tc gazi üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü iktisat anabilim dalı

advertisement
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İKTİSAT ANABİLİM DALI
İKTİSAT BİLİM DALI
KÜRESELLEŞME VE İŞ ÇEVRİMLERİ: TÜRKİYE ÖRNEĞİ
DOKTORA TEZİ
Hazırlayan
Pınar Fulya GEBEŞOĞLU
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Tuba ONGUN
Ankara - 2014
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İKTİSAT ANABİLİM DALI
İKTİSAT BİLİM DALI
KÜRESELLEŞME VE İŞ ÇEVRİMLERİ: TÜRKİYE ÖRNEĞİ
DOKTORA TEZİ
Hazırlayan
Pınar Fulya GEBEŞOĞLU
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Tuba ONGUN
Ankara - 2014
i
ÖZET
GEBEŞOĞLU, Pınar, Fulya. Küreselleşme ve İş Çevrimleri: Türkiye
Örneği, Doktora Tezi, Ankara, 2014.
Türkiye’de iş çevrimlerinin volatilitesinin küreselleşme sürecinden ne
şekilde etkilendiğinin ortaya konulması amaçlanan bu çalışmanın birinci
bölümünde, küreselleşme kavramı, mal ve hizmet ticaretinin ve sermaye
hareketlerinin serbestleşmesi çerçevesinde ele alınmaktadır. İkinci bölümde,
iş çevrimleri olgusu, önemi, farklı tanım ve ölçüm biçimleri ve çeşitli iktisadi
okulların
yaklaşımları
ekseninde
irdelenmektedir.
Üçüncü
bölümde,
küreselleşmenin iş çevrimlerini etkileme kanalları incelenmektedir. Türkiye
ekonomisinde gözlenen iş çevrimlerinin volatilitesinin küreselleşme sürecinde
irdelenmesini hedefleyen dördüncü bölümde, öncelikle Türkiye ekonomisine
ilişkin iş çevrimleri literatürü özetlenmektedir. Türkiye ekonomisindeki
gelişmelerin, küreselleşme sürecinin başlangıcı olarak kabul edilen 1980
sonrası için ele alındığı alt bölümde, 1980-2012 arasında gerçekleşen krizler
incelenmiştir. Türkiye ekonomisinde gözlenen iş çevrimlerinin göstergesi
olarak 1987Ç1:2012Ç4 dönemi için Hodrick – Prescott yöntemiyle çıktı açığı
hesaplanmıştır. Hodrick – Prescott filtresiyle hesaplanan çıktı açığının
değişken varyansını çıkarmak amacıyla literatürde volatilite modellemesinde
sıklıkla kullanılan ARCH, GARCH, TGARCH ve EGARCH modelleri
kurulmuştur.
Kurulan
modeller,
model
seçme
kriterleri
ve
öngörü
performansları açısından kıyaslanmış ve Türkiye ekonomisinde gözlenen iş
çevrimlerinin modellenmesinde en başarılı yöntem olarak ARCH modeli
seçilmiştir. Son olarak 1987Ç1: 2012Ç4 dönemi için Türkiye ekonomisinde
gözlenen iş çevrimlerinin volatilitesi ile küreselleşme göstergeleri arasındaki
ilişki incelenmiştir.
Çalışmanın sonuç kısmında, Türkiye’nin küreselleşme sürecinde dış
şokların da etkisiyle ‘‘sıcak para’’ olgusunun, döviz kurları ve cari açıkta
ii
yarattığı
oynaklığın
iş
çevrimi
savunulmaktadır.
Anahtar Sözcükler:
1. İş Çevrimi Volatilitesi,
2. Çıktı Açığı,
3. Hodrick- Prescott filtresi,
4. ARCH,
5. Küreselleşme
volatilitesinde
belirleyici
olduğu
iii
ABSTRACT
GEBEŞOĞLU, Pınar, Fulya. Globalization and the Business Cycle: The
Case of Turkey, Ph.D. Dissertation, Ankara, 2014.
The business cycle volatility is analyzed during the course of
globalization in Turkey. GDP gap for the period 1987Q1:2012Q4 is estimated
by using Hodrick – Prescott filter. Volatility models that are frequently used in
literature such as ARCH, GARCH, TGARCH and EGARCH are estimated in
order to analyze the volatility of business cycles. Then, the models are
compared with respect to the model selection criteria as well as forecasting
performances. The ARCH model is chosen as the best performing model
with respect to the volatility of business cycles observed in the Turkish
economy for the period 1987-2012. The volatility of business cycles in Turkey
is explained by the indicators of globalization, such as short term capital
flows, exchange rate volatility, current account deficits as well as exogeneous
cyclical shocks.
It is concluded that premature liberalization of capital markets
contributed to the rise in the volatility of the business cycles in the Turkish
economy after the 1980’s. As a small open ‘‘developing’’ economy, the
Turkish economy is observed to be under the pressure of spillover effects of
the exogeneous cyclical shocks around the globe, especially the financial
crisis affecting the leading trading partners and other competing ‘‘emerging
market’’ economies.
Key Words:
1. Business cycle volatiliy,
2. GDP gap,
3. Hodrick – Prescott filter,
4. ARCH,
5. Globalization
ÖNSÖZ
Akademik dünyayı uzaktan seyredenler için artık ne kadar yılan
hikâyesine benzetilse de bence aslında bu Tez, taşlı dikenli bir yol
hikâyesidir. Gerçi her doktora tezinin hikâyesi biraz böyle değil midir?
‘‘Yolda taş olsa ne çıkar?’’ İnsan yola bir kez gönüllü çıkmayagörsün,
gücü yettiğinde taşı tekmeler atar, gücü yetmediğinde başka bir yol arar. Ve
arayan illâ ki bulur. İşte nice taşlı dikenli yolun sonunda sıra geldi yol boyu
benimle olanlara teşekkür etmeye: Öncelikle danışmanım Prof. Dr. Tuba
ONGUN’a, sonra da bu önsözü yazmamda emeği geçen bütün değerli
hocalarıma ve elbette Hazine Müsteşarlığından çalışma arkadaşlarım Dr. M.
H. Ertuğrul ile Y. Girici’ye teşekkür ederim.
Teşekkür edilecek biri daha varsa o da annemdir. Hatta hem önsöz
hem de son söz aslında öyle yazılmalıdır ki, annem olmasa bunların
hiçbirinin de olmayacağı, olsa bile benim için bir anlamının kalmayacağı
bilinmelidir. Yüklerimi taşımaktan yorulmayan anneme ve elbette onun biricik
yol arkadaşı, destekçisi babama teşekkür ediyorum.
Bir de genelde bu doktora tezleri özel birine ithaf edilir. Adettendir,
denilir ki, O olmasaydı bu tez de olmazdı. Böylece eşe, sevgiliye zor
zamanlarda verdiği destekten ötürü teşekkür edilir. Oysa ben tezi yazarken
eşimi hep önsöze ‘‘Bu tez eşime rağmen var olabildi’’ diye yazmakla tehdit
ettim. Aramızda bir şakaydı. Onca stres içinde gülümsememizi sağlardı.
Lâkin o kadar çok tekrarlandı ki buraya yazmasam da olmazdı. Şakadır
elbette, her şaka gibi altında biraz da gerçek vardır.
Son olarak Defnobalıma ve beni onun annesi yapan olağanüstü
talihime teşekkür etmeliyim. O olmasa ben, ben olur muydum ki? Bu süreçte
ondan çaldığım tüm zamanlar için beni affetmesi dileğiyle.
v
İÇİNDEKİLER
ONAY ............................................................................................................. i
ÖZET .............................................................................................................. i
ABSTRACT .................................................................................................. iii
ÖNSÖZ ......................................................................................................... iv
İÇİNDEKİLER ................................................................................................ v
SİMGELER VE KISALTMALAR.................................................................... x
TABLOLAR LİSTESİ ................................................................................... xii
ŞEKİLLER LİSTESİ.................................................................................... xiii
GRAFİKLER LİSTESİ ................................................................................ xiv
GİRİŞ ............................................................................................................. 1
BİRİNCİ BÖLÜM
KÜRESELLEŞME
1.1. KAVRAM OLARAK KÜRESELLEŞME.................................................. 6
1.1.1. Küreselleşmenin Tanımı .................................................................. 6
1.1.2. Küreselleşmeyi Niteleyen Unsurlar .................................................. 8
1.1.2.1. Ulus Devletler ........................................................................... 8
1.1.2.2. Uluslararası Kurum ve Kuruluşlar ............................................. 9
1.1.2.3. Çok Uluslu Şirketler ................................................................ 11
1.1.3. Küreselleşmenin Tarihçesi ............................................................ 12
1.1.3.1. Birinci Küreselleşme Evresi .................................................... 13
1.1.3.2. İkinci Küreselleşme Evresi ...................................................... 14
1.2. KÜRESELLEŞMENİN ELE ALINIŞI .................................................... 15
1.2.1. Küreselleşme Olgusuna Farklı Yaklaşımlar ................................... 15
1.2.1.1. Küreselleşmenin Varlığını Kabul Edenler (Aşırı
Küreselleşmeciler) .................................................................. 15
1.2.1.2. Küreselleşmenin Varlığını Sorgulayanlar (Kuşkucular
/Şüpheciler)............................................................................. 17
1.2.1.3. Sentezciler (Dönüşümcüler) ................................................... 18
1.2.2. Küreselleşme Teorileri ................................................................... 19
vi
1.2.2.1. Küreselleşme Sürecinde Teknolojiyi Ön Plana Çıkaran
Yaklaşımlar ............................................................................. 20
1.2.2.2. Küreselleşme Sürecinde Piyasayı Ön Plana Çıkaran
Yaklaşımlar ............................................................................. 22
1.2.2.3. Küreselleşmenin Kapitalist Gelişmenin Kaçınılmaz Sonucu
Olduğunu Savunan Yaklaşımlar ............................................. 22
1.3. KÜRESELLEŞMENİN ETKİLERİ ......................................................... 23
1.3.1. Küreselleşmenin Etkilerini Olumlu Olarak Niteleyen Görüşler ....... 24
1.3.2. Küreselleşmenin Etkilerini Olumsuz Olarak Niteleyen Görüşler..... 24
1.3.2.1. Ulus Devletin Gücünün Aşınması ........................................... 25
1.3.2.1.1. Bölgeselleşme Hareketleri .............................................. 27
1.3.2.1.2. Ulusüstüleşme Süreci...................................................... 28
1.3.2.2. Sermayenin Tekelleşmesi....................................................... 29
1.3.2.3. Gelir Bölüşümünde Bozulma .................................................. 30
1.3.2.4. Finansal Kırılganlıkların Artışı ................................................ 31
İKİNCİ BÖLÜM
İŞ ÇEVRİMLERİ
2.1. İŞ ÇEVRİMİ SORUNSALI..................................................................... 33
2.1.1. İş Çevriminin Tanımı ...................................................................... 33
2.1.2. İş Çevriminin Evreleri ..................................................................... 36
2.1.2.1. Canlanma, Toparlanma (Revival, Recovery) .......................... 37
2.1.2.2. Refah (Prosperity) .................................................................. 37
2.1.2.3. Daralma (Contraction) ............................................................ 38
2.1.2.4. Buhran, Bunalım veya Depresyon (Depression)..................... 38
2.1.3. İş Çevrimlerine İlişkin Ampirik Gözlemler (Stylized Facts) ............. 38
2.2. İŞ ÇEVRİMLERİNİN ÖNEMİ................................................................. 40
2.3. İŞ ÇEVRİMLERİNİN NİTELİKLERİ ...................................................... 41
2.3.1. İş Çevrimlerinin Sanayileşme Olgusu ile İlişkisi ............................. 42
2.3.2. İş Çevrimlerinin Genelliği ............................................................... 42
2.3.3. İş Çevrimlerinin Düzenliliği ............................................................. 42
2.3.4. İş Çevrimlerinin Simetrikliği ............................................................ 43
vii
2.3.5. İş Çevrimlerinin Uzunluğu .............................................................. 43
2.3.6. İş Çevrimlerinin Derinliği ................................................................ 44
2.4. İŞ ÇEVRİMLERİNİ SINIFLANDIRMA TEŞEBBÜSÜ ............................ 45
2.4.1. Kondratieff Yaklaşımı ..................................................................... 45
2.4.2. Kuznets Yaklaşımı ......................................................................... 46
2.4.3. Juglar Yaklaşımı ............................................................................ 46
2.4.4. Kitchin Yaklaşımı ........................................................................... 47
2.5. İŞ ÇEVRİMİ TEORİLERİ....................................................................... 47
2.5.1. İş Çevrimini Fiziksel Unsurlarla Açıklayan Teoriler ........................ 48
2.5.2. İş Çevriminin Duygusal Unsurlarla Açıklanması ............................ 49
2.5.3. İş Çevrimlerini Kurumsal Süreçlerle Açıklayan Teoriler ................. 51
2.6. İŞ ÇEVRİMİ TEORİLERİNE FARKLI İKTİSAT OKULLARININ
YAKLAŞIMI .......................................................................................... 54
2.6.1. Klasiklerin Bakışı ........................................................................... 54
2.6.2. Neoklasik Okulun Yaklaşımı .......................................................... 55
2.6.3. Keynesyen İktisatın Bakışı ............................................................. 57
2.6.4. Parasalcı Yaklaşım ........................................................................ 58
2.6.5. Yeni Klasik İktisatın Bakışı ............................................................. 59
2.6.6. Reel İş Çevrimi Teorisi (Real Business Cycle Theory- RBCT)....... 60
2.6.7. Yeni Keynesyen İktisatın Bakışı..................................................... 62
2.6.8. Post Keynesyen İktisatın Yaklaşımı ............................................... 64
2.6.9. Marksist İktisatçıların Bakışı .......................................................... 65
2.6.10. Avusturya Okulunun Yaklaşımı .................................................... 67
2.7. İŞ ÇEVRİMLERİNİN ÖLÇÜMÜ............................................................. 69
2.7.1. İş Çevrimlerinin Ölçümünde Kullanılan Göstergeler ...................... 69
2.7.1.1. Nitel Göstergeler..................................................................... 70
2.7.1.2. Nicel Göstergeler .................................................................... 70
2.7.1.2.1. Harvard Barometresi ....................................................... 71
2.7.1.2.2. NBER Endeksi................................................................. 71
2.7.1.2.3. Yayılım (Difüzyon) Endeksi ............................................. 72
2.7.1.2.4. Bileşik Öncü Göstergeler ................................................. 73
2.7.1.2.5. Çıktı Açığı ........................................................................ 75
viii
2.7.2. İş Çevrimlerinin Ölçümünde Kullanılan Yaklaşımlar ...................... 75
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
İŞ ÇEVRİMLERİ İLE KÜRESELLEŞME İLİŞKİSİ
3.1. KÜRESELLEŞME SÜRECİNİN İŞ ÇEVRİMLERİNİ ETKİLEME
KANALLARI ........................................................................................ 82
3.1.1. Dış Ticaret Kanalı .......................................................................... 83
3.1.2. Finansal Bağlantı Kanalı ................................................................ 85
3.2. İŞ ÇEVRİMİ DEĞİŞKENLİĞİ VE KÜRESELLEŞME ............................ 91
3.3. İŞ ÇEVRİMLERİNİN KÜRESELLİĞİ .................................................... 93
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
TÜRKİYE EKONOMİSİNDE İŞ ÇEVRİMİ VOLATİLİTESİ
4.1. TÜRKİYE EKONOMİSİNDE İŞ ÇEVRİMLERİNE İLİŞKİN
ÇALIŞMALAR ...................................................................................... 98
4.2. KÜRESELLEŞME SÜRECİNDE TÜRKİYE EKONOMİSİNİN
MAKROEKONOMİK GÖRÜNÜMÜ .................................................... 114
4.3. TÜRKİYE EKONOMİSİNDE YAŞANAN KRİZLERİN
KÜRESELLEŞME OLGUSU ÇERÇEVESİNDE ANALİZİ ................. 124
4.4. TÜRKİYE’NİN KÜRESELLEŞME SÜRECİNDE İŞ ÇEVRİMİ
DEĞİŞKENLİĞİ .................................................................................. 133
4.5. TÜRKİYE EKONOMİSİNDE İŞ ÇEVRİMİ VOLATİLİTESİNİN
AMPİRİK ANALİZİ ............................................................................. 138
4.5.1. Hodrick – Prescott Yöntemiyle Çıktı Açığının Hesaplanması....... 140
4.5.2. Çıktı Açığı Volatilitesinin Modellenmesi ....................................... 142
4.5.2.1. Durağanlık Analizi ................................................................. 142
4.5.2.1.1. ADF Testi ...................................................................... 143
4.5.2.1.2. Phillips Perron (PP) Testi .............................................. 145
4.5.2.1.3. Ng – Perron Testi .......................................................... 146
4.5.2.2. Değişken Varyanslı Volatilite Modellerinin Tahmini .............. 147
4.5.2.2.1. ARCH Modeli................................................................. 147
4.5.2.2.2. GARCH Modeli .............................................................. 148
ix
4.5.2.2.3. TGARCH (Eşik GARCH) Modeli.................................... 149
4.5.2.2.4. EGARCH Modeli ........................................................... 149
4.5.2.2.5. Modellerin Kıyaslanması ............................................... 150
4.5.2.3. Türkiye Ekonomisinde Gözlenen İş Çevrimlerinin
Volatilitesinin Küreselleşme Göstergeleriyle İlişkisi .............. 153
SONUÇ ...................................................................................................... 164
KAYNAKÇA .............................................................................................. 184
EKLER ....................................................................................................... 207
EK -1: Türkiye Ekonomisinde 1987Ç1:2012Ç4 Dönemi İçin Gayri
Safi Yurt İçi Hasıla (Milyon TL, 1998 Fiyatlarıyla)........................ 207
EK - 2: Sıcak Para Akımlarını Oluşturan Ödemeler Dengesi Kalemleri . 208
x
SİMGELER VE KISALTMALAR
AB
: Avrupa Birliği
APEC
: Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği
ARBC
: Genişletilmiş Reel İş Çevrimi
ASEAN
: Güneydoğu Asya Uluslar İşbirliği
BIS
: Uluslararası Ödemeler Bankası
BIST
: Borsa İstanbul
BM
: Birleşmiş Milletler
ÇUŞ
: Çok Uluslu Şirketler
DB
: Dünya Bankası
DEM
: Alman Markı
DTÖ
: Dünya Ticaret Örgütü
ESRI
: İktisadi ve Sosyal Araştırma Enstitüsü
GAT
: Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması
GSMH
: Gayri Safi Milli Hasıla
G-7
: ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Kanada ve Japonya
GSYH
: Gayri Safi Yurt İçi Hasıla
HDR
: İnsani Gelişme Raporu
IMF
: Uluslararası Para Fonu
MERCOSUR : Orta ve Güney Amerika Ortak Pazarı
M
: Markov Dönüşümü
MS VAR
: Markov Dönüşümlü Vektör Otoregresyon
MS AR
: Markov Dönüşümlü Otoregresyon
NBER
: Ulusal İktisadi Araştırma Kurumu
OECD
: İktisadi İşbirliği ve Gelişme Teşkilatı
OPEC
: Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü
RBC
: Reel İş Çevrimi Teorisi
SVAR
: Yapısal Vektör Otoregresyonu
TCM
: Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası
TRIPS
: Ticaretle Bağlantılı Fikri Mülkiyet Anlaşması
TÜİK
: Türkiye İstatistik Kurumu
xi
TEFE
: Toptan Eşya Fiyatları Endeksi
TÜFE
: Tüketici Fiyatları Endeksi
UNCTAD
: Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı
VAR
: Vektör otoregresyonu
xii
TABLOLAR LİSTESİ
Tablo 1: 1983- 2010 Döneminde Belirli Makroiktisadi Göstergelerin
Değişkenlikleri ............................................................................. 136
Tablo 2: GSYH Büyümesi ile Belli Başlı Makroiktisadi Göstergelerin
Korelasyonu ................................................................................ 137
Tablo 3: Çıktı Açığı İçin ADF Test Sonuçları: ............................................ 144
Tablo 4: Çıktı Açığı İçin PP Test Sonuçları ............................................... 145
Tablo 5: Çıktı Açığı İçin Ng – Perron Test Sonuçları ................................. 146
Tablo 6: İş Çevrimi Volatilitesinde Alternatif Modellerin Öngörü
Performansları............................................................................. 151
Tablo 7: Granger Nedensellik Testi Sonuçları ........................................... 158
Tablo 8: Granger Nedensellik Testi Sonuçları – 2 ..................................... 158
Tablo 9: İş Çevrimlerinin Küreselleşme Göstergeleriyle Açıklanması ....... 159
Tablo 10: İş Çevrimleri Volatilitesinin Küreselleşme Göstergeleriyle
Açıklanması .............................................................................. 160
Tablo 11: İş Çevrimlerinin Volatilite Unsurları İle Açıklanması .................. 161
Tablo 12: GSYH’nin Volatilite Unsurları İle Açıklanması ........................... 162
Tablo 13: GSYH’nin Volatilite Unsurları ve Döviz Kurları İle Açıklanması . 162
xiii
ŞEKİLLER LİSTESİ
Şekil 1: Trend Etrafındaki İş Çevriminin Evreleri ......................................... 37
Şekil 2: İş Çevrimlerinin Uzunluğu............................................................... 44
Şekil 3: İş Çevrimlerinin Derinliği ................................................................. 44
Şekil 4: Klasik İş Çevrimi ve Büyüme Çevrimi Yaklaşımları ........................ 77
xiv
GRAFİKLER LİSTESİ
Grafik 1: Türkiye Ekonomisinde Dönemler İtibarıyla Ortalama Büyüme
Oranları (%)................................................................................. 115
Grafik 2: Türkiye Ekonomisinde Yıllar İtibarıyla İşsizlik Oranı ................... 116
Grafik 3: Türkiye’de Yıllar İtibarıyla Cari Açık ve GSYH ............................ 117
Grafik 4: Türkiye’de Yıllar İtibarıyla Kamu Kesimi Borçlanma Gereğinin
GSYH’ye Oranı ........................................................................... 118
Grafik 5: Türkiye Ekonomisinde Yıllar İtibarıyla Enflasyon Oranı (TÜFE) . 119
Grafik 6: Türkiye Ekonomisinde Yıllar İtibarıyla İç Borç Stokunun
Gelişimi ....................................................................................... 120
Grafik 7: Türkiye Ekonomisinde Yıllar İtibarıyla İç ve Dış Borç Stoku ....... 121
Grafik 8: Yıllar İtibarıyla Doğrudan Yabancı Yatırımlar ............................. 122
Grafik 9: Türkiye’de Yıllar İtibarıyla Kısa Vadeli Sermaye Hareketleri ve
Reel Döviz Kuru .......................................................................... 123
Grafik 10: Türkiye Ekonomisinde Yıllar İtibarıyla GSMH Büyüme Oranı ... 134
Grafik 11: Onar Yıllık Dönemler İtibariyle GSMH Büyüme Oranı ve
Değişkenliği ............................................................................. 135
Grafik 12: GSMH ve Bileşenlerinin Değişkenliğinin Dönemler İtibarıyla
Seyri......................................................................................... 137
Grafik 13: Türkiye Ekonomisinde Hodrick – Prescott Yöntemiyle Çıktı
Açığı......................................................................................... 141
Grafik 14: Türkiye Ekonomisinde İş Çevrimi Volatilitesi -1 ........................ 142
Grafik 15: Türkiye Ekonomisinde İş Çevrimi Volatilitesi - 2 ....................... 152
Grafik 16: Türkiye Ekonomisinde İş Çevrimleri ve İş Çevriminin
Volatilitesi................................................................................. 152
GİRİŞ
Siyasi, iktisadi, kültürel ve sosyal açılarıyla çok boyutlu bir kavram
olarak küreselleşme, 1990’lı yıllardan itibaren çağımızın hâkim paradigması
haline gelmiştir. Savunucularının, küreselleşme sayesinde sınırların ortadan
kalktığına ve ulusal ekonomilerin dünya piyasalarına eklemlenerek küresel
piyasalara
evrildiğine
ilişkin
söylemleri,
dış
ticaretin
ve
sermaye
hareketliliğinin dünyanın belli bölgelerinde son otuz sene içinde gerçekten de
artmış olması dışında eksik ve yanıltıcıdır. Zira ortadan kalktığı iddia edilen
sınırlar yalnızca kâr maksimizasyonu peşinde koşan risk iştahı yüksek
sermaye için geçerlidir. Bretton Woods Kurumları aracılığıyla merkez
sermayesinin çevre ülkelere dikte ettiği neoliberal iktisat politikaları, bu
politikaların sebep olduğu maliyeti adil bölüştürmediği gibi sağladığı iddia
edilen toplam refah artışını da tabana yaymaktan uzaktır. Nitekim,
küreselleşmenin yoğunlaştığı 1990’lı yıllar ve sonrası, özellikle gelişmekte
olan ülkeler açısından etkileri reel sektöre de yayılan ‘‘finansal’’ krizlere,
ücretli kesimlerin aleyhine yeniden gelir bölüşümüne, rant paylaşımının
tetiklediği savaşlara ve ekonomi politiğin geneline hakim istikrarsızlığa sahne
olmuştur.
Esasen, kapitalist ekonomik sisteme içkin iş çevrimleri olgusu
sanayileşmenin
başlangıcından
itibaren
gözlenmektedir.
Küreselleşme
bağlamında yeni olan ise, eskiden ulusal ekonomiler düzeyinde gözlenen iş
çevrimleri olgusunun artık küreselleşmenin güçlendirdiği aktarım kanalları
aracılığıyla bulaşma etkilerine yol açmasıdır. Bu etkiler aracılığıyla
küreselleşmeyi niteleyen unsurlar tekil olarak ülkelerde gözlenen iş
çevrimlerinin
birbirleriyle
senkronizasyonunu
artırmış
hatta
‘‘küresel
krizlerden’’ ve ‘‘küresel iş çevrimlerinden’’ bahsedilir hale gelinmiştir.
Küreselleşmenin iş çevrimleri üzerinde dış ticaret, finansal aktarım ve
beklentiler kanallarıyla etkili olduğu bilinmektedir. Bu aktarım mekanizmaları
çerçevesinde ülkeler arası iş çevrimlerinin senkronizasyonunda gözlenen
değişiklikler ve iş çevrimi volatilitesinin küreselleşme sürecinden nasıl
2
etkilendiği literatürde sorgulanan konuların başında gelmektedir. Ampirik
bulgular özellikle dış ticarete açık, ihracat kalemleri yoğun, ihracatı ara malı
ithalatına bağımlı veya dış finansman ile büyümek durumunda olan ülkelerin
küresel etkilere karşı daha duyarlı olduğunu göstermektedir.
Küreselleşmenin etkilerinin doğru anlaşılması için öncelikle kökeninin
ve kavramın nasıl olup da bugünkü kadar ‘‘küreselleştiğinin’’ anlaşılması
gerekmektedir. II. Dünya Savaşını izleyen refah devleti yıllarının sonuna
gelirken, yeni dünya düzeni söylemiyle yön değiştiren merkez – çevre ilişkileri
Batılı gelişmiş ülkeleri alternatif politika arayışlarına itmiştir. Bu tarihsel arka
planda Batılı sermayeyi içine düştüğü kâr sıkışmasından kurtaracak yeni
sahalar
(yükselen
pazarlanan
neoliberal
‘küreselleşme’
yatırımların
pazarlar-
iktisat
çerçevesinde
önündeki
emerging
markets)
kaldırılması
amacıyla
kavramsallaştırılması
politikalarının
gerçekleştirilmiştir.
engellerin
yaratmak
Doğrudan
ve
finansal
yabancı
piyasaların
serbestleştirilmesi sayesinde kendine yeni kâr alanları arayan sermayenin
taleplerini
meşru
kılacak
ikna
mekanizmasının
düşünsel
düzeyde
savunulması amacıyla, gelişmekte olan ülkelerin büyüme hedeflerini
gerçekleştirmek için ihtiyaç duydukları kaynağın daha fazla liberalizasyon ile
sağlanabileceği iddia edilmiştir (Fischer, 2003). Bir karşı tez olarak, sermaye
hesabının dışa açıklığı ile büyüme arasında korelasyon olmadığını
savunanlar
bulunduğu
gibi
(Bhagwati,
1998),
sermaye
piyasalarının
liberalizasyonunun finansal istikrarsızlığa yol açtığını iddia edenler de
olmuştur (Stiglitz, 2004.). Nitekim, Doğu Blokunun 1989 yılında yıkılması ve
SSCB’nin 1991 yılında dağılmasıyla küreselleşmenin ideolojik temelini
oluşturan neoliberal felsefenin ABD egemenliğinde dünyaya yayıldığı yıllar,
Türkiye ekonomisinin de iktisadi ve siyasi krizlerle çalkalandığı yıllar olarak
tarihe geçmiştir. Bu noktada, 32 Sayılı Karar ile sermaye hareketlerinin
serbestleştirildiği Türkiye ekonomisinde yabancı sermaye açısından iki
tespitin vurgulanması gerekli görülmektedir. Birincisi; Türkiye ekonomisi
hiçbir zaman yabancı sermayenin doğrudan yatırım yapmak üzere öncelikli
tercihi olmamıştır. Ayrıca, gelişmekte olan ülkelere yönelen doğrudan
3
yabancı sermaye yatırımlarının her zaman üretimi ve istihdamı artırıcı nitelik
taşımadığı da yine bu yıllarda deneyimlenmiştir. Örneğin, Türkiye’de
piyasalar üzerinde tekelci rant sahibi KİT’lerin aslında AR-GE faaaliyetleriyle
desteklenen etkin yatırımlar ile kârlı biçimde çalıştırılması mümkünken, kamu
harcamalarını kısıcı ve devletin faaliyet sahasını daraltıcı ‘‘tedbirlerle’’
potansiyellerinin gerisinde bırakılarak, TL’nin ciddi düzeyde devalüasyona
uğradığı kriz dönemlerinde değerlerinden çok ucuza satılıp özelleştirilmesi,
pazarın yabancı sermayeye açılmasından ve ithalat teşvikiyle dışarıya kâr
transferinin sağlanmasından başka bir amaca hizmet etmemiştir. İkinci ve
daha önemli olan etki ise, finansal piyasaların liberalizasyonuyla üretim ve
istihdam yaratmayan, yalnızca spekülasyon yoluyla piyasalarda balon şişiren
ve sonunda belli bir şişkinliğe erişen balonun patlamasıyla kaçınılmaz son
olarak krizlere yol açan, böylece makroekonomik istikrarsızlığı derinleştirirken
reel sektör üzerinde ikincil daraltıcı etkiler yaratan ‘‘sıcak para’’ olgusudur.
Resmi bir tanımı olmamakla beraber, en genel tanımıyla sıcak para, faiz ve
kur arbitrajı peşindeki kısa vadeli sermayedir ve bu tip kısa vadeli akışkan
fonların uzun vadeli büyümeyi finanse etmesi düşünülemez. Nitekim
Boratav’a göre, 32 Sayılı Karar ile sermaye piyasalarının serbestleştirilmesi,
her ne kadar yatırımlar için gerekli dış fon ihtiyacını sağlama amacıyla
gerçekleştirilmiş görünse de, Kararı izleyen dokuz senede (1990- 1998), ülke
ekonomisinden toplam 9,6 milyar dolarlık net sermaye çıkışı gerçekleşmiştir
(Boratav, 2007). Başka bir deyişle; Türkiye ekonomisi sermaye hareketlerinin
serbestleştirilmesinden net kaynak girişi sağlayamamış, bilakis serbestiyet
getiren
düzenlemeler
yerleşiklerin
ülkeden
sıcak
para
çıkarmasıyla
sonuçlanmıştır. Sıcak paranın ekonomi üzerinde istikrarsızlık yaratıcı etkileri
bağlamında, 1990’lı ve 2000’li yıllarda Türkiye’de gözlenen iş çevrimlerinin
dış konjonktürle senkronizasyonu kayda değerdir. 1991-1992 Avrupa Para
Krizleri, 1994 Meksika Krizi, 1997 Doğu Asya ve 1998 Rusya Krizleri ile
2007’de ABD’de eşik altı ipotek krizi olarak başlayan ve 2008’de AB bölgesini
de etkisi altına alan küresel finansal krizin bulaşma etkisiyle ve ülke
ekonomisine özgü dinamikler çerçevesinde bir miktar gecikmeyle Türkiye
ekonomisinde yaşanan 1991, 1994, 1999-2001, 2008- 2010 krizlerinde
4
oynadığı rol, küreselleşmenin Türkiye’de makroiktisadi volatiliteyi ne kadar
etkilemiş olabileceği sorusunu haklı olarak akıllara getirmektedir. Bu
bağlamda, Kazgan, Türkiye’de iş çevrimi volatilitesinin dünyaya kıyasla daha
şiddetli olmasını, ‘‘sanki dünya nezle olurken Türkiye ekonomisi verem
olmakta; dünya iyileşirken güreş şampiyonu çıkmaktadır’’ (Kazgan, 2012:
217) şeklinde ifade etmektedir. Bu çalışmanın amacı da, Türkiye’de
makroiktisadi istikrarsızlığın dinamiklerini irdelemek ve Türkiye ekonomisinde
gözlenen iş çevrimlerinin volatilitesinin küreselleşme sürecinden nasıl
etkilendiğini ortaya koymaya çalışmaktır.
Türkiye’nin küreselleşme sürecinin, 24 Ocak 1980 İktisadi İstikrar
Kararlarıyla başladığı yaygın kabul görmektedir. Kısaca ‘24 Ocak Kararları’
olarak anılan istikrar programının önceliği cari açığın azaltılması ve dış
borçluluğun ödenebilir düzeyde tutulması amacıyla ihracatın artırılmasıydı.
Bu amaçlarla dış ticaretin serbestleştirilmesi ve TL’nin reel efektif değerinin
düşük tutulması gerekmekteydi. Programın ikinci hedefi olan enflasyonla
mücadele için ise sıkı para politikası izlenerek faizlerin yükseltilip iç talebin
kısılması öngörülmüştür. Bu çerçevede, neoliberal iktisat politikalarının ilk on
yılı olarak özetleyebileceğimiz 1980 - 1989 dönemi, Türkiye’de makroiktisadi
kırılganlıkların köklenmeye başladığı bir sürece işaret etmektedir. Nitekim, bu
dönem izlenen politikalar ilk olarak 1982 yılında banker ve banka iflaslarına,
sonrasında dünya genelinde seyreden olumsuz konjonktürün de etkisiyle
1988’den itibaren yeni bir sermaye birikim modeli arayışına yol açmıştır.
Gelişmekte olan dışa açık ekonomi şeklinde tanımlanabilecek Türkiye
ekonomisinde, tasarrufların yatırımları karşılamada yetersiz kalması dış
kaynak arayışını doğurmuş ve 32 sayılı Karar ile 1989 yılında henüz yeterli
ve gerekli düzenleyici denetleyici çerçeve tesis edilmeden finansal piyasalar
serbestleştirilmiştir. Yabancı sermayeyi ülkeye yüksek faiz ve değerli kur
politikasıyla çekme gayreti kısa vadede cari açık sorununa yol açmış, kamu
açıklarının artışı ve yatırım tasarruf dengesizliğinin de etkisiyle biriken borcun
yine borçla finanse edilmesi kronik yüksek enflasyon sorununu doğurmuş ve
sonuçta ekonomiyi 2000’li yılların başındaki makroiktisadi açıdan kırılgan,
5
üçlü açıkların söz konusu olduğu istikrarsız yapısına taşımıştır. Türkiye
ekonomisinde ihracata yönelik sanayileşmenin gerçekleştirilememiş olması,
ihracatın ithalata bağımlılığını beslemiştir. Bu bağımlılığın sürekli kıldığı kısa
vadeli sermaye akımlarına duyulan ihtiyaç ise yüksek faiz, kronik yüksek
enflasyon, kamu açıkları ve büyüyen toplam borç stoku, GSMH içinde dış
ticarete konu olmayan hizmetler sektörünün şişkinliği, yüksek işsizlik oranı ve
genç nüfusta işsizlik gibi yapısal problemlerin eşlik ettiği bir tabloyu ortaya
çıkarmıştır.
Yukarıda özetlenmeye çalışılan içsel ve dışsal değişkenler ışığında;
Türkiye ekonomisinin küreselleşme sürecinden olumsuz yönde etkilendiği,
henüz
olgunlaşmamış
finansal
piyasaların
vaktinden
evvel
serbestleştirilmesinin ve yaşanan Gümrük Birliği sürecinin ülke ekonomisine
zarar verdiği, 1980 - 2012 arasında gerçekleşen irili ufaklı pek çok krizin
ekonomide önemli reel kayıplara yol açtığı gözlenmektedir. Sonuç itibarıyla,
bu maliyetlerle başa çıkabilmek için ulusal egemenlik ilkesinin göz ardı
edilmesi pahasına ekonomi politikalarında giderek uluslararası sermayenin
çıkarını gözeten Bretton Woods kurumlarına bağımlı hale gelinmiştir. Bu
bağlamda Türkiye’nin küreselleşme süreci; gelir bölüşümünde eşitsizliğin
arttığı, toplumda zengin – fakir ayrımının derinleşmesinin sosyal, kültürel,
ahlaki çözülmeyi şiddetlendirdiği bir tablo sergilemektedir.
BİRİNCİ BÖLÜM
KÜRESELLEŞME
1.1. KAVRAM OLARAK KÜRESELLEŞME
1.1.1. Küreselleşmenin Tanımı
Kavram
olarak
1940’lı
yıllarda
gündeme
gelen
küreselleşme
konusunda ilk ciddi çalışma 1968 yılında ‘Uluslararası Sosyal Bilimler
Ansiklopedisi’nde yayımlanmıştır. Ohmae’ye göre kavram 1983 yılında
Theodore Lewitt’in ‘The Globalization of Markets’’ adlı çalışmasıyla literatüre
geçmiştir (Ohmae, 1993: 16). Böylece küreselleşme kavramının kullanımı
1980’ler sonrasında yaygınlık kazanmıştır. Küreselleşmenin dünya genelinde
yaygın olarak gözlendiği savunulurken söz konusu edilen çoğu zaman
iktisadi küreselleşmedir. Siyasi, sosyal, kültürel, askeri ve iktisadi açıdan
farklı anlamlar taşıyan küreselleşme olgusunun çok boyutlu ele alınması
gerekmektedir. Ayrıca kavramın tek bir boyutuyla irdelendiği durumlarda dahi
dünyanın her bölgesinin eşit düzeyde küreselleşmediği dikkate alınmalıdır.
Örneğin, OECD ülkeleri, Sahra altı Afrika ülkelerine kıyasla daha fazla
küreselleşmiştir.
Küreselleşmenin temsilcisi kuruluşlar olarak bilinen IMF ve Dünya
Bankası
yayınlarına
göre
küreselleşme,
mal
ve
hizmet
ticaretinin
serbestleşmesinin yanısıra, sermaye, teknoloji ve işgücünün de serbest
dolaşımı ile tanımlanmaktadır1. Esasen, küreselleşme kavramının farklı bakış
açılarıyla yapılmış pek çok tanımı mevcuttur. Bu noktada kavrama hangi
çerçevede yaklaşıldığı belirleyici olmaktadır. Nitekim, bazı sosyal bilimciler,
küreselleşme sürecini kendiliğinden oluşan ve müdahalesiz seyreden
kaçınılmaz bir süreç şeklinde yorumlarken bazılarına göre küreselleşme,
kapitalizm tarihi ile başlayan ve gelişmiş kapitalist ülkelerin müdahalesiyle
yönetilen yapay bir süreçtir2. Örneğin, Elwood, terim olarak küreselleşmenin
7
kullanımı eskiye dayanmasa da köklerinin sömürgecilik tarihine kadar
uzandığını vurgulamaktadır. Kavramı karşılıklı etkileşim boyutuyla ele alan
Baylis ve Smith ise küreselleşmeyi dünyanın bir yerinde meydana gelen bir
olayın daha fazla insanı etkilediği ve toplumlar arasındaki karşılıklı bağların
arttığı bir süreç biçiminde tanımlamaktadır (Baylis ve Smith, 2005: 8).
Uluslararasılaşmadan farklı olarak sınırların öneminin ortadan kalktığı, içeri dışarı kavramlarının belirginliğini yitirdiği bir süreç olan küreselleşme
bölgeselleşme
kavramından
ayrılmaktadır.
Bölgeselleşme,
bölgeyi
tanımlayan sınırlar içindeki entegrasyonu ifade ederken küreselleşme
bölgeler
arası
ağların
ve
akımların
güçlenmesidir.
Bu
kapsamda
küreselleşme dünyanın bir bölgesinde meydana gelen olayların, başka
bölgelerinde etkiler doğurduğu bir süreç olarak tanımlanmaktadır (Held,
McGrew, Goldblatt, Perraton, 1999). Ancak, küreselleşmenin salt uluslararası
piyasalarda mal ve sermaye hareketlerinin serbestleşmesiyle tanımlanması
da doğru değildir çünkü dünya ekonomisi 19. yüzyılın ikinci yarısından bu
yana kimi zaman açık kimi zaman kapalı karmaşık bir süreç izlemiştir (Hirst
ve Thompson, 1998). Kavramı daha geniş bir perspektiften değerlendiren
Giddens’a göre, küreselleşme, modern toplumları ve dünya düzenini yeniden
şekillendiren hızlı siyasal, sosyal ve ekonomik değişimlerin arkasındaki asıl
güçtür (Giddens, 2000).
Küreselleşme olgusuna emperyalizm ve bağımlılık ilişkileri ekseninde
yaklaşan Boratav ise küreselleşmenin özünde emperyalizmin olduğunu
ancak son yıllarda terim olarak ‘küreselleşme’ kavramının tercih edilmesinin
emperyalizm olgusuna saygınlık kazandırmak gibi gizli ve ideolojik bir amaç
taşıdığını savunmaktadır (Boratav,1996: 19, Kansu içinde). Benzer bir
yaklaşım izleyen Yeldan da terimin hem bir tanımlama hem de siyasi öneriler
listesi içerdiğini vurgulamakta ve küreselleşme kavramını ‘ulusal ekonomilerin
dünya piyasalarına eklemlenmesi ve iktisadi karar süreçlerinin giderek dünya
kapitalizminin sermaye birikimine yönelik dinamiklerince şekillenmesi’ olarak
tanımlamaktadır (Yeldan, 2010: 17).
8
Esasen küreselleşme olgusu evrensel bir duruma işaret etmediği gibi
sınır ve kuralları belirli doğrusal bir süreç de izlememektedir. Küreselleşme;
siyasi, iktisadi, askeri, kültürel ve çevresel unsurların süreç içinde
etkileşimiyle şekillenmektedir ve her ülkenin, her bölgenin zamandan
bağımsız olmayan kendi yapısal dinamiklerinden etkilenmektedir. Dolayısıyla,
küreselleşmeye ilişkin farklı görüşlerin her birinin küresel değişimin
dinamiklerine ve yönüne ilişkin farklı algısal çerçeveleri bulunmaktadır. Çok
boyutlu ve geniş perspektifli bir küreselleşme tartışması için küreselleşme
olgusuna belli başlı yaklaşımların incelenmesi gerekmektedir.
1.1.2. Küreselleşmeyi Niteleyen Unsurlar
Küreselleşme sürecini niteleyen unsurlar arasında; ulus devletler,
hükümetler üzerindeki etkileri yadsınamayacak güçte olan Dünya Ticaret
Örgütü (DTÖ), Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası (DB) gibi belli
başlı uluslararası kuruluşlar ve küresel düzeyde etkili sivil toplum örgütleri ile
iktisadi açıdan pek çok devletten daha güçlü olan çok uluslu şirketler (ÇUŞ)
karşımıza çıkmaktadır.
1.1.2.1. Ulus Devletler
Ohmae’ye
uluslararası
göre
kurumların
küreselleşme
baskısıyla
sürecinde
tepeden,
ulus
daha
devletin
geniş
gücü
bölgelerin
uluslararası sermayenin çıkarları doğrultusunda yönetilmesini kolaylaştıran
yerelleştirmeyle de tabandan aşındırılmaktadır (Ohmae, 1996). Küresel
yönetişime alternatif olarak karşımıza çıkan yerelleştirme olgusu, iki farklı
koldan
uluslararası
sermayenin
çıkarlarına
hizmet
etmektedir.
Yerelleştirmenin öne çıkan boyutu olarak iktisadi birimin küçülmesi, serbest
ticaret
koşullarında
yönetici
birimin
pazarlık
gücünü
azaltmaktadır.
Yerelleştirme olgusunun ikinci boyutu ise siyasi nitelikli olup neoliberal
9
ideolojiyi yaygınlaştırmaktadır.
Çünkü görüntüde ön plana çıkarılan etnik,
dini, kültürel vb. temelli belli başlı siyasi farklılıklar, arka planda dayatılan ve
iktisadi açıdan Washington Mutabakatı ile özetlenebilecek benzer neoliberal
politikaların sorgulanmasını engellemektedir (Krugman, 1996).
Küreselleşmenin temsilcisi kurumlarca ulus devlete sınırlı bir rol
biçilmesi ve sermaye hareketine serbestlik tanınırken, özellikle niteliksiz
emeğin ulusal sınırlar içinde bırakılması, ulus devletin ‘proleterleşmesi’
şeklinde yorumlanmaktadır. Bu görüş çerçevesinde küreselleşme sürecinde
ulus devletin hâkimiyet sahası, küçük boyutlu yerel sermaye ve beyin göçüne
konu olmayan niteliksiz emekle sınırlanmaktadır (Kazgan, 2009: 22). Esasen
ulus devlet kavramının kapsamı oldukça geniştir ve günümüzde bu
sınıflamada yer alan devletlerin gerek iktisadi, siyasi, askeri güçleri gerekse
bu unsurlarla ilişkili olarak sahip oldukları bağımsız otorite açısından
konumları dünya çapında eşit değildir. ‘Merkez’ olarak tanımlanan gelişmiş
ülkelerdeki ulus devletin konumuyla ‘çevre’ olarak tanımlanan henüz
gelişmekte olan ülkelerdeki ulus devletin konumu birbirinden farklıdır. ‘‘Ulus
devletin yetki sahasının daraltılması ve gücünün azaltılması’’ ifadesi ile
kastedilen ise daha çok gelişmekte olan ülkelerdeki durumdur. Kavram daha
geniş bir perspektifle ele alındığında küreselleşme sürecinde özellikle
ekonomi alanında ulus devletin otoritesinin bir kısmını uluslararası kurumlara
devretmek durumunda kaldığı ancak siyasi alanda hâlâ etkin rol oynamaya
devam ettiği gözlenmektedir.
1.1.2.2. Uluslararası Kurum ve Kuruluşlar
Castells’e göre küresel ekonominin gelişimini ne salt teknoloji ne de
piyasalar sağlamıştır, esas belirleyici rolü G-7 ülkelerinin hükümetleri ile
onların politikalarını yürüten uluslararası kurum ve kuruluşlar oynamıştır
(Castells, 2008). Küreselleşme sürecini yönlendiren belli başlı kurumlar
arasında; İkinci Dünya Savaşı sonrası 1944 yılında ABD önderliğinde Bretton
10
Woods toplantılarında kurulduğu için Bretton Woods kurumları olarak da
anılan Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası (DB), İktisadi İşbirliği ve
Kalkınma Örgütü (OECD), Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) gibi uluslararası
kuruluşlar bulunmaktadır. Serbest ticaret sisteminin düzenleyici ve denetleyici
kurumu olarak DTÖ’nün örgütlediği çok taraflı anlaşmaların, uluslararası
ticaretin gelişimini desteklediği ve küreselleşme olgusuna hız kazandırdığı bir
gerçektir. DTÖ’de herhangi bir çevre ülkesinin uymadığı kurallar ise IMF veya
DB kredi şartlarına içerilerek dayatılmaktadır. Oysa gelişmiş ülkeler ulusal
çıkarları doğrultusunda uluslararası kurum ve kuruluşların hâkimiyet sahası
dışında herhangi bir yaptırıma maruz kalmadan karar alabilmektedir.
Böylelikle
neoliberal
politikaların
egemenliği,
uluslararası
kurum
ve
kuruluşların eşgüdümlü çalışmasıyla güçlenmektedir. Nitekim DB ve IMF gibi
kurumlarda karar alma mekanizmasının sermaye katkısına dayalı oy gücüyle
belirlenmesi bu kurumların merkez ülkeleri lehine taraflı davranmasına yol
açmaktadır.
Neoliberal politikaların eşgüdüm içinde yaygınlaştırılmasına hizmet
eden Bretton Woods kurumlarının yanı sıra 1950’li yıllarda devlet otoritesine
karşı örgütlü tepki gösteren kurumlar şeklinde ortaya çıkan sivil toplum
kuruluşları
da
küreselleşmenin
unsurları
arasında
yer
almaktadır.
Küreselleşme sürecinde ulusüstü sivil toplum kuruluşları ön plana çıkmakta
ve hatta ulus devletin gücü üzerinde baskı unsuru oluşturmaktadır. World
Watch Institute ve Greenpeace gibi kurumların gerek şirketler üzerinde,
gerekse devletler üzerinde farkındalık yaratıcı faaliyetleri bu duruma örnek
gösterilebilir. Öte yandan, ticaretin ve finansın küreselleşmesi, çoğu zaman
daha yüksek işsizlik oranlarının, artan yoksulluğun, gelir bölüşümündeki
dengesizliğin ve tekrarlayan finansal krizlerin sorumlusu olarak gösterilmekte
ve küresel bir muhalefete konu olmaktadır. Dolayısıyla küreselleşme
eleştirilerini
sürecin
iktisadi
yönüne
odaklayan
sosyal
hareketlerin
yaygınlaştığı gözlenmektedir. Marquiles bu durumu ‘‘Küreselleşen sadece
sermaye değil; küresel medya ve iletişim olanakları sayesinde, artık direniş
11
de küresel’’ şeklinde ifade etmektedir (Elwood, 2002: 10, Marquiles’den
aktarım).
1.1.2.3. Çok Uluslu Şirketler
Günümüzde çoğu gelişmiş ülkelerin sermayedarlarından oluşan çok
uluslu şirketler (ÇUŞ), çıkarları doğrultusunda yönlendirdikleri ulus devletler
ve uluslararası kurum ve kuruluşlarla beraber dünya ekonomisinin belli başlı
aktörleri arasında yer almaktadır. Çok uluslu şirket kavramına ilişkin farklı
yaklaşımlar bulunmaktadır.
ÇUŞ, yaygın olarak kendi ülkesinin dışındaki
varlıkları kontrol eden işletme ve bu işletmenin iştirakleri şeklinde
tanımlanmaktadır (UNCTAD, 2004). Bir başka yaklaşıma göre, aslında çok
uluslu şirket olarak nitelenen şirketler de özünde ulusal şirketlerdir. Örneğin,
Hirst ve Thompson’a göre ÇUŞ’un varlıklarının üçte ikisinin kendi ülkelerinde
tutulması bunların aslında ulusal kökenlerinden kopmadıklarının kanıtıdır
(Hirst ve Thompson, 1996 (a): 45).
Günümüzde sermaye hem finansal piyasalarda hareketli fon şeklinde
hem de ÇUŞ kanalıyla küresel düzeyde dolanımdadır. Ayrıca, ÇUŞ, kendi
çalışma kültürünü, sahip olduğu teknolojiyi ve stratejik yapılanmasını küresel
düzeyde yayma ve dünyanın çok çeşitli bölgelerini piyasa ve istihdam ilişkileri
açısından etkileme gücüne sahiptir. Küreselleşme savunucuları, ÇUŞ’un
doğrudan yabancı yatırımlarının büyümeye katkısını vurgulamaktadır.
Doğrudan sabit yatırımların yanısıra finansal krizlerde değeri tabana vuran
şirketlerin satın alınması ve özelleştirmeler ya da birleşmeler yoluyla faaliyet
sahasını genişleten ÇUŞ, tüketim kalıplarının küreselleşmesinde de etkili rol
oynamaktadır.
12
1.1.3. Küreselleşmenin Tarihçesi
Küreselleşmeyi insanlığın tarihi kadar eskiye götüren yaklaşımların
yanısıra Sanayi Devrimi ile ilişkilendiren yaklaşımlar da bulunmaktadır.
Literatürde küreselleşme çoğu zaman modern çağa ait bir olgu biçiminde ele
alınmaktadır (McNeill, 1995, Bentley, 1996, Frank ve Gills, 1996, Held ve
McGrew, 1999’dan aktarım:13). Held ve McGrew’a göre küreselleşmenin
tarihçesi incelendiğinde dört büyük dönem göze çarpmaktadır. Bunlar;
modern küreselleşmeden önceki dönem, modern küreselleşmenin ilk
dönemleri (1500-1850), modern küreselleşme dönemi (1850- 1945) ve
1945’ten bu yana devam eden güncel küreselleşme sürecidir. Held ve
McGrew, modern küreselleşme öncesini dokuzbin ile onbirbin yıl geriye,
yerleşik tarımsal düzene geçilmesine kadar götürmektedir. Ulaşım ve
haberleşme teknolojilerinin kısıtlı olduğu bu dönemlerde küreselleşme
olgusunu bugün anladığımız şekliyle ülkeler ve bölgeler arası ilişkilerle
tanımlayacak doğrudan ağlar mevcut değildi. Dolayısıyla bu dönemin
küreselleşmesini niteleyen unsurlar; imparatorluklar, dünya dinleri ve toplu
göçler olmuştur. Held ve McGrew, onaltıncı yüzyılın başlangıcından
ondokuzuncu yüzyılın ilk yarısına kadar Avrupa modernitesinin temel
kurumlarının oluştuğu ve geliştiği dönemi modern küreselleşmenin ilk çağları
olarak ele almaktadır. Bu dönemin küreselleşmesini niteleyen unsurlar,
Avrupa imparatorluklarının doğuşu, matbaaanın icadı ve yaygınlaşmasıyla
kültürel alışverişin yoğunluğunun artışı ve çok uluslu şirketlerin ilk
örneklerinin ortaya çıkışıdır. Modern küreselleşme çağı olarak nitelenen
1850- 1945 arası dönem küresel askeri ve siyasi ilişkilerin yaygınlaşıp
yoğunlaştığı, küresel ticaret ve yatırımın zirve yaptığı dönemdir. Günümüzün
küreselleşme süreci ise II. Dünya Savaşı sonrası gözlenen Amerikan
hegemonyasının siyasi ve iktisadi kurumları ve yine bu kurumlarca inşa
edilen Bretton Woods sistemiyle şekillenmiştir (Held ve McGrew, 1999: 26).
Baylis
ve Smith’e göre, üç küreselleşme dalgası vardır.
İlk
küreselleşme dalgası 1450 - 1850 yılları arasında yaşanmış ve Avrupa’nın
13
genişlemeci fetihleriyle şekillenmiştir. İkinci küreselleşme dalgası Avrupa’daki
imparatorlukların genişlemesi ve yayılmasını kapsayan 1850-1945 arasında
gözlenmiştir. Günümüzde yaşanan küreselleşme ise 1960’larda başlamıştır.
Bu görüşe göre küreselleşmenin tarihçesiyle Avrupa’da emperyalizmin
tarihçesi örtüşmektedir. Üçüncü Dünyada kolonizasyonun çözülmesi ve
bağımsız ulus devletlerin kurulmasıyla bugünkü şeklini bulan küreselleşme
süreci Soğuk Savaşın sonunda Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla hız
kazanmıştır (Baylis ve Smith, 2005).
Literatürde genel olarak, dalgalar halinde iki ayrı küreselleşme
evresinden bahsedilmekte3, küreselleşmeye ilişkin ilk sürecin 1870 - 1914
arasında gerçekleştiği, savaş ve bunalım yıllarıyla geçen bir ara dönemin
sonrasında 1970’lerle beraber ikinci küreselleşme dalgasının başladığı ve
günümüzde de devam eden küreselleşme sürecinin 1990’lı yıllarda ivme
kazandığı kabul edilmektedir. Benzer bir yaklaşımla, 1820 - 1914 arasını
birinci küreselleşme evresi, 1960 ve sonrasını ikinci küreselleşme evresi
olarak ayıran Baldwin ve Martin’e göre ise; iki küreselleşme dalgasının temel
benzerliği, dış ticaret, sermaye akımları ve uluslararası işlemlerde engellerin
azalması; temel farklılığı, ilkindeki sınırlamaların mal ticaretiyle ilgiliyken,
ikincisindekilerin daha çok fikir ticaretiyle ilgili olmasıdır (Baldwin ve Martin,
1999). Her iki küreselleşme evresinde de maliyetler azaldığı halde, ikinci
küreselleşme evresinde ulaştırma ve haberleşme maliyetlerinin düşüşü daha
çarpıcıdır. Bir başka farklılık, küreselleşme evrelerinin başlangıcına hâkim
olan koşullardadır. İlk evrenin başında, dünya bugüne kıyasla daha yoksul
olduğu halde, gelir daha eşit dağılmıştır.
1.1.3.1. Birinci Küreselleşme Evresi
Sanayi Devriminin 19. yüzyıl başında hızlanmasıyla, ulaşım ve
teknoloji alanlarında kaydedilen yenilikler, birinci küreselleşme evresini
başlatmıştır. 19. yüzyılın ikinci yarısında finansal aracılığın da gelişmesiyle
14
küreselleşme ivme kazanmıştır. Birinci küreselleşme evresinde temel gelir
kaynağı sanayileşmedir. Bu dönemde Kuzeyin sanayileşmesi Kuzey ile
Güney arasındaki gelir dengesizliğini artırmıştır. (Baldwin ve Martin:3).
İki küreselleşme evresi arasındaki önemli bir fark da göçlerle ilgilidir.
Birinci küreselleşme evresinde emeğin bol olduğu eski dünyadan yeni
dünyaya ciddi düzeyde göç görülmüştür. 1880 - 1914 arasında gözlenen göç
dalgası gelir bölüşümü üzerinde önemli sonuçlar doğurmuştur. Göç alan
yerlerde gelir dağılımında bozulmaya, göç veren yerlerde gelir dağılımında
düzelme eşlik etmiştir. Ayrıca ulaşım maliyetlerinin düşmesiyle mal fiyatları
arasındaki farklar azalmıştır.
1.1.3.2. İkinci Küreselleşme Evresi
İkinci küreselleşme evresi, ülkeler arasındaki gelir dağılımının farklılık
gösterdiği bir dünyada başlamıştır ve bu süreçte Güney sanayileşirken,
Kuzey sanayisizleşmiştir (deindustrialize). İlk küreselleşme evresinde faktör
yoğunluğuna bağlı sektörler arası ticaret ve teknoloji açıklarından beslenen
Kuzey - Güney ticareti söz konusuyken, ikinci küreselleşme evresinde ürün
farklılaşması ve ölçek ekonomileri baskındır.
Birinci küreselleşme evresinde doğrudan yabancı yatırım dalgası
gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere doğruyken, ikinci küreselleşme
evresinde
doğrudan
yabancı
yatırımlar
gelişmiş
ülkeler
arasında
gerçekleşmiştir. Baldwin ve Martin’e göre birinci küreselleşme evresinin
sonunda, dünya ticareti kurumsal destekten yoksun olduğundan esas
itibarıyla uluslararası bir sistem bulunmamaktadır, oysa günümüzde dünya
ticaret sistemi hemen bütün milletlerce bir kamu malı gibi algılanmaktadır
(Baldwin ve Martin: 30).
15
1.2. KÜRESELLEŞMENİN ELE ALINIŞI
1.2.1. Küreselleşme Olgusuna Farklı Yaklaşımlar
Gerek kavramın tanımlanması, gerekse küreselleşme sürecinin itici
güçleri ile yol açtığı sonuçların saptanması bakımından küreselleşmeye farklı
yorumlar getirilmektedir. Bu yaklaşımların çeşitliliği ile bunları savunan
grupların ideolojik açıdan kendi içlerinde de ayrılması, genelleyici bir
sınıflandırmayı zorlaştırmaktadır. Bu çalışmada Held, McGrew, Goldblatt ve
Perraton
(1999)’un
yapmış
olduğu
sınıflandırma
takip
edilerek,
küreselleşmeye farklı yaklaşımlar; ‘aşırı küreselleşmeciler’ (hyperglobalists)
olarak adlandırılan küreselleşmenin varlığını kabul edenler, ‘şüpheciler’
(sceptics) olarak adlandırılan küreselleşmenin varlığını sorgulayanlar
ve
‘dönüşümcüler’ (transformationalists) olarak adlandırılan sentezciler başlıkları
altında incelenmektedir.
1.2.1.1. Küreselleşmenin Varlığını Kabul Edenler (Aşırı Küreselleşmeciler)
Küreselleşmenin varlığını kabul edenler, küreselleşmenin tarihte
benzeri
görülmemiş
karıştırılmaması
bir
gerektiğini
olgu
olduğunu
ve
uluslararasılaşma
savunmaktadır.
Bu
bakış
açısına
ile
göre,
uluslararası ticaret, doğrudan yabancı yatırımlar ve göçe dayanan bir dünya
ekonomisi, 16. yüzyıldan beri gözlenmekle beraber uluslararası ekonominin
temel birimi ulus devlettir. Oysa küreselleşme sürecinin zaman zaman ulus
devletin bile önüne geçen yeni aktörleri ve küresel düzeyde bütünleşmiş bir
birim olarak çalışma kapasitesi vardır. Bu bağlamda, zaman ve mekân
kavramlarının
eskiden
taşıdıkları
önemi
yitirmesi,
sınırların
ortadan
kaybolmaya başlaması ve yeryüzündeki karşılıklı bağımlılığın artması
biçiminde tanımlanan küreselleşme, paranın ve malların hızlı ve serbest
dolaşımından daha fazlasıdır. İktisadi dönüşümün hızı yepyeni bir dünya
siyaseti yaratırken devletlerin artık kapalı birimler olmaması ve dünya
16
ekonomisinin tarih boyunca olduğundan daha bağımlı hale gelmesi
küreselleşmenin
varlığını
destekleyen
temel
savlardır.
İletişim
teknolojilerindeki gelişmeler dünyanın geri kalanıyla ilişki kurma biçimlerini
temelden
değiştirmiş
ve
şehirleşmiş
bölgelerin
birbirine
daha
fazla
benzemesini sağlamıştır. Bu gelişmelerle dünya daha homojen bir hale
gelirken kozmopolit bir kültürün yeniden biçimlenmesiyle küresel risk algıları
da gündeme gelmektedir. Küreselleşmenin varlığını kabul edenlerin ulus
devletin önemini kaybettiği ve yeni toplumsal örgütlenme biçimlerinin
geleneksel devletin yerini aldığı yönündeki iddiaları küresel risk algıları
arasında ön plana çıkmaktadır (Ohmae, 1993). Ulus devlet, uluslararası
sermayenin kendi çıkarı doğrultusunda talep ettiği liberal politikaları
uygulamadığında sermayenin başka ülkelere kaçması riskini yönetmek adına
vergileri azaltmak, özelleştirme yapmak, sosyal yatırımlardan çekilmek ve
hatta yatırımcıların istediği düzenlemeleri yürürlüğe koymak gibi ödünler
vermek durumunda kalmaktadır.
Bu koşullar altında Ohmae’ye göre,
‘‘Sınırların kalktığı bir dünyada ulus devlet, insan faaliyetlerini ve iktisadi
gelişmeleri yönetmekte artık doğal bir birim değildir, hatta işlevsiz kalmıştır’’
(Ohmae, 1990: 24).
Öte yandan, küreselleşmenin varlığını kabul edenler benimsedikleri
ideolojik temeller açısından kendi içlerinde farklılık göstermektedir. Örneğin
neo-liberaller, piyasanın devlet gücü üzerindeki egemenliğini savunurken,
radikaller küreselleşmeyi baskıcı kapitalizmin sonucu olarak ele almaktadır.
Bu gruplar, küreselleşme sürecinde kaybedenler ve kazananlar olduğunu
kabul etmekle beraber ideolojik ayrılıkları temelinde küreselleşmenin
sonuçlarını farklı açılardan değerlendirmektedir. Örneğin, neo-liberallere
göre,
küresel
ekonomik
rekabet
“sıfır
toplamlı”
sonuçlar
meydana
getirmezken, radikaller, küreselleşmenin hem dünya çapında hem de ulusal
düzeyde eşitsizlik yarattığını savunmaktadır.
17
1.2.1.2. Küreselleşmenin Varlığını Sorgulayanlar (Kuşkucular /Şüpheciler)
Küreselleşmenin varlığını sorgulayanlar, sermaye hareketleri ve dışa
açıklık oranları gibi bir takım göstergeleri inceleyerek geçmişte ulaşılmış olan
serbesti
düzeyine
günümüzde
hâlâ
ulaşılmadığını
iddia
etmektedir.
Kuşkucular, küresel olduğu iddia edilen şirketlerin özünde ulusal nitelik
taşıdığını, ulus devletlerin gücüne ve desteğine ihtiyaç duyduğunu ve işlerinin
büyük kısmını köklerinin bulunduğu ülkelerde yürüttüğünü savunarak
küreselleşmenin varlığını kabul edenlerin ulus devletin güçsüz olduğu
yönündeki tezini de reddetmektedir. Ticaret, yatırım ve finans hareketliliğinin
üç büyük bölge arasında gerçekleştiği dünya ekonomisinde tümüyle ulusüstü
şirketlerin ender görüldüğünü ve uluslararası faaliyet gösteren ulusal
şirketlerden bahsetmenin daha doğru olacağını savunan kuşkucular, bu
koşullarda bile doğrudan yatırımların daha çok gelişmiş ülkeler arasında
gözlendiğini vurgulamakta ve küreselleşme teorisini tarihsel derinlikten uzak
olmakla eleştirmektedir. Çok uluslu şirketlerin yatırımlarını daha düşük
vergiler ile daha düşük ücretlerin bulunduğu ülkelere kaydırdıklarına ilişkin
ampirik bir kanıt bulunmadığını ve sanayileşmiş ülkelerde vergilerle sosyal
harcamalarda kesintiye gidilmediğini öne sürerek ulus devletin gücünün
azalmadığını ve küresel ekonomi modelinin gerçekte var olmadığını savunan
Hirst ve Thompson’ın analizi ise küreselleşmenin yalnızca iktisadi boyutuna
odaklanmaktadır
(Hirst
ve
Thompson,
1998).
Ayrıca,
kuşkucular,
bölgeselleşme hareketlerinin küreselleşme sürecinin sonucu değil alternatifi
olduğunu iddia etmekte, iktisadi faaliyetin de küreselleşmekten çok
bölgeselleştiğinin altını çizmektedir. Küreselleşme kavramının abartıldığını,
dünya siyasetine hâlâ devletlerin yön verdiğini ileri süren kuşkuculara göre
küreselleşme olgusu, sosyal, iktisadi, kültürel değişimler getirmekle beraber,
ulus devlet biçiminde örgütlenmiş uluslararası siyasi sistemin temel
niteliklerini değiştirecek önemde değildir (Baylis ve Smith, 2005: 7).
18
Kuşkuculara göre Batı kültürünün ve değerlerinin egemen hale gelişini
simgeleyen küreselleşme olgusu emperyalizmin son aşaması olup ideolojik
içerik yüklenmiş olan küreselleşme kavramı refah devletinin zayıflamasından
çıkarı
bulunan
kesimlerce
yeni
bir
olguymuş
gibi
pazarlamaktadır.
Küreselleşmenin bütünleşmeye değil de yeni çatışmalara yol açtığını
savunan
kuşkucular,
küreselleşme
sürecinde
artan
eşitsizliklerin
doğurabileceği iktisadi, siyasi ve askeri risklere dikkat çekmektedir. Örneğin,
Marxist bakışa göre küreselleşme yeni bir olgu olmamakla beraber
uluslararası kapitalizmin gelişiminde varabileceği son noktadır. Nitekim
Marxistler, küreselleşme savunucularının iddia ettiğinin aksine, küreselleşme
olgusunun dünyayı birbirine daha benzer kılmadığını, tersine ayrılıkları daha
da derinleştirdiğini savunmaktadır. Ayrıca küresel güçlerin her zaman iyi
amaçlara hizmet etmediği de bir gerçektir. Örneğin, uyuşturucu şebekeleri ve
terörizm örgütleri de küresel ölçekte faaliyet göstermektedir.
1.2.1.3. Sentezciler (Dönüşümcüler)
Giddens’ın da dâhil olduğu sentezciler küreselleşmeyi, modern
toplumları ve dünya düzenini yeniden şekillendiren sosyal, siyasal ve
ekonomik değişimin ardındaki ana güç olarak görmektedir (Giddens, 1996,
Held ve McGrew’dan aktarım: 7). Sentezci bakış, hem küreselleşmenin
varlığını kabul edenlerin hem de küreselleşmenin varlığını sorgulayanların
görüşlerini abartılı bulmaktadır. Baldwin ve Martin’e göre, 1914’lerin dünyası
günümüze kıyasla pek çok açıdan daha entegre olduğundan küreselleşme
iddia edildiği kadar yeni bir kavram değilse de çağımızda gözlenen
küreselleşme trendine ilişkin yeni hiçbir şeyin olmadığı iddiası da doğru
değildir (Baldwin ve Martin, 1999: 3). Sentezciler, ulus devletin sonunun
geldiği iddiasını da küreselleşme sürecinde devletin rol ve işlevinde geçmişe
kıyasla günümüzde esaslı bir değişiklik olmadığı yönündeki tezi de
reddetmektedir. Bu değerlendirmeye göre, ulus devletin gücü bitmiş değildir
ancak yerel ile uluslararası ayrımı geçerliliğini yitirmiştir ve ulus devletin gücü
19
küresel politikaların şekillenmesi esnasında dönüşüme uğramaktadır (Baylis
ve Smith, 2005: 20). Castells de ulusal ekonomilerin küreselleşme sürecinde
dönüşüme uğradığını vurgulamakta ve bu dönüşüm sürecinde ulusal iktisadi
alan ile ulusal coğrafi sınırların giderek ayrıştığını tespit etmektedir (Castells,
2008). Sentezciler açısından modern dünya düzenini dönüştüren hızlı sosyal,
iktisadi ve siyasi değişimlerin itici gücü küreselleşmedir.
Öte yandan, gerek küreselleşmenin varlığını kabul edenler, gerekse
küreselleşmenin varlığını sorgulayanlar küreselleşme olgusunu, fiyat ve faiz
oranının eşitlendiği tamamen entegre olmuş tek bir pazar biçiminde
kavramlaştırma eğilimindedir. Fakat ulusal piyasalarda bile tam entegrasyon
gözlenmezken bunu küresel düzeyde beklemek gerçekçi değildir. Sentezciler
ise küreselleşmeyi iktisadi boyutunun ötesinde yapısal faktörlerce şekilllenen
uzun dönemli bir süreç olarak değerlendirmektedir. Küresel bir topluma doğru
dönüşümden
geçildiği
vurgusu,
sentezcileri
kuşkuculardan
çok
küreselleşmenin varlığını kabul edenlere yakınlaştırsa da öne sürülen
görüşlerin çeşitliliği ve karmaşık yapısı bütün bu yaklaşımlar arasında
ideolojik temelli sınıflandırmalar yapılmasını güçleştirmektedir. Küreselleşme
kavramı söz konusu olduğunda ortaya çıkan bu düşünce çeşitliliği, ideolojik
açıdan çok farklı görüşleri benimseyen kesimleri küreselleşme konusunda
ortak bir paydada buluşturabildiğinden günümüzde entellektüel bölünmelerin
sağ ve sol ayrımına göre değil de küreselleşme taraftarları ve karşıtları
biçiminde şekillendiği tezini doğurmaktadır (Bozkurt, 2000).
1.2.2. Küreselleşme Teorileri
Literatürde
küreselleşmeyi
tetikleyen
faktörlerin
açıklanmasında
teknolojik gelişmeleri öne çıkaran yaklaşımlar ile piyasanın rolünü vurgulayan
açıklamaların yanısıra küreselleşme sürecini kapitalist gelişme süreciyle
ilişkilendiren ve neo- Marxist olarak anılan yaklaşımlar da bulunmaktadır.
Kapitalizm ve teknolojik ilerlemenin yanısıra piyasa güçleri ve siyasi faktörler
20
gibi çok sayıda unsurun etkileşiminin küreselleşme sürecinde rol oynadığı
savunulmaktadır. Başka bir ifadeyle küreselleşmeyi tek unsurla açıklayan
yaklaşımların yanında çok sayıda unsurun etkileşimiyle açıklayan yaklaşımlar
bulunmaktadır. Kellner’e göre küreselleşme teorisinin sağlam bir temele
oturması için gerek teknolojik gerekse iktisadi determinizmin aşırı uçlarından
uzak durmak küreselleşme olgusuna çok boyutlu bir perspektifle yaklaşmak
gereklidir (Kellner, 2002).
1.2.2.1. Küreselleşme Sürecinde Teknolojiyi Ön Plana Çıkaran Yaklaşımlar
Teknolojiyi ön plana çıkaran yaklaşımlara göre, teknik gelişmeler
ulaştırma ve haberleşme maliyetlerini düşürerek mal ve hizmet ticaretini
kolaylaştırmış,
dolaşımdaki
bu
kolaylıklar
küreselleşme
sürecinin
kendiliğinden gelişimine yol açmıştır. Teknoloji Devriminin kapitalizmin
küresel olarak yeniden yapılandığı bir dönemde gerçekleşmesinin tesadüfle
açıklanamayacağını savunan Castells, küresel ekonomiyi 1970’lerdeki kriz
sonrası piyasaların yeniden yapılanmasının sonucu şeklinde ele almakta ve
küreselleşmenin yeni enformasyon ve iletişim teknolojilerinin kullanımıyla
geliştiğini
savunmaktadır.
kuruluşlarıyla
Ancak,
hükümetlerin
küreselleşmenin
bilinçli
uluslararası
politikaları
finans
olmaksızın
gerçekleşemeyeceğini de vurgulamaktadır (Castells, 2008).
İletişim ve bilgisayar teknolojilerindeki ilerlemelerin küresel finansal
piyasaların gelişiminde rol oynadığı bilinmektedir. Özellikle 1980’li yıllardan
itibaren enformasyon teknolojilerinin yaygınlaşması küreselleşmenin etki
alanını genişletmiştir. Küresel ekonominin teknik altyapısını oluşturan
internetin, küresel bilgisayar ağlarının, uydu iletişim tekniklerinin mikrofizikteki
gelişmelerle açıklanması mümkündür. Ancak, küreselleşmenin teknolojik
gelişmelerin doğal bir sonucu olmadığı, tam tersine sermayenin küreselleşme
baskısının, teknolojideki gelişmelerin itici gücü şeklinde rol oynadığı da
savunulabilir. Kellner, küreselleşme teorisinde bilim ve teknolojinin rolünü
21
kabul etmekle beraber teknolojik determinizm riskine dikkat çekmekte ve
küreselleşme olgusunun kapitalizmin kurumsal unsurlarından bağımsız ele
alınmasının eksik bir yaklaşım olacağını savunmaktadır (Kellner, 2002).
Kellner, küreselleşmeyi teknolojik determinizm çerçevesinde ele alanları
kendi içlerinde küreselleşmeyi olumlu bir gelişme olarak değerlendirenler ile
olumsuz değerlendirenler şeklinde iki ana kola ayırmaktadır. ‘‘Yeni
ekonomiyi’’ savunanlar bilgisayar ve enformasyon teknolojilerini ‘‘sürtünmesiz
kapitalizm’’ olarak değerlendirip kapitalizmin şimdiye dek var olan çelişkilerini
ve sınırlarını geride bıraktığını savunmaktadır (Gilder 1989, 2000; Gates
1995, 1999; Kellner’den aktarım: 5). Teknoloji karşıtı eleştiriler arasında ise
yeni teknolojilerin insanı kendi özüne, içinde yaşadığı topluma, geleneğe ve
diğer
insanlara
karşı
yabancılaştırdığını
savunanlar
bulunmaktadır
(Borgmann 1994, 1999; Slouka 1995; Stoll 1995; Shenk 1997; Virilio 1998;
Kellner’den aktarım:5).
Ayrıca, Kazgan’a göre I. ve II. Sanayi Devrimleri incelendiğinde
teknolojik gelişmelerin kaydedildiği konjonktüre bağlı olarak, farklı siyasi ve
iktisadi rejimlerde de sürdürülebilmesi, teknolojik devrimin kendi başına
küreselleşmeyi açıklayamayacağını ortaya koymaktadır. Nitekim içten
patlamalı motorların icadı ve sanayiye uygulanmasıyla üretim alanında
kaydedilen teknolojik gelişmeler, savaş ve bunalım yıllarında da devam ettiği
halde, teknoloji alanındaki ilerlemeler, serbest piyasa ekonomisine geçişi
hızlandırıcı bir değişimi tetiklememiştir. Küreselleşme süreci merkezde kâr
oranlarının düşüşüne bağlı olarak sermayenin daha yüksek kâr peşinde
serbestçe dolaşma ihtiyacıyla hız kazanmıştır. Dolayısıyla Kazgan’a göre
küreselleşme baskısını dışarıdan verili teknolojik değişmenin sonucu olarak
dayatmak, bilinçli biçimde kavram kargaşası yaratma çabasından ibarettir
(Kazgan, 2009: 5- 12).
22
1.2.2.2. Küreselleşme Sürecinde Piyasayı Ön Plana Çıkaran Yaklaşımlar
Sanayi kapitalizminin yayılmasıyla üretimde kâr oranlarının düşmesi,
sanayileşmiş ülkelerdeki sermaye piyasalarını ve bankacılık sektörlerini dış
piyasalarda daha yüksek kâr oranları aramaya yöneltmiştir. Böylelikle sanayi
kapitalizmi evresinden finans kapitalizmi evresine geçiş süreci başlamış ve
özellikle 1970’lerdeki petrol krizi sonrası dış piyasalara açılma arayışı ve
iktisadi faaliyetlerdeki hacim artışı küreselleşme sürecini hızlandırmıştır.
Ayrıca bilimsel buluşların üretim sürecine uygulanarak, mal ve hizmetlere
ilişkin yeniliklere dönüştürülmesi ve bu yeniliklere talep yaratılması, en az
teknik ilerlemeler kadar önem taşımaktadır. Küreselleşme sürecine piyasa
odaklı yaklaşıma göre, teknik gelişmeler sonucu gerçekleşen üretim artışı
şirketleri yeni pazarlar bulmaya zorlamış ve küreselleşme, piyasanın
genişlemeci
stratejilerine
izin
verecek
bir
serbestleşme
sürecinde
olgunlaşmıştır. Castells’e göre, ‘‘küresel ekonomi, piyasalar tarafından değil,
piyasalar, hükümetler ve piyasalar adına ya da piyasaların nasıl olması
gerektiği düşüncesiyle hareket eden uluslararası finans kuruluşları arasındaki
etkileşimle yaratılmıştır’’ (Castells, 2008: 170).
1.2.2.3. Küreselleşmenin Kapitalist Gelişmenin Kaçınılmaz Sonucu Olduğunu
Savunan Yaklaşımlar
Küreselleşme olgusuna hız kazandıran unsurlar arasında teknolojik
ilerlemeler kadar, politika ve ekonomi alanındaki değişimler de rol oynamıştır.
Dünyada 1990’lı yıllara kadar gerek siyasi gerekse iktisadi anlamda, iki
kutuplu bir yapı gözlenmektedir. 1930’lu yıllarda serbest piyasa ekonomisinin
çöküşüyle yükselen sosyal devlet anlayışı bir taraftan finans kapitali
denetlerken, bir taraftan da Batının komünizme kayışını kontrol altında
tutmuştur. Böyle bir tarihi siyasi arka planda, Doğu Blokunun yıkılmasıyla
serbest piyasanın önündeki en büyük engel olarak gösterilen Soğuk Savaş
döneminin kapanması sonucu piyasa ekonomileri yaygınlık kazanmıştır. Bu
23
süreçte, çok uluslu şirketlerin önündeki engellerin kaldırılması ve uluslararası
sermaye için yeni kâr alanlarının açılması amacıyla sosyal devletin ve işçi
örgütlerinin zayıflatılması, özelleştirmeler kanalıyla piyasa ekonomisinin
yerleştirilmesi gerekmiştir. Süreç içinde DTÖ, IMF ve DB gibi uluslararası
kurumlar aracılığıyla piyasa kapitalizminden başka bir örgütlenme biçimi
olamayacağı dayatılmış ve küreselleşme bu sürecin kaçınılmaz bir sonucu
olarak ortaya çıkmıştır (Elwood, 2002: 8).
1.3. KÜRESELLEŞMENİN ETKİLERİ
Literatürde
küreselleşmenin
etkilerine
ilişkin
görüşler
çeşitlilik
göstermektedir. Küreselleşmenin dünya çapında refah düzeyini artırabileceği
genel olarak kabul görse de ‘‘dünya çapında refah artışı’’ ifadesinin kendisi
tartışmalıdır.
Nitekim
küreselleşmenin
nimetlerinden
adil
biçimde
faydalanılmadığı, hatta küreselleşme sürecinde gelir dağılımındaki eşitsizliğin
giderek derinleştiği görülmektedir. Örneğin, Birleşmiş Milletler’in (BM) 2011
tarihli İnsani Gelişme Raporuna (Human Development Report, HDR) göre
Atkinson eşitsizlik endeksiyle ölçülen ülke içi gelir eşitsizlikleri 1990’dan
2005’e %23,3 artış göstermiştir (HDR, 2011: 29).
Küreselleşmenin etkileri açısından literatürde yaygın bir başka görüş
ise sosyal refah devletinin sonunun geldiği yönündedir (Amin, 1996, Gill,
1995; Held ve McGrew’dan aktarım: 13). Küresel rekabetçi güçlerin sosyal
devleti küçültücü ve ulus devletin gücünü azaltıcı yönde faaliyet gösterdiği
yaygın kabul görmekle beraber, Keohane’e göre küreselleşmenin bütün
ülkeler üzerindeki etkileri aynı değildir (Keohane, 1996: 14; Held ve
McGrew’dan aktarım: 13). Özetle, küreselleşme hakkındaki görüşler,
küreselleşme savunucusu ve küreselleşme karşıtı şeklinde iki zıt kutba
ayrılacak olursa, bu iki ucun arasında çok sayıda farklı yorumun yer aldığı
gözlenmektedir.
24
1.3.1. Küreselleşmenin Etkilerini Olumlu Olarak Niteleyen Görüşler
Küreselleşmenin
olumlu
sonuçlarını
vurgulayanlara
göre,
küreselleşme gelişmekte olan ülkelerin büyümeleri için gereksinim duydukları
fonlara erişimlerini kolaylaştırıp gelişmiş ülkelerin yüksek maliyetle sahip
olduğu
teknolojinin
göreli
kolay
transferini
sağlayarak
büyümeyi
hızlandıracaktır. Örneğin, Sachs ve Warner, 1970-1989 yılları arasında göreli
olarak
daha
fazla
serbestleşen
ülkelerin
daha
çok
büyüdüğünü
savunmaktadır (Sachs ve Warner, 1995). Küreselleşmenin başka bir olumlu
etkisi sınırların aşılmasıyla ulus devletin sosyo- ekonomik yapılarının
verimlilik açısından dönüşüme uğramasıdır. Küreselleşme sürecinin rekabeti
artırarak verimsizliklerin tasfiyesine yol açacağını savunan bu yoruma göre
ticari ve finansal serbestleşme, özellikle gelişmekte olan ülkelere pek çok
fırsat sunmaktadır. Bu fırsatlara örnek olarak, ihracat ağırlıklı büyümenin
önünün açılması, çok çeşitli tüketim mallarına, yeni teknolojilere ve
uluslararası iyi yönetişim uygulamalarına uyum sağlanması gösterilebilir.
Küreselleşme savunucularına göre I. Dünya Savaşını takip eden 40
yıllık korumacı dönem uzun vadeli trendden kısa dönemli bir sapma olup,
faşist yönetimlere, Soğuk Savaşın uzamasına ve depresyona yol açmıştır.
Neoliberal bakış küreselleşmeyi insanlığa zenginlik, özgürlük, demokrasi ve
barış getirecek olan bir modernizasyon projesi şeklinde değerlendirmektedir
(Scholte, 2005: 603).
1.3.2. Küreselleşmenin Etkilerini Olumsuz Olarak Niteleyen Görüşler
Ulus devletin bağımsız ekonomi politikaları izleme gücünün azalması,
‘‘karşılıklı bağımlılık’’ adı altında Çevrenin Merkeze bağımlılığının artması,
sermayenin tekelleşmesi, ülkeler arasında gelir eşitsizliklerinin derinleşmesi,
sınıflar arasında gelir bölüşümünün bozulması, işsizlik ve yoksulluğun
yaygınlaşması, sosyal ve siyasi dengelerin kötüleşmesi küreselleşmenin
olumsuz sonuçlarındandır. Küreselleşme sürecinde finansal kırılganlıkların ve
25
krizlerin arttığı, büyümenin iş çevrimlerinden olumsuz yönde etkilendiği
gözlenmektedir. Finansal krizler, gelişmekte olan ülkeleri borç batağına
sürüklemekte, yabancı sermaye egemenliğinin artışı ve özelleştirmeler ulus
devletlerin hâkimiyet sahasını daraltmaktadır. Bu durumu Kazgan şu sözlerle
ifade etmektedir:
‘‘Çevre ülkeleri küreselleşmenin bütün yükünü çeken ülke takımı
durumundadır. Büyüme hızları; ekonominin serbestleştirilmesi ile
birlikte
1990’lı
yıllarda
düşmüş,
finansal
krizlerle
sarsılmayanı
neredeyse kalmamış, işsizlik ve fakirleşme korkunç boyutlara ulaşmış,
bu arada ticaret ve finans alanında zenginleşen, Merkezle bütünleşmiş
bir azınlık türemiştir. Özelleştirme ise, bu ülkelerin son yarım yüzyılda
biriktirdikleri varlıklarla birlikte iç pazarlarını da Merkezin hizmetine
sunmaları şeklinde işlemektedir. Uluslararası sermayenin dayatma ve
darbelerine karşı tek koruyucu örgüt niteliğinde olan ulus devleti çözme
yolunda dışarıdan gelen baskılar, eski sömürge düzeninin yeni bir
çerçevede geri gelmesinden başka bir şey değildir’’ (Kazgan, 2009: 40).
1.3.2.1. Ulus Devletin Gücünün Aşınması
Son yıllarda gelişmekte olan ülkelerin dünya ekonomisine daha önce
görülmemiş bir hızla eklemlenmesi, özellikle gelir seviyesi düşük ülkeler
açısından bir takım sorunlara yol açmaktadır. Bu göreli hızlı liberalleşme
gelişmekte olan ülkelerde politika yapıcılardan beklentileri artırırken, makro
iktisadi
politikalara
ilişkin
geleneksel
politika
araçlarını
uluslararası
yükümlülüklerle sınırlandırmaktadır. Küreselleşme sürecinde gözlenen bu
değişimler, ulusal iktisat politikalarının sınırlandırılmasının büyüme ve gelir
bölüşümü üzerindeki etkilerinin sorgulanmasına yol açmaktadır. Ulusal
politika bağımsızlığı, ulusal politika araçlarıyla ulusal politika amaçlarının
karşılanmasını ifade etmektedir. Politika hedefleriyle politika araçları
arasındaki ilişkilerin belirsizlikleri ve istikrarsızlıkları hedefler üzerinde tam bir
26
denetime
engel oluşturmaktadır.
Kapalı ekonomilerde dahi ekonomi
politikasının kendi sınırlılıkları bulunurken, küreselleşme sürecinin sonucu
olan
liberalizasyon
ve
deregülasyonlar
politika
sahasını
daha
da
daraltmaktadır. Örneğin, gelişmekte olan ülkelerin gelişmiş ülkelerle karşılıklı
veya bölgesel olarak imzaladıkları anlaşmalar bağımsız ulusal politikaların
etkinliğini kısıtlamaktadır. Ayrıca, DTÖ anlaşmaları ile dış kaynağa bağımlı
ülkelere
kredi
sağlayan
uluslararası
finans
kurumlarının
dayattığı
yükümlülükler ekonomi politikalarının ulusal kontrolünü zorlaştırmaktadır.
Bunlara ek olarak küresel finansal piyasalar, hükümetlere daha fazla
liberalizasyon için baskı yaparken, sermaye piyasalarının dışa açılması
bağımsız makro iktisat politikalarının izlenmesini güçleştirmektedir. Finansal
piyasaların kendi başlarına istikrarsızlık kaynağı olması bir yana, finans
alanındaki dalgalanmalar para ve maliye politikalarının makro iktisadi
dengesizlikleri daha
da
şiddetlendirmesine
yol açmaktadır.
Finansal
liberalizasyon, ülke dışındaki gelişmelerin özellikle finansal açıdan dışa
bağımlı gelişmekte olan ülkelerde etkili olmasına yol açarak ulusal politika
araçlarının gücünü azaltmaktadır (Akyüz, 2007).
Ana akım iktisat teorisine göre sermaye hareketleri serbest ise, döviz
kuru kontrolü ile bağımsız para politikası arasında seçim yapılması
gerekmektedir. Para politikasının istikrar amacıyla kullanılması, döviz
kurlarında ve ödemeler dengesinde dalgalanmalara sebep olmaktadır. Para
politikası döviz kurunu sabit tutmak üzere kullanıldığında ise iş çevrimine
karşı
etkinliğini
kaybetmektedir.
Modern
finansal
piyasalarda
para
politikasının ve politika faiz oranının etkileri, olanaksız üçlü teorisi ile
varsayılandan daha belirsiz ve istikrarsız olduğu için gelişmekte olan ülkelerin
çoğunda küreselleşme sürecinde para politikası bağımsızlığı ana akım iktisat
teorisinin beklentisinden daha çok güç kaybetmektedir. Özellikle gelişmekte
olan ülkelerdeki finansal dalgalanmalar, dış sermaye akımları ve döviz
kurlarındaki değişimlerle yakın ilişkilidir. Gelişmekte olan ülkelere para
politikasını fiyat istikrarı için kullanmaları önerilmektedir. Fiyat istikrarının mali
disiplinle birlikte makro iktisadi ve finansal istikrara katkıda bulunarak hızlı
27
büyümenin anahtarı olacağı düşünülmektedir. Oysa, gelişmekte olan
ülkelerin çoğunda fiyat istikrarı ile mali disiplini hızlı ve istikrarlı büyüme takip
etmemiştir (Akyüz, 2007).
Gelişmekte olan ülkelerin izleyecekleri makro iktisadi politikalara ilişkin
sınırlamalar, sermaye hareketlerinin serbestlik derecesine, finansal kırılganlık
düzeyine, döviz borcuna ve yabancı sermayeye olan bağımlılığa göre
değişmektedir. Bu farklılıklar, kısmen politika tercihlerinden kısmen de
yapısal özelliklerden kaynaklanmaktadır. Küreselleşmenin ulus devletin
gücünü aşındırması, farklı mekanizmalarla gerçekleşmektedir. Bunlar,
bölgeselleşme ve ulusüstüleşme olarak iki başlık altında incelenmektedir.
1.3.2.1.1. Bölgeselleşme Hareketleri
Bölgeselleşme, coğrafi açıdan birbirine yakın olan veya ortak çıkarları
bulunan ülkelerin çeşitli anlaşmalar vasıtasıyla beraber hareket etmelerini
ifade etmektedir. Bölgesel birleşme hareketleri sonucunda ulus devletin
bağımsız karar alma özgürlüğü sınırlanmaktadır. Uluslararası kurumların
kendi yönetimlerine egemen olan güçlü devletlerin çıkarlarını ön planda
tuttuğunu savunanlar, bölgeselleşme olgusunu
uluslararası kurumların
tarafsızlığına duyulan şüphenin bir göstergesi biçiminde yorumlamaktadır
(Baylis ve Smith: 345). Bu bağlamda bölgeselleşme hareketleri temel küresel
çelişki olan gelişmiş ülke ve gelişmekte olan ülke kutuplaşmasına karşı
alınan alternatif bir tavırdır. Bölgeselleşme hareketlerine örnek olarak Avrupa
ülkelerinin oluşturduğu AB, ABD, Kanada ve Meksika’yı içeren NAFTA,
Güneydoğu Asya’da ASEAN, Brezilya, Arjantin, Uruguay ve Paraguay
arasında MERCOSUR ve APEC gösterilmektedir.
Bölgeselleşme hareketlerinin bölge dışında kalanlara karşı korumacı
politikalarla
çelişmediğinin
uygulanması
bölgeselleşmenin
sorgulanmasına
yol
küreselleşmeyle
açmaktadır.
Castells
bu
çelişip
olguyu
‘bölgeselleşmiş küresel ekonomi’’ kavramıyla açıklamaktadır. Castells’e göre,
28
bölgeselleşme, ticaret bölgeleri arasında küresel bir sistemdir ve bu niteliğiyle
küreselleşme olgusu ile çelişmemekte hatta onu tamamlamaktadır (Castells,
2008: 139-142).
1.3.2.1.2. Ulusüstüleşme Süreci
Ulusüstüleşme süreci, ulus devletin yetki sahasının ulusüstü kurumlar
lehine daraltılmasını ifade etmektedir. Bu kurumlar, IMF, Dünya Bankası,
DTÖ, OECD gibi küreselleşme sürecinin baş aktörleri rolünü üstlenen
uluslararası örgütlerdir. Küreselleşme sürecinin yayılmasında siyasi baskı
unsuru olarak rol oynayan Bretton Woods kurumlarından borçlanan
gelişmekte olan ülkelerin gerek makro iktisat politikaları, gerekse daha uzun
vadeli gelişme stratejileri açısından sınırlandırıldığı bilinmektedir. Örneğin
IMF, ödeme güçlüğüne düşen ülkelere likidite sunarken istikrarsızlığın
azaltılması gerekçesiyle bir takım yapısal şartları dayatmaktadır. DTÖ
anlaşmaları gibi kuralların eşit olduğunun savunulduğu sahalarda dahi,
ülkelerin gelişmişlik düzeylerinin farklı olmasından kaynaklanan adaletsizlikler
göze çapmaktadır. Örneğin gelişmiş ülkelerin şimdiki konumlarına gelmeden
uyguladıkları pek çok politika günümüzde tüm ülkeler için yasaklandığından
ülkeler arasında gelişimde fırsat eşitliği söz konusu değildir. Nitekim gelişmiş
ekonomilerin sanayileşme sürecinde korumacılık hâkimken, günümüzde DTÖ
gelişmekte olan ülkelerde ithalata uygulanan vergileri düşürerek serbest
ticaret ilkesini dayatmaktadır. Bu uygulamalar sonucunda sanayileşmesini
tamamlayamadan serbestleşmeye geçen ülkelerde ithalat ihracattan daha
hızlı artarak cari açığa ve ödemeler dengesi sorunlarına sebep olmaktadır.
Dayatılan bu kontrolsüz liberalleşme süreci gelişmekte olan ülkelerin mevcut
uluslararası iş bölümüne saplanıp kalmasına sebep olmaktadır ki bu da bu
ülkelerin sermaye yoğun sanayi dallarında gelişme kaydetmekte gecikmesi
anlamına gelmektedir (Bairoch, 1993; Akyüz’den aktarım, 2007: 17).
29
Ulusüstüleşme sürecinin yol açtığı olumsuzluklara bir başka örnek
olarak TRIPS gösterilebilir. Akyüz’e göre, TRIPS, DTÖ anlaşmalarının içinde
en adaletsiz olanlarından biridir, çünkü fayda ve maliyetleri gelişmiş ülkelerle
gelişmekte olan ülkeler arasında son derece eşitsiz biçimde dağıtmaktadır.
Buna rağmen gelişmekte olan ülkeler GATT Uruguay Round’da TRIPS
koşullarını tarım, tekstil vb. alanlarda avantajlar elde edebilmek için kabul
etmek zorunda kalmıştır (Akyüz, 2007).
1.3.2.2. Sermayenin Tekelleşmesi
Küreselleşme sürecinde karşımıza çıkan tekelleşme olgusunun
dinamikleri çok boyutludur. Öncelikle, TRIPS anlaşmasıyla güvence altına
alınan patent ve telif hakları ile teknolojik gelişme, tekel gücünün başlıca
kaynağı
haline
tekelleşmenin
bir
gelmiştir.
başka
Finansal
kanalını
piyasalarda
oluşturmaktadır.
yürütülen
Özellikle
işlemler,
finansal
kırılganlıkların arttığı dönemlerde, sermaye piyasalarında değerleri düşüşe
geçen hisselerin toplanarak rakip firmaların birleşme veya devirlere
zorlanması rekabeti ortadan kaldırmaktadır. Nitekim 1990 sonrası dev
boyutlu birleşmeler gözlenmektedir. Küçük ve orta ölçekli işletmeler ise dev
tekeller karşısında rekabet edemeyerek pazar dışına itilmektedir. Ayrıca,
Washington Mutabakatının temel prensiplerinden biri olan ve Bretton Woods
Kurumlarınca dayatılan özelleştirme olgusu, gelişmekte olan ülkelerde kamu
kaynaklarıyla seneler içinde biriktirilmiş olan varlıkları iç pazarlarla beraber
uluslararası sermayenin hizmetine sunmaktadır.
Tekelleşmeye yol açan bir başka unsur ÇUŞ’un yürüttüğü pazarlama
faaliyetleridir. Küreselleşme sürecinde iletişim ağlarının gösterdiği gelişme
medya, sinema ve internet aracılığıyla küresel düzeyde marka bilinci
yaratarak tekelci rekabet doğurmaktadır. Bu sözde ‘rekabet’ ise ancak
güçlüler arasında var olmaktadır. Çünkü tüketici algısını değiştirebilecek
güçte araçlara sahip olmayan gelişmekte olan ülkelerin tek rekabet gücü
30
emeğin
daha
fazla
sömürülmesinden
kaynaklanmakta
ve
gelir
bölüşümündeki bozulmayı şiddetlendirmektedir.
1.3.2.3. Gelir Bölüşümünde Bozulma
Dış ticaretin gelir bölüşümünü etkilediği bilinmektedir. Küreselleşme
savunucularına göre bu etkiler, küresel düzeyde gelir seviyelerini birbirine
yakınlaştırırken, küreselleşme karşıtları dış ticaretin uluslararası düzeyde ve
yurt içinde gelir eşitsizliklerini artırdığını savunmaktadır. Gerçekte ne olduğu
ise bu iki görüşün ileri sürdüğünden çok daha karmaşıktır. Goldsmith (1994)
ve Buchanan (1998)’e göre birinci küreselleşme evresine hâkim olan göç
olgusu ABD’de reel ücretleri düşürmüş ve Avrupa’da işsizliği artırmıştır.
Özellikle ABD ve İngiltere başta olmak üzere vasıfsız emeğin ücreti ile vasıflı
emeğin ücreti arasındaki fark açılmıştır (Baldwin ve Martin, 1999).
Ayrıca paranın getirdiği rant da küresel düzeyde gelir bölüşümü
adaletsizliği yaratmaktadır. Uluslararası işlemlerde geçerli paraların Merkez
ülkelerinin parası olması, mübadele hacminin artışı karşısında güçlü paraya
reel değer artışı kazandırırken, bir yandan da parası güçlü ülkelerin dış açık
finansmanına katkıda bulunmaktadır. Gelir bölüşümünde bozulmaya yol açan
bir başka unsur, küreselleşme sürecinde sermayenin tekelleşmesidir.
Finansal krizlerde borsa değeri düşen hisselerin toplanması, özelleştirmeler,
devir ve birleşmeler gibi yöntemlerle sermaye yoğunluğunun artışı istihdamı
azaltarak
ücretler
üzerinde
baskı
unsuru
oluşturmaktadır.
Özellikle
uluslararası kurum ve kuruluşların baskıları ile zayıf finansal piyasalarından
ötürü ÇUŞ’un spekülatif saldırılarına maruz kalan gelişmekte olan ülkelerde
gelir bölüşümü daha da bozulmaktadır.
31
1.3.2.4. Finansal Kırılganlıkların Artışı
Küreselleşme
sürecinde
uluslararası
sermaye
akımlarının
hareketliliğinde gözlenen artış, iş çevrimlerini doğrudan etkilemektedir.
Olumlu konjonktürde gözlenen yoğun sermaye girişi, ülke ekonomisinin
kırılganlıklarını artırmakta, risk algısı yükseldiği anda sermayenin hızla geri
çekilmesi ise likiditeye en çok ihtiyaç duyulan durumda ekonomiyi zora
sokmaktadır. Hızlı sermaye giriş ve çıkışlarına bağlı finansal krizlerin
idaresinde para politikası tek başına etkili değildir.
Politika faiz oranının
düşürülmesi sermaye hareketlerini sınırlarken büyümeyi yavaşlatmaktadır.
Varlık fiyatlarındaki balonları ve aşırı ısınmayı kontrol etmek için gerekli olan
parasal sıkılaştırma ise dış borçlanmayı özendirip kuru değerlendirerek
ticaret dengesini bozmakta ve dışsal kırılganlıkları şiddetlendirmektedir.
Ayrıca, bir finansal kriz söz konusu olduğunda faiz oranı ile döviz kuru
arasındaki geleneksel bağ bozulmaktadır. Kriz döneminde yükselen faiz risk
algısını artırarak krizin etkisini derinleştirmektedir.
Küreselleşme sürecinde öne çıkan neoliberal iktisat politikaları makro
iktisadi istikrarın sağlanmasında mali disiplinin önemini vurgulamaktadır.
Nitekim bütçe açıklarının finansmanında merkez bankaları yerine finansal
piyasalar tercih edilmektedir. Son yıllarda gelişmekte olan ülkelerde tahvil
ihracının para basımının yerini alması kamu borcunun hızla birikmesi
sonucunu doğurmuştur. Gelişmekte olan ülkelerin yerel finansal piyasaları,
küreselleşme süreciyle ivmelenen kamu borcunu karşılayacak derinlikte
olmadığından,
mali
boşluğun
kapatılması
sermaye
piyasası
liberalizasyonunun temel amacı olmuştur. Özellikle bankalar ciddi döviz kuru
riskleri yüklenerek, uluslararası arbitraj peşinde koşup, yüksek getirili kamu
borçlanma
araçlarına
yatırım
yapmaktadır.
Bu
durum
da
finansal
kırılganlıkları artırmaktadır.
Mal ihracına yoğun biçimde bağlı düşük gelirli ülkeler hariç, gelişmekte
olan ülkelerin dış ticaret haddi ve hacmindeki dalgalanmalardan çok dışsal
finansal şoklardan etkilenmesi finansal kırılganlıklar konusunun iş çevrimleri
32
açısından önemini bir kez daha ortaya koymaktadır (Akyüz, 2007). Özellikle
gelişmekte olan ülkelerde finansal piyasaların göreli sığlığı, bankacılık
sektörünün yapısı ve kaynakları itibarıyla zayıf olması ve uluslararası
muhasebe standartlarına uyum ile denetim açısından henüz yeterli düzeye
gelinmemiş olması, finansal kırılganlıkları şiddetlendirmekte ve bu ülkelerin
uluslararası kurum ve kuruluşların da baskısıyla hızla birer ‘yükselen
piyasaya’ dönüştürülme çabası krizlerle sonuçlanmaktadır. Nitekim finansal
küreselleşmenin en somut izlenen sonuçları arasında döviz krizleri,
bankacılık krizleri ve borç krizleri gibi finansal krizler bulunmaktadır.
Kindleberger’e göre 1870 - 1914 arasında en az 22 adet büyük kriz
yaşanmıştır (Kindleberger, 1996: 203, Baldwin ve Martin’den aktarım: 13). Bu
krizlerden bazıları Avrupa ve Kuzey Amerika ülkelerini bazıları ise gelişmekte
olan ülkeleri etkilemiş, krizlerle doğrudan ilgili olmayan ülkelere de bulaşma
etkisiyle aktarılmıştır. (Baldwin ve Martin: 13). Küreselleşme sürecinin ivme
kazanmasıyla gözlenen belli başlı önemli krizler arasında ise 1992-1993’te
Avrupa’da döviz kuru krizleri, 1994 Meksika Krizi ve 1997-1998’de Tayland,
Kore, Endonezya, Malezya ve Filipinler’de görülen krizler yer almaktadır.
Özellikle sıcak para akımlarının hızla tersine dönmesiyle tetiklenen Asya
Krizleri finansal piyasaların küreselleşmesi ile ilgilidir.
Özetle, küreselleşmenin temsilcisi uluslararası kurumların dayattığı
neoliberal iktisat politikaları, özellikle gelişmekte olan ülkelerde finansal
kırılganlıkları artırmaktadır. Nitekim küreselleşme sürecinin hız kazandığı
1990’lı yıllar sonrasında sıklıkla gözlenmeye başlanan finansal krizler,
bulaşma etkisiyle dünya çapında geniş sahalara yayılmakta ve yansımaları
reel sektörde de hissedilen uzun dönemli etkiler göstermektedir.
İKİNCİ BÖLÜM
İŞ ÇEVRİMLERİ
2.1. İŞ ÇEVRİMİ SORUNSALI
2.1.1. İş Çevriminin Tanımı
İş çevrimi yerine literatürde ‘‘iktisadi dalgalanmalar’’ (economic
fluctuations), “iş döngüsü/ dalgalanmaları” (business fluctuations), “ticari
çevrimler”
(trade
cycles,
commercial
cycles),
“makroekonomik
dalgalanmalar’’ (macroeconomic fluctuations), “devresel dalgalanmalar”,
“konjonktürel dalgalanmalar”, “ekonomik konjonktür” (cyclical fluctuations,
business cycles, economic cycles) gibi çeşitli kavramlar kullanılmaktadır.
İngilizcede kullanılan ‘‘business cycle’’ teriminin karşılığı olarak Türkçede iş
çevrimi terimi yaygın kabul görmektedir4. Hansen’a göre, ticaret çevrimi
(commercial cycle) terimi ilk kez İngiliz gazeteci John Wade tarafından
1833’de kullanılmıştır (Hansen, 1964: 216; Arnold’dan aktarım:1).
1837
yılında İngiliz iktisatçı Lord Overstone ticari çevrimlerin çok aşamalı yapısı
hakkında yazan ilk düşünürdür: “Ticaret durumu olarak adlandırma
alışkanlığında olduğumuz olgunun tarihçesi yerleşik bir çevrim boyunca
tekrar eden bazı koşullardan oluşmaktadır. İlk olarak bir hareketsizlik hali,
sonrasında düzelme, güven artışı, refah, ticaretin hacminde aşırı artış,
sarsıntı, baskı, durgunluk, bunalım ve sonunda tekrar hareketsizlik hali”
5
(Persons, 1927: 98; Arnold’dan aktarım:1).
İş çevrimleri ilk kez modern kapitalist ekonomiye geçişle beraber 19.
yüzyılda gözlendiğinden iş çevrimi uzun dönem denge sorunlarıyla ilgilenen
klasik iktisatın analiz kapsamına girmemiştir. Tamamen iş çevrimleriyle ilgili
ilk çalışma 1862 yılında Juglar tarafından basılmıştır6. 19. yüzyıl ile 20. yüzyıl
başlarında aralarında Cassel, Hawtrey, Robertson, Schumpeter, Spiethoff,
Wicksell ve Mitchell’in de bulunduğu çok sayıda iktisatçı iş çevrimleri
34
teorisiyle ilgilenmiştir. 1936’da Keynes’in ‘‘Genel Teori’’sinin basımıyla iş
çevrimleri iktisat teorisinin gündeminde yer bulmuş, daha sonraları Hicks,
Kalecki, Metzler ve Samuelson gibi iktisatçılar da iş çevrimi modelleri
çalışmıştır.
Mitchell’e
dinamiklerinin
göre,
analizi
iş
çevrimleri
literatürü
karmaşıklaşmaktadır.
genişledikçe
Pek
çok
sürecin
çevrim
farklı
dalgalanmaları ile bunların birbirleriyle etkileşiminden oluşan karmaşık bir
fenomen olarak iş çevriminin analizi hammadde, sanayi ve tüketici malları
üretimindeki hareketleri, tasarruf ve yatırım hacmindeki değişimleri, yeni
kurumların tesisini, gelirin bölüşümü ve harcanması ile işe ilişkin kararlarda
psikolojik
etmenler
gibi
çok
sayıda
farklı
unsurun
incelenmesini
gerektirmektedir7 (Mitchell, 1968). Mitchell’in 1913 yılında yayımladığı
‘Business Cycles’ isimli kitabıyla çerçevesi çizilen, ilk kez 1927’de, daha
sonra 1946’da Burns’le birlikte yayımladığı “Measuring Business Cycles”
isimli kitapta nihai şeklini alan ve iktisat literatüründe genel kabul gören iş
çevrimi tanıma göre,
‘‘İş çevrimleri daha çok firma bazında örgütlenmiş ekonomilerde
gözlenen bir dalgalanma türüdür. Bir ‘çevrim’ pek çok iktisadi faaliyette
neredeyse eş anlı genişlemeler, benzer biçimde takip eden genel
durgunluklar ve daralmalar ile bu çevrimi izleyen yeni çevrimin
genişleme aşamasının başlangıcını oluşturan canlanma dönemlerinden
oluşur; dalgalanmalarda birbirini izleyen sıralama tekrarlanmakla
beraber periyodik değildir; iş çevrimlerinin süresi bir yıldan 12 yıla
kadar değişir. İş çevrimleri daha küçük çevrimlere bölünemezler’’ (Burns
ve Mitchell, 1946: 3).
Bu tanım çerçevesinde, Burns ve Mitchell iş çevrimlerini iki aşamada
saptamaktadır. Birinci aşamada seçilen makro iktisadi serilerin dönüm
noktaları grafiksel yöntemlerle belirlenerek spesifik seri işaretlenmektedir.
İkinci aşamada spesifik çevrimin taşıdığı bilgiler kullanılarak tek bir dönme
noktası çevrimi yani referans (veya toplam) çevrim elde edilmektedir. Böylece
35
iş çevrimleri ampirik tümevarımcı yöntemle incelenmektedir. Günümüzde iş
çevriminin evrelerinin belirlenmesinde Ulusal Ekonomik Araştırma Bürosunun
(National Bureau of Economic Research - NBER) kullandığı temel yöntem
budur. Koopmans bu yöntemi teorisiz ölçüm olmakla eleştirmiştir8. Çünkü
Koopmans’a göre Burns ve Mitchell’in yöntemi, rastgele şokların iktisadi
değişkenlerin ilişkileri üzerindeki etkileri aracılığıyla sistemin bütünü üzerinde
nasıl bir sonuç doğuracağına ilişkin varsayımlara sahip değildir (Koopmans,
1947).
1930’ların başında rastgele oluşan şoklardan kaynaklanan iş çevrimi
modelleri geliştirilmiştir. Örneğin Frisch, iş çevrimlerini dışsal bir şok
sonucunda gözlenen serbest salınımlar çerçevesinde açıklamaktadır9
(Frisch, 1933). Frisch’den farklı olarak Slutzky, küçük şokların toplam
etkisinin çevrimler üzerinde etkili olabileceğini, dalgalanmanın başlaması için
dışsal şokun büyük olmasının gerekmediğini savunmuştur (Slutzky, 1937).
Frisch ve Slutzky’nin iktisadi dalgalanmaları “dışsal” şoklarla açıklaması
klasik öğretiyle uyumludur. Keynes ise çevrimi ekonomide belirli yönde
harekete sebep olan güçlerin etkisini zaman içinde kaybederek yerini tam
ters yönde bir hareketi başlatan güçlere bıraktığı ve bu salınımın dönüşümlü
olarak sürüp gittiği hareket şeklinde tanımlamaktadır (Keynes, 1936/1973:
313-314; Arnold’dan aktarım: 2). Lucas’a göre, iş çevrimi, istihdam, çıktı ve
çıktının fiyatlar ve diğer değişkenlerdeki eş anlı hareketleriyle ilintili olarak
çıktının kompozisyonunda tekrarlayan hareketlerdir (Lucas, 1983).
Esasen literatürde iş çevrimi iki farklı biçimde tanımlanmaktadır.
Bunlar, klasik iş çevrimi ve büyüme çevrimidir. Klasik iş çevriminde iktisadi
faaliyette mutlak iniş ve çıkışlar dikkate alınırken büyüme çevriminde trende
göre hareketler dikkate alınmaktadır. Bu konu iş çevrimlerinin ölçümünde
kullanılan yöntemler başlığı altında ayrıntılı olarak incelenmektedir.
36
2.1.2. İş Çevriminin Evreleri
Bir iş çevriminde iktisadi faaliyetin en yüksek olduğu noktaya zirve
(peak), en düşük olduğu noktaya dip (trough) denilmektedir. Zirve ile dip
arasında çevrimin geçirdiği bir takım evreler bulunmaktadır. Her çevrim
kendine özgü olmakla beraber genel olarak bir iş çevrimi; canlanma (revival),
toparlanma (recovery), refah (prosperity), daralma (contraction), durgunluk
(recession), buhran, depresyon (depression) evrelerinden oluşmaktadır. Bu
evreler birbirlerinden kesin sınırlarla ayrılmamakta, çoğu zaman belirli bir
süre için örtüşebilmektedir.
Devresel hareket genel olarak iki kısımda incelenebilir. Başlangıcını
oluşturan dip noktasından zirve noktasına kadar genişleme dönemi
(expansion period), zirve noktasından devresel hareketin bitişini oluşturan dip
noktasına kadar olan döneme ise daralma dönemi (contraction period)
denilir.
Genişleme dönemi de kendi içinde ikiye ayrılır: dip noktasından
itibaren genişlemenin hızının düşmeye başladığı noktaya kadar toparlanma
(recovery), toparlanma aşamasının bitiş noktasından zirveye kadar süren
kısma refah (prosperity) adı verilir.
Daralma dönemi de kriz (crisis) ve
durgunluk (recession) şeklinde incelenebilir. Daralma aşaması çok uzun ve
derin olursa buhran, depresyon (depression) olarak adlandırılır.
37
Şekil 1: Trend Etrafındaki İş Çevriminin Evreleri
ekonomik gösterge
zirve
refah
daralma
canlanma
dip
genişleme
zaman
Yukarıdaki şekil üzerinde trend etrafındaki iş çevrimi, dip ve zirve
noktaları ve bu noktaların arasında kalan evreleriyle gösterilmektedir10.
2.1.2.1. Canlanma, Toparlanma (Revival, Recovery)
Canlanma, bir iş çevriminin genişleme sürecinin başlangıcıdır.
Genişleme döneminde istihdamda, kişi başına milli gelirde veya toplam
çıktıda artış gözlendiğinden canlanma sürecinde bu göstergelerde iyileşme
beklenir.
2.1.2.2. Refah (Prosperity)
Refah evresi genişleme sürecinin toparlanmadan sonraki bölümü olup
bu dönemde iktisadi faaliyetteki artış sürmektedir. Mitchell’e göre bu evre
ortalama 23- 25 ay sürmektedir (Mitchell, 1968: 337).
38
2.1.2.3. Daralma (Contraction)
Daralma evresinde kriz ya da durgunluk (recession) veya her iki süreç
peşpeşe gözlenebilmektedir. Bu evrede istihdam, kişi başı gelir ve üretim
düzeyi gibi makroekonomik göstergelerde düşüş izlenmektedir.
2.1.2.4. Buhran, Bunalım veya Depresyon (Depression)
Bir iş çevriminde daralma evresinin derinleşmesi ve olağandan uzun
sürmesi buhran veya depresyon kavramlarıyla ifade edilmektedir. Bunalım
dönemi durgunluk döneminden farklı olarak küçülmeyi göstermektedir.
Ekonominin iki çeyrek yıl üst üste küçülmesi ise resesyon olarak adlandırılır.
2.1.3. İş Çevrimlerine İlişkin Ampirik Gözlemler (Stylized Facts)
İş çevrimi literatüründe üzerinde uzlaşılmamış çok sayıda konu
olmakla beraber genelleme yapmaya yetecek ölçüde ampirik gözlem
bulunmaktadır.
Literatürde ele alınan belli başlı sorunlar da ampirik
gözlemlerle varılan ve farklı zaman dönemleri ve farklı ülke göstergeleri için
benzerlik gösteren bu tespitlerden kaynaklanmaktadır. Örneğin, kendi özel
durumlarından ötürü istisna oluşturabilecek belli bir kaç ülke örneği dışında
geniş veri kümeleriyle ve çok sayıda ülke için gerçekleştirilen ampirik
gözlemler çevrimlerin volatilitesinin zaman içinde artıp artmadığına ilişkin
soruyu literatürün en temel sorunlarından biri haline getirmiştir.
Basu ve
Taylor (1999), 1870 yılından bu yana 15 ülke için panel veri ile
gerçekleştirdikleri çalışmada iş çevrimleri olgusuna uluslararası tarihsel bir
perspektifle yaklaşmakta ve bu uzun süreci dört ana zaman diliminde
incelemektedir. Altın standardının hakim olduğu yıllar (1870- 1914), iki savaş
arası dönem (1919-1939), Bretton Woods dönemi (1945- 1971) ve Bretton
Woods sonrası (1971-1999) olarak ele alınan bu süreçte iş çevrimi
volatilitesinin değişkenlik gösterdiği ve bu değişkenliğinde döviz kurlarının
39
serbest bırakılması ve sermaye hareketlerine getirilen sınırlamaların
gevşetilmesiyle ilgili olduğu ortaya konulmaktadır. Birinci ve ikinci dünya
savaşlarının gözlendiği yılların bilinçli olarak gözlem dışı bırakıldığı çalışma iş
çevrimlerinin parasal ekonomiyle, serbest sermaye hareketleriyle ve serbest
salınan döviz kurlarıyla kısacası finansal küreselleşme ile olan ilgisinin ortaya
konulması açısından kayda değerdir (Basu ve Taylor, 1999).
İş çevrimi literatüründe tartışılan başka bir temel konu çevrimlerin belli
bir
süre
devam
etme
eğilimidir.
Dirençlilik
(persistence)
şeklinde
niteleyebileceğimiz bu gözlem makroiktisadi değişkenlerin otokorelasyonu ile
ölçülmekte olup Basu ve Taylor (1999) çalışmasında Bretton Woods sonrası
dönemde döviz kurlarının serbest salınımıyla beraber iş çevriminde gözlenen
direncin de arttığı tespit edilmektedir. Keza bu gözlem de iş çevrimlerinin
parasal ekonomiyle ilişkisini ve küreselleşmenin iş çevrimlerinin evriminde
oynadığı rolü göstermektedir. İş çevrimlerine dair bir diğer ampirik bulgu ise
çok sayıda makroiktisadi değişkenin çıktıyla birlikte hareket etmesidir.
Çıktıdaki dalgalanmaların etkilerinin ekonominin diğer sektörlerine yayılması
biçiminde de ele alınabilecek bu olgu tüketim, yatırım, sanayi üretimi, kamu
harcamaları ve istihdam göstergelerinde özellikle belirgindir. Örneğin hemen
her dönem ve ülke için tüketimin çıktıyla korelasyonu 0.6 veya 0.7 düzeyinde
olma eğilimindedir (Basu ve Taylor, 1999). Yatırım kalemi de çevrimle aynı
yönlü olma eğilimindedir ancak yatırımın değişenliği tüketimden daha
yüksektir. Cari açık ise literatürde reel şokları ele alan belli başlı standart
modellerle uyumlu biçimde karşı çevrimsel olma eğilimindedir (Mendoza,
1991; Glick ve Rogoff, 1992; Backus, Kehoe, and Kydland, 1994; Basu ve
Taylor’dan aktarım, 1999: 8).
Literatürde farklı çalışmalarda kendini tekrar eden bu ampirik tespitler
iş çevrimlerine ilişkin yerleşmiş bulgular (stylized facts) şeklinde sıralanabilir
(Snowdon, Vane, Wynarczyk 1994: 30, Abel ve Bernanke’den aktarım,
1998):
1. İş çevrimlerinin volatilitesi zaman içinde değişkenlik göstermektedir.
40
2. İş çevrimleri belirli bir süre için direnç gösterme eğilimindedir.
3. İş
çevrimleri
çok
sayıdaki
makroiktisadi
değişkenin
senkronize
hareketleriyle gözlenmektedir. Bu hareketler eşanlı olabileceği gibi,
önceleyen ve geriden takip eden nitelik de taşıyabilir. Keza makroiktisadi
göstergelerin bir kısmı çevrimle aynı yönlü hareket ederken, bir kısmı
çevrime karşıt yönlü hareket etme eğilimindedir.
4. İşsizlik çevrime karşıt yönlüdür.
5. Para arzı ve hisse senedi fiyatları çevrimle aynı yönlü öncü gösterge
olma eğilimindedir.
6. Nominal faiz oranları ile enflasyon genel olarak çevrimle aynı yönlü
gecikmeli göstergelerdir.
7. Reel faiz oranları çevrimle ilişkisiz hareket etme eğilimindedir.
8. Risk primi karşı çevrimseldir.
9. Reel ücret ve ortalama emek verimliliği aynı yönde dalgalanma
eğilimindedir.
2.2. İŞ ÇEVRİMLERİNİN ÖNEMİ
Kapitalizm tarihiyle özdeşleşmiş olan iş çevrimlerinin analizi öncelikle
kapitalist ekonominin işleyiş mekanizmasının anlaşılması açısından önem
taşımaktadır. Ayrıca, iş çevrimlerinin dinamiklerinin anlaşılması ekonomideki
dengesizliklerin etkin yönetimi açısından gereklidir. İş çevriminin ölçümünde
kaydedilen istatistikî ve teknik gelişmeler bir ekonominin iş çevriminden ötürü
maruz kaldığı riski gözler önüne sermektedir (Mitchell, 1968: 352).
İlginç olan, iş çevrimleri analizinin iktisat literatürü açısından öneminin
de çevrimsellik göstermesidir. Zarnowitz’e göre ekonomik canlanma
dönemlerinde, iktisadi dalgalanmalarla ilgili çalışmalar azalmakta, ekonomik
gerileme dönemlerinde ise artmaktadır. Örneğin, Keynesyen politikaların
hâkimiyetinde düzenli büyümenin görüldüğü 1950 ve 1960’lı yıllarda iş
41
çevrimleri konusuna ilgi azalmıştır. 1970’lerden itibaren ise iş çevrimleri yine
gündeme gelmiştir (Zarnowitz, 1985: 524).
2.3. İŞ ÇEVRİMLERİNİN NİTELİKLERİ
Hiçbir iş çevrimi bir diğerinin aynı olmamakla beraber iş çevrimlerinin
taşıdıkları bazı genel nitelikler bulunmaktadır. Örneğin, iş çevrimi daha çok
sanayi ve ticaret kesimiyle ilgili bir olgudur. Ayrıca, iş çevrimi ekonominin pek
çok sektörünü kapsamaktadır ve çevrimlerin etkileri ulusal ve uluslararası
düzeye yayılmaktadır. Dolayısıyla iş çevrimlerinin genel nitelik taşıdığı
gözlenmektedir. İş çevriminin genelliği zamanlama ve şiddet açısından
uluslararası düzeyde düzenlilik arz etmesi beklentisini güçlendirmektedir.
Burns ve Mitchell’in iyi bilinen iş çevrimi tanımında iş çevriminin üç
unsuru vurgulanmaktadır. İş çevriminin dönüm noktalarının ve evrelerinin
belirlenmesinde de yardımcı olan bu üç unsur 3P (pronounced, pervasive,
persistent) (belirgin, yayılmacı, dirençli) veya 3D (depth, diffusion, duration)
(derinlik, yayılma, devamlılık) şeklinde adlandırılmaktadır (Burns ve Mitchell,
1946). Bu ölçütler çerçevesinde, öncelikle çevrimin hareketinin belirgin
olması gerekir. Yani, ekonomideki aşağı ve yukarı yönlü hareketlerin açıkça
gözlenebilmesi gerekir. Sürekli büyüyen bir ekonomide yalnızca yukarı yönlü
gidişler gözleniyorsa iş çevriminin tanımlanması zorlaşmaktadır. Bu durumda
büyüme çevrimi yöntemiyle, iş çevrimi uzun vadeli büyüme trendi boyunca
iktisadi faaliyetin sürekli yükselip düşmesi olarak yeniden tanımlanabilir. İkinci
olarak, iş çevriminin yayılma eğilimi vardır. Yani bazı iktisadi faaliyetler
birbirini izleyerek zirve, daralma, durgunluk ve canlanma gibi dönemleri
oluşturur. Bu hareketler ekonominin farklı sektörlerine dağılmıştır (üretim,
istihdam, satış, gelir, yatırım, dış ticaret, finans vb.). Üçüncü olarak, çevrimin
her evresi bir süre devam etme eğilimindedir. Burns ve Mitchell’e göre (1946)
bir iş çevriminin süresi bir yıldan uzun, oniki yıldan kısadır. NBER
42
sınıflamasına göre ise tek bir çevrimin onbeş ay ya da daha uzun sürmesi ve
çevrimin her evresinin en az beş ay devam etmesi gerekmektedir.
2.3.1. İş Çevrimlerinin Sanayileşme Olgusu ile İlişkisi
Tarihsel açıdan, iş çevrimleri sanayileşmeye paralel seyretmektedir. İş
çevrimi sanayileşme ve para ekonomisinin yaygınlaşması ile ortaya çıkmıştır.
Nitekim ekonomisi tarıma dayalı az gelişmiş ülkelerde sanayileşmiş ülkelerde
gözlenen düzenli devresel dalgalanmalar gözlenmemektedir.
2.3.2. İş Çevrimlerinin Genelliği
Bir bunalımın ülke sınırlarına yayılması veya uluslararası alana
taşınması genel nitelik taşıdığı şeklinde yorumlanmaktadır. 19. yüzyıl
başından
itibaren
bunalımlar
sanayileşmiş
tüm
ülkelere
yayılmaları
bağlamında genel niteliklidir. Uluslararası bütünleşme hareketlerindeki artış iş
çevrimine genel nitelik kazandırmıştır. Bu duruma sebep olan unsurlar; dış
ticaret bağlantıları, sermaye hareketleri, döviz kuru, faiz oranı, göreli fiyatların
etkileri ve psikolojik faktörlerdir.
2.3.3. İş Çevrimlerinin Düzenliliği
İş çevriminin düzenliliği kavramı farklı ülkelerdeki çevrimlerin süre ve
şiddet açısından benzerlik göstermesini ifade etmektedir. İş çevriminin
uluslararası düzeyde ne denli düzenli olduğu ise tartışmalıdır. Çünkü
sanayileşme derecesi, ekonomik yapı ve uluslarası ilişkiler yoğunluğundaki
farklılıklar,
dalgalanmaların
gerçekleşmesine
sebep
her
ülkede
olmaktadır.
farklı
Uluslararası
sürede
ve
ilişkilerin
şiddette
artışı
ve
bütünleşme hareketleri ise küresel düzeyde bağımlılığı artırarak ülkelerin
dalgalanmalardan benzer biçimde etkilenmesine yol açmaktadır. Tarım
43
ekonomisinin egemen olduğu az gelişmiş ülkelerde dalgalanmaların etkisi
daha az olmakla beraber dünya ekonomisine tarımsal mal ve hammadde
ihraç eden ve gelişmiş ülkelerden sermaye akımı çeken bu ülkelerin de
uluslararası konjonktürden tamamen kurtulmaları mümkün değildir.
2.3.4. İş Çevrimlerinin Simetrikliği
Literatürde yaygın kanı iş çevrimlerinin simetrik olmadığı yönündedir11.
İş çevrimlerinin simetrikliği kavramı ile ifade edilmek istenense iş çevriminin
genişleme, daralma ve bunalım gibi evrelerinin benzer sürede ve şiddette
gözlenmediğidir. Mitchell’e göre daralma evresi genişleme evresine kıyasla
daha kısa sürmekte ancak daha şiddetli gerçekleşmektedir (Mitchell, 1968).
Öte yandan DeLong ve Summers iş çevrimlerinin asimetrik olduğuna ilişkin
ampirik bir kanıt bulamamıştır (DeLong ve Summers, 1984).
2.3.5. İş Çevrimlerinin Uzunluğu
İki zirve veya iki dip arasında geçen süre iş çevriminin uzunluğunu
göstermektedir. İş çevriminin kısa olması bir zirveden diğerine veya bir dipten
diğerine daha hızlı geçildiğinin göstergesidir. Aşağıdaki şekilde ilki uzun,
ikincisi kısa iki iş çevrimi gösterilmektedir. Uzun çevrimde iki zirve arasında
geçen zaman kısa çevrimde iki zirve arasında geçen zamana kıyasla daha
uzundur.
44
Şekil 2: İş Çevrimlerinin Uzunluğu
ekonomik gösterge
zaman
2.3.6. İş Çevrimlerinin Derinliği
İş
çevrimlerinin
derinliği
ile
ifade
edilmek
istenen
gözlenen
dalgalanmaların şiddetidir. Şiddeti daha fazla olan seri daha derin bir çevrime
işaret etmektedir. Aşağıdaki Şekil 3 üzerinde birincisi derin, takip edeni sığ iki
farklı şiddetteki iş çevrimi gösterilmektedir.
Şekil 3: İş Çevrimlerinin Derinliği
ekonomik gösterge
zaman
45
2.4. İŞ ÇEVRİMLERİNİ SINIFLANDIRMA TEŞEBBÜSÜ
Literatürde
iş
çevrimlerini sınıflandırma konusunda
öne
çıkan
yaklaşımlar, Kondratieff çevrimleri, Juglar çevrimleri ve Kitchin çevrimleridir.
Ancak, teorik açıdan literatürde yer bulmakla beraber bu çevrimlerin tamamı
gerçek hayatta ampirik olarak izlenememektedir. Ayrıca çevrimlerin karşılıklı
etkileşimi başka karmaşık hareketler yarattığından çevrimleri birbirlerinden
tamamen ayrıştırabilmek oldukça zordur (Schumpeter, 1939; Gabisch,
1989’dan aktarım: 9).
2.4.1. Kondratieff Yaklaşımı
Kondratieff’e göre sanayileşmiş ülkelerde uzun dönemli iktisadi
büyüme kırk ile altmış yıllık dalgalar etrafında gerçekleşmektedir. Kondratieff
yaklaşımından yola çıkılarak Kondratieff çevrimleri (K dalgaları) olarak
isimlendirilen çevrimler bir trend etrafında kırk ile altmış yıllık sürelerle
dalgalanan çevrimler olarak tanımlanmaktadır. Bu uzun dalgalar genel olarak
teknolojik
değişimlerle
ve
bunları
izleyen
yapısal
değişimlerle
açıklanmaktadır. Kondratieff dalgası dinamikleri öncelikle sermaye yatırımı
hareketleriyle ilişkilendirilmiştir (Kondratieff 1928, 1984, 2002: 387–397).
Kondratieff dalgaları daha sonraları teknolojik inovasyonla ilişkilendirilmiştir.
Esasen, Kondratieff’e göre uzun dalgaların durgunluk sürecinde çoktan bir
takım önemli icat ve buluşlar gerçekleştirilmiş olup bunların yaygın olarak
kullanılması
durgunluk
dönemini
izleyen
yükseliş
sürecinde
gerçekleşmektedir (Kondratieff, 2002: 370–374). Kondratieff dalgalarının
varlığını doğrulayan ampirik kanıtlar tartışmalıdır. Fiyat serilerinde 2. Dünya
savaşına kadar K dalgaları gözlendiğine dair güçlü ampirik kanıtlar
bulunurken (Gordon 1978: 24; van Ewijk 1982; Cleary, Hobbs 1983) 2.
Dünya savaşı sonrasında K dalgası izlenememektedir (Goldstein 1988: 75;
Korotayev, Tsirel’den aktarım, 2010).
46
2.4.2. Kuznets Yaklaşımı
Onbeş ile yirmibeş yıllık süreçleri kapsayan Kuznets dalgaları standart
çevrimler
arasında
yer
almaktadır.
Kuznets
bu
çevrimleri
öncelikle
demografik süreçlerle, özellikle göçmen giriş ve çıkışlarıyla ve bu hareketlerin
inşaat yoğunluğunda sebep olduğu değişimle ilişkilendirmiştir (Kuznets 1930;
Abramowitz 1961). Ancak Kuznets çevrimlerine ilişkin daha genel modeller
de bulunmaktadır (Forrester 1977: 114; Korotayev, Tsirel’den aktarım, 2010).
Kuznets dalgaları öncelikle nüfus ve inşaat istatistiklerine ilişkin serilerde
görülmekle beraber GSMH, verimlilik ve sermaye stokuna ilişkin serilerde de
bir takım dönüştürmeler yapıldıktan sora oniki- yirmi yıllık uzun dalgalar
gözlenmektedir.
Desai vd.’ne göre, Kuznets çevrimlerinin ham veride
gerçekleştirilen dönüşümler sonrası gözlenmesi, verinin orjinal halinde uzun
dalgaların
bulunmasına
rağmen
çevrimsel
hareketlerle
bu
kalıbın
gölgelenmesinden kaynakladığı şeklinde veya aslında uzun dalgaların var
olmadığı, Kuznets çevrimlerinin ancak orjinal serilerde gerçekleştirilen
dönüşümler sonucu ortaya çıktığı şeklinde de savunulabilir (Desai vd,1965).
2.4.3. Juglar Yaklaşımı
Juglar çevrimleri ticaret çevrimi veya iş çevrimi olarak da anılan yedi
ile onbir yıllık dalgalanmalardır. (Juglar 1862; Korotayev, Tsirel’den aktarım,
2010). Bu çevrimler; GSMH, enflasyon oranı ve istihdam oranı gibi
büyüklüklerde
dalgalanmalar
yaratan
yatırım
mallarının
ömrüyle
örtüşmektedir. Bir Juglar çevriminde yalnızca kapasite kullanım oranında
değil sabit sermaye yatırımı düzeyinde de değişim gözlenebilir. 2. Dünya
Savaşını takiben pek çok batı ülkesi için bu dalgaların süresi beş ile yedi
seneye kadar düşmektedir (Gabisch, 1989: 9).
47
2.4.4. Kitchin Yaklaşımı
Sınırlı
bir
sektörü
veya
bölgeyi
ilgilendiren
genel
olmayan
dalgalanmalar kısmî dalgalanmalardır. Yükselme devresinde küçük düşüşler,
düşüş devresinde ufak yükselmelerle nitelenen bu tip kısmi dalgalanmalara
Kitchin çevrimleri adı verilmektedir. Kitchin çevrimleri genel olarak iki ile dört
yıllık kısa dalgalanmalar olup firmaların stoklarındaki dalgalanmalarla
açıklanmaktadır. Kapasite kullanım oranlarının artışı firma stoklarını artırırken
aşırı üretim zaman içinde talebi azaltıp fiyatları düşürmektedir. Ancak bu
sürecin zaman alması iş çevrimlerine küçük dalgalanmalar olarak yansıyan
Kitchin çevrimlerini yaratmaktadır (Korotayev, Tsirel, 2010).
2.5. İŞ ÇEVRİMİ TEORİLERİ
İş çevrimleri teorileri belli başlı makroekonomik büyüklüklerdeki
(GSYH, istihdam oranı, enflasyon oranı vb.) gözlenebilir dalgalanmalarla
ilgilenmektedir.
İş
çevrimleri
teorisinde
iktisadi
değişkenlerdeki
dalgalanmaların periyodik olup olmadığı ve izlenen kalıbın (pattern) tespiti
önemlidir. Örneğin, kırk ile altmış yıllık uzun dönemli çevrimler için teknolojik
değişim temel açıklayıcı olarak alınırken, iki ile dört yıllık çevrimler için teknik
gelişim göz ardı edilmektedir.
İş çevrimi teorilerinde içsel ve dışsal şeklinde sınıflanabilecek iki
yaklaşım mevcuttur. İçsel yaklaşım, ekonomik sistemin içindeki öğelerin
birbirlerine bağlılığını saptayarak dinamik ilişkilere odaklanmaktadır. Buna
göre ekonomik sistemin esnek ve duyarlı olması dış şoklara karşı
dayanıklılığı belirlemektedir. Dışsal yaklaşım ise sistem dışındaki öğelerin
önemini vurgulamaktadır. Dışsal yaklaşıma göre dalgalanma ve bunalımı
yaratan, yavaşlatan ve durduran kuvvetler ekonomik sistemin dışındadır.
Dalgalanmaların tek sebebinin dışsal faktörler olması durumunda ekonomik
sistemin işleyişinin istikrarlı olduğu kabul edilmektedir. Dışsal yaklaşıma göre
dalgalanmaların sebebi iklim koşulları, psikolojik unsurlar ve yenilikler ile
48
politik ortamdaki dalgalanmalar gibi sistem dışı unsurlardır. Sistem içi ve
sistem dışı unsurlarla iş çevrimlerini açıklayan yaklaşımların yanısıra
çevrimleri fiziksel, duygusal ve kurumsal unsurlarla açıklayan yaklaşımlar da
mevcuttur.
2.5.1. İş Çevrimini Fiziksel Unsurlarla Açıklayan Teoriler
Neoklasik okulun bazı ilk dönem temsilcilerine göre, ekonomik işleyişi
bozan unsurlar sistem dışıdır. Örneğin, iktisadi dalgalanmaları hava
koşullarına bağlı olarak tarımsal üretimde meydana gelen değişimlerle
açıklayan yaklaşımlar bu kapsamda incelenmektedir. 1801 yılında Sir William
Herschel güneş lekelerindeki değişimlerin havayı, ekinleri ve dolaylı olarak
fiyatları etkilediğini öne sürmüştür. Bu fikrin beraberinde güneş lekelerinin
çevrimsel
olduğunun
Schwabe
tarafından
kanıtlanması
Jevons’ı
iş
çevrimlerinin güneş lekelerindeki çevrimlerin sonucu olduğu hipotezine
götürmüştür. Jevons’a göre güneş lekeleri, iklim koşullarını etkileyerek,
tarımsal üretimde dönemsel bolluk ve kıtlığa yol açmaktadır. Jevons,
hipotezinin testi amacıyla 1721 – 1878 arası İngiltere ticaret kayıtlarını
inceleyerek iki çevrimin nasıl örtüştüğünü izlemiştir. 157 yılda 16 kriz tespit
eden Jevons ortalama çevrim uzunluğunu 10,46 yıl olarak hesaplamıştır. Bu
rakam o tarihlerde güneş çevrimi olarak belirlenen 10,45 yıl ile neredeyse
tamamen örtüşmektedir. Ancak 1878 yılından bu yana güneş lekesi çevrimi
11 yıl olarak revize edildiği gibi ticaret çevrimleri de onar yıllık süreçlerinden
uzaklaşmıştır (Mitchell, 1968: 13). Henry L. Moore, Venüs gezegeninin
hareketlerinin sekiz yıllık aralıklarla manyetik bir saha yaratarak iklim
değişiklikleri yoluyla tarımsal üretimi etkileyip çevrimlere sebep olduğunu öne
sürmüştür (Mitchell, 1968: 14).
Haberler’e göre tarımsal üretim ile iş çevrimleri arasında sebep sonuç
ilişkisi kurmak için tarımsal üretim dalgalanmalarının devreselliği gerekli
değildir. Tarımsal üretimdeki değişimlerin düzensiz aralıklarla gerçekleşip
49
sanayi sektöründeki gelişmeleri etkilemesi yeterlidir (Haberler, 1963). Öte
yandan tarımsal üretim dalgalanmaları tarih boyunca süregeldiği halde iş
çevrimleri 19. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Ayrıca, tarımsal üretimin bol olması
her zaman refah artışı anlamına gelmediği gibi azalması da bunalım
yaşanacağı anlamına gelmemektedir. Nitekim istatistiki araştırmalar da
tarımsal üretimdeki dalgalanmalarla genel iş çevrimleri arasında tutarlı bir
ilişki kuramamıştır (Unay, 1996: 97).
2.5.2. İş Çevriminin Duygusal Unsurlarla Açıklanması
İş çevrimlerini duygusal süreçler kapsamında ele alan teoriler sosyal
bir bilim olan iktisatın irdelediği konular itibarıyla insan duygularının bulaşma
etkisi, sürü psikolojisi, rekabetçi stratejik davranışlar gibi unsurlar üzerindeki
etkilerini dikkate alması gereğinden kaynaklanmakta olup iş çevrimleri
literatüründe tamamlayıcı rol oynamaktadır.
İş çevrimlerinin dışsal psikolojik ve sosyal faktörlerle açıklanmasına
John Mill’in 1867’de basılan ‘‘On Credit Cycles and the Origin of Commercial
Panics’’ başlıklı makalesinde rastlanmaktadır. Bu görüşe göre, krizler iktisadi
kurumların niteliği veya yanlış kullanımından değil iş dünyasında alınan
kararlardaki değişimlerden kaynaklanmaktadır. Neoklasik iktisatçılar arasında
özellikle Pigou, psikolojik faktörleri vurgulamıştır. Pigou’ya göre, iktisadi
faaliyet düzeyindeki değişmeler birincil olarak beklentilerdeki değişimlere
yanıt niteliğindedir. Pigou’ya göre, iş dünyasındaki aktörlerin karşılıklı
etkileşimi, beklentilerdeki tahmin hatalarının kümülatif biçimde yayılarak
artmasına yol açar. İyi veya kötü hasat, yenilikler, icatlar, politik olaylar,
tüketici tercih ve zevklerindeki değişmeler ve dış talepteki değişmeler gibi
reel faktörlerdeki değişmeler ile özellikle altın standardı dönemi için yeni altın
madenlerinin
keşfi
gibi
parasal
faktörlerdeki
etkilemektedir (Pigou, 1927, 1997: 332- 333).
değişmeler
beklentileri
50
İş çevrimlerini psikolojik unsurlarla açıklayan teorilerde belirsizlik en
önemli öğedir. Emek talebini ve istihdamı etkileyen girişimci tahminleri iş
çevrimleri üzerinde etkilidir. Örneğin, Hardy’e göre iş dünyasında karar
vericilerin dikkate aldığı temel unsur olan fiyatlar yanıltıcıdır ve salt fiyatların
ve siparişlerin dikkate alınması aşırı veya eksik üretime yol açarak
istikrarsızlık yaratmaktadır (Mitchell, 1968: 16, Hardy’den aktarım). Ayrıca,
spekülatif alım ve satımlar da çevrimsel dalgalanmalara yol açmaktadır.
Spekülatörler de kararlarını üreticiler gibi verdiklerinden faaliyetleri refah
döneminde artarken, bunalım döneminde azalmaktadır. Alım satıma yönelik
kitlesel hareketlerin temelinde karar alıcıların diğer karar alıcıların planları
hakkındaki bilgisizlikleri yatmaktadır.
İş çevrimlerini duygusal süreçlerle açıklayan yaklaşıma göre toplumun
geneline hâkim olan iyimserlik dalgası canlanma ve genişlemeyi, kötümserlik
eğilimi ise durgunluk ve bunalımı tetiklemektedir. Pigou’ya göre iş
dünyasında gözlenen ritmik dalgalanmaların temel sebebi güven unsurudur.
Üretimin planlanmasında yapılan hataların önlenmesini güçleştiren unsurları
tartışan Pigou bu hataların etkilerinin neden birbirini götürücü yönde değil de
genel olarak hep aynı yönde hareket ettiğine dikkat çekmektedir. Pigou’ya
göre iyimserlik de kötümserlik de bir kez oluştu mu dalga dalga yayılma
eğilimindedir (Mitchell, 1968: 17; Pigou’dan aktarım, 1927, 1997) .
Hexter,
duygusal
dalgalanmaların
iş
dünyasından
bağımsız
temellerinin bulunduğunu iddia etmektedir. Hexter’ın istatistiksel analizine
göre, doğum oranları işsizlikteki dalgalanmaları ortalama olarak onyedi ay
önceden takip etmektedir. Benzer biçimde, ölüm oranlarındaki dalgalanmalar
da
işsizlik
oranlarındaki
öncelemektedir.
Bu
dalgalanmaları
tespitlerinden
ortalama
hareketle,
olarak
Hexter,
on
insanların
ay
iş
dünyasındaki kararlarını etkileyen güçlü duygusal tepkilerini ölüm ve doğum
oranlarıyla ilişkilendirmektedir (Mitchell, 1968: 20; Hexter’dan aktarım, 1925).
51
2.5.3. İş Çevrimlerini Kurumsal Süreçlerle Açıklayan Teoriler
Vogel’a göre toplumdaki değişimin yönü ve şiddeti hep aynı değildir.
Her toplumda iktisadi süreci kesintiye uğratacak değişimler yaşanmaktadır.
İstenmeyen siyasi olaylar, geleceğe ilişin hatalı tahminler, teknik ilerlemeler,
tüketici zevklerindeki değişmeler gelişmenin hızını da değiştirmektedir.
Özetle değişimin düzensizliği modern iktisadi örgütlenmenin kökeninde yer
almakta ve iş çevrimleri üzerinde etkili olmaktadır (Mitchell, 1968: 22,
Vogel’dan aktarım).
Schumpeter’e
göre
belirsizlik
ve
diğer
psikolojik
unsurlardan
kaynaklanan hesaplama hataları bir kenara bırakılsa dahi kriz ve depresyon
görülecektir. Çünkü Schumpeter, iş çevrimlerinin temel sebebini yeniliklerle
açıklamaktadır. Bu görüşe göre, bilimsel ve teknik buluşlar ile endüstriyel ve
ticari örgütlenmedeki yenilikler iş çevrimlerine sebep olmaktadır. Zaman alan
yeniliklere uyum sürecinde uyum sağlayamayanlar sistem dışı kalırken uyum
sağlayabilen
kurumlar
yeniden
biçimlenmektedir.
Böylece
krizler
ile
yeniliklere uyum süreçleri birbirini izlemektedir. Dolayısıyla, Schumpeter’e
göre büyüme ile dalgalanma kapitalizm tarihinde birbirinden ayrılmaz iki
olgudur. Schumpeter, yeniliklerin dalgalar halinde gerçekleşmesini risk
alabilenlerin sayısının az olmasıyla ancak bir yenilik bir kez başarılı olunca
takipçilerinin artmasıyla açıklamaktadır. Dolayısıyla yenilikler zaman içinde
ivme kazanmaktadır. Yenilikleri özendiren en uygun ortam bunalım evresi
olup bu dönemin aşılmasında para ve kredi mekanizmasının rolü çok
önemlidir (Mitchell, 1968: 22; Schumpeter’den aktarım, 1939). 1980
sonrasında Long, Plosser ve Prescott tarafından geliştirilen reel iş çevrimi
teorisine göre de teknik yenilikler ekonomik şokların en önemlisidir. Ancak, iş
çevriminin salt teknolojik yenilikle şekillenmesi dalgalanmaların devreselliğini
açıklamadığından başka açıklayıcı unsurlara gereksinim duyulmaktadır.
Sermaye yetersizliği krizlere yol açan bir başka unsur olarak karşımıza
çıkmaktadır. Baranovski, ödünç alınabilir fonlarla üretimde kullanılan
sermaye arasında ayrıma gitmektedir. Depresyon dönemlerinde ödünç
52
alınabilir fonlar azalmaktadır. Ancak toplumun bir kesiminin gelirleri
durgunluktan
etkilenmediğinden
bu
kesimin
tasarruflarında
düşüş
gözlenmemektedir. Bu sebeple depresyon dönemlerinde tasarruflardaki
düşüş
yatırımlardaki
düşüşten
daha
azdır.
Dolayısıyla
depresyon
dönemlerinde yatırıma yönlendirilmemiş sermaye birikiminin artışı faiz oranını
düşürmektedir. Faiz oranının yeterince düşüşüyle fonlar yeniden ödünç
alınmakta, yatırımlar artmakta, genişleme dönemine girilmektedir. Bu durum
yatırımlar tasarrufları geçene kadar devam etmekte ve faiz oranları yükselip
banka rezervleri tehlikeli bir aşamaya gelinceye kadar düşmekte ve yeniden
krizle son bulmaktadır. Baranovski’ye göre gelir daha adil bölüşülmüş olsaydı
tasarruf yatırım dengesizlikleri böyle bir sarmal içinde oluşmayacaktı.
Literatürde, üretim ile tüketim arasındaki uyumu bozan gelir bölüşümü
dengesizliğini vurgulayarak iş çevrimlerini eksik tüketim ile açıklayan teoriler
bulunmaktadır. Örneğin, Malthus efektif talebin tüketimi, tüketimin de üretimi
belirlediği tespitinden hareketle zengin kesimin tasarruf bolluğunun efektif
talep yetersizliğine yol açarak depresyona sebep olduğunu savunmaktadır.
Sismondi’ye göre krizlerin temel sebebi gelir bölüşümündeki adaletsizliktir.
Guilton aşırı üretimin bunalımlarda oynadığı rolü vurgulamaktadır. Aşırı
üretim kavramıyla talebe kıyasla aşırılık ifade edilmektedir. Üretim yapısı ile
talep yapısının birbirleriyle simetrik olmamasından kaynaklanan bu durum,
üretim ve tüketim kapasitelerindeki dengesizlikten kaynaklanmaktadır.
Baranovski’den etkilenen bir kısım yazar ise çevrimleri aşırı tasarruf yerine
aşırı üretim ile açıklamaktadır. Hull’a göre depresyon yükselen inşaat
maliyetlerinden
karşılamakta,
kaynaklanmaktadır.
ticaret
bunları
Tarım
dağıtmakta
yaşamsal
finans
gereksinimleri
ise
faturaları
denkleştirmektedir. Oysa inşaat sanayii ölçüsüz genişleyip daralmaktadır.
İnşaat maliyetleri belirli bir seviyenin altına düştüğünde, yeni alınan işler
canlanma ve refah yaratmaktadır. İşler fazlalaşıp sözleşmeleri zamanında
bitirmek için gerekli olan emek istihdamında ve hammadde temininde
sıkıntılar başlayınca inşaat maliyetleri yükselerek yeni projelerin alımı
kısıtlanmakta ve durgunluk başlamaktadır (Mitchell, 1968: 24 – 28).
53
İş çevrimleri daha çok yatırımlar ve sermaye malları ile ilgilidir. Tüketim
malları üretimi genel olarak daha önemsiz dalgalanmalar göstermektedir.
Çevrimleri
yatırımlardaki
dalgalanmalarla
açıklayan
teoriler
arasında
hızlandıran ilkesi ön plandadır. Yatırımların süre gerektirmesi ve bu süre
zarfında gözlenen hızlandıran etkisi bir takım olumsuz sonuçlara yol
açmaktadır. Toplam talepteki küçük bir dalgalanma yatırım talebinde büyük
dalgalanmalara sebep olmaktadır. Aftalion, genel aşırı üretimi hızlandıran
ilkesi ve zaman gecikmeleriyle açıklamaktadır. Aftalion’a göre, depresyon
dönemini takiben fiyatlar yükselirken kâr peşinde koşan iş adamları iş
hacmini artırmaya çabalamaktadır. Bu durum tüketici talebini uyararak
canlanmayı sağlarken (modern sanayinin ihtiyacı olan araçların yapımı aylar
sürdüğünden) siparişlerin alınmasıyla malların temini arasında zaman
gecikmesi bulunmaktadır. Bu süreçte fiyatlar yükselirken istihdam hacmi
genişlemekte ve gelirler artmaktadır. Ancak refah döneminin sonuna doğru
endüstri araçlarının yenilenmesiyle arz artmakta, fiyatlar düşmektedir.
Fiyatların düşüşü bir sahadan diğerine yayılırken genel aşırı üretimin
tetiklediği kriz gerçekleşmektedir (Mitchell, 1968: 30, Aftalion’dan aktarım,
1913).
İçsel çevrim teorilerinin çoğunda paranın önemi büyüktür. Para, arzı
talepten ayırarak istikrarsızlık yaratmaktadır. Çevrim teorisine parasal
yaklaşıma göre devresel kredi genişlemeleri yatırımları etkilemektedir. Buna
göre, para arzı ve kredi hacmindeki yükselme ve düşüşler çevrimlerin ana
sebebidir. Bu teorilerden bazıları para ve kredi hacmi üzerinde dururken
bazıları faiz haddinin önemini vurgulamaktadır. Hansen’a göre takas
ekonomisinde iş çevrimi olgusu gözlenmezken, para ekonomisinin varlığı
çevrimsel dalgalanmalar oluşturmaktadır. Bankaların kredi genişlemesiyle
artan nominal satın alma gücü ekonomiyi canlandırmaktadır. Ancak bu
şekilde yaratılan satın alma gücü fiyatları yükseltirken reel satın alma gücünü
artırmamaktadır. Esasen banka kredisi, geliri krediye erişimi avantajlı olan
girişimcinin lehine yeniden dağıtmak suretiyle fiyatları, talebi, kâr oranlarını
ve üretimi değiştirmektedir. Bankaların yarattığı yapay canlılık banka
54
rezervleri limitlerine ulaşıncaya kadar devam etmekte, bu noktadan sonra
ekonomideki canlanma tersine dönmektedir. Çünkü kredilerin daralması,
fiyatları ve iş hacmini düşürerek banka kredisine olan talebi azaltmaktadır.
Çevrim, bu mekanizma içinde kendini tekrar etmektedir. Hawtrey de tıpkı
Hansen gibi bankacılık faaliyetlerinin dalgalanmalar yarattığını savunmakta
ama faiz oranlarını vurgulamamaktadır. Hawtrey, daha sonraları çevrimin
esas
sebebinin
bankacılık
faaliyetleri
olmadığını
hatta
bankacılık
faaliyetlerinin çevrimsel dalgalanmaların şiddetini kontrol altına aldığını,
kredinin istikrarsızlığının bankacılık sektöründen değil iş adamlarından
kaynaklandığını savunmuştur (Mitchell, 1968: 32 - 34).
2.6.
İŞ
ÇEVRİMİ
TEORİLERİNE
FARKLI
İKTİSAT
OKULLARININ
YAKLAŞIMI
İş çevrimlerinin tarihsel süreçten bağımsız değerlendirilmesi çevrim
olgusunun çok boyutlu ele alınmasını engelleyerek analizin derinliğine zarar
vermektedir. İş çevrimleri literatürünün gelişimini anlamak amacıyla bu
bölümde farklı iktisat okullarının konuya yaklaşımı tarihi arka plan gözetilerek
özetlenmektedir.
2.6.1. Klasiklerin Bakışı
Klasik okulun gündeminde iş çevrimleri yer almamıştır. İktisadi
faaliyette gözlenen daralmalar uzun dönemli büyüme trendinden kısa süreli
sapmalar veya finansal krizler şeklinde değerlendirilmiştir.
Say Kanununa göre her arz kendi talebini yaratacağından aşırı üretim
krizi olanaklı değildir.
duraklama
ancak
Say Kanununun geçerli olduğu bir ekonomide
üretimin
dışsal
bir
faktör
tarafından
yanlış
yönlendirilmesinden kaynaklanabilir. Fiyatlar yeni duruma uyarlandığında ise
denge yeniden oluşur. Ancak Say Kanununun gerçek dünyada geçerli
55
olmadığı yaşanan krizlerle gözlenmiştir. Zaman içinde Sismondi, Malthus ve
Marx gibi iktisatçılardan itirazlar yükselmiş olsa da 1929 Büyük Bunalımıyla
gelişen Keynes’in efektif talep kuramına kadar Say Kanunu literatürdeki yerini
korumuştur.
Klasik okulun önde gelen isimlerinden Adam Smith’e göre iş bölümü
ve uzmanlaşma ekonomide üretimi ve verimliliği artıran dinamik bir süreç
yaratmaktadır. Kendi haline bırakıldığında dengede büyüyecek olan sistemde
kısa süreli dengesizlikler dışsal şoklardan kaynaklanmakta olup piyasanın
işleyiş sürecine müdahale edilmezse kendiliğinden düzelmektedir (Smith,
2006).
Klasik okulda göze çarpan bir diğer önemli görüş Say Kanununa itiraz
eden Malthus’a aittir. Malthus, efektif talep yetersizliği kuramının temellerini
atarak verimlilik artışının istihdamda kısıntıya yol açacağını savunmuştur.
Malthus’un nüfus yasasına göre nüfus geometrik artış eğilimindeyken geçim
kaynakları aritmetik artarak dengeden sapmalara yol açmaktadır. Ayrıca
Malthus, gelir sahiplerinin tasarruf eğilimine de dikkat çekerek kârların
yükselmesinin gelirin daha fazlasının tasarrufu yönünde bir eğilim ortaya
çıkardığını belirtmiştir.
İş çevrimleri literatüründe klasik okul üzerinde durulmamaktadır.
Çünkü sanayileşmenin başlangıcı sayılabilecek tarihsel bir arka plan içinde iş
çevrimi olgusuna ilişkin gözlemler bulunmadığı ve tarihte o zamana dek
görülmemiş bir büyüme çizgisi yakalandığı için klasik okul iş çevrimi ve kriz
olgularını analiz dışı bırakmıştır.
2.6.2. Neoklasik Okulun Yaklaşımı
Özünde klasiklere yakın olmakla beraber neoklasik okulun iş
çevrimlerine yaklaşımı parasal çerçevededir12. Bu yaklaşımın kökleri
Walrasyan genel denge sistemi, Fisher’ın paranın mübadele denklemi,
56
Wicksell’in
faiz
oranları
açıklaması
ve
Marshall’ın
para
talebi
ile
şekillenmektedir.
Neoklasiklere
göre
iş
çevrimleri
dalgalanmalardan kaynaklanmaktadır13.
para
akımındaki
(MV)
Banka kredilerindeki değişimin
dengeyi bozduğunu savunan Hawtrey’e göre kredi genişlemesinin önüne
geçilmedikçe ekonomideki genişleme fiyat artışına yol açacaktır. Bir
noktadan sonra daralan krediyle faiz oranları yükselecek ve ekonomide
durgunluk gözlenecektir. Hawtrey’in yaklaşımını çevrimleri parasal çerçevede
açıklayan diğer yaklaşımlardan ayıran nokta faiz oranlarındaki değişimin
doğrudan sabit sermaye kanalıyla değil işletme sermayesi ve mal stokları
kanalıyla etkilenmesidir (Haberler, 1963).
Neoklasikler içinde farklı bir yaklaşım geliştiren Pigou psikolojik
unsurların çevrimlere etkisini vurgulamaktadır. Pigou’ya göre iktisadi
faaliyetteki değişimler beklentilerden kaynaklanmaktadır. Pigou iyimserlik ve
kötümserlik eğilimlerinden kaynaklanan tahmin hatalarının toplam etkisinin
çevrimsel dalgalanmalar yaratabileceğini öne sürmektedir.
Öte yandan neoklasik okulun önde gelen temsilcilerinden Fisher, iş
çevrimlerinin iktisadi faaliyetin trend etrafında dalgalanması şeklinde
yorumlanması durumunda “nüfus dalgalanmaları” ve “iklim dalgalanmaları”
gibi benzer nitelikte pek çok dalgalanmadan bahsedilebileceğinden hareketle
iş çevrimlerinin kendine özgü bir fenomen olarak ele alınmasını doğru
bulmamaktadır.
Özetle, birbirinden farklı görüşler barındırmakla beraber neoklasik
bakış iş çevrimlerini genel olarak parasal çerçevede ele almakta,
dalgalanmalara fazla önem vermemesi açısından klasik yaklaşımın uzun
vadeli bakışını benimsemektedir.
57
2.6.3. Keynesyen İktisatın Bakışı
Keynes, bunalımı büyüme trendinden kısa vadeli sapma olarak ele
alan klasik ve neoklasik okulu eleştirmekte ancak bütüncül bir iş çevrimi
analizinden çok işgücü piyasası ve üretim üzerine yoğunlaşmaktadır.
Esasen, Keynes ekonomik dalgalanmalardansa bunalımları açıklamakta
fakat bunalımdan çıkış yollarını kısa vadeli ve kısmi olarak ele almaktadır.
Keynes’e göre tüketim eğilimi, likidite tercihi ve sermayenin marjinal
etkinliği iktisadi dalgalanmaları belirlemektedir. Sermayenin marjinal etkinliği
ise geleceğe ilişkin beklentilerle şekillenir. Girişimcinin gelecek hakkında çok
az nesnel bilgiye sahip olmasını ve karar alırken psikolojik unsurlardan
etkilenmesini Keynes ‘hayvani içgüdü’ (animal spirits) kavramıyla ifade
etmektedir (Keynes: 326). Başka bir deyişle, Keynes çevrim dinamiğinin
temeline beklentilerdeki belirsizlik olgusunu yerleştirmektedir. Keynes,
dalgalanmaları açıklamada tüketim ve yatırım harcamalarından oluşan
toplam talebi ve yatırım çarpanını kullanarak yatırımların istikrarsızlığını
vurgulamaktadır.
Keynesyenlere göre kapitalist sistem, eksik rekabet unsurları, katılıklar
ve iç çelişkiler sebebiyle istikrarsızdır. Firmalar ve tüketiciler piyasa ile ilgili
olarak eksik bilgiye sahiptir. Özellikle yatırımcılar beklenen kâr oranlarına
ilişkin risk ve belirsizlikle karşılaşmaktadır. Ayrıca, Keynesyen iktisatta
ekonomi eksik istihdam denge seviyesinde iken ücret ve fiyatlar düşme
yönünde katıdır. Fiyat ve ücretlerin katı olması, ekonomi eksik istihdam
seviyesinde iken mal piyasasında üretimi mal talebinin; emek piyasasında ise
istihdam seviyesini emek talebinin belirlemesi sonucunu doğurur. Bu durum
talepteki dalgalanmaların miktar dalgalanmalarına yol açmasını açıklar.
Keynesyenler klasik yaklaşımdan farklı olarak paranın tam istihdam denge
seviyesine kadar yanlı olduğunu varsaymaktadır. Keynes’e göre ekonomideki
tam istihdam dengesi kararsız bir dengedir. Kararsız denge durumunda
herhangi bir dışsal talep veya arz şoku, ekonominin tam istihdam denge
seviyesini bozduğunda, ekonominin kendiliğinden dengeye dönmesini
58
sağlayan bir mekanizma yoktur. Bu nedenle devlet müdahalesi olmazsa
daralma dönemleri uzun sürebilir ve şiddetli olabilir.
2.6.4. Parasalcı Yaklaşım
Klasik iktisatçılar, genel olarak zaman ayrımı yapmaksızın “paranın
yansızlığı”nı savunurken özellikle neoklasik okul ile Avusturya okulu kısa
dönemli iktisadi dalgalanmaların açıklamasında parasal faktörlere önem
vermiştir.
Paracı okula göre para arzındaki değişim oranı, iktisadi faaliyetteki
dalgalanmaların en önemli belirleyicisidir. Bu durumda, kamu harcamaları,
vergi politikaları, teknolojik yeniliklerdeki dalgalanmalar ve diğer benzer
belirleyici unsurların kısa dönemli iktisadi faaliyetler üzerindeki etkisi nispeten
önemsizdir. Friedman’a göre istikrarlı bir ekonomi için para politikasını
yönetenler faiz veya cari işsizlik oranı yerine fiyat seviyesi ve para arzı gibi
kontrol
edebilecekleri
uygulamasında
keskin
büyüklükleri
izlemelidir.
değişimlerden
Ayrıca
kaçınılmalıdır.
para
politikası
Friedman,
para
arzındaki büyüme oranının kabaca ekonomik büyüme oranına eşit, uzun
dönemde fiyat istikrarını sağlayacak bir orana sabitlendiği “sabit parasal
genişleme oranı kuralı”nı önermektedir. Friedman, parasal istikrarsızlıktan
kaynaklanan dalgalanmaların en aza indirildiği böyle bir ekonomide bile,
diğer faktörlerin ekonomiyi etkileyerek istikrarsızlığa neden olabileceğini
kabul etmektedir. Bununla birlikte sabit parasal büyümenin; girişimcilik,
yaratıcılık, yenilik, sıkı çalışma ve tutumluluk gibi temel faktörlerin verimli
çalışması için gerekli olan uygun ortamı sağlayacağını savunmaktadır. Böyle
bir kurguda ekonomik büyümede gözlemlenen esnemeler reel faktörlere bağlı
olmaktadır (Friedman, 1968: 14 - 17).
Paracı yaklaşıma göre, para arzı ile iktisadi faaliyetteki dalgalanmalar
ilişkilidir. Dolayısıyla iş çevrimleri açısından para arzının denetimi önemlidir.
Örneğin, 1807 - 1950 arasında para arzındaki değişmeler bir kaç istisna
59
dışında ABD’deki çevrimsel dalgalanmaları açıklamaktadır (Friedman ve
Schwartz, 1963). 1929 ekonomik bunalımını da para arzındaki düşüş ile
açıklayan
parasalcı
duraklamaya
sebep
yaklaşıma
göre
para
olmaktadır.
Friedman
arzındaki
ve
mutlak
Schwartz,
ucuz
düşüş
para
politikasının enflasyon doğurduğunu, bunun da faiz oranlarını düşük bir
seviyede tutmayı engellediğini belirtmekte ve enflasyonun ancak para
arzındaki artışın kısıtlanmasıyla önlenebileceğini savunmaktadır.
Paracılara göre para sistemindeki değişimler kendi başına çevrim
yaratmada etkiliyken parasal sistemdeki değişikliklerin yatırım faaliyetleriyle
etkileşimi sonucu çevrimlerin doğduğunu savunanlar da bulunmaktadır
(Valentine ve Ellis, 1991: 341). Bu bağlamda parasal faktörlerin çevrimsel
süreçte etkili olduğu bir gerçekse de çevrim olgusunun yalnızca parasal
olduğunu ileri sürmek doğru değildir. İktisadi faaliyetteki değişimler, talepteki
değişimler,
yeni
icatlar,
maliyet
yapısındaki
değişimler,
iş
yapma
yöntemlerindeki değişimler gibi parasal olmayan ancak parasal unsurları
etkileyen unsurlar da göz ardı edilmemelidir. Paracı teorisyenler genişleme
ve daralma dönemlerinin kümülatif süreçlerini açıklasa da dönüş noktalarına
ilişkin açıklamaları yeterli değildir. Yatırım kararlarını en çok etkileyen
unsurlar faiz oranlarındaki ufak değişimlerden çok beklenen satış rakamları,
fiyat, maliyet ve kâr beklentileridir. Dolayısıyla bütüncül bir açıklamanın
değişen beklentileri de dikkate alması gerekmektedir. Benzer şekilde dönüm
noktaları açıklaması da tatmin edici değildir. Tarihsel olarak, banka kredisi
erişilebilir iken gerçekleşen dönüm noktaları olduğu gibi krediye erişim ciddi
düzeyde sınırlandığında bile devam eden refah dönemleri bulunmaktadır
(Valentine ve Ellis, 1991).
2.6.5. Yeni Klasik İktisatın Bakışı
Friedman (1968) ve Lucas (1972) Keynesyen iktisatta fiyat ve ücret
hareketlerinin yeterince iyi modellenmemesini eleştirerek, eksik bilgiye dayalı
60
iş çevrimi modelleri geliştirmiştir. Eksik bilgiye dayalı iş çevrimi modellerine
göre, genişleme dönemi, işçilerin reel ücretlerin yükseldiğine inanarak işgücü
arzını artırmalarıyla, ekonomik daralma dönemleri ise işçilerin reel ücretlerin
düştüğüne inanarak işgücü arzını azaltmalarıyla oluşmaktadır. Bu görüşe
göre
eksik
bilgi
söz
konusu
olmadığında
daralma
ve
genişleme
gözlenmemektedir. Lucas’ın öne sürdüğü (1972), Sargent, Wallace (1975) ve
Barro (1976) tarafından geliştirilen “politika etkinsizliği hipotezine” göre iş
çevrimleri öngörülmeyen parasal değişiklikler sonucu ortaya çıkmakta,
öngörülen politikalar ise reel ekonomik faaliyeti etkilememektedir.
Yeni klasik okulun temel varsayımları piyasaların sürekli dengede
olduğu ve karar alıcıların rasyonel beklentiler kuramıyla tutarlı hareket ettiği
yönündedir. Yeni klasik bakış Keynesyen ve paracı yaklaşımları beklentilerin
rasyonelliğini dikkate almamakla eleştirmektedir. Rasyonel beklentiler
kuramına göre fiyatlar rekabetçi denge içinde şekillenmekte olup ekonomik
karar birimleri rasyonel beklentilere sahip olsalar da bilgi kümeleri eksiktir. İş
çevrimlerini denge çerçevesinde ele alan yeni klasik bakış, eksik bilginin nispi
fiyatların hatalı yorumlanmasına yol açarak dengeden sapmalara sebep
olduğunu savunmaktadır.
Özetle, yeni klasik bakışa göre beklenmeyen para arzı gibi dışsal
şoklar iş çevrimlerine sebep olmaktadır. Sistem dışsal şoklar haricinde
dengede olduğundan devlet müdahalesine gerek yoktur.
2.6.6. Reel İş Çevrimi Teorisi (Real Business Cycle Theory- RBCT)
1970’li yıllarda petrol fiyatı artışından kaynaklanan arz şoklarının
etkisiyle
faktörlere
makroekonomik
daha
çok
istikrarsızlıkların
önem
verilmiştir.
açıklanmasında
Toplam
çıktının
arz
yönlü
hareketinin
açıklanmasında, reel şokların parasal şoklardan daha önemli olduğu ve
çıktının zaman içindeki hareketinin tesadüfi yürüyüş (random walk)
sergilediğini ileri süren Nelson ve Plosser’in çalışmalarıyla parasal iş
61
çevrimlerinden reel iş çevrimlerine geçiş süreci gelişmiştir (Snowdon vd.,
1994: 236 - 242).
Reel iş çevrimi teorisine göre, iş çevrimleri rasyonel beklentilere sahip
karar alıcı birimlerin dışsal verimlilik şokları karşısındaki optimal kararlarıyla
şekillenmektedir. Verimlilik şoklarına sebep olan unsurlar, girdi fiyatlarındaki
değişmeler, teknoloji, kamu mevzuatı ve vergi sisteminde değişmeler, savaş,
doğal afet, iklim vb. dışsal şoklardan kaynaklanabilmektedir (Abel ve
Bernanke, 1998: 367). Örneğin King, Plosser ve Rebelo’ya (1988) göre
dalgalanmaların devamlılığı teknolojideki değişimlerden kaynaklanmaktadır
(King, Plosser, Rebelo, 1988).
RBCT, tercihlerdeki değişmeler, vergi oranları, para politikası gibi diğer
tetikleyici mekanizmaların iş çevrimleri üzerindeki etkisinin küçük olduğunu
savunmaktadır. Verimlilik şokları ise üretim fonksiyonunun konumunu ve
eğimini,
dolayısıyla
işgücünün
ortalama
ve
marjinal
verimliliğini
değiştirmektedir. Reel iş çevrimi kuramcıları, küçük şokların ekonomide
büyük dalgalanmalara yol açabileceğini ileri sürmektedir. Reel iş çevrimi
kuramı birinci aşamada kararlı durum dengesinden sapmayı başlatan itki
mekanizmasını ikinci aşamada ise birincil itkinin ekonominin geneline yayılım
mekanizmasını ele almaktadır. Bu noktada başlıca itki mekanizmasının
dışsal verimlilik şokları olduğu kabul edilmektedir (Stadler, 1994: 1751-1754).
Şokların ekonomiye yayılım mekanizmasında ise tüketim, yatırım, reel
ücretlerin aktarımı ve firma stok kanalları rol oynamaktadır.
Başlarda kullanılan RBCT modellerindeki yetersizlikler sebebiyle
işgücü piyasası, para piyasası, maliye politikası araçları ve açık ekonomi
değişkenleri ile standart modelin genişletilmesi sonucu ortaya çıkan yeni
modeller “Genişletilmiş Reel İş Çevrim Modelleri (Augmented Real Business
Cycle – ARBC modelleri) olarak adlandırılmaktadır.
62
2.6.7. Yeni Keynesyen İktisatın Bakışı
Keynesyen
iktisat,
ekonomideki
dengesizliğin
sebebini
emek
piyasasında aradığı için ücret katılığı üzerinde durmuştur. Buna karşın, yeni
Keynesyen
iktisatçıların
önemli
bir
kısmı,
mal
piyasalarındaki
fiyat
katılıklarının mikro ekonomik temelleriyle ilgilenmiştir. Yeni Keynesyen iktisat,
katı fiyatlı piyasalar ile esnek fiyatlı piyasalar arasında ayrım yapmaktadır.
Ekonomide tüm fiyatlar katı değildir ama fiyatların katı olduğu sanayiler
ekonominin
önemli
bir
kısmını
oluşturursa,
çıktıda
ve
istihdamda
dalgalanmalar oluşmaktadır. Fiyat katılığı söz konusu olduğunda, toplam
talepteki dalgalanmalar fiyatlardan daha çok üretim ve istihdam üzerinde
hissedilmektedir. Bu bağlamda, yeni Keynesyen okul, Keynesyen makro
modellerin mikro temelleri üzerinden reel ve nominal katılıkları, eksik rekabeti
ve denge dışı durumları incelemektedir. Yeni Keynesyen modeller fiyat
katılığı modelleri, nominal ve reel ücret katılığı modelleri ile risk ve eksik
enformasyon modelleri şeklinde üçe ayrılabilir.
Her bir model, eksik
rekabetin varlığına farklı açılardan yaklaşarak iş çevriminin oluşumunda
dengenin geç ayarlanmasının önemini vurgulamaktadır.
Menü maliyeti yaklaşımı çerçevesinde Parkin(1986), Akerlof ve Yellen
(1985), Mankiw (1985) mikro anlamda önemsiz görülebilecek fiyat değiştirme
maliyetinin makro anlamda parasal katılıklara neden olarak iktisadi
dalgalanmalar
yaratabileceğine
dikkat
çekmiştir.
Bir
firmanın
fiyat
ayarlamasıyla diğer tüm firmaların ürünlerine olan talep üzerinde ortaya çıkan
bu makroekonomik etki “toplam talep dışsallığı” olarak adlandırılmaktadır.
Menü maliyetlerinin yanısıra “yoğun piyasa dışsallıklarının” marjinal maliyet
eğrisini daralma döneminde yukarı, genişleme döneminde aşağı kaydırması
fiyat katılığını artırmaktadır. Ayrıca, fiyat artışı müşteriler tarafından anında
fark edilirken fiyat düşüşünden diğer firma müşterilerinin haberdar olması
zaman aldığından fiyat artış ve düşüşlerine verilen tepkinin farklı olması
firmalar açısından düzenli müşterilerini kaybetme riski doğurarak nispi fiyat
katılıklarına sebep olmaktadır.
63
Finansal piyasalarda kredi alan ve veren taraflar arasında asimetrik
enformasyon sorunu dolayısıyla firma için dış finansman iç finansmandan
daha pahalıdır. Genişleme dönemlerinde, yüksek karlar nedeniyle firmalar iç
finansmanla çeşitli projelerini finanse ederken daralma dönemlerinde dış
finansmana ihtiyaç duyulmakta ve maliyetlerin artması yönündeki beklentiler
de fiyat katılığına neden olmaktadır.
Yeni Keynesyenler, Keynesyen iktisadın savunduğu nominal ücret
katılığından kaynaklanan emek piyasalarında geç ayarlanma mekanizmasına
reel ücret katılığı faktörünü de ekleyerek rasyonel beklentiler hipoteziyle
uyumlu eksik rekabet modelleri oluşturmuştur. Örneğin, sendikaların monopol
gücü reel ücret katılığını açıklamaktadır. Sendika sözleşmeleri genel olarak
üç yıl gibi sabit bir süre için yapılmakta ve doğrudan yaşam maliyetleriyle
ilişkilendirilerek ücret ayarlamalarını yavaşlatmaktadır. Yüksek ve değişken
enflasyon dönemlerinde, sendika sözleşmeleri genelde enflasyon oranına
göre yapılmaktadır. Bu durumda, reel ücretler sözleşme süresince katı olup
enflasyon
ve
işsizlik
oranlarından
etkilenmez.
Piyasa
ücreti,
zımni
sözleşmeyle belirlenen ücrete göre düşük kaldığında, çalışana sözleşmeyle
belirlenen ücret verilirken piyasa ücreti yükseldiğinde çalışanın sözleşmeyle
belirlenmiş olan ücreti kabul etmesi beklenir. Diğer bir deyişle işçi, güvenceli
ücretin (sözleşme ücreti) zamana yayılmış toplam faydasını piyasa ücretinin
artı getirisinden doğacak faydadan daha fazla bulmaktadır. Zımni sözleşme
teorileri emek piyasasında hareketliliğin neden az olduğunu ve ücretlerin
neden genellikle marjinal verimlilikten saptığını açıklamaktadır.
Ayrıca içeridekiler - dışarıdakiler teorisi, eğitim maliyetlerinin önemine
odaklanarak araştırma, iş ilânı, sözleşme koşullarının belirlenmesi gibi işe
başlatma maliyetleri nedeniyle hâlihazırda çalışanların firma için neden daha
cazip olduğunu açıklamaktadır. Asgari ücret kanunları da firmaların
çalışanlarına
ödedikleri
ücrete
yasal
olarak
minimum
bir
seviye
belirlemektedir. Etkin ücret, firma için toplam emek maliyetini minimize eden
ücrettir. Piyasa denge ücreti, emek arzı ile emek talebinin eşitlendiği ücrettir
64
ve etkin ücretin piyasa denge ücretine eşit olmasını beklemek için bir neden
yoktur. Etkin ücret teorisi, piyasa denge ücretinin üstünde verilecek bir ücretin
emek maliyetlerini minimize edebileceğini belirtir. Firmaların çalışanlarına
piyasa denge ücretinin üzerinde ücret ödemesi sebebiyle gizli veya açık
bağlayıcı sözleşmeler olmasa da ücretler işsizliği ortadan kaldıracak kadar
düşmeyebilir.
2.6.8. Post Keynesyen İktisatın Yaklaşımı
Post - Keynesyen iktisatçılar, toplam talebin ekonomiyi şekillendiren
en önemli değişken olduğunu vurgular. Toplam talep; işsizlik, enflasyon,
üretim, gelir dağılımı, belirsizlik, tüketici alışkanlıkları, girişimcilerin hayvani
içgüdüleri, net ihracat ve hükümet politikalarını etkiler. Kalecki, Keynes’le
aynı dönemde fakat bağımsız olarak, toplam talebin önemini vurgulayan bir
iktisadi dalgalanmalar teorisi geliştirmiştir. Keynes’den farklı olarak Kalecki,
firmalar arasında farklı derecelerde rekabet olduğunun altını çizerek farklı
ekonomik sektör ve sınıf kavramlarını kullanmıştır. Kalecki’ye göre monopol
derecesi sınıflar arası gelir bölüşümünü belirlemekte, ücret ve kârların
dağılımı da toplam talep üzerinde etkili olmaktadır 14 (Kalecki, 1954, 2003).
Post Keynesyen iktisat, neoklasik toplam arz - toplam talep
yaklaşımını kabul etmemektedir. Neoklasik yaklaşımda, toplam arz doğrusu
ancak sürekli azalan verimler varsayımı altında pozitif eğimlidir. Post
Keynesyen yaklaşımda ise sabit katsayılı teknoloji ve ekonomide atıl kapasite
bulunduğunda üretim sabit birim maliyet ile artabilir ve toplam arz tam
istihdam seviyesine kadar yatay olabilir. Neoklasik yaklaşımda, kapalı bir
ekonomide toplam talep, yalnızca Pigou veya Keynes etkilerinin varlığında
artabilir15. Bunlara açık ekonomide dış ticaret etkisi de eklenir. Post
Keynesyenlere göre ise toplam talep üzerindeki Keynes etkisi küçüktür. Dış
ticaret etkisi küçük açık ekonomiler hariç önemsizdir. Pigou etkisi ise
gerçekte tersine de çalışabilir. Post Keynesyen iktisatta, üretim ve istihdam
65
toplam talep tarafından belirlenirken fiyat seviyesi üretim tam istihdam
seviyesine ulaşana kadar yalnızca arz koşulları, özellikle de parasal ücret
tarafından belirlenir (King, 2001: 70). Post Keynesyen iktisatçılara göre
toplam arzda olduğu gibi para arzı doğrusu da yataydır. Para arzı, dışsal
olarak merkez bankası tarafından değil, içsel olarak banka kredileri talebi
tarafından belirlenir. Hisse senetleri ve reel varlıkların fiyatlarındaki azalma ile
borcun reel değerindeki artış, tüketim ve yatırım harcamalarının azalmasına
neden olarak finansal bir krizi tetikleyebilir.
2.6.9. Marksist İktisatçıların Bakışı
Krizlerin kapitalizmin kronik bir sorunu olduğuna ilişkin sav Rodbertus
tarafından öne sürülmüş ve Marx tarafından geliştirilmiştir. Sismondi,
bunalımların sebepleri üzerinde dururken kapitalist sistemin içsel çelişkilerini
vurgulamıştır. (Mitchell, 1968: 8).
Marksist bakışın kapitalizmi içsel açıdan istikrarsız bir sistem olarak
değerlendirmesi ana akım iktisat teorisinde 1930’lara kadar görmezden
gelinmiştir.
Marksist
bakışa
göre
dönemsel dalgalanmalar, kapitalist
ekonomik sistemin yapısına içkindir ve kapitalizmi sonunda yıkıma götürecek
temel içsel çelişkilerin dışavurumudur. Marx’ın iş çevrimlerinin kaynağına ve
doğasına ilişkin teorisi daha geniş planda incelediği kapitalizm teorisiyle iç içe
geçmiştir. Ayrıca, Marx’ın tek bir teoriyi ele alıp onu bütün varsayım ve
çıkarımlarıyla sonlandırmaması Marksist bakışa sahip iktisatçılar arasında da
görüş ayrılıklarına sebep olmuştur. Üzerinde tam bir uzlaşıya varılamamış
olmakla beraber, genel olarak Marx’a atfedilen iş çevrimi açıklamaları; kar
oranlarının azalışı, yeni teknolojilerin gündeme gelmesi ve iktisadi faaliyetin
genel seviyesinde düşüşe yol açan sektörler arası orantısızlık ile ilgilidir.
Marksist
temellenmekte
bakışa
ve
göre
dengesizlik
bunalımların
özünde
toplumun
kapitalist
ikili
yapısından
sistemin
kendisi
yatmaktadır. Marksist okulun iş çevrimlerine yaklaşımı aşırı üretim ve eksik
66
tüketim teorileri başlıkları altında incelenebilir. Marx’a göre, kapitalist sistemin
doğası gereği, üretim belli sektörlerde dengesiz biçimde toplanmaktadır ve
talebe kıyasla aşırı arz söz konusudur. Benzer biçimde eksik tüketim olgusu
da artı değerin biriktirilmesi ve gömülenmesinden kaynaklanmaktadır. Marx,
Say Kanununu ‘‘Her satış bir satın alma, her satın alma bir satıştır diye,
meta dolaşımının satış ile satın alma arasında zorunlu bir dengeyi
gösterdiğini söylemek kadar safça bir dogma olamaz. .... Ortada alıcı
olmadan kimse satamaz. Ama sırf o satıyor diye de karşısındakiler
almak zorunda değildir’’ şeklinde reddetmektedir (Marx (1867), 2009: 126128).
Kapitalist sistemin dinamik gücü olan kârların yükseltilmesi için
üretimin artırılması ve satılması gerekir.
Ancak bu durum aşırı üretim
yaratmaktadır. Sistemin bu çelişkisi işsizler ordusunu büyütürken ücretleri
düşürüp artı değeri yükseltir. Marx’a göre kapital sürekli ve düzenli olarak
eskimektedir. Bu eskime teknik sebepli olabileceği gibi -ki bu durumda
amortismanlarla karşılanmaktadır- yenilikler, moda vb. unsurlardan da
kaynaklanabilmektedir. Kapitalin kullanım süresini azaltan bu tip bir eskime
halinde sabit sermayenin rotasyonu sırasında süreçte kesilme ve bunalım
görülmektedir (Marx (1867), 2009).
Özetle Marksist okulun ilk yıllarında gündemde olan orantısızlık
teorisinin yerini eksik tüketim teorisi almıştır. 1929 Büyük Bunalımını takiben
kabul gören Keynesyen görüşlerin de etkisiyle Marksist okul bu yıllarda eksik
tüketim teorilerini iş çevrimlerinin merkezine oturtmuştur16. Ancak 1970’li
yıllarda gözlenen stagflasyon olgusuyla beraber Keynesyen iktisadın
gündemden düşmesi Marksist iktisat okulunun sermaye birikimini yeniden
vurgulamasına yol açmıştır (Itoh ve Lapavitsas, 1999).
67
2.6.10. Avusturya Okulunun Yaklaşımı
Avusturya okulunun ilk kuşağı Menger, Böhm-Bawerk ve Wieser ile
ikinci kuşağı ise von Mises, von Hayek, Machlup, Haberler, RosensteinRodan ve Schumpeter ile temsil edilmektedir. Avusturya okulunun iktisadi
dalgalanma teorisinin temelinde, Menger ve Böhm-Bawerk’in “üretim yapısı”
ve Wicksell’in “doğal ve piyasa faiz oranları” yaklaşımı bulunur. Avusturya
okulunun ikinci kuşak temsilcilerine göre ekonomideki parasal faktörler
üretimin ilk ve son aşamaları arasında dengesizlik yaratarak iktisadi
dalgalanmalara neden olur. İktisadi dalgalanmalar saf bir parasal olgu
olmamakla birlikte, temel başlatıcısı ve devam ettiricisi parasal faktörlerdir.
Bu
tip
teoriler,
literatürde
sık
sık
“Neo-Wicksellian”
okul
olarak
adlandırılmaktadır (Haberler, 1963: 31).
Avusturya okulunda ekonomideki genişleme ve çöküş sürecinin
anlaşılmasında para kilit bir role sahiptir. Ekonomiye giren yeni paranın
ortaya çıkardığı nispi fiyat değişimleri ve bunun sonucunda üretim
faktörlerinin yeniden dağılımı ile genişleme dönemi yakın ilişkilidir. Avusturya
okulunun iktisadi dalgalanmalar teorisinde parasal genişleme dalgalanmayı
başlatıp nispi fiyatları değiştirerek yayılım mekanizması işlevi görür.
Avusturya okuluna göre, parasal genişlemenin en zararlı yolu kredi
genişlemesidir. Avusturya okulunun analiz ettiği dünya; eksik bilgiye sahip,
koordinasyon hatalarının olduğu, girişimcilerle ekonomi arasında devamlı
dinamik bir etkileşimin bulunduğu, dışsal şoklara açık heterojen bir yapıya
sahiptir. Bu bakış açısından çıkarılabilecek en temel sonuç, doğal faiz
oranının sabit kalmadığı bir ortamda, piyasa faiz oranlarıyla doğal faiz oranı
arasındaki tutarsızlığın normal olmasıdır. Buna göre, iktisadi dalgalanmalar
kaçınılması gereken zararlı bir unsur değildir. Aksine daralma dönemleri,
ekonomik sistemin normal işleyişi içinde ortaya çıkan yanlış yönlendirilmiş
yatırımların daha verimli olacak şekilde yeniden tahsisini sağlamaktadır.
Büyük ölçekli dışsal şoklar veya savaş, kuraklık ve salgın hastalıklardan
kaynaklanmadığı sürece iktisadi dalgalanmanın ekonomide önemli ve kalıcı
68
refah kaybına neden olması beklenmemektedir. Bu sebeple, ekonomideki
birimlerin karar mekanizmalarına müdahale ederek doğal faiz oranı ve piyasa
faiz oranlarının birbiri çevresinde dalgalanmasını bozan ve ekonomiyi büyük
bir daralma dönemine sokabilecek olan parasal genişlemeden kaçınılmalı,
para arzına müdahale edilmemelidir.
Parasal olmayan fazla yatırım teorileri ise iktisadi dalgalanmaları reel
faktörlerle açıklamaktadır. Bu teoriler yenilikler, icatlar, yeni piyasaların
açılması, üretim tekniklerindeki gelişmeler gibi faktörlerin üretim üzerindeki
etkilerine
vurgu
yapmaktadır.
Avusturya
Okulu
içinde
incelenen,
Schumpeter’in yenilik teorisi, parasal olmayan teoriler arasında iktisadi
dalgalanmaları reel faktörlerle açıklayan iyi bir örnektir. Schumpeter’in
analizinde yenilik yaratarak kar peşinde koşan girişimci durağan dengeden
çıkarak gelişmenin önünü açmaktadır. Girişimciye finansman sağlaması
açısından banka kredileri önemli role sahiptir. Schumpeter verimsizliklerin
tasfiyesine yarayan bu süreci yaratıcı yıkım kavramıyla nitelendirmektedir.
(Schumpeter, 1939: 86).
Özetle Avusturya okulunda para ve kredi genişlemesi dalgalanmaları
başlatmakta ve nispi fiyat değişimleriyle çevrimlerin yayılmasına sebep
olmaktadır. Avusturya okulunun analizi eksik bilginin ve eşgüdüm hatalarının
bulunduğu, dinamik etkileşime ve dışsal şoklara açık bir ekonomide
şekillenmektedir. Böyle bir kurguda doğal faiz oranının piyasa faiz oranından
sapması normal olup iş çevrimleri yanlış yönlendirilmiş yatırımların yeniden
tahsisine hizmet etmektedir. Büyük ölçekli dışsal şoklar haricinde ekonominin
çevrimlerin dinamiklerinden ciddi bir zarar görmesi beklenmediğinden
ekonomide
genişleme
doğuracağı
para
ile
arzına
müdahale
düzeltilmeye
ve
savunulmaktadır.
işsizliğin
edilmemelidir.
çalışılmasının
geçici
olduğu
daha
ve
İstihdamın
büyük
parasal
dengesizlikler
kendiliğinden
düzeleceği
69
2.7. İŞ ÇEVRİMLERİNİN ÖLÇÜMÜ
Mitchell, iş çevrimlerinin ölçümü söz konusu olduğunda, ‘‘ne kadar çok
çabalarsak o kadar çok farkına varıyoruz bu kavramın aslında hayal
gücümüzün sentetik bir ürünü olduğunu’’, demektedir (Mitchell, 1968: 2). Zira
‘‘iş çevrimi’’ diye bir istatistik aslında yoktur. Öte yandan, iş çevrimlerinin
göstergesi olarak kullanılabilecek, bir araya getirilip gözlenebilecek çok
sayıda istatistik yayımlanmaktadır. Hangi makroiktisadi zaman serilerinin ele
alınıp izleneceği, hangilerinin iş çevriminin en doğru, en sağlıklı göstergesi
olarak yorumlanacağı ise araştırmacının amaçlarından araçlarına kadar pek
çok unsura bağlı olarak değişkenlik göstermektedir. O halde iş çevrimlerinin
ölçümünden
bahsedebilmek
için
öncelikle
ekonomik
duruma
ilişkin
göstergelerin saptanması gerekmektedir. Ekonomik göstergelerin seçiminde
göz önüne alınması gereken unsurların başında; zamanlama, amaca
uygunluk
ve
anlaşılırlık
gelmektedir.
Göstergelerin
hazırlanıp
yayımlanmasında zamanında anlamlı kararlar alınabilmesini teminen hızlı
olunması ve göstergelerin ilettiği bilginin açık ve anlaşılır olması önem
taşımaktadır.
2.7.1. İş Çevrimlerinin Ölçümünde Kullanılan Göstergeler
İş çevriminin ölçümünde rol oynayan iki temel unsur iktisadi
göstergelerin ölçümü ve potansiyel çıktının belirlenmesidir. Farklı zaman
serilerinden iktisadi faaliyetin hareketlerini izleyerek bir referans çevrim
çıkarabilmek
amacıyla
iktisadi
göstergelerden
faydalanılmaktadır.
İş
çevrimlerinin belirlenmesinde kullanılan temel göstergeler, milli gelir, istihdam
ve fiyatlar genel düzeyidir. Ayrıca enerji fiyatları da iş çevrimleri ile ilgili
önemli bilgiler taşımaktadır.
19. yüzyılda tek bir değişkenin gözlemiyle ekonomik durumun
aydınlatılabileceği inancı vardı. Örneğin Michealis’e göre konut yapımı ve
inşaat sayısı, Juglar’a göre emisyon bankalarının portföy hacmi, Spiethoff’a
70
göre, sermaye oluşumunun habercisi olarak demir tüketimi ekonomik
durumun göstergesi olarak kullanılabilmekteydi. Günümüzde ise, ekonomik
durumu anlamak amacıyla tek bir göstergeden değil, birçok göstergenin
birlikte
hareketlerini
yansıtan
endekslerden
faydalanılmaktadır.
göstergeler arasında en öne çıkanları, çıktı düzeyi,
Bu
işsizlik oranı, işsizlik
tazminatı talepleri vb. serilerdir. Bu serilerin çevrimsel kısmının reel çıktının
çevrimsel
kısmıyla
beraber
hareketi
iş
çevriminin
ölçütü
olarak
kullanılmaktadır. Buna göre seriler reel çıktı düzeyiyle aynı yönlü (procyclical)
veya karşıt yönlü (countercyclical) çevrimsellik gösterebildikleri gibi çevrimle
ilişkisiz
de
(acyclical)
olabilmektedir.
Serilerin
zaman
içindeki
korelasyonlarının incelenmesinden serinin reel çıktıyı önceleyen (lead),
geriden takip eden (lag) veya seriyle eş anlı seyreden (coincident) niteliği
anlaşılmaktadır.
2.7.1.1. Nitel Göstergeler
İş çevrimlerinin saptanmasında iktisadi gösterge olarak kullanılacak
zaman
serilerinin
yanısıra
nitel
göstergelerin
de
dikkate
alınması
gerekmektedir. Örneğin, savaş, barış, seçimler, rejim değişiklikleri gibi önemli
olaylar ile mevzuata ilişkin gelişmeler ve çevrimleri etkileyebilecek nesnel her
türlü bilgi nitel gösterge olarak kullanılmaktadır.
2.7.1.2. Nicel Göstergeler
Üretim, değişim, ulaşım, enerji vb. gibi ekonominin farklı faaliyet
kollarından temsili seriler ile ücretler, karlar, faiz oranları gibi gelir
bölüşümüne ilişkin göstergeler ve yeni kurulan firma sayısı, patent başvurusu
sayısı, işsizlik oranı, iflas eden işyeri sayısı gibi ekonomik duruma dair
sinyaller taşıyan istatistikler iş çevrimleriyle ilgili çıkarım yapabilmek amacıyla
kullanılmaktadır. Makroiktisadi zaman serilerinin analiziyle, mevsimsellik
71
etkileri arındırıldıktan sonra uzun vadeli trendin ayrıştırılarak serilerin
çevrimselliğinin
senkronize
izlenmesi
hareketi
amacı
referans
güdülmektedir.
çevrimin
Birden
belirlenmesinde
fazla
yol
serinin
gösterici
olmaktadır. Bu kısımda iş çevrimi göstergesi olarak kullanılmak üzere
hesaplanan çok sayıda endeks arasından belli başlılarına değinilmektedir.
2.7.1.2.1. Harvard Barometresi
İş çevrimlerinin ölçümü amacıyla 1920’li yıllarda Harvard barometresi
veya Harvard ABC eğrileri çok popüler olmuştur. Orjinal versiyonunda beş
zaman
serisi
grubundan
oluşan
bu
gösterge
Persons
tarafından
geliştirilmiştir. Bu beş grubun oluşturulmasında yirmi farklı seri kullanılmıştır.
Bu gruplarda çevrimler eş anlı olmaktan çok ardısıra gerçekleşmiştir. Genel
iş faaliyetlerinin daha özet bir resmini sunmak adına daha sonra bu beş grup
üç gruba (ABC Grupları) indirgenmiştir. Bu gruplar, spekülasyon göstergesi,
fiziksel üretkenlik, mal fiyatları ve finansal durum endeksi hakkında bilgi
taşımaktadır. Ancak endeks ilk başarılarından sonra güvenilirliğini kaybetmiş
hatta gösterge Büyük Bunalımı tahmin etmekte bile başarısız olunca
kullanımına son verilmiştir. Bu sebeple Moore, Harvard barometresini ‘tüm
zamanların
en
büyük
öngörü
başarısızlıklarından
biri’
şeklinde
nitelendirmektedir (Moore, 1980: 302).
2.7.1.2.2. NBER Endeksi
Mitchell ve Burns’ün 1938’de oluşturduğu NBER göstergeleri
1950’lerde Moore tarafından öncü, gecikmeli ve eş anlı seyreden seriler ile
genişletilmiş, aylık ve çeyreklik bazda incelenen 801 zaman serisinden uyum
ve zamanlama testini geçenler iktisadi gösterge olarak seçilmiştir. Uyum testi,
serinin iş çevrimlerine gösterdiği uyumu, zamanlama testi de zaman
serilerinin dönüm noktalarının referans seriyle tutarlılığını göstermektedir.
72
Sonuç olarak 801 seriden 21 tanesi gösterge olarak seçilip üç gruba
ayrılmıştır: öncüler, eş anlı olanlar ve gecikmeli takip edenler. Öncü seriler
arasında; satılan hisselerin sayısı ve değeri, New York Borsası endeksi,
imalat sanayinde ortalama istihdam saati bulunmaktadır. Eş anlı seyreden
seriler arasında ise iş faaliyetlerinin fiziksel hacmi ve kâr oranları
bulunmaktadır. Gecikmeli seriler ise bordrolar ile doksan gün vadeli faiz
oranlarıdır. Harvard ABC eğrilerine benzer biçimde, bu zaman serileri
grupları da geçmiş ve cari iktisadi faaliyetlerin göstergesidir. Ancak öngörü
amaçlı kullanıldıklarında Harvard Barometresinin eksiklikleri bunlar için de
geçerli olmuştur.
2.7.1.2.3. Yayılım (Difüzyon) Endeksi
NBER tarafından geliştirilen bir başka gösterge yayılım (difüzyon)
endeksidir. Bu endeks de öncü, eş anlı, gecikmeli seriler kavramıyla ilişkili
olup tarihçesi Burns ve Mitchell’e (1946) uzanmaktadır. Zamanın herhangi
bir noktasında bazı zaman serileri yukarı yönlü hareket ederken bazıları
aşağı doğru hareket etmektedir. Eğer yukarı hareket edenlerin göreli sayısı
0.5’ ten fazla ise ekonomi genişliyor, 0.5’ ten az ise ekonomi daralıyor
demektir. Burns (1954) ve Moore (1954, 1955) bu fikri farklı iktisadi zaman
serilerine uygulamış ve genişleyen serilerin oranına yayılım endeksi adını
vermiştir. Burns yaklaşık 700 seriden genel iktisadi faaliyetin endeksi olarak
kullanılabilecek bir endeks elde etmiştir. Bu seriler; üretim, fiyatlar, faiz
oranları, stoklar vb. gibi oldukça heterojen nitelik sergilemiştir (Gabisch,
1989: 16; Burns’den aktarım, 1954: 115). Moore’a göre, bu toplu gösterge
çevrimsel durumları açıklayan endekslerin en iyilerinden biridir (Gabisch,
1989: 16, Moore’dan aktarım, 1954: 18).
73
2.7.1.2.4. Bileşik Öncü Göstergeler
Bileşik öncü gösterge yaklaşımı ekonomik durumu önceden takip eden
makro iktisadi göstergelerin tespiti ve bu göstergelerin yardımıyla ekonominin
gelecekteki durumunun öngörülmesi esasına dayanır. Başka bir deyişle,
öncü göstergeler genel olarak gelecekteki iktisadi faaliyetlere ilişkin beklenti,
taahhüt ve verilmiş olan kararları yansıtır. Öncü göstergelerin en zayıf yönü
çok az sayıda serinin ekonomik durumunun sürekli olarak öncelenebilmesidir.
Ayrıca, öncü göstergelerin öncülük süresi zamanla değişmekte ve hem yön
hem de zaman olarak sürekli doğru öncüleseler dahi iktisadi faaliyetteki
değişimin
büyüklüğünü
göstermekte
yetersiz
kalmaktadırlar.
Öncü
göstergeler istihdam, üretim ve gelir, tüketim, ticaret, satışlar, sabit sermaye
yatırımı, stoklar, fiyat, maliyet, karlar, para ve kredi gibi ekonominin farklı
göstergelerindeki gelişmeleri yansıtacak biçimde sınıflandırılmaktadır.
OECD; üretim, stok, sipariş, inşaat sektörü, işgücü, fiyat, maliyet, kar,
dış ticaret serileri ile iş anketlerini, parasal ve finansal göstergeleri ve diğer
ülkelerdeki ekonomik faaliyetleri toplam 190 seride izlemekte, referans seri
olarak ise sanayi üretim endeksini kullanmaktadır. OECD’nin bileşik öncü
gösterge seçiminde değerlendirilen ölçütler pratiklik, uygunluk ve çevrimsellik
olarak özetlenebilir. Göstergenin pratikliği ile verinin yayımlanma sıklığı,
zamanında yayımlanması ve devamlılığı ifade edilmektedir. Göstergenin
uygunluğu, iktisadi önemi ile kapsamının genişliğine işaret etmektedir.
Göstergenin çevrimselliği ise, referans çevrim boyunca dönüm noktalarında
tutarlılığı, gösterge ile referans seri arasındaki çevrimsel uyum ve referans
seri ile kıyaslandığında kayıp veya eksik çevrim olmaması gibi hususları
kapsamaktadır. OECD yönteminde hem medyan öncü hem de ortalama öncü
hesaplanmakta ancak ortalama uç değerlere hassas olduğundan medyan
tercih edilmektedir.
Öncülüğün tutarlılığı dönüm noktalarında medyan
öncünün standart sapmasına bakılarak değerlendirilmektedir. Küçük bir
standart sapma öncünün dönüm noktalarında homojen olduğunu gösterirken
gösterge seri ile referans seri arasındaki çevrimsel uyum görsel analizle
74
incelenmektedir. Ayrıca gösterge serinin referans seri ile karşı korelasyonu
(cross
correlation)
farklı
öncül
dönemlerde
(different
lead
lengths)
incelenmektedir. OECD’nin bileşik öncü göstergeler için kullandığı seri sayısı
genel olarak beş ile onbir arasında olup ülkeden ülkeye çeşitlilik
göstermektedir. Ayrı gösterge serilerini tek bir bileşik öncü göstergeler
serisinde toplamak amacıyla; periyodiklik, düzleştirme, normalizasyon,
geriden takip aralığı bırakma (lagging), ağırlıklandırma ve derneşikleştirme
(bir araya toplama) gibi izlenmesi gereken süreçler vardır. Hesaplanan bileşik
öncü göstergelerin içinden hangisinin seçileceği de bir takım ölçütlerle
değerlendirilmektedir. Buna göre;
- Referans seri çevrimlerinin dönüm noktalarındaki bileşik öncü
göstergenin öncülüğü uzun olmalı,
- Dönüm noktalarındaki medyan öncü sürenin standart sapması
küçük olmalı,
- Bileşik öncü gösterge düzensiz değişimlerden etkilenmemeli,
- Bileşik öncü göstergenin çevrim sayısı referans seri ile tutarlı olmalı,
- Diğer kısıtların haricinde, yüksek korelasyonlu bileşik öncü gösterge
tercih sebebidir.
OECD, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 23 ülke için 1960’lardan
başlayan bir bileşik öncü gösterge serisi geliştirmiştir. OECD’nin bileşik öncü
gösterge hesaplama yöntemi büyüme çevrimi yaklaşımını esas almaktadır.
Büyüme çevriminin daralma evresi iktisadi faaliyette mutlak bir düşüşe
tekabül etmeyip büyüme oranının uzun vadeli trendinin altına inişine denk
düşebilmektedir (Artis vd, 1995). OECD sisteminde referans seri olarak tek
bir iktisadi değişken tercih edilmekte ve çeyreklik ölçüm sıklığı ve
yayımlanmasında yaşanan zaman gecikmesi sebebiyle GSMH yerine sanayi
üretimi endeksi kullanılmaktadır. OECD’nin izlediği ikinci adım referans
kronolojinin belirlenmesidir. Referans kronoloji, referans serideki dönüm
noktalarının tarihlerini içeren tarihi çevrimsel düzendir. OECD’nin çevrimsel
75
dönüm
noktalarını
geliştirilmiştir.
belirlemede
kullandığı
yöntem
NBER
tarafından
OECD çevrimsel gösterge sisteminin büyüme çevrimi veya
trendden sapma yaklaşımını benimsemesi farklı uzun dönemli trendleri olan
serilerin çevrimselliklerinin kıyaslanabilmesini de olanaklı kılmaktadır17.
2.7.1.2.5. Çıktı Açığı
Çıktı açığı, makroiktisadi durumun çevrimsel olarak düzeltilmiş
seviyesini belirleme imkânı verdiğinden literatürde iş çevrimi göstergesi
olarak kullanılmaktadır. Çıktı açığı, gerçekleşen GSYH’nın potansiyelinden
sapma yüzdesini vermektedir. Potansiyel GSYH, kısa vadede bir ekonomide
enflasyon yaratmayan sürdürülebilir en yüksek üretim seviyesi, uzun vadede
ise ekonominin en yüksek arz kapasitesi şeklinde tanımlanmaktadır (Girici,
2009).
Çıktı açığının hesaplanmasında araştırmacının amaçları ve elindeki
mevcut
veri
seti
kapsamında
tercih
edebileceği
çeşitli
yöntemler
bulunmaktadır. Literatürde sıklıkla kullanılan yöntemler arasında doğrusal
trend, Hodrick – Prescott, Beveridge- Nelson, Band – Pass ve Kalman
filtreleri ile üretim fonksiyonu yöntemi yer almaktadır. Bu yöntemlerin her
birinin birbirlerine kıyasla daha üstün ve daha dezavantajlı oldukları hususlar
vardır. Karar alıcıların kendi amaçları doğrultusunda kıyaslama ve seçim
yapmaları gerekmektedir18.
2.7.2. İş Çevrimlerinin Ölçümünde Kullanılan Yaklaşımlar
Literatürde iş çevrimlerinin ölçümünde birbirinden farklı ama birbiriyle
ilişkili iki temel yaklaşım biçimi öne çıkmaktadır. Bu yaklaşımlar klasik iş
çevrimi ve büyüme çevrimidir. Büyüme oranının mutlak düşüş göstermediği
ancak pozitif kalmaya devam ederken azaldığı durumlarda şiddetli ve uzun
süren bir gerileme hafif ve kısa süreli bir durgunluğa kıyasla daha belirgin
76
olarak gözlenmektedir. Bu noktada klasik iş çevrimi ile büyüme çevrimi
yaklaşımlarının ayrımı önem kazanmaktadır. 1960’larda gözlenen hızlı
büyüme ve refah artışıyla beraber literatürdeki ilgi reel gelirde yukarı yönlü
trendin çevresinde dalgalanmalar şeklinde tanımlanan büyüme çevrimlerine
kaymıştır (Mintz, 1969). Büyüme çevrimlerinin kronolojisi uzun vadeli
trendden sapmaların serisindeki dönüm noktalarına denk gelirken klasik iş
çevrimlerinin kronolojisi gelir seviyesi serilerindeki dönüm noktalarından
çıkarılmaktadır. Büyüme çevrimi temel göstergelerin genel artış gösteren
trendlerinden sapmasının dalgalanması olarak ölçüldüğünden büyüme
çevrimi analizi açısından trendin belirlenmesi önem taşımaktadır.
Büyüme
çevrimi
yaklaşımında
uzun
vadeli
trend
faktörünün
ayrıştırılarak çevrimsel unsurların incelenmesi iş çevriminin uzun dönemli
büyüme trendinden sapma ile ölçülmesi sonucunu doğurmaktadır. Büyüme
çevriminin dönüm noktaları da tıpkı klasik iş çevriminde olduğu gibi zirve ve
dip noktalarını içermekle beraber iki çevrim yaklaşımı arasındaki fark orjinal
zaman serilerinin uzun dönemli trendlerinden ayrıştırılıp ayrıştırılmadığıdır.
Büyüme çevrimiyle klasik çevrimin dönüm noktaları kıyaslandığında büyüme
çevrimindeki genişleme evresinin klasik çevrimden daha kısa sürdüğü,
daralma evresinin ise klasik çevrime kıyasla daha uzun sürdüğü tespit
edilmektedir. Büyüme çevrimindeki aşağı yönlü düşüş iş çevrimindeki aşağı
yönlü düşüşü öncelerken iki iş çevrimi ölçümü yaklaşımında da tipik asimetri
genişlemenin daralmadan daha uzun sürme eğilimi göstermesidir.
Aşağıdaki şekil üzerinde uzun vadeli büyüme trendi etrafında klasik iş
çevrimi ile büyüme çevrimi arasındaki fark gösterilmektedir. A ve B noktaları
klasik iş çevriminin dönüm noktalarını gösterirken, C ve D noktaları büyüme
çevriminin dönüm noktalarını göstermektedir. Klasik iş çevrimi dönüm
noktalarını gösteren A ve B noktalarındasırasıyla dip ve zirveden mutlak
dönüş dikkate alınırken, büyüme çevrimi dönüm noktalarını gösteren C ve D
noktalarında uzun vadeli trendden sapmanın dönüm noktasının dikkate
alındığı gözlenmektedir.
77
Şekil 4: Klasik İş Çevrimi ve Büyüme Çevrimi Yaklaşımları
iktisadi gösterge
Trend
A C
D B
Zaman
Kaynak: Altuğ, 2009: 9
Klasik iş çevriminden farklı olarak büyüme çevrimi çevrim ile trendin
ayrıştırılmasını gerektirse de dönüm noktalarının tarihlendirilmesi yöntemi her
iki çevrim için aynıdır.
Tarihlendirme algoritması dönüm noktalarının
öngörülmesi olup; zirve ve dip noktalarını belirlemek, evrelerin minimum
süresini göstermek, belirsizlikleri değerlendirmek amaçlarını taşımaktadır. İş
çevrimi
tanımı
olarak
büyüme
çevrimi
kullanıldığında
veriler
önce
mevsimsellikten arındırılarak seriler trend bileşeninden ayrıştırılır19. Daha
sonra her göstergenin çevrimsel bileşeni hesaplanarak belirlenen dönüm
noktalarının referans tarihlerinin önünde veya arkasında olup olmadığının
incelenmesiyle
göstergeler
öncü
veya
gecikmeli
gösterge
şeklinde
ayrılmaktadır. Bu açıdan referans tarihi iktisadi göstergelerin öncü, eş anlı ve
gecikmeli
olarak
sınıflandırılmasında
bir
standart
oluşturmaktadır.
Sınıflandırmanın geçerli olabilmesi için ise göstergenin dönüm noktaları ile
referans
tarihlerinin
zaman
içindeki
korelasyonunun
istikrarlı
olması
gerekmektedir. Bu kullanımlarının yanısıra, referans tarihleri iş çevrimi
78
davranışlarını incelemede ve iktisadi hareketlerin niteliklerini araştırmada
kullanılmaktadır.
ABD’de iş çevrimi klasik çevrim olarak ele alınmakta ve NBER
bünyesindeki yedi üyeli bağımsız tarihlendirme komitesi (dating committee) iş
çevrimlerinin dönüm noktalarını inceleyerek konjonktürü karşılayan ekonomik
koşullardaki değişime göre referans tarihlerini belirlemektedir. Komitede
tartışılıp karara bağlanan referans tarihler daha sonra resmî olarak
açıklanmaktadır.
Japonya’da iş çevriminin ölçütü olarak, iş durumu endeksleri (indexes
of business conditions) derlenmekte, bu endekslerin görünümüne göre iş
çevriminin zirve ve dip noktaları belirlenmektedir. Japonya’da iş çevrimlerinin
ölçümünden sorumlu resmi kurum olan İktisadi ve Sosyal Araştırma Enstitüsü
(ESRI)
konunun
uzmanlarıyla
da
görüşerek
referans
tarihleri
açıklamaktadır20.
İş çevriminin tanımlanmasına ilişkin farklı yaklaşımlar olduğu gibi
çevrimlerin belirlenmesinde de farklı yöntemler bulunmaktadır. Literatürde
yaygın olarak kabul gören yöntemler çeşitli serilerin incelenerek dönüm
noktalarının tespit edilmesi ile iş çevrimi göstergesi olarak kullanılan çıktı
açığı, sanayi üretimi endeksi gibi tekil serilerin veya farklı makroiktisadi
serilerin bir kompozisyonundan oluşan endekslerin, bileşik öncü göstergelerin
vb. trend ve çevrim unsurlarına ayrıştırılmasıdır. Trendin belirlenmesi ve
çevrimselliğin makroiktisadi zaman serisinin ham halinden ayrıştırılmasına
yönelik çok sayıda alternatif yöntem ve teknik arasında parametrik ve
parametrik olmayan algoritmalar rekabet halindedir. Bu bağlamda iş çevrimi
ölçümünde kullanılan çok çeşitli yöntemleri temel olarak parametrik
yaklaşımlar ve parametrik olmayan yaklaşımlar olarak sınıflandırmak
mümkündür.
Parametrik
olmayan
yaklaşımlara
NBER
tarihlendirme
komitesinin iş çevrimlerinin dönüm noktalarını belirlemede izlediği yöntem
gösterilebilir. Parametrik yaklaşımlar ise, Neftçi (1984) ile başlayıp, Hamilton
(1989) çalışmasında önerilen Markov değişim (Markov switching, MS)
79
modelleriyle çeşitlenmiştir. Ortak faktör modelleri, gözlenmeyen bileşenler
modeli, dinamik faktör modelleri ile dinamik stokastik genel denge modelleri
bu yaklaşımlar arasında sayılabilir21.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
İŞ ÇEVRİMLERİ İLE KÜRESELLEŞME İLİŞKİSİ
Gerek gelişmekte olan ülkelerin sanayileşme yolunda kaydettiği
ilerlemeler gerekse gelişmiş kapitalist ülkelerin finansal kapitalizm yönünde
geçirdiği evrim, sanayi kapitalizmi ile ortaya çıkan iş çevrimlerinin
küreselleşme sürecinden nasıl etkilendiği tartışmasını iktisat literatürünün
gündemine taşımıştır. Bu bağlamda, dikkat çeken araştırma konularından biri
de iş çevrimlerinin değişkenliğinin (business cycle volatility) küreselleşme ile
lişkisidir22. Literatürdeki ampirik çalışmalara göre, 1980 sonrasında OECD
ülkelerinin çoğunda makroiktisadi göstergelerin değişkenliği azalmıştır (Basu
ve Taylor, 1999). Özellikle, II. Dünya Savaşını takiben makroekonomik
politikalarda
ve
dalgalanmaların
konjonktürde
şiddetinde
gözlenen
gözlenen
yapısal
değişim
çevrimsel
azalmayı
genel
hatlarıyla
açıklamaktadır. Refah devleti politikaları, para politikasının kredibilitesinde
artış,
merkez
hedeflemesine
bankası
geçiş
bağımsızlığına
gibi
uygulamalar
önem
yapısal
verilmesi,
enflasyon
değişimlere
örnek
gösterilmektedir (Dalsgaard vd., 2002). Çıktının kompozisyonunda imalattan
hizmetlere doğru gözlenen kaymanın da çıktıdaki volatiliteyi azaltan yapısal
bir değişim olduğu vurgulanmaktadır (Black ve Dowd, 2009; Egert ve
Sutherland’den aktarım, 2012: 8). Stok yönetiminde kaydedilen gelişmelerin
çıktı volatilitesindeki düşüşe katkıda bulunduğunu savunanların yanısıra
(Dalsgaard vd. 2002) makro iktisadi değişkenliğin stok yönetimiyle ilişkisiz
olduğunu iddia edenler de bulunmaktadır (Barrell ve Gottschalk, 2004).
Benzer biçimde, finansal piyasaların derinleşmesinin riskin dağıtılmasına yol
açarak tüketim ve yatırıma istikrar getirdiğini savunanlar bulunduğu gibi dış
ticaretin ve finansal entegrasyonun artışının bir ülkeyi dış şoklara karşı daha
duyarlı hale getirdiğini iddia edenler de bulunmaktadır (Blanchard ve Simon,
2001). Canova’ya göre, politika değişkeninin iş çevrimi volatilitesindeki
düşüşü açıklamada yetersiz kaldığı hallerde ülke ekonomilerini etkileyen
ortak şokların niteliği de göz önünde bulundurulmalıdır23 (Canova, 2009).
81
Özetle, küreselleşme sürecinin iş çevrimi değişkenliğini artırıp
artırmadığı tartışmalıdır. Küreselleşmenin çevrimleri istikrarlandırdığını iddia
edenler; ülke dışında yeni piyasaların yaratılmasıyla ekonominin iç talebe
bağımlılığının azaldığını, arz için yeni kaynakların bulunduğunu ve sermaye
piyasalarındaki küreselleşmenin piyasada balon oluşması riskini azaltarak
likiditeyi artırdığını savunmaktadır. Ancak, dışa açılmanın faydaları olduğu
kadar kırılganlıkları artırdığı da bir gerçektir (Zarnowitz, 1999: 6). Nitekim
ekonomik istikrarı artırdığı iddia edilen bütün bu gelişmelere karşın,
dalgalanmaların sona ermediği, hatta küreselleşmenin ivme kazandığı 20.
yüzyıl sonlarından itibaren, özellikle gelişmekte olan ülkelerin finansal
krizlerle sarsıldığı ve krizlerin bulaşma etkisiyle dünya geneline yayıldığı
gözlenmektedir. Bir ülkede ortaya çıkan krizin başka ülkelerde krizi
tetiklemesine bulaşma etkisi adı verilmektedir. Krizlerin aktarımında dış
ticaret kanalı ya karşılıklı ithalat ve ihracat yapan ülkeleri doğrudan
etkilemekte ya da aynı pazarlarda birbirlerine rakip mallarla faaliyet gösteren
ülkeler arasında dolaylı bir etki yaratmaktadır. Ayrıca krizlerin temel iktisadi
parametreleri doğrudan etkilemeksizin başka ekonomilerde bulaşma etkisi
yaratması da olanaklıdır. Bir ülkede meydana gelen krizin diğer bir ülkeye
ilişkin risk algısını bozup beklentileri değiştirerek kendi kendini besleyen
krizlere yol açabilmesi bu tip bir bulaşma etkisini göstermektedir. Örneğin,
1990’lı yıllarda ve 2000’lerin başında Latin Amerika, Doğu Asya, Rusya ve
Türkiye’de gözlenen krizler finansal liberalizasyon sürecinde artış gösteren
kırılganlık
düzeyiyle
ilişkilendirilmektedir.
Üstelik
2008
finansal
krizi
küreselleşmeden kaynaklanan değişkenliğin yalnızca zamansız ve kontrolsüz
liberalleşen gelişmekte olan ülkeler için risk yaratmadığını, finansal piyasaları
derin, ileri düzeyde sanayileşmiş ekonomilerin de tehdit altında olduğunu
göstermiştir. Bu konjonktürün de etkisiyle, mevsimsel, tesadüfî ve sektörel
dalgalanmaların
yanısıra
büyüme
hızındaki
dalgalanmalar
iktisat
literatürünün gündeminde yer almaya devam etmektedir.
İş çevrimleri ile küreselleşme ilişkisi bağlamında tartışılan bir başka
önemli konu iş çevrimlerinin küreselliğinin sorgulanmasıdır. Literatürde ‘‘iş
82
çevrimi senkronizasyonu’’ başlığıyla kavramlaştırılan bu olgu küreselleşme
sürecinde
ulusal
ekonomilerin
birbirleriyle
bağlantılarının
artışından
kaynaklanmaktadır. Konunun literatürde uyandırdığı ilgiye rağmen, pek çok
teorik iş çevrimi modelinde parasal faktörler ile uluslararası ticaret
unsurlarının analiz dışı bırakıldığı gözlenmektedir. Oysa benzer ekonomik
yapıya sahip olmanın, dış ticarete açıklığın, sektörler arası yoğun ticaret ve
faktör hareketliliği gibi unsurların iş çevrimi senkronizasyonunu artırdığı
bilinmektedir. Ayrıca, finansal piyasa entegrasyonu bir yandan risklerin
dağıtılmasına olanak sağlarken bir yandan da güçlü bir aktarım mekanizması
yaratarak bölgesel şokları küresel şoklara çevirmektedir. Bu bağlamda, iş
çevrimleri
ile
küreselleşme
ilişkisinin
irdelenmesi
amacıyla
öncelikle
küreselleşme sürecinin iş çevrimlerini hangi mekanizmalarla etkilediğinin
araştırılması gerekmektedir.
3.1.
KÜRESELLEŞME
SÜRECİNİN
İŞ
ÇEVRİMLERİNİ
ETKİLEME
KANALLARI
Doğru ve etkili politika seçimlerinin yapılması açısından uluslararası iş
çevriminin
ülkeler
arası
aktarım
mekanizmasının
anlaşılması
önem
taşımaktadır. Dışa açık ekonomilerin dış bağlantılar kanalıyla küreselleşme
sürecinden etkilenmesi beklenmektedir. Dış etkiler söz konusu olduğunda
teorik açıdan öne çıkan aktarım kanalları dış ticaret etkisi ile finansal
bağlantılardır. Ancak, bu etkilenmenin ne düzeyde gerçekleşeceği ampirik bir
soru olup zaman serilerinin analizini gerektirmektedir.
İş çevrimi senkronizasyonunda gözlenen değişimin ne kadarının mal
ve varlık ticaretiyle açıklanabileceğini ve farklı aktarım mekanizmalarının
gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler açısından göreli önemini araştıran Imbs,
çevrim korelasyonlarındaki artışın özellikle gelişmiş ülkeler açısından geçerli
olduğunu savunmaktadır. Imbs’e göre iş çevrimi senkronizasyonu gelişmiş
ülkeler için finansal bağlantılarla, gelişmekte olan ülkeler için ise dış ticaret
83
etkisiyle ilişkili olma eğilimindedir (Imbs, 2010). II. Dünya Savaşı sonrası
verilere göre ara mallarında dış ticaret yoğunluğu ülkeler arası şokların
aktarımını açıklamada önem taşımaktadır (Canova ve Dellas, 1993). Güncel
ampirik çalışmalar şokların ara mal ticaretine etkilerinin üretim bağları
kanalıyla dünyanın geri kalanına yayıldığını göstermektedir (Levchenko,
Lewis, Tesar, 2009; Bems, Johnson, Yi, 2010). Örneğin, orta vadedeki
teknoloji şoklarının
aktarımından
üretimdeki bağımlılıkların,
kamudaki
şokların aktarımından ise tüketimdeki bağımlılıkların sorumlu olduğu
düşünülmektedir (Canova, Marrinan, 1996). Ülkeye özgü şokları daha geniş
bölgelere yayan bağımlılık ilişkileriyle şekillenen aktarım mekanizmalarının
yanısıra çok sayıda ülkeyi eş anlı etkileyen ortak dış şoklar da dikkat
çekmektedir. Özellikle, 1973 sonrasında dünya konjonktüründe gözlenen
ortak şokların uluslararası çıktı hareketinde rol oynadığı düşünülmektedir. Bu
bağlamda uluslararası iş çevrimine sebep olan aktarım mekanizmaları
açısından hem dış ticaretin hem de finansal piyasa aracılığının incelenmesi
gerekli görülmektedir.
3.1.1. Dış Ticaret Kanalı
Literatürdeki ilk çalışmalarda iş çevrimlerinin eş anlı hareketine sebep
olan aktarım mekanizması olarak dış ticaret gösterilmiştir. Bu ilişkiyi ampirik
açıdan inceleyen çok sayıda çalışma bulunmaktadır. Örneğin, Frankel ve
Rose (1998) OECD ülkelerinde iş çevrimi senkronizasyonunu dış ticaret
yoğunluğuyla açıklamaktadır24. Imbs’e göre dış ticaret yoğunluğu uluslararası
iktisadi faaliyetin beraber hareketinin önemli bir belirleyicisidir. Imbs, özellikle
gelişmekte olan ülkelerde şokun temel aktarım mekanizmasının mal ticareti
olmasını diğer dışa açıklık göstergeleri içinde mal ticaretinin göreceli olarak
daha
az
engellenmesine
bağlamaktadır
(Imbs,
2010).
Çevrimlerin
aktarımında dış ticaret kanalının önemini vurgulayan çalışmalara rağmen, iki
ülke arasındaki dış ticaret bağlantısının kuvvetli olmasının iş çevriminde daha
fazla
senkronizasyona
sebep
olacağına
ilişkin
kesin
ampirik
kanıt
84
bulunmamaktadır. Örneğin genel olarak, bir ülkenin dış ticaret ortaklarında
gözlenen GSYH düşüşünün söz konusu ülkenin mallarına olan talebi
azaltarak iş çevrimi senkronizasyonunu artırması beklenmektedir. Oysa, dış
ticaretin belirli sektörlerde uzmanlaşmaya yol açtığı hallerde sektörel şoklar
ülkeler arasındaki çevrimlerin korelasyonunu azaltabilmektedir (Krugman,
1996). Esasen, iş çevriminin senkronizasyonunu belirleyen ülkeler arasındaki
dış ticaretin hacminden çok niteliğidir. Aynı veya benzer nitelikteki sektörlerde
karşılıklı ticaret söz konusuysa çevrim korelasyonlarının daha yüksek olması
beklenirken sektörler arası ticaret ağırlıklıysa çevrimlerde korelasyon
öngörülmemektedir. Başka bir deyişle, iş çevrimini tetikleyen şoklar sektörel
nitelik
taşıdığında
senkronizasyonunda
sektörel
uzmanlaşma
yapıları
belirleyici
olmaktadır.
Nitekim
iş
çevrimleri
diğer
aktarım
mekanizmaları ve dış ticaret yoğunluğu sabit tutulsa bile sektörel üretimleri
birbirine benzer olan ülkelerin çevrimleri daha senkronize olma eğilimindedir.
Örneğin,
Kanada
ve
ABD’deki
sanayi
yapılarının
benzer
olması
dalgalanmaların eş anlı seyretmesinde etkilidir. Bu sebeple Imbs, uluslararası
iş çevriminin kaynağı olarak yalnızca dış ticaretin yoğunluğunu gösteren
teorileri eleştirmekte ve gelişmiş ülkelerde sektörel üretim yapısının
benzerliğinden yola çıkarak sektöre has küresel iş çevrimlerine dikkat
çekmektedir (Imbs, 2001). Ayrıca, bölgeselleşme hareketleri küreselleşme
sürecinin bir parçası olarak ele alındığında dünyanın tüm bölgelerine ilişkin
bir genellemede bulunulamayacağı ortaya çıkmaktadır. Örneğin, Avrupa
ülkeleri ile Amerika kıtasındaki çevrim senkronizasyonunun yüksekliği; dış
ticaret yoğunluğu, coğrafi yakınlık ve ortak kurumlar gibi faktörlerin etkili
olduğunu gösterirken Asya bölgesinde bölgeye özgü küresel nitelikli bir iş
çevriminden bahsedilememektedir (Imbs, 2001).
Özetle, dış ticaret kanalının çevrimlerin senkronizasyonu üzerindeki
etkisi belirsizdir ve araştırmaya konu olan ülkelerin özel durumları da göz
önüne alınarak ampirik açıdan irdelenmesi gerekmektedir. Ayrıca, iktisat
teorisinin uluslararası iş çevrimlerine neyin sebep olduğu hakkında kesin bir
yanıt ortaya koyamaması iş çevrimi senkronizasyonuna ilişkin ampirik
85
çalışmaların sonuçlarının tartışmalı olmasına yol açmaktadır. Örneğin dış
ticarette arz şoklarının mı yoksa talep şoklarının mı daha belirleyici rol
oynadığı muğlaktır 25.
3.1.2. Finansal Bağlantı Kanalı
Yeni finansal araçların geliştirilmesi, ulusal finansal pazarların
deregülasyonu, uluslararası bankaların gelişimi, küresel bir finans sistemini
oluşturan
unsurlardır.
Günümüzde
ulusal
makro
iktisadi
politikaların
belirlenmesinde önemli rol oynayan döviz kurları ve faiz oranları küresel
finans piyasalarında belirlenmektedir. Finansal küreselleşmenin tarihçesi
incelendiğinde, üç önemli süreç göze çarpmaktadır. Bunlardan ilki, 1800’lü
yılların sonlarından 1. Dünya Savaşına kadar geçen dönemdir. Bu dönemde
kaynağı İngiltere, Hollanda ve Almanya gibi belli başlı ülkeler olan sermaye
daha çok doğrudan yabancı yatırımlar şeklinde hareket etmiştir. İki dünya
savaşı arasında geçen zaman zarfında sermaye hareketleri yavaşlamış,
kontroller artmıştır. Üçüncü dönem ise 2. Dünya Savaşı’nın bitiminden
bugünlere kadar geçen dönemdir. 1950’lerde Soğuk Savaş döneminin
rekabetçi ve gergin ortamı Sovyetler Birliği’nin elindeki dolarları ABD yerine
Batı Avrupa bankalarında değerlendirmesine yol açmıştır. ABD’de yürürlükte
olan Regulation – Q etkisiyle faizlerin düşük seyretmesi sonucu euro – dolar
piyasaları gelişmiştir. Böylece Avrupa’da bankalar kabul ettikleri dolarları yerli
para birimine çevirmektense dolar olarak değerlendirmeyi tercih etmiştir. Bu
şekilde dolaşıma giren euro- dolarlar euro- döviz piyasalarının temelini
oluşturmuştur. Bretton Woods sistemi 1960’ların sonlarına kadar döviz
fiyatları ve faiz oranlarının denetim altında tutulmasını sağlayarak ekonominin
dinamikleri açısından gerekli istikrarın sağlanmasında etkili olmuştur. Bu
dönemde düşük seyreden reel faiz oranları ve dolaysız yatırımlar büyümeyi
artırmıştır. Ancak, Vietnam Savaşı’nın da etkisiyle ABD’de enflasyon
yükselmiş, iç ve dış borç birikerek dolar sabit altın fiyatına karşı
spekülasyona açık hale gelmiş ve Bretton Woods sistemi 1971’de çökmüştür.
86
Bretton Woods sisteminin çöküşünü takiben yaşanan petrol şokları petrol
fiyatlarını artırarak petrol ihracatçısı ülkelerin elinde büyük miktarda fon
birikmesine sebep olmuştur. Petrol ihracatçısı ülkeler petro-dolarları yeniden
dolaşıma sokarak ellerindeki fon fazlasını uluslararası sermaye piyasalarına
yatırmıştır. Bretton Woods sonrası kurların serbest dalgalanmaya geçişiyle
beraber
istikrarsızlaşan
finansal
piyasalar
spekülatif
kazanç
isteğini
güdülemiş ve serbest salınan döviz kurlarının yatırımcı açısından döviz kuru
riski yaratması sonucu ‘hedge’ işlemlerine ihtiyaç duyularak türev araçlar
geliştirilmiştir. Böylece Bretton Woods sonrası dönemde finansal piyasaların
derinleşmesi, yaygınlaşması ve çeşitlenmesi için gerekli tüm koşullar
gerçekleşmiştir. Bu süreçte 1970’lerin durgunluk döneminden çıkış hareketi
olarak ABD önderliğinde gelişen sermaye hareketleri ön plana çıkmış ve
finansal küreselleşmenin yaygınlaşmasına hizmet etmiştir. Özellikle 1970’li
yıllarda, gelişmiş ülkelerde kâr oranlarının düşmesi ve buna bağlı olarak
yatırım yapılacak sahaların daralması, finansal küreselleşmeyi konjonktürel
açıdan gerekli kılmıştır. Petrol fiyatlarının hızlı yükselişiyle beraber petrol
ihracatçısı ülkelerin elinde biriken petro-dolarların dolaşıma sokulması
ihtiyacı, Bretton Woods sonrası esnek döviz kuru rejimlerinin de etkisiyle
finansal serbestleşmeyi hızlandırmıştır. Ayrıca literatürde ikiz açık olarak
nitelendirilen ve gelişmekte olan ülkelerin çoğunda bir arada seyreden bütçe
açıkları ile cari açıklar da finansal küreselleşmenin itici unsurları arasında
sayılmaktadır.
Günümüzde milyarlarca dolar değerindeki işlemler elektronik devreler
vasıtasıyla saniyeler içinde küresel düzeyde gerçekleştirilmekte olup,
Castells’in de vurguladığı gibi bu düzeyde bütünleşmiş finansal piyasalar
tarihte ilk defa gözlenmektedir. Küreselleşmenin teknolojik altyapısını
oluşturan mobil telefonlar, internet bağlantıları ve medya ağları tarihte ilk kez
ortaya çıkmış ve iletişimin maliyetindeki bu hızlı düşüş finans piyasalarında
kârlılık arayışı için hareketliliği olanaklı kılmıştır (Castells, 2008: 92). Finansal
küreselleşmeyle, bankacılık sektöründe regülasyonların tasfiye edildiği, kâr
marjlarının düşüp rekabetin arttığı bir döneme girilmiştir. Bu gelişmelerle
87
beraber, sermaye hareketlerinin liberalizasyonu sürecinde ülkelerin krize
karşı kırılganlığı da artmıştır. Sanayileşmiş ülkelerde kâr oranlarının
düşmesine çözüm olarak yeni finansal kurumlar ve finansal araçlar
geliştirilmiştir. Örneğin 1980’ lerde 200 milyar dolar gibi bir rakam olan türev
araçlar mali piyasaların en hızlı büyüyen ürünü olarak 2013 yılının Haziran
ayı itibarıyla 693 trilyon dolar hacme ulaşmıştır (BIS Statistics). Benzer
biçimde özel varlık fonları (private equity funds) ve ihtiyat fonları (hedge
funds) da finansal riskliliği artıran kurumlardır.
Yeldan’a göre, birinci küreselleşme evresinde paranın değeri reel bir
mal olan altın standardına bağlıyken, ikinci küreselleşme evresinde kağıt
para ile işlemlerin nominal değişim değeri üzerinden yürütülmesi ulusal
paranın
değişim
haddinde
belirsizlik
yaratarak
spekülasyon
riski
doğurmaktadır (Yeldan, 2000: 35). Spekülatif kazanç güdüsüyle serbestçe
dolaşan sermayenin reel sektörle bağları kopmakta ve finansal küreselleşme
süreci finansal krizlerin tetikleyicisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Finansal
küreselleşmenin ekonomi üzerindeki etkileri; döviz kuru değişimi kanalıyla
cari açıkta hareketler, bütçe açıkları ve enflasyon düzeyi üzerindeki etkiler,
faiz oranı kanalıyla portföy yatırımları ve doğrudan yatırımlar kanalıyla
büyüme oranlarının etkilenmesi olarak özetlenebilir. Birincil etkilerinin
yanısıra daha uzun vadeli ikincil yayılma etkileri de olan finansal
küreselleşme hareketleri, kırılgan durumda olan ülkelere finansal istikrarsızlık
taşıyarak iş çevrimlerinin ülkeler arasında bulaşmasına yol açmaktadır.
Küreselleşmenin baş aktörlerinden uluslararası kuruluşların uyguladığı
politikalar da, ülkeler arası finansal bağlantıları güçlendirerek belli bir
coğrafyada meydana gelen şokların etkisini daha geniş alana yaymaktadır.
Örneğin, IMF ve Dünya Bankası gibi kurumların kredi almak isteyen ülkelere
dayattıkları
şartlar,
çok
sayıda
ülkede
küçük
bütçe,
devalüasyon,
özelleştirme, deregülasyon, ticari ve finansal serbestleşme gibi benzer
unsurları içermekte, ulus devletlerin iktisadi bağımsızlığı törpülenerek ortak
para ve maliye politikaları dayatılmaktadır. Bütün bu unsurlar, şokların
yayılmasına yol açarak küreselleşme ile iş çevrimleri ilişkisini kurmaktadır.
88
1980’li yıllarla beraber finansal serbestleşmeye geçen pek çok ülkede
krizlerin
yaşanması
regülasyonların
literatürde
tasfiyesinde
serbestleşmenin
izlenecek
zamanlamasına
sıralamaya
ilişkin
ve
tartışmalar
doğurmuştur. Hızlı finansal serbestleşmenin Arjantin, Şili, Meksika ve Türkiye
gibi
özellikle
gelişmekte
olan
ülkelerde
artırması
bu
tartışmalara
istikrarsızlıkları
makro
dengeleri
dayanak
bozarak
oluşturmuştur.
Küreselleşme sürecinde finansal kırılganlıkların artışıyla beraber gözlenen
krizler sonucunda uluslararası kuruluşların Washington Mutabakatına ilişkin
prensipleri dayatma güçleri daha fazla artmaktadır. Bu koşullar özellikle
tasarruf ve yatırım oranları düşük, cari açıkları yüksek, aşırı risk yüklenen
gelişmekte olan ülkelere kullandırılan kredilerin ön şartı olarak yapısal uyum
adı altında dayatılmaktadır.
Literatüre göre, finansal bağlantılar kanalının iş çevriminin aktarımında
oynadığı rolün önemi tartışmalıdır. Teorik açıdan, çevrimleri senkronizasyon
gösteren ülkelerdeki karşılıklı sermaye hareketinin yoğun olması beklenmese
de, finansal entegrasyon iş çevrimi korelasyonunun neden özellikle gelişmiş
ülkeler arasında gözlendiğini ampirik olarak açıklamaktadır. Ancak bazı
durumlarda özellikle OECD ülkeleri için geçerli olan üretim yapısı
benzerlikleri iş çevrimi dalgalanmalarını finansal entegrasyondan daha
kuvvetli
biçimde
açıklamaktadır.
Çevrim
senkronizasyonunda
ülkeler
arasındaki coğrafi uzaklığın belirleyiciliğini vurgulayanlar ise günümüzde
gözlenen çevrim korelasyonlarını (en azından refah düzeyi yüksek OECD
ülkeleri arasındakileri) açıklamada sermaye akımlarının rolünün en fazla
coğrafi uzaklık kadar olduğunu savunmaktadır (Portes ve Rey, 1999).
1970’lerde
finansal
liberalizasyon
politikaları
yoğun
biçimde
tartışılmıştır. Finansal serbestleşmenin özellikle gelişmekte olan ülkelerde
büyümeyi olumlu etkileyeceğini savunulmuştur (McKinnon, 1973; Shaw,
1973). Ancak finansal serbestleşmeyle beraber finansal krizlerin sıklığında,
şiddetinde ve değişkenliğinde gözlenen artış küreselleşme ile iş çevrimleri
arasındaki ilişkinin sorgulanmasına yol açmıştır. Örneğin, Wyplosz’a göre
89
1990’lardaki krizlerin sebebi finansal piyasalarda risk alımını özendiren hızlı
liberalleşmedir (Wyplosz, 2001). İktisat teorisi genel olarak, finansal
serbestleşmeden iş çevrimi değişkenliğine doğru bir nedenselliği vurgulasa
da Buch’a göre tam tersi de söz konusu olabilir. Örneğin iç şoklarını şiddetli
yaşayan ülkeler riski dağıtmak için yabancı sermayeye daha çok ihtiyaç
duyabilmektedir (Buch, 2002). Ayrıca, bankacılık ve finans sektörünün reel
ekonomiyle bağlantısı reel ekonomide gözlenen çevrimlerin banka kredisinde
de çevrimselliğe yol açmasına sebep olabilmektedir. Asea ve Bloomberg
(1998)’e göre banka kredisi reel çevrimi, reel çevrim de banka kredisini
etkilemektedir.
Bankalar
ile
sermaye
piyasalarının
reel
faaliyeti
etkileyebileceği iki önemli kanal banka borç verme kanalı ve finansal
hızlandıran veya bilanço kanalı adı da verilen daha kapsayıcı ödünç verme
kanalıdır.
Bankacılık sektörü çevrimle aynı yönlü hareket ederek reel
çevrimin etkisini artırmaktadır. Nitekim, bankacılık sektöründe gözlenen
şiddetli serbest rekabet ile küresel sermaye hareketlerinde gözlenen artışın
20. ve 21. yüzyılın finansal krizleriyle ilişkili olduğu görülmektedir (Kregel,
1998). Cetorelli ve Goldberg (2010) küresel ölçekte çalışan bankaların
finansal şokun aktarımında oynadığı rolü vurgularken Giannone, Lenza,
Reichlin (2011), kredi piyasalarındaki regülasyonun şokların uluslararası
aktarımını sınırlandırdığını göstermektedir. Lane ve Milesi-Ferretti (2010)’ye
göre kriz öncesi kredi koşulları ve dışsal kırılganlıklar kontrol altına
alındığında finansal bağlantılar çevrimlerin aktarım mekanizması olarak
önemini yitirmektedir (Imbs 2010).
Uluslararası sermaye hareketlerinin iş çevrimine etkisini finansal
piyasa kusurları çerçevesinde ele alan çalışmalar bulunmaktadır (Brennan ve
Aranda 1999, Razin, Sadka, Yuen 1998). Uluslararası çerçevede finansal
piyasa kusurları ile makroiktisadi istikrarsızlığın ilişkisini Aghion, Bacchetta ve
Banerjee (1999) incelemiştir. Kouparitsas’ın (1996) artan ticaret ile finansal
akımların etkisini gelişmiş ve gelişmekte olan ülke ayrımı yaparak incelediği
reel iş çevrimi modelinde Kuzey - Güney ticareti asimetriktir ve finansal
piyasaların yokluğunda Güneyde yaşanan iş çevrimleri kuzeyin ekonomisiyle
90
doğrudan ilgilidir. Bu durumda özellikle güneyde ticaret haddi oldukça
değişkendir. Finansal piyasalardaki entegrasyon ise riskin
daha iyi
dağıtılmasına sebep olmaktadır. Ampirik açıdan bu modelin önermesi küçük
veya az gelişmiş ülkelerde iş çevrimi değişkenliğinin daha yüksek olduğu
ancak finansal dışa açılma ile beraber bu değişkenlikte düşüş gözleneceği
yönündedir. Crucini (1997)’nin bulguları da bu doğrultudadır. Bacchetta ve
Caminal’e göre ise, sermaye piyasasındaki aksaklıkların şokların etkisini her
zaman artırdığı doğru değildir. Ekonominin maruz kaldığı şokun niteliğine
göre,
finansal
piyasalardaki
aksaklıkların
şiddetlendirmesi de yatıştırması da mümkündür
çıktı
dalgalanmalarını
(Bacchetta ve Caminal,
1998: 463). Başka bir deyişle, teorik olarak finansal entegrasyonun iş çevrimi
değişkenliğini nasıl etkileyeceği açık değildir. Finansal entegrasyonun
borçlanmayı kolaylaştırarak iç şoklara karşı tampon görevi görmesi kadar dış
kaynaklı sermaye akımlarının iç şokların negatif etkisini şiddetlendirmesi de
öngörülen senaryolar arasındadır. Sermaye giriş ve çıkışlarının da etkisiyle
dışa açık bir sermaye piyasasının yatırımdaki oynaklığı artırırken tüketimi
düzleştireceği ve tanım gereği cari açığı daha değişken hale getireceği
yönünde iddialar bulunmaktadır (Basu ve Taylor, 1999: 22). Imbs, hem mal
ticaretini hem de uzmanlaşmayı artıran finansal entegrasyonla beraber
çıktıdaki dalgalanmaların korelasyonunun nasıl arttığını göstermektedir
(Imbs, 2006).
Ampirik çalışmaların yetersizliği uluslararası finansal entegrasyonun
ölçümündeki eksikliklerden kaynaklanmaktadır. Bu eksikliği gidermeye
yönelik alternatif yaklaşımlar IMF tarafından basılan ve sermaye hesabına
sınırlamaları gösteren endeksler ile net dış pozisyonun ikâmeleridir. Köse,
Prasad, Terrones (2003) finansal olarak dışa açık ülkelerin, özellikle de G7
ülkelerinin daha fazla çevrimsel senkronizasyon gösterdiğini vurgulamaktadır.
Bordo ve Helbling (2003), çevrim senkronizasyonunda uzun vadeli artış tespit
etmekte ancak bu artışın çok az bir kısmının sermaye kontrolleriyle ikâme
edilen finansal entegrasyon endeksiyle açıklanabileceğini tespit etmektedir.
Adam vd. (2002), finansal entegrasyonu ifade etme amacıyla kullanılan temel
91
yaklaşımlar içinde doğrudan gözlenebilir, ülkeler arasında toplulaştırılmıştan
ziyade karşılıklı, akımdan çok stokları kapsayan nitelikte olanları tercih
etmektedir. Rose (1999) ise artan dış ticaretin dolaylı etkisi üzerinden parasal
birliklerin önemini vurgulamaktadır.
Boratav ve Yeldan’a göre, finansal liberalizasyon gerekli kaynağa
erişimi sağlayarak yatırımların ve verimliliğin artırılması yoluyla büyümeyi
hızlandırmak amacıyla uygulanmış ancak özellikle gelişmekte olan ülkelerin
kısa vadeli sermaye akımına maruz kalması, finansal istikrarın azalmasına ve
finansal krizlere sebep olmuştur. Çünkü, başlangıçtaki beklentilerin aksine
finansal liberalizasyon sabit sermaye yatırımlarına kaynak sağlamak yerine
spekülatif finansal araçlara yönelmiştir (Boratav ve Yeldan, 2001). Özellikle
gelişmekte olan ülkelerde sermaye akımlarını çekebilmek amacıyla sürekli
yüksek faiz politikası izlenmesi, borçlanmayı artırmakta ve gerek kamuda
gerekse özel kesimde biriken borcun çevrilebilmesi için faizin sürekli
yükseldiği bir kısır döngüyü harekete geçirmektedir. Borcun, merkez
bankasının elinde tuttuğu yabancı döviz rezervlerinin ve faiz oranlarının
sürekli olarak arttığı bu sarmaldan çıkış ancak risk algısının mevcut balonun
daha
fazla
şişirilmesine
imkân
vermeyecek
düzeyde
yükselmesiyle
gerçekleşmektedir ki bu da çoğu durumda finansal krizle sonuçlanmaktadır.
3.2. İŞ ÇEVRİMİ DEĞİŞKENLİĞİ VE KÜRESELLEŞME
Küreselleşmenin iş çevrimi değişkenliği üzerindeki etkisi tartışmalıdır.
Küreselleşme karşıtlarının genel yaklaşımı zamanından önce ve hızlı bir
finansal serbestleşmenin özellikle gelişmekte olan ülkeleri uluslararası
sermaye akımlarının istikrarsızlığına karşı kırılganlaştırdığı, küreselleşme
sürecinde finansal krizlerin daha sıklıkla görüldüğü ve iş çevrimindeki
değişkenliğin
arttığı
şeklindedir.
Küreselleşme
yanlıları
ise,
finansal
entegrasyonun, risk dağıtımına yol açarak makroiktisadi göstergelerdeki
oynaklığı azaltacağını savunmaktaysa da gelişmekte olan ülkelerde bu etki
92
gözlenmemiştir. Küreselleşme ile makro iktisadi değişkenliğin ilişkisini
inceleyen çalışma sayısı küreselleşme ve büyüme ilişkisini inceleyen
çalışmalara kıyasla az olup belirli bir ampirik bağlantı tespit edilememiştir.
Razin ve Rose (1994), dış ticaret ve finansal açıklığın çıktı, tüketim ve yatırım
değişkenliği üzerindeki etkisini 1950 - 1988 arasında 138 ülke için incelemiş
ve tutarlı bir ilişki tespit edememiştir. Gavin ve Hausmann (1996), 1970-1992
arası dönemde gelişmekte olan ülkelerde çıktı değişkenliğinin kaynaklarını
araştırmış ve sermaye akımları ile çıktı değişkenliği arasında pozitif ilişki
tespit etmiştir. Easterly, Islam, Stiglitz (2000), 1960-1997 döneminde 74 ülke
için çıktıdaki değişkenliğin kaynaklarını incelemiş ve finansal sektörün
gelişmişlik düzeyi ile değişkenlik arasında negatif ilişki tespit etmiştir.
O’Donnell (2001), 1971–1994 arasında finansal entegrasyonun çıktı
değişkenliğine etkisini incelemekte ve OECD ülkeleri için daha fazla finansal
entegrasyonun çıktıda daha düşük değişkenlikle, OECD üyesi olmayan
ülkelerde ise daha yüksek değişkenlikle ilişkili olduğunu tespit etmektedir. Bu
tespitten hareketle de finansal sektörü daha gelişmiş olan ülkelerin finansal
entegrasyonun
artışı
sayesinde
çıktı
değişkenliğini
azaltabileceğini
savunmaktadır (O’Donnell, 2001). Buch, Döpke, Pierdzioch (2002), 25 OECD
ülkesi için finansal açıklık ile çıktı değişkenliği arasındaki ilişkiyi incelemiş
ancak tutarlı bir ampirik ilişki tespit edememiştir. Köse, Prasad, Terrones’in
(2003),
1960-1999
dönemi
için
uluslararası
finansal
entegrasyonun
makroekonomik değişkenlik üzerindeki etkilerini inceledikleri çalışmada
çıktıdaki büyümenin değişkenliğinin 1990’larda düştüğü, ancak gelişmekte
olan ülkeler arasında finansal açıdan sisteme daha entegre olanlar için
tüketimdeki değişkenliğin arttığı tespit edilmektedir. Sermaye akımlarının
GSMH’ye oranı ile ölçülen finansal açıklık oranı tüketimdeki oynaklığın
çıktıdaki oynaklığa oranının artışıyla belli bir eşik değere kadar ilişkili
bulunmaktadır. Bu ilişki, finansal entegrasyonun risk çeşitlendirme ve tüketim
düzleştirme olasılıklarının bu eşikten sonra gözlenmesiyle açıklanmaktadır.
Yazarlar bu analizden hareketle gelişmekte olan ülkelerin dünya finans
piyasalarına daha fazla eklemlenmesi gerektiğini savunmaktadır.
93
Çevrimlerin değişkenliğinin düştüğünü savunan çalışmalar bu düşüşün
sebepleri üzerinde uzlaşamamaktadır. Kahn, McConnell ve Perez- Quiros’a
(2001) göre enformasyon devrimi şokların yayılma biçimini değiştirmiştir.
Standart
neoklasik
tekniklerindeki
modelden
gelişmelerin
savunulmaktadır.
farklı
olarak
değişkenliğin
Campbell ve
Hercowitz
özellikle
stok
yönetim
düşüşünde
etkili
olduğu
(2005),
1980’lerin finansal
reformlarının hanehalkının borçlanmasının önündeki engelleri kaldırarak
yayılma mekanizmasını değiştirdiğini savunmaktadır. Blanchard ve Simon’a
göre (2001), stok yönetim tekniklerinde gelişmeler, para politikasında
değişimler ve kamu harcamalarının değişkenliğindeki azalma iş çevrimini
istikrarlandırmıştır.
Ancak,
Stock
ve
Watson’a
(2002),
göre
çevrim
değişkenliğindeki düşüş tesadüfidir.
3.3. İŞ ÇEVRİMLERİNİN KÜRESELLİĞİ
Dünyanın çeşitli bölgelerinde gözlenen iş çevrimlerinin beraber
hareket etmesi küresel bir iş çevriminin varlığına işaret etmektedir. Küresel
bir iş çevriminin söz konusu olduğu hallerde salt ülke içi politikalara
odaklanmak yerine iş çevriminin lokomotifi ve öncüsü olan ekonomilerin
yapısının ve politikalarının takip edilmesi önem kazanmaktadır. Ancak,
ampirik çalışmalar kendi iş çevrimleri dünya iş çevrimlerine yön verici
konumda bulunan bir veya birkaç ülke ortaya koymamaktadır (Gregory,
Head, Raynaud, 1997: 3). İş çevrimi senkronizasyonunu tespit eden ancak
aktarım mekanizmasına ilişkin ampirik kanıt ortaya koyamayan çalışmalara
Dellas
(1986,
1987)
ve
Gerlach
(1988)
örnek
verilebilir.
Aktarım
mekanizmasına dair ampirik kanıt ortaya konulamadığında uluslararası iş
çevrimi
senkronizasyonu
ortak
şoklar
ve
reel
iş
çevrimi
teorisiyle
açıklanmaktadır. Dellas’ın (1986) ortak şoklar teorisine göre teknoloji şokları
ile arz şokları tüm dünyayı etkilemektedir. Selover ve Jensen (1999), ortak
teknoloji şoku açıklamasını geçersiz bulmakta ve dalgalanmaya meyilli
ekonomilerin zayıf ilişki halinde dahi senkronizasyona yol açacak şekilde
94
birbirlerinin çevrimlerini etkilediğini ortaya koymaktadır. Reel iş çevrimi
teorileri ise küresel iş çevrimini teknoloji ve arz şoklarıyla açıklaması
sebebiyle eleştirilmektedir. Çünkü kapalı ekonomiler söz konusu olduğunda
çevrimin tetiklenmesi için bir şok olgusuna ihtiyaç duyulsa da açık bir
ekonomide çevrimin oluşumu için büyük bir teknoloji veya arz şokuna gerek
yoktur.
İş çevrimi senkronizasyonuna ilişkin bir başka tartışma konusu, küçük
ülkelerin küresel çevrimden daha fazla etkilenip etkilenmediği üzerinedir.
Gerlach (1988), büyük ülkelerde riskin daha fazla dağıtıldığını, küçük
ülkelerde ise dış etkilere karşı daha açık kalındığını bu sebeple küçük
ülkelerin küresel çevrimlerden daha fazla etkileneceğini savunmaktadır.
Fakat, Avusturya, Danimarka ve İsviçre gibi ülkelerin büyük ülkelerden bile
daha istikrarlı olan ekonomileri bu tezi desteklememektedir. Dolayısıyla
küçük veya büyük ülkenin küresel iş çevriminden daha çok etkilendiği
yönünde genelleme yapmanın doğru olmadığı görülmektedir (Gregory, Head,
Raynaud, 1997).
Küreselleşme
sürecinde
çevrimsel
dalgalanmaların
uluslararası
senkronizasyonunda bir artış eğilimi gözlenmediğine ilişkin çok sayıda
ampirik çalışma bulunmaktadır (Doyle ve Faust 2002, Heathcote ve Perri
2004).
IMF
2001’e
göre,
küreselleşme
sürecinde
aktarım
kanalları
yoğunlaştıysa da küresel bir çevrim gözlenmemektedir, hatta ülkelerin
bireysel şokları (örneğin birleşme döneminde Almanya) entegrasyon sürecini
gecikmeye uğratmaktadır (Buch, 2002: 8). Ancak, özellikle G-7 ülkeleri için
ülkeye özgü faktörlerin yanısıra küresel iş çevrimi olarak nitelendirilebilecek
ortak unsurların etkili olduğu gözlenmektedir. Örneğin, Mitchell ve Mouratidis
(2003) Avro bölgesinde yalnızca sanayi üretiminde bile iş çevrimi
korelasyonunda artış tespit etmektedir. Köse, Otrok, Whiteman (2003), G-7
ülkeleri için küreselleşmenin iş çevrimi senkronizasyonunu artırdığını tespit
etmektedir. Imbs’e göre ise, 2008 sonundan bu yana özellikle gelişmiş ülkeler
arasındaki iş çevrimlerinin korelasyon düzeyi son otuz yılda hiç gözlenmediği
95
kadar yüksektir. Senkronizasyondaki bu artış ortak şokların gözlendiği 1973
sonrası dönemde bile gözlenmiş değildir. Hem mal hem de varlık ticaretinin
bu senkronizasyonu artırdığı düşünülmektedir. OECD ülkeleri arasında
gözlenen
ciddi
boyuttaki
senkronizasyon
finansal
entegrasyonla
açıklanmaktadır. Gelişmekte olan ülkeler arasında gözlenen daha zayıf
bağlar ise daha çok ticaret ortakları arasındadır (Imbs, 2010). Ampirik
çalışmalarda dış ticaret bağımlılığı ile uluslararası iş çevrimlerinin ilişkisi
genel olarak pozitif bulunmakla beraber, ilişkinin şiddeti veriye uygulanan
trend ayrıştırma yöntemine göre değişmektedir. Sonuç itibarıyla kesin bir
nedensellik çıkarımında bulunmak için yeterli ampirik kanıt yoktur.
İş çevrimlerinin küreselliği açısından farklı ülkelerdeki çevrimlerin
senkronizasyon düzeyi kadar bu düzeydeki değişimin sebepleri de önem
taşımaktadır.
İş
çevrimlerindeki
korelasyon
artışının
aktarım
mekanizmalarının küreselleşmenin etkisiyle güçlenmesinden mi yoksa ortak
şokların daha sık meydana gelmesinden mi kaynaklandığının tespit edilmesi
önemlidir.
Nitekim
çevrimlerin
senkronizasyonunda
artış
eğilimi
gözlenmemesi, artan dış ticaretin istikrarlandırıcı etkisiyle açıklanabileceği
gibi uluslararası şokların şiddetindeki azalmayla da açıklanabilmektedir.
Canova vd. iş çevriminin genişleme evreleri ülkeye özgü özellikler
gösterirken, daralma evrelerinin gerek ülkelerin kendi içinde gerekse ülkeler
arasında daha çok ortak dinamik özellik taşıdığını vurgulamaktadır (Canova,
Ciccarelli ve Ortega, 2007). Bergman vd., OECD ülkelerindeki çevrimlerin
korelasyonunun artış eğiliminde olduğunu tespit etmekte ve bunu dünya
ekonomisinde entegrasyonun artışıyla açıklamaktadır (Bergman vd., 1998).
2008 sonunda gözlenen krizin hemen hemen tüm ülkelerde belirli düzeyde
durgunluğa sebep olması da küresel iş çevrimi tartışmasını canlı tutmaktadır.
Dış ticarete açıklık ile iktisadi yapılardaki benzerliğin uluslararası
alanda çevrimlerin beraber hareketi üzerinde etkili olduğu bilinmektedir.
Ülkeler
veya
bölgeler
arası
panel
regresyon
kullanan
çalışmalar,
sanayileşmiş ülkeler arasında birbiriyle dış ticareti daha fazla olan ikililerin
96
daha yüksek çevrimsel korelasyon gösterdiğini tespit etmektedir (Frankel ve
Rose (1998), Köse ve Yi (2003)). Imbs (2003), sektörel benzerliklerin,
finansal bağlantıların yoğunluğunun, sektörler arası dış ticaretin hacminin
senkronizasyonu artıracağını göstermektedir. Köse, Prasad, Terrones
(2003), panel regresyonlar aracılığıyla dış ticarete açıklığın, çıktı ve tüketim
korelasyonunu artırdığını, finansal açıklığın iş çevrimi senkronizasyonunu
artırdığını, dış ticaret haddi değişkenliğinin çıktı ve tüketim korelasyonlarını
negatif yönde etkilediğini göstermektedir.
Teoriye göre politika benzeşikliğinin çıktı senkronizasyonu üzerindeki
etkisi belirsizdir. Veri kısıtlılığı nedeniyle politika koordinasyonuna yakınsayan
ölçütler oluşturulmaktadır. Mali politika benzerliği için mali uyaranlar farkının,
para politikası benzerliği için de enflasyon oranları farkının değişkenliği
kullanılmakta
fakat
mali
ve
parasal
politika
benzerliğinin
çıktı
senkronizasyonunu açıklamadığı görülmektedir (Clark ve van Wincoop
(2001), Imbs (2003)). Ancak, gerek dış ticaretin yapısında gerekse döviz kuru
rejimleri ile parasal birlik oluşumlarında son yıllarda dikkat çekici bir değişim
gözlenmediğinden bu unsurlar çevrim senkronizasyonunda zaman içinde
gözlenen değişimi açıklamada yetersiz kalmaktadır.
Özetle, iş çevrimlerinin senkronizasyonunu inceleyen çok sayıda
çalışma olmakla beraber bu çalışmalar küreselleşme ile iş çevrimlerinin
zaman
içindeki
dinamik
ilişkisini
belirlemekten
uzaktır.
Bu
itibarla
küreselleşme sürecinde iş çevrimi senkronizasyonunun ne şekilde değişim
gösterdiği üzerinde fikir birliğine varılamamıştır.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
TÜRKİYE EKONOMİSİNDE İŞ ÇEVRİMİ VOLATİLİTESİ
Türkiye ekonomisinde gözlenen iş çevrimlerine ilişkin bulguların genel
olarak gelişmekte olan ülkelerin iş çevrimlerinin taşıdığı niteliklerle örtüştüğü
gözlenmektedir. Bu sebeple Türkiye özelinde gerçekleştirilen ampirik
çalışmaların incelenmesinden önce gelişmekte olan ülkeleri konu alan belli
başlı iş çevrimi literatürünü özetlemekte fayda görülmektedir.
Aguiar ve Gopinath’ın gelişmekte olan ülkelerde gözlenen iş
çevrimlerine ilişkin tespitleri, cari açığın karşı çevrimsel olduğu, tüketimdeki
değişkenliğin gelirdeki değişkenliği aştığı ve sermaye akımlarında ani
kesilmelerin gözlendiği yönündedir. Bu ülkelerde politika rejimlerinin sıkça
değişmesi oynaklığın trend değişiminden kaynaklandığını düşündürtmektedir.
Başka bir deyişle gelişmiş ülkelerle kıyaslandığında gelişmekte olan
ülkelerde trend büyümesi de değişkendir. Sonuç olarak bu ülkelerde istikrarlı
bir trend etrafındaki geçici dalgalanmalardan bahsetmek mümkün değildir,
aksine trend şokları dalgalanmaların esas kaynağıdır. Aguiar ve Gopinath,
vektör otoregresyon (vector autoregression – VAR) yöntemiyle şokların
incelendiği çalışmada gelişmekte olan ülkelerde çevrimin trend olduğu
sonucuna ulaşmıştır.
Ayrıca, gelişmekte olan ülkelerdeki faiz oranı
değişkenliğinden yola çıkarak faiz oranı şokları ile geçici ve kalıcı verimlilik
şoklarının iş çevrimlerine etkileri incelenmiş ve verimliliği etkilemeyen faiz
oranı şoklarının gelişmekte olan ülkelerde iş çevrimini açıklamada ana unsur
olmadığı ortaya konulmuştur. Bu noktada faiz oranı şoklarının verimliliği
hangi
kanallarla
ne
yönde
etkilediğinin
belirlenmesinin
önemi
vurgulanmaktadır. Aguiar ve Gopinath’a göre ancak verimlilik şoklarıyla
negatif korelasyon gösteren faiz oranı şokları, karşı çevrimsel net ihracat ile
gelirden daha değişken olan tüketimi açıklayabilmektedir (Aguiar, Gopinath,
2007). Yüksek dış borçlar, kurumsal zayıflıklar, yanlış makro politikalar ve
98
mikroiktisadi
kısıtlar
da
gelişmekte
olan
ülkelerdeki
makroekonomik
istikrarsızlığı açıklamaktadır (Loayza vd, 2007).
4.1. TÜRKİYE EKONOMİSİNDE İŞ ÇEVRİMLERİNE İLİŞKİN ÇALIŞMALAR
Türkiye ekonomisinde iş çevrimlerinin belirlenmesine yönelik ilk
çalışmalar Özatay (1986), Altay vd. (1991), Neftçi ve Özmucur (1991) ile
Çanakcı (1992)’ya aittir. Özatay (1986), Türk ekonomisindeki iş çevrimlerini
incelediği çalışmasında öncelikle Türkiye ekonomisi için aylık imalat sanayi
üretim endeksi oluşturmaktadır. Endeks çalışmasında çimento üretimi,
ihracat, altın ve döviz rezervi, elektrik enerjisi arzı, yatırım malları ithalatı,
yeni kurulmuş şirketlerin reel sermayesi, reel ücretler, inşaat ruhsatları, cari
işlemler dengesi vb. 15 adet iktisadi zaman serisini kullanmaktadır. 1963 1983 dönemini kapsayan çalışmasında Özatay, öncelikle imalat sanayi
üretim endeksini hesaplayarak Türkiye ekonomisinde devresel hareketleri
belirlemekte, yayılım endeksi ve bileşik endeks yöntemleriyle referans seri
oluşturmaktadır. Referans serinin oluşturulmasında incelenen 15 seriden 9
tanesini seçen Özatay, daha sonra iktisadi zaman serilerini referans seriyle
kıyaslayarak sınıflandırmaktadır.
Özatay’a göre elektrik enerjisi arzı, iş
çevrimini önceleyen bir seridir. ABD, İngiltere, Batı Almanya, Fransa, İtalya,
Kanada ve Japonya’da gözlenen iş çevrimleriyle Türkiye ekonomisinin
çevrimlerini
kıyaslayan
Özatay,
Türkiye
ekonomisinin
gelişmiş
batılı
ülkelerden kısa sürede etkilendiği sonucuna ulaşmaktadır.
Altay vd. (1991), 1962 - 1991 dönemini kapsayan çalışmada 50 kadar
makroiktisadi seriyi inceleyerek Türkiye ekonomisi için bileşik öncü gösterge
hesaplamakta ve Neftçi’nin sıralı olasılık algoritmasını temel alan iki farklı
yöntemi Türkiye ekonomisinin iktisadi faaliyetindeki dönüm noktalarını tespit
etmek üzere kullanmaktadır. OECD yaklaşımına paralel biçimde aylık sanayi
üretim endeksinin referans seri olarak alındığı çalışmada ilk olarak her bir
öncü göstergenin zirve ve dip noktaları işaretlenerek bütün olasılıklar tek bir
99
endekste toplanmakta, ikinci yöntemde ise bileşik öncü gösterge, olasılıkların
hesaplanmasında doğrudan kullanılmaktadır. Ayrıca, sigortalı işçi sayısı,
toplam ithalat, ara malı ithalatı ve inşaat izinleri öncü gösterge olarak
alınmaktadır. Büyüme çevriminin reel zamanlı gözlem sistemi olarak
Neftçi’nin geliştirdiği sıralı (sequential) algoritma izlenmekte ve dönüm
noktalarının
belirlenmesinde
bu
algoritmaya
dayanan
iki
yöntem
incelenmektedir. Sonuçlara göre, genişleme ve daralma dönemlerinin süreleri
birbirinden farklılaşmaktadır. İkinci yöntemin Netfçi’nin algoritmasıyla beraber
kullanılmasının gelecekteki dönüm noktalarının belirlenmesinde daha etkili
olacağı belirtilmektedir.
Neftçi ve Özmucur (1991), 1980 - 1990 dönemini kapsayan çalışmada
11 sektörden toplam 45 adet seri inceleyerek iktisadi durum endeksi ve
bileşik öncü gösterge oluşturmaktadır. Yazarların iktisadi durum endeksi
Özatay’ın referans serileriyle benzerlik gösterse de bileşik öncü gösterge
endeksine; para arzına ilişin göstergeler ile M1, M2, bankacılık sektörüne
verilen krediler, inşaat izinleri, konsolide bütçe harcamaları ve tarım dışı
sektörde istihdam da dahil edilmektedir.
Çanakcı (1992), 1986 - 1991 dönemi için aylık veri kullanarak
Türkiye’de sanayi üretimini öngörmek amacıyla kullanılacak bir öncü
göstergenin oluşturulması için çalışmaktadır.
Referans seri olarak aylık
sanayi üretim endeksi kullanılmaktadır. Ekonominin farklı kesimlerinden 50
adet serinin incelenmesi sonucunda 11 seri seçilerek bileşik öncü gösterge
oluşturulmuştur. Parasal büyüklüklerin öncülük niteliğinin zaman içinde ağırlık
kazandığı ve göstergelerin öncülük süresinin geçmiş değerlerine kıyasla
kısaldığı vurgulanmaktadır.
Öniş ve Riedel (1993), Türkiye’nin makroekonomik sorunlarının
çoğunun iç kaynaklı olduğunu ve dış şokların ancak bu sorunların etkilerini
artırdığını savunmaktadır. Literatürde gelişmekte olan ülkelerde gözlenen
krizler dışsal şoklarla açıklanma eğilimindeyken, bu çalışma Türkiye özelinde
gözlenen iş çevrimlerinin ekonomiyi olası kapasitesinin üstünde ve hızlı
100
büyütmeye yönelik uygulanan politikalardan kaynaklandığını savunması
açısından dikkat çekicidir. Türkiye’de 2. Dünya Savaşının bitişinden bu yana
neredeyse her on yılda gözlenen kriz veya kriz tehditlerinin sebebini
açıklamayı amaçlayan bu çalışmada, krizlerin büyüme açısından negatif
etkilerinin olduğu kabul edilmekle beraber politika reformları için gerekli siyasi
iradeyi harekete geçirmesi açısından da faydalı olduğu iddia edilmektedir.
Ege (1993), Türkiye’de 1950 - 1980 arasında gözlenen iş çevrimlerini
incelemektedir. Yöntem olarak grafiksel analiz ve istikrarsızlık endekslerinden
faydalanılmaktadır. Coppock’un (1977) çalışmasında kullanılan istikrarsızlık
endeksinin bir benzerini Türkiye verisi için üreten Ege, onar yıllık üç dönemde
izlediği 1950 – 1980 yılları arasındaki makroiktisadi değişkenleri her dönem
itibarıyla en istikrarlıdan en istikrarsıza doğru sıralamaktadır. İncelenen
dönem için ulusal hesaplar içindeki en istikrarsız kalemin ithalat olduğunu
tespit eden Ege’ye göre gerek GSMH gerekse tüketimde gözlenen
istikrarsızlık zaman içinde artış göstermektedir.
Alper (1998), 1978 - 1997 arası dönem için aylık veri kullanarak
Türkiye’de gözlenen iş çevrimlerinin temel ampirik özelliklerini ortaya
koymaktadır. Kydland ve Prescott (1990) çalışmasında önerilen yöntemin
kullanıldığı makalede Hodrick - Prescott filtresinin yanısıra 12 aylık yüzde
değişimler ile irdelenen Türk iş çevrimlerinin literatürde tespit edilen belli başlı
iş çevrimi bulgularıyla tutarlı olduğu sonucuna varılmaktadır. Ampirik bulgular
her iki filtreleme yöntemi için de benzerlik göstermektedir. Fiyat, enflasyon ve
faiz oranı serilerinin karşı çevrimsel olduğu tespitinden hareketle Türkiye
ekonomisinin arz yönlü bir modeli desteklediği savunulmaktadır. Enflasyon
oranı ve hazine bonosu faiz oranının karşı çevrimselliği Türkiye ekonomisine
özgü olup kamu tüketiminin yol açtığı dışlama etkisiyle açıklanmaktadır.
Çalışmada aylık sanayi üretim endeksi iktisadi faaliyete yakınsayan değişken
olarak kullanılmaktadır. Tarımsal üretimin göz ardı edilmemesi amacıyla aynı
çalışma aylık ithalat verisi için de tekrarlanmakta ve M1 değişkeninin dört
101
aylık önceleyen çevrimsel özellik göstermesi dışında bulgularda önemli bir
değişiklik meydana gelmemektedir.
Altuğ ve Yılmaz (1998), tahvil ve hisse senedi reel getirilerinin
enflasyon, döviz kuru ve sanayi üretimi ile etkileşimini irdelemektedir.
Kısıtlanmamış vektör otoregresyon (unrestricted vector autoregression)
analizi ile 1988 – 1997 arası dönemde tahvil ve hisse senetlerinin reel
getirileri, reel döviz kuru, enflasyon oranı ve sanayi üretimi arasındaki
dinamik ilişkiler Meksika ve Türkiye için kıyaslamalı olarak incelenmektedir.
Yazarlar ayrıca yüksek ve kronik enflasyonun olduğu ülkelerde Fisher
hipotezinin geçerliliğini test etmektedir. Türkiye’de incelenen dönem için bir
standart sapmalık enflasyon şokunun sanayi üretimini anında negatif yönde
etkilediği sonucuna ulaşılmaktadır. Granger nedensellik testlerinde, reel döviz
kurundan reel faiz oranına, sanayi üretimine ve enflasyona doğru güçlü bir
nedensellik tespit edilmiştir. Geçmiş enflasyon değerlerinden cari reel faiz
oranına doğru güçlü bir Granger nedenselliği tespit edilmiştir. Enflasyon ile
reel faiz oranları arasındaki nedensellik tek yönlü değildir. Kamunun
genişleyici politikalarından kaynaklanan reel faiz oranı artışı bir kaç ay
gecikmeyle
enflasyonu
etkileyebilmektedir.
Reel
döviz
kurundaki
devalüasyonun sanayi üretiminde ani bir düşüşe yol açtığı ve bu negatif
etkinin beş ay kadar sürdüğü tespit edilmekte ve bu durum 1994 yılında
gerçekleşen devalüasyonla açıklanmaktadır. Bu çalışma, kur ve dış ülke faiz
oranlarının açık ekonomi üzerindeki etkilerinin her iki ülke için de ne kadar
önemli olduğunun ortaya konulması açısından önemlidir.
Mürütoğlu (1999), yaklaşık 50 zaman serisini inceleyerek Türkiye
ekonomisi için 9 adet ekonomik seriden oluşan bir bileşik öncü göstergeler
endeksi hesaplamaktadır. Endeksin oluşturulmasında serilere eşit ağırlık
verilmiş olup toplam yatırım malı ithalatı, toplam ara malı ithalatı, emisyon
hacmi, geniş para arzı M2, rezerv para, mevduat bankaları kredileri, net kredi
hacmi, konsolide bütçe aylık harcamalar, yeni kurulan şirketlerin sermayesi
serileri kullanılmaktadır. Ocak 1989 ile Ağustos 1998 dönemi için aylık veri
102
kullanılarak gerçekleştirilen ampirik çalışmada, incelenen dönem için üçü
tam, biri devam eden toplam dört çevrim belirlenmektedir. Çalışmada ayrıca
öncü gösterge hesaplamalarında yaşanan veri kaynaklı sorunlar tespit
edilmekte ve bileşik öncü gösterge performansını artırmaya yönelik çözüm
önerileri getirilmektedir.
Aruoba (2001), Türkiye’deki iş çevrimlerinin belli başlı kaynaklarını
Türkiye için RBC modeli kurarak araştırdığı çalışmasında Kydland ve
Prescott’nun yöntemini (1990) izlemektedir. 1987 yılının ilk çeyreğinden 2000
yılının son çeyreğine uzanan 56 gözlemlik veri kümesinde reel GSMH ve
bileşenleri, parasal değişkenler, fiyat değişkenleri, iş piyasası istatistikleri,
GSMH/GSYH oranı ile ABD, Almanya, İtalya, İngiltere ve Japonya’daki
işsizlik oranları gibi değişkenler kullanılmaktadır. Açık ekonomi etkisini
hesaba katmak için Türkiye’nin dış ticaretinde en büyük paya sahip dört
ülkenin işsizlik ve reel GSMH/GSYH oranlarını dikkate alan Aruoba,
literatürde genel olarak Türkiye’nin dış ticaretiyle ilgili çalışmalarda
kullanıldığından Japonya’yı da analize eklemiştir. Dünya faiz oranına
yakınsayan değişken olarak 30 yıllık ABD hazine bonosu faiz oranı ile ABD
merkez bankası politika faiz oranı kullanılmakta ve Türkiye’nin dış ticaretinin
Avrupa ile ABD arasındaki dağılımında etkili olduğu düşünülen ABD doları /
Alman markı (DEM) döviz kuru dikkate alınmaktadır. Bu değişkenlerden
herhangi birinin Türkiye’deki çevrimleri önceleyip öncelemediği araştırılmakta
ve böyle bir etkinin yakalanması halinde RBC modeli ile bu değişkenin
etkisinin incelenmesi öngörülmektedir. Serileri düzleştirmek için doğal
logaritmaları alınmakta ve mevsimsellikten ayrıştırmak için X-11 yöntemi
kullanılmakta, çeyreklik veri için lambda 1600 seçilerek Hodrick - Prescott
filtresi uygulanmaktadır. Uluslararası değişkenlerin Türkiye’deki iş çevrimleri
üzerinde iktisat teorisinin öngördüğü sonuçlara ulaşılamamıştır. (Yalnızca
Japonya’daki işsizlik oranı Türk iş çevrimleriyle karşıt yönlü ve gecikmeli ilişki
içindedir.) Aruoba, beklenen çevrimselliklerin gözlenememesini ülkelerin
kendilerine özgü unsurlarıyla açıklamaktadır. Aruoba, Türkiye’de tüketim,
yatırım ve fiyat düzeyinin çevrimle eş anlı olduğunu, ancak tüketimin GSMH
103
içindeki payının çevrimsellik göstermediğini ve tüketimin çıktıdan daha
değişken olduğunu tespit etmektedir29. Ayrıca, M1 ve M2’nin öncü çevrimsel
göstergeler olduğu, ortalama saatlik reel ücretin bir çeyrek geriden takip eden
karşı çevrimsellik gösterdiği, uluslararası değişkenlerin ise kendilerinden
beklenen belirgin çevrimsellikleri göstermediği vurgulanmaktadır.
Ülkemizdeki
iş
çevrimlerini
Meksika
ve
ABD’deki
çevrimlerle
kıyaslayan Alper (2002), Türkiye ekonomisi için iş çevrimi özelliklerini
incelemekte ve ampirik sonuçların gelişmekte olan ülke ekonomileri için
literatürde tespit edilen iş çevrimi bulgularıyla tutarlı olduğunu savunmaktadır.
Hem fiyat seviyeleri hem de enflasyon oranları karşı çevrimsel hareket
etmekte olup arz yönlü iş çevrimi modellerinin Türkiye ekonomisi için daha
uygun olduğuna işaret etmektedir. Ayrıca, çalışmada uzun vadeli sermaye
girişlerinin çevrimsel hareket eden öncü gösterge olarak yorumlanabileceği
vurgulanmaktadır. 1987- 2000 yılları arası çeyreklik verinin kullanıldığı
çalışmada ampirik bulgular gerek ABD ile gerekse gelişmekte olan ülkeler
için literatürde gerçekleştirilmiş belli başlı çalışmaların sonuçları ile
kıyaslanmaktadır. Ampirik sonuçlara göre, ele alınan dönemde Türkiye
ekonomisinde çıktı ve tüketim, aşırı yüksek değişkenlik göstermektedir. Reel
iş çevrimi literatürünün standart uygulamaları izlenerek mevsimsel, çevrimsel
ve trend bileşenlerinin çarpım yapısında olduğu varsayılmaktadır. Ayrıca
gelişmekte olan ülkelerin çevrimsel özellikleriyle tutarlı olarak Türkiye’de de
büyüme oranları özellikle uzun vadeli sermaye girişine bağımlıdır ve ulusal
hesapların en fazla değişkenlik gösteren kalemi yatırımdır.
Türkiye ve AB iş çevrimlerinin aktarım ilişkilerinin incelendiği Sayek ve
Selover (2002) çalışmasında, Avrupa’da gözlenen iktisadi dalgalanmaların
Türkiye ekonomisi üzerindeki etkilerinin tespiti amacıyla VAR modeli
kullanılmaktadır. AB’ye yakınsayan değişken olarak Türkiye’nin en büyük dış
ticaret ortağı Almanya’nın verileri hem çeyreklik hem yıllık sıklıkta
incelenmektedir. Yıllık veri 1956-1998 dönemini, çeyreklik veri ise 1981 1998
dönemini
kapsamaktadır.
Makroiktisadi
değişkenler
arasında
104
korelasyon hesaplanmakta, temel bileşen analizi, koentegrasyon ve Granger
nedensellik testi yapılmakta, yapısal vektör otoregresyon (structural vector
autoregression – SVAR) etki tepki analizinde Bernanke (1986) ve Sims
(1986) yöntemi kullanılmaktadır. Temel bileşenler analizine göre, Türkiye ile
AB ülkelerindeki dalgalanmalar önemli ölçüde farklıdır. SVAR analizi
Almanya’dan Türkiye’ye mütevazı bir düzeyde aktarıma işaret etmekle
beraber Granger nedensellik gözlenmemiştir. Sonuç olarak, Türkiye iş
çevrimleri ile AB iş çevrimleri eş zamanlılık göstermemekte ve yapısal açıdan
ayrılmaktadır. Türkiye ekonomisinin AB iş çevrimlerinden görece az
etkilenirken esas olarak ülke içi siyasi ve iktisadi gelişmelerle bölgesel
çatışmalardan etkilendiği tespit edilmektedir.
Saltoğlu, Şenyüz ve Yoldaş (2003), tek ve çok değişkenli Markov
değişim (Markov switching) modelleri kullanarak Türkiye’deki iş çevrimlerini
incelemektedir. Çalışmada Hamilton (1989) ve Krolzig (1997) makalelerinde
kullanılan Markov değişimli VAR modelleriyle (Markov switching vector
autoregression, MS VAR) 1988- 2002 yılları arasındaki çeyrek dönemlik reel
GSMH serilerinin çevrimsel özellikleri irdelenmektedir. Belirlenen dönem için
Türkiye ekonomisindeki iş çevrimlerinin dönüm noktalarının tespit edildiği
çalışmada makro iktisadi faaliyetin değişkenliğinde yapısal kırılmalar
gözlendiği iddia edilmektedir. Yazarlara göre incelenen dönem için Türkiye
ekonomisinin en belirgin çevrimsel özelliği GSMH büyüme oranının
istikrarsızlığıdır. Reel GSMH serisinin yanısıra bileşik öncü göstergeler
endeksi, imalat sanayi üretim endeksi ve toplam tüketim serilerinin ampirik
incelemeye
dahil
edilmesiyle
modelin
performansında
iyileşme
gözlenmektedir.
Ongan ve Demiröz (2004), 1987 - 2003 arasında gözlenen
dalgalanmaların talep faktörlerindeki şoklardan kaynaklandığını ancak
maliyet unsurlarıyla ilgili şokların talep şoklarına kıyasla fiyat düzeyini daha
çok etkilediğini göstermektedir. Milli gelir ve genel fiyat düzeyi üzerinde etkisi
olan geçici şokları unsurlarına ayrıştırmak amacıyla iki adımlı VAR analizi
105
uygulanan çalışmada kullanılan 13 adet çeyrek sıklıktaki veri kümesi; genel
fiyat düzeyi artış oranı, reel GSYH ile çeşitli talep ve maliyet unsurlarından
oluşmaktadır. Reel GSYH, TEFE (1987 = 100 temelli), reel tüketim, reel
yatırım, reel kamu harcamaları, reel ihracat, reel ithalat vergi gelirleri, nominal
para arzı (M2) gibi talep yanlı unsurlar, enerji fiyatları, ithal ham petrol
ürünleri ile sanayi mallarının nominal fiyatları da maliyet unsurları olarak
alınmıştır. Uzun vadeli trendi belirlemek amacıyla her değişkenin logaritmik
farkı alınmış,
mevsimsellikleri ayırmak için mevsimsel kukla değişkenler
kullanılmıştır. Faiz oranı dışındaki tüm değişkenler logaritmik yapıda olup her
değişkenin stokastik bileşeni dışsal şok olarak adlandırılmaktadır. Çıktının
geçmiş dönem fiyatlarıyla çevrimsel olduğu, tüketimin ulusal gelir üzerindeki
etkisinin iki çeyrek sürdüğü, ulusal gelirin döviz kurlarıyla karşı çevrimsel
hareket ettiği ve tepkisinin 3 çeyrek geriden geldiği (döviz kurlarının toplam
arza etkisinin ihracat talebine olan etkisinden fazla olduğu), ulusal gelirin
maliyet unsurlarıyla güçlü biçimde karşı çevrimsel olduğu sonuçlarına
varılmaktadır. İkinci adımdaki VAR tahmininde ulusal gelir şoklarının temel
olarak toplam talep şoklarından oluştuğu görülmektedir. Genel fiyat düzeyi
üzerindeki şoklar ise temel olarak maliyet faktörlerinden oluşmaktadır.
Bunların içinde de döviz kuru şokları ile ithal petrol fiyatı şokları önem
kazanmaktadır.
Berument, Kılınç, Yücel (2005), Türkiye’deki iş çevrimlerinin AB üyesi
ve üye adayı ülkelerdeki çevrimlerle kısa vadede ne oranda örtüştüğünü
incelemekte ve Türkiye’deki krizlerin incelemeye dâhil edilmesi halinde Türk
ve Avrupa iş çevrimlerinin negatif ilişkili olduğunu savunmaktadır. Aylık
sıklıkta çalışmak amacıyla sanayi üretimi serisinin tercih edildiği çalışmada
sanayi üretiminin çevrimsel kısmının korelasyonları izlenmektedir. Temel
bulgu, Türkiye ve AB ülkelerindeki iktisadi dinamiklerin farklı olduğudur. Kriz
verilerinin
örneklemden
senkronizasyonunu
çıkarılması
artırdığından
AB
Türk
ile
Türk
ekonomisinde
iş
çevrimlerinin
makroekonomik
istikrarın sağlanması ve krizlerin önlenmesine yönelik politikaların AB’ye
uyumu artıracağı sonucuna varılmaktadır.
106
Atabek, Coşar ve Şahinöz (2005) Türkiye ekonomisi için bileşik öncü
gösterge oluşturarak Türkiye iktisadi faaliyetindeki dönüm noktalarını
öngörmeye çalışmaktadır. İktisadi faaliyet göstergesi olarak sanayi üretiminin
seçildiği çalışmanın ikinci aşamasında sanayi üretimiyle ilgili, çevrimsel
özellik taşıyan iktisadi göstergeler seçilmiş ve bileşik öncü göstergenin
oluşturulmasında büyüme çevrimleri yaklaşımı esas alınmıştır. Elde edilen
serinin mevsimsel, çevrimsel ve düzensiz hareket eden unsurlarının
ayrıştırılmasında Tramo/ Seats ve Hodrick - Prescott filtresi kullanılmıştır.
Arz, talep ve genel ekonomik faaliyete ilişkin yedi öncü göstergenin seçimiyle
oluşturulan bileşik öncü göstergeler endeksinin, dönüm noktalarını beş ay
öncelediği tespit edilmektedir. En iyi performansı gösteren bileşik öncü
gösterge, nihai bileşik öncü gösterge olarak belirlenmiştir. Nihai gösterge;
elektrik üretimi, satış miktarıyla ağırlıklandırılmış iskontolu hazine ihalesi faiz
oranı, ara malı ithalatı ve TCMB İş Eğilimleri Anket Sorularına (nihai mal
stokları, iç piyasadan yeni siparişler, ihracat olanakları ve istihdam ile ilgili
sorular) alınan yanıtların oluşturduğu serileri içermektedir. Çalışmanın ikinci
aşamasında
Türkiye’de
öngörmeyi
sağlayacak
gözlenen
bir
iş
erken
çevrimlerinin
uyarı
dönüm
sisteminin
noktalarını
geliştirilmesi
amaçlanmaktadır. Ampirik açıdan bileşik öncü göstergeyle beraber Neftçi’nin
dönüm noktalarını öngörmeye yönelik sıralı algoritmasının (sequential
algorithm)
bir
arada
kullanılmasının
daha
etkili
olduğu
sonucuna
varılmaktadır.
Çetin (2005), Türkiye’de iş çevrimlerini 1992 – 2005 dönemleri
arasında aylık veriyle VAR modeli kulanarak incelemiş ve faiz haddi ile reel
döviz kuru şokunun çıktı üzerindeki etkisinin negatif, dış kaynak girişi ile
hisse senedi fiyat şokunun etkisinin pozitif olduğunu göstermiştir. Ampirik
çalışmada enflasyon için tüketici fiyat endeksi, yurt içi faiz haddi için hazine
bonosu yıllık faiz oranı, dış kaynak girişi için ödemeler bilançosunun sermaye
hesabı bakiyesi, servet değişkeni için ise İstanbul Menkul Kıymetler Borsası
Ulusal 100 Endeksi (BIST 100) kullanılmaktadır. Serileri mevsimsellikten
ayırmak için TRAMO/SEATS yöntemi kullanılmış ve 11 adet mevsimsel
107
düzeltme kukla değişkeni modele dışsal olarak eklenmiştir. Çetin’e göre
Türkiye’deki üretimi en çok açıklama gücüne sahip değişkenler sırasıyla faiz
haddi, borsa endeksi, reel döviz kuru ve dış kaynak girişidir. İş çevrimleri
üzerinde en az etkisi bulunan değişkenlerden birinin enflasyon olması,
Türkiye’de uzun sürmüş yüksek enflasyon dönemiyle açıklanmaktadır. Reel
döviz kuru ile üretim arasındaki negatif anlamlı ilişki ise Türkiye’de izlenen
teknoloji
politikasının
ekonomiyi
ithalata
bağımlı
kıldığı
iddiasını
doğurmaktadır.
Aslan
ve
Korap
(2006),
Türkiye
ekonomisinde
gözlenen
iş
çevrimlerinin reel iş çevrimleri kuramıyla tutarlı arz yanlı modelleri
desteklediğini savunmakta ve Türkiye ekonomisindeki iş çevrimlerinin
özelliklerini literatürdeki belli başlı bulgularla kıyaslamaktadır. 1987 - 2004
arası çeyreklik verinin kullanıldığı çalışmada, seriler mevsimsellikten
arındırılarak Hodrick- Prescott filtresi uygulanmaktadır (Hodrick- Prescott,
1997). Türkiye ekonomisi için trendinden ayrıştırılmış GSYH serisinde yüksek
düzeyde otokorelasyon bulunması literatürdeki bulgularla tutarlı olarak iş
çevrimi dalgalanmalarında direnç/kalıcılık (persistence) göstergesi şeklinde
yorumlanmaktadır (Kydland ve Prescott, 1990; Backus vd., 1992). Alper
(2002) bulgularıyla tutarlı olarak mali politikanın rolü çevrimsel bulunmuştur.
Hem ihracat hem ithalat eşanlı ve çevrimsel bulunmuştur. Her ikisi de tüketim
ve reel çıktıya kıyasla daha değişkendir. Net dış ticaret ise Agenor vd. (1999)
ile Alper (2002) çalışmalarıyla tutarlı olarak karşı çevrimseldir. Dış ticaret
haddi ise çevrimi bir çeyrek geriden takip etmektedir. Hem GSYH deflatörü
hem de TÜFE temelli fiyat düzeyi ve enflasyon reel çıktı ile karşı çevrimsel
olup arz yönlü iş çevrimi modellerini desteklemektedir. Rezerv para, Merkez
Bankası parası, M1, M2, M2Y ve M3 içinden çevrimle ilişkisiz olmayanlar
yalnızca M2 ve M2Y olarak tespit edilmektedir. M2 ve M2Y ise Alper
(2002)’in bulgularıyla da tutarlı olarak çevrimi bir çeyrek geriden takip
etmektedir. Reel efektif döviz kuru ile reel çıktı arasında kuvvetli ve eşanlı bir
çevrimsel ilişki bulan yazarlar, kısa vadeli sermaye akımlarının çevrimi iki
çeyrek öncelediğini tespit etmektedir. Bu tahmin sonuçları da Alper (2002) ile
108
tutarlıdır. Türk iş çevrimleri açısından irdelenen son parasal değişken reel
faiz oranıdır. Reel faiz oranı reel gelir çevrimini karşı çevrimsel olarak bir
çeyrek öncelemektedir. Ayrıca sermaye akımı verileri de reel faiz oranını bir
çeyrek öncelemektedir ve Granger nedenselliğe sebep olmaktadır. Bu da
Alper’in (2002) çalışmasında belirtildiği üzere sermaye akımlarının reel faiz
oranına cevap olarak gelişmediği, beklentilerle yönlendirildiği tespitiyle
tutarlıdır. Kydland ve Prescott (1990), Fiorito ve Kollintzas (1994) ile tutarlı
olarak istihdam (hem işçi sayısı hem de çalışılan saat olarak) çevrimseldir.
Tüketim malları harcaması (dayanıklı tüketim malı dâhil olduğundan) çıktıdan
daha değişkendir, gelirin en değişken kısmı ise yatırım ve sabit sermaye
bileşenleridir.
Tarı ve Bozkurt (2006), Türkiye’de 1980’lerde başlayıp 1990’lı yıllarda
şiddetlenen istikrarsız büyüme sürecinin kaynaklarını araştırmaktadır. 1991 2004 arası çeyreklik verinin kullanıldığı çalışmada tüm değişkenlerin aynı
derecede durağan olmadığı tespit edilmektedir. Etki- tepki analizi ile varyans
ayrıştırma analizine göre en etkili değişken faiz oranıdır. Büyümedeki
istikrarsızlığın yine kendisi tarafından belirlendiğini ortaya koyan Tarı ve
Bozkurt, kamu kesimi borçlanma gereğince belirlenen faiz haddinin, gerek
cari açık, gerekse kısa vadeli sermaye hareketleri üzerinde nedensel etkiye
sahip olduğunu, cari açığın ve kamu kesimi borçlanma gereğinin ise büyüme
ile karşılıklı nedensel etkiye sahip olduğunu göstermektedir.
Tiryaki (2006), faiz oranlarının gelişmekte olan ülkelerin iş çevrimleri
üzerindeki
etkilerini
çalışmasında
incelemektedir.
kullanılan
RBC
modeli
Neumeyer
Türkiye
ve
Perri’nin
verisine
göre
(2005)
kalibre
edilmektedir. Dinamik stokastik genel denge modeli ile 1987 - 2004 arası
çeyreklik verinin incelendiği çalışmada Hodrick – Prescott filtresi ve
literatürde yaygın kabul gören lambda parametresi 1600 kullanılmaktadır.
Tüketim serisi için iki farklı tanım kullanılmakta, dayanıklı tüketim malları,
serilerin birine dâhil edilmekte diğerinden çıkarılmaktadır. Çalışmanın
sonuçlarına göre Türkiye’de net ihracat ve reel faiz oranı karşı çevrimseldir.
109
Ayrıca faiz oranındaki dalgalanmaların çıktı değişkenliğinin %9’undan daha
azını açıkladığı tespit edilmektedir. Türk iş çevrimlerine ilişkin ampirik
bulgular literatürde gelişmekte olan ülkeler için yaygın kabul gören tespitlerle
uyumludur.
Yılmazkuday ve Akay (2007), Türk iş çevrimlerinin analizi amacıyla üç
durumlu tek değişkenli Markov değişim modeli ve 1986 - 2001 arası aylık veri
kümesi kullanmaktadır. Zaman değişkenli dinamik faktör modeli ile
Türkiye’deki döviz krizlerinin öncü göstergelerini inceleyen Yılmazkuday ve
Akay’a göre, net uluslararası rezervlerdeki düşüş ve yurt içi kredi hacmi döviz
krizi göstergeleri olup Türk ekonomisinde gözlenen durgunlukları büyük
ölçüde açıklamaktadır.
Taştan ve Yıldırım (2008), Türkiye’de 1985 - 2005 arasında gözlenen
iş çevrimlerini açıklamak amacıyla aylık bazda ölçülen sanayi üretim endeksi
serisinin değişimi için bir MS-AR modeli tahmin ederek Saltoğlu, Şenyüz ve
Yoldaş’ın (2003) aksine oynaklığın, iş çevriminin genişleme evresinde daha
büyük olduğunu savunmaktadır. Yazarların MS modeliyle buldukları çevrim
dönüm noktası tarihleri kriz tarihleriyle örtüşmektedir. Çevrimin daralma ve
genişleme
sürelerinde
asimetri
tespit
eden
yazarlar
ülkemizdeki
durgunlukların diğer gelişmekte olan ülkelerle kıyaslandığında daha kısa
ömürlü olduğunu göstermektedir.
Yükselen piyasa ekonomilerindeki iktisadi dalgalanmaları reel iş
çevrim modelleri çerçevesinde şoklar ve aktarım mekanizmaları açısından
ele alan Altuğ, Türkiye’de iş çevrimlerinin tarih ve süre aralıklarının
belirlenmesi açısından parametrik ve parametrik olmayan yöntemleri
karşılaştırarak 1985 - 2005 arasında meydana gelen iş çevrimlerini
incelemektedir (Altuğ, 2009b).
Korap (2010), 1998 – 2008 yılları arası çeyreklik veri ve 1998:100
temelli yeni gelir serisini kullanmaktadır. Hodrick- Prescott filtresi uygulanarak
trendinden ayrıştırılmış GSMH verisinin otokorelasyonunun pozitif ve yüksek
110
olması iş çevrimi dalgalanmalarındaki dirence işaret etmektedir. Ayrıca, hem
deflatör temelli fiyat düzeyinin hem de enflasyonun çıktıyla karşı çevrimsellik
göstermesi Türkiye ekonomisi açısından arz yanlı iş çevrimi modellerini teyit
etmektedir. Fiyat düzeyi çevrimle eşanlı hareket etmekle beraber enflasyon
oranı çevrimi iki çeyrek geriden izlemektedir. Korap, çevrimsel reel çıktının
çevrimsel fiyat düzeyi ve enflasyonu öncelediğini göstermektedir. Ayrıca
genelleştirilmiş etki tepki analizi sonucunda reel çıktı ile fiyatlar ve enflasyon
arasında veriyle tutarlı negatif bir ilişki tespit edilmektedir. Korap bu bulgular
ışığında Türkiye ekonomisinde istikrarın sağlanması amacıyla Keynesyen
politikalar izlenmesini önermemektedir. Türk ekonomisinin arz şoklarından
etkilendiğini savunan Korap, arz yanlı iş çevrimi şoklarının incelenmesi için
özellikle reel döviz kurunun ve sermaye akımlarının irdelenmesi gerekliliğine
dikkat çekmektedir.
Altuğ ve Bildirici (2010), 1980’lerden 2010’a kadar süren dönemde
Meksika ve Türkiye’deki iş çevrimlerini iki farklı yaklaşımla incelemektedir.
Kullanılan yöntemlerden ilki Hamilton (1989) ile önerilen tek değişkenli
Markov değişim modelinin deterministik trend ile geliştirilmiş şeklidir. Tercih
edilen ikinci yöntem ise, Harding ve Pagan’ın (2002) iktisadi zaman
serilerinde dönüm noktalarını belirlemek üzere kullandıkları parametrik
olmayan yöntemdir. Çalışmada yerel para birimi cinsinden sabit fiyatlarla
çeyreklik GSMH verisi kullanılmış olup her iki ülke için iş çevrimi dönüm
noktaları sıralanmakta ve kıyaslanmaktadır. Meksika ile kıyaslandığında
Türkiye’de büyüme oranının daha yüksek olduğu ancak daha fazla
değişkenlik gösterdiği, özellikle 1994 - 1995 ve 1998 - 1999 döneminde diğer
ülkelerin
yaşadığı
krizlerden
ülkemiz
ekonomisinin
de
küreselleşme
dinamiklerinin hareketi sonucu bulaşma yoluyla etkilendiği vurgulanmaktadır.
Alacahan (2012), Türkiye ekonomisi için 1998:1 - 2011:2 dönemleri
arası çeyreklik veri ve Hodrick - Prescott filtresi kullanarak çeşitli lambda
parametrelerini (1600, 98, 19) kıyaslamaktadır. Enflasyon ve reel gelirdeki
çevrimselliği inceleyen Alacahan, reel GSYH serisi ile GSYH deflatörünü
111
kullanmaktadır. Çalışmada Türkiye ekonomisi için uygulanan ortalama
lambda parametresinin standart 1600 değerinin çok altında olması gerektiği
savunulmaktadır. Alacahan’a göre, literatürde gelişmiş ülkeler için yaygın
kabul gören lambda parametresinin 1600 olarak seçilmesi gelişmekte olan
ülkelerde rejim değişiklikleri ve yapısal kırılmalar gibi olguların etkisiyle
eğilimlerde gözlenen oynaklık artışının ihmal edilmesine sebep olmaktadır.
Alp vd (2011), Pedersen yöntemiyle lambda parametresini 98, Dermoune vd.
yöntemiyle 18 bulmuştur. Alacahan her üç lambda değeri ile Hodrick Prescott
filtresi uygulayarak sonuçları kıyaslamakta, lambda 1600 seçildiğinde trendin
daha düz belirlendiğini, dolayısıyla çevrimlerin dalgalanmalarının daha
kuvvetli olduğunu göstererek, Türkiye verisi için lambdanın 98 veya 19 değeri
almasının daha uygun olacağını önermektedir.
Akkoyun, Günay, Şen – Doğan (2012), Türkiye ekonomisindeki iş
çevrimlerinin Avrupa ve Amerika’da gözlenen iş çevrimleriyle olan ilişkilerini
kısa, orta ve uzun vadede irdelemekte ve iş çevrimi senkronizasyonunun
incelenmesinde Türkiye ekonomisinin 2001 sonrasında geçirdiği yapısal
dönüşüme dikkat çekmektedir. Dalgacık yöntemiyle çevrimlerin farklı
sıklıklara ayrıştırıldığı çalışmada Türkiye ekonomisindeki iş çevrimlerinin
Avrupa ve ABD iş çevrimleriyle senkronizasyonunun özellikle 2001 yılı
sonrasında arttığı sonucuna varılmaktadır. Bu noktadan hareketle yazarlar
yalnızca dış ticaret etkisine odaklanmanın doğru olmadığını, iş çevrimlerinin
senkronizasyonunda ekonominin kendisinde gözlenen yapısal değişimlerin
de dikkate alınmasının gerektiğini ifade etmektedir. Yazarlar trend ve
çevrimin ayrıştırılmasında Baxter-King veya Christiano- Fitzgerald vb. filtreleri
yerine yapısal değişiklikleri de içeren durağan olmayan (non stationary)
serileri içeren dalgacık yöntemini kullanmaktadır. Klasik ve dinamik
korelasyon analiziyle incelenen Türk iş çevrimlerinin kısa ve orta vadede
Avrupa bölgesindeki çevrimlerle daha yakın hareket ettiği uzun vadede ise
ABD iş çevrimleriyle daha yakın ilişkili olduğu sonucuna varılmaktadır. ABD
ile iş çevrimi korelasyonunun uzun vadede neden AB’den daha fazla olduğu
112
ve 2001’den sonra iş çevrimi korelasyonunu artıran kanalların neler olduğu
incelenmemektedir.
Alp, Başkaya, Kılınç ve Yüksel (2012), 1987 - 2009 arası çeyreklik
verilerini kullanarak Türkiye ekonomisindeki iş çevrimlerinin gelişmekte olan
ülkelerde gözlenen iş çevrimi dinamikleriyle tutarlı olarak gelişmiş ülkelerin iş
çevrimlerinden farklı nitelikte olduğunu savunmaktadır. Tüketimde yüksek
değişkenlik ve net ihracatta karşı çevrimselliğe dikkat çekilen çalışmada
krediler ve hükümet borçlarının (sovereign debts) çevrimsel olduğu ama
yüksek değişkenlik gösterdiği tespit edilmektedir. Çıktı, fiyatlar ve faiz oranları
arasındaki ilişkilerin 2001 öncesi ile 2001 sonrasında farklılaştığı, bununla
beraber reel değişkenler arasındaki ilişkilerin bu dönemler arasında daha az
değişim gösterdiği belirtilmektedir. Yazarlara göre gelişmekte olan ülkelerde
iş çevrimleri daha kısa sürmekte ve uzun vadeli trend gelişmiş ekonomilere
kıyasla
daha
değişken
olduğundan
farklı
filtreleme
yöntemlerinin
uygulanmasını gerektirmektedir. Literatürdeki en yaygın uygulama izlenerek
Hodrick- Prescott (HP) filtresi kullanılsa da optimal düzleştirici parametre
(lambda) Türkiye örneklemine göre tahmin edilmektedir. Türkiye için bulgular,
gelişmekte olan ülkelerden beklendiği üzere daha değişken trend ve çıktı ile
daha kısa süren iş çevrimlerini göstermektedir. 1987 - 2009 döneminde
Türkiye’de ortalama iş çevrimi süresinin 20 çeyrek olması dikkate alınarak
HP filtreleri 14 ve 177 olarak hesaplanmıştır. Yazarlar literatürde yaygın
olarak lambda 1600 kullanıldığından sonuçları kıyaslanabilir kılmak amacıyla
hem bu parametreyi kullanmış, hem de Türkiye ekonomisinin koşullarına özel
lambda parametresi hesaplamıştır. Türk iş çevrimlerinin asimetrik davranış
gösterdiği (genişlemenin 16 çeyrek, daralmanın 4 çeyrek civarı sürdüğü)
gözlenmektedir. Hem ihracat hem de ithalat reel GSYH ile pozitif ilişkili ve
reel GSYH’den daha değişken olmakla beraber, ithalat ihracata kıyasla daha
oynaktır ve çıktıyla korelasyonu da daha yüksektir. TÜFE ile nominal döviz
kuru oranı pozitif korelasyonludur. TÜFE, reel tüketim, yatırım ve çıktıyla
karşıt yönlüdür. İktisadi faaliyette yüksek değişkenlik gözlenmesi, GSYH’ye
kıyasla tüketimin değişkenliğinin daha fazla olması, ithalat ile ihracat
113
arasındaki korelasyonun yüksek olması, girdiler ile üretimde kullanılan
sermaye mallarının ithal olmasına bağlı olarak net ihracatta çevrime karşıt
yönlülük gelişmiş ülkelerde gözlenen iş çevrimlerinden ayrılan belli başlı
noktalardır. Ayrıca, 2001 öncesine kıyasla 2001 sonrası tüm değişkenlerin
oynaklığında önemli ölçüde düşüşe işaret etmektedir.
Aruoba ve Sarıkaya (2012), Türkiye ekonomisinin 1987 - 2011 arası
dönemi için iş çevrimlerini gözlenmeyen bir değişken olarak modellemekte ve
gözlenen bir grup değişken ile ilişkilendirmektedir. Yazarlar GSYH, sanayi
üretimi, istihdam gibi makro iktisadi göstergelerin (gözlenen değişken) ortak
davranışının tahminini (gözlenmeyen değişken) esas alarak dinamik faktör
modeli
kullanmaktadır.
Türkiye
ekonomisi
için
hâlihazırda
türetilmiş
makroekonomik göstergelerin ekonominin genelini temsil gücünün görece
düşük olduğunu savunan yazarlar GSYH, sanayi üretimi, ara malı ithalatı,
elektrik üretimi ve istihdam verilerini kullanarak Türkiye için iktisadi faaliyet
göstergesi tahmin etmektedir. Aruoba, Diebold ve Scotti (2009) yaklaşımı
temel alınarak eksik gözlem, dengesiz örneklem ve farklı frekans sorunlarıyla
başa çıkabilecek esnek bir yöntem olarak dinamik faktör modeli kullanılmıştır.
Ayrıştırma için Kalman filtresi, model tahmini için en çok olabilirlik yöntemi
kullanılarak Kalman düzleştiricisi ile faktör tahminleri elde edilmiştir. Faaliyet
göstergesi örneklem boyunca en düşük değerlerini 1994, 2001 ve 2008-09
dönemlerinde almıştır.
Özkan
ve
Erden’in
(2012),
uluslararası iş
çevrimlerinin
Türk
ekonomisine hangi ülkelerden ne kadar aktarıldığını incelediği çalışmasında
iş çevrimlerinin zaman içinde değişen ve doğrusal olmayan yapısına uygun
olarak en uzun ortak alt dizin (LCS) yöntemi seçilmiştir. Türkiye dâhil 32
ülkenin sanayi üretim endeksi Hodrick - Prescott filtresinden geçirilerek iş
çevrimleri elde edilmektedir. Türkiye ile diğer ülke ikililerinin iş çevrim farkına
LCS yöntemi uygulanarak iş çevriminin aktarımı ve senkronizasyon derecesi
bulunmaktadır. ABD, Japonya, Güney Kore, Kanada ve İngiltere’de gözlenen
iş çevrimleri Türk ekonomisine görece güçlü aktarılmaktadır. Merkezi Avrupa
114
ülkeleri ile iş çevrimi senkronizasyonu daha yüksek iken sonradan AB üyesi
olan ülkelerle (Yunanistan, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Portekiz, İrlanda)
senkronizasyon daha düşüktür. Özkan ve Erden’e göre, Türk iş çevrimlerinin
en az uyumlu olduğu ülke Yunanistan olup 2001 sonrası iki ülkenin iş
çevrimlerinde belirgin bir ayrım gözlenmektedir.
Göksel ve Öztürkler (2012), Cobb - Douglas tipi üretim fonksiyonuyla
1998 - 2011 yılları arası çeyreklik veri kullanarak Türkiye ekonomisinde çıktı
açığı hesaplamakta ve Türkiye’de son yıllarda meydana gelen krizleri çıktı
açığı bağlamında kıyaslamaktadır. Daralma ve toparlanma sürelerinin
uzunluğu bakımından Türkiye’nin en kötü krizinin 2001 krizi olduğu, meydana
gelen çöküntünün şiddeti açısından ise 2008 krizinin daha yıkıcı olduğu
savunulmaktadır.
4.2.
KÜRESELLEŞME
SÜRECİNDE
TÜRKİYE
EKONOMİSİNİN
MAKROEKONOMİK GÖRÜNÜMÜ
TÜİK tarafından açıklanan GSYH rakamlarının 1998 fiyatları temel
alınarak geriye çekilen serilerinden hesaplanan büyüme oranları Grafik 1’de
gösterilmektedir. Türkiye ekonomisinin 1960 - 2010 yılları arasında ortalama
% 4,5 büyüdüğü görülmektedir. Cumhuriyetin kuruluşundan 2010 yılına kadar
geçen sürede ise ortalama büyüme hızı % 4,83 olarak hesaplanmıştır. Onar
yıllık dönemler için büyüme hızlarını kıyasladığımızda Türkiye ekonomisinde
küreselleşme sürecinin başlangıcı olan 1980 sonrasında planlı kalkınma
dönemine kıyasla ortalama büyüme hızının % 5,34’ ten % 4,11’ e düşmüş
olduğu tespit edilmektedir. TÜİK tarafından açıklanan GSYH rakamlarının
1998 fiyatları temel alınarak geriye çekilen serilerinden hesaplanan büyüme
oranları aşağıdaki grafikte gösterilmektedir. Türkiye ekonomisinin otuz yıllık
küreselleşme serüveninde ortalama büyüme hızının onar yıllık ardışık
dönemlerde
düşmekte
olduğu
gözlenmektedir.
Özellikle
sermaye
115
hareketlerinin serbestleştirilmesi sonrası 1990 - 2010 yılları arasındaki
ortalama büyüme hızı 1960 - 2010 ortalamasının altında kalmaktadır.
Grafik 1: Türkiye Ekonomisinde Dönemler İtibarıyla Ortalama Büyüme
Oranları (%)
Kaynak: Kalkınma Bakanlığı
(http://www.kalkinma.gov.tr/Pages/EkonomikSosyalGostergeler.aspx)
İstihdam göstergeleri Türkiye ekonomisinin kronikleşmiş ve son
yıllarda %10 bandına yerleşmiş işsizlik sorununu ortaya koymaktadır. 2008
Küresel Finansal Krizinin bulaşma etkisi ülkemizde en fazla reel sektörde
gözlenmiş, işsizlik oranı % 14 ile tarihi zirvesini 2009 yılında yapmıştır. Bu
tarihten itibaren toparlanma sürecine girilmesinin etkisiyle işsizlik oranında
kısmen düşüş gözlense de 2012 yılında işsizlik % 10,2 ile uzun vadede
yerleştiği düzeyde kalmıştır. Ayrıca, istihdam göstergelerinin alt bileşenleri
incelendiğinde; Türkiye ekonomisinde tarım dışı işsizliğin ve genç nüfusta
işsizlik oranının yüksek olduğu görülmektedir. Nüfusunun yaklaşık % 30’ u 15
yaş ve altı olan bir ülke için genç nüfusta işsizlik oranının % 18 - 20 arasında
seyretmesi uzun vadede sürdürülebilir büyüme açısından son derece riskli bir
tablo çizmektedir. İstihdamın sektörel dağılımı incelendiğinde hizmetler
116
sektörünün payının tarım ve sanayi sektörleri toplamından fazla ve hatta
toplam istihdamın %50’sini aşan düzeylerde bulunması (2012 yılı itibarıyla
hizmetler
sektörünün
payı
%57,13
olarak
gerçekleşmiştir.)
Türkiye
ekonomisinin bir başka kırılganlığına işaret etmektedir. Üretken olmayan
veya dış ticarete büyük ölçüde kapalı olan hizmetler sektörünün gelişme
sürecinin erken bir aşamasında aşırı bir şişkinlik göstermesi yapısal
bozukluğun göstergesi şeklinde yorumlanmaktadır (Boratav, 2007: 218).
Grafik 2: Türkiye Ekonomisinde Yıllar İtibarıyla İşsizlik Oranı
Kaynak: TÜİK (http://tuik.gov.tr/UstMenu.do?metod=temelist)
Türkiye
ekonomisinin
küreselleşme
sürecinde
dış
ticaretin
serbestleştirilmesi ve ülkeye sermayeyi çekmek için izlenen yüksek faiz
değerli döviz kuru politikalarıyla bozulan cari açık dengesi özellikle 1996’da
başlayan Gümrük Birliği süreci ve 1999 krizi sonrası kronik bir hal almıştır.
Aşağıdaki grafikten izlenebileceği gibi Türkiye ekonomisinde gerek cari açık
gerekse GSYH istikrarsız bir seyir izlemektedir. Kriz dönemlerinde aşırı
değerlenmiş bulunan döviz kurunun devalüasyonu ve devalüasyonu
seyreden ithalat daralması sonucu cari açıkta kısa süreli düzelme
görülmekte, ancak ekonomi büyürken cari açığın GSYH’ye oranı tekrar
yükselmektedir. Bir istikrarsızlık unsuru olarak öncü gösterge niteliği taşıyan
117
cari açığın GSYH’ye oranının 1994 ve 2001 krizlerinin hemen öncesinde
yükselmesi cari açıktaki oransal artışı gelişmekte olan ülkeler açısından risk
göstergesi olarak yorumlayan literatür ile tutarlıdır.
Grafik 3: Türkiye’de Yıllar İtibarıyla Cari Açık ve GSYH
Türkiye'de Yıllar İtibarıyla Cari Açık ve GSYH
12,0
2,0
10,0
1,0
8,0
0,0
6,0
%
19
83
19
84
19
85
19
86
19
87
19
88
19
89
19
90
19
91
19
92
19
93
19
94
19
95
19
96
19
97
19
98
19
99
20
00
20
01
20
02
20
03
20
04
20
05
20
06
20
07
20
08
20
09
20
10
3,0
-1,0
4,0
-2,0
2,0
-3,0
0,0
-4,0
-2,0
-5,0
-4,0
-6,0
-6,0
-7,0
-8,0
yıllar
cari açık/ gsyh (%)
gsyh büyüme oranı (%)
Kaynak: Kalkınma Bakanlığı
(http://www.kalkinma.gov.tr/Pages/EkonomikSosyalGostergeler.aspx)
Türkiye ekonomisinde 1980 sonrası kamu harcamaları sürekli artarken
kamu gelirlerindeki artışın kamu harcamalarındaki artışa kıyasla daha düşük
bir seyir izlemesi bütçe açıklarının süreklilik arz etmesine sebep olmuştur.
Bütçe açıklarının GSYH’ye oranındaki artış kamu kesimi borçlanma gereğini
de artırmıştır. Aşağıdaki grafikte kamu kesimi borçlanma gereğinin GSYH’ye
oranının yıllar itibarıyla izlediği seyir gösterilmekte olup 2001 Krizi sonrası
alınan istikrar tedbirleri ile bu oranın kontrol altına alındığı gözlenmektedir.
118
Grafik 4: Türkiye’de Yıllar İtibarıyla Kamu Kesimi Borçlanma Gereğinin
GSYH’ye Oranı
KKBG/ GSYH (%)
14.00
12.00
10.00
8.00
6.00
4.00
2.00
2012
2010
2008
2006
2004
2002
2000
1998
1996
1994
1992
1990
1988
1986
1984
1982
-2.00
1980
0.00
KKBG/ GSYH (%)
-4.00
Kaynak: Kalkınma Bakanlığı
(http://www.kalkinma.gov.tr/Pages/EkonomikSosyalGostergeler.aspx)
Aşağıdaki
grafik,
enflasyon
oranının
yıllar
itibarıyla
seyrini
göstermektedir. Türkiye ekonomisinde enflasyonun 1970’lerin ortalarından
itibaren tırmanmaya başladığı, küreselleşme sürecinde yüksek enflasyonun
kronik bir sorun haline geldiği, 1990’lı yıllarda en yüksek düzeye ulaştığı,
2002 sonrası IMF ile imzalanan Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı ile
enflasyon oranında düşüş kaydedilmeye başlandığı, enflasyonun tek haneli
rakamlara
düşüşünün
ise
ancak
2005
sonrası
gerçekleşebildiği
görülmektedir. 2003 - 2012 yılları arasında ortalama enflasyon oranı %10
olarak gerçekleşmiştir. Ancak son yıllarda, temel enflasyon göstergelerinin
ana eğiliminde yeniden artış gözlenmekte olup 2013 yılı temmuz ayı itibarıyla
yıllık enflasyon %8,88’e yükselmiştir. Enflasyondaki bu yükselişte son
dönemde TL’de gözlenen değer kaybının da etkisi bulunmaktadır. 20
Ağustos 2013
tarihli TCMB
Para
Politikası Kuruluna
İlişkin
Basın
Duyurusunda, gelişmiş ülkelerdeki para politikasına yönelik belirsizliklerin
devam etmesi nedeniyle finansal piyasalarda oynaklığın arttığı ve bu artışa
bağlı olarak küresel portföy yatırımlarında gelişmekte olan ülke varlıklarının
119
ağırlığının
azaldığı
belirtilerek
kısa
vadede
belirsizliklerin
finansal
dalgalanmalara yol açabileceğine vurgu yapılmıştır.
Grafik 5: Türkiye Ekonomisinde Yıllar İtibarıyla Enflasyon Oranı (TÜFE)
Türkiye'de Yıllar İtibarıyla Enflasyon Oranı
140,0
120,0
100,0
%
80,0
60,0
40,0
20,0
19
60
19
62
19
64
19
66
19
68
19
70
19
72
19
74
19
76
19
78
19
80
19
82
19
84
19
86
19
88
19
90
19
92
19
94
19
96
19
98
20
00
20
02
20
04
20
06
20
08
20
10
20
12
0,0
-20,0
yıllar
enflasyon oranı
Kaynak: Kalkınma Bakanlığı
(http://www.kalkinma.gov.tr/Pages/EkonomikSosyalGostergeler.aspx)
Türkiye ekonomisinde 1980’li yıllardan itibaren kronik bir hal alan
değişken enflasyon ile kısmen bu sarmaldan beslenerek artan iç borç stoku
makroekonomik istikrarsızlığa katkıda bulunan temel unsurlardan olmuştur.
Cari fiyatlarla ölçülen iç borç stokunun cari fiyatlarla ölçülen GSYH’ye oranını
1980 - 2012 itibarıyla gösteren aşağıdaki grafiğin incelenmesinden Kasım
2000 ve Şubat 2001 tarihlerinde birbiri ardına gelen krizlerin merkezi yönetim
brüt borç stokuna maliyeti görülmektedir. 2001 yılı sonu itibarıyla iç borç
stoku toplam GSYH’nin yarısına ulaşmış, bu tarihten itibaren alınan daraltıcı
önlemlerin etkisiyle kademeli olarak azaltılmışsa da henüz 2001 krizi
öncesindeki düzeyine inmemiştir. 2012 yılı sonu itibarıyla 386,542 milyon TL
olan iç borç stoku merkezi yönetim borç stokunun %72’sini oluşturmaktadır.
2013 yılı Mart ayı merkezi yönetim borç stokunun % 73,1’i iç borçlardan
oluşmaktadır. 2013 yılı Mart ayı itibarıyla 2012 ile kıyaslandığında iç borç
120
stokunun vadesinin uzadığı (60,8 aydan 70,5 aya çıkmıştır) ve ortalama
borçlanma maliyetinin düştüğü (%8,8’den % 6,4’e inmiştir) görülmektedir.
Ayrıca, merkezi yönetim iç borç stoku içinde döviz cinsi ve dövize endeksli
borcun bulunmayışı kur riskine olan duyarlılığı azaltmaktadır.
Grafik 6: Türkiye Ekonomisinde Yıllar İtibarıyla İç Borç Stokunun Gelişimi
Türkiye Ekonomisinde Yıllar İtibarıyla İç Borç Stokunun Gelişimi
60,00
50,00
%
40,00
30,00
20,00
10,00
2012
2011
2010
2009
2008
2007
2006
2005
2004
2003
2002
2001
2000
1999
1998
1997
1996
1995
1994
1992
1993
1991
1990
1989
1988
1987
1986
1985
1984
1983
1982
1981
1980
0,00
yıllar
iç borç stoku/ GSYH (%)
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı (http://hazine.gov.tr/default.aspx?nsw=EilDPQez15w=id=12&nm=33)
Dış borç göstergelerinin incelenmesinden Türkiye ekonomisinin dış
borçluluğunun dünyadaki konjonktürel gelişmelerle yakın ilişkili olduğu teyit
edilmektedir. Nitekim 1987-1988 krizleri, 1994 krizi ve iki dipli 2000 – 2001
krizleri dış borçluluğun zirve yaptığı yıllar olmuştur. Dış borcun yapısı
incelendiğinde borcun büyük kısmının uzun vadeli dış borç olduğu, kısa
vadeli dış borcun %15 - 25 arasında seyrettiği ve orta ve uzun vadeli borca
kıyasla daha istikrarlı olduğu görülmektedir.
121
Grafik 7: Türkiye Ekonomisinde Yıllar İtibarıyla İç ve Dış Borç Stoku
Yıllar İtibarıyla Türkiye Ekonomisinde İç ve Dış Borç Stoklarının GSYH'ye Oranı
70,0
60,0
50,0
%
40,0
30,0
20,0
10,0
19
83
19
84
19
85
19
86
19
87
19
88
19
89
19
90
19
91
19
92
19
93
19
94
19
95
19
96
19
97
19
98
19
99
20
00
20
01
20
02
20
03
20
04
20
05
20
06
20
07
20
08
20
09
20
10
0,0
yıllar
dış borç/GSYH (%)
iç borç/ GSYH (%)
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı (http://hazine.gov.tr/default.aspx?nsw=EilDPQez15w=H7deC+nm=33)
Türkiye ekonomisinde yıllar itibarıyla doğrudan yabancı yatırımların
gelişimini gösteren aşağıdaki grafiğin incelenmesinden doğrudan yabancı
yatırımların 1980’li yılların ikinci yarısında başlayıp göreceli olarak düşük bir
artış
hızı
izlediği,
2000’li
yıllarda
ise
değişken
bir
seyir
izlediği
gözlenmektedir. Türkiye ekonomisinde gözlenen sermaye hareketlerinin
kompozisyonu incelendiğinde kısa vadeli portföy yatırımları ön plana
çıkmaktadır. Doğrudan yabancı yatırımlar ise görece daha önemsiz yer
tutmaktadır. Kısa vadeli sermaye hareketlerindeki değişkenliğin döviz kuru,
döviz rezervleri, parasal büyüklükler, enflasyon ve büyümede dalgalanmalara
yol açtığı bilinmektedir. Ayrıca, her ne kadar sermaye hareketlerinin
serbestleştirilmesiyle beraber ülkeye giren yabancı sermayenin katkısı inkar
edilemese de yabancı sermayenin uzun vadede istikrarlı bir büyüme trendi
getirmediği görülmektedir. Bu durum ise Türkiye’ye sermaye girişinin
doğrudan yabancı yatırımlardan ziyade ‘sıcak para’ şeklinde ifade edilen kısa
vadeli sermaye hareketlerinden kaynaklanmasıyla açıklanmaktadır.
122
Grafik 8: Yıllar İtibarıyla Doğrudan Yabancı Yatırımlar
Türkiye Ekonomisinde Yıllar itibarıyla Doğrudan Yabancı Yatırımlar
20.000
18.000
milyon ABD doları
16.000
14.000
12.000
doğrudan yabancı yatırım
10.000
8.000
6.000
4.000
2.000
20
11
20
09
20
07
20
05
20
03
20
01
19
99
19
97
19
95
19
93
19
91
19
89
19
87
19
85
19
83
0
yıllar
Kaynak: Kalkınma Bakanlığı
(http://www.kalkinma.gov.tr/Pages/EkonomikSosyalGostergeler.aspx)
Kısa vadeli sermaye hareketleriyle ilgili temel sorun kısa dönemde kar
sağlama olasılığı sona erdiğinde sermayenin yöneldiği ülkeyi ani bir şekilde
terk edecek olmasının yol açtığı istikrarsızlıktır. Bu sebeple sermayenin
yoğun ve öngörülemeyen hareketliliği reel döviz kurunda oynaklığa yol
açmaktadır. 1987 – 2010 yılları arasında kısa vadeli sermaye hareketleri ile
reel döviz kuru arasındaki korelasyon 0,6 olarak hesaplanmış olup aşağıdaki
grafikte Türkiye’de kısa vadeli sermaye ile reel efektif döviz kuru endeksi
arasındaki
ilişki
gösterilmektedir.
Türkiye
ekonomisinin
küreselleşme
sürecinde sermaye hareketlerine getirilen düzenlemelerle ilgili üç önemli evre
gözlenmektedir. 1980 – 1988 yıllarını kapsayan birinci evrede sermaye
hareketleri kısıtlı olup faiz oranları ile döviz kurları kontrol edilmektedir. 1989
– 2001 arası dönemde sermaye hareketleri serbestleştirilmiş ve döviz kurları
kontrol altında tutularak faiz oranları piyasada serbestçe belirlenmiştir. 2001
ve sonrasında ise sermaye hareketleri ve döviz kurlarının serbest olduğu, faiz
oranlarının kontrol edildiği aktif para politikasının kullanıldığı dalgalı kur rejimi
geçerlidir.
123
Grafik 9: Türkiye’de Yıllar İtibarıyla Kısa Vadeli Sermaye Hareketleri ve Reel
Döviz Kuru
Kısa Vadeli Sermaye Hareketleri ile Reel Döviz Kuru İlişkisi
30.000
250,0
25.000
200,0
milyon ABD doları
20.000
15.000
150,0
10.000
5.000
100,0
0
1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010
-5.000
50,0
-10.000
-15.000
0,0
yıllar
kısa vadeli sermaye hareketleri (milyon ABD doları)
reel döviz kuru (1987 = 100)
Kaynak: Kalkınma Bakanlığı, TCMB
(http://www.kalkinma.gov.tr/Pages/EkonomikSosyalGostergeler.aspx),
(http://evds.tcmb.gov.tr/cbt.html)
Sermaye hareketlerinin serbest olduğu dönemde uygulanan kontrollü
döviz kuru rejimi dönemi ile 2001 yılında yaşanan finansal kriz sonrası
uygulamaya geçilen dalgalı döviz kuru rejimi iş çevrimleri açısından farklı
sonuçlar doğurmuştur. Bu bakımdan finansal piyasaların liberalizasyonu
sonrasında makroiktisadi değişkenlikteki artışın tek sorumlusu olarak sıcak
paranın gösterilmesi doğru değildir. Makroiktisadi dengeler gerek siyasi gerek
iktisadi çok sayıda farklı unsurun etkileşimiyle şekillendiğinden zaman
serilerinin analizi için serilerin korelasyon ve senkronizasyonunun irdelenmesi
ve
aralarındaki
ilişkileri
açıklayan
nedenselliklerin
araştırılması
gerekmektedir. Bu itibarla kullanılan ekonomik model ve gerçekleştirilen
ampirik çalışmaya ilişkin daha ayrıntılı bilgilere ihtiyaç duyulmaktadır.
Özetle, Türkiye ekonomisi 2012 yılı sonu itibarıyla üçüz açık veren bir
ekonomi görüntüsü çizmektedir. Bir başka deyişle ekonomide hem özel
kesim açığı (S-I), hem cari açık (X-M) hem de kamu kesimi açığı (T-G)
124
bulunmaktadır. Son yıllarda kamu kesimi açıkları kontrol altına alınmış
görünmekle beraber aslında bu görüntü yanıltıcıdır. Vergi tabanının
genişletilmesi,
dolaysız
hareketlerinin
işlem
vergilerin
vergisine
artırılması,
tabi
kılınarak
kısa
vadeli
finansal
sermaye
piyasalarda
istikrarsızlığın azaltılması gibi uzun vadeli çözümlerle kıyaslandığında; kamu
gelirlerinin özelleştirmeler ile artırılması riskin kısa vadeli yönetimine
odaklanmaktadır.
4.3. TÜRKİYE EKONOMİSİNDE YAŞANAN KRİZLERİN KÜRESELLEŞME
OLGUSU ÇERÇEVESİNDE ANALİZİ
Kazgan’a göre Türkiye ekonomisini derinden sarsan ve önemli yapısal
dönüşümlere sebep olan dört büyük kriz; 1929 - 32, 1958 - 61, 1978 - 83 ve
1998 - 2001 tarihlerinde yaşanmıştır. Bunların yanısıra, etkileri daha hafif
düzeyde hissedilen krizler ise 1969 - 70, 1988 - 89, 1991, 1994 ve 2008 2009 yıllarında yaşanmıştır. (Kazgan, 2012). Türkiye ekonomisinde gözlenen
iş çevrimlerinin küreselleşmenin unsurlarıyla nasıl şekillendiğini irdelemek
amacında olan bu çalışmada özellikle 1980 ve sonrasındaki gelişmeler
incelenmektedir. Dolayısıyla, 1978 - 83, 1988 - 89, 1991, 1994, 1998 - 2001
ve 2008 - 2010 yılları arasında Türkiye ekonomisinin geçirdiği dalgalanmalar
konjonktürel arka plan gözetilerek ve kriz, depresyon, canlanma, genişleme
gibi evrelerin izlediği dinamiklerde ülkeye özgü koşulların yanısıra küresel
etkiler de dikkate alınarak incelenmektedir.
Türkiye ekonomisinde 1990’lı yıllardan önce yaşanan krizlerle 1990’lı
yıllar sonrası krizlerin temel farklılığı sermayenin ani kaçışına olanak veren
dışa açıklık olgusudur. Nitekim Türkiye’de başlangıcı 24 Ocak kararlarına
uzanan, 1990 sonrası sermaye hareketlerinin tamamen serbestleşmesiyle
ivmelenen yeni sermaye birikim modeli esas itibarıyla uluslararası finans
piyasalarındaki gelişmelerle şekillenmiştir.
125
Türkiye ekonomisinde küreselleşme sürecinin 24 Ocak 1980 tarihli
İktisadi İstikrar Kararlarını takiben başladığı kabul görmektedir. Ancak sürecin
izlerini
ödemeler
dengesi
finansmanının
zorlaşmasıyla
ithal
ikameci
sanayileşmenin sınırlarına dayanılan 1970’lerin ikinci yarısına kadar takip
etmek mümkündür. 1973 yılında gerçekleşen I. Petrol Krizi ve yine aynı
dönemde çevre ülkelerin merkezden taleplerinin artmış olması, Batılı
sermayeyi içine sıkıştığı bunalımdan çıkaracak yeni bir yol arayışına mecbur
bırakmıştır. Artan petrol fiyatları sonucu petrol ihracatçısı ülkelerin ellerinde
biriken petro dolarların gelişmekte olan ülkelerin borçlandırılması suretiyle
dolaşıma sokulması, Merkezi bir süre daha rahatlatacak yeni bir yolun
açılması anlamına gelmekteydi. Dört- beş senelik bir genişleme ve şişkinlik
evresinin sonlarına gelindiğinde dünya çapında gelişmekte olan ülkeleri etkisi
altına alan 1978 Borç Krizi Türkiye’de de 1979 sonuna doğru iyice
derinleşerek
borçların
ertelenememesi
halinde
ülkeyi
dış
borcunu
ödeyemeyecek hale düşürmüştür. Konjonktürel gelişmelerin de etkisiyle ülke
risk
priminin
yükselmesi
ticari
finans
kurumlarından
kredi
teminini
zorlaştırarak Türkiye’yi iktisadi politika kararlarını Bretton Woods kurumlarının
baskısı altında almak zorunda bırakmıştır. Bu gelişmelerin sonucunda Dünya
Bankasından yapısal uyum kredisi alınabilmesi amacıyla dış ticaretin
serbestleştirilmesi,
tüm
sektörlerin
yabancı
sermayeye
açılması,
subvansiyonların kaldırılması, enflasyonla mücadelenin büyümeye tercih
edilmesi, KİT’lerin özelleştirilmesi gibi temel başlıklar altında toplanabilecek
12 adet politika taahhüdünde bulunulmuştur. Benzer koşullar 1980 - 1983
yıllarını kapsayan 3 yıllık bir Stand by anlaşması için IMF’ye verilen Niyet
Mektubunda da tekrarlanmıştır. Sıkı para politikası, kamu harcamalarının
kısılması gibi tedbirlerin yanısıra ve belki de bunlardan daha önemli olarak
Türkiye’nin alacağı iktisadi politika kararlarında sürekli olarak IMF’ye
danışması
gibi
ulusal
egemenlik
ve
bağımsızlık
ilkesini
zedeleyici
taahhütlerde bulunulmuştur. 1984 yılı sonuna kadar bir sene daha uzatılan
bu Stand by anlaşmasıyla Türkiye ekonomisi 1979 - 1984 yılları arasında
IMF, Dünya Bankası, OPEC Fonu, Avrupa İskân Fonu, İslam Kalkınma
Bankası vb. kaynaklardan toplamda 20 milyar dolardan fazla borçlanmıştır.
126
1981’den itibaren tırmanan faiz oranları 1982 yılından başlayarak başta
banker iflasları olmak üzere irili ufaklı banka iflaslarına yol açmıştır. Faizlerin
yükselmesinin tasarruf oranlarını artıracağını savunan IMF’nin beklentisinin
aksine 1981 - 1983 arasında tasarruf oranının da %17 civarında seyrettiği
gözlenmektedir. Yüksek reel faizin etkisiyle yatırım oranlarının da düşmesi
ekonomiyi krize sürükleyen unsurlardan olmuştur. Reel devalüasyonlar ile
imalat sanayinin ihracata yönelik desteklenmesi sayesinde bu dönemde
ihracatın artırılması ve özellikle 1970’lerin sonlarından itibaren dış ticaret
hadlerinde gözlenen kötüleşmeyi kontrol altına almak amacıyla ihracatın
kompozisyonunda tarım ürünlerinden mamul mallara doğru gerçekleştirilen
kayma
programın
başarılı
sayılabilecek
sonuçlarındandır.
Ancak
bu
kompozisyon değişiminin 2000’li yıllar itibarıyla net tarım ürünleri ithalatçısı
bir ülke konumuna gelme pahasına gerçekleştirildiği de unutulmamalıdır.
Böylece temel unsurları Washington Mutabakatıyla tutarlılık gösteren 24
Ocak Kararlarının uygulanması sonucunda Türkiye iktisadi tarihinde;
devalüasyon, ucuz kredi, vergi iadesi vb. teşvik ve subvansiyonlarla
desteklenen ihracat ile liberalleşen dış ticaret rejiminden oluşan bir dönüşüm
başlamıştır. Boratav’a göre, bu yapısal dönüşümün bedeli emekçi sınıflara
ödetilmiş olup GSMH’nin içindeki faiz payının yükselişi gelir bölüşümünün
ücretliler ile tarım sektöründe çalışanların aleyhine olacak biçimde yeniden
tahsis edildiğini göstermektedir (Boratav, 2010).
1984’te Türk Parasının Kıymetini Koruma hakkında çıkartılan 28 ve 30
sayılı kararlar ile Türkiye’de uygulanan kambiyo rejimi serbestleştirilmiş, 1987
yılında açık piyasa işlemleri yürürlüğe girmiştir. 1988 yılında interbank
piyasası kurularak mevduat ve kredi faiz tavanları kaldırılmıştır. 1980’li
yıllarda ihracat teşviki ve ücretlerin baskılanmasıyla yaratılan yapay büyüme
trendi, hem iktisadi hem siyasi açıdan 1988 yılında sınırlarının sonuna
dayanınca ücret baskısından beslenen sermaye birikim modelinde bir
revizyon ihtiyacı doğmuştur. İşte bu dönemde ekonominin büyümek için
ihtiyacı olan kaynağın sağlanabilmesi amacıyla uluslararası konjonktürün de
etkisiyle sermaye piyasalarının serbestleştirilmesi gündeme gelmiştir. Mali
127
açıkların kapatılmasında iç borçlanmaya alternatif olarak görülen yabancı
fonların ülkeye girişini sağlamak üzere 11 Ağustos 1989 tarihinde Resmi
Gazete’de yayımlanan, “Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı
Karar” ile konvertibiliteye geçiş sağlanmıştır. Oysa 1989 yılı Türkiye
ekonomisi açısından 1980’lerin ortalarından itibaren hızla büyüyen iç borçlar,
artan kamu açıkları, yükselen ve kronikleşen enflasyon ile kırılgan bir
makroiktisadi görüntü çizmektedir. Bu kırılgan yapının sermaye hareketlerine
açılması sonrasında kısa vadeli sermaye girişi ile ucuzlayan döviz,
bankaların uluslararası finans piyasalarından borçlanarak elde ettikleri fonları
yüksek
getirili
kamu
menkul
değerlerine
yatırmalarına
ve
üretime
yönlendirilmeyen bir kredi şişkinliğine yol açmıştır.
1990’lı yılların başlarına gelindiğinde, ABD’de New York Borsasının
1987 yılında çöküşü 1992 sonrası dünyanın her yanından ABD’ye giren
sermayenin şişirdiği balonla atlatılmış görünüyordu. Bu dönemde Avrupa
Para Krizleri olarak anılan devalüasyonlar özellikle İngiltere, İtalya, İspanya
ve Portekiz gibi ülkeleri 1992- 1993 yıllarında etkisi altına almıştır. Türkiye’de
makroiktisadi açıdan kırılgan finansal piyasaların sermaye hareketliliğine
karşı korunacak şekilde düzenlenmeden serbestleştirilmesi sonucu beklenen
spekülasyon riski gerçekleşmiş ve 1994 finansal krizi yaşanmıştır. Yeldan’a
göre, 1994 finansal krizi, döviz kuru ile faiz oranları arasındaki hassas
dengelere bağlı yapay büyüme sürecinin bir sonucudur ve spekülatif –
rantiyer tipi sermaye birikimi yaratarak gelir bölüşümünün daha da
kötüleşmesine yol açmıştır (Yeldan, 2001: 40). 1994 Krizinde bu yeni birikim
modelinin etkisi olduğu kadar; krizi tetikleyen unsur olarak faiz arbitrajı
güdüsüyle açık pozisyonlarını yükselten bankalar karşısında faiz hadlerinin
baskılanmasına yönelik sermayeyi sıkıştırıcı hükümet politikalarının da etkisi
bulunmaktadır. Krizi takiben alınan 5 Nisan kararları; enflasyonun hızla
düşürülmesi, dış borcun sınırlanması, kamuya mali disiplinin getirilmesi, tarım
ve özelleştirme gibi yapısal reformların gerçekleştirilmesi, cari açığın
düzeltilmesi gibi unsurları hedeflemiştir. Ayrıca, 5 Nisan kararlarıyla döviz
kurunun
belirlenmesinde
istikrar sağlamak
amacıyla,
1
ABD doları
128
karşılığında TL alış - satış kotasyonu veren bankalar arasından seçilen 10
bankanın saat 15.00’ deki döviz alım - satım fiyatlarının ortalaması gösterge
niteliğinde Merkez Bankası resmi döviz kuru olarak ilan edilmeye
başlanmıştır. Bu yöntem ile döviz kuruna başlangıçta hızla değer kaybettirilip
sonrasında
kur
artış
hızının
enflasyon
oranının
altında
seyretmesi
hedeflenmiştir. 1995 itibarıyla ise 1 ABD Doları + 1,5 Alman Markından
oluşan kur sepetinin aylık enflasyon tutarında belirlenmesi kararlaştırılmış ve
hedef değerler piyasaya duyurulmuştur. Türk lirasının 1994 krizini izleyen
devalüasyonu ve olumlu küresel konjonktürün de etkisiyle ekonomi kısa
sürede toparlanma sürecine girmiştir.
Aynı dönemde küresel bir genişleme söz konusuydu. 1992 yılında
paralarını ABD dolarına endeksleyen Asya Kaplanları yabancı sermayeyi
hızla ülkelerine çekerek büyüyor, borsa endeksi yükseliş trendi izliyor,
piyasalarda balon şişiyordu. Ancak söz konusu balon ABD ekonomisinde de
eş zamanlı olarak şişmekte olan balonun dolara hemen bütün ülke paraları
karşısında değer kazandırmasıyla sönmüş, Asya kaplanlarının önce dış
ticaret hadleri düşmüş, hemen ardından cari açıkları büyümüş, kısa vadeli dış
borçları kritik düzeylere ulaşmıştır. Böylece dünya konjonktüründe beş yıllık
likidite bolluğuna bağlı genişleme evresinin sonlarına varılmış ve 1997’de risk
priminin en yüksek olduğu Tayland’da başlayan sermaye kaçışıyla
devalüasyonlar domino etkisiyle yayılmıştır. Krizin bir seneden daha kısa
sürede Rusya’ya sirayet etmesi önemli dış ticaret partnerlerimizden olan ve
turist
gelirleriyle
ülke
ekonomimize
sermaye
girişi
sağlayan
Rus
ekonomisindeki krizin bu bölgede iş yapan inşaat şirketlerinin alacaklarını
tahsil edememesine yol açarak, Türkiye’yi de etkilemiştir. Bunda doğrudan
dış ticaret bağlantılı aktarım kanalının yanısıra kısa vadeli yabancı
sermayenin dünya konjonktürünün etkisiyle yükselen piyasaları riskli bulması
da rol oynamıştır. İş çevriminin iniş evresini işaret ettiği bu dönemde Türkiye,
1998 yılının Temmuz ayında IMF ile yakın izleme anlaşması imzalamıştır.
Yakın izleme anlaşmasıyla hedeflenen, olumsuz dünya konjonktüründe
enflasyonu düşürebilmek için ihtiyaç duyulan kredibilitenin IMF desteğiyle
129
tesisiydi. Ancak henüz bir ödemeler dengesi sorunu yok iken ve IMF’den
kaynak talebinde de bulunulmazken sırf kredibilite tahsisi için bağımsız iktisat
politikalarından feragat edilmesi eleştirilere konu olmuştur. Gerek bu yakın
izleme anlaşmasının gerekse bunu takip eden Stand- by anlaşmasının
IMF’nin ödemeler dengesi krizinde bulunan ülkelere yönelik faaliyet sahasıyla
ilgisini Boratav sorgulamıştır. Zira o tarihte, Türkiye’nin ne böyle bir dış
kaynak ihtiyacı ne de ciddi bir ödemeler dengesi sorunu bulunmaktadır
(Boratav, 2001).
1999 krizinde dünya genelindeki daralan konjonktür ile bu koşullar
altında enflasyonla mücadeleye girişilmiş olmasının etkileri bulunduğu kadar
diğer olumsuz dışsal faktörlerin de etkisi bulunmaktadır. Bunlar; PKK lideri
Öcalan’ın yakalanması üzerine Türkiye aleyhine Avrupa’da başlatılan
kampanyanın, turizm gelirleri, işçi dövizleri ve portföy yatırımları kanallarıyla
sermaye girişine sekte vurması, büyük can ve mal kaybıyla ülke ekonomisini
derinden etkileyen 17 Ağustos 1999 depremi ve o sene görülen şiddetli
kuraklık olarak sıralanabilir.
Türkiye ekonomisini istikrara kavuşturmak için Aralık 1999’da IMF ile
imzalanan 17. Stand - by anlaşmasının üç yıllık sürecinde Washington
Mutabakatıyla tutarlı özelleştirmelerin ve yapısal reformların tamamlanması
amaçlanmış, nihai hedef olarak 2002 sonunda tek haneli enflasyon rakamı
belirlenmiştir (Özlale ve Yeldan, 2004).
Söz konusu program ile döviz
kurunun nominal çıpa olarak kullanılması ve parasal genişlemenin TCMB net
dış varlıklarındaki artışla sınırlanmasının döviz kurlarına istikrar getirirken
sermaye girişini artıracağı, bu sayede enflasyon hızının da kontrol altına
alınacağı öngörülmekteydi. Politika
değişkeni olarak nominal döviz kuru
çıpasını esas alan program böylece para politikasından da feragat etmiş
oluyordu. Kur sepeti 1$ + 0,77 Avrodan oluşmaktadır ve sepette gözlenecek
nominal devalüasyonun yıllık TEFE artış oranıyla tutarlı seyretmesi
planlanmıştır. Bir yandan da GSMH’nin % 6,5’i oranında faiz dışı fazla
hedeflendiğinden kamu harcamalarının kısılması ve kamu gelirlerinin
130
artırılması için de özelleştirmelerin hızla gerçekleştirilmesi gerekiyordu. Bu
kurgu içinde kamu harcamalarında planlanan daralmaya ve konjonktürel
olumsuzluklara rağmen ekonominin %5 büyüyeceğinin öngörülmesi ise
programın tutarlılığının ve sürdürülebilirliğinin tartışmaya açılmasına sebep
olmuştur (Yeldan, Boratav).
2000
yılının
sonlarına
doğru
ise
ne
programda
öngörülen
özelleştirmeler gerçekleştirilip kamu maliyesine kaynak sağlanabilmiş ne de
faiz hadlerindeki hızlı düşüşün cari açığı büyüterek devalüasyon beklentisini
tırmandıracağı öngörülmüş idi. Programın başlarında döviz kuru sepeti
hedefinin tutturulması kur belirsizliğini ortadan kaldırıp hazinenin dış
borçlanma imkanlarını da artırarak reel faizlerin düşmesine katkıda bulunsa
da reel faizlerdeki düşüş tüketim harcamalarını artırmış, enflasyon artışı
karşısında değerlenen Türk lirası cari açığın hedeflenenden yüksek
çıkmasına yol açmıştır. Bu gelişmeler esnasında bankaların dış piyasalardan
kısa vadeli döviz borcu kullanarak Devlet İç Borçlanma Senetlerine yatırım
yapmaya
devam
etmesi,
alacak
ve
yükümlülükler
arasındaki
vade
uyumsuzluğunu derinleştirerek döviz kuru riskini artırmıştır. Riskin azaltılması
için programa göre 2001 Temmuzunda sabit döviz kuru rejiminin terk
edilmesi öngörülmekteyken likidite sıkışıklığıyla tırmanan döviz talebi artışı,
uluslararası konjonktürel bozulma ve ülke içindeki siyasi gerginlik Kasım
2000 Krizini tetiklemiş, hızla yükselen faizler bankaların mali yapısını
olumsuz etkilemiş, piyasalara güveni zedelemiştir. 2000 yılı sonuna kadar
hesap kapama telaşına giren bankaların likidite talebiyle faiz oranları
tırmanışa geçmiş ve Kasım ayında interbank gecelik faizi %300’ leri
görmüştür.
Bankaların kısa vadeli borçlarını kapamak amacıyla döviz taleplerini
artırmaları TCMB’nin net dış rezervlerini de eritmiştir. Likidite darlığından
kaynaklanan bu kaosu durdurmak için parasal tabanı genişletmeyi reddeden
TCMB, ülkenin en büyük bankalarından birinin TMSF’ye devri pahasına IMF
programına sonuna kadar sadık kalmıştır. Aralık ayı içinde interbank
131
piyasasında gecelik faizin %870’i görmesi dış dünyanın kredileri kesmesine
ve krizin daha da derinleşmesine sebep olmuştur. Sonuç olarak hedeflenen
noktaya gelinemeden program çökmüş ve 22 Şubat 2001 tarihinde Merkez
Bankası döviz kuru rejiminin sürdürülemeyeceğini ilan ederek TL’yi serbest
dalgalanmaya bırakmıştır. Şubat 2001 krizine zemin hazırlayan dinamikleri
oluşturan temel sorunlar; finansal küreselleşmenin doğrudan sonucu olarak
kısa vadeli sermaye hareketlerinde istikrarsızlık, küresel sermayeye hizmet
eden IMF ve DB gibi neoliberal iktisat politikalarının uygulayıcısı kuruluşların
dayattığı
makroiktisadi
istikrar
ve
yapısal
uyum
politikalarının
ülke
ekonomisinde yarattığı stres ile kamu maliyesinin baskısıyla aşırı risk
yüklenmiş, etkin düzenleme ve denetlemeden yoksun bankacılık sektörüdür.
Kasım 2000 Kriziyle başlayan daralmayla birleşip iki dipli bir kriz görüntüsü
çizen 2001 Krizi, Türkiye ekonomisinin küreselleşme sürecinde geçirdiği
çevrimler arasında etkileri en şiddetli olan ve toparlanma evresi en uzun
süren krizdir. Üstelik süreç, başlangıcından sonuna kadar tamamı IMF ve DB
imzalı bir İstikrar ve Yapısal Uyum Programı esnasında gerçekleşmiştir.
2000- 2001 yıllarında Türkiye ekonomisinde yaşanan krizler cari açığın
sürdürülemez
düzeyde
yüksek
olmasıyla
tırmanan
devalüasyon
beklentisinden kaynaklanmış olup döviz kurunun nominal çıpa olarak
kullanıldığı ve sermaye hareketlerinin serbest olduğu her ekonomide
bekleneceği üzere ani ve yüksek düzeyde sermaye çıkışıyla gerçekleşmiştir.
Ne yazık ki programın kurgusunda var olan hatalar ile uygulanması
esnasında gerçekleştirilen hataların sorumluluğu yine emekçi kesimlere
ödetilirken krizden çıkış için ironik bir biçimde yine IMF’ye başvurulmuştur.
2002 yılında IMF ile imzalanan 18. Stand by anlaşması ile Güçlü
Ekonomiye Geçiş Programı uygulanmış, enflasyon hızı düşürülmüş, olumlu
konjonktürün de etkisiyle sınırsız fon girişleri TL’yi aşırı değerli tutarken
tırmanışa
geçen
cari
açığın
sürdürülebilirliği
sorununu
gündeme
yerleştirmiştir. 2002 yılının Kasım ayında iktidara gelen AKP hükümeti IMF ile
imzaladığı 19. Stand by anlaşmasını 2008 yılı ortasına kadar sürdürmüştür.
IMF Stand by anlaşmalarının zorunlu kıldığı sıkı para ve maliye politikaları ile
132
2004’ten itibaren enflasyon oranının tek haneli rakamlara indirildiği bir
gerçektir. Bir başka gerçek de yüksek reel faiz ile desteklenen fon girişlerinin
TL’yi aşırı değerlendirip cari açıkları artırdığı, dış borç stokunun birikerek
katlandığı, reel ekonomideki yatırımların azaldığı, imalat sanayiinde büyüme
hızının 2005 sonrasında giderek düştüğü ve IMF’nin dayattığı tarım
politikalarıyla ülkemiz tarım sektörünün bitme noktasına geldiğidir. Sonuç;
tüm bileşenleriyle (genç nüfus işsizliği, eğitimli nüfus işsizliği, işgücüne dâhil
olmayanlarda artış, gizli işsizlik vb.) kronikleşmiş işsizlik sorunu, vasıflı
işgücünde beyin göçü, gelir bölüşümünde daha fazla bozulma, sosyal,
kültürel ve toplumsal yapıda çözülme olmuştur.
Türkiye ekonomisinin yapısal unsurlarında bozulma sürerken 2007
yılında ABD’de eşik altı ipotek sektöründe (subprime mortgage) kriz
yaşanmıştır. ABD’de oluşan balonun finansal piyasalara akış biçimlerinin en
‘yenilikçi’ olanlarından biri eşik altı ipotekli kredi kavramıydı. Düşük gelir
gruplarına yönelik olarak açılan ev kredilerine ilişkin borçlar sigortalattırılarak
tahvilleştirilip finansal piyasalarda satılmaktaydı. Finansal bir türev araç
olarak iş çevriminin genişlemesine katkıda bulunan bu CDO ve CDS’ler,
FED’in kısa vadeli faizleri yükseltmesiyle yoksul kesimin kredi ödeme
güçlüğüne düşüşü ve derecelendirme kuruluşlarınca pazarlanan bu finansal
araçların bir kısmının aslında ‘‘toksik kâğıtlar’’ olduğunun açığa çıkması
sonucu ABD’de çoktandır şişen finansal balonu patlatmıştır. Kriz, küresel
dinamiklerin bulaşma etkisi sonucu kısa sürede kredi daralması kanalıyla
yayılmıştır. 2003 yılından bu yana bankacılık sektörünün disiplin altına
alınmış olması, finansal piyasalarda türev ürünler ile işlem yapılmaya henüz
geçilmediğinden bankaların ellerinde toksik kâğıtların bulunmaması ve
daralan kredi arzına rağmen alternatif dış finansman kaynaklarının bulunmuş
olması Türkiye ekonomisinin bu krizden ilk etapta görece daha az
etkilenmesinin sebepleri arasında sayılabilir. Ancak, doğrudan toksik kâğıt
etkisi yaşamasa da toksik kâğıtları ellerinde bulunduran ABD ve Avrupa
bankalarının düştüğü kredi çöküşü Türkiye ekonomisini de gecikmeli olarak
etkilemiştir. Özellikle Avrupa’da ihraç malları dış talebindeki daralma en
133
önemli dış ticaret pazarımızı vurmuş ve ülke içinde imalat sanayii üretimini
doğrudan etkilemiştir. Dolayısıyla, 2008 küresel finansal krizinin Türkiye
ekonomisine etkisi daha çok reel ekonomide gözlenmiştir.
ABD ve AB’de krizin etkilerinin hafifletilmesi için uluslararası likiditenin
artırılması ve enerji fiyatlarındaki spekülasyonların azalması işsizliğin tarihi
zirvesine yerleştiği 2009 yılı sonuna doğru ülkemizde de toparlanmanın
başlamasında etkili olmuştur. Vergi Barışı yasasıyla ülkeye döviz girişi ve ek
vergi geliri sağlanması, başta otomotiv olmak üzere bazı sektörlere ÖTV ve
KDV indirimleri uygulanması, vergi ve sigorta primini ödeyemeyen şirketlere
borç yeniden yapılandırmaları, KOBİ’lere destek, TOBB nezdinde staj ve
sonrasında iş imkânı da sunan Uzmanlaşmış Meslek Edindirme Kurslarının
yaygınlaştırılması krizden çıkış amacıyla alınan tedbirler arasında sayılabilir.
Ayrıca, TCMB’nin kredi genişlemesini kontrol etmeye yönelik olarak izlediği
faiz indirimleri de bu kapsamda değerlendirilmektedir.
4.4.
TÜRKİYE’NİN
KÜRESELLEŞME
SÜRECİNDE
İŞ
ÇEVRİMİ
DEĞİŞKENLİĞİ
Türkiye’de 1960-2010 dönemi arası yıllık ortalama büyüme hızı % 4,5’
tir. 1960-2010 yılları arasında Türkiye’de GSMH büyüme oranlarını gösteren
aşağıdaki grafikten Türkiye’de büyümenin ne kadar istikrarsız bir seyir izlediği
gözlenmektedir.
134
Grafik 10: Türkiye Ekonomisinde Yıllar İtibarıyla GSMH Büyüme Oranı
Yıllar İtibarıyla GSMH Büyüme Oranı
14,0
12,0
10,0
6,0
4,0
2,0
0,0
19
60
19
62
19
64
19
66
19
68
19
70
19
72
19
74
19
76
19
78
19
80
19
82
19
84
19
86
19
88
19
90
19
92
19
94
19
96
19
98
20
00
20
02
20
04
20
06
20
08
20
10
yıllık büyüme oranı
8,0
-2,0
-4,0
-6,0
-8,0
yıllar
Kaynak: Kalkınma Bakanlığı
(http://www.kalkinma.gov.tr/Pages/EkonomikSosyalGostergeler.aspx)
Onar yıllık süreçler diliminde ortalama büyüme hızının değişimini
gösteren aşağıdaki grafikten özellikle sermaye piyasalarında liberalizasyonun
gerçekleştirildiği 1989 sonrasında hiç de küreselleşme savunucularının öne
sürdüğü gibi daha yüksek büyüme oranlarının yakalanmadığı görülmektedir.
Ayrıca, büyüme oranının standart sapması ile ölçülen değişkenlik düzeyinde
finansal piyasaların serbestleştirilmesi sonrasında artış gözlenmektedir.
135
Grafik 11: Onar Yıllık Dönemler İtibariyle GSMH Büyüme Oranı ve
Değişkenliği
Onar Yıllık Dönemler İtibarıyla GSMH Büyüme Oranı ve Değişkenliği
büyüme oranı, standart sapma
6
5
4
3
2
1
0
1960-1970
1970-1980
1980-1990
1990-2000
2000-2010
1960-2010
dönemler
ortalama GSMH büyüme oranı
GSMH büyüme oranı dönem standart sapması
Kaynak: Kalkınma Bakanlığı
(http://www.kalkinma.gov.tr/Pages/EkonomikSosyalGostergeler.aspx)
1980-1990 arası dönemde GSMH büyüme oranının standart
sapmasıyla ölçülen makroiktisadi değişkenlik düzeyi 1960 - 2010 arasında
gözlenen değişkenlik düzeyinin altında kaldığı gibi aynı dönem için ortalama
büyüme oranı 1960- 2010 ortalamasının üstündedir. Bir başka deyişle, ithal
ikameci sanayileşme politikasının sınırlarına dayanılan 1980 sonrasında dış
ticarette
serbestleşme
ile
kaydedilen
gelişmeler
büyümeyi
artırıcı,
istikrarsızlığı azaltıcı yönde olmuştur. Dış ticarette serbestleşme sonucunda
ana akım iktisat teorisinin öngörüleriyle tutarlı sonuçlar alındığı halde
sermaye hesabının liberalizasyonunu işaret eden 1989 sonrasında hem uzun
dönemli ortalama büyüme oranlarında düşüş hem de değişkenlikte artış
gözlenmiştir. Bu analiz gelişmekte olan bir ülke olarak Türkiye’nin
küreselleşme
sürecinin
erken
bir
aşamasında
sermaye
piyasası
liberalizasyonundan ne kadar olumsuz yönde etkilendiğini ortaya koyması
açısından kayda değerdir.
Tarı ve Kumcu’ya göre ekonomiye ilişkin bir istikrarsızlık göstergesi
olarak GSMH büyüme oranının standart sapmasının kullanılmasında dikkat
edilmesi gereken nokta büyüme oranı arttıkça standart sapmanın da
136
büyüyebileceğidir ve bu sakıncayı gidermek amacıyla değişim katsayısı
kullanılmalıdır (Tarı, Kumcu, 2005). Ancak dönemler itibarıyla değişim
katsayısı hesaplandığında da analizin sonuçları değişmemektedir. Aşağıda
yer
alan
tabloda
Türkiye
ekonomisinde
küreselleşme
sürecinin
başlangıcından 2010 yılı sonuna kadar geçen dönemde belli başlı
makroiktisadi
göstergelerin
değişkenlikleri
ve
değişim
katsayıları
gösterilmektedir. 1983-2010 yılları arasındaki ortalama büyüme oranı %4,3
olup
değişim
değişkenliğinin
katsayılarının
GSYH
incelenmesinden
değişkenliğine
sermaye
kıyasla
daha
hareketlerinin
yüksek
olduğu
görülmektedir. Sermaye hareketleri ve cari açık büyümeden daha istikrarsız
ancak kamu açıkları ile enflasyon büyümeye kıyasla daha istikrarlıdır.
Tablo 1: 1983- 2010 Döneminde Belirli Makroiktisadi Göstergelerin
Değişkenlikleri
Ortalama
Standart Sapma
Değişim Katsayısı
Büyüme (GSYH %)
4.30
4.60
1.06
Cari Açık /GSYH (%)
-1.80
2.35
-1.30
Kısa Vadeli Sermaye Hareketleri
(milyon ABD doları)
2,334.48
4,614.44
1.98
KKBG/ GSYH (%)
5.10
3.40
0.70
Enflasyon (TÜFE- %)
49.99
30.71
0.61
Kaynak: TÜİK (http://tuik.gov.tr/UstMenu.do?metod=kategorist)
Türkiye
ekonomisinde
GSYH
büyüme
oranları
ile
belli
başlı
makroiktisadi zaman serilerinin korelasyonunu gösteren aşağıdaki tablonun
incelenmesinden kısa vadeli sermaye hareketleri ile cari açığın istikrarsız
büyüme ile ilişkisinin sermaye hareketleri liberalizasyonu sonrası artış
gösterdiği
kaydedilmektedir.
Küreselleşme
göstergelerinin
iktisadi
istikrarsızlık üzerindeki etkisinin, kamu açıkları ve enflasyonun büyüme ile
ilişkisine kıyasla daha fazla olduğunun gözlendiği tablodan enflasyon ile
büyüme arasındaki ters yönlü ilişkinin şiddetinin ise küreselleşme sürecinde
azaldığı tespit edilmektedir.
137
Tablo 2: GSYH Büyümesi ile Belli Başlı Makroiktisadi Göstergelerin
Korelasyonu
Sermaye
Hareketlerinin
Kısıtlı
Olduğu
Dönem
(1960-1989)
Sermaye Hareketlerinin
Serbestleştirilmesi
Sonrası
(1990- 2010)
Cari Açık
-0,45
-0,49
KKBG
-0,33
-0,35
Enflasyon
Kısa Vadeli Sermaye Hareketleri
Kaynak: Yazar tarafından hesaplanmıştır.
-0,27
0,44
-0,14
0,49
Türkiye
bileşenlerindeki
ekonomisinin
değişkenliğin
küreselleşme
gösterdiği
sürecinde
artış
GSMH
aşağıdaki
ve
grafikten
izlenebilmektedir. Ancak, 1980 sonrası GSMH ve bileşenlerinin büyüme
hızlarındaki değişkenlik artışını incelediğimizde tüketim ve yatırımdaki
istikrarsızlığın artış trendi izlendiği, buna karşılık ihracat ve ithalat
kalemlerinin sergilediği istikrarsızlıkta düşüş kaydedildiği gözlenmektedir.
Yatırım bileşeni ise sermaye piyasalarının serbestleştirilmesini takiben iktisat
teorisinin beklentileriyle tutarlı olarak daha istikrarsız bir seyir izlemeye
başlamıştır.
Grafik 12: GSMH ve Bileşenlerinin Değişkenliğinin Dönemler İtibarıyla Seyri
DÖNEMLER İTİBARIYLA GSMH VE UNSURLARININ BÜYÜME HIZLARINDAKİ DEĞİŞKENLİK
25,00
standart sapma
20,00
15,00
10,00
5,00
0,00
1960-69
1970-79
1980-89
GSMH
C
1990-99
I
X
M
Kaynak: TÜİK (http://tuik.gov.tr/UstMenu.do?metod=kategorist)
2000-10
yıllar
138
4.5. TÜRKİYE EKONOMİSİNDE İŞ ÇEVRİMİ VOLATİLİTESİNİN AMPİRİK
ANALİZİ
Küreselleşme sürecinin bir ayağı olan finansal küreselleşme, sermaye
hareketlerinin kontrolsüz dolaşımını kolaylaştırdığı ölçüde, faiz oranları, döviz
kurları
ve
ödemeler
dengesinin
değişkenliğini
artırmakta,
teknolojik
gelişmelerin yaygınlaştırdığı spekülasyon riski, iş çevrimlerinde volatilite
konusunu gündeme getirmektedir. İş çevrimi volatilitesi, iş çevrimlerinin
zaman içinde gösterdiği dalgalanmadaki değişkenliği ifade etmektedir. Bir
risk göstergesi olarak iş çevrimi volatilitesinin incelenmesi iktisadi yapının
istikrarlılığına ilişkin önemli bulgular sunmaktadır. İş çevrimlerinde volatilitenin
yüksek olması piyasalarda güvensizlik yaratarak sermaye akımlarını olumsuz
etkilemekte, erişilebilir fonları daraltmakta ve yatırımcılar nezdinde olumsuz
beklentileri körükleyerek reel ekonominin büyüme hızını yavaşlatmaktadır.
Bu bölümde iş çevrimi volatilitesinin ampirik olarak irdelenmesi
amacıyla zaman serileri analizi uygulanmaktadır. Zaman serileri analizinin
sağlıklı sonuçlar verebilmesi için incelenen serilerin durağan olması, durağan
değil iseler durağanlaştırılmaları gerekmektedir. Aksi takdirde özellikle
makroiktisadi zaman serileri trend bileşeninin etkisiyle sahte regresyon
(spurious regression) sorununa sebep olabilmektedir. Bu sebeple iş
çevrimlerinin volatilitesinin modellemesine geçmeden evvel iş çevrimi
göstergesi olarak kullanılan çıktı açığı serisinin durağanlığı incelenmektedir.
Durağanlık analizi için ADF (Augmented Dickey Fuller) testi, PP (Phillips
Perron) testi, Ng- Perron testleri yapılmaktadır.
Makroiktisadi değişkenler
dinamik özellikler göstermeleri sebebiyle çoğu zaman sabit varyanslı değildir.
Dolayısıyla sabit varyans varsayımına dayalı geleneksel zaman serisi
modelleri volatilite modellemesi açısından yeterli olmadığından, değişen
varyans yapılarına izin veren modelleme teknikleri geliştirilmiştir. İş çevrimi
volatilitesinin modellenmesinde ilk olarak zaman serisinin koşullu varyansını
geçmiş şokların bir fonksiyonu olarak ele alan otoregresif koşullu değişen
varyans modeli (ARCH) kullanılmaktadır. ARCH modelinde koşulsuz varyans
139
zaman içinde sabit kalırken koşullu varyans zamana bağlı bir fonksiyon
olarak tanımlanmaktadır. Yaygın kullanılan bir yöntem olmakla beraber, hata
teriminin fazla sayıdaki gecikmelerinin anlamlı olması yüzünden çok sayıda
parametre tahminini gerektiren ARCH modeli yerine daha az sayıda
parametreyle değişkenlik direncini modelleyen GARCH (genelleştirilmiş
ARCH) modeli geliştirilmiştir. ARCH ve GARCH modellerinde koşullu
varyansın pozitif ve negatif şoklara karşı simetrik tepki gösterdiğinin
varsayılması negatif şokların asimetrik etkisinin göz ardı edildiği eleştirisini
doğurmuş ve söz konusu asimetrik etkiyi de dikkate alan EGARCH (Üstel
GARCH) ve TGARCH (Eşik GARCH) modellerinin geliştirilmesine yol
açmıştır
(Ertuğrul,
2012).
Bu
kapsamda
Türkiye
ekonomisinde
iş
çevrimlerinin volatilitesinin modellenmesinde adıgeçen alternatif modeller
kurulmuş ve bu modeller kendi aralarında kıyaslanmıştır.
Volatilitesinin modellenmesi amaçlanan iş çevrimi, doğrudan gözlenen
bir değişken olmadığından çevrime gösterge niteliğinde bir değişkenin veya
birkaç değişkenden oluşan bileşik bir endeksin oluşturulması gerekmektedir.
Buahari ve Khan’a göre (2008), çıktı açığı ekonominin çevrimsel durumu
hakkında bilgi vermektedir. Çıktı açığı, gerçekleşen çıktı ile potansiyel çıktı
arasındaki farktır. Çıktı açığının gerçeğe yakın olarak belirlenebilmesi için
potansiyel çıktı ölçümünün sağlıklı yapılması gerekmektedir. Potansiyel
çıktının belirlenmesinde çeşitli teknikler kullanılmaktadır. Bu çalışmada çıktı
açığı hesaplamasında modern iş çevrimi literatüründe en bilinen tekniklerden
biri olan Hodrick – Prescott filtresi tercih edilmiş ve 1987Ç1- 2012Ç4 dönemi
için
Türkiye
ekonomisinde
iş
çevrimi
göstergesi
olarak
çıktı
açığı
hesaplanmıştır30. Çıktı açığı serisinin elde edilmesinden sonra çıktı açığının
volatilitesi modellenmektedir. Geleneksel değişen varyans modelleri olan
ARCH ve GARCH tipi modellerin yanısıra asimetrik etkileri dikkate alan
volatilite modellerinden olan EGARCH ve TGARCH modelleri kurularak,
modeller hem model seçim kriterlerine göre hem de öngörü performanslarına
göre
karşılaştırılmaktadır.
Volatilite
modelleri
arasında
Türkiye
ekonomisindeki iş çevrimleri açısından en başarılı modelin bulunmasından
140
sonra çıkarılan iş çevrimi volatilitesi serisinin küreselleşme sürecindeki
dinamik
hareketi
küreselleşme
göstergeleriyle
ilişkileri
bağlamında
irdelenmektedir.
4.5.1. Hodrick – Prescott Yöntemiyle Çıktı Açığının Hesaplanması
Türkiye
ekonomisinde
gözlenen
iş
çevrimlerinin
volatilitesinin
küreselleşmenin unsurlarından nasıl etkilendiğini ortaya koyma amacındaki
bu çalışmada öncelikle Hodrick – Prescott (HP) filtresi yöntemiyle Türkiye
ekonomisi için çıktı açığı hesaplanmıştır. Yöntemin uygulamasında 1987Ç1:
2012Ç4 dönemini kapsayan 1998 temel yıllı sabit fiyatlarla GSYH verisi
kullanılmış olup söz konusu veriler 1998Ç1- 2012Ç4 dönemi için TÜİK resmi
internet sayfasında 1998 bazlı GSYH serisi (sabit fiyatlarla) başlığı altında
yayımlanmaktadır. 1987Ç1:1997Ç4 dönemine ait seri ise 1987 bazlı GSYH
serisinin artış oranları kullanılarak yeni serinin geriye doğru çekilmesi ile
oluşturulmuştur. Ek-1’de reel GSYH için çeyreklik sıklıkta veriler tablo halinde
sunulmaktadır.
Hodrick
–
Prescott
filtresinin
çıkarılmasında
1987Ç1:2012Ç4
dönemine ait reel GSYH serisi mevsimsellikten arındırıldıktan sonra Eviews 7
uygulamasıyla Hodrick- Prescott trendi elde edilmiştir. Bu yöntemin
uygulanmasında literatürde çeyreklik veri için yaygın olarak kullanılan λ =
1600 parametresi kullanılmıştır. Dönem sonu yanlılık sorununu en aza
indirgemek amacıyla GSYH serisi 2018 yılının dördüncü çeyreğine kadar
tahminlerle uzatılmıştır. Büyüme tahminlerinde TCMB Beklenti Anketinde yer
alan cari yıl sonu ve gelecek yıl sonu beklentileri alınmıştır.
Aşağıdaki grafikte Hodrick – Prescott yöntemiyle hesaplanan çıktı
açığı
1987Ç1:
2012Ç4
incelenmesinden
Türkiye
dönemi
için
ekonomisinde
gösterilmektedir.
sermaye
Grafiğin
hareketlerinin
serbestleştirilmesinden sonra gözlenen üç büyük kriz olan 1994, 2000-2001
ve 2008 krizlerinde çıktı açığının derinleştiği, ayrıca ara dönemlerde küresel
141
konjonktürün
etkisiyle
gözlenen
daralma
ve
toparlanma
süreçleri
(ekonominin daralma gösterdiği 1988-89 yılları, 1991 Körfez Krizinin yarattığı
durgunluk etkisi, 1998 Rusya Krizi ve 1999’da yaşanan 17 Ağustos
depreminin daraltıcı etkileri ile iki dipli kriz olarak nitelenebilecek 2000 Kasım
ve 2001 Şubat Krizleri) gözlenmektedir.
Grafik 13: Türkiye Ekonomisinde Hodrick – Prescott Yöntemiyle Çıktı Açığı
Kaynak: Yazar tarafından oluşturulmuştur.
Literatürde iş çevrimi volatilitesini ölçmek üzere uygulanan bir başka
yöntem de çıktı açığının yirmişer çeyreklik devreden standart sapmalarının
hesaplanmasıdır (Blanchard ve Simon, 2001). Bu yöntem uygulanarak
Türkiye ekonomisi için Hodrick- Prescott filtresiyle hesaplanan çıktı açığının
yirmişer çeyreklik devreden standart sapmaları hesaplanmış olup, serinin
grafiği aşağıda gösterilmektedir. Grafiğin 2008 yılının son çeyreğinde
bitirilmesinin sebebi, yirmişer çeyreklik
devreden standart sapmanın
çıkarılması aşamasında orta ve uzun vadeli tahminlere başvurulmasından
kaçınmaktır.
Aşağıdaki grafiğin incelenmesinden, küreselleşme sürecinde
Türkiye ekonomisinde iş çevrimi volatilitesinin artış trendi izlediği tespit
edilmektedir.
142
Grafik 14: Türkiye Ekonomisinde İş Çevrimi Volatilitesi -1
Türkiye Ekonomisinde İş Çevrimi Volatilitesinin Dönemler İtibarıyla Seyri
5
4,5
standart sapma
4
3,5
3
2,5
2
1,5
1
0,5
19
87
Q
19 1
87
Q
19 4
88
Q
19 3
89
Q
19 2
90
Q
19 1
90
Q
19 4
91
Q
19 3
92
Q
19 2
93
Q
19 1
93
Q
19 4
94
Q
19 3
95
Q
19 2
96
Q
19 1
96
Q
19 4
97
Q
19 3
98
Q
19 2
99
Q
19 1
99
Q
20 4
00
Q
20 3
01
Q
20 2
02
Q
20 1
02
Q
20 4
03
Q
20 3
04
Q
20 2
05
Q
20 1
05
Q
20 4
06
Q
20 3
07
Q
20 2
08
Q
20 1
08
Q
4
0
dönemler
çıktı açığının standart sapması
Log. (çıktı açığının standart sapması)
Kaynak: Yazar tarafından oluşturulmuştur.
4.5.2. Çıktı Açığı Volatilitesinin Modellenmesi
Çıktı açığı serisinin elde edilmesinden ve iş çevrimi göstergesi olarak
yorumlanmasından sonra iş çevrimi volatilitesinin analizine geçilmektedir. Bir
zaman serisinin volatilitesinin değişken varyans modelleri çerçevesinde
incelenebilmesi için öncelikle serinin durağan olması gerekmektedir.
Bu
aşamada iş çevrimi göstergesi olarak kulanılacak çıktı açığı serisine çeşitli
durağanlık testleri uygulanmıştır.
4.5.2.1. Durağanlık Analizi
Bir zaman serisinin durağan olması, ortalaması ile varyansının zaman
içinde değişmemesi ve iki dönem arasındaki ortak varyansın bu ortak
varyansın hesaplandığı döneme değil de yalnızca iki dönem arasındaki
uzaklığa bağlı olması anlamına gelmektedir (Gujarati, 2001). Başka bir
deyişle, bir zaman serisinin durağan olmaması serinin varyansının döneme
bağlı olarak değişmesi anlamına gelmektedir. Durağan serilerde şokların
143
etkisi zamanla geçmekte ve seriler uzun dönem ortalama seviyelerine
dönmektedir.
4.5.2.1.1. ADF Testi
Bir zaman serisi yt için:
yt = ρ yt-1+ µt
............................(1)
beyaz gürültü (white noise) hata terimi olarak anılan µt’ nin sıfır
ortalamalı sabit varyanslı ardışık bağımlı olmayan hata terimi olduğu
varsayılır (Gujarati, 2001).
Ho: ρ = 1 (Zaman serisinde birim kök olduğu anlamına gelir. Birim kök
sorunu var ise seri durağan bir seri değildir. )
(1)
no’lu denklemin her iki tarafından yt-1 çıkarılmasıyla elde edilen
dönüşüm:
Δyt = (ρ -1) yt-1 + µt .....................(2)
ve ρ -1 = λ tanımlamasıyla,
Δyt = λ yt-1 + µt
.............................(3)
Dickey – Fuller testinde temel hipotez Ho:
hipotezin reddedilememesi
λ = 0 olup, alternatif
halinde seri I(0) durağandır, sonucuna
varılmaktadır.
(3)
no’lu denkleme sabit terim ve deterministik trendin eklenmesiyle
Dickey-Fuller testi üç farklı model için uygulanabilmektedir.
Δyt = α+ λ yt-1 + µt
..............................(4)
Δyt = α+ β T + λ yt-1 + µt
.............................(5)
144
(3), (4) ve (5) no’lu denklemler için %1, %5 ve %10 anlamlılık
düzeylerine göre kritik tablo değerleri Monte Carlo tekniği ile hesaplanmıştır
(Dickey ve Fuller, 1979). Ancak, Dickey Fuller testinin güvenilir sonuç
vermesi için hata teriminin beyaz gürültü hata terimi olması gerekmektedir.
Hata teriminde otokorelasyon sorunu bulunduğunda ise bunu düzeltmek için
denklemin
sağ
tarafına
bağımlı
değişkenin
gecikmeli
değerlerinin
eklenmesiyle ADF (Augmented Dickey Fuller – Genişletilmiş DF) testine
ulaşılır (Enders, 2004; Ertuğrul’dan aktarım, 2012).
Δyt = λ yt-1 + φ Σt=0 Δyt-1 + µt
.............................(6)
Δyt = α+ λ yt-1 + φ Σ t=0 Δyt-1 + µt
.............................(7)
Δyt = α+ β T + λ yt-1 + φ Σ t=0 Δyt-1 + µt
.............................(8)
Ampirik analizde sık kullanılan Akaike Bilgi Kriteri (AIC), Schwarz Bilgi
Kriteri (SC), Hannah – Quinn (HQ) bilgi kriterine göre bu ölçütleri en küçük
yapan değer gecikme değeri uzunluğu olarak alınır. ADF testinde yt-1
değişkeninin t istatistiği hesaplanarak Dickey - Fuller tablo değeri ile
kıyaslanır. Hesaplanan t istatistiğinin mutlak değeri kritik tablo değerinden
büyük ise temel hipotez reddedilerek serinin durağan olduğu kabul edilir
(Ertuğrul, 2006).
Çıktı açığı serisi için hesaplanan ADF test sonuçları aşağıdaki tabloda
gösterilmektedir:
Tablo 3: Çıktı Açığı İçin ADF Test Sonuçları:
ADF Test Sonuçları
Çıktı Açığı
-3.83
Çıktı Açığı Serisi İçin ADF kritik değerleri:
(%5 anlamlılık düzeyi için)
-2.58
(%1 anlamlılık düzeyi için)
-1.94
Kaynak: Yazar tarafından oluşturulmuştur.
145
ADF test sonuçlarına göre çıktı açığı serisi %1 anlamlılık düzeyinde durağan
çıkmıştır.
4.5.2.1.2. Phillips Perron (PP) Testi
Dickey Fuller testiyle kıyaslandığında hata terimlerinin normal
dağılması ve otokorelasyon taşımaması gibi sınırlamalar getirmeyen PP testi
hata terimlerinin otokorelasyonunu düzeltmek için modele bağımlı değişkenin
gecikmeli değerlerini eklemek yerine düzeltme faktörü eklemektedir (Phillips,
Perron, 1988). PP testinde temel hipotez ADF testi ile aynı olup hesaplanan t
istatistiğinin asimtotik dağılımı ADF testinde kulanılan t istatiğiyle aynı
olduğundan aynı kritik DF değerleri kullanılabilmektedir.
Çıktı açığı serisi için hesaplanan PP test sonuçları aşağıdaki tabloda
gösterilmektedir:
Tablo 4: Çıktı Açığı İçin PP Test Sonuçları
PP Test Sonuçları
Çıktı Açığı
-3.74
Çıktı Açığı Serisi İçin PP kritik değerleri:
(%5 anlamlılık düzeyi için)
-2.58
(%1 anlamlılık düzeyi için)
-1.94
Kaynak: Yazar tarafından oluşturulmuştur.
PP test sonuçlarına göre çıktı açığı serisi %1 anlamlılık düzeyinde
durağan çıkmıştır.
146
4.5.2.1.3. Ng – Perron Testi
ADF ve PP testlerinde hata terimindeki otokorelasyonların sürekli
negatif olması durumunda testin güvenilirliği etkilediğinden boyut bozulması
(size distortion) sorununa karşı Ng- Perron testi geliştirilmiştir (Maddala ve
Kim, 1998; Ertuğrul’dan aktarım, 2012).
Çıktı açığı serisi için hesaplanan Ng Perron testi sonuçları aşağıdaki
tabloda gösterilmektedir:
Tablo 5: Çıktı Açığı İçin Ng – Perron Test Sonuçları
Ng - Perron Test Sonuçları
Çıktı Açığı
MZa
MZt
-16.83
-2.89
MSB
MPT
0.17
1.49
Çıktı Açığı Serisi İçin Ng - Perron Kritik Değerleri:
MZa
MZt
MSB
MPT
(%5 anlamlılık düzeyi için)
-13.80
-2.58
0.17
1.78
(%1 anlamlılık düzeyi için)
-8.10
-1.98
0.23
3.17
Kaynak: Yazar tarafından oluşturulmuştur.
Mza ve MZt sonuçlarına göre %1 anlamlılık düzeyinde birim kök
temel hipotezi reddedilmiştir. MSB ve MPT sonuçlarına göre % 1 anlamlılık
düzeyinde durağanlık temel hipotezi reddedilememiştir. Çıktı açığı serisi Ng –
Perron
testine
göre durağan
bulunmuştur.
Sonuç
itibarıyla
Türkiye
ekonomisinde çıktı açığı serisinin durağanlığını analiz etmek amacıyla ADF,
PP ve Ng- Perron testleri uygulanmış ve her üç testin sonuçlarına göre de
serinin durağan nitelik taşıdığı tespit edilmiştir.
147
4.5.2.2. Değişken Varyanslı Volatilite Modellerinin Tahmini
Geleneksel volatilite modellerinde değişkenlik ölçütü olarak kabul
edilen varyansın sabit olduğu varsayılmaktadır. Oysa makroiktisadi zaman
serileri çoğu zaman değişen varyansa sahiptir. Bu sebeple değişen varyans
yapısına izin veren modelleme teknikleri geliştirilmiştir.
Ampirik analizde
yaygın kabul gören ARCH grubu modeller (ARCH ve GARCH) değişen
varyansı dikkate alan geleneksel modellerdendir. Daha sonraları geliştirilen
EGARCH (Üstel GARCH) ve TGARCH (Eşik GARCH) modelleri ise asimetrik
etkilerin dikkate alındığı modellerdir.
Modellerin tahminine geçilmeden önce Box – Jenkins yaklaşımıyla
alternatif ARMA yapıları incelenmiş ve çıktı açığı serisi için en uygun yapının
AR(2) olduğuna karar verilmiştir.
4.5.2.2.1. ARCH Modeli
İş çevrimi volatilitesinin modellenmesi amacıyla kurulan ilk model
ARCH modelidir. ARCH modelinde koşullu varyans, geçmiş şokların bir
fonksiyonu olarak ifade edilmektedir. Başka bir ifadeyle koşullu varyans hata
terimlerinin karelerinin gecikmeleriyle açıklanmaktadır. Çıktı açığı serisi için
kurulan ARCH modeli aşağıdaki denklem ile gösterilmektedir. Parantez
içindeki değerler standart hataları göstermektedir.
ÇAt = 0.06 + 0.90 ÇAt-1 – 0.17 ÇA t-2 + εt .............................(9)
(0.94) (0.12)
(0.12)
ht = αo + α1 εt-12 ................................................................(10)
ht = 5.15 + 0.03 εt-12 ...........................................................(11)
(0.68) (0.10)
148
4.5.2.2.2. GARCH Modeli
ARCH modelinde gözlenen bazı problemler GARCH modelinin
geliştirilmesine yol açmıştır. Örneğin koşullu varyans denkleminde fazla
sayıda hata teriminin karesinin gecikmeli değerinin istatistiksel olarak anlamlı
çıkması çok sayıda p parametresine ihtiyaç duyulmasına yol açmaktadır. Bu
ise değişkenlerin tahmin edilmesini güçleştirdiği gibi gecikme değerindeki
artış,
parametrelerin pozitif
açmaktadır
(Engle
ve
olması koşulunun
Kraft,
1983;
ihmal edilmesine
Ertuğrul’dan
aktarım,
yol
2012).
Genelleştirilmiş Otoregresif Koşullu Değişen Varyans Süreci (GARCH),
ARCH
modelinin
koşullu
varyansının
bir
ARMA(p,q)
süreci
olarak
modellenmesine izin verilecek biçimde geliştirilmiş halidir. Böylece GARCH
modelinde koşullu varyans otoregresif ve hareketli ortalama terimlerini içeren
bir fonksiyon olarak tanımlanmış ve koşullu varyans ARMA(p,q) sürecine
dönüştürülmüştür. Ancak, tıpkı ARCH modelindeki gibi GARCH modelinde de
asimetrik ekiler ihmal edilmektedir. Asimetrik etkilerin dikkate alındığı
volatilite modelleri arasında ise üstel GARCH (EGARCH) ve eşik GARCH
(TGARCH) modelleri yer almaktadır.
İş çevrimi volatilitesinin modellenmesi amacıyla kurulan ikinci model
GARCH modelidir. Çıktı açığı serisi için kurulan GARCH (2,1) modeli
aşağıdaki denklem ile gösterilmektedir. Parantez içindeki değerler standart
hataları göstermektedir.
ÇAt = 2.63 + 0.86 ÇAt-1 – 0.03 ÇA t-2 + εt .........................................(12)
(1.60) (0.15)
(0.13)
ht = αo + α1 εt-1 2 + β1 ht-1+ β2 ht-2
........................................(13)
ht = 1.75 + 0.39 εt-1 2 + 0.62 ht-1 - 0.24 ht-2 .......................................(14)
(0.66) (0.14)
(0.21)
(0.11)
149
4.5.2.2.3. TGARCH (Eşik GARCH) Modeli
Geleneksel ARCH tipi modellerde varyans hata terimlerinin kareleriyle
hesaplandığından şokların pozitif veya negatif olması arasında bir fark
gözetilmemektedir. Oysa pozitif şoklarla negatif şokların etkisi her zaman
simetrik gerçekleşmemektedir. Özellikle makroiktisadi ve finansal göstergeler
söz konusu olduğunda negatif şokların pozitif şoklara kıyasla daha şiddetli
tepki doğurma eğilimi bilinmektedir. Bu sebeple asimetrik etkileri de dikkate
alan değişken varyans modellerinin geliştirilmesi ihtiyacı doğmuştur.
EGARCH ve TGARCH modelleri asimetrik etkiyi dikkate alan modellerdendir.
TGARCH modeli standart GARCH yapısında asimetrinin volatilite üzerindeki
etkisini ölçmektedir.
Negatif
şokların
pozitif
şoklara
kıyasla
daha
farklı
etkilerinin
bulunabileceği düşünülerek iş çevrimi volatilitesinin modellenmesi amacıyla
kurulan üçüncü model TGARCH modelidir. Çıktı açığı serisi için kurulan
TGARCH (2,1) modeli aşağıdaki denklem ile gösterilmektedir. Parantez
içindeki değerler standart hataları göstermektedir.
ÇAt = 1.56 + 0.85 ÇAt-1 – 0.04 ÇA t-2 + εt
(1.22) (0.12)
.................................(15)
(0.12)
ht = αo + α1 εt-1 2 + β1 ht-1+ β2 ht-2 + θ εt-1 2 It-1
.................................(16)
ht = 2.11 + 0.003 εt-1 2 + 0.41 ht-1+ 0,62 ht-2 -0,25 It-1
(0.54)
(0.16)
(0.20)
(0.14)
.....................(17)
(0.09)
4.5.2.2.4. EGARCH Modeli
Standart GARCH modelleri asimetrik etkilerin gözlenmesine izin
vermemektedir. EGARCH modeli ise koşullu varyansın logaritmasını
150
kullandığından standart GARCH modelinden yapısal olarak farklıdır.
Dolayısıyla EGARCH modeli standart GARCH modelindeki gibi tüm
parametrelerin pozitif olması koşulunu getirmemektedir.
Negatif
bulunabileceği
şokların
göz
pozitif
önünde
şoklara
kıyasla
bulundurularak
iş
daha
farklı
çevrimi
etkilerinin
volatilitesinin
modellenmesi amacıyla kurulan dördüncü model EGARCH modelidir. Çıktı
açığı serisi için kurulan EGARCH (2,1) modeli aşağıdaki denklem ile ifade
edilmektedir. Parantez içindeki değerler standart hataları göstermektedir.
ÇAt = 0.93 + 0.87 ÇAt-1 – 0.05 ÇA t-2 + εt
(1.25) (0.10)
ln(ht ) = a 0 + a1 (
...............................(18)
(0.11)
ε t −1
ε
) + γ 1 ( t0−,15 ) + β1 ln(ht −1 ) + β 2 ln(ht − 2 )
0,5
.......................(19)
ht −1
ht −1
ln(ht ) = 0.98 − 0.53(
ε t −1
ε t −1
)
+
0
.
26
(
) + 0.70 ln(ht −1 ) − 0.48 ln(ht − 2 )
........(20)
ht0−,15
ht0−,15
(0.37) (0.12)
(0.27)
(0.19)
(0.18)
4.5.2.2.5. Modellerin Kıyaslanması
Kurulan volatilite modellerinden en başarılı olanı tespit edebilmek
amacıyla modeller önce model değerlendirme kriterleri olan Akaike Bilgi
Kriteri (AIC) ve Scwarz Kriterine (SC) göre, daha sonra da öngörü
performanslarına göre kıyaslanmıştır. Çeşitli volatilite modellerinin öngörü
performanslarının
kıyaslanmasında
kayıp
fonksiyonlarından
yararlanılmaktadır. Modellerin öngörü performanslarının karşılaştırılmasında
hata terimleri karelerinin ortalamasının karekökü (root mean squared error –
RMSE), hata terimlerinin mutlak değerinin ortalaması (mean absolute error –
MAE), hata yüzdelerinin mutlak ortalaması (mean absolute percent error –
MAPE) kriterlerinin en küçük değeri aldığı model daha başarılı kabul
151
edilmektedir. Modellerin öngörü performanslarına göre kıyaslandığı tablo
aşağıda sunulmaktadır.
Tablo
6:
İş
Çevrimi
Volatilitesinde
Alternatif
Modellerin
Öngörü
Performansları
Kriter
ARCH (1)**
GARCH (2,1)
TGARCH (2,1)
EGARCH (2,1)
RMSE
3.61
4.46
3.95
3.75
MAE
2.91
3.49
3.12
2.98
MAPE
102.00
356.37
238.25
173.71
Kaynak: Yazar tarafından oluşturulmuştur.
Sonuç olarak modellerin öngörü performanslarının kıyaslanmasına
göre Türkiye ekonomisinde iş çevrimleri volatilitesinin modellenmesi amacına
en uygun model olarak ARCH(1) modeli seçilmiştir. ARCH modelinden elde
edilen koşullu varyans serisi aşağıdaki grafikte gösterilmektedir. Grafiğin
incelenmesinden
Türkiye
ekonomisinde
gözlenen
iş
çevrimlerinin
volatilitesinin nasıl bir seyir izlediği anlaşılmaktadır. Özellikle 1994 Krizinde,
2001 ve 2008 Krizlerinde iş çevrimi değişkenliğinin sıçrama yaparak zirveye
tırmandığı, volatilitenin etkilerinin uzunluğu açısından 2001 Şubat Krizinin
1994 ve 2008 Krizlerine kıyasla daha geniş bir dönemi kapsadığı
görülmektedir. Bu krizlerin dışında 1991 Körfez Krizi, 1998 Rusya Krizi,
1999’da yaşanan 17 Ağustos depremi gibi etkisel şiddeti daha düşük
seyretmiş belli başlı dönemler de grafikten izlenmektedir.
Bir sonraki grafikte ise iş çevrimi göstergesi olarak kullanılan çıktı açığı
serisi ile iş çevriminin volatilitesinin çıkarılması amacıyla tahmin edilen ARCH
modelinden çıkarılan volatilite serisi aynı grafikte gösterilmektedir. Çıktı
açığının dönemsel minimum değerini gördüğü iş çevriminin dip evresinin iş
çevrimi volatilitesinin dönemsel maksimum değerine ulaşarak zirve yaptığı
dönemlerle çakışması teoriyle tutarlı bulunmaktadır.
152
Grafik 15: Türkiye Ekonomisinde İş Çevrimi Volatilitesi - 2
Kaynak: Yazar tarafından oluşturulmuştur.
Grafik 16: Türkiye Ekonomisinde İş Çevrimleri ve İş Çevriminin Volatilitesi
Kaynak: Yazar tarafından oluşturulmuştur.
153
4.5.2.3. Türkiye Ekonomisinde Gözlenen İş Çevrimlerinin Volatilitesinin
Küreselleşme Göstergeleriyle İlişkisi
Türkiye
ekonomisinde
gözlenen
iş
çevrimlerinin
volatilitesinin
küreselleşme sürecindeki hareketine ilişkin çıkarımlarda bulunmadan önce, iş
çevrimi volatilitesinin literatürde nasıl tanımlandığının, hangi yöntemlerle
ölçüldüğünün,
hangi
makroiktisadi
göstergelerle
volatilite
ilişkisinin
irdelenerek ne gibi sonuçlara ulaşıldığının kısaca özetlenmesinde fayda
görülmektedir.
İş çevrimi literatüründe, iş çevrimi volatilitesi, çevrim volatilitesinin
ekonominin büyüme potansiyeli üzerindeki etkilerini araştıran bir dizi ampirik
çalışma ile irdelenmeye başlanmıştır. Bu çalışmalar arasında, iş çevrimlerinin
volatilitesinde gözlenen artışın uzun vadeli büyümeyle negatif ilişkili olduğunu
savunanlar olduğu gibi (Bean, 1990; Saint-Paul, 1993; Ramey ve Ramey,
1995; Martin ve Rogers, 2000) volatilite artışının büyümeyi artırdığını
(Kormendi ve Meguire, 1985; Griere ve Tullock 1989; Caporale ve McKiernan
1996) veya iş çevrimi volatilitesi ile ekonominin büyüme potansiyeli arasında
belirleyici bir ampirik ilişki olmadığını iddia edenler (Grier ve Perry, 2000) de
bulunmaktadır. İlk bakışta üzerinde uzlaşılmamış görünen bu tartışmadan
çıkarılabilecek sonuç ise, iş çevrimi volatilitesi ile uzun vadeli büyüme
arasındaki ilişkinin istikrarlı olmadığı ve değişkenlik arz ettiğidir. Dolayısıyla,
iş çevrimi volatilitesine ilişkin çıkarımların incelenen ülkeye ve döneme özgü
farklılıklar gösterebileceği dikkate alınmalıdır. Öte yandan, Kneller ve
Young’a göre iş çevrimi volatilitesi uzun vadede büyümeye zarar vermektedir
ve aksini iddia eden çalışmalar iş çevriminin volatilitesinin zaman içindeki
değişimini doğru ölçmekte hatası olan çalışmalardır (Kneller ve Young,
2001). Bu tespit ise, iş çevrimi literatüründe çevrimlerin volatilitesinin nasıl
ölçüleceği şeklindeki bir başka önemli tartışmaya zemin hazırlamaktadır.
İş
çevrimleri
volatilitesinin
ölçümünde
çok
çeşitli
yöntemler
kullanılmaktadır. Örneğin; Kneller ve Young, GSYH büyüme oranlarının
154
standart sapmasını hesaplayarak, çakışmayan beşer yıllık dönemler için
standart sapma oranlarındaki gelişmeyi izlemektedir (Kneller ve Young,
2001). Simon, onar yıllık dönemler itibarıyla GSYH büyüme oranının standart
sapmasını incelemekte ve stok çevrimlerinin volatilite düşüşü üzerindeki
etkisini soyutlamak amacıyla çıktı bileşenlerini de ayrıca ele almaktadır.
(Simon, 2001). Blanchard ve Simon, ABD ekonomisinde çıktı volatilitesini,
çeyreklik reel çıktınının hem beşer yıllık hem de yirmişer çeyreklik devreden
standart sapması (rolling standard deviation) ile izlemektedir (Blanchard ve
Simon,
2001).
Stock
ve
Watson,
dönemsel
standart
sapmaların
hesaplanmasının yanısıra, incelenen makroiktisadi göstergelerin onar yıllık
standart sapmasını tüm örneklemin standart sapmasına bölerek, hesaplanan
oran 1’den büyükse sözkonusu dönemi ‘‘yüksek volatilite’’; 1’den küçükse
‘‘düşük volatilite’’ şeklinde nitelendirmektedir (Stock ve Watson, 2002).
Ahmed, Levin ve Wilson (2002), ABD ekonomisi için reel GSYH büyüme
oranını AR(4) süreci olarak modellemekte ve kırılma testi uygulamaktadır
(Ahmed, Levin, Wilson, 2002). İş çevrimi volatilitesini ölçmek üzere kullanılan
diğer yöntemler arasında; çevrim göstergesi olarak kullanılan serilerin
otoregresif süreçle modellenerek koşullu varyanslarının çıkarılması (Wilson,
Aggarwal, Inclan, 1996), yapısal VAR yöntemiyle volatilitenin ayrıştırılması
(Boivin ve Giannoni, 2002) ve Markov dönüşüm modelleri (Kim ve Nelson,
1999) sıralanabilir. Çalışmalar yöntem, veri ve teknik açısından farklılıklar
taşımakla beraber, hepsine temel teşkil eden esas ilke reel GSYH, reel
çıktının büyüme oranı, işsizlik oranı, dış ticaret haddi veya benzeri
makroiktisadi
göstergelerin
zaman
içinde
gösterdikleri
değişkenliğin
ölçülmesidir. Bu çalışmada; Türkiye ekonomisinde gözlenen iş çevrimlerinin
volatilitesinin incelenmesinde onar yıllık dönemler itibarıyla GSMH ve
bileşenlerinin standart sapmaları incelenmiş, çıktı açığının yirmişer çeyreklik
devreden standart sapmaları hesaplanarak grafik üzerinde gösterilmiş ve
Hodrick- Prescott filtresiyle ölçülen çıktı açığının koşullu varyansı çıkarılarak
iş çevriminin volatilitesi modellenmiştir. Farklı ölçümlerin denenmesindeki
amaç, iş çevrimi literatüründe sıklıkla tercih edilen yöntemlerin Türkiye
ekonomisi özelinde uygulanmasıdır. Bu çalışma, Türkiye ekonomisinde iş
155
çevrimi volatilitesinin değişen varyanslı modellemelerinin uygulanması
açısından yenilik arz etmektedir.
Uygulanan yönteme ve seçilen dönem aralığına göre şiddeti
değişmekle beraber, Türkiye ekonomisinde gözlenen iş çevrimlerinin
volatilitesinde küreselleşme sürecinde artış gözlendiği tespit edilmektedir. Bu
sonuç, bir kısım gelişmekte olan ülke ile tutarlı olmakla beraber, G-7 ülkeleri
ve genel olarak sanayileşmesini tamamlamış OECD ülkeleri için varılan
sonuçlardan farklılık
göstermektedir. Örneğin, ABD ekonomisinde iş
çevrimlerinin volatilitesinde 1980’lerin ikinci yarısından itibaren düşüş
gözlendiği tespit edilmiştir (Gilchrist ve Kashyap, 1990; Kim ve Nelson, 1999;
McConnell
ve
Perez-
Quiros,
2000).
İş
çevrimi
literatürü,
çevrim
volatilitesinde tespit edilen düşüşün sebeplerini irdeleyen çalışmalar
açısından oldukça zengindir. Literatürde ‘‘Great Moderation’’ (Büyük
Durulma) olarak adlandırılan bu volatilite düşüşünün sebeplerine ilişkin çeşitli
hipotezler geliştirilmiştir. Bu hipotezler arasında; para politikasındaki
gelişmelerin iş çevrimi volatilitesini azalttığı, tasarruf mevduatı uygulamaları,
vergiler ve transfer ödemeleri gibi otomatik istikrarlandırıcıların (automatic
stabilizers) kullanılmasının volatilite düşüşü üzerinde olumlu etki yarattığı,
stok yönetiminde kaydedilen teknolojik gelişmelerin etkisi ve bütün bunlardan
bağımsız olarak volatilite azalmasının aslında sadece ‘‘şans’’ (good luck) ile –
dönemsel olarak maruz kalınan dışsal şokların 1980 öncesindeki şoklara
karşı daha az şiddetli olması önerisi- açıklanabileceği şeklindeki hipotezler
öne çıkmaktadır
32.
Benzer çalışmalar diğer gelişmiş ülkeler için de çeşitli
yöntemlerle tekrarlanmış olup elde edilen sonuçlar iş çevrimi volatilitesindeki
düşüş tespitinde uzlaşmaktadır
33.
Bu volatilite düşüşünün yapısal bir
kırılmadan mı ileri geldiği yoksa trend kaynaklı mı olduğu ise literatürde
sorgulanan bir başka önemli konudur. Yapısal kırılmanın varlığını araştıran
çalışmalar; yapısal VAR modelleri kurarak kırılma testleri yapmaktadır.
Markov dönüşüm modellerini kullanan Kim ve Nelson (1999), McConnell ve
Perez- Quirros (2000) yapısal kırılmayı (1984) savunurken, Blanchard ve
Simon (2001) volatilite düşüşünü trendin kaymasıyla açıklamaktadır. Kırılma
156
testi literatürünü (break test literature), parametrelerin bütün ülkeler için aynı
anda değiştiği gibi kısıtlayıcı bir varsayım kullanmakla eleştiren Negro ve
Otrok (2008), dinamik faktör modeli kulanarak çevrim volatilitesini unsurlarına
ayrıştırmakta ve ‘‘Büyük Durulma’’ tezinin her ülke için farklı dönemlerde
(örneğin; ABD için 1980’lerin ortası; İngiltere, İtalya ve Kanada için 1970’lerin
ortası, Almanya için 1990’ların başı) farklı dinamiklerle gerçekleştiğine dikkat
çekmektedir. Bu noktadan hareketle, Cogley ve Sargent (2001), modelin
parametrelerinin zaman içinde değişmesine izin verilmesi halinde iş çevrimi
volatilitesindeki
düşüşün
işaret
edildiği
kadar
büyük
olmadığını
savunmaktadır. Romer’e göre ise iş çevrimi volatilitesindeki düşüşü
savunmak eski veriyle yeni verinin çok farklı koşullarda üretilmiş olmasından
ötürü sağlıklı bir yaklaşım değildir. Romer, yeni tarihli verinin eski tarihli
verinin koşullarında yeniden üretilmesi ve aynı koşullarda hesaplanan
istatistiklerin karşılaştırılmasını önermektedir ve sağlıklı karşılaştırmayı
mümkün kılan böyle bir çalışma neticesinde iş çevrimi volatilitesinde iddia
edildiği gibi bir düşüş olmadığının görüleceğini savunaktadır (Romer, 1986).
Ancak, iş çevrimi volatilitesinin analizinde uygulanan yöntemler çeşitlilik
gösterse de literatürde yaygın kabul gören iş çevrimi volatilitesinin 1980’li
yıllardan itibaren istikrarlandığına ilişkin tespitin gelişmekte olan ülkeler için
geçerli olmadığı bilinmektedir.
‘‘Büyük Durulma’’ tezinin aksine gelişmekte olan ülkelerde iş çevrimi
volatilitesinin artışına dikkat çeken Aguiar ve Gopinath, cari açıkta
beklenmeyen tersine dönüşleri örnek göstererek gelişmekte olan ülkelerde
gözlenen ani duruş (sudden stop) fenomeninin altını çizmektedir. Aguiar ve
Gopinath’a göre gelişmekte olan ülkelerde iş çevrimi volatilitesinin yüksek
olması trendin kendisinin değişkenliğinden ileri gelmektedir. Aralarında
Türkiye’nin de bulunduğu 13 adet gelişmekte olan ülkenin birbirleriyle ve
gelişmiş ülkelerle göreli volatilite düzeylerini karşılaştıran çalışmadan,
Türkiye’nin, Tayland, Peru ve Arjantin’den sonra en yüksek volatilite
sergileyen gelişmekte olan ülkelerden biri olduğu gözlenmektedir (Aguiar ve
157
Gopinath, 2007). Türkiye ekonomisinde gözlenen göreli yüksek makroiktisadi
volatilite bu çalışmanın sonuçlarıyla da tutarlı bulunmaktadır.
Türkiye ekonomisinde iş çevrimleri volatilitesine gösterge niteliği
taşıyan serinin oluşturulmasının ardından bu serinin literatürde yaygın kabul
gören küreselleşme göstergeleriyle ilişkileri irdelenmektedir. Bu amaçla,
küreselleşme göstergesi olarak; kısa vadeli sermaye hareketleri, sıcak para
akımları, dış ticaret dengesi, reel efektif döviz kuru, cari açığın GYSH’ya
yüzde olarak oranı, kısa vadeli dış borç stoku, brüt dış borçlar vs. gibi çeşitli
makroiktisadi zaman serileri incelenmiştir. İncelemede regresyon analizinin
yanısıra değişkenler için nedensellik bağlantıları test edilmiş ve korelasyonkovaryans analizleri yapılmış olup tez konusu itibarıyla önem taşıyan test
sonuçları rapor edilmektedir.
Regresyon analizi bağımsız değişkenlerin bağımlı değişkeni açıklama
gücü hakkında bilgi verirken değişkenler arasındaki karşılıklı etkileşimi
zaman
unsurunu
da
gözeterek
değerlendirmemektedir.
Bu
sebeple
değişkenler arasındaki gecikmeli ilişkilerin araştırılmasında istatistiksel
açıdan nedenselliğin tespit edilmesi önem kazanmaktadır. Dolayısıyla
küreselleşme sürecinde yaşanan değişimlere paralel olarak kısa vadeli
sermaye akımları ve sıcak para hareketleri gibi iş çevrimi volatilitesi üzerinde
olumsuz etkisi olduğu iddia edilen değişkenler için öncelikle Granger
nedensellik testleri yapılmaktadır. Bu testlerde hem GSYH serisi ile hem de iş
çevrimi volatilitesi göstergesi olarak kullanılan seri ile genelde kısa vadeli
sermaye hareketlerinin özelde ise ‘‘sıcak para’’ olarak tabir edilen akımların
ilişkisi sorgulanmıştır. Ampirik analizde sıklıkla tercih edilen bir yöntem olarak
Granger nedensellik testi, iki değişken arasındaki ilişkinin istatistiksel
anlamlılığını ve yönünü test etmede kullanılmaktadır. Tablo 7’de yer alan
TOPSP değişkeni sıcak para akımlarının toplamını yansıtmakta olup
1992Ç1: 2012Ç4 dönemi için hesaplanmıştır. Resmi bir tanımı olmaması
sebebiyle literatürde kabul gören sıcak para tanımlarından ekteki tabloda
kayıtlı olan tanım seçilmiş ve ayrıntılı ödemeler dengesi tablosunun ilgili
kalemlerinden TCMB veri arşivinden verilerin sorgulanması suretiyle
158
oluşturulmuştur (Ek-2). Tablo 7’nin incelenmesinden TOPSP’den VOLBC’ye
doğru tek yönlü nedensellik ilişkisi tespit edildiğianlaşılmaktadır. Bir başka
ifadeyle, Granger nedensellik testleri sonucunda sıcak para akımlarının iş
çevrimi volatilitesinin Granger nedeni olduğu ancak iş çevrimi volatilitesinin
sıcak para akımlarının Granger nedeni olmadığı saptanmıştır.
Tablo 7: Granger Nedensellik Testi Sonuçları
Karşılıklı Granger Nedensellik Testi
Dönem: 1992Ç1 2012Ç4
Gecikme Uzunluğu: 2
Temel Hipotez:
Gözlem Sayısı
F-İstatistiği
Olasılık
82
3.29
0.04
82
0.62
0.54
TOPSP VOLBC’nin Granger Nedeni
Değildir
VOLBC TOPSP’nin Granger Nedeni
Değildir
Kaynak: Yazar tarafından oluşturulmuştur.
Sıcak para akımları dönem dönem çok yüksek negatif değerler
alabildiğinden serideki standart sapmayı azaltmak amacıyla sıcak para
hareketlerinin
toplam sermaye
hareketleri içindeki oranı incelenerek
SPORAN değişkeni tanımlanmış ve sıcak para akımlarının toplam sermaye
hareketlerine oranının da iş çevrimi volatilitesinin Granger nedeni olduğu
tespit
edilmiştir.
Sonuçlar
Tablo
8’de
sunulmaktadır.
Tablo
8’in
incelenmesinden iş çevrimi volatilitesinin de sıcak para hareketlerinin toplam
sermaye hareketleri içindeki oranının Granger nedeni olduğu anlaşılmaktadır.
Tablo 8: Granger Nedensellik Testi Sonuçları – 2
Karşılıklı Granger Nedensellik Testi
Dönem: 1992Ç1 2012Ç4
Gecikme Uzunluğu: 8
Temel Hipotez:
SPORAN VOLBC’nin Granger Nedeni
Değildir
VOLBC SPORAN’ın Granger Nedeni
Değildir
Kaynak: Yazar tarafından oluşturulmuştur.
Gözlem Sayısı
F-İstatistiği
Olasılık
67
4.59
0.00030
67
2.42
0.02694
159
Ayrıca, Türkiye ekonomisinde 1992 yılının başından bu yana gözlenen
iş çevrimleri cari açık ve sıcak para hareketleriyle açıklanmaya çalışılmış olup
elde edilen regresyonun sonuçları aşağıdaki tabloda özetlenmektedir.
Tablodan görüldüğü gibi hem cari açık hem de sıcak para hareketleri iş
çevrimi volatilitesini açıklamada anlamlı bulunmuştur. Rapor edilen R- kare
değerinin %28 düzeyinde olması iki husus göz önünde bulundurulduğunda
anlamlı bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, tezin konusu itibarıyla iş
çevrimleri yalnızca küreselleşme göstergesi olarak yorumlanan dış ticaretin
serbestliği ve sermaye hareketliliği unsurlarıyla açıklanmaya çalışıldığından,
regresyon
sonucunda
elde
edilen
açıklama
gücü
yüksek
olarak
değerlendirilmektedir. R- kare değerinin düşük rapor edilmesine yol açan
ikinci unsur ise, değişkenlerin mevsimsellikten arındırma, filtreleme ve
değişken varyans serilerinin çıkarılması gibi işlemlerden geçirilmiş olmasıdır.
Verilerin uğradığı dönüşümün R- kare değerini düşürmede etkili olabileceği
göz
önüne
alındığında,
sermaye
hareketlerinin
ve
dış
ticaretin
serbestleşmesinin göstergeleri olarak kullandığımız cari açık ve sıcak para
hareketleri serilerinin Türkiye ekonomisinde iş çevrimlerini makul düzeyde
açıklayabildiği sonucuna ulaşılmaktadır.
Tablo 9: İş Çevrimlerinin Küreselleşme Göstergeleriyle Açıklanması
Bağımlı Değişken: BC (İş çevrimi)
Yöntem: EKK
Dönem: 1992Ç1 2012Ç4
Değişken
Katsayı
Standart Sapma
Hesaplanan t istatistiği
Olasılık
C
CA
SP
-1.562330
-0.781401
-0.000267
0.471563
0.138064
0.000104
-3.313088
-5.659718
-2.581354
0.0014
0.0000
0.0116
Olasılık (F istatistiği)
0.000001
R- kare
0.287803
Kaynak: Yazar tarafından oluşturulmuştur.
160
Aynı ilişki bu kez iş çevrimleri volatilitesi için analiz edilmiş olup,
bağımlı değişken olarak iş çevrimi volatilitesinin belirlendiği, bağımsız
değişkenler olarak ise cari açığın GSYH’ye oranının ve sıcak para akımları
toplamının alındığı regresyonun sonuçları Tablo 10’ da özetlenmektedir.
Katsayılar istatistiksel açıdan anlamlı bulunmuş olup kurulan model iş çevrimi
volatilitesini açıklayıcı güce sahiptir.
çevrimi
volatilitesini
düşürmede
Sıcak para akımlarının artışının iş
oynadığı
rol
kısa
vadeli
sermaye
hareketlerindeki istikrarsızlığın iş çevrimlerindeki değişkenliği şiddetlendirdiği
hipotezini farklı bir yoldan da doğrulamış olması açısından kayda değerdir.
Tablo
10:
İş
Çevrimleri
Volatilitesinin
Küreselleşme
Göstergeleriyle
Açıklanması
Bağımlı Değişken: VOLBC (İş çevrimi volatilitesi)
Yöntem: EKK
Dönem: 1992Ç1 2012Ç4
Değişken
Katsayı
Standart Sapma
Hesaplanan t istatistiği
Olasılık
C
CA
SP
5.440231
0.036831
-0.000526
0.048310
0.011505
0.000137
112.6115
3.201283
-3.830468
0.0000
0.0020
0.0003
Olasılık (F istatistiği)
0.000052
R-kare
0.216068
Kaynak: Yazar tarafından oluşturulmuştur.
Bu kısımda iş çevrimlerinin ampirik analizine ilişkin literatüre bir katkı
olarak; iş çevrimleri çevrimsel volatiliteyle açıklanmaya çalışılmaktadır. Bu
amaçla, yüksek değişkenlik gösteren sıcak para hareketlerinin volatilitesi
ayrıca modellenmiş ve sıcak para akımlarının volatilitesinin iş çevrimi
volatilitesiyle birlikte Türkiye ekonomisinde gözlenen iş çevrimleri üzerindeki
etkisi incelenmiştir. Sıcak para akımlarının volatilitesinin modellenmesinde iş
çevriminin volatilitesinin modellenmesinde kullanılan yöntemler izlenilmiş olup
bağımlı değişken olarak iş çevrimlerinin; bağımsız değişken olarak ise cari
161
açık, sıcak para akımlarının volatilitesi ve çevrim volatilitesinin alındığı
regresyona ilişkin sonuçlar Tablo 11’de gösterilmektedir. Tablo 11’in
incelenmesinden iş çevrimleri ile sıcak para akımlarının
sergilediği
istikrarsızlığın iş çevrimlerini negatif yönde etkilediği görülmektedir. Ayrıca,
çevrimsel volatilite ve sıcak para volatilitesi serilerinin yanısıra cari açık
düzeyi de iş çevrimini etkilemede istatistiksel açıdan anlamlı bulunmuş olup,
katsayıların işaretleri iktisat teorisiyle tutarlılık göstermektedir. Rapor edilen
R- kare değerinin önceki regresyonlara kıyasla %33 düzeyine çıkmış olması
da analize dahil edilen değişkenlerin seçiminin isabetli olduğunu ortaya
koymaktadır.
Tablo 11: İş Çevrimlerinin Volatilite Unsurları İle Açıklanması
Bağımlı Değişken: BC (İş çevrimi)
Yöntem: EKK
Dönem: 1992Ç1 2012Ç4
Değişken
Katsayı
Standart Sapma
Hesaplanan t istatistiği
Olasılık
C
CA
VOLBC
VOLSP
1865.057
-104.1643
-383.7140
-3.97E-07
859.0371
20.76390
157.9728
1.77E-07
2.171102
-5.016603
-2.428988
-2.241784
0.0329
0.0000
0.0174
0.0277
Olasılık (F istatistiği)
0.000001
R-kare
0.328459
Kaynak: Yazar tarafından oluşturulmuştur.
Literatürde yüksek açıklayıcılık gücü olarak genel kabul gören R - kare
değerinin % 70 ve üzeri düzeyde olmasından esinlenilerek, iş çevrimlerinin
ve iş çevrimlerinin volatilitesinin küreselleşme göstergeleriyle açıklandığı aynı
kurgusal ilişkinin ham verilerde daha yüksek bir R - kare değeriyle sonuçlanıp
sonuçlanmayacağı araştırılmaktadır. Bu amaçla, bağımsız değişken olarak
reel GSYH serisi alınmaktadır. Bağımlı değişken olarak ise, cari açığın
GSYH’ye yüzde olarak oranı ve sıcak para hareketlerinin volatilitesi
alınmaktadır. Elde edilen sonuçlar aşağıdaki Tablo 12’de gösterilmektedir.
Tablo 12’nin incelenmesinden kurulan modelin teorik olarak doğruluğunun
162
ampirik açıdan da kanıtlandığı ve bir önceki bölümde savunulduğu üzere
rapor edilen R - kare değerinin %78’e ulaştığı gözlenmektedir.
Tablo 12: GSYH’nin Volatilite Unsurları İle Açıklanması
Bağımlı Değişken: GSYH
Yöntem: EKK
Dönem: 1992Ç1 2012Ç4
Değişken
Katsayı
Standart Sapma
Hesaplanan t istatistiği
Olasılık
C
CA
VOLSP
14194.97
-703.6464
1.96E-06
463.3402
109.3162
9.10E-07
30.63618
-6.436797
2.153543
0.0000
0.0000
0.0343
Olasılık (F istatistiği)
0.000000
R-kare
0.783248
Kaynak: Yazar tarafından oluşturulmuştur.
Son olarak, ham verinin kullanılmasının R - kare değerleri üzerindeki
etkisini test etmek amacıyla benzer yapıda farklı bağımsız değişkenlere sahip
ilişkilerin istatistiksel anlamlılığı sorgulanmıştır. Bu amaçla, reel GSYH
serisinin; cari açığın GSYH’ye yüzde olarak oranı, sıcak para hareketlerinin
volatilitesi ve döviz kurları ile ilişkisi irdelenmiştir.
Tablo 13: GSYH’nin Volatilite Unsurları ve Döviz Kurları İle Açıklanması
Bağımlı Değişken: GSYH
Yöntem: EKK
Dönem: 1992Ç1 2012Ç4
Değişken
Katsayı
Standart Sapma
Hesaplanan t istatistiği
Olasılık
C
CA
VOLSP
DK
14194.97
-703.6464
1.96E-06
3834.576
463.3402
109.3162
9.10E-07
518.1081
30.63618
-6.436797
2.153543
7.401112
0.0000
0.0000
0.0343
0.0000
Olasılık (F istatistiği)
0.000000
R-kare
0.783248
Kaynak: Yazar tarafından oluşturulmuştur.
163
Tablo
13’de
özetlenen
sonuçların
incelenmesinden;
filtreleme
işleminden geçirilen bağımlı değişkenin söz konusu olduğu regresyon
ilişkisine kıyasla, serinin ham halinin incelendiği regresyonda, R – kare
düzeyinin beklenildiği gibi daha yüksek olduğu, ancak Tablo 12’de sonuçları
özetlenen regresyona ilave bağımsız değişken eklemenin açıklayıcılık
gücünde bir artışa yol açmadığı görülmektedir. Öte yandan, regresyon
ilişkisinde bağımsız değişken olarak yer alan reel döviz kuruna ilişkin
katsayının pozitif olması ve istatistiksel açıdan anlamlı bulunması sıcak para
hareketlerinin döviz kurlarında yarattığı oynaklık etkisiyle de iş çevrimlerini
istikrarsızlaştırabileceğini göstermesi açısından anlam taşımaktadır.
Özetle, Türkiye ekonomisinin küreselleşme sürecinde önemli bir
dönüm noktası oluşturan finansal liberalizasyon sonrasında gözlenen iş
çevrimlerinin ve iş çevrimlerinin volatilitesinin; sıcak para hareketlerinin
toplam sermaye hareketlerine oranı, sıcak para hareketlerinin volatilitesi ve
çıktının çevrimsel volatilitesi gibi unsurların yanısıra literatürde sıklıkla
kullanılan bir başka küreselleşme göstergesi olarak cari açığın GSYH’ye
oranı gibi değişkenlerle anlamlı düzeyde açıklanabildiği ampirik olarak da
kanıtlanmaktadır. Bu tespitten hareketle iktisat literatürü, gelişmekte olan
ülkelerin küreselleşme sürecinde ticari ve finansal liberalleşme unsurlarının
nasıl bir seyir izlemesi gerektiğine ve sıcak para akımlarındaki volatilitenin
etkin yönetimi için alınabilecek tebdirlere ilişkin çalışmalar açısından sürekli
olarak güncellenmektedir. Türkiye ekonomisi özelinde hem geçmişe dönük
bir özeleştiri niteliği taşıyan hem de geleceğe yönelik politika yapıcıya ışık
tutan ampirik çalışmalara duyulan ihtiyaç devam etmekle beraber bu
çalışmanın konusunun sınırları itibarıyla bahis konusu edilen sahalardaki
gelişmelere değinilmemiştir.
SONUÇ
İktisat
yazınında
küreselleşmenin
büyüme
üzerindeki
etkileri
derinlemesine irdelenmiş olsa da küreselleşme ile kısa vadeli iktisadi
dalgalanmaların ilişkisi özellikle gelişmekte olan ülkeler açısından yeterince
incelenmemiştir. Dünyanın farklı ülkelerindeki makro iktisadi gelişmelerin eş
anlı hareketlerinin dinamiklerinin kavranması ve diğer ülkelerin makro iktisadi
politikalarının ülke ekonomisindeki göstergelerin değişkenliğinde ne gibi
etkiler yaratacağının anlaşılması, etkili istikrar ve büyüme politikalarının
saptanabilmesi açısından gereklidir. Bu bağlamda Türkiye ekonomisi
özelinde küreselleşme ile iş çevrimlerinin ilişkisinin irdelenmesi hem
akademik açıdan hem de politika yapıcı açısından büyük önem taşımaktadır.
Dış ticarete açılmanın büyüme üzerindeki olumlu etkileri yaygın kabul
görmekle beraber finansal küreselleşmenin büyümeyi olumlu etkilediğine dair
ampirik kanıt yoktur. Ancak, teorik açıdan, gelişmekte olan ülkelerde finansal
küreselleşmenin hem büyümeyi hızlandırması hem de makro iktisadi
istikrarsızlığın yönetimine katkıda bulunması beklenmektedir. Finansal
entegrasyonun, riskin dağılmasına yol açacağı beklentisinden hareketle
makroiktisadi oynaklığı azaltacağı savunulmuş ancak gelişmekte olan
ülkelerde bu etki gözlenmemiştir.
Gelişmekte olan ulusal ekonomilerde, tasarrufu ve fonlara erişimi
artırarak büyümeyi ve istikrarı sağlamak amacıyla finansal piyasalar
serbestleştirilmiş ancak, sonuç beklenenin aksine finansal istikrarsızlıkta artış
olmuştur. Bu sonuç, finansal liberalizasyon sonrası tasarrufların sabit
sermaye yatırımlarından spekülatif finansal araçlara doğru kayması ve
sermaye hareketlerindeki istikrarsızlığın finansal kırılganlıkları artırmasıyla
açıklanmaktadır (Boratav ve Yeldan, 2001).
Özellikle gelişmekte
olan ülkelerde gözlenen finansal krizler ile para birimi krizleri finansal
küreselleşmenin doğal sonucu olarak değerlendirilmektedir. Uluslararası
yatırımcıların istifleme ve arbitraj güdüsüyle anlık değiş tokuş yapması
gelişmekte olan ülkelerde istikrarı azaltmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerin
165
para birimine gerek yerli gerek yabancı sermaye spekülatif saldırıda
bulunabileceğinden bulaşma riski, ekonomisi sağlıklı durumda olan ülkeleri
bile tehdit etmektedir. Ayrıca, kısa vadeli politikalar izleyen hükümetler
finansal küreselleşmenin de etkisiyle borçlanma sorununu aşarak yüksek
miktarda borç biriktirebilmektedir.
Finansal entegrasyon, sermayesi kıt ülkelere sermayeye erişim ve riski
dağıtma imkanı sunarken mukayeseli üstünlükler ile üretimde uzmanlaşmaya
ve ülkelerin sektörel şoklar karşısında kırılganlaşmasına yol açmaktadır
(Kalemli Özcan, 2003). Ayrıca sermaye akımlarındaki ani değişiklikler,
finansal piyasaları derin olmayan gelişmekte olan ülkelerde şişme - patlama
benzeri çevrimler (boom - bust cycle) yaratabilmektedir. Ne yazık ki iktisat
teorisi finansal entegrasyonun makroekonomik değişkenlik üzerindeki etkileri
hakkında belirgin bir önermede bulunmamaktadır.
Küreselleşme, iş çevrimlerinin ülkeler arasında yayılmasına ve
aktarılmasına yol açmaktadır. Bir ülkenin uzun vadede istikrarlı büyümesi;
ekonomi küresel çapta genişlediğinde, büyüyen ülkelerle senkronize hareket
etmesine, daraldığında ise küçülen ülkelerden ayrışma kapasitesine bağlıdır.
Bu
bağlamda
iş
çevrimlerinin
nereden
ne
kadar
aktarıldığı
önem
taşımaktadır. 2008 yılında gözlenen küresel finansal krizin dünya çapında
yayılma etkileri göz önüne alındığında, iş çevrimlerinin aktarımının gerek
akademik gerekse kurumsal ve politika yapıcı düzeyde incelenmesi güncel
açıdan önemini korumaktadır.
Dış
ticarette
veya
sermaye
piyasalarında
serbestleşmenin
makroiktisadi göstergelerdeki değişkenliği artırıp artırmadığı hususu iş
çevrimi literatüründe tartışmalı bir konudur. Genel eğilim sabit döviz kurundan
dalgalı kur rejimine geçmenin ve sermaye piyasalarında dışa açılmanın
istikrarsızlığı artıracağı yönündedir (Devereux 1997; Basu ve Taylor 1999;
Obstfeld ve Taylor 1998). Finansal küreselleşmenin getirdiği risk unsurlarına
gelişmekte olan bir ülkenin gösterdiği kırılganlığın düzeyi yönetişim ve
uygulanan ekonomi politikalarıyla elbette ilgilidir. Örneğin; aşırı değerli döviz
166
kuru ve yüksek faiz politikası ile borç biriktirmek döviz krizine davetiye
çıkarmaktadır. Kaminsky ve Reinhart (1999), finansal liberalizasyonda
yapılan zamanlama hatalarının da bankacılık krizleri veya döviz krizleri riskini
artırdığını
savunmaktadır.
mekanizmaları
henüz
serbestleştirilmesi
Örneğin,
yerleşmemiş
makroekonomik
finansal
iken
volatilite
regülasyon
sermaye
ve
denetim
hesabının
açısından
ciddi
hızla
riskler
doğurmaktadır (Ishii vd. (2002), Bakker ve Chapple (2002)). Sermaye
akımlarının bileşenleri ile dış borcun vade yapısı da finansal küreselleşmenin
getirdiği risklere karşı kırılganlığı şiddetlendirmede etkili olmaktadır. Örneğin,
portföy akımlarının doğrudan yabancı sermayeye kıyasla değişkenliği ampirik
bir gözlem olup, uluslararası sermaye akımlarının yapısının finansal krizlere
karşı kırılganlığı ne şekilde etkilediğini ortaya koymaktadır. Ancak, girilen
yolun kendisi yanlışken yolda meydana geleceği belli kazanın nedeni olarak
yolun yapısal özelliklerini öne sürmek doğru değildir. Nitekim Boratav bu
durumu, ‘‘...sıcak para hareketlerine bağımlı kılınan bir sistemde krizi
tetikleyecek bir vesile daima bulunmaktadır.’’ şeklinde özetlemektedir
(Boratav, 2005: 183).
Türkiye’nin küreselleşme sürecine hâkim olan iktisadi istikrarsızlık,
Türkiye ekonomisinde iş çevrimlerinin küreselleşme boyutuyla irdelenmesini
gerekli kılmaktadır. Bu çalışmanın konusu itibarıyla, Türkiye ekonomisi 1980
yılından günümüze kadar olan gelişmeleri içerecek biçimde ele alınmış ve
çevrimlerin
değişkenliğinde
dış
ticaretin
ve
sermaye
akımlarının
serbestleştirilmesi gibi küreselleme sürecine has değişkenlerin etkisi
yakalanmaya çalışılmıştır.
Türkiye iktisadi tarihinde, temel unsurları Washington Mutabakatıyla
tutarlılık gösteren 24 Ocak 1980 Kararlarının uygulanması sonucunda;
devalüasyon, ucuz kredi, vergi iadesi vb. teşvik ve subvansiyonlarla
desteklenen ihracat ile liberalleşen dış ticaret rejiminden oluşan yeni bir
dönem başlamıştır. Boratav’a göre, 24 Ocak Kararları yalnızca bir istikrar
programı olmayıp piyasa serbestisi ve sermayenin emek karşısında
167
güçlendirilmesi gibi iki stratejik hedefi gözeten bir yapısal uyum içeriği
taşımaktadır. Nitekim Boratav, 12 Eylül rejimini işgücü piyasasının askeri
denetim altında tutulması suretiyle sermaye tarafından gerçekleştirilmiş bir
karşı saldırı olarak yorumlamaktadır (Boratav, 2007: 148).
Türkiye’nin
küreselleşme sürecinde atılan bu ilk adımların zemin hazırladığı ilk kriz;
vadeli mevduat ve kredi faizlerinin serbest bırakılmasıyla başlayan finansal
serbestleşme ortamında Ponzi finansmanı kullanan bankerlerin ve bazı
küçük bankaların 1982 yılında çöküşüyle gerçekleşmiş olup, Boratav’a göre
banker krizi Türkiye’de liberal ekonomi politikalarının ilk büyük fiyaskosudur
(Boratav, 2007: 152).
30 Aralık 2012 tarihinde Borsa İstanbul A.Ş. (BIST) adını alacak olan
İstanbul Menkul Kıymetler Borsasının 1986 yılı içinde faaliyete geçmesiyle
beraber Türkiye ekonomisinde finansal araçlar çeşitlenmiş, 1989 yılında
sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesiyle de Türkiye ekonomisinin
küreselleşme sürecinde fiilen yeni bir evreye geçilmiştir. Türk lirası 1990
yılının Nisan ayında IMF kriterlerince konvertibl olarak tescillenmiştir. Bu
tarihten itibaren sermaye hareketleri serbestisi altında TCMB para veya döviz
kuru politikalarından birini tercih etmek durumunda kalmış ve IMF ile 1994 ve
1999 krizlerini takiben yapılan Stand- by anlaşmaları ile nominal döviz kuru
hedef alınarak enflasyonla mücadele edilmiştir.
Türkiye’de yaşanan Nisan 1994 krizinin küreselleşme sürecinin
beraberinde
getirdiği
gelişmelerin
doğrudan
sonucu
şeklinde
değerlendirilmesi yanlış olmayacaktır. Nitekim 1994 yılı öncesinde kısa vadeli
sermaye hareketlerinde artış gözlenmesi, bankaların faiz ve kur arbitrajını
sömürmek maksadıyla dışarıdan kısa vadeli dövizle borçlanarak açık
pozisyon biriktirmeleri, kamunun mevduat garantisinin yol açtığı ahlaki risk,
yüksek faiz ve aşırı değerli kur politikasıyla ülkeye çekilen kısa vadeli
sermayenin tüketimi artırarak cari açık dengelerini daha da kötüleştirmesi
krize zemin hazırlayan dinamikleri oluşturmaktadır.
168
1996 - 1999 yılları arasında döviz kurları geçmiş enflasyona
bağlanarak reel döviz kurunda istikrar hedeflenmiştir. Ancak, diğer makro
iktisadi kırılganlıkların yanısıra spekülatif sermaye hareketleri karşısında
döviz kuru kontrolü fazla sürdürülememiş ve 2001 finansal kriziyle döviz kuru
dalgalanmaya bırakılmış, bu tarihten sonra daha aktif olarak para politikası
tercih edilmiştir. Öte yandan, 1989 sonrası reel anlamda değer kazanan Türk
lirasına rağmen kısa vadeli sermaye hareketlerini çekebilmek uğruna
tırmanışa geçen faiz oranları, 1984 - 1990 döneminde yoğunlaşan dış borç
geri ödemelerinin iç borçlanmayla kapatılması sonucu daha da yükselmiştir.
Türkiye ekonomisinde sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesini
izleyen son yirmi yıla hâkim olan potansiyel finansal kriz tehdidi, 1994 ve
2001’de ağır, 1998 ve 1999’da göreli olarak hafif ve 2008’de küresel etkiler
sonucu gerçeklemiştir. Bir başka deyişle, Türkiye’nin; dış ticareti önemli
ölçüde
serbestleştirmesiyle
başlayan
ve
sermaye
hareketlerinin
serbestleştirilmesiyle devam eden, 1995’de Gümrük Birliğine katılmasıyla
etkisi güçlenen ve izleyen yıllarda ardı sıra sürdürülen IMF programlarıyla
tutarlı bir çizgide ilerleyen neoliberalleşme - küreselleşme serüveni, her beş
ile yedi yıllık dönemlerde etkisi değişen düzeylerde iş çevrimlerine sahne
olmuştur. Söz konusu krizlerin hepsinde öne çıkan temel faktör, çevrimin
yüksek arbitraj beklentisiyle dalga halinde genişleyen sermaye girişiyle
başlayıp
sermaye
hareketlerinden
kaynaklanan
sert
bir
düşüşle
dalgalanmasıdır. Bu seyir, gerek gelişmekte olan ülkelerin, gerekse Türkiye
ekonomisinin küreselleşme sürecinde gözlenen iş çevrimlerinin yapısal
karakteristiğini ortaya koymaktadır. Boratav’a göre; büyük hacme ulaşan
sermaye
hareketlerindeki
tersine
dönüşün
ekonomiyi
derin
krizlere
sürüklemesi riski ortadayken krizleri siyasi belirsizlik veya finansal sisteme
ilişkin
kurumsal
düzenlemelerdeki
yetersizlikle
açıklamaya
çalışmak
yanıltıcıdır (Boratav, 2005: 181 - 183).
Esasen, Türkiye ekonomisi açısından kriz riski ortadan kalkmış
değildir. Zira 2001 krizini takiben küresel konjonktürün genişleme evresinde
169
bulunmasının da etkisiyle Türkiye ekonomisi büyümesini sürdürmüş olsa da
bu sürecin yine küresel etkilerle 2008 yılının son çeyreğinde kesintiye
uğraması ve söz konusu resesyonun 2009 yılının üçüncü çeyreğine kadar
sürmesi gelişmekte olan bir ekonomi olan ülkemiz ekonomisinin hâlâ ne
derece kırılgan olduğunu ortaya koyması açısından dikkate değerdir. Bu
tespit de, Türkiye ekonomisinde iş çevrimlerinin analizinde, en az ekonominin
içsel dinamikleri kadar küresel dinamiklerin de göz önüne alınması gerektiğini
göstermektedir. Bu itibarla, 2012 yılından itibaren Türkiye ekonomisini
etkileyen küresel şartlarda önemli değişiklikler dikkat çekmektedir. Örneğin,
Türkiye’nin en büyük dış ticaret ortağı olan Avro bölgesinde sürüp giden kriz
Türkiye’nin dış ticaretini de etkilemektedir. Ayrıca, 2011 yılında cari açıkta
ortaya çıkan tarihi artışın riziko primini yükseltmesi sonucu alınan bir dizi
önlemler büyüme hızını yavaşlatmıştır. 2013 yılının Mayıs ayında FED’in
tahvil alımında azaltmaya gideceğini açıklaması diğer gelişmekte olan ülke
ekonomilerinde olduğu gibi ülkemizden de yabancı sermaye çıkışına yol
açmıştır. Son on yılın ortalama büyüme oranı % 4,45 olup son on senenin en
derin çöküşü 2008 küresel krizinin etkisi sonucu 2009 yılının ilk çeyreğinde %
14,02’lik küçülme ile gerçekleşmiştir. İşsizlik oranı da yine 2009 yılının ilk
çeyreğinde % 15,79 ile tarihi zirvesini yapmış ve son on yılda ise % 9 – 10,5
aralığına yerleşmiş görünmektedir. 2008 yılında gözlenen küresel finansal
krizin etkisiyle 2009 yılında küçülen cari açığın yeniden tırmanışa geçerek
2011 yılında %9,9 ile tarihi rekoruna ulaşması ve alınan tüm daraltıcı
tedbirlere rağmen % 6 - 7 civarında seyretmesi de ülke ekonomisine ilişkin
risk algısını güçlendirmektedir. TÜFE endeksindeki büyüme oranıyla ölçülen
enflasyon oranı, inişli çıkışlı bir seyir izlemekle beraber Haziran 2013
itibarıyla %5’ in altına düşürülememiş görünmektedir. Merkez Bankasının
yakın tarihe kadar izlediği politika faizini ve gecelik fonlama faizini indirme
stratejisi ise FED’in tahvil alımında azaltmaya gideceğine ilişkin açıklaması
karşısında yükselen kurlara karşı piyasaya döviz satılarak müdahale
edilmesine
rağmen
piyasa
faizlerindeki
yükselişi
önleyememiş
görünmektedir. (Söz konusu FED açıklamasının yapıldığı 22.05.2013
itibarıyla ihale yöntemiyle satılan hazine bonosu ve devlet tahvilinde faiz
170
oranı % 5,07 iken, 2013 Temmuz sonu itibariyle aynı oranın % 8,5 düzeyinde
seyretmesi makroiktisadi değişkenliğin bu kadar kısa vadede ne düzeyde
yükselebildiğini göstermesi açısından önem taşımaktadır.)
Özetle, Türkiye ekonomisi özelinde iş çevrimlerinin küreselleşme ile
ilişkisinin irdelendiği bu çalışmanın ilk kısmında küreselleşme kavramına
farklı yaklaşımlar özetlenmiş, sosyal, siyasi, iktisadi ve kültürel açılardan çok
katmanlı anlamlar taşıyan küreselleşme olgusunun iş çevrimlerini etkilediği
savunulabilecek bir noktadan ele alınması için konuya kavramsal bir giriş
yapılmıştır. Çalışmanın ikinci kısmı iş çevrimleri teorisiyle ilgilidir. Bu kısımda,
iş çevrimleri olgusu tanımlanmış, literatürde iş çevrimlerine karşı geliştirilen
farklı
yaklaşımlar
incelenmiş
ve
iş
çevriminin
ölçümü
sorununa
odaklanılmıştır. Üçüncü kısım, iş çevrimleri olgusu ile günümüz dünyasının
hâkim paradigması haline gelen küreselleşme fenomeninin etkileşiminde
belirleyici dinamikleri irdelemeye ayrılmıştır. Dördüncü kısımda, Türkiye
ekonomisinde iş çevrimlerini inceleyen literatür incelenmekte ve Türkiye’de
küreselleşme sürecini temsil eden 1980 sonrası dönemdeki makroiktisadi
gelişmeler analiz edilmektedir. Çalışmada ortaya konulan esas sorun olan
Türkiye ekonomisinde iş çevrimleri volatilitesinin küreselleşme sürecinde
izlediği seyrin irdelenmesi amacıyla, iş çevrimi volatilitesi sorununun
literatürde nasıl ele alındığı, ne şekilde ölçüldüğü, hangi değişkenlerle ne gibi
yöntem ve tekniklerle ilişkilendirilerek açıklandığı araştırılmaktadır.
Konuyla ilgili literatürün gözden geçirilmesinden sonra, Türkiye
ekonomisinin 1980 sonrası makroiktisadi görünümü irdelenerek küreselleşme
sürecine
ilişkin
dinamiklerin
iş
çevrimi
dinamiklerini
nasıl
etkilediği
incelenmektedir. Bu amaçla, Türkiye ekonomisinin iş çevrimlerinde gösterge
olarak
kullanılmak
üzere
Hodrick-
Prescott
yöntemiyle
çıktı
açığı
hesaplanmıştır. 1989Ç1- 2012Ç4 dönemini kapsayan çıktı açığının Türkiye
ekonomisinde gözlenen daralma ve genişleme evreleriyle kriz dönemlerini
yansıtmada başarılı olduğu tespit edilmiştir. İş çevrimlerinin volatilite
analizinin yapılması amacıyla değişken varyanslı modellerden klasik ARCH
171
tipi modeller ile asimetrik şokların etkilerini dikkate alan EGARCH ve
TGARCH
modelleri
oluşturulmuştur.
Model
öngörü
performanslarının
kıyaslanması sonucu Türkiye ekonomisindeki iş çevrimlerinin volatilitesinin
incelenmesine yönelik olarak en başarılı modelin ARCH modeli olduğuna
karar verilmiş ve modelden elde edilen değişken varyansın çıkarılmasıyla iş
çevrimi volatilitesi göstergesi elde edilmiştir. İş çevrimi volatilitesinin çıktı
açığı ile uyumu grafik üzerinde izlenerek önemli dönüm noktalarının
tespitinde modelin veriyle tutarlılık arz ettiği doğrulanmıştır. Çalışmanın son
kısmında küreselleşme göstergesi olarak kullanılabilecek zaman serileriyle iş
çevriminin, iş çevrimi volatilitesinin ve doğrudan reel GSYH serisinin ilişkileri
irdelenmiş
ve
‘‘sıcak
para’’
olgusunun
ve
finansal
küreselleşmenin
beraberinde getirdiği kısa vadeli sermaye hareketlerinin istikrarsızlığının
Türkiye ekonomisinde iş çevrimi volatilitesini artırdığı tespit edilmiştir.
İktisat teorisi üçlü açmaz hipoteziyle (impossible trinity), sermaye
hareketi serbestisi altında döviz kurları ile para arzının aynı anda kontrol
edilemeyeceğini
öngörmektedir.
Hipotezle
tutarlı
olarak
Türkiye
ekonomisinde özellikle 2000 Kasım ve 2001 Şubat krizlerinden de dersler
çıkarılarak döviz kuru kontrolünden vazgeçilmiş, bunun yerine döviz
kurlarında yönetimli dalgalanma sistemi uygulanmaya başlanmıştır. Bu döviz
kuru rejimine göre döviz kurları normal şartlar altında serbest dalgalanmakta
fakat öncelikli ve tek hedef olarak fiyat istikrarını gözeten TCMB fiyat istikrarı
üzerinde bozucu etkilerin olmamasını teminen kurlara gerektiğinde müdahale
edebilmektedir. Bu politika değişikliğinde 2 Ocak 2002 itibarıyla uygulanmaya
başlanan örtük enflasyon hedeflemesi rejiminin de etkisi olmuştur31. Sermaye
hareketlerinin serbestleştirildiği borçluluk düzeyi yüksek, mali piyasaları
derinleşmemiş gelişmekte olan ülkelerde faiz oranları ile döviz kurlarının içsel
ve dışsal şoklara karşı yüksek duyarlılık göstermesi para politikası araçlarının
etkinliğini zayıflattığından doğrudan enflasyon oranının hedeflenmesi tercih
edilmektedir. Ancak, bu süreçte Türkiye ekonomisinde para politikasının
aktarım mekanizmasını istikrarsızlaştıran unsurlar dikkate alınarak açık
enflasyon hedeflemesine kademeli bir geçiş stratejisi izlenmiştir. Enflasyon
172
hedeflemesi uygulamasıyla TÜFE ile ölçülen enflasyon oranının yanısıra
para politikasının kontrolünde olmayan unsurları dışlayarak çekirdek
enflasyon görevi gören ve 2005 yılında hesaplanmaya başlanan “özel
kapsamlı enflasyon göstergeleri’’ TCMB tarafından dikkate alınmıştır.
Enflasyon
hedeflemesi
çerçevesinde
döviz
piyasasına
yapılan
müdahalelerde azalma ile birlikte, kısa dönem faizlerin etkin biçimde
kullanıldığı görülmektedir. Sıcak para şeklinde tabir edilen kısa vadeli ve
volatilitesi yüksek sermaye akımlarının döviz kurları üzerinde oynaklık
yaratan etkisi dikkate alındığında Türkiye ekonomisinde iş çevrimlerinin
açıklayıcı değişkeni olarak döviz kurununun tespit edilmiş olması önem
taşımaktadır.
ABD kaynaklı 2008 küresel finansal krizinin daha çok gelişmiş ülkeleri
etkilediği kabul görmektedir. Kriz sonrasında sermaye akımlarının yükselen
piyasalara
akışı,
krizin
gelişmekte
olan
ülkelere
bulaşma
etkisiyle
yansımasının sınırlı düzeyde kalmasını sağlamıştır. Ancak 2008 krizi sonrası
gelişmiş ülkelerin toparlanmasıyla başlayan likidite bolluğu özellikle Brezilya,
Hindistan, Türkiye ve Güney Afrika Cumhuriyeti gibi büyük cari açık veren ve
sermaye girişi dolayısıyla parası değerlenen ülkeleri tehdit etmektedir.
Sermaye girişinin aniden durması karşısında bu ülkelerin 2008’de Lehman’ın
çöküşünde yaşanandan daha şiddetli bir ödemeler dengesi krizi ve finansal
piyasa istikrarsızlığıyla karşılaşması mümkün görünmektedir (Akyüz, 2012).
Bu
konjonktürel
gelişmeler
ışığında,
küresel
para
politikalarındaki
belirsizliklerin sürmesi, TCMB’yi ek parasal sıkılaştırmaya devam etmeye
yöneltmiştir.
Ayrıca, TCMB, 2013 yılının Ağustos ayından itibaren likidite
yönetimindeki belirsizliklerin daha etkin yönetilmesi amacıyla kamuoyu ile
daha sık bilgi paylaşımında bulunmaktadır. 2013 yılının üçüncü çeyreği
itibarıyla tüketici fiyatları enflasyonunun % 7,9 ile Temmuz ayı tahminlerinin
biraz üstünde gerçekleşmiş olması Temmuz Enflasyon Raporu sonrasında
Türk Lirasında yaşanan ek değer kaybı ile açıklanabilmektedir. Küresel para
politikalarındaki belirsizliklerden kaynaklanan riskler gelişmekte olan ülkelere
yönelen küresel portföy yatırımlarının kompozisyonunu hızla değiştirdiğinden,
173
Türkiye ekonomisinde kısa ve orta vadede gözlenecek gelişmelerde finansal
riskin oynaklığının söz konusu olduğu bir küresel konjonktürün belirleyici
olacağı anlaşılmaktadır. Bu koşullar altında, politika yapıcı ve uygulayıcı
kurumların küresel dengesizlikler karşısında oluşacak kırılganlıklara karşı
dayanıklılığı artıracak tedbirleri alarak muhtemel senaryolara göre temkinli
politikalar izlemesi büyük önem arz etmektedir.
Sonuç olarak, Türkiye ekonomisinin küreselleşme sürecinin önemli bir
unsuru olan finansal liberalizasyon açısından dönüm noktası niteliği taşıyan
1990’lı yıllar sonrasında ekonominin büyüme hızında gözlenen düşüş ve
büyüme hızının standart sapmasında gözlenen artış, küreselleşmenin
dayattığı
finansal
serbestleşme
ile
hızlı
ve
kontrolsüz
finansal
serbestleşmenin getirdiği istikrarsız kısa vadeli sermaye akımları olgusunun
gelişmekte olan ülkelerin makroekonomik volatilitesi üzerinde yarattığı
olumsuz etkilere örnek teşkil etmektedir. Literatürde, özellikle Türkiye gibi
gelişmekte olan ekonomiler açısından, finansal liberalizasyonun ekonomik
büyüme ve makroekonomik volatilite üzerindeki etkilerinde ampirik açıdan bir
uzlaşmaya varılmamış olması göz önünde bulundurulduğunda bu çalışmanın
volatilite modellemesini de kullanarak literatüre katkıda bulunduğu ortadadır.
Nitekim bu çalışma, ARCH - GARCH tipi volatilite modelleri kullanarak
Türkiye ekonomisi için iş çevrimi volatilitesini modelleyen ve incelenen
dönemde gözlenen sıcak para akımlarının hacmi ve volatilitesindeki
değişimin Türkiye ekonomisinde gözlenen iş çevrimlerini ve ekonominin
sergilediği istikrarsız büyümeyi açıkladığını ampirik olarak kanıtlayan bir
çalışma niteliği taşıması itibarıyla özgün nitelik taşımaktadır.
174
NOTLAR:
1. IMF, Globalization by the Book, Prakash Loungani, 2007.
World Bank, Global Economic Prospects 2007 : Overview and Global
Outlook - Managing the next wave of globalization.
2. Konu hakkında ayrıntılı bilgi için bknz. Amin, ‘The Challenge of
Globalization’’, 1996.
3. Konu hakkında ayrıntılı bilgi için bknz. Baldwin, Martin, Two
Waves of Globalization, 1999.
4. İngilizce iktisat literatüründe, iş çevrimini ifade etmek üzere
“business cycle”, “business fluctuations”, “macroeconomic fluctuations”,
“economic fluctuations” “trade
cycle”,
“commercial cycle” kavramları
kullanılmaktadır.
5. ‘‘The history of what we are in the habit of calling the ‘state of
trade’ is ... subject to various conditions which are periodically returning; it
revolves apparently in an established cycle. First we find it in a state of
quiescence,- next improvement,- growing confidence, - prosperity, excitement, - overtrading, -convulsion, pressure, - stagnation, - distress,ending again in quiescence’’ (Persons, 1927:98; Arnold’dan aktarım:1).
6. Juglar, ‘‘Des crises commerciales et leour retour periodique en
France, en Angleterre, et aux Etats-Unis’’, 1862 tarihli eseriyle ticari krizlerin
devreselliği üzerinde duran ilk iktisatçılardandır.
7. Mitchell iş çevrimleriyle karıştırılmaması gereken durumları, iki kriz
arasındaki
süreç,
iktisadi
faaliyetlerin
sınırlı
bir
kısmını
etkileyen
dalgalanmalar, her sene tekrarlayan dalgalanmalar ve uzun dalgalar şeklinde
sıralamaktadır. Mitchell’e göre iş çevrimi bir çıkış ve bir inişli dalgayı
kapsarken,
krizler
arasında
iki
bazen
üç
tane
bunun
gibi
dalga
görülebilmektedir. Bu durumda iktisadi gelişiminin farklı safhasındaki
175
toplumlarda iş çevrimleri ortalama olarak üç ile altı sene sürmektedir
(Mitchell, 1968: 468).
8.
Koopmans (1947) konuyla ilgili eleştiri yazısında, Burns ve
Mitchell’in “Measuring Business Cycle” isimli kitabını ele almış ve Mitchell’in
yaklaşımını “teorisiz ölçüm” olarak eleştirmiştir. Koopmans’ın eleştirileri temel
olarak iki noktada toplanmaktadır: Birincisi, değişkenlerin seçimi için, iktisadi
dalgalanmaların oluşmasıyla ilgili teorik bir altyapıya ihtiyaç olmasına rağmen
Burns ve Mitchell’in çalışması, ampirik araştırmada bazı değişkenlerin neden
diğer
değişkenler
dayanmamaktadır.
yerine
tercih
Koopmans’ın
edildiğiyle
ilgili
ikinci eleştirisi,
teorik
gerekçelere
değişkenlerin
olasılık
dağılımıyla ilgili açık varsayımların bulunmamasıdır. Koopmans’a göre Burns
ve Mitchell’in çalışması “rastgele şokların, değişkenler arasındaki iktisadi
ilişkiler aracılığıyla ekonominin bütünü üzerinde nasıl etki yapacağını açıkça
belirten ve vurgulayan varsayımlardan” yoksundur. Koopmans, Burns ve
Mitchell’ın yöntemini eleştirdikten sonra, yukarıdaki yargısını daha açık hale
getirecek şekilde, “ …çok sayıdaki ekonomik serinin çevrimsel özelliklerinin
özetlenmesi ve gözlemlere olan bağlılık. Teorik iktisatçıların araç kutusu
bilerek bir kenara itilmiştir. Kitapta ne tek bir talep ya da arz şekline ne de
kişilerin davranışını veya üretimin teknik kurallarını vurgulayan bir denkleme
açık olarak yer verilmiştir” demektedir. Koopmans, ekonomik işleyişin
anlaşılmasında
yapısal
sistem
denklemlerinin
kullanılması
gerektiğini
vurgulamaktadır. Koopmans’a göre, incelenen toplam zaman serileri bir
takım olasılık modelleri aracılığıyla üretilmelidir, ancak bundan sonra
iktisatçılar hipotezi tahmin ve test etmelidir. Bu hususları kapsamayan bir
iktisadi çalışma, bilimsel olmayacaktır. Kydland ve Prescott, Koopmans’ın
birinci eleştirisine “hangi olguların sunulacağının seçiminde teori çok
önemlidir” diyerek katılmakta fakat ikinci eleştirisine “bu noktada, Koopmans
ile büyük ölçüde ayrı düşünmekteyiz. Çünkü olguların sunulması –verilerin,
bir takım olasılık modelleriyle üretildikleri varsayılmasa da – önemli bir
bilimsel aktivitedir. İktisat biliminin bir istisna oluşturması için herhangi bir
176
sebep görmüyoruz” diyerek karşı çıkmaktadırlar (Kydland ve Prescott, 1990:
3; Koopmans’dan aktarım, 1947: 167- 173).
9. Frisch’e göre iktisadi dalgalanmalar çoğu zaman bir takım dışsal
etkiler sonucu oluşmakta ve bu dışsal şoklar az veya çok düzenli salınımları
başlatmaktadır. Frisch, iktisadi dalgalanmaları fizikten ödünç alınan sarkaç
örneğiyle betimlediğinden iktisadi dalgalanmayı ifade etmek üzere “ekonomik
salınım” (economic oscillation) kavramını kullanmıştır. ‘Serbest salınımların
en önemli özelliği; çevrimlerin uzunluğu ve azalmaya doğru gidiş
eğilimi,
dalgalanan
sistemin
iç
yapısı
tarafından
belirlenirken,
dalgalanmaların yoğunluğunun (genişliğinin) dış etkiler tarafından
belirlenmesidir. Bu durumun önemli bir sonucu, az veya çok düzenli bir
dalgalanmanın
üretilebilecek
düzensiz
olmasıdır.
bir
şekilde
Başlangıç
işleyen
kuvveti
etkiler
veya
sonucunda
kuvvetleri
ve
dalgalanan sistemdeki hareketler arasında herhangi bir eş-zamanlılığın
bulunmasına ihtiyaç yoktur. Bu gerçek, iktisadi çevrim analizlerinde
sıklıkla gözden kaçmıştır (Frisch, [1933], 1965: 155). Frisch’e göre bir
iktisadi dalgalanmanın, serbest dalgalanma çerçevesinde analiz edilmesi
durumundaki iki temel sorun yayılım ve etkidir. Yayılım sorunu, farklı
başlangıç durumlarında dalgalanan sistemin yapısal özellikleriyle ilgili olup
dinamik teoriye yaklaşmaktadır. Bu tip bir analizde, sadece zamanın belli bir
anında verilen ekonomik büyüklükler ve bunlar arasındaki ilişkiler göz önünde
tutulmamalı; değişkenlerin zamanın farklı noktalarındaki değerleri üzerinde
düşünülmeli ve bu değişkenlerin farklı zamanlarda sahip oldukları değerleri
belirleyen denklemler ortaya konulmalıdır. Etki mekanizması olarak dışsal
şokların gözlenmediği durumda ise yayılım mekanizması azalan salınıma
sahip olduğundan zamanla ortadan kaybolacaktır. Burada dışsal şoklar,
ekonomideki
dalgalanma
şoklarını
yaratan
mekanizmadır.
O
halde
ekonomide gözlemlenen dalgasal hareketleri, dalgasal olmayan etkilerle
açıklayabilme olasılığına ulaşılır. Frisch’in iktisadi dalgalanmalara bu şekilde
yaklaşmasının temel sonucu, yayılım mekanizmasının teorik yapısının
oluşması ve bu teorik yapının parametrelerinin istatistiksel olarak belirlenmesi
177
durumudur ki burada Koopmans’ın Mitchell’i eleştirdiği noktaya varılır. Frisch
çalışmasında, öncelikle salınımların yer almadığı basit bir sistem tanımlar.
Daha sonra salınımların ortaya çıktığı dinamik bir makro sisteme geçer.
Burada ortaya çıkan salınımların zamanla azalarak sönme eğiliminde
olduğunu gösterir. Frisch, iktisadi dalgalanmaya getirdiği bu bakış açısını,
sürtünmeden dolayı düşey eksenle yaptığı açının giderek azalması beklenen
salınımdaki bir sarkaca benzetmektedir. Frisch, “fakat gerçek hayatta
gözlemlediğimiz çevrimler genellikle azalarak sönmezler. O halde
dalgalanmalardaki sürekliliği nasıl açıklayabiliriz?” diye sormakta ve
cevap olarak, düzensiz şokları salınımların sürmesi hususunda bir çeşit enerji
kaynağı olarak göstermektedir. Frisch, makalesinin son bölümünde “düzensiz
şoklar fikrinin ekonomik çevrim analizindeki etki probleminin oldukça temel bir
yönünü göstermekle birlikte, muhtemelen bütün açıklamayı kapsamadığını”
belirtmekte
ve
Schumpeter’in
yenilik
teorisini,
salınımların
sürmesi
konusunda diğer bir faktör olarak sisteme sokmaktadır (Frisch, [1933], 1965:
173 - 183).
10. Trend, potansiyel üretimi diğer bir deyişle tam istihdam üretim
seviyesini göstermektedir. Ancak farklı ekonometrik yöntemlerle hesaplanan
trend için, dalgalanmaların şiddeti ve sıklığı da değişmektedir (Koopman,
2004). Özellikle gelişmekte olan ülkelerde ekonomiler genelde eksik istihdam
dengesinde bulunduğundan trend yolunun tam istihdam üretim seviyesi
şeklinde yorumlanması tartışmalıdır. Ayrıca, iş çevriminin tanımlanma
biçimine göre bu grafik değişiklik gösterebilir. Örneğin klasik iş çevrimleri
tanımında, iş çevrimi çıktı seviyesinin tam düşüşünde belirlenirken
Zarnowitz’in büyüme çevrimleri (growth cycles) tanımına göre serilerdeki
düşüş uzun vadeli trendden sapmayla belirlenmektedir. Büyüme çevrimleri
kulanmanın avantajı çevrimin genişleme ve daralma sürelerinin hemen
hemen aynı olmasıdır. Oysa, klasik çevrimde daralma genişlemeden daha
kısa sürmektedir (Altuğ, 2009: 8-10).
178
11. bknz. Mitchell, Business Cycles, The Problem and Its Setting,
1968. bknz. DeLong, Summers, Are Business Cycles Symmetric?, 1984.
12. Jevons ve Moore gibi neoklasik yaklaşımın ilk temsilcileri
çevrimleri fiziksel süreçlerle açıklamıştır. Bu yaklaşımlar iş çevrimi teorileri
başlığı altında yer aldığından bu kısımda tekrarlanmamaktadır.
13. Fisher’in “paranın mübadele denklemi”, Marshall’ın “para talebine
Cambridge yaklaşımı”, Wicksell’in “doğal ve piyasa faiz oranları yaklaşımı”,
Hawtrey’in “kredi” yaklaşımı, Mises ve Hayek’in para arzının etkileri ile ilgili
incelemeleri bu açıdan değerlendirilebilir.
14. Kalecki’nin “içsel” dalgalanma teorisi çerçevesinde kurduğu model,
dışsal faktörler olmaksızın, içsel değişmelerin düzenli olarak kendi kendini
besleyen dalgalanmaları nasıl oluşturduğunu açıklamaktadır. Kalecki,
modelin başlangıcında basitlik sağlamak amacıyla tam rekabet, dış ticaret ve
bütçe dengesinin varlığı, işçilerin tüm gelirlerini harcadıkları, buna karşılık
kapitalistin tüm gelirini biriktirdiği gibi varsayımlarda bulunur. Ayrıca,
sistemdeki dalgasal bileşenlerin üzerinde durmak için, dalgalanmayı uzun
dönem trendden ayırmıştır. Kalecki, büyümenin dalgasal hareketinin
açıklanmasında, her ne kadar girişimcinin toplam tasarrufunu, yatırımın temel
kaynağı olarak görse de girişimcinin yatırım kararını gelecek dönemde
beklenen toplam kârlılığa göre aldığını belirtir. Yeni yatırımın kârlılık oranı,
toplam brüt kârlılığın, mevcut sermaye stokuna oranı olarak tanımlanır.
Kalecki, kapitalistin harcaması olarak düşünülen yatırımın, refahın kaynağı
olduğunu ve yatırımdaki her artışın, ekonomiyi canlandırdığını ve bu
canlanmanın tekrar yatırım için ekstra bir harcama yarattığını belirtir. Diğer
taraftan, her yatırım yeni sermaye üreterek mevcut sermaye stokunu
genişletir. Teknolojik ilerleme modelin dışında tutulduğunda bu durum önceki
stoklara basit bir ilave şeklini alır. Sermayenin büyümesi geçmiş dönemdeki
yatırım siparişlerinin boyutuna bağlıdır. Sermaye büyüdükçe, kârlılık düşer.
Kalecki, iktisadi dalgalanmalar teorisini geliştirmek için teknolojik ilerlemeyi
modele eklemiştir. Teknolojik ilerleme, yatırımın her bir zaman birimine düşen
179
kârlılığını artıracaktır. Sermayenin kârlılığının azalması yerine, yatırım
projeleri daha çekici hale gelir ve yatırım harcamaları devam eder (bknz,
Kalecki, 1954).
15. Fiyat seviyesindeki düşüşün tüketim üzerinde pozitif refah etkisine
sahip olması Pigou etkisiyle, fiyat seviyesindeki düşüşün muamele güdüsüyle
para talebini azaltarak faiz oranlarını düşürüp yatırım harcamalarını artırması
ise Keynes etkisiyle ifade edilir.
16. Marksist iktisat okulunun iş çevrimlerini eksik tüketim teorileriyle
açıklayan belli başlı çalışmaları için bknz. Kautsky 1902, 1911, Luxemburg
1913, Baran ve Sweezy 1966.
A Periyodiklik: seriler çeyreklik ise trendden ayrıştırılmış gösterge
seriler lineer interpolasyon yöntemiyle aylık sıklığa dönüştürülür. Kullanılan
veriler aylık ise interpolasyona gerek yoktur.
Düzleştirme (smoothing): bütün serilerin benzer düzlükte olması
gerekmektedir.
Bu sayede bileşik göstergedeki aylık değişimlerin tekil
serilerdeki düzensiz hareketlerden kaynaklanma olasılığı elenmiş olur.
OECD, serileri düzleştirmek için MCD hareketli ortalamalar kullanmaktadır.
MCD hareketli ortalama hareketli ortalamanın en küçük derecesini (minimum
order) kullanarak trendi ve çevrimsel hareketleri etkilemeden düzensiz
hareketleri ayıklamak için yeterlidir.
Normalizasyon: Serilerin çevrimsel unsurlarının aynı genişlikte
(amplitude) olması için yapılır. Eğer bu yapılmazsa çevrimsel genişliği daha
fazla olan serinin bileşik göstergedeki ağırlığı daha fazla olacaktır.
Lagging: Belirli bir ülke için seçilen göstergelerin uzun önceleyen ve
kısa önceleyen şeklinde ikiye ayrılması halinde yapılır. OECD İstatistik
bölümünün kullandığı sınıflamaya göre
180
Medyan lag (ay)
Sınıf
-10 veya daha fazla
Uzun önceleyen (longer leading)
-3 veya daha fazla
Kısa önceleyen
Diğer türlü
Eşanlı
+3 veya daha fazla
Geriden gelen
Ağırlıklandırma: Farklı serilerin çevrimsel unsurlarının bileşik öncü
göstergeye göreli katkısı ağırlıklandırma ile belirlenir. OECD sisteminde eşit
ağırlıklandırma söz konusudur.
Agregasyon: Her bir serinin normalleştirilmiş endeksinin ortalaması
alınarak bileşik öncü gösterge bulunur. Çeşitli serilerin başlangıç tarihleri
farklı olduğundan veya farklı basım ve yayımlanma gecikmelerinden ötürü
kırılmalar/ boşluklar olabilecektir.
Bu durum da bir modifikasyona gidilir.
Eksik veri setiyle inşa edilen CLI linking factor aracılığıyla endeksin bütününe
bağlanır. Linking factor eksik endeksin büyüme oranını tam endeksin mevcut
olduğu son noktaya bağlayacak düzeyde saptanır
17. OECD’nin trendin belirlenmesinde kullandığı yöntem ise NBER
tarafından geliştirilen PAT (phase average trend) yönteminin değiştirilmiş bir
versiyonudur. Moving average (hareketli ortalama) yöntemi, HodrickPrescott
filtresi,
mevsimsel
fark
dönüşümü
(seasonal
difference
transformation) gibi büyüme çevrimi çalışmalarında kullanılan alternatif trend
ayrıştırma yöntemleri de bulunmaktadır. PAT yöntemiyle alternatiflerinin
kıyaslaması için bknz. Zarnowitz ve Özyıldırım, 2002.
18. Bu çalışmanın sınırları çerçevesinde çıktı açığı hesaplanmasında
kullanılan yöntemlerin kıyaslamasına yer verilmemiştir. Türkiye ekonomisi
için 1987Ç1:2008 Ç2 dönemlerini kapsayan çıktı açığının doğrusal trend,
Hodrick- Prescott filtresi, Beveridge- Nelson ayrıştırması, Band- Pass filtresi,
yapısal VAR, üretim fonksiyonu yöntemi ve gözlenmeyen bileşenler modeli
181
ile Kalman filtresi yöntemleri kullanılarak hesaplandığı bir çalışma için bknz.
(Girici, 2009).
19. Trend bileşeni Hodrick –Prescott filtresinin band- pass versiyonu
kullanılarak çıkarılmaktadır. Amaç 1,25 ile 8 yıl arası dalgalanmaları
ayıklamaktır. Filtre iki tane düşük geçişli filtrenin farkı ile bulunmaktadır.
Bunlardan ilki düzleştirme parametresi lambda ile HP trend filtresi (1,25
yıldan küçük dalgalanmaları ayırır), ikincisi düzleştirme parametresi lambda 2
ile trend çıkarıcı HP filtresi 8 yıldan uzun süren unsurları ayırır. HodrickPrescott filtresi hakında daha fazla ayrıntı için bknz. Pollock 1999 ve Gomez
2000.
20. ESRI, iş çevrimi dönüm noktalarının tarihlendirilmesinde yayılım
(difüzyon) endeksi kullanılmaktadır. Buna göre yayılım endeksinin %50’nin
altında kaldığı son ay durgunluğun son ayı olarak belirlenmektedir (Wall,
2006).
21. İş çevrimlerinin parametrik ve parametrik olmayan yöntemlerle
belirlenmesi hakkında ayrıntılı bilgi için bknz. Harding, Pagan, 2002 (a), (b).
22. İş çevrimi değişkenliği/ oynaklığı (volatility) zaman serilerinin uzun
vadeli trendinden standart sapmayla ölçülmektedir.
23. ABD’de çıktı değişkenliğindeki azalmada para politikasının rolü
ayrıntılı olarak incelenmiş ve çıktıdaki oynaklık düşüşünün büyük kısmının
para politikası parametrelerindeki değişimden değil, şokların oynaklığındaki
azalmadan kaynaklandığı sonucuna varılmıştır (Stock ve Watson, 2002).
24. İş çevrimi senkronizasyonu ülkelerin büyüme oranlarının pearson
korelasyon katsayısıyla ölçülmektedir (Frankel ve Rose, 1998).
25. Backus, Kehoe ve Kydland’a göre (1994) dış ticaretin gidişatını
belirleyen arz şoklarıdır. Keynesyen gelenekte ise talep şoklarının daha
önemli rol oynadığı düşünülmektedir.
182
26. Uyum endeksi ( xy C ), iki çevrim mükemmel örtüşüyorsa 1 tam zıt
ise 0
değerini alır (Harding ve Pagan, 2006;
Avouyi-Dovi ve Matheron,
2005; Egert ve Sutherland’den aktarım, 2012:1)
27. Dünya iş çevriminin varlığına ilişkin ampirik kanıt gösteren belli
başlı çalışmalar için bknz. Gerlach (1988), Lumsdaine ve Prasad (1997) and
Köse, Prasad, Terrones (2003).
28. Dellas’a göre (1986), ABD, İngiltere, Almanya ve Japonya’da
çevrimlerin 1960 - 1982 arasında ortak hareket etmesinin sebebi aktarım
mekanizmalarından çok ülkeleri aynı anda etkileyen şoklardır.
29. Tüketimdeki değişkenliğin çıktıdakinden yüksek olması dayanıklı
tüketim malı kaleminin analize dahil edilmesinden kaynaklanmaktadır. Hatta,
Aruoba (2001), dayanıklı tüketim malının bütün yatırım kalemlerinden daha
oynak olduğunu tespit etmektedir.
30. Çıktı açığının hesaplanmasında kullanılan alternatif yöntemler ve
bunların birbirlerine kıyasla avantaj ve dezavantajları için bknz. Girici, 2010.
31. Enflasyon hedeflemesi rejiminin başarılı olabilmesi için sağlanması
gereken önkoşullar; merkez bankası bağımsızlığı, mali disiplin, hesap
verilebilirlik ve şeffaflık, gelişmiş para ve sermaye piyasaları ve uygulama
öncesi belirli bir seviyenin altına çekilmiş enflasyon oranı şeklinde
sıralanmaktadır. 2001 yılında değiştirilen TCMB Kanunu ile Merkez
Bankasının hukuki açıdan bağımsızlığı tesis edilmiş, kamuoyu önünde hesap
verebilirliği ve şeffaf çalışması düzenlenmiş olsa da o tarihte ülke
ekonomisinin yüksek borçluluk düzeyi, para ve sermaye piyasalarının
kırılganlığı ve enflasyon oranı dikkate alındığında doğrudan enflasyon
hedeflemesi için henüz hazır olunmadığı düşünülmüştür. TCMB’nin 2 Ocak
2002 tarihindeki “2002 Yılında Para ve Kur Politikası ve Muhtemel
Gelişmeler” duyurusu ile örtük enflasyon hedeflemesine geçileceği ilan
edilmiştir.
183
32. Başta ABD ekonomisi olmak üzere, gelişmiş ülkelerin iş
çevrimlerinin volatilitesinde gözlenen düşüşü (great moderation thesis)
açıklayan belli başlı çalışmalar; ekonominin geçirdiği yapısal değişimlere
odaklanmaktadır. Bu yapısal değişimler arasında; toplam çıktı üretiminin
bileşiminde mallardan hizmetlere kaymanın önemini vurgulayanlar (Burns,
1960; Moore ve Zarnowitz, 1986); enformasyon teknolojilerindeki ilerlemeler
ile stok yönetiminde kaydedilen gelişmelerin önemini vurgulayanlar (Kahn,
McConnell, Perez – Quirros, 2001) ve finansal piyasalarda izlenen
gelişmlerin yatırım ve tüketimi düzleştirmeye hizmet ettiğini savunanlar
(Blanchard ve Simon, 2001) bulunmaktadır. Ayrıca, çevrim volatilitesindeki
düşüşü para politikasındaki gelişmelerle açıklayanlar (Taylor, 1996; Cogley
ve Sargent, 2001) olduğu gibi ‘‘büyük durulmanın’’ dışsal yapısal şokların
varyansındaki azalma yani sadece ‘şans’ ile açıklnaabileceğini savunanlar
(Simon, 2000) vardır. Bunların yanısıra, çevrim volatilitesindeki durulmayı
hem ekonominin yapısında hem de dışsal şokların volatilitesindeki düşüşle
açıklayan ampirik çalışmalar da mevcuttur (Ahmed, Levin, Wilson, 2002).
33. Örneğin; Kanada ekonomisinde iş çevrimlerinin volatilitesinin 1991
yılının ilk çeyreğinden itibaren kırılma gösterdiği, volatilite düşüşünün hizmet
odaklı ekonomik yapıya geçiş, gelişmiş stok yönetim teknikleri ve para
politikasındaki ilerlemelerle açıklanabileceğini savunan bir çalışma için bknz.
Debs, (2001). Benzer şekilde, Simon (2001) çalışmasında Avustralya’da iş
çevrimlerinin volatilitesinin 1991 yılının ikinci çeyreği itibarıyla kırılma
gösterdiği, ancak volatilite düşüşünün yapısal bir istikrar artışından ziyade
dışsal şokların şiddetindeki düşüşle açıklanabileceği gösterilmektedir. Stock
ve Watson (2002) çalışmasında G-7 ülkelerinde reel çıktının standart
sapmasının 1960- 1983 ile 1984- 2002 dönemleri arasında kıyaslaması
yapılmış
ve
doğrulanmıştır.
iş
çevrimi
volatilitesinde
genel
bir
düşüş
gözlendiği
184
KAYNAKÇA
ABEL, A, BERNANKE, B.; ‘‘Business cycles’’, içinde Macroeconomics,
Addison – Wesley, s. 289-315, 1998.
ABRAMOWITZ, M.; ‘‘The Nature and Significance of Kuznets Cycles’’,
Economic Development and Cultural Change, Cilt 9, Sayı 3, s. 225 – 248,
1961.
ADAM, K.; JAPPELLI, T.; MENICHINI, A.; PADULA, M.; PAGANO, M.;
‘‘Study to Analyze, Compare and Apply Alternative Indicators and Monitoring
Methodologies to Measure the Evolution of Capital Market Integration in the
European Union’’, Commission of the European Communities, Internal
Market Directorate General, 2002.
ADELMAN, M., A.; ‘‘Globalization of the World Economy’’, Energy Policy,
sayı 24, 2006, s.1021-1024.
AFTALION, Les Crises périodiques de Surproduction, 2 vols., Paris,
1913.
AGHION, P.; BACCHETTA, P.; BANERJEE A. V.; ‘‘Capital Markets and the
Instability of Open Economies’’, Studienzentrum Gerzensee Working
Paper No. 9901, 1999.
AGUIAR, M.; GOPINATH, G.; "Emerging Market Business Cycles: The
Cycle Is the Trend," Journal of Political Economy, University of Chicago
Press, Cilt no. 115, s. 69-102, 2007.
AHMED, Shaghil, ICKES, Barry, W., WANG, Ping, YOO, Sam, Byung;
‘‘International Business Cycles’’, American Economic Review, sayı 83,
1993, s. 335-359.
185
AKERLOF, G. A.; YELLEN, J. L.; ‘‘A Near Rational Model of the Business
Cycle, with Wage and Price Inertia’’, Quarterly Journal of Economics, cilt
no.100, sayı no. 5, s. 823- 838,1985.
AKYÜZ, Y.; ‘‘ The Boom in Capital Flows to Developing Countries: Will It Go
Bust Again?’’, Ekonomi – tek, Cilt 1, No 1,s.63 -96, Ocak, 2012.
AKYÜZ, Y.; ‘‘Global Rules and Markets: Constraints Over Policy Autonomy in
Developing Countries’’, Third World Network, 2007.
ALTAY, S.; ARIKAN, A.; BAKIR, H.; TATAR, A.; “Leading Indicators: The
Turkish Experience”, 20. CIRET Conference, Budapest, 1991.
ALTUĞ, G., S.; Business Cycles Fact, Fallacy and Fantasy, World
Scientific Publishing, 2009.
ALTUĞ, G., S.; ‘‘Türkiye’de ve Yükselen Piyasa Ekonomilerinde İş
Çevrimleri’’, Yıldız Teknik Üniversitesi, Working Papers No.5, 2009 (b).
ALTUĞ, G., S.; BİLDİRİCİ, M; ‘‘Business Cycles in Mexico and Turkey’’,
Business Cycles and the Global Crisis, Koç University – TUSİAD
Economic Research Forum, TÜSİAD Yayın No: 2011-04;515, 2010.
ALTUĞ, G., S.; YILMAZ, ‘‘Asset Returns, Inflation and Real Activity: The
Case of Mexico and Turkey’’, Koç University Papers No: 1998/03, 1998.
AMIN, S.; ‘The Challenge of Globalization’’, Review of International
Political Economy, Cilt 3, Sayı 2, 1996.
ARNOLD, L., G.; Business Cycle Theory, Oxford University Press, New
York,2002.
ARUOBA, S. B.; DIEBOLD, F., X.; SCOTTI, C.; ‘‘Real Time Measurement of
Business Conditions’’, International Finance Discussion Papers, sayı 901,
2007.
186
ASEA, P., K.;
BLOOMBERG, B.; ‘‘Lending Cycles’’, Journal of
Econometrics, sayı 83, s. 89 – 128, 1998.
AUGUSTE,
B.
G.,
‘‘What’s
So
New
About
Globalization?’’,
New
Perspectives Quarterly, sayı 15, No 1, 1998.
BACCHETTA, P.; CAMINAL, R.; ‘‘Do Capital Market Imperfections
Exacerbate Output Fluctuations?’’, European Economic Review, Cilt No.
44, Sayı 3, s.449 – 468, 1999.
BACKUS, D., KEHOE, P., KYDLAND, F.; ‘‘Dynamics of the Trade Balance
and the Terms of Trade: The J Curve, The American Economic Review,
Cilt. 84, Sayı.1, s. 84 - 103, 1994.
BACKUS, D., KEHOE, P.; ‘‘International Evidence on the Historical
Properties of Business Cycles’’, The American Economic Review, Cilt. 82,
Sayı.4, s. 864 - 888, 1992.
BAIROCH, P.; Economics and World History. Myths and Paradoxes,
Chicago: The University of Chicago Press, 1993.
BAKER, D., EPSTEIN, G., POLLIN, R.; Globalization and Progressive
Economic Policy, Cambridge University Press, 1998.
BALDWIN, R., MARTIN, W.; ‘‘Two Waves of Globalization’’, NBER Working
Paper No. 1406, 1999.
BALKAN, E., YELDAN, E.; ‘‘Peripheral Development under Financial
Liberalization: The Turkish experience”, The Ravages of Neo-Liberalism:
Economy, Society and Gender in Turkey, editörler: Balkan, N. and Savran,
S., New York: Nova Science Pub. 2002.
BARANOVSKI, Les Crises Industrielles en Angleterre, Paris, 1913.
187
BARRELL, R. GOTTSCHALK, S.; “The volatility of the output gap in the G7,”
National Institute of Economic and Social Research Discussion Paper
No. 230, 2004.
BASU, S., TAYLOR, A., M.; Business Cycles in International Historical
Perspective, National Bureau of Economic Research, WP 7090, 1999.
BAYLIS, J.,
SMITH S.; The Globalization of World Politics, Oxford
University Press, New York, 2005.
BEMS, R.; JOHNSON R.; Yİ K.; "Demand Spillovers and the Collapse of
Trade in the Global Recession," IMF Economic Review, Palgrave
Macmillan, Cilt no. 58(2), s. 295-326, 2010.
BENTLEY, J., H.; ‘‘Cross- cultural Interaction and Peiodization in World
History’’, American Historical Review,101, June, 1996.
BERGMAN, U., Michael, BORDO, D., Michael, JONUNG, Lars, ‘‘Historical
Evidence on Business Cycles: The International Experience’’, Federal
Reserve Bank of Boston Conference Series, s.65-119, 1998.
BERUMENT, H., KILINÇ, Z., YÜCEL, E.; Business cycles in Turkey and
European Union Countries : a perspective to the membership, Bilkent
University Discussion Papers no:5-6, 2005.
BHAGWATI, J., ‘‘The Capital Myth: The Difference Between Trade in
Widgets and Dollars’’, Foreign Affairs, 77 (3), 7-13, 1998.
BIS Statistics, http://www.bis.org/publ/otc_hy1311.pdf
BLACK, D., C.; DOWD, M., R.; ‘‘The changing composition of output and the
Great Moderation’’, Applied Economics Letters, Cilt 16, Sayı 12, 2009.
BLANCHARD, O.; SIMON, J.; ‘‘The Long and Large Decline in U.S. Output
Volatility’’, Brookings Papers on Economic Activity, S. 135- 174, 2001.
188
BORATAV, K.; Türkiye İktisat Tarihi, 1908-2005, İmge Kitabevi, 2007.
BORATAV, K.; Yeni Dünya Düzeni Nereye?, İmge Kitabevi, 2000.
BORATAV, K.; Ekonomi ve Küreselleşme, Emperyalizmin Yeni Masalı
Küreselleşme, editör: KANSU Işık, Kigem Yayınları, Ankara, 1996.
BORDO, M. D.; HELBLING, T.; ‘‘Have National Business Cycles Become
More Synchronized?’’, National Bureau of Economic Research Working
Paper 10130, 2003.
BOURDIEU, P.; ‘‘Uniting to Better Dominate’’, Items and Issues, Social
Science Research Council, 2001.
BOZKURT, V.; ‘‘Küreselleşme: Kavram, Gelişim ve Yaklaşımlar’’, içinde
Küreselleşmenin İnsani Yüzü, Der. V. Bozkurt, Alfa Basımevi, İstanbul,
2000.
BRENNAN, M. J.; ARANDA, C.; `What Makes Hot Money Hot? The Relative
Volatility of International Flows of Debt and Equity Capital', Anderson
School UCLA Working Paper, s. 14-99, 1999.
BUCH, C.; “Business Cycle Volatility and Globalization: A Survey,” Kiel
Institute for World Economics Working Paper 1107, 2002.
BUCH, C.; DOPKE, J.; PIERDZIOCH, C.; “Financial Openness and Business
Cycle Volatility,” Kiel Institute for World Economics Working Paper 1121,
2002.
BUCHANAN, P., J.; The Great Betrayal, Boston, Little, Brown and
Company, 1998.
BURNS, A., F.; ‘‘Progress Towards Economic Stability’’, American
Economic Review, 50(1), 2: 19, 1960.
189
BURNS, A., F.; The Frontiers of Economic Knowledge, Princeton
University Press, 1954.
BURNS, A., F., MITCHELL, W.,C.; Measuring Business Cycles, National
Bureau of Economic Research, 1946.
CAMPBELL, J. R.; HERCOWITZ, Z.; "The Role of Collateralized Household
Debt in Macroeconomic Stabilization," National Bureau of Economic
Research Working Papers No.11330, 2005.
CANOVA, F.; ‘‘What Explains the Great Moderation in the US? A Structural
Analysis’’, Journal of European Economic Association, Cilt No. 7, Sayı 4,
s. 697 - 721, 2009.
CANOVA, F.; CICCARELLI, M.; ORTEGA, E.; "Similarities and Convergence
in G-7 Cycles," Journal of Monetary Economics, Cilt No. 54(3), s. 850-878,
2007.
CANOVA, F.; MARRINAN, J.; "Sources and Propagation of International
Cycles: Common Shocks or Transmission?," Economics Working Papers
188, Universitat Pompeu Fabra, 1996.
CANOVA, F.; DELLAS, H.; ‘‘Trade Interdependence and the International
Business Cycle’’, Journal of International Economics, Cilt No. 34, Sayı 1–
2, s. 23–47, 1993.
CASTELLS, M.; Ağ Toplumunun Yükselişi, Enformasyon Çağı: Ekonomi,
Toplum ve Kültür, Birinci Cilt, İstanbul Bilgi Yayınları, Çev: Ebru Kılıç,
İstanbul, 2008.
CETORELLI, N.; GOLDBERG, L. S.; ‘‘Global Banks and International Shock
Transmission: Evidence from the Crises’’, Federal Reserve Bank of New
York Staff Report, No. 446, 2010.
190
CLARK, T.; VAN WINCOOP, E.; "Borders and Business Cycles," Journal of
International Economics, Cilt no. 55(1), s. 59-85, 2001.
CLEARY, M., N.; HOBBS, G., D.; ‘‘The Fifty Year Cycle: A Look at the
Empirical Evidence’’, içinde Long Waves in the World Economy, ed.
Freeman, C., s. 164 – 182, Londra, 1983.
CRUCINI, M. J.; ‘‘Country Size and Economic Fluctuations’’, Review of
International Economics 5 (2), s. 204–220, 1997.
ÇANAKCI, İ.; ‘‘Kısa Vadeli Tahmin Yöntemleri ve Türkiye İçin Bir
Deneme (Öncü Göstergeler Yaklaşımı), DPT Uzmanlık Tezi, Ankara, 1992.
ÇONDUR, Funda; DEMİR, Sezgin; ‘‘Finansal Krizler ve Kırılganlık’’, içinde
Küreselleşme, editörler Abdullah Özdemir, Mümin Eser,
Ezgi Kitabevi,
2009. s. 223-252.
DALSGAARD, T.; ELMESKOV, J.; PARK, C.; ‘‘Ongoing Changes in the
Business Cycle — Evidence and Causes’’, OECD Working Paper 315,
Paris, 2002.
DELLAS, H.; "Cyclical Comovements of Output and Trade in the World
Economy," Canadian Journal of Economics, cilt. 20(4), s. 855- 869, 1987.
DELLAS, H.; "A Real Model of the World Business Cycle," Journal of
International Money and Finance, Elsevier, cilt. 5(3), s. 381-394, 1986.
DESAI, M.; BIRD, R.; ENZLER, G.; TAUBMAN, P.; ‘‘Kuznets Cycles in
Growth Rates’’, International Economic Review, Cilt 6, Sayı 2, s. 229-239,
1965
DELONG, J., B., SUMMERS, L., H.; ‘‘Are Business Cycles Symmetric?’’,
National Bureau of Economic Research, Working Paper 1444, 1984
191
DIEBOLD, F., RUDEBUSCH, G.; ‘‘Measuring Business Cycles: A Modern
Perspective’’, Review of Economics and Statistics, sayı 78, 1996, s. 6877.
DOSI, G., FREEMAN, C., NELSON, R., SILVERBERG, G., SOETE, L.;
Technical Change and Economic Theory, Printer Press, New York, 1988.
DOYLE, B.; FAUST, J.; "An Investigation of Comovements Among the
Growth Rates of the G-7 Countries," Federal Reserve Bulletin, Board of
Governors of the Federal Reserve System (U.S.), s. 427-437, 2002.
EASTERLY, W.; ISLAM, R.; STIGLITZ, J.; ‘‘Shaken and Stirred: Explaining
Growth Volatility’’, Annual World Bank Conference on Development
Economics, 2000.
EATWELL, J.; International Financial Liberalization: The Impact on World
Development, United Nations Development Program Discussion Paper
No. 12, New York, United Nations,1997.
EGERT, B.; SUTHERLAND, D.; “The Nature of Financial and Real Business
Cycles: The Great Moderation and Banking Sector Pro-Cyclicality”, OECD
Economics Department Working Papers, No. 938, OECD Publishing,
2012.
ELWOOD, W.; Küreselleşmeyi Anlama Kılavuzu, Metis Yayınları, İstanbul,
2002.
EWIJK, J. Van.; A Spectral Analysis of the Kondratieff Cycle, Kyklos 35(3),
s. 468- 499, 1982.
FELDSTEIN, M., HOROIKA, C.; ‘‘Domestic Saving and International Capital
Flows’’, Economic Journal 90, 1980.
FISCHER, S.; ‘‘Globalization and Its Challenges’’, American Economic
Review, 93 (2):1-30, 2003.
192
FISHER, I.; ‘‘Our Unstable Dollar and the so- Called Business Cycle’’,
Journal of the American Statistical Association, Cilt 20, s. 191- 193,
1925.
FORRESTER, J., W.; New Perspectives on Economic Growth, içinde
Alternatives to Growth – A Search for Sustainable Futures, ed.
Meadows, D., L., Cambridge, B.A: Mallinger, s. 107 – 121, 1977.
FRANK, A., G., GILLS, B., K.; The World System, London: Routledge, 1996.
FRANKEL, J. A.; ROSE, A., K.; "The Endogeneity of the Optimum Currency
Area Criteria," Economic Journal, Royal Economic Society, cilt. 108(449), s.
1009-1025, 1998.
FRIEDMAN, M.; ‘‘The Role of Monetary Policy’’, The American Economic
Review, Cilt 58, Sayı 1, Mart, 1968.
FRIEDMAN, M.; SCWARTZ, A., J.; A Monetary History of the United
States, 1867-1960, Princeton University Press, 1963.
FRISCH, R.; Propogation Problems and Impulse Problems in Dynamic
Economics, Economic Essays in Honour of Gustav Cassel, Taylor and
Francis Group, s. 171–205, 1933.
GABISCH, G., LORENZ, H. W.; Business Cycle Theory- A Survey of
Methods and Concepts, Springer, 1989.
GAVIN, M., HAUSMANN, R.; “Sources of Macroeconomic Volatility in
Developing Economies”, IADB Working Paper (Washington: Inter-American
Development Bank), 1996.
GERLACH, H. M.; ‘‘World Business Cycles Under Fixed and Flexible
Exchange Rates’’, Journal of Money, Credit and Banking, cilt. 20, sayı no.
4, s. 621 -632, 1988.
193
GIANNONE, D.; LENZA, M.; REICHLIN, L.; ‘‘Market Freedom and the Global
Recession’’, IMF Economic Review 59, s. 111-135, 2011.
GIDDENS,A.; Elimizden Kaçıp Giden Dünya: Küreselleşme Hayatımızı
Nasıl Yeniden Şekillendiriyor?, çev: Osman Akınhay, Alfa Yayınları, İstanbul,
2000
GIDDENS, A.; The Consequences of Modernity, Cambridge, Polity Press,
1990.
GILL, S.; ‘‘Globalization, Market Civilization and Disciplinary Neoliberalism’’,
Millenium, 24 (3), 1995.
GİRİCİ, Y.; ‘‘Potansiyel Büyüme ve Üretim Açığı: Türkiye Örneği’’, T. C.
Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı, Uzmanlık Tezi, 2009.
GLICK, R., ROGOFF, K.; ‘‘Global versus Country Specific Productivity
Shocks and the Current Account’’, National Bureau of Economic
Research, WP 4140, 1992.
GOLDSMITH, J.; The Trap, New York, Carroll and Graf Publishers, 1994.
GOLDSTEIN, J.; Long Cycles, Prosperity and War in the Modern Age,
New Haven, CT, Yale University Press, 1988.
GORDON, D., M.; ‘‘Up and Down the Long Roller Coaster’’, içinde US
Capitalism in Crises, ed: B. Steinberg, s. 22- 34, New York, 1978.
GREGORY, A. W.; HEAD, A. C.; RAYNAUD, J.; ‘‘Measuring World Business
Cycles’’, International Economic Review, cilt 38, sayı 3, s. 677 – 701,
1997.
HABERLER, G.; Prosperity and Depression: A Theoretical Analysis of
Cyclical Movements, Atheneum, New York, 1963.
194
HAMILTON, J. D.; “A New Approach to the Economic Analysis of
Nonstationary Time Series and the Business Cycle,” Econometrica, sayı 57,
s. 357—384, 1989.
HANSEN, A., H.; ‘‘Business Cycles and National Income’’, genişletilmiş
baskı, New York, W. W. Norton, 1964.
HARDING, D., PAGAN, A.;
“Synchronisation of Cycles”, Journal of
Econometrics, Sayı. 132, 2006.
HARDING, D., PAGAN, A. (2002a); ‘‘A Comparison of Two Business Cycle
Dating Methods’’, Journal of Economic Dynamics and Control, s.16811690, 2002.
HARDING, D., PAGAN, A. (2002b); ‘‘Dissecting the Cycle: A Methodological
Investigation’’, Journal of Monetary Economics, 49, 365 – 381
HARDY; Risk and Risk- Bearing, Chicago, 1923.
HAWTREY; ‘‘The Monetary Theory of the Trade Cycle and Its Statistical
Test’’, Quarterly Journal of Economics,1927.
HAWTREY, G.; Good and Bad Trade, An Inquiry into the Causes of
Trade Fluctuations, London, 1913.
HAWTREY, G.; Currency and Credit, London, 1923.
MÜSTEŞARLIĞI,
HAZİNE
(http://hazine.gov.tr/default.aspx?nsw=EilDPQez15w=-id=12&nm=33),
(26.11.2013).
HDR; Human Development Report (İnsani Gelişme Raporu), United Nations
Development Program, http://hdr.undp.org/en/reports/global/hdr2011, 2011.
HEATHCOTE,
J.;
PERRI,
F.;
‘‘Financial
Globalization
and
Real
Regionalization’’, Journal of Economic Theory, 119(1), s. 207 – 243, 2004.
195
HELD, D., McGREW, A., GOLDBLATT, D., PERRATON, J.; Global
Transformations, Politics, Economics and Culture, Stanford University
Press, Stanford, California, 1999.
HEXTER, M., B.; Social Consequences of Business Cycles, Boston,
Houghton Mifflin Company, 1925.
HIRST, P., THOMPSON, G.; ‘‘Economic Activity in a Globalized World’’, The
Global Transformations Reader içinde, Editörler: Held, D., McGrew, A.,
Malden, Polity Press, 2000, s.68-75.
HIRST, P., THOMPSON, G.; Küreselleşme Sorgulanıyor, Çev: Çağla
Erdem, Elif Yücel, Dost Kitabevi, Ankara, 1998.
HIRST, P., THOMPSON, G.; ‘‘Globalization: Ten Frequently Asked
Questions and Some Surprising Answers’’, Soundings,4, 1996 (a).
HIRST, P., THOMPSON, G.; ‘‘Globalization in Question: The International
Economy and the Possibilities of Governance, Cambridge: Polity Press, 1996
(b).
HOBSON; Economics of Unemployment, 1922.
HULL, G., H.; Industrial Depressions, New York, 1911.
IMBS, J.; ‘‘The First Global Recession in Decades’’, IMF Economic Review,
cilt 58, sayı 2, 2010.
IMBS, J.; ‘‘The Real Effects of Financial Integration’’, Journal of
International Economics, cilt 68, sayı 2, s. 296 - 324, 2006.
IMBS, J.; ‘‘Trade, Finance, Specialization and Synchronization’’, The Review
of Economics and Statistics, cilt 86, sayı 3, s. 723- 734, 2003.
IMBS, J.; ‘‘Co-Fluctuations’’, CEPR Discussion Paper No. 2267, 2001.
196
İNANDIM, Ş.; ‘‘Kısa Vadeli Sermaye Hareketleri ile Reel Döviz Kuru
Etkileşimi: Türkiye Örneği’’, TCMB Uzmanlık Yeterlilik Tezi, 2005.
ITOH, M.; LAPAVITSAS, C.; Political Economy of Money and Finance,
London, MacMillan, 1999.
JUGLAR, C.; Des Crises Commerciales et de leur retour periodique en
France, en Angleterre et aux, Etats Unis, Paris, Guillamuin, 1862.
KAHN, J.; MCONNELL, M.; PEREZ - QUIROS, G.; ‘‘Inventories and the
Information Revolution: Implications for Output Volatility’’, Federal Reserve
Bank of New York, 2001.
KALECKI, M.; Theory of Economic Dynamics: An Essay on Cyclical and
Long- Run Changes in Capitalist Economy, Routledge, London, 1954,
2003.
KALKINMA BAKANLIĞI,
(http://www.kalkinma.gov.tr/Pages/EkonomikSosyalGostergeler.aspx)(26.11.
2013).
KANSU, I., Emperyalizmin Yeni Masalı Küreselleşme, Kigem Yayınları.
KAZGAN, G.; Türkiye Ekonomisinde Krizler (1929-2009), İstanbul Bilgi
Üniversitesi Yayınları, 2012.
KAZGAN, G.; Küreselleşme ve Ulus Devlet Yeni Ekonomik Düzen,
İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2009.
KAZGAN, G.; İktisadi Düşünce veya Politik İktisadın Evrimi, Remzi
Kitabevi, 2008.
KELLNER, D.; ‘‘Theorizing Globalization’’, Sociological Theory, Cilt: 20,
Sayı:3, s. 285- 305, 2002.
197
KEOHANE, R., O., MILNER, H., V.; Internationalization and Domestic
Politics, Cambridge: Cambridge University Press, 1996.
KEYNES, J., M.; The General Theory of Employment, Interest and
Money, MacMillan, 1936, 1973.
KINDLEBERGER, C.; Manias, Panics and Crashes, Wiley, New York,
1996.
KING, R.; PLOSSER, C.; REBELO, S.; ‘‘Production, Growth and Business
Cycles’’, Journal of Monetary Economics, No 21, s.195- 232, 1988.
KONDRATIEFF, N., D.; The Long Wave Cycle, New York, Richardson ve
Snyder, 1928, 1984, 2002.
KOOPMAN, S., J.; ‘‘Convergence in European GDP series : a multivariate
common converging trend-cycle decomposition’’,
Journal of applied
econometrics. – Chichester, Wiley-Blackwell, 2004.
KOOPMANS, T., C.; ‘‘Measurement Without Theory’’, The Review of
Economics and Statistics, Cilt 29, Sayı 3, s. 161- 172, 1947.
KOUPARITSAS, M. A.; "North-South Financial Integration and Business
Cycles," Working Paper Series, Macroeconomic Issues Working Paper
No. 96-10, Federal Reserve Bank of Chicago, 1996.
KOROTAYEV, A., V.; TSIREL, S., V.; ‘‘A Spectral Analysis of World GDP
Dynamics: Kondratieff Waves, Kuznets Swings, Juglar and Kitchin Cycles in
Global Economic Development and the 2008 – 2009 Economic Crises’’,
Structure and Dynamics 4(1), 2010.
KÖSE, M., A., OTROK, C., PRASAD, E.; Global Business Cycles:
Convergence or Decoupling?, IMF Working Paper No:8/143, 2008.
198
KÖSE, M., A., OTROK, C., WHITEMAN, C., H.; ‘‘International Business
Cycles: World, Region and Country Specific Factors’’, American Economic
Review, sayı 93, s.1216- 1239, 2003.
KÖSE, M., A.; PRASAD, E., S.; TERRONES, M., E.; ‘‘How Does
Globalization Affect the Synchronization of Business Cycles?’’, American
Economic Review, American Economic Association, Cilt 93(2), s. 57-62,
2003.
KÖSE, A., H., ŞENSES, F., YELDAN, E.; İktisat Üzerine Yazılar I: Küresel
Düzen, Birikim Devlet ve Sınıflar, İletişim Yayınları, 2003.
KÖSE, A, H., ŞENSES, F., YELDAN, E.; İktisat Üzerine Yazılar II: İktisadi
Kalkınma, Kriz ve İstikrar, İletişim Yayınları, 2003.
KÖSE, M. A.; YI, K.; “The Trade-Comovement Problem in International
Macroeconomics,” IMF Working Paper, 2003.
KREGEL, J. A.; ‘‘Yes It Did Happen Again: A Minsky Crises Happened in
East Asia’’, Economics Working Paper No. 234, Levy Economics Institute,
1998.
KRUGMAN, P. R.; Development, Geography and Economic Theory, The
MIT Press, 1996.
KUZNETS, S., S.; Secular Movements in Production and Prices,
Cambridge Mass, Riverside Press, 1930.
LANE, P. R.; MILESI – FERRETTI, G.; ‘‘External Adjustment and the Global
Crisis’’, IMF Working Paper 11/197, 2011.
LEVCHENKO A.; LEWIS L.; TESAR L.; ‘‘The Collapse of International Trade
During the 2008- 2009 Crisis: In Search of the Smoking Gun’’, The
University of Michigan Ann Arbor Discussion Paper No. 592.
199
LOAYZA, N.; RANCIERE R.; SERVEN L.; VENTURA, J.; "Macroeconomic
Volatility and Welfare in Developing Countries: An Introduction", World
Bank Economic Review, World Bank Group, Cilt No. 21(3), s. 343-357, 2007.
LOUNGANI, P.; Globalization by the Book, IMF, 2007.
LUCAS, Jr. R., E.; Studies in Business Cycle Theory, The MIT Press,
1983.
LUCAS, Jr., R., E.; ‘‘Expectations and the Neutrality of Money’’, Journal of
Economic Theory 4, s.103-124, 1972.
LUMSDAINE, R., L.; PRASAD, E.,S.; ‘‘Identifying the Common Component in
International Economic Fluctuations’’, National Bureau of Economic
Research, WP 5984, 1997.
MANDEL, E.; Kapitalist Gelişmenin Uzun Dalgaları, Çev: IŞIK, D., Yazın
Yayıncılık, 1986.
MANKIW, N. G.; ‘‘Small Menu Costs and Large Business Cycles: A
Macroeconomic Model’’, Quarterly Journal of Economics, cilt. 100, sayı 2,
s. 529-38, 1985.
MARTIN, X., S.; ‘‘The Disturbing Rise of Global Income Inequality’’, National
Bureau of Economic Research Working Paper 8904, 2002.
MARX, K.; Kapital, İngilizcesinden çev: Alaadin Bilgi, Sol Yayınları, Ankara,
2009.
McCONNELL, M.; PEREZ- QUIROS, G. “Output Fluctuations in the United
States: What has Changed Since the Early 1980s?” American Economic
Review, cilt no. 90, s. 1464– 1476, 2000.
MCKINNON, R.; Money and Capital in Economic Development, Brookings
Institution, Washington D.C., 1973
200
McNEILL, W., H.; ‘‘The Rise of the West after Twenty-Five Years’’,
Civilizations and World Systems içinde (editör: S. K. Anderson), Walnut
Creek: Altamira, 1995.
MENDOZA, E., G.; ‘‘Real Business Cycles in a Small Open Economy’’,
American Economic Review, 81, s. 797 – 818, 1991.
MINTZ, I.; ‘‘Dating Postwar Business Cycles: Methods and Their Application
to Western Germany, 1950- 1967, No. 107, National Bureau of Economic
Research, 1969.
MITCHELL, J., MOURATIDIS, K.; ‘‘Is There a Common Euro Zone Business
Cycle?’’, Working Papers and Studies, European Commission, 2003.
MITCHELL, W., C.; Business Cycles, The Problem and Its Setting,
National Bureau of Economic Research, 1968.
MOORE, G.; Business Cycles, Inflation and Forecasting, National Bureau
of Economic Research, Studies in Business Cycles, No. 24, Cambridge,
Mass – Ballinger, 1980.
MOORE, G.; ‘‘The Diffusion of Business Cycles’’, içinde Economics and
Public Interest, ed. Solo, R. A.; New Brunswick, Rutgers University Press,
1955.
MOORE, G.; ‘‘Analysing Business Cycles’’, The American Statistician,
8,s.13- 19, 1954.
MOORE, G.; ZARNOWITZ V.; ‘‘Major Changes in Cyclical Behavior'’
Business Cycle Chronologies, içinde, Gordon, R. A., ed., The American
Business Cycle: Continuity and Change, University of Chicago Press for
NBER, Chicago, 1986.
MOORE, H., L.; Generating Economic Cycles, New York, 1923.
201
NEAL, Lary, WEIDENMIER, Marc; ‘‘Crises in the Global Economy from
Tulips to Today’’, Globalization in Historical Perspective, Editör: Michael
D. Bordo, Alan M. Taylor, Jeffrey G. Williamson, The University of Chicago
Press, 2003.
NEFTÇİ, S.; ÖZMUCUR, S.; TÜSİAD Leading Indicator Index for the
Turkish Economy, TÜSİAD, İstanbul, 1991.
NEFTÇİ, S.; "Are Economic Time Series Asymmetric Over the Business
Cycle?", Journal of Political Economy, University of Chicago Press, cilt.
92(2), s. 307-28, 1984.
NEGRO, M.; OTROK, C.; "Dynamic Factor Models with Time Varying
Parameters: Measuring Changes in International Business Cycles,"
Staff Reports 326, Federal Reserve Bank of New York, 2008.
NEUMEYER, P.; PERRI, F.; "Business Cycles in Emerging Economies: The
Role of Interest Rates," Journal of Monetary Economics, Cilt no 52(2), s.
345-380, 2005.
OBSTFELD, Maurice, TAYLOR, Alan, M.; ‘‘Globalization and Capital
Markets’’, Globalization in Historical Perspective, Editör Michael D. Bordo,
Alan M. Taylor, Jeffrey G. Williamson, The Univeristy of Chicago Press,
2003.
O’DONNELL, B., “Financial Openness and Economic Performance”
(unpublished; Dublin: Trinity College), 2001.
OHMAE, K.; Ulus Devletin Sonu: Bölgesel Ekonomilerin Yükselişi (Çev.
Z. Dicleli), Türk- Henkel Dergisi Yayınları, No.6, İstanbul, 1996.
OHMAE, K.; The End of the Nation State, New York: Free Press, 1993.
OHMAE, K.; The Borderless World, London: Collins, 1990.
202
ÖZATAY, F.; Türkiye Ekonomisinde Devresel Hareketler, Doktora Tezi,
Ankara Üniversitesi, 1986.
ÖNİŞ, Z.; RIEDEL, J.; ‘‘Economic Crises and Long - Term Growth in
Turkey’’, Washington D. C., World Bank Publications, 1993.
PARKIN, M.; ‘‘ The Output-Inflation Trade-off When Prices Are Costly to
Change’’, Journal of Political Economy, cilt. 94, sayı. 1, 1986, s. 200-224.
PERSONS, W. M., ‘‘Theories of Business Fluctuations: I. A Classification of
Theories’’, Quarterly Journal of Economics, 41, 1927, s.94-128.
PIGOU, A., C.; ‘‘The Economics of Welfare’’, London, 1920.
PIGOU, A., C.; ‘‘Industrial Fluctuations’’, MacMillan & Co. Ltd., 1927,
1997.
PORTES, R.; ‘‘Review to ‘Globalization and Capital Markets’, Obstfeld,
Maurice, Taylor, Alan, M.’’, Globalization in Historical Perspective, Ed. M.
D. Bordo, A. M. Taylor, J. G. Williamson, The University of Chicago Press,
2003.
PORTES, R.; REY, H.; The Determinants of Cross-Border Equity Flows,
NBER Working Paper No. 7336, 1999.
RAZIN, A.; ROSE, A. K.; Business Cycle Volatility and Openness: An
Exploratory Cross-Section Analysis, NBER Working Paper No. 4208,
1994.
RAZIN, A.; SADKA, E.; YUEN, W.; ‘‘A Pecking Order of Capital Inflows and
International Tax Principles’’, Journal of International Economics, no. 44,
1998, s. 45- 68.
REINHART, C., ROGOFF, K., F.; Bu Defa Farklı: Finansal Çılgınlığın 800
Yıllık Tarihi, çev: KONYAR, L., NTV Yayınları, 2010.
203
ROBERTSON, R.; Globalization, Social Theory and Global Culture, Sage
Publications, London, 1992.
RODRIK, D.; One Economics, Many Recipes: Globalization, Institutions
and Economic Growth, Cambridge University Press, 2007.
RODRIK, D.; ‘‘Has Globalization Gone Too Far?’’, California Management
Review, Vol. 39, No. 3, California,1997, s. 29-53.
ROSE, A. K.; One Money, One Market: Estimating the Effect of Common
Currencies on Trade, NBER Working Papers No. 7432, National Bureau of
Economic Research, Inc, 1999.
SACHS, J., D., WARNER, A., M.; Economic Reform and The Process of
Global Integration, Brookings Papers on Economic Activity, 1995.
SAYEK, S.; SELOVER, D. D.; ‘‘International Interdependence and Business
Cycle Transmission Between Turkey and the European Union’’, Southern
Economic Journal, Southern Economic Association, cilt 69(2), 2002, s. 206
-238.
SCHOLTE, J., A.; Globalization: A Critical Introduction, New York, St.
Martin’s Press, 2005.
SCHUMPETER, J., A.; Business Cycles Vol. I, New York – London,
McGraw Hill, 1939.
SELOVER, D. D.; JENSEN, V. V.; ‘‘Mode – locking and International
Business Cycle Transmission’’, Journal of Economic Dynamics and
Control, No. 23, s. 591- 618.
SHAW, E. S.; Financial Deepening in Economic Development, Oxford
University Press, London, 1973.
SLUTZKY, E.; ‘‘The Summation of Random Causes as The Source of Cyclic
Processes’’, Econometrica, Cilt 5, Sayı 2, 1937, s. 105 – 146.
204
SMITH, A.; Milletlerin Zenginliği, Çev: Haldun Derin, Türkiye İş Bankası
Yayınları, İstanbul, 2006.
SNOWDON, B., VANE, H., WYNARCZYK,P.; A Modern Guide to
Macroeconomics: An Introduction to Competing Schools of Thought, E.
Elgar Publishing, 1994.
STADLER, G.; ‘‘Real Business Cycles’’, Journal of Economics Literatute,
Sayı 32, 1994, s.1750-1783.
STIGLITZ, J.; Küreselleşme, Büyük Hayal Kırıklığı, Plan B Yayıncılık,
İstanbul, 2002.
STIGLITZ, J.; ‘‘Capital Market Liberalization, Globalization and the IMF’’,
Oxford Review of Economic Policy, 20(1), 2004, s. 57- 71.
STOCK, WATSON, Has the Business Cycle Changed? Evidence and
Explanations, National Bureau of Economic Research Macroeconomics
Annual, Cilt No. 17, 2002.
TABB, W.,K.; ‘‘Globalization is an Issue, The Power of Capital is the Issue’’,
Monthly Review, sayı 49, no 2, New York, 1997, s. 20-30.
TAYLOR, A.,
International Capital Mobility in History: The Savings-
Investment Relationship, NBER Working Paper No. 5743, 1996.
TCMB, (http://evds.tcmb.gov.tr/cbt.html) (26.11.2013).
TÜİK (http://tuik.gov.tr/UstMenu.do?metod=kategorist) (26.11.2013)
UNAY, Cafer; Ekonomik Konjonktür: Analiz, Teori, Tahmin, Ekin Kitabevi,
Bursa, 1996.
UNCTAD, World Investment Report: The Shift Towards Services, 2004.
UNDP, Human Development Report: Sustainability and Equity, A Better
Future for All, 2011.
205
VALENTINE, L., M.; ELLIS, D., F.; Business Cycles and Forecasting,
Southwestern, Cincinnatti, 1991.
VOGEL,
E.,
H.;
Die
Theorie
des
Volkswirtschaftlichen
Entwickelungsprozesses und das Krisenproblem, Vienna, Leipzig, 1917.
WALL, H., J.; Regional Business Cycle Phases in Japan, Federal Reserce
Bank of St. Louis, Working Paper 2006- 053- A, 2006.
WORLD BANK, Developing Countries Get More Private Investment Less
Aid, Finance and Development, sayı 34, no. 2, 1997.
WORLD BANK; Overview and Global Outlook - Managing The Next Wave
of Globalization, Global Economic Prospects, 2007.
WYPLOSZ, C.; “How Risky Is Financial Liberalization in the Developing
Countries?” Comparative Economic Studies, Cilt. 44, Sayı. 2/3, 2001, s. 126.
YELDAN, E.; Küreselleşme, kim için?, Yordam, 2010.
YELDAN, E.; On The Nature and Causes of the Collapse of The Wealth
of Nations:2007-2008, The End of a Façade Called Globalization, 2009.
YELDAN, E.; “Neo-Liberal Global Remedies: From Speculative-led Growth to
IMF-led Crisis in Turkey”, Review of Radical Political Economics, 38(2),
2006, s.193-213.
YELDAN, E.; ‘‘Neoliberalizmin İdeolojik Bir Söylemi Olarak Küreselleşme’’,
İktisat Üzerine Yazılar I: Küresel Düzen: Birikim, Devlet ve Sınıflar, Ed.
A. H. Köse, F. Şenses, E. Yeldan, İletişim Yayınları, İstanbul, 2003.
YELDAN, E.; Küreselleşme Sürecinde Türkiye Ekonomisi: Bölüşüm,
Birikim, Büyüme, İletişim Yayınları, 2002.
YELDAN,
E.,
ÖZCAN
METİN,
K.,
VOYVODA,E.;
‘‘Dynamics
of
Macroeconomic Adjustment in A Globalized Developing Economy: Growth,
206
Accumulation and Distribution, Turkey 1969-1998” Canadian Journal of
Development Studies, 22(1), 2001, s. 217-253.
YELDAN, E.; ‘‘Kapitalizmin Son İki Küreselleşme Evresi Üzerine Gözlemler’’,
İktisat Dergisi, 2000.
ZARNOWITZ, V.; ÖZYILDIRIM, A.; Time Series Decomposition and
Measurement of Business Cycles, Trends and Growth Cycles,
Forecasting With the Index of Leading Indicators, NBER Working Paper
No. 8736 , 2002.
ZARNOWITZ, V.; McGUCKIN, R., H., ÖZYILDIRIM, A.; The Composite
Index of Leading Economic Indicators, How To Make It More Timely?,
NBER Working Paper No. 8430, 2001.
ZARNOWITZ, V.; Has the Business Cycle Been Abolished?, NBER
Working Paper No. 6367, 1999.
ZARNOWITZ, V.; Business Cycles Observed and Asssessed, Why and
How They Matter?, NBER Working Paper No. 6230, 1997.
ZARNOWITZ, V.; What is a Business Cycle?, NBER Working Paper No.
3863, 1993.
ZARNOWITZ, V.; Business Cycles, Theory, History, Indicators and
Forecasting, University of Chicago Press, 1992.
ZARNOWITZ, V.; ‘‘Recent Work on Business Cycles in Historical
Perspective: A Review of Theories and Evidence’’, Journal of Economic
Literature, no. 23, 1985, s. 523 – 580.
ZARNOWITZ, V.; Business Cycles and Growth: Some Reflections and
Measures, NBER Working Paper No. 665 , 1981.
ZENGİNGÖNÜL, O.; Küreselleşme, Yoksulluk, Gelişmişlik ve İşgücü
Piyasaları Ekseninde, Adres Yayınları, Ankara, 2004.
207
EKLER
EK -1: Türkiye Ekonomisinde 1987Ç1:2012Ç4 Dönemi İçin Gayri Safi
Yurt İçi Hasıla (Milyon TL, 1998 Fiyatlarıyla)
Dönem
GSYH
Dönem
GSYH
Dönem
GSYH
1987Ç1
1987Ç2
1987Ç3
1987Ç4
1988Ç1
1988Ç2
1988Ç3
1988Ç4
1989Ç1
1989Ç2
1989Ç3
1989Ç4
1990Ç1
1990Ç2
1990Ç3
1990Ç4
1991Ç1
1991Ç2
1991Ç3
1991Ç4
1992Ç1
1992Ç2
1992Ç3
1992Ç4
1993Ç1
1993Ç2
1993Ç3
1993Ç4
1994Ç1
1994Ç2
1994Ç3
1994Ç4
1995Ç1
1995Ç2
1995Ç3
1995Ç4
8.271
9.964
13.578
12.915
9.504
10.296
13.916
12.349
9.273
10.124
14.005
12.783
10.270
11.473
14.880
13.895
10.225
11.418
15.467
13.796
11.064
12.064
16.294
14.549
11.608
13.430
17.502
15.770
12.211
11.995
16.137
14.904
12.028
13.619
17.585
15.891
1996Ç1
1996Ç2
1996Ç3
1996Ç4
1997Ç1
1997Ç2
1997Ç3
1997Ç4
1998Ç1
1998Ç2
1998Ç3
1998Ç4
1999Ç1
1999Ç2
1999Ç3
1999Ç4
2000Ç1
2000Ç2
2000Ç3
2000Ç4
2001Ç1
2001Ç2
2001Ç3
2001Ç4
2002Ç1
2002Ç2
2002Ç3
2002Ç4
2003Ç1
2003Ç2
2003Ç3
2003Ç4
2004Ç1
2004Ç2
2004Ç3
2004Ç4
13.071
14.719
18.516
17.009
13.974
15.966
19.818
18.333
15.266
16.485
20.347
18.106
14.436
16.218
19.362
17.825
15.218
17.269
21.019
18.930
15.420
16.173
19.651
17.066
15.470
17.214
20.877
18.959
16.717
17.899
21.775
19.948
18.380
20.035
23.528
21.542
2005Ç1
2005Ç2
2005Ç3
2005Ç4
2006Ç1
2006Ç2
2006Ç3
2006Ç4
2007Ç1
2007Ç2
2007Ç3
2007Ç4
2008Ç1
2008Ç2
2008Ç3
2008Ç4
2009Ç1
2009Ç2
2009Ç3
2009Ç4
2010Ç1
2010Ç2
2010Ç3
2010Ç4
2011Ç1
2011Ç2
2011Ç3
2011Ç4
2012Ç1
2012Ç2
2012Ç3
2012Ç4
19.947
21.578
25.324
23.651
21.133
23.678
26.916
25.010
22.844
24.581
27.772
26.057
24.446
25.226
28.010
24.240
20.843
23.267
27.233
25.660
23.467
25.692
28.670
28.056
26.301
28.031
31.088
29.469
27.187
28.874
31.594
29.935
Kaynak: TÜİK (1998Ç1: 2012Ç4) ve çalışma hesaplamaları (1987Ç1:1997Ç4)
208
EK - 2: Sıcak Para Akımlarını Oluşturan Ödemeler Dengesi Kalemleri
ÖDEMELER DENGESİ AYRINTILI SUNUM
I-CARİ İŞLEMLER HESABI
I-a-Mal, Hizmet ve Gelir Dengesi(A+B+C)
I-b-Mal ve Hizmet Dengesi (A+B)
I-A.DIŞ TİCARET DENGESİ
I-A.a-Toplam Mal Ihracati
I-A.b-Toplam Mal Ithalati
I-A.1.Genel Mal Ticareti
I-A11.Ihracat f.o.b.
I-A111.Ihracat f.o.b.
I-A112.Bavul Ticareti
I-A113.Uyarlama: Diger Mallar
I-A12.Ithalat f.o.b.
I-A121.Ithalat c.i.f.
I-A122.Uyarlama: Navlun ve Sigorta
I-A123.Uyarlama: Diger Mallar
I-A2.Parasal Olmayan Altin (net)
I-A2.a-Ihracat
I-A2.b-Ithalat
I-A3.Limanlarda Saglanan Mallar
I-A3.a-Ihracat
I-A3.b-Ithalat
I-B.HİZMETLER DENGESİ
I-B.a-Gelir
I-B.b-Gider
I-B.1.Tasimacilik
I-B1a-Gelir
I-B1.b-Gider
I-B11.Navlun
I-B11.a-Gelir
I-B11.b-Gider
I-B12.Diger Tasimacilik
I-B12a-Gelir
I-B12b-Gider
I-B2.Turizm
I-B2a-Gelir
I-B2b-Gider
I-B3.Insaat Hizmetleri
I-B3a-Gelir
I-B3b-Gider
I-B4.Sigorta Hizmetleri
I-B4a-Gelir
I-B4b-Gider
209
I-B5.Finansal Hizmetler
I-B5a-Gelir
I-B5b-Gider
I-B6.Diger Ticari Hizmetler
I-B6a-Gelir
I-B6b-Gider
I-B7.Resmi Hizmetler
I-B7a-Gelir
I-B7b-Gider
I-B8.Diger Hizmetler
I-B8a-Gelir
I-B8b-Gider
I-C.GELİR DENGESİ
I-Ca-Gelir
I-Cb-Gider
I-C1.Ücret Odemeleri
I-C1a-Gelir
I-C1b-Gider
I-C2.Yatirim Geliri
I-C2a-Gelir
I-C2b-Gider
I-C21.Dogrudan Yatırımlar
I-C21a-Gelir
I-C21b-Gider
I-C22.Portfoy Yatırımlari
I-C22a-Gelir
I-C22b-Gider
I-C23.Diger Yatırımlar
I-C231.Faiz Geliri
I-C232.Faiz Gideri
I-C2321.Uzun Vade
I-C23211.Merkez Bankasi
I-C23212.Genel Hukumet
I-C23213.Bankalar
I-C23214.Diger Sektor
I-C2322.Kisa Vade
I-D.CARİ TRANSFERLER
I-D1.Genel Hukumet
I-D2.Diger Sektorler
I-D21.Isci Gelirleri
I-D22.Diger Transferler
II-SERMAYE VE FİNANS HESAPLARI
II-A.SERMAYE HESABI
II-A1.Gocmen Transferleri
II-A2.Üretilmeyen ve Finansal Olmayan Varliklar
210
II-B.FİNANS HESAPLARI
II-B1.Dogrudan Yatırımlar
II-B11.Yurtdisinda
II-B11a-Giris
II-B11b-Cikis
II-B12.Yurticinde
II-B121.Sermaye
II-B121a-Giris
II-B121b-Cikis
II-B122.Diger Sermaye (Net)
II-B123.Gayrimenkul (Net)
II-B2.Portfoy Yatırımları
II-B21.Varliklar
II-B211.Genel Hukumet
II-B212.Bankalar
II-B213.Diger Sektorler
II-B22.Yukumlulukler
II-B221.Hisse Senetleri
II-B222.Borc Senetleri
+
II-B2221.Merkez Bankasi
II-B2222.Genel Hukumet
II-B22221.Yurtici
II-B22222.Yurtdisi
+
II-B222221.Borclanma
II-B222222.Geri Odeme
II-B2223.Bankalar
II-B22231.Yurtici
II-B22232.Yurtdisi
II-B2224.Diger Sektorler
II-B22241.Yurtici
II-B22242.Yurtdisi
II-B3.Diger Yatırımlar
II-B31.Varliklar
II-B311.Ticari Krediler
II-B3111.Verilen Krediler
II-B3112.Geri Odeme
II-B312.Krediler
II-B3121.Merkez Bankasi
II-B3122.Genel Hukumet
II-B3123.Bankalar
II-B313.Efektif ve Mevduatlar
II-B3131.Bankalar
II-B31311.Yabanci Para
II-B31312.Turk Lirasi
+
211
II-B3132.Diger Sektorler
II-B314.Diger Varliklar
II-B3141.Merkez Bankasi
II-B3142.Genel Hukumet
II-B3143.Diger Sektorler
II-B32.Yukumlulukler
II-B321.Ticari Krediler
II-B3211.Uzun Vade
II-B32111.Kullanim
II-B32112.Geri Odeme
II-B3212.Kısa Vade
II-B32121.Kullanim
II-B32122.Geri Odeme
II-B322.Krediler
II-B3221.Merkez Bankasi
II-B32211.Uluslar. Para Fonu Kredileri
II-B322111.Kullanim
II-B322112.Geri Odeme
II-B32212.Uzun Vade
II-B322121.Kullanim
II-B322122.Geri Odeme
II-B32213.Kısa Vade
II-B3222.Genel Hukumet
II-B32221.Uluslar. Para Fonu Kredileri
II-B322211.Kullanim
II-B322212.Geri Odeme
II-B32222.Uzun Vade
II-B322221.Kullanim
II-B322222.Geri Odeme
II-B32223.Kısa Vade
II-B3223.Bankalar
II-B32231.Uzun Vade
II-B322311.Kullanim
II-B322312.Geri Odeme
II-B32232.Kısa Vade
II-B3224.Diger Sektorler
+
II-B32241.Uzun Vade
II-B322411.Kullanim
II-B322412.Geri Odeme
II-B32242.Kısa Vade
II-B323.Mevduatlar
II-B3231.Merkez Bankasi
II-B32311.Uzun Vade
II-B32312.Kisa Vade
+
212
II-B3232.Bankalar
II-B32321.Yurtdisi Bankalar
+
II-B323211.Yabanci Para
II-B323212.Turk Lirasi
II-B32322.Yurtdisi Kisiler
II-B324.Diger Yükümlülükler
II-B4.Rezerv Varlıklar
II-B41.Uluslararasi Para Fonu Nezd. Varliklar
II-B42.Resmi Rezervler
II-B421.Doviz Varliklari
II-B422.Menkul Kiymetler
II-B423.Diger Doviz Varliklari
III-NET HATA NOKSAN
Kaynak: İnandım, 2005: 122.
+
Download