çocuklarda latent tüberküloz infeksiyonu ve tüberküloz hastalığının

advertisement
T. C.
SAĞLIK BAKANLIĞI
BAKIRKÖY
KADIN DOĞUM VE ÇOCUK HASTALIKLARI
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
ÇOCUKLARDA LATENT TÜBERKÜLOZ İNFEKSİYONU
VE TÜBERKÜLOZ HASTALIĞININ TANISINDA
QUANTİFERON TESTİNİN YERİ
(UZMANLIK TEZİ)
KLİNİK ŞEFİ:DR. RENGİN ŞİRANECİ
DR. ARZU AK
İSTANBUL-2009
ii
TEŞEKKÜR
Uzmanlık eğitimim boyunca bilgi ve deneyimlerinden faydalandığım, her
zaman ilgi ve desteklerini gördüğüm, meslek hayatım boyunca kendime örnek
aldığım başta değerli hocam Klinik Şefi Dr. Rengin ŞİRANECİ olmak üzere; Klinik
Şefleri; Dr. Sultan KAVUNCUOĞLU, Dr. Gönül AYDOĞAN, Dr. Erdal ADAL’a,
Bilgi ve birikimlerinden faydalandığım hastanemiz tüm uzman doktorlarına,
Tez
çalışmalarımı
beraber
yürüttüğüm
birikim
ve
deneyimlerinden
faydalandığım tez danışmanım Uzm. Dr. Özden Türel Kurama’ya,
Tez vakalarımın toplanmasında bana yardımcı olan Dr. Sultan Yılmaz
Kaba’ya, tezimin istatistiksel analizlerini yapan Dr. Erkut Öztürk’e,
Asistanlık süresince birlikte çalışmaktan büyük keyif aldığım, başta devre
arkadaşlarım olmak üzere, çalıştığım tüm asistan arkadaşlarıma,
Hayatım boyunca fedakarlıklarıyla, sevgileriyle her zaman yanımda olan,
bugünlere gelmemde en büyük yere sahip anneme, babama ve kardeşlerime,
En içten sevgi, saygı ve teşekkürlerimi sunuyorum.
Dr. Arzu AK
iii
İÇİNDEKİLER
TEŞEKKÜR ..................................................................................................................... İİ KISALTMALAR ............................................................................................................ V TABLOLAR VE ŞEKİLLER LİSTESİ ........................................................................ Vİİ ÖZET .......................................................................................................................... Vİİİ 1. GİRİŞ VE AMAÇ ........................................................................................................ 1 2. GENEL BİLGİLER ..................................................................................................... 3 2.1. TÜBERKÜLOZUN TARİHÇESİ .......................................................................... 3 2.2. TÜBERKÜLOZUN EPİDEMİYOLOJİSİ .............................................................. 4 2.3. BAKTERİYOLOJİ ................................................................................................. 7 2.4. BULAŞMA ............................................................................................................. 9 2.5. İMMUNOPATOGENEZ ...................................................................................... 11 2.6. ÇOCUKLARDA TÜBERKÜLOZUN KLİNİK FORMLARI ............................. 15 2.6.1. İntratorakal Tüberküloz Formları ..................................................................... 15 2.6.1.1. Primer Akciğer (Pulmoner ) Tüberkülozu ................................................... 15 2.6.1.2. Progresif Akciğer Tüberkülozu ................................................................... 16 2.6.1.3. Kronik (reaktivasyon) akciğer tüberkülozu: ................................................ 17 2.6.1.4. Plevra tüberkülozu:...................................................................................... 17 2.6.1.5. Miliyer tüberküloz: ...................................................................................... 18 2.6.1.6. Perikard tüberkülozu: .................................................................................. 18 2.6.2. Ekstratorakal tüberküloz formları .................................................................... 19 2.6.2.1. Lenf bezi tüberkülozu:................................................................................. 19 2.6.2.2. Batın tüberkülozu: ....................................................................................... 19 2.6.2.3. Periton tüberkülozu: .................................................................................... 19 2.6.2.4. Renal tüberküloz:......................................................................................... 20 2.6.2.5. Deri tüberkülozu: ......................................................................................... 20 2.6.2.6. Kemik-eklem tüberkülozu: .......................................................................... 20 2.6.2.7. Tüberküloz menenjit:................................................................................... 21 2.6.2.8. Konjenital tüberküloz: ................................................................................. 22 2.7. TANI YÖNTEMLERİ .......................................................................................... 22 iv
2.7.1. Radyolojik inceleme: ....................................................................................... 23 2.7.2. Bakteriyolojik inceleme ................................................................................... 23 2.7.3. PCR (Polimeraz Zincir Reaksiyonu) ................................................................ 25 2.7.4. DNA’nın parmak izi (DNA fingerprinting) ..................................................... 25 2.7.5. Serolojik testler ................................................................................................ 25 2.7.6. Enzim saptanmasına yönelik testler ................................................................. 26 2.7.7. Tüberkülin Deri Testi ....................................................................................... 26 2.8. İMMUNOLOJİK TEMELE DAYALI YENİ TANI TESTLERİ ......................... 31 2.9. TÜBERKÜLOZ HASTALIĞININ TEDAVİSİ ................................................... 36 2.10. KORUNMA ........................................................................................................ 39 2.11. BCG AŞISI.......................................................................................................... 40 3. GEREÇ VE YÖNTEM .............................................................................................. 42 4. BULGULAR .............................................................................................................. 46 5. TARTIŞMA ............................................................................................................... 53 6. SONUÇLAR .............................................................................................................. 56 7. KAYNAKLAR .......................................................................................................... 57 v
KISALTMALAR
ADA
: Adenozin deaminaz
AMS
: Açlık mide suyu
ARB
: Aside dirençli basil
BAL
: Bronkoalveolar lavaj
BCG
: Bacillus-Calmette-Guerin
CDC
: Centers for Disease Control and Prevention (A.B.D. hastalık kontrol
merkezi)
CFP-10
: Kültür Filtrat Protein 10
DGTS
: Doğrudan gözetimli tedavi stratejisi
DOTS
: Directly observed treatment strategy
DSÖ
: Dünya Sağlık Örgütü
ELISA
: Enzyme-Linked Immunosorbent Assay
ESAT-6
: Erken Sekretuvar Antijenik Hedef 6
EZN
: Erlich-Ziehl-Nielsen
FDA
: Amerikan gıda ilaç dairesi
IFN-γ
: İnterferon gama
IL
: İnterlökin
vi
LAP
: Lenfadenopati
NTM
: Non-tuberculosis mycobacteria
OT
: Old tuberculin
PCR
: Polimeraz zincir reaksiyonu
PPD
: Pürifiye protein derivesi
QFT-G
: Quantiferon-TB Gold
RD-1
: Region of difference-1
TDT
: Tüberkülin deri testi
TÜ
: Tüberkülin ünitesi
VSDB
: Verem Savaş Daire Başkanlığı
vii
TABLOLAR VE ŞEKİLLER LİSTESİ
Tablo1: Tüberküloz Bulaşını Etkileyen Faktörler
Tablo 2: T.C Sağlık Bakanlığı VSDB’nin TDT’yi yorumlaması
Tablo 3: TDT’nin ABD’de yorumlanması
Tablo 4: TDT’nin negatif olduğu durumlar
Tablo 5:TDT ve IFN-γ araştırmasına dayanan testlerin performans ve işlevsel özellikleri
Tablo 6:Tedavide kullanılan ilaçlar
Tablo 7:Dirençli tüberküloz tedavisinde kullanılan ilaçlar
Tablo 8: Ülkemizde tavsiye edilen proflaksi durumları
Tablo 9: Araştırılmaya alınma kriterleri
Tablo 10: QFT-G IT Testinin değerlendirilmesi
Tablo 11: Grupların Demografik Özellikleri
Tablo 12: Olguların QFT-G testi ve TDT sonuçlarının değerlendirilmesi
Tablo 13: Mikrobiyolojik ya da histopatolojik olarak kesin tanı alan olguların QFTG testi ve TDT Sonuçları
Tablo 14: Olguların BCG ile TDT sonuçlarının değerlendirilmesi
Tablo 15: Olguların BCG ile QFT-G testi sonuçlarının değerlendirilmesi
Şekil 1:DSÖ’nün 2009 Tüberküloz Raporunda Hedeflenen Bölge
Şekil 2: Mycobacterium Tuberculosis hücre duvarı
Şekil 3:Olguların cinsiyete göre dağılımı
Şekil 4: Olguların aldıkları tanıların QFT-G ve TDT sonuçlarıyla değerlendirilmesi
Şekil 5: Grup 1’deki olguların TDT ve QFT-G testi sonuçlarının değerlendirilmesi
Şekil 6: Grup 2’deki olguların TDT ve QFT-G sonuçlarının değerlendirilmesi
viii
ÖZET
Çocukluk çağı tüberkülozu, erişkin yaştaki reaktivasyon tüberkülozuna
kaynak oluşturarak gelecekteki tüberküloz hastalık yükünü belirler. Bu nedenle erken
tanısı ve tedavisi büyük önem taşır. Ancak çocuklarda klinik bulgular özgün değildir.
Hastalığın az sayıda basil ile meydana gelmesi, örnek alınmasındaki zorluklar
nedeniyle bakteriyolojik kanıt çoğu zaman elde edilememektedir. Yardımcı tanı
yöntemi olarak yıllardır kullanılan tüberkülin deri testi (TDT), yanlış negatif ve
yanlış pozitif sonuçlara yol açabilmektedir. Son yıllarda mikobakterilerin genomik
yapısının belirlenmesi ile geliştirilen interferon gama (IFN-γ) tabanlı testler
tüberküloz infeksiyonu tanısında daha güvenilir sonuçlar vermektedir. Bu konuda
çocuklarda yapılmış az sayıda inceleme mevcuttur.
Çalışmamızın amacı, latent tüberküloz infeksiyonu ve tüberküloz hastalığı
tanısı almış hastaların, tüberkülin deri testi ve quantiferon-TB Gold (QFT-G) testi
sonuçlarını karşılaştırmak ve tanıdaki yerlerini araştırmaktır.
01.11.2006 ile 01.05.2009 tarihleri arasında, Bakırköy Kadın Doğum ve
Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk İnfeksiyon Polikliniği’nde
tüberküloz şüphesi ile muayene edilen, primer ya da sekonder immün yetmezliği
olmayan, 1ay-16 yaş arasındaki 103 olgu çalışmaya alındı. Olgular aldıkları tanılara
göre, tüberküloz hastalığı (Grup 1), latent tüberküloz infeksiyonu (Grup 2), sağlıklı
(Grup 3) olarak 3 gruba ayrıldı. Her üç grupta TDT ve QFT-G sonuçları
karşılaştırıldı. Ayrıca TDT ve QFT-G testinin, BCG aşısından etkilenip
etkilenmediği araştırıldı.
Grup 1’de 34, grup 2’de 59, grup 3’te 10 olgu mevcuttu. Gruplar arasında
yaş ve cinsiyet açısından farklılık saptanmadı. Olguların yaş ortalaması 7,43±3,9
bulundu. Grup 1’deki ve grup 2’deki toplam 93 olgunun 27’sinde ( %29) temas
öyküsü mevcuttu.
TDT≥15 mm ve QFT-G pozitif olarak saptanan olgularda, tüberküloz
hastalığı ve latent tüberküloz infeksiyonu görülme olasılığı anlamlı olarak yüksek
bulundu (p=0,001). Grup 1’deki 34 olgunun 12’sinde TDT ≥15 mm (%35), 22’sinde
ix
ise <15 mm saptandı. QFT-G pozitifliği ise 16/34 ( %47) idi. QFT-G testinin pozitif
olma olasılığı, TDT > 5mm olan olgularda anlamlı olarak yüksek bulundu (p=0,048).
Mikrobiyolojik olarak tanısı ispatlanmış 7 olgunun ise 3’ünde QFT-G testi pozitif
(%42), 2’sinde TDT pozitif (%28) saptandı. Grup 2’deki 59 olgunun tümünde TDT
pozitif iken yalnızca 17’sinde (% 28) QFT-G pozitif saptandı. Grup 3’deki olgularda
TDT ve QFT-G pozitifliği saptanmadı. 103 olgunun 89’unda (%86) BCG skarı
mevcuttu. BCG skarı olanlarda TDT pozitifliği, skar olmayanlara oranla anlamlı
yüksek bulundu (p=0,014). BCG skar varlığı ile QFT-G testinin pozitif olması
arasında anlamlı ilişki saptanmadı (p=0,078).
Çalışmamızda, TDT pozifliğine dayalı olarak latent tüberküloz infeksiyonu
tanısı konulan 59 olgunun 41’inde QFT-G testi negatif saptandı. Bu çocukların 37
(%90)’sinin
riskli grupta olmadığı (temas öyküsü yok) gözönüne alındığında
gereksiz yere profilaksi verildiği düşünülebilir. Öte yandan, uzun dönemli yapılmış
yeterli çalışma olmadığından, TDT pozitif olduğu halde, QFT-G testi negatif olan
kişilerde prognoz hakkında fikir yürütmek zordur. IFN-γ salgılamasına dayalı testler,
TDT’de de olduğu gibi tüberküloz hastalığı ile latent tüberküloz infeksiyonunu
ayırtetmede yetersizdir ve negatif test sonucu klinik olarak tüberküloz düşünülen bir
bireyde hastalık olasılığını ekarte ettirmez.
Ülkemizde olduğu gibi rutin BCG aşılamasının uygulandığı topluluklarda,
IFN-γ tabanlı testlerin tüberküloz infeksiyonunun tanısında daha yaygın olarak
kullanılabileceği kanısındayız.
1. GİRİŞ VE AMAÇ
Çocukluk çağı tüberkülozu, tüm dünyada özellikle de gelişmekte olan ülkelerde
giderek artmakta, önemli bir morbidite ve mortalite nedeni olmaktadır. Tüberküloz,
HIV/AİDS’den sonra infeksiyon hastalıkları içinde dünyada ölüme yol açan ikinci en
sık nedendir (1). Dünya nüfusunun yaklaşık 1/3’ü Mycobacterium tuberculosis ile
infektedir. Bu nedenle tüberkülozun erken ve doğru tanısı, tüberküloz kontrolünde ve
tedavisinde
oldukça
önemlidir.
Tüberküloz
tanısında
altın
standart,
klinik
değerlendirme, balgam incelemesi ve mikobakteriyel kültür pozitifliğidir. Tüberküloz
kontrolünde en büyük güçlük, tanı koymak, prognozu öngörmek ve latent tüberküloz
infeksiyonuna sahip olan kişilere aktif hastalık gelişmeden koruyucu tedavi vermektir.
Tüberkülozun bilinen ilk immünolojik tanı aracı tüberkülin deri testi (TDT)’dir.
Ancak bu testin yanlış negatif ve yanlış pozitif sonuçlara yolaçma özelliği nedeniyle,
daha duyarlı ve özgün tanı araçları geliştirme zorunluluğu doğmuştur. Tüberküloz
basilinin saflaştırılmış protein türevi (PPD), M. tuberculosis, Mycobacterium bovis,
Bacillus-Calmette-Guerin (BCG) suşu ve pek çok tüberküloz dışı mikobakterilerce
[non-tuberculosis mycobacteria (NTM)] paylaşılan kaba bir antijen karışımıdır (2, 3).
Yüksek BCG aşılama oranlarına ve yüksek NTM temas oranlarına sahip topluluklarda,
AİDS, ilerlemiş tüberküloz, malnütrisyon gibi bağışıklık sistemi baskılanmış bireylerde
TDT’nin özgüllüğü düşüktür. Ayrıca, TDT’yi uygulayan ve okuyan kişilerin deneyimli
olma gerekliliği, hekim ve hasta için en az iki vizit gerektirmesi diğer olumsuz
noktalarını oluşturmaktadır (2, 4, 5). İnvitro T-hücrelerine dayalı yeni bir ölçüm olarak
ortaya çıkan interferon gama (IFN-γ) araştırmasına dayalı testler, tüberküloz antijenleri
ile duyarlı hale getirilmiş kişilerin T-hücrelerinin, mikobakteriyel antijenlerle
karşılaştıklarında IFN-γ üretmesi ilkesine dayanmaktadır (3, 6, 7). Bu nedenle, yüksek
IFN-γ üretim düzeyi tüberküloz infeksiyonu için bir gösterge olarak kabul edilir.
Başlangıçtaki testler, uyarı antijeni olarak PPD kullanan testler üzerine odaklanırken,
daha yeni testler M. tuberculosis’e özgül antijenler olan Erken Sekretuvar Antijenik
Hedef 6 (ESAT-6), Kültür Filtrat Protein 10 (CFP-10), Antijen 7.7 (RV2645)’yi
kullanmaktadır (3, 9). M. tuberculosis genomunun region of difference-1 (RD1)
bölgesinde lokalize genler tarafından kodlanan bu proteinler, anlamlı olarak PPD’ye
kıyasla M. tuberculosis’e daha özgüldür. Çünkü bu antijenler, BCG alt zinciriyle veya
2
Mycobacterium kansasii, Mycobacterium marinum ve Mycobacterium szulgai hariç
diğer NTM türleri ile paylaşılmamaktadır (3, 8). Antijen karışımları kullanan IFN-γ
araştırmasına dayalı testler, özgüllük ve duyarlılık açısından en iyi bileşenler gibi
görünmektedir. Bu durum klinik olarak, tüberküloz infeksiyonu için duyarlı olan bu
yeni testlerin, özellikle yanlış negatif TDT sonuçlarına eğilimli gruplara (bağışıklığı
baskılanmış, malnütrisyonlu hastalar) ve bir kez infekte olup da aktif tüberküloz
gelişme riski olan kişilere tanı koymaya yardımcı olacağı anlamına gelir (9). Bugüne
kadar yapılan çalışmalardan elde edilen veriler, IFN-γ araştırmasına dayalı testlerin,
klinikte ve halk sağlığında yararlı tanısal araçlar olma gücüne sahip olduğu yönündedir.
Bizim bu çalışmada amacımız, latent tüberküloz infeksiyonu ve tüberküloz
hastalığı tanısı almış hastalarda, TDT ve quantiferon-TB Gold testi (QFT-G) sonuçlarını
karşılaştırmak ve tanıdaki yerlerini araştırmaktır.
3
2. GENEL BİLGİLER
2.1. TÜBERKÜLOZUN TARİHÇESİ
İnsalık tarihi kadar eski bir hastalık olan tüberküloz hakkındaki bilgiler milattan
önceki yıllara kadar dayanmaktadır. Milattan önce (M.Ö.) 3000 yılında Nil Nehri
kıyısındaki Dra’Abu el-Naga’da yaşamış olan bir kız çocuğu, kanlı balgam çıkardığı
için din adamları tarafından büyü ile tedavi edilmeye çalışılmıştır. Mumyası
incelendiğinde tüberküloz olduğu saptanmıştır. M.Ö. 1000 yılında yaşamış olan Rahip
Nesperahan’ın mumyasında Pott apsesi bulunduğu saptanmıştır. M.Ö. 700 yılında
henüz on yaşındayken ölen Peru’lu çocuk Hacienda Agua Salada’da gömülmüş, bu
çocuğa Pott Hastalığı yüzünden mezarında oturarak bırakılması için özel bir sistem
yapılmıştır. Çocuğun ayrıca karaciğer, böbrek ve perikardında tüberküloz tespit
edilmiştir. Araştırıcılar bu üç mumyada da M. tuberculosis basilini
göstermekle
kalmamışlar, polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) ile basilin DNA’sını ortaya
çıkarmışlardır. Peru’da bulunan 140 mumyanın yedisinde tüberküloz tespit edilmiştir
(10). Günümüzde de önemini kaybetmeyen bu hastalığa, tarihsel süreçte birçok isim
verilmiştir. Yakaladığı insanı eriterek öldürdüğü için “Tüketim Hastalığı”, hastaları
soldurarak yok ettiği için “Beyaz Ölüm” veya “Beyaz Veba” ve asırlar boyu birçok
kişinin yaşamını sonlandırdığı için “Ölümün Kaptanı” denilmiştir. Romalılar bu
hastalığa, hırıltılı nefes alıp verme ve öksürükle balgam atma anlamında “Phtisis” adını
koymuşlardır. Bizim dilimizde ise “İnce Hastalık” en çok kullanılan tanım olmuştur
(11). Hastalığın belirtileri ilk defa M.Ö. 460 yılında Hipokrat tarafından tanımlanmış,
fakat 19. yüzyıla kadar tüberküloz hakkında çok önemli gelişmeler kaydedilememiştir
(12). Tüberküloz hastalığının tanınması, sebebinin bilinmesi, tedavisinde büyük
adımların atılması, 1781-1826 yılları arasında yaşamış Dr. Rene Laennec’in çalışmaları
ile başlamıştır. Stetoskop denilen dinleme aletinin keşfini sağlamıştır. Bu alet sayesinde,
çeşitli akciğer hastalıklarının belirtileri olan sesleri, kendi yaptığı postmortem
çalışmalarla birleştirerek, birçok akciğer hastalığının klinik ve patolojisini birarada
anlatan 393 sayfalık ünlü kitabını yazmıştır. Onunla birlikte çalışan Boyle da, 900
otopsi materyalinin değerlendirildiği kitabını 1810 yılında yayınlamıştır (10). Robert
Koch’un, 1882’de tüberküloz basilini balgamda göstermesi, bu hastalığın tanı ve
tedavisinde yeni bir çığır açmıştır. Roentgen’in X ışınlarını 1895’te keşfiyle ve 1898’te
4
Bouchard ve Beclere’nin bunu akciğer radyodiagnostiğine uygulamasıyla yine önemli
bir adım atılmıştır. Yirminci yüzyılın ortalarında verem ilaçları ve BCG aşısı bulunarak
bu amansız hastalığa dur denilmiştir (11).
2.2. TÜBERKÜLOZUN EPİDEMİYOLOJİSİ
Tüberküloz, insanlık tarihi kadar eski bir hastalık olmasına rağmen, hala tüm
dünyada bir toplum sağlığı sorunu olarak önemini korumaktadır. Dünya Sağlık Örgütü
(DSÖ) raporlarına göre dünya nüfusunun 1/3’ü hasta olmaksızın tüberküloz basilini
almış durumdadır. Tüberküloz hastalarının büyük bir kısmı infeksiyon havuzu
dediğimiz bu gruptan çıkmaktadır (13).
Özellikle ABD ve sanayileşmiş ülkelerde, 1980 ortalarında başlayan tüberküloz
hasta sayılarındaki artış, tüberküloz konusuna ilgiyi artırmış ve bu konuyu önemli bir
gündem maddesi haline getirmiştir. Dünyada tüberküloz artışında dört önemli unsur
sıralanmıştır: 1) Hükümetlerin hastalığı ihmal etmeleri sonucunda tüberküloz kontrol
sistemleri kötüleşmiş ve hatta birçok yerde kaybolmuştur. 2) Kötü yönetilen ya da doğru
yaklaşımların uygulanmadığı tüberküloz kontrol programları hastalığın artışı yanında
ilaca dirençli tüberkülozun artışına yol açmıştır. 3) Tüberküloz ve HIV’in birlikte
olduğu hallerde, HIV’in endemik olduğu yerlerde tüberküloz patlayıcı artış yapmıştır.
4) Nüfus artışı tüberküloz olgularının sayılarında artışa yol açmıştır (13).
Tüberküloz hasta sayılarındaki artışlar ve tüberküloz kontrol çabalarının
yeterince başarı sağlayamaması nedeniyle DSÖ, 1993 yılında tüberküloz için acil durum
ilan etmiştir. Dünyada bir hastalık için ilk kez acil durum ilan edildiği bilinmektedir.
1994 yılında da verem savaşının yeni doğrultusunu ortaya koymuştur (13). Böylece
1990’lı yıllarda başlayan “doğrudan gözetimli tedavi stratejisi” (DGTS) uygulamaları,
dünyada hızlı bir şekilde yayılmıştır (13). 1991 yılında Tanzanya’da uygulanmaya
başlayan DGTS, 1996 yılında “Tüberküloz kontrol stratejisi markası”na (Brand name:
DOTS: Directly observed treatment strategy) dönüşerek bugün 180 ülkede uygulanır
hale gelmiştir. DOTS; tüberküloz hastasının sadece kişisel tedavisi ile ilgilenmez,
epidemiyolojik verilerin küresel anlamda izlenmesi ve değerlendirilmesi amacıyla
anlamlı ve standardize veri toplama yöntemlerini de belirler. Hastalığın halk sağlığı
açısından önemli boyutlarının, yönetim odaklı politik ve teknik elementlerini birleştirir
(15).
5
Dünya Sağlık Asamblesinin 1991’de ortaya koyduğu, varolan yayma pozitif
olguların %70’ini DGTS programları ile bulmak ve bunların %85’ini başarı ile tedavi
etmek hedefine önce 2000 yılında, sonra da 2005 yılında ulaşılamamıştır. Olgu bulmada
2007 yılında ulaşılan düzey, %63’tür. Bu hedefe dünya genelinde 74 ülkede ve
DSÖ’nün 2 bölgesinde (Amerika: %73, Batı Pasifik: %77) ulaşılmıştır. Küresel olarak,
DGTS programları ile bulunan olguların %85’inin tedavisini başarı ile tamamlama
hedefine, 59 ülkede ve üç bölgede (Doğu Akdeniz: %86, Batı Pasifik: %92 ve GüneyDoğu Asya: %87) ulaşılmıştır. DSÖ Avrupa Bölgesinde ise olgu bulma %51, tedavi
başarısı %70 oranları ile bu hedeflerin çok gerisindedir (14).
DSÖ “Küresel Tüberküloz Raporu, 2009”da 2007 yılı için tahmin edilen olgu
sayısı 9,27 milyondur. 1,37 milyonu HIV(+) hastadır. En çok hasta, Hindistan, Çin,
Endonezya, Nijerya ve Güney Afrika’dadır. 2007 yılı için tahmin edilen prevalans 13,7
milyon (206/100.000), ölüm sayısı 1,3 milyon (20/100.000)’dur. Dünya genelinde 2007
yılında yeni yayma pozitif hastalar için olgu bulma oranı (%70) ve tedavi başarısı oranı
(%85) hedeflerine, 36 ülke ve Batı Pasifik Bölgesi ulaşmıştır. Türkiye, hem olgu
bulmada hem de tedavi başarısında Dünya Sağlık Asamblesinin hedeflerini bu yılda
geçmiştir. Böylece, Türkiye, hedeflenen bölgeye ulaşmış 36 ülkeden birisi olmuştur.
(Şekil 1) (14).
6
Şekil 1:DSÖ'nün 2009 Tüberküloz Raporu'nda Hedeflenen Bölge (14)
Türkiye’de yirminci yüzyılın başında ciddi bir epidemi yaşanmış ve tüberküloza
bağlı ölümler, bütün ölüm nedenleri arasında birinci sırada yer almıştır. Bu durum
1950’li yıllara kadar devam etmiş; 1945 yılında tüberküloz ölümleri 262/100000, 1950
yılında 204/100000 olarak saptanmıştır (13).
Türkiye’de verem savaşı 1918 yılında gönüllü kuruluşların girişimleri ile
başlamış, 1930 yılında 1593 sayılı Umumi Hıfzısıhha Kanunu ile ilk yasal zemine
kavuşmuştur. Bu mücadele daha sonra 1949 yılında çıkarılan ve 5368 sayılı kanun ile
Verem Savaş Teşkilatı kurularak organize edilmiştir. Bugün ülkemizde veremle
savaştan doğrudan sorumlu birim Sağlık Bakanlığı Verem Savaş Daire Başkanlığı
(VSDB)’dır. Tüberküloz hastalarının tanı, tedavi, takip ve kayıtları ile temaslılarının
muayenesi ve koruyucu tedavilerinden VSDB sorumludur. DOTS uygulaması ve ulusal
tüberküloz
kontrol
programının
değerlendirilmesi,
izlenmesi
ve
uygulama
basamaklarının planlanması da yine VSDB’nin sorumluluk alanları içindedir. Kontrol
programı içersinde yer alan personel eğitiminden de VSDB sorumludur (15).
Türkiye’de 1950 sonrasından, 1970-1975 yıllarına kadar yapılan tüberküloz
mücadelesinden gerçekten çok iyi sonuçlar alınmıştır. Yurt genelinde yayılmış Verem
7
Savaş Dispanserleri, Göğüs Hastalıkları Hastaneleri, bölge laboratuvarları, mikrofilm
taramaları, BCG aşı kampanyaları, Üniversite-Bakanlık-Dernekler arasındaki diyalog
ile hastalık büyük ölçüde geriletilmiş ve 1950’lerde 25/1000 olan prevalans, 1975’te
1/1000’e düşürülmüştür. Ancak 1975-1980 arasında mücadele hızı azalmış, dispanser
çalışmalarında organizasyon bozuklukları oluşmuş, BCG aşı kampanyaları eski gücünü
yitirmiş ve tüberkülozun geriletilmesinde hedeflenen değerlere ulaşılamamıştır (16).
Tüberküloz kontrolünün, hastalığın epidemiyolojik özelliklerinin bir gereği
olarak uzun soluklu bir programla yürütülmesi gerekmektedir. Ayrıca verilerin
ölçülebilir kıstaslar çerçevesinde raporlanması son derece önemlidir. Ülkemizde
tüberküloz verilerinin DSÖ’nün önerdiği standartlarda toplanması ve rapor halinde
sunulması konusunda önemli yol katedilmiştir. 2007 yılından itibaren her yıl 24 Mart
Dünya Tüberküloz Günü’nde o yılın Verem Savaş Raporu yayınlanmaya başlanmıştır
(17).
Verem Savaşı Daire Başkanlığı tarafından DSÖ’ne gönderilen ve DSÖ 2009
raporunda yer alan bilgide: Türkiye’nin 2007 yılındaki nüfusu 74.877.000, olgu sayısı
22.136 bin (30/100000), yayma pozitif olgu sayısı 9.961 bin (13/1000000)’dir (14).
2.3. BAKTERİYOLOJİ
Mycobacterium, Actinomyceteles takımına ait Mycobacteriaceae ailesinin tek
cinsidir (18). Mycobacterium cinsi kendi içinde M. tuberculosis kompleksi,
Mycobacterium
leprae,
Non-tuberculosis-mycobacterium
olarak
üçe
ayrılır.
Mycobacterium cinsi içinde yer alan M. tuberculosis kompleksi beş bakteri türü içerir.
Bunlar; M. tuberculosis, M. bovis, M. microti, M. africanum, M. canetti’ dir. İnsan M.
tuberculosis için tek kaynaktır ve bu mikroorganizma insanlar arasında hastalık yapar
(18).
Mycobacterium cinsi içinde aerop, sporsuz, hareketsiz basiller bulunur. Hücre
duvarları lipitten zengindir. Bu nedenle bakteriler hidrofobik özellik kazanırlar (19).
Mycobacterium’lar gram (+) ya da (-) olarak sınıflandırılamazlar. %95 etil alkol ve %3
hidroklorikasit (asit- alkol), mikobakteri hariç tüm bakterileri dekolarize eder. Dolayısı
ile “aside dirençli basil’’ (ARB) olarak adlandırılır. Bunun nedeni hücre duvarındaki
lipid düzeyinin yüksek olmasıdır. Lipid içeriği gram (+) bakterilerde %0,5, gram (-)
bakterilerde %3 iken, mikobakterilerde %25’tir. Basiller, Erlich-Ziehl-Nielsen (EZN)
8
boyası ile boyanır ve mavi zemin üzerinde kırmızı renkte, tek tek ya da gruplar halinde
çizgiler oluşturmuş olarak izlenirler (20).
Mycobacterium tuberculosis, bilinen bakteriler arasında en komplike hücre
duvarına sahiptir (Şekil 2) (21). N-asetilglukozamin ve N-asetilmuramik asitin polimeri
olan peptidoglikan iskeleti oluşturur. Bu yapı bakteriye şeklini verir, hücre duvarına
bütünlük ve sertlik kazandırır. Mikobakterilerde daha spesifik olan, lipopoliksakkarid
yan zincirlerdir. Lipopolisakkaridler, arabinose ve galaktozdan oluşan dallı bir
polisakkarid olan arabinogalaktandan yapılmıştır. Arabinogalaktanın yapısını oluşturan
D-galactofuranoslar ve D-arabinofuranoslar doğada nadir bulunurlar. Arabinogalaktan,
peptidoglikana
fosfodiester
köprüleri
ile
bağlıdır.
Arabinogalaktanların
yan
zincirlerindeki uç arabinase birimlerine, mikolik asid diye adlandırılan bir grup uzun
zincirli yağ asitleri kovalent bağlarla bağlanırlar. Yaklaşık 70 karbon atomu içeren bu
yağ asitleri hücre duvarının kalınlığından ve bir ölçüde de hücrenin aside dirençli
olmasından sorumludurlar. Mikolik asitler, mikobakterilerde bulunan hücre duvarı kuru
ağırlığının %50’si ile hücre lipitlerinin %60’ını oluşturur. Mikolik asitler trehalose gibi
şekerlere bağlandığında “kord faktör”ü oluştururlar. Virülans ile ilgili olduğu düşünülen
bu faktör, hücrelerin birbirine dolanmış demetler oluşturarak, paralel zincirler halinde
üremelerine neden olur. Ayrıca fagositlerin göçünü engelleyip, granülom oluşmasını
sağlar, toksik etkisi de vardır ( 22).
9
Şekil 2:Mycobacterium Tuberculosis hücre duvarı (21)
Mikobakteriler özel hücre duvarı yapıları nedeniyle oldukça yavaş ürerler.
Replikasyon süreleri 15-20 saattir. Gözle görünür koloni oluşması için geçen süre en az
3 hafta, standart kültür ortamında genellikle 4-6 haftadır. Yumurtalı besiyerinde
(Löwenstein –Jensen besiyeri) optimal 33–39°C ısıda, pH 6,5-6,8’de, % 5–10 CO2’ li
ortamda çoğalırlar. Olumsuz koşullarda oldukça dayanıklıdırlar ve uzun süre canlı
kalabilirler. +4°C’de haftalarca, -70°C’de yıllarca canlılığını korurlar. +60°C’de 20
dakikada ölürler ( 23).
2.4. BULAŞMA
Tüberkülozun
asıl
bulaşma
yolu,
inhalasyon
yoludur.
Mycobacterium
tuberculosis’in kişiden kişiye geçmesi, hasta bireyin öksürmesi, hapşırması, şarkı
söylemesi, hatta derin nefes alması ile damlacık çekirdeklerinin havaya karışması
yoluyla olur. Bu damlacık çekirdekleri infeksiyöz kişi bu ortamdan ayrıldıktan sonra
10
bile, saatler boyunca havada asılı kalabilir. Havalandırmanın yetersizliği gibi bazı
çevresel faktörler bulaştırıcılığı arttırırlar (24).
Tüberküloz basilinin akciğerlere yerleşip çoğalabilmesi için alveollere kadar
ulaşması gerekmektedir. Bu da ancak hasta kişiden solunum ile havaya saçılan damlacık
çekirdeklerinde asılı halde bulunan basillerle mümkün olabilmektedir. Tüberküloz
hastasının solunum ile çevreye yaydığı basil içeren küçük parçacıkların bileşimindeki
su, buharlaşma ile kaybolunca geriye akciğerlere girip hastalığa yol açan çok küçük
damlacık çekirdekleri kalır. Çapları yaklaşık 1-10 mikron olan partiküller alveollere
ulaşır, fakat 1-3 mikron olanlar daha yüksek oranda ulaşır. Yaklaşık 1 mikron çaplı
partiküller havada birkaç saat asılı kalabilmektedir (13, 25).
Çeşitli solunum manevralarının aerosol oluşturma potansiyeli farklıdır.
Konuşma ile 0-210, öksürme ile 0-3.500 ve hapşırma ile 4.500-1.000.000 partikül
oluşur. Bir kez öksürme ile oluşturulan partikül miktarı, ortalama 5 dakika konuşma ile
oluşturulan miktara eşittir. Ayrıca bu fonksiyonların sayısı arttıkça bulaş olasılığı da
artmaktadır (13, 26).
Öksürük yaratan işlemler ve aerosol oluşturan işlemler (bronkoskopi, öksürük
oluşturma çabaları, otopsiler, endotrakeal entübasyon) ciddi bulaşma nedenidir. Uzun
süre ve yakın maruziyet, küçük hacimli ortamlar ya da havalandırmanın kötü/yetersiz
olması durumlarında bulaşma fazla olmaktadır (25). Nadiren bulaşma idrar, deriye
açılan boşluklardan pürülan drenaj gibi infekte vücut sıvıları ile direkt temas sonucu
görülebilir. Akciğer ve karaciğer transplantasyonu sonucu gelişen tüberküloz vakaları
da rapor edilmiştir (24).
Akciğer ya da larinks tutulumu olan, balgam yayması pozitif olan, kavitesi olan
tüberküloz olguları fazla basil saçarlar (25). Bu olgularda tüberküloz bulaşını etkileyen
bazı faktörler olduğu belirtilmiştir. Kaynak olgu, çevresel faktörler, karşılaşma süresi ve
yoğunluğu ile tüberküloz basilinin ve hedef kişinin özellikleri sayılabilecek faktörler
arasındadır (Tablo 1) (26).
Çocuklara
bulaş
genelde
tüberkülozlu
erişkin
hastalardan
olmaktadır.
Tüberküloz basili göreceli olarak akciğer tüberkülozu olan çocukların endobronşial
salgılarında seyrektir ve çocuklarda etkin öksürme genellikle yoktur. Tüberkülozlu
küçük çocuklar öksürse bile nadiren balgam çıkartırlar ve infeksiyöz partiküllerin
11
havada asılı kalması için gerekli olan öksürük gücünden yoksundurlar. Eğer çocuk
hastanelerinde tüberkülozun bulaştığı saptanmışsa, bunun kaynağının kesin olarak tanı
almamış akciğer tüberkülozlu erişkin olduğu akla gelmelidir (24). Kaynak kişi tedavi
altında ise risk önemli oranda azalmaktadır. 2 haftalık tedavi ile bu risk %99 azalır (27).
Tablo 1: Tüberküloz bulaşının etkileyen faktörler (26)
1-KAYNAK OLGUNUN ÖZELLİKLERİ:
*Aside dirençli basil pozitif balgam çıkarma miktarı
*Aerosol oluşturma potansiyeli (öksürük,aksırık, konuşma vb)
*Tüberkülozun klinik formu
*Tüberküloz tedavisi alıp almadığı
2- ÇEVRESEL FAKTÖRLER
Havalandırma, ultraviyole, güneş ışığı
3- KARŞILAŞMA SÜRESİ VE BASİL YOĞUNLUĞU
4- MİKROORGANİZMANIN ÖZELLİKLERİ
5- HEDEF KİŞİNİN ÖZELLİKLERİ
*Geçirilmiş tüberküloz öyküsü
*Riski arttıran faktörlerin varlığı (HIV pozitifliği, Kortikosteroid kullanım, DM)
*BCG aşısının olup olmadığı
İnfekte olan çocukta tüberküloz hastalığı gelişme olasılığı yaşla ilgilidir. 1 yaş
altındaki çocuklarda bu risk %43, 1-5 yaş arasında %24, adolesanda %15, erişkinde
%10’un altındadır. Malnütrisyon ve immuniteyi baskılayan hastalığı olanlarda (Hodgkin
hastalığı, HIV, diabetes mellitus, kronik böbrek yetersizliği) hastalık riski artmıştır (27).
2.5. İMMUNOPATOGENEZ
İnsanlık tarihinin bilinen eski hastalıklarından biri olan tüberküloz, M.
tuberculosis kompleksi basilleri tarafından oluşturulan ve basiller ile konağın
inflamatuvar hücrelerinin ilişkilerine bağlı olarak gelişen, kronik granülomatöz bir
infeksiyondur. İnfeksiyon, genellikle inhalasyon ile alınan, içinde 1-3 basil içeren, 1-3
mikron büyüklüğündeki damlacık partiküllerin üst solunum yolunun fiziksel engellerini
aşarak alveollere ulaşmasıyla başlar. İnfeksiyon veya hastalığın oluşup oluşmaması,
konağın direnci ile basilin virülansı arasındaki dengeye bağlıdır. Konağın tüberküloza
karşı yanıtında da hem doğal hem de kazanılmış immünite rol oynamaktadır (28).
12
Mycobacterium tuberculosis, baslangıçta yokedilebilir, basillere karşı kazanılan
immün yanıtla infeksiyon kontrol altına alınabilir veya primer infeksiyonu takiben
çoğalarak, primer tüberküloz oluşturabilir. Primer infeksiyon sırasında sessiz hale geçen
basiller, yıllar sonra çoğalmaya başlayabilir ve reaktivasyonla sekonder tüberküloza
neden olabilirler. Primer infeksiyon, bir latent dönemden sonra (yıllar veya onlarca yıl)
herhangi bir yaşta aktifleşebilmekte ve en sık akciğerin üst bölgelerinde olmak üzere
diğer organlarda sekonder tüberküloza neden olabilmektedir. Konağın basil
antijenlerine karşı oluşturduğu immünolojik yanıtlar (hücresel immünite ve gecikmiş tip
aşırı duyarlılık reaksiyonu), hastalığın tipini belirlemektedir. Akciğer tüberkülozunun
immünopatogenezi, ilk infeksiyondan kavite oluşumuna kadar evrelendirilmektedir
(28).
1.Evre:Baslangıç evresi
Basil alındıktan sonraki birinci haftayı kapsar. İnhale edilen damlacık
çekirdeğindeki basiller konağın alveollerinde depolanır (29). Lezyon bölgesinde
alveoler makrofajlar toplanarak inflamatuar bir yanıt gelişir. Alveoler makrofajlar
tarafından fagosite edilen basilin, virulans özelliklerine ve alveoler makrofajların
mikrobisidal gücüne bağlı olarak basiller sindirilir veya zayıf alveoler makrofajlarda
çoğalarak infeksiyonu başlatır (28).
2. Evre: Logaritmik çoğalma ve simbiyosis:
Bu evre 2-3. haftaları kapsar. Makrofajlar tarafından yok edilemeyen basiller
hücre içinde logaritmik olarak hızla çoğalmaya başlar, çoğalan basiller makrofajları
parçalayarak hücre dışına çıkar, ortamdaki diğer makrofajlar tarafından fagosite edilir,
onların içinde de çoğalmaya başlar ve aynı olaylar tekrarlanır. Basiller bu dönemde
sadece hücre içinde çoğalabilme yeteneğine sahiptir. Bu olayların devam etmesiyle
ortamdaki basil sayısı hızla artar, kemotaktik faktörlerin de etkisiyle makrofajlar,
monositler bu bölgede toplanır. İzleyen gün ve haftalarda epitelioid histiyositlere
dönüşür ve langerhans dev hücrelerini oluşturur. Bunların oluşturduğu odak lenfositler
tarafından çevrelenir ve böylece “tüberkül” veya “granülom” olarak tanımlanan ilk
tüberküloz lezyonu oluşur (29, 30). Primer odakta çoğalan basiller önce bölgesel lenf
bezlerine ulaşarak lenfadenite neden olur ve lenf bezinde granülomatöz doku gelişir.
Primer odak ve bölgesel lenfadenit ikilisi “Primer Kompleks” veya “Gohn Kompleksi”
olarak tanımlanır. Bölgesel lenf bezinde çoğalan basiller lenfatik dolaşıma karışır ve
13
lenfo-hematojen yolla tüm organizmaya primer odaktan bağımsız uzak bölgelere dağılır
(29, 30).
3.Evre :Kazeöz odak oluşumu ve immunolojik kontrol
Basillerin logaritmik çoğalmaları durduğu zaman, yaklaşık 3 haftalık bir
dönemin sonunda başlar. Hem hücresel immunite, hem de gecikmiş tip aşırı duyarlılık
gelişir ve PPD pozitifleşir. Spesifik immun yanıtın gelişimiyle birlikte primer odak, lenf
bezi ve diğer uzak odaklardaki lezyonlar gerilemeye ve rezorbe olmaya başlar, basillerin
çoğalması kontrol altına alınır, lenfo-hematojen yayılım durdurulur (29, 30).
Tüberküloz seyri sırasında gelişen her iki immun yanıt da T lenfositlerle
ilişkilidir. CD4+ T lenfositlerin rol oynadığı hücresel immunite makrofaj aktivasyonunu
sağlar. CD8+T lenfositlerin rol oynadığı gecikmiş tip aşırı duyarlılık ise basil yüklü
aktive olmamış makrofajların yıkımından ve kazeöz nekroz oluşumundan sorumludur
(30).
Makrofajlar, interlökin-1 (IL-1) sentez edip salgılarlar. IL-1 T lenfositlerin
aktivasyonunda rol oynar. T lenfositler de tüberküloz basilinin antijeni ile karşılaştığı
andan itibaren interlökin-2 (IL-2) salgılarlar. IL-2 ile spesifik CD4+ T helper1 (Th1)
hücreleri daha fazla aktive olur ve çoğalırlar. CD4+ Th1 alt grubu INF-γ salgılayarak
makrofajları aktif hale getirir (31). INF-γ, makrofajlardan tümör nekroz faktör-alfa
(TNF-α) salınımını uyarır. TNF-α, interlökin-6 (IL-6), interlökin-8 (IL-8), interlökin-12
(IL-12)’nin etkisiyle granülom formasyonu ve tüberkül denilen spesifik bir lezyon
gelişir. Aktive makrofajlar, epiteloid histiositler ve lenfositlerin oluşturduğu tüberkülün
amacı basilleri sınırlamak, çoğalma ve yayılmalarını önlemektir (31). Tüberkülün
ortasında gelişen kazeifikasyon nekrozunun oluşması organizmanın basili tanıdığını ve
yapılan immünolojik mücadelenin başarılı olduğunu gösterir. Basiller kazeöz odaklar
içinde yıllarca yaşayabilirler (30). İmmun yanıt geliştiğinde, ilk tüberküloz lezyonu
granülom içinde kazeöz nekroz oluşur. Bu küçük kazeöz merkez genişleyebilir,
tamamen iyileşebilir veya stabilize edilebilir. Tüberküloz basilleri kazeöz materyal
içinde yaşayabilirler. Ancak oksijen basıncının ve pH’ın düşük oluşu ve lokal yağ asidi
birikimi nedeniyle inhibe edilmiş durumdadırlar ve çoğalamazlar. Buna karşın basiller
nekrozun çevresinde bulunan granülasyon dokusu içindeki, aktivasyonu zayıf
makrofajlar içinde kolayca çoğalabilirler. Benzer şekilde kazeöz materyal makrofajlar
için de uygun değildir ve kazeöz odak içine makrofajlar giremez. Bu nedenle kazeöz
14
nekroz odağının genişleyip genişlemeyeceği, çevresindeki makrofajların aktivasyonu ile
ilişkilidir. Kazeöz odaktan kaçan basiller çevredeki makrofajlar tarafından tutulur. Bu
makrofajların öldürme yeteneği iyi değilse basiller makrofaj içinde logaritmik olarak
çoğalır ve kazeöz nekroz genişler, aksi takdirde makrofajlar basili yok eder ve lezyon
küçülür (29, 30). Eğer basil çoğalması ve immunolojik olaylara bağlı doku yıkımı
olmaz ve infeksiyon kontrol altına alınırsa bu aşamada primer infeksiyon dönemi sona
erer ve mevcut lezyonlar iyileşir. Tüberküloz infeksiyonu iyileştikten sonra bir veya
daha fazla sayıda solid veya semisolid kazeöz odaklar akciğer içinde kalır. Bu odaklarda
metabolik aktiviteleri olmayan sessiz basillerin bulunduğu düşünülmektedir. Bu basiller
yaşamın herhangi bir döneminde metabolik aktivite kazanabilme potansiyeline sahiptir
(29, 30).
4. Evre:Hücresel immun cevap ile gecikmiş tip aşırı duyarlılık arasındaki
etkileşim evresi
Granülomlarda kazeöz odağın etrafında toplanan aktif makrofajlar, kazeöz
odaklardan kaçan basilleri fagosite ederek hızla sindirirler. Aktif makrofajların
yakaladığı basiller çoğalmayı sürdürürse, gecikmiş tip aşırı duyarlılık yanıtı
tekrarlanarak doku harabiyeti artar. Eğer kazeöz odak erimezse, hücresel immün yanıt
tarafından primer infeksiyonun ilerlemesi durdurulur. Akciğerlerdeki kazeöz odaklar ve
lenfo-hemotojen yolla vücudun diğer bölgelerine ulaşan basillerin oluşturdukları küçük
kazeöz odaklar makrofajlar tarafından temizlenir. Büyük kazeöz odaklar ise bir fibröz
kapsülle çevrilerek izole edilir (tüberküloma).
İmmün sistemi baskılanmış kişilerde oluşan kazeöz odaklardan kaçan basiller,
inaktif veya düşük aktivitedeki makrofajlar tarafından fagosite edilir, fakat
sindirilemezler. Bu makrofajların basil çoğalmasını durdurabilmesi için, gecikmiş tip
aşırı duyarlılık yanıtının tekrarlanması gerekir. Bu yanıt tekrarlandıkça kazeöz nekrozlar
genişler ve primer tüberküloz oluşur. Lenfo-hematojen yolla basiller akciğerden
vücudun diğer kısımlarına yayılır ve pulmoner ven duvarında oluşan kazeöz odağın
açılması ile miliyer ve dissemine tüberküloz gelişir (28).
5. Evre :Kavite oluşum evresi
Hücresel immün yanıt ile primer tüberkülozun kontrol edilemediği kişilerde,
primer tüberküloz endojen reaktivasyonla veya ekzojen reinfeksiyonla ilerleyerek yıllar
15
sonra gelişen kaviter lezyonlar oluşur (sekonder tüberküloz). Primer tüberkülozun
ilerlemesi, makrofajlardan salınan hidrolitik enzimlerin protein ve lipitleri hidrolize
etmesi ile granülom ortasındaki kazeumun erimesi, likefikasyon ve kavitasyon ile
sonuçlanır (28). Bu likefiye materyal basillerin çoğalabilmeleri için uygun bir ortamdır
ve bu kez basiller hücre dışında hızla çoğalmaya başlar. Basiller çoğaldıkça lezyon alanı
büyür ve komşu bronşa açılır. Bu şekilde kavite oluşur ve basiller bronşiyal yolla hem
diğer akciğer alanlarına hem de dış ortama yayılır. Kavite içine giren oksijen, basillerin
daha hızlı çoğalmalarına neden olur. Basiller, hücre dışında erimiş materyal içinde
çoğalarak eriyikle birlikte akciğerin diğer bölgelerine yayılırlar (30).
2.6. ÇOCUKLARDA TÜBERKÜLOZUN KLİNİK FORMLARI
Tüberküloz subakut kronik bir infeksiyondur. Genel olarak gürültülü bir klinik
tablo oluşturmaz. Çocukluk çağında görülen tüberkülozda klinik bulgular olarak; ateş,
öksürük, hırıltı, kilo kaybı, iştahsızlık, halsizlik, terleme ve ekstrapulmoner hastalıkta
tutulan organa özgü bulgular görülür (32). Bulgu ve semptomlar daha az spesifiktir ve
çocuklarda tüberküloz görülmesi, toplumda tanı konulmamış
bir infeksiyon
kaynağından, yakın bulaşmayı gösterir (33).
Çocukluk çağı tüberkülozu; intratorakal ve ekstratorakal tüberküloz formları
olarak iki ana başlık altında toplanabilir (34).
2.6.1. İntratorakal Tüberküloz Formları
2.6.1.1. Primer Akciğer (Pulmoner ) Tüberkülozu
Primer tüberkülozun en sık lokalizasyonu olan primer akciğer tüberkülozunda
klinik bulgular çok silik olabilir ve genellikle farkına varılamaz. Klinik belirtiler
inkübasyon döneminin sonuna doğru geç aşırı duyarlılığın ortaya çıkması ile
belirginleşir, ancak bunlar çoğunlukla nonspesifik ve hafif belirtilerdir. Çoğu kez sadece
TDT’nin negatiften pozitife dönüşmesiyle tanınabilir (34).
Hastalığın fizik muayene bulguları başlangıç yaşına göre farklılık gösterme
eğilimindedir. Küçük çocuklar ve adölesanlar daha belirgin semptom ve bulgular
gösterirken; okul çağındaki çocuklar klinik olarak sessiz hastalık geçirirler (24). En sık
görülen belirti ateştir ve sıklıkla subfebrildir, seyrek olarak 39-40°C’ye yükselen bir
seyir gösterir. Genellikle 2-3 hafta kadar sürer. İştahsızlık, yorgunluk, oyuna isteksizlik,
tartı alımında yavaşlama ya da kilo kaybı gibi özgül olmayan belirtiler tabloya
16
eklenebilir. Süt çocuklarında splenomegali nadir değildir. Üst solunum yolu infeksiyonu
belirtileri ve ishaller de görülebilir (34). İnfantlarda nonprodüktif öksürük ve hafif
dispne en sık görülen semptomlardır. Ateş, gece terlemesi, iştahsızlık, azalmış aktivite
gibi sistemik yakınmalar çok daha az görülür. Bazı infantlarda kilo almada zorluk vardır
veya gerçek gelişme geriliği tablosu ile başvururlar. Akciğer bulguları daha az
sıklıktadır (24). Fizik muayene bulguları genellikle doğaldır ya da lenf bezi basısı ile
ilgili komplikasyonlar gelişmişse, bunlarla uyumlu fizik muayene bulguları elde edilir
(34).
Göğüste lenfatik drenajın daha ağırlıklı olarak soldan sağa olması nedeniyle sağ
üst paratrakeal alandaki nodlar çok daha fazla etkilenir. Çocuklarda çoğunlukla akciğer
grafisinde büyümüş mediastinal lenf nodu dikkati çekerken, parankimal lezyon sık
görülmez (24, 35). Primer infeksiyon sırasında gelişen klinik belirti ve bulguların
önemli bir kısmı büyümüş lenf bezlerinin yaptıkları bası sonucunda ortaya çıkar:
büyümüş lenf bezi bronşa bası yaparak atelektaziye neden olabilir; ya da parsiyel bir
obstrüksiyon sonucunda segmental bir hiperaerasyona yol açabilir. Özellikle 2 yaşından
küçüklerde hiler lenf bezlerinin bronş duvarında harabiyet yapması ve lümenin kazeöz
materyelle tıkanması ya da lenf bezi basısı sonucu epitüberküloz da denen kollapskonsalidasyon tablosu ortaya çıkabilir. Bronşa boşalan kazeöz materyelin fazla olması
durumunda çocuklar asfiksi ile bazen kaybedilebilir. Fizik bulgular çoğunlukla bir
plöriti düşündürse de torasentezle sıvı alınamaz (34). Bazen fizik bulgular son derecede
az olmakla birlikte röntgende geniş bir gölge görülebilir. Böyle bir lezyonun oluşması
için genellikle 3-6 aylık bir zaman gereklidir. Büyümüş lenf bezinin neden olduğu diğer
belirti ve komplikasyonlar peritrakeal adenopatilerin basısıyla stridor ve bitonal (çatallı)
öksürük ile subkarinal bezlerin basısıyla gelişen yutma güçlüğüdür (34).
2.6.1.2. Progresif Akciğer Tüberkülozu
Primer odağın hızla genişlediği ve yaygın kazeifikasyon nekrozunun oluştuğu
progressif
pulmoner
tüberküloz,
primer
akciğer
tüberkülozunun
ağır
bir
komplikasyonudur. Bu nekroz odağında bol miktarda basil bulunur ve böyle çocuklar
çevre için bulaştırıcı olabilirler. İnfeksiyon primer odaktan diğer akciğer alanlarına
yayılabilir, hatta bronkoplevral fistüller, pnömotoraks veya kazeöz piyopnömotoraks da
gelişebilir. Perikardial alana veya mediastinuma yayılma olabilir (24, 34). Nadiren
17
büyümüş bir lenf düğümü vena subklaviaya baskı yaparak el ve kolda ödeme yol
açabilir ya da bölgesel arterlerin içine boşalabilir (34).
Progresif akciğer tüberkülozunda klinik tablo oldukça kötüdür. Yüksek ateş,
orta-ağır öksürük, balgam çıkarma, iştahsızlık, taşipne, dispne görülür. Muayene
bulgularında solunum seslerinde azalma, raller, kavite üzerinde matite alınması yer alır.
Primer pulmoner tüberkülozda bu formun gelişmesini önlemek için antitüberküloz
tedavinin erken başlatılması önerilmektedir (24, 35).
2.6.1.3. Kronik (reaktivasyon) akciğer tüberkülozu:
Toraks içi tüberkülozun çocuklardaki nadir bir formu da kronik (reaktivasyon
tipi) akciğer tüberkülozudur. Toplumun alt sosyoekonomik tabakasındaki çocuklar,
kızlar ve tanısında gecikme olan vakalar arasında daha sık görülür. Başlangıç
infeksiyonunu ergenliğe yakın dönemde geçirenlerde çok daha sık görülen bir
komplikasyondur (24, 34).
Klinik bulgular; nedeni iyi açıklanamayan ateş, göğüs ağrısı, halsizlik,
iştahsızlık, kilo kaybı, prodüktif öksürük, hemoptizi ve gece terlemeleri ile
karakterizedir. Bununla birlikte klinik bulgular ve fizik muayene bulguları bazen son
derece silik de olabilir. Radyolojik görünüm erişkinlerinkine benzer; daha çok üst
lobları tutan bir infiltrasyon ve kavite oluşumu gözlenebilir (34).
2.6.1.4. Plevra tüberkülozu:
Tüberküloza bağlı plevra effüzyonları sıklıkla basillerin subplevral bir odaktan
plevraya yayılmasıyla ortaya çıkar. Effüzyon sıklıkla lokalize ve unilateraldir; ancak
olguların %5’inde bilateral olabilir. Plevra tüberkülozu daha çok 5 yaşından sonra
görülür, 2 yaşından önce enderdir. Erkek çocuklarda kız çocuklara göre daha sıktır ve
hiçbir zaman segmental lezyona eşlik etmez. İlk infeksiyondan 3-6 ay sonra ortaya çıkar
(24, 34).
Ateş, göğüs ağrısı, kuru öksürük ve bazen de solunum sıkıntısı ile kendini belli
eder. Bununla birlikte çocuğun genel durumu diğer akut bakteriyel infeksiyonlara göre
daha iyidir ve sıklıkla hasta daha uzun süreli bir anamnez verir. Fizik muayenede
perküsyonla matite alınması ve o tarafta solunum seslerinin alınamaması, akciğer
grafisinde mediasteni karşı tarafa iten bir yoğunluk artışının olması intraplevral sıvıyı
düşündürür. Torasentezle saman renginde (serofibrinöz), eksüda niteliğinde, glukozu
18
düşük ve lenfositler içeren bir sıvı alınır. Tedaviye en çabuk yanıt alınan tüberküloz
formudur (34).
2.6.1.5. Miliyer tüberküloz:
Primer infeksiyondan 2-6 ay sonra, bol miktarda basilin hematojen yoldan
yayılması ile miliyer tüberküloz gelişir. Bu yayılım sırasında tüberküloz menenjit ya da
başka organlarda tüberküloz odakları ortaya çıkabilir. Miliyer tüberküloz daha çok süt
çocukları ve küçük çocuklarda görülür (24, 34).
Miliyer
tüberkülozun
klinik
bulguları
değişkendir.
Dissemine
olan
organizmaların yüküne ve yerleştiği yere bağlıdır. Belirtiler bazen anidir ve çocuğun
genel durumu hızla kötüleşebilir. Sıklıkla başlangıç sinsidir (34, 36). İlk belirtiler
halsizlik, iştahsızlık ve hafif ateştir. Bu dönemde anormal fizik muayene bulguları
yoktur. Birkaç hafta içerisinde vakaların yaklaşık yarısında generalize lenfadenopati ve
hepatosplenomegali gelişir. Bu dönemde akciğer grafisi genellikle normal, solunum
sistemi ile ilgili bulgular nadir olmasına rağmen ateş daha yüksek ve kalıcı hale gelir
(24, 34). Birkaç hafta sonra akciğer tüberküllerle dolar. Öksürük, raller, dispne, whezing
ortaya çıkar. Alveoler blokaj gelişirse dispne, wheezing artar. Siyanoz da ortaya çıkar.
Dinlemekle akciğerler normal olabileceği gibi yaygın yaş raller de duyulabilir. Göz
dibinde miliyer tüberküloz için spesifik koroid tüberküller gelişir. Bu koroid tüberküller
miliyer tüberkülozlu hastaların %75’inde görülür (24, 34). Akciğer grafisinde “kar
yağdı görünümü” de denen yaygın ince granüler bir infiltrasyon vardır (34, 37). Miliyer
tüberküloz pnömotoraksa yol açabilir. Beraberinde menenjit de olabileceği akılda
tutulmalıdır. TDT negatif bulunabilir (34).
2.6.1.6. Perikard tüberkülozu:
Çocuklarda tedavi edilmeyen tüberküloz olgularında %0.4 oranında perikard
tüberkülozu görülebilir. Perikarda yayılma ya direkt invazyonla ya da subkarinal lenf
bezlerinden lenfatik drenajla olur. Perikardda serofibrinöz ya da serohemorajik nitelikte
sıvı toplanır (24, 34). Hafif ateş, halsizlik, iştahsızlık ve nadiren de göğüs ağrısı olabilir.
Kalp oskültasyonunda perikard frotmanı ya da eğer sıvı miktarı fazla ise kalp
seslerinin derinden gelmesi ve taşikardi ile nabız aralığının daralması başlıca fizik
muayene bulgularıdır. Eğer yoğun bir fibrozis gelişirse konstrüktif perikardit ortaya
19
çıkabilir. Tanıda rutin tüberküloz tetkiklerinin yanısıra ekokardiografi, perikard
ponksiyonu yardımcı olur (34).
2.6.2. Ekstratorakal tüberküloz formları
2.6.2.1. Lenf bezi tüberkülozu:
Yüzeyel lenf nodlarının tüberkülozu sıklıkla skrofula olarak adlandırılır ve
çocuklarda ekstratorakal tüberkülozun en sık görülen formudur. Eskiden M. bovis içeren
pastörize edilmemiş süt ürünlerinin içilmesine bağlı olarak gelişen skrofula, günümüzde
M. tuberculosis ile başlayan enfeksiyondan 6-9 ay sonra da görülebilmektedir (24, 38).
Boyundaki lenf bezleri orta sertlikte ve ağrısız olarak büyürler, altlarındaki dokuya ya
da birbirlerine yapışabilirler ve bazende fistülleşerek dışarı akarlar. Akciğerlerin üst
bölgelerinde veya abdomendeki başlangıç infeksiyonları,
tonsiller, ön servikal,
supraklavikuler ve submandibuler lenf bezlerine ikincil bir yayılım göstererek
lenfadenite neden olabilirler (24, 34).
2.6.2.2. Batın tüberkülozu:
Batın tüberkülozu daha çok M. bovis’in sütle bulaşması sonucunda ortaya çıkar.
Primer lezyon ileumdadır. Tüberküloz basili barsak duvarına peyer plakları veya
apendiks yoluyla penetre olur. Lokal ülserler yapar. Bunu mezenter lenfadenit ve bazen
peritonit izler. Genelde semptom vermez. Genellikle tesadüfen kalsifiye lenf bezlerinin
röntgende görülmesiyle ya da batın ameliyatları sırasında farkedilir. Büyük lenf bezleri
karın ağrısı ya da basıya bağlı birtakım belirtilere neden olabilir. Büyük paketler yapan
lenf bezleri muayene ile palpe edilebilirler. Primer batın tüberkülozunun yanısıra
lenfohematojen yolla basillerin abdomene yayılması da mümkündür (24, 34).
2.6.2.3. Periton tüberkülozu:
Tüberküloz peritonit genellikle genç erkeklerde görülür. Küçük çocuklarda nadir
görülen bir durumdur (24). Primer bir intraabdominal odaktan direkt olarak ya da
miliyer hematojen yayılma sonucunda gelişir. Başlangıçta hafif karın ağrısı ve
duyarlılık vardır. Bazen lenf bezleri, omentum ve periton bölümleri yer yer yapışıp
birleşerek batın içerisinde düzensiz ve ağrısız kitleler olarak palpe edilirler. Asit ve hafif
bir ateş sıktır. Tanıda parasentezle elde edilen sıvının biyokimyasal ve bakteriyolojik
incelenmesi yardımcı olur (34). TDT genelde pozitiftir (24).
20
2.6.2.4. Renal tüberküloz:
Çocuklarda oldukça nadirdir ve belirtiler genellikle primer infeksiyondan 4-5 yıl
sonra görülür. Basiller hematojen yolla yayılarak böbreklere ulaşırlar. Glomerüllerde
tüberküller oluşur. Sonuçta kazefiye, akıcı lezyonlardan basiller tübüllere atılır. Nadiren
kapsüllü kazeöz bir kitle gelişir. Bu kitle kalsifiye olabilir veya renal pelvise açılarak
kavite oluşturabilir. Lezyonlar genellikle iki taraflıdır. Unilateral de olabilirler. Aşağı
doğru yayılarak mesaneyi tutabilir. Yakınmalar başlangıçta siliktir, giderek karın ağrısı,
dizüri ve hematüri ortaya çıkabilir. Steril piyüri ve nedeni açıklanamayan hematürilerde
renal tüberküloz akla gelmeli ve aranmalıdır. Renal tüberküloz olan vakaların idrarları
yüksek oranda bulaştırıcı olduğundan bu çocuklar idrarları steril olana kadar izole
edilmelidir (24, 34).
2.6.2.5. Deri tüberkülozu:
Nadiren primer odak deride olabilir. Hastalık genellikle basillerin primer
odaktan hematojen yolla yayılmasıyla veya tüberküloz basiline aşırı duyarlılık sonucu
çıkar (39). Çocuklarda nadirdir. İnisyal deri lezyonu çoğunlukla ağrısız bir nodül ve
bazen satellit lezyonlardan oluşur. Başlangıçtan 3-8 hafta kadar sonra bölgesel lenf
bezlerinde ağrısız bir şişme görülür ve bunlar deriye fistülleşerek scrofuloderma denen
tabloya neden olurlar. Olguların yaklaşık %10’unda eritema nodosum gelişir (24).
Eritema nodozum tüberkülozun aşırı duyarlılık bulgusudur. Genellikle genç kızlarda
görülür. Başlangıç enfeksiyonundan kısa bir süre sonra ateş ve sistemik toksisite
bulguları ile başlar. Ağrılı nodüller tibialar üzerinde, bazen uylukta, el bileklerinde veya
ön kolda yerleşebilirler. Nodüller giderek pembe renkten morarmış görünüme dönerler
(34).
Tedavisiz lezyonlar 12 ay içerisinde skarlaşarak iyileşirler. Ancak bazen
reaktivasyon ya da “lupus vulgaris” denen kronik ilerleyici bir formada dönüşebilirler.
Lupus vulgaris yüzdeki kronik, yavaş gelişim gösteren nadir bir tüberküloz formudur
(24, 34).
2.6.2.6. Kemik-eklem tüberkülozu:
Primer infeksiyon sırasında basillerin lenfohematojen yolla yayılımı sonucunda
ya da komşu bölgesel lenf bezlerinden doğrudan kemiklere yayılma ile iskelet
sisteminde tüberküloz odakları oluşabilir. İnfeksiyondan sonra hastalığın ortaya
çıkmasına kadar geçen süre daktilitiste (spina ventosa) 1 ay kadar kısa, kalça
21
tüberkülozunda ise birkaç yıl gibi uzun olabilir. İnfeksiyon metafizden başlayarak
epifize yayılır ve yumuşak dokuda abse oluşturur, genellikle eklemi de içine alır. Sık
tutulan kemikler vertebralardır (Pott hastalığı). Destrüksiyon vertebraların ön yüzünde
çökmeye ve sonuçta kifoza (Gibbus) neden olur. Sırt ağrısı, postür bozukluğu, hafif ateş
ve basıya bağlı değişik derecelerde nörolojik bozukluklar pott hastalığındaki başlıca
semptomlardır. En sık eklem tutulması kalçadadır ve monoartrit olarak karşımıza çıkar.
Diğer büyük eklemler de tutulabilir (34).
2.6.2.7. Tüberküloz menenjit:
Tüberkülozun en korkulan formudur. Çocuklarda tedavi edilmemiş tüberküloz
infeksiyonlarının %0.3-4 kadarında meydana gelir (40). En sık 6 ay- 4 yaş arasındaki
çocuklarda görülür. Tüberküloz basilleri lenfohematojen yolla, nadiren de komşuluk
yoluyla santral sinir sistemine ulaşırlar. Serebral kortekse metastatik odaklar şeklinde
yerleşerek kazefiye olurlar. Basillerin giderek çoğalmasıyla bu lezyonlar genişler.
Kazeöz odak enkapsüle olursa “tüberkülom” gelişir. Tüberkülomlar tek ya da birden
fazla olabilir, beyin tümörü gibi belirtilere yol açabilir, bazen de sessiz kalıp belirti
vermezler (41). Tüberküloz menenjit beyin veya meninkslerde yerleşmiş olan, sıklıkla
çok küçük kazeöz odaktan kaynaklanır. Kazeöz odak basili direkt olarak subaraknoid
aralığa salar. Meningeal arter ve venlerin duvarlarını infiltre eden kalın, jelatinöz
yapıdaki eksudaya neden olur. Beynin bazal kısmında eksudanın toplanması 3. 6. ve 7.
sinirlerin ve optik kiazmanın sıklıkla tutulmasını açıklar. Kalın eksüda ve yapışıklıklar
nedeniyle meydana gelen beyin omurilik sıvısı akımındaki bozukluklar ile infarktlar
hidrosefaliye yol açabilir (24, 34).
Tüberküloz menenjitte belirti ve bulgular bazen hızlı gelişirse de genellikle
yavaş bir seyirle ortaya çıkar. Süt çocuklarında ve küçük çocuklarda hastalık daha hızlı
seyredebilir. Genellikle hastalığın, herbiri bir-iki hafta kadar süren 3 dönemi olduğu
kabul edilir. Birinci dönemde ateş, başağrısı, halsizlik, huy değişiklikleri ve irritabilite
gibi nonspesifik belirtiler vardır ve nörolojik belirtiler henüz ortaya çıkmamıştır. Bir
veya iki hafta sonra ikinci dönem belirtileri olan letarji, ense sertliği, pozitif kernig ve
brudzinski belirtileri, konvülziyonlar, kusma, kranial sinir tutulmaları ve diğer nörolojik
bulgular belirmeye başlar. Bazı çocuklarda konuşma bozuklukları, anormal hareketler,
oryantasyon güçlüğü gibi ensefalon tutulması ile ilgili belirtiler ön plandadır. Üçüncü
dönem ise koma, periferik felçler, dekortike ya da deserebre postür oluşması, vital
22
belirtilerde bozulma gibi ölümle sonlanabilen ya da ağır sekellerin kaldığı süreçtir.
Hastalığın seyrinde uygunsuz antidiüretik hormon salınımına bağlı hiponatremi ve
volüm yüklenmesi olabilir (24, 34, 42).
Tüberküloz menenjitin prognozunu etkileyen en önemli faktör hastalığın
yakalandığı ve tedaviye başlandığı dönemdir; 3. dönemde prognoz kötüdür. Körlük,
sağırlık, ekstremite felçleri, hidrosefali, zeka geriliği gibi kalıcı hasarlar bu dönemde
sıktır. Olguların yaklaşık %50’sinde TDT negatif bulunabilir. Lomber ponksiyonla
rengi berrak, basıncı artmış, şekeri düşük, proteini yüksek ve mm3’te 200-500 civarında
mononükleer hücre içeren bir beyin omurilik sıvısı elde edilir (34). Beyin bilgisayarlı
tomografi (BBT) veya manyetik rezonans görüntüleme (MRG) bulguları başlangıçta
normal olabilmesine rağmen hastalık ilerledikçe baziler tutulum ve komünikan
hidrosefali, birlikte serebral ödem veya fokal iskemi en sık gözlenen bulgulardır.
Tüberkülomlar da görülebilir (42).
2.6.2.8. Konjenital tüberküloz:
Çok nadir görülen bir tablodur. Tüberküloz basilleri umblikal ven yolu ile
anneden bebeğe geçerler. Bununla birlikte bazen plasentadaki belirgin tüberküloz
inflamasyonuna karşın bebekte tüberküloz görülmeyebilir. Primer lezyon karaciğerdedir
ve porta hepatis çevresindeki lenf bezleri şişer. Akciğerler ve mezenter lenf bezleri
genellikle hastalığa katılmazlar. Konjenital infeksiyonda etken, doğum sırasında infekte
amnion sıvısının aspirasyonu ya da yutulması ile de bulaşabilir. Hastalık belirtileri
genellikle yaşamın 2-3. haftasından sonra ortaya çıkar. En sık belirtiler ateş, solunum
sıkıntısı, emme güçlüğü, hepatosplenomegali, abdominal distansiyon, deri lezyonları,
iritabilite ya da letarjidir. Akciğer grafileri başlangıçta normal olabilirse de %50
oranında miliyer görünüm vardır (34, 41).
Tüberkülozun nadir yerleşim yerleri genital organlar, göz ve orta kulaktır (34).
2.7. TANI YÖNTEMLERİ
Çocukluk çağı tüberkülozunda hastalığın semptom ve bulguları daha az
spesifiktir (33, 43). Tüberküloz, çocuklarda genellikle az sayıda basil ile meydana gelir
(44, 45).
Çocukluk çağında tüberküloz tanısı; infeksiyöz erişkin vaka ile temas öyküsü,
klinik bulgu ve yakınmalar, radyolojik bulgular (özellikle akciğer grafisi) ve pozitif
23
TDT varlığına dayandırılmaktadır. Özellikle temas öyküsünün varlığı, çocuktaki
enfeksiyon veya hastalıkla güçlü bir şekilde koreledir (46).
2.7.1. Radyolojik inceleme:
Akciğer grafisi çocukluk çağı tüberkülozunun tanısında yardımcı olabilir (47).
Tüberkülozdan şüphelenilen çocuklara mutlaka ön-arka ve yan akciğer grafileri çekilip
primer odak veya lenfadenopati açısından değerlendirilmelidir (24). Çocuklarda primer
akciğer tüberkülozunda en sık radyolojik bulgusu, fokal parankimal odak ve/veya hiler
lenfadenopati (LAP)’dir (47, 48). En sık parankimal değişiklikler segmental havalanma
artışı, atelektazi, alveoler konsolidasyon, plevral efüzyon, ampiyem ve nadiren fokal
kitledir (37). Plevral efüzyon, primer pulmoner tüberkülozun tek radyolojik bulgusu
olabilir ve genellikle tek taraflıdır (24, 49). Miliyer tüberküloz, bilateral ince retiküler
gölgelerle (kar fırtınası görünümü) karakterizedir (34, 37). Toraks BT, endobronşiyal
tüberkülozun gösterilmesinde, LAP, erken kavitasyon ve akciğer tüberkülozunu takiben
meydana gelen bronşektazinin saptanmasında faydalıdır. Ayrıca, tüberküloz menenjit
veya tüberkülom gibi santral sinir sistemi hastalıklarında da yardımcı olabilir (37).
2.7.2. Bakteriyolojik inceleme
Erişkinlerde ve büyük çocuklarda akciğer tüberküloz tanısında, balgam
yaymasında ARB saptanması ve mikobakteriyel kültür ile kanıtlanması “altın standart”
olarak kabul edilmektedir (50). Ancak çocuklarda az sayıda basil ile meydana gelen
hastalığın doğası nedeniyle, bakteriyolojik tanı çok yardımcı bir metod değildir (37, 50).
Çocuklardan alınan balgam yayması örneklerinde, kültür pozitif olanların %60-70’inde
mikroskobik olarak, EZN boyama ile basil saptanabilir (37, 50). Yaymada basil
görülebilmesi için milimetrede 5000-10000 basil bulunması gerekmektedir. EZN
tekniğinde karbolfuksin ile boyanan basiller mavi zemin üzerinde kırmızı olarak
görülürler (51). Auramine ve rhodamine gibi yeni boyaların EZN’ye üstünlüğü vardır,
kolay, ucuz ve hızlı olarak bildirilmektedirler (37, 47, 50). Küçük çocuklarda, EZN
boyası yapılan balgam örneklerinde tüberkülozun kanıtlanması %20’nin altındadır,
erişkinde ise %75 olarak bildirilir (50).
Bakteriyolojik inceleme için balgam örneği toplanması çocuklarda sıklıkla
önemli bir problemdir, çünkü 10 yaşın altındaki çocuklar balgam çıkaramaz (37, 50).
Sensitivitesinin düşük olmasına rağmen açlık mide suyu (AMS), tüberküloz şüphesi
24
olan çocuklarda en iyi materyaldir (47, 50). Mide lavajı ile alınan örneklerde, vakaların
%30-50’sinde M. tuberculosis üretilebilir, infantlarda bu oran %70’e kadar çıkabilir (33,
47, 50). Akciğer dışı tüberkülozu olan çocukların diğer vücut sıvıları ve doku
örneklerinde, EZN boyama ile yapılan mikroskopik incelemede, hastalığın tabiatı
nedeniyle pozitiflik oranı daha da düşüktür (37). Beş yaşın altındaki küçük çocuklarda
veya yeterli balgam çıkaramayan çocuklarda, 8-10 saatlik açlıktan sonra, çocuk
hareketlenmeden ve gece boyunca yutulan akciğer sekresyonlarını mideden boşaltan
hareketler başlamadan önce sabah erken saatte üç gün üst üste AMS alınmakta, ancak
bu yöntem genellikle hastaneye yatışı gerektirmektedir (37, 50). Son zamanlarda,
%5’lik hipertonik tuzlu su nebulizasyonu, çocuklarda balgam indüksiyonu için
kullanılmaktadır (50). Materyal elde etmek için ayrıca bronkoalveoler lavaj (BAL),
indüklenmiş balgam, beyin-omurilik sıvısı, plevra ve asit sıvısı veya doku biopsisi
yapılabilir. Bronkoskopik değerlendirme akciğer tüberkülozu olan çocuklarda
tartışmalıdır, bu uygulama endobronşial tüberkülozun tanısında faydalıdır. AMS, BAL
ile karşılaştırıldığında, daha az invaziftir (50).
Mycobacterium tuberculosis’in bakteriyolojik olarak kültür ile gösterilmesi 3-8
haftalık bir süreyi kapsar ve bakteriyolojik kanıt %30-40’ı geçmez (50). Alınan
örneklerden yapılan yaymalardan, mutlaka ARB boyası ve mikobakterik kültürü
yapılmalıdır. Mikobakteri kültürü çocuklarda akciğer tüberkülozu şüphesi olduğunda
daha faydalı olmaktadır (37, 50). Besiyerleri olarak Löwenstein-Jensen, Petragnani,
Middilebrook ve BACTEC (12B ya da 13B şişeleri) kullanılmaktadır. LöwensteinJensen besiyerinde tüberküloz basilinin görünür koloniler yapması 6-8 hafta gibi uzun
bir süre aldığı için hızlı kültür yöntemleri üzerinde çalışılmaktadır (35, 52).
Radyometrik teknoloji kültürde mikobakterilerin erken üremesini sağlamak için
kullanılır. BACTEC sisteminde kültür sonuçları 10 gün içinde alınabilmektedir. 14C
işaretli palmitik asit içeren ortamda mikobakteriler, palmitik asidi metabolize edip
14CO2 oluştururlar ve bu da şişenin üstünde birikir. Buradaki radyoaktivitenin
ölçümüyle tanı konur. Bu yöntemle ortalama 2 haftada üreme görülebilmektedir.
Üreyen mikobakterilerin tiplendirilmesinin yapılması ve antibakteriyel duyarlılık
testlerinin yapılması mümkündür (35, 53, 52).
Floresan
yöntem;
mikobakterilerin
floresan
bir
madde
içeren
tüpte
(Mycobacteria growth indicator tube-MGIT) kültür yapılarak üretilmesine dayanır.
25
Ortalama 10 günde sonuç alınabilmektedir (46, 52). Diğer bir hızlı kültür yöntemi
mikobakteriyofajların kullanımıdır. Lusiferaz (ateşböceklerinin ışık üretmesini sağlayan
gen) enzim geni taşıyan mikobakteriyofajlarla enfekte mikobakteriler ortama lusiferin
eklenince görülür hale gelmektedirler (35, 46, 52, 54).
2.7.3. PCR (Polimeraz Zincir Reaksiyonu)
Polimeraz zincir reaksiyonu; örneklerden mikobakteriyi direkt olarak belirleyen
bir DNA amplifikasyon testidir (53, 55). Bu teknikte pozitif sonuç için örnek en az 10
mikobakteriyi içermelidir. İstenilen DNA parçaları çoğaltıldıktan sonra DNA
elektroforezi ile gösterilir. Çocuklarda PCR testinin kullanımı kısıtlıdır. M. tuberculosis
genomunun değişik bölgelerini içeren değişik kitler kullanılmasına rağmen sensitivitesi
%25-83, spesifitesi %80-100 arasında değişmektedir Pozitif PCR tek başına tüberküloz
tanısı koyduramadığı gibi negatif PCR tüberküloz tanısını ekarte ettirmemektedir (24,
27, 56). Referans laboratuarlar arasında testin verimliliği değişkenlik gösterir.
Çocuklarda PCR’nin kullanımı sınırlıdır. Pahalı olmasının yanısıra laboratuvarlarda
kontaminasyon ile yanlış pozitif sonuçlar da verebilmektedir. Klinik veya
epidemiyolojik olarak kolay tanı konamayan belirgin akciğer hastalığı olan çocuklarda,
immun yetmezlikli hastalarda ve ekstrapulmoner tüberkülozda faydalı olabileceği
düşünülmektedir (24, 35).
2.7.4. DNA’nın parmak izi (DNA fingerprinting)
Bu amaçla RFLP (Restricted Fragment-Length Polymorphism) yöntemi
kullanılır. Özgül enzimlerle DNA belli bölgelerden kesilerek mikobakteri DNA’sı
saptanması
ve
tiplendirilmesi
mümkün
olmaktadır.
Özellikle
epidemiyolojik
çalışmalarda kullanılan bu yöntemle aynı mikobakteri DNA yapısı gösteren kişilerin,
birbirlerinden ya da aynı kaynaktan infekte oldukları düşünlebilir (35, 46, 52).
2.7.5. Serolojik testler
Yüzlerce yayınlanmış çalışma olmasına rağmen, serolojik testlerin çocuklarda
tüberkülozun rutin tanısında yeri yoktur. Değişik mikobakteriyel antijenleri kullanıldığı
çalışmalar tartışmalı sonuçlara neden olmuştur. Çocuklarda yapılan çalışmalarda testin
duyarlılığı ve spesifikliği ile ilgili çok farklı sonuçlar alınmıştır. Bu nedenle tanı için
henüz bir standardizasyon ve geçerliliğe sahip olmadıkları düşünülmektedir (24, 52,
57).
26
2.7.6. Enzim saptanmasına yönelik testler
Adenozin deaminaz (ADA), pürin katabolizmasında görev alan bir enzimdir.
ADA ile T lenfositlerin olgunlaşması, çoğalması ve farklılaşması arasında köklü bir
ilişki vardır (52, 58). Özellikle bu durum, T lenfositlerin çoğalmasıyla meydana gelen
hücresel immün cevabın uyarılmasında, makrofaj aktivitesinin, ADA aktivitesinin
artmasıyla gösterilmiştir. Buna zıt olarak sayısal ve fonksiyonel T lenfosit defektlerine
bağlı immün sistem bozukluklarında ADA aktivitesinin de beraber azaldığı
görülmüştür. Bu nedenle ADA hücresel immünitenin bir göstergesi olarak
görülmektedir.
Tüberkülozlu
hastalarda
T
lenfosit
aktivitesinin
yükseldiği
kanıtlanmıştır. Artmış serum ADA aktivitesi hücresel immünitenin uyarıldığı, tifo,
enfeksiyöz mononükleoz, sarkoidoz, karaciğer hastalıkları, akut lösemi, bruselloz,
riketsiya, akut pnömoni, romatoid artrit ve maligniteler gibi bir çok hastalıkta
gösterilmiş ancak spesifik bulunmamıştır. Çalışmalarda, tüberkülozlu hastaların plevral
sıvılarında, beyin omurilik sıvısında, plazmasında ve serumunda ADA aktivitesinin
arttığı gösterilmiştir (58). Ancak çocuklardaki tanısal değeri açısından çalışmalar
yetersizdir.
2.7.7. Tüberkülin Deri Testi
Tüberkülin deri testi günümüzde çocukluk çağı tüberküloz tanısında en çok
kullanılan yöntemdir. Kişinin tüberküloz basili ile enfekte olduğunu gösteren en önemli
tanı metotlarından biridir (41). TDT mikroorganizmanın bazı antijenik bileşenlerine
karşı oluşan gecikmiş tipte aşırı duyarlılık reaksiyonunu belirler (59). TDT, tüberküloz
infeksiyonunu gösteren tek test olmakla birlikte tüberküloz hastalığı hakkında bilgi
vermez. Tüberküloz hastalığına ait klinik ve radyolojik bulgular varsa TDT ancak
hastalığa yaklaşım konusunda bilgi verebilir (60). TDT tüberküloz infeksiyonunu
gösteren deri testlerinin genel ismidir. Bu testler basilin belirli antijenik bileşenlerinin,
tüberküloz basili ile infekte olan kişilerde geç tip bir aşırı duyarlılık yapması temeline
dayanır. TDT için en sık kullanılan antijen PPD (saflaştırılmış protein türevi= Purified
Protein Derivative)’dir. Bu nedenle TDT için "PPD testi" teriminin kullanılması
yanlıştır. PPD solüsyonu, tüberküloz basili kültüründen protein presipitatlarının
filtrasyonuyla elde edilir. Elde edilen protein presipitatlarına "tüberkülinler" denir.
İçeriğinin çoğu 10.000 Da molekül ağırlığındaki proteinlerdir. Ayrıca bazı polisakkarit
ve lipidlerde solüsyonda bulunur (60).
27
İki tip tüberkülin vardır. Bunlardan biri old tüberkülin (OT), diğeri PPD’dir.
Günümüzde yaygın olarak kullanılan tüberkülin PPD’dir. Tüberkülinlerin gücü
internasyonel tüberkülin ünitesi (TÜ) olarak ifade edilir. 1 TÜ 0.001mg OT veya
0.00002 mg PPD-S’e eşdeğerdir (41). DSÖ tarafından internasyonel standart tüberkülin
olarak kabul edilen pürifiye protein türevi, PPD-S’dir (41). Üretilen diğer PPD'lerin
PPD-S'ye eşit güçte oldukları biyolojik olarak gösterilmelidir. Ticari PPD
solüsyonlarındaki standart test dozu, PPD-S’deki 5 TÜ'ye eşdeğer doz olarak tanımlanır
(60). Ticari preparatlara Tween 80 eklenerek cam ve plastiğe yapışması azaltılmıştır. Bu
nedenle solüsyon kaptan kapa aktarılmamalı, enjektöre çekildikten sonra en kısa sürede
kullanılmalıdır. Solüsyon ışık ve ısıya dayanıksızdır. Karanlıkta bulundurulmalıdır.
Buzdolabında +2 ila +8 ºC’de saklanmalıdır. Donmamasına özen gösterilmelidir.
Açıldıktan 30 gün sonra etkinliği kaybolduğu için kullanılmamalıdır (60).
Tüberkülin deri testinin uygulanmasında kullanılan standart test metodu
Mantoux yöntemidir. Mantoux deri testi intradermal olarak 0.1ml PPD (5 TÜ) ön kolun
iç yüzeyine uygulanması ile yapılır. Enjeksiyon tek kullanımlık tüberkülin enjektörü ile
yapılmalıdır ve iğnenin açıklığı üste bakacak şekilde deri içine girilmelidir. Uygulama
sonrasında deride yuvarlak, keskin sınırlı, soluk 6-10 mm çapında mercimek
büyüklüğünde kabarıklık oluşmalıdır. Bu, testin doğru yapıldığını gösterir. Eğer test
doğru olarak uygulanmamış ise ilk yerden birkaç cm uzağa tekrar uygulanmalıdır. Test
yapıldıktan sonra geç tip bir hücresel yanıtın tetiği çekilmiş olur. Kişi tüberküloz
basiliyle daha önce karşılaştıysa bellek T hücreleri oluşmuştur. PPD solüsyonunun
injekte edilmesiyle bellek hücreleri ortama gelir. Ortama lenfokinler salgılanmaya
başlar. Bu lenfokinler o bölgede vazodilatasyona, ödeme, fibrin birikimine ve diğer
inflamatuar hücrelerin toplanmasına yolaçar, bu reaksiyonlar deride kendini endürasyon
olarak gösterir. Reaksiyon ortalama 5-6 saatte başlar ve 48-72 saatte maksimuma ulaşır
(60). Deri testi eğitimli sağlık çalışanları tarafından 48-72 saat sonrasında
değerlendirilmelidir. Eğer 48-72 saat içinde deri testi değerlendirilemezse, pozitif
reaksiyonlar 1 hafta içerisinde değerlendirilebilir, negatif sonuçlar için tekrar test
yapılması gerekir. Enjeksiyon yerinde oluşan endürasyon tüberküline karşı oluşan
reaksiyondur. Endürasyonun çapı kolun uzun aksına dik olarak ölçülmelidir. Eritem
ölçülmemelidir. Tüm reaksiyonlar milimetre olarak kaydedilmelidir, hatta negatif
reaksiyonlar bile 0 milimetre olarak kaydedilmelidir. Ölçüm “ball-point pen” (tükenmez
kalem) metodu ile yapılırsa ölçümü yapanlar arasındaki farklar en aza indirilmiş olur
28
(59). Kalem deriye 45 derece açıyla test yapılan bölgeye doğru ilerletilir. Endürasyon
sınırına gelindiğinde kalem ucu deriye takılır. Bu nokta endürasyon sınırı olarak kabul
edilir. Şeffaf bir cetvelle kalemin takıldığı noktalar arasındaki mesafe ölçülerek TDT
sonucu milimetre cinsinden rapor edilir (60). Test yerinde vezikül, bül ve benzeri
reaksiyonlar görülebilir. Bunlar klinik olarak önemli değildir. Ağızdan ağrı kesici
alınabilir. Birkaç hafta içinde kendiliğinden geçer (61).
Çoklu delme metodu (multiple puncture test), kolay ve hızlı uygulanabilir bir
yöntem olduğu için bazı ülkelerde tarama testi olarak uygulanmaktadır. Ancak deriye
verilen tüberkülin miktarı standardize edilememekte ve değişken sonuçlara yol
açabilmektedir. Yalancı pozitiflik sık olduğu için bütün pozitif testlerin Mantoux
reaksiyonu ile kontrol edilmesi gerekmektedir (41, 62, 63). TDT’nin yorumlanması
ülkelere göre farklılık göstermektedir. T.C Sağlık Bakanlığı VSDB’nin TDT
yorumlaması Tablo 2’de, ABD’nin TDT yorumlaması Tablo 3’te sunulmuştur.
Tablo 2: T.C Sağlık Bakanlığı VSDB'nin TDT'yi yorumlaması (13)
A. BCG skarı olmayan bireyler:
0-5 mm ise: Negatif olarak kabul edilir.
6-9 mm ise: Şüpheli kabul edilir, 1 hafta sonra test tekrarlanır, yine 6-9 mm bulunursa
negatif kabul edilir; 10 mm ve üzeri pozitif kabul edilir.
10 mm ve üzeri: Pozitif kabul edilir.
B. BCG skarı bulunan bireyler:
0-5 mm: Negatif kabul edilir.
6-14 mm: BCG’ye bağlı kabul edilir.
15 mm ve üzeri: Pozitif kabul edilir, enfeksiyon olarak değerlendirilir.
Bağışıklığı baskılanmış kişilerde 5 mm ve üzeri pozitif kabul edilir.
29
Tablo 3: TDT’nin ABD’de yorumlanması (64)
A. Tüberkülin reaksiyonu 5 mm ve üzerinde ise aşağıdaki grupta pozitif olarak
kabul edilir
- HIV-pozitif bireyler
- Tüberkülozlu olgu ile yakın dönemde temaslı birey
- Eski TB olgusunda akciğer grafisinde fibrotik değişikliklikler olması
- Organ nakli olan veya bağışıklığı baskılanmış olan hastalar
- 15 mg/kg/gün dozunda >1 ay süredir steroid ile tedavi alanlar
B. Tüberkülin reaksiyonu 10 mm ve üzerinde ise aşağıdaki grupta pozitif olarak
kabul edilir.
- Yüksek hastalık insidensi olan ülkeden son 5 yıl içinde göç edenler
- Enjeksiyon ilaç bağımlıları
- Yüksek riskli ortamda çalışanlar veya bulunanlar: mahkumlar, bakım evinde ve uzun
süreli bakım ünitelerinde bulunanlar, hastane
ve diğer sağlık ünitelerinde çalışanlanlar, AİDS hastalarına bakım sağlayan ünitelerde
bulunanlar, evsizler yurdunda bulunanlar
- Mikobakteri laboratuvarı çalışanları
- Yüksek riskli hastalıkları olan bireyler
- 4 yaş altındaki çocuklar, yüksek riskli erişkinler ile teması olan çocuklar ve
adölesanlar
C. Bilenen risk faktörü olmayan bireyde 15 mm ve üzeri tüberkülin yanıtı pozitif
olarak kabul edilir
30
TDT doğru uygulansa ve doğru yorumlansa da tüberküloz hastalığının tanısında
yanlış negatif ya da pozitif sonuç verebilmektedir.
Tüberkülin deri testinin yalancı pozitif olduğu durumlar:
Yalancı
pozitifliğe
neden
olan
en
önemli
faktörler
tüberküloz
dışı
mikobakterilerle infeksiyon ve BCG aşılamasıdır. Ülkemizde bu faktörlerden BCG
aşılamasının daha fazla etkili olduğu düşünülmektedir (60). Çünkü NTM sıklığı
konusunda yeterli veri yoktur. Aşıya bağlı tüberkülin yanıtı zamanla azalma gösterir ve
10 yıldan daha uzun sürmesi beklenmez. BCG ile aşılanmamış çocuklarda TDT
yanıtları 3 mm ile 19 mm arasında değişkenlik gösterebilmektedir. Aşı sonrasında
oluşan TDT reaksiyonu aşının koruyuculuğunu göstermez ve BCG aşısından sonra
geçen süreye bağlı olarak tüberkülin yanıtıda azalma görülebilir (59). TDT, M.
Tuberculosis ile karşılaşmamış kişiyi duyarlılaştırmaz, ancak azalmış veya yerleşmiş
aşırı duyarlılığı uyarır veya arttırır. Bu etki enjeksiyon sonrası günler içinde gelişir, 1 yıl
kadar sürebilir. Yaş ilerledikçe artar (Booster fenomeni). Bu durumda 1 hafta-1 yıl
içinde test tekrarlanacak olursa, daha yüksek bir tüberkülin cevabı elde edilebilir (46).
Enfeksiyon riski yüksek gruplarda tüberkülin testi tarama amaçlı kullanılıyorsa iki
aşamalı test yapılmalıdır. İlk TDT negatifse; 1-3 hafta sonra ikinci test yapılır. Eğer
ikinci test pozitifse olasılıkla “booster” yanıtıdır. Bu test sonucuna göre bireyin daha
önceden infekte olduğu kabul edilmeli ve ona göre değerlendirilmelidir. Eğer test yine
negatifse; izleyen tüberkülin testlerinden birine alınacak pozitif yanıt yeni bir
enfeksiyonu gösterebilir (59, 62).
Tüberkülin deri testinin yalancı negatif olduğu durumlar:
Tüberkülin deri testinde negatif sonuç alınması hastalığı dışlamaz (24). Test
yapıldığında üst solunum yolu enfeksiyonu olup test sonucu negatif olan çocuklara 2-3
hafta sonra test tekrar yapılmalıdır. Canlı virus aşıları yapıldıktan sonra 3-4 hafta
boyunca TDT yapılmamalıdır (64). TDT’nin negatif olduğu durumlar Tablo 4’te
sunulmuştur.
31
Tablo 4: TDT’nin negatif olduğu durumlar (13)
Test edilen kişiye bağlı faktörler
• Anerjizan hastalık (kızamık, kabakulak, su çiceği, HIV, tifo, tifüs,brusella,
boğmaca, yaygın tüberküloz, tüberküloz plörezi)
• Canlı virüs aşıları (Kızamık, kabakulak, polio, su çiçeği)
• Metabolik bozukluklar ( Kronik böbrek yetmezliği)
• Protein eksikliği ( afibrinojenemi, ciddi protein eksikliği)
• Lenfoid organ hastalıkları ( Hodgkin hastalığı, lenfoma, lösemi,sarkoidoz)
• İlaçlar (Kemoterapi ilaçları, kortikosteroid)
• Yaş (Yenidoğan, yaşlı hastalar)
• Stress ( cerrahi, yanıklar, mental hastalık, graft versus host reaksiyonları)
Kullanılan tüberküline ait faktörler
• Uygunsuz depolama ( ısı ve ışığa maruziyet)
• Uygunsuz sulandırmalar
• Kimyasal denatürasyon
• Kontaminasyon
• Yapışma (Tween 80 le engellenmektedir)
Uygulama yöntemine ilişkin faktörler
• Çok az antijen enjekte etmek
• Cilt altına enjeksiyon
• Enjektörde solüsyonun beklemesi
• Diğer cilt testlerine çok yakın enjeksiyon
Okuma ve kayıt ile ilgili faktörler
• Deneyimsiz okuyucu
• Bilinçli ya da bilinçsiz hatalar
2.8. İMMUNOLOJİK TEMELE DAYALI YENİ TANI TESTLERİ
Son yıllarda M. bovis, BCG suşları ve birçok NTM’de bulunmayan, sadece M.
tuberculosis genomunda yer alan RD1 gen segmentinin saptanması ve bu gen segmenti
ürünlerine özgün immün yanıtların ölçülebiliyor olması, tüberküloz infeksiyonunun
saptanmasında yeni bir testin geliştirilebileceği fikrini doğurmuştur (9). İlk olarak, in
vitro T-hücrelerine dayalı yeni bir ölçüm olarak ortaya çıkan IFN-γ araştırmasına dayalı
testler, tüberküloz antijenleri ile duyarlı hale getirilmiş kişilerin T-hücrelerinin,
mikobakteriyel antijenlerle karşılaştıklarında IFN-γ üretmesi ilkesine dayanmaktadır (3,
6, 7). Bu nedenle, yüksek IFN-γ üretim düzeyi tüberküloz infeksiyonu için bir gösterge
32
olarak kabul edilir. Başlangıçta yapılan testlerde uyarı antijeni olarak PPD kullanılırken,
daha yeni testlerde M. tuberculosis’e özgül antijenler olan ESAT-6, CFP-10 ve antijen
7.7 (RV2645)’yi kullanmaktadır (3, 9). M. tuberculosis genomunun RD1 bölgesinde
lokalize genler tarafından kodlanan bu proteinler, anlamlı olarak PPD’ye kıyasla M.
tuberculosis’e daha özgüldür. Çünkü bu antijenler BCG alt zinciriyle veya M. kansasii,
M. marinum, M. szulgai ve M. flavescens hariç diğer NTM türleri ile
paylaşılmamaktadır (3, 8, 65).
Son 10 yılda yapılan çalışmalarla IFN-γ araştırmasına dayanan 4 tane test
geliştirilmiştir (9)
1. Quantiferon-TB test (Cellestis Limited,Carnegie, Victoria, Australia),
2. T SPOT-TB test (Oxford Immunotec, Oxford,UK),
3. Quantiferon-TB Gold (Cellestis Limited,Carnegie, Victoria, Australia)
4. Quantiferon-TB Gold (In-Tube metod).
İlk nesil Quantiferon-TB testi, M. tuberculosis’e karşı duyarlaşmış lenfositlerden
salgılanan IFN-γ’nın belirlenmesi ilkesine dayanmaktadır. Hastadan alınan tam kan
örneği PPD ve kontrol antijenler ile 24-48 saat inkübe edilir. Eğer kişi daha önce testte
kullanılan
antijenler
ile
karşılaşmışsa
mononükleer
hücreler
IFN-γ
salgılar.
Süpernatantta daha sonra ELISA (Enzyme-Linked Immunosorbent Assay) yöntemiyle
IFN-γ varlığı ve miktarı belirlenir. İnterferona dayalı testler içinde FDA (Amerikan gıda
ilaç dairesi) onayını ilk alan testtir (65, 66). CDC (Centers for Disease Control and
Prevention; A.B.D. hastalık kontrol merkezi) tarafından yapılan çok merkezli çalışmada
quantiferon ile TDT arasında orta derecede uyum saptanmıştır. Bu testlerin
kullanılmasında bazı kısıtlamalar söz konusudur. Daha önceden BCG aşısı yapılmış
olması, tüberküloz dışı mikobakteriler ile karşılaşılması ve önceden TDT pozitif olması
testin yalancı pozitifliğine neden olur (65).
ESAT-6 ve CFP-10 özgül antijenlerini kullanarak, IFN-γ üreten T-hücrelerinin
sayısını saptayan T SPOT-TB testte ise periferik kan mononükleer hücreleri kullanılır
(67). T SPOT-TB testi, ELISPOT testinin ticari adıdır. Testin uygulanacağı hastadan 510 cc arasında periferik venöz kan ya heparinli enjektöre ya da test ile birlikte sağlanan
tüplere alınmalıdır. Alınan kan örneğinden daha sonra fikol-santrifüj yöntemi ile
periferik mononükleer hücreleri ayrıştırılır. Daha sonra bu hücreler tabanı anti-IFN-γ
33
ile kaplı olan her bir T SPOT-TB plak çukurcuğuna eklenir. T SPOT-TB plaklarında ilk
çukurcuk negatif kontrol, ikinci çukurcuk pozitif kontrol, üçüncü çukurcuk Panel A
(ESAT- 6 antijeni) ve dördüncü çukurcuk ise Panel B (CFP-10 antijeni) içindir. Negatif
kontrol çukurcuğuna sadece hücre konulur ve üzerine herhangi bir antijen eklenmez,
pozitif kontrol çukurcuğuna ise hücre konulur ve hücreler daha sonra genel bir T-hücre
uyarıcısı olan fitohemaglutinin ile uyarılır, diğer iki antijen çukurcuklarına Panel A ve
Panel B olarak çalışma kiti içinden çıkan antijen solüsyonları eklenir. Daha sonra TSPOT.TB plağı 37°C in %5 CO2 içeren ortamda (karbondioksit etüvünde) bir gece
süreyle (16-18 saat) inkübe edilir. Daha sonra çukurcukların zemininde oluşan spot
(noktalar) gözle veya ELISPOT optik okuyucu ile sayılır. Testin geçerli sayılabilmesi
için pozitif kontrol çukurcuğunda en az 20 noktanın olması ve negatif kontrol
çukurcuğundaki nokta sayısının 10’dan az olması gerekmektedir. Eğer negatif kontrol
çukurcuğunda 10’dan fazla noktacık mevcut ise bu ya sponton interferon salınımını ya
da ikincil bakteriyel kontaminasyonu göstermektedir. Teknik olarak yanlışlıkla negatif
kontrol çukurcuğuna antijen veya fitohemaglutinin eklenmeside benzer durum ile
sonuçlanabilir. Pozitif kontrol çukurcuğunda 20’den fazla noktanın olması yeterli T
hücre yanıtının olduğunu gösterir. Her ne kadar testin kullanım kılavuzunda 20’den az
noktanın pozitif kontrol çukurcuğunda olması geçersiz test olarak tanımlansa da eğer
antijen ile uyarılan Panel A veya Panel B çukurcuklarında yeterli sayıda spot oluşumu
var ise test geçerli olarak kabul edilebilir. Eğer çalışılmış olan test geçerli kriterleri
sağlıyor ise testin pozitif veya negatif olarak yorumlanması şu şekilde olmaktadır. 1)
negatif kontrol çukurcuğundaki spot sayısı 0-5 arasında ise herhangi bir antijen
çukurcuğundaki spot sayısından negatif kontrol çukurcuğundaki spot sayısından 6 veya
daha fazla ise test pozitif olarak kabul edilir. Eğer negatif kontrol çukurcuğundaki spot
sayısı 6 ve daha fazla ise, herhangi bir antijen çukurcuğundaki spot sayısı negatif
kontrol çukurcuğundaki spot sayısının iki katı olması halinde test pozitif olarak kabul
edilir (65). Bu test Avrupa’da kullanılmak üzere onay almıştır ve FDA onayı
beklemektedir.
QFT-G testinde antijen olarak PPD yerine ESAT-6 ve CFP-10 antijenini
kullanmaktadır. Bu testte tüberküloza özgü antijenlere karşı oluşan IFN-γ yanıtının in
vitro belirlenmesi esastır. İki basamaklı bir testtir. İlk olarak alikotlanmış heparinize tam
kan ESAT-6, CFP-10, mitojen veya negatif kontrol antijenler ile inkübe edilir. 16-24
saat inkübasyon döneminden sonra serum ayrıştırılır ve süpernatantta ELISA yöntemi
34
ile IFN-γ düzeyi belirlenir. Test sonuçları internasyonel ünite olarak verilir. Mitojen ile
uyarılan plazma örneği test edilen her bireyde pozitif kontrol olarak alınır (65). Bu
testin kendi içinde kısıtlamaları mevcutur. Öncelikle bireylerden kan alınması ve bu
kanın uygun laboratuar ortamında deneyimli kişilerce çalışılması gerekmektedir. Kan
alındıktan 12 saat içinde antijenlerle uyarılarak inkübe edilmelidir. 16-24 saatlik
inkübasyondan sonra ayrılan plazma uygun şartlarda daha sonra çalışılmak üzere
dondurularak saklanabilir. QFT-G testi TDT’nin kullanıldığı her klinik durumda
kullanılabilir. Temaslı taraması, sağlık çalışanlarında tüberküloz infeksiyonu açısından
taranması ve seri olarak tüberküloz infeksiyonun araştırılmasında TDT yerine
kullanılabilir (65). FDA bu testin tüberküloz hastalığı veya latent tüberküloz
infeksiyonu düşünülen durumlarda invitro tanısal test olarak kullanılmasına onay
vermiştir (68).
IFN-γ araştırmasına dayanan testlerin TDT’ye kıyasla pek çok avantajı vardır (3,
9, 69) (Tablo 5).
35
Tablo 5: TDT ve IFN-γ araştırmasına dayanan testlerin performans ve işlevsel özellikleri
(69).
Performans ve işlevsel özellikler
TDT
IFN-γ araştırmasına
dayalı testler
Duyarlılık
%75-90
%80-95
Özgüllük
%70-95
%95-100
BCG ile çapraz reaksiyon
var
daha az
NTM’ler ile çapraz reaksiyon
var
daha az
orta-güçlü
Yetersiz veri
Tüberküloz ile temas ilişkisi
var
var
Güvenilirlik
var
kanıt yok
Booster etkisi
var
yok
nadir
nadir
iki
bir
düşük
yüksek
Laboratuvar alt yapısı
gerekmez
gerekli
Testin sonuçlanma hızı
2-3 gün
1-2 gün
var
var
Test pozitifliği ile izlem sürecinde
aktif Tüberküloz gelişim riski ilişkisi
Yan etki
Hasta viziti
Maliyet
Personel ihtiyacı
RD1-temelli IFN-γ araştırmasına dayalı testlerin, PPD temelli testlere oranla
daha özgül oldukları düşünülmektedir (4, 9). Başlangıçta bu konuda yapılan
araştırmalar büyük ölçüde latent tüberkülozun tanısına odaklandıysa da günümüzde bu
testlerin birçok uygulama alanı vardır. Bunlar (9, 69);
1. Aktif tüberkülozun tanısı,
2. Aktif tüberkülozu öngörebilmesi,
36
3. Mycobacterum tuberculosis infeksiyonu ile önceden yapılmış BCG aşısı
arasındaki ayrımın yapılması,
4. Latent tüberküloz infeksiyonu olanlarda aktivasyonun öngörülebilmesi,
5. Tedaviye yanıtın izlenmesi.
Antijen karışımları kullanan IFN-γ araştırmasına dayalı testler, özgüllük ve
duyarlılık açısından en iyi bileşenler gibi görünmektedir. Bu durum klinik olarak,
tüberküloz infeksiyonu için duyarlı olan bu yeni testlerin, özellikle yanlış negatif TDT
sonuçlarına eğilimli gruplara (bağışıklığı baskılanmış,malnütrisyonlu hastalar) ve bir
kez infekte olup da aktif tüberküloz gelişme riski olan kişilere tanı koymaya yardımcı
olacağı anlamına gelir (9).
2.9. TÜBERKÜLOZ HASTALIĞININ TEDAVİSİ
Çocukluk çağı tüberkülozunda tedavi yaklaşımını belirlerken, çocukluk çağı
tüberkülozunun
erişkin
çağı
tüberkülozundan
bazı
farklılıklarını
gözönünde
bulundurmak gerekir. Çocukluk çağında hastanın yaşı ne kadar küçükse, hastalığın hem
akciğer içinde hem de tüm vücutta yaygınlaşma olasılığı o kadar yüksektir. Bu nedenle
tedaviye mümkün olan en kısa sürede başlamak gereklidir (70).
Çocukluk çağı tüberkülozunda basil sayısı azdır. Bu nedenle M. tuberculosis’in
kültürde üretilme şansı düşüktür. Çocuğun infekte olduğu erişkin hastanın eğer
biliniyorsa kültür ve ilaç direnci sonuçları çocuğun tedavisinin planlanmasında da
faydalıdır (70). Çocukluk çağı tüberkülozunda basil sayısının az olması nedeni ile
sekonder direnç geliştirme riski düşüktür ve erişkinlere göre daha az sayıda ilaç
tedavide yeterlidir. Çocuklar tüberküloz ilaçlarını erişkinlere göre çok daha iyi tolere
ederler. İlaç yan etkileri çok daha az görülür. Antitüberküloz ilaçların farmakokinetik
etkileri çocuklarda farklıdır. Akciğer dışı tüberküloz hastalığının çocuklarda daha sık
görülmesi nedeniyle seçilen ilaçlar farklı sıvı ve dokulara penetre olabilmelidir (70, 71).
Tüberküloz tedavisinde kullanılan ilaçlar temel olarak basili öldürür veya basilin
üremesini durdurur (Tablo 6-7).
İzoniazid, rifampisin, streptomisin ve pirazinamid bakterisidal etki gösterir iken
düşük dozda etambutol, etionamid ve para-amino salisilik asit bakteriostatik etkilidirler
(63, 71). İlaçlar primer enfeksiyonun ilerlemesini ve komplikasyon gelişimini önlerler.
Mevcut kazeöz/granülomatoz lezyonun hemen kaybolmasını sağlayamazlar. İzoniazid,
37
rifampisin, streptomisin, direnç gelişimini önleyici etki gösterir. İlaçların dokulardaki
etkileri de farklılık gösterir. Makrofaj içindeki basillere izoniazid, rifampisin,
pirazinamid kapalı kazeöz odaklara izoniazid, rifampisin ve kaviter lezyonlara
izoniazid, rifampisin, streptomisin etkilidir (71).
Çocuklarda akciğer tüberkülozunun tedavisi en az iki bakterisidal ilaçla
yapılmalıdır (70). Çocukluk çağı tüberküloz tedavisinde ilk 2 ay izoniazid, rifampisin ve
pirazinamid, takiben 4 ay izoniazid ve rifampisin tedavisi yeterli olmaktadır (24, 63, 64,
70, 72). İlk iki aydan sonraki tedavide ikili ilaç intermittant olarak (haftada 2 veya 3
kez) uygulanabilir. İntermittant tedavi uygulamalarının direkt gözlem altında yapılması
önerilir (70). Alternatif tedavi rejimi ise izoniazid ve rifampisinin 9 ay süre ile
kullanımıdır. Sekonder direnç gelişme sıklığı ve relaps oranın yüksek olması gibi
nedenlerden tercih edilmemektedir (73). Miliyer ve tüberküloz menenjitte 4’lü ilaç
tedavisi 9-12 ay süre ile önerilir. İzoniazid, rifampisin, pirazinamid, etambutol veya
streptomisin tedavinin ilk 2 ayında uygulanır. Geri kalan süre izoniazid ve rifampisin ile
tamamlanır (41, 70, 73).
Tablo 6:Tedavide kullanılan ilaçlar (24)
İlaç
Günlük doz
Haftada 2-3
kez
Verilen doz
İzoniazid
10-15mg/kg
max:300mg
20-30mg/kg
Max:900mg
Rifampisin
10-20mg/kg
max:600mg
10-20mg/kg
max:600mg
Pirazinamid
20-40mg/kg
max:2gr
40-50mg/kg
max:2gr
Etambutol
15-25mg/kg
max:2.5gr
30-50mg/kg
max:2.5gr
Streptomisin
20-40mg/kg
Max:1gr
20-40mg/kg
max:1gr
Yan etki
Transaminaz artışı
Hepatit
Periferal nörit
Sekresyonları turucuya boyar
GİS yan etkileri
Hepatit
Trombositopeni
İnfluenza benzeri hastalık
Hiperürisemi
Eklem bulguları
Deri döküntüsü
GİS yan etkileri
Görme bulanıklığı
Santral skotom
Retrobulbar nörit
Renk körlüğü
İşitme ve denge bozukluğu
Nefrotoksisite
Deri döküntüsü
38
Tablo 7:Dirençli tüberküloz tedavisinde kullanılan ilaçlar (24)
İlaç
Günlük doz
Maksimum doz
Kapreomisin
15-30mg/kg(IM)
1 gr
Siprofloksasin
Sikloserin
Etionamid
Kanamisin
20-30mg/kg
(2 dozda)
15-20mg/kg
(2 dozda)
15-20mg/kg
(2 dozda)
15-30mg/kg(IM)
Yan etki
Ototoksisite
Nefrotoksisite
GİS yan etkileri
1.5gr
Başağrısı
Fotosensitivite
1 gr
Psikoz
Döküntü
GİS yan etkileri
1 gr
Hepatotoksisite
Hipersensitivite
1 gr
Ototoksisite
Nefrotoksisite
GiS yan etkileri
Paraaminosalisilikasit
200-300mg/kg
10 gr
Hepatotoksisite
Hipersensitivite
Kortikosteroidler çocukluk çağında tüberküloz menenjitte antiinflamatuar etkisi
nedeni ile, hipoksi ile giden miliyer tüberkülozda alveol-kapiller geçişi artırmak için,
peribronşial ve endobronşial tüberkülozda bronş basısını azaltmak için, tamponantlı
akut perikardial effüzyonda ve plevral efüzyonla birlikte mediastende şiftte ve akut
solunum sıkıntısının olduğu durumlarda antitüberküloz tedavi yanında kullanılabilirler.
Kortikosteroidler genellikle 1-2 mg/kg/gün, prednizolona eşdeğer dozda başlanır; 4-6
hafta içinde doz azaltılarak kesilir (24, 41, 70).
Tüberküloz tedavisinin çocuklarda da direkt gözlem altında uygulanması ideal
tedavi yaklaşımıdır ve tedavi başarısını artırır. Tedavinin başarısı öncelikle klinik
bulgularda izlenir. Çocuğun ateşi düşer, iştahı artar, kilo artışı izlenir. Daha sonra
akciğer semptomlarında azalma izlenir. Radyolojik düzelme uzun sürer. Bazen lenf bezi
büyüklükleri kalıcı olabilir. Başlangıçtaki balgam veya AMS örneklerinde basil
39
gösterilen çocuklarda 2 aylık başlangıç döneminden sonra mikrobiyolojik tetkikler
tekrarlanır (70).
Çocuklarda tüberküloz ilaçlarının yan etkileri çok daha nadir görülür.
Karaciğere en çok toksik etki yapan ilaçlar izoniazid, pirazinamid ve rifampisindir.
Toksisite semptomları, bulantı, kusma, karın ağrısı, sarılık olabilir. Transaminazlarda
tedavi sırasında hafif artış normalde de görülebilir; normalin üst sınırının üç katından
fazla ya da başlangıç değerinin beş katından fazla artış varsa ya da bilirubin yüksekliği
varsa hepatotoksisite lehine değerlendirilmelidir. İlaçların tamamı hemen kesilir. İlaca
bağlı hepatotoksisitede karaciğer fonksiyonları düzeldikten sonra aynı ilaçlara aynı
dozlarla tekrar başlanır. İkinci kez ilaca bağlı hepatotoksisite görülen hastalar uzman bir
merkeze refere edilmelidir (13). Etambutolün optik nörit yapıcı etkisi nedeni ile göz
muayenesinin sağlıklı yapılamayacağı 8 yaşından küçük çocuklarda kullanılması
önerilmemekle beraber 15-20 mg/kg dozlarda güvenli olduğu bildirilmiştir. Kullanım
sırasında göz muayenesi önerilir. Streptomisin ve diğer aminoglikozidleri kullanan
çocuklarda tedavi başlangıcında ve kontrollerde böbrek fonksiyon testleri ve işitme
muayeneleri yapılmalıdır. Karaciğer, böbrek hastalığı olan veya başka nedenler ile
devamlı ilaç kullanan hastalarda antitüberküloz ilaçların kombinasyonu ve ilaç yan
etkilerinin izlenmesi hastanın klinik ve laboratuar bulgularına göre yapılır (70).
2.10. KORUNMA
Çocukluk çağında tüberküloz koruyucu tedavisi tüberküloz hastalığının
bulgularının olmadığı; ancak TDT sonucuna göre basil ile enfekte olduğu düşünülen
veya tüberkülozlu erişkin ile yakın teması olan çocuklarda uygulanır. Koruyucu ilaç
tedavisinin amacı, tüberküloz hastası ile teması olan kişide infeksiyon gelişimini ya da
tüberküloz ile infekte kişide hastalık gelişimini önlemektir. Bu amaçla izoniazid 10
mg/kg (maksimum 300 mg) kullanılır. Temasda bulunulan kişide izoniazid direnci
biliniyorsa rifampisin 10 mg/kg (maksimum 600 mg) kullanılır. Çok ilaca dirençli
tüberkülozu olan bir kişi ile temas durumunda birden fazla ilaçla koruyucu tedavi
yapılabilir. Koruyucu tedavinin süresinin en az altı ay olması gerekmektedir. Genellikle
önerilen süre 6-9 aydır. Bağışıklığın baskılandığı hastalarda koruyucu tedavi süresi 12
ay olmalıdır (24, 41, 70). 3 aylık izoniazid ve rifampisin kombinasyonunun başarılı
şekilde kullanıldığı çalışmalar vardır (74). Ülkemizde tavsiye edilen proflaksi durumları
Tablo 8’de sunulmuştur.
40
Tablo 8: Ülkemizde tavsiye edilen proflaksi durumları (13)
Aktif tüberkülozlu hastayla teması olmayan grupta
1. <15 yaş TDT pozitif olan çocuklar
2. TDT konversiyonu (Son 2 yılda bu arada BCG aşısı yapılmaksızın TDT
reaksiyonunda 6 mm’nin üstünde artış ve pozitifleşme)
3. Akciğer grafisinde tüberküloz sekeli lezyonu olanlar
4. Bağışıklığı baskılanmış kişilerde TDT pozitifliği (5mm ve üzeri)
Aktif tüberkülozlu hastayla teması olan grupta
1. <35 yaş olanlar (6 yaştan küçüklerde koruyucu tedavi sonrası PPD yapılır, (-)
bulunursa BCG uygulanır, (+) bulunursa bir şey yapılmaz)
2. TDT konversiyonu
3. Akciğer filmlerinde tüberküloz sekeli lezyonları olanlar
4. Tüberküloz riskinin yüksek olduğu ve bağışıklığı baskılanmış kişiler (kronik
böbrek yetersizliği, DM, malabsorbsiyon sendromları, maligniteler...)
2.11. BCG AŞISI
BCG aşısı 1908 yılında Pasteur Enstitüsünde Albert Calmette ve Camile Guerin
tarafından M. Bovis suşundan pasajlarla virulansı azaltılarak hazırlanmış ilk defa 1921
yılında oral olarak uygulanmış canlı bir aşıdır. İntradermal aşı ilk olarak 1927 yılında
üretilmiş, çoklu çizik tekniği ile aşılama 1939 yılında kullanılmaya başlanmıştır. DSÖ
aşının etkinliği ile ilgili olumlu sonuçları gördükten sonra 1948 yılında tüm dünyada
aşılama kampanyalarını başlatmıştır (75).
BCG aşısı hastalıktan çok, hastalığın miliyer, menenjit ve dissemine formlarının
gelişmesini önlemektedir. BCG aşısının akciğer tüberkülozuna karşı etkinliği
konusunda görüş birliği yoktur (75).
BCG aşısının uygulama programları ülkeler arasında farklılıklar göstermektedir.
DSÖ, HIV prevalansının yüksek olduğu ülkelerde süt çocukluğu döneminde tek doz
aşılamayı önermektedir (64). Aşı ülkemizde ilk dozu 2-3. ayda, ikinci dozu ilkokula
başlarken olmak üzere 2 doz uygulanmakta iken 2007 ilkokul birinci sınıftaki doz
programdan kaldırılarak tek doza düşürülmüştür (75).
41
BCG aşısı dondurularak kurutulmuş toz halinde hazırlanmış bir aşıdır. 2-8°C’de
1-2 yıl saklanmaktadır. Sulandırıldıktan sonra 4-6 saat içinde kullanılmalıdır. Kalan aşı
atılmalıdır. Isı ve ışığa karşı duyarlıdır (75).
Bebeklere (0-12 ay) 0.05 ml, çocuklara 0.1 ml intradermal olarak yapılmaktadır
BCG aşısı sol deltoid bölgeye yapılır. Aşı yapılacak bölgenin herhangi bir antiseptik ile
silinmemesi önerilmektedir. Aşılamadan 2-6 hafta sonra aşı yerinde yaklaşık 3-9 mm
çapında papül gelişir. Ardından 5-8 hafta içinde papülün ortası yumuşar, takiben
kabuklanır. Bu kabuk düşer ve yerine 2-6 mm çapında bir ülser bırakır ve 8-12. haftalar
arasında yerinde skar dokusu bırakarak iyileşir (75). BCG aşısı, tüberküloz basili ile
infekte kişilere veya daha önceden BCG ile aşılanmış kişilere uygulandığında hızlı bir
reaksiyon oluşur. Bu durumda aşı yerinde 24-48 saatte papül, 5-7 günde püstül meydana
gelir ve 2 hafta içinde lezyon kabuklanır. Aşı enjeksiyon yerinde 3 gün içinde >5mm
papül oluşumu “Koch fenomeni” olarak tanımlanır. Miliyer tüberküloz, tüberküloz
menenjit, immun yetmezlikli çocuklarda PPD negatifken; BCG aşısına pozitif reaksiyon
vardır (76).
BCG aşısı nadiren yan etkilere yol açar. Lokal yan etkilere (eritem, ülserasyon)
neden olabilir En sık görülen lokal reaksiyon bölgesel lenfadenopatidir. Genellikle aşı
uygulaması sonrası 2-3. aylarda ortaya çıkar ve 5-6 ay içinde düzelir. Aşının
uygulandığı yere göre aksiller veya supraklavikuler lenfadenopati gelişir. Buna yönelik
lokal veya sistemik bir tedavi uygulanması önerilmez. Kalsifiye olarak veya apse
kıvamına gelip akarak iyileşir. Apse kıvamına gelmiş ve akacak nitelikteki lenf
nodlarının iğne aspirasyonu ya da cerrahi yolla çıkarılması önerilmektedir (75). BCG
ile aşılananlarda aşı yapıldıktan birkaç yıl sonra, uzun kemiklerin epifizini etkileyen
osteit şeklinde nadir bir komplikasyon görülebilir. Aşının en ciddi komplikasyonu;
dissemine BCG hastalığıdır. Nadir görülen bir durum olamakla birlikte ölümle
sonuçlanabilir ve yalnızca immun yetmezliği olanlarda rastlanmıştır (75).
Konjenital
immün
yetmezlikler,
immunsüpresif
ilaç
kullanımı,
HIV
enfeksiyonu, lenfoma, lösemi, hodgkin hastalığı ve retiküloendotelyal sistemin diğer
tümörleri, gebelik, yaygın deri infeksiyonu ve yanıklarda BCG aşısı kontrendikedir (64,
75).
42
3. GEREÇ VE YÖNTEM
Bu çalışma, Bakırköy Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma
Hastanesi Çocuk İnfeksiyon Polikliniği’nde takip edilen hastalar arasında yapıldı.
Çocuk tüberküloz olgularının tanı ve tedavisinde referans merkezi niteliğindeki
polikliğimizde, 01.11.2006 ile 01.05.2009
tarihleri arasında, TDT pozitifliği,
tüberkülozlu bir kişi ile temas öyküsü ya da klinik olarak tüberküloz infeksiyonu
şüphesi olması nedeniyle değerlendirilen hastaların, dosyaları geriye dönük olarak
tarandı. Sosyodemografik özellikleri (cinsiyet, yaş, şikayet, tüberkülozlu bir kişiyle
temas (ev içi, ev dışı) hikayesi, fizik muayene bulguları, BCG skar varlığı ve sayısı)
içeren bir çalışma formu hazırlandı. QFT-G testi sonucuna ulaşılan, 1ay-16 yaş
arasındaki 103 olgu çalışmaya alındı. Akciğer grafisi yorumları, TDT ve QFT-G test
sonuçları forma kaydedildi. Araştırılmaya alınma kriterleri Tablo 9’da sunulmuştur.
Tablo 9: Araştırılmaya alınma kriterleri
1.Olguların yaşı 1 ay-16 yaş
2.Klinik olarak tüberküloz şüphesi olması ya da tüberkülozlu hasta ile temas
öyküsü olması
Şüpheli tüberküloz bulguları:
2-3 haftadan uzun süren ateş
2-3 haftadan uzun süren öksürük
Kilo kaybı
Lenfadenopati
Menenjit (BOS’ta lenfositoz/yüksek protein düzeyi/bakteriyel kültür
negatifliği)
Plevral effüzyon (Eksüdatif karakterde, lenfosit hakimiyetinde plevra
sıvısı)
Tüberküloz
ile
uyumlu
radyolojik
bulgular
(Primer
kompleks,
konsolidasyon, hiler veya paratrakeal LAP, plevral efüzyon, kavite varlığı,
miliyer görünüm)
43
Olgular, tüberküloz hastalığı (Grup 1), latent tüberküloz infeksiyonu (Grup 2)
olarak gruplandırıldı. Tüberküloz hastalığı tanısı, klinik bulgular ya da mikrobiyolojik/
histopatolojik inceleme sonuçlarına, latent tüberküloz infeksiyonu tanısı ise izole TDT
pozitifliğine göre konuldu. TDT pozitifliği, Sağlık Bakanlığı VSDB’nin Türkiye’de
Tüberkülozun Kontrolü İçin Başvuru Kitabı’nda yer aldığı şekilde risk faktörü olmayan
ve BCG skarı olanlarda ≥15mm, BCG skarı olmayanlarda >10 mm, risk faktörü
olanlarda >5 mm olarak kabul edildi (13). Klinik değerlendirme ve TDT ile pozitif bir
bulgu elde edilemeyen olgular sağlıklı grubu (Grup 3) oluşturdu.
Tüberkülin Deri Testi
0.1 ml (5 IU) tüberkülin solüsyonu (TT-S Tween 80) deri içine uygulanarak
yapıldı. Enjeksiyondan 72 saat sonra ortaya çıkan sertliğin çapı yatay eksende, kalem
ucu ile periferden merkeze çizilerek, kalemin takıldığı yerler endürasyonun sınırları
olarak tespit edilip milimetre olarak ölçüldü. Bilinen başka bir hastalığı olmayan ve
BCG aşı skarı bulunmayan çocuklarda endürasyon çapı 10 mm ve üzerinde ise test
pozitif, 10 mm’den küçük ise negatif; BCG aşı skarı olan çocuklarda ise 15 mm ve üzeri
pozitif, 14 mm ve altı ise negatif kabul edildi. Temas öyküsü olanlarda >5 mm pozitif
olarak değerlendirildi.
Quantiferon TB-Gold testi
Çalışmaya katılan her hastadan 3 er ml kan alındı. QFT TB-Gold (in tube)
kitindeki 3 tüpe (Nil kontrol, mitojen ve antijen tüpleri) 1’er ml paylaştırıldı. Tüpler 810 kez çevrilerek, tüpün tüm yüzeyinin kanla temas etmesi sağlandı. Tüpler 37° C’de
etüvde 16-24 saat inkübe edildi. İnkübasyondan sonra tüpler 1500-2200 RCF de 5-10
dakika santrifüj edilerek plazmanın hücrelerden ayrılması sağlandı. Santrifüj edilen
tüpler 2-8°C de saklandı. Uygulama:
1. Conjugat dışında tüm ELISA solüsyon, Standart, Plak ve Örnekleri, çalışmaya
başlamadan en az 1 saat önce dolaptan çıkartılarak oda sıcaklığına gelmeleri beklendi.
2. Standart etiketinde belirtilen miktardaki distile su ile sulandırıldı. Sulandırılan
standart prospektüste belirtildiği şekilde green diluent ile sulandırılarak 4 farklı IFN-γ
konsantrasyonu elde edilmiştir.
3. Conjugat, 0.3 ml distile su ile sulandırıldı. Prospektüste yer alan şemaya göre
Conjugat Çalışma Solüsyonu hazırlandı (Conjugat x 100 Kons + Green Dil)
44
4. Hazırlanan Conjugat Çalışma Solüsyonundan (Conjugat x 100 Kons + Green
Dil.), 50 ul plaktaki her bir kuyuya pipetlenlendi. En son standart pipetlendi.
5. Conjugat Çalışma Solüsyonu içeren mikroplaklarda belirlenen pozisyonlara
50 ul plazma örnekleri ve 50 ul standart solüsyonları pipetlendi. Pipetleme öncesinde
örnek tüpleri
karıştırılarak, plazma örneklerinin homojen hale gelmesi sağlandı. Her bir
ELISA çalışmasında standart solüsyonları çift olarak çalışıldı.
6. ELISA Shaker ile mikroplaklar kuyular arasında bir kontaminasyon
olmayacak şekilde 1 dk. karıştırıldı.
7. Mikroplaklar üzeri kapatılarak gün ışığı görmeyecek şekilde oda sıcaklığında,
120 dk inkübe edildi.
8. Wash Buffer Çalışma solüsyonu distile su ile sulandırılarak hazırlandı.
9. Otomatik ELISA yıkayıcı (biotek) ile kuyular yaklaşık 400 ul yıkama
solüsyonu doldurularak 7-8 kez yıkandı.
10. Yıkama işlemi bittikten sonra plaklar ters çevrilerek, absorban kağıt üzerine
vurularak kalan yıkama tamponunun da akıtılması sağlandı.
11. Her bir kuyuya 100 ul Enzim Substrat Solüsyonu pipetlendi. ELISA Shaker
ile mikroplaklar kuyular arasında bir kontaminasyon olmayacak şekilde 1 dk karıştırıldı.
Plate’in üzeri kapatılarak gün ışığı görmeyecek şekilde 30 dk oda sıcaklığında inkübe
edildi. İnkübasyon son kuyuya substratın pipetlenmesi ile başlatılmıştır.
12. Süre sonunda her bir kuyuya 50 ul Stop Solüsyon pipetlendi. Pipetleme
Enzim Substrat solüsyonunun yapıldığı sırada olmuştur.
13. Stop solüsyonunun pipetlenmesinden sonra Opsys MR’Dynex’ cihazında
450 nm ile 620/650 nm referans filtreleri kullanılarak mikroplakların Optic Densiteleri
(OD) okutuldu.
14. Okutulan sonuçlar EXCEL’de bir tabloya girildi. Quantiferon TB Gold in
Tube Analysis Software 2.23 kullanılarak EXCEL’de bulunan sayısal değerler
kullanılarak, kalibrasyon eğrisi ve sonuçlar hesaplattırıldı. (Testin değerlendirilmesi
Tablo 10’da gösterilmiştir.
45
15. Tüm laboratuvar aşamaları İstanbul Üniversitesi Deneysel Tıp Araştırmaları
Enstitüsü Tüberküloz Epidemiyolojisi Laboratuarı’nda ( DETAE) yapıldı.
Tablo 10: QFT-G IT Testinin değerlendirilmesi
TB-Specific Antigen Nil
(IU/mL)
Sonuç
>=0.35
QFT-GIT pozitif
<0.35
QFT-GIT negatif
İstatistiksel Analiz
Her üç grupta TDT ve QFT-G sonuçları karşılaştırıldı. Ayrıca TDT ve QFTG’nin BCG aşısından etkilenip etkilenmediği araştırıldı. İstatistiksel analizler için SPSS
for Windows 15.0 istatistik paket programı kullanıldı. Çalışmada elde edilen verilerin
değerlendirilmesinde Fisher’s Exact Test, Mann-Whitney test (nonparametrik test), ChiSquare testi, Pearson Correlation Testi kullanıldı. P< 0,05 olması istatistiksel olarak
anlamlı kabul edildi.
46
4. BULGULAR
Çalışmaya 103 olgu alınmıştır. Bu 103 olgunun %26’sının tüberkülozlu hasta ile
temas, %68’inin TDT pozitifliği, %32’sinin ise
tüberküloz düşündüren şikayetleri
olması sebebiyle hastanemize başvurduğu öğrenilmiştir.
103 olgunun 34 (%33)’ü kız, 69 (%67)’u erkektir (Şekil 3).
Şekil 3: Olguların cinsiyet dağılımı
KIZ, 34, 33%
KIZ
ERKEK
ERKEK, 69, 67%
Olguların yaş dağılımı 1 ay-16 yaş arasında olup yaş ortalaması 7,43±3,9
bulunmuştur.
İncelemeye alınan 103 olgunun 34’ü tüberküloz hastalığı (Grup 1), 59’u latent
tüberküloz infeksiyonu (Grup 2), 10’u ise sağlıklı (Grup 3) olarak gruplandırılmıştır.
Her 3 grupta yer alan olguların sosyodemografik Tablo 11’de gösterilmiştir.
Gruplar arasında yaş ve cinsiyet açısından farklılık saptanmamıştır ( p=0.80,305).
47
Grup 1’de 7, grup 2’de 20 olguda temas öyküsü mevcuttur.Grup 3’te temas
öyksü yoktur. Grupların temas öyküleri değerlendirildiğinde istatiksel olarak anlamlı
fark saptanmamıştır (p=0.205).
Tüberkülin deri testi, grup 1’deki olguların 12’sinde ≥15 mm, 9’unda 5-14 mm,
13’ünde <5 mm; grup 2’deki olguların 51’inde
15 mm, 8’inde 5-14 mm; grup 3’teki
olguların 6’sında 5-14 mm, 4’ünde <5 mm saptanmıştır.
Grup 1’deki 16 olguda, grup 2’deki 17 olguda QFT-G testi sonuçları pozitif
bulunmuştur. Grup 3’deki olgularda QFT-G pozitifliği saptanmamıştır. QFT-G test
sonuçları değerlendirildiğinde
grup 1’de pozitiflik açısından anlamlı yükseklik
saptanmıştır (p=0,050).
103 olgunun 89 (%86)’unda BCG skarı mevcuttur. Grup 1’de 24, grup 2’de 55,
grup 3’de 10 olguda BCG skar pozitifliği saptanmıştır. Her 3 grupta da 1 BCG skarı
olması anlamlı yüksek bulunmuştur (p=0.019)
48
Tablo 11: Grupların Demografik Özellikleri
Demografik Özellikler
Grup I
(n=34)
Grup II
(n=59)
Grup III
(n=10)
P
Median yaş (yıl) aralık
6 (0-16)
7(0-15)
7,5 (2-14)
0,800
25/9
36/23
8/2
0,305
Yok
27
39
10
0,205
Ev içi
2
12
0
Ev dışı
5
8
0
< 5 mm
13
0
4
5-14mm
9
8
6
≥15 mm
12
51
0
Pozitif
16
17
0
Negatif
17
41
10
1
1
0
Yok
10
4
0
1
22
47
9
2
2
8
1
Cinsiyet (Erkek/Kız)
Temas Öyküsü
TDT
0,000
QFT-G
İndeterminate
0,050
BCG skarı
0,019
TDT≥15 mm ve QFT-G pozitif olarak saptanan olgularda, tüberküloz hastalığı
ve latent tüberküloz infeksiyonu görülme sıklığı anlamlı olarak yüksek bulunmuştur.
(p=0,001). Olguların aldıkları tanıya göre TDT ve QFT-G testi sonuçları Şekil 4’te
gösterilmiştir.
49
Şekil 4: Olguların aldıkları tanıların QFT-G ve TDT sonuçlarıyla değerlendirilmesi
38
40
35
30
negatif
25
pozitif
indeterminate
20
13
15
10
10
5
0
6
4
00
0 00
21
34
00
8
6
1
4
3
0
00 0
0
0
Sağlıklı Latent HastalıkSağlıklı Latent HastalıkSağlıklı Latent Hastalık
< 5 mm
5-15 mm
>15 mm
negatif
4
0
10
6
3
3
0
38
4
pozitif
0
0
2
0
4
6
0
13
8
indeterminate
0
0
1
0
1
0
0
0
0
Sağlıklı olgular çıkartıldığında geriye kalan 93 hastanın 13 (%13)’ünde her iki
test negatif, 25 (%26)’inde her iki test pozitif saptanmıştır.
TDT 15 mm olan 63 olgunun 21 (%33)’inde, 5-14 mm olan 23 olgunun 10
(%43)’ünde, <5 mm olan 17 olgunun 2 (%11)’sinde QFT-G testi pozitif saptanmıştır.
TDT>5 mm olan olgularda QFT-G testinin pozitif olma olasılığı anlamlı olarak yüksek
bulunmuştur (p=0,036) (Tablo 12).
Tablo 12: Olguların QFT-G testi ve TDT sonuçlarının değerlendirilmesi
QUANTiFERON-TB GOLD
TDT
Toplam
Toplam
Negatif
pozitif
İntederminate
<5
14
2
1
17
5-14
12
10
1
23
15
42
21
0
63
68
33
2
103
50
Grup 1’deki 34 olgunun TDT sonuçları değerlendirildiğinde 13’ünde < 5mm,
9’unda 5-15 mm, 12’sinde ≥15 mm olarak bulundu. Bu olgularda TDT’nin > 5mm
olması QFT-G testinin pozitif olma sıklığını anlamlı olarak arttırmaktadır (p=0,048)
(Şekil 5).
Şekil 5: Grup 1’deki olguların TDT ve QFT-G testi sonuçlarının değerlendirilmesi
15
10
10
6
3
5
0
4
< 5 mm
8
5-15 mm
≥15 mm
2
1
0
0
negatif
pozitif
indeterminate
< 5 mm
10
2
1
5-15 mm
3
6
0
≥15 mm
4
8
0
Mikrobiyolojik olarak kesin tanı alan 7 olgunun 3 (%42)’inde QFT-G testi
pozitif, 2 (%28)’sinde TDT pozitif saptanmıştır ( Tablo 13).
Tablo 13: Mikrobiyolojik ya da histopatolojik olarak kesin tanı alan olguların QFT-G
testi ve TDT Sonuçları
Yaş/yıl BCG QFT TDT/mm
İncelenen Materyal
1
11
+
+
15
AMS
2
5
-
-
0
AMS
3
7
+
-
19
Balgam
4
5
+
-
0
İdrar
5
11
+
-
9
Balgam
6
1/12
-
+
7
AMS
7
8
-
+
11
Lenf Nodu
Histopatoloji
Tanı
Akciğer
Tüberkülozu
Akciğer
Tüberkülozu
Akciğer
Tüberkülozu
Renal
Tüberküloz
Akciğer
Tüberkülozu
Akciğer
Tüberkülozu
Tüberküloz
Lenfadenit
51
Grup 2’deki 59 olgunun TDT sonuçları değerlendirildiğinde; TDT 8’inde 5-15
mm, 51’inde ≥15 mm olarak bulundu. Bu olgularda TDT’nin > 5mm olması QFT-G
testinin pozitif olma sıklığını anlamlı olarak arttırmaktadır (p=0,048) (Şekil 6).
Şekil 6: Grup 2’deki Olguların TDT ve QFT-G sonuçlarının değerlendirilmesi
38
40
35
30
< 5 mm
25
5-15 mm
20
>15 mm
13
15
10
5
4
3
0
0
0
0
1
0
negatif
pozitif
indeterminate
< 5 mm
0
0
0
5-15 mm
3
4
1
>15 mm
38
13
0
103 olgunun 89 (%86)’unda BCG skarı mevcuttu.
BCG aşısının TDT üzerine etkisi değerlendildiğinde: TDT< 5 mm olan 17
olgunun 11 (%64)’inde, 5-15 mm olan 23 olgunun 18 (%78)’inde, ≥15 mm olan 63
olgunun ise 49 (%77)’unda 1 BCG skarı saptanmıştır. TDT 5-15 mm olan olguların
1’inde, ≥15 mm olan olguların 10’unda ise 2 BCG skarı saptanmıştır.
BCG skarı olanlarda TDT pozitifliği, skar olmayanlara oranla anlamlı yüksek
bulunmuştur (p=0,014) (Tablo 14).
Tablo 14: Olguların BCG ile TDT sonuçlarının değerlendirilmesi
TDT
BGG
Toplam
Toplam
<5
5-15
≥15
Yok
6
4
4
14
1
11
18
49
78
2
0
1
10
11
17
23
63
103
52
BCG aşısının QFT’ye etkisi değerlendirildiğinde ise: QFT testi negatif 68
olgunun 54 (%79)’ünde, pozitif olan 33 olgunun 23 (%69)’ünde, indeterminate olan 2
olgunun 1 (%50)’inde 1 BCG skarı saptanmıştır. QFT-G testi negatif olan olguların
9’unda, pozitif olan olguların 2’sinde 2 BCG skarı saptanmıştır.
BCG skar varlığı ile QFT-G testinin
pozitif olması arasında anlamlı ilişki
saptanmamıştır (p=0,078) (Tablo 15).
Tablo 15: Olguların BCG ile QFT-G sonuçlarının değerlendirilmesi
QUANTİFERON TB-GOLD
BCG
Toplam
Toplam
Negatif
Pozitif
İndeterminate
Yok
5
8
1
14
1
54
23
1
78
2
9
2
0
11
68
33
2
103
53
5. TARTIŞMA
Erişkinlerde tüberküloz tanısında, balgam yaymada ARB pozitifliği ve/veya
Mycobacterium tuberculosis’in kültürlerde izolasyonu “altın standart” olarak kabul
edilmektedir (50). Ancak çocuklarda az sayıda basil ile meydana gelen hastalığın doğası
nedeniyle, bakteriyolojik tanı çok yardımcı bir metod değildir (37, 50). Tanı, temas
öyküsü yanında klinik, radyolojik bulgulara ve TDT pozitifliğine dayalı olarak
konmaktadır (50). Ancak TDT’nin; uygulamada hastaya iki vizit gerektirmesi,
uygulama ve yorumlamadaki hatalar ile yorum farklılıkları, BCG’den etkilenmesi ve
NTM enfeksiyonlarına bağlı yanlış pozitiflikleri gibi dezavantajları vardır. Bu nedenle
alternatif tanı yöntemlerine ihtiyaç duyulmaktadır (2, 4, 81). Son yıllarda
mikobakterilerin genomik yapısının belirlenmesi ile geliştirilen IFN-γ tabanlı testler
tüberküloz tanısında daha güvenilir sonuçlar vermektedir (65). Çocuklarda IFN-γ
tabanlı testlerin incelendiği az sayıda çalışma mevcuttur ve genellikle latent tüberküloz
infeksiyonlu hastalarda yapılmıştır (82, 83, 84, 85, 86, 87, 88). Türkiye’de, çocuklarda
QFT-G testini araştıran kısıtlı çalışma bulunmaktadır (89, 90). Çalışmamızın
çocuklarda, latent tüberküloz infeksiyonu ya da tüberküloz hastalığı tanısında IFN-γ
tabanlı testlerin yerini belirlemede katkı sağlayacağı kanısındayız.
Latent tüberküloz infeksiyonu tanısında ne TDT ne de IFN-γ tabanlı testler altın
standart olarak kabul edilmez. Ancak IFN-γ tabanlı testlerin TDT’ye göre daha özgün
olduğu kabul edilmektedir (64, 82). Latent tüberkülozda, basil tekrar aktive olarak, aktif
hastalığa neden olabilmektedir ve bu risk çocukluk yaş grubunda özellikle yenidoğan
döneminde %50’lere ulaşmaktadır (72, 91). Bu nedenle latent tüberküloz infeksiyonu
olan çocukların doğru olarak belirlenerek koruyucu tedavi verilmesi büyük önem
taşımaktadır. TDT, latent olarak infekte olan kişilerde aktif hastalık riskini ön
görebilmesi nedeniyle, bugün için hala önemini korumaktadır (41). Fakat TDT, BCG
aşışı olmuş bireylerde ve NTM infeksiyonu geçirenlerde yanlış pozitif sonuçlara neden
olabildiğinden gereksiz profilaksi verilmesine neden olmaktadır (59, 60, 62). Öte
yandan yanlış negatiflikten dolayı sağlıklı kabul edilerek, profilaksi başlanmayan
vakalarda ileride aktif tüberküloz hastalığı gelişebilmektedir (24). IFN-γ tabanlı testler,
M. bovis, BCG suşları ve birçok NTM’de bulunmayan, sadece M. tuberculosis
54
genomunda yer alan bir gen segmenti tarafından tarafından kodlanan özgün proteinlere
karşı T hücreleri tarafından salgılanan IFN-γ yanıtı ölçülmektedir (3, 6, 7, 8, 9, 65).
Çalışmamızda, tüberkülin deri testi pozifliğine dayalı olarak latent tüberküloz
infeksiyonu tanısı konulan 59 olgunun 41’inde QFT-G testi negatif saptanmıştır. Bu
çocukların 37 (%90)’sinin
riskli grupta olmadığı (temas öyküsü yok) gözönüne
alındığında gereksiz yere profilaksi verildiği düşünülebilir. Benzer olarak, Higuchi ve
ark. TDT pozitif 88 lise öğrencisinin sadece 4’ünde QFT-G testini pozitif bulmuşlar ve
3.5 yıllık izlemde bu olguların
hiçbirinde aktif tüberküloz hastalığı gelişmediğini
gözlemişlerdir (84). Yine Bianchi ve ark. 336 çocukta yaptıkları çalışmada, latent
tüberküloz infeksiyonu tanısı alan 44 hastanın 22 tanesinde QFT-G testini negatif
saptamışlar ve bu durumu BCG aşısına bağlamışlardır. Bu çalışmada, QFT-G testinin,
BCG aşısından etkilenmediği için TDT’ye göre daha spesifik olduğu vurgulanmıştır
(85). Öte yandan tüberküloz prevalansının yüksek olduğu Hindistan’da yapılan
çalışmada her iki testinde BCG aşılamasından etkilenmediği bulunmuştur (82).
Tayvan’da tüberküloz temaslısı 39 sağlık çalışanında yapılan çalışmada, TDT %84.6
oranında pozitif bulunurken, QFT-G testi %10.2 oranında pozitif bulunmuştur. BCG
aşılanmasının rutin yapıldığı ve tüberküloz için orta endemik bir ülke olan Tayvan’da,
latent tüberküloz infeksiyonu taramasında IFN-γ salınımına dayalı testlerin, TDT’ye
göre daha duyarlı olduğu vurgulanmıştır (92). Çalışmamızda QFT-G testi negatif
olduğu halde TDT pozitif bulunan olguların hepsinde BCG skarı mevcuttu. Bu nedenle
TDT’nin BCG aşılamasına bağlı olarak yalancı pozitif olduğu söylenebilir. Ülkemizde
de BCG aşısı rutin olarak uygulandığından latent tüberküloz infeksiyonu tanısında
QFT-G testinin doğrulama testi olarak kullanılabileceği kanısındayız. Bu nedenle TDT
negatif olduğu halde QFT pozitif olan olgular yakından izlenmeli hatta bu hastalara
profilaksi verilmelidir. Öte yandan, uzun dönemli yapılmış yeterli çalışma
olmadığından, TDT pozitif olduğu halde, QFT-G testi negatif olan kişilerde prognoz
hakkında fikir yürütmek zordur.
IFN-γ salgılamasına dayalı testler, TDT’de de olduğu gibi tüberküloz hastalığı
ile latent tüberküloz infeksiyonunu ayırtetmede yetersizdir ve negatif test sonucu klinik
olarak tüberküloz düşünülen bir bireyde hastalık olasılığını ekarte ettirmez.
Liebeschuetz ve ark. aktif tüberkülozlu çocuklarda IFN-γ salgılamasına dayalı bir test
olan ELISPOT’un daha duyarlı olduğunu belirlemişlerdir (83). Yine Mori ve ark. aktif
55
tüberkülozda QFT-G testinin duyarlılığını %89, özgüllüğünü ise %98 bulmuşlardır (93).
Yunanistan’da yapılan bir çalışmada, tüberküloz ön tanılı 191 olguya QFT-G testi
yapılmış ve incelemeler sonunda aktif tüberküloz tanısı alan 27 olgunun 23’ünde
(%85.2) test pozitif bulunurken, tüberküloz saptanmayan olgularda test pozitiflik oranı
%40’ta kalmıştır. Sonuç olarak, QFT-G testinin pozitiflik oranı aktif tüberküloz tanısı
alan olgu grubunda daha fazla bulunmuştur (94). Bizim çalışmamızda aktif tüberküloz
hastalığı tanısı alan 34 olguda TDT ve QFT-G pozitifliği benzer bulundu (12 hastada
TDT pozitif, 16 hastada QFT-G pozitif, 14 olguda ise her 2 test
negatif).
Mikrobiyolojik olarak kesin tanı alan 7 olgunun 3 (%48)’ünde QFT-G testi pozitif, 2
(%28)’sinde TDT pozitif saptanmıştır Olgu sayısı az olduğu için testlerin etkinliği
hakkında fikir yürütmek güçtür.
Yüksek BCG aşılama oranlarına sahip bizim gibi ülkelerde ve yüksek NTM
temas oranlarına sahip topluluklarda, AİDS, ilerlemiş tüberküloz, malnütrisyon gibi
bağışıklık sistemi baskılanmış bireylerde, TDT’nin özgüllüğü düşüktür. Ayrıca, TDT’yi
uygulayan ve okuyan kişilerin deneyimli olma gerekliliği, hekim ve hasta için en az iki
vizit gerektirmesi diğer olumsuz noktalarını oluşturmaktadır. QFT-G testinin TDT’ye
göre tek hasta viziti gerektirmesi, invivo değil invitro bir test olduğundan hastaya
yabancı madde enjeksiyonuna gerek olmaması, uygulayıcı/gözlemci hatasından
etkilenmemesi, yanlış pozitiflik oranının düşük olması, BCG aşılamasından
etkilenmemesi, booster etkisi gözlenmemesi gibi üstünlükleri vardır. TDT’de gözlenen
yanlış pozitiflik oranı, IFN-γ salınımına dayalı testlerde çok az olduğu için, gereksiz
latent tüberküloz infeksiyonu tedavisini ve bu tedaviye bağlı gelişebilecek yan etkileri
azaltabilir. Bunun yanında, QFT-G testinin de uygulanmasında donanımlı laboratuvar
altyapısı gerektirmesi, maliyetinin yüksek olması gibi dezavantajlar da söz konusudur.
Avantaj ve dezavantajları kıyaslandığında Quantiferon-TB Gold testi tüberküloz
hastalığını öngörmede ve latent tüberküloz infeksiyonunu saptamada tüberkülin deri
testine üstün ve iyi bir alternatif olabilecek gibi gözükmektedir.
56
6. SONUÇLAR
1. Yaş, cinsiyet ve temas öyküsünün quantiferon-TB gold testi sonuçlarını
etkilemediği görüldü.
2. Tüberkülin deri testi pozitif olan olgularda, quantiferon-TB gold testinin
pozitif olma olasılığı anlamlı olarak yüksek bulundu.
3. Latent tüberküloz infeksiyonu tanısı alan olgularda, tüberkülin deri testi
ile quantiferon-TB gold testi sonuçları uyumlu bulundu.
4. Tüberküloz hastalığı tanısı alan olgularda tüberkülin deri testi ile
quantiferon-TB gold testi sonuçları uyumlu bulundu.
5. Tüberkülin deri testi ve quantiferon-TB gold testi pozitif olan olgularda
tüberküloz hastalığı ve latent tüberküloz enfeksiyon görülme sıklığı
anlamlı olarak yüksek bulundu.
6. Tüberkülin deri testi ile quantiferon-TB gold testi
arasında yüksek
derecede uyum saptandı.
7. BCG aşılamasının tüberkülin deri testi sonuçları etkilediği görüldü.
8. BCG aşılamasının quantiferon-TB gold testi sonuçlarını etkilemediği
görüldü.
57
7. KAYNAKLAR
1. Frieden TR, Munsiff SS, et al. Tuberculosis. Lance 2003;362:887-89.
2. Huebner RE, Schein MF, Bass JB Jr. The tuberculin skin test. Clin Infect Dis
1993; 17: 968-75.
3. Andersen P, Munk ME, Pollock JM, Doherty TM. Specific immune-based
diagnosis of tuberculosis. Lancet 2000;356: 1099-104.
4. American Thoracic Society. Diagnostic standards and classification of
tuberculosis in adults and children. Am J Respir Crit Care Med 2000; 161: 137695.
5. Ferebee SH. Controlled chemopropyhlaxis trials in tuberculosis. A general
review. Bibl Tuberc 1970; 26: 28-106.
6. Dockrell HM, Weir RE. Whole blood cytokine assays-a new generation of
diagnostic tests for tuberculosis? Int J Tuberc Lung Dis 1998; 2: 441-2.
7. Lein AD, Von Reyn CF. In vitro cellular and cytokine responses to
mycobacterial antigens: Application to diagnosis of tuberculosis infection and
assessment of response to mycobacterial vaccines. Am J Med Sci 1997; 313:
364-71.
8. Sorensen AL, Nagai S, Houen G, et al. Purification and characterization of a
low-molecular-mass T-cell antigen secreted by Mycobacterium tuberculosis.
Infect Immun 1995; 63: 1710-7.
9. Pai M, Riley LW, Colford JM. Interferon gamma assays in the immunodiagnosis
of tuberculosis: A systematic review. Lancet Infect Dis 2004; 4: 761-76.
10. Daniel TM. Captain of Death:The Story of Tuberculosis. Rochester, New
York:University of Rochester Press, 1997.
11. Barış Y.İ. Dünyada Tüberkülozun Tarihçesi. Toraks Dergisi, 2002;3:338-40
12. Haggard A. Doctor In History. Dorset Press. New york 1989
13. Özkara Ş, Aktaş Z, Özkan S, Ecevit H. Türkiye’de Tüberkülozun Kontrolü İçin
Başvuru Kitabı. T.C. Sağlık Bakanlığı Verem Savaş Daire Başkanlığı. Ankara,
2003
14. Global TB Control. WHO Report 2009
15. T.C Sağlık Bakanlığı Aylık Epidemiyoloji Dergisi Cilt:4, Sayı:2 2005
58
16. Anğ Ö, Uzun M, Türkiye’de Tüberkülozun son durumu. Klinik Dergisi
1998;11:3-5
17. www.verem.org.tr
18. Nakamura RM, Velmonte RM, Kawajiri K et al. MPB64 mycobacterial
antigen:a new skin-test reagent through patch method for rapid diagnosis of
active tuberculosis. Int J Tuberc Lung Dis. 1998 Jul;2(7):541-6
19. Tünger A, Çavuşoğlu C, Korkmaz M. Mikrobiyoloji 2000. Asya Tıp Yayıncılık.
Mycobacterium Tuberculosis 174-183
20. Barış İ. Son bilgiler ışığında Tüberküloz. İnfeksiyon Bülteni 1996;1:23-29
21. Özerol İ. H. Tüberkülozun Serolojik Tanısı. 21. yüzyılda Tüberküloz
Sempozyumu Kitabı. Samsun. 2003: 1-6.
22. Kocabaş A, Mikobakterilerin Yapısal ve Antijenik özellikleri. In: Kocabaş A,
ed. Tüberküloz Kliniği ve Kontrolü. Adana:Emel Matbaası, 1991:47-55.
23. Kocabaş A. Akciğer Tüberkülozu. İliçin G, Ünal S, Biberoğlu K, Akalın S (ed):
Temel İç Hastalıkları, Güneş Kitabevi, 1996: 456–76.
24. Wilfret C, Hotez P, Tuberculosis In:Gershon AA, Hotez PJ, Katz SL(eds.)
Krugman’s Infectious Disease of Children (Çeviri:Kanra G.) 11th. Ed St. Louis
Missouri:Mosby;2006;731-762
25. Özkara Ş. Sağlık Kurumlarında Tüberküloz bulaşması ve korunma. 21. yüzyılda
Tüberküloz Sempozyumu Kitabı. Samsun. 2003: 243-250.
26. Oğuz A. V. Tüberküloz basilinin bulaş yolları ve konaktaki seyri. 21. yüzyılda
Tüberküloz Sempozyumu Kitabı. Samsun. 2003: 48-58.
27. Köse M. Çocukluk çağı akciğer tüberkülozu. Clinic Pediatri Dergisi 2008.
Cilt:3 Sayı:6
28. Özbal Y. Tüberküloz İmmunolojisi. Erciyes Tıp Dergisi 2006;28:25-34
29. Danneberg AM. Delayed type hypersensitivity and cell mediated immunity in
the pathogenesis of tuberculosis. Immunol Today 1991:12;228-233
30. Sevim T. Tüberküloz patogenezi ve doğal seyir. Klinik Gelişim Dergisi 2007.
Cilt:20 Sayı:1
31. Tahaoğlu K. Tüberküloz. Türk Toraks Derneği Okulu 2007:48-57
32. Cruz AT, Starke JR. Clinical manifestations of tuberculosis in children. Paediatr
Respir Rev.2007;8:107-117
33. Feja K, Saiman L. Tuberculosis in Children. Clin Chest Med 2005;26:295-312.
59
34. Çokuğraş H. Çocuklarda tüberkülozun klinik tabloları. İ.Ü.C.T.F. Erişkin ve
Çocukta Tüberküloz Sempozyumu, 30 Nisan 1999, İstanbul:81-88
35. Smith S, Jacobs RF, Wilson CB: Immunobiology of childhood tuberculosis; A
window on the ontogeny of cellular immunity. J Peditr 1997;131:16-26
36. Hussey G, Chisolm T, Kibel M. Miliary tuberculosis in children: a review of 94
cases. Pediatr Infect Dis J 1991;10:832-836
37. Shingadia D, Novelli V. Diagnosis and treatment of tuberculosis in children.
Lancet Infect Dis 2003;3:624-32.
38. Dandapat MC, Mishra BM, Dash SP, et al. Peripheral lymph node
tuberculosis:review of 80 cases. Br J Surg 1990;77:911-912
39. Kumar B, Rai R, Kaur I, et al. Childhood cutaneous tuberculosis; a study over
25 years from northern India. Int J Dermatol 2001;40:26-32
40. Starke JR, Munoz FM. Tuberculosis (Mycobacterium Tuberculosis) In:
Kliegman RM, Behrman RE, Jenson HB, Stanton BF, eds. Nelson Textbook of
Pediatrics, 18th ed. Philadelphia: Saunders, 2007: 1240-1254.
41. Yalçın I. Tüberküloz. In:Neyzi O, Ertuğrul T. (ed). Pediatri 3. baskı
İstanbul:Nobel Tıp Kitabevleri, 2002:523-532
42. Jacobs RF, Starke JR. Mycobacterium Tuberculosis. In: Long SS, Pickering LK,
Prober CG eds. Pediatric Infectious Diseases. New York, Churchill Livingstone
1998, 8881-904.
43. Marais BJ, Pai M. Recent advances in the diagnosis of childhood tuberculosis.
Arch Dis Child 2007;92:446-52.
44. Theart AC, Marais BJ, Gie RP, Hesseling AC, Beyers N. Criteria used for the
diagnosis of childhood tuberculosis at primary health care level in a highburden, urban setting. Int J Tuberc Lung Dis 2005;9:1210-4.
45. Arpaz S, Keskin S, Kıter G, Sezgin N, Uçan ES. Tüberkülozlu Çocuk
hastalarımızın geriye dönük olarak değerlendirilmesi. Toraks Dergisi 2001; 2:
27-33
46. Somer A. Akciğer Tüberkülozunda Tanı. 3. Ulusal Çocuk Solunum Yolu
Hastalıkları Kongresi Özet Kitabı 2004: 86-90
47. Eamranond P, Jaramillo E. Tuberculosis in children : Reassessing the need for
improved diagnosis in global control strategies. Int J Tuberc Lung Dis 2001; 5:
594-603.
60
48. Marais BJ, Obihara CC, Gie RP, et al. The prevalence of symptoms associated
with pulmonary tuberculosis in randomly selected children from a high burden
community. Arch Dis Child 2005; 90: 1166-70
49. Merino JM, Carpintero I, Alvarez T, et al. Tuberculous pleural effusion in
children. Chest 1999; 115: 26-30.
50. U. Pamukçu Ayten. Çocukluk çağı tüberkülozunda tanı sorunları. Güncel
Pediatri 2008; 6: 26-30
51. Coulter JBS. Tuberculosis. In: Campbell AGM, Mc Intosh N. Eds.
Forfar&Arneil’s Textbook of Pediatrics 5th ed. Edinburgh:Churchill Livinstone;
1998:1334-1348.
52. Kiper N. Çocukluk çağı akciğer tüberkülozu. 21. Yüzyılda Tüberküloz
Sempozyumu Kitabı. Samsun 2003;106-114
53. Elner JJ, Hinman AR, Dooley SW, Fischl MA, Sepkowitz KA, Goldberger MJ,
Shinick TM, Iseman MD. Tuberculosis symposium: emergining problems and
promisc. J Infect Dis 1993; 168: 537-51
54. Jacobs WR, Barletta WF, Udani R, et al. Rapid assesment of drug
susceptibilities of mycobacterium tuberculosis by means of luciferase receptor
phages Science 1993; 31: 762
55. Starke JR. Tuberculosis in Children. Curr Opin in Pediatrics 1995; 7: 268-77.
56. Pai M, Flores L. L, Pai N, et al. Diagnostic accuracy of nucleic acid
amplification tests for tuberculous menengitis: a systematic review an metaanalysis. Lancet Infec Dis. 2003;3:633-643.
57. Delacourt C, Gobin J, Gaillard JL, de Blic J, Veron M, Scheinmann P. Value of
ELİSA using antigen 60 for the diagnosis of tuberculosis in children. Chest
1993;104:393-398
58. Hatipoğlu K, Yüksekol İ, Özkan M, Balkan A, Tozkoparan A, Bedirhan İ, ve
ark. Tüberküloz tanısında serum adenozin deaminaz ölçümünün önemi. Gülhane
Tıp Dergisi 2003;45:165-168
59. Soysal A, Bakır M. Tüberküloz enfeksiyonunda tanı: Tüberkülin deri testi.
Çocuk Enfeksiyon Dergisi 2007;1:27-32
60. Kılınç O. Tüberkülin Deri Testi (TDT), Yorumu ve Son Gelişmeler. 21.
Yüzyılda Tüberküloz Sempozyumu Kitabı. Samsun 2003:203-207
61
61. Bouros D, Zeros G, Panaretos C, Vassilatos C, Siafakas N. Palpition vs pen
method for the measurament of tuberculin skin reaction (Mantoux test). Chest
1991;99:416-419
62. Hueloner RE, Schein MF, Bass JB Jr. The tuberculin skin test. Clin Infect Dis
1993; 17: 968-75
63. Committee of Infectious Disease. Screening for tuberculosis in infants and
children. Pediatrics 1994; 93: 131-4
64. American Academy of Pediatrics. Tuberculosis In: Pickering LK, ed 2000 Red
Book: Report of the Committe an Infectious Diseases. 25th ed. Elk Grave
Village, IL: American Academy of Pediatrics 2000: 593-613
65. Soysal A, Bakır M. Tüberküloz infeksiyonunda yeni tanı yöntemleri. Çocuk
Enfeksiyon Dergisi 2007;1:151-157
66. Mazurek GH, Villarino ME. Guidelines for using the QuantiFERON-TB test for
diagnosing latent Mycobacterium tuberculosis infection. Centers for Disease
Control and Prevention. MMWR Recomm Rep 2003; 52: 15-8.
67. Lalvani A. Spotting latent infection: The path to better tuberculosis control.
Thorax 2003; 58: 916-8.
68. Mazurek GH, Jereb J, Lobue P, Iademarco MF, et al. Guidelines for using the
QuantiFERON-TB Gold test for detecting Mycobacterium tuberculosis
infection, United States. MMWR Recomm Rep. 2005 Dec 16;54(RR-15):49-55
69. Kocabaş E, Çelik Ü. Tüberküloz tanısında yeni bir yöntem: İnterferon-gama
araştırmasına dayanan testler Tüberküloz ve Toraks Dergisi 2007;55(1):108-117
70. Özçelik U. Çocuklarda Tüberküloz Tedavisi. 21. Yüzyılda Tüberküloz
Sempozyumu Kitabı. Samsun 2003:184-186
71. Camcıoğlu Y. Çocukluk çağı tüberkülozunda tedavi. Çocuk Enf Derg 2007; 1:
Özel Sayı 1; 18-22
72. Mandalakas AM, Starke JR, Current concepts of childhood tuberculosis. Pediatr
Infectious Dis;2005;16:93-104
73. Doğru Ü. Çocuk tüberkülozunda tedavi. Türkiye Klinikleri Pediatri Özel Dergisi
2004;3:225-229
74. Ormerod L. Rifampisin and isoniasid prophylaxis for tuberculosis. Arch Dis
Child. 1998;78:169-171
75. Yalçın S. Tüberküloz aşıları. Katkı Dergisi 2006;28(5-6):554-572
62
76. Göçmen A, Kiper N, Ertan Ü, Kalaycı Ö, Özçelik U. Is the BCG test of
diagnostic value in tuberculosis? Tuber Lung Dis 1994; 74: 54-7
77. Rie AV, Beyers N, Gie RP, et al. Childhood tuberculosis in an urban population
in South Africa: burden and risk factor. Arch Dis Child 1999; 80: 433-7.
78. Kant L. Childhood tuberculosis: increases but neglected. The Indian Journal of
Tuberculosis 2001; 48(1):1-2
79. Nelson LJ, Schneider E, Wells CD, Moore M. Epidemiology of childhood
tuberculosis in United States, 1993-2001: the need for continued vigilance.
Pediatrics 2004;114: 333-41.
80. Data M, Swaminathan S. Global aspects of tuberculosis in children. Paediatr
Respir Rew 2001; 2: 91-6.
81. Barnes PF. Diagnosing Latent Tuberculosis Infection: Turning Glitter to Gold.
Am J Respir Crit Care Med 2004;170:5-6
82. Dogra S, Narang P, Mendiratta DK, et al. Comparison of a whole blood
interferon-gamma assay with tuberculin skin testing for the detection of
tuberculosis infection in hospitalized children in rural India. J Infect. 2006 May
27; 54:267-276
83. Liebeschuetz S, Bamber S, Ewer K et al. Diagnosis of tuberculosis in South
African children with a T-cell-based assay: a prospective cohort study. Lancet
2004;364:196-203.
84. Higuchi K, Harada N, Mori T, Sekiya Y. Use of QuantiFERON((R))-TB Gold to
investigate tuberculosis contacts in a high school. Respirology. 2007;1:88-92.
85. Bianchi L, Galli L, Moriondo M, Veneruso G, Becciolini L, Azzari C, Chiappini
E, de Martino M. Interferon-gamma release assay improves the diagnosis of
tuberculosis in children. Pediatr Infect Dis J. 2009 Jun;28(6):510-4.
86. Lighter J, Rigaud M, Eduardo R, Peng CH, Pollack H. Latent tuberculosis
diagnosis in children by using the QuantiFERON-TB Gold In-Tube test.
Pediatrics. 2009 Jan;123(1):30-7
87. Okada K, Mao TE, Mori T, Miura T, Sugiyama T, Yoshiyama T, Mitarai S,
Onozaki I, Harada N, Saint S, Kong KS, Chhour YM. Performance of an
interferon-gamma release assay for diagnosing latent tuberculosis infection in
children. Epidemiol Infect. 2008 Sep;136(9):1179-87. Epub 2007 Nov 8.
63
88. Chun JK, Kim CK, Kim HS et al. The role of a whole blood interferon-γ assay
for the detection of latent tuberculosis infection in Bacille Calmette–Guerin
vaccinated children. Diagn Microbiol Infect Dis. 2008 Dec;62(4):389-94.
89. Soysal A, Millington K, Bakir M, et al. Effect of BCG vaccination on risk of
Mycobacterium tuberculosis infection in children with household tuberculosis
contact: a prospective community based story. Lancet 2005; 366: 1443-1451.
90. Soysal A, Türel Ö, Toprak D, Serpil E, ve ark. Tüberküloz temas öyküsü
olmayan sağlıklı çocuklarda latent tüberküloz infeksiyonu tanısının RD1ELISPOT yöntemi ile doğrulanması. 50. Milli Pediatri Kongresi Program
Kitabı, 8-12 Kasım 2006, Antalya, Türkiye.
91. Tufariello JM, Chan J, Flynn JL. Latent tuberculosis:Mechanisms of host and
bacillus that contribute to persistent infection. Lancet Infect Dis 2003; 3: 578-90.
92. Lee SS, Liu YL, Huang T, et al. Comparison of the interferon-γ release assay
and the tuberculin skin test for contact investigation of tuberculosis in BCGvaccinated health care workers. Scand J Infect Dis. 2008; 40: 373-80.
93. Mori T, Sakatani M, Yamagishi F, et al. Specific detection of tuberculosis
infection: an interferon-γ-based assay using new antigens. Am J Respir Crit Care
Med 2004;170:59-64.
94. Gerogianni I, Papala M, Klapsa D, Zinzaras E, Petinaki E, Gourgoulianis
KI.hole-blood interferon-γ assay for the diagnosis of tuberculosis infection in an
unselected Greek population. Respirology 2008; 13: 270–4.
Download