İ Ç İ N D E K İ L E R Türk Basınında Kamuoyu Araştırmaları Necdet

advertisement
İÇİNDEKİLER
Türk Basınında Kamuoyu Araştırmaları
Necdet Atabek ........................................................................................... 1
İnsan Kaynakları Yönetiminde İletişim: Halkla İlişkiler Odaklı Yaklaşım
Beril Akıncı Vural .................................................................................. 29
Yerel Yönetimlerde Örgütsel İletişim (Erzurum Büyükşehir Belediyesi
Örneği)
Fatma Geçikli ......................................................................................... 49
Genç Parti Reklamları İçin Bir Söylem Çözümlemesi
Halime Yücel Altınel .............................................................................. 89
Kitle İletişimi Araçlarının Gerçekliğin Yansıtılması ya da Kurulması
Süreçlerindeki Rolü
Murat Sadullah Çebi ............................................................................ 111
Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki
İletişim Fakülteleri Üzerine Bir Araştırma
Erdal Dağtaş ......................................................................................... 143
Genetik, Klonlama ve Gen-Etik
Çetin Murat Hazar................................................................................ 201
İletişim 2003/17
Çeviri
Haber Fotoğraflarının Belirlenimleri
I. Fotoğraflarda Anlam Seviyesi
Modern gazetede, metin hala temel bir öğedir, fotoğraf isteğe bağlı bir
öğedir. Ancak fotoğraflar, belirdiklerinde, bir metine yeni anlam boyutları
katarlar. Roland Barthes’in gözlemlemiş olduğu gibi, ‘resimler…yazıdan
daha zorunludurlar, tek bir vuruşta anlamı empoze ederler, onu
çözümlemeden ya da sulandırmadan’ [1].
II. Yananlam Kodları
İlk olarak, anlamı olası kılan kodlara dönmemiz gerekir. Bizi burada
yan anlam kodları her şeyden daha çok ilgilendirir. Yan anlamla ilgili kodlar,
bir işaretin, gerçek anlamla ilgili göndergesinin yanı sıra, diğer, ilave ima
edilen anlamları göstermesine olanak tanıyan anlam konfigürasyonlarıdır.
Bu anlam konfigürasyonları, toplumsal uygulamalardan kaynaklanan
toplumsal bilgi biçimleri; toplum içinde dağınık biçimde varolan ve o
toplumun dünya anlayışını baskın anlam-kalıpları bakımından düzenleyen
kurumların, inançların ve meşrulaştırmaların bilgisidir. Gerçek anlam
kodları kesindir, aslının tıpkısıdır, açıktır: bir süveterin fotografik imgesi,
giyilecek bir nesnedir (gerçekte giyilecek bir nesneyi belirtir), bir palto, bir
şapka ya da bir baston değil, bir süveter olarak tanınır. Yan anlam kodları
daha açık-uçludur. Günlük konuşma dilinde çağrışımsal anlamda süveter,
‘sıcak kalmayı’, ‘sıcak tutan bir kıyafet’i de akla getirebilir – ve böylece
daha başka bir ayrıntılandırmada ise ‘kışın gelişini’, ‘soğuk bir günü’ vb.
akla getirebilir. Fakat özelleşmiş moda söylemi alanında (alt-kod), süveter,
‘haute couture’ün bir moda stilini’, ‘resmi olmayan’ belirli bir bayan elbisesi
‘stilini’ ve benzerlerini akla getirebilir. Doğru geri plana karşı konulduğunda
İletişim 2003/18
2
....................................................
ve romantik söylem alanına yerleştirildiğinde, süveter ‘ağaçların arasında
uzun sonbahar yürüyüşü’nü akla getirebilir [2].
İfade seviyesinde fotoğraf, okuyucunun bir üyesi olduğu kültürün
içerisine dağıtılmış ifade edici özellikler dağarcığı içerisinde anlam
kazandırır. Bu dağarcık fotoğrafla ya da aslında görsel tasarım alanıyla
sınırlandırılmaz. Fotoğrafı çekilen nesnenin ifade özelliklerini çözmemize
olanak tanıyan aynı ‘ipuçları’, günlük konuları ve durumları ifade edici
tarzda ‘okuduğunda’ hemen herkes tarafından da kullanılırlar. İfade kodları,
bir grup el kol hareketini, dilsel olmayan özellikleri (işaretleri), özgül bir
ifade konfigürasyonuna (işaretlenene) ayrıştırma yeterliğimize bağlıdır – bu
teknik değil, kültürel bir başarıdır. Bir grup bedensel ya da fiziksel
özelliklerin tanınabilir ifadelerin endeksleri olarak görev yapması bir
kültürdeki ‘mevcut toplumsal bilgi miktarı’nın parçasıdır. Bir kültürün
üyelerinin, canlı özneyle ya da onun görsel kopyasıyla yüz yüze bu ‘bilgi’yi
kullanma yeterliği vardır. Temel fark, toplumsal durumlarda bizim için,
ifade edici bir kalıbı ayırt edebileceğimiz daha zengin bir grup işaret edici
ipucunun mevcut olmasıdır: beden duruşu, yüz ifadesi, el kol hareketinin
yanı sıra, hareket, durum, etkileşim ve konuşmaya da sahibizdir. Bu nedenle
fotoğraf bu kültürel kodun kısaltılmış bir versiyonunu tasarımlar.
Bay Maudling’in, Poulson olayından dolayı istifa ettiği günkü ön
sayfa fotoğrafları bize bunun iyi bir örneğini sunar. Örneğin, Daily Mail,
Bay Maudling’i ‘kızgın’ olarak yorumlamıştır: MAUDLING – KIZGIN
ADAM. Fotoğraf – sadece eller üzerindeki baş – şüphesiz bu okumayı
destekler, ancak diğer tasvirler de eş değerde akla yakındır: örneğin,
‘düşünceli’ ya da ‘sabırla dinliyor’.Bu nedenle yorum bir başlıkla
güçlendirilir – Bay Reginald Maudling – kızgın, nefret eden, derinden
gücenmiş. Burada başlıklar olası okumalardan birini seçer ve tercih eder,
sonra onu ayrıntılandırır. Ancak Sun, Bay Maudling’in istifasını ‘trajedi’
olarak yorumlar: BAY MAUDLING’in TRAJEDİSİ. Neredeyse Mail’in
fotoğrafıyla aynıdır – şüphesiz aynı olay (Tory Partisi’nin bir konferansı?)
Ama açıda bir eğilme, başın konumunda bir değişiklik, her şeyden önemlisi
gözlerin düşürülmesi ve ‘buğulanma’nın ufak bir iması okumayı
‘kızgınlık’tan ‘trajedi’ye dönüştürür. Express’in öyküsü de tarjedi imalarına
İletişim 2003/18
Haber Fotoğraflarının Belirlenimleri
3
sahiptir – Reginald Maudling dün siyasi kariyerini feda etti…- ama onun
başlığı ve alt-başlığı daha kaçamaklıdır: BIRAKACAĞIM – BİLDİĞİM
ŞEKİLDE. Çıkış – Bir Arabada Tek Başına. Bu fotoğraf – ‘bir arabada tek
başına çıkan Maulding’in’ – Sun’ın fotoğrafından daha az trajik okunur –
gergin, soyutlanmış, ‘bir tarafa’ bakan, iç çalkantıya kendisini kaptırmış.
Ama Express’in ön sayfasındaki ‘trajik’ yüz Maudling’in değil,
Heath’inkidir! Avam Kamarası Bildirisinden Sonra Bay Heath (Çok ciddi bir
Heath fotoğrafı altındaki yazı – bu kez Başbakan’ın gözleri ‘duyguyla
buğulanma eğiliminde’). Mirror ve Telegraph aynı fotoğrafı kullanır:
Telegraph açıklayıcı, Mirror bir ‘okuma’yı destekleyici. Ama bu fotoğraf
çok geniş kapsamlı ifadelerle ilintilendirilecek kadar genelleştirilmiş olduğu
için, Mirror’da ayrıca dilsel bir güvenceye ihtiyaç duyar, bunu da resim
altındaki yazı sağlar: Bir istifa bakışı…Maudling’den. O, haber fotoğrafı alt
yazıları için, özne’nin ifadesinin kesin olarak nasıl okunması gerektiğini,
kelimelerle, bize söyleyen çok yaygın bir uygulamadır.
Her beş örnekte de, sergileme türü büyütülmüş ‘sadece-baş-veomuzlar’dır. Hem kompozisyon – beden ve mekanın gereksiz diğer
ayrıntıları çıkartılmıştır -, hem de büyütme – bedenin en çok ifade taşıyan
bölümleri olan yüze ve gözlere vurguda bulunulmuştur – ifade edici boyutun
gücünü arttırır. Bunun ideolojik bir anlamı vardır, çünkü onun işlevi, ifade
edici kodu öylesine kullanmaktır ki, öykü siyasi amacından, Maudling’in bir
yönüne, adama, doğru saptırılır ya da uzaklaştırılır. Bu sergileme dolaylı bir
soru yöneltir gibidir – çoğumuz Maudling olayı ile ilgili şimdi en çok ne
bilmek istiyoruz?’ – ve buna dolaylı bir cevap verir: ‘o ne hissediyor?’,
‘buna nasıl tahammül ediyor?’ Times bu davranışa bir istisnadır. Times,
‘ciddi karardan sonra evinde dinlenen bir halk figürü’nün artık bir klasik
olmuş bir versiyonunu üretir. Bu açı için gerekli bilgiyi, istifa dilekçesinde,
‘[benim] ailemin bile özel yaşamını yutan… tanınmışlığın parıltısı’ndan söz
eden Bay Maudling’in kendisi vermiştir. Times ardından, bu yorumu
toparlar ve ayrıntılandırır. Times’ın fotoğrafı – İçişleri Bakanlığından dün
istifa eden Bay Maudling’in Essedon, Hertfordshire’daki evlerinde karısıyla
birlikte geçen yıl çekilmiş – kahvaltı yaptıkları odalarında üzeri meyve, biber
vs. dolu bir masanın önünde, kediyi kucaklamış karısının yanında ayakta
İletişim 2003/18
4
....................................................
dururken, kısa kollu kareli gömleği içinde onu göstermektedir. İma edilmiş
toplumsal ayrıntı bakımından yeteri kadar zengin olan bu fotoğraf, ideolojik
bir noktaya da dokunmaktadır: klasik karşılıklı-konumu üretmektedir tanınmış figür özel/ hayatındaki insan -, bu, yüksek mevkiinin kaygı ve
görevleriyle çökertilmiş/bunlardan kurtulmuş insanlara dair bizim eğitimli
bilgeliğimizde önemli merkezi bir mittir. O, duygusal etki diye
adlandırabileceğimiz şeyi, yönetilenleri yönetenlere bağlayan en zorlayıcı
bağlardan birini yaratır.
Sonra, her bir durumda, gazete ifade edici kodu kullanarak
öyküyü farklı bir ‘haber-açısı’na doğru hafifçe saptırmıştır. Ancak, her biri,
tek yaygın bir temanın üzerinde bir saptırmadır: ‘özne kategorisi aracılığıyla’
siyasi olayın yer değiştirilmesi ya da gizemleştirilmesi. Bu kişiselleştirme
ideolojisinin özüdür. İfade edici kodlar, kişiselleştirici dönüşümlerin
yaratılması için haber-fotoğrafının retoriğinde en güçlü araçlardan biridir.
III. Haberin Anlamı
Haberin anlamının iki yönünü birbirinden ayırmak gerekir. Birincisi
fotoğraf işaretinin haber değeridir. İkincisi ise fotoğraf işaretinin ideolojik
seviyesidir. ‘Haber değeri’, öykünün haberin profesyonel ideolojisi
bakımından ayrıntılandırılmasından (fotoğraf+metin) oluşur – gazete
söyleminde haberi oluşturan şeye dair sağduyulu anlayışlar. İdeolojik seviye
öykünün,
ima
edilen
temaları
ve
yorumları
bakımından,
ayrıntılandırılmasından oluşur. Biçimsel haber değerleri gazete dünyasına ve
söylemine, profesyonel bir grup olarak haber insanlarına, haber-yapımının
kurumsal aygıtlarına aittir. İdeolojik haber değerleri gerçek anlamıyla toplum
içindeki ahlaki-siyasi söylem dünyasına aittir. İdeolojik temalar her
gazetenin seçtiği tikel yapıya göre farklı şekillerde saptırılacaklardır. Bu
saptırma, sırasıyla, gazetenin siyaseti, siyasi yönelimi, sunuş değerleri,
geleneği ve öz-imajı tarafından yönetilecektir. Fakat tikel bir haber ‘açısı’nın
tikel saptırmaları arkasında sadece ‘toplumumuzda haber diye geçen şey’e
dair ‘biçimsel’ değerler değil, aynı zamanda toplumun kendisinin ideolojik
temaları da yatmaktadır. Bu nedenle Winsdor Dükü’nün ölümü ‘biçimsel
İletişim 2003/18
5
Haber Fotoğraflarının Belirlenimleri
haber değerleri’nin gereksinimini karşılar, çünkü o beklenmeyen bir olaydır,
dramatiktir, yakın zamanda olmuştur, yüksek statüye sahip bir insanla
ilgilidir. Ancak, ideolojik seviyede, bu olay güçlü, yankılanan bir ‘grup’
temayı ima eder: ‘Beyaz Atlı Prens’, ‘kalbinde insanları olan Kral’,
‘sevdiğim kadın için tahtı bırakan’ hükümdar, emekli Winsdorlar’ın ünlü
yaşamı, Kraliçe ile geç gelen uzlaşma, ölüm ve ulusal defin – ‘Yuvaya gelen
Kral’.
Farklı gazeteler haber-öyküsünü, bu ideolojik temalardan birini ya da
daha fazlasını kullanarak, farklı saptıracaklardır. Yine de, genelde, bu tikel
‘haber açıları’ndan herhangi biri büyük ideolojik temayla doğrudan kesişir:
Monarşi’nin kendisi. Bu, Britanya ideolojisinin büyük tarihçisi Bagehot’un
keyif alacağı bir noktadır:
Monarşi’nin güçlü bir yönetim olmasının en iyi nedeni anlaşılabilir bir
yönetim olmasıdır.
İnsan kitlesi onu anlar ve dünyadaki başka bir yönetimi
neredeyse hiç anlamaz. İnsanların hayal güçleri tarafından
yönetildikleri söylenir; ama hayal güçlerinin zayıflığı tarafından
yönetildiklerini söylemek daha doğru olacaktır…Özel korku ve
bağımsız yasalarla bastırılması gereken kölelerimiz yoktur.
Ama bir anayasa düşüncesini anlayamayan – kişisel olmayan
yasalara en az bağlanmayı hissedemeyen - sınıfların tümüne
sahibiz…Bir cumhuriyetin yönetimde sadece zor düşünceleri
vardır; Anayasal bir Monarşi’nin de kolay bir düşüncesi vardır;
sorgulayan azınlık için karmaşık yasalar ve düşüncelerin yanı
sıra,onun, ilgisiz çoğu kişi için kavranabilir bir öğesi de vardır
[3].
‘Haber değerleri’nin yapısı, haber üretiminde yansız, kullanılabilir bir
seviye olarak belirir. O, ‘doğal olarak’ öyküleri ve olayları kişilerle
ilintilendirir: O, toplumsal dünyadaki nitelikleri, statüyü, konumları anonim
olaylara bağlar: ‘drama’yı, ‘insan çıkarı’nı kişisel olmayan tarihsel güçlerin
arkasında arar bulur. Yine de, kullanılabilir bu değerler, en sonunda, yansız
değerler değildirler. Althusser’in savladığı gibi, bir söylemin ideolojik
İletişim 2003/18
6
....................................................
olması kesinlikle, ‘özne kategorisi’ ile birlikte kullanımıyla ve okuyucuda
‘bilinen onaylamalar’ yaratmakla sağlanır [4].
Öyleyse şu açığa çıkmaktadır ki, haber fotoğrafı, ideolojik bir temaya
– ikinci aşama- işaret etmeden önce ‘biçimsel haber değerleri’ olarak
adlandırdığımız şeyin seviyesinde – birinci aşama - kendisini kullanıma
sunmalıdır. Bu nedenle bir polisi tekmeleyen göstericinin fotoğrafının haber
değeri vardır, çünkü o, yakınlarda olan, dramatik, sıra dışı, tartışmaya açık
bir olaya şahitlik etmektedir. İşte o zaman, tabir caizse bu ‘tamamlanmış
mesaj’ı bir yoruma bağlayarak, güçlü ideolojik içeriği olan ‘ikinci-sıra
anlamlar’ı üretmek mümkündür: bu yüzden VE KIŞKIRTMA HAKKINDA
KONUŞUYORLAR! (Sketch), POLİSLERİN KARŞI KARŞIYA
OLDUKLARI ŞEY (Express), POLİSİN ZAFERİ (Telegraph), POLİSİN
MÜKEMMEL OLDUĞU GÜN (Mirror). Halloran, Elliot ve Murdock [5]
bu ‘tekme-fotoğrafı’nın (serbest çalışan bir fotoğrafçının Keystone Ajans’ı
için çektiği) seçici bir şekilde nasıl hem önceki bir yorumu – Vietnam
Savaşı’na karşı düzenlenen gösterinin ‘şiddetli’ olacağı yorumunu -, hem de
özgül bir ‘haber açısı’nı – ‘polisi öykünün merkezine editör kararıyla
oturtma’ - güçlendirdiğine dikkat çeker [5]. Haber-değeri açısından, polis
öykünün ‘merkezi’ olarak gösterilir – yani ‘tekme-fotoğrafı ile arka planı
oluşturulan, onun biçimsel haber kullanımıdır. İdeolojik açıdan, polis
öykünün kahramanı olarak gösterilir – bu fotoğraf ile yananlamsal olarak
abartılmış bir yorum.
Uygulamada, büyük bir olasılıkla haber üretiminin bu iki yönü
arasında ya çok az ya da hiç fark yoktur. Editör; fotoğrafı sadece, işaret
edilen olayın etkisi, dramatik anlamı, sıra dışılığı, tartışması, yankısı vs.
açısından bakıp seçmez (biçimsel haber değerleri), aynı zamanda bu
değerlerin nasıl ele alınacağını ya da ‘açılandırılacağını’ da – yani, yorumsal
açıdan kodlanacağını - düşünür.
Gazetenin iç söylemini toplumun ideolojik evrenine bağlayan bu ikili
ifadedir – biçimsel haber değerleri/ideolojik ele alış. Bu ikili ifade yoluyla,
açık işlevi, haber değerlerinin karlı bir şekilde değiş tokuşu olan gazetenin
kurumsal dünyası toplumun büyük ideolojik temalarının ‘yetkinlikle’
İletişim 2003/18
Haber Fotoğraflarının Belirlenimleri
7
yeniden üretimindeki gizil işlevine bağlanır. Böylece biçimsel ‘haber’
gereksinimleri, gazetede ideolojinin röprodüksiyonu için ‘düzenleyici’
olarak belirirler. ‘Haber açıları’ aracılığıyla, gazete burjuva toplumunun ana
temalarını anlaşılır tasarımlar açısından dile getirir. Toplumsal düzenin
meşrulaştırmalarını yüzlere, ifadelere, öznelere, mekanlara ve efsanelere
dönüştürür. Bagehot’ın gözlemlediği gibi, ‘Bir kraliyet ailesi, tam yerinde
hoş ve güzel olayları ekleyerek siyaseti tatlılaştırır. Yönetim işine ilgisiz
gerçekleri sokar, ama bunlar öyle gerçeklerdir ki, “insanların kalpleri”ne
konuşur ve onların düşüncelerini kullanır.’
Gazeteler haber öykülerini alır satar. Ancak farklı pek çok öykü ve
imajı, haber değerlerinin karlı değiş tokuşuna bağlama ihtiyacının ‘en sonda
belirleyici’ olmasına rağmen, bu ekonomik neden asla tek başına ortaya
çıkmaz. Fotoğraf işaretinin ideolojik işlevi her zaman onun değiş tokuş
değeri içinde gizlidir. Haber/ideolojik anlam, içinde bu işaret-araçlarının
değiş tokuş edildiği biçimdir. Ekonomik diyalektik, burada da başka yerdeki
gibi, üretimi ve ‘sembolik’ değerlerin tahsisini belirlemesine rağmen, ‘kendi
saf durumunda asla aktif’ değildir. Fotoğraf işaretlerinin değiş tokuş
değerinin bu nedenle, gerekli olduğu üzere, birden fazla belirlenim etmeni
vardır.
Haber değerleri
Haber değerleriyle, bir grup baskı üzerinde çalışan editörlerin, ‘haber’i
oluşturan şeyle ilgili ‘bilgi birikimleri’ bakımından, fotoğrafı seçmelerine,
seviyelere ayırmalarına, sınıflandırmalarına ve ayrıntılandırmalarına olanak
tanıyan düzenleyici uygulamaları kastediyoruz. ‘Haber değerleri’ modern
toplumda en müphem anlam yapılarından biridir. Bütün ‘gerçek
gazeteciler’in ona sahip olması beklenir: çok az kişi onu tespit edebilir ve
tanımlayabilir ya da bunu yapmaya isteklidirler. Gazeteciler ‘haber’den
sanki olaylar kendilerini seçiyorlarmış gibi bahsederler. Ayrıca onlar, ‘en
önemli’ haber öyküsü ve en göze çarpan ‘haber açıları’ sanki ilahi bir ilham
yoluyla geliyormuş gibi konuşurlar. Ancak dünyada her gün meydana gelen
milyonlarca olaydan, sadece ufak bir oranı ‘potansiyel haber öyküsü’ olarak
İletişim 2003/18
8
....................................................
karşımıza çıkar: ve gerçekten haber medyasında bu oranın sadece küçük bir
bölümünden günün haberi üretilir. Öyleyse, bir ‘derin yapıyla’ uğraşıyor
gibiyizdir. Bu derin yapının seçici bir araç olarak işlevi, onu nasıl
kullanacaklarını en iyi bilen profesyonellere bile açık değildir.
Alışa geldik bir şekilde habere işaret etme potansiyeli olan bir öykü,
rapor ya da fotoğrafın, günlük gazete dünyasında, en az üç temel ölçütü
sağlaması gerektiği gözükmektedir. Öykünün bir olaya, bir oluşuma ya da
bir olguya bağlanması ya da bağlanabilir olması gerekir: olayın son
zamanlarda olmuş olması gerekir, eğer mümkünse dün, tercihen bugün,
birkaç saat önce: ‘haberdeki’ olay ya da şahıs ‘haber değeri vardır’ diye
derecelendirilmelidir. Yani, haber öyküleri eylemle, ‘zaman içinde
yakınlıkla’ ve ‘haber değerine sahip olmayla’ ilişkilidir.
Haber görünürlüğünün bu üç temel kuralı haber toplama ve seçimi
rutinlerini organize eder. Onlar, gazete ve alt yapıları arasında bir filtre
olarak görev yaparlar – uzak yelerdeki özel muhabirler, acenteler, ‘mahalli
muhabirler’. Bu temel kurallar gerçekleştirilir gerçekleştirilmez, daha
karmaşık bir grup parametre oyuna dahil olur. Bunlar, biçimsel haber
değerleri açısından bir öykünün ayrıntılandırılmasını idare ederler. Ancak
neredeyse her zaman yaygın atıfların basit bir listesi açısından biçimsel
haber değerleri son yıllarda kapsamlı olarak tartışılmıştır. Bu nedenle,
Ostgaard [6], haber değeri en yüksek olan olayların, sorun yaratan ve
bilinmeyen sonuçları olan sıra dışı, beklenmedik olaylar olduğunu ileri sürer.
Galtung ve Ruge’nin [7] listesi daha uzundur. Bu liste, son zamanlarda
gerçekleşmiş olmayı, yoğunluğu, nadir olmayı, tahmin edilemezliği, açıklığı,
etnikliği içerir: ayrıca, süreklilik, uygunluk, ‘elit’ kişiler ve ‘elit’ uluslar,
kişiselleştirmeler vs. gibi daha temsili özellikleri de içerir.Bu listeler haber
yapımındaki biçimsel öğeleri tespit etmemizde yardımcı olurlar, ancak bu
‘kurallar’ın neyi gösterdiğini ya da temsil ettiğini öne sürmezler. Haber
değerleri bir grup yansız, rutin uygulamalar olarak belirirler: ama ayrıca
biçimsel haber değerlerini bir ideolojik yapı olarak da görmemiz -bu
kuralları bir haber ideolojisinin biçimselleştirilmesi ve kullanılışı olarak
incelememiz- gerekir.
İletişim 2003/18
Haber Fotoğraflarının Belirlenimleri
9
Haber değerlerinin, ‘yaygın olarak (henüz) bilinmeyen’le de ilişkisi
vardır: az bulunan, nadir, tahmin edilemeyen olayla. Fransızca’da haber –les
nouvelles– kelimenin tam anlamıyla ‘yeni şeyler’ anlamına gelir. Bu, haber
değerlerinin, dinleyenlerin yapılandırılmış cehaletine karşı işlediğini ima
eder. haber değerleri insanların güce sınırlı erişimini itirazsız kabul ederler
ve bu yetersizliği iletmede aracı olurlar. Haber öyküleri çoğunlukla
beklenmeyen, sorun yaratan etrafında döner. Ancak bir olay, sadece bizim
‘dünyayla ilgili beklentilerimizi bozduğunda’ beklenmeyen olur. Aslında,
çoğu haber öyküsü, toplumsal yaşamın ve kurumların beklenen
sürekliğindeki ufak, beklenmeyen gelişmeleri duyurur. Önceden bildiğimiz
şeylere eklemede bulunurlar ya da dünya hakkında tahminde bulunabilirler.
Ancak haber ister gerçekten bilmediğimiz şeyi dramatize etsin, ister sadece
zaten bildiğimiz şeye beklenmedik bir değişiklik getirsin, temel gerçek
şudur: haber değerleri, gizli ‘derin bir yapı’sı olan bir ön plan yapısı olarak
çalışırlar. Haber değerleri, dünyayla ilgili, çoğu okuyucunun paylaştığı bir
takım süre giden inançlara ve yapılandırmalara karşı devamlı bir rol
oynarlar. Başka bir deyişle, haber değerleri, dünya hakkında, oybirliği
bilgisini gerektirir. Haberde değişim/süreklilik ile meşgul olma, ciddi ya da
önemsiz bir seviyede işlev görebilir: IRA’yla yapılan ateşkesin bozulması ya
da Motor Show’daki en son model arabanın kaputundaki en son manken.
Kesinlikle tipik olmayan (IRA) ya da aşırı tipik (Motor Show) haberi
oluşturur, çünkü ‘derin yapı’ seviyesinde, görülebilir haber öykülerini en
sistematik şekilde üreten toplumsal düzenin kararsızlığı ya da istikrarıdır [8].
Bu geri plan oybirliği bilgisi olmadan – ‘toplumsal yapılara dair rutin
bilgimiz’ – ne haberciler, ne de okuyucular haber öyküsünün ön planını
tanıyamazlar ya da anlayamazlar. Gazeteler, ‘elit kişiler’in eylemleri,
durumları ve özellikleriyle doludur. Prestijli insanlar, haber üretiminin en
önemli gösterisinin bir parçasıdırlar – onlar haber üretiminin çevresini
doldururlar ve kararlı kılarlar. Ancak, işte bu ‘elit kişiler’ düşüncesi onun
içine kazınmış ‘toplumsal yapılara dair rutin bilgi’ye sahiptir. Başbakanlar,
kullandıkları siyasal ve kurumsal güç nedeniyle ‘elit kişiler’dir. Televizyon
şahsiyetlerinin ‘haber değeri’ vardır çünkü ünlüler bir bütün olarak toplum
için rol-modelleri ve trend-koyucular olarak görev yaparlar. ‘Elit kişiler’
İletişim 2003/18
10
....................................................
haberi yaparlar çünkü güç, statü ve ün toplumumuzun kurumsal yaşamında
tekeldirler. C. Wright Mill’in ifadesiyle, ‘elit kişiler’ toplumumuzda ‘tarih
yapma araçları’nı sömürge haline getirmişlerdir [9]. ‘Elit kişiler’in
sözlerinin, özelliklerinin, eylemlerinin ve mal varlıklarının – onların tam
oldukları-gibi-varolmaları - doğal olarak haber değerine sahip olmasına
neden olan, sınıf toplumlarının kurumsal yaşamında statü, güç ve prestijin bu
şekilde dağıtılmasıdır. ‘Elit uluslar’ için de aynı şey söylenebilir. Eğer
Britanya’nın yeryüzündeki tarihsel bağlantıları hakkında ya da güç
ilişkilerinin tercih edilen haritası hakkında hiçbir şey bilmiyor olsaydık,
Britanya gazetelerindeki yabancı haber profillerinin oldukça çarpık yapısını
açıklamak zor olurdu. Öyleyse, her gün dünyayı, en sorunlu olayları
açısından göstermek için yola çıkarken, gazeteler daima, mevcut olan ya da
olmayan bir yapı olarak, zaten bilineni ortaya çıkartmak zorundadırlar.
‘Zaten bilinenler’ bir yansız gerçekler grubu değildirler. Onlar dünya ile
ilgili, gündelik inanışlar seviyesinde toplumu bir arada tutan bir sağduyu
yapıları, ideolojik yorumlar grubudurlar.
Gazeteler, düzenli olarak, olayları kişileştirerek haber değerlerini
önemli kılarlar. Şüphesiz, insanlar ilginçtirler, imajlarda canlı ve somut bir
şekilde resmedilebilirler, onların nitelikleri vardır vs. Ancak, kişiselleştirme
başka bir şeydir: insanın ilgili olduğu toplumsal ve kurumsal bağlamdan
soyutlanması ya da tarihin tek motor gücü olarak kişisel bir konunun
oluşturulmasıdır, ki burada incelenen budur. Fotoğraflar bu şekildeki
kişileştirmede önemli bir rol oynarlar, zira insanlar – insan konuları – haber
ve yazı fotoğrafları için en iyi içeriktirler. ‘Somut konular dışında ideoloji
yoktur ve ideoloji için bu hedef ancak konu ile mümkün olur; yani konu
kategorisi ve onun işlev görmesi ile [10]. Bir gazete bir olayı açıklayabilir ya
da ona bir birey iliştirerek ya da toplumsal bağlamından soyutlanmış kişisel
özellikler - bir açıklama olarak onların anlatılmasını ilişkilendirecek getirerek bu açıklamayı derinleştirebilir. Bireyler bu bakımdan evrensel bir
‘güdü dilbilgisi’ temin ederler – bastırılmış konusu olarak’ insan doğası’nın
evrensel niteliklerine sahip olan ve konuları, onların ‘sahip olma
bireysellikleri’ bakımından kullanan bir dilbilgisi [11].
İletişim 2003/18
Haber Fotoğraflarının Belirlenimleri
11
Siyasi haber alanında, en dikkat çeken, kullanıma hazır ‘haber değeri’
şüphesiz şiddettir. Kendi içinde şiddet içermeyen olaylar, onlara şiddet
atfedilerek, değer bakımından güçlendirilebilirler. Çoğu haber editörü siyasi
bağlamda şiddet gösteren bir fotoğrafı tercih eder. Şiddet çatışmayı temsil
eder, okuyucunun ilgisini çeker, eylemle doludur, sonuçları bakımından
ciddidir diyerek, bu seçimlerini savunacaklardır. Bunlar şekilsel haber
değerleridir. Ama ‘derin yapı’ seviyesinde, siyasi şiddet ‘sıradışı’dır –sık sık
meydana gelmesine rağmen– çünkü siyaset dünyasını olmaması gerektiği
gibi gösterir. Sistemdeki çatışmayı en uç noktasında gösterir. Ve bu
kesinlikle ‘beklentileri bozar, çünkü toplumumuzda çatışmanın
düzenlenmesi beklenir ve siyaset kesinlikle ‘son çare olarak şiddete
başvurmadan toplumsal çatışmanın devam etmesi’dir: yani, toplumsal
düzenin meşruluğunun ‘yasa kuralı’nın asla bozulmazlığına dayandığı bir
toplum.
Şekilsel haber ölçütleri, profesyoneller tarafından bir ‘yaklaşık
hesaplar’ kümesi olarak kullanılsalar da, ideolojik alana hiç de az kök
salmamışlardır, çünkü bu işler farkındalıktan oluşurlar. Olaylar, haberyapma sürecine görünür olur olmaz ideoloji alanına girerler. Bir toplumun
üyelerinin ‘normal ve doğal’ olarak, toplumları hakkında tahmin edilebilir ve
‘doğru’ diye ele aldıkları şeye açıklık getirmezsek, şiddet vs. açısından
‘tahmin edilemez’e anlam kazandırılmasının neden, kendi içinde ve
kendisinin, ‘haber’in bir ölçütü olarak hizmet görebildiğini anlayamayız.
İdeolojik seviye
Bu bizi doğrudan haber yapımının ikinci yönüne götürecektir – bir
haber fotoğrafının ya da öyküsünün yorum açısından ayrıntılandırılması.
Burada, şekilsel haber ölçütlerini zaten karşılayan ve bu ölçütler içerisinde
sergilenmiş olan fotoğraf yan anlam değerini kullanan bir yoruma bağlıdır.
Retorik açıdan, bir haber fotoğrafının ideolojik olarak güçlendirilmesinin,
Barthes’in ‘modern mitler’in sergilenmesindeki tarzıyla aynı şekilde işlev
gördüğünü öne sürmekteyiz [12]. İdeolojik ayrıntılandırmayla, işaretin
(fotoğrafın), yan anlamları aracılığıyla, ideolojik bir temanın göstergesi
İletişim 2003/18
12
....................................................
olarak hizmet görmesine olanak tanıyan bir grup tematik yorumunun
içerisine fotoğrafın sokulmasından bahsediyoruz. İdeolojik haber değerleri,
ideolojik bir tipin ikinci seviye anlamını, zaten (açık anlam seviyesinde)
anlamı olan bir imaja verir. Tamamlanmış işaretin bir grup tema ya da
kavramla bağlanmasıyla, fotoğraf ideolojik bir işaret olur. Barthes’in örneği,
Fransız üniforması içinde selam veren, Fransız bayrağına bakışlarını
sabitleştirmiş bir zenci askeri verir. Bu işaret zaten bir anlam ifade eder:
‘siyahi bir asker Fransız selamı veriyor’. Ama bu tamamlanmış işaret
ideolojik temalara bağlandığında – Fransızlık, askerilik -, ikinci bir anlam
zincirinde ilk öğe olur; bunun verdiği mesaj şudur: Fransa büyük bir
imparatorluktur, onun bütün evlatları, renk ayırımı olmaksızın, sadakatle
onun bayrağı altında hizmet görürler ve iddia edilen sömürgeciliği hor
görenlere verilecek en iyi cevap bu zencinin sözde ‘zalimler’ine hizmet
ederken gösterdiği istekliliktir. Öyleyse, fotoğraf işareti hem görsel/anlamsal
zincirin son maddesi olarak, hem de mitik/ideolojik zincirin ilk maddesi
olarak hizmet eder. Bu modelde, bütün haber fotoğrafları, konusunun
açıklayıcı eşdeğeri olan bir işaret üretmek için fotoğraf kodunun
göstergelerini kullanırlar. Ancak bu işaretin bir haber metası olabilmesi için,
bir kavram ya da bir temaya bağlanması gerekir ve böylece yorumsal ya da
ideolojik bir boyut kazanır.
Burada iki örneği ele alabiliriz: Beyaz Saray’ın bahçesinde kol kola
dolaşan Nixonlar’ın fotoğrafı. Başkan gülümsüyor, ‘her şey yolunda’,
hatasız’ jesti yapıyor. Burada çok az ya da daha başka ayrıntılandırma
gerektirmeyen ideolojik mesaj vardır. Başkan mutlu bir ruh hali içindedir:
dünyaca ünlü bir figürü tamamen diğer insanlar gibi dinlenmektedir: Nixon
dünyanın zirvesinde. Bir altyazının dışında bu fotoğrafa eşlik eden başka bir
yazı yoktur: bu altyazı, oyuncuları ve durumu (kızları Tricia’nın nikahı)
tanımlamanın dışında, ideolojik temayı gereksiz yere yansıtır: ‘Bahçedeki
her şey sevimli’. Bu ‘tekme fotoğrafı’ndan (ii) çok farklıdır. Tekme
fotoğrafında ifade edilen mesaj -‘kalabalık bir sahnede bir adam bir polisi
tekmeliyor’- ideolojik açıdan ‘okunur’-‘aşırı uçtakiler kanun-ve-düzeni
şiddet olaylarıyla tehdit etmektedirler’ ya da ‘savaş karşıtı göstericiler
devleti tehdit eden ve polise haksız yere saldıran asi insanlardır’. Bu ikinciİletişim 2003/18
Haber Fotoğraflarının Belirlenimleri
13
tür mesaj alt yazılarda ve başlıklarda tamamen güçlendirilmiştir. Ancak şuna
da dikkat edilmelidir ki, bu mesaj her bir gazetenin konumuna, sunusal
geleneğine, tarihine ve kendi imajına uydurulmak için hafifçe saptırılmıştır.
Bu fotoğrafın, şiddet, aşırı uçtakiler ve kanun-ve-düzen, karşı koyma
temalarıyla ilişkilendirilmesi ideolojik mesajı üretir. Ancak bu, her gazetede
bir ölçüde farklı şekiller alır: The Times bunu şekilsel olarak saptırır –
POLİS GROSVENOR MEYDANI’NDAKİ SAVAŞI KAZANDI; the
Express, göstericilerin ‘marjinal’ karakterini vurgulayarak bunu sansasyonel
açıdan saptırır – BÜYÜK GÖSTERİDE AŞIRI FANATİKLER
ENGELLENDİ; the Mirror bunu saygı açısından saptırır – POLİSİN
MÜKEMMEL OLDUĞU GÜN. Burada metin, ideolojik tema ve mesajın
‘birleştirilmesi’nde çok önemlidir.
Bir fotoğrafı ideolojik bir işarete dönüştüren temaların nasıl ve nerede
ortaya çıktığını tam olarak tespit edebilmek zordur. Barthes’in savına göre,
‘kavram mit oluşturucu bir öğedir: Eğer mitlerin şifresini çözmek istersem,
bir şekilde kavramları adlandırabilmem gerekir.’ Ancak ‘mitsel kavramlarda
bir kararlılık olmadığını’ kabul eder: ‘varolabilirler, değişebilirler,
parçalanabilirler ve tamamen yok olabilirler’. Çünkü bu temaların ya da
kavramların parçaları olduğu baskın ideoloji, aşırı esnek, dağınık ve
görünüşte tarihsel bir yapıdır. İdeoloji, Gramsci’nin savladığı üzere, bin
değişik şekildeki varyasyon içinde, bricoleur tarzda, tekrar takrar
düzenlenebilen bir grup ‘artık’ ya da önceden oluşturulmuş öğeden meydana
gelir gibidir [13]. Böylece bir toplumun baskın ideolojisi sık sık fazlalık
olarak belirir: zaten onu biliyoruzdur, onu önceden görmüşüzdür, bin değişik
işaret ve mesaj aynı ideolojik anlamı gösteriyor gibidir. İşte tam bu zihinsel
çevrede yaşarız ve dünyayı deneyimleriz – ‘ister istemez hayali çarpıtma’;
bu çarpıtma yoluyla, sürekli kendimize, ‘bireylerin, üretim ilişkileri ve
onlardan türeyen ilişkilerle olan [hayali] ilişkilerini’ ifade ederiz [14].
Öyleyse bir gazetenin fotoğraflarında ve yazılarında somutlaşan ideolojik
kavramlar dünya hakkında yeni bilgi üretmezler. Onu zaten sahiplenebilmeyi
öğrendiğimiz gibi, dünya ‘farkındalıkları’ üretirler: ‘ürkütücü basitlikler ya
da bir ritüel, bir işlevsiz inanç sistemi’.
İletişim 2003/18
14
....................................................
Barthes’in öne sürdüğüne göre [15], bu ideolojik kavramları ancak,
çirkin neolojizmler kullanarak, tepkesel olarak kavramaya başlayabiliriz:
Örneğin, ‘Fransız-lık’, ‘İtalyan-lık’. Ya da genel özleri adlandırarak:
Örneğin, militarizm, şiddet, ‘yasa kuralı’, ‘dünyanın en tepesinde olma hali’.
Bu gibi kavramların ‘ilişkisel alanlarda açıkça organize oldukları’ görülür.
Bu nedenle ‘Fransız-lık, ‘Alman-lık’ ya da ‘İspanyol-luk’un yanı sıra,
‘İtalyan-lık belirli bir milletler eksenine aittir. Öyleyse her hangi tikel bir
olayda, haber – fotoğraf ya da yazı – ayrıntılandırdığı ideolojinin tematiğine
mükemmel bir şekilde işaret eder. Ama genel gösterge alanı dağınık kalır.
oradadır ve gene de orada değildir. Aslında, baskın bir ideolojinin genel
yapısı, tepkesel ve analitik açıdan, bir bütün olarak neredeyse kavranması
imkansız gibi gözükür. Baskın ideoloji daima, tikel içinde ve aracılığıyla
kesinlikle dağınık gözükür. Bu nedenle ideoloji hem her hangi fotoğrafın ya
da yazının belirlediği özgül yorumdur, hem de içinde ideolojik söylemin
sürdürüldüğü genel ambiyansdır. İşte bu nitelik Althusser’i şu sava
götürmüştür: İdeolojilerin tarihi vardır, oysa kendi içinde ideolojinin tarihi
yoktur.
İdeolojik temalar, kendilerinin soyutlanmasını zorlaştıran başka bir
niteliği sergilerler. Oldukça farklı iki seviyeyi bağlamak ya da birleştirmek
için kendi şekillerinde belirirler. Bir taraftan, yakın siyasi ve ahlaki değerler
açısından dünyayı sınıflandırırlar: burada-ve-şimdi açısından olaylara özgül,
ideolojik bir göndermede bulunurlar. Böylece temayı bir olayın içine
yerleştirirler: Ona yüzleri, adları, hareketleri, atıfları, nitelikleri ödünç
verirler. İdeolojik temalara oyuncu ve sahne temin ederler – her şeyden önce
konu alanı içinde çalışırlar. Göstericilerin ve polisin fotoğrafı böylece,
tikelliğiyle, özgül bir olayla olan ilişkisiyle, tikel tarihsel bir konjonktürle
olan zamansal ilgisi ve yakınlığıyla bir temel kazanır. O fotoğrafta, ‘sokak
siyaseti zirvesindeyken’ ve kamu söyleminin ve kınanmasının var gücüyle
parlamento dışı muhalefet hareketlerinin yükselen dalgasına karşı harekete
geçirildiği yerde, ‘yasa kuralı’nın genel arka plan ideolojik değeri, ‘şiddet
yoluyla çatışma’ya karşı genelleştirilmiş tavırlar sistemi bu toplumun siyasi
tarihinin bir anında nakite çevrilmektedir. Gene de, tam o anda, ideolojik
tema uzaklaştırılır ve evrenselleştirilir: mitikleşir. Bu olayın ya da konunun
İletişim 2003/18
Haber Fotoğraflarının Belirlenimleri
15
somut tikelliğinin arkasında ya da içerisinde sanki, uçup giden, daha
arketipsel, hatta arkeolojik-tarihsel bilgi - kendi şekillerini evrenselleştiren
bilgi - şekilleri gözümüze ilişir. Bu mitik şekil sanki, tabir caizse, daha
yakın siyasi bir mesaj içerisinde uçuşmaktadır. Nixon’ın gülen yüzü tam o
tarihe ve ana aittir – siyasi kariyerinin belirli bir anında, bir Amerikan
Başkanı belirli tarihsel bir anın tartışmasının ve muhalefetinin yarattığı
fırtınayı güvenle idare etmektedir. Ancak, bunun arkasında, hanımefendi
karısıyla kol kola, kızlarının nikahında bahçede yürüyen tüm zamanların en
sade aile adamının evrensel yüzü vardır. The Times ‘tekme fotoğrafı’nı ele
alışında, yakın siyasi ideolojik temayı seçer ve belirler – POLİS
GROSVENOR MEYDANI’NDAKİ SAVAŞI KAZANDI. Ancak, bu mesaj
içerisinde, the Mirror daha mitik, daha evrensel bir temayı yakalayıp
ayrıntılandırır – bin değişik fotoğrafın temelini oluşturabilecek bir tema:
‘mükemmel Britanya polisimiz’ miti.
Burada sanki ideolojik söylem içerisinde ikili bir hareketle uğraşıyor
gibiyiz: propagandaya yönelik hareket ve mite yönelik hareket. Bir taraftan,
ideolojik söylem, olayı tercih edilen bir siyasi/ahlaki açıklama alanına doğru
yönlendirir. Bir olaya, ‘ideolojik bir okuma’ ya da yorum sağlar. Barthes bu
noktayı, ideolojik işaretin, mitik bir şemayı tarihe bağladığını söyleyerek
belirtir; Barthes, belirli bir toplumun çıkarlarına onun nasıl karşılık geldiğini
görmüştür. Bu seviyede, yan anlam retoriği olaylar dünyasını ideolojik
anlamlarla doyurur. Aynı zamanda, bu bağı gizler ya da yerinden eder.
Bizden, tarihe empoze edilmiş olan tikel saptırmanın her zaman orada
olduğunu hayal etmemizi ister: bu onun evrensel, ‘doğal’ anlamıdır.
Barthes’in savına göre, mitler, ideolojik işaretin güdülenmiş doğasını
gizlemek için dünyayı tarihselliğinden eder. Onlar ‘tarihsel gerçekleri açığa
çıkartmazlar’: tarihi, ‘doğaya dönüştürerek’ saptırırlar. İdeolojik seviyede,
haber fotoğrafları, kendilerini sürekli başka bir şeymiş gibi gösterirler.
Tarihsel olayları ideolojik açıdan yorumlarlar. Ama kendilerini gerçeğe,
tarihe oturtma eylemi içinde, ‘evrensel’ işaret, büyük arketipsel mesaj
deposunun parçası olurlar – tarih değil doğa, gerçeklik değil ‘mit’. Görsel
işaretin şifresinin çözülmesine sıra dışı bir karmaşıklığı ödünç veren işte bu
yakın, siyasi, tarihsel ve mitsel olanın konjonktürüdür.
İletişim 2003/18
16
....................................................
Haber fotoğraflarının, kendilerini ‘doğa’nın bakış açıları olarak
gösterirken özgül bir yöntemleri vardır. Kendilerini ‘gerçek dünya’nın bire
bir görsel-kopyalarıymış gibi sunarak ideolojik boyutlarını bastırırlar. Haber
fotoğrafları, tasarımladıkları olayın gerçekliğine şahitlik ederler. Bir olayın
fotoğrafları kendi içlerinde bir meta-mesaj taşırlar: ‘bu olay gerçekten
meydana geldi ve bu fotoğraf bunun delilidir.’ İnsan fotoğrafları da –
‘vesikalık’ türündeki ve boyutundaki fotoğraf bile – bu temel sağlama ve
şahitlik etme işlevini desteklerler: ‘işte hakkında konuştuğumuz adam bu, o
gerçekten var’. Öyleyse fotoğraflar, kelimenin gerçek anlamıyla,
‘gerçekler’in kayıtları olarak belirirler ve kendi adlarına konuşurlar. Barthes
buna, bütün fotoğrafların ‘orada-bulunmuş-olma’sı der [16]. Haber
fotoğrafları, dikkat çekilen gizli bir işaretin altında çalışırlar, ‘bu gerçekten
oldu, kendiniz görünüz’. Şüphesiz, bir olayın ötekine karşın bu anının, onun
yerine bu kişinin, diğerinin yerine bu açının seçimi, aslında tam bir olaylar
ve anlamlar zincirini tasarımlamak için fotoğrafı çekilen bu olayın seçilmesi
oldukça ideolojik bir yöntemdir. Ama, olayı tamamen, gerçekten olduğu gibi
yeniden oluştur gözükerek, haber fotoğrafları seçici/yorumsal/ideolojik
işlevlerini bastırırlar. Her zaman önceden verili, yansız, sorgulanamaz ve
yorumlanamaz o yapı içinde bir güvence aramaktadırlar: ‘gerçek dünya’. Bu
seviyede, haber fotoğrafları hatasız bir ortam olarak gazetenin inanırlığını
desteklemekle kalmaz, aynı zamanda onun nesnelliğini de garanti eder ve
sorumluluğunu üstlenirler (yani, onun ideolojik işlevini yansızlaştırırlar). Bu
‘yansızlık ideolojisi’nin kendisi liberal ideolojideki en derin mitlerin
birisinden kaynaklanır: gerçek ve değer arasındaki mutlak fark, gazete
uygulamasında, bir sağduyu ‘kuralı’ olarak, ‘gerçekler ve yorum arasındaki
fark’ olarak beliren fark: ampirik yanılsama, natüralizm ütopyası.
Bu nedenle haber fotoğrafının ideolojik mesajı, sık sık
gerçekleştirilmiş olmayla yer değiştirir. İlk başta bu paradoksalmış gibi
görünür. Her şey fotoğrafı tarihsel zamana yerleştirmek ister gibidir. Ancak
gelişimi, yapıları, ilgileri ve karşıtlıkları ele alan tarihsel zaman, gazete
söyleminde kısaltılmış zaman olan ‘gerçeklik zamanı’ndan farklı bir
durumdur. Haber fotoğrafının karakteristik eylem zamanı, tarihi önemi olan
anlık zamandır. Bütün tarih, yakın olan bakımından nakte çevrilebilen,
İletişim 2003/18
Haber Fotoğraflarının Belirlenimleri
17
açıklanabilen ‘bugün’e dönüştürülür. Aynı anda, bütün tarih mitleştirilir –
anlık bir mitleştirme sürecinden geçer. İmaj güdüsünü kaybeder. ‘Doğal
olarak’ kendisini seçmiş gibi gözükür.
Ancak, çok az haber fotoğrafı bu kadar güdüsüzdür. Geçici IRA lideri,
Dutch Doherty’nin, ULSTER, DOHERTY’nin İADE EDİLMESİNİ
İSTİYOR başlığı altındaki öyküsü, öykü-metni içinde, IRA’nın adamlarına
karşı Cumhuriyet içerisinde gerçekleştirilen hareketler üzerine
spekülasyonda bulunur, aranan kişileri barındırmaması için Lynch
hükümetine baskıda bulunur, vs: ama söz konusu adamın sadece, baş ve
omzunu gösteren küçük bir ‘vesikalık fotoğrafı’ vardır ve fotoğrafın altında
sadece Anthony ‘Dutch’ Doherty yazmaktadır. Yine de, ‘aranan adam’,
mahkum ve peşine düşülen kişi yan anlamıyla bu ‘vesikalık fotoğraf’ın
ideolojik önemi vardır. Bu fotoğraf tek başına ideolojik bir tema
üretmeyebilir. Ama ideolojik tema bir tür karşılıklı ayna-etkisiyle üretilir
üretilmez, onu güçlendirebilir, saptayabilir ve belirleyebilir. Öykünün
kimin hakkında olduğunu ve o kişinin haberde nasıl belirdiğini
öğrendiğimizde(yani metin imaja temalar eklediğinde), fotoğraf hemen,
ideolojik temayı başka bir seviyede kırılmaya uğratarak, kendisine geri
döner. Artık, onun oldukça kırpılmış, fazlasıyla yoğunlaştırılmış
kompozisyonunun anlamını ‘okuyabiliriz’: aksi, asık surat: ağız, gözler,
koyu sakalın sert çizgileri: kasıtlı olarak eğilmiş, figür kambur gözüksün
diye yatırılmış açı: siyah takım elbise: sert bir ifade. Şekil, kompozisyon ve
ifadeyle ilgili bu anlamlar ideolojik mesajı destekler ve güçlendirir.
Fotoğrafın belirsizlikleri burada alttaki bir yazıyla çözülmez. Ama ideolojik
temaya bir kez işaret edildiğinde, fotoğraf kendisine ait anlamlandırıcı bir
güce kavuşur – ideolojik temayı katar ya da tespit eder ve onu başka bir
seviyeye yerleştirir. Fotoğrafın söylediğine göre, bu, ‘bombacı ve silahlı
adamlar’dan birinin yüzüdür: bu tamamen, bugünkü manşetin ne hakkında,
Belfast’ın merkezinde ‘anlamsız’ diğer bir patlama daha, olduğunu gösterir.
Bu onun konusudur, yazarıdır. Bu aynı zamanda evrensel mitsel bir işarettir
yani –tarihteki bütün ‘sert adamlar’ın yüzü, ‘tehlikeli, aranan bir suçlu’
olarak, ‘Herkes’in portresi.
İletişim 2003/18
18
....................................................
REFERANSLAR
1. Roland Barthes, ‘Myth today’, Mytholgies (London, Cape, 1972).
2. The example is from Barthes, Elements of semiology (London, Cape, 1967)
3. Walter Begehot, ‘The English Constitution’, Walter Begehot, ed. N. St
John Stevas (London, Eyre & Spottiswoode, 1959).
4. L. Althusser, ‘Ideology and the State’, Lenin and Philosophy and other
essays (London, New Left Books, 1971).
5. J. Halloran, P. Elliot & G. Murdock, Demonstrations and
communication (Harmondsworth, Penguin, 1970). See also G. Murdock’s
paper in this Reader.
6. E. Ostgaard, Nyhetsvandering (Stockholm, Washlston & Widstrand, 1968).
7. J. Galtung & M. Ruge, ‘The structure of foreing news’. Journal of
International Peace Research, no. 1, 1965. Extract reprinted in this Reader.
8. Cf. Jock Young, ‘Mass media, drugs & deviancy’, in McIntosh and
Rock, op. cit.
9. C. Wright Mills, The power elite (Oxford, Univ. Press, 1956).
10. L. Althusser, ‘Ideology and the State’, op. cit.
11. Cf. J. O’Neil, Sociology as a skin trade (London, Heinemann, 1972).
The pharase is from C. B. MacPherson, The political theory of possessive
individualism (OUP, 1962).
12. R. Barthes, ‘Myth today’, Mythologies, op. cit.
13. Gramsci, Selections from the Prison Notebooks, Ed. G. Nowell-Smith
(London, Lawrence & Wishart, 1971), Cf. also Beliefs in society, Nigel
Harris (London, Watts, 1968).
14. L. Althusser, op. cit.
15. R. Barthes, ‘Rethoric of the image’, Working papers in Cultural Studies
no.1 (Birmingham, Centre for Cultural Studies).
16. R. Barthes, ibid.
İletişim 2003/18
Haber Fotoğraflarının Belirlenimleri
19
İletişim 2003/18
Hedef Kitle Davranışlarını Etkileyen Psikolojik Bir Faktör
Olarak Öğrenme: Öğrenme ve Reklam İlişkisi
Doç.Dr. Müge ELDEN∗
Giriş
İnsan yaşamı boyunca karşı karşıya kaldığı tüm yaşantılar, elde ettiği
deneyimler sonucu yaşam ve kendisiyle ile ilgili bir çok şey öğrenir.
Yürümeyi, konuşmayı, kendi kendine yemek yemeyi, giyinmeyi, okumayı
yazmayı, çevresi ile iletişim kurmayı, içinde bulunduğu toplumsal ve
kültürel yapıya uygun hareket etmeyi yaşamı boyunca elde ettiği
deneyimlerle öğrenir. İşte tüm bunlar gibi bir tüketici olmayı, tüketim
kalıplarını, satın alma karar süreçlerinde nasıl hareket edeceği hakkında da
gerekli bilgileri çeşitli şekillerde edinir. Bu noktada reklam insanlara bilgi
sunan, onlarla iletişim kuran boyutuyla, tüketici olmayı öğreten bir yapı
olarak da değerlendirilebilir.
Öğrenme kavramı bir psikolojik faktör olarak tüketici davranışlarının
şekillenmesinde ve açıklanmasında etkili olmakta ve reklamcıların reklamın
izleyici kitlesi olan bireylerin reklama yönelik algılamalarında ve reklamı
değerlendirmelerinde önemli bir etken olarak dikkati çekmektedir. Bu
bağlamda bir kavram olarak öğrenme ve öğrenmenin insan tarafından nasıl
gerçekleştirildiğini açıklayan öğrenme kuramları da hedef kitle
davranışlarının belirlenmesi ve hedef tüketici kitlenin etkileneceği
reklamların oluşturulmasında dikkate değer bir önem kazanmaktadır.
∗
Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü Reklamcılık
ve Tanıtım Anabilim Dalı Başkanı
İletişim 2003/18
2
Müge ELDEN
A. Öğrenme Kavramının Tanımı
“İnsanları, diğer canlılardan ayıran en önemli özeliklerden biri
öğrenme kapasiteleridir. Biyolojik bir varlık olarak dünyaya gelen insan,
kısa sürede pek çok yeni davranış öğrenir. Önce çevresine bilinçli olarak
gülücükler dağıtır, yürümeyi konuşmayı öğrenir. Sonra giyinmeyi,
arkadaşlarıyla oynamayı, okumayı, yazmayı, futbol oynamayı öğrenir.
Görüldüğü gibi bireyin yaptığı davranışların büyük bir çoğunluğu öğrenme
ürünüdür” (Erden, Akman, 2001:128).
“İnsanlar, çevre ile etkileşimleri sonucu bilgi, beceri, tutum ve değer
kazanırlar. Öğrenmenin temelini bu yaşantılar oluşturur. Kişi, çevresinden
sürekli olarak kendisine ulaşan verileri değerlendirir ve bunun sonucu olarak
düşünsel, duyuşsal veya davranışsal tepkide bulunur. İnsanın çevresi ile
etkileşimi, onda düşünsel, duyuşsal veya davranışsal değişime yol açıyorsa
öğrenmeden söz edilebilir. Bu nedenle öğrenme, kişide oluşan kalıcı
değişimler olarak tanımlanmaktadır” (Özden, 2002:72).
Öğrenme genel olarak, başarılı ya da başarısız olarak ifade
edilebilecek tecrübelerden kaynaklanan davranışlarda gözlenebilen kalıcı
değişimlerdir. Bu tanım öğrenme ile ilgili üç önemli bileşene işaret eder.
Birincisi değişen davranışın öğrenme ile oluştuğunun ortaya konabilmesi
için, kalıcı olması gerekliliğidir. İkincisi, öğrenme davranışta potansiyel bir
değişimi yansıtmalıdır. Öğrenme davranışta otomatik olarak değişime neden
olmaz. Davranışın oluşması için bir harekete geçirici güdünün varlığı
gereklidir. Üçüncü olarak bütün davranışsal değişimler öğrenmeyi
yansıtmaz. Kimi davranışlar, genetik olarak kalıcı özellikler gösterebilir,
refleks sonucu oluşabilir. Bu tür temelleri olan davranışların öğrenme
sonucu oluştuğunu söylemek mümkün değildir (Klein, 1987:2-3).
“İnsanoğlunun doğuştan getirdiği içgüdüsel davranışlar yok denecek
kadar azdır ve bu davranışlar çevreye uyum sağlamada yetersizidir. Bu
nedenle, insanlar hayatları boyunca birtakım bilgileri öğrenmek
mecburiyetinde kalmaktadırlar. Hatta, hayvanlar bile içgüdüsel olarak sahip
oldukları özellikleri geliştirmek ve sınırlı da olsa yeni davranışlar öğrenmek
zorunda kalabilmektedir. Örneğin bir civciv yerdeki yiyecek tanelerini
İletişim 2003/18
Hedef Kitle Davranışlarını Etkileyen Psikolojik Bir Faktör Olarak Öğrenme:...
3
gagalama hareketini zamanla mükemmel hale getirmektedir” (Selçuk,
2001:121).
“Yetişkin davranışlarının hemen hemen tümü öğrenme yoluyla
kazanılmıştır. Öğrenme bir uyum sürecidir. İnsan davranışlarının ana teması
olan uyum çabasının belli bir genel yönü vardır. Bu yön dinamik bir varlık
olan insanın, çevresiyle etkileşimlerinin sonucu olan bir takım değişiklikler
geçirerek kendini biyo-psiko-sosyal bir varlık olarak gerçekleştirmesi
doğrultusundadır” (Selçuk, 2001:142)
“Öğrenme genel olarak, bireyin davranışlarında değişiklik yaratan,
yeni bilgi ve anlayış elde etme süreci veya bilgi ve becerilerin kazanılması
süreci olarak tanımlanabilir. Bu tanımda bilginin taşıdığı iki anlam
bulunmaktadır:
1.
Beceri ya da işin nasıl yapıldığının bilgisinin elde edilmesi ve
bunun sonucunda bir olayı gerçekleştirme yeteneği.
2.
İşin yapılma amacını belirten bilginin elde edilmesi yani, bir
tecrübe veya deneyin sonunda oluşan sonucu anlama ve kavramlaştırma
yeteneği” (Yazıcı, 2001:63-64)
Bir başka tanımda ise “öğrenme, bireyin, olgunlaşma düzeyine göre,
çevresiyle olan etkileşimi sonucunda, yeni davranışlar kazanması ya da eski
davranışlarını değiştirmesi sürecidir” (Binbaşıoğlu, 1978:3).
“İnsanlar yaşamları boyunca çevre ile etkileşimlerin sonucu bilgi,
beceri, tutum ve değerler kazanırlar. Öğrenmenin temelini bu yaşantılar
oluşturur. Bundan dolayı öğrenme kişilerde oluşan kalıcı değişmeler olarak
tanımlanabilir. Kişinin çevre ile etkileşimi, onun sürekli olarak çevresinden
bir şeyler alıp-vermesi demektir. Kişi çevresinden sürekli olarak kendisine
ulaşan verileri değerlendirir ve bunun sonucu olarak düşünsel, duyuşsal veya
davranışsal tepkide bulunur” (http://www.egitim.aku.edu.tr/ylodevler.htm).
Bir kısım araştırmacıya göre ise öğrenme; sadece belli konularda bilgi
edinme süreci değil, insanı şimdiye kadar yapamadığı bir şeyi yapmaya
muktedir hale getiren davranış ve düşünce değişiklikleri bütünü olarak
değerlendirilmektedir (Yazıcı, 2001:64).
İletişim 2003/18
4
Müge ELDEN
Düşünce ve hareket arasında köprü görevi gören bir kavram olarak da
tanımlanan öğrenme, bu görüşü kabul eden araştırmacılar tarafından, edinen
bilginin değişik bir davranış biçimine dönüşmesi halinde öğrenme olarak
nitelendirilebilmektedir.
Charles Handy öğrenmeyi insanın sorgulayıcı yönünü öne çıkaran bir
anlayışta ele alarak tanımlamış ve kişinin içindeki merak duygusu sayesinde,
zihninde oluşan sorulara cevap ararken öğrendiği üzerinde durmuştur.
Handy, öğrenme sürecini Öğrenme Çemberi Anatolojisi ile tanımlamıştır.
Handy’e göre Öğrenme Çemberi dört bölümden oluşmaktadır ve çemberde
gerçekleşen sürekli çevrimler sonucunda öğrenme gerçekleşmektedir. Handy
bu sürekli çevrimi şu şekilde açıklamaktadır (Yazı 2001:65-66):
1.
Çemberin birinci bölümünü, çeşitli sorunlar veya ihtiyaçlar
sonucu ortaya çıkan sorular oluşturmaktadır.
2.
Bu sorular, olası cevapları bulabilmek ve fikir üretebilmek için
bir arayış gerektirmektedir.
3.
Üretilen fikirlerin veya cevapların doğruluğunun kanıtlanması
için çeşitli testler veya denemeler yapılır.
4.
Daha sonra sonuçlar, en doğru çözümden emin olana kadar
değerlendirme ve yansıtmaya tabi tutulur. Ancak tüm süreç bittiğinde gerçek
anlamda bir öğrenmeden söz edilebilir. Bu süreç, bireysel gelişmenin
başarısını da oluşturur.
Pazarlamanın yararlanabildiği bir çok farklı sosyal ve biyolojik
disiplinden beyin bilimi (brain science) en önemlilerinden biridir. Tüketici
araştırmalarının görünen örneklerini anlamak için, pazarlamacılar insan
beyninin gücü ve karmaşıklığını takdir etmek zorundadırlar. Bu alandaki
yeni paradigma beyin, vücut, zihin ve sosyal dünya arasındaki ilişkin
üzerinde kurulmuştur. Bu dört değişken birbirinde ayrı dinamik sistemlerdir.
Birbirlerini etkiler ve birbirlerinden etkilenirler. Örneğin, beynimiz
etrafımızdaki sosyal ve fiziksel dünya ile etkileşir; vücut bu ortaklığa
arabuluculuk eder. Vücut dünya hakkındaki bilgileri sezinler, duygusal ve
düşünsel olarak oluşturulan fiziksel ve kimyasal tepkiler üretir ve beyinsel
İletişim 2003/18
Hedef Kitle Davranışlarını Etkileyen Psikolojik Bir Faktör Olarak Öğrenme:...
5
tepkileri harekete geçirir. Beyin, vücut, zihin ve toplum arasındaki anlaşma
bütünü kapsar şekilde bilgi vermektir. Biri olmadan diğeri varolamaz. Sosyal
etkiler, pekiştirilmeler ya da söndürmeler yoluyla, sinirsel düzeyde gelişimi
ve diğer değişkenlerin arasındaki ilişkinin gelişimini güçlü olarak etkiler
(Zaltman, 2003:27-28).
Öğrenme kavramına tüketici davranışları açısından baktığımızda,
geçmiş deneyimlerden kaynak bulan ürünler ve markalar ile ilgili
algılamalardaki, düılamalardaki, düeylemlerdeki değişikliği açıklar. Bu
bağlamda öğrenmenin tanımında etkili olan üç öğe karşımıza çıkar. Bu
öğeler kısaca şu şekilde açıklanabilir (Odabaşı, Barış, 2002:78):
•
Öğrenme, davranışta oluşan bir değişikliktir. Bu değişiklik iyiye
doğru olabileceği gibi kötüye doğru da olabilir.
•
Öğrenme, tekrarlar ya da yaşantılar sonucu meydana gelen
değişikliktir. Kimse bilgi sahibi olarak doğmaz. Ancak büyüme-olgunlaşma
sonucu meydana gelen değişiklikler öğrenme değildir.
•
Öğrenme sonucu olan değişikliğin mümkün olduğunca
sürdürülmesi gerekir. Diğer bir deyişle uzun süre devam etmelidir.
B. Öğrenme Kuramları ve Reklamla İlişkisi
“Öğrenme, en basit şekliyle çevresi ile etkileşimi sonucu kişide oluşan
düşünce, duyuş ve davranış değişikliği olarak tanımlanmaktadır. Söz konusu
bu değişikliğin nasıl oluştuğu konusunda ise literatürde farklı görüşler ve bu
görüşlerden kaynak bulan farklı kuramlar bulunmaktadır. Öğrenmenin
doğası ve sonuçlarını açıklamaya çalışan bu kuramlar şu şekilde
sınıflandırılabilir (http://www.egitim.aku.edu.tr/ylodevler.htm ):
•
Davranışçı Kuram
•
Bilişsel Kuram
•
Duyuşsal Kuram
•
Nörofizyolojik Kuram
İletişim 2003/18
6
Müge ELDEN
Duyuşsal kuramlar açısından bakacak olursak, “öğrenme son
zamanlarda sağlıklı benlik ve ahlâk (moral) gelişimi ile daha çok
ilişkilendirilmeye başlanmıştır. Kişinin kendisini yeniden yaratması olarak
nitelendirilebilecek öğrenme için inansın davranışsal, duyuşsal ve düşünsel
açılardan değişmesi gerekir. Düşünsel yapı değişmediği sürece davranışı
değiştirmenin fazlaca bir anlamı yoktur. Davranış değişmediğinde, düşünsel
değişim sadece entelektüel duyguları tatmine yarayacaktır. Duyuşsal
değişme gerçekleşmediğinde ise kişiliğin değişmesi mümkün değildir.
Öğrenme kişiliği değiştirmeyi amaçlıyorsa davranışsal ve bilişsel olduğu
kadar duyuşsal gelişmeye de ağırlık verilmelidir” (Özden, 2002:76).
“Duyuşsal kuramlar öğrenmenin doğasından çok sonuçlarıyla
ilgilidirler. Bu kuramlar sağlıklı benlik ve ahlak gelişimi gibi duyuşsal
sonuçlarıyla ilgilenirler. Esasen öğrenmenin düşünsel, duyuşsal ve
davranışsal sonuçlarını birbirinden ayırmak mümkün değildir. Kişi
çevresinden sürekli olarak kendisine ulaşan verileri değerlendirir ve bunun
sonucu olarak düşünsel, duyuşsal veya davranışsal tepkide bulunur. Kişinin
kendisini yeniden yaratması olarak nitelendirilebilecek öğrenme için
davranış, duyuş ve zihin değişmesi gerekir. Zihinsel yapı değişmediği
müddetçe davranışı değiştirmenin fazlaca bir anlamı yoktur. Davranış
değişmediği müddetçe de zihnin değişmesi sadece entelektüel duyguları
tatmine yarayacaktır. Duyuşsal değişme gerçekleşmediği müddetçe ise
kişiliğin değişmesi mümkün değildir. Öğrenmenin sonul hedefi kişiliği
değiştirmek ise öğrenme davranışsal ve bilişsel olduğu kadar duyuşsal
gelişmeye
de
ağırlık
vermek
zorundadır”
(http://www.egitim.aku.edu.tr/ylodevler.htm).
“Nörofizyolojik Kurama göreyse; öğrenme ile beyin hücreleri
arasındaki ilişkiyi inceleyen araştırmacılar, öğrenme süreci sonucunda
nöronlarda yeni axon iplikçiklerinin oluştuğunu iddia etmektedirler. Buna
göre, her öğrenme yaşantısı yeni sinaptik bağların oluşması demektir. Bu
kurumda öğrenme, biyokimyasal bir değişme olarak da açıklanmaktadır.
Araştırmalar biyolojik bilgi depoları niteliğindeki RNA’ların ergenlik
yaşlarına doğru arttığını, öğrenme kapasitesinin azalması ile birlikte,
yaşlılıkta da azaldığını göstermektedir. Ayrıca, besin yoluyla kendilerine
İletişim 2003/18
Hedef Kitle Davranışlarını Etkileyen Psikolojik Bir Faktör Olarak Öğrenme:...
7
RNA verilen yaşlılarda yakın geçmişi hatırlamada önemli derecede artış
olduğu kaydedilmektedir. Beyin temelli öğrenme kuramı olarak da bilinen
bu kuramı sistematik hale getiren Hebb, beyindeki devrelerin çalışma şekli
bilinmeksizin öğrenmenin doğasının anlaşılamayacağını savunmaktadır.
Beyin insan zekâsının, güdülenmenin ve öğrenmenin merkezidir. ‘Öğrenme
eğer canlı bir dokuya sahip olan beyinde gerçekleşiyorsa beynin öğrenmeden
önceki ve sonraki yapısı arasında farklılık olmalıdır’ düşüncesinden hareket
eden Hebb öğrenme sonucu beyinde fizyolojik değişiklikleri araştırmıştır.
Elde ettiği bulgular sonucu Hebb, bu değişiklik konusunda iki kavram ileri
sürmektedir:
Hücre
Topluluğu
ve
Faz
Ardışıklığı”
(http://www.egitim.aku.edu.tr/ylodevler.htm).
Bu çalışmanın içeriği gereği hedef kitle davranışlarını etkileyen bir
psikolojik kavram olarak öğrenme ve bu kavramın reklamla ilişkisinde etkili
olan davranışsal ve bilişsel kuramdan bahsedilecek ve reklamın tüketici
zihninde yer etmesinde birey üzerinde öğrenmenin etkileri incelenmeye
çalışılacaktır.
1. Davranışçı Öğrenme Kuramı
“Öğrenme ile ilgili ilk deneysel araştırmalar 20. yüzyılın başında
Pavlov’un Rusya, Watson ve Thorndike’ın Amerika’da yaptıkları insan ve
hayvanların laboratuarda belli bir durumda nasıl davrandıklarına ilişkin
çalışmalarla başlamıştır. Bu psikologların çalışmalarının odak noktası
hayvan ve insanların gözlenebilir davranışları olduğu için, bu yaklaşımı
benimseyenlere davranışçı ve geliştirdikleri kuramlara davranışçı kuram
denilmiştir” (Erden, Akman, 2001:132).
“Davranışçı akımın ilk temsilcilerinden biri Watson’dır (1931).
Çocukluk dönemi öğrenmeleri ve hayvanların öğrenmesi konularında birçok
deneysel gözlem yaparak uyarıcı-tepki ilişkisini açıklamaya çalışmıştır.
Sayısal problem çözen bir çocuğun doğru yanıtı bulmadan önce birçok hata
yapabileceğini ve hata yapmasının öğrenmeye yardımcı olabileceğini
İletişim 2003/18
8
Müge ELDEN
savunmuş, doğru bir uyarıcı-tepki örüntüsü ortaya çıkana kadar başarılı
tepkide bulunmaların sayısında bir artış olacağını ve deneme-yanılma
yoluyla öğrenmenin gerçekleşebileceğini ileri sürmüştür. Watson’ın çalışma
zamanına paralel olarak Thorndike’da uyarıcı-tepki ilişkisine ve denemeyanılma
yoluyla
öğrenmeye
ilişkin
deneyleri
hayvanlar
üzerinde
gerçekleştirmiştir. Thorndike tepkinin birey üzerinde bıraktığı etki konusuna
daha fazla önem vermiştir. Ona göre tepkiden elde edilen doyum davranışın
tekrar edilme sıklığını artırır, yani tatmin edici sonuçlar alındığında uyarıcıtepki ilişkisi pekiştirilir. Bu demek değildir ki tatminsizlik tepkide
bulunmayı ortadan kaldırır. Hoşnutsuzluk bireyin yeni alternatifler ve çözüm
yolları aramasına neden olur; bu yeni arayış büyük olasılıkla denemeyanılma yoluyla olur. Thorndike’ın “hoşnutsuzluğun uyarıcı-tepki bağını
güçlendirdiği ve pekiştirdiği yolundaki ilkesi” etki yasası olarak bilinir.
Ayrıca bir de pratik (egzersiz) yasası vardır; buna göre uyarıcı-tepki bağı
aynı uyarıcı ve aynı tepkinin birlikte tekrar tekrar ortaya çıkması sonucu
güçlenir ve tepkide meydana gelecek bir azalma uyarıcı-tepki bağını
zayıflatır” (http://cet.boun.edu.tr/ets/bde/davranis.htm ).
“Thorndike etki ilkesi ile, ödülün ya da başarının, ödüllendirilmiş
davranışın
öğrenilmesini
arttıracağını;
buna
karşılık,
cezaların
ve
başarısızlığın, ceza ve başarısızlığa götüren davranışı yineleme eğilimini
azaltacağını söylemiştir. Thorndike, bunların, doğrudan, kendiliğinden
hareketler olduğu üzerinde durmuştur” (Binbaşıoğlu, 1978:18).
Davranışçılar öğrenmeyi açıklayan tüm değişkenlerin çevrede
olduğunu belirtir. Bu nedenle öğrenmeyi anlayabilmek için çevrenin
organizma üzerindeki etkisinin incelenmesi gerekir. Davranışçı kuramda
uyarıcı, organizmayı harekete geçiren, bir ses, ışık, resim, tat gibi iç ve dış
olaylardır ve bu uyarıcı karşısında organizmada fizyolojik ya da psikolojik
değişme tepki dolayısıyla davranış oluşur. Örneğin gözümüze gelen ışık bir
uyarıcı, gözümüzü kapamamız ise bir davranıştır.
İletişim 2003/18
9
Hedef Kitle Davranışlarını Etkileyen Psikolojik Bir Faktör Olarak Öğrenme:...
Davranışçı yaklaşımın belli başlı özelliklerini şu şekilde sıralamak
mümkündür (Selçuk, 2001:123-124):
•
eden
Davranışçı psikologlar, davranışa neden olan ve davranışı takip
uyarıcıları
gözleyerek
öğrenmeyi
açıklamaya
çalışmışlardır.
Davranışçılar için uyaran ve bu uyarana organizmanın verdiği tepki
önemlidir. Uyaran ile tepki arasında zihinde olup biten süreçler
gözlemlenebilir olmadığı için davranışçılar bunlarla ilgilenmez.
•
Davranışçılar öğrenmeyi davranış değişmesi olarak tanımlarken,
bilişsel kuramcılar öğrenmeyi bireyin içsel kapasitesindeki değişme olarak
görür. İçsel kapasitedeki değişmeler davranışlarda da değişmeye yol
açmaktadır.
•
Davranışçılar gözlenebilir davranış üzerinde odaklaşırken,
bilişsel yaklaşımcılar buna ilave olarak bireyin zihinsel yapılarını da dikkate
alırlar. Davranışçılar dikkat, imgelem, iç görü ve algı gibi sürçleri
önemsemezler; öğreneni dış çevreden etkilenen pasif bir varlık olarak
görürler.
•
Davranışçı kurama göre davranış öğrenilen bir kavramdır.
Dıştan verilen pekiştireçler öğrenmede önemlidir.
•
Davranışçı kuramlar daha çok hayvanlar üzerinde ve basit
davranışlar hakkında çalışmalar yaparak öğrenmenin kurallarını bulmaya
çalışmışlardır.
Bu çalışmada davranışçı kuram, davranış değişimlerini ve öğrenmeyi
farklı
açılardan
yorumlayan
iki
temel
yaklaşım
dahilinde
değerlendirilecektir. Bu yaklaşımlar aşağıda belirtildiği gibidir:
•
Klasik Koşullanma (Tepkisel Şartlanma)
•
Edimsel Koşullanma (Operant Şartlanma)
İletişim 2003/18
10
Müge ELDEN
a. Klasik Koşullanma (Tepkisel Şartlanma)
“Klasik koşullanma yoluyla öğrenme, ilk kez Rus bilim adamı I.
Pavlov tarafından ortaya atılmıştır. Fizyolog olan Pavlov, Şekil 1’de
görüldüğü gibi, köpekler üzerinde sindirim sitemiyle ilgili araştırma
yaparken, köpeğin fizyolojik olarak, yiyecek ağzında girdiği zaman sindirimi
başlatan salyayı salgılaması gerekirken, yiyeceği hatta yiyecek getiren kişiyi
gördüğünde de salya salgıladığını fark etmiştir (Erden, Akman, 2001:133).
“Pavlov, deneyini sıkı bir şekilde kontrol ettiği laboratuar ortamında
yapmıştır. Köpeğin tükürük bezi kanalına ameliyatla bir tüp bağlamış ve ses
geçirmez bir deney hücresine koymuştur. Pavlov, önce metronomla ses
vermiş, köpek bu uyarıya sadece başını çevirmiş, kulaklarını dikmiştir. Sesi
verdikten hemen sonra et tozu içeren bir eriyik vermiştir. Ses ile eti birkaç
kez verdikten sonra, sesi tek başına verdiği durumda da salya tepkisinin
meydana geldiğini görmüştür” (www.psikolojikrehberlik.com).
Görüldüğü gibi birbiriyle ilişkilendirilen uyarıcılar belli tepkilerin
meydana gelmesi yönünde tepkisel olarak koşullandırılabilmektedir.
Pavlov’un deneyinde zil sesi ve salya arasındaki ilişki klasik şartlanmanın
uyaran- tepki ilişkisi
şekilde açıklanmaktadır. Tepkisel koşullanmanın
meydana gelebilmesi için ilk önce Pavlov’un deneyinde ortaya konulduğu
gibi doğal uyarıcı tepki ilişkisinin (yiyecek-salya) bulunması gerekir. Daha
sonra koşullu uyarıcının (zil sesi) koşulsuz uyarıcıdan (yemek) hemen önce
verilmesi ve bu iki uyarıcının beklenen tepki yönünden (salya salgılama)
birleştirilmesi gerekir. Son olarak da söz konusu olan koşulsuz tepkiyi
yaratacak koşullu uyarıcı ve koşulsuz uyarıcı arasındaki bağın tekrarlanması
gerekir.
İletişim 2003/18
11
Hedef Kitle Davranışlarını Etkileyen Psikolojik Bir Faktör Olarak Öğrenme:...
KOŞULLANMADAN ÖNCE
Koşulsuz
Uyarıcı
(YİYECEK)
Koşulsuz Yanıt
(SALYA)
Nötr (etkisiz)
Uyarıcı (ZİL)
Herhangi bir
yanıt yok
KOŞULLANMA
Zil ve Yiyecek
Birlikte
Koşulsuz Yanıt
KOŞULLANMADAN SONRA
Koşullanmış
Uyarıcı
Koşullu
yanıt
Şekil 1. Klasik Koşullanma
Kaynak: _____,_____, http://cet.boun.edu.tr/ets/
Tepkisel koşullanma kuramı pazarlamacılar ve reklamcıların da
ilgisini çeken öğrenme kuramlarındandır. Satın alma yeri reklam
uygulamalarında ya da kitle iletişim araçlarında yayınlanan reklamlarda
ürünler ya da markalarla ilişkilendirilen çeşitli uyarıcıların söz konusu
markaları ya da ürün kategorilerini çağrıştırması bu bağlamda
açıklanmaktadır.
İletişim 2003/18
12
Müge ELDEN
Alışveriş merkezlerinde yılbaşı gibi belli dönemlerde çalınan
müzikler, satış yerlerinde yılbaşını hatırlatan süslemelerle yapılan
düzenlemeler, tüketicilerin yeni yıl coşkusunu hissetmesi ve hediye alma
eylemine özendirilmesini sağlamak içindir. Bu örnekteki koşulsuz uyaran
yılbaşı müzikleri, hediye alma ise koşulsuz tepkidir. Aynı şekilde
marketlerde yiyecek yerlerinde gelen güzel kokular da tüketicileri yiyecek
satın almaya yönlendirilebilir. Ancak bu örneklerde göz önünde
bulundurulması gereken en önemli nokta hangi tür tüketicilerin hangi tür
uyaranlara koşulsuz tepki vereceğinin saptanmasıdır. Örneğin bir grup
tüketici klasik müziğe olumlu tepki verirken bir kısım tüketici ise pop
müziğine olumlu tepki verebilir (Odabaşı, Barış, 2002:80).
Reklamlarda kullanılan spesifik bir müzik parçası ya da o marka için
özel hazırlanmış bir reklam cıngılı, reklamda sürekli olarak yer alan bir
reklam oyuncusu ya da bir sanatçı, sporcu gibi hedef kitlenin ilgisini çeken
bir kişi, reklam için özel olarak tasarlanmış ve reklamı yapılan ürün ya da
markayla ilişkilendirilen bir kahraman ya da maskot, bu karakterlerin
markaya yükledikleri anlamlarda klasik koşullanma temelinde
açıklanmaktadır. Örneğin; Arko Kremleri’nin ya da Solo’nun uzun yıllar
kullandığı reklam müziği reklam izleyicisinin kulağında yer etmiş ve bu
müzikleri duydukları anda akıllarına bu markaların gelmesine neden
olmuştur. Bu örnekte klasik koşullanma, Reklam müziği ile marka
arasındaki uyarıcı-tepki ilişkisiyle ortaya çıkmaktadır. Cello ile Turkcell
arasındaki çağrışımsal ilişkide bu kurama güzel bir örnektir. Cello’yu gören
ya da Cello’yu oynayan reklam oyuncusunu gören tüketici direkt olarak
Turkcell markasını anımsamaktadır. Aynı ilişki Çelik ve Arçelik, Sütaş ve
Şütaş İnekleri, Yapı Kredi Bankası’nın WoldCard Kredi Kartı ile Vadaaa
kahramanları arasında da söz konusu olan uyarıcı-tepki ilişkisidir.
“Reklamlar dünyada en çok tanınan bazı sembolleri yaratmıştır –altın
kubbeler (McDonolad’s), Swoosh (Nike), kenarı ısırılmış elma (Apple),
kovboy (Marlboro) gibi semboller. Reklamverenler bu sembolleri steno
iletişim gibi kullanırlar ve sembollere bir anlam kazandırmak için yıllarca
yatırım yapmış olmanın keyfini çıkarırlar. Bir sembole olan tepkimiz
öğrenilmiş tepkidir. Sembolün diğer şeylerle bağdaştırılmasıyla
İletişim 2003/18
Hedef Kitle Davranışlarını Etkileyen Psikolojik Bir Faktör Olarak Öğrenme:...
13
öğrenilmiştir. Bu şekilde,bir sembol yavaş yavaş kendi içinde bizi etkileme
ve ortak tepkiler uyandırma kabiliyeti geliştirir” (Sutherland, Sylvester,
2003:107)
“Markalar harfler gibidir. Sembollere dönüştürülebilir. İletişimin steno
şekilleri haine gelebilirler. Çağrışımları biraraya toplamak veya onları temsil
etmek için oluşturulabilirler. Bu şekilde küçük farklılıkların büyük anlamları
olabilir. Farklı zihinsel çağrışımları başlatan unsurlar haline gelebilirler.
Sadece yapın (just do it) ifadesi bize Nike’ı düşünmemiz için ipucu verir.
Aynı şekilde marka isimlerinin kendileri de bize onlarla yakından çağrışım
yapan insanları ve imajları düşünmemiz için ipucu verebilir. Nike, Micheal
Jordan’ı, Revlon Cindy Crawford’u bize çağrıştırabilir. Eğer bu imajla
özdeşleşmek istiyorsak ve kendimizi ona daha yakın hissetmek istiyorsak
bunu kendimize ve başkalarına aynı markayı içerek, giyerek, kullanarak
ifade edebiliriz” (Sutherland, Sylvester, 2003:110-111). Sevilen bir kişiyle,
sanatçı ya da sporcuyla kendini özdeşleştirme yoluyla gerçekleşen öğrenme
bilişsel öğrenmenin model alma yoluyla öğrenme biçimine de bir örnektir.
Tüm bunların yanı sıra pazara ilk defa girdiği ve sektörünün ilki olan
markalar ürün türüyle bir özdeşleşme yaşarlar. Selpak ve Sana örneklerinde
olduğu gibi, alışkanlık haline gelen satın alımlar da tepkisel koşullanma ile
açıklanır. Ayrıca tepkisel koşullanma, ürünün ya da markanın olumlu
uyarıcılar ile çağrışım yapması biçiminde de kullanılır. Bu duruma örnek
olarak, çamaşır yumuşatıcısı olan Yumoş’un çamaşırlara verdiği
yumuşaklığın, reklamlarda da kullanılan Yumoş ayıcığın yumuşaklığı ile
birleştirilmesi verilebilir. Hoş ve güzel duyguların markaya yöneltilmesinde
tepkisel koşullanma kullanılmakta, olumlu hoş bir ortam (koşullanmamış
uyarıcı) ile hoş duyguların (koşullanmamış tepki) bağlantıları, markaya karşı
hoş duyguların artmasına neden olabilmektedir (Odabaşı, Barış, 2002:8081).
“Tüketici dünyasında, bu tür hafıza bölmelerinde saklanan şeyler
sadece bilgi değildir. Bu bir, tavır, bir yargı, bir konum veya bir sonuç
olabilir. Fakat bir kez oluşup, saklandıktan sonra bu şeyler daha kolay
erişilebilir ve böylece gelecek satın alma kararlarını etkilemek için daha
İletişim 2003/18
14
Müge ELDEN
elverişli hale gelir. Nispeten reklamın en önemli etkisi, onun bir markaya
yönelik doğru görsel veya duygusal çağrışımlar yaratma ve bunları hafızaya
sokma –yani bu çağrışımları o markanın nitelik gündemine koymakabiliyetine odaklanır. Spesifik sözel bir mesajla doğrudan iletişim
kurmaktansa, reklam dolambaçlı yoldan (çağrışımsal imgeli anlatımla)
iletişim kuruyor olabilir” (Sutherland, Sylvester, 2003:93).
Klasik koşullanmada dört temel kavram öğrenmenin gerçekleşmesi
üzerinde de önemli bir etkiye sahiptir. Bu kavramlar; tekrar ve pekiştirme,
genelleme, ayırt etme ve davranışın sönmesi olarak sıralanabilir.
“Öğrenme, uyaran tepki bağının kurulması olarak tanımlanabilir.
Kurulan bağ, koşullanma işlemi belli sayı ve yoğunlukta tekrarlanarak
pekiştirilmelidir. Yani pekiştirme, öğrenilen tepkinin organizmaya
yerleşmesi ve aynı şekilde devam etmesi için yapılan işlemlerdir”
(Yeşilyaprak, 2002:172-173). Bu noktada bireyde istenilen yönde bir
tepkinin yaratılabilmesi yönünde bir pekiştirmenin sağlanabilmesinde
tekrarın önemi karşımıza çıkar. Öğrenmenin meydana gelmesi için
davranışta kalıcı bir değişikliğin gözlenmesi gerekmektedir. Bu kalıcı
değişikliğin meydana gelmesi ise, bir defada gerçekleşebilecek bir süreç
değildir. Öğrenme çeşitli aralıklara yapılacak tekrarlarla oluşabilecek bir
süreçtir.
Reklamların yaratabileceği küçük değişiklikleri fark edemeyebiliriz.
Algılanmayacak kadar küçük değişimler zaman içinde çoğaldıkça anlamlı
etkilere dönüşse de sezilebilen ayrımın altında kalan bir düzey söz
konusudur. Tekrar süreci vasıtasıyla bu küçük artışlar markalar arasında
başlıca algılanma farklılıkları yaratabilirler, ancak biz bu sürecin
gerçekleştiğinden nadiren haberdar oluruz. Tüketicinin bir reklam iddiasını
beynine kaydetmesi tümüyle bu iddiaya inandığı anlamına gelmez. Sadece
markalar arasında gerçekten de iddia edilen ayrımların olduğunun farkına
varılmasını sağlar. Tekrar, bizim bir iddiaya olan yakınlığımızı arttırır.
Aksini kanıtlayacak bir şey olmadığı zaman giderek artan yakınlık hissine,
iddianın doğru olduğu hissi daha büyük olasılık kazanarak eşlik etmeye
başlar. Bu tekrar etkisi, doğruluk/gerçeklik etkisi (the truth effect) olarak
İletişim 2003/18
Hedef Kitle Davranışlarını Etkileyen Psikolojik Bir Faktör Olarak Öğrenme:...
15
bilinir. Bir konu sürekli olarak tekrarlanıyor ve tartışılmıyorsa, zihnimizde
bunun muhtemelen doğru olduğu yönünde geçerli olan bir kanıt oluşur.
Tekrarın etkisi, bu doğruluk/gerçeklik çıkarımında ufak fakat kümülatif
artışlar yaratmaktadır. Tekrar ile algılanamayacak kadar küçük etkiler bile
markalar arasında algılanan daha büyük ayrımların düzeyine yükselebilir
(Sutherland, Sylvester, 2003:28-29).
Bu bağlamda yeniden tüketici davranışları ve reklam açısından
konuya bakacak olursak, özellikle reklamlar açısından belli aralıklarla
yapılacak tekrarların, tüketicilerin reklamda verilen mesajları algılaması ve
reklamda öne sürülen satış mesajına uygun istenilen eylemi
gerçekleştirilebilmelerinin sağlanması açısından gerekli olduğu yapılan
araştırmalarla da ortaya konulmaktadır. Belli aralıklarla yapılan tekrarların
unutmayı azalttığı ve öğrenme sürecine önemli düzeyde etkisi olduğu
görülmektedir. Ancak reklamların tekrarlanmasında da dikkat edilmesi
gereken husus, gereksiz ya da gereğinden fazla yapılan tekrarların reklama
ve reklam mesajına olumsuz yönde etkisi olabileceğinin göz ardı
edilmemesidir.
“Bir grup araştırmacıya göre reklamın, üç kere tekrarı yeterlidir.
Birincisinde farkına vardırılır, ikincisinde ürünün tüketiciye uygunluğu
vurgulanır, üçüncüsünde ise ürünün yararları hatırlatılır. Diğer bir grup
araştırmacı ise, on iri-on iki tekrarın gerekliliğini öne sürmektedir” (Odabaşı,
Barış, 2002:81-82).
“Bazı durumlarda organizma, bir uyarıcı karşısında gösterdiği koşullu
tepkiyi benzer durumlarda da gösterir. Buna uyarıcı genellemesi denir.
Pavlov yaptığı deneylerde köpeğin farklı tonlardaki zil seslerine de salya
salgıladığını göstermiştir. Benzer şekilde doktordan korkan bir çocuk, beyaz
gömlek giyen kasaptan da korkabilir” (Erden, Akman, 2001:135). Uyarıcı
genellemesinin yüksek oluşu klasik şartlanmanın ortaya çıkış derecesini de
kuvvetlendiren bir etkendir. Aksi takdirde uyarıcılar arasındaki benzerlik
azaldığında klasik şartlanmada beklenen koşulsuz tepkinin şiddetin de
azalma görülecektir.
İletişim 2003/18
16
Müge ELDEN
Bir şirketin ürün hattını genişletmesi stratejisi pazarlamada
genellemenin kullanıldığı bir uygulamadır. Şirketin mevcut ürün hattına yeni
eklenen ürünler, bu şirketin mevcut ürünlerinin kaliteli olduğunu öğrenen
tüketiciler tarafından daha kolaylıkla tercih edilecektir (Odabaşı, Barış,
2002:82).
Reklamda genelleme yani benzer uyarıcıların kullanımına, belli bir
markanın belli dönemlerindeki reklamlarında kullanılan görsel, sözel ya da
işitsel unsurlarda benzer uyarıcıların kullanılması örnek olarak gösterilebilir.
Aynı reklam müziği, aynı reklam oyuncuları, benzer temalar, içerikler ve
sloganlar gibi. Belli bir markanın reklamlarında kullanılan benzer
uyarıcıların varlığı o reklamda adı geçen ürünün markasının ya da kurumun
adının öğrenilmesi ve sonrasında hatırlanmasında, reklamın ilettiği mesajın
benimsenmesi gibi noktalarda pekiştireç görevi görerek öğrenmeye olumlu
yönde katkıda bulunan unsurlar olarak dikkat çeker.
İlgi/öncelik düzeyi, herhangi bir şeyin her an bilinçli bir şekilde akılda
bulunması olasılığı olarak tanımlanabilir. Reklamların bu olasılığı
arttırmasının yollarından biri tekrardır. Bir şarkının sık sık tekrarlanması, bu
şarkıya yönelik ilgi düzeyinin artmasına ve her an aklımızda olmasına neden
olmuştur. Bir reklamın özellikle de bir reklam müziğinin tekrarı ya da
genellenerek aynı markanın değişik reklamlarında da uygulanması benzer bir
etkiyi yaratacaktır. Reklamın tekrarı ile, markanın ilgi düzeyi zihinlerimizde
artacaktır. Belli semboller, kelimler, sloganlar birer ipucu olarak ilgi
düzeyini arttıran unsurlar halini alırlar. ir markayı alışılmış ortamda sık sık
yeniden tekrarlanan bir şeye başlamak (kelime, ifade, sembol, melodiler vb.)
bir ipucu olabileceği gibi; ipucu ürünün tüketilme ihtimali olan şartlar
adlında örneğin öğle yemeyi vaktinde tekrarlanırsa da etkili olacaktır
(Sutherland, Sylvester, 2003:38-39).
“Genellemenin tersi ayırt etmedir. Genelleme, yukarıda da ifade
edildiği gibi organizmanın koşullu uyarıcıya benzer diğer uyarıcılara da aynı
tepkide bulunması eğilimidir. Ayırt etme de genellemenin tersine,
organizmanın koşullanma sürecinde, kullanılan koşullu uyarıcıyı
diğerlerinden ayırt ederek tepkide bulunma eğilimidir. Yani koşullu tepkinin,
İletişim 2003/18
Hedef Kitle Davranışlarını Etkileyen Psikolojik Bir Faktör Olarak Öğrenme:...
17
tek
bir
koşullu
uyarıcıya
karşı
meydana
gelmesidir”
(www.psikolojikrehberlik.com). Pavlov yaptığı deneyde belli bir zil sesinden
sonra köpeğe et verip diğer zil seslerinde vermeyince köpeğin arkasından et
gelen sesi, diğer seslerden ayırt ederek sadece et verilen sese salya akıttığını
görmüştür. Köpek koşullu uyarıcıyı diğerinden ayırtdiğerinden
ayırtstermektedir. Ayırt etmede yapılan, farklı uyarıcılara farklı tepkilerde
bulunmaktır.
“Konumlandırma uygulamaları ile pazarlamacılar tüketicilerin
zihninde farklı yerlere yerleşmeye çalışırlar. Zira öğrenme kuramı açısından
bir pazarlamacının aklında bulundurması gereken, kendi ürünleri ve
markaları ile genelleme yapmayı teşvik ederken, rakipler ile fark yaratmaya
çalışmaktır. Fark yaratmanın ise birkaç yolu mevcuttur. Ürünler arasında
gerek sembolik ve gerekse gerçek farklara dikkat etmek, ürünü
farklılaştırmak, ambalajı değiştirmek ayırt edici stratejiler olabilirken, ürün
dizisi için benzer ambalajlar, renkler seçmek genellemeye yardımcı
olabilecek stratejilerdendir” (Odabaşı, Barış, 2002:83).
“Klasik koşullanma yoluyla kazanılan davranışlar koşullu uyarıcıkoşulsuz uyarıcı bitişikliği ortadan kaldırıldığı zaman giderek azalır ve
kaybolur. Buna davranışın sönmesi denir. Pavlov’un deneyinde zil sesinden
sonra bir süre et verilmediği zaman köpeğin zil sesine salya salgılamadığı
görülmüştür” (Erden, Akman, 2001:135). Şartsız uyarıcılar ya da onu
çağrıştıran bir uyarıcı zamanla tekrar verildiğinde şartlı tepki yenide ortaya
çıkar. Sönen davranışın ya da sönen şartlı tepkinin bu şekilde yeniden ortaya
çıkmasına kendiliğinden geri gelme denir. Belli bir reklamın bir süre
yayınlanmaması ya da belli bir marka ürünün tüketici tarafından bir süredir
kullanılmıyor olması söz konusu markanın unutulmasına ve bu markaya
yönelik satın alma davranışlarının gerçekleştirilmemesine neden olabilir.
Davranışta meydana gelen bu tür bir sönme söz konusu ürün ya da markaya
yönelik reklamların tekrar yayımlanmasıyla giderilebilir ve tüketicinin
zihninde söz konusu marka tekrar geri çağrılmış olur.
İletişim 2003/18
18
Müge ELDEN
b. Edimsel Koşullanma (Operant Şartlanma)
“Klasik şartlanmayla bir çok öğrenme durumunu açıklamak mümkün
değildir. Çünkü insanlar sadece çevrelerindeki uyaranlara tepki vermekle
kalmayıp bilinçli ve açık bir şekilde birçok davranışlar sergilerler. Klasik
şartlanma yoluyla öğrenmeyi sağlamak için, yapılan bir davranışa neden
olan uyarıcının bilinmesi gerekir. Ama insan davranışlarına neden olan
uyarıcıları her zaman tahmin etmek mümkün değildir. Bu gibi durumlarda
operant şartlanma karşımıza çıkmaktadır” (Selçuk, 2001:137).
“Edimsel koşullanma kuramı içten gelerek yapılan hareketler olan
edimlerin de şartlanabileceği ve bu yolla öğrenmenin gerçekleşebileceği
görüşüne dayanır. Bu kuram B.F. Skinner’in çalışmaları sonucunda ortaya
çıkmıştır” (Kocabaş, Elden, Yurdakul, 1999:109).
Skinner’e göre davranışlar tepkisel ve operant olarak 2’ye
ayrılmaktadır. Tepkisel davranışlar bir dış uyarıcıya bağlı olmaktadır.
Terleme, titreme, göz bebeğinin küçülmesi gibi. Operant davranışlar ise
organizmanın hiçbir dış uyarıcıya bağlı olmadan yaptığı davranışlardır.
Örneğin, konuşma, yürüme, yemek yeme. Tepkisel davranışa neden olan
uyarıcı bilinirken, operant davranışa neden olan uyarıcı her zaman
bilinemez. Tepkisel davranışlar klasik koşullanma ile öğrenilebilirken
Skinner’e göre insan hayatındaki davranışların büyük bir kısmı operant
davranışlardır. Bununla birlikte davranışların, eylemlerden önceki olaylardan
çok, eylemlerin sonuçları tarafından kontrol edildiğini öne sürmektedir.
Burada ifade edilen sonuç kavramı, davranıştan sonra ortaya çıkan ve
gelecekteki davranışları etkileyen neticelerdir. Örneğin bir soruya doğru
cevap veren öğrenciye öğretmenin aferin demesi bir sonuçtur. Skinner bir
çok davranışın sonuçlarına bakılarak açıklanabileceğini savunmaktadır. Bu
bağlamda, eğer sonuçlar iyi denetlenirse bireylerde istenilen davranışlar
ortaya çıkacaktır. Böylece operant şartlanma kavramı ortaya çıkmıştır.
Operant şartlanma, ödüle götüren veya cezadan kurtaran bir tepkinin
öğrenilmesine ya da bir davranışın pekiştireçle kuvvetlendirilmesine denir
(Selçuk, 2001:137).
İletişim 2003/18
Hedef Kitle Davranışlarını Etkileyen Psikolojik Bir Faktör Olarak Öğrenme:...
19
“Skinner’in deneysel çalışmaları birçok diğer davranışçı teorisyen gibi
hayvanlar üzerinde ve laboratuar koşullarında gerçekleşmiştir. Bu
deneylerde hayvan, Skinner kutusu olarak adlandırılan bir ortama (kafese)
konulur. Hayvanın kafes içindeki bir düğme ya da manivelaya basmasıyla bu
davranışı pekiştirecek olan yiyecek sunulur. Bu iki davranış hayvanı
koşullamaktadır. Burada pekiştireçlere önemli görev düşer. Pekiştireçlerin
dikkatli bir şekilde ve zamanlı olarak sunulmasıyla kalıcı öğrenmelere
ulaşılması hedeflenir” (http://www.egitim.aku.edu.tr/ylodevler.htm).
Edimsel koşullanmada bireye yaptığı davranışa çevrenin vermiş
olduğu tepkilere bakarak öğrenmeyi gerçekleştirir. Eğer bireyin
uyarıcılardan bağımsız olarak içten ortaya koyduğu davranışlar yani edimler
olumlu olursa ödüllendirilir ve bu ödüllendirme olumlu ya da olumsuz bir
pekiştireç olarak bireyin davranışını tekrarlamamasına ya da bu davranışı
ortadan kaldırmasına
neden olur. Reklamda kepek sorunu, renkli
giysilerdeki zorlu kirler, yaşlanma korkusu, karşı cins tarafından beğenilme
istediği bir sorununa çözüm getiren ya da bir beklentisine cevap bir ürünle
karşılaşan tüketici bu ürünü aldığında ve kullandığında da reklamda dile
getirilen tatmine ulaşırsa, o marka bu ürünü tekrar kullanacaktır. Bu nedenle
reklamlarda tüketicilerin sorun ve beklentileri dile getirilerek bu sorunların
nasıl giderildiği ve beklentilerin nasıl karşılandığının ifade edilmesi
tüketiciye söz konusu marka ürünü kullandığında nasıl bir olumlu pekiştireç
yani ödülle karşılaşacağını gösterecektir. Bu durum edimsel koşullanma ile
açıklanmaktadır. Ancak bu ödüllerin alışkanlık yaratacak şekilde sürekli
tekrarlanması yerine belli dönemlerde (yılbaşı, bayram, belli bir dönem gibi)
veya belli bir alışveriş tutarı üzerinden ödüllendirmeye gidilmesi ve ödülün
anında tüketiciye sunulması (mağazada alışveriş sonrası hemen sunulan
indirim ya da armağan gibi) davranışın pekiştirilerek öğrenmenin
gerçekleşmesinde daha etkili olacaktır.
Öğrenme, alıcılar bir uyarıcıya tepki verdiğinde ve ihtiyaç duydukları
tatminle ödüllendirildiklerinde ya da ürünün başarısızlığı ile
cezalandırıldıklarında meydana gelir. Örneğin, bir tüketici sıcak bir günde
bir içecek reklamı görmüş olabilir ve 7Up ve Sprite gibi farklı markaları
İletişim 2003/18
20
Müge ELDEN
deneyerek bunları değerlendirebilir. Eğer Sprite tüketicinin beğenisini tatmin
ettiyse, ilerleyen zamanlarda da bu tüketici tekrar Sprite satın alacaktır
(Dalrymple, Parsons, 1995:134).
Davranışların öğretilmesi ya da biçimlendirilmesi için edimsel
koşulamadan yararlanılabilir. Edimsel koşullamada istenilen davranış
pekiştirilerek ve istenmeyen davranış ise pekiştirilmeden söndürülerek
davranış yönlendirilir. Edimsel koşullanma, pazarlama açısından farklı
stratejiler dahillinde aşağıda dile getirilen şekillerde kullanılabilir (Odabaşı,
Barış, 2002:84-85):
•
Sürekli kalite yaratılması yoluyla ürünlerin kullanımı ve
tüketicinin
ihtiyacının
tatmin
edilmesi
pekiştireç
görevini
gerçekleştirmektedir.
•
Satış sonrası müşteri ile ilişkilerin geliştirilmesi, kart ya da
mektup yazarak tatmin düzeyinin anlaşılmaya çalışılması yaygın
uygulamalardandır.
•
Armağanlar, kuponlar vererek mağazanın hoş bir yer olarak
düzenlenmesi (havalandırma, temizlik, rahatlık, ısıtma gibi) pekiştireç
görevlerini yerine getirir.
•
Ürünle birlikte ek unsurların verilmesi, edimsel koşullanmanın
yaratılmasında önemli uygulamalardandır.
•
Ürünün denenmesini sağlamak en önemli adımlardan biri olduğu
için, örnek ürün dağıtımı ya da otomobillerde deneme sürüşlerinin
yaptırılması edimsel koşulamaya örnek olarak gösterilebilir.
“Edimsel koşullanma aygıtsal öğrenme (instrumental learning) olarak
da bilinir, klasik koşullanmadan temel olarak pekiştirmenin rolü ve zamanı
yönünden farklılaşır. Pekiştirme edimsel koşullanmada klasik koşullanmada
oynadığı rolden daha fazla rol oynar. Otomatik uyarıcı-tepki ilişkisini
içermez, özne arzu edilen davranışla meşgul olmak için ikna edilmelidir.
Daha sonra bu davranış pekiştirilmelidir. Operant (edimsel) şartlanmanın
içerdiği olayların sırası, klasik şartlanma ile ilişkili olanlardan farklıdır.
Edimsel koşullama için, deneme beğenmeden önce gelir. Bu döngü bazı
İletişim 2003/18
21
Hedef Kitle Davranışlarını Etkileyen Psikolojik Bir Faktör Olarak Öğrenme:...
genellikle klasik şartlanma için de doğrudur. Edimsel koşullama ürünün
genellikle ürünün gerçek kullanımını gerektirir. Böylece çok sayıda
pazarlama stratejisi ilk baştaki denmeyi güvence altına almayı amaçlar.
Mağazada ye da evlere yönelik bedava ürün örnekleri dağıtımı, yeni
ürünlerde özel fiyat indirimleri, belirli ürün ya da markaları denemeye
özendirmek için tüketicilere dağıtılan ödüller ve hazırlanan yarışmalar
edimsel koşullanma örneklerdir. Eğer tüketici bu şartlar altında ürünü dener
ve sunulan uyarıcıdan memnun kalırsa, muhtemelen ikinci adıma geçer ve
gelecekte de bu ürünü tekrar satın alır” (Hawkins, Best, Coney, 1992:265266).
Pazarlamacılar öğrenme teorilerinden biri olan edimsel koşullanma
teorisini (operant conditioning) da sıkça kullanmaktadırlar. Teoriye göre
reklama verilen olumlu tepki pekiştirme ve ödüllendirme ile arttırılabilir.
Basılı bir reklamda yeni bir temizlik ürünüyle yapılan fırın temizleme gibi
ufak tefek fakat hoşlanılmayan bir ev işi gösterilebilir. İnsanlar bu reklamda
şu kadar indirimle bu ürünü X alışveriş merkezinden edinebileceklerini
öğrendiklerinde, elde edecekleri indirimin ortaya koyduğu ödülü almak için
harekete geçeceklerdir (Dalrymple, Parsons, 1995:134).
Uyarıcı
Arzulanan
T ki
Pekiştirme
Uyarıcıya olan tepkiyi
arttırmak
Şekil 2. Edimsel Koşullanma Yoluyla Tüketici Öğrenmesi
Kaynak: Del I. HAWKINS, Roger J. BEST, Kenneth A. CONEY,
Consumer Behaviour (Implications for Marketing Strategy), Richard D.
Irwin Inc. 1992, s.265
İletişim 2003/18
22
Müge ELDEN
Ürünün bir kez denenmesi ve memnun kalındığı takdirde tekrar satın
alınması yoluyla oluşan bir süreç söz konusu olduğu için deneme-yanılma
yoluyla öğrenme olarak da adlandırılan edimsel koşullanmada, reklamı
yapılan üründen istediği yönde tatmin elde eden bir tüketici olumlu yönde
pekiştirme gerçekleştirmiştir. Tersi olarak tüketici yaptığı satın alma
eyleminin sonunda bir tatmin elde edemediyse o zaman o markaya yönelik
olumsuz bir pekiştireç sonucu alımların azalması ya da kesilmesi durumu
yani sönme süreci ortaya çıkmaktadır. Ürün bir süredir kullanılmadığında
ya da reklamı yapılmadığı durumda zihinde o marka ürüne yönelik bilginin
kaybedilmesi durumuna ise unutma denir. Ama burada bilginin tümüyle yok
olması söz konusu değildir. Yapılacak bir reklamla ve markaya yönelik
verilecek ipuçlarıyla bilginin tekrar zihinde açığa çıkarılması söz konusu
olacaktır.
Ortama eklenerek tüketicinin yaptığı bir satın alma davranışı sonrası
edindiği tatmin sonucu oluşan olumlu pekiştirme yanında, tüketici olumsuz
bir durumdan kurtulmak ve kendisinde rahatsızlık yaratan durumu sona
erdirmek için e bir davranış içine girebilir. Ortadan kaldırıldığı, ya da
verilmediği zaman davranışın ortaya çıkma olasılığını artıran olumsuz
pekiştireç, tüketicinin kendisini yabancı hissettiği ve menusunda anlamadığı
yemek isimleri gördüğü bir lokantada arkadaşının yediğinin aynısı olan
yemeği sipariş etmesinde yaşanan durum şeklinde örneklendirilebilir.
“Edimsel koşullamada sözü edilmesi gereken bir başka kavram ise
cezadır. Ceza, sonuçları olumsuz olacak davranışların yapılmasında cesaret
kırıcı unsurdur. Eğer belirli bir restoranda kıyafet standardı var ise, o
restorana jean pantolon ile ya da kravatsız gitmek restorana kabul
edilmemekle sonuçlanacaktır. Eğer verilen tepki ceza ile sonuçlanıyorsa
davranışın ortaya çıkmaması hali söz konusu olur” (Odabaşı, Barış, 2002:8788).
“Tepkisel öğrenme ve edimsel koşullanma kuramlarında tüketicinin
sahip olduğu eski deneyimler, tutum ve inançlar ve amaca ulaşma konularına
hiç değinilmemektedir. Bilişsel kuram, insanın zihinsel yetenekleri ile aynı
konuda olmasa bile elde ettiği geçmiş deneyimlerinin yeni durumu
İletişim 2003/18
Hedef Kitle Davranışlarını Etkileyen Psikolojik Bir Faktör Olarak Öğrenme:...
23
değerlendirmede kendisine yol göstereceği savı üzerinde durulmuştur”
(Kocabaş, Elden, Yurdakul, 1999:110).
2. Bilişsel Öğrenme Kuramı
Bilişsel kuram, sorunları çözen ya da durumları idare eden kişiler
olarak insanların tüm zihinsel aktivitelerini kuşatan öğrenme yaklaşımıdır.
Bu yaklaşım fikirleri, içerikleri, davranışları ve sonuç çıkarmak, sorun
çözme ve direkt deneyim olmadan ilişkileri öğrenme ile ilgili gerçekleri
öğrenmeyi içerir. Bilişsel öğrenme, basit bilgilerle elde edilenlerle karmaşık,
yaratıcı problem çözümleri arasında değişir (Hawkins, Best, Coney,
1992:268).
İnsanlar yaşamları boyunca devamlı olarak düşünme ve sorun çözme
aktivitesi içindedirler. Dolayısıyla bazı durumlarda geçmiş deneyimleri
olmadan da sorunları anlayıp çözüm yolları bulabilmektedirler. Birey bir
şekilde elde ettiği bilgilerlerle (arkadaş ve aile çevresinden, reklamlardan
vb.) kazandığı fikri geçmiş deneyimleri ile de birleştirerek öğrenmeyi
gerçekleştirecek ve sorunlarına çözüm bulup bir sonuca varacaktır.
“Bilişsel öğrenme tüketicinin bilgilenmesini amaçlar. Bu açıdan
pazarlama uygulamalarında, bilgi verici çalışmalar yoğunluk kazanır.
Karşılaştırmalı reklamlar ile ürünün üstünlükleri hakkında bilgiler sunulur.
Özellikle hangi unsurlar tüketiciler için önem taşıyorsa bu konudaki
üstünlükler somut biçimde sunulur. Yeni ürün tanıtımında, tüketicinin bilgi
eksikliği söz konusu olduğundan bilişsel öğrenme tekniği başarı ile
uygulanabilir” (Odabaşı, Barış, 2002:90).
Bilişsel öğrenme kuramı üç farklı yaklaşıma sahiptir. Bu yaklaşımlar;
ikonik alışkanlık öğrenme (iconic rote learning), model alıp öğrenme
(vicarious/modelin kearning) ve muhakeme (reasoning) şeklinde
sıralanabilir. Bu yaklaşımlar kısaca şu şekilde özetlenebilir (Hawkins, Best,
Coney, 1992:268-269):
•
İkonik Alışkanlık Öğrenme (Iconic Rote Learning): İkonik
alışkanlık öğrenme, şarlandırmalarda eksik olan iki ya da daha fazla içerik
İletişim 2003/18
24
Müge ELDEN
arasındaki ilişkiyi öğrenmeyi içerir. Örneğin; bir ilanda X marka çayın baş
ağrısına iyi geldiği belirtilebilir ve bu X marka çayla ilgili varolan bir
konseptle yeni bir konsept (baş ağrısına iyi gelme) ilişkilendirilir. Ne uygun
durumda olmayan bir uyarıcı ne de direkt ödül içermez. Düşük ilgili
öğrenmelerin büyük bir kısmı, ikonik alışkanlık öğrenmeyi içerir. Basit
mesajların tekrarları, mesajların özünün öğrenilmesiyle sonuçlanır. İkonik
alışkanlık öğrenme ile tüketiciler bilginin kaynağının farkında olmayarak,
ürünlerin
özellikleri ve karakteristikleri hakkındaki inançlarını
şekillendirebilirler. İhtiyaçlar ortaya çıktığında, satın alımlar bu inançlar
temelinde yapılabilir.
•
Muhakeme (Reasoning): Muhakeme bilişsel öğrenmenin en
karmaşık biçimini sunar. Muhakemede, bireyler yeni ilişkiler ve konseptleri
biçimlendirecek hem yeni bilgileri hem de varolan bilgileri tekrar
yapılandırmak ya da birleştirmek için yaratıcı düşünme içine girerler.
•
Model Alıp Öğrenme: Öğrenmenin gerçekleşmesi için
tüketicinin bir ödül ya da cezayla ilgili direkt bir deneyim sahibi olmasını
gerektirmez. Bunun yerine, diğerlerinin davranışlarının sonuçlarını
gözlemleyebilir ve buna göre kendimizi ayarlayabiliriz. Aynı şekilde,
eylemlerin çeşitli düzeylerinin sonuçlarını görüp değerlendirmek için bu
izlenimleri kullanabiliriz. Bu tip öğrenme hem yüksel ilgililik hem de düşük
ilgililikteki durumlarda söz konusudur. İşte kullanacağı yeni bir takım elbise
satın almak gibi yüksek ilgilikteki durumlarda, tüketici iş yerindeki
insanların ya da çevresinden diğer model alabileceği, örneğin reklamlardaki,
kişilerin giyim stillerini bizzat gözlemleyebilir. Düşük ilgilikteki durumlarda
da model alma söz konusudur. Yaşamımızın belli dönemlerinde insanların
kullandıkları ürünleri ve farklı durumlardaki davranışlarını gözlemleriz.
Çoğu kez bu davranışlara sınırlı bir ilgi gösteririz. Bununla birlikte çoğu
zaman, belli davranışlar ve ürünlerin bazı zamanlarda diğerleriyken ya da
diğerleri olmadan uygulanması öğrenilir. Pazarlamacılar model alma yoluyla
öğrenmeyi yaygın olarak kullanırlar. Reklamlar ürün kullanımında ya da
ürünü kullandırmak için ödül sözü verir ya da genellikle ürünü kullanımı
için dikkat çekici ödüller gösterir.
İletişim 2003/18
Hedef Kitle Davranışlarını Etkileyen Psikolojik Bir Faktör Olarak Öğrenme:...
25
Sosyal öğrenme veya gözlemleyerek öğrenme olarak da adlandırılan
model alma yoluyla öğrenmede başkalarının davranışlarını gözlemleyerek
olumlu sonuç alınacağı tahmin edilen davranışların taklit edilmesi söz
konusudur. Burada temel nokta model olarak kabul edilen bireyin kendini
çekici, cazip bir model ile özdeşleştirmesidir. Ünlülerin, sevilen sporcuların,
sanatçıların reklamlarda kullanılması, ev hanımlarının kendileri gibi bir
kişinin reklamda güzel yemekler pişirdiğini, beyaz çamaşırlar yıkadığını
görmeleri, ünlülerin gittiği bir mekan (gece kulübü, otel vb.) olmak,
konusunda uzman bir kişinin ürünün kullanımı konusunda reklamlarda
gösterilerde bulunması model alıp öğrenmeye örnektir. Model alıp öğrenme
kullanılarak üç tür davranış şekline ulaşılabilir (Odabaşı, Barış, 2002:92-93):
•
Yeni davranışlar oluşturmak (Yeni ürün tanıtımlarında ürünün
benimsenmesi için)
•
İstenmeyen davranışlara engel olmak (Sigara, uyuşturucu,
alkollü araba kullanımı karşıtı kampanyalar)
•
Daha önceden öğrenilen davranışların tekrarlanmasını teşvik
etmek (Sütaş’ın sıcak havada da serinlemek için ayran içimini özendirmeye
çalışması)
“Kendimizi ekrandaki karakterlerden bir ya da daha fazlasıyla
özdeşleştirdiğiniz takdirde, kendimizi bir TV programı veya reklamın içine
dalmış gibi hissetme duygusu büyük ölçüde artacaktır. Bu sadece dahil olma
hissini arttırmakla kalmaz, aynı zamanda karakterin donanımını (kullandığı
şeyleri) benimseme ihtimalimizi de arttırırı. Bir reklam karakteriyle
özdeşleşmek, bir sinema karakteriyle özdeşleşmekten çok daha çabuk
seyreden bir durum olduğu için, daha az bilinçle gerçekleşmeye meyillidir.
Hızla gerçekleşir ve buharlaşır. Fakat reklamla bir sonraki karşılaşmada
hızla yeniden canlanır ve bu şekilde özdeşleşme hissi ve markanın kendisi
arasında kalıcı çağrışımlar veya bağlar oluşabilir. Reklam karakteriyle
İletişim 2003/18
26
Müge ELDEN
özdeşleşme sırasında, kendisini başkasının
karakterin
deneyimlerine
katıldıklarını/ortak
yerine koyan tüketiciler,
olduklarını
hissetmeye
başlarlar. Yani, tüketiciler hayali olarak, öyküdeki olayları kendilerini
özdeşleştirdikleri karakterin perspektifiyle yaşarlar: Tüketiciler kendi özkimlikleri ve karakter tarafından tanımlanan özellikler arasında benzerlikler
algılamaya başlarlar” (Sutherland, Sylvester, 2003:116).
Model alıp öğrenmede hem model alınacak kişinin özellikleri hem de
model alan kişinin özellikleri etkili olan noktalardır. Reklamlarda bu
yaklaşımın kullanıldığı durumlarda model olarak kabul edilen kişinin birey
ne kadar inandırıcı ve ikan edici olarak geldiği, eğer ünlü biri kullanılıyorsa
sevilip sevilmediği, doğallığı, başarılı olup olmadığı, model alınan kişinin
reklamda dile getirilen sorunu aşıp aşamadığı, model ile birey arasındaki
kişilik özellikleri ve cinsiyet yönünden benzerlikler model alıp öğrenmenin
gerçekleşmesinde etkili olmaktadır. Birey modelde gözlediği davranışın ne
kadar önemli olduğu ve sonuçta bir sorununa çözüm bulabileceğini karar
verdiği takdirde model alma davranışını gösterecektir.
Bilişsel kuramla benzerlik gösteren bir başka öğrenme kuramı olan
Gestalt (Biçim) Kuramı ise “davranışın parçalarını ele almak yerine, tümünü
ele alıp incelemeyi önerir. Kurama göre öğrenme, karşılaşılan bir sorunda,
sorunu çözmek için, bireyin içinde bulunduğu koşulların tüm ilişkilerini
irdelemesi ve davranışı düzene koymasıdır. Yani öğrenme ile davranış
birbirinden ayrı değerlendirilemez, bir süreç olarak düşünülüp, incelenir”
(Kocabaş, Elden, Yurdakul, 1999:110).
Tablo 1’de öğrenme modelleri; tanımları ve yüksek ve düşük ilgililik
düzeyindeki reklam örnekleriyle açıklanmaktadır.
İletişim 2003/18
Hedef Kitle Davranışlarını Etkileyen Psikolojik Bir Faktör Olarak Öğrenme:...
Teori
Tanım
Yüksek İlgililik Örneği
Klasik Şartlanma
Her iki uyarıcı sıklıkla
birlikte ortaya
çıktığında, birinci
uyarıcıdan elde edilen
tepki ikinci uyarıcı
tarafından da ortaya
çıkartılacaktır.
Edimsel
Şartlanma
Benzer durum gelecekte
de meydana geldiğinde
pekiştirilen tepki
genellikle tekrarlanır.
Bir tüketici Chrsler’in
sadece Amerikalılar için
planladıklarını okuduktan
sonra, Amerika
kelimesiyle yaratılan
olumlu duygusal tepki,
Chrysler Markası ile
temin edilenle tekrar
anlam kazanır.
Bir elbise satın alınır ve
satın alıcı bu elbisenin
buruşmadığı ve bazı
övgülere neden olduğunu
fark eder. Aynı firma
tarafından üretilen spor
ceketi de sonrasında satın
alır.
İkonik Alışkanlık
Öğrenme
Şartlandırılmadan iki ya
da ikiden fazla içerik
ilişkilendirilir.
Spor ile uğraşan bir kişi
koşu ayakkabılarının
çeşitli markaları
hakkında zevkli
buldukları bir çok
ayakkabı reklamını
okuyarak bilgi edinir.
Model Alıp
Öğrenme
Davranışlar diğerlerinin
davranışlarının
sonuçları izlenerek ya
da potansiyel bir
davranışın sonucu
düşünülerek öğrenilir.
Bireyler yeni ilişkiler ve
konseptleri
biçimlendirecek hem
yeni bilgileri hem de
varolan bilgileri tekrar
yapılandırmak ya da
birleştirmek için yaratıcı
düşünme içine girerler.
Bir tüketici bir kısa etek
almadan önce,
arkadaşının yeni kısa
eteğine insanların
gösterdikleri tepkileri
izler.
Bir tüketici sodanın
buzdolabından gelen
kokuyu giderdiğine
inanmaktadır. Halıdaki
hoş olmayan kokuların
da bu metotla
giderilebileceğine karar
verebilir.
Muhakeme
27
Düşük İlgililik
Örneği
Tüketiciler reklama
dikkat göstermese
de markanın isminin
ortaya koyduğu
olumlu imaj
tarafından olumlu
duygusal tepki
yaratılır.
Örneğin bilinen
markaların konserve
bezelyeleri çok da
düşünülmeden satın
alınır. Bunlar test
edilmiş ve olumlu
sonuçlar almışlardır.
Tüketici bu
markaları almaya
devam eder.
Tüketici şimdiye
kadar gerçekten
Apple ürünleri ve
reklamları hakkında
düşünmediği halde
Apple’ın ev tipi
bilgisayarlar
ürettiğini
öğrenebilir.
Bir çocuk bunun
hakkında gerçekten
düşünmediği halde
erkeklerin elbise
giymediğini öğrenir.
Karabiberin
kalmadığını
gördüğü bir
dükkanda tüketici
karabiber yerine
beyaz biber almaya
karar verir.
Tablo 1. İlgililik Düzeyi Örnekleri ile Öğrenme Teorileri
Kaynak: Del I. HAWKINS, Roger J. BEST, Kenneth A. CONEY,
Consumer Behaviour (Implications for Marketing Strategy), Richard D. Irwin
Inc. 1992, s.270
İletişim 2003/18
28
Müge ELDEN
KAYNAKÇA
BİNBAŞIOĞLU Cavit, Öğrenme Psikolojisi, Kadıoğlu Matbaası,
Ankara 1978
DALRYMPLE Douglas J., PARSONS Leonard J., Marketing
Management Text and Cases, Sixth Edition, John Wiley&Sons, Inc., USA, 1995
ERDEN Münire, AKMAN Yasemin, Gelişim ve Öğrenme, Arkadaş
Yayınları, Ankara, 2001
HAWKINS Del I., BEST Roger J., CONEY Kenneth A., Consumer
Behaviour (Implications for Marketing Strategy), Richard D. Irwin Inc. 1992
KLINE Stephen B., Learning Principles and Applications, McGrawHill Book Company, USA 1987
KOCABAŞ, Füsun; ELDEN, Müge, YURDAKUL, Nilay; Reklam
ve Halkla İlişkilerde Hedef Kitle, İletişim Yayınları, İstanbul, 1999
ODABAŞI Yavuz, BARIŞ
MediaCat Kitapları, İstanbul, 2002
Gülfidan,
Tüketici
Davranışları,
ÖZDEN Yüksel, Eğitimde Yeni Değerler, Pegem Yayıncılık, Ankara 2002
SELÇUK Ziya, Gelişim ve Öğrenme, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara, 2001
SUTHERLAND Max, SYLVESTER Alice K., Reklam ve Tüketici
Zihni, Çev:İnci Berna Kalınyazgan, MediaCat Kitapları, İstanbul, Eylül 2003
YAZICI, Selim, Öğrenen Organizasyonlar, Alfa Yayınları, İstanbul, 2001
YEŞİLYAPRAK Binnur (Editör), Gelişim ve Öğrenme, PEGEM
Yayıncılık, Ankara, 2002
ZALTMAN Gerald, How Customers Think: Essential Insights into
the Mind of the Market, Harvard Business School Press, USA, 2003
İletişim 2003/18
Hedef Kitle Davranışlarını Etkileyen Psikolojik Bir Faktör Olarak Öğrenme:...
29
Özet
Öğrenme kavramı bir psikolojik faktör olarak tüketici davranışlarının
şekillenmesinde ve açıklanmasında etkili olmakta ve reklamcıların reklamın
izleyici kitlesi olan bireylerin reklama yönelik algılamalarında ve reklamı
değerlendirmelerinde önemli bir etken olarak dikkati çekmektedir.
Kısaca insan davranışlarında meydana gelen kalıcı değişim olarak
tanımlanabilen öğrenme kavramına tüketici davranışları açısından
baktığımızda, geçmiş deneyimlerden kaynak bulan ürünler ve markalar ile
ilgili algılamalardaki, düşüncelerdeki ve eylemlerdeki değişiklik ifade
edilmektedir. Bu bağlamda hedef kitle davranışlarını etkileyen bir psikolojik
kavram olarak öğrenme ve öğrenme kuramları, reklamın tüketici zihninde
yer etmesinde, tüketicinin belli davranışsal tepkileri vermesinde reklamcılar
ve pazarlamacılar tarafından göz önünde bulundurulması ve incelenmesi
gereken kavramlar olarak dikkati çekmektedir.
Anahtar Kelimeler: Öğrenme, Öğrenme Kuramları, Davranışçı
Öğrenme Kuramı, Klasik Koşullanma (Classical Conditioning), Edimsel
Koşullanma (Operant Conditioning), Bilişsel Öğrenme Kuramı (Cognitive
Learning), uyarıcı (stimulus), tepki (response), pekiştireç (reinforcement)
Abstract
The concept of learning, as a psychological factor, is affective in
shaping and explaining the consumer behavior and is of great importance to
the target market of the advertisiements in their understanding and assessing
of the advertisements.
Learning is the permanent changes in human beings’ behaviors.
However, from the consumer behavior point of view, learning means the
changes in the perceptions, thoughts and actions about the products and
brands stemming from past experiences. Learning and learning theories, as a
psychological concept affecting the behaviors of the target market, should be
taken into consideration by the advertisers and the marketers to position the
advertisements in the consumers’ minds and to result in desired consumer
behavioral reactions.
Key Words: Learning, Learning Theories, Behavioral Learning
Theory, Classical Conditionin, Operant Conditioning, Cognitive Learning,
Stimulus, Response, Reinforcement.
İletişim 2003/18
30
İletişim 2003/18
Müge ELDEN
Atasözlerinde Manzum Yapı Meselesi
Y. Doç. Dr. Mahmut KARADEMİR*
Sözlü Türk edebiyatının mahsulleri arasında yer alan atasözleri
Türkiye Türkçesinde atasözü ibaresi ile ifade edilmekle birlikte, Türk
dünyasının değişik yerlerinde atalar sözü, darb-ı mesel, darb-ı kelâm, cümeli hikemiye, deme, demece, eskiler sözü, hikmet, kelâm-ı kibar ve ulular sözü
gibi ıstılahlarla adlandırılmaktadır (Elçin, 1969:169-170; Oy, 1976-77).
Atasözleri, cedlerimizin yaşadıkları hayatı ve kâinatı anlamlandırma
sürecinde edindikleri tecrübe ve müşahedeleri değerlendirme ve ifade
etmede vasıta kıldıkları, sözlü gelenek içerisinden ağızdan ağıza ve nesilden
nesile aktarılan; bazan yalın bir cümle hâlinde, bazan söz sanatlarıyla örülü;
eğitici, öğretici ve uyarıcı tarafları ağır basan; hikmet, düşünce ve öğüt yüklü
ortak (anonim) nitelikli özlü sözler olarak karşımıza çıkmaktadır. Başka bir
ifadeyle “az sözle söylenmiş, dokunaklı, çağrışım yaptıran, zekâyı
kamçılayan, düşündürücü, halk dilinde beğenilmiş tutulmuş” sözlerdir
(Eyüboğlu, 1973:XXI).
Atasözleri, sözlü Türk edebiyatı verimleri arasında olup, ilk yazılı
şekillerine Orhun Bengütaşları’nda (Caferoğlu, 1930)1 ve Kâşgârlı
Mahmûd’un Dîvânü Lügâti’t–Türk2 adlı meşhur eserinde rastlanmaktadır
(Birtek, 1944; Aybars, 1949). Atasözleri, her ne kadar Ortak (anonim) halk
edebiyatı mahsülü iseler de maniler, masallar, türküler, ağıtlar veya destanlar
*
Atatürk Üni. Erzincan Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi Bölümü Öğretim Üyesi.
1
Yazılı ilk atasözü metinleri için bakınız: (ERGİN, Muharrem, 1970: 36, 38 ve TEKİN 1968: 249
Aktaran: ELÇİN 1969: 74).
2
Dîvânü Lügâti’t–Türk‘teki atasözlerini Ferit Birtek tesbit ederek, Türk Dil Kurumu yayınları
arasında neşretmiştir (BİRTEK 1944). Daha sonra ise Nevin Aybars Dîvânü Lügâti’t–Türk‘teki
atasözlerini mezuniyet tezi olarak işlemiştir (AYBARS 1949).
İletişim 2003/18
2
Mahmut KARADEMİR
gibi müstakil edebî bir tür olarak değerlendirilmemişlerdir (Oy, 197677:184). Atasözleri, daha ziyade, konuşma veya yazıya, renk ve kuvvet
katmak, tesiri artırmak, haklılığı sağlamak veya iknayı gerçekleştirmek
gayesiyle yardımcı unsur olarak kullanılırlar. Atasözleri, konuşma veya
yazıda, yazının veya konuşmanın gayesine ulaşmasına yardım edecek bir
işlevi yerine getirmek üzere kullanılır. Şartlara, duruma ve ihtiyaca uygun ve
doğru bir şekilde kullanıldıklarında, atasözlerinin yerine getirdiği her işlev
bir değer taşır. Atasözleri, kullanıldıkları siyak ve sibak içinde veya tek
başına
1. Bilgi değeri,
2. Telkin değeri,
3. Düşünce değeri,
4. Duygu değeri,
5. İletişim değeri,
6. Protesto değeri
taşımak bakımlarından insanın hayat ve kâinat içinde olayları ve olguları
kavrayıp değerlendirme hususunda ufkunu açar, yardımcı olur, işini
kolaylaştırır. Bu bakımlardan atasözleri insan hayatında mühim bir yer
tuttuğu gibi, örgün eğitimin her kademesinde birer eğitim malzemesi olarak
önemli bir yere ve değere sahiptir.
Atasözleri, bugüne kadar değişik araştırmacılar tarafından çeşitli
bakımlardan ele alınarak işlenmiştir. Bunların en derli toplu olanları
Merhum Ömer Asım Aksoy (1984)’un Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü:
Atasözleri Sözlüğü 1 isimli hacimli çalışmasının ilk cildi ile E. Kemal
Eyüboğlu (1973)’nun On Üçüncü Yüzyıldan Günümüze Kadar Şiirde ve
Halk Dilinde Atasözleri ve Deyimler adlı eserinin ilk cildidir. Aksoy,
çalışmasında atasözlerini “Biçim özellikleri” (Aksoy, 1984:19) ve “Kavram
özellikleri” (Aksoy 1984:21) bakımlarından değerlendirmiş; bunların dışında
bazı “Tamamlayıcı Bilgiler” (Aksoy, 1984:23) vermiştir. Eyüboğlu ise kesin
çizgilere dayalı bir tasnife gitmemiş, atasözlerinin kaynakları üzerinde
durmuş ve daha ziyade şiire ve halk diline dayalı geniş bir örneklendirmeye
İletişim 2003/18
3
Atasözlerinde Manzum Yapı Meselesi
gitmiştir. Bu bakımdan Aksoy’un tasnifi hâlen en ihatalı sınıflandırma olup;
Aksoy, tasnifinin sonunda, “Tanım” başlığı altında, sonuç mahiyetindeki şu
tarifte karar kılmıştır:
“Atalarımızın, uzun denemelere dayanan yargılarını, bilgece düşünce
ya da öğüt olarak düsturlaştıran ve kalıplaşmış biçimleri bulunan kamuca
benimsenmiş özsözler” (Aksoy, 1984:36).
Aksoy’un tasnifine göre atasözlerinin biçim bakımından taşıdıkları
özellikler şöyle tesbit olunmuştur:
1. Atasözleri kalıplaşmış (klişe hâline gelmiş) sözlerdir: Her atasözü,
belli bir kalıp içinde belli sözcüklerle söylenmiş donmuş bir biçimdir.
Sözcükler değiştirilip yerlerine –aynı anlamda da olsa– başka sözcükler
konulamayacağı gibi sözdiziminin biçimi de bozulamaz.
2. Atasözleri kısa ve özlüdür. Az sözcükle çok şey anlatır.
3. Atasözlerinin çoğu bir, iki cümledir. Daha uzun olanları azdır
(Aksoy, 1984:19-20).
Atasözlerini kavram bakımından da tasnif yoluna giden Aksoy, “her
atasözünün bir genel kural, bir düstur niteliği” taşıdığını söyler. Aksoy, bu
kavram ve düsturları şöyle sıralar:
“1. Sosyal olayların nasıl olageldiklerini –uzun bir gözlem ve deneme
sonucu olarak– tarafsızca bildiren atasözleri vardır.
4. Tabiat olaylarının nasıl olageldiklerini –uzun bir gözlem sonucu
olarak– belirten atasözleri vardır.
5. Sosyal olayların nasıl olageldiklerini uzun bir gözlem ve deneme
sonucu olarak bildirirken bundan ders almamızı (açıkça söylemeyip
dolayısıyla) hatırlatan atasözleri vardır.
6. Denemelere ya da mantığa dayanarak doğrudan doğruya ahlâk dersi
ve öğüt veren atasözleri vardır.
7. Birtakım gerçekler, felsefeler, bilgece düşünceler bildirerek
(dolayısıyle) yol gösteren atasözleri vardır.
İletişim 2003/18
4
Mahmut KARADEMİR
8. Töre ve gelenekleri bildiren atasözleri vardır.
9. Kimi inanışları bildiren atasözleri vardır.” (Aksoy, 1984:21-22)
Aksoy’un bu kanaatlerine eklenmesi gereken en önemli husus,
atasözlerinin genellikle şiir dili özelliğine yaslandıkları hususudur.
Atasözlerine vurucu, çarpıcı, tok veya güçlü mânâ yapısını kazandıran
özellik, onların çoğu zaman şiir dili ile teşkil edilmesinden kaynaklanır.
Atasözlerinin çoğu zaman ya mısra yapısında, ya beyit şeklinde, yahut da
nadiren de olsa dörtlük şeklinde vücuda getirildiği görülür. Gerek mısra,
gerek beyit ve gerekse dörtlük yapısındaki atasözlerinin, hece ölçüsünün
belli kalıplarına uygunluğu, bu atasözlerinin teşkilinde manzum yapının
hassaten gözetildiğini ortaya koyar. Meselâ Dîvânü Lügâti’t–Türk te yer
alan
“Kişi alası içtin
Yılkı alası taştın”
(İnsanın alacası içinde, hayvanın alacası dışında) şeklindeki atasözü
manzum olup yedili hece ölçüsü ile teşkil edilmiştir. Fakat Dîvânü Lügâti’t–
Türk teki atasözlerini derleyen Ferik Birtek (1944), eserdeki atasözlerinin
manzum yapısı üzerinde durmamıştır. Birtek’ten önceki ve sonraki birçok
araştırmacı gibi Eyüboğlu ve Aksoy da atasözlerindeki bu manzum yapıya
dikkat etmemiş, bu mühim yapı özelliğini gözden kaçırmışlardır.
“Atalar Sözü”nü umumî Türk Dili içerisinde ele alan Prof. Dr. Şükrü
Elçin ise atasözlerinin manzum yapısına temas etmekle birlikte meseleyi
daha çok kavram açısından işlemiş; ama, nazım bakımından bir tasnife veya
örneklemeye gitmemiş, tasnifini ve örneklemeyi kavrama dayandırmıştır
(Elçin, 1969:179-181). Elçin’in manzum yapıdaki atasözleri hususunda
yazdıkları şöyledir:
“Belli bir dil, kültür, mantık, tecrübe, zevk ve muhakeme seviyesinde
meydana gelen bu edebiyat mahsullerinin ilk örnekleri umumiyetle
manzumdur. Türk düşüncesinde aynı cümle veya mısrâda kelime
İletişim 2003/18
Atasözlerinde Manzum Yapı Meselesi
5
tekrarlarından gelen tenâzur, mâna aykırılıklarından doğan tezâd ve umumî
ses unsurlarını teşkil eden vezin ve kafiye, bu manzumeleri ve geleneğini
zamanımıza
kadar
getirmiştir.
Mensur
atalar
sözü,
nazmın
parçalanmasından, onu teşkil eden unsurların düşmesinden, unutulmasından
meydana gelebileceği gibi müstakil bir hüviyetle de dilde asıl şeklini almış
olabilir. ” (Elçin, 1969:179)
Atasözleri genel olarak kesin bir hüküm ifade eder, bir karar
bildirirler. Bu durum, genellikle manzum yapıdaki atasözleri için de
geçerlidir. Fakat manzum yapıdaki atasözlerinin bazıları bitmemiş birer
cümle özelliği taşımaktadır. Bu çeşit atasözlerinde şiir dilindeki eksiltili
anlatım yahut kat‘ sanatı bulunmaktadır. Böyle atasözlerinde kesin hüküm
veya kararın tasdiki muhataba bırakılması, mânânın muhatabın kafasında
tamamlanması söz konusudur.
Manzum yapıdaki atasözlerinin hece ölçüsünün muhtelif kalıplarında,
genellikle ikili, nadiren de dörtlü bentlerden oluştuğu, diğer bir ifade ile
umumiyetle beyit ve nadiren kıta şeklinde teşkil edildiği görülmektedir. Bu
bakımdan manzum yapıdaki atasözleri didaktik beyitler, bazen de dörtlükler
olarak düşünülebilir.
Manzum Yapıdaki Atasözlerinin Dökümü
A. Şekil
Aşağıda manzum yapıda teşkil edilmiş atasözlerinden tesbit
edilebilenlerin metni verilmiştir. Manzum yapıdaki atasözlerinin hepsi
elbette bu kadar değildir. Derlemelerle bu sayının artması mümkün olduğu
gibi gözden kaçanların da bulunduğu şüphesizdir.
Şimdilik tesbit edilebilen manzum atasözleri toplam 218 adettir.
Bunlardan 214 tanesi beyit, dört tanesi de dörtlük şeklindedir.
İletişim 2003/18
6
Mahmut KARADEMİR
I. Beyit şeklindeki atasözleri.3
1.
Aba vakti yaba,
Yaba vakti aba. ***
2.
Abdal ata binince beğ oldum sanır,
Şalgam aşa girince yağ oldum sanır.
3.
Abdal düğünden usanmaz,
Çocuk oyundan usanmaz..
4.
Acı söz insanı dininden çıkarır,
Tatlı söz yılanı ininden çıkarır.
5.
Acın evinde aş bulumaz,
Ölü gözünde yaş bulunmaz.**
6.
Acındırırsan arsız olur,
Acıktırırsan hırsız olur.
7.
Aç (arık) at yol almaz,
Aç (arık) it av almaz.
8.
Aç ne yemez,
Tok ne demez?
9.
Açılan solar,
Ağlayan güler.
10.
Açtırma kutuyu,
Söyletme kötüyü.
11.
Adam adama gerek olur,
İki serçeden börek olur.
Adın nedir Reşit,
12.
3
Yanında herhangi bir işaret olmayan atasözleri, yukarıda künyesi verilen, Ömer Asım Aksoy’un
Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü adlı eserinden; yanında ** işareti olan atasözleri Dr. Ersin
Özarslan’ın derlediği “Tortum Atasözleri” (ÖZARSLAN 2003) SARAÇBAŞI, M. Ertuğrul ve
İbrahim MINNETOĞLU, adlı basılmamış çalışmadan, ***işareti olan atasözleri ise M. Ertuğrul
Saraçbaşı ile İbrahim Minnetoğlu’nun Örnekli ve Açıklamalı Türk Atasözleri Sözlüğü ,
(SARAÇBAŞI ve MINNETOĞLU 2002) adlı eserlerinden den alınmıştır.
İletişim 2003/18
Atasözlerinde Manzum Yapı Meselesi
7
Sen söyle sen işit. **
13.
Ağa aşı borç olur
Düğün aşı harç olur.
14.
Ağa bir hatun aldık ,
Belâyı satın aldık.
15.
Ağacı kurt yer,
Adamı dert yer. **
16.
Akar suya inanma,
El oğluna dayanma.
17.
Akıl bulunmazsa bir başta,
Ne kuruda biter ne yaşta. **
18.
Akıllı oğlan (oğul) neyler ata malını,
Akılsız oğlan (oğul) neyler ata malını.
19.
Akılsız başa söz kâr etmez,
lezzetsiz aşa tuz kâr etmez. ***
20.
Akşam ise yat,
Sabah ise git.
21.
Alçak yerde yatma sel alır,
Yüksek yerde yatma yel alır. ***
22.
Alet işler el öğünür,
Kılıç keser kol öğünür. **
23.
Allah’tan sıska,
Ne yapsın muska? ***
24.
Alma mazlumun âhını,
Çıkar âheste âheste.
25.
Alma sarı, satma sarı,
İletişim 2003/18
8
Mahmut KARADEMİR
Kapındaysa tutma sarı.
26.
Altı olur, yedi olur,
Allah’ın dediği olur.
27.
Altın pas tutmaz,
Deli yas tutmaz.
28.
Altın yerde paslanmaz,
Taş yağmurdan ıslanmaz. ***
29.
Ana gezer kız gezer,
Bu çeyizi kim düzer?
30.
Ana ile kız,
Helva ile koz.
31.
Ana kıza taht kurar,
Kız kocada baht arar.
32.
Anadan olur daya,
Hamurdan olur maya.
33.
Analar der çıkarayım tahta,
Döner dolaşır iş gelir bahta.
34.
Analı kuzu,
Kınalı kuzu.
35.
Anan güzel idi, hani yeri,
Baban güzel idi, hani evi?
36.
Anasına bak kızını al,
Kenarına bak bezini al.
37.
Anlayana sivri sinek saz,
Anlamaza davul zurna az.
38.
Arılar söğüdü sever,
İletişim 2003/18
Atasözlerinde Manzum Yapı Meselesi
9
Âkiller öğüdü sever. **
39.
Arlı gelir ar eyler,
Arsız gelir kâr eyler.
40.
Armudun önü,
Kirazın sonu.
41.
Arpa samanıyla,
Kömür dumanıyla.
42.
Arsız neden arlanır,
Çul da giyer sallanır.
43.
Arslan postunda,
Gönül dostunda ***
44.
Aşı pişiren yağ olur,
Gelinin yüzü ağ olur.
45.
Âşığa nişan gerek,
Dervişe bürhan gerek **
46.
Aşk ağlatır,
Dert söyletir.
47.
At beslenirken,
Kız istenirken.
48.
At bulunur meydan bulunmaz,
Meydan bulunur at bulunmaz.
49.
At ölür meydan kalır,
Yiğit ölür şan kalır.
50.
Ata eyer gerek
Eyere er gerek.
51.
Ateş ola da yakmaya...
İletişim 2003/18
10
Mahmut KARADEMİR
Yılan ola da sokmaya... ***
52.
Ateş olur da yakmaz mı,
Yılan olur da sokmaz mı? ***
53.
Ateşim olsun da dumanlı olsun,
Ekmeğim olsun da samanlı olsun. ***
54.
Atım tepmez deme,
İtim kapmaz deme. **
55.
Atın dorusu,
Erin delisi.
56.
Atın ürkeği,
Erin korkağı.
57.
Atın varken yol tanı,
Ağan varken el tanı.
58.
At olur meydan olmaz,
Meydan olur at olmaz.
59.
Ava gelmez kuş olmaz,
Başa gelmez iş olmaz.
60.
Avcının bin alı var,
Ayının bin yolu var.
61.
Ay ayakta çoban yatakta,
Ay yatakta çoban ayakta.
62.
Ayağını sıcak tut, başını serin,
Gönlünü ferah tut, düşünme derin.
63.
Ayak değmedik taş olmaz;
Başa gelmedik iş olmaz.
64.
Ayda gelene gül döşerler,
İletişim 2003/18
Atasözlerinde Manzum Yapı Meselesi
11
Günde gelene kül döşerler. ***
65.
Ayran bulamaz aşına,
Sokmalar sokar başına.
66.
Az el aş kotarır,
Çok el iş kotarır.
67.
Az eli aşta gör,
Çok eli işte gör.
68.
Az yiyen az uyur.
Çok yiyen güç uyur.
69.
Azıcık aşım,
Kaygısız başım.
70.
Bağa bak üzüm olsun,
Yemeğe yüzün olsun.
71.
Bağın taşlısı,
Kızın saçlısı.
72.
Bakarsan bağ olur,
Bakmazsan dağ olur.
73.
Baktın hava kar havası
Gir içeri kör olası
74.
Başın sağlığı,
Dünya varlığı.
75.
Baş yarılır börk içinde,
Kol kırılır kürk içinde.
76.
Behey abdal behey derviş,
Akça ile biter her iş. **
77.
Bez alırsan Musul’dan,
İletişim 2003/18
12
Mahmut KARADEMİR
Kız alırsan asilden.
78.
Bezirgân yanında mis kokar,
Demirci yanında is kokar. ***
79.
Bıçağı kestiren kendi suyudur,
İnsanı sevdiren kendi huyudur.
80.
Bir anaya bir kız,
Bir kafaya bir göz.
81.
Bir atın varsa inişte in,
Bin atın varsa yokuşta bin.
82.
Bir elin nesi var,
İk’elin sesi var.
83.
Biri yer biri bakar,
Kıyamet ondan kopar.
84.
Borç uzayınca kalır,
Dert uzayınca alır.
85.
Bugün bana,
Yarın sana.
86.
Buğday ile koyun,
Geri yanı oyun.
87.
Cambaz ipte gerek,
Balık dipte gerek.
88.
Cömer cömert derler maldan ederler,
Yiğit yiğit derler candan ederler.
89.
Çam ağacından ağıl olmaz,
El çocuğundan oğul olmaz.
90.
Çiftçiye yağmur, yolcuya kurak,
İletişim 2003/18
Atasözlerinde Manzum Yapı Meselesi
13
Cümlenin hakkını verecek hak.
91.
Çingene ciğer pişirir
Yemeden karnın şişirir.
92.
Çocuk seversen beşikte sev,
Koca seversen döşekte sev.
93.
Çok söyleme arsız edersin,
Esirgeme hırsız edersin.
94.
Çok söz yalansız olmaz,
Çok mal talansız olmaz. **
95.
Dağ başına kış gelir,
Er başına iş gelir. **
96.
Dazlayan daza düşer,
Kel başlı kısa düşer.
97.
Deli ile çıkma yola
Getirir başına belâ.
98.
Delik taş yerde kalmaz,
Deli kız evde kalmaz.
99.
Demir ıslanmaz,
Deli uslanmaz.
100.
Demir nemden çürür,
İnsan gamdan çürür.
101.
Deniz dalgasız olmaz,
Gönül sevdasız olmaz.
102.
Derdin yoksa söylen,
Borcun yoksa evlen.
103.
Derede tarla sel için,
İletişim 2003/18
14
Mahmut KARADEMİR
Tepede harman yel için.
104.
Devletliye dokun geç,
Fukaradan sakın geç.
105.
Dilim seni dilim dilim dileyim,
Başıma geleni senden bileyim.
106.
Dumansız baca olmaz,
Kahırsız koca olmaz.
107.
Duvarı nem yıkar,
Yiğidi gam yıkar.
108.
Düz duvar kesme taştan,
İyilik iki baştan. **
109.
Düz duvar kesme taştan olur,
Maslahat iki baştan olur. **
110.
Ecel geldi cihana,
Baş ağrısı bahane.
111.
Eken biçer,
Konan göçer.
112.
El elden kalmaz,
Dil dilden kalmaz.
113.
El için ağlayan iki gözden olur
Yâr için dövünen iki dizden olur.
114.
Elifin hecesi var,
Gündüzün gecesi var.
115.
Elmayı çayıra dik,
Armudu bayıra dik.
116.
Elmayı soy da ye,
İletişim 2003/18
Atasözlerinde Manzum Yapı Meselesi
15
Armudu say da ye.
117.
Emmim dayım,
Aldım payım.
118.
Ergen gözüyle kız alma,
Gece gözüyle bez alma.
119.
Erkek sel gibidir,
Kadın göl gibidir.
120.
Er uyanan yol alır,
Er evlenen döl alır. **
121.
Erken kalktım işime,
Şeker kattım aşıma.
122.
Ersiz avrat olmaz,
Yularsız at olmaz.
123.
Ersiz ev,
Nursuz ev. ***
124.
Fakir evinde iki kız,
Biri çuvaldız biri biz.
125.
Gafile kelâm,
Nafile kelâm.
126.
Gâvurun tembeli keşiş olur,
Müminin tembeli derviş olur.
127.
Gedik yüze,
Çıktık düze.
128.
Gelen geçer
Konan göçer.
129.
Gelin eşikte,
İletişim 2003/18
16
Mahmut KARADEMİR
Oğlan beşikte.
130.
Gönülsüz namaz,
Göklere ağmaz.
131.
Gönül var okluğa konar,
Gönül var bokluğa konar.
132.
Görenedir görene;
Köre nedir, köre ne?
133.
Görgülü kuşlar, gördüğünü işler,
Görmedik kuşlar, ne görmüş ne işler.?
134.
Görmemiş görmüş,
Gülmeden ölmüş.
135.
Gül dalından odun olmaz,
Beslemeden kadın olmaz.
136.
Gülme komşuna,
Gelir başına.
137.
Güvenme varlığa,
Düşersin darlığa.
138.
Güzel bürünür,
Çirkin görünür.
139.
Güzele güzel derler haz eder,
Çirkine güzel derler naz eder. **
140.
Güzellik ondur,
Dokuzu dondur.
141.
Hacı hacı mı olur gitmekle Mekke’ye,
Derviş derviş mi olur gitmekle tekkeye? **
142.
Hacı hacı olmaz gitmekle Mekke’ye
İletişim 2003/18
Atasözlerinde Manzum Yapı Meselesi
17
Dede dede olmaz gitmekle tekkeye.
143.
Hacı hacıyı Mekke’de bulur.
Derviş dervişi tekkede bulur,
144.
Hacı Mekke’ye yakışır,
Derviş tekkeye yakışır.
145.
Hanım eri ile,
Peynir deri ile. **
146.
Hanım var arpadan aş eder,
Hanım var buğdadan keş eder. **
147.
Harman yel ile olur,
Düğün el ile olur.
148.
Hanım var ev yapar,
Hanım var ev yıkar. **
149.
Hayır söyle komşuna,
Hayır çıksın karşına.
150.
Hayır dile eşine,
Hayır gelsin başına.
151.
Helâlzâde barıştırır.
Haramzâde karıştırır.
152.
Her kimin ki bağı var,
Yüreğinde dağı var. **
153.
Hırsızlık bir ekmekle başlar,
Kahpelik bir öpmekle başlar. **
154.
İki kişi dinden olur,
Öbür kişi candan olur. **
155.
İyilik et kellere,
İletişim 2003/18
18
Mahmut KARADEMİR
Övünsünler ellere. **
156.
İnsan beşer,
Kuldur şaşar.
157.
İnsan göre göre alışır,
Hayvan süre süre alışır.
158.
İnsan insana gerek olur,
İki yufkadan börek olur. **
159.
İsin yanına varan is kokar.
Misin yanına varan mis kokar.
160.
İyiliğe iyilik her kişinin kârı,
Kötülüğe iyilik er kişinin kârı.
161.
İyiyi kötüyü el bilir
Dereyi tepeyi yel bilir.
162.
Kalmaz yerde mazlumun âhı,
Tahttan indirir padişâhı. **
163.
Kar senesi,
Kâr (var) senesi.
164.
Kardeşten karın yakın,
Kulaktan burun yakın.
165.
Katrandan olmaz ki şeker,
Olsa da cinsine çeker.
166.
Kaynanalar öcü görünür,
Oğulları cici görünür. **
167.
Kırk yıllık Kâni,
Olur mu Yani?
168.
Kız evi,
İletişim 2003/18
Atasözlerinde Manzum Yapı Meselesi
19
Naz evi.
169.
Kim düşmüş daldan,
O bilir haldan.
170.
Kocana göre bağla başını,
Harcına göre pişir aşını.
171.
Kör bıçak ele yavuz,
Kem avrat dile yavuz. **
172.
Kör ölür kalem kaşlı olur,
Kel ölür sırma saçlı olur.
173.
Kürkçünün kürkü olmaz
Börkçünün börkü olmaz.
174.
Mart ayı,
Dert ayı.
175.
Mart kapıdan baktırır,
Kazma kürek yaktırır.
176.
Mazlumun âhı,
İndirir şâhı.
177.
Mazlumun âhı,
Devirir şâhı. **
178.
Ne yavuz ol asıl,
Ne miskin ol basıl.
179.
Nerde birlik,
Orda dirlik. ***
180.
Nerde çokluk,
Orda bokluk.
181.
Saçlar sefadan uzar,
İletişim 2003/18
20
Mahmut KARADEMİR
Tırnak cefadan uzar. **
182.
Sade pirinç zerde olmaz, bal gerekir kazana;
Baba malı tez tükenir, evlat gerek kazana.
183.
Sakın verme çobana kızı,
Ya koyun güttürür ya kuzu. **
184.
Sakla samanı,
Gelir zamanı.
185.
Saldık çayıra,
Allah kayıra.
186.
Selâm para,
Kelâm para.
187.
Sen ağa ben ağa,
Ya sütü kim sağa? **
188.
Sen dede ben dede,
Atı kim tımar ede? **
189.
Sık gidersen dostuna,
Yatar arka üstüne.
190.
Sitte-i sevir,
Kapıyı çevir.
191.
Söz var iş bitirir,
Söz var baş yitirir.
192.
Sözü söyle alana,
Kulağında kalana.
193.
Şık şık eden akçadır,
İş bitiren akçadır.
194.
Tarlayı düz al,
İletişim 2003/18
Atasözlerinde Manzum Yapı Meselesi
21
Kadını kız al.
195.
Ummadığın taş,
Vurur kırar baş.
196.
Uzağa kız verme [y]iter gider,
Veresiye satma batar gider. **
197.
Üveye etme, özünde bulursun;
Geline etme, kızında bulursun.
198.
Üvey öz olmaz,
Kemha bez olmaz.
199.
Üveyden öz olmaz,
Kemhadan bez olmaz. **
200.
Var evi kerem evi,
Yok evi verem evi.
201.
Varsa hünerin, var her yerde yerin;
Yoksa hünerin, var her yerde yerin.
202.
Verirsen doyur,
Vurursan duyur.
203.
Yalancılar dinden olur,
Suçsuz adam candan olur. **
204.
Yaman komşu, yaman avrat, yaman at;
Birinden göç, birin boşa, birin sat.
205.
Yarım hekim candan eder,
Yarım hoca dinden eder.
206.
Yaş yetmiş,
İş bitmiş.
207.
Yaşa yaşa,
İletişim 2003/18
22
Mahmut KARADEMİR
Gör temaşa.
208.
Yaza çıkardık danayı,
Beğenmez oldu anayı.
209.
Yazın gölge hoş,
Kışın çuval boş.
210.
Yiğidi yas çürütür,
Demiri pas çürütür.
211.
Yüz verme arsız olur,
Az verme hırsız olur.
212.
Zengin arabasın dağdan aşırır,
Züğürt düz ovada yolunu şaşırır.
213.
Zurefânın düşkünü,
Beyaz giyer kış günü.
214.
Zülüf sefadan uzar,
Tırnak cefadan uzar. **
II. Dörtlük şeklindeki atasözleri:
215.
Alma alı,
Sat yağızı,
Bin doruya
Besle kırı.
216.
Az olsun,
Öz olsun.
Az söyle
Çok dinle
217.
Varmı pulun,
Herkes kulun;
Yok mu pulun,
Çıkmaz yolun. **
Varsa pulun,
218.
İletişim 2003/18
23
Atasözlerinde Manzum Yapı Meselesi
Herkes kulun;
Yoksa pulun,
Dardır yolun.
B. Vezin
Yukarda metni verilen atasözleri, vezin bakımından hece ölçüsünün
değişik kalıplarına tekabül etmektedir Manzum yapıdaki atasözlerinin, hece
kalıbına göre, çoktan aza doğru dağılımı şöyledir: Yedili 49 tane, beşli 34
tane, altılı 29 tane, sekizli 29 tane, dokuzlu 28 tane, dörtlü 15 tane, on birli 9
tane, onlu 9 tane, on ikili 4 tane, on üçlü 3 tane, birer adet de on dörtlü ve on
beşli hece kalıbında atasözü vardır.
Bu atasözlerinin hece kalıplarına göre dağılımı ise yukarıda verilen
numaralara göre şöyledir:
Üç Heceli Atasözleri: 168, 174, 123, 179, 180, 206, 216 (= 7)
Dört Heceli Atasözleri: 8, 46, 74, 85, 111, 117, 127, 128, 156, 163,
186, 207, 215, 217, 218 (= 15)
Beş Heceli Atasözleri: 7, 9, 15, 20, 27, 30, 34, 40, 47, 55, 56, 69, 71,
99, 112, 125, 129, 130, 134, 136, 138, 140, 167, 169, 176, 177, 184, 185,
190, 194, 195, 198, 202, 209 (= 34)
Altı Heceli Atasözleri: 1, 10, 12, 23, 41, 43, 50, 54, 66, 67, 68, 72,
80, 82, 86, 87, 100, 102, 107, 119, 122, 137, 145, 148, 178, 187, 188, 191,
199 (=29)
Yedi Heceli Atasözleri: 13, 14, 16, 28, 29, 31, 32, 39, 42, 45, 49, 57,
58, 59, 60, 70, 83, 84, 94, 95, 96, 98, 101, 104, 106, 108, 110, 114, 115, 120,
132, 147, 149, 150, 152, 155, 164, 171, 173, 175, 181, 189, 192, 193, 200,
210, 211, 213, 214 (=49)
Sekiz Heceli Atasözleri: 3, 22, 24, 25, 26, 38, 44, 51, 52, 63, 65, 73,
75, 76, 77, 91, 97, 103, 118, 124, 131, 135, 144, 151, 154, 165, 203, 205,
208 (= 29)
İletişim 2003/18
24
Mahmut KARADEMİR
Dokuz Heceli Atasözleri : 5, 6, 11, 17, 19, 21, 36, 37, 48, 61, 64, 78,
81, 89, 92, 93, 109, 116, 121, 146, 153, 157, 158, 161, 162, 166, 172, 183 (=
28)
On Heceli Atasözleri: 33, 35, 90, 126, 139, 143, 159, 170, 196 (= 9)
On Bir Heceli Atasözleri: 53, 79, 88, 105, 133, 197, 201, 204, 212 (= 9)
On İki Heceli Atasözleri: 2, 4, 18, 62 (= 4)
On Üç Heceli Atasözleri: 113, 142, 160, (= 3)
On Dört Heceli Atasözleri: 141 (=1)
On Beş Heceli Atasözleri: 182, (=1)
Sonuç
Yukarıdaki manzum yapılı atasözü metinlerinin dökümünden
hareketle, Türk atasözlerinin nesir cümleleriyle teşkil edildiği gibi mevzun
ve mukaffa cümle veya ibareler halinde, manzum olarak da teşkil edildikleri
gerçeği isbatı ortada bir hüküm ve tesbit hâlinde ifade edilebilir. Atasözü
metinleri, taşıdıkları işlevler bakımından bilgi verme, telkin etme,
düşündürme, duygu aktarma, iletişim kurma ve protesto etme görevlerinin
birkaçını birden yerine getirmektedirler. Manzum atasözlerinin, mensur
atasözlerine nazaran işlevlerini daha kolay yerine getirdiklerini söylemek
gerekir. Çünkü manzum söz, mensur sözden yapısı itibariyle daha tesirlidir.
Nesir, insana sadece mânâsındaki kuvvet ve çarpıcılıkla tesir ederken,
manzum söz, mânâ kuvvetine nazmın getirdiği âhenk ve söz sanatlarının
kattığı kuvveti de eklemektedir. Çünkü, bir ifadenin tesir edişi, kalıcılığı ve
yaşamasında, muhtevasının çarpıcılığı ve derinliği kadar şekli de önemlidir.
Atasözlerinin manzum olarak teşkilinde gözetilen gaye manzum yapının
unutulmayı önlemesi, tesir kuvveti, ezberlenme kolaylığı, şifahî ömrünün
uzun olması gibi hususlardır.
Atasözü metinlerinin kısalığı yüzünden her atasözünü taşıdığı değer
ve gördüğü işlev açısından ayrı ayrı tahlile tâbi tutmak metin tekrarı olacağı
için buna gerek görülmemiştir.
İletişim 2003/18
Atasözlerinde Manzum Yapı Meselesi
25
Kaynaklar
AKSOY, Ömer Asım, (1984), Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü:
Atasözleri Sözlüğü 1, Dördüncü Baskı, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
AYBARS, Nevin, (1949), Dîvânü Lügâti’t–Türk‘teki Atasözleri ve
Öğütler: Transliterasyon, Tercüme, Mevzularına Göre Tasnif, İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Basılmamış
Mezuniyet Tezi, Türkiyat Enstitüsü nu: 311, XI+141+XI s.
BİRTEK, Ferit, (1944), En Eski Türk Savları- Dîvânü Lügâti’t–
Türk‘ten Derlemeler I, Ankara: Alâeddin Kıral Basımevi.
CAFEROĞLU, Ahmet, (1930), “Orhun Âbidelerinde Atalar Sözü”,
Halk Bilgisi Haberleri, 1/3 (Aralık ).
ELÇİN, Şükrü, (1969), “Türk Dilinde Atalar Sözü: Kelime, Kavram,
Bibliyografya, Örnekler”, Hacettepe Sosyal ve Beşerî Bilimler Dergisi, 1/2
(Ekim) 169-170.
ERGİN, Muharrem, 1970, Orhun Âbideleri, İstanbul: Millî Eğitim
Basımevi.
EYÜBOĞLU, E Kemal, (1973), On Üçüncü Yüzyıldan Günümüze
Kadar Şiirde ve Halk Dilinde Atasözleri ve Deyimler, İstanbul: Doğan
Kardeş Matbaacılık Sanayii A. Ş.
OY, Aydın, (1976-77), “Atasözü”, Türk Dili ve Edebiyatı
Ansiklopedisi C. I, İstanbul: Dergâh Yayınları.
ÖZARSLAN,
çalışma).
Ersin, (2004) “Tortum Atasözleri”, (basılmamış
SARAÇBAŞI, M. Ertuğrul ve İbrahim MINNETOĞLU, (2002)
Örnekli ve Açıklamalı Türk Atasözleri Sözlüğü , İstanbul: Bilge Kültür
Sanat.
TEKİN, Talat, (1968), A Grammar of Orkhon Turkic, Indiana
University Publications.
İletişim 2003/18
26
Mahmut KARADEMİR
ÖZET
Halk edebiyatı mahsulleri olan atasözleri yapı bakımından nesir
olabileceği gibi manzum da olabilirler. Manzum yapılı atasözleri şiir dilinin
imkânları ile tesirde ve kalıcılıkta nesir atasözlerinden önde gelirler. Bu
yazıda manzum Türk atasözleri tesbit edilerek vezin bakımından tasnif
edilmiştir.
ABSTRACT
The proverbs are among the folkloric materials that can be in form of
prose and verse as well. The proverbs in verse are prior to the proverbs in
prose to have an effect on the people because of using the elements of poetic
diction. İn this article it has been dealth with putting together the proverbs in
verse form in Turkish and tryin to classify according to the metric system of
Turkish.
İletişim 2003/18
Kamu Çıkarını Korumak İçin Araştırmacı Gazetecilik Bir
Alnertanif Olabilir mi?
Yard. Doç. Dr. Selda İÇİN AKÇALI∗
İnsanlık tarihi, bilginin yeryüzündeki dağılımını dünyanın dönme
hızına koşut kılmaya çalışmanın tarihi olmuştur. Günümüzde, teknolojik
gelişmeye paralel olarak herhangi bir bilginin dünyanın bir ucundan diğer
ucuna ulaşması saniyelere indirgenmiştir. Medya teknolojisindeki
gelişmeler, iletişim araçlarının bilgisayar sistemleri ve telekominikasyon
teknikleriyle bütünleşmesi, dijital teknolojinin iletişim araçlarında sağladığı
hız, çeşitlilik çok boyutluluk ve multimedya sanayi; veri, görüntü ve metin
değişiminde gelişkin bir ortam sağlamakla kalmamış, iletişimin içeriğini,
niteliğini, amaç ve işlevlerini de değiştirmiştir. Bu değişime koşut olarak
olayların ve gelişmelerin dünyanın her yerinde neredeyse aynı anda
yaşandığı, görüldüğü, dinlendiği, bilin(eme)diği görece daha kollektif evrensel- bir çağa girilmiş bulunulmaktadır.
Kitle iletişim araçları aracılığı ile haber vermede kullanılan tekniğin
değişmesi, ses ve görüntünün de devreye girmesi sadece bilginin değil aynı
zamanda haberin yapısını da etkilemiştir. Haber, özellikle radyo ve
televizyon ile birlikte yeni bir yapıya kavuşmuş, etkileri farklılaşmıştır.
Teknolojik gelişmeler sayesinde özellikle televizyonun, telefon ve
bilgisayarla olan kullanımı ve nihayet Internet’in bir ağ ile tüm dünyayı
sarması, haberi daha hızlı yayılan ve tüketilen bir olgu olarak yeniden
yapılandırmakla kalmamış, haberlerin daha hızlı tüketilmesi, daha farklı
haber toplama organizasyonlarına gidilmesini de zorunlu kılmıştır.
∗
Ege Üniversitesi İletişim FakültesiGazetecilik Bölümü- Genel Gazetecilik Anabilim Dalı
İletişim 2003/18
2
Selda İÇİN AKÇALI
İnsanın en temel gereksinimlerinden biri olan haberleşme, nicelik ve
nitelik bakımından farklılıklar göstererek yüzyıllardır içinde şekillendiği
toplumun sosyo-politik ve kültürel yapısının bir yansıması olmaktadır.
Gittikçe medyatikleşen* bir dünyada, iletişim toplumlarında, farklı sosyal
kesimler arasındaki ilişkilerin medya tarafından şekillendirildiği ve bir
kanaat oluşturma rejiminde yaşadığımız vurgulanmaktadır (Bilgin,1995).
Bilgi çağı, iletişim çağı gibi tanımlamalarla nitelendirilen çağımızda
haberleşme faaliyeti, görevi ve sorumlulukları gün geçtikçe daha geniş
kesimlerce
sorgulanan
kitle
iletişim
araçları
tarafından
gerçekleştirilmektedir.
Bilimsel ve teknolojik gelişme ve değişimlerin yanısıra, nüfusun hızla
artması ve yoğunlaşması, kuruluşların büyümesi, çarpıklaşması ve ulusal
sınırları aşmasına dikkat çeken Tosun, haberleşme, taşıma araç ve
yöntemlerindeki değişimlerle de birlikte nihayet toplumsal ortamın da büyük
ölçüde etkilendiğini ve hızla değişmesine neden olduğunu söylemektedir
(Tosun,1990:95). Yaşanan bu değişimle beraber, kişilerin yaşamı
algılamaları ve yaşam tarzları da değişerek kitle iletişim araçlarının farklı
taleplere hizmet etmesi gündeme gelmiştir. İletişim, yazıdan sonra insanlık
yaşamını değiştirip dönüştüren önemli “bir sosyal olay” (Corner, Hawthorn,
1987:10) olarak kabul görmüştür.
1970’li yıllarla birlikte, o zamana dek sınırlı bir kesimin ilgi alanında
kalan iletişim olgusu, sosyal bilim çevrelerinin çok yoğun ilgilendiği yeni bir
inceleme alanı haline gelmiştir. Bu ilgi yoğunlaşmasının nedeni, hiç
kuşkusuz, yeni iletişim teknolojilerinin bütün diğer buluşlara ivme
kazandırma potansiyelini içermeleri ve yeni bir üretim ve toplumsal düzen
paradigmasını taşıyabilecek boyutlara sahip olmalarıdır (Uğur, Bilici,
*
Medyatik dünya, herşeyin medya diliyle kurulması ve kurgulanmasını dile getirmektedir. Erol Mutlu,
“Medya ve Demokrasi”, Yeni Tükiye-Özel Medya Sayısı 96/12, II.Cilt, s.679.
*
Önceleri kitle iletişimi olgusunu “tek kişilik haçlı seferi” olarak tanımlayan ve eleştirel bakan Mc
Luhan, daha sonra “küresel köy” tanımlamasıyla var olan dizgenin pekiştirilmesi anlamına da gelebilecek
bir iyimserlik içerisinde görülmektedir. Oskay, Ünsal 1993:225. Mc Luhan’ın “Araç mesajdır” teziyle
ilgili bkz.; Alemdar, Kaya 1983: 85-101.
*
1972’de Demokrat Parti’nin Washington’daki “Watergate” binasında bulunan merkezine yapılan
soygunla başlayan ve 1974’de dünyanın en etkili isimlerinden olan Başkan Richard Milhous Nixon’un
istifasıyla sonuçlanan siyasi casusluk olayı. Washington Post’un muhabirlerinden Carl Bernstein ve Bob
Woodward bu haberle Pulitzer Ödülünü almışlardır.
İletişim 2003/18
Kamu Çıkarını Korumak İçin Araştırmacı Gazetecilik Bir Alnertanif Olabilir mi?
3
1998:448-496). İletişimde yaşanılan gelişmelerin “birer üretim, dağıtım,
tüketim, mülkiyet ve denetim sorunu” (O’Neil, 1998:16) olmayı sürdürmesi
ve iletişime dair her türlü sorunsalın, sosyal bilimler alanındaki diğer
disiplinlerle açıklanmaya çalışılması bunun bir göstergesidir.
20.yüzyılın son çeyreği, gelişmiş ülkelerdeki toplumsal yapının
değişen biçimi üzerine farklı görüşlerin ortaya atıldığı bir dönem olmuştur.
Bu yeni yapılanmalara atfedilen bilgi toplumu, enformasyon toplumu,
postmodern toplum, post-endüstriyel toplum vb. tanımlamalarda da, yine
gerçekliğin algılanmasında aracı konumundaki medya, yaşamın tümünün
yeni durumlar olarak sunulmasında en büyük etkendir. Her tür değişim
ilişkisini kapsayan iletişim, toplumsal düzlemde değişim ilişkisinin kendisi
olarak algılanır. Mc Luhan, iletişim teknolojisini uygarlık tarihinin merkezi
olarak kabul eder. Ona göre, uygarlık tarihini yaratan bütün diğer
teknolojilerin merkezi olan iletişim teknolojisidir (Oskay, 1993:207-226).
Mc Luhan’ın ifadesiyle*, insan gövdesinin uzantıları haline gelen kitle
iletişim araçları, geçirmiş bulundukları yapısal ve işlevsel değişimler sonucu
etkilemenin, inandırmanın, yönlendirmenin en etkin araçları haline
gelmişlerdir. Bir anlamda pasif alıcı konumundaki kişi, iletinin içeriğinden
çok, sunumu ile ilgilenmeye başlamıştır. Kitle iletişim araçlarının bilgi ve
içerik olarak beslendiği kaynaklar değiştiği gibi, bu içeriği aktarma
teknikleri de hızla değişmiştir (Hütler, 1981:49-64). Gelinen bu noktada artık
kitle iletişim araçları için söz konusu olan bu devrimin, daha çok toplum
modelinin devrimine yol açtığı söylenebilir.
Kapitalist yaşam koşullarının belirlediği insanlık durumunda yirmi
birinci yüzyılın insanı, kendi gerçeğinin bilgisini, elde edemediği
kaynakların sahipleri tarafından sağlama ihtiyacı ve iletişim biçimi içine
*
Önceleri kitle iletişimi olgusunu “tek kişilik haçlı seferi” olarak tanımlayan ve eleştirel bakan Mc
Luhan, daha sonra “küresel köy” tanımlamasıyla var olan dizgenin pekiştirilmesi anlamına da gelebilecek
bir iyimserlik içerisinde görülmektedir. Oskay, Ünsal 1993:225. Mc Luhan’ın “Araç mesajdır” teziyle
ilgili bkz.; Alemdar, Kaya 1983: 85-101.
*
1972’de Demokrat Parti’nin Washington’daki “Watergate” binasında bulunan merkezine yapılan
soygunla başlayan ve 1974’de dünyanın en etkili isimlerinden olan Başkan Richard Milhous Nixon’un
istifasıyla sonuçlanan siyasi casusluk olayı. Washington Post’un muhabirlerinden Carl Bernstein ve Bob
Woodward bu haberle Pulitzer Ödülünü almışlardır.
İletişim 2003/18
4
Selda İÇİN AKÇALI
düşürülmüştür. Raymond Williams’in da belirttiği gibi, günümüzün yeni
bireyi ilk kez evinde “pencerelerinden dışarı gözlerini dikmiş” veya
“yaşamlarının koşullarını saptayan güçler hakkında enformasyon almak için
dışarıdan gelen haberleri” merakla beklemeye başlayan bir ilişki içine
girmiştir(Aktaran Erdoğan, 1997:154). Bu yeni iletişim biçiminde kişinin,
birtakım sosyal olay ve olgulara karşı daha ilgisiz ve duyarsız kaldığını da
söylemek mümkündür. Bu bağlamda Wrigth Mills’de benzer bir ifadeyle,
“Kitle toplumu içerisindeki bireyler gündelik yaşamlarını sellerin önünde
sürüklenen çakıl taşları gibi yaşamaktadır.” ( Mills, 1974: 426) derken, aynı
gerçekliğe dikkat çekmektedir.
Günümüz insanının kendi yaşamını ilgilendiren olay ve olgular
karşısında medyadan ne oranda bilgilendiği ve bu bilgilendirme işlevinde
gazetecinin, özellikle araştırmacı gazetecinin nasıl bir rol oynadığının
sorgulanması, bu çalışmanın amaçlarından birini oluşturmaktadır. İletişim
teknolojisindeki hızlı gelişmeler, üretimin diğer alanlarındaki yapısal
değişikliklerle birlikte, yeni bir toplumsal örgütlenmenin oluşumuna yol
açmaktadır. Daha demokratik bir toplum için bilgilendirilmiş vatandaşlar
yaratma görevi, toplumsal işlevleri gittikçe yetersizleşen medya sistemleri
tarafından gerçekleştirilmektedir. Bu yeni düzenin ekonomi politiği ise,
dünya ölçeğinde son derece hızlı hareket edebilen bilgi akış sisteminin
kurulması yönünde gelişmiştir. Bu ağ sistemi içinde özellikle gazetecilerin
üstlendiği sorumluluk ve ideolojik işlev, toplumsal alanda ihmal edilemez
bir belirleyicilik taşımaktadır. Bu işlevler arasında sayılan bilgi ve haber
aktarımı ise, bu alandaki en önemli konular olarak ele alınmaktadır.
Araştırmacı Gazetecilik Bir Alternatif Olabilir mi?
Daha önceleri görevi, büyük ideolojik, felsefi, politik fikirlere ve
tartışmalara karşı anlamlar inşa etmek olan gazetecilik mesleği, özellikle
bilginin globalleşmesi ile birlikte, büyük değişimin yaşandığı günümüzde,
deşifre edemediği bir dünyada, meşruiyetine ve sorumluluğuna anlam
vermekte zorlanmaktadır. Klasik gazetecilik mesleği için geçerli olan
aktarma, bilgi verme ve bir olayı takip etme modeli artık kamuoyunu tatmin
İletişim 2003/18
Kamu Çıkarını Korumak İçin Araştırmacı Gazetecilik Bir Alnertanif Olabilir mi?
5
etmemektedir. Kişilerin her şeyden önce insan olarak toplumsal, siyasal ve
kültürel hayata dair öngörüleri kitle iletişim araçlarından aldıkları
enformasyon aracılığıyla şekillenir. Bu bağlamda derinlemesine bilgi ve
açıklamanın yer aldığı, gerçekle ilişkisi daha somut verilerle işlenmiş
haberlerin tercih edilmesi söz konusudur.
Gazetecilik faaliyetinin özünde bulunan araştırma, önemli bir
toplumsal yükümlülüğü taşıyan gazeteci açısından mesleğinin ayrılmaz bir
parçasıdır. Haber üretimine geçebilmek için bilgilere ulaşmak, ulaşılan bu
bilgilerin bireylere iletilmesi amacıyla gazetede yer alacak biçime
dönüştürmek için gazeteci araştırma eyleminde bulunmaktadır. Araştırma bir
konuya biçim vermektir. Konuya biçim vermek ise, görsel belleği kullanarak
çamura şekil vermeye benzetilebilir. Araştırmanın, görsel bellekle heykel
yapmaya benzetilmesinin nedeni, ortada doğrudan örnek alınabilecek, gözle
görülür, somut bir nesnenin olmayışıdır (Barzun, Graff, 1996: 16-17). Bu
bağlamda araştırma somut bir nesnenin varlığından yoksun olarak, sorun
varsayılan bir konunun tespitini gerektirmektedir. Bilimsel yöntemler
ışığında saptanan
sorunlar başlangıçta birer varsayımdan ibarettir.
Temelinde belli hipotezlerden yola çıkmayı öngören, bilimsel çözüm
arayışları süreci olarak kabul edebileceğimiz araştırma; sorunların
belirlenmesinden sonuçların değerlendirilmesine kadar birbirine bağımlı
birçok aşamadan oluşmaktadır. Araştırma, çok belli bir bilgi
değerlendirmesi, veri işlemesi, doğruya yaklaşım tekniği, anket veya istatistik
çalışmalarıdır (Furet, 1990: 2). Ancak değişen ve gelişen günümüz medya
koşullarında, gerek basının kendi içinden, gerek bilgilerin fazlalığından ve
gerekse siyasi, ekonomik, toplumsal ve kültürel ortamdan kaynaklanan
nedenlerden dolayı gazetecilik mesleğinde yeni kimlik arayışlarına
gidilirken, araştırma faaliyeti de gazeteci kimliğine yeni bir anlam
yüklemektedir. Diğer taraftan çalışmanın temel sorunsalını teşkil eden
“araştırmacı gazeteci” tanımlamasının yanı sıra, son dönemde farklı
gazetecilik adlandırmalarının da –kamu gazeteciliği, vatandaş gazeteciliği
vb.- böyle bir arayışı karşıladığını söylemek olasıdır .
İletişim 2003/18
6
Selda İÇİN AKÇALI
İnsanların her gün bilgiyle kuşatıldıkları medyatik bir ortamda
yaşanmakta ve görece çok şey bilinmekte, ancak çok az bilgi
kullanılmaktadır. Bize aktarılanların, aslında kimi zaman bilgi kırıntılarından
başka bir şey olmadığı ve magazin ağırlıklı haberlerin çok fazla ön plana
çıktığı bir habercilik anlayışının hakim olduğunu ileri sürebiliriz. Diğer
açıdan, bilgi, günümüz medya ortamında duyarlılık yaratmaktan çok,
uyuşturmaya ve insanları çaresiz kılmaya yarar hale gelmiştir. Gerçekten,
Jean Baudrillard’ın da vurguladığı gibi, yurttaşların hiç sonu gelmeyen bir
enformasyon tipisine ya da bilgi bombardımanına tutulmaları ve kendilerini
sarıp sarmalayan enformasyon akımının anlamını çıkarmaya yetecek kadar
vakit bulamamaları tehlikesi söz konusudur (Keane,1992:163). Bugünün
modern dünyasında birey, var olduğu toplumsal yapı karşısındaki “doğru”
tavrı ancak edindiği sağlıklı bilgiler ışığında sergileyebilecektir ve bunu da
gündelik yaşamın sıkıntıları karşısına konulan popülerleştirilmiş ve tarihsel
bağlamından koparılmış haberler seçeneğiyle değil, göndermede bulunduğu
nesnel olguya en yakın duran haber içerikleriyle başarabilecektir. Ayrıca
çağdaş dünyanın dokusunun hızla yayılan imge ve iletilerle kuşatıldığı ve
bunun da önemli oranda kitle iletişim araçları yoluyla gerçekleştiği bir
ortamda (Abergrombie, Nicholas; Television And Society, UK, Politiy
Press, 1996, s.1. Aktaran: Ergül, 2000: 12) yaşamı anlamanın beklenilenin
tersine, giderek zorlaştığı kabul edilirse, bireyin içinde bulunduğu durum
açıkça ortaya çıkacaktır.
Okuyucunun/izleyicinin böylesine pasifize edildiği bir iletişim
ortamında ise “araştırmacı gazetecilik” bir alternatif gazetecilik anlayışı
olarak kabul görmektedir. Günümüz iletişim dünyasında değişen ve gelişim
içinde olan gazetecilik anlayışında yeni bir ihtisas alanı olarak adını duyuran
araştırmacı gazetecilik, her habercinin haberini hazırlarken en önemli
faaliyet sahası olan araştırma eylemine dayanmaktadır.
Araştırmacı Gazeteciliğe Çelişkili Yaklaşım
Bilgi fazlalığı paradoks olarak, “araştırmacı gazetecilik” kimliğine
duyulan ihtiyacı yaratmakta; olaylara çeki düzen vermek, bir olayın içindeki
İletişim 2003/18
Kamu Çıkarını Korumak İçin Araştırmacı Gazetecilik Bir Alnertanif Olabilir mi?
7
unsurları ortaya koyarak anlamlandırmak ve gerçeği aramak, nihayetinde
tüm bunlar, bu kimliğe duyulan güvenin ifadesi olmaktadır. Ancak
toplumun duyduğu bu güven yanında, araştırmacı gazeteciliğe çelişkili
yaklaşımlar söz konusudur; bir yandan toplumsal işlevin bir sembolü,
referansı, öte yandan da basın kuruluşlarının faaliyetleri karşısında bir
rahatsızlık ve üretilen bilgilerin bir çok soru işareti barındırıyor olması
(Charon, 1990: 3-10), araştırmacı gazetecinin araştırdığı konuları toplum
üzerinde bir kanaat empoze edecek şekilde kullanması, bu çelişkileri ortaya
koymaktadır.
Araştırmacı gazetecilik, insanların her gün bilgiyle kuşatıldıkları
medyatik bir ortamda bu tür bir oluşumun ifadesi olarak kullanılmaktadır.
Genel anlamda belirtmek gerekirse, içinde bulunulan çağda teknolojik
ilerlemeyle enformasyon sürecinin hızının ve hacminin artması ile birlikte,
gazeteciliğin temel prensiplerinden olan “araştırma” faaliyeti yeni bir anlayış
olarak “araştırmacı gazeteci” kimliği ile sunulmaktadır. Bu yeni gazeteci
kimliği, bilinen gazeteci tanımlamasından farklı olmamakla birlikte, ayırım,
araştırmacı gazetecilik kavramının yorumlanmasında ve bu kimliğe yüklenen
anlamda ortaya çıkmaktadır. Gazetecilerin büyük bir çoğunluğu bu
tanımlamayı reddetmektedir. Çünkü “araştırma” gazetecilik mesleğinden
ayrı bir faaliyet olarak kabul edilemez. Nitekim Amerikan gazetecilik
tarihinde köklü bir geçmişe sahip olan araştırmacı gazeteciliğin başlangıç
tarihi, araştırma geleneğinin her zaman var olduğu ileri sürülerek 1690’lara
dayandırılmaktadır ( Turhan, 1997: 27). Ancak, araştırmacı gazetecilik, sıkça
anıldığı gibi, “Washington Post”un, “Watergate Skandalı”nı* ortaya
çıkarmasının ardından önem kazandığı söylenebilir.
Günümüz toplumlarında okuyucular/izleyiciler kendilerine sunulan
bilgilerin somut, belgelenmiş açıklamalarını istemektedir. Çok fazla bilginin
de bu talebin doğmasında etkili olduğunu söylemek mümkündür. Özellikle,
araştırmacı gazetecilere yüklenen misyon bu doğrultudadır, ancak paradoks
*
1972’de Demokrat Parti’nin Washington’daki “Watergate” binasında bulunan merkezine yapılan
soygunla başlayan ve 1974’de dünyanın en etkili isimlerinden olan Başkan Richard Milhous Nixon’un
istifasıyla sonuçlanan siyasi casusluk olayı. Washington Post’un muhabirlerinden Carl Bernstein ve Bob
Woodward bu haberle Pulitzer Ödülünü almışlardır.
İletişim 2003/18
8
Selda İÇİN AKÇALI
olarak araştırmacı gazeteci elbette her zaman salt gerçekliği sunma gibi bir
sorumlulukla hareket etmez, ancak gerçekliği ele alışlarındaki doğrudanlık
ve kullandıkları söylem böyle bir beklentiye ve ihtiyaca karşılık gelmektedir.
Buradan hareketle, kamusal söylemin biçimlendirilmesinde kamuyu kendisi
hakkında düşünmeye teşvik edecek ve onu kendi dışında olan bitenler
hakkında bilgilendirecek “araştırmacı gazeteci” tipi, belki de kuramsal ve
pratik açıdan üzerinde tartışılması gereken, günümüz iletişim ortamının
temel sorunsallarından biridir.
Öncelikle bu tanımla ilgili olarak terminolojik zorluk dikkat
çekmektedir. İngilizce’de “investigative” ; birisi veya bir şey hakkındaki
gerçekleri her yönüyle bulmak araştırmak anlamında kullanılmaktadır,
“investigative journalism” ise dilimize “araştırmacı gazetecilik” şeklinde
çevrilmiştir. Gazetecilerin büyük bir çoğunluğu bu noktada, “araştırmacı
gazeteciliğin” gazetecilikten ayrı bir uygulama ve anlayış olmadığı görüşünü
benimseyerek bunun bir söz uzatımı (Pléonasme) olduğunu öne sürmektedir.
Araştırmacı gazeteci Edwy Plenel, “ mandalla bir tarafa asılan
araştırma, büyük kuramsal iletişim ormanını saklayan bir ağaç gibidir”
(Plenel, 1990: 3) diyerek, araştırma kavramının gazetecilikten ayrı
düşünülmesinin yanılgı olacağını ifade etmektedir.
François Gèze ise, araştırmacı gazeteciliği sosyal bilimler krizine bir
alternatif olarak görmektedir ve “günümüzde iyi bir gazeteci tarafından
işlenen bir konu 15 000-20 000 arası satılırken aynı konu bir akademisyen
tarafından işlenseydi 3000’i geçmezdi” demektedir (Ferrand, 1986: 93) *. F.
Gèze’nin yaptığı saptamanın ülkemiz için de geçerli olduğunu söylemek
mümkündür. Günümüzde birçok gazeteci/yazarın artık araştırmalarını kitap
olarak yayınlamayı tercih ettikleri görülmektedir.
Patrick Rotman ise, evrensel anlamda gazeteciliğin içinde bulunduğu
ortamı;
“ideolojinin ve sosyal bilimlerin egemenliğine karşı gelişmiş
*
Alman gazeteci-yazar Günter Wallraff’ ın “En Alttakiler” (Almanya’nın 80’li yıllarının pek de iyimser
olmayan bir aynası olan araştırma dosyası) adıyla yayınladığı kitabı ilk altı ayda iki milyondan fazla satış
yaparak pek çok dile de çevrilmiştir. Ülkemizde de, Uğur Mumcu ile gündeme gelen bu gelenek Rıdvan
Akar, Jale Özgentürk, Uğur Dündar, Haluk Şahin vb. yazarların ele aldıkları araştırmalarla devam
etmektedir.
İletişim 2003/18
Kamu Çıkarını Korumak İçin Araştırmacı Gazetecilik Bir Alnertanif Olabilir mi?
9
olan tepki, toplumun eğilimini araştırmacı gazeteciliğe ve büyük anketlere
yöneltti. Günümüzde artık, somut şeyler peşindeyiz ve okuyucular olayların
somut açıklamalarını istiyorlar” (Ferrand, 1986: 89-93) görüşüyle
açıklamaktadır. Bir başka açıdan da, kullanılmayan bilgi potansiyeli
“araştırmacı gazeteci”ler aracılığıyla
değerlendirilmektedir. Kısaca
diyebiliriz ki, bilgi fazlalığında sürekli tükettiğimiz bu bilgi, gitgide
parçalanmakta ve tamamlanmadan kaybolmaktadır. Yani gerektiği gibi
kullanılmayan bilgi potansiyelinden söz etmek mümkündür. Ve bir çok
gazeteci, biraz topladıkları bilgiyi kullanarak haber yapma –ve daha fazla
kitaplaştırma- amacını taşımaktadır.
Gazetecinin topluma karşı olan gerçekleri açıklama sorumluluğu kimi
nedenlerden dolayı doğru bilginin verilişinde sapmalara yol açmakta,
böylelikle de karşımıza çıkan gerçek, kurgulanan bir gerçek olmaktadır**.
Özellikle son dönemde teknolojinin gelişmesi ve ideolojik yanın medyaya
yansıması sonucunda ekonomik gücü elinde bulunduranların çıkarları
doğrultusunda gerçekliğin sunumu söz konusu olmaktadır.
Toplumsal süreç içinde yer alan bütün bu gelişmelerin sonucunda,
kamusal alanın da giderek önem kazandığı bir ortamda basının, hem
kendini yeniden topluma karşı ifade etmesi, hem de toplumsal işlevini bu
yeni gelişmelereyeni gelişmelereir biçimde yerine getirmesinin bir gereği
olarak, zaten gazeteciliğin özünde yer alması gereken araştırma faaliyetlerini
yeni bir anlayış gibi, “araştırmacı gazeteci”
kimliği ile sunduğu
görülmektedir. Çok farklı biçimde tanımlanabilecek araştırma faaliyeti
aslında gazeteciliğin bütün alanlarında önemli olmakta, yeni iletişim
düzeninde, oluşan bilgi fazlalığının da etkisiyle araştırmacı gazetecilik bir
alternatif olarak dikkat çekmektedir. Yeni ortamda, kamunun en önemli
**
Hall’e göre, gerçek, gerçekliğin belirli bir tarzda kurulmasıydı: Medya, “gerçekliği” yalnızca yeniden
üretmiyor, tanımlıyordu. Gerçeklik tanımları, tüm bir (geniş anlamda) dilsel pratikler yoluyla desteklenip
üretiliyordu ve bu dilsel pratikler aracılığıyla “gerçek” in seçilmiş tanımları temsil ediliyordu. Ama temsil
etme, yansıtmadan epey farklı bir nosyon. Temsil etme, aktif bir seçme ve sunma, yapılandırma ve
biçimlendirme işini ima eder:Yalnızca zaten varolan anlamı aktarma değil, ama daha aktif bir şeylere
anlam verme işini ima eder. Söz konusu olan bir anlam pratiğidir, anlam üretimidir: Daha sonra
“anlamlandırma pratiği” olarak tanımlanan iş. Medya, anlamlandırma failiydi... (Hall, 1994:57-97)
İletişim 2003/18
10
Selda İÇİN AKÇALI
sorunu olan bu fazla bilgilerin içinden hangisinin kendisi için önemli olup
olmadığı konusuna
bir çözüm de, araştırmacı gazetecilik içinde
aranmaktadır.
Demokrasi ve Bir Profesyonellik İdeolojisi Olarak Araştırmacı
Gazetecilik
Sansasyona ve önemsizleştirmeye dönük serbest pazar ortamında,
yıpranan medyanın demokratik rolü, bir profesyonellik ideolojisi olarak
benimsenen araştırmacı gazetecilik anlayışıyla onarılabileceği kabul
edilmektedir. Bu anlamda, araştırmacı gazeteciliğin anlamı, gazetecinin ilk
görevinin “kamuya hizmet etmek “ olduğu ön koşuluna dayanır. Hak ve
özgürlüklerin kamu adına koruyucusu konumunda yer alması gereken
medya, politik alanda yer alan kurumların ve kişilerin çalışmalarından,
faaliyetlerinden kamuyu bilgilendirmekle sorumludur. Bu noktada, toplumun
bilmesi gereken gelişmelerin kamuya iletiminde araştırmacı gazetecilik ön
plana çıkmakta ve bu kimliğe olan güveni oluşturmaktadır.
İdeolojik sistemde meydana gelen değişimlere bağlı olarak, ekonomik
ve siyasal iktidarı elinde bulunduranlar, topluma gerçekleri sunma iddiasını
taşıyan profesyonel gazetecilik anlayışına etki edebilmekte ve gerçeğin
kendi talep ettikleri doğrultuda kurgulanmasını isteyebilmektedir*. Bu
bağlamda, araştırmacı gazeteciliğe atfedilen, öncelikle hükümetin, özel
kurum ve kişilerin gözetim altında tutulması işlevi, kısmen de olsa
demokratik bir işleyişin önemli bir boyutunu oluşturmaktadır. Diğer yandan,
dünyanın ve insanların karşı karşıya bulunduğu temel sorunlarla ilgili bilgi
ve haberin yayılması ve tartışılması, demokratik hassasiyetin gelişmesi
açısından da zorunludur.
Gazeteciliğin demokratik bir kurum olabilmesinin temelinde, doğruyu
söylemek gibi etik bir kaygının bulunduğu ileri sürülse de, aslında serbest
piyasanın böyle bir misyonun gerçekleştirilmesini engellediği söylenebilir.
Medya
işletmelerinin kârlarını, dolayısıyla reklâm gelirlerini ve
okuyucu/izleyici sayılarını arttırma kaygısı, basın kuruluşlarının haber
*
Liberal ekonomik yaklaşımın yarattığı pazara uyumlanmış basın üzerine bir yaklaşım için bkz.İnal,
Ayşe, Haberi Okumak, İstanbul, Temuçin,1996, s.21.
İletişim 2003/18
Kamu Çıkarını Korumak İçin Araştırmacı Gazetecilik Bir Alnertanif Olabilir mi?
11
konularının seçiminde ve sunumunda egemen olan haber değerlerini
etkilemekte, bu süreç içinde örgütsel kontrolün yanısıra profesyonelliğe
ilişkin normlar da, gazetecilerin pratiklerini belirleyen ve tanımlayan kurallar
olarak karşımıza çıkmaktadır. Medyanın içeriğinin nasıl etkilendiğine dair
açıklamayı ekonomi-politik bir perspektifle açıklamaya çalışan Golding ve
Murdock’a göre** ideoloji üretimi, medya üretiminin genel ekonomik
dinamikleri ve bu dinamiklerin neden oldukları belirlenmelerden ayrı
tutulamayacağı gibi, bunlar olmaksızın net bir şekilde anlaşılmaları da olası
değildir.
Bir başka açıdan da, serbest pazar ortamında, kâr kaygıları ve
reklamcıların istekleri doğrultusunda biçimlenen haber medyası, belli
sorunları gündeme getirirken, belli sorunları da adeta yadsırcasına
kamuoyunun gündeminden dışlayan bir sunum biçimi benimsemektedir. Bu
bağlamda, gazetecilerin, medya sahipleri, reklamcılar, yayıncılar ve hükümet
gibi medyanın dürüstlüğünü tehdit eden içsel ve dışsal güçler karşısında bir
denge öğesi olarak hareket etmesinin çok zor olduğu söylenebilir.
Toplumun bilinçlendirilmesi sürecinde basının olumlu ya da olumsuz
nasıl bir rol oynayabileceği konusunda değişik görüşler olsa da, genel kabul
gören görüş, medyanın, kamuoyunda etken
bir araç olarak, belirli
bir düşünsel ortam oluşturulmasında önemli görevler üstlendiğidir. Sosyal
sorumluluk anlayışı doğrultusunda gazetecinin her şeyin üstünde “gerçeği”
aktarma sorumluluğu olduğu fikri savunulmaktadır. Gerçekleri aktarmanın
“gazeteciliğin can damarı” olduğu söylenmektedir* ve özellikle araştırmacı
gazeteciliğin popüler söylemi olan “gerçekleri yalnız gerçekleri izlediniz”
söylemi, bu yönde kullanılmaktadır. Basının toplumda bağımsız bir güç
**
Bkz., Golding, Peter-Murdock, Graham, “Kültür, İletişim ve Ekonomik Politik”, der.,İrvan, 1997:4976.
*
Peki gerçekler ancak birtakım hileli stratejilerle elde edilebiliyorsa ne olacak? Araştırmacı gazetecilikte
yalan söylemek kaçınılmaz bir strateji değil midir? Gazeteciler kim olduklarını saklayarak, bilmediklerini
biliyormuş gibi yaparak, sırlarla dolu güçlü örgütlerin içine girip yolsuzlukları ve dönen dolapları ortaya
koymalarını sağlayacak delilleri başarıyla elde etmiyorlar mı? Konunun devamı için bkz., Klaidman, S.Beauchamp,T.L. The Virtous Journalist, New York, Oxford University Press, 1987, s.130. Aktaran;
Jackson, Jennifer, “Araştırmacı Gazetecilikte Dürüstlük”, çev. N. Türkoğlu, 1998:120)
İletişim 2003/18
12
Selda İÇİN AKÇALI
olduğu düşüncesi, diğer yandan kavramlar ve kurallar içinde tanımlanan
gazeteciliğin profesyonel bir uzmanlık olduğu ve tüm bunlarla ilişkili olarak
“araştırmacı gazeteci”nin ve söylemi olan “verilen haberin gerçeğin kendisi
olduğu” iddiasının gerçeği ne kadar yansıttığı ise tartışmalıdır.
Diğer yandan, gazeteci ve haber kavramları medya tartışmalarında en
çok ele alınan konular olarak dikkat çekmektedir. Günümüzde haber,
düşünceden çok sansasyon, açıklamaktan çok ilgi çekici unsur ve kişisel
düşüncelere dayalı bir olgu olarak yapılan(dırıl)maktadır. Bir başka
ifadeyle, pazar ortamında doğru olanın mutlaka haber olarak verilmesi
gerektiği şeklinde bir yapı gelişmemiş, daha ziyade aykırı ve ilginç olan
şeyler haber olarak kullanılmaya değer görülmüştür. Buradan hareketle,
günümüzde teknolojik ve kültürel alanlarda yaşanan değişimle birlikte,
haberdeki “gerçeklik” olgusunun yerini alan eğlenceye ve magazine dayalı
sansasyonel bilgilerin sorgulanması da zorunlu olmaktadır. Kaldı ki,
okuyucuya/izleyiciye bir araştırmacı gazetecilik örneği olarak sunulan
haberlerin büyük bir çoğunluğunun böylesi unsurlar etrafında hazırlanması
bir başka tartışma konusunu gündeme getirmektedir. Özellikle, televizyonun
doğası* -gizli kamera ve canlı yayın teknikleri kullanarak bilginin görsellik
arkasında önemsizleştirilmesi- bu anlayışı zedelemektedir.
Bu yeni iletişim ortamında kitle iletişim araçlarının, toplumsal
gerçeklerden çok, ekonomik ve siyasal gücü elinde bulunduranların
isteklerini yansıtan bir tavır içinde olması, geniş kitleler üzerindeki etki ve
saygınlığının da tartışılmasını gerekli kılmaktadır.
Bilgi ve Güç
Gelişen teknolojinin etkisiyle bilginin alıcı kitlelere ulaşım hızı ve
yayıldığı alan artmakta ve bilginin önemi, dolayısıyla niteliği de tartışılır
hale gelmektedir. Buradan hareketle, bilginin ne olduğu sorgulandığında,
*
Bourdieu, televizyonun, tuhaf bir şekilde, göstererek, yapılması gereken şeyin, yani bilgilendirme işinin
yapılması için gösterilmesi gerekenden daha başka şeyler göstererek; ya da yine, gösterilmesi gerekeni
gösterirken, bunu göstermeyecek ya da anlamsızlaştıracak bir tarzda yaparak, ya da onu gerçekle hiçbir
şekilde uyuşmayan bir anlam kazanacak tarzda kurarak gizlediğini söylemektedir. (Bourdieu, 1997:23)
İletişim 2003/18
Kamu Çıkarını Korumak İçin Araştırmacı Gazetecilik Bir Alnertanif Olabilir mi?
13
ele alınması gereken soru; “bilgiye nasıl ulaşılabilir? ne bilinebilir, ne
bilinemez?” biçimini alır ki bu, ciddi bir güç olarak kullanılan bilginin
medyatik sistemde ne kadar önemli bir değer olduğunun göstergesi
olmaktadır. Diğer yandan, bilginin topluma ulaşmasındaki aracılık görevi ve
sorumluluğu, yeni medya sanayinin kendine özgü bağımlılıkları ve siyasetin
bu bağımlılıklar üzerindeki tartışmasız etkileri sonucunda, zarar
görmektedir. Ancak, gerçek anlamda bilginin ‘özellikle araştırmacı
gazeteciler tarafından aktarıldığı’ konusu ise, eleştirel bir yaklaşımı zorunlu
kılmaktadır.
Habermas’ın da ifade ettiği gibi, günümüzde bilimin yaşam üzerinde
yapabileceği etkilere ilişkin tercihler kararlaştırılırken özgür bir iletişime
dayalı toplumsal consensus’u dayanak alması gerektiği yolundaki inanç ve
düşünsel görenek ortadan kalkmıştır. Bunun sonucu olarak, “bilimin
rasyonelliği” olarak tanımlanan şey arttıkça, çağdaş toplumlardaki yaşamın
(praxis’in) kendi alanındaki irrasyonellikler de artmaktadır. Daha açık bir
deyişle, çağdaş toplumlardaki bilim ve teknolojinin dayanağı olan
olguculuğun (pozitivizmin) yaşam’a (praxis’e) ilişkin değerlendirmeler için
gerekli olan ideolojiyi horlaması ve kendisine karşı sayarak onu dışlaması ile
başlattığı “bilimselleşme” gelişmelerinin sonucunda, insanın bedensel ve
zihinsel edim ve eylemleriyle kendi yaşamını daha insanca ve daha özgür
kılmakta insana rehberlik edebilecek ve praxis’e ideolojik bir yanı da olan
bir bilgilenme süreci terkedilmiştir (Oskay,1980:205). Jurgen Habermas,
günümüzde bu sorunun çözümü için, bir ideolojik alan oluşturma girişimi
önerirken, bu ideolojik alanın işlevi olan gerçekliğin bilimsel olarak
ussallaştırılması ile, insanın ve dünyasının yorumunu yapmaya çalışan bir
değer-yüklü dünya görüşünün oluşturulmasını birbirinden ayırmamayı;
bunları birlikte ve uyum içinde gerçekleştirmeyi de şart koşmaktadır. Söz
konusu ideolojik alanın “gerçekliği biçimlendirmek yerine, bilinci
aydınlığa kavuşturmayı işlev edinmesi” ise zorunludur (Oskay,
A.g.e.:206). Habermas’ın çözüm olarak öne sürdüğü, daha yüksek düzeyde
düşünebilen başka bir deyişle toplumsal varoluşun gerçekliğini kavrayabilen,
İletişim 2003/18
14
Selda İÇİN AKÇALI
eleştirel düşünce yeteneğine sahip insanlar yaratma ideali günümüzde
bilimden daha çok kitle iletişim araçlarına atfedilen bir sorumluluk olmuştur.
Yaşanan değişim sürecinde basının, profesyonel gazetecilerden büyük
kapitalin sahipliğine geçmesi, maliyetlerin yükselmesi, insan kaynaklarına
yatırımın ikinci plana atılması, haberin satış ve kâr kavramları çerçevesinde
ele alınması gibi sorunlar çeşitli düzeylerdeki yansımalarıyla sürekli
tartışılan konular olmaktadır. Özellikle Türkiye gibi okur-yazarlık oranının
hala çok düşük ve okur-yazar kesimin de çok küçük bir bölümünün okuma
alışkanlığını benimsediği bir ülkede, televizyonla birlikte bu sorunların çok
daha yoğun bir şekilde yaşandığı gözlenmektedir. Sözlü toplum
aşamasından, yazılı toplum aşamasına henüz geçemediği sıkça dile getirilen
toplumumuz, bu kez de kendini hiç de hazır olmadığı görsel toplum
aşamasında bulmuştur. Türkiye’de yaşanan siyasal, ekonomik, toplumsal ve
kültürel tüm çelişkiler ve dengesizliklerle birlikte, giderek kitleselleşen ve
görselleşen Türk basını da, daha bilinçsiz bir tüketici toplumu standartlarına
göre örgütlendirilme ve hizmet verme yoluna gitmektedir. Özellikle 1990’lı
yıllar basının ve gazetecinin sorumluluğunun en fazla eleştirildiği yıllar
olmuştur ve 2000’li yılları yaşadığımız bu günlerde de eleştiriler devam
etmektedir.
Haber mi? Skandal mı?
Olay ve haber arasında bağ kurmak için tüm verileri değerlendirmek,
doğrulamak, belli ölçütlerden hareketle yorumlamak yerine, ele geçirilen her
tür olayı, her tür belgeyi içerikten yoksun olsalar da, “haber”, dahası
“araştırmacı gazetecilik haberi” olarak sunma çabasının ön plana çıktığı bir
dönemde, toplumsal sorunları kavramada ve bu sorunlara yönelik fikir
yürütebilmede araştırmacı gazetecilere olan ihtiyaç artmaktadır. Oysa,
“araştırma”, yalnız skandal yaratmak değil, aynı zamanda her konuyla ilgili
gerçeklerin gizli yüzünün açığa vurulması amacıyla da gerçekleştirilmelidir.
Bir haberi yüzeysellikten çıkarıp, derinleştiren, yorumlayan ve genel bir
çerçeveye oturtan habercilik tarzı, her zaman aranan bir tarz olmaktadır.
Ancak, en popüler araştırmacı gazetecilik örneklerinin genelde polis ve
İletişim 2003/18
Kamu Çıkarını Korumak İçin Araştırmacı Gazetecilik Bir Alnertanif Olabilir mi?
15
adliyeye intikal etmiş sözde kamuoyunu ilgilendiren sıradan olay ve
olgularla ilgili olduğu dikkat çekicidir. Diğer yandan, özel hayatların
pervasızca gözler önüne serildiği, telefon konuşmalarının teybe alınıp, gizli
kameralarla
yapılan
çekimlerin
prim
yaptığı
günümüzde,
okuyucunun/izleyicinin taleplerinin de belirleyici olması beklenmektedir.
Belki de gelinen bu noktada yaşanılan bu süreci açıklayabilmek için,
toplumun her kesiminin kendisini de içine kattığı kapsamlı bir sorgulama
çok daha aydınlatıcı olacaktır.
Değerlendirmeler göstermektedir ki, medya ticari kaygılarla, kamu
hizmetine yönelik bir yayıncılık anlayışını belirgin bir şekilde terk etmekte,
ancak diğer yandan “halk böyle istiyor” biçiminde bir söylemle, pazar
mekanizmasının mantığını kullanarak yaptıkları yayını haklılaştırmaktadır.
Bir başka ifadeyle, medya, bir yandan gelişen kapitalist pazarda yerini
alırken, diğer yandan, pazarın temel kurallarına çok kısa sürede adapte
olmuştur. Bu süreç içerisinde ise bilginin dolaşımı, bu yeni pazar
prensiplerinin çizdiği sınırlar dahilinde yapılmaya başlanmıştır. Diğer
yandan araştırmacı gazeteci, bir olayı bütün yönleriyle ele alan, haber
kaynaklarını en iyi şekilde değerlendiren, gerektiğinde bu kaynakları
saklayabilen ve belli güç odaklarından gelebilecek baskılara direnebilen ve
çalışmasını özgürce ortaya koyabilen kişi olarak tanımlanmaktadır, ancak bu
tanımın ülkemiz ve dünya basını için ne kadar geçerli olduğu tartışma
konusudur.
Medya kuruluşunun bir işletme mantığıyla yönetilmesi ve özellikle de
bu ticarileşme mantığının siyasi, sosyal ve kültürel alanda kabul görmesi,
yaşanan bu değişimin ve yeni anlayışlara olan ihtiyacın bir göstergesi
olmaktadır. Bu arada, dağıtım ve yan sektörlerdeki alanlara da el atarak
dikey ve yatay gelişme gösteren medya kuruluşları kısa sürede pazarda
egemenlik kurmuşlardır. Zaman zaman belli alanlarda etki yaratmak ve bazı
spekülatif amaçlara ulaşmak noktasında da medyanın katkısı önemli
olmaktadır. Bu bağlamda, yayın kuruluşlarının, iş hayatının ticari yönde
birtakım etkinlikler içinde bulunan firmaların bir yan kurumu olarak hizmet
verdiği göz önünde bulundurularak, bu tür ilişkiler içerisinde, haberlerin
İletişim 2003/18
16
Selda İÇİN AKÇALI
hiçbir tarafın etkisi altında kalmadan dürüst ve tarafsız bir şekilde verildiği
söylemine şüpheyle bakmayı gerekli kılmaktadır.
Toplum için vazgeçilmez bir ihtiyaç olan haber ve bilgi, yukarıda
anlatılan iletişim ve etkileşim ağı içinde oluşturulmaktadır. Gazeteci, haber
üretim sürecinde tek başına hareket etmemektedir, üstlendiği görev ve
çalıştığı kurumun amaçları çoğu zaman kimi noktalarda çatışmaktadır. Bir
başka ifadeyle, gazetecilik pratiği ile bu pratiğin içinde gerçekleştiği pazar
koşulları arasında yaşanan bir ikilem ve bu ikilimden kaynaklanan
gerilimden söz etmek çok daha olasıdır.
Gazeteci en önemli görevi olan haberciliğin yanı sıra, medyatik
ürünün tanıtımını arttırmak için kamuoyu oluşturma, izlenme oranı, tiraj
gibi aynı zamanda kârı etkileyecek reklâmların verimliliğini arttırmak
şeklinde başka faaliyetlerde de bulunmaktadır. Ancak, satış arttırmaya
yönelik yapılan bu faaliyetler, prensip olarak gazetecinin başlıca görevi
değildir, hatta sorumluluklarının bu faaliyetlerle sınırlı olmaması
gerekmektedir.
Yukarıda belirtildiği gibi, satış ve reklam gazetenin kârını optimize
edebilmek için iki ana kaynak olarak kabul edilmektedir. Bu da
göstermektedir ki, kendine toplumsal görevler atfedilen gazetelerin amacı,
insancıl ve karşılık beklemeden hizmet vermek veya kamu hizmetini yerine
getirmek değildir. Bu noktada araştırmacı gazetecinin kullandığı söylem,
piyasa baskılarına direnme kapasiteleri ile kendi yeteneklerini kullanmada
bütünüyle pasif olmadıkları doğrultusundadır. Ancak, eğer medyatik
sistemde
faaliyet
gösteren
araştırmacı
gazetecinin
toplumsal
sorumluluğunda, ekonomik nedenler gerçeği sunma görevini bastırıyorsa
araştırmacı gazetecinin kullandığı bu söylemde önemli bir çelişkinin
varolduğunu düşünmek çok daha rasyonel olacaktır.
Toplumsal sorumluluk anlayışıyla haber yapan
gazeteci için
araştırmacı gazetecilik riskli ve zorlu bir alan olarak görülmektedir.
Araştırmacı gazeteci, yalnızca medya sahibinin ve içinde bulunduğu sistemin
ekonomik baskısı altında değildir, aynı zamanda devletin ya da iktidarın
ortaya koyduğu yaptırımlar söz konusudur, hatta gazeteci zaman zaman
İletişim 2003/18
Kamu Çıkarını Korumak İçin Araştırmacı Gazetecilik Bir Alnertanif Olabilir mi?
17
yasadışı birtakım baskılara da maruz kalabilmektedir. Bu noktada ise,
tamamıyla araştırmacı gazetecinin kişisel cesareti devreye girmektedir ki bu
durum, toplumsal sorumluluk anlayışıyla hizmet etmenin mantığına ters
düşmektedir. Zira araştırmacı gazeteciliğin hedefi, kurumları ve önceden
oluşmuş sosyal önyargılarla mücadele etmek ve sorgulamaktır. Mathien,
araştırmacı gazeteciliğin bu konumunu “tehlikeli özgürlük” olarak ifade
etmekte ve bunu herkesçe bilinen şu formülle açıklamaktadır; “çizmeyi
aşmamayı bilmek” ya da “nereye kadar gideceğimizi bilmek” araştırmacı
gazeteci için en önemli prensip olmalıdır ( Mathien, 1992:227).
Özellikle günümüzde, bilginin ve bilgi kaynaklarının belli bir denetim
altında olduğu göz önüne alındığında, bu gizlilik içinde kaynakları bulmanın
ve kullanabilmenin büyük bir sorun olduğu ortadadır. Tüm bu zorlukların
ötesinde ayrıca, bazı bilgileri elde etme olanağı, yasal ya da başka
nedenlerle olanaksızlaştırılmıştır. Oysa araştırmacı gazeteciden beklenen,
iktidarların bilinçli olarak sakladığı olası gerçeklerin ortaya çıkarılması yani,
bunun için gerekli olan gizlenen olgular, belgeler ve kanıtların araştırılıp
kamuya sunulmasıdır.
Demokratik bir hak olarak da kişilerin haber alma hakkı, ancak özgür
bir
iletişim
ortamında
gerçekleşebilmektedir.
İletişimin
demokratikleşmesinde ise, öncelikle ele alınması gereken konu, bir toplumda
yaşayan her bireyin yakın ve uzak çevresinde meydana gelen olaylardan,
fikir veya düşüncelerden haberdar olabilmesi; olayları, fikir ve düşünceleri
yorumlayabilmesi için de enformasyon kaynaklarına serbestçe ulaşabilmesi
gerekmektedir. Araştırmacı gazeteciler için enformasyon özgürlüğünün
önemi ise yadsınamaz. Enformasyon gazetecinin temel sermayesidir;
enformasyon özgürlüğü yolsuzlukların ve diğer kamusal alandaki hataların
açığa kavuşturulmasını önemli ölçüde kolaylaştırmaktadır .
Diğer yandan, gazetecilerin nesnellik iddiaları ve yapılan haberlerin
tarafsız niteliği hiç kuşkusuz, bu ilişkiler ağı içinde gazetecinin durduğu yere
İletişim 2003/18
18
Selda İÇİN AKÇALI
bağlıdır. Gazetecinin tarafsızlığı ve nesnelliği*, bağımsız ve herkes
tarafından anlaşılabilirliği kabul edilebilir ölçüde belgeler ve kanıtlar ortaya
koyabilmesiyle mümkün olmaktadır. Ancak, haber üretiminin rutin
pratiklerini ve ritmini belirleyen en önemli faktör “zaman” baskısıdır ve bu
bağlamda en kolay biçimde ve en kısa zamanda elde edilebilecek bilgi her
zaman önceliklidir. Araştırmacı gazeteciliğin en önemli dayanağı olan kişisel
kaynaklar bulup geliştirme ve derinlemesine araştırma bu noktada pek de
mümkün olamamaktadır. Çünkü haber yapımında özel araştırma, zaman ve
parasal açıdan günümüz basın işletmelerinin kolayca kabul edecekleri bir
anlayış değildir.
Genelde gazeteler, gazetecilerini günlerce bir haber peşinde
koşturtmak yerine, rutin kaynaklarla çok sayıda haber yazdırmayı tercih
etmektedir. Bu tercih, siyasi ve ideolojik olmaktan çok, medyanın ekonomi
politiği ile yakından ilgilidir. Kısaca, kolay ve ucuz haberlerin prim yaptığı
gazetecilik anlayışı, profesyonel bir ekiple, her haberin derinlemesine
araştırıldığı gazetecilik anlayışı karşısında çok daha az riskli olmaktadır. Bu
noktada, bilgi kaynaklarına daha kolay ulaşıp daha hızlı veri toplama ve
haber üretim sürecini çok daha profesyonel bir şekilde kullanma yetisini
geliştirmiş olan deneyimli gazetecilerin her zaman isim yaptıkları
bilinmektedir. Diğer yandan, zaman zaman araştırmacı gazetecinin kaynağa
para ödeme şeklinde, etik olarak sorgulanması gereken bir yöntemi tercih
ettiği de gözlenmektedir. Ancak, bilgiyi satın alma meslek ahlakı açısından,
mesleki rekabetin finansal rekabete dönüşmesine yol açar ki bu, ciddi
anlamda bağımsızlığın ve çoğulculuğun yok olması anlamına gelir.
Yukarıda vurgulandığı gibi, zamanın gazetecilikte kısıtlayıcı bir faktör
olduğu kabul edilmektedir ve bu olumsuzluk, gazetecileri televizyona özgü,
kısa sürede hazırlanan kolay, fakat
çarpıcı haberler yapmaya
yöneltmektedir. Çünkü, televizyonda haberlerin yetiştirilmesi için gerekli
zaman daha kısadır ve teknik açıdan da, görsel gücün sağladığı avantajla
birlikte televizyon kullanımı çok daha cazip olmaktadır. Güçlü sansasyonel
*
Haberlerin örgütsel rutinleri, üretim koşulları, gazetecilik değerlerinden kaçınılmaz biçimde etkilendiği
ve böylece taraflı olduğu, eleştirel yaklaşım tarafımdan saptanmıştır. Negrine, Ralp,”Politics and Mass
Media in Britain”, Routledge, London, 1989, s.150. Aktaran:Poyraz, 2002:19.
İletişim 2003/18
Kamu Çıkarını Korumak İçin Araştırmacı Gazetecilik Bir Alnertanif Olabilir mi?
19
olayların ve görüntülerin etkisi ile televizyon Türk medyasında, araştırmacı
gazeteciler tarafından öncelikle tercih edilen araç konumundadır. Gerçekten
de, en popüler araştırmacı gazetecilik programlarında televizyonun
dolayısıyla görselliğin kullanıldığı bilinmektedir. Özellikle son dönemde,
gazeteciliğin en çekici tarafının araştırmacı gazetecilik olduğunun
savunulmasında televizyonun etkisi büyüktür. Nitekim, “özellikle
televizyonda kullanılan sözlü/görsel dil aracılığıyla haber içeriğinin
popülerleştirilmesi, özellikle toplumun uzun dönemde bu haber türünü
içselleştirmesi ve talep eder hale gelmesiyle birlikte oldukça sakıncalı bir
görünüme bürünmektedir” (Ergül, 2000:12)..
Bu bağlamda, toplam tirajları nüfusa oranla oldukça düşük olan
gazeteler için televizyonun gücünden yararlanmak, özellikle Türk toplumu
gibi yazılı kültür ürünlerine fazla rağbet etmeyen bir toplumda oldukça
önemli olmaktadır. Bunun yanında, çok küçük bir grup için geçerli olsa da,
gazete okurlarının daha ayrıntılı daha kapsamlı ve çok boyutlu bilgi edinme
talepleri karşısında televizyonun hızlı tüketilen görsel haber tarzının yanı
sıra, derin bilgilendirme yönünü kuvvetlendirmesi gerekliliği gündeme
gelmektedir.
Türkiye’de medyanın zaman zaman kişilerin özel hayatlarına rahatça
girebilecek kadar özgür, diğer yandan da, toplumun tartışması gereken bir
çok konuyu gizleme veya göz ardı etme ya da çarpıtma bakımından da bir o
kadar kamu sorumluluğundan uzak bir politika izlediği görülmektedir. Bu
bağlamda gazetecilerin kamuyu yakından ilgilendiren çok önemli olgu ve
olaylar hakkında her zaman yerinde ve anında haberdar olamadıklarını
söylemek mümkündür. Nitekim son dönem Türk siyasi hayatında
yaşananlar, medyanın, siyasetin görünen ya da görünmesi amaçlanan
yüzünün yansıtılmasında önemli bir rolü olduğu yolundaki kanıları
doğrulamaktadır. Diğer yandan, büyük bir okuyucu/izleyici kitlesi de güncel
olayları derinlemesine takip ettiği, her zaman doğru bilgiye ulaşabildiği
yanılsaması içine düşürülmüştür.
Yves Aoulou, araştırmacı gazetecinin haberini hazırlarken uymak
zorunda olduğu çalışma prensiplerini şöyle açıklamaktadır: Gazeteci hiçbir
İletişim 2003/18
20
Selda İÇİN AKÇALI
zaman hipotez yaratmamalıdır; elde ettiği sonucun tersini kanıtlamaya
çalışmak için herşeyi yapmalıdır, hazırladığı dosyanın sağlamlığı için bu en
iyi yol olmaktadır; yaşanmış olay ile dedikodu ve hipotez arasındaki farkı iyi
görmelidir; bilgi vericileri korumalı ve hiçbir zaman direkt isim
vermemelidir; kamuya açıklanacak bilginin ağırlığını ve yararlılığını
tartmalı, manipülasyona olanak sağlamamalıdır (Aoulou, 1986:24). Zaman
zaman kullandığı yöntemler tartışılabilir olsa da araştırmacı gazeteciliğin
kendine atfettiği değer, bu gazetecilik türünün kamu çıkarı için bir güven
teminatı olduğu yönündedir. Kamunun bilme hakkını kullanarak ve kamu
çıkarını gözeterek yapılan yolsuzluk ve skandal haberler televizyon
kanallarında ve gazete manşetlerinde ayrıcalıklı yerlerini korumaktadırlar.
Sonsöz Yerine
Araştırmacı gazeteciliğin, okuyucu/izleyicinin doyumunu sağlayacak
yeni bir uzmanlık alanı olarak sunulmasına rağmen, bu anlayış ve pratiğin
işlerlik kazanabilmesi için birtakım koşulların varlığı zorunludur. Bunlar
kurumsal, sektörel ve gazetecinin bireysel sorumluluğu düzeyinde olmak
üzere üç başlık altında toplanabilir. Başarılı bir araştırmacı gazetecilik
pratiği için bütün koşulların varlığı şarttır. Kurumun faaliyetlerine egemen
olan etik, haber üretim sürecinde çok önemli işlevi olan kaynaklar ile
araştırmacı gazetecilik çalışmalarını yürütecek gazetecinin mesleki donanımı
ve deontolojisi araştırmacı gazetecilikte sağlanabilecek başarıyı
etkileyebilmektedir. Bütün bunların yanında, ekonomik, sosyal, kültürel ve
yasal sistemler de araştırmacı gazetecilik çalışmalarını etkileyen faktörler
arasındadır. Kaldı ki, siyasal sistemin işleyişinin dışında ülkenin sosyal ve
kültürel yapısının gazeteciyi etkilememiş olması mümkün değildir.
Özetle, medya ile ilgili tartışmaların olması gerektiği gibi hem
eleştirel hem de -son sözü söylemek gibi bir iddia olmadan- yapıcı bir
şekilde, araştırmacı gazeteci kimliği ve faaliyet gösterdiği medyatik sistemin
sorgulandığı bu çalışmada varılan sonuç, toplumsal yozlaşmaya paralel ve
ilişkili olarak medyanın içerik sorunu yaşadığı ve bir o kadar da kamuoyu
üzerinde etkili olduğu bu dönemde demokrasi için vazgeçilemez bir
İletişim 2003/18
21
Kamu Çıkarını Korumak İçin Araştırmacı Gazetecilik Bir Alnertanif Olabilir mi?
konumda olan “araştırmacı gazeteci” kimliğine olan güvenin sarsıldığı
yolundadır.
Kaynaklar
AOULOU Yves (1986).
D’Investigastion”, Dossier, Paris.
“Les
Ficelles
du
Journalisme
ALEMDAR Korkmaz - KAYA Raşit (1983). Kitle İletişiminde
Temel Yaklaşımlar. Ankara: Savaş.
BARZUN, Jacques - GRAFF, Henry F. (1996).
Modern
Araştırmacı, Çev:Fatoş Dilber. Ankara: Tübitak Popüler Bilim Kitapları 33.
BELSEY, Andrew- CHADWİCK, Ruth (1998). Medya ve
Gazetecilikte Etik Sorunlar, Der., Çev. Nurçay Türkoğlu. İstanbul: Ayrıntı.
BİLGİN, Nuri (1995). “Medyanın İşlevi Günah Keçisi Yaratmak
mı?”, Yeni Yüzyıl (11 Ağustos).
BOURDIEU, Pierre (1997). Televizyon Üzerine, Çev: Turhan Ilgaz.
Ankara: YKY
CHARON,
Jean-Marie(1990).
journalistique”, Esprit, No;12.
“Investigation
et
pratique
CHERRY, Colin (1987). “What is Communication?”, Der., John
Corner, Jeremy Hawthorn, Communication Studies an Introductory
Reader, Edward Arnold.
ERGÜL, Hakan (2000). Televizyonda Haberin Magazinleşmesi.
İstanbul: İletişim.
FERRAND, Christine (1986). “Les grandes enquetes au gout du
public”, Livres Hebdo, (29 Eylül).
İletişim 2003/18
22
Selda İÇİN AKÇALI
FURET, Claude (1990). “On ne découvre pas un scandale à chaque
enquete.”, La Lettre Du CPJ.
GOLDING, Peter - MURDOCK, Graham, der. (1997). “Kültür,
İletişim ve Ekonomik Politik”, der.,ve çev. Süleyman İrvan. Ankara: Ark.
HALL, Stuart, der.(1994). “İdeolojinin Yeniden Keşfi:Medya
Çalışmalarında Baskı Altında Tutulanın Geri Dönüşü”. Medya, İktidar,
İdeoloji, der. ve çev. Mehmet Küçük. Ankara: Ark Yayınevi,
HÜTLER, Jürgen (1981). “Kitle İletişim Araştırması”, Çev., Nadi
Kafalı, Kurgu. Eskişehir: Eskişehir Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi.
İNAL, Ayşe (1996). Haberi Okumak. İstanbul: Temuçin.
İRVAN, Süleyman, der. (1997). Medya, Kültür, Siyaset. Bilim Sanat
/Ark.
JACKSON, Jennifer, (1998). “Araştırmacı Gazetecilikte Dürütlük”,
çev.Nurçay Türkoğlu. Medya ve Gazetecilikte Etik Sorunlar, der. Andrew
Belsey ve Ruth Chadwick.İstanbul: Ayrıntı.
KEANE, John (1992). Medya ve Demokrasi., Çev., Haluk Şahin.
İstanbul: Ayrıntı.
MATHIEN, Michel (1992). Les Journalistes Dans Le Systeme
Médiatique, Hachette Université, Paris.
MIILS, Wright (1974). İktidar
Ankara: Bilgi.
Seçkinleri, çev. Ünsal Oskay.
MUTLU, Erol (1996). “Medya ve Demokrasi”, Yeni Türkiye-Özel
Medya Sayısı 96/12, II.cilt, İstanbul.
NEGRINE, Ralp (2002). “Politics and Mass Media in Britain”,
Routledge, London, der., Bedriye Poyraz. Haber ve Haber
Programlarında İdeoloji ve Gerçeklik, Ankara: Ütopya.
O’Neil, John (1998). “Piyasada Gazetecilik Yapmak”, çev.Nurçay
Türkoğlu. Medya ve Gazetecilikte Etik Sorunlar, der. Andrew Belsey ve
Ruth Chadwick.İstanbul: Ayrıntı.
İletişim 2003/18
Kamu Çıkarını Korumak İçin Araştırmacı Gazetecilik Bir Alnertanif Olabilir mi?
23
OSKAY, Ünsal (1993). Kitle İletişimin Kültürel İşlevleri. İstanbul:
Der Yayınları.
OSKAY, Ünsal (Tarih Belirtilmemiş). Popüler Kültür Açısından
Çağdaş Fantazya Bilim - Kurgu ve Korku Sineması . İstanbul: Der .
PLENEL, Edwy (1990). “L’enquete ne se réduit pas aux rubriques
police-justice.”, La Lettre Du CPJ.
TOSUN, Kemal (1990). Yönetim ve İşletme Politikası-Genel
Bilgiler, Birinci Cilt. İstanbul: Yön Ajans.
TURHAN, Seyfettin (1997). Araştırmacı Gazetecilik. Ankara:
Um;ag Vakfı Yayınları.
UĞUR, Aydın - Mücahit Bilici (1998). “Bilgi Toplumu, İnternet ve
Demokrasi, Dijital Alemin Genleşen Kamusal Alanı”, Yeni Türkiye
12.Yüzyıl Özel Sayısı, Yıl:4, Sayı:19, Cilt:1.
WILLIAMS, Raymond (1997). “ Television, Technology and Cultural
Form”, Schoken Books, New York, der., İrfan Erdoğan, İletişim Egemenlik
Mücadeleye Giriş. Ankara: İmge Yayınları.
Konuyla İlgili İnternet Siteleri;
1.www.secretsofttopprivateeyes.com/advice.htm
2.www.ric.dcccd.edu
3. www.aij-uk.com
4. www.icij.org
5. www.spj.org
6.www.cmfr.com/jvoaji
7.www.pcij.org/investigative.html
8.www.usa.or.th/services/docs/work.35htm
İletişim 2003/18
24
Selda İÇİN AKÇALI
Özet
Giderek kitleselleşen ve görselleşen basınının, toplumsal dönüşüm
süreci içinde nasıl bir rol ve işlev üstlendiği sorusu, bir dizi siyasal, kültürel
ve ekonomik çözümleme gerekliliğini de beraberinde getirmektedir.
Günümüzde teknolojik ve kültürel alanlarda yaşanan değişimle birlikte,
haberdeki “gerçeklik” olgusunun yerini alan eğlenceye ve magazine dayalı
sansasyonel bilgilerin sorgulanması da zorunlu olmaktadır.
Gazeteciliğin kamu yararını dikkate alarak yaptığı
haberlerde
araştırma büyük yer tutmaktadır. Çünkü toplum, her gün kendisinin
bulunduğu ortamın, edindiği tecrübelerin dışına çıkarak gerçekleri ya da
günlük yaşamından çok uzak kurguları gösterme ve bilgilendirme hakkını
özellikle araştırmacı gazetecilere vermektedir. Ancak, başta televizyon
olmak üzere diğer haber kaynaklarının ortaya çıkışı ve bu alanda
teknolojilerin çok yüksek maliyetlerle kurulması kısaca, serbest piyasa
ekonomisi ilkelerinin geçerli olduğu medya sisteminde çalışma alanı bulan
gazetecinin, araştırmacı gazeteci ruhunu ve sosyal sorumluluk anlayışını
ciddi olarak zedelemektedir. Diğer yandan, günümüz insanının toplumsal
sorunları kavrama ve bu sorunlara yönelik harekete geçmede araştırmacı
gazetecilere bağımlılığı gün geçtikçe artmaktadır.
Buradan hareketle, araştırmacı gazetecilerin söylemi olan “gerçekleri
aktarmak” ya da “kamu gözcülüğü” sorumluluğunu, serbest pazarı dikkate
almadan algılamanın büyük bir yanılgı olacağını söylemek mümkündür.
İletişim 2003/18
Kamu Çıkarını Korumak İçin Araştırmacı Gazetecilik Bir Alnertanif Olabilir mi?
25
Summary
The social transformation process in press brings the question of what
kind of role and function is going to be performed, and this issue brings the
necessity of political, culturel and economic analization. The discussions
about the role of mass media and the social role of journalists in those media
is usually taken into consideration with news and with the importance of the
function of newsreporting. Nowadays, with the change process in
technological and cultural field, it’s needed to examine the sansational eded
to examine the sansational s on entertainment and magazine rather than the
concept of “reality”.
The research in news reporting where the news is for public use
occupies a large place. Because the public gives the right of telling realities
or the rights of showing finctional news espesially to the investigative
journalists as well as the right of being informed. However, the appearance
of television and other news media and the high cost of technologies in this
field leads the journalist to take part in a media system where the rule of
open market economy is valid. Herefore,the investigative jornalists’mission
and the perceptiveness social responsibility are seriously damaged.
Nowadays, the public depends more on the investigative jornalists in
order to comprehend the social problems and take actions against them. In
this context, it is impossible to think the responsibilities of investigative
journalist such as “reflecting realities” or being “public observer” without
not taking the conditions of free market into considerations.
İletişim 2003/18
26
İletişim 2003/18
Selda İÇİN AKÇALI
Virilio ve "Hızlandırılmış Hakikat"
(Gerçekliğin Yok Oluş Estetiğine İlişkin Bir Deneme)
Yrd. Doç. Dr. Hüseyin KÖSE∗
Günümüz çağdaş enformasyon söylemi, genellikle iki tür "olay"ı
varsaymaktadır: Toplumsal alanda üretilen olay ve olayları sunma tarzının
yol açtığı olay. Bu da kısaca şu anlama gelmektedir: Toplumsal dünyada
olayları göstermeye aracı olan biçimler, asıl olayın/hakikatin kendisi haline
gelebilir. Gerçeklik de, bu anlamda, kendisini tanımlayıcı birçok temsile
dönüşebilir. Patrick Charaudeau başta olmak üzere birçok Fransız iletişim
bilimcinin temelde işaret ettiği şey budur. İlki ise, herhangi bir dolayım
olmaksızın toplumsal gerçekliğe ilişkin edindiğimiz duyumlar ya da diğer bir
deyişle, henüz medyatik dile dönüşmemiş bilgilerdir. Bu bakış açısından
düşünüldüğünde, ikinci tür olaya ilişkin gerçeklik algılamasında, medya ve
özelde televizyon, ilk olay türüne oranla "daha fazla" bir içeriğe sahiptir. Bu
içeriğin özü görüntüdür, otantikliğin güvencesidir.
Ancak Paul Virilio, "Enformasyon Bombası" adlı çalışmasında,
özellikle bu ikinci olay türü bağlamında yeni bir şeyden; olayın nitel
boyutunu oluşturan gerçekliğin artık hızlanmış bir gerçeklik olduğundan söz
ederek bir adım daha öteye gitmektedir. "Hızlandırılmış Hakikat" teması,
küresel medya çağına özgü yeni bir gerçeklik olgusunu gündeme
getirmektedir. Konu, telekomünikasyon teknolojisinin hızla yaydığı bu yeni
gerçeklik türünün dünyasal zaman ve mekan algılamasını "hız duyumu"
açısından yeniden tanımlaması bakımından önemlidir.
∗
Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü Öğretim Üyesi.
İletişim 2003/18
2
Hüseyin KÖSE
Temelde hız kavramıyla doğrudan ilişkilendirilmiş bulunan bir
enformasyon biçiminin "şimdi, geçmiş ve gelecek" şeklinde belirlenmiş olan
klasik üçlü süre sınıflandırmasını da yeniden düşünmemizi gerektiren bir
yönü mevcuttur. Bu çalışmada, Paul Virilio'nun "hakikatin hızlandırılması"
ve buna bağlı olarak "gerçekliğin yok oluş estetiği" şeklinde adlandırdığı
olguların hız-enformasyon ilişkisi, görsel kültür ve tele-varoluş kavramları
çerçevesinde sorunsallaştırılmasına çalışılmıştır.
Enformasyon ve Hız Kavramı
Virilio'ya göre, enformasyonun etkileme gücü, artık yeni bir "teknobilim"le, bir "aşırılık bilimiyle" birleşmiş ve bu biçimiyle de enformasyon
söylemi artık "önceden olduğu gibi, Tarihin ilerlemesinin bir öznesi değil,
hakikatin hızlanmasının yarattığı baş dönmesinin bir öznesi" (2003;9) haline
gelmiştir. Yapılandırılışı içinde dilsel bir eylemi gerektiren medya söylemi,
aynı dili konuşan ya da ideal bir alıcıya işaret eden, iletişim yeteneğine sahip
bir özne ürettiğine göre, söylemin içerdiği ideolojik unsurun varlığı
muhakkaktır. Virilio'nun temel tezi, hızlandırılmış hakikatin içinden
tanımlanan olayların bu söyleme taraf olmayanlar aleyhine yarattığı "dehşet
dengesi"yle ilişkilidir. Artık bilimsel ve mutlak bir doğru arayışı yoktur.
Hakikat, yanılsama dolu perspektifler üreten sanal bir dünyanın aşırılığı
içinde yitip gitmiştir. "Dünyayı temsil etme araçları" da, bu anlamda,
"bilimsel yok oluş estetiğine yardımcı olmaktadır" (Virilio;2003;9). Burada
Virilio’nun kullandığı estetik terimi bir tür cazibeyi, çekiciliği ifade
etmektedir. Yokluğun çekiciliği, her şeyden önce çabasızlığın, aymazlıkların
çekiciliğidir. Yine Virilio’ya göre bu durum, medya; özellikle de elektronik
medya gibi akışkan ve kolektif nitelikli iletişim biçimlerinin durumunda
daha nettir. Çünkü varsayılan bu ideal alıcı, birçok öznel nitelik ve farklılık
barındırmasına rağmen ve dahası, bu özelliklere sahip milyonlarca birey
varolduğu halde, küresel düzeyde homojen nitelikli bir tek alıcı olarak
düşünülmektedir.
Yeni küresel dünyanın "tele-gözetim" stratejisi, aynı zamanda
hızlandırılmış hakikatin farklı düşüncelerin olduğu kadar, farklı "mekanların
İletişim 2003/18
Virilio ve "Hızlandırılmış Hakikat"
3
sonunu" getiren stratejisidir de. Burada söz konusu olan, "telekomünikasyon
araçlarının içine sıkışıp kalmış küçük bir gezegenin mekanının sonunun
başlamış olmasıdır" (Virilio;2003;12). Mekanın sonunu getiren
telekomünikasyon mucizesi, bir yandan "tele-kıta"ların ortaya çıkışını
müjdelerken; bir başka düzlemde de, kıtalar arası yaydığı görüntülerle her
şeyi söylemek ve göstermek anlamında bilgi sorununa yeni bir boyut
katmıştır. Özellikle de "anın gerçekliği"ni öne çıkaran fotoğrafik görüntü
aracılığıyla "doğrudanlık"ın programlanışı ve kıtalar arası enformasyon
bağımlılığı, evrensel bir değer olarak olayın göreli ve kısmi bakış açılarını
mutlaklaştıran bir saplantıya dönüşmüştür. Bu gelişmeye ek olarak,
telekomünikasyon ve özellikle de TV aygıtının sürekli olarak dramatizasyon
"scoop"u ve duygusal boyuta ilişkin mübalağalı bir anlatımı karmaşık genel
bir işleyiş olarak yaygınlaştırması, Virilio'nun sözünü ettiği hakikatin yok
oluş sürecini daha da derinleştirici etkenler olarak karşımıza çıkmaktadır.
Ayrıca artık karşılıklı etkileşimden duyulan hoşnutluk, sürekli olarak geri
besleme (feed-back) yardımıyla sağlanacak bir dönüşüm yerine,
"genelleşmiş (küresel) interaktifliğe bağlı bir kaza tehdidini beraberinde
getirmektedir" (Virilio;2003;14). Bu, Virilio'nun deyimiyle "değişimin
dünyasallaştırılması"; varolan gerçekliklerin yüzeyinde hüküm süren "sonlu
bir dünyanın içidir" (2003;14). Her bakımdan "enformasyon bombası"yla
aydınlatılmış bu yüzey, hakikate ilişkin bir sıkışmanın yeri olduğu kadar,
yine Virilio'nun deyimiyle "anlık zaman sıkışmasıyla" (2003;19) sanal
gerçekliğe odaklanmış yeni bir algılama tarzının dolaşıma sokulduğu yerdir.
Bu nedenledir ki, yeni sentetik görme biçimleriyle tanımlanabilecek bu yeni
çağda, artık enformasyon düşünsel ve kültürel bir alışverişten çok, artık
sınırsız imge tüketimciliğine ve bizi "alışverişlerin dünyasal zamanına"
çağıran "çevremizdeki gerçek dünyanın yerini alan sanal bir görüntüye ışık
vermek zorundadır" (2003;19). Hızlandırılmış enformasyonun işaret ettiği bir
başka şey, bireyin "düşünen bir varlık" olarak temsilinde değil, insan beyni
ile makine (bedensiz varlık) arasındaki ilişkiye karşılık gelen içeriksiz bir
metaforda cisimleşmektedir. Buna göre, üzerinde yeterince düşünmek için
gereken zaman bulunmayan olayların temel anlatısı, "hiçbir şeyin
gerçekleşmemesi, (buna karşılık) her şeyin geçip gitmekte oluşu"na
İletişim 2003/18
4
Hüseyin KÖSE
(Virilio;2003;21) dair bir yüceltim fikrinin ortaya konmasıdır. Dünyasal
hakikate ilişkin bu duyum yitimi, bir değer olarak iletişimin oluşum sürecine
ilişkin tarihsel bir kırılmayı haber vermek yanında, artık "bir hayalet uzuv
haline gelen bir dünyayı" (Virilio;2003;22) da haber vermektedir Virilio'ya
göre.
Dünyanın Gerçeksizleşmesi ve "Hızlanım Sineması"
Virilio, bu söz konusu kırılmanın izlerini toplumsal/kültürel yaşamın
her alanında görmektedir. Sözgelimi, yirmili yılların Hollywood'u üzerinde
düşünürken, yazar, özünde bir "hızlanım sineması" şeklinde adlandırdığı bu
sanatsal oluşumun ardında da, açıkça "dünyanın gerçeksizleşmesi felaketini"
(2003;28) bulgulamaktadır. Hollywood çıkışlı hızlanım sineması, en geniş
anlamıyla, enformasyon teknolojisinin her tür çatışmadan arındırılmış yalın
bir evren tasarımı uğruna araçsallaştırılması, yani geniş düzeyde bir
içeriksizleşme amacına hizmet etmesi, ufki ve düşünsel düzlemde de her şeyi
soğuran devasa bir boşluk olarak sunulmasıdır. Dolayısıyla, bu sinemanın
temel felsefi dayanağı, kafalardaki normal boşluk duygusuyla rahatsız edilen
her tür yaşamsal sorgulamanın, hızlandırılmış gerçeğin yüzeysel açılarıyla
bozulması; özetle, "yaşama acısının bastırılması"dır (Virilio;2003;37).
Ne var ki, "yaşama acısının bastırılması"nın kendisi de, dramatik
olanın yine dramatik olanla daha da derinleştirilmesinden ibarettir. Dramı
dramla bastırmak, Virilio'nun deyimiyle "dünyanın gerçekleştirilmesi
felaketinin" (2003; 41) ilk adımıdır. Çünkü medyatik görüntünün belirleyici
olduğu an, enformasyonun yoğun dramatik bir temsile dönüştüğü andır,
bilinçsiz arketiplerin yüceltildiği andır. Burada söz konusu olan,
enformasyonun üretimi ve yaratımının paylaşımından duyulan haz değil,
iletilerin oluşturduğu emek anı'nın kaydı ya da yeniden-üretiminden ziyade;
İzzet Yasar'ın da belirtiği gibi; "tam tersine, donmuş emeğin, deri altına
gizlenmiş fiction'u adeta yırtarak, bakış'la karşılaşması ve izleyen gözün
retinasına doğrudan kaydedilmesidir "(1999;14). Bu bakımdan, hızlanım
sinemasında, görüntü ya da iletilerin hızlılığı, belli bir gerçeklik yaratımı
sürecine eşlik etmek yerine, doğrudan doğruya ona "müdahale" etmektedir.
İletişim 2003/18
Virilio ve "Hızlandırılmış Hakikat"
5
Uzak ya da yakın plan çekimlerin işlevi için de yine aynı şey
geçerlidir. Hızlı bir şekilde "birbirini takip eden yakın plan insan yüzü
çekimleri (açık bir biçimde) izleyicinin 'uzay duyumu'nu iptal etmeye
yöneliktir" (Yasar;1999; 96). Bu tür hızlı imge akışı, beklenildiği gibi,
"uyuşumun yapıcı bir öğesi"ni (Yasar;1999;30) değil, mekana ilişkin algısal
bir parçalanmışlığı simgelemektedir. Aynı nedenden dolayı diyebiliriz ki,
zamana ve mekana ilişkin algısal bir parçalanmışlığı daha da genişleten
dinamik imgelerin söylemi, hız kavramının yakalanamaz ritmi sayesinde
"iğdiş edilmiştir". Böyle bir söylemle çerçevelenmiş bir dünya, sürekli
kazalar mekanından başka bir şey değildir. Böyle bir kazalar mekanı
yalnızca sesin ve görüntünün şifa dolu toprağında sözün bastırılmasından
başka bir amaca da hizmet etmez. Hızlı görüntüler yardımıyla oluşturulan bu
basınç, Bourdieu'nün de dediği gibi, olsa olsa "sözün ve düşüncenin
dolaşımını terörize eder" (Akt.Bora; 2001;18). Aynı olumsuzluk, dinamik
imgelerin her yerdeliği yüzünden, bakışın ayrı ayrı mekanları aynı anda
algılayışıyla, algıda temel bir çarpıklığa neden olur. Virilio'nun da
deyimiyle, enformasyonun "dromosferik (hız-küresel)" evriminde, bakışın
ayrıcalıklı satış noktalarına taşınarak yerinden edilmesi, aynı zamanda
"uzaktan hareket etmenin yarattığı dromolojik gerçeklik etkisinin yüzeysel
zamanını icat etmiştir" (Virilio;2003;112). Bu yüzeysel zaman, hızlanım
sinemasının da dünyasal zamanı ve mekanı başlıca "gerçeksizleştirme"
edimidir. Bu gelişme, sinemanın ilk ortaya çıkış yıllarında, ne Melies'nin
temsil ettiği "düşlemsel" geleneği; ne de Lumieres'lerin öncülük ettiği
"belgesel-gerçekçi" geleneği savunulur kılmamaktadır artık. Çünkü
gerçekliğin hızlanması, sinemada yeni montaj teknikleriyle rastlantı öğesini
düşlemsel boyutta bir "kader" gibi tanımlarken; sinemanın modern
devirlerine ait olan geçmiş, şimdi ve gelecek gibi süre sınıflandırmalarını da
her tür belgesel kesinliğin dışına itmektedir. Hızın yarattığı yeni gerçeklik
duyumları, bir yandan mekan içindeki maddi varoluş biçiminin daralmasını
simgelerken; diğer yandan, hızlandırılmış zamansal boyutlar içinde algılanan
doğal ya da fizik-mekansal varoluş hissini de daraltmaktadır. Dolayısıyla,
dünyasal gerçekliğin algılanışına ilişkin ne düşlemsel, ne de belgeselgerçekçi bir duyuşun varlığı mümkündür artık. Virilio'nun sözleriyle ifade
İletişim 2003/18
6
Hüseyin KÖSE
edersek, bu yeni evrede artık "maddi hacim 'etkin varoluş' gibi bir geometrik
değeri kaybetmekte, 'tele-varoluş' sayesinde olguların doğallığına galebe
çalan görsel-işitsel bir hacim çıkmaktadır ortaya" (2003; 114). En masum
tanımlamayla görsel iletişimin mutlak zaferi olarak adlandırılabilecek bu
gelişme, Benjamin'in deyimiyle "imgenin okuma yazma bilmeyen
topluluklarını" yaratmıştır (Akt.Virilio;2003;39).
Alain Gauthier de 1993 yılında L'Harmattan yayınevince yayımlanan
L'İmpact de l'image (Görüntünün Etkisi) adlı çalışmasında, görsel iletişimin
dille ve gerçekliğin temsil biçimleriyle bağlantısına ilişkin Virilio'nun
savlarını haklı çıkaracak görüşler öne sürmektedir. Gauthier'e göre de, içinde
yaşadığımız ve "tele-gözetim" kavramında ifadesini bulan enformasyon
çağında gerçekliğin temsili ile en sabırlı araştırmaların ortaya koyduğu bir
gerçeklik temsili arasındaki ayrım, görsel iletişim biçimlerinin artık "dilin bir
alt yazısı ya da işaretler arası bir geçiş öğesi yaratmasında" yatmaktadır
(Gauthier; 1993;37). Gauthier, sözün artık görüntünün arka planına
geçmesiyle, "görüntünün evrensel bir dilin içeriğinde genelleştirilmiş
iletişimin fantazmasını gerçekleştirdiğini" (1993;37) belirtmektedir.
"Tele-Gözetim" ve Yeni İktidar Yapılanması
Nasıl ki Virilio, "hakikatin hızlanması" olarak adlandırdığı olguda,
dünyasal gerçekliğe ilişkin "adı konulamayan bir teknik bulaşma tarafından
aktarılan kalıtsal bozuklukların" (2003;41) bir yansımasını görüyorsa,
Gauthier de "görüntüyü her şeyden önce süreye ve anlıksal gerçeğin
kalıcılığına yapılmış bir müdahale" (1993;38) olarak görmektedir. Başka bir
deyişle, Gauthier, görüntünün gerçekliğin zamansal kontrolünü hakim bir
ikna unsuru olarak değil, "ivedi bir gönderi olarak görselleştirilmiş zamana
taşıdığından" (Gauthier;1993; 38) söz etmektedir. Gauthier'nin sözünü ettiği
görselleştirme süreci, dolaysız biçimde bir hız çevrimine kazınmıştır.
Gauthier'nin bu görsel sürecin hızlılığından kastettiği şey, aslında zamanın
araç (medium) yoluyla denetimi, mesajı yapılandıran şeyin bizzat zamanın
kendisi olduğudur. Virilio ise, bu hız fikrine ek olarak "görsel bir kirlilik"ten
söz etmektedir. Buna göre, adım başı, karşılaşmak istemeyeceğimiz afişler,
İletişim 2003/18
Virilio ve "Hızlandırılmış Hakikat"
7
ilanlar ve spot reklam cümleleriyle yaratılan bu kirlilik, zihinsel bir görüş
bulanıklılığının da temeli, alt yapısıdır. Özellikle Amerikan reklamcılığını
söz konusu görsel kirliliğin baş sorumlusu olarak gören Virilio'ya göre, "yeni
bir dünya ekolojisi" (2003; 46) oluşturmayı hedefleyen bu anlayış "dünyanın
bütün büyük şehirlerini birkaç saat içinde aynı afişle baştan aşağı donatarak,
böylece şu zavallı dünyada yaşayan bütün şehirlileri kendi isteklerine
rağmen, kendilerine sunulanı değil, dayatılan şeyi görmek zorunda
bırakacaktır" (Virilio;2003; 46). Bu girişim, post-modern dönemin büyük bir
işgüzarlığı olarak, hızlı, kültürel bir trafiğin de başlangıcıdır. Gauthier'nin
birkaç sayfa ileride ifade ettiği düşünce de tastamam budur. Virilio'nun
dolaşımdaki görsel kirliliğe ilişkin çıkarsamaları, Gauthier'de mesajların
kaynağında, yani araçta karşılığını bulmaktadır: "Araç, kalıcı olmayan
parçalardan kurulu bir söz fazlalığıyla 'durduraksız' görüntülerin
yakalanması olanaksız yayılımını kullanmaktadır" (Gauthier;1993;40).
Dolayısıyla, Virilio'da aslolan mesajların biçimsel aracılığıyla kurulan
hakikatin hızlanması düşüncesinin öncelikli konumuyken; Gauthier'de
aslolan, aracın ikinci bir zaman rejimine geçişe izin vermesidir. Buna göre,
görüntünün zamanı, yeni bir hakikat ya da hakikatler tanımlamasına olanak
tanıyan, bununla birlikte, olayların ve kolektif duyguların açıklamasını işaret
eden tek özel varlık şeklimizdir. Yine, Virilio'da küresel bir "tele-gözetim"le
sonuçlanan bu hakikat hızlanması, kolektif paylaşıma yeni açıklamalar
getirirken; Gauthier'nin doğrudan doğruya aracın (medium) denetimine tabi
olan ve araç tarafından yapılandırılan zamanında, alıcıyı/izleyiciyi belli bir
davranış kanalına sokmak için değil, salt bir görev olarak kullanmaktadır.
Çünkü her şeyden önce, Virilio'nun "tele-gözetim"den anladığı şey, "kendi
kaygılarını, saplantılı korkularını bir yaşama alanının aşırı teşhiri yoluyla
bütün bir çağla paylaşmak"tır (Virilio;2003;59). Hızlandırılmış gerçekliğin
temel anlatısı da, bu yüzden, "toplumsal tele-yakınlık'ın fantastik
varoluşudur" (Virilio;2003;59). Söz konusu "tele-yakınlık"ın bireysel
davranışlarda belli refleksleri değil, belli şartlı refleksleri öngörmesi ise, söz
konusu yakınlık durumunun yapaylığının bir güvencesi olarak anlaşılmalıdır.
Bütün bakışları ve duyuları belli ayrıcalıklı satış noktalarına yönelten böyle
İletişim 2003/18
8
Hüseyin KÖSE
bir yakınlığın evrensel gözetlemeciliğin açık ve nitel bir belirtisi olması da
aynı şartlı reflekslerin bir ürünüdür. Nitekim, Virilio'nun aynı şartlı reflekse
uyum derecesinin damgasını taşıyan bir "dünya vatandaşı"ndan söz etmesi
boşuna değildir. Virilio'nun deyimiyle; "dünya vatandaşı, artık paylaşılan
refleksin değil, şartlı refleksin belirlediği bir tür aile oyununun tüketicisidir.
Bugün istatistik olarak da tespit edilen tavırların kitleselleşmesi olgusu,
demokrasinin kendisini de tehdit etmektedir" (2003;65). Buradan
bakıldığında, sözgelimi bugün ABD'nin Irak savaşı özelinde tanık
olduğumuz denizler aşırı siyasi müdahaleciliği ve benzer girişimlerle
haklılaştırılmaya çalışılan düşüncelerin ardında, gezegen barışının tesisi gibi
asılsız bir iddia etrafında oluşturulan küresel bir kamuoyunun ve devletler
nezdinde uyulan bir şartlı refleksin demokratik değil de ekonomik itkilerce
yönetildiğini görmek bakımından hiç de şaşırtıcı değildir. Çünkü yine
Virilio'nun da belirttiği gibi, bugün artık "ekonomik savaş, kendini büyük bir
iletişim özgürlüğü savunusunun ardına gizleyerek faaliyet göstermektedir"
(2003;64). Söz konusu ekonomik savaş, kendine özgü yeni bir iktidar
yapılanması yaratmakta, devletleri bile iktidarsızlaştıran bir işleyişle, uluslar
ötesi yeni bir iktidar mekanizmasının dolaşıma sokuluşuna işaret etmektedir.
Bu yeni iktidar yapılanmasının iş yaşamındaki yansıması ise, çalışma
zamanıyla özel hayat arasındaki ayrımı ortadan kaldıran yeni birtakım
uygulamaların başlatılması bakımından oldukça çarpıcıdır. Artık hemen
hemen tüm gelişmiş ülkelerde yarı-zamanlı yerine, sıfır zaman'lı iş
görüşmelerine imza atılması genel eğilimini başlatan bu uygulamaya göre;
"şirketler cep telefonu sayesinde çalışanlarının özel hayatları ile çalışma
zamanları arasındaki ayrımı ortadan kaldırmaktadır" (Virilio;2003;67).
Virilio, iş yaşamındaki teknoloji -cep telefonu- destekli bu yeni iktidar
yapılanmasıyla zaman denetimi uygulamasını "hane içi köleliğin yeniden
icadı" (2003;67) diye adlandırmaktadır. Şirketlerin ne zaman isterlerse
çalışanlarını "iş başına çağırabileceklerini" anlatan bu yeni eğilimle birlikte,
artık Foucault ve Deleuze'ün daha önceden haber verdikleri "kapatma ve
kontrol toplumları" tespiti, Virilio'yla birlikte yeni bir küresel "tele-gözetim"
evresine girmiş bulunmaktadır. Bu yeni dönemin öncekilerden farkı, yetkeci
kişilik ve toplum örüntülerinin yol açtığı baskıcı biçimler değil, tekno
İletişim 2003/18
Virilio ve "Hızlandırılmış Hakikat"
9
kültürel gelişmeler, dikişsiz enformasyon ve telekomünikasyon arasındaki
suç ortaklığıyla birlikte yürüyen katıksız bir zaman ve mekan denetimi
fikridir. Dahası, küresel düzlemde, sıkıştırılmış bir zaman kategorisi içinde
gerçekliğin hızlandırılarak denetim sağlayıcı bir güce indirgenmesinin
yarattığı rahatsız edici bu yeni görünüm, beraberinde daha derin sorunlar
getirmektedir. Virilio'nun da deyimiyle, artık "iletişimin alışılmış teknik
sorunlarının yanına, anında yorum yapmanın getirdiği korku verici tuzaklar
eklenmiştir" (2003;69).
Bundan başka, denebilir ki, imaj teknolojisinin hıza dayalı evreninde
seyretmek, asıl harekettir. Dolayısıyla belli bir yorumlama düzlemine
gereksinme duymadan yaşamanın temel şartı, hıza uyum sağlanılamadığı
zamanlarda, ona boyun eğmektir. Gauthier'nin yerleşik görüntü (image
endemique) adını verdiği şey de temelde budur. Yerleşik görüntü,
Gauthier'ye göre, zamanın sığınağına yerleşmiştir; bir anlamda, bu, medyatik
yoğunluğun büyüklüğü, Virilio'nun "optik karanlığın genişlemesi" adını
verdiği şeydir. Gauthier, bir imge aktarım aracı olarak TV ekranı ile
herhangi bir başka gündelik ulaşım aracı arasındaki hız ve gerçeklik duyumu
açısından hissedilen farkı güzel bir örnekle şöyle açıklamaktadır: "Hız,
temelde nesnelerden ve dekordan yararlanır ve bizler, indirgenmiş bir alanda
kalmaya mahkum ediliriz. Sözgelimi bir motosiklet üzerindeyken, makineyle
(motosiklet) uygun haldeyizdir; hız duyumu korunmuştur. Buna karşılık
ekran, bize sadece özel etkiler sayesinde yeniden ulaşan bu izlenimi bozar.
İmaj teknolojisi, uzamı yeniden üretir; uzamın bir plandan diğerine geçişi
(zamansal) boyutun kaba değişimlerini simgeler" (1993;86). Gauthier,
gerçek dünyadaki hız duyumunun zamansal ve uzamsal duyumu birleştirici
ya da birbirinden ayırıcı etkilerini, ekrandan yansıyan ve ekran aracılığıyla
yeniden üretilmiş dünya imgelerinin algılanışı üzerinde geçersiz kılacak
sanal bir mekanizmaya vurgu yapmaktadır. Her şeyden önce, ekranda
görüntüsüz bir zaman, boşluğun simgesidir. Buna karşılık, Gauthier'ye göre,
"medyatik görüntü israfı" ise, "bizim için lüks ve olayları kendi yüzeysel
çarpıklıkları içinde kısaltılmış (zamansal düzlemde sıkıştırılmış) bir vizyona
İletişim 2003/18
10
Hüseyin KÖSE
uyarlamak haline gelmiştir. Bu yüzdendir ki, görüntü, görüntüden başka bir
şeyi çağrıştırmaz" (Gauthier;1993; 56).
Sonuç
Sonuç olarak, yeni küresel enformasyon teknolojisinde öne çıkarılan
şey, artık mekan değil, zamandır. Daha doğrusu, "hızlandırılmış zaman"dır.
Hızlandırılmış zamanın doğrudan çıktısıysa "hızlandırılmış gerçeklik"
olgusunda karşılığını bulmaktadır. Buna bağlı olarak, dünyasal zamanı ve
mekanı kavrayışın temelinde, etkin bir varoluştan ziyade, bir tele-varoluş
eğilimi yatmaktadır. Tele-varoluş perspektifinden bakıldığında, modern
dönemlere özgü geçmiş, şimdi ve gelecek şeklinde belirlenmiş olan üçlü süre
sınıflaması, dünyasal hakikati tanımlamaya yetmemektedir. Çünkü modern
sonrası bu yeni dönemde, hem yoğunlaştırılmış, hem de hızlandırılmış bir
gerçeklik sunumunun etkisi, hız duyumuyla birlikte, dünyasal zaman ve
mekanın doğallığını parçalamış, gerçekliği salt bir zaman dışılık ve mekan
dışılık düzlemine indirgemiştir.
Bu açıklamalardan hareketle diyebiliriz ki, hız temelinde
yapılandırılmış olan görüntü, sıkıştırılmış vizyondur; görüntünün yoğunluğu
ise, onun her yerdeliği ile ilgilidir ve böyle bir görüntü derinlikten yoksun bir
biçimde yüzeysel gerçeklikleri tüm çarpıklıkları içinde açığa vurur. Şu halde
görüntü, geniş ve hızlı yayılımı yüzünden kendi duygusal ve düşünsel
verimliliğini yitirdiği gibi, ondan arta kalan şey, sadece tamamıyla yapay,
yeniden kurulmuş bir evrendeki görselleştirilmiş olaylar dizisine işaret
etmektedir.Virilio'nun asıl kaygısı da burada yatmaktadır: Yani gerçekliğin
yalnızca yüzeyine ilişkin edindiğimiz izlenimlerle mesajları algılama
konusunda maruz bırakıldığımız hızlılığın, aynı sıkıştırılmış vizyonun doğal
bir sonucu olarak, belli bir kısıtlı zaman düzlemini doğurması. Buna ek
olarak ayrıca, Virilio’nun işaret ettiği bir başka tehlike, içinde
bulunduğumuz sinematik çağın en büyük tehlikesinin, belki de gündelik
hayatın zaman ve mekan sınırlarını bir mekan dışılık ve zaman dışılık
düzeyine indirgemiş olmasıdır. İşte bilginin sınırsız gelişiminin dramatik
olan yanı, belki de budur. Yine özellikle Internet’in, tıpkı ünlü fabl ustası
İletişim 2003/18
11
Virilio ve "Hızlandırılmış Hakikat"
Ezop'un dil hikayesinde olduğu gibi, çift uçlu bir paradoksla damgalanmış
olmasının nedeni de budur. Ya da belki, geleceği haber verilen bir teknik
devrim bir dramdan daha fazla bir şeydir. Eğer bireysel hareketlerin
akılcılığı, sonunda küresel bir akıl dışılıkla sonuçlanıyorsa, eğer
küreselleşme, tarihin hızlanmasının tamamlanması değil de sonlanması ya da
bilginin teknik gelişimiyle patlatılmış bir enformasyon bombası, dünyanın
sunduğu imkanlar alanının kapanması anlamını simgeliyorsa, neden
olmasın?
Şu halde, sözü, bir an için tüm hayali uzuvlarıyla birlikte –küresel
teknolojik ve iletişimsel ağlarlarla birlikte- hareketsiz kalmış bir dünyanın
ütopik erdemine övgüde bulunmak adına, Virilio'nun dramatik bir biçimde
sorma cesaretini gösterdiği şu ilginç soruyla tamamlayabiliriz: Gerçekten de
hareket olmasaydı, kaza olur muydu?. Ya da yaşamını hızlandırılmış
hakikatlerin kuşatması altında kurmaya çalışan tekno-kültürel bir uygarlığın
dolaysız "özne"si bir insanlık için, acaba tümüyle hareketsiz kalmanın
anlamı her tür iletişimsel kazayı önlemeye yeterli olabilir miydi?
Kaynaklar
Bora, Tanıl (2001); "Entelektüel Kıstırılmışlık ve Sözün Sınırları",
Birikim, sayı: 144, s: 18.
Gauthier, Alain (1993); L'impact de l'image, Paris: Edition
L'Harmattan.
Virilio, Paul (2003); Enformasyon Bombası, Çev: Kaya Şahin,
İstanbul: Metis Yayınları.
Yasar, İzzet (1999); Balta/Zar, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
İletişim 2003/18
12
Hüseyin KÖSE
Abstract
According to Virilio, what put forward in new global information
technology is the time not anymore place. Indeed, it is “accelareted time”, if
accelareted time is directly output, it finds itself in accelareted reality.
Depending on this, the tendency of “only one existence” lie in the basis of
comprehension of worldly time and place rather than an “eefective
existense”. When looked at the perspective as regards only one existence,
tripartite duration clssification determined as in past, now and future isnt
enough to define worldly reality. Because, in this new period, the impact of
presentation of reality both intensified and accelareted to pather with speed
sensation has broken down the natırality of wordly time and place and
reduced the reality to a solely simultenousness and establishment.
Key Words: accelareted time, effective existence, only one existence,
information technology, accelareted reality, speed
İletişim 2003/18
Virilio ve "Hızlandırılmış Hakikat"
13
İletişim 2003/18
İnternetin Geleceği Hakkında İki Farklı Yaklaşım
Kuramcıların Görüşleri
Selva ERSÖZ∗
Giriş
İletişim insan aktivitelerinin temelini oluşturur. Bugün önemli iletişim
araçlarından biri haline gelen internet, tüm sosyal alanlara yayılmakta, onları
değiştirmekte ve yeni bir iletişim alanı olarak karşımıza çıkmaktadır. Her
yeni icat edilen teknoloji ve bu teknolojinin topluma yayılmasıyla birlikte,
kültürün bu araçlar tarafından yönlendirilmesi sonucu çok çeşitli
değişiklikler yaşamaya başladık. 90’lı yıllardan itibaren iletişimin ve
internetin gücü, bilişim sistemlerinde kaydedilen gelişmeler bizi yeni
teknolojik çalkalanmalara sürüklemiştir.
İnternet üzerine yapılan teorik araştırmalar, aslında daha çok bu yeni
teknolojinin toplum üzerindeki sosyal sonuçlarını inceler ve henüz sınırlı ve
dağınık çalışmalardır. Eric Guichard’ın da belirttiği gibi “yeni bir
teknolojinin sosyal sonuçlarını, o teknoloji toplumda uzun zaman ve geniş
ölçüde yayılmadan ölçemeyiz” ( 1999: 1).
Bilişim tarihi henüz ilk zamanlarını yaşarken, internetin diğer
teknolojilerle karşılaştırıldığında başdöndürücü bir hızla gelişmesi ve
ilerlemesi en uyanık bilişimcinin bile bu gelişmeleri takip etmesini
güçleştirmektedir. Ağ ekonomisi ve elektronik enformasyon yönetimi
konularda uzman, Dr. Özgür Uçkan’ a göre bilişim ve iletişim
teknolojilerinin gelişimi, özellikle de internetin yaygınlaşması, medya ile
demokrasi arasında varolduğu düşünülen bağlantı konusunu yeniden
gündeme getirmiş, internetin doğasını oluşturan gayri merkezi yapı ve
∗
Kadir Has Üniversitesi İletişim Fakültesi Araştırma Görevlisi, Université de la Méditerrannée
(Marsilya, Fransa) Doktora Öğrencisi
İletişim 2003/18
Selva ERSÖZ
2
etkileşim boyutunun katılımcı demokrasi bakımından sunduğu imkanlar
tartışılmaya başlanmıştır. Bu imkanlar, “ağların ağı” olarak internetin
karakteristik özelliklerinden, yani temel yapısını oluşturan “ağ mantığının”
getirdiği “küresel”, “gayri merkezi”, “açık”, “sınırsız”, “etkileşimli”,
“kullanıcı-denetimli”
ve
“altyapıdan-bağımsız”
niteliklerinden
kaynaklanmaktadır ( 2003: 27).
Bu makalede araştıracağımız ana soru, internet ve siber kültür insanlık
için daha iyi bir gelecek sunabilecek midir yoksa tam tersi etkileri yaratacak
ve varolan düzeni yıkacak, sosyal değerlerimizi kaybetmemizi sağlayacak
bir araç mı sorusu olacaktır. Bu konuyu kuramcıların görüşlerini özetleyerek
aktarmaya çalışacağız. Bunun için de iki ana görüşten yola çıkacağız. Birinci
görüş, ki bunu iyimser yaklaşım olarak adlandırabiliriz, internetin insanlar
arasındaki iletişimi geliştireceği, yeni bir paylaşım türü yaratacağı, kültür
çeşitliliğini sergilemek için yeni bir fırsat yaratacağı gibi bazı temel
savlardan yola çıkmaktadır. İkinci görüş ise, kötümser yaklaşım olarak ifade
edilebilir. Bu yaklaşım, internetin toplum tarafından özümsenmemesi, sosyal
bağın yok olması, kuzey-güney arası eşitsizliğin artması ve internetin
egemen sınıfın elinde onların çıkarlarına hizmet eden bir araç haline gelmesi
gibi tehdit ve tehlikeleri temel almaktadır. Teorik anlamda bu görüşlerin ana
öncülerinden yola çıkarak, iki yaklaşım da örneklerle incelenecek ve sonuç
bölümünde de, başta ortaya koyduğumuz internet insanlık için daha iyi bir
gelecek sunuyor mu sorusuna cevap verilecektir. Bu çalışma, iki yaklaşımın
öncü kuramcılarının internetin genel anlamda geleceği ve etkilerini
hakkındaki temel görüşlerini içermektedir.
İyimser (Optimist) Yaklaşım
İyimser yaklaşımın öncülerinden sayılan Pierre Lévy “Cyberculture
(Siber Kültür)” adlı kitabında, bu kültürün özelliklerini, etkileşim, sanal
toplulukların oluşumu ve kollektif zeka olarak belirtir (1997: 141-143).
bu
Siber kültürün teknik alt yapısını evrensel iletişim oluşturmaktadır ve
da internet üzerindeki her adresin birbirine bağlı olmasıyla
İletişim 2003/18
İnternetin Geleceği Hakkında İki Farklı Yaklaşım Kuramcıların Görüşleri
3
sağlanmaktadır. İnternetin yarattığı etkileşim, kanalları aşarak bizi, tüm
dünyaya açılan sınırsız topluma ulaştırır.
Telefon hatları, fiberoptik kablolar, uydular, mobil sistemlerle dünyayı
ikinci bir küre gibi kaplayan ağların “akış mekanı” üç temel katmandan
oluşmaktadır: teknolojik ağ altyapısını biçimlendiren elektronik iletim
şebekeleriyle teknik katman; ağ dağıtıcıları ve düğümlerinin biçimlendirdiği
mekanın topografyası olarak coğrafi katman; ve ağ kullanıcılarının etkileşim
mekanı olarak sosyal katman ( Castells, 1996: 412-417).
Siber mekan olarak adlandırılan mekan ise, özünde bir akışlar
mekanıdır ve teknik, coğrafi ve sosyal bir gerçekliğe sahiptir. Dr. Özgür
Uçkan siber mekanı gerçek bireylerin ve onların oluşturduğu gerçek
toplulukların, iletişime ve etkileşime girerek gerçek ilişkiler kurmaları
sonucu, gerçek sonuçlar yaratan gerçek eylemlerde bulundukları bir mekan
olarak tanımlar. ( 2003: 24)
Siber kültürün ikinci özelliği olan sanal topluluklar, Howard
Rheingold’un tanımına göre, “siber dünyada ortaya çıkan yeterli sayıda
bireyin biraraya gelmesiyle oluşan ortak bir kültür, görüş ya da fikri
paylaşan sosyo-kültürel oluşumlardır” (1993: 6). Sanal topluluklar kamuoyu
uygulanmalarının işleyişini hızlandırmaktadır. Dr. Uçkan ise sanal
toplulukların ortaya çıkışı ile ilgili görüşlerini şöyle özetler:
İnternet, yüz binlerce enformasyon kaynağına anında erişim imkanı
sunmakta; özellikle merkeziyetçi olmayan bir biçimde tasarlanmış olduğu
için coğrafi sınırları etkisiz kılmakta, dolayısıyla da hükümetlerin denetimini
güçleştirmekte; görece kolay ve ucuz erişim imkanı taşımakta; sınırsız
enformasyon barındırma potansiyeli bulunmakta; tüm kullanıcıların
enformasyon almak kadar iletmesine de izin vererek etkileşim boyutunu
güçlendirmekte; yeni etkileşim imkanı sayesinde kullanıcıların başka iletişim
ortamlarına kıyasla çok daha fazla denetim sahibi olmalarını sağlamakta;
belirli bir teknik altyapıdan ( kablolu, kablosuz) ya da işletim platformundan
( windows, linux vb) bağımsız olarak işlevini yürütebilmektedir. Tüm bu
nitelikleriyle internet, başlangıcından beri sosyal bağlantı imkanını
İletişim 2003/18
4
Selva ERSÖZ
canlandırmış ve “sanal topluluk” kavramının ortaya çıkmasına neden
olmuştur ( 2001).
Ortak bir tartışma zemini oluşturması, uygulama sahasının daha şeffaf
ve daha katılımcı hale getirilmesiyle klasik medya araçlarına oranla, bu
tartışma zeminlerinin ulaşılmasını ve dağıtılmasını daha kolay kılmaktadır.
Sanal topluluklar arasında oluşan sosyal bağ; ortak ilgi alanları, bilginin
dağılımı ve ortak öğrenme üzerine kurulmuştur. Günümüzde sanal
topluluklar sayesinde, dünyanın dört bir tarafından insanlar yer, zaman ve
mekan ayrımı olmaksızın bilgi paylaşabilmekte ve bilgi alışverişinde
bulunabilmektedir. Bu da kollektif zekayı oluşturmaktadır.
Dijital kanallar sayesinde bugün insanlar her türlü mesaj ve bilgiyi
paylaşabilmekte, elektronik konferanslara katılabilmekte, internette bulunan
toplumsal bilgilere kolaylıkla ulaşabilmekte ve projeler üreten, dostluk barış
ve işbirliğini geliştiren yaşayan canlı bir ansiklopedi oluşturmaktadırlar.
Pierre Lévy tarafından siber kültürün üçüncü özeliği olarak belirtilen
kollektif zeka ise “her tarafa yayılan, değerini yitirmeyen, zamanla
eşgüdümlü olarak hareket eden ve uzmanlıkları harekete geçiren bir zeka”
olarak tanımlanır (1994: 67). Kollektif zeka projesi birey ve kollektif
kavramlarını yeni bir öğrenme alanı içinde tanımlar. Bu yeni öğrenme alanı;
etik temellere dayalı insan ilişkilerini inceleyebildiğimiz, bireylerin
uzmanlıklarına göre değerlendirildiği, değişikliklerin anında dönüşüme
uğradığı ve herkesin bilgiye hizmet eden bireyler olarak görüldüğü, bu
bilgiye giden yolda öğrenme yollarının kesilmediği alan olarak
tanımlanabilir.
İyimser yaklaşım içerisinde görüşlerine yer vereceğimiz bir başka
araştırmacı da “Et Dieu Créa Internet (Ve Tanrı İnterneti Yarattı)” adlı
kitabın yazarı Christian Huitema’dır. Yazara göre internet radyo ya da
televizyon gibi tek anlamlı bir medya aracı değildir. İnternette herkes aynı
zamanda bilgi kaynağı ve tüketici olabilir (1996: 185). İkinci bölümde
ayrıntılarıyla inceleyeceğimiz kötümser yaklaşımın öncülerinin başlıca
argümanı internetin toplumda yaygınlaşmasıyla birlikte bilgiye ulaşma
konusunda eşitsizliğin artacağı yönündedir. Bu görüşe karşılık Huitema,
toplumda zaten bilgiye ulaşma konusunda bir ayrımın olduğunu ve bunun
İletişim 2003/18
İnternetin Geleceği Hakkında İki Farklı Yaklaşım Kuramcıların Görüşleri
5
internetten önce de bulunduğunu vurgular (1996: 186). Bilgiye ulaşmak
hükümet üyeleri gibi bazı ayrıcalıklı kesimler için her zaman daha çabuk ve
daha kolay gerçekleşmektedir. Şu durumda yapılması gereken yeni
teknolojilerin mümkün olduğunca herkese en hızlı biçimde ulaştırılmasını
sağlamak olacaktır. Toplum içindeki eşitsizliklerin yok olması ancak
internetin yaygınlaşmasıyla mümkün olacaktır.
İnternetten ulaşılan bilginin pahallı olduğu görüşüne karşılık öne
sürülen fikir, kullanım yaygınlaştıkça maliyetin düşecek olması görüşüdür.
Buna örnek olarak televizyonları verebiliriz. Ayrıca internette
haberleşmenin, elektronik posta örneğinde olduğu gibi, telefonla
haberleşmeye göre maliyetinin düşüklüğü de unutulmamalıdır. Bugün
hemen hemen her evde bir tane televizyon bulunmaktadır; belki de yarın bu
durum bilgisayarlar ve internet için geçerli olacaktır.
İyimser yaklaşımın ana düşüncelerini bu şekilde özetledikten sonra
konuyu bir örnekle daha belirginleştirebiliriz. İnternet bugün her alanda
olduğu gibi kültür alanında da çok etkili olmaktadır. Web sitelerin oluşumu
bize gerçek bir kültür mozaiği sunmaktadır. İngilizce dilinin etkinliğiilinin
etkinliğirağmen, çok değişik dillerde çeşitli web siteleri bugün milyonlarca
internet kullanıcısının hizmetine sunulmuştur. Hatta kültürel azınlık
toplumları bile interneti kullanarak kendi dillerini ve kültürlerini yaymaya
başlamışlardır. Bugün internet ortamı sayesinde pek çok ulus kendi
kültürünü yaymakta, yeni kültürler tanımakta ve kaynaşmaktadır. Konuyla
ilgili özellikle UNESCO’nun çalışmaları dikkate alınmalıdır. UNESCO’nun
web sitesinde ( www.unesco.org) azınlık kültürler, bu kültürlerin özellikleri
ve kültürler arası diyaloglarla ilgili detaylı bilgi bulunmaktadır.
UNESCO’nun çalışmaları iki açıdan ilgi çekici ve önemlidir. Birincisi,
dünya üzerinde bulunan ve kendini geniş ölçüde tanıtma imkanı bulamayan,
yeni teknolojilere uzak kültürler hakkında bize kapsamlı bilgiler vermesi ve
ikinci olarak da tüm bu bilgilerin internet üzerinden ulaşılabilir durumda
olmasıdır. Ayrıntıya girmeden bahsedecek olursak, bugün internet üzerinde
en etkin topluluklardan biri, Ermeni topluluklardır. Elektronik ortamda siber
kültürün özelliklerini kullanan Ermeni topluluklarının nasıl interneti
kullanarak birbiriyleriyle iletişim halinde olduklarını ve dünyanın dört bir
köşesine yayılmış olsalar bile kültür ve değerlerini koruduklarını ve en
önemlisi diaspora idealini geliştirmek için nasıl çalıştıklarını görebiliriz.
İletişim 2003/18
Selva ERSÖZ
6
Kötümser yaklaşım kuramcılarının iddia ettiğinin aksine, internet
gerçekte kültürel ayrıcalıkların kaybolmasına değil, onların daha geniş
çevrelere daha hızlı bir biçimde tanıtılmalarını sağlar. İnternetteki dil sorunu
başlı başına ayrı bir çalışma konusu olmakla birlikte, kısaca değinmek
gerekirse, İngilizcenin en yaygın ve ana dil olarak kabul edildiği internet
ortamında son yıllarda diğer dillerin kullanımında da artan bir tablonun
sergilendiğini görüyoruz.
09-1998 08-2000 01-2000 06-2001 08-2001 10-2001 02-2002 02-2003
ES/İspanyolca 3.37% 8.41% 9.46% 10.95% 11.24% 11.36% 11.60% 10.83%
FR/ Fransızca 3.75% 7.33% 7.89% 8.86% 9.13% 9.14% 9.60% 8.82%
IT/İtalyanca
2.00% 4.60% 4.93% 5.88% 6.15% 6.15% 6.51% 5.28%
PO/
Portekizce
1.09% 3.95% 4.44% 5.40% 5.57% 5.61% 5.62% 4.55%
DE/ Almanca 5%
11.00% 11.43% 13.42% 13.74% 14.08% 14.41% 13.87%
Tablo 1: İnternette kullanılan dillerin İngilizce karşısındaki gelişimi
Kaynak: http://www.funredes.org/LC/L5/evol.html
1999
2001
2003
2005
İngilizce
konuşan
91,969,151
milyon
54%
108,282,662
milyon
51%
124,265,453
milyon
46%
147,545,824
milyon
43%
İngilizce
konuşmayan
(percentage)
79,094,449
milyon
46%
104,480,528
milyon
49%
143,733,527
milyon
54%
198,008,511
milyon
57%
Toplam
171,168,600
milyon
212,889,190
milyon
268,150,180
milyon
345,735,835
milyon
Kaynak: Computer Economics-
Tablo 2: İnternet üzerinde kişilerin kullandıkları dillere göre dağılımı
Kaynak: http://www.opinionpower.com/statistics.html
İletişim 2003/18
7
İnternetin Geleceği Hakkında İki Farklı Yaklaşım Kuramcıların Görüşleri
09-1998 08-2000 01-2000 06-2001 08-2001 10-2001 02-2002 022003
EN/ İngilizce 75%
ES/
İspanyolca
57%
55%
52%
51%
50.5% 49%
45%
2.53% 4.79% 5.20% 5.69% 5.73% 5.74% 5.68% 4.87%
FR/Fransızca 2.81% 4.18% 4.34% 4.61% 4.66% 4.62% 4.70% 3.97%
IT/ İtalyanca 1.50% 2.62% 2.71% 3.06% 3.14% 3.11% 3.19% 2.38%
PO/
Portekizce
0.82% 2.25% 2.44% 2.81% 2.84% 2.83% 2.75% 2.05%
RO/
Romence
0.15% 0.21% 0.18% 0.17% 0.18% 0.18% 0.16% 0.10%
DE/ Almanca XXXX 6.27% 6.29% 6.98% 7.01% 7.11% 7.06% 6.24%
resto/e other/
13.44% 22.67% 23.84% 24.69% 25.45% 25.92% 27.45% 35.39%
diğer
Tablo3: İngilizce karşısında internette kullanılan diğer dillerin
gelişimi
Kaynak: http://www.funredes.org/LC/L5/evol.html
Yukarıdaki tablolar incelendiğinde, birinci tabloda internette
kullanılan dillerin gelişimini
görmekteyiz. Funredes1 tarafından
gerçekleştirilen bu çalışmada, 1998 Eylül ayından itibaren araştırma alanını
kapsayan 5 dilin (Fransızca, Almanca, İtalyanca, İspanyolca ve Portekizce)
internet üzerindeki dağılımını verilmiştir. Yüzde oranlar, bu dillerin İngilizce
karşısındaki gelişimini göstermektedir. Burada söz konusu olan çalışmanın
amacı, interneti kullanan kişilerin kullandıkları dilleri belirlemek değil,
internet üzerinde web sitelerinde ve arama motorlarında adı geçen 5 dilin
temsil edilme oranlarıdır. İkinci tabloda ise, interneti kullanan kişilerin
1
Funredes 1993 yılından beri faaliyet gösteren, merkezi Dominik Cumhuriyeti’nde bulunan bir sivil
toplum örgütüdür. Yeni bilişim ve iletişim teknolojilerinin gelişmekte olan ülkelerde, özellikle Güney
Amerika ülkelerinde yaygın ve etkin kullanımı için çalışmalar yapmakta; araştırma projeleri üretmekte ve
diğer uluslararası sivil toplum örgütleriyle bağlantılı olarak çalışmaktadır. (http://funredes.org/)
İletişim 2003/18
Selva ERSÖZ
8
kullandıkları dillere göre dağılımı yapılmıştır. Son olarak üçüncü tabloda,
birinci tabloda gösterilen çalışmanın kapsamlı sonucunu görmekteyiz.
İngilizce içerikli internet siteleri karşısında diğer dillerin kullanıldığı internet
sitelerinin gelişimi verilmiştir. Bu tablolardaki yüzdelere bakıldığında,
İngilizce’nin internet sitelerinde temsil edilme oranında ve İngilizce
kullananların interneti kullanma oranında azalma olurken, diğer dillerin
internette temsil edilme oranlarında ve İngilizce dışındaki dilleri
konuşanların interneti kullanma oranlarında sürekli olmasa da bir artış
olduğu dikkat çekmektedir.
Tüm bu çalışmalar tek bir dil ya da milletin internetin tek hakimi
olamayacağının işaretlerini vermektedir. Herkes yavaş da olsa bu yeni
teknolojiyi kullanmaya ve onun özelliklerinden faydalanmaya başlamıştır.
İyimser yaklaşım kuramcılarının görüşlerini özetleyecek olursak;
•
Kamuoyu görüşlerinde monopolün sona ermesi,
•
Kitle iletişim araçlarının çeşitlenmesi ve evrenselleşmesi,
• Bilgiye ulaşmada hızın artması ve istenilen zamanda kolayca
bilgiye ulaşılması,
• Teknik yetersizlikler yüzünden, herkesin interneti kullanma
şansının olmamasına rağmen, web sayfalarında çok büyük bir kültür
mozağinin yaratılıyor olması,
• İnternet şu an iddia edildiği gibi kaos ve karışıklığa kısmen yol
açıyor olsa da, gelecekte çalışmalar, internetin daha demokratik bir ortamda
iletişim ve daha şeffaf ve evrensel bir dünya sağlanması için yapılmaktadır.
Kötümser (Pesimist) Yaklaşım
Kötümser yaklaşımın üstünde durduğu başlıca sorunları dört grup
altında toplayabiliriz. İnternetin toplum tarafından özümsenme sorunu,
kişiler arası sosyal bağın yok olması riski, eşitsizliklerin, özellikle zengin
İletişim 2003/18
İnternetin Geleceği Hakkında İki Farklı Yaklaşım Kuramcıların Görüşleri
9
toplumlarla fakir toplumlar arasındaki eşitsizliklerin artması sorunu ve
tarihteki benzer gelişmelerden yola çıkarak, internet gibi bir gücün elit
kesimin eline geçerek onların çıkarlarına hizmet için kullanılacağı görüşü
olarak sıralayabiliriz.
İlk olarak internetin toplum tarafından özümsenme, kabul edilme
sorunu üzerinde duracağız. Toplumcu yazar Paul Virilio’ya göre siber ortam
bir güç objesi haline gelecektir. Yazara göre, her teknolojik gelişme
beraberinde kendi olumsuzluklarını da getirir. Ayrıca araştırmacı; teknolojik
gelişmelerin ani yayılan etkilerinin mutlak gücü doğuracağını ve bunun da
diktatörlüğü simgelediğini belirtmiştir (1993: 59). Virilio aynı zamanda
bilgilendirme ve bilişim çağının bizi düzensizlik ve eşitsizliklere
sürüklediğine değinmiştir. Çünkü internet diğer teknolojilerde olduğu gibi,
ani etkiler yaratacaktır ve bu ani etkiler neticesinde doğan mutlak güç de
ayrıcalıklı bir sınıfa hizmet etmekten öteye gidemeyecektir. İnternetin
topluma eşit olarak ulaşması söz konusu bile değildir. Dolayısıyla toplum
tarafından benimsenmesinden de bahsedemeyiz. Bunun neticesinde, herkese
eşit yollardan ulaşmayan ve herkes tarafından paylaşılamayan bu teknoloji
toplum içinde sosyal bağları zayıflatacaktır. Bu güce sahip olan belli bir
kesim ise demokrasi ortamını zedeleyecektir. Tüm bu tezler karşısında ise,
Jean Louis Weissberg, Paris 13 Üniversitesi’nde “İletişim ve Bilişim
Kuramları” dersi uzmanı, internetin geçmiş bilgi ve birikimlerimizi yok
etmeyeceğini aksine onlara yenilerini ekleyeceğini söyler ( 1993: 2). Kişiler
arası sosyal bağın ise yok olmak bir kenara dursun daha da güçleneceğini
belirtmiştir. Bu durumda internetin yarattığı etkileşimi hiçe sayan Paul
Virilio, gerçek demokrasinin temellerini nasıl atmayı düşünmektedir?
Kötümser yaklaşımın ikinci tezi olan, toplumda sosyal bağın yok
olacak olması üzerine Paris Üniveristesi profesörlerinden Serge Latouche’un
görüşlerini inceleyebiliriz. Latouche, internetin sadece yerel kültürler
üzerinde değil, politika ve Kuzey-Güney arası eşitsizlikler üzerindeki yıkıcı
etkilerinden de söz etmektedir. Elektronik ortamda yayınlanan Terminal
Dergisi’nin 64. sayısında yer alan bir söyleşisinde Latouche bu fikirlerini
şöyle ifade eder:
İletişim 2003/18
10
Selva ERSÖZ
“ Şu an var olduğunu düşündüğümüz evrensellik kavramı aslında,
belli bir grubun çıkarlarına hizmet etmekten başka bir işe yaramamaktadır ve
bu da toplumları bir kaosa sürüklemektedir. Aynı zamanda toplumlar arası
kültürün kaybolması ve kültürlerin yozlaşması, yok olması gibi sorunlar baş
göstermektedir” ( 1992).
İnternet erişiminin evrensellikten uzak oluşu aşılması güç sorunları
beraberinde getirmektedir. Bilgiye erişebilenler ve erişemeyenler arasında
ulusal ve uluslararası ölçekte giderek derinleşen uçurum, yani “ dijital
bölünme”, bilişim ve iletişim teknolojilerinin demokratik imkanlarını da
ciddi ölçüde sınırlandırmaktadır. Dijital bölünme ya da dijital uçurum
bilişim ve iletişim teknolojilerine erişimde eşitsiz dağılımı ifade etmek için
kullanılmaktadır ( Norris, 2001: 53). Dijital bölünme interneti “ Atina
demokrasisi” modeline olumsuz anlamda benzetilmektedir. Bir yanda
bilgiye erişebilen, bunun için yeterli geliri ve kültürel sermayesi olan,
istatistiklere göre çoğunlukla erkek, az sayıda seçkin “net yurttaşı”, diğer
yanda bilgisayar okuryazarı olmayan, internet erişimi için yeterli kaynağa
sahip bulunmayan “köle ve barbar yığınları” bulunmaktadır ( 2003: 37).
Üçüncü tez olan, toplumsal eşitsizliklerin artacağı görüşü, yukarıda da
belirttiğimiz gibi bazı kuramcılar tarafından tamamen reddedilmektedir.
Çünkü internetin sağladığı serbest iletişim sayesindedir ki, insanlar daha
geniş bilgiye sahip olmaya ve kendilerinde olmayanı görüp geliştirmeye
başlamışlardır. İnternet sayesinde az gelişmiş ya da gelişmekte olan
toplumlar durumlarını geliştirebilir ve hatta bu açıdan bakıldığında internet
eşitliği sağlayıcı bir faktör olarak da görülebilir.
Manuel Castells ise konuya farklı bir açıdan bakmaktadır. “The
Internet Galaxy (İnternet Galaksisi)” adlı eserinde, Castells küreselleşen bir
ekonomi, internet ağı haline gelen bir toplumda ve herşeyin giderek
interenete dayalı hale geldiği bir ortamda; internete bağlı olmamak bir
anlamda toplum dışında kalmak ve dışlanmak anlamına gelmek olduğunu
belirtir (2001: 334). Bu dışlanmışlığın; ekonomik, sosyal ve kültürel pek çok
etkisi olmaktadır. Teknolojik donanım yetersizliği, internet kullanma
kültürünün gelişmemiş olması, ekonomik engeller gibi sorunlar kuzey-güney
İletişim 2003/18
11
İnternetin Geleceği Hakkında İki Farklı Yaklaşım Kuramcıların Görüşleri
arasındaki eşitsizliği, bir anlamda gelişmiş toplumla gelişmememiş ya da
gelişmekte olan toplumlar arasındaki uçurumu arttırmaktadır.
Kötümser söylem açısı içerisinde son olarak değineceğimiz konu,
internetin iddia edildiği gibi bizi daha mükemmel bir topluma, daha
demokratik bir iletişime ve daha ahenkli bir topluma götüreceği söyleminin
aslında bir ütopyadan ibaret olduğu görüşüdür. Philippe Breton, “ Le Culte
d’Internet: Une Menace Pour Le Lien Social (İnternet Kültü: Sosyal Bağ
Için Bir Tehdit)” adlı eserinde bize konu hakkındaki görüşlerini şu sözlerle
iletir:
Politikanın tamamen halk tarafından yönlendirileceği ve herkesin eşit
haklara sahip olacağı ideal toplum söylemi aslında hiç bir zaman
gerçekleşmesi mümkün olmayan bir ütopyadır. Hatta bu ütopyaya giden
yolda yapılan çalışmalar geri tepecek ve ters etkileri doğuracaktır. İşte bu
ters etkilerin sonuçları şu an yaşamaya başladık. Teknolojik gelişmeleri,
hayatı sürükleyen en büyük değer olarak gören söylem tarihte geçmişten beri
varolmaktadır. Yeni teknolojilerin mucizevi sonuçlar doğuracağına dair öne
sürülen tezler çok uzun zamandan beri dile getirilmektedir. Bu da yeni
teknolojilerin ve modernizmin sanıldığının aksine toplumu daha iyi şartlara
götürmeyeceği, sadece yıllardır varolan bir söylemin tekrar edilerek
toplumun bir anlamda uyutulduğunun işaretidir ( 2000: 27).
Breton, kısaca iyimser kuramcılar tarafından öne sürülen, interneti ve
yeni teknolojileri hayatın merkezine koyan tüm görüşleri reddetmektedir.
Ona göre, tüm bu söylemler bir ütopyadan ibarettir. Bunu da iletişim
ütopyası ya da mesih teknolojisi olarak adlandırır ( 1997: 115). Yeni
teknolojilerle hiç bir zaman gerçekleşmeyecek olan ideal toplum bekleyişi
dünyayı kurtarmaya gelecek yeni bir mesih bekleyişi kadar ütopiktir.
Kötümser yaklaşım kuramcılarının görüşlerini özetleyecek olursak;
• Yeni teknolojiler ve internet alanında olan gelişmelerin tümü, belli
çıkar gruplarını menfaatlerine hizmet etmektedir ve dünyanın geri kalanının
dışlamaktadır.
İletişim 2003/18
Selva ERSÖZ
12
•
İnternet, toplumu kaos ve eşitsizliğe sürüklemektedir.
• Yeni teknolojileri üzerine yapılan söylemin aslında “yeni” hiç bir
tarafı yoktur. Bu konuda yıllardır süre gelen konuşmalar sadece aynı
mükemmel ve eşit toplum vaatlerinin türevleridir.
• Kişiler arası iletişim ve sosyal bağ zayıflamakta; kültürel
yozlaşmalar ve kültürlerin kendi öz değerlerini kaybetmesi gibi sorunlar
artmaktadır.
Sonuç
Sonuç olarak başta verdiğimiz soruya geri dönersek, internet ve siber
kültür insanlık için daha iyi bir gelecek sunabilir mi soruna şu an için cevap
vermek oldukça zordur. İki yaklaşımın da öne sürdüğü görüş ve
argümanlarda hem abartılı hem de akla yatkın noktalar bulunmaktadır.
Ayrıca başta da belirttiğimiz gibi internet ve internetin toplum üzerindeki
sonuçları odaklı çalışmalarda henüz yargıya ve kesin sentezlere varmak için
erken olduğu görüşü iletişimle ilgili diğer sosyal bilim uzmanları tarafından
da dile getirilmektedir.
İnternet 21. yüzyılın başından beri sosyal ve ekonomik bir fenomen
haline gelmiştir. Bilginin paylaşımı anlamında da internet hem büyük
umutlar vaadeden hem de beraberinde pek çok olumsuzlukları taşıyan bir
teknoloji olarak görülmektedir. Bu fenomeninin toplum üzerindeki etkilerini
iyi anlamak için, sadece teknik boyuttan bakmamak gerekir. İnternetin
gelişimi disiplinler arası ve uluslararası bir bağlamda incelenmelidir. Bunu
yaparken de, gelişimi ve değişimi ne abartmak ne de yermek doğru olacaktır.
Sosyal, kültürel ve ekonomik değişimler yaşamakta olduğumuz gerçeği
yatsınamaz ve toplumun bu değişimlere iyi ayak uydurabilmesi için, bu
değişimleri yukarıda bahsettiğimiz disiplinler arası ortamda tartışmamız,
anlamamız ve sonuçlarına hazırlanmamız gerekmektedir.
İletişim 2003/18
13
İnternetin Geleceği Hakkında İki Farklı Yaklaşım Kuramcıların Görüşleri
Kaynaklar
Kitap
• BRETON, Philippe ( 1997). “L’utopie de la Communication”. Paris:
La Découverte.
• BRETON, Philippe ( 2000). “Le Culte d’Internet: Une Menace Pour
Le Lien Social”, Paris : La Découverte.
• CASTELLS, Manuel ( 1996). “The Rise of the Network Society- The
Information Age: Economy, Society and Culture- VolumeI ”, Oxford:
Blackwell Publishers.
• CASTELLS, Manuel ( 2001).
Oxford University Press.
“The Internet Galaxy”. Oxford:
• GUICHARD, Eric (1999). “Informatique et Démocratie”. Institut
Français d’Athènes.
• HUITEMA, Christian (1996). “Et Dieu Créa l’Internet”. Paris:
Eyrolles.
• LEVY, Pierre ( 1997). “Cyberculture”. Paris: Edition Odile Jacob.
• LEVY, Pierre (1994). “Intelligence Collective :
Anthropologie du Cyberespace”. Paris: La Découverte.
Pour
une
• NORRIS, Pippa ( 2001). “Digital Divide: Civic Engagement,
Information Poverty and The Internet in Democratic Societies”. New York:
Cambridge University Press.
• RHEINGOLD, Howard ( 1993). “The Virtual Community:
Homesteading on the Electronic Frontier”. Massachusetts: Addison-Wesley.
• UÇKAN, Özgür ( 2003). “E-Devlet, E-Demokrasi ve Türkiye”.
İstanbul: Literatür Yayıncılık.
• VIRILIO, Paul ( 1993). “L’art du Moteur”. Paris: Editions Galilée.
İletişim 2003/18
Selva ERSÖZ
14
İnternette Yazı
• LATOUCHE, Serge ( 1992). “La Mégamachine et la Destruction du
Lien Social”. Revue Terminal. no. 64
http://www.terminal.sgdg.org/, 15 Mart 2004
• UÇKAN, Özgür ( 2001). “Bir Kamusal Alan Olarak İnternet ve
Yasal Düzenleme: Sivil toplum Kuruluşlarının Çalışmaları”. ( “İnternetin
Hukuksal Boyutları” oturumunda sunulan bildiri). inet-tr’01- VII.
Türkiye’de İnternet Konferansı, Harbiye Askeri Müze ve Kültür Merkezi-,
1-3 Kasım 2001. İstanbul
http:// inet-tr.org.tr/inetconf7/Sunum/uckan.doc, 20 Mart 2004
• WEISSEBERG, Jean Louis ( 1993). “Ralentir la Communication, A
Propos de l’art Du Moteur de Paul Virilio”. Revue Terminal, no. 63, 10
Mart 2004
• http://www.terminal.sgdg.org/, 9 Mart 2004
• http://funredes.org/LC/L5/ultimas.html, 15 Haziran 2004
• http://www.funredes.org/LC/L5/evol.html, 15 Haziran 2004
• http://www.opinionpower.com/statistics.html, 15 Haziran 2004
• http://funredes.org/, 15 Haziran 2004
İletişim 2003/18
15
İnternetin Geleceği Hakkında İki Farklı Yaklaşım Kuramcıların Görüşleri
özet
Günümüzde internet baş döndürücü bir hızla gelişirken, bu gelişmenin
toplumsal, sosyal, kültürel sonuçları da araştırmalara konu olmaktadır.
Kimilerine göre bir ütopyadan ibaret olan bilgi toplumu kavramı, kimilerine
göre ise toplumsal pek çok sorunun çözümü olacak olan yeni bir çağa
geçişimizi simgelemektedir.
İnternetin toplum üzerindeki etkileri farklı tartışmalara yol
açmaktadır. Bu farklı görüş ve yaklaşımlardan yola çıkarak, internetin
geleceği hakkında şimdiden bir çıkarım yapmak oldukça güçtür. İnternet
bizler için daha iyi bir gelecek mi hazırlamaktadır, yoksa tam tersine varolan
düzeni yıkacak ve sosyal değerlerimizi kaybetmemizi sağlayacak bir araç
mıdır? Bu soruya cevap ararken, iki farklı yaklaşım kuramcıların bakış
açısıyla incelenmiş, siber kültürün tanımı ve özellikleri anlatılmış, internetin
olumlu ve olumsuz yönleri hakkında kuramcıların görüşleri aktarılmaya
çalışılmıştır. Sonuç bölümünde ise aktarılan iki görüşlerin özeti yapılmaya
çalışılmıştır.
Henüz topluma tam olarak yayılmamış ve herkes tarafından
benimsenmemiş bu teknolojinin toplum üzerindeki olası etkileri kesinlik
kazanmasa da, konuyla ilgili karşıt taraflar çoktan yerlerini almış ve bu
etkileri tartışmaya başlamışlardır. Son noktayı koymak için çok erken
olmakla birlikte, bu araştırmaların gelişmesi ve çeşitlenmesi gelecek için
daha bilinçli ve gelişmiş toplumlar yaratılmasında etkili olacaktır.
Anahtar Kelimeler: siber kültür, sanal topluluklar, bilgi toplumu
İletişim 2003/18
Selva ERSÖZ
16
Abstract
As the internet dazzlingly improves from day to day, this development
in social and cultural structure is a topic to researchers. The information
society concept can be an utopian idea for some people but on the other hand
it is possible to solve many social problems and it symbolizes to pass into a
new era.
The influence of internet on the society brings out different
discussions. According to different approaches, it is hard to make a
conclusion on the future of internet. Is internet preparing us a better future or
on the contrary will it be a tool to lose our social values and break out the
existing order? In searching answer to this question; two different
approaches of the theoriticians have been analysed, the definition and the
caracteristics of the cyber culture have been explained, positive and negative
aspects of the internet have been described according to the theoriticians
points of view. At the conclusion, we try to summarize these two different
approaches.
The internet has not yet been spread out through the society and not
been accepted by everybody. For this reason it is not possible to mesure the
effectiveness of this technology on the society. On the other hand, contrary
supporters have began to discuss the influence of internet on the society. It is
yet early to point out the last statement but these research will make socities
more conscious and developed.
Key Words: cyberculture, virtuel communities, information socie
İletişim 2003/18
Kaynakların Düzenlenmesi
Metin içinde kaynak gösterme
1- Ana metindeki tüm göndermeler metin içi dipnot sistemi ile
belirtilir. Metinde uygun yerde parantez açılarak, yazarın veya yazarların
soyadı, yayın tarihi ve alıntılanan sayfa numarası belirtilir. Aynı kaynaklara
metinde tekrar gönderme yapılırsa yine aynı yöntem uygulanır, a.g.e., a.g.m.
gibi kısaltmalar kullanılmamalıdır. Örnek: (Okay, 2000:71-76)
2- Alıntılanan yazarın adı, metinde geçiyorsa, parantez içinde yazarın
adını tekrar etmeye gerek yoktur. Örnek: Özer (1995:57), düşünce
alışkanlıklarının “Ben” değeri toptancılığının ve tiryakiliğinin, en dolaysız
ifadesi olduğunu söylemektedir.
3- Gönderme yapılan kaynak iki yazarlı ise, her iki yazarın da
soyadları kullanılmalıdır. Örnek: (Postman ve Powers, 1996:122)
4- Yazarlar ikiden fazlaysa ilk yazarın soyadından sonda “vd.” ibaresi
kullanılmalıdır. Örnek: (Keyman vd., 1996:149)
5- Gönderme yapılan kaynaklar birden fazlaysa, göndermeler noktalı
virgülle ayrılmalıdır. Örnek: (Erdoğan, 1997:150; Gürbilek, 1993:61)
6- Metin içinde yer alması uygun görülmeyen açıklamalar için sayfa
altı dipnot yöntemi kullanılmalı ve bu notlar metin içinde 1,2,3, şeklinde
sıralanmalıdır. Bu not içinde yapılacak göndermelerde de yukarıdaki yöntem
uygulanmalıdır.
Kaynakçanın Düzenlenmesi
1- Kaynakçada, sadece yazıda gönderme yapılan kaynaklara yer
verilmeli ve yazar soyadına göre alfabetik sıralama izlenmelidir.
2- Bir yazarın birden çok çalışması kaynakçada yer alacaksa yayın
tarihine göre eskiden yeniye doğru bir sıralama yapılmalıdır. Aynı yılda
İletişim 2003/18
yapılan çalışmalar için “a”, “b”, “c,” ibareleri kullanılmalıdır ve bunlar metin
içinde yapılan göndermelerde de aynı olmalıdır.
Kitap
Bostancı, M. Naci (1995). Toplum, Kültür ve Siyaset. Ankara: Vadi
Yayınları.
Çeviri Kitap
Postman, Neil ve Steve Powers (1996). Televizyon Haberlerini
İzlemek. Çev. Aslı Tunç. İstanbul: Kavram Yayınları.
Derleme Kitap
Tufan, Hülya, der. (1995). Kamuoyu Kimin Oyu? İstanbul: Kesit
Yayıncılık.
Derleme Kitapta Makale
Bourdieu, Pierre (1995). “Kamuoyu Yoktur”. Çev. Hülya Tufan.
Kamuoyu Kimin Oyu?, der. Hülya Tufan. İstanbul: Kesit Yayıncılık.
Dergide Makale
Üstünler, Fahriye (2000). “Türkiye’de Demokrasi Tartışmalarının
Düşünsel Arka Planı: 1845-1950”. ODTÜ Geliştirme Dergisi, 27(1-2):183206.
Yayınlanmamış Tez
Yıldırım Becerikli, Sema (1999). Örgüt Kültürü Oluşumunda
Örgüt İçi İletişimin Rolü: Departmanlı Mağazacılık Sektöründe İç
Halkla İlişkiler Açısından Bir Değerlendirme: Beğendik A.Ş. Örneği.
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü.
İletişim 2003/18
Tebliğ
Kaymas, Serhat (2001). “Küreselleşme, Etnik Göç ve Ulus Devlet
Üzerine Bir Değerlendirme”, ODTÜ 7. Ulusal Sosyal Bilimler Kongresi,
21-23 Kasım, Ankara.
İnternette Makale
Atabek,
Ümit
(1998).
Http://www.ilet.gazi.edu.tr. 28.10.1998.
“İletişim
Teknolojileri”.
İletişim Dergisinin Temin Edileceği Şahıslar ve Üniversiteleri
Anadolu Üniversitesi: Yrd. Doç. Dr. Banu Dağtaş, Atatürk
Üniversitesi: Ar. Gör. Elif Küçük, Başkent Üniversitesi: Öğr. Gör. Serpil
Aygün Cengiz, Ege Üniversitesi: Ar. Gör. Olcay Canbudak, Fırat
Üniversitesi: Ögr. Gör. Basri Barut, Kocaeli Üniversitesi: Ar. Gör. İhsan
Karlı, İstanbul Üniversitesi: Ar. Gör. Ayşe Cengiz, Ar. Gör. Selçuk
Hünerli, Selçuk Üniversitesi: Ar. Gör. Aldullah Koçak, Maltepe
Üniversitesi: Yrd. Doç. Dr. Pınar Erkarslan.
Katkılarından dolayı kendilerine teşekkür ederiz.
İletişim 2003/18
Yazı Teslim Kuralları
1- Dergiye gönderilecek yazılar, Word 6.0 ve üstü versiyon (IBM
uyumlu) programında yazılmış olmalıdır.
2- Bir buçuk aralıklı olarak Times New Roman yazı karakteriyle 12
punto olarak yazılan ve sayfanın tek yüzüne basılan yazılar 3 kopya olarak
bir adet disketle birlikte yayın kuruluna teslim edilmelidir.
3- Makalelerin kaynakça ile birlikte 20 sayfayı geçmemesi tercih
edilir. Makalelerin 150 kelime civarında İngilizce ve Türkçe özetleri de
yazıyla birlikte gönderilmelidir. Özette, araştırmanın kapsamı ve amacı
belirtilmeli, kullanılan yöntem tanımlanmalı ve ulaşılan sonuçlar kısaca
verilmelidir.
4- Yazıda paragraflar girintili olmalıdır.
5- Dergiye gönderilecek yazıların başka bir yerde yayınlanmamış
olması ya da yayın için değerlendirme aşamasında bulunmaması gerekir.
6- Yazar ismi ya da isimleri makalede değil, makaleye iliştirilecek
kapak sayfasında yer almalıdır. Bu kapak sayfasında, yazar isimleri dışında
metin başlığı, yazarın adresi, telefon varsa e-posta veya faks numaraları yer
almalıdır.
7- Hakem raporları doğrultusunda yazarlardan, yazılarında bazı
düzeltmeler yapmaları istenebilir.
8-Yazının yayımlanması konusunda son karar yayın kuruluna aittir.
Yayın kurulu kararına ilişkin bir mektup, hakem değerlendirmelerinin birer
fotokopisiyle birlikte en kısa sürede yazarlara gönderilir.
Yazıların Gönderileceği Adres:
İletişim Dergisi
G.Ü. İletişim Fakültesi, Bişkek Cad. 81. Sok. 06510 Emek/ANKARA
İletişim 2003/18
Download