P STÊRKA CIWAN K o v a r a C i w a n a n a M e h a n e Ne Katliam Ne İdamlar Direneceğiz Sonuna Kadar Hezîran 2010 Hejmar: 86 10-07-2010 İçindekiler Editörden Şimdi dönemin öncülüğünü yapma zamanıdır ............................. 2 Merhaba gençler ve genç kalanlar! Cîwan AZAD Yeni bir Haziran sayısı ile birlikteyiz. İradesine uzanan elleri kırmayı temsil eden ve bizim direnme ölçümüz olan Zilan, Sema ve Fikrilerin anılarına sahip olmanın gerekliliğini vurgulayan bir süreci yaşıyoruz. Emperyalist faşist zihniyet yine soykırım ve her türlü katliamı Kürtlere reva görmeye devam ediyor. Barışa ve özgürlüğe kilitlenen bir halkı yok etmek için bütün imkânlarını seferber etmiş durumda. Savaş uçaklarıyla Medya Savunma Alanlarını vurmaya yeniden hız verdi. Bu saldırıların amacı Kürtlerin iradesi olan PKK’yi tasfiye edip Kürtlerin savunmasız bırakmaktır. Bununla birlikte sınırı da insansızlaştırarak tampon bir bölge yaratmak istemektedirler. Yine TC ile yapılan antlaşmalar gereği faşist molla rejimi dördü PJAK’lı beş siyasi tutukluyu daha idam etti. Bu idamlarla Kürtler susturulmaya, teslim alınmaya çalışılmaktadır. İran ve TC başta olmak üzere bütün emperyalist güçlerin şunu net bir şekilde anlaması lazım: Biz Kürtler kul köle olacak zamanı çoktan geçtik. İşbirlikçi Kürtleri yanına alarak bizleri sindiremeyeceklerini özgürlük gerillalarımız bundan önce gösterdi bundan sonra da göstereceklerdir. Bundan kimsenin şüphesi olmasın. Tam bu noktada Kürt gençliğinin üzerine büyük bir görev düşmektedir. Bütün saldırılara cevap olabilmek için meşru savunma temelinde her türlü eylemselliği geliştirmek zorundadır. Örgütlü, eyleminde kararlı ve kendini ideoloji silahıyla kuşatmış bir gençlik sistemi çözüme getirecek bir gençliktir. 1 Haziran Atlımını doğru anlamak .................................................................... 6 Serxwebûn’dan Doğru eylem ve anlayışın sembolleri Zilan ve Sema Yoldaş ................................................................................................................................................................... 11 RojaCiwan Toplumu Demokratikleştirmek ............................................................................. 15 Sercan AYDIN Her yurtsever Kürt gencinin dağlara akması bir borç ve onur meselesidir-1 ......................................................................................................................... 18 RÖPORTAJ Kürdistan da Savaş-Barış ikilemi ..................................................................... 24 İbo YILMAZ Çemberin dışında olmak ................................................................................................... 28 Özgür ÇALAK Tarihi-toplumsal uygarlıklar ve kapitalizm-2 ............................. 32 Abdullah ÖCALAN Kapitalist modernitenin aynılaştıran alışkanlıklarından arınarak yurtseverlik bilinci ile yaşamak ................................................... 37 Zozan Arya BOTAN Berfin ile Ferzad ............................................................................................................................ 39 Erkan KOBANLI Yabanıl Uygardan Kaçış ............................................................................................................... 44 Dilzar DÎLOK Ku zarokên me nebin ma em çi ne? ............................................................. 46 Özgür BİLGE Schweigen ist eine straftat .......................................................................................... 52 Eylül BATMAN Une actualité brûlante ......................................................................................................... 55 Ali HAYIRLI SÊRT ................................................................................................................................................................... 60 Amed’de buluşmak dileğiyle... Genç kalın... Mail adresi; [email protected] STÊRKA CİWAN P O L İ T İ K A Şimdi Dönemin Öncülüğünü Yapma Zamanıdır Cîwan AZAD “Son dönemlerde gerilla sahasında ortaya çıkan eylemler ve bu eylemlerin iç bölgelerde ve Karadeniz’de olması karşısında TSK oldukça paniklemiş görünmektedir. İlker Başbuğ bu eylemler karşısında PKK’yi yok etmekten çok ‘TSK kendini savunacak güçtedir’ demektedir” Hezîran 2010 İçerisinden geçmekte olduğumuz son süreçte dünyada, bölgede ve ülkemizde önemli siyasal gelişmelere tanık olunmaktadır. Finansal krizin etkileri Yunanistan örneğinde görüldüğü gibi kendisini patlamalar biçiminde dışa vurmaktadır. Küresel sermaye güçleri yaşadıkları krizin ağır etkilerini bölgelere, ülkelere taşırarak yaşadıkları sorunlara çözüm aramaya çalışmaktadır. Ancak atmış oldukları her adım kendilerini rahatlatmak yerine daha da çözümsüz bırakmaktadır. ABD geçmişte arka bahçe olarak gördüğü Latin Amerika ülkelerinde daha fazla zorlanmaya başlamıştır. İktidar odaklı çözümleri esas almış olsalar da bu ülkelerdeki muhalif hareketler etkili olmaktadır. ABD’nin arka bahçesinde yaşadığı bu sorunlar dünyanın diğer bölgelerinde de yaşanmaktadır. Hatta bu türden yaşanan gelişmeler, ortak paydası anti Amerikancı olan güçleri bir araya getirebilmektedir. ABD merkezli Küresel sermaye güçlerinin yaşadığı bu sorunlar uluslararası alanda güç ilişkilerinin sorgulanması ve yeniden düzenlenmesi ihtiyacı gibi bir sonuç da yaratmaktadır. Bu şekilde yeniden masaya yatırılmaya çalışılan güç ilişkileri içersinde Rusya, Çin vb. ülkelerle birlikte, İran, Venezüella gibi bulundukları bölgelerde etkili olan devletlerin durumu öne çıkmaktadır. Küresel sermaye güçleri, dünyanın sıcak alanları olarak kabul edilen Ortadoğu ve çevre bölgelerinde de büyük bir açmazla karşı karşıyadırlar. Afganistan’da, Pakistan’da çatışmalar giderek daha fazla şiddetlenmektedir. Irak’a, işgalin ardında is2 tenilen bir biçim verilememiştir. Filistinİsrail çatışmalarına aranan çözüm arayışları tam bir karmaşaya dönüşmüştür. Uluslararası ve bölgesel alanda yaşanan bu gelişmeler ülkemizi ve mücadele içerisinde olduğumuz güçleri de yakından etkilemektedir. ABD’nin Ortadoğu politikasının merkez noktalarından birini Kürt sorunu oluşturmaktadır. Nasıl İngiltere ve Fransa Kahire anlaşması ile Ortadoğu’ya çıkarları doğrultusunda bir biçim vermeye çalışmışsa, ABD’de Ortadoğu’ya yeniden biçim kazandırmak isterken, Kürtleri kendisine bir basamak haline getirmek istemektedir. ABD’nin böyle bir politika belirlemiş olmasının esas nedeni Irak-Türkiye, İran-Türkiye, Suriye-Türkiye ilişkilerinin Kürt ve Kürdistan üzerine kurulmuş olması gerçeğidir. Bu nedenle de Özgürlük Mücadelesi’ne karşıtlık temelinde egemen devletler ve uluslararası güçler arasındaki ilişki daha da geliştirilmeye çalışılmaktadır. Bu temelde de egemen devletler arasındaki ikili-üçlü görüşmeler ve Güney Kürdistan yerel hükümetinin de içersinde yer aldığı üçlü mekanizma çalışmaları daha da yoğunlaştırmaktadır. Bu çerçevede ABD’de yapılan uluslararası nükleer silahların kontrolüne ilişkin yapılan toplantı ve görüşmeler İran merkezli olsa da bölgemizi ve Kürdistan’ı etkileyecek bir özellik taşımıştır. Yine TC Başbakanı ile ABD Başkanı arasındaki görüşmelerin merkezinde mücadelemiz yer almıştır. Bu görüşmenin dışında çeşitli uluslararası güçlerle yapılan diyalog ya da ikili görüşmelerde benzeri bir durum söz konusu olmuştur. En son olarak da Suriye Cum- STÊRKA CİWAN hurbaşkanı ve İran Dış işleri Bakanının Türkiye ziyaretlerinin arkasında bu gerçeklik yer almaktadır. Bunun bir sonucu olarak da İran’ın Kürt politikasında bir değişiklik yaşanmamıştır. Gelinen aşama da ise doğrudan bir tehdit ve yönelim içerisine girmiş, Türkiye ile ilişkilerini sıklaştırmış ve ortak operasyon hazırlıkları içerisine girmiştir. En son olarak da; Ferzad Kemanger, Şirin Elemhuli, Eli Heydari, Ferhat Vekili adlarındaki dört PJAK üyesi ile birlikte Mehdi Esleman adındaki bir tutsağı idam sehpalarında katletmiştir. Irak seçim sonuçları devlet içi dengelerin değişme eğilimi içerisine girildiğini göstermektedir. Bu durum, Şii-Sünni ve Kürt çelişkisini daha da şiddetlendirecek bir ortam yaratmıştır. Bu çatışmalı süreci hazırlıklı karşılamak isteyen Güneyli güçler (esasında KDP) TC ile ikili ilişkilerini geliştirmektedir. Kapalı kapılar ardında yapılan bu görüşmelerde direk olarak mücadelemiz üzerine pazarlıklar yapmaktadırlar. Kuzeydeki operasyon dalgası, sınırdaki askeri yığınak ve Güneyli güçlerle yapılan görüşmeler, mücadelemizin tasfiye edilmesi istemi sürecinde bir noktaya gelindiğini göstermektedir. Neçirvan Barzani’nin Türkiye’ye giderek yaptığı görüşmeler ve Mesut Barzani’nin gündeme giren ziyareti bu hazırlıklar içinde önemli bir gösterge olmaktadır. Türkiye’de anayasa değişiklikleri çatışması içinde Özgürlük Hareketi’nin tasfiye planı, hareketimizi bölme noktasında da geliştirilmek istenmektedir. Bu yanıyla 2003-2004’leri anımsatan bir tasfiye sürecinin geliştirilmek istendiği görülmektedir. Bir yandan siyasal soykırım saldırıları, diğer yandan faili meçhullerin yeniden başlaması, tutsaklara yönelik uygulamalar ve Muğla’da yaşandığı gibi Kürt öğrencilere Polis-faşist işbirliği ile gerçek- leştirilen linç saldırıları, 12 Eylül uygulamalarını aratmayacak niteliktedir. Bu şekilde uluslararası ve bölgesel alandaki gelişmeler ile Türkiye’de yaşananlar, yeni ve kader belirleyici bir sürece girildiğinin habercileri olmaktadır. Egemen güçlerin kendi aralarındaki çıkar kavgaları ve bu güçlerin başta PKK olmak üzere demokrasi güçleriyle olan çelişkileri, yaşanan sürecin ağırlığının artık siyasal iktidar tarafından kaldırılmayacağını göstermektedir. Doğal olarak bu ağırlık, gelinen aşamada tüm güçlerin kendini yeniden gözden geçirmesini beraberinde getirmektedir. Varlığını koruma ve özgürlüğünü sağlama dönemi Önderliğimiz bu süreci, Özgürlük Mücadelesi’nin 4. Dönemi olarak değerlendirmiştir. Önder Apo mücadele tarihimiz açısından belirli süreçleri ifade eden birinci, ikinci dönemlerin ardından, üçüncü dönemin de tamamlanarak 2010 Newroz’uyla birlikte dördüncü döneme girildiğini bu temelde ilan etme gereğini duymuştur. İçerisine girilen bu stratejik dönemin her yönüyle mücadelemiz açısından yeni bir süreç olduğuna dikkat çekerek, sürecin siyasal tahlilini yapmış, görev ve sorumluluklarımızın neler olduğunu belirlemiştir. Önder Apo bu yeni döneme aslında 2002 yılında girildiğini, ancak AKP hükümetine şans tanımak ve yeni sürecin daha sağlam temellerde geliştirmek için sürenin 2010 Newroz’una kadar uzadığını da dile getirmiştir. Bu temelde yeni dönemin temel özelliğini “varlığını koruma ve özgürlüğü sağlama” olarak formüle etmiştir. Aslında 2002 ile 2010 yılları arasında her ne kadar AKP’ye bir şans tanınmış olsa da mücadelemiz açısından hamlesel özellik taşıyan gelişmeler de yaşanmıştır. 2004 yılında ilan edilen 1 3 Haziran hamlesi ile PKK 10 ve PAJK 7. Kongreleri bu anlamda atılan önemli adımlar olmuştur. 1 Haziran Hamlesi o zamanki taktik duruşun ve meşru savunmanın yeniden ele alınmasına neden olmuştur. Aslında bu 1999’da başlayan bir dönemin artık kapanmakta olduğu ve yeni bir sürece girildiği anlamına gelmişti. Meşru Savunmanın geliştirilmesi, nitelik ve niceliğin güçlendirilmesi ve yeni taktiklere uygulama alanlarının yaratılması gündeme getirilmişti. Dördüncü stratejik dönem diye ifade ettiğimiz yeni sürecin meşru savunma açısından gerekli alt yapısı da o andan itibaren oluşmaya başlamıştı. PKK ve PAJK kongreleri de ideolojik ve örgütsel hamle ile yeni bir hamleye hazır olunduğunu ilan etmişti. Tüm bunların bir sonucu olarak da Özgürlük Mücadelemiz bir ivme kazanmıştı. Zap direnişinin askeri alanda, 29 Mart Yerel seçimlerinin de siyasal alanda yarattığı başarılar bunların bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Önderlik, 10 Kasım’da başlayan meclisteki tartışmalar ve 17 Kasım saldırısından hemen sonra; “bu bir oyundu, bitti” deme gereğini duyarak o andan itibaren de 4. dönemi başlatmaya yönelik çabalar içerisine girmiş, içerisinden geçtiğimiz süreci Fransa ve Rus devrimlerinin gerçekleştiği süreçlerle karşılaştırmıştır. Buna dayanarak da Demokratik Toplum Kongresinin ve Kürt Ulusal Konferansının toplanmasını, Siyaset Akademilerinin, komün ve kooperatiflerin kurulmasını, Türkiye’deki demokrasi güçleri ile ortak mücadele ve örgütlenmelerin oluşturulmasını, Meşru savunma ve öz savunmanın geliştirilmesini, yerine getirilmesi gereken görevler olarak belirlemiştir. Ana özellikleri ve yerine getirilmesi gereken görev ve sorumluluklar itibarıyla mücadelemiz açısından her yönüyle bu şekilde netleşen dördüncü Hezîran 2010 STÊRKA CİWAN Türkiye’de ve bölgesel alanda yaşanan gelişmeler, Ortadoğu, Kürt ve PKK politikasında hesap yapan tüm güçlerin istediklerinden farklı bir tabloyla karşılaşmalarına neden olmuştur. Yaptıkları hesaplar neredeyse bozulma noktasına gelmiştir. dönem aynı zamanda karşıt-egemendüşman güçlerin de saldırı ve yönelimleriyle sonuç almak istedikleri bir süreç olma özelliğine de sahip bulunmaktadır. Onlar da bu dönemi, Özgürlük ve Demokrasi Mücadelemize karşı devreye koydukları tasfiye konseptine dayanarak bir sonuca götürmek istemektedirler. Bu konuda kendi aralarında bir uzlaşmaya da varmışlardır. Son süreçte gerek Türk devlet yetkililerinin, gerekse de uluslararası ve bölgesel güçlerin gerçekleştirdikleri diplomasi trafiğinin ve aralarında sağladıkları mutabakatın altında bu gerçeklik yatmaktadır. Türkiye’nin uluslararası görüşmelerde İran’ı savunur bir hava içerisine girmesinin ve Suriye ile ilişkilerini sıklaştırmasının nedeni de bu gerçekliktir. Tüm bunlar da PKK’ye karşı dayatılan tasfiye ve imha konseptinin boyutu hakkında yeterli bir kanı geliştirmeye yetmektedir. Türk devleti 1926 yılında uygulamaya koyduğu ve sonraki süreçte tam bir soykırımına dönüşen Doğu Islahat Kanununu günümüz koşullarına uyarlanarak yürürlüğe koymak istemektedir. Hatta bu soykırımın kapsamını yeni soykırım konsepti biçiminde genişletmiş bulunmaktadır. Bu soykırımı; sadece fiziki katliamla, sürgünle, asimilasyonla yetinmeyerek, Kürdistan’ı; tarihi, kültürü, coğrafyası, zenginlikleri ve güzellikleriyle birlikte, Kürt adıyla anılan, Kürt’ü çağrıştıran ne varsa bunları da yeryüzünden silerek gerçekleştirmek istemektedir. Türk devletinin bu tasfiye konsepti, Hareketimiz tarafından daha önce dile getirildiği gibi, 1982’ de İsrail’in Lübnan’a yönelik işgal hareketiyle bir paHezîran 2010 ralellik arz etmektedir. Aynı şekilde Hareketimizi uluslararası ve bölgesel alanda yalnızlaştırmak, işbirlikçi-hain kesimleri yanlarına alarak savaştırmak ve tüm bu alanlarda sağlanacak ortaklaşma ile bir saldırı gerçekleştirilmek istenilmektedir. Ancak bu şekilde sonuç alabileceklerini düşünmektedirler. Lübnan işgalinde İsrail’in yaptığı gibi, fiili uygulayıcı rolünü üstlenmiş olan Türkiye’nin yapılan bu saldırı planını uygulama isteği ve ısrarına rağmen, koşulların istedikleri düzeyde olgunlaştığını da söylemek mümkün değildir. Hala bu konularda çözmeleri gereken sorunlar ve aşmaları gereken engellerin olduğu anlaşılmaktadır. Bunların başında da her şeyden önce Kürdistan ve Lübnan’ın, PKK ve FKÖ’nün karakter ve yapı itibarıyla aynı olmadıkları gerçeği gelmektedir. Uluslararası ve bölgesel koşulların ve güçlerin durumunun da bunun için yeterli hale gelmiş olmaması da bu gerçeğin yanında yer almaktadır. Türkiye’de ve bölgesel alanda yaşanan bu gelişmeler, Ortadoğu, Kürt ve PKK politikasında hesap yapan tüm güçlerin istediklerinden farklı bir tabloyla karşılaşmalarına neden olmuştur. Yaptıkları hesaplar neredeyse bozulma noktasına gelmiştir. Buna rağmen tasfiye-imha konseptinden vazgeçmemişler ve aleyhlerine oluşan bu tabloyu lehlerine çevirme arayışlarını sürdürmektedirler. Bu çerçevede ABD, Hareketimizin dördüncü döneme girmesini engellemek istemektedir. Bunun için de harekete geçmiş bulunmaktadır. Onun içindir ki, doğrudan müdahalede bulunarak PKK’ye karşı yürütülen savaşın arkasında asıl olarak kendisinin 4 olduğunu gizlemez bir duruma gelmiştir. PKK’yi açık düşman ilan etmesinin ardından, Büyükelçisinin BDP’yi tehdit etmesi ve siyasal soykırımı uluslararası alana taşırmış olmasının nedeni de bu gerçekliktir. Türk devleti de özel kirli savaşını topyekûnleştirerek; Güney Kürdistan Yerel Hükümetini de yanına alarak Irak, İran ve Suriye devletiyle birlikte ortak bir plan etrafında birleşerek bunu sağlamaya çalışmaktadır. İran, Türkiye, Suriye ve Irak’ı da içersine dahil etmeye çalıştıkları anti-Kürt ittifakı devreye konulan topyekûn özel savaşın bölgesel düzeye çıkarılmış halini iade etmektedir. Tüm bu saldırılar da yoğunlaştırılan psikolojik savaş ortamında yürütülmektedir. Yürütülen bu psikolojik savaş ile gerçekler ters-yüz edilerek, özel-kirli savaşa zemin yaratılmak istenilmektedir. Bunun için de şimdiden harekete geçilmiştir. Meşru savunma direnişimize karşı başlattıkları karalama kampanyalarının nedeni de bu gerçekliktir. Bu kampanyalarla direnç noktalarımız kırılmak istenilmekte ve yeni soykırım politikasının önündeki engeller ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır. Önder Apo’nun ilanını gerçekleştirdiği dördüncü döneme böylesi koşullarda girilmektedir. O nedenledir ki, dördüncü dönemin temel özelliği olan “varlığını koruma ve özgürlüğü sağlama” her türlü saldırıyı boşa çıkarma, kazanımları koruma ve yeni mevziler elde etme mücadelesinin yükseltildiği bir süreç olmakla birlikte, saldırıların daha da yoğunlaşacağı ve buna karşı verilecek kıyasıya bir mücadele dönemi olma özelliğini de taşımaktadır. Çünkü bu dönemde düşman daha direkt yönelimler ve daha sinsi planlar çerçevesinde sonuç almak isteyecektir. Bunun için de Erdoğan’ın dediği gibi son 25 yılın tüm saldırı araç ve yön- STÊRKA CİWAN temlerinin yanı sıra yenileri de devreye konulacaktır. Legal saha üzerinde oynanan oyunlar daha da derinlikli ve kapsamlı sürdürülecektir. Sadece Legal sahada değil 2003 ihanetçiliği örneğinde de görüldüğü gibi hareketimizi bölme arayışlarını daha da derinleştirerek yeniden devreye sokmak isteyeceklerdir. Diğer yandan başta din olmak üzere demokrat-sosyalist çevrelere ait olması gereken argümanlar kullanılarak her türden ideolojik saldırı ve manipülasyon araçları devreye sokulacaktır. Askeri ve siyasal alanda yenilgi yaşayan TC; bu yenilgilerin intikamını almak için en etkili ve kısa sürede sonuç alıcı askeri yöntemleri devreye koyacaktır. Son yaşananlar ile AKP ve TSK oylamalarında vermiş olduğu fireler bölünme mesajları olarak değerlendipaniklemiş durumdadır rilmektedir. Son dönemlerde gerilla KCK operasyonlarından istedikleri sahasında ortaya çıkan eylemler ve bu sonucu alamamanın çılgınlığı ile faili eylemlerin iç bölgelerde-Karadeniz’de meçhulleri derinleştireceğe benzemek- olması karşısında TSK oldukça patedir. Bütün bu gelişmelere bağlı olarak niklemiş görünmektedir. İlker Başbuğ Önderliğimizin Türkiyelileşme proje- bu eylemler karşısında PKK’yi yok sinin boşa çıkarılması için AKP hükü- etmekten çok ‘TSK kendini savunacak meti tarafından neler yapılması öngö- güçtedir’ demektedir. Öyle görülüyor rülmüşse onlar yerine getirilmek iste- ki kendini korumaya geçmiş bir devlet necektir. Önderliğimizin ve hareketi- ve hükümetin paniklemiş saldırganlığı mizin çözüme yönelik tüm adımlarının ile karşı karşıyayız. Her panikleme karşısında konumlandırılan AKP’ye hali gözü kara hareket etme anıdır bu temelde verilen rol oynatılmaya aynı zamanda. Diğer yandan her paçalışılacaktır. AKP’de bu temelde, dev- nikleme anı panikleyen gücün kaylet-iktidar-yargı-ordu vb. her yerde betmeye en yakın olduğu zamanı ifade kendisini konumlandırmaya çalışmak- eder. Bu da bilinçli ve örgütlü güçlerin tadır. Bunun için de sürece siyasal- arayıp da bulamadığı fırsatları ortaya kültürel soykırım damgasını vurmak- çıkarır. Koşullar Lenin’in “ne bir gün tadır. Bu soykırımın faili de AKP eliyle önce ne de bir gün sonra” dediği Rus TC olmaktadır. Fakat son 1 Mayıs Devrimi günlerine benzemektedir. Eylemliliklerinde ortaya çıkan tabloda Mücadelemiz karşısında çöken TC, da görüldüğü gibi AKP’nin politikaları ‘hasta adam’ Osmanlı devleti gibi ulussadece Kürdistan’da değil Türkiye ge- lararası güçler tarafından ayakta tunelinde de tutmamaktadır. Erdoğan tulmaktadır. Çöken devlet kendi içinde onun için bu tablo karşısında oldukça önemli çatlaklar yaşamaktadır. Bu çööfkeli görünmektedir. Davutoğlu Gü- ken devleti ayakta tutmaya çalışan neyli güçlere acil harekete geçilmesi güçler de kendi aralarında savaşmakçağrısı yapmaktadır. AKP’nin Anayasa tadır. Bu da Rus ve Fransız devrimi 5 öncesi ya da devrim sırasında yaşanan ulusal ve genel dünya gerçekliğine benzemektedir. İşte bu nedenle Rus ve Fransız devrimcilerinin üstlendiği ulusal ve uluslararası öncülük rolünün bir benzerini PKK üstlenmektedir. Yani artık sadece dar bir ulus sorunu ya da bir devletin varlık-yokluk sorunu olmaktan çıkmış ve dünyayı direkt ilgilendiren bir gücün temsiline ulaşıldığı gerçeği kesin bir şekilde ortaya çıkmıştır. Önderlik, tam da bu noktaya dikkat çekmektedir. Herkese ciddi olma çağrısı yaparken, sürecin ne kadar ciddi olduğunu göstermektedir. Şimdi bu ciddi dönemin öncülüğünü yapma zamanıdır. Dönemin temel taktiği olan serhildanları ve meşru savunmayı daha zengin kılarak taktik ustalığa kavuşturma ve öz savunmayı geliştirme zamanıdır. Özgürlük Mücadelemizin öncü güçleri olan kadın ve gençliğin rollerini tüm gerçekliği oynama zamanıdır. Topyekûn özel-kirli savaşın bölgesel bir karaktere dönüştürülmeye çalışıldığı böylesi bir süreçte, mutlaka başarıya ulaşmak için mücadeleyi daha da yükseltme zamanıdır. *** Hezîran 2010 STÊRKA CİWAN S İ Y A S A L 1 Haziran Atılımı’nı Doğru Anlamak Serxwebûn’dan “Gerilla direnişi de öyle çok imkânlar ortamında, birçok güce, fırsata dayanarak, içten ve dıştan çok fazla destek alarak yürütülen bir direniş olmadı. Belki ilk önderliksel doğuşa göre biraz daha avantajlıydı. Çünkü koşulları aydınlatan, yol gösterici olan bir felsefik, ideolojik, politik çizgi vardı, bu çizgi etrafında oluşmuş bir parti vardı.” Hezîran 2010 1 Haziran Özgürlük Atılımımızın yeni bir yıldönümüne girerken, öncelikle bu atılımın hazırlayıcısı ve yaratıcısı olan Önder Apo’yu selamlıyor, tüm atılım şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyoruz. İç ve dış gericiliğin birleşerek saldırdığı ve artık Kürdistan Özgürlük Hareketi’ni yok edeceğine dair kendini inandırdığı bir ortamda büyük bir çıkış yaparak bu altı yıllık süreçte önemli sonuçlar ortaya çıkartan direnişi yaratan tüm özgürlük mücadelesi güçlerini, halkı, gençleri, kadınları başarılarından dolayı kutluyoruz, selamlıyoruz. Gerçekten de onlar bütün hesapları bozdular. En zor ortamlarda yeniden başlangıç yapma ve mücadeleyi geliştirme gücünü gösterdiler. Kürt halkının mevcut inkâr ve imha sistemi temelinde yok edilemeyeceğini, özgürlük ve demokrasi hareketimizin tasfiye edilemeyeceğini, Kürt halkının özgür ve demokratik yaşamdan başka her hangi bir yaşamı kabul etmeyeceğini herkese gösterdiler. Bu yeniden büyük bir çıkış oldu. Özgürlük mücadelemizin bir kere daha kendini güçlü bir biçimde kanıtlaması oldu. 1 Haziran 2004 Atılımı, Özgürlük Hareketimizin genel plânda bu üçüncü büyük çıkışı, pratik direniş anlamında ise 15 Ağustos Atılımı’ndan sonra ve onun yirmi yıl sonrası gerçekleşen ikinci büyük direniş hamlesi olarak halk tarihimizde, mücadele tarihimizde yer aldı. Kürdistan’daki koşulların öngördüğü gelişme tarzını ve diyalektiğini bu durum bir kere daha 6 bize gösterdi. Bütün eksiklikleri ve hatalarına rağmen bu atılım Önderlik çizgimizin, Apocu çizginin başarılı bir uygulaması oldu. Önder Apo her zaman şunu söyledi, “PKK’li olmak her gün yeni başlangıçlar yapabilmektir” dedi. Kürt halkı taktik plânda her gün yeni yeni eylem biçimleri, tarzları ortaya çıkardığı gibi, stratejik plânda da 1 Haziran Atılımıyla her türlü imha ve tasfiye amaçlı konseptlere karşı yeni başlangıç yapabileceğini netçe ortaya koydu. Dolayısıyla Önderlik çizgimiz hem mevcut gelişmeleri bir kere daha yönlendiren oldu, hem de bu pratikle doğruluğu bir kez daha kanıtlandı. Birinci önderliksel doğuş Kürt halk tarihinin en büyük özgürlük çıkışıydı Parti ve mücadele tarihimizin genelde üç büyük çıkışı var: Birincisi, ideolojik çıkıştı. Buna önderliksel doğuş da diyoruz. İnkâr ve imha sistemine karşı Kürdistan üzerinde hüküm sürdüren, askeri işgal, ekonomik-siyasi sömürgecilik ve kültürel soykırıma karşı özgür ve demokratik yaşam için direnme bilincinin, ruhunun, bilgisinin ve örgütünün ortaya çıkartıldığı süreçti. Kürt halk tarihinin belki de en büyük özgürlük çıkışıydı. En zor koşullarda, herhangi bir fırsata, imkâna dayanmak bir yana, ciddi bir tarihsel mirasa sahip olmadan, koşulların genel planda hemen hemen bütünüyle olumsuz olduğu bir ortamda, sadece insan bilincinin, erdemi- STÊRKA CİWAN nin gücüne, gerçeğine dayanarak büyük bir düşünsel ve pratik emekle ya ra tı lan bir çı kış ol du. Bu nun 1970’lerde gerçekleştiğini biliyoruz. Önderliksel çizginin uzun ve çelişkili bir mücadele ve hazırlık süreci içerisinde 1970’ler başındaki Türkiye ve Kürdistan’ın çok çatışmalı, çelişkilerinin derinleştiği bir ortamda oluştuğunu, doğuş yaptığını, Kürdistan’ı aydınlatarak Türkiye ve bölgedeki gerçeği daha doğru ve anlaşılır bir duruma getirdiğini biliyoruz. Bu büyük çıkış bir aydınlanma hareketiydi. Kürdistan gerçeğini aydınlattı, Kürdistan üzerinde oluşan gericilik yumağını çözümledi. Bu temelde bu gericiliğe karşı duracak, onun dışında yaşayacak, ona karşı mücadele edecek insanı ve örgütü yarattı. Büyük bir devrim hareketi olarak doğup gelişme sağladı. İnsanı ruhuyla, duygusuyla, bilinciyle, davranışıyla bir yaşamdan başka bir yaşama çekerek yeniden yarattı. Kürt toplumunu işgal ve sömürgecilik altında oluşan değer ölçülerinden, yargılarından tamamen çıkartarak özgür ve demokratik yaşamın ölçü, anlayış ve yargılarıyla donatıp yeniden yarattı. Gerçek anlamda özgür toplum dirilişini sağladı. Bunun sonuçları felsefi, ideolojik ve siyasi çizgi olarak önderliksel doğuşun gerçekleşmesi oldu. Bu temelde bir ideolojik gruplaşmadan giderek halkın özgürlük mücadelesine öncülük eden bir partileşmenin yaratılması sağlandı. Önderlik ve parti öncülüğünde Kürt halkı ‘70’lerin sonunda Önderlik çağrısına olumlu yanıt vererek bir kitlesel başkaldırı sürecine girdi. Kısaca bu ilk çıkış bütün zorluklara, zayıflıklara, engellere, olumsuz koşullara ve bunların yarattığı hatalara, eksikliklere rağmen başarılı sonuçlar veren bir çıkış oldu. Burada şunu bir kere daha ve açık söylemekte yarar var. Önder Apo hep bu döneme dikkat çekti. Önderlik gerçeğini, PKK gerçeğini, Kürt özgürlük ve demokrasi mücadelesini anlamak isteyenler için doğru bilince ulaşmanın yeri olarak bu dönemin anlaşılmasına dikkatleri çekti. İlk doğuşu, başlangıcı, Kürdistan’da özgür ve demokratik insan ve toplum duruşunun ilk çıkışını doğru anlamayı, bugün yaşanan mücadelenin doğru ve yeterli anlaşılması açısından önemli gördü. Şimdiye kadar yaşanan bütün gelişmelerin temelinde esas itibariyle bu başlangıcın yattığını hep vurguladı. Bunu bizim için söyledi; bu mücadelenin sahipleri, militanları, fedaileri olmak isteyenler için böyle bir anlam derinliğine ulaşmanın başarı için şart olduğunu ifade etti. anlamak, mevcut durumu böyle bir bakış açısıyla ele almaksızın değerlendirmeye çalışmamak lazım. Çünkü öyle yapılırsa gerçek çarpıtılır, olgu tersyüz edilmiş olur. Bu da gerçekleri doğru ve yeterli bir biçimde ele almayı, anlamayı, dolayısıyla doğru yaklaşım geliştirmeyi önler. Hata, yanlış ve yanılgı yaratır. Bu nedenle Önderliğimizin bu vurgusunu her zaman hatırlamamız, öngördüğü biçimde parti ve mücadele gerçeğimizi, Önderlik gerçeğimizi doğru ve yerinde değerlendirmemiz herkesten çok bizim için gerekli oluyor. Mücadele tarihimizin, Özgürlük Hareketimizin ikinci büyük çıkışı bilindiği üzere 15 Ağustos 1984 Gerilla Atılımıdır. Birinci çıkışın ideolojik esasları üzerinde olması yanında, bu ikinci büyük çıkışın askeri yanı İkinci büyük çıkışın askeri yanı başattır, öndedir, esastır. Bir gerilla çıkışıdır. Birinci partileşme hamlesibaşat bir gerilla çıkışıdır nin ortaya çıkardığı sonuçları ezip Yine dostlarımız için, halk için tasfiye edebilmek için inkâr ve imha söyledi; Önderlik ile PKK gerçeği- sisteminin geliştirdiği 12 Eylül fanin doğru ve yeterli anlaşılmasının, şist askeri darbesine karşı Kürt haldolayısıyla onunla doğru dostluk, kının özgürlük ve demokrasi çizgisempatizanlık, taraftarlık ilişkisi içi- sinde gerilla direnişi geliştirme sürene girilmesinin, bu dönemin yeterli cidir. Evet, bir askeri direniştir, ama anlaşılmasından geçtiğini ifade etti. birinci çıkışla, yani ideolojik doğuşAynı şeyi Önderlik ve PKK düşman- la bütünüyle iç içe geçmiş, onun praları için de söyledi; bize karşı düş- tikleştirilmesi olan bir çıkıştır. Yani manlık yapmak isteniyorsa bunun da dar, başka ülkelerde, toplumlarda gerdoğru yapılabilmesinin koşulunu bu çekleştiği gibi sadece askeri boyutilk doğuş sürecinin doğru, gerçekçi, ları olan bir çıkış değildir. 15 Ağushiçbir çarpıtmaya ve kendini aldat- tos Atılımı, gerilla temelinde Öndermaya yer vermeden anlaşılması ge- lik çizgisinin, onun içerdiği felseferektiğini Önder Apo her zaman be- nin, ideolojinin, siyasetin, örgüt ve lirtti. Bu nokta önemlidir. Bugün yaşam tarzını Kürt halkına, emekçiüçüncü büyük atılımın yedinci yılı- sine, kadınına, gencine, gerilla tarna girerken, elbette bütün süreçlere zıyla ulaştırılmasını, dolayısıyla uluyön veren bu ilk başlangıç çıkışıdır. sal demokratik devrimin birey ve Hala kendini yenileyip somut koşul- toplum şahsında derinliğine geliştilara göre yeniden şekillendirerek bu- rilmesini öngören, ifade eden ve gergünün mücadelesinin gelişmesini canlı çekleştiren bir çıkıştır. Askeri boyut olarak yönlendiriyor. Bundan asla saldırıları önlemeye ve kendini sakuşku duymamak, bu gerçeği doğru vunmaya dönüktür. Önder Apo’nun 7 Hezîran 2010 STÊRKA CİWAN geliştirdiği ideolojik ve politik çizginin topluma ulaştırılmasının başka her hangi bir yol ve yöntemi kalmamış olmasıyla ilişkilidir. Şunu çok iyi biliyoruz, başka bir yol ve yöntemle Apocu ideolojik-politik çizgi Kürt insanına, toplumuna ulaştırılabilse, insanlar bu temelde bilinçlendirilip, eğitilip örgüt ve mücadeleye çekilebilseydi, inkâr ve imha sisteminin yarattığı rejim buna izin ve fırsat verseydi elbette o zaman silahlı direniş hiçbir şekilde gündeme gelmeyebilirdi. 15 Ağustos, gerilla atılımı biçiminde bir direniş olmayabilirdi. Başka yol ve yöntemlerle bu ikinci büyük hamle yürütülebilirdi. Önderlik çizgimiz buna açıktı. Parti örgütlenmemiz böyle bir çizgi temelinde geliştirilmişti. Fakat çok iyi biliniyor, Birinci Dünya Savaşı ardından Kürdistan üzerinde oluşan inkâr ve imha sistemi normalde ideolojik, siyasi çalışma yürütmeye fazla açık olmadığı ve izin vermediği gibi, bir de 12 Eylül 1980 faşist askeri darbesi bu koşulları tümden ortadan kaldırmıştı. 12 Eylül faşist askeri rejimi koşullarında ulusal demokratik düşünceyi, bilinci, anlayışı, yaşamı temsil edebilmek, yaşatabilmek, ve bunları topluma taşıyabilmek, örgütleyebilmek için, 15 Ağustos Atılımında olduğu gibi, silahlı gerilla direnişinden başka her hangi başka bir yol kalmamıştı. Bu gerçeği de bütün yönleriyle ve çok ayrıntılı bir biçimde Önder Apo değerlendirdi. Aslında herkes görüyordu; artık 1980’ler ortamında Kürdistan üzerindeki sömürgeci egemenliğin karakteri de, Kürdistan’ın, Kürt halkının, Kürt toplumunun içinde bulunduğu durum da çıplak gözle görülebilecek kadar açık ve aydınlık hale getirilmişti. Belki 1970’lerin başı bu bakımdan bulanıktı, muğlaktı, sömürHezîran 2010 geci terör ve soykırım rejimi kendisini demokrasi söylemiyle gizlemeye, bazı sivil kurumlaşmalarla maskelemeye çalışmıştı. Bu bakımdan karanlık durum, maskelilik, muğlaklık, örtbas etme o zaman önemli ölçüde vardı. Fakat bu durumu birinci partileşme hamlesi, yani önderliksel doğuş süreci giderdi. Karanlıkları aydınlattı, çarpıtmayı düzeltti, muğlaklığı ortadan kaldırdı, büyük bir aydınlanma devrimi yaptı. Tersyüz edilmiş durumları, baş aşağı edilmiş durumları ayağı üzerine dikerek gerçekleri netçe ortaya çıkardı. Zindan direnişinden alınan güçle 15 Ağustos Atılımı gerçekleştirildi ‘80’ler sürecine gelindiğinde öyle çok görünmeyen, bilinmeyen, halen maskeli, örtülü olan pek fazla bir şey kalmamıştı. Buna bir de 12 Eylül faşist askeri darbesi ve bu temelde gelişen katliam rejimi eklenince, artık Kürdistan’da yaşananları da, onun karşısında ulusal kimliğiyle özgür ve demokratik yaşamanın nasıl olacağı da çok büyük ölçüde açıklık ve netlik kazanmıştı. Bunu herkes görüyordu. Aslında 12 Eylül sonrasını anlamak, değerlendirmek öyle çok zor değildi. Gerçekler kendisini çok yalın bir biçimde insanın gözüne sokacak denli açık ve saldırgandı. Fakat bir nokta önem taşıyordu; gerçekler böyle yalın olmasına rağmen, o gerçekleri olduğu gibi görmek, sahiplenmek, ifade etmek, o gerçeklere göre kendini aldatmadan tutum ve tavır geliştirebilmek ve bunun cesaretini, yürekliliğini, fedakarlığını gösterebilmek önemliydi. İşte burada birçok yanlış ortaya çıktı. Kendini aldatanlar, çok çıplak gözle görülebilecek kadar yalın hale gelmiş gerçekleri yok saymaya çalışanlar, bile 8 bile olay ve olguları tersyüz etmeye çalışanlar oldu. İşte böylelerinin çok olduğu bu ortamda, bu yalın gerçeği kapsamlı değerlendirmelere tabi tutma, onu çözümleme kadar, onun karşısında özgür ve iradeli insan duruşunun nasıl olması gerektiğini ortaya koyma ve bunu temsil etme gücünü, cesaretini, fedakârlığını Önder Apo gösterdi. Dolayısıyla PKK hareketi 12 Eylül faşist askeri rejimine karşı 15 Ağustos şanlı gerilla atılımının başlatılması ve yürütülmesi gücünü ortaya çıkardı. PKK’nin ilk çıkış hamlesinden ve onu zirveye taşıyan büyük zindan direnişinden aldığı güçle inkâr ve imha rejimine karşı 15 Ağustos büyük atılımını gerçekleştirme gücünü gösterdi. Tıpkı ilk felsefik, ideolojik çizgi doğuşu, önderliksel doğuş gibi, Kürdistan’da 12 Eylül faşist askeri rejimine karşı gerilla hamlesini yürütmenin de ciddi zorlukları, engelleri, zayıflıkları söz konusuydu. Gerilla direnişi de öyle çok imkânlar ortamında, birçok güce, fırsata dayanarak, içten ve dıştan çok fazla destek alarak yürütülen bir direniş olmadı. Belki ilk önderliksel doğuşa göre biraz daha avantajlıydı. Çünkü koşulları aydınlatan, yol gösterici olan bir felsefik, ideolojik, politik çizgi vardı, bu çizgi etrafında oluşmuş bir parti vardı. Önderliksel doğuş gerçekleşmişti. Kürdistan koşulları bir kere daha 20. yüzyılın son çeyreğinde netçe aydınlatılmıştı. Bu durum insana bilinç, güç, cesaret veriyordu; iddia ve irade kazandırıyor, bir çekim merkezi olma rolü oynuyordu. Doğru ile yanlışın, iyi ile kötünün, güzel ile çirkinin, özgür yaşam ile köleliğin ne olup olmadığının netçe ayrıştırılması ve anlaşılması bu temelde açığa çıkmış ve mümkün hale gelmişti. Bunları küçümsememek lazım. Dolayısıyla gerilla atılı- STÊRKA CİWAN mının elbette en zor olan aydınlatmanın gerçekleşmiş olmasına dayanma, ondan güç alma durumu vardır ve bu da önemli bir güçtür. Bu bakımdan gerilla kendi başına, baskı ve katliamlar, zulüm ve işkence var diye ona bir tepki olarak ortaya çıkmış değildir. Kürdistan’da işkence, baskı ve katliamlar karşısında tepki hareketleri Birinci Dünya Savaşı ardından gelişen süreçte, 20. yüzyılın ortalarında yaşandı. Önce Kuzey’de, Doğu’da, sonra Güney’de bu tepkiler Kürdistan’ın bütün parçalarında ortaya çıktı ve bunlar ezildiler, imha edildiler, katledildiler. Artık 197080’ler Kürdistan’ında inkâr ve imha sisteminin geliştirdiği katliam ve baskıya, işkenceye karşı tepkisel çıkış yapmanın maddi koşulları tümüyle ortadan kalkmış, yok olmuş durumdaydı. Bu bakımdan şunu bilmek lazım: 15 Ağustos Atılımı da tıpkı ilk önderliksel doğuş gibi, kendiliğinden veya bazı zorlamaların sonucunda sadece baskı ve katliamlara karşı tepki biçiminde ortaya çıkan bir gelişme ve hareket değildir. Tersine ideolojik-politik çıkış gibi, gerilla çıkışı da büyük bir bilince, cesarete, fedakârlığa dayanan, insanın düşünsel ve maddi emeğinin ve çabasının ürünü olan bir çıkıştır. Özgürlük için direnen yeni bir halk ortaya çıkartılmıştır Bu ikinci hamlenin de sonuç itibariyle yaşanmış olan ağır zayıflıklara, hata ve eksikliklere rağmen, bunları yol açtığı kayıplara rağmen, esas itibariyle bazı amaçları, hedefleri gerçekleştirdiği, büyük ve ciddi, kalıcı başarıları Kürdistan’da yarattığı tartışmasızdır. 15 Ağustos Atılımıyla birlikte Önderlik ve Parti çizgisi Kürt halkına, kadınına, gencine, emekçisine, Kürdistan’ın dört par- çasında ve yurtdışında bulunan tüm Kürt insanlarına taşınmıştır. 15 Ağustos Direniş mücadelesinin etkisiyle nerede olursa olsun bütün Kürt insanlarının bilinci, duygusu, ruhu, düşünce sistemi, yaşam ölçüleri ciddi değişiklikler yaşamıştır. Yani ilk atılımda, ilk hamlede bir parti düzeyinde, kadrolar düzeyinde yaratılan, sağlanan yeniden yaratma, yeni insan ve bu temelde parti topluluğu oluşturma düzeyi 15 Ağustos gerilla atılımıyla halklaşmaya dönüşmüş, benzer bir biçimde ruhuyla, duygusuyla, bilinciyle, eylemiyle özgürlük için direnen ve özgür yaşamdan başka hiçbir şey kabul etmeyen yeni bir halk ortaya çıkartılmıştır. 1990’ların başından itibaren gelişen serhıldan hareketi, bunun temsil ettiği ulusal diriliş devrimi böyle bir halk gerçeğinin oluşması ve gelişmesini ifade ediyor. Bu tamamen önderliksel çıkışa bağlı, parti öncülüğünün yarattığı bir sonuç, gerillasal gelişmeyle gerçekleşen bir düzeydi. Demek ki bu ikinci hamlede de özgürlük için temel savunma ve direnme kuvveti olarak gerillanın gelişmesi ve bu temelde özgür yaşam için direnen halk gerçeğine ulaşılması sağlanmıştı. 1 Haziran Atılımı diye tanımladığımız üçüncü büyük çıkış bu gelişmeler üzerinde gerçekleşmiş bulunuyor. Büyük bir halk özgürlük çıkışı olma gerçeğini ifade ediyor. Birinci çıkışın ideolojik karakteri, ikincisinin ise gerilla ve direniş karakterine karşın, bu üçüncü atılımımız, yani 1 Haziran Özgürlük Atılımımız esas olarak siyasi ağırlıklıdır. Kürt sorununun demokratik siyasi çözümünü gerçekleştirmeyi ve bu temelde başta Türkiye olmak üzere İran, Irak, Suriye ve tüm Ortadoğu’nun demokratik devrimi yaşamasını öngören ve hedefleyen bir büyük siyasi mücadelenin geliştirilmesini ifade 9 ediyor. İdeolojik-politik çizgi öncülüğünde ve meşru savunma temelinde Kürt toplumunun özgür ve demokratik yaşama kavuşmasını, bunun için en başta Kürt sorununun demokratik siyasi çözümünün gerçekleştirilmesini hedefliyor. Elbette birinci ve ikinci hamle dönemlerindeki mücadelelerin yarattığı büyük birikime ve güce dayalı olarak gelişmiş bulunuyor. Böyle sıfırdan başlayan, yeni ortaya çıkan bir durum değildir. Bu anlamda nasıl ki önderliksel doğuşla 15 Ağustos Atılımı etle tırnak gibi iç içe geçmiş bir bütünü ifade ediyorsa, 1 Haziran Atılımı da bütün bu kendinden önceki iki büyük çıkışla etle tırnak gibi iç içe geçmiş bütünü ifade etmektedir. Fakat süreç farklıdır, koşullar farklıdır, dolayısıyla mücadelenin karakteri ve hedefleri farklıdır. Birincisinin ideolojik, ikincisinin askeri karakterine karşın, üçüncü atılım sürecimiz siyasi karakterlidir. Buna göre de kendi özelliklerini, ölçülerini, sistemini yaratmıştır. Böyle bir atılımın gerçekleşebilmesi için gerekli olan bütün ideolojik yenilenme, paradigma değişimi, yine stratejik değişim ve örgütsel yeniden yapılanma gerçekleştirilmiştir. 1 Haziran Özgürlük Atılımımız esas olarak siyasi ağırlıklıdır 1 Haziran Özgürlük Atılımı, siyasi mücadele ve demokratik çözüm atılımı böyle bir gelişme, yenilenme, değişim ve yeniden yapılanma temelinde gelişmiş ve gerçekleştirilmiş bir atılımdır. Fakat bu şu anlama gelmiyor: bu atılım diğer atılımların üzerinden gelişti, o zaman ilk iki hamle döneminde önemli gelişmeler, birikimler sağlandı, dolayısıyla 1 Haziran Atılımı çok rahat bir ortamda, imkânlar dahilinde koHezîran 2010 STÊRKA CİWAN laylıkla gerçekleşen bir atılım oldu. Hayır. Böyle değerlendirmek kesinlikle yanlıştır. Kuşkusuz imkânsızlıklar, zorluklar başlangıçta daha fazladır. Bunu her zaman böyle bilmeliyiz. Onun için de 1970’lerin başındaki önderliksel doğuş en zor koşullarda, en ağır imkânsızlıklar altında gerçekleşen bir doğuştur. Fakat bir de şu gerçek var: Başlangıçtaki doğuşlar imkânsızlıklar ve ağır zorluklar ortamında olur, ama ortada her hangi bir birikim olmadığı için de tehlikeler ve tehditler daha sonraki süreçlerde ortaya çıktığı kadar fazla değildir. Buradan baktığımızda 1 Haziran Atılımı elbette daha önceki hamlelere göre daha fazla imkâna ve fırsata sahipti. Önderliksel doğuş vardı, partileşme, gerillalaşma vardı, özgürlüğü için direnen halk vardı, otuz yılı bulan bir mücadele deneyimi, tecrübesi, onun ifade ettiği dersler vardı. Kısaca düşünce vardı, örgüt vardı, tecrübe vardı, maddi-manevi imkânlar vardı, bir miras ortaya çıkmıştı. Dayanılacak, çözümlendiğinde doğruların bulunmasına hizmet edecek, doğru yolu bize gösterecek ve o yolda yürümek için güç verecek bir tarihsel mücadele mirası ortaya çıkartılmıştı. Hezîran 2010 1 Haziran Atılımı sürecinden imkânlar ve avantajlar daha fazladır Bütün bunlar doğrudur. 1 Haziran Atılımı bu bakımdan daha önceki atılımlara göre elbette daha fazla imkâna ve avantaja sahip olan bir atılımdır. Ancak burada da şöyle bir tehdit ve tehlike var: Bu gelişmeler ve birikim, çeşitli yönlerden onu etki altına almak için daha fazla saldırıyı ortaya çıkartmakta, gündeme getirmektedir. Bu bakımdan da baskı ve saldırı anlamında yaşananlar ilk iki dönemdekinden hiç de az değildir, dolayısıyla tehdit ve tehlike başlangıçtakine göre hiç de zayıf veya az bir durumda olmamıştır. Başlangıçta her hangi bir imkân yok, dolayısıyla onu ele geçirmek ve kendi çıkarına kullanmak için her hangi bir saldırı da söz konusu değildir, ama üçüncü hamle sürecinde, 1 Haziran Atılımına giderken var olan, gerçekleşmiş olan birikimleri ele geçirmek, kendi çıkarları için kullanmak üzere çok yönlü, çok kapsamlı müdahalelerin, saldırıların olduğu, bunun da büyük bir emekle, çabayla, kanla, terle yaratılmış olan değerlerin tümden heba edilmesi, yok edilmesi riskini, tehlikesini içinde ta10 şıdığı tartışma götürmez bir gerçektir. Dolayısıyla 1 Haziran süreci de her ne kadar önemli bir birikime, gelişmeye dayalı olarak gerçekleşse de, zor koşullarda ortaya çıkan, büyük zorluk ve engellerle boğuşarak, onlara karşı mücadele ederek gerçekleştirilen bir atılım olmuştur. Bu gerçeği de böyle bilmemiz ve görmemiz lazım. Böyle ele almazsak 1 Haziran Özgürlük Atılımını bu güne bakarak şu kadar gelişme var, düşman bu kadar geriletilmiş, örgüt, mücadele, halk böyle bir etkinlik kazanmış, o zaman demek ki işler iyi gidiyor, ciddi bir tehdit, tehlike olmamış, zorluklarla, zayıflıklarla mücadele edilmemiş, her şey imkânlar ortamında rahatlıkla yürütülmüş sanırız ki; bu sanı, içinde girilebilecek en büyük hata ve yanılgı olur. Gerçek öyle değildir, o yaklaşım gerçeğin saptırılmasını ifade eder. İkincisi, böyle sanmak, kendini gerçeklerden kopartmayı, yanıltmayı ifade eder ki, şimdi koşullar elverişli, imkânlar fazla, güç büyük de olsa, bu koşulları, imkânları, gücü doğru değerlendirmemeye götürür. Onları doğru anlamamak, doğru değerlendirmemek, dolayısıyla çarçur etmek, heba etmek, kazanma sürecine girilmiş bir durumdayken kaybetmek gibi bir riski ve tehlikeyi beraberinde getirir. Bu duruma da kesinlikle düşmemeliyiz. Bu bakımdan 1 Haziran Atılımının da, pratik olarak ikinci büyük atılım, genel mücadele tarihimiz olarak üçüncü çıkış, üçüncü atılım diye tanımladığımız bu büyük atılımının da doğuş koşullarını, önünde var olan zorlukları, engelleri, bunları aşıp gideren mücadele gerçekliğini ve bugüne kadar nasıl bir direniş ve mücadeleyle, ne tür bir cesaret ve fedakârlıklar yaratıldığını iyi görmemiz, anlamamız, değerlendirmemiz gerekli. *** STÊRKA CİWAN Ş E H İ T L E R DOĞRU EYLEM VE ANLAYIŞIN SEMBOLLERİ ZİLAN VE SEMA YOLDAŞ RojaCiwan “Zilan ve Sema yoldaşlar, mücadelemiz açısından sürekli bir şekilde tekrar tekrar ele alınıp öğretilerinden sonuç çıkartılması gereken kutsal öncülerimizdir. Dökülen kanlarla yaratılan değerlerimizi sahiplenmek ancak ve ancak onların yarattıklarını doğru anlamak ve sahiplenmekle olacaktır” “Zilan bir şimşektir, çaktı aydınlattı” diye tanımlamıştı Parti Önderliği Zilan arkadaşın eylemini. Zifiri karanlıklarda yüksek enerji gücüyle karanlığı delen, aydınlatan bir güç olarak yorumlamıştı. Zilan yoldaşın eylemini, dayandığı tarihi temellerle anlamak, bunun bilincine varmak, bu aydınlığa adım atmanın başlangıcı olmaktadır. Tarihsel gelişmeler tarihsel kahramanlıkları doğurur. Tarihsel kahramanlar da eylemsellikleri ve anlamlarıyla tarihsel gelişmelere ivme kazandırır, karanlıkta çakan şimşek misali aydınlatıcı rollerini kendi kişilikleriyle somutlaştırırlar. İnsanlık tarihi bu en temel diyalektik gerçeğin çarpıcı örnekleriyle doludur. Tarihe yön veren kahramanların salt ait oldukları halk, sınıf ya da cinsin sembolleri olmadıkları, insanlık gelişimine hizmet ettikleri oranda ilerici insanlığın nadide sembolleri olmayı başardıkları da bir gerçektir. Sembolleşme gücünün tutkulardan, yaşam arayışlarından, amansız mücadelecilikten, akıl sınırlarını zorlayan direniş ve kahramanlıktan, yaşama yön veren ideolojikpolitik doğrultudan ve buna kendini bir bütünüyle yatıran adanmışlıktan alındığı ise çarpıcı olan bir diğer gerçektir. Kahramanlık olmazın dayatıcılığına karşı olabilirliği ispatlamak uğruna, yaşamını feda etmek de dahil olmak üzere her türden mücadeleyi başarıyla yürütmekse, otuz yıllık Apocu hareketi ve mücadelesini tarihin tanık olduğu belki de en büyük kahramanlıklar arasında sıralamak yerinde olacaktır. Kendisi bir kahramanlık çizgisi olan Apocu çizgi, zirveleşmesini yarattığı 11 akıl almaz kahramanlıklarla gerçekleştirmiştir. Bu çizgi, kahramanları doğururken, yaratılan kahramanlar da çizginin derinleştirilmesinin en temel dinamiği olmuştur. Bu yüzden Apocu hareket, tarihi boyunca karşılaştığı her kahramanlık eyleminde duygusal, anlık, dönemsel yaklaşım yerine, kahramanların eylemleriyle vermek istedikleri mesaj, talimat ve emirleri en güçlü anlamlarla karşılamayı esas alarak, yaratılmak istenilenin emredici gerçeğini doğru anlayıp yaşamsal kılarak hem doğru cevap olmayı, hem de hedeflenenin başarılması andını temel almıştır. Kahramanlar, ölümün üzerine korkusuzca, tereddütsüzce gidişlerinin gücünü Apoculuğun bu en ayırt edici özelliğinden almışlardır. Büyük şehitlerimizin vasiyetlerinde de bizzat belirttikleri gibi “Şehide en fazla bağlı olanın Önderlik gerçeği olduğunu” her an hissetmeleri, ölüme meydan okumalarının temel dayanağıdır. Şehitler, kahramanlar ve Önderlik gerçeği arasındaki bu derin bağ, bu yazılı olmayan ama en etkili kanun, çizginin gelişiminin ve çizgiden güç alarak kendini feda etme gücünü göstermenin en temel sebebidir. Büyük kahramanlıklar büyük yönlendiricidirler. Yönlendirme gücünü kapsayıcılıklarından, derinlikli oluşlarından, yaşama biçtikleri anlam ve kavrayış güçlerinden alırken, hedefli ve amaçlı yaşam arayışları tutkulu, ısrarlı gerçekliklerini doğurur. Bu tutkunun aktifleşen enerjiye dönüşmesi ise Önder Apo’nun ifade ettiği gibi şimşek gibi çakıp aydınlatmayı doğurur. Zilan ve Sema yoldaşların eylemleriyle çaktıkları şimşeklerin aydınlatma Hezîran 2010 STÊRKA CİWAN gücünün anlamını yakalamak yaşanan mücadeleye yaklaşımımızı belirleyecek temel gerçek olmaktadır. Tanrıça kültürü üzerinden yaratılan gelişmelerle insanlığa beşiklik eden Ortadoğu gerçeği yüzyıllar sonra da olsa tekrardan tanrıçaların yaratıldığı mesken olmuştur. Zilan ve Sema gerçeğini tanrıçalıkla özdeş kılan Parti Önderliğimiz, bu birlikteliği, bu yüce şehitlerimizde var olan, “cesaret, fedakarlık, zeka, dürüstlük, hiçbir sorun teşkil etmeme ve başarı, yani zafer özellikleri” temelinde ele almıştır. Bu özellikler nasıl ki tarihin ilk aşamalarında insanlığa yön veren en güçlü özellikler olmuşsa, yaşadığımız yüzyıl gerçeğinde de aynı rolü oynayarak büyük yönlendirici olmuşlardır. Bu nedenle tanrıçalaşmış, tanrıça mertebesinde yer almışlardır. Önder Apo’nun öğretisini en derinden kavramışlardı Yaşamı derinden anlayanlar, en derin acı ve duyguları yaşar ve en derininden cevap olma sorumluluğunu hissederler. En güçlü yaşamı yaratma, gerçekleştirme mücadelesine girer ve gereklilikleri anında hissederek buna göre pozisyon belirlerler. Bu özellikleri onları güçlü, yönlendirici ve ölümsüz kılar. Buna dayalı olarak kişilikleri sembol, amaçları tutku, eylemleri emir, vasiyetleri yaşam manifestosu olur geride kalanlar için. Zilan ve Sema yoldaşlarda yaşanan da bunun ta kendisi olmayı başarmaktır. Yaşama biçtikleri yüksek anlam gücü, geliştirdikleri eylemselliklerin temeli olmuştur. Yaşamı, özellikle de Kürt’ün, kadının yaşamını her yönüyle gözlemlemişlerdir. Yaşanan tehlikeleri, yaratılmak istenen değerleri güçlü hissederken, nasıl sorusuna cevap olmayı da başarmışlardır.Yaşamı yaratma ve özgürlük mücadelesi yürüten Apocu hareketin, ideolojik-politik, siyasalaskeri çizgisini oldukça derinlikli inceHezîran 2010 leyen ve hisseden bu yoldaşlar, bu çizgiye dönük saldırıların bilincinde olmak kadar, bu çizgiye girmenin olmazsa olmaz tek özgürlük kanunu olduğunu bilerek gerçekleştirmişlerdir yaşam eylemlerini. Kürdistan’ı, yaprağın dahi kıpırdamadığı bir pozisyondan, tutkulu özgürlük çığlıklarıyla çınlayan bir düzeye getiren Önder Apo’nun öğretisini en derinden kavramışlardır. Bu nedenle, bu büyük yaratıcıya dönük tüm saldırıları da en erken ve en derinden hissetmeyi de yine onlar başarmışlardır. Eylemlerini gerçekleştirdikleri süreçlere tekrardan bakıldığında, bu yakıcı gerçeği görmek mümkün olacaktır. ’96 yılı, başta Parti Önderliğimiz olmak üzere, bir bütün olarak mücadelemizin her alanına yönelik en kapsamlı saldırıların planlandığı, pratiğe geçirilmek istendiği bir yıldır. Emperyalizmin, kendi çıkarları açısından giderek büyük bir tehlike olarak gördüğü Apocu hareketi, başta Önderliği olmak üzere bitirmeyi esas aldığı, Ortadoğu’da halkın öz gücüne dayalı demokratik temeldeki gelişmelerin önüne geçmek istediği, bu amaçla da başta bunun öncüsü Önder Apo’yu tasfiye etmeyi hedeflediği tarihi komplonun başlangıç yılıdır. Saldırı direkt olarak hareketin önderliğine yöneltilirken, diğer yandan da gerillaya imha amaçlı operasyonların düzenlendiği, içte ise Şemdin tasfiyeciliğinin provakatif çalışmalarının ak12 tifleştirilmek istendiği bir yıldır. Olacaksa bir yaşam özgürlük temelinde olmalı Tarihin emrediciliği gelişim çizgisini gösterirken, yaşanan gaflet uykusu ise durağanlığı işaret etmekteydi. Zilan yoldaşın tarihi temellere dayalı bilinci, kavrayışı, bütün bu gelişmeler karşısında nasıl duruş geliştirmesi gerektiğinin anlamlı ifadesi olmaktaydı. Şimşek misali çakarak aydınlatmak, çizgiye çekmek gerekmekte ve “Olacaksa bir yaşam özgürlük temelinde olmalı!” belirlemesi de bu amacın tutkulu ifadesi olmaktaydı. Dış saldırılara karşı imha siyasetini boşa çıkarmanın, 6 Mayıs suikastına cevap olmanın, yok etme dayatmasına karşı varlığını koruma amaçlı meşru savunma yapmanın, tıkanan savaş pratiğinin önünü hamlesel bir taktikle açmanın en etkili eylemini gerçekleştirdi Zilan yoldaş. Oldukça net olan ideolojik doğrultumuza rağmen, bir türlü bunun savaş çizgisine gelmeyen pratik tarzımıza bir cevap oldu eylemiyle. Dayatılmak istenen işbirlikçi çete çizgisinin adeta bombalanarak yerle bir edilmesi gerektiğinin mesajını verirken, bunun ilk eylemcisi de kendisi oldu. Kadının özgür yaşamdaki ısrarının biricik örneği olmayı başarırken, en büyük direnmenin özgür kadın kişili- STÊRKA CİWAN ğinde ısrar olduğunun da somut ifadesi olmayı başardı. Kadını yük olarak görenlere, kadının yenilmemenin ve zaferin teminatı olmanın adı olduğunu ispatladı. Kadının yaşam ve özgürlük arayışının çizgisi haline geldi. Bütün bunların bilincinde olmak, yürekte derinlikte hissetmek, onun yaşama bakış açısının ne olduğunu bizlere açıkça göstermektedir. Sıradan yaşamayan, her gelişmeyi ona yüklediği anlamla tarihi bağlar temelinde çözümleyen, güncelin gerektirdiklerine cevap olmak kadar, geleceğe ivme kazandıran tarihsel büyük bir kahramanlık eyleminin yaratıcısıdır Zilan. Parti Önderliği; “Zilan’da daha teorik, daha ilkeliyken, Sema’da ise sorunlarla daha fazla boğuşmaya ve pratikleşmeye doğru bir tamamlama olayı var” olarak yorumlamış, değerlendirmiştir. Her iki yoldaşın eylemselliklerinde görülen ortaklık, çizgi bütünlüğü, süreci kavrama, Zilan ve Sema dönemin tarihsel tıkanıklıkları aştırma, doğru militan ölçıkışını kavrayıp pratikleştirdiler çülere dayalı duruş belirleme ve tarihsel yakıcı gelişmelere tarihsel çıkışlarla Sema yoldaşın eylemini gerçekleş- cevap olma gerçeğini yaratma gücünü tirdiği koşulları göz önüne getirdiği- göstermedir. Günümüzde tarihsel bir süreçten daha mizde de aynı gerçeği görmek mümgeçilmektedir. Ortadoğu ve Kürtler kündür. ’98 yılı, uluslararası komplonun belki de tarihlerinin en kritik aşamasını pratikleştirilmesini amaçlayan kapsamlı yaşamaktadırlar. Dayatılmak istenenler bir konseptin yürütülmek istendiği bir yıldı. İşbirlikçi çete çizgisinin yürütü- çok açık bir şekilde ortadayken, yapılcüsü Şemdin tasfiyeciliğinin kendisini ması gerekenler de Demokratik Uygarlık zirveleştirmek istediği süreçlerdi. Dış Manifestosu’nda çok açık olarak belirsaldırıların gerillayı imhayı amaçladığı, tilmektedir. Zilan ve Sema’nın emrehalkın yükselen sesinin boğulmak is- diciliği, tam da bu noktada bir kez daha tendiği, zindanda ise tasfiyeci çizginin karşımıza çıkmakta ve bizlere “Çizgiye kendisini hakim kılmak istediği bir sü- gir, doğrultuya gir, doğru pratikleş” tareçti. Diğer yandan Parti Önderliğimizin limatını vermektedir. Onlar, nasıl ki bütün bu gelişmeleri çözümleyip kadın bizler en derin gafletleri yaşarken, kurtuluş ideolojisi temelinde sürece Yaşam Güneşi’nden aldıkları doğru aşama kat ettirmeyi, sıçrama yaptırmayı kavrayışla sürecin en etkili çıkışları olhedeflediği bir yıldı ’98 yılı. Tüm bu mayı başarmış ve yön verici olmuşlarsa, gelişmeler karşısında Zilan gerçeğinde bugün açısından da ancak aynı ruhla, olduğu gibi bir kavrayış ve anlayış gü- doğru kavrayış ve doğru pratikleşmeyle cünün derinliği, militanlığın sorumlu- cevap olacağımızın keskinliğini gösluğu, tarihsel temellere dayalı yaklaşım termektedirler. Zilan ve Sema, kritik gerçeği, Sema yoldaşı da Zilan gerçe- dönemin tarihsel çıkışını kavrayıp bunun ğiyle bütünleşmeye götürmüş, aynı çiz- görev ve sorumluluklarını pratikleştirginin etkili bir kahramanı kılmıştır. mekse, bugün için bu her zamankinden 13 daha fazla geçerlidir. İçinden geçilen sürecin emri bu olurken, mücadele çizgisi de bir o kadar net ve açıktır. Tarihsel saldırıların benzerlikleri, tarihsel kahramanlıkların da benzerliklerini doğurur. Zilan ve Sema yoldaşların kahramanlıkları en etkili saldırılar karşısında gelişmişti. Bugün de karşı karşıya olduğumuz derinleşmiş benzer saldırılar, ancak benzer derinleşmiş kahramanlıklarla aşılabilir. Bu belki eylem biçiminin aynılığıyla olmaz, ama örgütsel bomba, ideolojik-siyasi bomba, moral-üslup bombası, başarı-zafer bombası, beyin-yürek bombası ve tutku, aşk ve özgürlük bombası olarak olur. PKK’yi, Apoculuğu kavramadan PKK adına eylem yapma hakkını kendinde görmeyen bu yoldaşlar, eyleme geçmeden önce PKK’yi her yönüyle kavramayı kendileri için esas almışlardır. Bu yüzden bu eylemleri anlamak PKK’yi ve Apoculuğu da anlamak olmaktadır. Bu yüce kişiliklerin, ait oldukları cins gerçeğinin de bilincinde olarak en fazla çıkış yaptıkları ve yaptırdıkları temel boyut, kadın özgürlük mücadelesi olmuştur. Özgürlük iddiasını tutku ve aşk düzeyinde yaşamak, özgürlüğe ölümüne sevdalı olmak, büyük özgürlük eylemini gerçekleştirme güçlerinin kaynağı olmuştur. Apoculuğun, özgürlük tutkusu ve aşkı demek olduğunu en iyi kavrayanlardır bu yoldaşlar. Kadın özgürlük mücadelesinin kolay yaratılmadığını, adeta damla damla yaratılan bu mücadelenin görkemini, acılarını, sevinçlerini, zaferlerini ve yaratılması gerekenleri en derinden hissederek bunun eylemcisi olabilmeyi bu yoldaşlar başarmıştır. Kadının özgürlük mücadelesinin döl yatağı olan ordulaşma gerçeğini yakıcı bir biçimde görerek, yaratılan değerleri sahipleniş temelinde Hezîran 2010 STÊRKA CİWAN yenilikleri yaratarak ordulaşma ve özgürleşme gerçeğini en güçlü biçimde onlar yaratırken, mücadelemizin çizgisi olmayı da başarmışlardır. Yoğun sancılar ve mücadelelerle gerçekleştirilen kadın ordulaşmasının, kadının ve erkeğin olanca geriliklerine rağmen, başta Önderliğimiz olmak üzere aziz şehitlerimizin amansız fedakarlık, azim ve ısrarıyla yaratıldığı, her geçen gün daha da derinden hissettiğimiz bir gerçektir. Her kuralının, her ilkesinin, her adımının kanla yaratıldığı bu büyük miras, varlığımızın olmazsa olmaz garantisi olduğu kadar, temel güç, moral ve esin kaynağımızdır. Her adımda bunu hissetmemek, inkarın, gafletin ve hatta ihanetin adı olmaktır. Binlerce isimsiz kahramanla yaratılan bu ordulaşma gerçeği, Zilan kişiliğinin zirvesel ve ideolojik olduğu kadar, askeri-taktik düzeyi yüksek eylemiyle daha da anlamlanmıştır. Yüce şehitlerimizin anısı adeta bu eylemle birlikte bir kez daha canlanmıştır. Kadın ordulaşma mücadelesinin geçirdiği her evrede verdiği şehitler ve döktüğü kan özgürlük mücadelesine ivme kazandırmıştır. Bugün açısından çok basit ve sıradan gelen zorlanmaların dahi, zamanında büyük bedellerle aşıldığını bir an olsun unutmamak en temel yaklaşımımız olmak durumundadır. Savaşma hakkını elde etmek için dahi savaşım veren kadının bu ısrarlı, tutkulu yaklaşımına, anlam biçmek kadar, saygıyla karşılayıp sahiplenmek ve ilerletmek de temel bir görevdir. Tüm varlığımızın ve özgürlüğümüzün ana rahmi olarak gördüğümüz ordu gerçeğine farklı yaklaşım, kendini rahimden koparmak olacaktır ki, rahimden kopmanın ölüm olduğunu en basit bir gerçek olarak hep bilinçte tutmak gerekir. Zilan kişiliği bu anlamda ordulaşmanın büyük komutanı olarak kadını yük gören anlayışa karşı, kadının nasıl zaferin teminatı olduğunu Hezîran 2010 göstermenin adıdır. Savaşın, örgütlülüğün, özgürlüğün, aşkın kişiliği olan Zilan kişiliği, ordulaşmamızın en büyük sembolüdür. Kadının da yoldaş olabileceğinin, siyasi-ideolojik güç olmak kadar, askeri ustalıkla büyük taktik de geliştirebileceğinin, savaş ve yaşamın önünü açma gücünü gösterebileceğinin görkemli adıdır. Doğru eylem anlayışının ancak doğru kavrayışla olabileceğinin en somut ifadesi, en somut ispatıdır. Bütün bu özellikleri, Zilan yoldaşın kadın ordulaşması açısından yarattığı anlamların derinleştirilmesinin mesajlarını verirken, bu mesajları en güçlü bir biçimde alan Parti Önderliğimiz bunu bir yaşam çizgisi olarak ele almış ve en fazla da bu şahadete bağlılık temelinde kadın özgürlük çalışmalarına yoğunluk kazandırmıştır. Bu şehitleri sahiplenmek ancak ve ancak onların yarattıklarını doğru anlamakla mümkündür Sema yoldaş kadın özgürlük mücadelesine dönük bitmeyen arayışları, yoğunluklu yaşadığı sancılar, kendisiyle yürüttüğü muazzam savaşım düzeyi, özgürlük mücadelesindeki tutkusu ve ulaştığı netlik düzeyi ile “İki güneş olmaz, yeryüzünü aydınlatan tek güneş vardır” ifadesine ulaşarak bir bütün olarak Apoculuk ve özgürlükte kilitlenmeyi başarmıştır. Kadının ancak tüm beşeri zaaflarına karşı açacağı mücadele ve savaşımla özgürleşebileceği gerçeğini en somut ve yalın bir şekilde dile getirirken, bunun uygulayıcısı olmayı da kendinden başlatmıştır. Yarattıklarıyla, özelde kadının kendi sınıf mücadelesinin sembolü olurken, “Erkek karakterine karşı nasıl cevap olurum?” sorusunun da ifadesi olmayı başarmıştır. ‘98 yılında Önderliğimizin ilan ettiği kadın kurtuluş ideolojisini en erken ve en derinden kavrayarak 14 bu çizgiye girmeyi başarıyla gerçekleştirmiştir. Bugün bile, her ne kadar yoğunluklu etkilensek bile, bir kimlik düzeyinde kendimizde gerçekleştiremediğimiz kadın kurtuluş ideolojisi ve çizgisini kendi kişiliğinin kimliği yapabilme gücünü göstermiştir. Bu eylemleri anlamak PKK’yi ve Apoculuğu da anlamaktır Kadın özgürlük mücadelemizin şehitler ordusunun en belirgin kişiliklerinden olan Zilan ve Sema yoldaşlar, mücadelemiz açısından sürekli bir şekilde tekrar tekrar ele alınıp öğretilerinden sonuç çıkartılması gereken kutsal öncülerimizdir. Dökülen kanlarla yaratılan değerlerimizi sahiplenmek ancak ve ancak onların yarattıklarını doğru anlamak ve sahiplenmekle olacaktır. Kadın hareketi her şeyi kanla öğrenmiştir. Bu gerçeği hiçbir zaman unutmadan, buna denk yaşamak ve savaşmak, buna denk özgürleşme mücadelesi vermek bizi köleliklerimizden, geriliklerimizden temizleyecektir. Haziran sıcağının kavuruculuğunda bir kez daha bu aziz şehitlerimizi anarken, bu kavuruculukta günahlarımızı yakmayı, kendimizi gerçekleştirmeyi esas almak hepimizin temel görevi olurken, şehitlere borcumuzu ödemek de ancak böyle başarılacaktır. Önderliğimizin, “Tarihte kıblegahlar, kutsal mabetler ve onların içinde de kutsal tanrı ve tanrıçalar vardır. Onların ardılları, onların mensupları uygun günlerde bu mabetlere kapanır, secde eder ve yalvarır yakarırlar ‘Affet bizi’ diye. Bu yoldaşlarımız öyle yoldaşlardır. Bir mabede gider gibi huzurlarında eğilecek, af dileyecek ve güç alıp kendinizi temiz kılacaksınız.” belirlemesini temel almak ve çakan bu şimşeklerin, zifiri karanlıklara inat aydınlattığı yolda ilerlemek her zaman için varlık andımız olmalıdır. STÊRKA CİWAN G Ü N C E L TOPLUMU DEMOKRATİKLEŞTİRMEK Sercan AYDIN “PKK deneyimi, tamı tamına militan kişilik yetiştirme üzerine kuruludur. Zira PKK, toplumu örgütlemeden önce kendi kadrolarını eğitme ve örgütlemeye öncelik vermiştir. Bu konuda çıtayı en yükseğe koyarken, Kürdistan devriminin ne kadar zor olduğunu anlatmak istemektedir” Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’nin göz ardı edilen bir yönü olduğunu düşünüyorum hep. Hareketin kendisi, mücadelenin sadece Kürt halkını özgürleştirmekle sınırlı olmadığını aynı zamanda demokratikleştirmeyi amaçladığını söyler. Zira demokratik olmayan bir toplumun özgürlüğü tartışılır. Bu tespitten yola çıkarak özgürlük ve demokrasi arasındaki ilişkiyi açımlayalım. Öncelikle her iki kavramdan ne anladığımızı, anlamamız gerektiğini açımlayalım. Özgürlük, en genel haliyle, bağlı ve bağımlı olmama, engellenmemiş ve zorlanmamış olma halini dile getirmektedir. Demokrasi ise en saf haliyle bir toplumun, kendi yaşamını kendisinin tercihi doğrultusunda sürdürülmesi için kendi doğruları çerçevesinde toplumsal, politik sistemini örgütlemesidir. Elbette toplumun tüm farklılıklarına, azınlık haklarına, tercihlerine saygı duyarak. Bu tanımlara, politikayı da ekleyelim. Zira özgürlük, demokrasi ve politika üçlemesi, toplumsal alanın temel taşları konumundadır. Politik alan, katılan öznelerin kendilerini politika aracılığıyla özgürleştirdikleri alan olarak da tanımlanabilir. Toplumsal politika geliştirmeyen bir toplum, bunun karşılığının özgürlükten yoksunluk olarak kendisine döneceğini, bedelinin kendisine fatura edileceğini bilmesi gerekir. Politika geliştirememek, kendi öz kimliğini, vicdanını, doğrularını savunamamak, bu anlamda kaybetmek demektir. Zaten özgürlük talebi de bu 15 tür toplumlar ayağa kalktıklarında, yani politik mücadeleye atıldıklarında söz konusu olabilir. Politikasız özgürlük istemleri vahim bir yanılgıdır. Toplumsal politikanın en somut hali demokratik siyasettir. Demokratik siyaset yürütmeden toplumun ne politikleşmesi ne de politik yoldan özgürleşmesi mümkündür. Önderliğimizin Demokratik Siyaset Akademilerindeki ısrarı tümüyle bu tespitten kaynaklıdır. Demokratik siyaset, toplumun demokratikleşmesi ve politik yoldan özgürleşmesine giden yolun kilometre taşlarıdır. Tam da burada, özgürlük mücadelesinin göz ardı edilen yönüne işaret etmek gerekir. Kürt toplumunun büyük çoğunluğu, özgürlük mücadelesini imha ve inkâra karşı direniş, kimliğe, dile ve kültüre özgürlük diye anlıyor. Şüphesiz bu doğrudur. Ancak eksiktir. 30 yıllık mücadele Kürt toplumunu politikleştirdi. Özgürlük talebiyle politikleşme iç içe yürüyor. Burada üçlememizin diğer ayağı akla geliyor. Peki ya demokratikleşme? Acaba o da diğer iki alanla iç içe yürüyor mu? Kanaatimce hayır. Şüphesiz bunun derin tarihi, toplumsal sebepleri var. Kitaplara sığacak kadar geniş bir değerlendirmeyi gerektirdiği için, sadece konumuzla ilgisini kurmaya çalışacağız. 30 yıllık mücadele imha ve inkâr politikalarına karşı yürütüldü. Çıkış gerekçesi de buydu. Bugüne kadar süregelen biçim de, aynı gerekçeler doğrultusundadır. İmha etmek isteyen Hezîran 2010 STÊRKA CİWAN sisteme karşı var olma, özgürlüğe ulaşma mücadelesi oldu. Elbette ki önceliği bu şekilde düzenlemek gerekliydi. Somut, meşru, anlaşılır, haklı gerekçeleri olan bir mücadele. Karşınızda sizi imha etmek isteyen bir sistem var. Öncelikle imha tehdidi karşısında toplumu bilinçlendirmek, direnişe geçirmek, örgütlemek ve mücadeleye sevk etmek gerekir. Ki düşman tehdidi çok somut, şiddeti de görünür olduğu için, toplumun örgütlenmesi ve direnişe geçmesi kaçınılmazdır. Bunun için gerekli olan, doğru ideoloji, doğru strateji ve doğru taktik; inançlı, kararlı, bilinçli bir öncüyle birleşirse; problemin büyük kısmı çözülmüş demektir. Şüphesiz zor ve amansız bir mücadeleyi gerektirir bu sonuca ulaşmak için. Ancak daha da zor olan bir mücadele sırada beklemektedir. Toplumun demokratikleştirilmesi mücadelesi. Geleneklerin ağır bastığı, korku, yılgınlık ve yabancılaşmanın yaşandığı bizim Hezîran 2010 gibi toplumlarda demokrasiyi inşa etmenin daha zorlu bir çabayı gerektirdiği açıktır. Bu mücadele, diğer tüm mücadelelerden daha zorlu ve çatışmalı geçecektir. Burada bir kez daha Demokratik Siyaset Akademilerinin zorunluluğuna işaret etmek gerekiyor. Kişiliğin militanlaşmasında PKK deneyimi Özgürlük ve demokrasinin insan indirgemeciliğine düşmesi, en büyük sapmadır. Hem özgürlüğün hem de demokrasinin gerçek anlamı, toplumsal alanda gizlidir. Özgürlüğün gerçek anlamı, biz öteki ayrımını aşan ve herkesçe paylaşılabilen karakterde olmasıdır. Özgürlüğü evrendeki çoğullaşma, çeşitlenme, farklılaşma olarak tanımlamak toplumsal ahlak açıklamasında da kolaylık sağlar. Demokratik siyaset ise özgürleşmenin gerçek sanatıdır. Öy16 leyse bu mücadelenin her neferinin demokrasiyi, özgürlüğü ve demokratik siyaseti özümsemesi gerekmektedir. Toplumu politikleştirecek, özgürleştirecek yegâne yol demokratik siyasettir. Özgürlük hareketinin bu konuda epey mesafe kat ettiği söylenebilir. Ancak bunun yeterli olduğunu söylenemez. Yeterli düzey; özgürlükçü, demokratik, politik bir kişiliğe ulaşmadır. Öncülük; ancak bu aşamada söz konusu olabilir. PKK deneyimi, bu konuda tam bir laboratuar işlevi görür. PKK deneyimi, tamı tamına militan kişilik yetiştirme üzerine kuruludur. Zira PKK, toplumu örgütlemeden önce kendi kadrolarını eğitme ve örgütlemeye öncelik vermiştir. Bu konuda çıtayı en yükseğe koyarken, Kürdistan devriminin ne kadar zor olduğunu anlatmak istemektedir. Önce kadrosunda devrimi gerçekleştirecek, daha sonra topluma indirgeyecektir. Gelişim diyalektiği böyle kurgulanmıştır. Düzenin şekillendirdiği kişiliklerle savaşım, düşmanla savaşmaktan daha öncelikli ve daha zor bir görevdir PKK için. Zira öncülüğüne soyunduğu toplum, egemen devletlerin imha ve inkâr politikaları sonucu olarak yüzyılın en geri toplumu durumunda. Toplum kimliğine yabancılaşmış, ya kendini imha ile tehdit eden egemenlerine benzeşmiş, ya boyun eğmiş, ya da çareyi kimliğinden kaçmakta bulmuş. Bu toplumu ayağa kaldırmanın çok güçlü bir öncülük gerektiği açık. Bu da topluma öncülük edecek kişilikleri yaratmaktan geçer. Özgürlük hareketi ve Önderliğinin en büyük mücadelesi de bu alanda olmuştur. 30 yıllık mücadele ardından toplum ayağa kalkmış, imha ve inkâr politikalarına karşı direnişe geçmiştir. Ancak gelinen aşama, upuzun bir yolun sadece başlangıcı niteliğindedir. Şimdi ise asıl mesele kişiliği, toplumu demokratikleştirmek- STÊRKA CİWAN tir. Bunun daha uzun ve daha meşakkatli bir çabayı gerektirdiğini söylemek zorundayız. Yeni toplum hem bilinçli, hem demokratik, hem örgütlü kişiliklerin öncülüğünde şekillenecektir. Bilmek, öncülük için yeterli değildir! Kişilik savaşımı, özü itibariyle kendine yabancılaşmış, düzenin etkisinde kalmış, mücadelenin gerektirdiği özelliklerden uzak kişiliklere karşı yürütülür. Burada öncelik ‘ben’dir. Yani önce kendinizden başlayacaksınız. Kendinizde kişilik savaşımını verdiğiniz ve başardığınız oranda savaşımı yayacaksınız. PKK önderliğinin yaşamı bu konuda en somut, anlaşılır örnek durumundadır. Kendi içinde düzene teslim olmama, tek de kalsa kendi zeminini esas alma ve başarı için olağanüstü bir sorumluluk ve çabayla halka, örgüte ulaşma. Bunu başarmak şüphesiz çok köklü bir kişilik devrimini gerektirir. PKK önderliğinin yaptığı da bu olmuştur. PKK deneyimi, yeni toplumun öncülüğünü yapacak kişiliklere ulaşmanın yol ve yöntemleri açısından önemli bir alan tutmuştur. Paradigması, örgütlenme modeli ve eğitim sistemi, tam da demokratik topluma ulaşma üzerine kurgulanmıştır. Gidilecek yolun uzun ve meşakkatli bir yol olması, PKK’de kişilik mücadelesinin daha üst bir aşamaya sıçrayarak devam etmesi anlamına gelmektedir. PKK, özgürlük tutkunu, bilinçli kadrolar yaratarak bu yola çoktan girmiştir bile. Zeynep Kınacı, Engin Sincer, Viyan Soran, Nuda Karker bu kadrolardan sadece birkaçı. Mücadeledeki konumları, bilinçleri, bağlılıkları, örgüt ve eylem çizgileri, demokratik toplum paradigmasının gerektirdiği özelliklere denk düşmektedir. Dolayısıyla yeni dönemin kadrolarının bu kişilikleri örnek alması gerekmektedir. Tam da bu noktada, toplumun öncülüğüne soyunanların, olmazsa olmaz kabilinden bazı özelliklere sahip olmaları gerektiğini vurgulamak elzem oluyor. Yeni paradigmanın çok genç -aynı zamanda en eski- olması ve demokratik-komünal toplum üze- rine kurulu olması, gençlik ve kadının öncülüğünün önemine işaret ediyor. Bu dönemin kadrosu olmak her şeyden önce demokratik bilinçle donanmak, örgütlü olmak, militan özelliklere sahip olmak anlamına gelmektedir. Aksi halde gelinen aşamaya çakılıp kalma, haliyle çürüme ve yozlaşma kaçınılmaz olacaktır. Her şeyden önce bu sürecin kadroları, paradigmayı hayata geçirmek için yüksek sorumluluk duygusuna sahip olmalı, sorumluluğu iş yapma becerisi ve yetkinliğiyle birleştirmelidir. Etkisi bu noktada ortaya çıkacaktır. Yetkiyle değil, etkiyle hareket etmeyi esas almalı, yaşamını mücadelenin gereklerine göre örgütlemelidir. Amatör ruhunu korumalı ancak çalışma tarzında profesyonelleşmelidir. Öncülük iddiası olanlar, sadece ideolojiye hâkim olmayı yeterli görmemeli, yaşam tarzıyla da örnek olmayı esas almalıdır. Başka bir tabirle temsil ettiği çizginin, yeni insan tipinin somut yaşam gerçekliği içindeki temsilcisi olmak durumundadır. Kapitalist uygarlığın kirlerine, çıkara ve hileye bulaşmayan, temiz ve sade insan özünü temsil eden gerçekliğine ulaşmak, temel hedef olmalıdır. Sadeleşmek, arınmak, kendi özünü bulmaktır bunun adı. PKK deneyimi, binlerce örnekle doludur. Kaldı ki, 30 yıllık mücadele gerçeği, yaratılan örgüt, militan, toplum gerçeği, son derece elverişli bir konum sunmaktadır. Gençlik bu durumu değerlendirmelidir. Özgürlük hareketinin ortaya çıkardığı değerler birikimi ve deneyimler, öncülük iddiası olanların güç alacağı yegâne kaynak durumundadır. Mazlumlar, Hayriler ve Kemallerin yaşam tarzları, kişilik özellikleri, her kadronun yaşam kılavuzudur. *** 17 Hezîran 2010 STÊRKA CİWAN R Ö P O R A J Her yurtsever Kürt gencinin dağlara akması bir borç ve onur meselesidir - 1 Stêrka CÎWAN “HPG Konsey Üyesi Sayın Bahoz Erdal ile son * TC devleti Kürt Özgürlük Hareketine karşı yeni konseptler peşinde olduğu görülmektedir. Yeni dönemde TC devletinin Kürt Özgürlük Hareketine ve onun yarattığı özgür Kürt’e karşı değişen mücadele yöntemlerini açabilir misiniz? siyasal süreç ve gençliğin bu süreçte üzerine düşen görevler ile ilgili yapılan söyleşiyi üç bölüm halinde vereceğiz” Hezîran 2010 - TC devleti tarafından son 25 yılda Kürt halkına karşı yürütülen savaşta, yoğun şiddet yöntemleriyle binlerce faili meçhul cinayet işlendi, binlerce köy yakılıp yıkıldı; çağın tüm teknolojik imkân ve olanakları kullanılarak Kürdistan coğrafyası boydan boya bir savaş alanına dönüştürüldü. Bu 25 yılda TC dünyada eşine az rastlanır bir devlet terörü uygulayarak sonuç almak istedi. Özellikle 92–98 yılları arasında hem Kuzey’e hem de Güney’e yönelik cumhuriyet tarihinin en büyük askeri operasyonlarını gerçekleştirdiler. Bu amaçla yüz milyonlarca doları bulan büyük paralar harcayarak sonuç almak istediler. Bu anlamda büyük masraflarla yürütülen bir savaş oldu. Yine bölgenin diğer işgalci ve sömürgeci devletlerinin ve uluslararası ittifaklarının da tüm imkân ve olanaklarını bu savaşta seferber ettiğini belirtmek gerekiyor. Bütün bunlara rağmen PKK gerillası öncülüğündeki Kürdistan Özgürlük Mücadelesi yenilgiye uğratılamadığı gibi her gün yeni hamlelerle Kürt halkı bilinçlendi, direndi, örgütlendi ve büyük bir politik güç haline geldi. Devlet şimdi yeni bir karşı hamleyle sonuç alma doğrultusunda yoğun bir 18 yönelim içerisine girmiş bulunmaktadır. Geçmişin yol, yöntem ve araçlarını tamamıyla devreden çıkarmadığı gibi bunlara yeni yol, yöntem ve araçlar da ekleyerek sonuç almak istemektedir. PKK’nın salt şiddet yöntemleriyle tasfiye edilemeyeceğini devlet yetkileri de artık açıkça dile getirmektedir. Türk ordusunun yetkilileri bu konuda son yıllarda açıkça itirafta bulunmaktadırlar. Kürt halkının şiddet, zor ve baskı yöntemleriyle bastırılamayacağı, PKK’nın bu yol ve yöntemlerle tasfiye edilemeyeceği açığa çıktığından dolayı yeni bir konsept geliştirme ihtiyacı duymaktadırlar. Halkımızın PKK öncülüğünde geliştirdiği Özgürlük mücadelesinin son birkaç yılı, devletin bu son konsepti geliştirilmesinde belirleyici oldu. Bütün bu yönelimler karşısında Önder APO şahsında halkımızın barış ve demokratik yol ve yöntemlerle çözüm arayışlarına cevap vermemesi karşısında 1 Haziran Hamlesi geliştirildi. Devletin zor ve şiddet politikalarına karşı Kürt halkı bir kez daha direnme iradesini açıkça ortaya koydu. Özellikle Zap direnişi ve Oramar eylemliliği bu direnişin gücünü dünya âleme açıkça gösterdi. 25 yılık savaşta şiddet ve zor politikası net bir biçimde boşa çıkartılmıştır. Acılı ve tahribatlı olan bir süreçti, ancak bu sürecin sonucunda Türkiye Cumhuriyeti devleti yüz yılık klasik yöntemlerle yani zor ve bastırma yöntemleriyle sonuç alınamayacağını anlamış ve itiraf etmiş bulunmaktadır. STÊRKA CİWAN Esasen TC devleti Kürt demokratik mücadelesini siyasal sahaya kaymaması için her şeyi denemiştir. Bunun için Özgürlük Hareketi’ni dünyanın ismini dahi duymadığımız ülkelerinde terörist ilan etmek için inanılmaz mücadeleler vermiştir. Karalama kampanyalarıyla dediğimiz gibi esasen siyasal arenaya kaymasını engellemek için her türden tavizi vermiştir. Bunun için Türkiye’nin satılmamış bir değerini bırakmamıştır. Ancak Özgürlük Hareketi tüm bu çabaları boşa çıkarmasını muhteşem direnişiyle dost düşmana göstermiştir. Büyük bir iradeyle siyasal arenaya çıkmasını da bilmiştir. Bu direnişin yarattığı sonuçlar devleti yeni arayışlara sürükledi. Özellikle klasik yöntemlerin iflas etmesi ve Kürt halkının iradeleşmesi politik alanda somut sonuçlar ortaya çıkardı. Kürt halkı son 30 yılda siyasal ve örgütsel alanında birçok mevzi kazandı. Mücadele artık bir silahlı direnişin ötesine geçerek bir ulusal örgütlenme ve özgürleşme boyutuna ulaştı. Kürt halkı birçok askeri, siyasi, kültürel mevzi elde etti ve bu mevzileri giderek derinleştirip güçlendirdi. Özellikle 29 Mart 2009 yerel seçimlerinin sonuçları Türk devletinin Kürdistan’da siyasal yenilgisini çok net olarak ortaya koydu. Bir refandum oldu. Şunu herkes gördü; Kürdistan’a AKP değil devlet yüklendi. Adeta herkes AKP’nin başarısı için çalıştı. Buna rağmen Kürt halkı özgürlük hareketinin yanında yerini aldı. Bu durum devleti paniğe soktu. Dikkat edilirse son yıllarda Kürt halkının askeri ve eylemsel direnişinin tehlikesinden daha çok “PKK’nın siyasallaşması tehlikesi” söylemiyle Kürt halkının siyasi bir güç haline gelmesinden duyulan korku dile getirilmektedir. 29 Mart yerel seçimleri Kürt halkının Kürdistan’ın bütün illerinde, ilçelerinde, köylerinde, mahallerinde ne kadar örgütlü ve bilinçli hareket kabiliyeti kazandığını açığa çıkarttı ve bu durum devlet açısından büyük bu bir tehlike olarak algılandı. Şimdi yönelim bir de bu boyutuyla sürdürülmektedir. Bu anlamda devlet zor ve şiddet yöntemleri kadar, siyasi yöntemlerinde de inkâr ve imha siyasetinin boşa çıkarıldığını görmekte ve bunun sonucunda da farklı boyutları öne çıkaran bir yönelim geliştirilmektedir. AKP eliyle yürütülen siyaset ekonomik ve kültürel yönü ağırlıkta bir 19 konsepttir. Kürt halkını yoksullaştırarak, aç bırakarak terbiye etmek ve teslim almak istemektedir. Bir taraftan Kürdistan’da ekonomik olarak bir çökertme operasyonu yürütülüp, Kürt halkının temel ekonomik faaliyetleri işlevsizleştirilip halk yoksullaştırılmaktadır. Diğer taraftan da AKP eliyle gerek işbirlikçi ailelere holdingler kurdurulması, gerekse halkın mikro kredilerle satın alınmaya çalışması biçiminde ekonomik bir operasyon yürütülmektedir. Bütün bu operasyonlardan hedeflenen amaç özgür Kürt iradesini kırmak ve direnen Kürt’ün ruhunu teslim almaktır. Önderlik bu siyasete bioiktidar dedi. Yani insanları güdüleri üzerinde yönlendirerek düşürme siyaseti yürütmek. Bu geçmişten beri güdülmesi gerekenler üzerinde uygulanagelen yol yöntem olmuştur. Bu kadar kirli bir siyaseti AKP yürütmüştür. Tabiî ki Kürt halkı ve Özgürlük Mücadelesi bu yönelimlere yabancı değildir. Özellikle savaş döneminde uygulanan ambargolar, Kürdistan’da tarım ve hayvancılığın tasfiyesi, Kürt halkının yerinden ve yurdundan göçertilerek gittiği yerlerde işsiz ve aç bırakılarak iradesinin kırılmaya çalışıldığına çok tanıklık edildi. Hatta Kürdistan coğrafyasına bir müdahale yapıldı, yapılıyor. Tahrip ediliyor. Yeraltı yer üstü zenginlikleri talan ediliyor. Geleceğe adeta bir şey bırakılmayacak bir biçimde bir sömürü yürütülüyor. Bugün Kürdistan’ın birçok yerinde kendilerince hızlandırılmış maden, petrol arayışlarının altında bunlar yatmaktadır. Bu ekonomik operasyonlar ne kadar sonuç alıcı oldu, bugün kendileri de bunu sorgulamaktadırlar. Kürtler aç bırakılarak terbiye edilebilir mi, satın alınabilir mi noktasında bir tartışma yürütülmektedir. Kürtler ekonomik açlık ve yoksullaştırmayla mücadeleden vazgeçirile bilir mi? Bu artık ciddi Hezîran 2010 STÊRKA CİWAN bir soru olarak sorulmaktadır. Her ne kadar propaganda düzeyinde AKP Kürdistan’daki sorunun bir ‘işsizlik ve açlık sorunu’ olduğunu söylese ve bu yönlü vaatlerde bulunarak belli kesimleri öne çıkarsa da, siyasi planda bunun boşa çıkarıldığını 29 Mart yerel seçimleri çok açık bir şekilde gösterdi. Kürt halkı aç olduğu için değil, kimliği ve iradesi reddedildiği için bu mücadeleyi yürütmektedir. Sorun bir ‘işsizlik ve açlık sorunu’ olarak gündeme taşırılarak çözülemez. Kürt halkının taleplerinin esas olarak kimlik ve özgür irade talepleri olduğu çok netçe açığa çıkmıştır. Bunun için de bu ekonomik operasyonlar boşa çıkarılmaya mahkûm operasyonlardır. * Geçmişte Kürt halkına karşı çok yoğun köy yakma ve yıkmalar uygulanarak halk göçertilmeye çalışıldı. TC bu göçertme politikalarıyla neyi amaçlıyordu ve neleri elde etti? - Kürt halkına yüz yıldır dayatılan diğer bir politika da tehcir yani göçertme politikasıdır. Bu yüz yıllık bir politikanın tekrarıdır: Gerek 20. yüzyıl isyanları, gerek 15 Ağustos sonrası süreçte gerekse de ‘90’ların Serhildanlar döneminde göçertilen Kürtler teslim alınamadı. Hatta günümüzde bunun tersi sonuçlar doğurduğunu kendileri de dile getirmektedirler. Büyük serhıldan dalgası sonrası Kürdistan köylerinin boşaltılması sonrası metropollere göçertilen halkımız değil orada erimek, sisteme teslim olmak tam tersine: büyük bir direniş potansiyeli ve direniş gücü olarak bugün devletin karşısına dikilmektedir. Devlet Kürt’ü toprağından kopararak yurtseverlik bilincinden ve kimliğinden koparabileceğini sanıyordu. Ancak PKK öncülüğünde direnen Kürt, yeni bir bilinç yeni bir ruh kazanmıştır. Bu Hezîran 2010 ruh kendi yurdunu kendisiyle gittiği yere beraber taşıyabilen bir ruhtur. Bu bilinç, kendi kimliğini özgürce yaşama konusunda büyük bir tecrübe, bilinç ve örgütlülüğe sahiptir. Devletin karşısında artık direngen bir Kürt vardır. Bu yönüyle de göçertme politikaları sonuçları itibariyle Türk devletini çok zorlamaktadır. Metropollere göç ettirilen halkımız burada örgütlüğünü sağlamış ve siyasal bilincini geliştirmiş, günümüzde de günlük eylemsellikle bu bilincini ve iradesini ortaya koymaktadır. Bu anlamda göçertme politikası ters tepmiştir. Kürdistan’dan göçertip Türkiye de teslim alma çabası, ortaya mücadelenin Türkiye’nin her tarafına dağılması biçiminde bir sonuç çıkartılmış. Özellikle metropollerde daha çok bilinçlenen, ulusal ve sınıfsal çelişkileri daha net gören, bu anlamda da daha bilinçli, daha güçlü bir direnişinin ortaya çıkmasının beraberinde getirmiştir. Kendilerinin de itiraf etmiş oldukları gibi, metropollerdeki Kürt, kimlik bilincini daha derinden fark eden, kimlik duygusu daha güçlü ve daha radikal bir Kürt’tür. 20 Bu konuda her ne kadar ilk başta baskılardan ve örgütsüzlükten kaynaklı bir geri çekilme yaşanmış gibi görünse de, günümüzde bunun böyle olmadığı daha net görülmektedir. Şimdi yurtsever Kürt kitlesi içinde en örgütlü kitlemizden biri de metropoldeki kitlemizdir. Bunun en bariz göstergesi de son yıllarda gerilla saflarına katılımın en çok metropol kitlesinden gerçekleşmesinde görülmektedir. Bu eskiden de böyleydi ama 2000 süreci sonrası ve özellikle 1 Haziran Hamlesi sürecinde bunlar daha net bir biçimde görülmüştür. Devlet de bunun farkındadır. AKP’nin ‘açılım’ olarak gündeme getirdiği politikalar, daha önce geliştirilen ve sonuç almayan tasfiye politikalarının gözden geçirilmesidir. Ne askeri, ne ekonomik, ne kültürel, ne de siyasi yönelimlerle sonuç alamayınca bu sefer yeni bir saldırı konseptiyle sonuç alınmak istenmektedir. Bugün yaşanalar Kürt’ü açıktan inkâr eden devletin geleneksel politikalarının iflas ettiğinin itirafıdır. Açıktan şiddet uygulayarak, göçerterek ve bastırarak geliştirilen yönelimlerin tepki doğurması ve direnişle karşılanması karşısında, STÊRKA CİWAN Kürt’ün daha sinsi yol ve yöntemlerle zaman içerisinde eritilerek, kimliğinden uzaklaştırarak sonuç almak istenmektedir. Değişen konseptle amaçlarda değil, araçlarda bir değişiklik hedefleniyor. Böylece yüz yıldır uygulanan tenkil ve tehcir politikalarına ek olarak günümüzde bir de kültürel asimilasyon politikalarıyla sonuca gidilmek istenmektedir. * Yeni dönemde asimilasyon politikalarını TC nasıl uyguluyor? Kullandığı yöntemler nelerdir? - Elbette uygulanan asimilasyon eskinin, kaba, yasakçı yöntemleriyle yürütülmemektedir, daha çok çağın iletişim ve etkileşim teknolojisi ve yöntemleriyle geliştirilmektedir. Bu anlamda fazla dikkati çekmeden tepki toplamadan, daha zamana yayılmış, planlı kültürel bir soykırım ve asimilasyon gündemdedir. Bu konuda büyük bir hassasiyet ve duyarlılık yaratılması hayati önemdedir. Zira en tehlikeli soykırım, toplumkırımdır. Belirtilen bu araçlarla ve yöntemlerle gerçekleştirebilecek olanıdır. Önderlik kurbağa örneğini vermekteydi. Sıcak suya birden atılan kurbağanın sudan sıçraması gibi Kürtler de devletin yoğun şiddete dayalı asimilasyon politikalarıyla karşılaştıklarında bunu direniş refleksleriyle karşıladılar. Şimdi ise, daha incelikli, daha sinsi yöntemlerle, zamana yaydırılmış bir asimilasyon ve soykırım politikasıyla bunu gerçekleştirilmektedir. Şüphesiz bu sinsi politikalarının yanında askeri ve siyasi planda geçmişin yöntemleri de devreden çıkarılmamıştır. Fakat 25 yılık direniş ve mücadelesinin yaratmış olduğu tecrübe ve ortaya çıkartılmış olduğu bir örgütlülük var. Biz 25 yıldır her bütün bu zorluklar altında, en sınırlı imkânlarla direnebileceğimizi herkese gösterdik. Bugün de direnmeye devam ediyoruz. Bu politikalara karşı direniş elbette devam edecektir. Bu konuda sadece tecrübelerimiz değil, bu tecrübenin yaratmış olduğu tedbirlerimiz de vardır. Özellikle siyasi ve askeri alanda müthiş bir tecrübe ortaya çıkmıştır. Her ne kadar bugün tutuklamalarla, baskı ve sindirme yöntemleriyle halkın üzerine gelinse de Kürt toplumu kendini savunabilecek bir konumundadır. Şu anki durumda devlet bize karşı yönelimlerini zayıf bir noktadan geliştirmek istemektedir. Bu saldırıların en tehlikeli olanı kültürel cepheden geçekleştirilenlerdir. Kültürel açıdan zayıflıklar içeren yönlerimiz tespit edilerek bu yönlerden bir yönelim içerisine girilmiştir. Tabi yüz yıllık asimilasyon, inkâr ve bastırma politikaları kültürel alanda güçlü bir örgütlülük ve direnişle karşılanmadığı takdirde bu tehlike göz ardı edilmeyecek bir düzeydedir. * Bu söylediklerinizi daha da derinleştirebilir misiniz? - Direniş tarihimiz incelendiğinde bu yönlü yönelimlerin sürekliliği daha net görülmektedir. Dersim İsyanı ardından geliştiren beyaz katliam kadar 15 Ağustos Atılımıyla birlikte Kürdistan’daki tüm köylere yol götürmesi ve okulların açılması çalışmaları yürütüldü. Bu çalışmalar söylemde Kürdistan’a ‘medeniyetin getirilmesi ve feodalizmin gericiliğine karşı devletin toplumu aydınlatma çabası’ olarak yutturulmak istendi. Bugün de benzer politikalar ve benzer aldatma çabaları devam etmektedir. Bu konuda devletin yürüttüğü politikalar, kampanyalar biçiminde sürdürülmektedir. Hatırlanacağı üzere 15 Ağustos sonrası, özellikle ‘90’lı yıllardan sonra ‘her köye bir okul her eve bir televizyon kampanyası’ tarzında bir 21 kampanya yürütüldü. Bugün de Türk devletinin yürüttüğü politikalar özünde aynı amaçları gütmektedir. Son yılarda belirttiğimiz projelere milyarlarca para yatırılmakta ve Kürdistan’a özel öğretmenler gönderilerek, bütün Kürt çocuklarının okullara çekilmesi ve buralarda asimilasyon edilmesi hedeflenmektedir. Bunu devletin bütün siyasi, ekonomik, kültürel kurumları ortaklaşa ve koordineli bir şekilde yürütmektedir. Kürdistan’da devletin ‘okullaştırma ve bilinç taşıma’ adına yürüttüğü politikalar elbette Kürt halkının bilinçlenmesi, özgürleşmesi, çağdaş bir kültürel düzeyi kazanması amacıyla gerçekleştirilmemektedir. Yürütülen özel kampanyalar özünde asimilasyonisttir. Örneğin bazı kurum ve derneklerin geliştirilmiş olduğu “Haydi kızlar okula” tarzındaki kampanyalar bizim açımızdan çok çarpıcıdır. Asimilasyon son yılarda en yoğun bir biçimde Kürt kadını üzerinden yürütülmek istenmektedir. Çünkü tarih göstermiştir ki; Kürt kültürünü en yoğun koruyan, yaşatan ve sonraki nesillere aktaran kadındır. Kadın sadece bu kültürünü koruma değil, aynı zamanda geliştirmenin ve yeni nesillere aktarımının da temel dinamiğidir. Eve kapatılmış kadın bir tarafta belki çağın dışına, toplumun dışına itilmektedir, ama diğer taraftan da içine kapatıldığı bu dar alanda kendi kültürünü, dilini canlı tutmakta ve bunu çocuklarına aktararak yok olmasını engellemektedir. Bu açıdan da Kürt kadınları üzerinde çok kirli politikalar hayata geçirilmek istenmektedir. Bu politikalar birçok yol ve yöntemlerle gerçekleştirilmek isteniyor. Bu, devletin örgütlü ve bilinçli politikası olarak yürütüldüğü kadar, bazı kesimlerde iyi niyetleriyle buna alet olmaktadır. Şu gerçeği herkes biliyor; Özgürlük Hareketi bir bilinç taşıma hareketidir. Hezîran 2010 STÊRKA CİWAN Bilinçlendirme faaliyetidir. Özgürlük mücadelesi kadının yeniden görkemli doğuşunu yarattı. Kürt kadını bugün sadece Kürdistan’da değil neredeyse dünyada en dinamik bir kesim olarak kabul ediliyor. Belki de Özgürlük Hareketinin böyle canlanmasının bir nedeni de kadına yaklaşımıdır. Ve TC devleti bunu iyi biliyor. İşte özgürlük hareketini kendilerince tasfiye etmek için öncelikle kadına genç kızlara yüklenmeyi kendilerince bir politika olarak belirlemişlerdir. Hani o meşhur “önce kadınları vurun” cümlesine uygun olarak TC devleti “önce kadınları yanına çek” siyaseti temelinde “haydi kızlar okula” kampanyaları başlatıyorlar. Madem çok okullu yapmak istiyorsun o zaman bırak bu insanlar kendi dillerinde eğitimlerini özgür ortamlarda istedikleri gibi görsünler. Buna yoklar. Neye varlar? Kültürel olarak asimilasyon edecek eğitime varlar. Yozlaştırana varlar. O tarihte süzülüp gelen Kürt kadın direniş kültürünü yok etmek için özel bir çaba içerisindedirler. Bunu da herkes görmelidir. Son 30 yılda Kürt halkı üzerinde yürütülen inkâr ve imha siyaseti ve kirli yöntemlerine rağmen Kürt halkı PKK öncülüğünde büyük bir direniş sergiledi. Sergilenen bu direnişle Kürt halkı sadece kendini imhadan ve tasfiyeden kurtarmakla yetinmedi. Bu kirli siyasetlere karşı büyük bir direniş içerisinde, her yeni yılı öncekiden daha güçlü bir hamleyle karşılayarak Ortadoğu siyasetinde inkâr edilemez bir irade, politik ve örgütlü güç olduğunu ispatladı. Kürt halkı üzerinde yürütülen inkâr ve imha politikaları önemli oranda parçalanmış, politikanın bir piyonu konumundaki Kürt halkı Ortadoğu’nun vazgeçilmez siyasi aktörlerinden birisine dönüşmüştür. Gelinen aşamada Ortadoğu denkleminde politikayı yürütmek durumunda olan hiçbir güç, ortaya çıkan bu iradeye rağmen politika Hezîran 2010 yapamayacağının bilinciyle hareket etmekte ve Kürt gerçeğine ona göre yaklaşmaktadır. Özellikle son 25 yılda, meşru savunma savaşında gerilla tarafından sergilenen direnişle, demokratik siyaset alanında halkımızın serhildanlarıyla ortaya çıkan örgütlülük, bu politik gücün yaratılmasının temel dinamikleri olmuştur. Gerilla ve serhilanlar yaratılan politik gücün dinamikleri olmuşlardır Aslında Kürt halkı üzerinde yürütülen inkâr ve imha siyaseti yüz yılık bir geçmişe sahip. İngiliz politikalarının çizdiği strateji çerçevesinde, Kürt halkı dört devlet arasında parçalanmış ve kesin bir inkâr ve imha konsepti içerisinde tasfiye edilmeye çalışılmıştır. Belirtilen dinamiklerin geliştirdiği büyük direniş ve ortaya çıkardığı örgütlü irade, gelinen aşamada bu konsepti boşa çıkarmıştır. Yürütülen her türlü kirli savaş ve oynanan oyunlar işlevsiz hale getirilmiş 22 durumdadır. Bu nedenle özellikle Türk devletinin başını çektiği bu inkâr ve imha konseptinin değiştirilmesi doğrultusunda bazı söylemlerin ortaya çıktığını, süreci takip eden herkes rahatlıkla görebilmektedir. AKP hükümetinin açılım adı altında geliştirmeye çalıştığı yeni konsept de bunun bir yansıması olarak ele alınıp değerlendirilmek durumundadır. Yeni durum ne Türkiye Cumhuriyeti’nin ne de AKP hükümetinin kendi tercih ettikleri ve geliştirdikleri bir durum değildir. Bütün bunlar direnişlerin ortaya çıkarılmış olduğu kaçınılmaz değişim ihtiyacının bir sonucudur. Bu konsept Kürt halkının özgürlüğü ve politik iradesini örgütlü kılması doğrultusundaki mücadelenin dayattığı bir mecburiyetten kaynaklanmaktadır. Bu anlamda AKP hükümetinin konsepti bir tercihten ziyade çaresizlikten geliştirilen bir konsepttir. Bugün eğer Kürt halkının varlı-ğından bahsediliyorsa, Tayyip Er-doğan bile ‘inkâr ve imha politikaları sonuçsuz kalmıştır’ tazında tespitler yapmak zorunda STÊRKA CİWAN kalıyorsa, bunların hepsini, ortaya çıkaran mücadelenin sonuçları olarak ele alıp değerlendirmek gerekmektedir. Tabi geliştirilen bu inkâr ve imha siyasetinin söyleminin değişmesi ve yeni bir konsept oluşturma doğrultusundaki politik gündemin doğru anlaşılması gerekmektedir. Öncelikle bu AKP’nin ya da devletin bir tercihi değil, Kürt iradesi karşısındaki kırılması olarak görülmelidir. Tabi bu yeni konsept ne Türkiye Cumhuriyeti devletinin teslim olduğunu, ideolojik ve politik olarak gerçekten halkların politik iradesinin varlığını tanıyan bir çizgiye geldiğini göstermekte, ne de AKP hükümetinin gerçekten Kürt halkının kendini özgürce ifade edebileceği bir siyasi ve politik ortam oluştırmaya çalıştığını göstermektedir. Bu konseptle beraber teslim alınamayan, imha edilemeyen, varlığı ortadan kaldırılamayan, yok edilemeyen Kürt’ün, en azında söylem düzeyinde varlığı kabul edilmektedir. Böylece politik arenada rahatlıkla bir maşa olarak kullanabilecekleri bir Kürt yaratılmak istenmektedir. Dikkat edilirse AKP’nin söylemlerinin tamamında Kürtlerin nasıl bir işbirlikçi hale getirileceği, ihanetçi Kürtlerin nasıl örgütlendirilmesi gerektiği ve onların elliyle Kürt özgürlük mücadelesinin tasfiye edilmesinin gündemde olduğu çok açıkça dile getirilmektedir. Geliştirilen yeni konsepti doğru okumak, bunun karşısında 30 yılık mücadelenin ortaya çıkartılmış olduğu bilinç, örgütlülük ve iradeyle doğru bir duruş sergilemek Kürt halkı açısından hayati bir öneme sahiptir. Şüphesiz bu konsept birçok boyut içermektedir. Siyasi, askeri, kültürel, ekonomik ve psikolojik boyutları olan bir konsepttir. Esasında da ortaya çıkan özgür Kürt iradesinin imhasını hedefleyen bir konsepttir. Bu anlamda yeni geliştirilen konsepti söylemle- rinden ziyade amaç ve hedefleri bağlamında ele alıp değerlendirmek gerekiyor. Bu konsept değişikliği söylem düzeyinde Kürt’ü kabul eden, en azından Kürt’ün varlığını dile getiren yeni bir “açılım” gibi görünse de, özünde inkâr ve imha siyasetinin yeni bir biçimi olarak ele alıp değerlendirmek durumundadır. Zira, eğer bir halkın kendi varlığını özgürce bir biçimde ifade etme imkânları yoksa kendi kimliğini kendi özgür iradesi temelinde örgütleme, yaşamsallaştırma ve var etme imkânını tanımıyorsa, o halk, inkâr ve imha tehlikesi altında yaşamaktadır. Geçmişte bu nasıl böyle idiyse bugün de değişen söylem dışında özünde aynı inkâr devam etmektedir. Bu konseptin özü özgür Kürt iradesinin tasfiyesidir. Yeni oluşturulan konsept çok sinsi ve tehlikelidir Devlet bugüne kadar bunu birçok yol, yöntem ve araçla denedi. Bu yol, yöntem ve araçlar boşa çıkarılınca, AKP hükümeti elliyle yeni bir söylem, yeni araç ve yöntemlerle bunu yeniden geliştirmeye çalışıyor. Dolaysıyla buna karşı bilinçli bir direniş sergilemek ve hamlesel bir duruşla bunu karşılamak bizim açımızdan hayati bir öneme sahiptir. Özgür ve iradeli Kürt’ün bu konsepti boşa çıkaracak bilince, örgütlülüğe ve eylemli duruşa sahip olduğunu bilmek gerekiyor. Buna inanmak gerekiyor. Ancak yeni geliştirilen konseptin çok sinsi, tehlikeli ve çok yönlü olduğunu bilerek de duyarlı ve hassas bir biçimde ele almak gerekiyor. Bu bilinçle ve hassasiyetle yaklaştığında kırılan inkâr ve imha konseptinin, aslında özgürlük imkânlarını ve fırsatlarını daha da artırdığını rahatlıkla belirtebiliriz. Bu anlamda 23 nasıl Türk devleti bu süreci PKK’nın imhası ve tasfiyesi açısından tarihi bir fırsat olarak değerlendiriyorsa, Kürt halkının da oluşan ortamı özgürleşmek için tarihi bir fırsata dönüştürecek bir çaba, duyarlılık ve eylemlilik içerisinde olması, yürütülen mücadelenin en doğal sonuçlarında birisi olarak görülmelidir. Bu çerçevede ele alındığında konseptin hedefleri ve amaçlarının nereye, ne zaman, kime, nasıl yöneldiğini bilince çıkarmak önem kazanmaktadır. Öncelikle belirtilen bu 30 yılık direnişin, temel dinamiklerini iyi tespit etmek gerekiyor. Bu mücadele başından günümüze kadar temel dinamik olarak gençliğe dayalı bir mücadele tarzında gelişti. Gençlik bunun hem ideolojik, hem örgütsel, hem de eylemsel plandaki temel dinamiği ve öncüsü rollünü oynadı. Bu anlamda önder Apo’nun belirttiği gibi “PKK bir gençlik hareketidir” yine “Genç Başladık, Genç Başarcağız” temelindeki tespitlerini yürütülen mücadelenin özüyle ilgili tespit ve değerlendirmeler olarak ele almak gerekmektedir. Nasıl ki biz gençliğin mücadelenin temel dinamiği olduğunu biliyorsak, karşımızda savaşan güçler de mücadelenin dinamiklerini tespit etme konusunda aynı sonuca varmaktadırlar. Geliştirilen konsept çerçevesinde de en çok yönelim altında olan, en çok etkisizleştirilmek istenen ve tasfiye edilmek istenen toplumsal kesim hiç kuşkusuz gençliktir. Bu anlamda yeni konsept gençlik üzerinde de çok boyutlu ve çok yönlü bir saldırı dalgasını beraberinde getirmektedir. Bu konsepti gerçekleştirmeye çalışırken devlet halkın iradesini zayıflatmak, örgütlü gücünden düşürmek için hiç kuşkusuz en çok gençliği hedef almaktadır. *** Hezîran 2010 STÊRKA CİWAN P O L İ T İ K Kürdistan’da Savaş-Barış ikilemi İbo YILMAZ “Bildiğimiz kadarıyla Kürt kurumlarının ve çalışmasının olmadığı, belki de hiç Kürdün bulunmadığı Yeni Zelanda’da, Hükümet PKK’yi terör örgütü olarak ilan etmiş. Peki ne adına neyin ifadesi olarak Yeni Zelanda devleti PKK’yi terör örgütü olarak ilan ediyor?” Hezîran 2010 Kürdistan sorunu bir dünya sorunudur. Bu sorun neden çözümsüz bırakılmak istenmekte? Dışarıdan bakıldığında Kürt sorununun çözümünde kimi zorluklar görünse de, aslında en pratik yönden ve savaşsız çözümü mümkün olan bir gerçekliğe de sahiptir. Kısaca ülkemiz Kürdistan’ın konumu ve zenginliklerine bakalım. Kürdistan, Ortadoğu’nun kalbinde, Mezopotamya coğrafyasında bulunan ve bugün uluslararası devletlerin katkı ve kararlarıyla TC, İran, Irak ve Suriye devletleri içinde 4 parçaya bölünmüş ve işgal altında olan bir ülkedir. Kürt sorunu hem tarihsel olarak hem de güncel olarak uluslararası bir sorundur. Coğrafik zenginliği, tarıma ve hayvancılığa elverişli, verimli toprakları, suyun bol oluşu, petrolün yer yüzüne yakın ve kaliteli oluşu, maden, bakır vb zenginliği yanı sıra tarihsel ve kültürel zenginliğiyle Ortadoğu’nun kalbinde uygarlığın gelişimine beşiklik etmiş, Yukarı Mezopotamya’ya düşen Kürdistan ülkesinin, neden bu denli bütün dünyanın üstünde hesap yaptığını bu zenginlikleri göz önüne getirdiğimizde biraz daha somut görebilir ve anlayabiliriz. 10.000-15.000 yıllık Kürdistan tarihin içinde son 200 yıldır Kürdistan coğrafyasında gelişen hemen hemen tüm halk isyanları bölgesel ve yerel düzeyde kaldı. Çok büyük bir direniş sergilense de sonuçta iç ihanetlerin etkileri ile, büyük katliamlarla ve yenilgiyle sonuçlandı. Tarih kitaplarında kayıtlara geçmeyen nice isyanlar da yaşandı. 24 1978 yılında kuruluşunu ilan eden, Kürdistan İsçi Partisi PKK, Abdullah Öcalan önderliğinde 29. Kürdistan isyanı olarak tarihe geçti ve 1984 yılında Gerilla savaşına başlatarak sömürgeci TC devletine karşı mücadeleyi geliştirdi. Faşist Türk devleti, son isyan olarak da dile gelen PKK isyanını tasfiye etmek için onlarca-yüzlerce strateji ve taktiklerle sonuç almaya çalıştı. Fakat büyük zorluklara rağmen, PKK büyük bir direnişle gün gün güçlendi ve gelişti. Türk devleti ve uluslararası rantçı güçler, teknik olarak, gelişmiş savaş araçlarını yeni savaş pazarı olan Türk devletine sundular. Bunun dışında basın ve TV yolluyla psikolojik ve sindirme yöntemleri denendi. Kürt dili, kimliği, kültürü coğrafyası vb her şey yasaklandı, engellenmeye çalışıldı. Bu kirli savaş yöntemleri beli sonuçlar alsa da PKK’nin kendini örgütlemesini halkın güvenini kazanmasını ve gerilla savaşında güçlenmesini engelleyememiştir. Ateşkes ve eylemsizlik süreçlerine yaklaşımlar Sıcak savaşın en yoğun olduğu 1993 yılında PKK Önderliğinin yaptığı tek taraflı ateşkes açıklaması Kürt sorunu diyalog ve barış yöntemleriyle çözülebilir tartışması ve umudu yaratmıştır. Özal’ın Türk devleti tarafından öldürülmesi ve PKK içinde Şemdin Sakık, Çürükkaya vb çetelerin gelişebilecek barış sürecini engellemek amaçlı 33 askeri silahsız oldukları halde vurulmaları sonucunda, PKK tarihinde bugüne kadar en ciddi STÊRKA CİWAN ve sonuç alıcı düzeyde olan barış süreci ortadan kaldırılmış oldu. PKK belirli aralıklarla 1993’te başlayan ve günümüze kadar devam eden süreçte defalarca tek taraflı ateşkes ve eylemsizlik süreçleri geliştirdi. Bir bütün olarak ateşkesler ele alındığında; 17 yıl önce başlayan ateşkes süreci ve bugünkü sonuçları değerlendirildiğinde, Türk devleti ve savaştan beslenen uluslararası çıkarcı devletlerin Kürt sorununun çözümü konusunda ve Türk devletinin ateşkese karşı savaşı durdurması konusunda hiç bir resmi adım atmadıkları görülecektir. Savaş karşılıklı bir eylem ise, barış da karşılıklı sağlanır. PKK’nin barışta olan samimiyeti, barışla ilgili açıklamaları ve pratik uygulamaları ‘99’da ve 2009 da net olarak görülmektedir. Türk devletinin barış çabalarına yaklaşımı, PKK’nin barışçıl çözüm adımlarını hep zayıflık ve güçsüzlük olarak görmek, PKK’yi oyalama taktikleriyle zaman kazanmak ve kendi ekonomisini düzeltmek içi ve nefes alma süreçleri olarak değer- lendirdi. PKK’nin olası ekonomik hedeflere yönelik saldırılarını ve farklı örgütlerin turistik hedeflere yönelik saldırılarını engellemeye çalıştı. Bu konuda Türk devleti bir başarı da sağlamıştır. Turizmden gelen gelirle açıklarını, savaşın harcamalarını ve kendi yaralarını kapatmıştır. Ateşkesin ve eylemsizlik süreçlerinin uygulanma dönemlerinde Kürdistan dağları sürekli bombalandı. Köyleri yakıldı. Faili beli cinayetler ve kaybetmeler durmaksızın geliştirildi. Bütün bunlar karşısında Kürt halkında gelişen kanı, “her barış çabamızda bir katliamı ve acıyı yaşıyoruz”. Tek taraflı kalan ateşkese karşı, ciddi bir inançsızlık gelişmiş durumda. Düşmanın samimi olmadığı ve zaman kazanmaya çalıştığı halk içinde tartışılan konular olmaktadır. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan son açıklamasında 1973’ten 2010 yılları arası geçen süreci, 3 dönem olarak ifade etti. 3. dönemin aslında 2002, 2003 yıllarında bittiğini ancak iktidara 25 gelen AKP hükümetinin bu sürecin uzamasına neden olduğunu ifade etti. KCK yürütme konseyi üyesi Duran Kalkan 4. Dönemin başladığını ve bu dönemin “varlığını koruma ve özgürlüğünü kazanma dönemi” olarak ifade edildiğini söyledi. AKP Gerçekliği AKP hükümeti kadrosal olarak Fetullah Gülen cemaatinden beslenmekte. Hükümet içinde yer alan parlamenterlerin çoğunun ticaret konularında uzman oluşları ve önemli bir deneyim ve tecrübe sahibi olmalarının yansıra Tayip Erdoğan’ın İmam Hatip geleneğinden gelişi, hitabet yönü ve İslamiyeti siyasi anlmda kullanmaları onlara kitle desteğini sağlamıştır. Ordu, ABD ve Avrupa tarfından desteklenen bir konumda oluşunda dolayı varlığını bugüne kadar taşımış ve bir dönemi daha götürecek alt yapıları da bulunmaktadır. AKP’nin yürüttüğü siyaset ve politika takkiyeci ve oldukça sinsicedir. Merhamet ve hümanizm gerçekliğinden oldukça uzaktır. İktidar anlayışıylakadrosal olarak her kurum ve kuruluşta örgütlenen bir pratik çaba içinde bulunmaktadırlar. İslamiyet maskesi altında dini duyguları kullanarak, ekonomik zorluklar içinde olan halkımıza makarna, kömür, beyaz eşya dağıtarak Kürtleri kendine çekmeye ve bağlamaya çalışmaktalar. Seçim sürecinde, gerçeklikleri daha net açığa çıkmıştır. Bugüne kadar gelmiş geçmiş en tehlikeli hükümet AKP’dir. Kürtler üzerinde acımasız bir katliamı yapacak nitelik ve niyete sahiptir. Kürt açılımı dediler, demokratik açılım dediler, en son mili birlik açılımı vb dediler. Kürtçe kanal açmaları, Kürtlerin özgür yarınları için değil, kendi Kürdünü yaratma politikasının bir aracıdır. TC kendi Kürdünü yaratHezîran 2010 STÊRKA CİWAN maya çalışıyor. ABD’nin Talabani ve Barzani Kürtleri; Almanya’nın Kemal Burkay’ı, Çürükkayaları, Şükrü Gümüş’ü gibi kişiliksiz, onursuz ve boyun eğmiş kişiler yoluyla kendi Kürdünü yaratma çabaları bulunmaktadır. İşkence ve tecavüz kültürüne sahip olan Türk devleti bugün çocuk yaşta olan Kürtlere yaşlarından katbekat cezalar vermektedir. Yine Siirt’e AKP’li vali, milletvekili yakını polis, korucu, şeyh, müdür vb yüzlerce kişi çocuklara yıllarca tecavüz edebilmektedirler. Bugün dikkat edilirse her şehirden çocuklar kaçırılıyor ve öldürülüyorlar. Bu AKP’nin düşünce mantığında olan uygulamalarıdır. ABD ve Avrupa’nın AKP’ye biçtiği rol 8 yıldır başta ABD, Avrupa ve Türk Ordusu, AKP’yi özel olarak destekleyerek, İslamiyet’i, Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin tasfiye edilmesine karşı kullanmaktadır. PKK’nin kitle tabanı olan yurtsever Kürtleri PKK’den koparmaya ve uzaklaştırmaya çalışmaktadırlar. Kürtlere çok yönlü ve sürekli baskılar yapıldı. “PKK ve Öcalan’la aranıza mesafe koyun” denildi. Fakat ABD ve Avrupa çok büyük bir yanılgı içinde dir. 35 yıl önce Kürtler ulusal birlikten uzak, parçalı, geçmiş isyanlarda iradesi kırılmış, bilinç düzeyi düşük, kendini inkar eden ve Türk olarak gören, yönlendirilmeye açık ve ihanet hastalığına bulaştırılmış bir gerçekliğin içinde bulunmaktaydı. ABD ve Avrupa, Kürtleri hala eski Kürtler olarak düşünmektedir. Oysa Kürtler çok büyük acılar yaşayarak, direnerek büyüdüler ve büyük bir inancın ve iradenin sahibi oldular. Dünyaya örnek olan nice gelişmeleri sağlamayı başardılar. Özgür kadın çizgisini yaratarak örnek konuma geldiler. Bütün bunları Kolay kazanmadıkları için, kolay da kaybeHezîran 2010 temezler. Kürtler eski Kürtler değildir. PKK Hareketi yıllarca savaşarak bir fedailer ordusu haline, dolayısıyla Kürt halkı da serhildanlar içerisinde fedaileşen bir halk düzeyine ulaştı. KCK’nin 13 Nisan Barış Deklarasyonuna, AKP’nin 14 Nisan operasyonu KCK aydın, yazar, sivil toplum ve demokratik kitle örgütlerinin çağrıları sonucu, Kürt sorunun demokratik çözümü için 13 Nisan’da bir deklarasyon yayınladı. Bir gün sonra 14 Nisan’da Türk faşist devleti, başta DTP üyesi, belediye başkanları olmak üzere, yüzlerce siyasetçi, onlarca belediye başkanı, binlerce Kürt çocuğunu tutukladı ve 14 Nisan 2009’dan bu yana tutuklananlar mahkemeye bile çıkarılmamaktadır. Bunun karşılığında Türk devleti, hükümeti AKP ne yaptı? KCK’nin 13 Nisan’daki deklarasyonuna karşılık 14 Nisan’da geliştirdiği operasyonlarla cevap verdi. Kürt Halk Önderi Abdullah 26 Öcalan’ın Yol Haritasına karşı en küçük bir çözüm programı ortaya koymadı. Yol Haritasını vermedi. Kamuoyuna mal etmedi. Kandil ve Maxmur’dan Barış Grupları gönderildi, barış grupları halk tarafında sahiplenilince “başa döneriz, sil baştan yaparız” denildi. Önderlik Ölüm Çukuruna kondu. Şu bir gerçek ki Kürt Halk Önderi Öcalan’a yaklaşım Kürt sorununa yaklaşımı gösterir. Yol Haritası sorunun çözümünü kolaylaştıran ve hızlandıran bir değere sahipti. Yol Haritasını vermeyen bir devlet cözümü de istemeyen bir yaklaşım içinde demektir. Devletin Kürt sorununa bulduğu cözüm imha ve inkâra dayalı bir çözümdür Açılım tartışmaları sürdürülürken Türk devletinin dış diplomasisinde, yapılan ticaret anlaşmalarında öncelikli konu PKK olmuştur. Dikkat edilirse Türk devleti artık herkesle ticaret yapmamaktadır. Kürtlere, PKK’ye zarar verebilecek olan devletlerle görüşme ve ticari ilişki içerisinde bulunmaktadır. Başta Almanya, Fransa, İtalya ve Belçika gibi ülkelerle ticaret hacmi geçmiş STÊRKA CİWAN yılları aşan düzeyde bulunmaktadır. Kürtlere ve kurumlarına yönelik Avrupa’da yapılan operasyon NATO kapsamında ekonomik çıkarlar, Ermeni soykırım tasarısı ve olası çözüm sürecine dur demek adına yapılmıştır. İlginç olan ve şaşırtan gerçeklerden bir durum da Yeni Zelanda devletidir. Bildiğimiz kadarıyla Kürt kurumlarının ve çalışmasının olmadığı, belki de hiç Kürdün bulunmadığı Yeni Zelanda’da, Hükümet PKK’yi terör örgütü olarak ilan etti. Peki ne adına neyin ifadesi olarak Yeni Zelanda devleti PKK’yi terör örgütü olarak ilan ediyor. Bir çorba değerini taşımayan bir çıkar adına, Türkiye’ye yaranmaktan öte bir değeri olmayan büyük bir vicdansızlığın ve adaletsizliğin sonucudur. Elbette Kürtler Yeni Zelanda vb ülkeleri unutmayacaktır. AKP hangi ülkeye gitmiş ve görüşmelerde bulunmuşsa Kürtlerin varlığına son vermenin tartışmasında bulunmuştur. Bu denli Kürt düşmanlığına sahip bir AKP ve devlet gerçekliği ile bir barış olması veya barışın gelişmesi inandırıcı olmamaktadır. Kürtlere karşı topyekûn siyasal, sosyal, kültürel ve askeri saldırıların nedenleri Her gün çocuklarımızın kolları, başları kırılmakta, tecavüze uğramakta, Kürt anneleri ve kadınları yerlerde süründürülmektedir. Bu yapılanlar oldukça bilinçli ve planlıdır. Kürtler sokak ortasında linç edilmekte, Kürtlerin legal alanında temsilini yürüten Ahmet Türk gibi demokrat ve yurtseverlerimize İzmir, Samsun, Muğla vb yerlerde çirkince saldırılar yapılıp olası bir Kürdistan Halk isyanına karşı PKK’yi hazırlıksız yakalamak için bir çok provokasyon ve linç girişimlerinde bulunuluyor. Birçok saldırı yapılarak halkımız provokasyonlara çekilmeye çalışılarak, katliam tehdidiyle halkımız korkutulmak ve sindirilmek istemektedir. Türk devleti dışarıda diplomasi trafiğini hızlandırıp geliştirirken, içerde Kuzey Kürdistan sınır hattında tampon bölge kurma çalışmaları başlatmıştır. Kuzey ve Güney arasında bir tampon bölge oluşturma çabaları İsrail’den örnek alınarak yapıldığı İsrail’den heyetlerin gelişiyle ortaya çıkmaktadır. Kuzey Kürdistan sınır hattına sivil araçlarla gece gündüz gizli ve belli aralıklarla askeri sevkiyat yapılıyor. Prefabrik evler bile yapılmıştır. Sınır hattında bir tampon bölge oluşturuluyor. Onlarca yeni karakol kurulmaya başlanmış. Kürdistan’ı 4 parçaya bölmek yetmediği gibi, Kuzey Kürdistan’ı 8 adaya bölüp ayrıştırmaya ve daha çok denetim altına almaya çalışılıyor. Böl parçala ve yönet taktiği uygulanmaktadır. Kuzey Kürdistan’da barajlar yapılarak 8 adaya çevrildiğinde yüz binlerce insanımız göç etmek durumunda olacak ve gerillanın geçişleri bu şekilde ciddi oranda engellenmiş olacaktır. Türk devleti artık Kürtler ve Türklerin birlikteliğinin giderek zorlaştığının farkında ve PKK’nin teslim alınamayacağını ve büyük bir halk isyanının şehirlerde başlayabileceğini de biliyor. Bugünki AKP’nin bun karşı özel çabaları, açılım tartışmaları vb konularda Kürtleri ve PKK’yi oylayarak, tampon bölge oluşturma ve barajlar için yeterli zaman kazanmaktır. Böylece isyanı engelleme, engelleyemese de etki gücünü düşürüp sınırlandırmak istemektedir. KDP ve YNK gerçekliği bugün ulusal birlik ve Kürdistan’ın özgürleşmesinin sağlanmasında önemli bir rolleri bulunmaktadır. Fakat bunu engellemek için Türk devletinin oldukça yoğun çabaları var. PKK’ye karşılık istenen nedir? KDP ve YNK ulusal birliğe neden gelemiyorlar? Güne’ye yönelik 27 olası büyük saldırıda rolleri nedir? Ne düzeyde yer alacaklar? Hewler’de açılan Türk konsolosluğu neyin karşılığında açıldı? Daha pek çok konularda sorulması gereken sorular bulunmaktadır. TC devleti KDP ve YNK’siz bir saldırıda istediği sonucu alamayacağını biliyor. Peki, KDP ve YNK bu saldırıda yer alsa kim kaybeder? Elbette KDP ve YNK ama sonuçta kaybeden Kürtler olmaktadır. İşte TC devleti bunun çok iyi farkında bulunuyor. Temennimiz odur ki Kürtler arası bir savasın gelişmemesidir. Güney halkının burada sergileyeceği tutum belirleyici olmaktadır. KDP ve YNK Türkiye ve ABD dayatmalarına ne kadar dayanır bilinmez… Kürt gençleri ve kadınlarının bundan sonraki direniş amacı 35 yıldır PKK öncülüğünde Kürtler direniyor ama sorun sadece direnmek değildir. Günümüzdeki Kürdistan kadını ve gençliği mevcut olanı kabul etmemektedir. Düşmanımızın bol ve namert olduğu bir dünya gerçekliğinde, Kürdistan gençliği ve kadınına düşen tarihsel sorumluluklar bulunmaktadır. Bu direniş şüphesiz sürecektir. Ancak sorun sadece direnmek değildir. Nasıl PKK kendi çerçevesini aştıysa ve onlarca kurumla bir konfederal sisteme dönüştüyse bu gelişim bundan sonra da devam edecketir. Sorun Kürtlerin özgürlüğüne gidecek yolu açacak direniş anahtarını geliştirebilmektir. Sadece direnmek yetmemekte zaferin direnişini sağlamak gerekmektedir. Önümüzdeki dönem sıcak savaşın kıyasıya olduğu yoğun bir tarihsel süreci yaşayacağız. Burada gençliğe düşen sorumluluk ve misyon önemlidir. Kadın ve gençliğin sergileyeceği direniş belirleyici olacaktır. *** Hezîran 2010 STÊRKA CİWAN G Ü N C E L ÇEMBERİN DIŞINDA OLMAK Özgür ÇALAK “Kapitalizmin çemberinin içinde veya üstünde duran günümüz gençliği ancak bu kurumlaşmalarla çemberin dışına çıkabilecektir. Yeter ki o ilk adımı atalım. Bunu cesaretini ve gücünü gösterelim. Unutmamak gerekir ki gençlerin birlikte yaşadığı, öğrendiği, öğrettiği, ürettiği ortak yaşam alanları olan komünler, akademiler, kooperatifler su ve ekmek kadar değerli kurumlaşmalardır” Hezîran 2010 Tarih boyunca bütün sistemler kendi yapısallıklarını ve oluşumlarını öncelikli olarak gençlik üzerinden geliştirmek ister. Neden gençlik diye sorulduğunda buna verilecek olan cevap birçok noktada günümüzde gençliğin rolünü daha fazla ortaya koyacaktır. Çünkü bu gün geçmişten kopuk olmadığı gibi, gelecek de bugünden ve dünden kopuk değildir. Her yeni toplumsallaşma arayışı büyük mücadelelerin sonunda varlıklarını koruya bilmiş ve geliştirebilmişlerdir. Toplumda yeni düşüncelerin ve buna bağlı olarak yeni bir yaşam sisteminin inşa edilmesi ancak bu temelde gerçekleşebilmiştir. Çünkü toplumsallık ortak yaşamın birlikte örülmesi demektir. Bu da ortak ruh, düşünce, ahlak, inanç ve daha birçok yaşam değerinin toplamı demektir. Yani biri olmadan diğerinin anlamının yiteceği bir bütünselliktir toplumsallık. Verili toplumsal yaşamla yeni yeni tanışan gençlik mevcut olana çok sıkı kalıplarla bağlı olmadığı için karşılaştığı her toplumsal olayı ve olguyu sorgular, anlamaya çalışır; kimi zaman bu değerlerle çelişir. Var olana henüz göbeğinden bağlanmamıştır. Bunun için yeniyi arama istemi güçlüdür. Çünkü içine gireceği hesaplar, kaygılar yoktur. Henüz kendisine çağdaş tapınaklarda ezberletilen yanlış bilmeler beynini dondurmamış, yüreğini körleştirmemiştir. Bunun için gençlik sorgulama ve arayış demektir. Bu gençliğin toplumsal kimliğinin en temel özelliğidir. Egemen sistemler 28 gençliğin bu özelliğini kendileri açısından hem bir tehlike olarak hem de ele geçirildiği oranda büyük bir güç kaynağı olarak görmüşlerdir. Bu nedenle egemen sistemler gençliğin bu özelliğini köreltmek, denetlemek veya kendi toplumsal sistemine bağlamak için çeşitli tedbirler alırlar, hile ve oyunlar geliştirirler. Özellikle geliştirdikleri eğitim sistemleri bunun en önemli ayağıdır. Aileden başlayan ‘terbiye edilme’ olayı devlet okullarında hızlanarak ve derinleşerek devam eder. Erkekler için askerlik kurumu bunun doruğa ulaştığı yer olurken genç kadınlar içinse sahte aşk yalanlarıyla çizilen evlilik hayalleri gençliği bir bütün sistemle uyumlu hale getirmenin temel araçları haline gelmiştir. Bütün bunlar özünde gençliği iradesizleştiren, küçük düşüncelerin ve küçük duyguların içinde boğan bir oyundur. Başı ve sonu belli olan bir oyun… Kendilerine verilen rollerini oynamadan ötesi olmayan sahte bir yaşam. Egemen sistem, gençliği bu şekilde kontrol altına aldıkça kendi geleceğini de garantiye almaya çalışır. Böylece egemenler geceleri rahat uyur. Oysa gençlik ancak ahlaki ve politik bir toplumu yarattıkça gerçek anlamda toplumun gelişiminde dinamik bir rol oynayabilir. Nedir ahlaki ve politik toplum? Yaşamın her noktasında söz sahibi olmaktır. Kendi yaşam sistemini kendi gücünle kurabilmektir. Sınırları aşabilmek, sınırların ötesine dokunabilme gücüdür. Duvarların arkasını görmektir. Yaşamın bütün renkleriyle ve STÊRKA CİWAN sesleriyle yaşayabilme yeteneğine erişebilmedir. Egemen sistemin yarattığı kalıplar kırıldıkça toplumsal değişimler gerçekleşebilir. Bunun içindir ki gençliğin nerede yer alacağı, nerede duracağı toplumsal değişimin olup olmayacağını da gösterecektir. Sistemin gençliği, tüketen ve düşünmeyen gençlik tipidir Günümüzde kapitalizm tüm devletli tarihinin adeta çöplüğü haline gelmiştir. Avrupa ise bunun en fazla kendini derinleştirdiği yerdir. Egemen sistemin tüm biriktirdiklerini kendinde topladığı gibi yeni yöntemlerle iktidarını daha fazla pekiştirmenin alanıdır. Bunun içinde kendini dayandırdığı yaşam tarzı bireycilik-bencilliktir. Kapitalizm bu şekilde toplumu dağıtarak ömrünü uzatmaya çalışmaktadır. Toplumun karşısına kendi gerçeğinden kopmuş bireyi koyarak onu kendi içinden vurmaktadır. Tarihin Truva atı günümüzde toplumun içine sızdırılmış bireyciliğin şahlanışıdır. Toplumsal değerlerinden koparılmış birey toplum için büyük tehlike demektir. Kapitalizmin bunu en fazla üzerinde uyguladığı toplumsal kesimlerin başında ise gençlik gelmektedir. Özellikle internet, eğlence merkezleri, cinsellik, spor, dizi, sinema ve benzer araçlarla adeta topluma savaş açmıştır. Gençliğe sunduğu yaşam tarzı ve buna uygun kurguladığı karakterler egemen sistemin kokmuş çöplüğünden başka bir şey değildir. Burada kurgulanana genç tipi kendisine sunulan bu karakterin içine sığmak zorundadır. Bu karakter ona dar mı gelir geniş mi çok önemli değildir. Kendisine çizilen sınırlar bir mahkûmiyetten öte değildir. Ve o denli uyuşturulmuş ve uyutulmuştur ki günümüz gençliği bu mahkumiyetin, tutsaklığının farkında bile değildir. Tutsaklık özgürlük diye yutturulmuştur. Bu insan modeli kapitalizmin evcileştirilmiş, sorgulamayan, soru sormayan, sadece tüketen, düşünmeyen insanıdır. Kapitalizmin ideal gençlik tipidir bu. Kapitalizmin toplumu kontrol etmede kullandığı temel araçlar olan spor, seks ve sanat yani 3S, günümüzde daha da derinleştirilerek gençlik üzerinden kendini gerçekleştirmektedir. Gençliğin ne öğrenmek istediği değil, öğrenmesi gereken şeyler 29 önem kazanmıştır. Adeta bilgisayara program yükler gibi gençlerin beyinlerine hazır yaşam programları yüklenilmektedir. Toplumu uyuşturma, düşürme öğesi olarak kullanılan bu üçlü yani 3S’yi tüm yönleriyle deşifre etmek gerektiği açıktır. En ince politikalarla erkek egemen zihniyetin son temsilcisi olan kapitalizm, kadını tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar cinsel meta haline getirmiştir. Aynı şekilde toplumun da zihniyetini çarpıtarak, toplumun da kadını böyle algılamasını, tanımlamasını körüklemiştir. Böylece 24 saat tecavüze maruz kalan bir toplumsal gerçeklik en çok da kadının şahsında her an yaşanmaktadır. Bununla toplumsal ahlaktan kopuk cinsel güdülerine esir edilmiş bir gençlik kuşağı yaratılmak istenmektedir. Yine spor tam bir uyuşturucu aracı haline gelmiştir. Takım tutmak adeta bir ibadete dönüştürülerek, körüklenen fanatizmle şiddet her an üretilmekte gençlik böylece koca bir hiçliğin ve boşluğun içinde deşarj edilmektedir. Ne yaptığını, niçin yaptığını bilmeden. Sanat ise toplumsallığın dile geliş hali olmaktan çıkartılarak kapitalizmin hizmetine koşturulmuştur. Kapitalizmin kendini meşrulaştırmasının en etkili aracı olmuştur. Hiçbir dönem günümüzde olduğu kadar dizilerde böylesine bir artış yaşanmamıştır. Ya da cinselliğe ve şiddete batırılmış filmlerle gençliğin güdülerine seslenilerek azami bir kar elde edilmektedir. Sonu belli olan bu hikâyelerin mesajı tektir: ‘Sen busun’ ya da ‘sen bu olmalısın’. Yani her şey çizilmiş, bellidir. Sonuçta her 3S de gençliğin ruhunu, beynini ve yüreğini fakirleştirirken, kapitalistlerin ise sermayesine sermeye katmaktadır. Kapitalizm böylece sürüleşmiş bir toplum oluşturmak ister ve bu durum o toplumun gençlerinden başlatılır. Hezîran 2010 STÊRKA CİWAN Kapitalizm hiçliği maskeleyip, boyayıp yaşam diye gençliğe sunuyor. Yani aslında sadece yaşamlarımızı çalıyor, verdiği ise anlamsız, amaçsız koca bir boşluk. Tabii yalanlarını ve sahteliklerini saymazsak. Kapitalizm bununla kendi dışında farklı bir yaşamın olmadığını iddia ediyor. Kendisinden başka bir yaşam seçeneği olabileceği düşüncesine bile tahammül edemiyor. Ve gençliğe bu haliyle ancak koca bir hiç verdiğini ilan ediyor. Hiçliği maskeleyip, boyayıp yaşam diye gençliğe sunuyor. Yani aslında kapitalizm sadece yaşamlarımızı çalıyor, verdiği ise anlamsız, amaçsız koca bir boşluk. Tabii yalanlarını ve sahteliklerini saymazsak. Günümüz gençliği ne yazık ki bu saldırılarla fazlasıyla apolitikleşmiş bir gençliktir. Etrafında neler olup bittiğini fazla merak etmeyen bir gençlik. Kendine, insana, topluma dünyaya ilişkin sorular sormayan, sorduğunda ise de cevaplarının peşine düşmeyen bir gençlik. Bu yönüyle kapitalizmin kimi yönleriyle uyguladığı politikalardan sonuç aldığını belirtebiliriz. Sistemin bu saldırıları karşısında kendini savunma yönünde arayışlar da hiç kuşkusuz var. İşte gençliği farklı kılan bu arayışlarının hiçbir Hezîran 2010 koşulda bitmemesidir. Yani sistem hangi yol ve yöntemleri kullanırsa kullansın, ne kadar üstüne gelirse gelsin gençlik yine de bir şeylerin yanlış gittiğini görme ve buna ‘dur’ deme gücüne sahiptir. Toplumda gerçek anlamda muhalif kesimlerden bahsedilecekse bunların büyük çoğunluğunun gençlik grupları olduğu açıktır. Bu gruplar her zaman sistem karşıtı olmuş hareketlerdir. Yıllarca sokaklar ‘kahrolsun kapitalizm!’ sloganlarıyla inledi. Ancak tarih bize sadece ‘kahrolsun kapitalizm!’ demekle kapitalizmin kahrolmadığını da gösterdi. Kapitalizmi her yönüyle çözemeyen birçok muhalif hareketin sonuçta kapitalizm içinde eriyerek ona yenilmesinin temel sebebi bu hareketlerin soruna yaklaşımda yapılan yanlış tespitler ve tek yönlülük olmuştur. Kapitalizmin toplumda yarattığı sorunları doğru tespit edemedikleri gibi çözüm yolunda doğru yöntemler geliştirememişlerdir. Kapitalizmin hâkim zihniyeti, yaşam alışkanlıkları kapitalizmin dışında bir 30 şeymiş gibi yaklaşılmış ve sorun dar bir kapsamda ele almışlardır. Önder APO, gençleri ve kadınları kurmayı hedeflediğimiz demokratik komünal toplumun temel kurucu güçleri olarak tanımladı. Gençlik olarak yeni toplumun kurucu gücü olma rolünü oynayabilmek için, öncelikle kapitalizmi tamamen ret etmek ve onun karşısında durmayı bilmek gerekir. Bu da kapitalizmin gençliğe dayattığı zihniyeti, yaşam kalıplarını, biçtiği rolü kabul etmemekle başlar. Bu yönüyle kapitalizmin yaptığı her şeyi tersten okumak temel bir yöntem olmalıdır. Özgürlükçü, eşitlikçi, sorgulayan, iradeli, düşünen bir gençlik ancak yeni toplumun kurucu gücü olabilir. Bunun için gençlik olarak hakikat arayışımız çok güçlü olmalıdır. Kapitalizmin yarattığı yoğun çarpıtmalar içerisinde etrafımızdaki her şeyi yeniden anlamaya, tanımlamaya çalışmak ancak bizi hakikate götürecektir. Yani gençlik açısında bu gün en temel şey, özgürlük ve eşitliğin anlam gücüne, zihniyetine ulaşabilecek bir arayışı esas almaktır. Böylesi bir arayış içerisinde olmak aynı zamanda kendi özüne dönmektir. Zihniyet dünyasında verilecek değişim mücadelesinin yanı sıra sürekli yeni toplumsal yapılanmalar ve bunun eylem gücünü de açığa çıkarmak gerekmektedir. Düşüncelerimiz yaşamda somut adımlara ve yapılanmalara dönüşmedikçe hep yarım, eksik kalırız. Bu anlamda örgütlülüğü geliştirmek, gençliğin potansiyelini kapitalizmi aşma temelinde harekette geçirme, demokratik komünal toplumu kurma gücüne dönüştürebilecek örgütlenmeleri her alanda geliştirme temel hedefimiz olmalıdır. Gençliğin mevcut enerjisi, dinamizmi, cesareti ve bilme gücü bunu yaratabilecek gücü temsil etmektedir. Harıl harıl çalışan ve bu anlamda her anını devrimle bütün- STÊRKA CİWAN leştiren bir gençliğin önünü kimse alamaz. Müslüm Doğan yoldaş bu gerçeğin en açık ifadesidir. Onun düşünce ve duygu dünyasındaki zenginlik ve derinlik örgütlendirilip pratiğe, eyleme geçseydi yaratacağı sonuçlar çok daha büyük olacaktı. Gençlik olarak Müslüm yoldaşı anlamak ve onun direnişçi büyük ruhunu yaşatmak ancak doğru pratikleşmeyle gerçekleşebilir. Yani gençlik olarak yapmamız gereken çok şey var. Kapitalizmin karşısına geçerek, onun oluşturduğu çemberin dışına çıkarak doğru yerde durmak gerektiği çok açıktır. daha büyük sonuçlar alacaktır. Sistemin açlıkla terbiye eden ve bu şekilde bağımlılaştıran politikalarına karşı kolektif üretimin esas olduğu kooperatifleşmelere gitmek de büyük önem taşımaktadır. Bu gün binlerce işsiz genci kapitalizmin kapısından kurtaracak olan kendi öz üretim birimleri- Gençlik Kapitalizmin çemberini sadece kendini örgütleyerek aşar Sadece Kürdistan gençliğiyle sınırlı kalmayan, komşu halkların da farklı gençlik kesimlerini bu kapsamda örgütlenmeler içerisinde birleştirip etkili bir mücadele gücüne dönüştürmek muazzam bir enerjiyi açığa çıkaracaktır. Özellikle Avrupa bu anlamda köklü bir gençlik direniş tarihine sahip olduğu gibi bu gün de birçok muhalif gençlik grubunun varlığını koruduğu bir alan konumunda. Kürdistan gençliği olarak ise kendi alternatif kurumlaşmalarımıza gitmemiz gerektiği ortadır. Sistemin zihinleri köreltip ezbercileştiren eğitim kurumlarına karşı gençliğin demokratik akademilerini geliştirmek öncelikli görevlerdendir. Her evi, kurumu eğitim ortamına dönüştürmek ve yaşamın bir parçası haline getirmek gençliğin ufkunu derinleştireceği gibi özgür düşünceli kılacaktır. Yine gençliğin kendisiyle ilgili kararlar alıp uyguladığı, ahlaki ve politik toplumun temel taşı olan komünleşmelere gitmek ancak alternatif bir yaşamı inşa edebilir. Kendi sorunlarını tartışan, kendi çözümlerini bulan bir gençlik yere daha sağlam basacağı gibi attığı her adımda miz olacaktır. Grup grup gençleri bir araya getirip kendi üretim alanlarını oluşturmak sanıldığından daha kolay olduğu gibi sonuçları da sistemi yaşamlarımızda geriletecek, aştıracak nitelikte olacaktır. Bu konuda biraz araştırma yapmak ve adım atmak gerisini kendiyle beraber getirecektir. Kapitalizmin çemberinin içinde veya üstünde duran günümüz gençliği ancak bu kurumlaşmalarla çemberin dışına çıkabilecektir. Yeter ki o ilk adımı atalım. Bunun cesaretini ve gücünü gösterelim. Unutmamak gerekir ki gençlerin birlikte yaşadığı, öğrendiği, öğrettiği, ürettiği ortak yaşam alanları olan komünler, akademiler, kooperatifler su ve ekmek kadar değerli ku31 rumlaşmalardır. Bunların her biri kapitalizmin akıttığı zehrin panzehiridir. Bütün bunların sağlıklı geliştirilmesi için gençliğin toplumun öz savunmasını sağlayacak örgütlenmelere de gitmesi gerekmektedir. ‘Demokrasinin dili eylemdir’ gerçeğinden hareketle kapitalizmin her türlü saldırısına karşı öz savunma olmazsa olmaz bir örgütlülüğün ifadesidir. Çünkü sistem yukarıda belirttiğimiz gibi gençliği denetimde tutmak için birçok yöntem kullanmaktadır. Sistem gençliğin yaşam alanlarını daraltarak adeta onu soluksuz bırakıp ya zihnine ve bedenine saldırmakta ya da zindanlara koyarak tehditlerle cesaretini kırmak istemektedir. Bunun karşısında geliştireceğimiz örgütlenmeler bizi kapitalizmden bağımsız bireyler haline getirip her anlamda daha donanımlı ve güçlü bir toplum yapacağı gibi geliştireceğimiz öz savunma anlayışı ve örgütlülüğüyle onun saldırılarına karşı daha hazırlıklı ve onu gerileten bir çizgiyi açığa çıkaracaktır. Kapitalizm siyasal, toplumsal ve ekonomik alanlar başta olmak üzere, tarihinin en derin krizini yaşamaktadır. Her ne kadar bu krizi bazı reform veya restorasyonlarla atlatmak istese de bunda başarılı olup olmayacağı sonucunu bizim örgütlülük düzeyimiz gösterecektir. Bu gün aslında kimsenin verili sistemden bir beklentisi kalmamıştır. Birçok kesim sisteme daha çok kuşkuyla bakmaktadır. Bu mevcut durum demokratik mücadelenin zeminini daha fazla güçlendirmektedir. Bu anlamda kapitalizmin karşısında duran, onun çemberinin dışına çıkan gençlik sahip olduğu tarihsel mirasın bilinciyle, kararlı bir duruş ve mücadelede ısrarla kendine büyük güvenerek başarıdan başarıya koşacağını gösterecektir. *** Hezîran 2010 STÊRKA CİWAN S A V U N M A L A R Tarihi-Toplumsal Uygarlıklar Ve Kapitalizm-2 Abdullah ÖCALAN “Kapitalist Uygarlık kitabından alınmıştır” “Her zaman hatırlamaya çalıştığım bir konudur. Kadın gibi bir gücün fazla üretken ve yaratıcı bir özelliği olmayan erkeğin elinde neden bu kadar zavallı duruma düştüğü ve mahkûm olduğudur. Cevap tabii ki zorun rolüdür” Hezîran 2010 Demokratik toplumla uygar toplum arasında hep çatışmadan bahsetmem uzlaşma olasılığını dışlamıyor. Tersine, bu iki toplum arasında uzlaşma esastır. Daha doğrusu esas olmalıydı. Başta gelen nedeni de uçların birbirini yok etmediği bir diyalektik anlayışın da sonucu olarak, demokratik toplumla uygarlık toplumu birbirisiz edemezler. Birinin varlığı diğeriyle mümkündür. Vurguladığım gibi, demokrasi ve uygarlık çıkışlarını aynı komünal ana toplumdan alırlar. Demokrasi daha çok hiyerarşik üst tabakanın ihanetine, baskı ve sömürüsüne uğramış alt çoğunluğu ve çoklukları kendine esas alırken, uygarlık daha çok üst tabakanın baskı, sömürü ve ideolojik hegemonyasını sürdüren kesimini temel alır. Tabii bu kesimler bıçakla kesilmiş gibi birbirinden ve komünal ana toplumdan kopmazlar. İç içedirler, fakat farklılıkları epey gelişmiş odaklardır. Bu noktada bir bütün olarak ‘toplum kavramı’ anlayışını gözden geçirmemiz gereği vardır. Hem de sık sık hatırlamak, bilince çıkarmak kaydıyla. Toplumlar sınıflaşmanın, her sınıf içinde binlerce alt grupların, milyonlarca ailenin, sınıflaşmamış, sınıflaşmaya karşı direnen her tür topluluğun, küreselleşenler kadar yerelleşen birimlerin, dinlerin, dillerin, siyasilerin, ekonomilerin, aşiretlerin, ulusların, uluslararasıların, kaos ve düzenlerin gergin, dingin, çatışmalı, dayanışmalı binbir çeşitten ilişki ve çelişkilerin iç içe geçtiği, teklik biçiminde değil, tekillerin binlercesinin 32 bütününün bütünü olarak anlaşılmalıdır. Bu büyük karmaşa içinde demokrasi ve devlet birbirini dengelediği oranda, barışa yakın bir toplumsal düzen oluşur. Tam barış hali ancak devletsiz hali gerektirir ki, teorik olarak düşünülse bile, pratikte henüz bundan çok uzağız. Tüm toplumu, hatta devlet toplumunu da kapsayan uzun süreli bir demokratik yaşam ancak tam barışa götürebilir. Var olan tarih momentinde söz konusu olan güçlerin dengesine (devlet ve demokrasi güçlerinin) dayalı çatışmasız süreç olarak barışlardan bahsedebiliriz. Demokrasi devleti tam yutmak isterse, mevcut tarihi momentte daha çok kaotik özellikler ağır basar. Birçok ülkede yaşanan deneyim bunu gösterir. Devlet demokrasisizliği sürekli dayatırsa, despotik, diktatörlük sistemleri oluşur ki, yine mevcut tarihsel momentte sonuç kaostur. Tarihsel süreç de denilen uygarlaşma yaklaşık beş bin yıldır devam ediyor. Demokrasi daha sınırlı yaşama şansı buldu. Ama toplum ezici çoğunluk ve çokluklar olarak hep demokrasiyi bekledi. Onun için mücadele etti. Belki binlerce yıl geçse de, aynı biçim de olmasa da, bir tür olarak devlet ve demokrasiler iç içe yaşamaya devam edecekler. Sorun olan devlet ve demokrasiyi ayrıştırmak kadar, nasıl verimli olarak ya da en azından birbirini inkâr etmeden bir aradalıklarını sistematik kurallarla belirlemektir. Belki de yeni türde anayasalar oluşturmak gerekecektir. Mevcut devlet ve demokrasi iç içeliği tam bir STÊRKA CİWAN kandırmacadır. Birbirlerinin ayıbını gidermeye yarayan, çıplak vücudun ayıplı yerlerini örten asma yaprakları örneğidir. Bu durum aşılmadan, tutarlı bir devlet ve demokrasi tartışması bile yapılamaz. En modern iki devrim olan Fransız ve Rus Devrimleri bu konuda gelişme ve netlik kazandırma şurada kalsın, karmaşayı daha da arttırmışlardır. Siyaset teorisinin en azından demokrasiye açık devletle (kendini demokrasi yerine koymayan ve demokrasiyi yasaklamayan) devleti inkâr etmeyen (kendini hızla devletleştirmeyen ve devleti hep yıkılması gereken engel olarak görmeyen) demokrasinin içerik ve biçim belirlemesini tam yapmaya şiddetle ihtiyaç vardır. Teoriye gerçekten ihtiyaç vardır. Fakat pratik ortamın karmaşa haline cevap veren teoriye. Devlet ve demokrasinin daha az çatışmalı ve birbirlerini daha verimli kılacak biçimlerinin hem çok gerekli hem de mümkün olduğuna, ihtiyaç duyulan en güçlü siyasi olasılığın bu temelde ge- liştirilmesi gerektiğine inanıyorum. Mevcut devletler demokrasiyi özde tanımıyor. Çok hantal ve dev cüsselidir. Demokrasiler ise birer devlet karikatürü olarak çok çarpık ve işlevsizdir. Siyaset felsefesinin ve pratiğinin en temel meselesinin bu olduğu kuşkusuzdur. Modernite kendini komünal değerlerin sömürüsü temelinde örgütler Geleneksel liberal ve sosyalist paradigmalardan farklı bir paradigmayı, ana teorik çerçeveyi sunduğumun farkındayım. Daha da içerik kazandırmaya çalışacağım. Bu kısa çerçeveyi bir ‘toplum biçimi’ olarak kapitalizmi nereye ve nasıl oturtacağım sorununa yanıt vermek için çizdim. Açık ki kapitalizmi salt bir ekonomik biçim olarak görmediğim gibi, bir toplum biçimi olarak da görmüyorum. Öncelikle kapitalist ekonomi denilen ilişkiyi bir uygar toplum bütünlüğü içinde görmeye çalışalım. 33 Kapitalist ekonominin, değişim ekonomisi de denilen metalaşmanın pazar ilişkisi ve rekabetinin üstünde tüneyen ve esas olarak fiyatlarla oynayarak ve farklı alanlar arasında oluşan farklı fiyatlardan yararlanarak kurulan bir tekelcilik kazancına dayandığını iyi kavrayıp özümsemek gerekir. Aslında değişim değeri yaratan bir sektör olmadığını da bu tanım gereği iyi anlamalıyız. Genel ekonomik yaşamın çok cüzi bir kısmıyla ilgilidir. Ama stratejik konumu nedeniyle belirleyicilik sağlayan bir cüziliktir. Çok az kişinin elinde çok büyük biriken bir değişim değeri toplamıdır. Dolayısıyla hem arz hem taleple oynama stratejik üstünlüğü vardır. Unutmamak gerekir ki, bu üstünlük o güne kadar devletlerde de yoktur. İlginç olan, bu üstünlüğün doğuşu ve kullanış tarzıdır. Doğuşunu az çok anlıyoruz. Kullanılışı sürekli sermaye büyümesine dayandığı için, çok daha çarpıcı ve toplumu altüst edicidir. Buna devrimci demek topluma ihanetle özdeştir. Özellikle tarihsel-demokratik topluma! Sermayenin kendini büyüterek (Ekonominin Süpermenleri ekonomi politikacıların kanun adının kutsiyetinden de yararlanarak cilalayıp sundukları meşhur kâr kanunu) kullandırılmasının en ince ve kılıfına uydurularak yapılmış bir talan olduğunu ekonomi-politik bilimi ne zaman itiraf edecek? Güçlü ve kurnaz adama neden kapitalist demiyorum? Çünkü el koyuşu açık güce ve savaşa dayalı da ondan. Savaşın tuzak demek olduğunu tabi unutmuyoruz. Hukuka, dine uydurmaya, kılıfa büründürmeye gerek duymaz. Yalnız kapitalist ekonominin hakkını şu noktada teslim etmek gerek: Kendinden önceki devlet-ekonomi ilişkisi cebren el koymaya dayanıyordu. Hiyerarşinin örf hukuku ve geleneği mensup olduğu dinin “kâfirin malı helal” kuralı açık Hezîran 2010 STÊRKA CİWAN gaspa, ganimeti hak bellemeye cevaz veriyordu. Yani güçlü ve kurnaz adam artık devlet oluyordu. Kapitalist ekonomi bu noktada klasik devletten ayrışır. Zıtlaşır demiyorum. Uygar toplumun gelişim düzeyi ganimet türü bir talanı verimli kılmadığında bu sektöre gün doğar. Zaten köleci ve feodal devletin verimsizleşmeye (açık gasp, talan demek olan ganimet hakkı verimli olmadığında, toplumun iliklerini kurutup artık-ürün üretemez sınırlara taşıdığında) başladığı an ve süreçlerde devreye girmesi bu farkı ortaya çıkarıyor. Kendine yeni bir ekonomik düzen yaftasını vurma şansı tanıyor. Köleci devlet tekeli ilk çağlarda çok verimlidir. Firavun piramit mezarlarına, Greko-Romen kent kalıntılarına baktığımızda kendini gösterir. Kapitalistik sektör bu dönemde de var, ama çok sınırlıdır. Devlet tekelinin verimliliği ona, o sektöre gelişme şansı tanımıyor veya çok az tanıyor. Köleci çalışma düzeni verimsizleştiğinde, feodal çalışma düzeninin yaygınlaştığını biliyoruz. Köleci uygarlığın neden verimsizleştiğini çözümlemek konumuz değildir. Çok uzun süren (M.Ö. 4.000 M.S. 500) çalışma ve yaşam anlayışıyla, geniş mekânlara yayılımıyla, muazzam masraf yapısıyla, zorla ve kölece daha fazla alan ve insan elde edilişinin sınırlarının tükenmesiyle, içten ve dıştan binlerce demokratik ve özgürlük karakterli direniş ve isyanlarla aşıldığını belirtmekle yetinelim. İnşa edilen ve daha çok İslam Ortadoğu’suyla Avrupa Hıristiyanlığınca temsil edilen uygarlık toplumu; mirasını devraldığı Greko-Romen ve onların da üzerine kurulduğu Sümer ve Mısır uygarlığına nazaran farklı bir meşruiyet ve sömürü tarzına dayandı. İki din güçlü bir meşruiyet sunarken, köleye nazaran biraz kendisinin olan serf köylüyle uygar toplum Hezîran 2010 kendini yenilemeyi başardı. Şüphesiz üç yüz yıl yoksulların vicdanı olan Hıristiyanlığın bu süresiyle İslam’ın farklı mezhep örtüsü altında süren eşitlik ve özgürlük mücadelesi, dolayısıyla demokratik toplum çabaları ve arayışları, uygarlığın hem kendini yenilemesinde hem de daha taşınır kılınmasında başat rolü oynar. Uygarlık ideologlarınca iddia edildiği gibi uygarlığın yüceliğinden, onurlu gelişiminden kaynaklanmıyor. Bazı kazanımları varsa bile, eski komünal toplum kalıntıları, aşiretlerin, kavimlerin, kölelerin kaçışı ve yoksulların binlerce direniş ve isyanlarıyla bu evreye erişildi. Yeni uygarlık labaratuarı Avrupa olacaktır Uygar toplumda baskı ve sömürünün yeni meşruiyet araçlarıyla kendini yenilemesi, temel araçları olan sınıf, kent ve devletin de yenilenmesini sağladı. Serf-senyör, kent-pazar, devlet-kul ilişkilerinin yeni ortamında kapitalist öğelerin gelişmesi kolaylaştı. Çin’den Atlas Okyanusu’na kadar pazar etrafında gelişen kentler, meta üretiminin hızlanmasını ve değişimin derinlik ve genişlik kazanmasını beraberinde getirdi. Pazarlar arasındaki fiyat farkı tekelci tüccar kârlarının görülmemiş seviyelere ulaşmasını sağladı. Kentlerin ilk defa kırsal alan karşısında denge sağlaması imkân dahiline girdi. Uzakdoğu ve Avrupa arasında İslam Uygarlığı bir nevi ticaret uygarlığıydı. Ticari açıdan Avrupa için ne gerekliyse sundu. Hem maddi kültür, hem manevi kültür olarak. Uygarlığın diğer temel araçları zaten ilkçağdan beri sunulmaktadır. Kent-sınıf ve devletin taşınması İslamiyet ile sona eriyor. Bunda şüphesiz Araplar ve Yahudiler başrolü oynadılar. Antikçağda Greko-Romenlerin yarım 34 bıraktığı işleri Arap ve Yahudi bilgin, zanaatkâr ve tüccarları tamamladılar. Ortadoğu uygarlığının tek önemli eksikliği, kapitalist sektörün kentleri aşıp bir ülke mekânında başat rol oynamamasıydı. Amsterdam ve London’un başardığını başaramamasıydı. Bunda Avrupa mutlakıyet rejimlerinden daha ezici merkezi despotik otorite başrolü oynadı. Çin ve Hindistan’daki siyasi yapılanma Ortadoğu saltanatlarından da merkezi ve asimetrik ezici bir üstünlüğe sahipti. Japonya kısmen Avrupa tarzı feodal siyasi yapılanmada kaldı. 16. yüzyıla dayandığımızda, kadim Asya uygarlıklarının yeni hamle takatleri kalmamıştı. Cengiz ve Timur’un seferleri, daha önceki Türk boylarının göç ve akınları taze kan vermekten, ömürlerini uzatmaktan öteye bir rol oynamadı. Ne olacaksa bir nevi Asya’nın batı ucundaki yarımadası niteliğindeki Avrupa’da olacaktı. Yeni uygarlık laboratuarı orasıydı. Uygarlıkla birlikte ticaret ve kapitalist sektör Avrupa’ya taşındığında, önlerinde bakir topraklar, taze kent kuruluşları ve toy, yeni yetme bir Avrupa feodalitesi oluşuyordu. Onlara uygarlık bile denemezdi. Hıristiyanlığın onuncu yüzyılın sonlarına dek başardığı, manevi moral aşıydı. Ortadoğu tarzında kadim bir uygarlık Avrupa’da oluşsaydı, kapitalist uygarlığın gelişme şansı son derece tartışılırdır. Yeni uygarlıklar bakir topraklarda oluşur. Uygarlıklar açısından bu yönü de dikkate almak öğreticidir. Avrupa uygarlık mayalanmasına baktığımızda ilginç bir boşluk kendini hissettiriyor. Eskinin sürdürülme zorlukları ve yeninin toyluğu (feodalite), üçüncüsüne aradan sıyrılma şansı veriyor. Örneğin İspanya üzerinden Arapların, Balkanlar üzerinden Osmanlıların, Sibirya’nın güneyinden kavimlerin saldırısının, en son Moğol STÊRKA CİWAN akınlarının bir kolu Avrupa’da eski tarz bir imparatorluk kursaydı, acaba tarih nasıl yön alırdı? Demek ki Avrupa için şans da önemli bir faktördür. Binlerce yıldan beri metalaşma, değişim sürüp gelmektedir Tüm bu uygarlık üzerine spekülasyonları kapitalistik bir sektörün doğuşuna ve hegemonik bir karakter kazanmasına açıklık getirmek için yapıyoruz. Görüyoruz ki, uygarlıksal bir gelişmenin kaçınılmaz bir halkası söz konusu bile değildir. Bin bir tesadüfün birleşik etkisiyle ve kadim uygarlıkların yarıklarında ve marjinal bölgelerinde, pazarın üzerinde ve karşıtında para oyunlarıyla sağlanan ve uzak ticaret yollarından, sömürge talanlarından payına düşeni fazlasıyla almış bir grup, büyük tüccar spekülatörü, Avrupa’nın en iddiasız iki kenti üzerinden önce Avrupa’da, sonra tüm dünya üzerinde hegemonyasını kuracak şansı yakalamış ve müthiş kullanmıştır. Bütün araştırmalar bu spekülatör grubun son derece tutucu olduğunu ve hiçbir yaratıcı fikrinin, icadının bulunmadığını göstermektedir. En becerdiği iş para üzerinden para kazanmaktır. Kıtlık ve savaş rantlarından yine para kazanmak, dünya genelinde oluşan fiyat farkından kazandıkça daha çok para kazanmak, becerikli olduğu tek toplumsal alandır. 16. yüzyıl başlarının Avrupa’sının ilginç bir özelliği de paranın her şeye hükmedecek bir güce erişmesiydi. Gerçek yönetici ve komutan para olmuştu. Para kimdeyse güç ondaydı. Bunda 35 şüphesiz müthiş metalaşma, pazarlaşma ve kentleşme temel etkendir. Hiçbir kadim Asyatik iktidar gücünün, sultan veya imparatorunun, hatta hiçbir Roma imparatorunun metalaşmanın ürünü paralaşma, parayla iktidar yürütme sorunu yoktur. Olsa bile çok sınırlıdır. Varsa dünya hazineleri, onlar da çoktan saraylarına taşınmıştır. Kapitalist sektör başarı üzerine başarı kazandığında, Avrupa kralları borç dilenir durumdaydı. Paraiktidar gücünün farklı bir aşaması söz konusuydu. İlk defa siyasi iktidar para karşısında diz çökebiliyordu. Bu gerçeklik paranın komuta gücünü devralacak kadar güçlendiğinin de kanıtıdır. Napolyon ordu konusunda “Para! Para! Para!” derken bu gerçeği dillendiriyordu. Dünya uygarlık tarihinde (uygarlık karşıtı dünyanın tarihi değil!) yeniliğin temelinde para etkeninin ağır basması uygarlıkta bir yeniliğe yol açar. Ama temel niteliğinde hiçbir köklü değişikliğe yol açmaz. Kaldı ki, uygarlık parayı, pazarı, kenti, ticareti, hatta banka ve senedi yeni tanımıyor ki. Hepsi binlerce yıl önce icat edilmiş araçlardır. Diğer önemli bir başlık, kapitalist sektörün başlangıçta üretimle ilişkisinin olmamasıdır. Hatta küçük ticaretle de ilişkisi yoktur. Ekonominin temel ilişkilerinde herhangi bir keşfi, yeniliği söz konusu değildir. Meta ve değişimin de yaratıcı gücü değildir. Binlerce yıldan beri metalaşma, değişim sürüp gelmektedir. Eğer illa bir yeteneğinden bahsedeceksek, paranın gücünü çok iyi keşfetmesi, kullanması, parayı sermaye haline getirmesi, yani paradan para kazanma zanaatını iyi becermesidir. Paranın kazanılacağı kent ve ülkeleri, yol ve pazarları da iyi takip etmede ustalıkları tartışılmaz. Para ve mal dolaşım ağlarının uzmanlarıydılar. 16. yüzyıl Hezîran 2010 STÊRKA CİWAN Kapitalizm çağı da denen insanın son dört yüz yılına bakalım. farkındadır. Bu paradigmayla özünde Toplumla ilgili egemenlik altına alınmamış, en ince kılcal damarlarına kapitalizmi anayurdunda kurtarma savaşının yeni bir aşamasının teoriskadar iktidar kurulmamış bir hücresi, dokusu kalmış mıdır? yenliğini yapmaktadır. Kapitalizmin başlarında Avrupa’nın paranın ko- rüştü. Her şeyi ekonomiye boğan değişerek sonsuz kılınmasının teorisi, mutasına girmesini bu grubun kapitalizmin ekonomiyle ilgisinin ol- liberalizmin sağ tarzı tarihin sonu ustalığına bağlamak gerçekleri zor- madığı, hatta onun can düşmanı ideası, liberalizmin sol tarzı sonsuzlamak olur. Dile getirdiğimiz tüm olduğudur. İDDİA EDİYORUM: luğu ideasıyla birlikte bir kez daha gerçekler, uygarlıksal gelişmede bu KAPİTALİZM EKONOMİ DEĞİL, beyinlere sızdırılmak isteniyor. Son grubun rolünün son derece marjinal EKONOMİNİN CAN DÜŞMANI- kapitalist küresel hamleyle birlikte. Kapitalizme ilişkin yorumlamayı olduğunu gösterir. Para ve pazarın DIR. İleriki bölümlerde kapsamlı kapitalist ekonomik sektörü doğurması ele alacağım. Finans, ekonomi midir? bundan sonraki modernlik çözümlemesi bir zorunluluk değildir. Avrupa’nın Küresel finans, ekonomi midir? Çevre temelinde sürdüreceğim. Özellikle çok üstünde para ve pazar gücü Asya felaketi ekonomi midir? İşsizlik eko- ulus-devlet ve endüstriyalizm boyuuygarlıklarında vardı. Direkt bağlantılı nomik sorun mudur? Banka, senet, tunda. Fakat kendisini de bizzat iktidar olsaydı, öncelikle oralarda doğardı. kur, faiz ekonomi midir? Kanser gibi karargâhlarında takip etmeye Bilim, sanat, din ve felsefeyle kâr uğruna meta üretmek ekonomi çalışacağım. F. Braudel’den ilham bağlantılı kılınamayacağı, bilakis bu midir? Soru listesi kabarık. Hepsine aldığım, ama eksik bulduğum başlığı disiplinlerin moral ilke açısından bu verilecek tek cevap koca bir HA- “kapitalizm evinde” biçiminde değil doğuşa hep kuşkulu ve karşıt baktığı YIR’dır. Formül şudur: Para-ser- de, tıpkı Sümerlerin kurnaz tanrısı genel bir kabuldür. maye bahane = iktidar şahane! Enki gibi, Helenlerin Hades’i gibi Her zaman hatırlamaya çalıştığım Para-sermayenin son derece hileli yeraltı saraylarında, yani görünmez bir konudur. Kadın gibi bir gücün oyunlarıyla ne yeni bir ekonomik kıldığı iktidar oyunu alanlarında. Dofazla üretken ve yaratıcı bir özelliği biçim yaratılmıştır, ne de kapitalist layısıyla başlığımız ‘çıplak kral ve olmayan erkeğin elinde neden bu ka- toplum biçimi, hatta kapitalist uy- maskesiz tanrı sarayında’ gibi olursa dar zavallı duruma düştüğü ve mah- garlık diye bir uygarlık biçimi söz daha anlamlı olacaktır. Başından beri kûm olduğudur. Cevap tabii ki zorun konusu olmuştur. Ortada toplumun küresel iktidar sistemi arzusu olan karolüdür. Ekonomi de elinden alınınca, tarihin hiçbir döneminde tanık ol- pitalizmin bu emelini ulus-devlet ve korkunç bir tutsaklık kaçınılmaz olur. madığı bir ele geçiriliş oyunu vardır. endüstriyalizm ayaklarıyla nasıl başarBaşına bir erkek çocuk koysan, kırk Sadece ekonomik gücü değil, tüm maya çalıştığını tüm anlatım tarzlarını yıl karılık gibi çok düşkün bir sanatı siyasi, askeri, dini, ahlaki, bilimsel, sentezleyerek sunmaya devam icra etmeye razı edilmiş kadar kendisi felsefi, sanatsal, tarihi, maddi ve edeceğim. Çünkü büyük anlatım tarzolmaktan çıkarılmıştır. Kaldı ki, güçlü manevi tüm kültürel gücünün ele larının parçalanması da bu yeni Levierkeğin karılığı daha korkunçtur. geçirilişi. KAPİTALİZM EN athan’ın ilk işlerindendir. Birleştirmeden Paranın, sermaye olarak toplum GELİŞMİŞ EGEMENLİKTİR, anlatım çok eksik bir anlatımdır. Eleştirinin hedefinin hizmetine yol açar. üzerinde kazandığı gücü bu örnekle İKTİDARDIR. kıyaslamanın çok öğretici olduğu Kapitalizm çağı da denen insanın Yöntemim yadırganabilir, ama topkanısındayım. Paranın komuta gücü son dört yüz yılına bakalım. Top- lumsal ilişkinin yetkin yorumuna, dokazanması, aslında ekonomik olay lumla ilgili egemenlik altına layısıyla bilincine götürdüğüne inanıyoolmaktan çıktığının da itirafıdır. Usta alınmamış, en ince kılcal damarlarına rum. Değerlendirmemin son bölümünü tarihçi Fernand Braudel, kapitalizm kadar iktidar kurulmamış bir hücresi, Ekonominin Can Düşmanı Kapitalizm başlığı altında tamamlamaya pazar karşıtı, dolayısıyla ekonomi dokusu kalmış mıdır? karşıtı, hatta ekonomi dışıdır derken, Kurnaz İngiliz sosyologu Antony çalışacağım. Ondan sonraki çalışmam çok anlamlı bir gerçeği dile getir- Giddens, modernitenin üç Özgürlük Sosyolojisi adı altında demektedir. Ekonomiyi değişim ve pa- süreksizliğinden bahseder. Kapitalist mokratik, özgür ve eşitlikçi toplumun zar olgusuyla başlattığı için bu yargısı üretim biçimi, ulus-devlet ve endüstri. çözümlenmesine ayrımlanacaktır. büyük değer arz etmektedir. Benim Moderniteyi bu üç ayakla tanımlarken *** hep dile getirmek istediğim bir gö- görünüşte gerçekçidir. Fakat sanırım Hezîran 2010 36 STÊRKA CİWAN G Ü N C E Kapitalist modernitenin aynılaştıran alışkanlıklarından arınarak yurtseverlik bilinci ile yaşamak L Zozan Arya BOTAN “Tarihi değiştirebilenler onu gerçek anlamda yaşayanlardır. Uğruna bedeller verenler gerçek anlamda tarihi yaşayanlardır. Bu temelde nasıl bir yaşam tarzımız olmalıdır. Bu olması gereken yaşam tarzımızla yurtseverlik bilincimiz arasında nasıl bir bağ kurabiliriz?” Önderliğimizin mücadele sürecinin her aşamasında cevaplamaya çalıştığı asıl soru “nasıl yaşamalı” sorusudur. İki kelimelik basit soru yaşadığımız yaşamı derin bir sorgulamadan geçirmemizi, inancımız ile eylemimizin bağlantısını doğru kurmamızı sağlar. Nasıl yaşamalı sorusunu “özgür bir yaşam” olarak cevaplamak büyük bir yükümlülük ve iddiayı gerekli kılar. Çünkü özgür yaşama ulaşmak mücadele, kararlılık, fedakârlıkla, Kapitalist modernitenin yarattığı yaşam alışkanlıklarından kendimizi kurtarmakla gerçekleşecektir. Kapitalizmin ideolojisi olan liberalizm yaşamı anlamından boşaltarak, aynı fabrikadan çıkan ürünlere benzer yaşam biçimlerinin hem de özgürlük ve farklılık adına yaşanmasını sağlamıştır. En antikapitalist, devrimci, komünist, sosyalist, anarşist, feminist akımlar liberalizm batağından kendilerini kurtaramadıkları için sistem karşısında yürüttükleri büyük mücadelelere rağmen başarılı olamamışlardır. Kaybettiren temel nokta kapitalizmin yaşam alışkanlıklarından kendilerini kurtaramamalarıdır. Kapitalist modernitenin yaşam alışkanlıkları, inancı, ideolojisi ne olursa olsun tüm insanları aynılaştırarak, önceden belirlenmiş bir yaşamın yaşanmasını sağlamıştır. Ne yapacağı, ne düşüneceği, ne hissedeceği önceden belirlenmiş bir yaşamı dayatarak insanların büyük bölümünü buna mecbur kılmıştır. Doğaya, doğada yaşayan canlılara ve insanlara yaklaşımlar da buna göre belirlenmiştir. Kendini o doğanın, diğer canlıların ve içinde 37 yaşadığı toplumun yaşamından sorumlu görmeyen, bireyci, bencil, tarihsiz ve köksüz bir insan gerçeği yaratılmıştır. Liberalizmin yarattığı çarpık zihniyet insanların ne kendi yaşamları ne de başkalarının yaşamları konusunda hiçbir sorgulama yapmadan, önlerine model olarak ne konuluyorsa ona ulaşmak için birbiri ile yarışan bir tablo ortaya çıkarmıştır. Bu noktada yapılması gereken ilk şey kapitalizmin yaşam alışkanlıklarına karşı öfke ve nefret duymak olmalıdır. Çünkü ona karşı öfke duymaz, Önderliğimizin de ifade ettiği gibi etkilerini sürekli kusarak beynimizi, yüreğimizi arındırmazsak tutarlı bir mücadeleden bahsetmek doğru olmayacaktır. Kapitalizme küfürler yağdırıp, teoride mahkûm ederken onun yaşam kalıplarına göre bir yaşamı yaşamak tutarlı bir devrimcilik değildir. Tersinden kapitalizmin yaşam alışkanlıklarını atmadan kendini bastırarak devrimden sonra onları yaşama hayalleri ile de özgür bir yaşam yaratılamaz. Çünkü devrimciler için devrimden sonrası ile öncesi yaşam farklılığı olamaz. Bu gün demokratik komünal temelde yaşayıp yarın bireyci bencil bir yaşamın hayalini kurmak kendi kurduğu sisteme ihanet anlamına gelecektir. Kapitalist sisteme karşı sistemin içerisinde yürütülecek mücadele çok derin bir yoğunlaşmayı gerekli kılar. Önderliğimiz bu konuda bilgeleri, dervişleri örnek verir. Onlar yakılma pahasına, sistemin onları dışlaması, deli diye yaftalamasına rağmen yaşamlarına Hezîran 2010 STÊRKA CİWAN anlam katarak o sistemlere karşı en etkili mücadeleyi yürütmüşlerdir. PKK’nin bir gençlik hareketi olarak ilk örgütlenme süreci de böyledir. Hala insanların “ilk PKKliler” den bahsetmesi bundan kaynaklıdır. Yaşam tarzları herkesi etkilemiştir. Nasıl yaşamalı sorusu şu anda yaşadığımız yaşamı özgürlük temelinde dönüştürmekle cevaplanacaktır. Kendi kimliğini, tarihini doğru tanımakla ve onun gereklerine göre yaşamakla gerçekleşecektir. Özellikle Kürt gençleri açısından bu tarihi önemdedir. Kürt gençliği açısından Önderlik düşüncelerini benimseyerek, özgür bir yaşamı yaratma iddiasının gelişmemesi için korkunç bir kuşatma ve saldırı dalgası geliştirilmektedir. Kürdistan parçalarında yürütülen savaşın temeline uyuşturucu, fuhuş, ajanlaştırma ile Kürt gençlerini yozlaştırma ile özel savaşın bu kadar dayatılması bununla ilgilidir. Özgür bir yaşam için dağlara çıkmanın enHezîran 2010 gellenmesi için bin bir türlü yola bu nedenle başvurulmaktadır. Özgürlük ve yurtseverliğin birbiriyle bağlantısı Kürdistan gençliği varlığı tehdit altında olan bir halkın, dört sömürgeci devletin egemenliğinde bir toprağın, yasaklanmış bir dil ve kültürün çocukları olarak bu gerçekliği bilince çıkarmadan anlamlı bir yaşamdan bahsedilemez. Bundan dolayı Kürt gençliğinin öncelikle yurtseverlik temelinde yaşaması gerekmektedir. Özgürlük Hareketi kimliğinden utanan bir gerçeklikten bu gün tüm dünya halklarına örnek olacak demokratik uluslaşmayı yurtseverlik bilincini geliştirme ile sağlamıştır. Önderliğimiz kadın özgürlük mücadelesini başlatırken de birinci ilkesini yurtseverlik olarak belirlemiştir. Çünkü kaybedilen nokta orası olmuştur. Hiçbir insan doğarken kimliğini, 38 dilini, yaşayacağı toprağı seçemez. Fakat varlığının anlam bulması o kimliği, dili, kültürü ve toprağı sahiplenmesi ile mümkündür. Bundan kaçarak, önemsiz görerek yaşamın yine de yaşanacağını sanmak büyük bir gaflettir. Egemenlerin kültürümüze, dilimize, toprağımıza bu kadar saldırması, yasaklamasının nedenini sorgulamak bile neden yurtseverlik ilkelerine göre yaşanması gerektiği konusunda önemli sonuçlar çıkarmamızı sağlayacaktır. İnsanın yaşadığı dünya, etrafındaki doğal çevre, içinde bulunduğu toplumla kurduğu bağ ancak doğru bir yurtseverlik anlayışı ile gerçekleşir. Yurtseverlik ve milliyetçiliği birbiri ile aynılaştırmak ve karıştırmak da yapılacak en vahim hatalardan biri olacaktır. Milliyetçilik kapitalizmin kendisini ayakta tutması için toplumu sömürmede bir din gibi ele aldığı, halkları birbirine kırdırdığı bir ideoloji iken yurtseverlik toprağını, kültürünü, dilini koruma ve savunmayı ifade eder. Bu insan olmanın, bir toplumsal kimliğe ait olmanın gereğidir. Bu aidiyeti ret etmek kişinin kendisine yabancılaşması ve parçalı bir kimlik oluşumuna neden olacaktır. Kürtlük değerlerinin yaşatılmasından kendini sorumlu gören, Kürdistan’ın özgürlüğünü tüm yaşamının temel hedefi haline getiren bir gençlik gerçek anlamda bu güne kadar yürütülen mücadelenin mirasına sahip çıkmış olacaktır. Tüm gösteriş ve cilasına rağmen kapitalizmin yarattığı yaşam kültürüne karşı büyük öfke duyarak demokratik komünal geleneğin en güçlü taşıyıcısı olan Kürt halkının kültürüne, yaşamsal değerlerine göre yurtseverlik temelinde yaşamak Kürt gençliğinin en büyük sorumluluğudur. *** STÊRKA CİWAN Ö Y K Ü Berfin ile Ferzad Erkan KOBANLI “Birkaç günde bir hücreye götürülüyordu. İki insanın zor sığabileceği kadar küçük olan bu hücrede, nefes almakta zorlanıyordu. Kapı aralığındaki küçük bir delikten sızan hava, onun nefes almasını sağlıyordu. Onu soluyabilmesi için de küçük hücrede ayakları havaya dikiyor ve başını yere yapıştırarak soluk alıyordu” Evin Cezaevinin kapısından içeri adım atmalarından itibaren en acımasız işkencelere maruz kalmışlardı. Kürt ve üstüne bir de siyasi olmaları, İran yasalarına göre büyük bir suç olarak kabul ediliyordu. Onur kırıcı hangi uygulama varsa, onların üzerinde deneniyordu. İdarenin onlardan tek isteği; pişmanlıklarını belirterek aflarını talep etmeleriydi. Eğer bunu yaparlarsa serbest bile bırakılabilecekleri kendilerine söyleniyordu. Onlar ise bunun ihanet olacağını ifade ederek, direniş sergiliyorlardı. Ayak içlerine aldıkları darbeler nedeniyle yürümekte zorluk çekiyorlardı. Vücutlarının her yerinde ağır yaralar vardı. Ancak diğerlerinden farklı olarak, içlerinden bir tanesinin ellerine daha fazla işkence ediyorlardı. O; cezaevine götürülmeden önce öğretmenlik yapan Ferzad isminde ki bir gençti. Cezaevinde ki diğer mahkumlarla bir araya geldiğinde duvarı yazı tahtası gibi kullanarak diğer Kürt mahkumlara Kürdistan tarihine ve direnişlerine dair dersler veriyordu. Orayı da bir okula çevirmişti adeta. İdare, bu nedenle ona daha ağır yöneliyordu. Onu etkisiz hale getirmeleri durumunda, diğerlerininde dirençlerinin kırılacağını tasarlıyorlardı. *** Berfin; oniki yaşına henüz girmişti. Devletin dayattığı şartlar ve ekonomik durumları nedeniyle, ailesi tarafından Siirt’in bir köyündeki yatılı 39 okula verilmişti. Diğer çocuklar gibi haftasonları hariç diğer günler okulda kalıyordu. Okulları, askeri birliğin hemen bitişiğindeydi. Zaten onlar da askeri bir sistemle yönetiliyorlardı. Kaldıkları odalara, koğuş adı verilmişti. Kızlar ve erkekler ayrı koğuşlarda kalsalar da, aynı ortamı paylaşıyorlardı. Çok zor koşullarda yaşamlarını sürdürüyorlardı. Herhangi bir eğitimden de söz edecek durum yoktu. Daha çocuk yaşta olan Berfin; bu yatılı okula büyük umutlarla gelmişti. Aslında umut diye gördüğü şey, bir kaçıştan başka birşey değildi. Eğer oraya başlamasaydı, küçük yaşına rağmen zorla evlendirileceğinin bilincindeydi. Ondan bir yaş büyük olan ablası evli ve bir çocuk annesiydi. Öğretmenler, öğrencilere karşı çok sert bir yaklaşım içerisindelerdi. Çocukların herhangi bir tecrübeleri olmamalarına karşın, mecburiyetleri de olmamasına rağmen temizlik, yemek gibi idarenin yapması gerekenleri, öğrencilere yaptırıyorlardı. Yanlış veya eksik yapanlara da ceza adı altında dayak atıyor, hakaretler savuruyorlardı. İçine kapanık olan Berfin de, diğerleri gibi bu durumu kabullenemiyordu. Hakaretlere maruz kaldığı günlerin akşamları, kaldığı koğuş yani yatakhanesindeki büyük camın önüne geçiyor, sessizce ağlıyordu. *** İran’ın Evin Cezaevinde, Kürt öğretmen Ferzad ve arkadaşlarına yapılan Hezîran 2010 STÊRKA CİWAN işkenceler her geçen gün daha da arttırılıyordu. Sistematik bir işkenceydi yapılanlar. Sopa ile dövüyor, ‘Zülfikâr’ adını verdikleri kamçı ile kamçılıyor, ayaklarından zincirliyor ve elektrik veriyorlardı. Dahası, kendisine tecavüz etmekle tehdit ediyorlardı. O ise fırsat vermiyor, istedikleri çizgiye düşmüyordu. Korkusuzca açlık grevlerine giriyordu. Yapabileceği tüm direniş alternatiflerini uyguluyordu. Bu tutumu da, cezaevi yöneticilerini, gardiyanları daha da öfkelendiriyordu. Onu sindiremedikleri için çıldırmış gibiydiler. Bazı görevlilerin onu biran önce öldürmek istedikleri de oluyordu. Hatta bir tanesi, Ferzad’ın boynuna kalın bir ip geçirerek yerlerde sürüklemiş ölmesini istemişti. Ancak araya giren diğer gardiyanların, yavaş yavaş acı çektirerek öldürmenin, ona daha büyük ızdırap olacağını söylemeleriyle o an için ölümden kurtulmuştu. Buna rağmen, yaşadığı her anı da ölümden daha kötü bir durumu ifade ediyordu. Birkaç günde bir hücreye götürülüyordu. Bir insanın zor sığabileceği kadar küçük olan bu hücrede, nefes almakta zorlanıyordu. Kapı aralığındaki küçük bir delikten sızan hava, onun nefes almasını sağlıyordu. O sızan havayı soluyabilmek için de, küçük hücrede ayakları havaya dikiyor ve başını yere yapıştırıyordu. Bu durumun farkında olan gardiyanlarsa, aralıklarla gelip küçük deliği ayakkabılarıyla tıkayarak, kahkahalar atıyorlardı. Aynı günlerde aldığı sert darbeler nedeniyle, sol bacağını da kullanamaz hale gelmişti. Herşeye rağmen umudunu koruyordu. Farklı coğrafyadaki Kürtlerin, o ve arkadaşları için kampanyalar düzenleyip, eylemlerle tepkilerini ortaya koymalarını duyduğunda, sevinçten gözyaşlarını tutamamıştı. Kendine olan güveni, daha da pekişmiş ve doruğa ulaşmıştı. Hezîran 2010 Onlar sizi korumak için burada Berfin, her ne kadar istemese de yatılı okul koşullarına kendini alıştırmaya çalışıyordu. Başka bir seçim hakkının olmaması, O’nu oraya bağlıyordu. Bir gece, geç saatte gürültüye uyandılar. Anlamsız ve boş bakışlarla birbirlerini süzdükten sonra koğuşlarının, yani sınıflarının kapısına çıkarak, yakınlaşan sesleri anlamaya çalıştılar. İki askerle birlikte yatakhane koğuşlarına doğru yaklaşan yatılı okul müdürü, tek tek koğuşlara girerek sert bir üslupla bu gece için tüm öğrencilerin bir yatakta üç kişi uyuyacaklarını, boşalan yataklarda da askerlerin kalacağını söyledi. Okulun bitişiğinde ki askeri birliğe sığmayan askerler, orada istihdam edilecekti. Öğrenci kızlardan asi, diğerlerine göre kendine biraz daha fazla güveni olan birisinin askerlerle aynı bölümde kalamayacağını belirtmesi müdür ve askerlerin başındaki komutanın büyük tepkisiyle karşılık bulmuştu. 40 ‘Onlar sizi korumak için buradalar’ türü demagojik bir konuşma yapan müdür, tüm öğrencilerin kendilerine söyleneni yapmaya mecbur olduğunu tekrarladı. Küçük çaplı, dar yataklarda üç kişi sığmaya çalışan kızlar, sık aralıklarla yataktan düşüyorlardı. Bir yandan, askerlerin bakışlarından kaçan çocuklar, diğer yandan da yatakta kalabilmek için çaba sarfediyorlardı. Sabah olduğunda, kızlar koğuşundaki öğrencilerin uykusuz kaldıkları anlaşılıyordu. Hepsi esniyordu. Erkek koğuşundakilerde ise böyle bir sorun yoktu. Çünkü onların koğuşunda kalan askerlerle doğal olarak iyi anlaşmış, sohbet etmişlerdi. Öğrencilere silahlarını ve el bombalarını gösteren, dağdaki çatışmalardan bahseden askerler, gece boyunca şiddet içeren olayları anlatmışlardı. Öğleden sonra öğrencilerle tekrar konuşan okul müdürü, askerlerin bir gece daha orada kalacaklarını ifade etti. Bunu duyan öğrenciler çok öfkelenseler de, seslerini çıkaramamışlardı. Çaresizce, bir gün daha STÊRKA CİWAN sabretmek zorunda olduklarını kendilerine kabul ettirmeye çalıştılar. Akşama kadar bitişikteki askeriyede olan askerler, tekrar okula dönmüşlerdi. Okul, adeta askeri bir birlik gibi olmuştu. Dört bir yan asker ve silahlarla doluydu. Yemeklerin ardından, uyuma vakti gelmiş önceki gün ki gibi dağılım yapılmıştı. Yine çocuklar bir yatakta üç kişi uyumak zorunda kalmış, yataklarını askerlere bırakmışlardı. Kızların, askerlerle aynı ortamda uyuyamadıklarını, rahatsız olduklarını ve bu nedenle aralarına en azından bir perde çekilmesini istemelerini de kabul etmeyen öğretmenler ve müdür, ‘onlar sizin abinizdir, ne varmış utanacak’ biçiminde yanıtlar vermişlerdi. Gecenin ilerleyen saatlerinde, tuvalete gitme ihtiyacı hisseden Berfin, usulca koğuştan dışarı çıkarak, tuvaletlerin olduğu bölüme doğru ilerledi. Etrafta kimse yoktu. Ürperen bakışlarla karanlık koridorda yürüyordu. Karanlık köşeye geldiğinde, arkasından koşan birisinin adımlarını duydu. Başını çevirmesiyle yüzünün kapatılması bir olmuştu. O esnada, tek görebildiği karşısında ki kişinin, askeri tişörtlü birisi olduğuydu. Askerlerden birisiydi bu. *** O gece, Kürt öğretmen Ferzad başta olmak üzere, dört mahkumu daha sırayla koğuşlarından alarak, ayrı ama yanyana olan hücrelere yerleştirdiler. Ferzad’ı tedavi edecekleri, diğerlerini de birkaç soru soracakları bahaneleriyle koğuşlarından almışlardı. Ferzad öğretmen ve beraberindekiler kısa sürede gelişmelerin farkına varmışlardı. Yaşananların anlamı netleşiyordu. Hep bir ağızdan, Ey Raqip marşını okumaya başladılar. Issız hücrelerin bulunduğu bölümde onların sesleri yankılanıyordu. Cezaevi müdürü ise bu duruma tepkileniyor ve hazırlıkların bir an önce bitirilmesi için talimatlar yağdırıyordu. Çok geçmeden hücre kapılarını tek tek açan gardiyanlar, yürümekte zorluk çeken beş mahkumu sürüklemeye başladılar. Sol ayağı üzerine topallayan Ferzad öğretmenin ayağına sürekli sopa ile vuruyorlardı, susmasını istiyorlardı. O ise direnişi elden bırakmıyor, acı çekmesine rağmen marşı okumaktan geri kalmıyordu. Bahçeye çıkarıldıklarında, loş bir ışık altında kurulmuş olan beş idam askısının hazırlandığını, cellatların da onları beklediğini farkettiler. Seslerini daha da yükselttiler. Son isteğinin, eşyalarının diğer arkadaşlarına verilmesi olan Ferzad’ın bu dediğini de kabul etmemişlerdi. Birkaç dakika içerisinde Kürt öğretmen Ferzad ve dört arkadaşını idam etmişlerdi. Meydan, onların söylediği marşla yankılanıyor, etrafta ki ağaçlar yas tutarcasına öne doğru savruluyor kalkıyorlardı. *** Ne varmış bunda nasıl olsa büyüyünce dağa çıkacak Çocuksu bedeniyle kendisine saldıran askere direnmeye çalışan Berfin, güçsüz kalıyordu. Yapabileceği pek birşey yoktu. Sesini duyuramıyor, askerin elinden kurtulamıyordu. Gözünden akan yaşlarla sırılsıklam olan küçük ve masum bedenine tecavüz edilmişti. Asker, hızla oradan uzaklaşmıştı. Kürt kızı Berfin, iki saat boyunca öylece kalmıştı. Kimse yardımına gelmemişti. Sabahın ilk ışıklarıyla zor olsa da ayağa kalkarak, ağır adımlarla okul müdürünün kaldığı odaya ilerlemeyi 41 başardı. Uzun bir bekleyiş ardından kapıyı açan müdür, Berfin’in parçalanmış elbisesi ve ağlayan gözlerine aldırış etmeden, bu saatte kendisini uyandırdığı için hakaratler etmeye başlamıştı. İlerleyen dakikalarda yaşanan skandalın farkına varmaya başlamıştı. Berfin’i çalışma odasına alarak, komutanı çağırmak üzere bitişikte ki askeri binaya gidip geleceğini söyledi. Komutana olayı izah ettiğinde, beklediği bir yanıtla karşılaştı müdür. Kürt kızına tecavüzü son derece normal karşılayan komutan, ‘kesin kız umut vermiştir’ suçlamasında bulunarak, ‘ne varmış bunda, nasıl olsa büyüyünce dağa çıkacak’ diye nutuk atmıştı. Aynı fikirleri paylaşan müdür de, komutanı desteklemişti. Ailesine söylememesi için yeterince korkutulan ve sindirilen Berfin, çareyi susmakta bulmuştu. Kendisine iftira atılarak insanların gözünde kötü duruma düşeceğini biliyordu. Sonuç olarak da; askerin tecavüzüyle başlayan dram, okul müdürü, öğretmen ve hizmetliyle devam etmişti... *** Hezîran 2010 STÊRKA CİWAN K A D I N Genç kadını yeniden yaratmanın adıdır PKK Rodi JELÎYAN “Varoluşun döngüsü içinde, özünü biçime veren bütün canlıların mevsimi bahardır. Oluşlar içinde özgürlüğe umut bağlama adına Newroz kelimesi bahardır ve başka anlamıyla Kürttür. Onun içinde bahar tanrısal bir mevsimdir, çünkü yaratıcıdır” Hezîran 2010 Ataerkil sistem, insanlığı maddimanevi toplumsal tarih değerlerinden kopardıkça yarınların yaratıcısı olan temel dinamikleri de çok derin uçurumlara sürüklemiştir. Yarınların temel dinamiklerinin başında ise kadın ve gençlik gelmektedir. Ataerkil sistem tarafından neolitiğin tüm yaratımları ve değerleri insanlık hafızasından adım adım silinirken, en büyük darbeyi yine bu iki dinamik almıştır. Çünkü bu temel iki dinamik analık kültünün, sosyalitesinin en büyük taşıcıları konumundadır. Neolitik toplumda kadının, doğayla olan ilişkisinden edindiği tüm tecrübeleri birebir aktardığı ve yetişkinliğine kadar kendi yanında ayırmadığı kesim çocuk ve gençliktir. Bu yüzden ataerkil sistem tarafından ilk başta 42 analık kültünden koparılan, sistem içileştirilen kesim gençlik kesimi olmuştur. Ham ve ufku açık bir beyne sahip olan bu kesim adeta sistem tarafından dumura uğratılmıştır. Ataerkil sistem, neolitik kültüre karşı geliştirmiş olduğu saldırılarla bir yandan kadını tarih sahnesinden silerken, diğer yandan gençliği de maşa olarak kullanmıştır. Bu noktada var olan sömürü düzeninde genç kadın, kadın kimliğinin getirmiş olduğu tüm saldırılara daha küçük yaşta mağruz kalmıştır. Daha küçük yaşta kız olduğundan dolayı önemsenmemiş ince sömürü düzeniyle baş başa bırakılmıştır. Her gün, her saat ve her dakika ruhsal, fiziksel ve düşünsel saldırılarla mücadele eden bir çıkmaza sürüklenmiştir. Hatta bu çıkmaz günümüz koşullarında çok ağırlaştırılmış ve katmerleştirilmiş bir yaşam döngüsünü kendisiyle yaratmıştır. Özellikle bu durum sadece Kürt toplumu için değil, tüm dünya genç kadını için geçerlidir. Kadın olmanın kimliksel kısıtlamaları dünyanın neresine gidilirse gidilsin, farklı boyutlar eklenerek ve biçim değiştirilerek sürdürülmüştür. Özellikle Kapitalist modernitenin yoğunluklu yaşandığı alanlarda ise tamamiyle kendisine yabancılaşan bir genç kadın gerçekliğiyle karşı karşıyayız. Kürdistan toplumunda genç kadını ele alındığımızda ise, şöyle bir gerçeklikle karşılaşmaktayız. Bir yandan, ataerkil sistem her ne kadar kadını, yaşamın her alanı için binbir kılıf ve STÊRKA CİWAN Kürt kadını genç yüreklerini sistemle bütünleştirmemiş, belli bir Demokratik Ekolojik Toplumun Pakopuşu yaşamış ve toplumsal değişimin temel dinamiği olmuştur. radigması temelinde mücadele eden Kürt kadını, PKK içinde yeniden domaskelerle kandırmışsa da, genç yaklaşımlar karşısında genç Kürt ka- ğuşunu gerçekleştirmiştir. Lal olmuş kadın daha tam olarak bundan nasi- dını direniyorsa, bu özünde saklı olan bedenler, düşünceden, yaşamın anlabini almamış yada başka bir değişle analık kültünün derinliğiyle bağlantı- mından kopartılmış Kürt kadınları kadınlık kılıfını tam olarak üstüne lıdır. Çünkü isyankardır, çünkü yeni- Ortadoğu’da yeniden yaşamın dokugeçirmemiştir. Bu yüzden Kürdistan likçidir, çünkü ataerkil sisteme sunu gerçekleştirmiştir. PKK’nin ilk toplumunda daha küçük yaşta yapı- başkaldırandır. Bu anlamda genç çıkışından itibaren temel çekirdeğine lan evliliklerin ya da ergenlik yaşına kadın, kadının neolitikte saklı olan oturan Kadın Hareketi bu anlamda gelen genç kızdan korkmanın (ataer- özünü en güçlü bir biçimde açığa çı- da, sistemin temel ve tüm çelişkilerini kil deyişle) temel sebebi budur. karabilecek temel dinamiğe sahiptir. kendi içinde barındıran bu çelişkiyi Diğer yandan ise, ataerkil cinsiyetçi Günümüz dünyasında ise kapita- ifade etmektedir. Nasıl ki PKK bir zihniyet ve yaşam kültürünün yaşa- list modernitenin çarpık özgürlük gençlik hareketi olarak doğmuşsa, mımızın her anına gerçekleştirdiği bu anlayışıyla çarpıklaştırılan yaşam Kadın hareketi de bu anlamda genç saldırılar karşında daha ağırkadının, sistemin ele geçirelaşmış sorunlarla karşı karşımediği kadının başkaldırısı yayız. Aile içi şiddetin, olmuştur. PKK içinde hem toplumsal şiddetin, fuhuşun, toplumsal geriliklere hem sisinsan ticaretinin, uyuşturucutemsel geriliklere karşı mücanun, organ mafyasının, pordele etmenin en güçlü adı nonun vb. birçok sömürünün genç kadın hareketidir. Temel çaresizliği içinde debelenen birçok çelişkiyi kendi içinde bir toplumsal gerçeklik barındırdığın dolayı bunu içinde, yine en büyük yarayı böyle ele almak gerekmektegenç neslimiz başta olmak dir. üzere, genç kadın almaktadır. Kürt kadını genç yürekleGenç kadın hem genç olmarini sistemle bütünleştirmenın hem kadın olmanın sorunmiş, belli bir kopuşu yaşamış larıyla daha küçük yaşta ve toplumsal değişimin temel tanışmış ve geleceğin nesli oldinamiği olmuştur. Genç maktan çıkarılmıştır. kadın PKK içinde toplumu Genç kadın, Ortadoğuda toplum yapan değerler yargıdaha küçük yaşta iyi bir eş, iyi sıyla, ahlakıyla, kültürüyle ve bir anne ve iyi bir emekçi olvicdanıyla yeniden buluşmanın kurallarıyla büyütülürmuştur. Kürd kadını şahsında ken, Kapitalist modernitenin yaşanılan tarihsel değişimi beşiğinde ise çarpık özgürlük insanlığa ve dünya kadınlaanlayışla yozlaşmış toplumun rına mal etmesi için, özellikle mimarları konumuna getiril- tarzları, gençliği tümden kimliğin- genç kadınlara düşen sorumluluklar miştir. Yani dünyanın neresine gidi- den, toplumundan ve bir bütün in- vardır. 30 yıllık mücadelenin kazalirse gidilsin genç ve kadın olmanın sanlıktan koparmış durumdadır. nımlarını başta kendinde daha sonra binbir çetrefilli zorluklarıyla karşılaş- Etrafına karşı ilgisi olmayan, umar- toplumun tüm kesimlerine kapsayamaktayız. Genç yaşta intihara teşeb- sız ve hayat karşısında ufku dar cak şekilde, göğüsleyen bir gençlik, büs, bunalım kültürü, ebeveyinlerle olan, yeniyi yaratamayan bir ger- özgürlük mücadelesinin temelini anlaşmazlık ve yüksek öfke bu sorun- çeklikle yüzyüzeyiz. oluşturacaktır. lardan sadece bir kaçı olmaktadır. Bu anlamda PKK’nin 30 yıllık *** Eğer bugün Ortadoğuda var olan bu mücadelesi ve Cinsiyet Özgürlükçü 43 Hezîran 2010 STÊRKA CİWAN T O P L U M YABANIL UYGARDAN KAÇIŞ Dilzar DÎLOK “Önce kendi yabanlığını bilmek gerek. Doğaya, evrene, toprağa, rüzgâra, yeşile olan yabanlığını itiraf etmek gerek önce. Yaban denileni bilebilmek, doğayı doğru okuyabilmek, varlığın deryasındaki oluşu ve içindeki bizi görebilmek, kâinatın aynası olabilmektir” Hezîran 2010 Zamanında, kâinatın aynasıyım diyenler vardı. Oysa şimdiki zamanda kendi aynasında, kendini dahi göremeyen insanlarla doldu dünya. Tek bir insanda evreni görmenin zirvesi, kâinatın aynasıyım diyebilmektir. Kâinatın aynası olmak, Enel-hak anlayışına giden yola girmektir. İnsanların kendilerine yabancılaştığı bir çağda kâinatın aynası olmak, hakikati haykırmak ve kendinde somutlaştırmak kadar zordur. Aynada gördükleri kendilerini tanıyamayan insanlarla dolu bir çağda, kâinatın aynası olabilmek için ilk önce, insan özünü tanımak ve kendini bu özün içinde bulabilmek gerekir. İnsan yeteneğinin sınırları, bir anlamda evrensel gelişimin en üst düzeyidir. Bu öyle büyük ve sınırlı aklın duvarlarını zorlayacak düzeydedir ki, tüm kutsal kitapları yazdıran, kaleme alan ve ona inanan, tapınan ve uğruna ölümlere yürüyen insan gerçeği bunun sadece görünür bir örneğidir. Evrendeki oluşun bütünlüğüne bir anlam vermek, her oluşta bir anlam bulunduğunu ve bunun insana uzak ya da ters olmadığını bilmek, insan olmaktır. Kendinden gayrı bütün oluşu, yenilgi saymadan kabullenmek ve kendi varlığına saldırı olarak görmemek, insanda dile gelen ve evren yaşamının yüceltilmesi olan evrensel mükemmeliyetin farkında olmaktır. Farkında olmayan sevemez, gönül veremez, evrenin zerrelere yerleşen anlamına erişemez. Bundandır, her sevmekte biraz kendini sevmek vardır. Bunu her ifade edişte insan olmanın 44 farkındalığının beyanı vardır. Bu farkındalık kim olduğu arayışına bir cevap olabilir. O her aşkta aranan, her yorulmada özlenen, her yürek susuzluğunda akla gelen sırrı kim bilebilir ki. Kelebek bilse kozadan çıkışını, belki insanda çözebilir o soluğun sırrını. Kozadan çıktıktan sonra kelebek olarak yaşamak ve yaşamı bu pencereden algılamak, zamanın ve mekânın kesişmesi olan şimdiyi yaşamaktır. Koza, kelebeğin şimdide yaşamasının oluşturucusudur. Onun ilk zamanının oluşturucusudur. İnsan için ise kanatlı düşünebilmek ve benliğini kozanın duvarları arasına sıkıştırmamak anlamlı yaşamanın bir gereğidir. Aynı zamanda kendi kozasını bilmek kadar bir insan olarak uçmaya meyletmek, varoluşunu evrenin bütünlüğü içinde görebilmek, kim olduğu sorusuna verilecek en anlamlı cevaptır. İnsanın kendi kozasından çıkması İnsan, toplumsallaşmayla kozasından çıkmıştır ama bugün kelebek olmanın farkındalığını gerektiği kadar yaşayamamaktadır. Kendi farkına varamayan insan, büyük bir yanılgıyla yaşamakta, hiçbir varlığın farkına, gerçek manada varamamaktadır. Örneğin kuşların dilini bilmek, onların mizahi benzeşmesi gibi kuşdili taklidi yapmak değildir, kuşların dilini anlamaktır. Kuş taklidi yapıp başka bir insana bunu anlatabilmek, insan dilinin yeni bir formudur. Anlamak için, anlamak istenilen şeyin ruhuna STÊRKA CİWAN girmek, empati kurma adına onun gibi olmak, ondan olmak vesaire zorunlu değildir. Böyle başlayan anlamalar homojenleştiren aynı-laştırmalardır. Anlamak istediğin şeyi hissetmek ve duyumsayabilmektir anlamak. Hem de kendin olarak. Zaten empati deyince, nedense ilgiye muhtaç olan, zayıf bir insanın ya da nesneleşen herhangi bir şeyin çağrışım yapması, başlı başına yanlış bir hayat algısıdır. Oysa en başta, cansız dediğimiz oluşlarla kendimiz arasında ve onları kendi tasarrufumuza alma amacı gütmeden empati kurabilmemiz gerekir. Bir insanın derdini diliyle bize söylüyor olması, bizim onu anladığımız anlamına gelmeyecektir. Yaprağın sonbahardaki hüznünü hissedemeyen, başka bir insanın hüznünü nasıl hissedebilir ki! Bir gülün dikenleriyle birlikte yıllarca sürüp giden anlatımını duyamıyorsak, aynı çağı paylaştığımız insanların binyıllara sığdırarak bugüne getirdikleri direnişleri nasıl bilebiliriz ki! İnsanın toplumsallaşması İnsan olmanın evrensel varoluştaki yüce ve en gelişmiş anlamının bilincinde olmak, uygar insanın kaprislerinden de kurtulmayı getirecektir. Anlamın insanla yeni bir izaha ulaşması ve kendi duvarlarından sıyrılması, evrensel varoluştaki farkı görünür kılmaktadır. Fark, benzerlikten kurtulmakla ortaya çıkar. Sıradan denen aleladelikten kurtulmak, evrendeki gerçek uyumu yakalamaktır. Ve bu uyumu yakalamak, yüceliğin kökenindeki toplumsallaşma gerçeğini bilince çıkarmakla olasılık dâhiline girebilecektir. Belki de evrenin en büyük adımlarından diyebileceğimiz toplumsal yaşamın özünü korumak, öze uygun yaşamak, özü bozmadan ge- liştirmek bir anlamda da evrensel varoluştaki anlamını daha yücelere ulaştırmak demektir. Kendinde evreni evrende kendini görme özlem ve umuttur Rüzgârın ritmine ayak uydurarak salınan bir çiçeğin ya da “taş gibi” dediğimizde kendini ele veren ve taşları kımıltısız sanan zihniyetimize yerleşen imgesiyle taşların da sevebileceğine kim inanır ki! Mor kuşaklı bir esrikliği yüklenmiş dağların, göklerde olmanın özgürlüğüyle süzülüp duran bulutların ya da yaşamda en belirgin dediğimiz özelliklerini salt sıfat ya da uygunsuz yakıştırmalar olarak dile getirdiğimiz hayvanların da sevebileceğine inanmak çok mu zordur? Doğal varoluşumuzdan, kadının canlı ve renkli dünyasından uzak kılınmışlığımızdandır, bizlere cansız olduğu öğretilen maddelerin duygulanımlarını henüz anlayabilmiş değiliz. Bunu modernist bir romantiklikle bilmekten öte hissedebilen kişi, kendi varoluşuna da bir anlam katmaktadır. Tüm bunlara rağmen kalbi, bilinci ve düşüncesiyle sevebilen ve sevgisini sevdiğinden başka şeylere yansıtabilen, bir şiirin dizelerine, bir ezginin ruhuna ya da bir tuvalin bedenine yüreğini yerleştirebilen, yüreğine dolan sevgiyle yeni bir eser yaratabilen tek varlığın insan olduğunu biliriz. Papağanlar insanları taklit etmeyi bıraksa ve işi daha da büyütüp aşk şiirleri söylemeye başlasaydı ya da kediler mutluluğun resmini çizebilseydi, bu sözün anlamı olmazdı belki. Ama bunları yapabilme kabiliyeti sadece insana has olduğundan, bunun evrenin insanda ulaştığı gelişimin zirvesi olduğunun derin bilgisine erişmek ve buna göre yaşamak, anlamın kendisi olmaktır. 45 Bilmek, kişiye yeni kapılar, yeni yollar açarken bilmemek kapıları yüzümüze kapatan, yolları çıkmaz sokaklarda kilitleyen bir son oluşturur. Ve bizler, yorucu yolculukların sonunda bilmediklerimizin bizim çıkmazımız olduğunu ümitsizce anlarız. Bilmenin yeni bir boyutu olan bu anlama zamanları, bir yaban hissi uyandırır içimizde. Yaban denilen ve kiminde vahşi doğa addedilen algı, uygar insandan uzak kılınmış olanı, uygarlığa yabancı oluşu anlattığından yaban, yaban değildir aslında. En tanıdık, en bize yakın, en temiz olandır yaban dedikleri. Ve bu yaban denilen yaşamı bilmeyenler, film kahramanları gibi, yabana doğru yol alışta, yaşama yaban olurlar. Yabanda yaşayabilmek için insana evrene olan yabanlığını, insanın bunca yıllık tecrübesinin kıymetini iyi bilmek ve inkâr etmemek gerek. Önce kendi yabanlığını bilmek gerek. Doğaya, evrene, toprağa, rüzgâra, yeşile olan yabanlığını itiraf etmek gerek önce. Yaban denileni bilebilmek, doğayı doğru okuyabilmek, varlığın deryasındaki oluşu ve içindeki bizi görebilmek, kâinatın aynası olabilmektir. Sözle ifadeye kavuşmasa da tüm insanların yaşama gerekçelerini ortaklaştıran bir şey vardır. O da, her insanın kendinde evreni, evrende kendini görme özlemi ve umududur. Yaban denilen özün anaç yüreğinde, varlığını evreninkiyle bütünleştiren anları yaşama özlemidir. Yüreğimizdeki ışığı çoğaltarak uygarlığın yürekleri paslandıran gerçeğine rağmen içimizdeki aynayı daha da parlatmak ve umudu gerçekleştirmek herkesin hakkıdır. İşte o zaman korkmadan ve utanmadan, her insan tüm aynaların karşısına çıkabilecektir. *** Hezîran 2010 STÊRKA CİWAN C İ V A Ku zarokên me nebin ma em çi ne? K Özgür BİLGE “Li hemberî her kevirekî zarokên Kurd, bersiva ku AKP dide polîsên bi panzer, tanq, her rengê çekên giran û çekên biyolojîk ku ji wan re tê gotin çekên gazê, hatine biçekkirin. Yên welatê wan hatî dagîrkirin Kurd in. Yên dêbavên wan û ew bi xwe tên kuştin zarokên Kurd in” Hezîran 2010 Zarok hebûna civakê ne. Paşroja civakê ne. Civak bi zarokan hene. Ka zarok ji kîjan civakê ne hebûna wan bi wê civakê dibe. Ku zarok tinebin civak jî nîne. Eger paşroja civakekê û hebûna wê zarok bin tinebûna wan tinebûna civakê ye. Avêtina zarokan ya zindanan, avêtina civakê ya zindanê ye. Her zaroka diavêjin zindanê tê wateya civaka bê paşroj hatî hiştin. Rastî wisa ye. Ji ber ku komara Tirkiyê vê rastiyê pir baş dizane bi awayekî hovana êrîşî zarokên Kurd dike. Bingehê dîrokî yê êrîşan heye. Êrîş polîtîkaya dewletê ya bi pîlan e. Ber bi hezarên salan ve dirêj dibe. Dewleta Osmanî, ji destpêka avakirina wê ve, di her şerî de yek ji armancên Împeretoriya Osmanî ew bû ku her welatê dagîr bikin zarokên wan dîl bigirin. Artêşa Osmanî li welatên dagîr kirîn, zarokên dêbavên wan dihatin kuştin weke mal dihatin talankirin. Weke xenîmet û destkeftiyên şer zarok dîl dikirin; destpêkê dişandin cem malbatên Tirk fêrî zimanê Tirkî dikirin û dikirin Tirk. Pişt re di saziya zarokên ecemî de dihatin perwerdekirin, li gora qabiliyet û behreyên wan di saziya bi navê Yenîçerî de dikirin leşker û serleşker. An jî ji bo bûrokrasiyê di46 gihandin. Piştî hingê ev zarok li hemberî gelên wan didan şerkirin. Zarokên keç jî dikirin Tirk bi cariyetî bi kar dianiyan. Komara Tirkiyê, ya mîras û têgihîna Împeretoriya Osmanî ya dagîrker û qirker ji xwe re kirî çand û qanûn, îro bi riya AKPê ya bi şopandina Osmaniyan tê binavkirin, ya ku Partiya Nijadperestiya Tirkên Kesk e, heman polîtîkayan pêk tîne. Li Kurdistana di binê nîrê dagîrkeriyê de zarokên ku paşroja civaka Kurd in, destpêkê di binê navê perwerdeyê de di çerxa qirkirina çandî de derbas dibin. Dema ji qirkirina çandî encam neyê girtin, serî li qirkirina bedenî didin. Zarokên hê sê salî ji ber himbêzên dayîkên xwe tên girtin. Di binê navê perwerdeyê de di kireşan de, baxçeyên zarokan de tên Tirkkirin. Yên temenê wan digihe şeşan wan digirin dibistanan û wan li wir di çerxa bişaftinê de derbas dikin û bi Tirkîtiyê fitrûm dikin. Yên li ber xwe didin, an bi destê polîsên Fethulahî tên kuştin, an diavêjin zindanan. Bingehê rengên qirkirina AKPê ya li ser zarokên Kurd, dîsa xwe dispêre du qanûnên AKPê derxistîn. AKPê di sala 2006an de, qanûna qaşo li dijî terorê û di sala 2007an de jî qanûna bi navê selahiyet û erkê STÊRKA CİWAN polîsan derxist. Bi qanûna gaşo dilxwe de li dijî terorê riya ku zarokên Kurd bi salan di zindanan de bimînin, bi qanûna selahiyet û erkê polîsan jî riya ku zarokên Kurd ji aliyê polîsên Fethulahî ve li ber çavan bên kuştin vekir. Piştî derxistina van qanûnan polîsên Fethulahî bi awayekî hovane dest bi kuştina zarokên Kurd kir. Polîsin Fethulahî yên wisa bêwijdan, hov û cenwir hene ku bikarin Mehmet Uytunê 18 mehî yê hê ji çiçikê diya xwe şîr dimêht bikujin. Di salên dawî de zarokên bi vî awayî hatîn kuştin jimara wan gihatiye 403yan. 4 hezar zarokên Kurd jî avêtine zindanan. Yên van tevan dike AKP ye, AKP ya Nijadperesta Tirkên Kesk ya senteza Tirk-Islamê diparêze. Ya bi tang û panzêran êrîşî zarokên Kurd dike AKP ye û tetikkêşên wê polîs in. Di destê zarokên Kurd de tenê kevir hene. dibêjin; “zarokên hatîn xapandin û zarokên bi dehfan ketîn nava sûc, lê ji zarokên Filistîniyan yên keviran diavêjin re jî dibêjin generalên piçûk. Pêwîst e maskeyên li ber rûyên qelemşûrên hevalbendên AKPê yên nijadperest, baş bên xistin. Li hemberî tangên Tirk, panzer, polîs û leşkeran, berxwedana zarokên Kurd ya bi keviran di dinyayê de berxwedana herî bêhempa, herî pîroz û herî heq e. Ev zarok paşroja me ne. Emê bi wan hebin. Emê bi wan ber bi civakeke Kurd ya azad ve biçin. Eger ew tinebin emê jî tinebin. Eger AKP zarokên me ku paşroja me ne diavêje zinLi hemberî her kevirekî za- danan, sedemê wê ew e ku rokên Kurd, bersiva ku AKP dixwaze paşroja me tine bike. dide polîsên bi panzer, tanq, AKP zarokên me diavêje her rengê çekên giran û çekên zindanan û dixwaze me bi wî biyolojîk ku ji wan re tê gotin awayî ji dîrokê rake. Ev polîtîçekên gazê, hatine biçekkirin. kaya qirkirinê ye. Ti kes nikare Yên welatê wan hatî dagîrkirin li hemberî vê bêdeng bimînee. Kurd in. Yên dêbavên wan û AKP paşroja me didize. Heta ew bi xwe tên kuştin zarokên ku zarokên me yên bi xeyalên Kurd in. Yên ku çawa ev tine- xwe yên pak û paqij, yên ku bin tevdigerin nivîskarên çape- wê hebûna me bidomînin di meniya alîgira AKP yên zindanan de bin, heta ku ew, Nijadperestên Tirkên Kesk in, em û welatê me rizgar nebe nivîskarên bûyîn xulam, bêke- divê xewên şevan jî li me herm sayet bûyîn, bûyîn evd û bin. Jixwe kesên ji zarokên me bende. Li milekî AKP ji Eme- re yên ku li hemberî panzer, rîka, Yekîtiya Ewropa û Israîlê tang û topên Tirkan bi keviran re xulamtiyê dike, qelemşûrên bersiva xwe didin dibêjin “zaAKPê jî ji AKPê re xulamtiyê rokên hatîn xapandin an jî zadikin. Xulamtiya xulaman li rokên dehf dayîn nava sûc” kî medyaya bendeya AKPê tê. dibe bila bibe bizanin ku celad Qelemşûrên AKPê yên nijad- in. Li kû bibînin hûn wan ceperestên hestîkoj, yên dijmi- ladan tû bikin rûyên wan. Tû nên Kurdan yên Islamîst yên bikin rûyên AKPyî û celadên ku ji zarokên Kurd yên li hem- AKPyî yên ji wan re tê gotin berî dagîrkeriya rejima nijad- qelemşûr, tû bikin rûyên tevan. perest ya Tirk li ber xwe didin *** 47 Hezîran 2010 STÊRKA CİWAN C İ W A Dardekirin û Qetilkirina Ciwanan N Aslan ASLAN Beriya bi 38 salan li tirkiyê pêşengê ciwanan denîz gezmîş, yusuf aslan û huseyîn înan hatibûn dardekirin. Ev ciwanên hêja û şoreşger ji bo jiyaneke azad û rûmet têkoşiyabûn. Lê hêzên desthilatdar xwe li vê yekê ranegirtin û ev ciwanên şoreşger qetilkirin. Dema ku denîz gezmîş hate girtin, jê re gotin me te girt û her tişt qediya. Denîz Gezmîş jî got raste we em girtin, lê me bizrê têkoşînê li vê axê belavkir û wê ev têkoşîn dewam bike... Herî dawî beriya bi şeş mehan li îranê ciwanê kurd îhsan Fetahiyan hatibû dardekirin. Fetahiyan jî beriya bê darvekirin di nameya xwe de bi heman armancê van gotinan dibêje; `Eger sîstemkar û desthilatdar difikirin ku bi kuştina min wê pirsgirêka Kurd û Kurdistanê ji holê bê rakirin, ev xeyaleke pûç e. Ew ê tu carî bi mirina min û ya hezaran ciwanên weke min nikaribin bigihêjin armancên xwe. Her mirinek jiyaneke nû bi xwe re tîne...` îhsan Fetahiyan jî ev gotin li pey xwe hiştibûn. Dewleta îranê beriya çend rojan girtiyên PJAKê `Ferzad Kemanger, Elî Heyderiyan, Ferhad Wekîlî û Şirîn Elemhûlî dardekir. Mamosteyê ciwan Ferzad Kemanger di nameya xwe ya dawî de ev anîbû ziman. `Gotin belkî zindan hiş û mejiyê wî her wiha aqilê wî ji serê wî bibe. Lê di girtîgehê de ez ketim rêwîtiyek nû û min ji nûve `xwe` afirand...` Li aliyê din beriya bi çend rojan li başûrê kurdistanê rojnamevanê ciwan serdeşt osman hatibû qetilkirin. Serdeşt osman di nameya xwe de wiha gotibû; `Kesên ku dixwazin me bitirsînin, dibêjin mirin ji bo ciwanên vî welatî riya herî hêsan e. Eger ku hûn dixwazin paşeroja welatê xwe bibînin, ji mirinê netirsin û riya xwe dewam bikin... Gotinên van ciwanan wê di têkoşîna me de bi hêzeke mezin cihê xwe bigire. Dewlet û hêzên desthilatdar bi vê hovîtiya xwe wê ti caran bi serHezîran 2010 nekevin û ew ê bi têkoşîna ciwanan ji holê rabin. Bi dardekirin û qetilkirina van ciwanan wê têkoşîna me paş de gav navêje û ew ê her dem hêz bide me... Ji xwe meha gulanê weke meha şehîdan tê binavkirin. Di vê mehê de Hakî Karer, Halîl Çavgun, Mehmet Karasungur, Gurbet Aydin, Ferhat Kurtay, Eşref Anyik, Mahmut Zengîn, Necmî Oner, Denîz Gezmîş, Yusuf Aslan, Huseyîn înan, îbrahîm Kaypakkaya û bi hezaran şoreşgerên hêja bi fedekariyeke mezin têkoşiyan û canê xwe ji bo gelê xwe feda kirin... Dewletên desthilatdar dixwazin di şexsê ciwanan de têkoşîna gelê kurd tasfiye bikin. Vê yekê jî bi rê û rêbazên xerab li her qadê bi kar tînin. Li dibistan û taxan fihûş û sîxurtiyê belav dikin. Her wiha zext û zora dewletê bênavber dewam dike. Piyê zarokên me li pêşiya kamerayan tê şikenandin. Zarokên kurd ji ber ku kevir avêtine, ji pêsîra dayîka wan derdixin û li erdê dixijiqînin û digirin. 400 zarokên kurd şuna ku biçin dibistanê, di bin êşkenceyê de li girtîgehan tên girtin. Ciwanên kurd li eskeriya suriyê tên qetilkirin. Li aliyê din li zanîngehan êrîşên nijadperestên tirk li ser xwendekaran pêk tên... Li hemberî vê yekê wê ciwanên kurd bêdeng nemînin û ew ê li rumeta xwe xwedî derkevin. Ji xwe beriya bi çend rojan Rêxistina Ciwanên Welatparêz û Demokratîk li Amedê civînek li dar xistin û li dijî fihûş, tiryakî û sîxuriyê kampanyayek dane destpêkirin. Wê ev kampanya demeke kin de bi çalakî û xwepêşandanan li qadan belav bibe. Wê ciwanên kurd li dijî polîtîkayên şerê taybet bi çalakiyan bersiva wê bidin... Dardekirin û qetilkirina ciwanên kurd wê bê bersiv nemîne. Bi têkoşîneke xurt wê ciwanên kurd li dijî vê yekê bisekinin. *** 48 STÊRKA CİWAN F E S T İ V A L 5. Hasan Kızıler Festivali Festival Tertip KOMİTESİ yarışmasına profesyonel sanatçıların dışında herkes katılma imkanına sahiptir. Yarışma öncesi bütün katılacak olanlara prova yapma imkanı tanınacaktır. Yarışmada galip gelen arkadaşa bir enstrüman hediye edilecek ve festivalin son gününde yapılacak gecede sahneye çıkma hakkına kavuşacaktır. Ayrıca dernek bünyesinde müzik çalışmaları noktasında gereken yardım sunulup grup kurmasına katkıda bulunulacaktır. Aynı gün Bern ve Zürih alanlarında saat 20-23 arasında sinema gösterimi olacaktır. Bu yıl 5.’sini düzenleyeceğimiz geleneksel Hasan Kızıler Gençlik Spor ve Kültür Festivali 1-4 Temmuz tarihleri arasında gerçekleştirilecektir. Bu yıl ki festivalimizi 15 Şubat uluslararası Komplosunu kınama amaçlı bedenini ateşe veren Ebumüslüm Doğan ve İran Molla Rejimi tarafından idam edilen dört özgürlük şehidine atfen gerçekleştireceğiz. İsviçre’de bulunan Kürdistan gençliği, geçen yıllarda kazandığı tecrübelerle birlikte bu yılki festivali 4 güne yayarak gerçekleştirecektir. İsviçre’de bulunan genç kitlemiz başta olmak üzere tüm halkımızla çok kapsamlı bir festival yapmak istiyoruz. Kürdistan gençliği olarak, Kürt halkına dönük inkar ve imha politikalarına ve geleceğimizi karartmak isteyenlere, geçen yıllarda edindiğimiz tecrubeler temelinde kapsamlı ve coşkulu bir festivalle güzel bir cevap vermek istiyoruz. Bunu bir borç olarak kendimize esas aldık. Bu yıl düzenlenecek olan festivalimizde herkesin kendi yetenekleriyle katılım sağlayabileceği ve aynı zamanda kitlemizin yoğun olarak yaşadığı her alanda birer etkinlik yaparak herkesin katılımını gerçekleştirmeyi hedeflemekteyiz. Şuana kadar teknik hazırlıklarımızın büyük bölümünü tamamlamış bulunmaktayız. Yapacağımız festivale genç kitlemiz başta olmak üzere tüm halkımızı güçlü bir katılım sergilemeye çağırıyoruz. 1 Temmuzda saat 18: 00 ile 21: 00 arasında Bern, Basel ve Zurih bölgelerinde Med Kültür Merkezi (MKM) bünyesinde yürütülen Halk Folklor çalışmaları tarafından ilk gün kültürel etkinliklerle açılış yapılacaktır. Programlar şöyle olacaktır. 3 TEMMUZ Zürih bölgesinde tüm alanların katılacağı spor müsabakaları düzenlenecektir. Saat 10: 00’da başlayacak olan müsabakalar şunlardır: Bayan Voleybolu, Basketbol, Mayıs Ayı Şehitlerini Anma Futbol turnuvasının finali ve 3.-4.’lük müsabakası, 100 metre bayan ve erkek koşu, masa tenisi, dart, satranç, dövüş sporları, Basel ve Bern’de saat 20-23 arasında sinema gösterimi yapılacaktır. 4 TEMMUZ Zürih’te tüm İsviçre’den katılımların olacağı geceyle 5. Hasan Kızıler Gençlik ve Spor Festivali sonlandırılacaktır. Gecenin programı şöyledir: Çetin Oraner, Koma Agirê Jîyan Önder Deniz Berivan Bülent Turan Ses yarışmasında birinciliği kazanan arkadaş Sinevizyon Konuşmacılar -Kupaların verilişi Yer: Bulach Esen D. Salonu Başlangıç saat 12:00 1 TEMMUZ Panel, Kürdistan’ın çeşitli bölgelerinin yöresel kıyafetlerini tanıtacak bir defile gerçekleştirilecektir. Folklor gösterisi 2 TEMMUZ Basel bölgesinde diğer tüm bölgelerden katılım sağlanacak bir ses yarışması düzenlenecektir. Yarışmacıların derecelendirmesi beşli jüri tarafından yapılacaktır. Bu ses *** 49 Hezîran 2010 STÊRKA CİWAN F E S T İ V A L 5. Amara Gençlik Festivalinde Buluşalım Festival Tertip KOMİTESİ 3. Temmuz 2010 tarihinde düzenlenecek olan 5. Amara Gençlik Kültür ve Spor Festivali bu yıl Avusturya’nın Linz kentinde gerçekleşecektir. 2005 yılına kadar Avrupa’da sadece bir merkezde yapılan Mazlum Doğan Gençlik Festivali, 2006 yılından itibaren Almanya dışında Avusturya, İsviçre ve Fransa’da yapılmaya başlandı. Festivallerin amacı Avrupa’da yaşayan Kürt gençlerini kendi kimlikleri ve kültürleri ile buluşturmaktır. Avrupa sistemi, apolitik, kendi değerlerinden uzak, istediği an kontrol edebileceği, kendi sistemine entegre olmuş gençleri yaratmak istemektedir. Böyle bir tutum yozlaşmış bir gençlik gerçeğini kendisi ile beraber getirmektedir. Festivaller kendi değerleri etrafında toparlanmış gençlerimizi sistemin olumsuzluklarından korumayı, uyuşturucu, mafyalaşma gibi olumsuz durumlardan koruyarak, geleceğe daha umutlu bakan bir gençlik bakışı yaratmayı amaçlamaktadır. Avrupada yaşayan Kürt gençlerine kendi kimliği ile buluşma olanağı sağlayan bu festivaller aynı zamanda Kürt Özgürlük Mücadelesinin yarattığı değerleri de gençlere taşımaktadır. Avusturya’da yapılacak olan Festival 2005 yılında Kandil’de bir trafik kazası sonucu aramızdan ayrılan PAJK üyesi Ekin Ceren Doğruak, yani Amara Arkadaş anısına yapılmaktadır. Kendisi sürekli halkların kardeşliği için mücadele vermiştir, Kürtlerin üzerindeki haksızlığın son bulması için çaba vermiştir. Şehit Amara devrimci enternasyonal duruşu ile her zaman Kürt halkının yanında olmuştur. Bu yıl “An Aşîtîkî Bi Rûmet An Mirinêk Bi Xîret” şiarı ile yapılacak olan festival, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yapılan 15 Şubat uluslararası komployu protesto etmek için Adıyaman’da kendi bedenini Mazlum Doğanlar Viyan Soranlar gibi ateşe veren Ebumüslüm Doğan’a adandı. Yazdığı mektubunda “Benden önce ve benden sonra bu uğurda ve Kürt halkının özgürlük aşkıyla tutuşan bedenlere birer borç bildiğim bu yaşam borcunu bu komplonun 11. yılında kendi bedenimi Hezîran 2010 ateşe vereceğimden hiçbir zaman şüphe duymadım” diyordu Ebumüslüm. Ebumüslüm de yoldaşları Mazlum Doğan, Viyan Soran gibi halkına yapılanlara karşı başkaldırıp, yapılan zulme, inkara, imhaya karşı tepkisini böyle bir eylemle ortaya koymuştur. Kürt halkının tarih boyunca hakları gasp edilmiştir, herkese doğal görülen haklar elinden alınmıştır, kendi kaderlerini hep diğerleri belirlemiştir. Ta ki PKK adı altında yüreği özgürlük için atan bir kaç genç baş kaldırana kadar. Onların verdikleri mücadele ile bugün ‘ben Kürdüm’ diyebiliyoruz. Kürt Özgürlük Mücadelesi eğer bugün böyle güçlü bir konumda ise, bunu bu yolda canını veren şehitlerimize borçluyuz. Bu eylem ile inkâr ve imhanın son bulması, Kürt sorunun çözümü için verilen bir mesajdır. Avrupa’da yaşayan gençlerimiz de Ebumüslüm arkadaşın yakaladığı bilinç seviyesine ulaşmak, kendi kültürlerini, değerlerini yaşayarak varolması için mücadele vermeleri gerekmektedir. Böyle festivaller bu değerleri yaşatmak için önemli bir role sahiptir. 3 Temmuz 2010 Cumartesi günü Avusturya’nın Linz kentinde saat 11:00 de başlayacak olan 5. Amara Gençlik Kültür ve Spor Festivalinin hazırlıkları sürmektedir. Festivalin kültürel kısmında başta Avusturya’da bulunan Kürt kurumlarında folklor eğitimi gören gençlerin sergileyecekleri folklör gösterisi olacaktır. Festivalin müzik bölümünde ise Agirê Jiyan, Grup Seyran, Şarık Apo, Kewê, Serhado, Koma Dem ve Serhildan Rap sahne alacaklardır. Sportif müsabakalar çerçevesinde ise Mayıs Ayında Avusturya’nın St. Pölten ve Innsbruck şehirlerinde yapılan Mayıs Ayı Şehitlerini Anma Futbol Turnuvaları’nın birincilerinin yapacağı final maçı olacaktır. Onun yanısıra langırt, dama, dart, atletizm, satranç, masa tenisi, bilardo dallarında yarışmalar yapılacaktır. Festivale Bregenz, Innsbruck, Graz, St. Pölten, Viyana, Ternitz ve Salzburg kentlerinden otobüslerde katılım sağlanacaktır. 3 Temmuz günü barışa ve özgürlüğe olan özlemimizi dile getirmek icin Linz’de buluşalım. 50 STÊRKA CİWAN F E S T İ V A L 13. Mazlum Doğan Gençlik Kültür ve Spor Festivali Festival Tertip KOMİTESİ Bu yıl “Yan Rêbertîyek û Kurdistanek Azad, Yan Şerekî Bi Hîşmet” şiarı ile 13. yapacağımız Mazlum DOĞAN Gençlik Kültür ve spor Festivalini tüm şehitlerimiz sahsında, 13 yıldır yapılan ve gelenekselleşen gençlik festivalimizi her yıl olduğu gibi bu yılda Özgürlük Mücadelesinde yaşamını yitiren kahraman yoldaşlara adamayı esas alıyoruz. Bu yıl Amed’e Türk faşist devleti tarafından katledilen Aydın ERDEM ve İran’da idam sehpasına Ey Raqîp marşıyla giden, vahşice idam edilen ve zehirlenen değerli yoldaşlarımızın anısına Festivalimizi gerçekleştiriyoruz. 10 Temmuz’da Köln Kentinde gerçekleşecek olan 13.Gençlik Kültür ve Spor festivalimizin bu yıl son sürecin özellikleri itibariyle her zamankinden daha fazla katılımı, ciddiyetle gerekli kıldığını özelikle ifade etmek istiyoruz. Kürdistan özgürlük mücadelenin yarattığı ulusal değerler çerçevesinde, başta Kürt gençleri olmak üzere, Devrimci, Demokrat, Aydın ve Dost çevreleri ve tüm Halkımızı festivale güçlü katılmaya ve uğruna büyük bedeller verilerek yaratılan değerlerini en görkemli şekilde sahiplenmeye çağırıyoruz. Festivalimiz her yıl olduğu gibi bu yılda oldukça renkli ve zenginliklerle dolu. Gençlik festivalimiz sportif ve kültürel etkinliği yanı sıra, diasporada yaşayan Kürt gençliğini, şehitleriyle, Önderliğiyle, kendi kültür ve kimliğiyle buluştuğu, mücadeleye bağlılığını haykırdığı, karşıt güçlere karşı kendi özgürlük inancı ve iradesini gösterdiği bir festival olma özeliğini de taşımaktadır. Kürt gençliğini, halkımızı, devrimci-demokrat aydın kesimi ve dostlarımızın moral ve coşkusu festival alanına daha anlamlı yansıyacağı umudu ve beklentisi içindeyiz. Tüm gençlerimizi festivale katılmaya çağırırken, kendini genç hisseden yaşı çok ama yüreği genç, inancı genç, kavgası genç tüm genç yüreklileri gençlere destek vermek, gençlerini festivale taşırmak ve ülkesi için feda ettiği gençlerini festivalde temsil etmek için tüm şehit, gazi ve gerilla ailelerimizi ve yakınlarını özellikle festivalimize katılmaya çağırıyoruz. Mazlum ve özgürlüğüne susamış bir Halkın, haklı mücadelesine karşı her gün işkenceler ve katliamlar uygulayan, onursuzluğu ve teslimiyeti dayatan bu devletler, ortak bir konsept ile Özgürlük Hareketimiz ve Kürt Halkının barış çabalarına katliamlarla cevap vererek boşa çıkarmaya çalışıyor. TC, Iran, Suriye ve Avrupa Devletlerine karşı daha güçlü ve daha tutarlı bir duruş gereklidir. Sürecin niteliği itibariyle de festivalimiz tam anlamıyla kendi değerlerinden taviz vermeyen, ilkesel duruşu sergileyen, kültürel değerlerini koruyan, en demokratik insanı haklarını savunan ve mücadele azmini en görkemli temelde yükselterek, şehitlerine layık bir duruşun ve çabanın sahibi olacaktır. Festivalimizin Kültür programı oldukça renkli, Serhado, Rojda, Agire Jiyan, Koma PEL, Kewê, Sarik Apo ve Renas. Folklor gösterisi, Sinevizyon gösterimi. Program akışı içinde farklı dallarda sportif aktivitelerinde Genç Kadının rengi geçmiş yıllara oranda daha fazla yansıyacağı bir festival olacak. Genç Kadın Volleyball turnuvası. Atletizm dalında 100m 400m ve Maraton Genç Kadın ve Erkek koşuları. Futbol Mayıs ayı şehitlerini anma futbol turnuvasının finale kalan takımlarının final maçı. Savunma sporlarında, Boks, Kick Box, Thai box, Karate, Tekvando. Salon sporları olarak, Dama, satranç ve masa tenisi gibi çeşitli müsabakaların gerçekleştirildiği festivalde bir yandan karşılaşmalar devam ederken bir yandan da festivalin kültürel ve sanatsal programı birbirine paralel ve uyumlu olarak sürdürülecektir. Kazanan mazlum ve onurlu halkımız olacaktır. Bu yılki festivalimizi kültürel olarak doyurucu ve sportif alanda da yaratıcı bir zenginlik kazandırarak, profesyonel ve kaliteli bir festival yaparak, gençliğe ve halkımıza layık bir festival yapma amacındayız. Bu amaçla yürekli gençlerimizi, değerli dostlarımızı ve mazlum halkımızı, en devrimci duygularımızla selamlar, yapacağımız gençlik festivaline Apocu özgürleşme inancı ve zaferiyle festivalimize katılmaya çağırıyoruz. 51 Hezîran 2010 STÊRKA CİWAN A K T U E L L Schweigen ist eine Straftat Eylül BATMAN Eine neue Art der Kriegspolitik der AKP ist die Massenvergewaltigung und belästigung an kurdischen Kindern und Frauen. Das Ziel ist dasselbe: Die Kurdische Jugend zu vernichten, um die Zukunft des kurdischen Volkes hoffnungslos und leblos zu gestalten. Mit dem Start unserer neuen Kampagne werden wir den Freiheitskampf erhöhen und die Vergewaltigungskultur bekämpfen.. Hezîran 2010 Immer wieder sind wir geschockt und empört über die hohe Gewaltbereitschaft der türkischen Sicherheitskräfte gegenüber den kurdischen Kindern. Die körperlichen Misshandlungen, die Festnahmen und die Morde haben uns jedes Mal auf das neueste verärgert. Doch die Vergewaltigungsfälle in der kurdischen Stadt Siirt haben alles getoppt! Mehr als drei dutzend Männer haben über Jahre hinweg 7 Schülerinnen sexuell missbraucht. Die Behörden behaupten, dass sie nichts davon wüssten, was sich seit 2006 abspielt. Jahrelang wurde eine Aufklärung dieser widerlichen Verbrechen, aufgrund einer „Solidarität für Kinderschänder“ verhindert. Erst als sich eine der Schülerinnen im vergangenen Herbst einer Lehrerin anvertraute, kamen die Ermittlungen in Gang. Fast 100 Männer zwischen 14 und 70 Jahre haben sich an den Mädchen vergriffen. Darunter Beamte, ihre eigenen 52 Mitschüler, Kleinhändler, angeblich ehrbare Bürger, der Assistent des Schuldirektors und sogar Polizisten und Soldaten. Die Stadt Siirt, die von der AKP regiert wird, hat bis jetzt geschwiegen und schweigt immer noch. Grund für die Schweigsamkeit ist anscheinend die Verwicklung der Parteimitglieder, Beamten, Polizisten und Soldaten in die Missbrauchsfälle. Auch die Behörden geben sich zugeknöpft, ein Gericht in Siirt erließ eine Nachrichtensperre, da Ministerpräsident Erdogan den Medien „unverantwortliche Sensationsgier“ vorwarf. Opfer sind stark traumatisiert Mit einer Mischung aus Drohungen und Gewalt wurden die Mädchen wie Ware herum gereicht und in dunklen Hinterzimmern vergewaltigt. Die Mädchen stammen aus armen Familien und hatten keine Möglichkeit sich zu wehren. Verschiedene Abgeordnete untersuchen diese Fälle und gaben an, dass die Schuldigen mit bis zu 15 Jahren Haft rechnen müssen. Doch was nützen diese 15 Jahre hinter Gittern, wenn sich die Denkweise dieser Männer nicht verändern wird. Diesen Mädchen wurde das Leben zerstört. Sie sind stark traumatisiert und leiden unter den seelischen und körperlichen Folgen dieser grausamen Taten. Das Schlimmste aber ist, dass kein einziger Schuldiger sich seiner Schuld bewusst ist. Der Staat ist an dieser Gräueltat beteiligt und streitet jegliche Schuld ab. Sehr interessant, dass die Provinzver- STÊRKA CİWAN waltung, der Gouverneur selbst und auch der Polizeichef nichts von dem Vergewaltigungs-Terror gewusst haben, der sich seit 2006 hier abgespielt hat. Dabei haben Sicherheitsbehörden und Geheimdienste wegen der kurdischen Befreiungsbewegung in Siirt überall ihre Spitzel und sind bestens darüber informiert, was in der Stadt geschieht. suchen sie es auch mit sexuellem Missbrauch und Zwangsprostitution. In letzter Zeit haben sich sexuelle Übergriffe auf kurdische Frauen und Kinder vermehrt. Der Staat sieht diese Übergriffe als eine spezielle Art der Kriegspolitik. Diese Art der Kriegspolitik wird von den Polizisten, Soldaten und den Beamten in die Praxis umgesetzt. Pädophilie hat nichts mit Ehre zu tun Aufruf zum Widerstand gegen die Politik der Regierung Die Männer in Siirt haben zur Zeit nur eines im Kopf, und zwar die „Ehre“ der Stadt Siirt zu beschützen. Dass solche Menschen noch von Ehre sprechen können ist unbegreiflich. Sie betrachten die Frauen als ihre Ehre und benutzen sie wie gekaufte Ware, die keine Emotionen haben. Tun die Frauen etwas, was den Ehrenkodex „verletzt“ werden sie sofort getötet oder auf andere Weise bestraft um die „Ehre“ wiederherzustellen. Bezeichnen sich diese Menschen noch als „ehrbar“? Und die Menschen die nicht daran beteiligt waren, aber alles wussten und nach dem Motto „Schweigen ist Gold“ gelebt haben? Können diese Menschen nachts schlafen ohne Gewissensbisse zu haben? Sie können sich gar nicht vorstellen, was sie diesen Mädchen angetan haben, wie sehr sie diese Mädchen erniedrigt und verletzt haben. Der Horror nimmt dennoch kein Ende. Bis 2006 gab es 18.033 Vergewaltigungsfälle die vor Gericht getragen wurden. Wenn wir bedenken, wie viele Vergewaltigungsfälle bis heute NICHT entdeckt wurden, können wir sehen mit was für einer kranken Denkweise der Gesellschaft wir es zu tun haben. Immer noch versucht der kranke türkische Staat Täter zu beschützen. Der Staat versuchte bisher mit Drogen den kurdischen Kindern und Jugendlichen die Zukunft zu verdunkeln. Nun ver- Der türkische Staat, vor allem die Regierung der AKP spielen mit den gesellschaftlichen Werten des kurdischen Volkes, versuchen sie zu entwürdigen und die kurdische Jugend zu vergiften. Tag für Tag verstärken sie diese Kriegspolitik um an ihr Ziel, das kurdische Volk auszulöschen, zu gelangen. Kinder und Jugendliche spielen eine entscheidende Rolle. Sie sind die Zukunft eines Volkes, der Motor einer Gesellschaft. Werden die Kinder und Jugendliche negativ beeinflusst, so sieht auch die Zukunft des Volkes nicht rosig aus. Dem türkischen Staat ist die Stärke und der Widerstand der kurdischen Kinder und Jugendliche bewusst. Sie wissen genau, dass die kurdische Jugend eine Gefahr für sie darstellt. Deshalb versuchen sie mit dieser Art von Kriegspolitik das Potenzial der kurdischen Jugend zu vernichten. Die Vergewaltigungsfälle in Siirt sind somit der Beweis für die Dominanz des Patriarchats innerhalb der türkischen Regierung. All die Täter dieser Fälle sind bekannt, dennoch werden sie nicht bestraft, wenn es um das kurdische Volk geht. Die Täter werden beschützt und die Fälle wie Dreck unter den Teppich gekehrt. Der Dreck unter dem Teppich hat sich wie unsere Geduld zu einem Vulkan gehäuft, der bald ausbrechen wird. Die neue Kampagne der kurdischen 53 Frauenbewegung passt zu diesen Fällen in Siirt. Mit der Parole „Erhöhen wir den Freiheitskampf und überwinden wir die Vergewaltigungskultur“ wurde die Kampagne am 8. März 2010 gestartet. An den Vergewaltigungsfällen können wir erkennen, wie wichtig diese Kampagne ist. Im Rahmen dieser Kampagne sollten wir den organisierten Befreiungskampf verstärken um die Vernichtungspolitik des Staates zunichte zu machen. Das Verschwinden vieler kurdischer Kinder, das Abrutschen der kurdischen Jugendlichen in die Drogenszene und in die Prostitution ist dem Staat zu zuschreiben. Das kurdische Volk muss empfindsam reagieren und versuchen diese Art der Kriegspolitik zu entschlüsseln. Vor allem die kurdischen Frauen haben die Aufgabe im Rahmen der neuen Kampagne durch organisierte Arbeit Widerstand zu leisten. Die schmutzige Politik der AKP muss bekämpft werden um die Zukunft des kurdischen Volkes vor der Dunkelheit zu bewahren. Das kleine kurdische Mädchen, das so viel Leid erfahren musste hatte den Mut ihr Schweigen zu brechen. Auch wir dürfen nicht weg sehen und schweigen. Wo Gewalt zum Alltag gehört, gilt auch Gewalt gegen Frauen als normal. Doch das hin zunehmen ist eine falsche Lösung. Die Vergewaltigungskultur beginnt und endet nicht nur bei der Frau. Wir sprechen von einer gesellschaftlichen Vergewaltigung. Eine Vergewaltigung, die das Ziel hat, einer Gesellschaft die Hoffnung, die Freiheit und die Kraft zu entziehen. Mit der neuen Kampagne haben wir die Chance gemeinsam für eine Gesellschaft zu kämpfen, in der Gewalt, Ausbeutung und Leid Fremdwörter sind. Der erste Schritt ist das Schweigen zu sprechen, denn Schweigen ist nicht Gold, sondern eine Straftat. Hezîran 2010 STÊRKA CİWAN P O L İ T İ K Das Studium im Kapitalismus und die Notwendigkeit sich dagegen zu wehren Wie sollte das Studieren in einer freien und demokratischen Gesellschaft aussehen und was bedeutet ein Studium im heutigen System des Kapitalismus? Studieren sollte jeder Mensch, sein Leben lang. Es bedeutet nicht täglich in eine Universität zu rennen und das auswendig zu lernen, was die Professoren einem erzählen. Es bedeutet nicht Tests zu schreiben und Prüfungen zu bestehen, um gute Noten auf einem Blatt Papier zu bekommen. Studieren bedeutet zu lesen, zu fragen, zu diskutieren, zu lernen, sein Wissen zu vermehren, Erfahrungen zu sammeln. Das kann jeder, egal ob Schüler, Auszubildender, Arbeiter oder Arbeitsloser. Egal ob jung oder alt, Frau oder Mann, arm oder reich, alle müssen die Möglichkeit haben zu studieren, nach dem eigenen Willen und freiwillig, ein Leben lang. Die Studenten und Studentinnen aber haben in der Gesellschaft die einmalige Gelegenheit ihre ganze Zeit dem Studieren zu widmen. Studium und Kapitalismus Das Studium ist aus den kapitalistischen Industrieländern der heutigen Zeit nicht mehr wegzudenken. Die Studenten arbeiten, indem sie sich Wissen aneignen, das sie später brauchen um ihren Platz in der Gesellschaft einzunehmen. Das ist an sich nicht schlimm, auch in einer freien und demokratischen Gesellschaft müssen junge Menschen ihre Rolle in der Gesellschaft einnehmen. Das Problem am herrschenden Bildungssystem des Kapitalismus ist allerdings, dass Studenten nicht selbst entscheiden dürfen was sie wie, wann oder wo studieren, sondern dies alles ihnen das System vorgibt. Studenten lernen nur das, was sie für ihren Beruf brauchen und werden so zu Fachidioten. Sie richten sich nach der Hezîran 2010 kapitalistischen Wirtschaftslogik aus, nach der man sich nicht gegenseitig hilft, sondern alle anderen Gegner sind, die einem den Job, das Geld oder das Land wegnehmen. Sie fragen nicht nach, wer über sie herrscht und ihnen befielt Dinge zu tun, sondern machen lieber was ihnen gesagt wird. Am Ende werden sie zu dem, was sie nie sein wollten oder wogegen sie in ihrer Jugend sogar gekämpft haben: Politiker, Wirtschaftsmanager, Militärs oder anders gesagt Lügner, Diebe, Mörder. Probleme für die Studenten Schon während des Studiums wird verhindert, dass die Studenten zu viele eigene Ideen entwickeln, wie eine bessere Welt aussehen könnte. Ihnen wird vorgegeben was sie lernen müssen und was richtig zu sein hat, damit sie die Prüfungen bestehen. Sie dürfen nicht lernen, was sie für wichtig halten oder was gut für die Gesellschaft wäre, sondern nur was der Wirtschaft und den Herrschenden zu Gute kommt. Die Studenten haben mit vielen Problemen zu tun, damit sie keine Zeit und Kraft finden, um sich gegen diese Art des Studiums zu wehren. Die Bedingungen unter denen die meisten Studenten lernen müssen sind schlecht. Die Veranstaltungen sind viel zu voll, die Gebäude sind alt und fallen auseinander, es gibt nicht genug Professoren und Dozenten für alle Studenten. Außerdem müssen die Studenten mittlerweile an den meisten Hochschulen Geld bezahlen um überhaupt studieren zu dürfen. Sie bekommen kein Geld für ihr Studium, obwohl es für eine heutige Gesellschaft nicht zu ersetzen ist, da das kapitalistische System gut ausgebildete Menschen braucht. Stattdessen müssen sich fast 54 Firat AMED alle Studenten verschulden, damit sie Geld haben von dem sie leben können. Viele Studenten leben deshalb in Wohngemeinschaften (kurz WGs), in denen sie sich eine Wohnung teilen in der jeder sein eigenes Zimmer hat. Die meisten WGs sind aber nur dazu da, um Geld zu sparen und nicht damit die Studenten zusammen leben und die Prinzipien des Kommunalismus und der Hilfe untereinander umsetzen. All das können wir ändern Gegen all das gibt es aber auch immer wieder Protest. Immer wenn die Situation der Studenten schlechter wird oder sie die Schnauze voll haben von den Vorschriften die ihnen gemacht werden, wehren sie sich. Sie demonstrieren, besetzen Gebäude der Hochschulen, schreiben Flyer und sagen den verantwortlichen Politikern und Wirtschaftsbossen ihre Meinung. Viel ändert sich dadurch nicht. Trotzdem ist es wichtig und richtig überall wo junge Menschen das Gefühl haben ausgenutzt und unterdrückt zu werden sich zusammenzutun, auszutauschen und zu protestieren. Denn unser ganzes Leben ist von Menschen gestaltet und kann auch von Menschen, nämlich von uns, wieder verändert werden. Wir haben die Möglichkeiten ein besseres Leben zu schaffen. Das Studium und Bildung überhaupt müssen wieder dazu führen, dass eine freie und demokratische Gesellschaft entstehen kann. Wenn wir unsere Bildung nicht dazu nutzen, für etwas Besseres zu kämpfen und anderen zu helfen, ist sie umsonst. Egal, ob Schüler oder Student, die Jugend muss sich bilden, um ihre Rolle im revolutionären Kampf für einen neuen Menschen, eine andere Gesellschaft und ein besseres Leben erfüllen zu können. STÊRKA CİWAN A C T U E Une actualité brûlante L Ali HAYIRLI “Les forces d’occupation ont renforcé leur présence militaire dans les régions kurdes surtout le long de la frontière irakienne. Une véritable zone tampon est sur le point d’être mise en place le long de la frontière avec l’Irak” L’état turc persiste dans sa politique de négation et d’extermination de la réalité kurde. Les affrontements entre la guérilla et l’armée d’occupation turque se sont multipliés depuis l’arrivée du printemps. L’armée turque et son allié iranien violent quotidiennement l’espace aérien irakien pour bombarder les bases de la guérilla. La guérilla a montré qu’elle pouvait mener des actions dans les zones urbaines et qu’elle ne resterait pas spectatrice face aux attaques menées par les différents états. 55 Les forces d’occupation ont renforcé leur présence militaire dans les régions kurdes surtout le long de la frontière irakienne. Une véritable zone tampon est sur le point d’être mise en place le long de la frontière avec l’Irak. Les différents accords signés entre les différents états (Turquie, Iran, Irak et Syrie) concernent l’extermination du mouvement de libération national kurde. En Iran, les exécutions sommaires et les disparitions sont un moyen pour terroriser la population. Les différents états ont recours à tous les moyens pour détruire la résistance kurde et faire taire les défenseurs de la démocratie. Les mollahs ont commencé une véritable chasse aux sorcières dans les régions kurdes. La barbarie de la république islamique ne semble pas connaitre de limite. Les ennemis du peuple du kurde tentent de déclencher une nouvelle guerre fratricide entre la guérilla du PKK et les peshmergas de la région autonome du Kurdistan irakien. Le gouvernement régional kurde subi de fortes pressions de la part des différents états voisins pour déloger le PKK. Le gouvernement de la région autonome maintient son silence face aux violations de son territoire et aux atrocités commises par ses voisins contre la population kurde. Hezîran 2010 STÊRKA CİWAN L’échec du parti au pouvoir Les actions entreprises par le parti de la paix et de la démocratie (BDP) pour stopper les opérations militaires sont significatives. Le BDP a également agit de manière très habile face au paquet de réforme apporté par le gouvernement. Il est important de souligner que le projet de réforme constitutionnelle apporté par le gouvernement n’a pas répondu aux attentes du peuple kurde et de ses représentants politiques. Le paquet de réforme constitutionnelle était une nouvelle manœuvre du gouvernement pour conserver le pouvoir et masquer les opérations militaires. Il est évident que le parti au pouvoir ( AKP) n’a nullement la volonté de favoriser le développement de la démocratie alors qu’il dispose de tous les moyens pour élaborer une nouvelle constitution. Le parti de la justice et du développement est plus préoccupé par les intérêts personnels de ses membres et le pouvoir que par les véritables problèmes de Hezîran 2010 de Kiliçdaroglu a été soigneusement préparée par les hauts responsables du parti républicain du peuple. Il s’est d’abord attaqué aux affaires de corruption pour pouvoir s’attirer le soutien de la population. Il a joué un important rôle lors des élections municipales en allant à la rencontre des personnes. Il est présenté comme un homme qui prête attention aux préoccupations de la population. L’AKP utilise la carte de l’islam tandis que le CHP utila population. Le gouvernement a perdu le lise la carte alévi pour arriver soutien d’une grande partie de au pouvoir. Les dirigeants du la population ( kurdes, travail- CHP espèrent conserver les voix leurs,…) et tente de sauver le des alévis qui constituent les navire en accordant notamment électeurs traditionnels de leur aux travailleurs l’accès à Taksim parti en élisant un alévi à la lors des célébrations du Premier présidence du CHP. Il est évident Mai. Le gouvernement a échoué que le parti républicain du peudans la résolution de la question ple (CHP) réalisera une imporkurde en ne reconnaissant pas tante progression lors des électiles représentants du peuple kurde ons de 2011. Kemal Kiliçdaroglu comme des interlocuteurs et en semble vouloir donner un nouprivilégiant les opérations mili- veau souffle au CHP en devenant le représentant de tous les taires. déçus de la politique. Jusqu’à présent, Kiliçdaroglu Le Gandhi du CHP évite de se prononcer sur la La candidature d’un kurde question kurde qui est une quesalévi à la présidence du CHP tion épineuse. Il est important (Parti Républicain du Peuple) de ne pas oublier que le CHP est un nouveau stratagème pour est le parti des défenseurs de la diviser le peuple kurde mais laïcité kémaliste. Il est évident aussi une réponse au conserva- qu’un changement de mentalité tisme de l’AKP et du CHP. Ce est plus important qu’un chanchangement témoigne également gement de leader pour pouvoir du désir de la population d’un réaliser un véritable changement véritable changement sur le plan politique et apporter une solution politique à la question kurde et politique. Kiliçdaroglu est appelé Gan- aux autres questions socio-écodhi par les médias turcs à cause nomiques. de sa ressemblance physique *** avec le leader indien. L’arrivée 56 STÊRKA CİWAN K İ T A P Kitap Dünyasından Seçmeler KCK Bilim Aydınlanma Komitesinin hazırladığı Özel Savaş kitabı Mezopotamya yayınevinden çıktı. “Kürdistan’da Özgürlük Hareketine karşı yürütülen bir savaş var. Bu, özel savaştır. Buna karşı halk savaşımızı geliştirme açısından, ‘özel savaş nedir, ne değildir, taktikleri nelerdir, bunlar nasıl boşa çıkartılır’ şeklinde tartışmalar yürütülüyordu. Özel savaşı tartışırken onun ülkemizde uygulama boyutunu ele alıyorduk. Rejimin özel savaş karakterini ortaya koyuyor, ona göre taktikler geliştiriyor ve stratejiler belirliyorduk. Bu bizi daha doğru bir mücadeleye götürüyordu.” 57 Hezîran 2010 STÊRKA CİWAN B i l i m & T e k n i k Dört Yüzgecinin Üzerinde Yürüyen Balık Dünyanın en büyük asansörü Kırmızı dudaklı yarasa balığı dünyadaki dört yüzgecinin üzerinde yürüyen tek balıktır. Yürümek için tasarlanmış yüzgeçleri tuhaf görünüşlü burnu ve büyük kırmızı dudakları ile balığın son derece ilginç bir görünümü vardır. Yarasa balıklarının kumun üzerinde bir insanın yürümesi gibi dolaşabilmelerini sağlayan organları göğüs yüzgeçleridir. Bu yüzgeçlerini kullanarak yarasa balıkları okyanus zemininde rahatça ayakta durabilir ve yüzgeç uçlarının üzerinde yürürler. Fener balıklarında olduğu gibi yarasa balıklarının da burunlarının altında diğer balıkları kandırmak için olta olarak kullandıkları küçük deri parçaları vardır. Yarasa balıkları etçil hayvanlardır. Bu oltayı kullanarak diğer balıkları, yengeçleri, kurtçukları ve deniztaraklarını yerler. Dünyanın en büyük asansörleri işlemeye başladı. Osaka’nın merkezinde yeni açılan Umeda Hankyu gökdeleninde bulunan beş asansörün her biri 80 kişi taşıyabiliyor. Mitsubishi Electric tarafından inşa edilen manzaralı asansörler 3.4 metre en, 2.8 boy ve 2.6 metre yüksekliğe sahip. Ortalama 65 kilodan 80 kişiyi taşıyabilen asansörlerin beşi birden çalıştığında 42 katlı binanın tepesine 400 kişiyi 1 dakikada çıkarıyor. İlk 15 katı 2012’de açılması planlanan dev bir çokkatlı mağazaya ev sahipliği yapacak bina, şehrin en kalabalık tren istasyonu olan Umeda garının yanında yer alıyor. Gardan her gün 2.5 milyon kişi geçiyor. Mağaza açıldıktan sonra beş dev asansörün bile kafi gelmemesi mümkün. Evrenin ayak izi Uzun zamandır evrende su ve yaşam belirtisi arayan NASA birbirinden ilginç görüntüler yakaladı. Çok gelişmiş teleskop ve uzay araçlarıyla evrenin sırlarını çözmek için çabalayan NASA’nın çektiği birbirinden şaşırtıcı görüntüler yayınlandı.Kozmik ölçekte dünyanın en gelişmiş arşivine sahip olan NASA özellikle 20 yıldır uzayda dolaşan Hubble Teleskobu sayesinde rüya gibi görüntüler elde etti.Güneşin yakından görüntülerini çeken NASA bu cehennemi gezegendeki küHezîran 2010 çük patlamaların korkunç etkisini gözler önüne serdi. Satürn ile uydusunun inanılmaz ahengi insanı hayretler içerisinde bırakırken Satürn’ün olağanüstü manzarası kainatın ahengini ve büyüklüğünü bir kez daha gösterdi. NASA kameraları uzayın derinliklerinde yeni bir yıldızın doğuşundan çarpışan iki yıldızın yok oluşuna kadar pek çok olaya şahitlik etti. NASA tarafından didik didik edilen Mars’ta beliren ve dev bir ayak izine benzeyen bu kratere ‘evrenin aya izi’ adı konuldu. NASA yakın bir gelecekte Mars’a insan yollamanın hazırlıklarını yapıyor. NASA dünyadan uzayı, uzaydan da dünyayı gözlüyor. NASA uyduları Himaliya dağlarından, Pakistan’a patlayan volkandan, şehirlere kadar pek çok mükemmel görüntü çekti. 58 STÊRKA CİWAN Bu da ayak "mouse"u Onlar da yalan söylüyor Bir mouse’un yapabildiklerinden fazlasını ayaklarınızla da yapabileceğinizi biliyor muydunuz? Nasıl mı?.. Multitoe adlı yeni nesil bir ayak mouse’u (faresi) diye tanımlanabilir. Multitoe ile sıradan bir mouse’un yaptığı işlerin ötesinde işler yapabilirsiniz. Ürün büyük çapta dokunmatik (multi-touch) ekran ve G-Sensor teknolojisi içeriyor. Ürünün kullanımı için öncelikle Multitoe’ya kişiler tanımlanıyor. Üzerinde kısa bir süre beklenirse tanımsız olan kişiyi tanımlama yapması mümkün oluyor. Multitoe klavyesiyle tanımlanan kişiler isimlendirilebilir ve hassasiyet ayarı yapılabilir. Üzerindeki kişinin bütün hareketlerini sezme yeteneğine sahip. Multitoe kişiye tam anlamıyla ayaklarıyla kontrol edebileceği özgürce oyun oynama zevkini yaşatıyor. Ürün bütün bunları belirli komutları kullanarak yapıyor. İtalyan La Stampa gazetesinde yayımlanan habere göre, Tennessee Üniversitesi'nden Jonathan Rowell ve ekibinin araştırması, hayvanların da hayatta kalabilmek için yalana başvurduğunu gösterdi. Hayatta kalma olasılıklarını artırmak için hayvanların aldatıcı şekilde hareket edebildikleri belirtilen araştırmada, buradaki amacın yem ya da dişi peşindeki hayvanın rakiplerini kandırmak olduğu bildirildi. Serçeye benzer bir kuşun örnek gösterildiği araştırmada, bu kuşun, genellikle yırtıcı bir hayvanın geldiğini diğerlerine haber vermek için kullandığı bir sesten, onları yemden uzaklaştırmak için de yararlanabildiği vurgulandı. Kurbağaların da "yalancı" oldukları kaydedilen araştırmada, bu hayvanların sesleriyle diğer erkek kurbağalara boyutlarını haber verdikleri, ancak kimi zaman kuvvetli vraklamanın ardında rakibiyle mücadeleden çekinen "çelimsiz" bir kurbağanın olabildiği belirtildi. Hayvanların davranışlarını yakından gözlemenin iletişimlerinin karmaşıklığını görmelerini sağladığını söyleyen uzmanlara göre, hayvanlar alemindeki en iyi politika dürüstlük değil, gerçekle yalanı bir arada kullanabilmek. Kertenkele nesli tehlikede Dünyadaki en zehirli yaratık hangisi? Kaliforniya Üniversitesi'nden Barry Sinervo ve ekibinin yaptığı araştırma, iklim değişikliği nedeniyle kertenkele neslinin yüzde 20'sinin 2080'e kadar tükenebileceğini ve bunun ekosistem ile besin zincirini olumsuz etkileyebileceğini ortaya koydu. Kertenkele nesli ve özellikle 1975'den bu yana sıcaklığın artmasının bu hayvanlar üzerindeki etkisinin incelendiği geniş çaplı bir araştırmanın verilerine dayanarak bilgisayar ortamında bir model oluşturan bilim adamları, Kuzey ve Güney Amerika, Avrupa, Afrika ve Avustralya'nın belirli bölgelerinde 34 kertenkele ailesinin neslinin tükenebileceğini ve bunun iklim değişikliğiyle bağlantılı olduğunu belirttiler. İklim değişikliği nedeniyle Meksika'daki kertenkelelerin yüzde 12'sinin neslinin tükendiğine dikkati çeken bilim adamları, sıcak havayı seven bu hayvanların bile dayanma sınırının sonuna geldiğini, sıcaklığın artması nedeniyle gölgede kalmayı tercih etmeleri ve bu durumun da yiyecek bulma olasılığını azaltması nedeniyle kertenkele neslinin yüzde 20'sinin tükenebileceğini kaydettiler. Kuzey Avustralya’da bulunan ve “denizlerin yaban arısı” (Chironex fleckeri) olarak bilinen bir denizanası normal bir denizanasının zehrinin 350 kat fazlasını çıkarıyor. Bu hayvanın sokmasından sonra ölümün gelmesi sadece birkaç dakika sürüyor. 1880 yılından bu yana denizanası sokmasından zehirlenerek ölen kişilerin sayısı 66’yı buldu. Bu ürkütücü hayvandan korunmanın basit olduğu kadar da ilginç yolu ise kadın çorabı giymek. İşte bu nedenle en erkeksi cankurtaranlar bile sörf turnuvaları sırasında tayt giymekten çekinmiyorlar. 59 Hezîran 2010 STÊRKA CİWAN L Ê K O L Î N SÊRT Bajarê WELATÊMIN “PKK, ji bo destpêka şer Sêrtê weke herêma pîlot hilbijartin. Komên pêşî yên gerîlayan li Bohtanê bi cih bûn. Şeva 15ê Tebaxa sala 1984’an de guleya pêşî li navçeya Dihê hate teqandin. Gerîlayên Kurd ku di bin fermandariya Egîd (Mahsum Korkmaz) de bûn, ji sê milan ve ketibûn bajêr” Hezîran 2010 Bajarê Sêrtê di nav eyaletên Xerzan, Botan û Mêrdînê de weke xelekekê bicih bûye. Sêrt, di nava merediyên Rojhilat yên 38 û 37an û di nava paralelên bakûr yên 42 û 40an de cih digire. Nîspeta axa Sêrtê, 5406 km2 ye. Nêzî tevî xaka bajêr ji çiyayan û girên bilind pêk tên. Bilindahiya bajêr nêzî 30 hezar metreyiye. Çiyayên erdîma bajêr berdewama sîlsîleya toros ên rojhilata başûr e. Çiyayê herekol 2838 metreye û li erdnîgara sêrtê noqteya herî bilinde. Çiyayê Reş, çiyayê Gebar, çiyayê çirav di erdîma bajêr de çend ji çiyayên bilindin. Ji ber ku erdîma bajarê sêrtê nêzî tevahiya ji bilindahiyan pêk tê, di nav sînorên bajêr de deştên fireh tine ne. Li hin zeviyên der û dora bajêr û nêzî misircê kişt û kal tê kirin. Ji van zeviyên bajêr, berhemên weke fistiq, tutin, genim, ceh û gelek cureyên fêkiyan tên hilberîn. Axa sêrtê ji aliyê madenên bin erdê ve dewlemende. Li baykan û şîrwanê damarên sifir ên dewlemend û dîsa li baykanê rezervên fereh yên kron hene. Her wiha li navçeyên baykan, berwarî û şîrwanê jî çavkaniyên xwê hene. Xaka sêrtê ji aliyê çend çemên mezin de tên avdan, yek ji wan çemê bohtan ji lûtkeyên çiyayên berwarî diherike û di nav geliyên kur de di nav axa sêrtê de rêwengiya xwe didomîne. Her wiha çemê xeza (heza) ava behran û ava sor jî di axa sêrtê re derbas dibin û li deştê tevlî çemê tîr tevlî çemê dîcleyê dibin. Dîcle, li başûrê bajêr, sînorên nava Batman (Êlih), Mêrdîn û Sêrtê ji hev diqetîne. 60 Bajarekî Dewlemend û Axeke Pîroz: Sêrt Erdîma sêrtê ji aliyê avger û avên mîneralî jî ve dewlemende. Ji ber ku li ser axa bajêr heta gelek caran erdhejên mezin çêbûn û herem pir caran ser û bin bûye. Li nêzî navenda bajêr, li ser riya Dihê, li herêma Dîlorîs avgermeke ku ji gelek nexweşiyan re başe heye. Dîsa li xopa findiq, li gûndê hesta (hespa) li herêma luf (lîf) gelek avgermên sipî hene. Berî salên şer di mehên havînan de bi sedan kes ji bo pirsgirêkên tendurustiyê xwe li van avgerman digirtin. Hejmara şêniyên Sêrtê tevî navçeyan ji 300 hezarî zêdetire. Nifûsa navçeyên bajêr tev kurdin. Li navenda bajarê sêrtê hin malbatên ereb jî dijîn. Ew li kurdistanê piştî ola îslamê li bajêr niştecî bûne. Heta çend salên dawî jî li bajêr hejmara ereban zêde bûn. Lê ev çend salên dawî, ji ber sedemên aborî bandora şerê netewî malbatên ereb koçber dibin. Her ku diçe ev rengê cuda ya demokrasiya sêrtê kêm dibe. Sêrt, li gorî sîstema rêveberiya rejîma tirk wîlayete. Bi navê tîlo, baykan, dihê, misircê, berwarî û şîrwan 6 navçeyê xwe hene û 271 gund bi bajêr ve girêdayiye. Sêrt, ji rojava ve cîranê şirnax û wanê ye û ji bakur ve cîranê batman û bedlîsê ye û ji başur ve jî cîranê mêrdînê ye. Li sêrtê sektora sereke lawirvaniye. Erdnîgara bajêr ji bo xwedîkirina keriyan musaîte. Ev berhemên lawiran a sereke piştî şîr û goşt, rîs û hirî ye. Rîs, zêdetir di çêkirina gor û kulafan de, hirî jî di çêkirina STÊRKA CİWAN suka sêrtê li gelek kolanan dikanê kebaba biryan ji bo ku zikê sêrtiyan têr bikin dixebitin. Dîsa ji serî an jî kele xwarineke herêmiye. Wekî gelek bajarên kurdistanê ê li sêrtê jî hin aşxaneyên ku tenê xwarinên ku ji ser û pê yên lawiran dipejînin hene. Di van aşxaneyan de şorbeya hur û avsîrka ser û pê serê şeveqê gelekî tê xwarin. Birinca bi perde jî xwarineke taybetî ye û di rojên taybet de tê çêkirin. Dirok betanî,şal û heybeyan de tê bikaranîn. Ev betaniyên hanê ku li kurdistanê tenê li sêrtê tên çêkirin, navê bajêr li cîhanê daye naskirin. Di karê betanî çêkirin de jin û mêr hevkarî dikin. Rêsandina hirî weke benikan û reng dayîna wan ji aliyê jinan,resandina betaniyan jî ji aliyê mêran ve tê çêkirin. Di demên kevin de boyaxên xwezayî ku ji nebatan dihate derxistin, dihate bikaranîn. Lê di salên dawî de boyaxên kîmyewî tê bikaranîn. Di motîfên betaniyan de dîmenên xwezayê û şeklên cihêreng zêde hatine bikaranîn. Di tevnê sêrtê de manto, kincên jinan, kepê zilaman û cilê din jî tên çêkirin. Ev berhemên ku bi navê betaniyên li bazarê sêrtê tên firotin, di salê dawî de gelek turîst bi dest xistiye û ji bo welatên biyanî tên firotin. Pez xwedîkirin hê jî di jiyana gelê sêrtê de cihekî girîng digire. Dema pez an jî kerî tê gotin şivan tê bîra mirovan û helbet jî kulav. Kulavên sêrtê jî weke betaniyên vî bajarî nav daye. Îro êdî li gelek deveran ev kulav nayê resandin. Kulav çêker û firoşkar li suka bajêr her roj cihê ku ji wan re hatiye veqetandin disekinin da ku şivanek were û kulavekê ji wan bistîne. Xweza û Çiya li Botanê Reng dide Helbet çiyayên Botanê bi kewên xwe navdarin. Kewên hecî beşîr ên di qefesê de her roj li suka bajêr li benda qedera xwe ne ku kesek were wan bistîne. Kolanên suka Sêrtê ji berhemên çiyê tijeye. Fêkî, hejîr, tiriyê wan çiya weke çavkaniya şekire. Her wiha penîr û sîrikê bajêr jî navdare û yek ji xwarina serekeye. Hingivê berwarî ên çiyayê botan ku temenê mirov dirêj dike berhemeke biha ye. Ev hingiv tenê li sêrtê û her wiha li hemû kurdistanê jî deng daye. Dîsa runê nivişk û mast jî li suka bajêr berhemên sereke ne. Mitfexa Sêrtê li kurdistanê mitfexa herî dewlemende. Yek ji xwarina sereke yên Sêrtiyan kebaba biryane. Biryan, qasî ku li bedlîsê tê naskirin, wiha weke xwarinek sêrtiyan jî tê qebulkirin. Biryan ji goştê berxan û bi giyayên çiyê hatiye xwedî kirin. Di tenurên bin erdê de, li ser agirê êzingan tê pijandin. Ev taybetî tahmeke xweş dide goşt. Li 61 Li gorî hin çavkaniyan navê Sêrtê tê gotin ku ji zimanê samiyan tê. Dîsa li gorî hin îddayan navê bajêr ji peyva xetê tê û ev peyv di zimanê keldanî de tê wateya bajêr. Navê bajêr di çavkaniyên îslamî de jî weke eshad, saîf, sîîrt derbas dibe. Her wiha di pirtûkên kevin yên sûryaniyan de jî navê bajêr weke sêrt, serf an jî weke seert hatiye qeyd kirin. Heta demên dawî, ji ber kolanên arkeolojîk nehatibûn kirin, dîroka sêrtê a berî zayînê ne zelal bû. Di salên 1963an de çend komên arkeolog, li sêrtê û der û dorê lêgerînên ser erdê hatin kirin. Di van xebatan de aşkere bû ku li ser axa cihna bermayiyên dema neolotîk gelek şop û rêç yên tunç, helenîksî, roma, bîzans, îslam û dema nêz hene. Dîroka bajarê Sêrtê dirêjî 3 hezar sal berî zayînê dema horiyan dibe. Di salên hezaran de hêzên konfederasyonan de Nayirî serdestin. Piştî wan dema dagirkeriya Asur destpêdike. Beriya zayînê salên 612an de Med Mezopotamyayê digirin bin desthilatdariya xwe. Heta ku artêşa Ereb ya îslamê ku kurdistanê bi dest dixe sêrt û der û dora wê bi dorê dikeve destê Persiyan, îskender, Selokîdan, Partan, Arsekan û Sasaniyan. Piştî zayînê di salên 600an de Ereb dikevin heremê û ji rojava jî bîzansî tên kurdistanê. Di vê demê de ji aliyê beg û mîrên kurd Hezîran 2010 STÊRKA CİWAN ve nîv serdeste. Di salên hezarî de jî artêşa selçukî dikevin kurdistanê. Di van salan de li heskîfê eyubî dewletekê dide damezirandin û bandora wan heta der û dora sêrtê belav dibe. Dîsa di van salan de şerefxaniyên bedlîsê desthilatdariya xwe heta sînorên nava sêrtê jî fereh dikin. Qonaxa Karwanên Dîrokê: Sêrt Di salên 1005an de ku li kurdistanê desthilatdariya şah îsmaîlê safevî pêş dikeve û dewleta osmanî bi saya şêx îdrîsê bedlîsî di nav eşîrên kurd ên sunî de dixebite û riza wan digire da ku ew desthilatdariya osmaniyan nasbikin. Di van salan de sêrt di dest mîrê eyubî xelîfe de ye. Bi vî awayî 1514an de jî osmanî di sêrtê de cih bûne. Rêveberên osmanî sêrta pêşîn weke sencaqek bi eyaleta wanê 1630î de jp bi eyaleta amedê ve tê girêdan. Di sedsala 19an de jî bi Bedlîsê ve hate girêdan. Di nava salên 1800î de li herêma cizîrê mîrên botan yên bedirxaniyan li dijî osmaniyan serî hildide. Bedirxan beg navenda cizîrê weke dewleteke herêmî damezirandibû. Bi sînorê dewleta xwe ji nêzî amedê heta nêzî sêrtê ji wir jî heta musilê fereh kiribû. Serhildana botan heta dihê û der û dora sêrtê fereh dibe. Dîsa yezdan şêr piştî bedirxan beg îsyan dike. Li çiyayên botanê der û dora sêrtê bi osmaniyan re şer dike. Her wiha di salên dawî de jî li herêmê li dijî dagirkeran gelek serhildanên mezin û piçûk tên kirin. Sêrt, di warê rewşenbîrî, zanistî û olî de jî li kurdistanê deverekî girînge. Şexsiyetên weke Melle Xelîlê Sêrtî, şêx Mihemedê Fersefê, Siltan Mehmud, îbrahîm Heqî, îsmaîl û Bekîrullah û gelekî din ji xaka sêrtê derketine. Her wiha medreseyên li ser xaka bajêr ên weke tîlo û fersefê ji salên kevin û Hezîran 2010 vir ve weke çavkaniyên welatparêzî û qendîla çanda kurd xebitîne. Sêrt, heta sala 1894an bi bedlîsê ve girêdayîbû. Di sala 1919an de wekî sencaqekê serbixwe dihate rêvebirin. Di van salan de jî şêniyên sêrtê 65 hezare. 50 hezarê vê nifûsê kurdên sunî ne û yên din jî ermenî û suryanî ne. Sêrt ku di salên kevin de weke sencaqekî bûye, di bîranînên gerokan de jî derbasdibe. Katîp çelebî ku di sedsala 17an de hatiye sêrtê, vî bajarî weke diyarê rabiya bi nav dike. Çelebî di bîranînên xwe de pesnê tirî û ava sêrtê jî dike. Her wiha generalên Elman Motkê, di sedsala 19an de tê sêrtê û dibêje wê demê sêrt ji ber ku bûye qada şer, weke xerabeyekê bû. Dîsa şemsedîn samî, Walî Cewad jî di sedsala 19an de di berhemên xwe de behsa sêrtê kirine. Bajêr, piştî salên 1923an bi damezirandina komara tirk ve jî 62 weke vilayetê tê pejirandin. Di salên 1940an de li Êlûhê petrol hate dîtin û di sala 1944an de xeta hesin heta misircê hate danîn. Sêrt û der û dora bajêr bi vaniyeran hate pêşxistin. Di salên 1990an de rejîma tirk ji bo ji nû de dagirkirin û damezirandina sîstema xwe li kurdistanê hin tedbîr girtin. Yek ji van tedbîran piçûkkirin û belavkirina bajarê sêrtê bû. Li gorî vê pîlanê navçeyên batman û şirnex ji sêrtê hatin veqetandin û bi serê xwe bûn wîlayet. Her wiha navçeyên bişêriyê û hezro û sason jî ji sêrtê hatin veqetandin û bajar di warê rêveberiyê de gelekî teng bû. Bajarê Sêrtê, li ser qadekî ku ji runiştvaniyê re dest dide hatiye avakirin. Di warê bajarvaniyê de her ku diçe fereh dibe. Avahiyên bajêr li gor mîmariyê ne pir bilindin. Di salên dawî de piştî pêla koçberiyê li der û dora bajêr taxên nû peyda bûn û hin STÊRKA CİWAN aliyên bajêr û heta quntarê çiyayên der û dorê dirêj bûn. Destpêka Guleya Yekemîn û Berxwedana Egîdan Sêrt, di dîroka Kurdistanê a nûjen de xwedî cihekî taybete. Gerek ji ber erdnîgariya xwe ya asê, gerek ji ber gundiyên welatparêz herêma Bohtan di şerê gerîla de bû maqarê pêşî. Piştî pêvajoya cuntaya faşîsta Tirk ya salên 1980î de gelek şoreşgerên kurd derketin çiyayên der û dora sêrtê jî. PKK, ji bo destpêka şer sêrtê weke herêma pîlot hilbijartin. Komên pêşî yên gerîlayan li Bohtanê bi cih bûn. Şeva 15ê Tebaxa sala 1984an de guleya pêşî li navçeya dihê hate teqandin. Gerîlayên kurd ku di bin fermandariya EgîdMahsum Korkmaz de bûn, ji sê milan ve ketibûn bajêr. Hemû avahî û saziyên fermî yên dewletê dagirkiribûn. Ev çalakiya wê şevê destpêka tofana li kurdistanê bû. Welatê kurdan careke din li ser piyan bû. Îşaret li dihê, agir jî li gebarê hatibû vêxistin û paşê bahozeke germ destpêkir. Efsaneya nûjen hate nivîsandin. Serhildan bê bedel ne bû. Belkî jî li kurdistanê cihê ku herî bedel da û xwîn li ser hate rijandin sêrt bû. Ji ber ku şerê neteweyî li vî bajarî hatibû destpêkirin, rejîma tirk dixwest vî şerî li sêrtê defin bike. Ji bo ku bigihêje vê armanca xwe li herêmê dest bi teroreke bê perwaz kir. Pêşî sêrtê di warê rêveberiyê de parçekir. Şirnex û dihê jê qetandin. Lawirvanî lê qedexe kir. Rê li ser gundiyan girtin û birçîbûn xist nava wan. Cerdevanî li ser wan ferzkir. Dest bi şewitandin û valakirina gundan kir. Bi sedan gundî hatin kuştin. Newala qesaba, li sêrtê navek ji hovîtiya şerê taybet bû. Piştî destpêka şerê neteweyî, artêşa tirk cesedên şervanên ku di pevçûnan de dihatin kuştin li vê herêma ku nêzî bajarê sêrtê ye bi hev re diveşartin. Li newala qesaba, di nav de şervan û serfermandarên weke egîd, mele mihemed û doktor seyfî jî di nav de jî 200 zêdetir canfedaiyên kurd ku li herêma sêrtê şehîd ketin,razayîne. Kurdên herêmê ev newal weke devereke pîroz qebul dikin û dibêjin paşerojê de li wê derê abîdeyeke şehîdan çêbikin. Bajarekî Qedîm û Warê Şaristaniyan Mizgefta bajêr ya herî mezin Ulu Camî, ji ber ku pirtûka mizgeftê nehatiye dîtin, derbarê wê de jî agahiyên sererast tineye. Li gor hin çavkaniyan di sala 1229an de ji aliyê Sultan Miqsedîn Mehmud ve hatiye çêkirin. Di sala 1260î de jî ji aliyê sultan el mucahîd ve li mizgeftê hin beş hatine zêdekirin. Dîwarên camiyê ji derve jî kevirên birî, ji hundir ve moloz hatiye neqişandin. Sê qubbeyên li kêlekên hev bi kemberan ve bi hev ve hatine girêdan. Li ser neqiş û resmên li ser dîwaran hatiye siwax kirin. Mîmbera mizgeftê di sala 1965an de tevî mizgeftê hatiye restore kirin. Ji ber baran û şiliyê çînî li ser mînarê xerab bûne, lê dîsa jî motîfên jeometrîk û mîmariya mînare baldikşîne ser xwe. Mizgeftek din ku bajarê sêrtê dixemilîne mizgefta sukê ye. Di sala 1265an de ji aliyê sultan salih nesredîn ve hatiye çêkirin. Li baniyên mizgeftê 5 qubbe hene. Du deriyên mekana mezin hene. Mîmariya vê mizgeftê jî nêzî mînakên demên xwe ye. Li aliyê din mizgeft li sêrtê ku niha bi navê cumhuriyet tê naskirin, tê texmînkirin ku ji hewariyên îsa yahuwa veşartiye. Ev mizgeft di demên kevin de bi navê qudurullah tê naskirin. Turbeya weyselqeranî berhemeke olî ya bajarê sêrtê ye. Turbe, li gundekî navçeya bayqanê, li ser riya wan û amedê li xopana zîyaretê cih digire. Turbe, bi 63 qubbeyekî ser hatiye girtin. Di sala 1976an de jî hatiye xerakirin. Avahiya îroyîn xwedî taybetiyekêye. Turbeya wesîl qaranî li kurdistanê di nava mekanên pîroz de xwedî taybetiyekêye. Di efsaneya wesîl qaranî de ku di salên 600î de derbasbûye motîfên hevaltiya Hz. Muhemmed û di riya olî de jî fedekarî hebû. Gelê oldar yê herêmê, wiha ji gelek deverên dûr yên kurdistanê her sal di mehên gulanê de rojên înê tên li ser qebra weysîl qaranî û ji bo derdên xwe li dermanekî digerin. Mêvanên weysîl qaranî ji bo duayên wan bên qebul kirin, ji bo alîkarî jî pereyan tavêjin ser turbê. Ji bilê van navendên olî cihê weke medresa fersatê jî li herêma sêrtê cih digirt. Navçeya tîlo, navendeke olî ye. Li vê navçeyê gelek cihên pîroz hene. Yek ji wan cihê pîroz yên tîlo, turbeya îsmaîl fakîrullahe. Ev turbe di sala 18an de ji aliyê îbrahîm heqî ji bo seydayê wî îsmaîl fakîrullah hatiye çêkirin. Orjînaliteya turbê bi restorasyonên salên dawî hatiye xerakirin. Di vî avahî de mînakek zirav a endezerya roniyê heye. Îbrahîm heqî, bi qasî alimiya xwe ya olî, bi taybetiyên xwe yê zanistî jî tê naskirin. Îbrahîm heqî bi navê marîfetname berhemek jî nivîsandiye. Di berhema xwe de li ser astrolojî, cografya, fizîk, matematîk û gelek beşên din yên zandariyê disekine. Qasî ku tê zanîn îbrahîm heqî 40 pirtûk nivisandine. Îbrahîm heqî di nava salên 1703 û 1780î de jiyiyaye. Îbrahîm heqî, di turbê de sîstemek wiha çêkiriye ku her sal roja newrozê tîrêjên rojê ji pişt çiyayê herekol davêjin, bi saya prîzmayekê serê meqbera fekîrullah ronî dikin. Sira vê teknîka wî ji aliyê zanistan ve weke ecêbekê hatiye şîrove kirin. Ev taybetiya avahiyê bi restorasyona sala 1963an de hatiye xerakirin. *** Hezîran 2010 Rewşa AKP Di sala 2010...?? :) :) Mizah Tenefüs Bir uçakta tam yedi deli varmış. Bunlardan sadece uçağı kullanan birinci pilot normalmiş. İkinci pilot da deliymiş. Durgun ve normal hava şartlarında yolculuk yaparlarken birden bire uçağın sağa ve sola yattığını hisseden birinci pilot şaşkınlıkla ikinci pilota sorunun ne olduğunu sormuş; O da, “sanırım bu dengesizlik içeriden delilerden geliyor” diye cevap vermiş. Birinci pilot, ikinci pilota emir vermiş: “o zaman git ve rahat durmalarını söyle!”. Bunun üzerine delilerin yanına giden ikinci pilot onları susturmayı başarmış. Birinci pilot ikinci pilota “nasıl susturdun” diye sorduğunda; “Ben öğretmen oldum, onlar öğrenci oldular.. uçağın imdat zilini çaldım şu an tenefüsteler..” diye cevap vermiş. Amin Üç Amerikan askeri Iraklı bir amcanın bakkal dükkanına girerler. Alış veriş yaparken ‘Kahrolsun Amerika’diye bir ses duyarlar. Etrafa bakınırlar ve sesin bir papağandan geldiğini görürler.Bunun Üzerine ıraklı bakkal amcaya ‘bu papağanı buradan yok et yarın geldiğimizde görürsek seni mahvederiz’derler.Askerler gittikten sonra bakkal amca kara kara düşünmeye başlar çünkü papağan kuşunu çok sevmektedir.Derken aklına cami imamlarının papağanı gelir. Hemen imamın yanına koşar başından geçenleri anlatır ve ‘Hocam eğer sakıncası yoksa papağanları değiştirelim’ der. Hoca kabul eder ve değişim gerçekleşir.Ertesi gün işgalci amerikan askerleri gelir, papağanı görürler ve kızarak; -Biz sana bunu yok edeceksin demedik mi? deyince, Bakkal amca, bu papağan o değil dese de inandıramaz. Sivri zekalı askerin biri ben şimdi anlarım bunun dünkü papağan olup olmadığını der ve papağanın tekrarlamasını umarak bağırır: Kahrosun Amerika!! ses çıkmayınca bakkal amca dahil hep birlikte bağırmalarını söyler: -Kahrolsun Amerika! (ses yok) -Kahrolsun Amerika! Papağan dile gelir: “Amin evlatlarım...”