. ! İSLAM HUKUKUNDA ŞER'ILİK K~VRAMI* Mehmet ERDOGAN** Allah'ın adıyla. Teblige başlıgı oluşturan kelimelerin çok kısa tahlili ile başlamak istiyorum. Islam, ed-Din anlamında bir sürecin adıdır. Insan, bunca mükemmelliğine ve saygınlıgına ragmen, Yüce Yaratıcı'nın hidayetinden müstağni degildir. İnsanlık tarihi boyunca Yüce Allah, yaratmış oldugu insanı kendi kaderiyle baş başa bırakmamış, Rab sıfatıyla onun hayatına da yön vermiştir. Halk gibi emr de O'na aittir. İslam'ın birkaç anlamı vardır. Bunlardan birincisi ed-Din anlamında süreci ifade eder. İkincisi , bu sürecin Hz. Muhammed'in tebliğ ve tatbik etmiş oldugu son halkasının özel adıdır. Üçüncüsü ve en dar olanı, Cibril hadisinde geçtiği üzere bu son halkanın. da sadece davranış/ eylem boyutudur. Bu son anlamda "şerai'' ile eş anlamlı gibidir. "Kur'an'ın tümüyle içeriği üç bilimin konusunu oluşturur: ilmi Tevhtd, limü'ş-şerai' ve İlmü tehztbi'l-ahlak1 şeklindeki taksirnde şerai İslam'ın ahkam boyutu anlamında kullanılmıştır. Hukuk: Toplumu düzenleyen. ve devletin yaptın~ gücünü belirleyen yasaların tümü, tüze (TDK) diye tarif edilir. Aslında tümüyle hukuk adalete hadim nizamın adıdır ve bu haliyle bizatihi kendisi amaç değildir. O yüzden bir üst kurumdur, sadece hastaların tıbba ihtiyaç duyması gibi herkesin ihtiyaç duymadığı, sadece sorunu olaniann ihtiyaç duyduğu yaptırıma dayalı kurallar bütünüdür. Amaç değildir, ama araç olarak gereklidir. İslam hukuku deyince, bizim burada bu anlamda bir hukuku kastetmedigimiz açıkbr. Biz burada İslam hukuku tabirinden fıkhı kastetmiş oluyoruz. Fıkıh ise, en geniş tanımıyla kişinin leh ve aleyhinde olanlan bilmesidir. Daha teknik bir ifadeyle kişinin haklarını ve ödevlerini bilmesidir. Bu haliyle fıkıh, koruyucu hekimlik gibi herkes için gereklidir. • Sempozyumda sunulan bildiri metninin gözden geçirilmiş ver . makaleleştiriimiş halidir. (Editör) . " Proi.Dr., Marmara Üniv. IlAhiyat Fak., [email protected] • Muuottıı, 1, 264 (Muhammed b. Hasan rivayeü). Fıkhın, vaktiyle et-Tefakkuh fi'd-din yani dini bütün boyutlarıyla kavrama çabası olduğunu, o yüzden ekber, zahir ve batın boyutlan olduğunu ve bu şüinulüyle tam da İbrahim 14/24. ayetiı;ıde geçen şecere-i tayyibe yani aslı -sabit, dallan göğe agmış ve her an yemiş veren görkemli, hoş bir ağaç ile aniatılmak istenen gerçeklige tekabül ettiğini yani inanç, eylem ve erdem dünyalarırnıza karşılık geldiğini, bir bütün olarak bu üç boyuta birden cevap teşkil etmeyi amaçladığını, elpetle ki ilahi rahmetten (vahiy = kitap ve sürınet) beslendiğini, ancak fizik ve sosyo-kültürel ortamdan da bağımsız düşünülemeyecegini ortaya .koyma çabası içinde esasen insanla {müçtehit) kaim bir entelektüel çaba olduğunu bil~yoruz. Bir anlamda teşri, insanlık nüvesinin/ potansiyelinin, kökleri sapasağlam yere tutunmuş/ iman bağıyla Allah'a sımsıkı bağlanmış/ gövde ve dallan göğe ağmış/ ibadetleriyle ve gündelik yaşantısıyla davranış dünyasını geliştirmiş, her an yemiş veren/ ahlaki erdemiere bürünmüş ve varlık alemi içindeki yerinin ve öneminin farkına vararak kendisinden beklenen yetkinliği ortaya koymuş ve herkese yararlı olmuş bir ağaca/insan-ı kamile dönüşmesi için gerekli yol haritasını, bir örneklik üzerinden {üsve-i hasenel insanlığa mal etmektir. Şerilik ise, kısaca şeriata aitlik, ona uygunluk anlamındadır. Buna göre konunun nirengi noktası şeriat kavramının ne olduğunu ortaya koymaktır. Şeriat, bizce dinin _ bedenlenmiş şeklidir. Din daha soyut bir kavramdır. Diyanet öznel bir tecrübedir. Şeriat ise dinin ete kemiğe bürünerek görünür olması ve nesnel bir hal almasıdır. Hal böyle olunca din ile şeriat arasında, ruh beden arasındaki ilişkiye benzer tarzda ayrılmazlık ilişkisi olduğunu söylemek gerekir. Şeriat kavramı üzerinde uzun uzadıya durmak istemiyoruz. Bu konuda bazı çalışmalann yapıldığını da görüyoruz. Biz burada kısa ve genel değerlendirmelerle yetinecegiz . Kur'an'dan da açıkça anladıgımıza göre Yüce Allah •ın biz insanlıkdüny~sına müdahalesi iki düzlemde ISLAMI ARAŞTIRMALAR DERGISI, ClLT: 19 SAYI: 1, 2006, Sayfa: 145-152,1SSN 1300-0373, TEK·DAV MEHMET ERDOÖAN gerçekleşmektedir. Bunlardan birincisi Tekvin adını verdi~imiz yaratılış ("el-halk") düzlemidir. ikincisi ise birinci ile ilgili ilahi iradenin ortaya konuldu~u "el-emr" yani teşri düzlemidir. Bu iki müdahale arasındaki ilişki, makineye kulanım kılavuzu, ci~ere tarife, ilaca prospektüs yazma kabilindendir. Asıl olan tekvindir, teşri onu tamamlar. Tekvin ile teşri birbirine karşıt, zıt, uyumsuz, uygunsuz değildir. Her ikisi de aynı amacı gerçekleştirmek için aynı ilahi gUcün eseridir. Her iki faaliyetin amacı da aynıdır: Tekvin ile yatkınlık sağlanır, teşri ile bu yatkınlı~ın yetkinli~e evrilmesi amaçlanır. Sonuçta ortaya konulmak istenen halife olabilecek kıvama erişen insandır. Burada halifelikten maksat, Allah'a ait bütün güzel isimlerin kendinde tecelli edeceği mükerrem bir varlık ya da insan-ı kamildir. İnsan tekvin itibariyle kendisinden bir nefha taşıdığı Yüce Allah'ın yeryüzüne düşen bir gölgesi olma potansiyeline sahiptir. Teşri bunun bilfiile çıkanlması ve bilinç düzeyinde de farkındalı~ın sa~lanması demektir. Bu durumda şerilik için en genel ölçüt, tekvine dayanıyor olmasıdır. Tekvine dayanmayan, onu göz ardı eden, onu yoklu~a mahkum eden, ona ters düşen bir şerilikten bahsedilemez. Sözgelimi "İnnema'l-müşrikfıne neces" (etTevbe 9/28), münafıklarla ilgili olarak "Fe a'ndhum innehüm rics" (et-Tevbe 9/95) ayetlerini ele alalım (Aynca et-Tevbe 9/124-125; el-Enam 6/125). Teşri'de müşriklerin ve münafıklarm necisliğinden bahsedilmektedir. Diğer yandan da Hz. Peygamber, "Süphanallah, Mü'min necis olur mu?"l diyerek, müslümanın asla necis olmayacağını ifade etmektedir. 'lbn Teymiyye iki çeşit hakikat oldugundan ve pek çok inSanın bunlann arasını ayırt edemediginden bahseder: Birincisi hakikati kevniyye-i kaderiwedlr ve bu Allah ·ın halk ve meşletinin taalluku sonucu ortaya çıkar. Ikincisi ise hakikat·! diniye-l emriwedlr, bu da Allah'ın nza ve muhabbeUnin taalluku sonucu ortaya çıkar (Fetôııô, ı, 109; Xl, 262. Ayrıca bk. Eulij/Ôu 'r-Rahmôn ue eulij/Ôu'ş-şeytan, 1, 107) Mustafa Kemal"in Balıkesir Hutbesindeki sözlerinden bir paragraf şöyledir: "Peygamberimiz Efendimiz. Cenab-ı Hak tarahnelan insanlara hakayık-ı diniyyeyi tebllge memur ve resul · obnuştur. Kanunu esasisl, cOmlemizce malumdur ki, Kur'an-ı Azimüşşandaki nusustur. Insanıara feyz ruhu vermiş olan dinirniz, son dindir. Elanel dindir. ÇOnkU dinimiz akla, mantıga ve hakikale tamamen tevafuk ve telııbuk ediyor. Eger akla, mantıııa ve hakikate. tevafuk elmeıniş olsaydı, bununla ~er kavanin·i tabiiyye-i ilahiyye be~ninde tezat olması icııbederdi. Çilnkü bUcOmle kavanin·i kevniyyeyi yapan Cenab-ı Hakbr." Biri bir Islam alimi digeri bir Osmanlı aydıru ve paşast olmak i.izere iki isimden alıntıladı!jımız bu ifadeler, bizim burada önemle arz elmeye çalıştıgımız tekvin ve teşri ikileminin mevcudiyetinin ve bunlar arasındaki ilişkinin tetabukiyet ilişkisi oldugunun hem ulema ve hem de ııydınlar arasında bilinegelen bir husus oldugunu göstennektedir. 1 Buhari, "Gusül", 23. 146 Teşrideki bu nitelemelerden hareketle müşrik ve sanki birer pislik torbası gibi görülmesi mümkün müdür? Diyelim ki böyle bir sonuca vardık". Acaba vanlan bu sonuç şeri midir? münafıklann Bizim !nancımız, teşriin tekvin üzere kurulu Tekvinde gerçekten maddi anlamda müşrik ile müminin özleri itibariyle farklılıklan var mıdır? Yani sözgelimi bir müşrike elimiz değse, pisliğe değmiş gibi mi olacakbr. Elbette ki hayır. Buradaki necasetten maksadın manevi anlamda olduğu açıktır. Yoksa zatları itibariyle müşriklerle, diğer insanlarm hiçbir farkı yoktur. Reşit Rıza'nın ifadesiyle buna ilmin kaynaklanndan olan duyular şahadet etmektedir. Her kim duyulann verilerine karşı tavır alırsa, akli ve llsani istidlallere öncelikli olarak tavır alması gerekir. Çünkü bu son derece açıkbr5 Bizim kanaatimiz umü'minin cünüplükle necis olmayacağı ifade edilirken, mü'min kelimesi kaydı ilitirazi ile kullanılmış değildir. Nitekim, müslümanın müslümana ırzı, kanı ve malı haramdır, derken oradaki Müslüman kelimesi de aynı şekilde ihtirazi bir kayıt olmamaktadır. Bir kafire ait kanın, kan naklinin cevazını kabul etmemiz halinde mümine nakledilmesinin adem-i cevazına hükmedilebilir mi? E~ er caiz de~ildir denilecek olursa bu hangi tekvin esası üzerine oturtulacaktır? Bu da gene bu ba~lamda andabilecek bir başka örnektir. Bir başka örnek Kur'an'da rics (pislik) kavramı ile ilgilidir. Bundan uzak durulması istenir. Bir şeyin pislik olması ya insan do~ası, ya akıl, ya şer (din} ya da her üçü açıs.ından olur. Laşe, her üçü açısından da pislik sayılır. 6 lçki ve kumann pislik oluşu, akıl açısından bir örnek olabilir. Putlann, Allah'tan başkası adına kesilen kurbanlann, domuz etinin ve rnüşriklerin necisliği din açısındandır denilebilir. Dışkı, idrar, kusmuk ve benzeri tiksinti verici şeylerin pisliği do~a açısından olana örnek verilebilir. Biı kısa bilgiden sonra hamr'ın necisliği konusunu ele alalım: Yüce Allah'ın hamn murdarlıkla nitelemesi (gıybeti ölü etini yemek gibi nitelemesinde olduğu gibi) bir tiksinti duygusunun oluşturulması içindir. Biz içilince sarhoş eden bu nesneyi tekvin düzleminde kimyasal analize tabi tuttuğumuzda ulaşbğımız sonuç gerçekten idrar ve dışkı gibi maddi pislik oluşu ise, onu da necisü'l-ayn görmemiz şeri olur. Ancak öyle değilse hamnn bizatihi kendisini neden ve ne hakla necis sayacağız. ~eşke iş burada da kalsa. Biz bu hükmün illetinin sekr oldu~unu bulacağız. Bu özelliği taşıyan etkin maddesinin alkol olduğu sonucuna varaca~ız. Burada da durmayıp alkol içeren her türlü olmasıdır. ' MOslüman öldükten sonra yıkanmalda temiz olur. Kafir ise yıkanmakla temiz obnaz. ÇOnkO o her hal i.izere necistir. bk. He/ebi Sa§ir, 1289, s. 98. 'Menôr, 1, 275. • Ragıb el·lsfah~i. ei-Müfredôt, s. 188. IS!..AM HUKUKUNDA ŞER'İLİK KAVRAMI ) ilaç, temizlik ve kozmetik sanayi ürünlerini içmesinin· haramlığı yanında necis olduğu için kullanımının da haram olduğu hükmünü çıkaracağız ve bunu da şeriaya nispet edeceğiz . Uyuşturucu da aynı şekilde ele alınabilir. imdi, kevn'de doğası itibariyle bu sayılan nesneler gerçekten necis midir? Necis değilse, verilen bu hükümlerin şenliği hangi esas üzerine oturtulacakbr. Sadece dil üzei'ine -o da çok dar bir çerçevede- oturtulan ahkamın evrenseUiği iddiası ve alemierin hakim olan rabbine nispeti gerçekçi ve hikmetli olabilir mi? Aynı şekilde insan vücudunun salgılamış olduğu sıvıların necis olarak kabul edilmesi, gene tekvin ile ilişkitendirildikten sonra ancak kabul edilebilecek bir husus olmalıdır. Mesela her organımızın işlevini en güzel biçimde yapabilmesi için özel bir sıvı salgıladıklan görülmektedir. Derimiz terleme yapar ve bu sayede vücut ısısını dengeler. Ağızda tükürük bezlerinin tükürük salgılaması, bumun havayı belli bir rutubette tutabitmesi için sümük salgılaması, ciğerin mukoza (balgam} salgılaması, gözün gözyaşı akıtması, cinsel organların zevk suyu ve erlik suyu (atmık} salgılaması bu bağlamda anılabilir. Bu .sayılan örneklere kanı da ekleyebiliriz. Mesela Hanefi fakihleri ön ve arkadan çıkan her şeyi abdesti bozucu, gerekçesini de necis oluşu olarak kabul ederler. Bunun sonucu meninin idrar ·ve dışkıya benzetiterek necis olduğu gibi bir sonuca vanlır. Hatta şöyle bir mantık yürütülür: Taharet ancak necaset sebebiyle gerekir. Yapılması gereken taharet ağırlaştıkça, ona sebep olan şeyin de daha ağır necaset olması gerekir. Meni sebebiyle gusül gerektiğine göre, o abdesti gerektiren dışkı ve idrardan daha ağır bir necaset olmalıdır7• Lübôb'da meninin necaset-i mugallaza olduğu belirtiliı-4. Buna mukabil kan ve meninin necis olmadığını söyleyen alimlerimiz vardır. Bizim teşriin tekvin üzerine kurulması ilkesinden hareketle söyleyeceğimiz ise şu olmalıdır: Vücudun bu ve benzeri ifrazab, doğal yapılan ve özleri itibariyle gerçekten idrar ve dışkı gibi, irin gibi taaffün etmiş, kokuşmuş ve buna sebep necaset (maddi pislik} halini almış şeyler midir? Yoksa insanın bedeninin bir işlev amacıyla salg~amış olduğu ve maddeten asla necis olmayan sıvılar mıdır? Söz gelimi kan gerçekten necis midir? Bir şeyin yenilmesinin veya içilmesinin haram olması o şeyin bizatihi necis olmasını gerektirseydi o zaman bizatihi insanın kendisi necis olması gerekirdi. Çünkü insanın da yenilmesi hUrmetine binaen haram olmaktadır. Karım necasetine dair vereceğimiz hükmün şeri olabilmesi, onun tekvinde de necis olması halinde ancak mümkün olabilir. Hal böyle iken üzerinde bir şişe içinde kan olan bir kimsenin namazının caiz olmayacağı9 sonucu nas~ 'bk. Bedôi, 1, 193. • el-Lobab, ı. 18. • Üzerinde bir şişe içinde necaset olan kımsenin namazının olmayııcai}ı hk. bk. Gunyetü'/-müteme//i (Ho/ebi Soğir), s. 98. şeri olabilir?ıo Bu arada şunu da belirtelim ki, maddi necaset madeninde kaldığı sürece (anüse açılan kalın bağırsakta ·oluşu gibi} bir zarar vermemektedir. Fakat özü itibariyle necis olduğu için mesela bir hayvanın boğazlanması sonucunda içindeki pisliğin temizlenmesi gerekli olmaktadır. Oysa madenindeki kan için aynı şey söylenmemektedir. Bu da onun esas itibariyle necisü'layn kabul edilmediğinirı bir göstergesi olabilir. Meninin de aynı şekilde necisü'l-ayn olmadığını düşünebiliriz. Meni geldiği zaman boy abdestinin gerekli olması, vücudumuzdan çıkan şeyin necis olmasıyla ilgisi yoktur, aksine değişen vücut kimyasının yeniden düzenlenmesi ile ilgili bir manevi temizliği gerekli kılan bir durumdur .. Nitekim Hz. Peygamber'in yukanda geçen cünüplük sebebiyle insanın necis olmayacağı sözü bu konuda yeterince açıktır. Meninin temiz olmadığını savunanlann, onun pis bir oluktan akmış olduğunu ileri sürmeleri de" onun necaseti mugallaza sayılması için yeterli bir delil olmayacağı açıktır. Eğer öyle olsaydı, daha baştan cinsel ilişkide bulunmanın ve kadının dölyoluna !Jislik boca etmenin haram olması gibi bir sonuç lazım gelirdL Bu ise insan doğasına ve neslin bekası esasına aykın olurdu. Mezinin de aynı olması gerektiğini düşünebiliriz. Mezi, vücutta önemli bir işlev gören zevk suyudur. (Halk arasındaki adı "abdestbozarı"dır}. Özü itibariyle necis olmayan bu vücut salgısının insanı ve bulaştığı yeri necis kılmayacağını, sadece abdest bozucu olduğunu kabul etmek teşride tekvini esas almanın bir sonucu olacaktır. Benzer biryaklaştmı "Kap içinedüşensineğin iyice çünkü kanadının birinde dert, öbüründe deva bulunduğu" rivayeti' 2 hakkında ç:la söz konusu edebiliriz. Bu sözün ne kadar şeria'ya ait olduğu, din için bir anlam ifade edeceği, tekvini dikkate alarak belirlenebilir. ÖzeUikle günümüzde böceklerin yapısı tekvinin şifrelerini çözme yolunaa oldukça ilerlemiş olan bilimin verileri ile ortaya konulur ve teşri de onun üzerine bina edilir. Sonuçta bu rivayetin sahih olup olmadığı, sahihse mecaz mı yoksa hakikat arılarnda mı kullan~mış olduğu gibi sonuç ve değerlendirmelere daha sağlıklı ulaşılmış olunabilir. daldınlması, Şimdi bir de şu örneğe bakalım : Kurtubi anlatıyor (ifade bize aittir. bk. I, 302; V, 65}: Hünsayı müşkilin müşkil döş, mirastaki payı nasıl belirlenecektir? her iki cinsel organa da sahip Hünsayı olacağından saka! gibi belirtilere bakanı. Bunlar yoksa hangi •• Dem·i gayri meslüh'un nec.isO'I-ayn olmadıliını söyleyen ~limlerimiz vardır. (Fıkhu'l·ıbôdôt, 1, 67) Keza köpegin ve yırtıcı havyanlann özleri ıtibariyle necis olmadıklannı söyleyenler de mevcuttur. (Mebsuı, 1, 44; Bedôi, 1, 198; HöşiyeW't-Tohôui, 1~ 486) "bk. Bedoi, I, 193. 11 İbn M&ce, "Tıbb", 31. 147 MEHMET ERDOCAN organından idrannı yaptığına bakanz. Her ikisinden de yapıyorsa, hangisinin önce geldiğine bakanz, her ikisinden de aynf anda geliyorsa hangisinden daha eşli geldiğine bakanz13• Bütün bunlarda eşitlik varsa o zaman sonucu belirlemek üzere eğe kemiklerini sayanı diyor. Eğer eğe kemikleri tam ise kadın eksik ise erkek olduğuna hükınederiz. Çünkü Allah Hawa'yı Adem'in bir egesini a.larak yarattı. O yüzden erkeklerin egeleri kadıniannkinden bir eksik kaldı. Bunu koskoca Kurtubi anlatıyor ve kendince de Teşri'e bina ediyor. Tekvini göz ardı eden bu gerçekten derinlemesine ortaya konulan cehd (içtihad), sahici bir teşri olabilir ve elde edilen hüküm de şeri olabilir mi? Keza geçmişe dair kıssa ve bilgilerin de aynı kevne ait bilgiler ışığında değerlendirilmesi ahkamla ilgili olmasa da- bir gereklilik olmalıdır. Ancak teşriin tekvin üzerine bina edilmesi konusunda bir incelik göz ardı edilmemelidir: Şari Teala, sonsuz hikmeti gereği, teşride, tekvine itimatla bazı şeyleri sükut geçebilir, yahut yeterince vurgulamayabilir, yahuttekvini özelliklere zıt görünümlü beyanlarda bulunabilir. Dünya işlerini bize havale etmesi, anne babaya saygı konusunu vurgularken çocuk sevgisini yeterince vurgulamaması hatta fitne ve benzeri kavramlarla insanlan bu konuda uyarması, nefsani arzulann zebunu olunabileceği mülahazasıyla içki ve kumar gibi hususlan rics (murdarlık, pislik) gibi nitelemesi, esasta güçlü olunması istendiği halde, o gücün kontrol altında tutulabilmesi için geçici olarak nefsi zayıf düşürecek oruç gibi düzenlemelere yer verilmesi gibi. Teşriin nihai amacı, özünde yatkın olan insanın, yatkınlığı dogrultusunda yetkinliğe i.ılaşbnlması , özüne kudret eliyle yerleştirilmiş olan meknuz cevherlerin, insani erdemler olarak ortaya çıkanlması ve işlE!_nmesi, tekvin aşamasında kendine biçilen· değerin bihakkın farkına da varması, Şatıbi'nin deyimi ile ızbrari kulluktan gönüllü kulluğa yüceltilmesidir. Şerilik ölçütleri nelerdir? Bu genel girişten sonra tebliğin konusunun örnekler üzerinden ortaya konulması noktasına gelmek istiyoruz. Burada İbn Teymiyye'den bir alınb 14 yapmakta fayda millahaza ediyoruz: Ona göre "Şer'" lafzı üç anlamda kullanılmaktadır: eş-Şer'u'l-münezzel: Bu Hz. Peygamber'in (s.a.s.) Allah'tan getirmiş olduğu sabit olan her bir şeydir {Kitap ve sünnet). Bu kısım mutlak itaati gerektirir ve muhalefet eden ukubete maruz kalır. şekilde 2. eş-Şer'u'l-müewel: Müçtehit alimierin 11 Bu bilgi buraya kadar Mebsıit'ta da vardır. bk. XXX, 103. "lbn Teymiyye, Euliyôu'r-Rahmôn ueeuliyciu'ş·şeytön, 1,107. Aynca bk. Fetdud, 1, 67, 109; Xl, 268, 507; XXXV, 366. ilm Kayyim, et-Turuku'l-hükmlyye, Kahire ty., s. 137. 148 içtihatlan sonucu ortaya koymuş olduklan görüşleridir. Malik ve benzeri müçtehit imamlann mezhepleri gibi. Bunlara tabi olmak caizdir ama mutlak gerekli (vacip) değildir. Haram da değildir. Birilerinin, herkesi belli bir mezhebe bağlanmaya mecbur etme hakkı olmadığı gibi, engelleme hakkı da yoktur. 3. eş-Şer'u'l-mübeddel: Allah ve Raseılüne yalan ve iftira ile isnadda bulunulması, yahut yargı alanında yalancı şahitlikle hüküm verilmesi, apaçık zulüm ile hükmedilmesi vb. durumudur. Uydurulmuş hadisler, zırva teviller, insanlan haktan alıkoyan sapkın bidat ve hurafeler bu kabildendir. Her kim kalkar da bunlann Allah'ın şeriatı oldugu iddiasında bulunursa tartışmasız küfre girer. Söz gelimi kan, laşe helaldir demek gibi. Buna göre bu üç gruptan birincisi şeriattır, ikincisi üçüncüsünün ise şenatta yeri yoktur, çünkü her ne kadar şerilik idiası olsa da, esas itibariyle şerlayı ortadan kaldırmaya yönelik bir durum olmaktadır. şeridir, Şeriat, el-emr'in ruhu olarak insanlık düzlemine indirilenidir. Hz. Peygamber, kendisine indirilene inanır, huyurulanı duyurur, açıklar ve uygulardı. Açıklanan ve uygulanan vahyin kontrolünde olduğu için, o da (genel olarak sünnet) münezzel şeria'ya dahil olur. Karafi'nin tespiti ile Hz. Peygamber'in şeriaya dahil olan tasarruflan "fetva, risalet ve tebliğ" tasarruflandır. Bunlar da aynen indirilen gibi kıyariıete kadar kullar için din olarak anlam ifade eder (bk. İhkôm, Beyrut 1995, 108) Bazılannın şeria'yı farzlar (feraid), hudOd, emir ve nehiy şeklinde tadad yolu ile tarife çalışması, bazısının "din" ile, bazısının "haramlar ve helaller" olarak açıklaması 15 , eylem boyutuna oldugu kadar yakini bilgiyi gerekli kılan imani boyutuna da atfı nazarda bulunmasımn bir sonucu olarak görülebilir. Şeria'nın ülü'l-emr marifetiyle kıyamete kadar bir süreç halinde sürdürülmesi ve bu- alanda Hz. Peygamber'in sözü edilen tasarruflannda ardıllıkta bulunulması, korunmuşluk garantisi olmadığı için şeria değil, şeri olur. İmanı gerektirecek ölçüde bir yakin bilgi dogurmaz. Buna mukabil amel için yeterli olan "zani bilgi" oluşturur. O yüzden de, şeri bilgiler doğrultusunda iman degil ama amel gerekli olur. Bu kabilden olanlar, yukanda müewel şeriat denilen kısma tekabül eder. Üçüncü kısmın yani mübeddel şeriatın din ve diyanetle ilgisi olmadıgı, aslında ayıklanması gereken harici unsurlar olduğu açıktır. Özetle vermiş oldugumuz şeria ile ilgili bu açıklamadan sonra bu konuda ölçütler hakkında örneklerden hareketle bir tercih edeceğiz: şeyler söyleme yolunu Birinci örnek: Dinde reform olarak algılanan hususlada ilgilidir. Söz gelimi ezanın degiştirilmesi, ıs bk. Taberi, Xl, 258. ISlAM HUKUKUNDA ŞER'lUK KAVRAMI namazın şart ve rükünlerinin de~iştirilmesi, kıblenin değiştirilm.esi, orucun kaldınlması, zekatın salt bir vergi gibi kabul edilmesi, haccın de~iştirilmesi, ·kurbanın kaldıolması gibi. . Bu ve benzeri konularda atılacak adımiann meşruluğu hangi esaslara göre belirlenecektir. Bu verilen örneklerin ortak paydası, hepsinin de ibadet ve münezzel şeriatın bir parçası oluşlandır. ibadet olarak teşride bizden istenen şeylere genel bir bakışta bulunduğumuzda bunlardan hiçbirisi, tekvin aşamasında insanlığın özüne yerleştirilmiş olan akıl ve ortak akla uymayan bir özellik taşımadığını görürüz (Dihlevi). Her ne kadar İslam salt akıl dini değilse de, o akıllı olaniann dinidir. ibadetler içinde en dikkat çekici olanı namazclır. Namaz, insanlar arasında saygı ifade eden hareketlerin giderek ağırlaşan biçimde terkip edilmesinden meydana gelen bir ibadetten ibarettir. ibadetler içinde güneş altında ayakta dikilrnek gibi saçma gelebilecek bir şey yoktur. Bütün ibadetler tei-..'Vin aşamasında, insanların fıtratında mündemiç kılınan özelliklere uygundur. Bununla birlikte bir şeytn ibadet olabUmesi ancak teşri yoluyla mümkün olur. Bunun yegane vazu da "el-emr"in sahibi ve ona niyabet edilebilecek hususlarda "ülü'l-emr"dir. Peygamberler ve aniann varisieri olan ulema, bu alanda ancak düzenleme yapabilirler {müewel şeria). Her ne ad ile olursa olsun ibtidaen ibadet koyma gibi bir davranış içine hiç kimse giremez. Bilindiği gibi sapıklık olarak kabul edilen "bid'at" kavrarru ibadetler alanında söz konusudur. Bir şeyin bid'atlığı ile, o şeyin sonradan ih?as edilmiş olması arasında birebir ilişki vardır. "Işlerin en kötüsüsonradan ihdas edilendir" 16; "Sonradan ihdas e~!len her şey bid'attir" 17, "Her bid'at sapıklıktır"' 8 • Oyle ise bu konuda sonradan ihdas edilme anlamı taşıyan hiçbir girişim meşru görülmeyecektir. Bid'at kavramını Hz. Peygamber döneminde olmayıp sonradan ihd"?s edilen her şey anlamında aniayıp da oldukça sert ya da aşın sayılabilecek sonuçlara varaniann olduğunu, bu katı sonucu yurnuşatmak isteyenlerin bid'atı hasene ve seyyie olarak aynma gittiklerini biliyoruz. Bizim tercihimiz, bu konuda bid'atın dini görünüm altında ihdas edilen şeylerle sınırlı tutulması yönündedir' 9 • Ancak dini ya da daha doğru bir ifade ile ibadetler alanında da Hz. Peygamber döneminden sonra ortaya çıkan bir takım uygulamalara rastlanılmaktadır. Sözgelimi teravih namazının topluca kılınmaya başlaması, Cuma günü ikinci bir ezan ihdası, zekatta •• Miislim, "Cum'ıı". 43. IT NesM, "lydeyn", 22. "Müslim, "Cum'ıı", 43. Aynnb için bk. Rahmi Varan, "Bid"ııt", DlA, vı. 129-131. "Bu konuda bk. Şabbi, ei-İ'tisöm, BeyTut 1986,1, 37. emval-ı zahire ve batına aynmına gidilmesi, hac iÇin yeni mikat yerlerinin belirlenmesi vb. bu kabildendir. Dikkat edilecek olursa bu ve benzeri örnekler, bir ibadet ihdası anlamında değil, ibadetlerin tanzimi, düzenlenmesi şeklindedir. Öyleyse bu alanda meşruiyelin ölçütü bir düzenleme mi yoksa bir ihdas mı olduğunun tespitinde yatıyor. Eğer yapılan şey düzenleme değil de ibadet koyma yahut değiştirme anlamında bir ihdas ise kabulü mümkün gözükmüyor. Söz gelimi teravih namazının cemaat halinde topluca ve düzerıli biçimde yirmi rekat olarak kılınması bir düzenleme midir? Yoksa muhdes bir dini durum yani bid'at mıdır? Buna veriletek cevap sonucu da değiştirecektir. Nitekim Hz. Ömer'in bir süie sonra insaniann nizarn ve intizam içinde birlikte bu namazı kıldıklannı gördü!:ıünde "Ni'met'il-bid'atu hazihi" ifadesinde ki bid'at terim anlamında mı yoksa Karnil Miras'ın "Bu teravihin cemaatle kılınması ne güzel adet oldu" şeklindeki tercümesinde20 de görülebileceği üzere bir düzenleme anlamında mı kullanılmıştır. İşte bu bakış, meşruiyelin tespitinde önem arzetmekte ve sonucu ona göre de!:ıiştirmektedir. Yalnız konu genelierne ile bu kadar basit gözükse de içine girildiği zaman o kadar da sade olmadığı anlaşılıyor. Çünkü şerianın evrenselliği, zaman ve mekan boyutunda bütün ça!:ılara ve bütün iklimiere bir süreç olarak cevap verebilmesi, fıtrata uygunluğunu sürdürebilmesi, ~azı ihdas anlamınd~ de!:ıerlendirilebilecek ikamelenn varlıgını gereklı kılıyor. Bu ikameler, ihdas sayılarak gayri meşrulukla nitelendiği zaman, gayri meşruluk koruyucu zırhı, meşruiyeti temelden yok ediyor. Başka bir deyişle şerianın bir süreç halinde devamının teminatı olmak üzere kabul edilen meşruiyet, şerianın toptan yokluğu gibi bir sonucu intaç ediyor. Sözgelimi günde beş vakit namazın Hicaz ikliminde dogal emarelere uygun olarak belirlenmesi, mutedil iklimierin dışına çıkıldığında, dogal olmaktan çıkıyor. Bu durumda aynı emarelerde tsrarcı olmak, yeni ikamelere imkan vermemek, meşru olanı konıma güdüsüyle de olsa, meşruun temelden yokluğu sonucunu doguruyor. Hacda, Hz. Peygamber'in kendi dönemindeki şartlara uygun olan uygulamasını esasalarak fukahanın, menasiki ahkamı hamse ile belirlemiş olmasını örnek alalım. Bugünkü korkunç izdiham sonucu bu düzeniemelerin aynen uygulanması ve korunması, yeni düzenlemelere gidilmesinin ise ihdas anlamında bidat olduğunun kabul edilmesi, bazı degerlendirmeölere göre dinin bile tümüyle varlıgının insanın varlığına hizmet edici tarzda oldui'}u kabulüne ters düşmekte ve bir üst değer olan canın korunması esasını ortadan kaldına bir mahiyete bürünebilmektedir. Eğer hacla ilgili vaktiyle yapılmış düzeniemelerin bugünün imkan ve şartianna göre yerine getirilmesi, haccın amacını ve daha üst değerleri ortadan kaldıncı 20 Zebidi, Tecrid-i Sorih, N, 76. 149 MEHMET ERDOÖAN bir hal almışsa, bu alanda yeni düzenlemelere gidilmesinin ve bunlann bir reform gibi görülmemesinin haklı ve yerinde gerekçeleri olacaktır. Ülkemizde Ramazan ayına mahsus olmak üzere yatsı namazının/ ezanının yanın saat ileri kaydınlması, gene Cuma namazı vaktinini ezanının mesai saatlerinin dikkate alınarak bir müddet ileriye alınması, tepki yerine tasviple karşılanmaktadır. Bunun bir düzenleme değil de, bidat olduğu değerlendirilmesi ile pekala karşı çıkmalar da olabilirdi. Zekat ile ilgili yeni düzenlemelerin, bu ibadetin esasen insanın boynunda değil de mal üzerinde tahakkuk eden ayni bir hak gibi görülmesi halinde çok daha kolay kabul göreceğini söylemek mümkündür. Nisabın belirlenmesinde iki yüz dirhem gümüş, yirmi miskal altın, kırk koyun, beş deve gibi ölçütler yerine yoksulluk ve açlık sınırlannın esas alınmasının, hikmetli olması gereken şeriaya daha da uygun bir düzenleme olacağı açıktır. Aynı şekilde zekat olarak verilecek oranın, geleneksel olarak kabul gören oranlan asgari düzey görmek ve üst sının ise fukaranın ihtiyacı ile, zenginlerin imkarılannın buluştuğu yer olarak takdirini ülülemre bırakmak gene aynı türden bir düzenleme olacaktır. Öbür taraftan, zekat verilecek kesimleri belirlerken geleneksel anlayışı korumanın yanında, bunlan fonlara dönüştürerek, ilgili kimselerin ihtiyaçlannı daha üst düzeyde karşılamayı amaçlayan kurumlara dönüştürmek gibi düzenlemelere gitmek de bir ihdas anlamında bidat olmayacaktır. Kurban kesimi ile ilgili günümüzde çok değişik düzenlemeler yapılmakta ve bunlar geniş kitleler tarafından kabul de görmektedir. Bu durum, bu alanda ~öyle bir ihtiyacın bulunduğunu göstermekt~dir. Ihtiyaç da beraberinde çözümünü üretecektir. Imdi burada meşruiyetin ölçütü, geleneği sürdürmek midir, yoksa geleneği dönüştürmekle de · aynı meşruiyet sağlanmakta mıdır? Buna ~rşın kurban yerine bedelinin para olarak verilmesi, bu ibadetin ortadan kalkması gibi bir sonucu potansiyel olarak bünyesinde taşımaktadır. Bu itibarla onun kabulünün meşruiyet çerçevesinde imkanı gözükmemektedır. Ancak her yeni düzenlemenin bir öncekine göre mutlaka iyi tarafı da kötü tarafı da olacaktır. Burada önemli olan iyi tarafının daha ağır basıyor olması ve şerianın genel amaçlannı daha kısa yoldan ve daha üst düzeyde gerçekleştiriyor olmas~dır. · Şimdi bir de haramın helal kılınması örneğine bakalım: Eğer haram olan şeydinin sının (hudCıdullah) anlamına geliyorsa, ibadetler alanında olduğundan farklı olmadığını söyleyebiliriz. Yani Şari'ce haram · kıhnmış olan bir 'şeyin helal kılınması gibi bir tavır, kim tarafından ve ne adına olursa olsun şeri olamaz. Çünhü haramlar, dinin sınırlannın belirlenmesinde ve Müslüman kimliğinin inşasında emirlerden önce gelir. Çoğu kez bunlar da ibadetler de olduğu gibi akıl ıso ile belirlenemez. Ancak bir sınanma ve kimlik inşası öğesi olmak üzere akıl tarafından genel hikmetinin kavranması gene de mümkün olur. Allah'tan başkası adına kesilen hayvanlann, domuz etinin yenmesinin haram kılınması böyledir. Ancak burada haramlık çerçevesinin olabildiğince tutulması ilkesi esas olmalı, bazı iktisadi vb. kaygılarla yasaklanmış olan fiiUer sözünü ettiğimiz kategori içine sokulmamalıdır. Aksi takdirde çok sınırlı dar bir alanda kimlik inşası için olması gereken haramlar, bir anlayışın zemini de olabilir. Altın, gümüş, ipek gibi maddelerin kullanımı ile pazara müdahale anlamı taşıyan tasarruflann yasaklanması bu şekilde sıkıntılı değerlendirilebilir. Eşyaya bakışımız bu çerçevede ele alınır ve asiolanın mubahlık olduğu ilkesi belirlenir. Mademki haramlar bellidir ve sınırlıdır ve bir şeyin haram kılınması ancak Şari'in yetkisindedir, Şari'in belirledikleri dışında haram aramak yahut bir şeyin haram olmadığını ispata çalışmak gereksiz bir· çabadır. Haramlar adı konularak belirlenmiş olacağından haramlığı iddia edilen şeyin delili aranır. Aynca bu delilin Şan'in haramlık iradesini hem nakil hem de anlam bakımından kesin bir tarzda ortaya koyması şartı aranır. Eşyada aslolan mubahlık olduğu mubahlıktır. gibi fiillerimizde de aslolan Şimdi bir de ademiyetimizle ilgili konulara bakalım. İnsaniyelimizde aslolan bu kez hürmettir, saygınlıktır. İnsan ve ona ait her hangi bir uzuv ve kan, ilik gibi urünün, metalaştınlması ve eşya gibi kullanımında asıl olan hürmettir. "Ve lekad kerramna bel}! adem ... = Biz ademoğlunu hürmetli yarattık". (ei-Isra 17/70) Hal böyle olunca bir insanı gerek istihdama yönelik ve özetikle cinsel alanda olmak üzere ondan bilfiil yararlanmaya yönelik fiiller haram olacak, bunlann meşruiyeti ancak Şari'in izni ile olacaktır. Angaryanın yasak olması, insan bedenine kasteden haksız fiillerin, işkencenin, intihann, ötenazinin haram olması, insaniann cinsel yönden birbirlerinden yararlanmalannın ancak meşru bir akit ve kurum içinde ve izin verilen şekil ve yollarla sınırlı olmak üzere caiz olması bu ilke ve esasın bir sonucu olmaktadır. Karşı cinse bakışiann indirilmesinin ve kontrollü tutulmasının emredilmesi (en-Nur 24/3031) de gene insaniyete olan saygının bir sonucudur. Kur'an'da aile kurumu ile belki ibadet konulanndan bile fazla olacak şekilde ilgilenilmiş ve bu konuda sınırların belirgin bir şekilde çizilmiş olması bu anlayışın bir sonucu olarak değerlendirilebilir. Öyle ise biz intihann, ötenazinin, tüp bebek uygulamasının, ödünç sperm ve yumurta alınmasının, taşıyıcı anneliğin, klonlamanın, flört etmenin, eşcinselliğin, nikah içinde de olsa eşine doğal yoldan yanaşmamanın, el ile tatmin olmanın... helalliğini iddia ediyorsak bunun mutlaka delilini ortaya koymamız gerekir. Eşyada aslolan ibahadır ilkesini, meleklere bile kıble olacak kadar hürmetli olan insana ve onun organlanna, vQcudun kan, ilik vb. gibi üretmiş olduğu ürünlerine uygulayamayız, onu metalaştıramayız. Burada fukaha iSLAM HUKUKUNDA ŞER'İLlK KAVRAMI nazannda sadece iki derinin tabaklanma ile de olsa kullanılamayacagını habrlayabiliriz: insan derisi kerametinden dolayı, domuz derisi necasetinden dolayı2 ı. Aynca klasik bir alimimizin dere kenarlannda açılıp saçılan kadınlara bakmanın hükmünü soran bir kimseye, onlann Allah'ın emrini terk etmiş olmakla saygınlıklannı kaybetmiş olduklannı, dolayısıyla saygınlıgı kalmayan birisine hakman ın eşyaya bakmak gibi oldugunu ifade etmiş olması ilk· bakışta ilginç bulunsa da, biraz üzerinde düşünüldüğünde sözünü ettigirniz anlayışın tabü bir sonucu olarak görülebiUr22 • Bu degerlendirmeden de anlaşılıyor ki, insaniann mahrem yerlerine bakmalannın haram oluşu, onların hürmetli oluşlanyla ilişkilidir. Örnek: Eşcinsellerin birbirleriyle evlendirilmesi. Bazı batı ülkelerinde eşcinsellerin birbirleriyle hukuken evlenebilmeleri yasal bir kurum halini almışbr. Hatta bu, bazıla.nnca insan haklan bağlamında ele alınabilmektedir. Islamaçısındanmeseleye baktığımızda buna cevaz vermenin imkanı yoktur. ÇünkU bu, her insan ortak aklı ve tecrübesiyle geliştirilmiş ve evrensel denilebilecek bir düzlem ve düzeyde de kabul görmüş kurallar olduğu bilinmektedir. Bunlara uymanın gerekliligi herkes tarafından müsellemdiı:. Uymamanın korkunç akıbeti de her gün pahalı bir şekilde tecrübe edilmektedir. Madem ki, bu konu ibadetler, kimlik inşasına yönelik haramlar ve insaniyetle/ cinsellikle ilgili degildir öyle ise bunların meşruiyetini ortaya koyucu delil arayışı içine girmek zaten gerekli değildir. Eşyada ve fiillerimizde asıl olan ibaha olduğuna göre, bu kurallann meşruiyeti için makasıd ve maslahaya uygunluk ve naslara açık muhalefet içermemesi yeterli olacak, burılann şer'an aynca ispab gibi lüzumsuz bir yola girilmeyecektir. "Fe eynema vücideti'l-maslahatu fesemme şer'ullah". Trafik kurallarına uymamanın ardından katlanmak zorunda kalınan sonuçlar, din olarak islam'ın canın ve malın korunması adıyla bilinen en temelli maksatlann ne derıli ihlal edildigini ·göstermektedir. Öyle ise bu kurallar, söz konusu maksatlan gerçekleştinci mahiyettedir. Açık bir nassa muhalefet de taşımamaktadır. Bu alanda meşruiyet için bu kadan da yeterlidir. Zaten geleneksel fıkıh içinde kalınarak bu gibi konulann maslaha, sedd-i zeria, ısbshab, istihsan gibi kaynak ve yöntemlerden hareketle temeliendirilmesi de mümkündür. Ancak biz bunun hei-r. gerekli olmadığını, hem de doğru da şeyden önce dogal bir davranış değildir. Bu olsa olsa bir insanlık çizgisinden sapmaclır. Bunun şeran tecvizi için delil aramak beyhudedir. Aynca bunun şerianın genel maksatJanna ters düşecegi de açıktır. ·YUce Allah, karşılıklı cinsleri birbirini tamamlayacak ve birbirinin eksikligini giderecek tarzda yaratmışbr. Böyle bir sapkınlık gösterisi fiil, eşierin birbirini her yönden tamamlamaya yönelik olamayacagı gibi, neslin aile ortamında korunması ve geliştirmesi asli maksadına da uygun degildir. ibadetler alanında ihdasa gitmenin bid'at ve olmayaca~ını düşünüyoruz. sapıklık olduğu esası, ile insanlıkta asıl olanın hUrmet, Ve bir şey daha söyleyelim. Islam inanç esaslan cinsellikte asıl olanın haramlık oldugu ilkesru dışında ve usul açısından bakıldıgında insanın şeria içinde kalan konularda şerilik tespitinin daha değişik kriterleri olmayan hiçbir fiili yoktur. Mükellefin fiilieri mutlaka olacağı arılaşılıyor. Şimdi de bunlara gene örnekler ahkam-ı hamse içinde dahildir. Eğer trafik kurallan üzerinden bakalım: gibi düzerılemeler de sonuçta şeri ise, orılara uymanın Örnek: Trafik kurallarına riayet edilmesi. Trafik da diğer şen düzenlemeler gibi aynı zamanda niyetle kurallanna uymanın gerekliliği hakkında bendeniz yapılması halinde ibadet gibi sevap almaya vesile meşruiyet ölçütleri açısından bir tepki gösterildigini olacağını, ihlali halinde de behemehal insanın günah duymadım. Yani birileri kalkıp da şerip adına hiç kimse işlemiş sayılması gerekligini söylemeliyiz. Şerianın kural koyamaz, kural koymak Allah'ın yetkis~dedir. dinamjzmi herhalde bu anlayışta saklı olmalıdır. Diğer O'ndan başka hiçbir kimse ve makam kural koyamaz. uçtan örnekler vermek gerekirse bilgisayar kullanma, isterse bunlar trafik kurallan olsun. Bu itibarla trafik sürücü ehliyeti edinme gibi sonradan kazanılmış kurallan da meşru değildir, şeklinde bir yaklaşımın melekelere sahip olmanın "sünnet" olduğunu olduğunu ben bilmiyorum. Herkes bu kurallann söyleyebilmek gerekecek ve bu bir bid'at ya da sapma gerekliliğini kabul ediyor. Ancak belki tartışılan nokta bu kuraUan ihlal etmenin suç olması yanında aynca · yahut da moderniteyi meşrulaştırma çabası gibi görülmeyecektir. günah da olup olmayacağı konusu olmalıdır. Eğer bu tespit doğruysa, o zaman bu kurallann ölçütti ne olmalıdır. Burılar doğrudan naslardan, yahut dolaylı olarak naslardan yapılan içtihatlarda ortaya konulmuş kurallar değildir. Bun!ann meşruiyetinin " bk. Bedöi, 1, 243. 11 bk.eJ-Hediyyetü'/-{1/alyye, s. 309. Hz. Ömer'in bir agıtçı kadının evine baskın yapması ve kamçısılle ona vurması, bu esnada kadının başörtüsünOn düşmesi, buna dild<at çekenlere Hz. Ömer'in tepkisi hakkında aynca bk. Mwannofu Abdurrezzôk, ıu, 537 (6682) u Ilke hk. Bk. er-Risdle, 1, 343; e.s.Seylü'l'-cerrôr, ll, 255; Kurtubi, V, 101; er-Roudaru'n-nediye, ll, 17. Nizam-ı alem için kardeş katline cevaz verilmesi örneği üzerinde de durulabilir: Fatih 'in kanun hükmü şöyledir: "Her kim ki eviadımdan saltanat müyesser ola, nizam-ı alem için kardeşlerin katletmeği ekseri ulema tecviz ·etmişlerdir"2• Bu hüküm, bağy yani devlete başkaldında bulunma siyasi suçunun cezası olmaktadır. Ancak henüz suç teşekkül etmeden bu hükmün uygulanmasını meşruiyet açısından izah etmek oldukça zor gözüküyor. Haksız yere bir cana 1' Halil On, Ahmet Akgündüz, TürkHukuk Tarih~ Konya 1989,1,270. 151 MEHMETERDOCAN kastetmenin bütün insanlıgı öldürmek gibi oldugu gerçekligi karşısında bu hükmün onaylanması ancak zor karşısında ya da konjonktür geregi mümkün olabilir. · Hırsızlık suçunun cezasının kürek cezası, para cezası, hapis cezası şeklinde belirlenmesi hadler alanında dikkat çekici olabilir. Kanaatimizce ceza hukukunda Şan'ce belirlenen suçlimn, zaten insanlık telakkisinde de mahkum edilmiş oldugu gözüküyor. Bu suçlann işlenmiş olması halinde hangi şartlarda ne, nas~ bir ceza verUecegi konusu, esnek olmalıdır. Her şeyden önce suçun oluşması ve ispat yükümlülügü ile ilgili düzenlernelerin çogu kez vakıadan hareketle olduğunu kabul etmeliyiz. Hukukun bizatihi kendisinin de amaç degil araç deger oldugunu habrdan çıkarmamalıyız. İmam Ebu Hanife'nin Sürgün amamındaki "nefy"i tevil ederek sürgünü hapishanede tutma şeklinde bir yoruma gitligini ve buna bir jtirazın yapı!madıgını biliyoruz. (bk. ei-Maide 5/33; ei-Ihtiyôr, III, 114) Osmanlı uygulamasında hırsızlık, zina, kazf gibi haddi gerektiren suçlann her zaman Kur'an'da belirlenen şekilde cezalandınlma yoluna gidilmedigi, buna mukabil, recm, celde ve el kesme yerine/ yanında kürek, sürgün ve ciliüm/ para cezası gibi cezalann verildigi, binmektedir15 • Bu tür uygulamalar meşruiyetini nereden alır? Bu ve benzeri hükümlerin münezzel şeriadan olmadıgı bellidir. Müewel şeriadan kabul edilmesi halinde onun da meŞruiyeti söz konusudur. Ancak o zaman da bunun çerçevesini belirlemek ayn bir zorluk olacakbr. Söz gelimi genel bir ilke olarak münezzel şeria'nın esasen bir öz, bir ruh, bir umde, ilke ve gaye oldugu, bu sözü edilenlerin çoğu ke~ somut örnekler üzerinden gerçekleştirildiği, teşrTin evrenselliği yanında Arabiligi ve yerelliği de kabul edilecek midir? Yoksa bunların mübeddel şeria içine sokulması k_olcıyçılıgı ve toptancılıgı tercih edilerek, sevdiklerimizin yapbklan yanlış da olsa savunulup, sevrnediklerimizin yapbklan dogru da olsa reddedilmesi yoluna mı gidilecektir. Bir örnek de siyaset alanından verelim. elAhkamu's-sultaniyye türü kamu hukukuna dair kitaplanmızda hilafete gelmenin yollan olarak şunlar sayılır: ı. Bey'at, 2. İstihlaf, 3. Şnra, 4. İstila (darbe)16 • Bunlardan asıl olanı ilk üçüdür. Dördüncü ise kuwet zoruyla kabul edilmiş durumdadır. Yönetime gelen kişi (halife), iktidannın meşruiyetini nereden almaktadır. Halife, zıllullah . oldugu için mi, şiada oldugu gibi nas ile tayin yoluyla ıs Bazı örnekler Için bk. Cin-Akgündüz, Tiirk Hukuk Tarihi, 1, 264271. Öme!lin, Dulkadirogullan ceza kanununda "Her kim zina ey!ese, şer' lle ya örf ile sübut bulsa, ergen ise had olmaz ise on Oç albn alına, Evli ise recm olmaz ise onbeş albn alına·; "Eger mulısan ya muhsana blllıtan edeıse, zina gibidOr, seksen agaç veya seksen akçe alına" denilmektedir. Osmanlı kanuMamelerinde "eger bir kişi hamr içerse, kadı tazir ede, iki agaç ve bir akçe cürüm alına" ,. bk. Maverd!, s. 6, Karaman, İslCim Hukuku, 1, 90·93. 152 mı, ya da biat ve günümüzde seçim yoluyla yetki devri mi bu meşruiyeti elde etmiş olmaktadır. İslam siyaset tarihine bakıldıgı zaman meşruiyetin iktidara geliş biçiminden çok, kullandış biçimine göre degerlendiıildi~ göze çarpmaktadır. Eger bir hükümdar adil ve şeri ahkamı icra ediyorsa onun iktidarının 'meşruiyeti müseUem olagelmiştir. Bu gelenek günümüzde de sürmektedir. Sözgelimi darbe ile başa gelenlerin siyasi iradeleri, bir süre sonra meşruiyelin temeli olmuş, en temel yasalar onlar tarafından yapılabilmiştir. Zor, oyunu bozmaktadır. Yüce Allah yarablışta insanı (hükümdan değil) yeryüzünde halife kılmışbr. İnsan doğuştan özgürdür. Bu amamda kölelik kurumu insanlık tarihinde fıtrattan bir sapma olmalıdır. Hiçbir kimse, bir başkasına tahakküm edemez. Çünkü bütün insanlar, insan olma bakımından, yetki ve sorumlulukta eşittir. Bu itibarla birinin başkası adına hüküm vermesi, ancak onun kendisini tevkili ile mümkün ve caiz olur. Sultan da işte bu tür bir tevkil ile insanlar adına siyaset etme yetkisine sahip olur. Ancak bu yetkiyi hep onlann maslahatma uygun olarak kullanmak zorundadır. İstibdada kalkışamaz, işler hep danışma ile yürütülür. Tekvine uygun olan ve dola~sıyla meşru olan budur. Oysa tarihte hükümdarlar, kendilerini in samarın vekilleri, peygamberin halifeleri görmek yerine zaman zaman Allah'ın yer yüzüne düşen gölgesi dolayısıyla zab mukaddes ve gayri mesul olarak mutlak yetki sahibi olduklan zehabına kapılmışlar ve istibdada kalkışmışlardır. Şimdi bu anlayış ve uygulamanın meşruiyetinin kaynagı nedir? Güçten gayri sahici bir meşruiyet kaynagından söz edilebilir mi? Kılıçların gölgesinde edilen beyatler ve alınan ağır yeminler, meşruiyelin kaynagı olabilir mi? Bunlar tartışılamadıgı içindir ki İsl~m dünyasında kamu hukukunun yeterince gelişemedigi söylenir. Teaddüd-i zevcabn~ sınırlandırılması, talak yetkisinin aile meclisine devredilmesi gibi örnekler üzerinden de ibahanın takyidi yahut bir hakkın kullanımının şahısiann uhdesinden alınıp oluşturulacak kurum veya özel mahkeme ya da meclisiere devredilmesi gibi meseleler üzerinde de gene meşruiyet ölçütleri açısından örnek mesele kabul edilip durulabilir. Özellikle Aile Hukuk Karamarnesi'nin atmış olduğu bazı adımlar bu konuda örnek ve emsal teşkil edebilir. Bir teblig çerçevesinde biz bu kadarla yetinmeyi uygun buluyor, hazıruna saygı ve sevgilerimizi sunuyoruz. şeklinde ' Şamil · DAGCI i Ahmet Yaman beye güzel r:ıüzakeresinden dolayı teşekkür ediyorum. Şimdi de" kazar ve diyant hükümler aynm" konusundaki tebligini sunmak üzere sayın Doç. Dr. Talip Türcan beyefendiyi kürsüye davet ediyorum. arasındaki 153 --