T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İKTİSAT ANABİLİM DALI İKTİSAT BİLİM DALI KÜRESELLEŞME VE İŞ ÇEVRİMLERİ: TÜRKİYE ÖRNEĞİ DOKTORA TEZİ Hazırlayan Pınar Fulya GEBEŞOĞLU Tez Danışmanı Prof. Dr. Tuba ONGUN Ankara - 2014 T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İKTİSAT ANABİLİM DALI İKTİSAT BİLİM DALI KÜRESELLEŞME VE İŞ ÇEVRİMLERİ: TÜRKİYE ÖRNEĞİ DOKTORA TEZİ Hazırlayan Pınar Fulya GEBEŞOĞLU Tez Danışmanı Prof. Dr. Tuba ONGUN Ankara - 2014 i ÖZET GEBEŞOĞLU, Pınar, Fulya. Küreselleşme ve İş Çevrimleri: Türkiye Örneği, Doktora Tezi, Ankara, 2014. Türkiye’de iş çevrimlerinin volatilitesinin küreselleşme sürecinden ne şekilde etkilendiğinin ortaya konulması amaçlanan bu çalışmanın birinci bölümünde, küreselleşme kavramı, mal ve hizmet ticaretinin ve sermaye hareketlerinin serbestleşmesi çerçevesinde ele alınmaktadır. İkinci bölümde, iş çevrimleri olgusu, önemi, farklı tanım ve ölçüm biçimleri ve çeşitli iktisadi okulların yaklaşımları ekseninde irdelenmektedir. Üçüncü bölümde, küreselleşmenin iş çevrimlerini etkileme kanalları incelenmektedir. Türkiye ekonomisinde gözlenen iş çevrimlerinin volatilitesinin küreselleşme sürecinde irdelenmesini hedefleyen dördüncü bölümde, öncelikle Türkiye ekonomisine ilişkin iş çevrimleri literatürü özetlenmektedir. Türkiye ekonomisindeki gelişmelerin, küreselleşme sürecinin başlangıcı olarak kabul edilen 1980 sonrası için ele alındığı alt bölümde, 1980-2012 arasında gerçekleşen krizler incelenmiştir. Türkiye ekonomisinde gözlenen iş çevrimlerinin göstergesi olarak 1987Ç1:2012Ç4 dönemi için Hodrick – Prescott yöntemiyle çıktı açığı hesaplanmıştır. Hodrick – Prescott filtresiyle hesaplanan çıktı açığının değişken varyansını çıkarmak amacıyla literatürde volatilite modellemesinde sıklıkla kullanılan ARCH, GARCH, TGARCH ve EGARCH modelleri kurulmuştur. Kurulan modeller, model seçme kriterleri ve öngörü performansları açısından kıyaslanmış ve Türkiye ekonomisinde gözlenen iş çevrimlerinin modellenmesinde en başarılı yöntem olarak ARCH modeli seçilmiştir. Son olarak 1987Ç1: 2012Ç4 dönemi için Türkiye ekonomisinde gözlenen iş çevrimlerinin volatilitesi ile küreselleşme göstergeleri arasındaki ilişki incelenmiştir. Çalışmanın sonuç kısmında, Türkiye’nin küreselleşme sürecinde dış şokların da etkisiyle ‘‘sıcak para’’ olgusunun, döviz kurları ve cari açıkta ii yarattığı oynaklığın iş çevrimi savunulmaktadır. Anahtar Sözcükler: 1. İş Çevrimi Volatilitesi, 2. Çıktı Açığı, 3. Hodrick- Prescott filtresi, 4. ARCH, 5. Küreselleşme volatilitesinde belirleyici olduğu iii ABSTRACT GEBEŞOĞLU, Pınar, Fulya. Globalization and the Business Cycle: The Case of Turkey, Ph.D. Dissertation, Ankara, 2014. The business cycle volatility is analyzed during the course of globalization in Turkey. GDP gap for the period 1987Q1:2012Q4 is estimated by using Hodrick – Prescott filter. Volatility models that are frequently used in literature such as ARCH, GARCH, TGARCH and EGARCH are estimated in order to analyze the volatility of business cycles. Then, the models are compared with respect to the model selection criteria as well as forecasting performances. The ARCH model is chosen as the best performing model with respect to the volatility of business cycles observed in the Turkish economy for the period 1987-2012. The volatility of business cycles in Turkey is explained by the indicators of globalization, such as short term capital flows, exchange rate volatility, current account deficits as well as exogeneous cyclical shocks. It is concluded that premature liberalization of capital markets contributed to the rise in the volatility of the business cycles in the Turkish economy after the 1980’s. As a small open ‘‘developing’’ economy, the Turkish economy is observed to be under the pressure of spillover effects of the exogeneous cyclical shocks around the globe, especially the financial crisis affecting the leading trading partners and other competing ‘‘emerging market’’ economies. Key Words: 1. Business cycle volatiliy, 2. GDP gap, 3. Hodrick – Prescott filter, 4. ARCH, 5. Globalization ÖNSÖZ Akademik dünyayı uzaktan seyredenler için artık ne kadar yılan hikâyesine benzetilse de bence aslında bu Tez, taşlı dikenli bir yol hikâyesidir. Gerçi her doktora tezinin hikâyesi biraz böyle değil midir? ‘‘Yolda taş olsa ne çıkar?’’ İnsan yola bir kez gönüllü çıkmayagörsün, gücü yettiğinde taşı tekmeler atar, gücü yetmediğinde başka bir yol arar. Ve arayan illâ ki bulur. İşte nice taşlı dikenli yolun sonunda sıra geldi yol boyu benimle olanlara teşekkür etmeye: Öncelikle danışmanım Prof. Dr. Tuba ONGUN’a, sonra da bu önsözü yazmamda emeği geçen bütün değerli hocalarıma ve elbette Hazine Müsteşarlığından çalışma arkadaşlarım Dr. M. H. Ertuğrul ile Y. Girici’ye teşekkür ederim. Teşekkür edilecek biri daha varsa o da annemdir. Hatta hem önsöz hem de son söz aslında öyle yazılmalıdır ki, annem olmasa bunların hiçbirinin de olmayacağı, olsa bile benim için bir anlamının kalmayacağı bilinmelidir. Yüklerimi taşımaktan yorulmayan anneme ve elbette onun biricik yol arkadaşı, destekçisi babama teşekkür ediyorum. Bir de genelde bu doktora tezleri özel birine ithaf edilir. Adettendir, denilir ki, O olmasaydı bu tez de olmazdı. Böylece eşe, sevgiliye zor zamanlarda verdiği destekten ötürü teşekkür edilir. Oysa ben tezi yazarken eşimi hep önsöze ‘‘Bu tez eşime rağmen var olabildi’’ diye yazmakla tehdit ettim. Aramızda bir şakaydı. Onca stres içinde gülümsememizi sağlardı. Lâkin o kadar çok tekrarlandı ki buraya yazmasam da olmazdı. Şakadır elbette, her şaka gibi altında biraz da gerçek vardır. Son olarak Defnobalıma ve beni onun annesi yapan olağanüstü talihime teşekkür etmeliyim. O olmasa ben, ben olur muydum ki? Bu süreçte ondan çaldığım tüm zamanlar için beni affetmesi dileğiyle. v İÇİNDEKİLER ONAY ............................................................................................................. i ÖZET .............................................................................................................. i ABSTRACT .................................................................................................. iii ÖNSÖZ ......................................................................................................... iv İÇİNDEKİLER ................................................................................................ v SİMGELER VE KISALTMALAR.................................................................... x TABLOLAR LİSTESİ ................................................................................... xii ŞEKİLLER LİSTESİ.................................................................................... xiii GRAFİKLER LİSTESİ ................................................................................ xiv GİRİŞ ............................................................................................................. 1 BİRİNCİ BÖLÜM KÜRESELLEŞME 1.1. KAVRAM OLARAK KÜRESELLEŞME.................................................. 6 1.1.1. Küreselleşmenin Tanımı .................................................................. 6 1.1.2. Küreselleşmeyi Niteleyen Unsurlar .................................................. 8 1.1.2.1. Ulus Devletler ........................................................................... 8 1.1.2.2. Uluslararası Kurum ve Kuruluşlar ............................................. 9 1.1.2.3. Çok Uluslu Şirketler ................................................................ 11 1.1.3. Küreselleşmenin Tarihçesi ............................................................ 12 1.1.3.1. Birinci Küreselleşme Evresi .................................................... 13 1.1.3.2. İkinci Küreselleşme Evresi ...................................................... 14 1.2. KÜRESELLEŞMENİN ELE ALINIŞI .................................................... 15 1.2.1. Küreselleşme Olgusuna Farklı Yaklaşımlar ................................... 15 1.2.1.1. Küreselleşmenin Varlığını Kabul Edenler (Aşırı Küreselleşmeciler) .................................................................. 15 1.2.1.2. Küreselleşmenin Varlığını Sorgulayanlar (Kuşkucular /Şüpheciler)............................................................................. 17 1.2.1.3. Sentezciler (Dönüşümcüler) ................................................... 18 1.2.2. Küreselleşme Teorileri ................................................................... 19 vi 1.2.2.1. Küreselleşme Sürecinde Teknolojiyi Ön Plana Çıkaran Yaklaşımlar ............................................................................. 20 1.2.2.2. Küreselleşme Sürecinde Piyasayı Ön Plana Çıkaran Yaklaşımlar ............................................................................. 22 1.2.2.3. Küreselleşmenin Kapitalist Gelişmenin Kaçınılmaz Sonucu Olduğunu Savunan Yaklaşımlar ............................................. 22 1.3. KÜRESELLEŞMENİN ETKİLERİ ......................................................... 23 1.3.1. Küreselleşmenin Etkilerini Olumlu Olarak Niteleyen Görüşler ....... 24 1.3.2. Küreselleşmenin Etkilerini Olumsuz Olarak Niteleyen Görüşler..... 24 1.3.2.1. Ulus Devletin Gücünün Aşınması ........................................... 25 1.3.2.1.1. Bölgeselleşme Hareketleri .............................................. 27 1.3.2.1.2. Ulusüstüleşme Süreci...................................................... 28 1.3.2.2. Sermayenin Tekelleşmesi....................................................... 29 1.3.2.3. Gelir Bölüşümünde Bozulma .................................................. 30 1.3.2.4. Finansal Kırılganlıkların Artışı ................................................ 31 İKİNCİ BÖLÜM İŞ ÇEVRİMLERİ 2.1. İŞ ÇEVRİMİ SORUNSALI..................................................................... 33 2.1.1. İş Çevriminin Tanımı ...................................................................... 33 2.1.2. İş Çevriminin Evreleri ..................................................................... 36 2.1.2.1. Canlanma, Toparlanma (Revival, Recovery) .......................... 37 2.1.2.2. Refah (Prosperity) .................................................................. 37 2.1.2.3. Daralma (Contraction) ............................................................ 38 2.1.2.4. Buhran, Bunalım veya Depresyon (Depression)..................... 38 2.1.3. İş Çevrimlerine İlişkin Ampirik Gözlemler (Stylized Facts) ............. 38 2.2. İŞ ÇEVRİMLERİNİN ÖNEMİ................................................................. 40 2.3. İŞ ÇEVRİMLERİNİN NİTELİKLERİ ...................................................... 41 2.3.1. İş Çevrimlerinin Sanayileşme Olgusu ile İlişkisi ............................. 42 2.3.2. İş Çevrimlerinin Genelliği ............................................................... 42 2.3.3. İş Çevrimlerinin Düzenliliği ............................................................. 42 2.3.4. İş Çevrimlerinin Simetrikliği ............................................................ 43 vii 2.3.5. İş Çevrimlerinin Uzunluğu .............................................................. 43 2.3.6. İş Çevrimlerinin Derinliği ................................................................ 44 2.4. İŞ ÇEVRİMLERİNİ SINIFLANDIRMA TEŞEBBÜSÜ ............................ 45 2.4.1. Kondratieff Yaklaşımı ..................................................................... 45 2.4.2. Kuznets Yaklaşımı ......................................................................... 46 2.4.3. Juglar Yaklaşımı ............................................................................ 46 2.4.4. Kitchin Yaklaşımı ........................................................................... 47 2.5. İŞ ÇEVRİMİ TEORİLERİ....................................................................... 47 2.5.1. İş Çevrimini Fiziksel Unsurlarla Açıklayan Teoriler ........................ 48 2.5.2. İş Çevriminin Duygusal Unsurlarla Açıklanması ............................ 49 2.5.3. İş Çevrimlerini Kurumsal Süreçlerle Açıklayan Teoriler ................. 51 2.6. İŞ ÇEVRİMİ TEORİLERİNE FARKLI İKTİSAT OKULLARININ YAKLAŞIMI .......................................................................................... 54 2.6.1. Klasiklerin Bakışı ........................................................................... 54 2.6.2. Neoklasik Okulun Yaklaşımı .......................................................... 55 2.6.3. Keynesyen İktisatın Bakışı ............................................................. 57 2.6.4. Parasalcı Yaklaşım ........................................................................ 58 2.6.5. Yeni Klasik İktisatın Bakışı ............................................................. 59 2.6.6. Reel İş Çevrimi Teorisi (Real Business Cycle Theory- RBCT)....... 60 2.6.7. Yeni Keynesyen İktisatın Bakışı..................................................... 62 2.6.8. Post Keynesyen İktisatın Yaklaşımı ............................................... 64 2.6.9. Marksist İktisatçıların Bakışı .......................................................... 65 2.6.10. Avusturya Okulunun Yaklaşımı .................................................... 67 2.7. İŞ ÇEVRİMLERİNİN ÖLÇÜMÜ............................................................. 69 2.7.1. İş Çevrimlerinin Ölçümünde Kullanılan Göstergeler ...................... 69 2.7.1.1. Nitel Göstergeler..................................................................... 70 2.7.1.2. Nicel Göstergeler .................................................................... 70 2.7.1.2.1. Harvard Barometresi ....................................................... 71 2.7.1.2.2. NBER Endeksi................................................................. 71 2.7.1.2.3. Yayılım (Difüzyon) Endeksi ............................................. 72 2.7.1.2.4. Bileşik Öncü Göstergeler ................................................. 73 2.7.1.2.5. Çıktı Açığı ........................................................................ 75 viii 2.7.2. İş Çevrimlerinin Ölçümünde Kullanılan Yaklaşımlar ...................... 75 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM İŞ ÇEVRİMLERİ İLE KÜRESELLEŞME İLİŞKİSİ 3.1. KÜRESELLEŞME SÜRECİNİN İŞ ÇEVRİMLERİNİ ETKİLEME KANALLARI ........................................................................................ 82 3.1.1. Dış Ticaret Kanalı .......................................................................... 83 3.1.2. Finansal Bağlantı Kanalı ................................................................ 85 3.2. İŞ ÇEVRİMİ DEĞİŞKENLİĞİ VE KÜRESELLEŞME ............................ 91 3.3. İŞ ÇEVRİMLERİNİN KÜRESELLİĞİ .................................................... 93 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM TÜRKİYE EKONOMİSİNDE İŞ ÇEVRİMİ VOLATİLİTESİ 4.1. TÜRKİYE EKONOMİSİNDE İŞ ÇEVRİMLERİNE İLİŞKİN ÇALIŞMALAR ...................................................................................... 98 4.2. KÜRESELLEŞME SÜRECİNDE TÜRKİYE EKONOMİSİNİN MAKROEKONOMİK GÖRÜNÜMÜ .................................................... 114 4.3. TÜRKİYE EKONOMİSİNDE YAŞANAN KRİZLERİN KÜRESELLEŞME OLGUSU ÇERÇEVESİNDE ANALİZİ ................. 124 4.4. TÜRKİYE’NİN KÜRESELLEŞME SÜRECİNDE İŞ ÇEVRİMİ DEĞİŞKENLİĞİ .................................................................................. 133 4.5. TÜRKİYE EKONOMİSİNDE İŞ ÇEVRİMİ VOLATİLİTESİNİN AMPİRİK ANALİZİ ............................................................................. 138 4.5.1. Hodrick – Prescott Yöntemiyle Çıktı Açığının Hesaplanması....... 140 4.5.2. Çıktı Açığı Volatilitesinin Modellenmesi ....................................... 142 4.5.2.1. Durağanlık Analizi ................................................................. 142 4.5.2.1.1. ADF Testi ...................................................................... 143 4.5.2.1.2. Phillips Perron (PP) Testi .............................................. 145 4.5.2.1.3. Ng – Perron Testi .......................................................... 146 4.5.2.2. Değişken Varyanslı Volatilite Modellerinin Tahmini .............. 147 4.5.2.2.1. ARCH Modeli................................................................. 147 4.5.2.2.2. GARCH Modeli .............................................................. 148 ix 4.5.2.2.3. TGARCH (Eşik GARCH) Modeli.................................... 149 4.5.2.2.4. EGARCH Modeli ........................................................... 149 4.5.2.2.5. Modellerin Kıyaslanması ............................................... 150 4.5.2.3. Türkiye Ekonomisinde Gözlenen İş Çevrimlerinin Volatilitesinin Küreselleşme Göstergeleriyle İlişkisi .............. 153 SONUÇ ...................................................................................................... 164 KAYNAKÇA .............................................................................................. 184 EKLER ....................................................................................................... 207 EK -1: Türkiye Ekonomisinde 1987Ç1:2012Ç4 Dönemi İçin Gayri Safi Yurt İçi Hasıla (Milyon TL, 1998 Fiyatlarıyla)........................ 207 EK - 2: Sıcak Para Akımlarını Oluşturan Ödemeler Dengesi Kalemleri . 208 x SİMGELER VE KISALTMALAR AB : Avrupa Birliği APEC : Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği ARBC : Genişletilmiş Reel İş Çevrimi ASEAN : Güneydoğu Asya Uluslar İşbirliği BIS : Uluslararası Ödemeler Bankası BIST : Borsa İstanbul BM : Birleşmiş Milletler ÇUŞ : Çok Uluslu Şirketler DB : Dünya Bankası DEM : Alman Markı DTÖ : Dünya Ticaret Örgütü ESRI : İktisadi ve Sosyal Araştırma Enstitüsü GAT : Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması GSMH : Gayri Safi Milli Hasıla G-7 : ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Kanada ve Japonya GSYH : Gayri Safi Yurt İçi Hasıla HDR : İnsani Gelişme Raporu IMF : Uluslararası Para Fonu MERCOSUR : Orta ve Güney Amerika Ortak Pazarı M : Markov Dönüşümü MS VAR : Markov Dönüşümlü Vektör Otoregresyon MS AR : Markov Dönüşümlü Otoregresyon NBER : Ulusal İktisadi Araştırma Kurumu OECD : İktisadi İşbirliği ve Gelişme Teşkilatı OPEC : Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü RBC : Reel İş Çevrimi Teorisi SVAR : Yapısal Vektör Otoregresyonu TCM : Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası TRIPS : Ticaretle Bağlantılı Fikri Mülkiyet Anlaşması TÜİK : Türkiye İstatistik Kurumu xi TEFE : Toptan Eşya Fiyatları Endeksi TÜFE : Tüketici Fiyatları Endeksi UNCTAD : Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı VAR : Vektör otoregresyonu xii TABLOLAR LİSTESİ Tablo 1: 1983- 2010 Döneminde Belirli Makroiktisadi Göstergelerin Değişkenlikleri ............................................................................. 136 Tablo 2: GSYH Büyümesi ile Belli Başlı Makroiktisadi Göstergelerin Korelasyonu ................................................................................ 137 Tablo 3: Çıktı Açığı İçin ADF Test Sonuçları: ............................................ 144 Tablo 4: Çıktı Açığı İçin PP Test Sonuçları ............................................... 145 Tablo 5: Çıktı Açığı İçin Ng – Perron Test Sonuçları ................................. 146 Tablo 6: İş Çevrimi Volatilitesinde Alternatif Modellerin Öngörü Performansları............................................................................. 151 Tablo 7: Granger Nedensellik Testi Sonuçları ........................................... 158 Tablo 8: Granger Nedensellik Testi Sonuçları – 2 ..................................... 158 Tablo 9: İş Çevrimlerinin Küreselleşme Göstergeleriyle Açıklanması ....... 159 Tablo 10: İş Çevrimleri Volatilitesinin Küreselleşme Göstergeleriyle Açıklanması .............................................................................. 160 Tablo 11: İş Çevrimlerinin Volatilite Unsurları İle Açıklanması .................. 161 Tablo 12: GSYH’nin Volatilite Unsurları İle Açıklanması ........................... 162 Tablo 13: GSYH’nin Volatilite Unsurları ve Döviz Kurları İle Açıklanması . 162 xiii ŞEKİLLER LİSTESİ Şekil 1: Trend Etrafındaki İş Çevriminin Evreleri ......................................... 37 Şekil 2: İş Çevrimlerinin Uzunluğu............................................................... 44 Şekil 3: İş Çevrimlerinin Derinliği ................................................................. 44 Şekil 4: Klasik İş Çevrimi ve Büyüme Çevrimi Yaklaşımları ........................ 77 xiv GRAFİKLER LİSTESİ Grafik 1: Türkiye Ekonomisinde Dönemler İtibarıyla Ortalama Büyüme Oranları (%)................................................................................. 115 Grafik 2: Türkiye Ekonomisinde Yıllar İtibarıyla İşsizlik Oranı ................... 116 Grafik 3: Türkiye’de Yıllar İtibarıyla Cari Açık ve GSYH ............................ 117 Grafik 4: Türkiye’de Yıllar İtibarıyla Kamu Kesimi Borçlanma Gereğinin GSYH’ye Oranı ........................................................................... 118 Grafik 5: Türkiye Ekonomisinde Yıllar İtibarıyla Enflasyon Oranı (TÜFE) . 119 Grafik 6: Türkiye Ekonomisinde Yıllar İtibarıyla İç Borç Stokunun Gelişimi ....................................................................................... 120 Grafik 7: Türkiye Ekonomisinde Yıllar İtibarıyla İç ve Dış Borç Stoku ....... 121 Grafik 8: Yıllar İtibarıyla Doğrudan Yabancı Yatırımlar ............................. 122 Grafik 9: Türkiye’de Yıllar İtibarıyla Kısa Vadeli Sermaye Hareketleri ve Reel Döviz Kuru .......................................................................... 123 Grafik 10: Türkiye Ekonomisinde Yıllar İtibarıyla GSMH Büyüme Oranı ... 134 Grafik 11: Onar Yıllık Dönemler İtibariyle GSMH Büyüme Oranı ve Değişkenliği ............................................................................. 135 Grafik 12: GSMH ve Bileşenlerinin Değişkenliğinin Dönemler İtibarıyla Seyri......................................................................................... 137 Grafik 13: Türkiye Ekonomisinde Hodrick – Prescott Yöntemiyle Çıktı Açığı......................................................................................... 141 Grafik 14: Türkiye Ekonomisinde İş Çevrimi Volatilitesi -1 ........................ 142 Grafik 15: Türkiye Ekonomisinde İş Çevrimi Volatilitesi - 2 ....................... 152 Grafik 16: Türkiye Ekonomisinde İş Çevrimleri ve İş Çevriminin Volatilitesi................................................................................. 152 GİRİŞ Siyasi, iktisadi, kültürel ve sosyal açılarıyla çok boyutlu bir kavram olarak küreselleşme, 1990’lı yıllardan itibaren çağımızın hâkim paradigması haline gelmiştir. Savunucularının, küreselleşme sayesinde sınırların ortadan kalktığına ve ulusal ekonomilerin dünya piyasalarına eklemlenerek küresel piyasalara evrildiğine ilişkin söylemleri, dış ticaretin ve sermaye hareketliliğinin dünyanın belli bölgelerinde son otuz sene içinde gerçekten de artmış olması dışında eksik ve yanıltıcıdır. Zira ortadan kalktığı iddia edilen sınırlar yalnızca kâr maksimizasyonu peşinde koşan risk iştahı yüksek sermaye için geçerlidir. Bretton Woods Kurumları aracılığıyla merkez sermayesinin çevre ülkelere dikte ettiği neoliberal iktisat politikaları, bu politikaların sebep olduğu maliyeti adil bölüştürmediği gibi sağladığı iddia edilen toplam refah artışını da tabana yaymaktan uzaktır. Nitekim, küreselleşmenin yoğunlaştığı 1990’lı yıllar ve sonrası, özellikle gelişmekte olan ülkeler açısından etkileri reel sektöre de yayılan ‘‘finansal’’ krizlere, ücretli kesimlerin aleyhine yeniden gelir bölüşümüne, rant paylaşımının tetiklediği savaşlara ve ekonomi politiğin geneline hakim istikrarsızlığa sahne olmuştur. Esasen, kapitalist ekonomik sisteme içkin iş çevrimleri olgusu sanayileşmenin başlangıcından itibaren gözlenmektedir. Küreselleşme bağlamında yeni olan ise, eskiden ulusal ekonomiler düzeyinde gözlenen iş çevrimleri olgusunun artık küreselleşmenin güçlendirdiği aktarım kanalları aracılığıyla bulaşma etkilerine yol açmasıdır. Bu etkiler aracılığıyla küreselleşmeyi niteleyen unsurlar tekil olarak ülkelerde gözlenen iş çevrimlerinin birbirleriyle senkronizasyonunu artırmış hatta ‘‘küresel krizlerden’’ ve ‘‘küresel iş çevrimlerinden’’ bahsedilir hale gelinmiştir. Küreselleşmenin iş çevrimleri üzerinde dış ticaret, finansal aktarım ve beklentiler kanallarıyla etkili olduğu bilinmektedir. Bu aktarım mekanizmaları çerçevesinde ülkeler arası iş çevrimlerinin senkronizasyonunda gözlenen değişiklikler ve iş çevrimi volatilitesinin küreselleşme sürecinden nasıl 2 etkilendiği literatürde sorgulanan konuların başında gelmektedir. Ampirik bulgular özellikle dış ticarete açık, ihracat kalemleri yoğun, ihracatı ara malı ithalatına bağımlı veya dış finansman ile büyümek durumunda olan ülkelerin küresel etkilere karşı daha duyarlı olduğunu göstermektedir. Küreselleşmenin etkilerinin doğru anlaşılması için öncelikle kökeninin ve kavramın nasıl olup da bugünkü kadar ‘‘küreselleştiğinin’’ anlaşılması gerekmektedir. II. Dünya Savaşını izleyen refah devleti yıllarının sonuna gelirken, yeni dünya düzeni söylemiyle yön değiştiren merkez – çevre ilişkileri Batılı gelişmiş ülkeleri alternatif politika arayışlarına itmiştir. Bu tarihsel arka planda Batılı sermayeyi içine düştüğü kâr sıkışmasından kurtaracak yeni sahalar (yükselen pazarlanan neoliberal ‘küreselleşme’ yatırımların pazarlar- iktisat çerçevesinde önündeki emerging markets) kaldırılması amacıyla kavramsallaştırılması politikalarının gerçekleştirilmiştir. engellerin yaratmak Doğrudan ve finansal yabancı piyasaların serbestleştirilmesi sayesinde kendine yeni kâr alanları arayan sermayenin taleplerini meşru kılacak ikna mekanizmasının düşünsel düzeyde savunulması amacıyla, gelişmekte olan ülkelerin büyüme hedeflerini gerçekleştirmek için ihtiyaç duydukları kaynağın daha fazla liberalizasyon ile sağlanabileceği iddia edilmiştir (Fischer, 2003). Bir karşı tez olarak, sermaye hesabının dışa açıklığı ile büyüme arasında korelasyon olmadığını savunanlar bulunduğu gibi (Bhagwati, 1998), sermaye piyasalarının liberalizasyonunun finansal istikrarsızlığa yol açtığını iddia edenler de olmuştur (Stiglitz, 2004.). Nitekim, Doğu Blokunun 1989 yılında yıkılması ve SSCB’nin 1991 yılında dağılmasıyla küreselleşmenin ideolojik temelini oluşturan neoliberal felsefenin ABD egemenliğinde dünyaya yayıldığı yıllar, Türkiye ekonomisinin de iktisadi ve siyasi krizlerle çalkalandığı yıllar olarak tarihe geçmiştir. Bu noktada, 32 Sayılı Karar ile sermaye hareketlerinin serbestleştirildiği Türkiye ekonomisinde yabancı sermaye açısından iki tespitin vurgulanması gerekli görülmektedir. Birincisi; Türkiye ekonomisi hiçbir zaman yabancı sermayenin doğrudan yatırım yapmak üzere öncelikli tercihi olmamıştır. Ayrıca, gelişmekte olan ülkelere yönelen doğrudan 3 yabancı sermaye yatırımlarının her zaman üretimi ve istihdamı artırıcı nitelik taşımadığı da yine bu yıllarda deneyimlenmiştir. Örneğin, Türkiye’de piyasalar üzerinde tekelci rant sahibi KİT’lerin aslında AR-GE faaaliyetleriyle desteklenen etkin yatırımlar ile kârlı biçimde çalıştırılması mümkünken, kamu harcamalarını kısıcı ve devletin faaliyet sahasını daraltıcı ‘‘tedbirlerle’’ potansiyellerinin gerisinde bırakılarak, TL’nin ciddi düzeyde devalüasyona uğradığı kriz dönemlerinde değerlerinden çok ucuza satılıp özelleştirilmesi, pazarın yabancı sermayeye açılmasından ve ithalat teşvikiyle dışarıya kâr transferinin sağlanmasından başka bir amaca hizmet etmemiştir. İkinci ve daha önemli olan etki ise, finansal piyasaların liberalizasyonuyla üretim ve istihdam yaratmayan, yalnızca spekülasyon yoluyla piyasalarda balon şişiren ve sonunda belli bir şişkinliğe erişen balonun patlamasıyla kaçınılmaz son olarak krizlere yol açan, böylece makroekonomik istikrarsızlığı derinleştirirken reel sektör üzerinde ikincil daraltıcı etkiler yaratan ‘‘sıcak para’’ olgusudur. Resmi bir tanımı olmamakla beraber, en genel tanımıyla sıcak para, faiz ve kur arbitrajı peşindeki kısa vadeli sermayedir ve bu tip kısa vadeli akışkan fonların uzun vadeli büyümeyi finanse etmesi düşünülemez. Nitekim Boratav’a göre, 32 Sayılı Karar ile sermaye piyasalarının serbestleştirilmesi, her ne kadar yatırımlar için gerekli dış fon ihtiyacını sağlama amacıyla gerçekleştirilmiş görünse de, Kararı izleyen dokuz senede (1990- 1998), ülke ekonomisinden toplam 9,6 milyar dolarlık net sermaye çıkışı gerçekleşmiştir (Boratav, 2007). Başka bir deyişle; Türkiye ekonomisi sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesinden net kaynak girişi sağlayamamış, bilakis serbestiyet getiren düzenlemeler yerleşiklerin ülkeden sıcak para çıkarmasıyla sonuçlanmıştır. Sıcak paranın ekonomi üzerinde istikrarsızlık yaratıcı etkileri bağlamında, 1990’lı ve 2000’li yıllarda Türkiye’de gözlenen iş çevrimlerinin dış konjonktürle senkronizasyonu kayda değerdir. 1991-1992 Avrupa Para Krizleri, 1994 Meksika Krizi, 1997 Doğu Asya ve 1998 Rusya Krizleri ile 2007’de ABD’de eşik altı ipotek krizi olarak başlayan ve 2008’de AB bölgesini de etkisi altına alan küresel finansal krizin bulaşma etkisiyle ve ülke ekonomisine özgü dinamikler çerçevesinde bir miktar gecikmeyle Türkiye ekonomisinde yaşanan 1991, 1994, 1999-2001, 2008- 2010 krizlerinde 4 oynadığı rol, küreselleşmenin Türkiye’de makroiktisadi volatiliteyi ne kadar etkilemiş olabileceği sorusunu haklı olarak akıllara getirmektedir. Bu bağlamda, Kazgan, Türkiye’de iş çevrimi volatilitesinin dünyaya kıyasla daha şiddetli olmasını, ‘‘sanki dünya nezle olurken Türkiye ekonomisi verem olmakta; dünya iyileşirken güreş şampiyonu çıkmaktadır’’ (Kazgan, 2012: 217) şeklinde ifade etmektedir. Bu çalışmanın amacı da, Türkiye’de makroiktisadi istikrarsızlığın dinamiklerini irdelemek ve Türkiye ekonomisinde gözlenen iş çevrimlerinin volatilitesinin küreselleşme sürecinden nasıl etkilendiğini ortaya koymaya çalışmaktır. Türkiye’nin küreselleşme sürecinin, 24 Ocak 1980 İktisadi İstikrar Kararlarıyla başladığı yaygın kabul görmektedir. Kısaca ‘24 Ocak Kararları’ olarak anılan istikrar programının önceliği cari açığın azaltılması ve dış borçluluğun ödenebilir düzeyde tutulması amacıyla ihracatın artırılmasıydı. Bu amaçlarla dış ticaretin serbestleştirilmesi ve TL’nin reel efektif değerinin düşük tutulması gerekmekteydi. Programın ikinci hedefi olan enflasyonla mücadele için ise sıkı para politikası izlenerek faizlerin yükseltilip iç talebin kısılması öngörülmüştür. Bu çerçevede, neoliberal iktisat politikalarının ilk on yılı olarak özetleyebileceğimiz 1980 - 1989 dönemi, Türkiye’de makroiktisadi kırılganlıkların köklenmeye başladığı bir sürece işaret etmektedir. Nitekim, bu dönem izlenen politikalar ilk olarak 1982 yılında banker ve banka iflaslarına, sonrasında dünya genelinde seyreden olumsuz konjonktürün de etkisiyle 1988’den itibaren yeni bir sermaye birikim modeli arayışına yol açmıştır. Gelişmekte olan dışa açık ekonomi şeklinde tanımlanabilecek Türkiye ekonomisinde, tasarrufların yatırımları karşılamada yetersiz kalması dış kaynak arayışını doğurmuş ve 32 sayılı Karar ile 1989 yılında henüz yeterli ve gerekli düzenleyici denetleyici çerçeve tesis edilmeden finansal piyasalar serbestleştirilmiştir. Yabancı sermayeyi ülkeye yüksek faiz ve değerli kur politikasıyla çekme gayreti kısa vadede cari açık sorununa yol açmış, kamu açıklarının artışı ve yatırım tasarruf dengesizliğinin de etkisiyle biriken borcun yine borçla finanse edilmesi kronik yüksek enflasyon sorununu doğurmuş ve sonuçta ekonomiyi 2000’li yılların başındaki makroiktisadi açıdan kırılgan, 5 üçlü açıkların söz konusu olduğu istikrarsız yapısına taşımıştır. Türkiye ekonomisinde ihracata yönelik sanayileşmenin gerçekleştirilememiş olması, ihracatın ithalata bağımlılığını beslemiştir. Bu bağımlılığın sürekli kıldığı kısa vadeli sermaye akımlarına duyulan ihtiyaç ise yüksek faiz, kronik yüksek enflasyon, kamu açıkları ve büyüyen toplam borç stoku, GSMH içinde dış ticarete konu olmayan hizmetler sektörünün şişkinliği, yüksek işsizlik oranı ve genç nüfusta işsizlik gibi yapısal problemlerin eşlik ettiği bir tabloyu ortaya çıkarmıştır. Yukarıda özetlenmeye çalışılan içsel ve dışsal değişkenler ışığında; Türkiye ekonomisinin küreselleşme sürecinden olumsuz yönde etkilendiği, henüz olgunlaşmamış finansal piyasaların vaktinden evvel serbestleştirilmesinin ve yaşanan Gümrük Birliği sürecinin ülke ekonomisine zarar verdiği, 1980 - 2012 arasında gerçekleşen irili ufaklı pek çok krizin ekonomide önemli reel kayıplara yol açtığı gözlenmektedir. Sonuç itibarıyla, bu maliyetlerle başa çıkabilmek için ulusal egemenlik ilkesinin göz ardı edilmesi pahasına ekonomi politikalarında giderek uluslararası sermayenin çıkarını gözeten Bretton Woods kurumlarına bağımlı hale gelinmiştir. Bu bağlamda Türkiye’nin küreselleşme süreci; gelir bölüşümünde eşitsizliğin arttığı, toplumda zengin – fakir ayrımının derinleşmesinin sosyal, kültürel, ahlaki çözülmeyi şiddetlendirdiği bir tablo sergilemektedir. BİRİNCİ BÖLÜM KÜRESELLEŞME 1.1. KAVRAM OLARAK KÜRESELLEŞME 1.1.1. Küreselleşmenin Tanımı Kavram olarak 1940’lı yıllarda gündeme gelen küreselleşme konusunda ilk ciddi çalışma 1968 yılında ‘Uluslararası Sosyal Bilimler Ansiklopedisi’nde yayımlanmıştır. Ohmae’ye göre kavram 1983 yılında Theodore Lewitt’in ‘The Globalization of Markets’’ adlı çalışmasıyla literatüre geçmiştir (Ohmae, 1993: 16). Böylece küreselleşme kavramının kullanımı 1980’ler sonrasında yaygınlık kazanmıştır. Küreselleşmenin dünya genelinde yaygın olarak gözlendiği savunulurken söz konusu edilen çoğu zaman iktisadi küreselleşmedir. Siyasi, sosyal, kültürel, askeri ve iktisadi açıdan farklı anlamlar taşıyan küreselleşme olgusunun çok boyutlu ele alınması gerekmektedir. Ayrıca kavramın tek bir boyutuyla irdelendiği durumlarda dahi dünyanın her bölgesinin eşit düzeyde küreselleşmediği dikkate alınmalıdır. Örneğin, OECD ülkeleri, Sahra altı Afrika ülkelerine kıyasla daha fazla küreselleşmiştir. Küreselleşmenin temsilcisi kuruluşlar olarak bilinen IMF ve Dünya Bankası yayınlarına göre küreselleşme, mal ve hizmet ticaretinin serbestleşmesinin yanısıra, sermaye, teknoloji ve işgücünün de serbest dolaşımı ile tanımlanmaktadır1. Esasen, küreselleşme kavramının farklı bakış açılarıyla yapılmış pek çok tanımı mevcuttur. Bu noktada kavrama hangi çerçevede yaklaşıldığı belirleyici olmaktadır. Nitekim, bazı sosyal bilimciler, küreselleşme sürecini kendiliğinden oluşan ve müdahalesiz seyreden kaçınılmaz bir süreç şeklinde yorumlarken bazılarına göre küreselleşme, kapitalizm tarihi ile başlayan ve gelişmiş kapitalist ülkelerin müdahalesiyle yönetilen yapay bir süreçtir2. Örneğin, Elwood, terim olarak küreselleşmenin 7 kullanımı eskiye dayanmasa da köklerinin sömürgecilik tarihine kadar uzandığını vurgulamaktadır. Kavramı karşılıklı etkileşim boyutuyla ele alan Baylis ve Smith ise küreselleşmeyi dünyanın bir yerinde meydana gelen bir olayın daha fazla insanı etkilediği ve toplumlar arasındaki karşılıklı bağların arttığı bir süreç biçiminde tanımlamaktadır (Baylis ve Smith, 2005: 8). Uluslararasılaşmadan farklı olarak sınırların öneminin ortadan kalktığı, içeri dışarı kavramlarının belirginliğini yitirdiği bir süreç olan küreselleşme bölgeselleşme kavramından ayrılmaktadır. Bölgeselleşme, bölgeyi tanımlayan sınırlar içindeki entegrasyonu ifade ederken küreselleşme bölgeler arası ağların ve akımların güçlenmesidir. Bu kapsamda küreselleşme dünyanın bir bölgesinde meydana gelen olayların, başka bölgelerinde etkiler doğurduğu bir süreç olarak tanımlanmaktadır (Held, McGrew, Goldblatt, Perraton, 1999). Ancak, küreselleşmenin salt uluslararası piyasalarda mal ve sermaye hareketlerinin serbestleşmesiyle tanımlanması da doğru değildir çünkü dünya ekonomisi 19. yüzyılın ikinci yarısından bu yana kimi zaman açık kimi zaman kapalı karmaşık bir süreç izlemiştir (Hirst ve Thompson, 1998). Kavramı daha geniş bir perspektiften değerlendiren Giddens’a göre, küreselleşme, modern toplumları ve dünya düzenini yeniden şekillendiren hızlı siyasal, sosyal ve ekonomik değişimlerin arkasındaki asıl güçtür (Giddens, 2000). Küreselleşme olgusuna emperyalizm ve bağımlılık ilişkileri ekseninde yaklaşan Boratav ise küreselleşmenin özünde emperyalizmin olduğunu ancak son yıllarda terim olarak ‘küreselleşme’ kavramının tercih edilmesinin emperyalizm olgusuna saygınlık kazandırmak gibi gizli ve ideolojik bir amaç taşıdığını savunmaktadır (Boratav,1996: 19, Kansu içinde). Benzer bir yaklaşım izleyen Yeldan da terimin hem bir tanımlama hem de siyasi öneriler listesi içerdiğini vurgulamakta ve küreselleşme kavramını ‘ulusal ekonomilerin dünya piyasalarına eklemlenmesi ve iktisadi karar süreçlerinin giderek dünya kapitalizminin sermaye birikimine yönelik dinamiklerince şekillenmesi’ olarak tanımlamaktadır (Yeldan, 2010: 17). 8 Esasen küreselleşme olgusu evrensel bir duruma işaret etmediği gibi sınır ve kuralları belirli doğrusal bir süreç de izlememektedir. Küreselleşme; siyasi, iktisadi, askeri, kültürel ve çevresel unsurların süreç içinde etkileşimiyle şekillenmektedir ve her ülkenin, her bölgenin zamandan bağımsız olmayan kendi yapısal dinamiklerinden etkilenmektedir. Dolayısıyla, küreselleşmeye ilişkin farklı görüşlerin her birinin küresel değişimin dinamiklerine ve yönüne ilişkin farklı algısal çerçeveleri bulunmaktadır. Çok boyutlu ve geniş perspektifli bir küreselleşme tartışması için küreselleşme olgusuna belli başlı yaklaşımların incelenmesi gerekmektedir. 1.1.2. Küreselleşmeyi Niteleyen Unsurlar Küreselleşme sürecini niteleyen unsurlar arasında; ulus devletler, hükümetler üzerindeki etkileri yadsınamayacak güçte olan Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ), Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası (DB) gibi belli başlı uluslararası kuruluşlar ve küresel düzeyde etkili sivil toplum örgütleri ile iktisadi açıdan pek çok devletten daha güçlü olan çok uluslu şirketler (ÇUŞ) karşımıza çıkmaktadır. 1.1.2.1. Ulus Devletler Ohmae’ye uluslararası göre kurumların küreselleşme baskısıyla sürecinde tepeden, ulus daha devletin geniş gücü bölgelerin uluslararası sermayenin çıkarları doğrultusunda yönetilmesini kolaylaştıran yerelleştirmeyle de tabandan aşındırılmaktadır (Ohmae, 1996). Küresel yönetişime alternatif olarak karşımıza çıkan yerelleştirme olgusu, iki farklı koldan uluslararası sermayenin çıkarlarına hizmet etmektedir. Yerelleştirmenin öne çıkan boyutu olarak iktisadi birimin küçülmesi, serbest ticaret koşullarında yönetici birimin pazarlık gücünü azaltmaktadır. Yerelleştirme olgusunun ikinci boyutu ise siyasi nitelikli olup neoliberal 9 ideolojiyi yaygınlaştırmaktadır. Çünkü görüntüde ön plana çıkarılan etnik, dini, kültürel vb. temelli belli başlı siyasi farklılıklar, arka planda dayatılan ve iktisadi açıdan Washington Mutabakatı ile özetlenebilecek benzer neoliberal politikaların sorgulanmasını engellemektedir (Krugman, 1996). Küreselleşmenin temsilcisi kurumlarca ulus devlete sınırlı bir rol biçilmesi ve sermaye hareketine serbestlik tanınırken, özellikle niteliksiz emeğin ulusal sınırlar içinde bırakılması, ulus devletin ‘proleterleşmesi’ şeklinde yorumlanmaktadır. Bu görüş çerçevesinde küreselleşme sürecinde ulus devletin hâkimiyet sahası, küçük boyutlu yerel sermaye ve beyin göçüne konu olmayan niteliksiz emekle sınırlanmaktadır (Kazgan, 2009: 22). Esasen ulus devlet kavramının kapsamı oldukça geniştir ve günümüzde bu sınıflamada yer alan devletlerin gerek iktisadi, siyasi, askeri güçleri gerekse bu unsurlarla ilişkili olarak sahip oldukları bağımsız otorite açısından konumları dünya çapında eşit değildir. ‘Merkez’ olarak tanımlanan gelişmiş ülkelerdeki ulus devletin konumuyla ‘çevre’ olarak tanımlanan henüz gelişmekte olan ülkelerdeki ulus devletin konumu birbirinden farklıdır. ‘‘Ulus devletin yetki sahasının daraltılması ve gücünün azaltılması’’ ifadesi ile kastedilen ise daha çok gelişmekte olan ülkelerdeki durumdur. Kavram daha geniş bir perspektifle ele alındığında küreselleşme sürecinde özellikle ekonomi alanında ulus devletin otoritesinin bir kısmını uluslararası kurumlara devretmek durumunda kaldığı ancak siyasi alanda hâlâ etkin rol oynamaya devam ettiği gözlenmektedir. 1.1.2.2. Uluslararası Kurum ve Kuruluşlar Castells’e göre küresel ekonominin gelişimini ne salt teknoloji ne de piyasalar sağlamıştır, esas belirleyici rolü G-7 ülkelerinin hükümetleri ile onların politikalarını yürüten uluslararası kurum ve kuruluşlar oynamıştır (Castells, 2008). Küreselleşme sürecini yönlendiren belli başlı kurumlar arasında; İkinci Dünya Savaşı sonrası 1944 yılında ABD önderliğinde Bretton 10 Woods toplantılarında kurulduğu için Bretton Woods kurumları olarak da anılan Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası (DB), İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD), Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) gibi uluslararası kuruluşlar bulunmaktadır. Serbest ticaret sisteminin düzenleyici ve denetleyici kurumu olarak DTÖ’nün örgütlediği çok taraflı anlaşmaların, uluslararası ticaretin gelişimini desteklediği ve küreselleşme olgusuna hız kazandırdığı bir gerçektir. DTÖ’de herhangi bir çevre ülkesinin uymadığı kurallar ise IMF veya DB kredi şartlarına içerilerek dayatılmaktadır. Oysa gelişmiş ülkeler ulusal çıkarları doğrultusunda uluslararası kurum ve kuruluşların hâkimiyet sahası dışında herhangi bir yaptırıma maruz kalmadan karar alabilmektedir. Böylelikle neoliberal politikaların egemenliği, uluslararası kurum ve kuruluşların eşgüdümlü çalışmasıyla güçlenmektedir. Nitekim DB ve IMF gibi kurumlarda karar alma mekanizmasının sermaye katkısına dayalı oy gücüyle belirlenmesi bu kurumların merkez ülkeleri lehine taraflı davranmasına yol açmaktadır. Neoliberal politikaların eşgüdüm içinde yaygınlaştırılmasına hizmet eden Bretton Woods kurumlarının yanı sıra 1950’li yıllarda devlet otoritesine karşı örgütlü tepki gösteren kurumlar şeklinde ortaya çıkan sivil toplum kuruluşları da küreselleşmenin unsurları arasında yer almaktadır. Küreselleşme sürecinde ulusüstü sivil toplum kuruluşları ön plana çıkmakta ve hatta ulus devletin gücü üzerinde baskı unsuru oluşturmaktadır. World Watch Institute ve Greenpeace gibi kurumların gerek şirketler üzerinde, gerekse devletler üzerinde farkındalık yaratıcı faaliyetleri bu duruma örnek gösterilebilir. Öte yandan, ticaretin ve finansın küreselleşmesi, çoğu zaman daha yüksek işsizlik oranlarının, artan yoksulluğun, gelir bölüşümündeki dengesizliğin ve tekrarlayan finansal krizlerin sorumlusu olarak gösterilmekte ve küresel bir muhalefete konu olmaktadır. Dolayısıyla küreselleşme eleştirilerini sürecin iktisadi yönüne odaklayan sosyal hareketlerin yaygınlaştığı gözlenmektedir. Marquiles bu durumu ‘‘Küreselleşen sadece sermaye değil; küresel medya ve iletişim olanakları sayesinde, artık direniş 11 de küresel’’ şeklinde ifade etmektedir (Elwood, 2002: 10, Marquiles’den aktarım). 1.1.2.3. Çok Uluslu Şirketler Günümüzde çoğu gelişmiş ülkelerin sermayedarlarından oluşan çok uluslu şirketler (ÇUŞ), çıkarları doğrultusunda yönlendirdikleri ulus devletler ve uluslararası kurum ve kuruluşlarla beraber dünya ekonomisinin belli başlı aktörleri arasında yer almaktadır. Çok uluslu şirket kavramına ilişkin farklı yaklaşımlar bulunmaktadır. ÇUŞ, yaygın olarak kendi ülkesinin dışındaki varlıkları kontrol eden işletme ve bu işletmenin iştirakleri şeklinde tanımlanmaktadır (UNCTAD, 2004). Bir başka yaklaşıma göre, aslında çok uluslu şirket olarak nitelenen şirketler de özünde ulusal şirketlerdir. Örneğin, Hirst ve Thompson’a göre ÇUŞ’un varlıklarının üçte ikisinin kendi ülkelerinde tutulması bunların aslında ulusal kökenlerinden kopmadıklarının kanıtıdır (Hirst ve Thompson, 1996 (a): 45). Günümüzde sermaye hem finansal piyasalarda hareketli fon şeklinde hem de ÇUŞ kanalıyla küresel düzeyde dolanımdadır. Ayrıca, ÇUŞ, kendi çalışma kültürünü, sahip olduğu teknolojiyi ve stratejik yapılanmasını küresel düzeyde yayma ve dünyanın çok çeşitli bölgelerini piyasa ve istihdam ilişkileri açısından etkileme gücüne sahiptir. Küreselleşme savunucuları, ÇUŞ’un doğrudan yabancı yatırımlarının büyümeye katkısını vurgulamaktadır. Doğrudan sabit yatırımların yanısıra finansal krizlerde değeri tabana vuran şirketlerin satın alınması ve özelleştirmeler ya da birleşmeler yoluyla faaliyet sahasını genişleten ÇUŞ, tüketim kalıplarının küreselleşmesinde de etkili rol oynamaktadır. 12 1.1.3. Küreselleşmenin Tarihçesi Küreselleşmeyi insanlığın tarihi kadar eskiye götüren yaklaşımların yanısıra Sanayi Devrimi ile ilişkilendiren yaklaşımlar da bulunmaktadır. Literatürde küreselleşme çoğu zaman modern çağa ait bir olgu biçiminde ele alınmaktadır (McNeill, 1995, Bentley, 1996, Frank ve Gills, 1996, Held ve McGrew, 1999’dan aktarım:13). Held ve McGrew’a göre küreselleşmenin tarihçesi incelendiğinde dört büyük dönem göze çarpmaktadır. Bunlar; modern küreselleşmeden önceki dönem, modern küreselleşmenin ilk dönemleri (1500-1850), modern küreselleşme dönemi (1850- 1945) ve 1945’ten bu yana devam eden güncel küreselleşme sürecidir. Held ve McGrew, modern küreselleşme öncesini dokuzbin ile onbirbin yıl geriye, yerleşik tarımsal düzene geçilmesine kadar götürmektedir. Ulaşım ve haberleşme teknolojilerinin kısıtlı olduğu bu dönemlerde küreselleşme olgusunu bugün anladığımız şekliyle ülkeler ve bölgeler arası ilişkilerle tanımlayacak doğrudan ağlar mevcut değildi. Dolayısıyla bu dönemin küreselleşmesini niteleyen unsurlar; imparatorluklar, dünya dinleri ve toplu göçler olmuştur. Held ve McGrew, onaltıncı yüzyılın başlangıcından ondokuzuncu yüzyılın ilk yarısına kadar Avrupa modernitesinin temel kurumlarının oluştuğu ve geliştiği dönemi modern küreselleşmenin ilk çağları olarak ele almaktadır. Bu dönemin küreselleşmesini niteleyen unsurlar, Avrupa imparatorluklarının doğuşu, matbaaanın icadı ve yaygınlaşmasıyla kültürel alışverişin yoğunluğunun artışı ve çok uluslu şirketlerin ilk örneklerinin ortaya çıkışıdır. Modern küreselleşme çağı olarak nitelenen 1850- 1945 arası dönem küresel askeri ve siyasi ilişkilerin yaygınlaşıp yoğunlaştığı, küresel ticaret ve yatırımın zirve yaptığı dönemdir. Günümüzün küreselleşme süreci ise II. Dünya Savaşı sonrası gözlenen Amerikan hegemonyasının siyasi ve iktisadi kurumları ve yine bu kurumlarca inşa edilen Bretton Woods sistemiyle şekillenmiştir (Held ve McGrew, 1999: 26). Baylis ve Smith’e göre, üç küreselleşme dalgası vardır. İlk küreselleşme dalgası 1450 - 1850 yılları arasında yaşanmış ve Avrupa’nın 13 genişlemeci fetihleriyle şekillenmiştir. İkinci küreselleşme dalgası Avrupa’daki imparatorlukların genişlemesi ve yayılmasını kapsayan 1850-1945 arasında gözlenmiştir. Günümüzde yaşanan küreselleşme ise 1960’larda başlamıştır. Bu görüşe göre küreselleşmenin tarihçesiyle Avrupa’da emperyalizmin tarihçesi örtüşmektedir. Üçüncü Dünyada kolonizasyonun çözülmesi ve bağımsız ulus devletlerin kurulmasıyla bugünkü şeklini bulan küreselleşme süreci Soğuk Savaşın sonunda Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla hız kazanmıştır (Baylis ve Smith, 2005). Literatürde genel olarak, dalgalar halinde iki ayrı küreselleşme evresinden bahsedilmekte3, küreselleşmeye ilişkin ilk sürecin 1870 - 1914 arasında gerçekleştiği, savaş ve bunalım yıllarıyla geçen bir ara dönemin sonrasında 1970’lerle beraber ikinci küreselleşme dalgasının başladığı ve günümüzde de devam eden küreselleşme sürecinin 1990’lı yıllarda ivme kazandığı kabul edilmektedir. Benzer bir yaklaşımla, 1820 - 1914 arasını birinci küreselleşme evresi, 1960 ve sonrasını ikinci küreselleşme evresi olarak ayıran Baldwin ve Martin’e göre ise; iki küreselleşme dalgasının temel benzerliği, dış ticaret, sermaye akımları ve uluslararası işlemlerde engellerin azalması; temel farklılığı, ilkindeki sınırlamaların mal ticaretiyle ilgiliyken, ikincisindekilerin daha çok fikir ticaretiyle ilgili olmasıdır (Baldwin ve Martin, 1999). Her iki küreselleşme evresinde de maliyetler azaldığı halde, ikinci küreselleşme evresinde ulaştırma ve haberleşme maliyetlerinin düşüşü daha çarpıcıdır. Bir başka farklılık, küreselleşme evrelerinin başlangıcına hâkim olan koşullardadır. İlk evrenin başında, dünya bugüne kıyasla daha yoksul olduğu halde, gelir daha eşit dağılmıştır. 1.1.3.1. Birinci Küreselleşme Evresi Sanayi Devriminin 19. yüzyıl başında hızlanmasıyla, ulaşım ve teknoloji alanlarında kaydedilen yenilikler, birinci küreselleşme evresini başlatmıştır. 19. yüzyılın ikinci yarısında finansal aracılığın da gelişmesiyle 14 küreselleşme ivme kazanmıştır. Birinci küreselleşme evresinde temel gelir kaynağı sanayileşmedir. Bu dönemde Kuzeyin sanayileşmesi Kuzey ile Güney arasındaki gelir dengesizliğini artırmıştır. (Baldwin ve Martin:3). İki küreselleşme evresi arasındaki önemli bir fark da göçlerle ilgilidir. Birinci küreselleşme evresinde emeğin bol olduğu eski dünyadan yeni dünyaya ciddi düzeyde göç görülmüştür. 1880 - 1914 arasında gözlenen göç dalgası gelir bölüşümü üzerinde önemli sonuçlar doğurmuştur. Göç alan yerlerde gelir dağılımında bozulmaya, göç veren yerlerde gelir dağılımında düzelme eşlik etmiştir. Ayrıca ulaşım maliyetlerinin düşmesiyle mal fiyatları arasındaki farklar azalmıştır. 1.1.3.2. İkinci Küreselleşme Evresi İkinci küreselleşme evresi, ülkeler arasındaki gelir dağılımının farklılık gösterdiği bir dünyada başlamıştır ve bu süreçte Güney sanayileşirken, Kuzey sanayisizleşmiştir (deindustrialize). İlk küreselleşme evresinde faktör yoğunluğuna bağlı sektörler arası ticaret ve teknoloji açıklarından beslenen Kuzey - Güney ticareti söz konusuyken, ikinci küreselleşme evresinde ürün farklılaşması ve ölçek ekonomileri baskındır. Birinci küreselleşme evresinde doğrudan yabancı yatırım dalgası gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere doğruyken, ikinci küreselleşme evresinde doğrudan yabancı yatırımlar gelişmiş ülkeler arasında gerçekleşmiştir. Baldwin ve Martin’e göre birinci küreselleşme evresinin sonunda, dünya ticareti kurumsal destekten yoksun olduğundan esas itibarıyla uluslararası bir sistem bulunmamaktadır, oysa günümüzde dünya ticaret sistemi hemen bütün milletlerce bir kamu malı gibi algılanmaktadır (Baldwin ve Martin: 30). 15 1.2. KÜRESELLEŞMENİN ELE ALINIŞI 1.2.1. Küreselleşme Olgusuna Farklı Yaklaşımlar Gerek kavramın tanımlanması, gerekse küreselleşme sürecinin itici güçleri ile yol açtığı sonuçların saptanması bakımından küreselleşmeye farklı yorumlar getirilmektedir. Bu yaklaşımların çeşitliliği ile bunları savunan grupların ideolojik açıdan kendi içlerinde de ayrılması, genelleyici bir sınıflandırmayı zorlaştırmaktadır. Bu çalışmada Held, McGrew, Goldblatt ve Perraton (1999)’un yapmış olduğu sınıflandırma takip edilerek, küreselleşmeye farklı yaklaşımlar; ‘aşırı küreselleşmeciler’ (hyperglobalists) olarak adlandırılan küreselleşmenin varlığını kabul edenler, ‘şüpheciler’ (sceptics) olarak adlandırılan küreselleşmenin varlığını sorgulayanlar ve ‘dönüşümcüler’ (transformationalists) olarak adlandırılan sentezciler başlıkları altında incelenmektedir. 1.2.1.1. Küreselleşmenin Varlığını Kabul Edenler (Aşırı Küreselleşmeciler) Küreselleşmenin varlığını kabul edenler, küreselleşmenin tarihte benzeri görülmemiş karıştırılmaması bir gerektiğini olgu olduğunu ve uluslararasılaşma savunmaktadır. Bu bakış açısına ile göre, uluslararası ticaret, doğrudan yabancı yatırımlar ve göçe dayanan bir dünya ekonomisi, 16. yüzyıldan beri gözlenmekle beraber uluslararası ekonominin temel birimi ulus devlettir. Oysa küreselleşme sürecinin zaman zaman ulus devletin bile önüne geçen yeni aktörleri ve küresel düzeyde bütünleşmiş bir birim olarak çalışma kapasitesi vardır. Bu bağlamda, zaman ve mekân kavramlarının eskiden taşıdıkları önemi yitirmesi, sınırların ortadan kaybolmaya başlaması ve yeryüzündeki karşılıklı bağımlılığın artması biçiminde tanımlanan küreselleşme, paranın ve malların hızlı ve serbest dolaşımından daha fazlasıdır. İktisadi dönüşümün hızı yepyeni bir dünya siyaseti yaratırken devletlerin artık kapalı birimler olmaması ve dünya 16 ekonomisinin tarih boyunca olduğundan daha bağımlı hale gelmesi küreselleşmenin varlığını destekleyen temel savlardır. İletişim teknolojilerindeki gelişmeler dünyanın geri kalanıyla ilişki kurma biçimlerini temelden değiştirmiş ve şehirleşmiş bölgelerin birbirine daha fazla benzemesini sağlamıştır. Bu gelişmelerle dünya daha homojen bir hale gelirken kozmopolit bir kültürün yeniden biçimlenmesiyle küresel risk algıları da gündeme gelmektedir. Küreselleşmenin varlığını kabul edenlerin ulus devletin önemini kaybettiği ve yeni toplumsal örgütlenme biçimlerinin geleneksel devletin yerini aldığı yönündeki iddiaları küresel risk algıları arasında ön plana çıkmaktadır (Ohmae, 1993). Ulus devlet, uluslararası sermayenin kendi çıkarı doğrultusunda talep ettiği liberal politikaları uygulamadığında sermayenin başka ülkelere kaçması riskini yönetmek adına vergileri azaltmak, özelleştirme yapmak, sosyal yatırımlardan çekilmek ve hatta yatırımcıların istediği düzenlemeleri yürürlüğe koymak gibi ödünler vermek durumunda kalmaktadır. Bu koşullar altında Ohmae’ye göre, ‘‘Sınırların kalktığı bir dünyada ulus devlet, insan faaliyetlerini ve iktisadi gelişmeleri yönetmekte artık doğal bir birim değildir, hatta işlevsiz kalmıştır’’ (Ohmae, 1990: 24). Öte yandan, küreselleşmenin varlığını kabul edenler benimsedikleri ideolojik temeller açısından kendi içlerinde farklılık göstermektedir. Örneğin neo-liberaller, piyasanın devlet gücü üzerindeki egemenliğini savunurken, radikaller küreselleşmeyi baskıcı kapitalizmin sonucu olarak ele almaktadır. Bu gruplar, küreselleşme sürecinde kaybedenler ve kazananlar olduğunu kabul etmekle beraber ideolojik ayrılıkları temelinde küreselleşmenin sonuçlarını farklı açılardan değerlendirmektedir. Örneğin, neo-liberallere göre, küresel ekonomik rekabet “sıfır toplamlı” sonuçlar meydana getirmezken, radikaller, küreselleşmenin hem dünya çapında hem de ulusal düzeyde eşitsizlik yarattığını savunmaktadır. 17 1.2.1.2. Küreselleşmenin Varlığını Sorgulayanlar (Kuşkucular /Şüpheciler) Küreselleşmenin varlığını sorgulayanlar, sermaye hareketleri ve dışa açıklık oranları gibi bir takım göstergeleri inceleyerek geçmişte ulaşılmış olan serbesti düzeyine günümüzde hâlâ ulaşılmadığını iddia etmektedir. Kuşkucular, küresel olduğu iddia edilen şirketlerin özünde ulusal nitelik taşıdığını, ulus devletlerin gücüne ve desteğine ihtiyaç duyduğunu ve işlerinin büyük kısmını köklerinin bulunduğu ülkelerde yürüttüğünü savunarak küreselleşmenin varlığını kabul edenlerin ulus devletin güçsüz olduğu yönündeki tezini de reddetmektedir. Ticaret, yatırım ve finans hareketliliğinin üç büyük bölge arasında gerçekleştiği dünya ekonomisinde tümüyle ulusüstü şirketlerin ender görüldüğünü ve uluslararası faaliyet gösteren ulusal şirketlerden bahsetmenin daha doğru olacağını savunan kuşkucular, bu koşullarda bile doğrudan yatırımların daha çok gelişmiş ülkeler arasında gözlendiğini vurgulamakta ve küreselleşme teorisini tarihsel derinlikten uzak olmakla eleştirmektedir. Çok uluslu şirketlerin yatırımlarını daha düşük vergiler ile daha düşük ücretlerin bulunduğu ülkelere kaydırdıklarına ilişkin ampirik bir kanıt bulunmadığını ve sanayileşmiş ülkelerde vergilerle sosyal harcamalarda kesintiye gidilmediğini öne sürerek ulus devletin gücünün azalmadığını ve küresel ekonomi modelinin gerçekte var olmadığını savunan Hirst ve Thompson’ın analizi ise küreselleşmenin yalnızca iktisadi boyutuna odaklanmaktadır (Hirst ve Thompson, 1998). Ayrıca, kuşkucular, bölgeselleşme hareketlerinin küreselleşme sürecinin sonucu değil alternatifi olduğunu iddia etmekte, iktisadi faaliyetin de küreselleşmekten çok bölgeselleştiğinin altını çizmektedir. Küreselleşme kavramının abartıldığını, dünya siyasetine hâlâ devletlerin yön verdiğini ileri süren kuşkuculara göre küreselleşme olgusu, sosyal, iktisadi, kültürel değişimler getirmekle beraber, ulus devlet biçiminde örgütlenmiş uluslararası siyasi sistemin temel niteliklerini değiştirecek önemde değildir (Baylis ve Smith, 2005: 7). 18 Kuşkuculara göre Batı kültürünün ve değerlerinin egemen hale gelişini simgeleyen küreselleşme olgusu emperyalizmin son aşaması olup ideolojik içerik yüklenmiş olan küreselleşme kavramı refah devletinin zayıflamasından çıkarı bulunan kesimlerce yeni bir olguymuş gibi pazarlamaktadır. Küreselleşmenin bütünleşmeye değil de yeni çatışmalara yol açtığını savunan kuşkucular, küreselleşme sürecinde artan eşitsizliklerin doğurabileceği iktisadi, siyasi ve askeri risklere dikkat çekmektedir. Örneğin, Marxist bakışa göre küreselleşme yeni bir olgu olmamakla beraber uluslararası kapitalizmin gelişiminde varabileceği son noktadır. Nitekim Marxistler, küreselleşme savunucularının iddia ettiğinin aksine, küreselleşme olgusunun dünyayı birbirine daha benzer kılmadığını, tersine ayrılıkları daha da derinleştirdiğini savunmaktadır. Ayrıca küresel güçlerin her zaman iyi amaçlara hizmet etmediği de bir gerçektir. Örneğin, uyuşturucu şebekeleri ve terörizm örgütleri de küresel ölçekte faaliyet göstermektedir. 1.2.1.3. Sentezciler (Dönüşümcüler) Giddens’ın da dâhil olduğu sentezciler küreselleşmeyi, modern toplumları ve dünya düzenini yeniden şekillendiren sosyal, siyasal ve ekonomik değişimin ardındaki ana güç olarak görmektedir (Giddens, 1996, Held ve McGrew’dan aktarım: 7). Sentezci bakış, hem küreselleşmenin varlığını kabul edenlerin hem de küreselleşmenin varlığını sorgulayanların görüşlerini abartılı bulmaktadır. Baldwin ve Martin’e göre, 1914’lerin dünyası günümüze kıyasla pek çok açıdan daha entegre olduğundan küreselleşme iddia edildiği kadar yeni bir kavram değilse de çağımızda gözlenen küreselleşme trendine ilişkin yeni hiçbir şeyin olmadığı iddiası da doğru değildir (Baldwin ve Martin, 1999: 3). Sentezciler, ulus devletin sonunun geldiği iddiasını da küreselleşme sürecinde devletin rol ve işlevinde geçmişe kıyasla günümüzde esaslı bir değişiklik olmadığı yönündeki tezi de reddetmektedir. Bu değerlendirmeye göre, ulus devletin gücü bitmiş değildir ancak yerel ile uluslararası ayrımı geçerliliğini yitirmiştir ve ulus devletin gücü 19 küresel politikaların şekillenmesi esnasında dönüşüme uğramaktadır (Baylis ve Smith, 2005: 20). Castells de ulusal ekonomilerin küreselleşme sürecinde dönüşüme uğradığını vurgulamakta ve bu dönüşüm sürecinde ulusal iktisadi alan ile ulusal coğrafi sınırların giderek ayrıştığını tespit etmektedir (Castells, 2008). Sentezciler açısından modern dünya düzenini dönüştüren hızlı sosyal, iktisadi ve siyasi değişimlerin itici gücü küreselleşmedir. Öte yandan, gerek küreselleşmenin varlığını kabul edenler, gerekse küreselleşmenin varlığını sorgulayanlar küreselleşme olgusunu, fiyat ve faiz oranının eşitlendiği tamamen entegre olmuş tek bir pazar biçiminde kavramlaştırma eğilimindedir. Fakat ulusal piyasalarda bile tam entegrasyon gözlenmezken bunu küresel düzeyde beklemek gerçekçi değildir. Sentezciler ise küreselleşmeyi iktisadi boyutunun ötesinde yapısal faktörlerce şekilllenen uzun dönemli bir süreç olarak değerlendirmektedir. Küresel bir topluma doğru dönüşümden geçildiği vurgusu, sentezcileri kuşkuculardan çok küreselleşmenin varlığını kabul edenlere yakınlaştırsa da öne sürülen görüşlerin çeşitliliği ve karmaşık yapısı bütün bu yaklaşımlar arasında ideolojik temelli sınıflandırmalar yapılmasını güçleştirmektedir. Küreselleşme kavramı söz konusu olduğunda ortaya çıkan bu düşünce çeşitliliği, ideolojik açıdan çok farklı görüşleri benimseyen kesimleri küreselleşme konusunda ortak bir paydada buluşturabildiğinden günümüzde entellektüel bölünmelerin sağ ve sol ayrımına göre değil de küreselleşme taraftarları ve karşıtları biçiminde şekillendiği tezini doğurmaktadır (Bozkurt, 2000). 1.2.2. Küreselleşme Teorileri Literatürde küreselleşmeyi tetikleyen faktörlerin açıklanmasında teknolojik gelişmeleri öne çıkaran yaklaşımlar ile piyasanın rolünü vurgulayan açıklamaların yanısıra küreselleşme sürecini kapitalist gelişme süreciyle ilişkilendiren ve neo- Marxist olarak anılan yaklaşımlar da bulunmaktadır. Kapitalizm ve teknolojik ilerlemenin yanısıra piyasa güçleri ve siyasi faktörler 20 gibi çok sayıda unsurun etkileşiminin küreselleşme sürecinde rol oynadığı savunulmaktadır. Başka bir ifadeyle küreselleşmeyi tek unsurla açıklayan yaklaşımların yanında çok sayıda unsurun etkileşimiyle açıklayan yaklaşımlar bulunmaktadır. Kellner’e göre küreselleşme teorisinin sağlam bir temele oturması için gerek teknolojik gerekse iktisadi determinizmin aşırı uçlarından uzak durmak küreselleşme olgusuna çok boyutlu bir perspektifle yaklaşmak gereklidir (Kellner, 2002). 1.2.2.1. Küreselleşme Sürecinde Teknolojiyi Ön Plana Çıkaran Yaklaşımlar Teknolojiyi ön plana çıkaran yaklaşımlara göre, teknik gelişmeler ulaştırma ve haberleşme maliyetlerini düşürerek mal ve hizmet ticaretini kolaylaştırmış, dolaşımdaki bu kolaylıklar küreselleşme sürecinin kendiliğinden gelişimine yol açmıştır. Teknoloji Devriminin kapitalizmin küresel olarak yeniden yapılandığı bir dönemde gerçekleşmesinin tesadüfle açıklanamayacağını savunan Castells, küresel ekonomiyi 1970’lerdeki kriz sonrası piyasaların yeniden yapılanmasının sonucu şeklinde ele almakta ve küreselleşmenin yeni enformasyon ve iletişim teknolojilerinin kullanımıyla geliştiğini savunmaktadır. kuruluşlarıyla Ancak, hükümetlerin küreselleşmenin bilinçli uluslararası politikaları finans olmaksızın gerçekleşemeyeceğini de vurgulamaktadır (Castells, 2008). İletişim ve bilgisayar teknolojilerindeki ilerlemelerin küresel finansal piyasaların gelişiminde rol oynadığı bilinmektedir. Özellikle 1980’li yıllardan itibaren enformasyon teknolojilerinin yaygınlaşması küreselleşmenin etki alanını genişletmiştir. Küresel ekonominin teknik altyapısını oluşturan internetin, küresel bilgisayar ağlarının, uydu iletişim tekniklerinin mikrofizikteki gelişmelerle açıklanması mümkündür. Ancak, küreselleşmenin teknolojik gelişmelerin doğal bir sonucu olmadığı, tam tersine sermayenin küreselleşme baskısının, teknolojideki gelişmelerin itici gücü şeklinde rol oynadığı da savunulabilir. Kellner, küreselleşme teorisinde bilim ve teknolojinin rolünü 21 kabul etmekle beraber teknolojik determinizm riskine dikkat çekmekte ve küreselleşme olgusunun kapitalizmin kurumsal unsurlarından bağımsız ele alınmasının eksik bir yaklaşım olacağını savunmaktadır (Kellner, 2002). Kellner, küreselleşmeyi teknolojik determinizm çerçevesinde ele alanları kendi içlerinde küreselleşmeyi olumlu bir gelişme olarak değerlendirenler ile olumsuz değerlendirenler şeklinde iki ana kola ayırmaktadır. ‘‘Yeni ekonomiyi’’ savunanlar bilgisayar ve enformasyon teknolojilerini ‘‘sürtünmesiz kapitalizm’’ olarak değerlendirip kapitalizmin şimdiye dek var olan çelişkilerini ve sınırlarını geride bıraktığını savunmaktadır (Gilder 1989, 2000; Gates 1995, 1999; Kellner’den aktarım: 5). Teknoloji karşıtı eleştiriler arasında ise yeni teknolojilerin insanı kendi özüne, içinde yaşadığı topluma, geleneğe ve diğer insanlara karşı yabancılaştırdığını savunanlar bulunmaktadır (Borgmann 1994, 1999; Slouka 1995; Stoll 1995; Shenk 1997; Virilio 1998; Kellner’den aktarım:5). Ayrıca, Kazgan’a göre I. ve II. Sanayi Devrimleri incelendiğinde teknolojik gelişmelerin kaydedildiği konjonktüre bağlı olarak, farklı siyasi ve iktisadi rejimlerde de sürdürülebilmesi, teknolojik devrimin kendi başına küreselleşmeyi açıklayamayacağını ortaya koymaktadır. Nitekim içten patlamalı motorların icadı ve sanayiye uygulanmasıyla üretim alanında kaydedilen teknolojik gelişmeler, savaş ve bunalım yıllarında da devam ettiği halde, teknoloji alanındaki ilerlemeler, serbest piyasa ekonomisine geçişi hızlandırıcı bir değişimi tetiklememiştir. Küreselleşme süreci merkezde kâr oranlarının düşüşüne bağlı olarak sermayenin daha yüksek kâr peşinde serbestçe dolaşma ihtiyacıyla hız kazanmıştır. Dolayısıyla Kazgan’a göre küreselleşme baskısını dışarıdan verili teknolojik değişmenin sonucu olarak dayatmak, bilinçli biçimde kavram kargaşası yaratma çabasından ibarettir (Kazgan, 2009: 5- 12). 22 1.2.2.2. Küreselleşme Sürecinde Piyasayı Ön Plana Çıkaran Yaklaşımlar Sanayi kapitalizminin yayılmasıyla üretimde kâr oranlarının düşmesi, sanayileşmiş ülkelerdeki sermaye piyasalarını ve bankacılık sektörlerini dış piyasalarda daha yüksek kâr oranları aramaya yöneltmiştir. Böylelikle sanayi kapitalizmi evresinden finans kapitalizmi evresine geçiş süreci başlamış ve özellikle 1970’lerdeki petrol krizi sonrası dış piyasalara açılma arayışı ve iktisadi faaliyetlerdeki hacim artışı küreselleşme sürecini hızlandırmıştır. Ayrıca bilimsel buluşların üretim sürecine uygulanarak, mal ve hizmetlere ilişkin yeniliklere dönüştürülmesi ve bu yeniliklere talep yaratılması, en az teknik ilerlemeler kadar önem taşımaktadır. Küreselleşme sürecine piyasa odaklı yaklaşıma göre, teknik gelişmeler sonucu gerçekleşen üretim artışı şirketleri yeni pazarlar bulmaya zorlamış ve küreselleşme, piyasanın genişlemeci stratejilerine izin verecek bir serbestleşme sürecinde olgunlaşmıştır. Castells’e göre, ‘‘küresel ekonomi, piyasalar tarafından değil, piyasalar, hükümetler ve piyasalar adına ya da piyasaların nasıl olması gerektiği düşüncesiyle hareket eden uluslararası finans kuruluşları arasındaki etkileşimle yaratılmıştır’’ (Castells, 2008: 170). 1.2.2.3. Küreselleşmenin Kapitalist Gelişmenin Kaçınılmaz Sonucu Olduğunu Savunan Yaklaşımlar Küreselleşme olgusuna hız kazandıran unsurlar arasında teknolojik ilerlemeler kadar, politika ve ekonomi alanındaki değişimler de rol oynamıştır. Dünyada 1990’lı yıllara kadar gerek siyasi gerekse iktisadi anlamda, iki kutuplu bir yapı gözlenmektedir. 1930’lu yıllarda serbest piyasa ekonomisinin çöküşüyle yükselen sosyal devlet anlayışı bir taraftan finans kapitali denetlerken, bir taraftan da Batının komünizme kayışını kontrol altında tutmuştur. Böyle bir tarihi siyasi arka planda, Doğu Blokunun yıkılmasıyla serbest piyasanın önündeki en büyük engel olarak gösterilen Soğuk Savaş döneminin kapanması sonucu piyasa ekonomileri yaygınlık kazanmıştır. Bu 23 süreçte, çok uluslu şirketlerin önündeki engellerin kaldırılması ve uluslararası sermaye için yeni kâr alanlarının açılması amacıyla sosyal devletin ve işçi örgütlerinin zayıflatılması, özelleştirmeler kanalıyla piyasa ekonomisinin yerleştirilmesi gerekmiştir. Süreç içinde DTÖ, IMF ve DB gibi uluslararası kurumlar aracılığıyla piyasa kapitalizminden başka bir örgütlenme biçimi olamayacağı dayatılmış ve küreselleşme bu sürecin kaçınılmaz bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır (Elwood, 2002: 8). 1.3. KÜRESELLEŞMENİN ETKİLERİ Literatürde küreselleşmenin etkilerine ilişkin görüşler çeşitlilik göstermektedir. Küreselleşmenin dünya çapında refah düzeyini artırabileceği genel olarak kabul görse de ‘‘dünya çapında refah artışı’’ ifadesinin kendisi tartışmalıdır. Nitekim küreselleşmenin nimetlerinden adil biçimde faydalanılmadığı, hatta küreselleşme sürecinde gelir dağılımındaki eşitsizliğin giderek derinleştiği görülmektedir. Örneğin, Birleşmiş Milletler’in (BM) 2011 tarihli İnsani Gelişme Raporuna (Human Development Report, HDR) göre Atkinson eşitsizlik endeksiyle ölçülen ülke içi gelir eşitsizlikleri 1990’dan 2005’e %23,3 artış göstermiştir (HDR, 2011: 29). Küreselleşmenin etkileri açısından literatürde yaygın bir başka görüş ise sosyal refah devletinin sonunun geldiği yönündedir (Amin, 1996, Gill, 1995; Held ve McGrew’dan aktarım: 13). Küresel rekabetçi güçlerin sosyal devleti küçültücü ve ulus devletin gücünü azaltıcı yönde faaliyet gösterdiği yaygın kabul görmekle beraber, Keohane’e göre küreselleşmenin bütün ülkeler üzerindeki etkileri aynı değildir (Keohane, 1996: 14; Held ve McGrew’dan aktarım: 13). Özetle, küreselleşme hakkındaki görüşler, küreselleşme savunucusu ve küreselleşme karşıtı şeklinde iki zıt kutba ayrılacak olursa, bu iki ucun arasında çok sayıda farklı yorumun yer aldığı gözlenmektedir. 24 1.3.1. Küreselleşmenin Etkilerini Olumlu Olarak Niteleyen Görüşler Küreselleşmenin olumlu sonuçlarını vurgulayanlara göre, küreselleşme gelişmekte olan ülkelerin büyümeleri için gereksinim duydukları fonlara erişimlerini kolaylaştırıp gelişmiş ülkelerin yüksek maliyetle sahip olduğu teknolojinin göreli kolay transferini sağlayarak büyümeyi hızlandıracaktır. Örneğin, Sachs ve Warner, 1970-1989 yılları arasında göreli olarak daha fazla serbestleşen ülkelerin daha çok büyüdüğünü savunmaktadır (Sachs ve Warner, 1995). Küreselleşmenin başka bir olumlu etkisi sınırların aşılmasıyla ulus devletin sosyo- ekonomik yapılarının verimlilik açısından dönüşüme uğramasıdır. Küreselleşme sürecinin rekabeti artırarak verimsizliklerin tasfiyesine yol açacağını savunan bu yoruma göre ticari ve finansal serbestleşme, özellikle gelişmekte olan ülkelere pek çok fırsat sunmaktadır. Bu fırsatlara örnek olarak, ihracat ağırlıklı büyümenin önünün açılması, çok çeşitli tüketim mallarına, yeni teknolojilere ve uluslararası iyi yönetişim uygulamalarına uyum sağlanması gösterilebilir. Küreselleşme savunucularına göre I. Dünya Savaşını takip eden 40 yıllık korumacı dönem uzun vadeli trendden kısa dönemli bir sapma olup, faşist yönetimlere, Soğuk Savaşın uzamasına ve depresyona yol açmıştır. Neoliberal bakış küreselleşmeyi insanlığa zenginlik, özgürlük, demokrasi ve barış getirecek olan bir modernizasyon projesi şeklinde değerlendirmektedir (Scholte, 2005: 603). 1.3.2. Küreselleşmenin Etkilerini Olumsuz Olarak Niteleyen Görüşler Ulus devletin bağımsız ekonomi politikaları izleme gücünün azalması, ‘‘karşılıklı bağımlılık’’ adı altında Çevrenin Merkeze bağımlılığının artması, sermayenin tekelleşmesi, ülkeler arasında gelir eşitsizliklerinin derinleşmesi, sınıflar arasında gelir bölüşümünün bozulması, işsizlik ve yoksulluğun yaygınlaşması, sosyal ve siyasi dengelerin kötüleşmesi küreselleşmenin olumsuz sonuçlarındandır. Küreselleşme sürecinde finansal kırılganlıkların ve 25 krizlerin arttığı, büyümenin iş çevrimlerinden olumsuz yönde etkilendiği gözlenmektedir. Finansal krizler, gelişmekte olan ülkeleri borç batağına sürüklemekte, yabancı sermaye egemenliğinin artışı ve özelleştirmeler ulus devletlerin hâkimiyet sahasını daraltmaktadır. Bu durumu Kazgan şu sözlerle ifade etmektedir: ‘‘Çevre ülkeleri küreselleşmenin bütün yükünü çeken ülke takımı durumundadır. Büyüme hızları; ekonominin serbestleştirilmesi ile birlikte 1990’lı yıllarda düşmüş, finansal krizlerle sarsılmayanı neredeyse kalmamış, işsizlik ve fakirleşme korkunç boyutlara ulaşmış, bu arada ticaret ve finans alanında zenginleşen, Merkezle bütünleşmiş bir azınlık türemiştir. Özelleştirme ise, bu ülkelerin son yarım yüzyılda biriktirdikleri varlıklarla birlikte iç pazarlarını da Merkezin hizmetine sunmaları şeklinde işlemektedir. Uluslararası sermayenin dayatma ve darbelerine karşı tek koruyucu örgüt niteliğinde olan ulus devleti çözme yolunda dışarıdan gelen baskılar, eski sömürge düzeninin yeni bir çerçevede geri gelmesinden başka bir şey değildir’’ (Kazgan, 2009: 40). 1.3.2.1. Ulus Devletin Gücünün Aşınması Son yıllarda gelişmekte olan ülkelerin dünya ekonomisine daha önce görülmemiş bir hızla eklemlenmesi, özellikle gelir seviyesi düşük ülkeler açısından bir takım sorunlara yol açmaktadır. Bu göreli hızlı liberalleşme gelişmekte olan ülkelerde politika yapıcılardan beklentileri artırırken, makro iktisadi politikalara ilişkin geleneksel politika araçlarını uluslararası yükümlülüklerle sınırlandırmaktadır. Küreselleşme sürecinde gözlenen bu değişimler, ulusal iktisat politikalarının sınırlandırılmasının büyüme ve gelir bölüşümü üzerindeki etkilerinin sorgulanmasına yol açmaktadır. Ulusal politika bağımsızlığı, ulusal politika araçlarıyla ulusal politika amaçlarının karşılanmasını ifade etmektedir. Politika hedefleriyle politika araçları arasındaki ilişkilerin belirsizlikleri ve istikrarsızlıkları hedefler üzerinde tam bir 26 denetime engel oluşturmaktadır. Kapalı ekonomilerde dahi ekonomi politikasının kendi sınırlılıkları bulunurken, küreselleşme sürecinin sonucu olan liberalizasyon ve deregülasyonlar politika sahasını daha da daraltmaktadır. Örneğin, gelişmekte olan ülkelerin gelişmiş ülkelerle karşılıklı veya bölgesel olarak imzaladıkları anlaşmalar bağımsız ulusal politikaların etkinliğini kısıtlamaktadır. Ayrıca, DTÖ anlaşmaları ile dış kaynağa bağımlı ülkelere kredi sağlayan uluslararası finans kurumlarının dayattığı yükümlülükler ekonomi politikalarının ulusal kontrolünü zorlaştırmaktadır. Bunlara ek olarak küresel finansal piyasalar, hükümetlere daha fazla liberalizasyon için baskı yaparken, sermaye piyasalarının dışa açılması bağımsız makro iktisat politikalarının izlenmesini güçleştirmektedir. Finansal piyasaların kendi başlarına istikrarsızlık kaynağı olması bir yana, finans alanındaki dalgalanmalar para ve maliye politikalarının makro iktisadi dengesizlikleri daha da şiddetlendirmesine yol açmaktadır. Finansal liberalizasyon, ülke dışındaki gelişmelerin özellikle finansal açıdan dışa bağımlı gelişmekte olan ülkelerde etkili olmasına yol açarak ulusal politika araçlarının gücünü azaltmaktadır (Akyüz, 2007). Ana akım iktisat teorisine göre sermaye hareketleri serbest ise, döviz kuru kontrolü ile bağımsız para politikası arasında seçim yapılması gerekmektedir. Para politikasının istikrar amacıyla kullanılması, döviz kurlarında ve ödemeler dengesinde dalgalanmalara sebep olmaktadır. Para politikası döviz kurunu sabit tutmak üzere kullanıldığında ise iş çevrimine karşı etkinliğini kaybetmektedir. Modern finansal piyasalarda para politikasının ve politika faiz oranının etkileri, olanaksız üçlü teorisi ile varsayılandan daha belirsiz ve istikrarsız olduğu için gelişmekte olan ülkelerin çoğunda küreselleşme sürecinde para politikası bağımsızlığı ana akım iktisat teorisinin beklentisinden daha çok güç kaybetmektedir. Özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki finansal dalgalanmalar, dış sermaye akımları ve döviz kurlarındaki değişimlerle yakın ilişkilidir. Gelişmekte olan ülkelere para politikasını fiyat istikrarı için kullanmaları önerilmektedir. Fiyat istikrarının mali disiplinle birlikte makro iktisadi ve finansal istikrara katkıda bulunarak hızlı 27 büyümenin anahtarı olacağı düşünülmektedir. Oysa, gelişmekte olan ülkelerin çoğunda fiyat istikrarı ile mali disiplini hızlı ve istikrarlı büyüme takip etmemiştir (Akyüz, 2007). Gelişmekte olan ülkelerin izleyecekleri makro iktisadi politikalara ilişkin sınırlamalar, sermaye hareketlerinin serbestlik derecesine, finansal kırılganlık düzeyine, döviz borcuna ve yabancı sermayeye olan bağımlılığa göre değişmektedir. Bu farklılıklar, kısmen politika tercihlerinden kısmen de yapısal özelliklerden kaynaklanmaktadır. Küreselleşmenin ulus devletin gücünü aşındırması, farklı mekanizmalarla gerçekleşmektedir. Bunlar, bölgeselleşme ve ulusüstüleşme olarak iki başlık altında incelenmektedir. 1.3.2.1.1. Bölgeselleşme Hareketleri Bölgeselleşme, coğrafi açıdan birbirine yakın olan veya ortak çıkarları bulunan ülkelerin çeşitli anlaşmalar vasıtasıyla beraber hareket etmelerini ifade etmektedir. Bölgesel birleşme hareketleri sonucunda ulus devletin bağımsız karar alma özgürlüğü sınırlanmaktadır. Uluslararası kurumların kendi yönetimlerine egemen olan güçlü devletlerin çıkarlarını ön planda tuttuğunu savunanlar, bölgeselleşme olgusunu uluslararası kurumların tarafsızlığına duyulan şüphenin bir göstergesi biçiminde yorumlamaktadır (Baylis ve Smith: 345). Bu bağlamda bölgeselleşme hareketleri temel küresel çelişki olan gelişmiş ülke ve gelişmekte olan ülke kutuplaşmasına karşı alınan alternatif bir tavırdır. Bölgeselleşme hareketlerine örnek olarak Avrupa ülkelerinin oluşturduğu AB, ABD, Kanada ve Meksika’yı içeren NAFTA, Güneydoğu Asya’da ASEAN, Brezilya, Arjantin, Uruguay ve Paraguay arasında MERCOSUR ve APEC gösterilmektedir. Bölgeselleşme hareketlerinin bölge dışında kalanlara karşı korumacı politikalarla çelişmediğinin uygulanması bölgeselleşmenin sorgulanmasına yol küreselleşmeyle açmaktadır. Castells bu çelişip olguyu ‘bölgeselleşmiş küresel ekonomi’’ kavramıyla açıklamaktadır. Castells’e göre, 28 bölgeselleşme, ticaret bölgeleri arasında küresel bir sistemdir ve bu niteliğiyle küreselleşme olgusu ile çelişmemekte hatta onu tamamlamaktadır (Castells, 2008: 139-142). 1.3.2.1.2. Ulusüstüleşme Süreci Ulusüstüleşme süreci, ulus devletin yetki sahasının ulusüstü kurumlar lehine daraltılmasını ifade etmektedir. Bu kurumlar, IMF, Dünya Bankası, DTÖ, OECD gibi küreselleşme sürecinin baş aktörleri rolünü üstlenen uluslararası örgütlerdir. Küreselleşme sürecinin yayılmasında siyasi baskı unsuru olarak rol oynayan Bretton Woods kurumlarından borçlanan gelişmekte olan ülkelerin gerek makro iktisat politikaları, gerekse daha uzun vadeli gelişme stratejileri açısından sınırlandırıldığı bilinmektedir. Örneğin IMF, ödeme güçlüğüne düşen ülkelere likidite sunarken istikrarsızlığın azaltılması gerekçesiyle bir takım yapısal şartları dayatmaktadır. DTÖ anlaşmaları gibi kuralların eşit olduğunun savunulduğu sahalarda dahi, ülkelerin gelişmişlik düzeylerinin farklı olmasından kaynaklanan adaletsizlikler göze çapmaktadır. Örneğin gelişmiş ülkelerin şimdiki konumlarına gelmeden uyguladıkları pek çok politika günümüzde tüm ülkeler için yasaklandığından ülkeler arasında gelişimde fırsat eşitliği söz konusu değildir. Nitekim gelişmiş ekonomilerin sanayileşme sürecinde korumacılık hâkimken, günümüzde DTÖ gelişmekte olan ülkelerde ithalata uygulanan vergileri düşürerek serbest ticaret ilkesini dayatmaktadır. Bu uygulamalar sonucunda sanayileşmesini tamamlayamadan serbestleşmeye geçen ülkelerde ithalat ihracattan daha hızlı artarak cari açığa ve ödemeler dengesi sorunlarına sebep olmaktadır. Dayatılan bu kontrolsüz liberalleşme süreci gelişmekte olan ülkelerin mevcut uluslararası iş bölümüne saplanıp kalmasına sebep olmaktadır ki bu da bu ülkelerin sermaye yoğun sanayi dallarında gelişme kaydetmekte gecikmesi anlamına gelmektedir (Bairoch, 1993; Akyüz’den aktarım, 2007: 17). 29 Ulusüstüleşme sürecinin yol açtığı olumsuzluklara bir başka örnek olarak TRIPS gösterilebilir. Akyüz’e göre, TRIPS, DTÖ anlaşmalarının içinde en adaletsiz olanlarından biridir, çünkü fayda ve maliyetleri gelişmiş ülkelerle gelişmekte olan ülkeler arasında son derece eşitsiz biçimde dağıtmaktadır. Buna rağmen gelişmekte olan ülkeler GATT Uruguay Round’da TRIPS koşullarını tarım, tekstil vb. alanlarda avantajlar elde edebilmek için kabul etmek zorunda kalmıştır (Akyüz, 2007). 1.3.2.2. Sermayenin Tekelleşmesi Küreselleşme sürecinde karşımıza çıkan tekelleşme olgusunun dinamikleri çok boyutludur. Öncelikle, TRIPS anlaşmasıyla güvence altına alınan patent ve telif hakları ile teknolojik gelişme, tekel gücünün başlıca kaynağı haline tekelleşmenin bir gelmiştir. başka Finansal kanalını piyasalarda oluşturmaktadır. yürütülen Özellikle işlemler, finansal kırılganlıkların arttığı dönemlerde, sermaye piyasalarında değerleri düşüşe geçen hisselerin toplanarak rakip firmaların birleşme veya devirlere zorlanması rekabeti ortadan kaldırmaktadır. Nitekim 1990 sonrası dev boyutlu birleşmeler gözlenmektedir. Küçük ve orta ölçekli işletmeler ise dev tekeller karşısında rekabet edemeyerek pazar dışına itilmektedir. Ayrıca, Washington Mutabakatının temel prensiplerinden biri olan ve Bretton Woods Kurumlarınca dayatılan özelleştirme olgusu, gelişmekte olan ülkelerde kamu kaynaklarıyla seneler içinde biriktirilmiş olan varlıkları iç pazarlarla beraber uluslararası sermayenin hizmetine sunmaktadır. Tekelleşmeye yol açan bir başka unsur ÇUŞ’un yürüttüğü pazarlama faaliyetleridir. Küreselleşme sürecinde iletişim ağlarının gösterdiği gelişme medya, sinema ve internet aracılığıyla küresel düzeyde marka bilinci yaratarak tekelci rekabet doğurmaktadır. Bu sözde ‘rekabet’ ise ancak güçlüler arasında var olmaktadır. Çünkü tüketici algısını değiştirebilecek güçte araçlara sahip olmayan gelişmekte olan ülkelerin tek rekabet gücü 30 emeğin daha fazla sömürülmesinden kaynaklanmakta ve gelir bölüşümündeki bozulmayı şiddetlendirmektedir. 1.3.2.3. Gelir Bölüşümünde Bozulma Dış ticaretin gelir bölüşümünü etkilediği bilinmektedir. Küreselleşme savunucularına göre bu etkiler, küresel düzeyde gelir seviyelerini birbirine yakınlaştırırken, küreselleşme karşıtları dış ticaretin uluslararası düzeyde ve yurt içinde gelir eşitsizliklerini artırdığını savunmaktadır. Gerçekte ne olduğu ise bu iki görüşün ileri sürdüğünden çok daha karmaşıktır. Goldsmith (1994) ve Buchanan (1998)’e göre birinci küreselleşme evresine hâkim olan göç olgusu ABD’de reel ücretleri düşürmüş ve Avrupa’da işsizliği artırmıştır. Özellikle ABD ve İngiltere başta olmak üzere vasıfsız emeğin ücreti ile vasıflı emeğin ücreti arasındaki fark açılmıştır (Baldwin ve Martin, 1999). Ayrıca paranın getirdiği rant da küresel düzeyde gelir bölüşümü adaletsizliği yaratmaktadır. Uluslararası işlemlerde geçerli paraların Merkez ülkelerinin parası olması, mübadele hacminin artışı karşısında güçlü paraya reel değer artışı kazandırırken, bir yandan da parası güçlü ülkelerin dış açık finansmanına katkıda bulunmaktadır. Gelir bölüşümünde bozulmaya yol açan bir başka unsur, küreselleşme sürecinde sermayenin tekelleşmesidir. Finansal krizlerde borsa değeri düşen hisselerin toplanması, özelleştirmeler, devir ve birleşmeler gibi yöntemlerle sermaye yoğunluğunun artışı istihdamı azaltarak ücretler üzerinde baskı unsuru oluşturmaktadır. Özellikle uluslararası kurum ve kuruluşların baskıları ile zayıf finansal piyasalarından ötürü ÇUŞ’un spekülatif saldırılarına maruz kalan gelişmekte olan ülkelerde gelir bölüşümü daha da bozulmaktadır. 31 1.3.2.4. Finansal Kırılganlıkların Artışı Küreselleşme sürecinde uluslararası sermaye akımlarının hareketliliğinde gözlenen artış, iş çevrimlerini doğrudan etkilemektedir. Olumlu konjonktürde gözlenen yoğun sermaye girişi, ülke ekonomisinin kırılganlıklarını artırmakta, risk algısı yükseldiği anda sermayenin hızla geri çekilmesi ise likiditeye en çok ihtiyaç duyulan durumda ekonomiyi zora sokmaktadır. Hızlı sermaye giriş ve çıkışlarına bağlı finansal krizlerin idaresinde para politikası tek başına etkili değildir. Politika faiz oranının düşürülmesi sermaye hareketlerini sınırlarken büyümeyi yavaşlatmaktadır. Varlık fiyatlarındaki balonları ve aşırı ısınmayı kontrol etmek için gerekli olan parasal sıkılaştırma ise dış borçlanmayı özendirip kuru değerlendirerek ticaret dengesini bozmakta ve dışsal kırılganlıkları şiddetlendirmektedir. Ayrıca, bir finansal kriz söz konusu olduğunda faiz oranı ile döviz kuru arasındaki geleneksel bağ bozulmaktadır. Kriz döneminde yükselen faiz risk algısını artırarak krizin etkisini derinleştirmektedir. Küreselleşme sürecinde öne çıkan neoliberal iktisat politikaları makro iktisadi istikrarın sağlanmasında mali disiplinin önemini vurgulamaktadır. Nitekim bütçe açıklarının finansmanında merkez bankaları yerine finansal piyasalar tercih edilmektedir. Son yıllarda gelişmekte olan ülkelerde tahvil ihracının para basımının yerini alması kamu borcunun hızla birikmesi sonucunu doğurmuştur. Gelişmekte olan ülkelerin yerel finansal piyasaları, küreselleşme süreciyle ivmelenen kamu borcunu karşılayacak derinlikte olmadığından, mali boşluğun kapatılması sermaye piyasası liberalizasyonunun temel amacı olmuştur. Özellikle bankalar ciddi döviz kuru riskleri yüklenerek, uluslararası arbitraj peşinde koşup, yüksek getirili kamu borçlanma araçlarına yatırım yapmaktadır. Bu durum da finansal kırılganlıkları artırmaktadır. Mal ihracına yoğun biçimde bağlı düşük gelirli ülkeler hariç, gelişmekte olan ülkelerin dış ticaret haddi ve hacmindeki dalgalanmalardan çok dışsal finansal şoklardan etkilenmesi finansal kırılganlıklar konusunun iş çevrimleri 32 açısından önemini bir kez daha ortaya koymaktadır (Akyüz, 2007). Özellikle gelişmekte olan ülkelerde finansal piyasaların göreli sığlığı, bankacılık sektörünün yapısı ve kaynakları itibarıyla zayıf olması ve uluslararası muhasebe standartlarına uyum ile denetim açısından henüz yeterli düzeye gelinmemiş olması, finansal kırılganlıkları şiddetlendirmekte ve bu ülkelerin uluslararası kurum ve kuruluşların da baskısıyla hızla birer ‘yükselen piyasaya’ dönüştürülme çabası krizlerle sonuçlanmaktadır. Nitekim finansal küreselleşmenin en somut izlenen sonuçları arasında döviz krizleri, bankacılık krizleri ve borç krizleri gibi finansal krizler bulunmaktadır. Kindleberger’e göre 1870 - 1914 arasında en az 22 adet büyük kriz yaşanmıştır (Kindleberger, 1996: 203, Baldwin ve Martin’den aktarım: 13). Bu krizlerden bazıları Avrupa ve Kuzey Amerika ülkelerini bazıları ise gelişmekte olan ülkeleri etkilemiş, krizlerle doğrudan ilgili olmayan ülkelere de bulaşma etkisiyle aktarılmıştır. (Baldwin ve Martin: 13). Küreselleşme sürecinin ivme kazanmasıyla gözlenen belli başlı önemli krizler arasında ise 1992-1993’te Avrupa’da döviz kuru krizleri, 1994 Meksika Krizi ve 1997-1998’de Tayland, Kore, Endonezya, Malezya ve Filipinler’de görülen krizler yer almaktadır. Özellikle sıcak para akımlarının hızla tersine dönmesiyle tetiklenen Asya Krizleri finansal piyasaların küreselleşmesi ile ilgilidir. Özetle, küreselleşmenin temsilcisi uluslararası kurumların dayattığı neoliberal iktisat politikaları, özellikle gelişmekte olan ülkelerde finansal kırılganlıkları artırmaktadır. Nitekim küreselleşme sürecinin hız kazandığı 1990’lı yıllar sonrasında sıklıkla gözlenmeye başlanan finansal krizler, bulaşma etkisiyle dünya çapında geniş sahalara yayılmakta ve yansımaları reel sektörde de hissedilen uzun dönemli etkiler göstermektedir. İKİNCİ BÖLÜM İŞ ÇEVRİMLERİ 2.1. İŞ ÇEVRİMİ SORUNSALI 2.1.1. İş Çevriminin Tanımı İş çevrimi yerine literatürde ‘‘iktisadi dalgalanmalar’’ (economic fluctuations), “iş döngüsü/ dalgalanmaları” (business fluctuations), “ticari çevrimler” (trade cycles, commercial cycles), “makroekonomik dalgalanmalar’’ (macroeconomic fluctuations), “devresel dalgalanmalar”, “konjonktürel dalgalanmalar”, “ekonomik konjonktür” (cyclical fluctuations, business cycles, economic cycles) gibi çeşitli kavramlar kullanılmaktadır. İngilizcede kullanılan ‘‘business cycle’’ teriminin karşılığı olarak Türkçede iş çevrimi terimi yaygın kabul görmektedir4. Hansen’a göre, ticaret çevrimi (commercial cycle) terimi ilk kez İngiliz gazeteci John Wade tarafından 1833’de kullanılmıştır (Hansen, 1964: 216; Arnold’dan aktarım:1). 1837 yılında İngiliz iktisatçı Lord Overstone ticari çevrimlerin çok aşamalı yapısı hakkında yazan ilk düşünürdür: “Ticaret durumu olarak adlandırma alışkanlığında olduğumuz olgunun tarihçesi yerleşik bir çevrim boyunca tekrar eden bazı koşullardan oluşmaktadır. İlk olarak bir hareketsizlik hali, sonrasında düzelme, güven artışı, refah, ticaretin hacminde aşırı artış, sarsıntı, baskı, durgunluk, bunalım ve sonunda tekrar hareketsizlik hali” 5 (Persons, 1927: 98; Arnold’dan aktarım:1). İş çevrimleri ilk kez modern kapitalist ekonomiye geçişle beraber 19. yüzyılda gözlendiğinden iş çevrimi uzun dönem denge sorunlarıyla ilgilenen klasik iktisatın analiz kapsamına girmemiştir. Tamamen iş çevrimleriyle ilgili ilk çalışma 1862 yılında Juglar tarafından basılmıştır6. 19. yüzyıl ile 20. yüzyıl başlarında aralarında Cassel, Hawtrey, Robertson, Schumpeter, Spiethoff, Wicksell ve Mitchell’in de bulunduğu çok sayıda iktisatçı iş çevrimleri 34 teorisiyle ilgilenmiştir. 1936’da Keynes’in ‘‘Genel Teori’’sinin basımıyla iş çevrimleri iktisat teorisinin gündeminde yer bulmuş, daha sonraları Hicks, Kalecki, Metzler ve Samuelson gibi iktisatçılar da iş çevrimi modelleri çalışmıştır. Mitchell’e dinamiklerinin göre, analizi iş çevrimleri literatürü karmaşıklaşmaktadır. genişledikçe Pek çok sürecin çevrim farklı dalgalanmaları ile bunların birbirleriyle etkileşiminden oluşan karmaşık bir fenomen olarak iş çevriminin analizi hammadde, sanayi ve tüketici malları üretimindeki hareketleri, tasarruf ve yatırım hacmindeki değişimleri, yeni kurumların tesisini, gelirin bölüşümü ve harcanması ile işe ilişkin kararlarda psikolojik etmenler gibi çok sayıda farklı unsurun incelenmesini gerektirmektedir7 (Mitchell, 1968). Mitchell’in 1913 yılında yayımladığı ‘Business Cycles’ isimli kitabıyla çerçevesi çizilen, ilk kez 1927’de, daha sonra 1946’da Burns’le birlikte yayımladığı “Measuring Business Cycles” isimli kitapta nihai şeklini alan ve iktisat literatüründe genel kabul gören iş çevrimi tanıma göre, ‘‘İş çevrimleri daha çok firma bazında örgütlenmiş ekonomilerde gözlenen bir dalgalanma türüdür. Bir ‘çevrim’ pek çok iktisadi faaliyette neredeyse eş anlı genişlemeler, benzer biçimde takip eden genel durgunluklar ve daralmalar ile bu çevrimi izleyen yeni çevrimin genişleme aşamasının başlangıcını oluşturan canlanma dönemlerinden oluşur; dalgalanmalarda birbirini izleyen sıralama tekrarlanmakla beraber periyodik değildir; iş çevrimlerinin süresi bir yıldan 12 yıla kadar değişir. İş çevrimleri daha küçük çevrimlere bölünemezler’’ (Burns ve Mitchell, 1946: 3). Bu tanım çerçevesinde, Burns ve Mitchell iş çevrimlerini iki aşamada saptamaktadır. Birinci aşamada seçilen makro iktisadi serilerin dönüm noktaları grafiksel yöntemlerle belirlenerek spesifik seri işaretlenmektedir. İkinci aşamada spesifik çevrimin taşıdığı bilgiler kullanılarak tek bir dönme noktası çevrimi yani referans (veya toplam) çevrim elde edilmektedir. Böylece 35 iş çevrimleri ampirik tümevarımcı yöntemle incelenmektedir. Günümüzde iş çevriminin evrelerinin belirlenmesinde Ulusal Ekonomik Araştırma Bürosunun (National Bureau of Economic Research - NBER) kullandığı temel yöntem budur. Koopmans bu yöntemi teorisiz ölçüm olmakla eleştirmiştir8. Çünkü Koopmans’a göre Burns ve Mitchell’in yöntemi, rastgele şokların iktisadi değişkenlerin ilişkileri üzerindeki etkileri aracılığıyla sistemin bütünü üzerinde nasıl bir sonuç doğuracağına ilişkin varsayımlara sahip değildir (Koopmans, 1947). 1930’ların başında rastgele oluşan şoklardan kaynaklanan iş çevrimi modelleri geliştirilmiştir. Örneğin Frisch, iş çevrimlerini dışsal bir şok sonucunda gözlenen serbest salınımlar çerçevesinde açıklamaktadır9 (Frisch, 1933). Frisch’den farklı olarak Slutzky, küçük şokların toplam etkisinin çevrimler üzerinde etkili olabileceğini, dalgalanmanın başlaması için dışsal şokun büyük olmasının gerekmediğini savunmuştur (Slutzky, 1937). Frisch ve Slutzky’nin iktisadi dalgalanmaları “dışsal” şoklarla açıklaması klasik öğretiyle uyumludur. Keynes ise çevrimi ekonomide belirli yönde harekete sebep olan güçlerin etkisini zaman içinde kaybederek yerini tam ters yönde bir hareketi başlatan güçlere bıraktığı ve bu salınımın dönüşümlü olarak sürüp gittiği hareket şeklinde tanımlamaktadır (Keynes, 1936/1973: 313-314; Arnold’dan aktarım: 2). Lucas’a göre, iş çevrimi, istihdam, çıktı ve çıktının fiyatlar ve diğer değişkenlerdeki eş anlı hareketleriyle ilintili olarak çıktının kompozisyonunda tekrarlayan hareketlerdir (Lucas, 1983). Esasen literatürde iş çevrimi iki farklı biçimde tanımlanmaktadır. Bunlar, klasik iş çevrimi ve büyüme çevrimidir. Klasik iş çevriminde iktisadi faaliyette mutlak iniş ve çıkışlar dikkate alınırken büyüme çevriminde trende göre hareketler dikkate alınmaktadır. Bu konu iş çevrimlerinin ölçümünde kullanılan yöntemler başlığı altında ayrıntılı olarak incelenmektedir. 36 2.1.2. İş Çevriminin Evreleri Bir iş çevriminde iktisadi faaliyetin en yüksek olduğu noktaya zirve (peak), en düşük olduğu noktaya dip (trough) denilmektedir. Zirve ile dip arasında çevrimin geçirdiği bir takım evreler bulunmaktadır. Her çevrim kendine özgü olmakla beraber genel olarak bir iş çevrimi; canlanma (revival), toparlanma (recovery), refah (prosperity), daralma (contraction), durgunluk (recession), buhran, depresyon (depression) evrelerinden oluşmaktadır. Bu evreler birbirlerinden kesin sınırlarla ayrılmamakta, çoğu zaman belirli bir süre için örtüşebilmektedir. Devresel hareket genel olarak iki kısımda incelenebilir. Başlangıcını oluşturan dip noktasından zirve noktasına kadar genişleme dönemi (expansion period), zirve noktasından devresel hareketin bitişini oluşturan dip noktasına kadar olan döneme ise daralma dönemi (contraction period) denilir. Genişleme dönemi de kendi içinde ikiye ayrılır: dip noktasından itibaren genişlemenin hızının düşmeye başladığı noktaya kadar toparlanma (recovery), toparlanma aşamasının bitiş noktasından zirveye kadar süren kısma refah (prosperity) adı verilir. Daralma dönemi de kriz (crisis) ve durgunluk (recession) şeklinde incelenebilir. Daralma aşaması çok uzun ve derin olursa buhran, depresyon (depression) olarak adlandırılır. 37 Şekil 1: Trend Etrafındaki İş Çevriminin Evreleri ekonomik gösterge zirve refah daralma canlanma dip genişleme zaman Yukarıdaki şekil üzerinde trend etrafındaki iş çevrimi, dip ve zirve noktaları ve bu noktaların arasında kalan evreleriyle gösterilmektedir10. 2.1.2.1. Canlanma, Toparlanma (Revival, Recovery) Canlanma, bir iş çevriminin genişleme sürecinin başlangıcıdır. Genişleme döneminde istihdamda, kişi başına milli gelirde veya toplam çıktıda artış gözlendiğinden canlanma sürecinde bu göstergelerde iyileşme beklenir. 2.1.2.2. Refah (Prosperity) Refah evresi genişleme sürecinin toparlanmadan sonraki bölümü olup bu dönemde iktisadi faaliyetteki artış sürmektedir. Mitchell’e göre bu evre ortalama 23- 25 ay sürmektedir (Mitchell, 1968: 337). 38 2.1.2.3. Daralma (Contraction) Daralma evresinde kriz ya da durgunluk (recession) veya her iki süreç peşpeşe gözlenebilmektedir. Bu evrede istihdam, kişi başı gelir ve üretim düzeyi gibi makroekonomik göstergelerde düşüş izlenmektedir. 2.1.2.4. Buhran, Bunalım veya Depresyon (Depression) Bir iş çevriminde daralma evresinin derinleşmesi ve olağandan uzun sürmesi buhran veya depresyon kavramlarıyla ifade edilmektedir. Bunalım dönemi durgunluk döneminden farklı olarak küçülmeyi göstermektedir. Ekonominin iki çeyrek yıl üst üste küçülmesi ise resesyon olarak adlandırılır. 2.1.3. İş Çevrimlerine İlişkin Ampirik Gözlemler (Stylized Facts) İş çevrimi literatüründe üzerinde uzlaşılmamış çok sayıda konu olmakla beraber genelleme yapmaya yetecek ölçüde ampirik gözlem bulunmaktadır. Literatürde ele alınan belli başlı sorunlar da ampirik gözlemlerle varılan ve farklı zaman dönemleri ve farklı ülke göstergeleri için benzerlik gösteren bu tespitlerden kaynaklanmaktadır. Örneğin, kendi özel durumlarından ötürü istisna oluşturabilecek belli bir kaç ülke örneği dışında geniş veri kümeleriyle ve çok sayıda ülke için gerçekleştirilen ampirik gözlemler çevrimlerin volatilitesinin zaman içinde artıp artmadığına ilişkin soruyu literatürün en temel sorunlarından biri haline getirmiştir. Basu ve Taylor (1999), 1870 yılından bu yana 15 ülke için panel veri ile gerçekleştirdikleri çalışmada iş çevrimleri olgusuna uluslararası tarihsel bir perspektifle yaklaşmakta ve bu uzun süreci dört ana zaman diliminde incelemektedir. Altın standardının hakim olduğu yıllar (1870- 1914), iki savaş arası dönem (1919-1939), Bretton Woods dönemi (1945- 1971) ve Bretton Woods sonrası (1971-1999) olarak ele alınan bu süreçte iş çevrimi volatilitesinin değişkenlik gösterdiği ve bu değişkenliğinde döviz kurlarının 39 serbest bırakılması ve sermaye hareketlerine getirilen sınırlamaların gevşetilmesiyle ilgili olduğu ortaya konulmaktadır. Birinci ve ikinci dünya savaşlarının gözlendiği yılların bilinçli olarak gözlem dışı bırakıldığı çalışma iş çevrimlerinin parasal ekonomiyle, serbest sermaye hareketleriyle ve serbest salınan döviz kurlarıyla kısacası finansal küreselleşme ile olan ilgisinin ortaya konulması açısından kayda değerdir (Basu ve Taylor, 1999). İş çevrimi literatüründe tartışılan başka bir temel konu çevrimlerin belli bir süre devam etme eğilimidir. Dirençlilik (persistence) şeklinde niteleyebileceğimiz bu gözlem makroiktisadi değişkenlerin otokorelasyonu ile ölçülmekte olup Basu ve Taylor (1999) çalışmasında Bretton Woods sonrası dönemde döviz kurlarının serbest salınımıyla beraber iş çevriminde gözlenen direncin de arttığı tespit edilmektedir. Keza bu gözlem de iş çevrimlerinin parasal ekonomiyle ilişkisini ve küreselleşmenin iş çevrimlerinin evriminde oynadığı rolü göstermektedir. İş çevrimlerine dair bir diğer ampirik bulgu ise çok sayıda makroiktisadi değişkenin çıktıyla birlikte hareket etmesidir. Çıktıdaki dalgalanmaların etkilerinin ekonominin diğer sektörlerine yayılması biçiminde de ele alınabilecek bu olgu tüketim, yatırım, sanayi üretimi, kamu harcamaları ve istihdam göstergelerinde özellikle belirgindir. Örneğin hemen her dönem ve ülke için tüketimin çıktıyla korelasyonu 0.6 veya 0.7 düzeyinde olma eğilimindedir (Basu ve Taylor, 1999). Yatırım kalemi de çevrimle aynı yönlü olma eğilimindedir ancak yatırımın değişenliği tüketimden daha yüksektir. Cari açık ise literatürde reel şokları ele alan belli başlı standart modellerle uyumlu biçimde karşı çevrimsel olma eğilimindedir (Mendoza, 1991; Glick ve Rogoff, 1992; Backus, Kehoe, and Kydland, 1994; Basu ve Taylor’dan aktarım, 1999: 8). Literatürde farklı çalışmalarda kendini tekrar eden bu ampirik tespitler iş çevrimlerine ilişkin yerleşmiş bulgular (stylized facts) şeklinde sıralanabilir (Snowdon, Vane, Wynarczyk 1994: 30, Abel ve Bernanke’den aktarım, 1998): 1. İş çevrimlerinin volatilitesi zaman içinde değişkenlik göstermektedir. 40 2. İş çevrimleri belirli bir süre için direnç gösterme eğilimindedir. 3. İş çevrimleri çok sayıdaki makroiktisadi değişkenin senkronize hareketleriyle gözlenmektedir. Bu hareketler eşanlı olabileceği gibi, önceleyen ve geriden takip eden nitelik de taşıyabilir. Keza makroiktisadi göstergelerin bir kısmı çevrimle aynı yönlü hareket ederken, bir kısmı çevrime karşıt yönlü hareket etme eğilimindedir. 4. İşsizlik çevrime karşıt yönlüdür. 5. Para arzı ve hisse senedi fiyatları çevrimle aynı yönlü öncü gösterge olma eğilimindedir. 6. Nominal faiz oranları ile enflasyon genel olarak çevrimle aynı yönlü gecikmeli göstergelerdir. 7. Reel faiz oranları çevrimle ilişkisiz hareket etme eğilimindedir. 8. Risk primi karşı çevrimseldir. 9. Reel ücret ve ortalama emek verimliliği aynı yönde dalgalanma eğilimindedir. 2.2. İŞ ÇEVRİMLERİNİN ÖNEMİ Kapitalizm tarihiyle özdeşleşmiş olan iş çevrimlerinin analizi öncelikle kapitalist ekonominin işleyiş mekanizmasının anlaşılması açısından önem taşımaktadır. Ayrıca, iş çevrimlerinin dinamiklerinin anlaşılması ekonomideki dengesizliklerin etkin yönetimi açısından gereklidir. İş çevriminin ölçümünde kaydedilen istatistikî ve teknik gelişmeler bir ekonominin iş çevriminden ötürü maruz kaldığı riski gözler önüne sermektedir (Mitchell, 1968: 352). İlginç olan, iş çevrimleri analizinin iktisat literatürü açısından öneminin de çevrimsellik göstermesidir. Zarnowitz’e göre ekonomik canlanma dönemlerinde, iktisadi dalgalanmalarla ilgili çalışmalar azalmakta, ekonomik gerileme dönemlerinde ise artmaktadır. Örneğin, Keynesyen politikaların hâkimiyetinde düzenli büyümenin görüldüğü 1950 ve 1960’lı yıllarda iş 41 çevrimleri konusuna ilgi azalmıştır. 1970’lerden itibaren ise iş çevrimleri yine gündeme gelmiştir (Zarnowitz, 1985: 524). 2.3. İŞ ÇEVRİMLERİNİN NİTELİKLERİ Hiçbir iş çevrimi bir diğerinin aynı olmamakla beraber iş çevrimlerinin taşıdıkları bazı genel nitelikler bulunmaktadır. Örneğin, iş çevrimi daha çok sanayi ve ticaret kesimiyle ilgili bir olgudur. Ayrıca, iş çevrimi ekonominin pek çok sektörünü kapsamaktadır ve çevrimlerin etkileri ulusal ve uluslararası düzeye yayılmaktadır. Dolayısıyla iş çevrimlerinin genel nitelik taşıdığı gözlenmektedir. İş çevriminin genelliği zamanlama ve şiddet açısından uluslararası düzeyde düzenlilik arz etmesi beklentisini güçlendirmektedir. Burns ve Mitchell’in iyi bilinen iş çevrimi tanımında iş çevriminin üç unsuru vurgulanmaktadır. İş çevriminin dönüm noktalarının ve evrelerinin belirlenmesinde de yardımcı olan bu üç unsur 3P (pronounced, pervasive, persistent) (belirgin, yayılmacı, dirençli) veya 3D (depth, diffusion, duration) (derinlik, yayılma, devamlılık) şeklinde adlandırılmaktadır (Burns ve Mitchell, 1946). Bu ölçütler çerçevesinde, öncelikle çevrimin hareketinin belirgin olması gerekir. Yani, ekonomideki aşağı ve yukarı yönlü hareketlerin açıkça gözlenebilmesi gerekir. Sürekli büyüyen bir ekonomide yalnızca yukarı yönlü gidişler gözleniyorsa iş çevriminin tanımlanması zorlaşmaktadır. Bu durumda büyüme çevrimi yöntemiyle, iş çevrimi uzun vadeli büyüme trendi boyunca iktisadi faaliyetin sürekli yükselip düşmesi olarak yeniden tanımlanabilir. İkinci olarak, iş çevriminin yayılma eğilimi vardır. Yani bazı iktisadi faaliyetler birbirini izleyerek zirve, daralma, durgunluk ve canlanma gibi dönemleri oluşturur. Bu hareketler ekonominin farklı sektörlerine dağılmıştır (üretim, istihdam, satış, gelir, yatırım, dış ticaret, finans vb.). Üçüncü olarak, çevrimin her evresi bir süre devam etme eğilimindedir. Burns ve Mitchell’e göre (1946) bir iş çevriminin süresi bir yıldan uzun, oniki yıldan kısadır. NBER 42 sınıflamasına göre ise tek bir çevrimin onbeş ay ya da daha uzun sürmesi ve çevrimin her evresinin en az beş ay devam etmesi gerekmektedir. 2.3.1. İş Çevrimlerinin Sanayileşme Olgusu ile İlişkisi Tarihsel açıdan, iş çevrimleri sanayileşmeye paralel seyretmektedir. İş çevrimi sanayileşme ve para ekonomisinin yaygınlaşması ile ortaya çıkmıştır. Nitekim ekonomisi tarıma dayalı az gelişmiş ülkelerde sanayileşmiş ülkelerde gözlenen düzenli devresel dalgalanmalar gözlenmemektedir. 2.3.2. İş Çevrimlerinin Genelliği Bir bunalımın ülke sınırlarına yayılması veya uluslararası alana taşınması genel nitelik taşıdığı şeklinde yorumlanmaktadır. 19. yüzyıl başından itibaren bunalımlar sanayileşmiş tüm ülkelere yayılmaları bağlamında genel niteliklidir. Uluslararası bütünleşme hareketlerindeki artış iş çevrimine genel nitelik kazandırmıştır. Bu duruma sebep olan unsurlar; dış ticaret bağlantıları, sermaye hareketleri, döviz kuru, faiz oranı, göreli fiyatların etkileri ve psikolojik faktörlerdir. 2.3.3. İş Çevrimlerinin Düzenliliği İş çevriminin düzenliliği kavramı farklı ülkelerdeki çevrimlerin süre ve şiddet açısından benzerlik göstermesini ifade etmektedir. İş çevriminin uluslararası düzeyde ne denli düzenli olduğu ise tartışmalıdır. Çünkü sanayileşme derecesi, ekonomik yapı ve uluslarası ilişkiler yoğunluğundaki farklılıklar, dalgalanmaların gerçekleşmesine sebep her ülkede olmaktadır. farklı Uluslararası sürede ve ilişkilerin şiddette artışı ve bütünleşme hareketleri ise küresel düzeyde bağımlılığı artırarak ülkelerin dalgalanmalardan benzer biçimde etkilenmesine yol açmaktadır. Tarım 43 ekonomisinin egemen olduğu az gelişmiş ülkelerde dalgalanmaların etkisi daha az olmakla beraber dünya ekonomisine tarımsal mal ve hammadde ihraç eden ve gelişmiş ülkelerden sermaye akımı çeken bu ülkelerin de uluslararası konjonktürden tamamen kurtulmaları mümkün değildir. 2.3.4. İş Çevrimlerinin Simetrikliği Literatürde yaygın kanı iş çevrimlerinin simetrik olmadığı yönündedir11. İş çevrimlerinin simetrikliği kavramı ile ifade edilmek istenense iş çevriminin genişleme, daralma ve bunalım gibi evrelerinin benzer sürede ve şiddette gözlenmediğidir. Mitchell’e göre daralma evresi genişleme evresine kıyasla daha kısa sürmekte ancak daha şiddetli gerçekleşmektedir (Mitchell, 1968). Öte yandan DeLong ve Summers iş çevrimlerinin asimetrik olduğuna ilişkin ampirik bir kanıt bulamamıştır (DeLong ve Summers, 1984). 2.3.5. İş Çevrimlerinin Uzunluğu İki zirve veya iki dip arasında geçen süre iş çevriminin uzunluğunu göstermektedir. İş çevriminin kısa olması bir zirveden diğerine veya bir dipten diğerine daha hızlı geçildiğinin göstergesidir. Aşağıdaki şekilde ilki uzun, ikincisi kısa iki iş çevrimi gösterilmektedir. Uzun çevrimde iki zirve arasında geçen zaman kısa çevrimde iki zirve arasında geçen zamana kıyasla daha uzundur. 44 Şekil 2: İş Çevrimlerinin Uzunluğu ekonomik gösterge zaman 2.3.6. İş Çevrimlerinin Derinliği İş çevrimlerinin derinliği ile ifade edilmek istenen gözlenen dalgalanmaların şiddetidir. Şiddeti daha fazla olan seri daha derin bir çevrime işaret etmektedir. Aşağıdaki Şekil 3 üzerinde birincisi derin, takip edeni sığ iki farklı şiddetteki iş çevrimi gösterilmektedir. Şekil 3: İş Çevrimlerinin Derinliği ekonomik gösterge zaman 45 2.4. İŞ ÇEVRİMLERİNİ SINIFLANDIRMA TEŞEBBÜSÜ Literatürde iş çevrimlerini sınıflandırma konusunda öne çıkan yaklaşımlar, Kondratieff çevrimleri, Juglar çevrimleri ve Kitchin çevrimleridir. Ancak, teorik açıdan literatürde yer bulmakla beraber bu çevrimlerin tamamı gerçek hayatta ampirik olarak izlenememektedir. Ayrıca çevrimlerin karşılıklı etkileşimi başka karmaşık hareketler yarattığından çevrimleri birbirlerinden tamamen ayrıştırabilmek oldukça zordur (Schumpeter, 1939; Gabisch, 1989’dan aktarım: 9). 2.4.1. Kondratieff Yaklaşımı Kondratieff’e göre sanayileşmiş ülkelerde uzun dönemli iktisadi büyüme kırk ile altmış yıllık dalgalar etrafında gerçekleşmektedir. Kondratieff yaklaşımından yola çıkılarak Kondratieff çevrimleri (K dalgaları) olarak isimlendirilen çevrimler bir trend etrafında kırk ile altmış yıllık sürelerle dalgalanan çevrimler olarak tanımlanmaktadır. Bu uzun dalgalar genel olarak teknolojik değişimlerle ve bunları izleyen yapısal değişimlerle açıklanmaktadır. Kondratieff dalgası dinamikleri öncelikle sermaye yatırımı hareketleriyle ilişkilendirilmiştir (Kondratieff 1928, 1984, 2002: 387–397). Kondratieff dalgaları daha sonraları teknolojik inovasyonla ilişkilendirilmiştir. Esasen, Kondratieff’e göre uzun dalgaların durgunluk sürecinde çoktan bir takım önemli icat ve buluşlar gerçekleştirilmiş olup bunların yaygın olarak kullanılması durgunluk dönemini izleyen yükseliş sürecinde gerçekleşmektedir (Kondratieff, 2002: 370–374). Kondratieff dalgalarının varlığını doğrulayan ampirik kanıtlar tartışmalıdır. Fiyat serilerinde 2. Dünya savaşına kadar K dalgaları gözlendiğine dair güçlü ampirik kanıtlar bulunurken (Gordon 1978: 24; van Ewijk 1982; Cleary, Hobbs 1983) 2. Dünya savaşı sonrasında K dalgası izlenememektedir (Goldstein 1988: 75; Korotayev, Tsirel’den aktarım, 2010). 46 2.4.2. Kuznets Yaklaşımı Onbeş ile yirmibeş yıllık süreçleri kapsayan Kuznets dalgaları standart çevrimler arasında yer almaktadır. Kuznets bu çevrimleri öncelikle demografik süreçlerle, özellikle göçmen giriş ve çıkışlarıyla ve bu hareketlerin inşaat yoğunluğunda sebep olduğu değişimle ilişkilendirmiştir (Kuznets 1930; Abramowitz 1961). Ancak Kuznets çevrimlerine ilişkin daha genel modeller de bulunmaktadır (Forrester 1977: 114; Korotayev, Tsirel’den aktarım, 2010). Kuznets dalgaları öncelikle nüfus ve inşaat istatistiklerine ilişkin serilerde görülmekle beraber GSMH, verimlilik ve sermaye stokuna ilişkin serilerde de bir takım dönüştürmeler yapıldıktan sora oniki- yirmi yıllık uzun dalgalar gözlenmektedir. Desai vd.’ne göre, Kuznets çevrimlerinin ham veride gerçekleştirilen dönüşümler sonrası gözlenmesi, verinin orjinal halinde uzun dalgaların bulunmasına rağmen çevrimsel hareketlerle bu kalıbın gölgelenmesinden kaynakladığı şeklinde veya aslında uzun dalgaların var olmadığı, Kuznets çevrimlerinin ancak orjinal serilerde gerçekleştirilen dönüşümler sonucu ortaya çıktığı şeklinde de savunulabilir (Desai vd,1965). 2.4.3. Juglar Yaklaşımı Juglar çevrimleri ticaret çevrimi veya iş çevrimi olarak da anılan yedi ile onbir yıllık dalgalanmalardır. (Juglar 1862; Korotayev, Tsirel’den aktarım, 2010). Bu çevrimler; GSMH, enflasyon oranı ve istihdam oranı gibi büyüklüklerde dalgalanmalar yaratan yatırım mallarının ömrüyle örtüşmektedir. Bir Juglar çevriminde yalnızca kapasite kullanım oranında değil sabit sermaye yatırımı düzeyinde de değişim gözlenebilir. 2. Dünya Savaşını takiben pek çok batı ülkesi için bu dalgaların süresi beş ile yedi seneye kadar düşmektedir (Gabisch, 1989: 9). 47 2.4.4. Kitchin Yaklaşımı Sınırlı bir sektörü veya bölgeyi ilgilendiren genel olmayan dalgalanmalar kısmî dalgalanmalardır. Yükselme devresinde küçük düşüşler, düşüş devresinde ufak yükselmelerle nitelenen bu tip kısmi dalgalanmalara Kitchin çevrimleri adı verilmektedir. Kitchin çevrimleri genel olarak iki ile dört yıllık kısa dalgalanmalar olup firmaların stoklarındaki dalgalanmalarla açıklanmaktadır. Kapasite kullanım oranlarının artışı firma stoklarını artırırken aşırı üretim zaman içinde talebi azaltıp fiyatları düşürmektedir. Ancak bu sürecin zaman alması iş çevrimlerine küçük dalgalanmalar olarak yansıyan Kitchin çevrimlerini yaratmaktadır (Korotayev, Tsirel, 2010). 2.5. İŞ ÇEVRİMİ TEORİLERİ İş çevrimleri teorileri belli başlı makroekonomik büyüklüklerdeki (GSYH, istihdam oranı, enflasyon oranı vb.) gözlenebilir dalgalanmalarla ilgilenmektedir. İş çevrimleri teorisinde iktisadi değişkenlerdeki dalgalanmaların periyodik olup olmadığı ve izlenen kalıbın (pattern) tespiti önemlidir. Örneğin, kırk ile altmış yıllık uzun dönemli çevrimler için teknolojik değişim temel açıklayıcı olarak alınırken, iki ile dört yıllık çevrimler için teknik gelişim göz ardı edilmektedir. İş çevrimi teorilerinde içsel ve dışsal şeklinde sınıflanabilecek iki yaklaşım mevcuttur. İçsel yaklaşım, ekonomik sistemin içindeki öğelerin birbirlerine bağlılığını saptayarak dinamik ilişkilere odaklanmaktadır. Buna göre ekonomik sistemin esnek ve duyarlı olması dış şoklara karşı dayanıklılığı belirlemektedir. Dışsal yaklaşım ise sistem dışındaki öğelerin önemini vurgulamaktadır. Dışsal yaklaşıma göre dalgalanma ve bunalımı yaratan, yavaşlatan ve durduran kuvvetler ekonomik sistemin dışındadır. Dalgalanmaların tek sebebinin dışsal faktörler olması durumunda ekonomik sistemin işleyişinin istikrarlı olduğu kabul edilmektedir. Dışsal yaklaşıma göre dalgalanmaların sebebi iklim koşulları, psikolojik unsurlar ve yenilikler ile 48 politik ortamdaki dalgalanmalar gibi sistem dışı unsurlardır. Sistem içi ve sistem dışı unsurlarla iş çevrimlerini açıklayan yaklaşımların yanısıra çevrimleri fiziksel, duygusal ve kurumsal unsurlarla açıklayan yaklaşımlar da mevcuttur. 2.5.1. İş Çevrimini Fiziksel Unsurlarla Açıklayan Teoriler Neoklasik okulun bazı ilk dönem temsilcilerine göre, ekonomik işleyişi bozan unsurlar sistem dışıdır. Örneğin, iktisadi dalgalanmaları hava koşullarına bağlı olarak tarımsal üretimde meydana gelen değişimlerle açıklayan yaklaşımlar bu kapsamda incelenmektedir. 1801 yılında Sir William Herschel güneş lekelerindeki değişimlerin havayı, ekinleri ve dolaylı olarak fiyatları etkilediğini öne sürmüştür. Bu fikrin beraberinde güneş lekelerinin çevrimsel olduğunun Schwabe tarafından kanıtlanması Jevons’ı iş çevrimlerinin güneş lekelerindeki çevrimlerin sonucu olduğu hipotezine götürmüştür. Jevons’a göre güneş lekeleri, iklim koşullarını etkileyerek, tarımsal üretimde dönemsel bolluk ve kıtlığa yol açmaktadır. Jevons, hipotezinin testi amacıyla 1721 – 1878 arası İngiltere ticaret kayıtlarını inceleyerek iki çevrimin nasıl örtüştüğünü izlemiştir. 157 yılda 16 kriz tespit eden Jevons ortalama çevrim uzunluğunu 10,46 yıl olarak hesaplamıştır. Bu rakam o tarihlerde güneş çevrimi olarak belirlenen 10,45 yıl ile neredeyse tamamen örtüşmektedir. Ancak 1878 yılından bu yana güneş lekesi çevrimi 11 yıl olarak revize edildiği gibi ticaret çevrimleri de onar yıllık süreçlerinden uzaklaşmıştır (Mitchell, 1968: 13). Henry L. Moore, Venüs gezegeninin hareketlerinin sekiz yıllık aralıklarla manyetik bir saha yaratarak iklim değişiklikleri yoluyla tarımsal üretimi etkileyip çevrimlere sebep olduğunu öne sürmüştür (Mitchell, 1968: 14). Haberler’e göre tarımsal üretim ile iş çevrimleri arasında sebep sonuç ilişkisi kurmak için tarımsal üretim dalgalanmalarının devreselliği gerekli değildir. Tarımsal üretimdeki değişimlerin düzensiz aralıklarla gerçekleşip 49 sanayi sektöründeki gelişmeleri etkilemesi yeterlidir (Haberler, 1963). Öte yandan tarımsal üretim dalgalanmaları tarih boyunca süregeldiği halde iş çevrimleri 19. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Ayrıca, tarımsal üretimin bol olması her zaman refah artışı anlamına gelmediği gibi azalması da bunalım yaşanacağı anlamına gelmemektedir. Nitekim istatistiki araştırmalar da tarımsal üretimdeki dalgalanmalarla genel iş çevrimleri arasında tutarlı bir ilişki kuramamıştır (Unay, 1996: 97). 2.5.2. İş Çevriminin Duygusal Unsurlarla Açıklanması İş çevrimlerini duygusal süreçler kapsamında ele alan teoriler sosyal bir bilim olan iktisatın irdelediği konular itibarıyla insan duygularının bulaşma etkisi, sürü psikolojisi, rekabetçi stratejik davranışlar gibi unsurlar üzerindeki etkilerini dikkate alması gereğinden kaynaklanmakta olup iş çevrimleri literatüründe tamamlayıcı rol oynamaktadır. İş çevrimlerinin dışsal psikolojik ve sosyal faktörlerle açıklanmasına John Mill’in 1867’de basılan ‘‘On Credit Cycles and the Origin of Commercial Panics’’ başlıklı makalesinde rastlanmaktadır. Bu görüşe göre, krizler iktisadi kurumların niteliği veya yanlış kullanımından değil iş dünyasında alınan kararlardaki değişimlerden kaynaklanmaktadır. Neoklasik iktisatçılar arasında özellikle Pigou, psikolojik faktörleri vurgulamıştır. Pigou’ya göre, iktisadi faaliyet düzeyindeki değişmeler birincil olarak beklentilerdeki değişimlere yanıt niteliğindedir. Pigou’ya göre, iş dünyasındaki aktörlerin karşılıklı etkileşimi, beklentilerdeki tahmin hatalarının kümülatif biçimde yayılarak artmasına yol açar. İyi veya kötü hasat, yenilikler, icatlar, politik olaylar, tüketici tercih ve zevklerindeki değişmeler ve dış talepteki değişmeler gibi reel faktörlerdeki değişmeler ile özellikle altın standardı dönemi için yeni altın madenlerinin keşfi gibi parasal faktörlerdeki etkilemektedir (Pigou, 1927, 1997: 332- 333). değişmeler beklentileri 50 İş çevrimlerini psikolojik unsurlarla açıklayan teorilerde belirsizlik en önemli öğedir. Emek talebini ve istihdamı etkileyen girişimci tahminleri iş çevrimleri üzerinde etkilidir. Örneğin, Hardy’e göre iş dünyasında karar vericilerin dikkate aldığı temel unsur olan fiyatlar yanıltıcıdır ve salt fiyatların ve siparişlerin dikkate alınması aşırı veya eksik üretime yol açarak istikrarsızlık yaratmaktadır (Mitchell, 1968: 16, Hardy’den aktarım). Ayrıca, spekülatif alım ve satımlar da çevrimsel dalgalanmalara yol açmaktadır. Spekülatörler de kararlarını üreticiler gibi verdiklerinden faaliyetleri refah döneminde artarken, bunalım döneminde azalmaktadır. Alım satıma yönelik kitlesel hareketlerin temelinde karar alıcıların diğer karar alıcıların planları hakkındaki bilgisizlikleri yatmaktadır. İş çevrimlerini duygusal süreçlerle açıklayan yaklaşıma göre toplumun geneline hâkim olan iyimserlik dalgası canlanma ve genişlemeyi, kötümserlik eğilimi ise durgunluk ve bunalımı tetiklemektedir. Pigou’ya göre iş dünyasında gözlenen ritmik dalgalanmaların temel sebebi güven unsurudur. Üretimin planlanmasında yapılan hataların önlenmesini güçleştiren unsurları tartışan Pigou bu hataların etkilerinin neden birbirini götürücü yönde değil de genel olarak hep aynı yönde hareket ettiğine dikkat çekmektedir. Pigou’ya göre iyimserlik de kötümserlik de bir kez oluştu mu dalga dalga yayılma eğilimindedir (Mitchell, 1968: 17; Pigou’dan aktarım, 1927, 1997) . Hexter, duygusal dalgalanmaların iş dünyasından bağımsız temellerinin bulunduğunu iddia etmektedir. Hexter’ın istatistiksel analizine göre, doğum oranları işsizlikteki dalgalanmaları ortalama olarak onyedi ay önceden takip etmektedir. Benzer biçimde, ölüm oranlarındaki dalgalanmalar da işsizlik oranlarındaki öncelemektedir. Bu dalgalanmaları tespitlerinden ortalama hareketle, olarak Hexter, on insanların ay iş dünyasındaki kararlarını etkileyen güçlü duygusal tepkilerini ölüm ve doğum oranlarıyla ilişkilendirmektedir (Mitchell, 1968: 20; Hexter’dan aktarım, 1925). 51 2.5.3. İş Çevrimlerini Kurumsal Süreçlerle Açıklayan Teoriler Vogel’a göre toplumdaki değişimin yönü ve şiddeti hep aynı değildir. Her toplumda iktisadi süreci kesintiye uğratacak değişimler yaşanmaktadır. İstenmeyen siyasi olaylar, geleceğe ilişin hatalı tahminler, teknik ilerlemeler, tüketici zevklerindeki değişmeler gelişmenin hızını da değiştirmektedir. Özetle değişimin düzensizliği modern iktisadi örgütlenmenin kökeninde yer almakta ve iş çevrimleri üzerinde etkili olmaktadır (Mitchell, 1968: 22, Vogel’dan aktarım). Schumpeter’e göre belirsizlik ve diğer psikolojik unsurlardan kaynaklanan hesaplama hataları bir kenara bırakılsa dahi kriz ve depresyon görülecektir. Çünkü Schumpeter, iş çevrimlerinin temel sebebini yeniliklerle açıklamaktadır. Bu görüşe göre, bilimsel ve teknik buluşlar ile endüstriyel ve ticari örgütlenmedeki yenilikler iş çevrimlerine sebep olmaktadır. Zaman alan yeniliklere uyum sürecinde uyum sağlayamayanlar sistem dışı kalırken uyum sağlayabilen kurumlar yeniden biçimlenmektedir. Böylece krizler ile yeniliklere uyum süreçleri birbirini izlemektedir. Dolayısıyla, Schumpeter’e göre büyüme ile dalgalanma kapitalizm tarihinde birbirinden ayrılmaz iki olgudur. Schumpeter, yeniliklerin dalgalar halinde gerçekleşmesini risk alabilenlerin sayısının az olmasıyla ancak bir yenilik bir kez başarılı olunca takipçilerinin artmasıyla açıklamaktadır. Dolayısıyla yenilikler zaman içinde ivme kazanmaktadır. Yenilikleri özendiren en uygun ortam bunalım evresi olup bu dönemin aşılmasında para ve kredi mekanizmasının rolü çok önemlidir (Mitchell, 1968: 22; Schumpeter’den aktarım, 1939). 1980 sonrasında Long, Plosser ve Prescott tarafından geliştirilen reel iş çevrimi teorisine göre de teknik yenilikler ekonomik şokların en önemlisidir. Ancak, iş çevriminin salt teknolojik yenilikle şekillenmesi dalgalanmaların devreselliğini açıklamadığından başka açıklayıcı unsurlara gereksinim duyulmaktadır. Sermaye yetersizliği krizlere yol açan bir başka unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Baranovski, ödünç alınabilir fonlarla üretimde kullanılan sermaye arasında ayrıma gitmektedir. Depresyon dönemlerinde ödünç 52 alınabilir fonlar azalmaktadır. Ancak toplumun bir kesiminin gelirleri durgunluktan etkilenmediğinden bu kesimin tasarruflarında düşüş gözlenmemektedir. Bu sebeple depresyon dönemlerinde tasarruflardaki düşüş yatırımlardaki düşüşten daha azdır. Dolayısıyla depresyon dönemlerinde yatırıma yönlendirilmemiş sermaye birikiminin artışı faiz oranını düşürmektedir. Faiz oranının yeterince düşüşüyle fonlar yeniden ödünç alınmakta, yatırımlar artmakta, genişleme dönemine girilmektedir. Bu durum yatırımlar tasarrufları geçene kadar devam etmekte ve faiz oranları yükselip banka rezervleri tehlikeli bir aşamaya gelinceye kadar düşmekte ve yeniden krizle son bulmaktadır. Baranovski’ye göre gelir daha adil bölüşülmüş olsaydı tasarruf yatırım dengesizlikleri böyle bir sarmal içinde oluşmayacaktı. Literatürde, üretim ile tüketim arasındaki uyumu bozan gelir bölüşümü dengesizliğini vurgulayarak iş çevrimlerini eksik tüketim ile açıklayan teoriler bulunmaktadır. Örneğin, Malthus efektif talebin tüketimi, tüketimin de üretimi belirlediği tespitinden hareketle zengin kesimin tasarruf bolluğunun efektif talep yetersizliğine yol açarak depresyona sebep olduğunu savunmaktadır. Sismondi’ye göre krizlerin temel sebebi gelir bölüşümündeki adaletsizliktir. Guilton aşırı üretimin bunalımlarda oynadığı rolü vurgulamaktadır. Aşırı üretim kavramıyla talebe kıyasla aşırılık ifade edilmektedir. Üretim yapısı ile talep yapısının birbirleriyle simetrik olmamasından kaynaklanan bu durum, üretim ve tüketim kapasitelerindeki dengesizlikten kaynaklanmaktadır. Baranovski’den etkilenen bir kısım yazar ise çevrimleri aşırı tasarruf yerine aşırı üretim ile açıklamaktadır. Hull’a göre depresyon yükselen inşaat maliyetlerinden karşılamakta, kaynaklanmaktadır. ticaret bunları Tarım dağıtmakta yaşamsal finans gereksinimleri ise faturaları denkleştirmektedir. Oysa inşaat sanayii ölçüsüz genişleyip daralmaktadır. İnşaat maliyetleri belirli bir seviyenin altına düştüğünde, yeni alınan işler canlanma ve refah yaratmaktadır. İşler fazlalaşıp sözleşmeleri zamanında bitirmek için gerekli olan emek istihdamında ve hammadde temininde sıkıntılar başlayınca inşaat maliyetleri yükselerek yeni projelerin alımı kısıtlanmakta ve durgunluk başlamaktadır (Mitchell, 1968: 24 – 28). 53 İş çevrimleri daha çok yatırımlar ve sermaye malları ile ilgilidir. Tüketim malları üretimi genel olarak daha önemsiz dalgalanmalar göstermektedir. Çevrimleri yatırımlardaki dalgalanmalarla açıklayan teoriler arasında hızlandıran ilkesi ön plandadır. Yatırımların süre gerektirmesi ve bu süre zarfında gözlenen hızlandıran etkisi bir takım olumsuz sonuçlara yol açmaktadır. Toplam talepteki küçük bir dalgalanma yatırım talebinde büyük dalgalanmalara sebep olmaktadır. Aftalion, genel aşırı üretimi hızlandıran ilkesi ve zaman gecikmeleriyle açıklamaktadır. Aftalion’a göre, depresyon dönemini takiben fiyatlar yükselirken kâr peşinde koşan iş adamları iş hacmini artırmaya çabalamaktadır. Bu durum tüketici talebini uyararak canlanmayı sağlarken (modern sanayinin ihtiyacı olan araçların yapımı aylar sürdüğünden) siparişlerin alınmasıyla malların temini arasında zaman gecikmesi bulunmaktadır. Bu süreçte fiyatlar yükselirken istihdam hacmi genişlemekte ve gelirler artmaktadır. Ancak refah döneminin sonuna doğru endüstri araçlarının yenilenmesiyle arz artmakta, fiyatlar düşmektedir. Fiyatların düşüşü bir sahadan diğerine yayılırken genel aşırı üretimin tetiklediği kriz gerçekleşmektedir (Mitchell, 1968: 30, Aftalion’dan aktarım, 1913). İçsel çevrim teorilerinin çoğunda paranın önemi büyüktür. Para, arzı talepten ayırarak istikrarsızlık yaratmaktadır. Çevrim teorisine parasal yaklaşıma göre devresel kredi genişlemeleri yatırımları etkilemektedir. Buna göre, para arzı ve kredi hacmindeki yükselme ve düşüşler çevrimlerin ana sebebidir. Bu teorilerden bazıları para ve kredi hacmi üzerinde dururken bazıları faiz haddinin önemini vurgulamaktadır. Hansen’a göre takas ekonomisinde iş çevrimi olgusu gözlenmezken, para ekonomisinin varlığı çevrimsel dalgalanmalar oluşturmaktadır. Bankaların kredi genişlemesiyle artan nominal satın alma gücü ekonomiyi canlandırmaktadır. Ancak bu şekilde yaratılan satın alma gücü fiyatları yükseltirken reel satın alma gücünü artırmamaktadır. Esasen banka kredisi, geliri krediye erişimi avantajlı olan girişimcinin lehine yeniden dağıtmak suretiyle fiyatları, talebi, kâr oranlarını ve üretimi değiştirmektedir. Bankaların yarattığı yapay canlılık banka 54 rezervleri limitlerine ulaşıncaya kadar devam etmekte, bu noktadan sonra ekonomideki canlanma tersine dönmektedir. Çünkü kredilerin daralması, fiyatları ve iş hacmini düşürerek banka kredisine olan talebi azaltmaktadır. Çevrim, bu mekanizma içinde kendini tekrar etmektedir. Hawtrey de tıpkı Hansen gibi bankacılık faaliyetlerinin dalgalanmalar yarattığını savunmakta ama faiz oranlarını vurgulamamaktadır. Hawtrey, daha sonraları çevrimin esas sebebinin bankacılık faaliyetleri olmadığını hatta bankacılık faaliyetlerinin çevrimsel dalgalanmaların şiddetini kontrol altına aldığını, kredinin istikrarsızlığının bankacılık sektöründen değil iş adamlarından kaynaklandığını savunmuştur (Mitchell, 1968: 32 - 34). 2.6. İŞ ÇEVRİMİ TEORİLERİNE FARKLI İKTİSAT OKULLARININ YAKLAŞIMI İş çevrimlerinin tarihsel süreçten bağımsız değerlendirilmesi çevrim olgusunun çok boyutlu ele alınmasını engelleyerek analizin derinliğine zarar vermektedir. İş çevrimleri literatürünün gelişimini anlamak amacıyla bu bölümde farklı iktisat okullarının konuya yaklaşımı tarihi arka plan gözetilerek özetlenmektedir. 2.6.1. Klasiklerin Bakışı Klasik okulun gündeminde iş çevrimleri yer almamıştır. İktisadi faaliyette gözlenen daralmalar uzun dönemli büyüme trendinden kısa süreli sapmalar veya finansal krizler şeklinde değerlendirilmiştir. Say Kanununa göre her arz kendi talebini yaratacağından aşırı üretim krizi olanaklı değildir. duraklama ancak Say Kanununun geçerli olduğu bir ekonomide üretimin dışsal bir faktör tarafından yanlış yönlendirilmesinden kaynaklanabilir. Fiyatlar yeni duruma uyarlandığında ise denge yeniden oluşur. Ancak Say Kanununun gerçek dünyada geçerli 55 olmadığı yaşanan krizlerle gözlenmiştir. Zaman içinde Sismondi, Malthus ve Marx gibi iktisatçılardan itirazlar yükselmiş olsa da 1929 Büyük Bunalımıyla gelişen Keynes’in efektif talep kuramına kadar Say Kanunu literatürdeki yerini korumuştur. Klasik okulun önde gelen isimlerinden Adam Smith’e göre iş bölümü ve uzmanlaşma ekonomide üretimi ve verimliliği artıran dinamik bir süreç yaratmaktadır. Kendi haline bırakıldığında dengede büyüyecek olan sistemde kısa süreli dengesizlikler dışsal şoklardan kaynaklanmakta olup piyasanın işleyiş sürecine müdahale edilmezse kendiliğinden düzelmektedir (Smith, 2006). Klasik okulda göze çarpan bir diğer önemli görüş Say Kanununa itiraz eden Malthus’a aittir. Malthus, efektif talep yetersizliği kuramının temellerini atarak verimlilik artışının istihdamda kısıntıya yol açacağını savunmuştur. Malthus’un nüfus yasasına göre nüfus geometrik artış eğilimindeyken geçim kaynakları aritmetik artarak dengeden sapmalara yol açmaktadır. Ayrıca Malthus, gelir sahiplerinin tasarruf eğilimine de dikkat çekerek kârların yükselmesinin gelirin daha fazlasının tasarrufu yönünde bir eğilim ortaya çıkardığını belirtmiştir. İş çevrimleri literatüründe klasik okul üzerinde durulmamaktadır. Çünkü sanayileşmenin başlangıcı sayılabilecek tarihsel bir arka plan içinde iş çevrimi olgusuna ilişkin gözlemler bulunmadığı ve tarihte o zamana dek görülmemiş bir büyüme çizgisi yakalandığı için klasik okul iş çevrimi ve kriz olgularını analiz dışı bırakmıştır. 2.6.2. Neoklasik Okulun Yaklaşımı Özünde klasiklere yakın olmakla beraber neoklasik okulun iş çevrimlerine yaklaşımı parasal çerçevededir12. Bu yaklaşımın kökleri Walrasyan genel denge sistemi, Fisher’ın paranın mübadele denklemi, 56 Wicksell’in faiz oranları açıklaması ve Marshall’ın para talebi ile şekillenmektedir. Neoklasiklere göre iş çevrimleri dalgalanmalardan kaynaklanmaktadır13. para akımındaki (MV) Banka kredilerindeki değişimin dengeyi bozduğunu savunan Hawtrey’e göre kredi genişlemesinin önüne geçilmedikçe ekonomideki genişleme fiyat artışına yol açacaktır. Bir noktadan sonra daralan krediyle faiz oranları yükselecek ve ekonomide durgunluk gözlenecektir. Hawtrey’in yaklaşımını çevrimleri parasal çerçevede açıklayan diğer yaklaşımlardan ayıran nokta faiz oranlarındaki değişimin doğrudan sabit sermaye kanalıyla değil işletme sermayesi ve mal stokları kanalıyla etkilenmesidir (Haberler, 1963). Neoklasikler içinde farklı bir yaklaşım geliştiren Pigou psikolojik unsurların çevrimlere etkisini vurgulamaktadır. Pigou’ya göre iktisadi faaliyetteki değişimler beklentilerden kaynaklanmaktadır. Pigou iyimserlik ve kötümserlik eğilimlerinden kaynaklanan tahmin hatalarının toplam etkisinin çevrimsel dalgalanmalar yaratabileceğini öne sürmektedir. Öte yandan neoklasik okulun önde gelen temsilcilerinden Fisher, iş çevrimlerinin iktisadi faaliyetin trend etrafında dalgalanması şeklinde yorumlanması durumunda “nüfus dalgalanmaları” ve “iklim dalgalanmaları” gibi benzer nitelikte pek çok dalgalanmadan bahsedilebileceğinden hareketle iş çevrimlerinin kendine özgü bir fenomen olarak ele alınmasını doğru bulmamaktadır. Özetle, birbirinden farklı görüşler barındırmakla beraber neoklasik bakış iş çevrimlerini genel olarak parasal çerçevede ele almakta, dalgalanmalara fazla önem vermemesi açısından klasik yaklaşımın uzun vadeli bakışını benimsemektedir. 57 2.6.3. Keynesyen İktisatın Bakışı Keynes, bunalımı büyüme trendinden kısa vadeli sapma olarak ele alan klasik ve neoklasik okulu eleştirmekte ancak bütüncül bir iş çevrimi analizinden çok işgücü piyasası ve üretim üzerine yoğunlaşmaktadır. Esasen, Keynes ekonomik dalgalanmalardansa bunalımları açıklamakta fakat bunalımdan çıkış yollarını kısa vadeli ve kısmi olarak ele almaktadır. Keynes’e göre tüketim eğilimi, likidite tercihi ve sermayenin marjinal etkinliği iktisadi dalgalanmaları belirlemektedir. Sermayenin marjinal etkinliği ise geleceğe ilişkin beklentilerle şekillenir. Girişimcinin gelecek hakkında çok az nesnel bilgiye sahip olmasını ve karar alırken psikolojik unsurlardan etkilenmesini Keynes ‘hayvani içgüdü’ (animal spirits) kavramıyla ifade etmektedir (Keynes: 326). Başka bir deyişle, Keynes çevrim dinamiğinin temeline beklentilerdeki belirsizlik olgusunu yerleştirmektedir. Keynes, dalgalanmaları açıklamada tüketim ve yatırım harcamalarından oluşan toplam talebi ve yatırım çarpanını kullanarak yatırımların istikrarsızlığını vurgulamaktadır. Keynesyenlere göre kapitalist sistem, eksik rekabet unsurları, katılıklar ve iç çelişkiler sebebiyle istikrarsızdır. Firmalar ve tüketiciler piyasa ile ilgili olarak eksik bilgiye sahiptir. Özellikle yatırımcılar beklenen kâr oranlarına ilişkin risk ve belirsizlikle karşılaşmaktadır. Ayrıca, Keynesyen iktisatta ekonomi eksik istihdam denge seviyesinde iken ücret ve fiyatlar düşme yönünde katıdır. Fiyat ve ücretlerin katı olması, ekonomi eksik istihdam seviyesinde iken mal piyasasında üretimi mal talebinin; emek piyasasında ise istihdam seviyesini emek talebinin belirlemesi sonucunu doğurur. Bu durum talepteki dalgalanmaların miktar dalgalanmalarına yol açmasını açıklar. Keynesyenler klasik yaklaşımdan farklı olarak paranın tam istihdam denge seviyesine kadar yanlı olduğunu varsaymaktadır. Keynes’e göre ekonomideki tam istihdam dengesi kararsız bir dengedir. Kararsız denge durumunda herhangi bir dışsal talep veya arz şoku, ekonominin tam istihdam denge seviyesini bozduğunda, ekonominin kendiliğinden dengeye dönmesini 58 sağlayan bir mekanizma yoktur. Bu nedenle devlet müdahalesi olmazsa daralma dönemleri uzun sürebilir ve şiddetli olabilir. 2.6.4. Parasalcı Yaklaşım Klasik iktisatçılar, genel olarak zaman ayrımı yapmaksızın “paranın yansızlığı”nı savunurken özellikle neoklasik okul ile Avusturya okulu kısa dönemli iktisadi dalgalanmaların açıklamasında parasal faktörlere önem vermiştir. Paracı okula göre para arzındaki değişim oranı, iktisadi faaliyetteki dalgalanmaların en önemli belirleyicisidir. Bu durumda, kamu harcamaları, vergi politikaları, teknolojik yeniliklerdeki dalgalanmalar ve diğer benzer belirleyici unsurların kısa dönemli iktisadi faaliyetler üzerindeki etkisi nispeten önemsizdir. Friedman’a göre istikrarlı bir ekonomi için para politikasını yönetenler faiz veya cari işsizlik oranı yerine fiyat seviyesi ve para arzı gibi kontrol edebilecekleri uygulamasında keskin büyüklükleri izlemelidir. değişimlerden Ayrıca kaçınılmalıdır. para politikası Friedman, para arzındaki büyüme oranının kabaca ekonomik büyüme oranına eşit, uzun dönemde fiyat istikrarını sağlayacak bir orana sabitlendiği “sabit parasal genişleme oranı kuralı”nı önermektedir. Friedman, parasal istikrarsızlıktan kaynaklanan dalgalanmaların en aza indirildiği böyle bir ekonomide bile, diğer faktörlerin ekonomiyi etkileyerek istikrarsızlığa neden olabileceğini kabul etmektedir. Bununla birlikte sabit parasal büyümenin; girişimcilik, yaratıcılık, yenilik, sıkı çalışma ve tutumluluk gibi temel faktörlerin verimli çalışması için gerekli olan uygun ortamı sağlayacağını savunmaktadır. Böyle bir kurguda ekonomik büyümede gözlemlenen esnemeler reel faktörlere bağlı olmaktadır (Friedman, 1968: 14 - 17). Paracı yaklaşıma göre, para arzı ile iktisadi faaliyetteki dalgalanmalar ilişkilidir. Dolayısıyla iş çevrimleri açısından para arzının denetimi önemlidir. Örneğin, 1807 - 1950 arasında para arzındaki değişmeler bir kaç istisna 59 dışında ABD’deki çevrimsel dalgalanmaları açıklamaktadır (Friedman ve Schwartz, 1963). 1929 ekonomik bunalımını da para arzındaki düşüş ile açıklayan parasalcı duraklamaya sebep yaklaşıma göre para olmaktadır. Friedman arzındaki ve mutlak Schwartz, ucuz düşüş para politikasının enflasyon doğurduğunu, bunun da faiz oranlarını düşük bir seviyede tutmayı engellediğini belirtmekte ve enflasyonun ancak para arzındaki artışın kısıtlanmasıyla önlenebileceğini savunmaktadır. Paracılara göre para sistemindeki değişimler kendi başına çevrim yaratmada etkiliyken parasal sistemdeki değişikliklerin yatırım faaliyetleriyle etkileşimi sonucu çevrimlerin doğduğunu savunanlar da bulunmaktadır (Valentine ve Ellis, 1991: 341). Bu bağlamda parasal faktörlerin çevrimsel süreçte etkili olduğu bir gerçekse de çevrim olgusunun yalnızca parasal olduğunu ileri sürmek doğru değildir. İktisadi faaliyetteki değişimler, talepteki değişimler, yeni icatlar, maliyet yapısındaki değişimler, iş yapma yöntemlerindeki değişimler gibi parasal olmayan ancak parasal unsurları etkileyen unsurlar da göz ardı edilmemelidir. Paracı teorisyenler genişleme ve daralma dönemlerinin kümülatif süreçlerini açıklasa da dönüş noktalarına ilişkin açıklamaları yeterli değildir. Yatırım kararlarını en çok etkileyen unsurlar faiz oranlarındaki ufak değişimlerden çok beklenen satış rakamları, fiyat, maliyet ve kâr beklentileridir. Dolayısıyla bütüncül bir açıklamanın değişen beklentileri de dikkate alması gerekmektedir. Benzer şekilde dönüm noktaları açıklaması da tatmin edici değildir. Tarihsel olarak, banka kredisi erişilebilir iken gerçekleşen dönüm noktaları olduğu gibi krediye erişim ciddi düzeyde sınırlandığında bile devam eden refah dönemleri bulunmaktadır (Valentine ve Ellis, 1991). 2.6.5. Yeni Klasik İktisatın Bakışı Friedman (1968) ve Lucas (1972) Keynesyen iktisatta fiyat ve ücret hareketlerinin yeterince iyi modellenmemesini eleştirerek, eksik bilgiye dayalı 60 iş çevrimi modelleri geliştirmiştir. Eksik bilgiye dayalı iş çevrimi modellerine göre, genişleme dönemi, işçilerin reel ücretlerin yükseldiğine inanarak işgücü arzını artırmalarıyla, ekonomik daralma dönemleri ise işçilerin reel ücretlerin düştüğüne inanarak işgücü arzını azaltmalarıyla oluşmaktadır. Bu görüşe göre eksik bilgi söz konusu olmadığında daralma ve genişleme gözlenmemektedir. Lucas’ın öne sürdüğü (1972), Sargent, Wallace (1975) ve Barro (1976) tarafından geliştirilen “politika etkinsizliği hipotezine” göre iş çevrimleri öngörülmeyen parasal değişiklikler sonucu ortaya çıkmakta, öngörülen politikalar ise reel ekonomik faaliyeti etkilememektedir. Yeni klasik okulun temel varsayımları piyasaların sürekli dengede olduğu ve karar alıcıların rasyonel beklentiler kuramıyla tutarlı hareket ettiği yönündedir. Yeni klasik bakış Keynesyen ve paracı yaklaşımları beklentilerin rasyonelliğini dikkate almamakla eleştirmektedir. Rasyonel beklentiler kuramına göre fiyatlar rekabetçi denge içinde şekillenmekte olup ekonomik karar birimleri rasyonel beklentilere sahip olsalar da bilgi kümeleri eksiktir. İş çevrimlerini denge çerçevesinde ele alan yeni klasik bakış, eksik bilginin nispi fiyatların hatalı yorumlanmasına yol açarak dengeden sapmalara sebep olduğunu savunmaktadır. Özetle, yeni klasik bakışa göre beklenmeyen para arzı gibi dışsal şoklar iş çevrimlerine sebep olmaktadır. Sistem dışsal şoklar haricinde dengede olduğundan devlet müdahalesine gerek yoktur. 2.6.6. Reel İş Çevrimi Teorisi (Real Business Cycle Theory- RBCT) 1970’li yıllarda petrol fiyatı artışından kaynaklanan arz şoklarının etkisiyle faktörlere makroekonomik daha çok istikrarsızlıkların önem verilmiştir. açıklanmasında Toplam çıktının arz yönlü hareketinin açıklanmasında, reel şokların parasal şoklardan daha önemli olduğu ve çıktının zaman içindeki hareketinin tesadüfi yürüyüş (random walk) sergilediğini ileri süren Nelson ve Plosser’in çalışmalarıyla parasal iş 61 çevrimlerinden reel iş çevrimlerine geçiş süreci gelişmiştir (Snowdon vd., 1994: 236 - 242). Reel iş çevrimi teorisine göre, iş çevrimleri rasyonel beklentilere sahip karar alıcı birimlerin dışsal verimlilik şokları karşısındaki optimal kararlarıyla şekillenmektedir. Verimlilik şoklarına sebep olan unsurlar, girdi fiyatlarındaki değişmeler, teknoloji, kamu mevzuatı ve vergi sisteminde değişmeler, savaş, doğal afet, iklim vb. dışsal şoklardan kaynaklanabilmektedir (Abel ve Bernanke, 1998: 367). Örneğin King, Plosser ve Rebelo’ya (1988) göre dalgalanmaların devamlılığı teknolojideki değişimlerden kaynaklanmaktadır (King, Plosser, Rebelo, 1988). RBCT, tercihlerdeki değişmeler, vergi oranları, para politikası gibi diğer tetikleyici mekanizmaların iş çevrimleri üzerindeki etkisinin küçük olduğunu savunmaktadır. Verimlilik şokları ise üretim fonksiyonunun konumunu ve eğimini, dolayısıyla işgücünün ortalama ve marjinal verimliliğini değiştirmektedir. Reel iş çevrimi kuramcıları, küçük şokların ekonomide büyük dalgalanmalara yol açabileceğini ileri sürmektedir. Reel iş çevrimi kuramı birinci aşamada kararlı durum dengesinden sapmayı başlatan itki mekanizmasını ikinci aşamada ise birincil itkinin ekonominin geneline yayılım mekanizmasını ele almaktadır. Bu noktada başlıca itki mekanizmasının dışsal verimlilik şokları olduğu kabul edilmektedir (Stadler, 1994: 1751-1754). Şokların ekonomiye yayılım mekanizmasında ise tüketim, yatırım, reel ücretlerin aktarımı ve firma stok kanalları rol oynamaktadır. Başlarda kullanılan RBCT modellerindeki yetersizlikler sebebiyle işgücü piyasası, para piyasası, maliye politikası araçları ve açık ekonomi değişkenleri ile standart modelin genişletilmesi sonucu ortaya çıkan yeni modeller “Genişletilmiş Reel İş Çevrim Modelleri (Augmented Real Business Cycle – ARBC modelleri) olarak adlandırılmaktadır. 62 2.6.7. Yeni Keynesyen İktisatın Bakışı Keynesyen iktisat, ekonomideki dengesizliğin sebebini emek piyasasında aradığı için ücret katılığı üzerinde durmuştur. Buna karşın, yeni Keynesyen iktisatçıların önemli bir kısmı, mal piyasalarındaki fiyat katılıklarının mikro ekonomik temelleriyle ilgilenmiştir. Yeni Keynesyen iktisat, katı fiyatlı piyasalar ile esnek fiyatlı piyasalar arasında ayrım yapmaktadır. Ekonomide tüm fiyatlar katı değildir ama fiyatların katı olduğu sanayiler ekonominin önemli bir kısmını oluşturursa, çıktıda ve istihdamda dalgalanmalar oluşmaktadır. Fiyat katılığı söz konusu olduğunda, toplam talepteki dalgalanmalar fiyatlardan daha çok üretim ve istihdam üzerinde hissedilmektedir. Bu bağlamda, yeni Keynesyen okul, Keynesyen makro modellerin mikro temelleri üzerinden reel ve nominal katılıkları, eksik rekabeti ve denge dışı durumları incelemektedir. Yeni Keynesyen modeller fiyat katılığı modelleri, nominal ve reel ücret katılığı modelleri ile risk ve eksik enformasyon modelleri şeklinde üçe ayrılabilir. Her bir model, eksik rekabetin varlığına farklı açılardan yaklaşarak iş çevriminin oluşumunda dengenin geç ayarlanmasının önemini vurgulamaktadır. Menü maliyeti yaklaşımı çerçevesinde Parkin(1986), Akerlof ve Yellen (1985), Mankiw (1985) mikro anlamda önemsiz görülebilecek fiyat değiştirme maliyetinin makro anlamda parasal katılıklara neden olarak iktisadi dalgalanmalar yaratabileceğine dikkat çekmiştir. Bir firmanın fiyat ayarlamasıyla diğer tüm firmaların ürünlerine olan talep üzerinde ortaya çıkan bu makroekonomik etki “toplam talep dışsallığı” olarak adlandırılmaktadır. Menü maliyetlerinin yanısıra “yoğun piyasa dışsallıklarının” marjinal maliyet eğrisini daralma döneminde yukarı, genişleme döneminde aşağı kaydırması fiyat katılığını artırmaktadır. Ayrıca, fiyat artışı müşteriler tarafından anında fark edilirken fiyat düşüşünden diğer firma müşterilerinin haberdar olması zaman aldığından fiyat artış ve düşüşlerine verilen tepkinin farklı olması firmalar açısından düzenli müşterilerini kaybetme riski doğurarak nispi fiyat katılıklarına sebep olmaktadır. 63 Finansal piyasalarda kredi alan ve veren taraflar arasında asimetrik enformasyon sorunu dolayısıyla firma için dış finansman iç finansmandan daha pahalıdır. Genişleme dönemlerinde, yüksek karlar nedeniyle firmalar iç finansmanla çeşitli projelerini finanse ederken daralma dönemlerinde dış finansmana ihtiyaç duyulmakta ve maliyetlerin artması yönündeki beklentiler de fiyat katılığına neden olmaktadır. Yeni Keynesyenler, Keynesyen iktisadın savunduğu nominal ücret katılığından kaynaklanan emek piyasalarında geç ayarlanma mekanizmasına reel ücret katılığı faktörünü de ekleyerek rasyonel beklentiler hipoteziyle uyumlu eksik rekabet modelleri oluşturmuştur. Örneğin, sendikaların monopol gücü reel ücret katılığını açıklamaktadır. Sendika sözleşmeleri genel olarak üç yıl gibi sabit bir süre için yapılmakta ve doğrudan yaşam maliyetleriyle ilişkilendirilerek ücret ayarlamalarını yavaşlatmaktadır. Yüksek ve değişken enflasyon dönemlerinde, sendika sözleşmeleri genelde enflasyon oranına göre yapılmaktadır. Bu durumda, reel ücretler sözleşme süresince katı olup enflasyon ve işsizlik oranlarından etkilenmez. Piyasa ücreti, zımni sözleşmeyle belirlenen ücrete göre düşük kaldığında, çalışana sözleşmeyle belirlenen ücret verilirken piyasa ücreti yükseldiğinde çalışanın sözleşmeyle belirlenmiş olan ücreti kabul etmesi beklenir. Diğer bir deyişle işçi, güvenceli ücretin (sözleşme ücreti) zamana yayılmış toplam faydasını piyasa ücretinin artı getirisinden doğacak faydadan daha fazla bulmaktadır. Zımni sözleşme teorileri emek piyasasında hareketliliğin neden az olduğunu ve ücretlerin neden genellikle marjinal verimlilikten saptığını açıklamaktadır. Ayrıca içeridekiler - dışarıdakiler teorisi, eğitim maliyetlerinin önemine odaklanarak araştırma, iş ilânı, sözleşme koşullarının belirlenmesi gibi işe başlatma maliyetleri nedeniyle hâlihazırda çalışanların firma için neden daha cazip olduğunu açıklamaktadır. Asgari ücret kanunları da firmaların çalışanlarına ödedikleri ücrete yasal olarak minimum bir seviye belirlemektedir. Etkin ücret, firma için toplam emek maliyetini minimize eden ücrettir. Piyasa denge ücreti, emek arzı ile emek talebinin eşitlendiği ücrettir 64 ve etkin ücretin piyasa denge ücretine eşit olmasını beklemek için bir neden yoktur. Etkin ücret teorisi, piyasa denge ücretinin üstünde verilecek bir ücretin emek maliyetlerini minimize edebileceğini belirtir. Firmaların çalışanlarına piyasa denge ücretinin üzerinde ücret ödemesi sebebiyle gizli veya açık bağlayıcı sözleşmeler olmasa da ücretler işsizliği ortadan kaldıracak kadar düşmeyebilir. 2.6.8. Post Keynesyen İktisatın Yaklaşımı Post - Keynesyen iktisatçılar, toplam talebin ekonomiyi şekillendiren en önemli değişken olduğunu vurgular. Toplam talep; işsizlik, enflasyon, üretim, gelir dağılımı, belirsizlik, tüketici alışkanlıkları, girişimcilerin hayvani içgüdüleri, net ihracat ve hükümet politikalarını etkiler. Kalecki, Keynes’le aynı dönemde fakat bağımsız olarak, toplam talebin önemini vurgulayan bir iktisadi dalgalanmalar teorisi geliştirmiştir. Keynes’den farklı olarak Kalecki, firmalar arasında farklı derecelerde rekabet olduğunun altını çizerek farklı ekonomik sektör ve sınıf kavramlarını kullanmıştır. Kalecki’ye göre monopol derecesi sınıflar arası gelir bölüşümünü belirlemekte, ücret ve kârların dağılımı da toplam talep üzerinde etkili olmaktadır 14 (Kalecki, 1954, 2003). Post Keynesyen iktisat, neoklasik toplam arz - toplam talep yaklaşımını kabul etmemektedir. Neoklasik yaklaşımda, toplam arz doğrusu ancak sürekli azalan verimler varsayımı altında pozitif eğimlidir. Post Keynesyen yaklaşımda ise sabit katsayılı teknoloji ve ekonomide atıl kapasite bulunduğunda üretim sabit birim maliyet ile artabilir ve toplam arz tam istihdam seviyesine kadar yatay olabilir. Neoklasik yaklaşımda, kapalı bir ekonomide toplam talep, yalnızca Pigou veya Keynes etkilerinin varlığında artabilir15. Bunlara açık ekonomide dış ticaret etkisi de eklenir. Post Keynesyenlere göre ise toplam talep üzerindeki Keynes etkisi küçüktür. Dış ticaret etkisi küçük açık ekonomiler hariç önemsizdir. Pigou etkisi ise gerçekte tersine de çalışabilir. Post Keynesyen iktisatta, üretim ve istihdam 65 toplam talep tarafından belirlenirken fiyat seviyesi üretim tam istihdam seviyesine ulaşana kadar yalnızca arz koşulları, özellikle de parasal ücret tarafından belirlenir (King, 2001: 70). Post Keynesyen iktisatçılara göre toplam arzda olduğu gibi para arzı doğrusu da yataydır. Para arzı, dışsal olarak merkez bankası tarafından değil, içsel olarak banka kredileri talebi tarafından belirlenir. Hisse senetleri ve reel varlıkların fiyatlarındaki azalma ile borcun reel değerindeki artış, tüketim ve yatırım harcamalarının azalmasına neden olarak finansal bir krizi tetikleyebilir. 2.6.9. Marksist İktisatçıların Bakışı Krizlerin kapitalizmin kronik bir sorunu olduğuna ilişkin sav Rodbertus tarafından öne sürülmüş ve Marx tarafından geliştirilmiştir. Sismondi, bunalımların sebepleri üzerinde dururken kapitalist sistemin içsel çelişkilerini vurgulamıştır. (Mitchell, 1968: 8). Marksist bakışın kapitalizmi içsel açıdan istikrarsız bir sistem olarak değerlendirmesi ana akım iktisat teorisinde 1930’lara kadar görmezden gelinmiştir. Marksist bakışa göre dönemsel dalgalanmalar, kapitalist ekonomik sistemin yapısına içkindir ve kapitalizmi sonunda yıkıma götürecek temel içsel çelişkilerin dışavurumudur. Marx’ın iş çevrimlerinin kaynağına ve doğasına ilişkin teorisi daha geniş planda incelediği kapitalizm teorisiyle iç içe geçmiştir. Ayrıca, Marx’ın tek bir teoriyi ele alıp onu bütün varsayım ve çıkarımlarıyla sonlandırmaması Marksist bakışa sahip iktisatçılar arasında da görüş ayrılıklarına sebep olmuştur. Üzerinde tam bir uzlaşıya varılamamış olmakla beraber, genel olarak Marx’a atfedilen iş çevrimi açıklamaları; kar oranlarının azalışı, yeni teknolojilerin gündeme gelmesi ve iktisadi faaliyetin genel seviyesinde düşüşe yol açan sektörler arası orantısızlık ile ilgilidir. Marksist temellenmekte bakışa ve göre dengesizlik bunalımların özünde toplumun kapitalist ikili yapısından sistemin kendisi yatmaktadır. Marksist okulun iş çevrimlerine yaklaşımı aşırı üretim ve eksik 66 tüketim teorileri başlıkları altında incelenebilir. Marx’a göre, kapitalist sistemin doğası gereği, üretim belli sektörlerde dengesiz biçimde toplanmaktadır ve talebe kıyasla aşırı arz söz konusudur. Benzer biçimde eksik tüketim olgusu da artı değerin biriktirilmesi ve gömülenmesinden kaynaklanmaktadır. Marx, Say Kanununu ‘‘Her satış bir satın alma, her satın alma bir satıştır diye, meta dolaşımının satış ile satın alma arasında zorunlu bir dengeyi gösterdiğini söylemek kadar safça bir dogma olamaz. .... Ortada alıcı olmadan kimse satamaz. Ama sırf o satıyor diye de karşısındakiler almak zorunda değildir’’ şeklinde reddetmektedir (Marx (1867), 2009: 126128). Kapitalist sistemin dinamik gücü olan kârların yükseltilmesi için üretimin artırılması ve satılması gerekir. Ancak bu durum aşırı üretim yaratmaktadır. Sistemin bu çelişkisi işsizler ordusunu büyütürken ücretleri düşürüp artı değeri yükseltir. Marx’a göre kapital sürekli ve düzenli olarak eskimektedir. Bu eskime teknik sebepli olabileceği gibi -ki bu durumda amortismanlarla karşılanmaktadır- yenilikler, moda vb. unsurlardan da kaynaklanabilmektedir. Kapitalin kullanım süresini azaltan bu tip bir eskime halinde sabit sermayenin rotasyonu sırasında süreçte kesilme ve bunalım görülmektedir (Marx (1867), 2009). Özetle Marksist okulun ilk yıllarında gündemde olan orantısızlık teorisinin yerini eksik tüketim teorisi almıştır. 1929 Büyük Bunalımını takiben kabul gören Keynesyen görüşlerin de etkisiyle Marksist okul bu yıllarda eksik tüketim teorilerini iş çevrimlerinin merkezine oturtmuştur16. Ancak 1970’li yıllarda gözlenen stagflasyon olgusuyla beraber Keynesyen iktisadın gündemden düşmesi Marksist iktisat okulunun sermaye birikimini yeniden vurgulamasına yol açmıştır (Itoh ve Lapavitsas, 1999). 67 2.6.10. Avusturya Okulunun Yaklaşımı Avusturya okulunun ilk kuşağı Menger, Böhm-Bawerk ve Wieser ile ikinci kuşağı ise von Mises, von Hayek, Machlup, Haberler, RosensteinRodan ve Schumpeter ile temsil edilmektedir. Avusturya okulunun iktisadi dalgalanma teorisinin temelinde, Menger ve Böhm-Bawerk’in “üretim yapısı” ve Wicksell’in “doğal ve piyasa faiz oranları” yaklaşımı bulunur. Avusturya okulunun ikinci kuşak temsilcilerine göre ekonomideki parasal faktörler üretimin ilk ve son aşamaları arasında dengesizlik yaratarak iktisadi dalgalanmalara neden olur. İktisadi dalgalanmalar saf bir parasal olgu olmamakla birlikte, temel başlatıcısı ve devam ettiricisi parasal faktörlerdir. Bu tip teoriler, literatürde sık sık “Neo-Wicksellian” okul olarak adlandırılmaktadır (Haberler, 1963: 31). Avusturya okulunda ekonomideki genişleme ve çöküş sürecinin anlaşılmasında para kilit bir role sahiptir. Ekonomiye giren yeni paranın ortaya çıkardığı nispi fiyat değişimleri ve bunun sonucunda üretim faktörlerinin yeniden dağılımı ile genişleme dönemi yakın ilişkilidir. Avusturya okulunun iktisadi dalgalanmalar teorisinde parasal genişleme dalgalanmayı başlatıp nispi fiyatları değiştirerek yayılım mekanizması işlevi görür. Avusturya okuluna göre, parasal genişlemenin en zararlı yolu kredi genişlemesidir. Avusturya okulunun analiz ettiği dünya; eksik bilgiye sahip, koordinasyon hatalarının olduğu, girişimcilerle ekonomi arasında devamlı dinamik bir etkileşimin bulunduğu, dışsal şoklara açık heterojen bir yapıya sahiptir. Bu bakış açısından çıkarılabilecek en temel sonuç, doğal faiz oranının sabit kalmadığı bir ortamda, piyasa faiz oranlarıyla doğal faiz oranı arasındaki tutarsızlığın normal olmasıdır. Buna göre, iktisadi dalgalanmalar kaçınılması gereken zararlı bir unsur değildir. Aksine daralma dönemleri, ekonomik sistemin normal işleyişi içinde ortaya çıkan yanlış yönlendirilmiş yatırımların daha verimli olacak şekilde yeniden tahsisini sağlamaktadır. Büyük ölçekli dışsal şoklar veya savaş, kuraklık ve salgın hastalıklardan kaynaklanmadığı sürece iktisadi dalgalanmanın ekonomide önemli ve kalıcı 68 refah kaybına neden olması beklenmemektedir. Bu sebeple, ekonomideki birimlerin karar mekanizmalarına müdahale ederek doğal faiz oranı ve piyasa faiz oranlarının birbiri çevresinde dalgalanmasını bozan ve ekonomiyi büyük bir daralma dönemine sokabilecek olan parasal genişlemeden kaçınılmalı, para arzına müdahale edilmemelidir. Parasal olmayan fazla yatırım teorileri ise iktisadi dalgalanmaları reel faktörlerle açıklamaktadır. Bu teoriler yenilikler, icatlar, yeni piyasaların açılması, üretim tekniklerindeki gelişmeler gibi faktörlerin üretim üzerindeki etkilerine vurgu yapmaktadır. Avusturya Okulu içinde incelenen, Schumpeter’in yenilik teorisi, parasal olmayan teoriler arasında iktisadi dalgalanmaları reel faktörlerle açıklayan iyi bir örnektir. Schumpeter’in analizinde yenilik yaratarak kar peşinde koşan girişimci durağan dengeden çıkarak gelişmenin önünü açmaktadır. Girişimciye finansman sağlaması açısından banka kredileri önemli role sahiptir. Schumpeter verimsizliklerin tasfiyesine yarayan bu süreci yaratıcı yıkım kavramıyla nitelendirmektedir. (Schumpeter, 1939: 86). Özetle Avusturya okulunda para ve kredi genişlemesi dalgalanmaları başlatmakta ve nispi fiyat değişimleriyle çevrimlerin yayılmasına sebep olmaktadır. Avusturya okulunun analizi eksik bilginin ve eşgüdüm hatalarının bulunduğu, dinamik etkileşime ve dışsal şoklara açık bir ekonomide şekillenmektedir. Böyle bir kurguda doğal faiz oranının piyasa faiz oranından sapması normal olup iş çevrimleri yanlış yönlendirilmiş yatırımların yeniden tahsisine hizmet etmektedir. Büyük ölçekli dışsal şoklar haricinde ekonominin çevrimlerin dinamiklerinden ciddi bir zarar görmesi beklenmediğinden ekonomide genişleme doğuracağı para ile arzına müdahale düzeltilmeye ve savunulmaktadır. işsizliğin edilmemelidir. çalışılmasının geçici olduğu daha ve İstihdamın büyük parasal dengesizlikler kendiliğinden düzeleceği 69 2.7. İŞ ÇEVRİMLERİNİN ÖLÇÜMÜ Mitchell, iş çevrimlerinin ölçümü söz konusu olduğunda, ‘‘ne kadar çok çabalarsak o kadar çok farkına varıyoruz bu kavramın aslında hayal gücümüzün sentetik bir ürünü olduğunu’’, demektedir (Mitchell, 1968: 2). Zira ‘‘iş çevrimi’’ diye bir istatistik aslında yoktur. Öte yandan, iş çevrimlerinin göstergesi olarak kullanılabilecek, bir araya getirilip gözlenebilecek çok sayıda istatistik yayımlanmaktadır. Hangi makroiktisadi zaman serilerinin ele alınıp izleneceği, hangilerinin iş çevriminin en doğru, en sağlıklı göstergesi olarak yorumlanacağı ise araştırmacının amaçlarından araçlarına kadar pek çok unsura bağlı olarak değişkenlik göstermektedir. O halde iş çevrimlerinin ölçümünden bahsedebilmek için öncelikle ekonomik duruma ilişkin göstergelerin saptanması gerekmektedir. Ekonomik göstergelerin seçiminde göz önüne alınması gereken unsurların başında; zamanlama, amaca uygunluk ve anlaşılırlık gelmektedir. Göstergelerin hazırlanıp yayımlanmasında zamanında anlamlı kararlar alınabilmesini teminen hızlı olunması ve göstergelerin ilettiği bilginin açık ve anlaşılır olması önem taşımaktadır. 2.7.1. İş Çevrimlerinin Ölçümünde Kullanılan Göstergeler İş çevriminin ölçümünde rol oynayan iki temel unsur iktisadi göstergelerin ölçümü ve potansiyel çıktının belirlenmesidir. Farklı zaman serilerinden iktisadi faaliyetin hareketlerini izleyerek bir referans çevrim çıkarabilmek amacıyla iktisadi göstergelerden faydalanılmaktadır. İş çevrimlerinin belirlenmesinde kullanılan temel göstergeler, milli gelir, istihdam ve fiyatlar genel düzeyidir. Ayrıca enerji fiyatları da iş çevrimleri ile ilgili önemli bilgiler taşımaktadır. 19. yüzyılda tek bir değişkenin gözlemiyle ekonomik durumun aydınlatılabileceği inancı vardı. Örneğin Michealis’e göre konut yapımı ve inşaat sayısı, Juglar’a göre emisyon bankalarının portföy hacmi, Spiethoff’a 70 göre, sermaye oluşumunun habercisi olarak demir tüketimi ekonomik durumun göstergesi olarak kullanılabilmekteydi. Günümüzde ise, ekonomik durumu anlamak amacıyla tek bir göstergeden değil, birçok göstergenin birlikte hareketlerini yansıtan endekslerden faydalanılmaktadır. göstergeler arasında en öne çıkanları, çıktı düzeyi, Bu işsizlik oranı, işsizlik tazminatı talepleri vb. serilerdir. Bu serilerin çevrimsel kısmının reel çıktının çevrimsel kısmıyla beraber hareketi iş çevriminin ölçütü olarak kullanılmaktadır. Buna göre seriler reel çıktı düzeyiyle aynı yönlü (procyclical) veya karşıt yönlü (countercyclical) çevrimsellik gösterebildikleri gibi çevrimle ilişkisiz de (acyclical) olabilmektedir. Serilerin zaman içindeki korelasyonlarının incelenmesinden serinin reel çıktıyı önceleyen (lead), geriden takip eden (lag) veya seriyle eş anlı seyreden (coincident) niteliği anlaşılmaktadır. 2.7.1.1. Nitel Göstergeler İş çevrimlerinin saptanmasında iktisadi gösterge olarak kullanılacak zaman serilerinin yanısıra nitel göstergelerin de dikkate alınması gerekmektedir. Örneğin, savaş, barış, seçimler, rejim değişiklikleri gibi önemli olaylar ile mevzuata ilişkin gelişmeler ve çevrimleri etkileyebilecek nesnel her türlü bilgi nitel gösterge olarak kullanılmaktadır. 2.7.1.2. Nicel Göstergeler Üretim, değişim, ulaşım, enerji vb. gibi ekonominin farklı faaliyet kollarından temsili seriler ile ücretler, karlar, faiz oranları gibi gelir bölüşümüne ilişkin göstergeler ve yeni kurulan firma sayısı, patent başvurusu sayısı, işsizlik oranı, iflas eden işyeri sayısı gibi ekonomik duruma dair sinyaller taşıyan istatistikler iş çevrimleriyle ilgili çıkarım yapabilmek amacıyla kullanılmaktadır. Makroiktisadi zaman serilerinin analiziyle, mevsimsellik 71 etkileri arındırıldıktan sonra uzun vadeli trendin ayrıştırılarak serilerin çevrimselliğinin senkronize izlenmesi hareketi amacı referans güdülmektedir. çevrimin Birden belirlenmesinde fazla yol serinin gösterici olmaktadır. Bu kısımda iş çevrimi göstergesi olarak kullanılmak üzere hesaplanan çok sayıda endeks arasından belli başlılarına değinilmektedir. 2.7.1.2.1. Harvard Barometresi İş çevrimlerinin ölçümü amacıyla 1920’li yıllarda Harvard barometresi veya Harvard ABC eğrileri çok popüler olmuştur. Orjinal versiyonunda beş zaman serisi grubundan oluşan bu gösterge Persons tarafından geliştirilmiştir. Bu beş grubun oluşturulmasında yirmi farklı seri kullanılmıştır. Bu gruplarda çevrimler eş anlı olmaktan çok ardısıra gerçekleşmiştir. Genel iş faaliyetlerinin daha özet bir resmini sunmak adına daha sonra bu beş grup üç gruba (ABC Grupları) indirgenmiştir. Bu gruplar, spekülasyon göstergesi, fiziksel üretkenlik, mal fiyatları ve finansal durum endeksi hakkında bilgi taşımaktadır. Ancak endeks ilk başarılarından sonra güvenilirliğini kaybetmiş hatta gösterge Büyük Bunalımı tahmin etmekte bile başarısız olunca kullanımına son verilmiştir. Bu sebeple Moore, Harvard barometresini ‘tüm zamanların en büyük öngörü başarısızlıklarından biri’ şeklinde nitelendirmektedir (Moore, 1980: 302). 2.7.1.2.2. NBER Endeksi Mitchell ve Burns’ün 1938’de oluşturduğu NBER göstergeleri 1950’lerde Moore tarafından öncü, gecikmeli ve eş anlı seyreden seriler ile genişletilmiş, aylık ve çeyreklik bazda incelenen 801 zaman serisinden uyum ve zamanlama testini geçenler iktisadi gösterge olarak seçilmiştir. Uyum testi, serinin iş çevrimlerine gösterdiği uyumu, zamanlama testi de zaman serilerinin dönüm noktalarının referans seriyle tutarlılığını göstermektedir. 72 Sonuç olarak 801 seriden 21 tanesi gösterge olarak seçilip üç gruba ayrılmıştır: öncüler, eş anlı olanlar ve gecikmeli takip edenler. Öncü seriler arasında; satılan hisselerin sayısı ve değeri, New York Borsası endeksi, imalat sanayinde ortalama istihdam saati bulunmaktadır. Eş anlı seyreden seriler arasında ise iş faaliyetlerinin fiziksel hacmi ve kâr oranları bulunmaktadır. Gecikmeli seriler ise bordrolar ile doksan gün vadeli faiz oranlarıdır. Harvard ABC eğrilerine benzer biçimde, bu zaman serileri grupları da geçmiş ve cari iktisadi faaliyetlerin göstergesidir. Ancak öngörü amaçlı kullanıldıklarında Harvard Barometresinin eksiklikleri bunlar için de geçerli olmuştur. 2.7.1.2.3. Yayılım (Difüzyon) Endeksi NBER tarafından geliştirilen bir başka gösterge yayılım (difüzyon) endeksidir. Bu endeks de öncü, eş anlı, gecikmeli seriler kavramıyla ilişkili olup tarihçesi Burns ve Mitchell’e (1946) uzanmaktadır. Zamanın herhangi bir noktasında bazı zaman serileri yukarı yönlü hareket ederken bazıları aşağı doğru hareket etmektedir. Eğer yukarı hareket edenlerin göreli sayısı 0.5’ ten fazla ise ekonomi genişliyor, 0.5’ ten az ise ekonomi daralıyor demektir. Burns (1954) ve Moore (1954, 1955) bu fikri farklı iktisadi zaman serilerine uygulamış ve genişleyen serilerin oranına yayılım endeksi adını vermiştir. Burns yaklaşık 700 seriden genel iktisadi faaliyetin endeksi olarak kullanılabilecek bir endeks elde etmiştir. Bu seriler; üretim, fiyatlar, faiz oranları, stoklar vb. gibi oldukça heterojen nitelik sergilemiştir (Gabisch, 1989: 16; Burns’den aktarım, 1954: 115). Moore’a göre, bu toplu gösterge çevrimsel durumları açıklayan endekslerin en iyilerinden biridir (Gabisch, 1989: 16, Moore’dan aktarım, 1954: 18). 73 2.7.1.2.4. Bileşik Öncü Göstergeler Bileşik öncü gösterge yaklaşımı ekonomik durumu önceden takip eden makro iktisadi göstergelerin tespiti ve bu göstergelerin yardımıyla ekonominin gelecekteki durumunun öngörülmesi esasına dayanır. Başka bir deyişle, öncü göstergeler genel olarak gelecekteki iktisadi faaliyetlere ilişkin beklenti, taahhüt ve verilmiş olan kararları yansıtır. Öncü göstergelerin en zayıf yönü çok az sayıda serinin ekonomik durumunun sürekli olarak öncelenebilmesidir. Ayrıca, öncü göstergelerin öncülük süresi zamanla değişmekte ve hem yön hem de zaman olarak sürekli doğru öncüleseler dahi iktisadi faaliyetteki değişimin büyüklüğünü göstermekte yetersiz kalmaktadırlar. Öncü göstergeler istihdam, üretim ve gelir, tüketim, ticaret, satışlar, sabit sermaye yatırımı, stoklar, fiyat, maliyet, karlar, para ve kredi gibi ekonominin farklı göstergelerindeki gelişmeleri yansıtacak biçimde sınıflandırılmaktadır. OECD; üretim, stok, sipariş, inşaat sektörü, işgücü, fiyat, maliyet, kar, dış ticaret serileri ile iş anketlerini, parasal ve finansal göstergeleri ve diğer ülkelerdeki ekonomik faaliyetleri toplam 190 seride izlemekte, referans seri olarak ise sanayi üretim endeksini kullanmaktadır. OECD’nin bileşik öncü gösterge seçiminde değerlendirilen ölçütler pratiklik, uygunluk ve çevrimsellik olarak özetlenebilir. Göstergenin pratikliği ile verinin yayımlanma sıklığı, zamanında yayımlanması ve devamlılığı ifade edilmektedir. Göstergenin uygunluğu, iktisadi önemi ile kapsamının genişliğine işaret etmektedir. Göstergenin çevrimselliği ise, referans çevrim boyunca dönüm noktalarında tutarlılığı, gösterge ile referans seri arasındaki çevrimsel uyum ve referans seri ile kıyaslandığında kayıp veya eksik çevrim olmaması gibi hususları kapsamaktadır. OECD yönteminde hem medyan öncü hem de ortalama öncü hesaplanmakta ancak ortalama uç değerlere hassas olduğundan medyan tercih edilmektedir. Öncülüğün tutarlılığı dönüm noktalarında medyan öncünün standart sapmasına bakılarak değerlendirilmektedir. Küçük bir standart sapma öncünün dönüm noktalarında homojen olduğunu gösterirken gösterge seri ile referans seri arasındaki çevrimsel uyum görsel analizle 74 incelenmektedir. Ayrıca gösterge serinin referans seri ile karşı korelasyonu (cross correlation) farklı öncül dönemlerde (different lead lengths) incelenmektedir. OECD’nin bileşik öncü göstergeler için kullandığı seri sayısı genel olarak beş ile onbir arasında olup ülkeden ülkeye çeşitlilik göstermektedir. Ayrı gösterge serilerini tek bir bileşik öncü göstergeler serisinde toplamak amacıyla; periyodiklik, düzleştirme, normalizasyon, geriden takip aralığı bırakma (lagging), ağırlıklandırma ve derneşikleştirme (bir araya toplama) gibi izlenmesi gereken süreçler vardır. Hesaplanan bileşik öncü göstergelerin içinden hangisinin seçileceği de bir takım ölçütlerle değerlendirilmektedir. Buna göre; - Referans seri çevrimlerinin dönüm noktalarındaki bileşik öncü göstergenin öncülüğü uzun olmalı, - Dönüm noktalarındaki medyan öncü sürenin standart sapması küçük olmalı, - Bileşik öncü gösterge düzensiz değişimlerden etkilenmemeli, - Bileşik öncü göstergenin çevrim sayısı referans seri ile tutarlı olmalı, - Diğer kısıtların haricinde, yüksek korelasyonlu bileşik öncü gösterge tercih sebebidir. OECD, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 23 ülke için 1960’lardan başlayan bir bileşik öncü gösterge serisi geliştirmiştir. OECD’nin bileşik öncü gösterge hesaplama yöntemi büyüme çevrimi yaklaşımını esas almaktadır. Büyüme çevriminin daralma evresi iktisadi faaliyette mutlak bir düşüşe tekabül etmeyip büyüme oranının uzun vadeli trendinin altına inişine denk düşebilmektedir (Artis vd, 1995). OECD sisteminde referans seri olarak tek bir iktisadi değişken tercih edilmekte ve çeyreklik ölçüm sıklığı ve yayımlanmasında yaşanan zaman gecikmesi sebebiyle GSMH yerine sanayi üretimi endeksi kullanılmaktadır. OECD’nin izlediği ikinci adım referans kronolojinin belirlenmesidir. Referans kronoloji, referans serideki dönüm noktalarının tarihlerini içeren tarihi çevrimsel düzendir. OECD’nin çevrimsel 75 dönüm noktalarını geliştirilmiştir. belirlemede kullandığı yöntem NBER tarafından OECD çevrimsel gösterge sisteminin büyüme çevrimi veya trendden sapma yaklaşımını benimsemesi farklı uzun dönemli trendleri olan serilerin çevrimselliklerinin kıyaslanabilmesini de olanaklı kılmaktadır17. 2.7.1.2.5. Çıktı Açığı Çıktı açığı, makroiktisadi durumun çevrimsel olarak düzeltilmiş seviyesini belirleme imkânı verdiğinden literatürde iş çevrimi göstergesi olarak kullanılmaktadır. Çıktı açığı, gerçekleşen GSYH’nın potansiyelinden sapma yüzdesini vermektedir. Potansiyel GSYH, kısa vadede bir ekonomide enflasyon yaratmayan sürdürülebilir en yüksek üretim seviyesi, uzun vadede ise ekonominin en yüksek arz kapasitesi şeklinde tanımlanmaktadır (Girici, 2009). Çıktı açığının hesaplanmasında araştırmacının amaçları ve elindeki mevcut veri seti kapsamında tercih edebileceği çeşitli yöntemler bulunmaktadır. Literatürde sıklıkla kullanılan yöntemler arasında doğrusal trend, Hodrick – Prescott, Beveridge- Nelson, Band – Pass ve Kalman filtreleri ile üretim fonksiyonu yöntemi yer almaktadır. Bu yöntemlerin her birinin birbirlerine kıyasla daha üstün ve daha dezavantajlı oldukları hususlar vardır. Karar alıcıların kendi amaçları doğrultusunda kıyaslama ve seçim yapmaları gerekmektedir18. 2.7.2. İş Çevrimlerinin Ölçümünde Kullanılan Yaklaşımlar Literatürde iş çevrimlerinin ölçümünde birbirinden farklı ama birbiriyle ilişkili iki temel yaklaşım biçimi öne çıkmaktadır. Bu yaklaşımlar klasik iş çevrimi ve büyüme çevrimidir. Büyüme oranının mutlak düşüş göstermediği ancak pozitif kalmaya devam ederken azaldığı durumlarda şiddetli ve uzun süren bir gerileme hafif ve kısa süreli bir durgunluğa kıyasla daha belirgin 76 olarak gözlenmektedir. Bu noktada klasik iş çevrimi ile büyüme çevrimi yaklaşımlarının ayrımı önem kazanmaktadır. 1960’larda gözlenen hızlı büyüme ve refah artışıyla beraber literatürdeki ilgi reel gelirde yukarı yönlü trendin çevresinde dalgalanmalar şeklinde tanımlanan büyüme çevrimlerine kaymıştır (Mintz, 1969). Büyüme çevrimlerinin kronolojisi uzun vadeli trendden sapmaların serisindeki dönüm noktalarına denk gelirken klasik iş çevrimlerinin kronolojisi gelir seviyesi serilerindeki dönüm noktalarından çıkarılmaktadır. Büyüme çevrimi temel göstergelerin genel artış gösteren trendlerinden sapmasının dalgalanması olarak ölçüldüğünden büyüme çevrimi analizi açısından trendin belirlenmesi önem taşımaktadır. Büyüme çevrimi yaklaşımında uzun vadeli trend faktörünün ayrıştırılarak çevrimsel unsurların incelenmesi iş çevriminin uzun dönemli büyüme trendinden sapma ile ölçülmesi sonucunu doğurmaktadır. Büyüme çevriminin dönüm noktaları da tıpkı klasik iş çevriminde olduğu gibi zirve ve dip noktalarını içermekle beraber iki çevrim yaklaşımı arasındaki fark orjinal zaman serilerinin uzun dönemli trendlerinden ayrıştırılıp ayrıştırılmadığıdır. Büyüme çevrimiyle klasik çevrimin dönüm noktaları kıyaslandığında büyüme çevrimindeki genişleme evresinin klasik çevrimden daha kısa sürdüğü, daralma evresinin ise klasik çevrime kıyasla daha uzun sürdüğü tespit edilmektedir. Büyüme çevrimindeki aşağı yönlü düşüş iş çevrimindeki aşağı yönlü düşüşü öncelerken iki iş çevrimi ölçümü yaklaşımında da tipik asimetri genişlemenin daralmadan daha uzun sürme eğilimi göstermesidir. Aşağıdaki şekil üzerinde uzun vadeli büyüme trendi etrafında klasik iş çevrimi ile büyüme çevrimi arasındaki fark gösterilmektedir. A ve B noktaları klasik iş çevriminin dönüm noktalarını gösterirken, C ve D noktaları büyüme çevriminin dönüm noktalarını göstermektedir. Klasik iş çevrimi dönüm noktalarını gösteren A ve B noktalarındasırasıyla dip ve zirveden mutlak dönüş dikkate alınırken, büyüme çevrimi dönüm noktalarını gösteren C ve D noktalarında uzun vadeli trendden sapmanın dönüm noktasının dikkate alındığı gözlenmektedir. 77 Şekil 4: Klasik İş Çevrimi ve Büyüme Çevrimi Yaklaşımları iktisadi gösterge Trend A C D B Zaman Kaynak: Altuğ, 2009: 9 Klasik iş çevriminden farklı olarak büyüme çevrimi çevrim ile trendin ayrıştırılmasını gerektirse de dönüm noktalarının tarihlendirilmesi yöntemi her iki çevrim için aynıdır. Tarihlendirme algoritması dönüm noktalarının öngörülmesi olup; zirve ve dip noktalarını belirlemek, evrelerin minimum süresini göstermek, belirsizlikleri değerlendirmek amaçlarını taşımaktadır. İş çevrimi tanımı olarak büyüme çevrimi kullanıldığında veriler önce mevsimsellikten arındırılarak seriler trend bileşeninden ayrıştırılır19. Daha sonra her göstergenin çevrimsel bileşeni hesaplanarak belirlenen dönüm noktalarının referans tarihlerinin önünde veya arkasında olup olmadığının incelenmesiyle göstergeler öncü veya gecikmeli gösterge şeklinde ayrılmaktadır. Bu açıdan referans tarihi iktisadi göstergelerin öncü, eş anlı ve gecikmeli olarak sınıflandırılmasında bir standart oluşturmaktadır. Sınıflandırmanın geçerli olabilmesi için ise göstergenin dönüm noktaları ile referans tarihlerinin zaman içindeki korelasyonunun istikrarlı olması gerekmektedir. Bu kullanımlarının yanısıra, referans tarihleri iş çevrimi 78 davranışlarını incelemede ve iktisadi hareketlerin niteliklerini araştırmada kullanılmaktadır. ABD’de iş çevrimi klasik çevrim olarak ele alınmakta ve NBER bünyesindeki yedi üyeli bağımsız tarihlendirme komitesi (dating committee) iş çevrimlerinin dönüm noktalarını inceleyerek konjonktürü karşılayan ekonomik koşullardaki değişime göre referans tarihlerini belirlemektedir. Komitede tartışılıp karara bağlanan referans tarihler daha sonra resmî olarak açıklanmaktadır. Japonya’da iş çevriminin ölçütü olarak, iş durumu endeksleri (indexes of business conditions) derlenmekte, bu endekslerin görünümüne göre iş çevriminin zirve ve dip noktaları belirlenmektedir. Japonya’da iş çevrimlerinin ölçümünden sorumlu resmi kurum olan İktisadi ve Sosyal Araştırma Enstitüsü (ESRI) konunun uzmanlarıyla da görüşerek referans tarihleri açıklamaktadır20. İş çevriminin tanımlanmasına ilişkin farklı yaklaşımlar olduğu gibi çevrimlerin belirlenmesinde de farklı yöntemler bulunmaktadır. Literatürde yaygın olarak kabul gören yöntemler çeşitli serilerin incelenerek dönüm noktalarının tespit edilmesi ile iş çevrimi göstergesi olarak kullanılan çıktı açığı, sanayi üretimi endeksi gibi tekil serilerin veya farklı makroiktisadi serilerin bir kompozisyonundan oluşan endekslerin, bileşik öncü göstergelerin vb. trend ve çevrim unsurlarına ayrıştırılmasıdır. Trendin belirlenmesi ve çevrimselliğin makroiktisadi zaman serisinin ham halinden ayrıştırılmasına yönelik çok sayıda alternatif yöntem ve teknik arasında parametrik ve parametrik olmayan algoritmalar rekabet halindedir. Bu bağlamda iş çevrimi ölçümünde kullanılan çok çeşitli yöntemleri temel olarak parametrik yaklaşımlar ve parametrik olmayan yaklaşımlar olarak sınıflandırmak mümkündür. Parametrik olmayan yaklaşımlara NBER tarihlendirme komitesinin iş çevrimlerinin dönüm noktalarını belirlemede izlediği yöntem gösterilebilir. Parametrik yaklaşımlar ise, Neftçi (1984) ile başlayıp, Hamilton (1989) çalışmasında önerilen Markov değişim (Markov switching, MS) 79 modelleriyle çeşitlenmiştir. Ortak faktör modelleri, gözlenmeyen bileşenler modeli, dinamik faktör modelleri ile dinamik stokastik genel denge modelleri bu yaklaşımlar arasında sayılabilir21. ÜÇÜNCÜ BÖLÜM İŞ ÇEVRİMLERİ İLE KÜRESELLEŞME İLİŞKİSİ Gerek gelişmekte olan ülkelerin sanayileşme yolunda kaydettiği ilerlemeler gerekse gelişmiş kapitalist ülkelerin finansal kapitalizm yönünde geçirdiği evrim, sanayi kapitalizmi ile ortaya çıkan iş çevrimlerinin küreselleşme sürecinden nasıl etkilendiği tartışmasını iktisat literatürünün gündemine taşımıştır. Bu bağlamda, dikkat çeken araştırma konularından biri de iş çevrimlerinin değişkenliğinin (business cycle volatility) küreselleşme ile lişkisidir22. Literatürdeki ampirik çalışmalara göre, 1980 sonrasında OECD ülkelerinin çoğunda makroiktisadi göstergelerin değişkenliği azalmıştır (Basu ve Taylor, 1999). Özellikle, II. Dünya Savaşını takiben makroekonomik politikalarda ve dalgalanmaların konjonktürde şiddetinde gözlenen gözlenen yapısal değişim çevrimsel azalmayı genel hatlarıyla açıklamaktadır. Refah devleti politikaları, para politikasının kredibilitesinde artış, merkez hedeflemesine bankası geçiş bağımsızlığına gibi uygulamalar önem yapısal verilmesi, enflasyon değişimlere örnek gösterilmektedir (Dalsgaard vd., 2002). Çıktının kompozisyonunda imalattan hizmetlere doğru gözlenen kaymanın da çıktıdaki volatiliteyi azaltan yapısal bir değişim olduğu vurgulanmaktadır (Black ve Dowd, 2009; Egert ve Sutherland’den aktarım, 2012: 8). Stok yönetiminde kaydedilen gelişmelerin çıktı volatilitesindeki düşüşe katkıda bulunduğunu savunanların yanısıra (Dalsgaard vd. 2002) makro iktisadi değişkenliğin stok yönetimiyle ilişkisiz olduğunu iddia edenler de bulunmaktadır (Barrell ve Gottschalk, 2004). Benzer biçimde, finansal piyasaların derinleşmesinin riskin dağıtılmasına yol açarak tüketim ve yatırıma istikrar getirdiğini savunanlar bulunduğu gibi dış ticaretin ve finansal entegrasyonun artışının bir ülkeyi dış şoklara karşı daha duyarlı hale getirdiğini iddia edenler de bulunmaktadır (Blanchard ve Simon, 2001). Canova’ya göre, politika değişkeninin iş çevrimi volatilitesindeki düşüşü açıklamada yetersiz kaldığı hallerde ülke ekonomilerini etkileyen ortak şokların niteliği de göz önünde bulundurulmalıdır23 (Canova, 2009). 81 Özetle, küreselleşme sürecinin iş çevrimi değişkenliğini artırıp artırmadığı tartışmalıdır. Küreselleşmenin çevrimleri istikrarlandırdığını iddia edenler; ülke dışında yeni piyasaların yaratılmasıyla ekonominin iç talebe bağımlılığının azaldığını, arz için yeni kaynakların bulunduğunu ve sermaye piyasalarındaki küreselleşmenin piyasada balon oluşması riskini azaltarak likiditeyi artırdığını savunmaktadır. Ancak, dışa açılmanın faydaları olduğu kadar kırılganlıkları artırdığı da bir gerçektir (Zarnowitz, 1999: 6). Nitekim ekonomik istikrarı artırdığı iddia edilen bütün bu gelişmelere karşın, dalgalanmaların sona ermediği, hatta küreselleşmenin ivme kazandığı 20. yüzyıl sonlarından itibaren, özellikle gelişmekte olan ülkelerin finansal krizlerle sarsıldığı ve krizlerin bulaşma etkisiyle dünya geneline yayıldığı gözlenmektedir. Bir ülkede ortaya çıkan krizin başka ülkelerde krizi tetiklemesine bulaşma etkisi adı verilmektedir. Krizlerin aktarımında dış ticaret kanalı ya karşılıklı ithalat ve ihracat yapan ülkeleri doğrudan etkilemekte ya da aynı pazarlarda birbirlerine rakip mallarla faaliyet gösteren ülkeler arasında dolaylı bir etki yaratmaktadır. Ayrıca krizlerin temel iktisadi parametreleri doğrudan etkilemeksizin başka ekonomilerde bulaşma etkisi yaratması da olanaklıdır. Bir ülkede meydana gelen krizin diğer bir ülkeye ilişkin risk algısını bozup beklentileri değiştirerek kendi kendini besleyen krizlere yol açabilmesi bu tip bir bulaşma etkisini göstermektedir. Örneğin, 1990’lı yıllarda ve 2000’lerin başında Latin Amerika, Doğu Asya, Rusya ve Türkiye’de gözlenen krizler finansal liberalizasyon sürecinde artış gösteren kırılganlık düzeyiyle ilişkilendirilmektedir. Üstelik 2008 finansal krizi küreselleşmeden kaynaklanan değişkenliğin yalnızca zamansız ve kontrolsüz liberalleşen gelişmekte olan ülkeler için risk yaratmadığını, finansal piyasaları derin, ileri düzeyde sanayileşmiş ekonomilerin de tehdit altında olduğunu göstermiştir. Bu konjonktürün de etkisiyle, mevsimsel, tesadüfî ve sektörel dalgalanmaların yanısıra büyüme hızındaki dalgalanmalar iktisat literatürünün gündeminde yer almaya devam etmektedir. İş çevrimleri ile küreselleşme ilişkisi bağlamında tartışılan bir başka önemli konu iş çevrimlerinin küreselliğinin sorgulanmasıdır. Literatürde ‘‘iş 82 çevrimi senkronizasyonu’’ başlığıyla kavramlaştırılan bu olgu küreselleşme sürecinde ulusal ekonomilerin birbirleriyle bağlantılarının artışından kaynaklanmaktadır. Konunun literatürde uyandırdığı ilgiye rağmen, pek çok teorik iş çevrimi modelinde parasal faktörler ile uluslararası ticaret unsurlarının analiz dışı bırakıldığı gözlenmektedir. Oysa benzer ekonomik yapıya sahip olmanın, dış ticarete açıklığın, sektörler arası yoğun ticaret ve faktör hareketliliği gibi unsurların iş çevrimi senkronizasyonunu artırdığı bilinmektedir. Ayrıca, finansal piyasa entegrasyonu bir yandan risklerin dağıtılmasına olanak sağlarken bir yandan da güçlü bir aktarım mekanizması yaratarak bölgesel şokları küresel şoklara çevirmektedir. Bu bağlamda, iş çevrimleri ile küreselleşme ilişkisinin irdelenmesi amacıyla öncelikle küreselleşme sürecinin iş çevrimlerini hangi mekanizmalarla etkilediğinin araştırılması gerekmektedir. 3.1. KÜRESELLEŞME SÜRECİNİN İŞ ÇEVRİMLERİNİ ETKİLEME KANALLARI Doğru ve etkili politika seçimlerinin yapılması açısından uluslararası iş çevriminin ülkeler arası aktarım mekanizmasının anlaşılması önem taşımaktadır. Dışa açık ekonomilerin dış bağlantılar kanalıyla küreselleşme sürecinden etkilenmesi beklenmektedir. Dış etkiler söz konusu olduğunda teorik açıdan öne çıkan aktarım kanalları dış ticaret etkisi ile finansal bağlantılardır. Ancak, bu etkilenmenin ne düzeyde gerçekleşeceği ampirik bir soru olup zaman serilerinin analizini gerektirmektedir. İş çevrimi senkronizasyonunda gözlenen değişimin ne kadarının mal ve varlık ticaretiyle açıklanabileceğini ve farklı aktarım mekanizmalarının gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler açısından göreli önemini araştıran Imbs, çevrim korelasyonlarındaki artışın özellikle gelişmiş ülkeler açısından geçerli olduğunu savunmaktadır. Imbs’e göre iş çevrimi senkronizasyonu gelişmiş ülkeler için finansal bağlantılarla, gelişmekte olan ülkeler için ise dış ticaret 83 etkisiyle ilişkili olma eğilimindedir (Imbs, 2010). II. Dünya Savaşı sonrası verilere göre ara mallarında dış ticaret yoğunluğu ülkeler arası şokların aktarımını açıklamada önem taşımaktadır (Canova ve Dellas, 1993). Güncel ampirik çalışmalar şokların ara mal ticaretine etkilerinin üretim bağları kanalıyla dünyanın geri kalanına yayıldığını göstermektedir (Levchenko, Lewis, Tesar, 2009; Bems, Johnson, Yi, 2010). Örneğin, orta vadedeki teknoloji şoklarının aktarımından üretimdeki bağımlılıkların, kamudaki şokların aktarımından ise tüketimdeki bağımlılıkların sorumlu olduğu düşünülmektedir (Canova, Marrinan, 1996). Ülkeye özgü şokları daha geniş bölgelere yayan bağımlılık ilişkileriyle şekillenen aktarım mekanizmalarının yanısıra çok sayıda ülkeyi eş anlı etkileyen ortak dış şoklar da dikkat çekmektedir. Özellikle, 1973 sonrasında dünya konjonktüründe gözlenen ortak şokların uluslararası çıktı hareketinde rol oynadığı düşünülmektedir. Bu bağlamda uluslararası iş çevrimine sebep olan aktarım mekanizmaları açısından hem dış ticaretin hem de finansal piyasa aracılığının incelenmesi gerekli görülmektedir. 3.1.1. Dış Ticaret Kanalı Literatürdeki ilk çalışmalarda iş çevrimlerinin eş anlı hareketine sebep olan aktarım mekanizması olarak dış ticaret gösterilmiştir. Bu ilişkiyi ampirik açıdan inceleyen çok sayıda çalışma bulunmaktadır. Örneğin, Frankel ve Rose (1998) OECD ülkelerinde iş çevrimi senkronizasyonunu dış ticaret yoğunluğuyla açıklamaktadır24. Imbs’e göre dış ticaret yoğunluğu uluslararası iktisadi faaliyetin beraber hareketinin önemli bir belirleyicisidir. Imbs, özellikle gelişmekte olan ülkelerde şokun temel aktarım mekanizmasının mal ticareti olmasını diğer dışa açıklık göstergeleri içinde mal ticaretinin göreceli olarak daha az engellenmesine bağlamaktadır (Imbs, 2010). Çevrimlerin aktarımında dış ticaret kanalının önemini vurgulayan çalışmalara rağmen, iki ülke arasındaki dış ticaret bağlantısının kuvvetli olmasının iş çevriminde daha fazla senkronizasyona sebep olacağına ilişkin kesin ampirik kanıt 84 bulunmamaktadır. Örneğin genel olarak, bir ülkenin dış ticaret ortaklarında gözlenen GSYH düşüşünün söz konusu ülkenin mallarına olan talebi azaltarak iş çevrimi senkronizasyonunu artırması beklenmektedir. Oysa, dış ticaretin belirli sektörlerde uzmanlaşmaya yol açtığı hallerde sektörel şoklar ülkeler arasındaki çevrimlerin korelasyonunu azaltabilmektedir (Krugman, 1996). Esasen, iş çevriminin senkronizasyonunu belirleyen ülkeler arasındaki dış ticaretin hacminden çok niteliğidir. Aynı veya benzer nitelikteki sektörlerde karşılıklı ticaret söz konusuysa çevrim korelasyonlarının daha yüksek olması beklenirken sektörler arası ticaret ağırlıklıysa çevrimlerde korelasyon öngörülmemektedir. Başka bir deyişle, iş çevrimini tetikleyen şoklar sektörel nitelik taşıdığında senkronizasyonunda sektörel uzmanlaşma yapıları belirleyici olmaktadır. Nitekim iş çevrimleri diğer aktarım mekanizmaları ve dış ticaret yoğunluğu sabit tutulsa bile sektörel üretimleri birbirine benzer olan ülkelerin çevrimleri daha senkronize olma eğilimindedir. Örneğin, Kanada ve ABD’deki sanayi yapılarının benzer olması dalgalanmaların eş anlı seyretmesinde etkilidir. Bu sebeple Imbs, uluslararası iş çevriminin kaynağı olarak yalnızca dış ticaretin yoğunluğunu gösteren teorileri eleştirmekte ve gelişmiş ülkelerde sektörel üretim yapısının benzerliğinden yola çıkarak sektöre has küresel iş çevrimlerine dikkat çekmektedir (Imbs, 2001). Ayrıca, bölgeselleşme hareketleri küreselleşme sürecinin bir parçası olarak ele alındığında dünyanın tüm bölgelerine ilişkin bir genellemede bulunulamayacağı ortaya çıkmaktadır. Örneğin, Avrupa ülkeleri ile Amerika kıtasındaki çevrim senkronizasyonunun yüksekliği; dış ticaret yoğunluğu, coğrafi yakınlık ve ortak kurumlar gibi faktörlerin etkili olduğunu gösterirken Asya bölgesinde bölgeye özgü küresel nitelikli bir iş çevriminden bahsedilememektedir (Imbs, 2001). Özetle, dış ticaret kanalının çevrimlerin senkronizasyonu üzerindeki etkisi belirsizdir ve araştırmaya konu olan ülkelerin özel durumları da göz önüne alınarak ampirik açıdan irdelenmesi gerekmektedir. Ayrıca, iktisat teorisinin uluslararası iş çevrimlerine neyin sebep olduğu hakkında kesin bir yanıt ortaya koyamaması iş çevrimi senkronizasyonuna ilişkin ampirik 85 çalışmaların sonuçlarının tartışmalı olmasına yol açmaktadır. Örneğin dış ticarette arz şoklarının mı yoksa talep şoklarının mı daha belirleyici rol oynadığı muğlaktır 25. 3.1.2. Finansal Bağlantı Kanalı Yeni finansal araçların geliştirilmesi, ulusal finansal pazarların deregülasyonu, uluslararası bankaların gelişimi, küresel bir finans sistemini oluşturan unsurlardır. Günümüzde ulusal makro iktisadi politikaların belirlenmesinde önemli rol oynayan döviz kurları ve faiz oranları küresel finans piyasalarında belirlenmektedir. Finansal küreselleşmenin tarihçesi incelendiğinde, üç önemli süreç göze çarpmaktadır. Bunlardan ilki, 1800’lü yılların sonlarından 1. Dünya Savaşına kadar geçen dönemdir. Bu dönemde kaynağı İngiltere, Hollanda ve Almanya gibi belli başlı ülkeler olan sermaye daha çok doğrudan yabancı yatırımlar şeklinde hareket etmiştir. İki dünya savaşı arasında geçen zaman zarfında sermaye hareketleri yavaşlamış, kontroller artmıştır. Üçüncü dönem ise 2. Dünya Savaşı’nın bitiminden bugünlere kadar geçen dönemdir. 1950’lerde Soğuk Savaş döneminin rekabetçi ve gergin ortamı Sovyetler Birliği’nin elindeki dolarları ABD yerine Batı Avrupa bankalarında değerlendirmesine yol açmıştır. ABD’de yürürlükte olan Regulation – Q etkisiyle faizlerin düşük seyretmesi sonucu euro – dolar piyasaları gelişmiştir. Böylece Avrupa’da bankalar kabul ettikleri dolarları yerli para birimine çevirmektense dolar olarak değerlendirmeyi tercih etmiştir. Bu şekilde dolaşıma giren euro- dolarlar euro- döviz piyasalarının temelini oluşturmuştur. Bretton Woods sistemi 1960’ların sonlarına kadar döviz fiyatları ve faiz oranlarının denetim altında tutulmasını sağlayarak ekonominin dinamikleri açısından gerekli istikrarın sağlanmasında etkili olmuştur. Bu dönemde düşük seyreden reel faiz oranları ve dolaysız yatırımlar büyümeyi artırmıştır. Ancak, Vietnam Savaşı’nın da etkisiyle ABD’de enflasyon yükselmiş, iç ve dış borç birikerek dolar sabit altın fiyatına karşı spekülasyona açık hale gelmiş ve Bretton Woods sistemi 1971’de çökmüştür. 86 Bretton Woods sisteminin çöküşünü takiben yaşanan petrol şokları petrol fiyatlarını artırarak petrol ihracatçısı ülkelerin elinde büyük miktarda fon birikmesine sebep olmuştur. Petrol ihracatçısı ülkeler petro-dolarları yeniden dolaşıma sokarak ellerindeki fon fazlasını uluslararası sermaye piyasalarına yatırmıştır. Bretton Woods sonrası kurların serbest dalgalanmaya geçişiyle beraber istikrarsızlaşan finansal piyasalar spekülatif kazanç isteğini güdülemiş ve serbest salınan döviz kurlarının yatırımcı açısından döviz kuru riski yaratması sonucu ‘hedge’ işlemlerine ihtiyaç duyularak türev araçlar geliştirilmiştir. Böylece Bretton Woods sonrası dönemde finansal piyasaların derinleşmesi, yaygınlaşması ve çeşitlenmesi için gerekli tüm koşullar gerçekleşmiştir. Bu süreçte 1970’lerin durgunluk döneminden çıkış hareketi olarak ABD önderliğinde gelişen sermaye hareketleri ön plana çıkmış ve finansal küreselleşmenin yaygınlaşmasına hizmet etmiştir. Özellikle 1970’li yıllarda, gelişmiş ülkelerde kâr oranlarının düşmesi ve buna bağlı olarak yatırım yapılacak sahaların daralması, finansal küreselleşmeyi konjonktürel açıdan gerekli kılmıştır. Petrol fiyatlarının hızlı yükselişiyle beraber petrol ihracatçısı ülkelerin elinde biriken petro-dolarların dolaşıma sokulması ihtiyacı, Bretton Woods sonrası esnek döviz kuru rejimlerinin de etkisiyle finansal serbestleşmeyi hızlandırmıştır. Ayrıca literatürde ikiz açık olarak nitelendirilen ve gelişmekte olan ülkelerin çoğunda bir arada seyreden bütçe açıkları ile cari açıklar da finansal küreselleşmenin itici unsurları arasında sayılmaktadır. Günümüzde milyarlarca dolar değerindeki işlemler elektronik devreler vasıtasıyla saniyeler içinde küresel düzeyde gerçekleştirilmekte olup, Castells’in de vurguladığı gibi bu düzeyde bütünleşmiş finansal piyasalar tarihte ilk defa gözlenmektedir. Küreselleşmenin teknolojik altyapısını oluşturan mobil telefonlar, internet bağlantıları ve medya ağları tarihte ilk kez ortaya çıkmış ve iletişimin maliyetindeki bu hızlı düşüş finans piyasalarında kârlılık arayışı için hareketliliği olanaklı kılmıştır (Castells, 2008: 92). Finansal küreselleşmeyle, bankacılık sektöründe regülasyonların tasfiye edildiği, kâr marjlarının düşüp rekabetin arttığı bir döneme girilmiştir. Bu gelişmelerle 87 beraber, sermaye hareketlerinin liberalizasyonu sürecinde ülkelerin krize karşı kırılganlığı da artmıştır. Sanayileşmiş ülkelerde kâr oranlarının düşmesine çözüm olarak yeni finansal kurumlar ve finansal araçlar geliştirilmiştir. Örneğin 1980’ lerde 200 milyar dolar gibi bir rakam olan türev araçlar mali piyasaların en hızlı büyüyen ürünü olarak 2013 yılının Haziran ayı itibarıyla 693 trilyon dolar hacme ulaşmıştır (BIS Statistics). Benzer biçimde özel varlık fonları (private equity funds) ve ihtiyat fonları (hedge funds) da finansal riskliliği artıran kurumlardır. Yeldan’a göre, birinci küreselleşme evresinde paranın değeri reel bir mal olan altın standardına bağlıyken, ikinci küreselleşme evresinde kağıt para ile işlemlerin nominal değişim değeri üzerinden yürütülmesi ulusal paranın değişim haddinde belirsizlik yaratarak spekülasyon riski doğurmaktadır (Yeldan, 2000: 35). Spekülatif kazanç güdüsüyle serbestçe dolaşan sermayenin reel sektörle bağları kopmakta ve finansal küreselleşme süreci finansal krizlerin tetikleyicisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Finansal küreselleşmenin ekonomi üzerindeki etkileri; döviz kuru değişimi kanalıyla cari açıkta hareketler, bütçe açıkları ve enflasyon düzeyi üzerindeki etkiler, faiz oranı kanalıyla portföy yatırımları ve doğrudan yatırımlar kanalıyla büyüme oranlarının etkilenmesi olarak özetlenebilir. Birincil etkilerinin yanısıra daha uzun vadeli ikincil yayılma etkileri de olan finansal küreselleşme hareketleri, kırılgan durumda olan ülkelere finansal istikrarsızlık taşıyarak iş çevrimlerinin ülkeler arasında bulaşmasına yol açmaktadır. Küreselleşmenin baş aktörlerinden uluslararası kuruluşların uyguladığı politikalar da, ülkeler arası finansal bağlantıları güçlendirerek belli bir coğrafyada meydana gelen şokların etkisini daha geniş alana yaymaktadır. Örneğin, IMF ve Dünya Bankası gibi kurumların kredi almak isteyen ülkelere dayattıkları şartlar, çok sayıda ülkede küçük bütçe, devalüasyon, özelleştirme, deregülasyon, ticari ve finansal serbestleşme gibi benzer unsurları içermekte, ulus devletlerin iktisadi bağımsızlığı törpülenerek ortak para ve maliye politikaları dayatılmaktadır. Bütün bu unsurlar, şokların yayılmasına yol açarak küreselleşme ile iş çevrimleri ilişkisini kurmaktadır. 88 1980’li yıllarla beraber finansal serbestleşmeye geçen pek çok ülkede krizlerin yaşanması regülasyonların literatürde tasfiyesinde serbestleşmenin izlenecek zamanlamasına sıralamaya ilişkin ve tartışmalar doğurmuştur. Hızlı finansal serbestleşmenin Arjantin, Şili, Meksika ve Türkiye gibi özellikle gelişmekte olan ülkelerde artırması bu tartışmalara istikrarsızlıkları makro dengeleri dayanak bozarak oluşturmuştur. Küreselleşme sürecinde finansal kırılganlıkların artışıyla beraber gözlenen krizler sonucunda uluslararası kuruluşların Washington Mutabakatına ilişkin prensipleri dayatma güçleri daha fazla artmaktadır. Bu koşullar özellikle tasarruf ve yatırım oranları düşük, cari açıkları yüksek, aşırı risk yüklenen gelişmekte olan ülkelere kullandırılan kredilerin ön şartı olarak yapısal uyum adı altında dayatılmaktadır. Literatüre göre, finansal bağlantılar kanalının iş çevriminin aktarımında oynadığı rolün önemi tartışmalıdır. Teorik açıdan, çevrimleri senkronizasyon gösteren ülkelerdeki karşılıklı sermaye hareketinin yoğun olması beklenmese de, finansal entegrasyon iş çevrimi korelasyonunun neden özellikle gelişmiş ülkeler arasında gözlendiğini ampirik olarak açıklamaktadır. Ancak bazı durumlarda özellikle OECD ülkeleri için geçerli olan üretim yapısı benzerlikleri iş çevrimi dalgalanmalarını finansal entegrasyondan daha kuvvetli biçimde açıklamaktadır. Çevrim senkronizasyonunda ülkeler arasındaki coğrafi uzaklığın belirleyiciliğini vurgulayanlar ise günümüzde gözlenen çevrim korelasyonlarını (en azından refah düzeyi yüksek OECD ülkeleri arasındakileri) açıklamada sermaye akımlarının rolünün en fazla coğrafi uzaklık kadar olduğunu savunmaktadır (Portes ve Rey, 1999). 1970’lerde finansal liberalizasyon politikaları yoğun biçimde tartışılmıştır. Finansal serbestleşmenin özellikle gelişmekte olan ülkelerde büyümeyi olumlu etkileyeceğini savunulmuştur (McKinnon, 1973; Shaw, 1973). Ancak finansal serbestleşmeyle beraber finansal krizlerin sıklığında, şiddetinde ve değişkenliğinde gözlenen artış küreselleşme ile iş çevrimleri arasındaki ilişkinin sorgulanmasına yol açmıştır. Örneğin, Wyplosz’a göre 89 1990’lardaki krizlerin sebebi finansal piyasalarda risk alımını özendiren hızlı liberalleşmedir (Wyplosz, 2001). İktisat teorisi genel olarak, finansal serbestleşmeden iş çevrimi değişkenliğine doğru bir nedenselliği vurgulasa da Buch’a göre tam tersi de söz konusu olabilir. Örneğin iç şoklarını şiddetli yaşayan ülkeler riski dağıtmak için yabancı sermayeye daha çok ihtiyaç duyabilmektedir (Buch, 2002). Ayrıca, bankacılık ve finans sektörünün reel ekonomiyle bağlantısı reel ekonomide gözlenen çevrimlerin banka kredisinde de çevrimselliğe yol açmasına sebep olabilmektedir. Asea ve Bloomberg (1998)’e göre banka kredisi reel çevrimi, reel çevrim de banka kredisini etkilemektedir. Bankalar ile sermaye piyasalarının reel faaliyeti etkileyebileceği iki önemli kanal banka borç verme kanalı ve finansal hızlandıran veya bilanço kanalı adı da verilen daha kapsayıcı ödünç verme kanalıdır. Bankacılık sektörü çevrimle aynı yönlü hareket ederek reel çevrimin etkisini artırmaktadır. Nitekim, bankacılık sektöründe gözlenen şiddetli serbest rekabet ile küresel sermaye hareketlerinde gözlenen artışın 20. ve 21. yüzyılın finansal krizleriyle ilişkili olduğu görülmektedir (Kregel, 1998). Cetorelli ve Goldberg (2010) küresel ölçekte çalışan bankaların finansal şokun aktarımında oynadığı rolü vurgularken Giannone, Lenza, Reichlin (2011), kredi piyasalarındaki regülasyonun şokların uluslararası aktarımını sınırlandırdığını göstermektedir. Lane ve Milesi-Ferretti (2010)’ye göre kriz öncesi kredi koşulları ve dışsal kırılganlıklar kontrol altına alındığında finansal bağlantılar çevrimlerin aktarım mekanizması olarak önemini yitirmektedir (Imbs 2010). Uluslararası sermaye hareketlerinin iş çevrimine etkisini finansal piyasa kusurları çerçevesinde ele alan çalışmalar bulunmaktadır (Brennan ve Aranda 1999, Razin, Sadka, Yuen 1998). Uluslararası çerçevede finansal piyasa kusurları ile makroiktisadi istikrarsızlığın ilişkisini Aghion, Bacchetta ve Banerjee (1999) incelemiştir. Kouparitsas’ın (1996) artan ticaret ile finansal akımların etkisini gelişmiş ve gelişmekte olan ülke ayrımı yaparak incelediği reel iş çevrimi modelinde Kuzey - Güney ticareti asimetriktir ve finansal piyasaların yokluğunda Güneyde yaşanan iş çevrimleri kuzeyin ekonomisiyle 90 doğrudan ilgilidir. Bu durumda özellikle güneyde ticaret haddi oldukça değişkendir. Finansal piyasalardaki entegrasyon ise riskin daha iyi dağıtılmasına sebep olmaktadır. Ampirik açıdan bu modelin önermesi küçük veya az gelişmiş ülkelerde iş çevrimi değişkenliğinin daha yüksek olduğu ancak finansal dışa açılma ile beraber bu değişkenlikte düşüş gözleneceği yönündedir. Crucini (1997)’nin bulguları da bu doğrultudadır. Bacchetta ve Caminal’e göre ise, sermaye piyasasındaki aksaklıkların şokların etkisini her zaman artırdığı doğru değildir. Ekonominin maruz kaldığı şokun niteliğine göre, finansal piyasalardaki aksaklıkların şiddetlendirmesi de yatıştırması da mümkündür çıktı dalgalanmalarını (Bacchetta ve Caminal, 1998: 463). Başka bir deyişle, teorik olarak finansal entegrasyonun iş çevrimi değişkenliğini nasıl etkileyeceği açık değildir. Finansal entegrasyonun borçlanmayı kolaylaştırarak iç şoklara karşı tampon görevi görmesi kadar dış kaynaklı sermaye akımlarının iç şokların negatif etkisini şiddetlendirmesi de öngörülen senaryolar arasındadır. Sermaye giriş ve çıkışlarının da etkisiyle dışa açık bir sermaye piyasasının yatırımdaki oynaklığı artırırken tüketimi düzleştireceği ve tanım gereği cari açığı daha değişken hale getireceği yönünde iddialar bulunmaktadır (Basu ve Taylor, 1999: 22). Imbs, hem mal ticaretini hem de uzmanlaşmayı artıran finansal entegrasyonla beraber çıktıdaki dalgalanmaların korelasyonunun nasıl arttığını göstermektedir (Imbs, 2006). Ampirik çalışmaların yetersizliği uluslararası finansal entegrasyonun ölçümündeki eksikliklerden kaynaklanmaktadır. Bu eksikliği gidermeye yönelik alternatif yaklaşımlar IMF tarafından basılan ve sermaye hesabına sınırlamaları gösteren endeksler ile net dış pozisyonun ikâmeleridir. Köse, Prasad, Terrones (2003) finansal olarak dışa açık ülkelerin, özellikle de G7 ülkelerinin daha fazla çevrimsel senkronizasyon gösterdiğini vurgulamaktadır. Bordo ve Helbling (2003), çevrim senkronizasyonunda uzun vadeli artış tespit etmekte ancak bu artışın çok az bir kısmının sermaye kontrolleriyle ikâme edilen finansal entegrasyon endeksiyle açıklanabileceğini tespit etmektedir. Adam vd. (2002), finansal entegrasyonu ifade etme amacıyla kullanılan temel 91 yaklaşımlar içinde doğrudan gözlenebilir, ülkeler arasında toplulaştırılmıştan ziyade karşılıklı, akımdan çok stokları kapsayan nitelikte olanları tercih etmektedir. Rose (1999) ise artan dış ticaretin dolaylı etkisi üzerinden parasal birliklerin önemini vurgulamaktadır. Boratav ve Yeldan’a göre, finansal liberalizasyon gerekli kaynağa erişimi sağlayarak yatırımların ve verimliliğin artırılması yoluyla büyümeyi hızlandırmak amacıyla uygulanmış ancak özellikle gelişmekte olan ülkelerin kısa vadeli sermaye akımına maruz kalması, finansal istikrarın azalmasına ve finansal krizlere sebep olmuştur. Çünkü, başlangıçtaki beklentilerin aksine finansal liberalizasyon sabit sermaye yatırımlarına kaynak sağlamak yerine spekülatif finansal araçlara yönelmiştir (Boratav ve Yeldan, 2001). Özellikle gelişmekte olan ülkelerde sermaye akımlarını çekebilmek amacıyla sürekli yüksek faiz politikası izlenmesi, borçlanmayı artırmakta ve gerek kamuda gerekse özel kesimde biriken borcun çevrilebilmesi için faizin sürekli yükseldiği bir kısır döngüyü harekete geçirmektedir. Borcun, merkez bankasının elinde tuttuğu yabancı döviz rezervlerinin ve faiz oranlarının sürekli olarak arttığı bu sarmaldan çıkış ancak risk algısının mevcut balonun daha fazla şişirilmesine imkân vermeyecek düzeyde yükselmesiyle gerçekleşmektedir ki bu da çoğu durumda finansal krizle sonuçlanmaktadır. 3.2. İŞ ÇEVRİMİ DEĞİŞKENLİĞİ VE KÜRESELLEŞME Küreselleşmenin iş çevrimi değişkenliği üzerindeki etkisi tartışmalıdır. Küreselleşme karşıtlarının genel yaklaşımı zamanından önce ve hızlı bir finansal serbestleşmenin özellikle gelişmekte olan ülkeleri uluslararası sermaye akımlarının istikrarsızlığına karşı kırılganlaştırdığı, küreselleşme sürecinde finansal krizlerin daha sıklıkla görüldüğü ve iş çevrimindeki değişkenliğin arttığı şeklindedir. Küreselleşme yanlıları ise, finansal entegrasyonun, risk dağıtımına yol açarak makroiktisadi göstergelerdeki oynaklığı azaltacağını savunmaktaysa da gelişmekte olan ülkelerde bu etki 92 gözlenmemiştir. Küreselleşme ile makro iktisadi değişkenliğin ilişkisini inceleyen çalışma sayısı küreselleşme ve büyüme ilişkisini inceleyen çalışmalara kıyasla az olup belirli bir ampirik bağlantı tespit edilememiştir. Razin ve Rose (1994), dış ticaret ve finansal açıklığın çıktı, tüketim ve yatırım değişkenliği üzerindeki etkisini 1950 - 1988 arasında 138 ülke için incelemiş ve tutarlı bir ilişki tespit edememiştir. Gavin ve Hausmann (1996), 1970-1992 arası dönemde gelişmekte olan ülkelerde çıktı değişkenliğinin kaynaklarını araştırmış ve sermaye akımları ile çıktı değişkenliği arasında pozitif ilişki tespit etmiştir. Easterly, Islam, Stiglitz (2000), 1960-1997 döneminde 74 ülke için çıktıdaki değişkenliğin kaynaklarını incelemiş ve finansal sektörün gelişmişlik düzeyi ile değişkenlik arasında negatif ilişki tespit etmiştir. O’Donnell (2001), 1971–1994 arasında finansal entegrasyonun çıktı değişkenliğine etkisini incelemekte ve OECD ülkeleri için daha fazla finansal entegrasyonun çıktıda daha düşük değişkenlikle, OECD üyesi olmayan ülkelerde ise daha yüksek değişkenlikle ilişkili olduğunu tespit etmektedir. Bu tespitten hareketle de finansal sektörü daha gelişmiş olan ülkelerin finansal entegrasyonun artışı sayesinde çıktı değişkenliğini azaltabileceğini savunmaktadır (O’Donnell, 2001). Buch, Döpke, Pierdzioch (2002), 25 OECD ülkesi için finansal açıklık ile çıktı değişkenliği arasındaki ilişkiyi incelemiş ancak tutarlı bir ampirik ilişki tespit edememiştir. Köse, Prasad, Terrones’in (2003), 1960-1999 dönemi için uluslararası finansal entegrasyonun makroekonomik değişkenlik üzerindeki etkilerini inceledikleri çalışmada çıktıdaki büyümenin değişkenliğinin 1990’larda düştüğü, ancak gelişmekte olan ülkeler arasında finansal açıdan sisteme daha entegre olanlar için tüketimdeki değişkenliğin arttığı tespit edilmektedir. Sermaye akımlarının GSMH’ye oranı ile ölçülen finansal açıklık oranı tüketimdeki oynaklığın çıktıdaki oynaklığa oranının artışıyla belli bir eşik değere kadar ilişkili bulunmaktadır. Bu ilişki, finansal entegrasyonun risk çeşitlendirme ve tüketim düzleştirme olasılıklarının bu eşikten sonra gözlenmesiyle açıklanmaktadır. Yazarlar bu analizden hareketle gelişmekte olan ülkelerin dünya finans piyasalarına daha fazla eklemlenmesi gerektiğini savunmaktadır. 93 Çevrimlerin değişkenliğinin düştüğünü savunan çalışmalar bu düşüşün sebepleri üzerinde uzlaşamamaktadır. Kahn, McConnell ve Perez- Quiros’a (2001) göre enformasyon devrimi şokların yayılma biçimini değiştirmiştir. Standart neoklasik tekniklerindeki modelden gelişmelerin savunulmaktadır. farklı olarak değişkenliğin Campbell ve Hercowitz özellikle stok yönetim düşüşünde etkili olduğu (2005), 1980’lerin finansal reformlarının hanehalkının borçlanmasının önündeki engelleri kaldırarak yayılma mekanizmasını değiştirdiğini savunmaktadır. Blanchard ve Simon’a göre (2001), stok yönetim tekniklerinde gelişmeler, para politikasında değişimler ve kamu harcamalarının değişkenliğindeki azalma iş çevrimini istikrarlandırmıştır. Ancak, Stock ve Watson’a (2002), göre çevrim değişkenliğindeki düşüş tesadüfidir. 3.3. İŞ ÇEVRİMLERİNİN KÜRESELLİĞİ Dünyanın çeşitli bölgelerinde gözlenen iş çevrimlerinin beraber hareket etmesi küresel bir iş çevriminin varlığına işaret etmektedir. Küresel bir iş çevriminin söz konusu olduğu hallerde salt ülke içi politikalara odaklanmak yerine iş çevriminin lokomotifi ve öncüsü olan ekonomilerin yapısının ve politikalarının takip edilmesi önem kazanmaktadır. Ancak, ampirik çalışmalar kendi iş çevrimleri dünya iş çevrimlerine yön verici konumda bulunan bir veya birkaç ülke ortaya koymamaktadır (Gregory, Head, Raynaud, 1997: 3). İş çevrimi senkronizasyonunu tespit eden ancak aktarım mekanizmasına ilişkin ampirik kanıt ortaya koyamayan çalışmalara Dellas (1986, 1987) ve Gerlach (1988) örnek verilebilir. Aktarım mekanizmasına dair ampirik kanıt ortaya konulamadığında uluslararası iş çevrimi senkronizasyonu ortak şoklar ve reel iş çevrimi teorisiyle açıklanmaktadır. Dellas’ın (1986) ortak şoklar teorisine göre teknoloji şokları ile arz şokları tüm dünyayı etkilemektedir. Selover ve Jensen (1999), ortak teknoloji şoku açıklamasını geçersiz bulmakta ve dalgalanmaya meyilli ekonomilerin zayıf ilişki halinde dahi senkronizasyona yol açacak şekilde 94 birbirlerinin çevrimlerini etkilediğini ortaya koymaktadır. Reel iş çevrimi teorileri ise küresel iş çevrimini teknoloji ve arz şoklarıyla açıklaması sebebiyle eleştirilmektedir. Çünkü kapalı ekonomiler söz konusu olduğunda çevrimin tetiklenmesi için bir şok olgusuna ihtiyaç duyulsa da açık bir ekonomide çevrimin oluşumu için büyük bir teknoloji veya arz şokuna gerek yoktur. İş çevrimi senkronizasyonuna ilişkin bir başka tartışma konusu, küçük ülkelerin küresel çevrimden daha fazla etkilenip etkilenmediği üzerinedir. Gerlach (1988), büyük ülkelerde riskin daha fazla dağıtıldığını, küçük ülkelerde ise dış etkilere karşı daha açık kalındığını bu sebeple küçük ülkelerin küresel çevrimlerden daha fazla etkileneceğini savunmaktadır. Fakat, Avusturya, Danimarka ve İsviçre gibi ülkelerin büyük ülkelerden bile daha istikrarlı olan ekonomileri bu tezi desteklememektedir. Dolayısıyla küçük veya büyük ülkenin küresel iş çevriminden daha çok etkilendiği yönünde genelleme yapmanın doğru olmadığı görülmektedir (Gregory, Head, Raynaud, 1997). Küreselleşme sürecinde çevrimsel dalgalanmaların uluslararası senkronizasyonunda bir artış eğilimi gözlenmediğine ilişkin çok sayıda ampirik çalışma bulunmaktadır (Doyle ve Faust 2002, Heathcote ve Perri 2004). IMF 2001’e göre, küreselleşme sürecinde aktarım kanalları yoğunlaştıysa da küresel bir çevrim gözlenmemektedir, hatta ülkelerin bireysel şokları (örneğin birleşme döneminde Almanya) entegrasyon sürecini gecikmeye uğratmaktadır (Buch, 2002: 8). Ancak, özellikle G-7 ülkeleri için ülkeye özgü faktörlerin yanısıra küresel iş çevrimi olarak nitelendirilebilecek ortak unsurların etkili olduğu gözlenmektedir. Örneğin, Mitchell ve Mouratidis (2003) Avro bölgesinde yalnızca sanayi üretiminde bile iş çevrimi korelasyonunda artış tespit etmektedir. Köse, Otrok, Whiteman (2003), G-7 ülkeleri için küreselleşmenin iş çevrimi senkronizasyonunu artırdığını tespit etmektedir. Imbs’e göre ise, 2008 sonundan bu yana özellikle gelişmiş ülkeler arasındaki iş çevrimlerinin korelasyon düzeyi son otuz yılda hiç gözlenmediği 95 kadar yüksektir. Senkronizasyondaki bu artış ortak şokların gözlendiği 1973 sonrası dönemde bile gözlenmiş değildir. Hem mal hem de varlık ticaretinin bu senkronizasyonu artırdığı düşünülmektedir. OECD ülkeleri arasında gözlenen ciddi boyuttaki senkronizasyon finansal entegrasyonla açıklanmaktadır. Gelişmekte olan ülkeler arasında gözlenen daha zayıf bağlar ise daha çok ticaret ortakları arasındadır (Imbs, 2010). Ampirik çalışmalarda dış ticaret bağımlılığı ile uluslararası iş çevrimlerinin ilişkisi genel olarak pozitif bulunmakla beraber, ilişkinin şiddeti veriye uygulanan trend ayrıştırma yöntemine göre değişmektedir. Sonuç itibarıyla kesin bir nedensellik çıkarımında bulunmak için yeterli ampirik kanıt yoktur. İş çevrimlerinin küreselliği açısından farklı ülkelerdeki çevrimlerin senkronizasyon düzeyi kadar bu düzeydeki değişimin sebepleri de önem taşımaktadır. İş çevrimlerindeki korelasyon artışının aktarım mekanizmalarının küreselleşmenin etkisiyle güçlenmesinden mi yoksa ortak şokların daha sık meydana gelmesinden mi kaynaklandığının tespit edilmesi önemlidir. Nitekim çevrimlerin senkronizasyonunda artış eğilimi gözlenmemesi, artan dış ticaretin istikrarlandırıcı etkisiyle açıklanabileceği gibi uluslararası şokların şiddetindeki azalmayla da açıklanabilmektedir. Canova vd. iş çevriminin genişleme evreleri ülkeye özgü özellikler gösterirken, daralma evrelerinin gerek ülkelerin kendi içinde gerekse ülkeler arasında daha çok ortak dinamik özellik taşıdığını vurgulamaktadır (Canova, Ciccarelli ve Ortega, 2007). Bergman vd., OECD ülkelerindeki çevrimlerin korelasyonunun artış eğiliminde olduğunu tespit etmekte ve bunu dünya ekonomisinde entegrasyonun artışıyla açıklamaktadır (Bergman vd., 1998). 2008 sonunda gözlenen krizin hemen hemen tüm ülkelerde belirli düzeyde durgunluğa sebep olması da küresel iş çevrimi tartışmasını canlı tutmaktadır. Dış ticarete açıklık ile iktisadi yapılardaki benzerliğin uluslararası alanda çevrimlerin beraber hareketi üzerinde etkili olduğu bilinmektedir. Ülkeler veya bölgeler arası panel regresyon kullanan çalışmalar, sanayileşmiş ülkeler arasında birbiriyle dış ticareti daha fazla olan ikililerin 96 daha yüksek çevrimsel korelasyon gösterdiğini tespit etmektedir (Frankel ve Rose (1998), Köse ve Yi (2003)). Imbs (2003), sektörel benzerliklerin, finansal bağlantıların yoğunluğunun, sektörler arası dış ticaretin hacminin senkronizasyonu artıracağını göstermektedir. Köse, Prasad, Terrones (2003), panel regresyonlar aracılığıyla dış ticarete açıklığın, çıktı ve tüketim korelasyonunu artırdığını, finansal açıklığın iş çevrimi senkronizasyonunu artırdığını, dış ticaret haddi değişkenliğinin çıktı ve tüketim korelasyonlarını negatif yönde etkilediğini göstermektedir. Teoriye göre politika benzeşikliğinin çıktı senkronizasyonu üzerindeki etkisi belirsizdir. Veri kısıtlılığı nedeniyle politika koordinasyonuna yakınsayan ölçütler oluşturulmaktadır. Mali politika benzerliği için mali uyaranlar farkının, para politikası benzerliği için de enflasyon oranları farkının değişkenliği kullanılmakta fakat mali ve parasal politika benzerliğinin çıktı senkronizasyonunu açıklamadığı görülmektedir (Clark ve van Wincoop (2001), Imbs (2003)). Ancak, gerek dış ticaretin yapısında gerekse döviz kuru rejimleri ile parasal birlik oluşumlarında son yıllarda dikkat çekici bir değişim gözlenmediğinden bu unsurlar çevrim senkronizasyonunda zaman içinde gözlenen değişimi açıklamada yetersiz kalmaktadır. Özetle, iş çevrimlerinin senkronizasyonunu inceleyen çok sayıda çalışma olmakla beraber bu çalışmalar küreselleşme ile iş çevrimlerinin zaman içindeki dinamik ilişkisini belirlemekten uzaktır. Bu itibarla küreselleşme sürecinde iş çevrimi senkronizasyonunun ne şekilde değişim gösterdiği üzerinde fikir birliğine varılamamıştır. DÖRDÜNCÜ BÖLÜM TÜRKİYE EKONOMİSİNDE İŞ ÇEVRİMİ VOLATİLİTESİ Türkiye ekonomisinde gözlenen iş çevrimlerine ilişkin bulguların genel olarak gelişmekte olan ülkelerin iş çevrimlerinin taşıdığı niteliklerle örtüştüğü gözlenmektedir. Bu sebeple Türkiye özelinde gerçekleştirilen ampirik çalışmaların incelenmesinden önce gelişmekte olan ülkeleri konu alan belli başlı iş çevrimi literatürünü özetlemekte fayda görülmektedir. Aguiar ve Gopinath’ın gelişmekte olan ülkelerde gözlenen iş çevrimlerine ilişkin tespitleri, cari açığın karşı çevrimsel olduğu, tüketimdeki değişkenliğin gelirdeki değişkenliği aştığı ve sermaye akımlarında ani kesilmelerin gözlendiği yönündedir. Bu ülkelerde politika rejimlerinin sıkça değişmesi oynaklığın trend değişiminden kaynaklandığını düşündürtmektedir. Başka bir deyişle gelişmiş ülkelerle kıyaslandığında gelişmekte olan ülkelerde trend büyümesi de değişkendir. Sonuç olarak bu ülkelerde istikrarlı bir trend etrafındaki geçici dalgalanmalardan bahsetmek mümkün değildir, aksine trend şokları dalgalanmaların esas kaynağıdır. Aguiar ve Gopinath, vektör otoregresyon (vector autoregression – VAR) yöntemiyle şokların incelendiği çalışmada gelişmekte olan ülkelerde çevrimin trend olduğu sonucuna ulaşmıştır. Ayrıca, gelişmekte olan ülkelerdeki faiz oranı değişkenliğinden yola çıkarak faiz oranı şokları ile geçici ve kalıcı verimlilik şoklarının iş çevrimlerine etkileri incelenmiş ve verimliliği etkilemeyen faiz oranı şoklarının gelişmekte olan ülkelerde iş çevrimini açıklamada ana unsur olmadığı ortaya konulmuştur. Bu noktada faiz oranı şoklarının verimliliği hangi kanallarla ne yönde etkilediğinin belirlenmesinin önemi vurgulanmaktadır. Aguiar ve Gopinath’a göre ancak verimlilik şoklarıyla negatif korelasyon gösteren faiz oranı şokları, karşı çevrimsel net ihracat ile gelirden daha değişken olan tüketimi açıklayabilmektedir (Aguiar, Gopinath, 2007). Yüksek dış borçlar, kurumsal zayıflıklar, yanlış makro politikalar ve 98 mikroiktisadi kısıtlar da gelişmekte olan ülkelerdeki makroekonomik istikrarsızlığı açıklamaktadır (Loayza vd, 2007). 4.1. TÜRKİYE EKONOMİSİNDE İŞ ÇEVRİMLERİNE İLİŞKİN ÇALIŞMALAR Türkiye ekonomisinde iş çevrimlerinin belirlenmesine yönelik ilk çalışmalar Özatay (1986), Altay vd. (1991), Neftçi ve Özmucur (1991) ile Çanakcı (1992)’ya aittir. Özatay (1986), Türk ekonomisindeki iş çevrimlerini incelediği çalışmasında öncelikle Türkiye ekonomisi için aylık imalat sanayi üretim endeksi oluşturmaktadır. Endeks çalışmasında çimento üretimi, ihracat, altın ve döviz rezervi, elektrik enerjisi arzı, yatırım malları ithalatı, yeni kurulmuş şirketlerin reel sermayesi, reel ücretler, inşaat ruhsatları, cari işlemler dengesi vb. 15 adet iktisadi zaman serisini kullanmaktadır. 1963 1983 dönemini kapsayan çalışmasında Özatay, öncelikle imalat sanayi üretim endeksini hesaplayarak Türkiye ekonomisinde devresel hareketleri belirlemekte, yayılım endeksi ve bileşik endeks yöntemleriyle referans seri oluşturmaktadır. Referans serinin oluşturulmasında incelenen 15 seriden 9 tanesini seçen Özatay, daha sonra iktisadi zaman serilerini referans seriyle kıyaslayarak sınıflandırmaktadır. Özatay’a göre elektrik enerjisi arzı, iş çevrimini önceleyen bir seridir. ABD, İngiltere, Batı Almanya, Fransa, İtalya, Kanada ve Japonya’da gözlenen iş çevrimleriyle Türkiye ekonomisinin çevrimlerini kıyaslayan Özatay, Türkiye ekonomisinin gelişmiş batılı ülkelerden kısa sürede etkilendiği sonucuna ulaşmaktadır. Altay vd. (1991), 1962 - 1991 dönemini kapsayan çalışmada 50 kadar makroiktisadi seriyi inceleyerek Türkiye ekonomisi için bileşik öncü gösterge hesaplamakta ve Neftçi’nin sıralı olasılık algoritmasını temel alan iki farklı yöntemi Türkiye ekonomisinin iktisadi faaliyetindeki dönüm noktalarını tespit etmek üzere kullanmaktadır. OECD yaklaşımına paralel biçimde aylık sanayi üretim endeksinin referans seri olarak alındığı çalışmada ilk olarak her bir öncü göstergenin zirve ve dip noktaları işaretlenerek bütün olasılıklar tek bir 99 endekste toplanmakta, ikinci yöntemde ise bileşik öncü gösterge, olasılıkların hesaplanmasında doğrudan kullanılmaktadır. Ayrıca, sigortalı işçi sayısı, toplam ithalat, ara malı ithalatı ve inşaat izinleri öncü gösterge olarak alınmaktadır. Büyüme çevriminin reel zamanlı gözlem sistemi olarak Neftçi’nin geliştirdiği sıralı (sequential) algoritma izlenmekte ve dönüm noktalarının belirlenmesinde bu algoritmaya dayanan iki yöntem incelenmektedir. Sonuçlara göre, genişleme ve daralma dönemlerinin süreleri birbirinden farklılaşmaktadır. İkinci yöntemin Netfçi’nin algoritmasıyla beraber kullanılmasının gelecekteki dönüm noktalarının belirlenmesinde daha etkili olacağı belirtilmektedir. Neftçi ve Özmucur (1991), 1980 - 1990 dönemini kapsayan çalışmada 11 sektörden toplam 45 adet seri inceleyerek iktisadi durum endeksi ve bileşik öncü gösterge oluşturmaktadır. Yazarların iktisadi durum endeksi Özatay’ın referans serileriyle benzerlik gösterse de bileşik öncü gösterge endeksine; para arzına ilişin göstergeler ile M1, M2, bankacılık sektörüne verilen krediler, inşaat izinleri, konsolide bütçe harcamaları ve tarım dışı sektörde istihdam da dahil edilmektedir. Çanakcı (1992), 1986 - 1991 dönemi için aylık veri kullanarak Türkiye’de sanayi üretimini öngörmek amacıyla kullanılacak bir öncü göstergenin oluşturulması için çalışmaktadır. Referans seri olarak aylık sanayi üretim endeksi kullanılmaktadır. Ekonominin farklı kesimlerinden 50 adet serinin incelenmesi sonucunda 11 seri seçilerek bileşik öncü gösterge oluşturulmuştur. Parasal büyüklüklerin öncülük niteliğinin zaman içinde ağırlık kazandığı ve göstergelerin öncülük süresinin geçmiş değerlerine kıyasla kısaldığı vurgulanmaktadır. Öniş ve Riedel (1993), Türkiye’nin makroekonomik sorunlarının çoğunun iç kaynaklı olduğunu ve dış şokların ancak bu sorunların etkilerini artırdığını savunmaktadır. Literatürde gelişmekte olan ülkelerde gözlenen krizler dışsal şoklarla açıklanma eğilimindeyken, bu çalışma Türkiye özelinde gözlenen iş çevrimlerinin ekonomiyi olası kapasitesinin üstünde ve hızlı 100 büyütmeye yönelik uygulanan politikalardan kaynaklandığını savunması açısından dikkat çekicidir. Türkiye’de 2. Dünya Savaşının bitişinden bu yana neredeyse her on yılda gözlenen kriz veya kriz tehditlerinin sebebini açıklamayı amaçlayan bu çalışmada, krizlerin büyüme açısından negatif etkilerinin olduğu kabul edilmekle beraber politika reformları için gerekli siyasi iradeyi harekete geçirmesi açısından da faydalı olduğu iddia edilmektedir. Ege (1993), Türkiye’de 1950 - 1980 arasında gözlenen iş çevrimlerini incelemektedir. Yöntem olarak grafiksel analiz ve istikrarsızlık endekslerinden faydalanılmaktadır. Coppock’un (1977) çalışmasında kullanılan istikrarsızlık endeksinin bir benzerini Türkiye verisi için üreten Ege, onar yıllık üç dönemde izlediği 1950 – 1980 yılları arasındaki makroiktisadi değişkenleri her dönem itibarıyla en istikrarlıdan en istikrarsıza doğru sıralamaktadır. İncelenen dönem için ulusal hesaplar içindeki en istikrarsız kalemin ithalat olduğunu tespit eden Ege’ye göre gerek GSMH gerekse tüketimde gözlenen istikrarsızlık zaman içinde artış göstermektedir. Alper (1998), 1978 - 1997 arası dönem için aylık veri kullanarak Türkiye’de gözlenen iş çevrimlerinin temel ampirik özelliklerini ortaya koymaktadır. Kydland ve Prescott (1990) çalışmasında önerilen yöntemin kullanıldığı makalede Hodrick - Prescott filtresinin yanısıra 12 aylık yüzde değişimler ile irdelenen Türk iş çevrimlerinin literatürde tespit edilen belli başlı iş çevrimi bulgularıyla tutarlı olduğu sonucuna varılmaktadır. Ampirik bulgular her iki filtreleme yöntemi için de benzerlik göstermektedir. Fiyat, enflasyon ve faiz oranı serilerinin karşı çevrimsel olduğu tespitinden hareketle Türkiye ekonomisinin arz yönlü bir modeli desteklediği savunulmaktadır. Enflasyon oranı ve hazine bonosu faiz oranının karşı çevrimselliği Türkiye ekonomisine özgü olup kamu tüketiminin yol açtığı dışlama etkisiyle açıklanmaktadır. Çalışmada aylık sanayi üretim endeksi iktisadi faaliyete yakınsayan değişken olarak kullanılmaktadır. Tarımsal üretimin göz ardı edilmemesi amacıyla aynı çalışma aylık ithalat verisi için de tekrarlanmakta ve M1 değişkeninin dört 101 aylık önceleyen çevrimsel özellik göstermesi dışında bulgularda önemli bir değişiklik meydana gelmemektedir. Altuğ ve Yılmaz (1998), tahvil ve hisse senedi reel getirilerinin enflasyon, döviz kuru ve sanayi üretimi ile etkileşimini irdelemektedir. Kısıtlanmamış vektör otoregresyon (unrestricted vector autoregression) analizi ile 1988 – 1997 arası dönemde tahvil ve hisse senetlerinin reel getirileri, reel döviz kuru, enflasyon oranı ve sanayi üretimi arasındaki dinamik ilişkiler Meksika ve Türkiye için kıyaslamalı olarak incelenmektedir. Yazarlar ayrıca yüksek ve kronik enflasyonun olduğu ülkelerde Fisher hipotezinin geçerliliğini test etmektedir. Türkiye’de incelenen dönem için bir standart sapmalık enflasyon şokunun sanayi üretimini anında negatif yönde etkilediği sonucuna ulaşılmaktadır. Granger nedensellik testlerinde, reel döviz kurundan reel faiz oranına, sanayi üretimine ve enflasyona doğru güçlü bir nedensellik tespit edilmiştir. Geçmiş enflasyon değerlerinden cari reel faiz oranına doğru güçlü bir Granger nedenselliği tespit edilmiştir. Enflasyon ile reel faiz oranları arasındaki nedensellik tek yönlü değildir. Kamunun genişleyici politikalarından kaynaklanan reel faiz oranı artışı bir kaç ay gecikmeyle enflasyonu etkileyebilmektedir. Reel döviz kurundaki devalüasyonun sanayi üretiminde ani bir düşüşe yol açtığı ve bu negatif etkinin beş ay kadar sürdüğü tespit edilmekte ve bu durum 1994 yılında gerçekleşen devalüasyonla açıklanmaktadır. Bu çalışma, kur ve dış ülke faiz oranlarının açık ekonomi üzerindeki etkilerinin her iki ülke için de ne kadar önemli olduğunun ortaya konulması açısından önemlidir. Mürütoğlu (1999), yaklaşık 50 zaman serisini inceleyerek Türkiye ekonomisi için 9 adet ekonomik seriden oluşan bir bileşik öncü göstergeler endeksi hesaplamaktadır. Endeksin oluşturulmasında serilere eşit ağırlık verilmiş olup toplam yatırım malı ithalatı, toplam ara malı ithalatı, emisyon hacmi, geniş para arzı M2, rezerv para, mevduat bankaları kredileri, net kredi hacmi, konsolide bütçe aylık harcamalar, yeni kurulan şirketlerin sermayesi serileri kullanılmaktadır. Ocak 1989 ile Ağustos 1998 dönemi için aylık veri 102 kullanılarak gerçekleştirilen ampirik çalışmada, incelenen dönem için üçü tam, biri devam eden toplam dört çevrim belirlenmektedir. Çalışmada ayrıca öncü gösterge hesaplamalarında yaşanan veri kaynaklı sorunlar tespit edilmekte ve bileşik öncü gösterge performansını artırmaya yönelik çözüm önerileri getirilmektedir. Aruoba (2001), Türkiye’deki iş çevrimlerinin belli başlı kaynaklarını Türkiye için RBC modeli kurarak araştırdığı çalışmasında Kydland ve Prescott’nun yöntemini (1990) izlemektedir. 1987 yılının ilk çeyreğinden 2000 yılının son çeyreğine uzanan 56 gözlemlik veri kümesinde reel GSMH ve bileşenleri, parasal değişkenler, fiyat değişkenleri, iş piyasası istatistikleri, GSMH/GSYH oranı ile ABD, Almanya, İtalya, İngiltere ve Japonya’daki işsizlik oranları gibi değişkenler kullanılmaktadır. Açık ekonomi etkisini hesaba katmak için Türkiye’nin dış ticaretinde en büyük paya sahip dört ülkenin işsizlik ve reel GSMH/GSYH oranlarını dikkate alan Aruoba, literatürde genel olarak Türkiye’nin dış ticaretiyle ilgili çalışmalarda kullanıldığından Japonya’yı da analize eklemiştir. Dünya faiz oranına yakınsayan değişken olarak 30 yıllık ABD hazine bonosu faiz oranı ile ABD merkez bankası politika faiz oranı kullanılmakta ve Türkiye’nin dış ticaretinin Avrupa ile ABD arasındaki dağılımında etkili olduğu düşünülen ABD doları / Alman markı (DEM) döviz kuru dikkate alınmaktadır. Bu değişkenlerden herhangi birinin Türkiye’deki çevrimleri önceleyip öncelemediği araştırılmakta ve böyle bir etkinin yakalanması halinde RBC modeli ile bu değişkenin etkisinin incelenmesi öngörülmektedir. Serileri düzleştirmek için doğal logaritmaları alınmakta ve mevsimsellikten ayrıştırmak için X-11 yöntemi kullanılmakta, çeyreklik veri için lambda 1600 seçilerek Hodrick - Prescott filtresi uygulanmaktadır. Uluslararası değişkenlerin Türkiye’deki iş çevrimleri üzerinde iktisat teorisinin öngördüğü sonuçlara ulaşılamamıştır. (Yalnızca Japonya’daki işsizlik oranı Türk iş çevrimleriyle karşıt yönlü ve gecikmeli ilişki içindedir.) Aruoba, beklenen çevrimselliklerin gözlenememesini ülkelerin kendilerine özgü unsurlarıyla açıklamaktadır. Aruoba, Türkiye’de tüketim, yatırım ve fiyat düzeyinin çevrimle eş anlı olduğunu, ancak tüketimin GSMH 103 içindeki payının çevrimsellik göstermediğini ve tüketimin çıktıdan daha değişken olduğunu tespit etmektedir29. Ayrıca, M1 ve M2’nin öncü çevrimsel göstergeler olduğu, ortalama saatlik reel ücretin bir çeyrek geriden takip eden karşı çevrimsellik gösterdiği, uluslararası değişkenlerin ise kendilerinden beklenen belirgin çevrimsellikleri göstermediği vurgulanmaktadır. Ülkemizdeki iş çevrimlerini Meksika ve ABD’deki çevrimlerle kıyaslayan Alper (2002), Türkiye ekonomisi için iş çevrimi özelliklerini incelemekte ve ampirik sonuçların gelişmekte olan ülke ekonomileri için literatürde tespit edilen iş çevrimi bulgularıyla tutarlı olduğunu savunmaktadır. Hem fiyat seviyeleri hem de enflasyon oranları karşı çevrimsel hareket etmekte olup arz yönlü iş çevrimi modellerinin Türkiye ekonomisi için daha uygun olduğuna işaret etmektedir. Ayrıca, çalışmada uzun vadeli sermaye girişlerinin çevrimsel hareket eden öncü gösterge olarak yorumlanabileceği vurgulanmaktadır. 1987- 2000 yılları arası çeyreklik verinin kullanıldığı çalışmada ampirik bulgular gerek ABD ile gerekse gelişmekte olan ülkeler için literatürde gerçekleştirilmiş belli başlı çalışmaların sonuçları ile kıyaslanmaktadır. Ampirik sonuçlara göre, ele alınan dönemde Türkiye ekonomisinde çıktı ve tüketim, aşırı yüksek değişkenlik göstermektedir. Reel iş çevrimi literatürünün standart uygulamaları izlenerek mevsimsel, çevrimsel ve trend bileşenlerinin çarpım yapısında olduğu varsayılmaktadır. Ayrıca gelişmekte olan ülkelerin çevrimsel özellikleriyle tutarlı olarak Türkiye’de de büyüme oranları özellikle uzun vadeli sermaye girişine bağımlıdır ve ulusal hesapların en fazla değişkenlik gösteren kalemi yatırımdır. Türkiye ve AB iş çevrimlerinin aktarım ilişkilerinin incelendiği Sayek ve Selover (2002) çalışmasında, Avrupa’da gözlenen iktisadi dalgalanmaların Türkiye ekonomisi üzerindeki etkilerinin tespiti amacıyla VAR modeli kullanılmaktadır. AB’ye yakınsayan değişken olarak Türkiye’nin en büyük dış ticaret ortağı Almanya’nın verileri hem çeyreklik hem yıllık sıklıkta incelenmektedir. Yıllık veri 1956-1998 dönemini, çeyreklik veri ise 1981 1998 dönemini kapsamaktadır. Makroiktisadi değişkenler arasında 104 korelasyon hesaplanmakta, temel bileşen analizi, koentegrasyon ve Granger nedensellik testi yapılmakta, yapısal vektör otoregresyon (structural vector autoregression – SVAR) etki tepki analizinde Bernanke (1986) ve Sims (1986) yöntemi kullanılmaktadır. Temel bileşenler analizine göre, Türkiye ile AB ülkelerindeki dalgalanmalar önemli ölçüde farklıdır. SVAR analizi Almanya’dan Türkiye’ye mütevazı bir düzeyde aktarıma işaret etmekle beraber Granger nedensellik gözlenmemiştir. Sonuç olarak, Türkiye iş çevrimleri ile AB iş çevrimleri eş zamanlılık göstermemekte ve yapısal açıdan ayrılmaktadır. Türkiye ekonomisinin AB iş çevrimlerinden görece az etkilenirken esas olarak ülke içi siyasi ve iktisadi gelişmelerle bölgesel çatışmalardan etkilendiği tespit edilmektedir. Saltoğlu, Şenyüz ve Yoldaş (2003), tek ve çok değişkenli Markov değişim (Markov switching) modelleri kullanarak Türkiye’deki iş çevrimlerini incelemektedir. Çalışmada Hamilton (1989) ve Krolzig (1997) makalelerinde kullanılan Markov değişimli VAR modelleriyle (Markov switching vector autoregression, MS VAR) 1988- 2002 yılları arasındaki çeyrek dönemlik reel GSMH serilerinin çevrimsel özellikleri irdelenmektedir. Belirlenen dönem için Türkiye ekonomisindeki iş çevrimlerinin dönüm noktalarının tespit edildiği çalışmada makro iktisadi faaliyetin değişkenliğinde yapısal kırılmalar gözlendiği iddia edilmektedir. Yazarlara göre incelenen dönem için Türkiye ekonomisinin en belirgin çevrimsel özelliği GSMH büyüme oranının istikrarsızlığıdır. Reel GSMH serisinin yanısıra bileşik öncü göstergeler endeksi, imalat sanayi üretim endeksi ve toplam tüketim serilerinin ampirik incelemeye dahil edilmesiyle modelin performansında iyileşme gözlenmektedir. Ongan ve Demiröz (2004), 1987 - 2003 arasında gözlenen dalgalanmaların talep faktörlerindeki şoklardan kaynaklandığını ancak maliyet unsurlarıyla ilgili şokların talep şoklarına kıyasla fiyat düzeyini daha çok etkilediğini göstermektedir. Milli gelir ve genel fiyat düzeyi üzerinde etkisi olan geçici şokları unsurlarına ayrıştırmak amacıyla iki adımlı VAR analizi 105 uygulanan çalışmada kullanılan 13 adet çeyrek sıklıktaki veri kümesi; genel fiyat düzeyi artış oranı, reel GSYH ile çeşitli talep ve maliyet unsurlarından oluşmaktadır. Reel GSYH, TEFE (1987 = 100 temelli), reel tüketim, reel yatırım, reel kamu harcamaları, reel ihracat, reel ithalat vergi gelirleri, nominal para arzı (M2) gibi talep yanlı unsurlar, enerji fiyatları, ithal ham petrol ürünleri ile sanayi mallarının nominal fiyatları da maliyet unsurları olarak alınmıştır. Uzun vadeli trendi belirlemek amacıyla her değişkenin logaritmik farkı alınmış, mevsimsellikleri ayırmak için mevsimsel kukla değişkenler kullanılmıştır. Faiz oranı dışındaki tüm değişkenler logaritmik yapıda olup her değişkenin stokastik bileşeni dışsal şok olarak adlandırılmaktadır. Çıktının geçmiş dönem fiyatlarıyla çevrimsel olduğu, tüketimin ulusal gelir üzerindeki etkisinin iki çeyrek sürdüğü, ulusal gelirin döviz kurlarıyla karşı çevrimsel hareket ettiği ve tepkisinin 3 çeyrek geriden geldiği (döviz kurlarının toplam arza etkisinin ihracat talebine olan etkisinden fazla olduğu), ulusal gelirin maliyet unsurlarıyla güçlü biçimde karşı çevrimsel olduğu sonuçlarına varılmaktadır. İkinci adımdaki VAR tahmininde ulusal gelir şoklarının temel olarak toplam talep şoklarından oluştuğu görülmektedir. Genel fiyat düzeyi üzerindeki şoklar ise temel olarak maliyet faktörlerinden oluşmaktadır. Bunların içinde de döviz kuru şokları ile ithal petrol fiyatı şokları önem kazanmaktadır. Berument, Kılınç, Yücel (2005), Türkiye’deki iş çevrimlerinin AB üyesi ve üye adayı ülkelerdeki çevrimlerle kısa vadede ne oranda örtüştüğünü incelemekte ve Türkiye’deki krizlerin incelemeye dâhil edilmesi halinde Türk ve Avrupa iş çevrimlerinin negatif ilişkili olduğunu savunmaktadır. Aylık sıklıkta çalışmak amacıyla sanayi üretimi serisinin tercih edildiği çalışmada sanayi üretiminin çevrimsel kısmının korelasyonları izlenmektedir. Temel bulgu, Türkiye ve AB ülkelerindeki iktisadi dinamiklerin farklı olduğudur. Kriz verilerinin örneklemden senkronizasyonunu çıkarılması artırdığından AB Türk ile Türk ekonomisinde iş çevrimlerinin makroekonomik istikrarın sağlanması ve krizlerin önlenmesine yönelik politikaların AB’ye uyumu artıracağı sonucuna varılmaktadır. 106 Atabek, Coşar ve Şahinöz (2005) Türkiye ekonomisi için bileşik öncü gösterge oluşturarak Türkiye iktisadi faaliyetindeki dönüm noktalarını öngörmeye çalışmaktadır. İktisadi faaliyet göstergesi olarak sanayi üretiminin seçildiği çalışmanın ikinci aşamasında sanayi üretimiyle ilgili, çevrimsel özellik taşıyan iktisadi göstergeler seçilmiş ve bileşik öncü göstergenin oluşturulmasında büyüme çevrimleri yaklaşımı esas alınmıştır. Elde edilen serinin mevsimsel, çevrimsel ve düzensiz hareket eden unsurlarının ayrıştırılmasında Tramo/ Seats ve Hodrick - Prescott filtresi kullanılmıştır. Arz, talep ve genel ekonomik faaliyete ilişkin yedi öncü göstergenin seçimiyle oluşturulan bileşik öncü göstergeler endeksinin, dönüm noktalarını beş ay öncelediği tespit edilmektedir. En iyi performansı gösteren bileşik öncü gösterge, nihai bileşik öncü gösterge olarak belirlenmiştir. Nihai gösterge; elektrik üretimi, satış miktarıyla ağırlıklandırılmış iskontolu hazine ihalesi faiz oranı, ara malı ithalatı ve TCMB İş Eğilimleri Anket Sorularına (nihai mal stokları, iç piyasadan yeni siparişler, ihracat olanakları ve istihdam ile ilgili sorular) alınan yanıtların oluşturduğu serileri içermektedir. Çalışmanın ikinci aşamasında Türkiye’de öngörmeyi sağlayacak gözlenen bir iş erken çevrimlerinin uyarı dönüm sisteminin noktalarını geliştirilmesi amaçlanmaktadır. Ampirik açıdan bileşik öncü göstergeyle beraber Neftçi’nin dönüm noktalarını öngörmeye yönelik sıralı algoritmasının (sequential algorithm) bir arada kullanılmasının daha etkili olduğu sonucuna varılmaktadır. Çetin (2005), Türkiye’de iş çevrimlerini 1992 – 2005 dönemleri arasında aylık veriyle VAR modeli kulanarak incelemiş ve faiz haddi ile reel döviz kuru şokunun çıktı üzerindeki etkisinin negatif, dış kaynak girişi ile hisse senedi fiyat şokunun etkisinin pozitif olduğunu göstermiştir. Ampirik çalışmada enflasyon için tüketici fiyat endeksi, yurt içi faiz haddi için hazine bonosu yıllık faiz oranı, dış kaynak girişi için ödemeler bilançosunun sermaye hesabı bakiyesi, servet değişkeni için ise İstanbul Menkul Kıymetler Borsası Ulusal 100 Endeksi (BIST 100) kullanılmaktadır. Serileri mevsimsellikten ayırmak için TRAMO/SEATS yöntemi kullanılmış ve 11 adet mevsimsel 107 düzeltme kukla değişkeni modele dışsal olarak eklenmiştir. Çetin’e göre Türkiye’deki üretimi en çok açıklama gücüne sahip değişkenler sırasıyla faiz haddi, borsa endeksi, reel döviz kuru ve dış kaynak girişidir. İş çevrimleri üzerinde en az etkisi bulunan değişkenlerden birinin enflasyon olması, Türkiye’de uzun sürmüş yüksek enflasyon dönemiyle açıklanmaktadır. Reel döviz kuru ile üretim arasındaki negatif anlamlı ilişki ise Türkiye’de izlenen teknoloji politikasının ekonomiyi ithalata bağımlı kıldığı iddiasını doğurmaktadır. Aslan ve Korap (2006), Türkiye ekonomisinde gözlenen iş çevrimlerinin reel iş çevrimleri kuramıyla tutarlı arz yanlı modelleri desteklediğini savunmakta ve Türkiye ekonomisindeki iş çevrimlerinin özelliklerini literatürdeki belli başlı bulgularla kıyaslamaktadır. 1987 - 2004 arası çeyreklik verinin kullanıldığı çalışmada, seriler mevsimsellikten arındırılarak Hodrick- Prescott filtresi uygulanmaktadır (Hodrick- Prescott, 1997). Türkiye ekonomisi için trendinden ayrıştırılmış GSYH serisinde yüksek düzeyde otokorelasyon bulunması literatürdeki bulgularla tutarlı olarak iş çevrimi dalgalanmalarında direnç/kalıcılık (persistence) göstergesi şeklinde yorumlanmaktadır (Kydland ve Prescott, 1990; Backus vd., 1992). Alper (2002) bulgularıyla tutarlı olarak mali politikanın rolü çevrimsel bulunmuştur. Hem ihracat hem ithalat eşanlı ve çevrimsel bulunmuştur. Her ikisi de tüketim ve reel çıktıya kıyasla daha değişkendir. Net dış ticaret ise Agenor vd. (1999) ile Alper (2002) çalışmalarıyla tutarlı olarak karşı çevrimseldir. Dış ticaret haddi ise çevrimi bir çeyrek geriden takip etmektedir. Hem GSYH deflatörü hem de TÜFE temelli fiyat düzeyi ve enflasyon reel çıktı ile karşı çevrimsel olup arz yönlü iş çevrimi modellerini desteklemektedir. Rezerv para, Merkez Bankası parası, M1, M2, M2Y ve M3 içinden çevrimle ilişkisiz olmayanlar yalnızca M2 ve M2Y olarak tespit edilmektedir. M2 ve M2Y ise Alper (2002)’in bulgularıyla da tutarlı olarak çevrimi bir çeyrek geriden takip etmektedir. Reel efektif döviz kuru ile reel çıktı arasında kuvvetli ve eşanlı bir çevrimsel ilişki bulan yazarlar, kısa vadeli sermaye akımlarının çevrimi iki çeyrek öncelediğini tespit etmektedir. Bu tahmin sonuçları da Alper (2002) ile 108 tutarlıdır. Türk iş çevrimleri açısından irdelenen son parasal değişken reel faiz oranıdır. Reel faiz oranı reel gelir çevrimini karşı çevrimsel olarak bir çeyrek öncelemektedir. Ayrıca sermaye akımı verileri de reel faiz oranını bir çeyrek öncelemektedir ve Granger nedenselliğe sebep olmaktadır. Bu da Alper’in (2002) çalışmasında belirtildiği üzere sermaye akımlarının reel faiz oranına cevap olarak gelişmediği, beklentilerle yönlendirildiği tespitiyle tutarlıdır. Kydland ve Prescott (1990), Fiorito ve Kollintzas (1994) ile tutarlı olarak istihdam (hem işçi sayısı hem de çalışılan saat olarak) çevrimseldir. Tüketim malları harcaması (dayanıklı tüketim malı dâhil olduğundan) çıktıdan daha değişkendir, gelirin en değişken kısmı ise yatırım ve sabit sermaye bileşenleridir. Tarı ve Bozkurt (2006), Türkiye’de 1980’lerde başlayıp 1990’lı yıllarda şiddetlenen istikrarsız büyüme sürecinin kaynaklarını araştırmaktadır. 1991 2004 arası çeyreklik verinin kullanıldığı çalışmada tüm değişkenlerin aynı derecede durağan olmadığı tespit edilmektedir. Etki- tepki analizi ile varyans ayrıştırma analizine göre en etkili değişken faiz oranıdır. Büyümedeki istikrarsızlığın yine kendisi tarafından belirlendiğini ortaya koyan Tarı ve Bozkurt, kamu kesimi borçlanma gereğince belirlenen faiz haddinin, gerek cari açık, gerekse kısa vadeli sermaye hareketleri üzerinde nedensel etkiye sahip olduğunu, cari açığın ve kamu kesimi borçlanma gereğinin ise büyüme ile karşılıklı nedensel etkiye sahip olduğunu göstermektedir. Tiryaki (2006), faiz oranlarının gelişmekte olan ülkelerin iş çevrimleri üzerindeki etkilerini çalışmasında incelemektedir. kullanılan RBC modeli Neumeyer Türkiye ve Perri’nin verisine göre (2005) kalibre edilmektedir. Dinamik stokastik genel denge modeli ile 1987 - 2004 arası çeyreklik verinin incelendiği çalışmada Hodrick – Prescott filtresi ve literatürde yaygın kabul gören lambda parametresi 1600 kullanılmaktadır. Tüketim serisi için iki farklı tanım kullanılmakta, dayanıklı tüketim malları, serilerin birine dâhil edilmekte diğerinden çıkarılmaktadır. Çalışmanın sonuçlarına göre Türkiye’de net ihracat ve reel faiz oranı karşı çevrimseldir. 109 Ayrıca faiz oranındaki dalgalanmaların çıktı değişkenliğinin %9’undan daha azını açıkladığı tespit edilmektedir. Türk iş çevrimlerine ilişkin ampirik bulgular literatürde gelişmekte olan ülkeler için yaygın kabul gören tespitlerle uyumludur. Yılmazkuday ve Akay (2007), Türk iş çevrimlerinin analizi amacıyla üç durumlu tek değişkenli Markov değişim modeli ve 1986 - 2001 arası aylık veri kümesi kullanmaktadır. Zaman değişkenli dinamik faktör modeli ile Türkiye’deki döviz krizlerinin öncü göstergelerini inceleyen Yılmazkuday ve Akay’a göre, net uluslararası rezervlerdeki düşüş ve yurt içi kredi hacmi döviz krizi göstergeleri olup Türk ekonomisinde gözlenen durgunlukları büyük ölçüde açıklamaktadır. Taştan ve Yıldırım (2008), Türkiye’de 1985 - 2005 arasında gözlenen iş çevrimlerini açıklamak amacıyla aylık bazda ölçülen sanayi üretim endeksi serisinin değişimi için bir MS-AR modeli tahmin ederek Saltoğlu, Şenyüz ve Yoldaş’ın (2003) aksine oynaklığın, iş çevriminin genişleme evresinde daha büyük olduğunu savunmaktadır. Yazarların MS modeliyle buldukları çevrim dönüm noktası tarihleri kriz tarihleriyle örtüşmektedir. Çevrimin daralma ve genişleme sürelerinde asimetri tespit eden yazarlar ülkemizdeki durgunlukların diğer gelişmekte olan ülkelerle kıyaslandığında daha kısa ömürlü olduğunu göstermektedir. Yükselen piyasa ekonomilerindeki iktisadi dalgalanmaları reel iş çevrim modelleri çerçevesinde şoklar ve aktarım mekanizmaları açısından ele alan Altuğ, Türkiye’de iş çevrimlerinin tarih ve süre aralıklarının belirlenmesi açısından parametrik ve parametrik olmayan yöntemleri karşılaştırarak 1985 - 2005 arasında meydana gelen iş çevrimlerini incelemektedir (Altuğ, 2009b). Korap (2010), 1998 – 2008 yılları arası çeyreklik veri ve 1998:100 temelli yeni gelir serisini kullanmaktadır. Hodrick- Prescott filtresi uygulanarak trendinden ayrıştırılmış GSMH verisinin otokorelasyonunun pozitif ve yüksek 110 olması iş çevrimi dalgalanmalarındaki dirence işaret etmektedir. Ayrıca, hem deflatör temelli fiyat düzeyinin hem de enflasyonun çıktıyla karşı çevrimsellik göstermesi Türkiye ekonomisi açısından arz yanlı iş çevrimi modellerini teyit etmektedir. Fiyat düzeyi çevrimle eşanlı hareket etmekle beraber enflasyon oranı çevrimi iki çeyrek geriden izlemektedir. Korap, çevrimsel reel çıktının çevrimsel fiyat düzeyi ve enflasyonu öncelediğini göstermektedir. Ayrıca genelleştirilmiş etki tepki analizi sonucunda reel çıktı ile fiyatlar ve enflasyon arasında veriyle tutarlı negatif bir ilişki tespit edilmektedir. Korap bu bulgular ışığında Türkiye ekonomisinde istikrarın sağlanması amacıyla Keynesyen politikalar izlenmesini önermemektedir. Türk ekonomisinin arz şoklarından etkilendiğini savunan Korap, arz yanlı iş çevrimi şoklarının incelenmesi için özellikle reel döviz kurunun ve sermaye akımlarının irdelenmesi gerekliliğine dikkat çekmektedir. Altuğ ve Bildirici (2010), 1980’lerden 2010’a kadar süren dönemde Meksika ve Türkiye’deki iş çevrimlerini iki farklı yaklaşımla incelemektedir. Kullanılan yöntemlerden ilki Hamilton (1989) ile önerilen tek değişkenli Markov değişim modelinin deterministik trend ile geliştirilmiş şeklidir. Tercih edilen ikinci yöntem ise, Harding ve Pagan’ın (2002) iktisadi zaman serilerinde dönüm noktalarını belirlemek üzere kullandıkları parametrik olmayan yöntemdir. Çalışmada yerel para birimi cinsinden sabit fiyatlarla çeyreklik GSMH verisi kullanılmış olup her iki ülke için iş çevrimi dönüm noktaları sıralanmakta ve kıyaslanmaktadır. Meksika ile kıyaslandığında Türkiye’de büyüme oranının daha yüksek olduğu ancak daha fazla değişkenlik gösterdiği, özellikle 1994 - 1995 ve 1998 - 1999 döneminde diğer ülkelerin yaşadığı krizlerden ülkemiz ekonomisinin de küreselleşme dinamiklerinin hareketi sonucu bulaşma yoluyla etkilendiği vurgulanmaktadır. Alacahan (2012), Türkiye ekonomisi için 1998:1 - 2011:2 dönemleri arası çeyreklik veri ve Hodrick - Prescott filtresi kullanarak çeşitli lambda parametrelerini (1600, 98, 19) kıyaslamaktadır. Enflasyon ve reel gelirdeki çevrimselliği inceleyen Alacahan, reel GSYH serisi ile GSYH deflatörünü 111 kullanmaktadır. Çalışmada Türkiye ekonomisi için uygulanan ortalama lambda parametresinin standart 1600 değerinin çok altında olması gerektiği savunulmaktadır. Alacahan’a göre, literatürde gelişmiş ülkeler için yaygın kabul gören lambda parametresinin 1600 olarak seçilmesi gelişmekte olan ülkelerde rejim değişiklikleri ve yapısal kırılmalar gibi olguların etkisiyle eğilimlerde gözlenen oynaklık artışının ihmal edilmesine sebep olmaktadır. Alp vd (2011), Pedersen yöntemiyle lambda parametresini 98, Dermoune vd. yöntemiyle 18 bulmuştur. Alacahan her üç lambda değeri ile Hodrick Prescott filtresi uygulayarak sonuçları kıyaslamakta, lambda 1600 seçildiğinde trendin daha düz belirlendiğini, dolayısıyla çevrimlerin dalgalanmalarının daha kuvvetli olduğunu göstererek, Türkiye verisi için lambdanın 98 veya 19 değeri almasının daha uygun olacağını önermektedir. Akkoyun, Günay, Şen – Doğan (2012), Türkiye ekonomisindeki iş çevrimlerinin Avrupa ve Amerika’da gözlenen iş çevrimleriyle olan ilişkilerini kısa, orta ve uzun vadede irdelemekte ve iş çevrimi senkronizasyonunun incelenmesinde Türkiye ekonomisinin 2001 sonrasında geçirdiği yapısal dönüşüme dikkat çekmektedir. Dalgacık yöntemiyle çevrimlerin farklı sıklıklara ayrıştırıldığı çalışmada Türkiye ekonomisindeki iş çevrimlerinin Avrupa ve ABD iş çevrimleriyle senkronizasyonunun özellikle 2001 yılı sonrasında arttığı sonucuna varılmaktadır. Bu noktadan hareketle yazarlar yalnızca dış ticaret etkisine odaklanmanın doğru olmadığını, iş çevrimlerinin senkronizasyonunda ekonominin kendisinde gözlenen yapısal değişimlerin de dikkate alınmasının gerektiğini ifade etmektedir. Yazarlar trend ve çevrimin ayrıştırılmasında Baxter-King veya Christiano- Fitzgerald vb. filtreleri yerine yapısal değişiklikleri de içeren durağan olmayan (non stationary) serileri içeren dalgacık yöntemini kullanmaktadır. Klasik ve dinamik korelasyon analiziyle incelenen Türk iş çevrimlerinin kısa ve orta vadede Avrupa bölgesindeki çevrimlerle daha yakın hareket ettiği uzun vadede ise ABD iş çevrimleriyle daha yakın ilişkili olduğu sonucuna varılmaktadır. ABD ile iş çevrimi korelasyonunun uzun vadede neden AB’den daha fazla olduğu 112 ve 2001’den sonra iş çevrimi korelasyonunu artıran kanalların neler olduğu incelenmemektedir. Alp, Başkaya, Kılınç ve Yüksel (2012), 1987 - 2009 arası çeyreklik verilerini kullanarak Türkiye ekonomisindeki iş çevrimlerinin gelişmekte olan ülkelerde gözlenen iş çevrimi dinamikleriyle tutarlı olarak gelişmiş ülkelerin iş çevrimlerinden farklı nitelikte olduğunu savunmaktadır. Tüketimde yüksek değişkenlik ve net ihracatta karşı çevrimselliğe dikkat çekilen çalışmada krediler ve hükümet borçlarının (sovereign debts) çevrimsel olduğu ama yüksek değişkenlik gösterdiği tespit edilmektedir. Çıktı, fiyatlar ve faiz oranları arasındaki ilişkilerin 2001 öncesi ile 2001 sonrasında farklılaştığı, bununla beraber reel değişkenler arasındaki ilişkilerin bu dönemler arasında daha az değişim gösterdiği belirtilmektedir. Yazarlara göre gelişmekte olan ülkelerde iş çevrimleri daha kısa sürmekte ve uzun vadeli trend gelişmiş ekonomilere kıyasla daha değişken olduğundan farklı filtreleme yöntemlerinin uygulanmasını gerektirmektedir. Literatürdeki en yaygın uygulama izlenerek Hodrick- Prescott (HP) filtresi kullanılsa da optimal düzleştirici parametre (lambda) Türkiye örneklemine göre tahmin edilmektedir. Türkiye için bulgular, gelişmekte olan ülkelerden beklendiği üzere daha değişken trend ve çıktı ile daha kısa süren iş çevrimlerini göstermektedir. 1987 - 2009 döneminde Türkiye’de ortalama iş çevrimi süresinin 20 çeyrek olması dikkate alınarak HP filtreleri 14 ve 177 olarak hesaplanmıştır. Yazarlar literatürde yaygın olarak lambda 1600 kullanıldığından sonuçları kıyaslanabilir kılmak amacıyla hem bu parametreyi kullanmış, hem de Türkiye ekonomisinin koşullarına özel lambda parametresi hesaplamıştır. Türk iş çevrimlerinin asimetrik davranış gösterdiği (genişlemenin 16 çeyrek, daralmanın 4 çeyrek civarı sürdüğü) gözlenmektedir. Hem ihracat hem de ithalat reel GSYH ile pozitif ilişkili ve reel GSYH’den daha değişken olmakla beraber, ithalat ihracata kıyasla daha oynaktır ve çıktıyla korelasyonu da daha yüksektir. TÜFE ile nominal döviz kuru oranı pozitif korelasyonludur. TÜFE, reel tüketim, yatırım ve çıktıyla karşıt yönlüdür. İktisadi faaliyette yüksek değişkenlik gözlenmesi, GSYH’ye kıyasla tüketimin değişkenliğinin daha fazla olması, ithalat ile ihracat 113 arasındaki korelasyonun yüksek olması, girdiler ile üretimde kullanılan sermaye mallarının ithal olmasına bağlı olarak net ihracatta çevrime karşıt yönlülük gelişmiş ülkelerde gözlenen iş çevrimlerinden ayrılan belli başlı noktalardır. Ayrıca, 2001 öncesine kıyasla 2001 sonrası tüm değişkenlerin oynaklığında önemli ölçüde düşüşe işaret etmektedir. Aruoba ve Sarıkaya (2012), Türkiye ekonomisinin 1987 - 2011 arası dönemi için iş çevrimlerini gözlenmeyen bir değişken olarak modellemekte ve gözlenen bir grup değişken ile ilişkilendirmektedir. Yazarlar GSYH, sanayi üretimi, istihdam gibi makro iktisadi göstergelerin (gözlenen değişken) ortak davranışının tahminini (gözlenmeyen değişken) esas alarak dinamik faktör modeli kullanmaktadır. Türkiye ekonomisi için hâlihazırda türetilmiş makroekonomik göstergelerin ekonominin genelini temsil gücünün görece düşük olduğunu savunan yazarlar GSYH, sanayi üretimi, ara malı ithalatı, elektrik üretimi ve istihdam verilerini kullanarak Türkiye için iktisadi faaliyet göstergesi tahmin etmektedir. Aruoba, Diebold ve Scotti (2009) yaklaşımı temel alınarak eksik gözlem, dengesiz örneklem ve farklı frekans sorunlarıyla başa çıkabilecek esnek bir yöntem olarak dinamik faktör modeli kullanılmıştır. Ayrıştırma için Kalman filtresi, model tahmini için en çok olabilirlik yöntemi kullanılarak Kalman düzleştiricisi ile faktör tahminleri elde edilmiştir. Faaliyet göstergesi örneklem boyunca en düşük değerlerini 1994, 2001 ve 2008-09 dönemlerinde almıştır. Özkan ve Erden’in (2012), uluslararası iş çevrimlerinin Türk ekonomisine hangi ülkelerden ne kadar aktarıldığını incelediği çalışmasında iş çevrimlerinin zaman içinde değişen ve doğrusal olmayan yapısına uygun olarak en uzun ortak alt dizin (LCS) yöntemi seçilmiştir. Türkiye dâhil 32 ülkenin sanayi üretim endeksi Hodrick - Prescott filtresinden geçirilerek iş çevrimleri elde edilmektedir. Türkiye ile diğer ülke ikililerinin iş çevrim farkına LCS yöntemi uygulanarak iş çevriminin aktarımı ve senkronizasyon derecesi bulunmaktadır. ABD, Japonya, Güney Kore, Kanada ve İngiltere’de gözlenen iş çevrimleri Türk ekonomisine görece güçlü aktarılmaktadır. Merkezi Avrupa 114 ülkeleri ile iş çevrimi senkronizasyonu daha yüksek iken sonradan AB üyesi olan ülkelerle (Yunanistan, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Portekiz, İrlanda) senkronizasyon daha düşüktür. Özkan ve Erden’e göre, Türk iş çevrimlerinin en az uyumlu olduğu ülke Yunanistan olup 2001 sonrası iki ülkenin iş çevrimlerinde belirgin bir ayrım gözlenmektedir. Göksel ve Öztürkler (2012), Cobb - Douglas tipi üretim fonksiyonuyla 1998 - 2011 yılları arası çeyreklik veri kullanarak Türkiye ekonomisinde çıktı açığı hesaplamakta ve Türkiye’de son yıllarda meydana gelen krizleri çıktı açığı bağlamında kıyaslamaktadır. Daralma ve toparlanma sürelerinin uzunluğu bakımından Türkiye’nin en kötü krizinin 2001 krizi olduğu, meydana gelen çöküntünün şiddeti açısından ise 2008 krizinin daha yıkıcı olduğu savunulmaktadır. 4.2. KÜRESELLEŞME SÜRECİNDE TÜRKİYE EKONOMİSİNİN MAKROEKONOMİK GÖRÜNÜMÜ TÜİK tarafından açıklanan GSYH rakamlarının 1998 fiyatları temel alınarak geriye çekilen serilerinden hesaplanan büyüme oranları Grafik 1’de gösterilmektedir. Türkiye ekonomisinin 1960 - 2010 yılları arasında ortalama % 4,5 büyüdüğü görülmektedir. Cumhuriyetin kuruluşundan 2010 yılına kadar geçen sürede ise ortalama büyüme hızı % 4,83 olarak hesaplanmıştır. Onar yıllık dönemler için büyüme hızlarını kıyasladığımızda Türkiye ekonomisinde küreselleşme sürecinin başlangıcı olan 1980 sonrasında planlı kalkınma dönemine kıyasla ortalama büyüme hızının % 5,34’ ten % 4,11’ e düşmüş olduğu tespit edilmektedir. TÜİK tarafından açıklanan GSYH rakamlarının 1998 fiyatları temel alınarak geriye çekilen serilerinden hesaplanan büyüme oranları aşağıdaki grafikte gösterilmektedir. Türkiye ekonomisinin otuz yıllık küreselleşme serüveninde ortalama büyüme hızının onar yıllık ardışık dönemlerde düşmekte olduğu gözlenmektedir. Özellikle sermaye 115 hareketlerinin serbestleştirilmesi sonrası 1990 - 2010 yılları arasındaki ortalama büyüme hızı 1960 - 2010 ortalamasının altında kalmaktadır. Grafik 1: Türkiye Ekonomisinde Dönemler İtibarıyla Ortalama Büyüme Oranları (%) Kaynak: Kalkınma Bakanlığı (http://www.kalkinma.gov.tr/Pages/EkonomikSosyalGostergeler.aspx) İstihdam göstergeleri Türkiye ekonomisinin kronikleşmiş ve son yıllarda %10 bandına yerleşmiş işsizlik sorununu ortaya koymaktadır. 2008 Küresel Finansal Krizinin bulaşma etkisi ülkemizde en fazla reel sektörde gözlenmiş, işsizlik oranı % 14 ile tarihi zirvesini 2009 yılında yapmıştır. Bu tarihten itibaren toparlanma sürecine girilmesinin etkisiyle işsizlik oranında kısmen düşüş gözlense de 2012 yılında işsizlik % 10,2 ile uzun vadede yerleştiği düzeyde kalmıştır. Ayrıca, istihdam göstergelerinin alt bileşenleri incelendiğinde; Türkiye ekonomisinde tarım dışı işsizliğin ve genç nüfusta işsizlik oranının yüksek olduğu görülmektedir. Nüfusunun yaklaşık % 30’ u 15 yaş ve altı olan bir ülke için genç nüfusta işsizlik oranının % 18 - 20 arasında seyretmesi uzun vadede sürdürülebilir büyüme açısından son derece riskli bir tablo çizmektedir. İstihdamın sektörel dağılımı incelendiğinde hizmetler 116 sektörünün payının tarım ve sanayi sektörleri toplamından fazla ve hatta toplam istihdamın %50’sini aşan düzeylerde bulunması (2012 yılı itibarıyla hizmetler sektörünün payı %57,13 olarak gerçekleşmiştir.) Türkiye ekonomisinin bir başka kırılganlığına işaret etmektedir. Üretken olmayan veya dış ticarete büyük ölçüde kapalı olan hizmetler sektörünün gelişme sürecinin erken bir aşamasında aşırı bir şişkinlik göstermesi yapısal bozukluğun göstergesi şeklinde yorumlanmaktadır (Boratav, 2007: 218). Grafik 2: Türkiye Ekonomisinde Yıllar İtibarıyla İşsizlik Oranı Kaynak: TÜİK (http://tuik.gov.tr/UstMenu.do?metod=temelist) Türkiye ekonomisinin küreselleşme sürecinde dış ticaretin serbestleştirilmesi ve ülkeye sermayeyi çekmek için izlenen yüksek faiz değerli döviz kuru politikalarıyla bozulan cari açık dengesi özellikle 1996’da başlayan Gümrük Birliği süreci ve 1999 krizi sonrası kronik bir hal almıştır. Aşağıdaki grafikten izlenebileceği gibi Türkiye ekonomisinde gerek cari açık gerekse GSYH istikrarsız bir seyir izlemektedir. Kriz dönemlerinde aşırı değerlenmiş bulunan döviz kurunun devalüasyonu ve devalüasyonu seyreden ithalat daralması sonucu cari açıkta kısa süreli düzelme görülmekte, ancak ekonomi büyürken cari açığın GSYH’ye oranı tekrar yükselmektedir. Bir istikrarsızlık unsuru olarak öncü gösterge niteliği taşıyan 117 cari açığın GSYH’ye oranının 1994 ve 2001 krizlerinin hemen öncesinde yükselmesi cari açıktaki oransal artışı gelişmekte olan ülkeler açısından risk göstergesi olarak yorumlayan literatür ile tutarlıdır. Grafik 3: Türkiye’de Yıllar İtibarıyla Cari Açık ve GSYH Türkiye'de Yıllar İtibarıyla Cari Açık ve GSYH 12,0 2,0 10,0 1,0 8,0 0,0 6,0 % 19 83 19 84 19 85 19 86 19 87 19 88 19 89 19 90 19 91 19 92 19 93 19 94 19 95 19 96 19 97 19 98 19 99 20 00 20 01 20 02 20 03 20 04 20 05 20 06 20 07 20 08 20 09 20 10 3,0 -1,0 4,0 -2,0 2,0 -3,0 0,0 -4,0 -2,0 -5,0 -4,0 -6,0 -6,0 -7,0 -8,0 yıllar cari açık/ gsyh (%) gsyh büyüme oranı (%) Kaynak: Kalkınma Bakanlığı (http://www.kalkinma.gov.tr/Pages/EkonomikSosyalGostergeler.aspx) Türkiye ekonomisinde 1980 sonrası kamu harcamaları sürekli artarken kamu gelirlerindeki artışın kamu harcamalarındaki artışa kıyasla daha düşük bir seyir izlemesi bütçe açıklarının süreklilik arz etmesine sebep olmuştur. Bütçe açıklarının GSYH’ye oranındaki artış kamu kesimi borçlanma gereğini de artırmıştır. Aşağıdaki grafikte kamu kesimi borçlanma gereğinin GSYH’ye oranının yıllar itibarıyla izlediği seyir gösterilmekte olup 2001 Krizi sonrası alınan istikrar tedbirleri ile bu oranın kontrol altına alındığı gözlenmektedir. 118 Grafik 4: Türkiye’de Yıllar İtibarıyla Kamu Kesimi Borçlanma Gereğinin GSYH’ye Oranı KKBG/ GSYH (%) 14.00 12.00 10.00 8.00 6.00 4.00 2.00 2012 2010 2008 2006 2004 2002 2000 1998 1996 1994 1992 1990 1988 1986 1984 1982 -2.00 1980 0.00 KKBG/ GSYH (%) -4.00 Kaynak: Kalkınma Bakanlığı (http://www.kalkinma.gov.tr/Pages/EkonomikSosyalGostergeler.aspx) Aşağıdaki grafik, enflasyon oranının yıllar itibarıyla seyrini göstermektedir. Türkiye ekonomisinde enflasyonun 1970’lerin ortalarından itibaren tırmanmaya başladığı, küreselleşme sürecinde yüksek enflasyonun kronik bir sorun haline geldiği, 1990’lı yıllarda en yüksek düzeye ulaştığı, 2002 sonrası IMF ile imzalanan Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı ile enflasyon oranında düşüş kaydedilmeye başlandığı, enflasyonun tek haneli rakamlara düşüşünün ise ancak 2005 sonrası gerçekleşebildiği görülmektedir. 2003 - 2012 yılları arasında ortalama enflasyon oranı %10 olarak gerçekleşmiştir. Ancak son yıllarda, temel enflasyon göstergelerinin ana eğiliminde yeniden artış gözlenmekte olup 2013 yılı temmuz ayı itibarıyla yıllık enflasyon %8,88’e yükselmiştir. Enflasyondaki bu yükselişte son dönemde TL’de gözlenen değer kaybının da etkisi bulunmaktadır. 20 Ağustos 2013 tarihli TCMB Para Politikası Kuruluna İlişkin Basın Duyurusunda, gelişmiş ülkelerdeki para politikasına yönelik belirsizliklerin devam etmesi nedeniyle finansal piyasalarda oynaklığın arttığı ve bu artışa bağlı olarak küresel portföy yatırımlarında gelişmekte olan ülke varlıklarının 119 ağırlığının azaldığı belirtilerek kısa vadede belirsizliklerin finansal dalgalanmalara yol açabileceğine vurgu yapılmıştır. Grafik 5: Türkiye Ekonomisinde Yıllar İtibarıyla Enflasyon Oranı (TÜFE) Türkiye'de Yıllar İtibarıyla Enflasyon Oranı 140,0 120,0 100,0 % 80,0 60,0 40,0 20,0 19 60 19 62 19 64 19 66 19 68 19 70 19 72 19 74 19 76 19 78 19 80 19 82 19 84 19 86 19 88 19 90 19 92 19 94 19 96 19 98 20 00 20 02 20 04 20 06 20 08 20 10 20 12 0,0 -20,0 yıllar enflasyon oranı Kaynak: Kalkınma Bakanlığı (http://www.kalkinma.gov.tr/Pages/EkonomikSosyalGostergeler.aspx) Türkiye ekonomisinde 1980’li yıllardan itibaren kronik bir hal alan değişken enflasyon ile kısmen bu sarmaldan beslenerek artan iç borç stoku makroekonomik istikrarsızlığa katkıda bulunan temel unsurlardan olmuştur. Cari fiyatlarla ölçülen iç borç stokunun cari fiyatlarla ölçülen GSYH’ye oranını 1980 - 2012 itibarıyla gösteren aşağıdaki grafiğin incelenmesinden Kasım 2000 ve Şubat 2001 tarihlerinde birbiri ardına gelen krizlerin merkezi yönetim brüt borç stokuna maliyeti görülmektedir. 2001 yılı sonu itibarıyla iç borç stoku toplam GSYH’nin yarısına ulaşmış, bu tarihten itibaren alınan daraltıcı önlemlerin etkisiyle kademeli olarak azaltılmışsa da henüz 2001 krizi öncesindeki düzeyine inmemiştir. 2012 yılı sonu itibarıyla 386,542 milyon TL olan iç borç stoku merkezi yönetim borç stokunun %72’sini oluşturmaktadır. 2013 yılı Mart ayı merkezi yönetim borç stokunun % 73,1’i iç borçlardan oluşmaktadır. 2013 yılı Mart ayı itibarıyla 2012 ile kıyaslandığında iç borç 120 stokunun vadesinin uzadığı (60,8 aydan 70,5 aya çıkmıştır) ve ortalama borçlanma maliyetinin düştüğü (%8,8’den % 6,4’e inmiştir) görülmektedir. Ayrıca, merkezi yönetim iç borç stoku içinde döviz cinsi ve dövize endeksli borcun bulunmayışı kur riskine olan duyarlılığı azaltmaktadır. Grafik 6: Türkiye Ekonomisinde Yıllar İtibarıyla İç Borç Stokunun Gelişimi Türkiye Ekonomisinde Yıllar İtibarıyla İç Borç Stokunun Gelişimi 60,00 50,00 % 40,00 30,00 20,00 10,00 2012 2011 2010 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 1997 1996 1995 1994 1992 1993 1991 1990 1989 1988 1987 1986 1985 1984 1983 1982 1981 1980 0,00 yıllar iç borç stoku/ GSYH (%) Kaynak: Hazine Müsteşarlığı (http://hazine.gov.tr/default.aspx?nsw=EilDPQez15w=id=12&nm=33) Dış borç göstergelerinin incelenmesinden Türkiye ekonomisinin dış borçluluğunun dünyadaki konjonktürel gelişmelerle yakın ilişkili olduğu teyit edilmektedir. Nitekim 1987-1988 krizleri, 1994 krizi ve iki dipli 2000 – 2001 krizleri dış borçluluğun zirve yaptığı yıllar olmuştur. Dış borcun yapısı incelendiğinde borcun büyük kısmının uzun vadeli dış borç olduğu, kısa vadeli dış borcun %15 - 25 arasında seyrettiği ve orta ve uzun vadeli borca kıyasla daha istikrarlı olduğu görülmektedir. 121 Grafik 7: Türkiye Ekonomisinde Yıllar İtibarıyla İç ve Dış Borç Stoku Yıllar İtibarıyla Türkiye Ekonomisinde İç ve Dış Borç Stoklarının GSYH'ye Oranı 70,0 60,0 50,0 % 40,0 30,0 20,0 10,0 19 83 19 84 19 85 19 86 19 87 19 88 19 89 19 90 19 91 19 92 19 93 19 94 19 95 19 96 19 97 19 98 19 99 20 00 20 01 20 02 20 03 20 04 20 05 20 06 20 07 20 08 20 09 20 10 0,0 yıllar dış borç/GSYH (%) iç borç/ GSYH (%) Kaynak: Hazine Müsteşarlığı (http://hazine.gov.tr/default.aspx?nsw=EilDPQez15w=H7deC+nm=33) Türkiye ekonomisinde yıllar itibarıyla doğrudan yabancı yatırımların gelişimini gösteren aşağıdaki grafiğin incelenmesinden doğrudan yabancı yatırımların 1980’li yılların ikinci yarısında başlayıp göreceli olarak düşük bir artış hızı izlediği, 2000’li yıllarda ise değişken bir seyir izlediği gözlenmektedir. Türkiye ekonomisinde gözlenen sermaye hareketlerinin kompozisyonu incelendiğinde kısa vadeli portföy yatırımları ön plana çıkmaktadır. Doğrudan yabancı yatırımlar ise görece daha önemsiz yer tutmaktadır. Kısa vadeli sermaye hareketlerindeki değişkenliğin döviz kuru, döviz rezervleri, parasal büyüklükler, enflasyon ve büyümede dalgalanmalara yol açtığı bilinmektedir. Ayrıca, her ne kadar sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesiyle beraber ülkeye giren yabancı sermayenin katkısı inkar edilemese de yabancı sermayenin uzun vadede istikrarlı bir büyüme trendi getirmediği görülmektedir. Bu durum ise Türkiye’ye sermaye girişinin doğrudan yabancı yatırımlardan ziyade ‘sıcak para’ şeklinde ifade edilen kısa vadeli sermaye hareketlerinden kaynaklanmasıyla açıklanmaktadır. 122 Grafik 8: Yıllar İtibarıyla Doğrudan Yabancı Yatırımlar Türkiye Ekonomisinde Yıllar itibarıyla Doğrudan Yabancı Yatırımlar 20.000 18.000 milyon ABD doları 16.000 14.000 12.000 doğrudan yabancı yatırım 10.000 8.000 6.000 4.000 2.000 20 11 20 09 20 07 20 05 20 03 20 01 19 99 19 97 19 95 19 93 19 91 19 89 19 87 19 85 19 83 0 yıllar Kaynak: Kalkınma Bakanlığı (http://www.kalkinma.gov.tr/Pages/EkonomikSosyalGostergeler.aspx) Kısa vadeli sermaye hareketleriyle ilgili temel sorun kısa dönemde kar sağlama olasılığı sona erdiğinde sermayenin yöneldiği ülkeyi ani bir şekilde terk edecek olmasının yol açtığı istikrarsızlıktır. Bu sebeple sermayenin yoğun ve öngörülemeyen hareketliliği reel döviz kurunda oynaklığa yol açmaktadır. 1987 – 2010 yılları arasında kısa vadeli sermaye hareketleri ile reel döviz kuru arasındaki korelasyon 0,6 olarak hesaplanmış olup aşağıdaki grafikte Türkiye’de kısa vadeli sermaye ile reel efektif döviz kuru endeksi arasındaki ilişki gösterilmektedir. Türkiye ekonomisinin küreselleşme sürecinde sermaye hareketlerine getirilen düzenlemelerle ilgili üç önemli evre gözlenmektedir. 1980 – 1988 yıllarını kapsayan birinci evrede sermaye hareketleri kısıtlı olup faiz oranları ile döviz kurları kontrol edilmektedir. 1989 – 2001 arası dönemde sermaye hareketleri serbestleştirilmiş ve döviz kurları kontrol altında tutularak faiz oranları piyasada serbestçe belirlenmiştir. 2001 ve sonrasında ise sermaye hareketleri ve döviz kurlarının serbest olduğu, faiz oranlarının kontrol edildiği aktif para politikasının kullanıldığı dalgalı kur rejimi geçerlidir. 123 Grafik 9: Türkiye’de Yıllar İtibarıyla Kısa Vadeli Sermaye Hareketleri ve Reel Döviz Kuru Kısa Vadeli Sermaye Hareketleri ile Reel Döviz Kuru İlişkisi 30.000 250,0 25.000 200,0 milyon ABD doları 20.000 15.000 150,0 10.000 5.000 100,0 0 1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 -5.000 50,0 -10.000 -15.000 0,0 yıllar kısa vadeli sermaye hareketleri (milyon ABD doları) reel döviz kuru (1987 = 100) Kaynak: Kalkınma Bakanlığı, TCMB (http://www.kalkinma.gov.tr/Pages/EkonomikSosyalGostergeler.aspx), (http://evds.tcmb.gov.tr/cbt.html) Sermaye hareketlerinin serbest olduğu dönemde uygulanan kontrollü döviz kuru rejimi dönemi ile 2001 yılında yaşanan finansal kriz sonrası uygulamaya geçilen dalgalı döviz kuru rejimi iş çevrimleri açısından farklı sonuçlar doğurmuştur. Bu bakımdan finansal piyasaların liberalizasyonu sonrasında makroiktisadi değişkenlikteki artışın tek sorumlusu olarak sıcak paranın gösterilmesi doğru değildir. Makroiktisadi dengeler gerek siyasi gerek iktisadi çok sayıda farklı unsurun etkileşimiyle şekillendiğinden zaman serilerinin analizi için serilerin korelasyon ve senkronizasyonunun irdelenmesi ve aralarındaki ilişkileri açıklayan nedenselliklerin araştırılması gerekmektedir. Bu itibarla kullanılan ekonomik model ve gerçekleştirilen ampirik çalışmaya ilişkin daha ayrıntılı bilgilere ihtiyaç duyulmaktadır. Özetle, Türkiye ekonomisi 2012 yılı sonu itibarıyla üçüz açık veren bir ekonomi görüntüsü çizmektedir. Bir başka deyişle ekonomide hem özel kesim açığı (S-I), hem cari açık (X-M) hem de kamu kesimi açığı (T-G) 124 bulunmaktadır. Son yıllarda kamu kesimi açıkları kontrol altına alınmış görünmekle beraber aslında bu görüntü yanıltıcıdır. Vergi tabanının genişletilmesi, dolaysız hareketlerinin işlem vergilerin vergisine artırılması, tabi kılınarak kısa vadeli finansal sermaye piyasalarda istikrarsızlığın azaltılması gibi uzun vadeli çözümlerle kıyaslandığında; kamu gelirlerinin özelleştirmeler ile artırılması riskin kısa vadeli yönetimine odaklanmaktadır. 4.3. TÜRKİYE EKONOMİSİNDE YAŞANAN KRİZLERİN KÜRESELLEŞME OLGUSU ÇERÇEVESİNDE ANALİZİ Kazgan’a göre Türkiye ekonomisini derinden sarsan ve önemli yapısal dönüşümlere sebep olan dört büyük kriz; 1929 - 32, 1958 - 61, 1978 - 83 ve 1998 - 2001 tarihlerinde yaşanmıştır. Bunların yanısıra, etkileri daha hafif düzeyde hissedilen krizler ise 1969 - 70, 1988 - 89, 1991, 1994 ve 2008 2009 yıllarında yaşanmıştır. (Kazgan, 2012). Türkiye ekonomisinde gözlenen iş çevrimlerinin küreselleşmenin unsurlarıyla nasıl şekillendiğini irdelemek amacında olan bu çalışmada özellikle 1980 ve sonrasındaki gelişmeler incelenmektedir. Dolayısıyla, 1978 - 83, 1988 - 89, 1991, 1994, 1998 - 2001 ve 2008 - 2010 yılları arasında Türkiye ekonomisinin geçirdiği dalgalanmalar konjonktürel arka plan gözetilerek ve kriz, depresyon, canlanma, genişleme gibi evrelerin izlediği dinamiklerde ülkeye özgü koşulların yanısıra küresel etkiler de dikkate alınarak incelenmektedir. Türkiye ekonomisinde 1990’lı yıllardan önce yaşanan krizlerle 1990’lı yıllar sonrası krizlerin temel farklılığı sermayenin ani kaçışına olanak veren dışa açıklık olgusudur. Nitekim Türkiye’de başlangıcı 24 Ocak kararlarına uzanan, 1990 sonrası sermaye hareketlerinin tamamen serbestleşmesiyle ivmelenen yeni sermaye birikim modeli esas itibarıyla uluslararası finans piyasalarındaki gelişmelerle şekillenmiştir. 125 Türkiye ekonomisinde küreselleşme sürecinin 24 Ocak 1980 tarihli İktisadi İstikrar Kararlarını takiben başladığı kabul görmektedir. Ancak sürecin izlerini ödemeler dengesi finansmanının zorlaşmasıyla ithal ikameci sanayileşmenin sınırlarına dayanılan 1970’lerin ikinci yarısına kadar takip etmek mümkündür. 1973 yılında gerçekleşen I. Petrol Krizi ve yine aynı dönemde çevre ülkelerin merkezden taleplerinin artmış olması, Batılı sermayeyi içine sıkıştığı bunalımdan çıkaracak yeni bir yol arayışına mecbur bırakmıştır. Artan petrol fiyatları sonucu petrol ihracatçısı ülkelerin ellerinde biriken petro dolarların gelişmekte olan ülkelerin borçlandırılması suretiyle dolaşıma sokulması, Merkezi bir süre daha rahatlatacak yeni bir yolun açılması anlamına gelmekteydi. Dört- beş senelik bir genişleme ve şişkinlik evresinin sonlarına gelindiğinde dünya çapında gelişmekte olan ülkeleri etkisi altına alan 1978 Borç Krizi Türkiye’de de 1979 sonuna doğru iyice derinleşerek borçların ertelenememesi halinde ülkeyi dış borcunu ödeyemeyecek hale düşürmüştür. Konjonktürel gelişmelerin de etkisiyle ülke risk priminin yükselmesi ticari finans kurumlarından kredi teminini zorlaştırarak Türkiye’yi iktisadi politika kararlarını Bretton Woods kurumlarının baskısı altında almak zorunda bırakmıştır. Bu gelişmelerin sonucunda Dünya Bankasından yapısal uyum kredisi alınabilmesi amacıyla dış ticaretin serbestleştirilmesi, tüm sektörlerin yabancı sermayeye açılması, subvansiyonların kaldırılması, enflasyonla mücadelenin büyümeye tercih edilmesi, KİT’lerin özelleştirilmesi gibi temel başlıklar altında toplanabilecek 12 adet politika taahhüdünde bulunulmuştur. Benzer koşullar 1980 - 1983 yıllarını kapsayan 3 yıllık bir Stand by anlaşması için IMF’ye verilen Niyet Mektubunda da tekrarlanmıştır. Sıkı para politikası, kamu harcamalarının kısılması gibi tedbirlerin yanısıra ve belki de bunlardan daha önemli olarak Türkiye’nin alacağı iktisadi politika kararlarında sürekli olarak IMF’ye danışması gibi ulusal egemenlik ve bağımsızlık ilkesini zedeleyici taahhütlerde bulunulmuştur. 1984 yılı sonuna kadar bir sene daha uzatılan bu Stand by anlaşmasıyla Türkiye ekonomisi 1979 - 1984 yılları arasında IMF, Dünya Bankası, OPEC Fonu, Avrupa İskân Fonu, İslam Kalkınma Bankası vb. kaynaklardan toplamda 20 milyar dolardan fazla borçlanmıştır. 126 1981’den itibaren tırmanan faiz oranları 1982 yılından başlayarak başta banker iflasları olmak üzere irili ufaklı banka iflaslarına yol açmıştır. Faizlerin yükselmesinin tasarruf oranlarını artıracağını savunan IMF’nin beklentisinin aksine 1981 - 1983 arasında tasarruf oranının da %17 civarında seyrettiği gözlenmektedir. Yüksek reel faizin etkisiyle yatırım oranlarının da düşmesi ekonomiyi krize sürükleyen unsurlardan olmuştur. Reel devalüasyonlar ile imalat sanayinin ihracata yönelik desteklenmesi sayesinde bu dönemde ihracatın artırılması ve özellikle 1970’lerin sonlarından itibaren dış ticaret hadlerinde gözlenen kötüleşmeyi kontrol altına almak amacıyla ihracatın kompozisyonunda tarım ürünlerinden mamul mallara doğru gerçekleştirilen kayma programın başarılı sayılabilecek sonuçlarındandır. Ancak bu kompozisyon değişiminin 2000’li yıllar itibarıyla net tarım ürünleri ithalatçısı bir ülke konumuna gelme pahasına gerçekleştirildiği de unutulmamalıdır. Böylece temel unsurları Washington Mutabakatıyla tutarlılık gösteren 24 Ocak Kararlarının uygulanması sonucunda Türkiye iktisadi tarihinde; devalüasyon, ucuz kredi, vergi iadesi vb. teşvik ve subvansiyonlarla desteklenen ihracat ile liberalleşen dış ticaret rejiminden oluşan bir dönüşüm başlamıştır. Boratav’a göre, bu yapısal dönüşümün bedeli emekçi sınıflara ödetilmiş olup GSMH’nin içindeki faiz payının yükselişi gelir bölüşümünün ücretliler ile tarım sektöründe çalışanların aleyhine olacak biçimde yeniden tahsis edildiğini göstermektedir (Boratav, 2010). 1984’te Türk Parasının Kıymetini Koruma hakkında çıkartılan 28 ve 30 sayılı kararlar ile Türkiye’de uygulanan kambiyo rejimi serbestleştirilmiş, 1987 yılında açık piyasa işlemleri yürürlüğe girmiştir. 1988 yılında interbank piyasası kurularak mevduat ve kredi faiz tavanları kaldırılmıştır. 1980’li yıllarda ihracat teşviki ve ücretlerin baskılanmasıyla yaratılan yapay büyüme trendi, hem iktisadi hem siyasi açıdan 1988 yılında sınırlarının sonuna dayanınca ücret baskısından beslenen sermaye birikim modelinde bir revizyon ihtiyacı doğmuştur. İşte bu dönemde ekonominin büyümek için ihtiyacı olan kaynağın sağlanabilmesi amacıyla uluslararası konjonktürün de etkisiyle sermaye piyasalarının serbestleştirilmesi gündeme gelmiştir. Mali 127 açıkların kapatılmasında iç borçlanmaya alternatif olarak görülen yabancı fonların ülkeye girişini sağlamak üzere 11 Ağustos 1989 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan, “Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı Karar” ile konvertibiliteye geçiş sağlanmıştır. Oysa 1989 yılı Türkiye ekonomisi açısından 1980’lerin ortalarından itibaren hızla büyüyen iç borçlar, artan kamu açıkları, yükselen ve kronikleşen enflasyon ile kırılgan bir makroiktisadi görüntü çizmektedir. Bu kırılgan yapının sermaye hareketlerine açılması sonrasında kısa vadeli sermaye girişi ile ucuzlayan döviz, bankaların uluslararası finans piyasalarından borçlanarak elde ettikleri fonları yüksek getirili kamu menkul değerlerine yatırmalarına ve üretime yönlendirilmeyen bir kredi şişkinliğine yol açmıştır. 1990’lı yılların başlarına gelindiğinde, ABD’de New York Borsasının 1987 yılında çöküşü 1992 sonrası dünyanın her yanından ABD’ye giren sermayenin şişirdiği balonla atlatılmış görünüyordu. Bu dönemde Avrupa Para Krizleri olarak anılan devalüasyonlar özellikle İngiltere, İtalya, İspanya ve Portekiz gibi ülkeleri 1992- 1993 yıllarında etkisi altına almıştır. Türkiye’de makroiktisadi açıdan kırılgan finansal piyasaların sermaye hareketliliğine karşı korunacak şekilde düzenlenmeden serbestleştirilmesi sonucu beklenen spekülasyon riski gerçekleşmiş ve 1994 finansal krizi yaşanmıştır. Yeldan’a göre, 1994 finansal krizi, döviz kuru ile faiz oranları arasındaki hassas dengelere bağlı yapay büyüme sürecinin bir sonucudur ve spekülatif – rantiyer tipi sermaye birikimi yaratarak gelir bölüşümünün daha da kötüleşmesine yol açmıştır (Yeldan, 2001: 40). 1994 Krizinde bu yeni birikim modelinin etkisi olduğu kadar; krizi tetikleyen unsur olarak faiz arbitrajı güdüsüyle açık pozisyonlarını yükselten bankalar karşısında faiz hadlerinin baskılanmasına yönelik sermayeyi sıkıştırıcı hükümet politikalarının da etkisi bulunmaktadır. Krizi takiben alınan 5 Nisan kararları; enflasyonun hızla düşürülmesi, dış borcun sınırlanması, kamuya mali disiplinin getirilmesi, tarım ve özelleştirme gibi yapısal reformların gerçekleştirilmesi, cari açığın düzeltilmesi gibi unsurları hedeflemiştir. Ayrıca, 5 Nisan kararlarıyla döviz kurunun belirlenmesinde istikrar sağlamak amacıyla, 1 ABD doları 128 karşılığında TL alış - satış kotasyonu veren bankalar arasından seçilen 10 bankanın saat 15.00’ deki döviz alım - satım fiyatlarının ortalaması gösterge niteliğinde Merkez Bankası resmi döviz kuru olarak ilan edilmeye başlanmıştır. Bu yöntem ile döviz kuruna başlangıçta hızla değer kaybettirilip sonrasında kur artış hızının enflasyon oranının altında seyretmesi hedeflenmiştir. 1995 itibarıyla ise 1 ABD Doları + 1,5 Alman Markından oluşan kur sepetinin aylık enflasyon tutarında belirlenmesi kararlaştırılmış ve hedef değerler piyasaya duyurulmuştur. Türk lirasının 1994 krizini izleyen devalüasyonu ve olumlu küresel konjonktürün de etkisiyle ekonomi kısa sürede toparlanma sürecine girmiştir. Aynı dönemde küresel bir genişleme söz konusuydu. 1992 yılında paralarını ABD dolarına endeksleyen Asya Kaplanları yabancı sermayeyi hızla ülkelerine çekerek büyüyor, borsa endeksi yükseliş trendi izliyor, piyasalarda balon şişiyordu. Ancak söz konusu balon ABD ekonomisinde de eş zamanlı olarak şişmekte olan balonun dolara hemen bütün ülke paraları karşısında değer kazandırmasıyla sönmüş, Asya kaplanlarının önce dış ticaret hadleri düşmüş, hemen ardından cari açıkları büyümüş, kısa vadeli dış borçları kritik düzeylere ulaşmıştır. Böylece dünya konjonktüründe beş yıllık likidite bolluğuna bağlı genişleme evresinin sonlarına varılmış ve 1997’de risk priminin en yüksek olduğu Tayland’da başlayan sermaye kaçışıyla devalüasyonlar domino etkisiyle yayılmıştır. Krizin bir seneden daha kısa sürede Rusya’ya sirayet etmesi önemli dış ticaret partnerlerimizden olan ve turist gelirleriyle ülke ekonomimize sermaye girişi sağlayan Rus ekonomisindeki krizin bu bölgede iş yapan inşaat şirketlerinin alacaklarını tahsil edememesine yol açarak, Türkiye’yi de etkilemiştir. Bunda doğrudan dış ticaret bağlantılı aktarım kanalının yanısıra kısa vadeli yabancı sermayenin dünya konjonktürünün etkisiyle yükselen piyasaları riskli bulması da rol oynamıştır. İş çevriminin iniş evresini işaret ettiği bu dönemde Türkiye, 1998 yılının Temmuz ayında IMF ile yakın izleme anlaşması imzalamıştır. Yakın izleme anlaşmasıyla hedeflenen, olumsuz dünya konjonktüründe enflasyonu düşürebilmek için ihtiyaç duyulan kredibilitenin IMF desteğiyle 129 tesisiydi. Ancak henüz bir ödemeler dengesi sorunu yok iken ve IMF’den kaynak talebinde de bulunulmazken sırf kredibilite tahsisi için bağımsız iktisat politikalarından feragat edilmesi eleştirilere konu olmuştur. Gerek bu yakın izleme anlaşmasının gerekse bunu takip eden Stand- by anlaşmasının IMF’nin ödemeler dengesi krizinde bulunan ülkelere yönelik faaliyet sahasıyla ilgisini Boratav sorgulamıştır. Zira o tarihte, Türkiye’nin ne böyle bir dış kaynak ihtiyacı ne de ciddi bir ödemeler dengesi sorunu bulunmaktadır (Boratav, 2001). 1999 krizinde dünya genelindeki daralan konjonktür ile bu koşullar altında enflasyonla mücadeleye girişilmiş olmasının etkileri bulunduğu kadar diğer olumsuz dışsal faktörlerin de etkisi bulunmaktadır. Bunlar; PKK lideri Öcalan’ın yakalanması üzerine Türkiye aleyhine Avrupa’da başlatılan kampanyanın, turizm gelirleri, işçi dövizleri ve portföy yatırımları kanallarıyla sermaye girişine sekte vurması, büyük can ve mal kaybıyla ülke ekonomisini derinden etkileyen 17 Ağustos 1999 depremi ve o sene görülen şiddetli kuraklık olarak sıralanabilir. Türkiye ekonomisini istikrara kavuşturmak için Aralık 1999’da IMF ile imzalanan 17. Stand - by anlaşmasının üç yıllık sürecinde Washington Mutabakatıyla tutarlı özelleştirmelerin ve yapısal reformların tamamlanması amaçlanmış, nihai hedef olarak 2002 sonunda tek haneli enflasyon rakamı belirlenmiştir (Özlale ve Yeldan, 2004). Söz konusu program ile döviz kurunun nominal çıpa olarak kullanılması ve parasal genişlemenin TCMB net dış varlıklarındaki artışla sınırlanmasının döviz kurlarına istikrar getirirken sermaye girişini artıracağı, bu sayede enflasyon hızının da kontrol altına alınacağı öngörülmekteydi. Politika değişkeni olarak nominal döviz kuru çıpasını esas alan program böylece para politikasından da feragat etmiş oluyordu. Kur sepeti 1$ + 0,77 Avrodan oluşmaktadır ve sepette gözlenecek nominal devalüasyonun yıllık TEFE artış oranıyla tutarlı seyretmesi planlanmıştır. Bir yandan da GSMH’nin % 6,5’i oranında faiz dışı fazla hedeflendiğinden kamu harcamalarının kısılması ve kamu gelirlerinin 130 artırılması için de özelleştirmelerin hızla gerçekleştirilmesi gerekiyordu. Bu kurgu içinde kamu harcamalarında planlanan daralmaya ve konjonktürel olumsuzluklara rağmen ekonominin %5 büyüyeceğinin öngörülmesi ise programın tutarlılığının ve sürdürülebilirliğinin tartışmaya açılmasına sebep olmuştur (Yeldan, Boratav). 2000 yılının sonlarına doğru ise ne programda öngörülen özelleştirmeler gerçekleştirilip kamu maliyesine kaynak sağlanabilmiş ne de faiz hadlerindeki hızlı düşüşün cari açığı büyüterek devalüasyon beklentisini tırmandıracağı öngörülmüş idi. Programın başlarında döviz kuru sepeti hedefinin tutturulması kur belirsizliğini ortadan kaldırıp hazinenin dış borçlanma imkanlarını da artırarak reel faizlerin düşmesine katkıda bulunsa da reel faizlerdeki düşüş tüketim harcamalarını artırmış, enflasyon artışı karşısında değerlenen Türk lirası cari açığın hedeflenenden yüksek çıkmasına yol açmıştır. Bu gelişmeler esnasında bankaların dış piyasalardan kısa vadeli döviz borcu kullanarak Devlet İç Borçlanma Senetlerine yatırım yapmaya devam etmesi, alacak ve yükümlülükler arasındaki vade uyumsuzluğunu derinleştirerek döviz kuru riskini artırmıştır. Riskin azaltılması için programa göre 2001 Temmuzunda sabit döviz kuru rejiminin terk edilmesi öngörülmekteyken likidite sıkışıklığıyla tırmanan döviz talebi artışı, uluslararası konjonktürel bozulma ve ülke içindeki siyasi gerginlik Kasım 2000 Krizini tetiklemiş, hızla yükselen faizler bankaların mali yapısını olumsuz etkilemiş, piyasalara güveni zedelemiştir. 2000 yılı sonuna kadar hesap kapama telaşına giren bankaların likidite talebiyle faiz oranları tırmanışa geçmiş ve Kasım ayında interbank gecelik faizi %300’ leri görmüştür. Bankaların kısa vadeli borçlarını kapamak amacıyla döviz taleplerini artırmaları TCMB’nin net dış rezervlerini de eritmiştir. Likidite darlığından kaynaklanan bu kaosu durdurmak için parasal tabanı genişletmeyi reddeden TCMB, ülkenin en büyük bankalarından birinin TMSF’ye devri pahasına IMF programına sonuna kadar sadık kalmıştır. Aralık ayı içinde interbank 131 piyasasında gecelik faizin %870’i görmesi dış dünyanın kredileri kesmesine ve krizin daha da derinleşmesine sebep olmuştur. Sonuç olarak hedeflenen noktaya gelinemeden program çökmüş ve 22 Şubat 2001 tarihinde Merkez Bankası döviz kuru rejiminin sürdürülemeyeceğini ilan ederek TL’yi serbest dalgalanmaya bırakmıştır. Şubat 2001 krizine zemin hazırlayan dinamikleri oluşturan temel sorunlar; finansal küreselleşmenin doğrudan sonucu olarak kısa vadeli sermaye hareketlerinde istikrarsızlık, küresel sermayeye hizmet eden IMF ve DB gibi neoliberal iktisat politikalarının uygulayıcısı kuruluşların dayattığı makroiktisadi istikrar ve yapısal uyum politikalarının ülke ekonomisinde yarattığı stres ile kamu maliyesinin baskısıyla aşırı risk yüklenmiş, etkin düzenleme ve denetlemeden yoksun bankacılık sektörüdür. Kasım 2000 Kriziyle başlayan daralmayla birleşip iki dipli bir kriz görüntüsü çizen 2001 Krizi, Türkiye ekonomisinin küreselleşme sürecinde geçirdiği çevrimler arasında etkileri en şiddetli olan ve toparlanma evresi en uzun süren krizdir. Üstelik süreç, başlangıcından sonuna kadar tamamı IMF ve DB imzalı bir İstikrar ve Yapısal Uyum Programı esnasında gerçekleşmiştir. 2000- 2001 yıllarında Türkiye ekonomisinde yaşanan krizler cari açığın sürdürülemez düzeyde yüksek olmasıyla tırmanan devalüasyon beklentisinden kaynaklanmış olup döviz kurunun nominal çıpa olarak kullanıldığı ve sermaye hareketlerinin serbest olduğu her ekonomide bekleneceği üzere ani ve yüksek düzeyde sermaye çıkışıyla gerçekleşmiştir. Ne yazık ki programın kurgusunda var olan hatalar ile uygulanması esnasında gerçekleştirilen hataların sorumluluğu yine emekçi kesimlere ödetilirken krizden çıkış için ironik bir biçimde yine IMF’ye başvurulmuştur. 2002 yılında IMF ile imzalanan 18. Stand by anlaşması ile Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı uygulanmış, enflasyon hızı düşürülmüş, olumlu konjonktürün de etkisiyle sınırsız fon girişleri TL’yi aşırı değerli tutarken tırmanışa geçen cari açığın sürdürülebilirliği sorununu gündeme yerleştirmiştir. 2002 yılının Kasım ayında iktidara gelen AKP hükümeti IMF ile imzaladığı 19. Stand by anlaşmasını 2008 yılı ortasına kadar sürdürmüştür. IMF Stand by anlaşmalarının zorunlu kıldığı sıkı para ve maliye politikaları ile 132 2004’ten itibaren enflasyon oranının tek haneli rakamlara indirildiği bir gerçektir. Bir başka gerçek de yüksek reel faiz ile desteklenen fon girişlerinin TL’yi aşırı değerlendirip cari açıkları artırdığı, dış borç stokunun birikerek katlandığı, reel ekonomideki yatırımların azaldığı, imalat sanayiinde büyüme hızının 2005 sonrasında giderek düştüğü ve IMF’nin dayattığı tarım politikalarıyla ülkemiz tarım sektörünün bitme noktasına geldiğidir. Sonuç; tüm bileşenleriyle (genç nüfus işsizliği, eğitimli nüfus işsizliği, işgücüne dâhil olmayanlarda artış, gizli işsizlik vb.) kronikleşmiş işsizlik sorunu, vasıflı işgücünde beyin göçü, gelir bölüşümünde daha fazla bozulma, sosyal, kültürel ve toplumsal yapıda çözülme olmuştur. Türkiye ekonomisinin yapısal unsurlarında bozulma sürerken 2007 yılında ABD’de eşik altı ipotek sektöründe (subprime mortgage) kriz yaşanmıştır. ABD’de oluşan balonun finansal piyasalara akış biçimlerinin en ‘yenilikçi’ olanlarından biri eşik altı ipotekli kredi kavramıydı. Düşük gelir gruplarına yönelik olarak açılan ev kredilerine ilişkin borçlar sigortalattırılarak tahvilleştirilip finansal piyasalarda satılmaktaydı. Finansal bir türev araç olarak iş çevriminin genişlemesine katkıda bulunan bu CDO ve CDS’ler, FED’in kısa vadeli faizleri yükseltmesiyle yoksul kesimin kredi ödeme güçlüğüne düşüşü ve derecelendirme kuruluşlarınca pazarlanan bu finansal araçların bir kısmının aslında ‘‘toksik kâğıtlar’’ olduğunun açığa çıkması sonucu ABD’de çoktandır şişen finansal balonu patlatmıştır. Kriz, küresel dinamiklerin bulaşma etkisi sonucu kısa sürede kredi daralması kanalıyla yayılmıştır. 2003 yılından bu yana bankacılık sektörünün disiplin altına alınmış olması, finansal piyasalarda türev ürünler ile işlem yapılmaya henüz geçilmediğinden bankaların ellerinde toksik kâğıtların bulunmaması ve daralan kredi arzına rağmen alternatif dış finansman kaynaklarının bulunmuş olması Türkiye ekonomisinin bu krizden ilk etapta görece daha az etkilenmesinin sebepleri arasında sayılabilir. Ancak, doğrudan toksik kâğıt etkisi yaşamasa da toksik kâğıtları ellerinde bulunduran ABD ve Avrupa bankalarının düştüğü kredi çöküşü Türkiye ekonomisini de gecikmeli olarak etkilemiştir. Özellikle Avrupa’da ihraç malları dış talebindeki daralma en 133 önemli dış ticaret pazarımızı vurmuş ve ülke içinde imalat sanayii üretimini doğrudan etkilemiştir. Dolayısıyla, 2008 küresel finansal krizinin Türkiye ekonomisine etkisi daha çok reel ekonomide gözlenmiştir. ABD ve AB’de krizin etkilerinin hafifletilmesi için uluslararası likiditenin artırılması ve enerji fiyatlarındaki spekülasyonların azalması işsizliğin tarihi zirvesine yerleştiği 2009 yılı sonuna doğru ülkemizde de toparlanmanın başlamasında etkili olmuştur. Vergi Barışı yasasıyla ülkeye döviz girişi ve ek vergi geliri sağlanması, başta otomotiv olmak üzere bazı sektörlere ÖTV ve KDV indirimleri uygulanması, vergi ve sigorta primini ödeyemeyen şirketlere borç yeniden yapılandırmaları, KOBİ’lere destek, TOBB nezdinde staj ve sonrasında iş imkânı da sunan Uzmanlaşmış Meslek Edindirme Kurslarının yaygınlaştırılması krizden çıkış amacıyla alınan tedbirler arasında sayılabilir. Ayrıca, TCMB’nin kredi genişlemesini kontrol etmeye yönelik olarak izlediği faiz indirimleri de bu kapsamda değerlendirilmektedir. 4.4. TÜRKİYE’NİN KÜRESELLEŞME SÜRECİNDE İŞ ÇEVRİMİ DEĞİŞKENLİĞİ Türkiye’de 1960-2010 dönemi arası yıllık ortalama büyüme hızı % 4,5’ tir. 1960-2010 yılları arasında Türkiye’de GSMH büyüme oranlarını gösteren aşağıdaki grafikten Türkiye’de büyümenin ne kadar istikrarsız bir seyir izlediği gözlenmektedir. 134 Grafik 10: Türkiye Ekonomisinde Yıllar İtibarıyla GSMH Büyüme Oranı Yıllar İtibarıyla GSMH Büyüme Oranı 14,0 12,0 10,0 6,0 4,0 2,0 0,0 19 60 19 62 19 64 19 66 19 68 19 70 19 72 19 74 19 76 19 78 19 80 19 82 19 84 19 86 19 88 19 90 19 92 19 94 19 96 19 98 20 00 20 02 20 04 20 06 20 08 20 10 yıllık büyüme oranı 8,0 -2,0 -4,0 -6,0 -8,0 yıllar Kaynak: Kalkınma Bakanlığı (http://www.kalkinma.gov.tr/Pages/EkonomikSosyalGostergeler.aspx) Onar yıllık süreçler diliminde ortalama büyüme hızının değişimini gösteren aşağıdaki grafikten özellikle sermaye piyasalarında liberalizasyonun gerçekleştirildiği 1989 sonrasında hiç de küreselleşme savunucularının öne sürdüğü gibi daha yüksek büyüme oranlarının yakalanmadığı görülmektedir. Ayrıca, büyüme oranının standart sapması ile ölçülen değişkenlik düzeyinde finansal piyasaların serbestleştirilmesi sonrasında artış gözlenmektedir. 135 Grafik 11: Onar Yıllık Dönemler İtibariyle GSMH Büyüme Oranı ve Değişkenliği Onar Yıllık Dönemler İtibarıyla GSMH Büyüme Oranı ve Değişkenliği büyüme oranı, standart sapma 6 5 4 3 2 1 0 1960-1970 1970-1980 1980-1990 1990-2000 2000-2010 1960-2010 dönemler ortalama GSMH büyüme oranı GSMH büyüme oranı dönem standart sapması Kaynak: Kalkınma Bakanlığı (http://www.kalkinma.gov.tr/Pages/EkonomikSosyalGostergeler.aspx) 1980-1990 arası dönemde GSMH büyüme oranının standart sapmasıyla ölçülen makroiktisadi değişkenlik düzeyi 1960 - 2010 arasında gözlenen değişkenlik düzeyinin altında kaldığı gibi aynı dönem için ortalama büyüme oranı 1960- 2010 ortalamasının üstündedir. Bir başka deyişle, ithal ikameci sanayileşme politikasının sınırlarına dayanılan 1980 sonrasında dış ticarette serbestleşme ile kaydedilen gelişmeler büyümeyi artırıcı, istikrarsızlığı azaltıcı yönde olmuştur. Dış ticarette serbestleşme sonucunda ana akım iktisat teorisinin öngörüleriyle tutarlı sonuçlar alındığı halde sermaye hesabının liberalizasyonunu işaret eden 1989 sonrasında hem uzun dönemli ortalama büyüme oranlarında düşüş hem de değişkenlikte artış gözlenmiştir. Bu analiz gelişmekte olan bir ülke olarak Türkiye’nin küreselleşme sürecinin erken bir aşamasında sermaye piyasası liberalizasyonundan ne kadar olumsuz yönde etkilendiğini ortaya koyması açısından kayda değerdir. Tarı ve Kumcu’ya göre ekonomiye ilişkin bir istikrarsızlık göstergesi olarak GSMH büyüme oranının standart sapmasının kullanılmasında dikkat edilmesi gereken nokta büyüme oranı arttıkça standart sapmanın da 136 büyüyebileceğidir ve bu sakıncayı gidermek amacıyla değişim katsayısı kullanılmalıdır (Tarı, Kumcu, 2005). Ancak dönemler itibarıyla değişim katsayısı hesaplandığında da analizin sonuçları değişmemektedir. Aşağıda yer alan tabloda Türkiye ekonomisinde küreselleşme sürecinin başlangıcından 2010 yılı sonuna kadar geçen dönemde belli başlı makroiktisadi göstergelerin değişkenlikleri ve değişim katsayıları gösterilmektedir. 1983-2010 yılları arasındaki ortalama büyüme oranı %4,3 olup değişim değişkenliğinin katsayılarının GSYH incelenmesinden değişkenliğine sermaye kıyasla daha hareketlerinin yüksek olduğu görülmektedir. Sermaye hareketleri ve cari açık büyümeden daha istikrarsız ancak kamu açıkları ile enflasyon büyümeye kıyasla daha istikrarlıdır. Tablo 1: 1983- 2010 Döneminde Belirli Makroiktisadi Göstergelerin Değişkenlikleri Ortalama Standart Sapma Değişim Katsayısı Büyüme (GSYH %) 4.30 4.60 1.06 Cari Açık /GSYH (%) -1.80 2.35 -1.30 Kısa Vadeli Sermaye Hareketleri (milyon ABD doları) 2,334.48 4,614.44 1.98 KKBG/ GSYH (%) 5.10 3.40 0.70 Enflasyon (TÜFE- %) 49.99 30.71 0.61 Kaynak: TÜİK (http://tuik.gov.tr/UstMenu.do?metod=kategorist) Türkiye ekonomisinde GSYH büyüme oranları ile belli başlı makroiktisadi zaman serilerinin korelasyonunu gösteren aşağıdaki tablonun incelenmesinden kısa vadeli sermaye hareketleri ile cari açığın istikrarsız büyüme ile ilişkisinin sermaye hareketleri liberalizasyonu sonrası artış gösterdiği kaydedilmektedir. Küreselleşme göstergelerinin iktisadi istikrarsızlık üzerindeki etkisinin, kamu açıkları ve enflasyonun büyüme ile ilişkisine kıyasla daha fazla olduğunun gözlendiği tablodan enflasyon ile büyüme arasındaki ters yönlü ilişkinin şiddetinin ise küreselleşme sürecinde azaldığı tespit edilmektedir. 137 Tablo 2: GSYH Büyümesi ile Belli Başlı Makroiktisadi Göstergelerin Korelasyonu Sermaye Hareketlerinin Kısıtlı Olduğu Dönem (1960-1989) Sermaye Hareketlerinin Serbestleştirilmesi Sonrası (1990- 2010) Cari Açık -0,45 -0,49 KKBG -0,33 -0,35 Enflasyon Kısa Vadeli Sermaye Hareketleri Kaynak: Yazar tarafından hesaplanmıştır. -0,27 0,44 -0,14 0,49 Türkiye bileşenlerindeki ekonomisinin değişkenliğin küreselleşme gösterdiği sürecinde artış GSMH aşağıdaki ve grafikten izlenebilmektedir. Ancak, 1980 sonrası GSMH ve bileşenlerinin büyüme hızlarındaki değişkenlik artışını incelediğimizde tüketim ve yatırımdaki istikrarsızlığın artış trendi izlendiği, buna karşılık ihracat ve ithalat kalemlerinin sergilediği istikrarsızlıkta düşüş kaydedildiği gözlenmektedir. Yatırım bileşeni ise sermaye piyasalarının serbestleştirilmesini takiben iktisat teorisinin beklentileriyle tutarlı olarak daha istikrarsız bir seyir izlemeye başlamıştır. Grafik 12: GSMH ve Bileşenlerinin Değişkenliğinin Dönemler İtibarıyla Seyri DÖNEMLER İTİBARIYLA GSMH VE UNSURLARININ BÜYÜME HIZLARINDAKİ DEĞİŞKENLİK 25,00 standart sapma 20,00 15,00 10,00 5,00 0,00 1960-69 1970-79 1980-89 GSMH C 1990-99 I X M Kaynak: TÜİK (http://tuik.gov.tr/UstMenu.do?metod=kategorist) 2000-10 yıllar 138 4.5. TÜRKİYE EKONOMİSİNDE İŞ ÇEVRİMİ VOLATİLİTESİNİN AMPİRİK ANALİZİ Küreselleşme sürecinin bir ayağı olan finansal küreselleşme, sermaye hareketlerinin kontrolsüz dolaşımını kolaylaştırdığı ölçüde, faiz oranları, döviz kurları ve ödemeler dengesinin değişkenliğini artırmakta, teknolojik gelişmelerin yaygınlaştırdığı spekülasyon riski, iş çevrimlerinde volatilite konusunu gündeme getirmektedir. İş çevrimi volatilitesi, iş çevrimlerinin zaman içinde gösterdiği dalgalanmadaki değişkenliği ifade etmektedir. Bir risk göstergesi olarak iş çevrimi volatilitesinin incelenmesi iktisadi yapının istikrarlılığına ilişkin önemli bulgular sunmaktadır. İş çevrimlerinde volatilitenin yüksek olması piyasalarda güvensizlik yaratarak sermaye akımlarını olumsuz etkilemekte, erişilebilir fonları daraltmakta ve yatırımcılar nezdinde olumsuz beklentileri körükleyerek reel ekonominin büyüme hızını yavaşlatmaktadır. Bu bölümde iş çevrimi volatilitesinin ampirik olarak irdelenmesi amacıyla zaman serileri analizi uygulanmaktadır. Zaman serileri analizinin sağlıklı sonuçlar verebilmesi için incelenen serilerin durağan olması, durağan değil iseler durağanlaştırılmaları gerekmektedir. Aksi takdirde özellikle makroiktisadi zaman serileri trend bileşeninin etkisiyle sahte regresyon (spurious regression) sorununa sebep olabilmektedir. Bu sebeple iş çevrimlerinin volatilitesinin modellemesine geçmeden evvel iş çevrimi göstergesi olarak kullanılan çıktı açığı serisinin durağanlığı incelenmektedir. Durağanlık analizi için ADF (Augmented Dickey Fuller) testi, PP (Phillips Perron) testi, Ng- Perron testleri yapılmaktadır. Makroiktisadi değişkenler dinamik özellikler göstermeleri sebebiyle çoğu zaman sabit varyanslı değildir. Dolayısıyla sabit varyans varsayımına dayalı geleneksel zaman serisi modelleri volatilite modellemesi açısından yeterli olmadığından, değişen varyans yapılarına izin veren modelleme teknikleri geliştirilmiştir. İş çevrimi volatilitesinin modellenmesinde ilk olarak zaman serisinin koşullu varyansını geçmiş şokların bir fonksiyonu olarak ele alan otoregresif koşullu değişen varyans modeli (ARCH) kullanılmaktadır. ARCH modelinde koşulsuz varyans 139 zaman içinde sabit kalırken koşullu varyans zamana bağlı bir fonksiyon olarak tanımlanmaktadır. Yaygın kullanılan bir yöntem olmakla beraber, hata teriminin fazla sayıdaki gecikmelerinin anlamlı olması yüzünden çok sayıda parametre tahminini gerektiren ARCH modeli yerine daha az sayıda parametreyle değişkenlik direncini modelleyen GARCH (genelleştirilmiş ARCH) modeli geliştirilmiştir. ARCH ve GARCH modellerinde koşullu varyansın pozitif ve negatif şoklara karşı simetrik tepki gösterdiğinin varsayılması negatif şokların asimetrik etkisinin göz ardı edildiği eleştirisini doğurmuş ve söz konusu asimetrik etkiyi de dikkate alan EGARCH (Üstel GARCH) ve TGARCH (Eşik GARCH) modellerinin geliştirilmesine yol açmıştır (Ertuğrul, 2012). Bu kapsamda Türkiye ekonomisinde iş çevrimlerinin volatilitesinin modellenmesinde adıgeçen alternatif modeller kurulmuş ve bu modeller kendi aralarında kıyaslanmıştır. Volatilitesinin modellenmesi amaçlanan iş çevrimi, doğrudan gözlenen bir değişken olmadığından çevrime gösterge niteliğinde bir değişkenin veya birkaç değişkenden oluşan bileşik bir endeksin oluşturulması gerekmektedir. Buahari ve Khan’a göre (2008), çıktı açığı ekonominin çevrimsel durumu hakkında bilgi vermektedir. Çıktı açığı, gerçekleşen çıktı ile potansiyel çıktı arasındaki farktır. Çıktı açığının gerçeğe yakın olarak belirlenebilmesi için potansiyel çıktı ölçümünün sağlıklı yapılması gerekmektedir. Potansiyel çıktının belirlenmesinde çeşitli teknikler kullanılmaktadır. Bu çalışmada çıktı açığı hesaplamasında modern iş çevrimi literatüründe en bilinen tekniklerden biri olan Hodrick – Prescott filtresi tercih edilmiş ve 1987Ç1- 2012Ç4 dönemi için Türkiye ekonomisinde iş çevrimi göstergesi olarak çıktı açığı hesaplanmıştır30. Çıktı açığı serisinin elde edilmesinden sonra çıktı açığının volatilitesi modellenmektedir. Geleneksel değişen varyans modelleri olan ARCH ve GARCH tipi modellerin yanısıra asimetrik etkileri dikkate alan volatilite modellerinden olan EGARCH ve TGARCH modelleri kurularak, modeller hem model seçim kriterlerine göre hem de öngörü performanslarına göre karşılaştırılmaktadır. Volatilite modelleri arasında Türkiye ekonomisindeki iş çevrimleri açısından en başarılı modelin bulunmasından 140 sonra çıkarılan iş çevrimi volatilitesi serisinin küreselleşme sürecindeki dinamik hareketi küreselleşme göstergeleriyle ilişkileri bağlamında irdelenmektedir. 4.5.1. Hodrick – Prescott Yöntemiyle Çıktı Açığının Hesaplanması Türkiye ekonomisinde gözlenen iş çevrimlerinin volatilitesinin küreselleşmenin unsurlarından nasıl etkilendiğini ortaya koyma amacındaki bu çalışmada öncelikle Hodrick – Prescott (HP) filtresi yöntemiyle Türkiye ekonomisi için çıktı açığı hesaplanmıştır. Yöntemin uygulamasında 1987Ç1: 2012Ç4 dönemini kapsayan 1998 temel yıllı sabit fiyatlarla GSYH verisi kullanılmış olup söz konusu veriler 1998Ç1- 2012Ç4 dönemi için TÜİK resmi internet sayfasında 1998 bazlı GSYH serisi (sabit fiyatlarla) başlığı altında yayımlanmaktadır. 1987Ç1:1997Ç4 dönemine ait seri ise 1987 bazlı GSYH serisinin artış oranları kullanılarak yeni serinin geriye doğru çekilmesi ile oluşturulmuştur. Ek-1’de reel GSYH için çeyreklik sıklıkta veriler tablo halinde sunulmaktadır. Hodrick – Prescott filtresinin çıkarılmasında 1987Ç1:2012Ç4 dönemine ait reel GSYH serisi mevsimsellikten arındırıldıktan sonra Eviews 7 uygulamasıyla Hodrick- Prescott trendi elde edilmiştir. Bu yöntemin uygulanmasında literatürde çeyreklik veri için yaygın olarak kullanılan λ = 1600 parametresi kullanılmıştır. Dönem sonu yanlılık sorununu en aza indirgemek amacıyla GSYH serisi 2018 yılının dördüncü çeyreğine kadar tahminlerle uzatılmıştır. Büyüme tahminlerinde TCMB Beklenti Anketinde yer alan cari yıl sonu ve gelecek yıl sonu beklentileri alınmıştır. Aşağıdaki grafikte Hodrick – Prescott yöntemiyle hesaplanan çıktı açığı 1987Ç1: 2012Ç4 incelenmesinden Türkiye dönemi için ekonomisinde gösterilmektedir. sermaye Grafiğin hareketlerinin serbestleştirilmesinden sonra gözlenen üç büyük kriz olan 1994, 2000-2001 ve 2008 krizlerinde çıktı açığının derinleştiği, ayrıca ara dönemlerde küresel 141 konjonktürün etkisiyle gözlenen daralma ve toparlanma süreçleri (ekonominin daralma gösterdiği 1988-89 yılları, 1991 Körfez Krizinin yarattığı durgunluk etkisi, 1998 Rusya Krizi ve 1999’da yaşanan 17 Ağustos depreminin daraltıcı etkileri ile iki dipli kriz olarak nitelenebilecek 2000 Kasım ve 2001 Şubat Krizleri) gözlenmektedir. Grafik 13: Türkiye Ekonomisinde Hodrick – Prescott Yöntemiyle Çıktı Açığı Kaynak: Yazar tarafından oluşturulmuştur. Literatürde iş çevrimi volatilitesini ölçmek üzere uygulanan bir başka yöntem de çıktı açığının yirmişer çeyreklik devreden standart sapmalarının hesaplanmasıdır (Blanchard ve Simon, 2001). Bu yöntem uygulanarak Türkiye ekonomisi için Hodrick- Prescott filtresiyle hesaplanan çıktı açığının yirmişer çeyreklik devreden standart sapmaları hesaplanmış olup, serinin grafiği aşağıda gösterilmektedir. Grafiğin 2008 yılının son çeyreğinde bitirilmesinin sebebi, yirmişer çeyreklik devreden standart sapmanın çıkarılması aşamasında orta ve uzun vadeli tahminlere başvurulmasından kaçınmaktır. Aşağıdaki grafiğin incelenmesinden, küreselleşme sürecinde Türkiye ekonomisinde iş çevrimi volatilitesinin artış trendi izlediği tespit edilmektedir. 142 Grafik 14: Türkiye Ekonomisinde İş Çevrimi Volatilitesi -1 Türkiye Ekonomisinde İş Çevrimi Volatilitesinin Dönemler İtibarıyla Seyri 5 4,5 standart sapma 4 3,5 3 2,5 2 1,5 1 0,5 19 87 Q 19 1 87 Q 19 4 88 Q 19 3 89 Q 19 2 90 Q 19 1 90 Q 19 4 91 Q 19 3 92 Q 19 2 93 Q 19 1 93 Q 19 4 94 Q 19 3 95 Q 19 2 96 Q 19 1 96 Q 19 4 97 Q 19 3 98 Q 19 2 99 Q 19 1 99 Q 20 4 00 Q 20 3 01 Q 20 2 02 Q 20 1 02 Q 20 4 03 Q 20 3 04 Q 20 2 05 Q 20 1 05 Q 20 4 06 Q 20 3 07 Q 20 2 08 Q 20 1 08 Q 4 0 dönemler çıktı açığının standart sapması Log. (çıktı açığının standart sapması) Kaynak: Yazar tarafından oluşturulmuştur. 4.5.2. Çıktı Açığı Volatilitesinin Modellenmesi Çıktı açığı serisinin elde edilmesinden ve iş çevrimi göstergesi olarak yorumlanmasından sonra iş çevrimi volatilitesinin analizine geçilmektedir. Bir zaman serisinin volatilitesinin değişken varyans modelleri çerçevesinde incelenebilmesi için öncelikle serinin durağan olması gerekmektedir. Bu aşamada iş çevrimi göstergesi olarak kulanılacak çıktı açığı serisine çeşitli durağanlık testleri uygulanmıştır. 4.5.2.1. Durağanlık Analizi Bir zaman serisinin durağan olması, ortalaması ile varyansının zaman içinde değişmemesi ve iki dönem arasındaki ortak varyansın bu ortak varyansın hesaplandığı döneme değil de yalnızca iki dönem arasındaki uzaklığa bağlı olması anlamına gelmektedir (Gujarati, 2001). Başka bir deyişle, bir zaman serisinin durağan olmaması serinin varyansının döneme bağlı olarak değişmesi anlamına gelmektedir. Durağan serilerde şokların 143 etkisi zamanla geçmekte ve seriler uzun dönem ortalama seviyelerine dönmektedir. 4.5.2.1.1. ADF Testi Bir zaman serisi yt için: yt = ρ yt-1+ µt ............................(1) beyaz gürültü (white noise) hata terimi olarak anılan µt’ nin sıfır ortalamalı sabit varyanslı ardışık bağımlı olmayan hata terimi olduğu varsayılır (Gujarati, 2001). Ho: ρ = 1 (Zaman serisinde birim kök olduğu anlamına gelir. Birim kök sorunu var ise seri durağan bir seri değildir. ) (1) no’lu denklemin her iki tarafından yt-1 çıkarılmasıyla elde edilen dönüşüm: Δyt = (ρ -1) yt-1 + µt .....................(2) ve ρ -1 = λ tanımlamasıyla, Δyt = λ yt-1 + µt .............................(3) Dickey – Fuller testinde temel hipotez Ho: hipotezin reddedilememesi λ = 0 olup, alternatif halinde seri I(0) durağandır, sonucuna varılmaktadır. (3) no’lu denkleme sabit terim ve deterministik trendin eklenmesiyle Dickey-Fuller testi üç farklı model için uygulanabilmektedir. Δyt = α+ λ yt-1 + µt ..............................(4) Δyt = α+ β T + λ yt-1 + µt .............................(5) 144 (3), (4) ve (5) no’lu denklemler için %1, %5 ve %10 anlamlılık düzeylerine göre kritik tablo değerleri Monte Carlo tekniği ile hesaplanmıştır (Dickey ve Fuller, 1979). Ancak, Dickey Fuller testinin güvenilir sonuç vermesi için hata teriminin beyaz gürültü hata terimi olması gerekmektedir. Hata teriminde otokorelasyon sorunu bulunduğunda ise bunu düzeltmek için denklemin sağ tarafına bağımlı değişkenin gecikmeli değerlerinin eklenmesiyle ADF (Augmented Dickey Fuller – Genişletilmiş DF) testine ulaşılır (Enders, 2004; Ertuğrul’dan aktarım, 2012). Δyt = λ yt-1 + φ Σt=0 Δyt-1 + µt .............................(6) Δyt = α+ λ yt-1 + φ Σ t=0 Δyt-1 + µt .............................(7) Δyt = α+ β T + λ yt-1 + φ Σ t=0 Δyt-1 + µt .............................(8) Ampirik analizde sık kullanılan Akaike Bilgi Kriteri (AIC), Schwarz Bilgi Kriteri (SC), Hannah – Quinn (HQ) bilgi kriterine göre bu ölçütleri en küçük yapan değer gecikme değeri uzunluğu olarak alınır. ADF testinde yt-1 değişkeninin t istatistiği hesaplanarak Dickey - Fuller tablo değeri ile kıyaslanır. Hesaplanan t istatistiğinin mutlak değeri kritik tablo değerinden büyük ise temel hipotez reddedilerek serinin durağan olduğu kabul edilir (Ertuğrul, 2006). Çıktı açığı serisi için hesaplanan ADF test sonuçları aşağıdaki tabloda gösterilmektedir: Tablo 3: Çıktı Açığı İçin ADF Test Sonuçları: ADF Test Sonuçları Çıktı Açığı -3.83 Çıktı Açığı Serisi İçin ADF kritik değerleri: (%5 anlamlılık düzeyi için) -2.58 (%1 anlamlılık düzeyi için) -1.94 Kaynak: Yazar tarafından oluşturulmuştur. 145 ADF test sonuçlarına göre çıktı açığı serisi %1 anlamlılık düzeyinde durağan çıkmıştır. 4.5.2.1.2. Phillips Perron (PP) Testi Dickey Fuller testiyle kıyaslandığında hata terimlerinin normal dağılması ve otokorelasyon taşımaması gibi sınırlamalar getirmeyen PP testi hata terimlerinin otokorelasyonunu düzeltmek için modele bağımlı değişkenin gecikmeli değerlerini eklemek yerine düzeltme faktörü eklemektedir (Phillips, Perron, 1988). PP testinde temel hipotez ADF testi ile aynı olup hesaplanan t istatistiğinin asimtotik dağılımı ADF testinde kulanılan t istatiğiyle aynı olduğundan aynı kritik DF değerleri kullanılabilmektedir. Çıktı açığı serisi için hesaplanan PP test sonuçları aşağıdaki tabloda gösterilmektedir: Tablo 4: Çıktı Açığı İçin PP Test Sonuçları PP Test Sonuçları Çıktı Açığı -3.74 Çıktı Açığı Serisi İçin PP kritik değerleri: (%5 anlamlılık düzeyi için) -2.58 (%1 anlamlılık düzeyi için) -1.94 Kaynak: Yazar tarafından oluşturulmuştur. PP test sonuçlarına göre çıktı açığı serisi %1 anlamlılık düzeyinde durağan çıkmıştır. 146 4.5.2.1.3. Ng – Perron Testi ADF ve PP testlerinde hata terimindeki otokorelasyonların sürekli negatif olması durumunda testin güvenilirliği etkilediğinden boyut bozulması (size distortion) sorununa karşı Ng- Perron testi geliştirilmiştir (Maddala ve Kim, 1998; Ertuğrul’dan aktarım, 2012). Çıktı açığı serisi için hesaplanan Ng Perron testi sonuçları aşağıdaki tabloda gösterilmektedir: Tablo 5: Çıktı Açığı İçin Ng – Perron Test Sonuçları Ng - Perron Test Sonuçları Çıktı Açığı MZa MZt -16.83 -2.89 MSB MPT 0.17 1.49 Çıktı Açığı Serisi İçin Ng - Perron Kritik Değerleri: MZa MZt MSB MPT (%5 anlamlılık düzeyi için) -13.80 -2.58 0.17 1.78 (%1 anlamlılık düzeyi için) -8.10 -1.98 0.23 3.17 Kaynak: Yazar tarafından oluşturulmuştur. Mza ve MZt sonuçlarına göre %1 anlamlılık düzeyinde birim kök temel hipotezi reddedilmiştir. MSB ve MPT sonuçlarına göre % 1 anlamlılık düzeyinde durağanlık temel hipotezi reddedilememiştir. Çıktı açığı serisi Ng – Perron testine göre durağan bulunmuştur. Sonuç itibarıyla Türkiye ekonomisinde çıktı açığı serisinin durağanlığını analiz etmek amacıyla ADF, PP ve Ng- Perron testleri uygulanmış ve her üç testin sonuçlarına göre de serinin durağan nitelik taşıdığı tespit edilmiştir. 147 4.5.2.2. Değişken Varyanslı Volatilite Modellerinin Tahmini Geleneksel volatilite modellerinde değişkenlik ölçütü olarak kabul edilen varyansın sabit olduğu varsayılmaktadır. Oysa makroiktisadi zaman serileri çoğu zaman değişen varyansa sahiptir. Bu sebeple değişen varyans yapısına izin veren modelleme teknikleri geliştirilmiştir. Ampirik analizde yaygın kabul gören ARCH grubu modeller (ARCH ve GARCH) değişen varyansı dikkate alan geleneksel modellerdendir. Daha sonraları geliştirilen EGARCH (Üstel GARCH) ve TGARCH (Eşik GARCH) modelleri ise asimetrik etkilerin dikkate alındığı modellerdir. Modellerin tahminine geçilmeden önce Box – Jenkins yaklaşımıyla alternatif ARMA yapıları incelenmiş ve çıktı açığı serisi için en uygun yapının AR(2) olduğuna karar verilmiştir. 4.5.2.2.1. ARCH Modeli İş çevrimi volatilitesinin modellenmesi amacıyla kurulan ilk model ARCH modelidir. ARCH modelinde koşullu varyans, geçmiş şokların bir fonksiyonu olarak ifade edilmektedir. Başka bir ifadeyle koşullu varyans hata terimlerinin karelerinin gecikmeleriyle açıklanmaktadır. Çıktı açığı serisi için kurulan ARCH modeli aşağıdaki denklem ile gösterilmektedir. Parantez içindeki değerler standart hataları göstermektedir. ÇAt = 0.06 + 0.90 ÇAt-1 – 0.17 ÇA t-2 + εt .............................(9) (0.94) (0.12) (0.12) ht = αo + α1 εt-12 ................................................................(10) ht = 5.15 + 0.03 εt-12 ...........................................................(11) (0.68) (0.10) 148 4.5.2.2.2. GARCH Modeli ARCH modelinde gözlenen bazı problemler GARCH modelinin geliştirilmesine yol açmıştır. Örneğin koşullu varyans denkleminde fazla sayıda hata teriminin karesinin gecikmeli değerinin istatistiksel olarak anlamlı çıkması çok sayıda p parametresine ihtiyaç duyulmasına yol açmaktadır. Bu ise değişkenlerin tahmin edilmesini güçleştirdiği gibi gecikme değerindeki artış, parametrelerin pozitif açmaktadır (Engle ve olması koşulunun Kraft, 1983; ihmal edilmesine Ertuğrul’dan aktarım, yol 2012). Genelleştirilmiş Otoregresif Koşullu Değişen Varyans Süreci (GARCH), ARCH modelinin koşullu varyansının bir ARMA(p,q) süreci olarak modellenmesine izin verilecek biçimde geliştirilmiş halidir. Böylece GARCH modelinde koşullu varyans otoregresif ve hareketli ortalama terimlerini içeren bir fonksiyon olarak tanımlanmış ve koşullu varyans ARMA(p,q) sürecine dönüştürülmüştür. Ancak, tıpkı ARCH modelindeki gibi GARCH modelinde de asimetrik ekiler ihmal edilmektedir. Asimetrik etkilerin dikkate alındığı volatilite modelleri arasında ise üstel GARCH (EGARCH) ve eşik GARCH (TGARCH) modelleri yer almaktadır. İş çevrimi volatilitesinin modellenmesi amacıyla kurulan ikinci model GARCH modelidir. Çıktı açığı serisi için kurulan GARCH (2,1) modeli aşağıdaki denklem ile gösterilmektedir. Parantez içindeki değerler standart hataları göstermektedir. ÇAt = 2.63 + 0.86 ÇAt-1 – 0.03 ÇA t-2 + εt .........................................(12) (1.60) (0.15) (0.13) ht = αo + α1 εt-1 2 + β1 ht-1+ β2 ht-2 ........................................(13) ht = 1.75 + 0.39 εt-1 2 + 0.62 ht-1 - 0.24 ht-2 .......................................(14) (0.66) (0.14) (0.21) (0.11) 149 4.5.2.2.3. TGARCH (Eşik GARCH) Modeli Geleneksel ARCH tipi modellerde varyans hata terimlerinin kareleriyle hesaplandığından şokların pozitif veya negatif olması arasında bir fark gözetilmemektedir. Oysa pozitif şoklarla negatif şokların etkisi her zaman simetrik gerçekleşmemektedir. Özellikle makroiktisadi ve finansal göstergeler söz konusu olduğunda negatif şokların pozitif şoklara kıyasla daha şiddetli tepki doğurma eğilimi bilinmektedir. Bu sebeple asimetrik etkileri de dikkate alan değişken varyans modellerinin geliştirilmesi ihtiyacı doğmuştur. EGARCH ve TGARCH modelleri asimetrik etkiyi dikkate alan modellerdendir. TGARCH modeli standart GARCH yapısında asimetrinin volatilite üzerindeki etkisini ölçmektedir. Negatif şokların pozitif şoklara kıyasla daha farklı etkilerinin bulunabileceği düşünülerek iş çevrimi volatilitesinin modellenmesi amacıyla kurulan üçüncü model TGARCH modelidir. Çıktı açığı serisi için kurulan TGARCH (2,1) modeli aşağıdaki denklem ile gösterilmektedir. Parantez içindeki değerler standart hataları göstermektedir. ÇAt = 1.56 + 0.85 ÇAt-1 – 0.04 ÇA t-2 + εt (1.22) (0.12) .................................(15) (0.12) ht = αo + α1 εt-1 2 + β1 ht-1+ β2 ht-2 + θ εt-1 2 It-1 .................................(16) ht = 2.11 + 0.003 εt-1 2 + 0.41 ht-1+ 0,62 ht-2 -0,25 It-1 (0.54) (0.16) (0.20) (0.14) .....................(17) (0.09) 4.5.2.2.4. EGARCH Modeli Standart GARCH modelleri asimetrik etkilerin gözlenmesine izin vermemektedir. EGARCH modeli ise koşullu varyansın logaritmasını 150 kullandığından standart GARCH modelinden yapısal olarak farklıdır. Dolayısıyla EGARCH modeli standart GARCH modelindeki gibi tüm parametrelerin pozitif olması koşulunu getirmemektedir. Negatif bulunabileceği şokların göz pozitif önünde şoklara kıyasla bulundurularak iş daha farklı çevrimi etkilerinin volatilitesinin modellenmesi amacıyla kurulan dördüncü model EGARCH modelidir. Çıktı açığı serisi için kurulan EGARCH (2,1) modeli aşağıdaki denklem ile ifade edilmektedir. Parantez içindeki değerler standart hataları göstermektedir. ÇAt = 0.93 + 0.87 ÇAt-1 – 0.05 ÇA t-2 + εt (1.25) (0.10) ln(ht ) = a 0 + a1 ( ...............................(18) (0.11) ε t −1 ε ) + γ 1 ( t0−,15 ) + β1 ln(ht −1 ) + β 2 ln(ht − 2 ) 0,5 .......................(19) ht −1 ht −1 ln(ht ) = 0.98 − 0.53( ε t −1 ε t −1 ) + 0 . 26 ( ) + 0.70 ln(ht −1 ) − 0.48 ln(ht − 2 ) ........(20) ht0−,15 ht0−,15 (0.37) (0.12) (0.27) (0.19) (0.18) 4.5.2.2.5. Modellerin Kıyaslanması Kurulan volatilite modellerinden en başarılı olanı tespit edebilmek amacıyla modeller önce model değerlendirme kriterleri olan Akaike Bilgi Kriteri (AIC) ve Scwarz Kriterine (SC) göre, daha sonra da öngörü performanslarına göre kıyaslanmıştır. Çeşitli volatilite modellerinin öngörü performanslarının kıyaslanmasında kayıp fonksiyonlarından yararlanılmaktadır. Modellerin öngörü performanslarının karşılaştırılmasında hata terimleri karelerinin ortalamasının karekökü (root mean squared error – RMSE), hata terimlerinin mutlak değerinin ortalaması (mean absolute error – MAE), hata yüzdelerinin mutlak ortalaması (mean absolute percent error – MAPE) kriterlerinin en küçük değeri aldığı model daha başarılı kabul 151 edilmektedir. Modellerin öngörü performanslarına göre kıyaslandığı tablo aşağıda sunulmaktadır. Tablo 6: İş Çevrimi Volatilitesinde Alternatif Modellerin Öngörü Performansları Kriter ARCH (1)** GARCH (2,1) TGARCH (2,1) EGARCH (2,1) RMSE 3.61 4.46 3.95 3.75 MAE 2.91 3.49 3.12 2.98 MAPE 102.00 356.37 238.25 173.71 Kaynak: Yazar tarafından oluşturulmuştur. Sonuç olarak modellerin öngörü performanslarının kıyaslanmasına göre Türkiye ekonomisinde iş çevrimleri volatilitesinin modellenmesi amacına en uygun model olarak ARCH(1) modeli seçilmiştir. ARCH modelinden elde edilen koşullu varyans serisi aşağıdaki grafikte gösterilmektedir. Grafiğin incelenmesinden Türkiye ekonomisinde gözlenen iş çevrimlerinin volatilitesinin nasıl bir seyir izlediği anlaşılmaktadır. Özellikle 1994 Krizinde, 2001 ve 2008 Krizlerinde iş çevrimi değişkenliğinin sıçrama yaparak zirveye tırmandığı, volatilitenin etkilerinin uzunluğu açısından 2001 Şubat Krizinin 1994 ve 2008 Krizlerine kıyasla daha geniş bir dönemi kapsadığı görülmektedir. Bu krizlerin dışında 1991 Körfez Krizi, 1998 Rusya Krizi, 1999’da yaşanan 17 Ağustos depremi gibi etkisel şiddeti daha düşük seyretmiş belli başlı dönemler de grafikten izlenmektedir. Bir sonraki grafikte ise iş çevrimi göstergesi olarak kullanılan çıktı açığı serisi ile iş çevriminin volatilitesinin çıkarılması amacıyla tahmin edilen ARCH modelinden çıkarılan volatilite serisi aynı grafikte gösterilmektedir. Çıktı açığının dönemsel minimum değerini gördüğü iş çevriminin dip evresinin iş çevrimi volatilitesinin dönemsel maksimum değerine ulaşarak zirve yaptığı dönemlerle çakışması teoriyle tutarlı bulunmaktadır. 152 Grafik 15: Türkiye Ekonomisinde İş Çevrimi Volatilitesi - 2 Kaynak: Yazar tarafından oluşturulmuştur. Grafik 16: Türkiye Ekonomisinde İş Çevrimleri ve İş Çevriminin Volatilitesi Kaynak: Yazar tarafından oluşturulmuştur. 153 4.5.2.3. Türkiye Ekonomisinde Gözlenen İş Çevrimlerinin Volatilitesinin Küreselleşme Göstergeleriyle İlişkisi Türkiye ekonomisinde gözlenen iş çevrimlerinin volatilitesinin küreselleşme sürecindeki hareketine ilişkin çıkarımlarda bulunmadan önce, iş çevrimi volatilitesinin literatürde nasıl tanımlandığının, hangi yöntemlerle ölçüldüğünün, hangi makroiktisadi göstergelerle volatilite ilişkisinin irdelenerek ne gibi sonuçlara ulaşıldığının kısaca özetlenmesinde fayda görülmektedir. İş çevrimi literatüründe, iş çevrimi volatilitesi, çevrim volatilitesinin ekonominin büyüme potansiyeli üzerindeki etkilerini araştıran bir dizi ampirik çalışma ile irdelenmeye başlanmıştır. Bu çalışmalar arasında, iş çevrimlerinin volatilitesinde gözlenen artışın uzun vadeli büyümeyle negatif ilişkili olduğunu savunanlar olduğu gibi (Bean, 1990; Saint-Paul, 1993; Ramey ve Ramey, 1995; Martin ve Rogers, 2000) volatilite artışının büyümeyi artırdığını (Kormendi ve Meguire, 1985; Griere ve Tullock 1989; Caporale ve McKiernan 1996) veya iş çevrimi volatilitesi ile ekonominin büyüme potansiyeli arasında belirleyici bir ampirik ilişki olmadığını iddia edenler (Grier ve Perry, 2000) de bulunmaktadır. İlk bakışta üzerinde uzlaşılmamış görünen bu tartışmadan çıkarılabilecek sonuç ise, iş çevrimi volatilitesi ile uzun vadeli büyüme arasındaki ilişkinin istikrarlı olmadığı ve değişkenlik arz ettiğidir. Dolayısıyla, iş çevrimi volatilitesine ilişkin çıkarımların incelenen ülkeye ve döneme özgü farklılıklar gösterebileceği dikkate alınmalıdır. Öte yandan, Kneller ve Young’a göre iş çevrimi volatilitesi uzun vadede büyümeye zarar vermektedir ve aksini iddia eden çalışmalar iş çevriminin volatilitesinin zaman içindeki değişimini doğru ölçmekte hatası olan çalışmalardır (Kneller ve Young, 2001). Bu tespit ise, iş çevrimi literatüründe çevrimlerin volatilitesinin nasıl ölçüleceği şeklindeki bir başka önemli tartışmaya zemin hazırlamaktadır. İş çevrimleri volatilitesinin ölçümünde çok çeşitli yöntemler kullanılmaktadır. Örneğin; Kneller ve Young, GSYH büyüme oranlarının 154 standart sapmasını hesaplayarak, çakışmayan beşer yıllık dönemler için standart sapma oranlarındaki gelişmeyi izlemektedir (Kneller ve Young, 2001). Simon, onar yıllık dönemler itibarıyla GSYH büyüme oranının standart sapmasını incelemekte ve stok çevrimlerinin volatilite düşüşü üzerindeki etkisini soyutlamak amacıyla çıktı bileşenlerini de ayrıca ele almaktadır. (Simon, 2001). Blanchard ve Simon, ABD ekonomisinde çıktı volatilitesini, çeyreklik reel çıktınının hem beşer yıllık hem de yirmişer çeyreklik devreden standart sapması (rolling standard deviation) ile izlemektedir (Blanchard ve Simon, 2001). Stock ve Watson, dönemsel standart sapmaların hesaplanmasının yanısıra, incelenen makroiktisadi göstergelerin onar yıllık standart sapmasını tüm örneklemin standart sapmasına bölerek, hesaplanan oran 1’den büyükse sözkonusu dönemi ‘‘yüksek volatilite’’; 1’den küçükse ‘‘düşük volatilite’’ şeklinde nitelendirmektedir (Stock ve Watson, 2002). Ahmed, Levin ve Wilson (2002), ABD ekonomisi için reel GSYH büyüme oranını AR(4) süreci olarak modellemekte ve kırılma testi uygulamaktadır (Ahmed, Levin, Wilson, 2002). İş çevrimi volatilitesini ölçmek üzere kullanılan diğer yöntemler arasında; çevrim göstergesi olarak kullanılan serilerin otoregresif süreçle modellenerek koşullu varyanslarının çıkarılması (Wilson, Aggarwal, Inclan, 1996), yapısal VAR yöntemiyle volatilitenin ayrıştırılması (Boivin ve Giannoni, 2002) ve Markov dönüşüm modelleri (Kim ve Nelson, 1999) sıralanabilir. Çalışmalar yöntem, veri ve teknik açısından farklılıklar taşımakla beraber, hepsine temel teşkil eden esas ilke reel GSYH, reel çıktının büyüme oranı, işsizlik oranı, dış ticaret haddi veya benzeri makroiktisadi göstergelerin zaman içinde gösterdikleri değişkenliğin ölçülmesidir. Bu çalışmada; Türkiye ekonomisinde gözlenen iş çevrimlerinin volatilitesinin incelenmesinde onar yıllık dönemler itibarıyla GSMH ve bileşenlerinin standart sapmaları incelenmiş, çıktı açığının yirmişer çeyreklik devreden standart sapmaları hesaplanarak grafik üzerinde gösterilmiş ve Hodrick- Prescott filtresiyle ölçülen çıktı açığının koşullu varyansı çıkarılarak iş çevriminin volatilitesi modellenmiştir. Farklı ölçümlerin denenmesindeki amaç, iş çevrimi literatüründe sıklıkla tercih edilen yöntemlerin Türkiye ekonomisi özelinde uygulanmasıdır. Bu çalışma, Türkiye ekonomisinde iş 155 çevrimi volatilitesinin değişen varyanslı modellemelerinin uygulanması açısından yenilik arz etmektedir. Uygulanan yönteme ve seçilen dönem aralığına göre şiddeti değişmekle beraber, Türkiye ekonomisinde gözlenen iş çevrimlerinin volatilitesinde küreselleşme sürecinde artış gözlendiği tespit edilmektedir. Bu sonuç, bir kısım gelişmekte olan ülke ile tutarlı olmakla beraber, G-7 ülkeleri ve genel olarak sanayileşmesini tamamlamış OECD ülkeleri için varılan sonuçlardan farklılık göstermektedir. Örneğin, ABD ekonomisinde iş çevrimlerinin volatilitesinde 1980’lerin ikinci yarısından itibaren düşüş gözlendiği tespit edilmiştir (Gilchrist ve Kashyap, 1990; Kim ve Nelson, 1999; McConnell ve Perez- Quiros, 2000). İş çevrimi literatürü, çevrim volatilitesinde tespit edilen düşüşün sebeplerini irdeleyen çalışmalar açısından oldukça zengindir. Literatürde ‘‘Great Moderation’’ (Büyük Durulma) olarak adlandırılan bu volatilite düşüşünün sebeplerine ilişkin çeşitli hipotezler geliştirilmiştir. Bu hipotezler arasında; para politikasındaki gelişmelerin iş çevrimi volatilitesini azalttığı, tasarruf mevduatı uygulamaları, vergiler ve transfer ödemeleri gibi otomatik istikrarlandırıcıların (automatic stabilizers) kullanılmasının volatilite düşüşü üzerinde olumlu etki yarattığı, stok yönetiminde kaydedilen teknolojik gelişmelerin etkisi ve bütün bunlardan bağımsız olarak volatilite azalmasının aslında sadece ‘‘şans’’ (good luck) ile – dönemsel olarak maruz kalınan dışsal şokların 1980 öncesindeki şoklara karşı daha az şiddetli olması önerisi- açıklanabileceği şeklindeki hipotezler öne çıkmaktadır 32. Benzer çalışmalar diğer gelişmiş ülkeler için de çeşitli yöntemlerle tekrarlanmış olup elde edilen sonuçlar iş çevrimi volatilitesindeki düşüş tespitinde uzlaşmaktadır 33. Bu volatilite düşüşünün yapısal bir kırılmadan mı ileri geldiği yoksa trend kaynaklı mı olduğu ise literatürde sorgulanan bir başka önemli konudur. Yapısal kırılmanın varlığını araştıran çalışmalar; yapısal VAR modelleri kurarak kırılma testleri yapmaktadır. Markov dönüşüm modellerini kullanan Kim ve Nelson (1999), McConnell ve Perez- Quirros (2000) yapısal kırılmayı (1984) savunurken, Blanchard ve Simon (2001) volatilite düşüşünü trendin kaymasıyla açıklamaktadır. Kırılma 156 testi literatürünü (break test literature), parametrelerin bütün ülkeler için aynı anda değiştiği gibi kısıtlayıcı bir varsayım kullanmakla eleştiren Negro ve Otrok (2008), dinamik faktör modeli kulanarak çevrim volatilitesini unsurlarına ayrıştırmakta ve ‘‘Büyük Durulma’’ tezinin her ülke için farklı dönemlerde (örneğin; ABD için 1980’lerin ortası; İngiltere, İtalya ve Kanada için 1970’lerin ortası, Almanya için 1990’ların başı) farklı dinamiklerle gerçekleştiğine dikkat çekmektedir. Bu noktadan hareketle, Cogley ve Sargent (2001), modelin parametrelerinin zaman içinde değişmesine izin verilmesi halinde iş çevrimi volatilitesindeki düşüşün işaret edildiği kadar büyük olmadığını savunmaktadır. Romer’e göre ise iş çevrimi volatilitesindeki düşüşü savunmak eski veriyle yeni verinin çok farklı koşullarda üretilmiş olmasından ötürü sağlıklı bir yaklaşım değildir. Romer, yeni tarihli verinin eski tarihli verinin koşullarında yeniden üretilmesi ve aynı koşullarda hesaplanan istatistiklerin karşılaştırılmasını önermektedir ve sağlıklı karşılaştırmayı mümkün kılan böyle bir çalışma neticesinde iş çevrimi volatilitesinde iddia edildiği gibi bir düşüş olmadığının görüleceğini savunaktadır (Romer, 1986). Ancak, iş çevrimi volatilitesinin analizinde uygulanan yöntemler çeşitlilik gösterse de literatürde yaygın kabul gören iş çevrimi volatilitesinin 1980’li yıllardan itibaren istikrarlandığına ilişkin tespitin gelişmekte olan ülkeler için geçerli olmadığı bilinmektedir. ‘‘Büyük Durulma’’ tezinin aksine gelişmekte olan ülkelerde iş çevrimi volatilitesinin artışına dikkat çeken Aguiar ve Gopinath, cari açıkta beklenmeyen tersine dönüşleri örnek göstererek gelişmekte olan ülkelerde gözlenen ani duruş (sudden stop) fenomeninin altını çizmektedir. Aguiar ve Gopinath’a göre gelişmekte olan ülkelerde iş çevrimi volatilitesinin yüksek olması trendin kendisinin değişkenliğinden ileri gelmektedir. Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 13 adet gelişmekte olan ülkenin birbirleriyle ve gelişmiş ülkelerle göreli volatilite düzeylerini karşılaştıran çalışmadan, Türkiye’nin, Tayland, Peru ve Arjantin’den sonra en yüksek volatilite sergileyen gelişmekte olan ülkelerden biri olduğu gözlenmektedir (Aguiar ve 157 Gopinath, 2007). Türkiye ekonomisinde gözlenen göreli yüksek makroiktisadi volatilite bu çalışmanın sonuçlarıyla da tutarlı bulunmaktadır. Türkiye ekonomisinde iş çevrimleri volatilitesine gösterge niteliği taşıyan serinin oluşturulmasının ardından bu serinin literatürde yaygın kabul gören küreselleşme göstergeleriyle ilişkileri irdelenmektedir. Bu amaçla, küreselleşme göstergesi olarak; kısa vadeli sermaye hareketleri, sıcak para akımları, dış ticaret dengesi, reel efektif döviz kuru, cari açığın GYSH’ya yüzde olarak oranı, kısa vadeli dış borç stoku, brüt dış borçlar vs. gibi çeşitli makroiktisadi zaman serileri incelenmiştir. İncelemede regresyon analizinin yanısıra değişkenler için nedensellik bağlantıları test edilmiş ve korelasyonkovaryans analizleri yapılmış olup tez konusu itibarıyla önem taşıyan test sonuçları rapor edilmektedir. Regresyon analizi bağımsız değişkenlerin bağımlı değişkeni açıklama gücü hakkında bilgi verirken değişkenler arasındaki karşılıklı etkileşimi zaman unsurunu da gözeterek değerlendirmemektedir. Bu sebeple değişkenler arasındaki gecikmeli ilişkilerin araştırılmasında istatistiksel açıdan nedenselliğin tespit edilmesi önem kazanmaktadır. Dolayısıyla küreselleşme sürecinde yaşanan değişimlere paralel olarak kısa vadeli sermaye akımları ve sıcak para hareketleri gibi iş çevrimi volatilitesi üzerinde olumsuz etkisi olduğu iddia edilen değişkenler için öncelikle Granger nedensellik testleri yapılmaktadır. Bu testlerde hem GSYH serisi ile hem de iş çevrimi volatilitesi göstergesi olarak kullanılan seri ile genelde kısa vadeli sermaye hareketlerinin özelde ise ‘‘sıcak para’’ olarak tabir edilen akımların ilişkisi sorgulanmıştır. Ampirik analizde sıklıkla tercih edilen bir yöntem olarak Granger nedensellik testi, iki değişken arasındaki ilişkinin istatistiksel anlamlılığını ve yönünü test etmede kullanılmaktadır. Tablo 7’de yer alan TOPSP değişkeni sıcak para akımlarının toplamını yansıtmakta olup 1992Ç1: 2012Ç4 dönemi için hesaplanmıştır. Resmi bir tanımı olmaması sebebiyle literatürde kabul gören sıcak para tanımlarından ekteki tabloda kayıtlı olan tanım seçilmiş ve ayrıntılı ödemeler dengesi tablosunun ilgili kalemlerinden TCMB veri arşivinden verilerin sorgulanması suretiyle 158 oluşturulmuştur (Ek-2). Tablo 7’nin incelenmesinden TOPSP’den VOLBC’ye doğru tek yönlü nedensellik ilişkisi tespit edildiğianlaşılmaktadır. Bir başka ifadeyle, Granger nedensellik testleri sonucunda sıcak para akımlarının iş çevrimi volatilitesinin Granger nedeni olduğu ancak iş çevrimi volatilitesinin sıcak para akımlarının Granger nedeni olmadığı saptanmıştır. Tablo 7: Granger Nedensellik Testi Sonuçları Karşılıklı Granger Nedensellik Testi Dönem: 1992Ç1 2012Ç4 Gecikme Uzunluğu: 2 Temel Hipotez: Gözlem Sayısı F-İstatistiği Olasılık 82 3.29 0.04 82 0.62 0.54 TOPSP VOLBC’nin Granger Nedeni Değildir VOLBC TOPSP’nin Granger Nedeni Değildir Kaynak: Yazar tarafından oluşturulmuştur. Sıcak para akımları dönem dönem çok yüksek negatif değerler alabildiğinden serideki standart sapmayı azaltmak amacıyla sıcak para hareketlerinin toplam sermaye hareketleri içindeki oranı incelenerek SPORAN değişkeni tanımlanmış ve sıcak para akımlarının toplam sermaye hareketlerine oranının da iş çevrimi volatilitesinin Granger nedeni olduğu tespit edilmiştir. Sonuçlar Tablo 8’de sunulmaktadır. Tablo 8’in incelenmesinden iş çevrimi volatilitesinin de sıcak para hareketlerinin toplam sermaye hareketleri içindeki oranının Granger nedeni olduğu anlaşılmaktadır. Tablo 8: Granger Nedensellik Testi Sonuçları – 2 Karşılıklı Granger Nedensellik Testi Dönem: 1992Ç1 2012Ç4 Gecikme Uzunluğu: 8 Temel Hipotez: SPORAN VOLBC’nin Granger Nedeni Değildir VOLBC SPORAN’ın Granger Nedeni Değildir Kaynak: Yazar tarafından oluşturulmuştur. Gözlem Sayısı F-İstatistiği Olasılık 67 4.59 0.00030 67 2.42 0.02694 159 Ayrıca, Türkiye ekonomisinde 1992 yılının başından bu yana gözlenen iş çevrimleri cari açık ve sıcak para hareketleriyle açıklanmaya çalışılmış olup elde edilen regresyonun sonuçları aşağıdaki tabloda özetlenmektedir. Tablodan görüldüğü gibi hem cari açık hem de sıcak para hareketleri iş çevrimi volatilitesini açıklamada anlamlı bulunmuştur. Rapor edilen R- kare değerinin %28 düzeyinde olması iki husus göz önünde bulundurulduğunda anlamlı bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, tezin konusu itibarıyla iş çevrimleri yalnızca küreselleşme göstergesi olarak yorumlanan dış ticaretin serbestliği ve sermaye hareketliliği unsurlarıyla açıklanmaya çalışıldığından, regresyon sonucunda elde edilen açıklama gücü yüksek olarak değerlendirilmektedir. R- kare değerinin düşük rapor edilmesine yol açan ikinci unsur ise, değişkenlerin mevsimsellikten arındırma, filtreleme ve değişken varyans serilerinin çıkarılması gibi işlemlerden geçirilmiş olmasıdır. Verilerin uğradığı dönüşümün R- kare değerini düşürmede etkili olabileceği göz önüne alındığında, sermaye hareketlerinin ve dış ticaretin serbestleşmesinin göstergeleri olarak kullandığımız cari açık ve sıcak para hareketleri serilerinin Türkiye ekonomisinde iş çevrimlerini makul düzeyde açıklayabildiği sonucuna ulaşılmaktadır. Tablo 9: İş Çevrimlerinin Küreselleşme Göstergeleriyle Açıklanması Bağımlı Değişken: BC (İş çevrimi) Yöntem: EKK Dönem: 1992Ç1 2012Ç4 Değişken Katsayı Standart Sapma Hesaplanan t istatistiği Olasılık C CA SP -1.562330 -0.781401 -0.000267 0.471563 0.138064 0.000104 -3.313088 -5.659718 -2.581354 0.0014 0.0000 0.0116 Olasılık (F istatistiği) 0.000001 R- kare 0.287803 Kaynak: Yazar tarafından oluşturulmuştur. 160 Aynı ilişki bu kez iş çevrimleri volatilitesi için analiz edilmiş olup, bağımlı değişken olarak iş çevrimi volatilitesinin belirlendiği, bağımsız değişkenler olarak ise cari açığın GSYH’ye oranının ve sıcak para akımları toplamının alındığı regresyonun sonuçları Tablo 10’ da özetlenmektedir. Katsayılar istatistiksel açıdan anlamlı bulunmuş olup kurulan model iş çevrimi volatilitesini açıklayıcı güce sahiptir. çevrimi volatilitesini düşürmede Sıcak para akımlarının artışının iş oynadığı rol kısa vadeli sermaye hareketlerindeki istikrarsızlığın iş çevrimlerindeki değişkenliği şiddetlendirdiği hipotezini farklı bir yoldan da doğrulamış olması açısından kayda değerdir. Tablo 10: İş Çevrimleri Volatilitesinin Küreselleşme Göstergeleriyle Açıklanması Bağımlı Değişken: VOLBC (İş çevrimi volatilitesi) Yöntem: EKK Dönem: 1992Ç1 2012Ç4 Değişken Katsayı Standart Sapma Hesaplanan t istatistiği Olasılık C CA SP 5.440231 0.036831 -0.000526 0.048310 0.011505 0.000137 112.6115 3.201283 -3.830468 0.0000 0.0020 0.0003 Olasılık (F istatistiği) 0.000052 R-kare 0.216068 Kaynak: Yazar tarafından oluşturulmuştur. Bu kısımda iş çevrimlerinin ampirik analizine ilişkin literatüre bir katkı olarak; iş çevrimleri çevrimsel volatiliteyle açıklanmaya çalışılmaktadır. Bu amaçla, yüksek değişkenlik gösteren sıcak para hareketlerinin volatilitesi ayrıca modellenmiş ve sıcak para akımlarının volatilitesinin iş çevrimi volatilitesiyle birlikte Türkiye ekonomisinde gözlenen iş çevrimleri üzerindeki etkisi incelenmiştir. Sıcak para akımlarının volatilitesinin modellenmesinde iş çevriminin volatilitesinin modellenmesinde kullanılan yöntemler izlenilmiş olup bağımlı değişken olarak iş çevrimlerinin; bağımsız değişken olarak ise cari 161 açık, sıcak para akımlarının volatilitesi ve çevrim volatilitesinin alındığı regresyona ilişkin sonuçlar Tablo 11’de gösterilmektedir. Tablo 11’in incelenmesinden iş çevrimleri ile sıcak para akımlarının sergilediği istikrarsızlığın iş çevrimlerini negatif yönde etkilediği görülmektedir. Ayrıca, çevrimsel volatilite ve sıcak para volatilitesi serilerinin yanısıra cari açık düzeyi de iş çevrimini etkilemede istatistiksel açıdan anlamlı bulunmuş olup, katsayıların işaretleri iktisat teorisiyle tutarlılık göstermektedir. Rapor edilen R- kare değerinin önceki regresyonlara kıyasla %33 düzeyine çıkmış olması da analize dahil edilen değişkenlerin seçiminin isabetli olduğunu ortaya koymaktadır. Tablo 11: İş Çevrimlerinin Volatilite Unsurları İle Açıklanması Bağımlı Değişken: BC (İş çevrimi) Yöntem: EKK Dönem: 1992Ç1 2012Ç4 Değişken Katsayı Standart Sapma Hesaplanan t istatistiği Olasılık C CA VOLBC VOLSP 1865.057 -104.1643 -383.7140 -3.97E-07 859.0371 20.76390 157.9728 1.77E-07 2.171102 -5.016603 -2.428988 -2.241784 0.0329 0.0000 0.0174 0.0277 Olasılık (F istatistiği) 0.000001 R-kare 0.328459 Kaynak: Yazar tarafından oluşturulmuştur. Literatürde yüksek açıklayıcılık gücü olarak genel kabul gören R - kare değerinin % 70 ve üzeri düzeyde olmasından esinlenilerek, iş çevrimlerinin ve iş çevrimlerinin volatilitesinin küreselleşme göstergeleriyle açıklandığı aynı kurgusal ilişkinin ham verilerde daha yüksek bir R - kare değeriyle sonuçlanıp sonuçlanmayacağı araştırılmaktadır. Bu amaçla, bağımsız değişken olarak reel GSYH serisi alınmaktadır. Bağımlı değişken olarak ise, cari açığın GSYH’ye yüzde olarak oranı ve sıcak para hareketlerinin volatilitesi alınmaktadır. Elde edilen sonuçlar aşağıdaki Tablo 12’de gösterilmektedir. Tablo 12’nin incelenmesinden kurulan modelin teorik olarak doğruluğunun 162 ampirik açıdan da kanıtlandığı ve bir önceki bölümde savunulduğu üzere rapor edilen R - kare değerinin %78’e ulaştığı gözlenmektedir. Tablo 12: GSYH’nin Volatilite Unsurları İle Açıklanması Bağımlı Değişken: GSYH Yöntem: EKK Dönem: 1992Ç1 2012Ç4 Değişken Katsayı Standart Sapma Hesaplanan t istatistiği Olasılık C CA VOLSP 14194.97 -703.6464 1.96E-06 463.3402 109.3162 9.10E-07 30.63618 -6.436797 2.153543 0.0000 0.0000 0.0343 Olasılık (F istatistiği) 0.000000 R-kare 0.783248 Kaynak: Yazar tarafından oluşturulmuştur. Son olarak, ham verinin kullanılmasının R - kare değerleri üzerindeki etkisini test etmek amacıyla benzer yapıda farklı bağımsız değişkenlere sahip ilişkilerin istatistiksel anlamlılığı sorgulanmıştır. Bu amaçla, reel GSYH serisinin; cari açığın GSYH’ye yüzde olarak oranı, sıcak para hareketlerinin volatilitesi ve döviz kurları ile ilişkisi irdelenmiştir. Tablo 13: GSYH’nin Volatilite Unsurları ve Döviz Kurları İle Açıklanması Bağımlı Değişken: GSYH Yöntem: EKK Dönem: 1992Ç1 2012Ç4 Değişken Katsayı Standart Sapma Hesaplanan t istatistiği Olasılık C CA VOLSP DK 14194.97 -703.6464 1.96E-06 3834.576 463.3402 109.3162 9.10E-07 518.1081 30.63618 -6.436797 2.153543 7.401112 0.0000 0.0000 0.0343 0.0000 Olasılık (F istatistiği) 0.000000 R-kare 0.783248 Kaynak: Yazar tarafından oluşturulmuştur. 163 Tablo 13’de özetlenen sonuçların incelenmesinden; filtreleme işleminden geçirilen bağımlı değişkenin söz konusu olduğu regresyon ilişkisine kıyasla, serinin ham halinin incelendiği regresyonda, R – kare düzeyinin beklenildiği gibi daha yüksek olduğu, ancak Tablo 12’de sonuçları özetlenen regresyona ilave bağımsız değişken eklemenin açıklayıcılık gücünde bir artışa yol açmadığı görülmektedir. Öte yandan, regresyon ilişkisinde bağımsız değişken olarak yer alan reel döviz kuruna ilişkin katsayının pozitif olması ve istatistiksel açıdan anlamlı bulunması sıcak para hareketlerinin döviz kurlarında yarattığı oynaklık etkisiyle de iş çevrimlerini istikrarsızlaştırabileceğini göstermesi açısından anlam taşımaktadır. Özetle, Türkiye ekonomisinin küreselleşme sürecinde önemli bir dönüm noktası oluşturan finansal liberalizasyon sonrasında gözlenen iş çevrimlerinin ve iş çevrimlerinin volatilitesinin; sıcak para hareketlerinin toplam sermaye hareketlerine oranı, sıcak para hareketlerinin volatilitesi ve çıktının çevrimsel volatilitesi gibi unsurların yanısıra literatürde sıklıkla kullanılan bir başka küreselleşme göstergesi olarak cari açığın GSYH’ye oranı gibi değişkenlerle anlamlı düzeyde açıklanabildiği ampirik olarak da kanıtlanmaktadır. Bu tespitten hareketle iktisat literatürü, gelişmekte olan ülkelerin küreselleşme sürecinde ticari ve finansal liberalleşme unsurlarının nasıl bir seyir izlemesi gerektiğine ve sıcak para akımlarındaki volatilitenin etkin yönetimi için alınabilecek tebdirlere ilişkin çalışmalar açısından sürekli olarak güncellenmektedir. Türkiye ekonomisi özelinde hem geçmişe dönük bir özeleştiri niteliği taşıyan hem de geleceğe yönelik politika yapıcıya ışık tutan ampirik çalışmalara duyulan ihtiyaç devam etmekle beraber bu çalışmanın konusunun sınırları itibarıyla bahis konusu edilen sahalardaki gelişmelere değinilmemiştir. SONUÇ İktisat yazınında küreselleşmenin büyüme üzerindeki etkileri derinlemesine irdelenmiş olsa da küreselleşme ile kısa vadeli iktisadi dalgalanmaların ilişkisi özellikle gelişmekte olan ülkeler açısından yeterince incelenmemiştir. Dünyanın farklı ülkelerindeki makro iktisadi gelişmelerin eş anlı hareketlerinin dinamiklerinin kavranması ve diğer ülkelerin makro iktisadi politikalarının ülke ekonomisindeki göstergelerin değişkenliğinde ne gibi etkiler yaratacağının anlaşılması, etkili istikrar ve büyüme politikalarının saptanabilmesi açısından gereklidir. Bu bağlamda Türkiye ekonomisi özelinde küreselleşme ile iş çevrimlerinin ilişkisinin irdelenmesi hem akademik açıdan hem de politika yapıcı açısından büyük önem taşımaktadır. Dış ticarete açılmanın büyüme üzerindeki olumlu etkileri yaygın kabul görmekle beraber finansal küreselleşmenin büyümeyi olumlu etkilediğine dair ampirik kanıt yoktur. Ancak, teorik açıdan, gelişmekte olan ülkelerde finansal küreselleşmenin hem büyümeyi hızlandırması hem de makro iktisadi istikrarsızlığın yönetimine katkıda bulunması beklenmektedir. Finansal entegrasyonun, riskin dağılmasına yol açacağı beklentisinden hareketle makroiktisadi oynaklığı azaltacağı savunulmuş ancak gelişmekte olan ülkelerde bu etki gözlenmemiştir. Gelişmekte olan ulusal ekonomilerde, tasarrufu ve fonlara erişimi artırarak büyümeyi ve istikrarı sağlamak amacıyla finansal piyasalar serbestleştirilmiş ancak, sonuç beklenenin aksine finansal istikrarsızlıkta artış olmuştur. Bu sonuç, finansal liberalizasyon sonrası tasarrufların sabit sermaye yatırımlarından spekülatif finansal araçlara doğru kayması ve sermaye hareketlerindeki istikrarsızlığın finansal kırılganlıkları artırmasıyla açıklanmaktadır (Boratav ve Yeldan, 2001). Özellikle gelişmekte olan ülkelerde gözlenen finansal krizler ile para birimi krizleri finansal küreselleşmenin doğal sonucu olarak değerlendirilmektedir. Uluslararası yatırımcıların istifleme ve arbitraj güdüsüyle anlık değiş tokuş yapması gelişmekte olan ülkelerde istikrarı azaltmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerin 165 para birimine gerek yerli gerek yabancı sermaye spekülatif saldırıda bulunabileceğinden bulaşma riski, ekonomisi sağlıklı durumda olan ülkeleri bile tehdit etmektedir. Ayrıca, kısa vadeli politikalar izleyen hükümetler finansal küreselleşmenin de etkisiyle borçlanma sorununu aşarak yüksek miktarda borç biriktirebilmektedir. Finansal entegrasyon, sermayesi kıt ülkelere sermayeye erişim ve riski dağıtma imkanı sunarken mukayeseli üstünlükler ile üretimde uzmanlaşmaya ve ülkelerin sektörel şoklar karşısında kırılganlaşmasına yol açmaktadır (Kalemli Özcan, 2003). Ayrıca sermaye akımlarındaki ani değişiklikler, finansal piyasaları derin olmayan gelişmekte olan ülkelerde şişme - patlama benzeri çevrimler (boom - bust cycle) yaratabilmektedir. Ne yazık ki iktisat teorisi finansal entegrasyonun makroekonomik değişkenlik üzerindeki etkileri hakkında belirgin bir önermede bulunmamaktadır. Küreselleşme, iş çevrimlerinin ülkeler arasında yayılmasına ve aktarılmasına yol açmaktadır. Bir ülkenin uzun vadede istikrarlı büyümesi; ekonomi küresel çapta genişlediğinde, büyüyen ülkelerle senkronize hareket etmesine, daraldığında ise küçülen ülkelerden ayrışma kapasitesine bağlıdır. Bu bağlamda iş çevrimlerinin nereden ne kadar aktarıldığı önem taşımaktadır. 2008 yılında gözlenen küresel finansal krizin dünya çapında yayılma etkileri göz önüne alındığında, iş çevrimlerinin aktarımının gerek akademik gerekse kurumsal ve politika yapıcı düzeyde incelenmesi güncel açıdan önemini korumaktadır. Dış ticarette veya sermaye piyasalarında serbestleşmenin makroiktisadi göstergelerdeki değişkenliği artırıp artırmadığı hususu iş çevrimi literatüründe tartışmalı bir konudur. Genel eğilim sabit döviz kurundan dalgalı kur rejimine geçmenin ve sermaye piyasalarında dışa açılmanın istikrarsızlığı artıracağı yönündedir (Devereux 1997; Basu ve Taylor 1999; Obstfeld ve Taylor 1998). Finansal küreselleşmenin getirdiği risk unsurlarına gelişmekte olan bir ülkenin gösterdiği kırılganlığın düzeyi yönetişim ve uygulanan ekonomi politikalarıyla elbette ilgilidir. Örneğin; aşırı değerli döviz 166 kuru ve yüksek faiz politikası ile borç biriktirmek döviz krizine davetiye çıkarmaktadır. Kaminsky ve Reinhart (1999), finansal liberalizasyonda yapılan zamanlama hatalarının da bankacılık krizleri veya döviz krizleri riskini artırdığını savunmaktadır. mekanizmaları henüz serbestleştirilmesi Örneğin, yerleşmemiş makroekonomik finansal iken volatilite regülasyon sermaye ve denetim hesabının açısından ciddi hızla riskler doğurmaktadır (Ishii vd. (2002), Bakker ve Chapple (2002)). Sermaye akımlarının bileşenleri ile dış borcun vade yapısı da finansal küreselleşmenin getirdiği risklere karşı kırılganlığı şiddetlendirmede etkili olmaktadır. Örneğin, portföy akımlarının doğrudan yabancı sermayeye kıyasla değişkenliği ampirik bir gözlem olup, uluslararası sermaye akımlarının yapısının finansal krizlere karşı kırılganlığı ne şekilde etkilediğini ortaya koymaktadır. Ancak, girilen yolun kendisi yanlışken yolda meydana geleceği belli kazanın nedeni olarak yolun yapısal özelliklerini öne sürmek doğru değildir. Nitekim Boratav bu durumu, ‘‘...sıcak para hareketlerine bağımlı kılınan bir sistemde krizi tetikleyecek bir vesile daima bulunmaktadır.’’ şeklinde özetlemektedir (Boratav, 2005: 183). Türkiye’nin küreselleşme sürecine hâkim olan iktisadi istikrarsızlık, Türkiye ekonomisinde iş çevrimlerinin küreselleşme boyutuyla irdelenmesini gerekli kılmaktadır. Bu çalışmanın konusu itibarıyla, Türkiye ekonomisi 1980 yılından günümüze kadar olan gelişmeleri içerecek biçimde ele alınmış ve çevrimlerin değişkenliğinde dış ticaretin ve sermaye akımlarının serbestleştirilmesi gibi küreselleme sürecine has değişkenlerin etkisi yakalanmaya çalışılmıştır. Türkiye iktisadi tarihinde, temel unsurları Washington Mutabakatıyla tutarlılık gösteren 24 Ocak 1980 Kararlarının uygulanması sonucunda; devalüasyon, ucuz kredi, vergi iadesi vb. teşvik ve subvansiyonlarla desteklenen ihracat ile liberalleşen dış ticaret rejiminden oluşan yeni bir dönem başlamıştır. Boratav’a göre, 24 Ocak Kararları yalnızca bir istikrar programı olmayıp piyasa serbestisi ve sermayenin emek karşısında 167 güçlendirilmesi gibi iki stratejik hedefi gözeten bir yapısal uyum içeriği taşımaktadır. Nitekim Boratav, 12 Eylül rejimini işgücü piyasasının askeri denetim altında tutulması suretiyle sermaye tarafından gerçekleştirilmiş bir karşı saldırı olarak yorumlamaktadır (Boratav, 2007: 148). Türkiye’nin küreselleşme sürecinde atılan bu ilk adımların zemin hazırladığı ilk kriz; vadeli mevduat ve kredi faizlerinin serbest bırakılmasıyla başlayan finansal serbestleşme ortamında Ponzi finansmanı kullanan bankerlerin ve bazı küçük bankaların 1982 yılında çöküşüyle gerçekleşmiş olup, Boratav’a göre banker krizi Türkiye’de liberal ekonomi politikalarının ilk büyük fiyaskosudur (Boratav, 2007: 152). 30 Aralık 2012 tarihinde Borsa İstanbul A.Ş. (BIST) adını alacak olan İstanbul Menkul Kıymetler Borsasının 1986 yılı içinde faaliyete geçmesiyle beraber Türkiye ekonomisinde finansal araçlar çeşitlenmiş, 1989 yılında sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesiyle de Türkiye ekonomisinin küreselleşme sürecinde fiilen yeni bir evreye geçilmiştir. Türk lirası 1990 yılının Nisan ayında IMF kriterlerince konvertibl olarak tescillenmiştir. Bu tarihten itibaren sermaye hareketleri serbestisi altında TCMB para veya döviz kuru politikalarından birini tercih etmek durumunda kalmış ve IMF ile 1994 ve 1999 krizlerini takiben yapılan Stand- by anlaşmaları ile nominal döviz kuru hedef alınarak enflasyonla mücadele edilmiştir. Türkiye’de yaşanan Nisan 1994 krizinin küreselleşme sürecinin beraberinde getirdiği gelişmelerin doğrudan sonucu şeklinde değerlendirilmesi yanlış olmayacaktır. Nitekim 1994 yılı öncesinde kısa vadeli sermaye hareketlerinde artış gözlenmesi, bankaların faiz ve kur arbitrajını sömürmek maksadıyla dışarıdan kısa vadeli dövizle borçlanarak açık pozisyon biriktirmeleri, kamunun mevduat garantisinin yol açtığı ahlaki risk, yüksek faiz ve aşırı değerli kur politikasıyla ülkeye çekilen kısa vadeli sermayenin tüketimi artırarak cari açık dengelerini daha da kötüleştirmesi krize zemin hazırlayan dinamikleri oluşturmaktadır. 168 1996 - 1999 yılları arasında döviz kurları geçmiş enflasyona bağlanarak reel döviz kurunda istikrar hedeflenmiştir. Ancak, diğer makro iktisadi kırılganlıkların yanısıra spekülatif sermaye hareketleri karşısında döviz kuru kontrolü fazla sürdürülememiş ve 2001 finansal kriziyle döviz kuru dalgalanmaya bırakılmış, bu tarihten sonra daha aktif olarak para politikası tercih edilmiştir. Öte yandan, 1989 sonrası reel anlamda değer kazanan Türk lirasına rağmen kısa vadeli sermaye hareketlerini çekebilmek uğruna tırmanışa geçen faiz oranları, 1984 - 1990 döneminde yoğunlaşan dış borç geri ödemelerinin iç borçlanmayla kapatılması sonucu daha da yükselmiştir. Türkiye ekonomisinde sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesini izleyen son yirmi yıla hâkim olan potansiyel finansal kriz tehdidi, 1994 ve 2001’de ağır, 1998 ve 1999’da göreli olarak hafif ve 2008’de küresel etkiler sonucu gerçeklemiştir. Bir başka deyişle, Türkiye’nin; dış ticareti önemli ölçüde serbestleştirmesiyle başlayan ve sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesiyle devam eden, 1995’de Gümrük Birliğine katılmasıyla etkisi güçlenen ve izleyen yıllarda ardı sıra sürdürülen IMF programlarıyla tutarlı bir çizgide ilerleyen neoliberalleşme - küreselleşme serüveni, her beş ile yedi yıllık dönemlerde etkisi değişen düzeylerde iş çevrimlerine sahne olmuştur. Söz konusu krizlerin hepsinde öne çıkan temel faktör, çevrimin yüksek arbitraj beklentisiyle dalga halinde genişleyen sermaye girişiyle başlayıp sermaye hareketlerinden kaynaklanan sert bir düşüşle dalgalanmasıdır. Bu seyir, gerek gelişmekte olan ülkelerin, gerekse Türkiye ekonomisinin küreselleşme sürecinde gözlenen iş çevrimlerinin yapısal karakteristiğini ortaya koymaktadır. Boratav’a göre; büyük hacme ulaşan sermaye hareketlerindeki tersine dönüşün ekonomiyi derin krizlere sürüklemesi riski ortadayken krizleri siyasi belirsizlik veya finansal sisteme ilişkin kurumsal düzenlemelerdeki yetersizlikle açıklamaya çalışmak yanıltıcıdır (Boratav, 2005: 181 - 183). Esasen, Türkiye ekonomisi açısından kriz riski ortadan kalkmış değildir. Zira 2001 krizini takiben küresel konjonktürün genişleme evresinde 169 bulunmasının da etkisiyle Türkiye ekonomisi büyümesini sürdürmüş olsa da bu sürecin yine küresel etkilerle 2008 yılının son çeyreğinde kesintiye uğraması ve söz konusu resesyonun 2009 yılının üçüncü çeyreğine kadar sürmesi gelişmekte olan bir ekonomi olan ülkemiz ekonomisinin hâlâ ne derece kırılgan olduğunu ortaya koyması açısından dikkate değerdir. Bu tespit de, Türkiye ekonomisinde iş çevrimlerinin analizinde, en az ekonominin içsel dinamikleri kadar küresel dinamiklerin de göz önüne alınması gerektiğini göstermektedir. Bu itibarla, 2012 yılından itibaren Türkiye ekonomisini etkileyen küresel şartlarda önemli değişiklikler dikkat çekmektedir. Örneğin, Türkiye’nin en büyük dış ticaret ortağı olan Avro bölgesinde sürüp giden kriz Türkiye’nin dış ticaretini de etkilemektedir. Ayrıca, 2011 yılında cari açıkta ortaya çıkan tarihi artışın riziko primini yükseltmesi sonucu alınan bir dizi önlemler büyüme hızını yavaşlatmıştır. 2013 yılının Mayıs ayında FED’in tahvil alımında azaltmaya gideceğini açıklaması diğer gelişmekte olan ülke ekonomilerinde olduğu gibi ülkemizden de yabancı sermaye çıkışına yol açmıştır. Son on yılın ortalama büyüme oranı % 4,45 olup son on senenin en derin çöküşü 2008 küresel krizinin etkisi sonucu 2009 yılının ilk çeyreğinde % 14,02’lik küçülme ile gerçekleşmiştir. İşsizlik oranı da yine 2009 yılının ilk çeyreğinde % 15,79 ile tarihi zirvesini yapmış ve son on yılda ise % 9 – 10,5 aralığına yerleşmiş görünmektedir. 2008 yılında gözlenen küresel finansal krizin etkisiyle 2009 yılında küçülen cari açığın yeniden tırmanışa geçerek 2011 yılında %9,9 ile tarihi rekoruna ulaşması ve alınan tüm daraltıcı tedbirlere rağmen % 6 - 7 civarında seyretmesi de ülke ekonomisine ilişkin risk algısını güçlendirmektedir. TÜFE endeksindeki büyüme oranıyla ölçülen enflasyon oranı, inişli çıkışlı bir seyir izlemekle beraber Haziran 2013 itibarıyla %5’ in altına düşürülememiş görünmektedir. Merkez Bankasının yakın tarihe kadar izlediği politika faizini ve gecelik fonlama faizini indirme stratejisi ise FED’in tahvil alımında azaltmaya gideceğine ilişkin açıklaması karşısında yükselen kurlara karşı piyasaya döviz satılarak müdahale edilmesine rağmen piyasa faizlerindeki yükselişi önleyememiş görünmektedir. (Söz konusu FED açıklamasının yapıldığı 22.05.2013 itibarıyla ihale yöntemiyle satılan hazine bonosu ve devlet tahvilinde faiz 170 oranı % 5,07 iken, 2013 Temmuz sonu itibariyle aynı oranın % 8,5 düzeyinde seyretmesi makroiktisadi değişkenliğin bu kadar kısa vadede ne düzeyde yükselebildiğini göstermesi açısından önem taşımaktadır.) Özetle, Türkiye ekonomisi özelinde iş çevrimlerinin küreselleşme ile ilişkisinin irdelendiği bu çalışmanın ilk kısmında küreselleşme kavramına farklı yaklaşımlar özetlenmiş, sosyal, siyasi, iktisadi ve kültürel açılardan çok katmanlı anlamlar taşıyan küreselleşme olgusunun iş çevrimlerini etkilediği savunulabilecek bir noktadan ele alınması için konuya kavramsal bir giriş yapılmıştır. Çalışmanın ikinci kısmı iş çevrimleri teorisiyle ilgilidir. Bu kısımda, iş çevrimleri olgusu tanımlanmış, literatürde iş çevrimlerine karşı geliştirilen farklı yaklaşımlar incelenmiş ve iş çevriminin ölçümü sorununa odaklanılmıştır. Üçüncü kısım, iş çevrimleri olgusu ile günümüz dünyasının hâkim paradigması haline gelen küreselleşme fenomeninin etkileşiminde belirleyici dinamikleri irdelemeye ayrılmıştır. Dördüncü kısımda, Türkiye ekonomisinde iş çevrimlerini inceleyen literatür incelenmekte ve Türkiye’de küreselleşme sürecini temsil eden 1980 sonrası dönemdeki makroiktisadi gelişmeler analiz edilmektedir. Çalışmada ortaya konulan esas sorun olan Türkiye ekonomisinde iş çevrimleri volatilitesinin küreselleşme sürecinde izlediği seyrin irdelenmesi amacıyla, iş çevrimi volatilitesi sorununun literatürde nasıl ele alındığı, ne şekilde ölçüldüğü, hangi değişkenlerle ne gibi yöntem ve tekniklerle ilişkilendirilerek açıklandığı araştırılmaktadır. Konuyla ilgili literatürün gözden geçirilmesinden sonra, Türkiye ekonomisinin 1980 sonrası makroiktisadi görünümü irdelenerek küreselleşme sürecine ilişkin dinamiklerin iş çevrimi dinamiklerini nasıl etkilediği incelenmektedir. Bu amaçla, Türkiye ekonomisinin iş çevrimlerinde gösterge olarak kullanılmak üzere Hodrick- Prescott yöntemiyle çıktı açığı hesaplanmıştır. 1989Ç1- 2012Ç4 dönemini kapsayan çıktı açığının Türkiye ekonomisinde gözlenen daralma ve genişleme evreleriyle kriz dönemlerini yansıtmada başarılı olduğu tespit edilmiştir. İş çevrimlerinin volatilite analizinin yapılması amacıyla değişken varyanslı modellerden klasik ARCH 171 tipi modeller ile asimetrik şokların etkilerini dikkate alan EGARCH ve TGARCH modelleri oluşturulmuştur. Model öngörü performanslarının kıyaslanması sonucu Türkiye ekonomisindeki iş çevrimlerinin volatilitesinin incelenmesine yönelik olarak en başarılı modelin ARCH modeli olduğuna karar verilmiş ve modelden elde edilen değişken varyansın çıkarılmasıyla iş çevrimi volatilitesi göstergesi elde edilmiştir. İş çevrimi volatilitesinin çıktı açığı ile uyumu grafik üzerinde izlenerek önemli dönüm noktalarının tespitinde modelin veriyle tutarlılık arz ettiği doğrulanmıştır. Çalışmanın son kısmında küreselleşme göstergesi olarak kullanılabilecek zaman serileriyle iş çevriminin, iş çevrimi volatilitesinin ve doğrudan reel GSYH serisinin ilişkileri irdelenmiş ve ‘‘sıcak para’’ olgusunun ve finansal küreselleşmenin beraberinde getirdiği kısa vadeli sermaye hareketlerinin istikrarsızlığının Türkiye ekonomisinde iş çevrimi volatilitesini artırdığı tespit edilmiştir. İktisat teorisi üçlü açmaz hipoteziyle (impossible trinity), sermaye hareketi serbestisi altında döviz kurları ile para arzının aynı anda kontrol edilemeyeceğini öngörmektedir. Hipotezle tutarlı olarak Türkiye ekonomisinde özellikle 2000 Kasım ve 2001 Şubat krizlerinden de dersler çıkarılarak döviz kuru kontrolünden vazgeçilmiş, bunun yerine döviz kurlarında yönetimli dalgalanma sistemi uygulanmaya başlanmıştır. Bu döviz kuru rejimine göre döviz kurları normal şartlar altında serbest dalgalanmakta fakat öncelikli ve tek hedef olarak fiyat istikrarını gözeten TCMB fiyat istikrarı üzerinde bozucu etkilerin olmamasını teminen kurlara gerektiğinde müdahale edebilmektedir. Bu politika değişikliğinde 2 Ocak 2002 itibarıyla uygulanmaya başlanan örtük enflasyon hedeflemesi rejiminin de etkisi olmuştur31. Sermaye hareketlerinin serbestleştirildiği borçluluk düzeyi yüksek, mali piyasaları derinleşmemiş gelişmekte olan ülkelerde faiz oranları ile döviz kurlarının içsel ve dışsal şoklara karşı yüksek duyarlılık göstermesi para politikası araçlarının etkinliğini zayıflattığından doğrudan enflasyon oranının hedeflenmesi tercih edilmektedir. Ancak, bu süreçte Türkiye ekonomisinde para politikasının aktarım mekanizmasını istikrarsızlaştıran unsurlar dikkate alınarak açık enflasyon hedeflemesine kademeli bir geçiş stratejisi izlenmiştir. Enflasyon 172 hedeflemesi uygulamasıyla TÜFE ile ölçülen enflasyon oranının yanısıra para politikasının kontrolünde olmayan unsurları dışlayarak çekirdek enflasyon görevi gören ve 2005 yılında hesaplanmaya başlanan “özel kapsamlı enflasyon göstergeleri’’ TCMB tarafından dikkate alınmıştır. Enflasyon hedeflemesi çerçevesinde döviz piyasasına yapılan müdahalelerde azalma ile birlikte, kısa dönem faizlerin etkin biçimde kullanıldığı görülmektedir. Sıcak para şeklinde tabir edilen kısa vadeli ve volatilitesi yüksek sermaye akımlarının döviz kurları üzerinde oynaklık yaratan etkisi dikkate alındığında Türkiye ekonomisinde iş çevrimlerinin açıklayıcı değişkeni olarak döviz kurununun tespit edilmiş olması önem taşımaktadır. ABD kaynaklı 2008 küresel finansal krizinin daha çok gelişmiş ülkeleri etkilediği kabul görmektedir. Kriz sonrasında sermaye akımlarının yükselen piyasalara akışı, krizin gelişmekte olan ülkelere bulaşma etkisiyle yansımasının sınırlı düzeyde kalmasını sağlamıştır. Ancak 2008 krizi sonrası gelişmiş ülkelerin toparlanmasıyla başlayan likidite bolluğu özellikle Brezilya, Hindistan, Türkiye ve Güney Afrika Cumhuriyeti gibi büyük cari açık veren ve sermaye girişi dolayısıyla parası değerlenen ülkeleri tehdit etmektedir. Sermaye girişinin aniden durması karşısında bu ülkelerin 2008’de Lehman’ın çöküşünde yaşanandan daha şiddetli bir ödemeler dengesi krizi ve finansal piyasa istikrarsızlığıyla karşılaşması mümkün görünmektedir (Akyüz, 2012). Bu konjonktürel gelişmeler ışığında, küresel para politikalarındaki belirsizliklerin sürmesi, TCMB’yi ek parasal sıkılaştırmaya devam etmeye yöneltmiştir. Ayrıca, TCMB, 2013 yılının Ağustos ayından itibaren likidite yönetimindeki belirsizliklerin daha etkin yönetilmesi amacıyla kamuoyu ile daha sık bilgi paylaşımında bulunmaktadır. 2013 yılının üçüncü çeyreği itibarıyla tüketici fiyatları enflasyonunun % 7,9 ile Temmuz ayı tahminlerinin biraz üstünde gerçekleşmiş olması Temmuz Enflasyon Raporu sonrasında Türk Lirasında yaşanan ek değer kaybı ile açıklanabilmektedir. Küresel para politikalarındaki belirsizliklerden kaynaklanan riskler gelişmekte olan ülkelere yönelen küresel portföy yatırımlarının kompozisyonunu hızla değiştirdiğinden, 173 Türkiye ekonomisinde kısa ve orta vadede gözlenecek gelişmelerde finansal riskin oynaklığının söz konusu olduğu bir küresel konjonktürün belirleyici olacağı anlaşılmaktadır. Bu koşullar altında, politika yapıcı ve uygulayıcı kurumların küresel dengesizlikler karşısında oluşacak kırılganlıklara karşı dayanıklılığı artıracak tedbirleri alarak muhtemel senaryolara göre temkinli politikalar izlemesi büyük önem arz etmektedir. Sonuç olarak, Türkiye ekonomisinin küreselleşme sürecinin önemli bir unsuru olan finansal liberalizasyon açısından dönüm noktası niteliği taşıyan 1990’lı yıllar sonrasında ekonominin büyüme hızında gözlenen düşüş ve büyüme hızının standart sapmasında gözlenen artış, küreselleşmenin dayattığı finansal serbestleşme ile hızlı ve kontrolsüz finansal serbestleşmenin getirdiği istikrarsız kısa vadeli sermaye akımları olgusunun gelişmekte olan ülkelerin makroekonomik volatilitesi üzerinde yarattığı olumsuz etkilere örnek teşkil etmektedir. Literatürde, özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan ekonomiler açısından, finansal liberalizasyonun ekonomik büyüme ve makroekonomik volatilite üzerindeki etkilerinde ampirik açıdan bir uzlaşmaya varılmamış olması göz önünde bulundurulduğunda bu çalışmanın volatilite modellemesini de kullanarak literatüre katkıda bulunduğu ortadadır. Nitekim bu çalışma, ARCH - GARCH tipi volatilite modelleri kullanarak Türkiye ekonomisi için iş çevrimi volatilitesini modelleyen ve incelenen dönemde gözlenen sıcak para akımlarının hacmi ve volatilitesindeki değişimin Türkiye ekonomisinde gözlenen iş çevrimlerini ve ekonominin sergilediği istikrarsız büyümeyi açıkladığını ampirik olarak kanıtlayan bir çalışma niteliği taşıması itibarıyla özgün nitelik taşımaktadır. 174 NOTLAR: 1. IMF, Globalization by the Book, Prakash Loungani, 2007. World Bank, Global Economic Prospects 2007 : Overview and Global Outlook - Managing the next wave of globalization. 2. Konu hakkında ayrıntılı bilgi için bknz. Amin, ‘The Challenge of Globalization’’, 1996. 3. Konu hakkında ayrıntılı bilgi için bknz. Baldwin, Martin, Two Waves of Globalization, 1999. 4. İngilizce iktisat literatüründe, iş çevrimini ifade etmek üzere “business cycle”, “business fluctuations”, “macroeconomic fluctuations”, “economic fluctuations” “trade cycle”, “commercial cycle” kavramları kullanılmaktadır. 5. ‘‘The history of what we are in the habit of calling the ‘state of trade’ is ... subject to various conditions which are periodically returning; it revolves apparently in an established cycle. First we find it in a state of quiescence,- next improvement,- growing confidence, - prosperity, excitement, - overtrading, -convulsion, pressure, - stagnation, - distress,ending again in quiescence’’ (Persons, 1927:98; Arnold’dan aktarım:1). 6. Juglar, ‘‘Des crises commerciales et leour retour periodique en France, en Angleterre, et aux Etats-Unis’’, 1862 tarihli eseriyle ticari krizlerin devreselliği üzerinde duran ilk iktisatçılardandır. 7. Mitchell iş çevrimleriyle karıştırılmaması gereken durumları, iki kriz arasındaki süreç, iktisadi faaliyetlerin sınırlı bir kısmını etkileyen dalgalanmalar, her sene tekrarlayan dalgalanmalar ve uzun dalgalar şeklinde sıralamaktadır. Mitchell’e göre iş çevrimi bir çıkış ve bir inişli dalgayı kapsarken, krizler arasında iki bazen üç tane bunun gibi dalga görülebilmektedir. Bu durumda iktisadi gelişiminin farklı safhasındaki 175 toplumlarda iş çevrimleri ortalama olarak üç ile altı sene sürmektedir (Mitchell, 1968: 468). 8. Koopmans (1947) konuyla ilgili eleştiri yazısında, Burns ve Mitchell’in “Measuring Business Cycle” isimli kitabını ele almış ve Mitchell’in yaklaşımını “teorisiz ölçüm” olarak eleştirmiştir. Koopmans’ın eleştirileri temel olarak iki noktada toplanmaktadır: Birincisi, değişkenlerin seçimi için, iktisadi dalgalanmaların oluşmasıyla ilgili teorik bir altyapıya ihtiyaç olmasına rağmen Burns ve Mitchell’in çalışması, ampirik araştırmada bazı değişkenlerin neden diğer değişkenler dayanmamaktadır. yerine tercih Koopmans’ın edildiğiyle ilgili ikinci eleştirisi, teorik gerekçelere değişkenlerin olasılık dağılımıyla ilgili açık varsayımların bulunmamasıdır. Koopmans’a göre Burns ve Mitchell’in çalışması “rastgele şokların, değişkenler arasındaki iktisadi ilişkiler aracılığıyla ekonominin bütünü üzerinde nasıl etki yapacağını açıkça belirten ve vurgulayan varsayımlardan” yoksundur. Koopmans, Burns ve Mitchell’ın yöntemini eleştirdikten sonra, yukarıdaki yargısını daha açık hale getirecek şekilde, “ …çok sayıdaki ekonomik serinin çevrimsel özelliklerinin özetlenmesi ve gözlemlere olan bağlılık. Teorik iktisatçıların araç kutusu bilerek bir kenara itilmiştir. Kitapta ne tek bir talep ya da arz şekline ne de kişilerin davranışını veya üretimin teknik kurallarını vurgulayan bir denkleme açık olarak yer verilmiştir” demektedir. Koopmans, ekonomik işleyişin anlaşılmasında yapısal sistem denklemlerinin kullanılması gerektiğini vurgulamaktadır. Koopmans’a göre, incelenen toplam zaman serileri bir takım olasılık modelleri aracılığıyla üretilmelidir, ancak bundan sonra iktisatçılar hipotezi tahmin ve test etmelidir. Bu hususları kapsamayan bir iktisadi çalışma, bilimsel olmayacaktır. Kydland ve Prescott, Koopmans’ın birinci eleştirisine “hangi olguların sunulacağının seçiminde teori çok önemlidir” diyerek katılmakta fakat ikinci eleştirisine “bu noktada, Koopmans ile büyük ölçüde ayrı düşünmekteyiz. Çünkü olguların sunulması –verilerin, bir takım olasılık modelleriyle üretildikleri varsayılmasa da – önemli bir bilimsel aktivitedir. İktisat biliminin bir istisna oluşturması için herhangi bir 176 sebep görmüyoruz” diyerek karşı çıkmaktadırlar (Kydland ve Prescott, 1990: 3; Koopmans’dan aktarım, 1947: 167- 173). 9. Frisch’e göre iktisadi dalgalanmalar çoğu zaman bir takım dışsal etkiler sonucu oluşmakta ve bu dışsal şoklar az veya çok düzenli salınımları başlatmaktadır. Frisch, iktisadi dalgalanmaları fizikten ödünç alınan sarkaç örneğiyle betimlediğinden iktisadi dalgalanmayı ifade etmek üzere “ekonomik salınım” (economic oscillation) kavramını kullanmıştır. ‘Serbest salınımların en önemli özelliği; çevrimlerin uzunluğu ve azalmaya doğru gidiş eğilimi, dalgalanan sistemin iç yapısı tarafından belirlenirken, dalgalanmaların yoğunluğunun (genişliğinin) dış etkiler tarafından belirlenmesidir. Bu durumun önemli bir sonucu, az veya çok düzenli bir dalgalanmanın üretilebilecek düzensiz olmasıdır. bir şekilde Başlangıç işleyen kuvveti etkiler veya sonucunda kuvvetleri ve dalgalanan sistemdeki hareketler arasında herhangi bir eş-zamanlılığın bulunmasına ihtiyaç yoktur. Bu gerçek, iktisadi çevrim analizlerinde sıklıkla gözden kaçmıştır (Frisch, [1933], 1965: 155). Frisch’e göre bir iktisadi dalgalanmanın, serbest dalgalanma çerçevesinde analiz edilmesi durumundaki iki temel sorun yayılım ve etkidir. Yayılım sorunu, farklı başlangıç durumlarında dalgalanan sistemin yapısal özellikleriyle ilgili olup dinamik teoriye yaklaşmaktadır. Bu tip bir analizde, sadece zamanın belli bir anında verilen ekonomik büyüklükler ve bunlar arasındaki ilişkiler göz önünde tutulmamalı; değişkenlerin zamanın farklı noktalarındaki değerleri üzerinde düşünülmeli ve bu değişkenlerin farklı zamanlarda sahip oldukları değerleri belirleyen denklemler ortaya konulmalıdır. Etki mekanizması olarak dışsal şokların gözlenmediği durumda ise yayılım mekanizması azalan salınıma sahip olduğundan zamanla ortadan kaybolacaktır. Burada dışsal şoklar, ekonomideki dalgalanma şoklarını yaratan mekanizmadır. O halde ekonomide gözlemlenen dalgasal hareketleri, dalgasal olmayan etkilerle açıklayabilme olasılığına ulaşılır. Frisch’in iktisadi dalgalanmalara bu şekilde yaklaşmasının temel sonucu, yayılım mekanizmasının teorik yapısının oluşması ve bu teorik yapının parametrelerinin istatistiksel olarak belirlenmesi 177 durumudur ki burada Koopmans’ın Mitchell’i eleştirdiği noktaya varılır. Frisch çalışmasında, öncelikle salınımların yer almadığı basit bir sistem tanımlar. Daha sonra salınımların ortaya çıktığı dinamik bir makro sisteme geçer. Burada ortaya çıkan salınımların zamanla azalarak sönme eğiliminde olduğunu gösterir. Frisch, iktisadi dalgalanmaya getirdiği bu bakış açısını, sürtünmeden dolayı düşey eksenle yaptığı açının giderek azalması beklenen salınımdaki bir sarkaca benzetmektedir. Frisch, “fakat gerçek hayatta gözlemlediğimiz çevrimler genellikle azalarak sönmezler. O halde dalgalanmalardaki sürekliliği nasıl açıklayabiliriz?” diye sormakta ve cevap olarak, düzensiz şokları salınımların sürmesi hususunda bir çeşit enerji kaynağı olarak göstermektedir. Frisch, makalesinin son bölümünde “düzensiz şoklar fikrinin ekonomik çevrim analizindeki etki probleminin oldukça temel bir yönünü göstermekle birlikte, muhtemelen bütün açıklamayı kapsamadığını” belirtmekte ve Schumpeter’in yenilik teorisini, salınımların sürmesi konusunda diğer bir faktör olarak sisteme sokmaktadır (Frisch, [1933], 1965: 173 - 183). 10. Trend, potansiyel üretimi diğer bir deyişle tam istihdam üretim seviyesini göstermektedir. Ancak farklı ekonometrik yöntemlerle hesaplanan trend için, dalgalanmaların şiddeti ve sıklığı da değişmektedir (Koopman, 2004). Özellikle gelişmekte olan ülkelerde ekonomiler genelde eksik istihdam dengesinde bulunduğundan trend yolunun tam istihdam üretim seviyesi şeklinde yorumlanması tartışmalıdır. Ayrıca, iş çevriminin tanımlanma biçimine göre bu grafik değişiklik gösterebilir. Örneğin klasik iş çevrimleri tanımında, iş çevrimi çıktı seviyesinin tam düşüşünde belirlenirken Zarnowitz’in büyüme çevrimleri (growth cycles) tanımına göre serilerdeki düşüş uzun vadeli trendden sapmayla belirlenmektedir. Büyüme çevrimleri kulanmanın avantajı çevrimin genişleme ve daralma sürelerinin hemen hemen aynı olmasıdır. Oysa, klasik çevrimde daralma genişlemeden daha kısa sürmektedir (Altuğ, 2009: 8-10). 178 11. bknz. Mitchell, Business Cycles, The Problem and Its Setting, 1968. bknz. DeLong, Summers, Are Business Cycles Symmetric?, 1984. 12. Jevons ve Moore gibi neoklasik yaklaşımın ilk temsilcileri çevrimleri fiziksel süreçlerle açıklamıştır. Bu yaklaşımlar iş çevrimi teorileri başlığı altında yer aldığından bu kısımda tekrarlanmamaktadır. 13. Fisher’in “paranın mübadele denklemi”, Marshall’ın “para talebine Cambridge yaklaşımı”, Wicksell’in “doğal ve piyasa faiz oranları yaklaşımı”, Hawtrey’in “kredi” yaklaşımı, Mises ve Hayek’in para arzının etkileri ile ilgili incelemeleri bu açıdan değerlendirilebilir. 14. Kalecki’nin “içsel” dalgalanma teorisi çerçevesinde kurduğu model, dışsal faktörler olmaksızın, içsel değişmelerin düzenli olarak kendi kendini besleyen dalgalanmaları nasıl oluşturduğunu açıklamaktadır. Kalecki, modelin başlangıcında basitlik sağlamak amacıyla tam rekabet, dış ticaret ve bütçe dengesinin varlığı, işçilerin tüm gelirlerini harcadıkları, buna karşılık kapitalistin tüm gelirini biriktirdiği gibi varsayımlarda bulunur. Ayrıca, sistemdeki dalgasal bileşenlerin üzerinde durmak için, dalgalanmayı uzun dönem trendden ayırmıştır. Kalecki, büyümenin dalgasal hareketinin açıklanmasında, her ne kadar girişimcinin toplam tasarrufunu, yatırımın temel kaynağı olarak görse de girişimcinin yatırım kararını gelecek dönemde beklenen toplam kârlılığa göre aldığını belirtir. Yeni yatırımın kârlılık oranı, toplam brüt kârlılığın, mevcut sermaye stokuna oranı olarak tanımlanır. Kalecki, kapitalistin harcaması olarak düşünülen yatırımın, refahın kaynağı olduğunu ve yatırımdaki her artışın, ekonomiyi canlandırdığını ve bu canlanmanın tekrar yatırım için ekstra bir harcama yarattığını belirtir. Diğer taraftan, her yatırım yeni sermaye üreterek mevcut sermaye stokunu genişletir. Teknolojik ilerleme modelin dışında tutulduğunda bu durum önceki stoklara basit bir ilave şeklini alır. Sermayenin büyümesi geçmiş dönemdeki yatırım siparişlerinin boyutuna bağlıdır. Sermaye büyüdükçe, kârlılık düşer. Kalecki, iktisadi dalgalanmalar teorisini geliştirmek için teknolojik ilerlemeyi modele eklemiştir. Teknolojik ilerleme, yatırımın her bir zaman birimine düşen 179 kârlılığını artıracaktır. Sermayenin kârlılığının azalması yerine, yatırım projeleri daha çekici hale gelir ve yatırım harcamaları devam eder (bknz, Kalecki, 1954). 15. Fiyat seviyesindeki düşüşün tüketim üzerinde pozitif refah etkisine sahip olması Pigou etkisiyle, fiyat seviyesindeki düşüşün muamele güdüsüyle para talebini azaltarak faiz oranlarını düşürüp yatırım harcamalarını artırması ise Keynes etkisiyle ifade edilir. 16. Marksist iktisat okulunun iş çevrimlerini eksik tüketim teorileriyle açıklayan belli başlı çalışmaları için bknz. Kautsky 1902, 1911, Luxemburg 1913, Baran ve Sweezy 1966. A Periyodiklik: seriler çeyreklik ise trendden ayrıştırılmış gösterge seriler lineer interpolasyon yöntemiyle aylık sıklığa dönüştürülür. Kullanılan veriler aylık ise interpolasyona gerek yoktur. Düzleştirme (smoothing): bütün serilerin benzer düzlükte olması gerekmektedir. Bu sayede bileşik göstergedeki aylık değişimlerin tekil serilerdeki düzensiz hareketlerden kaynaklanma olasılığı elenmiş olur. OECD, serileri düzleştirmek için MCD hareketli ortalamalar kullanmaktadır. MCD hareketli ortalama hareketli ortalamanın en küçük derecesini (minimum order) kullanarak trendi ve çevrimsel hareketleri etkilemeden düzensiz hareketleri ayıklamak için yeterlidir. Normalizasyon: Serilerin çevrimsel unsurlarının aynı genişlikte (amplitude) olması için yapılır. Eğer bu yapılmazsa çevrimsel genişliği daha fazla olan serinin bileşik göstergedeki ağırlığı daha fazla olacaktır. Lagging: Belirli bir ülke için seçilen göstergelerin uzun önceleyen ve kısa önceleyen şeklinde ikiye ayrılması halinde yapılır. OECD İstatistik bölümünün kullandığı sınıflamaya göre 180 Medyan lag (ay) Sınıf -10 veya daha fazla Uzun önceleyen (longer leading) -3 veya daha fazla Kısa önceleyen Diğer türlü Eşanlı +3 veya daha fazla Geriden gelen Ağırlıklandırma: Farklı serilerin çevrimsel unsurlarının bileşik öncü göstergeye göreli katkısı ağırlıklandırma ile belirlenir. OECD sisteminde eşit ağırlıklandırma söz konusudur. Agregasyon: Her bir serinin normalleştirilmiş endeksinin ortalaması alınarak bileşik öncü gösterge bulunur. Çeşitli serilerin başlangıç tarihleri farklı olduğundan veya farklı basım ve yayımlanma gecikmelerinden ötürü kırılmalar/ boşluklar olabilecektir. Bu durum da bir modifikasyona gidilir. Eksik veri setiyle inşa edilen CLI linking factor aracılığıyla endeksin bütününe bağlanır. Linking factor eksik endeksin büyüme oranını tam endeksin mevcut olduğu son noktaya bağlayacak düzeyde saptanır 17. OECD’nin trendin belirlenmesinde kullandığı yöntem ise NBER tarafından geliştirilen PAT (phase average trend) yönteminin değiştirilmiş bir versiyonudur. Moving average (hareketli ortalama) yöntemi, HodrickPrescott filtresi, mevsimsel fark dönüşümü (seasonal difference transformation) gibi büyüme çevrimi çalışmalarında kullanılan alternatif trend ayrıştırma yöntemleri de bulunmaktadır. PAT yöntemiyle alternatiflerinin kıyaslaması için bknz. Zarnowitz ve Özyıldırım, 2002. 18. Bu çalışmanın sınırları çerçevesinde çıktı açığı hesaplanmasında kullanılan yöntemlerin kıyaslamasına yer verilmemiştir. Türkiye ekonomisi için 1987Ç1:2008 Ç2 dönemlerini kapsayan çıktı açığının doğrusal trend, Hodrick- Prescott filtresi, Beveridge- Nelson ayrıştırması, Band- Pass filtresi, yapısal VAR, üretim fonksiyonu yöntemi ve gözlenmeyen bileşenler modeli 181 ile Kalman filtresi yöntemleri kullanılarak hesaplandığı bir çalışma için bknz. (Girici, 2009). 19. Trend bileşeni Hodrick –Prescott filtresinin band- pass versiyonu kullanılarak çıkarılmaktadır. Amaç 1,25 ile 8 yıl arası dalgalanmaları ayıklamaktır. Filtre iki tane düşük geçişli filtrenin farkı ile bulunmaktadır. Bunlardan ilki düzleştirme parametresi lambda ile HP trend filtresi (1,25 yıldan küçük dalgalanmaları ayırır), ikincisi düzleştirme parametresi lambda 2 ile trend çıkarıcı HP filtresi 8 yıldan uzun süren unsurları ayırır. HodrickPrescott filtresi hakında daha fazla ayrıntı için bknz. Pollock 1999 ve Gomez 2000. 20. ESRI, iş çevrimi dönüm noktalarının tarihlendirilmesinde yayılım (difüzyon) endeksi kullanılmaktadır. Buna göre yayılım endeksinin %50’nin altında kaldığı son ay durgunluğun son ayı olarak belirlenmektedir (Wall, 2006). 21. İş çevrimlerinin parametrik ve parametrik olmayan yöntemlerle belirlenmesi hakkında ayrıntılı bilgi için bknz. Harding, Pagan, 2002 (a), (b). 22. İş çevrimi değişkenliği/ oynaklığı (volatility) zaman serilerinin uzun vadeli trendinden standart sapmayla ölçülmektedir. 23. ABD’de çıktı değişkenliğindeki azalmada para politikasının rolü ayrıntılı olarak incelenmiş ve çıktıdaki oynaklık düşüşünün büyük kısmının para politikası parametrelerindeki değişimden değil, şokların oynaklığındaki azalmadan kaynaklandığı sonucuna varılmıştır (Stock ve Watson, 2002). 24. İş çevrimi senkronizasyonu ülkelerin büyüme oranlarının pearson korelasyon katsayısıyla ölçülmektedir (Frankel ve Rose, 1998). 25. Backus, Kehoe ve Kydland’a göre (1994) dış ticaretin gidişatını belirleyen arz şoklarıdır. Keynesyen gelenekte ise talep şoklarının daha önemli rol oynadığı düşünülmektedir. 182 26. Uyum endeksi ( xy C ), iki çevrim mükemmel örtüşüyorsa 1 tam zıt ise 0 değerini alır (Harding ve Pagan, 2006; Avouyi-Dovi ve Matheron, 2005; Egert ve Sutherland’den aktarım, 2012:1) 27. Dünya iş çevriminin varlığına ilişkin ampirik kanıt gösteren belli başlı çalışmalar için bknz. Gerlach (1988), Lumsdaine ve Prasad (1997) and Köse, Prasad, Terrones (2003). 28. Dellas’a göre (1986), ABD, İngiltere, Almanya ve Japonya’da çevrimlerin 1960 - 1982 arasında ortak hareket etmesinin sebebi aktarım mekanizmalarından çok ülkeleri aynı anda etkileyen şoklardır. 29. Tüketimdeki değişkenliğin çıktıdakinden yüksek olması dayanıklı tüketim malı kaleminin analize dahil edilmesinden kaynaklanmaktadır. Hatta, Aruoba (2001), dayanıklı tüketim malının bütün yatırım kalemlerinden daha oynak olduğunu tespit etmektedir. 30. Çıktı açığının hesaplanmasında kullanılan alternatif yöntemler ve bunların birbirlerine kıyasla avantaj ve dezavantajları için bknz. Girici, 2010. 31. Enflasyon hedeflemesi rejiminin başarılı olabilmesi için sağlanması gereken önkoşullar; merkez bankası bağımsızlığı, mali disiplin, hesap verilebilirlik ve şeffaflık, gelişmiş para ve sermaye piyasaları ve uygulama öncesi belirli bir seviyenin altına çekilmiş enflasyon oranı şeklinde sıralanmaktadır. 2001 yılında değiştirilen TCMB Kanunu ile Merkez Bankasının hukuki açıdan bağımsızlığı tesis edilmiş, kamuoyu önünde hesap verebilirliği ve şeffaf çalışması düzenlenmiş olsa da o tarihte ülke ekonomisinin yüksek borçluluk düzeyi, para ve sermaye piyasalarının kırılganlığı ve enflasyon oranı dikkate alındığında doğrudan enflasyon hedeflemesi için henüz hazır olunmadığı düşünülmüştür. TCMB’nin 2 Ocak 2002 tarihindeki “2002 Yılında Para ve Kur Politikası ve Muhtemel Gelişmeler” duyurusu ile örtük enflasyon hedeflemesine geçileceği ilan edilmiştir. 183 32. Başta ABD ekonomisi olmak üzere, gelişmiş ülkelerin iş çevrimlerinin volatilitesinde gözlenen düşüşü (great moderation thesis) açıklayan belli başlı çalışmalar; ekonominin geçirdiği yapısal değişimlere odaklanmaktadır. Bu yapısal değişimler arasında; toplam çıktı üretiminin bileşiminde mallardan hizmetlere kaymanın önemini vurgulayanlar (Burns, 1960; Moore ve Zarnowitz, 1986); enformasyon teknolojilerindeki ilerlemeler ile stok yönetiminde kaydedilen gelişmelerin önemini vurgulayanlar (Kahn, McConnell, Perez – Quirros, 2001) ve finansal piyasalarda izlenen gelişmlerin yatırım ve tüketimi düzleştirmeye hizmet ettiğini savunanlar (Blanchard ve Simon, 2001) bulunmaktadır. Ayrıca, çevrim volatilitesindeki düşüşü para politikasındaki gelişmelerle açıklayanlar (Taylor, 1996; Cogley ve Sargent, 2001) olduğu gibi ‘‘büyük durulmanın’’ dışsal yapısal şokların varyansındaki azalma yani sadece ‘şans’ ile açıklnaabileceğini savunanlar (Simon, 2000) vardır. Bunların yanısıra, çevrim volatilitesindeki durulmayı hem ekonominin yapısında hem de dışsal şokların volatilitesindeki düşüşle açıklayan ampirik çalışmalar da mevcuttur (Ahmed, Levin, Wilson, 2002). 33. Örneğin; Kanada ekonomisinde iş çevrimlerinin volatilitesinin 1991 yılının ilk çeyreğinden itibaren kırılma gösterdiği, volatilite düşüşünün hizmet odaklı ekonomik yapıya geçiş, gelişmiş stok yönetim teknikleri ve para politikasındaki ilerlemelerle açıklanabileceğini savunan bir çalışma için bknz. Debs, (2001). Benzer şekilde, Simon (2001) çalışmasında Avustralya’da iş çevrimlerinin volatilitesinin 1991 yılının ikinci çeyreği itibarıyla kırılma gösterdiği, ancak volatilite düşüşünün yapısal bir istikrar artışından ziyade dışsal şokların şiddetindeki düşüşle açıklanabileceği gösterilmektedir. Stock ve Watson (2002) çalışmasında G-7 ülkelerinde reel çıktının standart sapmasının 1960- 1983 ile 1984- 2002 dönemleri arasında kıyaslaması yapılmış ve doğrulanmıştır. iş çevrimi volatilitesinde genel bir düşüş gözlendiği 184 KAYNAKÇA ABEL, A, BERNANKE, B.; ‘‘Business cycles’’, içinde Macroeconomics, Addison – Wesley, s. 289-315, 1998. ABRAMOWITZ, M.; ‘‘The Nature and Significance of Kuznets Cycles’’, Economic Development and Cultural Change, Cilt 9, Sayı 3, s. 225 – 248, 1961. ADAM, K.; JAPPELLI, T.; MENICHINI, A.; PADULA, M.; PAGANO, M.; ‘‘Study to Analyze, Compare and Apply Alternative Indicators and Monitoring Methodologies to Measure the Evolution of Capital Market Integration in the European Union’’, Commission of the European Communities, Internal Market Directorate General, 2002. ADELMAN, M., A.; ‘‘Globalization of the World Economy’’, Energy Policy, sayı 24, 2006, s.1021-1024. AFTALION, Les Crises périodiques de Surproduction, 2 vols., Paris, 1913. AGHION, P.; BACCHETTA, P.; BANERJEE A. V.; ‘‘Capital Markets and the Instability of Open Economies’’, Studienzentrum Gerzensee Working Paper No. 9901, 1999. AGUIAR, M.; GOPINATH, G.; "Emerging Market Business Cycles: The Cycle Is the Trend," Journal of Political Economy, University of Chicago Press, Cilt no. 115, s. 69-102, 2007. AHMED, Shaghil, ICKES, Barry, W., WANG, Ping, YOO, Sam, Byung; ‘‘International Business Cycles’’, American Economic Review, sayı 83, 1993, s. 335-359. 185 AKERLOF, G. A.; YELLEN, J. L.; ‘‘A Near Rational Model of the Business Cycle, with Wage and Price Inertia’’, Quarterly Journal of Economics, cilt no.100, sayı no. 5, s. 823- 838,1985. AKYÜZ, Y.; ‘‘ The Boom in Capital Flows to Developing Countries: Will It Go Bust Again?’’, Ekonomi – tek, Cilt 1, No 1,s.63 -96, Ocak, 2012. AKYÜZ, Y.; ‘‘Global Rules and Markets: Constraints Over Policy Autonomy in Developing Countries’’, Third World Network, 2007. ALTAY, S.; ARIKAN, A.; BAKIR, H.; TATAR, A.; “Leading Indicators: The Turkish Experience”, 20. CIRET Conference, Budapest, 1991. ALTUĞ, G., S.; Business Cycles Fact, Fallacy and Fantasy, World Scientific Publishing, 2009. ALTUĞ, G., S.; ‘‘Türkiye’de ve Yükselen Piyasa Ekonomilerinde İş Çevrimleri’’, Yıldız Teknik Üniversitesi, Working Papers No.5, 2009 (b). ALTUĞ, G., S.; BİLDİRİCİ, M; ‘‘Business Cycles in Mexico and Turkey’’, Business Cycles and the Global Crisis, Koç University – TUSİAD Economic Research Forum, TÜSİAD Yayın No: 2011-04;515, 2010. ALTUĞ, G., S.; YILMAZ, ‘‘Asset Returns, Inflation and Real Activity: The Case of Mexico and Turkey’’, Koç University Papers No: 1998/03, 1998. AMIN, S.; ‘The Challenge of Globalization’’, Review of International Political Economy, Cilt 3, Sayı 2, 1996. ARNOLD, L., G.; Business Cycle Theory, Oxford University Press, New York,2002. ARUOBA, S. B.; DIEBOLD, F., X.; SCOTTI, C.; ‘‘Real Time Measurement of Business Conditions’’, International Finance Discussion Papers, sayı 901, 2007. 186 ASEA, P., K.; BLOOMBERG, B.; ‘‘Lending Cycles’’, Journal of Econometrics, sayı 83, s. 89 – 128, 1998. AUGUSTE, B. G., ‘‘What’s So New About Globalization?’’, New Perspectives Quarterly, sayı 15, No 1, 1998. BACCHETTA, P.; CAMINAL, R.; ‘‘Do Capital Market Imperfections Exacerbate Output Fluctuations?’’, European Economic Review, Cilt No. 44, Sayı 3, s.449 – 468, 1999. BACKUS, D., KEHOE, P., KYDLAND, F.; ‘‘Dynamics of the Trade Balance and the Terms of Trade: The J Curve, The American Economic Review, Cilt. 84, Sayı.1, s. 84 - 103, 1994. BACKUS, D., KEHOE, P.; ‘‘International Evidence on the Historical Properties of Business Cycles’’, The American Economic Review, Cilt. 82, Sayı.4, s. 864 - 888, 1992. BAIROCH, P.; Economics and World History. Myths and Paradoxes, Chicago: The University of Chicago Press, 1993. BAKER, D., EPSTEIN, G., POLLIN, R.; Globalization and Progressive Economic Policy, Cambridge University Press, 1998. BALDWIN, R., MARTIN, W.; ‘‘Two Waves of Globalization’’, NBER Working Paper No. 1406, 1999. BALKAN, E., YELDAN, E.; ‘‘Peripheral Development under Financial Liberalization: The Turkish experience”, The Ravages of Neo-Liberalism: Economy, Society and Gender in Turkey, editörler: Balkan, N. and Savran, S., New York: Nova Science Pub. 2002. BARANOVSKI, Les Crises Industrielles en Angleterre, Paris, 1913. 187 BARRELL, R. GOTTSCHALK, S.; “The volatility of the output gap in the G7,” National Institute of Economic and Social Research Discussion Paper No. 230, 2004. BASU, S., TAYLOR, A., M.; Business Cycles in International Historical Perspective, National Bureau of Economic Research, WP 7090, 1999. BAYLIS, J., SMITH S.; The Globalization of World Politics, Oxford University Press, New York, 2005. BEMS, R.; JOHNSON R.; Yİ K.; "Demand Spillovers and the Collapse of Trade in the Global Recession," IMF Economic Review, Palgrave Macmillan, Cilt no. 58(2), s. 295-326, 2010. BENTLEY, J., H.; ‘‘Cross- cultural Interaction and Peiodization in World History’’, American Historical Review,101, June, 1996. BERGMAN, U., Michael, BORDO, D., Michael, JONUNG, Lars, ‘‘Historical Evidence on Business Cycles: The International Experience’’, Federal Reserve Bank of Boston Conference Series, s.65-119, 1998. BERUMENT, H., KILINÇ, Z., YÜCEL, E.; Business cycles in Turkey and European Union Countries : a perspective to the membership, Bilkent University Discussion Papers no:5-6, 2005. BHAGWATI, J., ‘‘The Capital Myth: The Difference Between Trade in Widgets and Dollars’’, Foreign Affairs, 77 (3), 7-13, 1998. BIS Statistics, http://www.bis.org/publ/otc_hy1311.pdf BLACK, D., C.; DOWD, M., R.; ‘‘The changing composition of output and the Great Moderation’’, Applied Economics Letters, Cilt 16, Sayı 12, 2009. BLANCHARD, O.; SIMON, J.; ‘‘The Long and Large Decline in U.S. Output Volatility’’, Brookings Papers on Economic Activity, S. 135- 174, 2001. 188 BORATAV, K.; Türkiye İktisat Tarihi, 1908-2005, İmge Kitabevi, 2007. BORATAV, K.; Yeni Dünya Düzeni Nereye?, İmge Kitabevi, 2000. BORATAV, K.; Ekonomi ve Küreselleşme, Emperyalizmin Yeni Masalı Küreselleşme, editör: KANSU Işık, Kigem Yayınları, Ankara, 1996. BORDO, M. D.; HELBLING, T.; ‘‘Have National Business Cycles Become More Synchronized?’’, National Bureau of Economic Research Working Paper 10130, 2003. BOURDIEU, P.; ‘‘Uniting to Better Dominate’’, Items and Issues, Social Science Research Council, 2001. BOZKURT, V.; ‘‘Küreselleşme: Kavram, Gelişim ve Yaklaşımlar’’, içinde Küreselleşmenin İnsani Yüzü, Der. V. Bozkurt, Alfa Basımevi, İstanbul, 2000. BRENNAN, M. J.; ARANDA, C.; `What Makes Hot Money Hot? The Relative Volatility of International Flows of Debt and Equity Capital', Anderson School UCLA Working Paper, s. 14-99, 1999. BUCH, C.; “Business Cycle Volatility and Globalization: A Survey,” Kiel Institute for World Economics Working Paper 1107, 2002. BUCH, C.; DOPKE, J.; PIERDZIOCH, C.; “Financial Openness and Business Cycle Volatility,” Kiel Institute for World Economics Working Paper 1121, 2002. BUCHANAN, P., J.; The Great Betrayal, Boston, Little, Brown and Company, 1998. BURNS, A., F.; ‘‘Progress Towards Economic Stability’’, American Economic Review, 50(1), 2: 19, 1960. 189 BURNS, A., F.; The Frontiers of Economic Knowledge, Princeton University Press, 1954. BURNS, A., F., MITCHELL, W.,C.; Measuring Business Cycles, National Bureau of Economic Research, 1946. CAMPBELL, J. R.; HERCOWITZ, Z.; "The Role of Collateralized Household Debt in Macroeconomic Stabilization," National Bureau of Economic Research Working Papers No.11330, 2005. CANOVA, F.; ‘‘What Explains the Great Moderation in the US? A Structural Analysis’’, Journal of European Economic Association, Cilt No. 7, Sayı 4, s. 697 - 721, 2009. CANOVA, F.; CICCARELLI, M.; ORTEGA, E.; "Similarities and Convergence in G-7 Cycles," Journal of Monetary Economics, Cilt No. 54(3), s. 850-878, 2007. CANOVA, F.; MARRINAN, J.; "Sources and Propagation of International Cycles: Common Shocks or Transmission?," Economics Working Papers 188, Universitat Pompeu Fabra, 1996. CANOVA, F.; DELLAS, H.; ‘‘Trade Interdependence and the International Business Cycle’’, Journal of International Economics, Cilt No. 34, Sayı 1– 2, s. 23–47, 1993. CASTELLS, M.; Ağ Toplumunun Yükselişi, Enformasyon Çağı: Ekonomi, Toplum ve Kültür, Birinci Cilt, İstanbul Bilgi Yayınları, Çev: Ebru Kılıç, İstanbul, 2008. CETORELLI, N.; GOLDBERG, L. S.; ‘‘Global Banks and International Shock Transmission: Evidence from the Crises’’, Federal Reserve Bank of New York Staff Report, No. 446, 2010. 190 CLARK, T.; VAN WINCOOP, E.; "Borders and Business Cycles," Journal of International Economics, Cilt no. 55(1), s. 59-85, 2001. CLEARY, M., N.; HOBBS, G., D.; ‘‘The Fifty Year Cycle: A Look at the Empirical Evidence’’, içinde Long Waves in the World Economy, ed. Freeman, C., s. 164 – 182, Londra, 1983. CRUCINI, M. J.; ‘‘Country Size and Economic Fluctuations’’, Review of International Economics 5 (2), s. 204–220, 1997. ÇANAKCI, İ.; ‘‘Kısa Vadeli Tahmin Yöntemleri ve Türkiye İçin Bir Deneme (Öncü Göstergeler Yaklaşımı), DPT Uzmanlık Tezi, Ankara, 1992. ÇONDUR, Funda; DEMİR, Sezgin; ‘‘Finansal Krizler ve Kırılganlık’’, içinde Küreselleşme, editörler Abdullah Özdemir, Mümin Eser, Ezgi Kitabevi, 2009. s. 223-252. DALSGAARD, T.; ELMESKOV, J.; PARK, C.; ‘‘Ongoing Changes in the Business Cycle — Evidence and Causes’’, OECD Working Paper 315, Paris, 2002. DELLAS, H.; "Cyclical Comovements of Output and Trade in the World Economy," Canadian Journal of Economics, cilt. 20(4), s. 855- 869, 1987. DELLAS, H.; "A Real Model of the World Business Cycle," Journal of International Money and Finance, Elsevier, cilt. 5(3), s. 381-394, 1986. DESAI, M.; BIRD, R.; ENZLER, G.; TAUBMAN, P.; ‘‘Kuznets Cycles in Growth Rates’’, International Economic Review, Cilt 6, Sayı 2, s. 229-239, 1965 DELONG, J., B., SUMMERS, L., H.; ‘‘Are Business Cycles Symmetric?’’, National Bureau of Economic Research, Working Paper 1444, 1984 191 DIEBOLD, F., RUDEBUSCH, G.; ‘‘Measuring Business Cycles: A Modern Perspective’’, Review of Economics and Statistics, sayı 78, 1996, s. 6877. DOSI, G., FREEMAN, C., NELSON, R., SILVERBERG, G., SOETE, L.; Technical Change and Economic Theory, Printer Press, New York, 1988. DOYLE, B.; FAUST, J.; "An Investigation of Comovements Among the Growth Rates of the G-7 Countries," Federal Reserve Bulletin, Board of Governors of the Federal Reserve System (U.S.), s. 427-437, 2002. EASTERLY, W.; ISLAM, R.; STIGLITZ, J.; ‘‘Shaken and Stirred: Explaining Growth Volatility’’, Annual World Bank Conference on Development Economics, 2000. EATWELL, J.; International Financial Liberalization: The Impact on World Development, United Nations Development Program Discussion Paper No. 12, New York, United Nations,1997. EGERT, B.; SUTHERLAND, D.; “The Nature of Financial and Real Business Cycles: The Great Moderation and Banking Sector Pro-Cyclicality”, OECD Economics Department Working Papers, No. 938, OECD Publishing, 2012. ELWOOD, W.; Küreselleşmeyi Anlama Kılavuzu, Metis Yayınları, İstanbul, 2002. EWIJK, J. Van.; A Spectral Analysis of the Kondratieff Cycle, Kyklos 35(3), s. 468- 499, 1982. FELDSTEIN, M., HOROIKA, C.; ‘‘Domestic Saving and International Capital Flows’’, Economic Journal 90, 1980. FISCHER, S.; ‘‘Globalization and Its Challenges’’, American Economic Review, 93 (2):1-30, 2003. 192 FISHER, I.; ‘‘Our Unstable Dollar and the so- Called Business Cycle’’, Journal of the American Statistical Association, Cilt 20, s. 191- 193, 1925. FORRESTER, J., W.; New Perspectives on Economic Growth, içinde Alternatives to Growth – A Search for Sustainable Futures, ed. Meadows, D., L., Cambridge, B.A: Mallinger, s. 107 – 121, 1977. FRANK, A., G., GILLS, B., K.; The World System, London: Routledge, 1996. FRANKEL, J. A.; ROSE, A., K.; "The Endogeneity of the Optimum Currency Area Criteria," Economic Journal, Royal Economic Society, cilt. 108(449), s. 1009-1025, 1998. FRIEDMAN, M.; ‘‘The Role of Monetary Policy’’, The American Economic Review, Cilt 58, Sayı 1, Mart, 1968. FRIEDMAN, M.; SCWARTZ, A., J.; A Monetary History of the United States, 1867-1960, Princeton University Press, 1963. FRISCH, R.; Propogation Problems and Impulse Problems in Dynamic Economics, Economic Essays in Honour of Gustav Cassel, Taylor and Francis Group, s. 171–205, 1933. GABISCH, G., LORENZ, H. W.; Business Cycle Theory- A Survey of Methods and Concepts, Springer, 1989. GAVIN, M., HAUSMANN, R.; “Sources of Macroeconomic Volatility in Developing Economies”, IADB Working Paper (Washington: Inter-American Development Bank), 1996. GERLACH, H. M.; ‘‘World Business Cycles Under Fixed and Flexible Exchange Rates’’, Journal of Money, Credit and Banking, cilt. 20, sayı no. 4, s. 621 -632, 1988. 193 GIANNONE, D.; LENZA, M.; REICHLIN, L.; ‘‘Market Freedom and the Global Recession’’, IMF Economic Review 59, s. 111-135, 2011. GIDDENS,A.; Elimizden Kaçıp Giden Dünya: Küreselleşme Hayatımızı Nasıl Yeniden Şekillendiriyor?, çev: Osman Akınhay, Alfa Yayınları, İstanbul, 2000 GIDDENS, A.; The Consequences of Modernity, Cambridge, Polity Press, 1990. GILL, S.; ‘‘Globalization, Market Civilization and Disciplinary Neoliberalism’’, Millenium, 24 (3), 1995. GİRİCİ, Y.; ‘‘Potansiyel Büyüme ve Üretim Açığı: Türkiye Örneği’’, T. C. Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı, Uzmanlık Tezi, 2009. GLICK, R., ROGOFF, K.; ‘‘Global versus Country Specific Productivity Shocks and the Current Account’’, National Bureau of Economic Research, WP 4140, 1992. GOLDSMITH, J.; The Trap, New York, Carroll and Graf Publishers, 1994. GOLDSTEIN, J.; Long Cycles, Prosperity and War in the Modern Age, New Haven, CT, Yale University Press, 1988. GORDON, D., M.; ‘‘Up and Down the Long Roller Coaster’’, içinde US Capitalism in Crises, ed: B. Steinberg, s. 22- 34, New York, 1978. GREGORY, A. W.; HEAD, A. C.; RAYNAUD, J.; ‘‘Measuring World Business Cycles’’, International Economic Review, cilt 38, sayı 3, s. 677 – 701, 1997. HABERLER, G.; Prosperity and Depression: A Theoretical Analysis of Cyclical Movements, Atheneum, New York, 1963. 194 HAMILTON, J. D.; “A New Approach to the Economic Analysis of Nonstationary Time Series and the Business Cycle,” Econometrica, sayı 57, s. 357—384, 1989. HANSEN, A., H.; ‘‘Business Cycles and National Income’’, genişletilmiş baskı, New York, W. W. Norton, 1964. HARDING, D., PAGAN, A.; “Synchronisation of Cycles”, Journal of Econometrics, Sayı. 132, 2006. HARDING, D., PAGAN, A. (2002a); ‘‘A Comparison of Two Business Cycle Dating Methods’’, Journal of Economic Dynamics and Control, s.16811690, 2002. HARDING, D., PAGAN, A. (2002b); ‘‘Dissecting the Cycle: A Methodological Investigation’’, Journal of Monetary Economics, 49, 365 – 381 HARDY; Risk and Risk- Bearing, Chicago, 1923. HAWTREY; ‘‘The Monetary Theory of the Trade Cycle and Its Statistical Test’’, Quarterly Journal of Economics,1927. HAWTREY, G.; Good and Bad Trade, An Inquiry into the Causes of Trade Fluctuations, London, 1913. HAWTREY, G.; Currency and Credit, London, 1923. MÜSTEŞARLIĞI, HAZİNE (http://hazine.gov.tr/default.aspx?nsw=EilDPQez15w=-id=12&nm=33), (26.11.2013). HDR; Human Development Report (İnsani Gelişme Raporu), United Nations Development Program, http://hdr.undp.org/en/reports/global/hdr2011, 2011. HEATHCOTE, J.; PERRI, F.; ‘‘Financial Globalization and Real Regionalization’’, Journal of Economic Theory, 119(1), s. 207 – 243, 2004. 195 HELD, D., McGREW, A., GOLDBLATT, D., PERRATON, J.; Global Transformations, Politics, Economics and Culture, Stanford University Press, Stanford, California, 1999. HEXTER, M., B.; Social Consequences of Business Cycles, Boston, Houghton Mifflin Company, 1925. HIRST, P., THOMPSON, G.; ‘‘Economic Activity in a Globalized World’’, The Global Transformations Reader içinde, Editörler: Held, D., McGrew, A., Malden, Polity Press, 2000, s.68-75. HIRST, P., THOMPSON, G.; Küreselleşme Sorgulanıyor, Çev: Çağla Erdem, Elif Yücel, Dost Kitabevi, Ankara, 1998. HIRST, P., THOMPSON, G.; ‘‘Globalization: Ten Frequently Asked Questions and Some Surprising Answers’’, Soundings,4, 1996 (a). HIRST, P., THOMPSON, G.; ‘‘Globalization in Question: The International Economy and the Possibilities of Governance, Cambridge: Polity Press, 1996 (b). HOBSON; Economics of Unemployment, 1922. HULL, G., H.; Industrial Depressions, New York, 1911. IMBS, J.; ‘‘The First Global Recession in Decades’’, IMF Economic Review, cilt 58, sayı 2, 2010. IMBS, J.; ‘‘The Real Effects of Financial Integration’’, Journal of International Economics, cilt 68, sayı 2, s. 296 - 324, 2006. IMBS, J.; ‘‘Trade, Finance, Specialization and Synchronization’’, The Review of Economics and Statistics, cilt 86, sayı 3, s. 723- 734, 2003. IMBS, J.; ‘‘Co-Fluctuations’’, CEPR Discussion Paper No. 2267, 2001. 196 İNANDIM, Ş.; ‘‘Kısa Vadeli Sermaye Hareketleri ile Reel Döviz Kuru Etkileşimi: Türkiye Örneği’’, TCMB Uzmanlık Yeterlilik Tezi, 2005. ITOH, M.; LAPAVITSAS, C.; Political Economy of Money and Finance, London, MacMillan, 1999. JUGLAR, C.; Des Crises Commerciales et de leur retour periodique en France, en Angleterre et aux, Etats Unis, Paris, Guillamuin, 1862. KAHN, J.; MCONNELL, M.; PEREZ - QUIROS, G.; ‘‘Inventories and the Information Revolution: Implications for Output Volatility’’, Federal Reserve Bank of New York, 2001. KALECKI, M.; Theory of Economic Dynamics: An Essay on Cyclical and Long- Run Changes in Capitalist Economy, Routledge, London, 1954, 2003. KALKINMA BAKANLIĞI, (http://www.kalkinma.gov.tr/Pages/EkonomikSosyalGostergeler.aspx)(26.11. 2013). KANSU, I., Emperyalizmin Yeni Masalı Küreselleşme, Kigem Yayınları. KAZGAN, G.; Türkiye Ekonomisinde Krizler (1929-2009), İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2012. KAZGAN, G.; Küreselleşme ve Ulus Devlet Yeni Ekonomik Düzen, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2009. KAZGAN, G.; İktisadi Düşünce veya Politik İktisadın Evrimi, Remzi Kitabevi, 2008. KELLNER, D.; ‘‘Theorizing Globalization’’, Sociological Theory, Cilt: 20, Sayı:3, s. 285- 305, 2002. 197 KEOHANE, R., O., MILNER, H., V.; Internationalization and Domestic Politics, Cambridge: Cambridge University Press, 1996. KEYNES, J., M.; The General Theory of Employment, Interest and Money, MacMillan, 1936, 1973. KINDLEBERGER, C.; Manias, Panics and Crashes, Wiley, New York, 1996. KING, R.; PLOSSER, C.; REBELO, S.; ‘‘Production, Growth and Business Cycles’’, Journal of Monetary Economics, No 21, s.195- 232, 1988. KONDRATIEFF, N., D.; The Long Wave Cycle, New York, Richardson ve Snyder, 1928, 1984, 2002. KOOPMAN, S., J.; ‘‘Convergence in European GDP series : a multivariate common converging trend-cycle decomposition’’, Journal of applied econometrics. – Chichester, Wiley-Blackwell, 2004. KOOPMANS, T., C.; ‘‘Measurement Without Theory’’, The Review of Economics and Statistics, Cilt 29, Sayı 3, s. 161- 172, 1947. KOUPARITSAS, M. A.; "North-South Financial Integration and Business Cycles," Working Paper Series, Macroeconomic Issues Working Paper No. 96-10, Federal Reserve Bank of Chicago, 1996. KOROTAYEV, A., V.; TSIREL, S., V.; ‘‘A Spectral Analysis of World GDP Dynamics: Kondratieff Waves, Kuznets Swings, Juglar and Kitchin Cycles in Global Economic Development and the 2008 – 2009 Economic Crises’’, Structure and Dynamics 4(1), 2010. KÖSE, M., A., OTROK, C., PRASAD, E.; Global Business Cycles: Convergence or Decoupling?, IMF Working Paper No:8/143, 2008. 198 KÖSE, M., A., OTROK, C., WHITEMAN, C., H.; ‘‘International Business Cycles: World, Region and Country Specific Factors’’, American Economic Review, sayı 93, s.1216- 1239, 2003. KÖSE, M., A.; PRASAD, E., S.; TERRONES, M., E.; ‘‘How Does Globalization Affect the Synchronization of Business Cycles?’’, American Economic Review, American Economic Association, Cilt 93(2), s. 57-62, 2003. KÖSE, A., H., ŞENSES, F., YELDAN, E.; İktisat Üzerine Yazılar I: Küresel Düzen, Birikim Devlet ve Sınıflar, İletişim Yayınları, 2003. KÖSE, A, H., ŞENSES, F., YELDAN, E.; İktisat Üzerine Yazılar II: İktisadi Kalkınma, Kriz ve İstikrar, İletişim Yayınları, 2003. KÖSE, M. A.; YI, K.; “The Trade-Comovement Problem in International Macroeconomics,” IMF Working Paper, 2003. KREGEL, J. A.; ‘‘Yes It Did Happen Again: A Minsky Crises Happened in East Asia’’, Economics Working Paper No. 234, Levy Economics Institute, 1998. KRUGMAN, P. R.; Development, Geography and Economic Theory, The MIT Press, 1996. KUZNETS, S., S.; Secular Movements in Production and Prices, Cambridge Mass, Riverside Press, 1930. LANE, P. R.; MILESI – FERRETTI, G.; ‘‘External Adjustment and the Global Crisis’’, IMF Working Paper 11/197, 2011. LEVCHENKO A.; LEWIS L.; TESAR L.; ‘‘The Collapse of International Trade During the 2008- 2009 Crisis: In Search of the Smoking Gun’’, The University of Michigan Ann Arbor Discussion Paper No. 592. 199 LOAYZA, N.; RANCIERE R.; SERVEN L.; VENTURA, J.; "Macroeconomic Volatility and Welfare in Developing Countries: An Introduction", World Bank Economic Review, World Bank Group, Cilt No. 21(3), s. 343-357, 2007. LOUNGANI, P.; Globalization by the Book, IMF, 2007. LUCAS, Jr. R., E.; Studies in Business Cycle Theory, The MIT Press, 1983. LUCAS, Jr., R., E.; ‘‘Expectations and the Neutrality of Money’’, Journal of Economic Theory 4, s.103-124, 1972. LUMSDAINE, R., L.; PRASAD, E.,S.; ‘‘Identifying the Common Component in International Economic Fluctuations’’, National Bureau of Economic Research, WP 5984, 1997. MANDEL, E.; Kapitalist Gelişmenin Uzun Dalgaları, Çev: IŞIK, D., Yazın Yayıncılık, 1986. MANKIW, N. G.; ‘‘Small Menu Costs and Large Business Cycles: A Macroeconomic Model’’, Quarterly Journal of Economics, cilt. 100, sayı 2, s. 529-38, 1985. MARTIN, X., S.; ‘‘The Disturbing Rise of Global Income Inequality’’, National Bureau of Economic Research Working Paper 8904, 2002. MARX, K.; Kapital, İngilizcesinden çev: Alaadin Bilgi, Sol Yayınları, Ankara, 2009. McCONNELL, M.; PEREZ- QUIROS, G. “Output Fluctuations in the United States: What has Changed Since the Early 1980s?” American Economic Review, cilt no. 90, s. 1464– 1476, 2000. MCKINNON, R.; Money and Capital in Economic Development, Brookings Institution, Washington D.C., 1973 200 McNEILL, W., H.; ‘‘The Rise of the West after Twenty-Five Years’’, Civilizations and World Systems içinde (editör: S. K. Anderson), Walnut Creek: Altamira, 1995. MENDOZA, E., G.; ‘‘Real Business Cycles in a Small Open Economy’’, American Economic Review, 81, s. 797 – 818, 1991. MINTZ, I.; ‘‘Dating Postwar Business Cycles: Methods and Their Application to Western Germany, 1950- 1967, No. 107, National Bureau of Economic Research, 1969. MITCHELL, J., MOURATIDIS, K.; ‘‘Is There a Common Euro Zone Business Cycle?’’, Working Papers and Studies, European Commission, 2003. MITCHELL, W., C.; Business Cycles, The Problem and Its Setting, National Bureau of Economic Research, 1968. MOORE, G.; Business Cycles, Inflation and Forecasting, National Bureau of Economic Research, Studies in Business Cycles, No. 24, Cambridge, Mass – Ballinger, 1980. MOORE, G.; ‘‘The Diffusion of Business Cycles’’, içinde Economics and Public Interest, ed. Solo, R. A.; New Brunswick, Rutgers University Press, 1955. MOORE, G.; ‘‘Analysing Business Cycles’’, The American Statistician, 8,s.13- 19, 1954. MOORE, G.; ZARNOWITZ V.; ‘‘Major Changes in Cyclical Behavior'’ Business Cycle Chronologies, içinde, Gordon, R. A., ed., The American Business Cycle: Continuity and Change, University of Chicago Press for NBER, Chicago, 1986. MOORE, H., L.; Generating Economic Cycles, New York, 1923. 201 NEAL, Lary, WEIDENMIER, Marc; ‘‘Crises in the Global Economy from Tulips to Today’’, Globalization in Historical Perspective, Editör: Michael D. Bordo, Alan M. Taylor, Jeffrey G. Williamson, The University of Chicago Press, 2003. NEFTÇİ, S.; ÖZMUCUR, S.; TÜSİAD Leading Indicator Index for the Turkish Economy, TÜSİAD, İstanbul, 1991. NEFTÇİ, S.; "Are Economic Time Series Asymmetric Over the Business Cycle?", Journal of Political Economy, University of Chicago Press, cilt. 92(2), s. 307-28, 1984. NEGRO, M.; OTROK, C.; "Dynamic Factor Models with Time Varying Parameters: Measuring Changes in International Business Cycles," Staff Reports 326, Federal Reserve Bank of New York, 2008. NEUMEYER, P.; PERRI, F.; "Business Cycles in Emerging Economies: The Role of Interest Rates," Journal of Monetary Economics, Cilt no 52(2), s. 345-380, 2005. OBSTFELD, Maurice, TAYLOR, Alan, M.; ‘‘Globalization and Capital Markets’’, Globalization in Historical Perspective, Editör Michael D. Bordo, Alan M. Taylor, Jeffrey G. Williamson, The Univeristy of Chicago Press, 2003. O’DONNELL, B., “Financial Openness and Economic Performance” (unpublished; Dublin: Trinity College), 2001. OHMAE, K.; Ulus Devletin Sonu: Bölgesel Ekonomilerin Yükselişi (Çev. Z. Dicleli), Türk- Henkel Dergisi Yayınları, No.6, İstanbul, 1996. OHMAE, K.; The End of the Nation State, New York: Free Press, 1993. OHMAE, K.; The Borderless World, London: Collins, 1990. 202 ÖZATAY, F.; Türkiye Ekonomisinde Devresel Hareketler, Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi, 1986. ÖNİŞ, Z.; RIEDEL, J.; ‘‘Economic Crises and Long - Term Growth in Turkey’’, Washington D. C., World Bank Publications, 1993. PARKIN, M.; ‘‘ The Output-Inflation Trade-off When Prices Are Costly to Change’’, Journal of Political Economy, cilt. 94, sayı. 1, 1986, s. 200-224. PERSONS, W. M., ‘‘Theories of Business Fluctuations: I. A Classification of Theories’’, Quarterly Journal of Economics, 41, 1927, s.94-128. PIGOU, A., C.; ‘‘The Economics of Welfare’’, London, 1920. PIGOU, A., C.; ‘‘Industrial Fluctuations’’, MacMillan & Co. Ltd., 1927, 1997. PORTES, R.; ‘‘Review to ‘Globalization and Capital Markets’, Obstfeld, Maurice, Taylor, Alan, M.’’, Globalization in Historical Perspective, Ed. M. D. Bordo, A. M. Taylor, J. G. Williamson, The University of Chicago Press, 2003. PORTES, R.; REY, H.; The Determinants of Cross-Border Equity Flows, NBER Working Paper No. 7336, 1999. RAZIN, A.; ROSE, A. K.; Business Cycle Volatility and Openness: An Exploratory Cross-Section Analysis, NBER Working Paper No. 4208, 1994. RAZIN, A.; SADKA, E.; YUEN, W.; ‘‘A Pecking Order of Capital Inflows and International Tax Principles’’, Journal of International Economics, no. 44, 1998, s. 45- 68. REINHART, C., ROGOFF, K., F.; Bu Defa Farklı: Finansal Çılgınlığın 800 Yıllık Tarihi, çev: KONYAR, L., NTV Yayınları, 2010. 203 ROBERTSON, R.; Globalization, Social Theory and Global Culture, Sage Publications, London, 1992. RODRIK, D.; One Economics, Many Recipes: Globalization, Institutions and Economic Growth, Cambridge University Press, 2007. RODRIK, D.; ‘‘Has Globalization Gone Too Far?’’, California Management Review, Vol. 39, No. 3, California,1997, s. 29-53. ROSE, A. K.; One Money, One Market: Estimating the Effect of Common Currencies on Trade, NBER Working Papers No. 7432, National Bureau of Economic Research, Inc, 1999. SACHS, J., D., WARNER, A., M.; Economic Reform and The Process of Global Integration, Brookings Papers on Economic Activity, 1995. SAYEK, S.; SELOVER, D. D.; ‘‘International Interdependence and Business Cycle Transmission Between Turkey and the European Union’’, Southern Economic Journal, Southern Economic Association, cilt 69(2), 2002, s. 206 -238. SCHOLTE, J., A.; Globalization: A Critical Introduction, New York, St. Martin’s Press, 2005. SCHUMPETER, J., A.; Business Cycles Vol. I, New York – London, McGraw Hill, 1939. SELOVER, D. D.; JENSEN, V. V.; ‘‘Mode – locking and International Business Cycle Transmission’’, Journal of Economic Dynamics and Control, No. 23, s. 591- 618. SHAW, E. S.; Financial Deepening in Economic Development, Oxford University Press, London, 1973. SLUTZKY, E.; ‘‘The Summation of Random Causes as The Source of Cyclic Processes’’, Econometrica, Cilt 5, Sayı 2, 1937, s. 105 – 146. 204 SMITH, A.; Milletlerin Zenginliği, Çev: Haldun Derin, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2006. SNOWDON, B., VANE, H., WYNARCZYK,P.; A Modern Guide to Macroeconomics: An Introduction to Competing Schools of Thought, E. Elgar Publishing, 1994. STADLER, G.; ‘‘Real Business Cycles’’, Journal of Economics Literatute, Sayı 32, 1994, s.1750-1783. STIGLITZ, J.; Küreselleşme, Büyük Hayal Kırıklığı, Plan B Yayıncılık, İstanbul, 2002. STIGLITZ, J.; ‘‘Capital Market Liberalization, Globalization and the IMF’’, Oxford Review of Economic Policy, 20(1), 2004, s. 57- 71. STOCK, WATSON, Has the Business Cycle Changed? Evidence and Explanations, National Bureau of Economic Research Macroeconomics Annual, Cilt No. 17, 2002. TABB, W.,K.; ‘‘Globalization is an Issue, The Power of Capital is the Issue’’, Monthly Review, sayı 49, no 2, New York, 1997, s. 20-30. TAYLOR, A., International Capital Mobility in History: The Savings- Investment Relationship, NBER Working Paper No. 5743, 1996. TCMB, (http://evds.tcmb.gov.tr/cbt.html) (26.11.2013). TÜİK (http://tuik.gov.tr/UstMenu.do?metod=kategorist) (26.11.2013) UNAY, Cafer; Ekonomik Konjonktür: Analiz, Teori, Tahmin, Ekin Kitabevi, Bursa, 1996. UNCTAD, World Investment Report: The Shift Towards Services, 2004. UNDP, Human Development Report: Sustainability and Equity, A Better Future for All, 2011. 205 VALENTINE, L., M.; ELLIS, D., F.; Business Cycles and Forecasting, Southwestern, Cincinnatti, 1991. VOGEL, E., H.; Die Theorie des Volkswirtschaftlichen Entwickelungsprozesses und das Krisenproblem, Vienna, Leipzig, 1917. WALL, H., J.; Regional Business Cycle Phases in Japan, Federal Reserce Bank of St. Louis, Working Paper 2006- 053- A, 2006. WORLD BANK, Developing Countries Get More Private Investment Less Aid, Finance and Development, sayı 34, no. 2, 1997. WORLD BANK; Overview and Global Outlook - Managing The Next Wave of Globalization, Global Economic Prospects, 2007. WYPLOSZ, C.; “How Risky Is Financial Liberalization in the Developing Countries?” Comparative Economic Studies, Cilt. 44, Sayı. 2/3, 2001, s. 126. YELDAN, E.; Küreselleşme, kim için?, Yordam, 2010. YELDAN, E.; On The Nature and Causes of the Collapse of The Wealth of Nations:2007-2008, The End of a Façade Called Globalization, 2009. YELDAN, E.; “Neo-Liberal Global Remedies: From Speculative-led Growth to IMF-led Crisis in Turkey”, Review of Radical Political Economics, 38(2), 2006, s.193-213. YELDAN, E.; ‘‘Neoliberalizmin İdeolojik Bir Söylemi Olarak Küreselleşme’’, İktisat Üzerine Yazılar I: Küresel Düzen: Birikim, Devlet ve Sınıflar, Ed. A. H. Köse, F. Şenses, E. Yeldan, İletişim Yayınları, İstanbul, 2003. YELDAN, E.; Küreselleşme Sürecinde Türkiye Ekonomisi: Bölüşüm, Birikim, Büyüme, İletişim Yayınları, 2002. YELDAN, E., ÖZCAN METİN, K., VOYVODA,E.; ‘‘Dynamics of Macroeconomic Adjustment in A Globalized Developing Economy: Growth, 206 Accumulation and Distribution, Turkey 1969-1998” Canadian Journal of Development Studies, 22(1), 2001, s. 217-253. YELDAN, E.; ‘‘Kapitalizmin Son İki Küreselleşme Evresi Üzerine Gözlemler’’, İktisat Dergisi, 2000. ZARNOWITZ, V.; ÖZYILDIRIM, A.; Time Series Decomposition and Measurement of Business Cycles, Trends and Growth Cycles, Forecasting With the Index of Leading Indicators, NBER Working Paper No. 8736 , 2002. ZARNOWITZ, V.; McGUCKIN, R., H., ÖZYILDIRIM, A.; The Composite Index of Leading Economic Indicators, How To Make It More Timely?, NBER Working Paper No. 8430, 2001. ZARNOWITZ, V.; Has the Business Cycle Been Abolished?, NBER Working Paper No. 6367, 1999. ZARNOWITZ, V.; Business Cycles Observed and Asssessed, Why and How They Matter?, NBER Working Paper No. 6230, 1997. ZARNOWITZ, V.; What is a Business Cycle?, NBER Working Paper No. 3863, 1993. ZARNOWITZ, V.; Business Cycles, Theory, History, Indicators and Forecasting, University of Chicago Press, 1992. ZARNOWITZ, V.; ‘‘Recent Work on Business Cycles in Historical Perspective: A Review of Theories and Evidence’’, Journal of Economic Literature, no. 23, 1985, s. 523 – 580. ZARNOWITZ, V.; Business Cycles and Growth: Some Reflections and Measures, NBER Working Paper No. 665 , 1981. ZENGİNGÖNÜL, O.; Küreselleşme, Yoksulluk, Gelişmişlik ve İşgücü Piyasaları Ekseninde, Adres Yayınları, Ankara, 2004. 207 EKLER EK -1: Türkiye Ekonomisinde 1987Ç1:2012Ç4 Dönemi İçin Gayri Safi Yurt İçi Hasıla (Milyon TL, 1998 Fiyatlarıyla) Dönem GSYH Dönem GSYH Dönem GSYH 1987Ç1 1987Ç2 1987Ç3 1987Ç4 1988Ç1 1988Ç2 1988Ç3 1988Ç4 1989Ç1 1989Ç2 1989Ç3 1989Ç4 1990Ç1 1990Ç2 1990Ç3 1990Ç4 1991Ç1 1991Ç2 1991Ç3 1991Ç4 1992Ç1 1992Ç2 1992Ç3 1992Ç4 1993Ç1 1993Ç2 1993Ç3 1993Ç4 1994Ç1 1994Ç2 1994Ç3 1994Ç4 1995Ç1 1995Ç2 1995Ç3 1995Ç4 8.271 9.964 13.578 12.915 9.504 10.296 13.916 12.349 9.273 10.124 14.005 12.783 10.270 11.473 14.880 13.895 10.225 11.418 15.467 13.796 11.064 12.064 16.294 14.549 11.608 13.430 17.502 15.770 12.211 11.995 16.137 14.904 12.028 13.619 17.585 15.891 1996Ç1 1996Ç2 1996Ç3 1996Ç4 1997Ç1 1997Ç2 1997Ç3 1997Ç4 1998Ç1 1998Ç2 1998Ç3 1998Ç4 1999Ç1 1999Ç2 1999Ç3 1999Ç4 2000Ç1 2000Ç2 2000Ç3 2000Ç4 2001Ç1 2001Ç2 2001Ç3 2001Ç4 2002Ç1 2002Ç2 2002Ç3 2002Ç4 2003Ç1 2003Ç2 2003Ç3 2003Ç4 2004Ç1 2004Ç2 2004Ç3 2004Ç4 13.071 14.719 18.516 17.009 13.974 15.966 19.818 18.333 15.266 16.485 20.347 18.106 14.436 16.218 19.362 17.825 15.218 17.269 21.019 18.930 15.420 16.173 19.651 17.066 15.470 17.214 20.877 18.959 16.717 17.899 21.775 19.948 18.380 20.035 23.528 21.542 2005Ç1 2005Ç2 2005Ç3 2005Ç4 2006Ç1 2006Ç2 2006Ç3 2006Ç4 2007Ç1 2007Ç2 2007Ç3 2007Ç4 2008Ç1 2008Ç2 2008Ç3 2008Ç4 2009Ç1 2009Ç2 2009Ç3 2009Ç4 2010Ç1 2010Ç2 2010Ç3 2010Ç4 2011Ç1 2011Ç2 2011Ç3 2011Ç4 2012Ç1 2012Ç2 2012Ç3 2012Ç4 19.947 21.578 25.324 23.651 21.133 23.678 26.916 25.010 22.844 24.581 27.772 26.057 24.446 25.226 28.010 24.240 20.843 23.267 27.233 25.660 23.467 25.692 28.670 28.056 26.301 28.031 31.088 29.469 27.187 28.874 31.594 29.935 Kaynak: TÜİK (1998Ç1: 2012Ç4) ve çalışma hesaplamaları (1987Ç1:1997Ç4) 208 EK - 2: Sıcak Para Akımlarını Oluşturan Ödemeler Dengesi Kalemleri ÖDEMELER DENGESİ AYRINTILI SUNUM I-CARİ İŞLEMLER HESABI I-a-Mal, Hizmet ve Gelir Dengesi(A+B+C) I-b-Mal ve Hizmet Dengesi (A+B) I-A.DIŞ TİCARET DENGESİ I-A.a-Toplam Mal Ihracati I-A.b-Toplam Mal Ithalati I-A.1.Genel Mal Ticareti I-A11.Ihracat f.o.b. I-A111.Ihracat f.o.b. I-A112.Bavul Ticareti I-A113.Uyarlama: Diger Mallar I-A12.Ithalat f.o.b. I-A121.Ithalat c.i.f. I-A122.Uyarlama: Navlun ve Sigorta I-A123.Uyarlama: Diger Mallar I-A2.Parasal Olmayan Altin (net) I-A2.a-Ihracat I-A2.b-Ithalat I-A3.Limanlarda Saglanan Mallar I-A3.a-Ihracat I-A3.b-Ithalat I-B.HİZMETLER DENGESİ I-B.a-Gelir I-B.b-Gider I-B.1.Tasimacilik I-B1a-Gelir I-B1.b-Gider I-B11.Navlun I-B11.a-Gelir I-B11.b-Gider I-B12.Diger Tasimacilik I-B12a-Gelir I-B12b-Gider I-B2.Turizm I-B2a-Gelir I-B2b-Gider I-B3.Insaat Hizmetleri I-B3a-Gelir I-B3b-Gider I-B4.Sigorta Hizmetleri I-B4a-Gelir I-B4b-Gider 209 I-B5.Finansal Hizmetler I-B5a-Gelir I-B5b-Gider I-B6.Diger Ticari Hizmetler I-B6a-Gelir I-B6b-Gider I-B7.Resmi Hizmetler I-B7a-Gelir I-B7b-Gider I-B8.Diger Hizmetler I-B8a-Gelir I-B8b-Gider I-C.GELİR DENGESİ I-Ca-Gelir I-Cb-Gider I-C1.Ücret Odemeleri I-C1a-Gelir I-C1b-Gider I-C2.Yatirim Geliri I-C2a-Gelir I-C2b-Gider I-C21.Dogrudan Yatırımlar I-C21a-Gelir I-C21b-Gider I-C22.Portfoy Yatırımlari I-C22a-Gelir I-C22b-Gider I-C23.Diger Yatırımlar I-C231.Faiz Geliri I-C232.Faiz Gideri I-C2321.Uzun Vade I-C23211.Merkez Bankasi I-C23212.Genel Hukumet I-C23213.Bankalar I-C23214.Diger Sektor I-C2322.Kisa Vade I-D.CARİ TRANSFERLER I-D1.Genel Hukumet I-D2.Diger Sektorler I-D21.Isci Gelirleri I-D22.Diger Transferler II-SERMAYE VE FİNANS HESAPLARI II-A.SERMAYE HESABI II-A1.Gocmen Transferleri II-A2.Üretilmeyen ve Finansal Olmayan Varliklar 210 II-B.FİNANS HESAPLARI II-B1.Dogrudan Yatırımlar II-B11.Yurtdisinda II-B11a-Giris II-B11b-Cikis II-B12.Yurticinde II-B121.Sermaye II-B121a-Giris II-B121b-Cikis II-B122.Diger Sermaye (Net) II-B123.Gayrimenkul (Net) II-B2.Portfoy Yatırımları II-B21.Varliklar II-B211.Genel Hukumet II-B212.Bankalar II-B213.Diger Sektorler II-B22.Yukumlulukler II-B221.Hisse Senetleri II-B222.Borc Senetleri + II-B2221.Merkez Bankasi II-B2222.Genel Hukumet II-B22221.Yurtici II-B22222.Yurtdisi + II-B222221.Borclanma II-B222222.Geri Odeme II-B2223.Bankalar II-B22231.Yurtici II-B22232.Yurtdisi II-B2224.Diger Sektorler II-B22241.Yurtici II-B22242.Yurtdisi II-B3.Diger Yatırımlar II-B31.Varliklar II-B311.Ticari Krediler II-B3111.Verilen Krediler II-B3112.Geri Odeme II-B312.Krediler II-B3121.Merkez Bankasi II-B3122.Genel Hukumet II-B3123.Bankalar II-B313.Efektif ve Mevduatlar II-B3131.Bankalar II-B31311.Yabanci Para II-B31312.Turk Lirasi + 211 II-B3132.Diger Sektorler II-B314.Diger Varliklar II-B3141.Merkez Bankasi II-B3142.Genel Hukumet II-B3143.Diger Sektorler II-B32.Yukumlulukler II-B321.Ticari Krediler II-B3211.Uzun Vade II-B32111.Kullanim II-B32112.Geri Odeme II-B3212.Kısa Vade II-B32121.Kullanim II-B32122.Geri Odeme II-B322.Krediler II-B3221.Merkez Bankasi II-B32211.Uluslar. Para Fonu Kredileri II-B322111.Kullanim II-B322112.Geri Odeme II-B32212.Uzun Vade II-B322121.Kullanim II-B322122.Geri Odeme II-B32213.Kısa Vade II-B3222.Genel Hukumet II-B32221.Uluslar. Para Fonu Kredileri II-B322211.Kullanim II-B322212.Geri Odeme II-B32222.Uzun Vade II-B322221.Kullanim II-B322222.Geri Odeme II-B32223.Kısa Vade II-B3223.Bankalar II-B32231.Uzun Vade II-B322311.Kullanim II-B322312.Geri Odeme II-B32232.Kısa Vade II-B3224.Diger Sektorler + II-B32241.Uzun Vade II-B322411.Kullanim II-B322412.Geri Odeme II-B32242.Kısa Vade II-B323.Mevduatlar II-B3231.Merkez Bankasi II-B32311.Uzun Vade II-B32312.Kisa Vade + 212 II-B3232.Bankalar II-B32321.Yurtdisi Bankalar + II-B323211.Yabanci Para II-B323212.Turk Lirasi II-B32322.Yurtdisi Kisiler II-B324.Diger Yükümlülükler II-B4.Rezerv Varlıklar II-B41.Uluslararasi Para Fonu Nezd. Varliklar II-B42.Resmi Rezervler II-B421.Doviz Varliklari II-B422.Menkul Kiymetler II-B423.Diger Doviz Varliklari III-NET HATA NOKSAN Kaynak: İnandım, 2005: 122. +