İdare Hukuku Alanı İdare hukuku, idarenin hukuku ile eş anlamlı değildir. Kavramda yer alan idare organik bakımdan bir idare değildir. Esasında, özetlemek gerekirse; idare hukukunu, idari faaliyetlere uygulanan özellikli hukuk olarak algılamak gerekir. İdare Hukuku idareye uygulanan hukuk değil, çünkü idareye özel hukuk da uygulanıyor. Dolayısıyla idarenin hukuku yaklaşımından ziyade idari faaliyetlere uygulanan hukuku anlamaya idrak etmeye çalışacağız. Niçin idari faaliyetlere uygulanan ayrı bir hukuka ihtiyaç var onu anlamaya çalışacağız? Hangi ihtiyaçtan ortaya çıktığını anlamaya çalışacağız? Bir kurgu yapalım : Her şey 8 Şubat 1873’te kavramlaşmaya başladı. Bu başlangıç daha önce idare hukuku yoktu anlamına gelmez. Ancak 8 Şubat 1873’den itibaren, daha sonra bakıldığında, bu tarihi bir başlangıç göstererek ayrı bir yaklaşım başlamıştı. Fransa’da bu tarihden önce de ayrı bir yargı düzeni vardı. Fransa’da iktidarın normal mahkemelere tabi olmamak konusunda ki yaklaşımı bir idari yargı kurumuna yol açmıştı. Ama bu yaklaşım sadece yargı yeri bakımından farklılık oluşturuyordu. 8 Şubat 1873’de, şimdi artık Blanco kararı diye meşhur olmuş bir kararla, Fransız uyuşmazlık mahkemesi “Agnês Blanco” diye bir küçük kız çocuğu demiryolunda tütün taşımada kullanılan bir vagonunun çarpmasıyla yaralanınca, bundan kaynaklanan tazminat davasının çözümünde faaliyetin tabi olduğu hukuk sebebiyle özellik taşıdığından hareketle ayrı bir hukuk (idare hukuku) uygulanması gerekir, bu bir idari faaliyetten kaynaklanan sorumluluktur yaklaşımıyla idare hukuku olarak gelişecek bir yaklaşıma ivme kazandırıyor Kimileri idare hukuku yaklaşımını ayrı bir yargı düzeninin ortaya çıkardığı ürün olarak kısıtlı bir şekilde değerlendiriyor. Ama esas meseleyi faaliyetten kaynaklanan özellikler içeren bir duruma uygun/uyarlanmış etkili bir hukuk arayışı ihtiyacı olarak ele almak ve bunun hukuk sistemlerinde nasıl giderildiğine, çözüldüğüne ilişkin olarak tarif etmek gerekir. Bu bakış açısıyla her devlette, nasıl olursa olsun ortaya çıkan ihtiyacı gideren yaklaşım vardır ve idare hukuku başlığı altında bunu araştırmak, derlemek, etkinliğini, işlerliğini değerlendirmek gerekir. Dolayısıyla idari davalara ayrı mahkemenin bakması, idare hukukunun varlığının tek göstergesi değil veya idare hukukunun ayrı mahkemeye bağlı olduğu anlamına gelmiyor. İdare Hukukunu idari faaliyetlerin ayrı bir hukuk ihtiyacı, kişiler arasındaki uyuşmazlıklara uygulanan hukuktan ayrı bir hukuk ihtiyacı, ayrı kurallar gerektirmesi, ayrı bir yaklaşım gerektirmesi şeklinde ortaya çıkan bir bütüncül boyutta ele alınması gerekir. Dolayısıyla bu bakış açısı İdare Hukuku sadece Fransız sisteminde ve ondan etkilenen bizim gibi ülkelerde bulunmaz, ayrı bir idari yargı sisteminin olmadığı ülkelerde de idare hukuku vardır demektedir. Böyle bir hukuk alanında çalışacağız. Bu hukuk alanının kendine özgü nitelikleri, kendine özgü cazip noktaları, kendine özgü şaşırtıcı, çelişkili gözüken ve eleştirilen yönleri var. Bunları size dile getirmeye çalışacağız. Esas amacımız bu konuları anlatırken belli bir vakıayı göstermektir. Bu alanı değerlendirirken sadece bir bilgi aktarımı yaklaşımı içinde olmamayı başarmaktır. Mevcut düzenlemelerin ayrıntılarıyla gösterilmesi olarak ortaya konulmaya çalışılırsa; insanın hayatı boyunca kavrayamayacağı kadar çok, gerekli gereksiz bilgilerle doldurulmuş bir alan şeklinde karşımıza çıkar. Çünkü idari faaliyetleri ilgilendiren hükümler az veya çok her kanunda bulunmaktadır. Medeni kanunda sahipsiz mallara ilişkin, herkesin ortak kullandığı mallara 1 ilişkin hükümlerden tutunda; ticaret hukukunda halka açık şirketlerle ilgili olarak idarenin yetkilerini düzenleyen hükümlere kadar ve tabi sadece idareyi düzenleyen hükümlere kadar ilgili mevzuat uzanmaktadır. Bunların her birini ayrıntılarıyla açıklamaya çalıştığınızda, teşkilat şemasını ayrıntılandırmaya çalıştığınızda, buna ilişkin kanunları anlatmaya çalıştığınızda büyük bir malumat yığınıyla uğraşır oluruz. Bu malumatı idare hukukunun eğitiminin esası kabul edip bunu anlatmak isabetli olmaz. Teşkilat şöyledir, başbakanlık böyledir, bakanlıklar böyledir, yerel yönetimler şu şekildedir. Köy kanunundaki düzenlemeler şöyledir. Büyükşehir belediyesi kanunundaki düzenlemeler böyledir. İl özel idaresi kanunundaki düzenlemeler böyledir. Bunlar kitaplarda yüzlerce sayfa alacak kadar veri oluşturur. Evet bunlar vardır, birer vakıadır. Pozitif düzenlemenin ortaya çıkarttığı düzenlemeler vardır. İdari faaliyetleri düzenleyen çeşitli kanunlar ve diğer genel düzenleyici işlemler vardır. Ama eğitimde bunlar odaklı bakılırsa altından kalkılamayacak kadar çok ve esasında öğrenildiğinde hemen eskiyecek bilgiye yönelik bir çalışma yapmış oluruz. Niçin? Çünkü idare hareketlidir, çünkü hayat durağan değildir, sürekli değişkenlik yeniden kuruluş, gelişme söz konusudur. İkinci sınıfta anlatılacak, etraflıca açıklanacak bir kanun belki siz dördüncü sınıfa geldiğinizde değişmiş olacaktır. Yerinde durmayan, duramayan bir hukuk alanının belli bir dönemdeki düzenlemesi idare hukuku alanını ilgilendirmekle birlikte, acaba bu idare hukuku eğitiminin ana konusunu oluşturur mu? Hayır. Hayır’ı dediğim için de bazı kitapları öncelikle bu yönden eleştireceğim. Bakın bazı idare hukuku kitaplarında kitabın neredeyse yarısı kadar, üç yüz sayfa teşkilat anlatılıyor. Teşkilatın bütün birimleri anlatılıyor. Şimdi bunları bilmek gerekmez demek başka bir şey, idare hukukunu anlamak idrak etmek için idare hukukuna bunlarla yaklaşılır demek başka bir şeydir. Amacımızı, işimizi şöyle tarif edebiliriz. İdare hukuku vakıadan yani realiteden yola çıkarak hakikati, olması gerekeni araştıran hareketliliğe sahip olmayı gerektiren hukuk dalıdır. Bu hareketlilik boyutunu görmeden, sadece vakıayı, olanı anlamaya, öğrenmeye, ezberlemeye, hafızada tutmaya yönelik çalışılır isek hareketliliği takip edebilmemiz ve bunu takip etmeye yaranan az ve öz bilgiyi içselleştirmemiz mümkün olmaz. Esas mesele idare hukukunun bu hareket eden boyutunu anlayabilecek, izleyebilecek, değerlendirebilecek hareketli bir bilgiye ulaşmaktır. Bunun metoduna ulaşmaktır. Bu hareketli bilgiye ulaşabilmek için de bir sürü gerekli gereksiz o alandaki düzenlemeleri inceleyerek mantığını anlamaya çalışmak gerekir. Teşkilata ilişkin düzenlemelere, diğer kanuni düzenlemelerden gerekenlere hiç bakmadan idare hukuku yapılabilir denilemez ama onlara bakılıp onlarda kalındığı zaman da idare hukukunun gelişimini, hareket eden boyutunu takip edebilmek mümkün olamaz. Bu yüzden, hem olanla ilgilenmek hem de olana tabi olmadan, esir olmadan, olanın içinde kalmadan devam edebilmek gerekir. Üzerinde “uzlaşılmış” şeyi anlamak gereklidir ama yeterli değildir. Birçok şey uzlaşma ile yürütülüyor. Mesela bizim arkadaşlarımızın oturduğu maddeye sandalye dememiz bir uzlaşmadır. Hepimiz ona sandalye dediğimiz için veya benzer anlamda koltuk dediğimiz için ona üzerinde anlaştığımız bir anlamı veriyoruz. Bu anlaştığımız anlamı verdiğimiz cisimler bakımından onun anlatılabilmesi mümkündür Ancak sosyal olaylardaki uzlaşma esasında dondurucu bir şeydir. Hareketli bir alanı uzlaşma ile dondurursanız, kendisi hareket eden bir alanı siz esasında kavrayamaz hale gelmiş olursunuz. İdarenin bir faaliyetini belli tarifler ve hukuki rejimler, kurallardan ibaret saymak suretiyle kendiniz açısından dondurursanız; idare bu faaliyete devam ederek başka esnemeler ve genişlemeler yaptığı zaman siz buradaki 2 uzlaşmanın çerçevesi için de hapis kalmış, onu takip edememiş olursunuz. O yüzden bunu yani idare hukuku alanında “genel ve yaygın kabulleri” bilebilmek ama bu uzlaşmayı aşabilecek de ufuk sahibi olmak gerekir. Yani üzerinde uzlaşılan noktayı anlayabilmek için bu noktanın bütün sınırlarını içerden ve dışardan anlamaya ihtiyaç vardır. Bu anlama esasında “neyin üzerinde uzlaşıldığını anlayabilmek” içindir. Yoksa onunla birlikte uzlaşmak yani sabit kalmak için değildir. Bu idare hukuku formasyonuna ulaştıktan sonra hem mevcut mevzuatı değerlendirmek mümkün olabilir, hem de ileriye doğru isabetli tahminlerde bulunmak sözkonusu olabilir. Kanuni düzenlemeyi doğuran ihtiyaç nedir? ihtiyaca cevap veriyor mu? zaman içinde değişmiş ise niçin değişmiş nasıl değişmiş? isabetli değişmiş mi? amaç bakımından daha farklı değişimler göstermesi gerekir mi? veya ileride bu değişecek, şöyle olacak, böyle olacak diye tahminlerde bulunacak donanımda olmak gerekir. Bu da sadece bilgi ile ilgili bir şey değildir. Sadece anlamakla ilgili bir şey değildir. Tekrar ediyorum “hazmetmek” ile “idrak” etmek ile “kavramak” ile ilgili bir şeydir. Anlamak her zaman kavramak değildir. O yüzden de idare hukuku derslerinde öğrenciden samimi bir ders takibi bekliyoruz. Bu gayreti birlikte gösterebilmek için konuya ilişkin orijinal yaklaşımlar içeren sorular, buna ilişkin katkılar beklentisi içinde olacağız. Dolayısıyla eğer takip edilmez ise sadece notlardan yararlanılarak çalışılırsa sınıf belki geçilebilir. Çünkü her sınavda (bizim sınavımızda mümkün olduğunca öyle yapmamaya çalışıyoruz) hâkim savcılık sınavında, kaymakamlık sınavında, maliye müfettişliği sınavında, her birinde üzerinde uzlaşılan ve yürürlükte olan kanunlara ilişkin kitaplardaki bilgiler soruluyor. Yani kanun maddesi soruluyor. Diğer türlüsünü değerlendirmek objektif olarak çok mümkün olmadığı için öyle bir sınava hazırlananlar bakımından madde bilgisi isteniliyor. Hatta mesela hâkimlik savcılık sınavında o kadar madde bilgisi isteniliyor ki kanundaki cümleyi olduğu gibi yazıp, bir kelimesini değiştirerek, olumluyu olumsuza çevirerek soru soruluyor. Siz biliyorsanız onun doğru cevabını belirliyorsunuz. Bu şekilde iş objektifleştirilmeye çalışılıyor. Yani sınavlarda (hukuk fakültesi sınavı değil diğer sınavlarda) uzlaşılan ve yürürlükte olan malzemeye ilişkin bilgi isteniliyor. Ama bu malzemeyi elde etmek, bir hukuk formasyonu elde etmek yolu değildir, bir hukuk teknisyenliği işidir. Önemli bir iştir, saygı duyulabilecek bir iştir, fakat geliştirici bir iş değildir. Tâbi olucu bir iştir. Ne değişirse onu öğreneceğiniz ve yeri geldiğinde tekrayacağınız bir iştir. Ama “önden gitmenize” imkân veren bir iş değildir. Malzemeye katkıda bulunmaya ve onu şekillendirmeye imkân veren bir iş değildir. İhtiyaçlar çerçevesinde gelişirken değişirken ona katkı verebileceğiniz bir iş değildir. Takip etmek ile ilgilidir. Halbuki asıl gündem olanı hafızaya almak ve olanı takip etmek değildir. Bunu aşan boyutu vardır. Bir yargı kararı ile size örnek vereceğim. Nasıl bu uzlaşmaya takılmamak gerektiğini gösteren bir karar : “Dövizle Askerlik” konusunda bir AYİM kararı. Mevzuat gereği yurtdışında çalışanların dövizli askerlikten yararlanabilmeleri için yükümlülük döneminde yurtiçinde bir sene içinde altı aydan fazla kalmamaları gerekiyor. Olayda davacı Japonya’da işçi olarak çalışıyor ancak iş yerinin küçülme politikasından dolayı ücretli izne çıkarılıyor. Yurda geliyor ve altı ay yirmidört gün Türkiye’de kalıyor. Mevzuatta belirtilen süreleri aşmış olduğu gerekçesiyle (Türkiye’de yirmi dört gün fazla kalmış olması) yurtiçinde fazla süre kalmış olmasından dolayı dövizle askerlik hakkını kaybettiğine dair işlem yapılıyor. Buna karşı Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) iptal davası açıyor. AYİM, Kanuna uygun gibi görünen bu işlemi yargılama sonucunda iptal etmiştir. Mahkeme bu kararında Kanuna bir anlam veriyor. Kanunun anlamı kötüye kullanmaya engel olmaktır. 3 Burada kişinin kalışı işsizlik sebebiyle değil, ücretli izin sebebiyledir, kaldı ki yirmidört gün aşmış olmaya bağlanan dövizle askerlik hakkını yitirmek de orantılılığı aşan bir yaptırım oluşturur gerekçelerini kullanarak, kanunun lafzına bağlı kalmadan, ruhunu anlamaya çalışarak, durumun gerektirdiği hakkaniyet arayışını gösteren bir karar veriyor. Böyle bir uyuşmazlığa bir klasik mantıkla bakarsanız, hukuk teknisyenliği mantığıyla bakarsanız, çözümü net: o kişinin dövizli askerlik hakkı talebi reddedilir. İçiniz yansa da, hakkaniyete uygun görmeseniz de bir çözüm bulamazsınız, kanun var, ben de makinayım kanunu kelime be kelime uygularım diye bakarsınız. Ama hukuk formasyonuyla bakarsanız, isabetli görülsün veya görülmesin, daha kapsamlı ele alırsınız, varlık gerekçeniz anlaşılır. Bunu aşabilmek için AYİM uzun uzun tartışmış, mevzuatı tartışmış, anlamını tartışmış ve şöyle karar vermiştir; “Davacının kesin terhisi hak etmeden önce, yani henüz dövizle askerlik hizmetinden yararlanmak için gereken yükümlüğün devam ettiği esnada, 1999’da bir takvim yılının yarısından toplam 6 ay 21 günü yurt içinde geçirmiş ise de, 2001 yılından itibaren de Japonya’da sürekli oturma iznine bağlı olarak bulunan davacının 1999 yılında fazladan yurt içinde kalmasının, iş yerinin ücretli olarak zorunlu izne çıkarmasından kaynaklandığı, 1998 yılından itibaren çalışma maksadıyla Japonya’da işçi olarak bulunan ve dövizle askerlik hizmetinden yararlanmak için gereken yükümlülükleri devam ettiği esnada (1999-2010 yılları arasında) 1999 yılı hariç başka herhangi bir takvim yılında uzun süreli olarak yurt içinde bulunmayan davacının, yurt dışındaki iş yerinin küçülme politikası uygulayarak kendisini ücretli olarak zorunlu izne çıkarması nedeniyle yalnızca bir takvim yılında yasada belirtilen süreden 21 gün fazla yurt içinde kalmasının temel askerlik öncesindeki 15 günlük hazırlık süresi de dikkate alındığında kesin dönüş olarak da kabul edilmesinin mümkün olmadığı gibi, bu sebeple tüm kazanımlarını kaybedecek şekilde dövizli askerlik hizmeti kapsamından çıkartılmasının da ölçülülük ilkesine uyarlı olmadığı, bu itibarla davacının dövizle askerlik kapsamından çıkartılarak, noksan hizmetini tamamlatma işleminin hukuka aykırı olduğu anlaşılmakla, söz konusu işlemin iptaline karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.” AYİM, böyle hareketli bir alana baktığı için kanunun açık hükmüne anlam vermiş, adeta maddenin içeriğini doldurmuştur. Lehinde veya aleyhinde düşünülebilir ama kanunun sabitlediği unsurlara bir “hareket” boyutu getirmesi söz konusudur. Mahkeme hareketli bir alana bakıyor. AYİM bunun için ne yapıyor? kanuna bir anlam veriyor. Kötü niyete engel olmak için getirilen hükmü tespit ediyor. Ve bu olayı bu hükmün kapsamı dışında değerlendiriyor. Dolayısıyla “hareket”i sağlayan bir kanun bilgisi değil, onu aşan bir şey, bir hukukçu bakış açısı. Bu ayrı bir değerlendirmeyi, anlamayı olayın durumunu tespit ettikten sonra, mevzuatını tespit ettikten sonra olaya idare hukuku ilkeleriyle, idare hukuku gerekleriyle, idari faaliyete hâkim olması gereken ilkelerle bakabilmeyi, ele almayı gerektirir. Çünkü idare hukuku hep bu tür yargı kararlarıyla gelişmiştir. Yargı kararları sayesinde, idare hukuku olarak isimlendirilebilecek bir kapsam netliğe kavuşmuş, yargı kararlarıyla ilkeler geliştirilmiş, yargı kararlarıyla bu hukuk alanı hayatın gerektirdiği şekilde kapsamını hareketli hale getirmiştir. 4 Başa dönecek olursak, bu uzlaşma, vakıa ve hareket kelimeleriyle yapılan açıklamalar kitaplardaki genel anlatımdan farklıdır. Bunu sizin nezdinizde sınamak istiyorum. Çünkü idare hukuku eğitimi hususunda gelinen noktada istenilen formasyonun verilemediği bir gerçek. Öğrenciler hukuku sadece bir teknisyenlik olarak algılayıp, idare hukuku bakımından daha sabit ve belli bilgiler almak talebindeler. Öğrenciler; bize neyi çalışacağımızı, neyi ezberleyeceğimizi, neyi sadece anlayıp öğreneceğimizi gösterin, fazlasını bizden istemeyin diyorlar. Biz de inatla hayır, bunu kendi işi için kanunu okuyan kimse de yapar, kanun maddesini okur, anlar. Bizim böyle yaklaşmamamız gerekir. İyi bir hukukçu olarak yetişebilmeniz için, idare hukuku alanında çalışacak olmasanız bile, idare hukukunun mantığını anlama ihtiyacınız vardır. Özel hukukta çok başarılı olabilmek için idare hukuku mantığını öğrenmeye ihtiyacınız var. İdare hukukunu eleştirmek, reddetmek, bir hukuk dalı olarak zemmetmek için bile bu mantığı anlamaya ihtiyacınız var. Üstelik bu mantığı anlamak bunu kabul etmek demek de değildir. Uyuşmazlıkları ele alış, değerlendiriş, işleyiş biçimini, mekanizmasını anlamak ve bu mekanizmayı anlamak sayesinde de ileriye yönelik tahminlerde bulunmak için bu bir gerekliliktir. Dersi takip etmek derse katılmak, ders sonrası derste anlatılanları müzakere etmek, araştırmak, hatta belki de ders konusunu dersten önce çalışıp gelmek büyük bir farklılık oluşturur. Aktif metodu kullanan üniversitelerde, işin abc’si anlatılmaz ve verilen okuma parçalarını okuyanlarla konular üzerinde müzakere edilir. Hatta öğrenciler yeterli malzemeyi okuyacak vakit bulamadıkları için arkadaş grupları içinde malzemeyi toplayıp, okuyup birbirlerine anlatıyorlar. Aynı zamanda kulaktan da besleniyorlar. O anlattıkları malzeme üzerine dersi dinlemeye geliyorlar. Bir konuyu anlayabilmek için bazen çok yoğun saatler çalışıyorlar. Yani günde bir saat iki saat değil, bir konuyu anlamak ve idrak etmek bazen günde yirmi saat çalışmayı gerektirebilir. Bu ezberlemek anlamında değil; anlayabilmek, değerlendirebilmek için gerekebilir. Bu şekilde çalışan rakipleriniz olacaktır. Bu şekilde yetişen hukukçular var. Maalesef ülkemizde değil. Biz kötüler içeresinde ülkemizde en az kötü olanız. Ama bu konu öğrencinin gayreti ile ilgili bir şeydir. Bu şekilde çalışan insanların anlaması, takip edebilmesi, mutfağa girebilmesi başka bir şey böyle olmayanların onların ürünlerini anlayıp takip edebilmeye çalışması, geriden gelmesi başka bir şeydir. O yüzden bu iş büyük bir emek istiyor. İdare Hukukunu idari faaliyet ekseninden açıklamaya çalıştık. Eskiden idari faaliyeti sadece idare yerine getirdiği için idare hukukunu idareye uygulanan hukuk olarak tarif etmek mümkündü. Fakat şimdi idari faaliyetlerin tamamını idare yerine getirmiyor. Bazısında sadece denetçi bazısında da, zaten idare değil, meclis veya yargı yapıyor. Mesela meclis idari faaliyetler yapıyor. Yargı organı idari faaliyetler yapıyor. Yargı organı hâkimlere lojman tahsisi yapıyor. Yazı işleri müdürlerini atıyor. Görevden alıyor. Adalet komisyonu başkanları mübaşirlerin hukuki durumlarını görev yerlerini belirliyor. Bu faaliyetler idari nitelikte olduğu yargısal nitelikte veya yasama işlevi şeklinde olmadığı için yapanı idare olmazsa bile bir idari faaliyettir. Yargının yargısal olmayan faaliyetleridir. Meclis mesela, idari faaliyetler yapıyor. Meclise bağlı birçok yer vardır. Mesela Yalova’daki otelden tutunda Göztepe’deki sosyal tesise, Yıldız’daki sosyal tesise, meclise bağlı saraylara, Dolmabahçe Sarayı, Yıldız Sarayı bunların hepsini meclis idare ediyor. Bunlara eleman atıyor. Elemanları yükseltiyor. Disiplin fiili işleyenlere disiplin cezası uyguluyor. Ayrıca mecliste çalışanlar var. Gizli oturumlarda getir götür işleri yapabilmesi için sağır dilsiz elemanı bile var. Bunları istihdam ediyor. Ayrıca kendi içinde yönetim faaliyetleri var. Meclisin içindeki düzenlemeler var. Burada meclisin yasama niteliğinde olmayan işlevinden kaynaklanan idari faaliyetleri var. Bu da bir idare hukuku konusu olarak gündeme gelir. Dolayısıyla idare hukuku alanını düzenleyen idari 5 faaliyet kavramı sadece idarenin faaliyetlerinden ibaret değildir. Hatta idarenin her faaliyeti de idari faaliyet değildir. İdare bazen özel hukuk kişisi gibi davranır. Özel hukuk kişisi gibi faaliyet yapar. Özel hukuk kişisi gibi kiralama yapar. Özel hukuk kişisi gibi satın alma sözleşmesi yapar. O zaman da idare hukukunun uygulanması değil, özel hukukun uygulanması söz konusu olur. Dolayısıyla ne idarenin yaptığı her faaliyet idari faaliyettir ne de idari faaliyetler sadece idare tarafından yapılabilir. Bir adım daha ileri gidelim. Artık yoğun olarak özel kişilere idari faaliyet yaptırılıyor. Mesela telekomünikasyon alanında fiilen telekomünikasyon hizmetine bizzat sunan hiçbir idari kurum yoktur. Ama telekomünikasyon alanında çalışan bütün büyük şirketler imtiyazcı şirketlerdir. Türk Telekom imtiyazcı şirket olarak özel kişiye gördürülüyor. Turkcell imtiyazcı şirket olarak bu şirketle yapılmış imtiyaz sözleşmesi kapsamında faaliyeti yürütüyor. İdari sözleşme yani bir imtiyaz sözleşmesi söz konusudur. Dolayısıyla özel hukuk kişileri bu faaliyetleri yürütüyor. Mesela at yarışı yapma işini idare TJK’ne bir imtiyaz olarak vermiştir. Milli piyango mesela artık idare kendisi yapmıyor, özel kişiye bırakmıştır. Dolayısıyla idare günümüzde idari faaliyetleri özel kişilere sözleşme ile yaptırarak kendisi sadece denetleme konumuna geçmektedir. Mesela EPDK, gazetelerde okumuşsunuzdur yakın zamanda “on altı doğalgaz şirketinin abonesi olan şu kadar kişiden fazla para tahsil ettiğini” tespit ederek onlara geri ödeme mecburiyeti getirmiştir. Dolayısıyla idare, idari faaliyetleri bizzat yapmaktan çıkıp, bu faaliyetleri özel kişiye yaptırır şekilde bir gelişme görülüyor. İleride bu durum tersine de dönebilir. Kısaca, idari faaliyet dediğimiz şey organik bakımdan mutlaka bir idare tarafından yapılır değildir. İdari faaliyetlerin meşrulaştırıcı kavramı kamu yararı kavramıdır. İdari faaliyetlerin üstün kamu güç kullanmasının hukuki temeli, kamu yararı için bu üstün statüye ihtiyaç duyuluyor olmasıydı. Bir çok noktada “kamu yararı özel yarardan üstündür” yaklaşımı durumu çözüyordu. Kamu yararı ile özel yarar karşılaşırsa kamu yararı daha üstündür. İdari faaliyetlere hâkim olan tek yanlılık idarenin tek yanlı davranabilme gücü, idarenin üstünlüğü, idarenin hareketi bakımından bağımsızlığı hep kamu yararı gerekçesi ile gerekçelendiriliyordu. Son on yıldır kamu yararı kavramı anlayışı değişmeye başladı. Bir kere artık deniliyor ki, kamu yararının özel yarardan üstün olduğu nasıl denilebilir. Eğer bir hak ise özel kişinin hakkı söz konusuysa, bir haktan daha üstün bir şey yoktur. Kamu yararı bir hakkın ihlaline imkân vermez. Kamu yararı özel yarar artık bir hiyerarşi olmaktan çıkıp birbirini tamamlar hale gelmiştir. Hatta mali konularda; kamu yararı dediğimiz şey idarenin daha fazla gelir sağlaması demek değildir. Kamu yararı dediğimiz şey gerekirse idarenin özel kişiye para vermesidir. Hakkı olan tazminatı vermesidir. Dolayısıyla idare parasal bakımdan kar edecek diye özel kişiden mükellef olduğundan daha fazla vergi alması, özel kişinin malına el koyması, özel kişinin faaliyetine engel olması hiçbir zaman kamu yararı gerekçesiyle meşrulaşamaz. Bir hak varsa kamu yararı da bu hakkın ihlaline gerekçe gösterilemez. Üstelik o hakkın korunmasında kamu yararı vardır. Bu yüzden idarenin mali yararı kamu yararı değildir. Bu anlayış değişimi idarenin birçok üstünlüğünü, uygulanış biçimini, kabulünü değiştirdi. Buna ilaveten bir de Avrupa Hukuku boyutu idare hukukunu etkiledi. Avrupa hukuku “rekabet”i esas aldığı için kamu hukuku üstünlükleri bir çok yerde geriledi. İdareye ihale yaparken, idarenin şirketleri ile özel hukuk şirketleri arasında farklılık yapılmayacağını ifade ediyor. Kendi ülkenin şirketine farklılık getiremezsin, demektedir. Genel ekonomik yarar denen bir kavram dışında rekabet esası getiriyor. Yani Avrupa Hukukunun idareyi de özel 6 şirketlerle eşitleştirici yaklaşımı vardır. Ayrıca AİHMnin kararlarıyla getirdiği açılımlar önemli etkiler doğurdu. Dolayısıyla idare hukuku çok hareketlendi. Tarih hızlı akmaya başladı. İdare hukuku hızlı değişmeye başladı. Aynı duruyor gibi gözüken hukuki kavramların anlamı ve kapsamı değişti. Yani kamu yararı yine kamu yararı ancak on sene önceki kamu yararı, hatta bir sene önceki kamu yararı, hatta altı ay önceki kamu yararı ile şimdiki kamu yararı anlayışı arasında hareketlilik nedeniyle bir fark oluşmaya başladı. Dolayısıyla siz böyle bir yaklaşımda olmazsanız, bu gelişim ivmesini izlemezseniz, bundan sonraki gelişimi takip edebilmekte zorlanırsınız. Bunun sadece bir kitaptaki tanımına bağlı kalırsanız. O kitap yazıldıktan sonraki gelişimleri öğrenemezsiniz. Bu adeta deprem gibidir. Depremde nasıl birbiriyle birlikte sallanan deprem frekansıyla birlikte sallanan binalar yıkılmıyor, sabit duranlar asansör kovası olanlar, aynı oranda sallanmayanlar yıkılıyorsa bu da böyle bir şeydir. Siz bir bilgi ile sabit duruyorsanız, o sabit durmak dalgalanmalar karşısında yıkılmayı getirir. O dalgalanmaya intibak edebilecek bir yaklaşıma ihtiyaç vardır. Ders malzemesini çeşitlendirmek gerekir. Asıl olarak okunanlar, dinlenenler hakkında derin düşünmek gerekir. İdare hukuku alanında Anayasa mevzuat bakımından önemli bir kaynaktır. Hatta Georges Vedel’in “idare hukukunun anayasal temelleri” makalesinin başlığı klasikleşmiştir. Yani idare hukukunun temelleri, diğer bakış açısıyla başlıkları Anayasa’da yer almaktadır. Teşkilata ilişkin, eşitlik ilkesine ilişkin, kamu hizmetlerine ilişkin, kamu mallarına ilişkin Anayasa’da bir sürü düzenleme vardır. Anayasa Hukuku, Anayasa ile ilgilenir. Ancak Anayasa, sadece Anayasa Hukukuna malzeme vermez. Anayasa Hukuku, bütün hukuk dallarını ilgilendiren çerçeveyi çizer. İdare Hukukunda bütün başlıklar Anayasa’dır. Niçin? Çünkü kanunla değişmesi istenmeyen ana ilkeler bir ülkedeki konsensüse göre Anayasa’da maddeleşir. Ormanların korunması mesela Anayasa’da maddeleşmiştir. Niçin? Ormanlarla ilgili yapılaşma, tarla açma baskısına karşı kanunla esneyebilme imkânı gelmesin bu alan Anayasal korumada olsun diye Anayasa’da düzenlenmiştir. Kamu hizmetlerine girmedeki eşitlik ve hizmetin gerektirdiği nitelik dışında nitelik aranmama ilkesi kamu personelinin temel ilkesidir. Anayasa 70. maddede ifadesini bulmuştur. Çünkü kamu hizmetine girerken hizmetin gerektirdiği nitelikler dışında başka nitelikler aranarak; sadece belli insanlara, belli kesimlere, sadece torpillilere özgülenmesin diye bu yol tercih edilmiştir. Toplumdaki herkes, her renk kamu hizmetlerine girebilsin, yani idari teşkilata personel olarak girebilsin diye bu şekilde düzenlenmiştir. Dolayısıyla bazı şeylerin Anayasa’da yer alması o noktada toplumunu geçmişi ile geleceğine ilişkin tasarımla ilgili fikir de verir. Devletin sosyal, ekonomik, siyasi geçmişinin Anayasa’da izleri vardır. Okumasını bilenlere satır aralarından yola çıkarak, Anayasa’dan yola çıkarak buna erişebilirler. Bu okuma tecrübe birikimi ile olur. Yaşla ilgili değildir. O tecrübe birikimini yansıtabilen bir Anayasa kendi amacına göre bir düzenleme yapmıştır. O yüzden Anayasa tartışmaları hep günceldir, hep gündemdedir. Anayasa aynı zamanda bir sosyal uzlaşmayı göstermelidir/sağlamalıdır. Sosyal uzlaşmanın temel metnini gösterir. Dolayısıyla sosyal problemlerin olduğu toplum katmanlarının birbirinden habersiz, hatta birbiriyle çatışır bir halde olduğu durumlarda idare hukukunun başlıklarının Anayasa’da olması ayrıca bir önem taşır. Ve Anayasa’nın o uzlaşmazlıkların çözümüne yönelik değil, çözümünü mümkün kılacak hukuki mekanizmaların işlemesine müsait bir alt yapı oluşturması önem taşır. Yani Anayasalar sorun çözmez ama çözmeye yönelik hukuki boyuta ilişkin alt yapı oluşturur. Çapı dar bir su borusundan çok su ihtiyacı gerektiren şehrin sularını geçirmezsiniz. Dar bir elbiseyi ne kadar uğraşırsanız uğraşın kendisinden daha büyük beden giyen bir kimseye giydiremezsiniz veya o elbise giyilirse sökülür, yırtılır. Dolayısıyla böyle bir şey, alt yapı 7 oluşturur. O yüzden Anayasa sürekli müracaat edilecek anlamını ve kapsamını değerlendirilecek bir atıf noktasıdır. Anayasallık bloğu sadece Anayasa’dan ibaret değildir. Hukukun genel ilkeleri diye, Uluslararası Mahkemelerinin, AİHM’nin, Anayasa Mahkemesi’nin diğer yargı yerlerinin ortaya koyduğu kavramlar vardır. Örneğin, Fransa’da idari yargının Anayasal güvenceye sahip olduğuna yargı kararıyla karar vermişlerdir. Anayasa’da buna ilişkin hüküm olduğundan değil. Anayasa’yı anlayabilmek için de onu yorumlayan hususlara bakmak gerekir. Anayasa Mahkemesi yorumluyor ve Anayasa maddesine bir anlam veriyor. O anlamı vermesi o Anayasa’nın hareketliliğini sağlayan kısmını anlamak ihtiyacımız vardır. Bu malzeme de önemli bir malzemedir. Buna ulaşacak malzemeye ihtiyacımız vardır. Anayasa’nın son haline nasıl ulaşılır? Eski maddelerine nasıl ulaşılır? Değişiklik ne anlama gelir? Bunları değerlendirmek gerekir.. Bir diğer kaynak da “Kanun”lardır. İdare hukukundaki kanunlar öğrencilerin gözünü korkutacağı bir düzeydedir. İdare Hukukunun maalesef bütün kanunlarla ilgisi kurulmaktadır. Yani bir Medeni Hukuk gündeme geldiğinde, Borçlar Hukuk anlatıldığına kanunlar bellidir. Ticaret Hukukunu anlatırken Ticaret Kanunu ve çevresindeki birkaç tane Kanun nispeten böyle ele avuca sığan bir malzemeyi oluşturmaktadır. Fakat İdare Hukukuna ilişkin inanılmaz malzeme vardır. Başlığını öğrencinin anlayamadığı İdare Hukukunu ilgilendiren kanunlar var. “Menafii Umumiyeye Müteallik İmtiyazat Hakkında Kanun” mesela başlığını anlayabiliyor musunuz? Maddeleri de evvelen, saniyen, salisen diye gidiyor. Ve yürürülüktedir. Kamu hizmeti imtiyazlarını konu alan bir Osmanlı dönemi kanunudur ve hala yürürlüktedir. Örneğin Taş Ocakları Nizamnamesi Maden Kanunu ile yeni değişti. Bu nizamnameye göre bir Osmanlı altını yaptırım vardı. Uygulamada bir Osmanlı altınının gramı günlük altın fiyatı ile çarpılıp ceza öyle veriliyordu. İdare hukuk ile ilgili düzenlemeler birkaç kanunla sınırlanamayacak derecede çok ve çeşitlidir. 8