ermeni soykırımına yeniden bir bakış

advertisement
MAKALE
Balkan Tecrübelerinden Türkiye İçin Dersler
TÜRK AKADEMİSİ
SİYASİ SOSYAL STRATEJİK ARAŞTIRMALAR VAKFI
ERMENİ SOYKIRIMINA
YENİDEN BİR BAKIŞ
Guenter Lewy
Dış Politika Araştırmaları Merkezi
Makale No. 1 // Nisan 2013
www.turkakademisi.org.tr
Balkan Tecrübelerinden Türkiye İçin Dersler
TÜRK AKADEMİSİ Siyasi Sosyal Stratejik Araştırmalar Vakfı (TASAV)
Türkiye’de ve dünyada, yaşanmış ve yaşanmakta olan olayları; siyasî,
sosyal, tarihî ve kültürel derinlik içinde ve stratejik bir bakış açısıyla
değerlendiren, yeni tasarımlar ortaya koyarak gelecek vizyonu
oluşturan bir düşünce kuruluşudur.
TASAV, bilimsel kıstasları esas alarak ulusal, bölgesel ve uluslararası
düzeyde araştırma, inceleme ve değerlendirme faaliyetlerinde
bulunmaktadır. Çalışmalarını hiçbir kâr amacı gütmeden ilgililer ile
paylaşan TASAV; tarafsız, doğru, güncel ve güvenilir bilgiler ışığında
kamuoyunu aydınlatmaya çalışmaktadır.
TASAV’ın amacı; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş felsefesine
paralel olarak, ülkemizin ekonomik, sosyal, siyasî, kültür ve eğitim
hayatının geliştirilmesine; millî menfaat, millî güvenlik ve birlik
anlayışının, insan hak ve özgürlüklerinin, demokrasi kültürünün,
jeopolitik ve jeostratejik düşünce biçiminin yaygınlaştırılmasına;
toplumda millî, vicdanî ve ahlâkî değerlerin hâkim kılınmasına ve
Türkiye’nin dünyadaki gelişmelerin belirleyicisi olmasına bilimsel
faaliyetler aracılığıyla katkı sağlamaktır.
ARAŞTIRMA MERKEZLERİ
TASAV, aşağıda belirtilen altı Stratejik Araştırma Merkezi vasıtasıyla
çalışmalarını yürütmektedir:
1.
2.
3.
4.
5.
6.
Dış Politika Araştırmaları Merkezi
Güvenlik Araştırmaları Merkezi
Siyaset, Hukuk ve Yönetim Araştırmaları Merkezi
Sosyal ve Kültürel Araştırmalar Merkezi
Ekonomi Araştırmaları Merkezi
Enerji Araştırmaları Merkezi
Balkan Tecrübelerinden Türkiye İçin Dersler
ERMENİ SOYKIRIMINA YENİDEN
BİR BAKIŞ*
Prof. Dr. Guenter Lewy
Bu makale, ilk olarak The Middle East Quarterly adlı derginin Sonbahar (Fall) 2005
sayısında (Cilt/Vol: 12, Sayı/No: 4) “Revisiting the Armenian Genocide” başlığı altında (ss.312) İngilizce olarak yayınlanmıştır. Makalenin Türkçe’ye tercümesi adı geçen dergi
tarafından yapılmıştır. Makalenin Türkçe çevirisine şu bağlantıdan erişim mümkündür:
http://www.meforum.org/880/ermeni-soykirimina-yeniden-bir-bakis Orijinal (İngilizce)
metne erişmek içinse: http://www.meforum.org/748/ revisiting-the-armenian-genocide
*
Ermeni Soykırımına Yeniden Bir Bakış
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ ............................................................................................................................................ 1
1919-1920 ASKERÎ MAHKEMELERİ ................................................................................. 2
TEŞKİLAT-I MAHSUSA’NIN ROLÜ ...................................................................................... 5
NAİM BEY’İN ANILARI ........................................................................................................... 7
SONUÇ ......................................................................................................................................... 8
i
Türk Akademisi Dış Politika Araştırmaları Merkezi
Makale No. 1 // Nisan 2013
Ermeni Soykırımına Yeniden Bir Bakış
ERMENİ SOYKIRIMINA YENİDEN
BİR BAKIŞ
GİRİŞ
Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ermenilere ne
olduğuna ilişkin tartışma, başladığı günden bu yana şiddetini korumakta.
Ermeniler kendilerinin, 20. yüzyılın ilk soykırımının kurbanları olduklarını
söylüyorlar. Birçok Türk ise Ermenilerin iki halk arasında meydana gelen
çatışmalarda ve savaş zamanı güvenlik gerekçelerinden ötürü tabi tutuldukları
zorunlu göç sırasında öldüklerini, zira Ermenilerin düşmanla işbirliği yaptığı ve
birçoğunun da düşman tarafında Osmanlı’ya karşı savaştığını iddia ediyor. Bunun
bir soykırım olduğunu savlayan akademisyenler, Ermenilerin iddialarının
çürütülemez birer tarihsel gerçek olduğunu ileri sürüyorlar. Ancak hem Türkiye’de
hem de Batı’da birçok tarihçi, olayları soykırım olarak tanımlamanın uygunluğunu
sorgulamaktalar.
Tartışmanın vardığı boyutlar ise bir hayli geniş. Fransa’da güçlü destek gören
Ermeniler, Türklerin soykırım uyguladıklarını kabul etmelerinin ve bundan dolayı
özür dilemelerinin, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyeliği için önkoşul olarak
koyulmasını talep ediyorlar. Soykırım tartışmalarından ötürü Ankara ile Erivan
arasındaki ilişkiler dondurulmuş durumda. Ermeni eylemciler ise Batı’da bu
tarihsel tartışmayı politik olarak yönlendirmeyi istiyor ve bu amaçla çeşitli
parlamentolardan Ermeni soykırımını tanıyan kararlar almasını talep ediyorlar.
Bu tartışmadaki esas mesele Ermenilerin yaşadıkları acıların boyutları değil; her
iki taraf da Ermenilerin 1915-1916 yıllarında Anadolu’dan Suriye çöllerine ve
diğer yerlere tehcir edilmeleri sırasında yüzbinlerce Hristiyan’ın hayatını
kaybettiğini kabul ediyor. Bunun için Osmanlı hükümeti çok kısa bir sürede
erkekleri, kadınları ve çocukları evlerinden ayrılmaya zorladı. Birçoğu dağlardan
ve çöllerden yaptıkları yürüyüş sırasında açlık ve hastalıktan öldü. Diğerleri ise
katledildi. Tarihçiler bu olaylar konusunda tartışmıyor, tartıştıkları şey, sayılar ve
koşullar. Tartışmadaki esas sorun kasıta ilişkin. Jön Türkler 1916’daki katliamları
örgütlediler mi? Ermenilerin kasıtlı öldürüldüklerini ve bu yüzden bunun soykırım
teşkil ettiğini iddia edenler, savlarını üç ana temele dayandırıyorlar: 1919-1920
yıllarında kurulan, Jön Türklerin başında olduğu hükümetin yetkililerini Ermeni
katliamlarını örgütlemekten mahkûm eden askerî mahkeme davaları; katliamları
gerçekleştirmekle suçlanan Teşkilat-ı Mahsusa’nın oynadığı rol ve Naim Bey’in,
Türk Akademisi Dış Politika Araştırmaları Merkezi
Makale No. 1 // Nisan 2013
1
Ermeni Soykırımına Yeniden Bir Bakış
İçişleri Bakanı Talat Paşa’nın Ermenilerin yok edilmesi emrini verdiği iddia edilen
telgrafları içeren anıları. Ancak bu olaylar ve bunları aktaran kaynaklar dikkatlice
incelendiğinde, bırakın sonuç çıkarmayı, Ermenilerin öldürülmesinin kasıtlı olduğu
iddiasının temellendirileceği güçlü bir dayanağa varılamıyor.
1919-1920 ASKERÎ MAHKEMELERİ
Osmanlı İmparatorluğu’nun Birinci Dünya Savaşı’ndan mağlup çıkmasından sonra
yeni bir hükümet kuruldu ve bu yeni hükümet, selefi Jön Türk rejimini ciddi bazı
suçlar işlemekle suçladı. Bu suçlamalar 1908’de iktidarı ele geçiren İttihat ve
Terakki Partisi lider kadrolarının ve diğer seçilen eski yöneticilerin kurulan askerî
mahkemelerde yargılanmalarına neden oldu. Suçlamalar anayasanın ortadan
kaldırılmaya çalışılması, savaş zamanı vurgunculuğu ile hem Rumların ve hem de
Ermenilerin öldürülmesini de içermekteydi.
Askeri mahkemelerin kurulmasının esas nedeni, muzaffer müttefik devletlerden
gelen Ermeni katliamının sorumlularının cezalandırılması yönündeki baskılardı.
Buna ek olarak Türkler suçu birkaç İttihat ve Terakki üyesinin üzerine yıkıp, Türk
ulusunu temize çıkarmayı ve böylece Paris’te düzenlenecek barış konferansında
kendilerine yönelik daha hoşgörülü bir tutum alınmasını sağlamayı umuyorlardı.
En ünlü duruşma İstanbul’da yapılmıştı ancak bu kurulan tek mahkeme değildi.
Katliamların gerçekleştiği Anadolu şehirlerinde de en az altı mahkeme daha vardı.
Belgelerin yetersiz tutulmuş olması nedeniyle mahkemelerin tam sayısı bilinmiyor.
İlk duruşma 5 Şubat 1919’da Yozgat’ta başladı ve mahkemenin yetki alanı içinde
Ankara da bulunuyordu. Yozgat’taki mahkemede bölge valisi de dahil olmak üzere
üç Türk yetkili Ermenilerin kitleler halinde öldürülmesi ve yağmalanması ile itham
edildiler. 8 Nisan’da mahkeme davalılardan ikisini suçlu buldu, üçüncüsünü ise
başka bir mahkemeye sevk etti. Kesin hükmün verilmesinden iki gün sonra yerel
yetkililer Boğazlıyan ve Yozgat Kaymakamı Mehmet Kemal’i astı. Kemal’in cenaze
töreninde, İttihat ve Terakki Partisi unsurlarının organize ettiği büyük bir gösteri
düzenlendi. Türkiye’deki İngiliz yüksek komiseri, Türk halkının ‘infazları,
suçluların çarptırıldığı adil cezalardan ziyade barış için verilmesi gereken tavizler
şeklinde’ algıladığını ülkesine rapor ediyordu.
Asıl duruşma İstanbul’da 28 Nisan 1919’da başladı. 12 sanık arasında İttihat ve
Terakki Partisi üyeleri ve eski bakanlar bulunuyordu. İçişleri Bakanı Talat Paşa,
Savaş Bakanı Enver Paşa ve Halep Valisi Cemal Paşa da dahil yedi sanık ülkeden
kaçtıkları için gıyabında yargılandılar. Ermeni tezlerinin en ünlü savunucularından
Vakahn N. Dadriyan şöyle yazıyor: “İddianamelerde suçlamaların dayandırıldığı 42
belge yer almıştır. Bunların birçoğunda tarihler, şifreli telgrafları ve mektupları
gönderenlerin ve bunların gönderildikleri kişilerin isimleri bulunmaktadır.” Bu
belgelerin arasında 3. Ordu Komutanı General Vehbi Paşa’nın “Ermenilerin
Türk Akademisi Dış Politika Araştırmaları Merkezi
Makale No. 1 // Nisan 2013
2
Ermeni Soykırımına Yeniden Bir Bakış
katledilmesi, yok edilmesi ve mallarının yağmalanması ve bunlara el koyulması
İttihat ve Terakki’nin merkez komitesinin aldığı kararların sonucudur” dediği,
yeminli ifadesi de var. İddianamede ayrıca tehcirden sorumlu üst düzey bir yetkili
olan Abdulahad Nuri’nin, Talat Paşa’nın kendisine “tehcirin amacı kıyımdır”
dediğini anlattığı ifadelerine yer verilmekte. 22 Haziran’da mahkeme anayasal
düzeni zorla kaldırmaya teşebbüs suçundan bazı sanıkları mahkûm etti ve onları
katliamlardan sorumlu tuttu. Talat, Enver, Cemal paşalar ve Nazım Bey gıyabında
ölüm cezasına çarptırılırlarken, diğerlerine uzun hapis cezaları verildi.
Jön Türklere karşı yaygın nefrete rağmen Türk halkı İttihat ve Terakki liderlerinin
yargılanmalarına kayıtsız kalmıştı. ABD’nin İstanbul’daki yüksek komiseri Lewis
Heck ülkesine gönderdiği 4 Nisan 1919 tarihli bir raporda şöyle diyordu: “Halk
arasında yaygın kanı odur ki, birçok duruşmanın esas gayesi, kişisel intikam
duygularından ya da müttefik devletlerin özellikle de İngilizlerin teşvikinden
kaynaklanmaktadır.” Duruşmalara karşı muhalif tutum, 15 Mayıs’ta İzmir’in Yunan
askerlerince işgalinin ardından kuvvetlendi. Bu işgal, ülkede vatansever ve
milliyetçi bir dalganın yayılmasına neden oldu.
Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde, sonunda İstanbul’daki sultanın
devrilmesiyle biten bir milliyetçi hareket doğdu. Hareketin başlangıcından itibaren
Kemalistler sultanın onursuzca müttefiklere teslim olmuş olmasını eleştirmişler ve
duruşmaların Osmanlı İmparatorluğu’nun bölüşülmesi planının bir parçası olması
korkularını ifade etmişlerdi. 11 Ağustos 1920’de Ankara’daki Kemalist hükümet
tüm askerî mahkemelerdeki duruşmaların durdurulması emrini verdi. Nitekim
Osmanlı kabinesinin 17 Ekim 1920’de istifa etmesiyle de duruşmalar son buldu.
Ermeni yazarlar, tarihsel gerçeklerin berraklaşmasına katkıda bulundukları
gerekçesiyle askerî mahkemeleri övmektedirler ancak mahkemelerde uygulanan
prosedürlerin ve elde edilen bulguların güvenilirliğine ilişkin soru işaretleri göz
önüne alındığında, bu türden genel yargılara varmak sorunlu görünmektedir.
Mahkemeler adil yargılamanın gereklerinden yoksundur. Osmanlı yargı hukukunu
iyi bilen yazarlardan çok azı, özellikle de askerî mahkemeler hakkında olumlu
değerlendirmede bulunmuşlardır. Osmanlı ceza hukuku karşılıklı sorgulama
hakkını tanımamaktadır ve yargıcın rolü Anglo-Amerikan geleneğindekine nazaran
çok daha önemlidir. Yargıç hazırlık aşamasında ve duruşma sırasında sunulan tüm
delillerin ispat kudretini ölçer ve sanığı sorgulardı. Mahkeme başkanı tarafsız bir
yargıçtan ziyade bir savcı gibi davranırdı. Osmanlı ceza usul kuralları, savunma
avukatının duruşma öncesi yapılan soruşturmaların yer aldığı dosyalara
ulaşmasına ve yine duruşma öncesi yapılan sorgulamalar sırasında savunma
avukatının müvekkili yanında bulunmasına izin vermiyordu. Esas mahkemenin 6
Mayıs 1919 tarihli duruşmasının üçüncü oturumunda savunma, mahkemenin
iddianameye sürekli olarak kanıtlanmış gerçek şeklinde göndermede bulunmasına
itiraz etmiş ancak mahkeme bu itirazı geri çevirmişti. Duruşmaların hiçbirinde
Türk Akademisi Dış Politika Araştırmaları Merkezi
Makale No. 1 // Nisan 2013
3
Ermeni Soykırımına Yeniden Bir Bakış
mahkeme tanık dinlemedi ve verilen hüküm tamamen belgelere ve karşılıklı
sorguya dayanmayan ifadelere dayandırıldı.
1919-1920 askerî mahkemelerinde yapılan duruşmaların ispat kudretini etkileyen
en ciddi sorun, duruşmalara ilişkin belgelerin tamamıyla kaybolmuş olmasıdır.
Sözlü ve yazılı ifadeler hakkında bugün bildiklerimiz, Osmanlı hükümetinin resmî
gazetesi Takvim-i Vakayı ve basında çıkan haberlerle sınırlıdır. Bilinmeyen şey ise,
tutulan ifade kayıtlarının kopyalarının doğruluğu ve gazetelerin delillerin tümünü
mü yoksa bazı kısımlarını mı yayımladığıdır.
Dadriyan bu konuda şöyle diyor: “İddianamede yer verilmek üzere sunulan tüm
belgeler, İçişleri Bakanlığı’nın yetkili personeli tarafından tasdik edilir ve belgenin
üzerine ‘aslı gibidir’ ibaresi düşülürdü.” Ancak az sayıda tarihçi, dönemin
yetkililerinin sözlerine bunların doğruluğu kanıtlanmadan güvenir. Örneğin
Nürmberg Duruşmalarının tarihi ağırlığı, mahkemeye sunulan devasa boyutlardaki
orijinal belgelere dayanmaktadır. Duruşma tutanakları kaybolmuş olsaydı ve bu
belgelere dışarıdan erişim engellenseydi Nürmberg’de verilen hükümlerin tarihsel
önemi ciddi ölçüde azalırdı.
Asıl belgelerin yokluğunda Ermeni sorununu inceleyen tarihçiler, sadece belgelerin
seçilmiş parçalarına ve alıntılara dayanmaktadır. Örneğin Dadriyan, 3. Ordu
Komutanı General Vehbi Paşa’nın, İttihat ve Terakki liderlerinden Bahaddin
Şakir’den, “3. Ordu bölgesinde insan kasaplarını bulup onlarla bağlantı kuran...
İpten kazıktan kurtulmuş ellerini ve gözlerini kan bürümüş jandarmalar ve
polisleri örgütleyen adam” şeklinde bahsettiği yeminli ifadesine itimat eder. Vehbi
Paşa’nın yeminli ifadesinin bir bölümüne İstanbul’daki esas duruşmanın ve
Harput’taki duruşmanın iddianamesinde yer verildi. Ne var ki iddianame, suçun
sabit olduğuna kanıt teşkil etmez. Alıntılanan ifadelerin içeriği kaybolmuş. Bununla
birlikte 29 Mart 1919’da Trabzon’da görülen duruşmada Vehbi Paşa’nın yeminli
ifadesinin tümünün okunduğu söylense de duruşma tutanakları hiçbir kaynakta
yer almamış, sadece karar, resmî gazetede yayımlanmıştır.
Çağdaş Türk yazarları, 1919-1920 askerî mahkemelerini müttefiklerin planlarının
bir parçası olarak yorumlamış ve reddetmişlerdir. Aynı zamanda müttefikler de
yargılamaları adaletsizlik olarak değerlendirmişlerdir. İngiliz Yüksek Komiseri
S.A.G. Calthorpe, Londra’ya şunları yazıyordu: “Duruşmalar tam bir maskaralık ve
hem bizim hem de Türk hükümetinin prestijine zarar veriyor.” Komiser John de
Robeck ise, mahkeme öyle bir başarısızlık örneği ki, “varılan bulgular kat’i suretle
dikkate alınamaz” diyordu. Dahası İngiliz hükümeti, savaş suçluları oldukları iddia
edilen Osmanlı yetkililerini Malta’da yargılamayı düşündükleri dönemde, 19191920 Osmanlı askerî mahkemelerine sunulan delilleri değerlendirmeye almayı
hiçbir şekilde kabul etmemişti.
Türk Akademisi Dış Politika Araştırmaları Merkezi
Makale No. 1 // Nisan 2013
4
Ermeni Soykırımına Yeniden Bir Bakış
TEŞKİLAT-I MAHSUSA’NIN ROLÜ
1919-1920 tarihlerinde kurulan birkaç askerî mahkeme, Teşkilat-ı Mahsusa adlı
birimin yıkıcı rolüne atıfta bulunmuştur. Ermeni davasının pek çok destekçisi bu
suçlamayı kabul etmektedir. Dadriyan, bu birimin üyelerini, İttihat ve Terakki
Cemiyeti’nin Ermenileri imha etme planlarını gerçekleştirmek için kullandıkları
başlıca araç olarak tanımlamıştır. Dadriyan, “Görevleri Türkiye’nin iç bölgelerindeki
sapa alanlara konuşlanmak ve sınır dışı edilen Ermeni konvoyları yok etmekti.
Teşkilat-ı Mahsusa’nın temel görevi Ermeni soykırımının uygulanmasıdır.” diye
yazıyor.
1903-1907 tarihlerinde kurulan Teşkilat-ı Mahsusa, ismini ancak 1913’te aldı.
Enver Paşa’nın direktifi ve yetenekli pek çok yetkilinin komutası altında söz
konusu teşkilat, özel bir tim gibi görev yaptı. Teşkilatla ilgili tek akademik
araştırmanın yazarı Philip Stoddart, birimi “Hem Arap ayrılıkçılığı hem de Batı
emperyalizmi ile mücadele eden önemli, birlik yanlısı bir araç” olarak tanımlıyor.
Zirvede olduğu dönemde, örgüte kayıtlı 30 bin üye bulunuyordu. Birinci Dünya
Savaşı sırasında Osmanlı komutası bu birimi, Kafkaslar, Mısır ve
Mezopotamya’daki özel askerî harekâtlarda kullandı. Rejim, örgütü aynı zamanda,
harici düşmanlar ile “muhtemel işbirliğini” yok etmek için de kullandı. Ancak
Stoddart’a göre bu eylem, öncelikle Suriye ve Lübnan’daki yerli milliyetçileri hedef
alıyordu. Ona göre, Teşkilat-ı Mahsusa, Ermenilerin sınır dışı edilmesinde herhangi
bir rol oynamadı.
Ancak, askerî mahkemenin iddianamesi, Teşkilat-ı Mahsusa’yı Ermenilere karşı
“suç içeren operasyonlar ve eylemler” gerçekleştirmekle suçluyordu. Dadriyan’a
göre, “İttihatçı liderler, yurt içindeki cephelerde özellikle Ermenilere karşı
kullanmak üzere eşkiya birliklerini yeniden konuşlandırdılar. Ermeni nüfusunun
yoğun olduğu büyük kent, kasaba ve köylere yönelik kapsamlı bir akınla, Teşkilat-ı
Mahsusa birimleri, İttihat’ın imha projesini gerçekleştirmeye koyuldu.”
Dadriyan, Türk ve aynı zamanda Alman sivil ve askerî kaynakların, Teşkilat-ı
Mahsusa’nın ölüm timlerinde mahkûmların istihdamı da dâhil bu bilgiyi
doğruladıklarını söyleyerek devam ediyor. Ancak Dadriyan’ın atıfları, iddialarını
her zaman kanıtlamıyor. Osmanlı hükümeti Birinci Dünya Savaşı sırasında askerlik
hizmeti için adam ihtiyacını karşılamak üzere hükümlüleri serbest bırakmış olsa
da, Teşkilat-ı Mahsusa’nın çok sayıda mahkum ile katliamlarda önemli bir rol
oynadığına dair mahkeme iddianamesinin ötesinde bir kanıt bulunmamaktadır.
Mahkûmların varlığı da anormal bir durum değildir. Savaş zamanlarında askerî
hizmetlerde mahkûmların kullanılmasının ABD ve İngiliz ordularında da örnekleri
mevcuttur.
Teşkilat-ı Mahsusa ile ilgili katliam iddialarının belgelerde doğrudan dayanağı
yoktur ancak bu iddialar, ancak bu belgeleri okuduğunu belirtenlerin kuşkulu
Türk Akademisi Dış Politika Araştırmaları Merkezi
Makale No. 1 // Nisan 2013
5
Ermeni Soykırımına Yeniden Bir Bakış
varsamyımlarına dayanmaktadır. Dadriyan, orijinal kaynakların imkân
vermeyeceği varsayımlarda bulunan önde gelen akademisyenler arasındadır.
Teşkilat-ı Mahsusa ve Ermeni katliamları arasında bir bağlantı kurmaktadır ancak
şüpheli belgeyi yazan Alman yetkili Stange, bu belgede Teşkilat-ı Mahsusa’dan hiç
atıfta bulunmamış, sadece “ayak takımı”ndan bahsetmiştir. Ayrıca Stange’nin,
Dadriyan’ın ileri sürdüğü gibi Teşkilat-ı Mahsusa’da bir rolü olduğuna ilişkin
herhangi bir bulgu yoktur. Osmanlı ve Alman gizli servisleri arasındaki gerilim
açısından bakıldığında bu olasılık dışı bir atama olurdu. Stange’ı çoğunluğu
Ruslarla savaşmaya gönüllü 2-3 bin düzensiz Gürcü’nün oluşturduğu bir
müfrezenin komutanı olarak tanımlayan Alman Dışişleri Bakanlığı dosyalarının
doğruluğu çok daha olasıdır. Başka bir Alman yetkilinin Stange’ın müfrezesinde
Ermenilerin olduğundan bahsetmesi de, hiç şüphe yok ki tuhaf bir gerçektir. Sınır
dışı edilen Ermenilerin kim tarafından öldürüldüğü sorusunun kesin cevabını
bulmak zordur. Teşkilat-ı Mahsusa’yı suçlamak siyasî açıdan en elverişli çözüm
olsa da, faillerin Kürt aşiret üyeleri ve yozlaşmış polisler olması ihtimâli daha
yüksektir.
Dadriyan, önde gelen bir Teşkilat-ı Mahsusa yetkilisi olan Eşref Kuşçubaşı ile ilgili
bir kaynakla ilgili olarak da benzer küstahlıklarda bulunmuştur. Birinci Dünya
Savaşı’nın patlak vermesi sırasında Eşref Kuşçubaşı, Arabistan, Sina yarımadası ve
Kuzey Afrika’daki Teşkilat-ı Mahsusa operasyonlarını yönetiyordu. 1917 yılının
başında Yemen’deki görevi sırasında ele geçirilen Kuşçubaşı, İngiliz ordusu
tarafından 1920’ye kadar kaldığı Malta adasına gönderildi. İngiliz yetkililer
Kuşçubaşı’nı sorguladılar ancak o, Ermeni katliamlarında herhangi bir katkısı
olduğunu reddetti. 1964’te 91 yaşında öldü. Dadriyan, Kuşçubaşı’nın, Türk yazar
Cemal Kutay ile bir mülakatında, katliamlarda yer aldığını doğruladığını iddia
ediyor. Ancak daha derin bir araştırma, Kuşçubaşı’nın bu tür bir itirafta
bulunmadığını ortaya çıkarmıştır.
İddia daha çok eksik ifadeler ve kusurlu anlatımlara dayanılarak oluşturulmuştur.
Keza, aksi yöndeki iddialara rağmen, 1919’daki askerî mahkemedeki iddianame
Teşkilat-ı Mahsusa’yı Ermeni soykırımı ile bağlantılandırırken, ne mahkeme
tutanakları ne de kararı bu iddiayı desteklemektedir. Dahası davalılar örgütün
rolünü, Rus sınırı ötesindeki gizli görevler olarak tanımlamaktadır. Osmanlı askerî
arşivlerinde araştırma yapan çok az sayıdaki Batılı bilim adamından biri olan
Gwynne Dyer, Teşkilat-ı Mahsusa’nın Ermeni katliamlarının suç ortağı olduğuna
dair iddiayı “dedikodu” olarak nitelendiriyor. Türk Genelkurmayı’na ait arşivlerde
Teşkilat-ı Mahsusa’ya gönderilmiş şifreli telgraflar olduğu söyleniyor ancak bu
belgeler, akademik bir araştırmanın konusu olmamıştır. Yeni belgeler ortaya
çıkana kadar, Teşkilat-ı Mahsusa ve Ermeni katliamları arasındaki bağlantı, teyit
edilmemiş bir iddiadan başka bir şey değildir.
Türk Akademisi Dış Politika Araştırmaları Merkezi
Makale No. 1 // Nisan 2013
6
Ermeni Soykırımına Yeniden Bir Bakış
NAİM BEY’İN ANILARI
Ermeni soykırımı suçlamalarının dayandığı üçüncü kaynak, Aram Andonyan
tarafından dünyaya yayılan “Naim Bey’in Hatıratı” adlı belgedir. Aram Andonyan,
1914’teki seferberlik sırasında askerî sansür memuru olarak görev yapan bir
Ermeni’ydi. Nisan 1915’te tutuklanmasının ve İstanbul’dan sınır dışı edilmesinin
ardından, geçici oturma izni aldığı Halep’e gitti. Ekim 1918’de kentin İngilizler
tarafından kurtarılmasından sonra Andonyan, hayatta kalan Ermeni kadın, erkek
ve çocukların ifadelerini topladı. Bu arada Halep’te çalışan Türk yetkili Naim Bey
ile de temas kurdu. Naim Bey, Andonyan’a, çok sayıda resmî belgeyi, telgrafı ve
kararları da kapsayan anılarını verdi. Andonyan bu anıları Ermenice’ye tercüme
etti ve bunlar Ermenice, Fransızca ve İngilizce olarak yayımlandı.
Naim Bey’in anılarından türeyen belgeler, soykırım iddiasını desteklemek için ileri
sürülen en mahkûm edici delillerdir. En suçlayıcı olanlarsa, dönemin içişleri
bakanının telgraflarıdır. Eğer gerçek iseler, Talat Paşa’nın tüm Türk Ermenilerin
öldürülmesi emri verdiğine dair kanıt oluşturmaktadır.
Talat Paşa’nın mutlak acımasızlığı anılarda sürekli tekrar edilmektedir ancak bu,
pek çok Ermeni’nin Talat Paşa hakkındaki görüşlerinden büyük bir farklılık
göstermektedir. Örneğin 20 Aralık 1913’te İngiliz Büyükelçiliği yetkilisi Louis
Mallet, Ermenilerin Talat Paşa’ya güvendiklerini, ancak her zaman böyle bir içişleri
bakanı ile karşı karşıya kalmamaktan korktuklarını bildirmiştir. Benzer bir şekilde
Alman diplomat Liparit, Talat’ı, “son altı yılda Türk-Ermeni dostluğunun samimi
bir yandaşı olma itibarını kazanan” bir kişi olarak nitelendirmiştir. Talat Paşa kötü
niyetli bir şeytana dönüşmüş olabilir ama çağdaşlarının düşünceleri bu
nitelendirmeyi desteklememektedir.
Naim Bey’in anılarında yer alan belgelerin gerçekliğine dair çok fazla kuşku
mevcuttur. Bazı Ermeni akademisyenler, 1921’de Talat Paşa’ya suikast düzenleyen
Soghomon Tehlirian’ın duruşması sırasında Talat Paşa’nın beş telgrafının
gerçekliğinin bir Alman mahkemesi tarafından doğrulandığını ileri sürmektedir.
Ancak duruşmanın stenografik kayıtları, savunma avukatının, telgrafların
gerçekliği doğrulanamadan, beş telgrafı kanıt olarak sunma önerisini geri çektiğini
göstermektedir.
Belgelerin gerçekliği ile ilgili detaylı bir inceleme gerçekleştiren iki Türk yazar
Şinasi Orel ve Süreyya Yuca, Ermenilerin, bir gün belgelerin sahte olduğunun
ortaya çıkmasından kaçınmak için kasıtlı olarak belgelerin orijinallerini yok etmiş
olabileceklerini ileri sürmüşlerdir. İki yazar, dönemin orijinal Türk belgeleriyle söz
konusu belgeler arasında farklılıklar bulunmasının, ikincilerin sahte olduğuna
işaret ettiğine ve ayrıca resmî kayıtlarda Naim Bey’in bulunmamasının da varlığı
ile ilgili şüphe yarattığına dikkat çekmektedir.
Türk Akademisi Dış Politika Araştırmaları Merkezi
Makale No. 1 // Nisan 2013
7
Ermeni Soykırımına Yeniden Bir Bakış
Anılar 1920’de yayımlandığında, Ermeni eylemciler, yazarı kötülüklerini
düzeltmeye çalışan dürüst bir kişi olarak tanımlarken, 1937’de Andonyan
tarafından düzenlenen baskıda yazarın, alkolik ve kumarbaz olduğu ve belgelerin
para karşılığında alındığı ortaya çıkmaktadır. Andonyan, onunla ilgili gerçekleri
ortaya çıkarmanın bir anlamı olmadığını yazar. Tam tersine anıların etkisine zarar
verecektir çünkü hiç kimse, para kazanmak için belgeleri uydurmuş olan bir alkolik
ve kumarbazın sözüne inanmaz. Naim Bey’in anılarındaki belgeler, Jön Türkleri ve
Türkleri acımasız ve kötü kişiler olarak resmetmektedir. Bu materyaller, ABD ve
Batı Avrupa’daki kamuoyunu etkileyecek ve Paris Barış Konferansı’nda lobi
faaliyetlerinde bulunan Ermenilerin bağımsızlık isteklerine destek oluşturacaktı.
Bu nedenle Ermeni Ulusal Birliği belgeleri aldı. Telgraflar Londra’ya gönderilen
rapora ve Malta mahkûmlarının dosyalarına dâhil edildi ancak İngiliz hükümeti
tarafından hiç kullanılmadı. Bu belge de, o dönemdeki pek çok sahte belgeden biri
olarak addedildi.
Türk yazarlar bu belgelerin sahte olduğu iddialarında yalnız değiller. Hollandalı
tarihçi Erik Zürcher, Andonyan’dan ortaya çıkan “Naim Bey belgelerinin sahte
olduğunun kanıtlandığını” yazdı. İngiliz tarihçi Andrew Mango da bu görüşü
paylaşıyor. Lobicilerin ve politikacıların soykırım iddialarını, pek çok tarihçi ve
akademisyenin en kötü ihtimalle sahte, en iyi ihtimalle doğrulanamaz ve sorunlu
olarak gördükleri belgelere dayandırmaya çalışmaları da ironiktir.
SONUÇ
Birinci Dünya Savaşı sırasındaki ölümleri soykırım olarak nitelendiren Ermeni
iddialarına temel oluşturan bu üç dayanak da, Jön Türk rejiminin ölümleri kasten
planladığı yönündeki suçlamaları kanıtlamakta başarısız kalıyor. Önceden planlı
bir yok etme politikasına işaret eden diğer dayanaklar da daha ileri gidemiyor.
Neredeyse bir yüz yıl önce Osmanlı İmparatorluğu’nda gerçekleşen olaylara
soykırım etiketinin yapıştırılıp yapıştırılamayacağı, pek çok tarihçi için küçük bir
sonuç olabilir ancak tartışmalı bir siyasi olay olmaya devam etmektedir. Hem
Ermeni partizanlar hem de Türk milliyetçiler iddialarına körü körüne bağlanmış ve
karmaşık bir tarihi olayı basitleştirmişlerdir. Siyasî çıkarlar fazla olduğundan, her
iki taraf da muhalifleri susturmuştur. Türk liderler diplomatik baskı ve tehditler
yöneltmiş, Ermeni hükümeti soykırımı tanımayanları Türk hükümetini
yatıştırmaya çalışmakla suçlamıştır. Bazı Türk ve Ermeni tarihçiler son dönemde,
sağırlar diyaloğundan vazgeçilip bilimsel temelli tarihî araştırmalara
odaklanılmasının zamanının geldiğini öne sürdüler. Tarihi, siyasî çıkarları için
saptıran milliyetçilerden kurtarmanın mümkün olup olmadığını zaman gösterecek.
Türk Akademisi Dış Politika Araştırmaları Merkezi
Makale No. 1 // Nisan 2013
8
Download