İSTANBUL TİcARET ODASı YAYıN TUR NO:1996-47 İSTANBUL TİCARET ODASI TÜRKİYE'DE İÇ BORÇ SORUNU VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ Hazırlayan: Prof. Dr. Osman Z. Orhan İstanbul, 1996 PRIVE GRAFiK & MATBAACıLıK SANA vi VE TicARET LTD. şTi. Yerebatan Caddesi, Salkım Şögüt Sokak No: 5, 34410 Cağaloğlullstanbul Tel: (0212) 5273324 - 52647 12 - 526 3727 Fax: (0212) 51112 01 ÖNSÖZ Ülkemiz ekonomisinde 19801li yılların ortalarından itibaren yeni politikalar uygulanmaya başlanmıştır. Bu politikaların etkileri ise belirgin bir şekilde 1990 11 yılların ortalarına doğru hissedilmiştir. Yeni uygulanan bu politikaların bir sonucu da devlet bütçesinin ağırlıklı bir bölümünü iç borçların oluşturması şeklinde ortaya çıkmış ve hükümetlerin bu borçların yönetimi ile ilgili uygulamaları bütün ekonomiyi etkisi altına almıştır. 1 Cumhuriyetin ilanından itibaren ilk 10 yıllık süre içerisinde dtmk bütçe izleyen Türkiye, 1933 yılından itibaren çeşitli sebeplerle iç boırçlanmaya gitme gereksinimi duymuş ve 1950 yılından itibaren de bütçe açıklarının finansmanı için iç borçlanma uygulamasına devam etmiştir. Daha önceleri bütçe açıklarının finansmanında temel kaynak olarak Merkez Bankası kullanılırken, 1985 yılından itibaren bütçe finansmanında asıl ağırlık iç borçlanmaya verilmiş ve bu uygulama her geçen yıl artarak devam etmiştir. 1996 yılı ortaları itibariyle 2 katrilyonu aşmış olan ve yıl sonunda iyimser bir tahminle 3.5 katrilyona ulaşması beklenen iç borç stoku hem kamu kesimi hem de ülke ekonomisinin bütünü üzerinde büyük bir yük oluşturmaktadır. Her geçen yıl borç ödemek için daha fazla borçlanarak ağır bir iç borç kıskacına giren Türkiye'nin sorunlarını daha da artırmadan bu kıskaçtan kendini kurtarması gerekmektedir. politikası Odamız, iç borç sorununun incelenmesi ve çözüm önerilerinin tartışılması ve kamuoyunun görüşlerine sunulması amacıyla "Türkiye'de iç Borç Sorunu ve Çözüm Önerileri" konulu bir araştırma yaptırmıştır. Bu araştırma iç borç konusunu her yönü ile incelemekte ve ülkemizde ulaştığı boyutları ortaya koyarak, neden olduğu sorunlara değinmekte, çözüm önerilerini sunmaktadır. Bu olmasını araştırmanın, başta diler, araştırmayı teşekkür ederim. karar alıcılar gerçekleştirmiş olmak üzere tüm ilgililere faydalı olan Prof. Dr. Osman Z. Orhan'a Prof. Dr. ismail Özaslan Genel Sekreter 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 İÇİNDEKİLER I. GİRİŞ " 7 II. GENEL OLARAK İÇ BORÇ SORUNU 11.1. GİRİŞ 11.2. BORÇLANMAYA İLİŞKİN TEMEL KAVRAMLAR 11.2.1. İç Borç Stoku 11.2.2. İç Borç Servisi 11.2.3. İç Borçlanmanın Sınırı 11.2.4. İç Borç Yükü 11.2.5. İç Borçlanmanın Nedenleri 11.2.6. İç Borçlann Özellikleri • 8 ö 10 10 10 11 11 12 14 11.3. İÇ BORÇLANMANIN ÇEŞİTLERİ 11.3.1. Hazine Bonolan 11.3.2. Devlet Tahvilleri 11.3.3. Hazine Kefaletini Haiz Bonolar 11.3.4. Müteahhit Bonolan 11.3.5. Hazineye Kısa Süreli Avanslar 11.3.6. Teminatlı - Teminatsız Borçlar 11.3.7. Gönüllü - Cebri Borçlar 16 16 16 17 17 17 17 18 11.4. İÇ BORÇLANMANIN BAŞLİCA KAYNAKLARİ 11.4.1. Şahıslardan Alınan Borçlar 11.4.2. Bazı Sosyal Güvenlik Kurumlan ve Ekonomik Kuruluşlarda Alınan Borçlar 11.4.3. Ticari Bankalardan Borçlanma 11.4.4. Merkez Bankasından Alınan Borçlar 19 19 20 20 21 11.5. İÇ BORÇLANMANIN EKONOMİK ETKİLERİ 11.5.1. Gelir Dağılımı Etkisi 11.5.2. Gelir Etkisi 11.5.3. Tüketim Üzerindeki Etkileri 11.5.4. Ekonomik İstikrar Etkisi 11.5.5. Para ve Kredi Politikası Yönünden Etkileri 22 22 22 22 23 23 11.6. İÇ BORÇ YÖNETİMİ ve BORCUN İTFASI 11.6.1. Borçlann Miktan 11.6.2. Borçlann Bileşimi 11.6.3. Borçlann Faizi 11.6.4. Borçlann Vadesi 11.6.5. Borçlann İtfası 24 24 25 25 26 27 11.7. OLAĞANÜSTÜ BORÇ YÖNETİMLERİ 11.7.1. Konsolidasyon 11.7.2. Konversiyon 11.7.3. Monetizasyon 29 29 31 35 III. TÜRKİYE'DE İÇ BORÇ SORUNUNUN NEDENLERİ ve SONUÇLARI 111.1. GİRİŞ 111.2. TÜRKİYE'DE İÇ BORÇLANMANIN NEDENLERİ 111.2.1. Giriş 111.2.2. Konsolide Bütçe Açıkları 111.2.3. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin Açıklan 111.2.4. Sosyal Güvenlik Kurumlarının Açıklan 111.2.5. Yerel Yönetimlerin Açıklan 111.2.6. Bütçe Dışı Fonlann Açıklan 111.2.7. Siyasal İstikrarsızlık ve Seçim Ekonomisi 36 36 38 38 40 43 47 48 50 52 111.3. TÜRKİYE'DE İÇ BORÇLANMANIN BOYUTLARI 111.3.1. Giriş 111.3.2. İç Borç Stokundaki Değişmeler 111.3.3. İç Borç Yükündeki Değişmeler 111.3.4. İç Borçlann Faiz ve Vade Yapısı 111.3.5. İç Borç Servis Yükü 54 54 54 56 58 62 111.4. TÜRKİYE'DE İÇ BORÇLANMANIN KAYNAKLARI 111.4.1. Giriş 111.4.2. Merkez Bankasından Sağlanan Kaynaklar 111.4.3. Ticari Bankalardan Sağlanan Kaynaklar 111.4.4. Resmi Kurumlardan sağlanan Kaynaklar 111.4.5. Özel Kuruluşlardan ve Tasarruf Sahiplerinden Sağlanan Kaynaklar 111.5. TÜRKİYE'DE İÇ BORÇLANMAYA İLİŞKİN SORUNLAR 111.5.1. İç Borçlanmanın, Maliye Politikası Aracı Olarak Kullanılamaması 111.5.2. Yüksek Reel Faizlerle Borçlanılması 111.5.3. Kısa Vadeli Olarak Borçlanılması 111.5.4. Ticari bankalardan Borçlanılması 111.5.5. Üretken Amaçlar Dışında Borçlanılması 65 65 65 67 68 69 70 70 70 71 71 72 111.6. TÜRKİYE'DE İÇ BORÇLANMANIN NEDEN OLDUĞU EKONOMİK SORUNLAR 111.6.1. Dışlama Etkisi. 111.6.2. Faiz Oranlan Üzerindeki Baskı 111.6.3. Kronikleşen Enflasyon 111.6.4. Bütçe Açıklarının Artması 111.6.5. Rant Ekonomisi ve Gelir Dağılımının Bozulması 111.6.6. Kısa Vadeli Sermaye Girişi 74 74 75 75 76 76 77 111.7. TÜRKİYE'DE İÇ BORÇ YÖNETİM POLİTİKASI 111.7.1. İç Borç Yönetim Politikasının Önemi 111.7.2. 1980 öncesi Dönemde İç Borç Yönetimi 111.7.3. 1980 Sonrası Dönemde İç Borç Yönetimi 78 78 78 79 IV. TÜRKİYE'DE İÇ BORÇ SORUNUN ÇÖZÜM YOLLARI IV.1. GİRİŞ IV.2. DENK BÜTÇE POLİTİKASI 80 80 82 IV.2.1. Denk Bütçe Politikasının Anlamı ve Önemi IV.2.2. İktisat Politikası Aracı Olarak Denk Bütçe IV.2.3. Türkiye'de Denk Bütçe Politikası ve İç Borçlan 82 82 83 IV.3. KAMU İKTİSADİ TEŞEBBÜSLERİNİN ÖZELLEŞTİRİLMESİ IV.3.1. Siyasi ve İktisadi Bir Tercih Olarak Özelleştirme IV.3.2. Türkiye'de Özelleştirmenin Hedefleri ve Sorunları IV.3.3. İç Borç Sorununa Bir Çözüm Olarak Özelleştirme 85 85 85 87 IV.4. KAMU KESİMİNİN YENİDEN YAPILANMASI IV.4.1. Kamu Kesiminin Mevcut Durumu ve Sorunları IV.4.2. Kamu Yönetimi Reformu IV.4.3. Ekonomik ve Mali Yönetim Reformu 89 89 89 90 IV.5. SOSYAL GÜVENLİK KURUMLARI REFORMU IV.5.1. Sosyal Güvenlik Sisteminin Temel Sorunlan IV.5.2. Sosyal Güvenlik Kurumları Reformu 92 92 93 IV.6. TARIMSAL DESTEKLEME POLİTİKASI IV.6.1. Türkiye'de İzlenen Tanmsal Destekleme Politikalan IV.6.2. Tanmsal Destekleme Politikasının Neden Olduğu Sorunlar IV.6.3. Tarımsal destekleme Politikalarının Alternatifi Olarak Ticaret Borsalar 94 94 94 95 V. ÖZET ve SONUÇ 97 YARARLANILAN KAYNAKLAR a) Kitaplar B) Makaleler 0) Raporlar 100 L GİRİŞ Özellikle son yıllarda Türkiye ekonomisinin temel sorunları kamu kesimindeki dengesizliklerden kaynaklanmaktadır. Kamu kesimi finansman açıklarının sürekli bir artış eğilimi içinde bulunması, kamunun borçlanma gereksinimini ve sonuçta iç borç stokunu artırmaktadır. Bu nedenle devlet, bir taraftan kamu açıklarını finanse etmek bir taraftan da eski borçlarını ödeyebilmek amacıyla yeniden borçlanmak du­ rumunda kalmaktadır. Daha önceleri kamu kesimi açıklarının finansmanında geniş ölçüde merkez bankası kaynakları kullanıldığı halde 1985 yılından sonra ülkemizde enflasyonu önlemek amacıyla kamu finansman politikasında bir yöntem değişikliği yapılmış ve iç borçlanma, kamunun temel finansman politikası haline getirilmiştir. Dünyanın gelişmiş ülkelerinde bütçe açıklannın iç borçlanma yöntemiyle finanse edilmesi, bu ülkelerde fiyat istikrarını bozmadığı halde, üklemizde enflasyonun kronik bir hal al­ masına neden olmuştur. İç borç sorununun nedenleri ve çözüm yolları konusunu araştırmayı amaçlayan bu çalışma, esas itibariyle beş bölümden meydana gelmiştir. Konunun öneminin vurgulandığı giriş bölümünden sonra II. bölümünde, iç borç sorunu genel hatları ile ele alınmıştır. Bu bölümde, iç borçlanmaya ilişkin temel kavramlar, iç borçlanmanın başlıca çeşitleri, iç borçlanmanın kaynakları ve etkisi ile iç borç yönetimi gibi temel konular üzerinde durulmuştur. Üçüncü bölümde, Türkiye'de İç Borç sorunun başlıca nedenleri, sonuçları ve Türkiye'de iç borç yönetim politikası ele alınarak, ülkemizde uygulanan iç borç yönetiminin neden enflasyonu kronik bir hale getirmiş olduğu irdelenmeye çalışılmıştır. Dördüncü bölümde ise, ülkemizde iç borç sorunun çözümüne yönelik öneriler ortaya konulmuştur. Bu bağlamda, iç borç sorununun çözüm yöntemleri olarak denk bütçe politikası, kamu teşebüslerinin özelleştirilmesi, kamu kesiminin yeniden yapılanması, sosyal güvenlik kurumları reformu, tanmsal destekleme politikaları ve ticaret borsalan aynntılı bir biçimde incelenmiştir. Çalışmanın son bölümü olan beşinci bölümde de, iç borç sorunu ve çözüm yöntemleri özetlenerek, ülkemizde iç borç sorunun çözümü konusunda bir sonuca ulaşılmaya çalışılmıştır. il. GENEL OLARAK İÇ BORÇ SORUNU 11.1. GİRİŞ Genel olarak iç borç soruna yaklaşdığımızda devletin bütçe dengesi ile iç borçlar arasında yakın bir ilişkinin mevcut olduğu anlaşılmaktadır. Devlet bütçesi açık verdiği zaman, bunu finanse etmenin çeşitli yöntemleri olup bunlardan birisi de iç borçlanmadır. Özellikle enflasyona neden olmamak amacıyla merkez bankası kaynaklanna başvurulamadığı ve siyasi endişelerle vergilerin arttınimasının uygun olmayacağı düşünüldüğü koşullarda iç borçlanma, bütçe açıklannın finansmanında temel yöntemlerden birisi olmaktadır. Özellikle II. Dünya Savaşından itibaren Keynezyen iktisatın, temel politika reçetesi olarak uygulandığı ülkelerde, bütçe açıklarına sempati ile bakılmış ve bütçe açıklarının ekonomik konjonktüre göre, vergi ile finanse edilebildiği gibi iç borçlanma ile de finanse edileceği düşüncesi hakim olmuştur. Özellikle ekonominin işsizlik ve durgunluk içinde bulunduğu koşullarda, toplam talebin genişletilmesi amacıyla bütçe açıklan ve iç borçlanma tercih edilen çözüm yollan olarak önerilmektedir. İç borçlanmanın merkez bankası kaynaklarından yapılması du­ rumunda genişletici maliye politikası ucuz para politikası ile desteklenmiş ola­ cağından toplam harcamalann artması ve sonuçta ekonominin tam istihdam düzeyine doğru hareket etmesine de yardımcı olunacaktır. Devlet bütçesi, açık verdiği zaman iç borçlanma zorunluluğu ile karşı karşıya kalan hazine, çeşitli kaynaklardan borçlanabilme imkânına sahiptir. Bu iç borçlanma kaynaklannm başlıcaları şunlardır. a) Şahıslar ve şirketler, b) Sosyal Güvenlik Kurumlan, c) Ticaret Bankaları, d) Merkez Bankası. İç borçlanmanın hangi kaynaklardan yapılması gereği düşünüldüğünde çeşitli etkenler arasında göz önüne alınması gereken ilk husus, ekonominin içinde bulunduğu konjonktürel durumdur. Eğer ekonomi, tam istihdam yakınlannda ve en­ flasyon içinde bulunuyorsa şahıslardan ve şirketlerden borçlanmak, toplam talebin kontrol altında tutulması açısından tercih edilen bir yoldur. Bunun aksine olarak ekonomik işsizlik ve durgunluk içinde bulunuyorsa, bu durumda toplam harcamaları desteklemek amacıyla ticaret bankalanndan ve tercihen merkez bankasından borçlanmak daha uygun bir çözüm olacaktır. İç borçların, ekonomide son derecede geniş bir yansımaları söz konusu ol­ maktadır. İlk olarak, iç borçlarda meydana gelecek olan değişmeler, istihdam hac­ mi, yatınmlar, üretim, ekonomik büyüme ve enflasyon üzerinde son derece de önemli etkiler meydana getirmektedir. İç borçlanma durumunda devlet, artan ödünç verilebilir fon talebi nedeniyle ekonomi de özel sektörün yatınmlarının ve üretiminin dışlanmasına neden olmaktadır. Bu dışlanma hem özel sektörün kullanacağı kay­ naklara devletin el koyması biçiminde hem de özel sektörün kullanacağı kredilerin daha yüksek maliyetlerden sağlanması biçiminde olmaktadır. Bilindiği gibi bir ülkede başarılı bir maliye politikası uygulaması aynı za­ manda sağlıklı bir borç yönetimini gerekli kılmaktadır. Borç yönetimi borçların miktannda, bileşiminde, faiz ve vade yapısında gerçekleştirilen düzenlemeleri ifade et­ mektedir. Başanlı bir borç yönetimi ise, ekonomide istikrarlı bir büyümeye imkan sağlayan bir borç idaresidir. Borç yönetimi bilgi, tecrübe ve ehliyeti gerektirmesi ne­ deni ile bir bilim dalıdır, fakat aynı zamanda sezgi ve duyarlılığı gerektirmesi nede­ niyle de bir sanat dalı özelliğini taşımaktadır. Normal koşullann dışında uygulanan borç yönetimleri olağanüstü borç yönetimleri olarak ifade edilmektedir. Bunların başlıcalan konsolidasyon, Konversiyon ve Monetizasyondur. Bilindiği gibi, konsalidasyon, kısa vadeli borçlann uzun vadeli yada süresiz borç haline getirilmesidir. Bu işlemde, süresi gelmiş olan devlet tahvilleri, daha uzun vadeli tahviller ile değiştirilmektedir. Böylece, borçlann ödemesinde kolaylık sağlanmaktadır. Konversiyon, devletin borç yükünü haf­ ifletmek amacıyla yüksek faizli tahvillerin düşük faizli olanlar ile değiştirilmesidir. Tanımdan da anlaşılacağı üzere, konversiyonda borç miktarı sabit kalmakta sadece borcun faizi düşürülmektedir. Ancak konversiyon işleminin başanlı olması için, ülkede para ve sermaye piyasalarının yeterli ölçüde gelişmiş olmaları temel bir koşuldur. Monetizasyon ise, devlet borçlarının parasallaştırılması işlemidir. Başka bir deyimle, devlet borç senetlerinin merkez bankası tarafından basılan paralar ile ödenmesidir. Monetizasyon, borçlarının yönetiminde kısa vadede de en kolay ve rahat bir yol olarak görülmesine rağmen, uzun vadede, devletin borç yönetiminde içinde çıkılamaz sorunlar ile karşı karşıya kalmasına neden olabilecektir. Çünkü, monetizasyon sonucunda, ekonomi hiper enflasyon koşullarına sürüklenir, döviz kurlarının kontrolü zorlaşır, ödemeler bilançou açıkları ortaya çıkar ve ekonominin makro dengeleri önemli ölçüde bozulur. Bu nedenle, istikrarlı ve sürekli bir ekono­ mik büyüme için fiyat istikrarı temel bir koşul olduğundan monetizasyon sağlıklı bir borç yönetim süreci olarak tavsiye edilmemektedir. [1.2. İÇ BORÇLANMAYA İLİŞKİN TEMEL KAVRAMLAR Borçlanma, kaynağı itibariyle tasarrufa dayanmaktadır. Ekonomide tasarruf yapanlar ile yatınm yapanlar aynı kişiler veya aynı kurumlar olmadıkları için, borçlanma vasıtası ile tasarruflann yatınmlara çıkması sağlanmaktadır. Müteşebbisler öz kaynaklan yetersiz kaldığında, devlet de normal gelirleri giderlerini karşılayamadığında finansman gereksinimlerini azaltmak amacıyla borçlanmaktadır. Devlet normal şartlar altında iç kaynaklardan borçlanır. Çeşitli nedenlerle ek kaynağa ihtiyaç duyulması durumunda siyasal sınırlar içerisinde bulunan va­ tandaşlara yada kurum ve kuruluşlara müracaat etmek ekonomik ve sosyal gerçeklerle tercih edilen bir yöntemdir. İç borçlar, kullanılabilir milli gelirin bir kısmının özel veya kamu kurumlanndan devlete aktarılmasıdır. Başka bir ifadeyle, iç borçlanma, devletin va­ tandaşlarından, çeşitli ekonomik kuruluşlardan yada sosyal güvenlik kuruluşlanndan yada bankalardan sağladığı kaynaklardır. IL2.1. İç Borç Stoku Piyasaya sürülen devlet tahvili, hazine bonusu ve merkez bankasından alınan kısa vadeli avanslar ile çeşitli kaynaklardan sağlanan yada kısa vadeli borçlann konsolidasyonu suretiyle meydana gelen konsolide borçlar, iç borçlann toplamını meydana getirmektedir. Borçlanmanın miktarı, hükümetlerin kabul ettikleri borçlanma politikaları doğrultusunda saptanmaktadır. Borç miktannm durumu kamuoyunda geniş tartışmaları beraberinde getirdiği için gerek yasama organı gerekse iktidarda bu­ lunan hükümetler bu konuda temkinli davranmak zorundadırlar. Bu nedenledir ki, birçok ülkede devlet borçlannın toplam miktarı için borç tavanı uygulaması get­ irilmiştir. Ancak uygulamadaki rahatlık nedeniyle hükümetler kamu açıklannın fi­ nansmanında özelikle iç borçlanma yoluna tercih etmektedir. Gerçekten merkez bankası kaynakları yerine iç borçları tercih etmek ekonomide devamlılık arzeden enflasyonist baskıları hafifletmek açısından kabul edilebilir bir davranıştır. Çünkü bir çok ekonomide parasal genişleme hızı ile enflasyon olgusu arasında sıkı bir ilişki gözlenmektedir. Bu noktada, parasal genişmeye neden olmayan iç borçlanma politikasının kamu açıklannın finansmanında kullanılması gerekir. IL2.2. İç Borç Servisi İç borç servisi, içborç anapara taksidi ve fazi ödemeleri toplamından oluşmaktadır. Devletin borçlanma vasıtasıyla elde ettiği kaynaklann vadesi dol­ duğunda, anapara artı faiz olarak geri ödenmesi, aynca ara dönemlerde faiz ödemelerinin düzenli şekilde yürütülmesi gerekmektedir. Borçlann hem anapara hemde faiz ödemeleri daha çok vergi gelirlerinden sağlanmakkatır. Verginin kay­ nağı ise GSMH'dır. Dolayısıyla devletin borçlanmasından dolayı GSMH'nin ne kadannın borç ödemelerine akacağı hususunun bilinmesi önemlidir. İç borç servisinin durumunu en iyi şekilde görebilmek için gereken gösterge, "iç borç servisi / vergi gelirleri" şeklinde gösterilen ilişkidir. Çünkü iç borç anpara ve faiz ödemeleri sonuçta vergi gelirleri ile karşılanacaktır. Bu nedenle vergi ge­ lirlerinin ne kadarlık kısmının iç borç servisine aktığını gösteren "iç borç servesi / vergi gelirleri rasyosu" oldukça önemlidir. Bu oranın yüksek çıkması, hem devletin borç ödeme sorunlarının durumunu hemde kamu hizmetlerine tahsis edilen gelir kaynaklarının seviyesini göstermeketdir. 11.2.3. İç Borçlanmanın Sınırı Klasik iksitasçılara göre iç borçlanma tercih edilen bir yoldur. Günümüzde de bu konuda tartışmalar devam etmektedir. Bazı iktisatçılar bu konuda sınır kabul et­ mezken bazılarıda bu konuda belli gerekçeler ileri sürerek belli kayıtların bu­ lunması gerektiğini vurgulamaktadırlar. Sınırlamayı savunan iktisatçılara göre, belirli bir düzeyi aşan borç, mili ekonominin kaldıramayacağı ekonomik dengeyi bozucu etkilere yol açra. Bu anlamak için de milli gelir düzeyi, vergilenebilir kaynaklar, kamu giderleri ve faiz haddi gibi çeşitli yönlerden kıyaslamalar yaparlar. Şüphesiz borç miktannın artması, milli gelir dikkate alınırsa önemli bir oran gözlenecektir. Başka bir ifadeyle, borç milli gelirin önemli bir kısmını eritecektir. Öte yandan, çeşitli ödeme güçlükleri doğacak ve ikti-sadi denge olumsuz yönde etkilenecektir. Bununla birlikte ülkelerin tahammül edebileceği vergilebilir kaynaklar sınırlıdır. Bu nedenle kamu giderleri genel verimlilik seviyesini yükseltici alanlara yönelirse borçlanmanın sakıncaları azalacaktır. Devlet borçlanna sınır tanımayan görüşe göre ise devlet borçlarına sınırlama getirilmemelidir. Bu görüşler daha çok gelişmiş ülkelerde ortaya çıkan durgunluğun giderilmesi için, tam istihdam sağlanıncaya kadar borçların artırılmasını savunun telafi edici maliye politikası görüşüyle paralellik arzetmektedir. Zaten borçlanmayı kendiliğinden frenleyen çeşitli faktörler bir nevi sınır görevi görecektir. Dolayısıyle, borçlanmayı hiçbir zaman başıboş düşünmemek gerekir. Nitekim bu görüşe göre, tam istihdam burada borçlanma için bir sınır görevi görecektir. 11.2.4. İç Borç Yükü İç borçlanmanın, devlet için mali, ekonomik, sosyal ve politika gerekleri vardır. Devlet her şeyden önce, vergiler gibi normal gelirleri yanında sözkonusu kaynakların yetersizliği nedeniyle başka kaynaklara başvurma ihtiyacı da duyabilir. Kamu hizmetlerinin durdurulması mümkün olmadığına göre, devlet borçlanma yo­ luna baş vurarak harcamalarını finanse edebilir. Çünkü borçlar, belirli vadelerin so­ nunda geri ödenecektir. Durum böyle olmasına rağmen günümüzde birçok ülkede iç borçlar sürekli artmakta, hatta, vadesi gelen borçlar yeni borçlarla ödenmeye çalışılmaktadır. Vergi yükü gibi borç yüküde önemli bir mali ve ekonomik sorundur. Bu ne­ denle iç borçlann bellibir sının olmalıdır. Bu sının ekonominin büyüme kapasitesi tayin etmektedir. Ekonomik anlamı ile borç yükü, alınan borç fonlarının kullanımı ile ilgilidir. Borçlar, verimli ve üretken yatınmlar için kullanılırsa, ileriki yıllarda borçlann ana para ve faiz ödemelerinde kolaylıkla karşılaşılacaktır. Eğer alınan borçlar, tüketim harcamalarına akarsa neticede borçların ödenmesinde ekonomik zorluklar ortaya çıkabileceği gibi özel kesimin yatırım imkanlanda daralmaktadır. Netice eko­ nominin gelişme seyri sekteye uğrayacaktır. Bu nedenledir ki borçlanma ile tasarruf birikimi sağlanarak, üretim için kaynak imkanlan genişletilmektedir. Günümüzde borç yükü ile ilgili kaygılardan ilki, borç miktannın çok büyük ra­ kamlara ulaşmasından ve bunlara ödenek yüksek faizlerden kaynaklanmakkatır. Söz konusu kaygılar, mili gelir artışı ile yapılan mukayeselerde büyük ölçüde azaltılabilir. Çünkü borcun en önemli etkisi milli gelir üzerinde belirecektir. Kısaca, eğer bir ülkede milli gelirin artışı, borç artışından fazla ise borç yükü problem değildir. Ancak tersi bir durumda ülke ekonomisi tehlikeli işaretler vermeye başlayacaktır. İkincisi, borç tahsit ve ödemelerinin genel bütçe yada vergi gelirleri toplamına yapılan oranlamanın miktanndan kaynaklanmaktadır. Eğer borç taksit ve faiz ödemeleri devlet bütçesi yada vergi gelirlerine oranı yıllar itibariyle bir düşme gösteriyorsa, borç taksitlerinin yada faiz ödemelerinin mutlak rakamlannın artış göstermesi halinde bile genellikle bir borç yükü yükselişinden söz edilebilir. 11.2.5. İç Borçlanma Nedenleri Normal zamanlarda devletler, temelde iki amaca ulaşmak için iç borçlara baş vurmaktadırlar. Bunların ilki, özel teşebbüsün yapamadığı yatırımları gerçekleştirmek. İkincisi, ise talep yetersizliğini gidermektir. Talep yetersizliği nede­ niyle yapılan borçlanmalar genel olarak iktisaden gelişmiş ülkelerde görülmektedir. Çünkü bu ülkelerde piyasa kendi haline bırakıldığı zaman tam tam istihdamı sağlayacak bir talep dizaynı gerçekleştirememe ihtimali vardır. Bu durum karşısında devlet yetersiz bulunan talebi, kamu harcamalan kanalıyla gidermeye çalışmaktadır. Bu amaçla yapılacak devlet harcamalarının ek bir talep doğrabilmesi için, özel harcamaları kısmamalı yani vergi gelirleri ile finanse edilme­ meleri gerekir. Borçlanmanın temel nedenlerini ana maddeler halinde inceleyebiliriz. -Olağanüstü Giderierin Finansmanı amacıyla yapılan borçlanmalar: Bu amaca yönelik harcamalar, başta savaşlar, ekonomik bunalımlar ve çeşitli tabi afetler nedeniyle ortaya çıkan harcamalar şeklinde ortaya çıkmaktadır. Günümüzde devletlerin savunmaya yaptıklan harcamalar büyük mali yükler doğurmaktadır. Burada dikkat edilmesi gereken husus, savaş giderierinin çok arttırdığı kamu harcamalarının finansmanı amacıyla vergi politikasıyla borçlanma politikası arasında bir uygunluğun sağlanmasıdır. Ekonomik bunalım dönemlerinde borçlanma etkili bir araç olarak kullanılabilir. Bunun en ilginç örneğini, 1929-30 bunalımının ortadan kaldıniması için A.B.D başkanı Franklin D. ROOSEVELT izlediği politika ile vermiştir. Ortaya çıkan dep­ resyonu azaltarak, işsizliği, toplumun yaşadığı sıkıntılan gidermek ve ekonomik dengeyi yeniden sağlamak amacıyla başkan ROSEVELT'in politikası büyük ölçüde borçlanma politikasıydı. Bunalım nedeniyle, Amerikan halkının vergi ödeme gücü kalmadığından çıkarılan tahvillerin daha çok bankalara verilmesi yoluna gidilmiştir. Böylece devlet, bir tüketim gücü azalmasına yol açmadan büyük bir harcama gücü kazanmıştır. Kimi zaman bazı ülkelerde tabii afetler nedeniyle ortaya çıkan harcama gereksimini borçlanma yoluyla telafi edilebilir. Çünkü bu gibi durumlarda ülkenin genel olarak hem ekonomik gücü ve hem de vergi tahsil etme imkanları daralır. Öte yan­ dan afete maruz k a ı a n bölgelerde vergi borçlarının ertelenmesi uygulaması söz ko­ nusu olabilir. - Yatırım ve Büyük Reform Faaliyetlerinin Yürütülmesi Borçlanmalar: İçin Yapılan Hükümetlerin ve mahalli idarelerin çeşitli amaçlarla giriştikleri bazı büyük yatınmlan normal kamu gelirleriyle karşılanamayabilir. Bu durumlarda borçlanma yolu önemli bir finansman aracı olarak kullanılabilir. Kalkınma çabası içerisinde bulunan az gelişmiş ülkeler büyük çaplı yatmmlarla birlikte bir çok reformları birlikte gerçekleştirme zorunluluğu ile karşı karşıyadırlar. Bu noktada, vergi oranlannın hem ekonomik hemı de politik gerçeklerle arttıniması mümkün olmayabilir. Bu durumda devletler dış kaynaklara yönelebileceği gibi iç kaynaklara da yönelebilir. Bu şekilde borçlanma yolu ile gerçekleştirilen yatırımlar ileriki yıllarda elde edilecek gelirlerle kendi borçlarını ödeyebileceklerdir. Günümüzde ister gelişmiş is­ ter az gelişmiş ülkeler açısından olsun devlet borçlanmasının ekonomi içerisindeki önemi giderek artmaktadır. Bir taraftan değişen sosyal-ekonomik nedenler, öte yan­ dan uluslararası mali ve ekonomik ilişkilerdeki gelişmeler ve devletin işlevlerindeki artış borçlanmayı her zaman baş vurulan bir kaynak konumuna getirmiştir. Başka bir deyişle borçlanma, gittikçe olağan üstü bir gelir kaynağı olma özelliğini yitir­ mekte ve her zaman baş vurulabilir bir kaynak durumuna gelmektedir. -Vadesi Gelen Borçların Yeniden finasmanı için Yapılan Borçlanmalar: Normalde devlet borçlarının bir sının vardır. Borçların mutlak bir rakamla ifade edilen bir sının olmamakla beraber, ekonomideki bir çok değişken bu noktada temel belirleyici olarak ortaya çıkmaktadır. Borçların miktarı arttıkça, bu borçlar ödenecek faizlerle birlikte milli gelirin önemli bir miktannı emecektir. Bu ise devlet borçlannın alacaklılan olan tahvil sa­ hiplerine faiz ödemeleri şeklinde büyük bir kısmının nakli anlamına gelir. Borç mik­ tan ne kadar büyük olursa transfer ödemeleri şeklindeki aktarımlarda o denli yüksek olacaktır. Bu nedenle devletler borçlanma yoluna giderken oldukça ras­ yonel davranmak zorundadırlar. Aksi takdirde ülkenin gelişme seyri önemli ölçüde sekteye uğrayabilecektir. -Bütçede Tahmin Edilen Gelirlerle Giderlerin Denkleştirilmesi İçin Yapılan Borçlanmalar. Devlet, geliriyle harcamaları arasında zaman bakımından ortaya çıkan den­ gesizliği ortadan kaldırmak için, borçlanmaya müracaat etmek zorunda kalabilir. Masraflar esas itibariyle vergilerle karşılanacaktır. Fakat harcama sırasında vergi geliri henüz elde edilmemiştir. Ancak ileride bu gelirin elde edileceği de bilin­ mektedir. Söz konusu dengesizlik yıllık bütçe bakımından olabildiği gibi bir yılı aşan devreler bakımından da olabilir. Gelirle ile giderlerin denkleştirilmlesi için yapılan borçlann vadesi bütçe gününün son gününü geçemez. Ancak bütçe yılını aşan borçlar bütçenin aynı nok­ tada açık vermesine neden olmaktadır. Kısa vadeli borçlar para piyasalanndan bankalardan, sosyal güvenlik kuruluşlanndan ve bazı ekonomik kuruluşlann elle­ rinde bulunan fonlanndan sağlanabilir. 11.2.6. İç Borçların Özellikleri Son zamanlarda kamu gelirleri içerisinde önemli bir yer tutmaya başlayan iç borçlar kullanım amaçlanna göre bazı özellikler taşımaktadır. Bu özellikleri şu şekilde sıralayabiliriz: - Kamu Gelirleri İçerisinde İç Borçlanma Gelirlerinin Yeri ve Önemi Devletin borçlanmaya başvurmaları günümüzde olağanüstü bir durum olarak algılanmamaktadır. Çünkü devletler harcamalannı vergiler, harçlar, resimler, şerefiyeler ve iktisadi teşebbüs gelirleriyle karşıladıklan gibi bazı harcamalannı da ik­ tisadi, mali ve politik düşüncelerin altında kalarak borçlanma ile finanse etmektedirler. İç borçlanma yoluna gidildiğinde gerçekte ileriki yıllarda vergi gelirlerinin şimdiden kullanılması anlamı ortaya çıkmaktadır. Bu durum borçlanmayı vergiye al­ ternatif bir konuma getirmiştir. Ancak borçlanma vergiler yoluyla elde edilen devlet gelirlerinin yetersiz kalması durumunda sözkonusu olabilecektir. Aksi takdirde vergilendirilebilir alanlar mevcutken borçlanma yoluna gitmek devleti büyük sıkıntılara sokacaktır. Çünkü ortaya çıkan borç gelecek yıllann vergi gelirlerini emecektir. İktisaden gelişmiş ülkelerde vergilerin toplam devlet gelirleri içerisindeki oranı % 90'lara varmaktadır. Ülkemizde bu oran daha aşağı düzeylerde seyretmektedir. Konsolide bütçe gelirleri içerisinde yetersiz düzeyde bulunan vergi gelirleri daha çok borçlanma yoluyla telafi edilmeye çalışılmaktadır. Öte yandan ülkemizde vergi gayreti de düşüktür. Dolayısıyla sürekli artan kamu kesimi borç gereksinimi, borç ihtiyacını arttırmaktadır. Bu durum hem fiyat artışlarını hem de faiz hadlerinin yüksek düzeyde seyretmesine neden olmaktadır. - Vergi Gelirleriyle İçborçlanma arasındaki Farklılıklar: Devlet gerek vergi ve gerekse borçlanmaya kamu hizmetlerinin finansmanı için başvurur. Her iki finansman aracı da birbirinin alternatiftir. Ancak her ikisinin de ülke ekonomileri açısında ortaya çıkardıklan etkiler farklıdır. Vergiler gerçek anlamda bir gelir olduklan halde borçlanma devlet için ancak görünüşte bir gelirdir. Çünkü alınmış olan borçların vade sonunda geri ödenmesi gerekir. Bu nedenle vergiler nihai bir finansman kaynağı olduğu halde, borçlanmalar geçici bir finansman kaynağıdır. Vergiler kamu yönetimlerince yasaya dayanılarak kişi ve kurumlardan zorla tahsil edildiği halde, borçlanmalar prensip olarak seçimlidir ve iki taraf arasında doğan bir rıza sonucu yasaya dayalı olarak yapılır. Vergiler mükelleflerin tüketimleri ile yatırımlarının azalmasına neden ol­ dukları halde borçlanmalar genellikle fertlerin tasarruf lan ndan veya ticaret bankalanyla merkez bankası gibi kredi kurumlanndan karşılanmaktadır. Vergilerin yükünü doğrudan doğruya yaşayan nesiller borçlanma neticesi doğan mali yük gelecek kuşaklara yansıtılır. çektiği halde Borçlanma son yıllara kadar daha çok olağanüstü durumlarda istisnai bir finansman kaynağı olarak kabul edilmekteydi. Bu düşünceden dolayı genellikle büyük oranlı harcamaların borçlanma ile finanse edilmesi ya da sadece savaş ve büyük bunalım gibi dönemlerde borçlanma yoluna gidilmesi gerektiği iddia edilmekteydi. - Kamu İç Borcu İle Özel Borçlar Arasındaki Farklılıklar Kamu iç borçlanması kamu hizmetlerinin finanse edilmesi amacına yöneliktir. Borçlu konumunda, devletin bizzat kendisi bulunmaktadır. Kamu hizmetlerinin yürütülmesinde maliyet ve karlılık gibi faktörler birinci planda yer almamaktadır. Özel borçlarda ise, kar elde etmek amacı birinci plandadır. Kamu borçları daha ç ok uzun vadeli bir yapı arzetmektedir. Süre kimi zaman oldukça uzun vadelere yayılmakta kimi zaman da süresiz olabilmektedir. Özel borçlar genellikle daha kısa vadelidirler. Kamu borçları daha geniş boyutlu olurlark­ en Özel borçlar nisbi olarak daha küçüktürler. Özel borç alan kişiler geri ödemeyi yapmak zorundadır. Devletler ise ge­ rektiğinde sahip olduklan siyasi ve idari otoriteyi kullanarak borçlarını geri ödemekten imtina edebilmekte ayrıca belli bir süre ödemeyi durdurabilmektedir. Bu durumda alacaklılar özel borçlarda olduğu gibi yasal yollarla alacaklarını elde etme imkanlarına geniş bir şekilde sahip değildirler. Durum böyle olmasına karşın devletler güvenilirliklerini kaybetmemek için borçlarını zamanında ve tam ol­ arak ifa etmek için büyük gayret sarfetmektedirler. 11,3. İÇ BORÇLANMANIN ÇEŞİTLERİ İç borçlarla ilgili çalıişmalarda ve uygulamada değişik kıstaslarda ve yakla­ şımlardan yola çıkarak çeşitli sınıflamalar yapılmaktadır. Kimi borçlar kendilerine özgü nitelikleri nedeniyle birden fazla sınıfa aynı anda dahil edilebilmektedir. Buna göre iç borçlann çeşitlerini aşağıdaki gibi açıklayabiliriz: IL3.1. Hazine Bonoiarı Devlet mali yıl içinde gelirleriyle giderleri arasında zaman açısından uyum sağlaması için hazine bonolan ihraç etmektedir. Hazine bonolan ilgili bütçe kanunlannda sağlanan miktan geçmemek şartıyla ve her yıl bütçe kanunuyla tanınan yetkiye dayanarak maliye bakanlığınca ihraç edilen ve bankalara Iskonto ettirilebilen borç senetleridir. Hazine bonolannı merkez bankası reeskont etmekte ve ayrıca ellerinde bono bulunduran bankalar likidite sıkıntısı çekerlerse ilgili bankalara bono karşılığı avans verilebilir. Her yılın bütçe kanunlanna hazine bonolan ile ilgili olarak bu şekilde düzenleyici ve emredici hükümler konmasının gerçek nedeni, söz konusu kaynağın sadece geçici gereksinimler için yapıldığını belirtmektir. Hazine banolan 3,6,9,12 ay vadeli olmakta ve daha ziyade bankalar, mali ku­ rumlar ve büyük şirketler tarafından risksiz olmalan ve nakde çevrilmelerindeki ko­ laylıklar nedeniyle tercih edilmektedir. Öte yandan, hazine bonosundan sağlanan faiz gelirinin vergiden istisna kılınması, devletin ve kamu kuruluşlannın ihale ve sözleşmelerinde teminat olarak kabul edilmesi, hazine tarafından yapılacak taşınmaz satışlarının bedellerinin ödenmesinde ödeme vasıtası olarak kabulü, vadeleri henüz dolmayan bonolar karşılığında Merkez Bankasından avans sağlanabilmesi nedeniyle hazine bonolan piyasaya büyük ilgi görmektedirler. Nitelikleri itibariyle kısa süreler için kullanılan hazine bonoları mali yıl so­ nunda hazinece bedellerinin ödenmesi gerekir. Nevarki, uygulama bu şekilde işlememiş, bonolann yıl sonunda ödenmeyen miktarlan, sürekli şekilde artmış ve ekonomi üzerinde enflasyonist etkiler doğurmuştur. ii.3.2. Devlet Taiıviiieri Bilindiği gibi bütçe yasalannda, hazinenin o bütçe yılı içerisinde gerçekleştirebileceği iç borçlanma tutan açıklanmaktadır. Buna göre bütçede tah­ min olunan gelirler toplamı ile ödenekler toplamı arasındaki farkın (bütçe açığının) bir katına kadar hazine bir yıl ve daha uzun süreli "Devlet tahvili" çıkanlabilir. Zamanlama, süre, faiz, verimlilik, satış yöntemleri vesaire yönünden en uy­ gun koşullan göz önünde tutularak çıkarılan tahvil ve bonolann geri ödeninceye kadar her çeşit yönetim ve karar alma konusunda hazine yetkilidir. Gerek devlet tahvilleri, gerekse hazine bonolan, piyasada alınıp satılabilen, pazarlanabilen iç borçlanma senetleridir. Şu kadar var ki hazine bonolannda vade en fazla 1 yıl iken devlet tahvillerinde bu süre daha uzundur. 11.3.3. Hazine Kefaletini Haiz Bonolar Bazı kamu kuruluşları parasal gereksinimlerini karşılamak için hazinenin kef­ aleti ile ihraç ettikleri bonoları hazine kefaletini haiz bonolar adı verillmektedir. Kamu kuruluşlan borçlanmak istedikleri zaman hazinenin kefaletini sağlama yoluna gitmek zorundadırlar. Borçlanma yoluna Kamu Ekonomik Kuruluşları ile ik­ tisadi nitelikleri ön planda olan katma bütçeli kurumlar sermaye yetersizliklerini gi­ dermek amacıyla gitmeleri gerekirken uygulamada daha çok yatınmlannı finanse etmek için bu tür bonolan ihraç etmişlerdir. Sözkonusu bonolara Merkez Ban­ kasınca Iskonto edilebilme ve mukabilinde avans sağlama imkanları tanınmıştır. 11.3.4. Müteahhit Bonolan İç borçlanmız içerisinde önemli bir yer tutan müteahhit bonoları çok sık kul­ lanılan bir borçlanma şekli olmayıp, günümüzde uygulaması da kalmamıştır. 1990 yılından itibaren ise, kamuya iş yapan müteahhitlerin birikmiş alacakları için hazine bonosu ve dövize endeksli gelir ortaklığı senedi verilmeye başlanmıştır. Aslında bu uygulama müteahhit bonosu uygulamasından ayrı bir şey değildir. 11.3.5. Hazineye Kısa Süreli Avanslar Merkez Bankası önemli bir jç borç kaynağıdır. Merkez Bankasından borçlanma doğrudan ya da dolaylı bir şekilde yapılmaktadır. Kamu borçlanması açısından hazinenin Merkez Bankasından almış olduğu kısa vadeli avanslar, uygulamada kısa vadeli devlet borcu olarak bilinmektedir. Ülkemizde, hazinenin Merkez Bankasından almış olduğu kısa vadeli avanslar, dev­ letin borçları içerisinde önemli bir yer tutmuştur. Hazinenin Merkez Bankasından borçlanma yoluna gitmesi uygulanmakta olan bütçe kanunlanndan kaynaklanmaktadır. Bütçe yılı içerisinde gelir ve giderler arasında zamansal olarak ortaya çıkan uyumsuzluklar kısa vadeli fonlarla telafi et­ meye çalışılır. Merkez Bankası tarafından hazineye aktarılan fonlar hazineyi be­ sleyen önemli kaynaklardır. Bu şekilde gelirlerle giderlerin zamansal olarak ahen­ kleştirilmesi dar anlamda hazine işlemleri olarak bilinmektedir. Bu yolla Merkez Bankasına borçlanan hükümet ileride Bütçe gelirleri tahsil edildikçe Merkez Ban­ kasından alınan borçlar süresi içerisinde kapatılmaya çalışılır. 11.3.6. Teminatlı - Teminatsız Borçlar Kişiler Devlete borç verirlerken geri ödemelerin düzenli bir şekilde yapılacağı hususunda herşeyden önce devletin güvenilir kişiliğini göz önünde bulundururlar. Bu yüzden normal olarak devletin kişilere ayrıca maddi teminat vermesi gerekmez. Ancak özellikle iktisadi hayatta güvenin sarsıldığı dönemlerde devletin borçlanmayı maddi teminata bağlamak zorunluluğunu duyduğunu görmekteyiz. Günümüzdeki teminatlar daha çok borcun erken ödemeye tabi tutul­ mayacağını yada borç değişimine gidilmeyeceğine dair olarak verilmekte, ayrıca fiyat yükselişlerine karşı tahvil sahiplerini korumak için tahvillerin değerleri belli fiyat endekslerine bağlanmaktadır. IL3.7. Gönüllü - Cebri Borçlar Kural olarak devlet borçları borç verenlerin isteğine bağlı olmaktadır. Başka bir deyişle vergi gibi zoriayıcı nitelikte olmayıp Devlet tarafından miktan, faizi geri ödeme koşullan ihraç şekli ve çıkariarı belirienen borç senetleri vatandaşların il­ gisine sunulmaktadır. Birey ve kurumlar kendi iradeleriyle bu tahvilleri alma yoluna gitmektedirier. Cebri iç borçlar ise, şartlan devlet tarafından belirienmiş borç senetlerinin önceden saptanmış bazı kişi veya kurumlar tarafından satın alınimalannın başka bir ifadeyle devlete borç vermelerinin zorunlu tutulmasıyla ortaya çıkmaktadır. Borç vermeleri istenilen kişilerin bu konuda herhangi bir tercih haklan sözkonosu değildir. Bu tür borçlanma ile bazı kurum ve kişiler için belirii oran veya miktariarda borç verme zorunluluğu getirilmektedir. Cebri borçlar, ekonomik ve siyasal nedenlerie isteğe bağlı borçlar yetersiz kaldığı zamanlarda önem kazanmaktadır. Günümüzde cebri borçlanmaya başvurulmamakta, daha ziyade kısa ve uzun vadeli borçlar ihtiyari usule göre ihraç edilmektedir. Ancak devletlerin gerektiğinde dolaylı telkin ve zoriamalar ile bankalar sosyal güvenlik kuruluşlan ve diğer ekono­ mik kuruluşlara borçlandığı da görülmektedir. Gerek cebri borçlarda ve gerekse ih­ tiyari borçlarda faiz unsuru olduğu gibi ana paralann zamanında ödenmesi zo­ runluluğu da vardır. 11.4. İÇ BORÇLANMANIN BAŞLICA KAYNAKLARI Devlet siyasi sınırları içinde çeşitli kaynaklara başvurabilir. İç borç sağlamak amacıyla tercih edilecek kaynakların meydana getireceği ekonomik etkileri birbirin­ den oldukça farklı olabilir. Bu nedenle, devletin iç borçlanma yapacağı kaynağı yada kaynaklar bileşimini çok iyi saptaması gerekir. Seçilecek kaynaklar hedefle­ nen amaca uygun değilse, uygulama neticesinde çok önemli iktisadi bunalımlar or­ taya çıkabilir. Borçlanma kaynaklan ekonominin içinde bulunduğu koşullara göre tercih edil­ melidir. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi, ekonomi enflasyona karşı hassas bir yapı gösteriyorsa borçlanmanın kaynağı hususunda dikkatli davranmak gerekmektedir. - Devletin iç borç kaynaklarını aşağıdaki başlıklar altında inceleyebiliriz: 11.4.1. Şahıslardan Alınan Borçlar Genellikle bireylerden gönüllü borçlanma uzun süreli tahviller satılarak mev­ cut tasarrufların alınması şeklinde olur. Böylece bir kısım özel tasarruflar, kamu sektörüne aktarılmaktadır. Bireyler elde ettikleri gelirlerin belirli bir kısmını tasarruf olarak değerlendirmektedirler. Bu tasarruflarını atıl şekilde nakit olarak tu­ tabilecekleri gibi, ticari işlerini veya iş kapasitelerini genişletmede de kullanabilirler. Öteyandan, hisse senedi almak suretiyle bazı işletmelerin ortakları olabilecekleri gibi, tahvil, hazine bonosu, gelirlerortaklığı senedi almak suretiyle özel ke^sime ya da kamu kesimine borç verebilirler. Bireyler, çok elverişli şartlar mevut olmadıkça tüketim düzeylerini azaltarak, borç verme yolunu tercih etmezler. Borca gidecek kaynaklar genellikle tüketim har­ camaları haricindeki birikimlerdir. Ekonomide enflasyonist bir eğilim görüldüğünde en sağlıklı borçlanma kay­ nağı şahıslardır. Bu durumda, kişilerin tüketim harcamalan kısılmaya çalışılır. Bu­ nun en uygun yolu ise, şahıslann tasarruflarını değil tüketimlerini kısarak devlet tahvillerini sağlamaktır. Böylelikle tüketim harcamaları ve efektif talep düzeyi aşağı çekilecektir. Şahıslann devlet tahvillerini almalannı sağlamak için bazı tedbirler al­ mak gerekmektedir. Sözkonusu tedbirlerin başlıcaları ise, devlet tahvillerine ödenen tahvillerin faizlerini piyasada cari faiz oranından yüksek tutulması tahvillerin değerlerinin garantiye bağlanması, vergi kanunlannda tahvil gelirlerinin istisna ed­ ilebileceğine yönelik düzenlemeler getirmektedir. Sermaye birikimi yetersiz, para ve sermaye piyasalarının yeterince gelişmediği birçok az gelişmiş ülkede, devlet kaynak sağlamak amacıyla borçlanma belgelerine oldukça çekici olanaklar sağlamıştır. Söz konusu olanaklar, özel kes­ imin borçlanma belgelerinin oldukça üstündedir. Bütün bu ayncalıklara ilaveten bir de, devletin güvenilir kişiliği de devreye girince özel kesimin borçlanma belgelerine ilgisi oldukça zayıf kalmaktadır. Neticede özel kesim hem pahalı hem de yetersiz fi­ nansman olanaklan ile karşılaştığından yatınm güçlerini etkili şekilde kul­ lanamamaktadır. 11.4.2. Bazı Sosyal Güvenlik Kurumları ve Ekonomik Kuruluşlardan Borçlanma Bu kapsama şirketler, kurumlar, emekli sandıkları ve sigorta fonları dahil edil­ mektedir. Genellikle Sosyal Güvenlik Kurumlannın, Sigorta ortaklıklarının. Tasarruf sandıklarının ve büyük sanayi ve ticaret kurumlannın elinde bulunan ve uzun vadeli işlerde kullanılmayan paralardan karşılanır. Emekli Sandığı, Sosyal Sigortalar Kurumu gibi bazı kamu kuruluşlan her zaman ellerinde büyük fonlar bulundururlar. Bu kurumlar bu fonlarla devlet borçlanmasını desteklerler. Para değeri istikrarlı tutulur ve fiyat istikran korunursa bu kurumlar için devlet tahvilleri güvenilir bir yatınm kaynağı olur. Banka kaynaklarından aşın borçlanma yerine bu kaynaklardan yararlanılarak fiyat istikran korunmaya çalışılır. Sosyal Güvenlik Kurumlan atıl fonları gelişmiş ülkelerde modern sermaye piyasası içinde genellikle uzun vadeli alanlarda değerlendirirler. Öte yandan ser­ maye piyasasının yeterince gelişmediği ülkelerde ise, kısa vadeli olarak devlet tah­ villerine yönelmesi yapılan düzenlemeler sonucu zorunlu hale getirilmiştir. Ülkemizde de uygulama bu çerçevede cereyan etmektedir. Nitekim Sosyal Güvenlik kapsamına giren Sosyal Sigortalar Kurumu ve T.G Emekli Sandığının topladığı fonlar özellikle yasal zorunluluklar nedeniyle devlet borçlanma belgelerine yönelmiştir. Bir başka ifadeye, bu kurumlann ellerindeki fonlann önemli bir kısmı kamu kesiminin emrine tahsis edilmektedir. Söz konusu tahsis, oldukça düşük bir gelir karşılığı sunulmaktadır. Ancak ülkemizdeki Sosyal Güvenlik Kuruluşlannın toplamış olduğu ve önemli meblağlara varan fonlarının devletin borçlanma belge­ lerine akması, gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, sermaye piyasalanna yönelmesi hem ülke kalkınması hem de Sosyal Güvenlik prensipleri açısından uygun olacaktır. Enflasyonist ortamda şahıslardan sonra, borçlanmada tercihin Sosyal Güvenlik Kuruluşlarından yanma kullanılması gerekir. Çünkü bu kurumlar banka parası doğurarak para arzının artmasına neden olmazlar. Bu kurumlardan alınan kaynaklar efektif talep üzerinde firenleyici etkiler doğurarak, enflasyonun azaltılmasında önemli bir rol oynayabilirler. 11.4.3. Ticari Bankalardan Borçlanma Devlet tahvillerinin en büyük alıcısı Bankalardır. Bankalar genel olarak fazla rezervlere sahiptirler. Özellikle ekonominin durgun olduğu ve bankalarda kredi işlemlerinin az olduğu zamanlarda kamu borçlanmasının büyük yararlan vardır. Çünkü bankada atıl duran ve işletilmeyen fonlan devlet iç borç olarak ekonomiye aktarmaktadır. Ancak bazen piyasayı kontrol altına almak ve ticari kredileri kısmak amacıyla, devlet, bankalara tahvil satma yollannı arar. Özellikle enflasyonist eğilimler baş gösterince bu yol uygundur. Dolayısıyla para piyasasıyla mal ve hiz­ met piyasasında dengenin yeni gelişmelere göre yeniden tesisi durumu ortaya çıkacaktır. Şayet borçlanma ile ortaya çıkanlan satın alma gücünü emecek mal ve hizmet arzı gerçekleştihimezse, başka bir deyişle para arz ve talebi dengesine uy­ gun olarak mal ve hizmet arz ve talep, dengesi sağlanmazsa ekonomide en- flasyonist süreç başlayacaktır. Çünkü artan talebe arz cephesi yetersiz düzeyde karşılık verecektir. Bu durumda fiyatlar düzeyinde artışlar kaçınılmazdır. 11.4.4. Merkez Bankasından Alınan Borçlar Devletin kamu hizmetlerinde nitelik ve nicelik değişmesine paralel olarak kay­ nak gereksimini gidermede en kolay başvurabileceği kaynak günümüzde Merkez Bankası kaynaklan olmaktadır. Bu durumun temel nedeni özellikle gelişmekte olan ülkelerlde Merkez Bankalannın bağımsız bir mali ve parasal kurum olarak ortaya çıkamamasıdır. Dolayısıyla devlet, normal yollardan kaynak temininde güçlüklerle karşılaştıkça Merkez Bankası kaynaklanna daha yoğun bir şekilde müracaat et­ mektedir. Merkez Bankası, hükümete kısa vadeli avans sağlayarak yada devlet borçlanma belgelerinin fiyat ve akışını reeskont mekanizması vasıtasıyla de­ stekleyerek para basmakta ve kamunun fon ihtiyacını karşılamaktadır. Bu nedenle para basımı, ticaret bankalannı mevduat miktarında ve dolayısıyla kredi hacminde genişlemeye yol açar. Bu durum ise ortaya çıkaracağı gelir etkisiyle talep se­ viyesinde ve fiyatlarda yükselişe neden olur. Merkez Bankası kaynaklarından temin edilen borçlann ne tür bir finansman ihtiyacı için kullanılacağı konusu hem borcun niteliğini hem de etkilerini tayin et­ mektedir. Şayet devlet, cari işlemlerinin ortaya çıkardığı finansman ihtiyacını karşılamak üzere Merkez Bankası kaynaklarına müracaat etmiş ise bu durum bir açık finansman politikası olarak algılanmakta ve kısa süreli borçlann tercih edildiği gerçeğini göstermektedir. Bu tür borçlanmanın kısa vadeli olarak değerlendirilmesi bu vasıta ile sağlanan karşılıksız satın alma gücü nedeniyle paranın borç senedi olarak tanımlanması hususu ile ilgilidir. Ekonomide Enflasyonist bir eğilim bulunduğu şartlarda en tehlikeli borçlanma biçimi, para kurumlarından yapılan borçlanmadır. Çünkü para kurumları dolaylı yada doğrudan doğruya para arzını arttırarak efektif talebi yükseltirler ve en­ flasyonun körüklenmesine neden olurlar. Bu çerçevede Merkez Bankası'ndan borçlanmak tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Çünkü Merkez Bankası para basmak suretiyle devlet tahvillerini satın alacak bu uygulama ise fiyatlar düzeyi üzerinde doğrudan doğruya büyük bir hız kazandırıcı etken olarak kendini gösterecektir. 11.5. İÇ BORÇLANMANIN EKONOMİK ETKİLERİ 11.5.1. Gelir Dağılımr Üzerindeki Etki Bilindiği gibi borçlanma tahvilleri, sahiplerine başta faiz olmak üzere çeşitli çıkarlar sağlamaktadır. Bunlar borçlu için bir yüktür. Büyük miktardaki devlet borçlarının bu ağır yükü er yada geç vergi gelirleriyle karşılanacaktır. Bunun an­ lamı ise, sözkonusu yükün vergi ödeyenlere binmesi demektir. Gelişmiş ülkelerde bu faiz gelirleri vergilendirildiği halde, az gelişmiş ülkelerde ve bu arada Türkiye'de çıkanlan bütün uzun süreli iç istikraz tahvillerinin gelirleri her türlü vergi ve resim­ den muaftır. Bu durum bu ülkelerde yeteri kadar gelişmemiş bulunan tahvil piya­ sasını teşvik etmek zorunluluğundan doğmaktadır. Kamu borçlanması sonucunda, başta faiz yada başka bazı çıkarlar büyük ölçüde vergiyle finanse edildiğine göre, vergilerin daha çok düşük gelirii ve değişmez gelirii gruplarca karşılandığı bir ülkede gelirin olumsuz bir şekilde yeniden dağılımına yol açılmış olmaktadır. Çünkü genellikle tahvil sahiplerinin daha çok yüksek gelirii gruplar olduğuna kuşku yoktur; ve sonuç yüksek gelirii gruplar yararı­ nadır. Bununla birlikte tahvil sahiplerinin kamu kuruluşları ve bankalar olması ha­ linde, borçlanmanın, gelirin yeniden dağılımın olumlu yönde olduğu düşünülmelidir. Bütün bu sorunların temelinde, kamu borcu faiz gelirierinin ne şekilde vergilen­ dirilmesi gerektiğinde yatmaktadır. Görüldüğü gibi, kamu borçlarının, gelirin yeni­ den dağılımı yönündeki etkileri büyük ölçüde vergi politikası ile ilgilidir. Bu nedenle bir yandan borçlanmanın vergi politikası açısından önemi ortaya çıkarken, öte yan­ dan köklü bir vergi sistemine duyulan gereksinme kendini göstermiş olmaktadır. 11.5.2. Gelir (Üretim) Üzerindeki Etki İç borçlann toplam mal ve hizmet arzı üzerindeki etkisi verimli alanlarda kul­ lanılıp kullanılmadığına göre de değişmektedir. Verimli alanlarda kullanılması, milli üretimi arttınr. Aksine, bu fonlar üretken olamayan harcamalann finansmanında kullanıldıklan zaman verimsiz bir kaynak niteliğinde oluriar. Hatta bu durumda, dalgalı iç borçlar ikame etkisi meydana getirerek kişi ve kurumların ekononmik faaliyetlerde kullanacakları fonların arzını kıstığından toplam üretimin düşüşüne neden oluriar. 11.5.3. Tüketim Üzerindeki Etkileri Kamu borçlan, vergilerin bir alternatifi olduğundan kamu borçlannın ekonomideki variiğı, bireylerin ve özel kesimin kendilerini daha zengin hissetmelerine ve bunun so­ nucu olarak da daha yüksek bir talep düzeyine erişmelerine yol açar. Böyle olmasaydı ve devlet ihtiyaç duyduğu finansmanı vergi yoluyla sağlamış olsaydı bireylerin servet ve gelirieri daha alt düzeyde kalacak, bu durumda tüketimi kısıtlayacaktı. Devletin vergi yerine borçlanmaya başvurması, bireylerin harcama olanaklannı arttırmış olmakta ve bu durum, genel ekonomide tüketim eğilimini arttırıcı yönde etkili olmaktadır. Bu durumun tam istihdamın söz konusu olmadığı az gelişmiş ülkeler için olumlu sonuçlan olması beklenir. Örneğin: Yatınmlann ve Milli gelirin artması, işsizliğin azalması, bu olumlu sonuçlar arasındadır. Tam istihdamın altında Taaliyet gösteren gelişmiş ekonomiler için, tüketim eğilimindeki artışlar, özellikle kısa dönem için toplam talebi de arttıracağından gelir ve istihdamın artma­ sına yol açacaktır. Uzun dönemde ise, tüketim eğilimindeki bir artışm sonucu, Harrad - Domer Büyüme kuramına göre, gelişme hızının azalması yönünde olacaktır. Bir başka deyişle, tüketim eğilimindeki artış, ekonominin daha yavaş bir tempo ile büyümesi sonucunu verecektir. 11.5.4. Ekonomik İstikrar Üzerindeki Etki Burada ekonomik istikrar kavramı, dar kapsamı ile, yani sadece fiyat istikran anlamında kullanılmaktadır. Borçlanmanın etkilerini genellikle enflasyonist olduğunu savunanlar çoğunluktadır. Bununla birlikte borçlanmanın, genel ekonomi üzerindeki etkisinin başlangıçta, hafif daraltıcı bir etkisi olduğu da açıktır. Ancak toplanan fonlann harcanması, ekonomi üzerinde genişletici etkiler meydana getirir. Üstelik bu genişletici etkiler, aynı harcamalann, vergi gelirleriyle finansmanına kıyasla daha da büyüktür. Aynı şekilde borçlanmanın daraltıcı bir etkileri de vergi­ lemeye kıyasla daha azdır. Çünkü borçlanma ile elde edilen fonların tüketime yönelmesi ihtimali az olan, psikolojik olarak kendilerini daha zengin hissetmeleri gibi nedenlerle, ekonomide toplam talep üzerinde vergilerden daha az daraltıcı et­ kiler doğması gerekir. Ekonomik dengenin sağlanması yönünde borç yönetiminin enflasyonist yada deflasyonist eğilimlere karşı koyması için para politikası ile maliye politikası arasındaki işbirliği zorunluluğunu hatırlatmak yerinde olacaktır. Örneğin, Enf­ lasyonist baskılann çok şiddetli olduğu bir dönemde, bir yandan izlenen para politi­ kasının sıkı para politikası olması, öte yandan maliye politikasının devle^t bütçesinde fazlalık sağlayan bir maliye politikası olması, yanısıra borç yönetimi politikasının da mümkün olduğu kadar uzun süreli borçlanmaları öngörmesi gere­ kir. Böylece bu üç güç, enflasyonist baskıların kontrolünde tam olarak etki mey­ dana getirebilecektir. Ekonominin durgunluk dönemlerinde ise, düşük faizli gevşek para politikası ve kredilerin arttırılması yönüne gidilir. Aynı zamanda açık bütçeli maliye politikası yanısıra borç yönetimi politikasıyla, mümkün olduğu kadar borçların sürelerinin kısaltılması yoluna gidilmelidir. Çünkü kısa süreli borçlar, ekonomide likiditeyi arttırma eğiliminde bulunmaktadır. 11.5.5. Para ve Kredi Politikası Yönünden Etkileri Borçların önemli boyutlara ulaşması Merkez Bankasının Açık Piyasa İşlemlerini kullanması yönünden seçme olanakları ve likidite kolaylıkları meydana getirmektedir. Ancak bu gibi önemli ve teknik bir konuda. Merkez Bankası hükümetin politik baskılanndan uzak olduğu ölçüde etkili olur. Bu nedenle Merkez Bankaları özel kuruluşlar olmalıdır. Öte yandan yine taleple ilgili olarak kamu borçlan ekonomik dengenin sağlanmasında başka yönlerden de etkili olabilir. Örneğin özel kesimin kredileri yanında gelirlerinde de önemli dalgalanmalar görülür. Bu ise talep düzeyi üzerinde etkili olur. Buna göre kamu borçlarının özel kesime sağladığı faiz ödemeleri özel kesimin gelirleri içinde oldukça değişmez bir görünüş gösterdiklerinden denge sağlayıcı şekilde etkili olur. 11.6. İÇ BORÇ YÖNETİMİ VE BORCUN İTFASI Borç yönetimi, devlet borçlannm miktarında ve bileşiminde ayarlamalar yap­ mak suretiyle, sosya-ekonomik amaçlara ulaşılması şeklinde ifade edilebilr. Devlet, iç kaynaklara müracaat ederek ekonomik ve sosyal yapıyı etkileyici bir rol oyna­ maktadır. Bir taraftan faiz oranlan, mal ve hizmet piyasası üzerinde etkili olurken, diğer taraftan ekonomik denge, kalkınma ve gelir dağılımı gibi unsurlar, devletin borçlanma politikasından önemli derecede etkilenebilmektedirler. Amaç tüm bek­ lentilerin aynı olumluluk ve etkinlik düzeyinde gerçekleştirilmesi olmakla birlikte, uy­ gulamanın bir kısmı istenilmeyen sonuçlar doğurabilir. Borç yönetimi tanımında yer alan "borcun miktan" kavramı, devletin amaçlanna en etkin düzeyde ulaşabilmesi bakımından hangi büyüklükte borçlanması gerektiğini ve bununla ilgili ayarlama ve düzenlemeleri ifade etmektedir. Borçlann bileşimi ise, borçlanmanın şartlannı kap­ samakta olup, borcun vadesi, faizi, geri ödemi şartlan, borca sağlanan çıkar ve ko­ laylıklar gibi hususlan kapsamaktadır. Borç yönetimi ülkenin ekonomik şartlan gözönüne alınarak para ve maliye politikalan ile uyum içerisinde yönetilmelidir. Borç yönetimi politikası ile ülkenin re­ fah dönemlerinde uzun vadeli, durgunluk ve gerileme dönemlerinde ise kısa vadeli borçlanma yolu tercih edilerek ekonomik konjonktüre göre denge sağlanmaya çalışılır. 11.6.1. Borcun Miktarı Borçların miktan, borçlann ağırlığının ilk belirtisi olarak ortaya çıkmaktadır. Genelde bütün ülkelerde, bir taraftan ağır borçlardan şikayet edilirken diğer taraftan borç stoklarının önemli boyutlara ulaşması çoğu defa kaçınılmaz bir gerçek olarak gözlenmektedir. Her yıl bütçe görüşmeleri sırasında ya da ülkenin içinde bulunduğu ekonomik koşulların tartışma konusu olduğu sırada, kamu borçlarının ulaştığı yüksek mik­ tarlar ve bunların gittikçe artması üzerinde çok durulur. Yine borçların zaman içindeki yükü ile plânlanan borç miktannın büyüklüğü ile kıyaslanır. Birinci ve İkinci Dünya savaşları ülkelerin borçlannı önemli miktarlara ulaştırmıştır. Artan bu borçlar, İkinci Dünya savaşından sonra daha da yükselmiştir. Ülkelerin bir kısmı, savaş yıkıntılannı gidermek için yeni borçlanmalara giderken, bir kısmı da, özellikle az gelişmiş ülkeler kalkınabilmek için sürekli borçlanmaya gitmiştir. Borç miktan ile ilgili önemli bir sorun, da ağır borçlann yeni borçlanmalara başvurmayı güçleştirilmesidir. Gelilşlmiş ülkelerde, devlet her istediği zaman piya­ sadan kolaylıkla borç para bulabileceği halde, geri kalmış ülkeler için aynı şeyi söylemek güçtür. Sermaye piyasasının yeterli ölçüde gelişmemiş olduğu bu ülkelerde gizli ve kullanılmayan büyük miktardaki fonların sürekli olarak ekonomi dışı kaldığı söylenebilir. Bu fonlan ekonomiye kazandırmak ve işletmek şüphesiz olumlu bir şey olmakla birlikte piyasayı ve ekonomiyi zorlayabilir. Borç miktannın, hemen her ülkede, bu şekilde büyük artışlar göstermesi, borç yönetiminin önemini artıran başlıca etkendir. Çünkü: Büyük miktardaki borçlarla ekonomik hayatta istenilen etkiler de büyük olabilmektedir. Borç yönetimi açısından borç miktarındaki değişiklikler bütçenin finansmanı ile doğrudan ilgili değidir. Yine borçların faiz ve amortisman giderleri de esnek olmayan giderlerdir. Yeni borçlanmalar, piyasada özel kredi kaynaklarıyla olan rekabetin yanısıra, özel harcamalarda ortaya çıkardığı değişiklikler nedeniyle de ekonomik etkiler mey­ dana getirir. Borçların miktar yönünden olan artışları aynı zamanda bileşimlerinin de değişmesine yol açar. 11.6.2. Borçların Bileşimi Genel bir ifadeyle, borçlann miktan ile ilgili her değişme borçların bileşiminde de bir değişmeye yol açar. Bir yandan borçların değişik sürelere göre çıkarılması, öte yandan bazı borçların zaman içerisinde sürelerinin kısalması, borçların bileşimlerinde değişmelere neden olur. Kısa süreli borçlanmaların likidite imkanları uzun vadeli borçlara göre daha fazladır. Bu nedenle, durgunluk dönemlerinde kısa vadeli borçları tercih etmek gerekmektedir. Borçların alacaklılar arasında dağılımı da ekonomide farklı etkiler doğurmaktadır. Örneğin, devlet borçlanma senetlerinin bankacılık sektöründe satılması ile bireylere satılması ekonomide farklı etkilere neden olmaktadır. Banka­ lar, para arzını arttırarak devlete borç verdikleri için özellikle enflasyonist ortam­ larda tehlikeli sonuçlar doğurabilirler. Buna karşın, daha çok kendi tasarruf imkan­ ları ile devlete fon aktaran bireyler böyle bir olumsuzluğa neden olmazlar. Borçlann bileşimi, bir çok faktör tarafından etkilenmektedir. Bunlardan birin­ cisi, zaman faktörüdür. Genellikle eski borçların, yapılan ödemeler sonucu süreleri kısalmaktadır. İkinci olarak, yeni borçlanmalarda aynı şekilde etkili olmaktadır. Hükümetçe piyasaya sürülen borçlanma senetlerine göre yapacağı seçimle borç yönetiminin ilk ve en önemli uygulamasını yapmış olur. Bu ise, özel teşebbüsün yatınmlan ile ilgili borçlannın bileşimini de etkiler. Öte yandan ekonomik şartlar elverdiği zamanlarda yapılan erken ödeme uygulamalan da borçlann bileşimini önemli ölçüde etkilemektedir. Devlet borçlanma senetleri daha önce saptanan süreleri doldurmadan piyasadan, hazine tarafından kendi adına, kamu kuruluşları adına alınabilir. Aynı zamanda Merkez Bankası da parasal kontrol araçları arasında önemli bir yer tutan açık piyasa işlemleri aracılığı ile de borçlann bileşimini değiştirebilmektedir. Ancak açık piyasa işlemlerinin se­ viyesi burada ayrı bir önem taşımaktadır. 11.6.3. Borçların Faizi Tahvil alıcıları için tanınan başlıca çıkar faizdir. Parasını tahvile yatıranlar çok kez düzgün ve güvenilir gelir kaynağı arayan kişiler olarak paralarını devlet tahvillerine bağlamışlar ve devlette bu kimselere faiz adı altında ek bir ödemede bulunmayı kabul etmiştir. Devlet yönünden genel faiz politikasının amacı, ekonomik dengeyi sağlayacak şekilde ülkede birikimi arttırmak, kredileri verimli üretim alanlanna kaydırarak kaynaklann dağılımına, kalkınmayı hızlandıracak bir yön kazandırmaktır. Faiz oranını saptanması, devlet yönünden bazı koşulların ve etkenlerin göz önünde tutulmasını gerektirir. Bildiğimiz gibi faiz oranını etkileyen faktörlerin başında, tahvillerin süresi gelir. Uzun süreli tahvillerin faizi, kısa sürelilere kıyasla yüksek oranda olur. Çünkü uzun süreli senetlerin likiditeleri, kısa sürelilerden daha azdır. Ve alacaklı uzun bir süre likiditeden vazgeçmek için, daha yüksek bir bedel talep edecektir. Fakat nadir olmakla beraber bazen kısa süreli kredilerin faiz oranı uzun sürelilerinkini geçebilir. Bu durum genellikle piyasada büyük likidite sıkıntısının olduğu zamanlarda ortaya çıkar ve geçicidir. Temel kural uzun süreli is­ tikrazların faiz oranlarının, kısa süreli istikrazlara oranla, yüksek olmasıdır. Faiz oranı, sadece istikrazların süresine bağlı değildir. Bunun yanında, dev­ letin paraya olan ihtiyacının şiddeti, devlete duyulan güven, yurttaşlann psikolojik durumları, konjonktürel dalgalanmalar ve diğer bazı faktörler istikrazlann faiz oranını etkiler. Bu faktörler tutarlı ve iyi bir şekilde gözönünde tutulmakla tahvillerin basan şansı artmış olur. Buna göre faiz oranını saptanması tahvillerin başansında önemli rol oynar. Ancak cebri borçlanma için bu yol oldukça önemsizdir. İstikraz tahvillerini satın alma gücü olanlar, genellikle yüksek gelirliler ve biraz da orta gelirlilerdir. Öte yandan istikrazların, ilerdeki her türlü ödemeleri vergi gelir­ leriyle karşılanır. Buna göre, eğer bir ülkede vergi yükü adeletsiz bir yapı gösteriyorsa, istikraz sahiplerine sağlanan yüksek faizler dar gelirli gruplann üstüne binmiş olacaktır. Başka bir deyişle yükü dar gelirliler tarafından çekilen faiz ödemeleri, yüksek gelirli gruplar yaranna işlemiş olmaktadır. Bu haksız durum ise, sosyal devlet ilkelerine aykın düşer. Aynı zamanda devletin, tahvillere yüksek faiz ödemesi, piyasadaki faiz oranını yükselterek, özel girişimleride baltalıyabilir. !l.6.4. Borçların Vadesi Kamu iç borçları vadelerine göre kısa, orta ve uzun süreli borçlar olmak üzere üç kışıma ayrılır. Bir yıla kadar olan borçlar, kısa süreli borçlardır. 1-5 yıl arasında olan borçar orta süreli, 5 yıldan uzun olanlar ise, uzun süreli borçlardır. Diğer bir kritere göre iki yıla kadar olan borçlar kısa süreli, 2-10 yıl arasında olan borçlar orta süreli, 10 yıldan fazla süreli olanlarda uzun süreli borçlardır. İkili bir ayırımı göre ise, 5 yılı geçmeyen borçlar kısa süreli, 5 yılı aşanlar ise uzun süreli borçlardır. Genel kabul görmüş kritere göre ise, 1 yıl ve 1 yıldan az olan borçlara kısa süreli, 1 yıldan fazla olan borçlar ise uzun süreli borçlardır. Kamu borçları içinde kısa vadeli borç terimi yerine yaygın olarak dalgalı borç terimi kullanılmaktadır. Çünkü bu borçlar miktar olarak sürekli dalgalanmalar (Azalış ve Yükseliş ) gösterirler. Çoğu ülkelerde dalgalı borçlar, toplam devlet borçları içinde önemli bir yer işgal etmektedir. Devlet, kısa süreli finansman ihtiyacını para piyasalanndan, uzun süreli fi­ nansman ihtiyacını ise sermaye piyasalanndan sağlamaktadır.Dalgalı borçlar para piyasalarında, bankalardan, emekli sandıklarından, sigorta kurumlanndan, tasarruf sandıklarından, sigorta şirketlerinden ve büyük sanayii ve ticaret müesseselerinin ellerinde bulunan ve uzun süreli işlerde kullanılmayan paralardan sağlanmaktadır. Ancak çoğu kez para piyasalanndaki bu kaynaklar, devletin kısa süre için çok büyük krediye ihtiyaç duyduğu dönemlerde yeterli olamamakta ve devlet diğer önemli bir kaynak olan Merkez Bankası kredilerine başvurmaktadır. 11.6.5. Borcun İtfası - Genel olarak itfa, borcun süresi dolduğunda, devletçe alacaklılara geri ödenmesini anlıyoruz. İtfa, kamu borçlarının yönetimi bakımından çok önemli bir konudur. Konversiyon gibi borç yükünü azaltıcı etkiler yapar; ancak bu etki konversiyonda olduğu gibi yalnız faiz yükü yönünden değildir. İtfa ile borcun ana mik­ tarı azalmakta ve dolayısıyla faiz yükünde de azaltıcı etkilere yol açılmış olmak­ tadır. Bu nedenle itfanın, borç yükünü yok etme yönünden borç yönetimi için en temel sorun olduğu söylenebilir. Şu halde itfadan, devletin borcunu ödeme görevini yerine getirmesi anlaşılmaktadır. Bunun ilk sonucu, kamu kredisine olan güvenin artmasıdır. Böylece devlet, yeni borçlanma ihtiyacı duyduğu zaman büyük destek görecektir. Bu durum ise devletin iyi ekonomik koşullarının açık bir belirtisidir. İtfa, genel olarak borç sözleşmesinde yer alan tarihte ve gösterilen koşullarda uygun olarak yapılır. Bu şekilde borç sözleşmesi hükümlerinden doğan bir ödeme zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Buna "zorunlu itfa" denir. İtfa deyince, genellikle anlaşılması gereken şekil budur. Ancak bunun dışında bir de "ihtiyari amortisman" yada "erken ödeme" denilen amortisman şekli vardır ki, bunda devleti zorlayan bir durum olmamakla birlikte, devlette her borçlu gibi imkanları uygun olduğu zaman borcunu ödeyebilecektir. Buna göre, devlet istediği zaman süresi gelmeyen tah­ villerle "süresiz borçlar"ın tahvillerini piyasadan toplayabilir. -Zorunlu İtfa Borcun geri ödenişi ile ilgili koşullar istikraz sözleşmesinde yer alır. Normal ol­ arak her borçlu gibi devletin de, borcunun süresi gelince hemen ödemesi gerekir. Genellikle miktarı büyük olmayan borçlann ödenişi bu şekilde olur. Buna "toplu ödeme" şekli denir. Günümüzde devlet borçlarının genellikle miktarlan yüksek, süreleri uzundur. Bu yüzden bunlar çoğunlukla toplu itfa edilemezler. Kademeli bir şekilde geri ödenirler. Devlet prensip olarak bir istikrazda, bu istikrazın miktarını ve ne zaman ödeyeceğini belirtir. Fakat bazen devletler istikraz yapıldığında ödemenin toptan olacağı hususunda bir taahhüde girişmiş olmakla birlikte ödeme zamanı gelince bu taahhütlerini unutup, toptan ödeme yehne kademeli ödemeye gidebilirler. Devletin bu tip bir davranışına genellikle ekonomik durumun bozuk olduğu, dolayısıyla dev­ let gelirlerinin düştüğü bir dönemde rastlanmaktadır. Kademeli geri ödemede iki yöntem uygulanır. Birinci yöntemde devlet o yıl geri ödenmesi kararlaştınimış borç miktan kadar tahvili kura ile saptayarak itfa yo­ luna gider. Buna "kura yoluyla itfa sistemi" denir. Bu sistemde geri ödemede dev­ letin yalnız borcu azalmamakta, aynı zamanda alacaklılarının sayısında da bir azalma olmaktadır. İkinci yolla borçların geri ödenmesinde ise alacaklıların sayısında bir azalma olmamaktadır. Çünkü devlet ödemeyi kararlıştırdığı miktarı alacaklıları arasında eşit paylarla taksim etmektedir. Bu sisteme "taksitle itfa sistemi" denmektedir. -İtfanın Finansmanı Borçların amortismanı için gerekli fonlann sağlanması her zaman kolay ol­ maz. Özellikle verimsiz alanlara kullanılmak üzere yapılan borçlanmalar için bu güçlük daha fazla kendini gösterir. Devlet her yıl ödemek zorunda olduğu tahvillerin ya da borç yönetimi politikası ve maliye politikası gereği olarak amorti etmeye karar verdiği tahvillerin karşılığı olan meblağları bulmak zorundadır. Bunun uygulamada genelde iki şekilde yapıldığını söyleyebiliriz. Bunlardan birincisi, devlet bütçesine doğrudan doğruya ödenek koymaktır. İkinci şekilde devlet borçlannm yönetimi amacıyla kurulan organlara bu işi yaptırmaktır. Bununla ilgili olarak çoğu kez özel bir kuruluş olarak kurulan amortisman sandıklan kendilerine sağlanan çeşitli gelir kaynaklarıyla donatılmışlardır. 11.7. OLAĞANÜSTÜ BORÇ YÖNETİMLERİ IL7.1. KONSOLİDASYON (TAHKİM) a) Konsolidasyonun Tanımı Konsolidasyon, kısa vadeli borçların uzun vadeli ya da süresiz borç haline getirilmesidir. Bu işlemde süresi dolmuş devlet tahvilleri, vadesi daha uzun olan tahviller ile değiştirilmektedir. Başka bir deyişle, yeni bir borç ihdas edilememekte, ancak, daha önceki borcun şartlan değiştirilmektedir. Uygulamada, alacaklıya yüksek faiz oranı gibi bazı haklar tanınmaktadır. Konsolidasyon ile ödeme sürelerinin uzatılması, devlete ödeme kolaylıklan sağlamakta ve ekonomik hayata belli bir rahatlık getirilmektedir. Öyleki, hazine sıkışık olduğu zamanlarda iç borçların vadesi gelmesine rağmen ödeme veya yenileme işlemleri mümkün değilse, mecburen emisyon yolu tercih edilecektir. Bu durum paranın değer yitirmesine ve dolayısıyla ekonomik dengenin bozulmasına neden olur. Bu nedenledir ki, hükümetler, çoğu kez kısa süreli borçlarla birlikte vadesi gelen diğer borçlann vadelerini uzatıp, bunlan daha uzun vadeli borçlar haline getirerek taksit bedellerinin uzatılmasını sağlarlar. Hükümetler tahkime başka bir amaçla da başvurabilirler. Piyasa koşulları borçlann ödenmesi durumunda olumsuz yönde etkilenecek ise, yani, piyasaya borçlann ödenmesi ile akan yeni satınalma gücü ekonomik dengeyi bozacaksa, konsolidasyon işlemi kaçınılmaz olarak tercih edilecektir. b) Zorunlu Konsolidasyon Zorunlu konsolidasyonda, devlet tek taraflı olarak haraket ettiğinden alacaklıya eski borç senetlerini yeni borç senetleri ile değiştirip değiştirmemek konusunda hiçbir tercih hakkı tanımaz. Burada devlet konsolidasyon uygulaması ile, kısa vadeli borç senetlerinin sürelerini uzatacağını ilan eder. Her iki durumda da devlet alacaklılara tercih hakkı tanımadığı için bu şekildeki uygulamanın hukuki izahı yoktur. Konsolidasyon işlemini hem alacaklılar hem de devlet açısından bir takım et­ kileri vardır. Zorunlu konsolidasyon beraberinde bazı olumsuz sonuçları getirmektedir. Devletin tek taraflı olarak böyle bir seçeneği tercih etmesi, alacaklıların devlete karşı olan güven duygularını olumsuz yönde etkileyecektir. Netice, devletin borçlanabilme imkanları azalacaktır. Konsolidasyon neticesinde devlet, kısa süreli borçlannı uzun süreli yapmak imkanını elde eder. Ancak bu durumda devletin borç yükü artacaktır. Bu artış hem vadenin uzatılmasında hem de yüksek faiz hadlerinden kaynaklanabilir. Artan faiz yükü ileride vergi gelirleri ile karşılanacağından gelir dağılımı açısından olumsuz etkiler gözlenecektir. Ülkede talep yetersizliği durumu görülmekte ise, devlet, konsolidasyon işlemine girişirse, deflasyonist eğilimler daha da belirginleşir. Öyleyse deflasyonist ortamlarda borçlan konsolide etmek tehlikelidir. Enflasyonist ortamlarda bu süreç tersine işlemektedir. c) Gönüllü Konsolidasyon Gönüllü konsolidosyonda, alacaklılar devletin kısa vadeli borçlarını uzun vadeli borçlara çevirmek konusunda tamamen serbesttirler. Yani, alacaklılar ister­ lerse, eski borç senetlerinin bedelini vadenin bitiminde devletten isteyebilirler. Bu durumda devlet de kısa süreli senetleri piyasaya aktararak sağladığı gelirler ile borçlannı öder ya da kısa vadeli senetleri alacaklılardan para karşılığında kabul ederek yenilerini kendilerine verir. İlk durumda, eski alacaklılarla yeni alacaklılar ayn ayn kimseler olabilirken, ikincisinde eski ve yeni alacaklılar aynı kimselerdir. d) Konsolidasyonun Sonuçları: Bir konsolidasyon işleminin sonuçlannı alacaklılar açısından ayrı, devlet açısından ayrı düşünmek gerekir. -Alacaklılar Açısından: Daha çok zorunlu konsolidasyonda alacaklılar açısından bir olumsuz etki söz konusudur. Bu şekilde, alacaklılar da kamu kredisine karşı güvensizlik doğabilir, ve yeni borçlanmalar güçleşebilir, çünkü parasını almayı ve bir işte kullanmayı tararlayan tahvil sahipleri, beklemedikleri bu durum karşısında olumsuz bir şekilde et­ kileneceklerdir. -Devlet Açısından: Konsolidasyonun devlet açısından sonuçlan üç grupta toplanabilir. Birincisi, konsolidasyonun sonucu devlet, borçlarını uzun süreli bir ödeme planına bağlamak olanağını kazanır. Özellikle birikmiş ve süresi gelmiş borçlarını, devletin ödeme gücüne göre ye­ niden düzenlemesi ve bir plan ve program çerçevesi içine alması, ekonomik düzende doğabilecek olumsuz etkileri önlemek bakımından da olumlu bir du­ rumdur. Devlet, bu şekilde içinde bulunduğu sıkışık durumdan kurtularak borçlannı zaman-la daha kolay bir şekilde ve yeni ödeme olanakları meydana getirerek itfa edile-bilecektir. İkincisi, konsolidasyon devletin borç yükünü arttırmaktadır. Bu faiz yükünün artması sonucudur. Kısa sürelilere kıyasla uzun sürelilerin faiz oranı, yüksek olduğundan tahkim sonucu hem faiz oranı yükselmekte, hem de süre uzamaktadır. Bunun sonucu devletin faiz yükü artmaktadır. Ancak çok kez uygulamada kısa süreli borçlar için özellikle Merkez Bankası alacaklı olduğundan, devlet faiz oranını fazla yükseltmek ihtiyacı duymadan, tahkime gitmektedir. Üçüncüsü, konsolidasyonun belki de önemli sonucu, bunun ekonomik düzende deflasyonist bir etki yapmasıdır. Piyasada talep eksikliği hissolunuyorsa, konsolidasyon yoluyla fertlerin eline yeni satın alma gücü ve olanaklannın geçmesinin önlenmesi, deflasyonist eğilimleri daha da şiddetlendirir. Bu nedenle konsolidasyona, deflasyon dönemlerinde devletin borç gelirine ihtiyacı olmasa bile, kısa süreli borçların konsolidasyonu bu enflasyonist baskılara karşı en etkili araçlardan biri olmaktadır. 11.7.2. KONVERSİYON a) Konversiyonun Tanımı Borçların değiştirilmesi işlemi konversiyon olarak bilinmektedir. Amaç devletin borç yükünü azaltmaktır. Burada borç sabit kaldığı halde, borç için ödenecek faiz miktarlarında değişiklikler yapılmaktadır. Konversiyon işlemi yeni bir kanuni düzenleme yapıldığından bazen sürede kısaltılabilmektedir. Konversiyon işleminin başarılı olmasında para ve sermaye piyasalannın durumu oldukça önemlidir. Sermaye arzının sermaye talebinden fazla olması, cari faizin düşük olması ve ayrıca halkın devlet borçlanma senetlerine karşı halkın ilgi göstermesi gerekmektedir. Ancak, böyle bir durumda ellerinde fon bulunduranlar yüksek faizli tahvilleri verip düşük faizli tahvilleri almayı tercih ederler. Çünkü tahviller paraya çevrilirse, bu paralann bankalardan getireceği faiz miktan, tahvilin sağlayacağı faiz miktarından daha azdır. Konversiyonun istenilen şekilde gerçekleşmesi için ikinci şart, hükümetin mali yönden rahat olmasıdır. Ayrıca, konversiyon uygulaması anlaşılabilir bir şekilde gerçekleştirilmelidir. b) Konversiyonun Zorlukları Konversiyona girişmek için ilk olarak piyasada eski borçlanmaya kıyasla, daha düşük bir faiz oranının oluşmuş olması gerekir. Piyasadaki cari faiz oranının düşmesi sonucu, eski tahviller, başa başın üzerinde değer kazanır ve işlem görür. Konversiyona girişmek için ikinci olarak, devletin mali koşullarında düzelme, ya da sıkışık durumdan kurtulmuş olması söz konusudur. Bunun dışında girişilecek konversiyon işlemi, devleti daha güç durumlara sürükleyebilir. Hatta ilerde girişilebilecek başka konversiyon alacaklarının da yok edilmesi sonucunu doğurabilir. Öte yandan konversiyon, açık ve basit bir teknikle yapılmalıdır. Bu şekilde bir teknik, herşeyden önce güven vericidir. Bu nedenle konversiyon işlemine girişilirken mümkün olduğu kadar karmaşık işlemlerden kaçınılmalıdır. Karmaşık işlemlerde yapılan konversiyon, kamu kredisinin zayıflaması anlamına alınır. Konversiyon işlemini kolaylaştıran bir başka olanak, yeni çıkarılan tahvillere, piyasadaki cari faiz oranını eşit değil, biraz daha yüksek bir faiz uygulanmiasıdır. c) Konversiyon Çeşitleri - Zorlayışlı ve İsteğe Bağlı Olma Yönünden: Zorlayışlı konversiyon işleminde, devlet tek taraflı bir karar ile faiz hadlerini düşürebilir. Bu tür konversiyon, gerek devlete olan güveni sarsacağı ve gerekse yeni borçlanma imkanlannı ortadan kaldıracağı gerekçesiyle kimi zaman eleştirilmiştir. Zoriayışlı konversiyonda sözleşme ile doğan borçlu ve alacaklı ilişkilerinin devletçe tek taraflı olarak bozulması hukuka ters bir davranış olarak bilinnnektedir. Bu tür konversiyon işlemleri daha çok başka seçenekler bulunmadığında, ağır borç yüklerini azaltmak için tercih edilmektedir. Zoriayışlı konversiyon işlemi ile devletin borçları kısmen reddedilmektedir. Konversiyon karşılıklı nza ile yapılırsa tahvil sahibi faiz oranlannın indirilmesi hususunda tercih imkanına sahiptir. Ancak isteğe bağlı konversiyonda da gerçek anlamda bir istek söz konusu değildir. Çünkü bütün isteğe bağlı konversiyonlarda az da olsa zorlayıcılık özelliği görülmektedir. Bu durum yan isteğe bağlı kon­ versiyon işlemini gündeme getirmiştir. Bu uygulama ile tahvil sahipleri, ya ödedikleri parayı geri almak ya da düşük faizli yeni borçlanma senetlerini tercih etme konu­ sunda şerbettirler. Kimi zaman uygulamada, borçlanma senetlerinin konversiyon işlemine tabi tutulmayacağına dair hükümler uygulanabilir. Buna göre, ya belirtilen bir süre dol­ madan ya da süre boyunca konversiyona gidilmeyeceği hususu garanti altına alınabiliir. -Borç Sözleşmesinin Değiştirilmesi Açısından Konversiyonlar: Konversiyon işlemi yapılırken, borçlanmanın sözleşme rejiminde değişiklikler yapılmaktadır. Bu çerçevede, en sağlıklı konversiyon, ana paranın geri ödenebileceği teklifini de beraberinde taşıyan konversiyon uygulamasıdır. Uygu­ lamada bu şekilde işlemlere rastlanmıştır. Bu uygulama ile ellerinde devlet borçlanma senetlerini bulunduranlar, isterlerse eski yada yeni tahvillerin bedellerini alabileceklerdir. Ancak işlemler anlaşılır bir şekilde yürümezse kişilerin güven duy­ guları olumsuz yönde etkilenebilecektir. Buna göre uygulamada yer alan kon­ versiyon çeşitleri aşağıdaki şekilde sıralanabilir: Bunlardan ilki, başa baştan yapılan konversiyon uygulamasıdır. Bu kon­ versiyon şekli, uygulama açısından diğer türlere göre daha elverişlidir. Öte yandan faiz oranlarının düşmeye başladığı dönemlerde uygulanırsa eleştirilerle karşılaşılmaz. Böylelikle, örneğin, 10.000 liralık % 10 faizli bir tahvil nominal değerinde bir değişiklik olmaksızın yeni ihraç edilen % 9 faizli tahvillerle değiştirilmektedir. Neti­ cede tahvil sahipleri garanti hakkından yararlanmaya devam etmekte ancak, nisbi olarak daha az kazanca razı olmaktadırlar. Başa başın altında konversiyon uygulamasında ise, piyasa faiz oranının düşmesinden yararlanarak, hem tahvillerin faz oranlan indirilmekte hem de borcun nominal değeri arttınimaktadır. Bu şekildeki uygulama ile devlet yüksek faizli bir tahvili elinde bulunduran kimseye aynı miktarda faiz geliri temin edecek şekilde, an­ cak daha düşük faizli bir tahville değiştirilmektedir. Örneğin, piyasada faiz oranı düştüğünde bilindiği gibi tahvilin değeri artmaktadır. Piyasada % 5 faizli 100 liralık bir tahvilin 112.5 liradan İşlem görmesi durumunda gerçek faiz oranının % 4.5 sevi­ yesine indiği anlaşılır. Bu durumda, % 3 faizli yeni tahvil başa başın altında kote edilmiş olmaktadır. Bu ise, % 4'lük bir faiz oranının karşılığı demektir. Daha önce ihraç edilen % 5 faizli tahvili başa baş konversiyon ile % 4.5'e indirmek yerine bu tahvili devlet cari kura göre e% 3 faiz ile değiştirebilir. Böylelikle konversiyon işlemi daha avantajlı bir hale getirilmiş olmaktadır. Neticede, % 5 faizli 100 liralık eski bir tahvil % 3 faizli 125 liralık yeni bir tahvil ile değiştirilmiş olmaktadır. Bu şekilde eski tahvillerin yehni nominal değeri daha yüksek olan yeni tahviller alındığından borcun anapara miktarı olarak tutarı da yükselmektedir. Uygulamada üçüncü bir konversiyon kademeli konversiyondur. Bu tür kon­ versiyon ile önceden çıkanlan tahvillerin faiz oranı piyasadaki faiz oranındaki düşme düzeyine aniden değil, tedricen indirilmektedir. İkinci bir uygulama olarak da belirli bir süre önceden tahvil sahiplerine bu süre sonunda tahvillerin faiz oranının piyasadaki faiz oranı düzeylerine indirileceği bildirilerek konversiyona gidilir. Örneğin birinci uygulamada, % 5 faizli tahvillerin faiz oranını, piyasadaki cari % 3.5 oranına indirmek işlemi 3 yıl devam etmektedir. Buna göre birinci yılda % 4.5, ikinci yılda % 4'e ve üçüncü yılda % % 3.5'a in­ dirilmiş olmaktadır. İkinci şekil uygulamada ise, bir yıl önceden tahvil sahiplerine belirli bir süre sonunda başlayarak faiz ödemelerinin % 3.5'e inndirileceği bildirilir ve bu süre dolunca da uygulamaya geçilir. Bu uygulama ile alacaklılar psikolojik yönden ürkütülmemektedir. Yani kişilerin konversiyona karşı tepkileri yumuşatılmaktadır. Dördüncü tür konversiyon, fark ödemeyi gerektiren konversiyon şeklindeki uy­ gulamadır. Bu uygulama ile, ellerinde tahvil bulunduran kimseler hem faiz in­ diriminden korunmakta hem de gelir düzeylerinde bir değişme olmaması için, piy­ asaya faiz oranlarındaki düşmeye karşılık belirli bir ölçüde anaparalarını elde etmie imkanına sahiptirler. Burada, yeni ödenmesi gereken anapara fazlası, piyasa faiz oranı ile borcun faiz oranı arasındaki farkın karşılığı olmakta ve devletiin ödemesi gereken faiz yükü değişmediği halde borç miktannda artış gözlenmektedir. Bazen fark ödemeyi gerektiren konversiyon işlemi gerçek anlamda bir kon­ versiyon değil, şekil değiştirmiş bir borçlanma olarak algılanmaktadır. Çünkü kon­ versiyon deyince borç miktan değişmeksizin faiz yükünün azaltılmasını anlamak gerekir. Burada devletin borç toplamı artmakta, faiz yükü değişmemektedir. Konversiyon işleminin uygulama türleri bu şekilde incelendikten sonra bu işlemin etki ve sonuçlarını belirtmek gerekir. Herşeyden önce, uygulamada, kon­ versiyon işlemine pek fazla başvurulmamaktadır. Bu durumun nedeni, faiz oranlanndaki düşme eğiliminin az olmasıdır. Uygulanması halinde, düşük düzeylerde olacağından etkisinin büyük olması beklenemez. Konversiyonun en önemli etkilerinden biri de gelir dağılımı açısından ortaya çıkmaktadır. Uygulamada faiz gelirlerinden yararlananlar daha çok yüksek gelir dil­ iminde bulunan kimselerdir. Bu noktada faiz ödemelerinin vergi hasılatlan ile fi­ nanse edildiğinde gerçeği dikkate alınırsa, vergilerin faiz şeklinde yüksek gelirliler yararına olan akışının olumsuz etkileri konversiyon sonucu azaltılmış olacaktır. d) Konversiyonun Sonuçları Konversiyon, devletin faiz yükünde dolayısıyla borç yükünde önemli ölçüde azalma sağlamaktadır; yada devlet konversiyon yoluyla faiz yükünde değişiklik ol­ madan yeniden borçlanabilmektedir. Konversiyonun bir başka önemli sonucu, ülkedeki gelir dağılımı yönündedir. Genellikle bu faiz gelirlerinden yararlananlann yüksek gelirli gruplar olduğu kabul ediliri. Başka deyişle, konversiyon işlemiyle, gelir dağılışında denge sağlayıcı önemli bir fonksiyon yapılmış olmaktadır. e) Konversiyon Uygulamaları Borç yükünü azaltma işlemlerinden biri olan konversiyona, konsolidasyona kıyasla daha az başvurulmaktadır. Az başvurulmasının nedenini, faiz oranlanndaki düşmeyle, devletlerin mali durumlanndaki genişliğin bir arada oluşunun, çok ender görülmesine bağlayabiliriz. Nitekim biz de devlet tahvilleri için yalnız bir kez 1903 yılında bir konversiyon işlemi olmuştur. Öte yandan özellikle 19. yüzyıl içinde İngiltere ve Fransa'da başanlı ve başarısız konversiyon işlemlerinin pek çok örnekleri olduğunu söyleyebiliriz. 11.7.3. MONETİZASYON (PARA BASMA) Devlet borçlarının Merkez Bankası'nca para basılarak ödenmesidir. Yani devlet borçlannın parasallaştıniması demektir. Kamu finansman açıklannın, fi­ nansman yöntemleri arasında toplam talebi en fazla arttıran bir yöntemdir. Bilindiği gibi Merkez Bankası'nda para olmaz. Merkez Bankası vereceği borcu para basarak verir. Bu da ekonomide yeni bir satın alma gücünün meydana gelmesidir ve sonuçta fiyat istikrarını bozar. Bu nedenle, enflasyonun kronik bir hale geldiği ülke ve durumlarda başvurulmaması gereken bir yöntemdir. Monetizasyon sonucunnda yükselen enflasyonla birlikte devletin borç yükü hafilfletilmiş olur. Bu açıdan monetizasyon, devlete bir süre nefes almia imkanı sağlar. Ancak monetizasyon enflasyonun kontrolden çıkmasına, döviz kurlarının artmasına ve genel olarak ekonominin makro dengelerinin bozulmasına yol açar. İstikrarlı ve sürekli bir ekonomik kalkınma için fiyat istikran temel bir ön koşul olduğundan monetizasyon sağlıklı bir yöntem olarak tavsiye edilmemektedir. III. TÜRKİYE'DE İÇ BORCUN SORUNUNUN NEDENLERİ VE SONUÇLARI IIL1. GİRİŞ Bugün Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu en önemli sorun, iç borç so­ runu ile enflasyonunun artık kronik bir hale gelmiş olmasıdır. Ekonominin iki temel sorunu haline gelmiş olan, iç borçlar ile enflasyon birbirlerini sürekli olarak besle­ mektedir. Bazen biri, bazen diğeri sorunu başlatan neden olarak ortaya çıkmakta ve iç borç-enflasyon kısır döngüsü varlığını devam ettirmektedir. Ülkemizin içinde bulunduğu iç borç sorununun çeşitli nedenlerinden bah­ setmek mümkün olmakla beraber, temel neden, kamu kesimi finansman açıklannın sürekli biçimde artarak önemli boyutlara ulaşmış olmasıdır. Halen kamu kesimi ülkemizde yaklaşık Gayri Safi Milli Hasılanın % 60'lannda bir büyüklüğe ulaşmış olup önemli finansman açıkları ile karşı karşıya bulunmaktadır. Ülkemizde sadece konsolide bütçe, açık vermekle kalmamakta; fakat aynı zamanda Kamu İktisadi Teşebbüsleri, Sosyal Güvenlik Kurumlan, Belediyelerbaşta olmak üzere yerel yöntemler ve bütçe dışı fonlarda önemli boyutlarda finansman açıklan vermektedir. Hazine, bir taraftan bu kamu kesimi açıklarını karşılamak, bir taraftan da eski borçları ödeyebilmek için sürekli olarak yeniden borçlanmak zorunda kalmaktadır. Bu durum, ülkemizde iç borç stokunun, hızla katlanmasına neden olmaktadır. Türkiye'de sık sık yaşanan siyasal istikrarsızlılk ve seçim ekonomisi uygu­ lamaları da, ülkede ekonomik istikran sağlayacak orta ve uzun vadeli yapısal ted­ birlerin alınması önünde önemli bir engel oluşturmaktadır. Bu anlamda ülkenin yaşamakta olduğu iç borç sorunu, yüksek enflasyon ve ekonomik istikrarsızlık, siyasal istikrarsızlık ve seçim ekonomisinden güç alarak varlığını sürdürmektedir. Bu nedenle, Türkiye'de gerçek anlamda bir siyasal istikrar sağlanlıp, ciddi anlamda ekonomik tedbirler uygulamaya konulamadıkça, daha uzun bir süre iç borç konusu, sorun olmaya devam edecektir. Ülkemizde iç borç stokunun katlanarak artmasında, borçların faiz oranı ve vade yapıları da önemli bir faktör durumundadır. Kamunun hızla artan borç talebi, yüksek enflasyon oranı ve topluma yerleşmiş bulunan yüksek enflasyon beklentisi nedeni ile, hazine ancak yüksek faiz oranlanndan borçlanabilmektedir. Bu olum­ suzluklara ilave olarak, ekonomik ve siyasal istikrarsızlıklann neden olduğu belir­ sizlik ve risk nedeniyle tasarruf sahipleri, iç borçlanmada uzun vade yerine kısa va­ deyi tercih etmektedirler. Belirtilen nedenlerden dolayı Hazine, yüksek faiz oran­ larından ve ancak kısa vadeli olarak borçlanabilmektedir. Bu durum karşısında iç borç stoku, kısa bir dönem içinde katlanarak büyümekte ve önemli bir sorun olma özelliğini devam ettirmektedir. İç borç servisi, hem ekonomide ve hem de konsolide bütçe içinde önemli bir orana sahip bulunmaktadır. Gerçekten 1994 yılında iç borç servisinin Gayri Safi Milli Hasıladaki payı yüzde 22,7 oranına yükselmiş bulunmaktadır. Buna karşılık, iç borç servisinin, konsolide bütçe içindeki payı ise, 1993 yılında % 110 civannda iken 1994 de % 117'yi aşmış bulunmaktadır. Söz konusu oranın % 100'leri aşması demek, bütçe gelirlerinin borç servisini karşılamaya yetmediğini, devletin iç borç ödeme kapasitesinin gerilediğini açıkça göstermektedir. ülkemizde önemli boyutlara ulaşmış bulunan iç borç, ekonomide önemli sorunlann da kaynağı durumuna gelmiş bulunmaktadır. Kamunun iç borçlanma nede­ niyle ekonomideki fonlann önemli bir kısmına el koyması, özel sektörün dışlanması olgusunun yaşanmasına neden olmaktadır. Bu durumda özel sektörün yatınmlan daralmakta, üretim azalmakta ve işsizlik oranları ise artış kay­ detmektedir. Devletin iç borçlanma senetlerine yüksek faiz oranları uygulaması, başta bankalar olmak üzere diğer finansal kurumlar tarafından baz olarak kabul edil­ diğinden ekonomide ortalama faiz oranları artış eğilimine girmektedir. Bu durumun bir sonucu olarak mevduat ve kredi faiz oranları da yüksek düzeylerde sey­ retmektedir. Türkiye'de devletin yüksek faiz oranlan ile kısa vadeli borçlanması, bir taraftan toplam talebi kamçılamak suretiyle talep enflasyonunu diğer taraftan kredi faiz oranlannı yükseltmek suretiyle de maliyet enflasyonunu körüklemektedir. Ülkemizde iç borç sorunu çözülemedikçe de enflasyonun kontrol altına alınıp ekonomide fiyat istikrarının sağlanması son derece zor olacaktır. İç borçlanma nedeniyle uygulanmakta olan yüksek reel faiz politikası, ülkemizde üretim ekonomisi yerine rant ekonomisinin geçmesine ve kaynakların dağılımında etkinsizliklere de neden olmaktadır. Aynı şekilde izlenmekte olan yanlış iç borç yönetimi nedeniyle, asgari ücretliden vergi adı altında toplanan kay­ naklar, yüksek faiz oranlan kanalıyla servet sahiplerine transfer edilmektedir. Böyle bir uygulama, ülkemizde esasen bozuk olan gelir dağılımını bir kere daha kötüleştirmektedir. Düşük kur politikasının izlendiği bir durumda yüksek yurt içi faiz oranlan, sıcak para akımları olarak da adlandınlan kısa vadeli sermaye hareketlerinin başlamasına neden olmaktadır. Kısa dönemde döviz rezervlerini desteklemek açısından yararlı gözüken sıcak para akımlan, ülkede para arzının kontrolünü güçleştirmekte ve enflasyonist fiyat artışlannı ise beslemektedir. IIL2. TÜRKİYE'DE İÇ BORÇLANMANIN NEDENLERİ III.2.1. Giriş Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu önemli ekonomik sorunların temelinde ya­ tar faktör, uzun yıllardan beri sürekli olarak genişlemekte olan kamu kesimi finansman açıklan ile bunlann sağlıksız yollardan finanse edilmesidir. Özellikle yirmi beş yıldan bu tarafa devam eden yüksek enflasyonun kaynağında, kamu kesimi finansman açıklannın büyüklüğü kadar, bu açıkların finansman biçimi de önemli bir etken olmuştur. Bugün kamu kesimi denildiğinde anlaşılması gereken sadece konsolide bütçeden ibaret değildir. Bunun yanında KİT'ler, yerel yönetimler, sosyal güvenlik kurumlan ve fonlan da hesaba katmak gerekmektedir. Türkiye'de sadece konsolide bütçe açıkları artmamakta, aynı zamanda Kit'lerin, yerel yönetimlerin, sosyal güvenlik kurumlannın ve fonlann açıklan da sürekli bir biçimde artış eğilimlerini sürdürmektedir. İktisat teorisinde bütçe açıklan ile enflasyon ilişkisi analizinde geçerli olan bir görüşe göre, enflasyon açısından önemli olan husus, bütçe açıklarının büyüklüğü kadar, bu açıklann hangi yöntemlerle finanse edildiği de büyük bir önem taşımaktadır. Şöyle ki, eğer bütçe açıkları. Merkez Bankası kaynaklanndan para basılarak finanse edilirse, bu durumda doğrudan talep enflasyonuna davetiye çıkarılmış olmaktadır. Aksine, bütçe açıklan, iç borçlanma ile finanse edilirse, halkın kullanacağı parayı devlet kullanmış olacağından para arzında bir artış mey­ dana gelmeyeceğinden bu finansman yönteminin enflasyona neden olmayacağı id­ dia edilmektedir. Böyle bir iddia, gelişmiş piyasa ekonomileri için bugün de geçerliliğini korumaktadır. Ancak Türkiye'nin son on yılı aşan süre içerisindeki de­ neyimleri bu iddiaya önemli bir tezat teşkil etmektedir. Bilindiği gibi, Türkiye'de başta konsolide devlet bütçesi olmak üzere kamu ke­ simi geniş boyutlu finansman açıkları vermeye devam etmiştir. 1980 yılının ortalanna kadar, kamu kesimi finansman açıklan Merkez Bankası kaynaklanndan para basılarak finanse edilmiştir. Fakat bu açıkların emisyon yoluyla finansmanı ekono­ mide para arzını ve harcama potansiyelini arttırarak talep enflasyonunun sürekli bir hal almasına neden olmuştur. Merkez Bankası kaynaklan ile kamu açıklannın fi­ nansmanında, kısa vadede, hiç kimseden bir şey almadan topluma hizmet su­ nulmuş fakat uzun vadede yüksek enflasyon olarak tüm toplumun ödemesi gereken adaletsiz bir vergi olarak geri tepmiştir. Enflasyon, ekonominin tüm dengelerini bozarak, toplumdaki siyasal ve sosyal huzursuzlukların kaynağı olmaktadır. Özellikle sabit ve dar gelirli işçi, memur, emekliler ve küçük esnaf kesimi enflasyondan son derece olumsuz bir biçimde et­ kilenmektedir. Gelir dağılımının bu gruplar aleyhine bozulmasına neden olan enf­ lasyon toplumsal barışı bozmakta ve ülkedeki çatışmalara neden olmaktadır. Aynı zamanda, enflasyon kamu kesimi açıklarının bir sonucu olduğu kadar, bu açıklann sorumlusudur da. Çünkü yüksek enflasyon kamu harcamalannı sürekli olarak arttınrken, vergi gelirleri bu oranda artmadığından enflasyon nedeniyle kamu açıklan genişletilmektedir. Bu sebeple, enflasyon, bir anlamda, kamu kesimi finansman d G n n p f ; i 7 İ i n i n ^ de H O yol \/OI açmaktadır. finansman dengesizliğine o^n^oi,*^^.^ Ayrıca, yüksek oranlarda seyreden bir enflasyon, dış ekonomik dengeyi de olumsuz bir biçimde etkilemektedir. Çünkü özellikle gerçekçi bir döviz kuru pol­ itikasının izlenmediği durumlarda, yüksek enflasyon başta ithalat olmak üzere döviz giderlerini tahrik ederken, ihracat başta olmak üzere döviz kazandırıcı kalemlerdeki artışları frenlemektedir. Dolayısıyla enflasyon sonucunda dış ticaret açıkları genişlemekte ve ülke döviz sorunlanyla karşı karşıya kallmaktadır. Son bir husus olarak, yüksek enflasyonun mevcut olduğu bir ortamda istik­ rarlı bir ekonomik kalkınmayı sürdürmek son derece zordur. Dünyanın gelişmiş ülkelerine baktığımızda bu ülkelerde enflasyonun genelde tek rakkamlı olduğu ve fiyat istikrarının sağlanmış ülkeler olduğunu görüyoruz. Bir başka ifadeyle, yüksek enflasyon ortamında istikrarlı ve sürekli ekonomik kalkınmayı başarmıış bir ülke örneği dünyada yoktur. 1980'li yılların ortalarından itibaren, enflasyonun ülkede neden olduğu bu olumsuz gelişmeleri önlemek amacıyla Türkiye'de kamu finansman politikasında bir yöntem değişikliğine gidilmek zorunda kalınmıştır. Çünkü, daha önce de ifade edildiği gibi, kamu açıklarının Merkez Bankası kaynaklarından finanse edilmesi, ülkede antienflasylonist bir para politikasının izlenmesi imkanını ortadan kaldırmaktadır. Bu anlamda Türkiye'de izlenen para politikası, hükümetlerin izlediği bütçe ve maliye politikalannın pasif bir izleyicisi olmaktan öteye gidemiyordu. Başka bir ifadeyle, Merkez Bankası kamu açıklarını finanse eden bir kuruluş, para politikası da maliye politikasının bir sonucu olarak ortaya çıkmaktaydı. Böyle bir kamu finansman politikasının doğal sonucu yüksek enflasyonist fiyat ar1:ışlanndan başka türlü olamazdı. Türkiye'de 1984 yılından itibaren kamu açıklarının neden olduğu enflasyonist ortamdan kurtulmak amacıyla, bu açıkların iç borçlanma yoluyla finansmanına ağırlık veren bir yönteme dönülmüştür. Kamu açıklarının iç borçlanmayla finanse edilmesi halinde. Merkez Bankası kaynaklarından açık finansman yoluyla para basılması önlenmiş olacak ve talep enflasyonunun çok önemli bir kaynağı ku­ rutulmuş olacaktır. Ne var ki, 1985'ten bu tarafa kamu kesimi açıklarının finansmanında geniş ölçüde iç borçlanmaya dayanan bir finansman yöntemine ağırlık verildiği halde, Türkiye'de enflasyonu arzulanan oranlara çekmek mümkün olmamış ve enflasyon ülkede, ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal alandaki olumsuzlukların kaynağı ol­ maya devam etmiştir. Genellikle gelişmiş ülkelerde, iç borçlanmayla finansman, enflasyona neden olmadığı halde, Türkiye ekonomisi koşullannda neden enflasyonist bir karakterde olmuştur, sorusunun cevabını vermek gerekmektedir. Türkiye'de şunlardır: iç borçlanmanın enflasyonist olmasının başlıca nedenleri a) İlk olarak, gelişmiş ülkelerde borçların ortalama vadesi, 10-15 yıl olduğu halde, Türkiye'de hazine gittikçe kısalan vadelerie borçlanmaktadır. İç borçlann önemli bir kısmının hazine bonolarından oluşması, hazinenin genellikle bir yıldan daha kısa vadelerie borçlanmakta olduğunu göstermektedir. Son zamanlarda yüksek enflasyon, siyasal istikrarsızlık ve belirsizlik nedeniyle borçlann vadesinin daha da kısaldığı görülmektedir. Bu durum, eski borçları ödeyebilmek için hazine­ nin yeniden borçlanmak zorunda kalması gibi bir kısır döngüyü de beraberinde ge­ tirmektedir. b) İkinci bir husus olarak, Türkiye'de hazine gelişmiş ülkelere göre çok daha yüksek reel faiz oranlarıyla borçlanmaktadır. Bu durum borç yükünü arttırmak sure­ tiyle bütçe açıklannı zorlamaktadır. Kamunun finansmanının acil fon ihtiyacını karşılamak için, maliyetine bakılmadan hangi faiz oranından olursa olsun hazine borç almak zorunda kalmaktadır. c) Son bir nokta olarak da, gelişmiş ülkelerde hükümetler daha ziyade, halk­ tan borçlandıkları halde, Türkiye'de hazine iç borçlanmasını önemli ölçüde ban­ kalardan yapmaktadır. Hazine bonosu ve devlet tahvillerinin önemli bir kısmı bankalann elinde bulunmaktadır. Bankalann para yaratan kurumlar olduğu göz önüne alınırsa, bu kurumlardan yapılan borçlanmanın para arzını ve toplam talebi genişleteceği dolayısıyla enflasyonu kamçılayacağı anlaşılmaktadır. III.2.2. Konsolide Bütçe Açıkları Bugünkü mevcut koşullar İtibariyle Türkiye'de kamu kesiminin boyutlan, kon­ solide bütçeyi aşmış bulunmaktadır. Daha önceki yıllarda devletin gelir ve giderleri ifadesini devlet bütçesinde bulduğu halde, bugün konsolide devlet bütçesi, kamu kesiminin sadece bir kısmıdır. Gerçekten toplam kamu kesimi açığının yaklaşık yansı konsolide bütçe açığından oluşmakta, geriye kalan kısım ise, KİT'lerin, sos­ yal güvenlik kurumlarının, yerel yönetimlerin ve fonlann açıklanndan meydana gel­ mektedir. Bilindiği gibi, konsolide bütçe, genel bütçe ile katma bütçe toplamından mey­ dana gelmektedir. Türkiye'de oldukça uzun bir zamandan beri konsolide bütçe açıkları ile karşı karşıya kalınmaktadır. Ülkemizde çeşitli nedenlerin bir sonucu ola­ rak kamu gelirlerinde bu hızlı artışı dengeleyecek bir gelişme sağlanamamıştır. Bütçe açığındaki artışın sonucu olarak enflasyon kemikleşmiş, faiz oranlan tırmanışa geçmiş ve gelir dağılımı bir daha düzeltilemeyecek derecede bozulmuştur. Konsolide bütçe açığındaki artışlar ile demokratik rejim arasında doğrusal bir ilişkinin varlığı ülkemiz deneyiminden hemen gözlenebilmektedir. Demokratik sis­ temde siyasetçinin amacı, seçilmek ve tekrar iktidarda kalmaktır. Bunun sonucu ol­ arak hükümetler, toplumca beğeni toplayan kamu hizmetlerini dolayısıyla harcamalan sürekli olarak arttırma, buna karşılık toplumsal tepkiye neden olan gelir arttıncı tedbirleri ise yeterince alamamaktadır. Kısaca, siyasal iktidarlann siyasi amaçlarla popülist politikalar izlemeyi tercih etmeleri, bütçe açıklannın başlıca ne­ denlerinden biridir. Özellikle Türikye örneğinde olduğu gibi Merkez Bankasının yeterince bağımsız olmadığı ve dolayısıyla bütçe açıklannın kimseden birşey almadan sa­ dece para basılarak finanse edilmesinin kolay ve mümkün olduğu koşullarda, hükümetlerin bütçe açıklan vermesi bir bakıma teşvik de edilmektedir. Çünkü ülkemizdeki mevcut yasal mevzuat ve geleneksel bir hale gelmiş olan açık finans­ man politikası, hükümetlerin bütçe dengesini tutturma gibi bir zorunluluktan kur- tarmakta ve yıllardan beri gittikçe genişleyen konsolide bütçe açıklarını normal bir uygulama haline getirmektedir. (Tablo: 1). Tablo 1. Konsolide Bütçe, GSMH gerçekleşmeleri (MİLYAR TL). Yıllar Gelir Gider Denge GSMH Gelir/GSMH Gider/GSMH Denge/GSMH 1980 939 1,116 -177 5,303 17.71 21.04 -3.34 1981 1,445 1,565 -120 8,023 18.01 19.51 -1.50 1982 1,492 1,690 -198 10,612 14.06 15.93 -1.87 1983 2,374 2,792 -418 13,933 17.04 20.04 -3.00 1984 3,375 4,078 -703 22,168 15.22 18.50 -3.17 1985 5,158 5,988 -830 35,350 14.59 16.94 -2.35 1996 7,154 8.132 -1,158 51,185 13.98 16.24 -2.26 1987 10,444 12,791 -2,347 75,019 13.92 17.05 -3.13 1988 17,587 21,447 -3,860 129,175 13.61 16.60 -2.99 1989 31,369 38,871 -7,502 230,370 13.62 16.87 -3.26 1990 56,573 68,355 -11,782 397,178 14.24 17.21 -2.97 1991 99,085 132,401 -33,316 634,431 15.62 20.87 -5.25 1992 178,070 225,398 -47,328 1,103,843 16.13 20.42 -4.29 1993 357,333 490,438 -133,105 1,997,322 17.89 24.55 -6.66 1994 751,615 902,454 -150,839 3,887,903 19.33 23.21 -3.88 1995 1,404,071 1,720,647 -316,576 7,644,206 18.37 22.51 -4.14 Tablo 2. Konsollide Bütçe Gelirlerinin Dağılımı (MİLYAR TL) Yıllar Vergi (%) Vergi Dışı Normal Gel (%) Özel Gelir (%) Toplam Vergi Yükü ve Fonlar 38 4.05 939 14.14 1980 750 79.87 151 16.08 1981 1,190 82,35 153 10.59 102 7.06 1,445 14.83 1982 1,306 87.53 132 8.85 54 3.62 1,492 12.31 1983 1,938 81.63 343 14.45 93 3.92 2,374 13.91 1984 2,376 70.40 324 9.60 675 20.00 3,375 10.72 1985 3,982 77.20 732 14.19 444 8.61 5,158 11.26 1986 5,991 83.74 667 9.32 496 6.93 7,154 11.70 1987 9,072 86.86 886 8.48 486 4.65 10,444 12.09 1988 14,232 80.92 1,228 6.98 2,127 12.09 17,587 11.02 1989 25,550 81.45 2,439 7.78 3,380 10.77 31,369 11.09 1990 45,399 80.25 4.267 7.54 6,907 12.21 56,573 11.43 1991 78,643 79.37 3,927 3.96 16,515 16.67 99.085 12.40 1992 141,602 79.52 7.649 4.30 • 28.819 16.18 178,070 12.83 1993 264,273 73.96 17,636 4.94 75,424 21.11 357,333 13.23 1994 588,058 78.24 50,539 6.72 113,018 15.04 751,615 15.13 1995 1,085,416 77.30 83,710 5.96 234,945 16.73 1,404,071 14.20 Tablo 3. Konsollide Bütçe Giderlerinin Dağılımı (MİLYAR TL) Yıllar Cari (%) Yatırım (%) Transfer (%) Toplam {%) 1980 464 41.58 220 19.71 432 38.71 1.116 100 1981 603 38.53 360 23.00 602 38.47 1.585 100 1982 686 40.59 386 22.84 618 36.57 1,690 100 1983 1,021 36.57 551 19.73 1,220 43.70 2,792 100 1984 1,439 35.29 800 19.62 1,839 45,10 4,078 100 1985 2,023 33.78 1,229 20.52 2,736 45,69 5,988 100 1986 2,967 35.70 1,854 22.31 3,491 42.00 8,312 100 1987 4,432 34.65 2,495 19.51 5,864 45.84 12,791 100 1988 7,394 34.48 3,631 16.93 10,422 48.29 21.447 100 1989 16.607 42.72 5,871 15.10 16.393 42.17 38.971 100 1990 33,452 48.94 9,882 14.46 25.021 36.60 68,355 100 1991 60,536 45.72 19.038 14.38 52,827 39.90 132,401 100 1992 114,443 50.77 32.691 14.50 78.,264 34.72 225.398 100 1993 205,448 41.89 57,565 11.74 227,425 46.37 490,438 100 1994 347,262 38.48 77,016 8.53 478,178 52.99 902,454 100 1995 845,192 37.50 102,354 5.95 973.101 56.55 1,720,647 100 Anayasa ve Bütçe Kanunlannın bugünkü mevcut yapıları incelendiğinde, bunların, ülkede kamu harcamalarının disipline edilmesi ve kontrol altına alınması sağlayamadığı aksine kamu harcamalarının çeşitli yol ve yöntemlrle artırılmasına imkan verdiği anlaşılmaktadır. Anayasal bir zorunluluk olarak hükümet tarafından hazırlanan bütçenin Mec­ lis tarafından onaylanması gerekmektedir. Ne var ki Meclisin bu oylama süreci bit­ tikten sonraki bütçenin uygulam aşamasında, verilen onay çerçevesinde hareket edilip edilmediği hususunda Meclisin hiçbir etkisi sözkonusu değildir. Bu durumda hükümet, bütçenin çeşitli harcama kalemlerinde devamlı artışlar yapabilme im­ kanına kavuşmaktadır. Bundan dolayı yılın başındaki bütçe rakamları ile fiili bütçe rakamları birbirinden oldukça farklı olabilmektedir. Sonuç olarak bütçenin sami­ miyet ve doğruluk ilkeleri önemli ölçüde ihlal edilmiş olmaktadır. Türkiye'de bütçelerin gerçekçi olarak yapılmamasının arkasında yatan temel neden, siyasidir. Çünkü genelde hükümetler, muhalefet partilerinin ve genel olarak kamuoyunun baskısından çekindikleri için Meclise yüksek boyutlarda açık veren bir bütçe sunmaktan çekinmektedirler. Bu nedenle yılın başında tahmin edilen bütçe açığı ile yılın sonunda gerçekleşen bütçe açığı arasında çoğu kere yüzde yüzleri aşan farklılıklar ortaya çıkmaktadır. Bilindiği gibi ülkemizde devlet bütçesi ile ilgili temel yasa, 1050 sayılı Mu­ hasebe -i Umumiye kanunu'dur. Bu yasaya göre, prensip olarak, yapılacak har­ camaların bütçe kanunu ile izin verilen ödenekleri aşamayacağı öngörülmüştür. An­ cak, kanunun 48. maddesine dayanılarak ödenek üstü harcama yapılabilmektedir. Buna ilave olarak Bütçe Kanunlannda ödeneklere arttırma hususunda, Maliye Ba­ kanına çok geniş yetkiler verilmiş bulunmaktadır. İşte gerek Anayasanın mevcut hükümleri ve gerekse diğer mali yasalar Türkiye'de kamu harcamalannın artıniması konusunda siyasal iktidara geniş yetkiler verilmiş bulunmaktadır. Böyle bir mevzuat kolaylığı içinde hükümetler gelir arttıncı vergi önlemleri yerine, sürekli olarak harcamalarını arttırmayı siyasi fırsatçılık açısından daha uygun ve kolay bulmaktadırlar. Bu durum ülkemizdeki konsolide bütçe açığının ve bugün önemli boyutlara ulaşmış olan iç borç sorununun arkasında yatan temel faktördür. III.2.3. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin Açıkları İlk kuruldukları 1930'lu yıllar da Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT) Türkiye'de, Devlet eli ile sanayileşmenin başlatılmasında ve geliştirilmesinde çok önemli roller üstlenmişlerdir. Kamu İktisadi Teşebbüsleri aynı zamanda gerek teknoloji ve ge­ rekse işletme bilgisi ve yönetimi açısından özel sektörde de sanayileşmenin gelişmesinde öncü roller üstlenmişlerdir. Bu Devlet kuruluşlan iyi yönetildikleri sürece, hem kamu kesimi ve hem de bir bütün olarak Türkiye ekonomisi için çok önemli fonksiyonları yerine getirmişlerdir. Ne varki zaman içinde esas olarak politik nedenlerden dolayı, ekonomiye fayda sağlayan bu kuruluşlar 1970'li yılların sonlarından itibaren açık veren ve zarar eden kuruluşlar haline gelmişlerdir. Çoğu kere siyasetçilerin basiretsizliği ve belkide fırsatçılığı tercih etmeleri nedeni ile KİT'ler hem Devlet bütçesi ve hemde ekonomi üzerinde yük olmaya başlamışlardır. özellikle aşırı istihdam, eski teknoloji kullanımı, yüksek ücret artışlan, per­ sonel ve yönetim yetersizlikleri gibi nedenlerle bu kuruluşlar geniş ölçüde zararlarla karşı karşıya kalmış ve kamu finansman açığının artışında önemli bir paya sahip olmuşlardır. 1980'li yıllara kadar KİT açıklannın Merkez Bankası kaynaklanndan para basılarak finanse edilmesi, ülkedeki talep enflasyonunun önemli bir kaynağı olmuştur. 1980'lerden sonra ise, bu kuruluşlann maliyet yapılan ve verimlilikleri üzerine eğilmek sizin sadece KİT üzerine yüksek oranda zam yapılması, talep enf­ lasyonunu önlemiş olmakla beraber yeni bir enflasyon türü olan maliyet enf­ lasyonuna neden olmuştur. İktidara gelen her yeni hükümet bu kuruluşlan İslah edip verimli bir hale getirmek yerine, kendi yandaşlan için bir arpalık olarak kul­ lanmayı tercih ederek KİT'lerin gittikçe genişleyen açıklar vermelerine neden olmuşlardır. (Tablo: 4 ve Tablo:5). Tablo 4, İşletmeci Kit Finansman dengesi (1) (Cari Fiyatlarla Millar TL) 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995(2) 61.965 54.214 96.432 85.646 175.121 140.392 285.950 246.738 481.??? 410.563 1.071.427 924.033 1.722.038 1.538.346 50.609 3.605 81.005 4.641 133.013 7.380 232.330 14.408 386.679 23.885 866.734 57.299 1.463.486 74.860 II. Kurum Bünyesinde Kalan Fonlar 1. Amortismanlar 2. Karşılıklar 5.833 4.245 1.588 8.093 5.768 2.324 20.198 8.525 11.672 29.436 14.206 15.230 39.515 21.364 18.151 122.572 44.242 78.330 129.825 84.339 44.486 III. Transferler 1. bütçe 2. KOF 3. Diğer 1.735 1.259 70 406 2.337 1.394 355 587 13.514 11.359 1.178 977 9.770 8.418 1.332 20 30.890 26.235 4.624 32 24.793 21.370 3.346 77 53.788 49.669 4.000 120 183 357 1.017 7 253 29 79 B. Toplam Giderler 66.160 113.159 198.705 335.192 550.532 1.114.820 1.792.866 1. İşletme Giderleri 1. Mal ve Hizmet Satış Maliyeti 2. Diğer Giderler 53.340 88.243 166.519 293.111 471.930 1.027.111 1.592.687 37.059 16.281 59.168 29.075 96.890 69.629 169.980 123.130 277.107 194.823 586.073 441.038 1.038.183 554.504 II. Yatınm Harcamaları 7.094 10.028 14.576 22.692 38.266 53.061 83.925 III. Stok Artışı 3.967 12.908 13.931 15.371 33.117 48.478 62.284 IV. Diğer Giderler 1.759 1.980 3.680 4.018 7.218 16.170 53.969 C. Borçlanma Gereği -4.195 -16.728 -23.584 -49.242 -69.311 -73.394 -70.828 D. Finansman 4.195 16.728 23.584 49.242 69.311 73.395 70.827 -1.470 4.656 1.010 -509 14.846 2.391 -1.943 25.769 -241 -6.697 53.526 2.413 -7.086 77.713 -1.316 -18.055 96.247 -4.796 -12.102 107.863 -24.935 Dönem Kar/Zararı 1.504 -1.424 -20.403 -30.930 -49.711 -84.439 -30.621 Faktör Gelirleri 6.708 5.495 -5.929 -16.937 -21.852 19.494 75.484 Maaş ve Ücret Ödemeleri 7.928 16.168 33.151 57.486 99.576 156.484 238.942 A. Toplam Gelirler I. İşletme Gelirleri 1- Mal ve Hizmet Satış Hasılatı 2- Diğer Gelirler IV. Diğer Gelirler I. Kasa-Banka Değişimi II. İç Borçlanma (Net) III. Dış Borçlanma (Net) CD O) h~ • . r-. O D ) CVJ C\J ^ °° ?5 co > LO T- c o c\j o o co m •rf Gì Gì CD Oi OD o CXD c o LO 0 0 T- Gì T- CD LO OÒ -r- co Lfj co TID Gì CD LO T - c o İS İS > co cri I O co CVJ 05 o CD LO c\j co riCM CD co CD CJì 1^ ^ 2? LO o CD 5 ò CD LO Gì CO T— CD CM 00 CM CD CD 00 od O ^ CD CO CD 00 q o 00 T- co CD CD CD ai CD d o CM •<CD <Jì 00 LO CM CD CD co «3 O o 00 CD o 1^ co C\J o T- co •r^ LO c o ^ q CÒ OC) co co Tl O LO o (D 1- Gì 00 o 00 CD T - LO 1- h, ^ oj o CD 'ÑÍ- s c3 Ş CD co CD r-. T- CD o TT- o có co LO evi 00 IO O LO CD CD LO CD CD LO LO CvJ LO evi CM CM CO 'iT CM co CD h -I- T - CT) CD evi c o Ò CD co CvJ CD CM 8 IO CM CM LO T— TT- in 'ît CM LO o q 00 CM O CD 00 T- o6 co lo co T- CM CD C V J ^ evi L O evj LO CM c o o T- CD c o G) co co 9 CO O CM o a o 03 t: c CM evi • Gì I O ) h - CVJ ) CM o •I- CD CvJ CO CM h - LO LO CD LO CD T- o ^ o CM CD c o IO Ò co CD -«ciCD T- -«^Ì- (0 X 0 CD e CD ^ § Ü £ Ì% Oìco so- X CD = "O CD < 03 "co ^ l i co (DH "S E N X L I y co co co E g-o 2 N co- co CD IS I- m Ö cu E 1^ co T'sf evi LO CO "5) m o CM CD co CM q TZ T- CD co ^ îi: ^ i CD co 2 .1 co co co LL N CD 1 o if> o •e CD CD •o E O a5 'co N LL CD O CM CD CO CO CT) 00 evi CD CM LO işletmeci KİT'lerin gittikçe artma eğilimde olan zararlannı önlemek ve bozu­ lan finansman dengelerini düzeltmek amacıyla 2 Temmuz 1992 tarihinde 3836 sayılı tahkim kanunu çıkarılmış ve bütçe dışı borçlanma uygulamasına geçilmiştir. Aynca, bu kuruluşlardaki istihdam fazlasını azaltmaya yönelik çalışmalara başlanılmıştır. Bu bağlamda, Türkiye Demir-Çelik işletmeleri ve Türkiye Taş Kömürü gibi işletmelerde gönüllü erken emeklilik uygulaması başlatılmıştır. Ancak bütün bu çabalara rağmen, kamu iktisadi teşebbüslerinin zararlannı azaltmak şöyle dursun hızlı bir biçimde artış tredlerini sürdürmeye devam etmiştir. Bugün ulaştığı boyutlar itibariyle ülkemizde önemli bir endişe kaynağı olan iç borç sorununun temelinde yatan geniş boyutlu kamu kesimi finansman açıklannın yaklaşık üçte biri, Kamu İktisadi Teşebbüslerinin açıklarından kaynaklanmaktadır. Soruna daha ayrıntılı bakıldığında, toplam KİT açıklarının önemli bir kısmı az sayıdaki tarım kesiminde faaliyet gösteren kuruluşlann zararlarından doğmaktadır. Bu kuruluşların başlıcalan; Toprak Mahsulleri Ofisi, Türkiye Şeker Fabrikalan ve Tekerdir. Sözü edilen bu üç kuruluşun finansman açıklan toplamı, toplam KİT açıklarının yaklaşık olarak yüzde 50'sidir. Bütçe ile birlikte bu üç kuruluşun açıkları toplamı ise toplam kamu kesimi açığının yüzde 65'idir. 111.2.4. Sosyal Güvenlik Kurumlarının Açıkları Türkiye'de sosyal güvenlik hizmetleri, esas olarak Emekli Sandığı, Sosyal Si­ gortalar Kurumu ve Bağ-Kur tarafından sağlanmaktadır. Belirtilen sosyal güvenlik kuruluşları, dünyanın diğer ülkelerinde olduğu gibi Türkiye'de de çalışanların gerek emeklilik döneminde ve gerekse çalışma hayatlan süresince sosyal güvenliklerini sağlamak için kurulmuşlardır. Ne varki yıllarca izlenen yanlış sosyo-ekonomik politikalann bir sonucu ola­ rak bu kurumlann mali yapılan önemli ölçüde bozulmuş ve bu nedenle de kamu ke­ simi finansman açığının, dolayısıyle iç borç sorununun oluşmasında önemli bir paya sahip olmuşlardır. Bugün Emekli Sandığı, Sosyal Sigortalar Kurumu ve Bağ-Kur'un mali yapıları incelendiğinde, bu kurumlann iflasa doğru sürüklenmekte olduğu ve eğer köklü ted­ birler alınmada daha fazla gecikilirse, bu kurumların büyük bir çıkmaz ile karşı karşıya kalacaklan anlaşılmaktadır. Sosyal güvenlik kurumları arasında Emekli Sandığının diğer iki kuruma kıyasla durumunun fazla kötü olmamasına rağmen bugünden yeterli tedbir alınmaması durumunda, bu kurumun da önemli sorunlar ile karşı karşıya kalacağı anlaşılmaktadır. Gelişmiş batı ülkelerinde 1 emekliye karşılık 5 kişi çalışırken. Emekli sandığında 1 emekliye karşılık sadece 1.7 çalışan düşmektedir. Memur sayısındaki düşük oranda artış karşısında, siyasi nedenlerle emeklilik yaşının düşürülmesi emekli sandığına bağlı olanlar açısından aktif pasif oranını 1/1'e ka­ dar düşürmektedir. Bu durum karşısında emekli sandığı ya hizmetlerini yeterince yerine getiremeyecek ya da devlet bütçesine olan yükü daha artacaktır. Ülke nüfusunun üçte birinden azlasına sosyal güvenlik hizmetleri sunan Sos­ yal Sigortalar Kurumu ise uygulanan yanlış politikalarınbir sonucu olarak çok daha önemli çıkmazlar içinde bulunmaktadır. Sosyal Sigortalar Kurumu'nun önemli gelir kayıplanndan birisi, kaçak işçi so­ runudur. Çalışan işçilerin yaklaşık yüzde 30'unun kaçak çalışması bu kurumun ge­ lirlerinde önemli bir kayıba neden olmaktadır. Bir başka sorun ödenmeyen pirim porçlandır. Prim borçlan, özel sektör kuruluşlan yanında kamu kurumlan da vardır. Prim borçlannın tatbik edilen faiz oranının kredi faizlerinden düşük olması, bun­ lann ucuz kredi olarak kullanılmasını teşvik etmektedir. Aynca affedilen prim borçlan da kurum için gelir kayıplarına neden olmaktadır. Bunların dışında SSK'nın topladığı primleri yeterince verimli bir biçimde kul­ landığını söylemekte mümkün değildir. Yüksek enflasyon ortamında primlerin, düşük faizli ve uzun vadeli devlet tahvillerine yatıniması kurum açısından reel gelir kayıplarına neden olmaktadır. Türkiye'de emeklilik yaşının düşük olması da aktif pasif arasındaki oranın daha da bozulmasına yol açmaktadır. Batı ülkelerinde emeklilik yaşı 65 olduğu halde, Türkiye'de 20-25 yıl prim ödeyenlerin emekli edilmesi SSK'nın mali yapısının bozulmasına da etkili olmuştur. 1971 yılında kurulan Bağ-Kur, bugün sosyal güvenlik kuruluşlan arasında en fazla sıkıntıda olan ve bu nedenle geniş çapta devlet yardımı ile ayakta duran bir kurumdur. 1994 yılında bu üç sosyal güvenlik kurumunun finansman açıklan toplam 35.3 trilyon TL.ye ulaşmış bulunmaktadır. Bu toplam finansman açığının 26.2 tril­ yonu SSK'nın, 0.2 trilyonu Emekli Sandığının ve 8.9 trilyon TL.side Bağ-Kur'un fi­ nansman açığıdır. Son yıllarda açık vermeye başlayan sosyal güvenlik kurumlannın finansman açıklan GSMH'ya oram 1991 de yüzde 0.2 iken, 1994 yılında bu oran yüzde 0.9'a yükselmiştir. Söz konusu sosyal güvenlik kurumlannın açıklannın artması, Türkiye'de kamu kesimi finansman açığının artmasına ve sonuçta iç borç soru­ nunun sürdürülemez boyutlara ulaşmasına neden olmaktadır. IIL2.5. Yerel Yönetimlerin Açıkları Türkiye'de Kamu finansman açığının ve bu nedenle de iç borç sorununun ar­ kasında yatan sebeplerden birisi de Belediyeler başta olmak üzere yerel yönetimlerin artan harcamalan karşısında bu kurumlann gelirlerinin yetersiz kal­ masıdır. (Tablo:6) co o CD T- LO LO O) O) C» CÛ CD G) C\J u:r uf C\J co 00 CM co co co ^ o O) co oıT oo"^ co"" h- co co co o o CM o m O) o" OD C\J C\J CM co o co T- co LO ^ 00 CX) C3) C J CJ) CM o co O) T- Ö" LO" co o T- CM co f5 co co" co LO ^ C3) co 00 o o CM o" cd" o" CM T- LO ^ 00 co co co" T-" 1^ co LO CM co co co 5 co <j) CM" CD^ o co C3> 1— co T- co 'SİK T-" LO" co co ^ co co ^ 00 LO TG> ^ ^ CM SİSİ ^' T-" co •r- co 00 CO CM" CM" TT- CM" CM CM co CM 00 1- co c^ ^" 1^ LO CM -rCO LO 00 O ) '=t co CM o T- CO^ co" LO" co" co" co" LO LO ^ CM co co CM CM co co co co co 00 00 o T- co co" co" co" LO oo" 1-" •o co CM CM co o LO co 00 co ^ LO T-" CM CM co o o of co LO LO O) O O LO C3) co co CM CJT T- O) 11- LO co o CvJ o 00 co T- LO" LO" co ^ :^ ^ SS co E o. co o O) O) co co CM O) o co C^ 00 CM LO C3) co co O) co ^ 00 C:D CM LO co" CM" CO" LO 00 T-" CO" 1^ T- LO ^ LO ' LO CM" CM" T-" cj) CM LO ^ C ^ co C^ LO CO co LO o co o co ^ CM co T- Lo" 1 - " T-'" 1- co h - CM 00 T- o O CD" ^" 'sf 00 CM 00 00 LO T- CM o 00 T- ^ CM O) CM C3î co CM co CM LO co co ^ ^ T- T- LO lO CM co ;d LO LO LO co (/i co "cö c co T- co 1^ I "c CO sı E 0 > T-" CM c o .N 1- LO T- co CM" CM co o co LO o co LO 00 1 ^ ^ ^ co LO CO" o O) o o 00 CJ) 1 - 00 00 co CM ^ CM CM" 0 E c co CÛ 0 c> 0 O) co CJ) o ^ LO CM 00 co co T- co 5 ^ CM CM ÇM co Ş CM ^ o CM o T^ co r - ^ co co co LO o 0 I co ;o 0 0 cç .E o E co« O d) ^ LU (D < < ^ ^ ? ^ 5 o n LU o > LL CD ü CM CO 0 £ -g; co S -E co — < o cc < - I | İ S ( = 1 > S . E 5 coto2İo.2coco^cD^ . CO CM X co Cd ^ C/D LO I— cB ^ LO CL 0 — C > ' 0 .E û "ö) LLi rm OU < > CM co ^ Yerel yönetimlerin bütçe açıkları vermesinin çeşitli nedenleri bulunmaktadır. İlk olarak, bu yönetimlerin plan, program ve bütçe analizlerinin yapılabilmelerine im­ kan sağlayacak teknikleri kazanmaları ile ilgili olarak gerekli teşkilatlanmaya gi­ dilememiştir. Aynca, yerel yönetimlerin gelir sağlayabilmeleri açısından bu yönetimlerin hizmetlerinden faydalananlann hizmetin bedelini ödemesi ilkesi uygu­ lanamamıştır. Yerel yönetimlerin önemli bir kurumu olan Belediyeler, geçmişi 1856 yılına dayanan 1930 yılında yürürlüğe giren 1580 sayılı kanuna göre önetilmektedir. Söz konusu 1580 sayılı Belediye Kanunu, bugün Belediyelerin karşılaştığı önemli so­ runlar karşısında yetersiz kanmaktadır. Bu sebeple, günün şehircilik sorunlanyla Belediyelerin daha etkin bir biçimde mücadele edebilmeleri ve çözüm üretebilir hale gelmeleri için Belediye Kanunu daha çağdaş bir hale getirilmelidir. Ülkemizdeki hızlı nüfus artışı ve özellikle son yıllarda artan kent nüfusu ne­ deni ile Belediyelerin sayılan ile mevcut Belediyelerin yükleri artmaktadır. Artan kent nüfusu aynı zamanda Belediye hizmetlerine olan talebi de artırmaktadır. Buna rağmen. Belediyeler yeterli ölçüde özkaynak yaratamamış ve büyük ölçüde, hükümetlerin vergi gelirlerinden aynlan kaynaklarla finanse edilmişlerdir. Belediyelerin gelir kaynaklannm önemli bir bölümü mükellefe ve matrahı iti­ bari ile kanşıklık arz etmektedir. Bu nedenle verginin tahsilinde ciddi sıkıntılar vardır. Emlak Vergileri, enflasyon nedeni ile, bugün Belediyeler için yetersiz bir gelir kaynağı durumundadır. Bu nedenle, başta Belediyeler olmak üzere yerel yönetimlerin bütçe açıklan artma eğilimindedir. III.2.6. Bütçe Dışı Fonların Açıkları Türkiye'de 1930'lu yıllardan itibaren bütçe içi ve bütçe dışı fonlar olmak üzere çeşitli fonlar oluşturulmaktadır. Esas olarak 1980 yılına kadar fonlar, daha ziyade 'Bütçe içi fonlar' niteliğindedir. 1980 yılından sonra oluşlturulan fonlar ise, 'Bütçe dışı fonlar' niteliğinde olmuştur. Fon kavramıyla ilgili olarak çeşitli tanımlamalar yapılmaktadır. Kısaca fon, bir kurumu, bir işletmeyi finanse etmek amacıyla elde bulunan parayı ifade etmektedir. Dahageniş bir tanım vermek gerekirse, fon. Devlet ve diğerkamu tüzel kişileri tarafından bazı amaçlann gerçekleştirilmesi için kamu gelirlerinden bir bölümünün, özel kanun yada kararlarla bütçede yada bütçe dışından ayrılarak bir yıllık süre ile sınırlı olmaksızın gerektiğinde harcanmak üzere belli bir hesapta tutulmasıdır. Aslında, Fonlar, Varidat tahsisi' adı verilen belirli devlet gelirlerinin belirli devlet giderlerine ayniması yönteminin bir uygulamasıdır. Böyle bir yöntem, ülkelere göre değişik adlarla ifade edilmekle beraber, temel esas, belirli devlet gelirlerinin belirli devlet harcamalanna tahsis edilmesidir. Bütçenin aksine olarak. Fon uygulamalannda önce gelirler tahsis edilmekte ve gelirler onaylanmaktadnır. Fon ugulamasında gelirlerin giderlere tahsisinde ha­ kim faktör, giderler değil fakat gelirlerdir. Çünkü, bir hizmet için tahsis edilen gelir miktarı kadar, o hizmeti ödenek tahsis edilmektedir. Özellikle 1984 yılından itibaren geniş bir uygulama alanı bulunan bütçe dışı fomlann kaynağı, bütçe kanunu içinde ya da dışında da olsa bunlara tahsis edilen kaynakların tamamı kamu gelirleridir. Bütçe ilkelerinden sapmalar gösteren fonlar, mali hukukun temel ilkelerini sarsmakta ve etki alanını daraltmaktadır. Bu özellikleri ile, bütçe dışı fonlar, yasama organı karşısında güçlü bir yürütme organını ortaya çıkma eğilimini arttırmaktadır. Fon sayısındaki artış, bütçe dışı fonlann kaynak ve harcamallanndaki genişlemeyi de beraberinde getirmiştir. Bütçeden karşılanamayan harcamalann giderek fon sistemine kaydıniması mali disiplinin bozulmasına, bütçe birliği il­ kesinin zedelenmesine ve sonuçta maliye politikasının etkinliğinin azalmasına ned­ en olmuştur. Bu olumsuz gelişmeleri önlemek amacıyla 1993'de toplam fon gelirlerinin yüzde 83'üne sahip olan 63 adet fon, bütçe kapsamına alınmıştır. Böylece, 1993 yılında fonlardan bütçeye gelir kaydedilen tutar, yaklaşık olarak 64, 5 trilyon TL, Bütçe içi fonlara verilen ödenek miktan ise, 26 trilyon TL olmuştur. Fonlardan bütçeye kaynak aktarma ihtiyacının duyulması fonlar aracılığıyla bütçe dışına kaçışın önemli boyutlara ulaştığının açık bir göstergesidir. 1989 yılından itibaren fon dengesi açık vermeye başlamıştır. (Tablo: 7 ve Tablo: 8) Tablo 7. Fon Kaynak ve Harcamaları (Cari Fiyatla Milyar TL) (1987-1995) 1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 Kaynaklar Vergi Gelirleri Vergi Dışı Normal Gelirleri Faktör Gelirleri Cari Transferler Sermaye Transferleri 2.823 1.677 5.593 3.318 9.809 5.815 18.484 11.199 26.764 15.995 48.857 33.699 89.334 57.029 132.458 69.822 247.493 129.691 258 546 152 190 441 1.262 53 767 1.892 372 1.722 2.396 957 3.040 3.465 1.005 3.955 3.913 1.611 6.011 4.964 6.123 10.990 7.932 11.047 30.561 9.499 32.084 Ödemeler 2.392 4.845 10.703 20.908 32.730 62.733 106.232 169.355 299.823 Cari Giderler Vergi Giderleri Vergi Dışı Normal Giderler Faktör Giderleri Sermaye Transferleri Sabit Sermaye Yatınmlan stok Değişmesi 4 149 0 45 325 489 0 93 140 0 100 805 853 0 456 0 0 616 2.144 2.932 0 1.417 0 0 1.290 4.680 5.111 0 2.290 0 0 1.836 8.880 8.428 0 4.985 0 0 2.955 13.807 14.766 0 9.197 0 0 1.472 22.005 27.836 0 17.194 0 0 1.800 44.782 28.521 0 32.716 0 0 3.771 55.923 46.270 0 Kaynak Ödeme Farkı 431 748 -894 -2.423 -5.945 -13.876 -16.899 -36.897 -57.730 -431 -748 894 2.423 5.945 13.876 16.899 36.897 52.730 713 -69 460 -155 653 -95 537 -411 1.567 -1.504 4.924 -2.907 2.150 -3.071 8.100 -5.008 20.210 -12.551 -494 -582 -695 -359 1.524 -1.187 3.302 -1.005 6.000 -118 10.815 1.044 19.442 -1.623 30.271 3.533 45.914 -833 Finansman Dış Borç Kullanımı Dış Borç Ödemesi İş Borç Alacak İlişkisi (NET) Kasa Banka Değişmesi KAYNAK: DPT (*) Gerçekleşme Tahmini Tablo: 8 Fon Kaynak ve Harcamalarının GSMH'ya Oranı % (1987-1995) KAYNAKLAR Vergi Gelirleri Vergi Dışı Normal Gelirler Fal<tör Gelirleri Cari Transferler Sermaye Transferleri ÖDEMELER Cari Giderler Vergi Gelirleri Vergi Dışı Normal Giderler Faktör Giderleri Cari Transferler Sermaye Transferleri Sabit Sermaye Yatırımları Stok Değişmesi K A Y N A K ÖDEME FARKI FİNANSMAN Dış Borç Kullanımı Dış Borç Ödemesi Dış Borç Alacak İlişkisi(ne) Kasa Banka Değişmesi 1989 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995n 3.8 2.2 4.3 2.6 4.3 2.5 4.7 2.8 4.2 2.5 4.4 3.1 4.5 2.9 3.4 1.8 3.2 1.7 0.3 0.7 0.2 0.3 3.2 0.0 0.2 0.0 0.1 1.8 0.4 0.7 0.0 0.6 -0.6 1.0 -0.1 -0.7 -0.8 0.3 1.0 0.0 0.4 3.8 0.1 0.1 0.0 0.1 2.2 0.6 0.7 0.0 0.6 -0.6 0.4 -0.1 -0.5 -0.3 0.3 0.8 0.2 0.4 4.6 0.2 0.0 0.0 0.3 2.0 0.9 1.3 0.0 -0.4 0.4 0.3 -0.0 0.7 -0.5 0.4 0.6 0.2 0.6 5.3 0.4 0.0 0.0 0.3 2.1 1.2 1.3 0.0 -0.6 0.9 0.1 -0.1 0.8 -0.3 0.5 0.5 0.2 0.5 5.2 0.4 0.0 0.0 0.3 1.8 1.4 1.3 0.0 -0.9 0.9 0.2 -0.2 0.9 -0.0 0.4 0.4 0.1 0.5 5.7 0.5 0.0 0.0 0.3 2.4 1.3 1.3 0.0 -1.3 1.3 0.4 -0.3 1.0 0.1 0.3 0.2 03 0.8 5.3 0.5 0.0 0.0 0.1 2.3 1.1 1.4 0.0 -0.8 0.8 0.1 -0.2 1.0 -0.1 0.3 0.2 0.3 0.8 4.4 0.5 0.0 0.0 0.0 2.0 1.2 0.7 0.0 -0.9 0.9 0.2 -0.1 0.8 0.1 0.4 0.1 0.4 0.6 3.9 .0.4 0.0 0.0 0.0 2.1 0.7 0.6 0.0 -0.7 0.7 0.3 -0.2 0.6 -0.0 KAYNAK:DPT (*)Gerçekleşme Tahmini Açığın tamamı iç ve dış borçlanma ile finanse edilmiştir.1980 sonrası yaygınlaşan bütçe dışı fon uygulalması hem mali disiplini bozmuş ve hem de kamu kesimi finansman açığını genişletmek suretiyle iç borçlann genişletilmelinin ar­ kasında yatan nedenlerden birisi olmuştur. IIL2.7. Siyasal İstikrarsızlık ve Seçim Ekonomisi Özellikle demokratik rejimin geçerli olduğu ülkelerde siyaset ile ekonomi poli-tikaları çift yönlü bir ilişki içinde bulunmaktadır. Şöyleki siyaset, ülkedeki ekonomi politikalannın biçimi ve yönünü belirlediği kadar, ekonomi politikaları da sebep olduklan sonuçlan itibariyle ülkedeki siyasal gelişmeleri önemli ölçüde etkilemektedir. Bundan dolayı sık sık seçimlerin yapıldığı ve bu nedenle de siyasal istikrarsızlığın yaşandığı ülkelerde ekonomik istikrarsızlığı önleyici türden tedbirleri uygulamaya koyma imkanı son derecede zor olmaktadır. Bu açıdan, bütçe-maliye politikalan ile para politikalarının ekonomide istikrarı sağlayacak bir biçimde uygulanabilmeleri herşeyden önce siyasal istikrann mevcutiyetine bağlıdır. Sık sık seçim ortamına gidilmesi ülkede seçim ekonomisinin uygulanmasına, kamu harcamalannda kontrolün elden kaçınimasına, kamu açıklannınn ve iç borç sorununun çözülmez boyutlara ulaşmasından neden olmaktadır. Bir ülkedeki siyasetçilerin davranışlanna hakim olan iki unsur vardır. Siya­ setçinin ilk amacı iktidan ele geçirmek ve bu iktidar süresini olabildiğince uzat­ maktır. Siyasetçinin ikinci amacı ise, kendi seçmenlerinin, tabanlannın bek­ lentilerini karşılamaktır. Bu çerçeve temel alındığında, ülkede izlenecek iktisat politikalarının belirlenmesinde şu üç temel faktör hakim bir rol oynamaktadır. -Seçim tarilıleri - İktidar partisinin kimliği - Çıkar gruplannm etkinliği Hükümetler oy maksimizasyonunu sağlamak amacıyla seçim öncesinde, seçim ekonomisi uygulamalanna hız vermeye başlayarak popülist tedbirlere ağırlık vermektedir. Şöyleki seçim öncesinde popülaritelerine arttırmak amacıyla seçmenlere cazip gelecek genişletici politikalan uygulamaya koymaktadırlar. Bu arada, siyasal iktidarlar, dayandıklan seçmen kitlesinin taleplerini dikkate alırlar. Buna göre muhafazakar partiler, fiyat istikrarını sağlayacak daraltıcı politikalara ağırlık verirken; sol eğimli partiler, işsizliği azaltacak genişletici politikalara önem verirler. Türkiye'de de siyaset ile ekonomi birbirlerini önemli ölçüde etkilemektedir. Özellikle son 25 yıl içerisinde gelişmeleri göz önüne alındığında Türkiye'deki ekonomik istikrarsızlığın temelinde yatan faktörün, siyasal istikrarsızlık ve buna bağlı olarak seçim ekonomisi olduğu ortaya çıkmaktadır. 1970'li yıllann sonunda yaşayan ekonomik kriz ortamın nedeni, 1970-1980 arasında kurulan hükümetlerin ortalama ömrünün oldukça kısa süreli olmasında aranmalıdır. Aynı şekilde, seçim dönemleri yaklaşırken mali disiplinin elden kaçırılmakta, siyasi nedenlerle kamu harcamaları arttırılmakta ve sonuç olarak geniş boyutlara ulaşan kamu kesim açıkları ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla bu açıkları finanse etmek amacıyla iç borçlar önemli ölçüde artmaktadır. Türkiye ekonomisini 1994 krizine getiren temel nedende, kamu kesimi finansman açıklanndaki hızlı artış ile bunun sebep olduğu iç borç stokunun geniş boyutlarda artmasıdır. 1994 yılında ekonominin içine girdiği kriz ortamından çıkmasında uygulanan 5 Nisan istikrar tedbirlerinin etkisi olmuştur. En azındnan konsolide bütçe açığı azaltılabilmiştir. Ancak 5 Nisan kararlannda ön görülen özelleştirme, vergi reformu, KİT'lerin rasyonalizasyonu gibi yapısal tedbirler yeterince uygulamaya konulamadığı için sadece yangın geçici olarak söndürülmüş, ancak temelde yatan sorunlar varlığını devam ettirmiştir. Türkiye ekonomisindeki istikrarı bozan temel hastalık, kamu kesiminin finans­ man açıklan ile uygulanan yanlış iç borçlanma politikasıdır. Eğer iç borçların va­ desi yeterince uzun vadelere çekilebilse ve iç borçlanma faizleri makul düzeylere indirilebilse, iç borçlanma yönteminde başarı sağlanabilir. Ne var ki böyle bir sağlıklı iç borçlanma politikasının uygulanabilmesi temelde siyasal istikrara, bütçe dengesine önem veren maliye politikasının uygulanimasına ve enflasyonun kontrol altına alınmasına bağlıdır. III.3. TÜRKİYE'DE İÇ BORÇLANMANIN BOYUTLARI IIL3.1. Giriş Türkiye'de 1980 sonrası dönemde bir taraftan genişleyen kamu kesimi borçlanma gereği ve bir taraftan da iç borçlanmaya ağırlık veren bir finansman yönetiminin benimsenmesi sonucunnda iç borçlanma miktarlan son derece hızlı bir artış eğilimine girmiş bulunmaktadır. Gerçekten 1985 yılında 6,973 milyar TL. olan iç borç stoku, 1995 yılında 1,361,007 milyar TL.'ye yükselmek suretiyle 195 katı aşan bir artış göstermiş bulunmaktadır. Ülkemizde iç borç stokunun bu çok hızlı artış eğiliminin nedeni, kamu kesimi finansman açığının hızla artması yanında izlenen yanlış iç borçlanma politikasıdır. Bilindiği gibi özellikle son yıllarda bir taraftan enflasyon ve ekonomik istikrarsızlık, diğer taraftan, siyasal istikrarsızlık ülkede, belirsizlik ortamının gelişmesine neden olmuştur. Artan enflasyon, topluma yerleşmiş bulunan enflasyon beklentisi, belirsizlik ve tüm bunlann neden olduğu risk nedeniyle Hazine, ancak yüksek reel faiz oranlanndan ve gittikçe daralan vadeler ile borçlanmak zorunda kalmıştır. İşte Hazine'nin çok kısa vade ve çok yüksek reel faizle borçlanması borç stokunun hızla katlanmasına neden olarak iç borç kısır döngüsünün ortaya çıkmasına neden olmuştur. Ne var ki, ülkemizdeki iç borç/GSMH oranı dikkate alındığında bazı gelişmiş ülkelere kıyasla iç borç sorununun pek de önemli bir problem olmadığı sonucuna varılabilir. Türkiye'de yüzde 20 civarında olan iç borç/GSMH oranı Belçika, Yunanistan ve İtalya gibi ülkelerde yüzde yüzleri aşmaktadır. Ancak ülkemiz sözü edilen ülkelere göre hem para ve sermaye piyasaları yönünden daha zayıf bir durumda bulunmakta ve hem de bu ülkelere göre daha yüksek faizlerle ve daha kısa vadeli olarak borçlanmaktadır. Türkiye'de iç borcu, sorun haline getiren borç stokunun büyüklüğünden ziyade bu borç stokunun kısa vadeli bir yapı göstermesi ve yüksek reel faizlerle iç borçlann gerçekleştirilmesidir. 111,3,2. İç Borç Stokundaki Değişmeler Ülkemizde iç borç stoku çıkanlan devlet tahvilleri ve hazine bonosu, kon­ solide borçlar ile T.C. Merkez Bankası'ndan alınan kısa vadeli avanslardan mey­ dana gelmektedir. Türkiye'de özellikle son yıllarda iç borç stokunun hızlı bir artış eğilimine gir­ miş olmasının üç temel nedeni vardın Bunlardan birincisi ve temel neden, kamu kesimi finansman açıklannın geniş boyutlara varmış olmasıdır. İkinci nedeni, artan borç talebi yanında hızla yükselen enflasyon ve topluma yerleşmiş bulunan yüksek enflasyon beklentisi nedeni ile, Hazine'nin yüksek reel faiz oranlanndan borçlanmasıdır. Üçüncü neden ise, ekonomik ve siyasal istikrarsızlıklann neden olduğu be­ lirsizlik ve artan risk ortamı nedeniyle tasarruf sahiplerinin uzun vade yerine kısa vadeyi tercih eder bir özellikte olmalandır. iç borç stokunun belirtilen özellikleri nedeniyle, iç borç faizleri bütçenin trans­ fer harcamaları kaleminin şişmesine ve sonuçta bütçe açıklarının daha da genişlemesine neden olmaktadır. Bir bakıma iç borç, bütçe açıklannı beslemekte, bütçe açıkları da tekrar iç borç sorununa neden olarak ülkede kısır döngünün yaşanılmasına neden olmaktadır. 1985 yılı baz olarak alındığında son on yılda, ülkemizdeki iç borç stoku her yıl ortalama olarak yüzde 71'i aşan bir oranda artış kaydetmiş bulunmaktadır. (Tablo:9) Tablo-9 İç Borç Stokunun Dağilimi (Milyar TL) Yıllar Tahvil Bono (1) 1985 Kısa Vadeli Avans (4) Toplam İç Borç (5) 1/5 2/5 3/5 4/5 % % % % (2) Konsolide Borç (3) 1,032 490 4,656 795 6,973 14,8 7.0 66.8 11.4 1986 1,511 822 7.126 1.052 10,514 14.4 7.8 67.8 10.0 1987 2,407 1.923 11.481 1.407 17,218 13,9 11.2 66.7 8.2 1988 4,880 2.542 18.954 2,082 28.458 17,1 8.9 66.6 7.3 1989 10,863 3,537 24.995 2,539 41,934 26.0 8.4 59.5 6.0 1990 18,801 5.469 30.040 2,870 57,180 32.9 9.5 52.5 5.0 1991 24,678 18,258 41,122 13,589 97,647 25.2 18.6 42.1 13.9 1992 86,387 42,247 34,602 31.000 194,236 44.4 21.7 18.8 15.9 1993 190,505 64,488 31.933 70.421 357.347 53.3 18.0 8.9 19.7 1994 239,387 304,230 133.417 122.278 799.309 29.9 38.0 16.6 15.2 1995 511,769 631,298 25,940 192,00 1,361,007 37.6 46.3 1.9 14.1 Kaynak: HDTM Özellikle 1990 yılından sonra izJenen iktisat politikalarının sonucu olarak iç borç stoku, daha hızlı bir artış eğilimine girmiş bulunmaktadır. Toplam iç borç stoku içinde devlet tahvillerinin payı, 1985-1995 yılları arasında ortalama olarak yüzde 30'dur. 1987 yılından sonra iç borç stoku içinde tahvillerin payı artmaya başlamış ve 1993 yılında yüzde 53'ü aşmıştır. Bu oran, 1994 ve 1995'de bir ölçüde de olsa düşüş eğilimine girmiş bulunmaktadır. Hazine bonolannın iç borç stoku içindeki payı, 1991 yılına kadar yüzde 10'un altında kalmıştır. Bu yılı izleyen üç sene içinde hazine bonolarının payı, yüzde 20'lere yükselmiştir. Sözkonusu pay, 1994 yılında yüzde 38'e ve 1995'cle de yüzde 46,3'e yükselmiş bulunmaktadır. Konsolide borçların iç borç stoku içindeki payı ise, 1985'den 1995'e kadar olan sürede devamlı bir iniş trendi göstermiştir. Gerçekten 1985'de yüzde 66.8 oranında olan sözkonusu payı, 1995 yılında yüzde 1,9'a kadar gerilemiş bulunmaktadır. T.G. Merkez Bankası'ndan kullanılan kısa vadeli avansların iç borç stoku içindeki payı, 1985'den 1990 yılına kadar sürekli olarak gerileyerek 1990'da yüzde 5'clir. 1990 yılından itibaren bu pay artış eğilimine girmek suretiyle 1993 yılında yüzde 19,7 yükselmiştir. Daha sonra ise, 1994'de yüzde 15,2 ve 1995'de de yüzde 14,1 oranına gerilemiştir. III.3.3. İç Borç Yükündeki Değişmeler İç Borç yükü, iç borç stokunun ekonomideki ağırlığını ifade etmek üzere kul­ lanılan göstergeleri belirtmektedir. Bu iç borç yükünün göstergelerinden birisi, iç borç stokunun Gayri Safi Milli Hasıla'ya oranıdır. Borç yükünü ifade etmek için kul­ lanılan diğer bir göstergede, iç borç stoku/konsolide bütçe oranıdır. İç borç stok­ unun mali sisteme göre büyüklüğünün değerlendirilmesinde ise, iç borç stoku/M2y ile iç borç stoku/toplam mali varlıklar oranlan kullanılmaktadır. (Tablo:10). Tablo-10 İç Borcun GSMH'daki Payı Yıllar Bono stok/ GSMH(%) Tahvil stok/ GSMH(%) KVA Stok/ GSMH(%) Toplam iç Borç stoku GSIVIH(%) 1986 2.1 3.8 2.7 26.7 1987 3.3 4.1 2.4 29.4 1988 2.5 4.9 2.1 28.3 1989 2.1 6.4 1.5 24.6 1990 1.9 6.5 1.0 19.9 1991 4.0 5.4 3.0 20.4 1992 5.3 9.3 3.9 22.8 1993 4.6 13.6 5.0 25.5 1994 7.7 13.0 5.7 28.4 Kaynak: Hazine Müsteşarlığı Tablo 10'dan da izleneceği gibi toplam iç borç stokunun Gayri Safi Milli Hasıla'ya oranı, 1986-1994 yıllan arasında yaklaşık olarak yüzde 20 ila yüzde 29 arasında değişen bir değere sahip bulunmaktadır. 1986 yılında yüzde 26,7 oranında olan sözkonusu pay, 1987 yılında yüzde 29,4'e yükselmiş bulunmaktadır. Daha sonra gerilemeye yüz tutan iç borç stoku GSMH oranı 1990 yılında yüzde 19.9'a gerilemiştir. Bu yıldan itibaren tekrar yükselme eğilimine giren sözkonusu oran, 1991'de yüzde 20,4'e 1992 yılında yüzde 22,8'e 1993'de yüzde 25,5'e ve nihayet 1994 yılında ise, yüzde 28,4 oranına kadar yükselmiş bulun­ maktadır. Bilindiği gibi Devlet İç Borçlanma Senetleri, esas itibariyle Hazine Bonosu ve Devlet Tahvilleri'nden meydana gelmektedir. Hazine Bonosu, genellikle vadesi bir yıldan düşük olan, Devlet Tahvilleri ise, vadesi bir yıl ve daha fazla olan borçlanma araçlandır. Ülkemizde son on yıl içerisinde gerek Bono stoku/GSMH ve gerekse Tahvil stoku/GSMH oranı sürekli bir artış kaydetmiş bulunmaktadır. 1990 yılı hariç tutulursa Bono Stoku/GSMH oranı genellikle bir artış trendi sergilemiş olup, 1986 yılında yüzde 2,1 oranında 1994 yılında yüzde 7,7'ye kadar yükselmiştir. Aynı şekilde Tahvil stoku/GSMH oranı 1986-1994 döneminde sürekli olarak bir tırmanma eğilimi içinde olmuştur. Gerçekten 1986 yılında yüzde 3.8 oranında bulunan bu pay, dönem içinde sürekli olarak artış kaydederek 1993 yılında yüzde 13,6'ya kadar yükselmiş daha sonra 1994 yılında bir ölçüde gerileyerek yüzde 13 olarak gerçekleşmiştir. Bir ülkede mali sistemin ne ölçüde geliştiğinin ve ne kadar derinlik kazanmış olduğunun ölçülmesinde bazı göstergeler kullanılmaktadır. Bunlardan birisi, banka­ lardaki vadeli ve vadesiz mevduat ile dolaşımdaki paranın toplamı olarak ifade edi­ len M2 para arzı değişkenidir. Aynca para ikamesinin yaygın olarak yaşandığı ülkelerde, M2'ye ilave olarak bankalardaki döviz tevdiat hesaplan da dikkate alınarak M2Y olarak ifade edilen parasal büyüklüğe ulaşılmaktadır. Ancak mali sis­ temin büyüklüğünü ölçmede M2 ve M2Y parasal göstergeleri yetersiz kaldığından toplam mali varlıklar büyüklüğü de dikkate alınmaktadır. Toparlarsak, M2Y mali sis­ tem içerisindne sadece bankacılık kesiminin bilançosunun yükümlülük tarafının bir kısmını Toplam Mali Varlıklar büyüklüğü ise, mali sistemde fon aktaran kesimlerin toplam bilançosunun varlık tarafını göstermektedir. Sözü edilen M2Y ile Toplam Mali Varlıklar büyüklüklerinin GSMH'ya oran­ lanması, ülkede mali sistemin ne ölçüde gelişmiş olup olmadığı hakkında bize bil­ giler vermektedir. Benzer şekilde iç borç stokunun M2Y ile toplam mali varlıklara oranlanması da iç borcun mali sistem üzerindeki yükünü göstermektedir. (Tablo:11) Yıllar 1986 Tablo. 11 jç Borcun Mali Sistemdeki Ağırlığı İç borç stoku/Toplam Mali Varlıklar(%) İç borç Stoku/M2Y(%) 16.7 16.5 1987 18.8 18.0 1988 20.2 20.0 1989 23.6 22.9 1990 26.3 22.0 1991 25.6 22.3 1992 37.7 28.9 1993 53.7 35.6 1994 45.5 41.6 Kaynak: Hazine Müsteşarlığı özellikle son yıllarda ülkemizde iç borcun mali sistem üzerindeki baskısı, sürekli artış göstermiş bulunmaktadır. Gerçekten 1986 yılında iç borç stoku/M2Y oranı yüzde 16,5 iken sürekli artış göstermek suretiyle 1993 yılında yüzde 53,7'e kadar yükselmiş ve 1994 yılında ise bir ölçüde gerileyerek yüzde 45.5'e düşmüştür. îç borcun mali sistem üzerindeki baskısını gösteren bir başka gösterge olan iç borç stoku / Toplam Mali Varlıklar oranı da son on yıl içersinde sürekli bir artış kaydetmiştir. Gerçekten 1986 yılında yüzde 16,7 olan iç borç stoku/ Toplam Mali Varlıklar oranı yıllar içinde sürekli tırmanma göstermek suretiyle 1994 yılından yüzde 41,6'ya kadar yükselmiştir. Türkiye'de son yıllarda GSMH'ya göre hem mali sistem ve hem de kamunun iç borç stoku önemli ölçüde artış göstermiştir. Ancak, mali sistemin gelişme hızı, iç borçların artış hızından düşük kaldığı için, mali sistem iç borcun finansmanında giderek artan bir baskı altına girmiş bulunmaktadır. Bu nedenle, kamu kesimi fi­ nansman dengesine sağlıklı ve kalıcı bir çözüm getirilmedikçe, iç borç sorunu ülkemiz açısından son derece olumsuz gelişmelere neden olabilecek bir potansiyel taşımaktadır. III.3.4. İç Borçların Faiz ve Vade yapısı Türkiye'de faiz oranını belirleyen çeşitli faktörler vardır. Bunlardan en önemlisi, kamunun sürekli genişleyen finansman açıklan nedeniyle piyasadaki fon­ ların yaklaşık yüzde 90'ına el koymasıdır. Bu durumun sonucunda artan ödünç verilebilir fon talebi faiz oranlannı yükseltmektedir. Aynı zamanda devletin bu aşın fon talebinin nisbeten zayıf fon havuzundan karşılanmakta olması da faiz oranlannın iç borç talebine karşı duyarlılığını kamçılamaktadır. Bunlara ilave olarak istikrarsız ekonomi politikalannın bir sonucu olarak ortaya çıkan enflasyon ve toplumdaki enflasyon beklentisi de faiz oranlannın düşmesini engellemektedir. Faiz oranlarının düşürülebilmesi, ekonomide fiyat istikrannın sağlanmasına ve toplumdaki enflasyon beklentisinin kınimasına bağlıdır. Türkiye'deki mevcut siyasal istikrarsızlık ve hükümetlerin izledikleri politikalara duyulan güvensizlik ortamı da faiz oranlannın arzulanan seviyelere çekilmesini engellemektedir. Aşağıda verilen Tabloda 1989'dan 1995 yılına kadar ağırlıklı ortalama ihale faiz oranlan gösterilmektedir. (Tablo:12) Tí ^ o CD LO CvJ ^- CQ CM CO O CM IO T- i5 — CD 00 c o O CO CO ^ LO" LO" -«t CM LO CO -1T- Ş2;:S s 1^ 0 CVJ CD CD -^t h- CD" O " CD" co CD 00 00" Cvj" T-" T- CD CD 00" 1 CD CO "«t CM^ o " 02" 1 CD 00 1 K 1 LO 00 00" CD CD CD T- CD 0 CD 00" T- CD CO ""t co" 1 1 i CM l O 1 1 CD_ 1 1 1 1 Si 1 1 1 CD CD ^ 1 1 1 1 1 1 1 1 Lo" Lo" 1 - ^ 1 1 T- o CO CD" CD" 10 00 00 CD h-T LOT-" CM CO ^ s CD q ^ CM" CD" CM" T- CM CD T- LO Cvl T- 0" CM" ss 1^ g T- Cvl CD co 1 - LO 1 co co q S LO iq q >" CM" ó ) 10 10 cvT oJ" CVJ LO 1 1 0 CD 00" CD -"t LO 00 00" CD 0 s 10 TT- CD CD CD CD" 10" T-" |C T- CO CD 00 CO c s o oT °° oo"^ ^" ocôScD œ o L o S B o CD co O 1- ^ ^" CD" K CM CO LO 00 CD CD o" CO T- O S CM ^ S CM" K CD" LO" "t T- CM CD N "5 LL § CO lO LO CD" K •I- CO CD 00 CD_ C0_^ i-" K CD 00 T- h» CD" 1- CD CD T-" T- CO T- ) ""t LO co CD" O" CM" CVJ co LO LO CO LO CM CD . tC LO" T-" CO CD CD -I^" 1- T-" ^ T- CO CD .£ co E İS O o LO 'S, t s 1 1 ss CD CO T, LO" CM CM J3 CO co CD 1 1 CM CM CM 00 00_ LO^ LO" o" LO" TCM T- CM_ Cvj T- <=^.co" 05 LO CM" CM CO CM CvJ 1 CM CM 00 O IO '^.CDCM CM 1 1 00 LO LO ^-P T- ^ T- °° CD' 1 in 1 1 ^ CD CM CD CO T- CD CD CD CM 1- LO O ^„ LO" 00 T- 1 CD 1 1 CD T- 1 CO 1 CD 0> CD CD T- CO h- 0 CD" h-" CO T- T- 00 CD" T- 0 LO T-" CD" CD 00 00" CM LO CO Cvl CD CD s ^ ^( hCM_^ CD" LO" 00" CM" T- CO LO 00 CM CD O) 00 CD CD h-" 00" CD" CO IO •î- 00 o LO co S CM T- 00 co co CD T-_ q q q q o " cvj" 10" o " LO" •I- CM co LO LO q CM_^ -"t" CM" K co 10 h«. CD" 00 1 - T- CD 1 - IO "«t CM O" CU LO" O" LO" T- CVJ co LO LO O) •r- ""sjT- q CD" s >>>^ >- CD" < T- T- o CM rvT Lo" K Lo" I T- co 10 h- CD" CD 00 CM CD CD^ h-^ q , 00" K N." 00" T- co I O <<<> co co CD CM_^ q CD q q o " CM" CD" O ' '^" T- CM co LO IO CD" CO" K ( T- co ( 0" LO" 1 CD 00 CO^^ q T- h - co CD CD T- CO LO 00 0" LO" CD 00 co CD CD 1- LO CT>" CM CD ާ fe ,S (ó Où K S8 CD CM 1 OJ LO 1 1 1 1 LO h T- r-. CD co co UO CD CD" Ö " r^" •r- "^t CD CD CM CO ° T- T- °o " 1 Ş < Ş CD" K CO 00 co -«t ? CD IO LO CM LO co S < co h". CD N 00 Cvl 10" O " h-" co IO IO "«t co 00 N o CD co co" CD" O" T-" T- CM ^ CD LO O " T-" t - Cvl < < o < < <>- s T- o I ^co CD CD s T- CM" co CO CD T- CM" CD T- CM Türkiye'de yüksek faiz oranları ve gittikçe artan borç talebi nedeniyle iç borçlara ödenen faiz tutarlan da yıllar itibariyle çok hızlı bir tırmanış göstermiştir. 1985 yılında ödenen toplam faiz tutan 257 Milyar TL iken 1995 yılında bu tutar, 1872 katı aşan bir artış göstermek suretiyle 481 Trilyon 152 Milyar TL'ye yükselmiş bulunmaktadır. (Tablo:13) Tablo-13 İç Borçlara Ödenen Faiz Tutarlan (Milyar TL) Bonolara Ödenen Faiz Konsolide borçlara Ödenen Faiz Kısa Vadeli Avanslara Ödenen Faiz Ödenen Toplam Faiz Yıllar Tahvile re Ödenen Faiz 1985 168 82 0 7 257 1986 399 247 61 10 717 1987 806 490 329 51 1676 1988 1272 1143 0 73 2488 1989 3089 1612 0 102 4803 1990 6302 1744 1876 114 10.036 1991 10.221 4953 1474 266 16.914 1992 15.898 15.033 1942 1214 . 34.087 1993 42.321 41.612 0 1485 85.418 1994 112.467 114.017 0 4551 231.035 1995 110.899 364.620 0 5633 481.152 Kaynak: HDTM Ülkemizde 1991 yılına kadar toplam iç borç faiz ödemeleri içindeki en büyük pay. Tahvillere ait bulunmaktadır. Bunu hazine bonolan ve kısa vadeli avanslar iz­ lemektedir. Konsolide borçlara ödenen faizler ise, vadenin uzun olması nedeniyle belli yıllarda yoğunlaşmıştır. 1991 yılından sonra kısa vadeli borçlanmak zorunda kalındığından Hazine Bonolanna ödenen faiz yükselmiştir. Bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de tasarruf sahipleri, varlıklannı en güvenilir, alternatif getirişi en yüksek ve en likit biçimde değerlendirmeyi tercih et­ mektedirler. Ayrıca Türkiye'de servet sahipleri yatırım kararı verirken siyasal ve ekonomik istikrar durumuna ve fiyat istikrarına büyük önem vermektedirler. O ne­ denle ülkemizde siyasal ve ekonomik istikrarsızlık, yüksek kronik enflasyon ve enf­ lasyon beklentisi tasarruf sahiplerinin tercihlerini kısa vadeden yana yapmasına neden olmakta, dolayısıyla hazine kısa vadeli olarak borçlanmak zorunda kal­ maktadır. Gelişmiş ülkelerde iç borçlann vadesi 10 yılın ötesindeyken, ülkemizde borçların yüzde 75'inin vadesi bir yıldan daha kısa vadelidir. (Tablo:14) S è S 2 8 8 S Î ? ? S 8 8 8 ? 3 | 8 8 5 Ş S 8 ; : o o o o o o o o $J O O O I ^ ; : O O C 0 C \ J O O o C M T - T - O ^ c •^CDIN-«^ l o r ^ ' * I^LOCÛ Î^'^ S g ^ S o Ş o g o « o ^ S ^ o o g o o o g ^^cocvj ^ toS r^^cviœ ^5 2 ° 2 § g 2^ « -I- o t o c o m c o Tñ I ^ ^ I ^ ^ Ş g S İ 2 2 § ^ <0 C O ^ g § 8 8 8 S 8 S Ş i ^ Si S S § S S S 8 ş ^ 8 Ş R - O O O O O O O O C M ^ ^ § 8 8 3 8 8 8 ? ? 8şs588?E588l5 ^ ^ | I o o o o o - i - o o o ? ^ o co O - ^ t - O O O C O L O O O Î J : r: S g o CO <0 CD CVJ o o T- o T- I I 8 ^ J;; ^ O T - O O O O O O (O ra i gog^i^oofehjo ^LOC\J T-CO ^T-CNLO>C0I O J ^ O Î C D O O C M O O O O g g J;¡ o c o ş g o o j ^ ı ^ o o o g g O A. in m co T- I I R- I 5. « I > | o | | o Ç 5 o | o I o | | | ş ş o o o o o g i I io|iiio8o 1 i I o ra § ? i i i § § i § § i o | | | o o o o o o o l i i i ^ s i s i mm%%Eî%2 | o | § S ^ o Ş o § | | | o o o o o o o I I lili IIII ligi IfeI 2 Ò (O imrsr^s i 8 İ İ İ İ İ İ İ İ İ İ ¡11° F^LOCOO^ooSo S oc^raS2ooooooo S ^ ° g g i F : S 8 8 8 Ş 8 ? 8 ^ S f e 8 8 8 8 8 8 8 3 S § § ^ S S S o o o í ñ o 2 o g S S o o o o o o o S ^ ° co M Z Z T- I c/j LU C-R^CMCO^IOXIQ ^ I K ^ >: < < < >:<C0IOO> ^ CO <O 0 ) 0 0 I I I :^ ^ o ülkemizde iç borç kısır döngüsünün yaşanmasında, faiz oranlannı yüksekliği yanında borçların kısa vadeli yapı göstermesinin de önemli bir payı vardır. Sağlıklı bir borçlanma politikası, düşük bir maliyetle borçlanabilme ile birlikte vadenin uzatılmasını gerektirmektir. 111.3.5. İç Borç Servis Yükü Bilindiği gibi iç borç servisi, bir yıl içinde ödenen iç borç taksitleri ile faiz ödemeleri toplamından meydana gelmektedir. Ekonomide iç borç servis yükü ile il­ gili olarak bazı temel göstergeler dikkate alınmaktadır. Bunlardan ön önemlisi, iç borç servisinin ekonomideki yükü ile ilgili olarak iç borç servisi/ GSMH oranıdır. Konsolide bütçe gelirlerinin ne kadannn, iç borç ana para ile faizlerine gittiğini ifade eden gösterge ise, iç borç servisi/ konsolide bütçe gelirleri oranıdır. Aynı şekilde iç borçlara ödenen faiz tutannın bütçe gelirleri içindeki oranı ile bütçe açığına oranını izlemek amacıyla da iç borç faizi/bütçe gelirleri ve iç borç faizi/bütçe açığı oranları dikkate alınmaktadır. Ülkemizde 1985-1995 yıllan arasında iç borç servisinin Gayri Safi Milli Hasıla'ya oranı ortalama olarak yüzde 12,6 civanndadır. Sözkonusu oran, 1992 yılına kadar yüzde 9'un altında kalmıştır. Hatta 1990 yılında bu oran yüzde 5,3'e kadar düşmüştür. Ancak 1992 yılından itibaren iç borç servisinin GSMH içindeki payı artmaya başlayarak 1992 yılında yüzde 15,2 1993'de yüzde 19,8, 1994'de yüzde 22,7 ve 1995'de yüzde 19.1 olarak gerçekleşmiştir. (Tablo:15) Tablo: 15 İç Borç Servisi / GSMH (Milyar TL) Yıllar İç Borç servisi (1) GSMH (2) 1/2% 1985 2157 35350 6.1 1986 3310 51185 6.4 1987 6355 75019 8.4 1988 9606 129175 7.4 1989 17075 230370 7.4 1990 21232 397178 5.3 1991 56506 634431 8.9 1992 168283 1103843 15.2 1993 396380 1997322 19.8 1994 885654 3887903 22.7 1995 1464417 7644206 19.1 * Cari fiyatlarla yeni seri KAYNAK: DİE, HDTM Devletin iç borç ödeme gücünü gösteren iç borç servisi/konsolide bütçe ge­ lirlerine oranı ise, 1985-1995 yıllan arasında bazen gerilemeler göstermiş olmakla beraber genel olarak artış eğilimi sergilemiştir. Gerçekten 1985 yılında bütçe gelir­ lerinin yüzde 41.8'i iç borç servisini karşılamaya yeterken bu oran zaman içersinde bozularak 1994 yılında bütçe gelirleri, borç servisini karşılayamaz bir hale gelerek yüzde 117,8 olarak gerçekleşmiştir. Sözkonusu oranın yüzde 100'ün üzerinde gerçekleşmesi, bütçe gelirlerinin borç servislerini karşılamaya yetmediğini, devletin iç borç ödeme kapasitesinin gerilediğini açıkça ifade etmektedir. (Tablo:16). Tablo: 16 İç Borç Servisi / Konsolide Bütçe Gelirleri (Milyar TL) Yıllar İç Borç Servisi(l) Konsolide Bütçe Geiirleri(2) 1/2% 1985 2157 5158 41.8 1986 3310 7154 46.2 1987 6355 10444 60.8 1988 9606 17587 54.6 1989 17075 31369 54.4 1990 21232 56573 37.5 1991 56506 99085 57.0 1992 168283 178070 94.5 1993 396380 357333 110.9 1994 885654 751615 117.8 1995 1464417 1404071 104.2 Kaynak: HDTM Ülkemizde 1986 yılında bütçe gelirlerinin yüzde 46,2'si, 1987'de ise, yüzde 60,8'i borç servisini karşılamaya yeterken, 1992 yılında bu oran yüzde 94,5'e yükselmiştir. Bu durum bütçe gelirlerinin yaklaşık tamamının borç servisini karşılamak için kullanılması zorunluluğunu ifade etmektedir. Devletin iç borç ödeme gücündeki azalma 1992 yılından sonra daha da kötüleşmiştir. Gerçekten 1993 yılında artık bütçe gelirleri, devletin iç borç servis­ lerini karşılamaya yetmez bir duruma gelmiştir. Çünkü bu yılda iç borç servisi/ kon­ solide bütçe gelirleri oranı yüzde 110'u aşmıştır. 1994 yılında da sözkonusu oran daha da yükselmeye devam ederek yüzde 117,8 olarak gerçekleşmiştir. Bu rakamlann açık bir biçimde ortaya koyduğu gerçek, devletin iç borç servisini karşılamada ciddi sorunlar ile karşı karşıya kalmış olduğudur. Çünkü devlet eski borçlarını ödeyebilmek için yeniden borçlanmak zorunda kalmaktadır. Aynı kötüleşme iç borç faizlerinin bütçe gelirleri içindeki payının artmasıyla da kendisini göstermektedir. Gerçekten, 1986 yılında, bütçe gelirlerinin sadece yüzde 9,1'i iç borç faizlerini karşılarken, 1994 yılında bu oran yüzde 300'ün üzerinde bir artışla yüzde 28,5 olarak gerçekleşmiştir. Bu durum, bütçe gelirlerinin yaklaşık üçte birinin sadece iç borç faizlerini ödemek için kullanılması mec­ buriyetini ifade etmektedir. Benzer bozulma, iç borç faizleri/bütçe açığının 1986-1994 yılları arasında gösterdiği gelişmeden de anlaşılmaktadır. 1986 yılında iç borç faizlerinin bütçe açığı içindeki payı yüzde 46,1 iken 1990 yılında yüzde 80,4,1994'de de yüzde 93 olmuştur. Bu durum bütçe açığının neredeyse iç borç faizleri ile aynı tutarda olduğunu ifade etmektedir. (Tablo:17). Tablo:17 İç Borç Faizinin, Bütçe Gelirleri ve Bütçe Açığı İçindeki Payı Yıllar İç Borç Faizi/Bütçe Gelirleri(%) İç Borç Faizi/Bütçe Açığı(% 1986 9,1 46,1 1987 12,1 48,5 1988 18,0 81,8 1989 16,3 68,2 1990 17,0 80,4 1991 17,5 50,5 1992 17,5 64,4 1993 26,3 68,8 1994 28,5 93,0 Kaynak: HM 111.4, TÜRKİYE'DE İÇ BORÇLANMANIN KAYNAKLARI 111.4.1. Giriş İç borçiarın miktarı, bileşimi ve faiz oranları kadar bu borçların hangi kaynak­ lardan sağlanmakta olduğu da özellikle ekonomik istikrar açısından son derecede önemli bir husustur. Ekonominin işsizlik ve durgunluk içerisinde bulunduğu dönemlerde toplam talebi genişletici etkisi en fazla olan merkez bankası kaynaklan tavsiye edilirken, enflasyon ortamında toplam talebi fazla kamçılamayacak gerçek tasarruf kaynaklarından iç borç sağlanması daha uygun bir çözüm yolu olarak gözükmektedir. Türkiye'de 1980 öncesi dönemde iç borçlann finansmanında geniş ölçüde merkez bankası kaynakları kullanılmıştır. 24 Ocak Kararlarının bir gereği olarak kamu borçlanmasında bir yöntem değişikliğine gidilerek, ağırlık merkez bankası dışındaki kaynaklara kaydırılmıştır. Ancak iç borçlanmadaki finansman yöntemi değiştirilmiş olmakla beraber, enflasyonist fiyat artışlannın önlenmesi sağlanmamıştır. Daha öncede belirtildiği gibi ülkemizde iç borçlanmanın kısa vadeli olması ve yüksek reel faiz oranlanndan iç borçlanmaya gidilmesi ekonomideki fiyat istik­ rarının sağlanmasını önlemiştir. Buna ek olarak Türkiye'de iç borçlanmanın esas kaynağını bankalann oluşturması da enflasyon ile mücadelede başanlı olunmasını önlemiştir. Devletin iç borçlanma yolu ile bankalann elindeki fonların önemli bir kısmına el koyması, ekonomide dışlanma etkisinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu nedenle özel sektörün yatırım kaynaklannın miktarı azaltılıp, kredi faiz oranları yükseltilerek özel kesiminde üretim ve yatınmlan azalmıştır. Devlet borçlanma senetlerini satın almada bankalann monopson durumunda bulunması iç borçlanmanın düşük maliyetlerden gerçekleştirilmesini önlemiştir. İç borçlanmada bankaların hakim durumda bulunması esasen bozuk olan gelir dağılımını daha da kötüleşmesine neden olmuştur. 111.4.2. Merkez Bankasından Sağlanan Kaynaklar İç borçlanma iktisat politikası aracı olarak kullanıldığı durumda, ekonominin konjonktürel durumuna göre borçlanmanın kaynağında dikkatli olmak gerekir. Çünkü toplam talebi genişletme açısından borçlanmanın kaynağı son derece kritik bir faktör durumuna gelmektedir. Örneğin enflasyon içinde borçlanmanın kaynağı, işsizlik ve durgunluk dönemindekine kıyasla daha farklı olmak durumundadır. Çünkü enflasyon durumunda iç borçlanmanın kaynakları talep daraltıcı bir özellikte olması gerekirken ekonomik durgunluk dönemlerinde toplam harcamaları kamçılayıcı bir nitelikte olmak durumundadır. Merkez bankası kaynakları ek bir satın alma gücü anlamına geldiğinden işsizlik ve ekonomik durgunluk dönemlerinde iç borçlanmanın başlıca kaynaklanndan biri olmaktadır. Çünkü merkez bankası kaynakları toplam talebi genişletme açısından ekonomik durgunluk dönemlerinde tercih edilmektedir. ülkemizde iç borçlanmanın kaynağı olarak merkez bankası kaynaklannm kullanılması ekonomik konjonktürün gerektirdiği bir çözüm yolu olmaktan ziyade, kamu açıklannın finanse edilmesi zorunluluğunun bir sonucu olarak koşullar ta­ rafından empoze edilmiştir. Türkiye'de özellikle 1950'den sonraki dönemlerde bütçe açıklannın finans­ manında geniş çapta Merkez Bankası kaynaklan kullanılmıştır. Böyle bir uy­ gulama, 1970'lere gelinceye kadar önemli sayılabilecek bir enflasyona neden ol­ madan yürütülebilmiştir. Ancak özellikle, 1970' li yıllann ortalanndan itibaren enflasyonist fiyat artışlannın neden olduğu sorunlardan dolayı, 1980'in başlannda uygulamaya kon­ ulan 24 Ocak Kararlannın bir gereği olarak Merkez Bankası kaynaklannı aşın ölçüde kullanmaktan kaçınılmış ve 1984 'ten itibaren daha az enflasyonist olacağı düşünülen borçlanma kaynaklanna yönelinmiştir. Bir görüşe göre, bütçe açıklannın enflasyonist olup olmaması aslında bütçe açıklannın büyüklüğünden ziyade, bunlann hangi yol ve yöntemlerle finanse edil­ diğine bağlıdır. Buna göre bütçe açıklan merkez bankası kaynaklanndan finanse edilirse bu durumda enflasyona davetiye çıkarılmış olmaktadır. Oysa bu kaynak dışında yapılan iç borçlanma da, toplam para arzı değişmeyeceğinden enflasyona da neden olunmayacaktır. Ülkemizde böyle bir görüşün etkisiyle merkez bankası dışındaki kaynaklara başvurulmuş ancak yine de enflasyon ile mücadelede başarılı olunamamıştır. Ancak 1991 yılından sonra yeniden Hazine, Kısa Vadeli Avans Hesabı altında Merkez Bankası kaynaklarkına başvurmaya başlamıştır. (Tablo:18) Tablo: 18 Kısa Vadeli Hazine Avansı (Milyar T L ) Yıllar KVA 1985 266 1986 257 1987 355 1988 675 1989 457 1990 331 1991 10.719 1992 17.394 1993 53.010 1994 51.857 1995 94.723 111.4.3. Ticari Bankalardan Sağlanan Kaynaklar Özellikle son on yıl içerisinde ticari bankalar, Devlet Borçlanma Senetleri'nin en önemli müşterileri arasında bulunmaktadır. Gerçekten son yıllarda gerek hazine bonolannda ve gerekse devlet tahvillerinde ticari bankalann payı, ortalama olarak yüzde 80'in üzerinde bulunmamaktadır. Bunun çeşitli nedenleri vardır. Bir kere ban­ kalar yasa gereği olarak portföylerinde Devlet Borçlanma Senedi bulundurmak zo­ rundadırlar. İkinci olarak, bankalann bir plasman türü olarak hazine bonosu ve devlet tahvillerine yatırım yapmalarını avantajlı kılan nedenler mevcuttur. (Tablo:19) Tablo: 19 İç Borç Stokunun Alıcılara Göre Dağılımı (Milyar TL) % Resmi Kurumlar % Özel Kuruluşlar % Tasarruf Sahipleri % 1896.7 81.34 305.5 13.10 59.7 2.56 69.8 2.99 1987 3616.9 83,53 485.4 11.21 194.9 4.50 33.1 0.76 1988 6787.4 91.45 422.3 5.69 184.9 2.49 27.6 0.37 1989 13132.7 91.20 848.9 5.90 393.1 2.73 25.4 0.18 1990 17963.1 85.94 2699.6 12.92 238.4 1.14 0 0 1991 42469.9 92.75 1450.7 3,17 1866.6 4.08 0 0 1992 119548.6 79.23 20928.7 13.87 5942.5 3.94 4476.8 2.97 1993 278250.3 79.19 20021.1 5.70 8884.6 2.53 44209.9 12.58 1994 604855.0 71.60 82544.2 9.77 22446.2 2.66 134956.9 15.97 1995 1359560.0 81.63 147386.8 8.85 59168.1 3.55 99388.5 5.97 Yıllar Bankalar 1986 Kaynak: HM- 1995 Bilindiği gibi, yasa gereği olarak bankalar, umumi disponibilité karşılığı resmi mevduat karşılığı ve yedek akçe karşılığı olarak Devlet İç Borçlanma Senetleh'ni tutmak zorundadırlar. Ayrıca devlet iç borçlanma senetlerinin risksiz bir yatırım aracı olması, vergi avantajına sahip olması, getiri oranının alternatif araçlara göre daha yüksek olması gibi özellikler de bankalann hazine bonosu ve devlet tah­ villerine yatınm yapmalanna neden olmaktadır. Gerçekten devlet iç borçlanma senetlerini borçlusu, devlet olduğundan bun­ ların kredi riskinin düşük olmasını ve güven unsurunun fazla olmasını asğlamaktadır. Özellikle ekonomik istikrarsızlık ve kriz dönemlerinde özel sektör borçlanma araçlarının kredi riski yükselmekte ve bu durumda devlet iç borçlanma senetlerinin cazibesini yükseltmektedir. Buna ek olarak devlet iç borçlanma se­ netlerinin hem likiditesi daha yüksek ve hemde ikincil piyasalan daha işlek bir du­ rumdadır. Bu menkul değerden sağlanan gelirlerin vergi muafiyetine sahip olması da yatınmcılar açısından bunları daha çekici bir hale getirmektedir. Devlet İç Borçlanma Senetlerinin Yüzde 80'den Fazlasının Bankaların Elinde Bulunmasına Ekonominin Geneli Açısından Baktığımızda Bazı Sorunlar Ortaya Çıkmaktadır. Çünkü Bankalann Özel Sektöre Kredi Olarak Verebileceği Kaynaklar, Kamu Açıklarının Finansmanında Kullanılmaktadır. Bu Durum Ekonomide Üretim Ve Yatırımın Azalmasına Neden Olmaktadır. Ayrıca, Faiz Oranlannın Yükselmesine Neden Olunarak Özel Sektörün Yatınm Yapmasını Caydırmaktadır. Ayrıca, devlet iç borçlanma senetlerinin en büyük alıcısının bankalar olması onlan monopson durumuna getirmektedir. Bu nedenle Hazine'nin faiz oranlarını düşürmek suretiyle piyasadan daha düşük bir maliyetle borçlanmasını da bankalar bu konumlan nedeniyle engellemektedirler. Ülkemizde iç borçlanmanın önemli ölçüde bankalardan yapılması ekonomik istikrarı da bozmaktadır. Çünkü, bankaların nitelikleri gereği para yaratan kurumlar olması ekonomide toplam para arzının genişletilmesine ve sonuçta enflasyon ile mücadelede başarılı olunmasını da önlemektedir. Faiz oranlan yüksek, riski düşük, vadeleri kısa ve vergiden muaf olan hazine bonosu ve devlet tahvillerinin bankalar tarafından satın alınması ülkemizde zaten yıllardır enflasyonun bozduğu gelir dağılımının daha da kötüleşmesine neden ol­ maktadır. 111.4.4. Resmi Kurumlardan Sağlanan Kaynaklar Ülkemizde 1980 öncesi dönemde iç borçlanma ilişkisi, daha ziyade kamu ku­ rumlan arasında cerayan etmekteydi. Bu kurumlann en önemlileri, T.C. Emekli Sandığı, Sosyal Sigortalar Kurumu ve Kamu İktisadi Teşebbüsleri'dir. Sözkonusu kurumlar 1980 öncesinde büyük tutarlara ulaşan fon fazlalannı devlete borç vermek suretiyle değerlendirmekteydi. Özellikle enflasyonun hız ka­ zandığı dönemde devlet iç borçlanma senetlerinin faizlerinde enflasyonu telafi ede­ cek bir düzenlemenin yapılmaması bu kurumlann zaranna işleyen bir sonuca ned­ en olmaktaydı. Ayrıca fonların devlet kağıtlarına yatıran bu kurumların kendi yatınmlarında gerilemeler ile karşı karşıya kalmalarına neden olmuştur. Devlet iç borçlanma senetlerinin bankalardan sonra gelen önemli müşterilerinden biri olan kurumlann toplam iç borç stokundaki paylan değişken göstermekle birlikte son yıllarda yaklaşık yüzde on civanndadır. Gerçekten resmi kurumlann iç borç stokundaki paylan, 1986'da yüzde 13,10, 1989'da yüzde 5,9 1992 de 13,87 1993'de yüzde 5,7 ve nihayet 1995'de de yüzde 8,85 olarak gerçekleşmiştir. Kuruluş kanunundan kaynaklanan düzenlemelere göre, Emekli Sandığı'nın gelirlehnin ylüzde 60 oranındaki bir kısmının devlet borçlanma senetlerine yatıniması gerekmektedir. Devletin böyle rahat bir biçimde Emekli Sandığı'nın kaynaklanna el koyma imkanının bulunması kurum kaynaklarının verimsiz olarak kul­ lanılmasına ve sonuçta israf edilmesine neden olmaktadır. Aynı şekilde Sosyal Si- • gortalar Kurumu'nun da fonlarını devlet borçlanma senetlerine yatırması zorunluluğu bu kurumun da kaynaklannın verimsiz kullanılmasına ve diğer ne­ denlerle birlikte kurumu iflasın eşine getirmiştir. Kamu İktisadi Teşebbüsleri de kârları üzerinden ayırdıkları yedek akçeleri devlet borçlanma senetlerine yatırmak suretiyle fonlannı değerlendirmişlerdir. Özellikle son yıllarda ise, genellikle bu kuruluşların zarar etmeleri nedeniyle devlete borç veren kurumlar olmak yerine devletin borç içine girmesine neden olmuşlardır. III.4.5. Özel Kuruluşlardan ve Tasarruf Sahiplerinden Sağlanan Kaynaklar Devlet iç borçlannı finanse etmek amacıyla özel kuruluşlardan ve tasarruf sa­ hiplerinden de borçlanabilmektedir. Bu kuruluşlar gerçek anlamda bir tasarruf faz­ lasına sahip olduklan için özellikle yüksek enflasyon dönemlerinde bu tür kaynak­ lardan borçlanmak tavsiye edilmektedir. Özel kuruluşların ve tasarruf sahiplerinin tüketim harcamalannı kısmak suretiyle, devlet iç borçlanma senetlerini satın aldıklan durumda toplam talep daralmış olacağından fiyat istikrannın sağlanması açısından uygun bir yol olmaktadır. Özel kuruluşlar kaynaklannı kullanırken kullanım alanllannın riskinin düşük olması yanında getiri oranı nisbeten yüksek olan alanlan tercih etmektedirler. Bu açıdan arkasında devlet garantisi olan alternatif getirişi ve likiditesi yüksek olan devlet iç borçlanma senetlerini tercih ederek, fonlannı devlete borç olarak ver­ mektedirler. Ekonominin kriz içinde olması, ülkede siyasal ve ekonomik belirsizliğin hakim olması durumunda işletmeler kaynaklannı kendi yatınmlarlannda kullanıl­ mak yerine Hazine Bonusu ve Devlet Tahvili satın almayı tercih etmektedirler. Bu durum Hazine'nin iç borçlanma kaynaklannı arttırmak gibi olumlu bir etkisi bulunmamakla birlikte özel sektörde yatınm ve üretimin gerilemesine neden olmak­ ta ve sonuç olarak istihdam hacmini ve büyümeyi düşürmektedir. Türkiye'de toplam iç borç stoku içinde özel kuruluşların payı, son on yılda yüzde 5'in altında kalmıştır. Gerçekten 1986 yılında sözkonusu pay, yüzde 2,56 iken 1987 yılında yüzde 4.50'ye çıkmış ancak izleyen yıllarda gerilemeye devam etmiştir. 1991 yılında ise, tekrar yükselerek yüzde 4.08'e kadar çıkan bu pay, daha sonraki yıllarda tekrar azalmış ve nihayet 1995 de yüzde 3,55 olarak gerçekleşmiş bulunmaktadır. Tasarruf sahipleri de gelirlerinden tüketimlerini çıktıktan sonra geride kalan birikimlerini, en verimli ve en risksiz biçimde değerlendirmeyi tercih etmektedirler. Türkiye'de özel kuruluşlar ve tasarruf sahipleri 1950 yılına kadar devlet borçlanma senetlerine rağbet etmişlerdir. Ancak izleyen yıllarda enflasyon yükselirken nominal faizlerin buna ayak uyduramaması sonucunda devlet borçlanma senetlerinin reel getirişi azalmış ve böylece özel kuruluş ve kişilerin bu senetlere olan talebi gerile­ me göstermiştir. Gerçekten son on yılın rakamlarına baktığımız zaman bu durum açık bir biçimde görülmektedir. Ülkemizde 1986 yılından 1992 yılına gelinceye kadar top­ lam iç borç stoku içinde tasarruf sahiplerinin payı, yüzde 3'ün altında kalmıştır. An­ cak sözkonusu pay, son yıllarda bir kıpırdanma göstermek suretiyle 1993 yılında yüzde 12,58 ve 1994 yılında da yüzde 15,97 olarak gerçekleşmiştir. III. 5. TÜRKİYE'DE İÇ BORÇLANMAYA İLİŞKİN SORUNLAR III.5.1. İç Borçlanmanın, Maliye Politikası Aracı Olarak Kullanılması Günümüzün gelişmiş ülkelerinde devlet borçlan, ekonomide zaman zaman karşılaşılan konjonktürel dalgalanmalan telafi etmek üzere kullanılan maliye poli­ tikasının temel amaçlanndan birisidir. Devlet borçlannın miktar, vade, faiz ve dağılımında yapılacak düzenlemelerle toplam talep, üretim ve istihdam hacminde meydana gelen dalgalanmalann ortadan kaldınlarak ekonomide istikrarın sağlanmasına çalışılmaktadır. Durgunluk dönemlerinde para ve maliye politikalan ile birlikte toplam talebin arttınimasını sağlayarak iç borçlanma ekonominin tam istihdama yaklaşmasına yardımcı olmaktadır. Enflason ortamında ise, iç borçlanma diğer politikalarla birlik­ te toplam talebi daralmak suretiyle ekonomide fiyat istikrannın gerçekleştirilmlesini sağlamaktadır. Gelişmiş ülkelerde iç borçlar, anti-konjonktürel bir iktisat politikası aracı olarak kullanılmasına rağmen, ülkemizdeki durum oldukça farklıdır. Türkiye'de 1950 yılından beri kamu açıklan ekonominin temel bir sorunu haline geldiğinden iç borçlanima bir istikrar politikası aracı olarak değil, koşullann empoze ettiği bir durum olarak ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle iç borçlanma enflasyon ortamında toplam harcamalan kısmak için değil, daha ziyade bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır. Özellikle 1985 yılından itibaren kamu açıklarının finansmanında iç borçlanma önemli bir paya sahip olmuş, toplam harcamalann artmasına ve enf­ lasyonist fiyat artışlanna neden olmuştur. Hükümetlerin acil kaynak ihtiyacı içinde bulunmalan nedeniyle yüksek reel faizlerle ve gittikçe kısalan vadelerle borçlanmaları da enflasyonist fiyat artışlannın kamçılanmasına neden olmuştur. III. 5.2. Yüksek Reel Faizlerle Borçlanılması Gelişmiş ülkeler, enflasyonyun bir kaç puan üzerinde bir faiz oranından borçlanma imkanına sahip olduğu halde, ülkemizde oldukça yüksek reel faiz oran­ lan ile ancak hükümetler, borç bulunabilmektedirler. Bunda siyasal ve ekonomik is­ tikrarsızlık ile izlenen iktisat politikalanna duyulan güvensizlik ile yüksek enflasyon önemli bir paya sahip olmaktadır. Buna ek olarak kamunun acil fon ihtiyacında bu­ lunması da bir anlamda Hazine'yi yüksek reel faizlerle borçlanmaya zorlamaktadır. Türkiye için bugün temel sorun, iç borç stokunun büyüklüğünden ziyade iç borçlanmanın yüksek faizlerle ve gittikçe kısalan vadelerde gerçekleştirmek mec­ buriyetinde kalmmasıdır. Böyle olumsuz bir iç borçlanma politikası zorunluluklann sonucu olarak ortaya çıkmakta olup iç borç stokunun hızla büyümesine neden ol­ maktadır. 1985 sonrasında hükümetler, kamu kesimi açıklannı finanse edebilmek için özel kesim fon kullanıcalan ile yoğun bir rekabete girmiş ve piyasa ortalamasının üzerinde bir faiz ödeyerek kaynak sağlamaya çalışmıştır. Gelişmiş piyasa ekono­ milerinde risk, likidite, vergi muafiyeti gibi avantajları nedeniyle devlet iç borçlanma senetlerinin faizi, diğer enstrümanlann faizlerinden oldukça düşüktür. Türkiye'de ise, bu uygulamanın tersine olarak hükümetler en düşük faiz oranından değil en yüksek faiz oranlan üzerinden borçlanabilmektedirler. Kamu kesiminin çok yüksek faiz oranlarından yoğun bir borçlanma talebi içinde bulunması, ekonomideki diğer faiz oranlannda yüksek seviyelerde kalmasına neden olmaktadır. Aynca, Devlet Tahvili ve Hazine Bonolan'nın vergiden muaf oldukları düşünülürse, Hazine'nin borçlanmasına gerçek maliyeti de ortaya çıkar. Hazine'nin acil fon ihtiyacı içinde bulunması, rasyonel bir borçlanma politikası izlenmesini engellemekte ve hangi faiz oranı ile olursa olsun borçlanılmasına neden olmaktadır. 111.5.3. Kısa Vadeli Olarak Borçlanılması Dünyanın gelişmiş piyasa ekonomilerinde hükümetler, 10-15 yıl gibi uzun vadelerle borçlanabildikleri halde, ülkemizde Hazine oldukça kısalan vadelerle borçlanmakta olup ortalama vade bir yılın altındadır. Siyasal ve ekonomik belir­ sizlik ve iktisat politikalarına duyulan güvensizlik iç borçlann ortalama vadelerini git­ tikçe kısaltmaktadır. Toplam iç borç stokunun önümüzdeki 3-5 ay içinde yüzde 65'inin ödenecek olması zorunluluğu, iç borç kısır döngüsüne neden olmakta ve Hazine'yi borç kıskacı altında tutmaktadır. Çünkü, hükümet vadesi, gelen borçları ödeyebilmek için daha yüksek faizler ile yeniden borçlanmak mecburiyetinde kal­ maktadır. Hükümetlerin kamu finansman açıklarını finanse etmek için Merkez Bankası kaynaklanna başvurmak yerine çok kısa vadeli ve yüksek faiz oranından borçlanması belki kısa vadede enflasyonu baskı altında tutsa bile, uzun vadede hem talep hem de maliyet cephesinden enflasyonu körüklemektedir. Ayrıca iktisat teorisindeki son gelişmelere göre, reel faiz oranı, büyüme hızının altında ise, hükümetler bu durumda önemli bir sorun ile karşılaşmadan iç borçlanma politikasını sürdürebilir. Ne var ki, reel faiz oranı, büyüme hızını aşarsa iç borçlanma politikası biçimindeki bir finansman politikası tavsiye edilmemektedir. Çünkü reel faiz oranının büyüme hızını aştığı durumda iç borç, giderek GSMH'nın daha büyük bir kısmını oluşturacak ve faiz ödemeleri bütçede önemli boyutlara ulaşacaktır. Ülkemizde, iç borçlann ortalama vadesinin gittikçe daralacağı bir durumda enflasyon oranının ve büyüme hızının oldukça üzerinde bir faiz oranından iç borçlanmaya devam edilmesi, bütçede iç borç faizlerinin artmasına ve sonuçta böyle bir kamu finansman politikasının sürdürülemez boyutlara gelmesine neden olmaktadır. Ne var ki, ülkede siyasal ve ekonomik istikrar sağlanıp iktisat poli­ tikasına duyulan güven takviye edilmedikçe kamu finansman açıkları kontrol altına alınıp enflasyon ve topluma yerleşmiş olan enflasyon beklentisi kırılamadıkça sağlıklı bir iç borçlanma politikası izlenmesi son derece zordur. 111.5.4. Ticari Bankalardan Borçlanılması Kamu açıklarının finansmanında merkez bankası kaynakları yerine iç borçlanmanın giderek önem kazandığı 1985 sonrasında ticari bankaların açtıkları kredilerin toplam aktifleri içerisindne payı, azalma eğilimi göstermişıtir. Buna karşılık, banka kaynaklarının artan oranda kamu borçlarının finansmanına yöneldiği görülmektedir. Bu durum bankaların özel kesimi finanse edecek yerde kamu kesimini finanse etmesi demektir. Neticede özel kesimin üretim ve yatınm im­ kanları daralmakta ve istihdam hacmi azalmaktadır. Ticari bankalann devlet iç borçlanma senetlerinin önemli bir kısmına sahip olmalarını başlıca iki temel nedeni vardır. İlk olarak, bankalar yasa gereği olarak disponibilité zorunluluğunu yerine getirmek amacıyla portföylerinde devlet iç borçlanma senetlerini tutmak zorundadırlar. İkinci olarak, böyle bir yasal zorunluluk sözkonusu olmasa bile, Hazine Bonosu ve devlet Tahvilleri'nin getirilerinin alternatif yatırım araclanna göre yüksek olması, risk unsurunun az olması, ikincil piyasa yoğun talep görmesi, bankalann disponibilité dışında devlet iç borçlanma senedi talep etmelerinin en önemli nedenidir. Bu iki sebepten dolayı ülkemizde Hazine Bonosu ve Devlet Tahvillerinin yüzde 80 kadan bankalann elinde bulunmaktadır. Ülkemizde bankalar tahvil ve bono ihalelerinde genellikle rakipsiz bir konum­ da bulunmakta ve bankalann bu konudaki monopsonist konumu, kamu borç faiz­ lerinin düşürülmesini engellemektedir. Bu nedenle, ihaleler, çoğu kere bankalann talep ettikleri faiz oranından gerçekleşmektedir. Sonuç olarak, banka kaynaklannın geniş ölçüde, kamu finansmanında kul­ lanılması, özel kesimin düşük maliyetlerle ve yeterli ölçüde kredilendirilmesini en­ gellemektedir. Bu olguya teoride "Dışlama Etkisi" denilmektedir. Çünkü kaynaklann önemli bir kısmına devlet el koyduğundan özel sektör üretim ve yatınmdan dışlanmaktadır. Kamunun geniş ölçüde bankalardan borçlanması, ekonomide fiyat istikrannın sağlanmasını da engellemektedir. Çünkü bankalar kaydi para yaratmak suretiyle ekonomideki para arzını ve likiditeyi şişirmekte ve enflasyonist fiyat artışlannın meydana gelmesine sebep olmaktadırlar. Bugün ülkemizin karşı karşıya kaldığı temel sorunlardan birisinin enflasyon olduğu gözönünde tutulursa, kamu borçlanmasının kaynaklannın fiyat istikran üzerinde etkilerinin de yeniden bir değerlendirmeye tabi tutulması gerekecektir. Diğer bir deyişle, enflasyon açısından borçlanmanın faizi ve vadesi kadar borçlanmanın kaynağı da önemlidir. Eğer Türkiye'de devlet, batı ülkelerinde olduğu gibi halktan borçlansaydı, bunun bankalardan borçlanmaya kıyasla enflasyonist etkileri çok daha sınırlı düzeyde kalacaktı. Çünkü bankalar, mahiyetleri gereği, kaydi para yaratan kurumlar olduğu halde, halktan borçlanılması durumunda böyle bir durum sözkonusu değildir. III. 5.5. Üretken Amaçlar Dışında Borçlanılması Klasik maliye teorisine göre, devlet masraflarının normal finansman aracı, vergidir. Bu nedenle her çeşit devlet harcamasının esas itibariyle vergilerle karşılanması gerekmektedir. Bu temel kuralın iki istisnası vardır. Bunlardan bi­ rincisi, savaş, diğeri de üretken kamu harcamalandır. Bundan dolayı devlet, sa­ dece savaşın ve üretken kamu harcamalannın finansmanı için borçlanmaya gi­ debilir. Çünkü her iki grup harcama çok büyük boyutlarda olmalan nedeniyle vergi ile finasman güçlüğü yanında, bu harcamalann tesirleri bugünkü kuşaklan olduğu kadar gelecek nesilleri de ilgilendirdiği için borçlanmayla finanse edilmeleri normal karşılanmaktadır. Dünyanın gelişmiş ülkeleri iç borçlanmayı bir talep yönetim politikası olarak ve bir de üretken yatırımların finansmanı için kullanmaktadırlar. Özellikle hiperenflasyondan başı çok ağırmış olan Almanya iç borçlanma konusunda çok dikkatlidir. Bu ülkede hükümetler ancak, üretken yatınmların finansmanı için iç borçlanmaya başvurabilirler. Türkiye'de ise iç borçlanma anti-konjonktürel bir iktisat politikası aracı olarak kullanılmadığı gibi üretken kamu yatırımlarının finansmanı içinde kullanıl­ mamaktadır. Ülkemizde devlet, gittikçe büyüyen kamu açıkları ve genişleyen iç borçlarını ödeyebilmek amacıyla yeniden yüksek faizlerle iç borçlanmaya gitmek­ tedir. Böyle bir iç borçlanma politikası ekonominin makro dengelerini sürekli olarak bozmakta ve ülkede enflasyonist fiyat artışlannın kronik bir hal almasına sebep ol­ maktadır. Gerçekten ülkemizde izlenmekte olan iç borçlanma politikası, borcu borçla ödeme gibi çok sakıncalı bir kısır döngünün içine girmiş bulunmaktadır. Mevcut borç stoku, ağır faiz yükü altında hızla büyümektedir. Eğer köklü tedbirler alınmaz ise, gelecekte borçların sadece faizini ödeyebilmek için devlet bugünkü borç stoku­ nun üzerinde bir borçlanmaya gitmek zorunda kalacaktır. 111.6. TÜRKİYE'DE İÇ BORÇLANMANIN NEDEN OLDUĞU EKONOMİK SORUNLAR III.6.1. Dışlama Etkisi Kamu açıklarının finansmanında geniş ölçüde iç borçlanmaya gidilmesi ekonomide özel sektörün dışlanmasına neden olmaktadır. Çünkü iç borçlanma ne­ deni ile devlet, ekonomideki tasarruflann önemli bir kısmına el koymakta ve bun­ dan dolayı ödünç verilebilir fon talebindeki artış, diğer koşullar veri iken, faiz oranla­ rını arttırmakta ve özel kesimin kullanacağı kaynağın miktannı azalmaktadır. Devletin iç borçlanma biçiminde bir finansman yöntemini tercih etmesi, özel sektörde iki türde dışlanma etkisinin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bun­ lardan birincisi, Reel Dışlama Etkisi, diğeri ise, Finansal Dışlama Etkisi'dir. Yatınmlardaki reel dışlama etkisi, özel kesimin reel kaynak kullanımının azalması demektir. Finansal Dışlama Etkisi ise, özel sektörün finansal kaynak kullanımının gerilemesi biçiminde ortaya çıkmaktadır. Başka bir ifade ile, Reel Dışlama Etkisi, kamu yatınmlarının özel sektör yatınmlan aleyhine genişlemesi, Finansal Dışlama ise, ekonomide oluşan fonlann önemli bir kısmının kamuya aktaniması dolayısıyla özel kesimin fon kullanımının azalması demektir. İç borçlanma nedeniyle özel sektör yatınmlan üzerinde reel bir dışlama et­ kisinin meydana gelebilmesi için temel faktör kamu kesimi yatınmlan özel sektör yatınmlannın birbirlerine rakip olduklan alanlara yönelmeleri gerekmektedir. Eğer durum böyle olmayıp kamu yatırımları özel sektörün tercih etmediği alt yapı yatırımlarına yöneldiği takdirde, özel sektör yatınmlarının dışlanması şeklinde bir etki meydana gelmeyecek, tam tersine özel sektör yatınmlannın karlılık ve verim­ liliğinin artması biçiminde bir destekleme sözkonusu olacaktır. Genel olarak dışlama etkisi kamu kesiminin hane halkının fazlalarını ken­ disine transfer etmesi ile meydana gelmektedir. Dışlama etkisini boyutu, özel kesi­ min fon talebinin faiz esnekliği ile hane halkının kamu-özel mali araçlan arasında yaptığı portföy tercihine göre ortaya çıkmaktadır. Devletin iç borca başvurması, iz­ lenen dönemlerde faiz ve anapara ödemesi mecburiyeti nedeniyle bütçe açıklarını arttırmakta ve bu da devletin yeniden borçlanmasına, dolayısıyla özel kesimin kul­ lanabileceği fonları daraltmasına sebep olacaktır. Türkiye'de 1980 yılı öncesinde, kamu kesimi açıkları önemli ölçüde merkez bankası kaynaklanndan yani para arzının arttıniması ile finanse edilmekteydi. Ekonomide para arzı artışı ve likidite genişlemesi enflasyonist fiyat artışlarını tahrik etmekteydi. Bu enflasyonist gidişi önlemek amacıyla 1985 yılından itibaren emisyo­ nu arttırmak yerine iç borçlanmayla açıkların finanse edilmesi yönünde bir uygu­ lamaya geçmiştir. Sürekli olarak artan bütçe açıklan ve bu açıkların iç borçlarla fi­ nanse edilmesi Türkiye'de iç borçlann sürekli bir şekilde artmasına sebep olmuştur. Türkiye'de son on yıl içerisinde iç borçlann GSMH'ya oranının sürekli olarak bir artış eğilimi içinde bulunması ekonomide önemli sorunların ortaya çakmasına sebep olmuştur. Türkiye'de son yıllarda kamunun sermaye piyasasından sağlanan fonların yaklaşık yüzde 90'a el koyması ekonomide dışlama etkisinin boyutlannı arttırmıştır. Kamunun bu iç borçlanma ihtiyacındaki artış, ekonomide ödünç verile­ bilir fonlar talebini arttırmakta, sonuçta hem özel sektör yatınmlannın eızalmasına hem de yatınmlann maliyetinde önemli bir paya sahip olan faiz oranlarının yükselmesine neden olmaktadır. Özet olarak belirtmek gerekirse, kamunun geniş ölçüde piyasadan borçlanması ekonomide faiz oranlarını yükseltmekte ve yükselen faiz oranlan da özel sektör yatırımlarının kısılmasına neden olmaktadır. III. 6.2. Faiz Oranlan Üzeindeki Baskı Bir ekonomide faiz oranlarını belirleyen temek etken, ödünç verilebilir fonlar talebi ile ödünç verilebilir fonlann arzıdır. Ödünç verilebilir fon arzı veri iken, bütçe açıklan nedeniyle devletin iç borçlanmaya gitmesi ödünç verilebilir fon talebini arttırmakta ve faiz oranlarını yükseltmektedir. Çünkü kamu açıklannın sürekli ar­ ması, devletin ekonomideki kaynakların daha büyük bir kısmını kamu kesimine kanalize etmesi zorunluluğunu ortaya koymaktadır. Bu amaçla devlet, iç borçlanmada kullandığı temel araçlar olan devlet tahvili ve hazine bonolannın faizlerini yükseltmek zorunda kalmaktadır. Türkiye'de devletin iç borçlanma senetlerine uyguladığı faiz oranları, başka bankalar olmak üzere, diğer finansal kurumlann uyguladığı faiz oranlanna baz ola­ rak alındığından, ekonomide ortalama faiz oranları artış eğilimine girmektedir. Bu nedenle mevduat ve kredi faiz oranları da çok yüksek düzyelerde seyretmektedir. III. 6.3. Kronikleşen Enflasyon İktisat teorisinde bütçe açıklan ile enflasyon ilişkisi analiz edilirken enf­ lasyonist fiyat artışlan bakımından bütçe açıklannın büyüklüğünden ziyade bu açıklann hangi yöntemler ile finanse edildiği konusu üzerinde önemle durul­ maktadır. Buna göre bütçe açıkları merkez bankası kaynakları ile finanse edilirse, ateşin üzerine benzin dökülmüş olacağından enflayon patlayacaktır. E:ğer bütçe açıkları iç borçlanma ile finanse edilirse, kullanacağı parayı devlet kullanmış ola­ cak, ancak toplam para arzı bu nedenle değişmeyeceğinden iç borçlanma ile fi­ nansmanın enflasyonist olmayacağı iddia edilmektedir. Ne var ki, Türkiye'nin son on yılı aşan deneyimi bu iddialan doğrulamamaktadır. Çünkü 1985'den beri kamu açılan finansmanında esas itiba­ riyle iç borçlanmaya ağırlık verildiği halde ülkede fiyat istikran sağlanamamış, enf­ lasyon kronik bir hal almış bulunmaktadır. Gelişmiş piyasa körüklemediği halde, kamçılamaktadır? ekonomilerinde iç borçlanma yöntemi ülkemizde iç borçlann artışı neden enflasyonu enflasyonu İlk olarak, gelişmiş ülkelere göre Türkiye, çok daha zayıf bir mali yapı içerisinde bu iç borçlan çevirmek zorundadır. Finansal piyasalann yeterince derinleşmemiş olması iç borçlann enflasyon üzerindeki etkisini arttırmaktadır. Eğer ülkemizde mali piyasalar yeterince derinliğe sahip olsalarda iç borçların enflasyonu körüklemesi çok daha cılız olacaktı. ikinci olarak, gelişmiş ülkeler Türkiye'ye göre çok daha uzun vadeli bir iç borçlanma yöntemi uygulamaktadırlar. Genel olarak gelişmiş ülkelerde iç borçlann ortalama vadesi 10 yılın üzerinde olduğu halde, ülkemizde iç borçlann büyük bir kısmının vadesi bir kaç aylık sürelerle sınırlı bulunmaktadır. Türkiye'de iç borçların kısa vadeli olması, hem iç borç stokunu hızla büyütmekte hem de enflasyonu körüklemektedir. Üçüncü olarak, Türkiye'de devlet gelişmiş ülkelere kıyasla çok daha yüksek reel faizlerle borçlanmaktadır. Siyasal ve ekonomik istikrarsızlık, izlenen iktisat poli­ tikalarına duyulan güvensizlik, enflasyon ve enflasyon beklentisi ülkemizde düşük reel faizlerle borçlanma imkanını sınırlamaktadır. Özetlersek, Türkiye'de devletin yeterince derinlememiş bir finansal piya­ sadan, çok kısa vadeli ve çok yüksek reel faizlerle iç borçlanmaya gitmesi, hem ta­ lep enflasyonunu hem de maliyet enflasyonunu körüklemektedir. Aynca, iç borçlara uygulanan yüksek faiz, ekonomide enflasyonist bekleyişlerin yeniden can­ lanmasına ve enflasyonun kendi kendini tekrarlamasına neden olmaktadır. Çünkü devletin yüzde 130 gibi yüksek faiz oranlanndan borçlanidığı bir ortamda enf­ lasyonun önemli ölçüde düşeceğine toplumu inandırmak kolay değildir. III. 6.4. Bütçe Açıklarının Artması Bütçe açıklan ülkemizde iç borçlann ve enflasyonun bir nedeni olduğu kadar aynı zamanda bunlann bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Başka bir ifade ile bütçe açıkları ile iç borç ve enflasyon arasındaki ilişki çift yönlü bir nitelik taşımaktadır. Türkiye'de kısa vadeli ve çok yüksek reel faiz oranları ile yapılmakta olan iç borçlanma ülkede talep ve maliyet enflasyonunu harekete geçirmek sure­ tiyle bütçe açıklarının genişlemesine neden olmaktadır. Çünkü kamu gelirlerinin önemli bir kısmını oluşturan vergi gelirlerinin milli gelire göre esnekliği fazla değildir. Buna ilave olarak vergi idaresinden kaynaklanan zorluklardan dolayı ver­ giyi doğuran olaylla verginin tahsili arasında oldukça uzun bir süre bulunmaktadır. Oysa kamu harcamalannın enflasyon nedeniyle artışı kısa zamanda gerçekleşmektedir. Sonuç olarak kamu harcamalannın enflasyona hemen uyum göstermesine rağmen vergi gelirlerinde bu uyumun belli bir gecikme ile gerçekleşmesi bütçe açıklannın artışına neden olmaktadır. Enflasyonun dışında ülkemizde iç borçlanmanın niteliğinde bütçe açığını artıncı bir özellik taşımaktadır. Çünkü kısa vadeli ve yüksek faiz oranlarında yapılan borçlanma bütçenin faiz giderleri kalemini genişletmek suretiyle bütçe açığının genişlemesine yol açmaktadır. Sonuç olarak bütçe açıklan da tekrar en­ flasyon ve iç borçlanma sorununu gündeme getirmek suretiyle bu karşılıklı zincir­ leme ilişki varlığını sürdürmektedir. III. 6.5. Rant Ekonomisi ve Gelir Dağılımının Bozulması Ülkemizde iç borçlanma nedeniyle uygulanmakta olan yüksek reel faiz poli­ tikası üretim ekonomisi yerine rant ekonomisinin geçmesine neden olmaktadır. Çünkü yüksek faiz politikası bir taraftan sanayicinin yatınm ve üretim yapmasını caydırırken diğer taraftan risksiz ve getirişi yüksek olan devlet iç borçlanma se­ netlerine sanayicinin yatınm yapmasını teşvik etmektedir. Dünyanın hiç bir yerinde sanayici kredi vermez, oysa ülkemizde yanlış faiz politikasının bir sonucu olarak üretim ve yatırımda kullanılacak olan kaynaklar kamunun açıklannı ve borçlarının finansmanında kullanılmaktadır. 1995 yılında yapılan bir araştırmaya göre 500 en büyük sanayi kuruluşunun toplam kârlarını yaklaşık yüzde 60 kadan faiz gelir­ lerinden sağlanmış bulunmaktadır. Bu durum ülkede yatınm ve üretimin azal­ masına işsizliğin artmasına sanayide kapasite kullanım oranlarının düşmesine ve sonuçta büyüme hızının gerilemesine neden olmaktadır. Uygulanmakta olan yanlış iç borçlanma ve faiz politikası rant ekonomisini teşvik ederken aynı zamanda yıllarca devam eden yüksek enflasyonun bozduğu gelir dağılımını da daha da boz­ maktadır. Çünkü yüksek reel faiz oranlannda gerçekleştirilen iç borçlanma poli­ tikası sonunda geçimlik gelir sınınnda bulunan asgari ücretlilerden vergi adı altında alınan kaynaklar, yüksek faiz olarak rantiye kesimine devlet tarafından transfer edilmektedir. İç borçlann parasal genişleme yerine kısa vadede yüksek faizlerle finanse edilmesi, enflasyonun kısa vadeli olarak ertelenmesinden başka bir şey değildir. Reel faiz oranlannın büyüme hızının üstünde seyrettiği bir ortamda hem iç borç sorununun çözümü ve hem de gelir dağılımında da adaletin sağlanması açısından borçlann para basılarak finanse edilmesi yüksek faizli iç borçlanmaya tercih edil­ melidir. III. 6.6. Kısa Vadeli Sermaye Girişi Türkiye'de Merkez Bankası'nm düşük kur politikası izlediği bir ortamda yüksek yurt içi faiz oranlan, sıcak para akımlan olarak da adlandırılan kısa vadeli sermaye hareketlerinin başlaması neden olmaktadır. Faiz oranlarındaki değişmelere karşı çok duyarlı olan sıcak para ülkenin kısa dönemde döviz rezerv­ lerini desteklemek açısından yararlı olmakla birlikte para arzının kontrolünü güçleştirmektedir. Kısa süreli sermayenin faizin cazibesine kapılarak ülkeye gir­ mesi para arzını arttırıp enflasyonu hızlandırmaktadır. Türkiye 1988 yılından beri yüksek faiz politikası ile ülkeye kısa vadeli serma­ ye girişini teşvik edip rezervlerini desteklemektedir. Böyle bir yüksek faiz politikası kısa dönemde sıcak para girişini arttırmak suretiyle ülkenin döviz rezervlerini des­ teklemekle birlikte uzun vadede ihracata yönelik yatınmlan engellemek suretiyle döviz rezervlerinin sağlıklı bir yapıya girmesini engellemektedir. Türkiye döviz rezervi sorununu yüksek faiz politikası gibi ekonomiye uzun va­ dede önemli maliyetler yükleyen bir desteğe dayamış olması son derece tehlike­ lidir. Çünkü böyle bir politika ile döviz rezerlerini arttırmaya çalışmak güvenilir bir yol olmadığı gibi, döviz sorununun çözümü açısından da rasyonel biir tedbir de değildir. III. 7, TÜRKİYEDE İÇ BORÇ YÖNETİM POLİTİKASI III.7.1. İç Borç Yönetim Politikasının Önemi Bilindiği gibi borç yönetimi temel ekonomik amaçlara ulaşmak üzere devletin borçlannın miktar ve bileşiminde yaptığı düzenlemeleri ifade etmektedir. Borçlann bileşimini, senetlerin vadesi, faiz oranı, devir imkanlan ve itfa koşullan gibi hususlan belirlemektedir. Bu anlamda borç yönetimi iktisat politikasının temel bir aracıdır. Çünkü kon­ jonktürel dalgalanmalan önlemek amacıyla durgunluk ve işsizlik dönemlerinde borç yönetimi toplam talebi arttırmak amacıyla, enflasyon ortamında ise toplam harca­ malan kontrol etmek amacıyla kullanılmaktadır. Böylece borç yönetimi, bütçe den­ gesini etkilemesi açısından maliye politikası ile para arzı ve faiz oranlannı etkile­ mesi bakımından da para politikası ile yakın bir ilişiki içinde bulunmaktadır. Gerçekten başanlı bir borç yönetimini uygulayabilmek için para politikası maliye politikası ve borç yönetim politikası arasında belirli bir uyum ve koordinasyonun sağlanması şarttır. Türkiye'de ise, bu anlamda bir borç yönetiminin uygulandığını söylemek zor­ dur. Çünkü bizde uygulanmakta olan borç yönetimi talep yönetim politikasının önemli bir aracı olmaktan ziyade, bütçe açıklannın empoze ettiği bir zorunluluk ola­ rak ortaya çıkmaktadır. Aynca bugün ülkemizde kamunun nasıl borçlanacağı, hangi esaslara uyu­ lacağı ve hangi sınırlar içinde borçlanılacağı gibi hususları düzenleyen bir kamu borçlanması kanunu da mevcut değildir. Hazine bütçe kanununa konulan hükümlere göre kamu borçlanmasını yürütmektedir. Bu durum kamu kesimini daha rahat bir biçimde borçlanır hale getirmekle birlikte, devletin sağlıklı bir borç yönetimi uygulayabilmesi açısından önemli bir eksiklik olarak ortada durmaktadır. III.7.2.1980 Öncesi Dönemde İç Borç Yönetimi Türkiye 1950 yılından sonra izlenen genişletici politikalann bir sonucu olarak hemen her sene bütçe açıklan ile karşı karşıya kalmıştır. Bütçe açıklannın kolayca merkez bankası kaynaklanndan finanse edildiği için iç borçlanma aracına başvurulmasına gerek kalmamıştır. Dİğer bir ifade ile, paranın kolaylıkla basıldığı bir ortamda Hazine'nin bono ve tahvil satışı gibi bir borç yönetim politikası izlen­ mesine ihtiyaç duyulmamıştır. Gerçektende 1960'lann başında çıkanlan tasarruf bonolan bir tarafa bırakılırsa, 1980 öncesinde Türkiye'de gerçek anlamda bir borç yönetim poli­ tikasının mevcut olduğunu iddia etmek zordur. Çünkü bu dönemde iç borçlann kap­ samı, Kamu İktisadi Teşebbüsleri, Hazine ve Merkez Bankası üçgeni ile sınırlı kalmıştır. Ticaret bankalan bugün olduğu gibi Hazine Bonosu ve Devlet Tahvilleri'nin henüz en önemli müşterileri haline de gelmemişlerdi. 1980 öncesi denemde tek dolaylı iç borç uygulaması. Sosyal Sigortalar Ku­ rumu, Emekli Sandığı ve Devlet Yatınm Bankası arasında gerçekleşmiştir. Sözkonusu sosyal güvenlik kuruluşlan sağladıklan kaynak fazlalannı KİT'lerin yatınm ve finansmanında kullanılmak üzere Devlet Yatınm Bankası, tahvillerine yatırmak zorunda kalmışlardır. özetlersek, 1960 ve 1970'li yıllarda Devlet İç Borçlanma Senetleri bir bakıma Hazine'nin tutsak müşterileri olan Kamu İktisadi Teşebbüsleri, Merkez Bankası, ti­ cari bankalar ve sosyal güvenlik kurumları gibi genel olarak kamu kurumları ta­ rafından alınmıştır. Buna karşılık kamu kurumlan dışına yapılan borç ihraçlan son derecede sınırlı bir düzeyde kalmıştır. Sonuç olarak, 1980 öncesi dönemde, kamu finansman açıkları esas itibariyle merkez bankası kaynaklan ve dış borçlanma ile finanse edilmiş ve bu nedenle de etkin bir borç yönetim politikası izlenmeye gerek duyulmamıştır. III.7.3.1980 Sonrası Dönemde İç Borç Yönetim Politikası 1980'de uygulamaya konulan istikar programının bir sonucu olarak en­ flasyonun kontrol altına alınması temel bir amaç olarak seçilmiştir. Bu amaçla özellikle 1985'ten itibaren kamunun finansman politikasında önemli bir metot değişikliğine gidilmiştir. Ekonomide parasal genişlemeyi kontrol altına alıp fiyat istikrannı sağlamak üzere anılan tarihten sonra kamu açıklannın finansmanındna ağırlık, merkez bankası kaynaklanndan ziyade iç borçlanma yönetimine verilmiştir. Gerçekten 1980 yılından itibaren iç borçlanmanın hem büyüklüğü hemde bileşimi önemli ölçüde değişmeye başlamıştır. 1980'li yıllarda gerçekleştirilen alt yapı yatırımları ve dolayısıyla artan kamu harcamaları sonucunda yeteri kadar vergi toplayamayan Hazine, iç borçlan arttırmaya yönelmiştir. 1985 yılından başlayarak Ha­ zine ihale yöntemiyle Hazine Bonosu ve Devlet Tahvilleri'ni satmaya başlamıştır. Bu yeni düzene geçişle birlikte iç borçlanma önemli ölçülerde artış göstermiştir. Bu sistemde, teklif verenler ihaleyi kazandıkları tardirde teklif ettikleri fiyat üzerinden ödeme yapmakta, satış miktarı ise merkez bankası tarafından her hafta pazartesi günü ilan edilmekteydi. Senetleri'ni maksimum getiri ihalesi ile 1991 Mayısından itibaren Hazine, sat­ maya başlamıştır. Hazine'nin belirlediği faiz oranından miktar tekliflerinin verildiği bu sistem, bankalann teklif miktarlannı yüzde 50 düşürmeleri sonucunda Hazine'nin borçlanma programında sapmalara neden olunmuş ve bu sistem terk edilmiştir. Borçlanma maliyetini kontrol altında tutmak amacıyla hem fiyat ve hemde miktar teklifleri yatınmcıların kararına bırakılmıştır. Böylece Hazine, gelen tek­ liflerin uygunluğunu ve kendi nakit durumuna göre satacağı miktarı belirlemeye başlamıştır. Diğer taraftan 1992 Mayısından itibaren Hazine Bonolan ve Devlet Tahvilleri'nin bankalar aracılığı ile halka doğrudan satışına başlanarak yeni bir borçlanma yönetimine gidilmiştir. Halkın katılımını arttırmak amacıyla senetlerin minimum kupür miktarlan 5 ve 10 Milyon TL olarak tesbit edilmiştir. 1995 yılı itibariyle devlet tahvilleri stokunun yüzde 79.4'ü bankaların yüzde 17.8'i resmi kurum ve kuruluşlann, yüzde 2.8'i de özel kuruluşların ellinde bu­ lunmaktadır. Yine 1995 yılı için Hazine Bonolan stokunun yüzde 85.3'ü bankalann, yüzde 4.7'si resmi kurum ve kuruluşların yüzde 3.5'i özel kuruluşlann ve yüzde 6.5'i de özel kişilerin elindedir. Bu rakamlar. Devlet Borçlanma Senetleri'nin asıl alıcısının bankalar olduğunu ve halkın elindeki miktarlarının son derecede önemsiz olduğunu göstermektedir. IV. TÜRKİYE'DE İÇ BORÇ SORUNUNUN ÇÖZÜM YOLLARI IV. 1. GİRİŞ Bugün ülkemizde kamu kesimi çeşitli ekonomik sorunlarla karşı karşıya bu­ lunmaktadır. Bu ekonomik sorunlann en önemlisi iç borç stokunun ulaşmış olduğu yüksek seviye ile iç borcun gittikçe ağırlaşan ekonomik yüküdür. Türkiye'de iç borç sorununu ağırlaştıran, sadece iç borç sorununu ağırlaştıran, sadece iç borçların ulaşmış olduğu yüksek seviye olmayıp, iç borçlann faiz ve vade yapılandır. Bi­ lindiği gibi, özellikle yüksek enflasyon, topluma yerleşmiş olan enflasyon beklentisi ve siyasete duyulan güvensizlik, ülkede belirsizlik ortamını desteklemekte ve bu nedenle devlet ancak yüksek faiz ve kısa vadeler ile ekonomiden borçlanabilmektedir. Sağlıklı iktisat politikaları izlenmek suretiyle ekonomide istikrar ve güven ortamı oluşturulamadığı sürece sağlıklı bir iç borçlanma yönetiminin iz­ lenmesi de son derecede güçtür. Türkiye'de iç borçlann çözümü ile ilgili olarak çok çeşitli öneriler ortaya atılmaktadır. Ne varki, iç borçlann bugün taşımakta olduğu özellikler nedeniyle so­ runu kısa vade içinde çözmek son derecede zordur. İleri sürülen öneriler ise, çoğu kere iç borç sorununu çözmek bir tarafa sorunu daha ağırlaştırmak içinden çıkılmaz boyutlara gelmesine neden olacak özellikler taşımaktadır. İlk önce, iç borç sorununa bir çözüm yolu olarak önerilen konsolidasyon konusunu ele alalım. İlk önce demokratik toplumlarda normal koşullar altında zorunlu konsolidasyon uygulamasına gitmek kamu oyun da yoğun eleştirilerine neden olacaktır. Aynca, bir kere konsolidasyon uygulamasına başlandımı ondan sonra hükümet yeniden iç borçlanmaya gittiği zaman çok önemli sorunlar ile uğraşmak zorunda kalır. Çünkü konsolidasyon uygulamalan kamu oyunda hazinenin önemli bir prestiji ve güven kaybına uğramasına neden olacağından yeni bir borç kaynağı bulmak son derecede zor olacaktır. İç borcun bulunabildiği koşullarda ise güven yetersizliği nedeniyle artan risk dolayısıyla hazine çok yüksek faiz oranlanyla ancak borçlanabilecektir. Aynı şekilde yüksek enflasyon, ekonomik ve siyaset alandaki belirsizlikler nedeniyle bugünkü faiz oranlanyla gönüllü konsolidasyona, tasarruf sahiplerini ikna etmek de son derecede zor ve oldukça maliyetli bir yol olarak gözükmektedir. Sağlıklı ve başarılı bir gönüllü konsolidasyon uygulaması ancak ekonomide ve siyasette gerçek anlamda bir istikrar ve güven ortamının başanimasından sonra düşünülebilecek bir çözümdür. Bazen de Türkiye'deki iç borç sorununu çözmek amacıyla monetizasyon önerilmektedir. Bilindiği gibi, monetizasyon, devlet borçlannın merkez bankasınca para ihraç edilerek ödenmesidir. Eğer ülkemizde iç borç stokunu eritmek için böyle tehlikeli bir yola başvurulursa, ekonomi gerçek anlamda bir hiper-enflasyon ile karşı karşıya kalır. Bu durumda, TL, bir dolaşım aracı olma fonksiyonunu tamamen kay­ beder ve para sistemi bütünyle çöker. Bunun sonucunda döviz kurlan patlar ve dış borcun TL cinsinden tutarı son derecede artar. Bu da bütçe açığının, iç borç sorununun ve enflasyonun tekrarlanmasına neden olmaktan başka bir işe yaramaz. Ayrıca, monetizasyonun neden olacağı hiper-enflasyon nedeniyle, devlete borç verenler başta olmak üzere tüm toplum ke­ simleri önemli ölçüde zarara uğrar. Bu durum da, devlet, tasarruf sahipleri ve tüm vatandaşlar nezdinde önemli bir itibar kaybına da uğrar. Bu nedenle, hiperenflasyon geçirmiş ülke hükümetleri iç borç bulmada son derecede önemli so­ runlarla karşı karşıya kalır. Belirtilen nedenlerden dolayı ülkemizde iç borç sorununu, kısa dönemde sağlıklı bir biçimde çözme konusunda çareler son derecede kısıtlıdır. Bundan do­ layı iç borç sorunu, geniş kapsamlı yapısal önlemler uygulamaya konulmak sure­ tiyle ancak orta ve uzun dönemde belki bir çözüme kavuşturulabilir. Aşağıda ayrıntılarıyla incelemeye çalışacağımız bu önlemlerin başlıcalan, denk bütçe poli­ tikası, KİT'lerin özelleştirilmesi, kamu kesiminin yeniden yapılanması, sosyal güvenlik kurumları reformu ve tanmsal destekleme politikalarının yeniden gözden geçirilmesidir. IV. 2. DENK BÜTÇE POLİTİKASI IV. 2.1. Denk Bütçe Politikasının Anlamı ve Önemi Günümüzde bütçe politikalan, ekonomi politikalannm en önemli araçlan arasında bulunmaktadır. Hükümetler uyguladıklan bütçe politikalan ile ekonomide istihdam hacmi, enflasyon, ekonomik büyüme, dış ödemeler dengesi ve gelir dağılımı üzerinde önemli etkiler meydana getirebllmektediler. Bilindiği gibi bütçe, bir taraftan ekonomide hangi tür ihtiyaçlann karşılanacağını, diğer taraftan bu hizmetleri karşılamak amacıyla yapılacak kamu harcamalannın hangi kaynaklardan, nasıl finanse edileceğini ortaya koymaktadır. Bu anlamda bütçenin bir tarafında kamunun harcamaları, diğer tarafında ise kam­ unun gelirleri yer almaktadır. Bir ekonomide kamunun harcamalan, kamunun gelirlerini aşmaktaysa bütçenin açık vermekte olduğundan aksi durumda ise, bütçe fazlasından bah­ sedilmektedir. Kamunun harcamalan ile kamunun gelirleri birbirlerine eşit olduklan durumda ise bütçenin denk olduğundan söz edilmektedir. Ekonomide hangi tür bütçe politikasının izleneceğini ise, temelde ülkenin içinde bulunduğu ekonomik konjonktür belirlemektedir. Bir ekonomide hangi tür bütçe politikasının izlenmesi gerekeceği hususunda İktisat okullan arasında bir fikir birliği yoktur. Klasik iktisatçılar, ekonomide küçük devletten yana olduklanndan ve devlet borçlanmasına temelde karşı olduklanndan denk bütçe politikasını savunmaktadır. Bu iktisatçılara göre, devlet, özel sektörden daha verimsiz ve savurgan bir tutum içinde bulunduğundan bütçenin açık vermesi, kıt kaynaklann, israf edilmesine ve verimsiz kullanımına neden olmaktadır. Neoklasik Yaklaşım ise, yaşam devrelerini göz önünde tutarak tüketimlerini düzenleyen fertleri temel olarak ele almaktadır. Buna göre, bütçe açıklan yaşam boyu tüketimi arttırıf tasarruflan azaltmaktadır. Azalan tasarruflar ise, sermaye piy­ asasında faiz oranlannı yükseltmek suretiyle yatınmlan ve dolayısıyla özel ser­ maye birikimini, dışlama etkisi yoluyla daraltmaktadır. Arz Yanlı İktisatçılara göre ise, vergileri arttırmak suretiyle bütçe açıklarını kapamak doğru bir tercih değildir. Çünkü böyle bir durumda, politikacılar, kamu har­ camalannı daha da arttıracaklardır. Sonuçta bütçe açıkları azalmayacak ekon­ omide kamunun payı genişlerken özel kesim küçülecektir. Bahsedilen bu iktisat okullannın görüşlerinin tam tersine olarak Keynezyen İktisatçılar denk bütçe politikası yerine, açık bütçe politikasını onaylamaktadırlar. Çünkü bunlara göre, ekonomi eksik istihdam koşullannda bulunuyorsa, aksi yönde bir para politikası uygulanmamak şartıyla, bütçe açığı, toplam talebi arttırmak sure­ tiyle ekonominin eksik istihdamdan tam istihdama doğru gelmesine yardımcı ola­ caktır. Ancak ekonomi tam istihdama ulaştıktan sonra bütçe açığının neden olduğu talep genişlemesi enflasyonunun yükselmesine sebep olacaktır. Özellikle keynezyen devrimin bir sonucu olarak maliye politikasının ve özellikle de açık bütçe politikasının bir iktisat politikası aracı olarak populeritesi artmıştır. Ekonominin durgunluk dönemlerinde para politikasmın etkinliğini sınırlayan bazı engellerin ortaya çıkışı, işsizlik ortamında açık bütçe politikalannın cazibesini daha da yükseltmiştir. IV. 2.2. İktisat Politikası Aracı Olarak Denk Bütçe Bilindiği gibi Keynezyen devrim öncesinde temel ekonomik sorun enflasyon ve onu önlemenin bir aracı olarak da para politikası iktisat politikasının temel aracı olarak düşünülmüştür. Ancak 1930 Büyük Dünya Buhranı, Klasik İktisatın hem teorik ve hem de politika olarak cazibesini son derecede düşürmüştür. Buna karşılık keynezyen iktisat anılan yıldan sonra artan bir rağbet kazanmıştır. Keynezyen iktisata göre, önemli olan bütçe dengesinden ziyade ekonominin makro dengesidir. Öyle ki, ekonomide makro ekonomik dengeyi sağlamak üzere bütçe politikası bir araç olarak kullanılmalıdır. Buna göre, temel amaç olan makro ekonomik dengeyi sağlamak üzere bütçe bir araç olarak fazla verdiği gibi açık da verebilir. Kısaca Keynezyen görüşe göre, bir ekonomide uygulanacak olan bütçe poli­ tikasını belirleyen temel faktör, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik konjonktördür. Buna göre, işsizlik ve durgunluk dönemlerinde tercihen açık bütçe politikası izlen­ meli ve bu ucuz para politikası ile desteklenmelidir. Bunun aksine olarak enflas­ yonist fiyat artışları ortamında ise, toplam talebi frenlemek amacıyla denk bütçe politikası ve tercihen bütçe fazlası uygulanmalıdır. Yıllardan beri ülkemizde uygulanan bütçe politikalarını göz önüne aldığımızda, Türkiye'de bütçenin bir iktisat politikası aracı olarak kullanılamadığını görmekteyiz. Gerçekten 1970'li yılların ortalarından beri devam eden yüksek enf­ lasyona rağmen, bunu kontrol altına alacak biçimde bir denk bütçe politikasının iz­ lenemediği anlaşılmaktadır. Aksine, ülkemizde yıllardır bütçe açıkları, ve iç borçlar birbirlerini destekleyerek birikimli bir biçimde sürekli olarak artış eğilimi içindnne bu­ lunmaktadırlar. Özet olarak, ülkemizde bütçe politikası ekonomik konjonktürün gereklerine göre uygulanmak yerine mevcut koşullann empoze ettiği bir sonuç olarak ortaya çıkmaktadır. Çünkü, Türkiye'de yıllardır devam eden, enflasyonu kontrol altında tu­ tabilmek amacıyla denk bütçe politikasının ve tercihen bütçe fazlasının uygu­ lanması gerekmektedir. Ancak sürekli olarak genişleyen kamu harcamaları karşısında yetersiz kalan vergi gelirleri bütçe açıklarına neden olmaya devam et­ mektedir. IV. 2.3. Türkiye'de Denk Bütçe Politikası ve İç Borçlar Bugün ülkemizin içinde bulunduğu ortam itibariyle bütçe dengesiyle İç borçlann karşılıklı bir ilişki içinde bulundukları anlaşılmaktadır. Öyle ki bütçe açıklan iç borç stokunu arttırmakta ve iç borçlann artışı da yeniden bütçe açıklarının artışına neden olmaktadır. Bu nedenle bütçe açıklan-iç borç kısır döngüsü bir noktadan kırılmadıkça ülke ekonomisinde istikrarlı bir büyümeyi sağlamak ve bunu sürdürmek mümkün olmayacaktır. Türkiye'de iç borç stokunu arttıran en önemli neden kamu kesimi finansman açıkları olduğuna göre, bu açığın önemli bir kısmını meydana getiren konsolide bütçe açıklarını ortadan kaldıramadıkça, iç borç sorununa sağlıklı bir çözüm bul­ mak son derecede zor olacaktır. Eğer bütçe açıkları ortadan kaldırılıp denk bütçe politikası izlenmeye oldukça uzun bir süre devam edilebilirse bugün önemli boyut­ lara ulaşan iç borç stokunu azaltmak ve ortadan kaldırmak hususunda önemli bir mesafe katedilmiş olacaktır. Çoğu kere kamu oyunda Hazinenin düşük faiz-uzun vade biçiminde bir sağlıklı iç borç yönetimini başaramadığı yolunda iddialar ortaya atılmaktadır. Aslında böyle bir iddianın yerinde olduğunu ifade etmek zordur. Bugün Hazinenin yüksek faizler ile kısa vadeli borçlanmak durumunda olması, acil kaynak ihtiyacı içinde olmasından, enflasyon oranının yüksekliğinden ve topluma yerleşmiş olan enflasyon beklentisinden kaynaklanmaktadır. Bunların arkasında yatan temel faktör ise, bütçe açıklan ve bundan dolayı devletin piyasadan aşırı oranlarda fon talebinde bulunmasıdır. Aynca, finansal piyasalann yeterince derinleşmemiş ol­ ması da kamunun borç talebindeki artışın faizler üzerindeki baskısını daha da arttırmaktadır. Bu nedenle kamunun iki yakasını bir araya getirip Türkiye'de denk bütçe poli­ tikası izlenemediği sürece, iç borç sorununu çözmek son derecede zor bir iştir. Bütçe dengesi sağlanmadan faizleri indirmeye kalkmak ise çok olumsuz neticelere neden olur ve temeldeki sorunun çözümüne de bir katkıda bulunmaz, aksine so­ runu daha da ağırlaştırır. Özetle, iç borç sorununu çözmek hususunda atılacak ilk adım, bütçe dengesinin sağlanması olmalıdır. Eğer bu sağlanabilirse, kamunun ödünç verilebilir fon talebi azalacağından faizler kendiliğinden düşme eğilimine girecektir. Ayrıca, bütçe açığının önlenmesi ekonomide fiyat istikrarının sağlanmasına da katkıda bulunacağından enflasyon ve toplumun enflasyon beklentisi de azalacaktır. Bu durum da bir taraftan faiz oranlar düşme eğilimine girerken diğer taraftan enflasyonun neden olduğu belirsizlik ortamı önleneceğinden iç borçları daha uzun vadeye yayma imkanı da kendiliğinden elde edilmiş olacaktır. Söz konusu gelişmeler, iç borç stokunun uzun vadeye yayılmasına ve zaman içinde sorunun çözülmesine yardımcı olmaktır. Denk Bütçe politikasının uygulanabilmesi, kamu harcamalannda tasarruf yapılmasına ve vergi gelirlerinin arttınimasına bağlı bulunmaktadır. Bu amaçla, bütçe açığının yasal çerçevede sınırnlandırılmasına yönelik tedbirlere başvurulmalıdır. Ancak devlet bütçesinin bugünkü yapısıyla kamu harcamalannda yapılacak kısıntıların sınırlılığı karşısında kayıt dışı ekonomiye kayda alarak, ve vergi tabanını genişleterek bütçe gelirlerinin arttınimasının daha uygun bir çözüm olacağı anlaşılmaktadır. !V. 3. KAMU İKTİSADİ TEŞEBBÜSLERİNİN ÖZELLEŞTİRİLMESİ IV. 3.1. Siyasi ve İktisadi bir Tercih olarak Özelleştirme Bilindiği gibi, özelleştirme, bir kamu iktisadi teşebbüsünün özel sektöre dev­ rini veya satılmasmı ifade etmektedir. Böylece, daha etkin çalıştığı varsayılan özel sektörün ekonomideki hacmi genişlerken devletin ekonomideki payı düşürülmektedir. Bu nedenle, dünya'da özelleştirmenin bir yöntem olarak tercih edilmesinin arkasında yatan faktörlerin siyasi olmaktan ziyade ekonomik ağırlıklı olduğunu belirtmek gerekir. 1950 yılından itibaren başlayan soğuk savaş döneminde dünyada kapitalist ülkeler ile merkesi planlı ekonomiler arasında yoğun bir ekonomik rekabet ortamı gelişmeye başlamıştır. 1970'li yıllara kadar önemli bir sorunla karşılaşmadan yaşayan sosyalist ekonomiler, 1973 yılında başlayan ve 1979 da tekrarlayan petrol şoklan ile birlikte ekonomik durgunluk ortamına girmişlerdir. Stagflasyon olarak ifade edilen durgunluk içinde yaşayan enflasyondan piyasa ekonomileri de paylannı almışlardır. Ancak, kapitalist dünya ile sosyolist ekonomiler arasındaki ekonomik rekabet, Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa ülkelerinin çökmesi ile sona ermiş ve piyasa ekonomilerinin daha etkin olduğu yolundaki düşüncelerin pekişmesi de önemli bir etken olmuştur. Özellikle 1970'lerden itibaren dünya ekonomisini etkisi altına almaya başlayan ekonomik durgunluk, büyüme hızının gerilemesi, yüksek oranlarda seyre­ den enflasyon ve ödemeler bilançosu gibi temel sorunlar nedeniyle Keynezyen poli­ tikalara duyulan güven önemli ölçüde sarsılmaya başlamıştır. Buna karşılık ekono­ mide devlet müdahalesini reddeden ve iktisat politikalannın etkinsizliğini savunan görüşler, hem akademik alanda ve hem de uygulama alanında gittikçe artan bir ta­ raftar kazanmaya başlamıştır. İşte bu nedenlerden dolayı 1970'li yıllann ortalanndan itibaren dünya'da devleti, ekonomik olaylardan ve teşebbüslerden ala­ bildiğince uzak tutma eğilimi artmaya başlamıştır. 1980'lere gelindiğinde ise, özelleştirme hemen hemen tüm dünyada tartışılan bir iktisat politikası aracı olarak ortaya çıkmıştır. Dünya ölçeğinde özelleştirme uygulamalannın başarıya ulaşması için özelleştirmeni bir siyasi tercih olarak değil, fakat bir ekonomik tercih olarak belir­ lenmesi gerekmektedir. Çünkü, özelleştirme, bir ekonomik tercih olarak belir­ lendiğinde ancak hükümet değişikliklerinden etkilenmeyecek ve özelleştirmenin hızı kesilmeden bu uygulamaya devam edilecektir. IV. 3.2. Türkiye'de Özelleştirmenin Hedefleri ve Sorunları Cumhuriyetin ilk yıllarında ülkemizde girişimci sayısının ve sermaye birikimin yetersiz olması nedeniyle ekonomik kalkınmada öncü rolün devlet tarafından ye­ rine getirilmesini gerekliliğine sebep olmuştur. Bu amaçla kurulan Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT'ler) 1930'lardan itibaren ülkede ekonomik kalkınmanın temel faktörü olmuşlardır. Ne varki, siyasi müdahalelerden, iyi yönetilememekten, işletmecilik prensiplerine uyulmamasından ve eskiyen teknolojilerini yenileyememekten dolayı KİT'ler zarar etmeye başlamış devlet bütçesine olan yükleri artmış ve ekonomide önemli sorunlann kaynağı olmaya başlamışlardır. Bu durum karşısında özelleştirnne de dahil olmak üzere KİT sorunlannın çözümüne yönelik öneriler, kamu oyunda yoğun bir biçimde tartışılmaya başlanmıştır. Aslında KİT'lerin özelleştirilmesiyle ilgili girişimlerin oldukça eskiye dayanan bir geçmişi vardır. Gerçekten ilk olarak özelleştirme girişimindeki, 1937 yılında Celal Bayar'ın Başbakanlığa getirilmesiyle başlar. Daha sonra 1950 yılında Demokrat Parti, özelleştirme vaadiyle iktidara gelmiştir. Özelleştirme konusunda en kalıcı ve kapsamlı teşebbüs ise, hiç şüphesiz 1987 de Başbakan olan Turgut Özal'ın başlatmış olduğu programdır. Türkiye'de KİT'lerin özelleştirilmesinin belli başlıca hedefleri şunlardır: - İlk olarak, kârsız ve verimsiz çalışan KİT'lerin ekonomiye olan yüklerinden kurtulmak, - Ekonomide devletin payını azaltmak suretiyle serbest piyasa ekonomisinin gelişimini hızlandırmak, - Sermayenin tabana yayılmasını sağlayarak toplumda gelir dağılımını düzeltmek ve küçük tasarrufları sanayiye çekmek suretiyle ekonomik kalkınmayı hızlandırmak, - KİT'lerin neden olduğu zararlardan dolayı genişleyen kamu kesimi açıklannı daraltmak, - Özelleştirmeden ödemesinde kullanmak, sağlanan gelirlerin devletin iç ve dış borçlannm - Sermaye piyasasının gelişmesini sağlayarak ekonomideki kıt tasarrfulann, yatınmlara dönüşmesini sağlamak, - Ekonomide kaynaklann dağılımında etkinliği artırmak ve kaynaklan daha etkin bir biçimde kullanmaktır. Özelleştirme uygulamalarında bugüne kadar yapılan çalışmalara rağmen ar­ zulanan hedeflere henüz yeterince ulaşılamamıştır. Bunun başlıca nedenleri şunlardır: - Özelleştirme öncesi yasal alt yapı çalışmalannm yeterli olmaması, - Özelleştirmenin sağlayacağı yararlar konusunda toplumun yeterince aydınlatılmamış olması ve bu konuda kamu oyunda bir konsensüsün sağlanamamış olması, - Özelleştirme sonrası işsiz kalacak olan kimselerin istihdamı hususunda be­ lirsizliklerin mevcutiyeti, - Özelleştirmenin şeffaf yapılmasının sağlanamaması, bir biçimde ve hukuk kurallanna uyularak - Özelleştirme kapsamına alınan kuruluşlann saptanmasında ekonomik kriteller yerine siyasi eğilimlerin hakim olması - Politik yavaşlaması. muhalefet nedeniyle özelleştirme çalışmalannm hızının - özeleştirme sürecinde birimler arası koordinasyonun sağlanamamış olması ve yeterli yetkilerle donatıllmış bir kurumun mevcut olmaması. Bu nedenlerden dolayı, özelleştirme sürecinde alınan mesafe oldukça sınırlı kalmış ve neticede özelleştirmede hedeflenen sonuçlara yeterince ulaşılamamıştır. IV. 3.3. İç Borç Sorununa Bir Çözüm Olarak Özelleştirme Daha önce de belirtildiği gibi, özelleştirme, devlete ait olan mal varlığının veya diğer kamu kaynaklannın özel mülkiyete geçirilmesi sürecidir. Özellikle 1980'li yıllann ortalarından itibaren ülkemizde özelleştirmenin lehinde ve aleyhinde yoğun bir tartışma kampanyası başlatılmıştır. Bazı görüşlere göre, özelleştirme ülkenin tüm önemli sorunlarını çözecek sihirli bir değnek olarak değerlendirilirken, aksi ka­ naatte olanlar ise, özelleştirmenin bir çözüm yolu olmaktan ziyade yeni sorunlara yol açacağını iddia etmektedirler. İç borç sorununa bir çözüm yolu olarak özelleştirmeyi incelediğimiz zaman olaya iki farklı açıdan bakmak gerekmektedir. İlk olarak, özelleştirmeni kamu harcamalannda sağlayacağı tasarruflan göz önüne almak gerekmektedir. İkinçci olarak da, özelleştirmeden sağlanacak kaynaklar ile iç borçlann geri ödemesinden özelleştirmeden yararlanmak akla gelmektedir. Ancak, bu durumda, bütün iç borç yükünü, özelleştirme üzerine yıkmak yerine, özelleştirmeyi genel iktisat ve maliye politikalarını sadece bir parçası olarak değerlendirmek akla daha uygun düşmektedir. Genel olarak KİT'lerin kaynakları verimsiz kullandıklan, ekonomide israfa neden olduklan ve dolayısıyla finans açıkları vermek suretiyle kamu finansman açıklarının önemli bir kısmını meydana getirdikleri bilinmektedir. Bu nedenle, özelleştirme sonucunda KİT'lerin finansman açıklarından kurtulunacağından, kamu kesimi finansman ihtiyaçlan önemli ölçüde azalacaktır. Bunun sonucunda kamu kesimini borç talebi azalacaktır. Borç talebindeki azalma, kamunun doğrudan iç borç stokunu azaltırken, dolaylı olarak iç borç faizlerinin düşmesine ve borçların daha uzun vadeye yayılması imkanını sağlayacaktır. Bu durumlar sonucunda Ha­ zine iç borç sorununu çözmek açısından daha uygun bir pozisyona geçme im­ kanını bulmuş olacaktır. Ne varki gelişmekte olan ülkelerde devletin, temel alt yapı yatırımlarını gerçekleştirmek hususunda gelişmiş ülkelere kıyasla daha büyük bir sorumluluğu bulunmaktadır. Yapılan araştırmalar, Türkiye kamu yatırımlarının eş durumdaki ülkelere göre daha düşük düzeylerde kaldığını göstermektedir. Bu nedenle, bu yatırımların özel kesime bırakılması toplumsal refah açısından önemli sorunları da beraberinde getirecektir. İç borç sorununa, özelleştirmeden sağlanan gelirler de bir çözüm olabilir. An­ cak bunun için başarılı bir özelleştirme uygulamasını gerçekleşltirmek temel koşul durumundadır. Önemli olan iç borç stokunu azaltmak olduğuna göre, özelliştirmeden sağlanan gelirler, borçların ana paraları için olduğu kadar borç faiz­ lerini ödemek amacıyla da kullanılabilir. Çünkü borç stokundaki azalma, bir süre sonra borç faizlerinin düşme eğilimine girmesine yardımcı olacaktır. Böyle bir gelişme de, bütçenin transfer kalemlerindeki harcamalann azalmasına ve bütçe açığının daralmasına yol açabilecektir. Ancak, özelleştirme gelirlerinin iç borç sorununa çözüm olması ile ilgili bazı tartışmalar da vardır. Buna göre, özelleştirme gelirleri ancak ana para ödemeleri için kullanılabilir, fakat, iç borç faizlerini ödemek amacıyla kullanılamaz de­ nilmektedir. Çünkü, devletin satabileceği varlıklar sınırlı olduğuna göre özelleştirme gelirleri iç borç faiz ödemesinde kullanılması sorunu sadece kısa vadede çözecek; ancak uzun dönemde iç borç sorunu yeniden ortaya çıkacaktır. IV. 4. KAMU KESİMİNİN YENİDEN YAPILANMASI IV. 4.1. Kamu Kesiminin Mevcut Durumu ve Sorunlar Bugün ülkemizde kamu kesimi çeşitli sorunlar ile karşı karşıya bu­ lunmaktadır. Ekonomide karşılaşılan bütçe açıklan, iç borç ve dış borç sorunu ile enflasyon temelde kamu kesimindeki sorunlardan kaynaklanmaktadır. Bu nedenle, kamu kesiminin sağlıklı bir yapıya kavuşturulması ile ekonomide istikrarın sağlanması arasında yakın bir ilişki vardır. Gerçekten bugün gelinen noktada kamu kesiminin yapısı, işleyişi ve idaresi çok önemli sorunlar içinnde bulunmaktadır. Kamu ekonomisinde 1970'lerde başlayan sorunlar, gün geçtikçe daha ciddi boyutlara ulaşmış bulunmaktadır. Bu sebeple, kamu kesimi, ekonomideki temel sorunları çözmek yerine kendisi doğrudan doğruya sorunların kaynağı durumuna gelmiştir. Kamu kesiminde verimlilik ve etkinlik çok düşük olduğu gibi israf da aşırı boyutlardadır. Kamu kesiminde haftalık çalışma saati ve yıllık çalışma günü çok düzeylerde bulunmaktadır. Bu açıdan çalışma disiplini son derecede zayıftır. Oysa Dünyanın gelişmiş ülkelerinde bizdekinin aksine olarak yüksek bir iş disiplini vardır. Kamu kesiminde aşırı istihdam, etkinsizlik, verimsizlik ve israf bir araya ge­ lince belli bir hizmet özel kesime göre daha pahalı üretilmektedir. Ücretler fazla yüksek olmamasına rağmen çok sayıda insanın kamuda çalışması bütçe giderleri içinde personel masraflarını arttırmaktadır. Kamu kesiminde eşit işe eşit ücret ilkesi de uygulanmamakta ve bu nedenle ücret adaletsizliği bir sorun olarak ortada durmaktadır. Böyle bir sorun, temelde asıl ücret ile ek ödemeler arasındaki oranın, ek ödemeler lehine bozulmasından ve çok sayıda ödeme türünün ortaya çıkmasından kaynaklanmaktadır. Kamu kesiminde çalışanlara sağlanan motivasyonlar ve teşvikler yçîtersizdir. Aynı zamanda, görevlerini yerine getirmede yetersizlikleri ve ihmali görülen memur­ ların cezalandınimaları da çoğu kere mümkün değildir. Bundan dolayı, suyu ge­ tiren ile testiyi kıran aynı çerçevede değerlendirilmektedir. Oysa teşvik ve ceza sis­ temi daha etkin bir biçimde işletilse bile kamuda verimlilik ve etkinlik artmış ve israf önlenmiş olacaktır. IV. 4.2. Kamu Yönetimi Reformu Türkiye'de kamu kesimindeki sorunlan çözmek, verimlilik ve etkinliği artırmak amacıyla kamu yönetiminde yeniden yapılanmaya ihtiyaç vardır. Bu amaçla, kısa vadede, kamuda maaşlar ile istihdam politikalannın iyileştirilmesi ile kamunun daha düşük maliyetle çalışılmasını sağlayacak tedbirlerin alınması gerekir. Uzun dönemde ise, kamu kesimindeki sorunlar daha kalıcı bir biçimde çözüme kavuşturulmalıdır. Kısa dönemde yapılacak kamu yönetimi reformunda, emekliliğe teşvik edici tedbirlere başvurmak, yeni eleman alımına sınırlama getirmek, maaşlardaki iyileş­ tirmenin verimlilik ve performansa bağlamak, yeni eleman almak yerine eleman faz­ lalığı olan kesimden nakil yapmak tedbirleri üzerinde düşürülebilir. Daha öncede ifade edildiği gibi, uzun dönemde yapılacak kamu yönetimi re­ formunda ise, kamunun etkinliğini verimliliğini artıracak tedbirlere başvurmak ve is­ rafı azaltacak çarelere müracaat edilmelidir. Uzun dönemli tedbirler, kısa dönemli tedbirlerin kurumsal bir özellik kazanmasına yardımcı olan tedbirlerdir. Uzun dönemli kamu yönetimi reformunda alınacak başlıca önlemler ise şunlardır: - Personel bilgi ve tecrübesini geliştirmek, - Etkin performans değerlemeleri yapmak, - Kamu çalışanlan ile ilgili mevzuatı günün koşullanna uygun bir hale ge­ tirmek, - Çalışma koşullannı daha rekabetçi ve teşvik edici bir duruma getirmek - Mevcut sorunlan ortadan kaldırarak bir biçimde geniş kapsamlı bir kamu personel reformunu hazırlayıp uygulamaya geçirmek. - Teşvik ve ceza uygulamasını daha etkin hale getirmek suretiyle çalışkan ve başanlı personel ile tembel ve verimsiz personel arasında aynm yapmak. IV. 4.3. Ekonomik ve Mali Yönetim Reformu Genel olarak kamu kesiminde başarılı bir performans sağlanmasında özellikle ekonomik ve mali yönetimin son derecede önemli bir rolü vardır. Bu ne­ denle, ekonomik ve mali yönetimde görev alacak personelin seçiminde, daha sonra da eğitilmelerinde ve tecrübe sahibi olmalan konusu üzerinde titizlikle durulması gerekmektedir. Diğer iktisat politikası uygulamalannda olduğu gibi asıl üzerinde durduğumuz borç yönetiminde görev alacak personelin konuyla ilgili çağdaş bilgilere sahip ol­ maları yanında tecrübe sahibi olmalan da son derecede önemlidir. Borç yönetimi, bugün bir bilim dalı olduğu kadar aynı zamanda tecrübe, sezgi ve sağduyu ge­ rektirmesi nedeniyle aynı zamanda inceliği ve özellikleri olan bir sanattır. Özellikle Türkiye'nin son yıllarda yaşamakta olduğu istikrarsızlık ve kriz orta­ mından siyasetçilerinin olduğu kadar ekonomik ve mali yönetimde görev alan üst düzey bürokratların da sorumlulukları vardır. Bugün ülkemizin yaşamakta olduğu bütçe açıkları, iç borç ve enflasyon so­ runu bu açıdan son derecede önemle üzerinde durulması gereken hususlardır. Ha­ zinenin çok yüksek reel faizler ile ve gittikçe kısalan vadelerle borçlanması biçimindeki yanlış borç yönetim politikasında ekonomik ve mali yönetimde görev alan bürokratların da önemli paylan olduğu düşünülmektedir. Belirtilen nedenlerden dolayı, iktisat ve maliye politikalan alanlannda ülkemizde daha yetkin bir uygulamanın yapılabilmesi ve daha uygun bir iç borç yönetim politikasının başarılabilmesi için ekonomik ve mali yönetim reformunun da yapılmasının son derecede önemli bir sorun olduğu düşünülmektedir. Çünkü bir ülkede, uzun dönemde sürdürülebilir istikrarlı bir ekonomik kalkınmanın başanlabilmesi isabetli iktisat ve maliye politikalarına bağlıdır. Bu özellikleri taşıyan politikaların uygulanabilmesi de her şeyden önce bilgili, tecrübeli ve işinin ehli olan ekonomik ve mali yönetim varlığı ile mümkündür. Türkiye'de kamu kesimi açıklannın ve dev boyutlara ulaşmış bulunan iç borç sorununun temelinde yatan çeşitli faktörler vardır. Bunlardan birisi de kamu yönetimindeki yetersizlikler ve etkinsizliklerdir. Bu açıdan kamu sektörünün yeniden yapılanması, kamu yönetimi reformu yanında ekonomik ve mali yönetimdeki re­ formu da kapsamak durumundadır. Çünkü makro ekonomik dengesizliklerin uzun süre devam ettiği ülkelerde, ekonomik ve mali yönetim de sorunun bir parçası durumundadır. Bu nedenle, ekonomik ve mali yönetim çerçevesinde aşağıda tedbirlerin alınmasında zorunluluk vardır. - Ekonomik ve mali politikayı belirleyen organann çeşitli yöntemlerle daha et­ kin hale getirilmesi - Vergi ve gümrük yönetimlerinin daha modern teknolojilerle donatılması - Bütçe ve borç yönetiminin daha güçlenebilmesi - Kamu sektöründeki denetim ve muhasebe sistemlerinin daha çağdaş bir hale getirilmesi - Orta ve uzun vadeli stratejik planlamaya önem verilmesi: IV. 5. SOSYAL GÜVENLİK KURUMLARI REFORMU IV.5.1. Sosyal Güvenlik Sistemimizin Temel Sorunları Bilindiği gibi sosyal güvenlik, herkesin sosyal ve ekonomik ihtiyaçlarını karşılayacak biçimde bugün ve yannlarının devlet tarafından güvence altında alınmasıdır. Sosyal güvenlikten temel amaç, az kimsenin maksimum seviyede memnuniyeti yerine toplumun tümünün ihtiyaçlannın asgari düzeyde karşılanmasıdır. Bugün gelinen noktada, genel olarak bütün Dünya'da sosyal güvenlik sis­ temlerinin ekonomik sıkıntı içinde olduklan gözlenmektedir. İlk temelleri bir asır ka­ dar önce Avrupa'da atılan sosyal güvenlik sistemleri, 1970'li yıllarda yaşanan petrol şoklannın sonucunda ortaya çıkan ekonomik sorunlar ile birlikte mali sıkıntı içine girmişlerdir. Avrupa ülkelerinde yaşanan ekeonomik durgunluk ve yüksek enf­ lasyon, sosyal güvenlik kurumlarının çıkmaza girmesine neden olmuştur. Sosyal güvenlik sisteminin ilk yıllarında, aktif sigortalı sayısı, pasif sigortalı sayısından faz­ la iken, bu oran sonraki yıllarda gittikçe bozulmuş ve sonuçta sistemin mali açıdan sorunlar ile karşı karşıya kalmasına neden olmuştur. Ülkemizde de sosyal güvenlik kurumları esas itibariyle Sosyal Sigortalar Ku­ rumu, T.C. Emekli Sandığı ve Bağ-Kur'dan oluşmaktadır. Bütün Dünya'da olduğu gibi ülkemizde de Sosyal güvenlik kurumlan önemli bir mali çıkmaz içinde bu­ lunmaktadırlar. Sadece SSK'nın 1996 yılında 201 trilyon TL. açık vereceği beklen­ mektedir. Emekli Sandığı ile Bağ-Kur ile birlikte bu açığın 350 trilyon TL.yi bulacağı hesap edilmektedir. Bu olumsuz durum, kamu kesimi finansman açığının ve iç borç sorununun içinden çıkılmaz boyutlara gelmesine neden olan faktörlerden birisidir. Sosyal Güvenlik Sistemimizin bugünkü çözümsüz hale gelmesinin başlıca nedenleri şunlardır - Kayıt dışı ekonominin büyümesi - Genç emeklilik sisteminin yaygınlaştırılması - İlave prim alınmadan yapılan sosyal yardım zamlan, - Emeklilik yatırım fonlarının verimli kullanılmaması - Sağlıkta yaşlılık rezervinin olmayışı - Sağlık harcamalannda yapılan istismarlar - Gelişmiş ülkelerde olduğunun aksine olarak devletin phm ödeyerek sosyal güvenliğin finansmanına katkıda bulunmaması, - SSK'nın sigortacılık dışında hastane işletmeciliği, inşaat yapımı gibi yan hizmetlerle uğraşması, - Devlet ağırlıklı yönetimin politik müdahaleler nedeniyle aktüaryal dengeleri bozması. IV.5.2. Sosyal Güvenlik Kurumları Reformu Sosyal Güvenlik kurumlan bugünkü yapılan ile aktüaryal dengeleri bozulmuş ve mali iflasın eşiğine gelmiş bulunmaktadırlar. Bu halleriyle, kamu finansman açıklannın ve iç borç sorununun önemli bir kaynağı durumunda bulunmaktadırlar. Bu olumsuz tabloyu değiştirmek amacıyla Sosyal Sigortalar Kurumu, Emekli Sandığı ve Bağ-Kur'u içeren Sosyal Güvenlik Kurumlan Reformuna acil bir ihtiyaç vardır. Öyleki ülkemizde, sosyal güvenlik uygulamalan devlet politikası haline getirilmeli ve her gelen hükümetin kolay kolay değiştiremeyeceği bir Sosyal Güvenlik Sistemi kurulmalıdır. Bunun dışında Sosyal Güvenlik Kurumlan Reform çerçevesinde aşağıda belirtilen tedbirlerin alınması gerekmektedir. - SSK'nın yönetim biçimi daha özerk ve demokratik bir hale getirilmielidir. - Sosyal Güvenlik Sisteminin finansmanına devlet, prim ödemek suretiyle katkıda bulunmalıdır. - Aktif sigortalı sayısını artırmak amacıyla kayıt dışı sektörün kayıt altına alınarak kaçak çalışan işçi sayısını azaltmak - Ülkede ortalama yaşam süresi bilimsel bir biçimde tespit edildikten sonra bir biçimde tespit edildikten sonra emeklilik yaşının belirlenmesi, - İşsizlik Sigortası uygulamasının başlatılması, - Gerek kamudaki ve gerekse özel sektördeki kuruluşlann sosyal sigorta primlerini, zamanında yatırmalannı sağlayıcı yasa düzenlemelerin yapılması, - Sistemde, sağlık politikası ile ilgili yeni düzenlemelere gidilmesi, - Toplanan primler, ilgili sigorta kolunda kullanılmalı, - Koruyucu hekimlik hizmetleri yaygınlaştırılmalı, - İşyeri hekimliği uygulamasının gerçek anlamda fonksiyonu olan bir hale get­ irilmesi. IV. 6. TARIMSAL DESTEKLEME POLİTİKALARI IV. 6.1. Türkiye'de İzlenen Tarımsal Destekleme Politikaları 1930'lu yıllardan itibaren Türkiye'de uygulanmaya başlayan tanmsal destek­ leme politikalan genel olarak taban fiyatları biçiminde, bazen de girdi bazında uy­ gulanan desteklerle günümüze kadar sürdürülmektedir. Hükümlerin tarım sektörünü korumalan, genel olarak destekleme fiyat politikalan biçiminde olmaktadır. Bu politalarla, hükümetler, bazı tanmsal ürünleri belirli bir fiyattan satın almayı taahhüt etmektedir. Taban fiyatı denilen bu fiyattan, bazı ürünlerin bir kısmı, bazı ürünlerin ise tamamı kamu kuruluşlan tarafından satın alınmaktadır. Destekleme dazen de girdi sübvansiyonlan ve düşük faizli krediler biçiminde olmaktadır. Bu dolaylı destekleme de, gübre, tarımsal ilaç, tohumluk, ithal damızlık, suni tohumlama, teşvik belgeli hayvancılık, süt ve et desteklemesi biçiminde olmaktadır. Tanmsal destekleme politikalannın birinci amacı, tanmsal gelirdeki dal­ galanmaları azaltarak tanm kesiminde çalışanlann hayat standardını korumalanna yardımcı olmaktır. Destekleme politikalarım ikinci amacı ise, tanmsal üretimin is­ tikrara kavuşması yoluyla tanm dışı sektörlere sağlanan girdi akışında düzeni sağlamakdır. Ancak ülkemizde izlenmekte olan destekleme politikalannın, tanmsal ge­ lirdeki dalgalanmalan ortadan kaldırdığını iddia etmek zordur. Bunun yerine daha ziyade siyasi motiflerle uygulandığı ve bu nedenle de ülkemizdeki ekonomik so­ runlann destekleme politikalan uygulamalanndan kaynaklandığı ileri sürülmektedir. Daha önce de ifade edildiği gibi, Türkiye'deki kamu kesimi açıklannın yak­ laşık üçte biri KİT'lerin finansman açıklanndan kaynaklanmaktadır. KİT açıklarının yaklaşık yansı da tarım sektöründe çalışan Toprak Mahsûlleri Ofisi, Türkiye Şeker Fabrikaları ve Tekel'in açıklanndan meydana gelmektedir. Destekleme alımlanyla ilgili bir kuruluş olan Toprak Mahsûlleri Ofisinin sağlıklı bir destekleme fiyat politikası izlediğini söylemek zordur. Çünkü bu kurum destekleme alım fiyatlannı dünya fiyatlannın üstünde tespit etmekte, des­ teklenecek ürün sayısını arttırmakta, hububat ve bakliyatı satabileceğinden fazla ve peşin para ile satın almamakta, ithal edilen hububatı alım fiyatından daha düşük bir fiyatta satmaktadır. Bu tür yanlış uygulamalar sonucunda, Toprak Mahsûlleri Ofisi ağır bir finansman yüküyle karşı karşıya bulunmakta ve kamu kesimi açıklarının genişlemelerine katkıda bulunmaktadır. IV. 6.2. Tarımsal Destekleme Politikasının Neden Olduğu Sorunlar Daha önce de belirtildiği gibi, tanmsal destekleme politikalannın gerekçeleri, tanm kesimi gelirlerinde istikrar sağlamak, tanmsal ürün fiyatlanndaki dal­ galanmalan azaltmak üretimin arttıniması ve yönlendirilmesini sağlamaktadır. An­ cak ülkemizde izlenmekte olan destekleme politikalannın belirtilen amaçları sağlamada yetersiz kalmasının yanında ekonomide diğer bazı sorunlara da neden olmaktadır. ilk olarak, ülkemizde uygulanan biçimiyle destekleme politikaları, geniş çapta siyasetçiler tarafından popülist amaçlarla kullanılmaktadır. Özellikle seçim dönemlerinde tarım kesimi büyük bir oy potansiyeli olarak görüldüğünden des­ tekleme fiyatlan ve desteklenen ürün sayısı arttırılmaktadır. Destekleme politika­ larıyla uygulanan yüksek fiyat politikası tanmsal üretimde fazlalıklara ve stokların artmasına neden olmaktadır. Bu da kamuda harcamalann artmasına ve mali­ yetlerin yükselmesine neden olmaktadır. Özellikle hububatta piyasada düzenleyici rol oynamakta Toprak Mahsûlleri Ofisi, siyasi tercihler doğrultusunda uyguladığı yüksek fiyat politikasıyla ekonomiye önemli yükler getirmektedir. Bilindiği gibi alınan ürünlere karşı ödenen para Merkez Bankası kaynaklarından karşılanmakta olduğundan emisyon hacmi artmakta ve enflasyon körüklenmektedir. Buna ek olarak, destekleme alım fiyatlannın dünya fiyatlarının üzerinde satışı zorlanmakta ve böylece depolarda tutulan stoklar artmaktadır. Bu da başta kamu kesimi olmak üzere tüm ekonomiye yükler getirmektedir. İkinci olarak, uygulanan tanmsal destekleme politikalanndan esas itibariyle büyük işletmeler yararlanmaktadır. Türkiye'deki mevcut tarımsal işletmelerin yak­ laşık yüzde 99'u küçük işletmelerden meydana geldiği için, destekleme politikaları gelir dağılımını bu işletmeler aleyhine olarak daha da bozmaktadır. Çünkü gerek girdi bazında destekleme alımlarından büyük işletmeler, küçük işletmelere göre daha fazla faydalanmaktadır. Bu nedenle, bugün ülkemizde uygulandığı biçimiyle tarımsal destekleme politikalan, büyük işletmeleri daha da büyütmekte, küçük üreticiyi de iyice küçültmektedir. Üçüncü bir nokta olarak, ülkemizde uygulanan tarımsal desteklemelerin esas itibariyle hububat üretiminde yoğunlaşmış olması da bir eleştiri konusudur. Hu­ bubat üretiminin, dünya fiyatlannın üzerindeki bir fiyatla desteklenmesi ve böylece oluşan stokların depolarda bekletilmesi de kamu kesimine ilave yük getirmektedir. Dördüncü bir husus da, destekleme sisteminin bugünkü mevcut yapısı da etkinsizliğe neden olmaktadır. Çünkü Tanm Satış Kooperatifleri Birlikleri toplam üretimin yüzde 20 ila yüzde 50 si arasında alım yapmalarına karşın peşin ödemede bulunmadıklarından yüksek enflasyon nedeniyle üretici önemli bir gelir kaybına uğramamaktadır. Dolayısıyla, destekleme politikaları yoluyla aktarılan kay­ naklar, üreticiden çok birliklere ve tüccarlara gitmektedir. Özetle ifade etmek gerekirse bugün ülkemizde uygulanan tarımsal de­ stekleme politikaları, kamu ekonomisine önemli yükler getirmesi yanında etkin bir tanm desteklemesini de başaramamaktadır. Öyle ki, bu politikalar, enflasyonu körüklemekte, bozuk olan gelir dağılımını daha da kötüleştirmekte ve destekleme adı altında sağlanan kaynakların sınırlı bir kısmı ancak tanmsal üreticinin eline geçebilmektedir. IV. 6.3. Tarımsal Destekleme Politikalannm Alternatif olarak Ticaret Borsaları Ülkemizde uygulanmakta olan tanmsal destekleme politikalannm, ekono­ mide neden olduklan sorunlar ve etkinsizlikleri nedeniyle zaman içinde uy- gulamadan kaldırılmaları gerekmektedir. Çünkü ülkenin bugün karşı karşıya bulun­ duğu kamu kesimi finansman açıklan ve önemli boyutlardaki iç borç sorunu nede­ niyle bu politikalann değiştirilerek, bunlann yerine Ticaret Borsalan geliştirilmelidir. Bilindiği gibi, 5590 sayılı yasanın 32. maddesi Ticaret Borsalannı, "Kanunda yazılı esaslar dairesinde, borsaya dahil maddelerin alım ve satımı ve fiyatlannın tespiti ve ilanı işleriyle meşgul olmak üzere kurulan tüzel kişiliği haiz kamu kurum­ landır." biçiminde tanımlamaktadır. Kanunda da belirtildiği gibi Ticaret Borsalan, arz ve talebin karşı karşıya gelmesini ve gerçek piyasa fiyatının oluşmasını sağlayacak örgütlenmiş piyasalardır. Destekleme Politikalan yerine ülkemizde Ticaret Borsalannın geliştirilmesinin çeşitli yararlar sağlayacağı beklenmektedir. Bu yararların başlıcalan şunlardır: - İlk olarak, rekabet ortamında tanmsal ürünler gerçek değerini bulacak ve tanm ürünlerinin desteklenmesi nedeniyle devletin katlanmakta olduğu mali yük önemli ölçüde hafifleyecektir. Aynca, Ticaret Borsalarının gelişmesi belge düzenin yaygınlaşmasına; kayıt dışı ekonominin daralmasına ve sonuçta vergi tabanının genişlemesine yardımcı olacaktır. - İkici olarak tarımsal desteklemenin kaldıniması ve Ticaret Borsalannın gelişmesiyle, tanma dayalı sanayiler daha uygun fiyatlardan girdi sağlama imka­ nına kavuşacak ve dünya piyasalannda rekabet şansları artacaktır. - Üçüncü olarak da, Ticaret Borsalan ürün deseninin değişmesini sağlayacaktır. Şöyle ki, tanmsal üretici ne bulursa onu üretmek yerine, pazar şansı olan ürünlere yönelecek böylece kalite ve verimlilik ön plana çıkacaktır. - Sonuç olarak, bugünkü uygulamasıyla tanmsal destekleme politikası orta­ dan kalkacağı için, devletin katlandığı önemli boyutlardaki mali külfet de sona ere­ cektir. Bu durum, kamu kesimi finansman açıklarının ve iç borç sorununun zaman içine çözümüne de katkı sağlayacaktır. V. ÖZET ve SONUÇ Geleneksek olarak kamunun gelir elde etme araçları arasında vergiler, ilk başta yer almaktadır. Normal zamanlarda kamu harcamalarının temel finansman vasıtası, vergiler olmaktadır. Ancak, kamu harcamalarını karşılamada vergilerin yetersiz kaldığı durumlarda devlet, borçlanabilmektedir. Özellikle savaş, ekonomik kalkınma veya buhran dönemlerinde çoğu kere vergiler yetersiz kalmakta olduğu için devletin borçlanması önem kazanmaktadır. Geleneksel yaklaşım devetin sadece anormal koşullarda borçlanmaya başvurmasına izin verirken, Keynezyen Teori, vergi ile borçlanma arasında önemli bir farklılık görmediği için, ekonomik konjonktüre bağlı olarak devletin, vergi yerine kolaylıkla borçlanmaya da gidilebileceğini ifade etmektedir. Bu anlamda borçlanma, özelde maliye politikasının ve genelde de iktisat politikasının bir aracı olarak değerlendirilmektedir. Bilindiği gibi, Keynezyen Teoriye göre, önemli olan bütçenin denkliğinden ziyade genel makro ekonomik dengedir. Bu amaçla, bütçe fazla verebildiği gibi, ekonomik koşullara bağlı olarak açık da verebilir. Bu nedenle, özellikle ekonominin eksik istihdam koşullarında bulunduğu durum da, bütçe açığı ve iç borç, bir sorun olmaktan ziyade mevcut sorunun etkin bir çözüm yolu olarak görülmektedir. Keynezyen Teorinin etkisiyle, başta A.B.D olmak üzere gelişmiş ülkeler, II. Dünya savaşından itibaren açık bütçeyi ve devlet borçlanmasını, bir iktisat politikası aleti olarak anti-konjönktürel bir biçimde kullanmaya başlamışlardır. Osmanlı İmparatorluğundan kalan borçların neden olduğu olumsuz etki nedeniyle. Cumhuriyetin ilanından itibaren ilk 10 yıl süresince Türkiye'de denk bütçe politikası izlenmiştir. Cumhuriyet Hükümetinin ilk iç borcu, 14 Kasım 1933'de Fevzipaşa-Diyarbakır demiryolu için yapılmıştır. Daha sonra yine demiryoları ve II. Dünya Savaşının olağanüstü harcamalarının finansmanı amacıyla 1934, 1938, 1941, 1942 ve 1947 tarihlerinde iç borçlanmaya gidilmiştir. 1950 yılından günümüze kadar ise, bütçe açıklarının finansmanı amacıyla iç borçlanmaya devam edilmiştir. 1985 yılına kadar bütçe açıklarının finansmanında temel kaynak olarak merkez bankası kullanılırken, bu yıldan sonra, bütçenin finansmanında asıl ağırlık iç borçlanmaya verilmiş ve izleyen yıllarda bu uygulamaya daha yoğun bir biçim de devam edilmiş olduğundan bugün iç borçlar, hem kamu kesimi üzerinde ve hemde bir bütün olarak ekonomi üzerinde önemli bir sorun olarak durmaktadır. Devlet, iç borçlannı çeşitli kaynaklardan finanse edebilmektedir. Bu kaynaklann başlıcalan, şahıslardan ve şirketlerden alınan borçlar, sosyal güvenlik kurum­ larından sağlanan borçlar, Ticaret bankalanndan alınan borçlar ve Merkez banka­ sından sağlanan kaynaklardır. Hangi kaynaklardan borçlanılacağı, temelde, ekono­ minin konjonktürel durumuna bağlıdır. Eğer ekonomi enflasyonist fiyat artışlanndan muzdarip oluyorsa, o taktirde, toplam harcamaları kontrol etmek amacıyla şahıslardan ve şirketlerden borçlanılmalıdır. Bunun aksine olarak, ekonomi, işsizlik ve durgunluk içinde bulunduğu taktirde toplam talebi desteklemek üzere merkez bankasından ve ticaret bankalanndan borçlanılması önerilmektedir. Borçlanmanın kaynağına bağlı olarak iç borçlar ekonomide çeşitli etkiler meydana getirmektedir. Özellikle faiz oranları, enflasyon döviz kurları gibi değişkenler iç borçlanmadan önemli ölçüde etkilenmektedir. Dolayısıyla, iç borçlar, yatırımlar, üretim, istihdam hacmi, gelir dağılımı ve ekonomik istikrar da doğrudan doğruya yada dolaylı bir biçimde iç borç uygulamasından etkilenmektedirler. Ekonomi iç borçlann arzulanan sonuçları meydana getirebilmesi, önemli ölçüde izlenen iç borç yönetimine bağlı bulunmaktadır. İç borç yönetimi, borçların miktarı ve bileşimi yanında faiz oranlan ve borçlann vadesinde yapılan düzenlemeleri de ifade etmektedir. Başanlı bir iç borç yönetiminden bahsedebilmek için, düşük faiz oranlan yanında borçlann vadesinin de olabildiğince uzun olması gerekmektedir. Ancak böyle uygun birborçlanma politikası, iç borç yönetiminin başansı kadar ekonomik koşullannda müsait olmasını gerektirmektdir. Normal koşullann dışında olağanüstü durumlarda uygulanan iç borç yönetimlerinin başlıcalan ise, konsolidasyon, konversiyon ve monetizasyondur. Bi­ lindiği gibi konsalidasyon, kısa vadeli borçlann uzun vadeli borç haline getirilmesini ifade etmektedir. Devlet, konsolidasyon ile, vadesi gelen borçların ödenmesini er­ telediği için bir süre içinde olsa rahat bir nefes alma imkanını elde etmektedir. Özellikle, vadesi gelen borçlann ödenmesinde devletin zorlandığı durumlarda ve piyasa koşullannın uygun olmadığı durumlarda konsolidasyon uygulaması bir çözüm olarak görülmektedir. Konversiyon işleminde ise, devletin borç yükünü azaltmak amacıyla faiz oranı yüksek olan tahviller, faiz oranı düşük olan tahviller ile değiştirilmektedir. An­ cak, devletin konversiyon işlemine gidebilmesi için, piyasada daha düşük bir faiz oranının oluşması ve devletin mali durumunun müsait olması gerekmektedir. Aksi taktirde, uygulanacak konversiyon işleminin başansızlıkla karşılaşması ihtimali söz konusudur. Monetizasyon durumundada iç borcun yükü hafiflemekle beraber ekonomide çok önemli sorunlar ile karşılaşıbilir. Devlet borçlannın para basılarak ödenmesini ifade monetizasyon da aşınya kaçılması durumunda ekonominin hiper-enflasyona maruz kalması kaçınılmaz olmaktadır. Bu durumda, döviz kurlannı kontrol etmek zorlaşacak ve dış borçların yerli para cinsinden değeri artacaktır. Ayrıca devlete borç verenler, bu yüksek enflasyon ortamından zarara uğrayacaklar ve devlet, kamu oyunda önemli bir prestij kaybıyla karşı karşıya kalacaktır. Türkiye'de iç borçlann artışın temel nedeni, kamu kesimi finansman açıklannın artışı ile devletin eski borçlannı ödeyebilmek amacıyla yeniden borçlanmak zorunda kalmasıdır. Kamu kesimi açıklan ise, konsolide bütçe açıklarından. Sosyal güvenlik kurumlan ile KİT'lerin açıklanndan ve bütçe dışı fon­ ların açıklanndan meydana gelmektedir. Bunlara ilave olarak seçim ekonomisi uy­ gulamalan nedeniyle, kamuda mali disipline uyulmaması da devletin borçlanma ih­ tiyacını arttırmaktadır. Özellikle son yıllarda iç borçlar hızlı bir ivme ile artış eğilimini sürdürmektedir. Bunun nedeni ise, kamunun borçlanma ihtiyacındaki artış yanında iç borçlanmanın yüksek reel faiz oranlanndan ve çok kısa vadeli olarak yapılmasıdır. Ekonomide is­ tikrar sağlanamadıkça ve izlenen iktisat politikalanna güven duyulmadıkça, ha­ zinenin düşük faiz oranlanndan uzun vadeli olarak borçlanabilmesi şansı son dere­ cede düşüktür. iç borçlar bu özellikleriyle ekonomiye ve devlet bütçesine olan yükleri art­ maktadır. İç borç servisinin, son yıllarda GSMH'daki ve devlet bütçesindeki oranının artması bu durumun açık bir ifadesidir. İç borç servisinin, devlet bütçesinin yüzde 100'ünü aşmış olması, borçlann ödenmesinde devletin içinde bu­ lunduğu güçlüğü göstermektedir. . Türkiye'de iç borç yönetimi de doğrudan doğruya sorunlar içinde bu­ lunmaktadır. Ülkemizde iç borçlar, bir maliye politikası aracı olarak kul­ lanılamamaktadır. Kısa vadeli ve yüksek faizli olmasının yanında iç borçlanma, esas itibariyle ticaret bankalanndan yapılmaktadır. Devlet borç senetlerinin yüzde 80'den fazlasının bankalann elinde bulunması, onlara monopsonist bir özellik ka­ zandırmakta ve bu nedenle hazine, borçlanma maliyetini düşürememektedir. Aynca, iç borç kaynağının bankalar olması, para arzını genişletmek suretiyle fiyat artışlannın da hızlanmasına sebep olmaktadır. Aynı zamanda iç borçlanma ülkemizdeki çeşitli ekonomik sorunların da ne­ deni durumundadır. Devletin iç borçlanma nedeniyle ekonomideki kaynaklann önemli bir kısmına el koyması, özel sektörde dışlanma etkisinin yaşanmasına se­ bep olmaktadır. Bu etkiden dolayı bir taraftan özel sektörün yatırım ve üretimi dar­ alırken diğer taraftan daha yüksek maliyetlerle yatırım yapılmasına neden olun­ maktadır. Türkiye'de iç borçların nedeni, kamu açıkları olduğu gibi, aynı zamanda, bütçe açıklarının nedeni de iç borç yükünün artmasıdır. Bunun dışında iç borçlar, hem talep ve hem de maliyet enflasyonuna neden olmak suretiyle ülkemİ2:deki en­ flasyonun kronik bir hal almasına da sebep olmaktadır. İç borçlar, ekonomide, üretim ekonomisi yerine rant ekonomisinin gelişmesine zemin hazırlamakta, enflasyonun yıllardır bozduğu gelir dağılımını daha da bozmaktadır. Bunun dışında, yurt içi faiz oranlarının yüksekliği, sıcak para akımları olarak adlandınlan kısa vadeli sermaye girişine yol açmaktadır. Bu durum para arzının kontrolünü zorlaştırmakta ve enflasyonu körüklemektedir. Türkiye ekonomisindeki çok önemli sorunlann kaynağı durumundaki iç borç sorununun mutlaka bir çözüme kavuşturulması gerekmektedir. Ne varki, bu sorunu kısa dönemde bir çözüme kavuşturmak zor görünmektedir. O nedenle, iç borç sorunu orta ve uzun vadeli yapısal tedbirler çerçevesinde çözüme kavuşturulmalıdır. Bu amaçla, başta denk bütçe politikasını uzunca bir süre devam ettirmek gerekmektedir. Buna ek olarak, KİT'lerin özelleştirilmesi, kamu kesiminin yeniden yapılandırılması. Sosyal Güvenlik Kurumları Reformu ve tarımsal destekleme Politikaları gibi yapısal tedbirler üzerinde çok ciddi bir biçimde durmak gerekmektedir. YARARLANILAN KAYNAKLAR A) KİTAPLAR 1) AÇBA, Sait, Devlet Borçlanması, Ankara: adım yayıncılık, 1991. 2) İNCE, Macit, Devlet Borçlanması, Ankara: Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Yayını, 1976. 3) YAŞ, Memduh, Devlet Borçlan, İstanbul: Sermet Matbaası, 1971. 4) EĞİLMEZ- Mahfi, Hazine, İstanbul: Finans Dünyası yayınlan, 1996. 5) EROL, Ahmet, Ekonomik Etkileri Açısından Türkiye'de Devlet Borçlan (1981-1990), Ankara; 1992. 6) AKSOY, Şerafettin, Kamu Bütçesi, İstanbul: Filiz, Kitabevi, 1993. 7) ÇİLLER, Tansu ve KAYTAZ- Mehmet, Kamu Kesimi Açıklan ve enflasyon, İstanbul: İstanbul Ticaret Odası, 1989. 8) BÜYÜKDENİZ, Adnan, Türkiye'de Faiz Politikalan, İstanbul: Bilim ve Sanat Vakfı yayınları, 1991. 9) BERKSOY, Taner ve DOĞRUEL, Suat, Kamu İç Borçlanmasının kamu dışı Kesimler İçin Kullanılabilir Kaynaklar Üzerindeki Etkisi, İstanbul: İstanbul Ticaret Odası, 1989. 10) EVGİN, Tülay; Türkiye'de Konsolide Bütçe Uygulamalan Genel Değerlendirmesi (1980-1995) Ankara: T.C. Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı, 1996. 11) PARASIZ, İlker, Kriz Ekonomisi, Bursa: Ezgi Kitabevi Yayınlan, 1995. 12) Hiç, Mükerrem, Bozulan Ekonomi Nasıl Düzelir, İstanbul: Menteş Kitabevi, 1989. 13) ORHAN, OSMAN Zekayi, Türkiye'de Bütçe ve Maliye Politikalan, İstanbul: İstanbul Ticaret Odası, 1994. 14) ERTUNA, İbrahim Özer, Türkiye'de Mali Piyasalar, Sorunlar ve Çözümler: İstanbul: İstanbul Ticaret Odası, 1987. 15) UYGUN, Ercan-KUMCU, Ercan v.d. Türkiye için Yeni Bir Orta Vadeli İstikrar Programına Doğru, İstanbul: Türkiye Sanayicileri ve İşadamlan Derneği, 1995. 16) BATIREL, Ömer Faruk-TEZER- Adnan, v.d., Türk Vergi Gelirlerini Artırma Yollan, Alternatifler ve Beklentiler, İstanbul: İstanbul Ticaret Odası, 1989. 17) PARASIZ, İlker, 5 Nisan 1994 İstikrar Kararlan, Nedenleri ve Olası Etkileri, Bursa: Bursa Sanayicileri ve işadamlan Derneği, 1994, 18) GÖNÜL, Ayşenur, Bütçe Açıklannın Fiansmanı ve Ekonomik Etkileri, Ankara: t.C. Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı müsteşarlığı, Ankara, 1992. 19) SELÇUK, Faruk ve RANTANEN- Anjariitta, Türkiye'de Kamu Harcamaları ve Kamu borçlanması: Mali Disiplin Gereği üzerine Gözlem ve Öneriler, İstanbul: Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği, 1996. 20) İNCE, Macit; Devlet borçlanması, Ankara: Seçkin Yayınevi, 1996. B) MAKALELER 1) TUNCA, Arda; "Kamu Kesiminin, Özel Kesimin Fon Kullanım Olanaklarını Daralta Etkisi", Banka ve Ekonomik yorumlar Dergisi, Haziran, 1993. 2) ALTINOK, Tevfik; "Türkiye'de Kamu borçlanma Değerlendirilmesi" Banka ve Ekonomik Yorumlar Dergisi, Eylül 1993. Politikasının 3) ATAMTÜRK, Burak; "Türkiye'de Kamu Finansman Politikası ve Kriz İlişkisi", banka ve Ekonomik yorumlar Dergisi, Eylül 1994. 4) ARIKAN, Zeynep; "Fonlar ve Yetki Kullanımı", Banka ve Ekonomik Yorum­ lar Dergisi, Ocak 1995. 5) KALÇA- Adem; "Türkiye'de Kayıt Dışı AEkonominin Durumu", banak ve Ekonomik yorumlar Dergisi, Nisan 1995 6) KIZILYALLI, Hüsnü; "Türkiye ekonomisinin Ana Sorunlan", Banka ve Ekonomik yorumlar Dergisi, Aralık 1995. 7) OKTAR, Suat; "Seçim ekonomisi yada Ekonominin Politizasyonu'', Banka ve Ekonomik Yorumlar Dergisi, Mart 1996. 8) TUNÇ, Güngör; "Tarım Satış Kooperatifleri: İhtiyaç mı yok, yoksa Doğru çözüm mü değiller", Banka ve Ekonomik Yorumlar Dergisi, Nisan 1996. 9) OYAN, Oğuz; "Türkiye'de Kamu gelirleri Sisteminde Yapı Değişim ive Re­ form Gereksinimi" III. İzmir İktisat Kongresi Haziran 1992. 10 KOLÇAK, Menşure; "Devlet İç Borçlannm Yönetimi" Mali Hukuk, 1996, Sayı 63. 11) SAYILGAN- Şevket; "Bağımsız Merkez Bankası ve Ekonomik Sonuçları" Banka ve Ekonomik Yorumlar Dergisi, Şubat 1996. 12) EĞİLMEZ, Mahfi; "Bütçe Gerçekciliğinni Ölçülmesi ve Bütçe Sapmalarının Ha­ zinenin borçlanma Faizleri Üzerine etkileri" İşletme ve Finans dergisi, 1993, Sayı 88. 13) EVGİN, tülay; "İç Borçlanmız", Hazine ve Dış Ticaret Dergisi, 1992 Sayı 12. 14) OYAN, Oğuz; "İç borçlanmada Yolun Sonu mu?" mülkiyeliler birliği Der­ gisi, Mayıs 1988. 15) BUDAK, Rıdvan; "Sosyal Güvenlik sisteminin Sorunları ve Çözüm Önerileri", Görüş, Nisan 1996. 16) BAYDUR, Refik; "Sosyal Güvenlik ve SSK", Mülkiyeliler Birliği Dergisi, Mayıs 1996. 17) USLU, Salim; "Sosyal Politika İçinde Sosyal Güvenlik Sistemine Genel Bir Bakış" Mülkiyeliler Birliği Dergisi, Mayıs 1996. 18) IŞIKLI, Alpaslan; "Sosyal Güvenliğin bunalımı", mülkiyeliler birliği Dergisi, Mayıs 1996. 19) KAZGAN, Gülten; "Sosyal Güvenlik ve Ötesi", Mülkiyeliler birliği Dergisi, Mayıs 1996. 20) CANSIZLAR, Doğan; "Sosyal güvenlik Sistemlerinin Ortak sorunları ve öneriler". Maliye Dergisi, Ekim 1993. 21) AKALIN, Güneri; "kayıt Dışı Ekonomi Sorunu ve Yasa Tasansı", Vergi Dünyası, Haziran 1996. 22) ALTINOK, Tevfik; "Kamu İktisadi Teşebbüslerinin Özelleştirme", 3. İzmir İktisat Kongresi Haziran 1992. Sorunları ve 23) KARSAK, Ertuğrul; "Özelleştirme Sürecinde Sorunlar, Hedefler ve Öncelikler" Banka ve Ekonomik Yorumlar Dergisi, Eylül 1994. 24) AKALIN, Güneri; "Türkiye'de Özelliştirmenin Gereği ve Nedenleri" Maliye Araştırma Merkezi Konferanslan, 36 Seri, 1994. 25) ÇAĞLAR, Yücel; "Özelleştirme Öncesi ORÜS", Mülkiyeliler Birliği Dergisi, Eylül 1993. 26) SEL, Cüneyt; "Kamu sektörünün yeniden Yapılanma Gereği Üzerine Bazı Gözlem ve Düşünceler", Hazine ve Dış Ticaret Dergisi, Mart, 1994. RAPORLAR 1) TOBB, Ekonomik Rapor 1992. 2) TOBB, Ekonomik Rapor 1993. 3) TOBB, Ekonomik Rapor 1993. 4) TÜSİAD, Türk Sosyal Güvenlik Sisteminin Sorunları, Çözüm Önerileri ve Özel Sigortacılık Girişimi, Ocak 1996. 5) TÜSİAD- 1996 Yılına Girerken Türk Ekonomisi, Ocak 1996. 6) TÜSİAD, İç Borçlanma: Durum ve Sorunlar, Mayıs 1987. 7) MÜSİAD, Devletin borç Krizi: İflas 1999, Ekim 1994. 8) T.C. MaliyeBakanlığı, 1994 Yıllık Ekonomik Rapor. 9) DPT, Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı (1996-2000), Ankara, 1995. İSTANBUL TİCARET ODASI YAYINLARI (1996) YAYIN NUMARASI 1 2 3 4 5 6 7' 8 9 10 11 12 13 1.4 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 YAYIN ADİ İthalat Rejimi Devlet İhale Kanunu Paneli Ekonomik Rapor Economic Report Türkiye AB İlişkileri ve Gümrük Birliği CE İşareti - AB Ürün Pasaportu Rekabetin Korunması - Türkiye ve Avrupa'daki Uygulamalar Semineri Fikri Mülkiyet Haklan ve Uluslararası Uyum Sorunlan Semineri İhracat Rejimi Gümrük Birliği ve Dış Ticaret Mevzuatımız Yurtiçi Endüstriyel ve Sektörler Fuarlar Takvimi Calandar of Industrial & Trade Fairs in Turkey İndirimli Oteller Katalogu Gümrük Birliği'ne Geçiş Sürecinde Küçük Orta Ölçekli İşletmeler Uluslararası Ticari Tahkim Konusundaki Son Gelişmeler Semineri AB'nin Rekabet Politikasının Temelleri Gümrük Birliği'ne Girdikten Sonra Yatınmlarda ve İhracatta Uygulanan Teşvikler ve Devlet Yardımlan Yurtdışı Fuarlar Katalogu Gümrük Birliği'nde KOBİ'lerin Rekabet Gücü ve Sınai İşbirliği Olanaklan İndirimli Sağlık Kuruluşlan Rehberi Sorunlarla Türk Markalar Hukuku Türkiye'İsrail Ticaret Antlaşmasına İlişkin Notlar Türkiye'de Tüketicinin Korunması Tedbirleri-Öneriler ve Ekonomik Etkileri Turist Rehberi (Makedonca) Sorularla Patent Mevzuatı Göç Veren yöreler Bölgesel Gelişim Araştırması Fizibilite Raporu hazırlama Esasları ve Örnekleri Rakamlarla Türkiye Ekonomisi Turkey in Figures Avrupa Birliği'nin Akdeniz bölgesi Politikası Finans Kesiminin Reel Sektöre Kaynak Yaratma Kapasitesi Küreselleşme ve Gümrük Birliği Irak ile Dış Ticaret (BM Kararlan Çerçevesinde) Türkiye Avrupa Kömür Çelik Topluluğu Anlaşmasının Esaslan Outstanding Exporters'95 Hava Kirlenmesi Kontrolü 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 AB Karşısında KOBİ'lehn Rekabet Olanakları ve Stratejileri ile AB'ne Yönelik Pazarlama Teknikleri Başarılı Vergi Mükellefleri Almanya'daki Türk Girişimcileri Enflasyon Sürecinde Hanehalkı Etkiler ve Tepkiler Ticari Sicil memurluğuna Yapılacak Müracaatlarda Tescil İşlemleri Yapılırken Verilecek Belgeler Gümrük Birliği Sürecinde KOBİ'ler ve Risk sermayesi Şirketleri Modeli Sorularla Forfaiting ve Türkiye'deki Uygulaması Sorularla Yabancı Sermaye Mevzuatı 1995 Yılı İstanbul Küçük Sanayi kapasite Kullanımı Araştırması Sağlık Turizminde Jeo-Termal Kaynaklar istanbul Ticaret Odası Ragıp Gümüşpala Cad. No: 84 34374 Eminönü/İSTANBUL Tel.: (0212) 511 41 50 (44 Hat) Fax: (0212) 513 15 65