Mustafa Nâili Paşa`nın Hayatı ve Girit Valiliği

advertisement
T.C.
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TARİH ANA BİLİM DALI
Doktora Tezi
Mustafa Nâili Paşa’nın Hayatı ve Girit Valiliği
Kevser DEĞİRMENCİ
2502080402
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Mahir AYDIN
İstanbul 2013
Mustafa Nâili Paşa’nın Hayatı ve Girit Valiliği
Kevser DEĞİRMENCİ
ÖZ
XIX. yüzyılın ilk yarısında taşrada valilik, ikinci yarısında da merkezde
sadrazamlık gibi önemli görevlerde bulunmuş olan Mustafa Nâili Paşa, ismi az
duyulmuş Tanzimat dönemi devlet adamlarındandır. Osmanlı Devleti’nin içte ve
dışta pek çok meseleyle ilgilenmek zorunda kaldığı bir zamanda, 21 yıl kadar uzun
bir süre boyunca kesintisiz olarak Girit gibi hassas bir bölgede başarılı bir idarecilik
yapmıştır. Yüzyılın ikinci yarısında Abdülmecid dönemi sadrazamları arasında yer
almıştır. Kaynaklarda adına az rastlandığından dolayı ilgimizi çekmiş ve bu
çalışmayla hakkında daha detaylı bir biyografi ortaya konularak hayatına dair
boşlukların doldurulması amaçlanmıştır.
Bu çalışmada, Mustafa Nâili Paşa’nın çöl savaşlarında yaptığı askerlik
vazifesinden sadarete uzanan yolculuğu gözler önüne serilecektir. 73 yıllık süreç
anlatılırken, Paşa’nın şahsında, XIX. yüzyıl Osmanlı coğrafyasının da bir
değerlendirmesi yapılacaktır.
ii Mustafa Nâili Pasha’s Life and Governor ship of Creta
Kevser DEĞİRMENCİ
ABSTRACT
Mustafa Nâili Pasha, whose name is very little known, was a states man in
Tanzimat reform era. He afficiated as a governor in rural area in the first half of 19
th. Century and as grand vizier in the second half of 19 th century. While Ottoman
Empire was obliged to handle numerous matters, he succesfully performed his duty
as a governor formore than 21 years in Creta. In the second half of 19 th century, he
took part among Abdülmecid eras grand viziers. By reason of little is learned about
him from there sources, he attract ourattention. Witht his study, we aim at putting
forward his detailed a otobiography and fulfill the gaps about his life.
In this study, we will take the lid of Mustafa Nâili Pasha’s journey from his
military service in desert wars to his ministry. Also, we will take stock of 19 th
century Ottoman geography as we depicting Pasha’s years of life process.
iii ÖNSÖZ
Geniş kapsamlı bir araştırma alanına sahip olan Osmanlı Tarihi, şimdiye
kadar yapılan pek çok ilmi çalışmaya konu olmuştur. Osmanlı Devleti’nin diğer
devletlerle olan ilişkilerinin, yapılan savaşların ve antlaşmaların konu edildiği siyasi
tarih çalışmaları kadar devletin işleyişinin, müesseselerinin izah edildiği, zaman
içerisinde ihtiyaç duyulan reformların anlatıldığı teşkilat tarihi çalışmaları da
önemlidir. XIX. yüzyıl, Osmanlı Devleti için bir reform süreci olmuştur. Bir taraftan
devam eden savaşlarla mücadele edilirken diğer taraftan devletin çökmesine mani
olmak için her alanda yapılan yenilik çalışmalarına ağırlık verilmiştir. Dolayısıyla bu
dönem, Osmanlı Tarihi çalışmaları için hem siyasi hem de teşkilat tarihi açısından
son derece önemlidir. Bu noktada, Osmanlı Devleti’nin XIX. yüzyılda yaşadığı
yoğun sürecin kahramanları ve onların biyografileri önem kazanmaktadır. Biyografi
çalışmaları, sade bir özel hayat hikâyesi olmanın ötesinde, yaşanan dönemi
karakterize eder. Bir taraftan şahsın hayatı açığa çıkarılırken, diğer yandan siyasi ve
idari konulara nasıl yön verdikleri ortaya konulur. Bu nedenle, XIX. yüzyılın girift
yapısının bütün kıvrımlarıyla derinlemesine idrak edilebilmesi için, biyografi
çalışmalarının sayısının artması gerekmektedir.
Biyografi ve prosopografi çalışmalarında ele alınacak her şahsın, bu alanda
bir açığı kapatacağı aşikârdır. Belli dönemlerde devlet kademelerinde görev almış ve
bazı yetkilere sahip olmuş her şahsın hayatı ve dolayısıyla yaşadığı döneme etkisini
ortaya koymakta fayda vardır. Böylece devrin oluşmasını sağlayan puzzle parçaları
bir araya gelecek ve fotoğraf daha da netleşecektir.
XIX. yüzyılın öne çıkan devlet adamları hakkında yapılmış olan kayda değer
çalışmalar vardır. Örneğin, Yüksel Çelik’in 2005 yılında tamamladığı “Hüsrev
Mehmet Paşa, Siyasi Hayatı ve Askeri Faaliyetleri (1756-1855)” adlı doktora tezi,
biyografi alanında yapılmış çalışmaların akla gelen önemli örneklerindendir.
Hayrettin Pınar’ın “Devlet ve Siyaset Adamı Olarak Mehmed Emin Âli Paşa, 18151871”, Emine Atılgan Gümüşsoy’un “Keçecizade Mehmet Fuat Paşa, 1815-1869”
adlı doktora tezleri ile Cemal Atabaş’ın “Sava Paşa’nın Girit Valiliği (1885-1887)”
adlı yüksek lisans tezi, biyografi alanında yapılmış çalışmalardandır.
iv Çalışmamıza konu olan Mustafa Nâili Paşa, XIX. yüzyılın meşhur
kahramanlarından olmamakla birlikte, eğitim hayatından yoksun bir şekilde devlet
kademelerinde adım adım yükselmiş ümmi biri olarak dikkat çekmektedir. Bu
noktada, çalışmanın ortaya konulması aşamasında bazı zorluklarla karşılaşılmıştır.
Zira Paşa’nın, bir eğitim hayatı olmadığından çocukluk dönemine ait çok fazla bilgi
yoktur. Bu yüzden Mustafa Nâili Paşa’nın çocukluk dönemi çok fazla
irdelenememiş, dolaylı yollardan izah edilmeye çalışılmıştır. Yapılan araştırmalar
neticesinde Mustafa Nâili Paşa’nın hayatı hakkında arşiv belgelerine dayalı kapsamlı
bir çalışma olmadığı tesbit edilmiştir. Mevcut literatürde bulunan sınırlı bilgiler
sürekli tekrarlanmak suretiyle verilmiştir. Bu nedenle çalışmanın ana kaynağını,
Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ne ait çeşitli fonlarda bulunan belgeler oluşturmuştur.
Belgelerin dışında, Mustafa Nâili Paşa’nın hayatının anlatıldığı bazı makale ve
ansiklopedi maddelerinden de istifade edilmiştir. Sadece Mustafa Nâili Paşa’nın
kendisi değil, yaşadığı dönemin olayları da detaylı bir şekilde incelenmiş ve
karakterine yansımaları izah edilmiştir. Böylelikle Mustafa Nâili Paşa’nın hayatına
dair eksikler göz önünde bulundurularak kapsamlı bir çalışma yapılmaya
çalışılmıştır.
Çalışmamız bir giriş ve dört bölümden oluşmaktadır. Girişte, çalışmaya bir
zemin olması açısından kısaca XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti’nde yaşanan
gelişmeler ve özellikle reform hareketleri bağlamında Mustafa Nâili Paşa’nın almış
olduğu görevler ve şahsının önemine vurgu yapılmıştır. Birinci bölümde Mustafa
Nâili Paşa’nın Girit valiliği öncesi yılları, ikinci bölümde Girit valisi olduktan sonra
çıkan 1841 isyanı kapsamlı bir şekilde ele alınmıştır. Üçüncü bölümde Girit valiliği,
dördüncü bölümde ise valilik sonrası merkezdeki görevlerinden bahsedilmiştir.
Bu çalışmanın ortaya çıkmasında en fazla katkısı ve desteği olan, değerli
tavsiyeleriyle akademik olarak bir danışmanın ötesinde kendisinden çok şey
öğrendiğim sayın hocam Prof. Dr. Mahir AYDIN’a sonsuz teşekkürlerimi sunar,
hürmet ve minnetlerimi arz ederim. Ayrıca her zaman verdikleri desteklerden dolayı
Prof. Dr. M. Ali BEYHAN ile Prof. Dr. Süleyman BEYOĞLU’na da teşekkür eder,
saygılarımı sunarım. Çalışmanın ilk aşamasında verdiği literatür bilgisi ile ufkumu
v açan Doç. Dr. Yüksel ÇELİK’e de ayrıca teşekkürü bir borç bilirim. Sevgili
meslektaşlarım Yrd. Doç. Dr. Arif Kolay’a ve Yrd. Doç. Dr. Şakir Turan’a tezin her
aşamasında verdikleri destekten dolayı, Yrd. Doç. Dr. Gülsüm Polat’a son aşamada
tezi kontrol etme külfetine katlandığı için teşekkür ederim.
Araştırmacılara tanıdıkları imkânlar ve hizmetler ile rahat bir çalışma ortamı
sağlayan Başbakanlık Osmanlı Arşivi ve İslam Araştırmaları Merkezi’nin (İSAM)
tüm personeline, Kütahya Mustafa Hakkı Yeşil Kütüphanesi çalışanlarına
gösterdikleri kolaylıklardan dolayı müteşekkirim. Son olarak da haklarını hiçbir
zaman ödeyemeyeceğim anne ve babama, bütün aşamalarda tüm zorluklara benimle
birlikte katlanan ve pek çok fedakârlıklarda bulunan eşim Hakan Değirmenci’ye ve
oğlum Mehmed Kağan’a sevgilerimi sunarım.
Kevser DEĞİRMENCİ
İstanbul 2013
vi İÇİNDEKİLER
ÖZ…………………………………………………………………………………...............ii
ABSTRACT…………………………………………………………………………………iii
ÖNSÖZ………………………………………………………………………………………iv
TABLO LİSTESİ…………………………………………………………………………...xiii
KISALTMALAR…………………………………………………………………………...xıv
GİRİŞ... .................................................................................................................................... 1
BİRİNCİ BÖLÜM
MUSTAFA NÂİLİ PAŞA’NIN GİRİT VALİLİĞİ ÖNCESİ YILLARI
A)
MUSTAFA NÂİLİ PAŞA’NIN ASKER OLARAK YETİŞTİRİLMESİ ................... 9
1)
Dayısı Tahir Paşa’nın Himayesinde Mustafa Nâili Paşa ........................................... 10
a)
Fransızların Mısır’ı İşgali ve Tahir Paşa’nın Mısır’a Gelişi .................................. 11
b)
Tahir Paşa’nın Hüsrev Paşa ile Olan Münasebeti ve İsyanı................................... 14
c)
Tahir Paşa’nın Kaymakamlığı ve Mustafa Nâili’nin Mısır’a Gelmesi .................. 17
d)
Tahir Paşa’nın Öldürülmesi ve Mustafa Nâili’nin Mısır’dan Ayrılması ............... 19
2)
Dayısı Hasan Paşa’nın Himayesinde Mustafa Nâili Paşa .......................................... 24
a)
Mustafa Nâili Paşa’nın Mısır’a İkinci Kez Gelişi .................................................. 24
b)
Vehhâbîlere Karşı Olan Harekâtta Hasan Paşa’nın Yanında Mustafa Nâili Paşa .. 25
b.1) Vehhâbîliğin Ortaya Çıkışı ve Osmanlı Devleti’nin Müdahalesi ...................... 25
b.2) Hasan Paşa ve Mustafa Nâili’nin Hicaz’a Gelişleri ve Mekke Muhafızlığı…....30
b.3) Hasan Paşa’nın Hicaz’daki İmar Faaliyetleri .................................................... 35
c) 1821 Girit İsyanlarının Bastırılmasında Dayısı Hasan Paşa’nın Yanında Mustafa
Nâili Paşa .................................................................................................... ....……..37
c.1) Girit Tarihine Kısa Bir Bakış…………………………………………………...38
c.2) 1821 Girit İsyanı…………………………………………………………….......40
c.3) Hasan Paşa ve Mustafa Nâili’nin Girit’e Gelişi ve Faaliyetleri… ...………..….44
B)
MUSTAFA NÂİLİ PAŞA’NIN MEHMET ALİ PAŞA HİMAYESİNDE
TAŞRADAKİ GÖREVLERİ ..................................................................................... 53
1)
Girit’te Mısır Askeri Başbuğu Mustafa Nâili Paşa .................................................... 53
a)
Eşkıya Saldırıları ve Rum İsyancıların Kışkırtmaları ............................................ 55
vii b)
2)
3)
Girit’in Abluka Altına Alınması ............................................................................ 59
Girit Askeri ve Mülki Muhafızı Mustafa Nâili Paşa .................................................. 63
a)
Yunanistan’ın Bağımsızlık Kazanma Süreci ve 1830 İsyanı ................................. 63
b)
Girit İdaresinin Mehmet Ali Paşa’ya Devredilmesi ............................................... 66
c)
Mustafa Nâili Paşa’nın İdaresinde Girit ................................................................. 67
d)
Mustafa Nâili Paşa Döneminde Girit’te Yapılan Bayındırlık Faaliyetleri ............. 79
e)
Mustafa Nâili Paşa’nın Muhafızlığı Döneminde Girit’te Askerler ........................ 81
1838 Cebel-i Lübnan Ayaklanmalarının Bastırılmasında Mustafa Nâili Paşa’nın
Katkısı ........................................................................................................................ 84
a) İbrahim Paşa’nın Lübnan’a Hâkim Olması ve Dürzî-Marunî Çekişmesinin
Başlaması…. .............................................................................................................. 84
b) İbrahim Paşa İle Birlikte İsyana Müdahale................................................................ 88
İKİNCİ BÖLÜM
MUSTAFA NÂİLİ PAŞA’NIN GİRİT’E VALİ OLARAK ATANMASI VE 1841
İSYANI
A)
MUSTAFA NÂİLİ PAŞA’NIN GİRİT VALİSİ OLARAK ATANMASI VE KAPI
KETHÜDASI NURİ BEY’İN GİRİT’E GÖNDERİLMESİ ..................................... 92
B)
GİRİT’TE ASAYİŞİN BOZULMASI VE ALINAN TEDBİRLER ......................... 96
1)
Rum Eşkıyanın Adaya Gelişi ve İlk Faaliyetleri........................................................ 96
2)
Mustafa Nâili Paşa’nın Nahiye Muhafızlarına Yaptığı Uyarılar ............................... 98
3)
Nahiye Muhafızlarından Mustafa Nâili Paşa’ya Gelen Haberler............................. 100
4)
Mustafa Nâili Paşa’nın Yayınladığı Rumca İlan ve Alınan İlk Tedbirler................ 102
5)
Eşkıyanın Girit’te Uyguladığı Propaganda Faaliyetleri ........................................... 105
6)
25 Şubat 1841 Tarihli İlk Şura Toplantısı ................................................................ 107
C)
1841 İSYANI ÖNCESİ ADADAKİ KONSOLOSLARIN ARABULUCULUK
FAALİYETLERİ ..................................................................................................... 109
1)
Hanya’da Bulunan Konsoloslar ile Hazırlanan Müzakere Metni ............................ 109
2)
Konsolosların Eşkıya İle Görüşmesi ve İhtilal Teşebbüsünün Kontrol Altına
Alınmaya Çalışılması ............................................................................................... 111
3)
Konsoloslar Tarafından Teklif Edilen Çözüm Önerileri .......................................... 113
4)
Mustafa Nâili Paşa’nın Hristiyanlara Yaptığı Af Çağrısı ........................................ 115
5)
Mustafa Nâili Paşa’nın İngilizlerden Yardım Talebi ............................................... 115
D)
1841 GİRİT MESELESİNİN İSYANA DÖNÜŞMEDEN MÜZAKERELER İLE
HALLEDİLMEYE ÇALIŞILMASI ........................................................................ 117
viii 1)
Eşkıyanın Asıl Niyetinin Ortaya Çıkması ve Müslüman Ahaliye Hitaben Yazılmış
Olan Mektup ............................................................................................................ 119
2)
İstanbul’dan Kandiye ve Resmo Meclislerine Gönderilen İlanlar ........................... 120
3)
Yunan Hükümeti Tarafından Desteklenen Eşkıyanın Faaliyetlerinin Önlenmesi ... 121
4)
Hollanda Konsolosu Tarafından Yazılan Mektup.................................................... 122
E)
MUSTAFA NÂİLİ PAŞA TARAFINDAN ALINAN TEDBİRLER ..................... 123
1)
Kaptan-ı Derya Çengeloğlu Tahir Paşa’nın Girit’e Görevlendirilmesi ve
Faaliyetleri………………. ...................................................................................... 124
2)
Girit’in Abluka Altına Alınması .............................................................................. 126
3)
Savaş İçin Yapılan Hazırlıklar ................................................................................. 127
4)
Mustafa Nâili Paşa ve Ordunun Adada Yaptığı Keşif Harekâtı............................... 131
5)
İngiliz ve Fransız Elçilerinin Tavsiyeleri ve Af ilanı ............................................... 134
6)
Babıali’nin İsyan Hususunda Girit Yöneticilerine Verdiği Nasihatler .................... 136
F)
MÜZAKERELER NETİCESİNDE ÇÖZÜLEMEYEN MESELENİN İSYANA
DÖNÜŞMESİ .......................................................................................................... 138
1)
İngiliz Kumandanın Arabuluculuk Teklifi ............................................................... 139
2)
Eşkıya Grubunun Talepleri ...................................................................................... 140
3)
İsyancılar İle Yapılan Çatışmaların İkinci Safhası................................................... 141
4)
Savaş Sırasında Ele Geçirilen Bazı Rumca Mektuplar ............................................ 146
5)
Arnavut Askerlerinin Uygunsuz Tavırlarına Engel Olunması ................................. 147
G)
SON HEDEF: İSFAKYA EŞKIYASI ..................................................................... 149
1)
İsfakya Ahalisinin Teslim Şartları ve Mustafa Nâili Paşa’nın Cevabı..................... 149
2)
Teslim Şartlarına Karşı Sadaretin Tutumu ............................................................... 154
3)
İngiliz Elçisinin Arabuluculuk Israrı ve Babıali’ye Gösterilen Sert Tavır............... 155
4)
İsfakya Eşkıyasının Teslim Olması.......................................................................... 156
5)
1841 İhtilalinin Sona Ermesi.................................................................................... 159
H)
RUMLARIN GİRİT’TE İSYAN FAALİYETLERİNİ SÜRDÜRME
ÇABALAR................................................................................................................161
1)
Yunanlılar Tarafından Planlanan Yeni Girişimler ................................................... 161
2)
Valence Adlı Eşkıyanın Faaliyetleri ........................................................................ 162
3)
Yunanlıların Kötü Niyetlerinden Dolayı Girit’in Muhafazasına Dikkat Edilmesi
Gerektiği .................................................................................................................. 164
4)
Rumlar Tarafından Müslüman Ahaliye Atfedilen İftiralar ...................................... 165
5)
Medaco Kardeşlerin Müslümanlar Aleyhinde Yaptıkları Şikâyetler ....................... 167
ix İ)
İSYAN SONRASINDA ADADA YAŞANAN GELİŞMELER ............................. 170
1)
Kaptan Paşa’ya ve Mustafa Nâili Paşa’ya Verilen Ödüller ..................................... 170
2)
Kaptan Paşa’nın ve Diğer Vazifelilerin Girit’ten Ayrılması .................................... 171
3)
Mehmet Ali Paşa’nın Girit’e Görevlendirilme Ümidi ............................................. 173
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
MUSTAFA NÂİLİ PAŞA’NIN GİRİT VALİLİĞİ
A)
1841 GİRİT İSYANI SONRASINDA MUSTAFA NÂİLİ PAŞA’NIN
FAALİYETLERİ ..................................................................................................... 174
1)
Girit Valisi Mustafa Nâili Paşa’nın İstanbul’a Gelme Talepleri .............................. 175
2)
Kaptan Paşa’nın Donanma ile Girit’e Gelmesi ........................................................ 179
3)
Girit Ahalisinin Durumu .......................................................................................... 180
4)
Mustafa Nâili Paşa Döneminde Girit’te Görevli Askerlerin Durumu...................... 183
5)
Mustafa Nâili Paşa’nın Şirket-i Hayriye Ortaklığına Girmesi ................................. 192
B)
MUSTAFA NÂİLİ PAŞA DÖNEMİNDE GİRİT’TE TOPLANAN VERGİLER . 194
1)
Mustafa Nâili Paşa’nın Reayadan Alınan Vergilerde Gösterdiği Kolaylıklar ......... 196
2)
Yabancı Esnaftan Alınan Vergi ............................................................................... 197
3)
Öşür Hususunda Yapılan Düzenlemeler .................................................................. 198
4)
Tedavülden Kaldırılan Paralar ................................................................................. 199
C)
MUSTAFA NÂİLİ PAŞA DÖNEMİNDE GİRİT’TE TİCARET VE EKONOMİ. 201
1)
Girit’te Ticaretin İki Ana Unsuru: Sabun ve Zeytinyağı ......................................... 201
2)
Mustafa Nâili Paşa’nın Rus ve Yunan Tüccarlara Uyguladığı Politika ................... 204
D)
MUSTAFA NÂİLİ PAŞA DÖNEMİNDE GİRİT LİMANLARI VE GEMİLERİ . 207
1)
Girit’te Ulaşımın Tek Adı Gemiler .......................................................................... 207
2)
İstanbul İle Haberleşmede Kullanılan Pesendide Adlı Vapur.................................. 210
3)
Mustafa Nâili Paşa Döneminde Girit Sahillerinin Haritasının Çıkarması ............... 214
4)
Mustafa Nâili Paşa Döneminde Girit Limanlarının Temizlenmesi .......................... 214
E)
MUSTAFA NÂİLİ PAŞA DÖNEMİNDE ADADA YAPILAN TAMİRAT VE
İNŞAATLAR ........................................................................................................... 217
1)
Kilise İnşaatları ve Tamiratı ..................................................................................... 217
2)
Yol Tamiratı ............................................................................................................. 218
F)
MUSTAFA NÂİLİ PAŞA DÖNEMİNDE GİRİT’TE SALGIN HASTALIKLAR VE
KARANTİNA UYGULAMALARI ........................................................................ 220
1)
Girit’te Karantina Müdüriyeti Kurulması ................................................................ 220
x 2)
Girit’te Kolera Salgını.............................................................................................. 221
G)
MUSTAFA NÂİLİ PAŞA DÖNEMİNDE YUNAN DEVLETİ VE GİRİT ........... 222
1)
Yunanlıların Granbosa Kalesi İle İlgili Kötü Niyetleri ............................................ 222
2)
Mustafa Nâili Paşa’ya Görevliler Hakkında Yapılan Şikâyetler ............................. 224
3)
Mustafa Nâili Paşa’nın Girit’e Dönmek İsteyen Muhacirlere Uyguladığı Politika . 227
4)
Mustafa Nâili Paşa Döneminde Girit’te Yaşanmış Bazı Münferit Olaylar .............. 231
H)
MUSTAFA NÂİLİ PAŞA DÖNEMİNDE GİRİT’TE UYGULANAN ÇEŞİTLİ
KANUNLAR ........................................................................................................... 233
1)
Girit’te Rüşvetin Engellenmesine Dair Mustafa Nâili Paşa’nın Aldığı Tedbirler ... 234
2)
Girit Hapishaneleri ................................................................................................... 235
3)
Girit’te Yaşanan İrtidat ve İhtida Olayları ............................................................... 236
4)
Girit’te Uygulanan Miras Hukuku ........................................................................... 238
5)
Girit’te Mürur Tezkeresiyle İlgili Uygulamalar ....................................................... 239
İ)
MUSTAFA NÂİLİ PAŞA DÖNEMİNDE GİRİT’E YAPILAN SÜRGÜNLER.... 240
1)
Bedirhan Bey’in İsyanı ............................................................................................ 240
2)
Bedirhan Bey ve Etrafındakilerin Girit’e Sürülmesi ................................................ 241
3)
Mustafa Nâili Paşa’nın Bedirhan Bey’e Dair Uygulamaları .................................... 243
4)
Mustafa Nâili Paşa Döneminde Abdülmecid’in Girit Ziyareti……… .................... 250
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
MUSTAFA NÂİLİ PAŞA’NIN GİRİT VALİLİĞİ SONRASI YILLARI
A)
MUSTAFA NÂİLİ PAŞA’NIN MECLİS-İ VÂLÂ’DAKİ GÖREVLERİ .............. 257
1)
Meclis-i Vâlây-ı Ahkâmı Adliye’nin Kuruluşu ....................................................... 257
2)
Mustafa Nâili Paşa’nın Meclis-i Vâlây-ı Ahkâmı Adliye Üyeliği ........................... 260
3)
Mustafa Nâili Paşa’nın Meclis-i Vâlây-ı Ahkâmı Adliye Başkanlığı ...................... 262
B)
MUSTAFA NÂİLİ PAŞA’NIN SADARET MAKAMINA GETİRİLMESİ .......... 265
1)
Kutsal Yerler Sorunu ve Prens Mençikof’un İstanbul’a Gelişi................................ 265
2)
Mustafa Nâili Paşa’nın İkinci Sadareti ve Kırım Savaşı .......................................... 268
a)
Mustafa Nâili Paşa’nın İmzası İle Yayınlanan Mazbata ...................................... 269
b)
Ulema Tarafından Mustafa Nâili Paşa’ya Verilen Dilekçe ve Rusya’ya Savaş
İlanı………. ......................................................................................................... 272
c)
Rumeli ve Kafkasya Cepheleri ve Mustafa Nâili Paşa’ya Gelen Raporlar .......... 275
d)
Sinop Baskını ve Mustafa Nâili Paşa’ya Gönderilen Raporlar ............................ 279
xi C)
Mustafa Nâili Paşa’nın Savaş Sırasında Çıkan İsyanlar Nedeni İle Valilere
Gönderdiği Emirler .............................................................................................. 284
f)
Kırım’da Yapılan Mücadeleler ve Savaşın Sona Ermesi ..................................... 286
g)
Savaş Masraflarına Dair Alınan Tedbirler ve Mustafa Nâili Paşa’nın Katkıları . 288
h)
Kırım Savaşı Sırasında İstanbul’a Gelen Yabancı Misafirler .............................. 293
MUSTAFA NÂİLİ PAŞA’NIN REŞİT PAŞA İLE ÇEKİŞMELERİ ..................... 295
1)
Paris’e Mali İşlerden Sorumlu Bir Memur Gönderilmesi Meselesi ......................... 295
2)
Mustafa Nâili Paşa ile Reşit Paşa Arasındaki Arsa Meselesi................................... 297
D)
1)
E)
F)
e)
MUSTAFA NÂİLİ PAŞA’NIN ÜÇÜNCÜ SADARETİ ........................................ 299
Avusturyalı Tüccarlar İle Alakalı Senet Meselesi ................................................... 300
MUSTAFA NÂİLİ PAŞA’NIN İKİNCİ GİRİT VALİLİĞİ.................................... 304
1)
1866 Girit İsyanının Ortaya Çıkışı ........................................................................... 304
2)
Osmanlı Devleti’nin 1866 Girit İsyanına Müdahalesi ............................................. 309
3)
Mustafa Nâili Paşa’nın Girit’e Gelişi ve Faaliyetleri ............................................... 311
VEFATI, ŞAHSİYETİ, MAL VARLIĞI VE EVLATLARI ................................... 328
SONUÇ ................................................................................................................................ 334
BİBLİYOGRAFYA ............................................................................................................. 338
EK-1………… ..................................................................................................................... 365
EK-2…. ................................................................................................................................ 366
EK-3…. ................................................................................................................................ 367
EK-4… ................................................................................................................................. 368
EK-5… ................................................................................................................................. 369
EK-6… ................................................................................................................................. 370
EK-7… ................................................................................................................................. 371
EK-8… ................................................................................................................................. 372
EK-9… ................................................................................................................................. 373
EK-10.. ................................................................................................................................. 374
ÖZGEÇMİŞ ......................................................................................................................... 375
xii TABLO LİSTESİ
Tablo 1: Girit asilerinin bertaraf edilmesi için Mısır’dan gönderilen asker miktarıyla
başbuğ ve sergerdeleri
Tablo 2: Girit’e gönderilen 4000 askerin sergerde ve binbaşılarının isimleri
Tablo 3: Girit’teki kalelere Mısır’dan gönderilen buğday, arpa ve peksimetlerin
miktarları
Tablo 4: Girit Adası Gelir ve Giderleri
Tablo 5: Kandiye, Hanya ve Resmo’da bulunan hapishane erbabına ve kâtiplere vs.
mürettebata ödenen mahiye ve tayinat
Tablo 6: Girit’te bulunan sekban askerleri ve reisleri
Tablo 7: Preveze tarafından yeni gelmiş olan sekban askerin vs. mürettebatın bir
aylık mahiyat ve tayinatı
Tablo 8: Arnavut Askerlerinin Sergerdeleri ve Aldıkları Mahiyeler
Tablo 9: 1841 yılında Girit taraflarında kışlaması gereken askerlerin miktarı
Tablo 10: İzmir ve Aydın’dan Girit’e gönderilen redif alayının zabitlerinin maaşları
xiii KISALTMALAR
a.g.e.
Adı geçen eser
a.g.m.
Adı geçen makale
a.g.t.
Adı geçen tez
A.Ü.
Ankara Üniversitesi
A.MKT. MHM.
Sadâret Mektubi Mühimme Kalemi Evrâkı
A.MKT. NZD
Sadâret Mektubi Kalemi Nezâret ve Devâir Evrâkı
bkz.
Bakınız
BEO
Bâb-ı Âlî Evrâk Odası
BOA
Başbakanlık Osmanlı Arşivi
c.
Cilt
çev.
Çeviren
DTCF
Dil Tarih Coğrafya Fakültesi
ed.
Editör
haz.
Hazırlayan
İA
İslam Ansiklopedisi
İ.DH.
İrade Dâhiliye Evrâkı
İ. MTZ. GR
İrade Eyâlet-i Mümtâze Girid
OTAM
Ankara Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi
s.
Sayfa
S.
Sayı
TA
Türk Ansiklopedisi
TDVİA
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi
TTK
Türk Tarih Kurumu
yay.
Yayınlayan
yy.
Yüzyıl
xiv GİRİŞ
XVII. yüzyılın sonlarından itibaren Batı’nın her alanda üstünlüğü, ayrıca
kuzeyde de bir Rus Devleti’nin doğuşu, kuvvetler dengesini Osmanlı Devleti
aleyhine olacak şekilde bozmuş ve devleti, dengeyi düzeltme çareleri aramaya
zorlamıştı. Batının kudretinin arttığı bir sırada Osmanlı idare sistemi ve özellikle de
askeri teşkilatı bozulmaya başlamıştı. Yeniçeriler eski disiplinlerinden ayrılmışlar,
devlet için mali bir yük, padişahın tahtı için de devamlı bir tehlike halini almışlardı.
Bu şartlar altında Osmanlı Devleti, reformlarının ilham kaynağı olarak batıyı
seçmişti.1
1699 Karlofça ve 1718 Pasarofça antlaşmalarıyla noktalanan yenilgiler,
Osmanlı Devleti’nin yaşadığı büyük badirelerdendir.2 XVI. yüzyıla kadar son derece
başarılı olan savaş mekanizması, XVII. yüzyılda bir yavaşlama süreci yaşamıştır.
Arka arkaya yaşanan muharebeler Karlofça ve Pasarofça’nın tesadüf olmadığını
göstermişti. Devletin işleyişi savaş mekanizmasına bağlıydı. Yeni duruma ayak
uydurmak biraz güç olmuştu.3
Yenileşme
çabalarının
sebepleri
detaylandırılacak
olursa,
Osmanlı
Devleti’nin üstünlük duygusuyla hakir gördüğü, her türlü gelişmeyi umursamadığı
bir dünyadan bozgunla neticelenen ilk darbeleri aldığı kanlı muharebelerin ardından
batıya bakış açısı değişmiş, Lale Devri’nde batının üstünlüğü bazı sahalarda kabul
edilmişti. Batının varlığını hissedip, üstünlüğünü kabule meyleden Osmanlı anlayışı
zamanla hayranlığa dönüşecek ve bir aşağılık duygusu oluşacaktır. Bundan sonra
yapılmaya başlanan gelişigüzel değişiklikler, şahsi olmaktan öteye gidememiştir.
1
Kemal Karpat, Türk Demokrasi Tarihi, İstanbul 1996, s.31
Nihat Erim, Devletlerarası Hukuku ve Siyasi Tarih Metinleri, c. I, Ankara 1953, s.23, 61
3
Sina Akşin, “1839’da Osmanlı Ülkesinde İdeolojik Ortam ve Osmanlı Devleti’nin Uluslararası
Durumu”, Mustafa Reşid Paşa ve Dönemi Semineri Bildirileri, Ankara 1985, s.5-6
2
1 Lale Devri’ni takip eden III. Selim ve II. Mahmut dönemleri, batılılaşma
tarihinde önemli bir devrin başlangıcı olmuştur.4 III. Selim, XVIII. yüzyılın ıslahatçı
padişahlarından olmuştu. III. Selim devleti içine düştüğü zor durumdan
kurtarabilmek için yeni bir ıslahat programı hazırlayarak uygulamayı düşünmüş,
devrin ileri gelenlerinden 22 kişiye devletin içine düştüğü durum ve bundan kurtuluş
yollarıyla alakalı layihalar hazırlatmıştı.5 Onun padişahlığı, Fransız İhtilali ve onun
uzantısı olan Napolyon Savaşlarına rastlamıştı. Avrupa büyük bir sarsıntıyla yeni bir
dünyaya adım atarken, Osmanlı Devleti’nin de yüzeysel ıslahatlardan ziyade, daha
kalıcı ıslahat politikaları izlemesi gerektiği ortaya çıkmıştı. III. Selim’in önünde
ıslahatlara mani iki büyük sorun vardı. İlki, taşrada merkezi kuvvete karşı güçlenen
ayanlardı. Tepedelenli Ali Paşa ve Mehmet Ali Paşa gibi kuvvetli ayanlar,
merkezden çok daha ileri idareler kurabilmişlerdi. Osmanlı Devleti’nin ikinci büyük
sorunu da askeri ıslahattı. Ateşli silahların gösterdiği gelişme karşısında, askerin
savaşta paniğe kapılıp kaçmaması için mutlaka talim etmesi, eğitim alması
gerekiyordu. Oysa yeniçeriler kendilerini esnaflığa vermişler, askerliği sadece savaş
zamanlarında cepheye gitmekten ibaret sayar olmuşlardı. III. Selim, bu iki meseleden
ikinciye öncelik vermiştir. Zirâ askeri sınıf düzelmeden ayanlarla mücadele etmek
pek mümkün değildi. III. Selim, bu niyetle 1793’de Nizâm-ı Cedit Ocağını kurdu.6
Böylece III. Selim, reformlara karşı koyan, savaş kabiliyetini kaybetmiş, disiplinsiz
yeniçerilere karşı kendisine sadakat gösterecek yeni bir gönüllü ordusu meydana
getirmiş oldu. III. Selim, idari, siyasi ve ticari sahalarda yapılacak olan reformların
planlarını hazırlamış, pek çok yenilik tasarlamıştı. Yenilikçi padişah bu reformlardan
ancak küçük bir kısmını gerçekleştirme imkânı bulmuştu.7 Zirâ Kabakçı Mustafa
İsyanı ile tahttan indirilmişti. III. Selim dönemi, daha sonra yapılacak olan
reformların fikri temellerini oluşturması açısından önemlidir.
4
III. Selim ve II. Mahmut dönemleri üzerine yazılmış kitap ve makaleler için bkz. Mehmet Ali
Beyhan, “Islahatlar ve Buhranlar Literatürü: III. Selim ve II. Mahmut Dönemi”, Türkiye
Araştırmaları Literatür Dergisi, I/2, İstanbul 2003, s.57-99
5
Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Ankara 1996, s.59
6
Sina Akşin, a.g.m., s.6-7
7
Kemal Karpat, a.g.e., s. 32
2 III. Selim’in yapmak isteyip de yapamadığı pek çok yeniliği, kendisinden
sonra tahta çıkan ve merkeziyetçi bir karaktere sahip olan II. Mahmut yerine
getirmişti. II. Mahmut, XIX. yüzyılda bir dağılma dönemine girmiş olan devletin
varlığını muhafaza etmek için ıslahat hareketlerine devam etmek gerektiğinin
farkındaydı.
Devrinde
yapılan
ıslahatlar
daha
çok
merkeziyetçiliğin
gerçekleştirilmesi esasına dayanıyordu.8
II. Mahmut ilk olarak, orduyu düzene koymak için harekete geçti. Çünkü
Osmanlı Devleti’nin iç ve dış güvenliği sarsılmış bulunuyordu. 1768’den beri çeşitli
devletlerle yapılan savaşlarda Osmanlı orduları peş peşe yenilgilere uğramış, büyük
toprak parçalarının düşman eline geçmesine mani olamamıştı. Bunun yanında ordu,
kendi sınırları içinde çıkan isyanları bastırma konusunda da başarı sağlayamamıştı.
Yeniçerilerin her fırsatta isyan çıkarıp devlet işlerine karışmaya başladıkları da
hesaba katılınca, askerlik alanında yeni bir düzenleme yapma zamanının geldiği
anlaşılmıştı.9 Devletin mevcut askerinin dışında, talimli askere duyulan ihtiyaç zaruri
hale gelmiş ve Eşkinci Ocağı kurulmuştu.10 II. Mahmut bu konuda son derece kararlı
ve planlı hareket etmiş ve nihayet 1826’da Yeniçeri Ocağı’nı ortadan kaldırmayı
başarmıştı.11 Böylece reformlara karşı iki sınırlayıcı otorite olan ordu ve ulema
sindirilmiş, yeniliklerin yapılmasına uygun zemin hazırlanmıştı.
Sultan Mahmut, dışişleri hizmetinde ve yabancı dilleri kullanmakta genç
diplomatların ve memurların yetişmesine özel bir itina göstermişti. Bu amaçlar
doğrultusunda öncelikle Bâbıâli’de bir “Tercüme Odası” kurmuştu. Ancak bu
çalışmalar, daha güç ve karmaşık olan devletin iç idaresinin yeniden düzenlenmesi
ve modernleşmesi amacına çok fazla hizmet edememişti. Yenilikçi padişah, merkezi
hükümetin yetkilerini genişletirken aynı zamanda bu yetkilerin kullanıldığı
8
Ahmet Cevat Eren, Tanzimat Fermanı ve Dönemi, haz. Alişan Akpınar, İstanbul 2007, s.23
Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, c.V, Ankara 1988, s.144
10
Şamil Mutlu, Yeniçeri Ocağı’nın Kaldırılışı ve II. Mahmut’un Edirne Seyahati Mehmet Daniş
Bey ve Eserleri, İstanbul 1994, s. 18
11
XIX. yy.ın en önemli olaylarından biri olan Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasıyla alakalı olarak bkz.
Mehmet Ali Beyhan, Şirvanlı Fatih Efendi- Gülzar-ı Fütuhât (Bir Görgü Tanığının Kalemiyle
Yeniçeri Ocağının Kaldırılışı)- İstanbul 2001; Mehmet Ali Beyhan, “Yeniçeri Ocağı’nın Kaldırılışına
Dair Bir Risâle: Gülzâr-ı Fütuhât”, Ata Dergisi, S. VII, Konya 1997, s. 237-250; Mehmet Ali
Beyhan, “Yeniçeri Ocağı’nın Kaldırılışı Üzerine Bazı Düşünceler-Vak’a-yı Hayriyye”, Osmanlı,
c.VII, Ankara 1999, s.258-272
9
3 mekanizmayı da geliştirmeye çalışmıştır.12 II. Mahmut, hükümet kurumlarında
yaptığı değişikliklerle adeta devlet teşkilatını yeni baştan tanzim etmiştir. Vezirlikleri
lağvederek, yerine görev ve mesuliyetleri faaliyet sahalarına bağlı olan Nâzırlıklar
ihdas etmişti. Sadrazamlık başvekâlete, Darphane-i Amire ile Hazine-i Mansure,
Maliye Nezaretine çevrilmişti. Adliye, Hariciye ve Ticaret Nâzırlıkları ile Dâr-ı
Şurây-ı Askeri, Umur-ı Nâfiâ Meclisleri kurulmuştu. Böylece Avrupa’daki
emsallerine benzeyen yeni tarzda bir kabine teşkiline doğru ilk adım atılmış oldu.13
Tanzimat’ın ön hazırlıkları olarak nitelendirilebilecek olan bu düzenlemeler
ilk olarak hükümetin kendi iç bünyesinde gerçekleştirilmiştir. Osmanlı hükümetinin
yapısı en baştan düzenlenerek yürütmeye yeni bir nitelik kazandırılmıştı. Başvekilin
bundan sonraki görevi bakanlıklar arasındaki koordinasyonu sağlamaktı. Orduda
başlattığı ilk reformlardan sonuç almaya başladıktan sonra, bunları başka alanlardaki
reformlarla tamamlayıp kuvvetlendirmek üzere harekete geçen Sultan II. Mahmut,
1838 yılında mevcut Osmanlı müesseselerinin yanı ısıra, batılı örneklere dayanarak
kurmuş olduğu askeri, idari ve adli meclislerle bir taraftan reformları ordudan başka
alanlara yayma fikrinde olduğu görülmektedir.
II. Mahmut reform hareketleriyle ilgilenirken diğer taraftan da milliyetçilik
fikrinin etkisiyle Balkanlar’da çıkarılan Sırp ve Yunan isyanlarıyla mücadele etmek
zorunda kalmıştı. Balkanlarda yaşanan bu gelişmelerden olumsuz yönde etkilenen
yüzbinlerce Müslüman ahali, Anadolu’ya göç etmeye başlamıştı. Osmanlı
Devleti’nin katılamadığı Viyana Kongresi’nden sonra, Türklerin Avrupa’dan
çıkarılmasını ve hatta Osmanlı Devleti’ne son verilmesini hedef alan Şark Meselesi
fiilen siyasi bir mesele haline gelmişti. Özellikle Rusya ve İngiltere ve Fransa’nın
tahrikleriyle, 1821 yılında Mora’da başlayan Yunan isyanının etkileri çok kapsamlı
olmuştu. Büyük Devletlerin Londra’da imzaladıkları anlaşmayla Osmanlı Devleti’ne
bağlı bir Yunanistan kurulması kabul edilmişti. Osmanlı Devleti bu anlaşmanın
hükümlerini kabul etmediğini ilan edince müttefik kuvvetler, Navarin’ de Osmanlı ve
Mısır ortak donanmasını ani bir baskınla yok etmişlerdi. Ardından Fransızlar
12
13
Bernard Lewis, a.g.e., s.90
Mümtaz Turhan, Kültür Değişmeleri, İstanbul 1994, s. 141
4 Mora’yı işgal etmiş, Ruslar da 1828’de Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmişti.
Rusya’nın bu beklenmedik savaş ilanı Osmanlı Devleti’ni çok zor bir duruma
sokmuştu. Savaşın sonunda Yunanistan bağımsızlığını kazanmış, Eflak ve Boğdan’a
da muhtariyet verilmişti. Bu dış meseleler yanında içte de Osmanlı Devleti’ni meşgul
eden gaileler olmuştu. Bunların en tehlikelisi, Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın
isyanı olmuştu. İstanbul’a doğru ilerleyen Mısır ordusunu durdurabilmek için
Rusya’nın yardım teklifi kabul edilmişti. Avusturya, İngiltere ve Fransa’nın da
müdahalesiyle Mısır ordusu durdurulmuş, Osmanlı Devleti ile valisi arasında
Kütahya antlaşması imzalanmıştı.14
Öte taraftan batılı devletlerin, Osmanlı Devleti’nin Hristiyan ahalisine eşitlik
ve teminat verilmesi yolundaki ısrarları, bundan sonra yapılacak olan siyasi
reformlara zemin hazırlamıştı.15 Sultan Abdülmecid döneminde ilan edilen Tanzimat
Fermanı ile Osmanlı Devleti için yeni bir dönem başlamıştı.16 Fermanın mimarı
Mustafa Reşid Paşa, Osmanlı Devleti’nin geleneksel kurumlarının ve işleyişinin
tamamen değiştirilmesi gerektiği kanaatine varmış ve bir devlet adamı olarak
kendinden sonraki reformcuların öncüsü olmuştu.17 Tanzimat’ın liderleri, XIX.
yüzyıl Osmanlı toplumundaki yeni insanın tipik temsilcileri olmuşlardı.18 XIX.
yüzyılda devlet kadrolarında oluşan bu aydın grup, kendinden sonra gelecek olanlar
için bir öncü grup olmuştur.19 Tanzimat döneminin yüksek bürokratları, kısa süreli
fakat çok çeşitli görevlerde bulunmuşlardı. Sadrazamlık makamındayken, nâzır ya da
vali olarak görev alabilmişlerdi. Gerçek olan ise, bulundukları her memurlukta devlet
yönetimini çok fazla etkilemeleriydi.20
XIX. yüzyıl bir diplomasi asrı olmuştu. Tanzimat’ın ilanı da bu yönde alınmış
bir karardı. Bir taraftan Mısır sorunu, diğer taraftan Balkanlardaki milliyetçilik
14
150. Yılında Tanzimat, haz. Hakkı Dursun Yıldız, Ankara 1992, s. VIII
Kemal Karpat, a.g.e., s.34
16
Cevdet Küçük, “Abdülmecid”, TDV İslam Ansiklopedisi, c.I, s.259-263; A. H. Ongunsu,
“Abdülmecid”, İA, c. I, s. 92-94
17
Bayram Kodaman-Ahmet Turan Alkan, “Tanzimat’ın Öncüsü Mustafa Reşid Paşa”, 150. Yılında
Tanzimat, Ankara 1992, s.7; Ercüment Kuran, “Reşid Paşa”, İA, c. IX, s.701-705; Cavit Baysun,
“Mustafa Reşid Paşa”, Tanzimat II, İstanbul 1999, s. 723-746
18
İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İstanbul 2008, s.262
19
a.g.e., s.298
20
a.g.e., s.264
15
5 hareketleri ve bağımsızlık istekleri, buna bağlı olarak Avrupa Devletleri’nin baskısı,
Tanzimat’ın ilan edilmesini zorunlu hale getirmişti. Hükümet, Tanzimat’ın ilanı ile
Avrupa’yı yanına çekmek, Mısır sorununu çözmek, iç ve dış baskıları hafifletmek
istemişti. Ancak bu yolun dönüşü mümkün olmamış, verilen tavizler yenilerini takip
etmiş, batılılaşma bir devlet politikası haline gelmişti. Tanzimat döneminde siyasi,
askeri, idari, mali ve eğitim alanlarında pek çok köklü değişiklikler yapılmıştı.
Ferman, tebaanın eşitliği ilkesini getirmişti. Din esasına dayanan millet sistemi
yerine, “Osmanlılık” fikri ortaya çıkmıştı. 21
Tanzimat Fermanının ilanı beklentileri karşılayamamış, ne iç isyanlar ne de
büyük devletlerle yapılan savaşlarda bir azalma olmamıştı. Arnavutluk, Girit,
Bulgaristan, Suriye ve Lübnan’da patlak veren isyanların ardından Macar Mültecileri
meselesiyle ilgilenmek zorunda kalınmıştı. Ardından, Kutsal Yerler Meselesi bahane
edilerek 1853’te Rusya tarafından Kırım Savaşı başlatılmıştı. Bu savaş sırasında
alınan dış borç ile devlet, dışarıya daha da bağımlı hale gelmişti. Bu bağımlılık aynı
zamanda daha çok müdahale anlamına geliyordu.22
Gülhane Hattı’ndan sonra tebaanın hukukunu etkileyen en önemli düzenleme
1856’da yayınlanan Islahat Fermanı olmuştu. Bu ferman, Tanzimat’ın hükümlerini
daha da genişletilmiş haliydi. Islahat Fermanı’nın en ayırt edici özelliği, yabancı
devletler tarafından hazırlanıp Bâbıâli’nin kabul etmek zorunda kaldığı bir reform
olmasıdır. Bu ferman ile gayrimüslimler, Müslümanlarla pek çok alanda eşit duruma
getirildiler. Bu durum, Müslümanlar arasında tepkiye neden olmuştu. Beklentilerin
aksine Islahat Fermanı’nın ilanıyla, Avrupa Devletlerinin gayrimüslim tebaaya
müdahalesi daha da artmıştı.23 XIX. yüzyıl boyunca gerçekleştirilen reformlar ve bu
21
Bilal Eryılmaz, Osmanlı Devleti’nde Millet Sistemi, İstanbul 1992, s.55-56; Millet Sistemi
hakkında geniş bilgi için bkz. Cevdet Küçük, “Osmanlılarda Millet Sistemi ve Tanzimat”,
Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, c. IV, İstanbul 1985, s.1007-1024; Fakat son
zamanlarda millet sistemine yönelik ciddi eleştiriler yapılmış, hatta bu sistemin gerçekte
uygulanmadığı, bir efsaneden ibaret olduğu belirtilmiştir. Millet sistemine yönelik yapılan eleştiriler
ve bunların bir değerlendirmesi için bkz. M. Macit Kenanoğlu, Osmanlı Millet Sistemi Mit ve
Gerçek, İstanbul 2004, s. 38-56
22
Cezmi Karasu, “Tanzimat Dönemi Osmanlı Diplomasisine Genel Bir Bakış”, Ankara Üniversitesi
Osmanlı Tarihi Araştırma Merkezi Dergisi (OTAM), S.4, Ankara 1993, s. 205-221
23
Bilal Eryılmaz, a.g.e., s.63
6 reformların mimarları “başarısız” olarak nitelendirilemez. Zirâ bu durumu etkileyen
pek çok iç ve dış faktör vardı.
Devletin içinde bulunduğu böyle bir durumda Girit gibi hassas bir bölgede 20
yıl kadar idarecilik yapmış olan ve sonra da Tanzimat liderleriMustafa Reşid Paşa,
Ali ve Fuat Paşaların olduğu kabinede onlara alternatif olarak zaman zaman sadaret
makamına getirilen Mustafa Nâili Paşa’nın hayatının önemi ve gizemi ortaya
çıkmaktadır.
Çalışmamız bir giriş ve dört bölümden oluşmaktadır. Bölümler, Mustafa Nâili
Paşa’nın Girit valiliği çerçevesinde oluşturulmuştur. Birinci bölümde, Mustafa Nâili
Paşa’nın Girit valiliği öncesindeki yıllarından bahsedilmiştir. İlk olarak yanlarında
kaldığı dayıları, Tahir ve Hasan Paşalar tarafından nasıl bir silahşör olarak
yetiştirildiğinden, çocukluk ve ilk gençlik dönemlerinde kendisiyle birlikte yaptıkları
faaliyetlerden bahsedilmiştir. Hasan Paşa ile birlikte Hicaz’da Vehhabilere, Girit’te
de Rumlara karşı yapılan mücadelelere katkıları izah edilmeye çalışılmıştır. Daha
sonra, 1821 isyanları nedeniyle Hasan Paşa ile birlikte geldikleri Girit’te, dayısının
vefatından sonra Mehmet Ali Paşa tarafından kendisine verilen askeri görevlerden
bahsedilmiştir. Mustafa Nâili Paşa’nın Girit’te önce Mısır askeri başbuğu sonra da
1830-1840 yılları arasında askeri ve mülki muhafız görevinde bulunduğu bu dönem,
“Mustafa Nâili Paşa’nın Mehmet Ali Paşa Himayesinde Taşradaki Görevleri” başlığı
altında ele alınmıştır. İkinci ve üçüncü bölümler, Mustafa Nâili Paşa’nın Girit valisi
olduğu döneme ait bilgileri ihtiva eder. İkinci bölümde, valilik görevinin hemen
ardından adada patlak veren 1841 isyanı ve Paşa’nın takındığı tavır tüm detayları ile
incelenmiştir. Üçüncü bölümde, 1840-1850 yılları arasında Girit’te yaptığı valilik
görevinden bahsedilmiştir. Bu dönemde Girit’in siyasi, ekonomik, ticari ve askeri
durumu ile Mustafa Nâili Paşa’nın ada yönetiminde sergilediği tutum gözler önüne
serilmiştir. Dördüncü bölümde ise, Mustafa Nâili Paşa’nın Girit valiliği sonrası,
kariyerinin
zirvesi
diyebileceğimiz,
merkezde
almış
olduğu
görevlerinden
bahsedilmiştir. Öncelikle Meclisi-i Vâlâ’daki üyeliği ve başkanlığı, daha sonra da üç
defa getirildiği sadrazamlığı irdelenmiştir. Bu süreçte yaşanan Kırım Harbi’nden,
Mustafa Nâili Paşa’nın faaliyetleri çerçevesinde, konunun merkezinden çok fazla
7 uzaklaşılmadan bahsedilmeye çalışılmıştır. Bu bölümde ayrıca, Mustafa Nâili Paşa
ile Tanzimat’ın lideri Mustafa Reşid Paşa arasında yaşanan tartışmalara da yer
verilmiştir. Son olarak 1866 yılında Girit’te Rumlar tarafından çıkarılmış olan isyanı
bastırmak üzere Paşa’nın tekrar buraya vali olarak gönderilmesindenbahsedildiği
dördüncü bölüm, vefatı ve şahsiyeti ile sonlandırılmıştır.
8 BİRİNCİ BÖLÜM
MUSTAFA NAİLİ PAŞA’NIN GİRİT VALİLİĞİ ÖNCESİ YILLARI
A) MUSTAFA NAİLİ PAŞA’NIN ASKER OLARAK YETİŞTİRİLMESİ
Mustafa Nâili Paşa, 1798 yılının Aralık ayında, Rumeli eyaleti dâhilinde
bulunan Kesriye Sancağının Polyan24 köyünde doğmuştur. Babası Behlişte
hanedanından İsmail Bey’dir.25
Sonradan kendisine çeşitli unvanlar ve sadaret görevi verilecek olan Mustafa
Nâili Paşa’nın çocukluk ve gençlik yılları, hayatı hakkında bilginin en az olduğu
dönemdir. Bunda en büyük sebep Mustafa Nâili’nin bir eğitim hayatının olmayışıdır.
Çocukluk dönemiyle alakalı olarak, resmi bir eğitim kurumunda herhangi bir kaydı
olmadığı için, kaynaklarda direkt olarak “Mustafa Nâili” adına rastlanmamıştır. Bu
dönemine ait sınırlı bilgiler dâhilinde, Mustafa Nâili’nin çocukluk yıllarının, dayıları
Tahir26 ve Hasan27 Paşaların yanında geçtiği anlaşılmaktadır. Paşa’nın, hayatı
boyunca elde etmiş olduğu bütün imkânlara, dayıları vasıtasıyla sahip olmuştu.
Çocukluk ve gençlik yıllarında her iki dayısının yanında farklı tecrübeler elde etmiş,
ayrıca yeteneklerini sergileme fırsatı bulmuştu. Bu süreçte etrafındakilerin güvenini
ve beğenisini kazanmıştı. Özellikle Mehmet Ali Paşa, Mustafa Nâili Paşa’yı
dayılarının varisi olarak görmüş ve onların görevlerini ve hatta daha fazlasını Paşa’ya
devretmişti.
24
Bazı kaynaklarda “Poyan” olarak geçmektedir. Şemseddin Sâmi, Kâmûsü’l-A’lâm, c.VI, İstanbul
1316, s. 4310; Tahir Sezen, Osmanlı Yer Adları (Alfabetik Sırayla), Ankara 2006, s. 411
25
Mehmet Süreyya, Sicill-i Osmani, c. IV, Dersaadet 1308, s.480-481; Ahmet Rıfat, Verdü’lHâdâyik (Hâdikât’ül-Vüzera Zeyli), İstanbul 1866, s.52-57
26
Mehmet Süreyya, a.g.e.,c.III, s.243-244
27
a.g.e.,c.II, s. 166-167
9 Mustafa Nâili, ilk olarak dayısı Tahir Paşa’nın yanında yer almıştı. Aile
fertlerinin Mısır olaylarında istihdam edilmesi sebebiyle Tahir Paşa,28 Sadrazam
Yusuf Ziya Paşa’nın maiyetinde, Mısır savaşlarında bulunmuş ve kendisine El-Ariş
Kalesi’nin Fransızlardan geri alınmasındaki gayreti dolayısıyla “beylerbeylik”
rütbesi verilmiş, daha sonra da kısa bir süre Mısır kaymakamlığı görevinde
bulunmuştu. Mustafa Nâili Paşa, bu görevi esnasında dayısının yanında kalmış,
çocuk yaşına rağmen birçok kötü hadiseye şahit olmuştu. Tahir Paşa’nın genç yaşta
öldürülmüş olması sebebiyle, onun yanında çok kısa bir süre kalabilmişti. Mustafa
Nâili’nin çocukluk ve ilk gençlik yılları daha çok Hasan Paşa’nın yanında geçmişti.
Hicaz’da
Vehhâbîlere
karşı
mücadelede,
Girit’te
ise
Rum
isyanlarının
bastırılmasında sürekli Hasan Paşa ile birlikte mücadelelere katılmıştı.29 Mustafa
Nâili Paşa’nın belki bir eğitim hayatı olmamıştı ama çocukluk ve ilk gençlik
dönemlerinde
edindiği
tecrübeler,
kendisine
ilerleyen
yıllarda
çok
şey
kazandıracaktı. Mustafa Nâili Paşa, özellikle Hasan Paşa’nın yanında bulunduğu
dönemde yeteneklerini geliştirme fırsatı bulmuş, çok istediği askerlik mesleğine
dâhil olmuştu.
1) Dayısı Tahir Paşa’nın Himayesinde Mustafa Nâili Paşa
Mustafa Nâili Paşa’nın büyük dayısı olan Tahir Paşa, cesaretiyle öne çıkmış
bir askerdi. Yusuf Ziya Paşa ile Mısır seferlerine katılarak mirîmiran30 olmuştu.
Yusuf Ziya Paşa’nın ve ordusunun Mısır’dan dönüşünde, Rumeli askeri başbuğu
olarak orada burada kalmıştı. Bir ara Hüsrev Paşa’nın azlinde 23 gün kadar Mısır’da
kaymakamlık görevinde bulunmuş ve 26 Mayıs 1803’de katledilerek öldürülmüştü.
28
İsmet Parmaksızoğlu, “Naili Mustafa Paşa”, Türk Ansiklopedisi, c. XXV, s.80
Ahmet Rifat, a.g.e., s.52-53; Şemseddin Sâmi, a.g.e., c. VI, s. 4311
30
Mülki rütbelerden birinin adıdır. “Beylerbeyi” demektir. 1843 yılına kadar mülkiye memurlarına da
askeri rütbelerden olan feriklik ve mirliva rütbeleri tevcih olunurken, o tarihten sonra askeri rütbelerin
tevcihi bırakılmış, onun yerine ferikliğe denk olmak üzere “mirîmiran”, livalığa karşı olmak üzere
“Emîrü’l-Ümerâ” rütbeleri ihdas edilmiştir. Beylerbeylik Osmanlı teşkilatında valilik mertebesiydi.
Aynı zamanda askeri hizmetle de mükellefti. Mirîmiranlara “Paşa” denilirdi. İlk zamanlar
beylerbeylik ile mirîmiranlık ayrı iken hatta beylerbeylik daha üst bir rütbe iken daha sonra bu iki
rütbe birleştirilmiştir. Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, c.II,
s.545. Burada kullanılan “mirîmiran” tabiri feriklik rütbesi yerine kullanılmıştır.
29
10 Fiziksel olarak esmer, zayıf yapılı, siyah sakallı olarak tasvir edilen Tahir
Paşa, derviş meşrep biri olarak tanınırdı. Paşa’nın Türkçeyi az bildiği, Arapçayı ise
hiç bilmediği içingenellikle Arnavutça konuştuğu bilinmektedir. Tahir Paşa
dervişlere ve meczuplara yakınlık gösterdiği için, birtakım kimselerin derviş
kıyafetlerine girerek Paşa’nın iyi niyetini suiistimal ettiği belirtilmektedir.31
Mustafa Nâili Paşa, beş yaşındayken Mısır’a, dayısı Tahir Paşa kaymakam
olduktan sonra gelmişti. Mısır’a geldiğinde henüz ilkokul çağlarında olan Paşa, Tahir
Paşa’nın ölümüne kadar yanında yer aldı. Mustafa Nâili Paşa’nın hayatının bu
dönemine ait malumat olmamakla birlikte sürekli yanında bulunduğu Tahir Paşa’nın
faaliyetleri izah edilmek suretiyle en azından küçük yaşta şahit olduğu olaylar ve
üzerinde bıraktığı izler anlaşılmaya çalışılacaktır. Zirâ Mustafa Nâili Paşa, Tahir
Paşa’nın Mısır kaymakamı olduğu süre zarfında yanında kalmıştı. Dolayısıyla Tahir
Paşa’nın Mısır’a gelişi ve buradaki vazifelerini kısaca izah etmek Mustafa Nâili
Paşa’nın hayatının bu dönemini anlamak açısından önemli ipuçları verecektir.
a) Fransızların Mısır’ı İşgali ve Tahir Paşa’nın Mısır’a Gelişi
Napolyon, 1797’de Yedi Ada ve Arnavutluk’u almış ve bu suretle Osmanlı
Devleti ile Fransa komşu olmuştu. Bu durum Bâbıâlî’yi tedirgin etmişti. Mora
valisinden ve Rus elçisinden alınan haberler neticesinde, Bâbıâlî endişelenmekte
haklı olduğunu gördü. Zirâ Napolyon’un sefer hazırlıklarına başladığı haberi
yayılmıştı. Bâbıâlî, konu ile ilgili malumat edinmek için Fransız elçisi ile irtibata
geçerek bu planın Bonapart’ın şahsi düşüncesi ve sefer hazırlıklarının da
İngiltere’nin istilası için olduğunu öğrenmişti. Bunun üzerine biraz rahatlamış olan
Bâbıâlî, Fransızların Mısır’ı ele geçirme teşebbüsünde bulunacaklarına hiç ihtimal
vermemiş ve dolayısıyla hiçbir tedbir almamıştı.32 Ancak, Fransa’yla ilgili İstanbul’a
31
Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, c.VII, Dersaadet 1309, s.223; Mehmet Süreyya, a.g.e., c.III,
s.243-244
32
Fransızların Mısır’ı işgali ve sonrası ile ilgili detaylı bilgi için bkz: Enver Ziya Karal, FransaMısır-Osmanlı İmparatorluğu (1797-1802), İstanbul 1938; İsmail Soysal, Fransız İhtilali ve TürkFransız Diplomasi Münasebetleri (1789-1802), Ankara 1999; Cabi Ömer Efendi, Cabi Tarihi,
Tahlil ve Tenkitli Metin, haz. Mehmet Ali Beyhan, Ankara 2003; Darendeli İzzet Hasan Efendi,
11 gelen son haber, donanmanın İskenderiye’ye vardığı şeklinde olmuştu. Osmanlı
Devleti bu sırada Hicaz’daki isyanlar ile uğraşmakta iken, Fransızların bu istilası
devleti zor durumda bıraktı. Bazı devlet adamları hemen Fransa’ya bir harp açılması
yönünde fikir beyan ederken, padişah III. Selim aceleci davranmamak gerektiğini
vurgulamıştı. Nihayetinde harp hemen açılmamış ama hazırlıklara başlanmıştı. Bu
esnada bölgenin stratejik önemine binaen Rusya ve İngiltere, Bâbıâlî’ye yardım
teklifinde bulunmuş ve her iki ülkeyle yapılan antlaşmalar neticesinde Osmanlı-Rus
ve Osmanlı-İngiliz ittifakları kurulmuştu.33
Mısır’ın kurtarılması için büyük bir çaba gösteren padişah III. Selim,
Sadrazam Yusuf Ziya Paşa’yı İstanbul’da tertip edilecek kara ordusunun başına
“Serdar-ı Ekrem” unvanıyla vazifelendirmişti. Sadrazam Yusuf Ziya Paşa’nın,
İstanbul’da hazırladığı 60 bin kişilik ordu, 1800 yılı baharında Mısır’a hareket etti.34
Öte yandan Fransa’ya dönen Bonapart, Mısır’da yerine General Kleber’i bırakmıştı.
Mısır seferinden olumlu bir sonuç çıkmayacağını gören Kleber, Serdar-ı Ekrem
Yusuf Ziya Paşa’nın el-Ariş’e 60 bin kişilik bir orduyla geldiğini haber alınca bir
antlaşma teklifinde bulunmuştu. İngiliz, Osmanlı ve Fransız elçileri arasında yapılan
bir takım müzakerelerin ardından, 24 Ocak 1800’de bazı şartlarla Mısır’ın tahliyesini
öngören el-Ariş Sözleşmesi imzalanmıştı.35
Bu antlaşmayla savaşmadan diplomatik yollarla Mısır’ın tahliyesi sağlandı
zannedilirken, İngiltere’nin Fransızların öne sürdüğü şartları reddetmesi ve kayıtsız
şartsız teslim olmaları konusunda ısrarcı olması yüzünden, el-Ariş Sözleşmesi
Ziyanâme, “Sadrazam Yusuf Ziya Paşa’nın Napolyon’a Karşı Mısır Seferi (1798-1802)”, haz. M.
İlkin Erkutun, İstanbul 2009
33
Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi,c. V, Ankara 1988, s.27-36; İsmail Soysal, a.g.e., s.278-293; Bu
ittifakların sadece Mısır’ın ani işgali neticesinde acele alınmışmış bir kararla imzalanmış olduğunu
söylemek doğru olmaz. İşgal haberi duyulmuş olsaydı bile bu tür ittifaklar yapılması muhtemel idi.
Hatta Mısır’ın işgali öncesinde bile Ruslar ile ittifak görüşmelerine başlanmıştı. Kahraman Şakül,
“Osmanlılar Fransız İhtilâli’ne Karşı: Adriyatik ve İtalya Sularında Osmanlı Donanması”, Nizâm-ı
Kadîm’den Nizâm-ı Cedîd’e III. Selim ve Dönemi, ed. Seyfi Kenan, İstanbul 2010, s.255-313
34
İsmail Soysal, a.g.e.,s.285; Johann Wilhelm Zinkeisen, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, İstanbul
2011, c. VI, s.82; Yusuf Ziya Paşa’nın ordusu dâhilinde, mirîmiran Tahir Paşa’nın maiyetiyle Mısır’a
gelen süvari askerleri de mevcuttu. Her birine yüzer kuruş olmak üzere 250 kişilik süvariye yirmi beş
bin kuruş ödenmiştir (Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Cevdet Askeriye ( C. AS.), nr.14514/350).
35
Resimli-Haritalı Mufassal Osmanlı Tarihi,haz. Mustafa Cezar-Mithat Sertoğlu, c.V, İstanbul
1971, s.2795; Enver Ziya Karal, a.g.e., c.V, s.41; İsmail Soysal, a.g.e., s. 292-293; Rıfat Uçarol,
Siyasi Tarih, (1789-2001), İstanbul 2008, s.98
12 geçerliliğini kaybetmiş ve savaş tekrar başlamıştı. Bunun üzerine Mısır’a giren Yusuf
Ziya Paşa, hayli kalabalık ordusuna rağmen 20 Mart 1800’de Fransızlar tarafından
mağlup edildi.36Bu durumda Fransızlar, Osmanlılara bırakmış oldukları yerleri tekrar
alarak Mısır’ı ikinci defa işgal etmiş oldu. Bir süre sonra Fransız ordusu kumandanı
General Kleber öldürülmüş, yerine General Menou geçmişti.
Savaşın devam edeceği anlaşıldığından Osmanlı ordusuna destek olmak için
İngiliz filosu 2 Mart 1801’de İskenderiye Limanı’na geldi.37 Bâbıâlî tarafından hem
kara ordusu hem de Kaptan-ı Derya Küçük Hüseyin Paşa komutasındaki Osmanlı
donanması İskenderiye’ye gönderildi. Gazze’de bekleyen Yusuf Ziya Paşa ordusuyla
Kahire’ye yönelmişti.38 Bu esnada Mustafa Nâili Paşa’nın dayıları Tahir ve Hasan
Paşalar ile babası İsmail Bey de Yusuf Ziya Paşa’nın ordusuna dâhil edilmişti.39
Tahir Paşa, maiyetine 5.000 asker verilerek “çarhacı” olarak tayin edilmiş ve Ariş
Kalesi’nde askerlerden gizli tutulan40 üç günlük arpanın iki günlüğünü alarak öncü
vazifesiyle yola çıkmıştı. Tahir Paşa’ya Dimyad ve Mısır’ı zapt etmesi
emredilmişti.41
Arnavut askerleri birkaç aydır maaşlarının ödenmemiş olmasından dolayı bir
isyan başlatmışlardı. İsyan haberi casuslar vasıtasıyla Fransa’ya ulaştırılmış, durumu
fırsat bilen Fransızlar hemen harekete geçmişlerdi. Fransız hücumuna önce Tahir
Paşa 5.000 ve arkasından Serasker Mehmet Paşa 7.000 askerle karşılık verdi.
Yenilmek üzere olan Osmanlı ordusu, Tahir Paşa’nın cesareti sayesinde mücadeleyi
sürdürmeye devam etmiş, arkadan Serasker Mehmet Paşa’nın ordusunun desteğiyle
savaş bir süre daha devam etmişti. Osmanlı ordusu ile Fransızlar arasında cereyan
eden bu savaş, Fransızlar için sonun başlangıcı oldu. Fransızlar, Mısır içlerine doğru
36
Mufassal Osmanlı Tarihi, c.V, s.2795; Yüksel Çelik, “Hüsrev Mehmet Paşa Siyasi Hayatı ve
Askeri Faaliyetleri (1756-1855)”, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi,
İstanbul 2005, s.13; Rıfat Uçarol, a.g.e., s.98
37
Enver Ziya Karal, a.g.e., c.V, s.41-42
38
Nicolae Jorga, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, c.V, (çev. Nilüfer Epçeli), İstanbul 2009, s.124
39
Tahir Paşa’ya masraflar için 500 kuruş tahsis edilmiştir (Cevdet Dâhiliye (C. DH), nr. 62/3092);
David Barchard, “The Princely Pasha of Crete”, Cornucopia, S. 30, 2003/2004, s.23
40
Gizli tutulmasının sebebi, orduda gıda sıkıntısı çekilmesidir. Zirâ zahire gemileri fırtınaya
yakalanmış ve uzaklaşmak ve başka limanlara sığınmak zorunda kalmışlardır. İlkin Erkutun,
a.g.e.,s.LXXXV
41
Hatt-ı Hümayün (HAT), nr. 83/3446/A
13 çekilmeye başladı. İskenderiye’nin İngiliz ve Osmanlı askerleri tarafından zapt
edilmesiyle, Fransızların Mısır’ı ele geçirmek üzere başlattıkları sefer sonuçsuz
kalmış ve Fransız askerleri Mısır’ı tahliye etmek zorunda kalmışlardı.42 30 Ağustos
1801’de imzalanan mütarekeyle, Fransızlar silahları ve kuvvetleriyle birlikte
çekilmeyi kabul etmişler ve böylece Mısır, tekrar Osmanlı topraklarına katılmıştı.43
Sadrazam Yusuf Ziya Paşa, Mısır’la ilgili yeni bir takım düzenlemeleri
uygulamaya koyduktan sonra İstanbul’a döndü. Tahir Paşa ise Mısır’a birlikte
geldikleri Yusuf Ziya Paşa ile İstanbul’a geri dönmemiş, Mısır’da kalmıştı. Tahir
Paşa, Mısır’a vali olarak atanan Hüsrev Paşa’nın maiyetine mirîmiran olarak tayin
edildi.44
b) Tahir Paşa’nın Hüsrev Paşa ile Olan Münasebeti ve İsyanı
Bâbıâlî Mısır’da bundan sonra Kölemenlere karşı kuvvetli bir idare kurmaya
karar vermiş ve buraya Vezir Hüsrev Paşa’yı vali olarak atamıştı. Yusuf Ziya Paşa,
Mısır’dan
ayrılırken
vali
Hüsrev
Paşa’ya,
maiyetindeki
bazı
birliklerini,
başıbozukolarak adlandırılan düzensiz milis güçlerini bırakmıştı. Bunların büyük
çoğunluğu, Rumeli’den gelen Arnavutlardan oluşuyordu.45 Kendisi de bir Arnavut
olan Tahir Paşa komutasındaki bu birliklerin Serçeşmesi46 ise Kavalalı Mehmet Ali
Ağa’ydı.47 Bu kuvvetler ile Kölemenlere karşı etkin bir askeri mücadele
yürütülemeyeceğini anlayan Hüsrev Paşa, Mısır’da Kölemenlerin eski nüfuzlarını
kazanmamaları için destek alacağı muntazam bir ordu teşkiline başlamıştı. Zaten
42
İlkin Erkutun, a.g.e., s.LXXXXVII-LXXXXVIII
Enver Ziya Karal, a.g.e., c.V, s.42; Böylece 1 Temmuz 1798’de Bonapart’ın Mısır’a asker
çıkarması ile fiilen, Bâbıâli’nin Fransa’ya harp ilan ettiği 12 Eylül’den itibaren hukuken başlayan işgal
çabaları, 30 Ağustos 1801’de İskenderiye’deki Fransız kuvvetlerinin teslim sözleşmesini imzalamaları
ile fiilen bitmiştir. İsmail Soysal, a.g.e., s.335
44
Ahmet Cevdet Paşa, a.g.e., c.VII, s.216
45
Osmanlı coğrafyasında gerekli yerlerde istihdam edilen bu başıbozuk Arnavut savaşçılar hakkında
detaylı bilgi için bkz. Gültekin Yıldız, Neferin Adı Yok, Zorunlu Askerliğe Geçişi Sürecinde
Osmanlı Devleti’nde Siyaset, Ordu ve Toplum (1826-1839), İstanbul 2009, s.212-260
46
Zabıta memuru yerine kullanılan bir tabirdir. M. Zeki Pakalın, a.g.e., c.III, s.177; Orduda yardımcı
asker sınıfın maaş işlerini idare eden memur olarak tanımlanmıştır. İsmail Parlatır, Osmanlı Türkçesi
Sözlüğü, Ankara 2011, s. 1489
47
Tahir Paşa’nın, cesur ve cengâver ama basit karakterli; Mehmet Ali Ağa’nın ise akıllı, zeki ve tedbir
sahibi olduğundan bahsedilmiştir. Ahmet Rasim, Osmanlı Tarihi, c.IV, İstanbul 2004, s.111
43
14 Arnavut sergerdelerinin48 çoğu çoktan Kölemen beylerine meyletmişlerdi. Ayrıca bu
birliklerle yeniçeriler arasında zaman zaman bir takım sürtüşmeler yaşanmaya
başlanmıştı. Mısır’da çatışmaların bitmesiyle boşta kalan bu birlikler, uzun süredir49
ödenmeyen ulufelerini bahane ederek bir isyan girişimine başlamışlardı.50
Hüsrev Paşa, isyan daha fazla büyümeden başıbozukların alacaklarının
ödenmesi ve memleketlerine gönderilmelerine karar vermişti. Çünkü kısa süre sonra,
bu başıbozukların yerini disiplinli, talimli birlikler alacaktı. Askerlik görevini, geçici
bir meslek olarak yerine getiren dağınık birlikler, Mısır’dan ayrılınca bu görevden ve
dolayısıyla maaştan mahrum kalacaklardı. Hüsrev Paşa’nın kendileriyle ilgili planını
öğrenen başıbozuklar açısından bu karar, asla kabul edilemezdi. Ayaklanan Arnavut
askerleri, önce Tahir Paşa’ya giderek birikmiş alacaklarını istediler. Tahir Paşa,
Arnavutları Defterdar Halil Recai Efendi’ye gönderdi. Halil Efendi kasanın boş
olduğunu, şikâyetlerini Mehmet Ali Ağa’ya iletmelerini söyleyince, Mehmet Ali
Ağa’dan da umduklarını bulamayan öfkeli kalabalık, tekrar defterdarın konağına
döndü. Halil Efendi, çaresiz kalmış ve durumu Hüsrev Paşa’ya iletmişti.51 Hüsrev
Paşa başıbozukları sakinleştirmek amacıyla birkaç gün sonra paralarının ödeneceğini
ilan ettiyse de kargaşa çıkmasına ve ortalığın yağmalanmasına engel olamadı.
Nihayet olayın daha fazla büyümemesi için alacaklarının bir kısmı ödenmişti.52 Bir
kısmı da kısa sürede ödenecek olmasına rağmen, başıbozuklar teskin edilememişti.
Onların bu tutumları amaçlarının sadece ulufelerini almak olmadığını akla
getirmekteydi. Karışıklıklar büyüyüp resmen bir isyan başlayınca Hüsrev Paşa,
48
Farsça “baş” demek olan bu tabir gönüllü olarak harbe iştirak eden kafilelerin başına verilen
isimdir. Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından sonra kurulan Zaptiye teşkilatının ilk devirlerinde
binbaşı yerine kullanılmıştır. Daha sonra eşkıyalık gibi kötü oluşumların reisleri hakkında
kullanılmıştır. M. Zeki Pakalın, a.g.e., c.III, s.185
49
Tahir Paşa komutasındaki Arnavut askerlerinin maaşı beş aydır ödenmemiştir. Gilbert Sinoue,
Kavalalı Mehmet Ali Paşa Son Firavun, çev. Ali Cevat Akkoyunlu, İstanbul 1999, s.59
50
Mufassal Osmanlı Tarihi, c.V, s.2799; Yüksel Çelik, a.g.t., s.34; Arnavutlar daha önce de birkaç
aylık ulufe, bahşişlerinin ödenmemiş olmasından dolayı isyan ederek Fransızların bunu fırsat bilip
hemen saldırıya geçmesine sebep olmuşlardı. İsyan fazla büyümeden bastırılmış ancak başıbozuklara
olan güven sarsılmıştı.
51
Ahmet Cevdet Paşa, a.g.e., c.VII, s.216-217; Gilbert Sinoue,a.g.e., s.60; Ahmet Rasim, a.g.e., c.IV,
s.112
52
Bununla çelişen bir bilgi olarak farklı bir kaynakta Hüsrev Paşa’nın isyancılara hiçbir ödeme
yapmayacağı ve ülkeyi terk etmeleri gerektiği bilgisi verilmiştir. Gilbert Sinoue, a.g.e., s.60
15 Özbekiye sarayına kapanmış ve ayaklanmaya top atışlarıyla karşılık vermişti.53
Yeniçeri takviyesini reddeden Hüsrev Paşa, emrindeki askerlere duyduğu aşırı
güvenle büyük bir hata yaptığını sonradan anlayacaktı.
Yaşanması muhtemel bir tehlikenin farkına varmış olan Tahir Paşa,
başıbozukların komutanı sıfatıyla vali konağına giderek, Hüsrev Paşa ile görüşmek
istedi. Ancak Hüsrev Paşa, görüşme talebini reddetmiş ve Tahir Paşa’nın konağında
oturup hiçbir şeye karışmamasını söyleyerek onu başından savmıştı. Zirâ olaylardan
Tahir Paşa ve Mehmet Ali Ağa’yı sorumlu tutmuş ve isyanları, kendisine karşı
yapılan darbe planının bir parçası olarak değerlendirmişti.54
Hüsrev Paşa’nın, Tahir Paşa’nın görüşme talebini reddetmesi üzerine olay
yepyeni bir boyut kazanmıştı. Tahir Paşa, kendisine yapılan bu davranışa çok
kızmıştı. Bundan sonra asilere engel olmamış ve isyan daha da büyümüştü. Hüsrev
Paşa’ya tâbi kuvvetlerle Tâhir Paşa ve Mehmet Ali kumandasındaki Arnavutlar
arasındaki çatışma daha belirgin bir hal almıştı. Vali ve defterdar konağı civarında,
30 Nisan’da meydana gelen ilk büyük çatışmada, asiler kontrolü ele geçirerek
yağmaya başlamış, defterdarı ve evrak defterlerini alıp Tahir Paşa’nın konağına
getirmişlerdi.55 Maaşlarını istemek bahanesiyle ayaklanan isyancılar, “valiyi
istemeyiz” diyerek silah atışlarında bulundular.56 “Kaleye hâkim olmak, Kahire’ye
de hâkim olmak” anlamına geldiği için Tahir Paşa, Kahire Kalesi’ni ele geçirebilmek
için önce kaleyi kuşattı. Hüsrev Paşa, hazinedarının kaleyi elinde tuttuğunu bildiği
için rahat davranmıştı. Nitekim derhal kale kapılarını kapatan hazinedar
53
Kent halkı Arnavutların şehri ele geçirip, yağmalayacağından korkmuştu. Silahlarını kuşanarak
kendilerini yönetimin yanında savaşa çağıran tellallara birkaç kişi kulak vermiş geri kalanı arka
planda kalmayı tercih etmişti. Gilbert Sinoue, a.g.e., s.61
54
Ahmet Cevdet Paşa, a.g.e., c.VII, s.218; Yüksel Çelik, a.g.t., s.37; Tahir Paşa’dan baştan beri
hoşlanmayan Hüsrev Paşa’nın kendisi hakkındaki görüşleri hiç de olumlu değildir. Hüsrev Paşa, Tahir
Paşa’nın devlete sadık ise de herkese inanan, faydayı zararı bilmeyen biri olduğunu düşünmektedir.
Bu yüzden Bâbıâlî’den birkaç kez başka bir vilayete tayin edilmesini talep etmişti. Tahir Paşa’nın
Kölemen Beylerle gizlice haberleştiğini ve işbirliği yaptığını duyan Hüsrev Paşa, kapı kethüdasına
onun ısrarla Mısır’dan ihracı için gayret etmesini istemiştir. Nitekim sonuçta Tahir Paşa’nın Mısır’dan
çıkarılması gündeme gelmiştir (HAT, nr. 85/3493).
55
Ahmet Cevdet Paşa, a.g.e., c.VII, s.218
56
HAT, nr. 86/3541
16 isyancılardan korkarak fazla direnememişti.57 Durumun kötüye gittiğini gören
Hüsrev Paşa, yeniçeri ocak ağaları, ulema ve tarikat şeyhlerini Tahir Paşa’ya
göndererek isyanın gerekçesi olan ulufenin tamamının ödeneceğini söyleyerek
çatışmalara son verilmesini istemişti. Ancak Tahir Paşa, valinin azline dair
merkezden ferman gönderildiğini ifade etmişti. Aslı olmayan bu ifadeyle Tahir Paşa,
isyana meşruiyet kazandırmış, hatta isyandan sonra yeni valinin kim olacağına dair
bir ipucu vermişti.58 Kaleye hâkim olan Tahir Paşa, buradan Hüsrev Paşa’nın
sarayını topa tuttu. Karşılıklı top atışlarıyla, tüfek ve kılıç savaşlarından sonra zafer
Arnavutların oldu.59 Sonuçta, Tahir Paşa 500 Arnavut ile geldiği vilayet konağını
yaktırmış ve eşyalarını gasp ederek valiyi Mısır’dan çıkmaya mecbur bırakmıştı.60
Hüsrev Paşa 3 Mayıs 1803’te yakın adamları ve askerleriyle Bedran tarafına firar
etmişti.61
c) Tahir Paşa’nın Kaymakamlığı ve Mustafa Nâili’nin Mısır’a Gelmesi
Tahir Paşa, Hüsrev Paşa’nın Mısır’dan ayrılmasıyla hukuken olmasa da fiilen
Mısır’ın yeni hâkimi sayılmıştı. Halkın güvenini kazanmak ve eski yönetimle tüm
alakalarını kesmek için herkesin can, mal ve namusunu koruyacağını söylemişti.
Yağma yapılmasına izin vermemiş, askerlerine her şeyi ücreti karşılığında almaları
yönünde tembihlerde bulunarak, tüm bunları bizzat denetlemişti. Barikatların
kaldırılmasını, fırın ve aşevlerinin yeniden açılmasını sağlamış, halka güven telkin
etmişti. Herkesin eşit şekilde korunacağını vaat ederek, gündelik yaşamı yeniden
57
Gilbert Sinoue, a.g.e., s.61; Bu esnada yeğen Mustafa Naili, birkaç günden beri hastalık bahanesi ile
yanında bir miktar Arnavut askeri ile kalede bulunmakta idi. Bu sebeple Arnavutlardan bir kısmı
kaleye çıkmış, oradaki hemşerileri ile birleşerek kuvvetlenmişlerdir. Hazinedardan kalenin
anahtarlarını alıp Tahir Paşa’ya kapıları açmışlardır. Kaleden top, humbara ve cephane alıp kendi
karargâhlarına götürmüşlerdir. Ahmet Cevdet Paşa, a.g.e., c.VII, s.218; Kale anahtarları ile ilgili
olarak daha fazla bilgi için bkz: İsmail Ünal, “Kale Anahtarları”, Ankara Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi, c. XI, S.1, s.119-152
58
Yüksel Çelik, a.g.t., s.38
59
Gilbert Sinoue, a.g.e., s:62
60
HAT, nr. 86/3541
61
Yüksel Çelik, a.g.t., s.39
17 tesis etmiş ve halkı yatıştırmaya çalışmıştı.62 Yaşanan tüm olayların şahidi olan halk,
Tahir Paşa’nın güven telkin eden tavrından ve adil davranışlarından hoşnut olmuştu.
Mısır’daki dengelerin değişmiş olmasından Kölemenler de memnun kalmışlardı. Zirâ
sahip oldukları askeri güçle, destek verecekleri tarafı avantajlı konuma
getirebileceklerinin farkındaydılar.63
Mısır’da son on gün içinde yaşanan olayların bir değerlendirmesi olarak
denilebilir ki, Serçeşme Mehmet Ali Ağa, Arnavut askerlerle komutan Tahir Paşa’yı
zekice taktiklerle sevk ve idare etmiş,64 maaş talebiyle başlayan isyan sürecinde tüm
sorumluluğu defterdar ile vali Hüsrev Paşa üzerine yıkmayı başarmıştı. Hüsrev Paşa
ise, bu plandan habersiz bir şekilde adeta kendi üzerine düşen rolü -tedbirsiz, inatçı
tavrı ve askerlerine duyduğu aşırı güven ile- istenilen şekilde oynamıştı. Tahir
Paşa’ya hakaret ederek onu karşısına almış, başıbozukları tahrik etmiş ve yeterince
güçlü olmadığı halde çatışmayı göze almış, ancak sürekli yapılan savaşlardan perişan
olan halkı ise hiç düşünmemişti.65
Bâbıâlî, Mısır’daki isyan hadiselerini ve neticelerini uzaktan takip etmeye
çalışmıştı. Ancak gelişmeler hakkında sağlıklı haberler alamadığı için, net bir bilgi
sahibi olamamış, sadece Avusturya ve İngiliz elçilerinin raporlarıyla, olayların iç
yüzünü anlamaya çalışmıştı.Mısır’da şeyhler ve kadılardan oluşan Büyük Divan’da 6
Mayıs 1803’te alınan kararla Tahir Paşa, merkezden yeni bir vali gönderilinceye
kadar kaymakam ilân edilmişti. Kadı tarafından Tahir Paşa’ya kürk giydirilmiş ve bu
gelişmelerden Bâbıâlî haberdar edilmişti.66 Tahir Paşa, hemen Mısır kaymakamı
olarak, firari vali Hüsrev Paşa’nın67 peşine düşmüştü.68
62
Ahmet Cevdet Paşa, a.g.e., c.VII, s.219; Gilbert Sinoue, a.g.e., s.62; Yüksel Çelik, a.g.t., s.38;
Ahmet Rasim, a.g.e., c.IV, s.113
63
Yüksel Çelik, a.g.t., s.42
64
Hüsrev Paşa ile Mehmet Ali arasındaki husumet olayları bu noktaya getirmiştir. Zirâ Mehmet Ali’yi
tamamen yok etmeyi planlayan Hüsrev Paşa, gece vakti sözde gerekli bazı emirler vermek üzere
yanına çağırmış, ancak Mehmet Ali bu oyuna gelmemiş, gündüz ulufe isteyen askerlerin başında
geleceğini ifade etmiştir. Tahir Paşa’nın emrindeki Arnavut askerlerinin huzursuzluğu kendisine
yardımcı olmuştur. Johann Wilhelm Zinkeisen, a.g.e., s.116
65
Yüksel Çelik,a.g.t., s.39
66
Ahmet Cevdet Paşa, a.g.e., c.VII, s.221; Gilbert Sinoue, a.g.e., s.62; Yüksel Çelik, a.g.t., s.41;
Ahmet Rasim, a.g.e., c. IV, s.113-114; Nikolae Jorga, a.g.e., c.V, s.143; Mısır’daki gündemi imkânlar
ölçüsünde takip etmeye çalışan Bâbıâlî, buraya yeni bir vali atamak ya da önceki valiyi makamına
18 Tahir Paşa’ya verilen kaymakamlık görevinden sonra Mustafa Nâili, Mısır’a
dayısının yanına gelmiş ve onun maiyetinde bulunmuştu. Mustafa Nâili, Mısır’a
geldiğinde 5-6 yaşlarında idi. Küçük yaşta şahit olduğu pek çok olay, zihin
dünyasının şekillenmesinde etkili olmuştu. Mustafa Nâili’nin, dayıları Tahir Paşa ve
özellikle Hasan Paşa ile beraber sürekli bir mücadelenin içinde yer almış olması,
ileride askerlik mesleğine ilgi duymasına sebep olacaktı.
d) Tahir Paşa’nın Öldürülmesi ve Mustafa Nâili’nin Mısır’dan Ayrılması
Mısır’da patlak veren Arnavut askerlerinin isyanlarını başından beri sessizce
izleyen yeniçerilerin sayısı, burayı Fransızlara karşı savunmak için gelen ilk gruptan
sonra ve Hicaz’da şiddetlenmeye başlayan Vehhâbî tehdidini kontrol etmek için
gelen ikinci grup ile hayli artmıştı. Başıbozuk diye adlandırılan Arnavut askerlerinin
isyan sonucunda idareyi ele alması ve devletin kendi askeri olan yeniçerilerin
kenarda kalmaları kabul edilebilir bir durum değildi. Ayrıca Tahir Paşa tarafından
Arnavut askerlerin kayırılması ve sadece onlara maaş verilmesi yeniçerileri hem
iade etmek hususunda kararsız kalmıştı. Zirâ Hüsrev Paşa Dimyat’ta mücadeleye devam etmekte,
kaymakam Tahir Paşa ise Kölemenlerle işbirliğine girmiş bulunmaktaydı. Tahir Paşa dışında atanacak
başka bir valiye itiraz edileceği ihtimali ile birlikte Babıâli’nin bir çekincesi daha vardı ki, Tahir
Paşa’nın atanmasıyla Kölemenlerin yeniden Mısır’ın idaresine ortak olması idi. Kölemenlerin bu
pozisyonu, İskenderiye muhafızı Hurşit Paşa’yı da tedirgin etmişti. Vali Hüsrev Paşa’nın değişmesi
halinde asiler Dimyat’ı işgal edecekti. Bu yüzden de İskenderiye ve Dimyat muhafazası için asker
gönderilmesi uygun bulunmuştu (HAT, nr. 89/3660).
67
Hüsrev Paşa Bâbıâli’ye, meydana gelen olaylarda suçsuz olduğunu içeren bir yazı göndermişti.
Buna göre, Hüsrev Paşa Mısır’dan Dimyat’a çekilme sebebinin Arnavut askerlerinin isyanı ve bu
isyanı körükleyen Tahir Paşa’nın kendisine olan güveni kötüye kullanarak hainlik yapması ve bir de
askerlerin harcını ve bütçe tanzimi için maaşları kesen defterdarının söz anlamaması olduğunu,
kendisinin idari hiç bir şeyi ihmal etmediğini ifade etmiştir (HAT, nr. 39/1988/B); Bu savunma
padişah tarafından itibar görmemiş, Hüsrev Paşa Selanik sancağına tayin edilmişti. O sırada Tahir
Paşa’nın kardeşi Hasan Paşa ile mücadele etmekte olan Hüsrev Paşa, emre itaatsizlik gibi bir durumun
olmadığını ancak, Selanik’e gitmesinin asilere teslim olmak anlamına geleceğini ifade etmişti. Kaptan
Hüseyin Paşa, Dimyat’ın muhafazası için, Hüsrev Paşa’nın yerinden ayrılmaması gerektiğini sadarete
arz etmişti (HAT, nr. 88/3606); Nitekim Tahir Paşa’nın daha önce takibat için gönderdiği kardeşi
Hasan Bey, Dimyat’ta Hüsrev Paşa’ya yenilmişti.
68
Hüsrev Paşa’nın ele geçirilmesiyle valiliği kesin olarak elde etme ihtimali kuvvetlenecekti. Bunun
için Tahir Paşa, kardeşi Hasan Bey’i 2.000 askerle Mansuriye’ye göndermişti. Hüsrev Paşa, Hasan
Bey’in Mansuriye’ye geldiğini haber alınca tedbir olarak Dimyat’a geçmişti. Yüksel Çelik, a.g.t.,
s.41; Mısır’daki gelişmeleri sadarete bildirmek isteyen Kaptan-ı Derya Hüseyin Paşa, Tahir Paşa ile
Defterdar Halil Recai Efendi’nin Hüsrev Paşa aleyhine hareket ettiklerini ve Paşa’nın takviye
birliklerle makamına iade edilmesi gerektiğini ifade etmişti (HAT, nr. 86/3552).
19 ekonomik olarak zora sokmuş, hem de gücendirmişti.69 Tahir Paşa’ya kızgınlık
duyan sadece yeniçeriler değildi. Öyle ki, bir süre sonra Kahire halkı da bir hayal
kırıklığı yaşamıştı. Paşa halka eşitlik, özgürlük, adalet gibi vaatlerde bulunmasına
rağmen, bunları yerine getirmemişti. Hatta haksızlıklar, işkence, nedensiz
tutuklamalar ve ezici vergilerle üç hafta gibi kısa bir süre zarfında Kahire halkının
güvenini kaybetmişti. Halkın sempatisini kaybederek onları karşısına almıştı.70 Bu
gidişata daha fazla dayanamayan yeniçeriler, 26 Mayıs 1803’te ulufe talebiyle
toplanarak kaymakam Tahir Paşa’nın konağını bastı. Bu sahne, çok kısa bir süre
önce yaşanmış bir olayın tekrarı olmuştur ki başıbozuklar vali Hüsrev Paşa’nın
konağını yağmalamıştı. Tahir Paşa, selefi gibi askeri gücüne güvenerek asileri
kışkırtmaktan çekinmemiş, ancak bunun bedelini de ağır ödemişti.71 Sonuçta,
yeniçeri ağası ve askerlerden bir kısmı Kahire Kalesi’nde idam edilirken, Tahir Paşa
da Malatyalı Musa ve İsmail adlı iki asker tarafından tabancayla vurularak
öldürüldü.72 Ardından kesilen başını, yeniçerilerden bazıları bahşiş almak için
Dimyat’a bulunan Hüsrev Paşa’ya götürmek istemiş ancak Arnavutlar buna izin
vermemişti. Kesilen baş cesetle birlikte gömülmüştü.73 Mısır’da yaşanan bu son
olaylar ve Tahir Paşa’nın katledildiği haberi Bâbıâlî’ye bildirildi.74 Kroniklerde Tahir
Paşa, her söylenene inanan ve ihtiraslı mizacı yüzünden, her şeyi tek başına yapma
isteğiyle hareket ettiği yazılıdır. Bu nedenle selefi Hüsrev Paşa’nın hatasını
tekrarlayarak kendi sonunu getiren olayların zeminini hazırlayan kişi olarak anlatılır.
Yeniçerilerin bu baskını neticesinde, Tahir Paşa’nın bir aydan kısa süren Mısır
kaymakamlığı sona ermişti.75
69
Yüksel Çelik, a.g.t., s.42; Johann Wilhelm Zinkeisen, a.g.e., s.117
Gilbert Sinoue, a.g.e., s.62
71
Yüksel Çelik, a.g.t., s.43; Johann Wilhelm Zinkeisen, a.g.e., s.117
72
Bu tarihlerde, Mustafa Naili Paşa’nın babası İsmail Bey de vefat etmişti. David Barchard, a.g.m.,
s.23
73
HAT, nr. 57/2605; Ahmet Cevdet Paşa, a.g.e., c.VII, s.222; Tahir Paşa’nın ölümü ile ilgili olarak
muhtelif bilgiler vardır. Bazı kaynaklarda yanarak öldüğü yazılıdır.Mehmet Süreyya, a.g.e.,c.III,
s.243-244
74
HAT, nr. 86/3555
75
Medine Muhafızı Ahmet Paşa, Tahir Paşa’nın katledilmesinin ertesi günü önceki idareyi yeniden
tesis etmişti. Bir yandan da Arnavut başıbozukları teskin etmek ve muhtemel çatışmaları önlemek
istemişti. Bu amaçla bazı nüfuzlu kimseleri Mehmet Ali Ağa’ya göndermişti. Serçeşme Mehmet Ali
Ağa, Tahir Paşa’nın ölümü ile kardeşleri Hasan ve Abdi beylerin idaresine kalmış gibi görünen
başıbozukların esas amiri idi. Korkulan olmuş ve Mehmet Ali Ağa uzlaşma ümitlerini boşa çıkarmıştı.
70
20 Tahir Paşa’nın katilleri olan İsmail ve Musa adlı yeniçeriler katledilerek
kelleleri Tahir Paşa’nın hanımına gösterildikten sonra kardeşi Hasan Paşa’ya
götürülmüştü.76 Kölemenlerin yeni liderleri 3 Haziran 1803’te Kahire’de Sergerde
Mehmet Ali ile Hasan Paşa’ya77 ve diğer başıbozuk komutanlarına yardımlarından
dolayı hilat giydirmişti. Bu durum, Kölemenlerin Mısır’daki idarenin hâkimi olduğu
anlamına geliyordu ki Kahire Kalesi 16 Haziran’da kendilerine teslim edilmişti.
İsyan hareketlerinin bir türlü dinmediği Mısır, bundan sonra Kölemenlerin lideri
İbrahim Bey’in idaresine girmişti.78
Mısır’da yaşananlardan habersiz Bâbıâlî, Mısır Defterdarına ve Tahir Paşa’ya
bir hüküm göndererek, eyaletteki kargaşayı bitirecek tedbirlerin biran önce alınması
talimatını vermişti. Bâbıâlî’den Tahir Paşa’ya gönderilen yazıda, Mısır’da bulunan
askerlerin ulufe talebiyle meydana gelmiş ve Mısır Valisi Hüsrev Paşa’nın Dimyat
tarafına gitmesine sebep olan ihtilalden dolayı bu askerlerin Mısır’da kalmalarının
doğru olmayacağı belirtilmişti. Ulufelerinin Mısır hazinesinden ya da hazinede
yeterli miktarda para yoksa borçlanmak suretiyle bile olsa mutlaka ödenmesi ve
memleketlerine gönderilmesi emredilmişti. Tahir Paşa’ya Mısır’a vezirlik rütbesi ile
şimdilik kendisinin tayin edildiği haberi gönderilmişti.79 Fakat bu emirler hükümsüz
kalmıştı. Zirâ bu sırada Tahir Paşa ve defterdar çoktan katledilmişti. Kölemen
beylerinden İbrahim ile başıbozukların lideri Serçeşme Kavalalı Mehmet Ali Ağa,
Zirâ merkezden gelen bir atama emri olmadığından Ahmet Paşa’nın idareyi ele almasını kabul
etmeyeceğini dile getirmişti. Aynı durumda iken Tahir Paşa’ya itiraz etmemiş olmasının sebebini de
kaymakam sıfatıyla ve merkezin emriyle atanmış olmasından kaynaklandığını söyleyerek izah etmişti.
Yüksel Çelik, a.g.t., s.43; Ahmet Paşa’ya karşı isyana hazırlanan Mehmet Ali Ağa, daha önce Tahir
Paşa’dan izin alarak Kahire yakınlarına gelmiş olan Kölemenleri kendi tarafına çekerek gücünü
arttırmak istemişti. Kölemenler de yönetime ortak olabilmek için bu işbirliği teklifini kabul etmişlerdi.
Kölemenlerin lideri İbrahim Bey, Mısır’a dâhil olarak gücünü Kavalalı Mehmet Ali ile birleştirmişti
(HAT, nr. 57/2605); Bu dayanışmanın sonucunda Kahire tekrar savaş alanına dönmüştü. Kahire’den
çıkmayı kabul eden Ahmet Paşa daha sonra asilerle anlaşma yoluna giderek teslim olmuştu.
İskenderiye Muhafızı Hurşit Paşa Temmuz 1803’de sadarete gönderdiği tahrirat ile Tahir Paşa’nın ve
Defterdar Recai Efendi’nin öldürülmelerinden sonra Arnavut ve Türkler’in Kölemen beylere iltica
ettiklerini, hatta Medine Muhafızı Ahmet Paşa’nın da beylerle birleştiğini bildirmiştir (HAT, nr.
86/3512).
76
Ahmet Cevdet Paşa, a.g.e., c.VII, s.224-225; Ahmet Rasim, a.g.e., c.IV, s.115
77
Hasan Paşa, Tahir Paşa’nın kardeşi, Mustafa Naili Paşa’nın diğer dayısıdır. Mehmet Süreyya,a.g.e.,
c.II, s.166-167; Mustafa Naili Paşa, Tahir Paşa’nın ölümünden sonra bir süreliğine memleketine
dönmüştür ancak bir süre sonra Hasan Paşa’nın daveti ile tekrar Mısır’a gelecektir.
78
HAT, nr. 86/3509/E; Ahmet Cevdet Paşa, a.g.e., c.VII, s.226
79
Cevdet Maliye (C. ML), nr. 51/2365
21 Mısır’ın yeni hâkimi olmuşlardı. Bu aşamada devreye Mustafa Nâili’nin diğer dayısı
Hasan Paşa girmişti. Hasan Paşa, önceleri Mehmet Ali Paşa ile işbirliği içindeydi,
daha sonra da emrinde çalışmıştı. Zirâ Tahir Paşa’nın katli ile üzerindeki vazifeler,
Hasan Paşa’ya intikal etmişti. Fakat Mehmet Ali’nin yetenekli karakterine şahit olan
Hasan Paşa, hiçbir zaman yanından ayrılmamak ve yardımını görmek üzere
kendisiyle anlaşmıştı. Böylelikle tüm Rumeli askerlerinin idaresi artık, Mehmet
Ali’nin elinde idi. Hasan Paşa kumandan olarak biliniyorsa da aslında Tahir Paşa’nın
makamına geçen Mehmet Ali, Mısır muhafızı olmuştu.
Böyle karışık bir zamanda Trabluslu Ali Paşa merkezden Mısır’a vali olarak
tayin edilmişti. Bâbıâlî, Mısır’daki kargaşanın bir an evvel düzelmesi için
çabalamıştı.
Zirâ
uzun
zamandan
beri
Hicaz’da
Vehhâbîler
huzursuzluk
çıkarmaktaydı ve artık Vehhâbîler ile ilgili ciddi tedbirler alma zorunluluğu ortaya
çıkmıştı. Fakat bunun için önce Mısır’ın huzura kavuşması gerekmekteydi. Mekke ve
Medine’ye gerekli olan yardımın gidebilmesi için en iyi yol, Mısır olduğu için
burada sükûnetin bir an evvel sağlanması gerekmekteydi. Fakat Mısır’da sular bir
türlü durulmak bilmiyordu. Bâbıâlî tarafından gönderilmiş olan Mısır valisi Ali Paşa,
Mısır’a hâkim olmak isteyen Mehmet Ali Paşa’nın gizli planları neticesinde
Kölemenler tarafından öldürülmüştü. Daha sonra da Mehmet Ali’nin askerleri
tarafından Kölemenler bertaraf edilmek sureti ile Mısır’ın idaresi Mehmet Ali’nin
eline geçmişti.80 Mehmet Ali Paşa’nın en güvendiği adamlarından biri olan Hasan
Paşa, Bâbıâlî’ye gönderdiği yazıyla yeni bir vali tayinine kadar Mısır’ın muhafazası
için çalışılacağına dair taahhütte bulunmuştu.81
Bu son gelişmelerle Mısır’da bir barış ortamı sağlanmıştı. Bâbıâlî’den, 9
Nisan 1804’te Binbaşı Mehmet Ali, Tahir Paşa’nın kardeşi Hasan Paşa ve diğer
başıbozuk komutanlarına hitaben bir teşekkür gönderilerek, geçmişi bir kenara
bırakarak Hurşit Paşa’ya kusursuz itaat etmeleri istenmişti. Muhataplar cevaben,
geçmişteki suçlarını itiraf edip, bundan sonra yeni valiye mutlak itaat edeceklerini ve
Kölemenlere göz açtırmayacaklarını bildirmişlerdi. Bundan sonra Bâbıâlî, Hurşit
80
81
HAT, nr. 89/3649/B; HAT, nr. 89/3649; Ahmet Cevdet Paşa, a.g.e., c.VII, s.228-253
HAT, nr. 80/3323
22 Paşa’yı 9 Nisan 1804’te vezaret rütbesiyle Mısır valiliğine resmen atamıştı.82
Kölemen beylerininMısır’dan definde hizmeti görülen Tahir Paşa’nın kardeşi Hasan
Bey’e mirîmiranlık tevcih edilmişti.83 İstanbul’dan özel bir memurla iki tuğ gelince
Hasan Paşa kaleye çıkarak, kendisine Hurşit Paşa tarafından mirîmiranlık hilati
giydirilmişti. Böylece Hasan Paşa, kardeşi Tahir Paşa’nın yerine geçmiş oldu. Bu
şekliyle Mehmet Ali’nin, Hasan Paşa’nın emrine girmesi gerekiyordu. Ancak Hasan
Paşa, her zamanki gibi Mehmet Ali’nin yanında ona bağlı kalacağını kendisine
bildirerek, verdiği sadakat sözünden dönmemişti. Hasan Paşa’ya verilen mirîmiranlık
göreviyle Mehmet Ali’nin gücünün kırılması planlanmıştı ancak emrinde bir
mirîmiran bulundurmuş olması onun gücüne güç katmıştı.84
Tahir Paşa’nın ölümünden sonra, Mısır’da Arnavutları yönetebilecek ve
iktidarı isteyecek iki kişi kalmıştı, Mehmet Ali Paşa ve Tahir Paşa’nın kardeşi Hasan
Paşa. Hasan Paşa daha karmaşık hale gelmiş olayları çözme konusunda biraz sönük
kalmıştı. Mehmet Ali Paşa ise Mısır’ın tek hâkimi olma yolunda oyunu kendi
koyduğu kurallara göre oynamaya devam etmişti.85 Yaşanan tüm bu olayların küçük
şahidi Mustafa Nâili, babasının ve dayısının ölümünü ardından Mısır’dan ayrılarak
kısa bir süreliğine memleketi Polyan’a annesinin yanına geri dönmüştü.86
82
HAT, nr. 89/3649/A; Yüksel Çelik, a.g.t., s.59
HAT, nr. 83/3447/J
84
HAT, nr. 84/3453/D; Ahmet Cevdet Paşa, a.g.e., c.VII, s.279; Osmanlı Devleti’nin içinde
bulunduğu zor durumların farkına varan Mehmet Ali, Mısır’ın içinde bulunduğu tüm kargaşa
ortamlarını çok iyi değerlendirip kendi lehinde kullanmasını bilmişti. Fransız işgalinden beri anarşi ve
kargaşa içinde olan Mısır’da, Osmanlılar ve Kölemenler kontrolü ele geçirmek için sürekli mücadele
ederken, Osmanlı kuvvetleri de kendi aralarında ihtilâfa düşmüşlerdi. Hüsrev Paşa’ya tâbi kuvvetlerle
Tâhir Paşa ve Mehmet Ali kumandasındaki Arnavutlar arasında uzlaşmazlık devam etmekteydi.
Kölemenler arasında da anlaşmazlık mevcuttu. Bunların bir kısmı Bardisî’yi, bir kısmı da Elfî Bey’i
destekliyordu. Bu gruplar içinde süregelen mücadele, halkın mağduriyetine ve ülkenin ekonomik
durumunun tamamen bozulmasına sebep olmuştu. Mehmet Ali bu durumdan istifade etmesini
bilmişti. Kölemenleri Osmanlılara, muhalif Kölemen grupları birbirlerine, yeni vali Hurşit Paşa’yı
Kölemenlere ve son olarak da Kahire halkını Hurşit Paşa’ya karşı kışkırtarak meydana gelen
kargaşadan faydalanmıştı. Çeşitli siyasî manevralar neticesinde Mısır’ın son valileri bulunan Hüsrev,
Tâhir, Ali ve Hurşit paşaları bertaraf ettikten sonra ulema, eşraf ve Mısır halkının desteğini de elde
edip Babıâli tarafından 3 Temmuz 1805 tarihinde valiliğe getirilmişti. Hilal Görgün, “Mısır”,
TDVİA,c.XXIX, s.555-557; Mısır’ın Mehmet Ali Paşa yönetimindeki durumu hakkında detaylı bilgi
için bkz: J. H. Kramers, “Mısır”, İA, c. VIII, s.250
85
Gilbert Sinoue, a.g.e., s.62-63
86
Ahmet Rıfat, a.g.e., s.53; David Barchard, a.g.m., s.23
83
23 2) Dayısı Hasan Paşa’nın Himayesinde Mustafa Nâili Paşa
Hasan Paşa, Mustafa Nâili Paşa’nın diğer dayısı olup, dolayısı ile Arnavut
Tahir Paşa’nın kardeşiydi. Es’ad Efendi, Hasan Paşa ile ilgili olarak Mehmet Ali
Paşa’nın akrabası, yakın hısmı olduğunu belirtmiştir.87 Ancak yakınlık derecesini
belirtmemiştir. Bu bilgiyi doğru varsayarsak Mustafa Nâili Paşa’nın da Mehmet Ali
Paşa’nın akrabası olduğuna hükmedebiliriz. Mehmet Ali Paşa, Hasan Paşa ve
Mustafa Nâili Paşa ile sürekli güven esasına dayanan olumlu ilişkiler kurmuş ve
onları koruyup kollamıştı. Hasan Paşa, Mısır’da 1805 yılında mirî miran olmuş, daha
sonra 1816 yılında Vehhâbî isyanı dolayısıyla gittiği Hicaz bölgesinde beş yıl kalarak
Medine muhafızlığı görevinde bulunmuştu. 1822’de Girit isyanlarını bastırmak için
Mehmet Ali Paşa tarafından Mısır askerlerinin kumandanı olarak görevlendirilmişti.
Mustafa Nâili Paşa, Hasan Paşa’nın her iki vazifesinde de sürekli yanında yer
almış ve kendisine verilen görevleri layıkıyla yerine getirmişti.
a) Mustafa Nâili Paşa’nın Mısır’a İkinci Kez Gelişi
1809 senesinde küçük dayısı Hasan Paşa’nın davetiyle Mustafa Nâili Paşa, 11
yaşında tekrar Mısır’a geldi. Çocukluğu askeri kampların içinde geçmiş, zor şartlar
altında yetişmişti.88 Bulunduğu ortam, resmi bir eğitim almasına imkân tanımamıştı.
Mısır’a bu ikinci gelişinde çevresini daha iyi tahlil edecek olgunluğa biraz daha
yaklaşmıştı. Mustafa Nâili Paşa’nın bu dönemine dair kayıtlar oldukça kısıtlı
olmasına rağmen, küçük yaşta dayısı Hasan Paşa ile beraber savaş meydanlarında
mücadele ettiğine değinilmektedir. Hasan Paşa, oğlu gibi gördüğü ve evlatlık
edindiği yeğeninin, Hicaz’da asilere karşı yapılan mücadelerde yanında yer almasına
ve hatta öncülük yapmasına izin vermişti. Böylece Mustafa Nâili Paşa ergenliğinin
87
Mehmet Es’ad Efendi, Vak’anüvis Es’ad Efendi Tarihi, Bahir Efendi’nin Zeyl ve İlaveleriyle
(1821-1826), haz. Ziya Yılmazer, İstanbul 2000, s.312
88
Mustafa Naili Paşa’nın vahşet dolu savaş meydanlarında yetişmiş olması karakterine de etkilemiş
ve sert bir yapıda olmasına neden olmuştur. William J. Stilman; Cretan Insurrection 1866-7-8, New
York 1874, s.33
24 ilk yıllarında89 önce, Osmanlı Devleti’nin talebi neticesinde yardıma gelen Mehmet
Ali Paşa’nın ordusunda muhafız olan dayısı Hasan Paşa ile birlikte Hicaz’ın
Vehhâbîlere karşı savunmasında yer almış, daha sonra da Hasan Paşa’nın, Medine
Muhafızlığı görevi nedeniyle, 5 yıl Hicaz’da kalmıştı.
Mustafa Nâili Paşa’nın yetişme döneminde içinde yer aldığı ve bizzat şahit
olduğu Vehhâbî isyanını detaylarıyla irdelemek, Paşa’nın hangi şartlar altında ve
nasıl bir ruh hali içerisinde yetiştiğini anlamamız açısından önemlidir.
b) Vehhâbîlere Karşı Olan Harekâtta Hasan Paşa’nın Yanında Mustafa
Nâili Paşa
b.1) Vehhâbîliğin Ortaya Çıkışı ve Osmanlı Devleti’nin Müdahalesi
İslam’ın en katı yorumlarından biri olarak görülen Vehhâbîlik,90 18.
yüzyıldan itibaren Osmanlı Devleti içinde büyük sorunlara neden olmuştu.
Vehhâbîlik hareketi, dağılma sürecinde olan Osmanlı Devleti’ni özellikle Hicaz ve
çevresinde oldukça meşgul etmişti. Vehhâbî isyanları Hicaz bölgesinde Osmanlı
egemenliğine bir başkaldırı niteliğinde olmuştu. Bölgenin merkezden çok uzak
olması ve Osmanlı Devleti’nin gereken önemi gösterememesi Vehhâbîlerin işlerini
kolaylaştırmış ve başarıya ulaşmalarını sağlamıştı.91 Vehhâbîlik Osmanlı Devleti’nin
temeli olan din birliğine büyük bir darbe vurmuş, zamanla dini olmaktan uzaklaşarak
siyasî bir güç halini almıştı.
89
David Barchard, a.g.m., s.23
Vehhabilik, İslam dinini yeni bir anlayış ile katı kaidelere bağlayan bir hareket olarak ortaya çıkmış
ve bir süre sonra siyasi bir mahiyete bürünerek devam etmiş bir mezheptir. Vehhabilik hakkında daha
detaylı bilgi için bkz: Ahmet Cevdet Paşa, a.g.e., c.VII, s.182-207; Yusuf Ziya Yörükan,
“Vehhabilik”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, S.1, Ankara 1953; Mufassal
Osmanlı Tarihi, c.V, s.2869-2876; Neşet Çağatay, “Vehhabilik”, İA, c.XIII, s.262; Ahmet Vehbi
Ecer, “Osmanlı Tarihinde Vehhabi Hareketinin Sebep ve Sonuçları”, IX. TTK Bildirileri 21-25
Eylül 1981, c.III, Ankara 1990, s.1229-1239; Eyüp Sabri Paşa, Tarih-i Vehhabiyan (Vehhabiler
Tarihi), çev. Süleyman Çelik, İstanbul 1992; Zekeriya Kurşun, Necid ve Ahsa’da Osmanlı
Hâkimiyeti, Vehhabi Hareketi ve Suud Devleti’nin Ortaya Çıkışı, Ankara 1998; M. Fatih Şeker,
Osmanlılar ve Vehhabilik, İstanbul 2007; Ahmet Vehbi Ecer, Tarihte Vehhabi Hareketi ve
Etkileri, Ankara 2001
91
Ahmet Pekkirişçi, “Hariciler ve Vehhabilerin ve Ortaya Çıktıkları Dönemlerin Ortak Özellikleri”,
Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Konya 2011, s.84
90
25 İslam dünyasının hamiliğini üstlenmiş olan Osmanlı Devleti için Hicaz’ın92
idaresi bir saygınlık meselesi idi.93 Bu yüzden Hicaz halkı vergiden ve askerlikten
muaf tutulmuştu. Devlet hiçbir fedakârlıktan kaçınmayarak bölgeyi düzenli biçimde
imar etmiş ve halkın ihtiyaçlarını karşılamıştı.94 Başka bir ifadeyle Haremeyn’in
üzerindeki Osmanlı nüfuzu aynı zamanda Osmanlı hilafetinin de meşruluk kaynağı
sayılıyordu. Bu durum Necid’te ortaya çıkan ve 19. yüzyılın ilk yarısında Mekke ve
Medine kapılarına dayanan Vehhâbî hareketiyle sarsılmıştı.95
Vehhâbîlik, 1744’te Necid’de dinî bir hareket olarak ortaya çıkmış ve Suûd
ailesinin benimsemesiyle siyasî bir hüviyet kazanmıştı. 1750’lerden itibaren de Hicaz
bölgesi için tehlike oluşturmaya başlamış ve Osmanlı Devleti’nin buradaki idarî
düzenini tehdit etmişti.96 Özellikle Vehhâbî lideri Abdulaziz bin Muhammed
zamanında Hicaz çevresine taarruzlarda bulunmaya başlamışlardı. Vehhâbîler’i
başlangıçta tehdit unsuru olarak düşünmeyen Mekke şerifleri, zamanla bu hareketin
aleyhlerine geliştiğini ve Hicaz’daki otoritelerini sarstığını görmüşlerdi. Vehhâbî
hareketinin,
kuvvetlenmesiyle
birlikte,
Osmanlı
makamlarına
şikâyetlerde
bulunmuşlardı. Olayı önemsemeyen Osmanlı idaresi, sadece Vehhâbîlerin ve
taraftarlarının ikna edilerek halka zarar vermelerinin önlenmesini istemişti.
Vehhâbîler, hac güvenliği için bir müddet Mekke’ye alınmamıştı. Ancak Vehhâbîler
hac yollarının güvenliğini tehdit ederek hacı sayısının azalmasına ve dolayısı ile
Mekke emirlerinin önemli bir gelirden mahrum olmalarına neden olmuştu. Mekke
92
Hicaz bölgesi Osmanlı yönetimine Yavuz Sultan Selim döneminde girmiştir. 1516 Mercidabık ve
1517 Ridaniye savası sonucunda Mısır’daki Memlüklerin hâkimiyetine son verilmiştir. Bundan sonra
hutbeler Yavuz Sultan Selim adına okunmuş, Osmanlı Sultanları Hicaz bölgesine hâkim olmuşlar ve
“Hadim ül-Harameyn is-Şerifeyn” unvanıyla anılmışlardır. Hicaz Osmanlı Sultanlarına bağlı emirler
ile yönetilmiştir. Vehhâbi isyanlarına kadar büyük bir değişiklik olmadan Osmanlı idaresinde
kalmıştır. Yavuz Sultan Selim’den itibaren Osmanlı Devleti’nin yönetim ve denetimi altına giren
Hicaz’da bir hâkim değil, hizmetkâr olunmuştur. Bölgeye huzur, bereket ve zenginlik götürülmüştür.
Osmanlı sultanları bütün Müslümanlarca kutsal sayılan Haremeyn adı ile anılan Mekke ve Medine’ye
idari ve mali her türlü yardımı yapmışlardır. Ahmet Vehbi Ecer, a.g.e., s.103-114; Mekke’nin
yönetimi ile ilgili detaylı bilgi için bkz. İ. Hakkı Uzunçarşılı, Mekke-i Mükerreme Emirleri, Ankara
1984; Ahmet Vehbi Ecer, “Osmanlı Döneminde Mekke’nin Yönetimi”, X. TTK Bildirileri 22-26
Eylül 1986, c. IV, Ankara 1993, s. 14-17
93
Zeki Değmiş, “Osmanlılar’da İtikadi Mezhepler”, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Van 2006, s.68-69
94
Zekeriya Kurşun, “Hicaz” (Osmanlılar Dönemi), TDVİA, c.XVII, s. 437-439.
95
Zekeriya Kurşun, “Osmanlı Devleti İdaresinde Hicaz (1517-1919)”, Osmanlı, c.I, s.318
96
Zekeriya Kurşun, “Hicaz”, s.438
26 emiri Vehhâbîlerin önce hac vergisi ödemeleri koşulu ile sonra da hiçbir şart
koşmadan Mekke’ye giriş çıkışlarını serbest bırakmak zorunda kalmıştı. Medine
muhafızı da Vehhâbî tehlikesinin engellenemez duruma geldiğini İstanbul’a
bildirerek destek istemişti. Medine halkının beklediği Osmanlı yardımı henüz
gelmeden Vehhâbîler, şehri kuşatmış ardından da Haziran 1805’de işgal edip, Hz.
Muhammed’in kabri hariç bütün ziyaret yerlerini yıkıp, Mescid-i Nebevi’yi
yağmalamıştı.97 1803’de Vehhâbîler tarafından işgal edilen Mekke’de Vehhâbî
hâkimiyeti tam olarak 1806 yılı Ocak ayında kurulmuştu.98 Mekke’nin işgali
Osmanlı Devleti’nce meşruiyetlerini sarsan bir olay olarak görülmüştü. Mekke’de
fiilen hâkimiyeti sona eren Osmanlı Devleti, Napolyon’un Mısır’ı işgaliyle ilgili
meselelerle uğraştığı için şehri kurtarmaya yönelik ciddi tedbirler alamamıştı.
Vehhâbî isyanının baş gösterdiği XVIII. yüzyılda Osmanlı Devleti dışarıda
Avrupa’nın büyük devletleriyle savaş durumunda iken aynı zamanda kendi sınırları
içerisinde de isyanlarla meşgul idi. Arabistan’da olup bitenler İstanbul’da büyük
rahatsızlık yaratmıştı. Pazvandoğlu99 ve Tepedelenli100 isyanları, Belgrad İsyanları,
Sırp İsyanı, Kabakçı Mustafa İsyanı Haremeyn’i işgal eden Vehhâbîler ile
mücadeleye fırsat bırakmamıştı.101 Merkezi otoriteden uzak Arap Yarımadasındaki
Vehhâbî hareketine askeri bir müdahalede bulunamayan Bâbıâlî bu sebeplerden
dolayı, Vehhâbî tehlikesi Osmanlı sınırları içerisinde tehlike saçmaya başlamasına
rağmen, hiçbir tedbir alamamıştı. Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu bu durum,
97
Mustafa Sabri Küçükaşcı, “Medine”, TDVİA, c.XXVIII, s.312; Eyüp Sabri Paşa, a.g.e., s.69; A.
Vehbi Ecer, a.g.e., s.141; Medine’nin işgali üzerine Mısır’dan Mirmiran Hasan Paşa Sadaret’e
gönderdiği tahriratta, Haremeyn islerinin görülmesi ve Suudiler’in Medine’den çıkarılması için
Mehmet Ali Paşa’nın yeğeni Tahir Ağa’nın mirmiranlıkla gönderilmesini istemiştir. Babıâlî tarafından
bu istek kabul görmüştür. Bunun üzerine, Medine muhafızlığına Tahir Pasa kâfi askerle gönderilmiş
ve zahireler Süveyş iskelesine nakledilmiştir. Yusuf İskender Gözüberk, “Arşiv Vesikaları Işığında İlk
Vehhabi Devleti”, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, İstanbul
2006, s.123
98
Zekeriya Kurşun, a.g.m.,s.320; Mustafa Sabri Küçükaşcı, “Mekke”, TDVİA, c.XXVIII, s.564;
Zekeriya Kurşun, a.g.e., s.43-44; Eyüp Sabri Paşa, a.g.e., s.54-55; A. Vehbi Ecer, a.g.e., s.145;
Nikolae Jorga, a.g.e., c.V, s.200; Johann Wilhelm Zinkeisen, a.g.e., s.146-147
99
Pazvandoğlu Osman Ağa, Vidin ayanıdır. III. Selim’in devlete eski gücünü kazandıracağı inancı ile
yaptığı yeniliklerin en tehlikeli muhaliflerindendir. Johann Wilhelm Zinkeisen, a.g.e., s.162
100
Tepedelenli Ali Paşa Yanya valisidir. Johann Wilhelm Zinkeisen, a.g.e., s.157
101
Eyüp Sabri Paşa, a.g.e., s.82-83; Kemal Beydilli, “Selim III”, TDVİA, c. XXXVI, s.422-423;
Neşet Çağatay, a.g.m., s.266; Yusuf Ziya Yörükan, a.g.m., s.57; Ahmet Pekkirişçi, a.g.t., s.81; A.
Vehbi Ecer, “Osmanlı Tarihinde Vehhabi Hareketinin Sebep ve Sonuçları”, s.1234
27 Vehhâbîlerin rahat hareket etmelerine sebep olmuştu. Hülasa denilebilir ki,
Vehhâbîlerin ortaya çıkmaları devlet otoritesinin zayıf olduğu bir döneme rastlamıştı.
Osmanlı yönetimi olayın vahametini ancak Haremeyn mıntıkası tahrip edilince
anlamışlardı.
Bâbıâlî, isyan bölgesine ilk etapta büyük bir ordu gönderememiş, bu isyanı
mektuplarla, nasihatlerle, şerif ve valilerin nüfuzunu kullanarak halletmeye
çalışmıştı.102 Ancak bu kısıtlı tedbirlerle Vehhâbîler’in Haremeyn’i ele geçirmesine
engel olmamıştı. Hicaz’a hâkim olan Vehhâbîler hutbelerde padişahın isminin
okunmasını yasaklayarak, dört mezhebe ait üst düzey görevleri iptal etmiş,
memurlarının
görevlerine
son
vermişlerdi.
Yerlerine
Vehhâbî
görüşleri
benimseyenler tayin edilmişti. Vehhâbîler, bölgeyi yağmalamış ve hac yollarının
emniyetini tehdit etmişlerdi.103
Çok geçmeden Vehhâbîler, Bağdat, Şam ve Mısır sınırlarına kadar
ilerlemişlerdi. Bağdat ve Şam valilerinin bu hareketin önüne geçememeleri üzerine
bölgeye büyük bir ordunun gönderilmesi zaruri hale gelmişti. Bu da ancak Mısır
üzerinden mümkün olabilirdi. Nihayet Osmanlı Sultanı II. Mahmut tarafından bu iş
Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’ya havale edilmişti. ZirâMehmet Ali Paşa, Mısır’ın
kendisine tevcih edilmesine binaen Hicaz işleriyle uğraşacağını ve Haremeyn’i
Vehhâbîlerden kurtaracağını taahhüt etmişti.104 Bu taahhüdü üzerine Bâbıâlî bir an
önce Vehhâbî meselesiyle ilgilenmesini istemişti.105
Sefer öncesi, Cidde valisi ve Vehhâbîler üzerine gönderilecek ordunun
kumandanı olarak tayin edilen oğlu Tosun’un şerefine 1 Mart 1811’de düzenle 102
Devletin içinde bulunduğu kötü durum haricinde bu uygulamanın bir gerekçesi daha mevcut idi.
Osmanlı ordularının çöl savaşçılığı konusunda fazla bir tecrübesi olmadığı için Hicaz büyük ve
düzenli orduların işgale cesaret edemediği bir bölge olmuştu. Ayrıca çölde savaş için yiyecek ve
cephane sevkiyatını sağlamak oldukça güç olacağı gibi topları da hareket ettirmek neredeyse
imkânsızdı. Bedeviler ise çölün bu zorlu koşullarına uygun yaşam tarzları ile uzun süre dayanabilmiş
ve bu yaşam tecrübeleri ile baskın yapmak ya da hızla uzaklaşmak gibi ani manevraları yapabilmişti.
Bu nedenle Babıâli, Vehhabi meselesini valilerine havale etmek zorunda kalmıştı. A. Vehbi Ecer,
a.g.m., s.1235; Johann Wilhelm Zinkeisen, a.g.e., s.142
103
Zekeriya Kurşun, “Hicaz”, s.438
104
Neşet Çağatay; a.g.m., s.267; Zekeriya Kurşun, a.g.e., s.49
105
Oysa taahhüdüne rağmen Mısır’da güçlü bir iktidar kurma emelinde olan Mehmet Ali Paşa henüz
istikrarlı bir idare oluşturamamış ve aşağı Mısır tarafına çekilmiş olan Kölemenlerle mücadele
halindeydi. Bu yüzden de Babıâli’yi yazdığı mektuplarla oyalayarak zaman kazanmaya çalışıyordu.
28 diğibüyük davette birkaçı dışında Kölemen beylerini öldürtmüştü.106Böylece
hükümeti oyalama siyasetini 1811 yılına kadar sürdüren Paşa, nihayet Kölemenler
üzerinde kesin bir üstünlük sağlayınca Vehhâbî seferi için hazırlıklara başladı.
Hazırlıklarını tamamlayan Mehmet Ali Paşa arkasından bir ihtilal çıkması ihtimaline
karşı, ordunun başında bizzat gitmeyip, oğlu Tosun Paşa’nın kumandasında,
çoğunluğu Arnavut ve Türklerden bir kısmı da düzenli asker ve Fransızlar tarafından
eğitilmiş piyadelerden oluşan 3.500 kişilik bir kuvvetle, Eylül 1811’de Hicaz’a
hareket ettirdi.107 Böylece, İslam âleminde büyük etkiler yapan Vehhâbîler’i
Hicaz’dan temizlemek için ilk hamle 1811 senesi Eylül ayında yapılmış oldu. Bu ilk
saldırıda Vehhâbîler mağlup edilirken bölgedeki birçok kabile de kendilerine karşı
ayaklandırılmıştı. Ancak 1812 yılı başlarında Tosun Paşa’nın ordusu, Vehhâbîlerin
ani ve yoğun saldırılarına maruz kalarak bir yenilgi yaşamıştı.108 Bu mağlubiyetin ve
geri çekilmenin ardından dağılan ordunun yerine Mehmet Ali Paşa tarafından yeni
bir ordu tertip edilmişti. Yardıma gelen bu yeni orduyla Tosun Paşa, iki hafta süren
kuşatmanın ardından Medine’yi Vehhâbîlerin elinden kurtarmıştı. Bu haber, Mısır ve
İstanbul’da büyük törenlerle kutlanmıştı.109 Mücadeleyi sürdüren Mısır ordusu, 1813
yılı başlarında önce Mekke’yi sonra da Cidde ve Taif’i Vehhâbîlerden temizlemişti.
106
Muhammed Hanefi Kutluoğlu, “Kavalalı Mehmet Ali Paşa”, TDVİA, c.XXV, s.63; Şinasi
Altundağ, “Mehmet Ali Paşa”, İA, c.VII, s.566-579; Bu mücadeleler esnasında bir müddet için
ordusunun büyük bir kısmından mahrum olacak olan Mehmet Ali, Kölemenlerden gelebilecek
herhangi bir tehlikeye karşı böyle gizli bir plan hazırlamış ve hepsini öldürtmüştür. Bu planını
önceden Hasan Paşa ve diğer kumandanları ile paylaşmıştır. Bu olaydan Mehmet Ali’nin hâkimiyet
kurmak adına neler yapabileceğini, enerjisini, azim ve iradesini müşahede etmek mümkündür. Şinasi
Altundağ, Kavalalı Mehmet Ali Paşa İsyanı ve Mısır Meselesi 1831-1841, Ankara 1988, s. 26;
Zekeriya Kurşun, a.g.e., s. 49-50
107
Nikolae Jorga, a.g.e., c. V, s.201
108
Bu yenilgi, kumandanların Tosun Paşa’ya çocuk gözü ile bakarak emirlerini yerine
getirmemelerinden kaynaklanmıştır. Salih Koç ve Laz Ahmet Ağa adlı kumandanlar Mısır’da
bağımsız bir hükümet kurmak isteyen Mehmet Ali’ye boyun eğmek yerine onunla mücadeleye
girmişlerdir. Bu esnada Hasan Paşa henüz Hicaz’a gitmemiş ve hâlâ Mısır’dadır. Mehmet Ali Paşa,
Hasan Paşa’ya çok güvenmiş ve bu yüzden yanından hiç ayırmamıştır. İsyan eden kumandanlar
Mehmet Ali Paşa taraftarı bir kumandan olan Hasan Paşa’nın maiyetindeki Arnavut askerlerinin
kendilerine katılacağını planlamışlardır. Ancak planı anlayan Mehmet Ali Paşa hemen tedbirini almış
ve bu katılımın gerçekleşmesini engellemiştir. Maaşları kesilmiş olan Arnavut askerlerinin birikmiş
maaşlarını Hasan Paşa’ya teslim ederek onların Hasan Paşa’nın defterine yazılmalarını sağlamıştır.
Hatta İsyan eden kumandanların askerlerinin çoğu da Hasan Paşa’nın emrine girmişlerdir. Böylece
karşılıklı bir güven tazeleme yaşanmış ve dikkatler tekrar Hicaz’a yoğunlaşmıştır. Ahmet Cevdet
Paşa,a.g.e., c. X, s. 97
109
Eyüp Sabri Paşa, a.g.e., s.99; Sultan II. Mahmut hutbelerde “Gazi” unvanıyla anılmaya
başlanmıştır. Zekeriya Kurşun, a.g.e.,s.50-51
29 Mekke’nin kurtuluşu da İstanbul ve Mısır’da törenlerle kutlanmış ve Kâbe’nin
anahtarının 30 Ağustos 1813 tarihinde hazineye teslim edilmesinin ardından yedi gün
top şenliği yapılmıştı.110 Böylece uzun bir kargaşa döneminden sonra Hicaz’da tekrar
asayiş sağlanmıştı. Yapılan mücadeleler, o dönemde yazılan destanlara da konu
edilmişti.
b.2) Hasan Paşa ve Mustafa Nâili’nin Hicaz’a Gelişleri ve Mekke
Muhafızlığı
Mekke, Medîne ve Taif’in fethi ile Vehhâbî tehlikesi tamamen ortadan
kalkmış sayılmazdı. Hicaz’ın etrafında birçok Vehhâbî aşireti ve toplulukları
bulunmaktaydı. Bunlar ileride Mısır ordusuna karşı sorun çıkarabilirlerdi. Padişah II.
Mahmut, Mehmet Ali Paşa’nın Hicaz’a gidip Vehhâbîlerin hepsini temizlemesini
istemişti. Bunun üzerine Mehmet Ali Paşa, yeni donatmış olduğu süvarilerini
Hicaz’a göndermişti. Kendisi de Ağustos 1813’te Mısır’ın idaresini oğulları İsmail
ve İbrahim’e bırakarak Süveyş yoluyla Cidde’ye daha sonra da Mekke’ye gitmişti.111
Burada bir takım düzenlemeler yaptı.
Tosun Paşa, atlı ve yaya birliklerle kuşatma altında tutulan Vehhâbî
kuvvetleriyle savaşmaya devam etmekteydi. Tosun Paşa’nın, Türbe nahiyesinde
Vehhâbî kuvvetleri önünde hezimete uğrayarak Taif’e geri çekilmek zorunda kaldığı
bir zamanda Mehmet Ali Paşa, Hasan Paşa’ya Mısır’dan 7.000 askerle Hicaz’a
gitmesi emrini vermiş, O da bu emir üzerine yola çıkmıştı.112 Takviyeler sayesinde
Tosun Paşa Vehhâbîleri mağlup ederek Deriyye’ye altı günlük mesafeye kadar
gelmişti. Bu esnada Hicaz’daki düzenlemeleri takip etmek ve asi kabilelerle
mücadeleye devam etmek için oğlu Tosun Paşa’yı bırakarak Mısır’ın içinde ve
110
Mustafa Sabri Küçükaşcı, a.g.m., s. 564; Sultan Mahmut, bu muvaffakiyetlerine birer mükâfat
olarak Mehmet Ali Paşa ve oğlu Ahmet Tosun Paşa’ya kılıç, kaftan ve hilatler yollamıştır. Ahmet
Cevdet Paşa, a.g.e., c.X, s.102; Neşet Çağatay, a.g.m., s.267; Eyüp Sabri Paşa, a.g.e., s.102
111
Yusuf İskender Gözüberk,a.g.t., s.173
112
Ahmet Cevdet Paşa, a.g.e.,c.X, s.151; Şani-zade Mehmet Ataullah Efendi, Şani-zade Tarihi, c.I,
Dersaadet 1284, s. 376-377
30 dışında gelişen olaylar nedeniyle Mehmet Ali Paşa geri dönmüştü.113 Mehmet Ali
Paşa, önemli yerlere yeteri kadar askeri kuvvet yerleştirerek, Mirmiran Hasan
Paşa’yı da yeteri kadar kuvvetle Mekke’de bırakarak, kendisini kuşkulandıran
sorunları çözmek için 1815 yılında Mısır’a dönmüştü.114 Bundan sonraki süreçte
artık Hasan Paşa Mekke Muhafızı unvanıyla Vehhâbîlerle mücadelelere devam
etmişti.
Mayıs 1814’de Vahhabi lideri ölmüş ve yerine oğlu Abdullah geçmişti. Bu
olay, Tosun Paşa’nın işini kolaylaştırmıştı. Zirâ Abdullah, babası kadar cesur ve
tedbirli değildi. Ancak kısa süre içerisinde Medine’ye saldırmak niyetinde olduğu
anlaşılmıştı. Tosun Paşa Vehhâbîlere, devlete itaat etmiş olan kabilelerden elini
çekmesi, Mekkeve Medîne’den uzaklaşmasına karşılık olarak, Kasîm ve çevresini
tamamıyla kendilerinebırakmak üzere Haziran 1815’de bir antlaşma yapmıştı. Ancak
bu antlaşmanıngeçerliliği Mehmet Ali Paşa’nın onayına bağlı kılınmıştı. Bu
antlaşmayla ilgili olarak Hasan Paşa Mekke muhafızı unvanıyla, Mehmet Ali Paşa’ya
gönderdiği mektupla, Vehhâbî lideri Abdullah bin Suud ile yapılan barış
antlaşmasının tek taraflı bir fayda sağlamış olduğunu, Abdullah bin Suud’un çöl
aşiretlerini ayaklandırmak için çalıştığını ve onlardan zekât topladığını bildirmişti.
Hasan Paşa mektubunda ayrıca, Mekke’nin üçer beşer yüz atlı askerle idaresinin
mümkün olmadığını ve tüm Hicaz bölgesinin on bin deve ve daha çok zahire tedarik
edilmesi suretiyle tamamen temizlenmesi gerektiğini vurgulamıştı.115 Bu mektuba
istinaden Mehmet Ali Paşa da İstanbul’a bu mealde bir mektup göndererek,
Vehhâbîler ile mücadelenin küçük müfrezelerle mümkün olmayacağı ve bunların
ıslahı için ordu oluşturulması gerektirdiğinden, ücretleri Mısır hazinesinden verilmek
üzere Şam aşiretinden on bin deve kiralanması hususunda izin verilmesini
istemişti.116Zirâ Mehmet Ali Paşa’nın Vehhâbî liderinin şartlarını reddedilerek
neticede Tosun Paşa’nın yaptığı antlaşma hükümsüz kalmış ve her iki tarafta savaş
113
Gilbert Sinoue,a.g.e., s.127
Ahmet Cevdet Paşa, a.g.e., c.X, s.153; Şani-zade Mehmet Ataullah Efendi, a.g.e., c.II, s.241
115
HAT, nr. 344/19648
116
HAT, nr. 344/ 19648/B
114
31 hazırlıklarına başlamıştı.117 Bu antlaşmanın iptal olmasında Hasan Paşa’nın görüş
bildirmek suretiyle Mehmet Ali Paşa’yı etkilemiş olduğu söylenebilir.
1815 yılı sonunda Mekke muhafızı Hasan Paşa, hacıların hac vazifelerini
yerine getirdiklerini ve Mekke’den döndüklerini Mehmet Ali Paşa’ya yazılı olarak
iletmiş, Mehmet Ali Paşa da bu haberi Bâbıâlî’ye müjdelemişti.118
Ahmet Tosun Paşa’nın vefatıyla Vehhâbîler’i sindirme vazifesi Mehmet Ali
Paşa’nın diğer oğlu İbrahim Paşa’ya verildi. İbrahim Paşa kumandasında hazırlanan
yeni ordu, Eylül 1816’da Napolyon’un ordusunda hizmet görmüş Fransız askeri
uzmanlar eşliğinde Medine’ye gönderilmişti.119 Bu arada Hasan Paşa, Asirli bir
aşiretin saldırısıyla meşguldü. Bu kabileyle yapılan savaşta, kabileye bir hayli zayiat
verilmek suretiyle başarı kazanılmıştı. Saldırganlardan sağ kalanlar firar ederek
canlarını zor kurtarmışlardı. Böylece Asirli kabilenin saldırısı def edilmiş ve durum
aynen Mekke Muhafızı Hasan Paşa tarafından Mehmet Ali Paşa’ya rapor edilmiş,
oradan da İstanbul’a heber verilmişti.120
1816 yılı sonbaharında yapılan bu kanlı mücadelelere rağmen Hicaz’da
olumlu gelişmeler de yaşanmıştı. Hac kafileleri, hac vazifelerini güvenli bir şekilde
yerine getirebilmişti. Bu olumlu haber yine Mekke Muhafızı ünvanıyla Hasan Paşa
tarafından Mehmet Ali Paşa’ya bildirilmişti.121
Bu arada Medine’ye vardıktan sonra gerekli tertibatı alan İbrahim Paşa, 1817
yılı Şubat ayında Necid içlerine doğru ilerlemeye devam etmişti. Bu esnada geçtiği
yerleri itaat altına almış ve yeni emirler tayin etmişti. İbrahim Paşa, Vehhâbîlerle
mücadeleye devam ederken, Mekke Muhafızı Hasan Paşa da Vehhâbîler üzerine
saldırılarda bulunmuştu. Hasan Paşa ve Mustafa Nâili bundan sonra Mehmet Ali
Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa ile birlikte Hicaz’ın muhafazasına çalışmışlardı. İbrahim
117
Zekeriya Kurşun, a.g.e., s.52
HAT, nr. 760/35908; Vehhâbî tehlikesi nedeniyle hac vazifesinin güvenli bir şekilde yapılmış
olması müjdeli bir haber vasfı taşımaktaydı. Zirâ Vehhâbîler 1807 senesinde hac zamanında
Mekke’ye gelerek hac kafilelerinin Kâbe’ye girişini engellemek suretiyle, hac vazifesinin yapılmasına
mani olmuşlardı. Mufassal Osmanlı Tarihi, c.V, s.2874
119
Zekeriya Kurşun, a.g.e., s.52
120
HAT, nr. 764/36070/B, C; Şani-zade Mehmet Ataullah Efendi, a.g.e., c.II, s. 346
121
HAT, nr. 764/36070/A
118
32 Paşa ordusuyla devamlı bölgede bulunan aşiretleri itaat altına almıştı. Mekke
Muhafızı Hasan Paşa da Nisan 1817’de yapılan mücadelelerde muvaffakiyetler elde
etmişti. Hatta yeteri kadar deve olması durumunda Vehhâbîlerin merkezi olan
Deriyye’ye kadar gidecek duruma gelmişti.122 Hasan Paşa, Mekke’den hareket
ederek etrafındaki kabile ve aşiretleri itaat altına almış ve Taif bölgesinde Arapların
sığındıkları kaleleri yıkmıştı. Aşir’in iskelesi olan bölgeye ulaşmış ve birkaç gün
içinde Aşir’e hareket edeceğini bildirmişti.123 Hasan Paşa daha sonra Hicaz ve
Yemen hudutlarına yönelerek burada asi bir kabileyi tedip etmek suretiyle haddini
bildirmişti.124
1818 yılı başlarında İbrahim Paşa Vehhâbî ordusuyla mücadele ederken,
Yemen taraflarında Mısır ordusuna karşı bir isyan başlamıştı. Bu meselenin
halledilmesi için bizzat Mekke Muhafızı Hasan Paşa Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa
tarafından görevlendirilmişti.125 Kendisine verilen bu görev üzerine Mekke Muhafızı
Hasan Paşa, İbrahim Paşa’nın yardıma muhtaç ordusuna Mekke’den develerle erzak
göndermiş ve Asir taraflarındaki aşiretlerin isyanlarını önlemek için bir miktar asker
sevk etmişti.126 Aslında asayişin sağlanması İbrahim Paşa’nın ordusu tarafından
tamamlanacaktı. Ancak bir süre sonra Yemen şerifi, iki kabileyi isyan etmeleri için
kışkırtarak harekete geçirmişti. Şerif ve adamlarının kuvveti etrafa yayılmak
suretiyle giderek artmaktaydı. O sırada Cidde’de bulunan mirimiran Arnavut Hasan
Paşa, Mısır’dan asker istemişti. Bölgeye gitmek üzere Mehmet Ali Paşa’nın emriyle
bir binbaşı önderliğindeki kuvvet, Mekke muhafızı Hasan Paşa’nın maiyetine sevk
edilmişti.127 Hasan Paşa, 150 atlı asiyle çarpışarak asayişi sağlamıştı. Bu sırada
122
HAT, nr. 346/19697/A, B; Mekke Muhafızı Hasan Paşa, kabilelerle yaptığı savaşlardan pek çok
ganimetler elde etmişti (HAT, nr. 346/19697/C).
123
HAT, nr. 344/19652
124
Hasan Paşa’nın, Suudilerin elinde bulunan kabileleri Yemen sınırına kadar sürmüş olmasıyla
buralara yeni kabile reisleri tayin edilmişti (HAT, nr. 345/19686); 1817 yılı sonbaharında Mekke
Muhafızı Hasan Paşa, Mehmet Ali Paşa’ya bir mektup yazarak hac kafilesinin hac vazifesini güvenli
bir şekilde yerine getirdiklerini ve Kâbe’yi ziyaret ettiklerini iletmişti. Mehmet Ali Paşa da Babıâlî’ye
bir mektup göndererek hacıların güvenli bir şekilde hac görevlerini yerine getirdiklerini, hac yollarının
görülmedik bir surette emniyette olduğu ve hac kafilelerinin emniyetle gidip geldiklerini haber
vermişti (HAT, nr. 343/19600).
125
Yemen imamının ihsanlarıyla geçinen şerif, Vehhâbîere meyletmiş ve onların desteğini alarak
Hudeyde ile diğer yerleri zapt etmişti (HAT, nr. 343/ 19592/G).
126
HAT, nr. 343/19592/E
127
HAT, nr. 343/ 19597
33 isyancıların elebaşı olan şerif vefat etmiş ve maiyetindekiler eski mekânları olan
Ariş’e geri dönmüşlerdi.128
Mekke Muhafızı Hasan Paşa, Yemen’de asilere karşı mücadele halinde iken,
İbrahim Paşa Vehhâbîlerin başkenti Deriyye’ye doğru yönelmişti. Ancak Deriyye
Kalesi çok kuvvetli bir şekilde korunmakta idi. Hasan Paşa, Yemen taraflarındaki
askeri faaliyetlerine devam etmişti. Hasan Paşa ve İbrahim Paşa’nın gayretleriyle
Mehmet Ali Paşa’nın nüfuzu bütün bu bölgelere yayılmış ve kuvvetlenmişti.
Vehhâbîlerle mücadele artık sona gelinmişti. Önlerindeki tek engel, Vehhâbîlerin
kalesi durumundaki Deriyye’nin alınmasıydı. Bu durumun farkında olan İbrahim
Paşa, son bir gayretle hücuma geçmiş, Hasan Paşa da İbrahim Paşa’ya elinden gelen
desteği sağlamıştı.129 6 Nisan 1818’de Vehhâbîler’in merkezi olan Deriyye
kuşatılarak 9 Eylül’de İbrahim Paşa kumandasındaki kuvvetler tarafından ele
geçirilmişti.130
Kazanılan bu zafer neticesinde hac yollarının emniyeti sağlanmış, Mehmet
Ali Paşa’nın İslâm âlemindeki itibarı artmış ve Kızıldeniz’deki ticaret yollarında üstünlük kurulmuştu.131 Bu arada Vehhâbîler’in şehirde yaptıkları tahribatın tamiri için
İstanbul’dan gönderilen ustalar ve işçiler de çalışmalarına başlamıştı. İbrahim Paşa,
1818 yılı Eylül ayında, Vehhâbîler’in merkezi Deriyye ele geçirdiğinde, Vehhâbî
liderler Medine’de teşhir edilmişti. Sonra da Mısır’a,132 ardından Medine’den
aldıkları eşyanın bir kısmıyla birlikte İstanbul’a gönderilmiş ve idamla
cezalandırılmışlardı.133 Bu haber İstanbul’da ve Mısır’da büyük sevinç ile
karşılanmıştır. Bâbıâlî tarafından Hicaz’da nizâmın sağlanması ve Deriyye
Kalesi’nin alınmasında emeği geçenlere gereken teşrifât ve taltifâtlar gösterilmişti.134
İbrahim Paşa’ya Habeş Eyaleti, Mekke Şeyhü’l-haremliği ve Cidde sancağı
128
HAT, nr. 341/ 19530
Yusuf İskender Gözüberk, a.g.t., s.200
130
HAT, nr. 341/19529/A, B, E; Ahmet Cevdet Paşa, a.g.e., c.XI, s.13-14
131
Zekeriya Kurşun, a.g.e., s.53; Eyüp Sabri Paşa, a.g.e., s.108-113; Muhammed Hanefi Kutluoğlu,
a.g.m., s. 64
132
HAT, nr. 341/19529
133
Nikolae Jorga, a.g.e., c.V, s.201; Söz konusu eşya daha sonra sürre emini tarafından Medine'ye
götürülerek tekrar yerine konulmuştu. Mustafa Sabri Küçükaşcı, “Medine”, s. 312
134
HAT, nr. 345/19688
129
34 verilmişti. Böylece, devleti yarım asırdan fazla uğraştıran Vehhâbî meselesinin
birinci devresi Osmanlı Devleti lehinde sonuçlanmıştı.135
Hicaz bir anlamda Mısır valisinin vesayetine verilmişti. Mısır orduları
kumandanlığı da uhdesinde bulunan İbrahim Paşa, Cidde’de oturmamıştı. Hicazın
yönetimi Vehhâbî isyanı sırasında ve sonrasında buraya getirilen kuvvetlerin başında
bulunan kumandanlara bırakılmış ve onlara Hicaz valiliği veya muhafızlığı yetkileri
verilmişti.136 Yukarıda izah edildiği üzere Hasan Paşa ve yanından ayırmadığı yeğen
Mustafa Nâili de mevzu bahis kumandan ve muhafızlardandı. Mısır askeri Başbuğu
Hasan Paşa ve yeğen Mustafa Nâili Vehhâbîlere karşı mücadele için Hicaz’a
gelmişler ve Mekke Muhafızlığı göreviyle beş yıl kadar Hicaz bölgesinde
kalmışlardı. Aslında bu şekilde bir görevlendirme Bâbıâlî’nin çok fazla onayladığı
bir şey değildi. Ancak devletin içinde bulunduğu şartlar ve Mehmet Ali Paşa ile olan
anlaşmazlıklar bu durumu zorunlu hale getirmişti.137 Hicaz’ı Vehhâbîlerden
kurtarmış olması Mehmet Ali’ye büyük bir şöhret kazandırmıştı. Ayrıca Hicaz’ın
idaresi oğlu İbrahim Paşa’ya -dolayısı ile kendisine- verilmiş olması neticesinde
nüfuzu tüm Arabistan’a yayılmıştı.138
b.3) Hasan Paşa’nın Hicaz’daki İmar Faaliyetleri
Muhafız Hasan Paşa, Hicaz’da Vehhâbîlerle mücadelenin yanı sıra bir
taraftan da Mekke ve Medîne’nin imarişleriyle ilgilenmek üzere görevlendirilmişti.
Örneğin, Hasan Paşa Arafat dağı civarındaki mescitleri ve mübarek makamları
temizletmek ve tamir ettirmek suretiyle bakımlarını yaptırmıştı.139 Ayrıca bölgedeki
135
Zekeriya Kurşun, a.g.e., s.53; Zekeriya Kurşun, a.g.m., s.320
Zekeriya Kurşun, a.g.m., s.320; Zekeriya Kurşun, “Hicaz”, s.438
137
Yakınlarını kumandanlığa getirmek dışında Mehmet Ali Paşa, Hicaz’ın idarî yapısında önemli
değişiklikler yapmamıştı. Mehmet Ali Paşa yirmi beş seneden fazla bir süre boyunca Hicaz
yönetimine hâkim olmuş, Mekke emirleri ve muhafızları onun istek ve onayıyla tayin ve
azledilmişlerdi. Zekeriya Kurşun, a.g.m., s.428; İsmail Hakkı Uzunçarşılı, a.g.e., s.120
138
Şinasi Altundağ,a.g.e., s.28
139
Şöyle ki, mescidin kapıları olmadığı için iç taraflarına koyun ve keçiler girip bunlardan hâsıl olan
keneler hacıları rahatsız etmekteydi. Bu yüzden mescide sağlam kapılar inşa edilmek suretiyle iç
tarafları titiz bir şekilde temizlenmiş ve bir daha hayvan girişi engellenmişti.Belgelerle Osmanlı
Devrinde Hicaz (Mekke-i Mükerreme), ed. Mustafa Güler, İstanbul 2002, s.90
136
35 bazı kutsal kabirlerin kubbeleri, yeniden inşa edilmek suretiyle tamir edilmişti.
Vehhâbîlerin yıkıp harap ettiği yerler de yenilenmişti. Hasan Paşa, Mekke
sokaklarında biriken toz, toprak ve kumların sel sularıyla Kâbe’ye girmesini
engellemek için, hayvanlara yükleterek Mekke dışına atılmasını ve bu suretle
sokakların temizlenmesini sağlamıştı.140
1816 yılı sonbaharında Kâbe’nin çürüyen 23 direğinin bedeli padişah
tarafından karşılanmak üzere yenilenmişti. Tamirat öncesi çürük ahşapları keşif ve
muayene eden ekip içerisinde Muhafız Hasan Paşa ile birlikte diğer Mekke
görevlileri de bulunmuştu. Çürüyen kirişlerin tespiti esnasında bazı sütunların sim
levhalarının Vehhâbîler tarafından sökülmüş olduğu da müşahede edilmişti. Muhafız
Hasan Paşa çürük olan 23 kirişin tamiriyle ilgili olarak malzeme tedarik etme ve işçi
koordinasyonu konularında görevlendirilmişti. Masraflar için gereken 100 altın
kendisine teslim edilmişti.141
Muhafız Hasan Paşa, Mekke’deki Ayn-ı Zübeyde adlı suyolunun ve Arafat
Dağı ileMüzdelife arasındaki yolların tamiriyle de ilgilenmişti. Çok fazla yağan
yağmur sebebiyle, Ayn-ı Zübeyde’nin mecrası harap olmuştu ve tamire ihtiyacı
vardı.142 Tamirat masrafları Hasan Paşa’dan alınmak suretiyle tamiratın yapılması
söz konusu olmuştu.143
Mustafa Nâili Paşa dayısı Hasan Paşa’nın yanında Hicaz’da kaldığı yıllarda
çok büyük tecrübeler kazanmıştı. Çöl savaşlarında gösterdiği yiğitlik ve başarıyla
kısa zamanda yükselmiş ve kendisine sergerdelik rütbesi verilmişti.144 Böylelikle,
çok küçük yaşlardan beri heves ettiği askerlik mesleğine girmişti. Bu güne kadar
gösterdiği yararlılıklar neticesinde Mehmet Ali Paşa’nın güvenini kazanmıştı.145
140
HAT, nr. 554/27428; Belgelerle Osmanlı Devrinde Hicaz, s. 91
HAT, nr. 276/16207; Belgelerle Osmanlı Devrinde Hicaz, s. 83-84
142
Şani-zade Mehmet Ataullah Efendi, a.g.e., c.II, s. 352
143
HAT, nr. 344/19624; Kutsal topraklardan alınan bu güzel haberler, Babıâlî’yi ziyadesiyle memnun
etmiştir. Zirâ kutsal toprakların hamisi sıfatına sahip bir devlet için bu beldelerin ne kadar önemli
olduğu açıktır.
144
Aladdin İbrahim Gövsa, “Mustafa Naili Paşa”, Türk Meşhurları Ansiklopedisi, s. 265
145
İsmet Parmaksızoğlu, a.g.m., s. 80
141
36 c) 1821 Girit İsyanlarının Bastırılmasında Dayısı Hasan Paşa’nın Yanında
Mustafa Nâili Paşa
Vehhâbî isyanlarının bastırılması ve Mekke Muhafızlığı görevlerinden sonra
Hasan Paşa, 1822 yılında Girit’teki ihtilali yatıştırmaya memur edilmişti. Mustafa
Nâili Paşa da Hasan Paşa ile birlikte bu harekâta katılmış, ayaklanmayı bastırmaya
giden kuvvetlerden bir tabura kumandanlık etmişti. Cesareti sebebiyle kendisine
verilen sergerdelik vazifesinden sonra Mustafa Nâili Paşa, artık mücadelelerde daha
etkin roller almaya başlamıştı. Zirâ artık kendisi bir çocuk değil, bilakis çöl
savaşlarında, en zor koşullarda pek çok tecrübeler kazanmış 24 yaşında bir
yetişkindi. Mustafa Nâili Paşa, Mısır ve Hicaz’ın ardından, nihayet uzun yıllar
kalacağı Girit’e gelmişti. Hasan Paşa ile birlikte 1822’de isyanları bastırmak için
geldiği Girit’te, 1851 yılına kadar kalmış, Hasan Paşa’nın ölümüyle önce Mısır
askeri başbuğu, daha sonra da muhafızlık ve valilik görevlerinde bulunmuştu. Öyle
ki, bu kadar uzun yıllar Girit’e hizmet etmiş olmasından dolayı kendisi “Giritli”
unvanıyla anılmıştı. Girit isyanlarını bastırmada göstermiş olduğu başarı karşısında
dayısı Hasan Paşa’nın da vefatı üzerine beylerbeyi rütbesi ile “Kandiye Valiliği’ne”
tayin edilmişti.146
Girit isyanlarını bastırmak üzere Hasan Paşa’ya çok zor ve meşakkatli bir
görev verilmişti. Yunan bağımsızlık savaşı başladıktan birkaç ay sonra milliyetçi
Rumların dâhil olmaları ile olay Girit’e de sıçramıştı. İşte bu noktada Mustafa
Nâili’nin Girit adası ile hayat boyu sürecek olan alakası başlamıştı. Fakat bu talihsiz
bir başlangıç olmuştu. Zirâ bundan sonra başlayan dönemde isyanlar neticesinde
Girit nüfusunun yaklaşık olarak yarısı ölmüştü. En çok Giritli müslümanlar zarar
görmüştü. Onlar kıyı boyunca kalelerin içlerinde savaşmışlardı. Veba salgını dolayısı
ile de nüfusun dengesi bozulmuştu. Bu arada Hasan Paşa ölmüştü. Küçük Mustafa
bir kez daha yetim kalmıştı. Mustafa Nâili’ye Hasan Paşa’nın mirası kalmıştı.
Mehmet Ali Paşa, uzun yıllar dayısının anısına muazzam bir maaşı Mustafa Nâili’ye
vermişti. Girit’te isyancılara karşı savaşan tek kuvvet hemen hemen Mehmet Ali’nin
askerleriydi. Adada maddi imkânsızlıklar yaşanmaktaydı. Mustafa Nâili Paşastandart
146
Ahmet Rifat, a.g.e., s.52-57
37 bir kumandandan çok daha genç yaşta askerlerin başında görev almıştı. Onun
Girit’teki askerlerin üzerindeki otoritesi giderek artmıştı. 1824’de Mustafa Nâili,
adanın resmi amiri olarak tayin edilmiş ve birkaç yıl sonra da Kandiye valisi
olmuştu. Bu yıllarda şiddetli ve destansı mücadeleler yaşanmıştı. Yunan milliyetçisi
isyancılar tarafından yazılan Girit türkülerinde Mustafa Nâili, düşmanlarını hamsi
gibi yiyip bitiren bir canavara benzetilmişti. Fakat adada itaatli bir şekilde oturanlar
ise bunların tam tersi şeyler söylemişlerdi.
Ocak 1826 yılında Hanya’da bulunan Fransız konsolosu mösyö Saint Sauveur
Paris’te Mustafa Nâili Paşa’yı devletinin ileri gelenlerine tanıtırken şunları
söylemişti: “Mustafa, 25-30 yaşlarında genç bir adamdır.
Çocukluğundan beri
Mehmet Ali’nin hizmetindedir. Mustafa Nâili, basitçe şiddetli önlemler almanın
isyancıların sayılarını arttırabileceğini öngörmüştü. Bu yüzden onlara karşı ılımlı bir
politika uygulamış ve bu politikaya delil olarak da onlara fırsatlar vermişti. Birkaç
defa gözlemlenmiştir ki, askerleri esir etmesine rağmen çoğu tutsağı affederek
serbest bırakmıştı.”147
c.1) Girit Tarihine Kısa Bir Bakış
Yunanca (Krete), Araplar tarafından (İkritis), İtalyanlar tarafından (Candia)
adı verilen Girit adası, Akdeniz’in Kıbrıs’tan sonraki en büyük adası ve Ege
Denizi’nin de kilidi olma özelliğini taşımaktadır.148 Girit, Asya, Afrika ve Avrupa
kıtaları arasında staratejik öneme sahip bir bölgededir.149 Uzunluğu 250 km, genişliği
7.800 km² olan Girit’in,150 etrafı dik sahillerle çevrilmiştir. Özellikle güney sahilleri
dik ve girintili çıkıntılı olmayan bir yapıda olduğundan limansızdır. Kuzey sahilleri
ise oldukça girintili ve çıkıntılı olduğu için doğal limanlar oluşmuştur.151
147
David Barchard, “The Princely Pasha of Crete”, s.24
Cemal Tukin, “Girit”, İA,c.IV, s.791
149
Abdurrahman Velid Ebuzziya, Girit’in Mazisi, Hali, İstikbali, İstanbul 1328, s.3
150
Metin Hülagü, “Osmanlı İdaresinde Girit”, CIEPO Osmanlı Öncesi ve Osmanlı Araştırmaları
Uluslararası Komitesi XIV. Sempozyum Bildiri Kitabı, haz. Tuncer Baykara, Ankara 2004, s. 321
151
Cemal Tukin, “Osmanlı İmparatorluğunda Girit İsyanları-1821 Yılına Kadar Girit”, Belleten, c.IX,
S. 34, Ankara 1945, s.163-164
148
38 Girit, yüksek medeniyetlerin çok erken geliştiği bir adadır. Girit
medeniyetleri, Minos Medeniyeti adı altında, Eski, Orta ve Geç Minos çağı olmak
üzere üç döneme ayrılmıştır. Milattan önce 67 yılında Roma hâkimiyetine giren
Girit, uzun bir süre imparatorluğun buğday ambarı vazifesini görmüştü.
Romalılardan sonra Bizanslıların hâkimiyetine giren Girit, 825 yılında da Arapların
eline geçmişti. Bir süre sonra tekrar Bizans egemenliğine giren Girit’in idaresi, bu
defa 1204 yılında Venediklilerin eline geçmişti. Venedikliler Girit’te Romalıların
uyguladığı iskân politikasını takip ederek anavatanlarından getirdikleri ahaliyi
buraya yerleştirmişlerdi.
Statejik önemiyle dikkatleri çekmekteolan Girit, Osmanlı Devleti tarafından
da topraklara katılması gereken bir yer olarak görülmüştü. Ancak Venedikliler, adayı
savunmak için ellerinden gelen bütün tedbirleri almışlardı. Ada aynı zamanda,
korsan gemileri için bir sığınak haline gelmişti. Bu durum Osmanlı deniz ulaşımını
ciddi bir şekilde tehdit etmekteydi. Venedikliler ile yapılan 24 yıllık savaşın ardından
1669 yılında Girit, tamamen Osmanlı hâkimiyetine girmişti.152 Fetihten sonra
Kandiye, Hanya ve Resmo sancaklarına ayrılmış olan Girit, Osmanlı Devleti’nin
mümtaz bir eyaleti olmuştu. 1850 yılına kadar merkez sancak Kandiye iken bu
tarihten sonra Hanya’ya nakledilmişti.
Venedikliler zamanında zorlama ve şiddete dayanan sömürge yönetimi yerine
Girit’te Osmanlı Devleti tarafından adil bir yönetim sergilenmişti.153
Adanın Osmanlı idaresine girmesiyle mal, can ve namus emniyeti sağlanmış,
yerli ahalinin cemaat işlerine karışılmamış ve dini inançlarında serbestlik tanınmıştı.
Bu derece dürüst ve yumuşak bir idarenin sağlamış olduğu huzur ve sükûn ile adada
yıllar boyunca bir barış dönemi yaşanmıştı.
Zamanla Rusya’nın tahrikleri, Fransız ihtilalinin doğurduğu milliyetçilik
hareketleri ve Yunanistan’ın bağımsızlık elde etmek için gösterdiği çabalara ilave
152
Girit’in Fethi ve Osmanlı İdaresi Hakkında geniş bilgi için bkz.Ersin Gülsoy, “Girit’in Fethi ve
Adada Osmanlı İdaresinin Tesisi (1645-1670)”, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları
Enstitüsü Doktora Tezi, İstanbul 1997
153
Bekir Sıtkı Baykal, “Girit”, TA, c.XVII, s. 378
39 olarak
Osmanlı
Devleti’nin
zayıflamaya
başlayan
iç
idaresinde
görülen
olumsuzluklar bir araya geldiğinde Girit’in Rum ahalisi 1821’de isyan etmişti. Bu
tarihten itibaren Girit’te ayaklanmaların ardı arkası kesilememişti. Fırsat buldukça
Osmanlı yönetimine karşı ayaklanan Rum ahali, dışarıdan gelen tahrik ve desteğe
kayıtsız kalamamıştı. 1821, 1831, 1841, 1859, 1866, 1878, 1885, 1896, 1905
senelerinde çıkarılmış olan bu isyanlar neticesinde 1913 yılında imzalanan Londra
antlaşması ile Girit, Yunanistan’a bağlanmış ve üç asra yakın süren Osmanlı idaresi
sona ermişti.154
c.2) 1821 Girit İsyanı
Osmanlı Devleti’nin Hıristiyan unsurları arasında baş gösteren milliyetçilik
akımları ve istiklal çabaları Girit ahalisi155 üzerinde de etkisini göstermişti.
Kandiye’nin fethinden Mora ihtilalinin başlangıcına kadar geçen bir buçuk asırlık
süre boyunca Girit’te muhafaza edilen sükûnet bozulmuştu. Şiddetini giderek arttıran
Rus tahrikleri ve Fransız ihtilaliyle uyandırılan milliyetçilik hislerinin yanında,
Osmanlı Devleti’nin iç idaresinin de zayıflamaya başlamış olması, Hıristiyan tebaa
arasında bağımsızlık arzusunu açığa çıkarmıştı. Başta Rumların ihtilalci Heteria
Cemiyeti olmak üzere çeşitli yönlerden gelen propaganda ve tahrikler sonucunda
Girit Rumları, 1821’de ayaklanmışlardı.156 Osmanlı Devleti’nin Tepedelenli Ali Paşa
isyanını bastırmakla meşgul olduğu bir sırada, Mora ve adalarda çıkarılan
isyanlar,157ticaret ve hac gemilerine yapılan saldırılar sırasında Girit adasına da
154
İdris Bostan, “Girit’e Dair Bir Layiha”, Türklük Araştırmaları Dergisi, S.2, 1986’dan ayrı
basım, İstanbul 1987, s. 19-20
155
Romalılar Girit’i ada ada halkı arasında iç kargaşa ve karışıklığın hâkim olduğu bir sırada zapt
etmişlerdi. Girit’i bir dönem dönem hâkimiyetleri altına almış olan Arap, Bizans ve Venedik idareleri
de ada halkının bu tavırlarından nasibini almıştı. Venedikliler zamanında 24 defa karışıklık çıkarmış
olan Girit ahalisi bu geleneksel tavırlarını Osmanlı idaresine geçtikleri tarihten itibaren ayrıldıkları
zamana kadar devam ettirmişlerdi. Osmanlı idaresindeki Girit’in bu huzursuz ahalisi zaman zaman
adada yaşayan Müslüman halka karşı olumsuz tavırlar takınmıştı. Genellikle de asayişi ihlal eden,
kargaşaya sebep veren hareketleri hiçbir zaman eksik olmamıştı. Osmanlı Devleti’nin çeşitli
vesilelerle kendilerine tanımış olduğu imtiyazlar ve hoşgörülü idaresine rağmen ada Rumları isyan
hareketlerini azaltmak yerine arttırma yoluna gitmişlerdi. Metin Hülagü, a.g.m., s.322-323
156
Girit Adasında daha önce çıkmış olan isyanlar için bkz.: Cemal Tukin, a.g.m., s. 163-206
157
Zeki Arıkan, “1821 Yunan İsyanının Başlangıcı”, Askeri Tarih Bülteni, c.XII, 1987, s. 97-133;
Meral Bayrak, “1821 Mora İsyanı ve Yunanistan’ın Bağımsızlığı”, Anadolu Üniversitesi Sosyal
40 sıçramıştı.158 Önce hırsızlık ve serkeşlikleriyle meşhur İsfakiye Nahiyesi ile Hanya
sancağına bağlı Apokoron ve Hanya nahiyesinin dağ köylerinde yaşayan Rumlar,
Temmuz 1821’de harekete geçerek, Türklerle meskûn kasaba ve köylere hücum
etmişlerdi. Giritli eşkıyalar, İsfakyalıların rehberliğinde başlayan ayaklanmada, çok
acımasız ve sert davranışlar sergilemişlerdi. Birçok Türk ve Müslüman katledilmişti.
Adanın pek çok yerine hâkim olmuşlardı. Müslüman Türklerden, ancak sağlam
mevkilere sığınanlar kurtulabilmişlerdi.159 Ramazan bayramında İsfakiye’de
başlayan ayaklanma, diğer yerlerde de genişleyerek devam etmişti. İsyancılar
Resmo’ya saldırıp, Hanya, Acısu ve İsfakiye’yi de kuşatmışlardı. Hanya, Resmo ve
Kandiye’den asiler üzerine askerler gönderilmiş ve yer yer muharebeler yaşanmıştı.
Kandiye muhafızı Şerif Mehmet Paşa, maiyetindeki yeniçerilerle Resmo’yu müdafaa
etmek için uğraşmıştı. Şerif Paşa, Resmo muhafızı Osman Haşim Paşa’nın
kuvvetleriyle birlikte hareket etmek suretiyle Resmo, Hanya, Acısu ve İsfakya’yı
kuşatmadan kurtarmıştı.160 Girit’te isyan edip Hanya’yı muhasara eden eşkıyanın
üzerine, Resmo Muhafızı Osman Paşa gönderilmişti. Kendisinin gayretleriyle Hanya
kurtarılmış ve İsfakya eşkıyası gemilere binip Çuka adasına firar etmiş, ilk isyan
girişimi böylece sona ermişti.161 Resmo Muhafızı Osman Haşim Paşa, Mora’daki
Rum isyanı üzerine, Girit reayasının itaatten ayrılmaması için nasihate ihtiyacı
olduğunu düşünüyordu.162 Ancak isyancılar Çamlıca, Suluca ve diğer adalardan
Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi,Eskişehir,1999; Hamiyet Sezer, “Mora İsyanı ve Yunanistan’ın
Bağımsızlığı (1821-1829)”, Osmanlı, c. II, Ankara 1999, s.87-93
158
Mehmet Salahi, Girit Meselesi (1866-1889), haz. Münir Aktepe, İstanbul 1967, s.3; Bekir Sıtkı
Baykal, a.g.m., s.383; Tahmiscizade Mehmet Macid, Girit Hatıraları, Haz. İsmet Miroğlu-İlhan
Şahin, İstanbul 1977, s.16; Bilal Şimşir, Ege Sorunu, Belgeler (1912-1913), c.I, Ankara 1989,
s.XXXII; Cemal Tukin, “Girit”, s.796; Metin Hülagü, a.g.m., s.328; 1821 senesinde adada 160 bin
Müslüman, 130 bin Rum nüfus bulunuyordu. Ali Fuat Örenç, Balkanlarda İlk Dram Unuttuğumuz
Mora Türkleri ve Eyaletten Bağımsızlığa Yunanistan, İstanbul 2011, s.66
159
Mithat Işın, Tarihte Girit ve Türkler, (374 sayılı Deniz Mecmuasının ilavesi), İstanbul 1945,
s.50
160
Mübahat Kütükoğlu, “Yunan İsyanı Sırasında Anadolu ve Adalar Rumlarının Tutumları ve
Sonuçları”, III. Askeri Tarih Semineri, Türk-Yunan İlişkileri, Ankara 1986, s.139
161
HAT, nr. 866/38576/A
162
İzmir’de yaşayan bazı Giritliler, Girit’te çıkan isyandan dolayı Hıristiyan halktan intikam almak
için saldırılarda bulunmuş ve bazıları bu saldırılarda katledilmişti. Hatta yapılan takibattan korkarak
firar etmişlerdi (HAT, nr. 754/ 35583); Bunlardan 120 kadar Giritli toplanarak, bir Fransız gemisine
bindirilmiş ve Girit’e sevk edilmişti (HAT, nr. 935/40481/A; HAT, nr. 935/40481); İzmir reayasına
verdiği rahatsızlıktan dolayı, İzmir Muhafızı Hasan Paşa tarafından Girit’e sürülen eşkıyaya karşı,
Kandiye ve Hanya muhafızları Şerif ve Lütfullah paşalar da aciz kalmışlardı. Resmo Muhafızı Osman
41 aldıkları yardımlarla toparlanıp kuvvetlenerek, aynı yerlere tekrar saldırmışlardı.
Hanya’yı denizden ve karadan kuşatıp, Resmo Kalesi’ne saldırmış ve pek çok hasar
vermişlerdi.163 Girit’te bu esnada baş gösteren veba salgını isyan ile birleşince şartlar
bir kat daha güçleşmişti. Eşkıya aldığı desteklerle giderek güçlenirken, halk ancak
kaleleri koruyabilmişti. Bir yıl zarfında eşkıya adanın her tarafına yayılmış, kalelerin
yakınlarındaki yerleşim yerlerine kadar gelmişti.164 Ayrıca eşkıya tarafından,
Müslümanların harmanları yakıldığından zahire kıtlığı ortaya çıkmıştı.165
İsyan faaliyetlerine, Rum mekteplerindeki öğretmenler de destek olmuştu.
Girit’teki Hristiyan halk arasında fitne ve fesat karıştırmak suretiyle kargaşa
çıkarmışlardı. Bu faaliyetleri gerçekleştirenlerden biri olan muallim Yani, tekrar
tekrar yapılan uyarılara ve tembihlere kulak asmamış ve bu yüzden Dimetoka’ya
sürgün edilmişti.166
Bâbıâlî, bu isyan hareketinden Kandiye, Hanya ve Resmo muhafızları
tarafından gönderilen yazılar vasıtasıyla haberdar olmuştu. Rumların Çamlıca ve
Suluca’da çıkardığı isyanların Girit adasına da sirayet ettiğinden bahsedilmiş, acele
kuvvet, zahire, cephane, para ve donanma gönderilmesi gereği vurgulanmıştı.167
Ayrıca Hanya civarında asilerle devamlı mücadele edilmekte olduğu ve Girit
Müslümanlarının savaşmaya müsait bir yapıda olmadıkları için dışarıdan harbe
muktedir
asker
gelmedikçe,
eşkıyanın
def
edilemeyeceği
bildirilmişti.168
Kandiye’deki askerin çoğu, mücadeleler sırasında ya da veba salgını dolayısıyla
eksilmişti. Bu suretle adada savaş yapacak çok az asker kaldığından, takviye
birliklere ihtiyaç duyulduğu Bâbıâlî’ye bildirilmişti.169 Bunun üzerine, Mora harekâtı
ve Girit’e eşkıyanın hücumu konularımecliste müzakere edilmişti. Girit adasında
Haşim Paşa, bu acziyet karşısında Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’dan kendilerine yardım etmesini
talep etmişti (HAT, nr. 904/39704).
163
Mübahat Kütükoğlu, a.g.m., s.135
164
Filiz Yaşar, Yunan Bağımsızlık Savaşında Sakız Adası, Ankara 2006, s.82
165
HAT, nr. 653/31948; C. DH, nr. 57/2815; Bu yüzden, İzmir ve Selanik’teki Girit tüccarları
tarafından buralardan zahire satın alınıp, adanın muhtelif iskelelerine nakledilmişti. İstanbul’dan başka
yerlere zahire gönderilmesi yasak olduğu halde ihtiyaç duyulan maddelerin gönderilmesi için
Menemen ve Selanik’ten sevkine müsaade edilmişti (C. DH, nr. 118/5900; C. DH, nr. 164/8160).
166
Cevdet Zaptiye (C. ZB), nr. 65/3221
167
HAT, nr. 1316/51312
168
HAT, nr. 867/38590
169
HAT, nr. 866/ 38576/B; HAT, nr. 866/ 38576 /İ
42 isyan eden Rumlarla mücadele etmek için asker, cephane, mühimmat ve zahire
gönderilmesi gerektiği yönünde kararlar alınmıştı.170 Girit’te huzur ve asayişin
yeniden kurulması, Mısır valisi Mehmet Ali Paşa’ya havale edilmişti.171 Gerekli olan
asker, mühimmat ve zahire sevkiyatının da Mısır’dan yapılmasına karar verilmişti.172
Bu karar, II. Mahmut’un onayından hızla geçerek, sadrazam tarafından Mısır valisine
bildirilmişti. Mehmet Ali Paşa, Eylül 1821’de gönderdiği cevapta, din, devlet ve
padişahın uğrunda mal ve canını düşünmeyerek, kendisine bırakılan Girit adasının
muhafazasını sağlamak için elinden gelen gayreti göstereceğini bildirmişti.173
Mehmet Ali Paşa, kendisine verilen bu görevi layıkıyla yerine getirmek
adına hemen hazırlıklara başlamıştı. Girit asileri meselesini kökünden halletmek için
gerekli olan her türlü ihtiyaç maddelerini tedarik ettikten sonra, Bâbıâlî’ye, bundan
sonra verilecek emirlere hazır olduğunu bildirmişti.174
Girit’e gönderilmek üzere lazım olan asker, mühimmat ve zahire, Mısır’dan
hemen tedarik edilmiş ancak ulaşımı problemli olmuştu. Zirâ eşkıya gemileri
Akdeniz’in güvenliğini tehdit eder duruma getirmişti. Asker, mühimmat ve zahirenin
tüccar gemileriyle geçirilmesi tehlikeli olacağından donanmaya ihtiyaç duyulmuştu.
Gerekli malzeme ve askerlerin nakli ancak donanma Mısır’a geldiğinde mümkün
olacaktı. Girit’teki isyan hareketlerini tenkili dolayısıyla, Mısır valisinin hazırladığı
askerlerin bir an evvel donanmayla Girit’e yetiştirilmeleri için donanma başbuğu
Halil Bey’e haber verilmişti.175 Adanın diğer bölgelerinde de harbin uzaması ve
170
HAT, nr. 890/39323
Süleyman Beyoğlu, “Girit Göçmenleri”, Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi, İstanbul 2000, s.123
172
HAT, nr. 885/39094; HAT, nr. 866/38576; Girit’te ihtiyaç duyulan mühimmatın, padişahın emriyle
Mısır’dan karşılanacağına dair gelen haberler üzerine ada muhafızları, Babıâli’ye şükranlarını
sunmuşlardı (HAT, nr. 866/38576/H).
173
Cemal Tukin, a.g.m., s.796; Enver Ziya Karal, “Mahmut II”, İA, c.VII, s.166
174
HAT, nr. 859/38312/A; Mehmet Ali Paşa’nın bu gayreti padişah tarafından takdir edilmiş ve
gelişmeler halka ilan edilmişti. Ayrıca bundan sonra da tersane, gümrük, darphane ve saire gelirlerden
elde edilen kazançların toplanıp gönderilmesi konusunda da yardımcı olması yönünde Mısır Valisine
tembihler yapılmıştı (Cevdet Bahriye, nr. 84/4012).
175
C. BH, nr. 68/3247; Girit’e gidecek askeri almak için Çeşmeli Halil Bey’in kumandasında
İskenderiye’ye gelen donanma gemileri, limana yakın bir yerde eşi benzeri görülmemiş şiddetli bir
fırtınaya tutulmuştu (HAT, nr. 931/40337/A); Önde olan gemiler limana girebilmişler ancak arkada
olanlar denize açılmışlar ise de bir kısmı fırtınanın etkisi ile parçalanmıştı. Tahir adlı kaptanın gemisi
hariç diğer bütün gemiler limana tekrar geri dönebilmişlerdi (HAT, nr. 931/40337); Tunus ve
171
43 yardımların gecikmesi bir hayli sıkıntı yaratmıştı. Girit’e Mısır'dan geleceği
müjdelenen yardım henüz ulaşmadığı ve özellikle kış ayları da gelmek üzere
olduğundan zahire ve mühimmat için tekrar tekrar ricalarda bulunulmuştu. Halk
dilekçeler yazmış, Girit muhafızına da bu konuyla ilgili bir yazı yazmasını rica
etmişlerdi.176 Girit, İstanbul’a uzak bir ada olduğu için ulaşımda olduğu gibi
haberleşmede de zorluklar yaşanmıştı.177
c.3) Hasan Paşa ve Mustafa Nâili’nin Girit’e Gelişi ve Faaliyetleri
Mora’da başlayan Rum isyanının yankıları Girit’te de duyulmaya başlayınca
ada halkı topyekûn bir şekilde bu ihtilallerle mücadele etmişti. Ancak eşkıya, giderek
daha da çoğaldığı için sürekli asker, mühimmat ve donanma sevkine ihtiyaç
duyulmuştu. İstanbul’dan doğrudan Girit’e yardım ulaştırmak zor olduğu için ihtiyaç
duyulan yardımlar Mısır’dan gönderilmişti.178
Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa, Girit isyanına müdahale etmek için, hemen
hazırlıklara başlamış ve ilk iş olarak, Mısır askerlerinin komutanı sıfatıyla, Hasan
Paşa’yı görevlendirmişti. Mustafa Nâili Paşa, bu vazifesinde yine dayısı Hasan
Paşa’nın yanında yer almıştı. Bu noktada Mustafa Nâili’nin Girit adası ile hayat boyu
sürecek olan alâkasıbaşlamıştır.179
Cezayir’in parçalanan gemilerine karşılık yenileri verilmiş, tahrip olan gemiler ise tamir edilmişti
(HAT, nr. 931/40337/A).
176
HAT, nr. 865/38559/C
177
Özellikle adada yaşanan son olaylarla bu zorluklar daha da artmıştı. Zirâ yaşanan her sorun,
muhafızlar tarafından merkeze bildirilmek durumunda idi. Bir meseleyle ilgili olarak İstanbul’a
müracaat etmek çok fazla zaman alıyordu. Bu yüzden Kandiye Muhafızı Şerif Paşa’ya şark
seraskerleri gibi, azil ve tayin yapma yetkileri verilmişti. Kandiye Muhafızı Mehmet Şerif Paşa ile
Resmo Muhafızı Osman Haşim Paşa’dan Girit, Kandiye, Resmo, İsfakya ahvaline dair her türlü bilgi
sürekli olarak merkeze rapor edilmiştir. Bu tarihte Kandiye merkez olduğu için Girit’in ahvaline ve
eşkıyanın hareketine dair haberler Hanya ve Resmo muhafızları tarafından önce Şerif Paşa'ya
gönderilmiştir. Gelen havadisler Kandiye Muhafızı Şerif Paşa tarafından da Sadarete aktarılmıştır
(HAT, nr. 866/38576/J; HAT, nr. 866/38576).
178
Ahmet Lütfi Efendi, Vak’anüvis Ahmet Lütfi Efendi Tarihi, c.I, İstanbul 1999, ed. Nuri
Akbayar, s.153
179
Mehmet Es’ad Efendi, a.g.e., s.312; David Barchard, “The Princely Pasha of Crete”, s.23-24;
Mehmet Saka, Ege Denizinde Türk Hakları, İstanbul 1974, s.78
44 Girit’e gönderilecek olan bütün gemiler yola çıkmadan önce eksiksiz bir
şekilde temizlenerek tamir ve bakımları yapılmıştı. Hazırlanan askerler ve mühimmat
nihayet gemilere aktarılmış, 1822 yılı Haziran ayında İskenderiye Limanı’ndan yola
çıkarılmıştı. Mısır askerlerinin başbuğu sıfatıyla Hasan Paşa ve Mustafa Nâili, Girit’e
yardıma giden bu kafilenin içinde bulunuyordu. Hasan Paşa ve Mustafa Nâili,
İskenderiye’den Girit’e geçerken donanma başbuğu Halil Bey’in gemisinde yolculuk
yapmıştı.180 Mısır gemileriyle birlikte İskenderiye’den hareket eden donanmaya ait
gemiler, yük gemileriyle birlikte oradaki vazifelerini bitirdikten sonra, kendi
maiyetine geri dönmek üzere Girit’e gitmişlerdi.181
İskenderiye Limanı’ndan hareket eden Halil Bey’in kumandasındaki
donanma ve Mehmet Ali Paşa tarafından hazırlanan 100 asker gemisi,182nihayet 1822
yılı Temmuz ayında Sevde Limanı’ndan giriş yapmak suretiyle Girit’e varmıştı.183
Girit’e, donanma ve Mısır gemilerinin yanında, başka bölgelerden de gemiler
gelmiş ve karaya asker çıkarmışlardı. Bir kaç boş gemi, mühimmat ve zahire almak
için Rodos184 yoluyla İskenderiye’ye gönderilmiş, kalanlar görev yerlerine
gitmişlerdi.185 Gemilerden inen askerler, adaya adım atar atmaz, hemen dağlara
sığınmış olan eşkıyayla mücadeleye koyulmuş ve isyancıları darmadağın
180
HAT, nr. 859/38312
HAT, nr. 942/40668; HAT, nr. 942/40668/D
182
HAT, nr. 872/38764
183
HAT, nr. 941/40615; Ahmet Cevdet Paşa, a.g.e., c.XII, s.94-95; Mehmet Es’ad Efendi, a.g.e.,
s.312, Donanmanın Girit’ten hemen ayrılarak Sakız tarafındaki gemilere katılmıştır. (HAT, nr.
944/40688/A); Mısır gemileri kaptanı tarafından, gemilerin Girit’e vardığı ve donanmanın durumunun
gayet iyi olduğu Mısır valisine bildirmişti. Daha sonra yazılan raporlarda haberler detaylandırılarak
Girit’e nasıl gelindiği, karaya nasıl asker çıkarıldığı ve eşkıya ile nasıl harp edildiği izah edilmişti
(HAT, nr. 936/40485/B); Mehmet Ali Paşa’ya, İskenderiye’den Girit’e giden donanma ve askerlerle
ilgili, yabancı gemi kaptanları tarafından da haberler gönderilmişti. Bir İngiliz gemi kaptanı, karaya
çıkarılan askerlerin Sevde ve Kandiye’de eşkıyayı mağlup ettiğini ve üç Rum gemisinin zapt
edildiğini Mehmet Ali Paşa’ya haber vermişti (HAT, nr. 944/40688/B).
184
Rodos adası Rumları 1821 isyanına katılmamışlardı. Adada önemli bir askeri birlik bulunmakta idi.
Ayrıca stratejik bir yerde olmasından dolayı ada idarecilerine önemli görevler verilmişti. Rodos
Limanı, Osmanlı ve Mısır donanmaları için bir üs olarak kullanılmıştı. Ali Fuat Örenç, a.g.e., s.66;
Rodos adasının 19.yy.daki idari, sosyal ve ekonomik durumu için bkz. Ali Fuat Örenç, Yakındönem
Tarihimizde Rodos ve Oniki Ada, İstanbul 2006.
185
Bu arada Girit’ten ayrıldıktan sonra Sakız tarafındaki gemilere katılarak Mora’ya gitmiş olan
donanmanın eğer buradan ayrılacak olursa adalar eşkıyası tarafından bu durumun bir fırsat olarak
görüleceği ve Girit’e taarruz edileceği apaçık ortada olduğundan donanmaya ait bir kaç geminin
Sevde Limanı’nda kışlaması uygun görülmüştü. Bu uygulamaya bir anlamda, kısmi bir “abluka usulü”
de denilebilir (HAT, nr. 868/38626).
181
45 etmişlerdi.186 Hasan Paşa ve Mustafa Nâili de, Girit’e ulaşıp karaya çıktıktan hemen
sonra hazırlıklara başlamışlardı. Önce bir ordugâh tesis etmişler, sonra da zaman
kaybetmeden eşkıya üzerine yürümüşlerdi. Kısa bir süre içerisinde eşkıyaya karşı
pek çok başarılar kazanılmıştı.187 Mustafa Nâili Paşa, emrindeki 400 piyade askeriyle
mücadelelerde yer almıştı.
Tablo 1: Girit asilerinin bertaraf edilmesi için Mısır’dan gönderilen asker
miktarıyla başbuğ ve sergerdeleri188
Başbuğ ve Sergerdeler
Mirîmiran Başbuğ Hasan Paşa’nın
himayesinde bulunanlar
Hasan Paşa’nın yeğeni Mustafa Bey189
Hasan Paşa’nın diğer yeğeni Talip Bey
Hasan Paşa’nın akrabalarından Hasan Ağa
Toplam
Kandiye askerinin başbuğu Hacı Rasim Ağa
Sergerde Eyüp Ağa
Sergerde Hasan Ağa
Sergerde Darendeli Hasan Ağa
Sergerde Sadık Bey
Toplam
Sergerde Pazarcıklı İsmail Ağa
Sergerde Recep Ağa
Sergerde Âdem Ağa
Toplam
Topçu ve Cebeci Askerler
Genel Toplam
Süvari
Piyade
Askerler Askerler
Topçu ve
Cebeci
Askerler
400
400
400
400
1200
400
400
400
400
400
3200
400
400
400
4400
200
5000
Hasan Paşa, 1822 yılı sonbaharına doğru Hanya ve Resmo nahiyelerinde
isyan eden reaya üzerine hareket ederek Resmo’yu zapt etmişti. Hasan Paşa, zaman
zaman kendisini Girit isyanlarını bastırmak için görevlendirmiş olan Mehmet Ali
186
HAT, nr. 880/38965
HAT, nr. 934/40444
188
HAT, nr. 859/38312/C
189
Mustafa Naili Paşa.
187
46 Paşa’ya gelişmeler hakkında raporlar göndermişti. Bu raporlarda, Girit’te göstermiş
olduğu yararlılıklardan bahsederek galibiyet ve zafer müjdeleri vermişti.190
Girit adasının çeşitli bölgelerinde 1822 yılı sonbaharında askeri anlamda
önemli gelişmeler yaşanmıştı. Ayvasil taraflarında on iki esir ve iki casus
yakalanmıştı. Ayrıca en önemlisi de aylardır Mısır’dan gelmesi beklenen mühimmat
ve zahire yardımı nihayet, Girit’e ulaşmıştı.191
Girit’te asilerle mücadele eden sadece Mısır askerleri olmamıştı. Girit’teki
Osmanlı askerleri de bu mücadelede, Mısır askerlerinin yanında aktif bir şekilde yer
almışlardı. Ancak nitelik ve nicelik yönünden yeterli olmadıkları için, Girit adasında
bu süreç içerisinde sürekli takviye birliklere ihtiyaç duyulmuştu. Şöyle ki, Mısır'dan
gelen piyade ve süvari askerlerinin mühim bir kısmı mücadelelerde hayatını
kaybetmiş ve bu yüzden yeniden asker ihtiyacı gündeme gelmişti. Dolayısıyla bu
durum için bir an evvel bir düzenlemenin yapılması lüzumu doğmuştu.192 Öyle ki
kısa zaman içinde, nahiyenin biri düşman eline geçmişti. Bu yüzden Girit’e, ihtiyaç
duyulan asker193 ve zahire194 takviyesi, 1822 yılı boyunca aralıksız devam etmişti.195
Mısır Askeri Başbuğu Hasan Paşa ve Mustafa Nâili, Girit dâhilinde bulunarak
adanın çeşitli nahiyelerine dağılmış olan eşkıyayla daima savaş halinde olmuşlar ve
sürekli galibiyetler kazanmışlardı. Eşkıyayla yapılan savaşlarda birçok ganimet elde
edilmişti. Bu vesileyle sahile yakın yerlerde bulunamamış olan Hasan Paşa, Mısır
valisi Mehmet Ali Paşa’ya sık sık haber göndermek konusunda sıkıntı yaşamıştı.196
190
HAT, nr. 912/39875
C. AS, nr. 938/40652
192
HAT, nr. 872/38764/B
193
Girit kalelerinin muhafazası için merkezden iki piyade topçu memur edilmiş ve gemilerle Girit’e
gönderilmişti (HAT, nr. 666/32414).
194
Girit’teki erzak sıkıntısına çare olarak, İnöz ve İzmir iskelelerinden de yiyecek nakline izin
verilmişti (HAT, nr. 410/21314); Girit ahalisi için Girit tüccarı tarafından Selânik ve Menemen'den
satın alınarak Hanya ve Resmo İskeleleri’ ne nakil edilecek zahireler için Selânik mutasarrıfına ve
Menemen voyvodasına gerekeni yapmaları için emirler yazılmıştır (HAT, nr. 671/32839).
195
Bir süre sonra isyanlar sırasında adada yaşanan asker, zahire ve mühimmat eksiğine ilaveten bir de
ekonomik sıkıntılar baş göstermeye başlamıştı. İsyan dolayısıyla mevcut gelirler tahsil edilememiş ve
borçlanma yoluna gidilmişti. Hıristiyanlardan tahsil edilen vergiler toplanamayınca, Girit hazinesine
ait gelirler azalmış ve adanın ekonomik dengesi bozulmuştu. Müslümanlardan da vergi tahsil
edilemeyince, adada maddi sıkıntılar yaşanmaya başlamıştı (HAT, nr. 913/39894/G).
196
HAT, nr. 913/39894/H; Girit’te Mısır askeri Başbuğu Hasan Paşa’nın kethüdası Erzincanlı Hacı
Hasan Ağa da Mısır valisine haberler göndermiştir. Yazdığı metinde, Girit’te asiler ile yapılan
191
47 Hasan Paşa ve Mustafa Nâili tarafından, Kandiye nahiyesindeki asi Rumların çoğu
tedib maksadıyla etkisiz hale getirilmişti.197
1823 yılının ilk aylarında, Sisam adasında bulunan eşkıyanın oradan ayrıldığı
haberi alınmış ve yapılan araştırma sonucunda Girit’i zapt etmek için hazırlık
yaptıkları anlaşılmıştı.198 Bu esnada gemilerle Girit sahiline gelen eşkıya tarafından,
burada bulunan zahire yağmalanmıştı. Böylece mevcut askerin adanın her tarafını
muhafazaya kâfi gelmediği bir kez daha ortaya çıkmıştı.199
Girit isyanını yatıştırmak için gereken asker, mühimmat ve zahire Mısır
Valisi Mehmet Ali Paşa tarafından 1823 yılında, külliyetli bir şekilde tekrar tedarik
edilmişti. Asker ve mühimmatın Girit’e naklini sağlayacak olan gemiler ve askerler
hazırlanmış ancak, kış mevsimi nedeniyle yola çıkmaları tehlikeli olacağı için bu
yolculuk ilkbahara ertelenmişti.200
Mısır askerlerine Girit’e vardıktan sonra oradaki muhafız paşalarla birlikte
hareket etmek suretiyle eşkıyanın etkisiz hale getirilmesi için gereken emirler
verilmiş, tembihler yapılmıştı.201
Tablo 2: Girit’e gönderilen 4000 askerin sergerde ve binbaşılarının
isimleri202
Sergerde ve Binbaşılar
Delilbaşı Hasan Paşa’nın yeğeni İbrahim Bey
Delilbaşı Adalı Mehmet Ağa
Tüfekçibaşı Hasan Paşa’nın amcazadesi Yakub Bey
Nefer adedi
350 nefer piyade
350 nefer piyade
350 nefer piyade
mücadelenin ardından her Paşa’nın kendi kalesine gittiğini belirtmek sureti ile Girit muhafızı paşaları
gözden düşürecek bazı ifadelerde bulunmuştur. Hâlbuki 1822 yılı sonbaharı boyunca Hanya Muhafızı
Lütfullah ve Resmo Muhafızı Osman ile Girit Seraskeri Şerif Paşaların Kandiye’de eşkıya ile sürekli
muharebe halinde olduğu bilinmekte idi (HAT, nr. 915/39931/D; HAT, nr. 906/39721/A).
197
Dönemin koşulları göz önüne alındığında savaş meydanlarında kazanan tarafın zaferin kanıtı
olarak asilerin kesilen başları ilgili yerlere gönderilirdi. Ancak Girit’te kazanılan zaferin bir göstergesi
olarak kesik başların Mehmet Ali Paşa’ya gönderilmesi mesafenin uzak olmasından dolayı güç
olacağından, sadece 2150 çift kulak özel görevliler vasıtasıyla Mısır’a gönderilebilmişti. (HAT, nr.
839/37814).
198
HAT, nr. 913/39898
199
HAT, nr. 911/39861/B
200
HAT, nr. 915/39931
201
HAT, nr. 915/39931/A
202
HAT, nr. 915/39931/B
48 Tüfekçibaşı Çolak Hüseyin Ağa
Tüfekçibaşı Sarayköylü Hacı Abdullah Ağa
Binbaşı esnaf Nâzırı İbrahim Ağa’nın kardeşi Mehmet Ağa
Harem binbaşısı Kara Ali Ağa
Binbaşı Molla Hüseyin
Binbaşı Topal Hasan
Binbaşı eski Kavalalı Mustafa Ağa
Kayserili Binbaşı Osman Ağa
350 nefer piyade
350 nefer piyade
400 nefer
400 nefer
400 nefer
400 nefer
400 nefer
400 nefer
Tablo 3: Girit’teki kalelere Mısır’dan gönderilen buğday, arpa ve
peksimetlerin miktarları.203
Hanya’ya taşınan
gemilerin kaptanları
İngiliz kaptan sefinesi ile
İngiliz kaptan sefinesi ile
Avusturyalı kaptan
Antonik sefinesi ile
İngiliz kaptan sefinesi ile
Kandiye’ye taşınan
gemilerin kaptanları
Avusturyalı kaptan
Avusturyalı kaptan
Avusturyalı kaptan
Antonik
İngiliz kaptan
İngiliz kaptan
Fransız kaptan
İngiliz kaptan
Avusturyalı kaptan
İstafano
İngiliz kaptan
Toplam
Toplam
Toplam
Zahirenin Miktarı
Zahirenin Cinsi
1375 kile
540 kile
465 kile
Buğday
Buğday
Buğday
746 kile
Zahirenin Miktarı
Buğday
Zahirenin Cinsi
1930 kile
2650 kile
275 kantar 5 okka
1265 kile
Arpa
Buğday
Peksimet
Arpa
1520 kile
300 kile
560 kile
810 kile
1300 kantar 24 okka
1011 kantar
Arpa
Buğday
Arpa
Buğday
Peksimet
Peksimet
1583 kantar 21 okka
3760 kile
6605 kile
6038 kantar 40 okka
Peksimet
Buğday
Arpa
Peksimet
Gönderilecek olan zahire ve cephaneyi bekleyen Girit’te durum çok parlak
değildi. Kandiye Muhafızı Şerif Paşa’dan gelen haberlere göre, halk arasında salgın
203
Girit’e Mısır’dan gönderilen zahire Mısır gemilerinin mülhakatı olan Avrupalı kaptanların gemileri
ile taşınmıştır (HAT, nr. 927/40271/A).
49 hastalıklar görülmeye başlanmıştı.204 Bu arada Mısır’dan gelmesi beklenen 4000
asker nihayet Girit’e ulaşmıştı. Ancak çoğu hasta ve mecalsiz olduğundan beklenen
askeri gayreti gösterememişlerdi. Bir kısım Girit halkı ise, savaşmaktan
çekindiğinden, din değiştirerek asilere katılmışlardı.205 Halkın bu pasif tavrından
şikâyet eden Hanya Muhafızı Lütfullah Paşa’ya göre, onların gayretsizlikleri
yüzünden eşkıya her tarafı istila etmişti. Kandiye’den gelen haberler de çok farklı
değildi. Muhafız Şerif Paşa, İngiliz gemileriyle gelen peksimetin eşkıya gemileri
tarafından zapt edildiğini bildirmişti. Böylece kalelerde top, mühimmat ve muhafız
askerlerine duyulan ihtiyaç bir kez daha ortaya çıkmıştı.206 Hanya ve Kandiye
Muhafızları yanlarındaki askerin azlığından şikâyet ederken, Resmo Muhafızı
Osman Paşa emrinde 300 asker bulunduğunu, ancak mirimiran olduğu için kendisini
dinlemediklerini bildirmişti. Hasan Paşa ve Mustafa Nâili’nin ise eşkıyayla sürekli
harp halinde olduğu bilinmekteydi.
Girit adasında sürekli ve mücadeleye hazır askeri birliklere ihtiyaç
duyulmuştu. Bu ihtiyacı karşılamak üzere farklı yöntemler denenmişti. Mesela, İzmir
ve Aydın’da bulunan Giritlilerden ve diğer halktan gönüllü askerler toplanmıştı.
Çeşme muhafızı Reşid Mustafa Paşa’ya, askerlerin Girit’e sevk edilmesi için
donanmayı beklemeleri gerektiği bildirilmişti. Çoğu Giritlilerden oluşan 3.000 kadar
gönüllü asker, Hasan Bey’in himayesinde bulunan 30’dan fazla gemiyle Çeşme
Limanı’ndan, 1823 yılı baharında ayrılarak donanmaya katılmışlardı.207
Nihayet 1823 yılı Nisan ayında Girit’in beklediği müjdeli haber gelmişti.
Kandiye, Hanya, Resmo kaleleri için ihtiyaç duyulan ve muhafızlarının talep etmiş
olduğu cephane mühimmatı tedarik edilerek, donanma maiyetiyle İstanbul’dan
Girit’e gönderileceği bildirilmişti. Bu sevkiyat Kandiye muhafızı ve Girit seraskeri
vezir Mehmet Şerif, Hanya muhafızı Lütfullah Paşa ve Resmo Muhafızı Haşim
204
HAT, nr. 913/39894
HAT, nr. 913/39894/F
206
HAT,
915/39930/B-C
207
HAT, nr. 871/38733; HAT, nr. 874/38785/A; Yüksel Çelik, a.g.t., s.182; Gönüllü askerler sadece
Girit’e değil Sisam adasına da sevk edilmişlerdir (HAT, nr. 871/38734).
205
50 Paşalara birer fermanla bildirilmişti.208 Girit için hazırlanan bu asker ve erzak yüklü
gemiler, Mayıs ayı başında yola çıkarılacak ve yine donanma eşliğinde yolculuk
yapılacaktı.209Ayrıca, Mısır’dan da Girit’e gönderilmek üzere 4500 özel asker ve
zahireyle 150 at İskenderiye Limanı’nda hazırlanmıştı. Bu defa daha önce
gönderilenlerden başka, bir kaç top ve topçu daha gönderileceği haber verilmişti.
Girit’in Kandiye, Hanya ve Resmo kalelerineasker, zahire ve mühimmat ulaştırmak
üzere 6 gemiyle, beraberindeki 60 adet Mısır harp gemisi, nihayet Haziran ayı
sonunda Rodos Limanı’na ulaşabilmişti.210
Girit adasında yardım gemilerinin gelmesi beklenirken, Rum asiler
saldırılarına devam etmişlerdi. Tehdit edilen Kisamo ve Seline kazalarına 16.000
Rum ansızın hücum ederek, İslam ahaliden firar edemeyenleri katletmiş ve pek
çoğunu da esir etmişlerdi. Kisamo Kalesi teslim olmuş ve bu haber üzerine Hanya'ya
kaçan Seline Müslümanlarının da pek çoğu yolda hayatlarını kaybetmişlerdi. Kısa bir
süre sonra, Seline’ye girilerek birçok Müslüman esaretten kurtarılmıştı.211
Girit Rumları tarafından bir kaç aydan beri muhasara edilen Granbose
Kalesi’ne deniz yoluyla zahire ve cephane gönderilerek yardım edilmekteydi.
Kisamo Kalesi ahalisi asiler tarafından katledilmişti. Bu sebepten dolayı asilere
boyun eğmeye başlayan kale ahalisinin teslim olma düşüncesinde olduğu
duyulmuştu.212
1823 yılı ilkbaharında Kandiye muhafızı ve Girit seraskeri Şerif Paşa’nın
ölüm haberi gelmişti. Yerine 27 Mayıs günü vezir rütbesi ile Resmo muhafızı Osman
Haşim Paşa tayin edilmişti.213 Hanya muhafızı vezir Lütfullah Paşa ile ve daha önce
208
C.AS. nr. 989/43190
HAT, nr. 883/39046
210
HAT, nr. 870/38690; Girit’e yardıma giden Mısır gemilerinin içinde tamire ihtiyacı olması sebebi
ile Girit’e gidemeyenlerde olmuştur. Bu şekilde iki geminin içinde bulunan seçilmiş askerler bir
İngiliz gemisiyle ve ücret karşılığında Girit’e ulaştırılmıştır (HAT, nr. 910/39836/A).
211
HAT, nr. 874/38782/C
212
HAT, nr. 919/39979/B
213
Resmo Muhafızı Osman Haşim Paşa çok zor şartlar altında mücadeleler vermişti. Görevde
bulunduğu beş sene zarfında Girit adasında pek çok zorluk çekmiş, sahip olduğu tüm mal varlığını
satmak zorunda kalmıştı. Girit adasında sürekli bir yokluk yaşanmıştı. Osman Haşim Paşa kaledeki
cephanelerin de artık tükendiğini belirtmişti (HAT, nr. 934/40422/A).
209
51 Girit’e sevk edilen Mısır askeri başbuğu Hasan Paşa ve diğer zabitanla birlikte,
asilerin hakkından gelinmesi konusunda, kendisine talimatlar verilmişti.214
Bu görev değişikliği neticesinde, Hanya muhafızlığı yine Lütfullah Paşa’nın
uhdesinde bırakılmıştı. Kendisine Kandiye Kalesi muhafızlığıyla, Girit Seraskerliği
verilen Vezir Haşim Paşa’dan sonra boşalan Resmo muhafızlığı görevi ise,
Mirimiran Sührap Mehmet Bey’e verilmişti.215 Bütün muhafızlar organize bir şekilde
mücadelelere devam etmiş ve bu ortak mücadele nihayet bir netice vermiş, eşkıya her
yerde yenilgiye uğratılarak perişan edilmişti.
Bu arada Girit’te sürekli mücadele halinde bulunan Mısır Askeri Başbuğu
Hasan Paşa’ya bir emir gönderilmişti. Girit adası Rum eşkıyasının tenkil edilmesi
için Mısır valisi tarafından tertip olunan topçu, arabacı ve humbaracı askerleriyle,
zahire ve mühimmatı Girit’e götürmüş olan gemilerin gerektiğinde adalar arasında
dolaşarak
tesadüf
edecekleri
eşkıya
gemilerini
zapt
etmeleri
hususunda
216
yönlendirmesi talep edilmişti.
Adalar arasında taarruz etmekte olan eşkıyayla mücadele etmesi için
görevlendirilmiş olan Mısır donanması, belli bir yerde sabit halde bekletilmemiş,
seyyar bir şekilde eşkıya gemilerini aramıştı.217 Girit’e asker ve zahire getiren 53
Mısır gemisinin Girit ile diğer adalar civarında kullanılması isabetli bir karar
olmuştu. Zirâ Mısır donanmasının iştirakiyle Girit ve civar adalardaki düşmana karşı
bazı başarılar kazanılmıştı.218 Mehmet Ali Paşa, Girit üzerine gönderdiği
donanmayla, çok büyük ve önemli bir hizmeti yerine getirmişti. Bâbıâlî tarafından
214
C. AS, nr. 18/789; Mehmet Es’ad Efendi, a.g.e., s.210; Es’ad Efendi’den farklı olarak Cevdet Paşa
Tarihi’nde, Mısır askeri başbuğu Hasan Paşa yerine Mustafa Naili Paşa’nın adını zikretmiştir. Bu
farklılık bize Mustafa Naili Paşa’nın bu süreçte ne kadar aktif rol almış olduğunu göstermektedir.
Ahmet Cevdet Paşa, a.g.e., c.XII, s.76
215
C. DH, nr. 126/6271
216
C. DH, nr. 81/4046; Mısır Donanması’nın Girit’e asker çıkardıktan sonra adadan hemen
ayrılmayarak biraz bölgede dolaşması ile ilgili Girit Mısır Başbuğu Hasan Paşa’ya ferman
gönderilmiştir (HAT, nr. 910/39836).
217
HAT, nr. 840/37830
218
C. AS, nr. 902/38897
52 izlenen bu başarı sonrasında, Mehmet Ali Paşa’dan göstermiş olduğu mühim
hizmetlerinin devamının beklendiği bildirilmişti.219
1823 yılı sonbaharına doğru, Girit adasında Mısır askeri başbuğu olup epeyce
yararlığı görülen eski Medine muhafızı, Mustafa Nâili Paşa’nın yanından hiç
ayrılmadığı dayısı mirimiran Arnavut Hasan Paşa, Girit’te vefat etmişti.
Girit’te mücadeleler Hasan Paşa’nın ölümünden sonra da devam etti. İhtilali
bastırmak için Mehmet Ali Paşa, İbrahim Paşa’yı 1824 yılında, 60 gemi ve 16 bin
askerle Girit’e göndermişti. İbrahim Paşa, Rodos’a uğradıktan sonra Kandiye’ye
gelmişti. Girit isyanını bastırdıktan sonra kışı Sevde’de geçirmiş ve ilkbaharda
Mora’ya geçmişti.220 Böylece isyan, Mehmet Ali Paşa’nın gayretiyle tamamen
ortadan
kaldırılmıştı.221
Girit
reayasından
toplanan
silahlar
sancaklardaki
cephaneliklere konularak muhafaza edilerek,222 isyana katılmış olan reayanın malları
da, ortaya çıkan zararın karşılanması amacıyla müsadere edilmişti.223
B) MUSTAFA NAİLİ PAŞA’NIN MEHMET ALİ PAŞA HİMAYESİNDE
TAŞRADAKİ GÖREVLERİ
1) Girit’te Mısır Askeri Başbuğu Mustafa Nâili Paşa
Mustafa Nâili Paşa, dayısı öldüğünde 25 yaşında idi. Hasan Paşa cesareti,
mertliği ve yiğitliğiyle tanınmış ve kendisine verilen görevlerin hepsini layıkıyla
yerine getirmişti. Hasan Paşa’nın ölümü sonrasında, Mustafa Nâili Paşa’nın
çevresinde artık hiçbir yakını kalmamıştı. Fakat bundan sonra, dayılarının çok yakın
219
HAT, nr. 386/20659
Mithat Işın, a.g.e., s.50; Tahsin Ünal, Türk Siyasi Tarihi, İstanbul 1998, s.235
221
Bazı asker elebaşları, teslim olmuş reayanın mallarını yağmalamıştı. Bu durum Mısır valisi
Mehmet Ali Paşa tarafından İstanbul’a bildirilmesi üzerine böyle yersiz hareketlerin önüne geçilmesi
için Osman ve Sührap Paşalar ile Hanya mutasarrıfı Lütfullah Paşaya engel olmaları için uyarılar
gönderilmişti. Ahmet Cevdet Paşa, a.g.e., c.XII, s.95
222
HAT, nr. 922/40091
223
A.Nükhet Adıyeke-Nuri Adıyeke, “Yunan Ayaklanması Sırasında Girit Resmo’da Müsadere ve
Müzayedelere Dair Bir İnceleme”, Kebikeç, S. 32, 2011, s.138
220
53 arkadaşı olan Mehmet Ali Paşa tarafından korunup kollanacaktı. Mehmet Ali
Paşa’nın, Mustafa Nâili’nin bundan sonraki hayatının bir nevi hamisi olduğu
söylenebilir. Yıllardır Tahir ve Hasan Paşaların yanında kazandığı tecrübeler,
Mustafa Nâili Paşa’nın bundan sonraki hayatına yön vermişti. Hasan Paşa’dan
öğrendiği cesaret ve mertlik sayesinde Mustafa Nâili Paşa, hemen dikkatleri üzerine
çekmiş, kendisine verilen görevleri layıkıyla yerine getirmişti. Nitekim Mehmet Ali
Paşa, Hasan Paşa’nın hatırasına sadık kalarak senelik 4500 kese maaşını, bütün
mürettebatını ve mallarını Mustafa Nâili Paşa’ya devretmişti.224 Mehmet Ali Paşa,
Bâbıâlî’den, Girit’teki Mısır askeri başbuğu Hasan Paşa’nın yeğeni Mustafa
Nâili’nin şartlar ne olursa olsun, iyi bir yönetim sergileyeceğine dair kendisine
duyduğu güvenden bahsederek, Hasan Paşa’nın askerlerinin dağılmaması için,
Mustafa Nâili’ye mirimiranlık rütbesi verilmesini talep etmişti.225 Mehmet Ali
Paşa’nın teklifi kabul edilmiş ve Mustafa Nâili’ye mirimiranlık rütbesi verildiğine
dair ferman, Mısır’a gönderilmişti. Mehmet Ali Paşa, fermanı Girit’e göndermemiş,
Mustafa Nâili Paşa Mısır’a geldiğinde kendisine bizzat vermek üzere bekletmişti.
Çok genç olduğu için işleri beraber yürütmek adına Mısır ümerasından Kavalalı
Hüseyin Bey’i226 200 süvari ile Mustafa Nâili Paşa’nın yanına görevlendirmişti.
Fakat Hüseyin Bey’in kısa bir müddet sonrasında İnebahtı’ya gönderilmesiyle,
Mustafa Nâili Paşa, bizzat Mısır askeri kumandanlığı memuriyetine tayin edilmişti.
Mısır’a gelemeyeceği anlaşıldığından Mehmet Ali Paşa rütbe fermanını ve değerli
bir kaftanı Mustafa Nâili Paşa’ya vermek üzere, 1826 yılında kendisiyle bazı
meseleleri görüşmek üzere yanına gelen Kandiye valisi Süleyman Paşa’ya teslim
etmişti.227
224
David Barchard, “The Princely Pasha of Crete”, s.24; Müjdat Uluçam, “Mutafa Naili Paşa”,
Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, c.II, İstanbul 2008, s. 305
225
HAT, nr. 676/33013/J; Ahmet Rıfat, a.g.e., s.53
226
Bazı kaynaklarda Hasan Bey olarak geçmektedir. Mehmet Süreyya, a.g.e., c.IV, s. 480
227
HAT, nr. 729/34671; Enver Ziya Karal, a.g.e., c. VI, s.112; İbnülemin Mahmut Kemal İnal, Son
Sadrazamlar, c. I, İstanbul 1982, s.74; Girit adasındaki Rum fesadı yüzünden düzen ve muhafazaya
olan ihtiyaç artmıştı. Bu düzeni, Kandiye ve Hanya Muhafızı Lütfullah Paşa’nın yapamayacağı
anlaşılmış ve kendisi görevinden azledilmişti. Girit adası seraskerliği ve vezirlik rütbesiyle birlikte,
Kandiye ve Hanya kalelerinin muhafazası görevi Süleyman Ağa’ya tevcih edilmişti (HAT, nr.
1569/37; HAT, nr. 473/23128); Yaklaşık bir yıl sonra Vezir Süleyman Paşa’nın Kandiye ve Hanya
Muhafızlığı ile Girit Seraskerliği görevi yenilenmiştir (C. AS, nr. 516/21545); Granbosa Kalesi’nin
muhafazasındaki kusuru sebebi ile azledilen Lütfullah Paşa’nın yerine Kandiye Muhafızı tayin edilen
54 Mustafa Nâili Paşa, 7 Eylül 1824 tarihinde dayısı Hasan Paşa’nın yerine, 26
yaşında Mısır askeri başbuğu olmuştu. Mustafa Nâili Paşa’yla birlikte Mehmet Ali
Paşa’nın yeğeni Tosun Ali Bey’e de mirimiranlık rütbesi verilmişti.228 Girit’te
miktarı 10.000’e varmış olan Mısır askerini yönetme vazifesi, bundan sonra Mustafa
Nâili Paşa’ya ait olmuştu.229 Bu vazife, Mustafa Nâili Paşa’nın Girit’te uzun yıllar
sürecek olan idareciliğinin ve ardından sadarete uzanan yolculuğunun ilk adımı
olmuştu. Mehmet Ali Paşa’nın sayesinde kendisine daha sonra muhafızlık görevi
verilecekti.230Mustafa Nâili Paşa, Girit’in yönetimi Mehmet Ali Paşa’ya verildikten
sonra yinemuhafız unvanıyla adadaki hizmetlerine devam etmişti.
a) Eşkıya Saldırıları ve Rum İsyancıların Kışkırtmaları
Girit’te Mısır askeri başbuğu görevinde bulunduğu dönemde Mustafa Nâili
Paşa, sıkça rastlanan eşkıya saldırıları ve Rum isyancıların kışkırtmalarıyla mücadele
etmişti. İsyanlar nedeniyle adada her zaman asker ve zahire ihtiyacı duyulmuştu.
1820-1821 senelerinde Mora’da başlayan Rum isyanının yankıları Girit’te de
duyulmaya başlayınca ada halkı top yekûn bir şekilde bu ihtilallerle mücadele
etmişti. Ancak eşkıya her gün daha da çoğaldığı için sürekli asker, mühimmat ve
donanma sevkine ihtiyaç duyulmuştu. Girit’e gereken yardımlar Mısır’dan
karşılanmıştı. Mustafa Nâili Paşa, adada asilerle yapılan mücadelelerde mirimiran
Süleyman Paşa, İzmir’den direk olarak Girit’e gitmesi uygun olmadığından Mısır’dan İstanbul’a erzak
ve Anadolu sahillerine zahire götürme bahanesiyle yeni görevi gizli tutulmak suretiyle ilk önce
Mısır’a gönderilmişti. Süleyman Paşa, Mısır’a vardığında Mehmet Ali Paşa’ya padişahın fermanını
takdim ederek kendisine verilen görevler hakkında bilgi vermişti. Buna karşılık kendisi de Mora ve
Girit’in hali ile donanmanın durumu hakkında bilgi almıştı. Bir müddet Mısır’da kaldıktan sonra,
masraflarını karşılamak üzere Mehmet Ali Paşa tarafından kendisine,1.000 kese akçe ve takımlarıyla
birlikte 20 baş at verilmişti. Mısır gemilerinden kendisine İhsaniye adlı bir firkateyn, etrafındaki
görevlilere üç, maiyetine verilen askere beş olmak üzere toplam dokuz tane Mısır gemisiyle
İskenderiye’den Girit’e gitmişti (HAT, nr. 884/39066/A; HAT, nr. 884/39066/B); Ahmet Lütfi Efendi,
a.g.e., c. I, s.153; Ahmet Rıfat, a.g.e., s.54; Yorgos Dedes, “Blame it on the Turko-Romnioi (Turkish
Rums) A Muslim Cretan song on the abolition of the Janissaries”,Din ve Dil Arasında: Türk Dili
Konuşan Hıristiyanlar, Yahudiler ve Osmanlı İmparatorluğu Yunan-Konuşma Müslümanlar ve
Katolikler, Türk Dilleri Araştırmaları Dizisi: 48, ed. Evangelia Balta-Mehmet Ölmez, İstanbul 2011,
s.340
228
Ahmet Cevdet Paşa, a.g.e., c. XII, s.109; Mehmet Es’ad Efendi, a.g.e., s.339
229
HAT, nr. 857/38208/K; Şemseddin Sâmi, a.g.e., c. VI, s. 4311; Yorgos Dedes, a.g.m., s.337
230
İsmet Parmaksızoğlu, a.g.m., s. 80
55 olarak vazife görmüş ve asker başbuğu olarak adadaki mücadelelerin her daim içinde
yer almıştı. Adada huzur ortamı tam anlamıyla sağlanamadığından bu dönemde de
bazı olumsuz olaylar yaşanmaya devam etmişti.
Rumlar 1825 yılında, Girit’in Kisamo sahiline gelip Granbosa Kalesi’ni
kuşatarak kalenin içindeki Müslüman ahaliye baskı uygulamışlardı. Kuşatma
esnasında gece vakti ortaya çıkan birkaç gemi, kaleye haber yollayarak yardıma
geldiklerini bildirmişlerdi. Kaledekiler, kıyafetlerine aldanıp gelenleri dost
zannetmişler ve dört sandalla bunları almaya gitmişlerdi. Daha sonra bu kişilerin
eşkıya olduğu anlaşılmış fakat bir şey yapılamamıştı. Zirâ hazırlanan bu tuzak
sayesinde kale, çoktan Rumlar tarafından zapt edilmişti.231
Kandiye’de de durum çok farklı değildi. Asilerin rahatsız edici faaliyetlerine
karşı gücü yetmeyen Müslüman ahalinin bir kısmı kale içlerine sığınırken, bir kısmı
da asi olmayan reayaya karşı saldırılarda bulunarak tepkisini ortaya koymuştu.
Müslim ahali ile gayrimüslim ahali arasında anlaşmazlık ve neticede düşmanlıklar
meydana gelmişti. Bu tür faaliyetler, isyanların artmasına sebep olmuştu.232 Hanya
ve Kandiye’de bulunan bazı resmi görevliler Girit reayasına zulmetmek suretiyle
bazı çirkin hadiselere sebebiyet vermişlerdi.233 Eğer bu faaliyetlere engel olunmazsa
isyan adanın her tarafına yayılarak Girit adasının geneli için büyük zararlara yol
açabilecek tehlikeli boyutlara gelebilirdi. Öyle ki, belki de bu meselenin halledilmesi,
Rum isyanından daha büyük bir öneme sahipti. Fesadın defedilmesi için bir an evvel
askerin isyana müdahale etmesi gerekmiş ve Girit halkı arasında yaşanan bu
düşmanlığın giderilmesi için 2-3 bin askere ihtiyaç duyulmuştu.234 İngiltere ve
Fransa, Osmanlı yardım gemilerini abluka ederek gemilerin Girit’e ulaşmasını
zorlaştırdığı için Bâbıâlî, Mehmet Ali Paşa’dan yardım istemişti. Buna göre Mehmet
Ali Paşa, İskenderiye’den Girit’e para karşılığında yabancı tüccar gemileri
231
HAT, nr. 858/38284; Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c.I, s.27
HAT, nr. 917/39968/B; Girit köylerinde yaşayan halkın geneli Bektaşi tarikatına mensup
olduklarından bu bölgelerde cami yoktu. Kandiye haricindeki Bektaşi Tekkesinin camiye
dönüştürülmesiyle Bektaşilerin uzaklaştırılması hedeflenmişti (HAT, nr. 293/17474/B); Bu yüzden
Resmo’da Bektaşi tekkeleri ve zaviyeleri yıkılmış, Bektaşiler Resmo’dan uzaklaştırılmıştı (Cevdet
Adliye (C. ADL), nr. 20/1219).
233
HAT, nr. 860/38368
234
HAT, nr. 920/40009
232
56 vasıtasıyla zahire ve asker temin etmişti.235 Bu gemiler yüklerini ancak Rodos’a
kadar taşıyabilmişti. Buradan Rodos mutasarrıfı Şükrü Bey, zahirenin Rodos’tan
küçük kayıklarla Girit’e taşınmasını sağlamıştı.236 Merkezden yerel yöneticilere
hitaben emirler gönderilmek suretiyle mesul oldukları halkın can, mal, ırz ve
namuslarını koruyarak asayişi sağlamaları emredilmişti. İstanbul Yeniçeri ağası
tarafından, Girit’te bulunan yeniçeri askerlerine, benzer olaylar meydana gelmemesi
için gerekli tembihler ve nasihatler yapılmıştı. Hanya’daki Müslüman ahalinin de
buna benzer hareket ettiği yönünde bazı şikâyetler gelmişti.
Adada bir taraftan Müslüman ahaliyi perişan eden Rum isyanları devam
etmekteydi. İsfakya’dan ve diğer yasak bölgelerden kaçıp gelen eşkıyalar, dışarıdan
gelen Rumlarla birleşip Girit’in her tarafında ellerinden gelen fenalıkları yaparak,
800 Müslümanı katletmişlerdi. Muharebe esnasında pek çok eşkıya idam edilmişti.237
Girit adasında bu süreçte bazı müstakil olaylar yaşanmıştı. Adada sürekli
yabancı insanlar dolaşarak halkı isyana teşvik etme çabası içinde olmuşlardı. Mesela,
Sevde Kalesi’nin sahil tarafında kıyıya demir atmış bir Rus yelkenli gemisine
rastlanmıştı. Üzerine gülle atılmak suretiyle bu gemi bölgeden uzaklaştırılmıştı.238
Kandiye Muhafızı Süleyman Paşa, merkeze Girit’e, özellikle de İsfakya’ya
devamlı surette, Rum eşkıyasının toplandığını haber vermişti.239 1 Aralık 1827
tarihinde Mora’dan 6 bin, daha önce adadan kaçmış olan isyancılardan 950 ve isyan
halinde olan diğer adalardan da 3 bin isyancı240 Kandiye’de Aya Nikola Limanı’ndan
adaya çıkmıştı.241 Asilerin çoğu, Girit Seraskeri Süleyman Paşa tarafından gönderilen
kuvvetlerin, çeşitli bölgelerde yaptığı silahlı çatışmalar neticesinde perişan edilmişti.
Geri kalanlar ise gemilere binerek kaçmış fakat yolda fırtınaya yakalanarak
235
Ayrıca Mehmet Ali Paşa, Mustafa Naili Paşa’ya verilmek üzere Girit’e 100 bin riyal göndermişti
(HAT, nr. 897/39478/F).
236
Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c.II-III, s.321-322
237
Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c.I, s.27-28
238
HAT, nr. 897/39478/C
239
HAT, nr. 850/38089/A
240
Ali Fuat Örenç, Balkanlarda İlk Dram Unuttuğumuz Mora Türkleri ve Eyaletten
Bağımsızlığa Yunanistan, s.172
241
HAT, nr. 928/40292/B
57 boğulmuştu.242
Girit’e
fesat
çıkarmak
için
gelen
isyancılar
bir
şekilde
uzaklaştırılmıştı, fakat kış aylarında buna cesaret eden eşkıyanın yaza doğru daha
fazla hücum etme ihtimali vardı. Bu yüzden kalelerin eksik mühimmatlarının temin
edilmesine çalışılmıştı.243 Bu arada Girit’ten başka yerlere de asker ve erzak nakli
yapılmıştı.244
Rumların halkı teşvik ederek çıkardıkları isyanlar, masum halkı perişan
etmekteydi. Haci Mihal adlı bir Rum sergerde 2 binden fazla süvari ve piyade
askeriyle birlikte Resmo’ya eşkıyalık yapmaya gelmişti. Burada bir ihtiyar adamla
pek çok Müslüman kadını esir etmiş, hayvanlarını zapt etmek suretiyle zarar
vermişti. Sonra ani bir hücumla Resmo Kalesi’ne saldırmışlar ancak kaleden gelen
mukavemete karşı dayanamamış ve dağlara sığınmışlardı. Dışarıdan kendilerine
yardım etmek için gelen başka bir eşkıya grubu tarafından burada bulunan eski bir
kale tamir edilmiş, tabyalar inşa edilmek suretiyle sığınak yapılmıştı. Çatışmalar
esnasında kullanılmak üzere Mısır’dan 100.000 Fransız altını kaçak olarak Mustafa
Nâili Paşa’ya verilmek üzere gönderilmişti.245 Girit’te eşkıya ile mücadele etmekle
görevli olan Mirimiran Mustafa Nâili Paşa ve askerleri, Kandiye Muhafızı Süleyman
Paşa’nın emriyle, tek bir kuvvet halinde kaleye hücum ederek Haci Mihal ve
adamlarını katletmişti. Geriye kalanların dönmelerine izin verilmişti. Haci Mihal’in
242
HAT, nr. 881/38982
HAT, nr. 881/38982/B; Bu hazırlıklar çerçevesinde yine Mısır’dan Girit’e asker takviyesi
yapılması söz konusu olmuştu. Ancak bu sevkiyatın yapılması için donanma maiyetindeki Mısır
gemilerinin iade edilmesi gerekmekte idi. Dolayısı ile asker sevki ancak ilkbaharda yapılabilirdi
(HAT, nr. 289/17330).
244
İbrahim Paşa ve kuvvetleri tarafından 1825 yılı baharında Moton adasına Girit’ten asker ve erzak
sevki yapılmıştı. Moton’da bulunan ev, cami ve dükkânlar Girit’ten getirilen erzakla doldurulmuştu.
Buraya gelirken yolda tutulduğu fırtına yüzünden dağılmış olan donanmadan geriye işe yarar 25 gemi
ve 6 bin asker kalmıştı. Fakat arkasından Girit’te kalmış olan askerlerden 7.000 kişi daha bölgeye
nakledilmişti. Ali Fuat Örenç, a.g.e., s.79; 20 Ekim 1827’de yaşanan Navarin hadisesinden sonra
Fransızların Mora’yı işgalinin ardından Rum isyancılar tekrar harekete geçmişlerdi. Bu yüzden Koron
Kalesi’nin muhafazası için İbrahim Paşa tarafından Girit’ten Mora’ya Mısır askeri getirilmişti. Ancak
bu askerler 17 ay boyunca ulufe alamamışlar ve sefil bir duruma düşmüşlerdi. Parasız kalınca önce
kıyafetlerini sonra da silahlarını adalı Rum kayıkçılara satmışlardı. Bazıları da komutanlarını rehin
alarak isyan teşebbüsünde bulunmuşlardı (HAT, nr. 853/38210/D); Ali Fuat Örenç, a.g.e., s.168
245
HAT, nr. 1036/42952; David Barchard, “The Princely Pasha of Crete”, s.24
243
58 başı ve adamlarının kulakları Mehmet Ali Paşa’ya gönderilmişti. Haci Mihal’in zapt
ettiği esir ve hayvanlardan bir miktarı kurtarılmıştı.246
Rum gemileri, adaları abluka altına almış ve yeniden zahire sıkıntısı gündeme
gelmişti.247
Mehmet
Ali
248
gönderilmesini istemişti.
Paşa,
zahirenin
Girit’e
donanma
himayesinde
Mora ve civarına ise, abluka nedeniyle, bundan sonra
hiçbir yerden yardım sevki mümkün görünmüyordu. İbrahim Paşa Mora için hem
İstanbul’dan ve hem de Mehmet Ali Paşa’dan yardım talebinde bulunmuştu. Ancak
Mehmet Ali Paşa bunun mümkün olamayacağını belirtmişti. Girit sularında abluka
olmadığından, Girit’te bulunan asker ve ahaliye yardım için, 100 bin kile zahire
gönderilmişti. Mora için hazırlananları ulaştırmak mümkün olmamıştı. Girit’e gelen
zahire, Mustafa Nâili Paşa tarafından, önce askerlere kalanı da ahaliye dağıtılmıştı.249
b) Girit’in Abluka Altına Alınması
1828 yılına gelindiğinde gayretlere rağmen Girit’te hâlâ asayiş tam olarak
sağlanamamıştı. Sevde Limanı’na İngiltere, Fransa ve Rusya’ya ait yedi sekiz tane
gemi gelmişti. Fransızlarla İngilizlerin 12 bin askerle Girit üzerine gelmekte
oldukları Rodos Mutasarrıfı Şükrü Bey tarafından haber verilmişti.250 Bir süre sonra
ada müttefikler adına İngiliz donanması tarafından abluka edilmiş ve bu yüzden
çatışmalar daha da şiddetlenmişti. 1828 yılı içerisinde, Kandiye başta olmak üzere,
adaya büyük saldırılar yapılmıştı. Birçok Müslüman öldürülmüş, pek çoğu da esir
edilmişti. Rumlar, Kandiye’ye bağlı Peyda kazasında 20 kadar Müslümanı, Sitya
kazasından aralarında kadın ve çocuğun da bulunduğu 800 Müslümanı esir almıştı.
246
HAT, nr. 851/38107; HAT, nr. 1062/43621/B; HAT, nr. 1020/42620; Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e.,
c.I, s.79; Ahmet Rıfat, a.g.e., s.54
247
İsyan hareketlerinin engellenmesi adına adaya, Rum isyanından beri, dışarıdan yiyecek maddesi
getirilmesi yasaklanmıştı. Bu yasak, tüccarların Girit’e zahire getirmelerine izin verilmesi suretiyle
1826 yılı Ekim ayında kaldırılmıştı (HAT, nr. 294/17495/A).
248
HAT, nr. 1055/43444
249
Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c.I, s.77
250
HAT, nr. 578, /28337/A; Osmanlı-Fransız münasebetleri ile ilgili olarak Tanzimat’a kadar geçen
süreç için bkz. Ayşe Pul, “Osmanlı- Fransız Diplomasisinin İki Mühim Evresi: Girit ve Mısır
Seferleri”, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma Merkezi Dergisi (OTAM),S. 22,
Ankara 2007, s. 159-176
59 Bunların bir kısmı korkunç bir şekilde katledilmişti. 100 tanesi lağım ile havaya
uçurulmuş, 221’i ise adayı abluka eden İngiliz gemi komutanı tarafından
kurtarılabilmişti. Diğerlerinden ise haber alınamamış, ancak kadınların esir edildiği
öğrenilmişti. İsyancılar gözü dönmüş bir şekilde pek çok hayvanı da gasp ederek
yağma faaliyetlerine devam etmişlerdi. İngilizler ise sadece yaralıları tedavi etmekle
yetinmişlerdi.251
Rum liderlerin müracaatı ve yabancı amirallerin onayıyla abluka altına alınan
Girit’e Mısır’dan gelmek üzere olan asker engellenmişti. Rodos Mutasarrıfı Şükrü
Bey’den gelen haberlere göre, Mehmet Ali Paşa tarafından İskenderiye'den Girit'e
gönderilen iki harp gemisi eşliğindeki zahire gemilerine Kandiye civarında, bir Rus
harp gemisi hücum etmişti. Bir geminin zapt edilmesiyle gemilerin bir kısmı
İskenderiye’ye geri dönmüş, bir kısım zahire gemisi de Marmaris Limanı’na
sığınmıştı. Bundan sonra yardım gönderilmesi Girit için de güçleşmişti.252 Yaşanan
bu olaylar neticesinde Kandiye ahalisi oldukça sıkıntıya düşmüştü.
Girit’te yaşanan bu isyan olayları sırasında, Serasker Süleyman Paşa ile
İngiliz
amirali
Metland
arasında
bazı
yazışmalar
olduğu
bilinmekteydi.
Mektuplardan anlaşıldığı kadarıyla, İngiliz amiral tarafından teklif edilen bir uzlaşma
sağlanmıştı. Buna göre, Rumlar aleyhine asker, silah ve mühimmat taşınması
yasaklanmıştı. Ayrıca Rumlara adayı boşaltmaları için izin verilecekti.253 Kandiye’de
meydana gelen olaylar hakkında Rumlar abartılı ve iftira dolu ifadelerde
bulunmuşlardı. Bu durumu Girit Seraskeri Süleyman Paşa, İngiliz amiraline bir
mektupla bildirmişti.254 Anlaşma görüşmeleri için yapılan toplantıda Rumların, bazı
bahanelerle müzakereden kaçınmış olmaları, onların haksızlığının bir delili olarak
değerlendirilmiş ve İngiliz kumandan bu olaylara şahit olmuştu.255 Bundan sonra
251
HAT, nr. 1019/42600/H; HAT, nr. 882/39003/E; HAT, nr. 882/39003/F; Ali Fuat Örenç, a.g.e.,
s.172-173
252
HAT, nr. 890/39337/B; HAT, nr. 890/39337/A
253
HAT, nr. 890/39335/H; HAT, nr. 1019/42600/F
254
Süleyman Paşa bu mektuplarında Rumların planlanan mütarekeyi feshe sebep olmalarından ve
yaptıkları pek çok mezalimi şikâyet etmiştir (HAT, nr. 1019/42600/H).
255
HAT, nr. 1019/42600/U
60 Türklerle Girit Rumları arasında karşılıklı bir antlaşma yapma ve silahları bırakma
ümidi tamamen ortadan kalkmıştı.256
İngiliz harp gemileri kumandanı Maitland, Süleyman Paşa’ya yazdığı
mektubunda Girit adasındaki ablukanın kaldırılmasının gündemde olduğunu haber
vermişti. Kendisine verilen talimat doğrultusunda, harp gemilerini alıp gidecekti.
İngilizlerin Girit muhasarasını kaldırmalarına ilaveten Mora’da bulunan Fransızlar da
burayı boşaltmışlardı.257 Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa, Kandiye Muhafızı Süleyman
Paşa’dan, İngiltere’nin Girit ablukasını kaldırması münasebetiyle asilerin itaate davet
edilmesini ve sonucuyla ilgili gelişmelerden, kendisinin haberdar edilmesini
istemişti.258 Ablukanın kalkmış olması sebebiyle teslim olanların suçları affedilecek,
aksi halde asker gönderilmek suretiyle hadleri bildirilecekti. Buna göre, Girit
Seraskeri Süleyman Paşa, silahlarını bırakıp teslim olmaları için reayaya haber
göndermişti.259
Her ne kadar Girit adasında kısa bir süreliğine asayiş sağlanmışsa da diğer
adalardan gelen tahrikler sürekli devam etmişti. Mora’dan gelen eşkıya, Girit
reayasını tekrar isyan etmesi için kışkırtmak istemişti. Eşkıyanın bu çabası muhtelif
yerlerde perişan edilmeleri suretiyle boşa çıkarılmıştı. Mora’dan gelen eşkıyadan
geriye sağ kalanlar gemilerle kaçmak zorunda kalmıştı. Mısır Askeri Başbuğu
Mustafa Nâili Paşa’nın askerleriyle, Kandiye Muhafızı Süleyman Paşa’nın
gönderdiği askerler birlikte hareket ederek, İsfakya’lı asiler üzerine saldırıya
geçmişlerdi. Kale ve tabyalar zapt edilmiş, eşkıyanın çoğu katledilmişti.260
256
C. DH, nr. 1019/42600/E
HAT, nr. 890/39328/B; HAT, nr. 1019/42600/J; İngiliz ve Fransızların, Girit adasındaki ablukayı
kaldırmaları üzerine, Mısır valisi tarafından Girit’in ihtiyacı olan yardım sevkiyatına yeniden
başlanmıştı. Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa tarafından Girit’e yeteri kadar donanma kuvveti ve zahire
gönderilmiştir (HAT, nr. 1222/47791).
258
HAT, nr. 1019/43600/O
259
HAT, nr. 1019/42600/P; Türk askerlerinin Rus kuvvetlerinin çokluğuna rağmen üstün gelmelerinin
büyük bir muvaffakiyet olduğu ve Girit’te Fransız subaylarının arabuluculuk teşebbüslerinin
öldüresiye yapılan karşılıklı harbi durdurduğuna dair gazetelerde bazı haberler çıkmıştır (HAT, nr.
1034/42899).
260
Hücum neticesinde isyancılardan katledilenleri Mehmet Ali Paşa’ya ispat amacıyla bazılarının
kelle ve kulakları kesilmek suretiyle gövdelerinden ayrılmış ve Mehmet Ali Paşa’ya gönderilmişti.
Hatta bu gönderilenlerin yanına isyancıların ellerindeki bayraklar da eklenmişti (HAT, nr.
1062/43609; HAT, nr. 881/38982/A).
257
61 Mustafa Nâili Paşa, sadece ada dışından gelen saldırılarla değil, ada
Rumlarının zararlı faaliyetleriyle de uğraşmak zorunda kalmıştı. Emrindeki Mısır
askerleri, Girit’te bulunan Rum asileri tarafından üç kez saldırıya uğramıştı. Sayıları
5.000’i aşan isyancılarla üç gün boyunca yapılan silahlı çatışmanın sonunda eşkıya,
perişan bir halde dağlara kaçmak zorunda kalmıştı.261 Bunların elebaşları olan iki
kişinin karada ve denizde zararlı faaliyetlerde bulundukları, Kandiye Muhafızı ve
Seraskeri Süleyman Paşa tarafından sadarete bildirilmişti. Asilerden birinin, Girit
Rumları üzerinde etkili bir isim olduğu tespit edilmişti. Mısır’dan gelen dört savaş
gemisi, isyancılara ve isyancıları idare edenlere ait gemileri zapt etmişti.262
1828 yılı sonlarında Girit’e, Rum eşkıyalar tarafından bir baskın
düzenlenmişti. 300 kadar Müslüman kaçırılıp malları hatta kıyafetleri dahi gasp
edilmiş ve Rodos yakınlarında Çoban adasına bırakılmışlardı. Bu durum karşısında
olaya hemen müdahale eden Rodos muhafızı Şükrü Bey, emrindeki kayıkları tahsis
ederek, gasp edilen malları Çoban adasından aldırmış ve adanın bazı yerlerine iskân
etmişti. Girit ahalisine de geçimlerini temin etmek için arazi dağıtılmıştı.263 Girit
dışında ihtilalci Rumlarla mücadele eden askerlere maaşları ödenememişti.
Askerlerin biriken maaşlarını ödeyebilmek için yüklü miktarda akçe ihtiyacı
olmuştu. Bu duruma çözüm olarak Girit’te muhafaza edilmekte olan yeniçeri
muhallefatından ortalama 3.000 kese eski akçe ve emlak bedeli darphaneye teslim
edilmişti. Maaşlar ve zahire bedelleri için gereken para takas edilmek suretiyle
darphaneden ödenmişti.264 Mesela Mora ordusu için gerekli olan 15.000 kese akçenin
bir kısmı Hanya, Kandiye ve Resmo kazalarındaki yeniçeri gelirlerinden tahsis
edilmişti.265
Mustafa Nâili Paşa, askerlerin maaşıyla da ilgilenmişti. Girit’te bulunan
askerin sekiz aylık ulufesinin 3400 kese akçe olduğu halde 500 kese eksik
olduğunuMısır valisine haber vermişti. Bundan başka Mustafa Nâili Paşa, olası bir
261
HAT, nr. 1020/42612/B
HAT, nr. 1019/42602; HAT, nr. 1020/42612
263
HAT, nr. 890/39328/A; Ali Fuat Örenç, a.g.e., s.115
264
Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c.1, s.43
265
Ali Fuat Örenç, a.g.e., s.92
262
62 saldırıya karşı tedbirli olmak açısından mühimmat eksiğinin giderilmesini
istemişti.266
Kandiye ve Hanya kalelerini muhafazaya memur topçu subayı ve askerlerinin
birikmiş dokuz aylık maaşları Girit Defterdarına havale edilmişti.267 Mustafa Nâili
Paşa’nın 1.500 askerine hizmet ettikleri müddetçe 35 kuruştan olmak üzere ücretleri
verilmişti.268
Mısır valisi Mehmet Ali Paşa’ya Mora ve Girit’e olan yardımlarına karşı
mükâfat olarak samur bir kürk ve değerli mücevherden yapılmış bir kılıç
gönderilmişti.269
2) Girit Askeri ve Mülki Muhafızı Mustafa Nâili Paşa
a) Yunanistan’ın Bağımsızlık Kazanma Süreci ve 1830 İsyanı
Mora isyanı bütün şiddetiyle devam ettiği esnada isyanı bu şekilde
bastıramayacağını anlayan Osmanlı Hükümeti, 1824’te Mısır valisi Kavalalı Mehmet
Ali Paşa’dan yardım istemişti. Avrupalı uzmanlarca yetiştirilmiş düzenli bir ordusu
ve güçlü bir donanması olan Mehmet Ali Paşa, Girit ve Mora valiliklerinin kendisine
verilmesi koşuluyla, isyanı bastırmayı kabul etmişti. 1825’ten itibaren, Mora isyanını
bastırmak için Osmanlı ordusuyla birlikte hareket eden Mısır ordusu, kısa sürede
büyük başarılar elde etmişti. Beklemedikleri bir biçimde, Osmanlı-Mısır ortak
kuvvetlerinin isyanı bastırması üzerine İngiltere, Rusya ve Fransa, Osmanlı
Devletine karşı bir protokol imzalamıştı. İmzalanan Londra Protokolü ile üç devlet,
isyancılarla Osmanlı Hükümeti arasında bir ateşkes antlaşması imzalanmasını
istemişti. Ayrıca, ateşkesin hemen ardından Yunanistan devletinin kurulacağını
bildirmişti. Osmanlı Hükümeti bu kararları tanımayınca, 20 Kasım 1827’de
Navarin’deki Osmanlı-Mısır ortak donanması, İngiliz-Fransız-Rus ortak donanması
266
HAT, nr. 881/38982; HAT, nr. 1089/44277/A
C. AS, nr. 968/42116
268
HAT, nr. 895/39454/Z
269
HAT, nr. 825/37945
267
63 tarafından bir baskınla batırılmıştı. Navarin baskını, diplomatik bir sorun haline
gelince, İngiltere, Fransa ve Rusya elçileri İstanbul’u terk etmişler ve bir takım karşı
tedbirler almışlardı. Mesela İngiltere, İbrahim Paşa’nın kuvvetlerini Mora’dan
Mısır’a götürmek üzere gemiler göndermişti. Fransa da, 30.000 kişilik bir kuvvetle
geçici olarak Mora’yı işgal etmişti. Rusya ise, Nisan 1828’de Osmanlı
İmparatorluğu’na
savaş
açmıştı.
1828-1829
Osmanlı-Rus
Savaşı,
Osmanlı
Devleti’nin yenilgisiyle sona ermiş ve 14 Eylül 1829’da Edirne Barış Antlaşması270
imzalanmıştı. Bu antlaşmayla Osmanlı Devleti bağımsız bir Yunan Devleti
kurulmasını öngören 22 Mart 1829 tarihli Londra Protokolü’nü kabul etmek zorunda
kalmıştı.271 Böylece 1826’da İngiltere ve Rusya tarafından özerkliği tanınmış olan
Yunanistan’ın aşama aşama bağımsız bir Yunanistan Devleti haline gelmesi
sağlanmıştı.
Londra Protokolü ile Yunanistan’ın sınırları çizilirken, İngiltere, Rusya ve
Fransa gibi büyük devletler, Girit Rumlarının isyanlara katılmış olmasına rağmen
Osmanlı Devleti’ne bağlı kalmasını istemişti. Protokolün 7. maddesi kalelerin
tahliyesiyle ilgiliydi. Buna göre müttefikler, Eğriboz Kalesi tahliye edilinceye kadar
daha önceden abluka altında tuttukları Kandiye’de bulunan Granbosa Kalesi’ni terk
etmeyeceklerini bildirmişti. Granbosa Kalesi Rum isyancıların eline geçtiğinde
buradan göç etmek zorunda kalan Müslümanların geride kalan malları Rumların
eline geçmişti. Bu durum adanın çeşitli yerlerine dağıtılan Müslümanlar için büyük
sıkıntılara neden olmuştu. Granbosa Kalesi’ndeki 250 kadar Rum, Eğriboz ve diğer
yerlerin tahliyesi bitinceye kadar kaleyi teslim etmeyeceklerini belirtmişti. Granbosa
Kalesi, bu durumda rehin olarak tutulmuş oluyordu. Osmanlı Hükümeti bu karara
çok sert tepki vermiş ve bunun yanlış bir karar olduğunu, kalenin derhal teslim
edilmesi gerektiği elçilere belirtmişti. Bu konu Mısır valisine de bildirilmişti.272
270
Mecmua-i Muahedat, c. IV, Dersaadet 1298, s.70
Rıfat Uçarol, a.g.e., s.168
272
Ali Fuat Örenç, a.g.e., s.248; Bülent Akyay, “Başlangıçtan Girit İsyanına Kadar Osmanlı-Yunan
İlişkileri (1830-1866)”, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, İzmir 2010, s. 46;
Yorgos Dedes, a.g.m., s.340
271
64 Yeni kurulmuş olan Yunan Devleti’nin idaresinin ve sınırlarının tespiti ve
diğer bazı konularda Osmanlı Devleti ile müzakerede bulunmak için başta İngiliz
elçisi Stradford Canning olmak üzere Rus ve Fransız murahhaslar tayin edilmişti. Bu
murahhaslar tarafından Bâbıâlî’ye sunulan teklifler değerlendirilmişti. Ayrıca başta
Sisam, Girit ve Rodos olmak üzere adalara birer memur gönderilmek suretiyle
reayanın Yunan tarafına meyletmesi engellenmek istenmişti. Adalar reayasına
hitaben fermanlar hazırlanmış ve birer nüshaları reayaya dağıtılmak üzere Rumcaya
çevrilmişti. Fermanda, devlet tarafından adalardaki reaya için yeni bazı ayrıcalıklar,
özellikle de ticari haklar tanındığı ilan edilmişti.273
27 Mart 1830’da, Girit adasına Rumların artık müdahale etmeyecekleri ve
adanın Yunanistan’a tabi olmayacağı, Osmanlı Devleti’nin idaresinde kalacağı
belirtilmişti. Buna karşılık devletlerin Bâbıâlî’den, Girit adasında ılımlı bir politika
izlemesi ve bazı ayrıcalıklar tanımasına yönelik bazı talepleri olmuştu. Buna göre,
önceki isyan olaylarına karışmış olan Giritliler için genel bir af ilan edilecek, her
türlü baskıya ve taraflı bir idareye karşı halk korunacaktı. Ancak Girit’in Hristiyan
halkı, Londra konferansında kendileriyle ilgili alınan bu karara itiraz ederek, ya tam
bağımsızlık ya da tamamen Yunanistan’a katılmak istediklerini beyan etti.274 Sonuç
olarak ada tamamen Yunanistan’a verilmediği için, bu durumdan hoşnut olmayan
Girit Rumları, 1830’da tekrar ayaklanmıştı. Girit muhafızlığına verilen Mehmet Ali
Paşa, 1831’de bu ayaklanmayı bastırmışsa da uzun vadede Girit’te, Yunanlılar
tarafından körüklenen fesat ve kışkırtmalar bundan sonra hiç dinmeyecekti.275
Girit’in Granbosa Kalesi teslim olup reayasının silahları toplandıktan sonra
1830 Girit isyanı tamamen bertaraf edilmiş ve Mustafa Nâili Paşa tarafından Mehmet
Ali Paşa’ya bildirilmiş, Mehmet Ali Paşa da bu haberi Bâbıâlî’ye müjdelemişti.276
273
Ali Fuat Örenç, “1821 Rum İsyanı Sonrası Sisam Adasına Verilen Yeni Statü”, İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, 36, Ankara 2000, s. 340
274
Ali Fuat Türkgeldi, Mesail-i Mühimme-i Siyasiye, haz. Bekir Sıtkı Baykal, c.III, Ankara 1987,
s.9; Enver Ziya Karal, a.g.e., c.VII, s.18
275
Mehmet Salahi, a.g.e., s.3; Bekir Sıtkı Baykal, a.g.m., s.383; Tahmiscizade Mehmet Macid, a.g.e.,
s.16; İdris Bostan, a.g.m., s.19; Süleyman Beyoğlu, a.g.m., s.123; Metin Hülagü, a.g.m., s.329
276
Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c.II-III, s.561
65 b) Girit İdaresinin Mehmet Ali Paşa’ya Devredilmesi
1830 yılında Osmanlı hükümeti, yardımlarından dolayı Girit adasının
yönetimini Mısır valisi Mehmet Ali Paşa’ya bırakmıştı.277 Hanya, Resmo ve Kandiye
sancaklarıyla beraber bütün kalelerin muhafazası şartıyla, Girit adasının Mısır
Eyaleti’ne tevcih edilmesinden dolayı Mehmet Ali Paşa sadarete teşekkürlerini
bildirmişti.278
Mısır valisi Mehmet Ali Paşa’nın Mora isyanlarına müdahalesi üzerine
Girit’in idaresi bir müddet için Mısırlı valiler tarafından yapılmıştı. Mehmet Ali
Paşa, Mısır’da olduğu gibi Girit’te de kuvvetli bir idare kurmaya çalışmış, reayayı
beylerin ve ağaların istismarına ve kötü idaresine karşı korumaya çalışmıştı.279 Girit,
1840 yılına kadar Mısır valisi Mehmet Ali Paşa’nın idaresinde kalmıştı.280 Kendisine
yapılan bu tevcihi, önce büyük bir şükranla kabul eden Mehmet Ali Paşa, Girit’te
Yunanlıların ekmiş olduğu fesat tohumu filizlendikçe adada isyanların eksik
olmayacağını, buraya sahip olanın faydadan çok zarar göreceğini hesaplamış ve bu
yüzden Girit’te fazla kalmak istememiş, bunun yerine kendisine Suriye’nin
verilmesini istemişti. Girit adasının masrafları gelirinden fazla olduğu için Mehmet
Ali Paşa’nın beklentilerini karşılamamıştı. Ancak kendisinin adadaki tasarruf hakkı
on yıl devam etmişti.281
Girit isyanını bastırmak için Mısır eyaletine ilhak edilen Girit’e, Mehmet Ali
Paşa tarafından donanmayla 12.000 asker çıkarılmış ve ilk iş olarak silah toplama
çalışmaları yapılmıştı. Ayrıca ada halkını itaate davet etmek için ahaliye
beyannâmeler dağıtılmıştı.282 Girit asileri, silahları teslim etme konusuna itiraz
277
Mehmet Saka, a.g.e., s. 79
HAT, nr. 715/34120
279
Enver Ziya Karal, a.g.e., c.VII, s.18
280
Bu sayede bir taraftan isyan bastırılırken diğer taraftan da Mehmet Ali Paşa’nın Suriye bölgesini
Mısır’a katmak düşüncesine mani olmak istenmişti. Yunan isyanını bastırması karşılığında kendisine
önce Suriye ve Girit valilikleri vaat edilmişti. Fakat Osmanlı-Rus savaşında verdiği desteği yetersiz
bulan II. Mahmut, Mehmet Ali Paşa’ya sadece Girit valiliğini vermişti. Ayşe Nükhet Adıyeke,
Osmanlı İmparatorluğu ve Girit Bunalımı (1896-1908), Ankara 2000, s.18-19; Tahmiscizade
Mehmet Macid, a.g.e., s.16; Bekir Sıtkı Baykal, a.g.m., s.383; Cemal Tukin, a.g.m., s.796
281
Cemal Tukin, a.g.m., s.796; Mehmet Salahi, a.g.e., s.4-1967
282
HAT, nr. 394/20829/A
278
66 etmişti. Bu yüzden bazı sıkıntılar yaşanmıştı.283 Ancak Mehmet Ali Paşa tarafından
Girit’e donanma ve asker sevkiyle, karaya asker ihracından sonra ahalinin elindeki
silahlarının toplanmasında başarı sağlanmıştı. Hanya zapt edilip silahlar toplanmış,
Kisamo ile İsfakiye’nin de aynı şekilde ele geçirilip onların da silahlarının
toplanacağı bildirilmişti.284 Granbose Kalesi teslim alınıp, buraya muhafızlar tayin
edilmiş ve reayanın elindeki silahlar toplanmıştı.285
Mehmet Ali Paşa, Mısır’dan Girit’e hareket ettiğinde, bütün gemilerden
toplar atılarak merasimler yapılmıştı. Ancak Mısır valisi geldikten 43 gün sonra,
Girit’ten İskenderiye’ye geri dönmüştü. Mısır valisi Girit’ten memnun kalmamış,
geri dönüp Şam havalisine girmeye karar vermişti.286
Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’ya ihale edilen Girit’e ait hasılattan merkeze
hiç bir şey gönderilememişti. Zirâ Girit adasının gelirleri isyanlar yüzünden azalmış
hatta kendi masraflarını bile karşılayamaz duruma gelmişti. Mısır Valisi Mehmet Ali
Paşa bu yüzden merkeze yüklü miktarda meblağ gönderemeyeceğini beyan etmişti.
Haremeyn hazinesi için Girit’ten ayrılmış olan meblağ ise Mısır valisinden tahsil
edilmişti. Girit’te bulunan vakıfların muhasebelerinin görülmesi ve nezaret hakları,
Girit’in yerel idarecilerine verilmişti.287
c) Mustafa Nâili Paşa’nın İdaresinde Girit
Girit’in yönetimi on yıl kadar Mehmet Ali Paşa’ya bırakılınca, bu süre
içerisinde adanın genel idaresi, kendisinin müşir288 olarak atadığı Mustafa Nâili Paşa
283
HAT, nr. 394/20829/R
HAT, nr. 392/20776
285
HAT, nr. 912/39869/A; HAT, nr. 912/39869; Girit isyanında askerler tarafından bir takım hırsızlık
olayları yaşanmış, mahkemeye çıkarılan askerlere cezaları verilmiştir (HAT, nr. 394/20829/B).
286
HAT, nr. 836/37714
287
HAT, nr. 1421/58091; HAT, nr. 1303/ 50786
288
Müşirlik, merkeziyetçilik anlayışı çerçevesinde, II. Mahmut tarafından ihdas edilmiştir. Müşirler,
bir kaç sancağın birleştirilmesiyle idarelerine bırakılan bölgede, mali, idari, mülki, askeri ve adli amir
durumundaydılar. Kendilerine bağlı bölgeleri ferik ya da mirliva tayin ederek yönetmişlerdi.
Müşirlerin vergileri zam yapmadan ve halka zulmetmeden toplamaları gerekiyordu. Bir yerin mali
geliri kendisine ihale edilen müşir, bu gelirlerin hazinelerine ait bedelin zamanında ödeneceğine dair
sarraftan kefil göstermesi gerekmekteydi. Tanzimatın ilanından sonra ise, müşirlere verilen yetkiler
284
67 tarafından, mülki ve askeri umur muhafızı unvanıyla yürütülmüştü.289 Bu durum,
Mehmet Ali Paşa’nın Mustafa Nâili Paşa’ya duyduğu güvenin bir neticesi olarak
değerlendirilebilir.
Mustafa Nâili Paşa, bu süreçte, muhafız olarak ada üzerinde yaptığı ilk
ziyaret turları esnasında tanıştığı Helena Bolanopoula ile evlenmiştir. Eşi, Resmo
yakınlarında bulunan bir köyün Ortodoks vaizinin kızıydı. Mustafa Nâili Paşa, eşini
Müslüman olması için zorlamamış, evlerinin bahçesindeki küçük şapelde kendi
ibadetlerini yapmasına izin vermişti. Aile bağları güçlü olan Helena Bolanopoula’nın
Mustafa Nâili Paşa ile evlenmiş olması ailesine bir güç kazandırmıştı. Bu evlilik
sonucunda aile bireyleri bazı mevkiler elde etmişti. Örneğin, İstanbul’da
Beyoğlu’nda bulunan Ortodoks kilisesine rahip olarak tayin edilmişlerdi.290
Mustafa Nâili Paşa, 32 yaşında başladığı ve on yıl gibi uzun bir süre devam
ettirdiği bu görevi layıkıyla yerine getirerek iyi bir yöneticilik sergilemişti. Bu süre
zarfında adada kayda değer bir isyan çıkmamıştı.291 Mustafa Nâili Paşa’nın on yıllık
süre içinde yaptıklarıyla ilgili bilgilere Paşa’nın tabibi ve sırdaşı olan Mösyö
Kaporal’in Fransızca olarak hazırlamış olduğu layihadan öğrenmekteyiz. Fransız
olan Joseph Kaporal, Girit’te çeyrek yüzyıl Mustafa Nâili Paşa’nın ve ailesinin
hizmetinde görev yapmıştır. Mustafa Nâili Paşa tarafından ilk başta berber olarak
tutulan Kaporal, daha sonra aile uşağı ve hatta danışman olmuştu.292 Mösyö Kaporal,
on senedir adada yaşadığı için ada halkı hakkında her türlü malumata sahipti. Girit
sınırlandırıldı, sancaklara vali, zabtiye memurları, muhassıllar ve mal tahrirat kâtibi gibi memurlar
atandı. Eyalette görevli her memur doğrudan merkeze bağlı duruma getirildi. Ege Adalarının
Egemenlik Devri Tarihçesi, (haz. F. Emecen, İ. Şahin, Ö. İşbilir, A. Fuat Örenç) ed. Cevdet Küçük,
Ankara 2002, s. 32-33; Osmanlı Devleti’nde verilen rütbelerle alakalı olarak detaylı bilgi için bkz: Ali
Akyıldız, Tanzimat Dönemi Osmanlı Merkez Teşkilatında Reform (1836-1856), İstanbul 1993,
s.37-40
289
Enver Ziya Karal, a.g.e., c.VI, s.112; Mehmet Salahi, a.g.e., s.3-4; İbnülemin Mahmut Kemal İnal,
a.g.e., c.I, s.74; Ahmet Rıfat, a.g.e., s.54; David Barchard, “The Princely Pasha of Crete”, s.24;
Müjdat Uluçam, a.g.m., s. 305
290
David Barchard, “The Princely Pasha of Crete”, s. 24-25
291
Mithat Işın, a.g.e., s.51
292
David Barchard, “Veli Pasha and Consul Ongley. An Anglo-Ottoman Diplomatic Relationship
That Got Too Close”, ed. Sinan Kuneralp, A Bridge Between Cultures: Studies on Ottoman and
Republican Turkey in Memory of Ali İhsan Bağış, İstanbul 2006, s.71; Mösyö Kaporal hakkında
daha detaylı bilgilere ulaşılamamıştır. Sadece ailesinden bir kolun İzmir’de yaşadığı tespit edilmiştir.
A. Nükhet Adıyeke, “Girit’in Mehmet Ali Paşa Yönetimine Dair Bir Rapor”, Belgeler-Türk Tarih
Dergisi, Ankara 1993, s.295
68 adasının idaresi, vergi gelirleri ve masraflarının miktarıyla bu bilgiler üzerine
Osmanlı Devleti’nin yapması gereken düzenlemelere dair Mösyö Kaporal tarafından
hazırlanan layiha, Mustafa Nâili Paşa’nın Girit’te ilk on yıllık idarecilik dönemi
hakkında önemli bilgiler ihtiva etmektedir. Türkçeye tercüme edilmiş olan bu rapor,
Mustafa Nâili Paşa’nın Girit’te Mehmet Ali Paşa’nın muhafızı olarak görev yaptığı
dönemi aydınlatması açısından önemlidir. Bu raporda Mustafa Nâili Paşa’nın adada
nasıl bir yönetim sergilediği, gerçekleştirdiği imar faaliyetleri, askeri durum ve
birçok konu hakkında detaylı bilgiler verilmiştir.293
Mehmet Ali Paşa’nın temsilcisi olarak vazife yapan Mustafa Nâili Paşa, bu
on yıllık süreçte adada huzur ve güvenin sağlanmasını amaçlamış ve yeni bir
yönetim sistemi ortaya koymuştu. Ayrıca adanın imarıyla ilgili yaptığı bir takım
çalışmalarla da halkın beğenisini kazanmıştı.294 Bu dönemde adada, o güne kadar
görülmemiş bir adalet sistemi uygulanmış, kültür yeniden doğmuştu.295
Mustafa Nâili Paşa, Hristiyan ve Müslüman toprak sahipleri arasında bir bağ
kurmaya çalışmış, milliyetçiliğin yıkıcı gücünün önüne geçmek istemişti. Girit’te,
Mısır’dakine benzer bir idare şekli kurulmaya çalışılmıştı. Mustafa Nâili Paşa
idaresinde iken Girit’in sancak merkezleri olan Kandiye, Hanya ve Resmo’da
Müslüman ve Hristiyan üyelerden oluşan yerel meclisler kurulmuştu.296 Bunların
yanında İsfakiye nahiyesinde de bir meclis kurulmuştu. Vali ve kaymakamların
başkanlığı altında bulunan bu meclisler din ve miras konuları haricindeki bütün
davalara bakmıştı. Verilen kararlara yapılan itirazlar, yalnız Kandiye meclisinde bir
derece yüksek mahkemeye çıkarılabilirdi. Bu meclisler, Girit’in idaresi yeniden
293
İrâde Eyâlet-i Mümtâze Girid (İ. MTZ. GR), nr. 1/4; Kaporal’in layihası için bkz: A. Nükhet
Adıyeke, a.g.e., s.294-315
294
A. Nükhet Adıyeke-Nuri Adıyeke, Kıbrıs Sorununun Anlaşılmasında Tarihsel Bir Örnek
Olarak Girit’in Yunanistan’a Katılması, Ankara 2002, s.6
295
Mehmet Ali Paşa’nın halkın gönlünü fethetmeye çalıştığı, ancak temsilcisi olan Mustafa Naili Paşa
ve diğer vazifelilerin bunu uygulama konusunda çok da başarılı olamadığı yönünde yabancı yazarların
bazı eleştirileri olmuştur. A. Nükhet Adıyeke, a.g.m., s.294
296
David Barchard, “The Princely Pasha of Crete”, s. 24; Tanzimat’ın ilanından sonra sancak
merkezlerinde oluşturulan meclislere muhassıllık meclisleri denmiş, muhassıllığın kaldırılmasıyla bu
meclislerin adı “Küçük Meclis” olarak değiştirilmişti. Eyalet merkezinde kurulan meclise de “Büyük
Meclis” adı verilmişti. Bunların genel adı ise, “Memleket meclisleri” olmuştu.1849 yılında yapılan
düzenlemeyle büyük meclisin adı “Eyalet meclisi”, küçük meclisin adı da “sancak meclisi” olarak
değiştirilmişti. Musa Çadırcı, Tanzimat Sürecinde Türkiye Ülke Yönetimi, s.273-274
69 Osmanlı Devleti’ne geçtikten sonra da yeni bir düzenlemeye tabii tutularak devam
ettirilmişti.297Tanzimat’ın taşralarda uygulanmasında memleket meclislerinin önemli
katkısı olmuştu. Özellikle devlet görevlileri ile halk arasında çıkan anlaşmazlıkların
çözülmesinde bir mahkeme hükmünde görev yapmıştı. Bu meclisler, Meclis-i
Vâlâ’nın taşrada küçük birer örneği olmuşlardı. Yöneticileri denetleme, vergilerin
gelire göre dağıtılıp zamanında toplanması, gelir-gider hesaplarının denetlenmesi,
güvenliğin sağlanması için tedbirler almak gibi pek çok yönetim ve yargı alanlarında
görev yapmışlardı. Ayrıca, sağlık, bayındırlık, eğitim ve öğretim gibi işlerle de
ilgilenmişlerdi.298
Mehmet Ali Paşa’nın Girit’te başlatmak istediği ıslahatın bir parçası olarak,
bu dönemde Mustafa Nâili Paşa tarafından Mısır’dakine benzer bir gazete
çıkarılmıştı.299 Haftalık çıkarılan gazete için önce Hanya’da bir matbaa kurulmuştu.
İlk olarak beş kişilik bir ekip Mısır’dan 18 Ekim 1830’da Hanya’ya gelmişti. Aradan
altı ay geçtikten sonra matbaaya taş baskı makinası ilave edilmiş ve ekibe altı kişi
daha katılmıştı. Gazetenin ilk sayısı, 1830 yılı Aralık ayı ya da 1831 yılı Ocak ayında
çıkmıştı.300Bu gazete, Türk basın tarihinde Türkçe kısımlar ihtiva eden ikinci gazete
olması dolayısıyla önemliydi. Varlığını 1841 yılına kadar devam ettirmişti.301
Gazetenin Türkçe adı “Vakâyi‘-i Giridiyye”, Rumca adı “Kritiki Efiremis” idi. Aynı
sayfanın bir yarısı Türkçe, diğer yarısı da Rumca olarak yayınlanmış olan bu
gazetede, divan toplantılarında yapılan görüşmeler ve ülke meselelerine dair bazı
havadislere yer verilmişti.302 Bunun dışında bazı salgın hastalıklara karşı dikkat
297
Cemal Tukin, a.g.m., s.794
Musa Çadırcı, a.g.e., s.288-289
299
Mısır’da Mehmet Ali Paşa’nın çıkardığı gazetenin adı Vakayi-i Mısriyye’dir. Osmanlı Devleti
zamanında çıkarılmış olan süreli yayınlar için bkz: Hasan Duman, Osmanlı-Türk Süreli Yayınlar ve
Gazeteler Bibliyografyasi ve Toplu Kataloğu (1828-1928), Enformasyon ve Dökümantasyon
Hizmetleri Vakfı, Ankara 2000
300
İskenderiye’deki İtalyan Konsoloslarından biri tarafından biri tarafından gönderilen raporda
Kandiye’de Mehmet Ali yönetimi tarafından bir basımevi kurulduğu ve Türkçe-Rumca bir gazete
yayınlanmaya başladığı bildirilmiştir. Mehmet Ali Paşa bu gazetenin düzenli çıkması için büyük çaba
sarf etmiştir. Orhan Koloğlu, “Girit’te Türkçe Basın”, Tarih ve Toplum Dergisi, c.VIII, S. 48, 1987,
s.9
301
Gazetenin 22 Haziran 1832- 18 Ocak 1834 yılları arasında çıkarılmış olan sayıları İstanbul
Üniversitesi Kütüphanesinde mevcuttur. İÜ 07 (499. 8) V.G - 94.35 V22
302
“Hanya Meclisinden Havadisler” başlığı altında, Hanya’da meydana gelen bazı olaylara yer
verilmiştir. Örneğin, Hanya Kalesi haricinde bulunan ziyaret yerlerinden Gazi Mustafa hazretlerinin
türbedarı, Hanya meclisine bir şikâyette bulunmuştu. Seline nahiyesinden İbrahim adlı bir şahsın
298
70 edilmesi gerektiği gibi halkı ilgilendiren bazı hususlarla ilgili duyurular yapılmıştı.
Hanya Limanı’na uğrayan gemilerin listeleriyle taşınan yolcu ve mallar hakkında
bilgilere yer verilmişti. Gazete, Avrupa’da uygulandığı gibi bütün basılmış levhalara
asılmış ve halka açık yerlerde teşhir edilmişti. 303
Mustafa Nâili Paşa’nın adanın imarı, huzur ve asayişin sağlanmasıyla ilgili
aldığı önlemler, halk arasında memnuniyet oluşturmuştu. Ancak Tanzimat’ın ilanıyla
birlikte cizyenin tamamen kaldırılmasını bekleyen Rum ahali, bunun yerine alınan
cizye miktarının üç sınıf itibariyle 4-8-12 kuruştan, 15-30-60 kuruşa çıkarma
girişimleri karşısında olumsuz tepkiler vermişti.304
Girit adasında asayişin sağlanması, ada nüfusunun dörtte üçünü oluşturan
Rumların devlete tam olarak bağlanması ve itaat etmesini temin etmek için adanın
istisnai bir surette idare edilmesi gerekmekteydi. Çünkü Rumlar aynı mezhepten
oldukları için hem Yunanlılar hem de etraftaki diğer adalar tarafından devamlı tahrik
edilmekte ve 1821 senesinden beri bağımsızlık hevesiyle yaşamakta olduklarından
devamlı isyan düşüncesinde içindeydi. Adanın asayişi için tek yol, müslim ve
gayrimüslim nüfusun uzlaşmasıydı. Bunun haricindeki uygulamaların isyan hevesini
durduramayacağı, şimdilik durulmuş görünen bu isteğin en ufak bir tahrikle yeniden
alevleneceği açıktı.
Mustafa Nâili Paşa döneminde Girit’te, Kandiye, Hanya ve Resmo’da olmak
üzere üç adet memleket meclisi mevcuttu. Bu meclislerin başkanları istisnasız Mısır
tarafından gönderilmişti. Böylelikle sadece görevli oldukları işi yapmışlar ve ahaliyle
aralarında bir akrabalık olmadığı için adil davranmışlardı. Meclis azaları ise,
Hristiyan ve Müslümanlardan olmak üzere neredeyse tamamı ada ahalisinden idi.
Bunların azalıktan başka memuriyetleri de vardı. Azalar iki gruba ayrılırdı; birinci
sınıf, yalnız Müslümanların asil ve soylu ailelerinden, ikinci sınıf ise, İsfakiye kazası
türbeye gelerek burada bulunan sancakları topladığını ifade etmesi üzerine konu mecliste müzakere
edilmişti. Bu ve buna benzer mecliste görüşülen meseleler, gazete vasıtasıyla halka duyurulmuştu.
Vakâyi‘-i Giridiyye, nr.60, 23 M 1248 (22 Haziran 1832)
303
A. Nükhet Adıyeke, a.g.m., s.295, A. Nükhet Adıyeke, a.g.e., s.95; Nesimi Yazıcı, “Vakayi-i
Mısriyye Üzerine Birkaç Söz”, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma Merkezi Dergisi
(OTAM), S.2, Ankara 1990, s.273-274; Orhan Koloğlu, a.g.m., s.9
304
A. Nükhet Adıyeke, a.g.e., s.19; A. Nükhet Adıyeke, a.g.m., s.305-306
71 gibi ahalisi karışık yerlerden seçilip gönderilen Müslüman ve reaya vekillerinden
meydana gelmişti. Bu şekilde oluşan milli meclisler, dini meseleler ve mirasa ilişkin
hususlar dışında, bütün işleri görüşür ve kararları mazbatalara kaydederlerdi. Aza
hangi sınıftan olursa olsun oy hakkı eşitti. Ekseriyete göre karar verilirdi. Hatta bu
hususta meclis reisinin bile azadan bir farkı yoktu. Azalar, küçük bir hediyeyi bile
kabul edemezler, ederlerse hemen azlolunup hapsedilirlerdi.305 Azaların seçimi iki
senede bir yenilenirdi. Bir kimse rahatça hakkını arayabilmekte ve dava
açabilmekteydi. Valinin gerektiğinde meclisi teftiş etme yetkisi vardı.
Mustafa Nâili Paşa döneminde, adanın zaptiye işlerinde bazı düzenlemeler
yapılmıştı. Eskiden beri uygulanmakta olan, sopayla dövme, hapse atma, prangaya
vurma gibi cezalar genelde, Yedi Ada’dan gelen Rumlar ve Yunanlılara
uygulanmıştı. Fakat Mustafa Nâili Paşa, bu usulü 1830’lu yılların sonuna doğru
tamamen kaldırmıştı. Katletmek gerektiğinde kısas, diğer suçlar için de yirmi dört
saatten başlayarak yıllarca devam edebilecek hapis cezası uygulanmış, suçlular
gerektiğinde adi işlerde çalıştırılmak üzere zincire konulmuştu.
Girit’in muhafazasını sağlayan askerler, düzenli ve düzensiz askeri
birliklerden oluşmaktaydı. Düzenli birliklere meclislerin hiçbir hükmü geçemezdi.
Fakat bunlar, Fransız askeri kanunnâmesine birkaç düzeltme ilave edilip, Mustafa
Nâili Paşa nezaretinde bu kanuna uygun olarak idare edilmişti. Düzensiz askerlerin
neredeyse tamamı Arnavut askeriydi. Bunlar tamamen Mustafa Nâili Paşa’nın
kontrolü altında bulunmuştu.
Mustafa Nâili Paşa döneminde Girit’te vergi tahsili, belli kaideler
çerçevesinde yapılmıştı.306 Mali işlerle ilgilenen defterdar, her zaman meclis
azalarının birinci sınıfından seçilirdi. Defterdar, Girit’in itibarlı kişilerinden olup,
Kandiye’de ikamet ederdi. Defterdarın emri altında yine itibarlı zatlardan iki divan
nâzırı görev yapardı. Bu nâzırlardan biri Hanya’da, diğeri de Resmo’da bulunurdu.
305
Böyle bir şeye teşebbüs eden yok gibi görünüyorsa da, bir defasında bir kutu bal ve bir miktar
peynir kabul eden bir azanın hemen azalıktan çıkarılıp iki ay hapsedildiğine şahit olunmuştu.
306
Mustafa Naili Paşa döneminde Girit’te vergi sisteminde tekel uygulaması yapılmıştır. Bu durum
Müslümanları Hristiyanlardan daha kötü yönde etkilemiş, çok hoş karşılanmamıştır. David Barchard,
“The Princely Pasha of Crete”, s. 24
72 Adı geçen memurlardan başka, Müslümanlardan mirî subaşı ve reayadan kâhya ve
kocabaşı isimleriyle, her kazada görevli ikişer memur görev yapardı.307 Bunlar,
meclis azalarının birinci sınıfından, mukataat nâzırı denilen bir büyük memurun emri
altında bulunurlardı. Tekâlif tahsilini, adı geçen subaşılarla kâhyalar birlikte yapardı.
Bir kimseden tahsil edecekleri verginin miktarını belirleyerek, eline bir ilmühaber
verip, meclise gönderir ve durum, mukataat nâzırına bildirilirdi. Nâzır, vergilere asla
müdahale etmeden defterine kaydederdi. Eğer vergi nakit ise doğruca hazineye, eşya
ise ödeyen kişi tarafından nâzıra teslim edilerek ambara konulurdu. Orada deftere
kaydedildikten sonra, adı geçen nâzır da, kendisinin amiri bulunan divan nâzırına bu
durumu arz ederdi. Sonra da defterdarın defterlerine kaydedilerek meclislere bilgi
verilirdi. Mustafa Nâili Paşa’nın bu mevzulara genel olarak nezaret etme yetkisi
olduğu için, iş onun bilgisi dâhilinde neticelenirdi.
Adanın gelirlerinin sarf edilmesi hususunda, gelirlerden bir yere harcama
yapılmak gerektiğinde, bu iş memurların arz ve tebliğleriyle gerçekleştirilirdi.
Memurların tavsiyeleri meclise arz edilir, mecliste ya kabul ya da reddedilirdi. Kabul
olunduğu zaman Mustafa Nâili Paşa tarafından da tasdik edilerek deftere kayıt
edildikten sonra, bir ruhsat yazılarak icrasına karar verilir ve divan nâzırına havale
edilirdi. O da, vermekle yükümlü olduğu meblağı öderdi.
Girit adasının bütün giderleri, elde edilen mahsulât satılarak ele geçen
meblağdan karşılanmaktaydı. Bu hususta mülki işlere zarar verecek şeylerden
kaçınılmıştı. Şöyle ki, devletin bir malı satılacak olsa, önce miktarı belirlenerek, açık
artırma usulüyle satılacağı gün bildirilirdi. Herkes bilsin diye de esnafa ve tüccara
haber verilirdi. Sonra belirlenen günde bütün meclis azaları bir yere toplanarak açık
artırmaya başlanırdı. Hiç kimsenin şikâyetine mahal vermeden açık artırma usulü
uygulanırdı.
Mustafa Nâili Paşa döneminde, adaya ait gelirlerin toplanmasında çok sıkı
tedbirler alınmıştı. Öyle ki, hiçbir şekilde hile yapılmasına müsaade edilmemişti. Bir
307
Rum cemaatin vergilerine dair uygulamalarda kocabaşılık kurumunun önemi büyüktür. Etki
alanları Tanzimat Fermanı ile daha da netleşmiştir. Ali Fuat Örenç, “Ege Adalarında İdari Yapı”, Ege
Adaları’nın İdari, Mali ve Sosyal Yapısı,ed. İdris Bostan, Ankara 2003, s. 32
73 şey yapılacaksa bu ancak bütün memurların ittifakıyla olabilirdi, fakat bu da
mümkün olmamıştı. Çünkü meclisin rızası ve Mustafa Nâili Paşa’nın ruhsatı
olmadıkça, bir yere 10 kuruş bile olsa asla verilemediğinden ve satılan eşyadan elde
edilen miktar, hemen adanın günlük ihtiyaçlarına sarf edildiğinden, para hazinede
daima devrederdi, bekletilmezdi. Hazinede cüzi bir miktar kalmış olsa bile, hemen
muhafazasına memur olan sarraf başına teslim edilirdi. Şüphenin ortadan kalkması
için sarraf başı her gün, sandığındaki parayı bildiren bir belgeyi divan nâzırına, o da
meclis reisine takdim etmeye mecburdu. Bu şekilde hazinenin ufak bir parası bile
kaybolsa nerede olduğu ortaya çıkardı. Mali işlerin güzelce idaresi için ilk şart, her
şeyin mutlaka deftere muntazaman kaydedilmesiydi. Bu usul de adada, olması
gerektiği gibi uygulanmıştı.
Adada, dini meseleler ve miras işleri dışındaki bütün davalar, meclislerde
görülmekteydi. Dini işlere dair halledilemeyen bir meseleyle karşılaşıldığında, bunu
memleketin kadısı, müftü vs. âlimlerle beraber hallederdi. Eğer mirasla ilgili bir
konu ise, kadı, kassam başı kâtibi marifetiyle şer’an bu meseleye bakarsa da meclis
azasından bir Müslüman ile bir Rum vekil de hazır bulunarak, görüşlerini belirtirdi.
Bu usul, halkın kendisini daha emniyette hissetmesini sağlamıştı. Kadı diğer
memurlar gibi, bir devlet görevlisiydi, bu sebeple şer’î işlerden edilen para hazineye
aktarılmıştı.
Girit’te bulunan Rum Piskoposunun ve Yahudi Hahamının sahip olduğu bazı
yetkiler vardı. Müslümanlar arasında olduğu gibi, iki Rum arasında bir dini mesele
ortaya çıkarsa, yalnız kendi milletleri vekillerinden biriyle Rum piskoposuna
gönderilip, meselenin önemine göre ya papazlardan oluşan bir mecliste ya da yalnız
piskoposun huzurunda davası görülürdü. Aynı şekilde iki Yahudi arasında meydana
gelen bir dini meselenin halledilmesi hahamları aracılığıyla olsa da, Müslümanlardan
ya da Rumlardan bir vekil hazır bulunurdu. Bu vekil kendi görüş ve
değerlendirmesini söylemekle görevliydi. Mahkemelerde, inançlı, sadık ve bilgili
hâkimler olması gerekmekteydi. Ayrıca, Hanya ve diğer yerlerdeki hâkimlerin rüşvet
almasına mani olmak için maaşına zam yapılması gerekli görülmüştü.
74 1830 senesinde müttefik üç büyük devlet tarafından Girit adası Rumlarına
yapılan uyarılara göre, ya yerlerini değiştirmeleri ya da silahlarını Mehmet Ali
Paşa’nın memurlarına teslim ederek itaat etmeleri beyan edilmişti. Rumlardan,
yeniden Osmanlı idaresine girmek isteyenler için, o zaman Mustafa Nâili Paşa ve
Mısır gemileri sergerdesi olan Osman Nureddin Paşa bir mukavele senedi üzerinde
durmuştu. Bu senedin esas maddesi Mustafa Nâili Paşa’nın danışmanı Mösyö
Kaporal tarafından kaleme alınmıştı. Bu madde, Rumlardan cizyenin tamamen
kaldırılması idi. Merkez tarafından buna izin verilmemişti fakat tahsil edilen cizyeye
zam yapılmaması kararlaştırılmıştı. Birkaç yıl kadar Rumlar, bu vergiyi vermekte
tereddüt etmemişler ve daima, tamamen muaf olma ümidi taşımışlardı. 1835 yılında
merkezden gelen bir emirle, Kandiye reayasından cizye olarak senelik 15’şer, 30’ar
ve 60’ar kuruş alınacağı haber verilmişti. Cizyeden tamamen muaf olmak isteyen
reayanın, bu haber karşısında şikâyetleri daha da artırmıştı. Hatta bir ara tekrar
silahlanarak cüzi bir miktardan başka bir şey vermeyeceklerini ifade etmişlerse de,
Mustafa Nâili Paşa hemen olaya müdahale etmişti.308 Paşa, reaya tarafından da
sevildiği için meseleyi yatıştırmış ve fermanı uygulamayı başarmıştı. Böylece
Mustafa Nâili Paşa, merkez ile adanın asi Rum ahalisi arasında bir denge sağlamıştı.
Fakat Paşa’nın kendisi de, adada cizyenin kaldırılmasından yanaydı ve Rum ahaliye
bu hususta merkeze bir dilekçe yazacağını vadetmişti. Girit’te bir de Bac vergisi
alınmaktaydı. Tahsil eden memurlar halka zarar verdiği ve onları rencide ettiği için
gereksiz görülmüş ve diğer yerlerde kaldırıldığı gibi Girit’te de kaldırılması gündeme
gelmişti.309
Mustafa Nâili Paşa döneminde adada yaşanan iç çatışmalar dolayısıyla,
meydana gelen tahribatın, zeytin yetiştirme alanları ve zeytin ağaçları üzerinde
olumsuz etkileri olmuştu. 1821 ile 1829 yılları arasında çok sayıda zeytin ağacı
yakılmış ya da kesilmişti. Mustafa Nâili Paşa, bunun için bazı tedbirler almış ve
emirler yayınlayarak, askeri önlemler almıştı. Böylece zeytin ağaçlarının zarar
görmesini engellemek istemiş ve ahalinin güvenli bir şekilde ürünlerini toplamasını
308
32 tüccar ağaçlara asılmak suretiyle protestolar sert bir şekilde bastırılmıştı. Bu olay Girit halk
kültüründe, Osmanlı yönetiminin acımasızlığı olarak yankılanmıştı. David Barchard, “The Princely
Pasha of Crete”, s. 24
309
İ. MTZ. GR, nr. 1/4
75 sağlamayı amaçlamıştı. Bunun yanı sıra çatışmalar sırasında ölen ya da kaçan
ahalinin ürettiği mahsulün de boşa gitmemesi için hasat edilmesini sağlamıştı.310
Adada gümrük vergisi eski tarifelere göre alınmaktaydı. Zeytinyağı ile sabun
üzerine ise özel bir usul vardı. Sabunun kantarından 7 kuruş, zeytinyağından ise 4
kuruş alınmaktaydı. Bundan başka bütün eşyaların bedeli üzerinden yüzde 3 gümrük
vergisi alınmaktaydı. Bundan dolayı sabunun masrafı, her kantarında 12 kuruşa,
yağın masrafı 5 kuruş 10 paraya çıkmaktaydı. Adadaki gümrükçüler, meclisin birinci
sınıf azasından olup, kendisine hazineden maaş tahsis edilmekteydi. Bu sebeple
gelirleri deftere kaydeder ve asla el koymazlardı.
Bazı karışık meseleler sebebiyle memleket meclislerinde halledilemeyen
ticari davalar, ticaret mahkemesinde görülürdü. Bu mahkemenin azası, Osmanlı
tebaası olan Müslüman, reaya ve yabancılardan, Avrupalı ve Yunanlı birtakım
tüccardan meydana gelerek genellikle gümrükte toplanırlardı. Azalardan bazıları,
Fransa’nın ticaret kanunnâmesine vakıftı ki bu onlar için bir dayanak oluşturmuştu.
Bu azalar, mecliste maaş almadan ve gönüllü olarak toplandıkları için, kötü niyet
olmadan iş görürlerdi. Aslında, Girit gibi bir ticaret merkezinde bu tarz
mahkemelerin devlet tarafından korunması gerekirdi.311
Girit adasında en fazla gelir, zeytinyağından alınan vergilerden elde edilmişti.
Bundan başka adada üretilen pamuk, keten tohumu, ipek, kavun, karpuz gibi çeşitli
mahsullerden alınan vergilerden de kazanç sağlanmıştı.
Tablo 4: Girit Adası Gelir ve Giderleri
Gelirler:
Zeytinyağı rüsumatından
Çeşitli gelirlerden
Pamuk, keten tohumu, kavun ve karpuz gibi çeşitli malların
hasılatından
İpek rüsumatından
Zecriyeden ve firari emlakinden
Ara Toplam
2.500.000
1.750.000
350.000
150.000
1.600.000
6.350.000 kuruş
310
Ayşe N.Adıyeke- Nuri Adıyeke, “ Olive Production in Crete in 19 Century”, Bulgarian Historical
Rewiew, 2006, s.158
311
İ. MTZ. GR, nr. 1/4
76 Hasılat-ı evkaftan
Gümrük rüsumatından
Mahkemelerde umur-ı şer’iyeden
İltizâmâtdan
Cizye rüsumatından
Karantina iradından
Ağa mukataasından
Vukubulabilecek tahmini hatalar
Toplam
250.000
1.000.000
200.000
1.000.000
100.000
100.000
100.000
200.000
9.300.000 kuruş
Masraflar:
Mecalis-i selasenin reisleri ve bilcümle azaların maaşları için
İslam ve reayadan milletvekillerinin maaş ve mahiyeleri için
Üç adet meclis kâtiplerine
Defterdar ve divan Nâzırlarına ve maiyetlerinde bulunan
büyük ve küçük bilcümle memurin için
Mukataat Nâzırı için
Evkaf kalemi için
Ambarlar için
Gümrük memurları için
Ara Toplam
Üç adet meclis kâtiplerine
Kuzzat ile mehakimde müstahdem hademe ve memurin
Tercüman, Ağa vekilleri ve Rum milleti kâhyaları maaşları
için
Tabhane ve hademesine
Meclisler ile divanlar kavaslarına
İslam fukarasına tahsis olunan sadaka
Reft ve amed kâtibi ve sakallı ağaları için
Miri bargirlerinin hademe ve seyisleri için
Ara Toplam
Kandiye’de ehl-i İslam mekteplerinin masarifleri için
Humbaracı ve lağımcı için
Karantinada müstahdem memurin için
Eski bayrak ağaları için
Subaşılar ile kâtiplerinin maaşları
Girit gümrüklerinde medhalleri olup orada ikamet eden kişiler
için
Millet kâhyaları, kavasan ve subaşıları için tayinat
Limanlar tathiri ve senevî her nevi masarif-i inşaiye için
Ara Toplam
Arnavut asakirinden peyderpey Mısır canibine irsal
olunduğundan mahiye ve tayinatlarında daima değişiklik
200.000
130.000
65.000
150.000
65.000
15.000
60.000
90.000
775.000 kuruş
65.000
70.000
85.000
25.000
80.000
40.000
10.000
10.000
1.095.000 kuruş
20.000
150.000
70.000
60.000
120.000
50.000
140.000
750.000
2.455.000 kuruş
2.750.000
77 olduğundan tahmini masraf
Bir alay asakir-i nizâmiyenin mahiyeleri ile me’kulat ve
melbusatları için
Mora canibinde zuhur eden casusların tard ve teb’idi için
muahharan Rum milletinden tertip olunan 60 nefere
Bazı küsur-ı kalilede vukuu muhtemel olan sehv ve hata
tahminen
Genel Toplam
2.500.000
575.000
145.000 kuruş
7.925.000 kuruş
Girit adasında elde edilen gelirler, Osmanlı Devleti’ne ekonomik açıdan bir katkı
sağlayamamıştı. Çünkü gelirler ancak adanın kendi masrafları için harcanmıştı.
Girit’in tahmini gelir-gider defterinde mevcut verilere göre, bir senede gelirlerin
giderlerden bir milyon kuruştan fazla olduğu görülmekteydi. Ancak devlet tarafından
Mustafa Nâili Paşa’ya tayin edilecek maaş ve askerin yiyecek ve giyeceklerinin tutarı
ilave edildiğinde gelirlerin masrafları karşılamaya yetmeyeceği görülmüştü. 312
Dört kumandanın altında bulunan 1.600 Arnavut askerinin
masrafları
Bir kaymakam kumandasında bulunan 3 nefer asakir-i
nizâmiyenin maaş ve mahiyeleri
Dağlarda karakola memur olan bir bölük asakir-i gayr-i
nizâmiyenin maaşları
Ara toplam
İdare-i mülkiye defterinde zuhur eden masarif
Bazı vukuu muhtemel olan sehv ve hata tahminen
Genel toplam
1.450.000
2.400.000
75.000
3.925.000
kuruş
2.455.000
150.000
6.530.000
kuruş
Netice itibariyle Girit’te gelirlerin genel toplamı 9.000.000 kuruş, masrafların
toplamı ise, 6.530.000 kuruştu. Ada gelirleriyle ancak kendi masraflarını
karşılayabilmişti. Mevcut masraflar devam etmek zorunda olduğundan gelirlerin
artırılması yoluna gidilmişti. Birkaç sene içinde ticaret ve Zirâatın çoğaltılmasıyla
312
İ. MTZ. GR. 1/4
78 ahalinin refahının artırılması planlanmıştı. Öyle ki, Girit’in böylece merkeze dahi
büyük bir kazanç sağlayacağı ümit edilmişti.
Mustafa Nâili Paşa’nın maaşı ise 2.500.000 kuruş olup neredeyse adanın
gelirlerinin çeyreği kadardı.313
d) Mustafa Nâili Paşa Döneminde Girit’te Yapılan Bayındırlık Faaliyetleri
Mehmet Ali Paşa ve temsilcisi olan Mustafa Nâili Paşa, Girit adasını idare
etmeye başladıkları ilk yıllarda, ada hakkında Avrupalı Devletlerin de şahit olacağı
pek çok şey yapma fikrindeydiler. Fakat sonradan özellikle Mehmet Ali Paşa’nın bu
gayretinde bir azalma olmuştu. Buna rağmen Mehmet Ali Paşa, Girit adasında pek
çok bayındırlık işleri gerçekleştirmişti. Hanya ve Resmo Limanları’nın girişlerine
büyük taşlar koymak suretiyle setler inşa ettirmiş ve limanları temizletmişti.
Kandiye’nin etrafında ve Hanya’nın kuzey tarafında kaldırımlar inşa edilmişti.
Kandiye’nin hemen yakınında bulunan büyük bir kaynağın suyu314 bu bölgeye
aktarılmıştı. Kandiye’de genellikle yaz mevsiminde suyun ihtiyacı karşılamayacak
kadar az olması hayatı zorlaştırmaktaydı. Bu yüzden şehrin dışında mevcut güzel bir
su kaynağından suyun şehre taşınması gerekmekteydi. Mustafa Nâili Paşa zamanında
masraflarını Mehmet Ali Paşa’nın bizzat kendisinin karşıladığı bir suyolu inşaatı
başlatılmış ve hayli ilerletilmişti. Her ne kadar bu ve benzeri faaliyetler Mısır
valisinin ilk yıllardaki gayretini ispatlamış olsa da adanın ihtiyaçlarını karşılamada
yetersiz kalmıştı.
Girit adasında Venedikliler tarafından sahillerde birçok kale ve kemer,
limanlar için büyük taşlardan setler yapılmıştı. Fakat bunlar artık yetersiz kalmış ve
hatta çok kötü durumda olduğu için bir yerden başka bir yere gitmek
imkânsızlaşmıştı. Bu durum adada yetişen mahsulün -özellikle zeytinyağının- ihraç
313
Dayısı Hasan Paşa’dan kalan mirasla birlikte Mustafa Naili Paşa, Osmanlı Devleti’nin en zengin
adamlarından biri olmuştur. David Barchard, “The Princely Pasha of Crete”, s. 25
314
Girit’te ırmak denilecek kadar büyük sular yoktu. Akan suları ancak çay denilebilecek kadar olup
onlar da yağmur ve kar sularından oluşmuştur. Bazı kaynak suları varsa da bunlar da yaz mevsiminde
ya tamamen kurur ya da ihtiyacı görmeyecek kadar azalırdı. Hüseyin Kâmi Hanyevi, Girit Tarihi,
Dersaadet 1288, s.16-17
79 edilmesine mani olmaktaydı. Hâlbuki ticaret Girit için çok önemliydi. Ayrıca
köylüler de mahsullerini çarşı ve pazarlara nakledemedikleri için, satış yapamamışlar
ve
dolayısıyla
ihtiyaç
duydukları
senelik
yiyecek
maddelerini
tedarik
edememişlerdi.315
Girit’te mevcut köprülerin de tamir edilmesi gerekmekteydi. Köprülerden
bazılarının durumu tehlikeli olduğundan, bazı kazalara sebebiyet verebilirdi. Her yıl
kış mevsiminde -nehirlerin taşması sureti ile uygunsuz hale gelen- bu köprülerden
geçmek zorunda olanlardan kayıplar yaşanmaktaydı. Tespit edilen dört köprüden
ikisi sağlamdı, fakat diğerlerinin durumu tam olarak bilinmediği için Bâbıâlî’nin bu
konu ile ilgilenmesi gerekmekteydi.
Mustafa Nâili Paşa döneminde Mehmet Ali Paşa, Girit’te bir eser bırakmak
için masrafını kendisinin karşılayacağı biri Müslümanlara, diğeri Rumlara ait olmak
üzere iki okul yaptırmak istemişti. Okul inşaatının yarıya geldiği bir zamanda tahrik
olan Rumlar, bu iyi niyete şüpheyle yaklaşmışlardı. Muhalif Rumlar, Mısır
askerlerinin subaylarının buradan tedarik edileceği fikrini yaymışlardı. Bu olay
üzerine Mehmet Ali Paşa şaşkın ve kırgın bir halde İskenderiye’ye dönmüş ve bir
daha Girit adası ile ilgili her hangi bir emir vermemişti. Daha sonra Mustafa Nâili
Paşa’nın ricası üzerine Müslümanlar için Kandiye’de muhafazalı bir okul yapılmıştı.
Mösyö Kaporal, bu okulun masrafının makul miktarda olduğunu belirterek eğitimöğretim hizmetine devam etmesini talep etmişti. Bu arada Rumlar da muhalif
duruşlarından vazgeçmiş ve hatta pişman olmuş bir vaziyette mektep gelirlerinin
yetersiz olduğundan ve iyi bir şekilde idare edilemediğinden şikâyet etmişlerdi.
315
Mustafa Naili Paşa’nın danışmanı olan Mösyö Kaporal tarafından bir çözüm yolu düşünülmüş ve
Babıâli’ye arz edilmişti. Kaporal, bu planın önce Babıâli tarafından daha sonra da Girit meclislerinde
kabul edileceğini öngörmüştü. Mösyö Kaporal’in planına göre, yolların tamiri esnasında devlet bir
akçe bile harcamayacaktı. Şöyle ki, Girit’in yaklaşık iki yüz bin nüfusunun altıda biri olan on beş
yaşından altmış yaşına kadar işe yarar otuz yedi bin erkekten her biri beş altı sene boyunca yılın sekiz
günü bizzat çalışacaktı. Zengin ya da ticaretle uğraştığı için bizzat çalışmaya vakti ve kudreti
olmayanlar ise bu sekiz günün ücretini vereceklerdi. Ücretler özel bir sandıkta toplanacak, sandıkla
ilgilenecek memur meclisin oylarıyla seçilecek ve Mustafa Naili Paşa’nın nezaretinde çalışacaktı.
Kaporal, bizzat çalışmak isteyenlerden de seçmek suretiyle bu şekilde otuz yedi bin erkeğin, yılda
sekiz günden üç yüz bin gün boyunca çalışmasıyla yolların tamiri ya da yeniden yapılmasının
tamamlanacağını belirtmişti. Böylece eşya nakli, ticaret ve hatta askerlerin bir yerden başka bir yere
nakli kolaylıkla yapılabilecekti (İ. MTZ. GR. 1/4).
80 Girit adasında yerli ya da misafir Müslümanlardan biri vefat ettiğinde
mirasçılarından rüştünü ispat edenler hisselerini alma hakkına sahipti. Rüştünü ispat
edemeyen yetimlerin mevcut paraları valiliğin tayin ettiği memurlar tarafından eytam
sandığına konulurdu. Yetimlere ait olan para ya da emlak ilgili görevlilerin himaye
ve gözetiminde yetimin hakkını zayi etmeden gelir getirecek şekilde işletilmekteydi.
Bu şekilde yetimlerin hem ihtiyaçları karşılanmış hem de kendilerine kalan miras
belli bir zamana kadar muhafaza edilirdi. Rüştlerini ispat ettikleri zaman sahip
oldukları mallar kendilerine teslim edilirdi.316
e) Mustafa Nâili Paşa’nın Muhafızlığı Döneminde Girit’te Askerler
Mustafa Nâili Paşa’nın Girit muhafızı olduğu dönemde adada bulunan
askerlere belli miktarlarda mahiye ve tayinat verilmişti. Örneğin, 1837 yılında
Kandiye, Hanya ve Resmo’da bulunan sekban askerleri ile topçulara, hapishane
erbabına ve kâtiplere ödenen bir aylık mahiye bedellerinin toplamı 116.701,
tayinatların toplamı ise 10.814 kuruştu. 317
Tablo 5: Kandiye, Hanya ve Resmo’da bulunan hapishane erbabına ve
kâtiplere vs. mürettebata ödenen mahiye ve tayinat
Livalar
Mahiyat
Tayinat bedeli
Miktarı
Kandiye
50.621
Hanya
49.177
Resmo
16.903
Toplam
116.701
10.814
Genel Toplam
127.515
Girit’te bulunan 893 sekban askerlerine ve reislerine toplam 60.812 kuruş
mahiye verilmişti. Tayinat olarak da bulgur ve arpa tahsis edilmişti. Süvarilerin ve
keşif ekibinin sayısı 262 olup, bunlara verilen mahiye miktarı 37.870 kuruştu.
316
Konu ile ilgili detaylı bilgi için bkz: Tahsin Özcan, “Osmanlı Toplumunda Yetimlerin Himayesi ve
Eytam Sandıkları”, İÜ. İlahiyat Fakültesi Dergisi, S.14, 2006, s.103-120; Mehmet Çanlı, “Eytam
İdaresi Sandıkları ve Osmanlı Devlerinde Yetimlerin Ekonomik Haklarının Korunması”,Savaş
Çocukları-Öksüzler ve Yetimler, ed. Emine Gürsoy-Naskali ve Aylin Koç, İstanbul 2003, s. 59-86.
317
C. AS, nr. 684/28731
81 Bunlara dağıtılan tayinat, yine bulgur ve arpa olmuştu. Topçu ve cebecilere 14.920
kuruş mahiye verilirken tayinat olarak bunlara sadece bulgur verilmişti. Müşir-i
Ekrem olarak Mustafa Nâili Paşa’ya verilen mahiye ve tayinatın toplamı ise 126.075
kuruştu. Netice olarak Girit adasının güvenliğini sağlayan askerlere dağıtılan bir
aylık mahiye miktarı toplamda 230.303 kuruş, tayinatın miktarı ise 47.331 kuruştu.
Toplamda askerlerin bir aylık masrafı 277.635 kuruş olmuştu.
Tablo 6: Girit’te bulunan sekban askerleri ve reisleri
Kandiye Piyade askeri
180
Piyade Mehmet Ağa
392
Menatlı Hasim Ağa
121
Ali Ağa
117
Ali Ağa
53
Ahmet oğlu Hacı Ali Ağa
30
Toplam
893
Mahiyat
Mehmet Ağa
2.500
Ali Ağa
1.500
Hüseyin Ağa
1.000
Askerlere
55.812
Toplam
60.812
Tayinat
Bulgur
20.092
Şair318
720
Süvari ve Kaşifan
Nefer
Said Bey
208
Kaşifan
54
Toplam
262
Mahiyatı
Said Bey
2.500
Süvariler
35.370
Toplam
37.870
Aylık Tayinat
Bulgur
5895
Arpa
27360
Topçular
Nefer
Topçular
105
Arabacılar
41
Cephaneciler
28
Mahiyat
318
Arpa.
82 Bulgur
Toplam Mahiyat
Toplam Tayinat
Genel Toplam
14.920
Aylık Tayinat
3.986
230.303
47.331
277.635
Girit adasına güvenliğin tam olarak sağlanması adına dışarıdan sürekli
takviye birlikler gönderilmişti. Genellikle Rumeli taraflarından gelen bu askerlere de
belli miktarlarda ödenek tahsis etmek icap etmişti. Yeni gelen askerlere de mahiye ve
tayinat dağıtılmıştı.
Tablo 7: Preveze tarafından yeni gelmiş olan sekban askerin vs. mürettebatın
bir aylık mahiyat ve tayinatı
139.700
Mahiyat
Aylık tayinat
Bulgur
54213
Küspe
2100
?
1050
Sadeyağ
420
Fatihan askeri mahiyat ve tayinatları
61.960
Mahiyat
Aylık tayinat
Bulgur
39040
Küspe
765
?
187
Sadeyağ
79
Arpa
4590
Hınta319
6120
Girit adasına dışarıdan gelen yeni mürettebatın sayısı çok olduğu için bunlara
ödenen mahiye ve tayinat bedelleri de fazla olmuştu. Gelen askerlerin sayısı
toplamda 56.675 kişi olup, bunların mahiyatları 371.735 kuruş, tayinatları ise 91.554
kuruş olmak üzere toplam 463.289 kuruş tahsis edilmişti. Buna göre, eski ve yeni
mürettebatın mahiyat ve tayinatları kıyaslanacak olursa aradaki fark ortaya
çıkacaktır.
319
Buğday.
83 Eski
Yeni
Toplam
Genel Toplam
Mahiyat
230.303
371.735
602.038
Tayinat
47.331
91.554
138.885
740.923
Yukarda açıklanan bir aylık mahiye ve tayinat bedelleri ise toplam 1457 kese
akçe ile 384 kuruş 15 paraydı.320
Girit adası Balkanlar’dan Mısır’a giden Arnavut askerlerinin bir durak noktası
olmuştu. Mustafa Nâili Paşa, adaya gelen bu Arnavut askerlerini Mehmet Ali Paşa
adına organize etmiş, askerleri Suriye ve Adana taraflarına göndermişti.321
3) 1838 Cebel-i Lübnan Ayaklanmalarının Bastırılmasında Mustafa Nâili
Paşa’nın Katkısı
Mustafa Nâili Paşa, 1837 yılında Cebel-ü Lübnan’da Dürzi ve Marunîler
isyan ederek Şam havalisine saldırılarınca, 1838’de bir miktar askerle Girit’ten
Şam’a gitmişti. Halep’ten gelen Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa ile birlikte 6
ay uğraşarak eşkıyayı tedip ettikten sonra tekrar Girit’e dönmüştü.
a) İbrahim Paşa’nın Lübnan’a Hâkim Olması ve Dürzî-Marunî
Çekişmesinin Başlaması
Doğu Akdeniz sahil şeridinde bulunan Lübnan,322küçük bir yerleşim yeri
olmasına rağmen, farklı din ve mezheplere mensup çeşitli toplulukların birlikte
320
C. AS, nr. 684/28731
David Barchard, “The Princely Pasha of Crete”, s.25; Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılışından sonra
ihtiyaç duyulan insan kaynağı çeşitli yollardan karşılanmıştır. Örneğin, Arnavutlar, sözleşmeli ücretli
savaşçı olarak istihdam edilmişlerdi. Gültekin Yıldız, a.g.e., s.212
322
Lübnan, Osmanlı idaresinde Suriye vilayetine bağlı Halep, Şam, Sayda ve Trablus adlı eyaletlerden
bazen Sayda’ya, bazen de Şam’a bağlı bir sancaktır. Bilal Eryılmaz, Osmanlı Devleti’nde
Gayrimüslim Tebaanın Yönetimi, s.129; Lübnan’ın içinde bulunduğu bölge Arapların eş-Şam
321
84 yaşadığı bir yer olmuştu. Bu nedenle Lübnan’da tarih boyunca oldukça çekişmeli
askeri ve siyasi olaylar yaşanmıştı. Lübnan’da yüzyıllar boyunca Hristiyanlar ve
Müslümanlar iç içe yaşamışlardı. Hristiyanlar içinde en kalabalık mezhep Katolikliği
benimsemiş olan Marunîlerdi.323 Dürzîler324 ise Müslüman olup, Sünni ve Şii
mezheplerinin dışında kendilerine has gelenek ve ibadetlere sahip bir gruptu.325 Bu
iki grup aynı zamanda Lübnan Eyaleti’nin merkezinden geçen Lübnan Dağı’nda
yaşayan yerli kabilelerdi. Osmanlı idaresini kabul etmekle birlikte yerel bir aile
tarafından yönetilmişlerdi.326
XVI. yy.da Osmanlı Devleti sınırlarına dâhil olan Lübnan’da Osmanlı
hâkimiyeti, I. Dünya Savaşı’na kadar 400 yıl boyunca devam etmişti. Osmanlı
Devleti, Lübnan’da tüm din ve kültürlerin serbestçe icra edildiği oldukça özerk bir
yönetim sergilemişti. Bu dönemde ülkenin en güçlü iki mezhebi Dürzîler ve
Marunîler olmuştu. Bu iki mezhep arasındaki rekabet, XIX. yy. da giderek artmış ve
bir nevi iç savaşa dönüşmüştü. Dürzîlerin etkinliği giderek azalırken Marunîler gerek
ekonomik ve gerek siyasi bakımdan güçlenerek daha etkili bir konuma gelmişti.327
XIX. yy. başlarında Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın Osmanlı toprakları
üzerindeki emelleri Lübnan’daki gelişmeleri de yakından etkilemişti. Mehmet Ali
Paşa, Rum isyanının bastırılmasında Osmanlı Devleti’ne yaptığı yardımın
karşılığında Girit valiliğini almış ancak çok istediği Suriye valiliğini elde
edememişti. Girit’te yaşanan ihtilallerden dolayı hoşnut olmamış ve Suriye’yi almayı
hedefine koymuştu.328 Bu emelini gerçekleştirmek için oğlu İbrahim Paşa’yı
dediği, Türkçe’ de “Büyük Suriye” anlamına gelen yerdedir. Bu bölgenin içinde Lübnan’dan başka
Suriye, Filistin ve bugünkü Irak’ın bir kısmı da bulunmaktadır. Haluk Ülman, “1840-1845 Arasında
Suriye ve Lübnan’ın Durumu ve Milletlerarası Politika”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler
Fakültesi Dergisi, c.18, S. 3,1963, s.243-268; Tufan Buzpınar, “Lübnan”, TDVİA, c.XXVII, s.248254
323
İsmail Taşpınar, “Marunîler”, TDVİA, c.XXVIII, s.71
324
Dürziler hakkında detaylı bilgi için bkz: Şehabettin Tekindağ, “Dürzi Tarihine Dair Notlar”, İÜ
Tarih Dergisi, c.7, S.10, s.143-156; Mustafa Öz, “Dürzîlik”, TDVİA, c. X, s.46
325
İrfan C. ACAR, Lübnan Bunalımı ve Filistin Sorunu, Ankara 1989, s.1-7; A. Halûk Ülman,
1860-1861 Suriye Bunalımı: Osmanlı Diplomasisinden Bir Örnek Olay, Ankara 1966, s.6; Cevdet
Küçük, “Lübnan Meselesi”, Türk Dünyası Tarih Dergisi, S. 3, Mart 1987, s.35
326
Enver Ziya Karal, a.g.e., c.V, s.210
327
İrfan C. Acar, a.g.e., s.1
328
HAT, 836/37714
85 Suriye’ye göndermek suretiyle, 1832 yılında bütün Suriye ve Lübnan’ı ele
geçirmişti.329 İbrahim Paşa, 1832-1840 yılları arasında Suriye’yi kontrolü altında
tutmuştu. Bu dönemde Suriye’de Türklere karşı bir Arap milliyetçiliği oluşmuştu.
Hristiyanlara verilen önem dolayısıyla durumları güçlenmiş, fakat buna karşılık
Hristiyan-Müslüman çekişmesi körüklenmişti. Bu olaylara Avrupalı Devletler de
müdahalede bulunmuşlardı. Dolayısıyla Mehmet Ali Paşa’nın isyanı uluslararası bir
boyut
kazanmıştı.
Avrupalı
konsoloslar,
Hristiyanların
çıkarlarına
uygun
330
faaliyetlerde bulunarak etkilerini arttırmışlardı.
1832-1840 yılları arasında Mısır idaresinde kalan Lübnan, etkileri uzun süre
devam edecek olaylara sahne olmuştu. Bu dönemdeki idareciler, Kavalalı İbrahim
Paşa’nın isteklerini yerine getirmekten öte bir fonksiyon icra edememişlerdi. İbrahim
Paşa, bölgede uzun süreden beri oluşmuş dengeleri ve uygulamaları göz ardı eden
politikalara başvurmuştu. Osmanlı Devleti'ne karşı Avrupa devletlerinin desteğini
kazanmak amacıyla geleneksel olarak gayrimüslimlere uygulanmakta olan ayrımları
kaldırmıştı. Bölgede misyoner faaliyetlerini serbest bırakmış, ticarî değeri yüksek
olan ipek, pamuk ve sabun gibi mallara tekel sistemi uygulamıştı. Büyük rakamlı
askerî harcamaları karşılamak üzere vergileri arttırmış ve zorunlu askerlik
uygulamasını başlatarak ciddi isyanlara sebep olmuştu.331
Osmanlı Devleti ile Mısır valisi arasında yaşanan çekişmeler esnasında
Marunîler İbrahim Paşa’yı, Dürziler ise Osmanlı Devleti’ni desteklemişti. Yaşanan
bu krizde birçok Dürzi Osmanlı safında savaşmıştı. İbrahim Paşa hâkimiyet kurduğu
topraklarda yaşayan Hristiyanlara bazı yeni haklar tanımıştı. Bununla birlikte ülkede
bir savaş ekonomisi uygulamak istemiş ve vergileri arttırma yoluna gitmişti. Ayrıca
ordunun asker ihtiyacını, zorunlu askerlik uygulamasıyla, yerli halktan karşılamak
329
Mehmet Ali Paşa isyanı detayları için bkz. Altundağ, Kavalalı Mehmet Ali Paşa İsyanı ve Mısır
Meselesi 1831-1841
330
Ömer Osman Umar, Osmanlı Yönetimi ve Fransız Manda İdaresi Altında Suriye (1908-1938),
Ankara 2004, s.11; Marunîler, XIX. yüzyıl ve özellikle de XX. yüzyılın başlarında Avrupalı güçlerin
özellikle de Fransa’nın himayesi ile Lübnan’da bağımsız bir Hıristiyan devleti kurabilecekleri
düşüncesine kapılmışlardır. Ramazan Işık, “Osmanlının Son Dönemlerinde Marunîlerin Lübnan’da
Bağımsız Bir Hristiyan Devleti Kurma Girişimlerinin Fikri Temelleri”, Fırat Üniversitesi Sosyal
Bilimler Dergisi, c.XV, Elazığ 2005, s.413-432
331
Tufan Buzpınar, “Lübnan”, s.250
86 istemişti. Bu uygulamalar neticesinde halktan aldığı destek kısmen azalmıştı.
Mehmet Ali Paşa’yı Suriye’den atmak isteyen Osmanlı Devleti güneye ordu
göndermiş fakat yapılan savaşlar kaybedilmişti. Mehmet Ali Paşa’nın gücünden
endişe eden Rusya, Fransa ve İngiltere olaya müdahale ederek 1833 yılında Kütahya
antlaşmasının imzalanmasını sağlamışlardı. Buna göre, Suriye valiliği Mehmet Ali
Paşa’ya verilecek, İbrahim Paşa da ordusunu Anadolu’dan çıkaracaktı. Ancak isyan
bu şekilde sona ermemişti. Her iki tarafta ordularını destekleyerek yeni bir mücadele
için hazırlanmaya başlamıştı. Mısır valisi tamamen bağımsızlık olmak için, Osmanlı
Devleti de intikam almak için hazırlanmıştı. Bu esnada İbrahim Paşa, ordusunu
desteklemek amacıyla birkaç Dürzi genci askere almak istemişti. Fakat Dürziler bu
isteği kabul etmemişler ve bir ayaklanma çıkarmak suretiyle tüm Dürzileri harekete
geçirmişlerdi. İbrahim Paşa Dürziler ile baş edemeyince Marunî lider Emir Beşir’den
yardım istemiş, emrindeki Hristiyan ordusunu Dürzilere karşı göndermesini talep
etmişti. Bu zamana dek Dürziler ve Marunîler bu şekilde bir çatışmaya girmemiş
olduklarından bir tedirginlik yaşanmıştı. Olası bir Dürzi-Marunî çatışması Lübnan’ın
iç siyasi yapısı için kötü sonuçlar doğurabilirdi. Korkulan olmuş ve Emir Beşir
İbrahim Paşa’ya direnememiş, emrine bir ordu göndermişti. Mısır ordusu ve Lübnan
Hristiyanlarından oluşan karma ordu Dürziler ile 1838 yılında çetin bir savaş
yapmıştı. Dürziler fazla direnememiş ve İbrahim Paşa’ya teslim olmuşlardı.332
Hâlbuki Emir Beşir İbrahim Paşa’nın yönetiminden önce 55 yıllık emirliği sırasında,
Lübnan’ı iyi idare etmiş, muhtelif unsurlar arasındaki anlaşmazlıkları ortadan
kaldırmaya çalışmıştı. Mısır idaresi altına girince, İbrahim Paşa’nın emirlerine göre
davranmış ve Dürzilere karşı sert politikalar uygulamak zorunda kalmıştı. Dürzi
reisleri sürgüne gönderilmiş, malları müsadere edilmişti. Yapılan bu uygulamalar
neticesinde iki grup arasında mevcut eski rekabet gün yüzüne çıkarılmış ve bu
rekabet giderek düşmanlığa çevrilmişti.333
332
İrfan C. Acar, a.g.e., s.9-11; Philip K. Hitti, Lebanon İn History, From The Earliest Times To The
Present, London 1957, s.433-442; Erdoğan Keleş, “Cebel-i Lübnan’da İki Kaymakamlı İdari Düzenin
Uygulanması ve 1850 Tarihli Nizâmnâme”, Tarih Araştırmaları Dergisi, S. 43, Ankara 2008, s.131157.
333
M. Tayyip Gökbilgin, “1840’dan 1861’e Kadar Cebel-i Lübnan Meselesi ve Dürziler”, Belleten,
c.10, S. 40, s.641-703; Haluk Ülman, a.g.m., s.245-246
87 b) İbrahim Paşa İle Birlikte İsyana Müdahale
İbrahim Paşa, Suriye’nin genelinde bir takım yeni düzenlemeler yapmak
istemişti. Yerli halka yeni vergiler yüklemiş ve halkı zorunlu askerliğe tabi tutmuştu.
Ayrıca olası bir isyana karşı, halkın elindeki silahları toplamıştı. Bu faaliyetlerini
uygulamaya koyduğu en son yer Lübnan bölgesi olmuştu. Lübnan, dağlık ve
engebeli bir coğrafya olduğu için yüzölçümüne oranla nüfusu kalabalık bir yerleşim
yeriydi. Halkı zor şartlara karşı dayanıklı ve savaşçı bir topluluktu. Nitekim Lübnan
halkı, Mehmet Ali Paşa’nın ordusunda daha önceden fiili olarak savaşlara katılmıştı.
1835 yılında Lübnan’ın dağlık bölgesinde, silahların toplanmasına ve asker toplama
usulünün uygulanmasına başlanmıştı. İbrahim Paşa önce Müslümanların elindeki
silahları toplamış, Hristiyanlara bu uygulamadan muaf olacaklarını beyan ederek
desteklerini almıştı. Aksi takdirde her iki grubun da İbrahim Paşa’nın isteklerini
yerine getirmeme ihtimali vardı. Dürziler silahlarını teslim etme hususunda biraz
tereddüt yaşamışlar ve isyan teşebbüsünde bulunmuşlardı. Fakat daha sonra, sayıca
kendilerinden fazla ve teçhizat bakımından üstün olan İbrahim Paşa birliklerine,
silahlarını teslim etmişlerdi. İbrahim Paşa verdiği sözü tutmamış, Dürzilerden sonra
sırası gelen Marunîlerin de silahlarını ellerinden almıştı. Ayrıca, bu gelişmelerin
ardından Dürzilerden sekiz yüz genç askere alınmıştı. Lübnan’da bu tarihten itibaren
1837 yılı Kasım ayına kadar bir sükûnet havası yaşanmıştı.334 Sonrasında Mehmet
Ali Paşa, Osmanlı yönetiminin kendisine karşı askeri bir harekâta girişebileceğini
dikkate alarak, hazırlık yapılmasını istemişti. Bu talimat doğrultusunda, bütün
bölgelerden yeniden asker toplanmasına başlanmıştı.335 Dürziler bir araya gelip
İbrahim Paşa’nın taleplerini yerine getirmemeye ve O’na karşı gelmeye karar
vermişlerdi. İbrahim Paşa’ya asker verilmeyecek, silahla karşılık verilecekti. Dağlık,
engebeli ve girilmesi zor olan Lice bölgesinde toplanmışlardı. Kendilerine, etraftaki
kanun ve asker kaçaklarıyla otoriteye karşı gelen her türlü kişi ve topluluğun da
katılımıyla sayıları 2000’i geçmişti. Bundan sonra bölgede emniyet ve asayiş ortadan
334
Sebahattin Samur, İbrahim Paşa Yönetimi Altında Suriye, Kayseri 1995, s.76-77
Zengin çocukları 10.000 liralık bir bedel karşılığında askere götürülmekten muaf tutulmuşlardır.
Sebahattin Samur, a.g.e., s.78
335
88 kalkmıştı. Eğer mecburi askerlik kaldırılırsa, itaat edeceklerini, çevre köylere zarar
vermeyeceklerini beyan etmişlerse de savaş kaçınılmaz olmuştu. Sayıca çok ve iyi
donatılmış bir birlik, Dürzilerin üzerine gönderilmişti. Birlik Lice’nin sarp ve
engebeli arazisine ulaşınca, Dürziler askeri birliklere karşı koymaya başlamışlardı.
Mısır ordusunda bulunan 800 Dürzi asıllı asker, saf değiştirerek aynı mezhepten
olduklarının yanında savaşa devam etmişti. Bu gelişme neticesinde Mısır ağır
kayıplar vermiş, pek çok asker ve subay öldürülmüş ve başsız kalan asker de
dağılmıştı. Bu kayıp Mehmet Ali Paşa’ya bildirilmişti. Paşa, hemen yeni bir komutan
görevlendirilmiş ve beraberinde mühimmat ve asker takviyesi yapmıştı.336 Girit
adasından da takviye birlikler getirtilmişti.337 Bu aşamada Mustafa Nâili Paşa da
göreve dâhil olmuştu. Hizmetinde bulunan askerlerden bir kısmını yanına alarak,
1838 yılı baharında Girit’ten Şam’a gelmişti. Altı ay kadar mücadelede bulunmuş ve
isyancılar itaat altına alınmıştı. Sonra tekrar Girit’e dönülmüştü.338
Mehmet Ali Paşa’nın emriyle, Mustafa Nâili Paşa yanına 4000 Arnavut
askerini alarak, Girit’ten Şam’a gelmişti. Aynı zamanda İbrahim Paşa da Şam’a
ulaşmıştı. Mustafa Nâili Paşa ve İbrahim Paşa’nın birlikleri burada birleşerek Havran
bölgesine hareket etmişlerdi. Civardan kendilerine katılmaları emredilen birlikler de
hazır olduktan sonra, komutanlarla bir toplantı yapılmış ve harekât başlamıştı.
İbrahim Paşa, birlikleri Şerif, Süleyman ve Mustafa Nâili Paşaların emrinde 3 gruba
ayırmış, bir gruba da kendisi kumandanlık yapmıştı. İbrahim Paşa, Lice’de bulunan
en önemli su kaynaklarını hedef almıştı. Bu durumu haber alan Dürziler, su
kaynağının ellerinden çıkmaması için orduya engel olmak istemişler ve mecburen
ortaya çıkmışlardı. Arka arkaya yapılan çatışmalarda Dürziler, büyük kayıplar
vererek yenilmişlerdi. Dürziler bir miktar silahı teslim etmek zorunda kalmışlardı.
İbrahim Paşa bu esnada bulduğu su kaynaklarını ya tahrip etmiş ya da zehirlemişti.
Yaz mevsiminin de başlamasıyla suyu tükenen Dürziler ihtiyaçlarını görecek suyu
bulamayınca Lice’yi gizlice terk etmişler, suyun daha bol olduğu yine engebeli bir
336
Sebahattin Samur, a.g.e., s.83
HAT, nr. 374/20431/A, B
338
Mehmet Süreyya, a.g.e., c.IV, s. 480; Ahmet Rıfat, a.g.e., s.55; İsmet Parmaksızoğlu, a.g.m., s. 80;
Mustafa Naili Paşa bu sırada 40 yaşındadır. Paşa’nın İbrahim Paşa ile yaptığı bu ortak mücadelesi ilk
değildir. Daha önce de birlikte mücadelelere katılmışlardır.
337
89 araziye Lübnan’a doğru ilerlemişlerdi. Dürziler kendilerini destekleyen bazı
gruplarla birlikte Beka vadisinde İbrahim Paşa’nın yolladığı askerlerle yeni bir
çatışma yaşamışlardı.339 Dürziler atağa geçerek İbrahim Paşa’nın ikmal yollarını
kapatmayı planlamışlardı.340 1500 kişilik bir grup Beka’da bekleyerek bir yolu, diğer
grup ise Raşiya Kalesi’yle olan irtibatı kesmişti. İbrahim Paşa bunun üzerine Mustafa
Nâili Paşa’ya haber göndererek yardım istemiş, birlikleriyle yanına gelmesini
emretmişti. Mustafa Nâili Paşa askerlerini alıp hemen yola çıkmıştı. Yolda Dimas’ın
zapt edildiğini görmüş ve burada dört gün kadar oyalanmıştı. İbrahim Paşa da
Dimas’a gelmiş ve burada uzun süren çarpışmalar yaşanmıştı. Sonunda Dürziler ağır
kayıplar vererek kaçmışlardı. İbrahim Paşa kazanılan zafere sevinmiş fakat daha
etkili çareler bulmak için tekrar harekete geçmişti. İbrahim Paşa Dürzilere karşı son
ve öldürücü vuruşu yine kendileri gibi dağlı ve savaşçı olan Marunîler ile yapmıştı.
Bu konuda Mehmet Ali Paşa’nın da onayını ve desteğini almıştı. Cebel’deki
Marunîlerin hepsi silahlandırılmıştı. Mısır’dan gönderilen silah ve mühimmatlar ile
desteklenmişlerdi.341 Dürzilerin üzerine altı alay piyade ve bir alay süvariyle Mustafa
Nâili Paşa kumandasında üç bin Arnavut askeri gönderilmişti.342 İbrahim Paşa,
Mustafa Nâili Paşa ile birlikte yanlarına Marunîleri de alarak Dürzilerin olduğu yere
gitmişti. 23-24 Temmuz 1838 tarihlerinde Cen’am köyü civarında meydana gelen
çatışmada 400’ den fazla Dürzi öldürülmüştür Sağ kalanlardan birazı silahlarını
atarak teslim olmuş, bir kısmı da kaçmıştı. Kaçan 300 kadar Dürzi, köyleri talan
ederek Lice’ye varmıştı. İbrahim Paşa’nın teslim çağrısını önce kabul etmişler sonra
tekrar isyana devam etmişlerdi. Dürzilerin tekrar Lübnan’ın dağlık tarafına geçtiğini
haber alan İbrahim Paşa yanına Mustafa Nâili Paşa ve diğer komutanları da alarak
Lübnan’a yönelmişti. Dürzi liderler İbrahim ve Mustafa Nâili Paşaları 8 gün gibi bir
süre boyunca epey uğraştırdıktan sonra nihayet teslim olmuşlardı. Nihayet 1838 yılı
Ağustos ayında Dürzi isyanı sona ermişti. İsyan, İbrahim Paşa’ya çok pahalıya mal
olmuştu. Toplamda 20 bine yakın askeri öldürülmüştü.343 Mustafa Nâili Paşa’nın
339
Sebahattin Samur, a.g.e., s.83-85
HAT, nr. 830/37509/C
341
Sebahattin Samur, a.g.e., s.86
342
HAT, nr. 373/20413/C
343
Sebahattin Samur, a.g.e., s.87
340
90 ordusunda da kayıplar olmuştu. Dürzi isyanının sona ermesiyle, Mustafa Nâili
Paşa’nın buradaki görevi sona ermiş ve Girit’e geri dönmüştü. Mehmet Ali Paşa,
Suriye bölgesinde uyguladığı politika ile hiçbir kazanç elde edememişti. İsyanlar
neticesinde Suriye’den elde ettiği askerden daha fazlasını feda etmek zorunda
kalmıştı.344
344
Şinasi Altundağ, “Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın Suriye’de Hâkimiyeti Esnasında Tatbik Ettiği
İdare Tarzı”, Belleten, c.VIII, S.30, Ankara 1994 s.231-243
91 İKİNCİ BÖLÜM
MUSTAFA NAİLİ PAŞA’NIN GİRİT’E VALİ OLARAK ATANMASI VE
1841 İSYANI
A) MUSTAFA NAİLİ PAŞA’NIN GİRİT VALİSİ OLARAK ATANMASI
VE KAPI KETHÜDASI NURİ BEY’İN GİRİT’E GÖNDERİLMESİ
1831 yılında meydana gelen isyanı bastırmak koşuluyla Girit’in idaresi
Mehmet Ali Paşa’ya verilmişti.345 Mısır askerlerinin yardımıyla bastırılan isyan
sonrası Mehmet Ali Paşa, Girit’te Zirâi, ticari ve askeri bakımdan Mısır’dakine
benzer bir sistem kurmaya çalışmıştı. Fakat Nil Nehri kenarındaki Mısır ile Girit
arasında çok fark vardı. Girit’in idaresini temsilcisi olarak atadığı Mustafa Nâili
Paşa’ya bırakmıştı. Mehmet Ali Paşa, bir süre sonra Yunan tahrikleriyle sürekli isyan
rüzgârlarının estiği Girit’te kalmanın kendisine bir fayda getirmeyeceğini hatta zarar
vereceğini anlamıştı.346
Mehmet Ali Paşa, 15 Temmuz 1840’da imzalanan Londra Antlaşmasıyla347
yönetimden tamamen çekilmiş ve ada üzerindeki tasarruf hakkını kaybetmişti.
Böylece Girit’in yönetimi yeniden Osmanlı Devleti’nin eline geçti. Mısır
yönetiminin kuruluşundan beri Girit’te asker başbuğu ve muhafız görevlerinde
bulunan Mustafa Nâili Paşa, bundan sonra da görevine devam etti. Ancak bu defa
1840 yılında 32 yaşında olan Mustafa Nâili Paşa adaya vali olarak vezir rütbesi348 ile
atanmıştı.Bundan sonra Mustafa Nâili Paşa, Girit’te Mehmet Ali Paşa adına değil,
Osmanlı sultanının adına hizmet etmiş, adanın daimi valisi olmuştu. Artık Mehmet
345
Mehmet Salahi, a.g.e., s. 3-4
Kamil Paşa, Tarih-i Devlet-i Aliye-i Osmaniye, Matbaa-i Ahmet İhsan, Dersaadet 1326, s. 121
347
Mecmua-i Muahedat, c.IV, s.209
348
Valilik, vekillik gibi yüksek rütbelerde bulunan, “Paşa” unvanını taşıyan kişidir. Ferit Develioğlu,
Osmanlı Türkçesi Lügati, s.1382
346
92 Ali Paşa ile yolları ayrılmıştı. Mustafa Nâili Paşa’nın devlete ve Osmanlı hanedanına
bağlılığı takdir edilmişti.349
Mustafa Nâili Paşa, Mısır’da pek çok malı bulunduğundan Girit’e gitmeyi
adanın -hayatı boyunca kendisine verilmesi- şartıyla kabul etmişti. Bu talep
başlangıçta, o zamanın şartlarına uygun olmadığı için hoş karşılanmamıştı. Ancak
adanın hassas durumu ve Yunanlıların göz diktiği bir bölge olması sebebiyle bu istek
kabul edilmişti. Zirâ Yunanlıların sürekli çıkarmak istedikleri fesat hareketlerinden
ve Müslümanlarla reayanın arasını açma çabalarından adayı ancak Mustafa Nâili
Paşa koruyabilirdi. Zirâ Paşa, yıllardır Girit’te çeşitli vazifelerde görev almış biri
olarak iki grup arasında dengeyi kurabilecek kapasitedeydi. Paşa’nın bu teklifi
mecliste yapılan müzakereler sonucu dolaylı yoldan kabul edilmişti. Mustafa Nâili
Paşa’nın görevlendirilmesi sefaretler tarafından da uygun bulunmuştu. Hayat boyu
görevde kalma şartı kabul edilmemiş olsa da, adayı iyi şekilde idare etmesi
durumunda sebepsiz yere görevden alınmayacağına dair padişah tarafından kendisine
teminat verilmişti.350
Mecliste yapılan görüşmeler neticesinde ve padişahın da onayıyla Mustafa
Nâili Paşa’ya Girit valiliği tevcih edilmiş ve neticede Paşa, vezirlik nişanı ile eyalete
görevlendirilmişti. Bu kararın İstanbul’dan uygun bir memurla Girit’e gönderilmesi
gerekmekteydi. Kapı kethüdalarından Nuri Bey, bilgin kişilerden olup, bu
memuriyete muktedir görülmüştü. Mustafa Nâili Paşa’ya hitaben yazılan padişah
emri, Nuri Bey vasıtasıyla Girit’e yollanmıştı.351
Kapı kethüdası Nuri Bey’in Girit’e donanmaya ait bir vapurla değil de,
müttefik devletlerin gemisiyle adaya gönderilmesi, reayanın, müttefik devletlerin de
349
Mehmet Süreyya, a.g.e., c.IV, s. 480, Ahmet Rıfat, a.g.e., s.55; Şemseddin Sâmi, a.g.e., c. VI, s.
4311; İsmet Parmaksızoğlu, a.g.m., s. 80
350
İ. MTZ (05), nr. 5/121; Girit’e görev kâğıdını götürmek üzere tayin edilen Kapı kethüdası Nuri
Bey, Girit’ten İstanbul’a dönenerek, Mustafa Naili Paşa’nın vazifeyi, ömür boyu olması şartıyla kabul
edeceğini padişaha bildirmişti. Bu esnada Nuri Bey padişaha, daha önce çıkan isyanın Mustafa Naili
Paşa tarafından kolay bir şekilde bastırılarak bölgenin tekrar Osmanlı idaresi altına alındığıyla ilgili
malumatı da bildirmişti. Mustafa Naili Paşa’nın vazifede devam edecek olması ile ilgili padişahın
vermiş olduğu kararda kendisinin adada göstermiş olduğu başarılı idarenin etkisi olduğu
anlaşılmaktaydı (İ. MTZ. GR, nr. 1/3).
351
İrâde Dâhiliye (İ. DH), nr. 20 /976; İbnülemin, a.g.e., c.I, s.75; Reşat Kaynar, Mustafa Reşid Paşa
ve Tanzimat, Ankara 1985, s.338-354
93 Osmanlı Devleti’ni desteklediğini görmesine vesile olacaktı. Bu durum Avusturya
elçisine haber verilmiş, Nuri Bey’in Girit’e -vapur masrafları karşılanmak üzereAvusturya brik352 gemisiyle gönderilmesine karar verilmişti.353
Kısa bir süre sonra Girit’e ulaşan Nuri Bey, padişahın emrini Mustafa Nâili
Paşa’ya teslim etmişti. Adada törenlerle karşılanan Nuri Bey’in getirdiği ferman,
içlerinde halkın ve adanın ileri gelenlerinin de bulunduğu bir topluluk karşısında
okunmuştu. Adadaki askerlere resmi elbise ve nişan verilmesi gerekmekte idi, fakat
henüz İstanbul’dan kıyafetler gelmemişti. Elbiselerin değişmesi, ada askerlerinin
artık Mısır’a bağlı olmaktan çıkıp direkt olarak Osmanlı Devleti’ne bağlı olması
anlamına gelecekti. Bu elbise ve nişanlar için askerlerin sayılarının bilinmesi
gerekliydi. Bu yüzden defterler hazırlanıp gönderilecekti. İstanbul’la devamlı
haberleşmek ve adanın güvenliğini sağlamak için Tersane-i Amire’den bir vapur
tahsis edilmesi gerekiyordu.
Mustafa Nâili Paşa’ya valilik görevi verildikten sonra kendisinin danışmanı
gibi vazife gören Girit Karantina Müdürü Mösyö Kaporal’i İstanbul’a göndermişti.
Kaporal, adanın yönetimiyle ilgili hazırlamış olduğu bir layihayı padişaha sunmuştu.
Layihada Girit’in idari, sosyal ve ekonomik konularına dair bilgiler yer alıyordu.
Hatta Kaporal, raporunda bazı tavsiyelerde bulunmuştu. Bu layiha mecliste müzakere
edildi. Kaporal, Osmanlı hâkimiyetine geçtikten sonra adada huzur ortamının
artacağına olan inancından ve yönetime duyduğu güvenden bahsetmişti.354Ayrıca
Mustafa Nâili Paşa, Mösyö Kaporal vasıtasıyla kendisine bir divan kâtibi
gönderilmesini talep etmişti. Bu talep üzerine Tayyarzade Ahmet Ataullah Efendi
Mustafa Nâili Paşa’nın divan kâtibi olarak Girit’e gönderilmişti.355 Girit’in Mehmet Ali Paşa yönetiminden alınıp tekrar Osmanlı hâkimiyetine
girmesinden ve Mustafa Nâili Paşa’nın devletin resmi valisi olarak Girit’e
352
Buharlı gemilerin icadından önce kullanılan yelkenli savaş gemilerinden beşinci sınıfı teşkil eden,
korvetten küçük geminin adıdır. M. Zeki Pakalın, a.g.e., c.I, s.244
353
İ. MTZ. GR, nr. 1/2; Nuri Bey’e ayrıca 20.000 kuruş harcırah verilmişti (İ. DH, nr. 26 /1238).
354
İ. MTZ. GR, nr. 1/4
355
Tayyarzade Ahmet Ataullah Efendi, kendi yazdığı tarihinde Mustafa Naili Paşa’yı bu tavrından
dolayı eleştirmiştir. İstanbul görmemiş ve devlet usüllerini öğrenmemiş bir zat olduğunu
yazmıştır.Tayyarzade Ahmet Ataullah Efendi, Tarih-i Ata, c.III, İstanbul 1291-1293, s.206-207
94 atanmasından hemen sonra adada, Yunanlıların tahrikleriyle yeni bir isyan
çıkarılmıştı. Girit’in bu şekilde, tekrar doğrudan, Osmanlı idaresi altına girmesinden
kısa bir süre sonra Girit’e tekrar dönmüş olan Yunan mültecileri tarafından ada
reayası isyana teşvik edilmişti. Girit ihtilalinde Yunan Devleti tarafından gizli
yardımlar yapılmış, bazı reaya ihtilalden dolayı sınırları geçmişti. Bu suretle yer yer
mahalli isyanların birbirini takip ettiği görüldü. Asiler, büyük devletlerin yardımını
talep etmişlerse de bu girişimler bir sonuç vermedi. Mustafa Nâili Paşa, 1841 yılı
boyunca Yunan mültecilerinin tahrikleriyle çıkarılan bu ayaklanmalarla uğraşmak
zorunda kalmıştı.1841 Girit isyanının seyri, Yunanlı tahrikçilerin adaya gelişiyle
başlamıştı.356 Mustafa Nâili Paşa’nın isyana karşı aldığı tedbirler sonrası
konsolosların müdahaleleri söz konusu olmuştu. Rum ahali ile yapılan müzakereler
de işe yaramayınca isyan kaçınılmaz olmuştu. İsyan, Mustafa Nâili Paşa’nın gayreti
ve nihayet Girit’e gelen takviye birliklerin yardımı ve abluka usulünün
uygulanmasıyla çok fazla büyümeden bastırılmıştı.357
Mustafa Nâili Paşa’ya, mecliste yapılan görüşmeler neticesinde, Girit gibi
önemli bir yeriyıllardır iyi bir şekilde idare etmekte olduğundan dolayı devlet
tarafından takdir edilmiş ve kendisine 9 Nisan 1849 tarihinde vükelalık nişanı
verilmişti.358 Paşa, kendisine tevcih edilen bu nişandan dolayı şükranlarını
bildirmişti.359 Girid Müşiri Mustafa Nâili Paşa’ya verilen vükelalık nişanının
Darbhane-i Amire’de imal edilerek kendisine verilmesi hususunda maliye Nâzırına
bir ferman yazılmıştı.360 Kendisine verilen vükelalık nişanı imal edilmekte
356
1841 isyanının tarihi, hicri takvime göre 1256’ya tekabül eder ki, Kâmûsü’l-A’lâm adlı eserde
isyanın tarihi olarak 1265 yazılmıştır. Muhtemelen 5 ve 6 rakamları yanlış basılmıştır. Şemseddin
Sâmi, a.g.e., c. VI, s. 4311
357
Bekir Sıtkı Baykal, a.g.m., s.383; Tahmiscizade Mehmet Macid, a.g.e., s.16; Mehmet Salahi,
a.g.e., s.4-1967; Metin Hülagü, a.g.m., s.329; Cemal Tukin, a.g.m., s.796; Ali Fuat Türkgeldi, a.g.e.,
s.9; Ahmet Rıfat, a.g.e., s.56
358
İ. DH nr. 192/10768
359
Hâriciye Nezâreti Metubi Kalemi (HR. MKT), nr. 26/7; İbnülemin Mahmut Kemal İnal, a.g.e., c. I,
s.75; Ahmet Rıfat, a.g.e., s. 56; İsmet Parmaksızoğlu, a.g.m., s. 80; Şemseddin Sâmi, a.g.e., c. VI, s.
4311
360
A. MKT nr. 193/71
95 olduğundan, daha önce tevcih edilmiş olan vezaret nişanı ise darbhaneye teslim
edilmişti.361
Mustafa Nâili Paşa’nın 1851 yılına kadar süren valilik döneminde Girit,
sürekli Osmanlı Donanması’na erzak sağlamıştı. Bazı batılı yazarlar tarafından bu
sürenin sonunda adanın bir çöl haline geldiği tezi ileri sürülmüş olsa da, aksine bu
dönem, Osmanlı idaresinin adada yeniden tesisi bakımından oldukça faydalı olmuştu.
Osmanlı idaresinin yeniden kurulmasının ardından sık sık yerel isyanlar yaşanmışsa
da, bunlar Mustafa Nâili Paşa tarafından kolaylıkla bastırılmıştı.362
B) GİRİT’TE ASAYİŞİN BOZULMASI VE ALINAN TEDBİRLER
Girit halkı, uzun yıllar çeşitli milletlerin türlü idareleri altında yaşarken sulh
ve sükûnu bozucu fikirlerle yoğrulmuş olmalarından dolayı bu idarelerin
hiçbirisinden memnuniyet duymamış, uzun süreli bir sükûnet dönemi yaşayamamış
ve huzuru kolayca bozabilen bir karakter sergilemişti.363 Ada ahalisi hiçbir zaman,
serbestlik ve hürriyetlerinin iadesi uğruna rahatlarını feda etmekten çekinmemişti.364
1841 yılına gelindiğinde, dışarıdan gelen Rum eşkıya ile beraber adada huzursuz
günler tekrar başlamış oldu.
1) Rum Eşkıyanın Adaya Gelişi ve İlk Faaliyetleri
Girit adası reayasını kandırmak suretiyle isyana teşvik etmek için
Yunanistan’dan bir takım şahıslar adaya gelmişlerdi.365 Mustafa Nâili Paşa, taşrada
361
C.DH. nr. 118/5859
A. Nükhet Adıyeke, a.g.e., s.20
363
Metin Hülagü, a.g.m., s.322; Şemseddin Sami, Kâmûsü’l-A’lâm, c. V, İstanbul 1314, s. 3857
364
Ada ahalisi tarafından, Venedikliler zamanında 15 ihtilal çıkarılmıştı. Ahmet Rıfat Efendi, Lügat-i
Tarihiyye ve Coğrafiyye, c.V-VI-VII, Tıpkıbasım, Ankara 2004, s. 82; İsyanlarıyla meşhur Girit
adası, antikçağlardan beri konumu nedeniyle önemli bir merkez olmuştur. Denizciler için, Doğu
Akdeniz’in kapısı ve karasal anlamda da İstanbul ile o dönemde henüz Osmanlı toprağı sayılan Kuzey
Afrika arasında bir atlama taşı idi. Mahir Aydın, Girit Sarı Kitap, İstanbul 2008, s.11
365
İ. MTZ. GR, nr. 1/5
362
96 görevli muhafızlardan bir süreden beri Girit ahalisi arasına nifak sokmak amacı ile
bu kişilerin adaya gelmiş olduğunu haber almıştı. Bu yüzden ada sahillerinin sıkı bir
şekilde muhafaza edilerek bütün gelişmelerin kendisine bildirilmesini istemişti.366
Hanya Kale’sinde oturan âlimler, makam sahipleri, hocalar, şeyhler, imamlar,
hatipler gibi ileri gelenler ve ahali tarafından Mustafa Nâili Paşa’ya hitaben bir
dilekçe yazılmıştı. Ada reayası arasında fitne çıkarıp huzuru bozmak amacıyla, Mora
tarafından birkaç kayık Seline ve İsfakya sahillerine silahlı olarak çıkmışlardı.
Kendilerine Seline ve İsfakya reayasından bir grup eşkıya da katılmıştı. Bunlar
yayınlamış oldukları beyannâmede niyetlerinin kötü olmadığını ilan etmişlerdi.
Alınan bu haberler, Mustafa Nâili Paşa tarafından Bâbıâli’ye bildirilmişti. Bu esnada
eşkıya, sahillere kayıklarıyla çıkmaya ve fesat çıkarmaya yönelik faaliyetlere devam
etmekteydi.367
Kisamo(Kastellion)368 nahiyesinden Hacı Ali Ağa adlı bir şahıs, Mustafa
Nâili Paşa’nın yanına gelerek Dokuzpare sahilindeki limanda üç-dört kayık
görüldüğünü haber vermişti. Derhal muhafız memuru ile beraber limana giderek
orada bulunan beş-on çobana sorulduğunda kayıklardan üç tanesinin bu limana
yanaştığı ve on Rum’un adaya indiği öğrenilmişti. Bu kişiler “Mora taraflarından
geldiklerini” söylemişlerdi. Kayıklardan biri diğerini çekerek Seline nahiyesi sahiline
doğru gitmişti. Bu haberler üzerine Mustafa Nâili Paşa, Seline(Kdano)369 ve
İsfakya(Sfakion-Sultaniye)370 nahiyeleri sahillerinin de kontrol edilerek gelişmelerin
kendisine bildirilmesini istemişti. Ertesi gün otuz kişiyle beraber kayıkların
görüldüğü yere gidilerek iki Hristiyan aracılığı ile gelenlerin niyetlerinin ne olduğu
öğrenilmeye çalışıldı. Gemilerde bulunanlar, “Mora’dan geldiklerini ve hepsinin beş
yüz kişi olup amaçlarının savaşmak değil, görüşmek olduğunu” ifade etmişlerdi.
Ancak Müslümanlar, kayıklarla gelen Rumları hırsız zannederek korkmuşlar ve
tedirgin olmuşlardı. Güvenliklerini tehlikede gördüklerinden, çocuklarını alıp başka
366
İ. MTZ. GR, nr. 1/7, lef 5
İ. MTZ. GR, nr. 2/13, lef 9
368
Tahir Sezen, a.g.e., s. 313
369
a.g.e., s. 440
370
a.g.e., s. 567
367
97 yerlere taşınmaya başlayan ahali, her türlü saldırıya hazır olmak istediklerini ifade
ederek, silahlanmalarına izin verilmesini talep etmişlerdi.371
2) Mustafa Nâili Paşa’nın Nahiye Muhafızlarına Yaptığı Uyarılar
Rum eşkıyanın adaya gelişinden sonra ortaya çıkan sıkıntılar üzerine, Girit
adasında meydana gelen bazı fesat olaylarının önlenmesine dair vali Mustafa Nâili
Paşa tarafından nahiyelerde görevli olan kişilere aralıklarla uyarı mahiyetinde
mektuplar gönderilmişti. Mustafa Nâili Paşa, nahiyelerde bulunan görevlilerden de
gelişmelerle ilgili kendisine bilgi vermelerini istemişti.
Mustafa Nâili Paşa, ilk olarak 24 Şubat 1841 tarihinde, İsfakya muhafazasına
memur Mehmet Ağa’ya bir yazı yazmıştı. Öncelikle Dokuzpare sahilinden Seline’ye
giden üç dört kayık olduğu istihbaratı üzerine, İsfakya ve Ayvasil nahiyeleri
kıyılarına güvenilir adamlar gönderilmesini istemişti. Söz konusu kayıkların İsfakya
kıyılarına yanaşıp yanaşmadığının öğrenilmesini, yanaşmışlarsa karaya adam çıkarıp
çıkarmadıklarının tahkik edip bildirmesini ve kendisinin şimdilik Resmo Nahiyesine
bağlı bir köyde bulunmasını istemişti. Mustafa Nâili Paşa, mektubunda Mehmet
Ağa’nın, gerekirse yerine bir askerini bırakıp, kimse fark etmeden güvendiği
adamlarla beraber kendi yanına gelmesini istemişti. Son olarak Apakoron’daki
bölükbaşlarına, çağrıldıklarında hemen gelmek üzere hazır bulunmaları için ikaz
edilmeleri istemişti.
Mustafa Nâili Paşa, Seline memuru Ali Ağa’ya yazdığı mektubunda ise,
Seline sahillerinde bulunan Sevde Limanı’na dört kayığın geldiği haberinin doğru
olup olmadığının araştırılmasını istemişti. Eğer doğru ise kayıklardaki adamların
hırsız oldukları ilan edilerek halkın bunları kıyıya çıkarmasına engel olunmasını,
hatta kovmalarının temin edilmesini emretmişti. Mustafa Nâili Paşa ilaveten,
371
İ. MTZ. GR, nr. 1/7, lef 6
98 olaylarla ilgili neticenin kendisine bildirmesi gerektiğini ifade etmişti. Bu arada
Hanya meclisine haber gönderilerek 10 bin okka peksimet siparişi verilmişti.372
Mustafa Nâili Paşa, Granbose Kalesi görevlilerine, kaleyi iyi muhafaza
etmeleri ve içeriye kimseyi almamalarını emretmişti. Eğer içinde çok fazla kişinin
bulunduğu bir kayık kötü hava sebebiyle kıyıya yanaşmak isterse hemen oradan
uzaklaştırılmasını, zararsız ise hava düzelinceye kadar kale dışında bekletilmesini
istemişti. Mustafa Nâili Paşa, topçulara da uyanık olmaları gerektiği konusunda
uyarılarda bulunmuştu.
Resmo’da memur Binbaşı Hasan Ağa’ya, Seline’ye Mora tarafından birkaç
isyancı gelip adada ihtilal çıkarmak istese de bir süre sonra bunlar adadan def olup
gidecekleri için, asıl olarak kalenin muhafazasına çok dikkat edilmesi gerektiği
söylenmişti.
Mustafa Nâili Paşa, Kandiye ve Resmo meclislerine de uyarı yazıları
göndermişti. Cephanelerde bulunan top ve fişek barutu, hazır kurşunlu fişek ile sade
kurşun ve külçe kurşun sayılarının gizlice öğrenilip kendisine bildirilmesini istemişti.
Her gün kale kapılarından ne kadar Hristiyan’ın girip çıktığını öğrenmek için bir
memur görevlendirilip, bu sayıların kimsenin haberi olmadan iki üç günde bir
kendisine rapor edilmesini emretmişti. Kalenin muhafazası hususunda da gayret
gösterilmesini bildirmişti. Hanya meclisinde görevli olan Halim Bey’e cephanedeki
bozuk tüfekleri hemen ustalara dağıtıp tamir ettirmesi ve tamir ettirdiği tüfeklerden
30 tanesini Kisamo Kalesi’ne göndermesini emretmişti. Mustafa Nâili Paşa,
Kandiye’deki memurlara ve Resmo’da görevli Binbaşı Hasan Ağa’ya, korumakla
mükellef
oldukları
kalelerde
bulunan
tabyalara
ve
karakollara
askerler
yerleştirmelerini, kalenin muhafazası için gereken bütün tedbirleri almalarını
tembihlemişti.
372
Mehmet Tahir, elinde bulunan 1000 kantar peksimeti Hanya’ya göndermiştir. Her ne kadar
bunların pişirilmesine başlanmış olsa da Hanya’da mevcut olan fırınlarda günlük 1.000 taneden fazla
peksimet pişirmek mümkün olmadığından Ordu-ı Hümayun ile kale muhafızları ve diğerlerine günlük
4.000-5.000 kadar peksimet gerekli olduğundan hemen 2000 kantar peksimetin gönderilmesi
gerekmiştir (İ. MTZ. GR, nr. 2/17, lef 81)
99 Mustafa Nâili Paşa, daha önceden kendisine bildirilmiş olan Kisamo
Kalesi’nde ihtiyaç duyulan mühimmatın373 tedarik edilmesi için Hanya Divan Nâzırı
Kutbî Efendi’ye haber yollamıştı. İhtiyaç duyulan bu malzemelerin cephaneden
tedarik edilip kayıkla Kisamo Kalesi’ne, beş yük kurşunlu fişeğin de Seline memuru
Ali Ağa’ya gönderilmesini emretmişti. Ayrıca Mustafa Nâili Paşa, buradaki
cephanelerde ne kadar top barutu, fişek barutu, kurşunlu fişek, sade kurşun, külçe
kurşun olduğunu öğrenmek istemişti. Seline memuru Ali Ağa’ya 5 yük kurşunlu
fişek
gönderilmiş
ve
bu
fişekleri
şimdilik
güzelce
muhafaza
etmesi
tembihlenmişti.374
3) Nahiye Muhafızlarından Mustafa Nâili Paşa’ya Gelen Haberler
Girit sahillerine kayıklarla gelen kötü niyetli kişiler, köylerde fesat çıkarmaya
yönelik faaliyetlerde bulunmaya başlamışlardı. Bu yüzden adanın asayiş ve
emniyetinin sağlanması, gerekli asker ve mühimmat sevkiyatının yapılması için
Mustafa Nâili Paşa’ya adanın çeşitli nahiyelerinden yardım talep eden mektuplar
gelmişti.375 Nahiye muhafızları tarafından Türkçe ve Rumca olarak yazılmış olan bu
mektuplarda kendi bölgelerindeki gelişmelerden de bahsedilmişti. Gelen haberlerden
bazıları benzer bilgilerden bazıları da farklı bilgilerden oluşmaktaydı.
Mesela Ali Ağa mektubunda, Seline sahilinde 5-6 kayığın kıyıya asker
çıkardığı haberi üzerine, sahile inildiğini ve kıyıya demir atmış 4 tane gemi
görüldüğünü bildirmişti. Aralarında iki Hristiyan’ın da bulunduğu bir grup ahali,
kıyıya giderek gemidekilerin ne istediklerini sormuştu. Alınan cevap yine aynıydı,
Mora’dan 500 kişi ile birlikte savaşmak için değil, söyleşmek için geldiklerini
belirtmişlerdi. Ali Ağa, ayrıca cephanelerinin yoklandığını ve üç varil siyah baruttan
başka malzeme olmadığını, topçu ve ahalinin çoğunda silah bulunmadığını, kırma
elli tüfek lazım olduğunu belirtmişti.
373
4 sandık kurşunlu fişek, 6 sandık top barutu, 5 okkalık 300 gülle, 4 düzine barut kesesi, 2 okka
çiriş, 5 okka fitil, 1 çift tekerlek ve 200 tüfek taşı (İ. MTZ. GR, nr. 1/9, lef 9).
374
İ. MTZ. GR, nr. 1/9, lef 9
375
İ. MTZ. GR, nr. 2/13, lef 7
100 Seline nahiyesi ahalisinden gelen Rumca mektupta ise, çobanlar tarafından
gece kıyıya gelen dört kayıktan üç kişinin indiği görülmüştü. Bu üç kişi köyde Cani
adında birisinin evine gitmiş ve Cani onlara “siz çok kişi misiniz?” diye sorduğunda
cevap olarak, dağınık halde geldikleri için arkada on tane daha kayığın olduğunu,
dört kayıktan birisinin ise İsfakya’ya gittiğini söylemişlerdi. Mora’dan geldiklerini,
Müslüman ya da Hristiyan hiç kimseyi incitmek niyetinde olmadıklarını, Mustafa
Nâili Paşa ile söyleşmek üzere gelip toplanacaklarını ifade etmişlerdi.
Seline nahiyesi memurlarından İsmail Bey ile ahalisinin bildirdiğine göre ise,
iki gün evvel limana gelen dört gemide düşman kâfirlerin olduğu, Seline sahilinde üç
adet kayığın Sevde tarafına gidip geldikleri bildirilmişti. Daha öncekilerden farklı
olarak buradan gelen haberde, yapılan araştırma sonucunda bunların düşman gemisi
olduğu ve kavga çıkarma niyetinde oldukları haber verilmişti.
Yine Seline nahiyesinden Ali Çavuş ve Bilal’den gelen mektuplarda, mecliste
yapılan konuşmalardan bahsedilmişti. Burada, 3-4 gün zarfında nahiyede herkesin
harmanlarını ve hayvanlarını alıp şehre götürdüğü belirtilmişti. Aya Marina
köyünden olanlar hayvanlarını dağıtmışlardı. Nahiyede kalanlar ile buranın
muhafazası yapılamayacağı için geri dönmezlerse nahiyeye asker gönderilmesi
gerekecekti.
Kandiye meclisinde vekil Mustafa Efendi’nin bildirdiğine göre, bazı
reayanın silah satın aldığı haberi üzerine bunun doğru olup olmadığı konusunda
araştırmalar yapılmaktaydı.
Resmo meclis üyesi Mustafa Efendi, Mustafa Nâili Paşa’nın daha önce
verdiği talimat üzerine kalelerdeki mühimmatın durumunu tespit etmişti. Buna göre,
cephanede işe yarayacak malzemenin olmadığı ortaya çıkmıştı. Tabyalardaki top
kundakları çürük ve kırık olup bunların tamire ihtiyacı vardı. Ayrıca çok fazla baruta
ihtiyaç duyulmaktaydı. Gerekli malzemenin bir listesini yapmak üzere 5 kuruş
yevmiye ile iki kâtip tayin edilmişti.
101 Resmo meclis üyesi Mustafa Efendi, Mora tarafından Seline ve İsfakya
taraflarına çeşitli rivayetlere göre 300’den 2.000 kişiye kadar haydut çıktığı ile ilgili
sözler duyulduğu için köylerde oturan Müslümanların telaşa kapılıp, ailelerini
korumak için daha güvenli yerlere götürdüklerini haber vermişti.
Dokuz Pare köyleri memuru Azîr Ağa gönderdiği Rumca mektupta, kıyıya
gelen kayıkların içinde asker olduğunu öğrendiğini yazmıştı. Azîr Ağa’nın
gönderdiği başka bir Rumca mektupta belirttiğine göre, önceki gün bu sahillere gelen
ve daha sonra giden kayıklardan iki kıtası geri dönmüş, kalanı kıyıda demirlemişti.
Durumu anlamak üzere gönderilen üç güvenilir kişi, burada Avrupa tarzındaki
kıyafetleriyle dört Girit asıllı Hristiyan ve kırk kadar Giritli olduğunu görmüştü. Bu
kişiler kendilerinin buraya büyük devletlerin izniyle ve haklarını aramak için
geldiklerini, kimseye zarar vermeyeceklerini ifade etmişlerdi.
İsfakya ahalisinden Yanbozaki adlı Rum’dan gelen mektubun ayrı bir önemi
vardı. Zirâ mektupta ahalisinin isyancılara uymadığı yazılıydı. İsfakya ahalisinden
gelen başka bir Rumca mektupta, Mora’dan gelenlerle görüşüldüğü ve isyancıların
Girit ahalisi gibi hak talep etmek üzere geldikleri yazılıydı. İsfakya’da memur
Hüseyin Bey, bölgeye yabancı kayıkların geldiğini haber vermiş, iş işten geçmeden
bir an evvel asker gönderilmesi gerektiğini eklemişti.
Apokaron nahiyesi memuru Cemal Ağa, ahaliyi yabancıların yalancı ve isyan
çıkarma niyetinde olduğu konusunda uyarmış, halk da bu uyarıdan çok memnun
olmuştu.376
4) Mustafa Nâili Paşa’nın Yayınladığı Rumca İlan ve Alınan İlk Tedbirler
Mustafa Nâili Paşa aldığı bu mektuplar üzerine Cemal Bey’e, Resmo meclis
başkanı Mustafa Efendi’ye, Kandiye nahiye memuru Said Bey’e ve diğer resmi
kurumlara uyarı yazıları yazmıştı. Paşa, bu mektuplar ile emrindekilere fesatçılar ile
ilgili olarak yapılması gerekenleri izah etmişti. Silahlı olmayanların cephaneden birer
376
İ. MTZ. GR, nr. 1/9, lef 13
102 tüfekle geri alınmak şartıyla silahlandırılması, fesatçıların yayınladıkları sözlere
kulak asılmaması gibi Girit adasında gerçekleşen fesada karşı alınması gereken
tedbirlerden bahsetmişti.377
Girit nahiyeleri muhafızlarına ve bütün Hristiyan ahalisine matbu olarak
Rumca bir metin dağıtılmıştı. Bu metinde, Mora tarafından Seline ve İsfakya
taraflarına bir miktar isyancı gelmiş olduğu ve bunların derdinin ahalinin emniyet ve
asayişini bozmak olduğunun anlaşıldığı belirtilmişti. İsyancıların sözlerine kulak
verilmemesi gerektiği bütün ahaliye bildirilmişti. Ahaliye rahat olmaları, isyancıların
sözlerine itimat etmemeleri gerektiği, edenler olursa bu kişilerin ileride çok pişman
olacakları söylenmişti. Zirâ usulsüz hareketlerin diğer devletler tarafından bile kabul
edilmediğinden, durum ahaliye bildirilip cezalarının hızlı bir şekilde verileceği ilan
edilmişti.378
İsfakya’dan gelen Rumca bir mektupta, gönderilen emirlerin köyde bulunan
kişilere okunduğu belirtilmişti. Halkın genelinin itaat yanlısı olduğu, emirleri
hoşgörü ile karşıladığı, otoriteye tabi olmayı kabul ettikleri ve Mustafa Nâili Paşa’ya
dua ettikleri bildirilmişti. İtaat etmeyen bazı kimseler olursa da bunlar Hristiyan veya
bir Müslümana zulmedecek olursa bunların üstüne kuvvet gönderilecek ya da
Mustafa Nâili Paşa’ya havale edilecekti.379
Hanya nahiyesi köylerinden birinde fesat çıkarmak için köye gelen isyancı,
ahali tarafından kabul edilmeyerek kovulmuştu. Muhafaza için burada bulunan
askerlerin her birine 3’er deste fişek paylaştırılmıştı.
Sevde Kalesi muhafızına, kalenin tamir edilmesi gerektiği söylenmişti.
Resmo cephanesindeki barut miktarı ile ilgili olarak yapılan soruşturma neticesinde
bunların işe yaramaz olduğunun anlaşılınca, Sevde Kalesi cephanesinde bulunan 100
sandık kurşunlu fişeğin bu yükü taşıyabilecek bir gemiye ya da 3-4 kayığa
377
İ. MTZ. GR, nr. 2/13, lef 8
İ. MTZ. GR, nr. 1/9, lef 20
379
İ. MTZ. GR, nr. 1/9, lef 13; Zirâ isyancılar bugüne kadar çıkardıkları bütün isyanlarda ilk olarak
Müslüman ahalinin can, mal, ırz ve namuslarına musallat olmuşlardı. Tayyarzade Ahmet Ataullah
Efendi, a.g.e., c.III, s.209
378
103 yüklenerek Resmo Kalesi’ne gönderilmesi istenmişti. Bunlar iyi bir şekilde
korunmalıydı ve ellerinde kullanıma müsait olmayan malzemelerin de kundaklarının
mümkün mertebe tamir edilmesi gerekmişti. Mustafa Nâili Paşa, özellikle kalenin
muhafazasına dikkat edilmesi ve Kum kapısı üstünde olan İbrahim Paşa köşkünün
olduğu tarafta, deniz kıyısından bir insanın geçecek kadar bir geçit yapılmasını
emretmişti. İlaveten buradaki tabyada gece-gündüz beklemek üzere 30-40 asker ile 1
subay tayin edilmesini istemişti.
Kisamo’da bulunan Kastel Kalesi’nde mühimmat az olduğundan, bir miktar
fişek ile top, barut ve birkaç tüfek gönderilmesi talep edilmişti. Buraya, özel bir
kayıkla yeterli miktarda kurşunlu fişek, top, barut ve diğer gerekli malzemeler ile
birkaç tüfek gönderilmişti. Muhafızlara, maiyetlerinde olan askerle birlikte Kastel
Kalesi’nin korunmasına dikkat edilmesi, ahali ve askerin uyum içinde olması
tembihlenmişti. Kisamo memurlarına isyancıların haklarından gelineceği, ahalinin ırz
ve edepleriyle geçinip birbirlerini rencide etmemeleri, eden olursa da yola
getirileceği belirtilmişti.
Mora’dan bir takım hırsızların gelip, Seline nahiyesi taraflarına çıkmış
oldukları haberini alan Müslümanlar korkuya kapılmış ve ailelerini şehre nakil
etmeye başlamışlardı. Bu durumdan reaya da tedirgin olmuştu. Ahaliye böyle bir şey
olmadığı anlatılarak rahatlatılmış ve köylerine iade edilmeleri sağlanmıştı. Kandiye
meclis üyesi Mustafa Efendi’ye, ailelerini şehre götürmek isteyenlere engel olunması
söylenmişti. Ahaliye, tedirgin olacak bir durum olmadığı, herkesin eskisi gibi kendi
işiyle meşgul olması gerektiği, uygunsuz harekette bulunanların cezalandırılacağı
haber verilmişti. Müslümanların telaşa kapılıp ailelerini alarak şehre gitmeleri doğru
olmadığından, kale kapılarından geçişlerine asla izin verilmemesi istenmişti. Fakat
bu emirden önce şehirlere gitmiş olan halk yüzünden Seline nahiyesi kısmen
boşalmıştı. Dağınık halde bulunan askerle nahiyenin muhafazası sağlanamayacağı
için, şehre giden bu ahali, Seline’ye tekrar geri gönderilmiş, kendilerine bundan
sonra korkuya kapılmadan topluluk halinde oturmaları tembihlenmişti.
104 Mora tarafından kayıklarla gelen isyancılar bir süre sonra köylerin içlerine
dağılmışlardı. İsyancıların emniyet ve asayişi bozmak amacıyla yaydıkları fikirler,
ahaliyi tehlikeye sürüklemekteydi. Bu yüzden isyancıların sözlerinin yalan olduğu
sık sık ahaliye ilan edilmişti. Hanya’da bulunan konsolosların da isyancıların
yaymaya çalıştığı bu fikirlerden haberleri vardı. Yeterli miktarda asker tedarik edilip
köylere gönderilmesi düşünülmüştü. Fakat bu sırada devreye konsoloslar girmişti.
Girit’te bulunan konsoloslar, adaya gelen yabancıların geldikleri kayıklara binip,
tekrar geri dönmeleri için, onları ikna etmeye çalışacaklardı. Bu yüzden hazırlanan
askerler gönderilmemiş, bir süre bekletilmişti.
Adanın içinde bulunduğu hassas durum nedeniyle bu günlerde halkın silah
satın alması, tamir etmesi uygun görülmemekteydi. Reayadan bazı kimselerin,
kundakçılardan silah satın aldıkları haber alınmıştı. Bu yüzden kundakçılar, silah
satışı yapmamaları konusunda uyarılmıştı.
Kısa bir süre içinde halkı rahatlatacak bir duyuru yapılmıştı. Hanya, Resmo
ve Kandiye meclislerine, bütün memurlara ve ahaliye, bir İngiliz kumandanın,
maiyetinde bulunan birkaç kayıkla Sevde Limanı’na geldiği haber verilmişti. Bunlar,
yerel kuvvetlerle birlikte adada huzur ve asayişin sağlanmasında yardımcı
olacaklardı. Bu haberin ardından yazılı bir duyuru daha yapılmış ve Mora’dan gelen
isyancıların ahalinin emniyet ve refahını bozacak sözler yayınlamaktan artık
vazgeçtikleri haber verilmişti.380
5) Eşkıyanın Girit’te Uyguladığı Propaganda Faaliyetleri
Girit’te daha önce meydana gelen ihtilalden sonra, ada ahalisinden bir takım
Hristiyan, Mora adasına gidip, Yunan tebaasına dâhil olmuştu. Bu zamana kadar
orada ikamet etmişler ve sonra Mora’dan ayrılıp, 500 kişilik bir eşkıya grubu
halinde, dört kayıkla Hanya sancağı Seline nahiyesine gelmişlerdi. Nahiye
memurlarından alınan bilgilere göre eşkıyaların amacı, savaş değil, karşılıklı
380
İ. MTZ. GR, nr. 1/9, lef 20
105 konuşup anlaşmaktı. Fakat bir taraftan da adanın farklı yerlerine haberler göndermek
suretiyle ada reayasını tahrik etmekten de geri durmadıkları anlaşılmaktaydı. Asıl
niyetleri fesat çıkarmak olan bu kişiler, Girit Müslümanlarına hitaben ilanlar ve
mektuplar yazmışlardı.381 Bu metinleri kaleme alırken Girit’in ileri gelen eşrafının
adlarını da kullanmışlardı.
İlk olarak 1841 yılı Ocak ayında yazılmış olan ve Girit eşrafının da
imzalarının bulunduğu bir ilan yayınlanmıştı. Bu ilanda, savaş zamanlarında yaşanan
sıkıntılar dile getirilmişti. Bundan 10 sene önce bir serbestlik havasını teneffüs
ettiklerini, bazı kaleler istisna olmak üzere memleketin her yerinde tasarruf hakkına
sahip olduklarını yazmışlardı. Yıllarca çektikleri sıkıntıların ardından, sabır ve
fedakârlıklarının mükâfatı olarak, artık serbest yaşamak istediklerini beyan
etmişlerdi. Savaşlar esnasında çektikleri sıkıntılardan, anne ve babalarının,
kardeşlerinin, kavim ve kabilelerinin katledilmiş olmasından ve evlatlarının refah
içinde yaşatamadıklarından yakınmışlardı. Aç ve muhtaç bir şekilde dağlarda ve
mağaralarda kalarak her gün pek çok güçlük ile karşılaştıklarından dolayı meydana
gelen can kayıplarını ve yaşanan perişanlıkları artık unutmak istediklerini
belirtmişlerdi. Fakat içlerindeki hürriyet düşüncesinin asla kaybolmadığını,
hürriyetin kaynağı ve reisi olan Hazreti İsa’ya inanıp ibadet ederken, serbestlik
uğruna can, mal ve namuslarını feda ettiklerini beyan etmişlerdi.382
Girit adasında yaşayan reayadan bazılarının da imzalarının yer aldığı bir
başka mektup, Seline muhafızlarına ve Girit’in diğer Müslüman idarecilerine hitaben
13 Şubat 1841 tarihinde yazılmıştı. Reayanın bu mektupta ifade etmek istediği şey,
intikam almak için değil, ortaklaşa bir şekilde vatanlarında serbestçe ve kanunlar
çerçevesinde beraber yaşamak üzere geldiklerini haber vermekti. Mektubun
devamında eşkıya:
“Bizim vatanımız sizin de vatanınızdır. Büyük devletlerin yani İngiltere,
Fransa ve Rusya’dan yardım istemek de mümkündür. Fakat ne sizin ne de bizim
381
Eşkıyanın Müslümanlara hitaben yazmış olduğu bu mektup ve ilanların birer kopyası, önce Selene
nahiyesi muhafızının eline geçmiş, o da bunları Mustafa Naili Paşa’ya teslim etmiştir. Paşa’da
eşkıyanın yazmış olduğu bu Rumca mektup ve ilanları sadarete yollamıştır (İ. MTZ. GR, nr. 1/7, lef 7)
382
İ. MTZ. GR, nr. 1/7, lef 1
106 müstakil bir idareye sahip olma şansımız vardır. Bu yüzden zayıf olan güçlü olanın
hâkimiyeti altında yaşamak zorundadır. Bizim taraftan size bir zarar gelirse kendi baş
ve canımızla tazmin etmeye taahhüt ederiz. Ancak sizler de yanlış hareket edip bize
bir sebep vermemeye dikkat ediniz. Zirâ o takdirde hukukumuzu korumak için
vazifemizi icra eder, sizi hem Yüce Allah’a hem de üç büyük devlete şikâyet ederek
aleyhinize protesto ederiz” demiştir. Bu ifadelerin yer aldığı yazı, Mustafa Nâili
Paşa’ya kendileri tarafından bizzat takdim edilmişti.383
6) 25 Şubat 1841 Tarihli İlk Şura Toplantısı
Girit’te bulunan Hristiyan reayanın eşkıyanın sözlerine itimat ederek
galeyana gelip birbirlerini etkileme ihtimaline karşı bir an evvel eşkıya meselesine
bir çözüm yolu bulmak gerekiyordu. Bu gerekçe ile 25 Şubat 1841 Perşembe günü
Hanya’da Mustafa Nâili Paşa’nın huzurunda bir şura384 toplanmış ve bir müzakere
metni hazırlanmıştı.
Ulemanın da katıldığı şura toplantısında nahiye memurlarından gelen
mektuplar, eşkıyanın yayınladığı ilanlar ile kendilerine gönderilen emirler okunup
değerlendirilmişti. Adada bulunan asker ve muhafızların tamamına yakınının
eşkıyanın bulunduğu bölgelere sevk edilmesi kararlaştırıldı. Aslında hepsi gönderilse
daha iyi olurdu, ancak bu defa diğer nahiye ve köylerin güvenliği tehlikeye girecekti.
Bu yüzden her bir bölgede bir miktar asker bırakmak suretiyle geri kalan askerler
eşkıyanın bulunduğu bölgelere sevk edilecekti.
Şura esnasında, kıyıya gelenlerin gerçekten Girit’in eski tebaası olup
olmadığıyla ilgili bazı şüphelerin olduğu ortaya çıkmıştı. Eşkıyanın silahlı olarak
adaya gelmiş olması, onların Yunan tebaasından ve hatta askerlerinden olabileceği
ihtimallerini akla getirmişti. Bunun üzerine Şura üyeleri, Girit’te bulunan Yunan
konsolosunu çağırıp, bu soruları ona yöneltmek istemişlerdi. Yunan konsolosuna bu
husustan bahsedilirken, diğer devlet konsoloslarının da orada bulunması uygun
383
384
İ. MTZ. GR, nr. 1/7, lef 2
Bu toplantıda imzası bulunan 27 üyeden ikisi Rum’dur (İ. MTZ. GR, nr. 1/7).
107 görülmüştü. Bu yüzden Girit’te bulunan bütün konsoloslar davet edilmek suretiyle,
tekrar bir şura tertip edilmesine karar verildi.
Şurada alınan karar gereği, meselenin büyük bir isyana dönüşmeden
halledilmesi için adada bulunan mevcut askerler gerekli yerlerde görevlendirilecekti.
Ayrıca adanın tamamen eşkıyadan arındırılması, halkın emniyet ve huzuru için bir
miktar askerin devamlı adada bulunması gerekli görülmüştü. Bu yüzden merkezden
birkaç harp gemisi ile bir miktar askerin devamlı adada bulunmak üzere gönderilmesi
talebinde bulunacaklardı.385
Bu karara istinaden Mustafa Nâili Paşa, Nisan ayı ortalarında Girit’te
eşkıyanın bulunduğu yerlere gönderilecek olan görevlilere refakat etmek üzere bir
kişinin tayin edilmesini talep etmişti. Ayrıca adada başlayan ihtilal sebebiyle,
Kandiye ve Resmo ile diğer kalelerin durumundan haberdar olmak üzere küçük bir
vapurun Girit’e gönderilmesi gerekmekteydi. Fakat bu taleplere bir cevap henüz
gelmemişti.386 Mektup gemi ile gönderildiği için havanın kötü olması sebebiyle
İstanbul’a ulaşması biraz zaman alabilirdi. Bu yüzden, Girit taraflarında bulunmak
üzere küçük bir vapurun gönderilmesi talebi tekrarlanmıştı.387 Cevabı getirecek olan
geminin de bir süre Girit’te kalması istenmişti. Merkeze gönderilen her iki talep
yazısı için herhangi bir cevap gelmeyince Mustafa Nâili Paşa, eğer bir savaş yapmak
zorunda kalınırsa, bu şekilde başlamak zorunda kalacağını ifade etmişti.388 Nihayet
İstanbul’dan gelen cevap, beklentileri karşılayamamıştı. Zirâ mevcut gemiler
hizmette olduğundan Girit’e gemi gönderilemeyeceği, şimdilik durumun idare
edilmesi gerektiği belirtilmişti.389
385
İ. MTZ. GR, nr. 1/7, lef 5
Bu arada peyderpey Mora tarafından gelen ve içlerinde cephane ile hırsızların olduğu kayıklar zapt
edilmekteydi (İ. MTZ. GR, nr. 2/13, lef 12).
387
İ. MTZ. GR, nr. 2/13, lef 12
388
İ. MTZ. GR, nr. 2/12, lef 13
389
İ. MTZ. GR, nr. 2/12, lef 5
386
108 C) 1841 İSYANI ÖNCESİ ADADAKİ KONSOLOSLARIN
ARABULUCULUK FAALİYETLERİ
Yunanistan’dan Girit nahiyelerine gelen eşkıyanın fesat çıkartma niyetinde
olduğu anlaşılınca Mustafa Nâili Paşa, Girit’te bulunan büyük devletlerin
konsolosları ile görüşerek zihinlerde bir istikrar oluşturmak istemişti.
Seline sahiline Mora tarafından gelmiş olan kayıklar ile içlerinde bulunan
silahlı kişilerin amaçlarının ne olduğunu Yunan konsolosuna sormak üzere, bir
toplantı yapılması kararlaştırılmıştı. Yapılacak olan toplantıya katılmaları için
İngiltere, Rusya, Avusturya ve Fransa devletleri konsoloslarına da haber verilmiş ve
hepsi de bu toplantıya iştirak etmişlerdi. Bu şekilde adadaki yabancı devletlerin
konsoloslarıyla görüşülerek, adaya gelen silahlı adamların ya adayı terk etmeleri ya
da silahlarını bırakıp ada sakinleri gibi itaat etmeleri sağlanacaktı. Eğer bu şartları
kabul etmezlerse üzerlerine gidilerek haklarından gelinecek ve böylece ada büyük bir
ihtilalden kurtulmuş olacaktı.
1) Hanya’da Bulunan Konsoloslar ile Hazırlanan Müzakere Metni
Mora taraflarından gelen eşkıyayla ilgili görüşme yapmak üzere büyük
devletlerin Hanya’da bulunan konsoloslarıyla ve Yunan konsolosuyla bir toplantı
yapılmıştır.390 Bu toplantı esnasında Mustafa Nâili Paşa, özellikle Girit adasına
gelenlerin
yanlarında
silahlarının
da
olduğunu
vurgulamıştı.
Konsoloslar,
yabancıların asıl niyetlerinin ne olduğunu biliyorlardı. Adada yaşanması olası
kötülükleri doğru bulmadıklarını ifade etmişlerdi. Yabancıların bir an önce adadan
uzaklaşıp, söz konusu hasarları gerçekleştirmeden gitmeleri, uzaklaşmadıkları
takdirde yapılan hareketlerden her ne ortaya çıkarsa kendilerinin sorumlu
tutulacağını belirtmişlerdi. Daha sonra İngiltere Konsolosu Ongli, Avusturya
Konsolosu Stefliç, Rusya Konsolosu vekilleri Ongli ve Stefliç, Fransa Konsolos
vekili Aleksandret tarafından bir müzakere metni kaleme alınmıştı. Fransızca olarak
390
HAT, nr. 1222/47797; Tayyarzade Ahmet Ataullah Efendi, a.g.e., c.III, s. 210-211
109 yazılmış bir uyarı metni, Rumcaya tercüme ettirilerek, bulundukları Seline ve
Apakoron kazalarında okunmak suretiyle kendilerine bildirilecekti.
Hanya’da bulunan konsoloslar, Fransızca olarak kaleme alınan bu müzakere
metniyle birlikte tekrar Mustafa Nâili Paşa’nın huzuruna gelerek bir görüşme daha
yapmışlardı. Konsoloslar, silahlı kimselerin adadan kovulması ve uzaklaştırılmasında
yardım edeceklerine dair Mustafa Nâili Paşa ile anlaşmışlardı. Böylece ada, olası bir
ihtilalden korunmaya çalışılacaktı. Konsoloslar, arabuluculuk faaliyetleri konusunda
devletlerinin kendilerini desteklediğini belirtmişlerdi.
Görüşmeler esnasında bazı kararlar alınmıştı. Konsoloslar, silahlı kimselerin
bulunduğu yerlere gidip ne isteklerini soracak ve geri dönmeleri gerektiğini
bildirileceklerdi. Eğer geri dönmeyi kabul etmezlerse, kendilerine Mustafa Nâili
Paşa’nın uygun göreceği bir şekilde uzaklaştırılacakları bildirilecekti. Konsoloslar,
adanın emniyet ve asayişinin korunması için Mustafa Nâili Paşa’nın alacağı tüm
tedbirlere uyacaklarını vaat etmişlerdi.
Fransa Konsolosu Mösyö Şarpantiye toplantıya gelememiş, vekil olarak
Mösyö Aleksandret’i göndermişti. İngiltere ve Avusturya Konsolosları bizzat gelmiş,
Rusya Konsolosu Mösyö Toron da, İngiltere ve Avusturya Konsoloslarını vekil tayin
etmişti. Konsoloslar ve vekilleri, silahlı yabancıların bulunduğu yerlere gidip alınan
kararı kendilerine bildireceklerdi. Mustafa Nâili Paşa, kendi memurlarından iki kişiyi
de konsolosların yanında gönderecekti.
Adaya gelen yabancıların bir an evvel burayı terk edip gitmeleri gerektiği,
eğer gitmemekte ısrar ederlerse bunun vahim sonuçlar doğuracağıyla ilgili
hazırlanmış olan bir beyannâme metni, Mustafa Nâili Paşa’nın huzurunda 25 Şubat
1841 tarihinde hazırlanmıştı. Konsolosların imzaladığı bu beyannâmede, Girit’te
güvenliğin sağlanması için gönderilmiş olan İngiliz kumandanın adı da yer almıştı.
Konsolosların her birine beyannâmenin birer sureti verilmişti.391 İngiltere Konsolosu
Ongli ise metni onaylamış ancak eşkıyanın kovulup uzaklaştırılmasında Mustafa
Nâili Paşa’nın zor kullanmaması gerektiğini eklemişti.
391
İ. MTZ. GR, nr. 2/13, lef 5
110 2) Konsolosların Eşkıya İle Görüşmesi ve İhtilal Teşebbüsünün Kontrol
Altına Alınmaya Çalışılması
Konsoloslar, karar verdikleri gibi silahlı adamlarla görüşmeye gitmişlerdi.
Hanya nahiyesi memuru Mehmet Ağa’ya, konsolosları silahlı adamların yanına
götürmesi için bir kişiyi daha yanına alması emredilmişti. Ayrıca, konsoloslar ile
orada kalıp Tuzla’ya kadar birlikte dönmeleri söylenmişti. Konsoloslar nihayet,
kayıklardaki yabancılarla orada bulunanlar aracılığıyla görüşmüştü.392
Bu görüşmenin sonucunda, Hacı Ali Ağa’nın Mustafa Nâili Paşa’ya getirdiği
ilk haberler ile örtüşen cevaplar alınmıştı. Bu kişiler konsoloslara kendilerinin
Mora’dan geldiklerini, 500 kişi olduklarını ve niyetlerinin savaşmak olmadığını,
sadece haklarının verilmesini istediklerini söylemişlerdi. Konsoloslar tarafından
kendilerine, Mora’dan bu şekilde gizlice gelmiş olmaları ve halkı huzursuz ettikleri
gerekçesiyle karaya çıkmalarının uygun olmadığı söylenmişti.393 Aralarında söz
sahibi olan Halo Vasili konsoloslara cevaben, 13 sene önce üç devletin isteği üzerine
silahlarını bıraktıklarını ve adanın Avrupa usulü ile idare edilmek şartıyla Mehmet
Ali Paşa’ya verilmişse de zikredilen şartın yerine getirilmediğini ifade etmişti. Halo
Vasili ayrıca, rahat ve emniyetlerinin verileceğini umut ettiklerini ve Girit’e gelmek
isteyen başka hemşerilerinin de olduğunu belirtmişti. Kimseye zarar verme amacında
olmadıklarını, eğer içlerinden birinin ada sakinlerinden birini rencide edecek olursa
şiddetli bir şekilde cezalandırılmak üzere teslim edileceğini bildirmişlerdi. Mustafa
Nâili Paşa’nın, can ve mallarını himaye eden usulleri uygulayacağını ümit
etmekteydiler.
Konsolosların görüştüğü diğer kişiler de, Müslümanların Avrupa ve diğer
yerlerde oturdukları yerlerin devletleri tarafından himaye edilip rahat bir şekilde
mülklerinde yaşadıklarını belirtmişlerdi. Mustafa Nâili Paşa’dan bir şikâyetlerinin
olmadığını, bilakis kendisinin güzel hasletlere sahip olduğunu, ancak ara yerde telef
392
393
İ. MTZ. GR, nr. 1/9, lef 20
İ. MTZ. GR, nr. 1/7, lef 10
111 olmak istemediklerini, silahlanma sebeplerinin kendilerini korumak olduğunu
belirtmişlerdi. Zirâ 1833 tarihinde hemşerileri, Mustafa Nâili Paşa’dan bir takım
taleplerini bildirmek için geldikleri sırada 30 kadar asker tarafından önlerinin
kesildiğini ve ifadeleri alınmadan serbest bırakılmadıklarını anlatmışlardı. Halo
Vasili bunlara ilaveten akrabalarından birinin kasabada hiçbir girişimi yokken idam
edildiğini iddia etmişti. Bu sebeplerden dolayı hemşerilerinin dertlerini arz etme
konusunda korkularının olduğunu, kendilerini korumak üzere silahlandıklarını ve
istekleri verilemediği takdirde fırsat buldukları anda haklarının mücadelesini
vereceklerini açık bir şekilde ifade etmişlerdi. İçlerinden biri, eğer Mustafa Nâili
Paşa, kendilerini incitmezse, onların da kimseye kötülük yapmayacaklarını
söylemişti. Son olarak isteklerinin yerine getirilmesini aksi takdirde ölmeyi göze
alacaklarını çok keskin bir şekilde ifade etmişlerdi.394 Yabancılar, Girit’e
gelmelerinin Mora devleti tarafından yasaklandığını ve yakalananların hapsedilmesi
için savaş gemilerinin görevlendirilmiş olduğunu ifade etmişlerdi. Buna rağmen
kendilerinin sağ salim geldiğini, hepsinin Girit sakinlerinden olduklarını, içlerinde
yabancı kimsenin olmadığını belirtmişlerdi.395
Konsolosların yaptığı bu görüşme neticesinde, ilk ifadelere göre, yapılan
çirkin hareketten hiçbir devletin haberinin olmadığı, özgürlük ve eşitlik bahanesiyle,
ahalinin rahatını bozmak için kendi kararlarıyla gelmiş oldukları anlaşılmıştı. Onların
bu hareketleri büyük devletlerin rızaları dışında gelişmişti. Girit ahalisi bu
yabancıları adada istemediklerini belirtmekteydi.396
Konsoloslarla yapılan görüşme sonrasında, Mora’dan İsfakya ve Seline
taraflarına gelmiş olan silahlı isyancılar, kendilerine birkaç kişiyi vekil tayin etmişler
394
Adaya gizlice gelmiş olanlar, en azından kemiklerini adada bırakarak böyle yaşamaktansa ölmenin
daha hayırlı olacağını ifade ederek kararlılıklarını belirtmişlerdi. Nitekim Kandiye’de isyancıların
matbu olarak neşrettikleri ilanda, eğer istekleri yerine getirilmezse hepsinin Hristiyan olarak ölmeyi
arzuladıklarını belirtmişlerdir. Vatanlarının Minos adlı meleğin vatanı olduğunu ve Girit’te güzel
işlerin hep O’nun sayesinde olduğunu söyleyerek eğer istekleri yerine getirilmezse ölmenin kendileri
için daha kârlı olacağını ifade etmişlerdi (İ. MTZ. GR, nr. 2/13, lef 4).
395
İ. MTZ. GR, nr. 1/9, lef 6
396
İ. MTZ. GR, nr. 1/9, lef 20; Konsoloslar, yabancılarla yaptıkları görüşmeyi bir dilekçeyle Mustafa
Naili Paşa’ya arz etmişlerdi. Nemçe Konsolosu Stefliç, İngiltere Konsolosu Ongli, Rusya Konsolosu
tarafından vekâletle Stefliç ve Ongli, Yunan Konsolosu Proglu, Fransa Konsolos murahhası vekili
Aleksandret imzalı bu dilekçe Mustafa Naili Paşa’ya 1841 yılı Mart ayı başlarında takdim edilmişti (İ.
MTZ. GR, nr. 1/9, lef 6).
112 ve bu kişileri Sevde Limanı’nda bulunan İngiltere savaş gemisine göndermişlerdi.
Büyük devletlerin konsoloslarının da bulunduğu bir ortamda, kendilerine “adayı terk
etmeleri ya da silahlarını İngiliz kumandanına teslim edip, Sevde Limanı’nda bir
gemiye binerek kumandanın muhafazası altında bulunmaları” teklif edilmişti. Kabul
etmedikleri takdirde gerçekleşecek eylemler hiçbir devletin rızasına uygun
olmadığından tasvip edilmeyecekti. İtaatsizliklerinden dolayı adada meydana gelecek
olan her kötülükten kendileri mesul tutulacaktı. Bu hususlar ilan edilerek herkese
duyurulacaktı.397
Eşkıya vekilleri, kendilerine yapılan bu teklifi kabul etmediklerini ifade
etmişlerdi. Konsoloslar, Mustafa Nâili Paşa’nın yanına gelerek itaat etmeyen
eşkıyanın yapacağı davranışlardan kendilerinin sorumlu olduğuna dair daha önce
alınmış olan kararın ilan edilmesine oybirliğiyle karar vermişlerdi. Yaşanan son
gelişmeler neticesinde Mustafa Nâili Paşa, acilen Girit’e bir iki kıta gemi
gönderilmesini ve bir miktar sekban askerinin tayin edilmesini gerekli görmüştü.
Kumandanın Girit’te oturan İngiltere, Fransa, Avusturya, Rusya ve Yunan
konsoloslarının imzalarıyla hazırlamış olduğu beyannâme metni, Hariciye Nezaretine
gönderilmişti. Beyannâmenin tercümesi ve aslı mecliste okunup, müzakere edilmişti.
Nihayet Osmanlı hükümeti, Mustafa Nâili Paşa’nın talep ettiği askerleri göndermeyi
kabul etmişti. Girit’in ihtiyaç duyduğu askerin tedarik edilmesi için, Miralay Mustafa
Bey’in tecrübesiyle tanınmış bir kişi olması sebebiyle mevcut maiyeti olan nizâmiye
askerleriyle Sisam’dan Girit’e tayini uygun görülmüştü.398
3) Konsoloslar Tarafından Teklif Edilen Çözüm Önerileri
Girit adasında 1841 yılında gerçekleşen ilk ihtilal hareketi, Mustafa Nâili
Paşa tarafından pek çaba sarf etmeksizin sıkı tedbirler ile kontrol altına alınmıştı. Bu
konuda İngiliz kumandan ve diğer devletlerin konsoloslarının da çabaları olmuştu.
Kumandan ve konsolosların yardımıyla bir müzakere gerçekleşmişti. Yunan
397
398
İ. MTZ. GR, nr. 2/13, lef 17
İ. MTZ. GR, nr. 1/9, lef 22
113 tarafından adaya gelen şahısların daha sonra araştırıldığında 150 askerden ibaret
olduğu anlaşılmıştı.399
Konsoloslar, eşkıyayla görüşmeye gittikleri esnada adayı vatan edinen
Hristiyanlardan çoğunun eşkıya ile müttefik olduklarını ve silahlarını alıp korkusuzca
nahiye memurlarına ve birlikte geldikleri iki subayın önüne açıkça geçmiş
olduklarına şahit olmuşlardı.400 Adaya gelen yabancılardan diğer nahiyelere ve
özellikle İsfakya nahiyesine bazı vekiller gönderilmiş olduğu tahkik edilmişti. Bu
zamana kadar kan dökülmesine teşebbüs edilmemiş ve adada bir ihtilal ortamı
oluşturulmamıştı. Dolayısıyla yabancıların zorla kovulup uzaklaştırılması söz konusu
olmamıştı. Fakat bu, daha sonra da olmayacağı anlamına gelmiyordu. Bu yüzden
konsoloslar tarafından adayı ihtilalden korumak üzere bazı tedbirler düşünülmüş ve
kabul edilmesi veya edilmemesi Mustafa Nâili Paşa’nın iradesine bırakılmıştı.
Bu tedbirlerden birincisi, adaya gelmiş olan silahlı yabancılar, ada üzerinde
herhangi bir meydan okuma eylemine girişmeyecekler ve buna sebebiyet
vermeyeceklerine dair söz vereceklerdi. Aralarından bir kişiyi seçip bu sözlerine dair
rehin vereceklerdi. Eğer içlerinden birisi meydan okumaya kalkarsa askere teslim
edilerek mahkemeye verilecekti. İkinci olarak, yabancıların kendi devletlerine
vediğer devletlere yazacağı dilekçelere vali tarafından yasak konulmayacaktı. Üç gün
içinde valinin bu hususlara dair ne düşündüğünü kendilerine bildirmesini
istemişlerdi.401
399
Mustafa Naili Paşa, 2 Mart 1841 tarihinde Hanya’dan kendisine gelen haberle fitne çıkarmak için
adaya gelen silahlı yabancıların büyük devletlerin izni ile gelmiş olduğunu öğrenmişti (İ. MTZ. GR,
nr. 1/9, lef 11).
400
Konsoloslar Apakoron’da bulundukları esnada yabancıların silahlı olarak gelmiş olmalarını uygun
bulmadıklarını gösteren 28 Şubat’ta yazdıkları mektubu daha sonra iade edilecek olan olunan rehinler
vasıtasıyla kendilerine göndermişlerdi ( İ. MTZ. GR, nr. 2/13, lef 21).
401
İ. MTZ. GR, nr. 1/9, lef 6; Mustafa Naili Paşa bu tekliflere pek sıcak bakmamıştı (İ. MTZ. GR, nr.
2/13, lef 21).
114 4) Mustafa Nâili Paşa’nın Hristiyanlara Yaptığı Af Çağrısı
Mustafa Nâili Paşa konsolosların teklifini kabul etmenin pek mümkün
olmadığını söyleyerek reddetmişti, fakat kendisi daha ılımlı bir çözüm yolu
bulmuştu. Buna göre, Mustafa Nâili Paşa tarafından, Girit Hristiyanlarına hitaben bir
çağrı yapılacaktı. Yeni gelen yabancılar da dâhil olmak üzere bütün Rumların, aksi
bir tavırda bulunmadıkları takdirde mal ve emlakleri korunacak, evlerinde huzurlu
bir şekilde oturmaları sağlanacaktı.402
Affın tek şartı silahların teslim edilmesiydi. Mustafa Nâili Paşa tarafından 6
Mart tarihinde verilen mazbatada, Girit reayasından silahlarını teslim edenlerin af
edileceği vaat edilmişti. Girit sakinlerinden olup, silahlı olarak gelenlerin yanına
gitmiş ve onlara katılmış olan ne kadar kişi varsa gelip itaat etme cesaretini
gösterirlerse, sorgu sual edilmeyecekti. Bunlara en ufak bir eleştiri bile
yapılmayacağına ve kendilerinin uzaklaştırılmayacağına dair söz verilmişti. Yine
aynı şekilde bahsedildiği üzere yeni gelenler de taşıdıkları silahları bırakıp, ada
yönetimine itaat eder, adanın emniyet ve asayişini bozmak niyetinden vazgeçerlerse,
suçlarından dolayı sorgulanmayacaklardı. Mustafa Nâili Paşa, bu konuda kendilerine
söz vermişti. Paşa’nın bu taahhütleri dışarıdan gelenler ile ahaliden olup silahlı
olarak onlara katılmış olanlara gönderilmişti. Paşa’nın yabancılar ve onlara katılmış
olan ahali hakkında almış olduğu bu karar, konsoloslar tarafından hayretle
karşılanmış ve kendisinin çok olgun bir insan olduğu belirtilmişti. Yabancıların
adaya kabul edilmesinin kabul edilmesi zor bir şey olduğunu söylemişlerdi. Bu
yüzden yabancılar tarafından herhangi bir meydan okumaya karşı, kimseye iyilik
yapılmayacak ve böyle bir durumda olaylara karışılmayacaktı.403
5) Mustafa Nâili Paşa’nın İngilizlerden Yardım Talebi
Mustafa
Nâili
Paşa,
adaya
gelen
yabancıların
olumsuz
bir
tavır
sergilemelerine, adada huzur ve asayişin bozulmasına engel olmak için elinden
402
403
İ. MTZ. GR, nr. 2/13, lef 21
İ. MTZ. GR, nr. 1/9, lef 6
115 geleni yapmıştı. Şubat ayında konsoloslar ile yaptığı görüşmelerin ardından Mart
ayında da, İngiliz kumandan vasıtasıyla İngiltere’den alınacak yardım üzerine
yoğunlaşmıştı.
Yabancıların halkı isyana teşvik etmeleri nedeniyle, Osmanlı Devleti’nin dost
ve müttefiki İngiltere’den, hâlâ sahilde duran bu kayıkları alması için Mora
Limanı’ndaki kumandanı marifetiyle, bir savaş gemisi göndermesi ve bu suretle Girit
adasının huzur ve sükûnetini temin etmesi istenmişti.404 Girit valisi Mustafa Nâili
Paşa, İngiliz kumandanına bu hususları içeren mektuplar yazmıştı.405
Hanya’dan yazılmış olan 1 Mart 1841 tarihli mektupta İngilizlerden istenen
şey, o civarda Osmanlı Devleti’ne tabi olmayan Arnavut askerleri varsa bunların
Mısır’a gitmelerine engel olunması, silahlı Rumları Girit’e getiren ve boş halde
limanda duran kayıkların alınmasıydı. Bu hususlarda İngilizlerden dostluk gereği
üstlerine düşen görevi yapmaları ve eğer lazım olan bir şey varsa bunu kendilerine
bildirmeleri istenmişti.406
Girit
reayasına
Yunanistan
tarafından
yapılan
tahriklere,
İngiltere
konsolosunun müdahale etmesi, İngiltere sefareti tarafından, Yunan konsolosuna bir
uyarı yazısı gönderilerek bu uygunsuz hareketlerin engellenmesi gerektiği
belirtilmişti. Adada asi olan eşkıyanın hemen icabına bakılması için, Girit Defterdarı
Mehmet Salih tarafından, Girit’ten İstanbul’a giden İzzet Bey vasıtası ile haber
gönderilmişti.407
Ayrıca gelen yabancıların köylere geçip ahali arasında fitne ve fesat
çıkardıkları, büyük devletlerin ruhsatları ile gelmiş oldukları408 ve istirahatte bulunan
404
İ. MTZ. GR, nr. 1/9, lef 11
Refakatinde bulunan başka bir gemi ile beraber, İngiliz kumandanının bindiği gemi Sevde
Limanı’nda demirlemişti. Bu İngiliz savaş gemileri limana geldiğinde, silahlı Rumlar Hanya’da
bulunuyordu (İ. MTZ. GR, nr. 2/13, lef 20).
406
İ. MTZ. GR, nr. 1/9, lef 12
407
İ. MTZ. GR, nr. 2/12, lef 1
408
Girit adasında bulunan silahlı Rumlar Hanya’da ikamet eden İngiltere, Fransa ve Rusya
devletlerinin konsoloslarına gönderdikleri mektupta, yaptıkları hareketlerde gösterdikleri cesaretin
büyük devletlere olan güvenden kaynaklandığını belirtmişlerdi. Kendilerine haklarının alınması
konusunda yardım edilmesini beklediklerini ve bu beklentinin de yerine getirileceğine olan güvenden
bahsetmişlerdi (İ. MTZ. GR, nr. 2/12, lef 4).
405
116 ahalinin rahatlarını bozmaya çalıştıklarından bahsedilmiş ve bunlara engel olunması
talep edilmişti.
İngiliz kumandan Mustafa Nâili Paşa’ya verdiği cevapta, Girit adasında
asayişin sağlanması için ellerinden ne gelirse yapacaklarını bildirmişti. Osmanlı
Devleti adına Mustafa Nâili Paşa, İngilizlerden, Seline ve İsfakya sahillerine yanaşan
silahlı Rumların boşalttığı kayıkları ele geçirmelerini istemişti. Kumandanın bu
talebe verdiği cevap ilginçti. Bahsedilen sahillerin İngiliz gemilerinin bulunduğu
limandan takriben 150-200 mil uzakta bulunması ve mevsimin kış olması mazeret
gösterilerek mümkün olmadığı ifade edilmişti. Bunun yerine Osmanlı yönetiminin
karadan kayıkların bulunduğu limana ulaşması tavsiye edilmişti. Bunun için de
İngiliz kumandan elinden gelen yardımı yapacağını belirtmişti.409
15 Mart tarihinde İngiliz yönetimi tarafından, Girit’te bulunan İngiliz
kumandanına hitaben bir mektup yazılmıştı. Buna göre, Yunan memleketinden
Girit’e gelmiş olan Rumlar, halkı tahrik edip isyana teşvik etmekte olduklarından
bunu önlemek için adadaki meşru hükümete yardımcı olmaları istenmişti. Adaya
gelen silahlı Rumları padişah adına yakalayıp hapsetmelerini emredilmişti. Ayrıca
“müttefik devletler onlara yardım edecek” şeklindeki haberlerin de yalan olduğunun
herkese ilan edilmesi gerektiği eklenmişti.410
D) 1841 GİRİT MESELESİNİN İSYANA DÖNÜŞMEDEN
MÜZAKERELER İLE HALLEDİLMEYE ÇALIŞILMASI
Mustafa Nâili Paşa, barışçıl bir metotla, eşkıyanın silahlarını bırakarak teslim
olmasına çalışırken diğer taraftan da bazı tedbirler almayı ihmal etmemişti.
Seline nahiyesine gelen eşkıyanın, bir süre sonra Yunan Devleti’nden
bağımsız hareket etmediği yönünde ihtimaller oluşmaya başlamıştı. Hatta belkide
409
410
İ. MTZ. GR, nr. 1/9, lef 12
İ. MTZ. GR, nr. 1/9, lef 1
117 ada ahalisinden itaatsiz olanlar ile haberleşerek bir anlaşma yapılmış olması bile
mümkündü. Yalnız bilinen tek gerçek, bunların adaya gelmiş olmalarıyla, nahiyede
huzur içinde yaşayan Müslüman ahalinin tedirgin olmasıydı. Korku ve acizlik içinde
ne yapacaklarını bilememiş ve toplu bir şekilde ailelerini daha güvenli gördükleri
kale içlerine nakletmişlerdi. Bu suretle eşkıyanın istediği olmuş, Müslümanların
nahiyeyi boşaltmasıyla tam bir ihtilal zemini oluşmaya başlamıştı. Bu yüzden acilen
eşkıyanın faaliyetlerini etkisiz hale getirmek gerekmekteydi. Adanın gerektiği gibi
korunması için bir miktar sekban askerleriyle, donanmaya ait birkaç geminin Girit’e
gönderilmesi ve bir süre burada kalması gerekmekteydi. Eğer adada bir ihtilal olursa,
Girit sahillerinin, Kandiye ve Resmo yollarında karışıklık çıkacağı için Kandiye ve
Resmo kalelerinin iyi muhafaza edilmesi lazımdı.411
Şam’da olan Arnavut askerinin oradaki işleri tamamlanmış olduğundan 1.000
kadarının uygun bir lider ile Girit’e gönderilmesi, Şam valisi Hacı Necib Paşa’ya ve
Zekeriya Paşa’ya bildirilmişti. Fakat bu askerler Diyarbakır tarafına çıkarılmış
olduklarından artık iadeleri söz konusu olamamıştı. Mustafa Nâili Paşa’ya daha
önceden Arnavutluk tarafından Girit’e gerektiği zaman 2.000 Arnavut askerinin
gönderilebileceği Osman Nuri Paşa tarafından bildirmişti. Bu yüzden tekrar Osman
Paşa ile irtibat kurulmuş, adaya acilen asker göndermesi istenmişti. Girit Defterdarı
Salih Bey ile Kaptan Paşa’nın da adaya gelmesi lazımdı. Onları almak için Girit’ten
bir vapur gönderilse gidip gelmesi 8-10 gün kadar sürebilirdi. Bu durumda Girit’te
sürekli bulunması gereken başka bir vapurun gönderilmesi icap edecekti. Nitekim
Girit’in içinde bulunduğu hassas durum göz önünde bulundurularak ihtiyaç duyulan
vapurun İstanbul’dan gönderilmesi için emir verilmişti.412
411
412
İ. MTZ. GR, nr. 1/7, lef 11
İ. MTZ. GR, nr. 1/7, lef 12
118 1) Eşkıyanın Asıl Niyetinin Ortaya Çıkması ve Müslüman Ahaliye Hitaben
Yazılmış Olan Mektup
Ada üzerinde toplanmakta olan eşkıyanın sayıları günden güne artmış ve
yirmi gün içinde iki katına çıkmıştı. Her gün Mora tarafından kendilerine asker ve
malzeme takviyesi yapılmaktaydı. Asıl niyetlerinin ne olduğu artık apaçık
meydandaydı. İstedikleri şey, kendi içlerinden birinin yönetici olarak atanması ve
Osmanlı idaresinden tamamen ayrı bir güç olmaktı. Ayrıca kendileri için ayrı bir
meclis kurulmasını ve Müslüman idare tarafından asla işlerine karışılmamasını talep
etmişlerdi. Rusya, Fransa ve İngiltere’ye de bu yönde detaylı mektuplar
göndermekteydiler.
Girit Hristiyanlarından Şeroti isimli eşkıya, kötü düşüncelerle halkı isyana
teşvik etmekteydi. Birkaç yıl önce aslî vatanlarını terk ederek babasıyla birlikte
İstanbul’a gitmiş, oradan da Yunanistan’a geçmiş ve Yunan Devleti’ne tabi
olmuşlardı. Şimdi de tekrar Girit’e dönmüş olan Şeroti, reayayı tahrik ederek burada
bir meclis kurmuştu. Şeroti, kurduğu meclisin üyesi sıfatıyla, Girit’in Müslüman
ahalisine hitaben bir mektup yazmıştı.413
Şeroti yazdığı mektupta, öncelikle iki aydan beri sayılarının artmış olduğunu
vurguladıktan sonra, haklarının verilmesine aracılık etmeleri için Rusya, İngiltere ve
Fransa devletlerine dilekçeler yazdıklarını belirtmişti. Amaçlarının herkes için
emniyet ve asayiş sağlamak olduğunu eklemişti. Adada Müslümanlar tarafından
uygulanan politikanın kendi menfaatlerine uymadığını ifade ettikten sonra, Osmanlı
idaresi altında itaatle oturan Rumları da eleştirmişti. Onları vatan menfaatini,
asayişini, refahını gerçekleştirmeye dikkat ve özen göstermemekle itham etmişti.
Girit’in Rum ahalisi tarafından İngiltere, Fransa ve Rusya devletlerine hitaben
yazılmış olan mektuplardan bahsetmişti. Zirâ mektupta, ne Müslümanların ne de
kendilerinin adadan kovulup vatanlarından çıkartılmasını istemedikleri, herkese aynı
hakların verilmesini istedikleri yazılıydı.
413
İ. MTZ. GR, nr. 2/17, lef 38
119 Hemşerileri olan Müslümanlara düşüncelerini bu şekilde ifade ederek, 15
Nisan 1841 tarihinde ilan etmişlerdi.414 Mustafa Nâili Paşa, eşkıya lideri Şeroti’nin
kaleme aldığı bu yazının adada yaşayan bazı kişileri tahrik etmeye yönelik olduğunu
ve itibar edilmemesi gerektiğini ifade etmişti.
2) İstanbul’dan Kandiye ve Resmo Meclislerine Gönderilen İlanlar
Asilerin Girit’teki faaliyetlerinden haberdar olan Bâbıâli, ahaliye hitaben bir
ferman hazırlamış ve o sırada İstanbul’da bulunan ve Peyk-i Şevket adlı vapurla
Girit’e dönecek olan Girit Defterdarı Salih Bey vesilesiyle yollamıştı. Fermanda,
devletin nezdinde hiç kimsenin diğerinden bir farkı olmadığı belirtilmişti. Ayrıca, bu
zamana kadar 7’de 1 alınan öşrün bundan sonra 10’da 1 alınacağı haber verilmişti.
İlaveten yedd-i vahid415 usulü de tamamen kaldırılmıştı. Fermana göre, bundan böyle
herkes namuslu bir şekilde kendi işiyle gücüyle meşgul olacaktı. Eğer ahali kendi
halinde, işinde gücünde olmayıp da, menfi bazı davranışlar gösterecek olursa, bu
defa haklarında cezai müeyyideler uygulanacaktı. Bu fermanın birer kopyası 8 Nisan
1841 tarihinde, Kandiye ve Resmo meclislerindeokunmuştu. Bundan sonra suç
işlemek suretiyle, padişahın emirlerine muhalefet eden olursa, sonuçlarına katlanmak
zorunda kalacaktı. İtaatsizlikleri sonucunda çeşitli zorluklarla karşılaşacaklarını ve
sonunda pişmanlık duyacaklarını bilip, ona göre davranmaları gerekiyordu.416
414
İ. MTZ. GR, nr. 2/17, lef 32
Tekel uygulaması anlamındadır. Develioğlu, a.g.e., s. 1392; Kapitülasyonların ve çeşitli ticaret
sözleşmelerinin iptal edemediği “yedd-i vahid” usulü, yabancı tüccarlar için büyük bir engeldi.
Avrupa’nın ihtiyacı olan tahıl, pamuk ve zeytinyağı gibi maddeler dışarıya sınırlı bir şekilde hatta
yetersiz olduğu durumlarda hiç ihraç edilemediği için şikâyet konusu olmaktaydı. Bir şekilde dışarıya
çıkarılan bu maddelerden çok yüksek vergiler alınmaktaydı. Ayfer Özçelik, Osmanlı Devleti’nin
Çöküşünde Ekonomik ve Politik Baskılar Üzerine Bir Deneme (1838-1914), Ankara 1993, s.14
416
İ. MTZ. GR, nr. 2/12, lef 9
415
120 3) Yunan Hükümeti Tarafından Desteklenen Eşkıyanın Faaliyetlerinin
Önlenmesi
Atina’da basılan resmî gazetelerde, Girit ahvaline dair haberlere yer
verilmişti. Buna göre, açık bir şekilde Yunan kralının Girit adasında Osmanlı Devleti
aleyhinde yapmış olduğu faaliyetlerden ve Osmanlı Devleti’nin bu konuyla ilgili
almış olduğu tedbirlerden bahsedilmekteydi.
Girit’te çıkarılmak istenen ihtilal hazırlıklarının Yunan hükümeti tarafından
desteklendiği artık açık bir gerçekti. Osmanlı hükümeti, Yunan tahrikçileri tarafından
kandırılmış olan kişilere gerçekleri göstermek, olayların iç yüzünü anlatmak, doğru
ile yanlışı görmelerine yardımcı olmak zorundaydı. Özellikle Girit’e dışarıdan gelen
ve halkı isyana sevk eden yabancı kişilerin engellenmesine ve kovulmasına
çalışılmalıydı. Alınan tedbirlerle Girit’te ateşlenmekte olduğu ihbar edilen ihtilalin
önüne geçilmesi gerekmekteydi. Girit Hristiyanları bir süre sonra aldatıldıklarını
anlamışlarsa da, isyan taraftarları olan bazı kişiler, halkı tahrik etmek için uydurma
haberler yayınlamaya devam etmişti. Bunlara asla itibar edilmemesi gerekiyordu.
Ahaliyi yoldan çıkarmak niyetiyle uydurulan, Girit ahalisinin topyekûn bir
şekilde isyan ettiğine dair haberler yayınlanmıştı. Bugüne kadar Girit’te pek çok
isyan girişimi olmuştu, ancak bundan sonra ne bir kimse böyle şeylere itimat edecek
ne de isyancılara itaat edecekti. Bundan sonra Girit’te Yunan hükumetinin kötü
emellerini uygulamasına izin verilmeyecekti.
Adanın güvenliğinden sorumlu olan liman memurlarına ve subaylara,
Giritlilerin galeyanına sebep olacak kişilerin hareketlerini gözetlemeleri konusunda
şiddetli uyarılar yapılmıştı. İç bölgelerdeki subay ve muhafızlara da aynı resmi
talimatlar yazılarak gönderilmişti. Çünkü Yunan Devleti’nin Girit’te bir fesat
çıkarma hazırlığı içinde olduğu bir gerçekti. Alınan tedbirlerle isyan teşebbüsünün
engellenip yatıştırılacağı ümit edilmekteydi.417
417
İ. MTZ. GR, nr. 1/10, lef 1
121 4) Hollanda Konsolosu Tarafından Yazılan Mektup
Ticari işler sebebiyle Girit’te bulunan Hollanda konsolosu da418 Yunan
tahrikçilerinin bu faaliyetlerine duyarsız kalamamıştı. Zirâ olası bir ihtilal kendilerine
de zarar verebilirdi. Konsolosun bu girişimi, ticari kaygılarla yapılmış bir faaliyet
olarak değerlendirilebilir.
Hanya’da oturan Hollanda Konsolosu 19 Mart’ta, adada gerçekleşen fesat
hareketleri neticesinde ahalinin asayiş ve emniyetinin sağlanması için gerekli
gayretin gösterilmesi konusunda İstanbul’da bulunan elçi vekillerine bir mektup
yazmıştı.419 Konsolos, öncelikle on seneden beri huzur içinde yaşamış oldukları bu
memlekette bazı uygunsuzlukların ortaya çıkmış olduğunu ve duyulan rahatsızlıkları
dile getirmişti. İngiliz kumandan ile Fransa, İngiltere, Avusturya, Rusya
konsoloslarının ittifakla gerçekleştirdikleri aracılık faaliyetleri, isyankârların itaat
etmesini sağlayamamıştı. Mustafa Nâili Paşa, hem Girit reayasından hem de
yabancılara silahlarını teslim ederek itaat edenlerin geçmişteki suçlarının
affolunacağını vaat etmişse de, bu teklif hiçbir şekilde ciddiye alınmamıştı. Mart
ayının 13’ünde bir İngiliz gemisinde yapılmış olan müzakerede, İngiltere, Fransa ve
Rusya devletlerine takdim edilmek üzere hazırlanan dilekçede isyancılar, Girit’te
bulunan her kazanın vekillerinin yanlarına davet edileceğini beyan etmişlerdi.
Mektubun devamında konsolos, Müslümanlar tarafından henüz isyancıların
üzerlerine gidip, taşkınlık yapan olmadığını, İslâm ahalisinin bu sükûnet hallerinin
takdir topladığını bildirmişti. Zirâ bu ahali, bir takım isyancı yabancıların kötü
muamelesine maruz kalmış oldukları halde, hepsine tahammül göstermiş, ne
Rumlardan bir kişi hakkında kötü davranışlarda bulunmuş ne de fitne ve ihtilal
çıkarmaya
cesaret
etmişlerdi.
Sessiz
bir
şekilde
devletin
müdahalesini
beklemişlerdi.420
418
Hollanda Konsolosu Girit’e, Hollanda Devleti tarafından 30 Temmuz 1840 tarihinde, Girit
Adası’na gidip gelen Hollanda tüccar gemileri, kaptanları ve adamlarının işlerini görmek üzere tayin
edilmişti (İrâde Hâriciye (İ. HR), nr. 6/291).
419
İ. MTZ. GR, nr. 2/12, lef 6
420
İ. MTZ. GR, nr. 2/12, lef 7
122 Hanya’da bulunan Hollanda konsolosu, 22 Mart tarihinde İzmir’de oturan
Hollanda konsolosuna da bir mektup göndermişti. Konsolos bu mektubunda da,
İngiltere konsolosunun İngiliz gemisi subaylarından iki askerle birlikte ilan metnini
Rumların İsfakya’da kurulmuş olan cemiyetlerine tebliğ etmek üzere gittiğinden
bahsetmişti. İlanın Rumlar arasında nasıl bir tesir yaptığı henüz anlaşılamamıştı.
Fakat üzerlerine askeri kuvvet sevk edilmedikçe teslim olmayacakları tahmin
edilmekteydi. Nitekim adanın valisi Mustafa Nâili Paşa’nın talebi üzerine
İstanbul’dan 3.000 kadar asker gönderilmişti. Böylece zaten şimdilik gereken tedbir
alınmıştı. İsyancılar, İsfakya içlerine kadar takip edilerek tamamen bertaraf edilmek
sureti ile gerekenin yapılacağı tahmin edilmekteydi. Konsolos, bu husustaki
gelişmelerin daha sonra tekrar bildirileceğini belirtilerek mektuba son vermişti.421
E) MUSTAFA NAİLİ PAŞA TARAFINDAN ALINAN TEDBİRLER
Mustafa Nâili Paşa, itaatsiz asilerle baş edebilmek için savaş hazırlıkları
yapmaya başlamıştı. İstanbul’dan Mahmut Paşa himayesinde bulunan 3.000 asker ile
yola çıkmaya hazırlanmaktaydı.422
Öncelikle Hanya’da, İstanbul’dan gelen takviye birliklerin de katıldığı büyük
bir ordu tertip etmişti. Eşkıyanın bulunduğu Apokaron nahiyesine giderek, güzellikle
adayı terk etmeleri söylenecek, eğer bunu yapmazlarsa üzerlerine gidilecekti.423
Bu arada, Sisam adasında bulunan askerlerden 200’ünün Girit adasına nakil
edilmesi söz konusu olmuştu. Sisam adasına giderek askerlerin bir an evvel Girit’e
ulaşmalarını sağlamak için görevlendirilen Reşid Paşa, nihayet adaya ulaşmış ve ada
hakkında daha önce ortaya çıkan söylentilerin tamamen bertaraf edilmiş olduğunu,
fesat çıkaran 18 askerin hapse attırıldığını ve burada fesada dair bir şey kalmadığını
müşahede etmişti. Bu yüzden 90 askeri Sisam’da bırakarak geriye kalan 180 askeri
421
İ. MTZ. GR, nr. 2/12, lef 8; Bu mektuplar sayesinde Girit’te bulunan konsolosları vesilesiyle,
devletlerin, Girit’in ahvaline dair haberlere vakıf oldukları anlaşılmaktadır.
422
İ. MTZ. GR, nr. 2/12, lef 11
423
İ. MTZ. GR, nr. 2/13, lef 18
123 yanına almış ve Girit’e dönmüştü. Miralay Mustafa Bey de, hapiste bulunan 18
askerden 13’ü ile birlikte toplam 100 askeri yanına alarak Sisam adasında bulunan
Tarz-ı Cedid isimli vapura binerek Girit’e gelmişti.424
1) Kaptan-ı Derya Çengeloğlu Tahir Paşa’nın Girit’e Görevlendirilmesi ve
Faaliyetleri
Kaptan-ı Derya Çengeloğlu Mehmet Tahir Paşa’ya, padişah tarafından,
Girit’te çıkan fesadı bastırmak için donanmayla Girit’e gönderilme emri verilmişti.425
Kendisine verilen emre göre Tahir Paşa, Mustafa Nâili Paşa ile birlikte hareket
ederek, Girit’teki asilerinin yola getirilmesine ve def edilmesine çalışacaktı. Mehmet
Tahir Paşa’nın maiyetinde bulunan asker sayısı fesadı bastırmak için yetersiz
olduğundan, takviye asker gönderilmesi gerekecekti. Bu yüzden Serasker Mustafa
Nuri Paşa’ya, orduya takviye olarak 1.200 asker daha tayin etmesi emredilmişti.426
Tahir Paşa’nın binmiş olduğu firkateyn ve birkaç gemi, İstanbul’dan hareket
ettikten 12 gün sonra 16 Mayıs 1841 tarihinde Pazar günü sabahleyin Girit’e ulaşıp
Sevde Limanı’na demir atmıştı. Mustafa Nâili Paşa ile Defterdar Salih Bey kendisini
karşılamış ve hiç vakit kaybetmeden hemen bir toplantı yapılmıştı. Girit Adası’nın şu
anki durumu ve alınması gereken tedbirler hakkında görüşülmüştü. Görüşmeye,
adaya gelmiş olan askerlerin başında görevli bulunan Mirliva Mahmut Paşa, Miralay
Mustafa Bey ve Ferîk Reşid Paşa da katılmışlardı. Bu görüşme sonunda, padişahın
emri çerçevesinde, eşkıyanın gerçekleştirdiği hareketlerin, mal ve canlarına kast
edilmeden güzel bir şekilde önüne geçilmesine karar verilmişti. Alınan bu karar
doğrultusunda, Apakoron nahiyesinden eşkıyanın bulunduğu İsfakya nahiyesine
hareket edilecekti. Mustafa Nâili Paşa’nın bildirdiğine göre, bu iyi niyet ancak
uygunsuz hareketlerine devam etmezlerse sağlanabilirdi, aksi bir durumda eğer
424
İ. MTZ. GR, nr. 2/17, lef 59
Tayyarzade Ahmet Ataullah Efendi, a.g.e., c. III, s.214-215
426
Cevdet Bahriye (C. BH), nr. 225/10486; Kaptan-ı Derya Tahir Paşa’nın Girit’e gönderilirken
emrine verilmiş olan askerin ve gönderilmek üzere olan iki tabur Erzurum ve bir tabur Maraş
askerinin birer aylıkları tedarik edilmiş ancak Girit’e ulaşmalarından sonra ise bu aylıklarının Girit
hazinesinden karşılanması istenmişti (İ. MTZ. GR, nr. 2/12, lef 53).
425
124 silahlarını kullanıp ihtilal çıkarmaya devam ederlerse savaş kaçınılmaz olacaktı.427
Eşkıya uyguladığı eylemlerde ısrarcı davrandığından, mevcut askerle adanın etrafı
gemilerle gezilip kontrol edilecekti. Eğer hareketlerinde ısrara cesaret eden eşkıyayla
karşılaşılırsa üzerlerine gidilerek kaba kuvvet kullanılacaktı.428
Sevde ile Hanya arasındaki bir yerde, Mahmut Paşa kumandasında bulunan
askerler ile Girit’te bulunan Mısır askerlerinden oluşan bir ordu kurulmuştu. Kaptan
Tahir Paşa, askerlerini ordunun bulunduğu yere çıkarmıştı.429
Tahir Paşa, İstanbul’da kendisine elçiler tarafından teslim edilmiş olan
mektupları Girit’e gelirken yanında getirmişti. Bu mektupları konsoloslara vermek
üzere Mustafa Nâili Paşa’ya teslim etmişti.
Tahir Paşa, yanında getirmiş olduğu düzenli asker ile top, mühimmat ve
zahireyi, Hanya sahiline çıkarmış, buradan da diğer bölgelere sevk etmişti. Tahir
Paşa, Selim Paşa’nın, Deniz Kuşu isimli vapurla, kendi maiyetinde bulunan 3.000
askerden alabildiği kadarını hemen getirmesini istemişti. Tahir Paşa, askerlerini
taşıyan vapurun gelişini dört gözle beklemekteydi. Zirâ gerektiğinde harekâta
başlanılacaktı. Hali hazırda mevcut olan askerlerden adanın çeşitli yerlerine
muhafaza için dağıtılanların haricinde 5.500’ü kişilik bir ordu tertip edilmişti.
Bundan sonra eşkıya nasıl hareket ederse aynı şekilde karşılık verilecekti.430
427
İ. MTZ. GR, nr. 2/12, lef 54; Bu sırada Mustafa Naili Paşa, ahaliye hitaben güvenliklerini
sağlayacağına dair bastırılan kâğıtlar eşkıya tarafından yok edilmeye çalışılıyordu. (İ. MTZ. GR, nr.
2/13, lef 4).
428
İ. MTZ. GR, nr. 2/17, lef 58
429
İ. MTZ. GR, nr. 2/13, lef 4; Kaptan Tahir Paşa’nın Girit adasındaki memuriyetinden dolayı
Osmanlı ordusunda bulunan askerlerden 3.000 askerin Kaptan Paşa maiyetinde bulunmak üzere liva
paşalarından münasip bir zatın kumandasında Kaptan Paşa tarafına gönderilmesi söz konusu olmuştu.
Fakat ahali sükûnet halinde bulunduğundan şu an için çok acil asker ihtiyacı olmadığı gibi, şimdilik
zaten gerekli olan yerlere asker sevkiyatı yapılmıştı. Öyle ki, Kıbrıs adasında ortaya çıkan uygunsuz
hareketlerin bastırılması için Girit’ten Kıbrıs’a iki tabur asker bile gönderilmişti. Gönderilen bu
askerlerin Kıbrıs’ta faydalı bir iş çıkardığı bilinmekteydi. Ayrıca Şam bölgesinde Dürzi isyanları
nedeni ile de askere ihtiyaç duyulmuştu. Bu yüzden şimdilik Girit adasına bahsedilen askerin
gönderilmesi zaruri görülmemişti (İ. MTZ. GR, nr. 2/12, lef 50); Asker ile cephane ve mühimmatın
yetip yetmeyeceği hususunda hali hazırdaki duruma bakılacak, Mustafa Naili Paşa’nın Mehmet Tahir
ve Ferik Reşid Paşa ile yapacağı görüşme sonucunda karar verilecekti (İ. MTZ. GR, nr. 2/17, lef 63).
430
İ. MTZ. GR, nr. 2/17, lef 58
125 Osmanlı sultanının, Tahir Paşa ve Mustafa Nâili Paşa’nın isyancıları bertaraf
edeceklerine dair güveni tamdı. Sultan, Tahir Paşa ile Miralay Mustafa Bey’in
isyancıların faaliyetlerine son vermeden adadan ayrılmasına müsaade etmeyecekti.431
Eşkıya, Girit’te Müslüman ahalinin arazi ve mahsullerine saldırmaya
başlamıştı. Ahali artık askerin olaya müdahale etmesini ümit ediyordu. Bu beklenti
içindeki ahaliye, Kaptan Paşa’nın askerleriyle Girit’e geldiğini, ihtilalin kısa zaman
içinde bitirileceği haber verilmişti.432
2) Girit’in Abluka Altına Alınması
Rum isyancılarını Girit adasından uzaklaştırmak ve hadlerini bildirmek için
İngiliz deniz askerleri, Osmanlı askerlerinin yanında bulunacaktı. Rum isyancılarının
Girit adasından uzaklaştırılması ve hadlerinin bildirilmesi için gereken zeminin
oluşması beklenmekteydi. Mustafa Nâili Paşa, Rumların takibi için askerleri
hazırlamaktaydı.433
Girit ceziresinde fitne çıkarmak isteyen bazı kişiler, halkı kandırıp
memlekette asayişi bozmaya yönelik davranışlarda bulunduklarından, asayişin
korunması için bu türlü bozuk zihniyetlerin adaya girişinin engellenmesi
gerekmekteydi.434 Ayrıca isyancıların asker ve mühimmat yönüyle takviye edildiği
yardım gemilerinin de girişine engel olunmalıydı. Adada nizâm ve asayişi
431
İ. MTZ. GR, nr. 2/17, lef 56
İ. MTZ. GR, nr. 2/13, lef 22
433
İngiltere kumandanının yardım konusunda çok da samimi olmadığı düşünülüyordu. Bu yüzden
Paşa’nın yaptığı hazırlıkların sonucu şüpheli görülmüştür (İ. MTZ. GR, nr. 2/11, lef 2).
434
Günlerdir Girit’te gerçekleşmekte olan fesatların destekçisinin Yunan Devleti olduğuna artık şüphe
kalmamıştı. Yunanistan’dan Girit’e gelmekte olan casusların gözetilmesi gerektiği hususunda
Osmanlı Devleti’nin vekilleri uyarılmıştı. Fakat bu uyarılar pek dikkate alınmamıştı. Girit adasında
gerçekleşen fesadın planları Yunanistan’da kurulmuştu. Selanik ve Tırhala kazalarına gelen bir takım
isyancıların, Yunanlılarla işbirliği yaptıkları bilinmekteydi. Yunan Devleti herkesi, isyancıları tahrik
ve teşvik edenin İngiltere Devleti olduğuna inandırmak istiyordu. Bunu da ispatlamak için daha
önceden Girit adası ahalisi hakkında Lord Palmerston’un yazmış olduğu fikirleri göstermekteydi.
Nitekim Lord Palmerston, Osmanlı Devleti’nin Girit ahalisini valilerin zulmünden kurtarmasının daha
hayırlı olacağı kanaatinde idi. Yunan Devleti, Lord Palmerston’un bu düşüncesini ortaya koyarak
Lord Palmerston’un isyancılara manevi olarak yardım ettiği iddiasını ortaya atarak, bütün dünyayı
buna inandırmaya çalışmıştı. Ancak Lord Palmerston’un Yunan Devleti’nin menfaati için isyancılara
yardım etmesi beklenemezdi (İ. MTZ. GR, nr. 2/17, lef 56).
432
126 sağlayabilmek adına donanmaya ait birkaç gemi getirilerek Hanya, Resmo, Kandiye
ve Sevde iskeleleri dâhil her bölgenin abluka altına alınmasına karar verilmişti.
Girit’te uygulanacak abluka için sefaretlere verilmek üzere resmi bir yazı kaleme
alınmıştı. Abluka, Mayıs ayının 15’inde başlayacaktı, ancak bu tarihten önce Yunan
konsoloslarına ve tüccar gemileri kaptanlarına, adanın bahsedilen iskelelerinden
başka yerlere gitmemeleri bildirilmişti. Bu uyarıya rağmen eğer giderlerse ablukanın
her devlette geçerli olan usul ve kaidelerinin icra edileceği ilan edilmişti.435 Büyük
devletlerin elçileri taraflarından kabul edilmiş olan abluka hususu, Girit’te bulunan
konsoloslara da bildirilmişti.
Abluka uygulamasına başlandıktan sonra, İsfakya Limanı’nda Yunan bayraklı
kayıklar ile İngiliz gemilerinin olduğu haber alınmıştı. Bunların adadaki eşkıyaya
sürekli yiyecek ve cephane nakletmek suretiyle yardım ettikleri anlaşılmıştı. Kaptan
Tahir Paşa’nın maiyetinde olan gemilerden birkaç tanesi o tarafa sevk edilerek, bu
gemilere önce boş top atmak sureti ile itaat altına girmelerine çalışılmış, itaat
etmedikleri takdirde zor kullanılacağına dair uyarılar yapılmıştı. Askerler tarafından,
bu gemilerin mürettebatından yedi kişi yakalanmış, ancak sahilde isyancıların
saldırıya geçmesiyle gemiler kontrol altına alınamamış ve yakalananlar geri
kaçmışlardı.436
3) Savaş İçin Yapılan Hazırlıklar
Girit adasında gerçekleşen ihtilal faaliyetlerinin engellenmesiyle ilgili
yapılanlar, Akdeniz’de bulunan diğer adalar tarafından da dikkatle izlenmekte idi.
435
İ. MTZ. GR, nr. 2/11, lef 1
İngiliz konsolosu bu adamların kendi milletlerinden olduklarını iddia etmesi abluka usulüne
tamamen zıt bir durum ortaya koyduğundan abluka altına alınmış olan yerlerde bulunan gemi, mal ve
askerleri yanına alması gerekecekti. Eğer böyle bir şey gerçekleşecek olursa çekilen bütün sıkıntılar,
hazırlıklar tamamen boşa gitmiş olacaktı. Abluka usulünün büyük devletler taraflarından kabul
edilmiş bir gerçek olduğundan yola çıkarak konsoloslar ve gemi kumandanları tarafından müdahale
edilmemesi hususunun söz konusu elçiler tarafından tekrar onaylanması gerekmekteydi (İ. MTZ. GR,
nr. 2/17, lef 61); Hanya’da bulunan İngiltere konsolosunun isyancı tavırlarında ısrar etmesi üzerine
Girit adasına Mora ve diğer çevre adalardan eşkıya gelmesi ihtimali kuvvetlenmişti. Girit adasında
gerçekleşmekte olan ablukaya İngiliz ve Yunan Devletleri konsoloslarının müdahale etmelerinin
engellenmesi lazımdı (İ. MTZ. GR, nr. 2/17, lef 62).
436
127 Fransa, İngiltere ve Rusya bir şekilde olaylara müdahale eder ya da Sisam adasındaki
gibi serbest bir durum ortaya çıkarsa, civar adaların da kısım kısım bu yola girişerek
isyan edecekleri muhakkaktı.
Girit’te bir taraftan ablukanın tam olarak uygulanmasına çalışılırken bir
taraftan savaş hazırlıkları yapılmaya başlanmıştı. İhtiyaç duyulan asker, mühimmat,
gemi, akçe vs.nin miktarları belirlenmişti. Zirâ eşkıyayla yapılacak olan savaşta
özellikle asker ihtiyacı çok fazla olacaktı. Buna bağlı olarak da yiyecek, para ve silah
gerekecekti. Girit isyanının bertaraf edilmesi için lazım olan bu ihtiyaçlar, Kaptan
Mehmet Tahir ve Mustafa Nâili Paşa tarafından zaman zaman merkeze yazılarak
talep edilmişti.
Kaptan Mehmet Tahir Paşa, bu gerekçelerle merkeze göndermiş olduğu
mektubunda Girit’e peksimet, vapur kömürü ile asker yollanmasını istemişti. İlaveten
Kaptan Paşa, şu ifadeleri de kullanmıştı: “Girit mühim bir meseledir, bu meselenin
halledilmesi
için
etraflıca
düşünüp
çalışmak
gerekir,
yeterli
asker
de
bulunmamaktadır” demişti. Bu yüzden İstanbul’da bulunan nizâmlı askerlerden bir
tabur ve Selanik’ten 1.200 kişinin toplanıp bir an evvel gönderilmesi gerektiğini
ifade etmişti. Silivri’de bulunan 10.000 kile zahire ile Tekfurdağı ve Gelibolu’da
bulunan 1000’er kantar peksimetin de yola çıkarılması, iki savaş gemisi437 ile bir
firkateyn, Ahmet Paşa ile birkaç kaptanın ve bahriye askerlerinin gönderilmesi
gerektiğini ifade etmişti.438 Mevcut askerlerin maaşlarının ödenmesi ve diğer
masrafların karşılanması için 2.000 kese akçeye ihtiyaç duyulduğunu yazmıştı.
Abluka usulünün bir gereği olarak ısrara devam eden eşkıyanın mallarının ganimet
olarak alınması mubah olduğundan, malların, ele geçiren askerlere ve diğerlerine
dağıtılmasını istemişti. İlaveten, abluka maddesine müdahale etmemeleri hususunda
konsolosları vasıtasıyla sefaretlere mektup gönderilmesini talep etmişti. Tahir
437
Daha önce istenen gemiler Şam tarafına gönderilmiş olduğundan bu gemilerinden bahsedilmişti.
Fakat Kaptan Paşa, Şam’a giden gemilerin de oraya vardıklarında Girit’e sevk edilmelerini istemiştir.
438
Kaptan Mehmet Tahir Paşa’ya göre, ordu her ne kadar galibiyet elde edecek kadar güçlü olsa da,
Girit savunulması zor bir adaydı. Girit’e Kaptan Ahmet Paşa’nın korvet gemileriyle 2.000 askerle
gönderilmesiyle, adanın bir saat içinde savunulması sağlanabilirdi (İ. MTZ. GR, nr. 2/17, lef 75).
128 Paşa’nın bu talepleri Bâbıâli tarafından uygun görülmüş ve bir ferman yayınlanmak
sureti ile gerekenler yapılmıştı.439
Bâbıâli’den gelen cevapta, 2.000 kese akçenin Girit Defterdarıyla müzakere
edilerek ve tasarruf kurallarına uyularak ödeneceği haber verilmişti. Girit fesadının
daha fazla uzamadan ve yabancı müdahalesi olmadan âdil ve hâkim bir şekilde
bitirilmesine çalışılmalıydı. İtaatte bulunan namus ehli reayanın da fesada dâhil
olmamasının, Mustafa Nâili Paşa ve diğer muhafızlar ile sık sık yazışma yapılması
ve birliği tekrar sağlayacak adımlar atılmasının önemine vurgu yapılmıştı. Bunları
yerine getirmek Mehmet Tahir Paşa’nın vazifesiydi. Paralar geldiğinde askerlere
usulünce dağıtılacaktı. Mustafa Nâili Paşa ve diğer muhafızlar ile yazışmalarda ve
haberleşmede şimdiye kadar kusurda bulunulmamıştı, bundan sonra da hiçbir şekilde
gevşeklik gösterilmemesi emredilmişti.
Kaptan Tahir Paşa, merkeze gönderdiği başka bir yazısında, gönderilecek
olan asker, zahire ve elbisenin440 bir an evvel yetiştirilmesini ve daha önce
gönderilen 2.000 kese akçenin yeterli olmadığını ifade ederek bir miktar daha akçe
gönderilmesini istemişti. İstediği şeyler padişahın izniyle hazırlanmıştı. Hazinenin ne
durumda olduğu herkes tarafından bilinse de hal ve şartlara göre orada akçe sıkıntısı
olmaması gerektiğinden, çaresine bakılması gerekmekteydi. Bu yüzden akçe tedariki
hususunda, Maliye Nâzırına gerekenin yapılması emri verilmişti. Girit meselesinin
bir an önce halledilmesi için diğer devletler de ihtarlarda bulunmaya başlamışlardı.
Bunun için işler hızlıca yoluna konulmalıydı.441
Girit’teki isyan faaliyetlerinin artarak devam edeceği anlaşıldığından sürekli
askere ihtiyaç duyulmuştu. Bu yüzden Arnavutluk’tan 2.000 askerin Girit’e sevk
439
Nitekim hemen 400 kadar nizâmiye askeri Girit’e bir vapurla gönderilmiş ve hemen orduya sevk
edilmişti. Fakat daha fazla askere ihtiyaç vardı. Selanik’ten tertip edilen asker ve donanma, peksimet
ve zahirenin hızlıca gönderilmesine çalışılması gerekmekteydi (İ. MTZ. GR, nr. 3/38, lef 24).
440
Askerlerin 1841 senesine ait yazlık elbiseleri henüz verilmemiş, kışlık elbiseleri de eskimiş
durumdaydı. Nizâmiye askerinin bu şekilde eski kıyafetle gezdirilmesi uygun olmadığından
İstanbul’dan yazlık elbise gönderilmiş fakat bu elbiseler karantina sebebi ile alıkonularak askerlere
sadece 500 adet yazlık pantolon verilebilmişti. Karantina süreleri sona erdikten sonra Mustafa Naili
Paşa ile elbiseleri getiren firkateynle birlikte Kandiye’ye askerlerin yanına gitmişti (İ. MTZ. GR, nr.
3/38, lef 36).
441
İ. MTZ. GR, nr. 3/38, lef 40
129 edilmesi için bir görevli tayin edilmişti. Arnavut askerleriyle birlikte, 100 bahriye
askerinin ve Kaptan Ahmet Paşa’nın, savaş gemileriyle hemen Girit’e gelmesi
gerekmekteydi.442
Kaptan Ahmet Paşa, Girit’in ablukası bütünüyle gerçekleştirilerek ihtilalin bir
an önce bitirilmesi için birkaç gemiyle Girit’e gönderilmişti. Ahmet Paşa ve
refakatinde bulunan gemiler, bir tabur nizâmiye askeri, maden kömürü, 2.000 kese
akçe ve 100 bahriye askeri, Kaptan Mehmet Tahir’in ısrarlı talepleri neticesinde
Sevde Limanı’na gelmişti. Ahmet Paşa ve gemiler hemen abluka uygulamasına dâhil
edilmişlerdi. Gelen akçenin 1.000 kesesi askerlerin aylıklarını vermek üzere Girit
Defterdarı Salih Bey’e teslim edilmişti.443
Girit’e asker ve mühimmat sevki tüm hızıyla devam ediyordu. Mirliva
Mehmet Paşa ve yanında getirdiği 5 tabur asker, 1 bölük topçu ve gerekli mühimmat,
donanmaya ait 7 gemiyle Sevde Limanı’na ulaşmıştı. Harp gemileri ile düzenli
askerlerin adaya başarılı bir biçimde intikali nedeniyle eşkıya takımı ve onlara
uyanlar endişeye kapılmışlardı. Mehmet Paşa ve askerleri tarafından eşkıyanın
bertaraf edilmesine, halkın huzur ve asayişinin sağlanmasına çalışılmıştı.444
Hazırlıklar çerçevesinde Mustafa Nâili Paşa, mühimmatın durumuyla ilgili bir
inceleme de yapmıştı. Kandiye ve civarındaki kalelerdeki topların yeterli olmadığı,
diğer cephanelerin de kullanıma elverişli olmadığı tespit edilmişti. Bu yüzden
Mustafa Nâili Paşa, durumu merkeze rapor etmiş, kalelerdeki mühimmatın durumu
hakkında kapsamlı bir çalışma yapılmasını istemişti. Adanın hassas durumu
nedeniyle, merkezin cevabı gecikmemiş, Tophane-i Amire’den bir memur
gönderileceği ve gerekenin yapılacağı haber verilmişti. Ardından kalelerdeki top,
humbara, havan ve sair mühimmatı kontrol edip, kullanılamaz halde olanları deftere
kaydetmek
üzere
Tophane-i
Amire
kâtiplerinden
Said
Bey
adaya
tayin
442
İ. MTZ. GR, nr. 2/17, lef 87
Askerlerin aylıkları birikmiş olduğundan bu 2.000 kese akçe ödenmesi gereken miktarın yarısına
bile yetmemişti. Askerlerin zaman zaman birikmiş aylıklarını istedikleri, Mustafa Naili Paşa
tarafından da ifade edilmişti (İ. MTZ. GR, nr. 3/38, lef 22).
444
İ. MTZ. GR, nr. 2/13, lef 16
443
130 edilmişti.445Bu görevlendirme, Mustafa Nâili Paşa’ya, Kandiye, Hanya ve Resmo
kadılarına ve memleketin önde gelenlerine bildirilmişti. Said Bey, Hanya
Kalesi’nden başlayarak sırasıyla bütün kaleleri kontrol edip mühimmatın durumuyla
ilgili bilgileri kaydetmişti. Bu konuda Kaptan Paşa, Said Bey’e yardım etmiş ve Said
Bey, vazifesinin sonunda yazdıklarını sadarete rapor etmişti.446 Said Bey’in diğer
evraklarla birlikte gönderdiği defter, gider muhasebesine kaydedilmişti. Böylelikle
kalelerdeki top kundakları, araba vs. malzemeler mühimmattan düşürülmüştü.447 Bu
sayede ne kadar askeri malzemeye ihtiyaç duyulduğu da ortaya çıkmıştı.448
4) Mustafa Nâili Paşa ve Ordunun Adada Yaptığı Keşif Harekâtı
1841 yılının Mayıs ayına gelindiğinde, hazırlıklar tamamlanmış, Mustafa
Nâili Paşa ve kendisine eşlik edecek, adaya ordularıyla birlikte gelmiş olan diğer
komutanlar, eşkıyanın bulunduğu yerlere gitmek üzere beklemeye başlamışlardı.
Mustafa Nâili Paşa, adanın gereken yerlerini dolaşıp abluka memurlarına bakmak ve
ihtiyaç duyulduğu anda hareket etmek üzere Sevde Limanı’nda beklemekteydi.449
Bütün kuvvetlerin birleşmesiyle meydana getirilmiş olan ordu önce, adanın etrafında
keşif turları yapacaktı. Eşkıya, silahını bırakması için ikna edilmeye çalışılacaktı.
Nihayet yola çıkma zamanı gelmiş, eşkıyayla yüzleşmek üzere hareket edilmişti.
Mustafa Nâili Paşa başta olmak üzere süvari, hademe, sekban ve gönüllü
askerlerden bir miktarını yanına alan Reşid Paşa, Mirliva Mahmut Paşa, Miralay
Mehmet Bey, İstanbul’dan gönderilen diğer Miralay Mehmet Bey, Aydın Redifi
445
Said Bey’e bu görevinden dolayı, 500 kuruş maaş ve memuriyeti süresince yeterli miktarda
harcırah verilmişti (C. AS, nr. 778/32911).
446
İ. MTZ. GR, nr. 3/38, lef 36
447
Kalelerde bulunan hurdaların miri usulle yerlerinde satılarak elde edilen paranın oradaki askerlerin
masrafları için harcanması uygun bulunmuştu. Top parçaları ise kaydedildikleri defterleriyle birlikte
uygun gemilerle Tophane-i Amire’ye gönderilecekti.
448
Bu suretle lazım olan kundakların imal edilebilmesi için ölçülerinin yazıldığı defterler de Mustafa
Naili Paşa tarafından Tophane-i Amire müdürüne gönderilmiş, bu defterler ileride kundak yapabilmek
için Tophane-i Amire’de muhafaza edilmişti. Defterlerdeki kayıtlardan anlaşıldığı üzere 259 top
kundağı ve mühimmat talep edilmişti. Tophane-i Amire’den gönderilecek bu kundaklara karşılık,
adadaki eski kundaklar parçalanarak elde edilecek parçalar Tophane-i Amire’ye getirilecekti. (C. AS,
nr. 5560)
449
İ. MTZ. GR, nr. 2/17, lef 60
131 Miralay Cemal Bey ve Mehmet Ağa ile birlikte yola çıkılmıştı. Öncelikle Hanya
sancağına bağlı Kisamo, Seline, İsfakya kazalarına gitmeyi planlamışlardı.
Eşkıya zannedildiği kadar kolay pes etmeyecekti. Zirâ daha ilk günden
çatışmalar başlamıştı. 40-50 kişilik bir eşkıya grubu tarafından, kayalık bir mevkide
ordunun yolu kesilmişti. Ordu ilerlemeye başlayınca kayaların arkasındaki
siperlerden silah atışına başlamışlardı. Mehmet Ağa, Rumca bilen birini, silahlarını
bırakıp dağılmalarını söylemesi için yanlarına yollamıştı. Eşkıya, silah bırakmayı
reddetmiş ve mücadele için hazır olduklarını belirtmişti. Bu cevap üzerine sade bir
top atışı ile başlayan çatışma, eşkıyanın tüfekle karşılık vermesi sonucu daha da
uzamıştı. Eşkıya, her fırsat bulduğunda silaha davranmış ve karşılıklı atışlar bir süre
devam etmişti. Fakat kısa süre sonra ordunun bir kaç top atması, sekban askerlerinin
eşkıyanın üzerine yürümesi ve süvari askerinin hücumlarıyla hepsi dağlara doğru
kaçmıştı.450 Mehmet Ağa’nın sekban askeri ve diğer kuvvetlerin yardımıyla köye
hücum edilmiş ve sonunda asiler firar etmek zorunda kalmışlardı. Mehmet Ağa ve
Mirliva Mahmut Paşa da bizzat askerler ile birlikte kâfirlere karşı yapılan bu
mücadelede yer almışlar ve eşkıyayı def etmişlerdi. Askerler, iki köyün arasında
bulunan tepenin diğer tarafına kadar ilerlemişlerdi. Yakalanan eşkıyanın çoğu
yaralıydı, sağlam ele geçirilenlerin sayısı çok azdı. Mehmet Ağa 400 kadar sekban
askeriyle burada bırakılmıştı.
Ertesi gün birçok reaya gelip itaat talebinde bulunmuşlardı. Zaten ordunun
asıl amacı buydu. Asileri kötü niyetlerinden vazgeçirmek, adanın eski ve yeni
reayasının itaat altında, huzur ve sükûn içinde yaşamalarını sağlamaktı. Eğer
silahlarını teslim eder ve aman dilerlerse tabi ki emniyetleri ve iskân etmeleri
sağlanacaktı. Fakat eşkıyalık yapmaya devam ederlerse usulüne uygun hareket
edilecekti. Ayrıca abluka hususuna da dikkat edilmesi gerekmekteydi.451
Mustafa Nâili Paşa ve Kaptan Mehmet Tahir Paşa’nın raporlarından
anlaşıldığı kadarıyla, devam eden muharebelerde askerler galip gelmişlerdi. Ancak
16 Mayıs 1841 tarihinde, eşkıya beklenmedik bir saldırı yapmış ve var gücüyle
450
451
İ. MTZ. GR, nr. 2/17, lef 55
İ. MTZ. GR, nr. 2/17, lef 57
132 askere saldırarak Kisamo bölgesine hücum etmişti. Fakat asilerin bu gayretleri de
boşa çıkmış, hepsi de perişan edilmişti. Eşkıya bu yenilgilerden çok fazla zarar
görmüştü. Böyle devam ederse kısa bir zaman sonra bütün mesele halledilecek ve
Girit’in asayişi tamamen temin edilecekti.452
İlk eşkıya grubu bu şekilde bertaraf edildikten sonra orduyla birlikte tekrar
yola çıkılmış, dağların en sarp yerinde olan bir köye erişilmişti. Hiçbir ferdin malına,
emlâkine, ırz ve namusuna zarar verilmeden köy ahalisinin silahları hemen
toplanmış, daha sonra Seline kazası tarafına geçilmişti. Birkaç gün içinde Seline ve
Kisamo kazalarındaki silahlar toplanıp Hanya’ya dönülmüş, burada ordunun
eksikleri tamamlanmıştı.
İsyancıların defedilmeleri için sahil kenarında bulunan İsfakya’ya gitmek
üzere Mirliva Mehmet Paşa ve İsmail Bey’in emrindeki askerlerle birlikte 4 tabur
düzenli asker ve sekban ordusunun başbuğu Yusuf Bey ve Çerkez Mehmet Ağa’nın
askerleri de dâhil olmak üzere 500 kişilik sekban askeriyle yola çıkılmıştı.453
İsfakya’ya yaklaşılırken önce ordunun dinlenme yerine varılmıştı. Burada
Mustafa Nâili Paşa, Kaptan Mehmet Tahir Paşa ile iki defa görüşmüştü. İsfakya
nahiyesinin ileri gelenleri de yanlarına gelmiş ve bir müzakere sağlanmıştı. Bu
gelişmeyle birlikte, Mustafa Nâili Paşa’nın çok kısa zaman içerisinde adanın huzur
ve asayişinin sağlanacağına olan inancı artmıştı.454 İsfakya’nın bazı köylerinde üç
gece kalınmış ve ahalinin huzur içinde çoluk çocuklarıyla köylerinde, evlerinde iskân
ettiklerine şahit olunmuştu.
Mustafa Nâili Paşa’nın başında bulunduğu ordu, Hanya sancağının kazalarını
dolaşırken, adanın diğer tarafında isyancılardan silahlı 7 kişinin Resmo sancağı
kazalarından Amarya’ya (Mirona) gittiği haber alınmıştı. Kuvvet kullanılarak
isyancılar yakalanmıştı. Üstlerinden 300 adet çakmak taşıyla 150 deste fişek
bulunmuştu. Resmo Kalesi’ne götürülürken yolda iki tanesi firar etmişti. Diğer beşi
silahlarıyla ve üstlerinde bulunan taş ve fişekleriyle Resmo’ya götürülmüş ve hapse
452
İ. MTZ. GR, nr. 3/38, lef 35
İ. MTZ. GR, nr. 3/25, lef 11
454
İ. MTZ. GR, nr. 3/25, lef 12
453
133 atılmışlardı. Bu isyancıların kaçmalarına mahal vermeyecek şekilde hapsedilmesi,
taşıdıkları silahların, fişek ve taşların muhafaza edilmesi gerekmekteydi.
Gelişmelerden Mustafa Nâili Paşa haberdar edilmişti.455
İsyancılarla yapılan mücadeleler esnasında Mustafa Nâili Paşa’nın büyük
oğlu Veli Bey’e de vazife verilmişti. Veli Paşa’ya miralay rütbesi verilerek, Kandiye
sancağı muhafazasına memur edilmişti.456 Miralaylığa yükseltilen Veli Bey
refakatiyle tertip edilen ordu, Kandiye civarına gönderilmişti. Veli Bey ve askerleri
abluka için harekete geçmiş, birkaç defa meydana gelen muharebelerde isyancıları
bozguna uğratarak, galip gelmişti.457 Kandiye Kalesi civarında Veli Bey’in ordusuyla
eşkıya arasında küçük çapta yapılmış olan bir savaşta, 35 kişi öldürülmüştü. Bunun
üzerine bir kısım reaya itaat etmeyi kabul etmişse de silahlarını “silahımız yoktur”
diyerek vermek istememişti.458
5) İngiliz ve Fransız Elçilerinin Tavsiyeleri ve Af ilanı
Resmo’da ve özellikle Hanya taraflarında isyancılara karşı zaferler elde
edilmişti. Ordu, bu zaferlerin ardından tekrar Sevde Limanı’na geri dönmüştü. Bu
esnada bir Fransız firkateyni Sevde Limanı’na gelerek Osmanlı ordusunu teftiş
etmişti.
İstanbul’da Fransa elçisi, Osmanlı Devleti Hariciye Nâzırını ziyaretinde,
Fransa’nın bundan sonra Osmanlı Devleti’nin yanında yer alacağını belirtmişti. Elçi,
Girit bahsi açıldığında, Osmanlı Devleti’nin bu meseleyi artık halletmesi gerektiğini
ifade etmişti. Fransa’ya ait firkateynler geldikten sonra Girit eşkıyası, büyük
devletlerin kendilerine yardım etmeyeceğini anlamıştı. Zirâ yapılan bir iki küçük
455
İ. MTZ. GR, nr. 2/13, lef 15
Veli Bey için takdir edilen maaşın verilmesi ile ilgili Defterdar Mehmet Salih kendisine herhangi
bir emir gelmediğinden bu konu hakkında kendisine net bir bilgi verilmesini talep etmişti (İ. MTZ.
GR, nr. 2/12, lef 2).
457
İ. MTZ. GR, nr. 3/38, lef 33
458
Reayanın bu suretle itaat yanlısı bir tavır içine girmiş olmaları korktukları için mi yoksa gerçekten
itaat ettiklerinden mi olduğu anlaşılamamıştı (İ. MTZ. GR, nr. 2/17, lef 87); Kandiye muhafızı Veli
Bey’in Kandiye’de gerçekleşen muharebenin sonucunda elde edilen galibiyeti haberi Mehmet Tahir
tarafından sadarete haber verilmişti (İ. MTZ. GR, nr. 2/17, lef 80).
456
134 çatışmada bile bozguna uğratılmışlardı. Abluka nedeniyle de kendilerine destek
sağlanamadığından, eğer Osmanlı Devleti tarafından bir af ilan edilirse eşkıyanın
fesadından vazgeçeceği ve itaat altına alınacağı öngörülmüştü. Ayrıca bu tutum,
Avrupa Devletleri’nin de hoşuna gidecekti.
Osmanlı yönetimi açısından bu yöntem, uygun görülmekle birlikte bazı
sakıncaları da beraberinde getirmişti. Şöyle ki, birden bire affedildiklerini ilan etmek
eşkıyanın şımarmasına sebep olabilirdi. Bazı kendini bilmezlerin kışkırtmasıyla
ortaya çıkmış olan ihtilâlin bastırılması için, Osmanlı Devleti tarafından, bölgeye
asker ve donanma gönderilmiş ve adanın sahilleri abluka altına alınmışsa da bütün
tebaanın
her
yönüyle
korunması
gerekmekteydi.
Kan
akıtılması,
Sultan
Abdülmecid’in de istemeyeceği bir şeydi. Osmanlı yönetiminin isyancılara karşı
tavrı başından beri hep aynıydı. Hâlâ, fitne çıkarmaya kalkışanlardan samimi olarak
gelip pişman olduklarını söyleyenler ve af dileyenlerin yaptıkları eşkıyalık
affedilecekti. Eğer isyankâr tavırlarında ısrar edecek olurlarsa gerektiği gibi
davranılacaktı. Af ilanı isyanın başlangıcında olduğu gibi, yine isyancıları teslim
olmaya davet ediyordu. Fransız elçi, bu tarzda kâğıtların dağıtılacak olması fikrini
oldukça beğenmişti. Bu yüzden konsoloslarına, Osmanlı Devleti’ne yardım etmeleri
için mektup yazacağını ifade etmişti. Fransa’nın Osmanlı Devleti’ne yaptığı iyilik
dolayısıyla üç şeye dikkat edilmesi gerekiyordu:
1) İç işlerinin yabancı müdahalesinden koruması,
2) Reayayı hoş tutup, haklarında iyi muamelede bulunup başkalarına
meylettirmemesi,
3) Reayanın zarar görmesine sebep olacak herhangi bir harekette
bulunmamaya gayret edilmesi.
Eğer bunlara riayet edilmezse, o zaman Osmanlı Devleti zarar görebilirdi.
Elçiye, Hariciye nezaretinin ve padişahın niyetinin de aynı olduğu, gece gündüz
memleket ve milletin asayişi için samimiyetle çalışıldığı ifade edilmişti.
135 İngiltere elçisi de Bâbıâli’ye gelerek fikirlerini beyan etmişti. Girit işinin
uzatılmamasını, müsaade ve yumuşaklık gösterilmesinin uygun olmayıp isyanın
hemen bastırılması gerektiğini belirtmişti.
Fransa elçisinin belirttiği şekilde bir af metni yayınlanmasını İngiliz elçisi de
uygun bulmuştu. Fakat bunun devlet tarafından resmi bir şekilde yayınlanması
sakıncalı bulunmuştu. İngiltere elçisinin söylediği şekilde şiddet göstermek de daha
büyük belalara yol açabileceğinden, bu ikisinin ortası bir yol bulunup duruma göre
uygulanıp uygulanmaması Kaptan Paşa’ya havale edilmişti. Dolayısıyla Bâbıâli,
Girit meselesine dair bir karar verememişti. Kaptan Paşa’ya sefaretlerin Girit
hakkındaki ifadeleri bildirilmişti. Bu süre zarfında Girit’ten sık sık haber alınması
gerekmekteydi, hatta sefaretler tarafından da bu hususa dikkat çekilmekte
olduğundan, haberleşmenin çabuk yapılması açısından Tersane-i Amire’den küçük
bir geminin hemen gönderilmesi emredilmişti. Bu arada eğer tam bir galibiyet
sağlanırsa, bu teklife gerek kalmayacağından hazırlanan ilan iptal edilecekti. Eğer
böyle olmayıp işler daha da hassas bir noktaya gelirse, son bir hamle olarak af ilanı
metni Rumcaya tercüme ettirilerek tüm adaya duyurulacaktı. Bu hususlar padişah
tarafından da uygun görülmüştü.459
6) Bâbıâli’nin İsyan Hususunda Girit Yöneticilerine Verdiği Nasihatler
Girit adasında eşkıyayı terbiye etmek için yapılan ilk iş nasihat vermek, ikaz
etmek ve pişman olup aman dilemelerini sağlamak olmuştu. Eğer bu işe yaramazsa
ancak o zaman kuvvet kullanılmıştı. Girit eşkıyası hakkında yapılacak muameleye
dair Kaptan Paşa tarafından yazılan bir yazı bu uygulamayı çok iyi ifade eder. Şöyle
ki:
“Herkesin bildiği gibi dışarıdan gelen eşkıya ve kendini bilmezler Girit adası
Hristiyanlarından bir takım ahmakları tahrik ve ifsad ettiklerinden ve bu durum
Padişah Efendimiz tarafından da işitildiği için bu gibiler tedip ve terbiye ile hali
459
İ. MTZ. GR, nr. 3/37, lef 3
136 hazırdaki fesatları bertaraf edilerek, kendi hallerinde yaşayıp giden ada sakinlerinin
asayiş ve rahatlarını tekrar temin etmek için donanma ve yeterli sayıdaki askeri bu
işe memur etmiştir. Allahın inayetiyle bunların fesadlarını bir seferde ortadan
kaldırmak mümkün ise de gerek padişahımız merhametleri ve gerek benim murad ve
maksadım icab etmedikçe insanların kanını akıtmamak şeklinde olduğu için -hatta
şimdiye kadar takip ettiğimiz mülayim davranma politikası buna yeterli bir delildirve günah bütün bütün bizden gitmek ve mesuliyet onlarda kalmak üzere bir kere daha
nasihat vermeye ve müşfikane ikaz etmeye yöneldik. Şöyle ki; eşkıyalık yapan reaya
yaptıkları işin vahamet derecesini anlayıp pişman olurlar ve aman dilerler ise
devletin merhametli olması gereği olarak padişahın af ve inayet kapısı açılacağı ve
haklarında her türlü himaye ve adaletli muamelenin icra edileceği beyan
olunmuştur. Bir şekilde niyaz ve istirhamda bulunurlarsa dinlenileceklerdir. Fakat
bu suretle ilan yayınlamaktaki amacımız sadece kan dökülmemesi ve ahalinin zarar
görmemesinden ibarettir. Buna başka türlü mana verilir ise hata edilmiş olur. Bu
uyarılarımıza kulak asılmaz ve yine eşkıyalığa devam edilirse artık zorunlu olarak
sert politikalar ve kaba kuvvet uygulanarak adanın huzur ve emniyetinin iadesine
çalışılacaktır”.460
Kaptan Paşa’nın vermiş olduğu bu bilgiler Bâbıâli’ye ulaştırılmış ve ardından
Girit’te yapılması gerekenler sıralanmıştı. Buna göre, Girit meselesinin yabancı
müdahalesine gerek kalmadan bir an önce halledilmesi için elçiliklerin baskılarının
olduğu da ilave edilmişti. Bir süreden beri Mustafa Nâili Paşa’dan haber alınamadığı
için Girit’in ahvali bilinmiyordu. Dışarıdan alınan haberlere göre askerlerin üstün
durumda oldukları ve yakın zamanda tam bir galibiyet elde edileceği öğrenilmişti.
Buna rağmen Mustafa Nâili Paşa’dan bir haber gelmemesinden ve durum çok iyi
bilinmediğinden sık sık haber verilmesi gerektiği ve son gelişmelerin anlatıldığı bir
yazının gönderilmesi emredilmişti. Tam bir galibiyet elde edilmiş olması temenni
edilmekteydi. Şayet hâlâ işler yoluna girmemiş ise ablukanın sıkı tutulmasıyla
beraber, Rumcaya tercüme edilerek eşkıya tarafına yollanacak bir ilan hazırlanıp
sadarete gönderilmesi istenmişti. Bu usul, Avrupa’nın politikasına da uygun olacağı
460
İ. MTZ. GR, nr. 3/37, lef 1
137 bazı elçilikler tarafından belirtilmişse de uygulanıp uygulanmaması oranın durumuna
ve valinin bu konudaki görüşüne bırakılmıştı. Her şekilde gereğinin yapılması,
Mustafa Nâili Paşa’ya ve Kaptan Mehmet Tahir Paşa’ya havale edilmişti.
Bâbıâli’den gelen emirlere göre, eğer savaş sırasında eşkıyanın saklandığı
yerler tahrip edilecekse, mallarını gasp etmek ve esir almak uygun görülmemişti.
Hele ki itaatli köylerin yakılması hiç uygun değildi. Bunlar aşırı dikkat gerektiren
hususlar olduğu için askerin böyle davranmasına kesinlikle müsaade edilmemeliydi
ve bu durum devamlı olarak kontrol edilmeliydi.
Hükümetin ısrarla üzerinde durduğu konu, her hâlükârda adil ve yumuşak
tavırlar sergilemekti. Askerlerin asla yağmalama ve esir alma gibi faaliyetlerde
bulunmalarına meydan verilmemeliydi. Yine ısrarla vurgu yapılan diğer bir konu da,
Girit’te meydana gelen her olay ve memur olarak gönderilen vazifelilerin durumları
peyderpey bildirilmeliydi.461
F) MÜZAKERELER NETİCESİNDE ÇÖZÜLEMEYEN MESELENİN
İSYANA DÖNÜŞMESİ
Gerek Osmanlı hükumetinin gerekse adadaki temsilcilerin öncelikli hedefi
isyan faaliyetlerinin çok fazla büyümeden barış yoluyla halledilmesi olmuştu. Fakat
eşkıya hiçbir zaman buna yanaşmamıştı. Zirâ sürekli Yunanistan tarafından asker ve
mühimmat
yardımı
alıyorlar,
kendilerine
yapılan
teklifleri
kabul
etmeye
yanaşmıyorlardı.
Abluka usulünün tam olarak uygulanmasıyla Yunanistan’dan gelen
yardımları kesilen eşkıya, orduyla yaptığı çatışmalar neticesinde de çok kayıplar
verecekti. Nihayet geri adım atmaya başlayacak ve emellerine ulaşamadan adayı terk
etmek zorunda kalacaktı.
461
İ. MTZ. GR, nr. 3/37, lef 2
138 1) İngiliz Kumandanın Arabuluculuk Teklifi
Sevde Limanı’na gelmiş olan İngiltere’nin Akdeniz donanması kumandanı,
Tahir Paşa’nın yanına gelerek, kendisinin Yunanistan tarafından cephane, mühimmat
ve asker getirenleri engellemekle vazifeli olduğunu ifade etmişti. Kaptan Paşa bunun
için kendisine teşekkür etmişti. Daha sonra Girit ahalisinin isyan etmesinin bazı
sebeplerinin olduğunu söyleyen İngiliz kaptan, bunun için arabuluculuk yapmak
istediğini belirtmişti. Tahir Paşa, kendisinin görevinin, adanın abluka edilmek
suretiyle isyan edenlere nasihat etmek, dinlemezlerse zor kullanarak haklarından
gelmek ve günahsız olanları da korumak olduğunu ve arabuluculuk konusunda
yetkisi dâhilinde olmadığını söylemişti. İngiliz kaptan ise, bu konuda devletinin
kendisine talimat verdiğini söylemişti. Kaptan Paşa, arabuluculuk için Osmanlı
Devleti’nden izin almak gerektiğini, vapur göndererek gelecek cevabı bekleyeceğini,
yeni bir talimat gelmedikçe de bu teklife bir cevap veremeyeceğini yinelemişti.
İngiliz kumandan arabuluculuk teklifinde ısrar etmiş, Kaptan Paşa ise bu teklifi
reddetmişti.
Ertesi gün Kaptan Paşa bu kumandanın gemisine gitmişti. Kumandan yine
aynı ısrarlı tekliflerini yineledi. Kumandana göre, her ne kadar isyan eden eşkıya
mağlup edilmiş ve çoğu tekrar hâkimiyet altına alınmışsa da dağ köylerindeki
isyancıların az zamanda itaat etmesi mümkün değildi. Hristiyanların onlara
güvenmediklerini, her hâlükârda arabuluculuğa ihtiyaç duyduklarını, yoksa bu
meselenin bertaraf edilemeyeceğini söylemişti. Eğer mesele uzarsa, Mısır
meselesinden dolayı Fransa ve İngiltere anlaşamadığı için, aralarında bir
uygunsuzluk ortaya çıkarsa o zaman işin karışacağı, Fransız donanmasının kalabalık
bir şekilde Girit tarafında bulunmasının sebebinin bu olduğunu ve arabuluculuk ile
ilgili söylediklerinin kendileri için hayır ve menfaat içerdiğini belirtmişti. Buna izin
verilmezse, isyan eden reayanın suçlarının affedilmediği düşünülecekti. Eşkıya itaat
altına girerse, merhamet edilecek ve işledikleri suçlar için “geçmiş geçmişte
kalmıştır” denilecekti. Diğer yerlerde uygulanmakta olan Tanzimat esasları kabul
edilirse, eşkıyanın işlediği suçları yüzünden tenkit edilmemeleri, vazifesinin bir
139 parçası idi. Kumandan son olarak “eşkıyanın ne istediğini anladıktan sonra yeniden
konuşuruz” demişti. Kaptan Paşa ise arabuluculuk konusunda İstanbul’dan bir
talimat gelmedikçe söz veremeyeceğini yinelemişti.
Arnavutluk ve Selanik’ten henüz beklenen askerler gelmeden bile, adada
hazır bulunan orduyla isyan bertaraf edilecek gibi göründüğünden arabuluculuğa
ihtiyaç duyulmamıştı. Şimdiye kadar meydana gelen çatışmalarda eşkıya zayıf
düşürülmüştü. Fakat bu ısrarlı ricanın kabul edilmediği takdirde ilerde başa bela
olma ihtimali de vardı.462
2) Eşkıya Grubunun Talepleri
Haziran
ayının
23’ünde
İsfakya’nın
bir
köyünde
bulunan
eşkıya
topluluğundan 15 kişi tarafından Girit sularında bulunan İngiltere, Fransa ve Rusya
gemilerinin kumandanlarına hitaben mektuplar yazılmıştı. Vergi konusunun
netleşmesi, silahlarını teslim etmek istemedikleri vs. gibi konuları kapsayan
dilekçeler, Girit eşkıyası tarafından önce Rusya’ya gönderilmek üzere verilmişti.
Fakat bu dilekçeler, Rus Devleti tarafından kabul edilmemişti. Bu defa eşkıya,
Atina’da bulunan üç büyük devlet elçilerine ve kendi devletlerine gönderilmek üzere
dilekçeler vermişti. İngiltere ve Fransa elçileri bu dilekçeleri almış, Rusya elçisi ise
başlangıçta tereddüt etmiş ise de diğerlerinin alması üzerine gayr-i resmi olarak
dilekçeyi almıştı.463
Eşkıyaya, Sevde Limanı’nda bulunan İngiltere Kaptanı tarafından bir cevap
verilmişti. Kaptan cevabında, Kaptan Tahir Paşa’nın kendisine daha önce yaptığı
görüşmelerde Girit adasında “Tanzimat hükümlerine göre hareket edileceğini” bizzat
ifade ettiğini belirtmişti. Buna göre eğer, Osmanlı Devleti’ne tabi olurlarsa, geçmişte
462
İ. MTZ. GR, nr. 3/38, lef 37
Rus elçi, dilekçeleri göndermek için devletinden resmi izin almaya mecbur olduğunu ifade etmişti.
Elçinin mektupları bu şekilde gayri resmi olarak teslim almış olması hoş karşılanmamış, hatta
küçümsenmişti (İ. MTZ. GR, nr. 3/22, lef 2).
463
140 yapılan bütün hatalar affedilecekti. Kaptan mektubun sonundaki imzasında “Sizin
sadık dostunuz İngiltere Devleti’nin kumandanı” ifadesini kullanmıştı.464
3) İsyancılar İle Yapılan Çatışmaların İkinci Safhası
Arabuluculuk faaliyetleri ve isyancılar için yapılan af ilanları işe yaramamış
ve geriye silahlı mücadeleden başka bir yol kalmamıştı. Bu zamana kadar yapılanlar
Girit meselesine bir çözüm getirmemiş, savaş ihtimalleri tekrar gündeme gelmişti.465
İngiliz ve Fransız kumandanlarından, isyancıların sekiz gün süre istedikleri haber
alınmıştı. Fakat bunun bir oyalama taktiği olması ihtimaline karşı sessiz kalınmaması
gerekmişti. Bu yüzden ordunun durumu sorgulatılarak asker ihtiyacı olan bölgelerin
hemen takviye edilmesi için tedbirler alınmıştı. Mevcut 800 kişilik ordunun acil
olarak takviye edilmesi lüzumu ortaya çıkmıştı. Fransız kumandanı talep edilen
bekleme süresi ile ilgili kararı Rumlara bildireceğine dair söz vermişti. Rumların süre
talebi, olumsuz karşılanmıştı fakat muharebe için de bir tarih belirlenmemişti. Zirâ
ordunun hazırlıkları devam etmekteydi.
Mustafa Nâili Paşa’ya 5 Haziran 1841 tarihinde eşkıyanın faaliyetleriyle ilgili
diğer bölgelerden bazı haberler gelmişti. Buna göre, 50-60 kişilik bir isyancı
ordusunun saldırıya hazırlanmakta olduğu öğrenilmişti. Savunmaya geçen 30-40
kadar Müslüman çatışmaya girmekten kaçınmışsa da, isyancılar bir tepenin arkasına
gizlenerek ordunun üzerine hücum etmişti. Bir saat süren çatışmanın ardından asıl
harekât başlamış, askerlerin hepsi, isyancıların üzerlerine giderek dört saat içinde
hepsini adadan kovmayı başarmıştı. Mücadeleler sırasında 5-6 asker yaralanmış, 3
asker de kaybedilmişti. 466
Ordu hazırlıkları tamamlandıktan sonra, Fıstıklı’dan hareket ederek
Yeniköy’e varmıştı. Rum eşkıya ile burada yapılan savaşta ne şekilde başarı
sağlandığı Mustafa Nâili Paşa tarafından Mehmet Tahir Paşa’ya bildirilmişti. Ertesi
464
İ. MTZ. GR, nr. 3/25, lef 6
Tayyarzade Ahmet Ataullah Efendi, a.g.e., c.III, s. 213
466
İ. MTZ. GR, nr. 2/17, lef 69
465
141 gün Yeniköy’den kaçarak ilerideki köylere varmış olan Şeroti adlı eşkıyanın peşine
düşülmüştü.467 İsfakya boğazına bir buçuk saat mesafede olan bir bölgede bulunan
eşkıya grubu bölgeyi terk ederek kaçmış, başka bir köye sığınmıştı. Sevk edilen
asker, eşkıyanın sığındığı bu köyü ve Şeroti’nin bulunduğu evi zapt etmişti. Mirliva
Mahmut Paşa ve Mirliva Mehmet Bey’le birlikte üç tabur nizâmiye askeri de sevk
edilmiş halde o gün akşama kadar muharebe yapılmış ve eşkıya perişan edilmişti.
Sonunda eşkıyanın ileri gelenleri af talebinde bulunmuşlardı.468 Bu esnada
Resmo’dan pusuda bekleyen eşkıyanın Müslümanlardan ahaliden bir kişiyi
kurşunlayarak öldürdüğü haberi gelmişti.469
Mustafa Nâili Paşa, önce dağ köylerinin ve etrafının temizlenmesi gerektiğini
söylemişti. Bu şekilde bir ön çalışma yapılmadan savaşmayı doğru bulmamıştı. Paşa,
İsfakya’ya gidilebilmesi için birkaç köyün teslim olmasını sağlayıp, silahlarının
toplanması gerektiği fikrindeydi.470
467
Tayyarzade Ahmet Ataullah Efendi, a.g.e., c.III, s. 218-219
Eşkıyanın barut, tüfek vs. malzemesinin kalmamış olduğu muharebe esnasında katledilen ve idam
edilen eşkıyanın birinin üzerinden çıkan küçük bir kâğıt parçasından anlaşılmıştı. Yakında amaçlarının
tamamen boşa çıkacağı bekleniyorsa da Hanya’da bulunan İngiltere, Rusya, Avusturya ve Yunan
konsoloslarıyla İngiltere ve Fransa kumandanları, isyan faaliyetlerinde bulunan eşkıyanın hadlerini
bildiklerinden bir anlaşma yapma isteğinde olduklarını belirtmişlerdi. Sekiz gün içinde geldikleri
yerlere gitmelerine izin verildiği ilan edilmişken orduya karşı gelip ateş etmeleri üzerine ordu
tarafından haklarından gelindiği için artık mülakata gerek duyulmamıştı. Bahsedilen sekiz gün de
zaten bu esnada geçmiş olduğundan konsoloslar bunların suçlarının af edilip geldikleri yerlere
gitmelerine izin verilmesi için ricada bulunmuşlardı. Bu ricaya ret cevabı vermek doğru
olmayacağından Mora tarafına geri dönmelerine izin verilmişti. Kendilerine bir iskele tahsis
edilmesini istemeleri üzerine Sevde Limanı’ndan yola çıkmaları uygun görülmüştü. Bu esnada Fransa
konsolosu, Mora tarafına gönderilecek olanların toplu vaziyette olanlar için problem olmayacağını
fakat uzak yerlerde olanların bir araya gelmesi için yaklaşık olarak bir hafta süre tanınması gerektiğini
savunmuştu. İngiltere konsolosu ise bir haftanın toplanmak için çok uzun bir zaman olduğunu ifade
ederek bu fikri reddetmişti. Şayet bu süre içerisinde kendilerine herhangi bir taraftan yardım gelecek
olursa tekrar savaş olması ihtimali vardı. Bu yüzden etrafta dağınık halde bulunanların iki gün
içerisinde gelip gemilere binmesi gerekli görülmüştü. Daha uzakta olanlar için ise Mustafa Naili
Paşa’nın belirleyeceği kadar bir zaman tanınacaktı. Konsoloslar bir de gemi tahsis edilmesi için
talepte bulunmuşlardı. Fakat bu teklife verilen cevap oldukça manidar olmuştur. Zirâ bu isyancılar ne
adaya zorla getirilmiştir ne de bu taraftan gelmelerine yönelik bir davet olmuştur. Bu durumda ne
şekilde gelmişlerse yine o şekilde gitmeleri gerektiği cevabı verilmişti. Bunun üzerine İngiltere ve
Fransa kumandanları bunları kendi gemilerine alacaklarını ifade edince bazılarının da Osmanlı
kalyonlarına bindirilmek sureti ile Atina’ya gönderilmelerine karar verilmişti. Bu gelişmeler Mustafa
Naili Paşa’ya ve kumandana da bildirilmişti (İ. MTZ. GR, nr. 2/17, lef 68).
469
Tayyarzade Ahmet Ataullah, a.g.e., c.III, s. 219
470
İ. MTZ. GR, nr. 2/17, lef 68
468
142 Dağ köylerinde asayiş sağlanırsa İsfakya’ya hücum etmek kolaylaşacaktı.
Mustafa Nâili Paşa, orduyu yanına alarak önce dağ köylerine gitmişti. Buradaki
isyancıların silahlarını alıp, itaat etmelerini sağladıktan sonra Seline kazasına doğru
ilerlemişti. Dağ köyleri olarak adlandırılan bu yerlerin sakinleri inatçı ve sert insanlar
oldukları için, savaş usulleriyle girilip silahları teslim ettirilmiş ve peyder pey itaat
altına alınmışlardı. Bu suretle yeni bir tahrik olmadıkça, adanın, İsfakya’dan başka
hiçbir yerinde sorun kalmamıştı.471
İsfakya’ya gidilirken ordu yanına on beş gün yetecek kadar cephane almıştı.
800 askerin yardımı ile İsfakya’nın ablukası tamamlanacaktı. Bu arada Rumların süre
talebi ile ilgili kendilerine haber vereceğini taahhüt eden Fransız kumandanına henüz
bir cevap verilmemişti. Bu konuda Mustafa Nâili Paşa’nın fikri, gereken neyse öyle
davranılması yönündeydi.
Ferik ve Mirliva Paşalar ile Miralay Beyler bir toplantı yaparak son durumun
bir değerlendirmesini yapmışlardı. Şu halde, başka herhangi bir sıkıntı baş
göstermediği takdirde mevcut askerin tek koldan saldırması harp için yeterli
görülmüştü. Ancak mevcut asker ile İsfakya’ya muzaffer bir şekilde girilse bile -bu
bölgenin dağlık olması nedeniyle düşmanın dağlara kaçma ihtimaline karşı- dağ ve
tepelerde istihdam edilmek üzere biraz daha askere ihtiyaç duyulacaktı. Ayrıca
İsfakya’dan ayrıldıktan sonra da buradaki dağlık yerlerin muhafazası için bir miktar
askeri bırakmak icap edecekti.472
471
İ. MTZ. GR, nr. 3/25, lef 19
İki buçuk ay önce Osman Nuri Paşa kendisine İstanbul’dan gönderilmiş olan emrin bir suretini
Mustafa Naili Paşa’ya göndermişti. Buna göre eğer asker talep edilecek olursa üçer aylık maaşları
peşin olarak ödeyeceğini ifade etmiştir. Mustafa Naili Paşa da gerektiği zaman askeri hazır etmesi için
kendisinden yardım isteyeceğini bildirmiştir (İ. MTZ. GR, nr. 2/17, lef 68); Eşkıyanın hareketlerinde
ısrar etmeleri bunlara yabancı devletler tarafından yardım edildiği düşüncesini akla getirmekteydi. Bu
hususun önüne geçmek ve eşkıyanın hakkından gelmek üzere daha fazla kuvvete ihtiyaç duyulmuştu.
Şam tarafında oluşturulan nizâmiye askeri geldiğinde başka askere ihtiyaç duyulmayacağı için
Arnavutlardan vazgeçilmesi düşünülmüş ancak askerlerin gelmemesi ve isyancı eşkıyanın günden
güne çoğalması sebebiyle derhal üç vilayetten oluşturulan 2.000 paralı askerin gönderilmesine karar
verilmişti. Maiyetinde bulunan bir gemi ile tüccar gemilerinin bir kıtasının Mehmet Tahir’in
adamlarından olan Hurşid Efendi’nin 150 bin kuruş ile gönderilerek gemilerin alabildiği kadar askerin
seçilerek müsait bir subayın eşliğinde hemen getirilmesi Mustafa Naili Paşa tarafından müşir Osman
Nuri Paşa’dan talep edilmişti (İ. MTZ. GR, nr. 2/17, lef 70); Girit adasında Moralıların da tahrikiyle
gerçekleşen fesadın önlenmesi için gerekli askerin acilen gönderilmesi gerekmekteydi (İ. MTZ. GR,
nr. 2/17, lef 86).
472
143 Ordunun artık İsfakya üzerine gitme zamanı gelmişti. Orduda ancak 600
kadar sekban asker mevcut olup yerli gönüllüler geri döndükleri için 1.500 civarında
Arnavut sekban askerinin hemen Girit tarafına gönderilmesi söz konusu
olmuştu.473Bu arada eşkıya ile mücadele eden öncü kuvvetlerden alınan habere göre
ordunun dinlenme yeri olan nahiyenin dağ köylerinden ve diğer etraf köylerden
bağlılık talebinde bulunanlar olmuştu. Buralarda yaşayan Rumların silahları teslim
alınmak suretiyle ailelerinin dağa kaldırılıp eşkıyaya dâhil olmaları engellenmişti.
Böylece ordu, hızlı bir şekilde harbe girişmiş ve eşkıyanın hakkından gelerek, korku
ve endişelerinden arınmış bir vaziyette, gözü arkada kalmadan İsfakya’ya ulaşmıştı.
İsyancılarla yapılan çatışmalarda hepsi de perişan edilmişti.474 Görüşme talep
edenlere silahlarını teslim etmeleri söylendiğinde “Bizim silahımız yok, silahları
eşkıya topladı” diye cevap vermişlerdi. Ancak bu ifade onların eşkıyadan yüz
çevirdiği anlamına gelmemekteydi. Onların bu ifadeleri, tarlalardaki mahsullerini
almak istemelerinden kaynaklanmış olabilirdi. Ya da ordu “İsfakya Boğazı” adlı dar
boğazdan geçerken öldürülme ya da kötü muamele görme korkusundan ileri gelmiş
olabilirdi. Ordunun mahsulün olduğu bu bölgeye girmesi şimdilik uygun
görülmemiş, şayet üzerlerine hücum edilirse ancak o zaman savunma yapılması
planlanmıştı. Atılan her adımda öncelikli olarak, isyancı da olsa, Rum ahalinin
talepleri göz önünde bulundurulmuş ve imkânlar çerçevesinde talepleri hep yerine
getirilmişti. Zirâ padişahın emri de bu yöndeydi; “Rum ahaliyi devlete ısındırmak.”
Mehmet Tahir Bey, Girit’e geldiğinden beri isyan meselesinin çok fazla
uzamadan ve yabancıların müdahalesine mahal vermeden, olaya hâkim bir şekilde
bitirilmesi için elinden geleni yapmıştı. Son muharebelerde dışarıdan gelen eşkıya
tamamen mağlup edilmişti. Abluka sebebiyle yardım alamadıklarından artık ellerinde
fazla güçleri kalmamıştı. Yerli reaya da silahlarını teslim edip af dilemişti. Fakat bu
473
Donanma’dan Şam tarafına gitmek için hazırlanmış olan 3000 kişilik düzenli askerin 1.500’ü
Girit’e gönderilmişti. Girit’e yardım için gelmiş olan bu askerlerin yine Şam’a iade edilmesi
gerekiyordu. Ancak burada asker ihtiyacı olmadığından bu askerlerin Anadolu ve yahut Rumeli
taraflarına ya da İstanbul’a gerekli görüldüğü zamanlarda gönderilmesi planlanmıştı. Ayrıca Girit’e iki
gemi ile 699 asker daha gönderilmişti (İ. MTZ. GR, nr. 3/25, lef 22); Girit adasında gerçekleşen
isyanların bastırılması için görevlendirilmiş olan subay ve askerlerin maaş ve masraflarını ödenmesi
için Defterdar Mehmet Salih Bey, hazineye 8.000 kese akçeye ihtiyaç duyulduğunu bildirmişti (İ.
MTZ. GR, nr. 2/17, lef 79).
474
Tayyarzade Ahmet Ataullah Efendi, a.g.e., c.III, s. 219
144 dilek pek samimi bulunmamıştı, Zirâ sadece tarladaki mahsulü kaldırmak için olduğu
tahmin ediliyordu. Ama yine de meselenin ortadan kaldırılması için bir şey
denilmeyip hepsinin itaatleri kabul edilmişti.475
Kandiye’de bırakılmış olan Miralay Mustafa Bey, 5 Temmuz 1841 tarihinde
Mehmet Tahir Paşa’nın yanına dönmüş ve gelişmeleri şifahi olarak anlatması için
vapurla merkeze gönderilmişti. Tahir Paşa, Miralay Mustafa Bey’in ve vapurunun
gerekli
emirler
verildikten sonra
iki günden fazla bekletilmeyip hemen
gönderilmesini rica etmişti.476
Girit’te eşkıyanın güç kaybetmeye başladığı bir zamanda, Yunanistan’da
bulunan Osmanlı sefiri Kostaki’den477 bazı haberler gelmişti. Yunan adalarında,
Osmanlı donanması aleyhinde kullanılmak üzere, Şire tarafında ateş gemileri
yapılmakta olduğu haber verilmişti. Mösyö Kostaki tarafından, ateş gemilerinin nasıl
tedarik edildiği Yunan sefaretine resmi olarak sorulmuş ve bu gemilerin, Yunan
kaptanları tarafından hazırlanmış olduğu öğrenilmişti. Bu gelişmeleri Kaptan
Mehmet Tahir Paşa, 5 Temmuz 1841 tarihinde merkeze bildirmişti. Ayrıca bu durum
hemen ablukada bulunan gemi kumandanlarına da bildirilmiş ve uyanık olmaları
tembih edilmişti. Kaptan Mehmet Tahir Paşa da gerekli tedbirleri almıştı.478
5 Temmuz 1841 tarihinde, Girit Valisi Mustafa Nâili Paşa, sadarete bir yazı
göndererek, şimdiye kadar yapılan muharebeler hakkında detaylı bir rapor sunmuştu.
Bu rapora göre Paşa şunları ifade etmişti:
475
İ. MTZ. GR, nr. 3/38, lef 25
İ. MTZ. GR, nr. 3/38, lef 26
477
Atina elçisi olan Kostaki Musurus’un Osmanlı Devleti’ne çok yararlı faaliyetleri olmuştur. Nurdan
Şafak, “Bir Tanzimat Diplomatı Kostaki Musurus Paşa (1807-1891)”, Marmara Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, İstanbul 2006; Hayrettin Pınar, “Kostaki Musurus’un Atina
Sefareti ve Osmanlı-Yunan Diplomatik Krizi”, Belleten, c. LXXVI, S.275, 2012 Nisan, s.207-237;
Aslen Rum olup, Ortodoks mezhebinden olan Musurus Paşa, 8 yıl boyunca Atina’da şerefli bir şekilde
Osmanlı Devleti’nin menfaatlerini müdafaa etmişti. Kendisinin bu kabiliyetinden daha önemli
yerlerde faydalanmak düşüncesiyle, önce Viyana daha sonra da Londra’da elçilik görevleri verilmişti.
Sinan Kuneralp, “Bir Osmanlı Diplomatı Kostaki Musurus Paşa (1807-1891), Belleten, c.34, S. 135,
Ankara 1970, s.421-435; Nurdan Şafak, a.g.t., s.3; İstanbul’da Girit kökenli Hristiyan bir Rum olan
Kostaki, 1840 yılında Yunanistan’a Osmanllı Devleti’nin ilk sefiri olarak atandı. David Barchard,
“Veli Pasha ve Consul Ongley”, s. 89
478
İ. MTZ. GR, nr. 3/38, lef 27
476
145 “Allah’ın yardımıyla yanımda bulunan ordumuz ile Hanya’da 5, Kandiye’de
3 defa girdiğimiz savaşlarda galip geldik. Asiler mağlup edilmiştir. Bu sırada
Kaptan Paşa ile de haberleşerek mutedil hareketi elden bırakılmayıp kargaşanın ve
ihtilalin bitirilmesi için ne gerekiyorsa yapılmaktadır. Sadaretin politikasının bir
neticesi olarak Kandiye nahiyeleri ahalisi himayemize girip silahlarını teslim
etmektedirler. Hanya sancağından Apakoron ve Hanya merkez nahiyesinin bazı
köylerinden af dileyenlerin silahları toplanılmaktadır. Beş günden beri İsfakya’nın
yarı kuvveti sayılan dağ köylerine gelinmiş ve bunların da af dileyecekleri anlaşılmış
ve hatta silah getirip teslim etmeye başlamış olduklarından bu iş de üç beş gün sonra
sonuçlanacaktır. Şimdiye kadar af dileyip himayemize girenlerden Hanya ve Kandiye
ordularında 600’den fazla tüfek toplanmış ve hâlâ toplanmaktadır. Reayadan olanlar
mal, can, ırz ve namuslarından emin olduktan başka isyancıların aileleri ve evleri de
saldırılardan
korunmaktadır.
Her
yönden
padişahın
rızasının
dışına
çıkılmamaktadır. Bu sebeple meselenin kısa zamanda tamamen halledileceği
düşünülmektedir. Ordumuzun ortaya çıkışından şimdiye kadar yaptıkları savaşlar vs.
tafsilatlı bir şekilde peyderpey Kaptan Paşa hazretlerine tarafımızdan tahriratla
bildirilmiştir. Kaptan Paşa’nın işarlarıyla da durum görülecektir.”479
4) Savaş Sırasında Ele Geçirilen Bazı Rumca Mektuplar
Savaş sırasında öldürülen isyancıların cebinden bazı mektuplar çıkmıştı. Bu
mektuplar, isyancıların ada dışındakilerle nasıl haberleştiklerini açıklar niteliktedir.
Mesela, Kisamo kazasından Mihaki, yapılan muharebe esnasında katledilince
cebinden bazı evraklar çıkmıştı.480 Bunlar, Kaptan Mihaki’ye yazılmış olan
mektuplardı. 21 Mayıs 1841 tarihli “ kardeşin Bali Festaki ” imzalı mektupta,
kendisine çok miktarda ekmek, iki yüz fişek ve bir miktar gömlek ile istediği
adamların gönderildiği yazılıydı. 10 Mayıs 1841 tarihli “kardeşin Emanoil” imzalı
mektupta ise bir an evvel kendilerinin olduğu tarafa gelmeleri gerektiği ve ne kadar
erken gelirlerse o kadar çok haklarının olacağı yazılıydı. Diğer bir mektup ise 11
479
480
İ. MTZ. GR, nr. 3/38, lef 28
İ. MTZ. GR, nr. 2/17, lef 64
146 Mayıs 1841 tarihli olup, Mihail adlı kişi tarafından, Hanya’da oturan Terzi Yani’ye
atfen yazılmıştı. Mektupta, altı kap şeker ve üç kap kahve ve bir miktar tütün
gönderilmesi talep edilmişti. Yorgi adlı bir kişi 14 Mayıs 1841 tarihinde babası
Yani’ye ve kız kardeşi Katerina’ya yazdığı mektupta, üç aydır paşaların kendilerini
tehdit ederek itaat altına almak için uğraştıklarından şikâyet etmişti. Olumsuz bir
durum meydana gelecek olursa kale içlerine dâhil olacaklarını haber vermişti. En
önemlisi, bundan sonra kendisine gönderilecek mektupların üzerine tedbir olarak
başka bir isim yazılmasını tembihlemişti. Son mektup ise mülk satışı ile ilgiliydi.
Hanya’da oturan birine amcası tarafından 5 Mayıs 1841 tarihinde yazılmış olan bu
mektupta, bir dükkân satışından duyulan memnuniyet dile getirilmiş ve bu satıştan
alınacak olan miktarın gönderildiği haber verilmişti.481 Muharebe esnasında
öldürülen eşkıyanın yanında bulunan bu Rumca mektuplar tercüme edilerek Mustafa
Nâili Paşa’ya takdim edilmiş ve daha sonra da merkeze yollanmıştı.482
5) Arnavut Askerlerinin Uygunsuz Tavırlarına Engel Olunması
Tahir Paşa Girit’e vardığı günden beri sürekli mücadele halinde olmuştu.
Girit eşkıyası mağlup edilirken morali bozulan eşkıya reisleri arasında nifak çıkmıştı.
Kaptan Paşa son bir darbe vurmak için İstanbul’dan ve Arnavutluk’tan bir miktar
askerin gelmesini beklemişti.483 Aslında Arnavut askerleri uygunsuz hareket
ettiklerinden istihdamları uygun görülmüyordu. Fakat askerlerin tamamı henüz adaya
gelmemişti ve mevcut asker de yetersiz olduğundan 2.000 kişilik Arnavut askerinin
getirilmesine mecbur kalınmıştı. Niş ihtilalinde484 istihdam edilmiş olan Arnavut
askeri uygunsuzluğa cüret etmiş olduklarından Girit’e gönderilecek Arnavutlara
uygun olmayan davranışlarda bulunmamaları konusunda dikkat ve itina gösterilmesi
gerekmekteydi. Arnavut askerleri, köyleri yakma, malları yağma etme, esir alma, ırza
geçme gibi her türlü uygunsuzluğa cüret ettiklerinden, bu husus Avrupa’da büyük bir
481
İ. MTZ. GR, nr. 2/17
İ. MTZ. GR, nr. 2/17, lef 77
483
İ. MTZ. GR, nr. 2/20, lef 1
484
Niş ayaklanmasının detayları için bkz. Mahir Aydın, Osmanlı Eyaleti’nden Üçüncü Bulgar
Çarlığına, İstanbul 1996, s.38
482
147 tesire ve pek çok iftiraya sebep olmuştu. Girit’e Arnavut askeri getirileceğinden, bu
tür davranışlar sergilerlerse çok kötü neticeler vereceğinden, buna dikkat edilmesi
uyarısı yapılmıştı.
Askerleri almak için gönderilen vapur, 1.000 kişiyi ancak alabilmiş, geri
kalanları ise tüccar gemileri ile gelmek zorunda kalmıştı. Gerek bunların ve gerekse
diğer mevcut askerin herhangi bir şekilde uygunsuz harekete cesaret etmemelerine
dikkat ve özen gösterilmişti. Malların gasp edilmemesi, köylere ve evlere zarar
verilmemesi hususları Mustafa Nâili Paşa ve diğer ilgili memurlara tembih edilmişti.
Bu vesile ile köylülerin canına, malına ve ırzına zarar verilmemesi konusunda sabır
ve gayretle çalışılmış ve dikkatte kusur edilmemişti.
Girit adasındaki ihtilali bastırmak için Arnavutluk’tan getirilecek askerlerin
asayişi ve kimseye bir zulüm yapılmaması ve yabancı devletlerin bazı sözler sarf
etmesine engel olunması için Mustafa Nâili Paşa ve Kaptan Paşa’ya merkezden
emirler gönderilmişti. Mustafa Nâili Paşa, Girit’e ihtilali bastırmak için
Arnavutluk’tan getirilecek askerlerin daha önce ahaliye karşı yaptığı uygunsuz
hareketleri sebebiyle bazı şeyler söylenmekte olduğundan, bunların Girit’e
geldiklerinde reayaya zulmetmemeleri için ne gerekiyorsa yapılması hususunda
verilen emirlere uymanın kendisinin bir vazifesi olduğunu beyan etmişti. Adaya
geldiklerinde herhangi bir uygunsuzluk meydana gelmemesi için gereken her şeyin
yapılacağına ve basiretle hareket etmeye özen göstereceklerine dair teminat vermiş,
herhangi bir kuşkuya düşülmemesi gerektiğini belirtmişti.485 Bu emir, Kaptan Paşaya
da ulaşmış ve her bir emrin uygulanması, O’nun tarafından da bir vazife olarak
görülmüştü. Zirâ Paşa da Arnavut askerler hakkında çıkan bu haberlerden dolayı
Girit’te emniyet ve adaleti sağlamak için gerekenin yapılacağını belirtmişti. Girit’e
geldiğinden beri Arnavut başıbozuk askerlerin buraya ayak bastırılmamasına
çalışmış, fakat Şam’dan yeteri kadar asker getirilememesi ve buradaki askerin
eşkıyayla mücadeleye yetmemesi sebebiyle Arnavut askerlerinin getirilmesine
485
İ. MTZ. GR, nr. 3/38, lef 29
148 mecbur kalınmıştı. Arnavut askerleri adaya geldiğinde verilen emirlerin gereği
yapılacak, asayiş sağlanacak ve reayaya zulmetmeleri engellenecekti.486
G) SON HEDEF: İSFAKYA EŞKIYASI
Hanya ve Kandiye orduları ile Seline ve Kisamo (Kastellion) taraflarında
şimdiye kadar meydana gelen muharebelerde eşkıya perişan edilmişti. İsyan
faaliyetlerinde bulunan bazı reaya da Mustafa Nâili Paşa ve Kaptan Paşa tarafından
tedip edilmişti. İsyancıların çoğu af talebinde bulunmuş ve bu talepleri Mustafa Nâili
Paşa tarafından kabul edilmişti. Gruplar halinde af dileyerek silahlarını teslim
etmişlerdi. Geriye sadece birkaç köy ve tamamı eşkıya olan İsfakya kalmıştı. Fakat
İsfakya reayası kendilerine bazı teminatlar verilmesini istemiş ve beş husus üzerinde
talepte bulunmuşlardı.
1) İsfakya Ahalisinin Teslim Şartları ve Mustafa Nâili Paşa’nın Cevabı
İsfakya ahalisinden biri rahip, Yorgi ve Yani adında ikisi Rum olmak üzere
toplam üç kişi, 29 Haziran tarihinde ordu karargâhına gelerek Mustafa Nâili Paşa,
Ferik Reşid Paşa ve Miralay Mehmet Bey’e nahiye ahalisi adına geldiklerini ifade
etmişlerdi. Beş şartla af talep ettiklerini, devletin reayası olduklarının kabulünü talep
etmişlerdi. Bu şartlar:
1- Aşardan başka herkesten malının değerine oranla ağır vergiler alınacağı
haberi yayılmıştı. Bu gibi vergileri daha önce vermemiş olduklarından ne şekilde
vergi vereceklerinin kendilerine bildirilmesi ve vergilerinde kolaylık sağlanması,
486
İ. MTZ. GR, nr. 3/38, lef 34; Tüm çabalara rağmen Girit’e gelen Arnavut askerlerinin adada bazı
zararlı davranışları olmuştu. Bu yüzden başıbozuk askerlerin istihdamı sakıncalı bulunmuş ve
memleketlerine gitmelerine izin verilmesi gündeme gelmişti (İ. MTZ. GR, nr. 3/38, lef 36).
149 2- Cezalandırılacaklarından korktukları için, geçmişteki suçları yüzünden
kimsenin tenkit edilmemesi ve bu konuda bir senet yazılıp, yabancı devletlerin
konsolosları tarafından da imzalanması,
3- Eskiden olduğu gibi nahiyeye muhafaza için 20-30 asker ve bir subay
gönderilmesi,
4- Nahiyeleri dağlık olduğu için eskiden beri ahalinin silah taşımakta olduğu,
bu silahların ahalide kalmasına izin verilmesi,
5- Silahlar alınacaksa, ittifakla silah vermeyeceklerine karar verdikleri için
silah vermeyi istemeyenlerin buradan ayrılıp başka bir yere gitmelerine izin
verilmesiydi.
İsfakya ahalisinden teslim şartları için gelen bu üç kişiye Paşa tarafından tek
tek cevap verilmişti. Bu şartlarla ilgili vergi ve silahların teslimi hususunda çok fazla
ısrar edilmişti.487
Mustafa Nâili Paşa, temsilcilere verdiği cevapta:
“İsfakya ahalisinin sizi buraya göndermesindeki maksat aman dileyip
evlerinizde rahat oturmanız mı yoksa birkaç gün önce Mora’dan gelen İsfakyalı bir
rahibin “beş on gün sabredin üç dört kayık ile Mora’dan askerler ve mühimmat
gelecektir” demesiyle sizlerin de buna itimat ederek birkaç gün vakit kazanmak
mıdır? Eğer maksadınız itaat ve teslim olmak ise talepleriniz yavaş yavaş mümkün
olduğunca Kaptan Paşa’dan izin alınarak yerine getirilecektir. Ancak bizi bu gibi
sözlerle kandırıp vakit kazanmak isterseniz bu olmaz. Ada padişahımızındır ve beni
de buraya muhafız kılmıştır. İşte ordu hazırdır. Kaptan Paşa da donanma ile tayin
edildi. Gerekli olursa bize mani olacak yoktur. İcabında kalkar nahiyenize geliriz.
Karşı koymak isterseniz hakkınızdan geliriz. Toprağınızda evinizde oturursanız
istirahatiniz sağlanır” demişti.
487
İ. MTZ. GR, nr. 3/38, lef 25
150 Temsilciler cevap olarak, nahiye ahalisinin samimi olduğunu, herhangi bir
hile olmadığını, ahalinin sadece huzur içinde yaşamayı ve zikredilen beş şarta
uyulmasını istediklerini tekrarlamışlardı.
İsfakya ahalisinin verdiği dilekçelerinkopyaları Mustafa Nâili Paşa tarafından
sadarete yollanmıştı. Paşa bunlara ek olarak İsfakya ahalisi hakkında bazı
açıklamalar da ilave etmişti. Bu bölgenin taşlık bir yer olduğu için elde edilen
mahsulün azlığından ve bu yüzden de ahalisinin genelinin fakir olduğundan
bahsetmişti. Bu sebeple isteklerinin uygun görülürse kabul edilmesini, isyan nedeni
ile hassas bir dönemden geçen ahalinin başında bulunan dört kaptanın birine 400 ve
diğer üçüne eşit miktarda 300’er kuruş mahiye tahsis edilmesini talep etmişti. Paşa,
bu sayede İsfakyalıların yönetime karşı bir minnet duygusu içinde olacaklarını
tahmin etmekteydi. Bu istek adanın emniyette olması için diğer nahiyelerin ahalisine
sızdırılmamak şartı ile uygun olabilirdi. Tüm bunların gerçekleşmesi için padişahın
onayı gerekmekteydi.488
Buna göre ilk olarak, bütün Osmanlı memleketinde uygulandığı şekliyle
hasılatın 10’da 1 öşür olarak verilecekti. Girit’in Müslüman ve Hristiyan ahalisinin
verecekleri vergiler, diğer şehirlerdeki reayanın vergileriyle aynı olmalıydı. Bundan
başka bir hak talep edilemezdi. Temsilciler dağlık nahiyelerdeki ahalinin fakir
olduğundan diğer nahiyelerin ahalisi ile eşit tutulamayacağını ifade etmişlerdi.
Önceleri padişahın reayası iken 4 ve 8 kuruştan cizye verdiklerini, şimdi ise 15’şer
ve 30’ar ve 60’ar kuruştan cizye vermeleri gerektiğini ancak buna muktedir
olmadıklarını belirtmişler ve bu vergiden muaf tutulmalarına müsaade edilmesini
istemişlerdi. Fakat bu teklif kabul edilmemiş, memlekette yaşayan diğer reaya gibi
onların da cizye vermeleri gerektiği söylenmişti. Zaten nahiye ahalisi fakir
olduğundan ahaliden daha önceleri cizye 60’ar kuruştan tahsil edilmeyip edna ve
488
İ. MTZ. GR, nr. 3/29; İ. MTZ. GR, nr. 3/30; Girit’te Hıristiyan ahali tarafından vekâleten Hanya,
Resmo ve Kandiye meclislerine dilekçeler yazılmıştır. Dilekçelerinde mevcut maaşlarının yetersiz
olduğunu, durumlarının kötü olduğunu ve bundan dolayı aldıkları maaşlarda iyileştirme yapılmasını
istediklerini belirtmişlerdir. Bu talepler karşısında Mustafa Naili Paşa tarafından bir miktar zam
yapılmıştır (İ. MTZ. GR, nr. 4/66, lef 3).
151 evsât itibariyle yani 15’er ve 30’ar kuruştan tahsil edildiği, bundan sonra da böyle
devam edeceği belirtilmişti.
İkinci olarak, aman dileyip bundan sonra ırz ve edepleriyle geçinecekleri için
önceki suçları af olunacaktı. Kimse tenkit edilmeyecek ve içlerinin rahat olması için
affolunduklarını gösteren Kaptan Paşa ve Ferik Reşid Paşa tarafından imzalı kâğıt
verilecekti. Ancak yabancı devletlerin imzalarına gerek görülmemişti. Zirâ bir
devletin, diğer bir devletin iç işlerine karışması uygun değildi.
Üçüncü olarak, nahiyeye asker gönderilmeyebileceği bildirilmişti. İsfakya
gümrüğünün muhafazası için gerekirse gümrükçü tayin edilecek, 20-30 askerle 1
subay gönderilecekti. Fakat bundan sonra, İsfakya ahalisi asla aykırı bir harekette
bulunmayacak, gümrükten kaçakçılık yapmayacaktı. Dışardan hırsızlar kayıklarla
gelirse bunları kabul etmeyecekleri konusunda uyarılmışlardı. İsfakya ahalisinden
biri aşağıdaki nahiyelerden birine gelerek bir hırsızlık veya başka bir edepsizlik
yapar da İsfakya’ya geri dönerse kabul edilmeyip, mahkemeye çıkmak için meclise
gönderilecekti. Bu şartlara uydukları takdirde talep ettikleri sayıda asker ve subay
gönderilebileceği belirtilmişti.
Dördüncü olarak, tüfeklerinin teslim edilmeyip ellerinde bırakılması kabul
edilebilir bir talep değildi. Bilindiği gibi silahını bırakmayanın reayadan
sayılmayacağı
beyan
edilmişti.
Silahlarını
teslim
etmezlerse
itaatlerine
güvenilemeyecek, bu suretle adada tam bir emniyet sağlanmış olmayacaktı. Bu
sorunun asıl muhatabı Kaptan Paşa olduğundan mesele kendisine arz edilecek ve
nihai kararı O verecekti. Bu arada yabancı silahlıların bir kısmı hâlâ adanın dağlık
bölgelerinde mevcuttu. Ahaliye elindeki silahlar ile yabancıları kovmaları
söylenmişti. Daha sonra da silahları teslim etmeleri istenmişti. Ayrıca içlerinden
birisinin başka bir yere gidip bir kanunsuzluk yapacak olursa o edepsizi kabul
etmeyerek teslim etmeleri istenmişti. Mustafa Nâili Paşa, ahaliye, köylerinin
güvenliği için askerin arttırılacağını söylemişti. Fakat öncesinde Kaptan Paşa ve
kendisinin onlardan isteği, derhal silahlarını telsim etmeleri ve evlerine
dönmeleriydi. Sürekli olarak huzur istiyorlarsa, silahlarını teslim etmeleri gerektiği
152 tekrarlanmıştı. Ahaliden bazısı, kendilerinin padişahın reayası olduğunu, bir takım
kişilerde silah bulunduğunu ve bazılarının mesela 300 kuruş değerinde malı varsa bu
miktardan daha fazla silahı olduğundan, silahlarını teslim etmektense başka bir yere
gitmeyi tercih eden köylülerinin olduğunu belirtmişlerdi. Silah konusunda
kendilerine izin verilmesi konusunda ısrarcı olmuşlardı.
Ahalinin verdiği itaat sözü önceden de vaki olan bir şeydi. Ancak
icraatlarında bir sadakat görülmediğinden silah konusunda asla izin verilmeyecekti.
Zirâ köy ahalisi daha önce birkaç defa muhalif hareketlerde bulunmuş, isyan
faaliyetlerinde ön ayak olmuşlardı. Ne olursa olsun silahlar alınacaktı. Silahları
kıymetli olanlar, silahları orduya götürüp askere satmalarına ya da başka bir şeyle
değiştirmelerine müsaade edilmişti. Başka memleketlere gitmek isteyenlerin
olabileceği
tahmin
edilmişti.
Zirâ
devlet
herkesin
rahatını
ve
huzurunu
düşünmekteydi.489Aslen Giritli olanlar, itaat etmiş, evlerinde huzur içinde oturma
ümidiyle silahsız kalmayı kabul etmişlerdi. Nihayetinde ahaliye silahlarının her
halükarda alınacağı, kıymetli silahları olanların bunları satmalarına izin verileceği
söylenmişti.
Temsilciler, başka yerlerden Girit’e gelmiş olan eşkıya reislerinin ve diğer
yabancı silahlı Hıristiyanlar ile onlara tabi olan aslen Giritli serseri kimselerin adadan
kovulmalarına yardım etmek istemişti. Ahalinin, yabancı eşkıyaya, onları
istemediklerini kendilerinin söylemesi daha uygun olacaktı. Zaten ahali, eşkıyaya
kendilerini istemediklerini defalarca söylemişti. Eşkıyanın geldikleri yere dönmeleri
için izin verilmesini, bu suretle def edilmelerini talep etmişlerdi. Aralarında aslen
Giritli varsa ve vatanında huzur içinde oturmak istiyorlarsa, silahını teslim etmesi
şartıyla, diğer reaya gibi onların da huzuru sağlanacaktı. Fakat ahali, yabancıların
adada bulunduğu süre boyunca tüm ada ahalisinin ve özellikle kendi bölgelerinin
huzurlu olamayacağının açık olduğunu belirtmiş, ısrarla hepsinin rahatı ve huzuru
için yabancıların silahları ile birlikte kendi memleketlerine dönmelerine izin
verilmesi suretiyle def edilmelerinin kendilerini çok mutlu edeceğini ifade etmişlerdi.
489
İ. MTZ. GR, nr. 3/25, lef 21-1
153 Bu hususların hemen nahiye ahalisine bildirilmesi gerekiyordu. Temsilciler
cevabın getirilmesi için altı gün süre istemişlerdi. Bu süre çok uzun bulunmuş ve
kabul edilmemiş, dört günde karar kılınmıştı. Bu görüşme Pazartesi günü yapıldığı
için Cuma gününe kadar süre verilmişti.490
2) Teslim Şartlarına Karşı Sadaretin Tutumu
Ahalinin talepleri sadarete de bildirilmişti. Mustafa Nâili Paşa’nın taleplere
verdiği cevaplar tasdiklenmişti. Sadaretten gelen yazıda, Mustafa Nâili Paşa ile
Kaptan Paşa’nın ittifak ederek emir ve iradelerin uygulanması ve bir an evvel adanın
asayişinin tekrar sağlanmasına çalışılması emredilmişti. Nitekim adada işler yoluna
girmeye başlamıştı. Mustafa Nâili Paşa ve Tahir Paşa asilerle baş edebilme
hususunda iyi organize olmuşlardı. Paşaların yazdıkları haberler, meclisin yaptığı
müzakereler ve aldığı kararlar maksada uygun görülmüştü.491 Fakat silahların teslimi
konusunda reayanın alıştığı şekliyle ellerinde kalmalarına göz yumulması, vergi
konusunun adaya has olarak uygulanması ve silahlarını teslim etmek istemeyenlerin
başka bir yere gitmelerine engel olunmaması maddelerini ileride zarara sebep
olabilme ihtimaline karşı uygun görülmemişti. Ayrıca adadaki askerlerin bir müddet
daha orada kalması gerekecekti.
Reayanın suçlarından dolayı tenkit edilmeyeceklerine dair bir senet verilmesi
ve bu senedin de konsoloslar tarafından imzalanmasıyla ilgili olarak İngiltere
donanması kumandanı arabuluculuk edeceğini söylemişti. Mücadeleden galibiyetle
çıkılmış olmasından sonra arabuluculuğa gerek yoktu, fakat arabuluculuk talebi
reddedilirse kumandan ve İngiltere konsolosunun bir fesat çıkarma ya da
uygunsuzluk bir tavır sergileme ihtimali vardı. Bunlarla ilgili olarak Kaptan Paşa
nasıl davranması gerektiği konusunda tereddüt yaşamıştı.
Bu konuda hükümet tarafından gönderilen cevapta, konsolosun kefaleti
mahzurlu bulunmuştu. Eğer arabuluculuk kabul edilirse yabancı müdahalesinin önü
490
491
İ. MTZ. GR, nr. 3/38, lef 18
İ. MTZ. GR, nr. 3/38, lef 40
154 alınamazdı. Fakat reaya geçmişteki olaylar sebebiyle, sadece yöneticilere güvenip af
dilememişti. Reayanın tam bir emniyet altında olması için Fransa devleti de bir
ihtarda bulunmuştu.
Kaptan Paşa ve Mustafa Nâili Paşa’nın hareketleri sadaret tarafından durum
ve şartlara uygun bulunmuştu. Adadaki isyan neredeyse bitmek üzere olduğu için
konsolos ve kumandanın müdahalelerinin de engellenmesi hususunda sefarete baskı
yapılması
emredilmişti.
Konsolosları
tarafından
kumandanın aracılık
etme
konusundaki ısrarı engellenmeli ve azledilmesi sağlanmalıydı. Eğer yapılamazsa,
İngiltere’deki Osmanlı sefiri Şekip Bey’in yardımı talep edilecekti. Reayaya Tahir
Paşa tarafından verilen teminat eğer kabul edilirse, bununla ilgili bir kıta ferman
yayınlanacak ve Hariciye Nezareti tarafından İngiltere sefaretine söylenecekti.492
3) İngiliz Elçisinin Arabuluculuk Israrı ve Bâbıâli’ye Gösterilen Sert Tavır
İsfakyalıların teminat taleplerinin ikinci maddesi “suçları yüzünden kimsenin
tenkit edilmemesi, bu konuda bir senet yazılması ve senedin yabancı devletlerin
konsolosları tarafından da imzalanması” idi. Mustafa Nâili Paşa tarafından bunun
asla kabul edilemeyeceği beyan edilmiş olsa da İngiltere gemileri kumandanı, bu
meselede ısrarla arabuluculuk yapmak istemişti. İsyan ve eşkıyalık faaliyetlerinde
bulunan tebaanın tedip edilmesinin her devletin belirlemiş olduğu belli kurallar
çerçevesinde yapılması gerektiğini ve af dileyenler için kendilerine teminat
verilmesini, itaat ettikleri takdirde de af edilmeleri gerektiği belirtmişti.
Hâlbuki bir devletin kendi tebaası arasında olan bir meseleye dışarıdan
yapılan müdahale hoş değildi. Osmanlı Devleti’nin, bir kere alenen kendisinden af
dileyenlere emniyet sözü verdikten sonra, bunun aksine bir hareketin gerçekleşmesi
beklenemezdi. Bu yüzden İngiliz kumandanın arabuluculuk etmesi yersiz bir
davranış olacaktı. İngiliz elçisinden kumandana bir mektup yazması ve içeriğinde
teslim olanlar hakkında, Osmanlı Devleti’nden af edileceklerine dair talimat
492
İ. MTZ. GR, nr. 3/38, lef 40
155 geldiğinden, kendilerinin arabuluculuk yapmalarına gerek kalmadığından bahsetmesi
istenmişti. Ayrıca İngiltere konsolosunun bazı düşüncesiz hareketleri nedeni ile
azledilerek değiştirilmesi gündeme gelmişti.
Sonunda İngiltere elçisi tarafından Kandiye’de bulunan İngiltere konsolosuna
verilen cevapta biraz sert bir üslup kullanılmıştı. Bâbıâli’nin Girit konusunda dış
müdahaleyi kabul etmediği konusundaki kararı sert bir dille eleştirilmişti.
ZirâBâbıâli’nin İngiliz tekliflerini reddetme hakkı olmadığı ifade edilmişti. Bu
uygunsuzluk neticesinde konsolosun azledilmesi ve değiştirilmesi gündeme
gelmişti.493
Bu arada Girit adasındaki abluka devam etmekteydi.494 Mehmet Tahir
Paşa’nın eline, Yunan elçiliğinin abluka konusundaki cevabını içeren bir belge
ulaşmıştı. Buna göre, abluka konusunda Yunan sefareti tarafından kanunlara
uyulmadığı iddia edilmekteydi. Sefaretin haksız olduğu, abluka usullerinin dışına
hiçbir şekilde çıkılmadığı ifade edilmişti. Bu durum sefarete tekrar bildirilmiş ve
usule aykırı bir hareket olmadığı söylenmişti. İçeriğini harf harf incelemiş olan Paşa,
sefirin bu konudaki sözlerinin dost devletlerarasındaki cari kanunlara uymadığını,
elçinin haksız olduğunu belirtmişti. İşin doğrusu abluka usulüne aykırı herhangi bir
hareketin olmadığı açıktı. 495
4) İsfakya Eşkıyasının Teslim Olması
Miralay Mustafa Bey, İsfakya reayasının isteklerinden suçlarının af edilmesi,
silahların alınması ve vergi hususlarının adaya tatbik edilmesiyle ilgili konuların
düzeltilmesi gerektiği fikrinde idi. Silahlarını vermek istemeyenlerin başka yere
nakli, konsolosların kefaleti ve İngiltere kumandanının kabul edilmesi konuları
mahzurlu olabilirdi. Girit meselesinin yabancı müdahalesine fırsat vermeden biran
493
İ. MTZ. GR, nr. 3/21, lef 2
İ. MTZ. GR, nr. 3/21, lef 1
495
İ. MTZ. GR, nr. 3/38, lef 32
494
156 evvel sonuçlandırılması gerekmekte idi. Zaten Girit Adası üzerinde İsfakya’dan
başka bir sorun da kalmamıştı.
Reayanın talepleri karşılanmıştı. Ancak verilen dört günün sonunda
temsilciler tekrar görüşmeye gelmemiş, ahalinin verilen cevapları kabul edip
etmediği hususunda haber gelmemişti. Bunun üzerine oyalanmadan İsfakya
eşkıyasının üzerine gitmek için yola çıkılmıştı. Mevcut ve sonradan ulaştırılan
düzenli askerlerle, Arnavut ve sekban askerlerinin hepsi birleştirilip büyük bir ordu
ile iki taraftan hücum edilmesi hususu Mustafa Nâili Paşa ile müzakere edilmişti.
Alınan karar doğrultusunda 19 Temmuz günü hareket edilerek İsfakya boğazına
doğru gidilmişti. Fakat eşkıyanın asıl reisi ve diğer bütün reisler ile her köyden birer
ikişer aklı başında kimseler ordunun karşısına geçip fikir beyan etmişler ve teslim
talebinde bulunmuşlardı. Eşkıyanın bu talebi kabul edilmişti. Hepsine birden
fikirlerini söyleme şansı verilmişti. Boğazdan geçerek İsfakya’ya varılmış ve silahlar
toplanmaya başlanmıştı. Kaptan Ahmet Paşa zahire gemileri ve diğer gemilerle
Sevde’ye geri dönmüştü. Böylece İsfakya meselesi dahi bu sayede sona ermiş ve
Girit meselesi tamamen sona ermişti. Fakat 200 kadar isyancı ısrarla “konsolos ve
kumandanlar tarafından taahhüt olunmadıkça teslim olmayız” diyerek dağlara firar
etmişse de taahhüt konusu asla kabul edilmemişti. Bu asiler, arkalarından gönderilen
askerler tarafından ele geçirilmişlerdi.496 Rum eşkıya Padişahın emri altında itaate
dâhil edilmiş ve bundan sonra reayayı tahrik etmeye hâli kalmamıştı.
İsfakya nahiyesi sınırları içinde bulunan köyün ileri gelenlerinden yirmi Rum
Mustafa Nâili Paşa’nın huzuruna gelerek meydana gelen hadiseleri izah etmiş ve
bütün köy ahalisi adına işledikleri suçlardan af dilemişlerdi. Fakat önceden de üç kişi
gelip teslim olmayı talep etmişler, kendilerine dört gün süre verilmişse de bir daha
geri dönmemişlerdi. Ayrıca ordu Seline taraflarına giderken, köye inen asiler, zahire
çalmaya cesaret etmişlerdi. Yine aynı şekilde dertleri zaman kazanmak ise buna
müsaade edilmeyeceği söylenmişti.
496
İ. MTZ. GR, nr. 3/25, lef 15
157 Orduyla yarına kadar köye gidilecek ve askere karşı olanların silahları teslim
alınacaktı. İtaat edip, teslim olan ve köyünde sakin bir şekilde oturanlar rahat
bırakılacaktı. Mustafa Nâili Paşa ile birlikte Kaptan Paşa ve Veli Bey de köye
gidecekti. İsfâkya’ya Resmo askeri ile beraber gitmek üzere iki tabur asker ile
miralay Salih Bey gönderilmişti. Bu yüzden hemen köy halkı olarak gerçek istek ve
amaçlarının ne olduğunun derhal söylenmesi istenmişti. Verilen cevapta “bugüne
kadar kusur ettik şimdi ise nahiyemizin cümle ahalisi mutlak itaat üzeredir ve
işledikleri suçların af olunmasını istirham ederler” demişlerdi.
Paşa cevabında, “Asi olup karşı duranların terbiyeleri verilmek üzere asker
gönderildiği ve nahiye ahalisi rahat bir şekilde oturma teklifine kulak verip bu yolu
seçerlerse suçlarının affedileceğini” söylemişti. Nahiye ahalisi ise af beklediklerini
beyan etmişti. 497
Ordu, 21 Temmuz Çarşamba sabahı hareket ederek İsfakya’ya girmiş, ahaliye
köylerinde ve evlerinde aileleriyle beklemeleri ve silahlarını teslim etmeleri, karşı
durmadığı sürece kimsenin rencide edilmeyeceği, kimsenin ırz, namus, mal ve canına
zarar ve ziyan verilmeyeceği haber verilmişti. Ahali, bu emir üzerine herkesin
köyüne gidip, toplanan tüfekleri deftere yazarak ordunun bulunduğu köye getirip
teslim edeceklerine ve aykırı bir hareket etmeyeceklerine dair söz vermişti. Ve
nihayet verdikleri sözü tutmuş ve teslim olmak için gelmişlerdi.498
Yabancılar teslim olmak için silahlarını hayvanlara yükleyip ordunun yanına
geldiklerinde, ada ahalisinin istirahati için abluka olmayan limanların birisinden bir
gemiye binerek silahlarıyla birlikte çıkışlarına izin verilmesi için Kaptan Paşa’ya
haber verilmişti.
497
498
İ. MTZ. GR, nr. 3/25, lef 21
İ. MTZ. GR, nr. 3/25, lef 21-2
158 5) 1841 İhtilalinin Sona Ermesi
İngiltere gemileri kumandanından Mehmet Tahir Paşa’ya bir mektup
yazılmıştı. Bu mektup ve Tahir Paşa’nın yazdığı cevap Hariciye Nâzırı tarafından
öğrenilmişti. Kaptanın mektubunda geçen bölümlerin birisinde Girit adasındaki
Hristiyanların durumunu düzeltmek ve münasip bir hale getirmek konusunda en önce
ve en fazla istenen şeyin, vergi toplanmanın Müslüman ve zimmiler için tek ve eşit
bir tarzda uygulanmasından bahsedilmişti. Eğer bunlar gerçekleştirilirse, Osmanlı
Devleti’nin Girit’teki fesadı ortadan kaldırmasının çaresi kolaylıkla bulunmuş
olacaktı.
Osmanlı hükümeti, bundan sonra Girit ihtilalinin teskin edilmesi için adanın
asayişini sağlayacak olan eşitlik konusu üzerine yoğunlaşmıştı. Osmanlı Devleti
şimdilik, sahip olduğu kuvvetini isyancılara göstermişti ve artık Girit’teki
çatışmalara bir son vermek iyi olacaktı. Zirâ memleketin diğer bölgelerinde bulunan
Hristiyanlar da, Girit isyanını örnek alarak aykırı davranışlarda bulunmanın boş bir
hevesten başka bir şey olmayacağını anlamışlardı. Girit halkının ise padişahın
adaletini sevinçle karşılayacakları şüphesizdi.499
Girit meselesini iyi bir neticeye bağlamak yapılması gereken en mühim şeydi.
Bu husus elçilikler tarafından da onaylanmıştı. Eğer iş uzarsa yabancıların
müdahalesi söz konusu olabilirdi. Yeni patrik tarafından Girit reayasının reislerine
bazı nasihat ve tembihler içeren Rumca mektuplar yazdırılmıştı. Kaptan Paşa adaya
geldiğinden beri fesadın bir an önce bitirilmesi için çalışmış ancak eşkıya takımı,
buradaki konsoloslar ve özellikle Yunan konsolosu tarafından sürekli desteklenmişti.
Bu durum eşkıyanın isyan konusunda ısrar etmesine sebep olmuşsa da galibiyetle
neticelenen beş-altı muharebe yapılmıştı.500 Her ne kadar konsoloslar karşı çıkmış
499
İ. MTZ. GR, nr. 3/38, lef 38
Girit ablukası sırasında Yunan bayraklı üç hırsız kayığı ve yağma eşya ele geçirilmişti. Bunların
mahkemeleri Hanya Meclisi ve Rusya, Avusturya ve Fransa konsolosları tarafından
gerçekleştirilmişti. Bu kayıklar Hanya’da bulunduğundan içlerinde bulunan az miktardaki malların
satılarak elde edilen paranın kaptan, subay ve askerler arasında bölüştürülmesi söz konusu olmuştu (İ.
MTZ. GR, nr. 2/17, lef 78); Hanya Meclisi vasıtası ile satılan malların bedeli toplam 53.595 buçuk
kuruş tutmuştu. Tedbir olarak bu para bir süreliğine muhafaza edilmişti. Bu kayıkların alınması için
gemiler hazır bulundurulmuştu. Para, gemilerde bulunan asker ve subaylar arasında paylaştırılarak
500
159 olsalar da ablukaya az sayıdaki gemi ile devam edildi. Bu sayede dışarıdan gelen
yardımlara engel olunmuştu.501 Böylece İsfakya’ya ve adanın geneline bir huzur
hâkim olmuştu. Silahlar teslim edilerek af dilenmiş ve yeniden devlet idaresi altına
girme talepleri olmuştu. Teslim olanlara reaya statüsü tanınmış ve silahları
toplanmıştı.502
İsfakya dâhil olmak üzere artık adanın her yerinde ihtilal ve fesat
defedilmişti. Sadece, Mora tarafından adaya gelen hırsızlar dağlık tarafa kaçmışlardı.
Bir yolunu bulup teslim olmak zorunda kalmadan kayıklarla yine Mora tarafına
dönmeyi ya da büyük devletlerin yardımı ile kurtulacaklarını planlamışlardı. Ancak
onların da çaresine bakılmıştı.503
Girit’in tekrar asayiş ve huzura kavuşmuş olması ahali tarafından da sevinçle
karşılanmış, padişaha dualar edilmişti. Girit ihtilalinin tamamen püskürtülmesiyle
sadece gereken bazı yerlerde asker bırakılmış, geri kalan asker adadan gönderilmek
üzere Hanya’ya nakil edilmişti.504
Adada ihtilalin def edilmesi ile Kaptan Paşa da artık İstanbul’a dönmek
istemişti. Zirâ Kaptan Paşa’nın burada bulunmasını gerektiren bir durum kalmamıştı.
Ancak bazı ufak tefek meselelerin halledilmesi için Kaptan Ahmet Paşa birkaç gemi
ile bu civarda bulunup duruma göre müdahale etmek üzere bir süre daha Girit’te
bekletilmişti.505
padişahın bir hediyesi olarak dağıtılmıştı. Padişahın emriyle paradan kimin ne kadar aldığı deftere
kaydedilmişti (İ. MTZ. GR, nr. 3/40).
501
Girit’te 1841 yılında çıkan isyanın bir benzeri 1866 yılında da yaşanmıştır. Fakat bu defa adaya
Yunanistan’dan gelen asker ve mühimmat yardımları engellenememiş, sürekli desteklenen
isyancıların önü alınamamıştı.
502
İ. MTZ. GR, nr. 3/38, lef 39
503
İ. MTZ. GR, nr. 3/25, lef 13
504
İ. MTZ. GR, nr. 3/36, lef 1
505
İ. MTZ. GR, nr. 3/25, lef 14
160 H) RUMLARIN GİRİT’TE İSYAN FAALİYETLERİNİ SÜRDÜRME
ÇABALARI
1) Yunanlılar Tarafından Planlanan Yeni Girişimler
Girit eşkıyasına yardım etmek için, Yunan ordusunda Mirliva rütbesinde bir
şahsın emrindeki 500 askerin Atina Limanı’ndan Girit’e doğru hareket ettiği
duyulmuştu. Yapılan araştırmalar sonucunda bu askerlerin masraflarının bizzat kral
tarafından karşılandığı tespit edilmişti.506 Girit meselesinin sona erdiği haberi
Atina’ya ulaşınca bu askerlere, Tırhala sancağı havalisine geçerek o taraflarda bir
fitne çıkarmak üzere geri dönmeleri emri verilmişti. Girit’e yakın adalarda
beklemede kalan askerler, Girit’te çıkmaya fırsat bulamamışlardı.507
Yunanlılar, gazetelerinde yayınladıkları yazılar ve türlü vasıtalarla daima
Osmanlı reayasını tahrik etmekteydi.508 Yunan eşkıyası tarafından gerçekleştirilen
faaliyetler her ne kadar Yunan hükümetinin rızasıyla olmamış gibi gözüküyorsa da
gizli olarak kendilerine izin verildiği bilinmekteydi. Bu yüzden bazı tedbirlerin
alınması gerekmişti. Kaptan Paşa gelişmelerden sürekli haberdar edilmişti.
Yunanistan’dan gelen haberler tercüme ettirilerek Peyk Şevket isimli vapurla Girit’e
gönderilerek Kaptan Paşa’ya ulaştırılmıştı.509
Yunanlıların Girit’te yapmış olduğu ve yapmaya devam ettiği çirkin
faaliyetlerle ilgili Mösyö Kostaki tarafından bazı açıklamalar yapılmıştı. Buna göre
Yunanlılar, Girit hakkında çirkin faaliyetler yapma cesareti göstermişler, fakat
kargaşa çıkarma arzuları ve halka uyguladıkları tahriklerin hepsi bertaraf edilmişti.
Ancak bunlar halk arasında nifak sokucu faaliyetlere devam etmiş, gazeteler
yayınlamak suretiyle reayayı tahrik etmekten geri durmamışlardı. Fırsat buldukça
açıktan açığa isyan çıkarmaya cesaret etmişlerdi. Kostaki, bunların namus sahibi
insanların yapamayacağı şeyler olduğunu ifade etmişti. Devleti, dikkatli olması
506
Hatta 500 askerin içinden 60 kadarı mahiyelerinin bir miktarını aldıktan sonra gitmekten
vazgeçmişler fakat kralın askerleri tarafından zorla gemiye dâhil edilmişlerdi.
507
İ. MTZ. GR, nr. 1/17, lef 1
508
Musurus’un, bu haberleri engelleme çalışmaları olmuştur. Nurdan Şafak, a.g.t., s. 53
509
İ. MTZ. GR. (01), nr. 1/19, lef 7
161 konusunda uyarmıştı. Bu açıklamalar diğer sefaretlere de bildirilmişti. Bu suretle,
Yunanlıların hareketleri diğer devletler tarafından da hoş karşılanmamış, suçlu
bulunmuştu. Bir süre sonra Kostaki, yabancılarla ilgili Nâzırlığa görevlendirilince,
Osmanlı
Devleti’nin
şikâyet
etmesini
gerektirecek
olaylar
meydana
getirilmeyeceğine dair söz vermişti.
Mustafa Nâili Paşa, hükümet tarafından, Yunan meselesinden dolayı her
yönden ahaliyi hoş tutmaya dikkat edilmesi gerektiği konusunda uyarılmıştı. Buna
göre, Girit sakinleri her ne kadar sessizlik içinde gibi görünseler de Yunanistan’da
meydana gelen olaylar ahaliyi etkileyebilirdi. Araya nifak sokma niyetinde olanlar
tarafından devamlı surette ahaliye olumsuz fikirler verilmeye çalışıldığından,
ahalinin Osmanlı Devleti’ne ısındırılması gerekiyordu.
Bu meseleyle ilgili gelen uyarılar neticesinde, Mustafa Nâili Paşa tarafından
alınan önlemlerle Yunanistan’daki olaylar Girit’e tesir edememişti. Yunan
meselesinin yerli halk üzerindeki olumsuz neticeleri giderilmeye çalışılmış, Müslim
ve gayrimüslimlerin birbirileri hakkında haksız muameleye girişmesi engellenmişti.
Bunun için Müslümanların da silah taşıması yasaklanmış ve bu şekilde adanın asayiş
ve emniyeti sağlanmıştı. Mustafa Nâili Paşa tarafından, Yunan meselesinden dolayı
her yönüyle tebaanın gönlünün hoş tutulduğu merkeze bildirilmişti.510
2) Valence Adlı Eşkıyanın Faaliyetleri
Osmanlı sefiri Kostaki’nin verdiği habere göre, Yunanlıların Ayyani nahiyesi
tarafında fitne ve fesat çıkarmak amacıyla Valence isimli eşkıyayı kullanmışlardı.
İrmiye (Armyro) kazası sınırında bulunan köyde bir Rum’un evine barut ve kurşun
depolanmıştı. Bu gelişmelerle ilgili bilgiler, Atina’ya gelen Mihail adlı kişiden
alınmıştı. Konuyla ilgili yapılan istihbarat ve Mihail’in adı gizli tutulmuştu.
Gerektiği zamanlarda kendisine yardım edilmişti.
510
İ. MTZ (01), nr. 3/53, lef 8/11
162 Valence, zaman zaman Yunanistan’dan Tırhala tarafına gitmiş, fakat burada
bulunan kumandan Namık Paşa tarafından faaliyetleri engellenmişti. Amacına
ulaşamayan eşkıya, tekrar Yunanistan tarafına kaçmıştı. Valence, tekrar Atina’dan
kaçarak yanına aldığı 5-6 asker yardımıyla Tırhala sancağı sınırında ortaya
çıkmıştı.511 Bu hain bazen gizlice Osmanlı Devleti sınırına ve bazen de Yunan
sınırına geçip takip edildikçe kaçmaktaydı. Bir süredir ortalıkta görünmeyen
eşkıyanın Girit tarafında olduğu duyulmuştu. 150 asker ile Eğriboz’dan gizlice
Osmanlı Devleti sınırlarına gittiği haber alınmıştı. Bu hainin amacının ne olduğu
bilinmediğinden, sınırlarda zarar vermemesi için dikkat edilmesi gerektiği sınır
kumandanlarına haber verilmişti. Bir süre sonra sınır uçlarında 150-200 kişiyle
göründüğü haber alınınca bir an evvel defedilmesi için, süvari ve piyade askeriyle
Yenişehir’den hareket edilerek, sınırda mevcut derbent askerleriyle birlikte
üzerlerine gidilmişti. Etrafı çevrelendikten sonra eşkıyanın ordusu perişan edilmişse
de kendisi firar ederek tekrar Yunan sınırı içine kaçmayı başarmıştı.
Eşkıyanın Yunanistan topraklarında olduğu ve takip edilmesi gerektiği Yunan
memurlarına söylenmişti. Bu eşkıya, gittiği yerlerdeki fakirlere hiçbir zarar
vermemiş, sadece bazı köylerden gizlice ekmek ve peynir toplamıştı. Gördüğü reaya
ve çobanlara “Benim fakirlere zarar vermek gibi bir derdim yoktur. Asıl amacım
başkadır. Siz benimle beraber gelin” demişti. Bu ifade ile amacının ne olduğu pek
anlaşılamamıştı. Bu durum Atina’da bulunan sefir Kostaki’ye haber verilmişti.
Yunan Devleti tarafından yakalanması için üzerine asker tayin edilmiş ve yakın
zamanda yakalanacağı vaat edilmişti. Bu tavır dostane gibi görünse de aslında devlet
tarafından, bu hainin zaman zaman diğer eşkıya ile Osmanlı Devleti sınırlarında
dolaşmasına, üzerine asker sevk edilince tekrar geri gelmesine göz yumulmaktaydı.
Zirâ Yunan sınırına geçtikten sonra normal hayatına devam ederek kendisine bir şey
denilmemekteydi. Bu durumun bölgedeki Yunan memurlarının takındığı tavırdan mı
yoksa devletin genel ve kasıtlı politikasından mı olduğu anlaşılamamıştı.
511
Tırhala sancağından ferik Mehmet Namık Bey’in 4 Eylül 1841 tarihinde bildirdiğine göre, Tırhala
sancağında bulunan fakir halkın ve reayanın can, mal ve ırzlarının güvende olması ile huzur içinde
yaşadıklarından ve bu eşkıyanın söylediklerine kulak asmayacakları tahmin edilmişti. Ayrıca şimdiye
kadar bölgede isyana yönelik bir hazırlık olduğu hissedilmemişti (İ. MTZ. GR, nr. 3/28, lef 4).
163 Yunan Devleti’nin başvekili Mösyö Mavro Kordato’dan alınan habere göre,
Valence’nin fesat çalışmalarına engel olmak için, arkadaşlarının bazıları hapsedilmiş,
bazıları da başka memleketlere nakledilmişti. Eşkıyanın kendisi ise başka bir yere
götürülmemiş, olduğu yerde tutulmuştu.512 Kordato, bundan sonra Girit tarafına kötü
niyetli kişilerin gitmesini engellemek için de gayret göstereceklerini belirtmişti.
Atina’dan ya da diğer Yunan topraklarından Girit’e gitmek üzere toplanarak yola
çıkma amacında olanları etkisiz hale getirmek için silahlar toplattırılmış ve bu kişiler
her türlü kötü niyetten men edilmişlerdi.513
3) Yunanlıların Faaliyetleri ve Girit’in Muhafazasına Dikkat Edilmesi
Gerektiği
Yunanlılar sadece Girit’te değil, başka yerlerde de isyan faaliyetlerinde
bulunmuşlardı. Selanik ve Tırhala sancakları ile Makedonya’da fesat planlarının ne
dereceye kadar etkili olacağı bilinmediğinden Yunanistan’a bitişik olan sınırların
kuvvetlendirilmesi gerekmekteydi. Girit’te fazla olan asker de Yunan sınırına
nakledilmişti.
Eşkıyanın Girit’in huzura kavuşmasının ardından Arnavutluk, Tırhala ve
Makedonya havalisinde ve Rumeli’nde fitne ve fesat çıkarması istenen ve beklenen
bir şey değildi. Osmanlı Devleti, sınırlarında böyle sıkıntılı bir olayın meydana
gelmesi halinde şiddetle karşılık vererek bunları uzaklaştırma yetkisine sahipti. Kostaki, Yunanlıların Girit ile ilgili gerçekleştirdikleri faaliyetler hakkında
detaylı bilgiler vermiş ve bazı uyarılarda bulunmuştu. Yunanlıların Girit hakkındaki
kötü niyetlerinin henüz gerçekleşmediğini ama yine de değişik vesileler ile reayayı
tahrik etmekten vazgeçmedikleri ve fırsat buldukça da açıktan açığa isyan
512
Kordato’nun bildirdiğine göre Valence daha sonra, Yunan hükümeti tarafından posta askerliği
görevine tayin edilmişti (İ. MTZ. GR, nr. 1/17, lef 1).
513
İ. MTZ. GR.(01), nr. 1/19, lef 3
164 faaliyetlerine devam edecekleri haber verilmişti. Bu yüzden Kostaki, Osmanlı
Devleti’ni dikkatli olması hususunda uyarmıştı.514
4) Rumlar Tarafından Müslüman Ahaliye Atfedilen İftiralar
Temmuz ayı başlarında Kandiye civarındaki isyancı reaya ve dışarıdan gelmiş
olan eşkıya birkaç defa meydana gelen muharebelerde yenilerek ve bir daha güç
yetiremeyeceklerini de anlayarak dağılmışlardı. Yabancılar firar edip, yerliler de
silahlarını teslim ederek, mühimmatlarının da yerlerini göstererek devletin idaresine
bağlı olduklarını ilan edip af talep etmişlerdi. Bir iki yerin ahalisi isyana devam
ediyor olsa da, onların da kısa süre içerisinde devlet idaresine girecekleri
beklenmekteydi. Ancak adada yaşanan bu durum civarda bulunan yabancı devlet
memurlarının işlerine gelmemiş, fesat politikalarına ters düşmüştü. Bu nedenle hâlâ
tereddüt içinde olanları tahrik edip isyanlarını sürdürmek istemişlerdi. Teslim
olanlara da güya bazı kimselerin mallarına ve ırzlarına saldırılmakta olduğu haberi
uydurulmuştu. Bu haberler, Kandiye’de bulunan konsolos vekilleri tarafından
Hanya’daki konsoloslara bildirilmiş ve ilan edilerek uydurma haberler yaymaya
başlanmıştı. Fakat yapılan tahkikatların neticesinde haberlerin hiçbirinin aslı esası
olmadığı ortaya çıkmıştı.
Kaptan Paşa, konsolos vekillerini, Kandiye meclis memurlarını ve ahaliden
olaylara dâhil olanları firkateynde tek tek dinlemiş ve sorguya çekmişti. İfadelerinde
ahali,
mal
ve
ırzlarına
hiçbir
saldırı
olmadığını,
bahsedilen
olayların
gerçekleşmediğini, fakat ileride bir şey olur diye de korktuklarını söylemişlerdi.
Kaptan Paşa, bu hususu köylerde gizlice araştırmak için maiyetinde bulunan Miralay
Mustafa Bey’i göndermiş ve ayrıca Mustafa Nâili Paşa’nın büyük oğlu Miralay Veli
Bey’e de haber vermişti. Mustafa Bey yolculuğu sırasında rast geldiği köylerin
ahalisine bu durumu sorduğunda, kendilerine ne asker ne de başka birileri tarafından
uygunsuz bir hareketin yapıldığı, can, mal ve ırzlarına kimsenin dokunmadığını
söylemişlerdi. Ayrıca halkın kendi iş güçleriyle meşgul oldukları da görülmüştü.
514
İ. MTZ. GR, nr. 1/17, lef 3
165 Söylenenlerin aslı esası olmadığı tekrar ortaya çıkmış, bu işin bir tertip olduğu da
anlaşılmıştı. Bu tür hareketlerin önünü almak adına meclis memurlarına gerekli
ikazlar yapılmıştı. Mustafa Nâili Paşa, Girit’in ileri gelenlerini, esnaf kethüdalarını,
reaya, papaz ve kocabaşlarını, köy muhafızlarını meclise davet etmişti. Şimdiye
kadar kimseye kötü muamele yapılmadığı gibi bundan sonra da kimsenin kimseye
uygunsuz bir şekilde davranmayacağı, reaya rahatsız edilecek olursa bunu yapanın
hakkından gelineceği söylenmişti. Böyle bir şey yokken uydurulursa da bu gibi
iftiraları yapanların da aynı şekilde cezalandırılacağı ve herkesin kendi işi gücüyle
meşgul olup rahat ve huzurun keyfini sürmeleri ilan edilmişti. Af dileyen köylere de
muhafaza için üç-beş adam gönderilmesine karar verilmiş olduğundan gereğinin
yapılması ve askerlerin de sıkı bir şekilde kontrol altında tutulmaları ve kimsenin
rencide edilmemesi hususu Veli Bey’e etraflıca bildirilmişti. Bu işe özen ve dikkat
göstermek için Miralay Mustafa Bey de bir süreliğine Kandiye’de bırakılmıştı.515 Bu
uydurma haberleri ortaya atan ve yayılmasını sağlayanın Kandiye Despotu516 olduğu
tahmin edilmekteydi. Hem hükümetin hem de Kaptan Paşa’nın tahminleri bu
yöndeydi. Bu yüzden despotun daha fazla Girit’te kalması uygun bulunmamış,
azledilmesi düşünülmüştü. Bu konuyla ilgili olarak despotun azli ve yerine başka
birinin tayini hususunun patrikhane tarafına tembih edilmesini istemişti. 517
Kaptan Paşa’ya konsolosların verdiği bir habere göre, güya Kandiye
ordusunda bulunan askerler köydeki reaya çocuklarını fırında yakmış, köy
ahalisinden Kaptan Yani isimli gayrimüslimin karısına on sekiz kişi tecavüz etmişti.
Kandiye’ye varıldığında bu durum meclis memurlarından sorulup doğru olmadığı
ortaya çıkmışsa da tahkik etmek için yine Miralay Mustafa Bey, ordunun yanına
gitmiş ve askerleri sorguya çekmişti. Askerler haberlerinin olmadığını fakat böyle bir
hareketin meydana gelmediğini söylemişlerdi. Mustafa Bey, bu defa köye gidip
kocabaşları ve diğer reayayı toplayıp sorduğunda, onlar da böyle bir şey
duymadıklarını beyan etmişlerdi. Adı geçen Yani, karısı ve kardeşi çağırılıp
sorulduğunda, onlar da aynı şeyi söylemişler, yazılı ifade vermişlerdi. Kadın,
515
İ. MTZ. GR, nr. 3/38, lef 30
Kandiye’deki Rum Piskoposu.
517
İ. MTZ. GR, nr. 3/38, lef 40
516
166 ifadesini Rum piskoposlarının bulunduğu bir sırada Kaptan Paşa huzurunda da
tekrarlamıştı.
Diğer asılsız bir iddia da Kandiye başpiskoposu tarafından ortaya atılmıştı.
Bir Müslümanın, reayadan bir kızı zorla evinde alıkoyarak, kızı Müslümanlığa
geçirip nikâhına almak istediği iddia edilmişti. Durum meclis tarafından
incelendiğinde iddiaların yine doğru olmadığı ortaya çıkmıştı. Hakikatte bu kızı,
kendi kardeşi bir Müslümanın evine bırakarak başka bir yere gitmişti. İfadesi alınan
kız, bahsedilen durumun aslı olmadığını ifade etmişti. Kaptan Paşa tarafından bütün
ada ahalisinin Müslüman olsun reaya olsun devletin himayesinde ve korumasında
oldukları, bütün meclislere ve kocabaşlarla diğer reayaya ilan edilerek bildirilmişti.
Bu ilandan sonra hayli reaya silah ve mühimmatlarını teslim ederek itaat etmişler ve
hatta dağlarda bulunanlar bile gelmişlerdi.518
Kandiye sancağı kaza ve köylerindeki gerek yerli veya düzenli askerlerden ve
gerekse ahalidenher kim itaatli reayanın can, mal ve ırzına zarar verecek olursa ve
reayadan da her kim iftirada bulunursa hiç geciktirilmeden cezalandırılacaklardı.
Kandiye muhafızı Veli Bey de, bu emre uygun hareket edileceğini ifade etmişti.519
5) Medaco Kardeşlerin Müslümanlar Aleyhinde Yaptıkları Şikâyetler
Girit’te ihtilali bastırma çabaları devam ederken, bazı asılsız iftiralarla
Müslümanlar yıpratılmak istenmişti. Bu sayede mağdur rolüne bürünen Rumlar,
diğer devletlerin tepkisini çekecek ve güvenliklerinin tehlikede olduğu iddiasıyla
güvenlik talebinde bulunacaklardı.
Haziran ayı sonlarında, Hanya’da İngiliz olduklarını iddia eden bazı kişiler,
İngiltere ve Osmanlı Devleti arasını açmak için -Rumlara yardımı dokunacağını
düşünerek- bir takım faaliyetlerde bulunmuşlardı.
518
519
İ. MTZ. GR, nr. 3/38, lef 19
İ. MTZ. GR, nr. 3/38, lef 21
167 Aileleriyle Hanya’da ikamet etmekte olan İngiltere tebaasından Senyör
Marino Medaco ve kardeşi Minolaki Medaco, ihtilal çıkınca Müslümanların
silahlandığı ve bazılarının kendilerini ve ailelerini rahatsız ettiğini, kötü gözle
baktıklarını iddia ederek durumu konsoloslarına bildiren bir dilekçe yazmışlardı.
Bunlar,
Müslümanların
reayaya
saldırdıkları
yönünde
asılsız
iftiralarda
bulunmuşlardı. Hâlbuki Müslümanlar hiçbir şekilde suçsuz reayaya saldırmamışlardı.
Hanya’da bulunan İngiliz gemisini kendilerini ve kendileri gibi mazlum ve günahsız
kişileri himaye etmeye tayin edilmesini ve Müslümanların hücumlarından
korunmalarını talep etmişlerdi.
İngiltere Konsolosu Evangeli, Medaco kardeşlerin talepleri doğrultusunda
Müslümanların rahatsız edici faaliyetlerinin engellenmesini ve bu suretle dilekçe
sahiplerinin ve ailelerinin güvende olmaları için gerekenin yapılması talebinde
bulunmuştu. Ortada bir delil olmadan ceza verilemeyeceği için bu kardeşleri kimler
tehdit etmişse ifadelerinin alınması gerekmişti. Bunun üzerine Medaco kardeşler
kendileri hakkında ileri geri konuşan Hacı Mustafa, Osman Ağa ve Melito adlı
şahıslardan şikâyetçi olmuş ve bu şahıslar sorguya çekilmişti.
Dava edilenler, söylenenlerin iftira olduğunu, kendilerinin katil veya yağmacı
olmayıp tüccar olduklarını ve bu gibi iftiraların şereflerini lekeleyeceğini ifade
etmişlerdi. Bu yüzden, etraflıca bir inceleme yapılmasını, kim suçlu ise ortaya
çıkarılmasını talep etmişlerdi. Aksi halde bu durumdan en çok kendileri zarar
görecekti. Ayrıca şahit olarak tüccardan birisinin çağırılıp sorgulanmasını talep
etmişlerdi. Kendileri hakkında böyle asılsız iftiralarla şikâyette bulunmalarının asıl
sebebinin kargaşa çıkarmak olduğu ve bu davalardan istifade ederek İngiliz gemisini
getirterek bazı isyancıları yüreklendirerek onlara cesaret vermek olduğunu
belirtmişlerdi.
Davalılardan Melito kendisine sorulan sorulara Rumca cevap vermek
istemişti. Melito’nun verdiği ifade şöyleydi:
“Minolaki ile kardeşi, hükümet ve Müslümanlar hakkında ileri geri konuşup
duruyorlardı. Güya hükümetten ve Müslümanlardan zarar görmüşler. Aslında zarar
168 değil hep menfaat görmüşlerdi. Bu, benim ve bütün halkın gördüğü bir şeydi. Bir gün
yine Minolaki’nin böyle hükümet ve Müslümanlar hakkında ileri geri konuştuğunu
duydum, kardeşinin mahzenine gittim ve ona kardeşine nasihat etmesini, gittiği
yoldan vazgeçmesini söyledim. O da tasdik etti, kardeşinin öyle davrandığı ikrar etti.
Benim kardeşine nasihat etmemin daha iyi olacağını söyledi. Çok geçmedi bir gün
Minolaki geldi. Kardeşinin yolladığını söyledi. Ona hükümet ve Müslümanlar
hakkında böyle yalan yanlış konuşmaması gerektiğini, bu yoldan dönmesinin iyi
olacağını söyledim. Kızarak “Benim kimseden korkum yoktur, kim neyi isterse
söylesin umurumda değil, beni öldüreceklerini, evime bunun için adam
göndereceklerini haber verdilerse de ben öyle şeylerden asla korkmam, ellerinden
geleni yapsınlar” dedi. Bunu söyleyince ben de şaşırıp kaldım. Bunları
söylemesindeki maksat herhalde beni şahit tutmak ve böylece sabuncu esnafıyla
aramı bozmaya sebep olmaktı. Bu adam, hükümetin ve Müslümanların baş
düşmanıdır bunu bütün ahali bilir” diyerek sözlerini tamamlamıştı.
Bu ifadelerden anlaşılan o ki, davacı kardeşler, devamlı hükümet ve
Müslüman ahali aleyhinde konuşmaktaydılar. Konsolosları aracılığıyla, onların da
ifadesi alınmak için çağrıldıklarında “bizim bir davamız yoktur” diye haber
göndermişlerdi. Bunun üzerine davalılar da “Şimdi de biz davacıyız” diyerek karşılık
vermişlerdi. Esnaf, bu kardeşlerin iddialarına karşılık bir delilleri varsa bunu ispat
etmelerini istemişlerdi.
Bu şekilde iftirayla bir takım güvenilir kişilerin itibarının zedelenmemesi için
davacıların tekrar tercümanları vasıtasıyla konsoloslarına haber verilecekti.
Gelmedikleri takdirde iddialarının açık bir yalan olduğu kabul edilecekti.
Davacılardan Marino gelmiş ve ifadesinde Melito’nun Müslümanlarla yaptığı ticaret
zarar görür endişesi ile ifadelerinde gerçekleri söylemediğini iddia etmişti. Marino
şikâyetini, Melito’nun söylediklerine ve duyduğu diğer sözlere göre yazdığını ifade
etmişti. Başka bir delilinin olmadığını eklemişti.
Yapılan
mahkemenin
sonucunda,
iki
kardeşin
iddiaları
bir
delille
dayanmadığından iftira olduğuna kanaat getirilmişti. Güvenilir tüccarlar hakkında
169 haksız ve delilsiz iddialarda bulunan Senyör Marino ve Minolaki’ye kanun ve
usullerince lazım gelen cezanın verilmesi gerektiği konsoloslarına bildirilmişti.520 Bu
husus gerekli kişilere iletilmek sureti ile iftirada bulunanlar ikaz edilmişlerdi.521
İ) İSYAN SONRASINDA ADADA YAŞANAN GELİŞMELER
1) Kaptan Paşa’ya ve Mustafa Nâili Paşa’ya Verilen Ödüller
Mustafa Nâili Paşa ve büyük oğlu Miralay Veli Bey Girit’te isyanın
bastırılması için üstün gayret ve sadakat göstermişlerdi. Bu üstün çaba ve gayretleri
Kaptan Mehmet Tahir Paşa’nın da dikkatini çekmişti. Mehmet Tahir, Bâbıâli’ye bu
hizmetlerin karşılığı olarak uygun bir hediyeyle taltif edilmelerini teklif etmişti.522
Mustafa Nâili Paşa da, Girit ihtilalinin def edilmesinde ve asayişin yeniden
tesis edilmesinde göstermiş olduğu gayretlere karşılık Kaptan Paşa’ya değerli taşlarla
süslenmiş bir kılıç verilmesi, askerlerin de ödüllendirilmesini talep etmişti. Ayrıca
oğlu Veli Bey’in de iyi hizmetlerinden dolayı tebrik edilmesini talep etmişti.523
Girit ihtilalinde göstermiş oldukları gayret dolayısıyla Kaptan Paşa ve
Mustafa
Nâili
Paşa
değerli
mücevherlerle
kaplı
birer
kabza
kılıç
ile
524
ödüllendirilmişlerdi. Kaptan Paşa’ya artık geri dönme izni verilmişti, ancak ödül
verileceğinden dolayı biraz daha adada bekletilmişti. Mustafa Nâili Paşa’ya 30.000
kuruş, Kaptan Paşa’ya ise 40.000 kuruş değerinde bir kılıç hediye edilmişti. Bunun
sebebi, Kaptan Paşa’nın yüksek rütbeli oluşu ve bu isyan için özel olarak
görevlendirilmiş bir memur olmasından kaynaklanmıştı. Her ikisi de görevlerini
520
İ. MTZ. GR, nr. 3/38, lef 17
İ. MTZ. GR, nr. 3/38, lef 31
522
İ. MTZ. GR, nr. 3/25, lef 17
523
Paşa’nın vergi ve adanın iç düzeni ile alakalı bazı hususlarda ada ile ilgili talepleri de olmuştur.
524
Tayyarzade Ahmet Ataullah Efendi, a.g.e., c.III, s. 220
521
170 eksiksiz yerine getirmişlerdi. Bu ihsan karşısında Kaptan Paşa ve Mustafa Nâili Paşa,
Bâbıâli’ye teşekkürlerini arz etmişlerdi.525
Girit Adasında asayişinin tekrar sağlanmış olması asker ve ahalinin
memnuniyetine vesile olmuştu. Kaptan Paşa karaya ulaştığında hediyesi olan kılıcı
vermek üzere iskelede bir resmi tören tertip edilmişti. Defterdar Bey, hâkim, müftü,
belde uleması, beyler ile ağalar kullarıyla kale kapısı dışında selam durmuşlardı.
Mızıka eşliğinde kale içine ulaşmış olan Kaptan Paşa ile kara ve deniz askerleri
yanlarında ferik ve mirlivaları, paşalar, miralay, kaymakam ve alay emini beyler ve
binbaşıları, ağalar, resmi elbiseleriyle subay ve askerler, ulema ve MüslümanHristiyan bütün ahali Şadırvan Meydanı denilen yerde hazır bulunmuşlardı. Kaptan
Paşa ve askerlerine hitaben yazılmış olan ferman ve dua okunmuş, kaleden yirmi bir
pare top atışı yapılmıştı.526
2) Kaptan Paşa’nın ve Diğer Vazifelilerin Girit’ten Ayrılması
Kaptan Mehmet Tahir Paşa, Girit isyanı bastırılmış, asayiş sağlanmış
olduğundan Kaptan Ahmet Paşa’nın birkaç kıta gemi ile Girit’te bırakılarak
kendisinin İstanbul’a dönmesi için izin verilmesini talep etmişti. Eşkıya takımı,
askerin kuvvetinden korkmuş bir vaziyette şimdilik itaat altına alınmış ise de
kendisinin
buradan
ayrılması
halinde
ne
olacağı
konusunda
bir
tahmin
yürütememişti. Bu yüzden Mustafa Nâili Paşa ve defterdar ile yaptığı görüşmeler
neticesinde adanın emniyetinin tam olarak sağlanması, vergi konusunda ahalinin
istediği şekilde düzenleme yapılmasına karar verilmişti. Kaptan Paşa’nın adanın
emniyeti tam olarak sağlandığı takdirde geri dönmesi uygun görülmüştü.
Adada bulunan asker gereğinden fazla ve Arnavut askerlerinin masrafı
diğerlerine göre çok olduğundan Arnavutların yerlerine iade edilmesi gündeme
gelmişti. Adadaki diğer askerlerin sayıları da gereğinden fazla bulunmuş ve özellikle
525
526
İ. MTZ. GR, nr. 3/25, lef 23; İ. MTZ. GR, nr. 3/27, lef 2-6
İ. MTZ. GR, nr. 3/29; Tayyarzade Ahmet Ataullah Efendi, a.g.e., c.III, s. 220-221
171 nizâmiye askerlerinin uygun miktarının İstanbul’a gönderilmesi düşünülmüştü.527
Mehmet Tahir Paşa 300 askeri yanına alarak Sevde Limanı’ndan İstanbul’a doğru
hareket etmişti.528
1841 isyanı sonrasında Girit’te bulunan Arnavut ve Sekbân askerinin biraz
daha adada kalmaları gerekmişti. Fakat adı geçen askerlere aşağıda gösterilen tabloda
belirtilen miktarlarda ödemeler yapıldığından masraflar çok artmıştı. Bu yüzden
Arnavut sergerdeleri gönderilmiş, askerleri ise istihdam edilmişlerdi.529
Tablo 8: Arnavut Askerlerinin Sergerdeleri ve Aldıkları Mahiyeler530
Süvari/Piyade
Süvari sergerdesi(200 kişilik)
Piyade sergerdesi
Piyade sergerdesi
Piyade sergerdesi
Piyade sergerdesi
Sergerdenin Adı
Said Bey
Çerkez Mehmet Ağa
Hüseyin Ağa
Ali Ağa
Ali Ağa
Mahiyesi
2500
2500
1000
1500
2500
Adadaki karışıklık ve ihtilali bertaraf etmek üzere Girit’te bulunan Ferik
Reşid Paşa’ya da asayiş sağlandığı için artık İstanbul’a geri dönmesi için müsaade
verilmişti.ReşidPaşa’nın yerine isyanda yararlılığı görülen Mirliva Mahmut Paşa’ya
feriklik rütbesi tevcih edilmişti.531
Girit Valisi’nin Kapı kethüdası olan Hacı Keşşaf Efendi 1841 yılı Kasım
ayında azledilmiş ve yerine Muhtar Bey tayin edilmişti. Hacı Keşşaf Efendi’nin
527
Girit Adası’nda isyanlar sebebiyle af ve aman talebinde bulunan ve silahlarını teslim eden reayanın
istekleri kabul edilmişti. Bu yüzden bunların daha başka bir talepleri olmayacağı tahmin edilmekteydi.
Başlangıçta yedide bir öşür vermekte iken şimdi onda bir öşür verilecek olması bile haklarında
yapılmış büyük bir lütuftu. Osmanlı Devleti’nde uygulanan Tanzimat usulünün aynısının Girit’te de
uygulanması gerekiyorken, Girit’in hassas durumu dolayısı ile nasıl bir uygulama yapılacağı henüz bir
netlik kazanmamıştı. Ahalisinin bunları kabul etmeyeceği ve yeni bir karışıklık çıkacağı endişesiyle
adada mevcut düzenli ve düzensiz askerler her ne kadar gereğinden fazla da olsa da şimdilik
gönderilmeleri sakıncalı bulunmuştu. Zirâ Rumların bundan sonra adada hiçbir zaman tek
durmayacakları açıktı (İ.MTZ. GR, nr. 3/27, lef 3).
528
İ. MTZ. GR, nr. 3/27, lef 3
529
İ. MTZ. GR, nr. 3/30
530
İ. MTZ. GR, nr. 3/30
531
Tayyarzade Ahmet Ataullah Efendi, a.g.e., c. III, s. 220, Mahmut Paşa’ya 15 bin kuruş ferik maaşı
verilmesi gerekirken, 7.500 kuruş verilmişti. Çünkü Reşid Paşa’nın aldığı 15 bin kuruş maaş, adadaki
ihtilali bastırmak için yapacağı fazladan masraflar için verilmiştir, şimdi ise adada tamamen asayiş
sağlandığı için Mahmut Paşa’ya 7500 kuruş maaşın yeteceği düşünülmüştü (İ. MTZ. GR, nr. 3/34).
172 azledilme sebebi, Mustafa Nâili Paşa ile Kaptan Paşa arasında yapılan yazışmalar
esnasında gönderilen yazılardan birinde mührün kırılmış olması dolayısıyla Kaptan
Paşa kethüdaya kızmış ve azlini istemişti. Keşşaf Efendi mührü kazayla kırdığını ve
başka kötü bir niyeti olmadığını ifade etmişti. Kethüdanın bu sözlerinin doğru olduğu
anlaşıldığı için sadece yer değişikliği yapılarak başka yere tayin edilmek sureti ile
görevine devam etmişti.532
3) Mehmet Ali Paşa’nın Girit’e Görevlendirilme Ümidi
Mehmet Ali Paşa, Girit’in düzene konulmasında kendisine görev verileceğini
ümit
etmişti. Mehmet Ali Paşa, adada bulunan bazı
kişiler tarafından
bilgilendirmekteydi. Aslında bu esnada, Girit meselesinde artık sona yaklaşılmış idi.
Rumlar gerektiği gibi mağlup edilmiş, af dilemişlerdi. Girit’te isyan sona ermiş
bulunsa da Mehmet Ali Paşa, adanın bir düzene konması için kendisine görev
verileceğini ümit etmekteydi. Görevlendirildiği takdirde hemen Girit’e 20 bin asker
sevk ederek kan dökmeden meseleyi halledeceğini ve kendisinden talep edilen
şeylerin hemen yerine getirileceğini ifade etmişti. Ayrıca, İstanbul’da dağıtılması için
yüklü miktarda akçe göndermişti. 533
532
533
İ. MTZ. GR, nr. 3/35
İ. MTZ. GR, nr. 3/22, lef 1
173 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
MUSTAFA NAİLİ PAŞA’NIN GİRİT VALİLİĞİ
A) 1841 GİRİT İSYANI SONRASINDA MUSTAFA NAİLİ PAŞA’NIN
FAALİYETLERİ
Mustafa Nâili Paşa, kendisine valilik görevi tevcih edilmesinden hemen sonra
ortaya çıkan 1841 isyanı yüzünden adanın diğer meseleleriyle pek ilgilenememişti.
Nihayet isyanın sona ermesinin ardından adanın sosyal, ekonomik ve siyasi
meseleleriyle meşgul olma fırsatı bulmuştu. Mecliste yapılan müzakereler
neticesinde Mustafa Nâili Paşa’ya 12 Ekim 1841 tarihinde adanın mali işleri
devredilmişti. Bu işlerin yürütülmesinde kendisine yardımcı olması için tecrübeli bir
müdür gönderilmişti.534
Mustafa Nâili Paşa, Girit’i idaresi sırasında her daim temkinli bir politika
izlemiş, adanın Müslüman toprak sahipleri ile yükselen Rum tüccar sınıfı arasında
bir sentez kurmaya çalışmıştı.535 Mustafa Nâili Paşa idaresindeyken adada ekonomik
hayat, özellikle zeytinyağı ticareti yeniden canlanmıştı. Bu durum adadaki
Hristiyanlar için büyük bir şans olmuştu. Mustafa Nâili Paşa, temel ürünlerin satışı
için tekli bir sistem ortaya koymuştu. Bu sistem, Mehmet Ali Paşa’nın Mısır’ın
ekonomik canlanmasının temel şekillerinden oluşuyordu. Mustafa Nâili Paşa’nın
Girit’te uyguladığı politika, Hristiyan ve Müslüman yakınlaşmasını sağlamak
temeline dayanıyordu. Bu yakınlaşmanın her alanda olması gerektiği fikrine sahipti.
Zirâ Osmanlı Devleti’nin hayatta kalması için izlenecek yolun, Hristiyan iş
adamlarıyla Müslüman toprak sahiplerinin ortaklığının sağlanması olduğuna
inanmıştı. Mustafa Nâili Paşa’nın amacı, adadaki Hristiyan çoğunluğun desteğini
534
İ. MTZ. GR, nr. 3/ 32
Ege Tıme Dergisi, “Sadrazam Giritli Mustafa Naili Paşa”, (Ropötraj: Filiz Çıragül), S.10, Ekim
2009, s. 26
535
174 sağlamaktı. Her zaman Hristiyanlarla Osmanlı otoritelerinin karşı karşıya gelmesine
engel olmak istemişti.536
Mustafa Nâili Paşa idaresinde iken Girit’te bazı yenilikler yapılmıştı.
Müslüman ve Hıristiyanlar silahsızlandırılmış, Venediklilerden beri hiç bir ilgi
gösterilmeyen yollar, köprüler, limanlar ve diğer halka açık hizmet yerleri
onarılmıştı. 13 Nisan 1849 tarihinde Resmo’daki Katoliklerin bir tarla satın alarak
mezarlık yapmalarına izin verilmişti.537
Girit’te isyanlarının bastırılmasında Mustafa Nâili Paşa, gayet başarılı olmuş
ve iktidarını tanıtmış, ada ahalisi üzerinde etkisi yüksek bir idareci olmuştu. Adanın
herhangi bir noktasında bir isyan hareketi başlayacak olsa Giritliler bilirlerdi ki
Mustafa Nâili Paşa derhal bunun imhası için çalışacaktı. Bu yüzden Paşa’nın valiliği
boyunca 1841 ihtilali hariç ne Yunanistan’dan ne de adanın Rum ahalisi tarafından
herhangi bir ihtilal hareketine teşebbüs eden olmuştur. Napolyon Bonapart’ın “Grek
deyince akla şeytan gelir” ifadesine uygun bir şekilde, Yunanlılar hareketlerinin
kısıtlanmasına daha fazla dayanamamış ve bu duruma bir son vermek için bir takım
entrikalar neticesinde Mustafa Reşid Paşa’nın, Mustafa Nâili Paşa’yı Girit
valiliğinden azlettirmesini sağlamışlardı. Bu azilden sonra Yunanlılar hareket
serbestliği kazanmışlar ve isyan faaliyetlerini arttırmışlardı.538
1) Girit Valisi Mustafa Nâili Paşa’nın İstanbul’a Gelme Talepleri
Girit Valisi Mustafa Nâili Paşa, 1841 isyanının definden sonra, padişahı
ziyaret etmek maksadıyla İstanbul’a gitmek istemişti. Bu yüzden birkaç defa
girişimlerde bulunmuştu. İzin talepleri uygun bulunmuştu. Ancak Bâbıâli’nin bu
konudaki tek çekincesi, Mustafa Nâili Paşa’nın İstanbul’da olduğu süre zarfında
adanın durumun ne olacağı idi. Paşa’nın bu konuda verdiği güvenceler karşısında
536
Öyle ki, Mustafa Naili Paşa’nın adadaki görevi sona erdiğinde bu durumu adadaki Hristiyan nüfus
üzüntüyle, Müslüman nüfus ise, sevinçle karşılamıştı. David Barchard, a.g.m., s.77
537
Sadâret Mektubî Kalemi (A. MKT), nr. 190/18
538
Ahmet Lütfi Efendi, Vak’anüvis Ahmet Lütfi Efendi Tarihi, c.IX, yay. Münir Aktepe, İstanbul
1984, s.62
175 nihayet İstanbul’a gelme talebi, adanın güvenliğini tam olarak sağlamak koşuluyla
kabul edilmişti. Mustafa Nâili Paşa’nın ısrarla İstanbul’a gelme talebinin özel bir
sebebi yoktu. Sadece padişahı ziyaret etmek ve Girit adasıyla ilgili son gelişmeleri
bizzat haber vermek istemişti. Bu ısrarının sebebi, 1841 isyanının başarıyla
bastırılmış olması dolayısıyla kendisinin takdir görmek istemesinin etkili olduğu
söylenebilir. Nitekim amacına ulaşmış, huzura vardığında takdir görmüş ve kendisine
üstün vazifelerinden dolayı ödüller verilmişti. Hülasa Paşa, merkez ile ilişkilerini
daima sıkı tutmak istemişti.
Mustafa Nâili Paşa, 1841 sonbaharında merkeze bir dilekçe yazarak, bazı
taleplerde bulunmuştu. İlk talebi, İstanbul’a gitmek ve padişahın huzuruna çıkmaktı.
Mustafa Nâili Paşa tarafından kaleme alınan dilekçede talep edilen diğer bir husus,
adadaki ihtilali bastırmada büyük katkıları olan Süvari sergerdesi Said Bey ile
Kandiye ileri gelenlerinden Mustafa Ağa’ya Dergâh Kapıcıbaşılığı verilmesi talebi
olmuştu.
Mustafa Nâili Paşa’nın İstanbul’a gelmesi ve Said Bey ile Mustafa Ağa’ya
kapıcıbaşılık verilmesi talepleri mecliste müzakere edilmiş ve uygun bulunmuştu.
Mustafa Nâili Paşa bir de askere dağıtılmak üzere zahire satın almak için akçe
talebinde bulunmuştu. Bu konu önce Maliye Nâzırı’na bildirilmiş, daha sonra
mecliste müzakere edilmiş, padişah tarafından da onaylanmıştı.539Paşa’nın İstanbul’a
gelmeden önce yerine getirmesi gereken bir şart vardı. Girit adasının hassas
durumundan dolayı, Paşa’nın buradan ayrı kaldığı süre zarfında adanın iyi bir şekilde
muhafaza edildiğinden emin olması gerekiyordu. Öyle ki, eğer aksi bir durum olursa
sorumluluk kendisine ait olacaktı.540
539
Mustafa Naili Paşa’nın iltimas talebinde bulunduğu başka mevzular da vardı. Mirliva Mahmut
Paşa’nın ferik, oğlu Veli Bey’in mirliva olması sebebiyle Mahmut Paşa’nın mirlivalık nişanlarının
Veli Bey’e verilmesi; yine oğlu Abdülkerim Bey, Divan Kâtibi Atâ Bey ve Hasan Bey’e Sadaret
Mektubi Odası memuriyetiyle görevlendirilmeleri; Atâ Bey’in ikinci sınıfa katılması, Hanya Meclisi
Nâzırı Abdülhalim Bey’e dergâh-ı âlî kapıcıbaşılığı rütbesinin ihsan edilmesi, Binbaşı Ali Ağa ve
Mehmet Ağa’ya Kaymakamlık rütbesi verilmesi talep edilmişti (İ. MTZ. GR, nr. 3/36); Tayyarzade
Ahmet Ataullah Efendi, a.g.e., c.III, s. 220.
540
Mustafa Naili Paşa’nın İstanbul’a gelme talebi nedeniyle Tâir-i Bahrî (Deniz Kuşu) adlı bir vapur
hazırlanmıştı. Bu vapuru Paşa’nın İstanbul’da bulunan divan kâtipleri de kullanabilecekti. Girit’e
gönderilmek üzere hazırlanan vapurun gerekli tamiratı eksiksiz bir şekilde yapılmış, kömürü ve lazım
176 Mustafa Nâili Paşa’nın bu durum karşısında bazı tedbirler alması
gerekmekteydi. Gereken önlemler alındıktan sora Paşa, 28 Mart 1842 tarihinde
İstanbul’a gitmek için bir kez daha izin talebinde bulunmuştu. Bu talep, divan kâtibi
vasıtasıyla padişaha sunulmak üzere Meclis-i Hassa toplantısında okunmuştu. Bu
esnada Rumeli’nin bazı yerlerinde Yunan müdahalesiyle reaya arasında yabancı
tahriklerinden dolayı fesat ve karışıklık meydana gelmiş olması, Paşa’nın gelmesine
engel teşkil etmişti.541 Bâbıâli’nin, adanın hassas durumu nedeniyle kendisinin
İstanbul’da olduğu süre boyunca bir uygunsuzluk olup olmayacağı konusunda
endişeleri devam etmekteydi. Paşa’ya bu konudaki endişelerin dile getirildiği bir yazı
yazılarak, bu durumun dikkate alınması ve ona göre hareket edilmesi gerektiği
bildirilmişti.542
Girit valisi Mustafa Nâili Paşa, 10 Mayıs 1842 tarihinde sadarete yazmış
olduğu cevabında, Eflak-Boğdan ve Bulgaristan’da çıkan fesat haberlerinin
kendilerine de ulaştığını bildirmiş ve öncelikle, bu hususta gönderilmiş olan emirlere
harfiyen uyulduğunu ifade etmişti. Reayanın gizli ve açık bütün hareketleri takip
edilecek, gizlice tahkikat yapılacak, fesat hareketleri hemen İstanbul’a bildirilecekti.
Bunlar yapılırken çok dikkatli davranılacak, reayaya zulmedilmeyecek, hoş
tutulacak, adil davranılacak, böylelikle çevreden veya yabancı devletlerden yardım
istemelerine fırsat bırakılmayacak, yabancı devletler bu işe asla karıştırılmayacaktı.
Mustafa Nâili Paşa, Girit’te şu an için bir fesat emaresi görünmediğini, reayanın
devlete bağlı olduğunu belirtmişti. Fakat reayanın her an millî ve dinî bağları
dolayısıyla Yunanlılar tarafından çıkarılacak olası bir isyan hareketine katılma
ihtimali vardı. Özellikle Mora’daki isyancı Yunanların faaliyetleri, Girit’e yakınlığı
olan diğer malzemeler gemiye yüklenmiş, ne zaman istenirse o vakit yola koyulacak şekilde Kurşunlu
Mahzen’in önünde bekletilmişti. Yola çıkmak için padişahtan izni talep edilmişti. İzin talebi uygun
görülmüş ve Mustafa Naili Paşa’nın İstanbul’da bulunan divan kâtibinin de binmesiyle geminin
hareket etmesi için Kaptan Paşa’ya bildirilmişti. Tâir-i Bahrî adlı vapur, 13 Ekim 1841 tarihinde
Girit’e gönderilmişti (İ. MTZ. GR, nr. 3/33); Tayyarzade Ahmet Ataullah Efendi, a.g.e., c.III, s. 222
541
Atina’daki Osmanlı Sefiri Kostaki ve Vidin ve Silistre Müşirleri tarafından Memleketeyn ve
Bulgaristan’da bazı fesat hareketlerinin ortaya çıktığı haberi bildirilmesi dolayısıyla ilgililerden bu
bölge halkı yani reayanın zulme uğramaması, haklarının tamamen verilmesi suretiyle devlete
bağlılıklarının sağlanması istenilmiştir. Yine beş yabancı devletin reaya ile ilişkilerinde asıl maksat
bilindiği için halkın gizli olarak fesat düşünceleri varsa bunu tahkik edip yine gizlice İstanbul’a
bildirilmesi istenilmiştir. Bu hususta Sadarete yazılan cevapta gerekenin yapılacağı vurgulanmıştır (İ.
MTZ. GR, nr. 4/44).
542
İ. MTZ. GR, nr. 4/43
177 sebebiyle bu adayı da etkilemekteydi. Rumeli reayasının öteden beri tahrik edildiğini
ve bölgede karışıklıkların olduğunu, Yunanlıların bu karışıklıklara bütünüyle
müdahil olduğunu söyleyen Paşa, Yunanistan’ın Girit’e komşu olması sebebiyle
adanın da tehlikede olduğunu ifade ettikten sonra, daha önce de belirttiği bazı
hususları tekrarlamıştı. Girit reayası aslında adadaki emniyet ve istirahat ortamından
dolayı devlete sadık, idareden de hoşnuttu. Şayet Mora taraflarından ve yabancı
devletlerin tahrikleri söz konusu olursa, mezhep ve dindaşlık sevkiyle fesada iştirak
etmeleri
mümkün
olabilirdi.
Bu
hususlarda
kendisine
gelen
emirlerin
uygulanmasında gereken özeni göstereceğini, şu anda herhangi bir isyan hareketi
olmadığını, ancak olursa bunu hemen merkeze bildireceğini üzerine basarak
yinelemişti.543
Mustafa Nâili Paşa, Girit’in durumuyla alakalı olarak yapmış olduğu bu
izahtan sonra, İstanbul’a gelme meselesine değinmiş, almış olduğu tedbirlerden
bahsetmişti. Kendisine izin verilmesi halinde Girit’in idaresinde bir aksama
olmayacağının garantisini vermişti. Paşa, yokluğunda adada bir sıkıntı çıkmayacağını
taahhüt etmiş, kendisinin bulunmadığı süre içerisinde Girit’in idaresinin nasıl
olacağını, adaya kimi vekil bırakacağını açık açık belirtmişti. Yokluğunda oğlu
mirliva Veli Paşa’yı Kandiye’ye, güvendiği adamlarından Mirliva Mehmet Paşa’yı
Hanya’ya kaymakam tayin edeceğini, Ferik Mahmut Paşa’nın da adanın asayişi için
görevlendirileceğini, gerekli gördüğü diğer yerlere de memurlar göndereceğini
yazmıştı. Tayin edilen bu vekiller adayı her türlü kötülükten muhafaza etmekle
görevliydi. Ayrıca yanlarına yeteri kadar asker de bırakılacaktı. Bu şekilde adanın
huzur ve refahı sağlandıktan sonra İstanbul’a gidecekti. Son olarak tersaneden
kendisine bir gemi gönderilmesini talep etmişti.
İstanbul’a gelmek isteyen ve bunun için birkaç defa ricalarda bulunan Girit
Valisi Mustafa Nâili Paşa’nın gönderdiği yazı Meclis-i Vükelâ’da müzakere edilmiş
543
Merkezden sadece Girit’e değil, Rumeli taraflarında nazik bölgelerde görevli bütün müşirlere uyarı
yazıları gönderilmiştir. Gelen kimi cevaplarda paşalar, hadiseler hakkında bazı haberlerin kendilerine
geldiğini, uyanık olacaklarını, gerekli tedbirleri alacaklarını ve bir fesad emaresi gördüklerinde bunu
derhal İstanbul’a bildireceklerini belirtmişlerdir. Kimisi de valisi bulunduğu memleketin reayasının
devlete sadık olduğunu belirterek, reayaya duyduğu güveni dile getirmiş, yine de reayanın isyanına
dair gerekli özeni göstereceklerini bildirmişlerdir (İ. MTZ. GR, nr. 4/44).
178 ve uygun görülmüş, Peyk-i Şevket adlı vapurun gönderilmesine karar verilmişti.
Ayrıca Paşa’nın İstanbul’a gelirken maliye defterlerini ve adanın maliye müdürünü
de beraberinde getirmesi istenmişti. Azledilen maliye müdürü yerine, Paşa’nın
dönüşünde, yeni müdür de beraberinde gidecekti.544 Neticede Paşa’nın İstanbul’a
gelme talebi padişah tarafından da uygun bulunmuş,545 nihayet Mustafa Nâili Paşa,
1842 yılı baharında resmi izinli olarak İstanbul’a gelmişti. Padişahın iltifatına nail
olarak ve değerli hediyeler verilmiş olduğu halde Girit’e geri dönmüştü.546
2) Kaptan Paşa’nın Donanma ile Girit’e Gelmesi
Kaptan Paşa, 28 Eylül 1846 tarihinde donanma ile Akdeniz’e açılmış ve
adaları dolaşmaya başlamıştı.547 Önce Girit’e, buradan da Rodos, İstanköy ve Sakız
Adaları tarafına gitmişti. Kaptan Paşa, Girit’e geldiğinde, Mustafa Nâili Paşa ile ada
ile ilgili meseleler üzerinde bazı değerlendirmeler yapmıştı. Mustafa Nâili Paşa
kendisine, Girit’te bulunan dost devlet konsoloslarının, kendi alanlarının dışına pek
çıkmadıklarını, sadece Yunan konsolosunun adanın meselelerine el atarak ve ara sıra
köylere çıkarak reayayı Osmanlı Devleti aleyhine tahrik ettiğinden bahsetmiş, bu
yüzden konsolosun değiştirilmesini istemişti. Kaptan Paşa, bu görüşmeleri merkeze
rapor etmişti.
Kaptan Paşa, Mustafa Nâili Paşa ile Girit’te malları ve geliri bulunup Girit’te
meydana gelen ihtilalde Yunanistan’a firar eden ailelerden geri dönmek isteyenlerin
durumu hakkında görüşmüştü. Bunlardan, Osmanlı Devleti’ne vergi vermeyi kabul
544
Çünkü Mustafa Naili Paşa, Girit Defterdarı Salih Bey’in, işleri yoluna koyamadığı gerekçesiyle
azledilmesini talep etmişti. Adanın mali işleri Mustafa Naili Paşa sorumluluğuna verilmiş, yanına da
tecrübeli bir müdür gönderilmişti (İ. MTZ. GR, nr. 3/32).
545
İ. MTZ. GR, nr. 4/44
546
İbnülemin Mahmut Kemal İnal, a.g.e., c.I, s.75
547
Mustafa Naili Paşa, bu esnada yine İstanbul’a ziyarete gelmek istediğini bildirmişti. Girit’te
asayişin sağlandığını ve gayretleri sonucu olumsuz bir durumun beklenmediğini belirterek, İstanbul’a
gitmek için kendisine tersaneden bir vapur gönderilmesine müsaade edilmesini talep etmişti. Mısır
Valisi ile aralarında olan bazı olaylar sebebi ile kendisiyle ilgili bazı kötü sözler söylenmekte
olduğunu haber almış ve dedikodulara mahal vermemek için merkeze gidip bizzat kendisini savunmak
istemişti. Ancak bu sırada Kaptan Paşa’nın donanmayla adaları dolaşıyor olması nedeniyle Mustafa
Naili Paşa’nın bu aralar adadan ayrılması uygun olmayacaktı. Paşa, İstanbul’a gitmek için Kaptan
Paşa’nın Girit’ten ayrılmasını beklemek zorunda kalmıştı (İ. MTZ. GR, nr. 4/59, lef 1).
179 edenlere hürmet edilecek, etmeyenlere ise farklı muamele uygulanacaktı. Bu
durumdan Yunan hükümetinin de haberi vardı Zirâ muhacir aileler Yunanistan’da
huzurlu değillerdi. Yunan hükümeti onların huzur ve itibarı için hiçbir şey
yapmamıştı. Kaptan Paşa, bundan dolayı muhacirlerin vatanlarına geri dönmek
istediklerini ve bu olanlardan Mustafa Nâili Paşa’nın da haberinin olduğunu merkeze
bildirmişti.
Kaptan Paşa, Mustafa Nâili Paşa ile görüşmelerinden başka ada üzerinde
gezmiş ve bazı tespitlerde bulunarak bunları merkeze rapor etmişti. Bu raporlarda,
Girit’te bazı kalelerin tamire muhtaç olan yerlerinin tamir edilmesi ve ihtiyaç
duyulan topların temininin biran önce sağlanması gerektiğini önemle vurgulamıştı.
Özellikle Sevde Limanı’nda, Hanya, Kandiye ve Resmo’da bulunan kalelerle
tabyalar bir bir kontrol edilerek tamire ihtiyaç olanların kuvvetlendirilmesi
gerekmekteydi. Kandiye Kalesi’nde bulunan tunç topların yerine demir toplar
gönderilmesini istemişti. Mevcut topların çoğu Mehmet Ali Paşa zamanından
kalmaydı. Limanların temizlenmesi için İngiltere’den alınan vapurun Resmo
Limanı’nı temizlemiş olduğunu görmüş ve merkeze bildirmişti.548 Kaptan Paşa, daha sonra donanma ile Akdeniz sahillerinde ve bazı adalarda
denetimler ve gözlemler yapmak için dolaşmaya devam etmişti. Girit’ten ayrıldıktan
sonra ilk olarak Sakız Adası’na gelmiş, oradan sırasıyla Urla Limanı’na, Sisam
Adasına, İstanköy Adasına ve son olarak da havanın iyileşmesini beklemek üzere
İzmir Limanı’na demir atmıştı. Nihayet 1846 yılı sonunda İstanbul’a varmış olan
Kaptan Paşa, Girit’ten gelirken yanında bazı antikalar da getirmiş ve bu antikalar
sergilenmek üzere müzeye konulmuştu.549
3) Girit Ahalisinin Durumu
Mustafa Nâili Paşa, her zaman Rum ahaliye karşı temkinli davranmış ve
tedbiri elden bırakmamıştı. Avrupa devletlerinin, her türlü kışkırtmalarına meydan
548
549
İ. MTZ. GR, nr 4/61
İ. HR, nr. 38/1757
180 vermemek için Hıristiyan tebaaya karşı her durumda yumuşak muamelelerde
bulunmuş, rencide edici tavırlardan kaçınmış ve hoşgörülü davranmıştı. Osmanlı
idaresi altında adil bir yönetim sergilemiş, sürekli rahatlarının bozulmaması için
çabalamıştı. Düşmanlara bir gün bile fırsat vermek istememiş, hâkimane tavırlarıyla
zararlı davranışlarda bulunanların hareketlerini kontrol altında tutmuştu. Askeri
müdahaleye gerek duyulduğu anda da hemen harekete geçmişti. Kötü niyetli kişilerin
dışarıdan adaya gelme ihtimaline karşı tedbirini almıştı. Yunan gazetelerinde Girit
Hıristiyanlarının hoşnutsuz olduğu yönünde bir kamuoyu oluşturulmak istenmiş ve
Girit ile alakalı bazı asılsız haberler yayınlanmıştı. Bu tür haberlerin yer aldığı gazete
ve kitapların adaya girişi, halkın tahrik olmaması için yasaklanmıştı. Adaya dışarıdan
gelen kişilerin yanlarında isyana dair bir kitap ya da matbu evrak olup olmadığı
kontrol edilmiş, geçiş izni olmayan şahısların adaya girişlerine izin verilmemişti.
Fakat yine de sakıncalı yayınların adaya girişine mani olunamamıştı. Çünkü yasak
olan kitap, matbu evrak ve gazeteler adaya açıktan değil, gizlice getirilmişti. Bu
evrakların ele geçirilmesi ve yasaklanması hususunda bir hayli zorluk yaşanmıştı.
Mustafa Nâili Paşa, gelen emir gereği bu konuyla ilgili gereken tedbirleri alacağını,
bu tür kitap ve evrakların girişini engelleyerek Girit ahalisine isyan fikirlerini tesir
ettirmeyeceğini merkeze bildirmişti. Bazen hırsızlık amacıyla da Yunanistan’dan
Girit’e gelen kişiler olmuş fakat bunlar kolaylıkla yakalanmışlardı. Mustafa Nâili
Paşa merkeze, Hristiyan ahalinin sükûnet içinde yaşadığını ve asayişin yerinde
olduğunu, ancak yine de tedbiri elden bırakmamak gerektiğini bildirmişti.550
Mustafa Nâili Paşa’nın ada yönetiminde sergilemiş olduğu tedbirli politika
yersiz değildi. Nitekim Avrupalı devletlerin Girit ile alakalı kötü emelleri hiçbir
zaman nihayete ermemişti. Bunun en bariz örneği, Girit Adası’nda bulunan Fransa
konsolosunun, bir süre önce Fransa’ya ve oradan da Atina’ya yaptığı ziyaretler
esnasında görülmüştü. Atina’da Yunan Kralı tarafından çok iyi karşılanmış olan
konsolos, kral ile saatlerce süren görüşmeler yapmıştı. Bu görüşmeler sırasında her
ikisi de fikirlerini beyan ederek Girit hakkında her şeyi konuşmuşlardı. Bu esnada
Yunan harp yaverlerinden dört asker konsolosa Girit adasının kendilerinin hakkı
550
İ. MTZ. GR, nr. 5/77, lef 1
181 olduğunu ifade ederek Girit için yardım beklediklerini söylemişlerdi. Konsolos
ellerinden gelen yardımı esirgemeyeceklerini ifade etmişti. Bu diyaloğa Yunan lideri
de şahit olmuştu. Konsolos, Yunanlılardan kiminle görüşmüş ise hepsi Girit ile ilgili
aynı şeyi söylemişti. Bu diyaloglardan haberdar olan Mustafa Nâili Paşa, konuyla
ilgili padişaha sunulmak üzere 20 Eylül 1847 tarihinde merkeze bir mektup
göndermişti. Yunanlıların bu tür fikirleri sürekli dile getirdiklerini, öteden beri
düşüncelerinin bu merkezde olduğunu, ancak emellerinden mahrum kalacaklarını,
adanın emniyet ve asayişinin yerinde olduğunu bildirmişti. Hıristiyan ahali
Yunanlılar ile aynı mezhepten ise de adada her türlü hakka sahip ve rahat bir
durumda olduklarından aralarında herhangi bir rahatsızlığın çıkmayacağını
belirtmişti. İstanbul’dan gelen cevapta, kendisine bu tür isyan emellerine karşı Girit
ahalisinin güvenliğinin kuvvetlendirilmesi ve bir taraftan da Yunanlıların fesat
düşüncelerinin boşa çıkarılması emredilmişti.551
Mustafa Nâili Paşa, kendisine verilen emir gereği, 1848 yılı dâhilinde
ahalinin durumunu teftiş etmek için, idaresi altında bulunan yerleri tek tek
dolaşmıştı. Bir müddet Kandiye’de bulunmuş oradan Resmo’ya hareket etmişti.
Burada ahalinin durumunu tespit etmiş ve birkaç gün sonra Resmo’dan ayrılarak
merkez görev yeri olan Hanya’ya gelmişti. Yolculuk esnasında Girit Adası’nda
nizâma aykırı en ufak bir harekete rastlamamıştı. Girit ahalisi ve reayasının rahat ve
güvenliğinin yerinde olduğuna bizzat şahit olmuştu. Mustafa Nâili Paşa, Girit
adasında düzene aykırı en ufak bir olay olmadığını, ahalinin görmüş olduğu şefkat ve
merhameti, istirahat ve emniyetin sağlanması karşısında duyduğu memnuniyeti
merkeze haber vermişti. Mustafa Nâili Paşa, ahalinin adada huzur ve refah içinde
kendi işleriyle meşgul olduğunu ifade etmiş, bundan sonra da ahalinin huzurunun
devamı için ortaya çıkan her meselenin mutlaka yoluna koyulacağını vaat etmişti.
Paşa, ahalinin asayişini bildiren yazıyı 11 Nisan 1848 tarihinde İstanbul’a yollamış,
merkezden gönderilen cevapta da Girit ahalisi ve reayasının rahat ve asayişinin
yerinde olmasından duyulan memnuniyet dile getirilmişti.552 Mustafa Nâili Paşa,
551
552
İ. MTZ. GR, nr. 4/70
İ. MTZ. GR, nr. 5/75
182 Girit’te bulunan nizâmiye askeri alayından iki askeri emir çavuşu olarak tayin
etmişti.553
4) Mustafa Nâili Paşa Döneminde Girit’te Görevli Askerlerin Durumu
Girit’te bulunan düzenli birliklerle, başıbozuk askerler isyan nedeniyle 1841
yılında adada kışlamaları dolayısıyla bunlara belli miktarlarda maaş ödenmesi
gerekmişti. Bu mesele Bâbıâli’de görüşülmüş ve askerlerin iskânı için yer tedarikinin
gerekli olup olmadığı konusu Mustafa Nâili Paşa’ya sorulmuştu. Adı geçen düzenli
birlikler için tedarik edilecek erzaktan başka satın alınması gereken miktarı belli
pirinç ve nohut, ilgili nezaret vasıtasıyla tedarik edilip Girit’e gönderilecekti. Maliye
nezaretinin tedarik edeceği erzakın hemen gönderilmesi gerekiyordu. Daha önce
gönderilen 10.000 kile buğdaydan başka gerekli olan 26.248 kile buğday ve 8.850
kile arpanın uygun yerlerden getirtilmesi için gemi kiralanmıştı. Arpa ve buğday için
iki gemi kiralanmış ve bu arpa ve buğdayın Selanik ve Galos iskelelerinde olan mirî
zahirelerden gönderilecekti. İstenen zahire, bu bölgelere daha önceden bildirilerek
hazırlanmıştı. Kaptan Paşa, askerlerin maaşlarının 8.000 keseye kadar çıkması ve
rütbesine göre gerek maaş ve gerek askerî tayinatta hiçbir sıkıntı olmaması için itina
gösterilmesi gerektiğini vurgulamıştı.
Tablo 9: 1841 yılında Girit taraflarında kışlaması gereken askerlerin
miktarı554
Daha önceden Girit’te olan alay
Birinci tabur on sekizinci alay
Rodos’ta ve Beyrut’ta memuriyette olan nefer
İkinci ve üçüncü tabur, birinci alay Mahmut Paşa
livası içinde Kandiye’de ikamet eden
Birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü tabur, ikinci alay
Mahmut Paşa livası içinde Kandiye’de ikamet eden
Genel Toplam
Mevcut
2928
657
11
971
Hasta
44
27
Toplam
2972
657
11
998
1351
44
1395
5918
115
6033
553
554
Sadaret Mektûbî Kalemi, Umûm Vilâyât (A. MKT. UM), nr. 4/16
C. AS, nr. 423/17529
183 Vilayetlerine iade olunacak Menteşe Alayı toplama dâhil edilmemiş açıkta
bırakılmıştır.555
Girit adasında, ulaşımın zorluğu nedeniyle sık sık erzak sıkıntısı yaşanmıştı.
Adada bulunan askerlerin zahiresi kalmadığı zamanlarda uygun yerlerden erzak talep
edilmişti. Yine 1841 yılı sonbaharında münasip yerlerden tedarik edilerek 10.000
kile buğday gönderilmesi talep edilmişti.556 Erzak talep edilirken bazen doğrudan
ihtiyaç duyulan miktar belirtilmiş, bazen de askerlerin altı aylık istihkakları olan
erzak miktarı hesaplanarak bildirilmişti.557 Mustafa Nâili Paşa, 26 Kasım 1841
tarihinde, askerlere verilmesi gereken akçe ve erzak konularında sıkıntı yaşandığına
dikkat çekmişti. Ayrıca akçe ve zahire konusunda yaşanan bu büyük sıkıntıyla
beraber, şimdiye kadar esnaftan veresiye alınan şeylerin ücretlerinin de verilemediği
anlaşılmaktaydı.558
Mustafa Nâili Paşa zamanında Girit adasına birçok yerden asker sevkiyatı
yapılmıştı.559 Bu sevkiyat bir devir daim şeklinde olmuştu.560 Askerlik görevini
bitirenler memleketlerine gönderilirken yerlerine yenileri gelmişti. 1841 ihtilali
defedilmiş ve adada asayiş sağlanmış olduğundan dolayı Mustafa Nâili Paşa, Girit’te
vazifesi biten askerleri, mutfak takımları ve çadır gibi kullandıkları bazı
malzemelerle birlikte geri göndermişti.561 Adada bulunan Aydın alayı, Erzurum’dan
tertip edilmiş olan 16. Alay’ın Girit’te bulunan iki taburu İstanbul’a sevk edilerek
memleketlerine gönderilmişti.562 Rumeli’den toplanan 1200 başıbozuk asker ile
Menteşe Alayı da Mustafa Nâili Paşa tarafından geri gönderilenler arasında yer
almıştı.
555
İ. MTZ. GR, nr. 3/ 39, lef 1
C. AS, nr. 758/31974
557
C. AS, nr. 399/16439
558
İ. MTZ. GR, nr. 3/ 39, lef 2
559
Mesela, Aydın ve İzmir’den Girit’e redif askerleri gönderilmişti (C. AS, nr. 570/23978); Bu
askerlerin maaşı olarak hazineden 1841 senesine ait toplam 7.120 kuruş ödenmişti (C. AS, nr.
423/17529).
560
Örneğin, 1848 yılı Kasım ayında askerlik süreleri biten bahriyelilerin yerine Trablusgarp
ahalisinden asker alınıp Girit’e ve İstanbul’a gönderilmişti (Sadaret Mektûbî Kalemi, Meclis-i Vâlâ
(A. MKT. MVL), nr. 10/77).
561
İ. MTZ. GR, nr. 3/ 39, lef.3
562
C. AS, nr. 65/3070
556
184 Girit adasına görevli olanlar sadece askerler değildi. İhtiyaç duyulan tüm
alanlarda Girit’e memurlar tayin edilmişti. Adaya sıhhiye görevlisi olarak, yaralı
askerlerin tedavisini yapmak için, cerrah ve tabipler de gönderilmişti.563 Girit’te
yaralanan
askerlerden
bazılarına
zorunlu
emeklilik
uygulaması
yapıldığı
görülmüştü.564
Adada yaşanan maddi sıkıntılar nedeniyle nizâmiye alayının yedi aylık ve
eski sekban askerlerinin yirmi iki aylık maaşları ödenmemişti. Adada bulunan
nizâmiye askeri ve sonradan gönderilen düzenli askerlerden adada kalacakların
miktarı 6000’e yaklaşmıştı. Mustafa Nâili Paşa’nın bu asker için istediği akçe miktarı
hayli fazla olduğundan ne kadar akçe ve erzak gönderileceği yeniden gözden
geçirilmişti. Daha önce adada bulunan nizâmiye asker ve zabitlerine öteden beri
Mısır usulünce fazla maaş verilmekteydi. Seraskerlik kayıtlarına bakılarak önceden
askere ödenen miktara bakılmıştı. Nizâmiye alayının maaşları eski usule göre mi
yoksa düzenli askerlerin maaşları gibi mi verileceği konusunda bir belirsizlik
yaşanmıştı. Hepsi devletin askeri olduğu için maaşlarının aynı olması gerekmekteydi.
Askerler arasında görülen maaş farkı nedeniyle eski usulü bozmak kırgınlıklara
sebep olacağından bu husus Mustafa Nâili Paşa’nın İstanbul’a gelip de kendisiyle
müzakere edeceği zamana kadar muallâkta bırakılmıştı.565 Yerlerine iade edilecek
olan Menteşe Alayı askerlerinin adadaki esnafa ve sair yerlere borçlanmış olma
ihtimali düşünülmüş ve bu yüzden askerlerin adadan borçlarını ödeyip öyle
ayrılmaları için önce aylıklarının verilmesi daha sonra adadan ayrılması gerekmişti.
Bu durum Mustafa Nâili Paşa’ya haber verilmişti.566 Girit Adasında bulunan düzenli
piyade askerlerinden Mahmut Paşa livasının birinci ve ikinci alayına, dağınık
563
Örneğin, Girit’e memur olarak gönderilen Aydın Redif Alayı maiyetinde bulunmak üzere, Alay
Miralayı Cemal Bey’in talebi üzerine, tıp ilmine vakıf olan Ahmet Efendi tabip, Petraki eczacı ve iki
efendi de cerrah olarak seçilmişler ve Girit’e yollanmışlardı (C AS, nr. 924/39980); Tophane
Hastanesi’nde çalışan cerrah ve tabip Mehmet Ali Efendi de 600 kuruş maaş ve dört asker ile
Girit’teki bir tabur askerle ilgilenmek üzere görevlendirilmişti. Memuriyet emri Tophane feriği
Mehmet Ali Paşa tarafından tebliğ edilmişti. Baştabip Abdülhak Efendi tarafından da onaylanarak
Girit’e tayini yapılmış ve gereken harcırah kendisine verilmişti (Cevdet Sıhhiyye (C. SH), nr.
24/1200).
564
Örneğin, düzenli birliklerden on altıncı alayın dördüncü taburunda olan Erzurumlu Hasan Girit’te
yaralandığı için 30 kuruş maaşla emekli edilmişti (C. AS, nr. 433/18011).
565
İ. MTZ. GR, nr. 3/39, lef.5
566
İ. MTZ. GR, nr. 3/39, lef 4
185 vaziyette görev yapan asker ve subaylara, Miralay Mustafa Bey ile Binbaşı Seyyid
Efendi’ye muhtelif aylarda ada defterdarı Salih Bey tarafından, toplamda 13 yük
6375 kuruş 10 para dağıtılmıştı. Bu meblağ, maliye hazinesinden Girit Defterdarı
Salih Bey’e gönderilen 3.000 kese akçeden karşılanmıştı.567
1842 yılı Ekim ayında bir miktar askerin Girit Adasında kışlaması gerekmişti.
Mesken tedariki ve maaş tayinleriyle çeşitli masrafların miktarı ve meclis azasının
maaşları hususu ve askerin yoklama defteri Maliye Nezareti’ne takdim edilmişti.
Mustafa Nâili Paşa, Maliye Nezareti’ne askerin iskânına yetecek kadar kışlak
bulunduğunu haber vermişti. Et, pirinç, nohut ve soğan gibi erzaklar adada çok
bulunmadığından, bunlar satın alınacaktı. Neferlere sadeyağ yerine zeytinyağı,
zabitlere ise sadeyağ bedeli verilecekti. Ancak zeytinyağı ile sadeyağ fiyatında yarı
yarıya fark olduğundan bunun nasıl verileceği konusunda tereddüt yaşanmıştı.568
Maliye Nâzırı tarafından, Girit Adasında bulunan askerin maaş, aylık ve
masraflarına dair bir rapor hazırlanmış ve Meclis-i Vâlây-ı Ahkâm-ı Adliye’ye
sunulmuştu. Meclisi Vâlâ’da alınan karar 4 Ekim 1842 tarihinde Meclis-i Umumi’de
okunmuştu. Buna göre; askere Girit’te bulunan erzaktan verilmesi kanun gereği
olduğu ve adada bulunan askerlerin orada bulunmayan eşya ve erzak talebine
yetkilerinin olmadığı, merkezden erimiş yağın gönderilmesinden vazgeçildiği ve
hepsine zeytinyağı verilip, zabitandan bedelini talep edenlere bu miktarın verilmesi
uygun görülmüştü. Ayrıca, atlı askerlere şimdiye kadar 90 kuruş maaş verilmekte
iken aylık 60’şar kuruş verilmesi düşünülmüş fakat maaşı azaltmanın sebep olacağı
567
C. AS, nr. 1036/45453, lef 2; Girit Eyaleti’ndeki düzenli birliklerde görev yapan zabit ve neferlerin
farklı aylara mahsus Girit Defterdarı Salih Bey tarafından verilen maaş ve masraflarına dair 17 adet
defter ve senet Girit Valisi Mustafa Paşa tarafından maliye Nâzırına gönderilmişti. (C. AS, nr.
1036/45453, lef 1).
568
Zabitana sadeyağ bedeli verilip neferlere aynen zeytinyağı verilmesi, zabitlerden isteyene bedelinin
verilmesi uygun bulunmuştu. Merkezde ve taşralarda olduğu gibi bundan sonra Girit adasında da
askere sadeyağ verilebilirdi. Bu yüzden sadeyağ tedarikinin hızlı bir şekilde yapılabilmesi için
Mustafa Naili Paşa’nın gereken miktarı merkeze bildirilmesi gerekmekteydi. Girit’te görev yapan
askerlerin birbirinden farkı yoktu ve moral bozukluğu olmaması için hepsinin bir tutulması
gerekiyordu. Ancak bu şekilde hakkaniyet sağlanmış olacaktı. Bu yüzden sonradan merkezden
eritilmiş yağın gönderilmesinin masraflı olsa da askerin asayişi ve rahatı düşünülerek aslında bir
külfet oluşturmayacağı fikri oluşmuştu. Bir taraftan da askerin uzun zamandan beri Girit’te bulunması
sebebiyle zaten zeytinyağına alışmış olma ihtimali akla gelmişti. Merkezden erimiş yağ göndermek,
belki de gereksiz bir iş olacaktı. Mustafa Naili Paşa, bu konudaki fikrini bizzat İstanbul’a geldiği bir
sırada beyan etmişti. Zirâ askere sadeyağ yerine şimdiye kadar zaten zeytinyağı, zabitana da bedeli
verilmekte olduğunu ifade etmişti (Meclis-i Vâlâ (İ. MVL), nr. 44/836, lef 1).
186 olumsuz durumlardan dolayı askere tekrar eskisi gibi 90 kuruş maaş verilmesine
karar verilmişti.569 Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın Girit’te bulunan gelirleri
içinden hazineye 6 bin kese akçe verilmesi talep edilmekteydi. Şayet bu tahsil
edilirse askerin bir aylık geçmiş maaşları verilecek, gerekli malzemeler de rahatlıkla
tedarik edilebilecekti. Hazineden gönderilen 2 bin kese akçe, redif askere üçer,
diğerlerine ikişer aylık olarak dağıtılacak, bir miktarı da sekban askerinin aylıklarına
sarf edilecekti. Mevcut sekban, süvari, topçu, arabacı ve humbaracıların aylık
maaşlarıyla sergerde ve yüzbaşıların aylıkları ve verilecek ekmek miktarları için bir
pusula tanzim edilmişti. Buna göre, sekban askerine ekmekten başka erzak
verilmeyecek, süvarilerine ise üçer kıyye arpa verilecekti.570 23 Ekim 1842 tarihinde
onaylanan bu kararlar Mustafa Nâili Paşa’ya bir mazbata şeklinde gönderilmişti.
Mustafa Nâili Paşa, Girit adasındaki memuriyeti esnasında karşılaştığı bazı
durumlar hakkında merkeze hem bilgilendirme hem de danışma mahiyetinde bazı
raporlar göndermişti.571 Mustafa Nâili Paşa, 1842 yılı sonbaharında Babıâli’ye bir
layiha sunmuştu. Bu layihanın dördüncü, beşinci ve dokuzuncu maddeleri askeriyeye
dair olduğundan askeri şuraya iletilmiş ve her bir madde burada mütalaa edilmişti.
Bu hususlardan bazıları; Girit’te Atik Alayı’nın ve asker çocuklarının aylıklarının
verilmesi, Arap çocuklarının adaya yakın olması dolayısıyla Trablusgarb’a asker
gözetiminde gönderilmesi olmuştu. Ayrıca Aydın redif askerlerinden bir veya iki
alayın adaya tayiniyle, Girit’te bulunan Ferîk Mahmut Paşa ile Mirliva Mehmet Paşa
kumandanlarında olan askerin İstanbul’a çağrılması veya sadece birisinin kumandası
altındaki askerin çağrılması gündeme gelmişti.572
Mustafa Nâili Paşa’nın layihasının dördüncü maddesinde bahsedilen konu,
atik alay zabitanının maaş ve aylıkları meselesiydi. Atik Alay zabitlerinin maaş ve
aylıkları Mısır usulüne göre verildiği için yeni kurulmuş olan düzenli orduda yer alan
zabitlerin aylıkları arasında fark oluşmuştu. Maaşların 1841 yılı sonuna kadar Mısır
usulüyle verilmesi fakat daha sonra senelik olarak verilmesi uygun görülmüştü. Buna
569
İ. MVL, nr. 44/836, lef 2
İ. MVL, nr. 44/836, lef 1
571
İ. MTZ. GR, nr. 4/50, lef 1
572
İ. MTZ. GR, nr. 4/50, lef 3
570
187 itiraz eden zabit olursa görevine son verilecek ve yerine açıkta bulunan zabitandan
tayin edilecekti.
Layihanın beşinci bendinde bahsedilen konu, asker çocuklarının maaşları
mevzusuydu. Bu konu Mustafa Nâili Paşa ile de mütalaa edilerek, asker maaşlarının
Mustafa Nâili Paşa’nın uygun gördüğü şekilde verilmesi, asker çocuklarının askeri
nizâmâ uygun ve faydalı bir şekilde değerlendirilmesi uygun bulunmuştu.573 Buna
göre, daha önce 15 kuruş olan asker aylıklarının bundan sonra 25 kuruş olacak ve
zabit ve askerlerin çocuklarına askere kaydedilmek şartıyla 5 kuruş maaş ve günlük
300 dirhem ekmek verilecekti.574
Layihada bahsedilen diğer bir konu Girit’te sükûnet sağlandığı için uygun
bulunması halinde askeri fazla olan iki alay ve taburun zabitleriyle beraber İstanbul’a
çağrılması hususuydu. Ancak asayişin devamı için de gereken yerlere asker naklinin
devam etmesi gerekmekteydi. Adadaki alaylardan askeri eksik olanlara nöbetleşe
olarak iki alay asker gönderilmiş, askeri fazla olan alay ve taburlar ise İstanbul’a
çağrılmıştı. Adada zaman zaman askerliği biten erlere tezkere verip yerine yenilerini
almak için asker nakilleri olmuştu. Askerin nakli için üç yol tasarlanmıştı. İlki, adada
bulunan Atik Alayı’nın Arap çocuklarından ve Trablsugarb’ın da adaya yakın olması
dolayısıyla bu alayın askerlerinin Trablusgarb’a sevk edilmesiydi. Bu vesileyle uzun
bir süredir Trablusgarb’da bulunan askerlerin İstanbul’a çağrılması -biraz masraflı
olsa da- askerin yenilenmesi açısından faydalı olacağı düşünülmüştü. İkinci olarak
adaya Aydın ve civarından bir veya iki alay asker tayin edilmesiyle Girit’te bulunan
Ferîk Mahmut Paşa ve Mirliva Mehmet Paşa kumandanlarında olan askerin
İstanbul’a çağrılması planlanmıştı. Üçüncü olarak ise adada bulunan Mahmut Paşa
idaresi altında olan askerin veya Mehmet Paşa idaresi altında olan askerin İstanbul’a
çağrılması düşünülmüştü.575
573
İ. MTZ. GR, nr. 4/50
Örneğin, 3 Mayıs 1845 tarihinde, Girit adasında bulunan nizâmiye alayı 4. taburu yüzbaşısı
Mehmet Ağa'nın biri 7 ve diğeri 4 yaşındaki iki evladına ileride askere alınmak şartıyla 5’er kuruş
maaş ve günlük 300 dirhem ekmek parası verilmişti. (C. AS, nr. 851/36388).
575
İ. MTZ. GR, nr. 4/50
574
188 Girit’te görev yapan askerlerden görev süreleri bitmiş olan nizâmiye
askerlerine memleketlerine gitmeleri için izin 6 Haziran 1844 tarihinde verilmişti.576
Fakat Asakir-i Mansure’nin askerlik süresi bir yıl daha uzatılmıştı. İlk olarak bu
askerlerin subaylarına zamsız maaş verilmesi düşünülmüş fakat daha sonra bunun
uygun olmayacağı düşünülerek zamlı haliyle verilmişti. Yine 1844 yılında, Girit
adasında görev yapan ferik ve liva rütbelerine sahip olanlardan askerlik hizmetinde
bulunanların rütbelerinin muhafaza edilmesi, mülkiye işlerinde bulunan feriklere
mirimiranlık, mirilivalara da mirülümeralık unvanı verilmesi gündeme gelmişti.577
1844 yılı Mart ayında adada bulunan bütün mülki ve askeri görevlilerin maaşları
yeniden düzenlenmiş ve bu miktar toplamda 344.400 kuruşa yükselmişti. Ancak bu
miktarın mümkün mertebe azaltılmaya çalışılacağı Mustafa Nâili Paşa tarafından
merkeze bildirilmişti.578
Girit Adası’nın hassas durumu nedeniyle adada sürekli düzenli askerler görev
yapmaktaydı. Bu askerler sekiz adet kale muhafazasına memur edilmişlerdi.
Askerlerin sayısı bin yüz kişi eksik olmasına rağmen, adada bir huzur dönemi
yaşandığından ve askerlerin görevlerini en iyi şekilde yerine getirdiklerinden dolayı
eksiğe rağmen kalelerin muhafazasında başarılı olmuşlardı. Ancak mültezimlerin
işlerini kolaylaştırmak için bu eksik askere ihtiyaç duyulduğu Mustafa Nâili Paşa
tarafından seraskere bildirilmişti. Paşa, mümkünse şimdilik beş altı yüz kadar yeni
asker gönderilmesi ve eksik askerin tamamlanmasına yönelik 7 Haziran 1848 tarihli
bir talepte bulunmuştu.579 Paşa’nın bu talepleri askeri şûrâya havale edilmişti.580Bu
anlamda meydana gelen müzakerenin neticesi olarak kaleme alınmış bir kıta
müzekkere ve evrak, Serasker Paşa tarafına Bâb-ı âliye gönderilmişti. Konu, Meclis-i
Vâlâ’da görüşüldükten sonra 17 Ağustos 1848 tarihinde bir Meclis-i Vâlây-ı Ahkâm 576
Girit adasında görev yapan askerler arasında becayiş usulüyle yer değiştirmeler yapılmıştı.
Örneğin, 1845 yılı sonlarında Dördüncü Piyade Alayı Miralayı Ahmet Bey ile İstanbul’daki Alay
Miralayı İsmail Bey’in becayiş usulü ile yer değişikliği yapmışlardı. (C. AS, nr. 863/36946).
577
C. AS, nr. 832/35485
578
C. ML, nr. 316/12989
579
İrâde Mesâil-i Mühimme (İ. MSM), nr. 15/331, lef 5; Girit adasında 1849 yılı ortalarında ve 1850
yılı başlarında adanın hassas durumu dolayısıyla mevcut asker sayısının artırılması tekrar gündeme
gelmişti. Mustafa Naili Paşa, Serasker Paşa’ya Girit’te bulunan alayların yetersizliğinden dolayı askeri
kuvvetlerin arttırılmasını talep etmişti. Cevap olarak, Girit’in önemine dair asker mevcudunun hemen
arttırılacağı haberi gelmişti (Sadâret Mektubî Kalemi Mühimme Kalemi (A. MKT. MHM), nr. 12/73).
580
İ. MSM, nr. 15/331, lef 6
189 ı Adliye mazbatası yayınlanmıştı.581 Çıkan karar, Mustafa Nâili Paşa’nın taleplerine
uygun mahiyetteydi. Son kararı vermek üzere mazbata, evraklarla birlikte 22
Ağustos’ta padişaha sunulmuş ve hemen ertesi gün onaylanmıştı.582
Girit’te güvenliğin sağlanmasında askerlerin rolü büyüktü. Ancak güvenlik
için sadece askeri tedbirler alınmamıştı. Mustafa Nâili Paşa, güvendiği bazı şahıslara
maaş karşılığı gizli görevler vermişti. Mesela, Hanya sancağına bağlı Selene nahiyesi
yazıcısı, adadaki ihtilâl esnasında olayların iç yüzünü anlamak için gizli araştırmalar
yapmış ve kendisine bu görevi karşılığında 13 aylık maaşı olan 1.300 kuruş
ödenmişti.583 Ahali asyiş sağlanmış olsa da sürekli tedirgin olmuş, en ufak bir
söylentide galeyana gelmişti. Mustafa Nâili Paşa’nın bildirdiğine göre, 1847 yılı
Ekim ayında İslam ve reayadan asker toplanacağı söylentisiyle tedirginleşen ahaliye,
bunun asılsız olduğunu söylenmiş ve durum normale dönmüştü.584
Girit adasında askerler arasında firar vakalarına da rastlanılmıştı. Mustafa
Nâili Paşa, 1850 yılı Şubat ayında askeriyeden firar edenlerin bulunup geri
gönderilmesi için merkezden gelen emre uygun hareket edeceğini bildirmişti.585
Ayrıca 1851 yılı Ekim ayında da askerlerden uygunsuz davranışlarda bulunanların
rütbe ve madalyalarının geri alınmasına karar verilmişti. Mustafa Nâili Paşa, Girit’e
de gönderilmiş olan bu emre uygun hareket edileceği ve gerekenin yapıldığını
bildirilmişti.586
Tablo 10: İzmir ve Aydın’dan Girit’e gönderilen redif alayının
zabitlerinin maaşları587
Zabitin adı
Maaşı
Miralay Hasan Bey
500 kuruş
Alay Emiri Ahmet Bey
500 kuruş
581
İ. MSM, nr. 15/331, lef 8
İ. MSM, nr. 15/331, lef 9
583
C. ML, nr. 552/22748
584
A. MKT, nr. 97/87
585
A. MKT. UM, nr. 8/53
586
A. MKT. MHM, nr. 38/7
587
C. AS, nr. 423/17529
582
190 Alay Kâtibi Ahmet Efendi
200 kuruş
Tabur sekbanı Mehmet ağa
250 kuruş
Tabur-u kebir mülazım-ı evvel Ahmet Ağa
60 kuruş
Tabur-u kebir yüzbaşısı Hasan Ağa
100 kuruş
Tabur-u kebir yüzbaşısı İbrahim Ağa
80 kuruş
Tabur-u kebir mülazım-ı evvel Hasan Ağa
80 kuruş
Tabur-u kebir yüzbaşısı Mustafa Ağa
40 kuruş
Tabur-u kebir yüzbaşısı Yusuf Ağa
100 kuruş
Tabur ağası Salih Ağa
120 kuruş
Tabur-u kebir mülazım-ı evvel Hayrettin Ağa
80 kuruş
Tabur-u kebir yüzbaşısı Hüseyin Ağa
100 kuruş
Tabur-u kebir yüzbaşısı Mehmet Ağa
100 kuruş
Tabur-u kebir levazım-ı Sani Ali Ağa
100 kuruş
Tabur-u kebir yüzbaşısı Mustafa Ağa
100 kuruş
Tabur ağası Mustafa Ağa
200 kuruş
Tabur-u kebir yüzbaşısı Ali Ağa
100 kuruş
Tabur-u kebir mülazım-ı evvel Hasan Ağa
80 kuruş
Miralay Cemal Bey
200 kuruş
Kaymakam Salih Bey
500 kuruş
Tabur sekbanı Mustafa ağa
400 kuruş
Tabur Kâtibi Mehmet Efendi
150 kuruş
Tabur ağası Ali Ağa
100 kuruş
Tabur Ağası Mustafa Ağa
200 kuruş
Musiki yüzbaşısı Nuri Ağa
80 kuruş
Ahmet Ağa
500 kuruş
Saraç Mehmet Efendi
100 kuruş
Saraç Ali Efendi
200 kuruş
Saraç Abdurrezzak Efendi
100kuruş
191 5) Mustafa Nâili Paşa’nın Şirket-i Hayriye Ortaklığına Girmesi
Şirket-i Hayriye Osmanlı Devleti’nde Avrupa örneğine göre kurulan ilk yerli
anonim şirketti. Böyle bir girişimde bulunma fikri, Fuat Paşa ve Ahmet Cevdet
Paşa’dan gelmişti. Bükreş’te iken Tuna’da yaptıkları vapur gezintileri sırasında
Boğaziçi’nde de bu tür vapurların çalışabileceğine dair bir fikir edinmişlerdi.
Kaplıcalara girmek üzere birlikte Bursa’ya giderken Fuat Paşa ile Cevdet Paşa bu
fikirlerini tekrar gözden geçirme fırsatı bulmuşlardı. Bursa dönüşünde bu fikirlerini
gerçekleştirmek için harekete geçmişlerdi. Konu ile ilgili bir nizâmnâme
hazırlamışlardı. Böyle bir şeye neden gerek duyduklarını da izah etmişlerdi. Zirâ
Cevdet Paşa, Avrupa’da büyük ilgi duyulan anonim şirket ortaklığına ülkemizde
henüz rağbet olunmamakla birlikte halka bir örnek göstermek ve Boğaziçi’nde gidiş
gelişleri kolaylaştırmak için Fuat Paşa ile birlikte bu işe kalkıştıklarını belirttikten
sonra “Esbâb-ı Mûcîbe Mazbatası” ismiyle hazırladıkları nizâmnâmeyi Mustafa
Reşid Paşa’ya arz etmişti.588 Bu nizâmnâme Mustafa Reşid Paşa tarafından da uygun
görülmüş ve padişahın onayına sunulmuştu. Sultan Abdülmecid’in bu teklifi
onaylamasıyla 18 Ocak 1851’de Boğaziçi’nde yolcu vapurlarını çalıştıracak olan
Şirket-i Hayriye isimli anonim şirket kurulmuş oldu. Böylece gerektiğinde uzatılmak
şartıyla Boğaziçi’nde vapur işletme imtiyaz ve tekeli 25 sene süreyle Şirket-i
Hayriye’ye verilmişti.589
Şirket-i Hayriye, aynı zamanda Türkiye’de kurulan ilk anonim ortaklıktır.
Önce hisse senetleri basılarak satışa sunulmuştu. Tanesi 3000 kuruştan satılan
hisselerden 100 tanesini Abdülmecid ve 50 tanesini annesi Bezmiâlem Valide Sultan
almıştı. Sadrazam Mustafa Reşid Paşa 20, Serasker Damat Mehmet Ali Paşa,
Tophane Müşiri Fethi Paşa, Girit valisi Mustafa Nâili Paşa, Mısırlı Yusuf Kâmil Paşa
ve eşi Zeyneb Hanım başta olmak üzere çoğu banker ve sarraf olan Ermeni, Rum ve
588
Konu, Meclis-i Vükela’da da görüşülmüş sonra da alınan kararlar bir mazbata şeklinde kamuoyuna
duyurulmuştu. Ali Akyıldız, Osmanlı Dönemi Tahvil ve Hisse Senetleri, İstanbul 2001, s.48
589
Ahmet Cevdet Paşa, Tezakir, 40-Tetimme, s.44-45; Ali Akyıldız, a.g.e., s.48
192 Musevi işadamları 15’er veya 10’ar hisse alarak şirkete ortak olmuşlardı.590 Daha
sonra ihtiyaç üzerine 500 hisse daha satışa çıkarılmıştı.
İlk etapta satılan hisse senetlerini alanların isimleri, halkı bilgilendirmek ve
teşvik etmek amacıyla Takvim-i Vekayi’de ilan edilmişti. Hisse senetlerini satınlar
alan hissedarlar arasında padişahtan hademeye kadar devlet hiyerarşisinin her
basamağından memur ve askerler yer almıştı. Özellikle memur olan hissedarlar bu
hisseleri alabilmek için sarraf ve bankerlere borçlanmışlardı.591 Dönemin sadrazamı
Mustafa Reşid Paşa, halk ve yöneticiler arasında bu gibi yatırımlar konusunda yeterli
bilgi ve tecrübe olmadığından şirketin hisse senetlerinden almaları için sermaye
sahiplerini teşvik etmişti. Hisse senetlerini alanlar arasında şirketin yararlarını
bilenlerden başka Mustafa Reşid Paşa’nın hatırı için istemeden alanların sayısı daha
çoktu.592
Bu arada en uygun şartları getiren Baltacı Manolaki isimli komisyoncu
aracılığıyla Londra’ya sekiz vapur ısmarlanmış, dört vapur bir yıl içinde
tamamlanmıştı. İlk zamanlarda Tersane-i Amire vapurlarıyla aralarında rekabet
olmaması için yalnız Eminönü ile Boğaz köyleri arasında sefer yapma hakkı verilen
şirket, ilk seferini 1854’te Üsküdar’a yaptı. Şirket-i Hayriye vapurlarının düzenli bir
şekilde çalışmasıyla Sarıyer, Beykoz gibi Boğaz’ın uzak köyleri de tanınma, gelişme
ve büyüme imkânına kavuşmuşlar ve buralara yerleşim artmıştı.593 Şirket-i
Hayriye’nin belli bir süreç sonucunda kurulması ve daha ziyade Boğaz’ın uzak
köylerinde işlemesi kayıkçı esnafını594 olumsuz anlamda çok etkilememişti. Zirâ
Haliç içi ulaşım, kayığın yanaşma kolaylığı, gidiş gelişlerin saate bağlı olmaması ve
590
İstanbul’un ünlü sarraflarından Mıgırdıç, Misak Abraham Miseyan, Kamondo da Şirket-i Hayriye
ortakları arasında yer almıştı. Böylece ilk defa Müslüman, Ermeni, Yahudi ve Rum sermayedarlar ile
hizmet amaçlı ticari bir kuruluş meydana gelmişti. Necdet Sakaoğlu-Nuri Akbayar,
Avrupalılaşmanın Yol Haritası ve Sultan Abdülmecid, İstanbul 2001, s.68-69
591
Ali Akyıldız, a.g.e., s.49
592
Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c.IX, s.40
593
Şirket-i Hayriye vapurlarının Boğaziçi’nde işlemeye başlamasıyla bir hareketlenme yaşanmış ve
sahillerin kıymeti çok fazla artmıştı. Ahmet Cevdet Paşa, Tezakir (1-12), Yayınlayan: Cavit Baysun,
Ankara 1986, s.20-21
594
Haliç’te kayıkçılık için bkz: Ali Akyıldız, Haliç’te Seyrüsefer Haliç Vapurları Şirketi, İstanbul
2007, s. 12
193 muhafazalı bir bekleme yeri olmaması595 gibi sebeplerle uzunca bir süre yine
kayıkçılar tarafından yürütülmüştü. Ancak uzun vadedekayıklar yerlerini yavaş yavaş
sayıları ve seferleri artan vapurlara bırakmak zorunda kalmışlardı.596
B) MUSTAFA NAİLİ PAŞA DÖNEMİNDE GİRİT’TE TOPLANAN
VERGİLER
Osmanlı maliyesinin gelirini teşkil eden vergiler, ülke genelinde şer’i ve örfi
olmak üzere iki türlü toplanmaktaydı. Şer’i vergiler, dinin emrettiği türden olup öşür,
haraç ve cizye olarak çeşitlendirilmişti. Öşür ve haraç tarım gelirlerinden alınırdı.
Öşür, arazinin verdiği ürün miktarı üzerinden belirlenirdi. Toprağın verimliliğine
göre, verginin oranı değişmişti. Ortalama 1/10 olması gereken vergi oranı, bazı
yerlerde 1/8 iken, bereketli topraklarda 1/2 ’ye kadar yükseltilmişti. Örfi vergiler ise
dini emirler dışında, sultanın otoritesi aracılığıyla yürürlüğe konmuştu. Cizye ise
gayrimüslim erkeklerden alınan baş vergisiydi. Askerlik hizmeti yapmamalarının
karşılığı korunmalarının bedeli olarak devlete ödenirdi.597
Osmanlı Devleti, hâkimiyeti altına aldığı yerlerde bölgenin genel özelliklerini
dikkate alarak farklı idari anlamda uygulamalarda bulunmuştu. Bu şekilde bölge
halkını baskı altına almadan devlete olan bağlarının güçlendirilmesi hedeflenmişti.
Özellikle Ege adalarında bu uygulamanın lüzumu hissedilmişti.598 Girit adası,
fethinden itibaren daima ayrıcalıklı bir statüye sahip olmuştu. Bu ayrıcalıkların
başında vergi sisteminde tanınan kolaylıklar gelmekteydi. Örneğin devletin diğer
vilayetlerinde toplanan otlak, kışlak, tuz, tapu, pençe vs. tüm vergiler adada
alınmamıştı.599
595
Ahmet Güleryüz, Şirket-i Hayriye’nin Boğaziçi Vapurları, İstanbul 2002, s.12
Emine Atılgan Gümüşsoy, “Keçecizade Mehmet Fuat Paşa (1815-1869)”, Gazi Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, s.22-24
597
İlber Ortaylı, Türkiye Teşkilat ve İdare Tarihi, Ankara 2007, s.134-135
598
Ali Fuat Örenç, “ Türk Hâkimiyetinde Ege Adaları Tarihi”, Yeni Türkiye, Osmanlı- I ( Siyaset ve
Teşkilat), S. 31, Ocak- Şubat 2000, s. 331
599
A.Nükhet Adıyeke, “Doğu Sorunu’nun Bir Aynası: Girit Sorunu”, Yeni Türkiye, Osmanlı-I
(Siyaset ve Teşkilat), S. 31, Ocak- Şubat 2000, s.337
596
194 Mustafa Nâili Paşa adada toplanan vergiler hakkında bazı tespitlerde
bulunmuş ve Girit adasında şimdiye kadar alınmış olan öşür ve gümrük vergilerinin
çok düşük olduğunu ifade etmişti. Mustafa Nâili Paşa, her zaman ada halkının
Tanzimat’ın kaidelerine uygun bir şekilde yönetilmesi taraftarı olmuştu. Paşa,
İstanbul’dan
gönderilecek
olan
emirlerin
uygulanmasında
hiçbir
kusur
gösterilmeyeceği konusunda her zaman garanti vermişti.
Girit’te gümrük vergisinin alınması konusunda bazı sıkıntılar yaşanmıştı.
Tanzimat usulleri gereğince Osmanlı Devleti’ne bağlı olan bütün memleketlerden
başka yerlere ve özellikle İstanbul’a giden erzak ve eşyanın resmi vergilerinin
alınması gerekmekteydi. Gümrük vergilerinin İstanbul’dan alınması gündeme
gelmişti. Girit adasında zeytinyağı ve sabundan elde edilen hasılat çok fazlaydı.
Adanın en büyük gelir kaynağı, bunlardan alınan gümrük vergilerinden elde
ediliyordu. Eğer gümrük vergileri İstanbul’da alınacak olursa adanın hiçbir geliri
kalmayacağından adada görev yapan müstahdem memur, hademe ve askerin
maaşları ve adanın diğer tüm masraflarının İstanbul’dan karşılanması gerekecekti.
Böyle bir durumda adada ihtiyaç duyulan miktarın gönderilmesi hususunda bazı
sıkıntılar yaşanabilirdi. İklim şartlarına göre, paranın zamanında yetişmemesi
ihtimali vardı. Bu da maaşların ödenmesinde ve masrafların karşılanmasında
mağduriyete sebep olabilirdi. Ayrıca mesela, adadan bin kantar sabun ve zeytin alıp
izin kâğıdı verilen bir tüccarın İstanbul’a gidip gitmediğini öğrenmek imkânsız
olacaktı. Tüccar dürüst bir şekilde İstanbul’a gitmek üzere yola çıksa bile, hava
muhalefeti nedeniyle gemileri kazazede olabilirdi. Böyle bir durum da tüccarın
gümrük vergisi kimden ve nasıl tahsil edileceği sorun teşkil etmişti. Bu durum devlet
hazinesinin boşa gitmesi anlamına gelmekteydi. Bir de bu durumu fırsat bilen bazı
kimselerin tüccar kılığında ortaya çıkabileceği ihtimali de vardı. Bu husus Mustafa
Nâili Paşa ile Girit defterdarı arasında müzakere edilmiş ve durum Bâbıâli’ye
bildirilmişti. Konuyla ilgili kendilerine gönderilmiş olan şura mazbatasına göre,
gümrük vergisinin İstanbul’dan alınması kuralı değişmemişti. Fakat yukarıda
bahsedildiği gibi bu uygulamaya devam edilirse devlete ait malların telef olacağı
açıktı. Ayrıca bu durumda üç iskele gümrüğünün hissedarı olan kişilerin hisseleri de
195 verilemeyeceğinden onlar da mağdur olacaklardı. Girit’ten İzmir, Selanik ve Samsun
iskelelerine gidecek ve oralardan da Girit’e gelecek olan erzaktan vergi
alınamayacak ve adanın gümrük geliri çok azalacaktı. Bu, tek geliri gümrük vergisi
olan ada için endişe verici bir durum olduğundan, Mustafa Nâili Paşa padişahtan
uygun bir düzenleme talebinde bulunmuştu.600 Buna göre, Girit’ten gelen eşyadan
alınan gümrük vergisi İstanbul’da ayrılarak Girit’e gönderilecekti.601
1) Mustafa Nâili Paşa’nın Reayadan Alınan Vergilerde Gösterdiği
Kolaylıklar
Girit Adası reayası vergi konusunda bir düzenleme yapılması için Mustafa
Nâili Paşa’dan bazı taleplerde bulunmuştu. Reayanın işlerinin görülmesine dair
Mustafa Nâili Paşa tarafından merkeze bir yazı gönderilmişti. Buna göre, Girit
Adasında oturan reayadan alınan üç çeşit cizyeden âlâ olarak adlandırılan cizye
evrakı her on kişiden birisine verilmekte ve bedeli olan 60 kuruş kendilerinden evsat
ve ednâevrak bedeline ilaveten taksim edilerek verilmekte iken âlâ’nın evsata
dönüştürülmesi talep edilmişti. Bu durumun eşitlenmesi gerekli görülmüş fakat bir de
hazineden kayıt ve usulünün sorulması ve ona göre gerekenin yapılması padişah
tarafından emredilmiş ve durum hakkında Maliye Nâzırı bilgilendirilmişti. Cizyenin
değiştirilmesi meselesi henüz bir kesinlik kazanmadığı için verginin tahsil edilip
edilmeyeceği anlaşılamamıştı. Konu, 9 Ekim 1847 tarihinde Meclis-i Vâlâ’ya takdim
edilmiş ve yapılan görüşmeler neticesinde talep kabul edilmiş ve padişah tarafından
cizye vergisinde azaltma yapılmasına dair bir irade yayınlanmıştı. Mustafa Nâili
Paşa’nın bu mevzuyu ada halkına izah etmesi ve cizyeyi yeni usule göre toplaması
emredilmişti. Böylelikle adanın gelirlerinde bir azalma olsa da, bu durum, ada
reayası için özel bir uygulama, padişahın bir inayeti ve özel müsaadesi olmuştu.602
600
İ. MTZ. GR, nr. 3/30
C. ML, nr. 329/13508
602
Sadaret Amedî Kalemi (A. AMD), nr. 2/24
601
196 Girit’te
yerleşik
reayadan
üç
çeşit
alınan
cizyeden
âlâ’nınevsat’a
dönüştürülmesi reayaya ve merkeze bildirilmişti. Cizye hakkında tanzim edilen
usule, Girit ahalisi çok memnun kalmış603 ve ilgili yerlere bu memnuniyetlerini
bildiren teşekkür yazıları göndermişlerdi.604
Mustafa Nâili Paşa, yeni usul gereğince, taşralardan gönderilecek nakit,
poliçe, kazanç ve masraf evrakının takdiminde yılların ayrı tutulması ve cizye
evraklarının Mart ayına kadar herhangi bir yere harcanmaması konusunda gelen
fermana uygun hareket etmiş ve bunu merkeze bildirmişti.605
2) Yabancı Esnaftan Alınan Vergi
Girit’e ticaret ve zanaat için gelip giden küçük esnafa, burada dükkân açma
izni verilmişti. Bundan dolayı yerli esnafın işleri sekteye uğramıştı. Bunların
vatanlarında olan kira ya da mahsulden elde edilen gelirlerine göre vergi vermeleri
gerekmekteydi. Öncelikle bu esnafın geldikleri yerlerde kendilerinden vergi alınıp
alınmadığı tespit edilecekti. Yerli tüccar ve esnafın gelirine ortak olacaklarından
dolayı şahsi vergilerinin, hisse taksimi ve tahsili olup olmadığı kendilerine sorulup
ona göre hareket edilmesi gerekmekteydi. Bu husus Girit’e ve diğer tüm taşra
memurlarına 30 Mayıs 1847 tarihli bir emirle gönderilmişti. Mustafa Nâili Paşa, bu
emrin kendisine ulaştığını ve Girit Adası’ndaki bulunan ahali ve esnaftan hiçbir vakit
vergi alınmadığını, dışardan Girit’e gelip esnaflık yapanlardan şimdiye kadar vergi
adı altında bir şey alınmamış olduğunu belirtmişti. Fakat bir şahıs Girit’e gelip bir
meyhane açacak olursa ne kadar süre kalırsa kalsın devlete sadece meyhane vergisi
verdiğini, bundan başka hiçbir şey talep edilmemiş olduğunu 18 Ocak 1848
tarihindeki yazısında bildirmişti. Buna benzer bir uygulamaya, Midilli adasında da
rastlanmıştı. Midilli adasında yabancı esnaftan dükkân açmadıkları sürece vergi
alınmamaktaydı. Midilli Adası kaymakam vekilinin bildirdiğine göre, yabancı
603
İ. MTZ. GR, nr. 4/69
A. AMD. Nr. 22/89; İ. HR, nr. 72/3483
605
A. MKT, nr. 38/96
604
197 yerlerden adaya gelip terzilik vs. gibi sanatları icra eden esnaftan ahali gibi vergi
alınmamakta, ancak dükkân açanlardan vergi alınmakta idi.606
1849 yılında bağ ve bostanlardan elde edilen mahsullerin tam olarak
olgunlaşmadan vergilendirilmemesine dair gelen emir Girit’te de uygulanmıştı.607
Mustafa Nâili Paşa’nın bildirdiğine göre, Girit’te 1850 yılı tütün gümrüğünde
bazı uygunsuzluklar yaşanmış ve bunlara karşı gereken tedbirler alınmıştı.608
3) Öşür Hususunda Yapılan Düzenlemeler
Tanzimat döneminde
öşür vergisinin tahsilinde eşitlik bulunmadığı
düşüncesiyle öşür sözcüğünün anlamına uygun olarak 1/10 oranında sabit miktarda
vergi toplanmasına karar verilmişti. Öşür vergisiyle alakalı olarak memleket
genelinde alınan bu karar Girit’te de uygulanmıştı. Adanın mali durumu gözden
geçirilerek 1/7 olarak alınan öşür, bundan sonra 1/10 olarak tahsil edilecekti.609
Öşrün tahsili kadar nakli de önemliydi. Öşür naklinin düzenli bir şekilde
yapılması konusunda çıkan irade gereği, bir adamın yüklü arabasıyla bir günde gidip
akşama geri dönecek kadar mesafede olan en yakın pazara nakil olunacak öşür
zahiresinin her kilesi için mültezim tarafından nakliye parası verilecekti. Bundan
daha uzak mesafede olan yerlere ve iskelelere nakil edilecek olan öşür zahiresi için
yol şartları göz önünde bulundurulacaktı. Yağmur ve çamurun çok olduğu kış
mevsiminde zahirenin nakli ahaliye zahmet vereceğinden öşür zahiresinin vaktinde
nakil ettirilerek, harmandan sonraya bırakılmaması gerektiği belirtilmişti. Yalnız
öşür zahiresi için geçerli olacak usule göre, eğer mültezimler, zahirelerini anlaşmalı
iskeleden daha uzak yerlere nakletmek isterlerse orada araba ve hayvan sahiplerini
razı etmek için ahali serbest bırakılacaktı. Mültezimlerin ya da diğer kişilerin normal
şekilde satın alacakları zahire veya kendi mahsullerinin nakli hususu bu
606
A. MKT, nr. 111/12
A. MKT, nr. 231/59
608
A. MKT. UM, nr. 10/98
609
İ. MTZ. GR, nr. 1/6
607
198 uygulamadan ayrı tutulacaktı. Mustafa Nâili Paşa’ya, bu konuyla ilgili yayınlanmış
olan 27 Ocak 1850 tarihli emir ulaşmış ve gereken uygulama yapılmıştı.610
Mustafa Nâili Paşa Bâbıâli’ye, Girit’te nikâh işlemleri sırasında verilen izin
belgelerinden ve ölenlerin varislerinden mürdiye ve hafriye adı altında şimdiye kadar
vergi tahsil edilmediğini bildirmişti.611
Vergi gelirlerinin toplanması hakkındaki merkezden gönderilen nizâmnâme,
karışıklığa meydan vereceğinden dolayı Girit adasında yayınlanmamıştı. Bu hususta
Mustafa Nâili Paşa, Maliye Nâzırı tarafından bilgilendirilmişti.612 Vergi gelirlerinin
tahsiliyle
alakalı
gönderilen
tarifenin,
Girit
adasında
ilan
edilmesinden
vazgeçilmişti.613
4) Tedavülden Kaldırılan Paralar
Osmanlı Devleti’nde zaman zaman yeni paralar tedavüle girmiş ve eskileri de
kaldırılmıştı. Kullanılması yasak olan madeni paraların elden ele dolaşmasına ve
kullanılması yasak olmayanların da kararlaştırılmış olan fiyattan daha fazla alınıp
verilmesine izin verilmemesi hakkında Mustafa Nâili Paşa ikaz edilmişti.614 1845 yılı
Ocak ayında Kandiye Sancağına bağlı bir köyde reayadan bazı kişiler 83 adet eski
sikke bulmuşlardı. Bu sikkeler Mustafa Nâili Paşa aracılığıyla merkeze gönderilmiş,
karşılığı olacak miktardaki para, sikkeleri kullanma yetkisi olan şahıslara
verilmişti.615 Girit’te 1849 yılında tedavülden kalkan kâğıt paralar, Mustafa Nâili
Paşa tarafından kullandırılmamıştı.616
Yunan adalarında sahte para imal edildiği ve bunların İzmir’e, Midilli ve Girit
adalarına gönderildiği haber alınmıştı. Yunan adalarında imal olunarak memleket
610
A. MKT. UM, nr. 12/80
A. MKT. UM, nr. 12/49
612
A. MKT. MVL, nr. 23/37
613
İ. MVL, nr. 158/4547
614
Cevdet Tasnifi Darphane (C. DRB), nr. 6/292
615
A. MKT, nr. 19/16
616
A. MKT, nr. 172/60
611
199 sahillerine ve adalara gönderilen bu sahte paraların girişi engellenmeye
çalışılmıştı.617
Çeşitli eski Osmanlı ve yabancı paraların kullanımdan tamamen kaldırılması
hakkında 1850 yılı dâhilinde bir emir çıkmış ve bu emir memleketin her yerinde
uygulamaya konulmuştu. Ancak buna rağmen yasaklı akçelerin tedavülde olduğu ve
yeni akçelerin de fahiş bedelle alınıp verilmekte olduğu tespit edilmişti. Bundan
dolayı memleketin her yerine gerekli uyarılar gönderilmişti. Bu konu ile ilgili 7
Nisan 1850 tarihli emir Mustafa Nâili Paşa’ya da ulaşmıştı. Girit’te de yasaklanmış
olan akçelerin tedavülde dolaştırılmaması ve kullanımına izin verilen akçenin de
fazlasıyla alınıp verilmemesi hususlarına layıkıyla dikkat edilmişti. Gelen ferman
Hanya, Kandiye ve Resmo meclislerinde okunarak herkese ilan edilmişti. Çeşitli eski
yabancı paraların kullanımdan kaldırılmasına, eski-yeni akçelerin burada fazlasıyla
alınıp verildiği bilinmekte olduğundan yeni akçelerin belirlenen fiyat ile alınıp
verdirilmemesi hususuna dikkat edilmek suretiyle uygulamaya konulan nizâmın
muhafazası sağlanmıştı. Bu vesileyle herkesin zarar ve hasardan korunması bütün
memurlara tembih edilmişti. Akçe bulundukça satış emrine uygun davranılması
bildirilmişti.
Girit’te dost devletlerin himayesinde bulunan tüccarlar, almış oldukları
zeytinyağı ve sabun gibi malların karşılığında yüklü miktarda para bırakmaktaydı.
Girit’in 1850 yılı gelirlerinin tahsilatı her ay askeri masraflara ve diğer masraflara
verilerek fazlası da tamamen maliyeye gönderilmiş olduğundan bu paraların alınması
ve değiştirilmesi için gereken miktarda akçe Girit mal sandığında mevcut değildi.
Mustafa Nâili Paşa merkezden bu akçelerin eksiksiz olarak satın alınması için gerekli
miktarın ve satın alıcının tayin edilerek gönderilmesini gerekli görmüş ve bu fikrini
30 Kasım 1850 tarihinde yazmış olduğu yazısında dile getirmiştir.618
617
618
Sadâret Mektubî Kalemi Nezâret ve Devâir (A. MKT. NZD), nr. 21/99
A. MKT. UM, nr. 41/11
200 C) MUSTAFA NAİLİ PAŞA DÖNEMİNDE GİRİT’TE TİCARET VE
EKONOMİ
1) Girit’te Ticaretin İki Ana Unsuru: Sabun ve Zeytinyağı
Girit adasında en çok yetişen ve birkaç çeşidi olan mahsul zeytindi. Zeytinin
bu kadar bol olduğu adada zeytinyağı ve sabun da bol miktarda imal edilmekteydi.
Osmanlı’da çok çeşitli ad ve cinste sabun üretilmişti. Fakat en kaliteli ve en meşhur
sabunlar Girit Adası, özellikle de Kandiye’de yapılanlardı.619 Nitekim bunlar,
Kandiye sabunu ve Girit sabunu diye adlandırılmışlardı. Kandiye sabunları iyi pişmiş
olmasıyla meşhur olmuştu. Midilli ve Edremit sabunlarının üzerine de “Girit
Sabunu” damgası vurularak taklit edilmiş ve bu durum Giritli sabuncuların
şikâyetine sebep olmuştu.620 Hanya, Kandiye, Resmo başta olmak üzere Girit’te elde
edilen zeytinyağının önemli bir miktarı sabun üretiminde kullanılmıştı. 18. yüzyılın
ilk yıllarında Girit’te sabunhane sayısı birkaç tane iken, daha yüzyıl ortalarına doğru
on katından fazla artmış ve sonraki dönemlerde 45’e ulaşmıştı.621 Midilli Adası’nda
da çok miktarda zeytinyağı ve sabun imal edilirdi. Adanın başlıca gelir kaynağı
zeytin, zeytinyağı ve bu zeytinyağından yapılan sabun idi.622 Midilli zeytinyağları
Girit zeytinyağları kadar kaliteli olmadığından Midilli’deki sabunhanelerde imal
edilen sabunlar kalite açısından Girit sabunları ile kıyaslanamazdı.623
Zaman zaman Giritli tüccarlar ve ahali sabun fiyatları ile ilgili bazı
memnuniyetsizliklerini dile getirmişlerdi. Mesela, 1848 yılı Ekim ayında Girit’te
satılmakta olan sabunun Osmanlı tüccarına yabancı tüccardan daha pahalıya satıldığı
619
Hüseyin Kâmi Hanyevi, a.g.e., s.69; Şemseddin Sami, a.g.e., c. V, s. 3854
Metin Ünver, “Midilli Adası’nın İdari ve Sosyo-Ekonomik Yapısı”, İstanbul Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, İstanbul 2012, s.380-381
621
Faruk Doğan, “Osmanlı Devleti’nde Zeytinyağı (1800-1920)”, Marmara Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, İstanbul 2007, s.39
622
Özellikle XIX. yy.ın ikinci yarısından sonra Midilli adasında sabun üretiminde kayda değer bir
artış ve buna paralel olarak da sanayileşme görülmüştür. Metin Ünver, a.g.t., s. 97
623
Sait Öztürk - Gülden Sarıyıldız, “ Sabun’un Tarihi”, Tombak Dergisi, S.15, İstanbul 1997, s.4254; Sait Öztürk, “Osmanlı Kültürel Mirasında Sabun”, ACTA TURCICA, Çevrimiçi Tematik
Türkoloji Dergisi, (Kültür Tarihimizde Hamam), ed. Emine Gürsoy Naskali, Hilal Oytun Altun,
Yıl. II, Sayı. 2, Temmuz 2010, s.80-93
620
201 konusunda ahali tarafından şikâyet dilekçeleri yazılmıştı.624 Ayrıca Giritli tüccarlar
sabunun gram fiyatı için devlet tarafından belirlenmiş olan 48 akçenin kendilerinin
zarar etmelerine sebep olduğunu iddia etmişlerdi. Bunun üzerine olay incelenmiş ve
tüccarın bakkal esnafına ve sabunculara sabunu 52 akçeye ve esnafın da 2 akçe zam
ile ahaliye sattığı tespit edilmişti. Esnaf ve tüccarlar, sabunları bu fiyata satmamaları
ve izinsiz taşraya göndermemeleri konusunda uyarılmışlardı. Bu uyarıyı dikkate
almayanların
malları,
625
cezalandırılacaktı.
zabıta
tarafından
el
konulacak
ve
kendileri
de
Girit’te imal edilen sabun ve diğer eşyalardan alınan gümrük
vergisinin fazla olduğuna dair memnuniyetsizlikler de dile getirilmişti.626
Girit’ten İstanbul’a 1846 yılı Eylül ayında getirilen sabun ve zeytinyağı
tezkere ile Galata gümrüğünden geçirilmişti. Gümrükte ödenen sabun ve
zeytinyağının bir yıllık vergisi, on bir yük beş bin yüz atmış dokuz buçuk kuruş elli
akçeydi.6271849 yılı sonlarına doğru gönderilen bir emirnâme ile Girit, Midilli, Atina,
Ayvalık ve Edremit’te imal edilen sabunların tamamının İstanbul’a gönderilmesi
istenmişti.628
Girit için önemli olan sabun kadar, hammaddesi olan zeytinyağının da üretimi
son derece önemliydi ve ihmal edilmemesi gerekmekteydi. Mustafa Nâili Paşa, 1850
yılı dâhilinde gelen bir emir gereğince yabani zeytinlerin629 aşılatılarak terbiye
edilmesini teşvik amacıyla öşürden muafiyet imtiyazını uygulamaya koymuştu.
Ahalinin gerek fidan dikerek gerekse yabani zeytini aşılayarak üretime katılması
teşvik edilmişti. Yeniden zeytin ağacı dikenler 25 sene, yabani olanları aşılayanlar 20
sene öşürden muaf tutulacaklardı. Ayrıca teşvik amacıyla heves edenlere bedava
fidan verilecekti. Mevcut fidanların kesilmesi de yasak idi. Bazı zeytin ağaçlarının
seyrek olduğu yerlerde aralara ilaveler yapılmıştı. Zeytinin yanında badem ve çam
624
A. MKT, nr. 153/30
Cevdet Belediye (C. BLD), nr. 9/422
626
A. MKT. NZD, nr. 1/20
627
C. ML, nr. 754/30701
628
A. MKT, nr. 236/11
629
Girit’te zeytin yetiştiriciliği hakkında bkz.Evangelia Balta, “Olive Cultivation in Crete at the time
of the Ottoman Conquest”, Osmanlı Araştırmaları/Journal of Ottoman Studies, XX (2000), 143164; Ayşe N.Adıyeke, Nuri Adıyeke, “ Olive Production in Crete in 19 Century”, s.155-167; Zeki
Arıkan, “Midilli - İstanbul Arasında Zeytinyağı Ticareti”, Tarih Araştırmaları Dergisi, Ankara
Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, c. XXV, 2006, S.40, s.1-28
625
202 fıstığı ağaçları da dikilip üretilmesi için ahaliye duyurular yapılmıştı. Bir sene içinde
ne kadar ağaç dikildiği ve aşılandığı hakkında mahalli meclis yetkilileri tarafından
bir defter tanzim edilecek ve bu defter her sene Nisan ayı sonunda Nafia Nezareti’ne
takdim
edilecekti.
Bu
sayede
ahalinin
söz
konusu
vergi
muafiyetinden
faydalanmaları sağlanmıştı.630 Ağaçların çoğalması yönünde gösterilen gayretler
nihayet sonuç vermiş, XIX. yy. ın sonunda Girit’te bulunan zeytin ağaçlarının sayısı
6.000.000’e ulaşmıştı. Zeytin ağaçlarından elde edilen yağ miktarı, her yıl aynı
miktarlarda olmamıştır. Ağaçların iyi ürün verdiği senelerde 55 milyon kg. yağ elde
edilirken, bu rakam bazı yıllarda 12 milyon kg. kadar inmiştir. Dolayısıyla zeytin ve
zeytinyağından elde edilen gelir miktarında yıldan yıla farklılıklar oluşmuştur.631
1849 yılı kışı şiddetli geçmiş olmasından ve sıcaklığın -8,5 dereceye kadar
düşmesinden dolayıMidilli ve Girit adalarıyla Ayvalık kazasında olan zeytin
ağaçlarının çoğu telef olmuştu.632 Bu yüzden buralarda bulunan ahalinin zararın
karşılanmasına yönelik bazı talepleri vardı. Kendilerine bahşiş verilmesini ve
vergiden muaf tutulmayı ya da bir indirim yapılmasını beklediklerini belirten bir
dilekçe yazmışlardı. Ancak daha önce benzeri bir durum hiç yaşanmadığı için bu
talepleri reddedilmişti.633
Mustafa Nâili Paşa’ya 1850 yılı sonbaharında bazı köylerin ahalisinden zeytin
ağaçlarının mahsul vermediği ve bu yüzden diğer köylerin ahalisi gibi zirâat ve
çiftçilik yapamayarak borca girdiklerini ifade eden bir dilekçe gelmişti. Dilekçenin
devamında ahali bu yüzden kendilerine merhamet edilmesini talep etmekteydi. Bu
mesele merkeze de intikal etmiş ve gelen emirde Mustafa Nâili Paşa’nın bu meseleyi
araştırıp ahalinin durumunu öğrenmesi gerektiği bildirilmişti. Mustafa Nâili Paşa
merkeze cevap olarak gönderdiği yazısında dilekçe veren borçlu ahalinin dışında
diğer yerlerde oturan borçlu Müslüman ve Hristiyan halkın da borçlarına yetecek
kadar meblağın hazineden verilmesini bir iki senedir talep etmekte olduklarını
630
A. MKT. UM, nr. 31/65
Faruk Doğan, a.g.t., s.40
632
Daha sonra bu bölgelerde Edremit’den zeytin fidanları getirtilerek ağaçlandırma çalışmaları
yapılmıştır. Metin Ünver, a.g.t., s. 366
633
C. ML, nr. 91/4101
631
203 belirtmişti. Hatta içlerinden bazılarının bu istekleri dile getirmek için bir iki defa
kendisi ile görüştüğünü ifade etmişti. Ahaliden borçlu olanlar borçlarını ödemek ya
da bir kısmı da mal ve emlak artışı amacıyla başkalarından borç akçe isteyip zamanla
da bunu ödeyememiş, böylelikle birbirlerine borçlu kalmışlardı. Her yerde bu türden
borçlanmaların olabileceğini ifade eden Paşa, halkın borçlarının kapatılması
yönündeki taleplerini daha önce bir benzeri görülmemiş olduğundan uygun
görmemiş ve yardım etmeye gerek olmayacağını ifade etmişti. Mustafa Nâili Paşa’ya
göre bundan başka Girit ahalisinin huzur ve rahatları yerindeydi. Eğer borçluların
talebi yerine getirilirse, kendilerine ait işlerine gayret etmeden borçtan kurtulmuş
olacaklarını ifade ederek bu durumu onaylamadığını belirtmişti. Paşa, eğer ahalinin
isteklerine bu şekilde bir müsaade gösterilirse borcu olan tüm ahalinin de aynı
uygulamayı talep edeceğini belirterek bu kadar kimsenin borcunun ödenmesinin
mümkün olamayacağını ifade etmişti. Merkezde yapılan görüşmeler neticesinde
Mustafa Nâili Paşa’nın bu konudaki görüşü sadrazam ve padişah tarafından da
onaylanmıştı. Paşa’ya ahaliye gerekli neticenin anlatılması emredilmişti.634
Girit sahillerinden sünger ve mercan çıkarılmaktaydı. Bunları ihraç etme izni
gerekli kanunlar çerçevesinde 4 yıllığına 27 Ekim 1846 tarihinde çıkarılan Meclis-i
Vâlâ mazbatası ile reayadan Ohannes Anbaryan adlı bir gayrimüslime verilmişti.635
2) Mustafa Nâili Paşa’nın Rus ve Yunan Tüccarlara Uyguladığı Politika
Osmanlı Devleti ile Rusya arasında olan iyi ilişkiler doğrultusunda tüccar ve
ahalinin ticaretleri giderek artmakta olduğundan Rusya ile bir ticaret anlaşması
yapılmıştı. Rusya devleti ile imzalanan bu ticaret anlaşmasının şartları, Temmuz
ayının başından itibaren uygulanmaya başlanacak ve Rus tüccarından ona göre vergi
alınacaktı. Anlaşma hükümlerinin duyurulması için birkaç kopya basılması
emredilmiştir ki bundan sonra Rus tüccarından ona göre vergi alınacaktı. Fakat bazı
şartlar hemen uygulamaya geçirilememişti. Bu maddeler diğer devletlerle yapılan
634
635
MVL, nr. 97/24
İ. MVL, nr. 75/1455
204 ticaret anlaşmasından farklı ve fazla idi. Bu yüzden bazı maddeler henüz uygulamaya
geçirilmemiş, diğer ülkelerin tebaalarından gizli tutulmuştu. Mustafa Nâili Paşa,
1846 yılı dâhilinde gelen bu emirler doğrultusunda gerekenleri yapmış ve bu hususta
gayet titiz davranmıştı. Yeni bir emir gelene kadar maddeler gizli tutulmuştu.636 Bu
yüzden 1846 yılı Şubat ayında Rus tüccarların Girit’e getirdikleri zahireden vergi
alınıp alınmayacağı konusunda bir belirsizlik yaşanmıştı. Mustafa Nâili Paşa bu
durumu merkeze bildirmişti. Önce ellerinde tezkereleri olmadığı halde yüzde beş
gümrük vergisi alınmasına dair bir uyarı gelmişti. Bu durum gümrük memuru
tarafından Rusya konsolosuna haber verilmişti. Rusya sefareti kendilerine bu emrin
suretinin verilmesini istemişti. Ancak bu madde ile ilgili bir irade yazılmamış
olduğundan Hanya Meclisi’ne bildirilerek Rusya mahsulü olmak üzere gelen buğday
tüccarlarından bazılarının İstanbul gümrüğünden ellerine gümrük tezkereleri olanlara
bir şey denilmezken, olmayanlara nasıl muamele edilmesi gerektiği sorulmuştur.
İstanbul gümrük emini konu ile ilgili olarak Mustafa Nâili Paşa’yı bilgilendirmişti.
Şöyle ki, Rusya mahsulünden İstanbul’a veya başka yerlerdeki iskelelere nakil ve
ihraç edilen buğday, arpa, mısır ve yulafın sahipleri Rusyalı ise kendilerinden bir
akçe bile vergi alınmayacaktı. İskelelerde Rus tüccarlardan kim mal satın alırsa
müşterisinden yüzde beş kuruş gümrük vergisi tahsil edilecekti. Müşteriden alınması
gereken bu vergiyi Rus tüccarlar kendi rızalarıyla ödemeyi taahhüt ederse ancak o
zaman kendilerinden alınacaktı. Eğer Rusya mahsulü ticaret mallarını getirenler
Rusyalı olmayıp diğer devlet tüccarlarından ise ticaret anlaşması gereği yabancı
ürünlerden kendilerinin götürdükleri eşyaya % 3 gümrük vergisinden başka iki tane
daha vergi vereceklerdi. Gümrük nizâmı gereğince toplam %5 kuruş vergi vermeleri
icap etmekteydi. Bu miktar ise müşteriden değil, tüccardan alınacaktı.637
29 Ekim 1841 tarihinde Hariciye Nezareti konağında Fransa, İngiltere ve
Rusya elçileriyle bir toplantı yapılmıştı. Toplantıda Nâzır Paşa, elçilerle bu vesileyle
Yunan konusuna dair bazı meselelerin müzakeresini yapmıştı. Bunlar arasında
Yunanlı tüccarlar meselesi de yer almaktaydı. Yunanistan’dan ticaret için Girit’e
gelen tüccarların dışarı çıkarılması, sadece kendisine güvenilen namuslu tüccarların
636
637
A. MKT, nr. 51/39
HR. MKT, nr. 12/77
205 engellenmemesi gerektiğine karar verilmişti. Ve bu husus Mustafa Nâili Paşa’ya
bildirilmişti.638
Girit’te bulunan Yunan tebaası 1847 yılı başlarında ticari konularda bazı
olumsuzluklar yaşamıştı. Yunan sefareti tarafından Girit’te Yunanlı vatandaşların
yaşadığı sıkıntılar dile getirilmişti.639 Yunanlı tüccarlardan zararsız olanlar,
memleketin
kötülüğüne
yönelik
bir
harekette
bulunmadıkça
kendilerine
dokunulmayacak ve diğer devlet tebaaları gibi himaye edileceklerdi. Bu konu,
Mustafa Nâili Paşa’ya uygulaması için bildirilmişti. Mustafa Nâili Paşa, emrin
kendisine ulaştığını bildirerek mesele hakkında izahatta bulunmuştu. Yunan
tebaasından olanların, diğer devlet tebaası gibi itibar edilip haklarının korunduğu ve
tüccarlarının da aynı muameleyi gördüğünü ifade etmişti. Girit’te ticaret için bulunan
Yunanlıların çoğu aslında Giritli idi ve çeşitli köylerde akraba ve dostları hatta
bazılarının mülkleri vardı. Hanya, Kandiye ve Resmo’da ikamet ederek daima adada
bulunan akrabalarıyla görüşüyordu. Bazıları mülklerini şimdiye kadar konsolosa
sattırmayıp daha fazla mülk edinme isteğindeydi. Mustafa Nâili Paşa, Giritli olan
Yunanlıların diğer yabancı Yunanlılar gibi ara ara buraya gelerek ticaret için bir
müddet ikamet etmelerinin bir sorun teşkil etmeyeceğini, fakat akrabalarının yanında
uzun süre kalmaları halinde uygunsuzlukların eksik olmayacağını belirtmişti.
Bazıları köylere giderek uygunsuz işlere teşebbüs etmiş, konsolos ve ileri gelenler
onlara itibar ederek suçlunun cezalandırılmasına uğraşmamış, hatta serbest
bırakmıştı. Mustafa Nâili Paşa, bunlara tanınmış olan hakları uygulamada sıkıntı
yaşamıştı. Garip tavırların Osmanlı tebaasına sirayet etmemesi için kalede bulunan
köylere girmelerini engellemeye mecbur kalmıştı. Bu grubun amaçlarına ulamasına
hiçbir zaman imkân tanınmamıştı. Paşa, Yunan tebaasının adayla olan ilişiklerinin
kesilerek Osmanlı Devleti’nde ticaret için diledikleri yerlere gitmeleri gerektiği
638
İ. MTZ.(01), nr. 1/26
Osmanlı vatandaşı olan bir kız ile evlenen Kiryako adlı Yunan vatandaşı hakkında verilen karar
gereğince her ikisinin de memleketten ilişikleri kesilmişti. Bu karar gereği, Girit’e gelen Yunanlının
konsoloshaneden dışarı çıkmasına izin verilmemişti. Bir an evvel memleketten çıkıp gitmek üzere işin
sonuçlandırılması için çalışılacaktı. Kiryako’nun Şira’dan bir kayıkla Hanya’ya gelmiş,
konsoloshaneye giderek orada konsolos tarafından alıkonarak uzun bir süre zevcesiyle beraber
konsoloshanede tutuklu kalmıştı. Mustafa Naili Paşa’ya kendisinin kovulmasına dair daha önce gelen
emir gereği, on beş gün önce Yunanistan tarafına iade edildiği belirtilmişti (A. MKT, nr. 75/21).
639
206 fikrindeydi. Bu uygulamanın adanın huzur ve refahı için gerekli olduğunu
eklemişti.640
Girit limanlarına ticaret için uğrayan tüccar gemileri, zaman zaman haydut
saldırılarına maruz kalmıştı. Bu gemilerin haydut saldırılarından muhafaza
edilmesine dair merkezden gelen emri Mustafa Nâili Paşa titizlikle uygulamıştı.641
D) MUSTAFA NAİLİ PAŞA DÖNEMİNDE GİRİT LİMANLARI VE
GEMİLERİ
1) Girit’te Ulaşımın Tek Adı Gemiler
Sultan Abdülmecid, denizciliğe dolayısıyla donanmaya hayli önem vermişti.
Bu dönemde pek çok geminin tamir bakımının yapılmasının yanısıra, Eser-i Cedid,
Mecidiye, Taif, Eser-i Hayr, Peyk-i Zafer adlarında yeni gemiler inşa edilmişti.
Özellikle adalarda ve sahil kentlerinde, gemilerden yalnız savaş zamanlarında değil,
barış dönemlerinde de istifade edilmişti.642 Örneğin Girit adasında hem savaş, hem
de barış zamanlarında gemiler ulaşımın tek vasıtası olmuştu. Ayrıca isyan
dönemlerinde donanma sayesinde, ada abluka altına alınarak, dışardan gelme ihtimali
olan yardımların engellenmesi sağlanmıştı.
Girit’in Kandiye, Resmo ve Hanya olmak üzere üç büyük kalesi ve önlerinde
limanları yer almaktaydı. Bunlardan başka, Sevde, İsperlanka, Ayanikola gibi büyük
limanları da vardı. Girit’in coğrafi yapısı nedeniyle dağlar denize doğru uzanmış
vaziyetteydi. Bu yüzden sahilleri çok kıvrımlı idi ve pek çok burun oluşmuştu.643
Dolayısıyla ada sahillerinin güvenliğini sağlamak zor olmuştu. Bu nedenle, Hanya,
Kandiye, Resmo, Sevde ve İsperlanka’dan başka yerlere herhangi bir kayığın
640
A. MKT, nr. 75/21
A. MKT. UM, nr. 8/66
642
Ali İhsan Gencer, “Osmanlı Türklerinde Denizcilik”, Yeni Türkiye, Osmanlı-I ( Siyaset ve
Teşkilat), S. 31, Ocak- Şubat 2000, s.606
643
Hüseyin Kâmi Hanyevi, a.g.e.,s.14-15; Şemseddin Sami, a.g.e., c.V, s.3852; Abdurrahman Velid
Ebuzziya, a.g.e., s.13
641
207 yanaşması ve başıboş turlamasına izin verilmemişti. Eğer bir meselenin için herhangi
bir kayık gidip-gelecek olursa bu ancak adı geçen beş yerdeki gümrük ve karantina
memurları tarafından izin kâğıdı verilmesiyle mümkün olacaktı. Önceden adaya
gelen gemiler Hanya, Kandiye ve diğer yerlerde liman olmadığından Sevde
Limanı’nda karantinada tutulmaktaydı. Mustafa Nâili Paşa, bu usulün tekrar
uygulanmasını, adaya gelen gemilerin Sevde Limanı’nda karantinada tutulmalarını
istemişti.
Girit adasında güvenlik ve haberleşme için sürekli bir gemi bulunması
gerekmekteydi. Ada, İstanbul’a bir hayli uzak olup buna göre ek zaman verilmesi
uygun olmayan, önemli bazı işler ve hassas hususların hemen İstanbul’a arz edilmesi
gerektiğinde yelkenli gemiler kullanılmak zorunda kalınıyordu. Böyle bir durumda
hava muhalefeti nedeniyle gidip-gelmek biraz zaman almaktaydı. Mustafa Nâili Paşa
tarafından bu sebeplerden dolayı, gerektiğinde derhal İstanbul’a gönderilmek ve
diğer zamanlarda adayı dolaşmak üzere vapur Girit’e gönderilmesini talep etmişti.
Talep edilen gemiler, 1841 yılı Haziran ayında adaya gönderilmişti. Bir süre sonra,
Girit’te bulunan Osmanlı gemilerinden büyüklerinin İstanbul’a geri gönderilmesi söz
konusu olmuştu. Girit adası yakınında bulunan Osmanlı gemilerinden büyük olanlara
kış mevsiminin yaklaşması sebebiyle ihtiyaç kalmamıştı. Ancak üç gemiye Kaptan
Ahmet Paşa tarafından uygun bir başbuğ tayiniyle havaların açık olduğu bazı
zamanlarda adanın etrafında dolaşmak üzere kalmalarına izin verilmişti. Bunların
dışındaki gemilerin, Ahmet Paşa tarafından İstanbul’a getirilmesi gerekmişti.644
Girit’e belli aralıklarla sürekli yeni gemiler gönderilmişti. Mesela, Girit adası
muhafazası için tayin edilmiş olan Feth-i Bülend ve Ahter adlı gemilerin süreleri
dolduğu için yerlerine adayı boş bırakmamak için Tersane-i Amire’den Pürzafer ve
Sürat adlı gemiler gönderilmişti. Ayrıca adada mevcut Redif askerinden bir
miktarının gönderilecek olan gemilerle Anadolu taraflarında uygun olan yerlere
644
İ. MTZ. GR, nr. 3/31
208 gönderilmesi hususunda Mustafa Nâili Paşa’dan yardım etmesi ricasında
bulunulmuştu. 645
Mustafa Nâili Paşa’nın talebiyle, Girit adası çevresinde dolaşmak ve meçhul
şahısların o yöne gelmesini engellemek için tersane vapurlarından Eser-i Hayr isimli
vapurun adayı korumak üzere gönderilmesine karar verilmişti. Fakat sonradan bu
vapur, eski olduğu için fırtınalı denizlere pek uygun görülmemiş, bunun yerine hem
hızlı gidecek hem de daha büyük bir firkateynin gönderilmesi düşünülmüştü. Sonuç
olarak Eser-i Hayr ve bundan başka iki vapur tamir edilerek birlikte adaya
gönderilmesine karar verildi.64615 Haziran 1845 tarihinde de Girit adası için üç adet
küçük gemiye ihtiyaç duyulmuş ve bu gemiler teçhiz edilerek adaya gönderilmişti.647
Aslında Girit’e devamlı gidip gelecek olan bir gemi tahsis edilmesi işleri
kolaylaştırabilirdi. Bu talep Mustafa Nâili Paşa’dan gelmişti. Paşa, merkezden Girit’e
ulaşımın kolaylığını sağlamak adına, devamlı işleyecek bir vapur gönderilmesini
talep etmişti. Bu vapur Girit’in yanında aynı zamanda Rodos adasının ve diğer
adaların zabıta işleri için devamlı surette işletilebilirdi. Bu husus Kaptan Paşa’ya
havale edilmişti.648
Her türlü olumsuzluklara karşı ihtiyat tedbirleri almak üzere Akdeniz ve
Karadeniz’de bazı güçsüz siperlerin güçlendirilmesi için padişahın emriyle Girit
adasına vapur gönderilmesi planlanmıştı. Ayrıca Marmaris, İzmir, Selanik, Girit,
Bartın, Arnavutluk, Trablusgarp, Tuna ve Basra’ya da gemiler gönderilecekti. Girit
adasında görev yapması için 30 Nisan 1848 tarihinde gönderilmişti.649Girit adasında
kullanılmak üzere vapurların gönderilmekte olduğu Mustafa Nâili Paşa’ya da haber
verilmişti.650 Girit Adası’na vapur tayin edilmiş olması adada asayişinin sağlaması
hususunda çok işe yarayacağından, ahali bu durumu memnuniyet ve şükranla
645
İ. MTZ. GR, nr. 4/42
İ. MTZ. GR, nr. 4/52
647
İ. MTZ. GR, nr. 4/55
648
C. DH, nr. 7/339
649
İ. MSM, nr. 67/1938
650
A. MKT, nr. 27/22
646
209 karşılamıştı.651 Bu arada Girit için satın alınan bir gemi, arızalanarak kullanılamaz
hale gelmiş ve İstanbul’a geri gönderilmişti.
Mustafa Nâili Paşa zamanında, bir süre sonra Girit tersanesinde gemi inşa
edilmeye başlanmıştı. Mustafa Nâili Paşa tarafından 20 Ocak 1846 tarihinde Girit’te
bir gemi inşa ettirilmiş ve bu gemiye beylik sancağı çekilmişti.652 Yine 1848 yılı
Haziran ayında inşası tamamlanan bir vapur tersaneye teslim edilmişti.653 Mustafa
Nâili Paşa, Girit iskelelerinde vapur inşası esnasında bu konuyla ilgili yayınlanmış
olan nizâmnâmeye uygun davranıldığını ve bundan sonra da daima uyulacağını
beyan etmişti.
2) İstanbul İle Haberleşmede Kullanılan Pesendîde Adlı Vapur
Girit Adası’nda görevli olarak tayin edilmiş olan Pesendîde adlı vapur, adayla
ilgili işlerde İstanbul ile haberleşme ve mektuplaşmanın zamanında yapılmasına
kolaylık sağlamak amacıyla 15 günde bir evrak torbasıyla Şira’ya gelirdi. Burada
tüccar vs. mektuplarını Şira postanesine bırakır ve oradan alacağı mektupları diğer
posta vapurları gibi alıp, aidatlarını öderdi. Bir müddet sonra Pesendîde vapuruna,
tüccar gemisi muamelesi uygulanmak istenmişti. Liman, karantina ve halat aidatları
alınacağı Şira yöneticileri tarafından Mustafa Nâili Paşa’ya ifade edilmişti. Paşa da
bu durumu 13 Mayıs 1849 tarihinde yazdığı bir yazıyla hemen merkeze rapor etmişti.
Bu raporda Paşa, vapur hakkında tüccar gemisi muamelesini icra edecek olunursa
aidatlardan dolayı zarar edeceklerini, vapurun Girit’ten Şira’ya götüreceği mektupları
ulaştırdığında diğer posta vapurları gibi postaneye teslim etmesini ve oradan
verilecek mektupları postaneden alarak yalnız buna bağlı aidatları vermesinin uygun
olduğunu belirtmişti. Atina Sefaretine, Fransa posta vapurlarına beylik muamelesi
yapılırken Osmanlı Devleti’nin vapurunun bu imtiyazın dışında tutulmasının nedeni
sorulmuştu. Gelen cevapta, Osmanlı Devleti ile Yunan Devleti arasında bir posta
nizâmnâmesi hazırlanarak mektupların sebepleri açıklanacaktı. Yunanlıların bu
651
C. BH, nr. 181/8493
İ. MVL, nr. 73/1404
653
A. MKT, nr. 135/70; A. MKT, nr. 136/55; A. MKT, nr. 223/69
652
210 teklifini yerine getirmek mümkün değildi. Bu yüzden Pesendîde vapuru için, bundan
sonra Şira’ya uğramaksızın yeni bir yol oluşturulması gerekiyordu.
Yunan hükümeti tarafından Pesendîde vapurunun ticaret vapurları hizmetini
görmüş olmakla muafiyete tabi olamayacağı ifade edilmişti. Yunan hükümetinin bir
zaman geldiğinde Osmanlı Devleti limanlarında çalışmak üzere gemilerinden bir
vapur tayin edecek olursa aynı muamelenin uygulanması gerektiği belirtilmişti. Bu
haliyle, Osmanlı Devleti’ne ait vapurlardan Yunan limanlarına gidip gelen, yolcu ve
akçe götürüp getirdikçe belli vergilerin alınması normaldi. Hâlbuki Yunanistan’a
işleyen Fransız posta vapurları savaş gemilerinden iken posta gemilerine tayin
edilmişler ve verilen imtiyaza nail olmak için Fransa ve Yunan devletleri arasında bir
nizâmnâme yapılmıştı. Bunun aynısının uygulanması gerekli iken Yunan hükümeti
elinde bulundurduğu bu hakkı fiile dönüştürmeye hiçbir zaman ihtiyaç duymadığını
ifade etmişti. Eğer Yunanlılar ile bir posta nizâmnâmesinin yapılmasına müsaade
edilirse pek çok kural olacaktı. Çünkü Fransız ve Avusturya vapurlarının
Yunanistan’dan alıp İstanbul’a götürmekte oldukları mektupları kendi memurları
taksim ederler ve vapur işlemeyen yerler için mektupları Yunan konsoloshanelerine
gönderilerek Yunan konsolosları postacılık hizmetini yerine getirirlerdi. Yenişehir ve
Selanik taraflarına gönderilen mektuplar için Yunan Hükümeti’ne ait bir postacı
vardı. Bu uygunsuzluk keyfi bir uygulama olduğundan bir nizâmnâmeyle çerçeve
içine alınmalıydı. Osmanlı Devleti tarafından bazı şartlar konması gerekmekteydi.
Her iki taraftan gönderilen mektuplar ve Rumeli tarafına gönderilmekte olan
mektuplar Osmanlı memurları vasıtasıyla dağıtılması gerekmekteydi.654
Girit’ten Şira’ya gidip gelen Pesendîde adlı vapur Yunanlıların, bazı zorluklar
çıkarmış olmalarından dolayı güzergâh değiştirmek zorunda kalmıştı. Buna göre,
postaların Girit’ten doğrudan doğruya Rodos’a ve oradan İzmir’e işleyen bir vapura
teslim edilmesine dair Mustafa Nâili Paşa’ya ve Cezayir Bahr-i Sefîd valilerine haber
verilmişti. Bu emir Paşa’nın eline 27 Haziran 1850 tarihinde geçmişti. Buna göre,
Girit Adası’nda bulunan Pesendîde adlı vapur Şira’yauğramaksızın her 15 günde bir
Hanya’dan doğru Rodos’a giderek postasını orada bulunan ticaret vapuruna
654
İ. MTZ. GR, nr. 5/81
211 verecekti. Bu vapur da her on beş günde bir İstanköy, Sisam ve Sakız adalarına
uğrayarak İzmir’e gidip postasını teslim edecekti. Mustafa Nâili Paşa, bu durum ile
ilgili görüşlerini Bahriye Meclisi’ne gönderdiği yazısında belirtmişti. Paşa, Girit
tüccarının Rodos ile hiçbir ticaret ilişkisi olmadığından emredildiği gibi vapurla
Rodos’a hiçbir yolcu ve yük olmadan yalnız posta için gidip gelmesinin
sakıncalarından bahsetmişti. Rodos Adası ile Hanya arasının 190 mil mesafede
bulunduğu ve her seferin çok masraflı olacağına dikkat çekmek istemişti. Masrafların
devlet tarafından ödenmeyecek olmasından dolayı vapurun postaya işlettirilmesinden
ziyade bazı mühim acil işlerde kullanılmak üzere daima Girit’te ikamet etmesinin
daha faydalı olacağını ifade etmişti. Pesendîde adlı vapurun daima ada üzerinde
bulunduğu sürece çevre ve sahil durumu hakkında hızlı bir şekilde haberdar
olunmasına ve ada muhafazasına kolaylık sağlayacağını belirtmişti. Kendilerine ani
gelişen bir durumu haber vermek gerektiğinde yazılacak olan maruzatın hemen
gönderilmesi ve gereken izinlerin alınmasında kolaylık sağlanacaktı. Vapurun
geçmişte Şira’ya gönderilmesi faydalı olmuştu. Hem evrakların hızla ulaştırılmasını
sağlamakta ve hem de Yunanlıların Girit aleyhinde olumsuz bir düşüncelerinin olup
olmadığı hakkında bilgi toplamaya yardımcı olmakta idi. Ayrıca, vapur Şira’ya gidip
gelmesinde kömür masrafına karşılamak için bulabildiği yolcu ve eşyayı almıştı.
Fakat bu metot masrafları karşılamada pek faydalı olmamıştı. Bazen de vapurun
gitmesine gerek duyulmayan zamanlarda özellikle kış mevsiminin başından sonuna
kadar Şira’ya üç-dört defa gönderilmiş, sıradan işler ve evrak torbaları için 15 günde
bir kiralık kayıklar Şira’ya gitmişti. İstanbul’dan Şira’ya giden evrak torbaları dahi
bu kayıklar vasıtasıyla gönderilmişti. Mustafa Nâili Paşa, posta işlerinin yine bu
şekilde devam etmesini talep etmişti. Vapurun daima Girit’te bulundurulması ve adi
işler için kayık kiralanarak 15 günde bir kere Şira’ya kadar gitmesi ve evrakın
Şira’nın posta vapurlarına teslim edilmesini tavsiye etmişti. İstanbul’dan gelecek
olan evrak torbalarının dahi kayıkla Girit’e gönderilmesi ve yazılacak maruzatların
hızlı bir şekilde Rodos’a götürülüp orada posta vapuruna teslim edilmesi
konusundaki fikirlerini 24 Ekim 1850 tarihinde merkeze bildirmişti.
212 Rodos’tan İzmir’e posta işlemesinde hiçbir mesele yoktu ancak Girit’ten
Rodos’a işleyip işlememesi hakkında olan düşünceler mecliste müzakere edilmişti.
Aslında vapurun Rodos postasına tayini ticaret amacıyla olup politika gereği postaya
işlettirilmişti. Mustafa Nâili Paşa’nın bildirdiği üzere Yunanlılar daima reayanın
zihinlerini bozma ve fesat çıkarma niyetinde olup, daha önce Girit adasında fesat
olayları yaşandığından Paşa’nın Girit’te bir vapurun daima bulunması konusundaki
ısrarına meclis hak vermişti. Yunanlılar, Girit sahiline gemiyle yanaşarak, gerek
iskelelerde ve gerek civar köylerde ellerinden geldiği kadar uygunsuz hareketlere
cüret ettiklerinden dolayı bu tür eşkıya ve fesadın men edilmesi, ahalinin isteği olan
asayişin sağlanması için vapurun Rodos’a işlettirilmesinde bir fayda olmayıp, bilakis
zarar olacağı düşünülmüştü. Vapurun Şira’ya değil de Rodos’a işlettirilmesinden
vazgeçilmesi, daimi surette Girit sahillerinde ikamet etmesine karar verilmişti. Çok
önemli evrakların bile adi tahrirat torbasıyla, küçük kayıklar vasıtasıyla Şira
postasıyla gönderilmesi uygun bulunmuştu. Paşa’nın fikirleri Meclis-i Vâlâ’da
müzakere edilmiş ve istenen sonuç elde edilmişti. Sonuç olarak adada bulunan
vapurun planlandığı gibi 15 günde bir defa sadece yazışmalar için Rodos’a gitmesi
masraflı olacağından acil bir yazının gönderilmesi durumunda evrak torbalarının
kiralık bir kayıkla gönderilmesi ve vapurun daima adada bulundurulması uygun
bulunmuş ve Mustafa Nâili Paşa’ya bildirilmişti. Bahriye Meclisi’nde yapılan
görüşmelerden de istifade edilerek vapurun sadece postaya tahsis edilmesine dair
olan teklife engel olunmuştu. Padişahın da uygun görmesiyle mesele 1850 senesi
dâhilinde halledilmişti.655 Girit’te bulunan Pesendîde vapuru zaman zaman tamir ve
bakım yapılmak üzere İstanbul’a gönderilmişti.
Hanya’nın Bazı Bölgelere ve Oradan İstanbul’a Olan Mesafesini Gösteren
Tablo:656
Hanya’dan Şira’ya
Hanya’dan Rodos’a
Hanya’dan İzmir’e
İngiliz mili
130 mil
212 mil
280 mil
İstanbul’a
320
424
272
655
656
İ. MVL, nr. 168/4972
İ. MTZ. GR, nr. 5/81
213 Hanya’dan Midilli’ye
Hanya’dan Limni’ye
265 mil
280 mil
230
260
3) Mustafa Nâili Paşa Döneminde Girit Sahillerinin Haritasının Çıkarması
Mustafa Nâili Paşa’nın valiliği döneminde 1850 yılı içerisinde Girit
sahillerinin haritasını çıkarma çalışmalarına başlanmıştı. Paşa, Girit sahillerini ve
sularını inceleyerek haritasını çıkaracak olan İngiltereli mühendisin çalışmalarına
yardımcı olmak için gerekli bütün tedbirleri almıştı.657
İngiltere beylik gemilerinden bir vapur ile bir diğer küçük geminin
kumandanı olan Tomas Esparat, Girit Adası sahilinin haritasını düzenlemeye memur
olmuştu. İngiliz kaptan, bu vapurla adanın etrafını gezerek sahilleri keşif ve
muayeneyle resimlerini çıkarıp haritalarını yapmaya İngiltere Devleti tarafından
görevlendirilmişti. Bu kaptan ve göreviyle alakalı haberler, Mustafa Nâili Paşa’ya bir
mektupla bildirilmişti. Bu iş için biraz adam ve filika istihdam edileceğinden bu
anlamda kendisine engel olunmaması talep edilmişti. Kendilerinin himaye ve
korunmaları hususu İngiltere Sefareti tarafından rica edilmişti. Daha önce de
Akdeniz’de bulunan bazı adaların haritalarının tanzimine izin verilmiş olması sebebi
ile bu konu genel bir bilgi birikimi gerektirdiği için buna engel olmaya çalışmak
uygun olmayacaktı. Daha önceki gibi bu iş için izin belgesi verilmesi talebi sadrazam
tarafından padişaha sorulmuştu. Daha öncesinden bir örneğin olmasından dolayı
buna ruhsat verilmesi uygun görülmüştü.658
4) Mustafa Nâili Paşa Döneminde Girit Limanlarının Temizlenmesi
Girit adasında 1844 yılı Haziran ayında liman temizliği yapılması gündeme
gelmişti. Mustafa Nâili Paşai Meclis-i Vâlâ’ya gönderdiği bir yazısında Hanya,
Kandiye ve Resmo limanlarının kum ile dolu olduğunu, bu yüzden tüccar
gemilerinin bu limanlara giremediğini ve ticaretle uğraşan ahalinin zarar gördüğünü,
657
658
A. MKT. UM, nr. 13/20
İ. HR, nr. 78/3818
214 bundan dolayı adı geçen limanların temizlenmesi gerektiğini belirtmişti. Limanların
temizliğiyle ilgili olarak daha önce Meclis kararıyle İngiltere’den iki çeşit alet
getirilmişti fakat bunların hem kullanım süreleri dolmuştu ve hem de tamir ve
bakıma ihtiyaçları vardı. İngiltere’den vapur kuvvetiyle işleyen mancınıklar
kiralanmasıyla limanların kolay bir şekilde tahliye ve temizliği yapılabilirdi. Fakat
bakım ve tamir masrafını ödemek ya da yenisini kiralamak yerine yeni temizleme
makinaları almak daha mantıklı görünüyordu. İngiltere Konsolosu aracılığıyla
mancınığın teknesiyle ve makinası 600 kese akçeye kadar satın alınabileceği ve bir
ayda ödenecek gümrük ücreti, tayfa ve mühendisin aylık masrafları 15 bin kuruş
olacağı tahmin edilmekteydi. Mancınığın satın alınması fikri, hem daha az maliyetli
ve hem de ileride gerekli durumlarda kullanılabilir olmasından dolayı daha faydalı
olabilirdi. Bu anlamda Hanya, Kandiye ve Resmo Limanları’nın temizliğinde
kullanılmak üzere İngiltere’den bir mancınığın satın alınması 20 Mart 1844 tarihinde
Meclis-i Vâlâ’da uygun bulunmuştu.659
Konsolos ile görüşülerek İngiltere’de olan fabrikalarda mancınık teknesiyle
temizleme makinesi aleti sipariş edilmişti. Limanların temizliğini yapacak vapur ve
temizlik aletinin inşası için İngiltere konsolosunun Londra’daki bir adamına iş
verilmişti. Bu kişinin maliyetin başta verilen fiyattan biraz fazla tutacağını beyan
etmesi üzerine makinaların imalatı biraz ertelenmiş, bu yüzden geminin inşası biraz
gecikmiş ve dolayısıyla söz verilen zamanda gönderilmemişti.660 3 yük 18 bin 964
kuruş 25 paraya mal edilmiş olan makine Girit’e getirilirken mühendis, usta ve
makineciler de birlikte gelmişti. Daha başka lazım olan aletler satın alınmak suretiyle
tedarik edilmişti. Aletlerin denize indirilmesinin masrafı, 1 yük 3 bin 128 kuruş 6
para, limanlardan çıkarılacak kumun tahliyesi hariç denize çıkarılması hususunda
gerekli görülen dört büyük tekneyle bir filikanın masrafları 40 bin 476 kuruş 32 para
olmak üzere toplam masraf 4 yük 62 bin 169 kuruş 23 para olmuştu. Girit adasındaki
Hanya, Resmo ve Kandiye Limanları’nın temizliği için İngiltere’den satın alınan
liman temizleme makinesinin parası ve makina kullanılırken yapılan bu masraflar,
659
660
C. BH, nr. 74/3509
İ. HR, nr. 27/1264
215 Mustafa Nâili Paşa tarafından ada hazinesinin 1844 yılı gelirlerinden karşılanmıştı.
Denizden çıkarılacak öteberi de devlet hesabına satılmıştı.661
Mustafa Nâili Paşa limanların temizliği konusundaki hassasiyetini her
vesileyle dile getirmişti. 9 Haziran 1845 tarihinde yayınladığı bir ilan ile Girit
sahilinde bulunan limanlara gelen gemileri, safralarını liman içine dökmemeleri
gerektiği konusunda uyarmıştı.662
Nihayet 1846 yılı sonbaharında Resmo Limanı’nın temizliğine başlanmıştı.
Mancınık gayet kullanışlı olmasından dolayı hızlı bir şekilde işlemekte olduğu, usta
ve makinecilerle özenli bir şekilde çalıştığı gözlemlenmişti. Daha önce liman
temizliğinde kullanılmış olan mekanizmalar tamir edilmiş olsa idi hâlâpek çok hasar
meydana gelme ihtimali vardı. Ayrıca diğer limanların temizlenmesi birkaç seneyi
bulabilirdi. Fakat bu şekilde, 6 ay zarfında limanların temizleneceği haber verilmişti.
Resmo Limanı’ndan çok eski zamanlarda pek çok taş çıkarılmıştı, bu sefer de yine
mancınık taş çıkarmakla epey uğraşmıştı. Limanın tamamen temizlenmesi ve
tahliyesi konusu söz konusu taşların tamamen çıkarılmasıyla mümkün olacaktı. Bu
mesele temizlik işinin uzamasına sebep olmuştu. Kandiye ve Resmo Limanları’na
gemi yanaşamaması nedeniyle, her sene daha fazla zarar edildiğinden dolayı bu
zaman kaybı mazur görülmüştü. Bu şekilde temizleme makinasıyle önce Resmo ve
daha sonra Kandiye Limanları’nın 1847 yılı yaz sonuna kadar tamamen
temizlenmesi mümkün olacaktı. Hanya Limanı’na şimdilik gemiler rahat girip
çıkabildiği için bu limanın temizliği en sona bırakılmıştı. Temizlik masrafı olarak her
ay 10 bin kuruştan daha az akçe gideceği tahmin edilmişti. Resmo ve Kandiye
Limanları’nın temizliğinin bitmesinden hemen sonra Hanya Limanı’na başlanması
kararlaştırılmıştı. Padişah, bundan sonra çeşitli yerlerdeki limanların temizliğinde de
bu makinenin kullanılmasını emretmişti. Bu eylemin Mustafa Nâili Paşa tarafından
yapılıyor olması takdire şayan bir işti.
Mustafa Nâili Paşa’nın liman temizliği konusundaki gayreti ve titizliği
Bâbıâli’nin de dikkatini çekmişti. Bu anlamda kendisine taltif ve teşvik yazıları
661
662
C. BH, nr. 29/1365
A. MKT, nr. 24/77; Mahir Aydın, Girit Sarı Kitap, s.13
216 gönderilmişti.
Paşa’nın
bu
çabası
taltif
edilmek
suretiyle
daha
da
663
gayretlendirilmişti.
E) MUSTAFA NAİLİ PAŞA DÖNEMİNDE ADADA YAPILAN
TAMİRAT VE İNŞAATLAR
1) Kilise İnşaatları ve Tamiratı
Mustafa Nâili Paşa döneminde Girit adasında yeni kiliseler inşa edilmesine ve
mevcut kiliselerin de tamirine izin verilmişti. Kandiye Kalesi’ndeki eski kilise arazisi
üzerine yeni bir Katolik kilisesi yapılması gündeme gelmişti. Girit Adası Kandiye
Kalesi’nde yaşayan Avrupalı 5-6 ailede toplam 30-40 Katolik ve bunların da 2
papazı vardı. Bunların uzun zamandan beri sahip oldukları harap halde bulunan eski
bir kiliseleri ve arsaları vardı. Bu arsa üzerine yeniden bir kilise inşasına niyetli
oldukları bilinmekteydi. Bir vesileyle önceden beri kale dâhilinde harap olarak
ellerinde bulunan kiliselerinin arsasına yeni bir kilise inşası yapılması fikri ortaya
çıkmıştı. Bu fikir, Fransa Devleti sefareti tarafından da desteklenmişti. Kandiye
Kalesi içinde Katolik rahiplerine ait olduğu söylenen bu arsanın geçmişi ve
hâlihazırdaki durumuyla ilgili bir tahkikatın yapılması uygun görülmüştü.664
Yaptırılacak olan yeni kilisenin yeri ve eski kilisenin de tamiri için belde valisi
nezaretinde meclis azaları, mimar ve mühendisler tarafından keşif ve muayene
edilerek ölçümler yapılması için 17 Aralık 1846 tarihinde çalışmalara başlanmıştı.
Yeni yapılacak kilise için Kandiye Sancağı kaymakamı, Kandiye naibi ve meclis
azalarıyla Kara Mühendishanesi’nde memur Hasan Efendi ile yerli bir mimar o yere
giderek kilise yapılacak yerde ölçümler yapmışlardı. Yapılacak olan kilisenin hiç bir
tarafa zararı olmadığı belirtilmişti. Bu konu 21 Aralık 1846 tarihinde Kandiye
Meclisinde müzakere edilmiş ve 15 gün sonra kilisenin bir planı çizilmişti. Bu plan
ile birlikte gerekli bilgiler, Mustafa Nâili Paşa tarafından merkeze gönderilerek
663
664
İ. MVL, nr. 81/1605
HR. MKT, nr. 33/35
217 onaylarına sunulmuştu.665 Paşa, Kandiye Kalesi’ndeki Katolik rahiplerine ait
kilisenin aslına sadık kalınarak tekrar inşa edilmesini istemişti.666
Yine Kandiye Kalesi yakınlarında bulunan eski bir kilisenin, depremden
dolayı tamamen yıkılması üzerine, yerine yenisinin yapılması düşünülmüştü.667
2) Yol Tamiratı
Mustafa Nâili Paşa’nın Kandiye’de okul olarak hizmet gören bir konağı vardı.
Bu konağın tamiri ve Kandiye yakınlarındaki suyun kale içindeki saraya
akıtılmasıyla ilgili yapılan keşif ve masraflar Mustafa Nâili Paşa tarafından temin
edilmişti.668 Ayrıca 22 Ekim 1843 tarihinde Kandiye Kalesi’nde tamir gereken yerler
düzeltilmişti. 15 Kasım 1845 tarihinde, Resmo Gümrüğü iskelesinin ve fener
kulesinin bakım ve tamirleri yapılmıştı.669 Zaman zaman Kandiye, Hanya ve Resmo
sancaklarındaki vali konağıyla karakol ve diğer yerlerin de tamirleri yapılmıştı.
Suyolu tamiratı öncesinde keşifler yapılmıştı. 1847 yılında gerçekleşen keşif
işlerinden bazıları Mehmet Efendi adında bir mühendis tarafından yapılmıştı.670
1847 yılı sonbaharında 4 gün 4 gece boyunca adada meydana gelen çok
şiddetli yağmur ve fırtına nedeniyle birçok yer zarar görmüştü. Şiddetli yağmur
nedeniyle oluşan sellerde başta Sevde olmak üzere pek çok kale ve hendek harap
olmuş, köprüler bozulmuş, birçok bina ve duvar yıkılmıştı. Hanya Kalesi’nde şiddetli
yağmurdan bir tarafı yıkılan yüksek tabyanın tamir edilmesine dair kale sakinleri,
Mustafa Nâili Paşa’dan yardım talebinde bulunmuşlardı.671 Mustafa Nâili Paşa,
vaziyeti bir rapor halinde saraya bildirmişti. Şiddetli yağmur Hanya’dan Kandiye’ye
kadar olan caddenin bazı yerlerini ve köprülerini bozup yıkmıştı. Kandiye, Hanya ve
Resmo kalelerinde bulunan hendeklerin bazı yerleri tahrip olmuştu. Hanya’ya iki saat
665
HAT, nr. 1646/9
HR. MKT, nr. 36/76
667
A. DVN, nr. 63/4
668
A. MKT, nr. 4/72
669
C. ML, nr. 158/6686
670
İ. DH, nr. 143/7397
671
A. MKT, nr. 143/99
666
218 mesafede dağ eteğinde bulunan yerin yolu tamamen bozulmuş olduğundan halkı
yüksek dağ üzerinden beş saat kadar dolaşmaya mecbur kalmış ve bu durumdan
şikâyetçi olarak yeni bir yol açılmasını talep etmişlerdi. Mustafa Nâili Paşa, tamirat
yapan işçilere devletin ekmek ve gereği kadar malzeme verileceğini, yıkılmış ve
tamiri zorunlu olan yerlerin cüzi masrafla tamirine bakılacağını bildirmişti. Yıkılan
yolun üst tarafında yeni bir yol ile bu esnada bulunan suya da bir çeşme yapılmıştı.
İşçilere verilen ekmek parasıyla çeşmenin inşaat masrafları olan 7077 kuruş, Hanya
sancağının 1847 senesi öşür bedelinden tedarik edilmiş ve bu durum bir mazbatayla
Mustafa Nâili Paşa tarafından maliyeye bildirilmişti.672
Mustafa Nâili Paşa, Sevde Kalesi’nin bazı yerlerinin selden zarar gördüğünü
haber alınca bizzat bu kaleye giderek her tarafını kontrol etmiş ve kalenin büyük ve
işe yarar tabyasının yıkılmış olduğunu görmüştü. Bu tabya ortadan ikiye ayrılmış ve
top mazgallarının altında bulunan duvarlar parçalanarak denize düşmüştü. Hatta öyle
ki, bu sayede iki yerden kaleye girmenin yolu açılmıştı. Mazgallarda bulunan toplar
dışarıda kalmak zorunda bırakılırsa bir sonraki fırtınada denize düşecekleri
anlaşıldığından bu topların kaleye girdirilmesi de mümkün olmadığından yıkılan
duvarların az bir masrafla tamir edilmesi gerekiyordu. Mustafa Nâili Paşa, yağmur ve
fırtınadan önce uzun süredir duvarların tamire ihtiyacı olduğunu ancak bunun
yapılmadığını, fırtınanın bu durumun anlaşılmasını iyice ortaya çıkardığından
gerekenin yapılmasını talep etmişti.
Yıkılan yerlerin tamir ve bakımlarının yapılması için Mustafa Nâili Paşa,
muayene ve keşif yapmak ve keşif defterleriyle resimlerini tanzim etmek üzere
saraydan bir mühendis gönderilmesini istemişti. Bu talep, Meclis-i Vâlâ’da
görüşülmüş, durum Tophane-i Amire müşirine haber verilmişti. Tamiratın gerekli
olduğu kanaatine varılmıştı. Suyollarının keşfi ile görevli olarak Girit’te bulunan
mühendislerden Mehmet Efendi’nin bu konuda bilgisi olması dolayısıyla görevine
672
A. MKT. UM, nr. 11/67
219 ilaveten bu yerlerin tamirat keşfi için görevlendirilmesi Meclis-i Vâlâ tarafından
uygun görülmüştü. Padişah da bu kararı onaylamıştı.673
1848 yılı sonbaharına doğru Sevde Kalesi tamir edilmişti. Nizâmiye
askerlerinin ikamet ettikleri kışlalar da 1848 yılı sonlarında bakım ve onarımdan
geçirilmişti.674 1847 yılı kışının ağır geçmesinden dolayı zarar görmüş olan kışla ve
hastanelerin tamiri 1849 yılı başlarına kadar devam etmişti.675 Bu tamirat masrafları
devlet tarafından karşılanmıştı.
F) MUSTAFA NAİLİ PAŞA DÖNEMİNDE GİRİT’TE SALGIN
HASTALIKLAR VE KARANTİNA UYGULAMALARI
1) Girit’te Karantina Müdüriyeti Kurulması
Tarih boyunca çeşitli salgın hastalıklar, insanların hayatlarını kaybetmelerine
neden olmuştu. Veba, kolera, tifo, çiçek gibi bulaşıcı hastalıklar pek çok büyük
salgınlara neden olmuşlardı. Bu salgınlarla insanlar kitleler halinde hayatlarını
kaybetmesine tıbbi bilgiler mani olamamıştı. Önceleri alınan basit önlemler işe
yaramaz hale gelince 19. Yüzyıla gelindiğinde daha modern tedbirler almak
gerekmişti. Bu yüzden Karantina Teşkilatı kurulmuştu. Tüm dünyada olduğu gibi,
bulaşıcı hastalıkların Osmanlı Devleti dâhilinde de sık sık görülmesi, karantina
teşkilatının kurulmasını zorunlu kılmıştı.676 II. Mahmut her alanda olduğu gibi sağlık
alanında da yenilikler yapmış ve kolera salgınlarına karşı ilk tedbir olarak Tıbbiye’yi
kurmuştu. Bununla birlikte çoğalan salgın hastalıklara karşı karantina faaliyetlerinin
etkin bir şekilde sürdürülmesi için 1838’de II. Mahmut’un emriyle Karantina Meclisi
673
İ. MTZ. GR, nr. 5/74
İ. MVL, nr. 129/3398
675
A. MKT. MHM, nr. 18/79
676
Osmanlı Devleti’nde karantina ilk defa, Rusya’da ortaya çıkan ve yayılan kolera nedeniyle buradan
Osmanlı limanlarına gelen ticaret gemilerine uygulanmıştı. Ciddi manada tatbik edilen ilk karantina
uygulaması, 1831 yılında İstanbul Boğazında uygulanmıştı. Pek çok ülkede görülen koleranın
askerlere bulaşması engellemek istenmişti. Gülden Sarıyıldız, Hicaz Karantina Teşkilatı (18651914), Ankara 1996, s.5
674
220 oluşturulmuştu. Taşralarda da bu meclise bağlı çalışan Karantina Müdürlükleri
kurulmuştu. Bu müdürlüklere maaş karşılığında görevli idareciler ve tabipler
yollanmıştı. Farklı bölgelerde görev yapan müdürlerin ve çalışanların maaşları da
farklı olmuştu. Mesela, 1841 yılı Haziran ayında Girit Karantina müdürünün maaşı
6000, çalışan diğer memurların 7340 kuruşken; Filibe Karantina müdürünün maaşı
1500, Selanik’te görevli müdürün maaşı 2000, Kütahya Karantina müdürünün maaşı
ise 1500 kuruş idi. Bu şekilde 1841 yılında taşra karantina müdürleri içinde en fazla
maaşı Girit’te görev yapan müdür almıştı.677
Karantinanın uygulanacağı yerler, İstanbul ve Çanakkale Boğaz’ları, sahiller,
limanlar
ve
ticaret
merkezleri
olarak
belirlenmişti.678
Girit’te
karantina
uygulamasının yürütülmesi gereken yerlerin başında gelmişti. Mustafa Nâili Paşa’nın
valiliği döneminde, Girit’te karantina nizâmından 11 Mart 1841 tarihinde atanan
Mösyö Kaporal sorumlu idi. Kaporal, aynı zamanda Mustafa Nâili Paşa’nın doktoru
ve en iyi sırdaşı idi. Kaporal’in başkanlığında kendilerine güvenilen birkaç tüccardan
oluşan bir karantina meclisi tesis edilmişti. Bu meclisin azaları, vazifelerini bir
karşılık beklemeden fahri olarak yerine getirmişlerdi.679 Kaporal’in yanında Girit
adası genel karantina memuriyetine Süleyman Ağa görevlendirilmişti.680 Görevini
layıkıyla yaptığı için Süleyman Ağa, görevinden azledilmemiş, ertesi yıl Girit
Karantinası Müdürü olarak vazifesine devam etmişti.681 Girit adasının iki noktasında
karantina müdürü atanmıştı.682
2) Girit’te Kolera Salgını
Salgın hastalıklar, tarihin her döneminde insanlığın var olmasına karşı bir
tehdit unsuru olmuştu. Özellikle kolera salgını insanlığa 19.yüzyılda, vebadan daha
fazla zarar veren bir hastalık olmuştu. Büyük kayıplara neden olan bu hastalık, diğer
677
Gülden Sarıyıldız, “Karantina Meclisi’nin Kuruluşu ve Faaliyetleri”, Belleten, c. LVIII, S. 222,
Ağustos 1994, s. 329-376
678
Sarıyıldız, a.g.e., s.7
679
C. SH, nr. 4/194
680
A. MKT, nr. 8/35
681
HR. MKT, nr. 1/37; HR. MKT, nr. 1/61
682
İ. MTZ. GR, nr. 5/72
221 ülkelere Hindistan vasıtasıyla diğer ülkelere yayılmıştı. Bunun yanı sıra Asya ve
Avrupa’da da çeşitli kolera salgınlarına rastlanmıştı. Asya kolerası Batı’ya karadan
ve denizden olmak üzere iki yoldan yayılmıştı. Deniz yolu güzergâhı, Kızıldeniz
kıyıları, Mısır ve Akdeniz olduğundan683 Girit’te tehlike altında kalmış ve kolera
salgınlarına rastlanmıştı.
1847 yılı sonbaharında Girit’te kolera salgını ortaya çıkmıştı. İstanbul’dan
Girit’e bu hastalıkla ilgili olarak neler yapılması gerektiğini anlatan küçük kitapçıklar
yollanmıştı. Bu vesileyle hastalığın daha fazla yayılmaması için Mustafa Nâili Paşa
tarafından gereken tedbirler alınmıştı.684 1848 yılı sonbaharında Kuşadası’ndan
yelkenliyle Girit’e gelen Nikola’nın getirdiği eşyalarla Resmo Sancağındaki bir köye
kolera hastalığı bulaştırdığı için köy, Mustafa Nâili Paşa tarafından karantinaya
alınmış ve hastalık defedilmişti.685 Sadece Resmo’da değil Hanya’da da kolera
salgını baş göstermiş, karantina usulü sayesinde hastalığın daha fazla yayılması
önlenmişti.686 Girit’te, 3 Kasım 1850 tarihinde karantina uygulaması yapılmıştı.687
Mustafa Nâili Paşa’nın valilik döneminde, Girit adasında bazı zamanlarda
kıtlık yaşandığı da görülmüştü. Kıtlık nedeniyle dışarıya çıkarılması yasaklanan
zahire satışı, tehlikenin ortadan kalkmasıyla 1847 yılı yaz aylarında serbest
bırakılmıştı. 688
G) MUSTAFA NAİLİ PAŞA DÖNEMİNDE YUNAN DEVLETİ VE GİRİT
1) Yunanlıların Granbosa Kalesi İle İlgili Kötü Niyetleri
Girit firarilerinin Atina’da bulunan bazı fesatçıları ada ahalisini tahrik etme
ve fesat çıkarma düşüncesi içindeydiler. Rumeli taraflarında bir ihtilal meydana
683
Sarıyıldız, a.g.e., s.1
A. MKT, nr. 111/39
685
A. MKT, nr. 172/43
686
A. MKT, nr. 177/58
687
İ. DH, nr. 222/13189
688
A. MKT, nr. 86/74
684
222 gelecek olursa ilk olarak Girit’in doğusunda bulunan Granbosa Kalesi’nin
muhafazası gerekmekte idi. Nitekim Yunanlıların Granbosa Kalesi muhafızı ile 60
bin dirhem karşılığında kalenin anahtarının teslim edileceği konusunda anlaşmış
oldukları, Atina elçisi Osman Efendi tarafından bildirilmişti. Veli Paşa durumu
araştırmak için Resmo nahiyesini gezmekte iken İsfakyalı bir Rum’dan da bununla
ilgili haberler alarak durumu Mustafa Nâili Paşa’ya bildirmişti. Kale Muhafızı
Kolağası Murad Ağa’nın ihanet içerisinde olduğu şüphelerinin araştırılması689 ve
daha sonra da mesele anlaşılınca Granbosa Kalesi’ni Yunanlılara vermek üzere
gizlice anlaşan Kale Muhafızı Murad Ağa azledilmişti. Muhafızın İstanbul’a
gönderilmesiyle yerine başkasının atanması ve Yunan tehlikesi karşısında gerekli
tedbirlerin alınması hususunda Mustafa Nâili Paşa’ya emirler gönderilmişti.690 Bu
durum incelenerek, kalenin muhafazasına çok dikkat edilmesi yönünde yapılan 26
Mayıs 1849 tarihli emir gereği, kalenin muhafazası için 90 asker, onbaşı ve çavuş, 7
muvazzaf topçu ile Girit’te olan nizâmiye askerleri alayının birinci taburu sağ
kolağası Moralı Murat Ağa geri çağrılmış, Resmo’da olan taburu Hanya’ya iade
edilmişti. Yerine alayın 3. taburu sol kolağası Ahmet Ağa, -muhafazaya her dakika
dikkat etmek üzere- gerekli tembihlerin yapılmasıyla Granbosa Kalesi’ne
gönderilmişti. Bu gelişmelerin ardından Girit’in asayişinin yerinde olduğu
anlaşılmıştı. Sabık Murad Ağa hakkında yapılan suçlamalar gerçek ise yalnız
azledilmesiyle yetinilmemesi gerekiyordu. Gerçek değilse de, kendisinin böyle bir
töhmet altında kalmış olmasının muhakeme edilmesi gerektiği belirtilmişti.691
Dolayısıyla, Bâbıâli tarafından da Murad Ağa’nın ihanetine karşılık yalnız yerinin
değiştirilmesi yeterli bulunmamış hemen İstanbul’a çağrılması ve suçunun daha iyi
anlaşılarak ona göre ceza verilmesi gerekmişti. Diğer yandan suçu ortaya konularak
açıktan açığa hapse götürülmesi uygun görünmediğinden orada bulunan askerin
değiştirilmesi ve eksik askerlerin tamamlanması için İstanbul’dan yenilerinin
689
A. MKT, nr. 217/95
A. MKT, nr. 212/53; A. MKT, nr. 206/70
691
İ. MTZ. GR nr, 5/79, lef 6
690
223 gönderilmesi ve yeni askerin celbine memur olarak atanmış olan bir binbaşı ile
birlikte Murat Ağa’nın İstanbul’a gönderilmesi uygun görülmüştü.692
Mustafa Nâili Paşa, Granbosa Kalesi meselesinin halledilmesinden sonra da,
Temmuz ayında kalenin muhafazası için sürekli yardım yapıldığını, zihninin her an
kalede güvenliğin sağlanması ile meşgul olduğunu belirtmişti. Bu yüzden kalenin
muhafazasında zerre kadar bir hata ve rehavet meydana getirilmeyeceğini, bu husus
ile alakalı olarak mirlivaya yazılı ve sözlü olarak tembihte bulunduğunu merkeze
haber vermişti.693 Granbosa Kalesi’nin çarşı ve pazarı, deniz kenarında dükkân ve
mağazası olmayıp yalnız önünde bir liman olması sebebiyle kötü hava şartları
dolayısıyla barınmak için beylik ya da tüccar gemileri, çeşitli kayıklar limana
gelecek olursa hava duruluncaya kadar bir şey denilmeyecekti. Fakat içlerinden
taşraya ve taşradan da gemiye kimsenin gidip gelmemesi lazımdı. Ayrıca askerlerin
fazlasıyla gözlerini açıp muhafazaya gayret etmeleri gerekmekteydi. Bu hususlar da
kolağası Ahmet Ağa ile yüzbaşı ve mülazımları Mustafa Nâili Paşa tarafından
uyarılmıştı. Bu mesele dışında, görünürde Girit’in asayişiyle ilgili aleyhte bir durum
bulunmamakta idi. Granbosa Kalesi’nin muhafazasıyla ilgili olarak Mustafa Nâili
Paşa694 tarafından zaten gereken tedbirler alınmıştı.695
2) Mustafa Nâili Paşa’ya Görevliler Hakkında Yapılan Şikâyetler
Mustafa Nâili Paşa, Girit’te bulunan Yunan konsolosu Mösyö Perogli
hakkında, adam öldürme suçundan dolayı hapsedilmiş olan bir şahsın kaçırılmasına
692
İ. MTZ. GR, nr, 5/79, lef 5
İ. MTZ. GR, nr. 5/79, lef 3
694
Mustafa Naili Paşa bu olaydan sonra 8 Temmuz 1849 tarihinde belirttiğine göre birkaç seneden
beri vücudunda ağrılar meydana gelmekte idi. Zaman zaman vücuduna sıkıntı veren ağrıların artık
fazlasıyla artmış olduğu ve bu ağrıların çok fazla ıstırap verdiğinden dolayı kendisinin tedavi olması
için Bursa tarafına gitmesi gerekmiştir. On beş yirmi gün kadar kaplıcalarda suya girmek istediğini ve
Girit’in asayişinin yerinde olduğunu, Granbosa olayının gitmesine bir engel oluşturmadığını, eğer izin
verilirse Ağustosun başında Girit’te olacak olan vapura binerek Girit’ten ayrılmak isteğinde olduğunu
seyahatinin kısa sürmesi dolayısıyla yerine Veli Paşa’nın vekâlet edeceğini bildirmiştir. Bâbıâli’den
gelen cevapta, Veli Paşa’nın vekâleten yerine bakacak olması, seyahatinin kısa sürecek olması ve
adada asayişin yerinde olmasından dolayı Müşir Paşa’nın Bursa’ya gitmesinde bir mahsur
görülmediği 20 Temmuz 1849 tarihinde belirtilmiştir (İ. MTZ. GR, nr. 5/79-M).
695
İ. MTZ. GR, nr. 5/79, lef 2
693
224 vesile olduğu gerekçesiyle şikâyette bulunmuştu. Bunun üzerine Hariciye’den Yunan
maslahatgüzarına bir yazı gönderilmişti. Yunan Maslahatgüzarı tarafından Hariciye
Nezaretine 1846 yılı Haziran ayında gönderilen cevapta, Girit’te görev yapan
memurlar hakkında tebaanın şikâyetini ve adada bulunan Yunan konsolosu Mösyö
Perogli hakkında suçlamaları içermekteydi. Konsolos dört sene önce öldürülmüş olan
bir şahsın katilini kaçırmakla suçlanmaktaydı. Yunan elçi vekili, suçlamanın bir iftira
olduğunu iddia etmişti. Bu iftiranın birisi tarafından tertip edilmiş olduğunu ve vali
Mustafa Nâili Paşa’nın konsolos aleyhine tahrik edildiğini ifade etmişti. Konsolosun
hapishanesinden mahkûmun firar etmesi, konsolosun bir ihmali mi yoksa katil ile bir
işbirliği içinde mi olduğu anlaşılamamıştı.
Başka bir şikâyet sebebi ise, Mustafa Nâili Paşa’nın küçük oğlu, Hanya
meclis reisi Kerim Bey’in uygulamaları hakkındaydı. Yirmi yaşında bir delikanlı
olarak kâh meclis reisi sıfatıyla, kâh babasının yetkilerine güvenerek Fransız ve
Yunan
konsoloslarının
itirazlarına
rağmen,
Yunanlılar
hakkında
haksız
uygulamalarda bulunmuştu. Kerim Bey, Hanya’da oturanların şehirden dışarı
çıkmalarını yasaklamıştı. Halk şehrin dışına ne gezip dolaşmak için ne de
ihtiyaçlarını karşılamak için çıkamıyordu. Aksi davranışlarda bulunanlar ise, şiddetle
cezalandırılmıştı. Bir gece şehrin sokaklarında yürüyen üç Yunanlı, ellerinde
fenerleri olduğu halde tutuklanmış, içlerinden birisi hapsedilmiş, dışarı çıkmak
istediklerini belirtmeleri üzerine meclis azalarından birisi tarafından Yunan milletine
ve devletine hakaretler edilmişti.
Diğer bir sorun ise yabancılarla evlilik meselesiydi. Yunanlı bir erkek ile yerli
halktan bir kız, babasının rızasıyla iki buçuk seneden beri nişanlı iken, izdivaçları
hususunda baş metropolit tarafından bazı zorluklar çıkarılmıştı. Kız babasının evini
terk ederek bir yabancı tüccarın evine kaçmış ve nişanlısıyla evlenmişti. Bu durum
suç olarak değerlendirildiğinden bu şahıslar yakalanarak hapsedilmişti. Konsolos,
şahısların tahliye edilmesini istemiş fakat bu hareket nizâma aykırı bulunmuş,
kendilerine adeta bir suçlu nazarıyla bakılmıştı. Konsolos en sonunda durumu valinin
görüşüne havale etmişti. Mustafa Nâili Paşa, meclis reisini dinleyerek şahısların
225 memleketten çıkarılmasını istemişti. Elçi vekili ise bunu keyfi bir uygulama olarak
değerlendirmiş ve bu keyfiliklerin sonlandırılmasını rica etmişti.
Mustafa Nâili Paşa’nın konsolosla ilgili suçlamaları ve elçi vekilinin iddiaları
mecliste görüşülmüş ve bir karara bağlanmıştı. Öncelikle, konsolosun katili kaçırdığı
iddialarına karşı, Mustafa Nâili Paşa huzurunda suçsuzluğunu ispat etmesi gerekli
görülmüştü. İkinci olarak memurların, Rum ahaliye hakaret etmeleri ve şiddet
kullanmalarının engellenmesi, daha ihtiyatlı davranmaları sağlanmalıydı. Evlilik
meselesinde ise, devletin kendi tebaasından olan kızların, yabancı adamlarla evliliği
uygun görülmediğinden, evinden kaçan kızın ve kocasının adaya ayak basmamak
şartıyla kovulması gerekiyordu. Reaya kızlarının evlilik ve nikâhı patrikhanelere ve
onlar tarafından metropolit ve piskoposlara verilmişti. Bundan sonra kanunlara aykırı
işler yapmaya cesaret eden metropolit ve papazlar şiddetle cezalandırılacaktı.
Mecliste alınan bu kararlar, padişahın da onayından geçerek 17 Eylül 1846 tarihinde
Mustafa Nâili Paşa’ya yollanmıştı. 696
Mustafa Nâili Paşa’nın şahsıyla alakalı şikâyetler de yapılmıştı. Akdeniz’de
bulunan donanma fırkateyninden Mustafa Paşa görevi üzerine Girit’e varmış gemi
ahvalini de yanına alarak Hanya Kalesi’nde Ferik Mahmud Paşa’nın konağına
varması ile hâkim, müftü ve beldenin ileri gelenleri yanına gelerek taleblerini
bildirmişlerdi.Hanya sancağında bulunan Müslümanlar da benzer taleplerini dilekçe
yazarak belirtmişlerdi. Bu dilekçelerde, Mustafa Nâili Paşa’nın gayrimüslimleri
kayırdığı, Müslümanların mağdur olduğu irdelenmişti. 1841 isyanının bastırılması
sürecinde Seline sahilinden adaya gelen eşkıyanın 500 kadar Müslümanı öldürdüğü
belirtilmişti. Hanya’da da Müslümanların adayı boşaltmaları için mallarının gasp
edildiği, bu zararın aynı zamanda devlet malına verilmiş bir zarar anlamına geldiğini
ifade etmişlerdi. Bunlar dikkate alınmadığı takdirde silahlanan reayanın adayı ele
geçireceği endişesiyle bir an evvel asayişin sağlanması talep edilmişti. Ada
reayasının eşkıyaya uyarak Müslümanlara verdikleri zararın da karşılanmasını
696
İ. MTZ. GR, nr. 3/60
226 istemişlerdi. Eğer olaya müdahele edilmezse adada hiç Müslüman halkın
kalmayacağı ifade edilmişti.697
3) Mustafa Nâili Paşa’nın Girit’e Dönmek İsteyen Muhacirlere Uyguladığı
Politika
1841 yılında Girit’te çıkan isyan nedeniyle bazı Girit ahalisi, olaylara müdahil
olmamak için adayı terk ederek Yunanistan’a yerleşmişti. Aileleri ve evlatlarının
selameti için işlerini, karlarını, kazançlarını, ticaretlerini terk etmişler ve
Yunanistan’a gitmişlerdi. Bu kişiler isyan sona erdikten sonra bir güven ortamı
sağlanıp, emniyet ve asayiş yeniden tesis edilince Girit’e tekrar dönüp ticaretle
meşgul olmak istemişlerdi. Girit’e dönmek isteyen kişilerin beş yıl önce Girit’ten
çeşitli ayrılma sebepleri vardı. Kimisi meydana gelen fitne ve ihtilal dolayısıyla
ortaya çıkan vergiler ve şahsi borçlarını ödeyemediklerinden, kimisi de iftira edilen
suçlar dolayısıyla korkarak vatanlarını terk etmek suretiyle devletin farklı yerlerine
veya başka yerlere firar etmişlerdi. Asıl memleketlerine dönmek isteyen Giritliler,
artık Yunanistan’da kalmak istemediklerini, Yunanistan’da sefil bir hayat yaşamakta
olduklarından dolayı geri dönmek arzusunda olduklarını ısrarla bildirmişlerdi.698
Göçmenlerin Yunan hükümetinden bazı talepleri olmuş, Yunan Devleti tarafından da
kendilerine pek çok vaatler yapılmışsa da, hiçbirisi yerine getirilmemişti.699
Giritlilere
yapılan
zulüm
ve
saldırılara,
Yunan
askerleri
tarafından
göz
yumulmaktaydı. Taşralarda Müslümanlardan birkaç kişi haksız yere idam edilmişti.
Evinde masum bir şekilde oturan İbrahim Ağa adlı bir ihtiyar, idam edilerek malları
697
İ.MTZ. GR nr. 4/51
Girit’te bulunan akraba ve hemşerileri de göçmenlerle ilgili olarak ada yönetiminden bazı
taleplerde bulunmuşlardı. Onların affedilmesini, memleketlerine geri dönmelerine ve iskânlarına izin
verilmesini, vatanlarından ayrılanların sefalet içinde kalmalarına merhamet edilmesini istemişlerdi (İ.
MTZ. GR, nr. 4/57, lef 1).
699
Göçmenler, durumlarına göre kendilerine 30-35’er dönüm tarla ve birer miktar para verilmesini
istemişlerdi. İçlerinden birisinin Yunan kralına savaş yaveri ve en büyük ihtiyarlar meclisine bir ve
diğer meclise üç Giritli memur edilmesini, mekteplerine hocalar seçmek ve maaş bağlanması gibi
çeşitli imtiyazlar verilmesini hükümete teklif etmişlerdi. Eğer bunlar yerine getirilmezse içlerinden
birini Londra’ya göndererek istedikleri imtiyazları almaya çalışacaklarını bildirmişlerdi (İ. MTZ. GR,
nr. 4/62, lef 1); Aslında Girit firarilerinin Yunan meclisinde vekil olmaları Osmanlı Devleti’nin
hukukunave çıkarlarına aykırıydı. Bülent Akyay, a.g.t., s.131-138
698
227 gasp edilmiş, hatta üzerindeki elbiseler bile çalınmıştı. Bu gibi zulüm ve
düşmanlıkların meydana gelmesi ve daha da kötüsü askerlere bu tür kötülüklerin
yapılmasına müsaade edilmekteydi. Artık Müslümanların Yunanistan tarafında
bulunması sakıncalı bulunmuş ve bir çare aranmıştı.700 Atina’da bulunan Osmanlı
sefiri Kostaki tarafından 18 Şubat tarihinde Hariciye Nezaretine, Yunanistan’da
oturan Müslümanların emlak almaları ve satmalarıyla ilgili bir yazı gönderilmişti.
Dört ay önce bu meseleyle ilgili olarak elçi tarafından nasıl davranılacağı sorulmuş,
fakat henüz bir cevap alınamamıştı. Yunan hükümeti, emlak alım satımı hususunda
bir düzenleme yapması için mecbur tutulmuştu. İstanbul’da bulunan Yunan
sefaretine, emlak meselesi konusunda Yunan hükümeti tarafından hemen bir
düzenleme yapılmadığı müddetçe Osmanlı sınırları içinde yaşayan Yunan
vatandaşlarının işlerine de asla bakılmayacağı haber verilmişti.701
Osmanlı Devleti ile Yunan Devleti arasında pek çok seneden beri sürünmekte
olan Müslüman halk, günden güne perişan olmaktaydı. Emlak konusunun acil bir
neticeye bağlanmasını beklemekteydi. Müslümanların emlak meselesinden dolayı
haksız muameleler yapılmış ve bunca seneden beri süregelen bu vaziyet sonucu
Osmanlı tebaasının mal ve emlaki telef olmuş, kendileri de perişan edilmişti. Girit
ahalisini, Osmanlı Devleti aleyhine tahrik etmek için Yunanistan tarafından gelenlere
engel olunmamış, dönüşlerinde de kabahatli görülmemişti. Kendilerine iyi
muamelelerde bulunulmuş ve istedikleri yerlerde oturmalarına izin verilmişti.702
Yunanistan’da bulunan Giritli aileler vatanlarına geri dönmek isteklerine dair
İstanbul’a vekiller göndermişlerdi.703 Bu vekiller aracılığıyla Yunanistan’da
huzursuz olduklarını, eski vatanlarına geri dönmek istediklerini, Yunanlıların da
bunu engellemek için fesat çıkardıkları, asayişi bozduklarını, bunlardan dolayı
kendilerine
iskânları
konusunda
kolaylık
sağlanması
yönündeki
isteklerini
700
İ. MTZ. (01), nr. 1/18, lef 4
İ. MTZ. GR, nr. 1/10, lef 2
702
İ. MTZ. (01), nr. 1/18, lef 16
703
Yunanistan’dan eski topraklarına dönmek isteyen aileler tarafından durumlarını bildirmek için
İstanbul’a gelenlerden -birisi Yenişehirli ve Müslüman diğer iki kişi reayadan olmak üzere- üç kişiye
geri döndükten sonraki masraf ve ihtiyaçları için padişah tarafından bir miktar hediye verilmiştir.
Ayrıca bunlar beş altı aydan beri İstanbul’da ikamet ettiklerinden masrafları için Yenişehirli’ye 5.000
diğerlerine 3.000’er kuruş hediye verilmesine karar verilmiştir (İ. MTZ. GR, nr. 4/58).
701
228 bildirmişlerdi.704 5 Mayıs 1846 tarihinde, Yunanistan’a göç eden Girit muhacirlerinin
vatanlarına iadelerinde mahzur olup olmadığı üzerinde durulmuş705hatta bir takım
tartışmalara sebep olmuştu. Mustafa Nâili Paşa da, bu talebe çok sıcak bakmamıştı.
Zirâ adanın asayişi sağlanmış ve bir huzur ortamı kurulmuştu. Muhacirlerin adaya
dönmeleri yeni bir karışıklığa sebep olabilirdi. Fakat bu kişilerin adaya dönmelerine
mani olmak devletin politikasına uygun olmazdı. Bunların fesat çıkarma gibi bir
niyetlerinin olma ihtimali çok azdı. Zirâ göçmenler, isyan sebebiyle zaten ziyadesiyle
zarar gören taraf olmuşlardı. Bu suretle göçmenlerin adada işlerinin başına
dönmelerine kimse tarafından muhalefet edilmemesi ve Osmanlı Devleti’nde eskiden
olduğu gibi ticaret yapmalarının serbest olması için izin verilmişti. Buna karşılık eğer
aralarında
uygunsuz
hareketlerde
bulunanlar
olursa
derhal
adadan
uzaklaştırılacaktı.706
Mustafa Nâili Paşa, Yunanistan’dan dönmek isteyen Girit muhacirlerinin
kendisine göndermiş olduğu dilekçelerle ilgili bir layiha hazırlamış ve Meclis-i
Vâlâ’ya sunmuştu. Mustafa Nâili Paşa, bu esnada İstanbul’da olduğundan, Meclis-i
Vâlâ’ya çağrılarak layihası okunmuş, mütalaa edilmiş ve bazı konuların üzeri
işaretlenerek gerekenin yapılmasına karar verilmişti.707 Yunanistan’da ikamet
etmekte olan Girit muhacirlerinin asıl vatanlarına nakledilmesi ve iskân edilmeleri
meselesi mecliste detaylı bir şekilde görüşülmüştü. Yunanistan’da oturan Girit
muhacirleriyle, beş sene önce 1841 yılında Yunan topraklarına göçen 4.000 kişiye,
istekleri doğrultusunda, eski vatanlarına nakillerinde kolaylık sağlanacaktı. Gerekli
incelemeler yapıldıktan sonra bazı şartlar yerine getirilirse, eski toprakları
kendilerine verilecekti.708 Bâbıâli tarafından verilen bu cevap metninin bir sureti
kendilerine verilmek üzere İstanbul’da bulunan adamlarına, bir sureti de Mustafa
Nâili Paşa’ya verilmiş ve gerekenlerin yapılması emredilmişti. Mustafa Nâili Paşa,
Yunanistan’a kaçmış olan Rumlardan geri dönenlerin gerekli güvenlik gözetiminden
geçirilerek iskân edilmeleri için elinden geleni yapmıştı.
704
İ. MSM, nr. 31/872, lef 2
İ. MTZ. GR, nr. 4/56
706
İ. MTZ. (01), nr. 1/18, lef 1
707
İ. MTZ. GR, nr. 4/66
708
İ. MTZ. GR, nr. 4/57, lef 3
705
229 Adaya geri dönen firarilerin iskân edilmeleri konusunda itina gösterilmişti.
Gelecek olan aileler içinde fakir durumda olanlar için hükümetten gemi talep
edilmişti. Firarilerin Yunanistan’da kaldıkları süre boyunca rahatsızlıkları devam
ettiği için, biran önce iskân edilmeleri gerekiyordu.709 Mustafa Nâili Paşa tarafından
Yunanistan’a kaçmış olanlardan geri dönenlerin gerekli güvenlik gözetiminden
geçirilerek
iskân
edilmelerini
sağlamıştı.710
Yunanistan’da
bulunup
eski
memleketleri olan Girit’e dönmek isteyenler hakkında, Yunan hükumetinin alacağı
herhangi bir tavra karşı bazı gizli tedbirler alınmıştı.711 Giritlilerin sayısının fazla
olduğu için büyük bir zarara meydan vermeden dönmelerine çalışılacaktı. 30 Ekim
1846 tarihinde padişah, geri dönmek isteyen Giritlilere her türlü yardımın yapılması
gerektiğini bildiren bir irade yayınlamıştı.712 Girit’ten Yunanistan’a geçmiş olan bazı
kimselere ait işlerin yoluna konulması için bir memur tayin edilmiş ve kendisine işi
bitene kadar yüklü miktarda maaş bağlanmıştı.713
Girit Adasından Yunanistan’a aileleri ile birlikte firar edenler hakkında genel
af ilan edilmişti. Göçmenler döndükten sonra Zirâat ve ticaretlerine izin verilecek ve
hepsi af edilecekti. İhtiyaçlarını karşılamaları için 5 yıl sonra her yıl bir miktarı geri
ödenecek şekilde ödünç akçe verilecekti. 3 yıl süresince vergiden muaf olup sadece
cizye vergisi verecek, çok fakir olanlar ise bundan da muaf olacaklardı. Tarım ve
hayvancılık için lazım olan malzemeler borç verilmek suretiyle işlerinin
kolaylaştırılması sağlanacaktı. Zapt edilmiş emlak ve arazileri başka birinin eline
geçmemiş ise eski sahibine geri verilecek, şayet geçmiş ise bunun geri alınması
mümkün olamayacağı için, muhacirlere çevre yerlerdeki miri araziden Zirâat yerleri
verilecekti.714 Buna karşılık kendilerine sadık hareket edeceklerine dair teminat
709
Bu esnada Rusya’dan bazı kimseler, İngiltere’ye gönderilmişti. Amaçları, koltuğunu bırakacak bir
veliahdı olmayan Yunan kralının, hükümeti teslim edeceği birinin şimdiden aday olarak
belirlenmesini sağlamaktı. Londra’da diğer devlet elçilikleriyle görüşmüş olan Rusya; İngiltere,
Nemçe, Prusya ve Fransa devletlerini de bu ittifaka dâhil etmeye çalışmıştı. Bu gelişmelerden Yunan
gazetelerinde bahsedilmiş, bu suretle Girit aleyhine de bazı haberler yayınlanmıştı. Göçmenleri bu
tarafa dönmekten vazgeçirmek ve her şeye rağmen gelmek isteyenleri engellemek için bir çare bulma
telaşında oldukları açıktı (A. MKT, nr. 54/2).
710
A. MKT, nr. 54/2
711
A. MKT, nr. 53/84
712
İ. MTZ. GR, nr. 4/62, lef 2
713
Cevdet Hariciye (C. HR), nr. 45/2208
714
İ. MTZ. GR, nr. 4/66, lef 3
230 vermeleri gerekmekteydi. Bu şartla, vatanlarına dönmek isteyen muhacirlerin sadık
tebaadan olacağına dair söz verilmişti. Bu teminat ve şartlar muhacirlere
bildirilmişti.715
İhtilal dolayısıyla Yunanistan’a firar eden ailelerin geri dönmesine Yunan
hükümeti engel olmak istemişti. Yunan hükümeti, muhacirlere Yunan pasaportu
vermemek üzere zorluk çıkararak bu tür şahıslarla Osmanlının alakasını kesmeyi ve
Yunanistan’a yerleşmek zorunda bırakmayı planlamaktaydı. Yunan Devleti
tarafından, Girit’e dönmek isteyen kimseler bundan menedilmişlerdi.716 Fakat
içlerinden bazıları gizlice kayıklarla dönmeyi başarmışlardı.717 Mesela, 4 Aralık 1848
tarihinde, üç aile Mora tarafından tezkeresiz olarak bir kayığa binerek firar etmişti.
Hanya Limanı’na geldiklerinde Mustafa Nâili Paşa bunların her çeşit masraflarını
karşılayarak asli vatanları olan Resmo kasabasına göndermişti.718
Hanya sancağına bağlı Apakoron Nahiyesi köyü ahalisinden bir köylü borçlu
olmasından dolayı Yunanistan’a firar ettiğini daha sonra geri dönmek istediğini
anlatmıştı. Yapılan araştırmalar neticesinde bu olayın gerçek olduğu anlaşılmıştı. Bu
ve bunun gibi durumlar Mustafa Nâili Paşa’nın gündemini 1846 yılı boyunca meşgul
etmişti.719 Hatta muhacirlerin vatanlarına geri dönme talepleri 1850 yılı sonlarına
kadar devam etmişti.720
4) Mustafa Nâili Paşa Döneminde Girit’te Yaşanmış Bazı Münferit Olaylar
Mustafa Nâili Paşa’nın valiliği süresince Girit’te 1841 isyanı dışında çok
büyük bir karışıklık olmamış, uzun yıllar süren bir huzur ve sükûnet dönemi
yaşanmıştı. Fakat arada bazı münferit olaylara rastlanmıştı.
715
İ. MTZ. GR, nr. 4/57, lef 1
İ. MTZ. GR, nr. 2/14
717
İ. MTZ. GR, nr. 4/57, lef 2
718
HR. MKT, nr. 23/18
719
İ. MTZ. GR, nr. 4/62, lef 1
720
HAT, nr. 1237/48139
716
231 İstanbul’dan, adanın muhafazası hususunda uyanık davranılmasına dair
Mustafa Nâili Paşa’ya sık sık uyarılar yapılmıştı. Yunan Devleti üst düzey
bürokratlarından Osmanlı Devleti aleyhinde fikirler yayan bir şahsın, eski eserleri
ziyaret bahanesiyle, Hanya tarafına geldiği haber alınmıştı. Bunun üzerine adı geçen
şahsın buradan defedilmesi için Mustafa Nâili Paşa ve Kaptan Paşa’ya emirler
gönderilmişti.721 Yunanlıların Osmanlı tebaası arasında isyana yönelik fitne çıkarma
teşebbüslerine, Mustafa Nâili Paşa yönetiminde hiçbir zaman fırsat tanınmamıştı.722
Girit firarilerinden olup kaçak yollardan gizlice memleketleri Hanya’ya gelen
Yorgi
ve
yanındaki
üç
şahıstan
ikisi
bazı
suçlardan
dolayı
yakalanıp
hapsedilmişlerdi. Bu kişilerin hırsızlıktan başka bir niyetlerinin olmadığı
anlaşıldığından, Girit firarilerinden olan bu dört kişinin suçlarının kefil karşılığında
affedilmesi ve tahliye edilmeleri uygun bulunmuştu.723 Bundan başka Girit’ten
Yunanistan’a ve Yunanistan’dan da Girit’e gizlice firar eden şahıslar olmuştu.724
1849 yılında Girit adası firarilerinin yaptıkları fesat ve kışkırtma hareketlerine karşı
uyanık olunmasına ve bu durumların açığa kavuşturulmasıyla ilgili olarak Mustafa
Nâili Paşa uyarılmıştı.725
Halkı tahrik eden Yunanlı eşkıyanın yakalanması ve çıkması muhtemel
karışıklıkların önlenmesi hususunda gerekli tahkikatın yapılmasına ve limanlarda
demir atmış olan gemilere karadan ve denizden saldıran eşkıyanın yakalanması ve
emniyet tedbirlerinin arttırılması hususunda dair Girit ve diğer bazı yerlere emirler
gönderilmişti.726 Bu arada, ahaliyi kışkırtmak için Yunanistan’dan Girit’e geçmiş
olan bir takım şahıslar yakalanmıştı.727 Hanya Sancağı Kisamo nahiyesinde bulunan
bir manastırın rahibi tarafından eşkıya takımına yardım edilmek suretiyle ahalinin
isyana teşvik edildiği haber alınmış, rahibin uygunsuz hareketlerinden dolayı oradan
kovulması hususunda Mustafa Nâili Paşa’ya haber gönderilmişti. Bunun üzerine
721
A. MKT, nr. 233/4
A. MKT, nr. 238/109
723
A. MKT, nr. 131/15; MVL, nr. 25/44
724
A. MKT, nr. 164/63
725
A. MKT, nr. 201/16
726
A. MKT, nr. MHM.18/65; A. MKT. MHM, nr. 20/24
727
HR. MKT, nr. 33/40
722
232 Paşa, gerekeni yerine getirmişti.728 Yine Mustafa Nâili Paşa’dan, Kandiye
sakinlerinden Rum mektebi hocasının yazdığı zararlı neşriyatlarla devlet aleyhinde
faaliyette bulduğundan dolayı İstanbul’a gönderilmesi istenmişti. Kendisine gerekli
uyarılar yapıldıktan sonra memleketine gönderilecekti.729 Fakat bu şahıs affedilip,
görevi tekrar kendisine iade edilmişti. Eğer bir daha aynı şekilde davranacak olursa
bu defa gereken ceza verilecekti. Mustafa Nâili Paşa, bu karara uygun hareket
etmişti.730
H) MUSTAFA NAİLİ PAŞA DÖNEMİNDE GİRİT’TE UYGULANAN
ÇEŞİTLİ KANUNLAR
Mustafa Nâili Paşa döneminde Girit adasında hırsızlık, yol kesme ve sair suç
işleyenler faili oldukları suçun cinsine ve mahiyetine göre cezalandırılmışlardı.
Adada ahalinin suç işlemesine mani olmak için merkezden bazı emirler gönderilmiş
ve bunların uygulanması gerekmişti. Mesela, taşrada düğün ve diğer toplantılarda
kurşunlu silah kullanılmaması hakkında gelen emir, Mustafa Nâili Paşa tarafından
gereken yerlere tebliğ edilmişti. Yine İstanbul’dan gönderilen, taşralarda barut
imalinin ve satışının yasak olduğunu bildiren yazı Mustafa Nâili Paşa tarafından ilgili
memurlara bildirilmiş ve gerektiği gibi hareket edileceği haber verilmişti. Yabancı
devlet tebaalarının adada mülk sahibi olması yasak olduğundan Osmanlı tebaasından
olanların bunu ilmühaber ile ispat ettikten sonra, hüccet ve tapu senetlerinin
verileceği konusunda bir emir gönderilmişti. Mustafa Nâili Paşa, bu emrin gereğine
uygun hareket edileceğini bildirmişti.731
Bu dönemde Girit’te emeklilik sisteminin uygulandığını görmekteyiz. Girit’te
Kestel Kalesi’ne top yerleştirirken ayağından yaralanan ve hastanede ayağı kesilen
Bilâl adlı bir zenciye önce 90 kuruş maaş ödenmesi önerilmiş, fakat daha sonra
728
A. MKT. UM, nr. 14/14
A. MKT. MVL, nr. 22/20
730
A. MKT. UM, nr. 5/86
731
A. MKT. UM, nr.31/79
729
233 padişah tarafından Girit adası gelirlerinden verilmek üzere, hayatının sonuna kadar
devam etmek kaydıyla, aylık 250 kuruş maaş bağlanması emredilmişti.732
1) Girit’te Rüşvetin Engellenmesine Dair Mustafa Nâili Paşa’nın Aldığı
Tedbirler
Osmanlı Devleti’nin her bölgesinde olduğu gibi Mustafa Nâili Paşa
zamanında Girit’te de bazı usulsüz işler yapılmıştı. Taşralarda davalardan vergi
almak için, hak sahipleri bulundukları kazanın kaymakamına, oradan da eyalet
reisine gönderilmekteydi. Bununla ilgili olarak köylere gönderilen zaptiyelerin
“mübaşiriyye”733 adında akçe alıp, ahaliye baskı uyguladıkları haber alınmıştı. Bu
duruma bir son vermek adına bir ferman yayınlanmıştı. Bundan sonra nizâmı gereği
cizye veren kazalarda ve büyük vergi veren yerleşim yerlerinde kaymakamlık ve
eyalet reisiyle davaları görülüp, alınacak vergi o yerin memuruyla hâkimlerine
verilmesi emredilmişti. Bunun dışında köylere giden zaptiyelerle farklı şekillerde
karşılıksız bir şey alıp verilmemesi hususunda çıkarılan ferman, Mustafa Nâili
Paşa’ya da gönderilmiş ve bu fermana harfiyen uyulması istenmişti.
Paşa, her bir emrin uygulanacağını, ahalinin huzur ve saadeti için uygunsuz
işler yapılmayacağı, şimdiye kadar şer’i mahkemede davaları görülen ahaliden resmi
vergilerden başka bir vergi alınmadığı ifade etmişti. Köylere gönderilen zaptiyelerin
mübaşiriyye vergisi almadığını hatta yiyeceklerini bile kendi paralarından aldıklarını
belirtmişti. Bundan sonra da adalete aykırı davranışlar meydana getirilmemesi
hususuna dikkat edilecekti.734
Mal tahsili ile ilgilenen memurlarının zimmetlerine para geçirmemeleri
hususundaki emre uyulduğuna ve bundan böyle de görevlerini ihtimamla
732
C. AS, nr.530/22127; C. ML, nr. 634/26082; Y. Hakan Erdem, Osmanlı’da Köleliğin Sonu 18001909, İstanbul 2004, s.89
733
Devlet tarafından bir iş yapmaya görevlendirilenlerin masraflarına karşılık gittikleri yerlerdeki
halktan tahsil olunan para.
734
A. MKT. UM, nr. 69/93
234 yapacaklarına dair Mustafa Nâili Paşa, merkeze bir yazı göndermişti.735 Fakat Hanya
sancağında bazı tahsildarların halka zulüm yaptığı öğrenilmişti. Bunlarla alakalı
Mustafa Nâili Paşa’nın bir tahkikat yapması istenmişti.736 Mustafa Nâili Paşa,
mahalli memurlardan memuriyete uymayan davranışlarda bulunmayacaklarına dair
taahhüt almış ve bu hususu bir yazıyla merkeze bildirmişti.737
2) Girit Hapishaneleri
Girit adasında suçluların tutuklandığı ve çeşitli suçlardan yapılan mahkemeler
sonrasında
hüküm
giyenlerin
cezalandırıldığı
hapishanelerin
bulunduğu
bilinmektedir. Bu dönemde Osmanlı coğrafyasında bulunan hapishanelerin ortak
sorunu fiziki yetersizlikleri olmuştu. Eski ve kullanıma elverişli olmayan binalar ya
tamir edilmek ya da başka bir yere taşınmak suretiyle buna bir çare bulma yoluna
gidilmişti. Mesela, Hanya’da İç kale ve Tophane denilen yerlerde bulunan
hapishaneler daha sonra tersane yakınında başka bir yere nakledilmişti.738 Bu sebeple
yapılan masrafların merkezden ödenmesi talep edilmişti.739 Hapishanenin başka bir
yere
nakledilmesinin
sebebi
muhtemelen
binaların
eski
olmasından
kaynaklanmaktaydı. Bu yıllarda hapishanelerin bir başka sorunu da yine fiziki
yetersizliğe bağlı olarak kadınlara ait özel hapishanelerin olmamasıydı. Kadınlar için
ayrı hapishaneler tahsis edilememiş, kadın tutuklu ve hükümlüler aynı binanın içinde
ayrı bölümlerde tutulmuşlardı. Hanya ve Resmo’da da 1864 yılına kadar sadece
kadınların mahkûm ve tutukluların kaldığı bir hapishane yoktu. Bu tarihte yeni bir
bina inşa etmek ya da başka bir bina kiralamak suretiyle bir yer tedarik edilmesi için
çalışmalara başlamıştı.740 Zaman zaman Hanya, Kandiye, Resmo ve İsfakiye
735
A. MKT, nr. 41/19
A. MKT. MVL, nr. 24/17
737
A. MKT, nr. 127/53
738
MVL, nr. 47/13
739
İ. MVL, nr. 92/1882
740
MVL, nr. 794/35
736
235 sancakları
dâhilindeki
hapishanelerin
ve
hükümet
karakollarının ve karantina binalarının tamiri yapılmıştı.
Girit
hapishanesinde
haftada
bir
konaklarıyla,
zaptiye
741
yoklama
yapılmaktaydı.
Taşra
hapishanelerinde yapılan yoklamalar nedeniyle, henüz mahkemesi yapılmamış
tutukluların da hapiste kalmasına sebep olmuştu. Bundan sonra meclis azasından
birisiyle meclis kâtibi tarafından, yoklamaların haftada bir bazen iki defa yapılması
konusunda eyalet dâhilindeki yerlerin memurları sürekli olarak uyarılmıştı.742
3) Girit’te Yaşanan İrtidat ve İhtida Olayları
Osmanlı topraklarına en son katılan yerlerden olan Girit’te, Osmanlı
Devleti’nin egemenliği çok fazla hissedilmemişti. Bunda, hem Osmanlı yönetiminin
kurduğu idari dokunun hem de adanın toplumsal yapısının etkisi vardı. Adadaki
Müslüman unsur ile yerli Rum Ortodoks unsur o kadar kaynaşmıştır ki,
Müslümanların kullandıkları isimler Rumca isimlerle birleştirilmişti.743 Girit’te
Müslümanlar ile Rumların yaşam biçimleri başka coğrafyalara göre komşuluktan öte,
gerçek anlamda bir birlikte yaşama örneği olmuştu. Resmi dil Türkçe olmasına
rağmen halk arasında konuşulan dil Rumcaydı. Rumca, sadece Rumlar ile
Müslümanlar arasında değil Müslümanların kendi aralarında da kullandıkları dil
olmuştu.744
Mustafa Nâili Paşa döneminde Girit’te dini hayatın yaşanmasında hiçbir
baskı, zorlama yapılmamış, herkes hür bir şekilde dini vecibelerini yerine getirmişti.
741
Binaların ihtiyacı olan tamir etme ya da yeniden inşa işlerinde lazım olan maddeler kullanılırken
gereğinden fazla masraf yapılmaması için bazı tedbirler alınmıştı. Eğer fazla masraf yapılacaksa
bunun için ayrıca izin almak gerekmekteydi (A. MKT. UM, nr.32/36).
742
MVL, nr. 238/35
743
Yanni Osman, Hasan Nikola, Molla Mehmetaki gibi isimlere rastlanmaktadır. A.Nükhet AdıyekeNuri Adıyeke, “Yunan İsyanı Sırasında Girit’te İrtidat Olayları”, Fethinden Kaybına Girit, İstanbul
2007, s.125-130
744
A.Nükhet Adıyeke-Nuri Adıyeke, a.g.m., s.125; Bu kaynaşmaya en iyi örnek şöyle bir diyalog ile
anlatılabilir. Rum arkadaşları sıkıştırarak Giritli çocuk Mustafa’ya sormuşlar. “Sen Türk müsün
Mustafa?”, Mustafa cevap vermiş: “Meryem Ana üzerine yemin ederim, Türküm.” Nazım Çokişler,
“Girit Göçmenleri Türk Halk Kültürü Üzerine Bir Araştırma”, Ege üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, İzmir 2007, s.56
236 Öyle ki kilise inşasına bile izin verilmişti. Bu din serbestisinin yaşandığı ortamda din
değiştirme olaylarına da rastlanmıştı. Girit’te Yunan ayaklanmaları sırasında
Rumlardan başka, bazı Müslümanlar da isyana destek vermişler, din değiştirerek
Hristiyanlığa geçmişlerdi. Özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun 1830 yılında Yunan
Devletininbağımsızlığını tanımasının ardından, Girit sancaklarında bazı irtidâd745
olayları yaşanmıştı. Bu olayların yaşanmasının sebebi olarak da devrin olağanüstü
şartları gösterilmişti. Girit’teki toplumsal yapınınözel durumu sebebiyle adada irtidâd
edenlerin toplam sayısını tespit edilememiş, ancak yaklaşık rakamlar telaffuz
edilmişti.746 Mesela Girit’te Müslümanlıktan çıkıp Hristiyanlığı seçenlerden birisi
Kandiye sancağı ahalisinden İbrahim adlı şahıstı. 11 Nisan 1842 tarihinde
Müslümanlıktan Hristiyanlığa geçerek irtidâd etmiş olduğu anlaşılmaktaydı.747
Mustafa Nâili Paşa’nın idarecilik yaptığı dönemde Girit’te ihtida748 olayları
da yaşanmıştı. Aslen Rumelili olup, Kandiye sakinlerinden Yorgaki adlı bir Rum’un
15-16 yaşlarındaki oğluMustafa’nın ihtidasına, anne-babasının hiçbir itirazı
olmamıştı. Usul gereği Mustafa’nınadadan ayrılması gerekliydi. Delikanlılık çağında
olması dolayısıyla, haylazlık yapabileceği endişesiyle babası oğlunun Mekteb-i
Tıbbiye’ye öğrenci olarak kabul edilmesini isteyen bir dilekçe yazmıştı. Bu talep,
Mustafa Nâili Paşa tarafından kaidelere uygun bulunmuştu. Hekimbaşına buna dair
bir yazı gönderilmişti. Konuyla ilgili Mekteb-i Tıbbiye’ye gönderilen yazıda,
çocuğun Tıbbiye öğrenciliğine alınmasında yardımcı olunmasıistenmişti.749
Hristiyanlıktan İslam’ı kabul edenler mahalle meclisiyle yakınları huzurunda
hiçbir zorlama olmadan kendi rızalarıyla ihtida ettiklerini itiraf etmeleri
745
İslam dininden dönmeyi ifade eden bir tabirdir. İslamiyet’ten dönen erkek ise “mürted”, kadın ise
“mürtedde” denilirdi. M. Zeki Pakalın, a.g.e., c.II, s.82
746
A.Nükhet Adıyeke-Nuri Adıyeke, a.g.m., s.126,132
747
C. ADL, nr. 104/6257
748
İslam dinini kabul etmek, Müslüman olmak anlamında kullanılan tabirdir. Ferit Develioğlu,
Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, s.500
749
A. MKT, nr. 236/49; Halide Aslan, “Tanzimat Döneminde İhtida (1839-1876)”,Ankara
Üniversitesi İslam Tarihi ve Sanatları Bölümü Doktora Tezi, Ankara 2008, s.127
237 gerekmekteydi. 6 Eylül 1850 tarihinde gönderdiği bir yazıyla Mustafa Nâili Paşa bu
usulün uygulanmasında dikkat etmeleri hususunda memurları uyarmıştı.750
İhtida edenler kendilerine yapılabilecek herhangi bir müdahaleden sakınmak
için başka yerlere gitmişler, fakat sonra bazı nedenlerden dolayı tekrar geri dönmek
istemişlerdi. 26 Şubat 1844 tarihinde Mustafa Nâili Paşa’ya gönderilmiş olan bir
mektupta, Girit ahalisinden Müslüman olan bir kişinin İstanbul’da kimsesi olmadığı
için sefalete düştüğü ve bu yüzden de Girit’e gönderilmesi uygun bulunduğu,
kendisine Girit’te yardım edilmesi haber verilmişti.751
4) Girit’te Uygulanan Miras Hukuku
Kandiye Sancağına bağlı bir köyün sakinlerinden olan Mariya adlı bir
Hıristiyan vefat etmiş ve geride bıraktığı eşya ve emlaki kardeşine kalmıştı. Bu
durum, Kandiye şurasına arz edilmişti. Ancak ölen kişinin kardeşi, Yunan
tebaasından olduğu için mirasın teslimi konusunda bir tereddüt yaşanmıştı. Mustafa
Nâili Paşa, yabancı devlet tebaasından birinin, akrabalarına miras hissesi kalıp
kalamayacağı konusunda merkeze danışmıştı. Mustafa Nâili Paşa ölen kişinin emlak
ve eşyasını Yunanlı olan kardeşine verilmesinin doğru olmayacağı düşüncesineydi. 1
Mayıs 1846 tarihinde merkeze yazdığı bir yazıda, bundan sonra devletin reayasından
birisi ölünce, varisleri yabancı devlet tebaasından ise bu kimsenin emlak, hane,
dükkân ve eşyası hakkında nasıl bir muamele yapılacağı hakkında danışmıştı. Buna
göre miras hükmünde olan emlak ve eşya ya devlet tarafından satılacak veya
kardeşine teslim edilecekti. Ölen kişinin emlak ve eşyasının miktarı, cinsi ve değeri
bir deftere tek tek yazılarak Kandiye meclisine gönderilmişti. Gelecek olan emre
göre davranılmak üzere nahiye memuru ve naipleri durumdan haberdar edilmişti.
Gelen cevapta, yabancı devletlerde yaşayanlar, Osmanlı Devleti’nde olan
akrabalarının üzerinden kanunen düşmüş sayılacaklardı. Dolayısıyla ölen kişinin
Yunanistan’da yaşayan kardeşi, kendisine varis olamayacağından şayet Osmanlı
750
751
A. MKT. UM, nr. 31/60
Halide Aslan, a.g.t., s.149
238 vatandaşı olan başka bir varisi yoksa kalan emlak ve eşyanın müzayedeyle
satılmasına ve hasılatının devlet hazinesine teslim edilmesine karar verilmişti.752
Benzer bir durum 1851 yılı Mart ayında da yaşanmıştı. Kanunlar gereği, Osmanlı
tebaasından ölen birine yabancı tebaadan birinin varis olamayacağı hükmü burada da
geçerli olmuştu. 753
5) Girit’te Mürur Tezkeresiyle İlgili Uygulamalar
Osmanlı Devleti’nde iç güvenliğin sağlanması ve büyük kentlere göçün
önlenmesi için bazı tedbirler alınmıştı. Mürur tezkeresi uygulaması bunlardan
birisiydi.754 Mürur tezkeresi, Osmanlı Devleti’nde Tanzimat’ın ilanı sıralarında
vatandaşların yurt içinde seyahat edebilmeleri için almak zorunda oldukları izin
belgesine verilen addı. Bu belge 1831 yılına kadar kaza ve kasabalarda kadı ve
naipler755 tarafından verilmişti. Başka bir şehre gitmek isteyen, öncelikle mahalle
imamından, nereye ve ne amaçla gittiğini gösteren bir “pusula” alır, bu belgeyi
kadıya gösterip ücret ödedikten sonra ondan “mürur tezkeresi” alırdı. Bu belgede,
belgeyi alan kişinin nereye, niçin gittiği, kimde kaç gün kalacağı açıkça belirtilmişti.
Ayrıca vaktinde döneceklerine dair bir de kefil gösterme zorunluğu vardı. Mürur
tezkeresine tezkereyi alanın, adları, varsa unvanları yazılmış, başkalarının
kullanmaması için de “uzun boylu, bıyıklı, kara gözlü vb. gibi” eşkâller
belirtilmişti.Osmanlı Devleti’nde iç güvenliğin korunması için uygulanmış en önemli
önlemlerden biri olan mürur tezkeresi, bir şehirden diğerine veya köylerden şehirlere
göçü önlemek için alınmıştı. Seyahat hürriyeti çok sıkı kurallara bağlanarak denetim
altında tutulmak istenmişti.756Kendi vatandaşı için 19. yüzyılda sıkı bir şekilde
752
HR. MKT, nr. 16/13
A. MKT. UM, nr. 51/12
754
Musa Çadırcı, Tanzimat Sürecinde Türkiye ve Ülke Yönetimi, Ankara 2007, s.153
755
Klasik dönemde olduğu gibi adalet ve sosyal hayatla ilgili önemli meselelerde kadı ve naiblerin
etkinliği devam etmiştir. Ali Fuat Örenç, “Tanzimat Fermanı’nın Ege Adalarında Tatbiki”, Tarih
Boyunca Dünyada ve Türklerde Denizcilik Semineri Bildirileri, 17- 18 Mayıs 2004, İstanbul 2005,
s. 106
756
Musa Çadırcı, “Tanzimat’ın İlanı Sırasında Anadolu’da İç Güvenlik”, DTCF Tarih Araştırmaları
Dergisi, C.13, S.24, Ankara 1980, s.56; Musa Çadırcı, “Tanzimat Döneminde Çıkarılan Men’-i Mürur
ve Pasaport Nizâmnâmeleri”, Belgeler, c. XV, S. 119,1993, Ankara, s.169- 181
753
239 uygulanan bu sistem, başka devletlerin vatandaşları için de geçerli olmuştu.757
Osmanlı coğrafyasında yetiştirilen bölgelerden ihtiyaç duyulan yerlere sevk edilen
büyük ve küçükbaş hayvanlardan da zaman zaman mürur belgesi istendiği
görülmüştü.758 Mustafa Nâili Paşa, Girit’te de mürur tezkeresi nizâmına itinayla
uyulduğunu bildirmişti.759 Kandiye, Hanya ve Resmo sancaklarında toplanan mürur
tezkerelerinin miktarı merkeze rapor edilmişti.760 Aynı gerekçelerle, İstanbul’a bir
takım başıbozuk insanların gelmesine izin verilmemişti. Bu konuyla ilgili bir emir
Girit’e yollanmıştı. Aksi bir durum olmadığı müddetçe, Girit ahalisinin İstanbul’a
gitmesine müsaade edilmeyecekti. Mustafa Nâili Paşa, meseleyi ilgililere duyurmuş
ve merkezden gelen bu emri harfiyen yerine getirmişti.761
İ) MUSTAFA NAİLİ PAŞA DÖNEMİNDE GİRİT’E YAPILAN
SÜRGÜNLER ve ZİYARETLER
1) Bedirhan Bey’in İsyanı
Osmanlı Devleti 19. yüzyıla girerken önemli ölçüde merkeziyetçi özelliğini
kaybetmiş bulunuyordu. Memleketin çeşitli yerlerinde merkezden bağımsız hareket
eden kişi ve gruplar oluşmaya başlamıştı. Bunlardan biri de Cizre bölgesinde hüküm
süren Bedirhan Bey idi. II. Mahmut merkezileşme politikalarıyla bu gibi faaliyetlere
bir son vermeyi amaçlamıştı. Doğu kesimlerinde merkezileşme faaliyetlerine Reşid
ve Hafız Paşaların Sivas valiliği esnasında başlanmış ve çok sayıda Kürt beyi bu
dönemde etkisiz hale getirilmişti.762 Daha sonra da etkin bir idari sistemin
757
Hamiyet Sezer, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Seyahat İzinleri (18-19.yy)”, DTCF Tarih
Araştırmaları Dergisi, c.XXI, S.33, Ankara 2003, s.105-124.
758
Güler Yarcı, “Osmanlı Maliyesinde Toprak Bastı Vergisi”, ACTA TURCICA, Çevrimiçi
Tematik Türkoloji Dergisi, (Kültürümüzde Toprak) ed. Emine Gürsoy Naskali, Hilal Oytun Altun,
c.IV, S. 1, Ocak 2012, s.338
759
A. MKT, nr. 22/30
760
C. ML, nr. 410/16775
761
A. MKT. UM, nr. 2/47-50
762
Cabir Doğan, “II. Mahmut Dönemi Osmanlı Merkezileşme Politikasının Doğu Vilayetlerinde
Uygulanması”, Turkish Studies - International Periodical For The Languages, Literature and
History of Turkish or Turkic, Volume 6/4 Fall 2011, p.505-521
240 oluşturulması için 1845 yılında Erzurum ve Diyarbakır eyaletlerinde Tanzimat’ın
uygulanmasına başlanmıştı. Tanzimat’ın uygulanmasına en çok tepkiyi Cizre ve
Hakkâri bölgesi göstermişti. Bedirhan Bey Tanzimat sürecinde merkezileşme
çabalarına karşı çıkmış, Van isyanına verdiği destekle bunu açıkça ortaya
koymuştu.763 Yeni düzenlemelerle redif miralayı olan Bedirhan Bey, Tanzimat’tan
önce bölgenin yönetimini elinde bulundurmuş bir aileden geliyordu. Tanzimat’ın
ilanı ile birlikte yönetiminde bulunan Cizre ve Midyat’ın Musul Vilayetine
bağlanmasına karşı çıkmış ve bu konuda Musul valisiyle mücadeleye başlamıştı.
Bölge halkının da desteğini almasına rağmen bu bölgeler, Musul Eyaleti’ne
bağlanınca Bedirhan Bey bunu kabul etmeyerek isyan etmişti.764 Hakkâri bölgesinde
bulunan Nesturiler vergi vermemek için Bedirhan Bey’e karşı isyan etmişlerdi.
Bedirhan Bey, 1843 ve daha sonra 1846 yıllarında Nesturîlere iki defa saldırmak
suretiyle kendi sonunu hazırlamıştı. Batılı devletlerin baskısıyla Osmanlı askeri
kuvvetleri 1847 yılında Bedirhan Bey ve yandaşlarının üzerine yürüyerek ele
geçirmeyi başarmışlardı. Bedirhan Bey bölgeden uzaklaştırılarak Girit’e sürgün
edilmişti.765
2) Bedirhan Bey ve Etrafındakilerin Girit’e Sürülmesi
Bedirhan Bey ile beraberindeki Han Mahmut’un İstanbul’a getirilmeleri
düşünüldüğünden, burada ikametleri esnasında kalacakları yerler ve alınacak
tedbirler düşünülmüştü. Bedirhan Bey’in Girit’e, Han Mahmut’un ise Rusçuk’a
yandaşları ile birlikte gönderilip iskân ettirileceğinden gereğinin yapılmasına dair
763
Bir İngiliz konsolosunun ifadelerine göre Bedirhan Bey ve etrafındakilerin faaliyetleri önceleri
yönetim tarafından bir problem olarak görülmemiş ve müdahale yapılmamıştır. David Barchard,
“Bedirhan Bey in Crete”, Osmanlı’dan Cumhuriyete Diyarbakır, ed. Bahaeddin Yediyıldız- Kerstin
Tomenendal, c.2, Ankara 2008, s.347-348
764
Bedirhan Bey’in isyan süreci için bkz: Cabir Doğan, “Tanzimat’ın Van’da Uygulanması ve Han
Mahmut İsyanı”, History Studies, c.3, S. 2, 2011, s.147-162
765
Fatih Gencer, “Merkezîyetçi İdari Düzenlemeler Bağlamında Bedirhan Bey Olayı”, Ankara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, 2010 Ankara, s.287; Cabir Doğan, “18431846 Nasturi Olayları ve Bedirhan Bey”, Süleyman Demirel Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi
Sosyal Bilimler Dergisi, Aralık 2010, S.22, s.1-18; Sadık Fatih Torun, Tanzimat’tan Meşrutiyete
Türkiye’de Kaza Yönetimi” (1842-1876), Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek
Lisans Tezi, Ankara 2005, s.26; Ahmet Cevat Eren, a.g.e., s.58
241 seraskere haber verilmişti.766 Girit’e sürülen Bedirhan Bey’in yakınları ve bir kısım
akrabalarıyla Rusçuk’a sürülen Han Mahmut ve beraberindekilerin geçimleri ve
muhafazaları da sağlanacaktı.767 Bir daha Kürdistan taraflarına ayak bastırılmayacak
ve muhafazalarına itina ile dikkat edilecekti.768
Bunları götürecek vapurların hazırlanması emredilmiştir. Ayrıca Silistre
valisiyle Girit valisi Mustafa Nâili Paşa gerekenin yapılmasına dair konuyla ilgili
bilgilendirilmişti.769 Anadolu ordusu müşiri Osman Paşa’ya da Cizre Mütesellimi
Bedirhan Bey ile ilgili hüküm gönderilmişti.
Bedirhan Bey İstanbul’a ulaştığı zaman sorguya çekilmiş ve yaşananlarla
ilgili ifade vermişti.770 İlk ifadesinde gördüğü muamele karşısında şaşkınlığını
gizleyememişti. Kendisine yakalandığında daha kötü davranılacağını zannetmiş fakat
padişahın iyi niyetine bizzat şahit olduğunu belirtmişti. Bir diğer ifadesinde de
Tanzimat hakkında övgü dolu sözler sarf ederek işlediği suçu itiraf etmiş ve “Küçük
adam kabahat eder ise büyüklerin şanı affetmektir” diyerek affını talep etmişti. Bir de
hislerine tercüman olan Ömer Hayyam’dan bir dörtlük okumuştu:
“Bu dünyada günah işlemeyen kimdir söyle Rab,
Kim ki günah işlemez söyle Ya Rab,
Ben kötülük yaptım, sen karşılığında iyilik ver,
Yoksa ikimizin arasında ne fark kalır Ya Rab.”771
Bedirhan Bey, padişahın huzuruna çıkarıldığında da aynı rubaiyi okuyarak
zaten duygusal bir yapıya sahip olan Sultan Abdülmecit’in gönlünü almıştı. Bu
sırada Bedirhan’ın kendini tam olarak emniyette hissetmesi için Reşid Paşa, siyah
kaplı bir defteri işaret ederek icraatlarının bu defterin dışı gibi siyah görünse de,
devlet nazarında defterin içi gibi beyaz olduğunu söylemişti. Bedirhan Bey, devleti
766
A. MKT, nr. 75/66
A. MKT, nr. 94/54
768
İ. MSM, nr. 51/1292
769
İ. MSM, nr. 50/1285
770
Takvim-i Vekayi, Defa: 355, 20 Za 1263/30 Ekim 1847; Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c. VI-VIIVIII, s.1246
771
Fatih Gencer, a.g.t., s.204
767
242 yıllardır uğraştırmasına rağmen kısmen affedilerek, Girit’e sürgün edilmişti. O
yıllarda bölgeyi gezen, gözlemler yapan ve Bedirhan Bey’in bölgeyi terk etmesinden
sonra yaptığı katliamlara şahit olan İngiliz arkeolog Henry Layard bu sürgünü
işlediği sayısız suça karşılık verilmiş komik bir ceza olduğunu ifade etmişti.772
Ele geçirilerek İstanbul’a gönderilmiş olan Bedirhan Bey sorgudan sonra
akrabalarıyla beraber Girit Adası’nda güvenli bir kalede iskân edilmeleri ve vapura
bindirilerek kalacakları yere gönderilmeleri ile ilgili ferman yayınlanmıştı. Fermanda
ayrıca eski memleketlerinde bulunan Emlakların satılarak bedelleri ile geçinecekleri
yazmakta idi. Girit ve Silistre valilerine yazılan talimatlarla Bedirhan Bey ile Han
Mahmut’un göz hapsinde tutulması ve kaçmalarına fırsat verilmemesi, kendilerine
şefkat gösterilmesi istenmişti. Ayrıca kendi başlarına Kürdistan ile haberleşmemeleri
ve mektuplaşmamaları gerektiği kendilerine ifade edilerek bildirilecekti. Bedirhan
Bey’in bir süre sonra Girit ahalisinden olacağı, eski memleketiyle bir alakasının
kalmayacağı, geçimini temin etmek için İstanbul’da emlak tedarik edileceği haber
verilmişti.
Bedirhan Bey’in muhafazası ve kendisine burada sağlanacak koşullar
hakkında Mustafa Nâili Paşa’ya gönderilen yazıda, Bedirhan Bey ve etrafındakilerin
Girit Adası’na gönderilmiş olduğu, onların burada da rahat durmayacakları,
geldikleri yerle irtibata geçerek kaçmak için çare arama ihtimallerinin olduğu
hatırlatılmıştı. Mustafa Nâili Paşa’ya gelen emirde firar edemeyecek ve Kürdistan ile
haberleşemeyecek şekilde muhafaza edilmeleri emredilmişti.773
3) Mustafa Nâili Paşa’nın Bedirhan Bey’e Dair Uygulamaları
Bedirhan Bey akrabalarıyla beraber nizâmiye askerleri ve Binbaşı Osman
Ağa eşliğinde kendilerine tahsis edilen vapura bindirilerek Girit Adası’na
772
a.g.t., s.205
Cabir Doğan, “Cizre ve Bohtan Emiri Bedirhan Bey (1802-1869)”, Afyon Kocatepe Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, Afyonkarahisar 2010, s.204
773
243 nakledilmişti.774 Vapur 22 Ekim 1847 tarihinde Cuma günü Kandiye Limanı’na
demir atmıştı. Kandiye Kalesi Girit’in ortasında ve diğer kalelerden daha sağlam,
limanın da bir kapısının olmasından dolayı muhafazasında kolaylık olacağı için
Bedirhan Bey ve akrabaları gemiden hemen indirilerek Kandiye Kalesi’nde tedarik
edilen haneye yerleştirilmişti. Emir gereği hapsedilmeyecek ve sıkıştırılmayacak,
firar ve haberleşmeye kalkışamayacak şekilde muhafazaları layıkıyla yapılacaktı.
Binbaşı Osman Paşa vazifesini tamamladıktan sonra geri dönmüştü. Mustafa Nâili
Paşa, merkeze yazdığı cevapta verilen emirlere uygun bir şekilde Bedirhan Bey’in
yerleştirildiği ve muhafaza edildiği, bu konuda herhangi bir olumsuz durumun
yaşanmadığını belirtmişti. Kendisinin bu ay Hanya’da bulunduğunu buradan
Kandiye’ye geçeceğini dolayısıyla muhafazaları konusunda o zaman daha dikkatli
olunacağını ifade etmişti.775
Padişahın emri ile Bedirhan Bey hapse atılmamış, ailesiyle birlikte rahatça
kalabileceği iki konak tahsis edilmişti. Konakların etrafında karakollar kurulup,
adadaki tüm görevlilerden gözlerini onların üzerinden ayırmamaları istenmişti.
Kendisine tanınan bu imkânların karşılığında eğer memleketi ile haberleşmeye cüret
edecek olursa nail olduğu affın zayi olacağı kendisine bildirilmişti.776 Bedirhan
Bey’in Cizre ve Bohtan kazalarında olan alacakları tahsil edilerek ve emlaki satılarak
parasının vekil aracılığı ile kendisine gönderilmesi ve senetsiz tasarruf hakkına sahip
olduğu emlakin padişah vakfına tahsis edileceği, zapt etmiş olduğu yerlerin de
sahiplerine iade edilmesi hakkında Anadolu müşirine ve Kürdistan valisine emirler
gönderilmişti.777
Bedirhan Bey ve arkadaşları bazı sıkıntılarını dile getirdikleri ve Farsça
olarak kaleme aldıkları arzuhallerini Mustafa Nâili Paşa’ya takdim etmişlerdi. Girit
Adasına Bedirhan Bey ile birlikte nakledilmiş olan Cizre eski müftüsü Abdülkuddüs
Efendi, Şeyh Abdülgani ve Şeyh Ezrâî ile dokuz kişi, memleketlerinde olan
akrabalarının sefalet içinde olduklarını belirmişlerdi. Kendilerinin de hane ve emlak
774
David Barchard, a.g.m., s.345
İ. MSM, nr. 51/1304
776
Fatih Gencer, a.g.t., s.205
777
C. DH, nr. 193/9644
775
244 tedarikinde sıkıntı çektiklerini, ikamet ettikleri hanelerin kiralarını ödemekten ve
günlük
yiyeceklerini
tedarik
konusunda
muhtaç
olduklarını
bildiren
ve
memleketlerine geri dönmelerine izin verilmesini talep etmişlerdi. Bedirhan Bey ise
ifadesinde kendisinin 19 çocuğunun ve akrabalarının çok olduğundan bahsederek,
Girit Adası’nda diğer yerlerle kıyas bile olmayıp yiyeceklerin çok pahalı olmasından
şikâyet etmişti. Yanlarındaki paralarının buna yetmeyeceğini, eğer memleketinde
olan mal ve emlakin satılmasıyla elde edilen meblağın kendisine verilmesine
müsaade edilmiş ise de henüz bu paranın eline geçmemesinden dolayı evlat ve
akrabalarının idarelerinde sıkıntı yaşadığını ve bundan dolayı yardıma ihtiyacı
olduğunu ifade etmişti. Ayrıca ikamet ettikleri hanelerin kiralarını ödemekte ve
günlük yiyeceklerinin tedariklerinde güçlerinin olmadığını bildirmişlerdi. Mustafa
Nâili Paşa kendisine gelen bu mektubu 3 Şubat 1848 tarihinde merkeze intikal
ettirmiştir. Kürdistan’a geri dönme talebi hem Mustafa Nâili Paşa tarafından hem de
Meclis-i Vâlâ’da yapılan görüşmeler sonucunda uygun bulunmamıştı. Emlaklarının
satılarak değerlerinin kendilerine verilmesi için Kürdistan Valisi’ne bir yazı
yazılmıştı. Eğer isterlerse ailelerini çağırmalarına izin verilmişti. Kürdistan Valisi’ne
yazılan yazının cevabı gelene kadar kiraları karşılanacaktı.778 Bedirhan Bey ile
beraber Girit’e gönderilen Abdülkuddüs Efendi ile Şeyh Abdülgani Hakkâri Bey’e
kendilerine ait emlakleri satılıp paraları ellerine geçene kadar geçici olarak Girit
hazinesinden 2.400 kuruş maaş verilecekti.779
Vilayetlerine geri dönemeyecekleri belirtilen Girit’teki Bedirhan Bey ve
arkadaşlarının Kürdistan’daki emlaklerinin satılması ve ailelerinin de yanlarına
gönderilmesi, muhtaç olanlarına maaş bağlatılması konularında gerekenlerin
yapılması için Mustafa Nâili Paşa ve Kürdistan valisi haberdar edilmişlerdi.780
Bedirhan Bey, Girit’te sahip olduğu iki evin parası olan 100 bin kuruşu
Kandiye ahalisinden iki kişiye ödeyince parasının azalmış olduğunu ve yakında
tamamen biteceğinden şikâyet etmişti. Mustafa Nâili Paşa’nın Meclis-i Vâlâ’ya
gönderdiği yazısında, Bedirhan Bey’in Cizre ve Bohtan kazalarında olan paralarının
778
İ. MVL, nr. 117/2864
İ. MSM, nr. 52/1341
780
A. MKT. MVL, nr. 16/15
779
245 elde edilmesini ve sahip olduğu emlakin satışıyla bedelinin gönderilmesi talebi
üzerine meclis tarafından tebaadan birisi bu iş için vekil tayin edilmişti.781
1848 yılı sonlarında Bedirhan Bey ile önceden Girit’e gönderilmiş olan
şahıslara karşı Mustafa Nâili Paşa’nın bazı haksız davranışlarda bulunduğu yönünde
haberler yayılmıştı. Bunun önlenmesine dair Mustafa Nâili Paşa’ya yazı
gönderilmişti.782 Sürgün yıllarında iken Bedirhan Bey’den Diyarbakır’ın Siirt
Kasabası Naipliği günlerinde Halil Rüştü Efendi’nin parasını gasp ettiği için naibin
alacağının tahsil edilmesi söz konusu olmuştu.783 Siirt kasabasında naip olarak
bulunan Halil Rüştü Efendi’nin, çok miktarda para ve eşyasını alan Bedirhan
Bey’den bunların iadesi istenmişse de inkâr ettiği için Mustafa Nâili Paşa’dan bu
konu ile ilgili tekrar gerekli tahkikatın yapılması istenmişti.784
Cizre’nin ahalisinden olup Bedirhan Bey’le Girit’e sürülmüş olan Şeyh
Azrail’in ailesinin perişan durumu dolayısıyla sürgün yerinin Cizre olarak
değiştirilmişti. Bu durum Kürdistan Valisi’ne haber verilmişti. Ayrıca Şeyh Azrail’in
ailesine maaş tahsisatı da yapılmıştı.785
Osman Paşa, Bedirhan Bey’in ailesinden bir kişinin bile Cizre’de
bırakılmasına izin verilmesini istememişse de kadın ve çocuklar olmak üzere bir
kısım yakınları Cizre’de kalmıştı. 1849 Nisan’ında Bedirhan Bey’in geride bıraktığı
mallar satılmış ve bedelleri vekiline teslim edilmişti. Bu sırada Cizre’deki ailesine
Girit’e gitmeleri teklif edilmişti. Fakat bunlar hâlâ Bedirhan’ın geri döneceğini ümit
ettikleri için gitmek istememişler ve çeşitli bahaneler öne sürmüşlerdir. Ayrıca
Girit’e gitmeye ekonomik durumları da el vermemişti. Buna rağmen 22 Nisan 1849
tarihinde bölgedeki yetkililere yakınlarının tamamının Girit’e gönderilmesi
emredilmişti. Fakat bu mesele 1850 sonbaharına kadar sonuçlandırılmamıştı. Alınan
bilgilere göre bunların yolda başlarında duracak birileri yoktu. Ayrıca Girit Adası
oldukça uzak olduğundan seyahat esnasında çocuklar bu durumdan olumsuz
781
İ. MSM, nr. 52/1337
A. MKT, nr. 152/99
783
MVL, nr. 57/35
784
Sadaret Mektûbî Kalemi, De’âvi (A. MKT. DV), nr. 9/51
785
A. MKT. UM, nr. 31/23; İ. MVL, nr. 195/5996
782
246 etkilenecekti. Diğer yandan da bölgede devlet otoritesi güçlenmiş ve ahali bunların
ırz ve edepleriyle oturacaklarına dair kefil olmuştu. Bu nedenlerden dolayı 1 Ekim
1850 tarihinde bunların Cizre’de kalmalarına müsaade edilmişti. Bedirhan Bey
ailesinin kalabalık olması nedeniyle Girit’te geçim sıkıntısı çekmeye başlamıştı. Bu
durumun duyulması üzerine Padişah ona maaş bağlanmasını emretmişti. Bunun için
Mustafa Nâili Paşa’dan maaş miktarının ne kadar olması gerektiği sorulmuştu. 1849
Eylül’ünde aylık 7.500 kuruş maaş bağlanmıştı. Sultan Abdülmecit, yaşamı boyunca
Bedirhan Bey ile yakından ilgilenmişti. Padişah onun üzüntülü halinden kurtarılarak
rahat ettirilmesini ve firar etmeye teşebbüs etmesinin önüne geçilmesini istemişti. 786
Girit
Adası’nda
ikamet
ettirilen
Bedirhan
Bey’in
ve
adamlarının
kaçamayacak, memleketleriyle haberleşemeyecek şekilde muhafaza edilmelerine,
geçimlerinin sağlanmasına dikkat edilmişti.787 Alınan tedbirlere rağmen haberleşmek
için bazı teşebbüslerde bulundukları anlaşılmaktadır.
Kandiye Limanı’nda gemiden inen iki dilenci kılıklı adamın üzerlerinde
Bedirhan Bey ile Kürt Hacı Ağa’ya yazılmış Sadık mühürlü dört adet Arapça
yazılmış mektup bulunmuştu. Mustafa Nâili Paşa derhal bu olayı merkeze rapor
etmiş ve yanında tercümeleri yapılmış mektupları da yollamıştı.
Bedirhan
Bey
ve
arkadaşları
bu
olayın
öncesinde
Kürdistan
ile
haberleşememeleri ve Kürdistan tarafından kendilerine mektup gelmemesi
konusunda Mustafa Nâili Paşa’ya şikâyette bulunmuşlardı. 1 Eylül 1849 tarihinde
Ali Çapa adlı bir kaptanın getirdiği hafif armalı küçük bir gemi İstanbul’dan Kandiye
Limanı’na gelmişti. İçinde bulunan yolculardan birisinin iki eli bileklerinden kesik
bir şekilde geçerli kıyafetiyle Ali bin Ömer adında Samsun kazasından geliş tezkeresi
ile ve diğeri de Haydar bin Osman adında yine geçerli kıyafetiyle diğerinin
refakatinde gelmişti. Diyarbakır tezkeresiyle gemiden inen iki Kürt karaya çıkacağı
zaman her ne kadar iyi niyetle geldiklerini söyleseler de sözlerine güvenilmeyerek
zaptiye memuru tarafından Mustafa Nâili Paşa’nın yanına getirilerek üzerleri
aranmıştı. Üzerlerinden mühürlü olarak Bedirhan Bey’e iki kıta ve yine mühürlü
786
787
Fatih Gencer, a.g.t., s.205-206
A. MKT, nr. 204/7
247 Kürt Hacı Ağa’ya bir kıta, İstanbul’da Fincancı Hanı’nda oturduğundan bahseden ve
mektupların cevabı hızlıca kendisine gönderilmesiyle İsa Abdüssaadi adlı şahıstan
Şeyh Abdülhalik’a bir kıta olmak üzere Arapça olarak dört tane mektup bulunmuştu.
Mektupların hepsi tercümeleriyle beraber Mustafa Nâili Paşa tarafından merkeze
takdim edilmişti. Yakalanan bu şahıslar ise hiç kimse ile görüştürülmeyip geliş
sebepleri belli ettirilmeden iki gün tutuklanmış daha sonra haklarında gerekenin
yapılması için vapura bindirilerek İstanbul’a gönderilmişti. Bedirhan Bey’in şimdiye
kadar Kürdistan tarafıyla mektuplaşması ve haberleşmesi söz konusu olmadığı
anlaşılmış ve bundan sonrada mektuplaşmaması ve haberleşmemesine dikkat
edileceği Mustafa Nâili Paşa tarafından 5 Eylül 1849 tarihinde yazmış olduğu
mektubunda bildirilmişti. 788
Bedirhan Bey’e iltifat edilmesi durumunda bunun kıymetini bilip ona göre
hareket edeceği kanaati oluşmuştu. Bu nedenle ona bir mektup yazılarak eğer isterse
İstanbul’a gelmesine müsaade edileceği bildirilmiştir. Ayrıca refah içinde bir hayat
sürmesi için maaşına zam yapılacağı haber verilmişti. Eğer isterse taşrada bile bir
görev verilebileceği müjdelenmişti. Ömer Paşa, Bosna tarafının sınıra yakın
kısımlarında Bedirhan’a görev verilebileceğini ifade etmişti. Üzüntüden kurtulması
için ne isterse Padişahın da onayı alınmak sureti ile yerine getirilecekti.
Abdülmecid’in 1850 Haziran’ındaki Girit seyahati esnasında Bedirhan, huzura
çıkmış ve çok fazla çocuk sahibi olması nedeniyle padişah onunla şakalaşmıştı.
Bedirhan Bey, sürgün yıllarında sürekli göz hapsinde tutulmuş, Kandiye Kalesi’nden
tek başına çıkmasına ve geceleri kale dışında kalmasına izin verilmemişti.
Günahlarının karşılığı olarak Girit’te bulunduğuna inanmış olan Bedirhan Bey bu
kaderine razı olmuştu.
Bedirhan Bey, Kırım Harbi esnasında Girit’teki 30 adamı ile birlikte Rumeli
tarafında bulunan orduya katılıp din ve devlet yolunda savaşmak istediğini
belirtmişti. Bu isteğine karşılık ne yapılacağı konusunda seraskerin görüşü alınmıştı.
Gelen cevapta Bedirhan Bey’in ve adamlarının Anadolu tarafına gitmesinin sakıncalı
788
A. MKT, nr. 222/50
248 olacağı bu yüzden Rumeli’ye gönderilmeleri gerektiği bildirilmişti. Fakat yine de
savaşa katılmalarına müsaade edilmemişti.
Bedirhan Bey Girit’te on sene kaldıktan sonra padişah onu affetmiş ve
İstanbul’a getirtilmesini istemişti. Bunun üzerine 150 bin kuruş harcırah verilerek
özel bir vapurla İstanbul’a gönderilmişti. Huzura çıktığında kendisine 5 bin lira daha
ihsan edilmiş ve ne dileği varsa istemesi söylenmişti. Padişahın sayesinde
durumunun iyi olduğunu ifade ederek minnettarlığını belirtmişti. Padişah kendisine
iltifat etmiş ve evlatlarına hediye alması için bin lira da bahşiş vermişti. Bedirhan
Bey, daha sonra tekrar Girit’e dönmüş ve sekiz sene daha orada kalmıştı. Girit isyanı
başlangıcında Kandiye ve Hanya’da Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasında
anlaşmazlığın ortadan kaldırılmasında onun aracılığına müracaat edilmişti. Ayrıca
kargaşa esnasında bir kısım Hıristiyanları evinde muhafaza etmişti. Hanya’da
meydana gelen başka bir olayda da oraya davet edilmiş, telkinleri ile karışıklığı
ortadan kaldırmada faydalı olmuştu. Bu hizmetlerinin karşılığında 1857 yılında
kendisine mirmiranlık rütbesi verilmişti. Bundan sonra da Bedirhan Paşa diye
anılmıştı. Ayrıca Bedirhan Paşa’ya Mecidiye Nişanı verilmişti. 1861 yılında
Padişah’ın izniyle İstanbul’da dönmüş ve burada Fatih semtinde bir konakta ikamet
etmişti.789
Girit’e sürgün edilmiş olan Nurullah Bey de önce İstanbul’a oradan Girit’e
gönderilmişti. Hakkârili Nurullah Bey’in, Hakkâri’den çıkarılarak Girit’te iskân
edilmesine dair Kürdistan Valisi’ne ve Anadolu Ordusu Müşir’ine haber
verilmişti.790 Padişah, Hakkârili Nurullah Bey’in ailesiyle birlikte Girit’e sürülmesi,
Hakkâri’deki mal ve emlakının satılması ve kendisine geçimini sağlayacak kadar
maaş tahsis edilmesini istemişti.791 İstanbul’dan Girit’e gönderilecek olan Nurullah
Bey’e verilmesi kararlaştırılan atiye ve maaşın hazineden ödenmesine dair, 1 Haziran
1849 tarihinde padişah tarafından Maliye Nâzırına emir verilmişti.792 Zaptiyede
bulunan Hakkârili Nurullah Bey, Tâir-i Bahrî vapuruyla yeni görev yeri olan Girit’e
789
Fatih Gencer, a.g.t., s.207-208
A. AMD, nr. 12/13
791
A. MKT. MHM, nr. 13/54
792
A. MKT, nr. 202/70
790
249 14 Haziran’da gittiğini Zaptiye Müşiri Mehmet Emin Bey haber vermişti.793 Nurullah
Bey, Girit Adası’na adamlarıyla birlikte gönderilmişti. Kürdistan tarafıyla muhabere
edemeyecek şekilde kontrol altında bulundurulmuştu.794 Daha sonra, Nurullah
Bey’in ailesinin bir vapurla Girit’e gönderilmesi söz konusu olmuştu. Nurullah
Bey’in Van’da bulunan eşi Girit’e gelmek istemediği takdirde boşanması gerektiği
kendisine bildirilmişti. Nurullah Bey’in eşi Zübeyde Hanım’ın, Girit’teki kocasının
yanına gitmek istememesi halinde Van’da bulunan babası Timur Paşa’nın yanına
gönderilmesi hususunda Kürdistan valisine haber verilmişti. Nitekim Zübeyde
Hanım Girit’e gitmeye razı olmamıştı. 795
Girit, bu tarihte henüz Osmanlılar için bir sürgün yeri değildi. Bedirhan
Bey’in buraya gönderilmesi, Osmanlı otoriteleri için başarılı bir tecrübe olmuştu ve
bundan sonraki zamanlarda da ada bir sürgün yeri olarak kullanılmıştı.796
4) Mustafa Nâili Paşa Döneminde Abdülmecid’in Girit Ziyareti
Osmanlı modernleşmesinin öncü padişahlarından olan Abdülmecid, sık sık
yurt gezilerine çıkarak halkla temaslarda bulunmuş, yapılan reformların halk
üzerindeki etkisini ve dolayısı ile Tanzimat’ın taşradaki uygulamalarını görmek
istemişti. İlk gezisi 1844 yılında İzmit, Bursa, Çanakkale, Midilli ve Gelibolu’ya
olmuştu.797 İkinci gezi 1846 yılında Rumeli’ye olmuştu.798 Üçüncü gezisi de 1850
yılında bazı Akdeniz adalarına yapılmış ve 24 gün sürmüştü. Abdülmecid önce
Limni, Girit, Rodos ve Sakız’a daha sonra da Bozcaada, Gelibolu ve İzmir’e
uğrayarak bir takım temaslarda bulunmuştu. Buralarda halkın şikâyetlerini dinlemiş,
793
A. MKT, nr. 206/6
A. MKT. MHM, nr. 13/44
795
A. AMKT. UM, nr. 23/33
796
David Barchard, a.g.m., s.347-348
797
Şerif Korkmaz, “Sultan Abdülmecid’in İlk Memleket Gezisi (26 Mayıs-12 Haziran 1844)”,
Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma Merkezi Dergisi (OTAM), Sayı 25 ( Bahar 2009),
s.83-99
798
Mehmet Mercan, “Sultan Abdülmecid’in Rumeli Gezisi Hakkında Bazı Tespitler”, Ege
Üniversitesi Tarih İncelemeleri Dergisi, XXIV/I, Temmuz 2009, s.81-100
794
250 taleplerini karşılamıştı. Yönetici ve ileri gelenleriyle de görüşerek, onları çeşitli rütbe
ve nişanlar ile ödüllendirmişti.799
Padişah Abdülmecid, Mustafa Nâili Paşa’nın yönetimine dair bazı şikâyet ve
huzursuzluk haberleri800 üzerine1 Haziran 1850 Cumartesi günü saat 12.00’de
Çırağan sarayından Taif vapuru ile beraberinde veliaht Abdülaziz ve Murat Efendiler
ile birlikte Girit’e gitmek üzere yola çıkmıştı. Maiyetinde ise, Serasker Rıza,
Tophane Müşiri Ahmet Fethi, Ticaret Nâzırı İsmail Paşalar da bulunmuştu.801 Gemi,
Marmara ve Limni adasına uğradıktan sonra 4 Haziran 1850 Salı günü sabah
saatlerinde Girit adasında bulunan Sevde Limanı’na ulaşmıştı.802 Padişah’ın Girit’e
sağ salim ulaştığı sadrazama haber verilmişti. Bir filika ile iskeleye çıkan padişah,
burada çok fazla oyalanmadan karadan Hanya’ya hareket etmişti. Kendisini
karşılamaya gelen coşkulu halka ve okul çocuklarına pek çok hediye ve bahşiş
dağıtılmıştı. Halk padişahı görmekten olağanüstü bir heyecan yaşamıştı. Mustafa
Nâili Paşa, Abdülmecid’i ilk gün kendi konağında ağırlamıştı.803 Abdülmecid,
gündüzleri şehirde incelemeler yapmış akşamları da istirahat etmişti. Seyahatinin
ikinci gününün akşamında Hanya dışında bir kasırda kalan padişah, burada Mustafa
Nâili Paşa’ya iyi hizmetlerinden dolayı bir adet imtiyaz nişanı takdim etmişti. 6
Haziran Perşembe günü vapura dönen padişah, 7 Haziran Cuma günü Cuma
namazını kale içindeki camide kılmıştı. Bu günün gecesi Miraç Kandiline
rastladığından resmi kandilleşme töreni için liman sahilinde bir Otağ-ı Hümayun
kurulmuştu. Padişah törenden sonra geceyi vapurda geçirmiş, ertesi gün 8 Haziran
Cumartesi sabahı erkenden Hanya’dan ayrılarak deniz yolu ile Kandiye’ye doğru
hareket etmişti. Yol üzerinde bulunan Resmo’da biraz dinlendikten sonra saat
8.00’de Kandiye Limanı’na ulaşmıştı. Karşılama töreninin ardından Mustafa Nâili
Paşa tarafından tahsis edilmiş olan konağa geçmişti. Padişah, Kandiye’de yaşayan
799
Yunus Özger, “Sultan Abdülmecid’in Cezayir-i Bahr-i Sefid (Akdeniz Adaları) Gezisi (1 Haziran
1850-24 Haziran 1850)”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, S.193, Ağustos 2011, s.1
800
Niyazi Karan, “Girit’in Yunanistan’a İlhakına Türk Kamuoyunun Tepkisi”, İstanbul Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2006, s.50
801
Mufassal Osmanlı Tarihi, c.VI, s.3012; Necdet Sakaoğlu-Nuri Akbayar, a.g.e., s. 63; Ahmet Lütfi
Efendi, a.g.e., c.IX, s.31; Enver Ziya Karal, a.g.e., c.VI, s. 103
802
Cavit Baysun Evrakı (HSD. CB), nr. 1/17
803
Bu ziyaret, Mustafa Naili Paşa ve ailesi için muhteşem bir övgü ve mutluluk kaynağı olmuş ve
onları yüceltmişti. David Barchard, “The Princely Pasha of Crete”, s.25
251 Müslüman ve Hristiyan ahalinin ileri gelenlerini konağa davet ederek onlarla sohbet
etmiştir. Pazar ve Pazartesi günlerinde de Kandiye’de çeşitli incelemelerde bulunan
Abdülmecid, Kandiye ve Hanya meclis üyeleri ile de görüşmeler yapmıştı.
İdarecilere çeşitli rütbe, nişan ve hediyeler vermek suretiyle halk ile devlet arasındaki
bağların güçlenmesini amaçlamıştı. İdarecilere halkın huzur ve güveninin sağlanması
hususunda bazı ikaz ve uyarılarda bulunmuştu.804 Seyahat sırasında Hanya ve
Kandiye kalelerinde bazı camileri de ziyaret eden padişah uygun yerlerden Rodos
tarafını seyretmişti. Padişah, 11 Haziran sabahı Kandiye’den ayrılmış, güzergâh
üzerinde bulunan adaları izleyerek ertesi günü Rodos’a ulaşmıştı.
Padişah Abdülmecid’in Girit’te bulunduğu süre zarfında halktan kendisine
bazı arzuhaller takdim edilerek yardım taleplerinde bulunulmuştu. İlk dilekçe
cüzzam hastalarından gelmişti. Kandiye şehri kalesi dışında bir yerde ikamet eden
cüzzamlılar, geçimlerini sağlayacak herhangi bir gelirlerinin olmadığını beyan
etmişlerdi. Ayrıca Hanya ve Resmo’da bulunan hastalara devletin aylık maaş
bağladığını da iddia ederek aynı haktan kendilerinin de yararlanmak istediklerini
belirtmişlerdi. İkinci talep Fescioğlu Bilal adlı şahıstan gelmişti. Annesi Ayşe
Hatun’a verilen maaşın ölümü nedeniyle kesildiğini belirterek, mirasçısı olarak bu
maaşın kendisine verilmesini talep etmişti. Son talep Kandiye’ye bağlı bir köyün
imamı ve muhtarından gelmişti. Köy camisinin herhangi bir gelirinin olmadığını ve
bu yüzden ihtiyaçlarının karşılanmadığını beyan edip camiye gelir sağlayacak mülk
alımı için izin istemişlerdi. Bu talepler Padişah tarafından bizzat değerlendirmeye
alınmıştı. Abdülmecid, Mustafa Nâili Paşa’dan kendilerine maaş bağlanması için
arzuhal verenlerin durumlarının araştırılmasını ve usulüne uygun bir şekilde
ihtiyaçların karşılanmasını istemişti. Bu vesile ile gezinin amacına uygun davranmış
olan
padişah,
halkın
taleplerini
yerine
getirerek
devlete
olan
güveni
sağlamlaştırmıştı.805
Mustafa Nâili Paşa, ada ahalisinin böyle bir durum ile daha önce hiç
karşılaşmadıkları için çok memnun kaldıklarını bildirmişti. Mustafa Nâili Paşa’nın
804
Yunus Özger, a.g.m., s.11-12; Mufassal Osmanlı Tarihi, c.VI, s. 3012; Takvim-i Vekayi, Defa:
427, 29 Şaban 1266/10 Temmuz 1850; Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c.IX, s. 31
805
A. MKT. DV, nr. 29/23; Yunus Özger, a.g.m., s.12
252 Girit halkının padişahın ziyaretinden duyduğu memnuniyetini dile getirdiği tahriratı
padişaha takdim edilmiş ve bu teşekkürüne bir cevap yazılmıştı. Mustafa Nâili Paşa,
padişahın Girit Adası’na gelmesinden ve ihsanda bulunmasından dolayı kendi adına
da bir teşekkür yazısı göndermişti.
Abdülmecit’in Girit ziyareti üzerine hatıra posta kartları basılmıştı.806 Ayrıca
Mustafa Nâili Paşa, padişahın Girit ziyareti anısına bir nişan olmak üzere taş
dikilmesini istemişti. Paşa, bu ziyaret anısına Sevde Limanı’nın Tuzla İskelesinde
süslü bir işaret tertip edilmesi emelini dile getirmişti. Mustafa Nâili Paşa, padişahın
bu iskeleye ziyaret tarihi olan 3 Haziran 1850 tarihi anısına bir sebil yaptırmayı
düşünmüştü. Bu sebil üzerine yazılması için büyük şairlerden biri olan Ziver Bey’e
bir şiir yazdırmıştı. Paşa, 8 Kasım 1850 tarihinde bu şiiri Padişaha göndermiş ve bu
şiirin gayet güzel bir yazı ile dört köşe bir mermer üzerine oyulmak suretiyle
işlenmesini ve Girit’e gönderilmesini talep etmişti. Fakat padişah taş dikilmesi fikrini
onaylamamıştı.807
Mustafa Nâili Paşa’nın bir mermer üzerine işlenmek üzere Ziver Bey’e
yazdırdığı şiir:
Şehinşâh-ı cihânbân-ı zamân Abdülmecid Han’dır
İden himmet Cezâyir mülkünü şevketle seyrâna
O şâhın olduğu içün maksadı âsâyiş-i âlem
Ahâlî hâlini teftîşe eyler lutf-ı şâhâne
Mizâc-ı şevkatin adl ile memzûc eylemiş Bârî
Kemâl-i merhametden mâ’il olmuş azm-i büldâne
Memâlik halkına ihsânda izhâr-ı merâhimde
806
807
Niyazi Karan, a.g.t., s.50
İ. MTZ. GR, nr. 05/85
253 Nazîri gelmedi hem gelmez ahar mülk imkâna
Sezâdır rub‘-ı meskûn olsa revnak-yâb-ı ezmânı
Ki ahd-ı şevketinden geldi zînet çârı erkâna
İderler Avrupa halkı pesend ahlâk-ı hüsnâsın
Sezâ kılsa düvel-i ashâbı evsâfın hulûsâne
Cülûs-ı mes’adet-me’nûs edelden berü ol hâkân
Seyâhatle zehî lutf etti ehl-i mülk-i ekvâna
Cezâyir mülkünü teftîş ancak zâtına mahsûs
Olaldan böyle emsâl olmadı eslâf-ı şâhâne
Mukaddem Anadolu mülkünü teşrîfe arz edüp
Burusa ülkesin kıldı kudûmu ma’delet-hâne
O esnâda Midilli Adasın teşrîf kıldıkda
Kudûmuyle ahâlî oldu nâ’il birr u ihsâna
İdince Rûmili’ye sonra sevk-i mevkib-i teşrîf
Ziyârette du’âlar kıldı nâs ol zıll-i Yezdâne
Tuna nehri kenârına akıp âb-ı hayât-âsâ
Kudûm-î feyzi ile Tuna döndü nehr-i rıdvâna
Bu sâl içre Girid’î müjde teşrîf etti şevketle
254 Selefde olmamış bir lütfdur şâyândır i’lâna
İdince Kandiye’yle Hanya’yı vapur ile teşrîf
Kudûmüyle ahâli erdiler lutfu firâvân
Sevde Limanı’nı bir Cuma gün teşrîf kıldıkta
Selâmlık resm-i âlîsi görüldü şehr-i yârâne
Meserretle ahâlî cümleten asker bir ağızdan
Yaşasın şâh-ı âlem diyerek düştüler efgâna
İki mısra’la Zîver söyledi târîh-i cevherdâr
Kalem bu tehniyetle nâil oldı feyz-î unvâna
Zamânü’l-adl bin iki yüz atmış altı sâlinde
Hümâyûn-bâd bu teşrîf-i şâhâne bu limana808
Girit’e gelen ziyaretçilerin arasında dini liderler de bulunuyordu. Bu
ziyaretler önemsenmiş ve kolaylık gösterilmesine dair Mustafa Nâili Paşa’ya emirler
gönderilmişti. Mesela, 1849 yılı yaz aylarında ziyaret maksadıyla seyahat etmekte
olan Kadiri Şeyhi Ebubekir Müştak Efendi, bu seyahati esnasında Girit’e de
uğramıştı.809 1844 yılı Şubat ayında Prusya Devleti beyzadesi ve 1850 yılı yaz
aylarında da Fransa beyzadesi Girit’e seyahate gelenler arasındaydı. Bu ziyaretçilere
gereken kolaylıkların gösterilmesi konusunda çaba harcanmıştı.810
808
İ. MTZ. GR, nr. 5/85
A. MKT, nr. 208/57
810
HR. MKT, nr. 35/69; HR. MKT, nr. 1/46
809
255 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
MUSTAFA NAİLİ PAŞA’NIN GİRİT VALİLİĞİ SONRASI YILLARI
Mustafa Nâili Paşa’nın Girit valiliği görevinden azledilme fikri bir süredir
hükümet tarafından düşünülmekteydi. Bu düşünceyi fiiliyata geçirmek için uygun bir
zaman beklenmişti. Her duruma bir çare bulan Mustafa Reşid Paşa, buna da bir
çözüm yolu bulmuş ve Mustafa Nâili Paşa’yı, yirmi yıldan beri bulunduğu ve
kendisini memleketin en zengin adamı yapmış olan Girit valiliği görevinden
azlettirmiş ve yerine Sayda valisi Salih Vamık Paşa’yı gönderilmesini sağlamıştı.811
Mustafa Nâili Paşa, Girit valiliği görevinden azledilip İstanbul’a çağrıldıktan
sonra kendisine önce 14 Ekim 1851’de Meclis-i Vâlây-ı Ahkâm-ı Adliye azalığı
görevi, daha sonra da Meclis-i Vâlây-ı Ahkâm-ı Adliye reisliği görevleri tevcih
edilmişti.812 Kırım Harbi öncesinde kendisine sadrazamlık görevi verildiğinde artık
Mustafa Nâili Paşa, kariyerinin en üst seviyesine ulaşmıştı. Bundan sonra belli
aralıklarla sadaret makamına iki defa daha getirilmişti. Ölmeden önce bulunduğu son
memuriyet ise meclis azalığı olmuştu.813
811
S. Adulphus Slade, Türkiye ve Kırım Harbi, çev. Ali Rıza Seyfi, İstanbul 1943, s.57, Açıkta
kalan Sayda Eyaleti, Zaptiye Müşiri Koca Mehmet Paşa’ya ve sus payı olarak Mustafa Naili Paşa’nın
oğlu Veli Paşa’ya da vezirlik rütbesi ile Bosna Eyaleti, Bosna Valisi Mısırlı Sami Paşa’ya da Trabzon
Valiliği verilmiştir. Mustafa Naili Paşa’nın gönlünü hoş tutmak için hassas bir yer olan Bosna
Eyaleti’nin oğlu Veli Paşa’ya verilmesi kendisinin henüz genç ve tecrübesiz olmasından dolayı pek
uygun bulunmamıştır. Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c.IX, s.61
812
Sadaret Divan-ı Hümayun Mühimme Kalemi (A. DVN. MHM), nr. 9/27; A.MKT. MHM, nr.
755/70; Takvim-i Vekayi, Defa:458, 13 Muharrem 1268/8 Kasım 1851; Ahmet Rıfat, a.g.e., s.56
813
Osmanlı Devleti’nde 1846’yı izleyen dönemde başa geçen ilk otuz sadrazamın yedisi asker
kökenlidir. Ancak bunların üçü (Mustafa Naili, Kıbrıslı Mehmet Emin, Mütercim Rüştü Paşalar),
askerlikten geldikleri halde kariyerlerinin erken aşamalarında sivil yöneticilik veya diplomasi
mesleklerine yönelmişler, yıllarca valilik, elçilik ve bakanlık görevlerinde yetişmişlerdir. Askeri
kariyerden az çok direkt bir şekilde üst siyasi mevkilere yükselen diğer dördünün (Damat Mehmet
Ali, Esad, Hüseyin Avni, Cevat Paşalar) toplam sadaret süresi altı buçuk yıldır.
http://www.nisanyan.com/?s=soru-34
256 A) MUSTAFA NAİLİ PAŞA’NIN MECLİS-İ VÂLÂ’DAKİ GÖREVLERİ
1) Meclis-i Vâlây-ı Ahkâmı Adliye’nin Kuruluşu
Sultan II. Mahmut’un son yıllarında merkez teşkilatında bazı önemli
değişiklikler yapılarak merkezi hükümet modern bir yapıya bürünmüştü. Yasama
alanında yeni danışma kurulları oluşturularak yeni düzenlemeler yapılmıştı. 1836
yılında askeri reformları kararlaştırıp uygulamak için Dâr-ı Şurây-ı Askeri,8141838’de
ise hükümet işlerinin görüşülmesi ve sadrazama danışmanlık yapmak üzere Dâr-ı
Şurây-ı Bâb-ı Âli ve daha sonra bunlarında üstünde çalışacak olan Meclis-i Vâlây-ı
Ahkâmı Adliye adlı meclisler kurulmuştu.
Meclis-i Vâlây-ı Ahkâmı Adliye, yapılması planlanan reformların alt
yapılarını hazırlamak ve gerekli çalışmaları yapmak üzere 24 Mart 1838 tarihinde
kurulmuştu.815 Çalışma yeri Topkapı Sarayı olan meclisin düzenlenen ilk
nizâmnâmesine göre esas görevi, Dâr-ı Şurây-ı Askeri ve Dâr-ı Şurây-ı Bâb-ı Âli’de
ele alınan dâhili, harici, askeri ve mali alanlarda tanzim edilen mazbataların tekrar
gözden geçirmekti. Eğer değişecek ya da düzeltilecek bir yeri varsa bunları yapılıp
padişaha arz edilirdi.816 Meclis-i Vâlâ, ilk olarak bir başkan ve beş üye olmak üzere 6
kişiden oluşmuştu. Yazı işleri için de iki kâtip görevlendirilmişti. Meclis-i Vâlâ’nın,
kuruluşunu izleyen ilk yıllarda çalışmalarında tam bir verim sağlayamadığı
söylenebilir. Tanzimat Fermanı’nın ilan edildiği tarihe kadar genellikle kendi
yapısındaki aksaklıkların düzeltilmesi için çalışmıştı. Fakat yine de bu esnada
müsaderenin kaldırılması, rüşvetin önlenmesi, bayındırlık ve vergi reformu gibi
konularda çalışmalar yapılmıştı. Meclis’in asıl görevi ise Tanzimat Fermanı’nın
müzakere edilmesiydi. Nihayet 1839’da Tanzimat Fermanı’nın ilanıyla birlikte asıl
gücüne kavuşmuş, gerçek bir yasama organı haline gelmişti. Bundan sonra Meclis-i
814
Ali Akyıldız, Tanzimat Dönemi Osmanlı Merkez Teşkilatında Reform (1836-1856), s. 191;
Enver Ziya Karal, a.g.e., c. VI, s. 120
815
Ali Akyıldız, Osmanlı Bürokrasisi ve Modernleşme, İstanbul 2004, s.64; Ahmet Cevat Eren,
a.g.e., s.75; Mehmet Karaarslan, “Tanzimat ve Şurayı Devlet”, Ankara Üniversitesi Hukuk
Fakültesi Dergisi, c. 54, S.3 (2005), s.341-363; Reşat Kaynar, a.g.e., s.198-205
816
Ali Akyıldız, Tanzimat Dönemi Osmanlı Merkez Teşkilatında Reform (1836-1856), s.189-193;
İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, s.160
257 Vâlâ kanun tasarılarını hazırlamak ve devletin giderlerini kontrol etmekle
görevlendirilmişti. Böylece padişah yetkilerini kendi isteğiyle sınırlamış ve bunu
Bâbıâli ve Meclis-i Vâlâ’ya devretmiş oluyordu. Meclis-i Vâlâ ile birlikte kurulmuş
olan Dâr-ı Şurây-ı Bâb-ı Âli, Meclis-i Vâlâ ile birleştirilerek çatışmalar önlenmiş ve
Meclis-i Vâlâ’nın daha rahat çalışması sağlanmıştı.817
Tanzimat’ın ilanı ile kurulan bir diğer önemli meclis de Meclis-i Âli-i Umumi
idi. Bu meclis, Pazartesi ve Çarşamba günleri olmak üzere haftada iki defa
toplanmaktaydı. Sadrazam başkanlığında Meclis-i Vâlâ üyeleri, rütbe-i ula ve rütbe-i
sani’den yüksek dereceli memurlar ile azledilmiş veya emekli olmuş devlet
adamlarının katılımıyla toplanmıştı. Bazen üye sayısı 300’e varan rakamlara
ulaşmıştı. 818
Bir süre sonra Meclis-i Vâlâ’nın sorumluluğunda bulunan işlerin giderek
artması ve gecikmeler yaşanması nedeniyle yeni bir meclisin kurulması zorunluluğu
ortaya çıkmıştı. Bu nedenle, 25 Eylül 1854 tarihinde meclis ikiye ayrılmış ve Meclisi Âli-i Tanzimat adıyla yeni bir meclis kurulmuştu.819 Meclis-i Vâlâ, bu tarihe kadar
Tanzimat’ın uygulanması amacıyla yoğun bir çalışma temposu içinde çalışmış, hem
yargı hem de ana yasama organı olma görevini üstlenmişti. Meclis-i Âli-i
Tanzimat’ın kurulmasıyla yasama görevi bu yeni kuruma devredilmiş, Meclis-i
Vâlâ’nın yükü hafifletilmişti. Bu düzenlemeden sonra Meclis-i Vâlâ eski önemini
kaybetmiş ve yeni meclis ön plana çıkmıştı.820 Bir taraftan kendi iç sorunlarıyla
uğraşmak zorunda kalan Meclis-i Vâlâ’nın bu süreçte, devlet adamları arasında
yaşanan anlaşmazlıklar da çalışmalarını aksatmıştı. Nihayetinde Padişahın, meclisin
aldığı kararların hepsini onaylamış ve yürürlüğe koymuş olmasıyla Meclis-i Vâlâ
gücünü ispat etmişti. Meclis-i Vâlâ, Bâbıâli’nin yüksek bürokrasisi arasındaki iktidar
çekişmelerinden etkilenmişti. Bu durum, meclisin başkan ve üyelerinin tayin ve
817
Mehmet Seyitdanlıoğlu, “Divan-ı Hümayün’den Meclis-i Mebusan’a Osmanlı İmparatorluğu’nda
Yasama”, Tanzimat Değişim Sürecinde Osmanlı İmparatorluğu, (Halil İnalcık- Mehmet
Seyitdanlıoğlu), Ankara 2006, s. 273-283; Enver Ziya Karal, a.g.e., c. VI, s. 120
818
Mehmet Seyitdanlıoğlu, Tanzimat Devrinde Meclis-i Vâlâ (1838-1868), Ankara 1999, s.35-49
819
Engelhard, a.g.e., s.254; Ali Akyıldız, Tanzimat Dönemi Osmanlı Merkez Teşkilatında Reform
(1836-1856), s.212; İlber Ortaylı, a.g.e., s.169; Enver Ziya Karal, a.g.e., c. VI, s. 122
820
Akyıldız, Bürokrasi ve Modernleşme, s. 66-37; Ahmet Cevat Eren, a.g.e., s.75
258 azillerindeki istikrarsızlıkları körüklemişti.821 1861 yılında Meclis-i Vâlâ ile Meclis-i
Tanzimat birleştirilmiş,822 1868 yılında da son olarak Şuray-ı Devlet ve Divan-ı
Ahkâm-ı Adliye isimleri ile ikiye ayrılmıştı.823
Meclis-i Vâlâ’da bir taraftan Tanzimat reformlarının esasları tespit edilmeye
çalışılırken bir taraftan da yüksek rütbeli devlet adamlarıyla alt kademedeki
memurların uyması gereken kurallar belirlenmişti. Ayrıca bu kurallara uymayanların
maruz kalacakları cezaların belirlendiği yeni bir ceza kanunnâmesi hazırlanmıştı. Bu
kanunnâmede özellikle üzerinde durulan mesele son dönemde artan yolsuzlukların,
hediye ve rüşvetin engellenmesi olmuştu. Özellikle Mustafa Reşid Paşa bu konuda
yapılan çalışmalarda öncü bir rol oynamıştır ki asıl amacı siyasi rakiplerini bertaraf
etmekti. Meclis-i Vâlâ’da rüşvetin önlenmesi için bir takım kararlar alınmış ve
yolsuzlukların engellenmesi için göreve yeni başlayan tüm memurlara bundan
kaçınacakları hususunda yemin zorunluluğu getirilmişti.824
Osmanlı Devleti’nde, 1839-1876 yılları arasında yasama, yürütme ve yargı
güçlerinin ayrıldığı modern bir devlet yapısı oluşturulmaya çalışılmıştı. Mustafa
Reşid Paşa, Ali ve Fuat Paşaların yönetimindeki Osmanlı kabinesi yürütme gücünü
kullanmada bağımsız olmuşlardı. Meclis-i Vâlâ da yasama ve yargı güçlerini
yürütmeden ayrı ve kısmen bağımsız olarak kullanmayı başarmıştı.825
Meclis-i Vâlâ başkan ve üyelerinin maaşları, sahip oldukları rütbe ve
derecelere göre farklılık arz etmişti. Fakat bir süre sonra düşük rütbelilerin meclis
görüşmelerinde pasif kalmalarından dolayı üyelerin rütbelerinin eşit olmasına ve
görüşmelerde rütbe farklarının ortadan kaldırılmasına karar verilmişti. Meclis üyelik
rütbesi de rütbe-i ula sınıf-ı sanisi olarak sabitlenmişti. Bu rütbe karşılığında
belirlenen maaş diliminin en yüksek basamağındaki miktar 12.500 kuruş idi. Fakat
821
Mehmet Seyitdanlıoğlu, a.g.e., s.49-50; Engelhard, a.g.e., s.254-259
Ahmet Cevdet Paşa, Maruzat, haz. Yusuf Halaçoğlu, İstanbul 1980, s. 34
823
Mehmet Seyitdanlıoğlu, a.g.e., s. 50; Engelhard, a.g.e., s. 259; Ahmet Cevdet Paşa, Maruzat, s.
198
824
Yüksel Çelik, “Tanzimat Devrinde Rüşvet-Hediye İkilemi ve Bu Alandaki Yolsuzlukları Önleme
Çabaları”, Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi, İstanbul 2006, s.48-49; Erdoğan Keleş, “Tanzimat
Döneminde Rüşvetin Önlenmesi İçin Yapılan Düzenlemeler”, Tarih Araştırmaları Dergisi, S. 38,
Ankara, Eylül 2005, s.259-280
825
Mehmet Seyitdanlıoğlu, a.g.m., s.279
822
259 bu her zaman geçerli olmamış, meclise yüksek rütbeli bir üye atandığı zaman maaşı
sahip olduğu rütbe üzerinden ödenmişti. Aynı şekilde bir alt rütbeye sahip olup,
meclise üye olanlar da rütbe olarak meclis üyeliği rütbesinde sayılmışlar ancak
maaşları eski rütbelerine göre verilmişti. Bu da 10.000 ile 7.500 kuruş arasında
olmuştu.
Meclis başkanının maaşı ise atanan kişinin vezir rütbeli olması göz önünde
bulundurularak en az 50.000 kuruş olarak belirlenmişti. Yine üyelerde olduğu gibi
başkan maaşları da sahip olunan nitelik ve rütbelere göre farklılık arz etmişti.
Bu rakamlardan anlaşılacağı gibi Meclis-i Vâlâ üyeliği ve başkanlığı her
zaman yüksek itibarı olan bir memuriyet olmuştu. Rütbe ve maaşların bol tutulduğu
bu memuriyetin cazibesi Osmanlı bürokrasisinde çok fazlaydı. Ayrıca üyelerin
maaşlarına ek olarak tayinat adı altında yiyecek, içecek vb. masraflarını karşılamak
üzere ayni ya da nakdi ek ödenekler de yapılmıştı.826
Mustafa Nâili Paşa, Girit valiliği görevinden azledildikten sonra ilk olarak
meclis üyeliği görevinde bulunmuştu. Daha sonra da üyesi bulunduğu bu meclise
başkanlık yapmıştı. Böylece Mustafa Nâili Paşa, Osmanlı Devleti’nin bürokrasi
basamaklarını teker teker tırmanmaya başlamıştı. Paşa için bu basamakların zirvesi
sadaret makamı olmuştu.
2) Mustafa Nâili Paşa’nın Meclis-i Vâlây-ı Ahkâmı Adliye Üyeliği
Meclis-i Vâlây-ı Ahkâm-ı Adliye’nin kuruluşundan itibaren üyeler ve
üyelerin belirlenmesi önemli bir sorun olmuştu. Çünkü bu üyeler üstlendikleri görevi
yerine getirebilecek nitelikte olmalıydı. Açılan yeni okullar henüz mezunlarını
vermemişti. Bu yüzden üyeler genellikle II. Mahmut döneminde yetişmiş Tanzimatçı
bürokratlar ve ulamadan seçilmişti. İlk yıllarda üyelik için belirli bir kural
konmamıştı. Üyelerin sadece kendi alanlarında uzman kişiler olmasına dikkat
edilmişti. Daha önce bulundukları görevlerde haysiyet ve dirayetlerini ispatlamış
826
Mehmet Seyitdanlıoğlu, a.g.e., s.88-89
260 olmaları gerekmekteydi. Meclis-i Vâlâ üyeleri meclis görüşmelerine rahatlıkla
katılarak gerektiğinde tartışmaya girebilecek kadar bilgi birikimine sahip ve bu
düşüncelerini savunup tartışabilecek seviyede olması gerekmekteydi. Toplantılarda
suskun kalmak liyakatsizlik olarak değerlendirilmişti. Üyeler devletin kanunlarını
bilmek, idari ve mali iç sorunların yanında, dış politika hakkında da yeterli malumata
sahip olmak zorundaydı. Bir de vazgeçilmez ölçüt, Tanzimat’ı benimsemiş olmaları
idi. Üyeler, Meclis-i Vâlâ başkanı tarafından uygun nitelikte olanlar arasından seçilip
önce sadrazamın görüşüne sunulmuş, daha sonra da padişahın onayıyla göreve
başlamışlardı. Üyeler vüzera, ulema, askeriye ve azledilmiş devlet adamları
arasından belirlenmişti. Birer yıllık süre için seçilen üyelerin bu sürenin sonunda
görevden otomatik olarak ayrılma gibi bir zorunluluğu da yoktu. Emekli oluncaya
kadar ya da azledilinceye kadar görevlerini sürdürebilirlerdi. Meclisteki üye sayısı
kurulduğu tarihte 5 kişi iken daha sonraki yıllarda bu sayı artmıştı. Öyle ki üye sayısı
gereğinden fazla rakamlara ulaşmıştı. Bunun nedeni, Tanzimatçı liderler ile
gelenekçiler arasında yaşanan tartışma ve rekabetti. Bu çekişmeler neticesinde
meclise, belirlenen kurallar çerçevesinde üye ataması yapmak güç olmuştu. Şöyle ki,
Ali ve Fuat Paşalar birlikte Mustafa Reşid Paşa’nın karşısında güçlü birer rakip
olarak yer almışlardı. Mustafa Reşid Paşa sadrazam iken onun taraftarları, Ali ve
Fuat Paşalar iktidarda iken onların yakınları meclise üye olarak atanmıştı. Herkes
kendine yakın kişileri kayırarak memurlar arasında kendi yandaşlarını çoğaltmak
istemişti. Ayrıca Meclis-i Vâlâ üyeliğinin nüfuzlu ve yüksek maaşlı bir memuriyet
olması da bu durumu tetiklemişti. Bu memuriyet yüksek rütbeli devlet adamlarına
arpalık ya da kızak makam olarak da verilmişti. Zaman zaman üyelerin
belirlenmesinde saray kadınlarının bile müdahalesinin olduğu görülmüştü. Atamalar
da her ne kadar politik etkiler görülmüşse de, üyelerde aranan kıstaslardan çok fazla
taviz verilmemiş, her birinin alanlarında deneyimli ve uzman kişiler olmasına dikkat
edilmişti. Meclis üyeleri genellikle mülkiye, hariciye ve ilmiye sınıfından seçilirken,
askeri sınıftan da atananlar olmuştu. 827
827
Mehmet Seyitdanlıoğlu, a.g.e., s.80-84; Ahmet Cevdet Paşa, Tezakir (1-12), s.16-87; Ali Akyıldız,
Tanzimat Dönemi Osmanlı Merkez Teşkilatında Reform (1836-1856), s.210-211; Kayırma ile
göreve atananlara meclis üyelerinden rahatsızlıklarını bildiren olumsuz tepkiler gelmiştir. Üyeler bu
261 Mustafa Nâili Paşa, açık sözlülüğü ve uzun yıllar Girit’te valilik yapmış biri
olarak dış politikada edindiği tecrübelerle Meclis-i Vâlâ üyeliği için aranan kıstaslara
uygun bir aday olmuştu. Mustafa Nâili Paşa’yı askeri sınıftan seçilmiş bir meclis
üyesi olarak değerlendirmek gerekir.
Üyeler ilk yıllarda Meclis-i Vâlâ dışında da memuriyetlerde bulunuyorlardı,
ancak bu zamanla meclis çalışmalarının aksamasına neden olduğu için daha sonraları
üyelerin ikinci görevlerini bırakmaları istenmişti. Bundan sonra da tüm mesaisini
meclise ayıracak üyeler seçilmeye çalışılmıştı.828 Bu sebeple olsa gerek, Mustafa
Nâili Paşa Girit valiliği görevinden azledilip İstanbul’a çağrılmış, yerine Vamık Paşa
görevlendirilmişti. Mustafa Nâili Paşa’ya Meclis-i Vâlây-ı Ahkâm-ı Adliye azalığı
görevi
layık
görülerek
bu
görev
kendisine
14
Ekim 1851
tarihinde53
yaşındaykentevcih edilmişti.829 Bu esnada Meclis-i Vâlâ reisliği görevinde Sadık
Rıfat Paşa (3. defa) bulunuyordu. Sadık Rıfat Paşa’dan sonra Mustafa Reşid Paşa ve
daha sonra da Mustafa Nâili Paşa başkanlık görevini devralacaktı. Mustafa Nâili
Paşa’nın Meclis-i Vâlâ üyesi olduğu esnada sadrazamlık makamında, Mustafa Reşid
Paşa bulunuyordu.
Mustafa Nâili Paşa’nın Meclis-i Vâlâ üyeliği görevi, başkan olduğu 7 Mart
1852 tarihine kadar yaklaşık 5 ay kadar devam etmişti.
3) Mustafa Nâili Paşa’nın Meclis-i Vâlây-ı Ahkâmı Adliye Başkanlığı
Meclis-i Vâlâ reisinin seçimi vezirlik ve müşirlik rütbesinde bulunan devlet
adamları arasından, sadrazam ve hükümet tarafından yapılmıştı. Meclis-i Vâlâ’nın
önemine binaen başkanlar, yüksek rütbeli, kıdemli ve saygın devlet adamları
arasından seçilmişti. Başkan adayında aranan en önemli özellik, Tanzimat
kaidelerine riayet edecek bir kişi olmasıydı. Başkan, sadrazam tarafından
atamalar karşısında “namusumuza dokunuyor” diyerek düşüncelerini ifade etmişlerdir. Damat
Paşalara da asker rütbesi verilerek tevdi edilen meclis üyeliği onlar için devlet kademelerinde
yükselmelerini sağlayan bir basamak olmuştur. Ahmet Cevdet Paşa, Tezakir (13-20), s.37-50
828
Mehmet Seyitdanlıoğlu, a.g.e., s.81
829
A. DVN. MHM, nr. 9/27; A.MKT. MHM, nr. 755/70; Takvim-i Vekayi, Defa:458, 13 Muharrem
1268/8 Kasım 1851; Şemseddin Sâmi, a.g.e., c. VI, s. 4311
262 belirlendikten sonra Meclis-i Vükela’nın onayı alınır ve daha sonra padişaha arz
edilirdi. Uygun bulunan aday kabul görürse hükümet ve Meclis-i Vâlâ üyelerinin
katıldığı bir törenle görevine başlardı. Eğer atanan başkan, vezir rütbesinde değil ise
hemen vezirliğe yükseltilirdi. Fakat Meclis-i Vâlâ başkanlarının hepsinin atamaları
bu kural çerçevesinde gerçekleşmemişti. Genellikle bu seçimlerde, iç politik
çekişmeler daha belirleyici bir rol oynamıştı. Örneğin ilk başkan olan Hüsrev Paşa,
Tanzimat’a muhalifliğiyle tanınan bir kişi olmasına rağmen, iç politikada denge
hesapları sonucu başkanlık görevine getirilmişti. 1839’dan 1868 yılına kadar meclis
başkanlığına 33 kez atama yapılmıştı. Atanan başkanlar genellikle köken olarak
hariciye ve mülkiye memurları sınıfından gelmekte idi. Bu süre içinde görevde
bulunan başkanlardan 12’si hariciye, 9’u mülkiye, 7’si askeriye, 5’i maliye
kökenliydi. Bu başkanlardan 15’i başkanlık görevinden önce ya da sonra mutlaka
sadrazamlık görevinde bulunmuş kişilerdi.830
Mustafa Nâili Paşa’ya 7 Mart 1852 tarihinde Meclis-i Vâlây-ı Ahkâmı Adliye
Başkanlığı görevi tevcih edilmişti. Padişah tarafından yazılan Hatt-ı Hümayün’de
kendisinin bu işi yapmaya layık göründüğü belirtilmişti.831 Dolayısıyla, Mustafa
Nâili Paşa, üyesi bulunduğu meclise 5 ay sonra başkan olmuştu. Mustafa Nâili
Paşa’nın başkanlığa atandığı esnada Mustafa Reşid Paşa da sadrazamlığa, eski
sadrazam Rauf Paşa da Meclis-i Âli memuriyetine atanmıştı.832 Meclis-i Vâlâ Reisi
Mustafa Nâili Paşa’ya 21 Temmuz 1852 tarihinde ikinci rütbe Mecidiye Nişanı, 10
Ocak 1853 tarihinde de birinci rütbe Mecidiye Nişanı ihsan edilmişti.833
830
Mehmet Seyitdanlıoğlu, a.g.e., s.78
A. DVN, nr. 75/95; A. DVN. MHM, nr. 9A/61; Takvim-i Vekayi, Defa: 465, 22 Cemaziyelahir
1268/13 Nisan 1852; Şemseddin Sâmi, a.g.e., c. VI, s. 4311; Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c.IX, s.65;
Sinan Kuneralp, Son Dönem Osmanlı Erkan ve Ricali(1839-1922):Prosopografik Rehber, İstanbul
1999, s.12; Güller Karahüseyin, “Sultan Abdülmecid’in Hatt-ı Hümayünleri”, Marmara Üniversitesi
Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 1997, s.89
832
A.M, nr 9/100
833
Şemseddin Sâmi, a.g.e., c. VI, s. 4311; Mustafa Naili Paşa’nın dışında Sadrazam Damat Mehmet
Âlî Paşa’ya, Şeyhülislam Arif Hikmet Bey’e, Mustafa Reşid Paşa, Hüsrev Mehmet ve Mehmet Emin
Âlî Paşalar ile Trablusgarp, Bağdat ve Mısır gibi bazı eyaletlerin valilerine ve Serasker Mehmet
Rüşdü Paşa’ya, Rumeli, Irak, Hicaz Ordusu Müşirlerine de birinci rütbe Mecidiye Nişanı verilmiştir
(A. DVN. MHM, nr. 10/8); İbnülemin Mahmut Kemal İnal, a.g.e., c.I, s.75; Ahmet Rıfat, a.g.e., s.56;
“Mecidiye Nişanı” olarak adlandırılan nişan, padişah Abdülmecid himayesinde ve O’nun adına
istinaden çıkarılmış olup beş rütbeden meydana gelmiştir. Hayat boyu kalması şartı ile verilen nişanın
sayısı sınırlı olup, birinci rütbede 50, ikincisinde 150, üçüncüsünde 800, dördüncüsünde 3.000 ve
831
263 Mustafa Nâili Paşa, uzun yıllar Girit’te devletin kendisine tevdi ettiği “müşir”
unvanını kullanmış bir memur olarak bu göreve layık görülmüştü. Mustafa Nâili
Paşa, Meclis-i Vâlâ’nın 7 asker kökenli başkanından birisi olmuştu. Bu sayede Paşa,
aynı zamanda hükümetin de bir üyesi sayılmıştı. Ayrıca Mustafa Nâili Paşa’yı
başkanlık öncesi ya da sonrası sadrazam olan başkanlar içinde, sonradan sadrazam
olanlar arasında zikredebiliriz.
Meclis-i Vâlâ’nın 1838’de kuruluşundan 1854’de Meclis-i Tanzimat’ın
kuruluşuna kadar geçen 16 yılda 22 başkan değişikliği yaşanmıştı. Mustafa Nâili
Paşa, Meclis-i Vâlâ’nın 14. başkanı olarak görev yapmıştı. 8 Mart 1852 tarihinde 54
yaşında başladığı başkanlık görevini 15 Mayıs 1853 tarihine kadar sürdürmüştü.834
Islahat Fermanının ilanına kadar geçen Tanzimat’ın bu ilk devresinde muhalif
gruplar arasında tartışmalar ve iktidar mücadeleleri yaşanmıştı. Geçen 16 yıl boyunca
sadaret makamında yaşanan 14 sadrazam ve Meclis-i Vâlâ’da görülen 22 başkan
değişikliği, bu dönemde yaşanan mücadelelerin bir delili olmuştu.835
Mustafa Nâili Paşa’nın Meclis-i Vâlâ riyasetinde bulunduğu dönemde,
Meclis-i Vâlâ’nın yazı işlerinin yürütüldüğü Tahrirat Odası’nda bazı düzenlemeler
yapılmıştı. Tanzimat’ın uygulandığı vilayetlerin sayısı giderek artınca işler biraz
zorlaşmıştı. Bu yüzden Tahrirat Odası ikiye bölünmüştü. 4 Aralık 1853 tarihli bir iç
nizâmnâme hazırlanarak Rumeli ve Cezair-i Bahr-i Sefid eyaletlerinin işlerini
görmek üzere, Rumeli Baş Kitabeti ve Anadolu, Irak ve Arabistan eyaletleri ile
ilgilenmek üzere de Anadolu Baş Kitabeti adında iki yeni Tahrirat Odası kurulmuştu.
Ser- halifelik kaldırılmış, yerine her iki kitabete mümeyyiz adı verilen birer görevli
beşincisinde 6.000 adet nişan vardı. Padişah hiçbir şarta bağlı olmaksızın istediğine bu nişanı verme
hakkına sahip idi. Mecidiye Nişanı ile ilgili işleri yürütmek üzere bir nişan meclisi kurulmuştur. Yeni
bir nişan tahsisinde nişan sahibinden nişanı aldığına dair bir senet alınıp mecliste muhafaza edilmiştir.
Ali Akyıldız, Tanzimat Dönemi Osmanlı Merkez Teşkilatında Reform (1836-1856), s. 44-45
834
Mehmet Seyitdanlıoğlu, a.g.e., s.202
835
Mehmet Seyitdanlıoğlu, a.g.e., s.48; Tanzimatçı kadro Mustafa Reşid, Ali ve Fuat Paşaların
liderliğinde reformları yürütmüşler ve bu süreçte Meclis-i Vâlâ’dan yararlanmışlardır. İktidarda
bulundukları süre boyunca Meclis-i Vâlâ’yı kendi taraftarı olan başkanlar vasıtası ile kontrol altında
tutmayı tercih etmiştir. İktidarda olmadıkları zamanlarda da doğrudan meclisin başkan ve üyesi
bulunarak kontrolü elden bırakmamışlardır. Mehmet Seyitdanlıoğlu, a.g.e., s.78-79; Bu sayede meclis,
reformcu bir şahsiyet kazanarak Tanzimat’a aykırı davranan üst düzey bürokratları bile yargılayarak
Tanzimat’ın koruyuculuğunu üstlenmiştir. Ali Akyıldız, Tanzimat Dönemi Osmanlı Merkez
Teşkilatında Reform (1836-1856), s.217-218
264 atanmıştı. Kâtip-i Evvel Rumeli Kitabeti’nin, Kâtip-i Sani de Anadolu Kitabeti’nin
başına getirilmiştir. Bu yeni nizâmnâmeyle uygulamaya konulmuş olan işbölümü,
meclis işlerinin daha hızlı ilerlemesini sağlanmak amaçlanmıştı. Her memurun
görevi ayrıntılı bir şekilde belirtilmişti.836
B) MUSTAFA NAİLİ PAŞA’NIN SADARET MAKAMINA
GETİRİLMESİ
Mustafa Nâili Paşa’nın ilk sadrazamlık dönemi Kırım Savaşı’nın hemen
öncesine ikincisi Kırım Savaşı’na ve son sadareti de Kırım Savaşı sonrasına denk
gelmişti. Gündemini genellikle Rusya ile ilişkiler meşgul etmişti.
1) Kutsal Yerler Sorunu ve Prens Mençikof’un İstanbul’a Gelişi
Rus Çarı I. Nikola, görünüşte Mübarek Makamlar meselesinin çözümü için
büyükelçi ve fevkalade murahhas olarak 28 Şubat 1853 tarihinde Prens Mençikof’u
İstanbul’a göndermişti.837 Mençikof İstanbul’da yakışıksız hareketleri ile dikkat
çekmişti. Sokak kıyafetiyle Bâbıâli’ye gelmiş, sadrazamı ziyaret ettikten sonra
Hariciye Nâzırı Fuat Paşa’ya uğramamıştı. Müzakereler sürecinde Fuat Paşa ile
karşılaşmak istememişti. Bu esnada fikir alışverişi yapılabilecek olan İngiliz ve
Fransız elçileri İstanbul’da bulunmuyordu. Fakat Rus elçisinin iyi niyetler taşımadığı
ve bir bahane aradığı hissedilmişti. Bu yüzden geri adım atılmış ve Fuat Paşa
Hariciye Nâzırlığından ayrılmıştı.838 Mençikof, Kutsal Mekânlar ile ilgili çok ağır
şartlar öne sürmüştür. Rusların meselenin iki devlet arasında müzakere edilmesini
istemelerine rağmen İngiliz ve Fransızların da araya girmesi ile orta yol bulunmuş,
mesele her iki tarafın isteğine uygun şekilde halledilmiştir. Kutsal yerler meselesi
halledildikten sonra Mençikof’un asıl niyeti ortaya çıkmıştı. 5 Mayıs 1853 tarihinde
836
Mehmet Seyitdanlıoğlu, a.g.e., s.93
Engelhart, Tanzimat ve Türkiye, İstanbul 1999, s.109; Ali Akyıldız, Para Pul Oldu Osmanlı’da
Kâğıt Para, Maliye ve Toplum, İstanbul 2003, s.54; Oral Sander, Anka’nın Yükselişi ve Düşüşü,
Ankara 2004, s.228
838
Emine Atılgan Gümüşsoy, a.g.t., s.33-35
837
265 Bâbıâli’ye yeni bir ültimatom vermişti. Buna göre Rus Çarı I. Nikola, Sultan
Abdülmecid’e daimi bir ittifak teklif etmiş, karşılığında da Osmanlı topraklarında
yaşayan bütün Ortodoks tebaanın hamisi olduğunun kabul edilmesini istemişti.
Ayrıca önceki antlaşma metinlerindeki Rum Kilisesi yerine Rus Kilisesi tabiri
kullanılacaktı. Bu talepler devletin hükümranlık haklarından vazgeçmesi anlamına
gelmekte idi. Ayrıca Rus müdahalesini, nüfuz ve hâkimiyetini kabul etmek demekti.
Rus elçisi kabul veya ret kararı için 5 gün süre tanımıştı. Osmanlı Devleti
hükümranlık haklarından vazgeçmeden yapılması mümkün azami fedakârlığa karar
vermişti. Rusya Devleti’ne Küçük Kaynarca Antlaşmasında839 temin edilen haklar
tanınmaya devam edilecek, Ortodoks mezhebinden olanlara Osmanlı Devleti’nde
tam bir serbestlik sağlanacaktı. Bu esnada müzakereler birden kesilmişti. Bâbıâli’ye
mensup Legofet Aristaki Bey adlı bir Rum, Mençikof ile gizlice bir görüşme
yapmıştı. Rus Sefareti Baş Tercümanının kendisine ihanet ederek Osmanlı’ya hizmet
ettiğini, kendisine bu hizmetine karşılık boğazda bir yalı hediye edildiğini söylemişti.
Ayrıca Hariciye Nâzırı değiştirilecek olursa daha yumuşak başlı ve daha anlayışlı
olan Mustafa Reşid Paşa ile görüşmenin Rusya açısından daha avantajlı olacağını
haber vermişti. Aslında bu İngiliz elçisi Stradford de Redcliffe’in bir oyunuydu.
Mençikof buna kanarak padişaha Mustafa Reşid Paşa’nın Hariciye Nâzırlığına
getirilmesini, bu şekilde müzakerelerin daha kolay yapılabileceğini söylemişti.840
Abdülmecid’de bu teklifi memnuniyetle yerine getirmiş, 15 Mayıs 1853 tarihinde
Mustafa Reşid Paşa Hariciye Nâzırı olmuştu. Bu olaydan bir gün önce de yine İngiliz
elçisinin teklifi ile Damat Mehmet Ali Paşa yalısında vükelayla müzakerede
bulunduğu esnada sadaret makamından alınarak ikinci defa seraskerliğe atanmıştı.
Yerine 14 Mayıs 1853 tarihinde Meclis-i Vâlâ riyasetinde bulunan Mustafa Nâili
Paşa 55 yaşında sadarete tayin edilmişti.841 Abdülmecid bu yaptığı değişiklikler
sayesinde Mustafa Reşid Paşa’nın Hariciye Nâzırlığına getirilmesiyle İngilizlerin,
839
Mecmua-i Muahedat, c.III, s.254
Mufassal Osmanlı Tarihi, c.VI, s. 3020-3024
841
Ahmet Cevdet Paşa, Tezakir, (1-12), s. 17; Şemseddin Sâmi, a.g.e., c. VI, s. 4311; Ahmet Lütfi
Efendi, a.g.e., c.IX, s.175; Ahmet Rıfat, a.g.e., s. 57; Ali Fuat Türkgeldi, Rical-i Mühimme-i
Siyasiyye, İstanbul 1928, s.16; Ali Fuat Türkgeldi, Mesail-i Mühimme-i Siyasiyye, c.I, s.19-20; S.
Adulphus Slade, a.g.e., s. 56; Ahmet Cevat Eren, a.g.e., s.96; Bu olaylar ile ilgili olarak Ayaşlı Hayri
Efendi “Hayrabat” adlı bir manzum eser kaleme almıştır. İbnülemin, a.g.e., c. I, s. 61-62
840
266 Mustafa Nâili Paşa’nın sadarete getirilmesiyle de Fransızların gözüne girmek
istemiş, bu şekilde bir denge politikası gütmüştü.842 Sadrazam değişikliği sonrasında
padişah Abdülmecid, sadrazam Mustafa Nâili Paşa’ya bir ferman göndererek işlerin
eskisi gibi sürdürülmesi uyarısında bulunmuştu. Mustafa Nâili Paşa da cevabında
emirlere titizlikle uyulacağını belirtmişti.843
Mençikof’a oynanan bu oyun vesilesiyle Mustafa Nâili Paşa sadaret
makamına, Mustafa Reşid Paşa Hariciye Nezareti’ne getirilmişti. Mehmet Ali Paşa
serasker, Sadık Rıfat Paşa’da Meclis-i Vâlâ Başkanı olmuştu.844 Mustafa Nâili Paşa
bu ilk sadaretinde 14 Mayıs 1853’ten 8 Temmuz 1853’e kadar olmak üzere 1 ay 25
gün görevde kalmıştı. Mustafa Nâili Paşa, uzun yıllar Girit valiliğinin ve İstanbul’a
geldikten sonra da Meclis-i Vâlâ’da bulunduğu görevlerinin ardından nihayet 55
yaşında kariyerinin son noktasına ulaşmıştı. Bu şekilde yapılmış olan hükümet
değişikliğinin sebebi, İngiliz elçisinin tesiri ve Prens Mençikof’un baskısı gibi
görünse de aslında müzakere süreci bu şekilde uzatılmak suretiyle askeri hazırlıklar
için vakit kazanmak amacı güdülmüştü.845 Mustafa Nâili Paşa’nın bu ilk sadaretinden
azli Mustafa Reşid Paşa ile olan tartışmaları neticesinde olmuştu.846 Her ikisi de
bayramlaşma töreninden sonra görevlerinden azledilmiş fakat bayram günü847 olduğu
842
Mufassal Osmanlı Tarihi, c.VI, s. 3024; Ahmet Cevdet Paşa, Tezakir, (40-Tetimme), s.64;
Mustafa Reşid Paşa, İngiliz siyaseti taraftarı olarak tanınmıştır. Mustafa Naili Paşa da Girit valiliği
esnasında Fransızların gözüne girmişti. Abdurrahman Şeref, Tarih Muhasebeleri, İstanbul 1339, s.83
843
A. MKT. UM, nr. 136/53
844
İ. DH, nr. 272/17053;Takvim-i Vekayi, Defa:487, Tarih: 17 Şaban 1269/ 26 Mayıs 1853; İsmail
Hami Danişment, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi-Devlet Erkânı, c.V, İstanbul 1971, s. 79;
Yaşar Semiz, “Sadık Rıfat Paşa (1807-1857) Hayatı ve Görüşleri”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat
Araştırmaları Dergisi, 1. Sayı, Kasım 1994, s.135-144; ; Güller Karahüseyin, a.g.t., s. 95; Candan
Badem, “The Ottomans And The Crimean War (1853-1856)”, Sabancı Üniversitesi Doktora Tezi,
Ankara 2007, s.75
845
İsmail Hami Danişment, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi (1703-1924), c.IV, İstanbul 1972,
s.143
846
Takvim-i Vekayi, Defa: 505, Tarih: 18 Ramazan 1270/14 Haziran 1854; Mehmet Süreyya, a.g.e.,
c.IV, s. 480; Padişah Abdülmecid’in sık sadrazam değişikliğine gitmesinin bir sebebi, duygusal
olmasından kaynaklanmıştır. Tavrı ve tarzını beğenmediği sadrazamı azletmiş, yerine bir başkasını
atamıştır. Mustafa Reşid Paşa’nın ısrarcı tavırları ve ikna kabiliyeti de bu değişikliklerde etkili
olmuştur. Bunun yanında bazen de yabancı elçilerin müdahaleleri de söz konusu olmuştur. Şefaattin
Deniz, “Osmanlı Devleti’nde Padişah ve Bâbıâli Arasındaki İktidar Mücadelesi (1808-1908)”,
Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Kırıkkale 2002, s.57-76
847
Hangi bayram olduğu konusunda muhtelif fikirler ortaya atılmış olmakla birlikte Ramazan bayramı
olma ihtimalinin yüksek olduğu belirtilmiştir. İsmail Hami Danişment, a.g.e., c.IV, s. 144
267 için azilleri bayramın birinci gününden üçüncü gününe kadar iki gün sürdükten sonra
tekrar tayin edilmişlerdi.
İstanbul’da bulunan İngiliz elçisi Lord Stratford Canning anılarında bu
değişikliklerden bahsederken, Mustafa Nâili ve Mustafa Reşid Paşa’nın, kendi
müdahelesiyle geri iade edildiğini yazmıştı. Canning, azlin ardından hemen Sultan’ın
huzuruna çıkmış ve şahsi sebepler yüzünden iki devlet adamının görevden alındığı
haberini duymuş olduğunu, böyle hassas bir dönemde devletin bu iki değerli
insandan mahrum edilmemesini rica etmişti. Bu rica üzerine padişah Abdülmecid,
her ikisinin görevlerini iade etmişti. Yine Canning’in ifadesine göre Abdülmecid,
Nâzırları arasındaki çekememezlik duygusundan ve Nâzırların bu yüzden başına dert
açtıklarından şikâyet etmekteydi. Nâzırlar ise padişahın zaafından, ikiyüzlülüğünden
şikâyetçiydi. Neticede Mustafa Nâili Paşa iki gün arayla ikinci defa sadarete
getirilmiş oldu.848
2) Mustafa Nâili Paşa’nın İkinci Sadareti ve Kırım Savaşı
Mustafa Nâili Paşa 10 Temmuz 1853 tarihinde ikinci defa sadaret makamına
tayin edilmişti.849 Mustafa Nâili Paşa’nın bu ikinci sadareti 29 Mayıs 1854 tarihine
kadar olmak üzere 10 ay 20 gün sürmüştü. Gündemini meşgul eden konuların
başında Kırım Savaşı gelmekteydi. Kendisine savaş mevkiindeki komutanlardan ve
yerel yöneticilerden raporlar gönderilmişti. Mustafa Nâili Paşa da onlara sadrazam
olarak uyulması gereken kaidelerle ilgili emirler göndermişti. Kırım Savaşı’nın
getirdiği mali külfet hazinede açığa sebep olduğunda bu açığı kapatmaya yönelik
tedbirler alınması için çalışmalar yapmış, yardım kampanyaları düzenlemiş hatta
örnek olsun diye yüklü bir miktarla kampanyaya bizzat katılmıştı.
848
Stanley Lane Poole, Lord Stratford Canning’in Türkiye Anıları, (çev. Can Yücel), İstanbul
1999, s.144
849
Mustafa Naili Paşa’nın birinci ve ikinci sadareti bazı kaynaklarda tek bir dönem olarak ele
alınmıştır. Nihayetinde iki sadaretinin arasında sadece iki gün vardır. Ancak bu çalışmada resmi
kayıtlara bağlı kalınarak Mustafa Naili Paşa’nın bu iki sadareti birinci ve ikinci olmak üzere iki ayrı
dönem halinde ele alınmıştır.
268 Mustafa Nâili Paşa’ya gösterdiği iyi niyet ve azminden dolayı Rusya ile olan
savaşta gayret ve sadakat gösterenlere mahsus yapılmış olan iftihar nişanından
verilmişti.850
İlk sadaretinde olduğu gibi ikinci sadaretinde de Hariciye Nâzırı Mustafa
Reşid Paşa ile aralarında bazı hususlara yönelik tartışmaları olmuştu. Nihayet bu
tartışmalar neticesinde sadaretten azledilmişti. Mustafa Nâili Paşa’nın Mustafa Reşid
Paşa ile olan geçimsizliğinin yanında ayrıca Meclis-i Vükela’da “tefevvühat-ı gayri
layıkada”
yani
uygun
olmayan
tavır
ve
hareketlerde
bulunmuş
olduğu
belirtilmişti.851
a) Mustafa Nâili Paşa’nın İmzasıyla Yayınlanan Mazbata
Mustafa Nâili Paşa’nın tekrar sadaret makamına getirildiği günlerde, Rusya
ile Osmanlı Devleti arasında yaşanan Kutsal Yerler gerginliği her gün artarak devam
etmekteydi. Mençikof, hükümetinin Osmanlı Devleti’ne bu meseleyle ilgili teklif
ettiği projesini yeni sadrazam Mustafa Nâili Paşa ile tekrar Dışişleri Bakanlığına
getirilen Mustafa Reşid Paşa’ya kabul ettirebileceğini ümit etmekteydi.852 Fakat yeni
hükümetin kurulmasının ardından kısa bir süre sonra, Rus elçisi Mençikof
aldandığını anlamıştı. Zirâ Mustafa Reşid Paşa’nın, özellikle devletin hükümranlık
haklarıyla alakalı meselelerde ne kadar tutucu olduğunu bizzat görerek şahit olmuştu.
Mustafa Reşid Paşa, İngiliz ve Fransızların desteğiyle savaşı göze alarak
Mençikof’un isteklerini kabul etmemişti. Bu işi kendi sorumluluğuna almak
istemediğinden Bâbıâli’de 43 kişiden oluşan bir grup kurulmuş ve mesele müzakere
edilmişti. Neticede 40 oyla Rus elçisinin isteklerinin reddine karar verilmiş ve
Mençikof’a bildirilmişti. Rusya ile siyasi münasebetin kesildiği halka ilan edilmişti.
850
Kırım savaşı sırasında verilen madalyalar için bkz: Şamil Mutlu, “Kırım Savaşı’nın Görsel Yönü”,
Savaştan Barışa, 150. Yıldönümünde Kırım Savaşı ve Paris Antlaşması (1853-1856), 22-23
Mayıs 2006, Bildiriler, İstanbul 2007, s.257-260
851
İsmail Hami Danişment, a.g.e., c. V, s.80; İsmail Hami Danişment, a.g.e., c. IV, s.143
852
Nicolae Jorga, a.g.e., s.380
269 Ret cevabı karşısında şaşkınlığını gizleyemeyen Mençikof, hemen ertesi gün
İstanbul’u terk etmişti.853
28 Mayıs 1853 tarihinde Meclis-i Umumi’de Mustafa Nâili Paşa’nın
sadrazam olarak katıldığı olağanüstü bir toplantı yapılmıştı. Padişah Abdülmecid’in,
tecrübeli devlet adamlarından Rauf ve Hüsrev Paşaların da katıldığı bu toplantıda
Rusya’nın talepleri ve uygulamalarına dair devletin nasıl bir politika izleyeceği ve
halkın uyması gereken hususlar konuşulup nihayetinde bir mazbata hazırlanmıştı. Bu
mazbatanın bir sureti, kararları tasdik ederek mühürleyenlerin isimleriyle birlikte 13
Ağustos 1853’de Takvim-i Vekayi’de ilân edilmişti. Mazbata metninde ilk olarak
sadrazam Mustafa Nâili Paşa’nın, daha sonra Şeyhülislam Arif Hikmet Bey’in ve
diğer meclis üyeleriyle Hariciye Nâzırı olarak Mustafa Reşid Paşa’nın mühürleri
vardı. Buna göre, Rusya Devleti ile Osmanlı Devleti arasında bir anlaşma
sağlanamadığından, Rusya Devleti resmi ilişkileri kesmiş ve İstanbul’daki sefirini
geri çağırmıştı.
Rusya’nın karada ve denizde bazı savaş hazırlıkları yapmış olduğu da
gözlenmekteydi. Buna karşılık Bâbıâli de ihtiyaten bazı askeri tedbirler almıştı.
Rusya’nın talebi Rum kiliselerinin ve ruhbanlarının imtiyaz hakkını elde etmekti. Bu
talep Osmanlı Devleti tarafından kabul edilemezdi. Zirâ bu imtiyaz Fatih Sultan
Mehmet zamanından beri padişahlar tarafından zaten kendilerine tanınmakta idi.
Bunu bozmak kimsenin haddi olamazdı. Ayrıca bu memlekette yaşayan diğer
tebaalar için de söz konusu olabileceği ihtimaline karşı dostane bir şekilde
reddedilmişti. Rusya bu ret cevabı ile tatmin olmamış, kararından dönmemişti. Eflak
ve Boğdan’ı geçici olarak zapt etmek üzere Rus askerleri Prut nehrini geçmişti.
Osmanlı Devleti anlaşmalara aykırı böyle bir durumun kabul edilemeyeceğini resmi
olarak ve açık bir şekilde beyan etmişti. Rusya’nın asıl amacı büyük bir savaş
yapmak değil, istekleri kabul edilene kadar Eflak ve Boğdan’ı rehin olarak elinde
853
Mufassal Osmanlı Tarihi, c.VI, s. 3024; Nikolae Jorga, a.g.e., c. V, s.381; Fuat Andıç-Süphan
Andıç, Kırım Savaşı Âli Paşa ve Paris Antlaşması, İstanbul 2002, s.23; 14 Mayıs’ta yapılmış olan
hükümet değişikliği ile Rusya’ya karşı olan devlet adamlarına eskiye oranla daha çok yer verilmişti.
Kabinenin değişmesi ile Mençikof’un beklentilerinin aksine bir değişiklik yapılmış ve böylece durum,
Mençikof için eskisinden daha kötü bir hal almıştı. Stanley Lane Poole, a.g.e., s.139
270 tutmaktı. Osmanlı Devleti tedbiren Tuna sahillerine ve Anadolu hudutlarına silahlı
kimseler göndermeye karar vermişti. Gereken her türlü tedbir alınacak, asker ve
mühimmat konularında azami dikkat gösterilecekti. Osmanlı halkı da devletini
savunmaya hazır olacaktı. Osmanlı Devleti sınırlarında yaşayan her türlü tebaaya
düşen vazife, ticaret ve Zirâat gibi kendi işleri ile meşgul olmak, eğer kendilerine
saltanat tarafından bir emir verilir ise bunu hemen yerine getirmekti. Devlete itaat ile
bağlı olan Rumların bu meseleden dolayı suçlanmaması, onların herkesten daha fazla
üzüldükleri beyan edilmiş ve asla düşman gözü ile bakılmaması gerektiği
tembihlenmişti. Ermeni, Katolik, Protestan ve Yahudi grupları nasıl sadık tebaadan
ise Rumların da aynen öyle oldukları, herkesin birbiri ile iyi ilişkiler içinde
bulunması ve kendi işine gücüne bakması gerektiği ifade edilmişti.854 Osmanlı
tebaası arasında herkesin devlet tarafından eşit derecede korunma hakkına sahip
olduğu hatırlatılmıştı. Bu uyarıların aksine bir hareket eden olursa asi kabul edileceği
ve buna göre muamele yapılacağı ilan edilmişti. Bu mazbata aynı zamanda Osmanlı
milletine açık bir şekilde ilan edilmiş ılımlı bir manifesto olmuştu.855
10 Haziran itibariyle Karadeniz Boğazı yakınlarında Rus savaş gemilerinin
görüldüğü ve Rusya’nın savaş hazırlığı içinde olduğu, halkı tahrik ettiği haberleri
merkeze ulaşmıştı. Sadaretten Rumeli yöneticilerine ve komutanlarına gereken
önlemlerin alınması ve dikkatli olunmasına yönelik emirler gönderilmişti.856 Yunan
gazetelerinde de Rusya ile Osmanlı Devleti’nin savaş yapacağı haberleri
yayınlanarak halkın aklı karıştırılmak istenmişti.857 Savaş ihtimalini kendi
menfaatine kullanmak isteyenler de olmuştu. İstanbul’dan diğer bölgelere giden bazı
şahıslar devlet Rusya ile savaşa girdi diyerek ellerinde stokladıkları zeytinyağlarını
pahalı fiyatlardan satışa çıkarmışlardı.858
Osmanlı Devleti’ne olası bir Rus saldırısı durumunda yardım etmesi için
Mısır’dan asker ve gemi takviyesi yapılmıştı. Ayrıca İngiliz ve Fransız savaş
854
Takvim-i Vekayi, Defa: 491, 8 Za 1269/13 Ağustos 1853; Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c.IX, s.200202
855
Nikolae Jorga, a.g.e., c. V, s.383-384; Erdoğan Keleş, a.g.t., s. 117
856
A. MKT. NZD, nr. 80/62; A.MKT. UM, nr. 138/19
857
A. MKT. UM, nr. 138/11
858
A. MKT. UM, nr. 136/73
271 gemileri de Bozcaada önlerine gelerek demirlemişlerdi.859 Paris’ten sipariş edilen
kapsüllü tüfek, şeşhane ve cephane gibi mühimmatın sayısı arttırılmıştı.860
b) Ulema Tarafından Mustafa Nâili Paşa’ya Verilen Dilekçe ve Rusya’ya
Savaş İlanı
Kırım Savaşı, Osmanlı Devleti, İngiltere ve Fransa’nın aynı tarafta Rusya’ya
karşı birlikte mücadele verdikleri tek savaş özelliğini taşır. Savaşın temel sebebi,
Rusya’nın sıcak denizlere inme arzusudur.861 İngiltere ve Fransa ise Rusya’nın bu
politikasından rahatsız olmuştur. Özellikle İngiltere, Hindistan yolunu tehlikeye
atmayı hiç istememişti. Ortak düşmana karşı birlikte hareket etme isteği bu üç
devletin aynı cephede toplanmasını sağlamıştı. Rusya, Kudüs’teki “kutsal yerler” i
bahane ederek savaşın çıkmasını sağlamıştı.862
Fransa 1852’de Osmanlı Devleti’nden Filistin’deki Katolik kiliseleri için bazı
imtiyazlar elde etmişti. Buna istinaden Rusya aynı imtiyazların Ortodoks kilisesi için
de sağlanması gerektiğini ifade etmişti.863 İstanbul’a gönderilmiş olan Rus elçisi
Mençikof’un vasıtası ile Rusya, Osmanlı sınırlarındaki Ortodoksların hamisi olmayı
teklif etmişti. Bu teklifin Bâbıâli tarafından geri çevrilmesi üzerine Prens Mençikof
İstanbul’u terk etmişti.864 Bunun üzerine Ruslar 45 gün sonra Başkumandan General
Prens Gorçakof ile 2 Temmuz 1853 tarihinde Prut Nehri’ni geçerek 35 bin asker ve
859
A. MKT. UM, nr. 138/25; A.MKT. UM, nr. 138/56
A. AMD, nr. 46/90
861
Erdoğan Keleş, “Kırım Savaşı’nda (1853-1856) Karadeniz ve Boğazlar Meselesi”, Ankara
Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma Merkezi Dergisi (OTAM), S.23, Ankara 2008, s.149-194;
Sıcak denizlere inmenin tek yolu ise boğazlara hâkim olmaktan geçiyordu. Kırım Savaşı’ndan yıllar
sonra 1916’da Rus Dışişleri Bakanı Sazanov “Her Rus Boğazların Efendisi olmayı diliyordu ve
dileyecek” diyerek boğazlara hâkim olma emellerinin hiç bitmeyeceğini ifade etmişti. Mahir Aydın,
“Rusya’nın Çanakkale İntikamı-Karadeniz Bombardımanı”, Uluslararası Giresun ve Doğu
Karadeniz Sosyal Bilimler Sempozyumu (9-11 Ekim 2008) Bildiri Kitabı, Giresun 2009; s.571576
862
Ali Akyıldız, Para Pul Oldu, s.54
863
Fuat Andıç-Süphan Andıç, a.g.e., s.25
864
Prens Mençikof’un Dersaadet’ten ayrılmasından sonra, Atina ve eyaletlerindeki eşkıyalar savaş
ilan edileceğini zannederek Osmanlı Devleti sınırlarını tecavüz etmişlerdir. Bu duruma engel olması
için Yunan Hükümeti uyarılmıştır (HR. MKT, nr. 60/51).
860
272 70 top ile Memleketeyn’i işgal etmişti.865Bâbıâli bir protesto yayınlayarak tepkisini
ortaya koymuştu. Protesto metni dört devletin sefirleri ile malumatları olması için
Eflak, Boğdan ve Sırbistan beylerine gönderilmişti. Bunun yanısıra sık sık toplanan
vükela meclislerinde meselenin çözümüne yönelik savaştan başka çıkar yollar
aranmış ve devletin en az zararla bu beladan kurtulması için uğraşılmıştı.866 Bunun
üzerine İngiltere, Fransa ve Prusya Devlet’leri bir araya gelerek Osmanlı Devleti ile
Rusya’nın arasını düzeltmek için Viyana’da bir konferans düzenlemişlerdi. Bazı
uzlaştırıcı maddelerin yer aldığı bir protokol kaleme alınarak hem İstanbul’a hem de
Petersburg’a gönderilmişti. Ancak bu girişim kararları her iki tarafın reddetmesi
üzerine başarısız kalmıştı.867
Osmanlı Devleti’nin harbe doğru sürüklendiği günlerde ve harbin
başlamasından sonraki zamanlarda yenilik taraftarı olan rical ile eskiye bağlı devlet
adamları arasında mevcut ihtilaflar devam etmişti.868 Buna bağlı olarak Rusya’nın
anlaşma hükümlerini bozup Osmanlı bölgelerine tecavüz etmesi İstanbul’da bazı
olayların yaşanmasına sebep olmuştu.869 Ulemadan ve medrese öğrencilerinden
oluşan 35 kişilik bir grup 10 Eylül 1853 tarihinde Meclis-i Vâlâ’ya gelerek sadrazam
865
Erdoğan Keleş, “Osmanlı, İngiltere ve Fransa İlişkileri Bağlamında Kırım Savaşı”, Ankara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, Ankara 2009, s.85; Mufassal Osmanlı
Tarihi, c.VI, s.3026; Silistre valisi Mustafa Naili Paşa’ya 21 Ağustos 1853 tarihinde Memleketeyn’e
giren Rus askerinin miktarı ile ilgili bir mektup göndermiştir (A. AMD, nr. 48/52); Sefaretlerden
alınan bilgiye göre, Rus askerinin miktarının 120.000 olduğu tahmin edilmiştir. Ali Fuat Türkgeldi,
Mesail-i Mühimme-i Siyasiyye, c.I, s.306; Rusya’nın bu şekilde sınıra asker yığmış olması dolayısı
ile bazı tedbirler alınması ve nasıl hareket edileceğine dair bazı planlar yapılması gündeme gelmişti
(A. MKT. UM, nr. 139/2).
866
“Rusya tarafından Memleketeyn’i işgali üzerine devletçe ittihaz olunacak hatt-ı harekete dair
meclis-i umumi mukarreratı sureti” için bkz: Ali Fuat Türkgeldi, a.g.e., zeyl:16, No: XVI, s.301-308
867
Abdurrahman Şeref, Osmanlı Devleti Tarihi, haz. Musa Duman, İstanbul 2005, s.405; Ali Fuat
Türkgeldi, a.g.e., s.25-27
868
Ahmet Cevat Eren, a.g.e., s.98, Tezakir, 1-12, s.23; Devlet adamları genellikle rütbe, makam ve
mevki peşinde koşmuşlardı. Osmanlı’da batıda olduğu gibi dönemin yaralarını saracak yetenekte
devlet adamlarının olduğunu söylemek zordur. Aralarında devamlı bir mal-mülk çekişmesi olduğu
bilinmektedir. Mahir Aydın, a.g.m., s.5
869
Savaşın kaçınılmaz gibi göründüğü böyle bir dönemde padişahın tavrı kan dökülmemesinden
yanaydı. Fakat Serasker Mehmet Ali Paşa ve etrafındakiler savaş yanlısı bir tavır sergilemişlerdir. Zirâ
sadaretten azledilerek yerine Mustafa Naili Paşa’nın atanmasını hazmedememiş olan serasker, el
altından medrese öğrencilerini kışkırtmıştır. Öğrenciler Beyazıt ve Süleymaniye camilerinin
avlularında toplanarak Rus işgallerini “Cihad isteriz” diyerek boykot etmişlerdir. Olayların iç yüzünü
anlatmak için padişahın huzuruna çıkan Mustafa Reşid Paşa, seraskerin azledilmesini talep etmiştir.
Bu talebi kabul edilmeyince istifa eden Mustafa Reşid Paşa, başına bir iş geleceği korkusuna kapılarak
üç gün oğlunun konağında gizlenmiştir. Aynı günlerde Mustafa Naili Paşa ve bazı vekiller de
Bâbıâli’ye gidememişlerdi. Necdet Sakaoğlu-Nuri Akbayar, a.g.e., s.79-81
273 Mustafa Nâili Paşa’ya dilekçeler takdim etmişlerdir. Ulema, Osmanlı yönetimini
Kur’anın hükümlerine uygun davranmaya davet etmiş ve cihat ilan edilmesi
gerektiğini ifade etmişti.870 Hemen ertesi günü Mustafa Nâili Paşa, söz konusu
dilekçeleri müzakere etmek için vükelayı ve üst düzey devlet adamlarını toplayarak
sahildeki evinde bir Meşveret Meclisi kurmuştu.871 Dilekçeyi veren hoca efendilerin
bu tavrı pek hoş karşılanmamıştır. Zirâ daha önce ilan edilen tembihata aykırı hareket
edilmiş olmakla hükümet küçük görülmüş oluyordu. Devletin bu kişilere durumu
izah ve ispat etme gibi bir zorunluluğunun olmadığı ifade edilmişti. Görüşmeler
esnasında mevcut asayişi bozmanın ve hazırlıksız bir şekilde savaşa girmenin pek
akıl karı olmadığı kanaatine varılmıştı. Halı hazırda kara ve deniz kuvvetleri
dâhilinde savaş için hiçbir hazırlık yapılmamıştı. Şimdiye kadar Rusya’ya karşı savaş
ilan edilmemiş olmasının sebebi de henüz askeri hazırlıkların tamamlanmamış
olmasına bağlanmıştı. Rumeli ordusu komutanı Ömer Paşa,872 Rumeli ordusunun
40.000 düzenli askere ve bu kuvvetlere ilaveten köprü ve tahkimatın hazırlanması873
için de birkaç ay gibi bir zamana ihtiyaçlarının olduğunu ifade etmişti. Bu durumun
Anadolu ordusu için de geçerli olduğu serasker tarafından da doğrulanmıştı. Zirâ
Anadolu tarafından sınırları geçmek Tuna’yı geçmeye nazaran daha güvenli
olabilirdi. Ancak bunun için orduyu biraz daha kuvvetlendirmek gerekecekti ki
bunun için de zamana ihtiyaç vardı. Meseleye öncelikle siyasi bir çözüm
bulunmasına çalışılmıştır ki aksi halde beklenmedik bir savaşın çıkması kaçınılmaz
olacaktı. Mustafa Nâili Paşa, ulemanın dilekçesi ile birlikte meclis mazbatasını ertesi
gün padişaha arz etmişti.874
870
İstanbul’da yaşanan bu gelişmeler dış basında da yer almıştır. Almanya’da yayınlanan
BerlinerZeitung adlı gazetede İstanbul’daki ulema ve medrese öğrencilerinden Rusya’ya karşı savaş
için 60.000 imza toplandığına dair haberler çıkmıştır. Mustafa Gencer, “Alman Basınında Kırım
Savaşı”, Savaştan Barışa, 150. Yıldönümünde Kırım Savaşı ve Paris Antlaşması (1853-1856) 2223 Mayıs 2006, Bildiriler, İstanbul 2007, 151-172.
871
Toplantıya katılan ve mazbatada imzası olan şahıslar; Şevket Bey, Mehmet Arif Efendi, Mahmut
Paşa, Rıfat Paşa, Ali Fethi Paşa, Mehmet Ali Paşa, Mustafa Reşid Paşa, Rauf Paşa, Ahmet Arif Bey
ve Sadrazam Mustafa Naili Paşa’dır (İ. MVL, nr. 586/26350, lef 2).
872
Şumnu’ya gönderilen Rumeli ordusu müşiri Ömer Paşa, burada kendisine verilen emre uygun
olarak gerekli olan askeri tertip etmişti (A. AMD, nr. 45/80).
873
Vardar nehrinin temizlenmesi ve gerekli yerlere köprü yapılması için mühendis tayin edilmesi ve
masrafların karşılanması talep edilmiştir (A. MKT. NZD, nr. 79/82).
874
İ. MVL, nr. 586/26350; lef 3
274 Rusya’nın Memleketeyn’i işgali sonrası diğer devletlerin de müdahelesiyle
yapılan diplomatik müzakereler de sonuç vermeyince son günlerde her durumu
değerlendirmek için sık sık meclis toplantıları düzenlenmişti. Nihayet 26-27 Eylül
tarihlerinde 172 kişinin katıldığı ve iki gün boyunca devam eden Meclis-i Umumi
görüşmeleri sonunda oybirliğiyle Rusya’ya savaş kararı alınmıştı. Sultan
Abdülmecid’in de onaylamasıyla 4 Ekim 1853 tarihinde Rusya’ya savaş ilan
edilmişti.875
Meclis kararlarını ihtiva eden 4 Ekim tarihli beyannâmeye göre, Şumnu’da
bulunan Osmanlı komutanı Ömer Paşa’ya bir emir verilmişti. Buna göre Ömer Paşa,
Rus askerlerinin kumandanı olan General Gorçakof’a 15 gün içinde Eflak-Boğdan’ı
tahliye etmesi gerektiğini resmi olarak bildirmişti. Eğer bu süre bitiminde tahliye
yapılmamış olursa Ömer Paşa orduları ile Tuna’yı geçecek ve savaş başlamış
olacaktı.876 Rus komutanı kısa ve öz bir şekilde karar verme yetkisinin olmadığı
cevabını vermesi üzerine 23 Ekim 1853 tarihinden itibaren Osmanlı-Rus savaşının
ilk muharebeleri Tuna boylarında başlamıştı.877
c) Rumeli ve Kafkasya Cepheleri ve Mustafa Nâili Paşa’ya Gelen Raporlar
Rumeli cephesinde Türk kuvvetlerinin başında aslen Hırvat olan Ömer Paşa
bulunuyordu.878 Ruslar Tuna Nehri’ni Vidin’den geçerek Sırpları ve diğer Slav
halkları tahrik etmek niyetinde olduklarından Küçük Eflak’a bol miktarda asker sevk
etmişlerdi. Ordusunu Şumnu’da bekleten Rumeli Kumandanı Ömer Paşa, düşmanın
bu planını anlamış ve bir grup askeri kuvveti Vidin’in karşısında bulunan Kalafat
bölgesine geçirmiş ve tabyalar ile istihkâmlar yaptırmıştı. Düşmanın ilerlemesini
875
Harp ilanına dair verilen ferman sureti için bkz. Takvim-i Vekayi, Defa: 494, 23 M 1270/26 Ekim
1853; Ali Fuat Türkgeldi, a.g.e., s.28, (Melis-i Umum zabıtnâmesi zeyl: 19, No: XIX, s.315-320 ve
Rusya’ya harp ilan edilmesine dair Mustafa Reşid Paşa’nın kaleme aldığı mazbata zeyl: 20, No: XX,
s.320-321); Rusya devletine harp ilanı sonrası düvel-i müttehaba sefaretlerine ita kılınan takrir sureti
için bkz.Fuat Andıç-Süphan Andıç, Sadrazam Âli Paşa, s.25; Ahmet Lütfi Efendi,a.g.e., c. IX, s.88
876
Ali Fuat Türkgeldi, a.g.e., s.28; Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c.IX, s.89; Abdurrahman Şeref, a.g.e.,
s.405; Nikolae Jorga, a.g.e., c. V, s.385
877
Nikolae Jorga, a.g.e., c. V, s.386
878
Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c.IX, s. 89
275 zorlaştırmak ve geciktirmek için de Tutrekan’dan Oltaçine’ye ve Rusçuk’tan
Yergöği’ye asker geçirmek suretiyle Bükreş’i tehdit etmişti. Bu bölgede yapılan ilk
savaş 5 Kasım 1853 tarihinde yapılan Oltaçine muharebesi’dir. Ömer Paşa
kumandasındaki Osmanlı ordusu burada Ruslar’a karşı ilk zaferini kazanmıştır.
İkinci savaş Çatana muharebesiydi. Ruslar Kalafat bölgesinde toplanmış olan
Osmanlı askerini sıkıştırmak niyetiyle yüksek bir yer olan Çatana kasabasını ele
geçirmiş ve yerleşmişlerdir. Aralık ayının ilk günlerinde Osmanlı askerleri üç kola
ayrılarak Çatana’ya hücum ettirilmişti. Meydana gelen şiddetli savaş sonucunda Rus
ordusu bozguna uğratılmıştı. Bu savaşın detaylarıyla ilgili olarak Ömer Paşa bir
rapor kaleme almış ve Sadrazam Mustafa Nâili Paşa’ya göndermişti. 879
Ruslar bu iki savaşta ve Tuna’nın diğer noktalarında dört- beş ay boyunca
yapılan savaşlarda uğradıkları yenilgiler sonucunda ümitsizliğe düşmüşlerdi. Nisan
ayı ortalarında Silistri’yi kuşatmaya başlayan Rus askerlerinin sayısı sürekli
desteklenmek suretiyle 70.000’e kadar ulaşmıştı. 8-10.000 askeri ile Silistre’yi
savunmakla görevli Musa Paşa’nın880 karşı koymalarına dayanamayan Rus ordusu
müttefik kuvvetlerinin881 de yardıma gelmiş olmasıyla tamamen ümidini kaybetmiş
879
İ.HR, nr. 5554/01-M/114; Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c. IX, s.89-90; Abdurrahman Şeref, a.g.e.,
s.405-406; Mufassal Osmanlı Tarihi, c.VI, s.3029-3030; Tutrakan muzafferiyetine dair Ömer
Paşa’nın gönderdiği mektubun sureti için bkz. Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c. IX,(zeyl no:13), s.205207; Ruslarla yapılan muharebeler hakkında Mustafa Naili Paşa’nın padişaha vermiş olduğu malumat
için bkz. A. AMD, nr. 50/5; Bu savaşta iyi hizmetlerde bulunan emir ve zabitler, Ömer Paşa
tarafından derecelerine göre nişan, kılıç vb. hediyelerle mükâfatlandırılırken, Ömer Paşa’ya da
sadrazamın teklifiyle Serdar-ı Ekrem (Ordu Baş Komutanı) unvanı verilmiştir (A. AMD, nr. 50/5; A.
AMD, nr. 50/68); Abdurrahman Şeref, a.g.e., s. 406; Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c. IX, s.90; Ömer
Paşa, sadrazam Mustafa Naili Paşa’ya teşekkür metni göndererek memnuniyetini bildirmiştir (A.
AMD, nr. 50/84).
880
Kaleyi kahramanca savunurken şehitlik mertebesine ulaşmış olan Musa Paşa’nın göstermiş olduğu
gayret padişah tarafından takdirle karşılanmış ve aile fertleri lütuf ve ihsanlara mazhar olmuşlardır (A.
AMD, nr. 51/29; İrade Meclis-i Mahsus (İ. MMS), nr. 1/33); Abdurrahman Şeref, a.g.e., s.407;
Silistre savunmasında görev alan askerler de kahramanlıklarından dolayı rütbe terfi ve nişan ile
ödüllendirilmişlerdi (A. AMD, nr. 51/37).
881
Savaşın başlamasından 4,5 ay sonra Rusya’ya karşı 12 Mart 1854 tarihinde Osmanlı-İngiliz ve
Fransız ittifak antlaşması imzalanmıştı. Bu antlaşmadan 15 gün sonra da İngiltere ve Fransa Rusya’ya
savaş ilan etmişti ve nihayet Mart ayı sonunda İngiliz ve Fransız kumandanlar ve emrindeki askerler
Gelibolu’da toplanmışlardı. Silistre kuşatması sebebiyle burada bulunan askerler karadan ve denizden
Varna’ya sevk edilmiştir. Necdet Sakaoğlu-Nuri Akbayar, a.g.e., s.80; Antlaşmayı imzalayan batılı
devletler, Osmanlı Devleti’nin şimdiki sınırları içinde varlığını sürdürmesinin Avrupa Devletleri
arasındaki güç dengesinin korunması için gerekli olduğu konusunda fikir birliği içindeydiler. Oral
Sander, a.g.e., s. 233; İngiltere ve Fransa’nın meseleye bu şekilde dâhil olmaları ile savaş uluslararası
bir hal almıştır. Ali Akyıldız, Para Pul Oldu, s.54; Besim Özcan, “Kırım Harbi Sırasında Bazı
Avrupalı Devlet Adamlarının Osmanlı Ülkesini Ziyaret Etmeleri (1854-1855)”, Ankara Üniversitesi
276 ve geri çekilmişti.882 Mustafa Nâili Paşa, Tuna savaşlarının en büyüğü olan Silistre
müdafaası sırasında burada bulunan ahaliye saldırı ve düşmalık yapanların
engellenmesi gerektiğini ifade ettikten sonra yararlılık gösteren kumandanların da
ödüllendirilmesini teklif etmişti.883
Savaş Rumeli’de kazanılan zaferlerle devam ederken bir taraftan da güney
Kafkasya’da884 mücadeleler başlamıştı. Bu cephede bulunan 150.000 askerin üçte
ikisi muntazam, geri kalanı ise başıbozuk ve gönüllü askerlerden oluşmaktaydı.
Müşir Abdi Paşa kumandasındaki askerler Erzurum-Kars bölgesinde kurulmuş olan
karargâhta, Müşir Selim Paşa kumandasındaki askerler ise Batum bölgesinde
görevliydi. Rus kuvvetleri ise 160.000 kişilik bir orduya sahipti.
Savaşın başladığını haber alan Osmanlı orduları hemen saldırıya geçmişlerdi.
Osmanlı ordularının kumandanı olarak Batum’a yeni atanmış olan Selim Paşa
Şekvetil bölgesindeki Rus kalesinin ele geçirilmesi için bir plan yapmıştı. Bu küçük
kale az bir Rus kuvveti tarafından savunulmakta idi. Selim Paşa kumandasındaki
Batum ordusu Şekvetil (Sen Nikola) Kalesi üzerine hareket etmişti. Kale, Selim
Paşa’nın kuvvetleri, Çürüksu ahalisi ve onlara kumandanlık eden Çürüksulu Hasan
ve Ali Beyler’in yardımıyla 25 Ekim 1853 tarihinde yapılan bir meydan muharebesi
sonucu ele geçirilmişti.885 Bu savaşta 1.000 kişiden fazla atlı süvarinin öldürüldüğü
ve 80 kişinin de esir alındığına dair kazanılan bu zafer Selim Paşa tarafından Ferik
Ali Rıza Paşa’ya ve Çıldır Kaymakamı tarafından da sadrazam Mustafa Nâili
Osmanlı Tarihi Araştırma Merkezi Dergisi (OTAM), S. 9, Ankara 1998, s.287-288; Avusturya
tarafsız kalmakla birlikte aslında müttefiklerin tarafını tutmuştur. Zirâ onlar da Rusya’nın güney doğu
Avrupa’ya yayılma arzusunu engellemek istemişlerdir. Fuat Andıç-Süphan Andıç, a.g.e., s.26;
Müttefiklerin Kırım seferinin kısa süreceğine ve kesin zafer kazanılacağına olan inançları büyüktü.
Fakat böyle bir sefer için ne maddi ve manevi bir hazırlık ne de kara ve deniz kuvvetleri arasında
savaşın çabuk bitirilmesini sağlayacak bir işbirliği yapılmıştı. Enver Ziya Karal, a.g.e., c.V, s.239
882
İ. MMS, nr. 1/31; Namık Kemal’in “Vatan Yahut Silistre” adlı eserine konu olan kuşatma Haziran
sonuna kadar olmak üzere 42 gün sürmüştür. Rus ordusundan 15 bin askerinin öldüğü kuşatmada,
kaleyi savunan Osmanlı ordusundan 3.000 civarında asker şehit düşmüştü. Necdet Sakaoğlu-Nuri
Akbayar, a.g.e., s.80
883
A. AMD, nr. 51/27
884
Kafkasya Karadeniz kıyıları içinde Osmanlı egemenliğine giren en son bölgedir. Zirâ ağır iklim ve
coğrafi koşullarının yanında bölge aynı zamanda Osmanlı-İran ile Dağıstan-Gürcistan arasında bir
çekişme alanıydı. Mahir Aydın, “Kafdağı’nda Türk Kalesi”, Türklük Araştırmaları Dergisi, S.20,
(Özel Sayı Prof. Dr. Mücteba İlgürel’e Armağan-II ), İstanbul 2008, s.297-328
885
A. MKT. NZD, nr. 104/78; Mufassal Osmanlı Tarihi, c.VI, s.3030; Candan Badem, a.g.t., s.139140; Besim Özcan, “Kırım Savaşı (1853-1856)”, Osmanlı, c.II, ed. Güler Eren, s.102
277 Paşa’ya haber verilmişti. Osmanlı kuvvetlerinden verilen kayıp ise 32 ölü 59
yaralıydı.886 Sadrazam Mustafa Nâili Paşa, bu savaşta yararlılık gösterenlerin nişan
ile ödüllendirilmesini uygun bulmuştu.887 Selim Paşa’ya birinci rütbeden Mecidiye
Nişanı verilmiş, kendisinde bulunan ikinci rütbe nişan maliyeye teslim edilmişti.888
Abdi Paşa kumandasındaki Kars ordusu ise Gümrü istikametinde ilerlemiş,
aynı zamanda Şeyh Şamil ve Çerkez ordusu ile irtibata geçmişti. Abdi Paşa
başarılarını devam ettiremeyince azledilmiş ve yerine Ahmet Paşa tayin edilmişti.889
Erzurum valisi Zarif Mustafa Paşa tarafından sadrazama bölgede yaşanan
olaylarla ilgili mektuplar gönderilmişti. 12 Haziran 1853 tarihinde göndermiş olduğu
mektubunda Zarif Mustafa Paşa, sadrazam Mustafa Nâili Paşa’ya Şeyh Şamil’in
Osmanlı ordusuyla işbirliği yapması gerektiğini bildirmişti. Ancak Mustafa Nâili
Paşa, 9 Ağustos 1853 tarihinde Abdülmecid’e yazığı dilekçesinde, Zarif Mustafa
Paşa’nın yazdığı mektuptan bahsederek Şeyh Şamil’i Osmanlı ordusuna dâhil etmeyi
bazı engellerle nedeniyle uygun bulmadığını ifade etmişti. Mustafa Nâili Paşa,
herhalde hâlâ Rusya ile olan problemin diplomatik yollarla çözülebileceği ümidini
taşımaktaydı ki bu teklifin gelecekte duruma göre tekrar değerlendirilebileceğini
ifade etmişti. Abdülmecid sadrazamın bu kararını onaylamıştı.890 Hâlbuki Şeyh
Şamil, Temmuz ayında askerlerini toplayarak Çar Kalesi denilen yere harekât
yapmak üzere gelmişti. 16 Temmuz tarihinde Şeyh Şamil tarafından Gence yolunda
bir Rus postası ele geçirilmiş ve bu sayede pek çok paraya el konulmuştu. Bu arada
Çerkez ahalisinin de olaylara kayıtsız kalmadığı anlaşılmaktaydı.891
Şeyh Şamil, 13 Aralık 1853 tarihinde bazı gelişmelere dair Abdi Paşa’ya bir
mektup yazmıştı. Mektubun içeriğinde Şeyh Şamil, Osmanlı ordusu tarafından Üç
Kilise, Erivan ve Gümrü kalelerinin kuşatılmış olduğunu, kendisinin de Dağıstan
ordusu ile birlikte şiddetli yapılan bir savaş neticesinde Gürcistan’a kadar ilerleyerek
886
Selim Paşa’nın verdiği rakamlar biraz abartılı bulunmuştur (A. MKT. NZD, nr. 103/30); Candan
Badem, a.g.t., s.140
887
A. MKT. NZD, nr. 111/40; A. DVN, nr. 95/27
888
A. DVN, nr. 94/23
889
Mufassal Osmanlı Tarihi, c. VI, s. 3031; Nikolae Jorga, a.g.e., c.V, s.387
890
Candan Badem, a.g.t., s.136
891
A. DVN, nr. 90/15
278 Rus topraklarına girdiğini ancak şiddetli kış nedeniyle Dağıstan’a geri çekilmek
zorunda kaldığını bildirmişti. Ayrıca Rusların “barış teklifi” aldatmacasına karşı da
dikkatli olunması için bir uyarıda bulunmuştu. Şamil’in bu mektubu Anadolu
ordusunun yeni kumandanı Mustafa Zarif Paşa tarafından Serasker Hasan Rıza
Paşa’ya 5 Mayıs 1854 tarihinde ancak gönderilmişti. Bu süreçte mektubun bir
yerlerde kaybolma ve tekrar bulunmuş olma ihtimali düşünülmekteydi. Seraskerin 3
Temmuz’da sadrazam Mustafa Nâili Paşa’ya yolladığı mektup, nihayet 9
Temmuz’da padişahın eline ulaşmıştı.892
d) Sinop Baskını ve Mustafa Nâili Paşa’ya Gönderilen Raporlar
Osmanlı Devleti’nin Rusya’ya resmen savaş ilan etmesinin ardından Fransız
ve İngiliz donanmaları İstanbul’a davet edilmişti. Sözkonusu donanmalar 2 Kasım
1853 tarihinde Beykoz’da demirlemişlerdi ancak Karadeniz’e açılma konusunda
çekimser davranmışlardı.893 Osmanlı Devleti için aynı durum sözkonusu olamazdı.
Zirâ devlet, Karadeniz’e kıyısı olan liman şehirlerini ve asker sevkiyatı yapan
gemilerin güvenliğini sağlamak zorundaydı. Bu meseleyle ilgili olarak mecliste
yapılan görüşmeler neticesinde, Kafkasya’ya yapılan yardımları korumakla görevli
bir filonun Mustafa Paşa kumandasında Batum’a, Osman Paşa kumandasında bir
filonun da Sinop yakınlarına gönderilmesine karar verilmişti. 12 gemiden oluşan
Osman Paşa’nın filosunun hava şartları kötü olduğu zamanlarda Sinop Limanı’na
sığınması emredilmişti. Filonun asıl görevi, Amasra ve İnce burun mevkilerinde
dolaşarak Batum’a mühimmat sevk edecek olan Mustafa Paşa filosunun güvenliğini
sağlamaktı. Karadeniz’e açıldıktan sonra fırtınaya yakalanan filo, 13 Kasım tarihinde
Sinop Limanı’na sığınmıştı. Bu esnada Rus gemileri de Karadeniz’de dolaşmakta ve
savaş için müsait ortam aramaktaydı. Rus filosu liman açıklarında görülmüş fakat
limanda kalmak daha güvenli olduğu için buradan hareket edilmemişti. Zirâ fırtına
892
Bu olağan dışı gecikmeler için yetkililer tarafından hiçbir açıklama yapılmamıştır. Bu gecikmelerin
sebebi olarak bunun yetkililerin Kafkasya’ya ve Şeyh Şamil’e olan ilgisizliğinin bir sonucu
olabileceği ihtimali üzerinde durulmuştur. Bkz. Candan Badem, a.g.t., s.139
893
Necdet Sakaoğlu-Nuri Akbayar, a.g.e., s.78; Abdurrahman Şeref, a.g.e., s.407
279 nedeniyle gemiler hasar görmüş vaziyette, mürettebatta oldukça yorgundu.894 23
Kasım’da Batum’dan İstanbul’a dönen Mustafa Paşa, yetkililere Karadeniz’de bazı
Rus gemilerine rastladığını ve Sinop’taki filonun zor durumda olduğunu ifade
etmişti. Bu durumu farkeden Karadeniz’de bulunan Rus gemileri amirali Nahimof,
fırsatı kaçırmak istememiş ve Sinop Limanı’na bir baskın düzenlemişti.895 30 Kasım
1853 tarihinde meydana gelen bu baskın neticesinde Osmanlı donanması Taif vapuru
hariç tamamen yakılmıştı. Rus amirali gülle atmaya devam etmiş ve pek çok
savunmasız insanın ölümüne sebep olmuştu. Canını kurtarmaya çalışan subay ve
erler denize atlamış ve kıyıya ulaşmaya çalışırken üstlerine yağlı paçavra atılmak
suretiyle yakılmıştı.896 Sinop tersanesi ve şehrin büyük bir bölümü de Rus
bombardımanından hasar görmüştür.897 Taif adlı gemi hariç hepsi yakılmış olan
filonun kumandanı Osman Paşa, Ruslar tarafından yaralı bir şekilde esir alınmıştı.898
Kaptan-ı Derya Mahmut Paşa, yeteri kadar tedbir almadığı gerekçesi ile
Osmanlı donanmasının Sinop’ta uğradığı saldırının sorumlusu olarak görülmekteydi.
Bu yüzden Mustafa Nâili Paşa, Mahmut Paşa’dan konu ile ilgili bir açıklama
yapmasını istemişti. Mahmut Paşa, Sinop baskını ile ilgili detaylı bir rapor
hazırlayarak 1853 yılı Aralık ayında sadarete sunmuştu.899 Fakat bu savunma
Mahmut Paşa’nın azledilmesini engelleyememiş ve yerine Rıza Paşa Kaptan-ı Derya
tayin edilmişti.900
894
Ali Fuat Örenç, “Kırım Harbi Deniz Savaşları”, Savaştan Barışa, 150. Yıldönümünde Kırım
Savaşı ve Paris Antlaşması (1853-1856), 22-23 Mayıs 2006, Bildiriler, İstanbul 2007, s.28-29;
Sinop valisi Hüseyin Paşa Rus gemileri limana girdiği esnada maiyeti ile birlikte şehri terk etmişti.
Mufassal Osmanlı Tarihi, c. VI, s.3032; Bu olaylar mecliste yankılanırken Reşid Paşa, daha önceden
konağında hizmet etmiş biri olarak Sinop valisini mazur görmek gerektiğini söylemiş, “top
güllelerinin önünde duracak hali yoktu ya” demişti. Bu yoruma Mustafa Naili Paşa’nın cevabı
anlamlaı ve sert bir bakış olmuştu. Reşid Paşa, bu bakışı görmezlikten gelmiş olsa da asla
unutmamıştı. Ve birkaç hafta sonra Mustafa Naili Paşa sadaretten azledilecekti. S. Adulphus Slade,
a.g.e., s.96
895
Erdoğan Keleş, a.g.t., s. 122-123
896
Necdet Sakaoğlu-Nuri Akbayar, a.g.e., s.79; Erdoğan Keleş, a.g.t., s.124; Mufassal Osmanlı
Tarihi, c.VI, s.3032
897
Ali Fuat Örenç, a.g.m., s.31
898
Fuat Andıç-Süphan Andıç, a.g.e., s.29
899
İ. HR, nr. 106/5182, lef 4
900
İ. DH, nr. 285/17914; Takvim-i Vekayi, Defa: 498, 4 R 1270 / 4 Ocak 1854.
280 Sinop baskınını Rusya’nın kendilerine bir meydan okuması olarak
değerlendiren İngiliz ve Fransız hükümeti kendi güvenliklerini sağlamak adına
bundan sonra donanmalarını Karadeniz’e göndermişti. 12 Mart tarihinde İngiltere,
Fransa ve Osmanlı Devleti arasında imzalanan ittifak antlaşmasının901 ardından
Rusya’ya savaş ilan edilmişti. 902
Sadrazam Mustafa Nâili Paşa, 11 Aralık 1853 tarihinde padişah
Abdülmecid’e Sinop meselesi üzerine yaptığı araştırma sonuçlarını sunmuş ve
çözüm önerilerinde bulunmuştu. Zirâ şimdiye kadar kendisine Kastamonu valisi ve
Sinop kaymakamı tarafından mazbata ve raporlar gönderilmişti. Mustafa Nâili Paşa,
Avrupa devletlerinin barınaksız kalmış olan yangın mağdurlarına para yardımı
gönderecek olursa, bu durumun devlete çok büyük zararlara sebep olacağını
öngörmüştü. Bu nedenle valinin derhal yangın kurbanlarını belirlemek için
çalışmalara başlaması ve yaralılarla da bizzat ilgilenmesi gerektiğini ifade etmişti.
Mustafa Nâili Paşa, Osmanlı Devleti’nin kıyıları korumak için başka devletlerden
yardım almasına gerek olmadığı, güvenliği sağlama hususunda kendi güçlerinin
yeterli olacağı kanaatindeydi. Şimdilik ihtiyaç duyulan Amerika’dan ya da başka
yerlerden üç fırkateyn, iki kapak gemisi satın alarak donanmanın güçlendirilmesi ve
Londra’da yapım aşamasında olan vapurun borcunun ödenmesiydi. Zaten birkaç
hafta içinde Namık Paşa’nın Londra’da kredi sözleşmeleri yapacağı ümid
edilmekteydi. O zaman zaten gemilerin borçları ödenmiş olacaktı. Sultan
Abdülmecid, Sadrazam Mustafa Nâili Paşa’nın bu dilekçesini iki gün sonra
onaylamıştı.903
Mustafa Nâili Paşa’ya bundan sonra da bölgeden Sinop baskınıyla ilgili
raporlar gelmeye devam etmişti. 26 Aralık tarihinde Sadrazam Mustafa Nâili Paşa’ya
Kastamonu valisi Hamdi Paşa tarafından yazılmış bir mektupla Kastamonu
901
Mecmua-i Muahedat, c.IV, s.219
Ali Fuat Örenç, a.g.m., s.33-34; Sinop baskını İstanbul’dan önce Odessa Limanı’nda öğrenilmişti.
Haber Odessa’dan Petersburg’a ve oradan da Viyana’ya yayılmış, Viyana’dan telgrafla Paris ve
Londra’ya haber verilmişti. The Times ilk gelen haberleri hemen yayınlamıştı. The Tımes’ta yer alan
yazılarda Rusya’nın bu savaş girişimi katliam olarak yorumlanmıştı. Alan Palmer, Kırım Savaşı ve
Modern Avrupa’nın Doğuşu, çev. Meral Gaspralı, İstanbul 1999, s.38
903
İ. HR, nr. 105/5133, lef 5; Candan Badem, a.g.t., s. 119,
902
281 meclisinde hazırlanmış olan bir mazbata sunulmuştu. Bu raporda Sinop baskını
esnasında Kastamonu’da görülen zararlardan bahsedilmişti. Kaç kayıp verildiği ve
görülen maddi zararlar detaylı bir şekilde anlatılmıştı. Sivillerden 5 Müslüman şehit
olmuş, 7 mescit, 2 okul binası, 247 hane ve Müslümanlara ait olduğu bilinen 170
dükkân yıkılmış ve yakılmıştı. Reayadan ise, 16 kişi hayatını kaybetmiş, 50 dükkân
ile 40-50 hane zarar görmüştür. Bu mazbatada meclis üyesi olan 2 gayrimüslimin de
imzası bulunmaktaydı.904
Kafkasya Cephesinde savaş Rus güçlerinin üstünlüğü ile sona ermiştir.
Osmanlı ordusunun Ahıska ve Başgedikler savaşlarında aldığı yenilgiler ordunun
kendine olan güvenine güçlü bir darbe vurmuştu. Organizasyon eksikliği ve
moralsizlik içinde bulunan Anadolu ordusu için bir yenilik yapılması planlanmış905
ve Arabistan ordusunda görevli bulunan Hurşid Paşa Erzurum ordusu maiyetine
gönderilmiştir.906
Serasker Mehmet Ali Paşa, sadrazam Mustafa Nâili Paşa’ya yazdığı raporda,
canlı mahkûmların süngülenmiş olduğunu, bunun nedeninin askerlerin öfkesinden
kaynaklandığını belirtmişti. Öyle anlaşılıyor ki onlar bu hareketlerinden dolayı
azarlanmışlardı. Mehmet Ali Paşa’ya göre bu aslında Ömer Paşa’nın belirttiği gibi
kendiliğinden hemen orada gelişmiş anlık bir öfke değildi. Bu tamamen askerin
Sinop savaşı boyunca Rus vahşetinin farkına varmış olmasının bir sonucuydu. Çünkü
Ruslar canlarını kurtarmak için denize atlayıp kıyıya ulaşmaya çalışan denizcilerin
üstüne bomba ve misket ateşi yağdırmaya devam etmişlerdi. Sahildeki cesetlerin
üzerine bile yaklaşık olarak bin top atışı yapmışlardı. Mehmet Ali Paşa, raporun
devamında askerlerin kasten yaralıları ve esirleri öldürdükleri haberlerinin işitildiğini
belirtmişti. Serasker, bu hareket tarzının gerçekten gayri meşru ve kendi içinde
zararlı ve önceki emirlere ters bir uygulama olduğunu ifade etmişti. Bu yüzden bu tür
904
Candan Badem, a.g.t., s.128
Candan Badem, a.g.t., s.156
906
A. MKT. NZD, nr. 95/82
905
282 eylemlerin tekrar yaşanmaması için emirlerin tekrar duyurulması gerektiğini tavsiye
etmişti.907
1854 yılı başlarında Damat Mehmet Ali Paşa seraskerlik görevinden alınmış
yerine Hasan Rıza Paşa atanmıştı. Yeni serasker, Osmanlı ordusunda bulunan
yabancı subayların varlığından pek hoşlanmamıştır. Bu yüzden Anadolu ordusuna
yeni kumandan atanmasında etkili olmuştu. Böylece Hasan Paşa’nın desteği ile
Erzurum Valisi Mustafa Zarif Paşa, 1854 yılı Şubat ayında Anadolu Ordusu Müşiri
tayin edilmişti. Zarif Paşa, Erzurum Valisi olarak görevini başarı ile yerine getirmiş
olmasına rağmen başkomutanlık görevi kendisi için pek uygun bir görev olmamıştı.
Çünkü daha önce bir orduya hatta alaya bile kumandanlık yapmamış, dolayısı ile
hiçbir askeri tecrübesi olmayan birisi idi. Anılarından anlaşıldığı üzere Zarif Paşa, bu
görevin kendisine verileceğini önceden tahmin etmişti. Zirâ Erzurum valisi iken
Sadrazam Mustafa Nâili Paşa’ya Abdi Paşa’nın başarısızlıklarını rapor etmişti.
Ahmet Paşa’nın müşir olarak atanması Zarif Paşa için kısa süreliğine bir rahatlama
olmuştu. Çünkü Ahmet Paşa hemen azledilmiş ve yerine Zarif Paşa ordu müşiri
olarak atanmıştı. Boşalan Erzurum valiliği görevine de Çıldır kaymakamı Zaim
Feyzullah Ağa tayin edilmişti.908
Hükümete Dağıstanlı Halil Paşa tarafından Dağıstan kağanlarına bazı rütbeler
verilmesi teklif edilmişti. Bunun üzerine 15 Mayıs 1854 tarihinde geçici bir meclis
toplanmış ve bazı teklifler öne sürülmüştü. Şeyh Şamil Dağıstan’ın Serdar-ı Ekrem-i
olacak ve kendisine vezirlik rütbesi verilecekti. Oğlu Gazi Muhammed’e mirliva ve
diğer bazı kişilere de mirliva ve ferik rütbeleri verilecekti. Bu atamalar şimdilik gizli
tutulmuştu. Sadrazam Mustafa Nâili Paşa tarafından uygun bulunan bu karar, 24
Mayıs 1854 tarihinde sultanın onayına sunulmuş ve hemen ertesi gün
onaylanmıştı.909
907
Candan Badem, a.g.t., s.160
Çıldır Kaymakamı Feyzullah’tan bahsederken Lütfi Paşa, Ağa tabirini kullanmıştır. Fakat bazı
kaynaklarda ise Lütfullah “Paşa” olarak adlandırılmıştır. Örneğin, Mustafa Naili Paşa 25 Kasım 1853
tarihinde seraskere yazmış olduğu bir mektubunda “Lütfullah Paşa” ifadesini kullanmıştır. Lütfi
Efendi, a.g.e., c.IX, s.93; Candan Badem, a.g.t., s.172-173
909
İ. DH, nr. 301/19040; Candan Badem, a.g.t., s.177
908
283 e) Mustafa Nâili Paşa’nın Savaş Sırasında Çıkan İsyanlar Nedeni İle
Valilere Gönderdiği Emirler
Kırım Savaşı süresince İstanbul’da ve savaşın bizzat yaşandığı diğer üç
cephede İslam ve Hristiyan ahali arasında bazı uygunsuz hareketler yaşanmaktaydı.
Bu türlü hareketlerin engellenmesi için Mustafa Nâili Paşa, valilere ve komutanlara
emirler göndermişti.910
Mustafa Nâili Paşa, ilk olarak 29 Ekim 1853 tarihinde Rumeli ordusu
kumandanı Ömer Lütfi Paşa’ya ve Tırhala valisine hitaben yapılması gerekenlere
dair bazı emirlerin olduğu bir talimat göndermişti. Ömer Paşa’ya yolladığı raporda
Bâbıâli’ye sunulmuş olan İngiliz ve Fransız elçilerinin raporlarından bahsetmiştir. Bu
raporlarda bazı bölgelerde başıbozuk askerlerin uygunsuz davrandıklarına dair
bilgiler yer almaktaydı. Buna göre Mustafa Nâili Paşa, içinde bulunulan hassas
dönem münasebetiyle gayrimüslim tebaanın her zamankinden daha fazla hoş
tutulması ve rencide edilmemesi için dikkat edilmesi gerektiğini vurgulamıştır.
Ayrıca mallarını ve namuslarını korumak gerektiğini de eklemişti. Hal böyle iken
bazı başıbozuk askerlerin aciz halka ve devletin diğer tabaasına karşı kötü
muamelerde bulunmuş olması emre itaatsizlik olarak algılanmıştı. Sadrazam bu tür
faaliyetlerin engellenmesine dair padişahın iradesi ile kendi emirlerini bölgedeki
bütün komutanlara göndermişti. Mustafa Nâili Paşa, yine Tırhala valisine de
başıbozukların o bölgede yapmış olduğu zulümler ile ilgili emirler göndermişti. Bu
tür faaliyetlerin çok zararlı olduğunu, böyle kritik bir zamanda her türlü kötülüğe yol
açabileceğini hatırlatmıştı. Bu yüzden valiye bu zulümleri engellemesine yönelik
emirler verilmişti.911
Kırım Savaşı sırasında Osmanlı coğrafyasının bazı bölgelerinde isyanlar
patlak vermişti.912 Savaş başladıktan sonra bazı fanatik Müslümanlar Şam ve
910
A. MKT. NZD, nr. 81/39
Hariciye Nezâreti Siyasi Kısım (HR. SYS), nr. 1345/41; Candan Badem, a.g.t., s. 334
912
Bunlardan bazıları Rumlar tarafından Epir ve Teselya’da, bazıları da bölgesel olarak Kürt Beyleri
tarafından çıkarılmıştır. Bir kısmı da Hicaz’da Araplar tarafından çıkarılmıştır. Hristiyan tebanın
911
284 Kudüs’te oturan Hristiyanlar ile diğer yabancı tebaaya saldırmak suretiyle kötü
muamelelerde bulunmuşlardı. Bu nedenle Sadrazam Mustafa Nâili Paşa, 8 Aralık
1853 tarihinde Şam ve Kudüs valilerine kargaşaya engel olmaları için bir takım
emirler göndermişti. 913
Mart ayı başlarında Ermeni Patriği ve millet meclisi tarafından Sadrazam
Mustafa Nâili Paşa’ya bir dilekçe yazılmıştı. Bu dilekçede Ermeniler, Erzurum ve
Kars’taki Anadolu ordusuna katılmak için giden gönüllü başıbozuk askerlerin
kendilerine yapmış olduğu yağma ve zulümleri ile ilgili bazı şikâyetlerde
bulunmuşlardı. Özellikle Harput ve Sivas eyaletleri dâhilinde bulunan Arapkir,
Kuruçay, Divriği ve Çemişgezek kazalarından geçerken köy köy gezerek buralarda
bulunan reayadan başkanları 5.000-10.000 kuruş, maiyetlerinde bulunan gönüllü
askerler de her biri 40’ar 50’şer kuruş ve hayvan talep etmişlerdi. Bu meblağları
ödemek istemeyen reayanın evleri ve malları yağmalanmıştı. Paskalya günlerinde
bile reayanın kiliselere girip ayin yapmalarına mani olmuşlardı. Bu ve bunun gibi
harekette bulunanlar yüzünden reayanın güvenliğinin tehlikeye girmiş olduğu ve
artık dayanacak güçlerinin kalmadığı belirtilmişti. Ermeni Patriği ve millet meclisi
son olarak sadrazamdan derhal saldırıları gerçekleştiren başıbozukların bu
hareketlerinin engellemesi talebinde bulunmuşlardı.914 Sadrazam Mustafa Nâili Paşa,
Ermeni Patriği ve meclisinden gelen bu şikâyet ve talepleri dikkate alarak Harput ve
eşitliğini kabul etmeyen bazı Müslümanlar da Şam’da karışıklığa sebep olmuşlardır. Candan Badem,
a.g.t., s.314; Daha detaylı bilgi için bkz. Candan Badem, “Kırım Savaşı Sırasıda İsyanlar ve Asayiş
Sorunları”,Savaştan Barışa, 150. Yıldönümünde Kırım Savaşı ve Paris Antlaşması (1853-1856),
22-23 Mayıs 2006, Bildiriler, İstanbul 2007, s.285-327
913
Mustafa Naili Paşa, Şam ve Kudüs’te Hristiyanlara zarar veren Müslümanlardan bahsederken
düşüncesiz, akılsız anlamlarında “sebükmağz” ifadesini kullanmıştır. Zirâ burada bulunan
Hristiyanların içinde çok az Rusyalı olmakla birlikte ekserisi dost devletlerin tebaası idi. Osmanlı
Devleti’nde bulunan dost devletlerin memurlarına ve tebaasına her türlü iyi niyet gösterilmesi
padişahın da isteği ve emri iken Müslümanların bu hareketleri uygunsuz bulunmuştur. Mustafa Naili
Paşa, içinde bulundukları hassas dönem nedeniyle Hristiyan tebaaya her zamankinden daha çok iyi
muamele edilmesi ve hiçbir şekilde rencide edilmemeleri gerektiğini konusunda valileri uyarmıştır.
Ayrıca bu uyarının her yerde ilan edilmesini istemiştir. Eğer bu uyarıyı dikkate almayıp
uygunsuzluklara devam edecek olurlarsa terbiye edilmeleri gerekeceğinden durumdan hemen
kendisinin haberdar edilmesini istemiştir. Diyelim ki orada bulunan Rusya tebaasından bazı kimseler
uygunsuz hareketlerde bulunacak olsalar bile bu duruma müdahale etmenin onların haddi değil,
hükümetin ve askerlerin bir vazifesi olduğunu hatırlatmıştır (A. MKT. UM, nr. 149/7).
914
HR. SYS, nr. 1347/18, lef 1
285 Sivas valilerine, bölgedeki diğer valilere ve mutasarrıflara emirler göndererek bu tür
uygunsuz hareketlerin engellenmesini emretmişti.915
Savaş sırasında Osmanlı ordusunda özellikle Redif askerleri arasında firar
olayları yaşanmıştı.916 31 Temmuz 1853 tarihinde Erzurum ordusunda istihdam
edilmek üzere asker tedarik edilmesi gündeme gelmişti.917 Bu ihtiyaca istinaden
Ağustos ayında 500 kadar redif askeri Erzurum’a sevk edilmişti. Bu sevkiyat
sırasında Tokat ile Sivas arasında firar için fırsat bulan askerler sadece orduyu terk
etmekle kalmamış, yollarda eşkıyalık da yapmışlardı. Bir de Amasya yolu üzerinde
bir Rum’u katletmişlerdi. Yaşanan bu olumsuzluklar üzerine Mustafa Nâili Paşa,
yetkililerden Erzurum’a giden askerlerden firar edenlerin yaptıkları uygunsuz
davranışlara karşı gereken tedbirlerin alınmasını istemişti.918
Rus ordusunun Silistre’yi kuşatması üzerine kentin önemini belirten Mustafa
Reşid Paşa’nın, buraya yardım kuvveti gönderilmesi görüşüne karşı çıkan sadrazam
Giritli Mustafa Nâili Paşa azledilerek yerine Kıbrıslı Mehmet Emin Paşa getirildi.
Böylece Kırım Savaşı’nın öncesinde sadrazam olan Mustafa Nâili Paşa, savaşın sona
ermesinden az önce azledilmiş oldu.
f) Kırım’da Yapılan Mücadeleler ve Savaşın Sona Ermesi
Kırım Savaşı, Osmanlı-Rus savaşlarının bir klasiği olarak Kafkasya ve
Rumeli olmak üzere iki cephede devam ederken, bu defa Kırım’da yeni bir cephe
açılmıştı.919
Müttefikler bir taraftan Karadeniz’e donanmalarını gönderirken diğer taraftan
da askerlerini Kırım’daki Osmanlı ordusuna dâhil etmişlerdi. 89 harp gemisinin
refakatinde 267 taşıt gemisi ile 30.000 Fransız, 21.000 İngiliz ve 60.000 Türk askeri
915
HR. SYS, nr. 1347/18, lef 2
Bu askerler; orta yaşlı, bakmakla yükümlü olduğu bir ailesi olan, zaten ilk fırsatta kaçma
eğiliminde olan askerlerdi. Candan Badem, a.g.t., s. 330
917
A. MKT. NZD, nr. 84/63
918
A. MKT. NZD, nr. 88/46
919
Mahir Aydın, “Barışı Olmayan Savaş: Kırım”, Savaştan Barışa, 150. Yıldönümünde Kırım
Savaşı ve Paris Antlaşması (1853-1856), 22-23 Mayıs 2006, Bildiriler, İstanbul 2007, s.1-10
916
286 Kırım’a gönderilmişti. Bu kuvvetler karşısında ancak 51.000 Rus askeri mevcut
idi.920
Müttefiklerin asıl amacı Sivastopol’u ele geçirmekti. Sivastopol, 32 Rus harp
gemisi tarafından güçlü bir şekilde müdafaa edilmekte idi. Müttefik ordularına ilk
darbeyi Rusya’nın soğuk iklimi ve çeşitli bulaşıcı hastalıklar vurmuştu. Binlerce
müttefik subayı ve askeri, Rus ordusu ile savaşmak yerine hastalıklarla mücadele
etmek zorunda kalmışlardı. Ruslar denizden ve karadan Sivastopol’un güvenliğini
sağlamışlardır. Bunun üzerine müttefikler şehre devamlı ve metotlu bir kuşatma
çemberi oluşturmak zorunda kalmışlardı. Ruslar da bu çemberi kırmak için sık sık
saldırılarda
bulunmuşlardı.
Balaklava
ve
İnkerman921
bu
saldırıların
en
önemlilerindendi. Kış münasebetiyle çarpışmalara ara verildikten sonra 1855 yılı
baharı geldiğinde müttefikler 140.000 kişilik bir kuvvet ile tekrar saldırılara
başlamışlardı. Kırım Yarımadasında süren savaşın sonunda Sivastopol’a giren
müttefik kuvvetleri Ruslar’ı yenmeyi başarmıştı. Rusların ise tek başarısı bir Osmanlı
eyaleti olan Kars’ı işgal etmiş olmasıydı.922 Sivastopol’un düşmesinin ardından
Aralık 1855’te Ömer Paşa da Kafkaslar’da Eupatoria’da Rusları kesin bir yenilgiye
uğratınca Rusya savaşı tamamen kaybetmiş oldu. 923
Mücadelelerin devam ettiği sıralarda 15 Mart 1855’de Viyana’da Osmanlı,
Avusturya, İngiltere, Fransa ve Rusya’nın katılımıyla bir ön barış konferansı tertip
edilmişti.924 Bu barış rüzgârının esmesine, müttefiklerin 1855’de Sivastopol’ü işgal
etmesi ve başından beri bu savaşın taraftarı olmayan II. Alexander’ın Rus tahtına
çıkması sebep olmuştu. Bu konferansa katılan Osmanlı heyetinin başkanlığını Ali
Paşa yapmıştı. Bu konferansta daha sonra yapılacak olan barış konferansında
görüşülecek olan konuların bir ön müzakeresi yapılmıştı. Osmanlı Devleti sınırları
920
Enver Ziya Karal, a.g.e., c.V, s.239; Osmanlı istihbarat raporlarına göre Rusya’nın askeri
hazırlıkları için bkz: Mustafa Budak, “1853-1856 Kırım Savaşında Kafkas Cephesi”, İstanbul
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dalı Doktora Tezi, İstanbul 1993, s.27-39
921
Kırım cephesindeki savaşlar için bkz: Cristopher Hibbert, The Destruction Lord Raglan The
Tragedy of The Crimen War (1854-1855), Boston 1961, s. 106-205
922
Enver Ziya Karal, a.g.e., c.V, s. 239-240
923
Armaoğlu, a.g.e., s. 250; Sivastopol’un fethi haberi ulaştığında İstanbul’da törenler düzenlenmiştir.
Her yer kandiller ile donatılmıştır. Ahmet Cevdet Paşa, Tezakir, (1-12), s.58
924
Ali Fuat Türkgeldi, a.g.e., s. 41-81
287 içinde yaşayan Hristiyanların haklarını ve imtiyazlarını tespit etmek istemişlerdi.
Ayrıca Kırım Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin müttefiki olan devletler bu konferansta
Bâbıâli’den daha fazla imtiyaz elde etmek arzusundan geri durmamışlardı.925 Ali
Paşa, Viyana’da toplanan bu kongre boyunca talep edilen imtiyazları şiddetle
reddetmiş, 1839 yılında Gülhane Hattı ile zaten eşitliğin sağlanmış olduğunu ifade
etmişti. Baskılar sonucunda Bâbıâli, 18 Şubat 1856 tarihinde Fransa’nın teklifine
yakın yeni bir Hattı Hümayun hazırlamak zorunda kalmıştı.926 Bu fermanın amacı,
Hristiyan koruyuculuğu politikasını Rusya’nın elinden almaktı. Kırım Savaşı’nın
barış antlaşması ise ancak fermandan sonra 30 Mart 1856 tarihinde Paris’te
imzalanmıştı.927
g) Savaş Masraflarına Dair Alınan Tedbirler ve Mustafa Nâili Paşa’nın
Katkıları
Kırım Savaşı, olağandışı bazı masrafları kaçınılmaz kılmıştır. Durumu zaten
kötü olan hazineye savaşın maliyeti,928 oldukça pahalıya mal olmuştur. Osmanlı
hükümeti bu ekonomik darboğazdan kurtulmak için çeşitli çareler aramaya
başlamıştı.929 Savaş giderlerin karşılanması için Osmanlı Devleti bazen Galata
bankerlerinden kısa vadeli avanslar almış, bazen de kaime ve esham çıkartarak iç
borçlanma yoluna gitmişti.930 1854 yılı Mart ayında sadece ordunun bulunduğu
yerlerde geçerli olmak üzere 10 ve 20 kuruşluk faizsiz ordu kaimesi hazırlanmıştı.
925
İngiltere ve Fransa Karadeniz’in tarafsızlaştırılması konusunda ısrar etmişlerdir. Avusturya, sadece
Karadeniz’deki Rus deniz gücünün sınırlandırılmasına taraftar olmuş, Rusya ise hiç birine onay
vermemiştir. Osmanlı Devleti, 1841 Boğazlar Sözleşmesinin devamını istemiştir. Fakat İngiltere ve
Fransa’yı gücendirmekten de çekinmiştir. Fahir Armaoğlu, a.g.e., s.248
926
Fuat Andıç-Süphan Andıç, a.g.e., s.26; A. Cevat Eren, a.g.e., s.100-101; Fahir Armaoğlu, a.g.e., s.
248; Oral Sander, a.g.e., s.233-243
927
Mahir Aydın, a.g.m., s. 3-4; Antlaşma metni için bkz: Mecmua-i Muahedat, c. IV, s. 242
928
Bu meblağın 11, 2 milyon sterlin olduğu belirtilmiştir. Ali Akyıldız, Para Pul Oldu, s.55
929
Hükümetin savunma masraflarını nasıl karşılayacağına dair haberler yerli ve yabancı basında da
yer almıştı. Berliner Zeitung gazetesinde Eylül ayında Bâbıâli’nin para darlığı yüzünde zorda kaldığı
ve bu yüzden Maliye Nezaretine 40 milyon lira borçlanma izni verildiği yazılmıştı. Mustafa Gencer,
a.g.m., s.164-165
930
Ali Akyıldız, “Osmanlı Devleti’nin Kırım Savaşı’nın Finansmanı: İç ve Dış
Borçlanmalar”,Savaştan Barışa, 150. Yıldönümünde Kırım Savaşı ve Paris Antlaşması (18531856), 22-23 Mayıs 2006, Bildiriler, İstanbul 2007, s.11-18
288 Savaşın sonunda tedavülden kaldırılacak olan bu kaimenin kullanımına yönelik
gerekli önlemlerin alınması için taşralara emirler gönderilmişti. Savaş giderlerinin
karşılanması için alınan diğer bir tedbir de ilk defa dış borç alınmış olmasıdır. 1854
yılında İngiltere’den alınan 3 milyon sterlin Osmanlı Devleti’nin ilk dış borcu
olmuştu.931
Rusya’nın Osmanlı topraklarına yapmış olduğu tecavüze bir karşılık
verebilmek için gereken şartların hazırlanması gerekmekteydi. Mecliste yapılan
görüşmeler neticesinde İngiltere ve Fransa’dan 5 milyon lira borç para almaya karar
verilmişti.932 Bu yüzden Ticaret Nâzırı Namık Paşa özel bir görev ile geçici olarak
Fransa’ya gönderilmişti.933 Fakat bu görevle ilgili talimatnâme Namık Paşa’ya gizli
bir mektup ile gönderilmiştir. Öyle ki Meclis-i Mahsus’un üyelerinden bile gizli
tutulmuştu. Sadece Sadrazam Mustafa Nâili Paşa ve çevresinde bulunan üst
tabakadan en yakın 6 kişi bu talimatnâmeden haberdar olmuştu. Bu kişiler aynı
zamanda bu talimatnâmeyi imzalayanlardı. Bu gizliliğin nedeni kredi koşullarında
bir sorun olmaması içindi.934
Namık Paşa Paris’te yapmış olduğu görüşmelerden Sadrazam Mustafa Nâili
Paşa’yı raporlar yazmak suretiyle sık sık haberdar etmişti.935 Namık Paşa’ya Paris’te
Mustafa Nâili Paşa’nın oğlu Veliyüddin Paşa eşlik etmişti. Birlikte Fransa Hariciye
Nâzırı ile bir görüşme yapmışlardı.936 Zirâ kendisi Paris’te Osmanlı elçisi olarak
931
Ali Akyıldız, Para Pul Oldu, s.55; Kırım Savaşı için yapılan tüm yardımlara dair bkz. Erdoğan
Keleş, “Kırım Savaşı’nın (1853-1856) Finansmanı ve Buna Dair Bir Defterin Değerlendirmesi”,
Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma Merkezi Dergisi (OTAM), S.27, Ankara 2010, s.
107-141
932
Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c. IX, s.215-216
933
Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c.IX, s.103, 214-215
934
Bu talimatnâmeyi hazırlayan ve imzalayanlar başta sadrazam Mustafa Naili Paşa olmak üzere,
Maliye Nâzırı Safveti Paşa, Meclis-i Vâlâ Başkanı Sadık Rıfat Paşa, Tophane-i Amire Müşiri Damat
Ali Fethi Paşa, Serasker Damat Mehmet Ali Paşa, Hariciye Nâzırı Mustafa Reşid Paşa, Şeyhülislam
Ahmet Arif Efendi’dir (İ.HR. 103/5039); Candan Badem, a.g.t., s.260-261; Namık Paşa, bu görev
kendisine tevdi edildikten sonra vükela heyetine bir teklifte bulunmuştur. Kendisinin hazır Paris’e
gitmişken harbin neticesinde eğer Rusya galip gelirse Avrupalı Devletlerinin ne derece zarar
göreceğinden bahsederek İngiltere ve Fransa vekillerini ittifaka davet etmenin uygun olup
olmayacağını sormuştur. Vekiller “eğer böyle bir şey mümkün olursa fena olmaz” diyerek Namık
Paşa’nın bu teklifini kabul etmişlerdir. Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c.IX, s.215
935
İ. HR, nr. 333/21335 lef 4; Candan Badem, a.g.t., s.262
936
Lütfi Efendi, a.g.e., c.IX, s. 216
289 görev yapmaktaydı.937 Namık Paşa ve Veliyüddin Paşa, zaman zaman sadrazama
raporlar göndermişlerdi. Bu raporlar bakanlar kurulunda da görüşüldükten sonra
Mustafa Nâili Paşa tarafından padişaha sunulmuştu.938
Namık Paşa, artık kredi bulma ümitlerinin kalmadığı bir zamanda Nisan ayı
sonlarına doğru İstanbul’a gelmek üzere Paris’ten ayrılmıştı. Veli Paşa’nın Paris’ten
sadrazam olan babasına yazdığı mektuba göre, Namık Paşa, talimatlara uygun kredi
elde edememişti.939
Namık Paşa 13 Mayıs 1854 tarihinde İstanbul’a geri döndükten üç gün sonra
padişah ile görüşmüştü. Abdülmecid Namık Paşa’nın kredi için gayret etmemiş
olmasına sevinmişti.940
Namık Paşa’nın padişahı ziyaretinin ertesi günü Maliye Nâzırı Musa Safveti
Paşa941 Mustafa Nâili Paşa’ya Osmanlı Devleti’nin mali durumu ile ilgili bir rapor
sunmuştu. Safveti Paşa raporunda öncelikle son yıllarda devletin gelir ve gider
dengesinin eşit olmadığını vurgulamış ve bu dengesizliğin sebep olduğu açığın da
günden güne büyüdüğünü ifade etmişti. Bu zor zamanda ihtiyaç duyulan paranın
karşılanması için Paris’e giden Namık Paşa’nın da Avrupa’dan eli boş dönmüş
olması bir talihsizlik olmuştu. Safveti Paşa, sadrazama bulunduğu görev itibariyle
durumun aciliyetini ve vehametini bildirmenin kendisinin sorumluluğu olduğunu
belirterek, bir an evvel tedbir alınması gerektiğini ifade etmişti.942
Namık Paşa Londra ve Paris’te kredi için görüşmelerde bulunduğu sıralarda
İstanbul’da harp masraflarının karşılanması için alınması gereken tedbirleri
görüşmek üzere Sadrazam Mustafa Nâili Paşa’nın başkanlığında 27 Mart 1854
937
Veliyüddin Paşa, 1855 yılı Haziran ayına kadar bu görevini sürdürmüştü. Bu görevi süresince
Veliyüddin Paşa’ya Mustafa Naili Paşa’nın hizmetkârı Mösyö Kaporal gayri resmi bir şekilde eşlik
etmişti. Kaporal’in maaşını bizzat Mustafa Naili tarafından ödenmişti. Mösyö Kaporal’in görevi,
Veliyüddin Paşa’ya danışmanlık yapmak, genç diplomatın batı dünyası hakkındaki eksiklerini
kapatmak olmuştu. David Barchard, “Veli Pasha and Consul Ongley”, s.71
938
İ. HR, nr. 333/21335, lef 5; Candan Badem, a.g.t., s. 263
939
İ. DH, nr. 18893, lef 2; Candan Badem, a.g.t., s.272
940
İ. DH, nr. 18966; Candan Badem, a.g.t., s. 272
941
Musa Safveti Paşa Maliye Nâzırlığı görevine 12 Ekim 1853 tarihinde atanmıştır (İ.DH, nr.
281/17661).
942
İ. DH, nr. 299/18893, lef 1
290 tarihinde 121 kişilik büyük bir meclis kurulmuştu.943 Devlet ileri gelenlerinin katılımı
ile yapılan meclis görüşmelerinde “harpte bedenen yapılan hizmetin yanında bedelen
de hizmet yapılması” fikri ortaya atılmış ve kabul görmüştü. Görüşmelerin sonunda
tüm devlet adamlarının belli miktarlarda yardımda bulunmasına karar verilmişti.
Başta Sadrazam Mustafa Nâili Paşa olmak üzere toplantıya katılan bütün devlet
adamları gönüllü olarak hazine için belli miktarlarda nakdi yardımda bulunmuşlardı.
Böylece savaş masraflarını karşılamak adına ülke genelinde bir yardım kampanyası
başlatılmıştı. Bağışta bulunan üst düzey memurlar ve bağış miktarları944
Bağışta bulunan memurun adı
Sadrazam Mustafa Nâili Paşa
Şeyhülislam Arif Efendi
Sadr-ı Esbak Rauf Paşa
Hariciye Nâzırı Mustafa Reşid Paşa
Serasker Rıza Paşa
Fethi Paşa
Damat Halil Paşa
Şekip Paşa
Ali Galip Paşa
Kıbrıslı Mehmet Paşa
Maliye Nâzırı Safveti Paşa
Miktar
300.000 kuruş
25.000 kuruş
50.000 kuruş
300.000 kuruş
200.000 kuruş
150.000 kuruş
75.000 kuruş
100.000 kuruş 100.000 kuruş 100.000 kuruş 100.000 kuruş
Hasip Paşa
75.000 kuruş
Mısırlı Kamil Paşa
15.000 kuruş
Mahmut Nedim Bey
25.000 kuruş
İhtisab Nâzırı Hüseyin Bey
Mazlum Bey
Evkaf Nâzırı Ziver Efendi
Amedi Afif Bey
Mektubi Habab Efendi
50.000 kuruş
25.000 kuruş 25.000 kuruş 25.000 kuruş 25.000 kuruş
943
Candan Badem, a.g.t., s. 277
Takvim-i Vekayi, Defa: 503, 20 B 1270/18 Nisan 1854; Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c.IX, s.94;
Besim Özcan, Kırım Savaşında Mali Durum ve Teb’anın Harb Siyaseti (1853-1856), Erzurum
1997, s.40-42; Ahmet Lütfi Efendi tarihinde, kayıt için açılmış olan deftere isimlerini ve yardım
miktarlarını kaydettirenlerin vaat ettikleri miktarların tamamını ödeyip ödemediği konusunda bir
bilgisinin olmadığını ifade etmiştir. Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c.IX, s.94
944
291 Mecliste alınan karar ile yardım miktarlarını gösteren liste Takvim-i
Vekayi’de ilan edilerek ihtiyaç duyulan miktarın karşılanması için ülke genelinde
“İane-i Cihadiye” veya “İane-i Harbiye” adı altında bir yardım kampanyasının
düzenlendiği ilan edilerek herkesin maddi gücü oranında bu kampanyaya katılması
talep edilmişti.945 İlk olarak İstanbul’da uygulanmış olan bu kampanya için meclis
kararı daha sonra kazalara da gönderilmişti. Bu kampanya ile hazineye yüklü
miktarda kaynak sağlanmıştı. Ancak bütün çabalara rağmen hazinedeki açık
kapatılamamıştı. Bu yüzden yeni tedbirlere başvurulmuş, ordunun ihtiyaç duyduğu
araba, hayvan ve diğer malzemeler çeşitli eyaletlerden halka yüklenen yeni vergiler
ile karşılanmıştı.946 Hükümetin başvurduğu bir diğer iç borç kaynağı da Galata sarrafları olmuştu.
Galata sarrafları uzun vadeli ve düşük faizle Avrupa piyasasından aldıkları kredileri
kısa vadeli ve yüksek faizle borç vererek büyük kârlar elde etmişlerdi. Osmanlı
Devleti’nin savaş masraflarını karşılamak üzere başvurduğu başka bir yöntem de
Eytam Sandığı’ndan borç alınması olmuştu. Hazine sıkıntılı dönemlerinde bazı
ödemeleri bu sandıktan aldığı borçlarla yapmıştı. Savaş ilanı ile birlikte zahire
tedarikine başlandığında bu bedelin bir kısmı Eytam Sandığı’ndan alınan 2000
keselik borç paradan karşılanmıştı.947 Rumeli’de inşa edilecek telgraf hattı için
yapılacak masraflar da Eytam Sandığı’ndan karşılanmıştı.948
Kırım Savaşı sırasında müttefik devletlerin de katıldığı çeşitli hayırseverlik
faaliyetleri yapılmıştı. İngiltere ve Fransa, diplomat ve konsolos gibi temsilciler
aracılığıyla bu yardım faaliyetlerine iştirak etmişti. Gelirleri özellikle yoksul halka
dağıtılmak üzere çeşitli balolar tertip edilmiş, piyangolar düzenlenmişti. Bu
hayırseverlik faaliyetlerinde başlıca rolü İngiliz ve Fransız başta olmak üzere batılı
945
Takvim-i Vekayi, Defa: 503/20 B 1270/18 Nisan 1854
Besim Özcan, “Trabzon Eyaleti’nin Kırım Harbine Katkıları”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat
Araştırmaları Dergisi, S. 17, Erzurum 2001, s.247-248; Mesela Sivas’ta bulunan askerlere ahali
tarafından hayvan ve zahire yardımı yapılmıştı. Ahaliye bu yardım karşısında duyulan memnuniyet
dile getirilmişti (A. MKT. MHM, nr. 58/34).
947
Erdoğan Keleş, “Kırım Savaşı’nın (1853-1856) Finansmanı ve Buna Dair Bir Defterin
Değerlendirmesi”, s.111
948
İ. MMS, nr. 2/63
946
292 konsoloslar ve büyükelçiler oynamıştı. Yardımlar sadece bir gruba değil Rum,
Ermeni, Katolik, Müslüman olmak üzere tüm din ve cemaatleri kapsamaktaydı.949
h) Kırım Savaşı Sırasında İstanbul’a Gelen Yabancı Misafirler
Kırım Savaşı sebebiyle Avrupa devletleriyle iyi münasebetlerin kurulması
sonucu, İstanbul’a müttefik devletlerin orduları ile beraber her rütbeden subaylar ve
bazı Avrupalı prensler de bu vesileyle Osmanlı ülkesini ziyaret etme fırsatı
bulmuşlardı. Bunlar arasında Fransa veliahdı Prens Napolyon, Avusturya
İmparatorunun kardeşi Arşidük Ferdinand Maksimilyen, Belçika kralının iki oğlu
Dük de Cambridge ve Dük de Braban gibi önemli şahıslar vardı.
Osmanlı Devleti ile Rusya arasında harbin başladığı bir zamanda ilgili
devletlerin sefaretlerinden Prens Napolyon ile Dük de Cambridge’in İstanbul’a
geleceği, bir müddet kaldıktan sonra da harp mahalline gidecekleri haber alınmıştı.
Ayrıca Prenslerin kalması için uygun yerler hazırlanması rica edilmişti.950 Prenslerin
kalacak yerlerinin tahsisi meselesi mecliste görüşülmüş ve gelecek olan misafirlerin
hükümdar ailesine mensup olmalarından dolayı en iyi şekilde karşılanıp, İstanbul’da
kalmaları için iki ayrı güzel yer hazırlanması ve ayrıca İstanbul’da bulundukları süre
içinde yemek ve her türlü ihtiyaçlarının devletçe karşılanmasına karar verilmişti.951
İstanbul’a gelecek prensler hakkında uygulanacak harici resmi teşrifat muameleleri
belirlenmişti.952 Prens Napolyon İzmir Limanı’ndan Osmanlı topraklarına giriş
yapmıştı. 2 Mayıs 1854 Pazartesi günü İstanbul’a gelen Prens, aynı gün padişahın
sarayına gitmiş, Hariciye Nâzırı Mustafa Reşid Paşa’nın da huzurda olduğu bir sırada
Sultan Abdü1mecid’i ziyaret ederek kendisi ile bir süre görüşmüştü. Prens Napolyon,
ertesi gün Osmanlı kabine üyeleri ile dost devletlerin İstanbul’daki elçilerini,
Çarşamba günü de nihayet Sadrazam Mustafa Nâili Paşa’yı ziyaret ederek resmi
949
Alexsandre Toumarkine “Kırım Savaşı Sırasında Osmanlı’da Hayırseverlik, Filantropi ve
Vatansever Bağışlar”, Savaştan Barışa, 150. Yıldönümünde Kırım Savaşı ve Paris Antlaşması
(1853-1856), 22-23 Mayıs 2006, Bildiriler, İstanbul 2007, s.45-52
950
Besim Özcan, “Kırım Harbi Sırasında ….”, s.288-289
951
İ. HR, nr. 107/5266; İ.HR, nr. 107/5280
952
A. AMD, nr. 51/5
293 görüşmesi yapmıştı. Bunların yanı sıra Fransa sefaretinin Prens Napolyon için
düzenlemiş olduğu yemek ve balolara Osmanlı kabine üyeleri ve dost devlet elçileri
de davet edilmişti. Osmanlı coğrafyasında bir süre seyahat eden Prens Napolyon,
kendisine gösterilen alakadan çok memnun kalmıştı. Bu arada Cambridge dükü de 11
Mayıs 1854 Çarşamba günü İstanbul’a gelmişti. Biraz dinlendikten sonra O da Prens
Napolyon gibi aynı gün Mabeyn-i Hümayuna giderek Hariciye Nâzırı Mustafa Reşid
Paşa’nın da hazır bulunduğu bir sırada padişahın huzuruna kabul edilmişti. Ertesi
günönce Osmanlı kabine üyelerini ve ardından dost devletlerin elçilerini ziyaret
etmişti. Daha sonra İngiliz subaylarla görüşmüş ve İstanbul’da bulunan bazı İngiliz
tüccarlarına uğramıştı. Cuma günü Bâbıâli’ye giden Prens Cambridge, burada
Sadrazam Mustafa Nâili Paşa ile resmi görüşmesini yapmıştı.953
Kırım Harbi gibi büyük bir savaşın devam ettiği bir sırada Osmanlı ülkesini
ziyarete gelen bu Avrupalı misafirler Türk misafirperverliğinin gerektirdiği şekilde
samimiyetle karşılanıp en iyi şekilde ağırlanmışlardı. Bu konuda gerek Bâbıâli
gerekse mülki idareciler hiçbir fedakârlıktan kaçınmamış ve böylece bu önemli ve
itibar sahibi misafirlerin büyük bir memnuniyet içinde memleketlerine dönmeleri
sağlanmıştı.954 Bir de Fransa İmparatoru III. Napolyon’un İstanbul’u ziyaret etme
ihtimali vardı. Bunun içinde külliyetli hazırlıklar yapılmıştır. İmparatoru karşılamak
üzere ilk olarak Serasker Paşa, Kaptan Paşa ve Hazine-i Hassa Nâzırı Ali Galip Paşa
görevlendirilmişlerdi. Bu ekip İmparator’u Osmanlı Devleti’nin kapısı hükmünde
olan Bahr-ı Sefid Boğazı’nda karşılayacaklardı. Mustafa Nâili Paşa ise sadrazam
olarak, önde gelen diğer devlet adamlarıyla birlikte Napolyon’u biraz daha uzak bir
yerde karşılayacaktı. Bir vapura binerek üniformaları ile Ayastefonos (Yeşilköy)
önlerinde karşılayacaklardı. Fakat bütün bu hazırlıklar boşa gitmişti. Zirâ Fransa’nın
içinde bulunduğu durum dolayısıyla planlanan bu ziyaret gerçekleşmemişti.955
953
Besim Özcan, “Kırım Harbi Sırasında …..”, s.290-293
a.g.m., s. 287-322.
955
a.g.m., s.307-308
954
294 C) MUSTAFA NAİLİ PAŞA’NIN REŞİT PAŞA İLE ÇEKİŞMELERİ
Mustafa Nâili Paşa ile Mustafa Reşid Paşa arasında değişik vesilelerle sık sık
tartışmalar
yaşanmıştı.
Bu
tartışmalar,
Tanzimat
döneminin
lider
devlet
956
adamlarından Mustafa Reşid Paşa’nın güçlü olmasından kaynaklanıyordu.
Bu
tartışmaların en kayda değer olanları, kendilerine ait arsaların sınırı konusunda ve
Kırım Savaşı nedeniyle Paris’e görüşmeler yapmak üzere gönderilecek olan
memurun belirlenmesinde yaşanmıştı.
1) Paris’e Mali İşlerden Sorumlu Bir Memur Gönderilmesi Meselesi
Mustafa Nâili Paşa’nın Sadrazam, Mustafa Reşid Paşa’nın Hariciye Nâzırı
olarak hazır bulunduğu bir Vükela Meclisinde, Rusya ile savaş kararı alındığı için
borç para bulmak gerektiği konusunda görüşmeler yapılmaktaydı. Bu sırada Hariciye
Nâzırı Mustafa Reşid Paşa tarafından maliye işlerine vakıf bir kişinin Paris’e
gönderilmesi teklif edilmişti. Sadrazam Mustafa Nâili Paşa ise Paris’e memur
gönderilmesine gerek olmadığını, bu işin Paris sefiri olan oğlu Veli Paşa’ya
verilmesinin uygun olacağını söylemişti. Bundan sonrasını İbnülemin kitabında şu
sözlerle ifade etmişti;
“Söz uzadı. Serkerdelikten yetişmiş olan Sadrazam – vükela meclisini
muharebe meydanı zan ederek- pek ziyade hiddetlendi, adab-ı meclis-i ayakaltına
aldı. Padişahtan, vükeladan, her fertten hürmet görmeye alışmış olan Mustafa Reşid
Paşa’ya hitaben “Benim Paris’te boyumla beraber oğlum var iken buradan memur
gönderilmesi ona hakaret değil midir? Senin bacak kadar torunun ölmekle bu kadar
keder ediyorsun. Ben evladımın mahzun olmasını ister miyim? Sen bana sadaret
ettirmiyorsun” demiştir. Mustafa Reşid Paşa da cevaben “Sadrazam isen Allah
mübarek eylesin. Ben de senin kavas başın değilim ya. Ben de o makama üç kez nail
956
David Barchard, “Veli Pasha and Consul Ongley”, s.72
295 oldum” diyerek meclisten çıkmıştır.957 Vükeladan bazıları arkasından yürüyüp
niyazlarla geri getirdiler.”958
Bu tartışmanın sonucunda maliye işlerinde eğitim görmüş birinin Paris’e sefir
olarak gönderilmesi ve Veliyüddin Paşa’nın da muamelelere nezaret etmesine karar
verilmişti. Bu olayın ertesi günü Mustafa Nâili Paşa, 30 Mayıs 1854 tarihinde
sadaretten azledilmişti. Yerine Kıbrıslı Mehmet Emin Paşa sadarete tayin
edilmişti.959Mustafa Reşid Paşa, daha sonra Veli Paşa’yı -Fransa hükümetinin
ısrarına rağmen-960 Paris sefaretinden azlederek yerine kendi oğlu Mehmet Cemil
Bey’i sefarete tayin ettirmişti.961
İbnülemin eserinde Mustafa Nâili Paşa ile Mustafa Reşid Paşa’nın arasındaki
bu husumeti şöyle değerlendirmişti;
“Mustafa Paşa’nın “sen bana sadaret ettirmiyorsun” demesi yalan değildir.
Çünkü refakatinde Mustafa Reşid Paşa gibi büyük bir diplomat var iken kendinin –
yine kendi tabiri ile- “sadaret etmesine” imkân tasavvur olunamazdı. Hüküm,
liyakatte faik olanındır. Cevdet Paşa’nın ümmi dediği bir zatın, pek liyakatli bir
siyasete hüküm etmesi elbette mümkün değildir.”962
957
Mustafa Reşid Paşa’nın meclisten çıkışını ifade etmek için “çubuğunu sürdü” ifadesi
kullanılmaktadır. O tarihlerde meclisin oturma düzeninde karşılıklı iki sıra minderler ve her iki ucunda
karşılıklı oturmuş olan sadrazam ve şeyhülislam bulunmakta idi. Diğer vekillerde onları takiben
sıralanmışlardır. Sigara yerine o zamanlarda kehribar başlığı olan yasemin ya da kiraz çubuklar
içilirdi. Mustafa Reşid Paşa Meclisi terk ederken “çubuğunu sürdü” ifadesi buradan gelmektedir. Ali
Rıza- Mehmet Galip, XIII. Asrı Hicri’de Osmanlı Ricali- Geçen Asırda Devlet Adamlarımız, c.I,
İstanbul 1977, s.99
958
İbnülemin Mahmut Kemal İnal, a.g.e., c.I, s. 76; Ali Rıza- Mehmet Galip, a.g.e., s.98
959
Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c.IX, s.102
960
Paris Sefaretinde bulunan Mustafa Naili Paşa’nın oğlu Veli Paşa, görevde bulunduğu sürece
devletin güvenini kazanmış ve çevresinde sevilen biri olmuştur. Mustafa Reşid Paşa’nın Veli Paşa’yı
azlettirerek yerine kendi oğlu Mehmet Cemil Bey’i tayin ettirmek istemesi üzerine Fransız sefir
Benedetti, hükümetinden aldığı emir ile Veli Paşa’nın görevinde bırakılmasını talep etmişse de Veli
Paşa bu teklife babasının müdahalesi ile olduğunu düşünerek itibar etmemiştir. Benedetti daha sonra
Mustafa Reşid Paşa ile olan bir görüşmesinde bu mevzuya değinerek, Mustafa Naili Paşa ile olan
ihtilafına dair olan bilgisini açıkladığında, Mustafa Reşid Paşa heyecanla buna karşılık vermiştir.
Mustafa Reşid Paşa Mustafa Naili Paşa’yı yalancılıkla suçlamış ve elçiye sadece onu dinlediklerini
ifade ederek Mustafa Naili Paşa’nın kabahatlerini saymaya başlamıştır. Meclis-i Vâlâ reisini
aşağıladığından bahsederek böyle yüce bir makamda bulunan bir kişiye karşı gösterdiği
hürmetsizlikten dolayı cezasını çekeceğini ifade etmiştir. Ali Fuat Türkgeldi, a.g.e.,s.25-26
961
Cavit Baysun, a.g.m., s.742
962
İbnülemin Mahmut Kemal İnal, a.g.e., c. I, s.77
296 Esasen Mustafa Nâili Paşa görünürdeki, Mustafa Reşid Paşa ise içerdeki asıl
sadrazam idi. Zirâ devletin idaresi onun güçlü iktidarına emanet edilmişti. Bu
vaziyeti ifade etmek için Fuat Paşa Fuzuli’nin gazelindeki bir beyti alaylı bir şekilde
Nâzıre yaparak Ali Paşa’ya göndermişti. Nazirenin iki beyti şöyledir:
“Hariciye sadrı devlettir mesalih andadır
Öyle ise sadrazam Mustafa Paşa nedir?
Ya Sinop’ta yanmadan yahut limanda yatmadan
Hep donanma mahvolurken masrafı derya nedir? ” 963
Fuat Paşa, bu soru ile Ali Paşa’ya Mustafa Nâili Paşa’nın sadaretinin
manasızlığını ifade etmek istemiştir.964
2) Mustafa Nâili Paşa ile Reşid Paşa Arasındaki Arsa Meselesi
Bundan sonra Mustafa Nâili Paşa ile Reşid Paşa’nın araları iyice açılmıştı. Bu
iki Paşa’nın Emirgan’daki yalıları da bitişik idi. Mustafa Nâili Paşa, Reşid Paşa’nın
yalısının arazisini işgal etmek sureti ile duvarını yıktırmıştı. Yerine yeni bir duvar
ördürmüştür. Bunun üzerine Reşid Paşa Tanzimat’ın hak ve adalet ruhunu ispat
etmek için sadrazamı Meclis-i Vâlâ’ya şikâyet ederek herkesin önünde yüzleşmek
istemişti. Her ikisi de Meclis-i Vâlây-ı Ahkâm-ı Adliye’ye davet edilmiş ve ilk defa
mahkeme hükmünde olan bir mecliste yeni sadrazam ile eski sadrazam sorguya
çekilmişti. Bu dava o zamanın içişlerinde çok önemli bir hadise olmuş, büyük küçük
her çevrede konuşulmuştu. Dava, üç yüz arşınlık bir tecavüzden ibaret ise de iki
büyük zatın duruşma dolayısı ile kanun huzurunda bulunması ve bunun ilk defa
meydana gelmesi açısından dikkat çekici olmuştu.965
963
Fuzuli’nin gazelinin gerçek hali şöyledir:
“Öyle sermestim ki idrak etmezim dünya nedir
Ben kimim, saki olan kimdir meyi sahba nedir” Fuzuli. İbnülemin Mahmut Kemal İnal,a.g.e., c. I,
s.77;
964
Enver Ziya Karal, a.g.e., c.VI, s.112
965
Ali Rıza- Mehmet Galip, a.g.e., s.99; Ali Fuat Türkgeldi, a.g.e., s.26-27
297 Arazi meselesinde haksızlık yaptığı çok açık olan Mustafa Nâili Paşa’yı, önce
şeyhülislam Arif Efendi sorgulamıştı. Mustafa Nâili Paşa “Ben şer’i bilmem.
Verdiğim parayı bilirim. Kanunen hakkım vardır” beyanında bulunmuştu. Durum
kanunen de incelendikten sonra Mustafa Nâili Paşa’nın yaptığı hareketin bir
haksızlık olduğu tasdik edilmişti.
Meclis-i Vâlâ Reisi Yusuf Kamil Paşa, meclisin hakkı yerine getirmekle
görevli olduğunu ifade etmişti. Meselenin oluş şekli ortada idi ve ne yapılması
gerektiği şer’i ve kanuni olarak belli idi. Arsa ile ilgili olarak iddia edilen sınırın bir
senet göstermek sureti ile ispat edilmesini istemişti. Paşa’ya senet gösterilmedikçe
arsa davasında hak kazanamayacağını ifade etmişti. Aleyhine dava açılmış olan
Mustafa Nâili Paşa, hangi mevkide ve hangi sıfat ile orada bulunduğunu düşünmeden
reise hitaben “Sen, bu lakırdıyı bana söyleyemezsin ve söyleyecek adam olmadın,
hezeyan ediyorsun” demişti. Yusuf Kamil Paşa da cevaben “ Memuriyetim icabı
hem hakkımdır hem de vazifemdir” diye karşılık verince Mustafa Nâili Paşa, ani bir
karar ile meclisi terk etmişti. Arkasından birkaç kişi gönderilmiş ve şer’i ve kanun
meclisinden bu şekilde çıkmanın doğru olmadığı söylenmiş fakat Paşa,
dönmeyeceğini söyleyerek reisi kınamıştı.
Mecliste yapılan müzakere neticesinde alınan karar ile Mustafa Nâili Paşa
haksız bulunmuş ve Mustafa Reşid Paşa’nın arsasını işgal ederek yaptığı duvar
yıkılmış, arsanın bu bölümü yeniden Mustafa Reşid Paşa’ya verilmişti. Ayrıca
meclise karşı söylediği kötü sözlerden dolayı mecliste bulunanlar tarafından
kabahatli bulunmuştu. Bu durum kendisine bildirilmiş ve ayrıca gelip özür
dilemesine karar verilmişti. Meclis mazbatasında Mustafa Nâili Paşa’nın Meclis-i
Tanzimat’a gelerek Kamil Paşa ve diğer meclis azalarının önünde söylediklerinin
yanlış olduğunu kabul ile itiraf etmesi ve Yusuf Kamil Paşa’dan af talep etmesi
gerektiği yazılmıştı. Eğer gelmezse en azından bu ifadelerin olduğu bir mektup
göndermesi istenmişti. Yusuf Kamil Paşa sadarete de bu konu ile ilgili bir mektup
yazmıştı. Mustafa Nâili Paşa bu daveti hastalığını bahane ederek geçiştirmişti.
298 Mustafa Nâili Paşa, arada esen bu soğuk havanın daha fazla uzamasını
istememiş ve Reşid Paşa ile anlaşmaya karar vermiş, onun himayesini kabul etmişti.
Reşid Paşa da öfkesinin geçtiğini göstermek için bir akşamüstü Bâbıâli’den çıkınca
Mustafa Nâili Paşa’yı Demirkapı’daki konağında ziyaret etmişti. Birlikte bir akşam
yemeği yedikten sonra Beyoğlu’ndaki sefarethanede bir baloya gitmişlerdi.966
Mustafa Nâili Paşa ikinci sadaretinden azledildikten sonra iki yıla yakın bir
süre boşta kalmıştı. 1856 yılında tekrar Meclis-i Âliye’ye memur olarak
görevlendirilmişti. Bu esnada Mustafa Reşid Paşa, Âli Paşa’nın azledilmesiyle
sadrazam, Âli Paşa da Fuat Paşa yerine Hariciye Nâzırlığına da tayin edilmişlerdi.
Aynı zamanda Rıza Paşa Serasker, Vasıf Paşa Hassa Müşiri, Reşid Paşa Dersaadet
Ordusu Müşiri olmuştu.967 Dolayısıyla her ne kadar Reşid Paşa ile Mustafa Nâili
Paşa görünürde çekişme içinde gibi olsa da aslında Mustafa Nâili Paşa merkeze
geldikten sonra Reşid Paşa tarafından korunmuştu.
D) MUSTAFA NAİLİ PAŞA’NIN ÜÇÜNCÜ SADARETİ
Paris Barış Antlaşmasının yirmi dördüncü maddesi968 gereğince EflakBoğdan’da halkın temsilcilerinden oluşan bir “divan” seçilmesine karar verilmişti.
Fransa sefiri Thouvenel (Townel), Bâbıâli’nin Memleketeyn’in bir idare altında
toplanması için yapılan bu temsilci seçimlerine Bâbıâli’nin engel olduğunu, Boğdan
seçimlerine Sadrazam Mustafa Reşid Paşa tarafından gönderilmiş olan temsilcinin
seçimlere hile karıştırdığı ve bu yüzden de seçimlerin iptal edilmesi gerektiği
konusunda ısrar etmişti. Bâbıâli de bu seçimlerin nizâm çerçevesinde yapıldığını
iddia etmişse de saraya gelen Fransız sefir İstanbul’u terk edeceğini beyan ederek
tehditlerde bulunmuştu. Hatta Rusya, Prusya ve İtalya elçileri de protestolarıyla
Fransız sefire katılmıştı. Bu tehdit karşısında padişah Abdülmecid, telaşa düşmüş ve
endişeye kapılmış bir vaziyette Reşid Paşa’yı sadaretten azlederek Mustafa Nâili
Paşa’yı sadarete tayin etmişti.969 Fakat bu sadrazam değişikliğinin asıl sebebi
966
İbnülemin Mahmut Kemal İnal, a.g.e., c.I, s.78-79; Ali Rıza- Mehmet Galip, a.g.e., s.100
Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c.IX, s.130; Ahmet Cevdet Paşa, Tezakir (13-20), s.6
968
Nihat Erim, a.g.e., s.350
969
Ali Fuat Türkgeldi, a.g.e., s.36-38; Enver Ziya Karal, a.g.e., c.IV, s.58
967
299 Mustafa Reşid Paşa’nın İngiliz siyasetine güveniyor olması ve Paris Kongresinden
beri İngiltere ile Fransa arasındaki ezeli rekabetin yeniden alevlenmiş olmasıydı.970
Bu vesileyle Mustafa Nâili Paşa, 2 Ağustos 1857 tarihinde 59 yaşındayken üçüncü ve
son defa sadrazamlık makamına tayin edilmişti.971 Padişah aynı zamanda Reşid
Paşa’yı Meclis-i Âli-i Tanzimat başkanlığına, Âli Paşa’yı Hariciye Nezareti’ne
getirmişti. Mehmet Paşa Meclis-i Âli memuriyetine, eski Cidde valisi Kamil Paşa’ya
seraskerlik, eski Hariciye Nâzırı Ali Galip Paşa’yı Evkaf Nezareti’ne, Hasip Paşa’yı
da Maliye Nâzırlığına atamıştı.972 Bu sayede Fransız sefir, hükümetinden aldığı
emirle İstanbul’u terk etmekten vazgeçtiğini belirtmiş ve seçimlerin yeniden
yapılması hususunda kendisiyle görüşmeler yapılmıştı. Elçi, tekrar kurulmuş olan bu
münasebete bir resmiyet kazandırmak için yeni atanmış gibi resmi elbiselerle
maiyetini alarak padişahı ziyaret etmiş ve resmi bir konuşma yapmıştı.973
Yeni hükümetin kurulmasından birkaç gün sonra İngiliz elçisi Stratford,
hükümetinden beklenmedik bir talimat almıştı. Fransız elçisi ile Boğdan seçimlerini
iptal ettirmek için işbirliği yapacaktı. Fakat Fransa bu meselede barışçı bir politika
uygulayacağını vadetmişti. Bu yüzden iki devlet, Memleketeyn prenslikleri arasında
sadece idari bir birlik olması noktasında anlaşmışlardı. Bu şekilde boyun eğdirilmiş
olan Bâbıâli ve baskılardan kurtulan padişah bu kararı kabul etmişti. Eylül ayında
Boğdanlılar’ın birlik için bekledikleri seçimler nihayet yapılmıştı. 974
1) Avusturyalı Tüccarlar İle Alakalı Senet Meselesi
Mustafa Nâili Paşa’nın sadrazam olduğu bu dönemde yaşanan bir olay
kendisi hakkında bazı kötü düşüncelere sebebiyet vermişti. Şöyle ki, Avusturya
tüccarlarından birinin Tunuslu birinden yüklü miktarda alacağı vardı. Tunus valisi bu
970
İbnülemin Mahmut Kemal İnal, a.g.e., c.I, s.17; İsmail Hami Danişment, a.g.e., c. IV, s.184
Takvim-i Vekayi, Defa:555, Tarih: 28 Zilhicce 1273/ 19 Ağustos 1857; Şemseddin Sâmi, a.g.e., c.
VI, s. 4311; Mehmet Süreyya, a.g.e., c.IV, s. 481; Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c.IX, s.137; Ahmet
Cevdet Paşa, Tezakir (13-20), s.25; Soli Shahvar, “Concession Hunting in the A.g.e. of Reform:
British Companies and the Search for Government Guarantees; Telegraph Concessions through
Ottoman Territories, 1855-58”, Middle Eastern Studies, c. 38, S.4, Routledge, part of the Taylor &
Francis Group, 2002, s. 169 -193; Müjdat Uluçam, a.g.m., s. 305
972
Güller Karahüseyin, a.g.t., s. 114; Nikolae Jorga, a.g.e., c. V, s.418
973
Ali Fuat Türkgeldi, a.g.e., s.38
974
Nikolae Jorga, a.g.e., s.418-419
971
300 borçlu kişiyi katledip mallarını müsadere etmiş olduğundan Avusturyalılar, o
şahıstan alacakları paranın tazmin edilmesini talep etmişlerdi. 1783 yılında Osmanlı
Devleti’nin korsanlar hakkında Avusturya’ya vermiş olduğu senet delil gösterilmişti.
Hâlbuki bu senet Avusturya tüccar gemilerine korsanlar bir zarar verecek olursa bu
zararın Osmanlı Devleti tarafından tazmin edileceğine dair verilmiş idi. Bu mesele
için Ali Galip Paşa’nın başkanlığında Hariciye müsteşarı Nureddin Bey ile
Avusturya sefareti müsteşarı Weiss’in aza olduğu bir komisyon kurulmuştu. Ali
Galip Paşa, hazineden Avusturyalılara 28 bin kese tazminat verilmek üzere bir kıta
mazbata hazırlamıştı. Bu mazbata, vükela meclisine sunulmuş ve burada detaylı bir
şeşkilde görüşülmüştü. Bu esnada meseleyi kavrayamamış olan Mustafa Nâili Paşa,
bunu bir tahvil zannederek “senedi varsa şimdiye kadar niye istememiş “diyerek
mecliste üyeler arasında küçük düşmüştü. Zirâ mazbata mecliste okunurken “bu
sened korsanlara mahsustur, davalık bir mevzu değildir” diye bir hatırlatma
yapılmamış,
tazminatın
ödenmesi
kararı
açıklığa
kavuşturulmadan
hemen
onaylanmıştı. Bu kadar paranın nasıl verileceği ayrı bir sorundu, fakat vakit
kaybetmeden tazminatın verileceği Avusturya sefaretine haber verilmişti.975 Bu olay
bize,
Mustafa
Nâili
Paşa’nın
sadrazamlık
makamında,
sembolik
olarak
bulunduğunun bir delilidir. Devlet işleriyle ilgili alınacak kararlarda devlet adamları,
bu olayda olduğu gibi istedikleri gibi hareket etmişlerdi.
Padişah Abdülmecid, siyasi bir mesele hakkındaki amacını vükelaya
anlatamadığından dolayı duygularının tesiri altında kalmıştı. Mustafa Nâili Paşa’nın
azledilme sebebi padişahın temas ettiği bu siyasi meseleyi kavrayamamış olmasından
kaynaklanmıştı. Vükela toplantılarında da sert ve asabi ifadeleri ile etrafını rahatsız
etmiş ve gücendirmişti. Sultan Abdülmecid, Mustafa Nâili Paşa’nın bu son
sadaretinde siyasi durumdan rahatsız olmuştu. Bâbıâli, III. Napolyon’un politikasının
ağırlığı altında ezilecek hale gelmişti. Eflak-Boğdan’ın birleşmesi meselesi,
Napolyon’un milliyetçilik siyaseti Bâbıâli’yi ve sarayı endişelendirmişti. Paris
Kongresinin tesiri günden güne azalmıştı. Abdülmecid böyle bir ortamda Baş
mabeyncisi Osman Bey ile sohbet ederken canının çok sıkıldığını, vükelanın
975
Ahmet Cevdet Paşa, Tezakir (13-20), s.32
301 kendisini anlamadığını ifade etmişti. Osman Bey’de Sultan’a Reşid Paşa ile
görüşmesini tavsiye etmişti. Bu fikir Abdülmecid’in hoşuna gitmiş ve hemen Reşid
Paşa’nın saraya çağrılmasını istemiştir. Fakat Osman Bey eğer Reşid Paşa saraya
gelecek olursa bunun vükela tarafından sadarete tayin kılınacağı şeklinde
algılanacağı ve dedikodulara yol açacağı şeklinde beyanatta bulunarak bunun
sakıncalarından bahsetmişti. Görüşmenin gizlice yapılmasını tavsiye etmişti. Osman
Bey padişaha, Reşid Paşa ile Emirgan’ın arkasındaki köşkte buluşmasının daha
hayırlı olacağını söylemişti. Padişah bunun Reşid Paşa’nın ayağına gitmek anlamına
geleceğini ifade edince Osman Bey, o köşkün padişaha ait olduğunu söyleyerek bunu
inkâr etmişti. Padişah bu şekilde bir görüşmenin ardından Reşid Paşa ile konuşmaya
karar vermişti. Padişahın titizliği dolayısı ile köşk iyice temizlenmişti. Sultan
Abdülmecid at ile karayolundan gizlice köşke gitmişti. Reşid Paşa kendisini yolda
karşılamıştı. Padişah zihnini meşgul eden mesele hakkında Reşid Paşa ile uzun uzun
görüşüp fikir alış-verişinde bulunduktan sonra Reşid Paşa’nın tekrar sadarete
getirilmesi gerektiği kanaatine varmıştı. Reşid Paşa sadarete atanmak için padişahtan
Rebiyülevvel ayına kadar süre istemiş, sultanda bunu makul görmüştü. Padişah bu
görüşmenin ardından köşkte akşam yemeğine kalmıştı. Yemekten sonra gece
denizden
dönmeyi
planlamıştı.
O
akşam
vükela
da
Tarabya’da
Fransa
Sefarethanesine akşam yemeğine davetli idi. Vapurla geçerken uzaktan Reşid
Paşa’nın yalısının önünde padişaha özel yapılmış olan beyaz renkli tebdil kayığı
görünce telaşa düşmüşlerdi. O günlerde İngiliz sefirinin de beyaz renkli bir kayığı
olduğu için gördüklerinin padişahın değil İngiliz sefirin gemisi olduğunu zannederek
teselli bulmuşlardı. Ancak yaklaştıklarında pek çok saray kayığının da orada
bulunduğunu görmüşlerdi. Aradan birkaç gün geçtikten sonra Mustafa Nâili Paşa,
yanına gelen Meclis-i Vâlâ Reisi Yusuf Kamil Paşa’ya “bizim için infisal edecek
diyorlar” diyerek azledilecekleri hakkında duyduğu dedikodulardan bahsetmişti.
Yusuf Kamil Paşa ise cevabında Paşa’ya görüşmeden haberdar olmuş bir tavır
içerisinde Rebiyülevvel girmedikten sonra korkmamasını söylemişti. Nitekim
Mustafa Nâili Paşa’nın azli, Rebiyülevvel ayının üçüncü günü yapılmıştır.976
976
İbnülemin Mahmut Kemal İnal, a.g.e.,c. I, s. 80; Süleyman Kani İrtem, Abdülmecid Devrinde
302 Mustafa Nâili Paşa’nın bu son sadareti kısa sürmüştü. 2 ay 17 gün sadaret
makamında bulunduktan sonra Fransa ile olan siyasi gerginlik azalınca 22 Ekim
1857 tarihinde azledilmişti.977 Üç sadaretinin toplamı 1 yıl 3 ay 2 gündü. Daha sonra
tekrar Meclis-i Âliye’ye memur olmuştu.978
Mustafa Nâili Paşa, bürokratik bir eğitim hayatı olmadan bu makama
getirilmişti. Bu tür işler için hem mizacı uygun değildi hem de gerekli eğitimden
yoksundu. Enver Ziya Karal, Paşa’nın eski sadrazamlar okuluna mensup olduğunu
yazmışsa da böyle bir kayda rastlanmamıştı.979 Mustafa Nâili Paşa sergerdelikten
yetişmiş, yıllarca savaş meydanlarında çok zor mücadelelerde bulunmuş ve sonra
uzun yıllar sürekli isyanların olduğu Girit’te idarecilik yaptığından Osmanlı
Devleti’nin içinde bulunduğu bu hassas dönemde doğal olarak çok başarılı bir
sadrazam olamamıştı. Hakikatte bahsedildiği üzere sadaret için yapılan her bir tayin
ve azlinde mutlaka politik bir amaç güdülmüştü. Sadaret makamında yapılan sık
değişiklikler zaten bu dönemin genel özelliği idi. Bâbıâli’de görev yapacak devlet
adamına özgü bir eğitimi ve yeteneği olmamasına rağmen Abdülmecid’in Mustafa
Nâili Paşa’yı sadaret makamına üç defa getirmesinin sebebi de, O’nu Mustafa Reşid
Paşa ve Ali Paşa’ya karşı bir muvazene unsuru olarak kullanmak istemesiydi.980
Cevdet Paşa, Maruzat adlı eserinde Mustafa Nâili Paşa’nın ümmi olduğunu
yazmıştı. Ayrıca daha önceleri sadrazamların elçi ziyafetlerine gitme geleneği
olmadığı halde Mustafa Nâili Paşa’nın bu ziyafetlere gittiğinden ve bunun bir
gelenek haline geldiğinden şikâyet etmişti.981
Saray ve Bâbıâli, haz. Osman Selim Kocahanoğlu, İstanbul 2007, s.186-187; Ali Fuat Türkgeldi,
a.g.e.,s.38-40
977
Takvim-i Vekayi, Defa: 558, 2 Rebiyülahir 1274/20 Kasım 1857; Mufassal Osmanlı Tarihi, c.VI,
s.3101; Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c.IX, s.139; Ahmet Cevdet Paşa, Tezakir (13-20), s.36; İsmail
Hami Danişmend, a.g.e., c.IV, s.184
978
İsmail Hami Danişment, a.g.e., c.V, s.81
979
Enver Ziya Karal, a.g.e., c.VI, s.112
980
a.g.e., c.VI, s.112
981
İbnülemin Mahmut Kemal İnal, a.g.e., c.I, s. 76; Mustafa Naili Paşa, Girit adasında uzun yıllar
boyunca Rum ahaliyle birlikte bulunduğu için ve hatta eşi bir Rum olduğundan gayrimüslimler ile bir
arada bulunmak ve bu ziyafetlere gitmekte bir sakınca görmemişti. Dahası demokrat ve yenilikçi
kişiliği bunu gerektiriyordu. Ahmet Cevdet Paşa’nın bu konuda biraz tutucu davrandığını
söyleyebiliriz.
303 Mustafa Nâili Paşa, 22 Ekim 1857 tarihinde sadaretten azledildikten sonra
1858 yılında Mart ayının sonlarına doğru Meclis-i Âliye’ye memur olarak tayin
edilmişti.982 Mustafa Nâili Paşa’ya Meclis-i Âli memurluğu esnasında 1861 ve 1862
yılında iyi hizmet ve gayretlerinden dolayı birinci rütbeden Nişân-ı Osmani tevcih
edildi.983 Mustafa Nâili Paşa, 1866 yılında ikinci defa Girit Valisi olarak
görevlendirildiği tarihe kadar meclisteki görevini sürdürmüştü.
E) MUSTAFA NAİLİ PAŞA’NIN İKİNCİ KEZ GİRİT VALİLİĞİ
Mustafa Nâili Paşa, ilk görev yeri olan Girit’te yirmi yıldan fazla bir süre
görev yaptıktan sonra merkeze çağırılmış ve meclis üyeliği, başkanlığı ve
sadrazamlık görevlerinde bulunduktan sonra, tekrar Girit’e yollanmıştı. Paşa’nın on
beş yıl arayla tekrar Girit’e vali olarak görevlendirilmesinin sebebi, adada çıkarılan
Rum isyanlarıyla başedilememiş olmasıydı. Mustafa Nâili Paşa, fiilen 20 yıl Girit
adasında idarecilik yapmış biri olarak, Rum isyanları konusunda pek çok başarıya
sahip olup, adayla ilgili her türlü konuda tecrübeli olduğundan 1866 yılında çıkarılan
isyanı bastırma görevine layık görülmüştü.
1) 1866 Girit İsyanının Ortaya Çıkışı
1866 Girit ayaklanması, Osmanlı Devleti’nin Islahat Fermanı döneminde
milletlerarası bir nitelik kazanan ve Paris Kongresinden sonra karşılaştığı ikinci
önemli sorun olmuştu. Bu isyan Osmanlı Devleti için bir toprak kaybına sebep
olmamış, bilakis Osmanlı hâkimiyeti güçlenmişti. Ancak ileride çıkacak daha büyük
isyanların da zemini hazırlanmıştı. Girit Hristiyanlarına hep bir ayrıcalık tanınmış
olmasına rağmen, onları memnun etmek pek mümkün olmamıştı. Rus kışkırtmaları,
milliyetçilik akımları Girit halkı üzerinde etkili olmuştu. İlk Girit isyanı, 1821 yılının
982
Mehmet Süreyya, a.g.e., c.IV, s. 481
A. DVN. MHM, nr. 35/85; İ. DH, nr. 398/26399; Şemseddin Sâmi, a.g.e., c. VI, s. 4311; Ahmet
Lütfi Efendi, a.g.e., c.IX, s.50; İbnülemin Mahmut Kemal İnal, a.g.e., c.I, s. 80;
983
304 Mart ayında Mora ayaklanmasının etkisi ile olmuştu. İsfakya ve Hanya sancağının
köyleri bu ayaklanmaları desteklemek için ayaklanmışlar ancak Mısır valisi Mehmet
Ali, Girit’in yönetimi kendisine verilmesi şartıyla bu ayaklanmayı kolaylıkla
bastırmıştı. Giritlilerin ikinci ayaklanmaları Yunanistan’ın bağımsızlık kazandığı
dönemde olmuştu. 1829-1830 Londra Protokollerinde Yunanistan’ın sınırları
belirlenirken Giritli Rumlar kendilerinin de Yunanistan Devleti’ne dâhil edilmesi için
ayaklanmışlardı. Ancak büyük devletler buna itiraz etmişlerdi. Üçüncü olarak, 1840
Temmuz ayında Mehmet Ali, Londra Antlaşması ile Girit’ten çekilince üstlerindeki
baskının kalkmış olması ile bir yıl sonra 1841 yazında ayaklanmışlardı. 1848
tarihinde İngiliz hayranı Yunanlı siyasetçi Aleksandır Mavrokordato, Yunanistan’a
ilhâk edilmesi gereken yerlerin bir listesini yapmıştı. Bu yerler arasında Teselya,
Epir, Makedonya ve Girit sayılırken Yedi Ada listeye dâhil edilmemişti. Çünkü bu
tarihlerde Yedi Ada İngiltere’nin elindeydi ve Yunan fırkası İngiltere’ye karşı böyle
bir girişimde bulunmak istememişti.984 Bir sonraki isyan 1858 yılında Paris
Antlaşmasından sonra olmuştur ki Osmanlı Devleti tüm bu girişimleri bertaraf
etmişti.985
1856 Islahat Fermanı Girit adası üzerinde hissedilir değişikliklere sebep
olmuştur. Ada Hristiyanları büyük mülkler edinmeye başlamışlardı. Yunanlıların
“Megala İdea” fikrini Giritliler arasında yaymaya çalıştığı esnada, Rusya da bu
çalışmalara her türlü desteği vermişti. Bu tahrikler neticesinde Girit Rumları
tarafından yerel hükümete karşı sık sık başkaldırmalar yaşanmıştı. Osmanlı Devleti
bunun sebebini kötü idareden kaynaklandığını zannederek sık sık vali değiştirme
yoluna gitmişti.986
Mustafa Nâili Paşa, 1852 yılında sadrazamlığa getirildikten sonra Girit’te
oğlu Veli, üç yıl sonra yeniliğe düşkün adanın valisi olarak babasının izinden
gitmişti. Veli Paşa, 1858 yılında ada sakinlerinin kilise inşa etmelerine izin vermiş ve
984
Ali Haydar Emir, 1866-1869 Girit İhtilâli (321 Numaralı Deniz Mecmuasının Tarih Kısmı
İlâvesi), İstanbul 1931, s. 2
985
Fahir Armaoğlu, a.g.e., s.279-280
986
Abdullah Sivridağ, “Girit İhtilali Tarihi”, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek
Lisans Tezi, İstanbul 1990, s.9
305 birçok Türk mahallesi topluca Hristiyanlığa geçtiklerinde buna bile karşı çıkmamış
olduğu ifade edilmekteydi.987
1866 isyanı bu zamana kadar yaşananlar arasında en geniş çaplı olanıydı.
1864 yılında Yedi Ada’nın988 Yunanistan’a verilmesinden sonra diğer adaları da elde
ederek Büyük Yunanistan’ı kurmak isteyen Rumlar dikkatlerini tekrar Girit’e
yoğunlaştırmışlardı. Adaya gönderdikleri papaz ve öğretmenlerin kışkırtmaları ile
nihayet büyük çaplı bir isyan çıkmasına sebep olmuşlardı.989 Bu isyanı örgütlemede
Hanya’da bulunan Rus Konsolosu Danderino’nun da etkisi olmuştu.990 1866
isyanının bir görünürdeki bir de asıl nedeni vardı. Girit’in Rum halkı için vaat edilen
iyileştirmelerin Bâbıâli tarafından henüz yapılmamış olması görünürdeki nedendi.
Fakat asıl neden ise Yunanistan’a iltihak olma hususunda Avrupa kamuoyunun
dikkatini çekmek ve desteklerini almaktı.991
Adadaki Osmanlı yönetiminin idareye çok hâkim bir durumda olmadığı
söylenebilirdi. Rumların amaçlarını ve gizlice yürüttükleri faaliyetleri fark
etmemişlerdi. Vali İsmail Paşa, Hanya’da Girit Rumlarına hitaben bir beyannâme
yayınlamıştı. Buna göre halk şikâyetlerini ifade etmekte serbest olacaktı. Fakat bu
serbestlik ancak belli kurallar çerçevesinde tanınmıştır ki kötü emellere alet
edilmesine fırsat verilmeyecekti. Kışkırtmalara kapılmadan ılımlı bir şekilde ifade
edeceklerdi. Fakat Rumlar, şikâyetlerini Osmanlı valisine ve daha sonra da Girit’teki
büyük devletlerin konsoloslarına iletmişler ve adanın yönetimine el koymalarını talep
etmişlerdi. Girit Rumları, 26 Ağustos 1866 tarihinde Bâbıâli’ye bir dilekçe
göndererek vergilerin azaltılmasını, vergi usullerinin ıslahını, tuz, tütün, müskirat ve
tamga rüsumlarının kaldırılmasını,992 ürünlerinin nakledilmesi için yol- köprü
987
Nikolae Jorga, a.g.e., c. V, s.458
Korfa, Pakso, Ayamavra, Piyaki, Kefalonya, Zanta, Çerigo (Çuka) adalarından oluşmaktadır.
Detaylı bilgi için bkz: H. Baha Öztunç, “Yedi Ada Cumhuriyeti”,Gaziosmanpaşa Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Tokat 2007
989
Mehmet Salahi, a.g.e.,s.4; Tahmiscizade Mehmet Macid, Girit Hatıraları, haz. İsmet Miroğlu,
İlhan Şahin, İstanbul 1977, s.16-17; Metin Hülagü, a.g.m., s.330; Bekir Sıtkı Baykal, a.g.m., s.383
990
Mahmut Celaleddin Paşa, Mirat-ı Hakikat, İstanbul 1326, s.25
991
A. Nükhet Adıyeke, a.g.e., s.21
992
Ali Fuat Türkgeldi, a.g.e., s.13
988
306 yapılmasını; okul, hastane ve Zirâat bankası açılmasını; kanun önünde eşitlik, dinsel
hoşgörü ve serbest belediye seçimlerinin yapılmasını talep etmişlerdi.
Rumların bu talepleri bazı Avrupa Devletlerinin de desteğini görmüştü. Fakat
Osmanlı yönetimi bu isteklerden bazılarını haklı bulmuşsa da bazılarını reddetmişti.
Asıl niyetleri Yunanistan’a ilhak edilmek olan Girit Rumları, taleplerinin yerine
getirilmeyince, kendi kendilerine geçici bir hükümet kurmuşlardı.993 Vali İsmail
Paşa, bir duyuru yayınlayarak meclis halinde toplanmış olan Girit Rumlarının
dağılmalarını söylemişti. Ancak bu uyarının hiçbir etkisi olmamıştı. Girit’in
Yunanistan’a ilhakı için kurulmuş olan gizli cemiyet üyelerinden Kallegris’in
hazırlamış olduğu yeni bir isyan programı Giritli Rumlar tarafından tatbik edilmeye
başlanmıştı. Buna göre Rumlar adada “Girit Genel Meclisi” adında bir ihtilal
komitesi hazırlamışlar ve 28 Ağustos 1866’da büyük devletlere hitaben Yunanistan
ile birleştiklerini ilan etmişlerdi. Bununla birlikte dağlarda isyan için kuvvet
biriktirmeye başlamışlardı. Ayrıca “Girit Genel Meclisi” 2 Eylül 1866 tarihinde üç
maddelik bir karar aldığını ilan etmişti. Girit üzerindeki Osmanlı idaresini
tanımadıklarını, adayı Yunanistan’a ilhak ettiklerini ve bu kararların uygulanması
için de bütün Giritlileri silahlanmaya davet etmişlerdi.994 Bu süreçte Hristiyanlar
dağlık bölgelere yığılmış, Müslümanlar da kalelere sığınmaya başlamışlardı. Böylece
ada Rumları, kendilerine yönelen şiddet ve baskıdan dolayı silaha sarılmaktan başka
çarelerinin kalmadığını belirterek Ağustos ayında isyanı başlatmış oldular.
Müslümanların köylerine gelerek kendilerini zorla çıkardıklarını, askerlerin kilise ve
manastırlarda hırsızlık ile bazı hürmetsizlikler yaptıklarını, hatta daha da ileri giderek
Hristiyanları katlettiklerini iddia ederek bunları konsoloslara bildirmişlerdi. Asiler
kendi çıkardıkları isyanı büyük devletlerin gözünde bir din çatışması olarak
göstermek ve onların desteğini almak istemişlerdi. Zirâ dışarıdan destek almadan bu
993
Bülent Akyay, a.g.t., s. 250; Bu arada Rumlar Müslüman ahalinin can ve mallarına saldırılarda
bulunmak sureti ile emellerini kuvvet kullanarak fiiliyata dökmek istemişlerdir. Metin Hülagü, a.g.m.,
s.330; Girit Rumları Yunanistan’dan aldıkları güç ile 16 Ağustos 1866 gecesi Selino kazası
Müslümanlarını kılıçtan geçirmişlerdir. Sabahattin İsmail, Girit Nasıl Kaybedildi? Girit’ten
Kıbrıs’a Yunan Yayılmacılığı, Dışişleri ve Savunma Bakanlığı Tanıtma Dairesi, Lefkoşa, s.3;
Abdullah Sivridağ, a.g.t., s.10-11
994
Fahir Armaoğlu, 19.yy Türk Siyasi Tarihi (1789-1914), Ankara 1999, s.280-281; Mehmet Salahi,
a.g.e., s.5- 1967; Tahmiscizade Mehmet Macid, a.g.e., s. 17; Metin Hülagü, a.g.m., s.330; Cemal
Tukin, a.g.m., s.796-797; Süleyman Beyoğlu, a.g.m., s.124; Nikolae Jorga, a.g.e., c.V, s.458
307 girişimlerinde muvaffak olamayacaklarını bildiklerinden Rusya, Fransa ve
Yunanistan’dan gelecek yardımları beklemişlerdi. 995
Rusya 1866 Girit isyanında asilerin tarafını tutmuştu. Rus Başbakan Prens
Gorçakof, isyanın başlamasından birkaç ay sonra Türk elçisine yaptığı açıklamada
Girit’in Yunanlılara verilmesi gerektiğini ifade etmişti. Gorçakof, Girit adasının
Osmanlı Devleti için zaten kaybedilmiş olduğunu, muhafaza edilemeyen bu adanın
daha önceden de Mehmet Ali Paşa’ya çekinmeden bırakıldığına dikkat çekmişti.996
1866 yılında, Patrie Gazetesi’nin haberine göre, Girit’teki asileri tahrik eden Rusya
idi.997Rusya Avusturya, Prusya ve İtalya Devletlerini kendi görüşü etrafında bir araya
getirmişti.998 Ayrıca İngiltere ve Fransa ile görüşüp Girit meselesine birlikte
müdahale etme teklifinde bulunmuştu. Milliyetçilik hareketlerinin destekçisi olan
Fransa imparatoru III. Napolyon Girit’in Yunanistan’a verilmesi gerektiğini999
söyleyerek Rusya’nın ve Yunanlıların yanında yer almıştı. Yunan kralına bu
konudaki fikrini ifade ederken “Girit sizin için çantada kekliktir” demişti. Rusya’nın
Girit konusunda işbirliği teklifine tek karşı çıkan İngiltere olmuştu. Rusya’nın
himayesinde kurulacak olan Büyük Yunanistan İngilizlerin politikasına uymamıştı.
Dolayısı ile Osmanlı toprak bütünlüğünü korumak daha akıllıca olacaktı.
İngiltere’nin bu tavrı Girit Rumlarını hayal kırıklığına uğratmışsa da onlar yine de
umutlarını kaybetmemişlerdi.
Yunan hükümeti Osmanlı Devleti ile harbi göze alamamış ancak Girit
asilerine para, eşya, silah ve gönüllü olmak üzere her türlü yardımı göndermişti.
995
Abdullah Sivridağ, a.g.t., s.11
Bu esnada Yunan kralı olan George ile Rus Grandüşesi Olga evlendirilmişti ki Rus Çarı’nın
drahoma olarak Girit’in Yunanistan’a vereceğine dair söylentiler Yunanlılar ve Giritli Rumlar
arasında yayılmıştır. Armaoğlu, a.g.e., s.281; Enver Ziya Karal, a.g.e., c.VII, s.21; Metin Özer,
Unutulan Girit, İzmir 2007, s.171
997
Tasvir-i Efkâr, Defa: 418/2, 23 R 1283/4 Eylül 1866
998
Mahmut Celaleddin Paşa, Mir’at-ı Hakikat-Tarihi Hakikatlerin Aynası, haz. İsmet Miroğlu,
Berekat Yayınevi, İstanbul 1983, s.39; Fuat Andıç- Süphan Andıç, Sadrazam Âli Paşa Hayatı,
Zamanı ve Siyasi Vasiyetnâmesi, İstanbul 2000, s.36
999
1867 yılında Gazette de Levant’da görülen ve “Fransa tarafından Girit’in Yunanistan’a terkinin
Osmanlı Devleti’ne tavsiye edildiği” şeklinde çıkan haber daha sonra yalanlanmıştır. Tasvir-i Efkâr,
Defa: 470/2, 21 ZA 1283/27 Mart 1867
996
308 İstanbul Rumları ve Yunan Konsolosları da Girit’e para ve eşya göndermek suretiyle
yardımlarda bulunmuşlardı.1000
Girit’ten “Resmo Havadisi” başlığı altında merkeze gönderilen bir yazıda
meydana gelen karışıklıklar hakkında bilgi verilmiş, Sevde ve Hanya Limanları’nda
İngiltere, Fransa, İtalya, Rusya ve Amerika devletlerinin birer kıta vapurlarının
olduğu bildirilmişti.1001 Anlaşılan o ki, 1866 isyanı bir iç isyan değil, Avrupa
Devletlerinin müdahil olduğu bir “Akdeniz Problemi” halini almıştı.1002
2) Osmanlı Devleti’nin 1866 Girit İsyanına Müdahalesi
1866 senesinde Girit adasında Hristiyan ahali tarafından çıkarılan isyan
hareketi giderek büyümüş ve tehlikeli boyutlara ulaşmıştı. Öyle ki Girit’in elden
çıkması ihtimali söz konusu olmuştu. Osmanlı Devleti’nin bir eyaleti olarak Girit’te
çıkmış olan 1866 isyanı devletin bir iç meselesi iken yabancı devletlerin bu meseleye
karışmış olmaları devletler hukuku açısından yasal değildi. Bu yüzden Osmanlı
Devleti isyana iki türlü müdahale etmek zorunda kalmıştı. Bir taraftan kuvvetler
göndererek fiilen müdahale etmiş, diğer taraftan da Avrupa nezdinde hareket tarzında
haklı olduğunu ispat etmek için diplomatik yönden mücadele etmişti.
İsyan başladıktan hemen sonra Osmanlı kuvvetleri Girit’te toplanmaya
başlamıştı. İlk etapta 12 tugay olan bu kuvvetlere Mısır’dan Şahin Paşa komutasında
dört tabur asker de katılmıştı. Böylece Girit valisi İsmail Paşa kumandanlığında
asilere karşı duracak güçte bir ordu hazırlanmış oldu. Fakat bu ordu nizâmi savaş
1000
Fahir Armaoğlu, a.g.e., s.281; Enver Ziya Karal, a.g.e., c.VII, s.21; Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e.,
c.XI, s.57; Kenneth Bourne, “İngiltere ve Girit İsyanı, 1866-1869 (Great Britain and the Cretan
Revolt, 1866-1869”, (çev. Yuluğ Tekin Kurat), DTCF Tarih Araştırmaları Dergisi, c. I, S. I (1962),
s.253; Ali Fuat Türkgeldi, a.g.e., s.16
1001
Tasvir-i Efkâr, Defa: 428/3-4, 5 C 1283/15 Ekim 1866
1002
Tasvir-i Efkâr, Defa: 433/3, 25 C 1283/ 4 Kasım 1866; Osmanlı ve İngiliz belgelerine dayanılarak
hazırlanmış olan ve Girit Sorunu’nun uluslararası bir sorun haline gelişinde Yunanistan’ın rolünün
ortaya konulduğu, Girit’teki İngiliz konsolosu C. H. Dickson ve İstanbul’daki İngiltere Büyükelçisi
Lord Lyons ile onun halefi Sir Henry Elliot’ın yazışmaları için bkz. Mithat Aydın, “Girit Ayaklanması
(1866-1869)’nın Ortaya Çıkışı ve Uluslararası Bir Sorun Haline Gelişinde Yunanistan’ın Rolü”,
Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi/Turkish Journal of Social Research, Yıl: 11, S.1, Nisan
2007, s.113-147
309 usullerine göre yetiştirildiği için asilere karşı gerilla taktiği uygulamada zorlanmıştı.
Asiler iç taraflardaki dağlık ve sarp bölgelere saklanarak fırsat buldukça baskınlar
düzenlemişlerdi. Bu şekilde pek çok masum Müslüman ve isyana karışmamış olan
Hristiyan ahali katledilmişti. Ordu asilerle baş edebilmek için küçük birliklere
ayrılmış ve bölgesel çatışmalara girmişti.1003 Asiler kendilerini dayanıklı sığınaklarda
muhafaza ederken, gerilla taktiğine alışık olmayan askerin bulunduğu mevkiler
uygunsuz olduğundan isyancıların sürekli tazyiklerinden takatleri kalmamıştı.
Hastalıklar ve eşkıyanın su kuyularına attığı zehrin etkisi ile pek çoğu sağ kalmayı
başaramamıştı.1004
10 Ağustos 1866 tarihinde Girit’ten gelen ve buradaki siyasi gelişmelerden
bahseden özel bir haberde eşkıyanın tedip edilmeye başlandığı ve bunun iyi bir
netice ile sonlandırılmasının ümit edilmekte olduğu ifade edilmişti. Birkaç gün önce
isyancıların reisi olan Haci Mihail’in yanında 500-600 kişi ile bir cemiyet kurduğu
duyulmuş ve üzerine iki tabur asker sevk olunmuştu. Bu askerler eşkıya üzerine
hücum edince hemen yanlarında bulunan birkaç yük peksimet, üzüm ve karpuzu terk
ederek dağa kaçmıştı. Askerler bu mevkii tamamen zapt etmişti. Bir fırka asker de
Apakoron nahiyesine sevk edilmişti ki buradaki isyancı topluluğu firar edip dağlara
kaçmıştı. Fakat dağlara kaçmış olan eşkıya burada da rahat durmayıp memleketin iç
bölgelerine eşya vs. taşıyanların yollarını kesmeye başlamıştı. Osman Paşa’nın iki
tabur askeri Fıstıklı karyesine gitmişti. Köylerde bulunan Müslümanlar ailelerini ve
eşyalarını alıp kale içlerine sığınmışlardı.1005 Osman Paşa burada halkı sükûnete
davet eden Rumca emirler ilan etmişse de isyancılar buna kulak asmamış, 2400
metre yüksekliğindeki İsfakya dağına çekilmişlerdi. Bir kısmı itaat etmek istemiş
ancak Haci Mihail’den çekinmişti. Zirâ asilerin reisi olan Haci Mihail de
1003
Enver Ziya Karal, a.g.e., c.VII, s.24
Mahmut Celaleddin Paşa, Girit İhtilali Tarihi, İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi,
Türkçe Yazmalar Bölümü nr: 4150, varak no: 15/b
1005
Tasvir-i Efkâr, Defa: 415/1-2, 12 R 1283/24 Ağustos 1866; Bu sırada eşkıya dört tane Müslüman
kızını kaçırıp dağlara götürmüşlerdir. Bunlardan biri Girit’in zenginlerinden birinin kızı idi. Eşkıyanın
elinden sadece bu kız pek çok zorluk ve masraf ile kurtarılabilmiştir. Ayrıca izdihamdan dolayı
kalelerde sığınacak yer kalmamış, yiyecekler dahi azalmıştı. Apakoron ordusu kılavuzlarından Hacı
Hüseyin İbraki adlı şahıs katledildikten sonra cesedi bir kuyuya atılmış ve malları gasp edilmiştir.
Cesedi kuyudan çıkarmak için gelen zaptiyeye “alın pastırma yapın” diyerek hezeyanda bulunmuştur.
Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c.XI, s.57
1004
310 Hristiyanlara hitaben neşrettiği beyannâmede silahlarını alıp yanına gelmeleri
gerektiğini aksi halde evlerini ve harmanlarını yakacağını söyleyerek halkı tehdit
etmişti.1006
3) Mustafa Nâili Paşa’nın Girit’e Gelişi ve Faaliyetleri
Asilere uygulanan gerilla taktiği isyanın kısa sürede bastırılmasını
sağlayamamış, bilakis isyan uzamış ve bir takım huzursuzluklara sebep olmuştu.
Hükümetten asilerle baş etmek üzere gönüllü asker gönderilmesi talep edilmişti,
ancak kabul edilmemişti. Yeni çareler aramak yerine bu gibi durumda Bâbıâli’nin sık
başvurduğu bir metot uygulanmış ve vali değişikliğine gidilmişti. Meclis-i Vükela’da
alınan bir karar ile İsmail Paşa valilikten azledilerek yerine Mustafa Nâili Paşa Girit
valisi tayin edilmişti. Kendisine karada ve denizde yapılması gereken korunma ve
def etme işleri ile ilgili kapsamlı bir talimat verilmişti.1007 Uzun yıllar Girit’te valilik
yapmış biri olarak bu göreve layık bulunmuş olan Mustafa Nâili Paşa’nın bu göreve
atanmasında İngiltere’nin de etkisi olduğu söylenebilir. Mustafa Nâili Paşa, Giritliler
üzerinde nüfuz sahibi olduğu düşüncesiyle asayişin yeniden tesis edilmesi için
kendisine olağanüstü yetkiler verilmişti.1008 Bu atamada adaya denetleme heyeti
gönderilmesi gibi ciddi bir tehlike doğuran Fransız teklifinin etkisi olmuştu. Bu
tehlikeyi Bâbıâli Mustafa Nâili Paşa’yı Girit’e özel vali tayin ederek bertaraf
etmişti.1009 Paşa, Girit’te bulunduğu yıllarda defalarca bu tür isyanlarla uğraştığından
1006
Mufassal Osmanlı Tarihi, c.VI, s.3145; Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c. XI, s.56-57
Mahmut Celaleddin Paşa, a.g.e., varak no: 15/a; William J. Stilman, a.g.e., s.58
1008
Mehmet Memduh PaşaMir’at-ı Şuunat, İzmir 1328, s. 38; Tasvir-i Efkâr, Defa: 417/3, 19 R
1283/31 Ağustos 1866; Ali Fuat Türkgeldi, Mesail-i Mühimme-i Siyasiyye, c. III, s.20; İbnülemin
Mahmut Kemal İnal, a.g.e.,c.I, s.22; Enver Ziya Karal, a.g.e., c.VII, s.24;J. H. Freese-Peter William
Clayden, A Short Popular History of Crete, London 1897, s. 91; Müjdat Uluçam, a.g.m., s. 305
1009
Kenneth Bourne, a.g.m., s.253; Nikolae Jorga, a.g.e., c. V, s.458-459; Bâbıâli 1866 yılının Eylül
ayında Londra, Paris, Viyana, Berlin, Sen-Petersburg ve Floransa’daki temsilcilerine talimatlar
göndererek Mustafa Naili Paşa’nın memuriyeti ile ilgili açıklama yapılmasını istemiştir. Özellikle üç
husus üzerinde durulmuştur:
1) Mustafa Naili Paşa’ya verilen af talimatının eşkıya yuvası haline dönmüş olan Girit adası
için gayet hayırlı olduğu.
2) Yunan gazetelerinde yayınlanan ada Hristiyanlarına zulüm yapıldığı haberinin bir iftira
olduğu.
3) Girit’te katledilen ve malları yağmalanan Müslümanlar canlarını kurtarmak için kale
içlerine sığınmak zorunda kaldığı. Karal, a.g.e., c. VII, s.25
1007
311 oldukça tecrübeli görülmüştü. Girit’te yapmış olduğu iyi hizmetleri ile coğrafyasını
ve ahalisini tanıyor olmasından dolayı bu işin de üstesinden geleceği düşünülmüş ve
bu yüzden Girit’in asayişinin iadesine ve ihtilalin ıslahına memur edilmişti.
Maiyetiyle sevk edilmek üzere gereken miktarda asker tertip edilmişti. Mustafa Nâili
Paşa, 28 Ağustos 1866 tarihinde saraya çağrılarak kendisine Girit isyanlarını bertaraf
etmeye memur edildiği bildirilmiş ve kendisine Nişan-i Osmani takdim edilmişti.1010
Mustafa Nâili Paşa Girit’e giderken kendisine yardımcı olmaları için beraberinde
oğlu Ali Bey ile Mazhar Bey’i ve tercüman Mihail Efendi’yi de götürmüştü.
Kendilerine bu görevlerinden dolayı maaş tahsisatı yapılmıştı.1011
Mevcut durum dolayısıyla vukuf ve iktidar sahibi bir memur olarak Girit’e
atanan Mustafa Nâili Paşa, 9 Eylül 1866 tarihinde Cumartesi günü Mecidiye
vapuruna binerek Girit’e gitmek üzere hareket etmişti.1012 Üç günlük bir yolculuktan
sonra Salı gecesi saat 03.30 sularında Sevde Limanı’na ulaşmıştı.1013 Gemiden iner
inmez kendisine verilen bu görevi layığıyla yerine getirmek adına ve bugünün işini
yarına bırakmak âdeti olmadığı için hemen işe koyulmuştu. Meselenin aslını, nasıl
geliştiğini araştırıp öğrenmek ve zaman kaybetmeden bir çözüm yolu bulmak
istemişti. Mustafa Nâili Paşa, bu amaçla Sevde Limanı’nda demir atmış Şadiye
kalyonunda bulunan abluka memuru bahriye kumandanı Ferik İbrahim Paşa’yı
çağırarak isyan hakkında bilgi almış, tedbirler ve yapılacaklar hakkında
görüşmüştü.1014Görüşmelerin sonunda, Yunanistan’ın durmadan adaya asker ve silah
göndermekte olduğundan alınan tedbirlerin yetersiz olduğu kanaatine varılmıştı.
Mustafa Nâili Paşa bu konuyu Bâbıâli’ye bildirmiş ve ablukanın tam olarak
1010
İ. DH. 553/38471; 1866 yılında Mustafa Naili Paşa’nın yanında şeyhülislam, serasker ve reis
paşalara da bu nişan verilmiştir (A. MKT. MHM, nr. 361/75); İbnülemin Mahmut Kemal İnal, a.g.e.,
c.I, s. 80; Mustafa Naili Paşa’ya, Girit’e vardıktan sonra da buradaki vazifelerinden dolayı pırlantayla
kaplı değerli bir imtiyaz nişanı takdim edilmişti. A. DVN. MHM nr. 8-A/65; Mustafa Naili Paşa, bu
değerli nişanın kendisine verilmesinden dolayı teveccüh duymuş ve sadarete şükranlarını sunmuştu
(İ.MTZ. GR. nr. 05/84).
1011
A. MKT. MHM, nr. 362/40
1012
A. MKT. MHM, nr. 362/15; Tasvir-i Efkâr, Defa: 420/1, 29 R 1283/10 Eylül 1866; Ahmet Lütfi
Efendi, a.g.e., c. XI, s.58; Girit, İstanbul 1328, s.23; Danişmend, a.g.e., c. IV, s.210; Nicola Jorga,
a.g.e., c. V, s.458-459
1013
Mustafa Naili Paşa, gemiden indiğinin ertesi günü Hanya’ya gitmeyi planlamıştı. Lakin hava
muhalefeti nedeniyle 3-4 gün Kandiye’de kalmış, Kaptan Paşa’yla beraber askerin eksiklerinin
giderilmesi, huzur ve rahatın temin edilmesi için görüşmeler yapmıştır ( İ.MTZ. GR nr. 05/84 lef.2).
1014
Karal, a.g.e., c.VII, s.25
312 uygulanması için gereken tedbirlerin alınmasını istemişti. Girit’in ablukaya alınması
kararı isyandan ancak beş ay sonra alınabilmiş ve Girit’e 4 gemi gönderilmişti.1015
Mustafa
Nâili
Paşa
Girit’e
Osmanlı
Devleti’nin
temsilcisi
olarak
gönderildiğinde, isyan ve katliamlar engellenemeyecek boyutlarda gibi görünüyordu.
Fakat Paşa, adada tarafsız ve güçlü politika sergileyerek Hristiyanlar arasında saygı
tesis etmişti.1016
Mustafa Nâili Paşa’nın Girit’te ulaştıktan sonra yaptığı ilk icraatlerden birisi
halkın ihtiyaçlarını karşılamak olmuştu. Zirâ eşkıya yüzünden halkın elinde yiyecek
kalmamıştı. Mustafa Nâili Paşa, hemen birkaç gün içinde Girit’te ihtiyaç sahibi ahali
için merkezden 100 bin okka un gönderilmesini talep etmişti. Padişah bu isteği
ziyadesi ile yerine getirmiş ve unun 150 okka olarak süratle tedarik edilip
gönderilmesi için emir vermişti.1017
Mustafa Nâili Paşa’nın yaptığı işlerden bir diğeri de adada asayişi sağlamak
ve olayların daha da büyümesine mani olmak adına Ekim ayında Girit sahillerini
abluka altına almak olmuştu. Böylece Yunan donanmasının faaliyetlerine de engel
olmak istemişti.1018 Fakat bu esnada Yunanistan ile Girit arasında aktarım devam
etmekte idi. 20 Kasım 1866 tarihinde Yunanistan’dan yola çıkmış olan bir gemi
abluka hattını işgal etmişti. Girit’e kaçakçı ve top taşıyan Arkadi adlı bu korsan
vapuru İzzettin gemisi tarafından takip edilerek yakalanmıştı. Ateş edilmek sureti ile
içinde bulunan gönüllüler öldürülmüş, vapur da batırılmıştır. Daha sonra içindeki
toplar çıkarılmış, teknesi yüzdürülerek önce Sevde Limanı’na getirilmiş bir düre
sonra da İstanbul’a gönderilmişti.1019 Vapur tamir edilerek kullanılmıştı. Bu olay
ihtilalciler üzerinde derin bir etki yapmıştı. Zirâ bu tarihten sonra Arkadi adı adada
ortaya çıkan her ayaklanmanın bir simgesi olmuştu. Bu tür yardımlar ile desteklenen
isyanın bastırılmasında özellikle korsan gemilerinin yakalanmasında Mustafa Nâili
1015
Mithat Işın, a.g.e., s.53; Hüseyin Hıfzı, Girit Vakayi, Dersaadet 1326, s.1-2
William J. Stilman, a.g.e., s. 67
1017
A.MKT. MHM.362/95
1018
Metin Hülagü, a.g.m., s.331
1019
Ali Haydar Emir, a.g.e., s. 28; Osmanlı gemilerinin yetişemediği Yunan gemisi Arkadi, İzzettin
vapuru tarafından sıkıştırılarak, kadırga dönemindeki gibi yan yana gelerek yakın mesafeden top ateşi
ile yakılmıştır. Bu olay donanmanın yetersizliğini ortaya koymuştur. Metin Özer, a.g.e., s.173
1016
313 Paşa’ya yardım etmesi için Müşir Hüseyin Avni Paşa, harp gemileri kumandanı
olarak hemen Girit’e gönderilmişti.1020 Mustafa Nâili Paşa, yine Girit’e getirilmek
üzere patlayıcı madde taşıyan bir gemi ile 19 gönüllü yakalamıştı. Paşa merkeze bu
konuda nasıl bir uygulamada bulunması gerektiğini sormuştu. Gelen cevapta,
suçluların küreğe konulmasına karar verilmişti.1021 Bundan sonra da ablukayı aşıp
gizlice Girit’e yardım taşıyan gemiler varlığı engellenememişti. Enosis adlı Yunan
vapuru ve diğer yardım gemileri Türk donanmasının ablukasını aşarak adayı bir silah
deposu haline getirmişlerdi. Ayrıca şiddetli propagandalarla Avrupa’ya Girit’te
Türklerin Hristiyanları katlettikleri yönünde yalan haberler yayılmıştı. Adaya
gönderilen 40.000 asker çete savaşlarını durduramamıştı. Zirâ sıkışan isyancılar
köylere kaçıp masum vatandaş kılığına bürünmüş, asker çekilir çekilmez de tekrar
dağlara çıkıp Müslüman köy ve kasabalarını basmıştı.1022 Asilerin yapmış olduğu bu
yağmalama sonucunda Müslüman ahalinin ekip-biçmeye mecali kalmamış ve geçim
darlığı yaşanmıştı. Girit sahillerinde yaşayan halk da eşkıya tazyiklerinden bıkarak
dağlara kaçmıştı.1023 Bu yüzden Ekim 1866’da Bâbıâli tarafından adaya zahire
gönderilmek suretiyle yiyecek yardımı yapılmıştı.1024 Asker ve halk için ihtiyaç
duyulan unun sağlanması amacı ile birkaç değirmen korunmaya çalışılmış fakat
yeterli olmamıştı. Eylül 1866’da Acısu değirmenleri Hristiyanlar tarafından ele
geçirilerek tahrip edilmişti. Yine aynı tarihlerde İsperlanka Kalesi’nin sarnıçlarında
su kalmamış, kalede sığınan Müslümanlar büyük sıkıntılar yaşamışlardı. İsyancılar
kale dışındaki suyun alınmasına da mani olmuşlardı.1025
Ada da zaten tahıl üretimi olmadığından yiyecek ve kömür ihtiyacı donanma
tarafından sağlanmaya çalışılmıştı. Arızalı gemiler tamir için İstanbul’a kadar
gitmesi gerekmişti. Taşıma için vapurların hızı yetersiz gelmişti. Ayrıca Osmanlı
filosu da kömür sıkıntısı çekmişti. İngiliz kömürünü satan tüccarlar Yunan vatandaşı
1020
Ali Fuat Türkgeldi, a.g.e., s.20; A. Nükhet Adıyeke, a.g.e., s.21-22; Mahmut Celaleddin Paşa,
a.g.e., varak no:22-b/23-a
1021
Hayrettin Pınar, “Diplomasi ile Siyasetin Birlikteliği: Girit İsyanı ve Âli Paşa”, Süleyman
Demirel ÜniversitesiFen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Aralık 2008, S.18, s.14
1022
Yılmaz Öztuna, Âli Paşa, Ankara 1988, s.55; Girit, s.23
1023
Mehmet Volkan Şenarslan, “Muhbir Gazetesine Göre 1866 Girit İsyanı”, Sakarya Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Sakarya 2011, s.33
1024
A. MKT. MHM, nr. 363/94
1025
Metin Özer, a.g.e., 173-174
314 idi. Yunan tüccarları, Yunan adalarında depolanan kömürün parasını aldıkları halde
kömürün taşınmasını ellerinden geldiği kadar geciktirmeye çalışmışlardı. Yelkenli
gemiler ise uygun hava şartlarını bekliyordu Zirâ kötü havalarda açıklarda korsan
saldırılarına maruz kalmakta idi. Ekim 1866’da merkeze Resmo Limanları’nın
temizliğinde görevli vapur için maden kömürünün kalmadığı, Girit’te bulunan
gemiler için kömüre ihtiyaç duyulduğu bildirilmişti.1026
Mustafa Nâili Paşa adaya geldiğinde isyankâr ahaliye nasihat etme zamanının
geçmiş olduğunu öğrenmişti. Zirâ eşkıya kurduğu cemiyet vasıtasıyla konsoloslara
Girit’in Yunanistan’a ilhakını istediklerini bildirmişlerdi.1027 Ama yine de Mustafa
Nâili Paşa’nın niyeti öncelikle isyanı sulh yoluyla bastırmak olmuştu.1028 Mustafa
Nâili Paşa yanında getirdiği talimatnâmeyi Rumcaya çevirterek adanın her tarafından
neşrettirmişti. Paşa, ahaliye hitaben 30 yıldan fazla Girit’te bulunduğunu ve Girit’i
vatanı olarak bellediğini ifade etmişti. Kendisine verilen bu görevi bir şeref olarak
kabul etmiş olmakla Giritlilerin aslında devlete sadık olduklarını ve onu mahcup
etmeyeceklerini ümit etmekte olduğunu belirtmişti. Devamında şöyle hitap etmişti:
“Ey Giritliler, adalet kapılarının iki kanadı da sizlere sonuna kadar açıktır”
Devamında Giritlilere tekrar devletin himayesine girmek için henüz
mevsimin geçmediğini, onları baskı altına alan dış kuvvetlere kulak asmamaları
tembihlenmişti. Pek çoğunun birçok zarara uğramış olduğu fakat bu durumu baskı
yapan devletlerin umursamadığı, kendilerini maşa olarak kullandırtmamaları
gerektiği üzerinde durmuştu. Eğer bu çağrıya kulak vermezler, dağılmayı ve silah
bırakmayı kabul etmezler ise ya da gelip dağılma sözü verdikleri halde tekrar
toplanacak olurlar ise resmen isyanı ilan etmiş olacaklarından asayişin sağlanması
için ikinci bir ilan yayınlayarak kuvvet kullanmak zorunda kalacaklarını ilan etmişti.
İkinci ilanda, emniyetin iadesi için silahlı kuvvet kullanarak girişilen mücadelede
1026
a.g.e., s.172
Mahmut Celaleddin Paşa, a.g.e., varak no: 17-a
1028
Enver Ziya Karal, a.g.e., c.VII, s.25
1027
315 sadece isyankârların hedef alınacağı, kendi halinde itaatli olan ahaliye asla
dokunulmayacağı haber verilmişti.1029
Paşa’nın Girit’teki Osmanlı kumandanı olarak kan dökülmeden ihtilali
yatıştırmaya çalıştığına dair haberler dış basında da yer almıştı. Zirâ Fransa resmi
gazetesinde bu konu ayrı bir bölüm halinde yayınlanmıştı.1030 Mustafa Nâili Paşa, ilk
iş olarak bir beyannâme yayınlayarak isyancılara muktedir bir vasıfta olduğunu
hissettirmek istemişti. Tecrübelerinden yararlanarak hazırladığı beyannâmenin ilk
maddesini “af ilanı” teşkil etmişti.1031 Mustafa Nâili Paşa’nın yayınladığı af ilanının
tek şartı, silahların teslim edilmesi olmuştu. Fakat teslim olmaya gelenlerin hiçbiri
silahlarını bırakmayı kabul etmemişti. Mustafa Nâili Paşa, eşkıyanın bu şekilde
teslim olmalarını kabul etmemişti. Çünkü teslim olanların artık silaha ihtiyacı yoktu,
fakat silahlarını teslim etmemekteki ısrarları onların tamamen teslim olmadıklarını
bir süreliğine ara verme niyetinde olduklarını akla getirmişti.1032 Mustafa Nâili
Paşa’nın yeni vali olarak atandığı Girit’te ilan ettiği “genel af” pek bir işe
yaramamıştı. İsyan büyük bir hızla yayılmıştı.1033
Mustafa Nâili Paşa’nın adaya gelmesi isyancıların hoşuna gitmemiş,
tepkilerini şiddet kullanmak suretiyle belli etmişlerdi. Eşkıya, Paşa’nın af talebine
yanaşmadığı gibi asker üzerine hücum etmişti. Mustafa Nâili Paşa’nın buraya
gönderdiği kuvvetler isyancılar ile yedi saat çarpışmış sonra geri çekilmişti.
Eşkıyanın birçoğunun telef edildiği bu mücadelede Osmanlı askerlerinden de 30 kişi
şehit düşmüştü. Resmo’da bulunan Mısır askerlerine mahsus hastaneye hücum
etmişler ve yaralı askerleri çeşitli işkenceler ile katletmişlerdi. Hatta yaralılardan on
1029
Bilal Karabulut, “Osmanlı’nın Zor Sınavı: Fransa’nın Tutarsız Politikaları Ekseninde Girit İsyanı
(1866-1869)”, Karadeniz Araştırmaları Dergisi, S.16, Kış 2008, s.5; Mustafa Naili Paşa’ya verilen
talimatın sureti için bkz: Mahmut Celaleddin Paşa, a.g.e., varak no: 85-b, 86-a, 86-b, 87-a, 87-b;
İkinci ilannâme sureti için bkz: Mahmut Celaleddin Paşa, a.g.e., varak no: 88-a, 88-b
1030
Tasvir-i Efkâr, Defa: 420/2, 29 R 1283/10 Eylül 1866
1031
Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c.XI, s.58; Zekeriya Türkmen, “Girit Adasını Osmanlı İdaresinden
Ayırma Çabaları”, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma Merkezi Dergisi (OTAM), S.
12, Ankara 2001, s.233; Bu uygulama ile idarede hâkimiyet farkı hemen belli olmuştur. İcraatlere af
ilanı ile başlamak pek çok açıdan faydalı olabilirdi. Şöyle ki önce aftan bahsedip sonra istenilen
şekilde cezalandırma yoluna gidilebilirdi. Ayrıca isyancılar arasında bir fikir ayrılığı oluşması ihtimali
vardı.
1032
Tasvir-i Efkâr, Defa:433/2, 25 C 1283/ 4 Kasım 1866
1033
Mithat Işın, a.g.e., s.53; William J. Stilman, a.g.e., s. 68
316 tanesini hastaneden çıkarıp kilise duvarlarına asmışlardı. Bu katliamları Mustafa
Nâili Paşa’ya gözdağı vermek için yapmışlardı.1034
Girit’te yaşanan olaylar Mısır’da duyulunca İsmail Paşa komutasında iki alay
asker buraya gönderilmiştir. Bundan başka Manastır’da bulunan Rumeli kıtasına
dâhil olmuş Mısır askeri ve Arnavutluk’tan da yeterli sayıda muvazzaf asker Girit’e
sevk edilmişti. Mustafa Nâili Paşa, gelen bu askerlerle birlikte adanın çeşitli
mevkilerinde dağılmış bulunan Osmanlı askerini isyancılar üzerine hareket etmek
üzere Hanya ovasına toplamıştır. Fakat asileri bu şekilde toplu halde hareket ederek
yakalamak imkânsız idi. Zirâ isyancılar bir yerde toplanmış değillerdi.1035 Hanya
sancağı dağlık bir yer olması hasebiyle isyancılar adanın diğer yerlerinden daha çok,
bu bölgeyi kendilerine hareket alanı olarak seçmişlerdir. İtaatsiz köylüler ve onları
kışkırtmış
olan
Yunanlıların
çoğu
Hanya’ya
bağlı
Apakoron
kazasında
bulunduklarından Mustafa Nâili Paşa önce buraya daha sonra İsfakya’ya gitmeye
karar vermişti.1036 Ve ordu ile Hanya’ya hareket etmişti. Apokoron kazasına bağlı
İstilos’ta meydana gelen muharebede eşkıya perişan edilmişti. İstilos’tan hareket
edildikten sonra yağmurun çok fazla yağmasından dolayı ilerleme tehir edilmiş ve
İstilos’un bir saat ilerisinde bulunan Fıstıklı’da bir iki gün kalınmıştı. Sonra buradan
hareketle Vamos köyüne ulaşıldığı vakit yağmurun tekrar şiddetli bir şekilde
yağması ile burada da üç gün kalınmıştı. 25 Eylül sabahında hareket edilerek Karnidi
manastırı civarına gelinmişti. Burada aniden ortaya çıkan 6.000 kadar eşkıya Vafes
köyü üzerinden Mustafa Nâili Paşa’ya eşlik eden dört tabur nizâmiye askeriyle
Arnavut askerinin hücumlarına dayanamamış ve arkalarında bulunan İsfakya’nın
karlı dağlarına doğru firar etmek istemişler ancak arada bulunan derelere
dökülmüşlerdi. Eşkıya İsmail Paşa kumandasındaki Mısır askeri ve yerli askerle
Viryesis ovasından Kanbes ve Brozenro köyleri üzerindeki tepelere kadar takip
edilmişti. Yine bu sırada Lakos ve Serisu civarında toplanmış olan eşkıya grubu
üzerlerine sevk edilen askerin hücumuna dayanamamış ve İsfakya’ya sığınmışlardı.
Fakat Mustafa Nâili Paşa bu kovalamaya daha fazla izin vermemişti. Zirâ yağmurun
1034
Niyazi Ahmet Banoğlu, Tarihte Girit ve Osmanlılar Dönemi, s.55; Mufassal Osmanlı Tarihi,
c.VI, s.3146; Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c. XI, s.59
1035
Mahmut Celaleddin Paşa, a.g.e., varak no:17-a
1036
Mahmut Celaleddin Paşa, a.g.e., varak no:17-b
317 günlerdir çok fazla yağmış olması ile yerler çok fazla çamur olmuş ve bataklık halini
almıştı. Meydana gelen bu mücadelelerde Nizâmiye askerinden bir kişi hayatını
kaybetmiş, 3 kişi de yaralanmıştı. Arnavut askerinden de bir kişi hayatını kaybetmiş,
3 kişi de yaralanmıştı.1037 Lakos’un kuzey tarafında bulunan Serisu adlı köyde
bulunan eşkıyanın tedip edilmesi gerekmekteydi. Ferik Mehmet Paşa kumandası ile
Mirliva Mehmet Paşa ve Mısır’dan gelen Ali Galip Paşa ile beraber 3 tabur nizâmiye
askeri ve 3 taburda Mısır askeri olmak üzere toplam 6 tabur asker sevk edilmişti.
Zapt edilmesi gereken ve oldukça da sarp bir bölge olan Serisu’da eşkıya askerin
hücumlarına dayanabilmek için bazı hazırlıklar yapmıştı. Ancak yine de askerin
hücumundan kurtulamamış ve kaçmak zorunda kalmıştı. Bu defa askerler kaçan
eşkıyayı takip etmiş ve hayli telefat vermelerine vesile olmuştur. Askerlerden de 5-6
kişi yaralanan olmuştu. Serisu’dan ayrılan ordu Apokoron tarafına sevk edilmiş ve
orduya Hanya’dan 4 tabur Mısır askeri daha takviye edilmişti. Toplam 10 tabur olan
ordu iki kola ayrılmış ve biri İsmail Paşa’nın diğeri de İsmail Sadık Paşa’nın emrine
verilmişti. Arkalarından da nizâmiye askeri takip ederek Apokoron’a doğru yola
çıkılmıştı. İstilos’a varıldığında orada eşkıya tarafından inşa edilmiş olan istihkâm
yerlerinden eşkıya baş göstermişti. Mısır askerleri ile nizâmiye askerlerinin
hücumları karşısında karşı koymak istemişlerse de başaramayacaklarını anlayınca
silahlarını dahi terk ederek arkalarında bulunan çıkılması zor ve sarp dağlara doğru
kaçmaya başlamışlardı. İsmail Sadık Paşa askerin önüne düşerek eşkıyayı epey bir
takip etmişti. Mısır askerinden de 8 kişinin hayatını kaybettiği ve 29 kişinin
yaralandığı bu mücadele esnasında İsmail Sadık Paşa da yaralanmıştı. Eşkıyadan da
birkaç yüz kişi telef edilmişti. Diğer koldan sevk edilen İsmail Paşa da eşkıyanın
görünen sığınaklarına saldırmak sureti ile zarar vermişti. Daha sonra İstilos’a geri
dönülmüştü. Ertesi gün Ali Rıza Paşa komutasındaki 6 tabur nizâmiye askeri ile 2
tabur Mısır askeri olmak üzere toplam 8 tabur asker ile eşkıya üzerine gidilmişti.
Daha karşıdan ordunun geldiğini gören eşkıya hemen dağlara doğru firar etmişse de
perişan edilmişlerdi. Ordu daha sonra muzaffer bir şekilde ordugâha dönmüştü.
Mütemadiyen bu şekilde Girit’te bulunan askerler ile eşkıya arasında sürekli bir
1037
Mahmut Celaleddin Paşa, a.g.e., varak no: 17-b; Tasvir-i Efkâr, Defa: 433/2, 25 C 1283/4 Kasım
1866
318 mücadele ve ardından kovalamaca yaşanmıştı. Yine Mısır askerleri ile Kapas
mevkiinde 4.000 kadar asi arasında şiddetli bir çatışma olmuştu. Asiler ağır kayıplar
vermiş olmalarına rağmen bu olayın intikamını almak için Müslümanların
mezarlarını tahrip etmişlerdi. Bir taraftan da bazı ahali kaptanları vasıtası ile af
talebinde bulunmuştu. Ancak silahlarını kendilerini koruma bahanesi ile teslim
etmek istememişlerdi. Bu şekilde afları kabul edilmemişti. Zirâ gerçekten devletin
himayesine girmek istiyorlarsa zaten kendilerinin can ve mal güvenliği
sağlanacaktı.1038 Mustafa Nâili Paşa bunlardan bazılarının silahlarını terk etmiş
olmaları ile İsfakya’ya gitmekten vazgeçerek Resmo sancağı üzerine gitmeye karar
vermişti. Apokoron nahiyesinin dağ köylerinde 10 taburdan oluşan bir fırkayı burada
ihtiyaten bırakarak maiyetinde bulunan 8 tabur nizâmiye askeriyle Resmo’ya 5 saat
mesafede olan Piskopi mevkiine varıp orada mola vermişti. Resmo kazası
dâhilindeki bazı köylerde bulunan isyankâr ahali boyun eğmişse de Resmo’nun doğu
bölgelerinde bulunan köylerin ahalisi isyanda ittifak olduklarından Mustafa Nâili
Paşa, Piskopi’den ayrıldıktan sonra Resmo köylerinde toplu halde bulunan
isyancıların tedip edilmesi için süratle yola koyulmuştu.1039
Bu esnada Mustafa Nâili Paşa, 21 Kasım 1866 tarihinde kalabalık bir çeteci
grubunun Yunan albayı Korenos kumandasında, “Arkadi”1040 manastırına sığınmış
olduklarını haber almıştı. Resmo askeri hastanesine de bunların saldırdığı tahmin
edilmekteydi. Süleyman Bey kumandasında bulunan askerle Arkadi Manastırı
muhasara edilmişti. Fakat manastırın içinde bulunan isyancıların kalabalık olması
nedeniyle muhasara eden kuvvetlerin takviye edilmesi zorunluluğu hâsıl olmuştu. Bu
gerekçeyle Mustafa Nâili Paşa, maiyetinde bulunan nizâmiye askeriyle manastıra
doğru yola koyulmuştu. Öncesinde de İsmail Paşa’yı iki tabur Mısır askeri ve iki top
ile Resmo tarafından, Ferik Ali Rıza Paşa’yı da dört bölük Osmanlı nizâmi askeri ve
iki top ile dağ yolundan sevk etmişti. Bu arada dağlarda bulunan eşkıya Miralay
Süleyman Bey tümeni üzerine hücum etmiş ise de şiddetli bir şekilde def edilmiş
1038
Tasvir-i Efkâr, Defa: 432/2-3-4, 21 C 1283/31 Ekim 1866
Mahmut Celaleddin Paşa, a.g.e., varak no: 18-a
1040
Arkadi manastırı, Resmo kasabasına beş saat mesafede olup Venedikliler zamanından kalmış bir
yapıttır. Manastır, sağlam yapılı bir büyük bir kale şeklinde olduğundan Aptropi denilen isyancı
grubunun azaları ve reisleri burayı ihtilalin merkezi olarak kullanmışlardır. Mahmut Celaleddin Paşa,
a.g.e., varak:18-b; Abdurrahman Velid Ebuzziya,a.g.e., s.70
1039
319 sonrasında bu kuvvetler de Arkadi mevkiine sevk edilmişti. Manastırın içinde
bulunan eşkıya, fesadı ve zulmü ilan etmek için manastırın üç tarafına isyan
bayrakları asmışlardı. Eşkıyaya teslim olmaları teklif edilmişti. Eşkıya bu teklife
pencerelerden silahla cevap vermişti. Bunun üzerine Mustafa Nâili Paşa askerlerine
manastıra hücum emrini vermişti. Osmanlı askeri yaklaşmak istedikçe1041 isyancılar
yağmur gibi kurşun yağdırmış, askerlerin içeri girmesini engellemek için kapıların
arkasına büyük taşlarla setler yapmışlardı. İki taraftan da kayıpların yaşandığı büyük
bir lağım patlamasıyla manastırın kapısının üstünde açılan gedikten içeri girilmiş ve
üç buçuk saat süren büyük bir mücadele yaşanmıştı. Buradan içeriye giren Mısır
askeri Miralayı Raşid Hüsnü Bey ve Hassa Ordusu Altıncı taburu Binbaşısı Şevket
Bey, merdiven yardımıyla süratle askeri birer ikişer gedikten içeriye almayı başardı.
Manastır yapısı itibari ile pek çok odadan oluşmaktaydı. Bu yüzden çatışmalar oda
oda yapılmıştı. Sonunda 600 isyancı öldürülmüş, Osmanlı tarafından da 100 asker
kadar kayıp yaşanmıştı. İsyancılardan bazıları mücadelenin gereksiz olduğunu
düşünerek teslim olmuşlardı. Manastırın içlerinde gizlenen kadın ve çocuklar
köylerine gönderilmişti.1042
Arkadi muharebesi bu şekilde kazanıldıktan sonra Mustafa Nâili Paşa,
Hanya’ya dönmüş,1043 Selene tarafına gidip orada toplu vaziyette bulunan isyancıları
sıkıştırmıştı. Bu esnada İsfakyalılar, bu eşkıyanın nahiyelerinden1044 geçmelerine izin
vermiş olmakla kaçmaları sağlanmıştı. Bunun üzerine eşkıyanın geçiş güzergâhında
bulunan İsfakyanın bir köyüne 2 tabur asker, 400 kadar muvazzaf asker Hanya’dan
vapurla gönderilmiş ve eşkıyanın yolları tutulmuştu. Mustafa Nâili Paşa daha sonra,
nizâmiye askerlerinden oluşan taburlarla Selene kazasında bulunan Livaza adlı
köyden başlayarak Sevde sahilinde hazırlanmış olan askerleri, hayvanları ve
mühimmatı vapurlara yükletmişti. Sahilde dinlendikten sonra ertesi gün tekrar
hareket edilmişti. Nihayet İsfakya’ya ulaşmış olmakla burada bulunan eşkıya
1041
Mahmut Celaleddin Paşa, a.g.e., varak no:18-b; Tasvir-i Efkâr, Defa: 442/1-2-3, 3 Ş 1283/11
Aralık 1866
1042
Bazı yabancı kaynaklarda, Türklerin Arkadi manastırında ele geçirilen kadın, erkek ve çocukları
katlettikleri yazılmıştır. J. H. Freese-Peter William Clayden, a.g.e., s. 92
1043
William J. Stilman, a.g.e., s. 88
1044
Mahmut Celaleddin Paşa, a.g.e., varak no: 19-a
320 silahlarını bırakarak memleketlerine dönmeyi talep etmişlerdi. Hepsi Atina iskelesi
olan Pire’ye gönderilmişti.
İki Yunan vapuruyla Kandiye sancağı sahiline 700-800 kadar isyancı ve bazı
mühimmat getirilmiş olduğu haber alınmıştı. Kandiye kaymakamı Raşid Efendi
Laşid kazasından 2 tabur nizâmiye askeri ve 1.000 kadar yerli asker ile hareket edip
Acısu adlı yerin üstünde bulunan dağdan isyancıları def etmişti. Fakat bunlar adanın
diğer tarafını işgal ettiklerinden Kandiye tarafından1045 kaçırılmaları bir fayda
sağlamamıştı.
Resmo nahiyesinin bir tarafında oturan ahali af talebinde bulunmuş ise de
doğu tarafında bulunan Amarya ve Ayvasil ahalisi henüz teslim olmamışlardı.
Mustafa Nâili Paşa, 10 Aralık 1866 tarihinde sadarete yazmış olduğu
mektubunda Girit’in ahvalinden bahsetmiş ve adanın kısmen isyancılardan
temizlenmiş olduğunu bildirmişti. Yunan tahriklerine kapılmış olanların yüksek
yerlere sığındıklarını ve bunlardan başka da kimsenin kalmadığını ifade etmişti. Bu
kalanları da temizlemek adına Mustafa Nâili Paşa ve emrindeki kuvvetler Lakos
dağlarının1046 zirvelerine kadar çıkmış ve burada karargâh kurmuş olan isyancılarla
savaş yapmıştı. İsyancıları süre süre dağdan deniz kıyısına kadar indirmişti. Bunların
400 kadarı bir Rus gemisine sığınmayı başarmış, bir kısmı da af talebinde
bulunmuştur ki bunların elinde bulunan 7.000 den fazla silah ele geçirilmişti.1047
Mustafa Nâili Paşa merkeze bu mücadeleler sonucunda Girit’teki
karışıklıkların artık sona ermekte olduğunu haber vermişti. Artık bundan sonra
adanın gelecekteki asayişini sağlamak adına alınacak tedbirlerden söz edilmeye
başlanmıştı.1048 Bu arada gazetelerde “teavünü ale’l- ber” başlığı altında Girit’teki
Müslüman halkın içinde bulunduğu sıkıntılar anlatılmış ve bunlara yardım elinin
1045
Mahmut Celaleddin Paşa, a.g.e., varak no:19-b
Girit’in başlıca dağları ve diğer coğrafi yapısı için bkz. Hüseyin Kâmi Hanyevi, a.g.e., s.13;
Abdurrahman Velid Ebuzziya, a.g.e., s.11
1047
Mufassal Osmanlı Tarihi, c.VI, s.3147; Ahmet Niyazi Banoğlu, a.g.e., s.56; Ahmet Lütfi Efendi,
a.g.e., c. XI, s.60
1048
Tasvir-i Efkâr, Defa: 449/ 1-2-3, 29 Ş 1283/6 Ocak 1867
1046
321 uzatılması gerektiği vurgulanmıştı.1049 Bunun üzerine yardım amacı ile yapılacak
bağışların toplanması için bir komisyon kurulması kararlaştırılmıştı.1050 Girit’teki
Müslümanlara
yardım
amacıyla
tüccar
tarafından
bir
yardım
komisyonu
oluşturulmuştu.1051 İki gün içinde toplanan yardım miktarı 4.552 kuruş olmuştu.1052
Sonraki iki gün içerisinde toplanan yardımın miktarı ise 6.375 kuruş olmuştu.1053
Kıraathane sahipleri, giriş ücreti Girit Müslümanları için yardım toplayan cemiyete
bağışlanmak üzere gösteriler düzenlemişlerdi.1054 Ayrıca Muhbir gazetesi de yardım
amacı ile “özel sayı” çıkarmıştı. Bu gazeteden satın alan kişilerin ve diğer yardımlara
katılanların isimleri ve yardım miktarları ilan edilmek suretiyle halk teşvik edilmişti.
Muhbir gazetesini özel sayısından elde edilen yardım miktarı, 51.300 kuruş olmuştu.
Bu meblağ gazetenin imtiyaz sahibi Mösyö Philiph tarafından Girit’e bizzat
götürülmüştü.1055 Girit Müslümanları için bu şekilde pek çok yardım toplanmıştı.
1866 Girit isyanının en belirgin özelliği yapılan propagandalar ve gazete
yayınlarıyla isyancı Rumların amaçlarına ulaşmış olmasıydı. Verilen kayıplara ve
geri çekilmelere rağmen, Yunan gazeteleri Girit’in tamamen ele geçirildiğini, ada
Müslümanlarının ancak kale içlerinde hayatlarını sürdürebildiğini yazmışlardı.
Nihayet Avrupa kamuoyunun ve hükümetlerinin tepkisini çekmeyi başarmışlar ve
olaylara fiili olarak müdahale etmelerini sağlamışlardı. İsyan sırasında adada
Müslümanların Hristiyanları katledeceklerine dair büyük bir katliam yaşanacağı
söylentisi ile pek çok kadın ve çocuk iç bölgelerden iskelelere indirilmiş, buradan
İngiliz, Fransız ve Rus savaş gemileriyle Yunanistan’a taşınmıştı. Böylece bu isyan
bir iç sorun olmaktan çıkıp uluslararası bir sorun haline gelmişti.1056
1049
Muhbir gazetesinden yazılan bir makalede İngiltere’nin York şehri Piskoposunun “Times”
gazetesine gönderdiği ve Girit’ten Atina’ya sığınanlara yapılan bağışları anlatan mektuptan
bahsedilerek bunun gibi Girit’teki Müslümanlar için de bağışlar yapılması istenmiştir. Tasvir-i Efkâr,
Defa: 462/ 2, 22 L 1283/27 Şubat 1867
1050
Tasvir-i Efkâr, Defa: 460/ 1-2, 15 L 1283/ 20 Şubat 1867
1051
Tasvir-i Efkâr, Defa: 464/ 1-2, 29 L 1283/6 Mart 1867
1052
Tasvir-i Efkâr, Defa:466/2, 8 ZA 1283/14 Mart 1867
1053
Tasvir-i Efkâr, Defa:467/1-2, 12 ZA 1283/18 Mart 1867
1054
Tasvir-i Efkâr, Defa:468/3-4, 14 ZA 1283/20 Mart 1867
1055
Tasvir-i Efkâr, Defa:469/3-4, 18 ZA 1283/24 Mart 1867; Tasvir-i Efkâr, Defa:470/2, 21 ZA
1283/27 Mart 1867
1056
Ali Fuat Türkgeldi, a.g.e., s.15; A. Nükhet Adıyeke, a.g.e., s.22; Mahmut Celaleddin Paşa, a.g.e.,
varak no:20-a
322 Avrupa Devletlerinin bütün dikkati Girit üzerinde toplanmıştı. Mustafa Nâili
Paşa tarafından bu şekilde isyancıların tenkil edilmeye başlanmış olması Avrupa’nın
hoşuna gitmemiş ve Bâbıâli’ye Girit’in Sisam1057 gibi bir heyet ile idare edilmesi
hususunda baskı yapmaya başlamışlardı.1058 Mustafa Nâili Paşa ada üzerinde yerli ve
yabancı ne kadar Hristiyan varsa hepsini asi muamelesi yapmış ve adanın her yerinde
çatışmalar yaşanmıştı.1059 Fakat asilerin bu şekilde tenkil edilmeleri artık mümkün
değildi Zirâ Avrupa’nın desteğiyle Girit’in Osmanlı topraklarından tamamen
çıkarılması ihtimali vardı. Bu yüzden itidalli davranmak ve devletlerin galeyanını
yatıştıracak başka münasip tedbirler almak gerekmişti. Bu amaçla Girit’e yeni bir
idare şekli verilerek asiler ve konsoloslar memnun edilmeye çalışılmıştı. Mustafa
Nâili Paşa’ya hitaben yazılmış olan fermanı Girit’e Server Efendi getirmişti. Bu
fermanda yeni idare şeklinin nasıl olacağı ile ilgili hususlar belirtilmişti.1060 Bunun
için halkın oyuna müracaat edilecekti. Girit’in bütün köylerinden ikişer Müslüman ve
Hristiyan’dan oluşan bir seçim kurulu oluşturulmuştu.1061 Bu kuruldan 35 temsilci
seçilerek1062 Girit meselesini görüşmek üzere İstanbul’a gönderilmişti. Talia vapuru
ile İstanbul’a hareket eden heyet Fındıklı’da bir konakta misafir edilmiş ve padişahın
iltifatlarına mazhar olmuşlardı. Girit meselesini görüşmek üzere Bâbıâli’de
oluşturulmuş olan bir komisyon huzuruna çıkarılarak görüşleri sorulmuştu. Öyle ki,
bu kişiler Girit’te valinin huzuruna bile çıkmamışken gördükleri bu ilgi ve alaka
karşısında şaşkınlıklarını gizleyememişlerdi. Giritli temsilciler mecliste bulunan
vekillere, Girit ahalisinin beşte ikisinin Müslüman ve beşte üçünün de Hristiyan
olduğunu, arazisinin ise üçte ikisinin Müslümanların elinde olduğunu ifade
1057
Ali Fuat Örenç, “1821 Rum İsyanı Sonucu Sisam Adasına Verilen Yeni Statü”, s.335-345
Engelhard, a.g.e., s. 218
1059
Mahmut Celaleddin Paşa, a.g.e., varak no: 20-a
1060
Girit, İstanbul 1328, s. 31-34; Mahmut Celaleddin Paşa, a.g.e., varak no: 23-b; Mustafa Naili
Paşa’ya gönderilen fermanın sureti için bkz: Mahmut Celaleddin Paşa, a.g.e., varak no:89-b, 90-a, 90b
1061
Mahmut Celaleddin Paşa, a.g.e., varak no: 20-b; İbnülemin Mahmut Kemal İnal, Son Sadrazamlar
adlı eserinde, Mustafa Naili Paşa’nın Girit memuriyetine ait evraklara, sokakta hurda kitap satan bir
tezgâhta rastladığından bahsetmiştir. Sahibi olmadığı için alamadığı evrakların ertesi gün geldiğinde
eksik olduğunu görmüş ve kalanları satın almıştır. İbnülemin Mahmut Kemal İnal, a.g.e., c.I, s. 80
1062
Hanya nahiyesi vekili Mehmet Atıf ve Hanya Vekili Şefik tarafından verilen bilgilere göre,
Levand Herald gazetesinde çıkan “Girit’ten gönderilen vekillerin 35 kişi olup, bunların yalnız 6’sının
Hristiyan olduğu” şeklinde çıkan haberlerin yanlış olduğu belirtilmiştir. Bu vekillerin 33 kişiden ibaret
olduğu ve bunların da 16’sının Müslüman kalan 17’sinin Hristiyan olduğu ifade edilmiştir. Tasvir-i
Efkâr, Defa: 468/2, 14 ZA 1283/20 Mart 1867
1058
323 etmişlerdi. Ayrıca Müslümanların Hristiyanlardan 90 milyon kuruş alacaklı olduğunu
söylemişlerdir. 1867 yılı Şubat ayında bu görüşmeler devam ederken Girit’te bulunan
isyancıların, temsilcileri hain ilan etmeleri üzerine bazıları kaçmış ve kendilerini
ahalinin seçmediğini, hükümet tarafından zorla gönderildiklerini ifade etmişlerdi. Bu
yüzden görüşmeler sonunda beklenen sonuç elde edilememişti.1063
Bâbıâli, Girit meselesi hakkında alınan bu tedbirlere karşılık Avrupa
Devletlerinin tarafsız kalması gerektiğini vurgulamıştı. Bu tavır Rusya’nın resmi
gazetesi gibi olan “Journal de Petersburg” ile diğer bazı gazetelerde ilan edilmişti.1064
Bu arada 11 Şubat 1867’de kabinenin istifası ile Sadrazam Âlî Paşa’nın
kurduğu yeni hükümette, Fuad Paşa Hariciye nâzırı, Mehmet Rüştü Paşa da Serasker
olmuştu. Girit Valisine ve abluka komutanına çok sert ve sıkı emirler verilmişti.
İsyanı sindirme harekâtı çok anlamsız bir şekle girmişti. Harp devam ederken, eşkıya
öldürüleceğini anladığı anda hemen teslim olmuştu. Bunlardan Yunanlı olanlar
yalnız affedilmekle kalmamış, vapurlar ile Yunanistan’a nakledilmişti. Buna karşılık
Yunan gizli servisleri hükümetinin gizli talimatlarıyla Girit üzerine kendi liman ve
adalarından Girit’i ele geçirmek için gönüllüler yığmıştı.1065
1866 isyanlarını Yunanlılar alenen desteklemişlerdi. Vapurlarla isyancı
Rumları, gereken bütün silah ve savaş malzemesini adaya taşımışlardı. İsyana aleni
bir şekilde Yunanlılar tarafından verilen bu destek uluslararası hukuk kurallarına da
aykırı idi. İsyanlar konusunda tecrübeli olan Mustafa Nâili Paşa, Bâbıâli’den
defalarca bu desteğin engellenmesini istemişti. Fakat Bâbıâli, bu isteği dikkate
almamış sürekli adadaki isyancıların tenkil edilmesi gerektiği yönünde ikazlarda
bulunmuştu. Bir süre sonra dış destekli olduğu açık olan isyan biraz olsun dinmişti.
Ancak adanın iç bölgelerindeki yüksek dağlara sığınan bazı isyancılar vardı.
Bunların da etkisiz hale getirilmesi için mücadeleye devam edilmişti. Mustafa Nâili
Paşa, Girit’te bulunan isyancıları sindirmeyi başarmış fakat ateşin tamamen
sönmesini sağlayamamıştı. Zirâ fesat ateşinin ocağı Yunanistan’da yanmakta idi.
1063
Enver Ziya Karal, a.g.e., c.VII, s. 25-26; Cemal Tukin, a.g.m., s.797
Tasvir-i Efkâr, Defa:450/2-3, 2 N 1283/8 Ocak 1867
1065
Mithat Işın, a.g.e., s.54
1064
324 Ateş tamamen sönmeden sıçrayan kıvılcımları tek tek el ile tutmak bir çözüm
olmamıştı. Mustafa Nâili Paşa üzerine düşen görevi yerine getirmiş, tecrübeli bir vali
olarak isyancıları sindirmişti. Bâbıâli’ye gönderdiği haber ile eğer Yunanistan’a
engel olunmayacaksa kendisinin İstanbul’a dönmek istediğini belirtmişti. Çünkü
bundan sonra yapılacak bir şey kalmamıştı. Bu ayaklanma artık yerel bir isyan
hükmü taşımıyordu. Bâbıâli’ni bu sırada yabancı devletlere karşı uyguladığı politika
ise daha sakin idi. Bu aşamada Âlî Paşa, bu politikaya uygun davranmak gerektiğini
beyan ederek Yunan hükümetinin üzerine gitmek yerine adada huzuru sağlamak için
başka bir yol bulunabileceğini beyan etmişti.1066
Sadrazam Mehmet Emin Âlî Paşa Girit’in ahvali ile ilgili padişaha yazmış
olduğu yazısında, adaya gönderilen vekiller sayesinde Girit isyanının kontrol altına
alındığını, isyancı ahalinin zapt edildiğini belirtmişti. Âlî Paşa, dışarıdan
bakıldığında isyanın tamamen sona ermiş gibi görünmesinin faydalı olacağı fikrine
sahipti. Bu yüzden İstanbul’dan gönderilmiş olan vekillerin adada durmasına gerek
olmadığını belirtmişti. Bu suretle diğer devletler nazarında isyanın tamamen bitmiş
olduğu izlenimi verilmek istenmişti. Vekillerin hemen İstanbul’a geri çağrılmasını ve
askere geçici olarak kumanda etmek üzere Hüseyin Avni Paşa’nın bırakılmasını
belirtmişti. Bu kararın Cemil Paşa’ya ait bir gemiyle Girit’e ulaştırılması ve Hüseyin
Avni Paşa’ya bildirilmesi için ferman çıkarılmasını istemişti.
Âlî Paşa tarafından Mustafa Nâili Paşa’ya bir mektup gönderilerek Girit
meselesinin onun gayreti ile yatıştırıldığı, fakat kendisi gibi büyük bir vezirin Girit’te
bulunmasının isyan hâlâ devam ediyor algısını oluşturacağından askeri kumandayı
Hüseyin Avni Paşa’ya bırakıp hemen İstanbul’a dönmesi bildirilmişti. Yerine ise
Serdar Ömer Paşa gönderilmişti.1067
Neticede olağanüstü yetkiler ile donatılan Mustafa Nâili Paşa, adada sadece
6,5 ay kaldıktan sonra görevden alınarak 30 Mart 1867 tarihinde İstanbul’a
1066
Mehmet Memduh Paşa, a.g.e., s. 39-40
Mufassal Osmanlı Tarihi, c.VI, s.3147; Ahmet Niyazi Banoğlu, a.g.e., s.56; İbnülemin Mahmut
Kemal İnal, a.g.e., c.I, s.23; William J. Stilman,a.g.e., s.118
1067
325 çağrılmıştı. İyi Rumca konuşmasına rağmen ilhaktan başka hiçbir çözüme
yanaşmayan Girit Rumlarını tamamen yatıştıramamıştı.1068
Mustafa Nâili Paşa’nın Girit’teki memuriyetiyle ilgili Muhbir gazetesinde
aleyhte bir yorum yapılmıştı. Paşanın Girit’te lüzumsuz işlerle uğraştığı, Girit’in
huzuru ve sükûnu ile uğraşacağına, sorunların artmasına vesile olduğu ifade
edilmişti. Tayinlerde gayrimüslimlerin lehine tarafı tuttuğu, sorunlarını iletmek için
huzuruna gelen ahaliyi azarladığı, zaten gergin olan adada hoş karşılanmadığı ve
Müslümanların üzüldüğü yazılmıştı.1069
Esasen Mustafa Nâili Paşa’nın 1866 yılında adada uyguladığı politika,
isyancıları boyun eğdirmeye zorlamak olmuştu. Paşa, ihtilalden yaklaşık yirmi beş
sene önce Girit’te valilik yaptığı dönemde çıkmış olan isyanlarda kullandığı
metotları şimdi de uygulamak istemişti. Fakat değişen bir şey vardı ki Avrupa
devletlerinin etkisi ve tepkisi. O devirde gösterilen tepki ile şimdiki arasında büyük
bir fark oluşmuş, tepki fiili yardıma dönüşmüş, Avrupa’nın isyanlara karşı olan genel
politikası değişmişti. Osmanlı topraklarında milliyetçilik adına çıkarılmış isyanlar
desteklenmiş, isyancılar himaye edilmişlerdi. Osmanlı Devleti asilere karşı askeri
tedbirleri arttırdıkça, büyük devletlerin asilere tanıdığı himaye ve yardımlar da o
nispette artmıştı.1070 Bunun içindir ki, Mustafa Nâili Paşa bu isyanın bastırılmasında
başarılı olamamıştı. Kendisi de bu başarısızlığın farkında idi ve sebebini de
biliyordu. Bu yüzden sık sık Bâbıâli’yi uyarmış, isyancıların dışarıdan yardım
almalarının tamamen engellenmesini istemişti. Fakat bu mümkün olmamıştı. Aslında
Mustafa Nâili Paşa’yı 1866 olaylarında “başarısız” olarak değerlendirmemek gerekir.
Zirâ Paşa üzerine düşen görevi yerine getirmiş, hem barış yoluyla hem de savaşmak
1068
İbnülemin Mahmut Kemal İnal, a.g.e., c.I, s.81-82; Yılmaz Öztuna, a.g.e., s.55; Ahmet Lütfi
Efendi, a.g.e., c.XI, s.62; Yusuf Kamil Paşa, Mustafa Naili Paşa’nın Girit’teki icraatlarına dair yarı
ciddi yarı latife olsun diye şu beyti söylemiştir:
“Nehr olub kantarai tiğine huni ada
Kameti şühretini köprülünün etdin ham”, İbnülemin Mahmut Kemal İnal, a.g.e., c.I, s.81-82
1069
M. Volkan Şenarslan, a.g.t., s.69
1070
M. Ali Beyhan, “Girit’e Dair Önemli Bir Kaynak: Mahmut Celaleddin Paşa’nın Girit İhtilali
Tarihi”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Dergisi, 3. Dizi, 22. Sayı, İstanbul
2011, s.151-152; Aslında Mustafa Naili Paşa tarafından isyancılar şiddetle baskı altına alınmaya
başlanmıştı. Fakat İstanbul’daki sefirlerin Bâbıâli’ye müracaatları ve müdahaleleri sonucunda kabahat
aslında adada başarıyı yakalamış olan Mustafa Naili Paşa’ya yüklenmiş ve Paşa İstanbul’a
çağrılmıştır. Mithat Işın, a.g.e., s.54
326 suretiyle isyancıları dize getirmeye çalışmıştı.1071 Orduyla eşkıyayı takip ederek ele
geçirdiği yerde hepsini tepelemişti. Hatta bu konuda isyanın sona ermiş olduğuna
dair merkeze haberler göndermişti. Fakat adaya sürekli isyancı nakledildiği için ve
ahalinin de bunlarla birlikte hareket etmiş olmaları sebebiyle Paşa, bu defa geçmiş
yıllardaki başarısını bir türlü yakalayamamıştı.
1866 isyanının bilançosuyla ilgili Muhbir gazetesinde bazı haberler yer
almıştı. Şöyle ki; 1866 yılı Kasım ayında Girit nüfusu ile ilgili olarak Müslümanların
yaklaşık 110.000 kişi, Rum nüfusun ise 65.000 kişi civarında olduğu yazılmıştı. 1867
Mayıs ayında yazılan haberlerde nüfus bilgileri bir yıldan daha az bir zamanda
birden değişmiş, adadaki Müslümanların sayısı 40-50 bin kişiye inmişti. Girit’in
Müslüman nüfusunda görülen bu büyük düşüşün sebebi, ada Rumları ile birleşen
Yunan çetecileri tarafından katledilmiş olmasıydı. Katledilmekten kurtulan bir kısım
Giritli ise Anadolu’nun batı sahillerine gelmişlerdi. Yani Türkler ya katledilmiş ya da
göçe zorlanmıştı. Rum nüfusun arttırılması için 1841 yılından itibaren fasılalarla
Yunanistan’dan Girit’e yapılan göçler, 1866 yılından sonra daha da hız kazanmıştı.
Rumların tüm çabalarına rağmen normal yollardan Girit’teki Türk nüfusun sayısına
ulaşılamamıştı.1072
Girit’ten 1866 yılında yalnız Müslüman aileler değil, bazı Hıristiyan aileler de
göç etmek zorunda kaldı. Girit’te sükûnet içinde yaşayan itaatli Rumlar isyana
karışmak istememiş ve aileleri ile beraber başka yerlere göç etmişlerdi. Mesela, Ekim
1866’da adada yaşayan birkaç yüz Giritli Hristiyan ailelerini de alarak İzmir’e
gelmiş, Yedi Adalara ve diğer bazı yerlere de pek çok ailenin göçtüğü
bilinmekteydi.1073
1071
Hatta ihtilalin yatıştırılması için devlet olarak Yunan hükümetine karşı bir nümayiş yapılmasını
ileri sürmüştü. Bu teklif Bâbıâli’nin işine gelmemiş ve Paşa’yı geri çağırmıştı. Alaaddin İbrahim
Gövsa, a.g.e., s.265; İsyanın ancak Yunanistan’ın yola getirilmesiyle bastırılabileceği kanaatinde
olduğunu bir raporla Babıali’ye bildirmişti. O esnada sadrazam olan Âli Paşa ise, yabancı devletlerle
yumuşaklık esasına dayanan bir politika yanlısıydı. İsmet Parmaksızoğlu, a.g.m., s. 80
1072
M. Volkan Şenarslan, a.g.t., s.29-30
1073
Tasvir-i Efkâr, Defa: 429/2, 8 C 1283/18 Ekim 1866; Savaşlar ve iktisadi durumun bozulması
neticesinde oluşan göç olaylarının Ege adalarındaki yansımaları için bkz: Ege Adalarının Egemenlik
Devri Tarihçesi, s.54
327 1866 isyanı, Osmanlı ordu ve donanma teşkilatının eksiklerini ortaya
çıkarmıştı. Adada mücadele eden kuvvetler arasındaki bir dengesizlik söz konusu idi.
Osmanlı kuvvetlerinin olayları bastırma çabalarına karşılık Rumların cüretkâr
saldırıları güçsüz kalmış bir aslanın kendisini rahatsız eden sineği bir türlü
yakalayamamasına benzetilmişti.1074
F) VEFATI, ŞAHSİYETİ, MAL VARLIĞI VE EVLATLARI
Mustafa Nâili Paşa, 1866 yılında ikinci kez getirildiği Girit valiliği görevinin
sona ermesinin ardından tekrar İstanbul’a dönmüştü. Hayatının kalan kısmını meclis
üyeliği yaparak geçirmişti. 29 Aralık 1871 tarihinde vefat etmişti. Mezarı, Fatih
Camisi avlusunda, güneydoğu cephesinde devlet adamlarına ait mezarların
bulunduğu hazirededir. Mustafa Nâili Paşa’nın şahsiyeti sadık, tedbirli, cesur, cömert
ve kerim sıfatlarıyla nitelendirilmişti.1075 Paşa ayrıca değerli, dürüst ve zengin bir
devlet adamı olarakanılmaktadır.1076
Paşa, yirmi yıl Girit’te idarecilik yaptıktan sonra, üç defa sadaret makamına
getirilmiş biri olarak hayatının büyük çoğunluğunu Osmanlı Devleti’nin bir
hizmetkârı olarak geçirmişti. Gençlik yıllarında Girit’te, Kavalalı Mehmet Ali
Paşa’nın askerlerinden biri olarak görev yapmıştı. Burada çok ciddi isyanların
bastırılmasında görev almıştı. Hayatını onurlu bir şekilde geçirmişti. Hayatının
sonuna kadar vazifede bulunduğu mecliste, etkili bir isim olmuştu.1077 Nitekim
Mustafa Nâili Paşa’nın damadı Mehmet Memduh Paşa, Esvat-ı Südur adlı eserinde
Paşa hakkında namuslu, tecrübeli ve yaşlı bir vezir olduğunu, büyük ve küçük
herkesin O’ndan övgüyle bahsettiğini yazmıştı. Ömrünün sonuna kadar devlet
hizmetinden bir an olsun geri kalmadığını, yapabildiği zamana kadar Meclis-i
Âli’deki memuriyetine devam ettiğini belirtmişti. Meclis-i Âli’ye azledilmiş
sadrazam ve şeyhülislamlar da memur edildiğinden, önemli devlet işlerini müzakere
etmenin, sadrazamın refakatinde bulunan bazı riyakârlara mahsus olmadığını ifade
1074
A. Nükhet Adıyeke, a.g.e., s.22; Engelhard, a.g.e.., s.266
Mehmet Süreyya, a.g.e., c.IV, s. 481; Şemseddin Sâmi, a.g.e., c. VI, s. 4311
1076
Alaaddin İbrahim Gövsa, a.g.e., s. 265
1077
David Barchard, “The Princely Pasha of Crete”, s.23
1075
328 etmişti. Liyakatleri kabul görmüş bu tecrübeli kişilerin mecliste bulunması işin doğru
görülmesine, muhalif fikirler ile itiraz edilmek sureti ile meselenin derinlemesine
araştırılmasına ve dolayısı ile devletin hukukunun muhafaza edilmesine sebep
olduğunu belirtmişti. Özetle Memduh Paşa, Mustafa Nâili Paşa gibi devlet
hizmetinde bulunmuş
tecrübeli kişilerin mecliste söz hakkının olmasının
faydalarından bahsetmişti.1078
Sir John Bowring’in raporuna1079 göre Mustafa Nâili Paşa, Girit adasında
Rumlar arasında Müslümanlar arasında olduğundan daha popülerdi. Ilıman karakterli
ve nezaket sahibi biri olarak tanımlanmıştır. Paşaların bilinen genel tavrının aksine
halka baskı yapmamış ve bu yüzden kötü anılmamıştır. Emirleri kanunlar
çerçevesinde uygulamıştı. Meclis başkanlarını daima kontrol altında tutmuş,
başkanlar da bu görevleri gönüllü olarak yerine getirmişlerdi. Bu yüzden herkes,
özellikle de Rumlar tarafından sevildiği belirtilmişti. Raporda, son olarak yüksek
gelir sahibi olduğu vurgulanmıştır.1080
Mustafa Nâili Paşa’yı İstanbul yıllarından tanıyan İngiliz Amiral Adolphus
Slade, Paşa hakkında övgü dolu sözler söylemiştir. Osmanlı Devleti’nin kaderi olan
halklar arası farklılıklar noktasında hayati bir değerinin olduğunu, Paşa’nın bu soruna
yönelik kendine has çözümler ürettiğini söylemiştir. Paşa’nın Hristiyan ve Müslüman
arazi sahipleri arasında bir ittifak kurarak, adayı milliyetçiliğin yıkıcı etkisinden
kurtarmayı başardığı söylenebilir.1081
Mustafa Nâili Paşa, 1849 yılında vücudunda meydana gelen ağrılar nedeniyle
Bursa’daki kaplıcalara gelme talebinde bulunmuştu. Mustafa Nâili Paşa, 8 Temmuz
1849 tarihinde yazdığı dilekçesinde, ağrılarının dayanılmaz olduğundan ve sıhhat
bulmak için kaplıcalara gitmesi gerektiğinden bahsetmiş, ağrılarından kurtulmak için
15-20 gün Bursa’daki kaplıcalarda kalmak istediğini belirtmişti. Bu esnada Girit’in
1078
Mehmet Memduh, Esvat-ı Südur, s.14-15
İngilizler, Mısır ve Girit’in ekonomisi ve zenginlikleri üzerine raporlar hazırlamışlardı. Bu
raporlardan birisini Sir John Bowring hazırlamıştır. David Barchard, “The Princely Pasha of Crete”,
s.25
1080
David Barchard, “The Princely Pasha of Crete”, s.25
1081
David Barchard, a.g.m., s. 25
1079
329 asayişinin yerinde olduğunu belirterek, gitmesine engel teşkil edecek herhangi bir
olay olmadığını eklemişti. Eğer izin verilirse, Ağustos başında Girit’te olacak olan
vapura binerek adadan ayrılmayı talep etmişti. Bu esnada yerine, oğlu Veli Paşa
vekâlet edecekti.1082 Paşa’nın talebi, merkez tarafından uygun bulunmuş ve gereken
izin verilmiş de yolculuk, Mustafa Nâili Paşa’nın vazgeçmesi nedeniyle
gerçekleşmemişti.1083
Mustafa Nâili Paşa’nın, Girit valiliği esnasında itaat içinde yaşayan Hristiyan
ahaliye göstermiş olduğu kolaylıklar, Paşa’nın demokratik yönünü ortaya koymuştu.
Öyle ki, Mustafa Nâili Paşa, Hristiyan bir kadınla evlenmiş ve kendisinin
Hristiyanlıktan ayrılmasını istememişti. Hatta eşine bahçelerindeki küçük kilisede
hususi ibadetini yapmasına izin vermişti. Bu durum ileride Girit valiliği görevinde
bulunacak olan oğlu Veli Paşa’nın dini konulardaki tutumunun, liberal bir çizgide
olmasına vesile olmuştu.1084
Mustafa Nâili Paşa, çok farklı bir devlet adamıydı. Asla düzenli bir eğitim
almamış ve hiç Avrupa ülkelerine yolculuk yapmamış olmasına rağmen, batının
etkisini kavramıştı. Mustafa Nâili Paşa, adaya gelen ziyaretçilere karşı iyi bir ev
sahipliği yapmıştı. 1830 yılında Girit’e gelen güçlü bir Helenist olan İngiliz
hukukçusu ve seyyah Robert Pashley, burada Mustafa Nâili Paşa ile görüşmüştü. Bu
esnada Mustafa Nâili Paşa Pashley’i, geleneksel kıyafetler giyerek, doğu çizgilerinin
hâkim olduğu bir odada ağırlamıştı.1085
Mustafa Nâili Paşa’nın karakterinin farklı yönlerini ortaya koyan örnekler de
vardır. Mustafa Nâili Paşa’nın hayırsever olduğu, okuyan talebeleri koruyup
kolladığı bilinmekteydi. Anadolu’dan özel metotlarla seçtiği 100-150 talebenin bütün
eğitim masraflarını yıllarca karşılamayı kendisine âdet edinmişti. Üstelik bu
öğrencileri kendi konağında misafir etmişti. Kendisine karşı minnet hissi
duymamaları için öğrencilerle çok sık görüşmemeyi kendisine prensip edinmiş ve
bundan asla taviz vermemişti. Öğrenciler ortalama 3 yıl süren tahsil hayatları
1082
İ. MTZ. GR. nr. 5/79-M2
İ. MTZ. GR. nr. 5/79-M3; İ. DH nr. 202/11556
1084
David Barchard, “Veli Pasha and Consul Ongley”, s.71
1085
David Barchard, a.g.m., s.73
1083
330 boyunca Mustafa Nâili Paşa’yı sadece iki defa görebilirlerdi. Birincisi, yeni
geldiklerinde, başarı temennisi esnasında, ikincisi vedalaşırken, öğrenimleri
bittiğinde
bundan
sonraki
hayatlarının
iyi
geçmesi
dileklerini
bildirmesi
esnasındaydı. Fransız Büyükelçi Kont Bertrande bunun sebebini merak etmiş ve
Mustafa Nâili Paşa’ya sormuştu. Paşa cevabında üç sebep sıralar:
“Birincisi, bizim inançlarımız içinde beşerî hizmetler, her sahaya şâmildir ve
bunların kıymetlilerinden birisi, ilim-irfan ile uğraşanlara imkân temin etmektir.
Çünkü ilim üzerine kurulmuş dinimiz. Her hizmet gibi bu da, sadece Allan rızası için
yapılır. Hizmetin Cenab-ı Hak indinde makbul olması, huzur ve mükâfatın zirvesidir
hayır sahibi için. Başka bir arzusu olmaz, olması da mümkün değil. Çünkü Cenab-ı
Hakkın bilmesi kâfidir O’nun için. Kişinin yaptığını teşhir etmektense, hele
yaptığından menfaat beklemektense o işi yapmaması daha iyidir, bizim dinimize
göre. İkincisi de, düşününüz ki, burada okuyanlar içinde yarın, benim gibi, bu
devletin en yüksek makamına çıkanlar olabilir. Benim ailem içinde onların
makamlarından bazı menfaatler temin etmek isteyenler çıkabilir. O zaman benim
rızay-ı İlahi niyazım nerede kalır? O manevi his gider, yerine geleceğe yönelik hasis
zihniyet hâkim olur. Üçüncüsü, her vesile ile karşılarına çıkar, onlarda minnettarlık
hislerinin tazelenmesine sebep olursam, sevabın da, günahın da mahremiyetini ihlal
etmiş olurum”dedi.
Elçinin kafası karışınca şaşkın bir halde bu kadar iyiliğin kendisine ne
faydasının olacağını sorunca Mustafa Nâili Paşa;
“Ekselans işte sizinle bizim aramızdaki en önemli fark bu. Bizi biz yapan, bu
değerlerdir” diyerek cevap verdikten sonra elçi son olarak bunun hep böyle devam
edip etmeyeceğini öğrenmek istemişti. Mustafa Nâili Paşa cevap olarak,
“Orasını bilemem! Devam ederse, bu devlet de devam eder. Aslını, özünü
inkâr eden, terk eden hayatiyetini idame ettiremez! Bu, değişmez kaidedir”
demiştir.1086
1086
http://www.mehmetoruc.com/pdfs/1999gb.pdf
331 Mustafa Nâili Paşa, Girit muhafızlığı döneminde dünyadaki değişiklikleri
takip etmiş, kendisini geliştirmiştir. Adada bulunduğu ilk yıllarda Yunanca okuyupyazamamış olmasına rağmen, iyi konuşarak dil konusundaki yeteneğini ortaya
koymuştur.1087Kendisi hakkında sonradan ortaya atılan cahil olduğu iddialarının
aksine Mustafa Nâili Paşa, Arapça ve Türkçe okuyabiliyordu. Aslında eğitime önem
veren birisiydi. Kendisini ve oğullarını eğitmesi için Avrupalı eğitimciler kiralamıştı.
Mösyö Kaporal, bu eğitimcilerden biridir. Bu sayede evlatlarının görgü ve nezaket
konusunda bir Avrupalı gibi yetiştirilmesine çalışmıştır. Mustafa Nâili Paşa, 1833
yılında Yunan milliyetçisi Robert Pashley’in Girit ziyaretinde, kendisiyle yapılan
görüşmelerde Yunanca konuşarak Pashley’i çok şaşırtmıştır. Ayrıca Paşa, bu
ziyaretten çok memnun olduğunu ve gurur duyduğunu eklemişti.1088
Mustafa Nâili Paşa’nın en büyüğü -kendisinden sonraki dönemlerde Girit
valisi ve Kırım savaşı zamanında Paris sefiri görevlerinde bulunmuş olan- Veli Paşa
olmak üzere, Hasan, Kerim, Salih, Ali ve Hilmi Bey isimli oğulları vardı. Mustafa
Nâili Paşa, varislerine pek çok çiftlik ve konak gibi mal varlığı bırakmıştır. Mustafa
Nâili Paşa, Girit’te muhafızlık görevinde bulunduğu yıllarda biri Perivolia’da, diğeri
Kandiye’de olmak üzere iki tane konak yaptırmıştı.1089 Bunların dışında sadrazamlık
görevinde iken kendisine Emirgan’da bir yalı tahsis edilmişti. Ayrıca, Selanik,
Narda, Florina, Yalakâbâd (Yalova),1090 Kandiye ve Görice’de olmak üzere pek çok
çiftliği olduğu bilinmektedir.1091
Mustafa Nâili Paşa, İstanbul’da bulunan çok sayıda vakıf suyollarının da
hissedarıydı.1092 Paşa, bu hisselerin bazılarını, suya mutasarrıf olan şahısların
1087
Bundan başka pratik bir şekilde Türkçe, Arnavutça ve Arapça öğrendiği bilinmektedir. Şemseddin
Sâmi, a.g.e., c. VI, s. 4311
1088
David Barchard, “The Princely Pasha of Crete”, s. 25
1089
David Barchard, a.g.m., s. 24
1090
Tahir Sezen, a.g.e., s. 517
1091
A. DVN nr.118/53; A. MKT. NZD nr. 291/22; A. MKT. UM nr. 372/54; A. MKT. NZD. 335/89;
A. MKT. UM nr. 422/2; A. MKT. NZD nr. 345/29
1092
Osmanlı Devleti’nde bugünkü anlamda kullanılan suyun bedeli tüketici tarafından ödenmemişti.
Suyun kullanıcıya ulaştırılması ve masrafları bu amaçla kurulmuş vakıflardan karşılanmıştı. Küçük
büyük bütün yerleşim birimlerine içme ve kullanma suları devlet kaynakları ve ya zengin kişilerin
maddi yardımlarıyla sağlanmış, bakım ve onarımları da vakıflar aracılığıyla yapılmıştı. İçme ve
kullanma suyunu temin etmek için yapılmış olan vakıf suyolları çevresine güzellik katan özenli
yapılardı. Halkalı Suları, Taksim Suları, Hamidiye Suları bunlrdan bazılarıdır. Mehmet Borat, “Vakıf
332 vefatıyla kendi uhdesine almıştır.1093 Ya da hisse sahiplerinin sağlığında bizzat
kendilerinden devralmıştır. Mustafa Nâili Paşa, Girit valiliği esnasında 1842 yılı
Nisan ayında vakıf suyun tasarruf sahibi olan sarraf Artin Bazergan’dan kendi
rızasıyla devralmıştır. Aynı şekilde kendisi de tasarruf hakkına sahip olduğu bir
miktar vakıf suyunu, 1844 yılında Mehmet Sadi Efendi’ye devretmiştir.1094 Vakıf su
hisseleri, Mustafa Nâili Paşa’nın ölümünden sonra varislerine devredilmiştir.1095
Varisleri de hisselerini başkalarından satın almak suretiyle daha da arttırmıştır.1096
Mustafa Nâili Paşa’nın bu gün hâlâ ayakta ve aynı işlevini sürdürmekte olan
Eminönü, Mercan Ağa Mahallesinde, Çakmakçılar Yokuşu ile Fincancılar
Sokağı’nınkesiştiği köşede bir hanı vardır. Yapının bir kitabesi olmamakla birlikte
XIX. yy. başlarında yapıldığı tahmin edilmektedir. Doğu ve batı çizgilerinin
sentezlendiği bina, o dönemde 3 katlı yapılmış nadir örneklerdendir.1097
Mustafa Nâili Paşa, Osmanlı coğrafyasının sıkıntılı bir bölgesi olan Girit’te,
tüm olumsuzluklara rağmen, parlak zekâsıyla ve yetenekleriyle iyi idarecilik yapmış
olmasıyla örnek gösterilecek bir şahsiyet olmuştur.1098
Su Yolları”, Osmanlı Su Medeniyeti Uluslararası Sempozyum Bildirileri Kitabı, 5-8 Mayıs 2000,
İstanbul, s.61-80
1093
Sultan Bayezid Caddesi Irgatpazarı yakınındaki Sultan II. Mahmut Han Vakfı’na ait bir masura
Halkalı suyundan konağa bağlı suya mutasarrıf olan Mehmet Rıfat Bey’in vefatıyla varisleri
hisselerini satışa çıkarmışları üzerine üç hissesi Mustafa Naili Paşa uhdesine kaydedilmişti. Vakıf Su
Defterleri Su Yolcu 2, İstanbul Su Külliyatı XXXIII, İstanbul 2003, s. 58, 173-174
1094
Vakıf Su Defterleri Halkalı Suları 1, İstanbul Su Külliyatı XXI, İstanbul 2001, s. 169
1095
Vakıf Su Defterleri Su Yolcu 3, İstanbul Su Külliyatı XXXIV, İstanbul 2003, s. 177-178
1096
a.g.e.,s. 174
1097
Nil Köroğlu, “XIX. yy ve XX. yy Başı Eminönü’nde Osmanlı Büro Hanları”, Yıldız Teknik
Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2004, s. 38
1098
David Barchard, “The Princely Pasha of Crete”, s. 26
333 SONUÇ
Çalışmamıza konu olan Mustafa Nâili Paşa, XIX. yüzyılda yaşamıştır.
Tanzimat
devri
devlet
adamlarından
olup,
aynı
zamanda
Abdülmecid’in
sadrazamlarındandır. Hayatı, dört padişahın saltanatına rastlamıştır. Henüz 5
yaşındayken, III. Selim döneminde dayısı Tahir Paşa’nın yanında Mısır’da
bulunmuştur. II. Mahmut devrinde, 17 yaşındayken diğer dayısı Hasan Paşa ile
birlikte Hicaz’a giderek Vehhabilere karşı yapılan mücadelede yer almıştır. 24 yaşına
geldiğinde yine Hasan Paşa ile birlikte bu defa Girit’te Rum asilere karşı
koymuşlardı. 26 yaşında Girit’te Mısır askeri başbuğu, 32 yaşında da Girit muhafızı
olmuştu. 40 yaşında Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim ile birlikte Lübnan
dağlarında isyan eden Marunîler ile mücadele etmiştir. Abdülmecid tahta çıktığının
ertesi yılında, 26 yıldır Girit’te bulunan Mustafa Nâili Paşa’yı valilik görevine layık
görmüştü. On yıllık valiliğin ardından yine Abdülmecid’in çağrısı ile İstanbul’a
gitmiş ve Meclis üyeliği ile başkanlığı görevlerinde bulunmuştur. Nihayet 55 ve 59
yaşlarında olmak üzere, aralıklarla iki defa Abdülmecid saltanatında sadrazamlık
görevlerinde bulunmuştur. 1866 yılına gelindiğinde 68 yaşında, padişah Abdülaziz
tarafından tekrar Girit’e vali olarak tayin edilmiştir. Bir yıldan daha az bir süre
burada kaldıktan sonra tekrar İstanbul’a dönmüş ve 1871 yılında vefatına kadar
meclis üyeliği görevine devam etmiştir.
Mustafa Nâili Paşa’yı diğer devlet adamlarından ayıran en önemli özellik,
küçük yaşlarından itibaren hayatının tamamını, devlete hizmet etmekle geçirmiş
olmasıdır. Kâh savaş meydanlarında kılıç kullanarak, kâh kabinede yer alarak daima
bir görevin içinde bulunmuş, hiçbir zamanını boşa geçirmemişti. Bu yüzden sürekli
bir tekâmül göstermiş, kariyer basamaklarını tek tek çıkmıştır.
Henüz çocuk yaşında olmasına rağmen 5 yaşında iken Mısır’da yaşanan kanlı
olayların en yakın şahidi olmuş, dayısı Tahir Paşa’yı iktidar mücadeleleri esnasında
yeniçerilere kurban vermişti. Tahir Paşa ölümünden bir süre sonra kendisi de
334 Mısır’da bulunan babası da vefat edince Mustafa Nâili doğduğu yer olan Polyan’a
annesinin yanına dönmüş, fakat bir süre sonra diğer dayısı Hasan Paşa’nın yanına
Mısır’a geri gelmiştir. Mustafa Nâili Paşa, burada Mehmet Ali Paşa’nın askeri olarak
vazife görmüş, kendisine verdiği görevleri layıkıyla yerine getirmiştir. Hicaz’da
patlak veren Vehhabi isyanlarının bastırılmasında görevlendirilen Hasan Paşa ve
beraberinde Mustafa Nâili burada beş yıl kalarak, hem isyanı bastırmada hem de
sonrasında bölgede yapılan imar faaliyetlerine katkıda bulunmuştu.
Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu hassas dönem itibariyle isyanların ardı
arkası kesilmiyordu. Vehhabi isyanı sonrasında Mora’da çıkan Rum isyanının
yansımaları Girit’te de görülmüştü. Hasan Paşa ve Mustafa Nâili, Rum isyanlarını
bastırmak üzere Girit’e yollanmıştı. Ancak bu defa Mustafa Nâili Paşa’nın emrine
400 piyade askeri verilmişti. Böylece çocukluğundan beri heves ettiği askerlik
mesleğine girmişti.
Mustafa Nâili Paşa bu zamana kadar edindiği tecrübe ve gösterdiği
yararlılıklar neticesinde, Mehmet Ali Paşa’nın beğenisini kazanmış ve kendisine,
asilerle mücadele esnasında vefat eden Hasan Paşa’nın yerine Girit’teki Mısır
askerlerinin başbuğu vazifesi verilmiştir. Hatta Hasan Paşa’nın varisi olarak Mehmet
Ali Paşa’nın himayesi altına girmiştir. Mustafa Nâili Paşa, Girit’in yönetiminin
Mehmet Ali Paşa’ya devredildiği 1830-1840 yılları arasında, adada Mehmet Ali
Paşa’nın temsilcisi olarak görev yapmıştır. Bu esnada adada hiç isyan çıkmamıştır.
Adada Mısır’a benzer bir yönetim tesis edilmeye çalışılmış, halkın memnuniyeti için
uğraşılmıştır. Bir ara İbrahim Paşa ile birlikte Lübnan’a giderek, burada Dürzi ve
Marunîler’ in çatışmalarını engellemek için vazifelendirilmişti. Kendisine verilen bu
görevi de tamamladıktan sonra Girit’e geri dönmüştür.
Girit’te göstermiş olduğu başarılı temsilciliğin ardından Mustafa Nâili Paşa,
adanın tekrar Osmanlı yönetimine girmesiyle bu kez vali olarak atanmış ve Girit’te
on yıl daha idarecilik yapmıştır. Mustafa Nâili Paşa’nın idaresinde bulunan adada,
hem ilk on yıllık süreçte hem de ikinci on yıllık süreçte, 1841 isyanından başka
kayda değer bir isyan girişimi olmamıştır. Adanın hassas durumu göz önünde
335 bulundurulacak olursa yirmi yıllık süreçte sadece bir isyan girişiminin olması,
Mustafa Nâili Paşa’nın adanın yönetiminde sağlamış olduğu istikrarı gösterir. Asiler,
Paşa’nın bir şekilde isyanı bastıracağını ve bu suretle çabalarının boşa çıkacağını
bilir ve buna teşebbüs bile etmezlerdi. İtaat altında yaşayan ada Rumları ise O’nun
yönetiminde hallerinden memnun bir şekilde yaşamıştır. Öyle ki, adanın Müslüman
ahalisi Rumların kayırıldığı yönünde şikâyette bulunmuşlardı. Mustafa Nâili
Paşa’nın Girit’te başarılı bir yönetim sergileyebilmiş olmasının nedeni, hoşgörülü
karakterinin bir yansıması olmuştur. O kadar hoşgörülüydü ki, eşinin Hristiyan
olarak kalmasına ve kilisede ibadet etmesine bile izin vermişti. Onun bu vasfı,
kendisinden yıllar sonra yine Girit’te valilik yapacak olan büyük oğlu Veli Paşa’ya
da yansımıştır.
73 yıllık yaşamının yarıdan fazlasını valilik görevinde bulunduğu Girit’te
geçirdikten sonra, 1851 yılında nihayet İstanbul’a gelerek bu zamana kadar alışık
olmadığı farklı bir ortama girmişti. Önce Meclis-i Vâlâ üyeliği ve ardından
başkanlığı vazifesi yapmıştır. Sonrasında, Kırım Savaşı arifesinde ve savaşın hemen
ardından olmak üzere iki defa sadaret makamında bulunmuştur. Bu noktada Paşa’nın
çok yönlü kişiliği ortaya çıkmaktadır. Gerektiğinde savaş meydanlarında bir
cengâver, gerektiğinde orta yolu bulan ılımlı bir vali, gerektiğinde de kendisinden
çok fazla eğitim almış olan kabineye başkanlık ederek yeteneklerini göstermiştir.
Hem de bu vazifeleri hiçbir eğitim almadan yerine getirebilmiş olması, doğal olarak
çevresindekilerin olumsuz tepkilerine sebep olmuştur. Özellikle Mustafa Reşid Paşa
ile
tartışma
boyutunda
çatışmaları
olmuştur.
Bu
tartışmalarda,
dönemin
vakanüvislerinin yazdıklarına göre, Mustafa Nâili Paşa haksız bulunmuş olsa da
konu ayrıntılarıyla incelendiğinde, bazı konularda aslında öyle olmadığı görülmüştür.
Mustafa Nâili Paşa’nın hayatının son yıllarında aldığı önemli görevlerden
birisi de 1866 yılında Girit isyanının bastırması olmuştur. Paşa ilerlemiş yaşına
rağmen tecrübesine güvenilerek tekrar Girit’e vali olarak görevlendirilmiştir. Fakat
aradan geçen süre zarfında şartlar değişmiş ve isyanın durdurulması mümkün
olamamıştı. Elinden gelen çabayı göstermiş olmasına rağmen, Yunanistan’dan gelen
336 destek bir türlü kesilemediğinden isyan kontrol altına alınamamıştı. Tekrar İstanbul’a
dönen Mustafa Nâili Paşa, ölümüne kadar meclis üyeliği görevinde bulunmuştur.
Bu çalışma ile 73 yıllık hayatının ele alındığı Mustafa Nâili Paşa’nın (17981871) şahsında, XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti’ni meşgul eden meselelere de
değinilmiştir. Bu güne kadar Mustafa Nâili Paşa hakkında yazılmış olan bilgiler
eksik ve tekrardan öteye gitmemiştir. Bu çalışma ile Paşa’nın hayatına dair boşluklar
doldurulmaya çalışılmıştır.
Mustafa Nâili Paşa, bir eğitim hayatı olmamasına rağmen, yetenekli ve azimli
kişiliği ile kendisine verilen bütün görevleri layıkıyla yerine getirmiş bir devlet
adamı olarak tarih sahnesindeki yerini daima koruyacaktır.
337 BİBLİYOGRAFYA
A. ARŞİV KAYNAKLARI
Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), İstanbul
1. Bâbıâlî Evrak Odası (BEO)
Sadaret Amedî Kalemi (A. AMD)
Sadaret Divan Kalemi Evrakı (A. DVN)
Sadaret Divan-ı Hümayun Mühimme Kalemi (A. DVN. MHM)
Sadâret Mektubî Kalemi (A. MKT)
Sadâret Mektubî Kalemi Mühimme Kalemi (A.MKT. MHM)
Sadâret Mektubî Kalemi Nezâret ve Devâir (A.MKT. NZD)
Sadaret Mektûbî Kalemi, Umûm Vilâyât (A. MKT. UM)
Sadaret Mektûbî Kalemi, Meclis-i Vâlâ (A. MKT. MVL)
Sadaret Mektûbî Kalemi, De’âvi (A. MKT. DV)
2. Hâriciye Nezâreti
Hâriciye Nezâreti Metubi Kalemi (HR. MKT)
Hariciye Nezâreti Siyasi Kısım(HR. SYS)
3. Hatt-ı Hümâyûn Tasnifi (HAT)
4. İrâde Tasnifi
İrâde Hâriciye (İ.HR)
İrâde Dâhiliye (İ.DH)
İrade Meclis-i Mahsus (İ. MMS)
İrâde Mesâil-i Mühimme (İ. MSM)
İrâde Eyâlet-i Mümtâze Girid (İ.MTZ. GR)
338 Meclis-i Vâlâ (İ. MVL)
5. Cevdet Tasnifi
Cevdet Tasnifi Adliye (C. ADL)
Cevdet Tasnifi Askeriye (C.AS)
Cevdet Tasnifi Bahriye (C.BH)
Cevdet Tasnifi Belediye (C.BLD)
Cevdet Tasnifi Dâhiliye (C. DH)
Cevdet Tasnifi Darphane (C. DRB)
Cevdet Tasnifi Hariciye ( C. HR)
Cevdet Tasnifi Maliye (C.ML)
Cevdet Tasnifi Sıhhiyye (C. SH)
Cevdet Tasnifi Zaptiye (C. ZB)
6. CavitBaysun Evrakı (HSD. CB)
7. Meclis-i VâlâEvrakı (MVL)
B. YAZMALAR
MAHMUT CELALEDDİN PAŞA, Girit İhtilali Tarihi, İstanbul
Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi, Türkçe Yazmalar Bölümü nr. 4150
C. GAZETELER
1. Takvîm-i Vekâyi
2. Tasvir-i Efkâr
3. Vakâyi‘-i Giridiyye
D. KAYNAK ESERLER VE MAKALELER
ACAR, İrfan C.:
1989
Lübnan Bunalımı ve Filistin Sorunu, TTK, Ankara
339 ADIYEKE, A. Nükhet:
Osmanlı İmparatorluğu ve Girit Bunalımı (18961908), TTK, Ankara 2000
_____________________:
“Girit’in Mehmet Ali Paşa Yönetimine Dair Bir
Rapor”, Belgeler-Türk Tarih Dergisi, TTK, Ankara
1993, s. 293-315
_____________________:
“Doğu Sorunu’nun Bir Aynası: Girit Sorunu”, Yeni
Türkiye, Osmanlı- I ( Siyaset ve Teşkilat),S. 31,
Ocak- Şubat 2000, s. 337-341
ADIYEKE, A. Nükhet –
ADIYEKE, Nuri:
“Yunan İsyanı Sırasında Girit’te İrtidat Olayları”,
Fethinden Kaybına Girit, BâbıâliKültür Yayıncılık,
İstanbul 2007, s. 125-132
_____________________:
“Olive Production in Crete in 19 Century”, Bulgarian
Historical Rewiew, (3-4) 2006, s. 155-167
_____________________:
“Yunan Ayaklanması Sırasında Girit Resmo’da
Müsadere ve Müzayedelere Dair Bir İnceleme”,
Kebikeç, S. 32, 2011, s. 137-168
_____________________:
Kıbrıs Sorununun Anlaşılmasında Tarihsel Bir
Örnek Olarak Girit’in Yunanistan’a Katılması,
SAEMK, Ankara 2002
AHMET CEVDET PAŞA: Tarih-i Cevdet, c.VII-X-XI-XII, Matbaa-i Osmaniye,
Dersaadet 1309
_____________________:
Tezakir, yay. Cavit Baysun, TTK, Ankara 1986
_____________________:
Maruzat, haz. Yusuf Halaçoğlu, Çağrı Yayınları,
İstanbul 1980
AHMET LÜTFİ EFENDİ:
Vak’anüvis Ahmet Lütfi Efendi Tarihi, ed. Nuri
Akbayar, c. I-VIII, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1999
______________________: Vak’anüvis Ahmet Lütfi Efendi Tarihi, yay. Münir
Aktepe, c.IX-XI, TTK, İstanbul 1984
340 AHMET RIFAT:
Verdü’l-Hadayik
İstanbul 1866
(Hadikat’ül-Vüzera
Zeyli),
AHMET RIFAT EFENDİ:
Lügat-i Tarihiyye ve Coğrafiyye, c.5-6-7, Tıpkıbasım,
Keygar Neşriyat, Ankara 2004
AKŞİN, Sina:
“1839’da Osmanlı Ülkesinde İdeolojik Ortam ve
Osmanlı Devleti’nin Uluslararası Durumu”, Mustafa
Reşid Paşa ve Dönemi Semineri Bildiriler, Ankara
1985, s. 5-12
AKYAY, Bülent:
“Başlangıçtan Girit İsyanına Kadar Osmanlı-Yunan
İlişkileri (1830-1866)”, Ege Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Doktora Tez, İzmir 2010
AKYILDIZ, Ali:
Osmanlı Dönemi Tahvil ve Hisse Senetleri, Tarih
Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2001
_____________:
Haliç’te Seyrüsefer Haliç Vapurları Şirketi, İş
Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2007
_____________:
Tanzimat Dönemi Osmanlı Merkez Teşkilatında
Reform (1836-1856), Eren Yayıncılık, İstanbul 1993
_____________:
Osmanlı Bürokrasisi ve Modernleşme, İletişim
Yayınları, İstanbul 2004
_____________:
Para Pul Oldu Osmanlı’da Kâğıt Para, Maliye ve
Toplum, İletişim Yayınları, İstanbul 2003
_____________:
“Osmanlı Devleti’nin Kırım Savaşı’nı Finansmanı: İç
ve Dış Borçlanmalar”, Savaştan Barışa, 150.
Yıldönümünde Kırım Savaşı ve Paris Antlaşması
(1853-1856), 22-23 Mayıs 2006, Bildiriler, İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Araştırmaları
Merkezi, İstanbul 2007, s. 11-18
ALTUNDAĞ, Şinasi:
Kavalalı Mehmet Ali Paşa İsyanı ve Mısır Meselesi
1831-1841,TTK, Ankara 1988
341 _________________:
“Mehmet Ali Paşa”, İslam Ansiklopedisi, c.VII, Milli
Eğitim Bakanlığı Yayınları, Ankara 1970, s. 560-570
_________________:
“Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın Suriye’de Hâkimiyeti
Esnasında Tatbik Ettiği İdare Tarzı”, Belleten, c.VIII,
S.30, TTK, Ankara Nisan 1944, s. 231-243
ANDIÇ, FuatANDIÇ, Süphan:
Sadrazam ÂlîPaşa Hayatı, Zamanı ve Siyasi
Vasiyetnâmesi, Eren Yayıncılık, İstanbul 2000
______________:
Kırım Savaşı Âlî Paşa ve Paris Antlaşması, Eren
Yayıncılık, İstanbul 2002
ARIKAN, Zeki:
“Midilli - İstanbul Arasında Zeytinyağı Ticareti”,
Tarih Araştırmaları Dergisi, Ankara Üniversitesi Dil
ve Tarih Coğrafya Fakültesi, c. XXV, Ankara 2006, s.
1-28
______________:
“1821 Yunan İsyanının Başlangıcı”, Askeri Tarih
Bülteni, c.XII, Ankara 1987, s. 97-133
ARMAOĞLU, Fahir:
19. yy. Türk Siyasi Tarihi (1789-1914),TTK, Ankara
1999
ASLAN, Halide:
“Tanzimat Döneminde İhtida (1839-1876)”, Ankara
Üniversitesi İslam Tarihi ve Sanatları Bölümü
Doktora Tezi, Ankara 2008
AYDIN, Mahir:
Girit Sarı Kitap, Arkeoloji ve Sanat Yayınları,
İstanbul 2008
____________:
Osmanlı Eyaleti’nden Üçüncü Bulgar Çarlığına,
Kitabevi, İstanbul 1996
____________:
“Rusya’nın
Çanakkale
İntikamı-Karadeniz
Bombardımanı”, Uluslararası Giresun ve Doğu
Karadeniz Sosyal Bilimler Sempozyumu (9-11 Ekim
2008) Bildiri Kitabı, Giresun 2009, s. 571-576
342 ____________:
“Kafdağı’nda Türk Kalesi”, Türklük Araştırmaları
Dergisi, S.20, Özel Sayı Prof. Dr. Mücteba İlgürel’e
Armağan-II , (Ayrıbasım), İstanbul 2008, s. 297-328
____________:
“Barışı Olmayan Savaş: Kırım”, Savaştan Barışa, 150.
Yıldönümünde Kırım Savaşı ve Paris Antlaşması
(1853-1856), 22-23 Mayıs 2006, Bildiriler, İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Araştırmaları
Merkezi, İstanbul 2007, s. 1-10
AYDIN, Mithat:
“Girit Ayaklanması’nın (1866-1869) Ortaya Çıkışı ve
Uluslararası Bir Sorun Haline Gelişinde Yunanistan’ın
Rolü”, Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi/Turkish
Journal of Social Research, Yıl. 11, S.1, Nisan 2007,
s. 113-147
BADEM, Candan:
“Kırım Savaşı Sırasıda İsyanlar ve Asayiş Sorunları”,
Savaştan Barışa, 150. Yıldönümünde Kırım Savaşı
ve Paris Antlaşması (1853-1856), 22-23 Mayıs 2006,
Bildiriler, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Tarih Araştırmaları Merkezi, İstanbul 2007, s. 245-254
______________:
“The Ottomans And The Crimean War (1853-1856)”,
Sabancı Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Doktora Tezi, Ankara 2007
BALTA, Evangelia:
“Olive Cultivation in Crete at the time of the Ottoman
Conquest”, Osmanlı Araştırmaları/Journal of
Ottoman Studies, XX, Ankara 2000, s. 143-164
BANOĞLU, Niyazi Ahmet: Tarihte Girit ve Osmanlılar Dönemi, Kırmızı Beyaz
Yayınları, İstanbul 2005
BARCHARD, David:
“Bedirhan Bey in Crete”, Osmanlı’dan Cumhuriyete
Diyarbakır, ed. Bahaeddin Yediyıldız- Kerstin
Tomenendal, c.II, Ankara 2008, s. 343-351
__________________:
“The Princely Pasha of Crete”,Cornucopia, Sayı 30,
2003/2004, s. 23-26
343 __________________:
“Veli Pasha and Consul Ongley. An Anglo-Ottoman
Diplomatic Relationship That Got Too Close”, ed.
Sinan KUNERALP, A Bridge Between Cultures:
Studies on Ottoman and Republican Turkey in
Memory of Ali İhsan Bağış, ISIS Pres, İstanbul
2006,s. 69-122
BAYKAL, Bekir Sıtkı:
“Girit”, Türk Ansiklopedisi, c.XVII, MEB Yayınları,
Ankara 1969, s. 378-386
BAYRAK, Meral:
“1821 Mora İsyanı ve Yunanistan’ın Bağımsızlığı”,
Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Doktora Tezi, Eskişehir 1999
BAYSUN, Cavit:
“Mustafa Reşid Paşa”, Tanzimat II, Araştırma
İnceleme Dizisi, MEB Yayınları, İstanbul 1999, s. 723746
Belgelerle Osmanlı Devrinde
Hicaz (Mekke-i Mükerreme),ed. Mustafa Güler, Çamlıca Yayınları, İstanbul 2002
BEYDİLLİ, Kemal:
“Selim III”, TDV İslam Ansiklopedisi, c. XXXVI,
Ankara 2009, s. 420-425
BEYHAN, Mehmet Ali:
“Yeniçeri Ocağı’nın Kaldırılışına Dair Bir Risâle:
Gülzâr-ı Fütuhât”, Ata Dergisi, S. VII, Konya 1997, s.
237-250
___________________:
“Yeniçeri Ocağı’nın Kaldırılışı Üzerine Bazı
Düşünceler-Vak’a-yı Hayriyye”, Osmanlı, c.VII, Yeni
Türkiye Yayınları, Ankara 1999, s.258-272
___________________:
“Islahatlar ve Buhranlar Literatürü: III. Selim ve II.
Mahmut Dönemi”, Türkiye Araştırmaları Literatür
Dergisi, I/2, İstanbul 2003, s.57-99
___________________:
“Girit’e Dair Önemli Bir Kaynak: Mahmut Celaleddin
Paşa’nın Girit İhtilali Tarihi”, İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Dergisi, 3. Dizi, S. 22,
İstanbul 2011, s. 133-155
344 BEYOĞLU, Süleyman:
“Girit Göçmenleri (1821-1924)”, Türk Kültürü
İncelemeleri Dergisi, S. 2, c. 2, İstanbul 2000, s. 123138
BOSTAN, İdris:
“Girit’e Dair Bir Layiha”, Türklük Araştırmaları
Dergisi, S.2, Yıl: 1986’dan Ayrı Basım, İstanbul 1987,
s. 19-23
BOURNE, Kenneth:
“İngiltere ve Girit İsyanı, 1866-1869 (Great Britain and
the Cretan Revolt, 1866-1869)”, çev. Yuluğ Tekin
Kurat, DTCF Tarih Araştırmaları Dergisi, c. I, S. I,
Ankara 1962, s. 249-274
BUDAK, Mustafa:
“1853-1856 Kırım Savaşında Kafkas Cephesi”,
İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Yakınçağ Tarihi Anabilim Dalı Doktora Tezi,
İstanbul 1993
BUZPINAR, Tufan:
“Lübnan”, TDV İslam Ansiklopedisi, c.XXVII,
Ankara 2003, s. 248-254
BORAT, Mehmet:
“Vakıf Su Yolları”, Osmanlı Su Medeniyeti
Uluslararası Sempozyum Bildirileri Kitabı, İstanbul
Büyükşehir Belediyesi, 5-8 Mayıs 2000 İstanbul, s. 6180
CABİ ÖMER EFENDİ:
Cabi Tarihi, Tahlil ve Tenkitli Metin, haz. Mehmet
Ali Beyhan, TTK, Ankara 2003
ÇADIRCI, Musa:
Tanzimat Sürecinde Türkiye ve Ülke Yönetimi,
İmge Kitabevi, Ankara 2007
______________:
“Tanzimat’ın İlanı Sırasında Anadolu’da İç Güvenlik”,
DTCF Tarih Araştırmaları Dergisi, c. 13, S. 24,
Ankara 1980, s. 45-58
______________:
“Tanzimat Döneminde Çıkarılan Men’-i Mürur ve
Pasaport Nizâmnâmeleri”, Belgeler, c.15, S.119,
Ankara 1993, s. 169-181
345 ÇANLI, Mehmet:
“Eytam İdaresi Sandıkları ve Osmanlı Devlerinde
Yetimlerin Ekonomik Haklarının Korunması”, Savaş
Çocukları-Öksüzler ve Yetimler, Emine GürsoyNaskali ve Aylin Koç (edt.), (Kendi yayınları), İstanbul
2003, s. 59-86
ÇAĞATAY, Neşet:
“Vehhabilik”, İslam Ansiklopedisi, Milli Eğitim
Bakanlığı Yayınları, c.XIII, Ankara 1986, s. 262-263
ÇELİK, Yüksel:
“Hüsrev Mehmed Paşa- Siyasi Hayatı ve Askeri
Faaliyetleri (1756-1855)”, İstanbul Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, İstanbul
2005
_____________:
“Tanzimat Devrinde Rüşvet-Hediye İkilemi ve Bu
Alandaki Yolsuzlukları Önleme Çabaları”, Türk
Kültürü İncelemeleri Dergisi, S.15, KOCAV, İstanbul
2006, s. 25-64
ÇOKİŞLER, Nazım:
“Girit Göçmenleri Türk Halk Kültürü Üzerine Bir
Araştırma”, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, İzmir 2007
DANİŞMENT, İsmail H.:
İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi,c.IV-V, İstanbul
1971-2
DARENDELİ, İ.H. Efendi: Ziyanâme,“Sadrazam
Yusuf
Ziya
Paşa’nın
Napolyon’a Karşı Mısır Seferi (1798-1802)”, haz. M.
İlkin Erkutun, Kitabevi Yayınları, İstanbul 2009
DEDES, Yorgos:
“Blame it on the Turko-Romnioi (Turkish Rums) A
Muslim Cretan song on the abolition of the
Janissaries”, Din ve Dil Arasında: Türk Dili Konuşan
Hıristiyanlar, Yahudiler ve Osmanlı İmparatorluğu
Yunan-Konuşma Müslümanlar ve Katolikler, Türk
Dilleri Araştırmaları Dizisi: 48, ed. Evangelia BaltaMehmet Ölmez, Eren Yayıncılık, İstanbul 2011, s. 321376
346 DENİZ, Şefaattin:
“Osmanlı Devleti’nde Padişah ve Bâbıâli Arasındaki
İktidar
Mücadelesi
(1808-1908)”,
Kırıkkale
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek
Lisans Tezi, Kırıkkale 2002
DEVELİOĞLU, Ferit:
Osmanlıca-Türkçe
Ansiklopedik
Kitabevi, Ankara 1992
DOĞAN, Cabir:
“1843–1846 Nasturi Olayları ve Bedirhan Bey”,
Süleyman Demirel Üniversitesi Fen-Edebiyat
Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Aralık 2010, s. 118
_____________:
“Cizre ve Bohtan Emiri Bedirhan Bey (18021869)”,Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Doktora Tezi, Afyonkarahisar 2010
_____________:
“II. Mahmut Dönemi Osmanlı Merkezileşme
Politikasının Doğu Vilayetlerinde Uygulanması”,
Turkish Studies - International Periodical For The
Languages, Literature and History of Turkish or
Turkic, Volume 6/4 Fall 2011
_____________:
“Tanzimat’ın Van’da Uygulanması ve Han Mahmut
İsyanı”, History Studies, c. III, S. 2, 2011, s. 147-162
DOĞAN, Faruk:
“Osmanlı Devleti’nde Zeytinyağı (1800-1920)”,
Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Doktora Tezi, İstanbul 2007
DUMAN, Hasan:
Osmanlı-Türk Süreli Yayınlar ve Gazeteler
Bibliyografyasi ve Toplu Kataloğu (1828-1928),
Enformasyon ve Dökümantasyon Hizmetleri Vakfı,
Ankara 2000
EBUZZİYA, A. Velid:
Girit’in Mazisi, Hali, İstikbali, Matbaa-i Ebuzziya,
İstanbul 1328
Lügat,Aydın
347 ECER, Ahmet Vehbi:
“Osmanlı Tarihinde Vehhabi Hareketinin Sebep ve
Sonuçları”, IX. TTK Bildirileri 21-25 Eylül 1981, c.
III, Ankara 1990, s. 1229-1239
_________________:
“Osmanlı Döneminde Mekke’nin Yönetimi”, X. TTK
Bildirileri (22-26 Eylül 1986), c. IV, Ankara 1993, s.
14-17
_________________:
Tarihte Vehhabi Hareketi ve Etkileri, Avrasya
Stratejik Araştırmalar Merkezi Yayınları, Ankara 2001
Ege Adalarının
Egemenlik Devri Tarihçesi, haz. C. Küçük, F. Emecen, İ. Bostan, İ. Şahin, V.
Engin, Ö. İşbilir, A. Fuat Örenç, M. Oğuz, F. Yılmaz),
ed. Cevdet Küçük, SAEMK, Ankara 2002
EMİR, Ali Haydar:
1866-1869 Girit İhtilâli (321 Numaralı Deniz
Mecmuasının Tarih Kısmı İlâvesi), İstanbul 1931
Ege Tıme Dergisi,
“Sadrazam Giritli Mustafa Nâili Paşa”, S.10, Ekim
2009 (Ropörtaj: Filiz Çıragül), s. 26
EREN, Ahmet Cevat:
Tanzimat Fermanı ve Dönemi, haz. Alişan Akpınar,
Derin Yayınları, İstanbul 2007
ERDEM, Y. Hakan:
Osmanlı’da Köleliğin Sonu 1800-1909, Kitap
Yayınevi, İstanbul 2004
ENGELHARD;
Tanzimat ve Türkiye, Kaknüs Yayınları, İstanbul
1999
ERİM, Nihat;
Devletlerarası Hukuku ve Siyasi Tarih Metinleri,
c.I, TTK, Ankara 1953
ERYILMAZ, Bilal:
Osmanlı Devleti’nde Millet Sistemi, Ağaç Yayıncılık,
İstanbul 1992
_________________:
Osmanlı Devleti’nde Gayrimüslim
Yönetimi, Risale Yayınları, İstanbul 1996
Tebaanın
348 EYÜP SABRİ PAŞA:
Tarih-i Vehhabiyan (Vehhabiler Tarihi),
Süleyman Çelik, Bedir Yayınları, İstanbul 1992
çev.
DEĞMİŞ, Zeki:
“Osmanlılar’da İtikadi Mezhepler”,Yüzüncü Yıl
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek
Lisans Tezi, Van 2006
FREESE, John HenryCLAYDEN Peter William: A Short Popular History of Crete, Jarrold and Sons,
London 1897
GENCER, Mustafa:
“Alman Basınında Kırım Savaşı”, Savaştan Barışa,
150. Yıldönümünde Kırım Savaşı ve Paris
Antlaşması (1853-1856) 22-23 Mayıs 2006, Bildiriler,
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih
Araştırmaları Merkezi, İstanbul 2007, s. 151-172
GENCER, Fatih:
“Merkezîyetçi İdari Düzenlemeler Bağlamında
Bedirhan Bey Olayı”, Ankara Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, Ankara 2010
Girid,
Artin Asaduryan Matbaası, İstanbul 1328
GÖKBİLGİN, M. Tayyip:
“1840’dan 1861’e Kadar Cebel-i Lübnan Meselesi ve
Dürziler”, Belleten, c. X, S. 40, TTK, Ankara Ekim
1946, s. 641-703
GÖRGÜN, Hilal:
“Mısır”, TDV İslam Ansiklopedisi, c.XXIX, Ankara
2004, s. 555-557
GÖVSA, Aladdin İbrahim: “Mustafa
Nâili
Paşa”,
Türk
Meşhurları
Ansiklopedisi, Yedigün Neşriyat, 1945, s. 265
GÖZÜBERK, Y. İskender: “Arşiv Vesikaları Işığında ilk Vehhabi Devleti”,
Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2006
GÜLERYÜZ, Ahmet:
Şirket-i Hayriye’nin Boğaziçi Vapurları, Denizler
Kitabevi, İstanbul 2002
349 GÜMÜŞSOY, E. Atılgan:
“Keçecizade Mehmet Fuat Paşa (1815-1869)”, Gazi
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi,
Ankara 2006
GÜLSOY, Ersin;
“Girit’in Fethi ve Adada Osmanlı İdaresinin Tesisi
(1645-1670)”, Marmara Üniversitesi Türkiyat
Araştırmaları Enstitüsü Doktora Tezi, İstanbul 1997
HANYEVİ, Hüseyin Kâmi: Girit Tarihi,
Dersaadet 1288
Mühendisoğlu
Ohanes
Matbaası,
HİBBERT, Cristopher:
The Destruction Lord Raglan The Tragedy of The
Crimen War (1854-1855), Little-Brown and
Company, Boston 1961
HİTTİ, Philip K. :
Lebanon İn History, From The Earliest Times To The
Present, London 1957
HÜLAGÜ, Metin:
“Osmanlı İdaresinde Girit”, CIEPO Osmanlı Öncesi
ve Osmanlı Araştırmaları Uluslararası Komitesi
XIV. Sempozyum Bildiri Kitabı, haz. Tuncer
Baykara, TTK 2004, s. 321-359
HIFZI, Hüseyin:
Girit Vakayi, Dersaadet 1326
IŞIN, Mithat:
Tarihte Girit ve Türkler, (374 sayılı Deniz
Mecmuasının ilavesi), T.C. Askeri Deniz Matbaası,
İstanbul 1945
IŞIK, Ramazan:
“Osmanlı’nın
Son
Dönemlerinde
Marunîlerin
Lübnan’da Bağımsız Bir Hristiyan Devleti Kurma
Girişimlerinin Fikri Temelleri”, Fırat Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi, c.XV, Elazığ 2005
İNAL, İbnülemin M. K.:
Son Sadrazamlar, c.I, Dergâh Yayınları, İstanbul 1982
İRTEM, Süleyman Kani:
Abdülmecid Devrinde Saray ve Bâbıâli, haz. Osman
Selim Kocahanoğlu, İstanbul 2007
350 İSMAİL, Sabahattin:
Girit Nasıl Kaybedildi? Girit’ten Kıbrıs’a Yunan
Yayılmacılığı, Dışişleri ve Savunma Bakanlığı Tanıtma
Dairesi, Lefkoşa 1954
JORGA, Nicolae:
Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, c.V, çev. Nilüfer
Epçeli, Yeditepe Yayınları, İstanbul 2009
KAMİL PAŞA:
Tarih-i Devlet-i Aliye-i Osmaniye, Matbaa-i Ahmet
İhsan, Dersaadet 1326
KARAL, Enver Ziya:
Fransa-Mısır-Osmanlı İmparatorluğu (1797-1802),
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları,
İstanbul 1938
_________________ :
“Mahmud II”, İslam Ansiklopedisi, c.VII, Milli Eğitim
Bakanlığı Yayınları, Ankara 1970, s. 165-170
_________________ :
Osmanlı Tarihi, c. V-VI-VII, TTK, Ankara 1988-7
_________________ :
Selim III’ün Hatt-ı Humayunları, TTK, Ankara 1999
KARPAT, Kemal:
Türk Demokrasi Tarihi, Afa Yayınları, İstanbul 1996
KARAARSLAN, Mehmet: “Tanzimat ve Şurayı Devlet”, Ankara Üniversitesi
Hukuk Fakültesi Dergisi, c.54, S.3, Ankara 2005, s.
341-363
KARAHÜSEYİN, Güller:
“Sultan
Abdülmecid’in
Hatt-ı
Hümayünleri”,
Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları
Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 1997
KARABULUT, Bilal:
“Osmanlı’nın Zor Sınavı: Fransa’nın Tutarsız
Politikaları Ekseninde Girit İsyanı (1866-1869)”,
Karadeniz Araştırmaları Dergisi, S.16, Ankara 2008,
s. 77-99
KARAN, Niyazi:
“Girit’in Yunanistan’a İlhakına Türk Kamuoyunun
Tepkisi”, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2006
351 KARASU, Cezmi:
“Tanzimat Dönemi Osmanlı Diplomasisine Genel Bir
Bakış”,Ankara
Üniversitesi
Osmanlı
Tarihi
Araştırma Merkezi Dergisi(OTAM), S.4, Ankara
1993, s. 205-222
KAYNAR, Reşat:
Mustafa Reşid Paşa ve Tanzimat, TTK, Ankara 1985
KELEŞ, Erdoğan:
“Tanzimat Döneminde Rüşvetin Önlenmesi İçin
Yapılan Düzenlemeler”, Tarih Araştırmaları Dergisi,
S. 38, Ankara Eylül 2005, s. 259-280
______________:
“Cebel-i Lübnan’da İki Kaymakamlı İdari Düzenin
Uygulanması ve 1850 Tarihli Nizâmnâme”, Tarih
Araştırmaları Dergisi, S. 43, Ankara Mart 2008, s.
131-157
______________:
“Kırım Savaşı’nda (1853-1856) Karadeniz ve Boğazlar
Meselesi”, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi
Araştırma Merkezi Dergisi(OTAM), S.23, Ankara
2008, s. 149-194
______________:
“Osmanlı, İngiltere ve Fransa İlişkileri Bağlamında
Kırım Savaşı”, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Doktora Tezi, Ankara 2009
______________:
“Kırım Savaşı’nın (1853-1856) Finansmanı ve Buna
Dair Bir Defterin Değerlendirmesi”, Ankara
Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma Merkezi
Dergisi(OTAM), S.27, Ankara 2010, s. 107-141
KENANOĞLU,M. Macit:
Osmanlı Millet Sistemi Mit ve Gerçek, Klasik
Yayınları, İstanbul 2004
KODAMAN, BayramALKAN, Ahmet Turan:
“Tanzimat’ın Öncüsü Mustafa Reşid Paşa”, 150.
Yılında Tanzimat, haz. Hakkı Dursun YILDIZ, TTK,
Ankara 1992, s. 1-10
KOLOĞLU, Orhan:
“Girit’te Türkçe Basın”, Tarih ve Toplum Dergisi,
c.VIII, S. 48, 1987, s. 9-12
352 KORKMAZ, Şerif:
“Sultan Abdülmecid’in İlk Memleket Gezisi (26 Mayıs12 Haziran 1844)”, Ankara Üniversitesi Osmanlı
Tarihi Araştırma Merkezi Dergisi(OTAM), Sayı 25 (
Bahar 2009), s.83-99
KÖROĞLU, Nil:
“XIX. yy ve XX. yy Başı Eminönü’nde Osmanlı Büro
Hanları”, Yıldız Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri
Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2004
KRAMERS, J. H:
“Mısır”, İslam Ansiklopedisi, c.VIII, Milli Eğitim
Bakanlığı Yayınları, Ankara1979, s. 217-269
KURŞUN, Zekeriya:
Necid ve Ahsa’da Osmanlı Hâkimiyeti, Vehhabi
Hareketi ve Suud Devleti’nin Ortaya Çıkışı, TTK,
Ankara 1998
_______________ :
“Hicaz
(Osmanlılar
Dönemi)”,TDV
İslam
Ansiklopedisi, c.XVII, Ankara 1998, s. 437-439
_______________ :
“Osmanlı Devleti İdaresinde Hicaz (1517-1919)”,
Osmanlı, c.II, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 1999, s.
316-325
KURAN, Ercüment:
“Reşid Paşa”, İslam Ansiklopedisi, c.IX, Milli Eğitim
Bakanlığı Yayınları, Ankara 1979, s. 701-705
KUTLUOĞLU, M. Hanefi: “Kavalalı Mehmed Ali Paşa”, TDV
Ansiklopedisi, c.XXV, İstanbul 2002, s. 62-65
İslam
KUNERALP, Sinan:
“Bir Osmanlı Diplomatı Kostaki Musurus Paşa (18071891)”, Belleten, c.34, S. 135, TTK, Ankara 1970, s.
421-435
_______________ :
Son Dönem Osmanlı Erkan ve Ricali(18391922):Prosopografik Rehber, İstanbul 1999
KÜÇÜK, Cevdet :
“Osmanlılarda Millet Sistemi ve Tanzimat”,
Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, c.
IV, İletişim Yayınları, İstanbul 1985, s. 1007-1024
353 _______________ :
“Lübnan Meselesi”,Türk Dünyası Tarih Dergisi, S. 3,
Mart 1987, s. 35-40
_______________:
“Abdülmecid”, TDV İslam Ansiklopedisi, c.I, Ankara
1988, s.259-263
KÜÇÜKAŞCI, M. Sabri:
“Medine”, TDV İslam Ansiklopedisi, c.XXVIII,
Ankara 2003, s. 305-318
___________________ :
“Mekke”, TDV İslam Ansiklopedisi, c.XXVIII,
Ankara 2003, s. 555-575
KÜTÜKOĞLU, Mübahat:
“Yunan İsyanı Sırasında Anadolu ve Adalar Rumlarının
Tutumları ve Sonuçları”, III. Askeri Tarih Semineri,
Türk-Yunan İlişkileri, Genel Kurmay Askeri Tarih ve
Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Ankara 1986, s.
133-161
LEWİS, Bernard:
Modern Türkiye’nin Doğuşu, TTK, Ankara 1996
MACİD, Tahmiscizade M.: Girit Hatıraları, haz. İsmet Miroğlu-İlhan Şahin,
Tercüman 1001 Temel Eser, İstanbul 1977
M. CELALEDDİN PAŞA: Mir’at-ı Hakikat-Tarihi Hakikatlerin Aynası, haz.
İsmet Miroğlu, Berekat Yayınevi, İstanbul 1983
Mecmua-i Muahedat,
c.III-IV, Hakikat Matbaası, 1297-8
MEHMED ES’AD EFENDİ: Vak’anüvis Es’ad Efendi Tarihi, Bahir Efendi’nin
Zeyl ve İlaveleriyle, (1821-1826),haz. Ziya Yılmazer,
Osmanlı Araştırmaları Vakfı, İstanbul 2000
MEMDUH, Mehmet:
Esvat-ı Südur, İzmir Vilayet Matbaası, 1328
_________________:
Mir’at-ı Şuunat, İzmir Ahenk Matbaası, 1328
354 MERCAN, Mehmet:
“Sultan Abdülmecid’in Rumeli Gezisi Hakkında Bazı
Tespitler”, Ege Üniversitesi Tarih İncelemeleri
Dergisi, XXIV/I, Temmuz 2009, s. 81-100
Mufassal Osmanlı Tarihi: haz. Mustafa Cezar-Mithat Sertoğlu, c.V-VI, İstanbul
1971
MUTLU, Şamil:
Yeniçeri Ocağı’nın Kaldırılışı ve II. Mahmut’un
Edirne Seyahati Mehmet Daniş Bey ve Eserleri,
Edebiyat Fakültesi Basımevi, İstanbul 1994
_____________:
“Kırım Savaşı’nın Görsel Yönü”, Savaştan Barışa,
150. Yıldönümünde Kırım Savaşı ve Paris
Antlaşması (1853-1856),22-23 Mayıs 2006, Bildiriler,
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih
Araştırmaları Merkezi, İstanbul 2007, s. 255-284
ONGUNSU, A. H.:
“Abdülmecid”, İslam Ansiklopedisi, Milli Eğitim
Bakanlığı Yayınları, Ankara 1979, c. I, s. 92-94
ORTAYLI, İlber:
Türkiye Teşkilat ve İdare Tarihi, Cedit Neşriyat,
Ankara 2007
______________:
İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, Timaş Yayınları,
İstanbul 2008
ÖRENÇ, Ali Fuat:
“1821 Rum İsyanı Sonrası Sisam Adasına Verilen Yeni
Statü”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Tarih Dergisi, 36, Ankara 2000, s. 335-345
______________:
“Türk Hâkimiyetinde Ege Adaları Tarihi”, Yeni
Türkiye, Osmanlı-I (Siyaset ve Teşkilat),S. 31, OcakŞubat 2000, s. 327-336
______________:
“Ege Adalarında İdari Yapı”, Ege Adaları’nın İdari,
Mali ve Sosyal Yapısı, ed. İdris Bostan, SAREM,
Ankara 2003
355 ______________:
“Tanzimat Fermanı’nın Ege Adalarında Tatbiki”, Tarih
Boyunca Dünyada ve Türklerde Denizcilik Semineri
Bildirileri, 17- 18 Mayıs 2004, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi
Tarih Araştırma Merkezi, Globus Dünya Basımevi,
İstanbul 2005, s. 101-108
______________:
Yakındönem Tarihimizde Rodos ve Oniki Ada,
Doğu Kütüphanesi, İstanbul 2006
______________:
“Kırım Harbi Deniz Savaşları”, Savaştan Barışa, 150.
Yıldönümünde Kırım Savaşı ve Paris Antlaşması
(1853-1856), 22-23 Mayıs 2006, Bildiriler, İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Araştırmaları
Merkezi, İstanbul 2007, s. 19-44
______________:
Balkanlarda İlk Dram Unuttuğumuz Mora Türkleri
ve Eyaletten Bağımsızlığa Yunanistan, Bâbıâli Kültür
Yayıncılık, İstanbul 2011
ÖZ, Mustafa:
“Dürzîlik”, TDV İslam Ansiklopedisi, c.X, Ankara
1994, s. 39-48
ÖZCAN, Tahsin:
“Osmanlı Toplumunda Yetimlerin Himayesi ve Eytam
Sandıkları”, İÜİlahiyat Fakültesi Dergisi, S.14, 2006,
s. 103-120
ÖZCAN, Besim:
“Kırım Savaşı (1853-1856)”, Osmanlı, c.II, ed. Güler
Eren, 1990, s. 97-112
_____________:
“Kırım Harbi Sırasında Bazı Avrupalı Devlet
Adamlarının Osmanlı Ülkesini Ziyaret Etmeleri (18541855)”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya
Fakültesi Dergisi (OTAM), S.9, Ankara 1998, s. 287322
_____________:
Kırım Savaşında Mali Durum ve Teb’anın Harb
Siyaseti (1853-1856),Atatürk Üniversitesi Yayını,
Erzurum 1997
356 _____________:
“Trabzon Eyaleti’nin Kırım Harbine Katkıları”,
Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları
Dergisi, S. 17, Erzurum 2001, s. 247-260
ÖZER, Metin:
Unutulan Girit, Umay Yayınları, İzmir 2007
ÖZÇELİK, Ayfer:
Osmanlı Devleti’nin Çöküşünde Ekonomik ve
Politik Baskılar Üzerine Bir Deneme (1838-1914),
Ecdad Yayınları, Ankara 1993
ÖZGER, Yunus:
“Sultan Abdülmecid’in Cezayir-i Bahr-i Sefid (Akdeniz
Adaları) Gezisi (1 Haziran 1850-24 Haziran 1850)”,
Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, S.193, Ağustos
2011, s. 121-145
ÖZTUNÇ, H. Baha:
“Yedi
Ada
Cumhuriyeti”,
Gaziosmanpaşa
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek
Lisans Tezi, Tokat 2007
ÖZTÜRK, Sait–
SARIYILDIZ, Gülden:
“Sabun’un Tarihi”, Tombak Dergisi, S.15, İstanbul
1997, s.42-54
ÖZTÜRK, Sait:
“Osmanlı Kültürel Mirasında Sabun”, ACTA
TURCICA, Çevrimiçi Tematik Türkoloji Dergisi,
“Kültür Tarihimizde Hamam”, ed. Emine Gürsoy
Naskali, Hilal Oytun Altun, Yıl II, S. 2, Temmuz 2010,
s. 80-93
ÖZTUNA, Yılmaz:
Âlî Paşa, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları,
Ankara 1988
PALMER, Alan:
Kırım Savaşı ve Modern Avrupa’nın Doğuşu, çev.
Meral Gaspralı, İstanbul 1999
PAKALIN, Mehmet Zeki:
Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, c.III, MEB, İstanbul 2004
PARLATIR, İsmail:
Osmanlı Türkçesi Sözlüğü, Yargı Yayınları, Ankara
2011
357 PARMAKSIZOĞLU, İ.:
“Nâili Mustafa Paşa”, Türk Ansiklopedisi, c. XXV, s.
80
PEKKİRİŞÇİ, Ahmet:
“Hariciler ve Vehhabilerin ve Ortaya Çıktıkları
Dönemlerin Ortak Özellikleri”, Selçuk Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi,
Konya 2011
PINAR, Hayrettin:
“Diplomasi ile Siyasetin Birlikteliği: Girit İsyanı ve Âlî
Paşa”, Süleyman Demirel Üniversitesi Fen-Edebiyat
Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Aralık 2008, S.18,
s. 1-22
______________ :
“Kostaki Musurus’un Atina Sefareti ve Osmanlı-Yunan
Diplomatik Krizi”, Belleten, c. LXXVI, S.275, TTK,
2012 Nisan, s. 207-238
POOLE, Stanley Lane:
Lord Stratford Canning’in Türkiye Anıları, çev.
Can Yücel, İstanbul 1999
PUL, Ayşe:
“Osmanlı- Fransız Diplomasisinin İki Mühim Evresi:
Girit ve Mısır Seferleri”, Ankara Üniversitesi
Osmanlı Tarihi Araştırma Merkezi Dergisi(OTAM),
S. 22, Ankara 2007, s. 159-176
RASİM, Ahmet:
Osmanlı Tarihi, c.IV, haz. Metin Hasırcı, Emre
Yayınları, İstanbul 2004
RIZA, ALİ –
GALİP, MEHMET:
XIII. Asrı Hicri’de Osmanlı Ricali- Geçen Asırda
Devlet Adamlarımız, c.I, Tercüman Yayınları,
İstanbul 1977
SAKAOĞLU Necdet –
AKBAYAR, Nuri:
Avrupalılaşmanın Yol Haritası ve Sultan
Abdülmecid, Denizbank Yayınları, İstanbul 2001
SARIYILDIZ, Gülden:
“Karantina Meclisi’nin Kuruluşu ve Faaliyetleri”,
Belleten, c. LVIII, S.222, TTK, Ağustos 1994, s. 329376
358 _________________ :
Hicaz Karantina Teşkilatı (1865-1914),TTK, Ankara
1996
SANDER, Oral:
Anka’nın Yükselişi ve Düşüşü, İmge Kitabevi,
Ankara 2004
SALAHİ, Mehmet:
Girit Meselesi 1866-1889, haz. Münir Aktepe,
Edebiyat Fakültesi Matbaası, İstanbul 1967
SÂMİ, Şemseddin:
Kâmûsü’l-A’lâm, c. V- VI, Mihrân Matbaası, İstanbul
1314-6
SAMUR, Sebahattin:
İbrahim Paşa Yönetimi Altında Suriye, Erciyes
Üniversitesi Yayınları No:86, Kayseri 1995
SAKA, Mehmet:
Ege Denizinde Türk Hakları, Dergâh Yayınları,
İstanbul 1974
SEMİZ, Yaşar:
“Sadık Rıfat Paşa (1807-1857) Hayatı ve Görüşleri”,
Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi,
1. Sayı, Kasım 1994, s. 135-144
SEYİTDANLIOĞLU, M.:
Tanzimat Devrinde Meclis-i Vâlâ (1838-1868), TTK,
Ankara 1999
____________________ :
“Divan-ı Hümayün’den Meclis-i Mebusan’a Osmanlı
İmparatorluğu’nda Yasama”, Tanzimat Değişim
Sürecinde Osmanlı İmparatorluğu, (Halil İnalcıkMehmet Seyitdanlıoğlu), Phoenix Yayınevi, Ankara
2006, s. 273-283
SEZEN, Tahir:
Osmanlı Yer Adları (Alfabetik Sırayla),TC.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Yay.
Num. 21, Ankara 2006
SEZER, Hamiyet:
“Mora İsyanı ve Yunanistan’ın Bağımsızlığı (18211829)”, Osmanlı, c.II, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara
1999, s. 87-93
359 _______________:
“Osmanlı İmparatorluğu’nda Seyahat İzinleri(1819.yy)”, DTCF Tarih Araştırmaları Dergisi, c. XXI,
S.33, Ankara 2003, s. 105-124
SHAHVAR, Soli:
“Concession Hunting in the Age of Reform: British
Companies and the Search for Government Guarantees;
Telegraph Concessions through Ottoman Territories,
1855-58”, Middle Eastern Studies, c. 38,
S.4,Routledge, part of the Taylor & Francis Group,
October 2002, s. 169-193
SİNOUE, Gilbert:
Kavalalı Mehmed Ali Paşa Son Firavun, çev. Ali
Cevat Akkoyunlu, Doğan Kitap Tarih Dizisi, İstanbul
1999
SİVRİDAĞ, Abdullah:
“Girit İhtilali Tarihi”, İstanbul Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 1990
SLADE,S. Adulphus:
Türkiye ve Kırım Harbi, çev. Ali Rıza Seyfi, Askeri
Matbaa, İstanbul 1943
SOYSAL, İsmail:
Fransız İhtilali ve Türk-Fransız Diplomasi
Münasebetleri (1789-1802), TTK, Ankara 1999
STİLMAN, William J.:
Cretan Insurrection 1866-7-8, Henry Holt and
Company, New York 1874
SÜREYYA, Mehmed:
Sicill-i Osmani, c.II-III-IV, Matbaa-i Amire, Dersaadet
1308-1311
ŞAFAK, Nurdan:
“Bir Tanzimat Diplomatı Kostaki Musurus Paşa (18071891)”, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Doktora Tezi, İstanbul 2006
ŞAKÜL, Kahraman:
“Osmanlılar Fransız İhtilâli’ne Karşı: Adriyatik ve
İtalya Sularında Osmanlı Donanması”, Nizâm-ı
Kadîm’den Nizâm-ı Cedîd’e III. Selim ve Dönemi,
ed. Seyfi Kenan, İSAM Yayınları, İstanbul 2010, s.255313
360 ŞANİ-ZADE, M. A. Efendi: Şani-zade Tarihi, c.I-II, Ceride-i Havadis Matbaası,
İstanbul 1284
ŞENARSLAN, M. Volkan: “Muhbir Gazetesine Göre 1866 Girit İsyanı”,Sakarya
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek
Lisans Tezi, Sakarya 2011
ŞEKER, M. Fatih:
Osmanlılar ve Vehhabilik, Dergâh Yayınları, İstanbul
2007
ŞEREF, Abdurrahman:
Tarih Muhasebeleri, Matbaa-i Amire, İstanbul 1339
__________________:
Osmanlı Devleti Tarihi, haz. Musa Duman, İstanbul
2005
ŞİMŞİR, Bilal:
Ege Sorunu, Belgeler (1912-1913), c. I, TTK, Ankara
1989
ŞİRVANLI Fatih Efendi:
Gülzar-ı Fütuhât (Bir Görgü Tanığının Kalemiyle
Yeniçeri Ocağının Kaldırılışı), haz. Mehmet Ali
Beyhan, Kitabevi, İstanbul 2001
TAŞPINAR, İsmail:
“Marunîler”, TDV İslam Ansiklopedisi, c.XXVIII,
Ankara 2003, s. 71
TAYYARZADE, Ataullah: Tarih-i Ata, c.III, Yahya Efendi Matbaası, İstanbul
1291-1293
TEKİNDAĞ, Şehabettin:
“Dürzi Tarihine Dair Notlar”, İstanbul Üniversitesi
Tarih Dergisi, c.7, S.10, İstanbul 1954, s. 143-156
TUKİN, Cemal:
“Osmanlı İmparatorluğunda Girit İsyanları-1821
Yılına Kadar Girit”, Belleten, c.IX, S. 34, TTK, Ankara
1945, s. 163-206
TUKİN, Cemal:
“Girit”, İslam Ansiklopedisi, Milli Eğitim Bakanlığı
Yayınları, c.IV, Ankara 1964, s. 791-804
TURHAN, Mümtaz:
Kültür Değişmeleri, Marmara Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Vakfı, İstanbul 1994
361 TÜRKGELDİ, Ali Fuat:
Rical-i Mühimme-i Siyasiyye, İstanbul 1928
__________________ :
Mesail-i Mühimme-i Siyasiyye, c. I-III, haz. Bekir
Sıtkı Baykal, TTK, Ankara 1987
TÜRKMEN, Zekeriya:
“Girit Adası’nı Osmanlı İdaresinden Ayırma Çabaları”,
Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma
Merkezi Dergisi(OTAM), S. 12, Ankara 2001, s. 219244
TORUN, Sadık Fatih:
“Tanzimat’tan Meşrutiyete Türkiye’de Kaza Yönetimi
(1842-1876)”, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2005
TOUMARKİNE, A.:
“Kırım Savaşı Sırasında Osmanlı’da Hayırseverlik,
Filantropi ve Vatansever Bağışlar”, Savaştan Barışa,
150. Yıldönümünde Kırım Savaşı ve Paris
Antlaşması (1853-1856), 22-23 Mayıs 2006 Bildiriler,
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih
Araştırmaları Merkezi,İstanbul 2007, s. 45-52
UÇAROL, Rıfat:
Siyasi Tarih, (1789-2001), Der Yayınları, İstanbul
2008
ULUÇAM, Müjdat:
“Mutafa Nâili Paşa”, Yaşamları ve Yapıtlarıyla
Osmanlılar Ansiklopedisi, c.II, Yapı Kredi Kültür
Sanat Yayıncılık, ed. Ekrem Çakıroğlu, İstanbul 2008,
s. 305
UMAR, Ömer Osman:
Osmanlı Yönetimi ve Fransız Manda İdaresi
Altında Suriye (1908-1938), Atatürk Araştırma
Merkezi, Ankara 2004
UZUNÇARŞILI, İ. Hakkı:
Mekke-i Mükerreme Emirleri, TTK, Ankara 1984
ÜLMAN, Haluk:
“1840-1845 Arasında Suriye ve Lübnan’ın Durumu ve
Milletlerarası Politika”, Ankara Üniversitesi Siyasal
Bilgiler Fakültesi Dergisi, c.18, S. 3,1963, s. 243-268
362 ______________:
1860-1861
Suriye
Bunalımı:
Osmanlı
Diplomasisinden Bir Örnek Olay, Ankara
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları,
Ankara 1966
ÜNAL, İsmail:
“Kale Anahtarları”, Ankara Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi, c. XI, S.1, s. 119-152
ÜNAL, Tahsin:
Türk Siyasi Tarihi, Kamer Yayınevi, İstanbul 1998
ÜNVER, Metin:
“Midilli Adası’nın İdari ve Sosyo-Ekonomik Yapısı”,
İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Doktora Tezi, İstanbul 2012
Vakıf Su Defterleri Su Yolcu 2,
İstanbul Su Külliyatı XXXIII,
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, İstanbul 2003
Vakıf Su Defterleri Halkalı Suları 1,
İstanbul Su Külliyatı XXI,
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, İstanbul 2001
Vakıf Su Defterleri Su Yolcu 3,
İstanbul Su Külliyatı XXXIV,
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, İstanbul 2003
YAŞAR, Filiz:
Yunan Bağımsızlık Savaşında Sakız Adası, Phoenix
Yayınları, Ankara 2006
YÖRÜKAN, Yusuf Ziya:
“Vehhabilik”,Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Dergisi, S.1, Ankara 1953, s. 51-67
YAZICI, Nesimi:
“Vakayi-i Mısriyye Üzerine Birkaç Söz”, Ankara
Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma Merkezi
Dergisi(OTAM), S.2, Ankara 1990, s. 267-278
150. Yılında Tanzimat,
haz. Hakkı Dursun YILDIZ, TTK, Ankara 1992
YARCI, Güler:
“Osmanlı Maliyesinde Toprak Bastı Vergisi”, ACTA
TURCICA, Çevrimiçi Tematik Türkoloji Dergisi,
“Kültürümüzde Toprak”,ed. Emine Gürsoy Naskali,
Hilal Oytun Altun, c. IV, S. 1, Ocak 2012, s. 335-373
363 YILDIZ, Gültekin:
Neferin Adı Yok, Zorunlu Askerliğe Geçişi
Sürecinde Osmanlı Devleti’nde Siyaset, Ordu ve
Toplum (1826-1839), Kitabevi, İstanbul 2009
ZİNKEİSEN, J. Wilhelm:
Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, c. VI, Yeditepe
Yayınevi, İstanbul 2011
http://www.mehmetoruc.com/pdfs/1999gb.pdf
http://www.nisanyan.com/?s=soru-34
364 EK-1
MüjdatUluçam, Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, c.II, s.305
365 EK-2
Mustafa Nâili Paşa’ya Girit valiliği tevcih edildiğine dair sadaret tezkiresi.
İ.DH. 20/976 (12 Receb 1256)
366 EK-3
Mustafa Nâili Paşa’nın Sadarete gönderdiği Hicri yeni yıl tebrik yazısı.
A.TŞF. 1/6 (11 Safer 1260
367 EK-4
Girit Adası Haritası
Hüseyin Kâmi Hanyevi, Girit Tarihi, Dersaadet 1288
368 EK-5
5 Ocak 1847 tarihinnde Girit’tee inşa edileccek kiliseninn planı
HAT.16
646/9
369 EK-6
Arkadya Kilisesi
Abdurrahman Velid Ebuzziya, Girit’in Mazisi, Hali, İstikbali, Matbaa-i Ebuzziya,
İstanbul 1328, s.70
370 EK-7
Girid Adası Müşiri Mustafa Nâili Paşa’ya görevinde gösterdiği üstün gayret ve
başarılarından dolayı pırlanta ile müzeyyen ve murassa bir imtiyaz nişanı verildiğine
dair berat.
A.DVN. MHM 8-A/65 (8 C 1266)
371 EK- 8
Musstafa Nâili Paşa’nın
P
da hissedarı olduğu
o
Şirkeet-i Hayriyee hisse sened
di.
Necdeet SAKAOĞ
ĞLU –Nuri AKBAYAR
A
R; Avrupalılaşmanın Y
Yol Harita
ası ve
Su
ultan Abdü
ülmecid, s.66
372 EK- 9
Giritli Mustafa Nâili Paşa Hanı
Nil Köroğlu, XIX. yy ve XX. yy BaşıEminönü’nde Osmanlı Büro Hanları, s.38
373 EK-10
Mustafa Nâili Paşa’nın Fatih Camii avlusundaki hazirenin güneydoğu köşesinde
bulunan mezarın kitabesinde,
“Hüvel Baki,
30 sene Girit’te valilik etmiş ve Meclis-i Vâlây-ı Ahkâm-ı Adliye riyaseti ve iki defa
sadrazamlık ederek Meclis-i Aliye’ye memur iken ahirete irtihal etmiş olan Mustafa
Nâili Paşa’nın ruhuna el-fatiha, 1871” yazılıdır.
374 ÖZGEÇMİŞ
1978 tarihinde Denizli/Sarayköy’de doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini İzmir’de
tamamladı.
1994’de
Pamukkale
Üniversitesi
Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih
Bölümü’nde başladığı lisans eğitimini 1998’de tamamladı. Aynı yıl üniversitenin
Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih ABD Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Bilim Dalı’nda
yüksek lisans eğitimine başladı.
Prof. Dr. Ayfer Özçelik’in danışmanlığında
yürüttüğü “19. Yüzyılın Sonları ve 20. Yüzyılın Başlarında Kütahya Vilayeti’nin
Demografik Yapısı ve Nüfus Durumu” adlı tezi ile 2001 yılında yüksek lisans
eğitimini tamamladı.
1998-2005 yılları arasında Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı okullarda tarih
öğretmenliği yapan Değirmenci, 2005 yılında Dumlupınar Üniversitesi Tarih
Bölümü’ne Araştırma Görevlisi olarak atandı. Değirmenci’nin buradaki görevi halen
devam etmektedir.
375 
Download