T.C. ANKARAÜNİVERSİTESİ SOSYALBİLİMLERENSTİTÜSÜ İKTİSADİMALİANALİZTEZSİZYÜKSEKLİSANSI TÜRKİYEEKONOMİSİKURUMLARPOLİTİKALARDERSİ GÜÇLÜEKONOMİYEGEÇİŞ PROGRAMIÜZERİNE DEĞERLENDİRMELER KIVANÇ DURU 13945454 Öğretim Üyesi: Prof.Dr. Ahmet Haşim Köse Çalışma Metni: Bağımsız Sosyal Bilimciler – İktisat Grubu “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı Üzerine Değerlendirme” Giriş Kökeni neoliberal görüşe dayanan IMF ve Dünya bankası küresel sermayenin çıkarlarını korumak adına ekonomisi zayıf ülkelerde bir takım girişim ve yaptırımlarda bulunmuşlardır. Türkiye’de bu girişimlerde nasibini almıştır. Güçlü ekonomiye geçiş programı 2001 krizi sonrası 50 günlük bir çalışma neticesinde 14 Nisan 2001 tarihide hazine müsteşarlığının web sitesi üzerinden açıklanmıştır. Bu çalışma Bağımsız Sosyal Bilimciler İktisat Grubunun “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı üzerine değerlendirmeler” isimli rapor hakkında bir okuma çalışmasıdır. Program esas olarak kamu kesiminin olumsuz borç dinamiğinin kırılmasını ve bu amca uygun olarak para ve mali piyasaların yeniden yapılandırılarak, bankacılık kesimine işlerlik kazandırılmasını amaçlamaktadır. Öte yandan programın içeriğinden Türkiye’nin kalkınma sorunlarına ilişkin hiçbir çözüm önerisinde bulunmamaktadır. Hiçbir sanayileşme hedefi olmayan programın ucuz-marjinalleşmiş emeğe ve taşeronlaşmaya dayalı ihracat yapısına dönüştürerek, ulusal sanayiin rekabet gücünü geliştirmekten ziyade özelleştirmeleri ve yer altı kaynakları dış sermayeye açacak bir yapıdadır. Mevcut program göstermektedir ki öncelikle parasal sermayeyi krizden çıkış programıdır. Türkiye 2000 yılı boyunca uyguladığı kur çapasına dayalı enflasyonu düşürme programının üzerine gelen iki krizle sabit kur sisteminin çökmesine tanıklık etmiştir. 14 Nisan 2001 ve 15 Mayıs 2001 tarihlerinde iki aşamada açıklanan yeni bir istikrara programı uygulamaya koyulmuştur. Önceleri ulusal program sonra güçlü ekonomiye geçiş programı olarak kamuoyuna duyurulmuştur. Program siyaset ve ekonomi alanlarının ayrıştırılması temelinde, devletin fonksiyonlarının esas itibariyle esas olarak “ denetim, eğitim, sağlık ve adalet” gibi kamu hizmetleri ile sınırlandırılacağı bir sistem hedeflemektedir. Ancak önerilen program toplumsal eşitsizlikleri daha da artıracak, ekonomiyi bir rant yaratma faaliyetine dönüştürecektir. Nitekim 1980’den bu yana sürdürülen neoliberal uygulamalar, beklenenin aksine, ulusal tasarrufu artırmamış yatırım hacmini ve istikrarlı bir büyüme ortamını bir türlü yakalayamamış. GEDP Hedefi Programın temel hedefi; sürdürülemez boyutlara varmış olan kamu borçlarına yol açan borç dinamiğinin ortadan kaldırarak Türkiye ekonomisinin 2001 de olduğu gibi olağan üstü bir dış yardıma muhtaç kalmayacak bir yapıya kavuşturulmasıdır. Bu uzun vadeli temel hedefe ulaşmanın ana şartı makroekonomik dengelerin kurulmasıdır. Fakat bu hedefe ulaşırken öncelikle 2001 yılı için milli gelirde %3 daralma ardıdan 2002de %, 2003 de ise %6 büyüme öngörülmektedir. Gerçekleşen büyüme oranları şu şekildedir; 2001 yılında 5,7 küçülme, 2002 yılında 6,2 büyüme, 2003 yılında 5,3 büyüme gerçekleşmiştir. Programın ana hedefi olan kamu kesimi borçlanma dinamiğinin kırılması için gerekli koşul ise bankacılık kesiminin yeniden işlerlik kazanması olduğu açıklanmıştır. GEGP’ nin reel ekonomiye yönelik politikaları ve beklentileri ise, yurt içi talebin daraltılması ve ihracat için bir fazla oluşturulması şeklindedir. Kur makası, ücret maliyetlerinden ve tarımsal ürün fiyatlarından sağlanacak tasarruflar aracılığı ile ihracatın teşvik edilmesi öngörülmektedir. Ayrıca Türk ekonomisinin dışa açılması planıyla özelleştirmeler ve yer altı kaynakların yabancı sermayeye devredilmesine hız verilecektir. Türkiye’nin Yapısal Sorunları Programın göz ardı ettiği yapısal sorunlar mevcuttur. Bunlardan birisi, derinleştirilmesi amaçlanan finansal piyasaların kısa vadeli spekülatif nitelikli yabancı sermaye hareketlerinin parasal kazanç oyunları alanı haline gelmiştir. Bir diğeri de, spekülatif sermaye hareketlerini bankacılık sektöründe yarattığı sağlıksız şişkinliktir. Bankların toplam aktiflerinin milli gelire oranı 1190 yılında %35 iken, 1995’de %41’e 2000’de de %65’e çıkmıştır. 1990-1999 yılları arsı bankacılık kesiminin aktifleri sabit fiyatlarla artış hızı yılda ortalama %13,4 iken, ulusal gelir yılda ortalama sadece %3,1 reel artış göstermektedir. Menkul kıymetlendirilmiş iç borçlanma 1990 da ulusal gelirin %7’si iken, bu rakam 1999 sonunda %29,3’e ulaşmış durumdadır. İç borçlanma faiz harcamaları kamu yatırım harcamalarına oranı 1992 yılında %100, 1999 yılında %638’e yükselmiştir. Türk Ekonomisinde Sermaye Hareketleri Az gelişmiş ekonomilerde sık sık yaşanan bunalımlara gelişmiş ülkelerdeki fon yöneticilerinin yönlendirdiği sıcak para hareketlerini etkisi bilinmektedir. Türkiye de yüksek enflasyon sebebiyle yüksek düzeye ki faiz oranları yabancı fonlar için cazip bir hal almaktadır. Bu durum Türkiye de dövizi bollaştırarak TL’yi yapay bir istikrara sokmaktadır. Yüksek faiz hadleri ve istikrarlı kurun yabancı fon yöneticilerinin gözünde Türk mali aktiflerinin cazibesini daha da artması şeklinde gerçekleşen ve bu döngü içerisinde kendi kendini besleyen bir sürece girmiştir. Ulusal piyasalarda reel faiz-kur aşınması arbitrajına dayanarak 2000 yılı içinde döndürülen sıcak para işlemi, mal ve hizmet üretiminin yıllık toplamına ulaşmaktadır. Böyle bir işlem hacminin TL’ye yönelik spekülatif saldırı ve kur istikrarını bozucu bir tehdit oluşturmaktadır. 2000 yılı boyunca uygulanan enflasyon düşürme programı aslında ekonomik istikrarı sağlamaya yönelik bir program olmadığı açıkça görülmektedir. Bu anlamda Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizleri söz konusu programdan sapmalar nedeniyle değil, bu programın doğrudan izlenmesi neticesinde ortaya çıkan doğal bir sonuçtur. Bunalıma girilen süreçte kurların yapay olarak sabitlenmesi cari işlemler açığına yol açmaktadır. Enflasyon yerli üretim maliyetlerini arttırırken kurun sabitlenmesi ihraç mallarının dış piyasalarda fiyatlarını arttırarak rekabet gücünü azaltırken, ithal malların fiyatları TL olarak istikrarlı kalmakta ve rakip yerli malları ikame edilebilmektedir. Süreç, yabancı fon yöneticilerinin devalüasyon kuşkusuna düşerek Türkiye deki kredileri kesmesiyle neticelendirmektedir. Devalüasyon korkusuyla kaçan yabancı fon, krizi daha da derinleştirmektedir. Giderek büyüyen cari açıkta krizi büyüten başka bir etkendir. Programda dünya ticaretinin bu yeni yapısının gerçekleri hiç düşünmeden, rekabet gücüne sadece kur düzeyi ile ilişkili olarak değinilmesi, Türkiye’nin dünya iş bölümünde düşük vasıflı emek-yoğun meta üreten ülke konumunun kabullenildiğini anlamına gelmektedir. Ayrıca Türkiye’nin ihracat yapısının ce uluslararası işbölümündeki konumunu değiştirmeksizin sal bir ihracat artırması stratejisine yönelmesi ve bunun için reel döviz kurunun ve reel ücret maliyetlerini düşük tutan politikalar izlemesi, ihracat gelirlerini görünürde artırsa da bunun ülke dışına kaynak transferi aktarmak anlamına gelmektedir. Kamu Maliyesi ve Bankacılık Kesimine İlişkin Politikalar Sürdürülemez iç borç döngüsü ve mali sistemdeki sağlıksız yapı aslında seksenli yıllarda izlenen IMF-Dünya Bankası patentli “ arz yönlü iktisat” politikalarının bir sonucudur. Bu anlayışa göre vergi oranları düşürülerek vergi gelirleri artırılacağı öngörülmüştür. Nitekim bu uygulamaların Türkiye’de uygulanma yapısındaki sorunlardan ötürü vergi gelirleri düştüğü gibi kamu dengeleri de bozulmuştur. Bunun sonucunda kamu borçlanmasına dayalı bir kamu harcama modeli uygulanmıştır. Borçlanma neticesinde kamu açığını bankacılık sektörüyle finanse edilmiş ve kamu harcamaları bankacılık sektörünün spekülatif finansman kararlarına terk edilmiştir. 2001 yılında tasarruf mevduatı sigorta fonuna devredilmiş özel bankalara 8 milyar dolar artı 4,3 katrilyon TL düzeyinde devlet iç borçlanma senedi verilmiştir. Görev zararı taşıyan kamu bankalarına ise açıklarına kapatmak maksadıyla 25,8 katrilyon TL ile bankacılık sektörüne toplam 40 katrilyon TL civarında bir kaynak aktarılmıştır. Bu rakam 2001 yılında neredeyse Türkiye’nin GSMH’nin dörtte biri kadardır. GEGP Tarım Hedefleri Türkiye’de mevcut destekleme poltikalarına 1990ların başından itibaren dışarıdan ve içeriden yöneltilen eleştiriler ile tarımsal destekleme tedrici bir tesviyesini takvime bağlayan 9 Aralık 1999 programı arasında benzerlik hatta çakışma vardır. 2000 Programı çerçevesinde IMF ve Dünya Bankası’na verilen kamuoyu açıklanan 5 niyet mektubundan 4’ünde tarıma ilişkin yeniden yapılanmaya büyük yer ayrılmıştır. Niyet mektuplarının tarımsal politikalara ilişkin bölümlerini en kapsamlısı iç desteklerin sona erdirilmesi konusunda ki ayrıntılı düzenlemelerdir. İç desteklerin tümüyle sona erdirilmesi açık bir şekilde hedeflenmiştir. Bu bağlamda, fiyat garantisiyle destekleme, girdi desteğinin, kredi ve prim desteğinin 2 yıl içerisinde tamamen bitirileceği belirtilmiştir. Öte yanda %45 oranında uygulanan ithaldeki koruma oranlarında %5’e çekilerek sembolik bir hal alacağı, pazara girişin serbestliğinin artırılacağı belirtilmiştir. Programın uygulanmaya başlamasının birinci yılı sonunda 18 Aralık 2000’de, IMF ye verilen 3.Niyet mektubunda uygulamalar bir kez daha teyit edilmiştir; ” Tarım politikalarının reformunda, tüm dolaylı destek politikalarında 2002 sonuna kadar kademeli olarak vazgeçilmesi ve doğrudan gelir desteği sisteminin uygulanmasına geçilmesi amaçlanmıştır.” Doğrudan Gelir Desteği Sistemi Mevcut destekleme modelinin çok kısa bir zaman diliminde yerini bütünüyle doğrudan gelir desteği modeline bırakmasını öngören 2000/267 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı 14 Mart 2000 tarihli resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Mevcut destekleme uygulamalarını bütünüyle ikame etmesi tasarlanan doğrudan gelir sistemi tek başına hiçbir ülkede uygulanmamaktadır. Öte yandan doğrudan gelir desteğinin kamu maliyesine daha fazladan yük getirdiği AB ülkeleri ve Meksika örneklerin de görülmüştür. Bu duruma ek olarak, önceki uygulamada desteklene tüm üreticileri de desteklemeden yararlanılmaktadır; desteklenen seçilmiş ürünlerde üretim üreticinin genellikle yüzde 50’den azı kapsanmaktadır. Kapsanan ürünlerin dahi tüm alım ve kredilendirme maliyeti üzerinde değildir. Özellikle Tarım Satış Kooperatifleri Birliği finansmanın yaklaşık dörtte birini kendi kaynaklarından sağlamaktadırlar. Oysa dorudan gelir desteği geri dönüşüz ve tüm ürünler için uygulanmaktadır. SONUÇ Programda reel sorunların bahsi geçmediği gibi bu sorunlar ilişkin bir çözümde içermemektedir. Zira program 20 yıldır uygulanan Türkiye’yi Dünya kapitalist sistemine tabi bir ülke olarak kalma niyetinde olduğunu gösteren bir belge niteliğindedir. GEGP IMF ve Dünya Bankası’nın isteğiyle yapılan tasfiye ve yeniden yapılanma süreçleri her ne kadar saydamlık ilkesi çerçevesinde yürütüldüğü söylense de tasfiye dilen fonların hangi gerekçelerle tasfiye dildiği ve öne alınan fonların hangi sebeplerle öne alındığı parlamento ya da kamuoyuna açıklanmamıştır. Öyle ki yasalaşma süreci için meclis iç tüzük değişikliği bile yapılmıştır. Milletvekillerini görüşme hakları sınırlandırılmıştır. Doğrudan Gelir Desteğini Türkiye modelinde olduğu gibi tüm destek programlarına tam ikame şeklinde hiçbir ülkede uygulanmamaktadır. Bu durum üretime yönelen bir toplumdan ziyade hazıra alışan tembel ve sadakaya tamah eden kültürde bir toplum oluşturarak sosyal refahın düşmesine sebep olmaktadır. Tüm bu veriler neticesinde görülmektedir ki program Türkiye’yi sürekli yenilenen ve form değiştirerek sertleşen neoliberal politikalara entegre etme manifestosudur.