T.C. TRAKYA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ANESTEZİYOLOJİ VE REANİMASYON ANABİLİM DALI Tez Yöneticisi Yrd. Doç. Dr. Sevtap HEKİMOĞLU ŞAHİN HİPOTANSİF VE NORMOTANSİF ANESTEZİNİN QTc İNTERVALİ VE QT DİSPERSİYONU ÜZERİNE ETKİLERİ (Uzmanlık Tezi) Dr. Selin BAYRAL EDİRNE – 2011 1 TEŞEKKÜR Uzmanlık eğitimim süresince kazandığım meslek bilgisi ve ahlakımda büyük paya sahip olan sayın hocalarım Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Işıl GÜNDAY, Prof.Dr. Beyhan KARAMANLIOĞLU, Prof.Dr. Dilek MEMİŞ, Doç.Dr. İlhan ÖZTEKİN, Yrd.Doç. Dr. Alkin ÇOLAK, Yrd.Doç.Dr. Sevtap HEKİMOĞLU ŞAHİN, Yrd.Doç.Dr. Mehmet Turan İNAL, Yrd.Doç.Dr. Gönül SAĞIROĞLU, Uzm.Dr. Elif ÇOPUROĞLU başta olmak üzere bütün çalışma arkadaşlarıma teşekkür ederim. 2 İÇİNDEKİLER GİRİŞ VE AMAÇ ......................................................................................................... 1 GENEL BİLGİLER....................................................................................................... 3 KONTROLLÜ HİPOTANSİYON ....................................................................................... 3 HİPOTANSİYONUN SİSTEM VE ORGAN FONKSİYONLARINA ETKİSİ .............. 5 KONTROLLÜ HİPOTANSİYONUN KONTRENDİKASYONLARI ............................. 7 KONTROLLÜ HİPOTANSİYON UYGULAMASINDA DİKKAT EDİLECEK HUSUSLAR .................................................................................................................. 8 KONTROLLÜ HİPOTANSİYONUN KOMPLİKASYONLARI ..................................... 9 KONTROLLÜ HİPOTANSİYON UYGULAMA YÖNTEMLERİ .................................. 9 KALBİN UYARI VE İLETİM SİSTEMİ ......................................................................... 12 ELEKTROKARDİYOGRAFİ........................................................................................... 15 QT ARALIĞI VE QT DİSPERSİYONU .......................................................................... 16 ANESTEZİK İLAÇLAR VE VENTRİKÜLER REPOLARİZASYON ........................ 19 UZUN QT SENDROMLARI ............................................................................................. 21 GEREÇ VE YÖNTEMLER .....................................................................................26 BULGULAR ...................................................................................................................28 TARTIŞMA ....................................................................................................................40 SONUÇLAR ...................................................................................................................46 ÖZET ................................................................................................................................48 SUMMARY ....................................................................................................................50 KAYNAKLAR...............................................................................................................52 EKLER 3 SİMGE VE KISALTMALAR AP : Aksiyon potansiyeli AV : Atriyoventriküler düğüm DAB : Diastolik Arter Basıncı dk : Dakika DM : Diabetes mellitus EKG : Elektro Kardiyogram KAH : Kalp Atım Hızı M : Miyokard hücresi MI : Miyokard infarktüsü ml : Mililitre ms : Milisaniye mV : Milivolt OAB : Ortalama Arter Basıncı QTc : Düzeltilmiş QT intervali QTcd : Düzeltilmiş QT intervali dispersiyonu QTd : QT dispersiyonu SAB : Sistolik Arter Basıncı SpO2 : Oksijen Satürasyonu TdP : Torsades de Pointes UQTS : Uzun QT sendromu 4 GİRİŞ VE AMAÇ Kontrollü hipotansiyon, arteriyel kan basıncının bilinçli ve geri dönüşümlü olarak normal değerinin yaklaşık %50’sinin altına veya ortalama arteriyel kan basıncının (OAB) en az 50 mmHg değerine kadar düşürülmesidir. Bu işlemin çeşitli yöntemlerle sağlanması ise hipotansif anestezi olarak bilinmektedir. Hipotansif anestezinin amacı; kanama miktarını azaltarak daha iyi bir cerrahi görüş sağlamak, operasyon süresini kısaltmak, kanama kontrolü için yapılan işlemler azaldığından dokulara olan travmayı azaltmak ve kan transfüzyonunu en aza indirerek buna bağlı olası transfüzyon reaksiyonlarını önlemektir. Kontrollü hipotansiyon sırasında koroner kan akımı iyi regüle edilir ve iskemi nadirdir. Ancak diastolik basınç düşüklüğü taşikardi ile birlikte ise veya koroner arter hastalığı varsa ya da hipotansif süre uzuyorsa iskemi gelişebilir (1). Kontrollü hipotansiyon sırasında en büyük sorun miyokarda yeterli oksijen sunumunu sağlamaktır. Normal koroner dolaşım, basınç-akım ilişkisine dayalı bir otoregülasyona sahiptir (2,3). Ancak sistemik hipotansiyon, otoregülasyona bağlı vazodilatasyonu yavaş yavaş azaltarak, miyokardın oksijen ihtiyacını arttıran stres yanıtı bozar. Diyastolik basınç düşüklüğü ve taşikardinin birlikte olduğu direkt vazodilatatörlerle oluşturulan kontrollü hipotansiyonda, miyokard perfüzyonu bozulmaktadır (3,4). Elektrokardiyogramda (EKG) QT intervali, ventriküler depolarizasyon ve repolarizasyon periyodunu ifade eder. QT aralığı, QRS kompleksinin başından T dalgasının sonuna kadar olan alanı kapsar ve aynı zamanda ventrikül kasının refrakter olduğu dönemdir. Kalp atım hızı (KAH) ile değişir; KAH artınca QT aralığı kısalır (5). Kalp hızına göre düzeltilmiş QT, QTc olarak adlandırılır. Peroperatif QT ve QTc intervalindeki uzama ciddi 1 aritmiler, ventriküler taşikardi, ventriküler fibrilasyon ve kardiyak arrest gibi ciddi komplikasyonlarla sonuçlanabilir. QT aralığını uzatan pek çok sebep mevcuttur ve bunlardan en önemlisi hastanın kullandığı ilaçlardır (6). Hipokalemi, hipomagnezemi, hipokalsemi, miyokard iskemisi, kafa içi kanama, arsenik ve organik fosfor zehirlenmesi, hipotermi, karbon monoksit zehirlenmesi, konjestif kalp yetmezliği, miyokarditler, diffüz miyokardiyal hastalıklar, ciddi kronik obstrüktif akciğer hastalığı, romatoid artrit, diabetes mellitus gibi durumlar da QT intervalinde uzamaya neden olurlar (6-9). QT intervalinde uzamaya neden olan bu gibi durumların varlığında ve preoperatif EKG’de QT interval uzaması tespit edilmesi durumunda anestezi yönetimi ve kullanılan ilaçlar önem kazanmaktadır (10). Biz bu çalışmamızda, kontrollü hipotansiyonun bilinen genel avantajlarının yanı sıra kardiyovasküler sistem üzerine etkilerini QTc intervali ve QT dispersiyonunu değerlendirerek araştırmayı amaçladık. 2 GENEL BİLGİLER KONTROLLÜ HİPOTANSİYON Tanım ve Tarihçe Kontrollü hipotansiyon, arteriyel kan basıncının istemli ve geri dönüşümlü olarak normal değerinin altına veya doku perfüzyonunu bozmayacak düzeylere düşürülmesi ve bu düzeyde sürdürülmesi işlemidir. Hedeflenen değerler sistolik arteriyel basınç (SAB) için 80– 90 mmHg, OAB için 50–65 mmHg veya kontrol değerine göre %30 azaltılmasıdır (11). Hipotansif anestezide asıl amaç, cerrahiye bağlı kan kaybının azaltılarak cerrahi görüş alanının iyileştirilmesidir. Cerrahi girişime bağlı kanama miktarının azaltılmasıyla operasyon alanı diseksiyon için uygun hale getirilerek daha iyi cerrahi sonuçlar sağlanmış olur. Bununla beraber hastanın dokuları, kanama kontrolü için yapılan travmatik işlemlere daha az maruz kalacağından damarsal yapılar ve sinir köklerinin korunması ve olası kan transfüzyonu ve buna bağlı transfüzyon reaksiyonlarının önlenmesi, kontrollü hipotansiyonun diğer hedefleri arasında bulunmaktadır (2,11). Kontrollü hipotansiyonun tarihçesi, 1917’de Cushing tarafından intrakraniyal cerrahi girişimler için önerilmesiyle başlamaktadır. İlk klinik uygulama, 1946’da Gardner tarafından hemorajik hipotansiyon tekniği ile gerçekleştirilmiştir (3). Anestezinin eter, kloroform, siklopropan ve trikloretilen ile sağlandığı bu dönemlerde, Griffiths ve Gillies’in ileri sürdükleri arteriyel flebotomiye alternatif olarak yüksek spinal anestezi ile sempatik blokaj tekniği 1948’de oldukça popülarite kazanmıştır (3). Aynı yıl Enderby, arteriyel kan basıncını azaltmak için bir ganglion blokeri olan pentametonyum’u başarıyla kullanmıştır (3). 1960 ve 3 1970’li yıllarda ganglion blokerleri ve direkt etkili vazodilatatörlerin sürekli infüzyonu popüler olmuştur (3). Günümüze kadar yeni volatil anestezikler ve antihipertansiflerin uygulamaya girmesiyle hipotansif anestezi yöntemleri, hızla gelişen komplike cerrahi tekniklere uyum sağlamaktadır. Fizyolojik Esaslar Arteriyel kan basıncı, kalbin pompalaması ile arteriyel sisteme giren kanın arterler üzerinde oluşturduğu basıncı anlatır. Erişkin bir insanda büyük arterlerin kan basıncı, her kalp döngüsü içinde, yaklaşık 120 mmHg’ya ulaşan bir sistolik basınç ile 70 mmHg’lık bir diyastolik basınç arasında değişim gösterir. Sistolik ve diyastolik basınçlar arasındaki fark normalde 50 mmHg kadardır ve nabız basıncı olarak adlandırılır. Bir de kalp döngüsü sırasındaki tüm basınçların ortalaması anlamına gelen ortalama basınç vardır ve yaklaşık olarak diyastolik basınç ile nabız basıncının üçte birinin toplamı şeklinde hesaplanabilir: Ortalama basınç = Diyastolik basınç + Nabız basıncı /3 Arteriyel basınç, kalp debisi ile periferik direncin çarpımı olarak hesaplandığından, bu parametrelerden herhangi biri veya ikisini birden etkileyen durumlarda değişmektedir. Genel olarak kalp debisindeki azalmalar sistolik basıncı azaltırken, periferik dirençteki azalmalar ise diyastolik basıncı azaltır (12). Arteriyel kan basıncını etkileyen faktörler: a.Primer: Kardiyak debi, sistemik vasküler rezistans, kan volümü, vasküler elastisite, kanın viskozitesi b.Sekonder: Otonom sinir sistemi, meduller ve kortikal kardiyak alanlar, kardiyak reseptörler c.Tersiyer: Stres hormonları, vücut postürü. Perioperatif kanama miktarını belirleyen temel faktörün hangi fizyolojik mekanizmaya bağlı olduğu henüz aydınlatılamamıştır. Yaygın olan görüş her üç faktörün de dengeli şekilde baskılanmasıdır (3). 4 UYGULAMA ALANLARI Birçok farklı işlem ve durumda kontrollü hipotansiyon gerekebilir. Pelvik girişimler, kalça protezi, skolyoz operasyonları gibi ortopedik operasyonlar, vasküler girişimler, intrakraniyal kitle cerrahileri, rekonstrüktif baş boyun operasyonları, septorinoplasti, reimplantasyon girişimleri, orta kulak operasyonları, endoskopik sinüs cerrahisi gibi perioperatif kanamanın postoperatif cerrahi mortalite oranlarını arttıracağı bilinen operasyonlar, koroner by pass cerrahisi sonrası ortaya çıkan ve anostomoz hatlarını zorlayan sistemik hipertansiyon kontrolünde uygulanabilir. Uygun kan bulunmasında güçlük olan veya transfüzyon istenmeyen durumlar da uygulama alanları içinde yer almaktadır (3). HİPOTANSİYONUN SİSTEM VE ORGAN FONKSİYONLARINA ETKİSİ Kan basıncı her koşulda dokulara yeterli perfüzyonu sağlarken, damar sistemine özellikle arter intimasına zarar vermeyecek şekilde dar bir aralıkta kontrol edilmektedir. Özellikle uzun süreli ve kontrolsüz hipotansiyonda, oksijen sunumu talebi karşılayamadığında organ ve sistem fonksiyonları olumsuz yönde etkilenmektedir (2). Santral Sinir Sistemi Normotansif kişilerde, OAB 60 -130 mmHg arasındaki değerlerde beyin kan akımı, otoregülasyon mekanizması nedeni ile sabittir. Normotansif ve normotermik hastalarda OAB 50-55 mmHg arasında olduğunda, serebral perfüzyonun korunabildiği gösterilmiş ve bu değerler güvenlik aralığı olarak kabul edilmiştir. Güvenlik sınırının altındaki değerlerde beyin kan akımı azalır, serebral hipoksi belirtileri ortaya çıkabilir (2,3). Kardiyovasküler Sistem Kontrollü hipotansiyon sırasında en büyük sorun miyokarda yeterli oksijen sunumunu sağlamaktır. Normal koroner dolaşım, basınç-akım ilişkisine dayalı bir otoregülasyona sahiptir (2,3). Ancak sistemik hipotansiyon, otoregülasyona bağlı vazodilatasyonu yavaş yavaş azaltarak, miyokardın oksijen ihtiyacını arttıran strese yanıtı bozar. Diyastolik basınç düşüklüğü ve taşikardinin birlikte olduğu direkt vazodilatatörlerle oluşturulan kontrollü hipotansiyonda, miyokardial perfüzyon bozulmaktadır (3,4). Hipotansiyon sırasında miyokardiyal iskemi gelişip gelişmemesi miyokardın metabolik ihtiyacındaki eşzamanlı değişikliklere de bağlıdır. Metabolik ihtiyacı azaltan ilaçlar (anestezikler ve β1-blokerler gibi) kalbi iskemiden koruyabilir. Nitrogliserin iskemik alanlarda perfüzyonu arttırdığından 5 avantajlıdır. Genel bir kural olarak, iskemik kalp hastalığı olan veya olduğu düşünülen hastalarda uygun monitörizasyon sağlanmadıkça kontrollü hipotansiyon uygulanmamalıdır (13,14). Solunum Sistemi Kontrollü hipotansiyon sırasında ölü boşluk oranının arttığı iddiaları, kardiyak debinin sıvı replasmanı ile korunduğu sürece fizyolojik ölü boşluğun artmayacağının gösterilmesiyle son bulmuştur. Ancak pozisyon veya yüksek havayolu basıncı etkisi ile kardiyak outputda (CO) düşme olduğunda ölü boşluk ve şant oranı artarak parsiyel karbondioksit basıncı (PaCO2) yükselmesi, parsiyel oksijen basıncı (PaO2) düşmesi olabilir. Bu nedenle kontrollü solunum gerekir (13). Böbrekler Renal kan akımı kardiyak debinin yaklaşık olarak %20-25’i kadardır. Renal arteriollerin istirahat tonusu zaten düşük olduğu için, hipotansif ilaçlarla belirgin bir genişleme olmaz ve böbrek kan akımı korunur. Ancak OAB<75 mmHg oluncaya kadar glomerüler filtrasyon hızı etkilenmez. OAB 70 mmHg olduğunda oligüri görülmesine rağmen metabolik ihtiyaçlar için perfüzyon yeterlidir (2). Thompson ve ark. (15), hipotansif anestezi sırasında böbrek kan akımında kısa sürelerle görülen düşmenin böbrek fonksiyonları üzerinde etkisi olmadığını göstermişlerdir. Karaciğer ve Splanknik Dolaşım Basınç-akım otoregülasyonunun hepatik arteriyel alanda kısıtlı olması ve portal venöz sistemde olmaması nedeni ile hipotansif anestezi sırasında karaciğer perfüzyonunda değişiklikler oluşabilir. Karaciğer kan akımının ekstrensek yolla kontrolü α-1 vazokonstrüksiyon ile olmaktadır. Baroreseptör aktivite, cerrahi stres, vazopressörler karaciğer kan akımını azaltır (3,15). Diğer Kardiyak cerrahide ve pron pozisyonda uygulanan spinal cerrahi girişimlerde, hipotansif anestezi sonrası postoperatif tek ya da çift taraflı tam görme kaybı oluşabileceği literatürde yer almaktadır (3). Suçlanan mekanizma hipoksiye bağlı optik sinirin aksonal bütünlüğünün bozulmasıyla iskemik optik nöropati oluşumudur (14). 6 Sempatoadrenerjik Yanıt İndüklenmiş hipotansiyonda refleks adrenerjik mekanizmalarla plazma renin aktivitesinin arttığı Keeton ve Pettinger (16) tarafından ratlarda yapılan araştırmayla gösterildikten sonra, hipotansiyona sekonder stres yanıt birçok klinik araştırma ile desteklenmiştir (17-19). Hipotansiyonun karotid baroreseptörlerce algılanmasıyla başlayan regülatuar mekanizmalar, sempatik sinir terminallerinden ve adrenal medulladan katekolaminlerin aşırı miktarda salınımını içeren global sempatoadrenerjik yanıta neden olur (20). Hipotansiyon oluşumuyla dakikalar içinde renin anjiotensin aldosteron sistemi aktive olur, arginin vazopressin sekresyonu artar. Hem anjiotensin II, hem arginin vazopressin; potent arterioler vazokonstriktördürler. Sistemik vasküler direnci düzenleyerek kan basıncının orta vadede kontrolünü sağlarlar (12,21,22). Arginin vazopressin aynı zamanda potent fibrinolitik etkiye sahiptir. Anjiotensin II ise trombosit agregasyonunu inhibe etmektedir. Newton ve ark. (23), orta kulak cerrahisinde gerçekleştirdikleri çalışmalarında, stres yanıtın hipotansif anestezi tekniklerinden bağımsız olarak oluştuğunu ve indüksiyonda uygulanan propranololün bu yanıtın süresi ve şiddetini inhibe ederek azalttığını göstermişlerdir. Normalde organizmayı korumaya yönelik gelişen ve cerrahi travmanın şiddetine paralel olan stres yanıt, aşırı düzeylerde birçok istenmeyen sonuçlar doğurabilir. Örneğin rezervler aşırı şekilde mobilize olur, metabolizma katabolik hale kayar, oksijen tüketimi artar, negatif nitrojen dengesi ve tuz-su retansiyonu oluşur. Hatta yanıtın uzaması ve şiddetinin artması durumunda tromboembolizm, stres ülserleri, kalbin artan oksijen ihtiyacı ve yükü sonucu kalp yetersizliği, infarkt ve pulmoner yetersizlik gibi bir takım komplikasyonlar gelişebilmektedir. Oluşan bu yanıtta, cerrahi prosedürün büyüklüğü ile beraber kullanılan anestezik ajanların direk farmakolojik etkisi, anestezi uygulamasının şekil, süre ve derinliği gibi faktörlerde etkili olmaktadır. KONTROLLÜ HİPOTANSİYONUN KONTRENDİKASYONLARI Kontrolü daha kolay ilaçların varlığı ve izlem yöntemlerinin gelişmesiyle kontrollü hipotansiyon kontrendikasyonları giderek azalmaktadır. Hasta İle İlgili Durumlar Ciddi kardiyak hastalıklar, miyokardiyal iskemi, akciğer, böbrek, karaciğerin parankimal hastalıkları, santral sinir sisteminin dejeneratif hastalıkları, addison hastalığı, 7 gebelik, kontrolsüz hipertansiyon, hipovolemi, ağır anemi sayılabilir. Kontrollü hipotansiyon sırasında gelişen ventilasyon/perfüzyon uyumsuzluğu ve fizyolojik ölü boşluk artışı, kronik solunum sistemi hastalığı olanlarda gaz değişimini önemli ölçüde bozabilir. İnsüline bağımlı diyabette ganglion bloke edici ilaçlar, strese hiperglisemik yanıtı bloke ederek hipoglisemiye neden olabilir. Beta blokerler de bu etkiyi arttırabilir. Bu şekilde gelişen hipoglisemi, hipotansiyonla birleştiğinde, özellikle serebral metabolizma üzerinde olmak üzere sakıncalı etkiler oluşturabilir (15,24,25). Teknik Nedenler Ekiple ilgili yetersizlik ve uyumsuzluk, yetersiz kan ve sıvı replasmanı gibi. KONTROLLÜ HİPOTANSİYON UYGULAMASINDA DİKKAT EDİLECEK HUSUSLAR Hipotansiyonun Derecesi Plastik, maksillofasiyal ve kulak burun boğaz girişimlerinde reaksiyoner hemoraji olabildiğinden, yavaş olarak başlayan ve normale dönen hafif derecede; fazla miktarda kanama olabileceği düşünülen girişimlerde, nabız hızının kontrolü ile birlikte orta derecede; serebral anevrizma bağlanması gibi durumlarda kısa süreli ve ileri derecede hipotansiyon gerekir (11,15,24). İzlem Ayrıntılı olmalı ve kan basıncı ölçümü direkt arteriyel monitorizasyon ile sağlanmalıdır. Kan basıncı monitorizasyonu yanında operasyon çeşidine göre idrar çıkışı, santral ven basıncı (CVP), elektroensefalografi (EEG) gibi izlemler de önerilir. Premedikasyon Sedasyon ve analjezi iyi sağlanmalıdır. Bu hem fazla miktarda anestezik gereksinimini ortadan kaldırır, hem de kan basıncı kontrolünü kolaylaştırır. İndüksiyon ve İdame İndüksiyon ajanı olarak tiyopental seçilebilir. Taşikardi yapmayan bir kas gevşetici tercih edilmelidir. Larenkse topikal anestezi yapılması yararlı olur. Anestezinin devamı, hafif 8 hiperventilasyon ile azot protoksit, düşük yoğunlukta inhalasyon anesteziği ve fentanil ile sağlanabilir. Hipotansif dönemde oksijen en az %40 oranında verilmelidir. Postoperatif Dönem Uzun etkili bir hipotansif ilaç kullanıldıysa serebral perfüzyonun korunması için hasta 12-18 saat süre ile düz yatırılmalıdır. Hipoksi ve hiperkapniden kaçınılmalıdır. KONTROLLÜ HİPOTANSİYONUN KOMPLİKASYONLARI Ağır anemi ve kalp damar hastalıklarında komplikasyon riski fazladır. Hipotansif anestezi birçok avantajı yanında, CO’u azaltarak doku hipoperfüzyonuna yol açabilir. Büyük cerrahi operasyonlarda miyokard infarktüsü (MI) riski %0,1-0,7 olarak bildirilmiştir. Nadir olarak arteriyel ve venöz tromboz, tübüler nekroz, optik nöropati görülebilir. Hipotansiyonun derecesi ve süresi de komplikasyon oranını etkiler (26,27). Bazen de istenen düzeylerde hipotansiyon elde edilemez ve daha fazla ilaç verilerek, bu ilaçların yan etki ve toksik etkileriyle karşılaşılabilir. Böyle bir durumda dozu arttırmak yerine başka bir ilaçla kombine etmek daha doğru olacaktır. KONTROLLÜ HİPOTANSİYON UYGULAMA YÖNTEMLERİ Fizyolojik Yöntemler Normal koşullarda venöz dönüşün önemli kısmı, intratorasik basıncın negatif olduğu inspiryum sırasında gerçekleşir. Aralıklı pozitif basınçlı ventilasyon (IPPV) uygulanırken intratorasik basınç pozitif olup, venöz dönüş güçleşir. Bu nedenle kullanılan IPPV efektif bir hipotansiyona katkıda bulunurken, ilaçların dozunun azaltılmasına da olanak verir. Pozitif ekspiryum sonu basıncın (PEEP) eklenmesi venöz dönüşü daha da azaltacaktır. Hiperventilasyon ile sağlanan hipokapni de vazokonstrüksiyon ile kanamayı azaltabilir. Ancak bu vazokonstrüksiyon çok fazla olduğunda, özellikle baş yukarı pozisyonda serebral perfüzyonu bozabilir (3,4,11). Cerrahi girişim yerinin kalp seviyesinin üzerine kaldırılması ile o bölgenin kan akımı azaltılabilir. Baş aşağı pozisyon, venöz dönüşü arttırdığı için kalp seviyesi altındaki girişimlerde pek uygun değildir. Baş yukarı pozisyonda, özellikle spontan soluyan hastada önemli derecede ventilasyon/perfüzyon uyumsuzluğu olabilir. Bu nedenle kontrollü hipotansiyon uygulandığında yüksek oranda oksijenle IPPV yapılmalıdır (3,4). 9 Farmakolojik Yöntemler Bu yöntemler santral sinir sisteminden başlamak üzere değişik düzeylerdeki etkileri ile temelde sempatik blokajla etkili olurlar. Vazodilatasyon yapan yöntemlerin kanamayı azaltması çelişkili görülebilse de burada önemli olan OAB’ın düşürülmesidir. Bu şekilde lokal kan akımı da azalmaktadır. Lokal ortalama kan basıncı 60-70 mmHg dolaylarında olmalı ve venöz drenaj engellenmemelidir (Tablo 1). Tablo 1. Kontrollü hipotansiyonda kullanılan ilaçlar (4) İlaçlar Anestezikler Bupivakain (spinal) Ropivakain (epidural) Etki Yeri Predominant Etki Major Dezavantaj Medulla Sempatik blokaj Vazokonstriktör ihtiyacı İnhalasyon ajanları Venler Alfa-reseptör blokajı Opioidler Vazodilatörler Kalp-bradikardi Sempatik blokaj Rezistans, yüksek konsantrasyon adjuvan ihtiyacı Yok Doğrudan etki Siyonid toksisitesi Doğrudan etki Doğrudan etki Doğrudan etki Doğrudan etki Dopamin reseptör antagonisti Tolerans gelişimi Histamin salınımı Yüksek maliyet Yok Rezistans-kapasitan damarlar Nitrogliserin Kapasitan damarlar Adenozin Rezistans damarlar PGE Rezistans damarlar, kalp Kalsiyum kanal blokerleri Rezistans damarlar, kalp Nitroprussid Fenoldopam Rezistans damarlar Yok, yüksek maliyet? Otonom Sinir Sistemi İnhibitörleri Trimetafan Venler, kalp Klonidin MSS Fentolamin, Urapidil Venler Labetolol Venler, kalp Esmolol Kalp Anjiotensin Dönüştürücü Enzim İnhibitörleri Kaptopril, Enapril Venler Ganglion blokajı Histamin salınımı, rezistans Presinaptik alfa-2 reseptör agon. Postsinaptik alfa reseptör antag. Alfa-Beta reseptör antag. Beta-reseptör antag. Yavaş başlangıçlı etki Rezistans, kalp yetmezliği Anjiotensin II inhibitörü Etki süresi uzun Öngörülemeyen etki Öngörülemeyen etki a) İnhalasyon anestezikleri: Direkt arterioler vazodilatasyon ve vazomotor merkezlerin depresyonu ile hipotansiyon yaparlar. Halotan, enfluran, sevofluran ve izofluran tek başına veya diğer hipotansif etkili ilaçlarla birlikte kullanılabilir. Özellikle izofluran direkt miyokardiyal depresyon yapıcı etkisi olmaması, periferik vazodilatatör etkisinin kolaylıkla düzelebilmesi, halotan ve enflurandan farklı olarak intrakraniyal basıncı arttırmaması nedeniyle tercih edilmektedir (24,25,28). b) Ganglion Blokerleri: Günümüzde çok tercih edilmeyen bir yöntemdir. Trimetafan ve pentoliniumun etkisi sempatik ganglion blokajı yaparak rezistans ve kapasitans damarlarını 10 genişletmektir. Ancak parasempatik ganglionları da etkileyerek taşikardiye yol açabilirler (25). c) Direk etkili ajanlar: Sodyum nitroprussid, hücrenin sülfidril grubu ile etkileşip kalsiyumun hücre içine girişini ve hücre içindeki aktivasyonunu inhibe ederek, arteriollerin düz kaslarını gevşetir. Bu yolla hem kapiller rezistans hem de postkapiller kapasitans damarları gevşeterek, periferik direnci ve venöz dönüşü azaltıp kan basıncını düşürür. Etkisinin hızla başlayıp hızla ortadan kalkması ve kolay kontrol edilebilmesi nedeniyle tercih edilen hipotansif ajanlardan biridir. Enzimatik olmayan yolla eritrosit ve plazmada nitrik asit ve hidrosiyanik asite yakılır. Hidrosiyanik asit karaciğerde tiosülfatla birleşerek tiosiyanata dönüşür ve idrarla atılır. Aşırı dozaj serbest siyanit açığa çıkarır. Siyanit ve tiosiyanit intoksikasyonu, metabolik asidoz, toksisite ve ölüme kadar giden reaksiyonlara neden olabilir. Sodyum nitroprussid ile rebound hipertansiyon ve refleks taşikardi oluşma olasılığı vardır. Bu da infüzyonun yavaş olarak sonlandırılması, esmolol, kaptopril gibi antihipertansiflerin kullanımı ile önlenebilir. Vazodilatasyon sonucu intrakraniyal basıncı arttırmaları, aritmi, taşikardi, pulmoner şantları arttırıcı etkileri ve trombosit agregasyonunun inhibisyonu ile kanamayı arttırabilmeleri; kullanımını kısıtlayan etkileridir (11,25,28). Nitrogliserin, damar düz kasına direkt etki ile başlıca kapasitans venleri genişletir. Rezistans damarlar üzerine etkisi daha azdır. Bu nedenle SAB’nı daha çok düşürür (25). Diastolik arter basıncının (DAB) fazla düşmemesi koroner ve serebral perfüzyonun korunmasını sağlar. Bu nedenle koroner bypass cerrahisinden sonra gelişen hipertansiyonun kontrolünde sodyum nitroprussid’den daha sıklıkla tercih edilir. Ancak intrakranial basıncı arttırıcı etkisi sodyum nitroprussid’den fazladır. Etkisi daha yavaş ve zayıftır. Kan basıncı infüzyon kesildikten 10-20 dk sonra normale döner (25,28). d) Diğer farmakolojik ajanlar: Adenozin, güçlü bir vazodilatatördür. Arterioler vazodilatasyon daha fazladır. Etki süresi hızlıdır. Kontrollü hipotansiyona refleks olarak gelişen renin ve katekolamin artışı olmaz. Dolayısıyla rebound hipertansiyon gelişmez (25,28). β Blokerler, propranalol, esmolol, labetalol bu grup içinde yer alır. Labetalol hem alfa hem de beta blokerdir. Nabız sayısını arttırmadan periferik direnci azaltır. Esmolol ise kısa etkili kardiyoselektif bir beta blokerdir. Orta kulak cerrahisi ve endoskopik sinüs cerrahisi için etkili bir hipotansif ajan olabileceği değişik yayınlarda belirtilmektedir. Beta blokerlerle bradikardi oluşabilir. Atropin ile tedavi edilir (29,30). 11 Prostaglandin E1ve (Magnezyum) Mg Sülfat, sınırlı kullanım alanına sahiptir. Daha çok beyin omurilik cerrahisinde ve obstetrikte tercih edilir (25,28). α2 agonistler, klonidin ve dexmedetomidin bu gruptadır. Klonidinin yarılanma ömrü uzun olduğu için çok tercih edilen bir ajan değildir. Dexmedetomidin ise daha çok pediatrik cerrahide kullanılır (31-33). Fentanil grubu opioidler, sempatik reflekste azalma nedeniyle venodilatasyon, kan basıncında düşme ve bradikardi meydana getirirler. Özellikle inhalasyon anestezikleriyle beraber kullanılırlar (31). Spinal-Epidural Anestezi Sempatik blokaj ile hem arterioler hem de venöz tonusu azaltarak hipotansiyon oluşturur. Ancak bu yolla sağlanan hipotansiyonun kontrolü zordur. KALBİN UYARI VE İLETİM SİSTEMİ Normalde kalpteki elektriksel uyarılar sinüs düğümünden doğar ve atriyumlara yayılarak atrioventriküler (AV) düğüme ulaşır. Belirli bir gecikme ile AV düğümden geçen uyarılar His-Purkinje sistemi ile ventriküllere yayılarak kas liflerini aktive eder. Kalp kas hücrelerindeki aksiyon potansiyeli (AP), hücre zarının çeşitli iyonlara olan geçirgenliğinin değişmesi ile oluşur. AP karakteristik bir eğri çizer (Şekil 1) (34). AV: Atriyoventriküler, LAF: Sol ön fasikül, SA: Sinoatrial: EKG: Elektrokardiyografi. Şekil 1. Kalbin uyarı-ileti sistemi ve aksiyon potansiyeli (34) 12 Kardiyak Aksiyon Potansiyeli Kardiyak transmembran potansiyel 5 fazdan olusur. Faz 0 = upstroke veya hızlı depolarizasyon, faz 1 = erken-hızlı repolarizasyon, faz 2 = plato, faz 3 = son-hızlı repolarizasyon, faz 4 = diyastolik depolarizasyon veya istirahat potansiyelidir (Tablo 2) (10,34-36). Tablo 2. Kardiyak aksiyon potansiyeli fazları (10) FAZ İSİM 0 Upstroke veya hızlı depolarizasyon 1 Erken-hızlı repolarizasyon 2 Plato 3 Son-hızlı repolarizasyon 4 Diastolik depolarizasyon veya istirahat potansiyeli OLAY Na+ kanallarının açılması ve Na+ geçirgenliğindeki ani artış ile oluşan depolarizasyon + Na kanallarının kapanması ve Cl- iyonlarının hücre içine girmesi ile Yavaş ve uzun süreli açık kalan voltaj bağımlı Ca++ kanallarının aktivasyonu Ca++ kanallarının kapanıp, K+'nın iki değişik kanaldan hüçre dışına çıkması Spontan olarak depolarize olan hücrelerin içine yavaş Na+ ve Ca++ sızması HÜCRESEL İYON HAREKETİ Na+ içeri Cl- içeri Ca++ içeri K+ dışarı K+ dışarı Na++ içeri Ca++ içeri Na: Sodyum, Cl: Klor, Ca: Kalsiyum, K: Potasyum. Tek bir kalp hücresinin istirahat membran potansiyeli (dinlenim zar potansiyeli) yaklaşık -90 milivolt (mV)’dur. Stimülasyon ile meydana gelen AP’nin yayılması sonucunda kasılma olayı baslar. Depolarizasyon aniden baslar ve ani yükselme ile kendini gösterir. Depolarizasyondaki bu ani yükselişi membran potansiyeli başlangıç değerlerine dönmeden önce bir plato dönemi izler. Memeli kalbinde depolarizasyon 2 milisaniye (ms) kadar sürerken, plato fazı ve repolarizasyon 200 ms veya daha fazla sürmektedir. Bu nedenle repolarizasyon kasılma olayının yarısı bitmeden tamamlanmaz (34,35). Aksiyon potansiyelinin repolarizasyon dönemi, kinetiklerine ve hücre membranında bulunma yoğunluklarına göre değişen birçok tip (potasyum) K+ kanalı tarafından kontrol edilir. İnsan miyokardiyumunda en az 20 farklı K+ kanal proteini vardır. Fonksiyonlarına bağlı olarak geçici dış (IKto), gecikmiş düzeltici (IK), içte düzeltici (rektifiye edici) (IKir) ve 13 sızıntı kanalları olarak dörde ayrılır. Gecikmiş düzeltici kanal ise ultra hızlı (IKur), hızlı (IKr) ve yavaş (IKs) olmak üzere 3 farklı alt kanalın birleşimidir. Repolarizasyonun başlangıcında en büyük katkıyı IKs sağlamasına karşın, repolarizasyonun çoğuna katkıda bulunan K+ kanalları IKir kanallarıdır (10,37-39). Ventriküler miyokard; epikardiyal hücreler, endokardiyal hücreler ve orta miyokard hücreleri (M) olmak üzere en az 3 farklı elektrofizyolojik yapıda hücre tipinden oluşmaktadır. Miyokard hücreleri histolojik olarak epikardiyal ve endokardiyal hücrelere benzemesine karşın, elektrofizyolojik ve farmakolojik olarak purkinje ve ventriküler hücreler arasında hibrid hücre şeklindedir. Ventrikül duvarının farklı lokalizasyonlarında M hücre yoğunluğunun ve iyon kanallarının yoğunluğunun farklı olmasından dolayı M hücrelerinin AP süresi de farklıdır. Faz 2 sırasında AP kalp içinde önemli derecede heterojenite gösterir. Orta M hücrelerindeki AP süresi, epikard ve endokard hücrelerine göre daha uzundur. M hücrenin AP süresi QT aralığını belirler. İyon kanallarında olan doğumsal mutasyonlar veya edinsel olarak mutasyona yol açan ajanlar IKr ve IKs’yi azaltarak veya geç Ca++ ve Na+ kanallarını arttırarak intrinsik heterojeniteyi arttırır (24). Bunun sonucunda M hücrelerinin AP’sinde uzama meydana gelir ve QT uzar, repolarizasyonun transmural dağılımında dramatik bir artış olur. Reentry oluşumuna hassas pencere (vulnerabl peryod) meydana gelir. Repolarizasyon akımındaki azalma ayrıca M ve purkinje hücrelerinde tetiklenmiş aktiviteye bağlı erken ard depolarizasyon (EAD) oluşumuna neden olur (7,8). Bazen aşırı bir şekilde, bazen de erken depolarizasyonu tetikleyen EAD’ler genellikle AP’nin 3. fazındaki gecikmelerdir. EAD’ler ya tetik mekanizmaları ile ya da ventrikül içinde ektopik depolarizasyon oluşturma yetenekleri ile Torsades de pointes (TdP) aritmilerine neden olmaktadırlar (40-45). Ventriküler repolarizasyonun dağılması (dispersiyonu) terimi, uyarılabilirliğin homojen olmayan bir şekilde geri kazanımı veya ventriküler repolarizasyonun heterojenitesi için kullanılan bir terimdir. Genellikle kalpten elde edilen birçok repolarizasyon ölçümü arasındaki fark olarak ifade edilir. Bu elektrofizyolojik ölçümün klinik önemi, deneysel çalışmalarda ventriküler reentry aritmilerinin miyokard repolarizasyonu dağılımının artması ile kolaylaştığının gösterilmesiyle ortaya çıkmıştır. Miyokardın transmural aksındaki repolarizasyon dağılımının özellikle kazanılmış veya doğumsal uzun QT sendromu (UQTS) ile ilişkili olduğu ortaya konmuştur (36,46). 14 ELEKTROKARDİYOGRAFİ Elektrokardiyografi, kalpten kaynaklanan elektriksel potansiyellerin iletim sırasında çevre dokulara yayılmasından yararlanılarak vücut yüzeyinden kaydedilmesidir. Yaygın olarak kullanılan 12 derivasyonlu EKG’de frontal düzlemde kayıt alan 6 adet ekstremite ve horizontal düzlemde kayıt alan 6 adet göğüs (prekordial) derivasyonu mevcuttur. Ekstremite derivasyonları iki ekstremite arası potansiyellerin farkını kaydeden 3 adet bipolar (I, II, III) ve üç adet unipolar (aVR, aVL, aVF) derivasyondan oluşur. EKG 1 mm2’lik karelere ayrılan standart EKG kağıdına kaydedilir. Genel olarak 25 mm/sn hızda kayıt alındığından bir küçük yatay kare 0,04 saniyedir (35). Elektrokardiyografideki başlıca dalga ve segmentler şunlardır (Şekil 2). Şekil 2. Elektrokardiyografideki dalga ve segmentler (35) P Dalgası: Atriyumların depolarizasyonu ile oluşur. Başlangıç bölümü sağ atrium depolarizasyonunu ve ikinci kısmı sol atrium depolarizasyonunu gösterir. Yüksekliği 2,5 mm’yi genişliği 0,11 saniyeyi geçmez. PR Aralığı: P dalgasının başlangıcından QRS kompleksinin başlangıcına kadar olan aralıktır. Sinoatrial düğümden çıkan uyarının ventriküler purkinje liflerine iletilmesine kadar geçen süreyi gösterir. Normal erişkinde 0,12-0,20 saniyedir. 15 QRS Kompleksi: Ventriküler depolarizasyonu gösterir. İlk negatif dalga Q, ilk pozitif dalga R, 2. negatif dalga S ve 2. pozitif dalga R’ olarak adlandırılır. Normal erişkinde <0,12 saniyedir. T Dalgası: Ventriküllerin repolarizasyonunu gösterir. Normal bir EKG’de T dalgasının genişliği 0,15 saniye, voltajı ise 0,2-0,3 mV arasındadır. ST Segmenti: QRS kompleksinin bitiminden T dalgasının başlangıcına kadar olan bölümdür. Aksiyon potansiyelinin plato fazına uyar. Normalde ekstremite derivasyonlarında izoelektrik çizgiden 0,5-1 mm’den fazla sapma göstermez. QT Aralığı: QRS kompleksinin başlangıcından T dalgası sonuna kadar olan aralıktır. Ventriküllerin elektriksel sistolünü gösterir. Normal süresi 0,35-0,44 saniyedir. Yaş, cins ve kalp hızına göre değişiklikler gösterir. U Dalgası: T dalgasından sonra görülür. Amplitüdü nadiren 1 mm’yi geçer. V3 derivasyonunda en belirgindir. Ventrikül kasındaki ard potansiyelleri ya da purkinje liflerinin repolarizasyonunu gösterir (35,45). QT ARALIĞI VE QT DİSPERSİYONU QT aralığı, ventrikül miyokardının depolarizasyon ve repolarizasyonunun toplam süresini yansıtır. Her derivasyonda o lokalizasyona uyan ventriküler miyokardın elektriksel aktivasyon ve istirahat toplam süresini verir; kalp hızı ile ters orantılı olarak değişir. Kalp hızının artması QT aralığında kısalmaya neden olurken, hızın azalması QT uzamasına yol açar. Bu nedenle QT süresinin beklenen değerlerde olduğunu veya anormal olarak uzadığını söylemek için kalp hızı göz önüne alınarak hesap yapılmalıdır. Çeşitli formüllerle QT aralığı kalp hızına göre düzeltilebilir. Düzeltilmiş QT (corrected QT = QTc) kalp hızı dikkate alınarak ve bazı formüllerde ortalama kalp hızı’na (60/dk) göre düzeltilmiş QT değeridir. Düzeltme için pek çok hesaplama formülü kullanılmaktaysa da, 1918 yılında tanımlanan Bazzette formülü halen en sık kullanılan hesaplama yöntemidir (17,20,27,35,40,79). Ayrıca Fridericia formülü de bulunmaktadır. Bazı EKG cihazlarında otomatik olarak da QTc ölçümü yapılabilmektedir (47). Fridericia formülünün daha duyarlı olduğu yönünde veriler bulunmasına karşın klinik pratikte en sık Bazzette formülü kullanılmaktadır (41,48). Bazzette formülüne göre; Düzeltilmiş QT (QTc) intervali = QT intervali (saniye) / √ R-R intervali (saniye) Fridericia formülüne göre; Düzeltilmiş QT (QTc) intervali = 3 / √ R-R intervali (saniye) 16 İlaç tedavisi almamış, genetik olarak saptanmış UQTS hastalarının büyük çoğunluğunda QTc 440 ms’nin üstündedir. Bu değerler temel olarak alınırsa ilaç tedavisi almayan hastalarda 420 ms’nin altındaki QTc değerleri kesinlikle normal, 420-440 ms arasındaki değerler sınırda, 440 ms üzerindeki QTc değerleri ise yüksek olarak kabul edilir. Ancak genetik olarak UQTS saptanan hastaların %12’sinde QTc değerlerinin 420-440 ms arasında olduğu da dikkate alınmalıdır (6,10,42,45,49). Elektrokardiyografide ölçülen tek bir QT aralığı ventrikül dinlenme zamanı ve repolarizasyon dağılım değişkenliği hakkında tam bir bilgi vermediği için bölgesel değişiklikleri en iyi şekilde QT dispersiyonu (QTd) yansıtır. QTd 12 derivasyonlu EKG’de ölçülen en uzun ve en kısa QT aralığının farkı olarak tanımlanmaktadır (6,46,50,51). Ventriküler aritmi riskini kolay ve invaziv olmayan bir yöntemle göstermesi QTd’nin en büyük avantajıdır. QTd, derivasyonlar arasındaki en uzun QTc intervali ile en kısa QTc intervalinin farkıdır. Normalde 20-50 ms arasındadır. Uzaması ventrikül repolarizasyon anormalliğini gösterir (52,53). QTd = QTmax – QTmin Her ne kadar QT ölçümü konusundaki metodolojik problemler hala tam olarak çözülememişse de, QT dispersiyonu kolay elde edilebilir, non invazif ve ucuz bir parametredir. Yararı konusunda ise birçok kardiyolojik çalışma yapılmış ve QTd’nun prognostik önemi ortaya konmuştur. Bunlar: 1- Akut veya kronik MI’lı hastaların incelendiği bir çok çalışmada aritmi gelişen hastalarda gelişmeyen hastalara göre daha uzun QTd saptanmıştır (50). 2- Bazı elektrofizyolojik çalışmalarda QTd’nun ventriküler aritmi gelişimini tayin edebildiği gösterilmiştir (54). Ancak yine de QTd’nun invaziv elektrofizyolojik çalışmalara tercih edilmeyeceği, elektrofizyolojik araştırmanın yararlı ve kolay elde edilebilen ek bir parametresi olarak kabul edilmesi gerektiği belirtilmektedir (55). 3- Birçok çalışmada QTd’nun kalp yetmezliğinde sonlanım noktaları ile korelasyon gösterdiği ileri sürülmüştür. ELTE çalışmasında kaptopril ve losartan verilen kalp yetmezliği vakalarında losartanın QTd’nu arttırdığı saptanmıştır (56). 4- Birçok yazar hipertrofik kardiyomyopatide ventriküler aritmilerin yüksek QTd ile birlikteliğini bulmuşlardır (53). 5- Uzun QT sendromunda beta blokerlere yanıtsız hastalarda yanıtlı hastalara göre daha yüksek QTd gözlenmiştir (51). 17 6- QT dispersiyonunu etkileyen ilaçların TdP’e yol açabildiği gösterilmiştir. Birçok araştırmacı kinidin, sotalol, dofetolid, propafenon ve terfenadin kullanımının daha yüksek QT dispersiyonu ve daha sık aritmiye yol açtığını bulmuşlardır (57). Non kardiyolojik hastaların incelendiği çalışmalarda da QT aralığı ve QTd’nin prognostik önemi gösterilmiştir. Bu çalışmalar arasında, Tip I Diabetes mellitus (DM) ve Tip II DM’de uzamış QT aralığı ve yüksek QTd, otonom nöropati ve koroner arter hastalığı ile ilişkili bulunmuştur (58-60). Ayrıca dializ hastalarında yüksek QTd’nun kardiyak ve genel mortaliteyi arttırdığı bulunmuştur (60). Aynı zamanda cinsiyet ve yaş da QT ve QTc intervalini etkiler. QTc intervali normalde kadınlarda erkeklerden daha uzundur ve kadınlarda ilaca bağlı QTc uzaması ve aritmi gelişmesi eğilimi daha fazladır (61). QTc intervali normalde 0,44 sn’den kısadır. Erkeklerde 0,44 sn, kadınlarda 0,46 sn’den uzun olması anormaldir (7). QTc interval ölçümü bazı nedenlerden dolayı her zaman kolay olmamaktadır. T dalgasının bitim noktasının saptanmasının güç olması önemli bir sorundur. T dalga morfolojisinin bozuk ve amplitüdünün küçük olması, T dalgasını izleyen bir U dalgasının varlığı ya da T dalgasının U veya P dalgası ile iç içe geçmiş gibi görünmesi QT ölçümünün doğru yapılmasını zorlaştıran nedenlerdir. Ayrıca QRS kompleksinin ve T dalgasının bitim noktalarının EKG derivasyonları arasında farklılık göstermesi de bir diğer önemli faktördür. Bu gibi durumlarda QT mesafesi, olduğundan daha uzun saptanabilmektedir (5,62). QT intervali ölçümleri, genellikle QT’nin en uzun olduğu derivasyonlarda yapılmaktadır. Tek komplekste ölçüm yapmak çoğunlukla yeterli olmadığından en az 3 komplekste QT değerinin ölçülmesi ve bunların ortalamasının alınması önerilir. Düzensiz ritimlerde de daha çok sayıda komplekste QT intervali ölçülmeli ve bunların ortalaması alınmalıdır (63). QT intervali günümüzde elle ve bilgisayar aracılığı ile otomatik olarak ölçülebilmektedir. Elle yapılan ölçümlerde T dalgasının bitim noktasının net olarak değerlendirilmesi zordur ve hata payı içerir. Ancak otomatik olarak yapılan ölçümlerin de hatalı sonuçlar verdiği ve daha üstün olmadığı gösterilmiştir (64). Her iki ölçüm metodunda da karşılaşılan en önemli hata nedeni T dalgasının düşük amplitüdlü olması ya da T dalgasının U veya P dalgası ile iç içe görülmesidir. Otomatik ölçüm başlıca iki yöntemle yapılmaktadır (5). 1. Eşik değerine göre, yani T dalgasının bitim noktasının belli bir eşik değerine göre tespiti, 18 2. Eğim ölçümü metodu, T dalgasının inen kolunun eğiminin izoelektrik hatla olan kesişim noktası T dalgasının bitim noktası olarak alınır. QT aralığını uzatan pek çok sebep mevcuttur ve bunlardan en önemlisi hastanın kullandığı ilaçlardır. QT aralığını uzatan belli başlı ilaçlar şu şekilde sıralanabilir: antiaritmikler (kinidin,disopramid, prokainamid, sotalol, amiodaron, butilid, almokalant, defoilid, bepridil), antibiyotikler (eritromisin, klaritromisin, klindamisin, trimetoprimsulfametoksazol, grepafloksasin, moksifloksasin, gatifloksasin, levofloksasin, amantadin, pentamidin, flukanozol, ketakonazol, klorokin, kinin, halofantrin), antiviraller (foskarnet), antineoplastikler (tamoksifen, arsenik trioksid), antimigren (sumatriptan, zolmitriptan, naratriptan), antihipertansifler (isradipin, nikardipin), antihistaminikler (terfanadin,astemizol), antidepresanlar (desimipramin, nortriptilin, amitriptilin, doksepin, fluoksetin, pimozid, imipramin, sertralin), nöroleptikler (klorpromazin, haloperidol, droperidol, pimozid, tioridazin, sertindo, risperidon, ziprasidon, ketapin), kolinerjikler (sisaprid), diğer ilaçlar (sildenafil, karbamazepin, probukol, oktreotid, amrinon, milrinon) (6). QT aralığında uzamaya neden olan diğer faktörler ise; bilinen kalp hastalığı varlığı, hipokalemi, hipomagnezemi, bradikardi, diüretik kullanımı, mitral valv prolapsusu, AIDS (Acquired immune deficiency syndrome- Edinilmiş bağışıklık eksikliği sendromu), MI, intrakraniyal kanama, arsenik ve organik fosfor zehirlenmesi, hipotermi, karbonmonoksit zehirlenmesi, konjestif kalp yetmezliği, miyokarditler, diffüz miyokardiyal hastalıklar, ciddi kronik obstrüktif akciğer hastalığı, romatoid artrit, hipokalsemi, DM’dur (6-9). Ventrikülün refrakter periyodunun uzadığı bu hastalarda, ventrikül herhangi bir erken atım ile kolayca taşikardi ve fibrilasyona girebilmekte ve sonuçta ise fetal ventriküler aritmiler, senkop ve ani ölümler oluşabilmektedir (6). ANESTEZİK İLAÇLAR VE VENTRİKÜLER REPOLARİZASYON Anestezi idamesinde kullanılan çesitli ilaçların QT intervali üzerine olan etkileri invivo olarak araştırılmıştır. Fakat birkaç ilaç birlikte verildiğinden dolayı bu çalışmalardan kesin sonuçlar çıkarmak zor olmustur. Dahası sağlıklı kişilerde QT intervalinde etkileri gösterilmiş bazı ilaçların UQTS’li hastalarda farklı etkilere sahip olduğu da bir gerçektir (65). Volatil Anestezik Ajanlar Volatil ajanların QT üzerine olan etkileri çoğunlukla UQTS olan hastalarda araştırılmıştır. UQTS hastalarında tamamen güvenli olduğu bilinen inhalasyon ajanı yoktur. 19 Subtipi bilinmeyen UQTS’li hastalarda perioperatif ß-blokajı ile bu inhalasyon ajanlarının tümü ile olaysız anestezi rapor edilmistir. Halotan, repolarizasyonun transmural dispersiyonunu artırır ve mümkün olduğunca UQTS hastalarında kullanımından kaçınılmalıdır. İzofluran ve sevofluranın repolarizasyonun transmural dispersiyonda etkisi konusunda yeterli araştırma yoktur. Günümüzde inhalasyon yolu ile anestezide kullanılan halotan, sevofluran, izofluran ve desfluranın QT’yi uzatan ilaçlar listesine eklenmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Fakat bu kanıya varmak için çalışma sayısı arttırılmalıdır (10). İntravenöz İndüksiyon Ajanları Tiyopentalin premedike edilmiş sağlıklı erişkin ve çocuklarda QTc’yi uzattığı gösterilmiştir (66). Sodyum pentobarbital genelde QT intervalini uzatması nedeniyle aksiyon potansiyel süresini uzatmaktadır ancak M hücrelerine göre endo ve epikardiyal hücrelerde AP sürelerinde relatif olarak daha büyük bir uzama olduğundan repolarizasyonun transmural dispersiyonunu azaltır (67). Propofol, sağlıklı premedike edilmiş erişkin ve çocuklarda QT intervalini uzatabilir. Ancak QTc intervali üzerinde hiç etkisi bulunamamıstır. Propofol, subaraknoid kanamalı hastalarda QTc’yi kısaltır. Sınırlı klinik deneyimler propofolün UQTS’li hastalarda özellikle anestezi idamesinde kullanışlı bir ajan olduğunu destekler yöndedir (68-72). Midazolamın tek başına sağlıklı erişkinlerde QTc üzerine hiç etkisi yoktur ve midazolam da UQTS’li hastalarda güvenli bir ajan olarak görünmektedir (10,71). Diğer benzodiazepinlerin etkisi bilinmiyor. Metoheksital sağlıklı eriskinlerde QTc’yi uzatır (68). Fakat çocuklarda atropin premedikasyonuna karşın uzatmadığı gözlenmiştir (69). Ketaminin QT intervali üzerine etkisi bildirilmemiştir. Ancak sempatomimetik özelliklerinden dolayı mümkün olduğunca kaçınılmalıdır (10). Opioidlerin QT intervali üzerine etkileri ile ilgili fazla çalışma yoktur. Ancak etkisinin olmadığı kabul edilmektedir (10). Nöromusküler Blokerler Bu ajanların klinik çerçevede izole etkilerinin çalışılması imkansızdır. Güvenilir ajanı tespit etmek şimdiye kadar yayımlanmış çalışmalara göre imkansızdır. Ancak vekuronyum otonomik etkilerinin yokluğu temel alınarak UQTS’li hastalarda kullanılmaktadır (10). Yaygın kullanılan kas gevşetici ajanlar arasında sadece süksinilkolinin QTc’yi uzattığı bilinmektedir (71). Atrakuryum ve cisatrakuryum ile ilgili deneyim yokluğuna rağmen yan 20 etkilerinin az olması nedeni ile cisatrakuryum daha cazip görünmektedir (10). Pankuronyum ile UQTS’li hastalarda yapılan çalışmalarda ventriküler fibrilasyona neden olabileceği bildirilmiştir (73). Antikolinesterazlar ve Antikolinerjik Ajanlar Sağlıklı bireylerde atropin ve glikopirolatın QT intervalini uzattıkları bildirilmiştir. Atropin verilmesinin UQTS’li bir hastada anestezi uygulaması sırasında TdP’i presipite ettiği bildirilmiştir. Bu nedenle atropin verilmesinin aritmi insidansını arttırdığı kabul edilmektedir (74-76). Anestezi uygulaması sırasında IPPV esnasında valsalva manevrasından, QT’yi uzattığından dolayı yüksek inspiratuar basınçtan ve inspirasyon/ekspirasyon oranını arttırmaktan kaçınılmalıdır. Hipotermi ve masif kan transfüzyonu da QT’yi uzatabilir. UZUN QT SENDROMLARI Uzun QT sendromları EKG’de anormal uzun QT intervali ile tanımlanan, ani kardiyak ölüm ya da senkopla birlikte gözlenen, özellikle polimorfik ventriküler taşikardi niteliğinde, yüksek ölüm oranına sahip olan TdP türü aritmilerle sonuçlanabilen, idiyopatik, iyatrojenik (ilaçlar ve metabolik bozukluklar) ya da doğumsal (herediter) nedenlerle ortaya çıkan kardiyak repolarizasyon bozukluğudur (6,49,77). QT uzaması ani ölüm için yaştan bağımsız bir risk faktörü olarak kabul edilmektedir (78). Bu ilişki, iskemik kalp hastalıklarında yoğun olarak çalışılmıştır ve mortalitede 2-5 kat artış saptanmıştır (79). Uzun QT sendromu, yüksek VF riski ile birliktedir ve kinidin gibi QT süresini uzatan ilaçların kullanılması ani ölüme (aritmiye bağlı) neden olabilmektedir (80-82). Uzun QT Sendromları başlıca doğumsal ve edinsel form olarak iki başlıkta incelenmektedir: Doğumsal Uzun QT Sendromları Doğumsal UQTS’lerin de 4 formu mevcuttur: 1) Kardio-oditori sendrom: ilk olarak 1953’te Jervell ve Lange Nielsen tarafından tanımlanmıştır. Surdokardiyak sendrom olarak da bilinmektedir. Otozomal resesif geçişlidir. Uzun QTc, doğumsal nöral sağırlık, senkop atakları ve ani kardiyak ölümle karakterizedir (6,49,83,84). 21 2) Romano-Ward sendromu: Bu form, sağırlık gibi fenotipik bir bozukluğun eşlik etmediği, otozomal dominant geçişli benzer bir sendromdur (6,49,83,84). 3) Ailesel ventriküler taşikardi: Von Bernuth ve ark. tarafından tanımlanmıştır. Otozomal dominant geçişlidir. Hastalar istirahat halinde normal QT intervaline sahipken, egzersiz ile QT intervalleri uzamaktadır. QT interval uzaması hastadan hastaya hatta aynı hastada değişik derecelerde olmaktadır (83). 4) Sporadik form: Birçok vakada aile öyküsünün olmadığı, spontan mutasyonların QT intervalinde uzamaya yol açtığı sporadik varyasyonlar bildirilmiştir. Yukardaki 3 tip ile benzer özellikler göstermektedir (83). Edinsel Uzun QT Sendromları Uzun QT sendromlarına yol açan faktörler Tablo 3’te gösterilmektedir. Bu sendromun en sık görülen sebebi çeşitli ilaçların kullanılması olup, genel inanış ilaçların gecikmiş IKr kanallarının yavaş komponentini bloke etmesidir. Tablo 4’te UQTS’ye yol açan ilaçlar belirtilmiştir. Elektrolit bozuklukları ise edinsel UQTS nedenleri arasında ikinci sırada yer almaktadır (6,44,57). Tablo 3. Edinsel uzun QT sendromlarına yol açan faktörler (6,44) Kardiyak bozukluklar Miyokard iskemisi, akut kardit, akut kor pulmonale, kardiyomyopatiler, mitral valf prolapsusu, sinüs bradikardisi, AV blok Isı ve elektrolit bozuklukları Hipotermi, hipopotasemi, hipokalsemi, hipomagnezemi İlaçlar Antiaritmikler, anestezik ajanlar, psikotropik ajanlar Nörolojik bozukluklar Kafa travması, SVO, nöroşirurjik işlemler, sempatik sinir sistemi uyarılması, radikal boyun diseksiyonu Endokrin ve metabolik bozukluklar DM, feokromasitoma, adrenal yetmezlik, tiroid hastalıkları AV: Atriyonentriküler, SVO: Serebrovasküler olay, DM: Diabetes mellitus 22 Tablo 4. Edinsel uzun QT sendromlarına yol açan ilaçlar (6,44) Antiaritmik ilaçlar Antibiyotikler Antiviral ilaçlar Antineoplastikler Antimigren ilaçlar Antihipertansifler Antidepresanlar Nöroleptikler Kolinerjikler Diğer ilaçlar Sınıf Ia Kinidin, Prokainamid, disopramid Sınıf Ib Lidokain Sınıf II Beta blokerler Sınıf III Bretilyum, amiodaron Sınıf IV Prenylamin Eritromisin, klaritromisin, klindamisin, trimetopim, sulfometaksazol, levofloksasin, amantadin, flukanazol, ketakanazol, klorakin, kinin Foskarnet Tamoksifen, arsenik trioksit Sumatriptan, zolmitriptan, naratriptan İsradipin, nikardipin Desipramin, nortriptilin, amitriptilin, doksepin, fluoksetin, sertralin Klorpromazin, haloperidol, droperidol, timozid, risperidon Sisaprid Sildenafil, karbamazepin, propukol, oktreotid, amrion, milrinon Uzun QT Sendromları Patogenezi Uzun QT sendromunda temel bozukluk tam olarak bilinmemektedir. Pek çok doğumsal ve edinsel faktörün QT interval uzamasına neden olduğu ileri sürülmektedir. Doğumsal ve edinsel formların her ikisinde de kardiyomiyozid membranındaki iyon kanallarının disfonksiyonu gösterilmistir. İyon kanallarındaki disfonksiyon, doğumsal UQTS’de kanal proteinlerini kodlayan genlerdeki mutasyona bağlı gelişirken, edinsel formda ilaçların bu kanalları bloke etmesine bağlı olarak gelişmektedir (6,49). Bir diğer görüş, otonom sinir sistemindeki dengesizliğe bağlı olarak kalpteki asimetrik adrenerjik stimulusun QT intervalinde uzamaya yol açmasıdır (85,86). UQTS’si olduğu bilinen hastalarda gelişen senkop ataklarının sempatik aktiviteyi arttıran olaylar neticesinde gerçekleşmesi de bu görüşü desteklemektedir. Sempatik tonustaki bu dengesizlik sonucunda ventriküllerin repolarizasyonu uzamakta, bu da QT interval uzamasına neden olmakta ve kalbi disritmilere hassas kılmaktadır (49,85,86). Uzun QT Sendromlarının Prognoz ve Tedavisi Uzun QT sendromları erken yaşlardaki ölümlerin en önemli sebeplerinden biridir. Tanı konur konmaz tedaviye başlanmasının önemi büyüktür. Tedavi görmeyen hastalarda prognoz kötü olup, mortalite oranı %71’e kadar çıkmakta, tedavi gören hastalarda ise bu oran 23 %6’ya düşmektedir (10). Perioperatif dönemde oluşabilecek aritmilere bağlı mortalite göz önüne alınarak, UQTS’li olgulara preoperatif dönemde uygun tedavi planlanmalıdır. Tedavide temel prensip altta yatan primer sebebin ortadan kaldırılmasıdır. Öncelikle aritmojenik potansiyeli olabilecek ilaçlar kesilmelidir. Hipopotasemi, hipomagnezemi gibi elektrolit bozuklukları düzeltilmelidir. Aritmi gözlenen hastalarda doğumsal UQTS’de olduğu gibi tedavi planı uygulanmaktadır. Preoperatif dönemde kardiyak hastalığı olanlar, DM’u olan hastalar, antiaritmik veya psikotrop ilaçlar gibi QT’yi uzatma potansiyeline sahip ilaç alan hastalar ve elektrolit bozukluğu bilinen hastalar edinsel UQTS adayı olarak kabul edilmeli ve EKG’de QTc değerlendirilmelidir (6,49,78). Anestezi ve Uzun QT Sendromları Edinsel UQTS nedenleri arasında ilk sırada ilaçlar yer almaktadır. Günümüzde pek çok ilacın QT intervalini uzattığı bilinmektedir ve giderek QT intervalini uzattığı raporlanan ilaç sayısı artmaktadır (78). Klinik anestezi pratiğinde kullanmakta olduğumuz anestezik ajanların pek çoğu QT intervalini etkilemektedir. QT intervalinin anormal uzun olduğu hastalarda genel anestezi altında hayatı tehdit eden aritmiler ve ani ölümlerle karşılaşıldığı bildirilmiştir (73,87-90). Bu nedenle özellikle son yıllarda anestezik ajanların QT intervaline etkilerini araştıran birçok araştırma yapılmıştır (69,91-95). Bu konuda ilk çalışmalar miyokardı katekolaminlere karşı hassaslaştırarak proaritmojenik etkili olduğu bilinen halotan ile yapılmış ve çalışmaların çoğunda halotanın QT ve QTc’yi uzattığı gösterilmiştir (85,96,97). Michaloudis ve ark. (89,98) ile Gürkan ve ark. (99) premedikasyon yapılan ve yapılmayan çocuklarda izofluran ile halotanın QT ve QTc üzerine etkilerini karşılaştırdıkları çalışmaların sonucunda halotanın QT’yi kısalttığını ileri sürmüşlerdir. Sevofluran, izofluran, enfluran ve desfluranın QT intervalini uzattığını bildiren yayınlar bulunmaktadır (85,89,95). Güler ve ark. (100) halotan ve sevofluranı karşılaştırdıkları çalısmalarında ise her iki ajanın da QT intervalini etkilemediğini ancak, QT dispersiyonunu uzattıklarını göstermişlerdir. Karagöz ve ark. (91) ise halotan, izofluran ve sevofluranın QTc’yi uzatmadığını ileri sürmüşlerdir. İntravenöz anestezik ajanlarla ilgili yapılan çalısmalarda, etomidatın QT intervali üzerine belirgin etkisi bulunmamıştır (73). Sempatomimetik etkisi nedeniyle ketaminden kaçınılması gerektiği vurgulanmış ve fareler üzerinde yapılan bir çalışmada QT intervalini uzattığı gösterilmiştir (73). Midazolamın sağlıklı yetişkinlerde QTc üzerinde tek başına belirgin bir etkisi olmadığı ileri sürülmüştür (10). Tiyopental ile anestezi indüksiyonunun QT intervalini uzattığını belirten yayınların yanı sıra uzatmadığını savunanlar da mevcuttur 24 (84,101). Kies ve ark. (102) yaptıkları bir çalışmada tiopentalin normal kişilerde QT aralığını uzattığını, ancak repolarizasyonun transmural dispersiyonunu azaltarak TdP’nin spontan gelişimini önlediğini ileri sürmüşlerdir. Mc Conachie ve ark. (66) indüksiyonda tiyopental ve propofolü kıyasladıkları çalışmalarında her iki ajanın da QT intervalini uzattığını, ancak uzamanın tiyopental kullanılanlarda daha fazla olduğunu belirtmişlerdir. Kleinsasser ve ark. (92) sevofluranın yol açtığı QTc interval uzamasının propofole geçilmesinden 15 dk sonra bazal QTc değerine geri döndüğünü belirtmişlerdir. Bir diğer yayında sevofluran QT ve QTc intervalini anlamlı olarak uzatırken, propofol QT intervalini kısaltmış ve QTc’yi etkilememiştir (70). Nöromusküler bloker ajanlar arasında süksinilkolinin QTc intervalini en belirgin uzatan ajan olduğu yayınlanmıştır. Süksinilkolin ve pankuronyum ile yapılan çalışmalarda UQTS olan hastalarda bu iki ajanın kullanımı ile ilgili olumsuz vakalar ve hatta ventriküler fibrilasyona yol açtığı vakalar bildirilmiştir. Otonom sinir sistemini daha az etkilemesi nedeniyle UQTS olan hastalarda vekuronyum kullanımı daha güvenli bulunmuştur. Vekuronyum sempatik stimülasyona yol açmaması nedeniyle QTc intervalinde uzamaya neden olmamakta, hatta kısaltmaktadır. Süksinilkolinin parasempatik ve sempatik gangliyonları stimüle etmesine bağlı kardiyak innervasyon bozukluğu sonucu QT intervalini uzattığı ileri sürülmüştür (84,101). Atrakuryum ve sisatrakuryum ile ilgili yeterli çalışma olmamasına karşın teorik olarak iyi hemodinamik stabilite sağlamaları nedeniyle UQTS’si olanlarda tercih edilebilmektedir (10,69,73). Nöromusküler blok antagonistlerinden neostigmin, edrofonyum ve antikolinerjik ajanlardan atropin ve glikopirolatın da QT intervalini uzattığı bildirilmiştir (73). Yüksek doz narkotik anesteziklerin QTc intervalinde uzama yaptığı bilinmektedir. Sufentanil, fentanil ve opioidlerin köpeklerde QTc’yi belirgin uzattığını gösteren laboratuar çalışmaları mevcuttur (101). Yüksek dozda kullanılan narkotikler UQTS olan hastalarda additif etkiye yol açmaları nedeniyle yan etkilere neden olabilirler (103). Kısa etkili opioid olan remifentanilin ise intraoperatif QT intervalinde istatistiksel olarak anlamlı bir uzamaya yol açmadığı, ancak postoperatif QT intervalinde uzama yaptığı belirtilmiştir (104). Günümüze kadar yapılan pek çok çalışmada; QT, QTc ve QTd değerlerinde uzamaya neden olan ilaçlar arasında anestezi pratiğinde kullanılan birçok ilacın yer alması nedeniyle anestezi öncesi hastanın QT, QTc ve QTd’i uzatan diğer nedenler açısından dikkatli değerlendirilmesinin ve anestezi sırasında EKG monitorizasyonunun önemi büyüktür. 25 GEREÇ VE YÖNTEMLER Çalışmamız, Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Etik Kurulu onayı (Ek-1) alındıktan sonra Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı’nda yapıldı. Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı’ nda kulak burun boğaz, plastik ve rekonstrüktif cerrahi ameliyatı planlanan 3 saatten kısa normotansif veya hipotansif anestezi uygulanması düşünülen, 18-65 yaş arası, Amerikan Anesteziyoloji Derneği (ASA) I-II risk grubunda, 100 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastalara bilgilendirilmiş olur formu (Ek-2) okutulup imzalatılarak onamları alındı. MI hikayesi, iskemik kalp hastalığı, kalp kapak hastalığı, sekonder veya idiyopatik uzun QT sendromu tanısı almış olan hastalar, QTc intervalini etkileyen ilaçları kullanan (antiaritmik ilaçlar, beta-blokerler, pozitif inotropik ajanlar, trisiklik antidepresanlar, fenotiazinler) hastalar, aritmileri, dal blokları veya preeksitasyonları olan ve normal sinus ritmine sahip olmayan hastalar, karotid oklüzyon hastalığı, kanama diatezi, sistemik antikoagülan kullanan, serum kreatinin düzeyi >1,4 mg/dl olup böbrek disfonksiyonu, serebral hastalık öyküsü olanlar, ağır anemik, hipovolemik hastalar, elektrolit bozukluğu olanlar, bradikardi (KAH<50 vuru/dk, AV bloğu, obstrüktif akciğer hastalığı olanlar çalışma dışı bırakıldı. Olgulara premedikasyon amacıyla girişimden 45 dakika önce intramüsküler (İM) 0,06 mg/kg midazolam (Demizolam® 5mg/5ml, DEM Medikal, İstanbul) yapıldı. Operasyon odasına alınan hastaya rutin monitorizasyon uygulandı. Dräger Cato PM 8040 monitör kullanılarak 3 yollu EKG, SAB, DAB, KAH, periferik oksijen satürasyonu (SPO2) ve vücut ısısı monitorizasyonu yapıldı. Anestezi indüksiyonu öncesi olguların SAB, DAB, 26 KAH ve SPO2 bulguları kaydedildi. Operasyon sırasında normotansif düzeylerde hemodinami sağlanan olgular Grup I (n=50) ve cerrahi prosedür gereği kontrollü hipotansiyon uygulanan olgular Grup II (n=50) olarak belirlendi. Grup I (n=50) de OAB 70-90 mmHg arasında olacak şekilde anestezi idamesi sağlandı. Grup II (n=50)’de ise kontrollü hipotansiyon remifentanil (1 µgr/kg bolus ardından 0,25 µgr/kg/dk infüzyon) veya esmolol (500 µgr/kg yükleme dozundan sonra 100 µgr/kg/dk infüzyon ) ile oluşturularak OAB 55–65 mmHg düzeyinde tutuldu. Tüm olguların operasyon boyunca 5 dakikalık aralıklarla SAB, DAB, KAH ve SPO2 ölçümleri yapılıp kaydedildi. Postoperatif dönemde ayılma odasına alınan olguların tümüne, 60.dk.’ya kadar SAB, DAB, KAH ve SPO2 ölçümleri yapıldı. 30.dk ve 60.dk’da EKG monitörizasyonu yapılarak kaydedildi. Bütün EKG’ler standart 12 derivasyonlu ve kağıt hızı 25 mm/sn olacak şekilde alındı. Her bir EKG kaydı okunarak değerlendirildi. Tüm derivasyonlarda QRS kompleksinin izoelektrik hattan ayrıldığı başlangıç noktası ile T dalgasının izoelektrik çizgiye dönüş noktası belirlenerek ölçüldü. Eğer U dalgası varsa T ile U dalgasının birleşme noktalarının en alt noktası T’ nin bitimi olarak kabul edildi. T dalgasının bitimi tam belirlenemeyen hastalar çalışmadan çıkarıldı. En az 3 göğüs derivasyonu olmak üzere 7 derivasyonda ölçüm yapılabilen hastalar çalışmaya dahil edildi. QT aralığının hıza göre düzeltilmesinde Bazzette formülü kullanıldı. QTd=QT max-QTmin QTc=QT/√RR1 QTcd= QTcmax-QTcmin İstatistiksel yöntem olarak; grupların başlangıç periyoduna göre yüzde değişimlerini karşılaştırmak için tekrarlı ölçümlerde varyans analizi, gruplar arası karşılaştırmalarda Mann Whitney –U testi, demografik veriler için ki- kare testi uygulandı. 27 BULGULAR DEMOGRAFİK VERİLER VE OPERASYON SÜRELERİ Grupların demografik verileri ile operasyon ve anestezi süreleri Tablo 5’te gösterilmiştir. Yaş Yaş, ortalama ± standart deviasyon (Ort±SD): Grup I’de 40,14±14,01; Grup II’de 34,38±13,06 olarak bulundu. Gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı (p=0,470) (Tablo 5). Kilo Kilo, Ort±SD: Grup I’de 73,48±12,24 kg; Grup II’ de 69,26±14,64 kg olarak bulundu. Gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı (p=0,764) (Tablo 5). Boy Boy, Ort±SD: Grup I’de 170,3±7,91 cm; Grup II’de 169,64±7,95 cm olarak bulundu. Gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı (p=0,678) (Tablo 5). Vücut Kitle İndeksi (BMI) Vücut kitle indeksi, ortalama ± standart deviasyon (Ort±SD): Grup I’de 24,31±3,93; Grup II’de 25,35±4,09 olarak bulundu. Gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı (p=0,678) (Tablo 5). 28 Cinsiyet Gruplar arasında cinsiyet dağılımları açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı (p=0,839) (Tablo 5). “American Society of Anesthesiologists” Skoru Gruplar arasında ASA skorları dağılımları açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı (p=0,646) (Tablo 5). Operasyon Süresi Operasyon süreleri Ort±SD: Grup I’in 2,59±0,51 saat, Grup II’nin ise 2,66±0,48 saat olarak bulundu. Gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı (p=0,534) (Tablo 5). Hipotansif anestezi grubunda remifentanil ve esmolol kullanılan hastalar grup içi karşılaştırıldığında homojenize olduğu bulundu. Tablo 5. Grupların demografik özellikleri Grup I Grup II p* n=50 n=50 (Ort±SD) (Ort±SD) 40,14±14,01 34,38±13,06 0,470* Yaş (yıl) 73,48±12,24 69,26±14,64 0,764* Kilo (kg) 170,3±7,91 169,64±7,95 0,678* Boy (cm) 24,31±3,93 25,35±4,09 0,198* BMI 29/21 30/20 0,839** Cinsiyet (E/K) 48/2 47/3 0,646** ASA (I/II) 2,59±0,51 2,66±0,48 0,534* Operasyon süresi (sa) BMI: Vücut kitle indeksi ASA: American Society of Anesthesiologists; Ort±SD: Ortalama±standart deviasyon; E/K: Erkek/Kadın. *: Kolmogorov Smirnov testi; **: χ2 testi. Demografik özellikler HEMODİNAMİK PARAMETRELER Hemodinamik veriler anestezi indüksiyonu öncesi, sonrası, entübasyon sonrası 1.dk, 5.dk, 15.dk, 30.dk, 45.dk, 60.dk, 75.dk, 90.dk, 105.dk, 120.dk, 135.dk, 150.dk, 165.dk, 180.dk’larda ve ekstübasyon sonrası 1.dk, 15.dk, 30.dk, 45.dk, 60.dk ’larda KAH, SAB, DAB, OAB ve SpO2 değerleri olarak ölçülmüştür. Kalp Atım Hızı Çalışmamızda olguların ölçülen KAH değerleri Tablo 6’da gösterilmiştir. Olguların İndüksiyon öncesi, indüksiyon sonrası, entübasyon sonrası 1.dk, 5.dk, 135.dk’larda, ekstübasyon sonrası 1.dk, 15.dk, 30.dk, 45.dk, 60.dk’larda KAH değerleri istatistiksel olarak karşılaştırıldıklarında gruplar arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır (p=0,303, p=0,899, 29 p=0,568,p=0,161, p=0,050 ,p=0,275 ,p=0,191 ,p=0,842 , p=0,797 , p=0,616) (p>0,05) (Tablo 2)(Şekil 3). Olguların entübasyon sonrası 15.dk, 30.dk, 45.dk, 60.dk, 75.dk, 90.dk, 105.dk, 120.dk, 150.dk, 165.dk, 180.dk’larda KAH değerleri istatistiksel olarak karşılaştırıldıklarında Grup II’de, Grup I’e göre anlamlı derecede düşme saptandı (p=0,046, p=0,010, p=0,042, p=0,005, p=0,005, p=0,011, p=0,010, p= 0,006, p=0,008, p=0,030, p= 0,011) (p<0,05) (Tablo 2) )(Şekil 3). Tablo 6. Grupların kalp atım hızı değerleri Grup I (n=50) Grup II (n=50) p Öncesi 84,40 ± 17,72 88,14 ± 18,41 0,303 Sonrası 88,80 ± 18,03 88,32 ± 19,80 0,899 1. dk 92,08 ± 21,45 89,72 ± 19,74 0,568 5. dk 89,20 ± 18,85 83,86 ± 18,92 0,161 15. dk 87,64 ± 17,49 80,32 ± 18,71 0,046* 30. dk 85,40 ± 17,98 76,08 ± 17,50 0,010* 45. dk 81,90 ± 16,23 75,12 ± 16,65 0,042* 60. dk 81,20 ± 15,44 72,34 ± 15,44 0,005* 75. dk 80,00 ± 14,27 71,70 ± 14,81 0,005* 90. dk 78,96 ± 14,6 71,66 ± 13,44 0,011* 105. dk 78,51 ± 13,64 71,28 ± 13,71 0,010* 120. dk 77,16 ± 12,97 69,72 ± 13,14 0,006* 135. dk 78,00 ± 9,4 70,69 ± 13,47 0,050 150. dk 78,56 ± 9,03 69,16 ± 12,68 0,008* 165. dk 76,94 ± 9,31 69,07 ± 12,97 0,030* 180. dk 79,25 ± 9,31 70,33 ± 12,34 0,011* 1. dk 83,54 ± 11,87 80,70 ± 13,90 0,275 15. dk 82,32 ± 11,79 78,90 ± 14,06 0,191 30. dk 81,48 ± 11,68 82,04 ± 15,99 0,842 45. dk 80,46 ± 10,27 79,82 ± 14,25 0,797 60. dk 80,28 ± 9,85 79,04 ± 14,38 0,616 Kalp Atım Hızı (vuru/dk) İndüksiyon Entübasyon sonrası Ekstübasyon sonrası Ort±SD: Ortalama±standart deviasyon, dk: Dakika. *: p<0,05 30 Şekil 3. Grupların kalp atım hızlarının karşılaştırılması (ort) Sistolik Arter Basıncı Çalışmamızda olguların ölçülen SAB değerleri Tablo 7’de gösterilmiştir. Olguların İndüksiyon öncesi,ekstübasyon sonrası 1.dk, 15.dk, 30.dk, 45.dk'larda SAB değerleri istatistiksel olarak karşılaştırıldıklarında gruplar arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır (p=0,210, p=0,514, p=0,062, p=0,519, p=0,091) (p>0,05) (Tablo 7)(Şekil 4). Olguların İndüksiyon sonrası, entübasyon sonrası 1.dk, 5.dk, 15.dk, 30.dk, 45.dk, 60.dk, 75.dk, 90.dk, 105.dk, 120.dk, 135.dk, 150.dk, 165.dk, 180.dk, ekstübasyon sonrası 60.dk’larda SAB değerleri istatistiksel olarak karşılaştırıldıklarında Grup II’de, Grup I’e göre anlamlı derecede düşme saptandı (p=0,009, p=0,003, p=0,000, p=0,000, p=0,000, p=0,000, p=0,000, p=0,000, p=0,000, p=0,000, p=0,000, p=0,000, p=0,000, p=0,000, p=0,000, p= 0,025) (p<0,05) (Tablo 7) (Şekil 4). 31 Tablo 7. Grupların sistolik arter basıncı değerleri Grup I (n=50) Sistolik Arter Basıncı (mmHg) İndüksiyon Entübasyon sonrası Ekstübasyon sonrası Öncesi Sonrası 1. dk 5. dk 15. dk 30. dk 45. dk 60. dk 75. dk 90. dk 105. dk 120. dk 135. dk 150. dk 165. dk 180. dk 1. dk 15. dk 30. dk 45. dk 60. dk 134,42 ± 129,48 ± 133,42 ± 126,18 ± 126,48 ± 124,58 ± 120,18 ± 121,00 ± 121,32 ± 124,96 ± 123,14 ± 124,29 ± 115,75 ± 117,56 ± 122,50 ± 122,94 ± 131,54 ± 131,60 ± 130,26 ± 126,58 ± 127,84 ± 19,66 21,67 25,13 21,79 20,37 16,71 17,19 16,83 17,69 17,64 17,12 15,30 12,46 12,70 14,15 16,49 15,27 17,18 16,65 16,65 16,69 Grup II (n=50) 129,38 ± 118,64 ± 118,70 ± 102,30 ± 96,72 ± 95,68 ± 92,54 ± 90,66 ± 90,54 ± 92,58 ± 93,08 ± 93,54 ± 93,02 ± 92,22 ± 92,47 ± 93,98 ± 129,40 ± 125,34 ± 128,08 ± 121,46 ± 121,20 ± 20,30 18,90 23,47 14,81 12,56 8,74 9,30 8,26 10,05 8,11 8,98 8,78 7,79 7,81 8,54 9,46 17,32 15,97 17,06 13,18 12,04 Ort±SD: Ortalama±standart deviasyon, dk: Dakika. *: p<0,05 Şekil 4. Grupların sistolik arter basıncı değerlerinin karşılaştırılması 32 P 0,210 0,009* 0,003* 0,000* 0,000* 0,000* 0,000* 0,000* 0,000* 0,000* 0,000* 0,000* 0,000* 0,000* 0,000* 0,000* 0,514 0,062 0,519 0,091 0,025* Diastolik Arter Basıncı Çalışmamızda olguların ölçülen DAB değerleri Tablo 8’de gösterilmiştir. Olguların indüksiyon öncesi,ekstübasyon sonrası 1.dk, 30.dk, 45.dk’larda DAB değerleri istatistiksel olarak karşılaştırıldıklarında gruplar arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır (p=0,799, p=0,143, p=0,226, p=0,072) (p>0,05) (Tablo 8) (Şekil 5). Olguların İndüksiyon sonrası, entübasyon sonrası 1.dk, 5.dk, 15.dk, 30.dk, 45.dk, 60.dk, 75.dk, 90.dk, 105.dk, 120.dk, 135.dk, 150.dk, 165.dk, 180.dk, ekstübasyon sonrası 15.dk, 60.dk’larda DAB değerleri istatistiksel olarak karşılaştırıldıklarında Grup II’de, Grup I’e göre anlamlı derecede düşme saptandı (p=0,035, p=0,021, p=0,000, p=0,000, p=0,000, p=0,000, p=0,000, p=0,000, p=0,000, p=0,000, p=0,000, p=0,000, p=0,000, p=0,000, p=0,000, p=0,006, p= 0,040) (p<0,05) (Tablo 8) (Şekil 5). Tablo 8. Grupların diastolik arter basıncı değerleri. Diaistolik Arter Basıncı (mmHg) İndüksiyon Entübasyon sonrası Ekstübasyon sonrası Öncesi Sonrası 1. dk 5. dk 15. dk 30. dk 45. dk 60. dk 75. dk 90. dk 105. dk 120. dk 135. dk 150. dk 165. dk 180. dk 1. dk 15. dk 30. dk 45. dk 60. dk Grup I (n=50) 79,98± 77,42 ± 80,02 ± 74,50 ± 75,24 ± 71,70 ± 69,00 ± 71,20 ± 71,02 ± 71,00 ± 71,27 ± 72,12 ± 67,06 ± 68,94 ± 72,44 ± 75,50 ± 81,32 ± 81,98 ± 81,62 ± 79,64 ± 80,16 ± Ort±SD: Ortalama±standart deviasyon, dk: Dakika. *: p<0,05 33 11,98 15,07 17,83 15,73 16,57 16,65 13,66 14,73 14,88 13,89 14,86 11,33 11,39 11,11 10,73 13,59 12,26 13,24 13,97 15,19 15,47 Grup II (n=50) 79,22 ± 71,04 ± 71,72 ± 61,20 ± 55,92 ± 54,22 ± 52,22 ± 51,98 ± 50,70 ± 52,54 ± 52,84 ± 52,88 ± 51,51 ± 52,09 ± 52,82 ± 54,42 ± 77,40 ± 74,70 ± 78,00 ± 74,72 ± 74,18 ± 14,87 14,70 17,51 13,40 10,30 7,62 8,42 7,62 8,09 7,30 9,15 8,22 7,84 6,55 7,91 8,15 14,19 12,77 15,70 11,59 13,23 P 0,799 0,035* 0,021* 0,000* 0,000* 0,000* 0,000* 0,000* 0,000* 0,000* 0,000* 0,000* 0,000* 0,000* 0,000* 0,000* 0,143 0,006* 0,226 0,072 0,040* Şekil 5. Grupların diastolik arter basıncı değerlerinin karşılaştırılması Ortalama Arter Basıncı Çalışmamızda olguların ölçülen OAB değerleri Tablo 9’da gösterilmiştir. Olguların indüksiyon öncesi, ekstübasyon sonrası 1.dk, 30.dk’larda OAB değerleri istatistiksel olarak karşılaştırıldıklarında gruplar arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır (p=0,238, p=0,076, p=0,198) (p>0,05) (Tablo 9)(Şekil 6). Olguların İndüksiyon sonrası, entübasyon sonrası 1.dk, 5.dk, 15.dk, 30.dk, 45.dk, 60.dk, 75.dk, 90.dk, 105.dk, 120.dk, 135.dk, 150.dk, 165.dk, 180.dk, ekstübasyon sonrası 15.dk, 45.dk, 60.dk’larda OAB’ları istatistiksel olarak karşılaştırıldıklarında Grup II’de, Grup I’e göre anlamlı derecede düşme saptandı (p=0,014, p=0,001, p=0,000, p=0,000, p=0,000, p=0,000, p=0,000, p=0,000, p=0,000, p=0,000, p=0,000, p=0,000, p=0,000, p=0,000, p=0,000, p=0,001, p=0,022, p= 0,007) (p<0,05) (Tablo 9)(Şekil 6). 34 Tablo 9. Grupların ortalama arter basıncı değerleri Ortalama Arter Basıncı (mmHg) İndüksiyon Entübasyon sonrası Ekstübasyon sonrası Öncesi Sonrası 1. dk 5. dk 15. dk 30. dk 45. dk 60. dk 75. dk 90. dk 105. dk 120. dk 135. dk 150. dk 165. dk 180. dk 1. dk 15. dk 30. dk 45. dk 60. dk Grup I (n=50) 101,04 ± 97,84 ± 100,86 ± 94,02 ± 95,14 ± 92,28 ± 88,96 ± 90,20 ± 90,62 ± 91,36 ± 91,84 ± 92,59 ± 85,94 ± 88,69 ± 92,13 ± 92,94 ± 100,60 ± 100,40 ± 99,76 ± 97,28 ± 98,28 ± 13,86 14,98 18,06 14,43 15,05 14,24 12,75 13,17 13,85 13,48 13,76 10,96 10,02 10,87 9,91 11,97 11,85 12,47 13,50 13,74 13,95 Grup II (n=50) 97,60 ± 90,18 ± 89,08 ± 77,42 ± 72,24 ± 71,28 ± 68,86 ± 67,52 ± 67,38 ± 69,18 ± 69,00 ± 69,08 ± 68,60 ± 68,38 ± 69,00 ± 70,98 ± 96,00 ± 92,26 ± 95,92 ± 91,52 ± 91,32 ± 15,09 15,59 17,94 12,86 10,09 7,70 8,14 7,42 8,31 6,55 8,34 7,58 7,25 6,24 7,51 7,90 13,70 11,99 15,99 10,78 11,07 p 0,238 0,014* 0,001* 0,000* 0,000* 0,000* 0,000* 0,000* 0,000* 0,000* 0,000* 0,000* 0,000* 0,000* 0,000* 0,000* 0,076 0,001* 0,198 0,022* 0,007* Ort±SD: Ortalama±standart deviasyon, dk: Dakika. *: p<0,05 Şekil 6. Grupların ortalama arter basıncı değerlerinin karşılaştırılması (ort) 35 Oksijen Satürasyonu Çalışmamızda olguların ölçülen SpO2 değerleri Tablo 10’da gösterilmiştir. Olguların indüksiyon öncesi, indüksiyon sonrası, entübasyon sonrası 1.dk, 5.dk, 15.dk, 30.dk, 45.dk, 60.dk 75.dk 90.dk, 105.dk, 120.dk, 135.dk, 150.dk 165.dk 180.dk ekstübasyon sonrası 1.dk 15.dk, 30.dk, 45.dk ve 60.dk’larda SpO2değerleri istatistiksel olarak karşılaştırıldıklarında gruplar arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır (p=0,422, p=0,342, p=0,457, p=0,338, p=0,273, p=0,334, p=0,769, p=0,900, p=0,605, p=0,810, p=0,543, p=0,778, p=0,269, p=0,214, p=0,212, p=0,325, p=0,408, p=0,307, p=0,754, p=0,735, p=0,703) (p>0,05) (Tablo 10) (Şekil 7). Tablo 10. Grupların oksijen satürasyonu değerleri Grup I Grup II n=50 n=50 Oksijen satürasyonu (SpO2) İndüksiyon Entübasyon sonrası Ekstübasyon sonrası p Öncesi 98,30 ± 1,16 98,44 ± 1,50 0,422 Sonrası 98,94 ± 0,98 99,08 ± 1,08 0,342 1. dk 99,22 ± 0,95 99,34 ± 0,94 0,457 5. dk 99,12 ± 0,85 99,26 ± 0,88 0,338 15. dk 99,06 ± 0,93 99,24 ± 0,94 0,273 30. dk 99,06 ± 0,93 99,24 ± 0,87 0,334 45. dk 99,12 ± 0,85 99,12 ± 1,00 0,769 60. dk 99,14 ± 0,88 99,12 ± 1,00 0,900 75. dk 99,02 ± 0,94 99,08 ± 1,05 0,605 90. dk 99,10 ± 0,97 99,16 ± 0,91 0,810 105. dk 99,10 ± 0,94 99,22 ± 0,89 0,543 120. dk 99,22 ± 0,87 99,18 ± 0,87 0,778 135. dk 98,88 ± 1,09 99,22 ± 0,88 0,269 150. dk 98,88 ± 1,02 99,22 ± 0,90 0,214 165. dk 98,81 ± 1,05 99,16 ± 1,00 0,212 180. dk 98,88 ± 1,02 99,16 ± 0,93 0,325 1. dk 99,02 ± 0,96 99,18 ± 0,90 0,408 15. dk 98,88 ± 0,85 99,04 ± 0,92 0,307 30. dk 98,76 ± 0,92 98,80 ± 1,05 0,754 45. dk 98,74 ± 0,99 98,80 ± 1,03 0,735 60. dk 98,74 ± 0,96 98,80 ± 1,03 0,703 Ort±SD: Ortalama±standart deviasyon, dk: Dakika. *: p<0,05 36 Şekil 7. Grupların oksijen satürasyonu değerlerinin karşılaştırılması ELEKTROKARDİYOGRAFİ’DE QT DEĞERLENDİRMESİ QT Dispersiyonu Çalışmamızda olguların ölçülen QT dispersiyon değerleri Tablo 11’de gösterilmiştir. Olguların operasyon öncesi, postoperatif 30.dk ve 60.dk’larda QTd değerleri karşılaştırıldıklarında gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır (p=0,731, p=0,568, p=0,560) (p>0,05) (Tablo 11)(Şekil 7). Grup I’in, postoperatif 30.dk ve 60.dk’lardaki QTd değerleri operasyon öncesi değerlerle karşılaştırıldıklarında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmadı (p=0,061 p=0,052)(Tablo 11). Grup II’ nin postoperatif 30.dk ve 60.dk’lardaki QTd değerleri operasyon öncesi değerle karşılaştırıldıklarında, postoperatif 30.dk değeri operasyon öncesi değere göre anlamsız bulunurken, postoperatif 60.dk değeri operasyon öncesi değere göre istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük bulundu (p=0,180 ,p=0,046)(Tablo.11) 37 Tablo 11. Grupların QTd değerlerinin karşılaştırılması QTd Grup I n=50 Grup II n=50 p Operasyon öncesi 43,2±10,96 44,4±13,58 0,731 Postoperatif 30.dk 40,8±5,66 40,4±6,38 0,568 Postoperatif 60.dk 40,00±0,00 41,2±8,49* 0,560 *p<0,05 Postoperatif 60.dk değeri operasyon öncesi değerle karşılaştırıldığında (p=0,046) QTcd değerleri Çalışmamızda olguların ölçülen QTcd değerleri Tablo 8’de gösterilmiştir. Olguların operasyon öncesi, postoperatif 30.dk ve 60.dk’lardaki QTcd değerleri istatistiksel olarak karşılaştırıldıklarında gruplar arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır (p=0,388, p=0,735, p=0,804) (p>0,05) (Tablo 12)(Şekil 7). Grup I, postoperatif 30.dk ve 60.dk’lardaki QTcd değerleri operasyon öncesi değerle karşılaştırıldıklarında, postoperatif 30.dk değeri operasyon öncesi değere göre anlamsız bulunurken, postoperatif 60.dk değeri operasyon öncesi değere göre istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük bulundu (p=0,415, p=0,011) (Tablo 12). GrupII’de postoperatif 30.dk ve 60.dk’lardaki QTcd değerleri operasyon öncesi değerle karşılaştırıldıklarında, postoperatif 30.dk ve 60.dk’lardaki QTcd değerleri operasyon öncesi değere göre istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük bulundu (p=0,036, p=0,003) (Tablo 12). Tablo 12. Grupların QTcd değelerinin karşılaştırılması. p QTcd Grup I n=50 Grup II n=50 Operasyon öncesi 57,15±19,26 53,02±16,18 0,388 Postoperatif 30.dk 49,44±12,39 49,93±14,81* 0,735 Postoperatif 60.dk 46,5±7,92** 47,84±12,92*** 0,804 * p<0,05 Postoperatif 30.dk değeri operasyon öncesi değerle karşılaştırıldığında (p=0,036) ** p<0,05 Postoperatif 60.dk değeri operasyon öncesi değerle karşılaştırıldığında (p=0,011) ***p<0,05 Postoperatif 60.dk değeri operasyon öncesi değerle karşılaştırıldığında (p=0,003) 38 Şekil 7. Grupların QTd ve QTcd değelerinin karşılaştırılması 39 TARTIŞMA Hipotansif anestezi, kontrollü hipotansiyon tekniği kullanılarak oluşturulan bir yöntemdir. Hipotansif anestezinin amacı; kanama miktarını azaltarak daha iyi bir cerrahi görüş sağlamak, operasyon süresini kısaltmak, kanama kontrolü için yapılan işlemler azaldığından dokulara olan travmayı azaltmak ve kan transfüzyonunu en aza indirerek buna bağlı olası transfüzyon reaksiyonlarını önlemektir. Hipotansif anestezinin, tüm bu bilinen genel avantajlarının yanı sıra kardiyovasküler sistem üzerine etkileri de bulunmaktadır. Kontrollü hipotansiyon sırasında en büyük sorun miyokarda yeterli oksijen sunumunu sağlamaktır. Hipotansiyon sırasında miyokardiyal iskemi gelişip gelişmemesi miyokardın metabolik ihtiyacındaki eşzamanlı değişikliklere de bağlıdır. Normal koroner dolaşım, basınçakım ilişkisine dayalı bir otoregülasyona sahiptir (2,3). Ancak sistemik hipotansiyon, otoregülasyona bağlı vazodilatasyonu yavaş yavaş azaltarak, miyokardın oksijen ihtiyacını arttıran strese yanıtı bozar (3,4). Biz bu çalışmamızda, kontrollü hipotansiyonun bilinen genel avantajlarının yanı sıra kardiyovasküler sistem üzerine etkilerini QTc intervali ve QT dispersiyonunu değerlendirerek araştırmayı amaçladık. Anestezi pratiğinde kullanılan pek çok ilacın QT intervaline etki edebileceği gösterilmiş ve anestezi uygulaması sırasında hayatı tehdit eden aritmiler ve ölüm vakalarının uzamış QT intervali ile birlikte olabileceği konusu gündeme gelmiştir (105). Bunun sonucunda pek çok anestezik ilacın kullanımı sırasında QT intervalindeki değişiklikler araştırılmaya başlanmıştır. Sempatik aktivasyon QT interval süresini belirleyen önemli etkenlerden biridir. Anestezi uygulaması sırasında indüksiyon dönemi, laringoskopi uygulaması, trakeal entübasyon ve yetersiz anestezinin sempatoadrenal aktivite artışına ve 40 bunun sonucunda kardiyak problemi olmayan hastalarda bile QT intervalinde uzamaya neden olduğu bildirilmektedir (106). Artmış sempatik ve/veya azalmış vagal tonus artmış otomatisite ile aritmogenezisi arttırabilir (47). Anormal QT aralığı, potansiyel olarak ölümcül ventriküler taşiaritmilere ve spesifik olarak TdP’e sebep olabilir. QT aralığının uzaması; kalıtımsal olabildiği gibi ilaçlardan veya elektrolit bozukluğu gibi birçok faktörden edinilmiş olabilir (91,107). QTd ise farklı uyaranların elektrofizyolojik etkileri hakkında bize yeni bilgiler sağlayabilir (108). Elektrolit anormallikleri özellikle hipokalemi, hipokalsemi, hipomagnezemi sıklıkla QT uzaması ile birlikte gözlenmektedir (109). Bu çalışmada seçilen hastalarda elektrolit bozukluğu, QT intervali uzamasına neden olan ilaç kullanımı ve UQTS bulgusunun olmamasına dikkat edildi. Hipotansif anestezi grubunda remifentanil ve esmolol kullanılan hastalar grup içi karşılaştırıldığında homojenize olduğu bulundu. Yaş ve cinsiyetin QT ve QTc intervalini etkilediği saptanmış ve kadınlarda özellikle QTc intervalinin daha uzun olduğu gösterilmiştir (110). Biz de çalışmamızda yaş ve cinsiyetlerin ortak dağılımına dikkat ederek bu faktörleri standardize ettik. QT intervalinin ölçülmesi güç bir hesaplamadır. Manuel ve otomatik ölçüm yöntemlerinin hiçbiri tam olarak doğru sonuç veren yöntemler değillerdir. Charbit ve ark. (42) QT ölçümü ile ilgili yaptıkları bir çalışmada manuel ölçüm yöntemini daha güvenilir bulmuşlardır ve manuel ölçüm yöntemi ile karşılaştırıldığında otomatik ölçüm sırasında %50 hastada yanlış sonuç bulunduğunu bildirmişlerdir. Çalışmamızda manuel ölçüm uygulandı ve her ölçüm aynı kişi tarafından gerçekleştirildi. Çalışmaların çoğunda 12 derivasyonlu EKG ölçümü yapılmasına rağmen daha az sayıda derivasyon ile yapılan araştırmalar da mevcuttur (47,111-113). Fakat QT intervali ölçümü ventriküler depolarizasyonu da içermesi nedeni ile ventriküler repolarizasyon için bir ölçüm metodu olarak sınırlı değere sahiptir. Ölçüm sırasında U dalgasından T dalgasının son kısmının ayırt edilmesi zor olabilir. Bu nedenle değerlendirilen EKG derivasyonu sayısı arttıkça QT değerlendirilmesinin güvenilirliği artacaktır (62,73). Biz de çalışmamızın güvenilirliğini arttırmak için 12 derivasyonlu EKG ölçümü yaptık. Anestezi uygulaması sırasında sempatik deşarjın fazla olduğu dönemlerde hemodinamik parametrelerin daha çok etkilendiği bildirilmiştir (6). Bizim çalışmamızda intraoperatif ve postoperatif dönemlerde hemodinamik parametreleri incelediğimizde; hipotansif anestezi uygulanan olgularda kalp atım hızı, sistolik arter basıncı, diastolik arter basıncı ve ortalama arter basıncı değerleri, normotansif anestezi uygulanan olgulara göre 41 klinik olarak anlamsız olmasına rağmen, anlamlı derecede düşük bulundu. Hipotansif anestezi uyguladığımız grupta intraoperatif dönemde hemodinamik parametrelerdeki bu azalmanın sempatik deşarjın azalmış olmasından kaynaklandığını düşünmekteyiz. Daha önce yapılan çalışmalarda, QT’de uzamaya neden olabilecek kalp hastalığı, ilaç kullanımı, elektrolit bozukluğu gibi herhangi bir tetikleyici olmaksızın genel anestezi alan ASA I ve II hastalarda oldukça yüksek aritmi insidansı gözlenmiştir (114,115). Bu çalışmalar, kullanılan anestezik ilaçlara bağlı aritmi gelişebileceği konusu üzerinde yoğunlaşmaya neden olmuştur. Ayrıca aritmi insidansı farklı ilaçlarda farklı şekilde bulunmuş ve bu durum yapısal kalp hastalığı ve/veya geçici elektrolit dengesizliği ile açıklanmıştır (116,117). Fakat hiçbir problemi olmayan hastalarda perioperatif aritmi gelişiminin nedeni tam açıklanamadığı için özellikle genel anestezikler suçlanmıştır. Bu sebeple anestezinin QT, QTc mesafesi üzerine etkisi araştırılmaya başlanmıştır (118). Biz de çalışmamızı ASA I ve II hastalarda postoperatif anestezinin QTd ve QT intervali üzerine etkisini araştırdık. İnhalasyon anestezikleri anestezi pratiğinde en çok kullanılan ajanlardandır. Birçok çalışmada özellikle halotan, sevofluran ve izofluranın QT ve QTc üzerine etkileri araştırılmıştır. İnhalasyon anestezisinin QT ve QTc’yi uzattığını gösteren çalışmalar bulunmaktadır (112). QT intervaline etkisi yönünden en çok araştırılan ajan sevofluran olmasına rağmen sonuçlar oldukça çelişkilidir. QT ve QTc’yi uzattığı yönünde görüşler olmakla birlikte değiştirmediği yönünde de çalışmalar da vardır. Aynı çelişki diğer inhalasyon anesteziklerinde de devam etmektedir (36,70,95,99,105,113,119). Kuenzberg ve ark. (107) yaptıkları çalışmada, anestezi indüksiyonunda sevofluran konsantrasyonunu %6 ya kadar çıkarmışlar ve sevofluran ile anestezi indüksiyonu ve idamesinde QTc aralığının ilerleyici bir şekilde uzadığını göstermişlerdir. Karagöz ve ark. (91) %0,8 halotan, %1 izofluran ve %2 sevofluranın QTc intervali üzerinde uzama yapıcı etkisi olmadığını göstermislerdir. Bu çalısmanın bir özelliği de çoğu çalısmada hava-oksijen karışımı kullanılırken bu çalışmada azot protoksit (N2O) - oksijen karışımı ile birlikte inhalasyon ajanlarının kullanılmış olmasıdır. N2O kullanılmasının minimal alveoler konsantrasyon (MAC) değerinde azalma yaptığını fakat QTc intervali üzerine inhalasyon ajanlarının etkisini değiştirmediğini göstermişlerdir. Bizim çalışmamızda da hastaların klinik özelliklerine göre sevofluran veya desfluran inhalasyon ajanı seçilerek normal konsantrasyonlarda kullanıldı. Hipotansif ve normotansif anestezi grupları arasında postoperatif QTc intervali ve QT dispersiyonu açısından fark saptanmadı. 42 Desfluran ile yapılan çalışmalarda vurgulanan önemli bir nokta QT intervalini etkileyen en önemli etkenlerden bir tanesinin sempatik aktivasyon olduğudur. Desfluranın solunum yolları mukozasına irritan etkisinin adrenerjik stimülasyona neden olduğu bunun da QT aralığında uzamayı tetikleyebileceği gösterilmiştir (120,121). Desfluran verilerek yapılan çalışmalarda sempatik aktivite ile KAH ve OAB değerlerindeki değişiklikler saptanmış, fakat QT’deki uzama ile bunlar arasında paralellik bulunamamıştır. Bununla birlikte hayvan çalışmalarında sempatik stimülasyon ve vagal blokajdan bağımsız olarak desfluranın kardiyak fonksiyonları etkilediği ve QT’yi uzattığı gösterilmiştir. Bu sonuç desfluranın direkt kardiyak etkisine bağlanmıştır (122). Bizim çalışmamızda ise desfluran kullandığımız hastalarda KAH ve OAB’da belirgin değişiklik saptanmadı. Bunun nedeni desfluranın yüksek minimal alveoler konsantrasyon (MAC) değerlerinde kullanılmamış olması ile açıklanabilir. Desfluran kullandığımız hastalarda postoperatif QTc intervali ve QT dispersiyonu açısından fark saptanmadı. Propofol ile yapılan çalısmalarda T dalgasının sonu ile T dalgasının en yüksek seviyesi arasındaki sürenin uzadığı bulunmuş, fakat ilginç olarak propofol aritmojenik etkisi gösterilememiştir (123). Whyte ve ark. (123) propofol ile yaptıkları bir çalışmada bu ilacın UQTS’lu çocuklarda bile güvenle kullanılabileceğini bildirmişlerdir. İnhalasyon anestezikleri ve propofol ile yapılan çalışmalarda özellikle propofolün 0,2-5 mg/kg tek doz şeklinde indüksiyonda kullanımı ile QT süresi arasındaki ilişki araştırılmış. Bu doz aralığının QT’yi uzatmadığı gösterilmiş ve propofolün QT uzaması olan hastalarda çok güvenli olduğu vurgulanmıştır (123,124). Bizim çalışmamızda tüm hastaların anestezi indüksiyonunda 2-3 mg/kg propofol kullanıldı fakat gruplar arasında postoperatif QTc intervali ve QT dispersiyonu açısından fark saptanmadı. Kullanımdaki nöromusküler bloker ajanlardan sadece süksinilkolinin QTc aralığını uzattığı, vekuronyumun ise etkisinin olmadığı bilinmektedir (125). Bizim çalışmamızda da kas gevşetici olarak süksinilkolin kullanılmadı, vekuronyum gibi non depolarizan kas gevşeticiler tercih edildi. Anestezi uygulamasında kontrollü hipotansiyon oluşturmak amacıyla çeşitli yöntemler ve ilaçlar kullanılabilir. Kullanılacak ideal ilacın yönetimi kolay olmalıdır. Hızlı etki göstermeli ve eliminasyonu hızlı olmalı, toksik metabolitleri oluşmamalı ve vital organlara olan kan akımını minimal etkilemelidir. Bu amaçlarla biz de kısa etkili bir opioid olan remifentanil ile yine kısa etkili selektif β1 adrenerjik antagonist olan esmololü hipotansif anestezi sağlamak için kullandık. 43 Opioidlerin QT intervali üzerine etkileri ile ilgili fazla çalışma olmamakla birlikte etkisinin olmadığı hatta sempatik deşarjı önleyerek QT aralığını uzatan ilaçların bu etkisini engelleyebileceği öne sürülmektedir. Plazma katekolamin konsantrasyonundaki artış QTc uzaması ve kardiyak aritmiye neden olmaktadır. Opioidlerin özellikle laringoskopi ve entübasyon sırasında kalp hızı, kan basıncı ve plazma katekolamin konsantrasyonundaki artışı engellediği gösterilmiştir (106). Biz de çalışmamızda benzer olarak 0.25 µgr/kg/dk infüzyon hızında remifentanil ile hipotansif anestezi uyguladığımız grupta, laringoskopi ve entübasyon sonrasında kalp hızı, kan basıncı artışının azaldığını tespit ettik. Alfentanilin QT uzamasını engellediği kabul edilmekle birlikte fentanil ve sufentanilin QT üzerine olan etkileri tam olarak araştırılmamıştır. Uzun QT sendromlu hastalarda fentanilin QT intervalini kısalttığı gösterilirken diğer bazı çalışmalarda koroner arter hastalarında fentanil ve sufentanilin QT üzerine etkili olmadığı bildirilmiştir (101,103,126). 0,5–1 μg/kg remifentanil ile yapılan çalışmada QT intervalinde değişiklik olmadığı gösterilmiştir (127). Kweon ve ark. (127) anestezi indüksiyonu sırasında trakeal entübasyon ile birlikte oluşan QT uzamasının remifentanil ile önlenebildiğini bildirmişlerdir. Bizim çalışmamızda farklı olarak remifentanil ile oluşturulan hipotansif anestezinin QT uzaması üzerine etkisi postoperatif olarak değerlendirildi ve QT intervalinde değişiklik saptanmadı. Çeşitli çalışmalarda kullanılan sodyum nitroprussid, nicardipin, nitrogliserin periferik vazodilatatör ilaçlardır ve venöz konjesyonu artırıcı etki gösterirler. Bizim çalışmamızda kullandığımız esmolol ve remifentanil ise direkt vazodilatatör ajanlar değildirler. Esmolol, beta bloker etkisiyle kalbin kontraktilitesini, atış hızını, atış hacmini, kalp debisini ve kalp indeksini azaltarak hipotansiyon oluştururken, remifentanil de sempatik refleksi baskılayarak venodilatasyon, hipotansiyon ve bradikardi yapar (126). Magnano ve ark. (128) 0,25 mg/kg bolus ve 0,05 mg/kg esmolol infüzyonunda kalp hızındaki minimal düşüşün QT aralığında küçük fakat anlamlı düşüşe sebep olduğunu belirtmişlerdir. QT aralığındaki bu azalış sadece kalp hızındaki minimal düşme varlığında olmamakla birlikte, β adrenerjik blokajın kardiyak repolarizasyon zamanını kısalttığını gösterir. Biz de çalışmamızda remifentanili ve esmololü hipotansif anestezi sağlamak amacıyla kullandık ve hipotansif ile normotansif anestezinin kardiyovasküler sistem üzerine etkilerini diğer çalışmalardan farklı olarak intraoperatif yerine postoperatif dönemde QTc intervali ve QTd ile değerlendirdik. Sonuç olarak; QTc intervali ve QTd değerleri açısından gruplar arasında anlamlı bir fark saptanmadı. Postoperatif QTd değerleri, grup içinde operasyon öncesi değerle karşılaştırıldıklarında hipotansif grupta postoperatif 60.dk’da 44 anlamlı derecede düşme saptanmasına rağmen klinik olarak anlamsız olarak değerlendirildi. QTcd değerleri grup içinde operasyon öncesi değerle karşılaştırıldıklarında ise hipotansif grupta postoperatif 30.dk ve 60.dk’larda, normotansif grupta ise postoperatif 60.dk’da anlamlı derecede düşme saptanmasına rağmen klinik olarak anlamsızdı. Balcells ve ark. (129) uzun QT sendromunun indüklediği ventriküler taşikardide esmolol kullanımıyla ilgili sundukları olguda esmololün kritik hastalarda yararlı ve güvenli olduğunu, β blokajın hızlı uygulanması ve titrasyonunun güvenli kullanım açısından önem taşıdığını belirtmişlerdir. Korpinen ve ark. (130) esmololün anestezi indüksiyonu, laringoskopi ve endotrakeal entübasyona hemodinamik yanıt ve QT aralığı üzerine etkisini karşılaştırdıkları çalışmada 2 mg/kg ve 3 mg/kg iv bolus dozunda esmolol kullanmışlar, kısa etkili selektif β1 bloker olan esmololün QT aralığı uzamasını önlediği ve tiyopental anestezisi sırasında hemodinamik cevapları yavaşlattığını bildirmişlerdir. Biz de çalışmamızda esmolol ile hipotansif anestezi uyguladığımız grupda intraoperatif dönemdeki hemodinamik yanıtın azaldığını tesbit ettik. Korpinen ve ark. (131) yapmış oldukları diğer bir çalışmada da 2 mg/kg esmololün QTc aralığının uzamasını önlediğini göstermişlerdir. Aynı araştırmacılar propofol anestezisi sırasında esmolol 1 mg/kg bolus ve 200 μg/kg/dk infüzyon sonrası QTc aralığında kısalma rapor etmişlerdir (131). Çalışmamızda propofol ile anestezi indüksiyonundan sonra esmolol ile bolus ve hemen sonrası infüzyonu, normotansif anestezi uygulanan hastalarla karşılaştırdığımızda postoperatif hemodinamik yanıtın kısmen baskılandığını ancak QTcd ve QTd’ nin etkilenmediğini saptadık. Çalışmamızda elde ettiğimiz sonuçlara göre, olguların klinik özelliklerine uygun anestezik ilaçlar seçildiğinde, hipotansif ve normotansif anestezinin postoperatif QTc intervali ve QTd üzerinde klinik olarak önemsiz, tedavi gerektirmeyen kısa süreli geçici değişiklikler meydana getirebileceği saptanmıştır. 45 SONUÇLAR Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı’nda yaptığımız çalışmamızda, hipotansif ve normotansif anestezinin QTc intervali ve QTd üzerine etkilerini araştırmayı amaçladık ve aşağıdaki sonuçları elde ettik; 1- Gruplar arasında demografik veriler ile operasyon süreleri arasında fark saptanmamıştır. 2- Olguların KAH değerleri entübasyon sonrası 15.dk, 30.dk, 45.dk, 60.dk, 75.dk, 90.dk, 105.dk, 120.dk, 150.dk, 165.dk, 180.dk’larda Grup II’de, Grup I’e göre anlamlı derecede düşük bulundu. 3- Olguların SAB değerleri İndüksiyon sonrası, entübasyon sonrası 1.dk, 5.dk, 15.dk, 30.dk, 45.dk, 60.dk, 75.dk, 90.dk, 105.dk, 120.dk, 135.dk, 150.dk, 165.dk, 180.dk, ekstübasyon sonrası 60.dk’larda Grup II’de, Grup I’e göre anlamlı derecede düşük bulundu. 4- Olguların DAB değerleri İndüksiyon sonrası, entübasyon sonrası 1.dk, 5.dk, 15.dk, 30.dk, 45.dk, 60.dk, 75.dk, 90.dk, 105.dk, 120.dk, 135.dk, 150.dk, 165.dk, 180.dk, ekstübasyon sonrası 15.dk, 60.dk’larda Grup II’de, Grup I’e göre anlamlı derecede düşük bulundu. 5- Olguların OAB değerleri İndüksiyon sonrası, entübasyon sonrası 1.dk, 5.dk, 15.dk, 30.dk, 45.dk, 60.dk, 75.dk, 90.dk, 105.dk, 120.dk, 135.dk, 150.dk, 165.dk, 180.dk, ekstübasyon sonrası 15.dk, 45.dk, 60.dk’larda Grup II’de, Grup I’e göre anlamlı derecede düşük bulundu. 6-Olguların SpO2 değerleri istatistiksel olarak karşılaştırıldıklarında gruplar arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır. 46 7- Olguların operasyon öncesi, postoperatif 30.dk ve 60.dk’larda QTd değerleri istatistiksel olarak karşılaştırıldıklarında gruplar arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır. Grup I’in, postoperatif 30.dk ve 60.dk’lardaki QTd değerleri operasyon öncesi değerlerle karşılaştırıldıklarında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmadı. Grup II’ in postoperatif 30.dk ve 60.dk’lardaki QTd değerleri operasyon öncesi değerle karşılaştırıldıklarında, postoperatif 30.dk değeri operasyon öncesi değere göre anlamsız bulunurken, postoperatif 60. dk değeri operasyon öncesi değere göre istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük bulunmasına rağmen klinik olarak anlamsız bulundu. 8- Olguların operasyon öncesi, postoperatif 30.dk ve 60.dk’lardaki QTcd değerleri istatistiksel olarak karşılaştırıldıklarında gruplar arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır. Grup I, postoperatif 30.dk ve 60.dk’lardaki QTcd değerleri operasyon öncesi değerle karşılaştırıldıklarında, postoperatif 30.dk değeri operasyon öncesi değere göre anlamsız bulunurken, postoperatif 60.dk değeri operasyon öncesi değere göre istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük bulunmasına rağmen klinik olarak anlamsız bulundu. GrupII’de postoperatif 30.dk ve 60.dk’lardaki QTcd değerleri operasyon öncesi değerle karşılaştırıldıklarında, postoperatif 30.dk ve 60.dk’lardaki QTcd değerleri operasyon öncesi değere göre istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük bulunmasına rağmen klinik olarak anlamsız bulundu. Çalışmamızda elde ettiğimiz sonuçlara göre, olguların klinik özelliklerine uygun hipotansif veya normotansif anestezi seçildiğinde QTc intervali ve QTd’de klinik olarak önemsiz, tedavi gerektirmeyen kısa süreli geçici değişiklikler meydana gelmektedir. 47 ÖZET Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı’nda yaptığımız çalışmamızda hipotansif ve normotansif anestezinin QTc intervali ve QT dispersiyonu üzerine etkileri araştırılmıştır. Etik kurul onayı ve olguların onamları alındıktan sonra 3 saatten kısa normotansif veya hipotansif anestezi uygulanarak, kulak burun boğaz, plastik ve rekonstriktif cerrahi ameliyatı yapılacak, 18-65 yaş arası, “American Society of Anesthesiologists” risk sınıflaması I-II grubunda olan 100 olgu çalışma kapsamına alınmıştır. Operasyon sırasında normotansif düzeylerde hemodinami sağlanan Grup I (n=50)’ e ortalama arter basıncı 70-90 mmHg arasında olacak şekilde anestezi idamesi sağlandı. Cerrahi prosedür gereği kontrollü hipotansiyon uygulanan Grup II (n=50)’de kontrollü hipotansiyon oluşturularak ortalama arter basıncı 55–65 mmHg düzeyinde tutuldu. Tüm olguların intraoperatif ve postoperatif 60. dakikaya kadar hemodinami takipleri yapıldı. 30. ve 60. dakikalarda elektrokardiyografi monitörizasyonu yapılarak kaydedildi. Olguların elektrokardiyografi kaydı okunarak değerlendirildi. QT aralığının hıza göre düzeltilmesinde Bazzette formülü kullanıldı. Hastaların anestezi indüksiyonu öncesi ve sonrası, entübasyon sonrası ve ekstübasyon sonrası ölçülen kalp atım hızı, sistolik arter basıcı, diastolik arter basıncı, ortalama arter basıncı ortalamaları gruplar arasında karşılaştırıldıklarında, özellikle hipotansif anestezi uygulanan grupta azalma gözlenmesine rağmen klinik olarak normal sınırlarda saptandı. Postoperatif 30. ve 60.dakikalarda ölçülen QT ve QTcd gruplar arasında karşılaştırıldıklarında anlamlı farklılık saptanmadı. Grup içi postoperatif 30. ve 60.dakikalardaki QT ve QTcd değerleri operasyon öncesi değerlerle karşılaştırıldıklarında hipotansif anestezi uygulanan grupta azalma gözlenmesine rağmen klinik olarak normal sınırlarda saptandı. 48 Çalışmamızda elde ettiğimiz sonuçlara göre, hastaların klinik özelliklerine uygun hemodinami normal sınırlarda sağlandığı sürece hipotansif ve normotansif anestezinin postoperatif QTc intervali ve QT dispersiyonu üzerine etkisi bulunamamıştır. Anahtar kelimeler: Hipotansif anestezi, QT dispersiyonu, düzeltilmiş QT intervali 49 THE EFFECTS OF HYPOTENSIVE AND NORMOTENSIVE ANESTHESIA ON QTc INTERVAL AND QT DISPERSION SUMMARY In our study conducted at the Department of Anesthesiology and Reanimation in Trakya University Medical Faculty Hospital, the effects of hypotensive and normotensive anesthesia on QTc interval and QT dispersion were investigated. After Ethics Committee approval and obtaining permissions for cases, 100 patients between 18-65 years of age who are in I-II group according to American Society of Anesthesiologists risk classification and would undergo ear nose throat, plastic and reconstructive surgery by applying normotensive and hypotensive anesthesia less than 3 hours were included in the study. Maintenance of anesthesia, mean arterial pressure to be between 70-90 mmHg, is achieved to Group I (n = 50) that is provided hemodynamics in normotensive levels during the operation. Group II (n = 50) to which controlled hypotension is applied due to the surgical procedure is held at the mean arterial pressure to be 55-65 mmHg at the level by maintaining controlled hypotension. Intraoperative and postoperative hemodynamics monitoring till 60 minute was done in all cases. Electrocardiography monitoring at 30th and 60th minute was held and enlisted. Electrocardiography records of cases were read and assessed. Bazzette formula was used for correction of QT interval according to speed. When averages of heart rate speed, systolic arterial pressure, diastolic arterial pressure, mean arterial pressure of patients that were measured before and after induction of anesthesia, after intubation and after extubation were compared between the groups, although reduction 50 was observed particularly in the group applied hypothensive anesthesia, they were clinically ascertained in normal ranges. There was no significant difference fixed when they were compared between the QT and QTcd groups measured at postoperative 30th and 60th minutes. When the QT and QTcd measures at postoperative 30th and 60th minutes in the group were compared between the pre-operation measures, they were fixed in normal ranges although reduction was observed in hypotensive anesthesia group. According to the results we've obtained in our study, as long as hemodynamics, proper to patients' clinical characteristics, was provided in the normal range, there was no effect of hypotensive and normotensive anesthesia on postoperative QTc interval and QT dispersion detected. Key words: hypotensive anesthesia, QT dispersion, corrected QT interval. 51 KAYNAKLAR 1. Ilgaz KÖ, Yılmazlar A, Bilgen ÖF. Total kalça protezi cerrahisinde hipotansif anestezinin sistemlere olan etkileri. Türk Anest Rean Der Dergisi 2004;32:279-88. 2. Miller ED. Deliberate hypotension. In: Miller RD (Ed.). Anesthesia. 5th edition. Philedelphia: Churchill Livingstone; 2000:1470-90. 3. Shander A, Rijhwani T. Controlled hypotension. In: Spiess BD, Spence RK, Shander A (Eds). Perioperative transfusion medicine. 2nd ed. 2006:436-47. 4. Degoute CS. Controlled hypotension: a guide to drug choice. Drugs 2007;67:1053-76. 5. Bozbaş H, Özin B. QT ölçümünü nasıl yapalım? Türk Aritmi, pacemaker ve elektrofizyoloji dergisi 2005;3(1):63-8. 6. Beyazıt Y, Güven GS, Iskit AB. Uzun QT sendromu, Hacettepe Tıp Dergisi 2005;36:43-8. 7. Sonel A. Kardiyoloji .4. baskı. Ankara: Semih Ofset Ltd. Sti. 2003:131-83. 8. Silay E. Desfluran ve Sevofluranın QT intervali ve QT dispersiyonu üzerine etkilerinin karsılastırılması (Uzmanlık Tezi). Yüzüncü Yıl Üniv. Tıp Fakültesi, 2004. 9. Çelik SK, Sagcan A, Çevik A, Sen M, Büket S, Yüksel M. Koroner bypass uygulanan diyabetik hastalarda kalbin erken dönem elektriksel stabilitesi. Türk Gögüs Kalp Damar Cer Derg 2003;11:169-73. 10. Booker PD, Whyte SD, Ladusans EJ. The long QT syndrome and anesthesia. Br J Anaesth 2003;90(3):349–66. 11. Esener Z. Kontrollü hipotansiyon. Klinik Anestezi’de. 2. Baskı. Ankara: Logos Yayıncılık; 1997:428-33. 12. Nijhawan N, Warltier D. Regulation of the cardiovascular system. In: Skarvan K, Priebe HJ ( Eds). Cardiovascular physiology. 2nd ed. London: BMJ Books; 2000:213-38. 52 13. Dietrich GV, Heesen M, Boldt J, Hempelmann G. Platelet function and adrenoceptors during and after induced hypotension using nitroprusside. Anesthesiology 1996;85:133440. 14. Fukusaki M, Maekawa T, Miyako M, Niiya S, Sumikawa K. Acute haemodilution and prostaglandin E1-induced hypotension: Effects on the coagulation-fibrinolysis system. Eur J Anaesthesiol 1997 ;14:443-9. 15. Thompson GE, Miller RD, Stevens WC, Murray WR. Hypotensive anesthesia for total hip arthroplasty:A study of blood loss and organ function (brain, heart, liver and kidney). Anesthesiology 1978;48:91-6. 16. Keeton TK, Pettinger WA. The dominance of adrenergic mechanism in mediating hypotensive drug-induced renin release in the conscious rat. J Pharmacol Exp Ther 1979;208:303-9. 17. Kehlet H. Stres free anaesthesia and surgery. Acta Anaesth Scand 1979;23:503-4. 18. Toivonen J. Plasma renin, catecholamines, vasopressin and aldosterone during hypotension induced by labetalol with isoflurane. Acta Anaesthesiol Scand 1991;35:496-501. 19. Macnab MS, Manninen PH, Lam AM, Gelb AW. The stress response to induced hypotension for cerebral aneurysm surgery: A comparison of two hypotensive techniques. Can J Anaesth 1988;35:111-5. 20. Bernard JM, Pinaud M, Macquin-Mavier I, Remi JP, Souron R, Bainvel JV. Impact of surgical stress on the haemodynamic profile of isoflurane-induced hypotension. Acta Anaesthesiol Scand 1988;32:248-52. 21. Morgan GE, Mikhail M, Murray M (Eds). Cardiovascular Physiology & Anesthesia. In: Clinical anesthesiology. 3th ed. USA: Lange Medical Boks/McGraw- Hill; 2002:372-6. 22. Silbernagl S. Hearth and circulation. In: Silbernagl S, Lang F (Eds). Color Atlas of pathophysiology.Stuttgart-New York: Thieme; 2000:176-242. 23. Newton MC, Chadd GD, O'Donoghue B, Sapsed-Byrne SM. Metabolic and hormonal responses to induced hypotension for middle ear surgery. Br J Anaesth 1996;76:352-7. 24. Craig JLH. Anesthesia Scott-Brown’s Otolaryngology. Gleeson M (Ed). Oxford; Butterworth-Heinemann; 1997:1-23. 25. Monk CR, Milard RK. Controlled Hypotension. In: Cedric Prys-Roberts, Burnell R. Brown Jr (Eds). International practice of anesthesia. Oxford; Butterworth-Heinemann, Elsevier;1996:1-11. 26. Mongene DT. Perioperative cardiac morbidity. A rewiev article. Anaesthesiology 1990;72:153-84. 27. Sharrock NE, Bading B, Mineo R, Blumenfeld JD. Deliberate hypotensive anesthesia for patients with normal and low cardiac output. Anaesth Analg 1994;79:899-904. 53 28. Hipotansif ajanlar (çeviri: Z Alanoğlu, S Yalçın, H Cuhruk). Tolunay M, Cuhruk H (Editörler). Klinik Anesteziyoloji’de. İstanbul: Güneş tıp kitapevleri. 2008;255-62. 29. Pilli G, Güzeldemir ME, Bayhan N. Esmolol for hypotensive anesthesia in middle ear surgery. Acta Anaesthesiol Belg 1996;47(2):85-91. 30. Boezaart AP, Van Der Merwe J, Coetzee A. Comparison of sodium nitroprusside and esmolol induced controlled hypotension for functional endoscopic surgery. Can J Anaest 1995;42:373-6. 31. Eberhart LH, Folz BJ, Wulf H, Geldner G. Intravenous anesthesia provides optimal surgical conditions during microscopic and endoscopic surgery. Laryngoscop 2003;113(8):1369-73. 32. Hacmann T, Friesen M, Allen S, Pricious DS. Clonidine facilitates controlled hypotension in adolescent children. Anesth Analg 2003;96(4):976-81. 33. Tobias JD. Controlled hypotension in children: A critical review avaliable agents. Paediatr Drugs 2002;4(7):439-53. 34. Kurtel H. Uyarılabilir doku: Kas. Doğan A (Editör). Ganong Tıbbi Fizyoloji. İstanbul: Barış Kitabevi; 1995:66-87. 35. Özesmi Ç. Kalp atımının kökeni ve kalbin elektriksel aktivitesi. Doğan A (Editör). Ganong Tıbbi Fizyoloji. İstanbul: Barış Kitabevi; 1995:589-607. 36. Rubart M, Zipes DP, Genesis of cardiac arrhythmias: Electrophysiological considerations. In: Braunwald E, Zipes DP, Libby P( Eds). Heart disease a textbook of cardiovascular medicine. Philadelphia: W.B. Saunders company; 2001:669-77. 37. Cheng JH, Kodama I. Two components of delayed rectifier K+ current in heart: Molecular basis, functional diversity, and contribution to repolarization. Acta Pharmacol Sin 2004;25:137-45. 38. Modell SM, Lehmann MH. The long QT syndrome family of cardiac ion channelopathies. A Huge review. Genet Med 2006;8:143-55. 39. Tamargo J, Caballero R, Gomez R, Valenzuela C, Delpon E. Pharmacology of cardiac potassium channels. Cardiovasc Res 2004;62:9-33. 40. Antzelevitch C, Nesterenko VV, Yan GX. Role of M cells in acquired long QT syndrome, U waves, and torsade de pointes. J Electrocardiol 1995;28:131-8. 41. Antzelevitch C. Heterogeneity of cellular repolarization in LQTS. The role of M cells. Eur Heart J 2001;3:2-16. 42. Antzelevitch C, Shimizu W.Cellular mechanisms underlying the long QT syndrome. Curr Opin Cardiol 2002;17:43-51. 43. Dennis SG, Wotton PR, Boswood A, Flaherty D. Comparison of the effects of thiopentone and propofol on the electrocardiogram of dogs. Vet Rec 2007;19(160):681-6. 54 44. Kang J, Reynolds WP, Chen XL, Ji J, Wong H, Rampe DE. Mechanisims underlying the QT interval-prolonging effects of sevoflurane and its interactions with other QTprolonging drugs. Anesthesiolgy 2006;104:1015-22. 45. Miravis DM, Goldberger AL. Electrocardiography. In: Braunwald E, Zipes DP, Libby P (Eds). Heart disease a textbook of cardiovascular medicine. Philadelphia: W.B. Saunders Company; 2001:89-93. 46. Franz MR, Zabel M: Electrophysiological basis of QT dispersion measurements. Prog Cardiovasc Dis 2000;42:311-24. 47. Charbit B, Samain E, Merckx P, Funck-Brentano C. QT interval measurement: evaluation of automatic QTc measurement and new simple method to calculate and interpret corrected QT interval. Anesthesiology 2006;104(2):255-60. 48. Aantaa R, Kanto J, Scheinin M, Kallio A, Scheinin H. Dexmedetomidine, an alfa2adrenoceptor agonist, reduces anesthetic requirements for patients undergoing minor gynecologic surgery. Anesthesiology 1990;73:230-5. 49. Chiang CE: Congenital and acquired long QT syndrome; current consepts and management. Cardiol Rev 2004;12:222-34. 50. Papandonokis E, Tsoukas A, Christakos S. QT dispersion as a non invasive arrhytmogenic marker in acute myocardial infarction. Ann Noninvas Electrocardiol 1999;4:35-8. 51. Priori SG, Napolitano C, Diehl L. Dispersions of the QT interval. A marker of therapeutic efficacy in the idiopatic long QT syndrome. Circulation 1994;89:1681-9. 52. Aho M, Erkola O, Kallio A, Scheinin M, Korttila K. Comparison of dexmedetomidine and midazolam sedation and antagonism of dexmedetomidine with atipamezole. J Clin Anesth 1993;5:194-203. 53. Baranowski R, Malecka L, Poplawska W. Analysis of QT dispersions in patients with hypertrophic cardiomyopathy correlation with clinical data and survival. Eur Heart J 1998;19:428. 54. Lee KW, Okin PM, Kligfield P. Precordial QT dispersion and inducible ventricular tachycardia. Am Heart J 1997;134:1005-13. 55. Somberg JC, Molnar J. Usefullness of QT dispersions as an electrocardiographycally derived index. Am J Cardiol 2002;89:291-4. 56. Brooksby P, Robinson PJ, Segal R. onbehalf of the ELTE study group. Effectsoflosartan and captopril on QT dispersion in elderly patients with heart failure. Lancet 1999;534:3956. 57. Glassman AH, Roose SP, Rivelli SK, Preud’Homme XA. Cardiovascular effects of antidepressant drugs. Nord J Psychiatry 1993;30:41-7. 58. Davey P: QT interval and mortality from coronary artery disease. Prog in Cardiovasc Disease 2000;42:359-84. 55 59. Kong CF, Chew ST, Ip-Yam PC. Intravenous opioids reduce airway irritation during induction of anaesthesia with desflurane in adults. Br J Anaesth 2000; 84: 364–7. 60. Wong KYK, Mac Walter RS, Douglas D, Froser HW, Oqston SA, Struthers AD. Long QTc predicts future cardiac death in stroke survivors. Heart 2003;89:377-81. 61. Stramba-Badiale M, Locati EH, Martinelli A, Courville J, Scwartz PJ. Gender and the relationship between ventricular repolarization and cardiac cycle length during 24-h Holter recordings. Eur Hear J 1997;18:1000-6. 62. Cowan JC, Yusoff K, Moore M, Amos PA, Gold AE, Bourke JP et al. Importance of lead selection in QT interval measurement. Am J Cardiol 1988;61(1):83-7. 63. Castellanos A, Kessler KM, Myerburg RJ. The rest electrocardiogram. In: Alexandreand RW (Ed). Hurst’s the heart. 8th ed. New York: Mc Graw-Hill; 1998:321-56. 64. Murray A, McLaughlin NB, Bourke JP, Doig JC, Furniss SS, Campbell RW. Errors in manual measurement of QT intervals. Br Heart J 1994;71:386-90. 65. Kutlu E. Genel anestezi uygulamasında kullanılan üç farklı anestezi protokolünün QT mesafesi üzerine olan etkilerinin karşılaştırılması. Uzmanlık Tezi. Selçuk Üniversitesi. Konya 2008. 66. McConachie I, Keaveny JP, Healy TE, Vohra S, Million L. Effect of anaesthesia on the QT interval. Br J Anaesth 1989;63:558–60. 67. Antzelevitch C, Fish J. Electrical heterogeneity within the ventricular wall. Basic Res Cardiol 2001;96:517–27. 68. Saarnivaara L, Klemola UM, Lindgren L, Rautiainen P, Suvanto A. QT interval of the ECG, heart rate and arterial pressure using propofol, methohexital or midazolam for induction of anaesthesia. Acta Anaesthesiol Scand 1990;34:276–81. 69. Saarnivaara L, Hiller A, Oikkonen M. QT interval, heart rate and arterial pressures using propofol, thiopentone or methohexitone for induction of anaesthesia in children. Acta Anaesthesiol Scand 1993;37:419–23. 70. Kleinsasser A, Kuenszberg E, Loeckinger A, Keller C, Hoermann C, Lindner KH et al. Sevoflurane, but not propofol, significantly prolongs the Q-T interval. Anesth Analg 2000;90(1):25–7. 71. Michaloudis DG, Kanakoudis FS, Petrou AM, Konstantinidou AS, Pollard BJ. The effects of midazolam or propofol followed by suxamethonium on the QT interval in humans. Eur J Anaesthesiol 1996;13(4):364–8. 72. Tanskanen PE, Kyttä JV, Randell TT. QT interval and QT dispersion during the induction of anaesthesia in patients with subarachnoid haemorrhage: a comparison of thiopental and propofol. Eur J Anaesth 2002;19:749–54. 73. Wisely NA, Shipton EA. Long QT syndrome and anaesthesia. Eur J Anaesthesiol 2002;19:853-9. 56 74. Annila P, Yli-Hankala A, Lindgren L. Effect of atropine on the QT interval and T-wave amplitude in healthy volunteers. Br J Anaesth 1993;71:736–7. 75. Saarnivaara L, Simola M. Effects of four anticholinesterase-anticholinergic combinations and tracheal extubation on QTc interval of the ECG, heart rate and arterial pressure. Acta Anaesthesiol Scand 1998;42:460–3. 76. Beccaria E, Brun S, Gaita F, Giustetto C, Conti M. Torsade de pointes during an atropine sulfate test in a patient with congenital long QT syndrome. Cardiologia 1989;34(12):1039– 43. 77. Benoit SR, Mendelsohn AB, Nourjah P, Staffa JA, Graham DJ. Risk factors for prolonged QTc among US adults: Third national health and nutrition examination survey. Eur J Cardiovasc Prev Rehabil 2005;12:363-8. 78. Elming H, Sonne J, Lublin HKF. The importance of the QT interval: A review of the literature. Acta Psychiatr Scand 2003;107:96-101. 79. Gillis AM. Effects of antiarrhythmic drugs on QT interval dispersion-relationship to antiarrhythmic action and proarrhythmia. Prog Cardiovasc Dis 2000;42:385-6. 80. Antzelevitch C. Arrhytmogenic mechanisms of QT prolonging drugs: Is QT prolongation really the problem? J Electrocardiol 2004;37:15-24. 81. Cubeddu LX. Qt prolongation and fatal arrhythmias: A review of clinical implications and effects of drugs. Am J Ther 2003;10:452-7. 82. Roden DM. Drug-induced prolongation of the QT interval. N Engl J Med 2004; 350:101322. 83. Galloway PA, Glass PSA. Anesthetic implications of prolonged QT interval syndromes. Anesth Analg 1985;65:612-20. 84. Saarnivaara L, Lindgren L. Prolongation of QT interval during induction of anaesthesia. Acta Anaesthesiol Scand 1983;27:126-30. 85. Schmeling WT, Warltier DC, McDonald DJ, Madsen KE, Atlee JL, Kampine JP. Prolongation of the QT interval by enflurane, isoflurane, and halothane in humans. Anesth Analg 1991;72:137-44. 86. Schouten EG, Dekker JM, Meppelink P, Kok FJ, Vandenbroucke JP, Pool J. QT interval prolongation predicts cardiovascular mortality in an apparently healthy population. Circulation 1991;84:1516-23. 87. Abe K, Takada K, Yoshiya I. Intraoperative torsades de pointes ventricular tachycardia and ventricular fibrillation during sevoflurane anesthesia. Anesth Analg 1998;86:701-2. 88. Katz RI, Quijano I, Barcelon N, Biancaniello T. Ventricular tachycardia during general anesthesia in a patient with congenital long QT syndrome. Can J Anesth 2003;50:398-403. 57 89. Michaloudis D, Fraidakis O, Petrou A, Gigourthsi C, Parthenakis F. Anaesthesia and the QT interval: Effects of isoflurane and halotane in unpremedicated children. Anaesthesia 1998;53:435-9. 90. Pleym H, Bathen J, Spigset O, Gisvold SE. Ventricular fibrillation related to reversal of the neuromuscular blockade in a patient with long QT syndrome. Acta Anaesthesiol Scand 1999;43:352-5. 91. Karagöz AH, Basgul E, Celiker V, Aypar U. The effect of inhalational anaesthetics on QTc interval. Eur J Anaesthesiol 2005;22(3):171–4. 92. Kleinsasser A, Loeckinger A, Lindner KH, Keller C, Boehler M, Puehringer F. Reversing sevoflurane-associated QTc prolongation by changing to propofol. Anaesthesia 2001;56:248-71. 93. Savarese JJ. Neuromuscular blocking agents. In: Morgan GE, Mikhail MS, Murray MJ (Eds). Clinical Anesthesiology. 3rd edition. McGraw-hill, New York; 2002:178-98. 94. Sen S, Ozmert G, Boran N, Turan H, Caliskan E. Comparison of single-breath vital capacity rapid inhalation with sevoflurane 5% and propofol induction on QT interval and hemodynamics for laporoskopic surgery. Eur J Anaesthesiol 2004;21:543-6. 95. Yıldırım H, Adanır T, Atay A, Katircioglu K, Savacı S. The effects of sevoflurane, isoflurane and desflurane on QT interval. Eur J Anaesthesiol 2004;21:566-70. 96. Kentala E, Saarnivaara L. Role of halothane in QT-time prolongation and dysrhythmias during microlaryngoscopy. Ann Clin Res 1980;12:136-8. 97. Riley DC, Schmeling WT, Al-Wathiqui MH, Kampine JP, Warltier DC. Prolangation of the QT interval by volatile anesthetics in chronicallly instrumented dogs. Anesth Analg 1988; 67:741-9. 98. Michaloudis D, Fraidakis O, Lefaki T, Kanakoudis F, Askitopoulou H. Anaesthesia and the QT interval in humans: Effects of halothane and isoflurane in premedicated children. Eur J Anaesthesiol 1998;15:623-8. 99. Gürkan Y, Canatay H, Agacdiken A, Ural E, Toker K. Effects of halothane and sevoflurane on QT dispersion in paediatric patients. Paediatr Anaesth 2003;13(3):223-7. 100.Güler N, Bilge M , Eryonucu B, Katı I, Demirel CB. The effects of halothane and sevoflurane on QT dispersion. Acta Cardiol 1999;54:311-5. 101.Wilton NC, Hantler CB. Congenital long QT syndrome. Changes in QT interval during anesthesia with tiopental, vecuronium, fentanyl, and isoflurane. Anesth Analg 1987;66:357-60. 102.Kies SJ, Pabelick CM, Hurley HA, White RD, Ackerman MJ. Anesthesia for patients with congenital long QT syndrome. Anesthesiology 2005;102:204-10. 103.Blair JR, Pruett JK, Crumrine RS, Balser JJ. Prolongation of QT interval in association with the administration of large doses of opiotes. Anesthesiology 1987;67:442-3. 58 104.Demirtas M, Dal D, Aytemir K, Ozgen S. Comparison of the effects of remifentanil and propofol on perioperative myocardial ischemia and myocardial repolarisation during cataract surgery. Türk Aritmi, Pacemaker ve Elektrofizyoloji dergisi 2004;2:31-41. 105.Schmeling WT, Warltier DC, McDonald DJ, Madsen KE, Atlee JL, Kampine JP. Prolongation of the QT interval by enflurane, isoflurane, and halothane in humans. Anesth Analg 1991;72(2):137–44. 106.Lindgren L, Yli- Hankala A, Randell T, Kirvela M, Scheinin M, Neuvonen PJ. Haemodynamic and cateholamine responces to induction of ananaesthesia and tracheal intubation: Comparison between propofol and thiopentone. Br J Anaesth 1993;70 (3):30610. 107.Kuenszberg E, Loeckinger A, Kleinsasser A, Lindner KH, Puehringer F, Hoermann C. Sevoflurane progressively prolongs the QT interval in unpremedicated female adults. Eur J Anaesthesiol 2000;17:662–4. 108.Kiely DG, Cargill RI, Lipworth BJ. Effects of hypercapnia on hemodynamic, inotropic, lusitropic and electrophysiologic indices in humans. Chest 1996;109:1215–21. 109.Abriel H, Schlapher J, Keller DI, Gavillet B, Buclin T, Biollaz J et al. Molecular and clinical determinants of drugs- induced long QT syndrome: An iatrogenic channelopaty. Swiss Med Wkly 2004;134:685-94. 110.Makkar RR, Fromm BS, Steinman RT, Meissner MD, Lehmann MH. Female gender as a risk factor for torsade de pointes associated with cardiovascular drugs. JAMA 1993;270(21):2590-7. 111.Owczuk R, Sawicka W, Wujtewicz MA, Kawecka A, Lasek J, Wujtewicz M. influence of spinal anesthesia on corrected QT interval. Reg Anesth Pain Med 2005;30(6):548-52. 112.Owczuk R, Wuctewicz MA, Sawicka W, Kawecka A, Lasek J, Wuctewicz M. The influence of desflurane on QTc interval. Anesth Analg 2005;101(2):419-22. 113.Güler N, Katı I, Demirel CB, Bilge M, Eryonucu B, Topal C. The effects of volatile anesthetics on the QTc interval. J Cardiothorac Vasc Anesth 2001;15(2):188-91. 114.Forrest JB, Rehder K, Cahalan MK, Goldsmith CH. Multicenter study of general anesthesia: III. Predictors of severe perioperative adverse outcome. Anesthesiology 1992;76:3–15. 115.Cohen MM, Duncan PG, Pope WD, Biehl D, Tweed WA, MacWilliam L et al. The Canadian four center study of anaesthetic outcomes: II. Can outcomes be used to assess the quality of anaesthesia care? Can J Anaesth 1992;39:430–9. 116.Paris ST, Cafferkey M, Tarling M, Hancock P, Yate PM, Flynn PJ. Comparison of sevoflurane and halothane for outpatient dental anaesthesia in children. Br J Anaesth 1997;79:280–4. 59 117.Mahla E, Rotman B, Rehak P, Atlee JL, Gombotz H, Berger J et al. Perioperative ventricular dysrhythmias in patients with structural heart disease undergoing noncardiac surgery. Anesth Analg 1998;86:16–21. 118.Task force of the Working Group on Arrhythmias of the European Society of Cardiology, The Sicilian gambit: A new approach to the classification of the anti-arrhythmic drugs based on their actions on arrhythmogenic mechanisms. Circulation 1991;84:1831–51. 119.Silay E, Katı I, Tekin M, Güler N, Hüseyinoglu UA, Coskuner I et al. Comparison of the effects of desflurane and sevoflurane on the QTc interval and QT dispersion. Acta Cardiol 2005;60(5):459-64. 120.Weiskopf RB, Moore MA, Eger EI 2nd, Noorani M, McKay L, Chortkoff B et al. Rapid increase in desflurane concentration is associated with greater transient cardiovascular stimulation than with rapid increase in isoflurane concentration in humans. Anesthesiology 1994;80(5):1035–45. 121.Kong CF, Chew ST, Ip-Yam PC. Intravenous opioids reduce airway irritation during induction of anaesthesia with desflurane in adults. Br J Anaesth 2000;84:364–7. 122.Picker O, Schwarte LA, Schindler AW, Scheeren TW. Desflurane increases heart rate independent of sympathetic activity in dogs. Eur J Anaesthesiol 2003;20(12):945–51. 123.Whyte SD, Booker PD and Buckley DG. The effects of propofol and sevoflurane on the QT interval and transmural dispersion of repolarization in children. Anesth Analg 2005;100(1):71-7. 124.Yamada M, Hatakeyama N, Malykhina AP, Yamazaki M, Momose Y, Akbarali HI. The effects of sevoflurane and propofol on QT interval and heterologously expressed human ether-A-Go-Go related gene currents in xenopus oocytes. Anesth Analg 2006;102(1):98103. 125.Cechetto DF, Diab T, Gibson CJ, Gelb AW. The effects of propofol in the area postrema of rats. Anesth Analg 2001;92: 934-42. 126.Lischke V, Wilke HJ, Probst S, Behne M, Kessler P. Prolongation of the QT interval during induction of anesthesia in patients with coronary artery disease. Acta Anaesthesiol Scand 1994;38:144-8. 127.Kweon TD, Nam SB, Chang CH, Kim MS, Lee SJ, Shin CS et al. The effect of bolus administration of remifentanil on QTc interval during induction of sevoflurane. Anaesthesia 2008;63(4):347-51. 128.Magnano AR, Talathoti N, Hallur R, Bloomfield DM, Garan H. Sympathomimetic infusion and cardiac repolarization. The normotive effects of epinephrine and isoproterenol in healty subjects. J Cardiovasc Electrophysiol 2006;17(9):983-9. 129.Balcells J, Rodríguez M, Pujol M, Iglesias J. Successful treatment of long QT syndrome induced ventricular tachycardia with esmolol. Pediatr Cardiol 2004;25(2):160-2. 60 130.Korpinen R, Saarnivaara L, Siren K. QT interval of the ECG, heart rate and arterial pressure during anaesthetic induction: comparative effects of alfentanil and esmolol. Acta Anaesth Scand 1995;36(6):809-13. 131.Korpinen R, Saarnivaara L, Siren K, Sarna S. Modification of the haemodynamic responses to induction of anaesthesia and tracheal intubation with alfentanil, esmolol and their combination. Can J Anaesth 1995;42:298-304. 61 EKLER 62 Ek 1 63 Ek 2 BİLGİLENDİRİLMİŞ OLUR FORMU Bu katıldığınız çalışma bilimsel bir araştırma olup, araştırmanın adı Hipotansif ve normotansif anestezinin QTc intervali ve QT dispersiyonu üzerine etkileridır. Bu araştırmanın amacı,size anestezi sırasında uygulamaların kalp üzerine etkisini araştırmaktır. Bu araştırmada size herhangi bir girişimsel işlem ve tedavi uygulanmayacak olup sadece ameliyat sonu elektrokardiyoğrafi çekilecektir. Bu araştırmada yer almanız için öngörülen süre normal ameliyatınız için gerekli süre olup, araştırmada yer alacak gönüllülerin sayısı 100 ‘dür. Bu araştırma ile ilgili olarak ameliyatınızla ilgili normal sorumluluklarınız olup ekstra sorumluluk içermemektedir Bu araştırmada sizin için riskler ve rahatsızlıklar söz konusu değildir; ancak sizin için beklenen yararlar bulunmaktadır. Bu araştırmanın tedavisinde uygulanabilecek, ancak şimdilik uygulanmayacak olan herhangi bir alternatif tedavi ya da işlemler de bulunmamaktadır. Araştırmaya bağlı bir zarar söz değildir. Araştırma sırasında sizi ilgilendirebilecek herhangi bir gelişme olduğunda, bu durum size veya yasal temsilcinize derhal bildirilecektir. Araştırma hakkında ek bilgiler almak için ya da çalışma ile ilgili herhangi bir sorun için 05325491700… no.lu telefondan Dr.Selin BAYRAL’a başvurabilirsiniz. Bu araştırmada yer almanız nedeniyle size hiçbir ödeme yapılmayacaktır (yapılacaksa ödeme miktarı yazılmalıdır); ayrıca, bu araştırma kapsamındaki bütün muayene, tetkik, testler ve tıbbi bakım hizmetleri için sizden veya bağlı bulunduğunuz sosyal güvenlik kuruluşundan hiçbir ücret istenmeyecektir. Bu araştırma çalışmadaki araştırmacılar (kurum/kuruluş) tarafından desteklenmektedir. Bu araştırmada yer almak tamamen sizin isteğinize bağlıdır. Araştırmada yer almayı reddedebilirsiniz ya da herhangi bir aşamada araştırmadan ayrılabilirsiniz; bu durum herhangi bir cezaya ya da sizin yararlarınıza engel duruma yol açmayacaktır. Araştırıcı bilginiz dahilinde veya isteğiniz dışında, uygulanan tedavi şemasının gereklerini yerine getirmemeniz, çalışma programını aksatmanız veya tedavinin etkinliğini artırmak vb. nedenlerle sizi araştırmadan çıkarabilir. Araştırmanın sonuçları bilimsel amaçla kullanılacaktır; çalışmadan çekilmeniz ya da araştırıcı tarafından çıkarılmanız durumunda, sizle ilgili tıbbi veriler de gerekirse bilimsel amaçla kullanılabilecektir. Size ait tüm tıbbi ve kimlik bilgileriniz gizli tutulacaktır ve araştırma yayınlansa bile kimlik bilgileriniz verilmeyecektir, ancak araştırmanın izleyicileri, yoklama yapanlar, etik kurullar ve resmi makamlar gerektiğinde tıbbi bilgilerinize ulaşabilir. Siz de istediğinizde kendinize ait tıbbi bilgilere ulaşabilirsiniz (tedavinin gizli olması durumunda, gönüllüye kendine ait tıbbi bilgilere ancak verilerin analizinden sonra ulaşabileceği bildirilmelidir). Çalışmaya Katılma Onayı: Yukarıda yer alan ve araştırmaya başlanmadan önce gönüllüye verilmesi gereken bilgileri okudum ve sözlü olarak dinledim. Aklıma gelen tüm soruları araştırıcıya sordum, yazılı ve sözlü olarak bana yapılan tüm açıklamaları ayrıntılarıyla anlamış bulunmaktayım. Çalışmaya katılmayı isteyip istemediğime karar vermem için bana yeterli zaman tanındı. Bu koşullar altında,bana ait tıbbi bilgilerin gözden geçirilmesi, transfer edilmesi ve işlenmesi konusunda araştırma yürütücüsüne yetki veriyor ve söz konusu araştırmaya ilişkin bana yapılan katılım davetini hiçbir zorlama ve baskı olmaksızın büyük bir gönüllülük içerisinde kabul ediyorum. Bu formun imzalı bir kopyası bana verilecektir. Gönüllünün, Adı-Soyadı: Adresi: Tel.-Faks: Tarih ve İmza: Velayet veya vesayet altında bulunanlar için veli veya vasinin, Adı-Soyadı: Adresi: Tel.-Faks: Tarih ve İmza: Açıklamaları yapan araştırmacının, Adı-Soyadı:Dr.Selin BAYRAL Görevi:Araştırma Görevlisi Adresi:Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Tel.-Faks:0284 2357641/3200 Tarih ve İmza: Olur alma işlemine başından sonuna kadar tanıklık eden kuruluş görevlisinin/görüşme tanığının, Adı-Soyadı: Görevi: Adresi: Tel.-Faks: Tarih ve İmza: 64