GIL ANIDJAR Gil Anidjar, Columbia Üniversitesi

advertisement
GIL ANIDJAR
Gil Anidjar, Columbia Üniversitesi’nde Ortadoğu ve Asya Dilleri
Bölümü’nde öğretim görevlisidir. Elinizdeki kitaptan önce, “Our
Place in al-Andalus”: Kabbalah, Philosophy, Literature in Arab Jewish
Letters (Stanford, 2002) adlı kitabı kaleme almış ve Jacques Derrida:
Acts of Religion (Routledge, 2001) adlı çalışmanın editörlüğünü yapmıştır.
İdeaAyrıntı Dizisi
Ayrıntı Yayınları
Ayrıntı: 619
İdeaAyrıntı Dizisi: 6
Düşmanın Tarihi
Yahudi, Arap
Gil Anidjar
Kitabın Orijinal Adı
The Jew, The Arab
A History of the Enemy
İdeaAyrıntı Dizi Editörü ve
Yayıma Hazırlayan
Burhan Sönmez
İngilizce’den Çeviren
Timuçin Binder
Düzelti
Evren Us
© Stanford University Press 2003
Bu kitabın Türkçe yayım hakları
Ayrıntı Yayınları’na aittir.
Kapak Fotoğrafı
Pawel Wewiorski/Flickr
Getty Images Turkey
Kapak Tasarımı
Gökçe Alper
Dizgi
Esin Tapan Yetiş
Baskı
Kayhan Matbaacılık San. ve Tic. Ltd. Şti.
Davutpaşa Cad. Güven San. Sit. C Blok No.:244
Topkapı/İstanbul Tel.: (0212) 612 31 85
Sertifika No.: 12156
Birinci Basım: 2012
Baskı Adedi: 2000
ISBN 978-975-539-640-8
Sertifika No.: 10704
AYRINTI YAYINLARI
Hobyar Mah. Cemal Nadir Sok. No.:3 Cağaloğlu – İstanbul
Tel.: (0212) 512 15 00 Faks: (0212) 512 15 11
www.ayrintiyayinlari.com.tr & [email protected]
Düşmanın Tarihi
Yahudi, Arap
Gil Anidjar
İ D EA AY RI N TI D İ Zİ S İ
KURTULUŞ TEOLOJİSİ
Ed.: Christopher Rowland
KİRLİLİK KAVRAMI VE
ALEVİLİĞİN ASİMİLASYONU
Mevlüt Özben
İSLAM’IN GELECEĞİ
Wilfred S. Blunt
İSLAM’IN İKİNCİ MESAJI
Mahmut Muhammed Taha
TANRISIZ AHLAK
Walter Sinnott-Armstrong
Onlara, orada, belli bir tarih kavramının uygunsuz kaldığı yerde, hâlâ “tarihsel” olan iki ismi ödünç verelim.
— Jacques Derrida
Bu yüzden, katlanılmaz olan şey, sanki birleşmeleri tektanrıcı mantığı en temel kavramları üzerinden tehdit
ediyormuş gibi, bu iki erkek kardeşin, bu iki köken tarzının birlikte olmasıdır.
— Fethi Benslama
İçindekiler
Teşekkür..........................................................................................10
Önsöz..............................................................................................11
Giriş: Teolojik-Politik’in Anları......................................................13
Birinci Bölüm
1. Teolojik Düşman......................................................................... 37
2. Derrida, Yahudi, Arap................................................................. 86
3. De inimicitia...............................................................................111
Ek 1: Rosenzweig’ın Savaşı.............................................................144
İkinci Bölüm
4. Düşmanın İki Bedeni (ve de Politik Teoloji)........................... 161
5. Müslümanlar (Hegel, Freud, Auschwitz)................................. 179
Ek 2: Yasanın Cesedi: Mesih ve Müslüman...................................225
Kaynakça........................................................................................242
O çekilirken
Barakamda çay içen düşman,
Dumandan bir atı var ve bir kızı
Kalın kaşları ve kahverengi gözleriyle. Ve uzun saçı,
Şarkıların gecesi kadar uzun omuzlarında. Ve resmi,
Onu hiçbir zaman terk etmiyor çayımızı içmeye geldiğinde. Ama o
Bize onun gece ne yaptığını söylemiyor, ne de tepedeki şarkıların
Terk ettiği bir attan bahsediyor…
…Barakamızda düşman silahını dinlendiriyor,
Dedemin sandalyesine yaslıyor onu ve ekmeğimizi yiyor
Herhangi bir misafirin yapacağı gibi. Biraz uyukluyor,
Hasır sandalyenin üzerinde. Ve tüylerini okşuyor
Kedimizin. Hep şöyle diyor:
Mağduru suçlama!
Biz ona soruyoruz: O kim?
O diyor: Gecenin kurutamayacağı kan…
… Ceketinin düğmeleri parıldıyor uzaklaştıkça (‘indama yabta’id)
İyi geceler sana! Kuyumuzu selamla.
İncirin olduğu yanı selamla. Nazikçe gölgelerimize bas,
Arpa tarlalarındaki. Ve selamla yukarıdaki çam ağaçlarımızı.
Ve unutma evin kapısını kilitlemeyi gece vakti.
Ve unutma atın korkusunu
Uçaklardan.
Ve bizi orada selamla, eğer vakit varsa…
Kapı eşiğinde söylemek istediğimiz bu sözcükleri
… o çok iyi duyuyor,
Çok iyi ve sözcükleri hızlı bir öksürükle kapatıyor,
Ve eliyle kenara itiyor.
Ama neden her gece mağduru ziyaret ediyor?
Atasözlerimizi ezberliyor, bizim yaptığımız gibi,
Ve ilahilerimizi tekrarlıyor,
Kutsal yerdeki kendi buluşmamıza dair olan?
Eğer silah olmasaydı,
Flütlerimiz kaynaşacaktı…
…Savaş sona ermeyecek, yeryüzü
Kendi etrafında döndükçe içimizde!
O zaman iyi olalım. O bizden
Burada iyi olmamızı istedi. Bir şiir okuyor
Yeats’ın İrlandalı Havacısına: O savaştıklarıma
Nefret etmediklerime / O koruduklarıma
Sevmediklerime…
Ve ahşap barakamızdan ayrılıyor
Ve seksen metre ilerliyor
Eski taş evimize, orada, ovanın kenarındaki…
Evimizi selamla yabancı.
Kahve fincanlarımız
Onları bıraktığımız gibi kaldı. Hâlâ koklayabiliyor musun,
Üzerlerindeki parmaklarımızı? Kendi kızına söyleyebilir misin,
Saç örgüleri ve kalın kaşlarıyla
Noksan bir arkadaşı olduğunu
Onu ziyaret etmek isteyen, bir amacı yok gerçekten, öylesine…
Sadece aynasına girmek ve sırrını görmek için:
Nasıl takip ettiğini, onun ardından, yaşamının gittiği yönü,
Onun yerine? Selamla onu,
Eğer vakit varsa…
Kapı eşiğinde söylemek istediğimiz bu sözcükleri
… o çok iyi duyuyor,
Çok iyi
Ve sözcükleri hızlı bir öksürükle kapatıyor,
Ve eliyle kenara itiyor.
Ceketinin düğmeleri parıldıyor
Uzaklaştıkça…
— Mahmut Derviş
Teşekkür
Hem Columbia Üniversitesi’nin (Öğretim Üyesi Yaz Bursu, 2001,
2002) hem de Ortadoğu ve Asya Dilleri ve Kültürleri Bölümü’ndeki
meslektaşlarımın verdiği desteğe teşekkür ediyorum. Helen Tartar’a derin uzak görüşlülüğü ve verdiği tüm sözleri tuttuğu için, Larry Schehr
ile Bud Bynack’a metni okuyarak yardımcı oldukları için ve Stanford
Üniversitesi’ne de bir kez daha böyle bir işi üstlendiği için minnettarım.
Dostlarım Nina Caputo, Gérard Cohen, Mitch Hart, Joseph Massad,
Marc Nichanian, Amnon Raz-Krakotzkin, Andrew Rubin, Peter Szendy
ve Ruth Tsoffar’a bana öğrettikleri şeyler için; Helen Brackett’e düşünebileceğimden daha çok; Eduardo Cadava’ya Emerson ve çok daha fazlası
için; Steven Miller’a “Open Letter to the Enemy”si için; Lecia Rosenthal’a
gelecek için ve Avital Ronell’a da bir kez daha, her şey için.
10
Önsöz
Yahudi, Arap’ın Avrupa’yla ilgisi bariz olmalı: Avrupa onun sınırıdır
ve onu sınırlandırandır.
O halde, Avrupa ve onunla ilgili şu sorular: Bir düşman kavramı var
mıdır? Eğer böyle bir kavram varsa, hangi söylemsel alana (politika, teoloji, hukuk, felsefe, psikanaliz; ama başkaları da söz konusudur) aittir?
Hangisini belirler? Veya (ve bu “veya”nın salınımlarında ondan kaynaklanan her şey gidip gelir) eğer bir düşman kavramı yoksa, eğer düşman
kavramı hâlâ tanımlanmayı (veya sadece düşünülmeyi) bekliyorsa, böyle bir tanımlanmayı engelleyebilecek faktörler nelerdir? Bu son soruya
verilecek bir yanıt (ve öncekiyle girilecek bir tür ilişki), bu çalışmada
gösterileceği gibi, düşmanın (somut, söylemsel ve kaybolan bir alan
olarak, Derrida’nın deyişiyle “ebedi bir hayaletin gölgesi” gibi) Arap ve
Yahudi tarafından, yani Avrupa’nın hem Arap hem de Yahudi’yle girdiği
ilişki tarafından yapılandırıldığıdır. İkinci bir yanıt da bu yapılandırmanın, bunun karşılığında, tamamen din ve politikayla ilgili olduğudur.
Fazla sayıdaki soru karşısında şüphesiz çoktan yetersiz kalmış bu iki cevabın yol açtığı zorluk, Avrupa’da, yani “Hıristiyan Avrupa”da, onların
(bir yanda Yahudi, Arap, diğer yanda da din ve politika) birbirlerinden
farklılıklarının ama aynı zamanda ayrılmazlıklarının gösterilmesi olacaktır. Farklı bir deyişle ifade edilecek olursa, Yahudi ile Arap, din ve
politikanın koşulunu oluşturur.
11
Giriş: Teolojik-Politik’in Anları
mo-ment [an]
İsim. Söylenişi: ‘mõ-mәnt’. Etimoloji: Orta İngilizce, Orta Fransızca’dan,
Latince momentum’dan, hareket [movement], dengeyi bozmaya yeterli tanecik; an [moment], movere’den hareket etmek. Tarih: On dördüncü yüzyıl.
1 a: zamanın çok küçük miktarı veya parçası: AN [INSTANT] b: görece
kısa süre 2 a: şimdiki zaman <şu anda bir roman üzerinde çalışıyor> b:
mükemmel veya çarpıcı an <mükemmel zamanları vardır> 3: önemli nüfuz
veya etki <çok önemli anlar> 4 : eski kullanım: bir eylemin nedeni veya saiki
5 : tarihsel veya mantıksal gelişimde bir evre 6 a: harekete yol açma eğilimi
veya eğilimin ölçüsü, özellikle bir nokta veya eksene göre b: bir nicelikle
(kuvvet) belli bir eksene veya noktaya olan mesafenin çarpımı 7 a: bir istatistiksel veri kümesindeki gözlemlenmiş değerlerin sabit bir değerden sapmalarının ‘n’inci üslerinin ortalaması b: rastgele bir değişkenin sabit bir değerden sapmasının bir üssünün beklenen değeri eşanlamlısı: ÖNEM’e bkz.
— Merriam-Webster Sözlüğü
Şimdi hangi olayların korkunç veya hatta acınacak halde göründüklerine karar vermeliyiz. Bu, ister istemez, arkadaşların veya düşmanların
(echthroi’nin) ya da bunların hiçbiri olmayanların birbirlerine yönelik eylemleri olmalıdır. Şimdi eğer bir düşman bunu diğer bir düşmana yaparsa,
o zaman ne eylemde ne de gayede acınacak bir hal yoktur; asıl felaketin
getirdikleri hariç.
— Aristoteles, Poetika
Bu kitapta, düşmanın nasıl düşman olmasıyla, kutuplaşmış Yahudi ve Arap kimlikleri arasına ve içine yerleşmiş düşmanın tarihiyle
uğraşıyorum. Eğer bu bir tarih oluşturuyorsa, bir sömürge tarihinden
daha uzundur; her ne kadar sömürgesel boyutlar (burada ima edilen,
eğer sadece iki önemli aktörün adlarını vermekle yetineceksek, aslında
Britanya sömürgeciliğinin ve Amerikan emperyalizminin “Ortadoğu
çatışması”nın yaratılması ve sürmesindeki kurucu ve süren rolleridir),
ille daha iyi anlaşılmış olmaları gerekmiyorsa da, muhtemelen daha
iyi biliniyor ve daha iyi çalışılmışsa da. Ama Yahudi, Arap: Düşmanın
Tarihi, bir tarihten ziyade, bu tarihin neden yazılmadığına dair bir ön
çalışmadır.
Korkunç bir şekilde fazla tanıdık ve kaçınılmaz “şiddet döngüsü” bir
yana bırakılacak olursa, Arap ile Yahudi arasındaki mesafeyi muhafaza
eden ve düşmanlığı canlandıran şey nedir? Arap ile Yahudi arasındaki
bu mesafenin, bu karşıtlığın, seçkin anlatıların inandırmaya çalıştıkları
13
Düşmanın Tarihi / Yahudi, Arap
üzere eski İncil dönemine kadar giden bu düşmanlığın, “Ortadoğu”nun,
yani savaş ve çatışmanın ezelden beri yakıp yıktığı bir bölgenin ve bir
toprağın kaçınılmaz mirasının doğallaştırılması hangi amaçlara hizmet
etmektedir; ardındaki gerekçeler nedir? Nasıl oldu da sözde Arap (bir
“etnik” ibare) ve Yahudi (bir “dini” ibare) terimleri, bunlar farklı veya
hatta karşıt politik gündemler, uyarılar ve sofistike eleştiri ve çürütmelere eşlik ederken bile, büyük çeşitlilik gösteren (politik, dini, kültürel ve
benzeri) modern söylemlerin içine son derece güçlü bir şekilde yerleşti?1
Sargon Boulos’un Darwish’de yayımlanmış çevirisinden, The Adam and Two Edens’den (5153) yararlandım (ve değiştirdim). Çevirime yaptığı yardımlardan dolayı Joseph Massad’a son
derece minnettarım. Bu kitapta mümkün mertebe mevcut çevirileri kullandım; değişiklikleri
ancak benim metinleri nasıl kullandığıma bağlı olarak böyle bir ihtiyaç belirdiğinde yaptım.
Herhangi bir çevirinin mevcut olmadığı durumlarda da kendi çevirimi yaptım. İngilizce olmayan sözcükleri alıntılarken, herhangi bir işaret konmamışsa bu genellikle İngilizce metne
gönderme anlamına gelmektedir, aksi takdirde Fransızca için “F”, Almanca için “G”, İbranice
için “H” ve İtalyanca için de “I” harflerini kullandım.
1. İsrail/Filistin’deki geçmiş ve mevcut durumu açıklayan “uygun” isimlere dair duraksama
ve tereddütler iyi bilinmektedir ve bunlar, bilinçli ya da değil, her bir seçeneğin hizmet ettiği
gündem hakkında epey şey söylemektedir. Sonuçta, hasımlar kimdir? İsrailliler ve Filistinliler?
Yahudiler ve Müslümanlar? Yahudiler ve Araplar? Siyasi gerçekçiler ve dini radikaller? “Yahudi” ve “Arap”, hiçbir şey için değilse, milyonlarca insanın günlük yaşamını belirleyen İsrail
kimlik kartlarına kazınmış terimler oldukları için baskındır. Orada yasaların karşısında ve
“yurttaşlıktan,” yani “İsrailli” olmaktan, ayrı bir kategori olarak düşünülmüş “milliyet” başlığı
altında Yahudi ve Arap vardır. (Burada belli bir seviyede “Yahudi” teolojik olmaktan arındırılmış ama diğer yandan “Arap” herhangi bir dini içerikten farklı etnik, politik bir işaret olmaya
devam etmektedir.) Yakın bir bağlamda, Bernard Lewis milliyet (yani etnik milliyet) ve yurttaşlık arasındaki ayrımın Doğu Avrupa kökenli soyağacını belgelemektedir. Lewis ayrıca dinin
etnisiteye dönüşümünde yer alan bu ayrımın kurumsallaşmasına (bizim durumumuzda “Yahudi”) ve sınırlanmasına, hatta dinin bir kimlik kategorisi olarak bir tür ortadan kaldırılmasına (burada “Müslüman” veya “Hıristiyan”ın yerine geçen ve bunları ortadan kaldıran “Arap”)
işaret etmektedir. Lewis dini geride bırakan bu “seküler” kurumun önemini Sovyetler Birliği’ne
dayandırır. Eğer tarihsel değilse de, pragmatik sebepler, Lewis’ın “etnik milliyet, dinin aksine, din değiştirmeye benzer bir eylemle değiştirilemez” (Lewis, Semites and Anti-Semites, 34)
açıklamasında açıkça ortaya konmaktadır. “İsrailliler ve Filistinlilerden (milliyetçilik birincil
faktör olarak), “Yahudiler ve Müslümanlar”dan (din birincil faktör olarak) veya “Yahudiler
ve Araplar”dan (dengeli sözde “demokratik” politika bir yanda ve “fanatik” din diğer yanda
olarak) bahsedilsin, hiçbir zaman bir hata söz konusu değildir ama İsrail devletinin kurumsallaştırdığı bir durum sürdürülmüş, din ile politika ve “Yahudi” ile “Arap” arasında ve içindeki
görünmez veya sorgulanmamış ayrımlar bir kez daha onaylanmış olur.
Bu kitapta, kısa konudan kopmalar dışında, İsrail ve Filistin’in doğrudan önemli bir yer
tutmayacağını burada belirtmeliyim; ama diğer yandan bu kitabın her şeyden önce Amnon
Raz-Krakotzkin’in getirdiği sorulara, kendimi son derece borçlu hissettiğim bu sorgulamalara, refakat edecek mütevazı bir çalışma olabileceğini de düşünmüyor değilim. Burada içinden
yazdığım özel bağlamda, Raz-Krakotzkin, şu anda, çoktan Oslo anlaşmalarının merkezine
yerleşmiş baskın uzlaşmanın nesnesini oluşturan kavramdan kaçınmak için çift-milliyetlilik
(kısmen Hannah Arendt’ten alınmıştır) kavramını orijinal şekilde yeniden tanımlamıştır: Ayrılma. Ayrılma, Raz-Krakotzkin’in açıklamasına göre, “işlevi Filistinlileri Yahudilerden ayırmak olan bir tür özerklik”e verilen bir başka addır (Raz-Krakotzkin, “A Peace without Arabs,”
66). Bu aynı zamanda benim burada açıklamaya çalışacağım tarihi de muhafaza eder (ve pekiştirmeyi hedefler).
Farklı bir şekilde ve daha acilen ifade edildiğinde, ayrılma, “Tel Aviv, Arapların girmesinin
yasaklandığı Batı’daki tek kent olduğu” zaman çoktan faaliyette geçmiş olandır. “O halde, ba-
14
Gil Anidjar
Herhalde yasa, on dokuz ve yirminci yüzyıllarda sömürgeci devletin tebaasını yönetmek için başvurduğu en önemli tek araç olmuştur.
Mahmood Mamdani’nin belirttiği gibi, “ortak bir medeniyet projesini
tek bir iddia tanımlamıştı: Yönetenler veya yönetilenler, Batılılar veya
gayri Batılılar olsun, devletin iktidarı altındaki tüm uyruklar ithal Batı
yasası aracılığıyla yönetilecekti.”2 Devlet bu hukuk sisteminin içine, “yeniyi her zaman var olmuş bir şey olarak” formüle etme çabasına katılan
“baskıcı ve üretken mekanizmalar” yerleştirir.3 Bu mekanizmalardan
biri ve aynı zamanda sömürgeleştireni sömürgeleştirilenden ayıran ve
hatta aralarında ayırımcılık yapan, ırktı. Bununla beraber, bu tür bir
ayırımcılık yeterli değildi. Bu yüzden daha başka farklılıklar devreye
sokulmuştu ki, bunların bir kısmı Batı yasasının resmen tesisinden,
sömürgeci yönetimin tam anlamıyla yerleştirilmesinden önce gelmişti. Dolayısıyla, bu farklılıkların zamansal sırası, yerleştirdikleri yapılardan daha az önemlidir. O halde, bir düzeyde “medeni yasada yerlilerle
gayri yerliler,” sömürgeleştirenlerle sömürgeleştirilenler “arasında ırkçı
ayırım” gözlemlenirken, diğer bir düzeyde de yerliler “farklı gruplara
bölünmekte ve her biri farklı bir ‘geleneksel’ yasalar kümesi vasıtasıyla
yönetilmektedir.”
Irka ek olarak, yasa böylece farklı başka bir kategori oluşturuyordu:
etnisite. “ ‘Yerli’ kategorisinin hukuken parçalanmasıyla yerli gruplar
birbirlerinden farklı etnisitelere ayrılmıştı. Sadece kültürel bir topluluk
olan etnik grup, politik bir topluluğa dönüştürülmüştü.” “Yerel geleneklere” başvurularak (Batı) yasasının içinde yasanın dışında olan, hem yasanın içinde hem de yetkisi dışında bir alan yaratılmıştı: Farklı kültürel
rış sürecinin ardındaki süreci, birçok açıdan, Avrupa’daki radikal sağa yakın görebiliriz: Oslo
Anlaşması’ndan önce ve sonra atılmış adımlar, Le Pen ve yandaşlarının Fransa’da talep ettiklerinin aynısıdır” (67). Bu tür ortak parametrelerin olduğu bir tartışmada eksik olan “İsrail-Yahudi kimliği tartışmasını Filistin hakları tartışmasıyla birleştirebilecek herhangi önemli
bir siyasi pozisyondur” (75). Eksik olan, tarihsel bilincin ve tarihsel yorum sorusunun sorgulanmasıdır (68-69) ve Raz-Krakotzkin bunu bir “çift milliyetçi yaklaşım, yani İsrail toplumu
tartışmasını Yahudi-Filistin çatışmasından ayırmayan bir yaklaşım olarak adlandırır” (75).
Raz-Krakotzkin’in başka bir yerde ifade ettiği gibi, çift milliyetçilik “Filistin tarihi ve Filistin
milli kimliğinin Siyonist tarihinin tartışılmasının bir parçası, sorumluluk bağlamının asli parçaları olduğu anlamına gelir. Filistin haklarının tanımı ve Yahudi haklarının tanımı tek ve aynı
şeydir. Bu Siyonizm’in yarattığı sorumluluk bağlamıdır… Çift milliyetçi bir bakış açısı… ortak
bir Yahudi-Arap mekânına… gider” (Raz-Krakotzkin, “A National Colonial Theology” 321’e
ve ayrıca “Binationalism and Jewish Identity: Hannah Arendt and the Question of Palestine”a
bkz.)
2. Mamdani, When Victims Become Killers, 24. Bundan sonraki göndermeler metinde parantez içinde yapılacaktır. Hukukun, kolonyal ve postkolonyal bağlamlarda “iktidarın dağıtıldığı
adli özneler” oluşturmasındaki rolüyle ilgili bir tartışma için, Massad, Colonial Effects’e bkz.
Massad, “hukuksal postkolonyalcılığın bir tarihöncesi” (22) olarak adlandırdığı kritik işe soyunmaktadır.
3. Massad, Colonial Effects, 4.
15
Düşmanın Tarihi / Yahudi, Arap
ve politik gereklilikler tarafından kontrol edilen bir alan. “Tek bir hukuk
düzeninin içinde” birbirinden ayrı etnik farklılıklar, yani doğallaştırılmış politik farklılıklar ortaya çıkmıştı. “Yasanın dili, sömürgedeki bu
politik farklılıkları, bunları medeniyetsel bir merdivenin basamaklarına yerleştirerek doğallaştırmaya çalışmaktaydı. Yasa, medeniyetsel bir
turnusol kâğıdı testi gibi, medeni azınlığı, medenileştirilmeyi bekleyen
çoğunluktan ayırmakta, azınlığı bir haklar rejimine dahil ederken çoğunluğu da aynı rejimden dışlamaktaydı.”4
Bu yüzden, dikkate alınması gereken önemli nokta, ırk ve etnisite
arasındaki farklılığın öncelikle yasal bir ayrım olduğu ve böylece bir
topluluğu hem kapsayan (Batı yasası tarafından yönetilen) hem de dışlayan (yasanın, yasanın dışında olması gerektiği sonucuna varması) ve
onu “geleneksel” olarak adlandırılan bir dizi farklı yasalara tabi kılan tarihtir. Sömürgeci devlet ve Batı yasası, sömürgeleştirilenin içinde politik
farklılıklar yaratmıştır. Ama aynı zamanda bunları, kültürel ve aslında
etnik farklılıklar olarak doğallaştırmıştır. Tek bir hukuk sistemi içinde,
tek bir sömürgeleştirilmiş topluluk içinde, etnisite ve ırk, çoğunluk ve
azınlık, yerli ve gayri yerli arasında iç farklılıklar belirmiştir. (26-27).
Mamdani Afrika’da kurulmuş taksim rejimini* açıklarken, sömürgeleştirilmiş çoğunluğun üstüne yerleştirilen ırksallaştırılmış azınlıkların, “bağımlı ırklar” şeklinde tanımlandığını belirtmektedir. Bunlar,
sömürgeleştirilmiş çoğunluktan, gayri yerliler olarak farklı tutulmuş ve
“zımni yurttaşlara” dönüştürülmüştür. Bunlar, yurttaşlık haklarından
mahrumdu. Ama diğer yandan, tam yurttaşlara dönüşme potansiyelleri de vardı. Sömürgeleştirilmişlerse de, medenileştirme misyonu olarak
adlandırılan muazzam ezici aygıtın içinde yardımcı memur işlevindeydiler. Sömürge yöneticilerine dahil olmadan, sömürge yönetiminin,
devlet aygıtı veya pazar yerindeki temsilcileri şeklinde parçası olmuşlardı. Bu şekilde, araçsallıkları ne kadar zorla dayatılmış ve sağladıkları yararlar da ne kadar küçük kalmış olursa olsun, sömürgeci sistemin
hem araçları hem de ondan yarar sağlayanları olarak görülmüşlerdi. Sö4. Mamdani, When Victims Become Killers, 25. Bu konu hakkında da, Massad’ın Colonial Effects’ine ve bu çalışmada Ürdün’de medeni hukuk ve kabile hukuku arasında yapılan ayrıma
dair benzer bir sürecin anlatıldığı açıklamaya bkz. Bu, 1921 ve 1976 arasında, “tüm Bedevilerin
medeni hukuk karşısında görünürde eşit ama kabile hukuku karşısında farklı olduklarını” (50)
getirmiş olan bir süreçtir. Britanya baskısının bir sonucu olarak, Bedeviler “Mandasal-Hashemite devleti tarafından çıkarmış Kabile Mahkemeleri Kanunu’nun yürürlüğe konduğu Ekim
1924 kadar erken bir tarihte bir dizi yeni yasayla yönetilecektir (52 ve 55-56’ya bkz). Massad,
çabasını, bu bölünme ile geleneksel ve modern arasındaki ayrımı birbiriyle ilişkilendiren bağların keşfine yöneltir. Bedevilerin belli bir bölgeye sıkıştırılmış olmalarını ve tarihsel fantezi,
turizm ve kanunların uygulanmasını sağlamadaki (asker ve polis olarak) rollerini tartışır.
* Bölümlere ayırarak yönetme. (ç.n.)
16
Download