre¤i olmayan canlıların bir anda geliflmifl
bir böbrek sistemi edinmesi gerekir.
5. Solunum sistemi: Balıklar suda
erimifl halde bulunan oksijeni solungaçlarıyla alırlar. Suyun dıflında ise birkaç
dakikadan fazla yaflayamazlar. Karada
yaflamaları için bir anda kusursuz bir akci¤er sistemi edinmeleri gerekir.
Tüm bu fizyolojik de¤iflikliklerin aynı canlıda tesadüfler sonucu ve aynı anda meydana gelmesi ise elbette imkansızdır.
Evrimcilerin bu konudaki senaryosuna göre, balıklar önce amfibiyenlere evrimleflmifllerdir. Ama bu senaryonun
hiçbir delili yoktur. Yarı balık-yarı amfibiyen bir canlının yafladı¤ını gösteren
tek bir fosil bile bulunamamıfltır. Omurgalı Paleontolojisi ve Evrim kitabının
Evrimci yay›nlarda resimdekine benzer hayali çizimlerle
savunulan "sudan karaya geçifl" senaryosu, gerçekte
evrim teorisinin kendi kabulleriyle de çeliflen Lamarkist
mant›klara dayanmaktad›r.
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
SÜRÜNGENLER‹N KÖKEN‹
yazarı olan ünlü evrimci Robert L. Carroll, bu gerçe¤i "erken amfibiyenlerle
balıklar arasında ara form fosillerine
sahip de¤iliz" diyerek istemeden de olsa
ifade etmektedir.221 (bkz. Amfibiyen)
Evrimci paleontologlar Colbert ve
Morales ise, amfibiyenlerin üç sınıfı
olan kurba¤alar, semenderler ve sesilyenler hakkında flu yorumu yaparlar:
Palezoik devir amfibiyenlerinin ortak bir
ataya sahip olduklarını gösterebilecek
tek bir kanıt yoktur. Bilinen en eski kurba¤alar, semenderler ve sesilyenler flu an
yaflamakta olan örneklerine son derece
benzerdirler.222
Sürüngenlerin kökeni
Dinozor, kertenkele, kaplumba¤a ya
da timsah gibi canlılar, "sürüngenler"
olarak bilinen aileye aittir. Dinozor gibi
bazı sürüngenlerin soyu tükenmifltir,
ama bazıları hala yaflamaktadır. Sürüngenlerin kendilerine has özellikleri vardır. Hepsinin vücudu, "pul" olarak adlandırılan sert kabuklarla kaplıdır. So¤ukkanlıdırlar, yani kendi vücut ısılarını
üretemezler. Bu yüzden de her gün günefle çıkıp vücutlarını ısıtma ihtiyacı duyarlar. Yavrularını ise yumurtlayarak
dünyaya getirirler.
Bu canlıların kökeni ele alındı¤ında,
evrim teorisinin yine açmazda oldu¤u
görülür. Bu konudaki Darwinist iddia,
sürüngenlerin amfibiyenlerden evrimleflti¤i fleklindedir. Ama bu iddiayı des-
Harun Yahya (Adnan Oktar)
tekleyecek hiçbir somut bulgu yoktur.
Aksine, amfibiyenler ile sürüngenler
arasında yapılabilecek bir inceleme, iki
canlı grubu arasında çok büyük fizyolojik farklar bulundu¤unu ve "yarı sürüngen-yarı amfibiyen" bir canlının yaflama
ihtimali olmadı¤ını göstermektedir.
Bunun bir örne¤i, iki farklı canlı grubunun yumurta yapılarıdır. Amfibiyenler
yumurtalarını suya bırakırlar. Yumurtalar su içindeki geliflimleri için uygun bir
yapıdadırlar; son derece geçirgen ve fleffaf bir zar ve jölemsi bir kıvama sahiptirler. Oysa sürüngenler karada yumurtlarlar ve dolayısıyla yumurtaları da karadaki kuru iklime uygun olarak yarat›lm›flt›r. "Amniotik yumurta" olarak da bilinen sürüngen yumurtasının sert kabu¤u
hava geçirir, ama su geçirmez. Bu sayede yavrunun ihtiyaç duydu¤u sıvı, o yumurtadan çıkıncaya kadar saklanır.
Amfibiyen yumurtaları e¤er karaya
bırakılacak olsa, kısa zamanda kuruyacak ve içindeki embriyolar da ölecektir.
Bu durum, sürüngenlerin kademeli olarak amfibiyenlerden evrimlefltiklerini
öne süren evrim teorisi açısından açıklanamayan bir sorundur. Çünkü karada yaflam bafllayacaksa, amfibiyen yumurtasının tek bir nesil içinde amniotik yumurtaya dönüflmesi zorunludur. Bunun evrim mekanizmaları olarak öne sürülen
do¤al seleksiyon-mutasyon tarafından
nasıl yapılmıfl olabilece¤i açıklanamamaktadır.
Öte yandan, fosil kayıtları da sürüngenlerin kökenini evrimci bir açıklama-
167
168
SÜRÜNGENLER‹N KÖKEN‹
dan yoksun bırakmaktadır. Ünlü evrimci
paleontologlardan Lewis L. Carroll,
"Sürüngenlerin Kökeni Sorunu" bafllıklı
bir makalesinde bu gerçe¤i flöyle kabul
eder:
Ne yazık ki sürüngenlerin ortaya çıkıflı
öncesinde var olan tek bir sürüngen atası örne¤i yoktur. Bu ara formların olmayıflı, amfibiyen-sürüngen geçifli hakkındaki ço¤u problemi çözümsüz bırakmaktadır.223
Omurgalı paleontolojisi konusunda
otorite sayılan Robert Carroll ise "en erken sürüngenlerin, tüm amfibiyenlerden
çok farklı olduklarını ve atalarının hala
belirlenemedi¤ini" kabul etmek zorunda
kalır.224
Aynı gerçek Stephen Jay Gould tarafından da kabul edilmekte ve Gould,
"hiçbir fosil amfibiyen, tümüyle karada
yaflayan omurgalıların (sürüngen, kufl
ve memelilerin) atası olarak görünmüyor" demektedir.225
fiimdiye dek "sürüngenlerin atası"
olarak gösterilmeye çalıflılan en önemli
canlı ise, Seymouria adlı amfibiyen türü
olmufltur. Oysa Seymouria'nın bir ara
form olamayaca¤ı, Seymouria'nın yeryüzünde ilk kez ortaya çıkıflından 30
milyon yıl öncesinde de sürüngenlerin
yaflamıfl olmasının bulunmasıyla ortaya
çıkmıfltır. (bkz. Seymouria)
"Sürüngenlerin atası"nın, sürüngenlerden çok sonra yaflamıfl olması elbette
imkansızdır. Bilimsel bulgular, sürüngenlerin yeryüzünde evrim teorisinin
öne sürdü¤ü gibi kademeli bir geliflimle
de¤il, hiçbir ataları olmadan bir anda ortaya çıktıklarını göstermektedir.
Seymouria
fosili
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
TAB‹AT ANA KAVRAMININ AKILDIfiILI⁄I
Tabiat Ana Kavram›n›n
ak›ld›fl›l›¤›
Darwin'i etkisi altına alan ve onu
karflılafltı¤ı canlılara yaratılmıfllık temelinden farklı bir açıklamaya zorlayan düflünce akımı, 19. yüzyılın din-dıflı atmosferinin en önemli ürünlerinden biri olan
natüralizmdi. Natüralizm, do¤adan ve
duygularla algılanan dünyadan baflka bir
gerçeklik tanımayan düflünce akımıydı.
Bu sapk›n görüfle göre do¤a, kendi kendisinin yaratıcısı ve hakimiydi. "Tabiat
ana" gibi kavramlar ya da "do¤a insana
flu yetene¤i vermifl, do¤a bu canl›y› böyle yaratmıfl" gibi klifleleflmifl sözler, natüralizm akımının toplum zihnine yerlefltirdi¤i önkabullerin birer sonucudurlar.
Evrimciler tüm canlılara sahip oldukları özellikleri verenin "tabiat ana"
oldu¤unu söylerler. "Tabiat ana" ise bildi¤imiz tafl, toprak, su, a¤aç, bitki,
vs.den oluflur.Tabiatın bu parçalarının
canlılara bilinçli ve akıl yüklü eylemler
yaptırması ya da canlıları programlamak
için gerekli akla ve yetene¤e sahip olmasıysa mümkün de¤ildir. Çünkü do¤ada
gördü¤ümüz herfley yaratılmıfltır ve dolayısıyla bunlar yaratıcı olamaz. Canlılar
sahip oldukları üstün özellikleri kendi
akılları ile bulup yapmadıklarına ve bu
özellikleri ile do¤duklarına göre, bu
özellikleri onlara veren, onları bu tavırları gösterecek flekilde yaratan üstün
akıl ve ilim sahibi bir Yaratıcı vardır.
Yüce Allah üstün güç sahibi Yarat›c›m›z'd›r.
Harun Yahya (Adnan Oktar)
Taksonomi
Canlılar biyologlar tarafından belirli
sınıflandırmalara ayrılırlar. "Taksonomi"
ya da "sistematik" olarak da bilinen bu
sınıflandırma, 18. yüzyıl bilim adamı
Carolus Linnaeus'a kadar uzanır. Linnaeus'un kurdu¤u sınıflandırma sistemi günümüze kadar gelifltirilerek devam etmifltir.
Bu sınıflama içinde hiyerarflik kategoriler vardır. Canlılar ilk önce
"alem"lere ayrılırlar; bitkiler ya da hayvanlar alemi gibi. Sonra bu alemler kendi içinde filumlara (flubelere) bölünür.
Filumlar da daha alt gruplara ayrılır. Sınıflama yukarıdan afla¤ı flu flekildedir:226
Alem (Kingdom)
Filum (Phylum, ço¤ulu Phyla)
Sınıf (Class)
Takım (Order)
Aile (Family)
Cins (Genus, ço¤ulu Genera)
Species (Tür)
Bugün biyologların ço¤unlu¤u, befl
ayrı alem oldu¤unu kabul eder. Bitkiler
ve hayvanların yanında, mantarlar, monera (bakteriler gibi hücre çekirde¤i olmayan tek hücreliler) ve protista (algler
gibi çekirde¤i olan hücreler) ayrı birer
alem sayılır. Bunların en önemlisi, kuflkusuz hayvanlar alemidir. Hayvanlar
aleminin kendi içindeki en büyük bölünme, farklı filumlardır. Bu filumlar belirlenirken her birinin tamamen farklı vücut planlarına sahip oldukları göz önünde bulundurulmufltur. Örne¤in arthropodlar (eklem bacaklılar) kendilerine
171
172
TAUNG ÇOCU⁄U FOS‹L‹
has bir filumdur ve filuma dahil edilen
tüm canlılar temelde benzer bir vücut
planına sahiptir. Chordata olarak adlandırılan filum ise, merkezi bir sinir a¤ına
sahip olan canlıları barındırır. Bizim için
tanıdık olan balıklar, kufllar, sürüngenler,
memeliler gibi hayvanların tümü, Chordata'nın bir alt sınıfı olan omurgalılar
kategorisine dahildir.
Taung Çocu¤u fosili
Bütün Australopithecus fosilleri Afrika kıtasının güney kısmında bulunmufltur. Bu türe "Güney Afrika maymunu" anlamına gelen Australopithecus isminin takılmasının nedeni, bu hayvanların günümüzde yaflayan maymunlarla
çok benzer özelliklere sahip olmalarıdır.
Bu türe ait oldu¤u iddia edilen ilk fosiller 1924 yılında Güney Afrika'nın Taung bölgesindeki bir kömür madeninde
bulundu. Australopithecus olarak tanımlanan ilk fosil, genç bir maymunun yüz
ve alt çene kemikleri ile 410 cc hacimli
kafatasından oluflmaktaydı. Fosili bulan
kifliler bunu Witwater Üniversitesi'nde
anatomi profesörü olan Dr. Raymond
Dart'a götürdüler.
Dr. Raymond Dart bu fosilin kafatasının ince yapısına dayanarak ve difllerinin insan difline benzedi¤ini düflünerek
bunun bir hominid fosil oldu¤unu öne
sürdü. Kısa bir süre sonra da Nature dergisinde "Australopithecus: Güney Afrika'daki Maymun Adam" isimli bir makale yayınladı. Fosilin aslında bir flem-
panzeye ait oldu¤unu söyleyen dönemin
bilim adamları Dart'ı pek ciddiye almamıfllardı. Ancak bunun bir hominid oldu¤u fikrinde ısrar eden Dart, ünlü bir fizikçi olan Dr. Robert Broom'u da ikna
ederek hayatının geri kalanını yeni buldu¤u tür için destek aramaya adadı. Hatta o zamanlar buldu¤u fosile bilim çevrelerinde alaycı bir flekilde "Dart Bebe¤i" ismi takılmıfltı. Daha sonraları evrimciler bu fosile sahip çıkarak Australopithecines ismini verdikleri yeni bir
tür uydurdular. ‹lk bulunan fosile de
Australopithecus africanus ismini taktılar.
Genç bir bireye ait oldu¤u düflünüldü¤ünden "Taung Çocu¤u" ismi takılan
bu fosilin bulunmasından sonra baflta
Leakey ailesi olmak üzere di¤er paleoantropologlar da arafltırmalarını hızlandırdılar. 1950'li yıllarda National Geographic dergisinin finansmanıyla yapılan
kazılarda Güney Afrika Kromdraii,
Swartkrans ve Makapansgat'ta da Australopithecus oldu¤u kabul edilen baflka
fosiller bulundu. Bu maymun fosillerinin bir kısmı daha kaba yapılı, bir kısmı
da daha narin, ufak tefek ve ince yapılıydı. Kaba yapılı olan, di¤erinden çok daha cüsseli ve a¤ırdı, daha büyük alt çeneye ve en belirgin özellik olarak kafasının üzerinde kemiksi bir çıkıntıya sahipti. Bütün bunlar bugünkü difli ve erkek
maymunlar arasında da mevcut olan cinsiyet farklılaflmasının tipik birer örne¤i
olmasına ra¤men, bilim adamları bunları ısrarla ayrı türler olarak yorumladılar.
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
TAUNG ÇOCU⁄U FOS‹L‹
Dart, Australopithecus africanus ismi takılan fosili öne sürdükten sonra zamanın bilim adamlarından önemli tepkiler almıfltı. Dart'ın buldu¤u fosil üzerine
yorum yapan zamanın belli bafllı anatomistlerinden Arthur Keith flöyle diyordu:
(Dart'ın) iddiası çok saçmadır, Africanus
kafatası genç bir antropoid... Ve bugün
yaflamakta olan iki antropoid grubu olan
goril ve flempanzelere o kadar benziyor
ki, bu fosili bu gruba dahil etmek için düflünmeye bile gerek yoktur.227
Evrimci paleoantropologlara göre
Australopithecuslar'ın insanlarla paylafltıkları ortak özellik, a¤açları terk ederek
iki ayaklılı¤a uyum sa¤lamıfl olmalarıydı. Dart, buldu¤u "Taung Çocu¤u" fosilinin iki aya¤ı üzerinde durabildi¤i sonucuna ise fluradan varmıfltı: Kafatasında,
"magnum" adı verilen omurili¤in geçti¤i
kısım, Dart'a göre insandakinden geride,
ancak maymununkinden ilerideydi. Bu
noktadan yola çıkarak hayvanın iki aya¤ı üzerinde durabildi¤ini iddia etmekteydi. O dönemde bilim adamları tarafından kabul görmeyen bu teori, 1950'li
yıllarda tekrar benimsendi. Ancak elde
tam olarak iki ayaklılık tahmini yapmaya imkan verebilecek, bir iskelet parçası
yoktu. Elde olan örnekler, kafatası ve oldukça da¤ınık haldeki birkaç uyluk, kalça ve ayak kemi¤inden ibaretti. Ancak
yine de evrimciler iki ayaklılık konusundaki ısrarlarını sürdürdüler.
Lord Zuckerman (Dr. Solly Zuckerman) dünya üzerinde Australopithecines
ailesini belki de en ayrıntılı olarak incelemifl kifliydi. Bir evrimci olmasına karflın Zuckerman Australopithecuslar'ın
maymundan baflka bir fley olmadıklarını
düflünüyordu. Beraberindeki dört kiflilik
arafltırma ekibiyle zamanın en geliflmifl
anatomik inceleme metotlarını kullanan
Zuckerman, 1954'te bafllayan ve birkaç
yıl süren arafltırma ve incelemelerden
sonra bu yaratıkların iki ayakları üzerinde durmadıklarını ve insanla maymun
arası bir forma sahip olmadıklarını açıkladı. Lord Zuckerman ve ekibinin sonuç
raporu flöyleydi:
Bu yaratıklar bugün yaflayan hiçbir primat türüyle aynı olmamalarına ra¤men,
insan türüyle de iliflkili oldukları söylenemez. Bu yaratıkların dik durdukları ve
yürüdükleri hakkındaki anatomik temel,
bunların insan dıflı primatların bir varyantı fleklinde yürüdükleri teorisinden
çok daha çürüktür. Bu sebeple bu teori
kabul edilemez.228
Taung Çocu¤u fosili
Harun Yahya (Adnan Oktar)
173
174
TEK HÜCREL‹L‹KTEN ÇOK HÜCREL‹L‹⁄E GEÇ‹fi YALANI
1950'lerin ortalarında Zuckerman tarafından ortaya konulan bu yargılar, sonraki arafltırmacılar tarafından da do¤rulandı. Bir beyin uzmanı olan Dean Falk,
1975'te yayınladı¤ı makalesinde Taung
kafatasının ait oldu¤u türün, yavru bir
maymun oldu¤unu açıkladı. "Dart, Taung'un beyninin insana benzedi¤ini söylemiflti. Ancak bunun yanlıfl oldu¤u anlaflılmıfl bulunuyor... Taung'un hominid
özellikleri abartılıdır" diyen Falk flöyle
devam ediyordu:
‹nsanlar gibi maymunlar da büyürken
birtakım evrelerden geçmektedirler. Bu
fosillerin analizinde Dart, bu evreleri ve
kalın kafl çıkıntısı, kalın boyun, kafadaki
kemiksi çıkıntı gibi özelliklerin genç
maymunlarda bulunmayıflını dikkate almamıfltır. Henüz ergenli¤e ulaflamamıfl
maymunlarda bu tip oluflumlara rastlanmaması çok do¤aldır... Dart yuvarlak kafatası ve omurili¤in pozisyonu gibi oluflumları açıklarken de taraflı bir flekilde
bunun genç bir maymuna de¤il bir hominide ait olması gerekti¤ini düflünmüfltür.229
Bu arada, Australopithecus africanus'un hominid olarak tanımlanan en
önemli özelli¤i, yani kafl çıkıntılarının
olmayıflı, bugün yaflamakta olan genç
gorillerde de görülen bir durumdur. Tüm
bunlardan anlaflılmaktadır ki, evrimciler
tarafından Australopithecus africanus
olarak adlandırılan kafatası, insanın bir
atasına de¤il, geçmiflte ince yapılı, muhtemelen de genç bir maymuna aittir.
Tek hücrelilikten çok
hücrelili¤e geçifl yalan›
Evrim senaryosuna göre tesadüf eseri ortaya çıkan tek hücreli canlılar tüm
canlılı¤ın ilkel atalarını oluflturmufllardır. Oluflan bu tek hücreli canlı ise zaman içerisinde ço¤alarak di¤er çok hücreli organizmaları meydana getirmifltir.
Evrimci bir kaynakta bu hayali geliflim
süreci flöyle açıklanmaktadır:
Tek hücreli organizma, nedenleri tümüyle anlaflılmayan bir karmaflıklaflma e¤ilimi taflıyordu. Bu e¤ilimin nedeni, belki
de büyüme ya da daha etkili bir yapı
edinme ihtiyacıydı. Hücrenin büyümesi,
hücredeki çekirdek sayısında bir artıfla
yol açtı. Söz gelimi, bazı amiplerin 50 çekirdekleri vardı. Öte yandan hücrelerin
koloniler halinde gruplaflması, görev bölümüne ve etkilili¤in artmasına yol açtı.
Böyle kolonilerde hücreler eflitti ama, de¤iflik ifllevler için farklılaflmaya bafllamıfllardı.
Evrimcilere göre bu farklılaflma, tek
hücreden çok hücreye geçiflin ilk adımıydı. Geliflmenin bu aflamasında tam
anlamıyla çok hücreli olmayan organizmalar, kolonilerdeki hücreler arasındaki
ifl bölümünün artmasıyla gerçekten çok
hücreli oldular. Hücreler, ba¤ımsız olarak yaflama yeteneklerini yitirdiler ve bir
anlamda çok hücreli organizmalar oluflturdular…
Bu senaryonun devam› flöyledir: Besin bulma ve ba¤ımsız hareket etme ihtiyacı arttıkça ya da toplu halde yaflamanın canlı kalma yönünden avantajları or-
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
TEOR‹
Bakteriler çok küçük olmalar›na ra¤men,
gerek yap›lar› gerekse de ifllevleri bak›m›n dan son derece kompleks özelliklere
sahiptirler.
taya çıktıkça, hücreler arasındaki farklar
da belirginleflti. Nedeni ne olursa olsun,
hücreler farklılaflmayı ve ifl bölümünü
artırmayı sürdürdüler. Evrim sürecinin
bu aflamasında hücreler, çok hücreli organizmalar› oluflturdular...230
Bu masalsı görüflün temelinde tek
hücreli canlıların ilkel, basit organizmalar olarak kabul edilmesi bulunmaktadır.
Ancak ne tek hücreli organizmalar evrimcilerin öne sürdükleri gibi basit canlılardır, ne de yukarıda ifade edilen kararları alacak, görevleri edinecek bir bilince sahiplerdir. Tek hücreli canlılar çok
hücreli canlılara kıyasla daha basit bir
yapıya sahip olabilirler ancak bu, tek
hücreli organizmaların ilkelli¤ine hiçbir
zaman delil olarak öne sürülemez. Nitekim bir bakteri tek hücreli bir canlı olmasına karflın, inceleyenleri hayrete düflürecek bir kompleksli¤e sahiptir.
Darwinistlerin "basit" olarak tanımladıkları bakteriler için ünlü ‹ngiliz Zoolog
Sir James Gray flunları söylemektedir:
Bir bakteri insanın bildi¤i herhangi bir
Harun Yahya (Adnan Oktar)
cansız sistemden çok daha komplekstir.
Dünyada, en küçük canlı organizmanın
biyokimyasal faaliyetiyle rekabet edecek
bir laboratuvar yoktur.231
Bütün bunlar bakterilerin son derece
detaylı özelliklere sahip olduklarını göstermektedir. Evrimci James A. Shapiro,
bakterinin sahip oldu¤u bu özellikler nedeni ile kompleks bir canlı oldu¤unu ise
flu flekilde itiraf etmektedir:
Bakteriler çok küçük olmalarına ra¤men,
bilimsel tanımlamanın çok ötesine giden
biyokimyasal, yapısal ve davranıflsal
komplekslikler gösterirler. Günümüzdeki
mikroelektronik devrimine uygun olarak,
bakterilerin büyüklü¤ünü basitlikten ziyade komplekslikle eflit saymak daha
mantıklı olabilir... Bakteriler olmaksızın
yeryüzünde hayat flu anki haliyle var olamazdı.232
Teori
Çok sayıda gözlem ve deneylerle
desteklenebilen bir hipoteze "teori" (kuram) denir. (bkz. Hipotez) Bir baflka de-
175
176
TEOR‹
yiflle teori kökleflmifl bir hipotezdir. Ancak teori deneylerle ispatlanmıfl olmasına ra¤men, bunun aksinin ispatlanması
da mümkündür. Örne¤in Dalton'un atom
teorisi olarak bilinen "atom, maddenin
bilinmeyen en küçük parçasıdır" iddiası
günümüzde geçerlili¤ini yitirmifltir.233
Geliflen bilim ve teknoloji atomdan çok
daha küçük parçaların -örne¤in kuarkların- varlı¤ını ortaya koymufltur.
Bilimsel bir teori, do¤adaki gözlemlenebilen bazı gerçekleri deneyler yoluyla açıklama giriflimidir. Sık sık tek bir
do¤al olay aynı zamanda bir teori, bir
gerçek ve bir kanuna iliflkin olarak anlatılabilir. Örne¤in yerçekimi bir gerçektir.
Çekim kuvvetinin kendisini göremesek
de, bu gücün etkisini yere bir fley düflürdü¤ümüzde görürüz. Bu çekimin nasıl
gerçekleflti¤i sorusunu anlatan bir de
yerçekimi teorisi vardır. Yerçekiminin
nasıl iflledi¤ini gerçekte bilemesek de
bunu açıklamaya çalıflan teoriler vardır.
Isaac Newton tarafından formüle edilmifl olan yerçekimi kanunu bunlardan
biridir. Özetle bilimsel bir gerçek gözlemlenebilen do¤al bir olaydır, bilimsel
bir teori bu do¤al olayın nasıl iflledi¤inin
ve bilimsel bir kanun da bu do¤al olayın
matematiksel tarifidir.
Ampirik (deneysel) bilimin en
önemli gereklili¤i, incelemek istedi¤imiz bir nesnenin ya da olayın gözlemlenebilir olmasıdır. ‹kinci koflul ise bu nesne veya olay tekrar edilebilmelidir. Sonuç olarak gözlemlenebilir ve tekrar edilebilir bir olay hakkında yapaca¤ımız
herhangi bir açıklama test edilebilmelidir. Böylece bir deneyin teoriyi çürütüp
çürütmedi¤ini tespit etmemiz mümkün
olur. E¤er bir kimsenin bir olay hakkında getirdi¤i açıklama hiç kimsenin test
edemeyece¤i veya çürütemeyece¤i flekilde ise, bu bir teori olmayacak bir
inanç olacaktır. 234
Evrimciler de ana evrimsel de¤iflimlerin çok yavafl ya da insanların hayat
sürelerinde gözlemleyemeyecekleri flekilde çok nadir oldu¤unu söylerler. Evrimci Theodosius Dobzhansky'e göre
evrimsel de¤iflimler meydana geldi¤inde
bile, do¤a tarafından "nadir, tekrarı olmayan ve aksi yönde de¤ifltirilemeyen"
fleylerdir. Tanınmıfl evrimcilerden Paul
Ehrlich ise evrim teorisinin hiçbir gözlemle çürütülemez oldu¤unu, dolayısıyla ampirik bilimin dıflında kabul edilmesi gerekti¤ini savunur.235
Di¤er taraftan da evrimciler evrimin
iki flekilde gerçekleflti¤ini öne sürerek gözlemlenebilir mikro evrim ve gözlemlenemeyen makro evrim-, bu hayali süreci bilimsel bir gerçek olarak yansıtmaya çalıflırlar. (bkz. Mikro evrimin geçersizli¤i; Makro evrim masal›) Makro evrim evrimcilere göre sürüngenlerin kufllara, maymunların insanlara de¤iflimi
için gerekli olan sınırsız varyasyon sürecidir. Ancak kimse bunun gerçekleflti¤ine flahit olmamıfltır.236 Mikro evrim ise
evrimcilere göre gözlemleyebilece¤imiz, çeflit üreten belirli bir türün sınırlı
varyasyon sürecidir. Ancak mikro evrim
olarak öne sürülen de¤iflimler yeni bir
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
TERMOD‹NAM‹⁄‹N ‹K‹NC‹ KANUNU
tür, yeni bir özellik ortaya çıkarmamaktadır. Dolayısıyla iddia edildi¤i gibi evrimlefltirici mekanizmalar de¤ildir. Ayrıca mikro evrim kelimesi makro evrim
oluflturan varyasyon çeflidinin oldu¤unu
ima etmek amacıyla söylenir. (bkz. Varyasyon) Böylece hiçbir kanıtı olmayan
gözlemlenemeyen bir olay tahmin edilmifl olur.
Bu sebeplerden ötürü evrim gözlemlenemez, tekrar edilemez ve onun için
bilimsel bir gerçek ya da teori de¤ildir.
Ayrıca evrim teorisi bir kısım çevrelerin
sandıkları ya da göstermeye çalıfltıkları
gibi "açık bir bilimsel gerçek" de de¤ildir.237 Aksine, evrim teorisi ile bilimsel
bulgular karflılafltırıldı¤ında ortaya çok
büyük bir çeliflki çıkmaktadır. Evrim teorisi hayatın kökeni, popülasyon geneti¤i, karflılafltırmalı anatomi, paleontoloji
ve biyokimyasal sistemler gibi pek çok
farklı alanda, ünlü bir biyokimyacı olan
Prof. Michael Denton'ın ifadesiyle
"kriz" içindedir.238
Termodinami¤in ‹kinci
Kanunu (Entropi Kanunu)
Termodinami¤in ‹kinci Kanunu, evrende kendi haline, do¤al flartlara bırakılan tüm sistemlerin zamanla do¤ru orantılı olarak düzensizli¤e, da¤ınıklı¤a ve
bozulmaya do¤ru gidece¤ini söyler. Aynı gerçek "Entropi Kanunu" olarak da
ifade edilir. Entropi, fizikte, bir sistemin
içerdi¤i düzensizli¤in ölçüsüdür. Bir sis-
Harun Yahya (Adnan Oktar)
temin düzenli, organize ve planlı bir yapıdan düzensiz, da¤ınık ve plansız bir
hale geçmesi o sistemin entropisini artırır. Bir sistemdeki düzensizlik ne kadar
fazlaysa, o sistemin entropisi de o kadar
yüksek demektir.
Bu gerçek hepimizin yaflamları sırasında da yakından gözlemledi¤i bir durumdur. Örne¤in bir arabayı çöle götürüp bırakır ve aylar sonra durumunu
kontrol ederseniz, elbette ki onun eskisinden daha geliflmifl, daha bakımlı bir
hale gelmesini bekleyemezsiniz. Aksine
lastiklerinin patlamıfl, camlarının kırılmıfl, kaportasının paslanmıfl, motorunun
çürümüfl oldu¤unu görürsünüz. Ya da
evinizi "kendi haline" bırakırsanız, her
geçen gün daha düzensizleflti¤ini, da¤ıldı¤ını, tozlandı¤ını görürsünüz. Ancak
bilinçli bir müdahale ile (yani evi temizleyip düzenleyerek) bu süreci geriye çevirebilirsiniz.
Termodinami¤in ‹kinci Kanunu ya
da di¤er adıyla Entropi Kanunu, do¤rulu¤u teorik ve deneysel olarak kesin biçimde kanıtlanmıfl bir kanundur. Öyle ki
yüzyılımızın en büyük bilimadamı kabul
edilen Albert Einstein, bu kanunu "bütün
bilimlerin birinci kanunu" olarak tanımlamıfltır. Amerikalı bilimadamı Jeremy
Rifkin, Entropy: A New World View
(Entropi: Yeni Bir Dünya Görüflü) adlı
kitabında flöyle der:
Entropi Kanunu, tarihin bundan sonraki
ikinci devresinde, hükmedici düzen fleklinde kendini gösterecektir. Albert Einstein, bu kanunun bütün bilimlerin birinci
177
178
TERMOD‹NAM‹⁄‹N ‹K‹NC‹ KANUNU
Bir arabay› do¤al flartlara b›rak›rsan›z, mutlaka y›pran›r, paslan›r ve çürür. Ayn› flekilde, bilinçli bir düzenleme olmad›¤› sürece, evrendeki tüm sistemler bozulmaya do¤ru gider. Bu,
kaç›n›lmaz bir do¤a yasas›d›r.
kanunu oldu¤unu söylemifltir; Sir Arthur
Eddington ondan, bütün evrenin en üstün
metafizik kanunu olarak bahseder.239
Entropi Kanunu, evrenin her türlü
do¤aüstü müdahaleye kapalı bir madde
yı¤ını oldu¤unu iddia eden materyalizmi
kesin biçimde geçersiz kılar. Çünkü evrende çok belirgin bir düzen vardır, ama
evrenin kendi kanunları bu düzeni bozmaya yöneliktir. Bundan iki sonuç çıkmaktadır:
1) Evren materyalistlerin iddia etti¤i
gibi sonsuzdan beri var olamaz. Çünkü
e¤er böyle olsa, Termodinami¤in ‹kinci
Kanunu, flimdiye kadar çoktan evrendeki entropiyi maksimum düzeye çıkarmıfl
olurdu ve evren, hiçbir düzene sahip olmayan tekdüze (homojen) bir madde yı¤ını haline gelirdi.
2) Big Bang'in ardından evrenin hiçbir do¤aüstü müdahale ve kontrol olmadan flekillendi¤i iddiası da geçersizdir.
Çünkü Big Bang'in ardından ortaya çıkan evren, sadece düzensizli¤in hüküm
sürdü¤ü bir evrendir. Ama bu evrende
giderek düzenlilik artmıfl ve evren bugünkü düzenli yapısına kavuflmufltur.
Bu, do¤a kanunlarına (entropi yasasına)
aykırı bir biçimde gerçekleflti¤ine göre,
demek ki evren do¤aüstü bir yaratılıflla
düzenlenmifltir.
Evrende hüküm süren düzen de, biz-
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
TERMOD‹NAM‹⁄‹N ‹K‹NC‹ KANUNU
lere evrene hakim olan üstün bir Aklın
varlı¤ını gösterir. Nobel ödüllü ünlü Alman fizikçi Max Planck, evrendeki bu
düzeni flöyle açıklar:
Özetlemek gerekirse, pozitif bilimler tarafından do¤anın dev yapısı hakkında bize ö¤retilen herfley, kesin bir düzenin hüküm sürdü¤ünü göstermektedir; bu, insan zihninden ba¤ımsız bir düzendir. Algılarımızla tanımlayabildi¤imiz kadarıyla, bu düzen ancak amaçlı bir düzenleme
sayesinde ortaya çıkmıfl olabilir. Dolayısıyla evrenin bilinçli bir düzene sahip oldu¤una dair açık kanıt vardır.240
Evrenin sonsuzdan beri var oldu¤unu ve hiçbir biçimde düzenlenmedi¤ini
savunan materyalizm, evrendeki büyük
denge ve düzen karflısında büyük bir açmazdadır. Ünlü ‹ngiliz fizikçi Paul Davies, bunu flöyle ifade eder:
Evrende nereye bakarsak bakalım, en
uzaktaki galaksilerden atomun derinliklerine kadar, bir düzenle karflılaflırız...
Bu düzenli, özel evrenin merkezinde "bilgi" kavramı yatmaktadır. Yüksek derecede özelleflmifl olan ve organize edilmifl
bir düzenleme sergileyen bir sistem, tarif
edilebilmek için çok yo¤un bir bilgi gerektirir. Ya da bir baflka deyiflle bu sistem
yo¤un bir "bilgi" içermektedir...
Bu durumda çok merak uyandırıcı bir soru ile karflı karflıya geliriz. E¤er bilgi ve
düzen, sürekli olarak yok olmaya yönelik
do¤al bir e¤ilime sahiplerse, Dünya'yı
çok özel bir yer kılan bütün o bilgi ilk
baflta nereden gelmifltir? Evren, zembere¤i yavafl yavafl boflalan bir saate benzemektedir. Öyleyse ilk baflta nasıl kurul-
Harun Yahya (Adnan Oktar)
mufltur?241
Einstein ise, evrendeki söz konusu
düzenin "beklenmedik" bir fley oldu¤unu ve aslında bir "mucize" sayılması gerekti¤ini flöyle açıklamıfltır:
Açıkçası, a priori (önkabul) olarak, Dünya'nın, ancak bizim onu düzenleyici aklımızla düzenledi¤imiz takdirde kanunlu
(düzenli) hale gelebilece¤ini beklememiz
gerekir. Bu, bir lisandaki kelimelerin alfabetik dizilimi gibi bir düzen olacaktır...
Ama maddesel Dünya'da, a priori olarak
beklemememiz gereken çok yüksek seviyede bir düzen vardır. Bu bir "mucize"dir
ve bilgimizin geliflmesine paralel olarak
daha da güçlenmektedir.242
Evrende var olan ve büyük bir "bilgi" içeren düzen, tüm evrene hakim olan
üstün bir Yaratıcı tarafından oluflturulmufltur. Daha açık bir ifadeyle, tüm evreni Allah yaratmıfl ve düzenlemifltir.
Açık sistem
Açık sistem, dıflarıdan enerji ve madde girifl-çıkıflı olan bir termodinamik sistemi ifade eder. Evrimciler, evrim teorisinin Termodinami¤in ‹kinci Kanunu
(Entropi Kanunu) ile açıkça çeliflmesinden dolayı bu kanunun yalnızca "kapalı
sistemler" için geçerli oldu¤unu savunurlar. "Açık sistemler"inse bu kanunun
dıflında oldu¤unu öne sürerek bir çarpıtmaya baflvururlar. Dünyanın bir açık sistem oldu¤unu, Günefl'ten sürekli bir
enerji akıflına maruz kaldı¤ını, dolayısıyla Entropi Kanunu'nun dünya için geçersiz oldu¤unu, düzensiz, basit, cansız
179
180
TERMOD‹NAM‹⁄‹N ‹K‹NC‹ KANUNU
yapılardan düzenli, kompleks canlıların
oluflabilece¤ini öne sürerler.
Oysa burada açık bir çarpıtma vardır.
Çünkü bir sisteme dıflarıdan enerji girmesi, o sistemi düzenli hale getirmek
için yeterli de¤ildir. Bu enerjiyi kullanılabilir hale getirecek özel mekanizmalar
gerekir. Örne¤in bir arabanın benzindeki
enerjiyi ifle dönüfltürmesi için motora,
transmisyon sistemlerine ve bunları idare eden kontrol mekanizmalarına ihtiyaç
vardır. Böyle bir enerji dönüfltürücü sistem olmasa, arabanın benzindeki enerjiyi kullanabilmesi mümkün olmayacaktır.
Aynı durum canlılık için de geçerlidir. Canlılık da enerjisini Günefl'ten almaktadır. Fakat günefl enerjisi, ancak
canlılardaki ola¤anüstü komplekslikteki
enerji dönüflüm sistemleri (örne¤in bitkilerdeki fotosentez, insan ve hayvanlardaki sindirim sistemleri) sayesinde kim-
yasal enerjiye çevrilebilmektedir. Bu
enerji dönüflüm sistemleri olmasa hiçbir
canlı, varlı¤ını devam ettiremez. Günefl'in, enerji dönüflüm sistemi olmayan
bir canlı için yakıcı, bozucu ve parçalayıcı bir enerji kayna¤ı olmaktan baflka
bir anlamı yoktur.
Dolayısıyla herhangi bir enerji dönüfltürücü mekanizması olmayan bir sistem, açık da olsa kapalı da olsa, evrim
için bir avantaj teflkil etmemektedir. ‹lkel dünya flartlarında do¤ada böyle
kompleks ve bilinçli mekanizmaların
bulundu¤unu ise hiç kimse iddia etmemektedir. Zaten evrimciler açısından bu
noktadaki problem, bitkilerdeki fotosentez mekanizması gibi modern teknoloji
tarafından bile taklit edilemeyen kompleks enerji dönüflüm mekanizmalarının
nasıl ortaya çıktı¤ını açıklayamamalarından kaynaklanmaktadır.
‹lkel dünyaya dıflarıdan giren günefl
enerjisinin de bu yüzden düzenlilik meydana getirecek etkisi yoktur. Örne¤in,
sıcaklık ne kadar artarsa artsın canlılıAraban›n benzindeki enerjiyi ifle dönüfltürmesi
için motora, transmisyon sistemlerine ve
bunlar› idare eden kontrol mekanizmalar›na ihtiyaç vard›r. Çünkü
bir sisteme d›flar›dan
enerji girmesi, o sistemi düzenli hale
getirmek için ye terli de¤ildir.
A¤açlar›n aras›nda buldu¤unuz son model bir araban›n ormandaki çeflitli elementlerin milyonlarca y›l içinde tesadüfen biraraya gelerek böyle bir ürün ortaya ç›kard›¤›n› düflünmezsiniz. Çünkü kompleks bir yap›n›n aniden, bir anda, bir bütün olarak ortaya ç›kmas›, onun bilinçli bir irade taraf›ndan var edildi¤ini gösterir.
¤ın yapı taflı olan amino asitler düzenli
dizilimlerde ba¤ yapmaya karflı direnç
gösterirler. Amino asitlerin çok daha
karmaflık moleküller olan proteinleri ve
proteinlerin de kendilerinden daha
kompleks ve planlı yapılar olan hücre
organellerini oluflturmaları için de sadece enerji yeterli de¤ildir. Bu ancak üstün
ilim sahibi Rabbimiz'in yarat›fl› ile
mümkün olabilir.
Harun Yahya (Adnan Oktar)
Nitekim pek çok bilim adam› evrimcilerin aç›k sistem iddias›n›n geçersiz oldu¤unu, termodinamikle ba¤daflmadı¤ını açıkça belirtmektedir. Harvard Üniversitesi'nden Prof. John Ross, evrimci
görüflü savunmasına ra¤men, Chemical
and Engineering News adlı dergide yer
alan ifadelerinde bu gerçek dıflı iddianın
önemli bir bilimsel hata oldu¤unu flöyle
belirtir:
182
TESADÜF PUTU
... Termodinami¤in ikinci kuralının bilinen hiçbir ihlali yoktur. Normalde ikinci
kural izole sistemler için kullanılır, ancak ikinci kural açık sistemlere de aynı
derecede iyi bir flekilde uygulanabilir...
Buna ra¤men termodinami¤in ikinci kuralının dengeden uzak sistemler için geçerli olmadı¤ı görüflü hakimdir. Bu hatanın kendisini sonsuza kadar sürdürmeyece¤inden emin olmak çok önemlidir.243
Tesadüf putu
20. yüzy›l biliminin çökertti¤i bir
evrimci iddia, "tesadüf" iddias›d›r.
1960'l› y›llardan itibaren yap›lan araflt›rmalar, evrendeki tüm fiziksel dengelerin
insan yaflam› için çok hassas bir biçimde ayarland›¤›n› ortaya koymaktad›r.
Araflt›rmalar derinlefltirildikçe evrendeki fizik, kimya ve biyoloji kanunlar›n›n,
yerçekimi, elektromanyetizma gibi temel kuvvetlerin, atomlar›n ve elementlerin yap›lar›n›n tümünün insan›n yaflam› için tam olmalar› gereken flekilde düzenlendikleri birer birer bulunmufltur.
Bat›l› bilim adamlar› bugün bu ola¤anüstü yarat›l›fla "‹nsani ‹lke" (Anthropic
Principle) ad›n› vermektedirler. Yani evrendeki her ayr›nt›, insan›n yaflamas›n›
mümkün k›lacak özel bir yarat›l›fla sahiptir. (bkz. ‹nsani ilke)
Kompleks bir yapının bir anda oluflması ise kesinlikle tesadüflerle açıklanamayacak bir durumdur. Örne¤in a¤açların arasında buldu¤unuz son model bir
arabanın ormandaki çeflitli elementlerin
milyonlarca yıl içinde tesadüfen biraraya gelerek böyle bir ürün ortaya çıkardı¤ını düflünmezsiniz. Arabayı oluflturan
tüm hammadde; demir, plastik, kauçuk
vs. topraktan ya da onun ürünlerinden
elde edilmektedir. Ama bu durum size,
bu malzemelerin "tesadüfen" sentezlenip sonra da biraraya gelerek sonuçta
ortaya böyle bir araba çıkardıklarını düflündürmez.
Elbette ki, ak›l ve mant›kla düflünen
her insan, araban›n bilinçli insanlar taraf›ndan tasarland›¤›n›, bir fabrikan›n ürünü oldu¤unu düflünecek ve bunun ormanda ne arad›¤›n› merak edecektir.
Çünkü kompleks bir yap›n›n aniden, bir
anda bir bütün olarak ortaya ç›kmas›,
onun bilinçli bir irade taraf›ndan var
edildi¤ini gösterir. Hücre gibi kompleks
bir sistem de elbette üstün bir ilmin ve
iradenin ürünüdür. Yani Yüce Rabbimiz
Allah'›n yaratmas›yla var olmufltur.
Evrimciler ise, tesadüflerin ortaya
son derece kusursuz yap›lar ç›karabileceklerine inanmakla, gerçekte akl›n ve
bilimin d›fl›na ç›km›fl olurlar. Bu konudaki aç›k sözlü otoritelerden biri, Frans›z Bilimler Akademisi'nin eski baflkan›
olan ünlü Frans›z zoolog Pierre Grassé'dir. Grassé bir materyalisttir, ancak
Darwinist teorinin canl›l›¤› aç›klayamad›¤›n› savunmakta ve Darwinizm'in temelini oluflturan "tesadüf" mant›¤› hakk›nda flunlar› söylemektedir:
... Mutasyonların hayvanların ve bitkilerin ihtiyaçlarının karflılanmasını sa¤la-
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
THEROPOD D‹NOZORLAR
dı¤ına inanmak, gerçekten çok zordur.
Ama Darwinizm bundan fazlasını da ister: Tek bir bitki, tek bir hayvan, binlerce
ve binlerce tam olması gerekti¤i flekilde
faydalı tesadüflere maruz kalmalıdır. Yani mucizeler sıradan bir kural haline gelmeli, son derece düflük olasılıklara sahip
olaylar kolaylıkla gerçekleflmelidir. Hayal kurmayı yasaklayan bir kanun yoktur,
ama bilim bu iflin içine dahil edilmemelidir.244
Grassé, "tesadüf" kavramının evrimciler için ifade etti¤i anlamı da flöyle
özetler:
... Tesadüf, ateizm görüntüsü altında kendisine gizlice tapınılan bir tür ilah haline
gelmifltir.245
Tetrapodlar›n
parmak yap›s›
bkz. Befl parmaklılık homolojisi
Theropod dinozorlar
Evrim teorisi, kuflların küçük yapılı
ve etobur theropod dinozorlar adı verilen bir sürüngen türünden türedi¤i iddiasındadır. Oysa kufllar ile sürüngenler
arasında yapılacak bir karflılafltırma, bu
canlı sınıflarının birbirlerinden çok farklı olduklarını ve aralarında bir evrim
gerçekleflmifl olamayaca¤ını gösterir.
(bkz. Kuflların kökeni)
Theropod dinozorlar ile kuflların fosil kayıtları ve anatomileri incelenirse,
gerçekte ortada hiçbir "evrim" olmadı¤ı
Harun Yahya (Adnan Oktar)
görülür. Amerikalı biyolog Richard L.
Deem "Demise of the 'Birds are Dinosaurs' Theory" ("Kufllar Dinozordur" Teorisinin Sonu) bafllıklı makalesinde flöyle yazar:
Son çalıflmaların sonuçları göstermektedir ki, theropod dinozorların elleri (önkol kemiklerindeki) birinci, ikinci ve
üçüncü hanelerden türemifltir, ama kuflların kanatları, ikinci, üçüncü ve dördüncü
hanelerden türerler... ‹kinci bir çalıflma
göstermektedir ki, theropod dinozorlar,
kufllarınkine evrimleflebilecek bir iskelet
ya da akci¤er yapısına sahip de¤ildir.
(Theropod dinozorlar diyaframlı solunum yapar, kuflların ise diyaframı yoktur.) Theropod bir dinozorun kufllara evrimleflmesi, diyaframında ciddi bir handikap oluflmasını gerektirecektir, ama bu
durum canlının nefes alma yetene¤ini
çok kritik bir biçimde sınırlayacaktır. Dr.
Ruben'in belirtti¤i gibi, buna neden olabilecek bir mutasyonun seçici bir avantaj
sa¤laması imkansız gözükmektedir.246
"Kufllar dinozordur" teorisiyle ilgili
baflka problemler de vardır. Theropodların önayakları Archæopteryx'e kıyasla,
vücutlarına göre çok küçüktür. (bkz.
Archæopteryx) Bu canlıların a¤ır vücutları da düflünüldü¤ünde, bir tür "ön-kanat" (proto-wing) gelifltirmeleri olası gözükmemektedir. Theropod dinozorların
çok büyük bölümü (kufllarda bulunan)
semilunatik bilek kemi¤inden yoksundur ve Archæopteryx'te hiçbir benzeri
bulunmayan bazı bilek parçalarına sahiptir. Bütün theropodlarda V1 sinirleri
183
184
THEROPOD D‹NOZORLAR
di¤er bazı sinirlerle birlikte kafatasını
yandan terk eder, kufllarda ise aynı sinirler kafatasını ön taraftan kendilerine ait bir delikten geçerek terk eder. Bir baflka sorun ise, theropodların çok büyük kısmının Archæopteryx'ten daha sonra ortaya çıkmıfl
olmalarıdır.247
Öte yandan theropod dinozorları
kufllardan ayıran bir di¤er önemli fark
ise, bu dinozorların kalça kemiklerinin
yapısıdır. Dinozorlar, kalça kemiklerinin
yapısına göre iki temel gruba ayrılırlar: Saurischian (sürüngen-benzeri
kalça kemerliler) ve Ornithischian (kufl-benzeri kalça kemerliler) grupları. Ornithischian grubundaki dinozorların kalça kemikleri kufllara gerçekten çok
benzerdir ve bu nedenle bu
ismi almıfllardır. Ancak
di¤er yönlerden kufllara
hiçbir benzerlik göstermezler. Bu yüzden evrimciler, theropodların
Kufllar›n theropod dinozor lardan evrimleflmeleri im kans›zd›r, çünkü böyle bir
e v r i m i m e y d a n a g e t ir e c e k
ve iki canl› grubu aras›n daki büyük farkl›l›klar› ortadan kald›rabilecek bir
mekanizma yoktur.
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
TRANSDÜKS‹YON
dahil oldukları Saurischian (sürüngenbenzeri kalça kemerliler) dinozorlarını
"kuflların atası" saymak zorunda kalırlar.
Oysa, tanımdan da anlaflılaca¤ı gibi, bu
dinozorların kalça kemi¤i yapısı kufllara
benzerlik göstermemektedir.248
Kısacası, kuflların theropod dinozorlardan evrimleflmifl olmaları imkansızdır, çünkü böyle bir evrimi meydana getirecek ve iki canlı grubu arasındaki büyük farklılıkları ortadan kaldırabilecek
bir mekanizma yoktur.
Transdüksiyon
Transdüksiyon, virüsler aracılı¤ıyla
bazı genlerin bir bakteriden di¤erine aktarılmasıdır.249 Virüs, ço¤u zaman girdi¤i
hücreye kendi kalıtsal materyalini ba¤layarak hücrenin sentezlenme programını
bozar ve virüsü oluflturacak moleküllerin sentezinin yapılmasını sa¤lar. Meydana gelen yeni virüsler di¤er hücrelere
girerek ço¤almalarına devam ederler.
Amerikal› biyolog Joshua Lederberg, 1952 y›l›nda gerçeklefltirdi¤i bir
çal›flmadan dolay› Nobel ödülü ald›. Çal›flman›n özeti fluydu: Virüsler bir hücreden di¤er hücreye geçerken, bulundu¤u
ve ço¤ald›¤› hücrenin kal›tsal materyalinden (DNA parçalar›ndan) bir k›sm›n›
da yan›nda götürebiliyordu.250
G. Anderson da, 1970 y›l›nda bu çal›flmalara dayanarak dünyadaki canl› tür-
leri aras›nda, kal›tsal deneyimlerin(!) virüsler arac›l›¤›yla birbirlerine nakledebilmelerinin, evrimde etkili bir mekanizma oldu¤unu ileri sürmüfltü. Bunun anlam› ona göre fluydu: Canl›lardan birinde meydana gelecek bir kal›tsal de¤ifliklik bu yolla baflka canl›lar taraf›ndan
kopya edilebilecekti. Çünkü evrimcilere
göre, bir virüs taraf›ndan sald›r›ya u¤rayan hücre, virüsün getirdi¤i DNA parças›n›n kendi yarar›na olup olmad›¤›n› deneme f›rsat›na sahipti(!). Ve kal›tsal olarak meydana gelen bu de¤ifliklik, her nas›lsa di¤er tüm canl›lar›n emrine sunulabiliyordu. Ancak evrime delil zannedilen bu aç›klaman›n gerçekte hiçbir bilimsel dayana¤› yoktur.
Her fleyden önce, her canl› kendi fizyolojik yap›s›na uygun bir genetik yap›ya sahiptir. Herhangi bir canl›n›n genetik
materyali baflka türe ait bir bireye aktar›ld›¤›nda onu gelifltirmez veya ona
avantaj sa¤lamaz. Tam tersine, uyumsuzluk ve problem ortaya ç›kar›r. Evrimin transdüksiyon ile ilgili olarak öne
sürdü¤ü iddian›n, insana kufltaki kanat
geni aktar›ld›¤›nda insan›n da uçabilece¤i gibi mant›ks›z ve bilim d›fl› bir iddi-
Kufllar›n theropod dinozorlardan evrimleflmifl ol malar› imkans›zd›r, bu hayali iddiay› destekleyecek
hiçbir mekanizma yoktur.
185
186
TRANSFORMASYON
adan fark› yoktur. Ya da bir köpe¤e solungaç geni aktar›ld›¤›nda onun art›k suyun içinde de nefes alabilece¤ini iddia
etmekle ayn› gülünçlükte bir iddiad›r.
Evrimcilerin öne sürdükleri bu tarz kaba
ve ilkel izahlar genelde uydurma teorilerinin cevap bulamad›¤› sorunlara göstermelik de olsa bir aç›klamalar› oldu¤u izlenimi vermeyi amaçlar. ‹lk bak›flta konuyla fazla ilgili olmayanlar› yan›ltabilecek bu tür izahlar›n bilimsel ve ak›lc›
bir yaklafl›mla çok az detay›na girildi¤inde ne derece bofl, bilimsel ve mant›ksal dayanaktan yoksun olduklar› görülür.
nır. Böylece tuz çözeltisi DNA'yı yo¤unlafltırıp hücreler üzerine çöktürülür. Sıcak-so¤uk flokuyla hücre zarındaki delikler genifller ve rekombinant DNA içeri girer. Tek hücreden ço¤altılan çok sayıda hücreye klon denildi¤inden, kullanılan bu teknik de ço¤unlukla DNA
klonlama diye bilinir.253 (bkz. Klonlama)
Ancak klonlama zaten var olan bir
üreme mekanizmasına, zaten var olan
bir genetik bilginin eklenmesinden ibarettir. Biyolojik bir ifllem olan klonlamanın evrimle hiçbir ilgisi yoktur. Bu ifllemde ne yeni bir mekanizma, ne de yeni bir genetik bilgi üretilmifl de¤ildir.
Transformasyon
Trilobit
Transformasyon, bakterinin bulundu¤u ortamdaki DNA parçalarını kendi
DNA'sına entegre etmesi anlamına gelir.251 Bir bakterinin ortama verdi¤i
DNA, di¤eri tarafından bir çeflit yutma
yöntemiyle alınarak kromozom zincirine
eklenebilir. Bu alınma ço¤unlukla fagositozla (yabancı bir hücrenin vücudun
savunma hücresi tarafından içine alınarak yok edilmesi) veya benzer flekillerde
olur. Bu yolla eklenen DNA, bireye yeni
özellikler kazandırır.252
Bakterilerdeki bu kalıtsal madde
alıflverifli flu flekilde olmaktadır: Yo¤un
bir tuz çözeltisinde bekletilen bakteriler
(örne¤in ba¤ırsaklarımızda yaflayan E.
coli bakterisi) rekombinant DNA içeren
çözeltiyle karflılafltırılır ve 420C'de 10
dakika ısıtılıp ani bir so¤uk floku uygula-
Kambriyen devrinde aniden ortaya çıkan
farklı canlı gruplarının en ilginçlerinden
biri, sonradan soyları tükenmifl olan trilobitlerdir. Arthropodlar filumuna dahil
olan trilobitler, sert kabukları, bo¤umlu
vücutları ve kompleks organları ile çok
karmaflık canlılardır. Fosil kayıtları, trilobitlerin gözleri hakkında çok detaylı
tespitler yapılmasını sa¤lamıfltır. Bir trilobit gözü yüzlerce küçük petekten oluflur
ve bu peteklerin her birinin içinde çift
mercek yer almaktadır. Bu göz yapısı tam
bir tasarım harikasıdır. Harvard, Rochester ve Chicago Üniversiteleri'nden jeoloji profesörü David Raup; "Trilobitlerin gözü, ancak günümüzün iyi e¤itim
görmüfl ve son derece yetenekli bir optik
mühendisi tarafından gelifltirilebilecek
254
bir yap›ya sahipti" demektedir.
Sadece trilobitlerin bu ola¤anüstü
TR‹LOB‹T
kompleks yapısı bile Darwinizm'i tek
baflına geçersiz kılmaktadır. Çünkü daha
önceki jeolojik devirlerde bu canlılara
benzer hiçbir kompleks canlı yaflamamıfltır ve bu da göstermektedir ki trilobitler arkalarında hiçbir evrim süreci olmadan ortaya çıkmıfllardır.
Kambriyen devrindeki bu ola¤anüstü
durum, Charles Darwin Türlerin Kökeni'ni kaleme alınırken de az çok biliniyordu. O devrin fosil kayıtlarında da,
Kambriyen devrinde canlılı¤ın birdenbire ortaya çıktı¤ı gözlemlenmifl, trilobitlerin ve di¤er bazı omurgasızların aniden belirdikleri tespit edilmiflti. Bu yüz-
den Darwin Türlerin
Kökeni adlı kitabında bu konuya de¤inmek durumunda
kaldı. O sıralarda
Kambriyen devri, "Siluryen devri" olarak tanımlanıyordu. Darwin ise "Bilinen
Eski Fosil Kayıtlarında Farklı Türlerin
Aniden Ortaya Çıkıflı Üzerine" bafllı¤ı
altında bu konuya de¤inmifl ve Siluryen
devri hakkında flöyle yazmıfltı:
Siluryen devrine ait trilobitlerin, bu devirden çok daha önceleri yaflamıfl olan ve
bilinen hayvanların hiçbirine benzemeyen bir tür kabuklu hayvandan evrimleflti¤i konusunda hiç kuflkum yok... Sonuçta, e¤er benim teorim do¤ruysa, en eski
Siluryen tabakasının oluflumundan önce,
çok uzun zaman dilimleri geçmifl olmalı,
Siluryen devrinden bu güne kadar geçmifl olan zaman kadar uzun zaman dilimleri. Ve henüz bilinmeyen bu zaman dilimleri içinde dünya canlı yaratıklarla
dolup taflmıfl olmalı. Bu büyük zaman
dilimlerine ait fosil kayıtlarını neden
bulamadı¤ımız sorusu karflısında ise
verebilecek tatmin edici bir cevabım
yok.255
Kambriyen devrine ait kayıtlar,
hem trilobitler gibi kompleks canlı vücutlarıyla, hem de çok farklı canlı vücutlarının aynı anda ortaya çıkmasıyla,
Darwinizm'i yıkmaktadır. Darwin,
kitabında "e¤er aynı sınıfa ait çok
sayıdaki tür gerçekten yaflama bir
anda ve birlikte bafllamıflsa, bu do¤al seleksiyonla ortak atadan evrimKambriyen devrine ait
trilobit fosilleri
187
188
TURKANA ÇOCU⁄U FOS‹L‹
500 milyon y›l önce Kambriyen devirde aniden ortaya ç›kan kompleks omurgas›z canl›lardan
biri de yukar›da fosilleri görülen "trilobit"lerdir. Trilobitin evrimcileri ç›kmaza sokan en önemli özelli¤i ise sahip oldu¤u petek göz yap›s›d›r. Trilobitin son derece geliflmifl kompleks göz leri, çoklu mercek sistemine sahiptir. Bu sistem günümüzdeki örümcek, ar›, sinek gibi pek
çok canl›da bulunan örneklerinden farks›zd›r. Böyle kompleks bir göz yap›s›n›n bundan 500
milyon y›l önce yaflam›fl bir canl›da birdenbire ortaya ç›kmas›, evrimcilerin tesadüfe dayal›
teorilerini çöpe atmak için yeterlidir.
leflme teorisine öldürücü bir darbe olurdu" diye yazmıfltır.256 Kambriyen devrinde ise, 60'ı aflkın farklı hayvan flubesi yaflama bir anda ve birlikte bafllamıfltır. Bu,
tam olarak Darwin'in "öldürücü darbe"
olarak tarif etti¤i tabloyu ispatlamaktadır. Bu yüzden ‹sveçli paleontolog Stefan Bengston, Kambriyen devrinden söz
ederken "Darwin'i flaflırtan ve utandıran
bu olay bizi de hala flaflırtmaktadır"
der.257
Turkana Çocu¤u fosili
¤ı saptanmıfltır. Fosilin dik iskelet yapısı
günümüz insanınınkinden farksızdır.
Amerikalı paleoantropolog Alan Walker,
"ortalama bir patolojistin bu fosilin iskeletiyle bir insan iskeletini birbirinden
ayırmasının çok güç oldu¤unu" söyler.258
Çünkü Homo erectus günümüz insanının
bir ırkıdır.
Nitekim evrimci Richard Leakey bile Homo erectus'un günümüz insanı ile
olan farklılı¤ının ırksal farklılıktan öte
bir anlam taflımadı¤ını flöyle ifade eder:
Herhangi bir kifli farklılıkları fark edebilir: Kafatasının biçimi, yüzün açısı, kafl
Afrika'da bulunan Homo erectus örneklerinin en ünlüsü, Kenya'daki Turkana Gölü yakınlarında bulunan "Narikotome homo erectus" ya da "Turkana Çocu¤u" fosilidir. Bu fosilin sahibinin 12
yaflında bir çocuk oldu¤u ve büyüdü¤ü
zaman yaklaflık 1.83 m. boyunda olaca-
çıkıntısının kabalı¤ı vs. Ancak bu farklılıklar bugün de¤iflik co¤rafyalarda yaflamakta olan insan ırklarının birbirleri
arasındaki farklılıklardan daha fazla de¤ildir. Böyle bir varyasyon, topluluklar
birbirlerinden uzun zaman aralıklarında
ayrı tutuldukları zaman ortaya çıkar.259
TÜRLER‹N KÖKEN‹
"Turkana Çocu¤u"na ait kafatas› fosili
Türlerin Kökeni
(The Or›g›n of Spec›esCharles Darw›n)
Charles Darwin 1859'da The Origin
of Species, By Means of Natural Selection or The Preservation of Favored Races in The Struggle for Life (Türlerin
Kökeni, Do¤al Seleksiyon veya Yaflam
Mücadelesinde Kayırılmıfl Irkların Korunması Yoluyla) isimli bir kitap yayınlamıfltır. Darwin bu kitabında, Lamarck'ın teorisindeki açık mantık hatalarını elemifl ve canlıların evrimini kalıtsal
olarak açıklamak yerine "do¤al seleksiyon" tezini ortaya atmıfltır. (bkz. Do¤al
seleksiyon, Lamarkizm) Darwin "uzun
bir argüman" olarak tanımladı¤ı kitabında, yeryüzünde yaflayan tüm canlıların
kökeninin ortak oldu¤unu ve canlıların
do¤al seleksiyon yoluyla birbirinden türediklerini savunmufltur.
Harun Yahya (Adnan Oktar)
Ayrıca Darwin, sadece ortama en iyi
flekilde uyum sa¤layanların özelliklerini
gelecek nesillere aktardı¤ını söylüyordu. Böylece bu yararlı de¤iflimler zamanla birikerek bireyi atalarından tamamen farklı bir canlıya dönüfltürüyordu.
‹nsan ise,sözde do¤al seleksiyon mekanizmasının en geliflmifl ürünüydü. Darwin, "türlerin kökeni"ni buldu¤unu düflünüyordu: Bir türün kökeni baflka bir
türdü.
Darwin'in en büyük zorlu¤u ise, teorisinin sorunlarına çözüm getirmesini
umdu¤u bilimin gerçekte bu sorunları
dev boyutlara taflıması olacaktı.
Darwin bu sorunların en azından bir
kısmının farkındaydı. Kitabına ekledi¤i
"Teorinin Zorlukları" (Difficulties on
Theory) adlı bölümde bunları kabul etmiflti. Ancak bu sorunlara getirdi¤i cevapların bilimsel açıdan bir geçerlili¤i
yoktu. Amerikalı fizikçi Lipson, Darwin'in bu "zorlukları" hakkında flu yorumu yapar:
Türlerin Kökeni'ni ilk okudu¤umda Darwin'in, genelde sunulan tablonun aksine,
kendisinden pek de emin olmadı¤ını fark
etmifltim. "Teorinin Zorlukları" bafllıklı
bölüm, örne¤in, çok belirgin bir güvensizlik yansıtmaktadır. Bir fizikçi olarak,
gözün nasıl ortaya çıkmıfl olabilece¤i yönündeki yorumları karflısında flaflkınlı¤a
düfltüm.260
Darwin bilimsel arafltırmalar ilerledikçe, "Teorinin Zorlukları"nın ortadan
kalkaca¤ını umuyordu. Ama aksine, bilimsel bulgular bu zorlukları daha da büyüttü.
189
190
TÜRLEfiME
Türleflme (spec›at›on)
Bkz. Co¤rafik izolasyon görüflü (Allopatrik ‹zolasyon)
Tüylü dinozorlar hilesi
Evrimciler her yeni fosil bulgusunda,
dinozor-kufl ba¤lantısı hakkında spekülasyonlar öne sürerler. Ancak detaylı
analizler sonucunda bu fosillerin evrime
delil oldu¤u ile ilgili spekülasyonlar daima yalanlanmaktadır.
Nitekim 1996 yılında National Geographic dergisinde yer alan "Çin'de bulunan son tüylü dinozor" haberinin evrime muhteflem bir delil oldu¤u düflünülmüfltür. Fakat bu noktada bir yanılgı ve
bir bilgi eksikli¤i bulunmaktadır. Tüylü
dinozorlar evrimin gerçekleflti¤ine dair
delil olamayaca¤ı gibi, söz konusu tüylü
dinozor haberlerinin bir senaryo oldu¤u
daha sonra ortaya çıkmıfltır.
Söz konusu yazıda Çin'de bulunan
üç theropod dinozoru fosiline yer verilmifl, bu fosiller bir medya
propagandası ile evrimin önemli bir delili olarak gösterilmek istenmifl, hatta
Türkiye'de dahi bazı medya kuruluflları
bu hayali iddialara yer vermifllerdir.
National Geographic'te adı geçen üç
fosil flunlardır:
1. Archæoraptor
2. Sinornithosaurus
3. Beipiaosaurus
National Geographic'in verdi¤i bilgilere göre her üç fosil de yaklaflık 120
milyon yaflındaydı. Her üçü de theropod
dinozorlar sınıfına dahildi. (Theropod
dinozorlar, Tyrannosaurus rex ve Velociraptor gibi etobur dinozor türlerinin geneline verilen isimdir.) Ancak National
Geographic bu dinozorların bazı "kuflbenzeri" özellikler taflıdıklarını öne sürüyordu. Bu özelliklerin en önemlisi ise,
iddiaya göre, bu fosil dinozorların kufllara benzer tüylere sahip olmasıydı.
Ancak ilerleyen aylarda Sinosauropteryx isimli fosil üzerinde yapılan detaylı analizler, evrimci arafltırmacıların heyecanla "kufl tüyü" olarak tanıttıkları yapıların tüylerle ilgisi bulunmadı¤ını gös-
Evrimci paleontologlar taraf›ndan
"tüylü dinozor" olarak ilan edilen,
ancak böyle bir özelli¤i bulunmad›¤› sonradan ortaya ç›kan Sinosauropteryx fosili.
Sinornithosaurus
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
TÜYLÜ D‹NOZORLAR H‹LES‹
termifltir. Science dergisinde yayınlanan
"Plucking the Feathered Dinosaur"
(Tüylü Dinozorun Tüylerini Yolmak)
bafllıklı bir makalede, evrimci paleontologlar tarafından "tüy" olarak algılanan
yapıların gerçekte tüylerle ilgisiz oldu¤u
belirtiliyordu:
Bir yıl kadar önce, paleontologlar "tüylü
dinozor"a ait foto¤rafların ortaya çıkmasıyla heyecan yaflamıfllardı. Çin'in Yixian
bölgesinde bulunan Sinosauropteryx adlı
fosil, New York Times'ın ön sayfasında
yayınlanmıfl ve kuflların kökeninin dinozorlar oldu¤una dair etkili bir delil olarak sunulmufltu. Ama geçti¤imiz ay Chicago'daki omurgalılar paleontolojisi toplantısında verilen hüküm daha farklı oldu: Fosil örneklerini inceleyen yarım düzine Batılı paleontolog, bu yapıların modern tüyler olmadı¤ını söylediler... Kansas Üniversitesi paleontolo¤u Larry
Martin, bu yapıların yıpranmıfl kollagan
fiberleri oldu¤unu ve kufllarla hiçbir iliflkisi olmadı¤ını belirtti.261
Evrimciler, Sinosauropteryx hakkındaki spekülasyonlarının bofla çıkmasının
ardından Archæoraptor, Sinornithosaurus ve Beipiaosaurus adı verilen yeni
fosil bulguları üzerinde spekülasyona giriflmifllerdir. (bkz. Archæoraptor) Evrimi dogmatik bir yaklaflımla ve üzerinde
düflünmeden, bir önkabulle kabullenmek
bu tür yanılgıların ve hatalı yorumların
oluflmasına neden olmaktadır. Çünkü
söz konusu fosiller kufllarla dinozorlar
arasında bir ba¤lantı kurmamakla birlikte, birçok tutarsızlı¤ı da birlikte getirmektedir. Bu tutarsızlıklardan bazılarını
kısaca özetlemek gerekirse;
Harun Yahya (Adnan Oktar)
Çin'de bulunan Archæoraptor, Sinornithosaurus ve Beipiaosaurus adlı
fosil dinozorlar yarı kufl-yarı dinozor
olarak gösterilmektedir. Fosilleri yorumlayan evrimci paleontolog Chris Sloan,
bu canlıların uçamadıklarını, ancak kanatlarını dengeli koflmak için kullandıklarını öne sürmektedir. Yani bu iddialara
göre, bu fosilin, henüz uçamayan "kufl
ataları" olarak kabul edilmesi gerekir.
‹flte bu noktada çok büyük bir çeliflki
vardır. Çünkü bu fosiller sadece 120 milyon yıl kadar eskidir. Ancak bilinen en
eski uçabilen kufl Archæopteryx, 150
milyon yıl yaflındadır. Archæopteryx günümüz kufllarıyla aynı uçufl yetene¤ine
sahip olan uçucu bir kufltur. Uçufl için
gerekli olan genifl kanatlara, asimetrik
ve kompleks tüy yapısına, sternum (gö¤üs) kemi¤ine sahiptir. Evrimciler uzun
zamandır Archæopteryx'i "kuflların ilkel
atası" olarak göstermeye çalıflmaktadırlar. Ama karflılafltıkları en büyük sorun,
bu canlının zaten tüm kufl özelliklerine
sahip ve kusursuz bir biçimde uçabilen
bir canlı olmasıdır.
Kısacası Archæopteryx, eski kuflların
bundan 150 milyon yıl önce gökyüzünde
uçmakta olduklarının bir kanıtıdır. Bu
durumda elbette 120 milyon yıl yaflındaki bazı dinozor fosillerinin, "kuflların henüz uçamayan ilkel ataları" olarak gösterilmesi imkansızdır. Bu durum, Archæoraptor, Sinornithosaurus ve Beipiaosaurus adlı fosil dinozorlar hakkındaki evrimci iddiaların açık bir çeliflki içinde oldu¤unu göstermektedir.
191
UÇAN SÜRÜNGENLER
Uçan sürüngenler
Sürüngenler sınıfı içinde yer alan ilginç bir canlı grubu, uçan sürüngenlerdir. Bunlar, yaklaflık 200 milyon yıl önce Üst Triasik devirde ilk kez ortaya çıkmıfl ve daha sonra ise soyları tükenmifl
bir canlı grubudur. Bu canlılar birer sürüngendirler, çünkü sürüngen sınıfının
temel özelliklerine sahiptirler: Metabolizmaları so¤ukkanlıdır (ısı üretemezler)
ve vücutları pullarla kaplıdır. Ancak güçlü kanatlara sahiptirler ve bu kanatlar sayesinde uçabildikleri düflünülmektedir.
Uçan sürüngenler baz› popüler evrimci yay›nlarda Darwinizm'i destekle-
yen bir paleontolojik bulgu olarak gösterilir ya da en az›ndan böyle bir imaj
oluflturulur. Oysa aksine, uçan sürüngenlerin kökeni evrim teorisi ad›na ciddi bir
sorundur. Bunun en aç›k göstergesi de,
uçan sürüngenlerin kara sürüngenleriyle
aralar›nda hiçbir geçifl türü olmadan, bir
anda ve eksiksiz olarak ortaya ç›kmalar›d›r. Uçan sürüngenlerin, üstün bir yarat›l›fla sahip kanatlar› vard›r ve bu organlar hiçbir kara sürüngeninde yoktur. "Yar›m kanatl›" herhangi bir canl›ya ise fosil kay›tlar›nda rastlanmamaktad›r.
Nitekim "yarım kanatlı" canlıların
Eski uçan sürüngen türlerinden biri olan Eudimorphodon'un fosili. Kuzey ‹talya'da bulunan bu
örnek, yaklafl›k 220 milyon y›l yafl›ndad›r.
Harun Yahya (Adnan Oktar)
193
194
UÇAN SÜRÜNGENLER
Uçan sürüngenlerin kanatlar›, di¤er parmaklardan ortalama 20 kat daha uzun olan "dördüncü parmak" boyunca
uzan›r. Önemli olan nokta, bu ilginç kanat yap›s›n›n fosil
kay›tlar›nda bir anda ortaya ç›km as›d›r. "Dördüncü par mak"›n kademeli bir biçimde, yani evrimle uzad›¤›n› gösterebilecek ara form örne¤i yoktur.
yaflamıfl olması da mümkün de¤ildir.
Çünkü bu tür hayali canlılar, e¤er yaflamıfl olsalardı, ön ayaklarını kaybettikleri
ama henüz uçacak durumda da olmadıkları için di¤er sürüngenlere göre dezavantajlı hale geleceklerdi. Bu durumda,
evrimin kendi kabulüne göre elenip soylarının tükenmesi gerekirdi.
Uçan sürüngenlerin kanatlarının yapısı incelendi¤inde, bunun asla evrimle
açıklanamayacak kadar kusursuz bir yap›yla yarat›ld›¤› görülür. Uçan sürüngenlerin kanatları üzerinde di¤er sürüngenlerin ön ayakları gibi befl tane parmakları vardır. Ancak dördüncü parmak,
di¤er parmaklardan ortalama 20 kat daha uzundur ve kanat da bu parma¤ın altında uzanır. E¤er kara sürüngenleri
uçan sürüngenlere evrimleflmifllerse, o
halde söz konusu dördüncü parmak da
yavafl yavafl, kademe kademe uzamıfl olmalıdır. Sadece dördüncü parmak de¤il,
tüm kanat yapısı rastlantısal mutasyonlarla geliflmeli ve tüm bu süreç de canlıya avantaj kazandırmalıdır. Evrim teori-
sinin paleontolojik düzeydeki önde gelen elefltirmenlerinden biri olan Prof.
Duane T. Gish, bu noktada flu yorumu
yapar:
Bir kara sürüngeninin kademeli bir biçimde bir uçan sürüngene dönüflebilece¤i varsayımı tümüyle tutarsızdır. Böyle
bir dönüflüm sırasında ortaya çıkacak
olan yarım, tamamlanmamıfl yapılar,
canlıya bir avantaj kazandırmak bir yana, onu tümüyle dezavantajlı hale getirecektir. Örne¤in evrimciler, bazı mutasyonların sadece dördüncü parma¤ı etkiledi¤ini ve onu zaman içinde yavafl yavafl
uzattı¤ını varsayarlar. Elbette, di¤er bazı rastlantısal mutasyonların da, her ne
kadar inanılmaz gözükse de, bu yönde
tam bir iflbirli¤i yaparak, kanat zarının,
uçufl kaslarının, tendonların, sinirlerin,
kan damarlarının ve kanat için gereken
di¤er yapıların kademeli olarak evrimleflmesini sa¤lamaları gerekmektedir. Belirli
bir aflamada, geliflmekte olan bu uçan sürüngen %25'lik bir kanat dokusuna sahip
olacaktır. Ancak bu garip yaratık hiçbir
flekilde yaflayamayacaktır. %25'lik bir kanat dokusu ona ne avantaj sa¤layabilir?
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
UMULAN CANAVAR UYDURMASI
Açıktır bu canlı uçamayacaktır ve artık
eskisi gibi koflamayacaktır da.262
Uçan sürüngenlerin kökeninin Darwinist evrim mekanizmalarıyla açıklanması imkansızdır. Nitekim fosil kayıtları
da böyle bir evrim yaflanmamıfl oldu¤unu ortaya koyar. Fosil katmanlarında, sadece bugün tanıdı¤ımız gibi kara sürüngenleri ve kusursuz uçan sürüngenler
vardır. Hiçbir ara form yoktur. Omurgalı
paleontolojisi alanında dünyanın en önde gelen birkaç isminden biri olan Robert Carroll, bir evrimci olmasına karflın
bu konuda flu itirafta bulunur:
Triasik devirde ortaya çıkan tüm uçan
sürüngenler (pterosaurlar) uçufl için çok
özelleflmifl yapıya sahiptir... Atalarının ne
oldu¤u konusunda ve uçufllarının kökeninin ilk aflamaları hakkında ise hiçbir bulgu yoktur.263
Uçan sürüngenlerin evrime delil
oluflturan hiçbir yönü yoktur. Ancak sürüngen terimi ço¤u insan için sadece karada yaflayan canlıları ifade etti¤i için,
popüler evrimci yayınlar, "uçan sürüngen" kavramıyla "sürüngenlerin kanatlanıp uçması" imajı vermeye u¤raflırlar.
Oysa kara sürüngenleri ile uçan sürüngenler, aralarında hiçbir evrimsel iliflki
olmadan ortaya çıkmıfllardır.
Uçuflun kökeni
bkz. Karadan havaya geçifl kand›rmacas›; Cursorial teori; Arboreal teori
Harun Yahya (Adnan Oktar)
Umulan Canavar uydurmas›
(Hopeful Monster Theory)
"Umulan Canavar Teorisi" (Hopeful
Monster Theory) bir gün bir sürüngenin
bir yumurta b›rakt›¤›n› ve tesadüfen
içinden kahverengi tüylü bir yarat›k ç›kt›¤›n› iddia etmektedir. Evrimcilere göre
bu memeli büyüdü¤ünde de, tesadüfen
di¤er bir sürüngen yumurtas›ndan aniden ç›kan bir efl bularak yeni bir hayvan
türü ortaya ç›km›flt›. Sa¤duyu sahibi bilim adamlar›n›n buna tepkisi ise "Bu bir
bilim masal› m›, Yunan miti mi yoksa
Anderson'un peri masal› m›?" fleklinde
oldu. Ancak her nas›lsa bir çok bilim
adam› taraf›ndan halen evrimsel probleme bir çözüm oldu¤una inan›lmaktad›r.
Asl›nda bu tam anlam›yla bir çaresizliktir. Evrimcilerin ünlü isimlerinden Gould da bir makalesinde bu problemi aç›p
geniflleterek "umulan canavarlar"›n
muhtemel tek cevap oldu¤unu söylemektedir, sonra da bu masala flöyle bir
eklemeyle yeni bir boyut kazand›rm›flt›r:
"tamamen farkl› yarat›klardan aniden
do¤mufl, bütünüyle yeni türler. Bir gün
bir kertenkele bir yumurta b›rakt› ve
264
içinden bir kunduz ç›kt›." Görüldü¤ü
gibi evrimcilere göre her canl› yumurtadan kusursuz, bambaflka bir hayvan olarak ç›kabilirdi.(!)
Farkl› canl› gruplar›n›n fosil kay›tla265
r›nda aniden ortaya ç›kmas›, canl› türlerinin arkalar›nda bir evrim süreci olmadan var olduklar›n› göstermekteydi.
Bu durum do¤al olarak evrimciler ara-
195
196
UREY, HAROLD
s›nda çok büyük bir s›k›nt› yaratt›.
Bunun üzerine 1930'larda Avrupal›
paleontolog Otto Schindewolf taraf›ndan ortaya at›lm›fl olan "Hopeful Monster" (Umulan Canavar) teorisi ile, canl›lar›n neo-Darwinizm'in öne sürdü¤ü gibi
küçük mutasyonlar›n zamanla birikmesi
sonucuyla de¤il, ani ve dev mutasyonlarla evrimlefltiklerini öne sürüldü. (bkz.
Makro mutasyon kand›rmacas›) Schindewolf teorisine örnek verirken tarihteki
ilk kuflun, bir "grossmutasyon"la, yani
genetik yap›da tesadüfen meydana gelen
dev bir de¤ifliklikle bir sürüngen yumur266
tas›ndan ç›kt›¤›n› iddia etmiflti.
Ayn› teoriye göre, baz› kara hayvanlar› geçirdikleri ani ve kapsaml› bir de¤ifliklikle birdenbire dev balinalara dönüflmüfl olabilirlerdi. Schindewolf'un bu
fantastik teorisi, 1940'l› y›llarda Berkeley Üniversitesi'nden genetikçi Richard
Goldschmidt taraf›ndan benimsendi ve
savunuldu. Ama teori o kadar tutars›zd›
ki, k›sa zamanda terk edildi.
Harvard Üniversitesi paleontologlar›
Stephen Jay Gould ve Niles Eldredge,
fosil kay›tlar›nda hiçbir "ara form" olmamas›ndan ötürü, durumu aç›klamak
için "umulan canavarlar"a yeniden el atmak zorunda kald›lar. Gould'un, "Return
of the Hopeful Monsters" (Umulan Canavarlar›n Geri Dönüflü) adl› ünlü makalesi, bu zorunlu geri dönüflün bir ifadesiydi.267
Gould ve Eldredge, Schindewolf'un
fantastik teorisini aynen tekrarlamasalar
da teoriye "bilimsel" bir kimlik kazand›-
rabilmek için, söz konusu "ani evrimsel
s›çray›fl"lara bir tür mekanizma gelifltirmeye çal›flt›lar. (bkz. S›çramal› evrim hikayesi) Gould ve Eldredge'in teorisi ilerleyen y›llarda di¤er baz› paleontologlar
taraf›ndan da benimsendi ve detayland›r›ld›. Oysa s›çramal› evrim teorisi, neoDarwinist evrim teorisinden bile daha
büyük çeliflki ve tutars›zl›klara dayan›yordu.
Urey, Harold
Harold Urey, Amerikalı arafltırmacı
Stanley Miller'ın Chicago Üniversitesi'ndeki hocasıdır. Miller'ın 1953 yılında
hayatın kökeni konusunda yaptı¤ı çalıflmaya olan katkısından dolayı Miller'ın
deneyi "Urey-Miller Deneyi" olarak da
bilinir. Bu deney evrim sürecinin ilk aflaması olarak öne sürülen "moleküler evrim" tezini sözde ispatlamak için kullanılan yegane "delil"dir. Fakat bu deney
canlılı¤ın kökeni konusunda evrimcilerin iddialarını destekleyecek hiçbir bulgu sunamamıfltır. (bkz. Miller deneyi)
Urey-M›ller Deneyi
bkz. Miller deneyi
Uzaydan gelen hayat
komedisi
bkz. Panspermia görüflünün mant›ks›zl›¤›.
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
VARYASYON
Varyasyon (Var›at›on)
Varyasyon, genetik biliminde kullanılan bir terimdir ve "çeflitlenme" demektir. Bu genetik olay, bir canlı türünün içindeki bireylerin ya da grupların
birbirlerinden farklı özelliklere sahip olmasına neden olur. Örne¤in yeryüzündeki insanların hepsi temelde aynı genetik
bilgiye sahiptirler, ama bu genetik bilginin izin verdi¤i varyasyon potansiyeli
sayesinde kimisi çekik gözlüdür, kimisi
kızıl saçlıdır, kimisinin burnu uzun, kimisinin boyu kısadır.
Evrimciler ise, bir türün içindeki varyasyonları evrim teorisine delil olarak
göstermeye çalıflırlar. Oysa varyasyon
evrime delil oluflturmaz, çünkü varyasyon, zaten var olan genetik bilginin farklı eflleflmelerinin ortaya çıkmasından
ibarettir ve genetik bilgiye yeni bir özellik kazandırmaz.
Varyasyon her zaman genetik bilginin
sınırları içinde olur. Genetik biliminde
söz konusu sınıra "gen havuzu" denir.
(bkz. Gen havuzu) Darwin ise, teorisini
ortaya attı¤ında varyasyonların bir sınırı
olmadı¤ını sanıyordu268 ve Türlerin Kökeni adlı kitabında da çeflitli varyasyon
örneklerini teorisinin en büyük delili olarak göstermiflti.
Örne¤in Darwin'e göre; daha bol süt
veren inek cinsleri yetifltirmek için farklı inek varyasyonlarını çiftlefltiren hayvan yetifltiricileri, sonunda inekleri baflka bir canlı türüne dönüfltüreceklerdi.
Darwin'in bu "sınırsız de¤iflim" fikri, yafladı¤ı yüzyılın ilkel bilim anlayıflından
Harun Yahya (Adnan Oktar)
kaynaklanmaktaydı. 20. yüzyıl bilimi
ise, canlılar üzerinde yapılan benzeri deneyler sonucunda "genetik de¤iflmezlik"
(genetik homoestatis) denilen bir ilkeyi
ortaya çıkardı. (bkz. Genetik de¤iflmezlik) Bu ilke, bir canlı türünü de¤ifltirmek
için yapılan tüm efllefltirme (farklı varyasyon oluflturma) çabalarının sonuçsuz
kaldı¤ını, canlı türleri arasında aflılmaz
duvarlar oldu¤unu ortaya koyuyordu.
Yani farklı inek varyasyonlarını çiftlefltiren hayvan yetifltiricilerinin sonunda
inekleri Darwin'in iddia etti¤i gibi baflka
bir türe dönüfltürmeleri, kesinlikle mümkün de¤ildi.
Darwin Retried: An Appeal to Reason (Darwin Yeniden Sorguland›: Akla
Baflvuru) adlı kitabıyla Darwinizm'in
geçersizli¤ini ortaya koyan Norman
Macbeth bu konuda flunları yazar:
Sorun canlıların gerçekten de sınırsız bir
biçimde varyasyon gösterip göstermedikleridir... Türler her zaman için sabittirler.
Yetifltiricilerin yetifltirdikleri de¤iflik bitki
ve hayvan cinslerinin belirli bir noktadan ileri gitmedi¤ini, hatta hep orijinal
formlarına geri döndü¤ünü biliriz...269
Hayvan yetifltiricili¤i konusunda
dünyanın en önemli uzmanlarından biri
sayılan Luther Burbank bu gerçe¤i, "bir
canlıda oluflabilecek muhtemel geliflmenin bir sınırı vardır ve bu kanun, bütün
yaflayan canlıları belirlenmifl bazı sınırlar içinde sabit tutar" diyerek ifade etmektedir.270
Biyolog Edward Deevey de, varyas-
199
Yeryüzündeki insanlar›n hepsi temelde ayn› genetik bilgiye sahiptirler, fakat bu genetik bilgi nin izin verdi¤i varyasyon potansiyeli sayesinde birbirinden çok farkl› görünüfllerde olabilirler.
yonun hep belirli genetik sınırlar içinde
gerçekleflti¤ini flöyle açıklar:
Çaprazlama çiftlefltirme yöntemiyle çok
önemli sonuçlara varılmıfltır... Ama sonuçta bu¤day hala bu¤daydır ve, örne¤in, üzüm de¤ildir. Domuzlar üzerinde
kanat oluflturmamız da, kuflların yumurtalarını silindir fleklinde üretmeleri kadar imkansızdır. Daha güncel bir örnek,
son bir yüzyıl içinde dünyadaki erkek nüfusunda görülen boy ortalaması yükseliflidir. Daha iyi beslenme ve bakım koflulları sayesinde erkekler son bir yüzyıl
içinde rekor sayılabilecek bir boy ortalamasına ulaflmıfltır, ama bu artıfl giderek
durma noktasına gelmifltir. Çünkü varabilece¤imiz genetik sınıra dayanmıfl durumdayız.271
Sonuç olarak, varyasyonlar bir türün
genetik sınırları içinde bazı sınırlı de¤iflikliklere yol açarlar. Yeryüzünde de¤iflik ırkta insanların olması veya anne-baba ve çocuklar arasındaki farklılıklar
varyasyonlarla açıklanabilir. Ancak hiçbir flekilde genetik bilgiye yeni bir par-
çanın eklenmesi söz konusu de¤ildir. Örne¤in bir kedi türünü ne kadar kendi
içinde türeterek zenginlefltirmeye çalıflırsanız çalıflın, kediler hep kedi olarak
kalacak, bunlar asla köpeklere dönüflmeyeceklerdir. Veya bir deniz memelisinin
sahip oldu¤u üstün sonar sisteminin rekombinasyonlarla ortaya çıkması mümkün de¤ildir. (bkz. Rekombinasyon)
Varyasyon, insan ırkları arasındaki farklılıkları açıklayabilir, ama maymunların
insana dönüfltü¤ü iddiasına hiçbir dayanak sa¤lamaz.
Virüsün kökeni
Bazı evrimciler, biyolojik canlılı¤ın
bafllangıcının virüsler oldu¤unu öne sürerler:
Hayatın preselüler (hücre öncesi) aflamalarına baktı¤ımız zaman burada da
evrimi görüyoruz. Biyolojik canlıların ilk
flekli, en ilk flekli, hücreler de¤il virüslerdir.272
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
V‹RÜSÜN KÖKEN‹
Virüs, yabanc› bir organizman›n hücrelerinde asalak olarak ürer. Virüslerin ev sahibi hücre
d›fl›nda kendi metabolizmalar› yoktur. Üstteki resimde virüsün bir hücreyi nas›l ele geçirdi¤i
görülmektedir. Virüs önce hücreye tutunur, sonra kendi DNA's›n› ona enjekte eder. Böylece
hücreyi kand›rarak kendi kopyalar›n› yapt›rmaya bafllar. Sonunda hücre daha fazla dayanamay›p patlar ve virüsler d›flar› yay›l›rlar.
Evrimciler bir yandan canlılı¤ın kökenini açıklamak üzere virüsleri öne sürerken, bir yandan da virüslerin canlılı¤ın temeli olamayacaklarını ifade ederler. Bazı evrimci kaynaklarda bu durumun imkansızlı¤ından flöyle söz edilir:
Bafllangıçta virüslerin çok küçük organizmalar oldukları kabul edilmiflti. Daha
sonra elektron mikroskobu ile yapılan
ayrıntılı çalıflmalarda bunların yapı olarak çok de¤iflik oldukları ve yalnız hücre
içerisinde parazit olarak yafladıkları tespit edilmifltir.
Her ne kadar virion bir ya da pek az enzim çeflidi bulundurursa da bu enzim serisi virion oluflturmak için yeterli de¤ildir.273 (virion, virüslerin enfeksiyon yetene¤ine sahip halidir.)
Virus, yabancı bir organizmanın hücrelerinde asalak olarak ürer. Ev sahibi
hücre dıflında kendi metabolizmaları
yoktur.
Virüslerin metabolizma ve uyarılma
yetenekleri olmadı¤ından canlılı¤a özgü
Harun Yahya (Adnan Oktar)
'ba¤ımsızlık' özelli¤ine sahip de¤illerdir,
yani 'canlı' de¤illerdir.
Virüs asıldı¤ı hücrenin dıflında özgür
bir tanecik iken virion adını alır. Virion
canlı de¤ildir. Canlılarda kilit süreçler
vardır. Bunların sadece ikisi virüslerde
vardır: Replikasyon ve mutasyon. Virüsler bunları, hücre dıflında özgür durumda
iken yani virion olarak de¤il asalak durumda iken yapabilirler. Virüslerin replikasyon ve mutasyonu gerçeklefltirmek
için kendileri gibi organizmamsılara de¤il tam organizmalara ihtiyaçları vardır.274
Açıklamalardan da anlaflılaca¤ı gibi
virüsler, canlılık öncesi bir aflama sayılamazlar. Çünkü virüsler replikasyon ve
mutasyon gibi iki kilit süreci ancak asalak olarak yafladıkları tam organizmalarda gerçeklefltirebilirler. Tam organizma
olmadan virüsler varlıklarını sürdürememektedirler. Bu sebeple tam organizmalar için bir ön aflama oluflturmaları söz
konusu olamaz. Türkiye'nin evrim konu-
201
202
V‹RÜSÜN KÖKEN‹
Virüsler canl›l›¤›n bafllang›c› de¤ildir. Evrimci biyologlar dahi, virüslerin kökeni olarak canl›
organizmalar› göstermektedirler.
sunda otorite sayılan bilim adamlarından
Prof. Ali Demirsoy virüslerin kökeni ile
ilgili öne sürülen iddiaların geçersizli¤inden flöyle söz etmektedir:
Virüsler ne ilkin hücreli canlılardan ne
de hücreli canlılardan türemifltir. Di¤er
organizmaların kalıtsal materyalinden
kopan parçalardan meydana gelmifltir.
Eldeki birikmifl bilgiler virüslerin kökeni
ve bugüne kadar geliflimi konusunda bilgi vermekten çok uzaktır. Aynı zamanda
birbirinden oldukça farklı üç fiziki evrende bulunabilmesi ve hiçbir evrenin bir virüsün tümü hakkında doyurucu tanımını
vermemesi yorumu daha da güçlefltirmektedir, özünde afla¤ıda belirtece¤imiz
yorumlar bilimsel temellerden ziyade
kurguya dayanmaktadır.
‹lk kuram, mikrobiyologlar tarafından
uzun zaman tutulmasına karflın, bugün
en az olasılıkla bakılmaktadır. Çünkü her
iki grup arasında o denli büyük farklar
vardır ki birinin di¤erine köken oldu¤u
varsayılamamaktadır. ‹kinci kuram biraz
daha çekici görünmesine karflın, yine yukarıda anlatılan nedenlerden dolayı kabulü olanaksız görülmektedir. Her iki
halde de organizmalar ve virüsler arasında herhangi bir geçit form bulunamamıfltır. Sonuncu kuram daha akla yatkın
gelmektedir.275
Virüslerin kökeni bir zamanlar hücreli
organizmalardı. Di¤er hücrelerde parazit hale geçen bu canlılar zamanla tüm
organellerini yitirmifltir.
Virüslerin kökeni bir zamanlar serbest
yaflayan bir ilkin (pre) hücreli idi. Daha
sonra hücreli organizmaların ortaya çıkmasıyla, bu ilkin formlar onların içerisinde parazit yaflamaya baflladılar.
Yukarıdaki açıklamalardan da anlaflıldı¤ı gibi, virüsler canlılı¤ın bafllangıcı
de¤ildir. Evrimci biyologlar dahi, virüslerin kökeni olarak canlı organizmaları
göstermektedirler.
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
WALLACE, ALFRED RUSSEL
Crick ile birlikte yapt›klar› çal›flmalar
neticesinde, DNA'n›n ola¤anüstü komp‹ngiliz do¤a bilimci Alfred Russel
leks yap›s›n› gün ›fl›¤›na ç›kard›lar.
Wallace (1823-1913), do¤al selekWatson ve Crick'in nükleik
siyon yoluyla türlerin ortaya çıasitleri, yani DNA ve RNA'yı
kıflı konusunda Charles Darkeflfi, teori için yepyeni
win'den ba¤ımsız olarak geproblemler
do¤urdu.
lifltirdi¤i kuramla tanınır.
DNA'nın yapısını keflfet1855'de yazdı¤ı "On the
tiklerinde, canlılı¤ın önceLaw Which Has Regulated
den sanılandan çok daha
the Introduction of New Spekompleks oldu¤unu da ortacies" (Yeni Türlerin Ortaya
ya çıkarmıfl oldular.
Çıkıflını Düzenleyen Yasa
Canlılı¤ın
kökenini
Üzerine) adlı makalesinde
Alfred Russel Wallace
rastlantılarla açıklama çaher türün yakından iliflkili
basındaki evrim teorisi,
oldu¤u önceki türlerin uzantısı oldu¤unu
hücredeki en temel moleküllerin varlı¤ısavundu.
na bile tutarlı bir açıklama getirememiflHemen hemen aynı dönemde benzer ken, genetik bilimindeki bu ilerlemeler,
bir yaklaflım gelifltiren Wallace, Dar- evrimciler açısından daha da ciddi bir
win'le bazı noktalarda farklı görüfller or- çıkmaz oluflturmufltur.
taya koydu. Wallace ruhun varlı¤ına inanan bir kifli olarak Allah'ın evrimle yarattı¤ına inanıyordu ve insanın zihinsel
faaliyetlerinin do¤al seleksiyon ve benzeri mekanizmalarla açıklanamayaca¤ını öne sürüyordu.276 ‹nsanın vücut yapısının do¤al seçme sonucu olufltu¤unu
öne sürmekle birlikte, zihinsel gücün
geliflmesinde Darwin'den farklı olarak
do¤al seçmenin dıflında biyolojik olmayan etkenlerin rol oynadı¤ını savundu.277
Wallace, Alfred Russel
Watson, James
Ünlü Amerikal› biyolog James Watson, moleküler biyoloji alan›ndaki çal›flmalar› ile tan›nd›. 1955 y›l›nda Francis
Harun Yahya (Adnan Oktar)
Watson ve Crick DNA'n›n yap›s›n› keflfettiklerinde, canl›l›¤›n önceden san›landan çok
daha kompleks oldu¤unu da ortaya ç›kar m›fl oldular.
203
YARASALARIN KÖKEN‹
Yarasalar›n kökeni
Memeliler sınıflaması içinde yer
alan en ilginç canlılardan biri, kuflkusuz
yegane uçan memeli cinsi olan yarasalardır.
Yarasaları ilginç kılan özelliklerinin
baflında, bu canlıların sahip oldu¤u
kompleks "sonar" sistemi gelir. Bu sonar
sistemi sayesinde yarasalar, zifiri karanlıkta hiçbir fley görmeden son derece
kıvrak ve kusursuz manevralarla uçarlar.
Karanlık bir odanın zeminindeki küçücük bir tırtılı bile algılar ve avlarlar.
Bu sonar, hayvanın sürekli olarak
yüksek frekanslı sesler yayması, bu seslerin yankılarını analiz etmesi ve sonucunda etrafının detaylı bir analizini yapmasıyla çalıflmaktadır. Hem de canlı bu
ifli ola¤anüstü bir süratle, havada uçtu¤u
saniyeler boyunca kesintisiz ve kusursuz
biçimde baflarmaktadır.
Yarasaların sonar sistemi üzerinde
yapılan arafltırmalar, daha da flaflırtıcı sonuçlar ortaya koymufltur. Hayvanın algılayabildi¤i frekans aralı¤ı çok dardır, yani ancak belli frekanstaki sesleri algılayabilir. Ancak iflte bu noktada çok önemli bir sorun ortaya çıkmaktadır. "Doppler
etkisi" denen fizik kuralına göre, hareket
halindeki bir cisme çarpan sesin frekansı de¤iflir. Bu yüzden, yarasa kendisinden uzaklaflmakta olan bir sine¤e do¤ru
ses dalgalarını yaydı¤ında, dönen ses
dalgaları yarasanın duyamayaca¤ı bir
aralı¤a düflecektir. Bu nedenle yarasanın
Harun Yahya (Adnan Oktar)
hareketli cisimleri algılamada büyük
zorluklar yaflaması gerekir.
Ama böyle olmaz ve yarasa her türlü
cismi kusursuz bir flekilde algılamaya
devam eder. Çünkü yarasa, Doppler etkisini biliyormuflças›na, hareketli cisimlere do¤ru yolladı¤ı ses dalgalarını de¤ifltirir. Örne¤in kendisinden uzaklaflan
sine¤e en yüksek frekanslı ses dalgasını
yollar ki, ses geri döndü¤ünde duyamayaca¤ı kadar düflük bir frekansa inmesin.
Bu sistemin iflleyifli ise flöyledir: Yarasanın beyninde, sonar sistemini denetleyen iki farklı tipte nöron (sinir hücresi)
bulunmaktadır; bunlardan biri yansıyan
ultrasonu algılar, di¤eri bazı kaslara komut vererek yarasanın çı¤lı¤ını oluflturur. Bu iki nöron beyinde efl güdümlü çalıflır; öyle ki yankının frekansı de¤iflince,
birinci nöron bunu algılar ve ikinci nöronu baskılayarak veya uyararak çı¤lı¤ın
frekansının yankının frekansına uymasını sa¤lar. Sonuçta yarasanın çı¤lı¤ı ortamın durumuna göre frekans de¤ifltirir ve
en verimli flekilde kullanılır.
Tüm bu sistemin evrim teorisinin
"rastgele mutasyonlarla kademeli evrim" açıklamasına indirdi¤i darbeyi görmemek mümkün de¤ildir. Yarasadaki
sonar sistemi son derece kompleks bir
yapıdır ve asla rastgele mutasyonlarla
açıklanamaz. Sistemin çalıflabilmesi
için, tüm ayrıntılarıyla kusursuz olarak
var olması zorunludur. Yarasa hem yüksek frekanslarda ses yayacak yapıya,
205
206
YARASALARIN KÖKEN‹
hem bu sesleri algılayıp analiz edecek
organlara, hem de hareket de¤iflikliklerine göre frekans ayarlaması yapan sisteme sahip olmalıdır ki sahip oldu¤u sonar
ifle yarasın. Elbette ki tüm bunlar rastlantılarla açıklanamaz ve yarasanın kusursuz bir biçimde yaratıldı¤ını gösterir.
Nitekim fosil kayıtları da, yarasanın
yeryüzünde aniden ve bugünkü kompleks yapısıyla ortaya çıktı¤ını göstermektedir. Evrimci paleontologlar John
Hill ve James Smith, bu gerçe¤i "itiraf"
niteli¤inde flöyle açıklarlar:
Yarasaların fosil kayıtları, erken Eosen
devrine kadar uzanır... ve befl ayrı kıtada
birden tespit edilmifltir. Tüm fosil yarasalar, hatta en eskileri bile, son derece geliflmifl yarasalardır ve dolayısıyla karada
yaflayan atalarından nasıl bir ara geçifl-
le geldikleri konusunda hiçbir ıflık tutmazlar.278
Evrimci paleontolog L. R. Godfrey
ise aynı konuda flöyle yazmaktadır:
Erken Tertiryen devrine ait çok sayıda iyi
korunmufl yarasa fosili vardır, örne¤in
Icaronycteris gibi. Ama Icaronycteris
bizlere yarasalarda uçuflun evrimleflmesi
hakkında hiçbir fley söylememektedir,
çünkü bu zaten kusursuz bir biçimde
uçan bir yarasadır.279
Ne yarasaların kompleks vücut sistemlerinin evrimle ortaya çıkması mümkündür, ne de fosil kayıtları böyle bir evrim yaflandı¤ını göstermektedir. Aksine,
yeryüzünde ilk kez ortaya çıkan yarasalar ile bugün yaflayan örnekleri aynıdır.
Yarasalar, hep yarasa olarak var olmufltur.
ABD Wyoming'de bulunmufl olan, bilinen en eski yarasa fosili. 50 milyon y›ll›k bu fosil ile
bugün yaflayan yarasalar aras›nda hiçbir fark yoktur.
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
YARATILIfi GER.E⁄‹N‹ SAVUNMA
Yarat›l›fl gerçe¤ini
savunma
Bu rakam (1040.000) Darwin'i ve tüm evrim teorisini gömmeye yeterlidir. Bu gezegenin ya da bir baflkasının üzerinde
hiçbir zaman (hayatın do¤abilece¤i) bir
ilkel çorba olmamıfltır ve yaflamın bafllangıcı rastlantısal olarak gerçekleflemeyece¤ine göre, amaçlı bir aklın ürünü olmalıdır.281
Hayatın kökeni, yani Dünya üzerindeki ilk canlıların nasıl olufltu¤u sorusu,
150 yıldır materyalizmin en büyük açmazlarından biri olmufltur. Çünkü en basit canlı olarak kabul edilen hücre, insano¤lunun üretti¤i hiçbir teknoloji ile kıyaslanamayacak bir kompleksli¤e sahiptir. Olasılık hesapları, de¤il hücrenin,
hücrenin en temel yapıtaflı olan proteinlerin bile rastlantısal olarak ortaya çıkamayacaklarını ispatlamaktadır. Bu ise
elbette yaratılıflın ispatıdır.
Ünlü astronom Sir Fred Hoyle ise,
aynı konuda flu yorumu yapmıfltır:
Bu konuda baflvurulabilecek çalıflmalardan biri, New York Üniversitesi
kimya profesörü ve DNA uzmanı Robert
Shapiro'nun yaptı¤ı bir hesaptır. Bir evrimci olan Shapiro, sadece basit bir bakteride bulunan 2.000 çeflit proteinin rastlantısal olarak meydana gelme ihtimalini hesaplamıfltır. (‹nsan vücudunda ise
yaklaflık 30.000 çeflit protein vardır.) Elde edilen sonuç, 1040.000'de 1 ihtimaldir.280 (Bu sayı, 1 rakamının yanına 40
bin tane sıfır gelmesiyle oluflan ve evrende karflılı¤ı bulunmayan bir sayıdır.)
Bu rakamın bize gösterdi¤i gerçek
fludur: Canlılı¤ı rastlantılarla açıklamaya
çalıflan materyalizm ve onun do¤a bilimlerindeki karflılı¤ı olarak sunulan Darwinizm, geçersizdir. Cardiff Üniversitesi'nden, Uygulamalı Matematik ve Astronomi Profesörü Chandra Wickramasinghe, Shapiro'nun hesapları üzerine
flöyle demifltir:
Hem Hoyle hem de Wickramasinghe, materyalizmi benimseyerek bilimle
u¤raflm›fl insanlardır. Ama karflılarına çıkan gerçek, hayatın yaratılmıfl oldu¤udur ve onlar da bu gerçe¤i kabul etmek
durumunda kalm›fllard›r. Bugün bilim
dünyasındaki daha pek çok biyolog ya
da biyokimyacı, yaflamın rastlantılarla
do¤du¤u hikayesini terk etmifl durumdadır.
Yaratılıfl, hiçbir bilimsel bulgu ile çeliflmeyen bir gerçektir. Aksine tüm bilimsel bulgular, hep yarat›l›fl› destekler
niteliktedir. Örne¤in, Big Bang teorisi,
evrenin bir bafllangıcı oldu¤unu ispatlar.
Bu ise yaratılıfl gerçe¤ini teyid ederken,
materyalizmi yalanlar. Canlı türleri fosil
kayıtlarında hiçbir evrimsel ataya dair iz
olmadan, aniden ve bugünkü halleriyle
belirmektedir ve evrimcilerin oldu¤unu
varsaydıkları ara geçifl formlarına ait bir
tek fosil dahi bulunmamaktadır. Bu ise
Harun Yahya (Adnan Oktar)
Aslında, yaflamın akıl sahibi bir varlık
tarafından meydana getirildi¤i o kadar
açıktır ki, insan bu açık gerçe¤in neden
yaygın olarak kabul edilmedi¤ini merak
etmektedir. Bunun (kabul edilmemesinin)
nedeni, bilimsel de¤il, psikolojiktir.282
207
208
YAfiAM MÜCADELES‹ DEHfiET‹
evrim teorisini yalanlarken yaratılıfl gerçe¤ini ispatlamaktadır. Canlılı¤ın son
derece kompleks yapısı ise, tesadüflerin
bir ürünü olamayaca¤ını, canlılı¤ın oluflumu için mutlaka akıl, bilinç, bilgi ve
yetenek gerekti¤ini açıkça ortaya çıkartmıfltır. Tüm bunlar evrim teorisini geçersiz k›larken, Allah'›n varl›¤›n›n delillerini de ortaya koymaktad›r. Fakat evrim
teorisini savunanlar bilimsel bulgular›
gözard› etmekte ve böylece evrim teorisi ad›nda bir dogma oluflturmaktad›rlar.
Yaflam mücadelesi dehfleti
(L›fe struggle)
Do¤al seleksiyon teorisinin en temel
varsayımı, do¤ada kıyasıya bir yaflam
mücadelesi oldu¤u ve her canlının sadece kendini düflündü¤üdür. Darwin, bu
fikri ortaya atarken ‹ngiliz klasik iktisatçısı Thomas Robert Malthus'un teorilerinden etkilenmiflti. Malthus, yiyecek
kaynaklarının aritmetik dizi ile artarken
insanların geometrik dizi ile ço¤aldıklarını anlatmıfl ve bu yüzden insanların kaçınılmaz olarak kıyasıya bir yaflam mücadelesi sürdürdüklerini öne sürmüfltü.
Darwin ise bu kıyasıya yaflam mücadelesi kavramını do¤aya uyarlamıfl ve "do¤al seleksiyon"un bu mücadelenin bir
sonucu oldu¤unu iddia etmiflti.
Oysa daha sonra yapılan arafltırmalar, do¤ada Darwin'in varsaydı¤ı gibi
mutlak bir yaflam mücadelesi olmadı¤ını
gösterdi. ‹ngiliz zoolog Wynee-Edwards'ın hayvan toplulukları üzerinde
1960 ve 70'lerde yaptı¤ı uzun çalıflma-
lar, canlı topluluklarının çok ilginç bir
biçimde nüfuslarını dengelediklerini ve
yiyecek için rekabeti engellediklerini ortaya koydu.
Hayvan toplulukları ço¤unlukla nüfuslarını ellerindeki yiyecek kaynaklarına göre düzenliyorlardı. Nüfus, açlık ve
salgın hastalıklar gibi "zayıfları eleyen"
faktörlerle de¤il, asıl olarak hayvanlarda
yer alan içgüdüsel denetim mekanizmaları ile kontrol ediliyordu. Yani hayvanlar, nüfuslarını Darwin'in varsaydı¤ı kıyasıya rekabet yoluyla de¤il, kendi üremelerini sınırlayarak kontrol ediyorlardı.283
Bitkiler bile Darwin'in öne sürdü¤ü
"rekabet yoluyla seleksiyon" örnekleri
de¤il, nüfus kontrolü örnekleri veriyordu. Botanikçi Bradshaw'un yaptı¤ı gözlemler, bitkilerin ço¤alırken üzerinde
büyüdükleri alanın "yo¤unlu¤u"na göre
davrandıklarını, alandaki bitki yo¤unlu¤u arttı¤ında üremeyi azalttıklarını ispatladı.284
Öte yandan karıncalar, balarıları gibi
topluluklarda rastlanan fedakarlık örnekleri, Darwinist yaflam mücadelesi
kavramının tam tersi bir model oluflturmaktad›r. (bkz. Fedakarlık)
Son yıllardaki bazı arafltırmalar, fedakarlık davranıflının bakterilerde bile
var oldu¤unu ortaya çıkarmıfltır. Bir beyne ya da sinir sistemine sahip olmayan,
dolayısıyla düflünme yetenekleri bulunmayan bu canlılar, bir virüs tarafından
iflgal edildiklerinde, di¤er bakterileri korumak için intihar etmektedirler.285
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
AYNI FOSİLE ÜÇ AYRI ÇİZİM
Zinjanthropus adl› fosil için çizilen birbirinden tamamen farkl› olan bu üç çizim, fosillerin evrimciler taraf›ndan nas›l hayali biçimde yorumland›¤›n›n iyi bir örne¤i...
Bu örnekler, do¤al seleksiyonun temel varsayımı olan "mutlak yaflam mücadelesi" kavramını geçersiz kılmaktadır. (bkz. Malthus, Thomas; Sosyal Darwinizm)
Z›njanthropus
Evrimciler, evrimi bir dogma olarak
savunmada o denli ileri gitmektedirler
ki, teorilerine sözde delil gösterebilmek
Harun Yahya (Adnan Oktar)
için aynı kafatasına birbirinden çok farklı yüzler yakıfltırabilmektedirler. Australopithecus robustus (Zinjanthropus) adlı
fosil için çizilen birbirinden tamamen
farklı üç ayrı rekonstrüksiyon, bu tutumlarının ünlü bir örne¤idir. (bkz. Australopithecus)
YAŞAYAN FOSİLLER
Yap›lan araflt›rmalarda, milyonlarca y›ll›k oldu¤u saptanan birçok fosilin günümüzdeki
örneklerinden hiçbir fark› olmad›¤› aç›kça görülmüfltür. Bu canl› kal›nt›lar›,
canl›lar›n evrim sonucu de¤il, kusur suz bir yarat›l›fl sonucunda ortaya
ç›kt›klar›n›n ve asla bir evrim geçirmediklerinin aç›k birer delilidir.
90-94 milyon y›ll›k bu kurba¤a fosilinden de anlafl›ld›¤› gibi, 90 milyon y›l
önce kurba¤alar nas›llarsa günümüzde
de ayn› flekildedirler.
100 milyon y›ll›k kar›nca fosili ile günümüzde yaflayan bir kar›nca karfl›laflt›r›ld›¤›nda kar›ncala r›n da evrim geçirmedikleri aç›kça görülmektedir.
40 milyon y›ll›k çekirgenin günümüzde yaflayan çekirgelerden hiçbir fark› yoktur. Yani hiçbir de¤i flim geçirmemifltir.
Denizlerin en tehlikeli canl›lar›ndan biri olan köpekbal›¤› ve 400 milyon y›ll›k fosili
bize köpekbal›klar›n›n hiçbir evrim süreci geçirmedi¤ini aç›kça göstermektedir.
Günümüz yusufçu¤u ile 135 milyon
y›ll›k fosili birbirinin ayn›s›d›r.
Milyonlarca y›ll›k yaban ar›s› fosili ile gü nümüzdeki yaban ar›lar›n›n hiçbir fark›
bulunmamaktad›r.
213
NOTLAR
1. Gordon Rattray Taylor, The Great
Evolution Mystery, Abacus, Sphere
Books, London, 1984, ss. 36, 41-42.
2. Mark Czarnecki, "The Revival of the
Creationist Crusade", MacLean's, January 19, 1981, s. 56.
3. Richard Monastersky, "Mysteries of
the Orient", Discover, April 1993, s.
40.
4. Richard Dawkins, The Blind Watchmaker, W. W. Norton, London, 1986, s.
229.
5. Douglas J. Futuyma, Science on Trial, Pantheon Books, New York, 1983,
s.197.
6. Charles Darwin, The Origin of Species: A Facsimile of the First Edition,
Harvard University Press, 1964, s. 302.
7. Stefan Bengston, Nature, vol. 345,
1990, s. 765.
8. Bryan Patterson, Anna K. Behrensmeyer, William D. Sill, "Geology and
Fauna of a New Pliocene Locality in
Northwestern Kenya," Nature, vol. 226,
June 6, 1970, ss. 918-921.
9. Bryan Patterson, W. W. Howells,
"Hominid Humeral Fragment from
Early Pleistocene of Northwestern Kenya", Science, vol. 156, April 7, 1967, s.
65.
10. Henry M. McHenry, "Fossils and
the Mosaic Nature of Human Evolution", Science, vol. 190, October 31,
1975, s. 428.
11. Engin Korur, "Gözlerin ve Kanatlar›n S›rr›", Bilim ve Teknik, say› 203,
Ekim 1984, s. 25.
Harun Yahya (Adnan Oktar)
12. Ilya Prigogine, Isabelle Stengers,
Order Out of Chaos, Bantam Books,
New York, 1984, s.129.
13. Ilya Prigogine, Isabelle Stengers,
Order Out of Chaos, Bantam Books,
New York, 1984, s.175.
14. Encyclopedia Britannica, "TurtleOrigin and Evolution", vol. 26, 1992,
ss. 704-705.
15. Robert Carroll, Vertebrate Paleontology and Evolution, s. 207
16. W. Dort, Antarctic Journal of the
US, 1971, s. 210.
17. M. S. Kieth, G. M. Anderson, "Radiocarbon Dating: Fictitious Results
with Mollusk Shells", Science, August
16, 1963, s. 634.
18. G. W. Barendsen, E. S. Deevey, L.
J. Gralenski, "Yale Natural Radiocarbon
Measurements", Science, vol. 126, s.
911, örnek Y-159, Y-159-1 ve Y-159-2.
19. H. R. Crane, "University of Michigan Radiocarbon Dates I", Science, vol.
124, s. 666, örnek M-19.
20. Charles Reed, "Animal Domestication in the Prehistoric Near East", Science, vol. 130, s. 1630.
21. Michael Denton, Nature's Destiny,
The Free Press, 1998, s.106.
22. http://www.lewrockwell.com/orig/sardi3.html
23. Daniel E. Lieberman, "Another face
in our family tree", Nature, March 22,
2001; http://www.netcevap.org/aksam010322.html.
24. http://news.bbc.co.uk/hi/english/sci/tech/new-
214
NOTLAR
sid_1234000/1234006.stm
25. http://news.bbc.co.uk/hi/english/sci/tech/newsid_1234000/1234006.stm
26. Jeffrey Bada, "Life's Crucible",
Earth, February 1998, s. 40.
27. Klaus Dose, "The Origin of Life:
More Questions Than Answers", Interdisciplinary Science Reviews, vol. 13,
no. 4, 1988, s. 348.
28. Mahlon B. Hoagland, Hayat›n Kökleri, Tübitak, Ankara, 1998, ss. 39-40.
29. Mahlon B. Hoagland, Hayat›n Kökleri, Tübitak, Ankara, 1998, s. 40.
30. J. E. Cronin, N. T. Boaz, C. B.
Stringer, Y. Rak, "Tempo and Mode in
Hominid Evolution", Nature, vol. 292,
1981, ss. 113-122.
31. C. L. Brace, H. Nelson, N. Korn, M.
L. Brace, Atlas of Human Evolution,
2nd edition, Rinehart and Winston, New
York, 1979.
32. B. A. Wood, "Koobi Fora Research
Project", Hominid Cranial Remains,
vol. 4, Clarendon Press, Oxford, 1991.
33. Tim Bromage, New Scientist, vol.
133, 1992, ss. 38-41.
34. R. G. Klein, The Human Career:
Human Biological and Cultural Origins, University of Chicago Press, Chicago, 1989.
35. A. I. Oparin, Origin of Life; Canl›lar
ve Evrim, BAV, 1987, s. 36
36. M. Y›lmaz Öner, Canl›lar›n Diyalekti¤i ve Yeni Evrim Teorisi, s.165
37. David Jorafsky, Soviet Marxism and
Natural Science, 1961, s. 4
38. Özer Bulut, Davut Sa¤d›ç, Elim
Korkmaz, Biyoloji Lise 3, MEB Bas›mevi, ‹stanbul, 2000, s. 135.
39. Musa Özet, Osman Arpac›, Ali Uslu, Biyoloji 1, Sürat Yay›nlar›, 1998, ‹stanbul, s. 138.
40. http://www.apologetics.org/articles/founder2.html; Richard Dawkins,
The Blind Watchmaker, Longman, England, 1986, s. 1.
41. http://www.apologetics.org/articles/founder2.html
42. Richard Dawkins, The Blind Watchmaker, W.W. Norton, London, 1986,
s.159.
43. The Merck Manual of Medical Information, Home edition, The Merck
Publishing Group, New Jersey, Rahway,
1997.
44. H. Enoch, Creation and Evolution,
New York, 1966, ss. 18-19.
45. Edward S., Jr. 1967, The Reply: Letter from Birnam Wood, Yale Review,
61:631-640
46. Pat Shipman, "Birds Do It... Did Dinosaurs?", New Scientist, February 1,
1997, s. 28.
47. Pat Shipman, "Birds Do It... Did Dinosaurs?", New Scientist, February 1,
1997, s. 28.
48. Duane T. Gish, Dinosaurs by Design, Master Books, AR, 1996, ss. 6566.
49. Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis, Burnett Books Limited,
London, 1985, ss. 210-211
50. Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis, Burnett Books Limited,
London, 1985, ss. 211-212.
51. Ruben, J. A., T. D. Jones, N. R. Geist, and W. J. Hillenius, "Lung Structure
And Ventilation in Theropod Dinosaurs
and Early Birds", Science, vol. 278, s.
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
NOTLAR
1267.
52. Michael J. Denton, Nature's Destiny, Free Press, New York, 1998, s.
361.
53. Michael J. Denton, Nature's Destiny, Free Press, New York, 1998, ss.
361-362.
54. Douglas Palmer, "Learning to Fly"
(Review of The Origin of and Evolution of Birds by Alan Feduccia, Yale
University Press, 1996), New Scientist,
vol. 153, March 1997, s. 44.
55. Ernst Mayr, Systematics and The
Origin Of Species, Dove, New York,
1964, s. 296.
56. Norman Macbeth, Darwin Retried:
An Appeal to Reason, Harvard Common Press, 1971, s. 131.
57. Erik Trinkaus, "Hard Times Among
the Neanderthals", Natural History, vol.
87, December 1978, s.10; R. L. Holloway, "The Neanderthal Brain: What
Was Primitive", American Journal of
Physical Anthropology Supplement,
vol. 12, 1991, s. 94.
58. The AAAS Science News Service,"Neandertals Lived Harmoniously",
3 April 1997.
59. Ralph Solecki, Shanidar: The First
Flower People, Knopf, New York,
1971, s. 196; Paul G. Bahn and Jean
Vertut, Images in the Ice, Windward,
Leichester, 1988, s. 72.
60. D. Johanson, B. Edgar, From Lucy
to Language, ss. 99, 107.
61. S. L. Kuhn, 'Subsistence, Technology, and Adaptive Variation in Middle
Paleolithic Italy, American Anthropologist, vol. 94, no. 2, 1992, ss. 309-310.
62. Roger Lewin, Modern ‹nsan›n Kö-
Harun Yahya (Adnan Oktar)
keni, Tübitak Popüler Bilim Kitaplar›,
Ankara, 1997, s.169.
63. D. C. Johanson, M. A. Edey, Lucy:
The Beginnings of Humankind, Simon
& Schuster, New York, 1981, s.250.
64. Science News, vol. 115, 1979, ss.
196-197.
65. Gordon Rattray Taylor, The Great
Evolution Mystery, Abacus, London,
1984, ss. 36-41.
66. Richard Dickerson, "Chemical Evolution", Scientific American, vol. 239,
no. 3, 1978, s. 74.
67. Richard Leakey, "Modern & Tall",
National Geographic, November 1985,
s. 629
68. Richard Leakey, The Making of
Mankind, Sphere Books, London, 1981,
s.62
69. Richard Lewontin, The Demon-Haunted World, The New York Review of
Books, January 9, 1997, s. 28
70. "Old Bird", Discover, March 21,
1997
71. "Old Bird", Discover, March 21,
1997
72. http://www.ucmp.berkeley.edu/history/linnaeus.html
73. Isabelle Bourdial, "Adieu Lucy",
Science et Vie, May›s 1999, no. 980,
ss.52-62.
74. R. Lewin, "Evolutionary Theory
Under Fire", Science, vol. 210, November 21, 1980, s. 883.
75. R. A. Fisher, The Genetical Theory
of Natural Selection, Oxford Univesity
Press, Oxford, 1930.
76. Ernst Mayr, Populations, Species,
and Evolution, Belknap Press, Cambridge, 1970, s. 235.
215
216
NOTLAR
77. Lane Lester, Raymond Bohlin, The
Natural Limits to Biological Change,
Probe Books, Dallas, 1989, ss. 141-142.
78. http://www.trufax.org/avoid/nazi.html; Theodore D. Hall, Ph. D., "The
Scientific Background of the Nazi 'Race Purification' Program", Leading Edge International Research Group.
79. David Jorafsky, Soviet Marxism,
Natural Science, s. 12.
80. Conway Zirkle, Evolution, Marxian
Biology, and the Social Scene, University of Pennsylvania Press, Philadelphia, 1959, ss. 85-87
81. Conway Zirkle, Evolution, Marxian
Biology and the Social Scene, University of Pennsylvania Press, Philadelphia, 1959, ss. 85-86.
82. Tom Bethell, "Burning Darwin to
Save Marx", Harper's Magazine, December 1978, ss. 31-38.
83. Karl Marx, Biyografi, Öncü Yay›nevi, s. 368
84. Richard Lewontin, The Demon-Haunted World, The New York Review of
Books, January 9, 1997, s. 28
85. Robert Shapiro, Origins: A Sceptic's
Guide to the Creation of Life on Earth,
Summit Books, New York, 1986, s. 207
86. Hubert Yockey, "Self-Organization,
Origin of Life Scenarios and Information Theory", Journal of Theoretical Biology, vol. 91, 1981, ss. 27-28
87. Hubert Journal of Molecular Evolution, vol. 26, ss. 99-121
88. Sarich et al., Cladistics, vol: 5,
1989, ss. 3-32
89. New Scientist, May 15, 1999, s. 27
90. Hürriyet, 24 fiubat 2000
91. New Scientist, vol. 103, August 16,
1984, s. 19
92. Ernst Mayr, Populations, Species,
and Evolution, Belknap Press, Cambridge, 1970, s. 235
93. Ernst Mayr, Systematics and The
Origin Of Species, Dove, New York,
1964, s. 296.
94. Roger Lewin, "Bones of Mammals,
Ancestors Fleshed Out", Science, vol.
212, June 26, 1981, s. 1492.
95. George Gaylord Simpson, Life Before Man, Time-Life Books, New York,
1972, s. 42.
96. Eric Lombard, "Review of Evolutionary Principles of the Mammalian
Middle Ear, Gerald Fleischer", Evolution, vol. 33, December 1979, s. 1230.
97. B. E. Bishop, "Mendel's Opposition
to Evolution and to Darwin," Journal of
Heredity, vol. 87, 1996, ss. 205-213; L.
A. Callender, "Gregor Mendel: An Opponent of Descent with Modification,"
History of Science, vol. 26, 1988, ss.
41-75.
98. www.evrimaldatmacasi.com/bilimarastirmavakfi.html.
99. Science News, June 17, 1999, s. 43.
100. Gordon R. Taylor, The Great Evolution Mystery, Harper & Row, New
York, 1983, s. 48.
101. Michael Pitman, Adam and Evolution, River Publishing, London, 1984, s.
70.
102. Scott Gilbert, John Opitz, and Rudolf Raff, "Resynthesizing Evolutionary
and Developmental Biology", Developmental Biology, vol. 173, article no.
0032, 1996, s. 361.
103. Richard B. Bliss & Gary E. Parker, Origin of Life, California, 1979,
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
NOTLAR
s. 14.
104. Stanley Miller, Molecular Evolution of Life: Current Status of the Prebiotic Synthesis of Small Molecules,
1986, s. 7
105. J. P. Ferris, C. T. Chen, "Photochemistry of Methane, Nitrogen, and Water
Mixture As a Model for the Atmosphere of the Primitive Earth", Journal of
American Chemical Society, vol. 97:11,
1975, s. 2964.
106. "New Evidence on Evolution of
Early Atmosphere and Life", Bulletin of
the American Meteorological Society,
vol. 63, November 1982, ss. 13281330.
107. Richard B. Bliss & Gary E. Parker, Origin of Life, California, 1979, s.
25.
108. W. R. Bird, The Origin of Species
Revisited, Thomas Nelson Co., Nashville, 1991, s. 325.
109. Henry Gee, "Statistical Cloud over
African Eden", Nature, vol. 355, February 13, 1992, s. 583.
110. Marcia Barinaga, "'African Eve'
Backers Beat a Retreat", Science, 255,
February 7, 1992, s. 687
111. S. Blair Hedges, Sudhir Kumar,
Koichiro Tamura, and Mark Stoneking,
"Human Origins and Analysis of Mitochondrial DNA Sequences," Science,
255 (7 February 1992): 737-739
112. Barinaga, "Choosing a Human Family Tree," Science, 255 (7 February
1992): 687
113. Prof. Dr. Ali Demirsoy, Kal›t›m ve
Evrim, Meteksan Yay›nlar›, Ankara,
1995, s. 599; Prof. Dr. Ali Demirsoy,
Yaflam›n Temel Kurallar›, Genel Biyo-
Harun Yahya (Adnan Oktar)
loji/Genel Zooloji, cilt-I, k›s›m-I, Ankara, 1993, s. 399.
114. Özer Bulut, Davut Sa¤d›ç, Selim
Korkmaz, Biyoloji Lise 3, MEB Bas›mevi, ‹stanbul, 2000, s.136.
115. Michael Denton, Evolution: A
Theory in Crisis, Burnett Books, London, 1985, ss. 290-291.
116. Theodosius Dobzhansky, Genetics
of the Evolutionary Process, Columbia
University Press, New York & London,
1970, ss.17-18.
117. Pierre Paul Grassé, Evolution of
Living Organisms, Academic Press,
New York, 1977, s. 194.
118. Christian Schwabe, "On the Validity of Molecular Evolution", Trends in
Biochemical Sciences, vol. 11, July
1986, s. 280.
119. Christian Schwabe, "Theoretical
Limitations of Molecular Phylogenetics
and the Evolution of Relaxins", Comparative Biochemical Physiology, vol.
107B, 1974, ss. 171-172.
120. Michael Denton, Evolution: A
Theory in Crisis, Burnett Books, London, 1985, ss. 290-291.
121. Musa Özet, Osman Arpac›, Ali Uslu, Biyoloji 1, Sürat Yay›nlar›, 1998, ‹stanbul, s. 10.
122. Prof. Dr. Eflref Deniz, T›bbi Biyoloji, 4. bask›, Ankara, 1992, s. 6.
123. http://www.evrimaldatmacasi.com/bilimarastirmavakfi.html
124. S. J. Gould & N. Eldredge, Paleobiology, vol. 3, 1977, s. 147.
125. Pierre-Paul Grassé, Evolution of
Living Organisms, Academic Press,
New York, 1977, s. 97.
126. B. G. Ranganathan, Origins?, The
217
218
NOTLAR
Banner Of Truth Trust, Pennsylvania,
1988
127. Warren Weaver, "Genetic Effects
of Atomic Radiation", Science, vol.
123, June 29, 1956, s. 1159.
128. David A. Demick, "The Blind
Gunman", Impact, no. 308, February
1999.
129. Erik Trinkaus, "Hard Times
Among the Neanderthals", Natural History, vol. 87, December 1978, s.10; R.
L. Holloway, "The Neanderthal Brain:
What Was Primitive", American Journal
of Physical Anthropology Supplement,
vol. 12, 1991, s. 94.
130. W. K. Gregory, "Hesperopithecus
Apparently Not An Ape Nor A Man",
Science, vol. 66, December 1927,
s.579.
131. Julian Huxley & Jacob Bronowski,
Growth of Ideas, Prentice Hall, Inc.
Englewood Cliff, 1986, s. 99.
132. Douglas Palmer, The Atlas of the
Prehistoric World, Dicovery Channel,
Marshall Publishing, London, 1999,
s.66.
133. Mustafa Kuru, Omurgal› Hayvanlar, Gazi Üniversitesi Yay›nlar›, Ankara,
1996, s. 21.
134. Mustafa Kuru, Omurgal› Hayvanlar, Gazi Üniversitesi Yay›nlar›, Ankara,
1996, s. 27.
135. Douglas Palmer, The Atlas of the
Prehistoric World, Dicovery Channel,
Marshall Publishing, London, 1999,
s.64.
136. Gerald T. Todd, "Evolution of the
Lung and the Origin of Bony Fishes: A
Casual Relationship", American Zoologist, vol. 26, no. 4, 1980, s. 757.
137. Alexander I. Oparin, Origin of Life, 1936, New York, Dover Publications, 1953 (Reprint), s. 196.
138. Pierre Paul Grassé, Evolution of
Living Organisms, Academic Press,
New York, 1977, ss. 97, 98.
139. Pierre Paul Grassé, Evolution of
Living Organisms, Academic Press,
New York, 1977, s. 88.
140. Leslie E. Orgel, "The Origin of Life on Earth", Scientific American, vol.
271, October 1994, s. 78.
141. Donald Johanson, "Comment J'ai
Trouvé le Passage du Singe a L'homme:
Du Nouveau Sur Les Ancetres De
L'Homme", Cahier Sciences du FigaroMagazine, 1983, s. 110.
142. J. D. Kingston, B. D. Marino, A.
Hill, "Isotopic Evidence for Neogene
Hominid Paleoenvironments in the
Kenya Rift Valley", Science, vol. 264,
1994, ss. 955-959.
143. Ulu¤ Nutku, Felsefe Arflivi, Edebiyat Fakültesi, vol. 24, 1984, s. 86; Hermann Klaatsch, Der Werdegang der
Menscheit und die Entstehung der Kultur, Deutsches Verlagshaus, Berlin,
1920, s. 93.
144. http://mail.ncku.edu.tw/~y1357/course/Darwinism.html
145. http://www.netcevap.org/bilimteknik0102.html
146. Philips Verner Bradford, Harvey
Blume, Ota Benga: The Pygmy in The
Zoo, Delta Books, New York, 1992.
147. Philips Verner Bradford, Harvey
Blume, Oto Benga: The Pygmy in the
Zoo, Canada, October 1993, s. 269.
148. Philips Verner Bradford, Harvey
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
NOTLAR
Blume, Oto Benga: The Pygmy in the
Zoo, Canada, October 1993, s. 267.
149. Philips Verner Bradford, Harvey
Blume, Oto Benga: The Pygmy in the
Zoo, Canada, October 1993, s. 266.
150. A. E. R., New York, 12 Eylül.
151. Özer Bulut, Davut Sa¤d›ç, Selim
Korkmaz, Biyoloji Lise 3, MEB Bas›mevi, ‹stanbul, 2000, s. 183.
152. K. Ludmerer, Eugenics, In: Encyclopedia of Bioethics, edited by Mark
Lappe, The Free Press, New York,
1978, s. 457; www.trueorigin.org/holocaust.htm.
153. http://www.trufax.org/avoid/nazi.html; Theodore D. Hall, Ph. D., Scientific Background of Nazi 'Race Purification' Program", Leading Edge International Research Group.
154. Adolf Hitler, Mein Kampf, Verlag
Franz Eher Nachfolger, München,
1993, ss. 44, 447-448; A. E. Wilder
Smith, Man's Origin, Man's Destiny,
The Word For Today Publishing 1993,
ss.163, 164.
155. Henry Morris, The Long War Against God, s. 78; Francis Schaeffer, How
Shall We Then Live?, New Jersey, Revell Books, Old Tappan, 1976, s. 151.
156. Jeffrey S. Wicken, "The Generation of Complexity in Evolution: A Thermodynamic and Information-Theoretical Discussion", Journal of Theoretical
Biology, vol. 77, April 1979, s. 349.
157. C. B. Thaxton, W. L. Bradley & R.
L. Olsen, The Mystery of Life's Origin:
Reassessing Current Theories, 4th edition, Dallas, 1992, s. 151.
158. C. B. Thaxton, W. L. Bradley & R.
L. Olsen, The Mystery of Life's Origin:
Harun Yahya (Adnan Oktar)
Reassessing Current Theories, Philosophical Library, Texas, 1992, s.120.
159. Fred Hoyle, The Intelligent Universe, Michael Joseph, London, 1983,
ss. 20-21.
160. Andrew Scott, "Update on Genesis", New Scientist, vol. 106, May 2,
1985, s. 30.
161. Robert Shapiro, Origins: A Sceptics Guide to the Creation of Life on
Earth, Summit Books, New York, 1986,
s. 207.
162. Prof. Dr. Eflref Deniz, T›bbi Biyoloji, 4. bask›, Ankara, 1992, s. 354.
163. Science, July 17, 1981, s. 289.
164. N. Eldredge, and I. Tattersall, The
Myths of Human Evolution, Columbia
University Press, 1982, ss. 45-46.
165. S. M. Stanley, The New Evolutionary Timetable: Fossils, Genes, and
the Origin of Species, Basic Books,
Inc., Publishers, NewYork, 1981,
s. 71.
166. G. A. Clark, C. M. Willermet,
Conceptual Issues in Modern Human
Origins Research, New York, Aldine de
Gruyter, 1997, s. 76.
167. Niles Eldredge, Ian Tattersall, The
Myths of Human Evolution, ss. 126127.
168. Henry Gee, In Search of Deep Time, The Free Press, New York, 1999,
ss. 116-117.
169. Paul S. Taylor, Origins Answer
Book, 5. bask›, 1995, s. 35.
170. http://www.athro.com/evo/pthumb.html; Paul J. Morris, and Susan F. Morris "The Panda's
Thumb", Jan 2000.
171. http://www.users.big-
219
220
NOTLAR
pond.com/rdoolan/panda.html; "The
Panda's Thumb... No Evidence For
Evolution".
172. Endo, H., Yamagiwa, D., Hayashi,
Y. H., Koie, H., Yamaya, Y., and Kimura, J., Nature, vol. 397, 1999, ss. 309310.
173. http://www.cithep.caltech.edu/~metzler/talks/Imprinting/early.html; "Early Theories of Inheritance".
174. Özer Bulut, Davut Sa¤d›ç, Selim
Korkmaz, Biyoloji Lise 3, MEB Bas›mevi, ‹stanbul, 2000, s.182.
175. Musa Özet, Osman Arpac›, Ali Uslu, Biyoloji 3, Sürat Yay›nlar›, A¤ustos
1999, s. 254.
176. Sidney Fox, Klaus Dose, Molecular Evolution and The Origin of Life,
W.H. Freeman and Company, San Francisco, 1972, s. 4.
177. Gish, D. T., Evolution: The Fossils
Say "No", Creation-Life Publishers,
San Diego, 1979.
178. M. Boule and H. M. Wollais, Fossil Men, The Dreyden Press, New York,
1957, ss. 118-123.
179. M. Boule, L'anthropologie, 1937,
s. 21.
180. M. D. Leakey, Olduvai Gerge, vol.
3, Cambridge University Press, Cambridge, 1971, ss. 24, 272.
181. Malcolm Muggeridge, The End of
Christendom, Grand Rapids, Eerdmans,
1980, s. 59.
182. Stephen Jay Gould, "Smith Woodward's Folly", New Scientist, April 5,
1979, s. 44.
183. Kenneth Oakley, William Le Gros
Clark & J. S, "Piltdown", Meydan La-
rousse, cilt 10, s. 133.
184. Stephen Jay Gould, "Smith Woodward's Folly", New Scientist, April 5,
1979, s. 44.
185. Mahlon B. Hoagland, Hayat›n
Kökleri, Tübitak, Ankara, 1998, ss.7879.
186. Michael Denton, Evolution: A
Theory in Crisis, Burnett Books Ltd.,
London, 1985, ss. 109-110.
187. Michael Denton, Evolution: A
Theory in Crisis, Burnett Books Ltd.,
London, 1985, s. 145.
188. Prof. Dr. Ali Demirsoy, Yaflam›n
Temel Kurallar›, Genel Biyoloji/Genel
Zooloji, cilt-I, k›s›m-I, Ankara, 1993, s.
530.
189. Prof. Dr. Ali Demirsoy, Kal›t›m ve
Evrim, Meteksan Yay›nlar›, Ankara,
1995, s. 61.
190. W. R. Bird, The Origin of Species
Revisited, Thomas Nelson Co., Nashville, 1991, s. 304.
191. W. R. Bird, The Origin of Species
Revisited, Nashville: Thomas Nelson
Co., Nashville, 1991, s. 305.
192. J. D. Thomas, Evolution and Faith,
Abilene, TX, ACU Press, 1988, ss. 8182.
193. "Paleontology: Fossil Revisionism", Science, October 1986, s. 85;
Scientific American, September 1986,
s. 70.
194. Reinhard Junker, Siefried Scherer,
Enstehung und Geschichte der Lebewesen, Wegel Biologie, Brühlsche Universitatsdruckerei, Giessen, 1986, s.175.
195. Roger Lewin, Bones of Contention, The University of Chicago Press,
2nd edition, Chicago & London, 1997,
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
NOTLAR
s. 86. NOT: Önce yazd›¤›m›z kaynakta
böyle bir al›nt› olmad›¤› için de¤ifltirdim.
196. Prof. Dr. Yalç›n fiahin, Genel Biyoloji, Bilim Teknik Yay›nevi, Eskiflehir, 1995, s. 349.
197. David R. Pilbeam, "Rearranging
Our Family Tree", Human Nature, June
1978, s. 45.
198. Earnest A. Hooton, Up From The
Ape,McMillan, New York, 1931, s.
332.
199. Jacques Monod, Chance and Necessity, New York, 1971, s. 143.
200. John Horgan, "In the Beginning",
Scientific American, vol. 264, February
1991, s. 119.
201. G. F. Joyce, L. E. Orgel, "Prospects for Understanding the Origin of
the RNA World", In the RNA World,
Cold Spring Harbor Laboratory Press,
New York, 1993, s. 13.
202. Leslie E. Orgel, "The Origin of Life on the Earth", Scientific American,
October 1994, vol. 271, s. 78.
203. http://fig.cox.miami.edu/Faculty/Tom/bil160sp98/21_dinos.html
204. Roger Lewin, Bones of Contention, The University of Chicago Press,
2nd edition, Chicago & London, 1997,
s. 86
205. Robert Shapiro, Origins: A Sceptics Guide to the Creation of Life on
Earth, Summit Books, New York, 1986,
s. 207.
206. Stephen M. Stanley, Macroevolution: Pattern and Process, W. H. Freeman
and Co., San Francisco, 1979, ss. 35,
159.
207. http://www.revelationwebsi-
Harun Yahya (Adnan Oktar)
te.co.uk/index1/menton/b8.htm; Dr. David N. Menton, Ph. D., "The Hopeful
Monsters of Evolution", Missouri Association for Creation, Inc., 1997.
208. Stephen M. Stanley, Macroevolution: Pattern and Process, W. H. Freeman
and Co., San Francisco, 1979, ss. 35,
159.
209. R. J. Wootton, C. P. Ellington, "Biomechanics and the Origin of Insect
Flight", Biomechanics in Evolution, ed.
J. M. V. Rayner and R. J. Wootton,
Cambridge University Press, Cambridge, 1991, s. 99.
210. J. Robin Wootton, "The Mechanical Design of Insect Wings", Scientific
American, vol. 263, November 1990,
s.120.
211. Prof. Dr. Ali Demirsoy, Kal›t›m ve
Evrim, Meteksan Yay›nlar›, Ankara,
1995, s. 61.
212. Prof. Dr. Ali Demirsoy, Kal›t›m ve
Evrim, Meteksan Yay›nlar›, Ankara,
1995, s. 61.
213. Richard B. Bliss and Gray A. Parker, Origin of Life, California, 1979, s.
14.
214. Fabbri Britannica Bilim Ansiklopedisi, cilt 2, say› 22, s. 519.
215. Anton Pannekoek, Marxism and
Darwinism, çeviri: Nathan Weiser,
Charles H. Kerr & Company, Chicago,
1912;http://csf.colorado.edu/psn/marx/Other/Pannekoek/Archive/1912-Darwin/.
216. Francis Darwin, The Life and Letters of Charles Darwin, vol. 2, D. Appleton and Co., 1896, s. 294.
217. Stephen Jay Gould, The Mismeasure of Man, W. W. Norton and Com-
221
222
NOTLAR
pany, New York, 1981, s. 72.
218. Jacques Barzun, Darwin, Marx,
Wagner, Garden City, NY: Doubleday,
1958, ss. 70, 94-95.
219. Robert Wright, The Moral Animal,
Vintage Books, New York, 1994, s. 7.
220. Herbert Spencer, Social Status,
1850, ss. 414-415.
221. R. L. Carroll, Vertebrate Paleontology and Evolution, W. H. Freeman and
Co., New York, 1988, s. 4.
222. Edwin H. Colbert, M. Morales,
Evolution of the Vertebrates, John Wiley and Sons, New York, 1991, s. 99.
223. Lewis L. Carroll, "Problems of the
Origin of Reptiles", Biological Reviews
of the Cambridge Philosophical Society, vol. 44, s. 393.
224. Robert L. Carroll, Vertebrate Paleontology and Evolution, W. H. Freeman
and Co., New York, 1988, s. 198.
225. Stephen Jay Gould, "Eight (or
Fewer) Little Piggies", Natural History,
vol. 100, no. 1, January 1991, s. 25
226. Ali Uslu, Biyoloji 1, Sürat
Yay›nlar›, ‹stanbul, 1998, s. 130.
227. Johanson, David, James Shreeve,
Lucy's Child, William Morrow and
Company, New York, 1989, s. 56.
228. Solly Zuckerman, J. Huxley, A. C.
Hardy, E. B. Ford, "Correlation of
Change in the Evolution of Higher
Primates", Evolution as a Process,
London: Allen and Unwin, 1954, s.300
229. Dean Falk, Braindance, Henry
Holt and Company, New York, 1992, s.
12.
230 Bilim ve Yaflam Ansiklopedisi, cilt
2, Geliflim Yay›nlar›, s. 43.
231. http://www.pathlights.com/ce_en-
cyclopedia/08dna05.htm; Sir James
Gray, "The Science of Life", chapter in
Science Today, 1961, s. 21.
232. James A. Shapiro, "Bacteria as
Multicellular Organisms", Scientific
American, vol. 258, no. 6, June 1998.
233. Musa Özet, Osman Arpac›, Ali
Uslu, Biyoloji 1, Sürat Yay›nlar›, ‹stanbul, 1998, s. 7.
234.http://emporium.turnpike.net/C/cs/t
heory.htm; Prof. Dr. Michael Denton, Is
Evolution a Theory, A Fact or A Law?,
1993.
235.http://emporium.turnpike.net/C/cs/t
heory.htm; Prof. Dr. Michael Denton, Is
Evolution a Theory, A Fact or A Law?,
1993.
236.http://emporium.turnpike.net/C/cs/t
heory.htm; Prof. Dr. Michael Denton, Is
Evolution a Theory, A Fact or A Law?,
1993.
237.http://emporium.turnpike.net/C/cs/t
heory.htm; Prof. Dr. Michael Denton, Is
Evolution a Theory, A Fact or A Law?,
1993.
238. Prof. Dr. Michael Denton,
Evolution: A Theory in Crisis, Burnett
Books, London, 1985.
239. Jeremy Rifkin, Entropy: A New
World View, Viking Press, New York,
1980, s. 6.
240. Max Planck'›n May›s 937 tarihli
tebli¤inden; A. Barth, The Creation,
1968, s. 144.
241. Paul Davies, "Chance or Choice:
Is the Universe an Accident?", New
Scientist, vol. 80, 1978, s. 506.
242. Albert Einstein, Lettres á Maurice
Solovine, 1956, ss. 114-115.
243. John Ross, Chemical and
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
NOTLAR
Engineering News, 27 July 1980, s. 40.
244. Pierre P. Grassé, Evolution of
Living Organisms, Academic Press,
New York, 1977, s. 103.
245. Pierre P. Grassé, Evolution of
Living Organisms, Academic Press,
New York, 1977, s. 107.
246.http://www.yfiles.com/dinobird2.ht
ml; Richard L. Deem, "Demise of the
'Birds are Dinosaurs' Theory".
247.http://www.yfiles.com/dinobird2.ht
ml; Richard L. Deem, "Demise of the
'Birds are Dinosaurs' Theory".
248. Duane T. Gish, Dinosaurs by
Design, Master Books, AR, 1996, ss.
64-65.
249. Musa Özet, Osman Arpac›, Ali
Uslu, Biyoloji 1, Sürat Yay›nlar›, 1998,
‹stanbul, s.138.
250. Prof. Dr. Ali Demirsoy, Kal›t›m ve
Evrim, Meteksan Yay›nlar›, Ankara,
1995, s. 182.
251. Musa Özet, Osman Arpac›, Ali
Uslu, Biyoloji 1, Sürat Yay›nlar›, 1998,
‹stanbul, s.138.
252 Prof. Dr. Ali Demirsoy, Kal›t›m ve
Evrim, Meteksan Yay›nlar›, Ankara,
1995, s. 604.
253. Özer Bulut, Davut Sa¤d›ç, Selim
Korkmaz, Biyoloji Lise 3, MEB
Bas›mevi, ‹stanbul, 2000, s. 165.
254. David Raup, "Conflicts Between
Darwin and Paleontology", Bulletin,
Field Museum of Natural History, vol.
50, January 1979, s. 24.
255. Stefan Bengston, Nature, vol. 345,
1990, s. 765.
256. Charles Darwin, The Origin of
Species: A Facsimile of the First
Edition, Harvard University Press,
Harun Yahya (Adnan Oktar)
1964, s. 302.
257. Stefan Bengston, Nature, vol. 345,
1990, s. 765.
258. Boyce Rensberger, The
Washington Post, November 19, 1984.
259. Richard Leakey, The Making of
Mankind, Sphere Books, London, 1981,
s. 62.
260. H.S. Lipson, "A Physicist's View
of Darwin's Theory", Evolution Trends
in Plants, vol. 2, no.1, 1988, s. 6.
261. Ann Gibbons, "Plucking the
Feathered Dinosaur", Science, vol. 278,
no. 5341, 14 Nov 1997, ss. 1229-1230.
262. Duane T. Gish, Evolution: The
Fossils Still Say No, ICR, San Diego,
1998, s. 103.
263. Robert L. Carroll, Vertebrate
Paleontology and Evolution, s. 336.
264 "Evolution's Erratic Pace", Stephen
Gould, May›s 1977, Natural History,
cilt 86, ss. 12-16.
265 "Evolution's Erratic Pace", Stephen
Gould, May›s 1977, Natural History,
cilt 86, ss. 12-16.
266. Stephen M. Stanley,
Macroevolution: Pattern and Process,
W. H. Freeman and Co., San Francisco,
1979, ss. 35, 159.
267. S. J. Gould, "Return of the
Hopeful Monster", The Panda's Thumb,
W. W. Norton Co., New York, 1980, ss.
186-193
268. Loren Eiseley, The Immense
Journey, Vintage Books, 1958, s. 186;
Norman Macbeth, Darwin Retried: An
Appeal to Reason, Harvard Common
Press, New York, 1971, s. 33.
269. Norman Macbeth, Darwin Retried:
An Appeal to Reason, Harvard
223
224
NOTLAR
Common Press, New York, 1971, s. 33.
270. Loren C. Eiseley, The Immense
Journey, Vintage Books, 1958, s. 186;
Norman Macbeth, Darwin Retried: An
Appeal to Reason, Harvard Common
Press, New York, 1971, s. 36.
271. Edward S., Jr., The Reply: Letter
from Birnam Wood, Yale Review, vol.
61, 1967, ss. 631-640.
272. Prof. Dr. Muammer Bilge, Hücre
Bilimi, s. 59.
273. Prof. Dr. Ali Demirsoy, Kal›t›m ve
Evrim, Meteksan Yay›nlar›, Ankara,
1984, ss. 65, 72.
274. M. Y›lmaz Öner, Canl›lar›n
Diyalekti¤i ve Yeni Evrim Teorisi, ss.
84-89.
275. Prof. Dr. Ali Demirsoy, Kal›t›m ve
Evrim, Meteksan Yay›nlar›, Ankara,
1995, s. 73.
276.http://www.flash.net/~rdwillia/Evlu
tn1.htm
277.http://www.flash.net/~rdwillia/Evlu
tn1.htm
278. John E. Hill, James D. Smith,
Bats: A Natural History, British
Museum of Natural History, London,
1984, s. 33.
279. L. R. Godfrey, "Creationism and
Gaps in the Fossil Record", Scientists
Confront Creationism, W. W. Norton
and Company, 1983, s. 199.
280. Robert Shapiro, Origins: A
Sceptics Guide to the Creation of Life
on Earth, Summit Books, New York,
1986, s. 127.
281. Fred Hoyle, Chandra
Wickramasinghe, Evolution from
Space, New York, Simon & Schuster,
1984, s. 148.
282. Fred Hoyle, Chandra
Wickramasinghe, Evolution from
Space, New York, Simon & Schuster,
1984, s. 130.
283. Wynne-Edwards, V. C., "Self
Regulating Systems is Populations of
Animals", Science, vol. 147, 1965, ss.
1543-1548; Wynne-Edwards, V.C.,
Evolution Through Group Selection,
London, 1986.
284. A. D. Bradshaw, "Evolutionary
significance of phenotypic plasticity in
plants," Advances in Genetics, vol. 13,
ss. 115-155; Lee Spetner, Not By
Chance!: Shattering the Modern Theory
of Evolution, The Judaica Press, Inc.,
New York, 1997, ss.16-17.
285. Andy Coghian, "Suicide Squad",
New Scientist, July 10, 1999.
Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)
Download