islam borçlar hukukunda kaza kavramı ve neticeleri

advertisement
The Journal of Academic Social Science Studies
International Journal of Social Science
Doi number:http://dx.doi.org/10.9761/JASSS3279
Number: 44 , p. 153-168, Spring II 2016
Yayın Süreci
Yayın Geliş Tarihi / Article Arrival Date - Yayınlanma Tarihi / The Published Date
18.01.2016
31.03.2016
İSLAM BORÇLAR HUKUKUNDA KAZA KAVRAMI VE
NETİCELERİ
QADHA (MAKING UP) CONCEPT IN ISLAMIC LAW OF OBLIGATIONS
Yrd. Doç. Dr. Halis DEMİR
Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Öz
Bir borcu veya ibadeti zamanında ifa edememenin sonuçlarından bir kısmı kaza başlığı
altında değerlendirilmektedir. Sebep ve sonuçlarıyla kaza birçok fiil içerisinde yer alır. Kaza,
yanında bulunan başkasının hakkı olduğu için verilmesi emredilen bir şeyi veya mislini vererek
borçtan kurtulmaktır. Kaza konusunda geçen mislî mal, fiyatı etkileyecek bir fark olmadan birbirinin yerine geçebilen eş özelliklere sahip malları ifade eder. Kıyemî mal ise, pazarda ya benzeri
bulunmayan ya da fiyatı farklı olan şeydir. Kaza sebeplerinden gasb, İslam hukuku bakımından
ekonomik değeri olan bir malı izinsiz olarak alenen almak suretiyle sahibinin hâkimiyetine son
vermektir. İtlaf ise, başkasının malına bir fiille hukuka aykırı olarak ve tazmin sorumluluğu
doğuracak şekilde zarar vermektir.
Eşya iki ayrı varlıktan oluşur. Bunlar eşyanın cevherini ifade eden ayn(mal) ve eşyanın
kullanımıyla sağlanan menfaatlerdir. Malın müstakil bir fiziki varlığı bulunmaktadır. Mal haklara
ve hukuki işlemlere konu olabilir. Malı itlaf halinde tazmin yükümlülüğü doğar. Menfaatin varlığı
mala bağlıdır. Bu sebeple menfaatin gasp ve itlafı mümkün değildir. Bütün bu durumlarda olaya
tarafların itiraz edemeyeceği bir makam müdahale etmelidir. Gasb ettiği malı kullanarak faydalanan bir kimsenin ayrıca bir ücret ödemesi mevzuu fakihler arasında ihtilaflıdır. Hanefi mezhebine
göre menfaat tazmin edilemez. Hanefi mezhebi fakihleri menfaatin niçin tazmin edilmeyeceğini
çeşitli şekillerde izah etmişlerdir: Gasb edilen mal mevcutsa iade edilir. Değişikliğe uğramışsa ya
noksanlığı ya da tamamı tazmin edilir. Gasıbın yaptığı bizatihi haksızlık olması sebebiyle tazir veya
hapisle cezalandırılacağı, ilave olarak uhrevi cezasının da olduğu ifade edilmiştir. Ayrıca menfaatin
tazmini gasıba haksızlık olur denilmiştir. Menfaatin tazmini konusunda Hanefi mezhebi sonraki
dönem fakihleri, Şafii mezhebinin içtihadına göre, menfaatin tazmini şeklinde fetva vermişlerdir.
Bu fetva gasb ile mağdur olan mal sahiplerinin haklarını korumak bakımından önemlidir. Çünkü
menfaatlerin tazmin edilmemesi yönündeki yaklaşımlar istismara yol alabilir. Fikri, sınaî ve telif
hakları gibi menfaatlerin zarar verici fiillere maruz kalmaları halinde tazminat borcunun
doğacağının kabulü hukukun gayesine daha uygundur.
Kaza üç başlık altında incelenir: Makul misille kaza: Bir şeyin yerine, şekil ve ekonomik
değer bakımından emredilen şeye benzerliği akılla kavrana¬bilen bir şeyin verilmesidir. Makul
olmayan misille kazada zamanında ödeyemediği bir şeyin yerine, emredilen şeye benzerliği akılla
kavranamayan başka bir şeyin verilmesidir. Mâkul olmayan misille kaza, nassla veya nassın delaletiyle sabit olabilir. Bu konunun üçüncü çeşidi edaya benzer kazadır.
Anahtar Kelimeler: Kaza, Îfâ, Menfaat, Gasb ve Itlaf
154
Halis DEMİR
Abstract
Some consequences of non performance of an obligation or a prayer is evaluated under
the title of Qadha (Making Up). Qadha appears in a lot of acts with its cause and effects.
Qadha is to get out of an obligation by giving the same thing or an equivalent one as what
is retained is someone else’s right. Equivalent property about qadha means the property having interchangeable identical features without any price difference. Qyemy property is something either
which does not have similar one in market or its price is different. Usurpation which is one of the
reasons of qadha is ending a property’s possession by seizing openly a property having an economical value without prior permission. Destruction is damaging someone else’s property unlawfully
causing a compensation responsibility.
Property consists of two entities. These are interests which are afforded by using property
and thing expressing the essence of property. Property has an independent tangible asset. Property
can be an issue in rights and legal transactions. In case a property is destroyed, compensation responsibility arises. The existence of interest depends on property. So usurpation and destruction of
interest is impossible. In such cases, An authority which all parties can not object must interfere.
Whether a man who gained economic profit from the property which he usurped is one of the controversial issues among faqihs (experts in Islamic law). According to Hanefi madhhab (hanafiyyah
school) Interest cannot be compensated. Faqihs in Hanafiyyah madhhab explain why interest cannot be compensated in different ways. If an usurped property is available, it is returned. If it is undergone a change, deficiency or all the property is compensated. It is stated that usurper is se ntenced to imprisonment or punished in different ways and there is a punishment in afterlife since it
is an act of injustice in itself. Additionally, compensation of interest would be unfair to the usurper.
Next term hanafiyya faqihs gave fatwa that interest is compensated according to Shafii madhhab.
precedent. This fatwa is significant to protect owners’ rights which were usurped. Approaches
against compensation can be exploited. In case the interests such as the rights of intellectual and industrial copyrights are exposed to damaging acts, The acceptation of compensation is in accordance
with the end of law.
Qadha is studied under three titles: Qadha with reasonable equivalent: Giving something
which can be perceived its resemblance to ordained thing in terms of shape and economic value in
return for something. In Qadha with unreasonable equivalent, giving something which cannot be
perceived its resemblance to ordained thing in return for something which he could not afford to
pay. In Qadha with unreasonable equivalent can be determined by the Ko¬ran or its signification.
The third kind of this subject is Qadha which is similar to performance
Keywords: Qadha, Performance, Interest, Usurpation, And Destruction
1. Giriş
İslam hukukunun önemli kavramlarından birisi olan kaza zamanında îfâ edilemeyen
ibadetlerin sonradan îfâsı bakımından ibadetlerle alakalıdır. İbadet kulun Allah’a karşı bir vazifesi olması sebebiyle eda vaktinin iradî veya
gayr-i iradî bir şekilde geçmesi durumunda, bu
ihmalin dünyevi ve uhrevi hükümleri vardır.
Ödünç alınıp sahibine iade edilmeyen bir eşyanın veya zamanında ödenemeyen borç ve benzeri yükümlülüklerin nasıl îfâ edileceği borçlar
hukukunu ilgilendirmektedir. Menkul veya
gayrimenkul bir malın sahibinden aleni bir şekilde cebren alınması veya ödemeden kaçınılması sonuçları itibariyle gasp ve itlaf konusunda
da geçmektedir. Bu durumda başkasına verilen
zararın nasıl telafi edileceği söz konusudur.
Kaza, gasp edilen malın kullanıldığı müddet
içerisindeki menfaatinin tazmini sebebiyle mal
kavramıyla alakalıdır. Müçtehitlerin mala bakış
açılarına göre menfaatin tazmini gündeme gelmektedir.
Konu birkaç şekilde sınırlandırılmıştır:
Borçlar hukuku ve Hanefi mezhebine mensup
fakihlerin konuyla ilgili ictihad ve tahlillerinin
tespiti yapılacaktır. Olayın mahkemeye intikali
ve taraflar arasında ortaya çıkacak ihtilafların
nasıl giderileceği konusuna değinilmemiştir.
Kaza konusu, itlaf ve gasb temel konuları ile
Hanefi mezhebi içerisinde incelenecek, menfaat
kaybına da yer verilecektir. İade, itlaf edilen
malın kaza anında kıymetini belirleme, tazmin
şartları ve usulleri, taraflar arasında bu konularda çıkan ihtilafların sona erdirilmesi, bir takım
işlemleri gerektirmektedir. Bu konular bu yazıda
incelenmeyecektir.
2. Kaza Kavramı Ve Mahiyeti
Kaza ve bu kökten türetilmiş çeşitli kelimeler Kur’an-ı kerim ve Hadis-i şeriflerde
geçmektedir. (Abdülbâkî, 1990, ‚kzy‛ md.;
İslam Borçlar Hukukunda Kaza Kavramı ve Neticeleri
Wensinck, Concordanc, ‚kzy‛ md). Kaza, sözlükte "bir şeyi sona erdirmek, hüküm vermek,
ihtiyacı gidermek, borcu ödemek, bildirmek,
tamamlamak, ilişiği kesmek, öldürmek" gibi
anlamlara gelir. (İbn Manzûr, 1994; c. XV, s. 186).
Kaza kavramını Hanefi fakihi Serahsî şöyle tarif
etmiştir: ‚Yanında bulunan başkasının hakkı
olduğu için verilmesi emredilen şeyin mislini
vererek vacibi düşürmektir.‛ (Serahsî, 1993, c. II,
s. 44-45; Lâmişî, 1995; s. 71). Bir hakkı kullanan
birisinin, sahibinin olduğu tariften kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. ‚Hakkahu‛ kaydı kazayı vedia akdinden ayırt etmektedir. (Buharî,
Abdulaziz, 1997, c. I, s. 305). Çünkü vedia akdi,
mal kendisine bırakılan kişide emanet olara
kalmaktadır. Bu mal yanında bulunan kişinin bir
taksiri veya başka bir fiili olmaksızın tamamen
veya kısmen telef olursa tazmini lazım gelmez.
(Bilmen, (bty.), IV, 155).
Bazı tariflerde, ‚kaza, vacibin bir benzerinin hak sahibine tesliminden ibarettir.‛ şeklinde (‫‚ )انًايىر‬emredilen‛ kaydı olmaksızın
geçmemektedir. (Şâşî, Ahmed, 2003; 344; Ahsiketî, (bty.) s. 446). Bir diğer tarifte ise, ‚Bir vacibin bir mislinin ödenmesi gereken vaktin dışında başka bir vakitte/ tesliminden ibarettir.‛ denilmektedir. (Lâmişî, 1995; s. 71). Bu vacip ifası
zamanlı bir ibadet olabileceği gibi, zamanında
ödemesi yapılmamış akid veya benzeri, sebepsiz
iktisaptan kaynaklanan bir borç olabilir. Tanımlarda kaza kavramının dünyevi ahkâmına temas
edilmiş olması da ayrıca dikkat çekicidir.
Kazanın daha iyi anlaşılması bakımından edâ kavramının tarifinin de yapılması gerekmektedir.
Eda,
‚Vakti
içerisinde
ödenmesi/yapılması gereken bir şeyin aynının teslimidir.‛ (Lâmişî, 1995, s. 71). Bu tarif kazanın kaynağının şer’î bir mükellefiyetin dışında borçlar
hukuku bakımından ortaya çıkan mesuliyetleri
de içerisine alması bakımından kapsamlıdır.
Yapılması gereken şey dar veya geniş vakitli bir
ibadet olacağı gibi, ifası gerekli nafaka gibi bir
borç da olabilir. Tarifte geçen vakit, ayn ve teslim kelimeleri eda ile kaza arasındaki benzerliği
göstermektedir. Belki bu iki kelime arasında en
belirgin fark vakitle alakalıdır. Kazada, ‘vacibin
mislinin dinen (şer’an) belirlenen vaktinin dışında teslimi’, söz konusudur. (Yaşaroğlu, 2002,
c. XXV, s. 111). Eda da ise vacip olan şeyin vakti
155
içerisinde teslimi veya ifası yapılmıştır.
Kaza ve eda kelimeleri arasında benzerlik naslarda karşımıza çıkmaktadır. Kur'an'da
dinî ve hukukî görev ve borçların yerine getirilmesi kaza ve eda kelimeleriyle anlatılır. (Bardakoğlu, 1994, X, 389). Konuyla ilgili bir ayette
kaza eda yerine kullanılmıştır.
ْ ‫ض َوابْتَغُىا‬
ٍِ‫ي‬
ِ ْ‫ضي َتِ انص َّٰهىة ُ ف َاَْتَشِ ُروا فًِ ْاْلَر‬
ِ ُ‫فَ ِارَا ق‬
َّ
ْ
َ
ُ
ُ
ُ
ٌَ ‫يرا نعَهك ْى تف ِهحُى‬
‫فَض ِْم اّٰلله ِ َوارْك ُروا ه‬
ً ‫اّٰللَ ك َٖث‬
‚Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfünden nasibinizi arayın. Allah’ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz.‛ (Cuma,
62/10). Cuma namazının kazası olmadığından
burada kaza kelimesiyle doğrudan eda kast
edilmiştir.
Edâ fıkıh literatüründe, kaza da dâhil
her türlü îfâ ve ödemeyi içine alacak şekilde
kullanılmakla beraber, terim anlamı dışında
kullanımı mecaz olarak nitelendirilir. (Serahsî,
1993, c. II, s. 45; Debûsî, 2001; s. 87; Pezdevî,
1997, c. I, s. 310).
Kaza ve edâ kelimelerinin birbirlerinin
yerine kullanılmaları müelliflerin ifadelerinde
de görülmektedir. Bazı müellifler edâ kavramını
borç ve görevlerin îfâsını içine alacak şekilde
düşündüğünden gasb edilen malın aynen iadesini kâmil (tam) edâya, akdin gereği üzere sonra
misliyle iadesini kasır edâya örnek gösterirler.
(Serahsî, 1993, c. II, s. 52; Bardakoğlu, 1994, c. X,
s. 389). Mesela Serahsî’nin kasır (noksan) edâ
olarak ifade ettiği ‚vacibin mislinin teslimi bazı
müelliflerce kaza olarak nitelendirilir. (Pezdevî,
1997, c. I, s. 304-305). Serahsî gasbla ilgili şu
cümleye yer vermektedir: ‚Eda, gasb ettiği veçhile, gasb ettiği şeyin aynını gasb ettiği kişiye
teslimdir. Satılan şeyin aynını müşteriye akdin
gerektirdiği şekilde teslim edilmesidir.‛ (Serahsî,
1993, c. II, s. 52). İfadelerde zaman kaydı olmadığına göre gasb eden kimse malın aynını veya
mal misli ise mislini sonra teslim etmesi halinde
edâ fiili gerçekleşmiş olacaktır. Yine satıcı akdin
gereğine göre malı hemen teslim ederse bu edâ,
satıcı peşin alış veriş durumunda malı teslim
işini sonra ya da misliyle îfâ ederse kaza fiili
gerçekleşmiş olacaktır. Gasb fiilinde gasb edilen
menkul mal gasıbın yanında ise sahibine aynen
vermesi edâ, telef olması halinde mislini vermesi
ise kazadır. (Serahsî, 1993, c. II, c. 44-45).
Genel olarak, tek taraflı veya iki taraflı
bir hukukî işlem, haksız fiil, haksız iktisap veya
kanundan kaynaklanan borçların yerine getiril-
156
Halis DEMİR
mesi edâ olarak adlandırılabilir. (Bardakoğlu,
1994, c. X, s. 389). Bu borçların zamanında îfâ
edilmemesi sebebiyle sonra teslim veya ödeme
kaza anlamına gelir. Kaza, "vücûbun sakıt olması, dinî-hukukî bir borcun hak sahibine teslimi"
anlamında edâ ile buluşmaktadır. (Şakiru’lhanbelî, 1948; s. 72). Şu farkla ki, kazada vucubiyet zamanı geçirilmiş olmaktadır. Belirli bir
vakit içinde yerine getirilmesi gereken bir ibadetin kasten veya unutarak vakti çıktıktan sonra
îfâ edilmesi gerçek anlamda kazadır. (Yaşaroğlu,
2002, c. XXV, s. 111). Bu örnekte ise, zaman mefhumu eda ile kazayı birbirinden ayırmakla birlikte alınan bir malın aynının verilmemesi sebebiyle kaza fiili ortaya çıkmaktadır.
İslâm hukukunda kişinin yerine getirmekle yükümlü olduğu dinî, ahlâkî ve hukukî
borçları, borcun kaynağı ve gereklilik derecesine
göre farz, vacip, müstehap, sünnet, nafile gibi
terimlerle ifade edilir. Kaza kavramı bunlar arasında en çok vacip konusuyla ilgilidir. (Bardakoğlu, İstanbul 1994; c. X, s. 390).
Fıkıh usûlünde ise kaza konusu, dille
ilgili usûl kuralları ve lafzın şer'î hükme delâleti
bahsinin alt bölümünü teşkil eden emir bahsinde yer alır.
3. Kazanın Kısımları
Hanefî usûlcüleri kazayı üç başlık altında incelerler. Makul misille kaza (tam-eksik),
gayri makul misille kaza ve edaya benzer kaza.
(Serahsî, 1993, c. II, s. 49, 55; Ahsiketi, (bty.), s.
456-457, 466; Abdulaziz Buhârî, 1997, s. 231;
Şakiru’l-hanbelî, 1948, s. 74).
Kazanın çeşitlerine geçmeden önce kaza konusunda sıkça kullanılması sebebiyle, misli
ve kıyemi kavramlarını açıklamak istiyoruz:
Mislî, fıkıh terimi olarak ‚fiyatı etkileyecek bir fark olmadan birbirinin yerine geçebilen, görünüm, içyapı ve ekonomik fayda bakımından eş özelliklere sahip aynı türe ait malları
ifade eder.‛ (Mecelle md. 145). Kıyemî ise, "Çarşı ve pazarda misli bulunmayan yahut bulunursa da fiyatça mütefavit olan şeydir." (Mecelle
md. 146). Gayr-i menkuller, parça başı fıyat
belirlenerek işlem gören canlı hayvan, yazma
kitap, antika eser, mücevher, karpuz, lahana
gibi piyasada olmayan misli mallar kıyemi mal
kabul edilmektedir. Karpuz vb. mallar tartı ile
satılırsa misli mal sayılır. Misli mallar misli ile
kıyemi mallar değeriyle tazmin edilir. (Gözübenli, 2002; c. XXV, s. 539-540). Ticari örfle ilişkili
olduğundan zamanla kıyemî mallar misli, misli
mallar kıyemî mala dönüşebilir. (Hacak, 2005, c.
XXX, s. 187).
Makul misille kaza, bir şeyin yerine, şekil ve ekonomik değer bakımından emredilen
şeye benzerliği/denkliği akılla kavranabilen
başka bir şeyin verilmesidir. Tam ve noksan
diye iki kısma ayrılır. Gasb edilen ya da telef
edilen bir eşyanın, misliyle tazmini mâkul misille tam kazadır. Bu şeyi kıymetiyle tazmin ise
mâkul misille noksan kazadır. (Serahsî, 1993, c. I,
s. 55-56; Şakiru’l-hanbelî, 1948, s. 74). Mesela bir
tutam buğdayı gasb edenin aynıyla tazmini
makul misille tam kazanın örneğidir. Koyunu
gasp edip telef eden kişinin koyunun kıymetini
ödemesi makul misille noksan kazadır. Bu ödeme kıymet olarak koyuna karşılık gelmekle
beraber şekil olarak onun yerini tutmadığı için
bir bakıma noksandır. (Şâşî, Ahmed, 2003, s. 149;
Pezdevî, 1997, c. I, s. 363-364). Konuyla ilgili bir
başka örnek karzla alakalıdır. Ödeme veya sahibine iade etmek üzere aldığı bir şeyi bir kimsenin iradesiyle zamanında ödememesi halinde
zorla ödeme makul misille tam kazadır. Bu eşyanın telef olması, elden çıkması veya tüketilmesi vb. şekillerde elinde bizzat eşya veya eşyanın misli olmaması sebebiyle kıymetini ödemesi mâkul misille noksan kazaya örnektir.
(Saatî, 1985, s. 164).
Makul olmayan misille kaza ise zamanında ödeyemediği bir şeyin yerine, emredilen
şeye benzerliği akılla kavranamayan başka bir
şeyin verilmesidir. Ramazan orucunu tutamayacak derecede yaşlı birinin oruc mükellefiyeti
yerine fidye ödemesi bunun ibadetten örneğidir.
(Şakiru’l-hanbelî, 1948, s. 74; bkz. Bakara, 2/184).
Babanın çocuğunu öldürmesi halinde kısas
cezasının mal ile ödenmesi, bu tür kazanın muamelat ile ilgili örneğidir. (Şakiru’l-hanbelî, 1948,
s. 74).
Mâkul olmayan misille kaza, ancak
nassla veya nassın delaletiyle sabit olabilir. Bu
konuda kıyas yapılamaz. Örnekteki, kısasın
diyetle ödenmesi hükmü, hataen öldürmede
nasla, kasten öldürmede nassın delaletiyle sabit
olmuştur. (Şakiru’l-hanbelî, 1948, s. 75; bkz.
Nisa, 4/92). Kaza tanımlarındaki mâkul nitelendirmesi "akılla bulunabilir ve kavranabilir" anlamındadır. Gayr-i mâkul ise, aklın idrak edemediği, aklın hüküm koyamadığı, yani taabbudi
alan anlamındadır. Burada gayr-i makule akıl
dışı alan anlamı verilmesi uygun değildir. Çünkü akıl Allah’ın bir delilidir. Nass ile akıl arasın-
İslam Borçlar Hukukunda Kaza Kavramı ve Neticeleri
da bir tenakuz olamaz. Mesela akıl oruç tutamayan bir kimsenin buna karşılık olarak fidye
vermesi yükümlülüğü arasında benzerlik kuramaz. Zira oruç, nefsin açlığı fidye ise aç bir kimsenin doyurulmasıdır. Fakat nassda tutulamayan oruca karşılık fidyenin cevazı hakkında
beyan gelmiştir. (Bakara, 2/184). Nass sebebiyle
iki farklı şey olan oruç ve fidye arasında denklik
olduğunu düşünürüz. Şeriat, fidyeyi orucun
yerine koymuştur. Bu benzerliği bulmak idrak
ve aklın ötesindedir. (Nesefî (bty.), s. 457-458;
Misbah, 1971, s. 239).
Menfaatlerin malla tazmin edilmemesi
ilkesi de mal ile menfaat arasında şekil ve değer
yönüyle denklik bulunmadığı gerekçesiyle bu
zeminde ele alınır.
Bu konunun üçüncü çeşidi ise edaya
benzer kazadır. Nikâhta gayri muayyen bir
kıyemî malın mehir tayin edilip sonra ondan
vasat cinsinin kıymetinin ödenmesi edâya benzeyen kazanın örneğidir. Edaya benzer kazada,
bir adam bir kadınla evlense vasfını belirtmeksizin altın bir bileziği mihir olarak zikretse, sonra
kadına bu bileziğin kıymetini ödese, bu ödeme
edaya benzer kaza olur. (Şakiru’l-hanbelî, 1948;
Yaşaroğlu, 2002, c. XXV, s. 111). Burada önceden
tayin olmaması sebebiyle edaya benzerlik, kıymetinin ödenmesi sebebiyle de kaza durumu söz
konusudur.
4. Kazanın Sebebi Olarak Gasp Ve İtlaf Kavramları
Misli mâkul kaza konusunda ağırlıklı
verilen örnekler gasb ve itlafın tazmin şekliyle
ilgili olması sebebiyle bu konuları kaza bahsiyle
irtibatını kaybetmeden incelemek istiyoruz.
4.1. Gasb
Sözlükte gasb, ‚bir kimseye üstün gelmek, bir şeyi zorla almak,‛ anlamına gelir. (İbn
Manzur, 1994, c. I, s. 648; Tehânevî, 1996; c. II, s.
1254). Gasb ıstılah olarak ise, ‚Mütekavvim ve
muhterem bir malı izinsiz olarak alenen almak
suretiyle sahibinin hâkimiyetine son vermektir.‛
(Sadru’ş-şerîa, (bty.), s. 462). Tarifte geçen kayıtlara göre gasb edilen mal mütekavvim, yani
dinen kullanılmasına izin verilen bir nesne olmalıdır. Şarap ve domuz eti gibi Müslümanlar
için mütekavvim sayılmayan bir malın zorla
alınması halinde gasp tahakkuk etmez. Bu malların gayr-i Müslimlere ait olması durumunda
onların dinine göre yasak olmayan mallar gru-
157
bunda yer aldığından mütekavvim mal sayılır.
(Serahsî, 1989; c. XI, s. 87, 96). Muhterem ise
İslam ülkesi vatandaşlarına ait olan mal dermektir. İzin kavramıyla vedia, ariyet, icâre, hibe gibi
akidler dışarıda tutulmuştur. Bu akitlerde akde
mevzu olan eşyada sahibinin kullanıma izni
sebebiyle gasb fiili gerçekleşmez. (Herevî, 1997;
c. II, s. 462).
Başka bir tarif de şöyledir: ‚Başkasının
mülkünde bulunup kıymet ifade eden ve harbiye ait olmayan bir malı haksız yere zorla ele
geçirmektir.‛ (Merginânî, 1990; c. III, s. 335;
Mevsilî, (bty.), c. III, s. 73). Tanımda geçen ‚haksız‛ kaydı nafaka, mehir borcu vb. şer’an yapması gereken bir ödemeyi ihmal şeklinde tasarrufları dışarıda bırakmaktadır. Tanımda sahibinin rızası olmaksızın mala el koyma açıkça ifade
edilmektedir. Kâsanî ise şöyle tarif etmiştir:
‚Kıymet îfâ de eden bir malda açıktan ve güç
kullanarak sahibinin mülkiyet ve tasarrufunu
ortadan kaldırmaktır.‛ (Kâsanî, (bty.), c. VII, s.
211). ‚Açıktan‛ ifadesi gasb fiilini hırsızlıktan
ayırt etmektedir. Fakat mesela icare akdinde kira
müddetinin dolmasından sonra kiracının kira
bedeli ödemeksizin veya malı sahibine ödemeyi
reddetmesi üzerine de gasb suçu ortaya çıkabilir. Malın alınarak/el konularak sahibinin hâkimiyetine son verilmesi gayr-i menkullerin gasbı
ve menfaatin tazmini konularını ilgilendirmektedir. Hanefi mezhebinde bu konuda iki farklı
genel kanaat bulunmaktadır:
Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf gasbın gerçekleşmesi için menkul mala yönelik bir fiil
olmasını şart koşar. İmam Muhammed, gayr-i
menkulde de gasb fiilinin gerçekleşeceği kanaatindedir. Ebu Hanife ve Ebu Yusuf’a göre, gayrimenkullerin faile isnadı mümkün bir fiille zayi
olması veya hasara uğraması durumu ise ayrı
bir haksız fiili, itlafı ortaya çıkarır, tazmin borcu
doğar. (Sadruşşerîa, (bty.), c. II, s. 462).
Bu iki imam şu hadisi de delil olarak
getirmişlerdir: ‚Kim bir karış miktarı bir yeri
gasb ederse, Allahu Teâlâ kıyamet gününde o
yerin yedi katını onun boynuna geçirir.‛ (Buharî, Muhammed, 1992, Bedu’l-halk 2; Müslim,
1992, Müsakat, 137, Tahrimu’z-zulm 138; Tirmizî, 1992, Diyat 21). Ebu Hanife ve Ebu Yusuf’un ictihadına göre Rasulullah akarı gasb
edenin cezasının ahrette azap olduğunu belirtmiş, dünyada ödemesini söz konusu etmemiştir.
158
Halis DEMİR
Ödeme gerekseydi, Rasulullah ödemeyi cezadan
daha öncelikli açıklardı. Ödeme, mal sahibinin
elinden çıkan şeyi telafi etmek için gerekli olur.
Oysa nakil dışında mal üzerinde sahibinin zilyetliğinin kaybı gerçekleşmez. Mal bir yerde
kaldıkça sahibinin zilyetliği devam eder. (Serahsî, 1989, XI, 74).
İmam Muhammed’in içtihadına göre
ise gasb nedeniyle ödemenin gerekli olması malı
nakil suretiyle sahibinin tasarruf ve hâkimiyetini
yitirtmeye dayanmaktadır. Gayr-i menkul eşyada ise hükmü isbat için başka bir şey onun yerine konur. Yani gasb edilen bir evde oturmak
veya sahibini evden çıkarmak suretiyle akar ele
geçirilmiş olur. (Serahsî, 1989, c. XI, s. 74). Gayr-i
menkulde gasb fiili gerçekleşir. (Sadruşşerîa,
(bty.), c. II, s. 462.)
Haksız zilyedlik, vedîa veya ariyet
olarak alınan malın sahibinin talebi olduğu
halde iade edilmemesi de gasp sorumluluğu
çerçevesinde değerlendirilir. (Aydın, 1997; c. XV,
s. 209).
Fiilî tasarruflarda failin edâ ehliyetine
sahip olması aranmadığı ve haksız fiillerde
sorumluluk kişideki vücûb ehliyetine dayandığı
için gâsıp çocuk veya akıl hastası olsa bile işlediği fiilin hukukî sonuçlarına katlanır. (Aydın,
1996, XIII, 389).
4.2. İtlaf
Kaza ile irtibat kurduğumuz diğer bir
kavram ise itlaftır. Gasbın sonuçlarından ve
borçlanma sebeplerinden birisi olarak itlaf haksız bir fiildir.
İtlaf sözlükte ‚tahrip etmek, yok etmek‛ anlamlarına gelir. (İbn Manzur, 1994, IX,
18). İtlaf ıstılahta ise, "başkasının malına doğrudan veya dolaylı bir fiille, hukuka aykırı olarak
ve tazmin sorumluluğu doğuracak şekilde zarar
vermek" tir. (Kâsanî, (bty.), c. VII, s. 243; Aydın,
2001, c. XXIII, s. 456; Aydın, 1990, s. 67-85).
İtlafın iki çeşidi bulunmaktadır: İlki, mübâşere,
yani doğrudan bir fiille zarar vermektir. İkincisi
ise tesebbüb yani kusurlu davranışıyla bir zararın meydana gelmesine sebep olmaktır. (Aydın,
1997, c. XV, s. 209).
El konulan gayr-i menkul malın zayi
olması veya tüketilmesi halinde itlaf sorumluluğu ortaya çıkar. (Serahsî, 1989, c. XI, s. 67;Kâsanî,
(bty.) c. VII, s. 243; Aydın, 1996, XIII, 387, 391).
Zararın faile isnadı ve tazmin borcu doğabilmesi
için fiille zarar arasında bir illiyet bağının bulunması gerekmektedir. Zararla fiil arasında bir
illiyet bağı mevcut olmakla birlikte başka faktörün devreye girmesi tazmin sorumluluğunu
engelleyebilir. Fırtına, yangın, sel gibi mücbir
sebepler ve zarar görenin kusuru illiyet bağını
keser. (Aydın, 2001, c. XXIII, s. 468).
İtlaf edilen mal mislî ise misli ile gayri
mislî ise değeriyle tazmin edilir. mislî olmakla
birlikte piyasada bulunmayan mallar değeriyle
ödenir. Fahiş bir zararın meydana gelmesi durumunda mal sahibi malı faile verip tamamını
tazmin ettirme ile zararı tazmin ettirme arasında
seçim hakkına sahiptir. (Kâsanî, (bty.), c. VII, s.
243).
İtlaf kapsamına insanların hukuka aykırı fiilleri, üçüncü şahısların mallarına verdikleri zararlar, kişinin kontrolündeki eşya ve hayvan
veya sorumluluğu altında bulunan kimselerin
verdikleri zararlar da girer. (Aydın, 2001, c.
XXIII, s. 468-469).
Bir evde oturmak, bir toprağı ekmek
veya toprağı nakil fiiliyle noksanlaştırma fiili
itlaftır. İtlaf ise tazmin edilir. Çünkü verilen
zarar akarın bizatihi aynı ile alakalı bir fiildir.‛
(Herevî, (bty.), c. II, s. 463). Değer kaybının tazmin edilmesi konumuz bakımından önemlidir.
Noksanlığın bir tazmin borcu doğurabilmesi için
bunun gâsıbın fiil ve kusuru ile meydana gelmiş
olması gerekir. (Mevsilî, (bty.) c. III, s. 74-75;
Aydın, 1996, c. XIII, s. 390).
5. Gasp Ve İtlafın Hukuki Neticeleri
Gasb veya itlafın söz konusu eşyanın
bizzat üzerinde, hayvan gasbında olduğu gibi
ürünlerin veya kirada olduğu gibi gelirlerde bir
takım neticeleri ortaya çıkar. Bunların hukuki
neticelerini şöyle ifade edilebilir:
1. İade. Gasb edilen mal duruyorsa sahibine iade edilir. Çünkü hukuk dışı sebeplerle
el konulan bir malın, sahibine iadesi dinî-hukukî
bir vecibedir. Nitekim konuyla ilgili bir hadis
mealen şöyledir: ‚Bir kişinin kardeşinin malını
şaka ya da ciddi olarak izinsiz alması helal olmaz. Bu şekilde alırsa onu sahibine iade etsin.‛
(Dârimî, 1992; Buyû 56; İbn Mâce, 1992, Sadakat
5; Ebû Dâvud, 1992, İcâre 90; Tirmizî, 1992, Buyû
39). Hadisin beyanına göre hibe, sadaka, vb. tek
taraflı bağlayıcı akidler dışında kişilerin aldıkları
malları iade sorumluluğu olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Burada iade sorumluluğu sebebiyle
zayi ettiği malın da mislini veya kıymetini ödeme mecburiyeti bulunmaktadır.
Gasb edilen malda önemli bir eksilme
veya değişiklik olmadıkça sahibi malın iadesi
İslam Borçlar Hukukunda Kaza Kavramı ve Neticeleri
yerine bedelinin ödenmesini isteyemez. Buna
karşılık malı telef sebebiyle iade edememe halinde mislinin ödenmesi gerekir. Gasıb ya gasb
etiği malının, şekil ve ekonomik değer bakımından mislini ya da sadece ekonomik değer bakımından mislini öder. (Serahsî, 1993, XI, 50).
Konuyla ilgili olarak kaynak eserlerde delil
olarak getirilen ayet şöyledir:
َّ ‫اَن‬
ٍِ ًَ َ‫اص ف‬
ٌ ‫ص‬
َ ِ‫ش ْه ُر انْ َح َراوُ بِانشَّ ْه ِر انْ َح َر ِاو َوانْح ُُر َياتُ ق‬
ٌَّ َ ‫ا ْعت َ ٰذي َعهَيْكُ ْى فَا ْعتَذُوا عَهَيْ ِّ بًِِ ثْ ِم َيا ا ْعت َ ٰذي عَهَيْ ُك ْى َواتَّقُىا اّٰلله َ َوا ْعه َ ًُىا ا‬
ٍَ ‫اّٰللَ َي َع انْ ًُت َّ ٖقي‬
‫ه‬
‚Haram ay haram aya karşılıktır. Dokunulmazlıklar karşılıklıdır. Kim size saldırırsa
siz de ona misilleme olacak kadar saldırın. Allah’tan korkun, bilin ki Allah müttakilerle beraberdir.‛ (Bakara, 2/194).
Ayet-i kerimede mal ve cana karşı yapılan saldırıya misliyle karşılık vermeye izin verilmiştir. Bundan öte bir karşılık nassların koyduğu meşrû mudâfaa ölçüsünü aşmaktadır.
Haddi aşmak müttakî insanlara yakışmaz.
Bu konudaki bir izah ise şöyledir:
Ödemekten maksat malı gasb edilen kişinin
zararını gidermektir. Zararı gidermenin en uygun yolu misliyle olur. Malın mislini sahibine
ödemek piyasada bulunmaması sebebiyle mümkün olmazsa değeriyle ödeme yoluna başvurulur. (Serahsî, 1993, c. XI, s. 49-50).
2. Malın değişikliğe uğraması: Gasb
edilen malda değişiklik farklı şekillerde olabilir.
Gasb edilen mal, ismi değişecek ve önceki fonksiyonlarının çoğunu yerine getiremeyecek ölçüde bir değişikliğe uğrarsa gâsıbın
mülkiyetine girmiş olur. Mesela gâsıb gasb ettiği
buğdayı ekmek yapsa, keresteyi binada malzeme olarak kullansa malın mülkiyeti kendisine
geçer. Malın kıymetini sahibine öder. (Şâşî, Ahmed 2003,148; Serahsî, 1993, c. XI, s. 86; Merginânî, 1990, c. III, s. 338; Mevsilî, 1992, c. III, s.
77). Bu işlemle bir bakıma malikin hakkını ortadan kaldıran başka bir sanat eseri ortaya çıktığı
için mülkiyet el değiştirmiş olmaktadır. (Şâşî,
Ahmed 2003, s. 97-98).
Buna karşılık gâsıbın bir değer ilâvesiyle değişiklik yaptığı mallarda sahibinin seçim
hakkı bulunmaktadır. Malını o şekilde kabul
ettiği takdirde ilâve değişikliğin kıymetini öder,
ya da malının gasp anındaki değerini tazmin
ettirir. (Serahsî, 1993, c. XI, s. 52, 85-86; Merginânî, 1990, c. III, s. 340-343; Mevsilî, 1992, c. III,
s. 74).
159
Farklı bir durum olarak değişikliğe uğrayan malda bir eksilme olmuşsa, fahiş bir eksikliğin bulunması halinde mal sahibi ya malı alıp
eksikliği tazmin eder. Ya da malın tamamının
değerini tazmin ettirir. Fahiş olmayan noksanlıklarda bu noksanlığın tazmini söz konusudur.
(Serahsî, 1993, XI, 52, 85-86; Merginânî, 1990, III,
340-343; Mevsilî, 1990, III, 75).
3.Malın piyasa değerinin değişmesi: İki
farklı şekilde ortaya çıkabilir.
Malın piyasa değeri düşebilir. Bu durumda, malı sahibine iade eden gâsıptan değer
kaybı talep edilmez. Çünkü malın değer kaybı,
gasb edenin irade ve tasarrufu dışında, ekonomik sebeplerden kaynaklanmıştır. Mal sahibi,
mal yerine gasp anındaki değerinin ödenmesini
de isteyemez. Zira kural olarak gasb edilen bir
malın aslen ifası mümkün ise bedelin ifasına
gidilmez. Serahsî bu ilkeye şu örneği verir:
Bir kimse başkasına ait bir kumaşı gasb
ettikten sonra gömlek yapmak için kesse de
dikimini yapmadan sahibi kumaşa el koysa
kumaş sahibi seçim hakkına sahip olur; Kumaşın değerini gasb edene ödettirebilir. Kumaşı
alarak kesme nedeni ile meydana gelen eksilmeyi gasb edenden talep edebilir. (Serahsî, 1993, c.
XI, s. 85).
Gasb edilen malın değerinde artış
meydana gelebilir. Gasb edilen eşyada bir fazlalık olmaksızın değerinde artış meydana gelir
sonra da telef olursa, gasb eden malın gasb edildiği sıradaki değerini öder. Ödemenin gerekli
olma nedeni, mal sahibinin zilyedliğinin gasıp
tarafından kaldırmasıdır. Bu, gasb fiilinin yapıldığı sırada meydana geldiği için malın bu esnadaki değerine itibar edilir. (Serahsî, 1993, c. XI,
s. 56). Buna karşılık, gâsıp elde ettiği veya elde
etmeyi ihmal ettiği menfaatler karşılığında tazminat ödemek mecburiyetinde değildir. (Serahsî, 1993, c. XI, s. 77; Aydın, 1996, c. XIII, s.
389). Bu konu ayrı bir başlık altında incelenecektir.
4. Malda gasb fiilinden sonra ortaya çıkan ziyadeler: Gâsıbın elinde gasb ettiği mal
emanet hükmünde bulunmaktadır. Malda meydana gelen ziyadelerin malla birlikte iadesi
gerekir. Ziyadeler gasıbın kusuru olmaksızın
telef olursa gasb eden onun değerini ödemez.
(Serahsî, 1993, c. XI, s. 54; Kâsanî, (bty.), c. VII, s.
236). ‚Emanet, emin olunan kimseye verilir.
160
Halis DEMİR
Kendisinin yanında teaddisi veya taksiri olmaksızın telef veya zayi olan bir emanet malı tazmin
etmek, bedelini vermek lazım gelmez.‛ (Bilmen,
(bty.), c. IV, s. 148).
5. Gasb edilen mala yapılan masraflar:
gâsıp mala veya ziyadelerine yaptığı masrafları,
malı iade anında sahibinden talep edemez. Bu
durumun birçok izahı yapılmıştır. Çünkü mal
için yapılan bu masraflara mal sahibinin izni
olmadan yapıldığı için teberrudur. (Serahsî,
1993, c. XI, s. 85; Mevsilî, 1992, c. III, s. 80).
Masrafların ödenmemesi, menfaatin
mal sayılmaması ve tazmin edilmemesiyle dengelenmektedir. Gasb ettiği mal için malı yanında
alıkoyduğu süre için yapmış olduğu masrafları
alamayan haksız zilyed, bunun karşılığında
mağsûbu kullandığı ve faydalandığı süre için de
tazminat ödemez. (Serahsî, 1993, c. XI, s. 54-55;
Aydın, 1996, c. XIII, s. 387-388). Çünkü bir Hadisi şerife göre, ‚Bir şeyin nef’i zamanı mukabelesindedir.‛ (Ebû Dâvud, 1992, Buyu’ 71; Tirmizî,
1992, Buyu’ 53; Nesâî, 1992, Buyu’ 15). buyrulmuştur. Hadiste nef’i fayda ve zaman tazmin
kelimeleri konumuz bakımından önemlidir.
Hadisin bazı tariklerinde nef’i yerine geçen
galle, gelir anlamındadır. Hadis, ‚Gelir tazmin
karşılığıdır.‛ Şeklindedir.‛ Hadis, ‚galle‛ kavramının yerine ‚harac‛ kelimesi de kullanılarak
rivayet edilmiştir. (Ebû Dâvud, 1992, Buyu
71;Tirmizî, 1992, Buyû 53; Nesâî, 1992, Buyû 15;
Kâsanî, (bty.), c. VI, s. 192; İbn Abidin, 2003, c.
V, s. 293). İki rivayetin sebebi vürudu da ortaktır. Şöyle ki;
‫أٌ رجال ابتاع غاليا فأقاو عُذِ يا شاء هللا أٌ يقيى ثى‬
‫ يا رسىل‬: ‫وجذ بّ عيبا فخاصًّ إنً انُبي ملسو هيلع هللا ىلص فردِ عهيّ فقال انرجم‬
ٌ‫ انخراج بانضًا‬: " ‫هللا قذ استغم غاليي فقال رسىل هللا ملسو هيلع هللا ىلص‬
‚Bir adam köle satın aldı. Köleyi hizmetinde çalıştırdı. Köleyi satın alan bu adam bir
müddet sonra, kölede, satın almadan önce var
olan bir ayıp buldu. Durumu Resulullah’a
şikâyet etti. Rasûlullah köleyi, satan adama bu
ayıptan dolayı geri iade etti. Satan adam Ya
Resulullah, kölemi çalıştırdı, gelir elde etti, diye
itiraz etti. Resulullah, ‚gelir tazmin karşılığıdır,‛
buyurdu. Köle müşterinin yanında helak olsaydı, müşterinin malından (kendi hesabına) helak
olacaktı. Köleyi satın alan adamın yanında bulunduğu süreçteki sağladığı geliri, köleyi satan
adama vermedi. (Ebû Dâvud, 1992, Buyu
71;Tirmizî, 1992, Buyû 53, Nesâî, 1992; Buyû 15;
Kâsanî, (bty.), c. VI, s. 192; İbn Abidin, 2003, c.
V, s. 293). Harac gelir ve vergi anlamındadır.
(İbn Manzur, 1994, s. 1126; İbnü’l-esir, (bty.), c.
III, s. 381; Yusuf Balta, s. 252).
Konuyla ilgili Mecelle’nin 85. Maddesini Ali Haydar Efendi şöyle şerh etmiştir:
Bir şeyin yani kabz olunan bir malın
nef’i yani kar ve faidesi ol şeyin mülki ve damanı yani bu iki şey mukabelesindedir. Haraç,
tahsil edilen, daman, meşakkat demektir. Mesela, daman hayvanın masrafları demektir. Bir
kimsenin hayvanının menafi kendisinedir. Çünkü mezkûr hayvan anın damanındadır. Onu
beslemek kendü üzerine lazım gelir. Yani bir şey
telef olduğu takdirde ol şey kimin mülki ve anın
ziyanı kime ait ise ol şey anın damanında demek
olup ol kimsenin bu vechile damanı ol şey ile
intifaına mukabil olur. (Ali Haydar, 1330, c. I, s.
158).
7. Malın bedelinin ödenmesi: Şu hallerde gasb edilen malın bedeli ödenir: Mal gâsıp
tarafından tüketilirse, malın aslının iadesi mümkün olmazsa, malda bir değişiklik meydana
gelip mülkiyeti gâsıba geçerse, malda esaslı bir
eksilme (noksân-ı fahiş) olup sahibi bedelini tercih ederse. (Serahsî, 1989, c. XI, s. 67;Kâsanî,
(bty.), c. VII, s. 243;Aydın, 1996, c. XIII, s. 387).
Çünkü bu sayılan maddelerde genel olarak
malın aslının iadesi mümkün değildir.
Gasb edilen mal mislî bir mal ise misliyle, gayri mislî bir mal ise değeriyle tazmin
edilir. Bunun önemli bir istisnası şudur: Müslümanlar, şarap gibi gayri mütekavvim bir malı
satın alıp mislen ödeyemezler, değeriyle öderler.
(Serahsî, 1989, c. XI, s. 53).
10. Gasb ve itlafın cezai sorumluluk
yönü: Gasp fiili bir başkasının mal, mülk vb.
haklarına hukuk dışı bir şekilde, sahibinin rızası
olmadan el koyma mahiyeti sebebiyle mali sorumluluklara ilave olarak ayrıca bir suç teşkil etmektedir. Bu yönüyle gasp ta'zîr suçu sayıldığı
için cezaî sorumluluk devlet başkanının veya
hâkimin takdirine bırakılmıştır. (Aydın, 1997,
XV, 210; Aydın, 1996, XIII, 389).
11. Kazanın diyânî yönü: Borçlar hukukunda bir yükümlülüğün veya borcun kazasının
önemli kaynakları olan gasb ve itlaf başkalarına
zarar veren haksız iki fiildir. Konuyla ilgili verilen bir örnek şudur: Bir evi gasb eden sahibine
iade ederse tazmin olmadığından dolayı günah
işlemiş olur, cezası ahrete intikal eder. (Şâşî,
Ahmed, 2003, s. 150).
Çeşitli nasslar borç ilişkilerinde kazanın
dinî ve ahlâkî zeminini oluşturur. (Bardakoğlu,
1994, c. X, s. 389).
İslam Borçlar Hukukunda Kaza Kavramı ve Neticeleri
Başkalarının mallarına müdahale, el
koyma ve zarar verme yasaklanmıştır. Konuyla
ilgili bir ayetin meali şöyledir: ‚Ey iman edenler!
Mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyin.
Ancak karşılıklı rıza ile yapılan ticâretle olursa
başka. Kendinizi helâk etmeyin. Şüphesiz Allah,
size karşı çok merhametlidir.‛ (Nisa, 4/29). Rıza
ile hibe, ariyet, vedia vb. şekillerde bir başkasının malından istifade mümkündür. Bunun dışında akit dışı yollarla, birisinin malına el koymak Ayet-i kerime batıl olarak nitelendirilmiş ve
yasaklanmıştır. Gasb ve itlaf fiilleri sahibinin
rızası dışında bir tasarruf olması sebebiyle batıl
fiillerdir.
Konu neticesi itibariyle zararla da
ilgilidir. Hadis-i şerife göre; ‚İslâm’da zarar
vermek de zarara zararla kar‎ışışk vermek de
yoktur.‛ (İbn Mâce, 1992, Ahkâm 17).
‚Başkasına zarar verene Allah da zarar
verir; Başkasına zorluk çıkarana Allah da zorluk
çıkarır.‛ (İbn Mâce, 1992, Ahkâm 17; Tirmizî,
1992, Birr 29). Dolayısıyla birinin malını gasb
veya itlaf ile ona zarar vermek bizzat Rasulullah
tarafından yasaklanan bir fiildir.
Bazı hadislerde gasb fiili açıkça yasaklanmıştır: ‚Kim bir karış miktarı bir yeri gasp
ederse, Allahu Teâlâ kıyamet gününde o yerin
yedi katını onun boynuna geçirir.‛ (Müslim,
1992, Müsakat 137). Tehdidin boyutu gasptan ısrarla kaçınılması gerektiğini göstermektedir.
Olayın bir yönü de borcu ifa sorumluluğu ile alakalıdır. Mükellef ibadeti belirlenen
vakitte yerine getirdiğinde kendisinden talep
edilen şeyi edâ etmiş olur. Vakit çıktığı takdirde
vacip zimmetinde borç olarak kalır. Bu borcun
bilahare kaza edilmesi suretiyle zimmetten düşmesi gerekir. (Yaşaroğlu, 2002, c. XXV, s. 112113). Gasp, itlaf, alı koyma, ödemeyi red gibi
zamanında ödenmeyen bir eşya, borç, para vb.
usûlüne uygun bir şekilde ödendiğinde zimmet
borçtan kurtulur. Çünkü emanete hıyanet, el
koyma fiilleri de gasb içerisinde değerlendirilmiştir. (Mecelle, 901. md.)
Vacib, kulun zimmetinde bir emanettir.
‚Onlar ki, emanetlerine ve verdikleri sözlere
riâyet ederler.‛ (Mü’minun, 23/8). Emanete riayet mü’minlerin şiarıdır. Borç zamanında edâ
edilirse vazife ifa edilmiş olur. Kişi ihmal eder,
emanete riayet etmezse, bu emanete hıyanettir.
Bunun tazmini gerekir. (Pezdevî, 1997, c. I, s.
161
307).
Konunun bir yönü de mülkiyet hakkı
ile alakalıdır. Rasulullah veda hutbesinde
mü’minleri başkalarının haklarına karşı dikkatli
olmaları konusunda uyarmıştır. ‚Dikkat edin!
Şüphesiz ki kanlarınız, ırzlarınız ve mallarınız
birbirinize haramdır.‛ (Darekutni, Sünen, II/67;
İbn Hıbban, Sahih, IV, 310; Tahavî, Şerhu meani’l-asar, IV,159). Mü’minler birbirlerinin kardeşleri olarak ifade edilmelerine rağmen kan, ırz
ve mallarına karşı, şer’i ölçüler dâhilinde yaklaşmak mecburiyetindedir. Bir hadis-i şerifte de
Rasulullah şöyle buyurmuştur: ‚Müslümana
sövmek günahkârlık, onunla savaşmak küfürdür. Müslümanın malının haram olması, kanının haram olması gibidir.‛ (Buharî, 1992, İman
36;İlim, 36; Müslim, 1992, Kasame 29; Hac, 29;
İbn Mâce, 1992, Menasik 76; Tirmizî, 1992, Fiten
6; Nesâî, 1992, Kada 36). Mülkiyet hakkı dinin
korumayı hedeflediği beş temel değerden biri
olarak tanıtmışlardır. (Aydın, 2001, c. XXIII, s.
456).
6. Gasb Veya İtlaf Edilen Şeyin Menfaatinin Tazmini
Kaza konusunda, klasik kaynaklarda
menfaatin tazmini, menfaatin mal olabilirliği ve
bunun neticeleri tartışılmıştır. Menfaatin anlaşılması için mal kavramının açıklanması gerekmektedir.
Bazı İslam hukukçularına göre eşya iki
ayrı varlıktan oluşur. Bunlar eşyanın cevherini
ifade eden ayn (mal) ve aynın kullanımıyla sağlanan ya da eşyanın istifadeye hazır sureti olarak
görülen menfaatlerdir. (Babertî, (bty.), c. IX. S.
356).
Eşyanın iki varlığından biri olan ayn
(mal) mecelle’de şöyle tanımlanmıştır: ‚Tab-ı
insanı mâil olupta vakti hâcet için iddihâr
olunabilen şeydir ki menkûle ve gayrı menkûle
şâmil olur.‛ (Mecelle, 126. md.). Tanımda geçen
iddihâr, biriktirme, bir şeyi ihtiyaç zamanı için
saklamaktır. (Erdoğan, 1998, s. 181). Menkul
mal, bir mahalden diğerine nakli mümkün olan,
( Mecelle, 128. md.), taşınır mallardır. (Bilmen
(bty.), c. VI, s. 99). Gayrı menkul mal, ev,
dükkân, arsa gibi başka yere taşınması mümkün
olmayan şey, taşınmaz şeydir. (Bilmen, (bty.) ,
VI, 10.). Buna göre malın müstakil bir fiziki
varlığı bulunmaktadır. Mal ayni haklara ve
hukuki işlemlere konu olabilir. İtlaf halinde
162
Halis DEMİR
tazmin yükümlülüğü doğar. (Hacak, 2003, c.
XXVII, s. 462).
Menfaat ise bir malın (ayn) kullanılmasıyla meydana gelen faydayı belirtir. (Ali Haydar, 1330; c. I, s. 227-228; Hacak, 2004, c. XXIX, s.
132). Menfaatin varlığı mala bağlıdır. (Buhari
Abdulaziz, 1997, c. I, s. 372). Menfaat devamlı
varlığını sürdüremeyip varlığa geldikten sonra
yok olur. Menfaatin varlığının devamı olmadığı
için mâdûm kategorisindedir. (Serahsî, 1993, c. I,
s. 56; Pezdevî, 1997, c. I, s. 370-371; Hacak, 2004,
c. XXIX, s. 132). Biriktirilmesi mümkün olmadığı
için gasp ve itlafı mümkün değildir. (Serahsî,
1993, c. XI, s. 79). İcare akdinde ise farklı bir
durum vardır.
Akid dışı zararın telafisi cihetine gidilmesi kira akdiyle gündeme gelmiştir. İcâre akdi,
"Malum bir menfaati malum bir ivaz karşılığında satmak.‛ (Ali Haydar, 1330, c. I, s. 675-676;
Bardakoğlu, 2000, c. XXI, s. 380). İcare akdinde
menfaatin hukuken mal olarak kabulü kıyasa
aykırı olarak istihsanen sabit olmuştur. (Sadru’şşeria, 1356, s. 243; Serahsî, 1989, c. XI, s. 79;
Kâsanî, (bty.), c. VII, s. 237; Bilmen, (bty.), c. VI,
s. 146; Kahveci, 2006, 55). Bu istihsanın kaynağı
naslar, örf (Kahveci, 2006, c. 55), zaruret ve
akittir. (Serahsî, 1989, c. XI, s. 79; Kahveci, 2006,
c. 55).
Kira akdindeki karşılıklı rıza gasb fiilinde bulunmamaktadır. (Kâdızâde Efendi (bty.),
c. IX, s. 356). Gasbdaki menfaatin mevcut oluşu
icare akdinde menfaatin mevcudiyetine ya da
mala karşılık menfaatin oluşu, akide mala karşılık menfaatin oluşuna kıyas edilemez. (Sadru’şşeria, (bty.), c. I, s. 171). İcare akdinin kıyasa
muhalif olarak nass ile sabit olduğuna delil
getirilen ayetlerden birisi şudur:
‚Şu’ayb, ‚Ben, sekiz yıl bana çalışmana
karşılık, şu iki kızımdan birisini sana nikâhlamak istiyorum. Sen bunu on yıla tamamlarsan, o
da senden olur. Ben seni zora koşmak da istemiyorum. İnşaallah beni salih kimselerden bulacaksın‛ dedi.‛ (Kasas, 28/25; (Serahsî, 1989, c.
XI, s. 80;Ka’kî, 2005, c. I, s. 195.).
Konuyla alakalı bir başka delil de şu
hadistir: (ّ‫‚ )اوط اْلجير اجرِ قبم اٌ يجف ارق‬Çalışana
ücretini alnının teri kurumadan ödeyiniz.‛ (İbn
Mace, 1992, Ruhun 4.
Akit nedeni ile ödeme ile menfaatlerin
tazmini arasında fark vardır. Akit meşru olması
sebebiyle, genişlik ve imkâna itibar edilir. (Serahsî, 1989, c. XI, s. 80). Bir eşyanın satımı mal
üzerinde gerçekleşen ve mala mülkiyeti doğuran
bir işlemdir. Kira akdi ise menfaat üzerinde
gerçekleşen bir işlem gibi tasarlanır. Kira ile elde
edilen hak eşyadan bağımsız olduğu tasarlanan
menfaatler üzerinde kurulur (Hacak, 2003, c.
XXVIII, s. 463). Akdin konusu olan menfaat
zaman içerisinde ortaya çıkacağı için akid adeta
ortada olmayan (mâdûm) bir şey üzerine kurulmaktadır. Ayrıca akid menfaatin ait olduğu
eşya veya insana izafe edilmiş, mal menfaatin
yerine geçmiştir. (Serahsî, 1993, c. I, s. 56; Pezdevî, 1997, c. I, s. 373; Buharî, Abdulaziz, 1997, c.
I, s. 373; Kâsanî, (bty.), c. VI, s. 173; Baberti, (bty.)
c. IX, s. 355; Sâ’dî Çelebi, (bty.), c. IX, s. 356; Ali
Haydar, 1330, c. 1, s. 672, 689; Hacak, 2004, c.
XXIX, s. 133).
Hanefîler'e göre mal statüsünde olmayan menfaat(Hacak, 2003, c. XXVIII, s. 461-465;
Hacak, 2004, c. XXIX, s. 131-134; Bu konuda
diğer mezheplerin görüşleri ve kaynakları için
bkz. Kahveci, 2006, s. 48 vd.) akidle hukukî
değer kazanır. Bu sebeple menfaatin akid dışı
kullanımı, gasp ve itlafı halinde tazmini gerekmez. (Kâsanî, (bty.), c. VII, s. 237; Aktan, 1993; c.
VIII, s. 453).
Hanefi mezhebi fakihleri menfaatin niçin tazmin edilmeyeceğini çeşitli şekillerde izah
etmişlerdir.
Ayn şekil ve değer bakımından menfaate benzemediğinden menfaat mal ile tazmin
edilemez. (Serahsî, 1993, c. II, s. 56; Baberti,
(bty.), c. IX, s. 356). Mütekavvim olmayan menfaatin zarara uğraması söz konusu olmaz.
(Kâsanî, (bty.), c. VII, s. 237; Kahveci, 2006, s. 52).
Menfaatin, maddi varlığı bulun-madığı için
maddi bir değerle karşılanmaları mümkün görülmez. (Serahsî, 1993, c. XI, s. 96; Merginânî,
1990, c. III, s. 260; Mevsilî, 1992, c. II, s. 50).
Gasb edilen mal gâsıbın sorumluluğu
altında olduğu için zayi olması veya hasara
uğraması durumunda gâsıp onu tazmin eder.
Bunun dışında da gasb ettiği menfaat için mal
sahibine ücret (ecr-i misil) öderse bu, ücretle
tazminatın birleşmesi yani (çifte ödeme) olur.
Aynı hukukî olay içinde iki çeşit ödeme istenmez. (Aydın, 1996, XIII, 389). ‚Ücret ile zaman
müctemi olmaz.‛ (Mecelle, md. 86). Ecr-i misli,
"bir akde dayanmaksızın faydalanılan veya
sahibinin faydalanmasına engel olunan bir
menfaat karşılığında ödenen değer kira bedeli"
dir. (Akgündüz, 1984, s. 339-375).
Gasb edilen bir mal gâsıbın elinde bu-
İslam Borçlar Hukukunda Kaza Kavramı ve Neticeleri
lunduğu müddetçe onun sorumluluğu altındadır. Mal bu müddet içinde telef olsa gâsıb tarafından tazmini icab eder. Gâsıb bu tazmin sorumluluğuna karşılık menfaatine malik bulunmuştur. Tazmin sorumluluğu ile menfaatin
ücreti içtima edecek olsa gâsıb iki cihetten zarar
görür. Buna meydan vermemek için gâsıb, malının menfaatine malik olur, bu menafi, gâsıbın
tazminin temine yardım eder. Mal helak olursa
gâsıb bunu tazmin edecekdir. (Şâşî, Ahmed,
2003, s. 150; Serahsî, 1989, c. XI, s. 80; Bilmen,
(bty.), c. VII, s. 350-351).
Mal sahibi haddi zatında gâsıptan iade
veya tazmin talep ettiği durumlarda malla birlikte varsa ziyadelerin ve menfaatlerin tazmin
edilmesini de isteyebilir. (Aydın, 1996, c. XIII, s.
391).
Bir şeyin misli ile kazası şarttır. Gasb
edilen şey elde mevcut ve iadesi mümkün ise
değeri vb. ayrıca tazmin edilmez. Gasb da malın
elindedir, kullanmaz. (Buhari, Abdulaziz, 1997,
c. I, s. 369). İtlaf edilen şeyin tazmini eşyanın
misli üzerine bina edilmiştir. Gasıbın malın
dışında, menfaati de ihtiva edecek şekilde ödemesi gerekmez. Malı gasb edilen kimsenin böylesi, haksızlık olur, insanlar arasında düşmanlığı
ortaya çıkarır. Konuyla ilgili İmam Muhammed’in fetvası şöyledir: ‚Gasb eden gasb
ettiği evde oturmasından veya hayvana binmesinden dolayı mal sahibine ücret ödemez. O
gasb ettiği malın aynını ödemekle yükümlüdür.‛ (Serahsî, 1989, c. XI, s. 78).
Satım, mal karşılığı sulh, karz, nikâh
gibi daman akidlerinde akid konusunu elinde
bulunduran taraf, telef veya zarar vukuu halinde kastı ve kusuru bulunmasa da tazmin veya
zarara katlanma sorumluluğu altındadır. Mal
kabz öncesi satıcının, kabz sonrası alıcının tazmin sorumluluğu altında bulunması bir başka
ifadeyle mal satıcının elinde telef olmuşsa satıcı
onu tazmin eder. Alıcının elinde telef olmuşsa
alıcı buna katlanmakla yükümlüdür. (Karaman,
1987; c. II, s. 57; Aktan, 1993, c. VIII, s. 451). Vedia, ariyet, şirket vb. emanet akitlerinde ise akdin mevzuu, teslim alan taraf elinde emanettir.
Tecavüzü ve kusuru bulunmadıkça ortaya çıkacak telef ve zarardan mes’ul tutulmaz, zarar
sahibinin hesabına cari olur. (Karaman, 1987, c.
II, s. 57-58).
Zararın tazmininde zararı misliyle telafi
163
nas ve icma dolayısıyla gerekli görüldüğü halde
menfaatin tazmini konusunda bir nass yoktur.
Ayrıca menfaat mala denk kabul edilmemiştir.
(Serahsî, 1993, c. I, s. 56: Baberti, (bty.), c. IX, s.
356; Hacak, 2004, c. XXIX, s. 133-134; Kahveci,
2006, s. 53). Bir şeyin itlafı halinde menfaati
tazmin edilemez. Çünkü ne şekil ne de ekonomik değer olarak benzeri/misli olmayan bir
şeyin kazası gerekmez. Ayn menfaate karşılık
gelmez. (Şâşî, Ahmed, 2003, 150;Serahsî, 1989, c.
XI, s. 80; Bilmen, (bty.), c. VII, s. 350-351).
Haksızlığı ortadan kaldırmak ve insanların mallarının menfaatlerini engellemek için
menfaatleri tazmin ettirilmeli, denilebilir. Cevap
şu şekilde olabilir: İtlaf suçunu engellemek için
hapis ve tazir cezaları konulmuştur. Yine bir
kimse haksızlık yaptığında buna karşılık haksızlık yapılmaz. Malları gasb edilen haksızlığa
uğrayanın hakkı alınır. Bir kişiye telef ettiğinin
fazlasını yani verdiği maddi zarardan fazlasını
ödetmekle yükümlü kılmak haksızlık olur.
Ödemenin kaynağı nassdır. Bu konuda bir nass
bulunmamaktadır. Ödemede denkliğe itibar
edilmesi şeklindeki görüşü adalete daha uygundur. (Serahsî, 1989, c. XI, s. 80).
7. Menfaatlerin Tazminiyle İlgili Bazı
Değerlendirmeler
Kazanın sebeplerinden olan gasp ve itlaf haksız fiilleri sonucu mal sahibinin menfaat
kaybı Hanefi mezhebinde menfaat mal sayılmaması sebebiyle tazmin edilmemektedir. Bu
yaklaşımla alakalı bazı tahlillere yer verelim.
Manevî zararın tazmini klasik kaynaklarda işlenmemiş bir konu olmakla birlikte sorumluluk hukukunun prensipleri ve İslam hukukunun genel amaçlarına uygunluk gösterir.
Klasik fıkıh kitaplarında zararlı fiilden doğan
ödeme sorumluluğu "damânü'l-itlaf" diye adlandırılır. Zararı maddî bir çerçevede ele alan bu
adlandırma, malî sorumluluk hukukunda ilk
dönemlerde sadece maddî zarar ve itlafın söz
konusu edilmesiyle açıklanabilir. (Aktan, 1993, c.
VIII, s. 451-453). Manevi zarar ifadesiyle verilen
bu izahı menfaatin tazmini konusunda da düşünmemiz mümkündür.
Şahsa yönelik haksız fiillerde diyet, erş
veya hükûmet-i adl olarak vücut bütünlüğüne
verilen zararların tazmini yanında hastahane ve
tedâvi masraflarının ödenip çekilen acı ve elemin tazmin edileceğini söyleyen hukukçular da
164
Halis DEMİR
vardır. (Aydın, 1997, c. XV, s. 210).
Serahsi’nin kaydettiği bir fetva şöyledir:
‚İmam Muhammed’den gelen bir rivayete göre yara ve iz kalmayacak şekilde tedavi
edilse sadece verdiği acıya göre hükümet-i adl
gerekir. Ebu Yusuf’tan yaranın tedavisi için ve
doktor ücreti olarak gereken paranın cinayet
işleyenden alınacağı rivayet edilmiştir. Ebu
Hanife ise, salt acının değeri olmadığı için bundan dolayı bir şey gerekmediği görüşündedir.
(Serahsi, 1989, c. XXVI, s. 81).
Konuyla ilgili İbn Abidin’in Cevahiru’lfetava’dan naklettiği bir fetva şöyledir: ‚Bir
kimse diğerini yaraladığı için yaralı çalışıp kazanmaktan aciz hale gelirse, yaralayan tedavi
masrafını ve nafakasını öder.‛ (İbn Abidin, 1270,
II, 295).
Bazı Hanefi fakihlerinin ifadelerinde
menfaatin mal olabileceğine dair ifadeler de
bulunmaktadır. Mesela Kasani’nin ifadesi şöyledir: ‚malın ayn, deyn ya da menfaat olması
arasında bir fark yoktur; mal bazen ayn, bazen
de menfaat şeklinde olur. Bir şeyin mal olarak
tespitinde insanların tercihleri önemlidir,‛
(Kâsanî, (bty.), c. VI, s. 42; c. VII, s. 68, 385). Halit
Çalış’ın tesbitine göre, bu ifadelerin, bir Hanefi
hukukçunun kaleminden çıkmış olması konumuz açısından önemlidir. (Çalış, 2003, s. 185205.)
İlk dönem fukaha zamanında, günümüzdeki gibi mevcut olmayan veya kullanım
alanı bulunmayan eşya, menfaat ve haklar, (Ali
el Hafif, 1969, 12). Teknolojik ve iktisadi gelişmelerle toplum hayatına girmiştir. (Balta, 2015,
105). İnsanlar arasında maddi bir değere sahip
olan her şey hukuki anlamda maldır, mülkiyet
hakkının konusudur. (Çalış, 2003, 201).
Bu gelişmeleri de ihtiva edecek şekilde
Fahri Demir, malı şöyle tarif etmektedir. ‚Mal,
hukuken insanların faydalanma, edinme ve
sahip olma (intifâ, temevvül ve temellük) konusu yapabilecekleri bütün eşya ve haklara denebilir.‛ (Demir, 1988, s. 20). Yusuf Balta ise malı şu
şekilde tarif etmiştir: ‚Mal, hukuken faydalanma, edinme ve sahip olmaya mevzu olabilecek
kıymet ifade eden, bütün eşya, hak ve menfaatlerdir,‛ (Balta, s. 87). Malın iki unsuru vardır.
Şer’i unsur: Malda şeran intifâ’ın mübah olması
yani malın haram mal kapsamına girmemesidir.
Örfi unsur: ihrâz ve iddihârdır. (Taftazâni, 1957,
c. II, s. 325; Demir, 1988, s. 32).
Balta şu açıklamayı yapmaktadır (Balta,
2015, s. 85):
Malın ihrâz ve iddihârı örfidir. Örfi
olanlar, örfün değişmesiyle tegayyüre uğrayabilir. Şeri’ olanlar ise sabittir, değişmez.
Malın korunma ve biriktirilme şekli günümüzde
değişmiştir. Eşya olmayan ancak, gelir sağlayan
menfaat ve haklar kanunla korunmakta ve şahısların mülkiyeti altında biriktirilmektedirler.
Mecelle’nin 596. Maddesinde şöyle bir
kaide vardır: ‚Gasbedilen şeyin menfaati mazmun değildir.‛ (Mecelle, 596. md.). Ali Haydar
Efendi bu maddenin şerhinde özetle ve sadeleştirerek ifade edersek şöyle bir açıklama yapmıştır:
Müteahhirin fukaha 596. maddede ifade edilen menfaatin tazmin edilmemesi konusunda üç imamımızın ictihadlarıyla amel etmeyip Şafii mezhebini kabul ettikleri anlaşılmaktadır. Bu zamanda menfaatin büyük değeri vardır.
Mesela bir kimse kendisi için inşa ettirdiği bir
yazlığı seneliği ecr-i misil olarak 70 altın iken, o
insanın yokluğunda fırsattan istifade başka birisi
üç sene gasb suretiyle otursa, Hanefi âlimlerine
göre ücret lazım gelmez. Şafiiye göre gelir, müteahhirin fukaha yetim malı, vakıf malı vb. bazı
mallarda menfaatin tazminine fetva verdiklerine
göre, bu zamanda birçok malın menfaatini tazmin konusunda Şafii mezhebini kabul konusunda istişare edilmeli.‛ (Ali Haydar, 1330, c. I, s.
949-950).
Hayrettin Karaman da bu konuda Şafii
mezhebinin kanaatini adalete daha uygun bulmaktadır. (Karaman, 1987, c. II, s. 481).
Konuyla ilgili Şâfiî mezhebinin fetvası
şöyledir: gâsıp malı kullanmış, kiraya verip
semeresinden faydalanmış ya da âtıl bir şekilde
bekletmiş bulunsa bile, malda meydana gelen
hasarın tazmininden başka bu mal gelir getiren
cinsten ise elinde bulundurduğu süre için bir
tazminat ödemek zorundadır (Şâfiî, (bty.), s.
638).
Menfaatin tazmininin konu olduğu fetvalardan birisi şöyledir:
Dükkânı kundaklanan, çift hayvanı öldürülen bir kimsenin bu mallara yönelik zararlarının tazmini gerekir. Fakat dükkân teminine
kadar uğradığı kazanç kaybının veya tarlasını
zamanında süremediği için mâruz kaldığı verim
kaybının tazmini gerekmez. Mahrum kalınan
kârın ve muhtemel zararın tazmin edilmemesi
mal sahibi bakımından zararlara yol açabildiğinden bu gruba giren bazı zararların tazmini
İslam Borçlar Hukukunda Kaza Kavramı ve Neticeleri
örneklerine rastlanmaktadır. (Aydın, 2001, c.
XXIII, s. 456-457). Bir vakfın malını, bir yetimin
malını ya da kiraya verilmek üzere ayrılmış bir
malı gasb eden kimse bunu kullansa da âtıl
olarak bekletse de sahibine ecr-i misil öder.
Fetvanın gerekçesini sonraki dönem fakihleri
şöyle izah edilmiştir: Zayıf kişilerin haklarını
korumak ve düşkünlere karşı zorbalara fırsat
vermemek için bunların tazmini gerektiğine
hükmetmişlerdir. (Herevi, (bty.), c. II, s. 472. Ali
Haydar, 1330, c. I, s. 900).
Yetim malı, vakıf malı ve gelir getirmeye ayrılmış mala ait menfaatler mal olarak kabul
edilmiştir.
Menfaat kaybı yine kira konusuyla alakalı enflasyon farkı ile gündeme gelmektedir:
Kararlaştırılan kira bedelinin enflasyon sebebiyle beklentinin dışında ve önemli ölçüde değer
kaybetmesine rağmen kiracı aynı bedeli ödemeye devam ederse kiralayanın bu hakkı paranın değer kaybı oranınca her ay ihlal edilmiş
olmaktadır. İslam hukukunda hâkim ilkeler,
kiracının ve bundan zarar görecek olan kiraya
verenin haklarını koruyucu bir düzenlemeyi
gerekli kılmaktadır. Bu durumda kiralayan için
akdi fesih hakkı doğurur. (Bardakoğlu, 2000,
XXI, 382-384).
İslam hukukunda Manevî Zararın
Tazmini başlığını atan Bilmen şu örnekleri verir;
Bir zat maddî, bir varlığına, meselâ
otomobiline zarar gelirse bundan maddi olarak
zarar gördüğü gibi ruhen de müteellim olacaktır. Bu elem maddî zararın zımnında tahakkuk
etmiş manevî bir zarar değil midir? Bir zatın
şahsına karşı hakaret içeren sözler söylense bu
kişi şerefinin rencide olduğunu düşünerek günlerce acı duyacaktır. Bu manevi bir zarardır.
Belki o zatın bu veçhile haysiyetinin haleldar
olması maddî zararlara uğramasına da sebebiyet
verecektir. Farz edelim ki bir doktora hastalara
karşı merhamet ve şefkat duygusundan mahrumiyet gibi bir nakise isnat edilsin. Doktor bu
yüzden bir kısım hastaların müracaatlarından
mahrum kalarak maddî zararlara uğramış olmaz
mı? (<) (Bilmen, (bty.), c. VIII, s. 272-274).
Konuyla ilgili uygulanabilir bir teklif
şudur: Menfaatlerin tazmin edilmemesi yönündeki yaklaşımlar istismara yol alabilir. Kur’anda
konuda adaletli davranmak övülmüş (Maide,
5/42), haksızlık yapmak ve zulüm yerilmiştir.
165
(Al-i İmran, 3/57). Fikri, sınaî ve telif hakları gibi
menfaatlerin zarar verici fiillere maruz kalmaları
halinde tazminat borcunun doğacağının kabulü
hukukun gayesine daha uygundur. Menfaatlere
zarar veren kişi mağdur lehine tazminat ödemekle mükellef kılınmalıdır. (Kahveci, 2006, s.
58-59; Hacak, 2003, c. XXVIII, s. 463). Başkasına
verilen zararın izâlesi İslâm'ın adalet anlayışının
tabii sonucudur (Aktan, 1993, c. VIII, s. 450).
Aslında gasb ve itlaf fiilinin uhrevi boyutuna temas edilen bir fetva menfaati tazmin
konusuna da ışık tutacak mahiyettedir:
Magsubun hakkı ahirete gider. Bir şeyin itlafı halinde menfaati tazmin edilemez.
Çünkü ne şekil ne de ekonomik değer olarak
benzeri/misli olmayan bir şeyin kazası gerekmez. Ayn menfaate karşılık gelmez. Gâsıb, magsubun menafiine malik olursa da bu, haram olan
bir sebebiyle olduğundan kendisine helal olmaz
ya magsubün minhe vermesi veya fukaraya
tasaddük etmesi bir vazifedir (Şâşî, Ahmet, 2003,
s. 150; Serahsî, 1989, c. XI, s. 80; Bilmen, (bty.), c.
VII, s. 350-351).
8. Sonuç
Gasb edilen bir mal mevcutsa iade edilir. Ciddi bir değişikliğe uğramışsa duruma göre
ya gasb edilen malın telef edilen kısmı veya
değeri ya da tamamı gasb eden tarafından tazmin edilir. Söz konusu mal sahibinin alamayacağı miktarda değişikliğe uğramış, ihtiyacını
göremeyeceği bir duruma gelmişse bu halde
tamamı tazmin edilir.
Gasb ettiği malı ayrıca kullanarak faydalanan bir kimsenin ücret ödemesi mevzuu
fakihler arasında ihtilaflıdır. İslam hukukçularının bir kısmına göre gasb ettiği mal elinde emanet şeklinde durması sebebiyle tazmin edemeyeceği beyan edilmiştir. Yaptığı bizatihi haksızlık
olması sebebiyle tazir veya hapisle cezalandırılacağı ilave olarak olayın bir de uhrevi boyutunun olduğu ifade edilmiştir. Bir esnafın malını
gasp suretiyle gelirlerine müdahale halinde
bunun da bir şekilde sahibine dönen bir bedeli
veya zararı olabilir. Kira, gayrimenkullerin tazmini ve benzeri uygulamalar fakihlerin düşünce
olarak buna uzak olmadığını düşündürmektedir. Menfaatin tazmini konusunda Hanefi mezhebi içerisinde önceki fakihlerle sonraki fakihler
arasında yaklaşım farkı bulunmaktadır. Sonraki
fakihler bazı menfaatlerin tazmini yönünde
166
Halis DEMİR
fetva vermişlerdir. Bu fetva gasb ile mağdur
olan mal sahiplerinin haklarını korumak bakımından önemlidir. Günümüz müellifleri menfaatin tazminini meşru gösteren bu fetvayı tercih
etmişlerdir. Bu tercih, adalet, kamu yararı, ihtilaf-ların azalması ve haksızlığın önlenmesi bakımından da isabetlidir.
Gasb veya itlaf suçunu işleyenlere bazı
fakihler tarafından tazir cezası takdir edildiğine
göre, devlet yetkilileri mağdurun zararını, kaybolan menfaatini telafi babından da mağdura
ödenmek üzere bir miktarı ceza olarak da takdir
edebilirler.
KAYNAKÇA
Abdulbâkî, Muhammed Fuâd (1990). elMuʻcemü’l-müfehres
li
elfâzi’lKur’âni’l-Kerîm,
İstanbul:
Çağrı
Yayınları.
Akgündüz, Ahmet (1984). "İslâm Hukukunda
Ecr-i Misil Müessesesi ve Günümüz
Hukukuna Tesiri", Diyarbakır Dicle
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, S
(2): 339-375.
Ahsiketî, Muhammed b. Ömer (ö. 644/1247) (
bty.). el-Müntehab, (Şerhu Hafizuddin
en-nesefî içerisinde), (tahkik Salim
Öğüt). İstanbul: byy.
Aktan, Hamza ( 1993). Daman. Diyanet Vakfı
İslam Ansiklopedisi (c. VIII, s. 450-453).
İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı.
Ali el Hafif, (1969). el Mülkiye fi’ş- Şeriati’lİslamiyye mea mukarenetiha bi’l- kavanini’l-vadiye. Mısır: byy.
Ali Haydar (1330). Dürerü'l-hükkâm şerh-u
mecelleti’l-ahkâm. İstanbul: Matbaa-i
tevsîi tıbâa.
Aydın, Mehmet Akif (1997). Haksız fiil. Diyanet
Vakfı İslam Ansiklopedisi (c. XV, s.
209). İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı.
Aydın, Mehmet Akif (2001). İtlaf. Diyanet Vakfı
İslam Ansiklopedisi (c. XXIII, s. 456469). İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı.
Aydın, Mehmet Akif (1996). Gasp. Diyanet Vakfı
İslam Ansiklopedisi (c. XIII, s. 387-391).
İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı.
Aydın, Mehmet Akif (1990). Eski Hukukumuzda
Bir Haksız Fiil Türü Olarak İtlaf.
Hukuk Araştırmaları. c/s. V (l-3): 6785.
Bâbertî, Muhammed b. Mahmud (ö. 786/1384)
(2015). el-İnâye (Fethu’l-kadir içerisin-
de). Beyrut: Dâru’l-fikr.
Balta, Yusuf (2015). İslam Hukuku’nda Zekat
Malları. Yayınlanmamış Doktora Tezi,
İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, İstanbul.
Bardakoğlu, Ali ( 1994). Edâ. Diyanet Vakfı
İslam Ansiklopedisi (c. X, s. 389-392).
İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı.
Bardakoğlu, Ali (2000). İcâre. Diyanet Vakfı
İslam Ansiklopedisi (c. XXI, s. 380). İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı.
Beyhakî, Ahmed b. Hüseyn (ö. 458/1066)
(2003).Süneni Kübra. Beyrut.
Bilmen, Ömer Nasuhi (bty.). Hukuku İslamiyye
Kamusu. İstanbul: Bilmen Yayınları.
Buharî, Muhammed b. İsmail (ö. 256/ 870)
(1992). el-Camiu’s-sahih. İstanbul: Çağrı Yayınları.
Buhârî, Abdulaziz b. Ahmed (ö. 730/1330)
(1997). Keşfu’l-esrar., Beyrut: Daru’lkütübi’l-arabî.
Çalış, Halit (2003). ‚İslam Hukuku Literatüründe Eşya Hukuku’nun Temel Kavramları ve Konu ve Kapsam Açısından Milk
Terimi‛. Konya İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi. S. 2.
Dârimî, Abdullah b. Abdirrahmân (ö. 255/868)
(1992). Sünen. İstanbul: Çağrı Yayınları.
Debûsî, Ubeydullah b. Ömer b. İsa (ö. 430/1039)
(2001). Takvimu’l-edille fî usûli’l-fıkh.
(tahkik, Halil Muhyiddin el-Huseyn).
Beyrut: Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye.
Demir, Fahri (1988). İslam Hukukunda Mülkiyet
Hakkı ve Servet Dağılımı. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı.
Ebu Davud, Süleyman b. Eşʻas es-Sicistânî (ö.
275/889) (1992). Sünen. İstanbul: Çağrı
Yayınları.
Erdoğan, Mehmet (1998). Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü. İstanbul: Rağbet yayınları.
Gözübenli, Beşir (2002). Kıyemî. Diyanet Vakfı
İslam Ansiklopedisi (c. XXV, s. 539540). İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı.
Hacak, Hasan (2005). ‚Mislî‛. Diyanet Vakfı
İslam Ansiklopedisi (c. XXX, s. 187). İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı.
Hacak, Hasan (2003). ‚Mal‛. Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (c. XXVIII, s. 461465). İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı.
Hacak, Hasan (2004). ‚Menfaat‛. Diyanet Vakfı
İslam Ansiklopedisi (c. XXIX, ss.131-
İslam Borçlar Hukukunda Kaza Kavramı ve Neticeleri
134). İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı.
Hammâd, Nezih (1996). İktisadî Fıkıh Terimleri.
(çev. Recep Ulusoy). İstanbul: İz Yayıncılık.
Herevî, Ali b. Sultan Muhammed (ö.1014/1605)
(bty.). Fethu bâbi’l-inâye bi şerhi’nnukâye. Beyrut: Dâru’l-erkam.
İbn Abidin, Muhammed Emîn (ö.1252/1836)
(2003). Reddü’l-muhtâr alâ’d-dürri’lmuhtâr. Riyad.
İbn Abidin, Muhammed Emîn (ö.1252/1836)
(1270). el-ukudu’d-düriyye fi tenkihi’lfetava el-hamidiyye. İstanbul: Daru’ttıbaati’l-amire.
İbn Hümam, Muhammed b. Abdulvâhid (ö.
861/1457) (bty.). Fethu’l-kadîr. Beyrut:
Dâru’l-alemi’l-kütüb.
İbn Kemal, Ahmed b. Süleyman (ö. 940/1534)
(1308). Tağyir-i tenkih fi’l- usûl. İstanbul: Cemal Efendi Matbaası.
İbn Mâce, Muhammed b. Yezid (ö. 275/889)
(1992). Sünen. İstanbul: Çağrı Yayınları.
İbn Manzur, Ahmed b. Mükerrem (ö.
711/1312) (1994). Lisânü’l-arab. Beyrut: Dar-u sader.
İbn Melek, Abdullatif b. Abdulaziz (ö. 821/1418)
(1385). Şerhu’l-menâr fî usûli İbn Melek. İstanbul: Salah Bilici Kitabevi.
İbnü’l-esir, Mecdüddin el Mübarek b. Muhammed(606/1210) (bty.). en-Nihaye fîgaribi’l-hadis ve’l-eser. Beyrut.
Kâ’kî, Muhammed b. Muhammed (ö. 749/1348)
(2005). Câmiu’l-esrâr fî şerhi’l-menar li
nesefi, Tahkik, Abdulgafur el-efgani.
Mekke: Mektebetü Nizar Mustafa.
Kadızâde Efendi (bty.). Netâicü’l-efkâr. Beyrut:
Dâru’l-fikr.
Kahveci, Nuri (2006). ‚İslam Hukuku Açısından
Menfaatlerin
Tazmini‛.
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dergisi. S. 8, 41-63.
Karaman, Hayrettin (1987). Mukayeseli İslam
Hukuku. İstanbul: Nesil Yayınları.
Kâsanî, Alauddin b. Mes’ud (ö. 587/1191) (bty.).
Bedâiu’s-sanâi fî tertibi’ş-şerâi. Beyrut:
Dâru’l- fikr.
Lâmişî, Mahmud b. Zeyd (ö. 522 /1128) (1995).
Usûli’l-fıkh. (tahkik, Abdulmecid Türki). Beyrut: Daru’l- garbi’l-İslamî.
167
Mecelle-i ahkam-ı adliye.
Merginânî, Ali b. Ebi Bekr (ö. 593/1197) (1990).
el-Hidâye şerhi bidâyeti’l-mübtedi.
Beyrut: Daru’l-kütübi’l-ilmiyye.
Mevsili, Abdullah b. Mahmud (ö. 683/1284)
(bty.). el-İhtiyar. Beyrut: Daru’l-erkam.
Misbah, Ali Mustafa (1971). et-Tavdih fi halli
gavamidi tenkih şerhi, el-Müniru’ltevdih. Beyrut: Daru’l-kütübi’l-ilmiyye.
Müslim b. Haccac (ö. 261/875). (1992). Sahih.
İstanbul: Çağrı Yayınları.
Nesâî, Ahmed b. Şuayb (ö. 303/916) (1992).
Sünen. İstanbul: Çağrı Yayınları.
Nesefi, Abdullah b. Ahmed (ö. 710/1310) (bty.).
el-Müntehab Şerhi. (tahkik Salim Öğüt).
İstanbul: byy.
Pezdevî, Ali b. Muhammed (ö. 482/1098) (1997).
Usûl, (Keşfu’l- esrar içinde). Beyrut:
Daru’l- kütübi’l-arabî.
Sâ’dî Çelebi, Sadullah b. İsa (ö. 945/1539) (bty.).
Fethu’l-kadir haşiyesi. Beyrut: Dâru’lfikr.
Saâtî, Ahmed b. Ali (ö. 694/1295) (1985). Nihâyetü’l-vüsûl ilâ ilmi’l-usûl, tahkik Sa’d b.
Garin b. Muhammed. Riyad: Ümmü’lKura Üniversitesi.
Sadru’ş-Şerîa, Ubeydullah b. Mes’ud (ö.
747/1346) (bty.). en-Nukâye, Beyrut:
Dâru’l-erkam.
Sadru’ş-Şerîa, Ubeydullah b. Mes’ud (ö.
747/1346) (1356). Tenkihu’l-usûl fî furuki’n-nukûl. (talik İbrahim Muhtar Ahmed). Kahire: Matbaa-i mahmudiye.
Sadru’ş-Şerîa, Ubeydullah b. Mes’ud (ö.
747/1346) (bty.). et-Tavdihu fî halli gavamidi’t-tenkih.
Beyrut:
Dâru’lkütübi’l-ilmiyye.
Serahsî, Ahmed b. Ebi Sehl (ö. 483/1090) (1993).
Usûl, tahkik, Ebu’l-vefa el-Efganî. Beyrut: Daru’l-kütübi’l-ilmiyye.
Serahsî, Ahmed b. Ebi Sehl (ö.
483/1090) (1989). el-Mebsût. Beyrut:
Dâru’l-marife.
Şâfiî, Muhammed b. İdris (ö. 204 h) (bty.). Kitabü’l-ümm fi’l-fıkh. Beyrut: Dâru’lerkam.
Şâşî, Ahmed b. Muhammed b. İshak (ö. 344/955)
(2003). Usûl, hamiş umdetü’l- havâşî,
Muhammed b Feyzu’l-hasan elBenguhi, (nşr., Abdullah Muhammed
168
Halis DEMİR
el-Halili), Beyrut: Dâru’l-kütübü’lilmiyye.
Şâşî, Nizamuddin (ö. 600/) (2001). eş-Şâfi alâ
usûli’ş-Şâşî, neşr. Muhammed Salih elFarfur, Dımeşk: Dâru’l-farfur.
Tahavî, Ahmed b. Muhammed (ö. 321 /933)
(1987). Şerhu maani’l-asar. (tah. Neccar
Muhammed Zuhri). Beyrut: Daru’lkütübi’l-ilmiyye.
Taftezânî, Sadeddin Mes’ud b. Ömer (ö.
792/1390) (1957). Şerhu telvih alâ’ttavdih. Beyrut: Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye.
Tehânevî, Muhammed b. Âlâ b. Ali (ö.1158/1745)
(1996). Keşşâf-u ıstılâhâtu’l-fünûn ve’lulûm. Lübnan: Mektebet-i lübnan.
Tirmizî, Muhammed b. İsa
(ö.
270/884) (1992). Sünen. İstanbul: Çağrı
Yayınları.
Wensinck, Arent Jan. (1986). Concordanc, elMu’cemü’l-müfehres li-elfâzi’l-hadîsi’nnebevî. İstanbul.
Yaşaroğlu, Kamil (2002). ‚Kaza‛. Diyanet Vakfı
İslam Ansiklopedisi (c. XXV, s. 110113). İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı.
Download