İÇİNDEKİLER Türk Basınında Kamuoyu Araştırmaları Necdet Atabek ........................................................................................... 1 İnsan Kaynakları Yönetiminde İletişim: Halkla İlişkiler Odaklı Yaklaşım Beril Akıncı Vural .................................................................................. 29 Yerel Yönetimlerde Örgütsel İletişim (Erzurum Büyükşehir Belediyesi Örneği) Fatma Geçikli ......................................................................................... 49 Genç Parti Reklamları İçin Bir Söylem Çözümlemesi Halime Yücel Altınel .............................................................................. 89 Kitle İletişimi Araçlarının Gerçekliğin Yansıtılması ya da Kurulması Süreçlerindeki Rolü Murat Sadullah Çebi ............................................................................ 111 Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim Fakülteleri Üzerine Bir Araştırma Erdal Dağtaş ......................................................................................... 143 Genetik, Klonlama ve Gen-Etik Çetin Murat Hazar................................................................................ 201 İletişim 2003/17 Çeviri Haber Fotoğraflarının Belirlenimleri I. Fotoğraflarda Anlam Seviyesi Modern gazetede, metin hala temel bir öğedir, fotoğraf isteğe bağlı bir öğedir. Ancak fotoğraflar, belirdiklerinde, bir metine yeni anlam boyutları katarlar. Roland Barthes’in gözlemlemiş olduğu gibi, ‘resimler…yazıdan daha zorunludurlar, tek bir vuruşta anlamı empoze ederler, onu çözümlemeden ya da sulandırmadan’ [1]. II. Yananlam Kodları İlk olarak, anlamı olası kılan kodlara dönmemiz gerekir. Bizi burada yan anlam kodları her şeyden daha çok ilgilendirir. Yan anlamla ilgili kodlar, bir işaretin, gerçek anlamla ilgili göndergesinin yanı sıra, diğer, ilave ima edilen anlamları göstermesine olanak tanıyan anlam konfigürasyonlarıdır. Bu anlam konfigürasyonları, toplumsal uygulamalardan kaynaklanan toplumsal bilgi biçimleri; toplum içinde dağınık biçimde varolan ve o toplumun dünya anlayışını baskın anlam-kalıpları bakımından düzenleyen kurumların, inançların ve meşrulaştırmaların bilgisidir. Gerçek anlam kodları kesindir, aslının tıpkısıdır, açıktır: bir süveterin fotografik imgesi, giyilecek bir nesnedir (gerçekte giyilecek bir nesneyi belirtir), bir palto, bir şapka ya da bir baston değil, bir süveter olarak tanınır. Yan anlam kodları daha açık-uçludur. Günlük konuşma dilinde çağrışımsal anlamda süveter, ‘sıcak kalmayı’, ‘sıcak tutan bir kıyafet’i de akla getirebilir – ve böylece daha başka bir ayrıntılandırmada ise ‘kışın gelişini’, ‘soğuk bir günü’ vb. akla getirebilir. Fakat özelleşmiş moda söylemi alanında (alt-kod), süveter, ‘haute couture’ün bir moda stilini’, ‘resmi olmayan’ belirli bir bayan elbisesi ‘stilini’ ve benzerlerini akla getirebilir. Doğru geri plana karşı konulduğunda İletişim 2003/18 2 .................................................... ve romantik söylem alanına yerleştirildiğinde, süveter ‘ağaçların arasında uzun sonbahar yürüyüşü’nü akla getirebilir [2]. İfade seviyesinde fotoğraf, okuyucunun bir üyesi olduğu kültürün içerisine dağıtılmış ifade edici özellikler dağarcığı içerisinde anlam kazandırır. Bu dağarcık fotoğrafla ya da aslında görsel tasarım alanıyla sınırlandırılmaz. Fotoğrafı çekilen nesnenin ifade özelliklerini çözmemize olanak tanıyan aynı ‘ipuçları’, günlük konuları ve durumları ifade edici tarzda ‘okuduğunda’ hemen herkes tarafından da kullanılırlar. İfade kodları, bir grup el kol hareketini, dilsel olmayan özellikleri (işaretleri), özgül bir ifade konfigürasyonuna (işaretlenene) ayrıştırma yeterliğimize bağlıdır – bu teknik değil, kültürel bir başarıdır. Bir grup bedensel ya da fiziksel özelliklerin tanınabilir ifadelerin endeksleri olarak görev yapması bir kültürdeki ‘mevcut toplumsal bilgi miktarı’nın parçasıdır. Bir kültürün üyelerinin, canlı özneyle ya da onun görsel kopyasıyla yüz yüze bu ‘bilgi’yi kullanma yeterliği vardır. Temel fark, toplumsal durumlarda bizim için, ifade edici bir kalıbı ayırt edebileceğimiz daha zengin bir grup işaret edici ipucunun mevcut olmasıdır: beden duruşu, yüz ifadesi, el kol hareketinin yanı sıra, hareket, durum, etkileşim ve konuşmaya da sahibizdir. Bu nedenle fotoğraf bu kültürel kodun kısaltılmış bir versiyonunu tasarımlar. Bay Maudling’in, Poulson olayından dolayı istifa ettiği günkü ön sayfa fotoğrafları bize bunun iyi bir örneğini sunar. Örneğin, Daily Mail, Bay Maudling’i ‘kızgın’ olarak yorumlamıştır: MAUDLING – KIZGIN ADAM. Fotoğraf – sadece eller üzerindeki baş – şüphesiz bu okumayı destekler, ancak diğer tasvirler de eş değerde akla yakındır: örneğin, ‘düşünceli’ ya da ‘sabırla dinliyor’.Bu nedenle yorum bir başlıkla güçlendirilir – Bay Reginald Maudling – kızgın, nefret eden, derinden gücenmiş. Burada başlıklar olası okumalardan birini seçer ve tercih eder, sonra onu ayrıntılandırır. Ancak Sun, Bay Maudling’in istifasını ‘trajedi’ olarak yorumlar: BAY MAUDLING’in TRAJEDİSİ. Neredeyse Mail’in fotoğrafıyla aynıdır – şüphesiz aynı olay (Tory Partisi’nin bir konferansı?) Ama açıda bir eğilme, başın konumunda bir değişiklik, her şeyden önemlisi gözlerin düşürülmesi ve ‘buğulanma’nın ufak bir iması okumayı ‘kızgınlık’tan ‘trajedi’ye dönüştürür. Express’in öyküsü de tarjedi imalarına İletişim 2003/18 Haber Fotoğraflarının Belirlenimleri 3 sahiptir – Reginald Maudling dün siyasi kariyerini feda etti…- ama onun başlığı ve alt-başlığı daha kaçamaklıdır: BIRAKACAĞIM – BİLDİĞİM ŞEKİLDE. Çıkış – Bir Arabada Tek Başına. Bu fotoğraf – ‘bir arabada tek başına çıkan Maulding’in’ – Sun’ın fotoğrafından daha az trajik okunur – gergin, soyutlanmış, ‘bir tarafa’ bakan, iç çalkantıya kendisini kaptırmış. Ama Express’in ön sayfasındaki ‘trajik’ yüz Maudling’in değil, Heath’inkidir! Avam Kamarası Bildirisinden Sonra Bay Heath (Çok ciddi bir Heath fotoğrafı altındaki yazı – bu kez Başbakan’ın gözleri ‘duyguyla buğulanma eğiliminde’). Mirror ve Telegraph aynı fotoğrafı kullanır: Telegraph açıklayıcı, Mirror bir ‘okuma’yı destekleyici. Ama bu fotoğraf çok geniş kapsamlı ifadelerle ilintilendirilecek kadar genelleştirilmiş olduğu için, Mirror’da ayrıca dilsel bir güvenceye ihtiyaç duyar, bunu da resim altındaki yazı sağlar: Bir istifa bakışı…Maudling’den. O, haber fotoğrafı alt yazıları için, özne’nin ifadesinin kesin olarak nasıl okunması gerektiğini, kelimelerle, bize söyleyen çok yaygın bir uygulamadır. Her beş örnekte de, sergileme türü büyütülmüş ‘sadece-baş-veomuzlar’dır. Hem kompozisyon – beden ve mekanın gereksiz diğer ayrıntıları çıkartılmıştır -, hem de büyütme – bedenin en çok ifade taşıyan bölümleri olan yüze ve gözlere vurguda bulunulmuştur – ifade edici boyutun gücünü arttırır. Bunun ideolojik bir anlamı vardır, çünkü onun işlevi, ifade edici kodu öylesine kullanmaktır ki, öykü siyasi amacından, Maudling’in bir yönüne, adama, doğru saptırılır ya da uzaklaştırılır. Bu sergileme dolaylı bir soru yöneltir gibidir – çoğumuz Maudling olayı ile ilgili şimdi en çok ne bilmek istiyoruz?’ – ve buna dolaylı bir cevap verir: ‘o ne hissediyor?’, ‘buna nasıl tahammül ediyor?’ Times bu davranışa bir istisnadır. Times, ‘ciddi karardan sonra evinde dinlenen bir halk figürü’nün artık bir klasik olmuş bir versiyonunu üretir. Bu açı için gerekli bilgiyi, istifa dilekçesinde, ‘[benim] ailemin bile özel yaşamını yutan… tanınmışlığın parıltısı’ndan söz eden Bay Maudling’in kendisi vermiştir. Times ardından, bu yorumu toparlar ve ayrıntılandırır. Times’ın fotoğrafı – İçişleri Bakanlığından dün istifa eden Bay Maudling’in Essedon, Hertfordshire’daki evlerinde karısıyla birlikte geçen yıl çekilmiş – kahvaltı yaptıkları odalarında üzeri meyve, biber vs. dolu bir masanın önünde, kediyi kucaklamış karısının yanında ayakta İletişim 2003/18 4 .................................................... dururken, kısa kollu kareli gömleği içinde onu göstermektedir. İma edilmiş toplumsal ayrıntı bakımından yeteri kadar zengin olan bu fotoğraf, ideolojik bir noktaya da dokunmaktadır: klasik karşılıklı-konumu üretmektedir tanınmış figür özel/ hayatındaki insan -, bu, yüksek mevkiinin kaygı ve görevleriyle çökertilmiş/bunlardan kurtulmuş insanlara dair bizim eğitimli bilgeliğimizde önemli merkezi bir mittir. O, duygusal etki diye adlandırabileceğimiz şeyi, yönetilenleri yönetenlere bağlayan en zorlayıcı bağlardan birini yaratır. Sonra, her bir durumda, gazete ifade edici kodu kullanarak öyküyü farklı bir ‘haber-açısı’na doğru hafifçe saptırmıştır. Ancak, her biri, tek yaygın bir temanın üzerinde bir saptırmadır: ‘özne kategorisi aracılığıyla’ siyasi olayın yer değiştirilmesi ya da gizemleştirilmesi. Bu kişiselleştirme ideolojisinin özüdür. İfade edici kodlar, kişiselleştirici dönüşümlerin yaratılması için haber-fotoğrafının retoriğinde en güçlü araçlardan biridir. III. Haberin Anlamı Haberin anlamının iki yönünü birbirinden ayırmak gerekir. Birincisi fotoğraf işaretinin haber değeridir. İkincisi ise fotoğraf işaretinin ideolojik seviyesidir. ‘Haber değeri’, öykünün haberin profesyonel ideolojisi bakımından ayrıntılandırılmasından (fotoğraf+metin) oluşur – gazete söyleminde haberi oluşturan şeye dair sağduyulu anlayışlar. İdeolojik seviye öykünün, ima edilen temaları ve yorumları bakımından, ayrıntılandırılmasından oluşur. Biçimsel haber değerleri gazete dünyasına ve söylemine, profesyonel bir grup olarak haber insanlarına, haber-yapımının kurumsal aygıtlarına aittir. İdeolojik haber değerleri gerçek anlamıyla toplum içindeki ahlaki-siyasi söylem dünyasına aittir. İdeolojik temalar her gazetenin seçtiği tikel yapıya göre farklı şekillerde saptırılacaklardır. Bu saptırma, sırasıyla, gazetenin siyaseti, siyasi yönelimi, sunuş değerleri, geleneği ve öz-imajı tarafından yönetilecektir. Fakat tikel bir haber ‘açısı’nın tikel saptırmaları arkasında sadece ‘toplumumuzda haber diye geçen şey’e dair ‘biçimsel’ değerler değil, aynı zamanda toplumun kendisinin ideolojik temaları da yatmaktadır. Bu nedenle Winsdor Dükü’nün ölümü ‘biçimsel İletişim 2003/18 5 Haber Fotoğraflarının Belirlenimleri haber değerleri’nin gereksinimini karşılar, çünkü o beklenmeyen bir olaydır, dramatiktir, yakın zamanda olmuştur, yüksek statüye sahip bir insanla ilgilidir. Ancak, ideolojik seviyede, bu olay güçlü, yankılanan bir ‘grup’ temayı ima eder: ‘Beyaz Atlı Prens’, ‘kalbinde insanları olan Kral’, ‘sevdiğim kadın için tahtı bırakan’ hükümdar, emekli Winsdorlar’ın ünlü yaşamı, Kraliçe ile geç gelen uzlaşma, ölüm ve ulusal defin – ‘Yuvaya gelen Kral’. Farklı gazeteler haber-öyküsünü, bu ideolojik temalardan birini ya da daha fazlasını kullanarak, farklı saptıracaklardır. Yine de, genelde, bu tikel ‘haber açıları’ndan herhangi biri büyük ideolojik temayla doğrudan kesişir: Monarşi’nin kendisi. Bu, Britanya ideolojisinin büyük tarihçisi Bagehot’un keyif alacağı bir noktadır: Monarşi’nin güçlü bir yönetim olmasının en iyi nedeni anlaşılabilir bir yönetim olmasıdır. İnsan kitlesi onu anlar ve dünyadaki başka bir yönetimi neredeyse hiç anlamaz. İnsanların hayal güçleri tarafından yönetildikleri söylenir; ama hayal güçlerinin zayıflığı tarafından yönetildiklerini söylemek daha doğru olacaktır…Özel korku ve bağımsız yasalarla bastırılması gereken kölelerimiz yoktur. Ama bir anayasa düşüncesini anlayamayan – kişisel olmayan yasalara en az bağlanmayı hissedemeyen - sınıfların tümüne sahibiz…Bir cumhuriyetin yönetimde sadece zor düşünceleri vardır; Anayasal bir Monarşi’nin de kolay bir düşüncesi vardır; sorgulayan azınlık için karmaşık yasalar ve düşüncelerin yanı sıra,onun, ilgisiz çoğu kişi için kavranabilir bir öğesi de vardır [3]. ‘Haber değerleri’nin yapısı, haber üretiminde yansız, kullanılabilir bir seviye olarak belirir. O, ‘doğal olarak’ öyküleri ve olayları kişilerle ilintilendirir: O, toplumsal dünyadaki nitelikleri, statüyü, konumları anonim olaylara bağlar: ‘drama’yı, ‘insan çıkarı’nı kişisel olmayan tarihsel güçlerin arkasında arar bulur. Yine de, kullanılabilir bu değerler, en sonunda, yansız değerler değildirler. Althusser’in savladığı gibi, bir söylemin ideolojik İletişim 2003/18 6 .................................................... olması kesinlikle, ‘özne kategorisi’ ile birlikte kullanımıyla ve okuyucuda ‘bilinen onaylamalar’ yaratmakla sağlanır [4]. Öyleyse şu açığa çıkmaktadır ki, haber fotoğrafı, ideolojik bir temaya – ikinci aşama- işaret etmeden önce ‘biçimsel haber değerleri’ olarak adlandırdığımız şeyin seviyesinde – birinci aşama - kendisini kullanıma sunmalıdır. Bu nedenle bir polisi tekmeleyen göstericinin fotoğrafının haber değeri vardır, çünkü o, yakınlarda olan, dramatik, sıra dışı, tartışmaya açık bir olaya şahitlik etmektedir. İşte o zaman, tabir caizse bu ‘tamamlanmış mesaj’ı bir yoruma bağlayarak, güçlü ideolojik içeriği olan ‘ikinci-sıra anlamlar’ı üretmek mümkündür: bu yüzden VE KIŞKIRTMA HAKKINDA KONUŞUYORLAR! (Sketch), POLİSLERİN KARŞI KARŞIYA OLDUKLARI ŞEY (Express), POLİSİN ZAFERİ (Telegraph), POLİSİN MÜKEMMEL OLDUĞU GÜN (Mirror). Halloran, Elliot ve Murdock [5] bu ‘tekme-fotoğrafı’nın (serbest çalışan bir fotoğrafçının Keystone Ajans’ı için çektiği) seçici bir şekilde nasıl hem önceki bir yorumu – Vietnam Savaşı’na karşı düzenlenen gösterinin ‘şiddetli’ olacağı yorumunu -, hem de özgül bir ‘haber açısı’nı – ‘polisi öykünün merkezine editör kararıyla oturtma’ - güçlendirdiğine dikkat çeker [5]. Haber-değeri açısından, polis öykünün ‘merkezi’ olarak gösterilir – yani ‘tekme-fotoğrafı ile arka planı oluşturulan, onun biçimsel haber kullanımıdır. İdeolojik açıdan, polis öykünün kahramanı olarak gösterilir – bu fotoğraf ile yananlamsal olarak abartılmış bir yorum. Uygulamada, büyük bir olasılıkla haber üretiminin bu iki yönü arasında ya çok az ya da hiç fark yoktur. Editör; fotoğrafı sadece, işaret edilen olayın etkisi, dramatik anlamı, sıra dışılığı, tartışması, yankısı vs. açısından bakıp seçmez (biçimsel haber değerleri), aynı zamanda bu değerlerin nasıl ele alınacağını ya da ‘açılandırılacağını’ da – yani, yorumsal açıdan kodlanacağını - düşünür. Gazetenin iç söylemini toplumun ideolojik evrenine bağlayan bu ikili ifadedir – biçimsel haber değerleri/ideolojik ele alış. Bu ikili ifade yoluyla, açık işlevi, haber değerlerinin karlı bir şekilde değiş tokuşu olan gazetenin kurumsal dünyası toplumun büyük ideolojik temalarının ‘yetkinlikle’ İletişim 2003/18 Haber Fotoğraflarının Belirlenimleri 7 yeniden üretimindeki gizil işlevine bağlanır. Böylece biçimsel ‘haber’ gereksinimleri, gazetede ideolojinin röprodüksiyonu için ‘düzenleyici’ olarak belirirler. ‘Haber açıları’ aracılığıyla, gazete burjuva toplumunun ana temalarını anlaşılır tasarımlar açısından dile getirir. Toplumsal düzenin meşrulaştırmalarını yüzlere, ifadelere, öznelere, mekanlara ve efsanelere dönüştürür. Bagehot’ın gözlemlediği gibi, ‘Bir kraliyet ailesi, tam yerinde hoş ve güzel olayları ekleyerek siyaseti tatlılaştırır. Yönetim işine ilgisiz gerçekleri sokar, ama bunlar öyle gerçeklerdir ki, “insanların kalpleri”ne konuşur ve onların düşüncelerini kullanır.’ Gazeteler haber öykülerini alır satar. Ancak farklı pek çok öykü ve imajı, haber değerlerinin karlı değiş tokuşuna bağlama ihtiyacının ‘en sonda belirleyici’ olmasına rağmen, bu ekonomik neden asla tek başına ortaya çıkmaz. Fotoğraf işaretinin ideolojik işlevi her zaman onun değiş tokuş değeri içinde gizlidir. Haber/ideolojik anlam, içinde bu işaret-araçlarının değiş tokuş edildiği biçimdir. Ekonomik diyalektik, burada da başka yerdeki gibi, üretimi ve ‘sembolik’ değerlerin tahsisini belirlemesine rağmen, ‘kendi saf durumunda asla aktif’ değildir. Fotoğraf işaretlerinin değiş tokuş değerinin bu nedenle, gerekli olduğu üzere, birden fazla belirlenim etmeni vardır. Haber değerleri Haber değerleriyle, bir grup baskı üzerinde çalışan editörlerin, ‘haber’i oluşturan şeyle ilgili ‘bilgi birikimleri’ bakımından, fotoğrafı seçmelerine, seviyelere ayırmalarına, sınıflandırmalarına ve ayrıntılandırmalarına olanak tanıyan düzenleyici uygulamaları kastediyoruz. ‘Haber değerleri’ modern toplumda en müphem anlam yapılarından biridir. Bütün ‘gerçek gazeteciler’in ona sahip olması beklenir: çok az kişi onu tespit edebilir ve tanımlayabilir ya da bunu yapmaya isteklidirler. Gazeteciler ‘haber’den sanki olaylar kendilerini seçiyorlarmış gibi bahsederler. Ayrıca onlar, ‘en önemli’ haber öyküsü ve en göze çarpan ‘haber açıları’ sanki ilahi bir ilham yoluyla geliyormuş gibi konuşurlar. Ancak dünyada her gün meydana gelen milyonlarca olaydan, sadece ufak bir oranı ‘potansiyel haber öyküsü’ olarak İletişim 2003/18 8 .................................................... karşımıza çıkar: ve gerçekten haber medyasında bu oranın sadece küçük bir bölümünden günün haberi üretilir. Öyleyse, bir ‘derin yapıyla’ uğraşıyor gibiyizdir. Bu derin yapının seçici bir araç olarak işlevi, onu nasıl kullanacaklarını en iyi bilen profesyonellere bile açık değildir. Alışa geldik bir şekilde habere işaret etme potansiyeli olan bir öykü, rapor ya da fotoğrafın, günlük gazete dünyasında, en az üç temel ölçütü sağlaması gerektiği gözükmektedir. Öykünün bir olaya, bir oluşuma ya da bir olguya bağlanması ya da bağlanabilir olması gerekir: olayın son zamanlarda olmuş olması gerekir, eğer mümkünse dün, tercihen bugün, birkaç saat önce: ‘haberdeki’ olay ya da şahıs ‘haber değeri vardır’ diye derecelendirilmelidir. Yani, haber öyküleri eylemle, ‘zaman içinde yakınlıkla’ ve ‘haber değerine sahip olmayla’ ilişkilidir. Haber görünürlüğünün bu üç temel kuralı haber toplama ve seçimi rutinlerini organize eder. Onlar, gazete ve alt yapıları arasında bir filtre olarak görev yaparlar – uzak yelerdeki özel muhabirler, acenteler, ‘mahalli muhabirler’. Bu temel kurallar gerçekleştirilir gerçekleştirilmez, daha karmaşık bir grup parametre oyuna dahil olur. Bunlar, biçimsel haber değerleri açısından bir öykünün ayrıntılandırılmasını idare ederler. Ancak neredeyse her zaman yaygın atıfların basit bir listesi açısından biçimsel haber değerleri son yıllarda kapsamlı olarak tartışılmıştır. Bu nedenle, Ostgaard [6], haber değeri en yüksek olan olayların, sorun yaratan ve bilinmeyen sonuçları olan sıra dışı, beklenmedik olaylar olduğunu ileri sürer. Galtung ve Ruge’nin [7] listesi daha uzundur. Bu liste, son zamanlarda gerçekleşmiş olmayı, yoğunluğu, nadir olmayı, tahmin edilemezliği, açıklığı, etnikliği içerir: ayrıca, süreklilik, uygunluk, ‘elit’ kişiler ve ‘elit’ uluslar, kişiselleştirmeler vs. gibi daha temsili özellikleri de içerir.Bu listeler haber yapımındaki biçimsel öğeleri tespit etmemizde yardımcı olurlar, ancak bu ‘kurallar’ın neyi gösterdiğini ya da temsil ettiğini öne sürmezler. Haber değerleri bir grup yansız, rutin uygulamalar olarak belirirler: ama ayrıca biçimsel haber değerlerini bir ideolojik yapı olarak da görmemiz -bu kuralları bir haber ideolojisinin biçimselleştirilmesi ve kullanılışı olarak incelememiz- gerekir. İletişim 2003/18 Haber Fotoğraflarının Belirlenimleri 9 Haber değerlerinin, ‘yaygın olarak (henüz) bilinmeyen’le de ilişkisi vardır: az bulunan, nadir, tahmin edilemeyen olayla. Fransızca’da haber –les nouvelles– kelimenin tam anlamıyla ‘yeni şeyler’ anlamına gelir. Bu, haber değerlerinin, dinleyenlerin yapılandırılmış cehaletine karşı işlediğini ima eder. haber değerleri insanların güce sınırlı erişimini itirazsız kabul ederler ve bu yetersizliği iletmede aracı olurlar. Haber öyküleri çoğunlukla beklenmeyen, sorun yaratan etrafında döner. Ancak bir olay, sadece bizim ‘dünyayla ilgili beklentilerimizi bozduğunda’ beklenmeyen olur. Aslında, çoğu haber öyküsü, toplumsal yaşamın ve kurumların beklenen sürekliğindeki ufak, beklenmeyen gelişmeleri duyurur. Önceden bildiğimiz şeylere eklemede bulunurlar ya da dünya hakkında tahminde bulunabilirler. Ancak haber ister gerçekten bilmediğimiz şeyi dramatize etsin, ister sadece zaten bildiğimiz şeye beklenmedik bir değişiklik getirsin, temel gerçek şudur: haber değerleri, gizli ‘derin bir yapı’sı olan bir ön plan yapısı olarak çalışırlar. Haber değerleri, dünyayla ilgili, çoğu okuyucunun paylaştığı bir takım süre giden inançlara ve yapılandırmalara karşı devamlı bir rol oynarlar. Başka bir deyişle, haber değerleri, dünya hakkında, oybirliği bilgisini gerektirir. Haberde değişim/süreklilik ile meşgul olma, ciddi ya da önemsiz bir seviyede işlev görebilir: IRA’yla yapılan ateşkesin bozulması ya da Motor Show’daki en son model arabanın kaputundaki en son manken. Kesinlikle tipik olmayan (IRA) ya da aşırı tipik (Motor Show) haberi oluşturur, çünkü ‘derin yapı’ seviyesinde, görülebilir haber öykülerini en sistematik şekilde üreten toplumsal düzenin kararsızlığı ya da istikrarıdır [8]. Bu geri plan oybirliği bilgisi olmadan – ‘toplumsal yapılara dair rutin bilgimiz’ – ne haberciler, ne de okuyucular haber öyküsünün ön planını tanıyamazlar ya da anlayamazlar. Gazeteler, ‘elit kişiler’in eylemleri, durumları ve özellikleriyle doludur. Prestijli insanlar, haber üretiminin en önemli gösterisinin bir parçasıdırlar – onlar haber üretiminin çevresini doldururlar ve kararlı kılarlar. Ancak, işte bu ‘elit kişiler’ düşüncesi onun içine kazınmış ‘toplumsal yapılara dair rutin bilgi’ye sahiptir. Başbakanlar, kullandıkları siyasal ve kurumsal güç nedeniyle ‘elit kişiler’dir. Televizyon şahsiyetlerinin ‘haber değeri’ vardır çünkü ünlüler bir bütün olarak toplum için rol-modelleri ve trend-koyucular olarak görev yaparlar. ‘Elit kişiler’ İletişim 2003/18 10 .................................................... haberi yaparlar çünkü güç, statü ve ün toplumumuzun kurumsal yaşamında tekeldirler. C. Wright Mill’in ifadesiyle, ‘elit kişiler’ toplumumuzda ‘tarih yapma araçları’nı sömürge haline getirmişlerdir [9]. ‘Elit kişiler’in sözlerinin, özelliklerinin, eylemlerinin ve mal varlıklarının – onların tam oldukları-gibi-varolmaları - doğal olarak haber değerine sahip olmasına neden olan, sınıf toplumlarının kurumsal yaşamında statü, güç ve prestijin bu şekilde dağıtılmasıdır. ‘Elit uluslar’ için de aynı şey söylenebilir. Eğer Britanya’nın yeryüzündeki tarihsel bağlantıları hakkında ya da güç ilişkilerinin tercih edilen haritası hakkında hiçbir şey bilmiyor olsaydık, Britanya gazetelerindeki yabancı haber profillerinin oldukça çarpık yapısını açıklamak zor olurdu. Öyleyse, her gün dünyayı, en sorunlu olayları açısından göstermek için yola çıkarken, gazeteler daima, mevcut olan ya da olmayan bir yapı olarak, zaten bilineni ortaya çıkartmak zorundadırlar. ‘Zaten bilinenler’ bir yansız gerçekler grubu değildirler. Onlar dünya ile ilgili, gündelik inanışlar seviyesinde toplumu bir arada tutan bir sağduyu yapıları, ideolojik yorumlar grubudurlar. Gazeteler, düzenli olarak, olayları kişileştirerek haber değerlerini önemli kılarlar. Şüphesiz, insanlar ilginçtirler, imajlarda canlı ve somut bir şekilde resmedilebilirler, onların nitelikleri vardır vs. Ancak, kişiselleştirme başka bir şeydir: insanın ilgili olduğu toplumsal ve kurumsal bağlamdan soyutlanması ya da tarihin tek motor gücü olarak kişisel bir konunun oluşturulmasıdır, ki burada incelenen budur. Fotoğraflar bu şekildeki kişileştirmede önemli bir rol oynarlar, zira insanlar – insan konuları – haber ve yazı fotoğrafları için en iyi içeriktirler. ‘Somut konular dışında ideoloji yoktur ve ideoloji için bu hedef ancak konu ile mümkün olur; yani konu kategorisi ve onun işlev görmesi ile [10]. Bir gazete bir olayı açıklayabilir ya da ona bir birey iliştirerek ya da toplumsal bağlamından soyutlanmış kişisel özellikler - bir açıklama olarak onların anlatılmasını ilişkilendirecek getirerek bu açıklamayı derinleştirebilir. Bireyler bu bakımdan evrensel bir ‘güdü dilbilgisi’ temin ederler – bastırılmış konusu olarak’ insan doğası’nın evrensel niteliklerine sahip olan ve konuları, onların ‘sahip olma bireysellikleri’ bakımından kullanan bir dilbilgisi [11]. İletişim 2003/18 Haber Fotoğraflarının Belirlenimleri 11 Siyasi haber alanında, en dikkat çeken, kullanıma hazır ‘haber değeri’ şüphesiz şiddettir. Kendi içinde şiddet içermeyen olaylar, onlara şiddet atfedilerek, değer bakımından güçlendirilebilirler. Çoğu haber editörü siyasi bağlamda şiddet gösteren bir fotoğrafı tercih eder. Şiddet çatışmayı temsil eder, okuyucunun ilgisini çeker, eylemle doludur, sonuçları bakımından ciddidir diyerek, bu seçimlerini savunacaklardır. Bunlar şekilsel haber değerleridir. Ama ‘derin yapı’ seviyesinde, siyasi şiddet ‘sıradışı’dır –sık sık meydana gelmesine rağmen– çünkü siyaset dünyasını olmaması gerektiği gibi gösterir. Sistemdeki çatışmayı en uç noktasında gösterir. Ve bu kesinlikle ‘beklentileri bozar, çünkü toplumumuzda çatışmanın düzenlenmesi beklenir ve siyaset kesinlikle ‘son çare olarak şiddete başvurmadan toplumsal çatışmanın devam etmesi’dir: yani, toplumsal düzenin meşruluğunun ‘yasa kuralı’nın asla bozulmazlığına dayandığı bir toplum. Şekilsel haber ölçütleri, profesyoneller tarafından bir ‘yaklaşık hesaplar’ kümesi olarak kullanılsalar da, ideolojik alana hiç de az kök salmamışlardır, çünkü bu işler farkındalıktan oluşurlar. Olaylar, haberyapma sürecine görünür olur olmaz ideoloji alanına girerler. Bir toplumun üyelerinin ‘normal ve doğal’ olarak, toplumları hakkında tahmin edilebilir ve ‘doğru’ diye ele aldıkları şeye açıklık getirmezsek, şiddet vs. açısından ‘tahmin edilemez’e anlam kazandırılmasının neden, kendi içinde ve kendisinin, ‘haber’in bir ölçütü olarak hizmet görebildiğini anlayamayız. İdeolojik seviye Bu bizi doğrudan haber yapımının ikinci yönüne götürecektir – bir haber fotoğrafının ya da öyküsünün yorum açısından ayrıntılandırılması. Burada, şekilsel haber ölçütlerini zaten karşılayan ve bu ölçütler içerisinde sergilenmiş olan fotoğraf yan anlam değerini kullanan bir yoruma bağlıdır. Retorik açıdan, bir haber fotoğrafının ideolojik olarak güçlendirilmesinin, Barthes’in ‘modern mitler’in sergilenmesindeki tarzıyla aynı şekilde işlev gördüğünü öne sürmekteyiz [12]. İdeolojik ayrıntılandırmayla, işaretin (fotoğrafın), yan anlamları aracılığıyla, ideolojik bir temanın göstergesi İletişim 2003/18 12 .................................................... olarak hizmet görmesine olanak tanıyan bir grup tematik yorumunun içerisine fotoğrafın sokulmasından bahsediyoruz. İdeolojik haber değerleri, ideolojik bir tipin ikinci seviye anlamını, zaten (açık anlam seviyesinde) anlamı olan bir imaja verir. Tamamlanmış işaretin bir grup tema ya da kavramla bağlanmasıyla, fotoğraf ideolojik bir işaret olur. Barthes’in örneği, Fransız üniforması içinde selam veren, Fransız bayrağına bakışlarını sabitleştirmiş bir zenci askeri verir. Bu işaret zaten bir anlam ifade eder: ‘siyahi bir asker Fransız selamı veriyor’. Ama bu tamamlanmış işaret ideolojik temalara bağlandığında – Fransızlık, askerilik -, ikinci bir anlam zincirinde ilk öğe olur; bunun verdiği mesaj şudur: Fransa büyük bir imparatorluktur, onun bütün evlatları, renk ayırımı olmaksızın, sadakatle onun bayrağı altında hizmet görürler ve iddia edilen sömürgeciliği hor görenlere verilecek en iyi cevap bu zencinin sözde ‘zalimler’ine hizmet ederken gösterdiği istekliliktir. Öyleyse, fotoğraf işareti hem görsel/anlamsal zincirin son maddesi olarak, hem de mitik/ideolojik zincirin ilk maddesi olarak hizmet eder. Bu modelde, bütün haber fotoğrafları, konusunun açıklayıcı eşdeğeri olan bir işaret üretmek için fotoğraf kodunun göstergelerini kullanırlar. Ancak bu işaretin bir haber metası olabilmesi için, bir kavram ya da bir temaya bağlanması gerekir ve böylece yorumsal ya da ideolojik bir boyut kazanır. Burada iki örneği ele alabiliriz: Beyaz Saray’ın bahçesinde kol kola dolaşan Nixonlar’ın fotoğrafı. Başkan gülümsüyor, ‘her şey yolunda’, hatasız’ jesti yapıyor. Burada çok az ya da daha başka ayrıntılandırma gerektirmeyen ideolojik mesaj vardır. Başkan mutlu bir ruh hali içindedir: dünyaca ünlü bir figürü tamamen diğer insanlar gibi dinlenmektedir: Nixon dünyanın zirvesinde. Bir altyazının dışında bu fotoğrafa eşlik eden başka bir yazı yoktur: bu altyazı, oyuncuları ve durumu (kızları Tricia’nın nikahı) tanımlamanın dışında, ideolojik temayı gereksiz yere yansıtır: ‘Bahçedeki her şey sevimli’. Bu ‘tekme fotoğrafı’ndan (ii) çok farklıdır. Tekme fotoğrafında ifade edilen mesaj -‘kalabalık bir sahnede bir adam bir polisi tekmeliyor’- ideolojik açıdan ‘okunur’-‘aşırı uçtakiler kanun-ve-düzeni şiddet olaylarıyla tehdit etmektedirler’ ya da ‘savaş karşıtı göstericiler devleti tehdit eden ve polise haksız yere saldıran asi insanlardır’. Bu ikinciİletişim 2003/18 Haber Fotoğraflarının Belirlenimleri 13 tür mesaj alt yazılarda ve başlıklarda tamamen güçlendirilmiştir. Ancak şuna da dikkat edilmelidir ki, bu mesaj her bir gazetenin konumuna, sunusal geleneğine, tarihine ve kendi imajına uydurulmak için hafifçe saptırılmıştır. Bu fotoğrafın, şiddet, aşırı uçtakiler ve kanun-ve-düzen, karşı koyma temalarıyla ilişkilendirilmesi ideolojik mesajı üretir. Ancak bu, her gazetede bir ölçüde farklı şekiller alır: The Times bunu şekilsel olarak saptırır – POLİS GROSVENOR MEYDANI’NDAKİ SAVAŞI KAZANDI; the Express, göstericilerin ‘marjinal’ karakterini vurgulayarak bunu sansasyonel açıdan saptırır – BÜYÜK GÖSTERİDE AŞIRI FANATİKLER ENGELLENDİ; the Mirror bunu saygı açısından saptırır – POLİSİN MÜKEMMEL OLDUĞU GÜN. Burada metin, ideolojik tema ve mesajın ‘birleştirilmesi’nde çok önemlidir. Bir fotoğrafı ideolojik bir işarete dönüştüren temaların nasıl ve nerede ortaya çıktığını tam olarak tespit edebilmek zordur. Barthes’in savına göre, ‘kavram mit oluşturucu bir öğedir: Eğer mitlerin şifresini çözmek istersem, bir şekilde kavramları adlandırabilmem gerekir.’ Ancak ‘mitsel kavramlarda bir kararlılık olmadığını’ kabul eder: ‘varolabilirler, değişebilirler, parçalanabilirler ve tamamen yok olabilirler’. Çünkü bu temaların ya da kavramların parçaları olduğu baskın ideoloji, aşırı esnek, dağınık ve görünüşte tarihsel bir yapıdır. İdeoloji, Gramsci’nin savladığı üzere, bin değişik şekildeki varyasyon içinde, bricoleur tarzda, tekrar takrar düzenlenebilen bir grup ‘artık’ ya da önceden oluşturulmuş öğeden meydana gelir gibidir [13]. Böylece bir toplumun baskın ideolojisi sık sık fazlalık olarak belirir: zaten onu biliyoruzdur, onu önceden görmüşüzdür, bin değişik işaret ve mesaj aynı ideolojik anlamı gösteriyor gibidir. İşte tam bu zihinsel çevrede yaşarız ve dünyayı deneyimleriz – ‘ister istemez hayali çarpıtma’; bu çarpıtma yoluyla, sürekli kendimize, ‘bireylerin, üretim ilişkileri ve onlardan türeyen ilişkilerle olan [hayali] ilişkilerini’ ifade ederiz [14]. Öyleyse bir gazetenin fotoğraflarında ve yazılarında somutlaşan ideolojik kavramlar dünya hakkında yeni bilgi üretmezler. Onu zaten sahiplenebilmeyi öğrendiğimiz gibi, dünya ‘farkındalıkları’ üretirler: ‘ürkütücü basitlikler ya da bir ritüel, bir işlevsiz inanç sistemi’. İletişim 2003/18 14 .................................................... Barthes’in öne sürdüğüne göre [15], bu ideolojik kavramları ancak, çirkin neolojizmler kullanarak, tepkesel olarak kavramaya başlayabiliriz: Örneğin, ‘Fransız-lık’, ‘İtalyan-lık’. Ya da genel özleri adlandırarak: Örneğin, militarizm, şiddet, ‘yasa kuralı’, ‘dünyanın en tepesinde olma hali’. Bu gibi kavramların ‘ilişkisel alanlarda açıkça organize oldukları’ görülür. Bu nedenle ‘Fransız-lık, ‘Alman-lık’ ya da ‘İspanyol-luk’un yanı sıra, ‘İtalyan-lık belirli bir milletler eksenine aittir. Öyleyse her hangi tikel bir olayda, haber – fotoğraf ya da yazı – ayrıntılandırdığı ideolojinin tematiğine mükemmel bir şekilde işaret eder. Ama genel gösterge alanı dağınık kalır. oradadır ve gene de orada değildir. Aslında, baskın bir ideolojinin genel yapısı, tepkesel ve analitik açıdan, bir bütün olarak neredeyse kavranması imkansız gibi gözükür. Baskın ideoloji daima, tikel içinde ve aracılığıyla kesinlikle dağınık gözükür. Bu nedenle ideoloji hem her hangi fotoğrafın ya da yazının belirlediği özgül yorumdur, hem de içinde ideolojik söylemin sürdürüldüğü genel ambiyansdır. İşte bu nitelik Althusser’i şu sava götürmüştür: İdeolojilerin tarihi vardır, oysa kendi içinde ideolojinin tarihi yoktur. İdeolojik temalar, kendilerinin soyutlanmasını zorlaştıran başka bir niteliği sergilerler. Oldukça farklı iki seviyeyi bağlamak ya da birleştirmek için kendi şekillerinde belirirler. Bir taraftan, yakın siyasi ve ahlaki değerler açısından dünyayı sınıflandırırlar: burada-ve-şimdi açısından olaylara özgül, ideolojik bir göndermede bulunurlar. Böylece temayı bir olayın içine yerleştirirler: Ona yüzleri, adları, hareketleri, atıfları, nitelikleri ödünç verirler. İdeolojik temalara oyuncu ve sahne temin ederler – her şeyden önce konu alanı içinde çalışırlar. Göstericilerin ve polisin fotoğrafı böylece, tikelliğiyle, özgül bir olayla olan ilişkisiyle, tikel tarihsel bir konjonktürle olan zamansal ilgisi ve yakınlığıyla bir temel kazanır. O fotoğrafta, ‘sokak siyaseti zirvesindeyken’ ve kamu söyleminin ve kınanmasının var gücüyle parlamento dışı muhalefet hareketlerinin yükselen dalgasına karşı harekete geçirildiği yerde, ‘yasa kuralı’nın genel arka plan ideolojik değeri, ‘şiddet yoluyla çatışma’ya karşı genelleştirilmiş tavırlar sistemi bu toplumun siyasi tarihinin bir anında nakite çevrilmektedir. Gene de, tam o anda, ideolojik tema uzaklaştırılır ve evrenselleştirilir: mitikleşir. Bu olayın ya da konunun İletişim 2003/18 Haber Fotoğraflarının Belirlenimleri 15 somut tikelliğinin arkasında ya da içerisinde sanki, uçup giden, daha arketipsel, hatta arkeolojik-tarihsel bilgi - kendi şekillerini evrenselleştiren bilgi - şekilleri gözümüze ilişir. Bu mitik şekil sanki, tabir caizse, daha yakın siyasi bir mesaj içerisinde uçuşmaktadır. Nixon’ın gülen yüzü tam o tarihe ve ana aittir – siyasi kariyerinin belirli bir anında, bir Amerikan Başkanı belirli tarihsel bir anın tartışmasının ve muhalefetinin yarattığı fırtınayı güvenle idare etmektedir. Ancak, bunun arkasında, hanımefendi karısıyla kol kola, kızlarının nikahında bahçede yürüyen tüm zamanların en sade aile adamının evrensel yüzü vardır. The Times ‘tekme fotoğrafı’nı ele alışında, yakın siyasi ideolojik temayı seçer ve belirler – POLİS GROSVENOR MEYDANI’NDAKİ SAVAŞI KAZANDI. Ancak, bu mesaj içerisinde, the Mirror daha mitik, daha evrensel bir temayı yakalayıp ayrıntılandırır – bin değişik fotoğrafın temelini oluşturabilecek bir tema: ‘mükemmel Britanya polisimiz’ miti. Burada sanki ideolojik söylem içerisinde ikili bir hareketle uğraşıyor gibiyiz: propagandaya yönelik hareket ve mite yönelik hareket. Bir taraftan, ideolojik söylem, olayı tercih edilen bir siyasi/ahlaki açıklama alanına doğru yönlendirir. Bir olaya, ‘ideolojik bir okuma’ ya da yorum sağlar. Barthes bu noktayı, ideolojik işaretin, mitik bir şemayı tarihe bağladığını söyleyerek belirtir; Barthes, belirli bir toplumun çıkarlarına onun nasıl karşılık geldiğini görmüştür. Bu seviyede, yan anlam retoriği olaylar dünyasını ideolojik anlamlarla doyurur. Aynı zamanda, bu bağı gizler ya da yerinden eder. Bizden, tarihe empoze edilmiş olan tikel saptırmanın her zaman orada olduğunu hayal etmemizi ister: bu onun evrensel, ‘doğal’ anlamıdır. Barthes’in savına göre, mitler, ideolojik işaretin güdülenmiş doğasını gizlemek için dünyayı tarihselliğinden eder. Onlar ‘tarihsel gerçekleri açığa çıkartmazlar’: tarihi, ‘doğaya dönüştürerek’ saptırırlar. İdeolojik seviyede, haber fotoğrafları, kendilerini sürekli başka bir şeymiş gibi gösterirler. Tarihsel olayları ideolojik açıdan yorumlarlar. Ama kendilerini gerçeğe, tarihe oturtma eylemi içinde, ‘evrensel’ işaret, büyük arketipsel mesaj deposunun parçası olurlar – tarih değil doğa, gerçeklik değil ‘mit’. Görsel işaretin şifresinin çözülmesine sıra dışı bir karmaşıklığı ödünç veren işte bu yakın, siyasi, tarihsel ve mitsel olanın konjonktürüdür. İletişim 2003/18 16 .................................................... Haber fotoğraflarının, kendilerini ‘doğa’nın bakış açıları olarak gösterirken özgül bir yöntemleri vardır. Kendilerini ‘gerçek dünya’nın bire bir görsel-kopyalarıymış gibi sunarak ideolojik boyutlarını bastırırlar. Haber fotoğrafları, tasarımladıkları olayın gerçekliğine şahitlik ederler. Bir olayın fotoğrafları kendi içlerinde bir meta-mesaj taşırlar: ‘bu olay gerçekten meydana geldi ve bu fotoğraf bunun delilidir.’ İnsan fotoğrafları da – ‘vesikalık’ türündeki ve boyutundaki fotoğraf bile – bu temel sağlama ve şahitlik etme işlevini desteklerler: ‘işte hakkında konuştuğumuz adam bu, o gerçekten var’. Öyleyse fotoğraflar, kelimenin gerçek anlamıyla, ‘gerçekler’in kayıtları olarak belirirler ve kendi adlarına konuşurlar. Barthes buna, bütün fotoğrafların ‘orada-bulunmuş-olma’sı der [16]. Haber fotoğrafları, dikkat çekilen gizli bir işaretin altında çalışırlar, ‘bu gerçekten oldu, kendiniz görünüz’. Şüphesiz, bir olayın ötekine karşın bu anının, onun yerine bu kişinin, diğerinin yerine bu açının seçimi, aslında tam bir olaylar ve anlamlar zincirini tasarımlamak için fotoğrafı çekilen bu olayın seçilmesi oldukça ideolojik bir yöntemdir. Ama, olayı tamamen, gerçekten olduğu gibi yeniden oluştur gözükerek, haber fotoğrafları seçici/yorumsal/ideolojik işlevlerini bastırırlar. Her zaman önceden verili, yansız, sorgulanamaz ve yorumlanamaz o yapı içinde bir güvence aramaktadırlar: ‘gerçek dünya’. Bu seviyede, haber fotoğrafları hatasız bir ortam olarak gazetenin inanırlığını desteklemekle kalmaz, aynı zamanda onun nesnelliğini de garanti eder ve sorumluluğunu üstlenirler (yani, onun ideolojik işlevini yansızlaştırırlar). Bu ‘yansızlık ideolojisi’nin kendisi liberal ideolojideki en derin mitlerin birisinden kaynaklanır: gerçek ve değer arasındaki mutlak fark, gazete uygulamasında, bir sağduyu ‘kuralı’ olarak, ‘gerçekler ve yorum arasındaki fark’ olarak beliren fark: ampirik yanılsama, natüralizm ütopyası. Bu nedenle haber fotoğrafının ideolojik mesajı, sık sık gerçekleştirilmiş olmayla yer değiştirir. İlk başta bu paradoksalmış gibi görünür. Her şey fotoğrafı tarihsel zamana yerleştirmek ister gibidir. Ancak gelişimi, yapıları, ilgileri ve karşıtlıkları ele alan tarihsel zaman, gazete söyleminde kısaltılmış zaman olan ‘gerçeklik zamanı’ndan farklı bir durumdur. Haber fotoğrafının karakteristik eylem zamanı, tarihi önemi olan anlık zamandır. Bütün tarih, yakın olan bakımından nakte çevrilebilen, İletişim 2003/18 Haber Fotoğraflarının Belirlenimleri 17 açıklanabilen ‘bugün’e dönüştürülür. Aynı anda, bütün tarih mitleştirilir – anlık bir mitleştirme sürecinden geçer. İmaj güdüsünü kaybeder. ‘Doğal olarak’ kendisini seçmiş gibi gözükür. Ancak, çok az haber fotoğrafı bu kadar güdüsüzdür. Geçici IRA lideri, Dutch Doherty’nin, ULSTER, DOHERTY’nin İADE EDİLMESİNİ İSTİYOR başlığı altındaki öyküsü, öykü-metni içinde, IRA’nın adamlarına karşı Cumhuriyet içerisinde gerçekleştirilen hareketler üzerine spekülasyonda bulunur, aranan kişileri barındırmaması için Lynch hükümetine baskıda bulunur, vs: ama söz konusu adamın sadece, baş ve omzunu gösteren küçük bir ‘vesikalık fotoğrafı’ vardır ve fotoğrafın altında sadece Anthony ‘Dutch’ Doherty yazmaktadır. Yine de, ‘aranan adam’, mahkum ve peşine düşülen kişi yan anlamıyla bu ‘vesikalık fotoğraf’ın ideolojik önemi vardır. Bu fotoğraf tek başına ideolojik bir tema üretmeyebilir. Ama ideolojik tema bir tür karşılıklı ayna-etkisiyle üretilir üretilmez, onu güçlendirebilir, saptayabilir ve belirleyebilir. Öykünün kimin hakkında olduğunu ve o kişinin haberde nasıl belirdiğini öğrendiğimizde(yani metin imaja temalar eklediğinde), fotoğraf hemen, ideolojik temayı başka bir seviyede kırılmaya uğratarak, kendisine geri döner. Artık, onun oldukça kırpılmış, fazlasıyla yoğunlaştırılmış kompozisyonunun anlamını ‘okuyabiliriz’: aksi, asık surat: ağız, gözler, koyu sakalın sert çizgileri: kasıtlı olarak eğilmiş, figür kambur gözüksün diye yatırılmış açı: siyah takım elbise: sert bir ifade. Şekil, kompozisyon ve ifadeyle ilgili bu anlamlar ideolojik mesajı destekler ve güçlendirir. Fotoğrafın belirsizlikleri burada alttaki bir yazıyla çözülmez. Ama ideolojik temaya bir kez işaret edildiğinde, fotoğraf kendisine ait anlamlandırıcı bir güce kavuşur – ideolojik temayı katar ya da tespit eder ve onu başka bir seviyeye yerleştirir. Fotoğrafın söylediğine göre, bu, ‘bombacı ve silahlı adamlar’dan birinin yüzüdür: bu tamamen, bugünkü manşetin ne hakkında, Belfast’ın merkezinde ‘anlamsız’ diğer bir patlama daha, olduğunu gösterir. Bu onun konusudur, yazarıdır. Bu aynı zamanda evrensel mitsel bir işarettir yani –tarihteki bütün ‘sert adamlar’ın yüzü, ‘tehlikeli, aranan bir suçlu’ olarak, ‘Herkes’in portresi. İletişim 2003/18 18 .................................................... REFERANSLAR 1. Roland Barthes, ‘Myth today’, Mytholgies (London, Cape, 1972). 2. The example is from Barthes, Elements of semiology (London, Cape, 1967) 3. Walter Begehot, ‘The English Constitution’, Walter Begehot, ed. N. St John Stevas (London, Eyre & Spottiswoode, 1959). 4. L. Althusser, ‘Ideology and the State’, Lenin and Philosophy and other essays (London, New Left Books, 1971). 5. J. Halloran, P. Elliot & G. Murdock, Demonstrations and communication (Harmondsworth, Penguin, 1970). See also G. Murdock’s paper in this Reader. 6. E. Ostgaard, Nyhetsvandering (Stockholm, Washlston & Widstrand, 1968). 7. J. Galtung & M. Ruge, ‘The structure of foreing news’. Journal of International Peace Research, no. 1, 1965. Extract reprinted in this Reader. 8. Cf. Jock Young, ‘Mass media, drugs & deviancy’, in McIntosh and Rock, op. cit. 9. C. Wright Mills, The power elite (Oxford, Univ. Press, 1956). 10. L. Althusser, ‘Ideology and the State’, op. cit. 11. Cf. J. O’Neil, Sociology as a skin trade (London, Heinemann, 1972). The pharase is from C. B. MacPherson, The political theory of possessive individualism (OUP, 1962). 12. R. Barthes, ‘Myth today’, Mythologies, op. cit. 13. Gramsci, Selections from the Prison Notebooks, Ed. G. Nowell-Smith (London, Lawrence & Wishart, 1971), Cf. also Beliefs in society, Nigel Harris (London, Watts, 1968). 14. L. Althusser, op. cit. 15. R. Barthes, ‘Rethoric of the image’, Working papers in Cultural Studies no.1 (Birmingham, Centre for Cultural Studies). 16. R. Barthes, ibid. İletişim 2003/18 Haber Fotoğraflarının Belirlenimleri 19 İletişim 2003/18 Hedef Kitle Davranışlarını Etkileyen Psikolojik Bir Faktör Olarak Öğrenme: Öğrenme ve Reklam İlişkisi Doç.Dr. Müge ELDEN∗ Giriş İnsan yaşamı boyunca karşı karşıya kaldığı tüm yaşantılar, elde ettiği deneyimler sonucu yaşam ve kendisiyle ile ilgili bir çok şey öğrenir. Yürümeyi, konuşmayı, kendi kendine yemek yemeyi, giyinmeyi, okumayı yazmayı, çevresi ile iletişim kurmayı, içinde bulunduğu toplumsal ve kültürel yapıya uygun hareket etmeyi yaşamı boyunca elde ettiği deneyimlerle öğrenir. İşte tüm bunlar gibi bir tüketici olmayı, tüketim kalıplarını, satın alma karar süreçlerinde nasıl hareket edeceği hakkında da gerekli bilgileri çeşitli şekillerde edinir. Bu noktada reklam insanlara bilgi sunan, onlarla iletişim kuran boyutuyla, tüketici olmayı öğreten bir yapı olarak da değerlendirilebilir. Öğrenme kavramı bir psikolojik faktör olarak tüketici davranışlarının şekillenmesinde ve açıklanmasında etkili olmakta ve reklamcıların reklamın izleyici kitlesi olan bireylerin reklama yönelik algılamalarında ve reklamı değerlendirmelerinde önemli bir etken olarak dikkati çekmektedir. Bu bağlamda bir kavram olarak öğrenme ve öğrenmenin insan tarafından nasıl gerçekleştirildiğini açıklayan öğrenme kuramları da hedef kitle davranışlarının belirlenmesi ve hedef tüketici kitlenin etkileneceği reklamların oluşturulmasında dikkate değer bir önem kazanmaktadır. ∗ Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü Reklamcılık ve Tanıtım Anabilim Dalı Başkanı İletişim 2003/18 2 Müge ELDEN A. Öğrenme Kavramının Tanımı “İnsanları, diğer canlılardan ayıran en önemli özeliklerden biri öğrenme kapasiteleridir. Biyolojik bir varlık olarak dünyaya gelen insan, kısa sürede pek çok yeni davranış öğrenir. Önce çevresine bilinçli olarak gülücükler dağıtır, yürümeyi konuşmayı öğrenir. Sonra giyinmeyi, arkadaşlarıyla oynamayı, okumayı, yazmayı, futbol oynamayı öğrenir. Görüldüğü gibi bireyin yaptığı davranışların büyük bir çoğunluğu öğrenme ürünüdür” (Erden, Akman, 2001:128). “İnsanlar, çevre ile etkileşimleri sonucu bilgi, beceri, tutum ve değer kazanırlar. Öğrenmenin temelini bu yaşantılar oluşturur. Kişi, çevresinden sürekli olarak kendisine ulaşan verileri değerlendirir ve bunun sonucu olarak düşünsel, duyuşsal veya davranışsal tepkide bulunur. İnsanın çevresi ile etkileşimi, onda düşünsel, duyuşsal veya davranışsal değişime yol açıyorsa öğrenmeden söz edilebilir. Bu nedenle öğrenme, kişide oluşan kalıcı değişimler olarak tanımlanmaktadır” (Özden, 2002:72). Öğrenme genel olarak, başarılı ya da başarısız olarak ifade edilebilecek tecrübelerden kaynaklanan davranışlarda gözlenebilen kalıcı değişimlerdir. Bu tanım öğrenme ile ilgili üç önemli bileşene işaret eder. Birincisi değişen davranışın öğrenme ile oluştuğunun ortaya konabilmesi için, kalıcı olması gerekliliğidir. İkincisi, öğrenme davranışta potansiyel bir değişimi yansıtmalıdır. Öğrenme davranışta otomatik olarak değişime neden olmaz. Davranışın oluşması için bir harekete geçirici güdünün varlığı gereklidir. Üçüncü olarak bütün davranışsal değişimler öğrenmeyi yansıtmaz. Kimi davranışlar, genetik olarak kalıcı özellikler gösterebilir, refleks sonucu oluşabilir. Bu tür temelleri olan davranışların öğrenme sonucu oluştuğunu söylemek mümkün değildir (Klein, 1987:2-3). “İnsanoğlunun doğuştan getirdiği içgüdüsel davranışlar yok denecek kadar azdır ve bu davranışlar çevreye uyum sağlamada yetersizidir. Bu nedenle, insanlar hayatları boyunca birtakım bilgileri öğrenmek mecburiyetinde kalmaktadırlar. Hatta, hayvanlar bile içgüdüsel olarak sahip oldukları özellikleri geliştirmek ve sınırlı da olsa yeni davranışlar öğrenmek zorunda kalabilmektedir. Örneğin bir civciv yerdeki yiyecek tanelerini İletişim 2003/18 Hedef Kitle Davranışlarını Etkileyen Psikolojik Bir Faktör Olarak Öğrenme:... 3 gagalama hareketini zamanla mükemmel hale getirmektedir” (Selçuk, 2001:121). “Yetişkin davranışlarının hemen hemen tümü öğrenme yoluyla kazanılmıştır. Öğrenme bir uyum sürecidir. İnsan davranışlarının ana teması olan uyum çabasının belli bir genel yönü vardır. Bu yön dinamik bir varlık olan insanın, çevresiyle etkileşimlerinin sonucu olan bir takım değişiklikler geçirerek kendini biyo-psiko-sosyal bir varlık olarak gerçekleştirmesi doğrultusundadır” (Selçuk, 2001:142) “Öğrenme genel olarak, bireyin davranışlarında değişiklik yaratan, yeni bilgi ve anlayış elde etme süreci veya bilgi ve becerilerin kazanılması süreci olarak tanımlanabilir. Bu tanımda bilginin taşıdığı iki anlam bulunmaktadır: 1. Beceri ya da işin nasıl yapıldığının bilgisinin elde edilmesi ve bunun sonucunda bir olayı gerçekleştirme yeteneği. 2. İşin yapılma amacını belirten bilginin elde edilmesi yani, bir tecrübe veya deneyin sonunda oluşan sonucu anlama ve kavramlaştırma yeteneği” (Yazıcı, 2001:63-64) Bir başka tanımda ise “öğrenme, bireyin, olgunlaşma düzeyine göre, çevresiyle olan etkileşimi sonucunda, yeni davranışlar kazanması ya da eski davranışlarını değiştirmesi sürecidir” (Binbaşıoğlu, 1978:3). “İnsanlar yaşamları boyunca çevre ile etkileşimlerin sonucu bilgi, beceri, tutum ve değerler kazanırlar. Öğrenmenin temelini bu yaşantılar oluşturur. Bundan dolayı öğrenme kişilerde oluşan kalıcı değişmeler olarak tanımlanabilir. Kişinin çevre ile etkileşimi, onun sürekli olarak çevresinden bir şeyler alıp-vermesi demektir. Kişi çevresinden sürekli olarak kendisine ulaşan verileri değerlendirir ve bunun sonucu olarak düşünsel, duyuşsal veya davranışsal tepkide bulunur” (http://www.egitim.aku.edu.tr/ylodevler.htm). Bir kısım araştırmacıya göre ise öğrenme; sadece belli konularda bilgi edinme süreci değil, insanı şimdiye kadar yapamadığı bir şeyi yapmaya muktedir hale getiren davranış ve düşünce değişiklikleri bütünü olarak değerlendirilmektedir (Yazıcı, 2001:64). İletişim 2003/18 4 Müge ELDEN Düşünce ve hareket arasında köprü görevi gören bir kavram olarak da tanımlanan öğrenme, bu görüşü kabul eden araştırmacılar tarafından, edinen bilginin değişik bir davranış biçimine dönüşmesi halinde öğrenme olarak nitelendirilebilmektedir. Charles Handy öğrenmeyi insanın sorgulayıcı yönünü öne çıkaran bir anlayışta ele alarak tanımlamış ve kişinin içindeki merak duygusu sayesinde, zihninde oluşan sorulara cevap ararken öğrendiği üzerinde durmuştur. Handy, öğrenme sürecini Öğrenme Çemberi Anatolojisi ile tanımlamıştır. Handy’e göre Öğrenme Çemberi dört bölümden oluşmaktadır ve çemberde gerçekleşen sürekli çevrimler sonucunda öğrenme gerçekleşmektedir. Handy bu sürekli çevrimi şu şekilde açıklamaktadır (Yazı 2001:65-66): 1. Çemberin birinci bölümünü, çeşitli sorunlar veya ihtiyaçlar sonucu ortaya çıkan sorular oluşturmaktadır. 2. Bu sorular, olası cevapları bulabilmek ve fikir üretebilmek için bir arayış gerektirmektedir. 3. Üretilen fikirlerin veya cevapların doğruluğunun kanıtlanması için çeşitli testler veya denemeler yapılır. 4. Daha sonra sonuçlar, en doğru çözümden emin olana kadar değerlendirme ve yansıtmaya tabi tutulur. Ancak tüm süreç bittiğinde gerçek anlamda bir öğrenmeden söz edilebilir. Bu süreç, bireysel gelişmenin başarısını da oluşturur. Pazarlamanın yararlanabildiği bir çok farklı sosyal ve biyolojik disiplinden beyin bilimi (brain science) en önemlilerinden biridir. Tüketici araştırmalarının görünen örneklerini anlamak için, pazarlamacılar insan beyninin gücü ve karmaşıklığını takdir etmek zorundadırlar. Bu alandaki yeni paradigma beyin, vücut, zihin ve sosyal dünya arasındaki ilişkin üzerinde kurulmuştur. Bu dört değişken birbirinde ayrı dinamik sistemlerdir. Birbirlerini etkiler ve birbirlerinden etkilenirler. Örneğin, beynimiz etrafımızdaki sosyal ve fiziksel dünya ile etkileşir; vücut bu ortaklığa arabuluculuk eder. Vücut dünya hakkındaki bilgileri sezinler, duygusal ve düşünsel olarak oluşturulan fiziksel ve kimyasal tepkiler üretir ve beyinsel İletişim 2003/18 Hedef Kitle Davranışlarını Etkileyen Psikolojik Bir Faktör Olarak Öğrenme:... 5 tepkileri harekete geçirir. Beyin, vücut, zihin ve toplum arasındaki anlaşma bütünü kapsar şekilde bilgi vermektir. Biri olmadan diğeri varolamaz. Sosyal etkiler, pekiştirilmeler ya da söndürmeler yoluyla, sinirsel düzeyde gelişimi ve diğer değişkenlerin arasındaki ilişkinin gelişimini güçlü olarak etkiler (Zaltman, 2003:27-28). Öğrenme kavramına tüketici davranışları açısından baktığımızda, geçmiş deneyimlerden kaynak bulan ürünler ve markalar ile ilgili algılamalardaki, düılamalardaki, düeylemlerdeki değişikliği açıklar. Bu bağlamda öğrenmenin tanımında etkili olan üç öğe karşımıza çıkar. Bu öğeler kısaca şu şekilde açıklanabilir (Odabaşı, Barış, 2002:78): • Öğrenme, davranışta oluşan bir değişikliktir. Bu değişiklik iyiye doğru olabileceği gibi kötüye doğru da olabilir. • Öğrenme, tekrarlar ya da yaşantılar sonucu meydana gelen değişikliktir. Kimse bilgi sahibi olarak doğmaz. Ancak büyüme-olgunlaşma sonucu meydana gelen değişiklikler öğrenme değildir. • Öğrenme sonucu olan değişikliğin mümkün olduğunca sürdürülmesi gerekir. Diğer bir deyişle uzun süre devam etmelidir. B. Öğrenme Kuramları ve Reklamla İlişkisi “Öğrenme, en basit şekliyle çevresi ile etkileşimi sonucu kişide oluşan düşünce, duyuş ve davranış değişikliği olarak tanımlanmaktadır. Söz konusu bu değişikliğin nasıl oluştuğu konusunda ise literatürde farklı görüşler ve bu görüşlerden kaynak bulan farklı kuramlar bulunmaktadır. Öğrenmenin doğası ve sonuçlarını açıklamaya çalışan bu kuramlar şu şekilde sınıflandırılabilir (http://www.egitim.aku.edu.tr/ylodevler.htm ): • Davranışçı Kuram • Bilişsel Kuram • Duyuşsal Kuram • Nörofizyolojik Kuram İletişim 2003/18 6 Müge ELDEN Duyuşsal kuramlar açısından bakacak olursak, “öğrenme son zamanlarda sağlıklı benlik ve ahlâk (moral) gelişimi ile daha çok ilişkilendirilmeye başlanmıştır. Kişinin kendisini yeniden yaratması olarak nitelendirilebilecek öğrenme için inansın davranışsal, duyuşsal ve düşünsel açılardan değişmesi gerekir. Düşünsel yapı değişmediği sürece davranışı değiştirmenin fazlaca bir anlamı yoktur. Davranış değişmediğinde, düşünsel değişim sadece entelektüel duyguları tatmine yarayacaktır. Duyuşsal değişme gerçekleşmediğinde ise kişiliğin değişmesi mümkün değildir. Öğrenme kişiliği değiştirmeyi amaçlıyorsa davranışsal ve bilişsel olduğu kadar duyuşsal gelişmeye de ağırlık verilmelidir” (Özden, 2002:76). “Duyuşsal kuramlar öğrenmenin doğasından çok sonuçlarıyla ilgilidirler. Bu kuramlar sağlıklı benlik ve ahlak gelişimi gibi duyuşsal sonuçlarıyla ilgilenirler. Esasen öğrenmenin düşünsel, duyuşsal ve davranışsal sonuçlarını birbirinden ayırmak mümkün değildir. Kişi çevresinden sürekli olarak kendisine ulaşan verileri değerlendirir ve bunun sonucu olarak düşünsel, duyuşsal veya davranışsal tepkide bulunur. Kişinin kendisini yeniden yaratması olarak nitelendirilebilecek öğrenme için davranış, duyuş ve zihin değişmesi gerekir. Zihinsel yapı değişmediği müddetçe davranışı değiştirmenin fazlaca bir anlamı yoktur. Davranış değişmediği müddetçe de zihnin değişmesi sadece entelektüel duyguları tatmine yarayacaktır. Duyuşsal değişme gerçekleşmediği müddetçe ise kişiliğin değişmesi mümkün değildir. Öğrenmenin sonul hedefi kişiliği değiştirmek ise öğrenme davranışsal ve bilişsel olduğu kadar duyuşsal gelişmeye de ağırlık vermek zorundadır” (http://www.egitim.aku.edu.tr/ylodevler.htm). “Nörofizyolojik Kurama göreyse; öğrenme ile beyin hücreleri arasındaki ilişkiyi inceleyen araştırmacılar, öğrenme süreci sonucunda nöronlarda yeni axon iplikçiklerinin oluştuğunu iddia etmektedirler. Buna göre, her öğrenme yaşantısı yeni sinaptik bağların oluşması demektir. Bu kurumda öğrenme, biyokimyasal bir değişme olarak da açıklanmaktadır. Araştırmalar biyolojik bilgi depoları niteliğindeki RNA’ların ergenlik yaşlarına doğru arttığını, öğrenme kapasitesinin azalması ile birlikte, yaşlılıkta da azaldığını göstermektedir. Ayrıca, besin yoluyla kendilerine İletişim 2003/18 Hedef Kitle Davranışlarını Etkileyen Psikolojik Bir Faktör Olarak Öğrenme:... 7 RNA verilen yaşlılarda yakın geçmişi hatırlamada önemli derecede artış olduğu kaydedilmektedir. Beyin temelli öğrenme kuramı olarak da bilinen bu kuramı sistematik hale getiren Hebb, beyindeki devrelerin çalışma şekli bilinmeksizin öğrenmenin doğasının anlaşılamayacağını savunmaktadır. Beyin insan zekâsının, güdülenmenin ve öğrenmenin merkezidir. ‘Öğrenme eğer canlı bir dokuya sahip olan beyinde gerçekleşiyorsa beynin öğrenmeden önceki ve sonraki yapısı arasında farklılık olmalıdır’ düşüncesinden hareket eden Hebb öğrenme sonucu beyinde fizyolojik değişiklikleri araştırmıştır. Elde ettiği bulgular sonucu Hebb, bu değişiklik konusunda iki kavram ileri sürmektedir: Hücre Topluluğu ve Faz Ardışıklığı” (http://www.egitim.aku.edu.tr/ylodevler.htm). Bu çalışmanın içeriği gereği hedef kitle davranışlarını etkileyen bir psikolojik kavram olarak öğrenme ve bu kavramın reklamla ilişkisinde etkili olan davranışsal ve bilişsel kuramdan bahsedilecek ve reklamın tüketici zihninde yer etmesinde birey üzerinde öğrenmenin etkileri incelenmeye çalışılacaktır. 1. Davranışçı Öğrenme Kuramı “Öğrenme ile ilgili ilk deneysel araştırmalar 20. yüzyılın başında Pavlov’un Rusya, Watson ve Thorndike’ın Amerika’da yaptıkları insan ve hayvanların laboratuarda belli bir durumda nasıl davrandıklarına ilişkin çalışmalarla başlamıştır. Bu psikologların çalışmalarının odak noktası hayvan ve insanların gözlenebilir davranışları olduğu için, bu yaklaşımı benimseyenlere davranışçı ve geliştirdikleri kuramlara davranışçı kuram denilmiştir” (Erden, Akman, 2001:132). “Davranışçı akımın ilk temsilcilerinden biri Watson’dır (1931). Çocukluk dönemi öğrenmeleri ve hayvanların öğrenmesi konularında birçok deneysel gözlem yaparak uyarıcı-tepki ilişkisini açıklamaya çalışmıştır. Sayısal problem çözen bir çocuğun doğru yanıtı bulmadan önce birçok hata yapabileceğini ve hata yapmasının öğrenmeye yardımcı olabileceğini İletişim 2003/18 8 Müge ELDEN savunmuş, doğru bir uyarıcı-tepki örüntüsü ortaya çıkana kadar başarılı tepkide bulunmaların sayısında bir artış olacağını ve deneme-yanılma yoluyla öğrenmenin gerçekleşebileceğini ileri sürmüştür. Watson’ın çalışma zamanına paralel olarak Thorndike’da uyarıcı-tepki ilişkisine ve denemeyanılma yoluyla öğrenmeye ilişkin deneyleri hayvanlar üzerinde gerçekleştirmiştir. Thorndike tepkinin birey üzerinde bıraktığı etki konusuna daha fazla önem vermiştir. Ona göre tepkiden elde edilen doyum davranışın tekrar edilme sıklığını artırır, yani tatmin edici sonuçlar alındığında uyarıcıtepki ilişkisi pekiştirilir. Bu demek değildir ki tatminsizlik tepkide bulunmayı ortadan kaldırır. Hoşnutsuzluk bireyin yeni alternatifler ve çözüm yolları aramasına neden olur; bu yeni arayış büyük olasılıkla denemeyanılma yoluyla olur. Thorndike’ın “hoşnutsuzluğun uyarıcı-tepki bağını güçlendirdiği ve pekiştirdiği yolundaki ilkesi” etki yasası olarak bilinir. Ayrıca bir de pratik (egzersiz) yasası vardır; buna göre uyarıcı-tepki bağı aynı uyarıcı ve aynı tepkinin birlikte tekrar tekrar ortaya çıkması sonucu güçlenir ve tepkide meydana gelecek bir azalma uyarıcı-tepki bağını zayıflatır” (http://cet.boun.edu.tr/ets/bde/davranis.htm ). “Thorndike etki ilkesi ile, ödülün ya da başarının, ödüllendirilmiş davranışın öğrenilmesini arttıracağını; buna karşılık, cezaların ve başarısızlığın, ceza ve başarısızlığa götüren davranışı yineleme eğilimini azaltacağını söylemiştir. Thorndike, bunların, doğrudan, kendiliğinden hareketler olduğu üzerinde durmuştur” (Binbaşıoğlu, 1978:18). Davranışçılar öğrenmeyi açıklayan tüm değişkenlerin çevrede olduğunu belirtir. Bu nedenle öğrenmeyi anlayabilmek için çevrenin organizma üzerindeki etkisinin incelenmesi gerekir. Davranışçı kuramda uyarıcı, organizmayı harekete geçiren, bir ses, ışık, resim, tat gibi iç ve dış olaylardır ve bu uyarıcı karşısında organizmada fizyolojik ya da psikolojik değişme tepki dolayısıyla davranış oluşur. Örneğin gözümüze gelen ışık bir uyarıcı, gözümüzü kapamamız ise bir davranıştır. İletişim 2003/18 9 Hedef Kitle Davranışlarını Etkileyen Psikolojik Bir Faktör Olarak Öğrenme:... Davranışçı yaklaşımın belli başlı özelliklerini şu şekilde sıralamak mümkündür (Selçuk, 2001:123-124): • eden Davranışçı psikologlar, davranışa neden olan ve davranışı takip uyarıcıları gözleyerek öğrenmeyi açıklamaya çalışmışlardır. Davranışçılar için uyaran ve bu uyarana organizmanın verdiği tepki önemlidir. Uyaran ile tepki arasında zihinde olup biten süreçler gözlemlenebilir olmadığı için davranışçılar bunlarla ilgilenmez. • Davranışçılar öğrenmeyi davranış değişmesi olarak tanımlarken, bilişsel kuramcılar öğrenmeyi bireyin içsel kapasitesindeki değişme olarak görür. İçsel kapasitedeki değişmeler davranışlarda da değişmeye yol açmaktadır. • Davranışçılar gözlenebilir davranış üzerinde odaklaşırken, bilişsel yaklaşımcılar buna ilave olarak bireyin zihinsel yapılarını da dikkate alırlar. Davranışçılar dikkat, imgelem, iç görü ve algı gibi sürçleri önemsemezler; öğreneni dış çevreden etkilenen pasif bir varlık olarak görürler. • Davranışçı kurama göre davranış öğrenilen bir kavramdır. Dıştan verilen pekiştireçler öğrenmede önemlidir. • Davranışçı kuramlar daha çok hayvanlar üzerinde ve basit davranışlar hakkında çalışmalar yaparak öğrenmenin kurallarını bulmaya çalışmışlardır. Bu çalışmada davranışçı kuram, davranış değişimlerini ve öğrenmeyi farklı açılardan yorumlayan iki temel yaklaşım dahilinde değerlendirilecektir. Bu yaklaşımlar aşağıda belirtildiği gibidir: • Klasik Koşullanma (Tepkisel Şartlanma) • Edimsel Koşullanma (Operant Şartlanma) İletişim 2003/18 10 Müge ELDEN a. Klasik Koşullanma (Tepkisel Şartlanma) “Klasik koşullanma yoluyla öğrenme, ilk kez Rus bilim adamı I. Pavlov tarafından ortaya atılmıştır. Fizyolog olan Pavlov, Şekil 1’de görüldüğü gibi, köpekler üzerinde sindirim sitemiyle ilgili araştırma yaparken, köpeğin fizyolojik olarak, yiyecek ağzında girdiği zaman sindirimi başlatan salyayı salgılaması gerekirken, yiyeceği hatta yiyecek getiren kişiyi gördüğünde de salya salgıladığını fark etmiştir (Erden, Akman, 2001:133). “Pavlov, deneyini sıkı bir şekilde kontrol ettiği laboratuar ortamında yapmıştır. Köpeğin tükürük bezi kanalına ameliyatla bir tüp bağlamış ve ses geçirmez bir deney hücresine koymuştur. Pavlov, önce metronomla ses vermiş, köpek bu uyarıya sadece başını çevirmiş, kulaklarını dikmiştir. Sesi verdikten hemen sonra et tozu içeren bir eriyik vermiştir. Ses ile eti birkaç kez verdikten sonra, sesi tek başına verdiği durumda da salya tepkisinin meydana geldiğini görmüştür” (www.psikolojikrehberlik.com). Görüldüğü gibi birbiriyle ilişkilendirilen uyarıcılar belli tepkilerin meydana gelmesi yönünde tepkisel olarak koşullandırılabilmektedir. Pavlov’un deneyinde zil sesi ve salya arasındaki ilişki klasik şartlanmanın uyaran- tepki ilişkisi şekilde açıklanmaktadır. Tepkisel koşullanmanın meydana gelebilmesi için ilk önce Pavlov’un deneyinde ortaya konulduğu gibi doğal uyarıcı tepki ilişkisinin (yiyecek-salya) bulunması gerekir. Daha sonra koşullu uyarıcının (zil sesi) koşulsuz uyarıcıdan (yemek) hemen önce verilmesi ve bu iki uyarıcının beklenen tepki yönünden (salya salgılama) birleştirilmesi gerekir. Son olarak da söz konusu olan koşulsuz tepkiyi yaratacak koşullu uyarıcı ve koşulsuz uyarıcı arasındaki bağın tekrarlanması gerekir. İletişim 2003/18 11 Hedef Kitle Davranışlarını Etkileyen Psikolojik Bir Faktör Olarak Öğrenme:... KOŞULLANMADAN ÖNCE Koşulsuz Uyarıcı (YİYECEK) Koşulsuz Yanıt (SALYA) Nötr (etkisiz) Uyarıcı (ZİL) Herhangi bir yanıt yok KOŞULLANMA Zil ve Yiyecek Birlikte Koşulsuz Yanıt KOŞULLANMADAN SONRA Koşullanmış Uyarıcı Koşullu yanıt Şekil 1. Klasik Koşullanma Kaynak: _____,_____, http://cet.boun.edu.tr/ets/ Tepkisel koşullanma kuramı pazarlamacılar ve reklamcıların da ilgisini çeken öğrenme kuramlarındandır. Satın alma yeri reklam uygulamalarında ya da kitle iletişim araçlarında yayınlanan reklamlarda ürünler ya da markalarla ilişkilendirilen çeşitli uyarıcıların söz konusu markaları ya da ürün kategorilerini çağrıştırması bu bağlamda açıklanmaktadır. İletişim 2003/18 12 Müge ELDEN Alışveriş merkezlerinde yılbaşı gibi belli dönemlerde çalınan müzikler, satış yerlerinde yılbaşını hatırlatan süslemelerle yapılan düzenlemeler, tüketicilerin yeni yıl coşkusunu hissetmesi ve hediye alma eylemine özendirilmesini sağlamak içindir. Bu örnekteki koşulsuz uyaran yılbaşı müzikleri, hediye alma ise koşulsuz tepkidir. Aynı şekilde marketlerde yiyecek yerlerinde gelen güzel kokular da tüketicileri yiyecek satın almaya yönlendirilebilir. Ancak bu örneklerde göz önünde bulundurulması gereken en önemli nokta hangi tür tüketicilerin hangi tür uyaranlara koşulsuz tepki vereceğinin saptanmasıdır. Örneğin bir grup tüketici klasik müziğe olumlu tepki verirken bir kısım tüketici ise pop müziğine olumlu tepki verebilir (Odabaşı, Barış, 2002:80). Reklamlarda kullanılan spesifik bir müzik parçası ya da o marka için özel hazırlanmış bir reklam cıngılı, reklamda sürekli olarak yer alan bir reklam oyuncusu ya da bir sanatçı, sporcu gibi hedef kitlenin ilgisini çeken bir kişi, reklam için özel olarak tasarlanmış ve reklamı yapılan ürün ya da markayla ilişkilendirilen bir kahraman ya da maskot, bu karakterlerin markaya yükledikleri anlamlarda klasik koşullanma temelinde açıklanmaktadır. Örneğin; Arko Kremleri’nin ya da Solo’nun uzun yıllar kullandığı reklam müziği reklam izleyicisinin kulağında yer etmiş ve bu müzikleri duydukları anda akıllarına bu markaların gelmesine neden olmuştur. Bu örnekte klasik koşullanma, Reklam müziği ile marka arasındaki uyarıcı-tepki ilişkisiyle ortaya çıkmaktadır. Cello ile Turkcell arasındaki çağrışımsal ilişkide bu kurama güzel bir örnektir. Cello’yu gören ya da Cello’yu oynayan reklam oyuncusunu gören tüketici direkt olarak Turkcell markasını anımsamaktadır. Aynı ilişki Çelik ve Arçelik, Sütaş ve Şütaş İnekleri, Yapı Kredi Bankası’nın WoldCard Kredi Kartı ile Vadaaa kahramanları arasında da söz konusu olan uyarıcı-tepki ilişkisidir. “Reklamlar dünyada en çok tanınan bazı sembolleri yaratmıştır –altın kubbeler (McDonolad’s), Swoosh (Nike), kenarı ısırılmış elma (Apple), kovboy (Marlboro) gibi semboller. Reklamverenler bu sembolleri steno iletişim gibi kullanırlar ve sembollere bir anlam kazandırmak için yıllarca yatırım yapmış olmanın keyfini çıkarırlar. Bir sembole olan tepkimiz öğrenilmiş tepkidir. Sembolün diğer şeylerle bağdaştırılmasıyla İletişim 2003/18 Hedef Kitle Davranışlarını Etkileyen Psikolojik Bir Faktör Olarak Öğrenme:... 13 öğrenilmiştir. Bu şekilde,bir sembol yavaş yavaş kendi içinde bizi etkileme ve ortak tepkiler uyandırma kabiliyeti geliştirir” (Sutherland, Sylvester, 2003:107) “Markalar harfler gibidir. Sembollere dönüştürülebilir. İletişimin steno şekilleri haine gelebilirler. Çağrışımları biraraya toplamak veya onları temsil etmek için oluşturulabilirler. Bu şekilde küçük farklılıkların büyük anlamları olabilir. Farklı zihinsel çağrışımları başlatan unsurlar haline gelebilirler. Sadece yapın (just do it) ifadesi bize Nike’ı düşünmemiz için ipucu verir. Aynı şekilde marka isimlerinin kendileri de bize onlarla yakından çağrışım yapan insanları ve imajları düşünmemiz için ipucu verebilir. Nike, Micheal Jordan’ı, Revlon Cindy Crawford’u bize çağrıştırabilir. Eğer bu imajla özdeşleşmek istiyorsak ve kendimizi ona daha yakın hissetmek istiyorsak bunu kendimize ve başkalarına aynı markayı içerek, giyerek, kullanarak ifade edebiliriz” (Sutherland, Sylvester, 2003:110-111). Sevilen bir kişiyle, sanatçı ya da sporcuyla kendini özdeşleştirme yoluyla gerçekleşen öğrenme bilişsel öğrenmenin model alma yoluyla öğrenme biçimine de bir örnektir. Tüm bunların yanı sıra pazara ilk defa girdiği ve sektörünün ilki olan markalar ürün türüyle bir özdeşleşme yaşarlar. Selpak ve Sana örneklerinde olduğu gibi, alışkanlık haline gelen satın alımlar da tepkisel koşullanma ile açıklanır. Ayrıca tepkisel koşullanma, ürünün ya da markanın olumlu uyarıcılar ile çağrışım yapması biçiminde de kullanılır. Bu duruma örnek olarak, çamaşır yumuşatıcısı olan Yumoş’un çamaşırlara verdiği yumuşaklığın, reklamlarda da kullanılan Yumoş ayıcığın yumuşaklığı ile birleştirilmesi verilebilir. Hoş ve güzel duyguların markaya yöneltilmesinde tepkisel koşullanma kullanılmakta, olumlu hoş bir ortam (koşullanmamış uyarıcı) ile hoş duyguların (koşullanmamış tepki) bağlantıları, markaya karşı hoş duyguların artmasına neden olabilmektedir (Odabaşı, Barış, 2002:8081). “Tüketici dünyasında, bu tür hafıza bölmelerinde saklanan şeyler sadece bilgi değildir. Bu bir, tavır, bir yargı, bir konum veya bir sonuç olabilir. Fakat bir kez oluşup, saklandıktan sonra bu şeyler daha kolay erişilebilir ve böylece gelecek satın alma kararlarını etkilemek için daha İletişim 2003/18 14 Müge ELDEN elverişli hale gelir. Nispeten reklamın en önemli etkisi, onun bir markaya yönelik doğru görsel veya duygusal çağrışımlar yaratma ve bunları hafızaya sokma –yani bu çağrışımları o markanın nitelik gündemine koymakabiliyetine odaklanır. Spesifik sözel bir mesajla doğrudan iletişim kurmaktansa, reklam dolambaçlı yoldan (çağrışımsal imgeli anlatımla) iletişim kuruyor olabilir” (Sutherland, Sylvester, 2003:93). Klasik koşullanmada dört temel kavram öğrenmenin gerçekleşmesi üzerinde de önemli bir etkiye sahiptir. Bu kavramlar; tekrar ve pekiştirme, genelleme, ayırt etme ve davranışın sönmesi olarak sıralanabilir. “Öğrenme, uyaran tepki bağının kurulması olarak tanımlanabilir. Kurulan bağ, koşullanma işlemi belli sayı ve yoğunlukta tekrarlanarak pekiştirilmelidir. Yani pekiştirme, öğrenilen tepkinin organizmaya yerleşmesi ve aynı şekilde devam etmesi için yapılan işlemlerdir” (Yeşilyaprak, 2002:172-173). Bu noktada bireyde istenilen yönde bir tepkinin yaratılabilmesi yönünde bir pekiştirmenin sağlanabilmesinde tekrarın önemi karşımıza çıkar. Öğrenmenin meydana gelmesi için davranışta kalıcı bir değişikliğin gözlenmesi gerekmektedir. Bu kalıcı değişikliğin meydana gelmesi ise, bir defada gerçekleşebilecek bir süreç değildir. Öğrenme çeşitli aralıklara yapılacak tekrarlarla oluşabilecek bir süreçtir. Reklamların yaratabileceği küçük değişiklikleri fark edemeyebiliriz. Algılanmayacak kadar küçük değişimler zaman içinde çoğaldıkça anlamlı etkilere dönüşse de sezilebilen ayrımın altında kalan bir düzey söz konusudur. Tekrar süreci vasıtasıyla bu küçük artışlar markalar arasında başlıca algılanma farklılıkları yaratabilirler, ancak biz bu sürecin gerçekleştiğinden nadiren haberdar oluruz. Tüketicinin bir reklam iddiasını beynine kaydetmesi tümüyle bu iddiaya inandığı anlamına gelmez. Sadece markalar arasında gerçekten de iddia edilen ayrımların olduğunun farkına varılmasını sağlar. Tekrar, bizim bir iddiaya olan yakınlığımızı arttırır. Aksini kanıtlayacak bir şey olmadığı zaman giderek artan yakınlık hissine, iddianın doğru olduğu hissi daha büyük olasılık kazanarak eşlik etmeye başlar. Bu tekrar etkisi, doğruluk/gerçeklik etkisi (the truth effect) olarak İletişim 2003/18 Hedef Kitle Davranışlarını Etkileyen Psikolojik Bir Faktör Olarak Öğrenme:... 15 bilinir. Bir konu sürekli olarak tekrarlanıyor ve tartışılmıyorsa, zihnimizde bunun muhtemelen doğru olduğu yönünde geçerli olan bir kanıt oluşur. Tekrarın etkisi, bu doğruluk/gerçeklik çıkarımında ufak fakat kümülatif artışlar yaratmaktadır. Tekrar ile algılanamayacak kadar küçük etkiler bile markalar arasında algılanan daha büyük ayrımların düzeyine yükselebilir (Sutherland, Sylvester, 2003:28-29). Bu bağlamda yeniden tüketici davranışları ve reklam açısından konuya bakacak olursak, özellikle reklamlar açısından belli aralıklarla yapılacak tekrarların, tüketicilerin reklamda verilen mesajları algılaması ve reklamda öne sürülen satış mesajına uygun istenilen eylemi gerçekleştirilebilmelerinin sağlanması açısından gerekli olduğu yapılan araştırmalarla da ortaya konulmaktadır. Belli aralıklarla yapılan tekrarların unutmayı azalttığı ve öğrenme sürecine önemli düzeyde etkisi olduğu görülmektedir. Ancak reklamların tekrarlanmasında da dikkat edilmesi gereken husus, gereksiz ya da gereğinden fazla yapılan tekrarların reklama ve reklam mesajına olumsuz yönde etkisi olabileceğinin göz ardı edilmemesidir. “Bir grup araştırmacıya göre reklamın, üç kere tekrarı yeterlidir. Birincisinde farkına vardırılır, ikincisinde ürünün tüketiciye uygunluğu vurgulanır, üçüncüsünde ise ürünün yararları hatırlatılır. Diğer bir grup araştırmacı ise, on iri-on iki tekrarın gerekliliğini öne sürmektedir” (Odabaşı, Barış, 2002:81-82). “Bazı durumlarda organizma, bir uyarıcı karşısında gösterdiği koşullu tepkiyi benzer durumlarda da gösterir. Buna uyarıcı genellemesi denir. Pavlov yaptığı deneylerde köpeğin farklı tonlardaki zil seslerine de salya salgıladığını göstermiştir. Benzer şekilde doktordan korkan bir çocuk, beyaz gömlek giyen kasaptan da korkabilir” (Erden, Akman, 2001:135). Uyarıcı genellemesinin yüksek oluşu klasik şartlanmanın ortaya çıkış derecesini de kuvvetlendiren bir etkendir. Aksi takdirde uyarıcılar arasındaki benzerlik azaldığında klasik şartlanmada beklenen koşulsuz tepkinin şiddetin de azalma görülecektir. İletişim 2003/18 16 Müge ELDEN Bir şirketin ürün hattını genişletmesi stratejisi pazarlamada genellemenin kullanıldığı bir uygulamadır. Şirketin mevcut ürün hattına yeni eklenen ürünler, bu şirketin mevcut ürünlerinin kaliteli olduğunu öğrenen tüketiciler tarafından daha kolaylıkla tercih edilecektir (Odabaşı, Barış, 2002:82). Reklamda genelleme yani benzer uyarıcıların kullanımına, belli bir markanın belli dönemlerindeki reklamlarında kullanılan görsel, sözel ya da işitsel unsurlarda benzer uyarıcıların kullanılması örnek olarak gösterilebilir. Aynı reklam müziği, aynı reklam oyuncuları, benzer temalar, içerikler ve sloganlar gibi. Belli bir markanın reklamlarında kullanılan benzer uyarıcıların varlığı o reklamda adı geçen ürünün markasının ya da kurumun adının öğrenilmesi ve sonrasında hatırlanmasında, reklamın ilettiği mesajın benimsenmesi gibi noktalarda pekiştireç görevi görerek öğrenmeye olumlu yönde katkıda bulunan unsurlar olarak dikkat çeker. İlgi/öncelik düzeyi, herhangi bir şeyin her an bilinçli bir şekilde akılda bulunması olasılığı olarak tanımlanabilir. Reklamların bu olasılığı arttırmasının yollarından biri tekrardır. Bir şarkının sık sık tekrarlanması, bu şarkıya yönelik ilgi düzeyinin artmasına ve her an aklımızda olmasına neden olmuştur. Bir reklamın özellikle de bir reklam müziğinin tekrarı ya da genellenerek aynı markanın değişik reklamlarında da uygulanması benzer bir etkiyi yaratacaktır. Reklamın tekrarı ile, markanın ilgi düzeyi zihinlerimizde artacaktır. Belli semboller, kelimler, sloganlar birer ipucu olarak ilgi düzeyini arttıran unsurlar halini alırlar. ir markayı alışılmış ortamda sık sık yeniden tekrarlanan bir şeye başlamak (kelime, ifade, sembol, melodiler vb.) bir ipucu olabileceği gibi; ipucu ürünün tüketilme ihtimali olan şartlar adlında örneğin öğle yemeyi vaktinde tekrarlanırsa da etkili olacaktır (Sutherland, Sylvester, 2003:38-39). “Genellemenin tersi ayırt etmedir. Genelleme, yukarıda da ifade edildiği gibi organizmanın koşullu uyarıcıya benzer diğer uyarıcılara da aynı tepkide bulunması eğilimidir. Ayırt etme de genellemenin tersine, organizmanın koşullanma sürecinde, kullanılan koşullu uyarıcıyı diğerlerinden ayırt ederek tepkide bulunma eğilimidir. Yani koşullu tepkinin, İletişim 2003/18 Hedef Kitle Davranışlarını Etkileyen Psikolojik Bir Faktör Olarak Öğrenme:... 17 tek bir koşullu uyarıcıya karşı meydana gelmesidir” (www.psikolojikrehberlik.com). Pavlov yaptığı deneyde belli bir zil sesinden sonra köpeğe et verip diğer zil seslerinde vermeyince köpeğin arkasından et gelen sesi, diğer seslerden ayırt ederek sadece et verilen sese salya akıttığını görmüştür. Köpek koşullu uyarıcıyı diğerinden ayırtdiğerinden ayırtstermektedir. Ayırt etmede yapılan, farklı uyarıcılara farklı tepkilerde bulunmaktır. “Konumlandırma uygulamaları ile pazarlamacılar tüketicilerin zihninde farklı yerlere yerleşmeye çalışırlar. Zira öğrenme kuramı açısından bir pazarlamacının aklında bulundurması gereken, kendi ürünleri ve markaları ile genelleme yapmayı teşvik ederken, rakipler ile fark yaratmaya çalışmaktır. Fark yaratmanın ise birkaç yolu mevcuttur. Ürünler arasında gerek sembolik ve gerekse gerçek farklara dikkat etmek, ürünü farklılaştırmak, ambalajı değiştirmek ayırt edici stratejiler olabilirken, ürün dizisi için benzer ambalajlar, renkler seçmek genellemeye yardımcı olabilecek stratejilerdendir” (Odabaşı, Barış, 2002:83). “Klasik koşullanma yoluyla kazanılan davranışlar koşullu uyarıcıkoşulsuz uyarıcı bitişikliği ortadan kaldırıldığı zaman giderek azalır ve kaybolur. Buna davranışın sönmesi denir. Pavlov’un deneyinde zil sesinden sonra bir süre et verilmediği zaman köpeğin zil sesine salya salgılamadığı görülmüştür” (Erden, Akman, 2001:135). Şartsız uyarıcılar ya da onu çağrıştıran bir uyarıcı zamanla tekrar verildiğinde şartlı tepki yenide ortaya çıkar. Sönen davranışın ya da sönen şartlı tepkinin bu şekilde yeniden ortaya çıkmasına kendiliğinden geri gelme denir. Belli bir reklamın bir süre yayınlanmaması ya da belli bir marka ürünün tüketici tarafından bir süredir kullanılmıyor olması söz konusu markanın unutulmasına ve bu markaya yönelik satın alma davranışlarının gerçekleştirilmemesine neden olabilir. Davranışta meydana gelen bu tür bir sönme söz konusu ürün ya da markaya yönelik reklamların tekrar yayımlanmasıyla giderilebilir ve tüketicinin zihninde söz konusu marka tekrar geri çağrılmış olur. İletişim 2003/18 18 Müge ELDEN b. Edimsel Koşullanma (Operant Şartlanma) “Klasik şartlanmayla bir çok öğrenme durumunu açıklamak mümkün değildir. Çünkü insanlar sadece çevrelerindeki uyaranlara tepki vermekle kalmayıp bilinçli ve açık bir şekilde birçok davranışlar sergilerler. Klasik şartlanma yoluyla öğrenmeyi sağlamak için, yapılan bir davranışa neden olan uyarıcının bilinmesi gerekir. Ama insan davranışlarına neden olan uyarıcıları her zaman tahmin etmek mümkün değildir. Bu gibi durumlarda operant şartlanma karşımıza çıkmaktadır” (Selçuk, 2001:137). “Edimsel koşullanma kuramı içten gelerek yapılan hareketler olan edimlerin de şartlanabileceği ve bu yolla öğrenmenin gerçekleşebileceği görüşüne dayanır. Bu kuram B.F. Skinner’in çalışmaları sonucunda ortaya çıkmıştır” (Kocabaş, Elden, Yurdakul, 1999:109). Skinner’e göre davranışlar tepkisel ve operant olarak 2’ye ayrılmaktadır. Tepkisel davranışlar bir dış uyarıcıya bağlı olmaktadır. Terleme, titreme, göz bebeğinin küçülmesi gibi. Operant davranışlar ise organizmanın hiçbir dış uyarıcıya bağlı olmadan yaptığı davranışlardır. Örneğin, konuşma, yürüme, yemek yeme. Tepkisel davranışa neden olan uyarıcı bilinirken, operant davranışa neden olan uyarıcı her zaman bilinemez. Tepkisel davranışlar klasik koşullanma ile öğrenilebilirken Skinner’e göre insan hayatındaki davranışların büyük bir kısmı operant davranışlardır. Bununla birlikte davranışların, eylemlerden önceki olaylardan çok, eylemlerin sonuçları tarafından kontrol edildiğini öne sürmektedir. Burada ifade edilen sonuç kavramı, davranıştan sonra ortaya çıkan ve gelecekteki davranışları etkileyen neticelerdir. Örneğin bir soruya doğru cevap veren öğrenciye öğretmenin aferin demesi bir sonuçtur. Skinner bir çok davranışın sonuçlarına bakılarak açıklanabileceğini savunmaktadır. Bu bağlamda, eğer sonuçlar iyi denetlenirse bireylerde istenilen davranışlar ortaya çıkacaktır. Böylece operant şartlanma kavramı ortaya çıkmıştır. Operant şartlanma, ödüle götüren veya cezadan kurtaran bir tepkinin öğrenilmesine ya da bir davranışın pekiştireçle kuvvetlendirilmesine denir (Selçuk, 2001:137). İletişim 2003/18 Hedef Kitle Davranışlarını Etkileyen Psikolojik Bir Faktör Olarak Öğrenme:... 19 “Skinner’in deneysel çalışmaları birçok diğer davranışçı teorisyen gibi hayvanlar üzerinde ve laboratuar koşullarında gerçekleşmiştir. Bu deneylerde hayvan, Skinner kutusu olarak adlandırılan bir ortama (kafese) konulur. Hayvanın kafes içindeki bir düğme ya da manivelaya basmasıyla bu davranışı pekiştirecek olan yiyecek sunulur. Bu iki davranış hayvanı koşullamaktadır. Burada pekiştireçlere önemli görev düşer. Pekiştireçlerin dikkatli bir şekilde ve zamanlı olarak sunulmasıyla kalıcı öğrenmelere ulaşılması hedeflenir” (http://www.egitim.aku.edu.tr/ylodevler.htm). Edimsel koşullanmada bireye yaptığı davranışa çevrenin vermiş olduğu tepkilere bakarak öğrenmeyi gerçekleştirir. Eğer bireyin uyarıcılardan bağımsız olarak içten ortaya koyduğu davranışlar yani edimler olumlu olursa ödüllendirilir ve bu ödüllendirme olumlu ya da olumsuz bir pekiştireç olarak bireyin davranışını tekrarlamamasına ya da bu davranışı ortadan kaldırmasına neden olur. Reklamda kepek sorunu, renkli giysilerdeki zorlu kirler, yaşlanma korkusu, karşı cins tarafından beğenilme istediği bir sorununa çözüm getiren ya da bir beklentisine cevap bir ürünle karşılaşan tüketici bu ürünü aldığında ve kullandığında da reklamda dile getirilen tatmine ulaşırsa, o marka bu ürünü tekrar kullanacaktır. Bu nedenle reklamlarda tüketicilerin sorun ve beklentileri dile getirilerek bu sorunların nasıl giderildiği ve beklentilerin nasıl karşılandığının ifade edilmesi tüketiciye söz konusu marka ürünü kullandığında nasıl bir olumlu pekiştireç yani ödülle karşılaşacağını gösterecektir. Bu durum edimsel koşullanma ile açıklanmaktadır. Ancak bu ödüllerin alışkanlık yaratacak şekilde sürekli tekrarlanması yerine belli dönemlerde (yılbaşı, bayram, belli bir dönem gibi) veya belli bir alışveriş tutarı üzerinden ödüllendirmeye gidilmesi ve ödülün anında tüketiciye sunulması (mağazada alışveriş sonrası hemen sunulan indirim ya da armağan gibi) davranışın pekiştirilerek öğrenmenin gerçekleşmesinde daha etkili olacaktır. Öğrenme, alıcılar bir uyarıcıya tepki verdiğinde ve ihtiyaç duydukları tatminle ödüllendirildiklerinde ya da ürünün başarısızlığı ile cezalandırıldıklarında meydana gelir. Örneğin, bir tüketici sıcak bir günde bir içecek reklamı görmüş olabilir ve 7Up ve Sprite gibi farklı markaları İletişim 2003/18 20 Müge ELDEN deneyerek bunları değerlendirebilir. Eğer Sprite tüketicinin beğenisini tatmin ettiyse, ilerleyen zamanlarda da bu tüketici tekrar Sprite satın alacaktır (Dalrymple, Parsons, 1995:134). Davranışların öğretilmesi ya da biçimlendirilmesi için edimsel koşulamadan yararlanılabilir. Edimsel koşullamada istenilen davranış pekiştirilerek ve istenmeyen davranış ise pekiştirilmeden söndürülerek davranış yönlendirilir. Edimsel koşullanma, pazarlama açısından farklı stratejiler dahillinde aşağıda dile getirilen şekillerde kullanılabilir (Odabaşı, Barış, 2002:84-85): • Sürekli kalite yaratılması yoluyla ürünlerin kullanımı ve tüketicinin ihtiyacının tatmin edilmesi pekiştireç görevini gerçekleştirmektedir. • Satış sonrası müşteri ile ilişkilerin geliştirilmesi, kart ya da mektup yazarak tatmin düzeyinin anlaşılmaya çalışılması yaygın uygulamalardandır. • Armağanlar, kuponlar vererek mağazanın hoş bir yer olarak düzenlenmesi (havalandırma, temizlik, rahatlık, ısıtma gibi) pekiştireç görevlerini yerine getirir. • Ürünle birlikte ek unsurların verilmesi, edimsel koşullanmanın yaratılmasında önemli uygulamalardandır. • Ürünün denenmesini sağlamak en önemli adımlardan biri olduğu için, örnek ürün dağıtımı ya da otomobillerde deneme sürüşlerinin yaptırılması edimsel koşulamaya örnek olarak gösterilebilir. “Edimsel koşullanma aygıtsal öğrenme (instrumental learning) olarak da bilinir, klasik koşullanmadan temel olarak pekiştirmenin rolü ve zamanı yönünden farklılaşır. Pekiştirme edimsel koşullanmada klasik koşullanmada oynadığı rolden daha fazla rol oynar. Otomatik uyarıcı-tepki ilişkisini içermez, özne arzu edilen davranışla meşgul olmak için ikna edilmelidir. Daha sonra bu davranış pekiştirilmelidir. Operant (edimsel) şartlanmanın içerdiği olayların sırası, klasik şartlanma ile ilişkili olanlardan farklıdır. Edimsel koşullama için, deneme beğenmeden önce gelir. Bu döngü bazı İletişim 2003/18 21 Hedef Kitle Davranışlarını Etkileyen Psikolojik Bir Faktör Olarak Öğrenme:... genellikle klasik şartlanma için de doğrudur. Edimsel koşullama ürünün genellikle ürünün gerçek kullanımını gerektirir. Böylece çok sayıda pazarlama stratejisi ilk baştaki denmeyi güvence altına almayı amaçlar. Mağazada ye da evlere yönelik bedava ürün örnekleri dağıtımı, yeni ürünlerde özel fiyat indirimleri, belirli ürün ya da markaları denemeye özendirmek için tüketicilere dağıtılan ödüller ve hazırlanan yarışmalar edimsel koşullanma örneklerdir. Eğer tüketici bu şartlar altında ürünü dener ve sunulan uyarıcıdan memnun kalırsa, muhtemelen ikinci adıma geçer ve gelecekte de bu ürünü tekrar satın alır” (Hawkins, Best, Coney, 1992:265266). Pazarlamacılar öğrenme teorilerinden biri olan edimsel koşullanma teorisini (operant conditioning) da sıkça kullanmaktadırlar. Teoriye göre reklama verilen olumlu tepki pekiştirme ve ödüllendirme ile arttırılabilir. Basılı bir reklamda yeni bir temizlik ürünüyle yapılan fırın temizleme gibi ufak tefek fakat hoşlanılmayan bir ev işi gösterilebilir. İnsanlar bu reklamda şu kadar indirimle bu ürünü X alışveriş merkezinden edinebileceklerini öğrendiklerinde, elde edecekleri indirimin ortaya koyduğu ödülü almak için harekete geçeceklerdir (Dalrymple, Parsons, 1995:134). Uyarıcı Arzulanan T ki Pekiştirme Uyarıcıya olan tepkiyi arttırmak Şekil 2. Edimsel Koşullanma Yoluyla Tüketici Öğrenmesi Kaynak: Del I. HAWKINS, Roger J. BEST, Kenneth A. CONEY, Consumer Behaviour (Implications for Marketing Strategy), Richard D. Irwin Inc. 1992, s.265 İletişim 2003/18 22 Müge ELDEN Ürünün bir kez denenmesi ve memnun kalındığı takdirde tekrar satın alınması yoluyla oluşan bir süreç söz konusu olduğu için deneme-yanılma yoluyla öğrenme olarak da adlandırılan edimsel koşullanmada, reklamı yapılan üründen istediği yönde tatmin elde eden bir tüketici olumlu yönde pekiştirme gerçekleştirmiştir. Tersi olarak tüketici yaptığı satın alma eyleminin sonunda bir tatmin elde edemediyse o zaman o markaya yönelik olumsuz bir pekiştireç sonucu alımların azalması ya da kesilmesi durumu yani sönme süreci ortaya çıkmaktadır. Ürün bir süredir kullanılmadığında ya da reklamı yapılmadığı durumda zihinde o marka ürüne yönelik bilginin kaybedilmesi durumuna ise unutma denir. Ama burada bilginin tümüyle yok olması söz konusu değildir. Yapılacak bir reklamla ve markaya yönelik verilecek ipuçlarıyla bilginin tekrar zihinde açığa çıkarılması söz konusu olacaktır. Ortama eklenerek tüketicinin yaptığı bir satın alma davranışı sonrası edindiği tatmin sonucu oluşan olumlu pekiştirme yanında, tüketici olumsuz bir durumdan kurtulmak ve kendisinde rahatsızlık yaratan durumu sona erdirmek için e bir davranış içine girebilir. Ortadan kaldırıldığı, ya da verilmediği zaman davranışın ortaya çıkma olasılığını artıran olumsuz pekiştireç, tüketicinin kendisini yabancı hissettiği ve menusunda anlamadığı yemek isimleri gördüğü bir lokantada arkadaşının yediğinin aynısı olan yemeği sipariş etmesinde yaşanan durum şeklinde örneklendirilebilir. “Edimsel koşullamada sözü edilmesi gereken bir başka kavram ise cezadır. Ceza, sonuçları olumsuz olacak davranışların yapılmasında cesaret kırıcı unsurdur. Eğer belirli bir restoranda kıyafet standardı var ise, o restorana jean pantolon ile ya da kravatsız gitmek restorana kabul edilmemekle sonuçlanacaktır. Eğer verilen tepki ceza ile sonuçlanıyorsa davranışın ortaya çıkmaması hali söz konusu olur” (Odabaşı, Barış, 2002:8788). “Tepkisel öğrenme ve edimsel koşullanma kuramlarında tüketicinin sahip olduğu eski deneyimler, tutum ve inançlar ve amaca ulaşma konularına hiç değinilmemektedir. Bilişsel kuram, insanın zihinsel yetenekleri ile aynı konuda olmasa bile elde ettiği geçmiş deneyimlerinin yeni durumu İletişim 2003/18 Hedef Kitle Davranışlarını Etkileyen Psikolojik Bir Faktör Olarak Öğrenme:... 23 değerlendirmede kendisine yol göstereceği savı üzerinde durulmuştur” (Kocabaş, Elden, Yurdakul, 1999:110). 2. Bilişsel Öğrenme Kuramı Bilişsel kuram, sorunları çözen ya da durumları idare eden kişiler olarak insanların tüm zihinsel aktivitelerini kuşatan öğrenme yaklaşımıdır. Bu yaklaşım fikirleri, içerikleri, davranışları ve sonuç çıkarmak, sorun çözme ve direkt deneyim olmadan ilişkileri öğrenme ile ilgili gerçekleri öğrenmeyi içerir. Bilişsel öğrenme, basit bilgilerle elde edilenlerle karmaşık, yaratıcı problem çözümleri arasında değişir (Hawkins, Best, Coney, 1992:268). İnsanlar yaşamları boyunca devamlı olarak düşünme ve sorun çözme aktivitesi içindedirler. Dolayısıyla bazı durumlarda geçmiş deneyimleri olmadan da sorunları anlayıp çözüm yolları bulabilmektedirler. Birey bir şekilde elde ettiği bilgilerlerle (arkadaş ve aile çevresinden, reklamlardan vb.) kazandığı fikri geçmiş deneyimleri ile de birleştirerek öğrenmeyi gerçekleştirecek ve sorunlarına çözüm bulup bir sonuca varacaktır. “Bilişsel öğrenme tüketicinin bilgilenmesini amaçlar. Bu açıdan pazarlama uygulamalarında, bilgi verici çalışmalar yoğunluk kazanır. Karşılaştırmalı reklamlar ile ürünün üstünlükleri hakkında bilgiler sunulur. Özellikle hangi unsurlar tüketiciler için önem taşıyorsa bu konudaki üstünlükler somut biçimde sunulur. Yeni ürün tanıtımında, tüketicinin bilgi eksikliği söz konusu olduğundan bilişsel öğrenme tekniği başarı ile uygulanabilir” (Odabaşı, Barış, 2002:90). Bilişsel öğrenme kuramı üç farklı yaklaşıma sahiptir. Bu yaklaşımlar; ikonik alışkanlık öğrenme (iconic rote learning), model alıp öğrenme (vicarious/modelin kearning) ve muhakeme (reasoning) şeklinde sıralanabilir. Bu yaklaşımlar kısaca şu şekilde özetlenebilir (Hawkins, Best, Coney, 1992:268-269): • İkonik Alışkanlık Öğrenme (Iconic Rote Learning): İkonik alışkanlık öğrenme, şarlandırmalarda eksik olan iki ya da daha fazla içerik İletişim 2003/18 24 Müge ELDEN arasındaki ilişkiyi öğrenmeyi içerir. Örneğin; bir ilanda X marka çayın baş ağrısına iyi geldiği belirtilebilir ve bu X marka çayla ilgili varolan bir konseptle yeni bir konsept (baş ağrısına iyi gelme) ilişkilendirilir. Ne uygun durumda olmayan bir uyarıcı ne de direkt ödül içermez. Düşük ilgili öğrenmelerin büyük bir kısmı, ikonik alışkanlık öğrenmeyi içerir. Basit mesajların tekrarları, mesajların özünün öğrenilmesiyle sonuçlanır. İkonik alışkanlık öğrenme ile tüketiciler bilginin kaynağının farkında olmayarak, ürünlerin özellikleri ve karakteristikleri hakkındaki inançlarını şekillendirebilirler. İhtiyaçlar ortaya çıktığında, satın alımlar bu inançlar temelinde yapılabilir. • Muhakeme (Reasoning): Muhakeme bilişsel öğrenmenin en karmaşık biçimini sunar. Muhakemede, bireyler yeni ilişkiler ve konseptleri biçimlendirecek hem yeni bilgileri hem de varolan bilgileri tekrar yapılandırmak ya da birleştirmek için yaratıcı düşünme içine girerler. • Model Alıp Öğrenme: Öğrenmenin gerçekleşmesi için tüketicinin bir ödül ya da cezayla ilgili direkt bir deneyim sahibi olmasını gerektirmez. Bunun yerine, diğerlerinin davranışlarının sonuçlarını gözlemleyebilir ve buna göre kendimizi ayarlayabiliriz. Aynı şekilde, eylemlerin çeşitli düzeylerinin sonuçlarını görüp değerlendirmek için bu izlenimleri kullanabiliriz. Bu tip öğrenme hem yüksel ilgililik hem de düşük ilgililikteki durumlarda söz konusudur. İşte kullanacağı yeni bir takım elbise satın almak gibi yüksek ilgilikteki durumlarda, tüketici iş yerindeki insanların ya da çevresinden diğer model alabileceği, örneğin reklamlardaki, kişilerin giyim stillerini bizzat gözlemleyebilir. Düşük ilgilikteki durumlarda da model alma söz konusudur. Yaşamımızın belli dönemlerinde insanların kullandıkları ürünleri ve farklı durumlardaki davranışlarını gözlemleriz. Çoğu kez bu davranışlara sınırlı bir ilgi gösteririz. Bununla birlikte çoğu zaman, belli davranışlar ve ürünlerin bazı zamanlarda diğerleriyken ya da diğerleri olmadan uygulanması öğrenilir. Pazarlamacılar model alma yoluyla öğrenmeyi yaygın olarak kullanırlar. Reklamlar ürün kullanımında ya da ürünü kullandırmak için ödül sözü verir ya da genellikle ürünü kullanımı için dikkat çekici ödüller gösterir. İletişim 2003/18 Hedef Kitle Davranışlarını Etkileyen Psikolojik Bir Faktör Olarak Öğrenme:... 25 Sosyal öğrenme veya gözlemleyerek öğrenme olarak da adlandırılan model alma yoluyla öğrenmede başkalarının davranışlarını gözlemleyerek olumlu sonuç alınacağı tahmin edilen davranışların taklit edilmesi söz konusudur. Burada temel nokta model olarak kabul edilen bireyin kendini çekici, cazip bir model ile özdeşleştirmesidir. Ünlülerin, sevilen sporcuların, sanatçıların reklamlarda kullanılması, ev hanımlarının kendileri gibi bir kişinin reklamda güzel yemekler pişirdiğini, beyaz çamaşırlar yıkadığını görmeleri, ünlülerin gittiği bir mekan (gece kulübü, otel vb.) olmak, konusunda uzman bir kişinin ürünün kullanımı konusunda reklamlarda gösterilerde bulunması model alıp öğrenmeye örnektir. Model alıp öğrenme kullanılarak üç tür davranış şekline ulaşılabilir (Odabaşı, Barış, 2002:92-93): • Yeni davranışlar oluşturmak (Yeni ürün tanıtımlarında ürünün benimsenmesi için) • İstenmeyen davranışlara engel olmak (Sigara, uyuşturucu, alkollü araba kullanımı karşıtı kampanyalar) • Daha önceden öğrenilen davranışların tekrarlanmasını teşvik etmek (Sütaş’ın sıcak havada da serinlemek için ayran içimini özendirmeye çalışması) “Kendimizi ekrandaki karakterlerden bir ya da daha fazlasıyla özdeşleştirdiğiniz takdirde, kendimizi bir TV programı veya reklamın içine dalmış gibi hissetme duygusu büyük ölçüde artacaktır. Bu sadece dahil olma hissini arttırmakla kalmaz, aynı zamanda karakterin donanımını (kullandığı şeyleri) benimseme ihtimalimizi de arttırırı. Bir reklam karakteriyle özdeşleşmek, bir sinema karakteriyle özdeşleşmekten çok daha çabuk seyreden bir durum olduğu için, daha az bilinçle gerçekleşmeye meyillidir. Hızla gerçekleşir ve buharlaşır. Fakat reklamla bir sonraki karşılaşmada hızla yeniden canlanır ve bu şekilde özdeşleşme hissi ve markanın kendisi arasında kalıcı çağrışımlar veya bağlar oluşabilir. Reklam karakteriyle İletişim 2003/18 26 Müge ELDEN özdeşleşme sırasında, kendisini başkasının karakterin deneyimlerine katıldıklarını/ortak yerine koyan tüketiciler, olduklarını hissetmeye başlarlar. Yani, tüketiciler hayali olarak, öyküdeki olayları kendilerini özdeşleştirdikleri karakterin perspektifiyle yaşarlar: Tüketiciler kendi özkimlikleri ve karakter tarafından tanımlanan özellikler arasında benzerlikler algılamaya başlarlar” (Sutherland, Sylvester, 2003:116). Model alıp öğrenmede hem model alınacak kişinin özellikleri hem de model alan kişinin özellikleri etkili olan noktalardır. Reklamlarda bu yaklaşımın kullanıldığı durumlarda model olarak kabul edilen kişinin birey ne kadar inandırıcı ve ikan edici olarak geldiği, eğer ünlü biri kullanılıyorsa sevilip sevilmediği, doğallığı, başarılı olup olmadığı, model alınan kişinin reklamda dile getirilen sorunu aşıp aşamadığı, model ile birey arasındaki kişilik özellikleri ve cinsiyet yönünden benzerlikler model alıp öğrenmenin gerçekleşmesinde etkili olmaktadır. Birey modelde gözlediği davranışın ne kadar önemli olduğu ve sonuçta bir sorununa çözüm bulabileceğini karar verdiği takdirde model alma davranışını gösterecektir. Bilişsel kuramla benzerlik gösteren bir başka öğrenme kuramı olan Gestalt (Biçim) Kuramı ise “davranışın parçalarını ele almak yerine, tümünü ele alıp incelemeyi önerir. Kurama göre öğrenme, karşılaşılan bir sorunda, sorunu çözmek için, bireyin içinde bulunduğu koşulların tüm ilişkilerini irdelemesi ve davranışı düzene koymasıdır. Yani öğrenme ile davranış birbirinden ayrı değerlendirilemez, bir süreç olarak düşünülüp, incelenir” (Kocabaş, Elden, Yurdakul, 1999:110). Tablo 1’de öğrenme modelleri; tanımları ve yüksek ve düşük ilgililik düzeyindeki reklam örnekleriyle açıklanmaktadır. İletişim 2003/18 Hedef Kitle Davranışlarını Etkileyen Psikolojik Bir Faktör Olarak Öğrenme:... Teori Tanım Yüksek İlgililik Örneği Klasik Şartlanma Her iki uyarıcı sıklıkla birlikte ortaya çıktığında, birinci uyarıcıdan elde edilen tepki ikinci uyarıcı tarafından da ortaya çıkartılacaktır. Edimsel Şartlanma Benzer durum gelecekte de meydana geldiğinde pekiştirilen tepki genellikle tekrarlanır. Bir tüketici Chrsler’in sadece Amerikalılar için planladıklarını okuduktan sonra, Amerika kelimesiyle yaratılan olumlu duygusal tepki, Chrysler Markası ile temin edilenle tekrar anlam kazanır. Bir elbise satın alınır ve satın alıcı bu elbisenin buruşmadığı ve bazı övgülere neden olduğunu fark eder. Aynı firma tarafından üretilen spor ceketi de sonrasında satın alır. İkonik Alışkanlık Öğrenme Şartlandırılmadan iki ya da ikiden fazla içerik ilişkilendirilir. Spor ile uğraşan bir kişi koşu ayakkabılarının çeşitli markaları hakkında zevkli buldukları bir çok ayakkabı reklamını okuyarak bilgi edinir. Model Alıp Öğrenme Davranışlar diğerlerinin davranışlarının sonuçları izlenerek ya da potansiyel bir davranışın sonucu düşünülerek öğrenilir. Bireyler yeni ilişkiler ve konseptleri biçimlendirecek hem yeni bilgileri hem de varolan bilgileri tekrar yapılandırmak ya da birleştirmek için yaratıcı düşünme içine girerler. Bir tüketici bir kısa etek almadan önce, arkadaşının yeni kısa eteğine insanların gösterdikleri tepkileri izler. Bir tüketici sodanın buzdolabından gelen kokuyu giderdiğine inanmaktadır. Halıdaki hoş olmayan kokuların da bu metotla giderilebileceğine karar verebilir. Muhakeme 27 Düşük İlgililik Örneği Tüketiciler reklama dikkat göstermese de markanın isminin ortaya koyduğu olumlu imaj tarafından olumlu duygusal tepki yaratılır. Örneğin bilinen markaların konserve bezelyeleri çok da düşünülmeden satın alınır. Bunlar test edilmiş ve olumlu sonuçlar almışlardır. Tüketici bu markaları almaya devam eder. Tüketici şimdiye kadar gerçekten Apple ürünleri ve reklamları hakkında düşünmediği halde Apple’ın ev tipi bilgisayarlar ürettiğini öğrenebilir. Bir çocuk bunun hakkında gerçekten düşünmediği halde erkeklerin elbise giymediğini öğrenir. Karabiberin kalmadığını gördüğü bir dükkanda tüketici karabiber yerine beyaz biber almaya karar verir. Tablo 1. İlgililik Düzeyi Örnekleri ile Öğrenme Teorileri Kaynak: Del I. HAWKINS, Roger J. BEST, Kenneth A. CONEY, Consumer Behaviour (Implications for Marketing Strategy), Richard D. Irwin Inc. 1992, s.270 İletişim 2003/18 28 Müge ELDEN KAYNAKÇA BİNBAŞIOĞLU Cavit, Öğrenme Psikolojisi, Kadıoğlu Matbaası, Ankara 1978 DALRYMPLE Douglas J., PARSONS Leonard J., Marketing Management Text and Cases, Sixth Edition, John Wiley&Sons, Inc., USA, 1995 ERDEN Münire, AKMAN Yasemin, Gelişim ve Öğrenme, Arkadaş Yayınları, Ankara, 2001 HAWKINS Del I., BEST Roger J., CONEY Kenneth A., Consumer Behaviour (Implications for Marketing Strategy), Richard D. Irwin Inc. 1992 KLINE Stephen B., Learning Principles and Applications, McGrawHill Book Company, USA 1987 KOCABAŞ, Füsun; ELDEN, Müge, YURDAKUL, Nilay; Reklam ve Halkla İlişkilerde Hedef Kitle, İletişim Yayınları, İstanbul, 1999 ODABAŞI Yavuz, BARIŞ MediaCat Kitapları, İstanbul, 2002 Gülfidan, Tüketici Davranışları, ÖZDEN Yüksel, Eğitimde Yeni Değerler, Pegem Yayıncılık, Ankara 2002 SELÇUK Ziya, Gelişim ve Öğrenme, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara, 2001 SUTHERLAND Max, SYLVESTER Alice K., Reklam ve Tüketici Zihni, Çev:İnci Berna Kalınyazgan, MediaCat Kitapları, İstanbul, Eylül 2003 YAZICI, Selim, Öğrenen Organizasyonlar, Alfa Yayınları, İstanbul, 2001 YEŞİLYAPRAK Binnur (Editör), Gelişim ve Öğrenme, PEGEM Yayıncılık, Ankara, 2002 ZALTMAN Gerald, How Customers Think: Essential Insights into the Mind of the Market, Harvard Business School Press, USA, 2003 İletişim 2003/18 Hedef Kitle Davranışlarını Etkileyen Psikolojik Bir Faktör Olarak Öğrenme:... 29 Özet Öğrenme kavramı bir psikolojik faktör olarak tüketici davranışlarının şekillenmesinde ve açıklanmasında etkili olmakta ve reklamcıların reklamın izleyici kitlesi olan bireylerin reklama yönelik algılamalarında ve reklamı değerlendirmelerinde önemli bir etken olarak dikkati çekmektedir. Kısaca insan davranışlarında meydana gelen kalıcı değişim olarak tanımlanabilen öğrenme kavramına tüketici davranışları açısından baktığımızda, geçmiş deneyimlerden kaynak bulan ürünler ve markalar ile ilgili algılamalardaki, düşüncelerdeki ve eylemlerdeki değişiklik ifade edilmektedir. Bu bağlamda hedef kitle davranışlarını etkileyen bir psikolojik kavram olarak öğrenme ve öğrenme kuramları, reklamın tüketici zihninde yer etmesinde, tüketicinin belli davranışsal tepkileri vermesinde reklamcılar ve pazarlamacılar tarafından göz önünde bulundurulması ve incelenmesi gereken kavramlar olarak dikkati çekmektedir. Anahtar Kelimeler: Öğrenme, Öğrenme Kuramları, Davranışçı Öğrenme Kuramı, Klasik Koşullanma (Classical Conditioning), Edimsel Koşullanma (Operant Conditioning), Bilişsel Öğrenme Kuramı (Cognitive Learning), uyarıcı (stimulus), tepki (response), pekiştireç (reinforcement) Abstract The concept of learning, as a psychological factor, is affective in shaping and explaining the consumer behavior and is of great importance to the target market of the advertisiements in their understanding and assessing of the advertisements. Learning is the permanent changes in human beings’ behaviors. However, from the consumer behavior point of view, learning means the changes in the perceptions, thoughts and actions about the products and brands stemming from past experiences. Learning and learning theories, as a psychological concept affecting the behaviors of the target market, should be taken into consideration by the advertisers and the marketers to position the advertisements in the consumers’ minds and to result in desired consumer behavioral reactions. Key Words: Learning, Learning Theories, Behavioral Learning Theory, Classical Conditionin, Operant Conditioning, Cognitive Learning, Stimulus, Response, Reinforcement. İletişim 2003/18 30 İletişim 2003/18 Müge ELDEN Atasözlerinde Manzum Yapı Meselesi Y. Doç. Dr. Mahmut KARADEMİR* Sözlü Türk edebiyatının mahsulleri arasında yer alan atasözleri Türkiye Türkçesinde atasözü ibaresi ile ifade edilmekle birlikte, Türk dünyasının değişik yerlerinde atalar sözü, darb-ı mesel, darb-ı kelâm, cümeli hikemiye, deme, demece, eskiler sözü, hikmet, kelâm-ı kibar ve ulular sözü gibi ıstılahlarla adlandırılmaktadır (Elçin, 1969:169-170; Oy, 1976-77). Atasözleri, cedlerimizin yaşadıkları hayatı ve kâinatı anlamlandırma sürecinde edindikleri tecrübe ve müşahedeleri değerlendirme ve ifade etmede vasıta kıldıkları, sözlü gelenek içerisinden ağızdan ağıza ve nesilden nesile aktarılan; bazan yalın bir cümle hâlinde, bazan söz sanatlarıyla örülü; eğitici, öğretici ve uyarıcı tarafları ağır basan; hikmet, düşünce ve öğüt yüklü ortak (anonim) nitelikli özlü sözler olarak karşımıza çıkmaktadır. Başka bir ifadeyle “az sözle söylenmiş, dokunaklı, çağrışım yaptıran, zekâyı kamçılayan, düşündürücü, halk dilinde beğenilmiş tutulmuş” sözlerdir (Eyüboğlu, 1973:XXI). Atasözleri, sözlü Türk edebiyatı verimleri arasında olup, ilk yazılı şekillerine Orhun Bengütaşları’nda (Caferoğlu, 1930)1 ve Kâşgârlı Mahmûd’un Dîvânü Lügâti’t–Türk2 adlı meşhur eserinde rastlanmaktadır (Birtek, 1944; Aybars, 1949). Atasözleri, her ne kadar Ortak (anonim) halk edebiyatı mahsülü iseler de maniler, masallar, türküler, ağıtlar veya destanlar * Atatürk Üni. Erzincan Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi Bölümü Öğretim Üyesi. 1 Yazılı ilk atasözü metinleri için bakınız: (ERGİN, Muharrem, 1970: 36, 38 ve TEKİN 1968: 249 Aktaran: ELÇİN 1969: 74). 2 Dîvânü Lügâti’t–Türk‘teki atasözlerini Ferit Birtek tesbit ederek, Türk Dil Kurumu yayınları arasında neşretmiştir (BİRTEK 1944). Daha sonra ise Nevin Aybars Dîvânü Lügâti’t–Türk‘teki atasözlerini mezuniyet tezi olarak işlemiştir (AYBARS 1949). İletişim 2003/18 2 Mahmut KARADEMİR gibi müstakil edebî bir tür olarak değerlendirilmemişlerdir (Oy, 197677:184). Atasözleri, daha ziyade, konuşma veya yazıya, renk ve kuvvet katmak, tesiri artırmak, haklılığı sağlamak veya iknayı gerçekleştirmek gayesiyle yardımcı unsur olarak kullanılırlar. Atasözleri, konuşma veya yazıda, yazının veya konuşmanın gayesine ulaşmasına yardım edecek bir işlevi yerine getirmek üzere kullanılır. Şartlara, duruma ve ihtiyaca uygun ve doğru bir şekilde kullanıldıklarında, atasözlerinin yerine getirdiği her işlev bir değer taşır. Atasözleri, kullanıldıkları siyak ve sibak içinde veya tek başına 1. Bilgi değeri, 2. Telkin değeri, 3. Düşünce değeri, 4. Duygu değeri, 5. İletişim değeri, 6. Protesto değeri taşımak bakımlarından insanın hayat ve kâinat içinde olayları ve olguları kavrayıp değerlendirme hususunda ufkunu açar, yardımcı olur, işini kolaylaştırır. Bu bakımlardan atasözleri insan hayatında mühim bir yer tuttuğu gibi, örgün eğitimin her kademesinde birer eğitim malzemesi olarak önemli bir yere ve değere sahiptir. Atasözleri, bugüne kadar değişik araştırmacılar tarafından çeşitli bakımlardan ele alınarak işlenmiştir. Bunların en derli toplu olanları Merhum Ömer Asım Aksoy (1984)’un Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü: Atasözleri Sözlüğü 1 isimli hacimli çalışmasının ilk cildi ile E. Kemal Eyüboğlu (1973)’nun On Üçüncü Yüzyıldan Günümüze Kadar Şiirde ve Halk Dilinde Atasözleri ve Deyimler adlı eserinin ilk cildidir. Aksoy, çalışmasında atasözlerini “Biçim özellikleri” (Aksoy, 1984:19) ve “Kavram özellikleri” (Aksoy 1984:21) bakımlarından değerlendirmiş; bunların dışında bazı “Tamamlayıcı Bilgiler” (Aksoy, 1984:23) vermiştir. Eyüboğlu ise kesin çizgilere dayalı bir tasnife gitmemiş, atasözlerinin kaynakları üzerinde durmuş ve daha ziyade şiire ve halk diline dayalı geniş bir örneklendirmeye İletişim 2003/18 3 Atasözlerinde Manzum Yapı Meselesi gitmiştir. Bu bakımdan Aksoy’un tasnifi hâlen en ihatalı sınıflandırma olup; Aksoy, tasnifinin sonunda, “Tanım” başlığı altında, sonuç mahiyetindeki şu tarifte karar kılmıştır: “Atalarımızın, uzun denemelere dayanan yargılarını, bilgece düşünce ya da öğüt olarak düsturlaştıran ve kalıplaşmış biçimleri bulunan kamuca benimsenmiş özsözler” (Aksoy, 1984:36). Aksoy’un tasnifine göre atasözlerinin biçim bakımından taşıdıkları özellikler şöyle tesbit olunmuştur: 1. Atasözleri kalıplaşmış (klişe hâline gelmiş) sözlerdir: Her atasözü, belli bir kalıp içinde belli sözcüklerle söylenmiş donmuş bir biçimdir. Sözcükler değiştirilip yerlerine –aynı anlamda da olsa– başka sözcükler konulamayacağı gibi sözdiziminin biçimi de bozulamaz. 2. Atasözleri kısa ve özlüdür. Az sözcükle çok şey anlatır. 3. Atasözlerinin çoğu bir, iki cümledir. Daha uzun olanları azdır (Aksoy, 1984:19-20). Atasözlerini kavram bakımından da tasnif yoluna giden Aksoy, “her atasözünün bir genel kural, bir düstur niteliği” taşıdığını söyler. Aksoy, bu kavram ve düsturları şöyle sıralar: “1. Sosyal olayların nasıl olageldiklerini –uzun bir gözlem ve deneme sonucu olarak– tarafsızca bildiren atasözleri vardır. 4. Tabiat olaylarının nasıl olageldiklerini –uzun bir gözlem sonucu olarak– belirten atasözleri vardır. 5. Sosyal olayların nasıl olageldiklerini uzun bir gözlem ve deneme sonucu olarak bildirirken bundan ders almamızı (açıkça söylemeyip dolayısıyla) hatırlatan atasözleri vardır. 6. Denemelere ya da mantığa dayanarak doğrudan doğruya ahlâk dersi ve öğüt veren atasözleri vardır. 7. Birtakım gerçekler, felsefeler, bilgece düşünceler bildirerek (dolayısıyle) yol gösteren atasözleri vardır. İletişim 2003/18 4 Mahmut KARADEMİR 8. Töre ve gelenekleri bildiren atasözleri vardır. 9. Kimi inanışları bildiren atasözleri vardır.” (Aksoy, 1984:21-22) Aksoy’un bu kanaatlerine eklenmesi gereken en önemli husus, atasözlerinin genellikle şiir dili özelliğine yaslandıkları hususudur. Atasözlerine vurucu, çarpıcı, tok veya güçlü mânâ yapısını kazandıran özellik, onların çoğu zaman şiir dili ile teşkil edilmesinden kaynaklanır. Atasözlerinin çoğu zaman ya mısra yapısında, ya beyit şeklinde, yahut da nadiren de olsa dörtlük şeklinde vücuda getirildiği görülür. Gerek mısra, gerek beyit ve gerekse dörtlük yapısındaki atasözlerinin, hece ölçüsünün belli kalıplarına uygunluğu, bu atasözlerinin teşkilinde manzum yapının hassaten gözetildiğini ortaya koyar. Meselâ Dîvânü Lügâti’t–Türk te yer alan “Kişi alası içtin Yılkı alası taştın” (İnsanın alacası içinde, hayvanın alacası dışında) şeklindeki atasözü manzum olup yedili hece ölçüsü ile teşkil edilmiştir. Fakat Dîvânü Lügâti’t– Türk teki atasözlerini derleyen Ferik Birtek (1944), eserdeki atasözlerinin manzum yapısı üzerinde durmamıştır. Birtek’ten önceki ve sonraki birçok araştırmacı gibi Eyüboğlu ve Aksoy da atasözlerindeki bu manzum yapıya dikkat etmemiş, bu mühim yapı özelliğini gözden kaçırmışlardır. “Atalar Sözü”nü umumî Türk Dili içerisinde ele alan Prof. Dr. Şükrü Elçin ise atasözlerinin manzum yapısına temas etmekle birlikte meseleyi daha çok kavram açısından işlemiş; ama, nazım bakımından bir tasnife veya örneklemeye gitmemiş, tasnifini ve örneklemeyi kavrama dayandırmıştır (Elçin, 1969:179-181). Elçin’in manzum yapıdaki atasözleri hususunda yazdıkları şöyledir: “Belli bir dil, kültür, mantık, tecrübe, zevk ve muhakeme seviyesinde meydana gelen bu edebiyat mahsullerinin ilk örnekleri umumiyetle manzumdur. Türk düşüncesinde aynı cümle veya mısrâda kelime İletişim 2003/18 Atasözlerinde Manzum Yapı Meselesi 5 tekrarlarından gelen tenâzur, mâna aykırılıklarından doğan tezâd ve umumî ses unsurlarını teşkil eden vezin ve kafiye, bu manzumeleri ve geleneğini zamanımıza kadar getirmiştir. Mensur atalar sözü, nazmın parçalanmasından, onu teşkil eden unsurların düşmesinden, unutulmasından meydana gelebileceği gibi müstakil bir hüviyetle de dilde asıl şeklini almış olabilir. ” (Elçin, 1969:179) Atasözleri genel olarak kesin bir hüküm ifade eder, bir karar bildirirler. Bu durum, genellikle manzum yapıdaki atasözleri için de geçerlidir. Fakat manzum yapıdaki atasözlerinin bazıları bitmemiş birer cümle özelliği taşımaktadır. Bu çeşit atasözlerinde şiir dilindeki eksiltili anlatım yahut kat‘ sanatı bulunmaktadır. Böyle atasözlerinde kesin hüküm veya kararın tasdiki muhataba bırakılması, mânânın muhatabın kafasında tamamlanması söz konusudur. Manzum yapıdaki atasözlerinin hece ölçüsünün muhtelif kalıplarında, genellikle ikili, nadiren de dörtlü bentlerden oluştuğu, diğer bir ifade ile umumiyetle beyit ve nadiren kıta şeklinde teşkil edildiği görülmektedir. Bu bakımdan manzum yapıdaki atasözleri didaktik beyitler, bazen de dörtlükler olarak düşünülebilir. Manzum Yapıdaki Atasözlerinin Dökümü A. Şekil Aşağıda manzum yapıda teşkil edilmiş atasözlerinden tesbit edilebilenlerin metni verilmiştir. Manzum yapıdaki atasözlerinin hepsi elbette bu kadar değildir. Derlemelerle bu sayının artması mümkün olduğu gibi gözden kaçanların da bulunduğu şüphesizdir. Şimdilik tesbit edilebilen manzum atasözleri toplam 218 adettir. Bunlardan 214 tanesi beyit, dört tanesi de dörtlük şeklindedir. İletişim 2003/18 6 Mahmut KARADEMİR I. Beyit şeklindeki atasözleri.3 1. Aba vakti yaba, Yaba vakti aba. *** 2. Abdal ata binince beğ oldum sanır, Şalgam aşa girince yağ oldum sanır. 3. Abdal düğünden usanmaz, Çocuk oyundan usanmaz.. 4. Acı söz insanı dininden çıkarır, Tatlı söz yılanı ininden çıkarır. 5. Acın evinde aş bulumaz, Ölü gözünde yaş bulunmaz.** 6. Acındırırsan arsız olur, Acıktırırsan hırsız olur. 7. Aç (arık) at yol almaz, Aç (arık) it av almaz. 8. Aç ne yemez, Tok ne demez? 9. Açılan solar, Ağlayan güler. 10. Açtırma kutuyu, Söyletme kötüyü. 11. Adam adama gerek olur, İki serçeden börek olur. Adın nedir Reşit, 12. 3 Yanında herhangi bir işaret olmayan atasözleri, yukarıda künyesi verilen, Ömer Asım Aksoy’un Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü adlı eserinden; yanında ** işareti olan atasözleri Dr. Ersin Özarslan’ın derlediği “Tortum Atasözleri” (ÖZARSLAN 2003) SARAÇBAŞI, M. Ertuğrul ve İbrahim MINNETOĞLU, adlı basılmamış çalışmadan, ***işareti olan atasözleri ise M. Ertuğrul Saraçbaşı ile İbrahim Minnetoğlu’nun Örnekli ve Açıklamalı Türk Atasözleri Sözlüğü , (SARAÇBAŞI ve MINNETOĞLU 2002) adlı eserlerinden den alınmıştır. İletişim 2003/18 Atasözlerinde Manzum Yapı Meselesi 7 Sen söyle sen işit. ** 13. Ağa aşı borç olur Düğün aşı harç olur. 14. Ağa bir hatun aldık , Belâyı satın aldık. 15. Ağacı kurt yer, Adamı dert yer. ** 16. Akar suya inanma, El oğluna dayanma. 17. Akıl bulunmazsa bir başta, Ne kuruda biter ne yaşta. ** 18. Akıllı oğlan (oğul) neyler ata malını, Akılsız oğlan (oğul) neyler ata malını. 19. Akılsız başa söz kâr etmez, lezzetsiz aşa tuz kâr etmez. *** 20. Akşam ise yat, Sabah ise git. 21. Alçak yerde yatma sel alır, Yüksek yerde yatma yel alır. *** 22. Alet işler el öğünür, Kılıç keser kol öğünür. ** 23. Allah’tan sıska, Ne yapsın muska? *** 24. Alma mazlumun âhını, Çıkar âheste âheste. 25. Alma sarı, satma sarı, İletişim 2003/18 8 Mahmut KARADEMİR Kapındaysa tutma sarı. 26. Altı olur, yedi olur, Allah’ın dediği olur. 27. Altın pas tutmaz, Deli yas tutmaz. 28. Altın yerde paslanmaz, Taş yağmurdan ıslanmaz. *** 29. Ana gezer kız gezer, Bu çeyizi kim düzer? 30. Ana ile kız, Helva ile koz. 31. Ana kıza taht kurar, Kız kocada baht arar. 32. Anadan olur daya, Hamurdan olur maya. 33. Analar der çıkarayım tahta, Döner dolaşır iş gelir bahta. 34. Analı kuzu, Kınalı kuzu. 35. Anan güzel idi, hani yeri, Baban güzel idi, hani evi? 36. Anasına bak kızını al, Kenarına bak bezini al. 37. Anlayana sivri sinek saz, Anlamaza davul zurna az. 38. Arılar söğüdü sever, İletişim 2003/18 Atasözlerinde Manzum Yapı Meselesi 9 Âkiller öğüdü sever. ** 39. Arlı gelir ar eyler, Arsız gelir kâr eyler. 40. Armudun önü, Kirazın sonu. 41. Arpa samanıyla, Kömür dumanıyla. 42. Arsız neden arlanır, Çul da giyer sallanır. 43. Arslan postunda, Gönül dostunda *** 44. Aşı pişiren yağ olur, Gelinin yüzü ağ olur. 45. Âşığa nişan gerek, Dervişe bürhan gerek ** 46. Aşk ağlatır, Dert söyletir. 47. At beslenirken, Kız istenirken. 48. At bulunur meydan bulunmaz, Meydan bulunur at bulunmaz. 49. At ölür meydan kalır, Yiğit ölür şan kalır. 50. Ata eyer gerek Eyere er gerek. 51. Ateş ola da yakmaya... İletişim 2003/18 10 Mahmut KARADEMİR Yılan ola da sokmaya... *** 52. Ateş olur da yakmaz mı, Yılan olur da sokmaz mı? *** 53. Ateşim olsun da dumanlı olsun, Ekmeğim olsun da samanlı olsun. *** 54. Atım tepmez deme, İtim kapmaz deme. ** 55. Atın dorusu, Erin delisi. 56. Atın ürkeği, Erin korkağı. 57. Atın varken yol tanı, Ağan varken el tanı. 58. At olur meydan olmaz, Meydan olur at olmaz. 59. Ava gelmez kuş olmaz, Başa gelmez iş olmaz. 60. Avcının bin alı var, Ayının bin yolu var. 61. Ay ayakta çoban yatakta, Ay yatakta çoban ayakta. 62. Ayağını sıcak tut, başını serin, Gönlünü ferah tut, düşünme derin. 63. Ayak değmedik taş olmaz; Başa gelmedik iş olmaz. 64. Ayda gelene gül döşerler, İletişim 2003/18 Atasözlerinde Manzum Yapı Meselesi 11 Günde gelene kül döşerler. *** 65. Ayran bulamaz aşına, Sokmalar sokar başına. 66. Az el aş kotarır, Çok el iş kotarır. 67. Az eli aşta gör, Çok eli işte gör. 68. Az yiyen az uyur. Çok yiyen güç uyur. 69. Azıcık aşım, Kaygısız başım. 70. Bağa bak üzüm olsun, Yemeğe yüzün olsun. 71. Bağın taşlısı, Kızın saçlısı. 72. Bakarsan bağ olur, Bakmazsan dağ olur. 73. Baktın hava kar havası Gir içeri kör olası 74. Başın sağlığı, Dünya varlığı. 75. Baş yarılır börk içinde, Kol kırılır kürk içinde. 76. Behey abdal behey derviş, Akça ile biter her iş. ** 77. Bez alırsan Musul’dan, İletişim 2003/18 12 Mahmut KARADEMİR Kız alırsan asilden. 78. Bezirgân yanında mis kokar, Demirci yanında is kokar. *** 79. Bıçağı kestiren kendi suyudur, İnsanı sevdiren kendi huyudur. 80. Bir anaya bir kız, Bir kafaya bir göz. 81. Bir atın varsa inişte in, Bin atın varsa yokuşta bin. 82. Bir elin nesi var, İk’elin sesi var. 83. Biri yer biri bakar, Kıyamet ondan kopar. 84. Borç uzayınca kalır, Dert uzayınca alır. 85. Bugün bana, Yarın sana. 86. Buğday ile koyun, Geri yanı oyun. 87. Cambaz ipte gerek, Balık dipte gerek. 88. Cömer cömert derler maldan ederler, Yiğit yiğit derler candan ederler. 89. Çam ağacından ağıl olmaz, El çocuğundan oğul olmaz. 90. Çiftçiye yağmur, yolcuya kurak, İletişim 2003/18 Atasözlerinde Manzum Yapı Meselesi 13 Cümlenin hakkını verecek hak. 91. Çingene ciğer pişirir Yemeden karnın şişirir. 92. Çocuk seversen beşikte sev, Koca seversen döşekte sev. 93. Çok söyleme arsız edersin, Esirgeme hırsız edersin. 94. Çok söz yalansız olmaz, Çok mal talansız olmaz. ** 95. Dağ başına kış gelir, Er başına iş gelir. ** 96. Dazlayan daza düşer, Kel başlı kısa düşer. 97. Deli ile çıkma yola Getirir başına belâ. 98. Delik taş yerde kalmaz, Deli kız evde kalmaz. 99. Demir ıslanmaz, Deli uslanmaz. 100. Demir nemden çürür, İnsan gamdan çürür. 101. Deniz dalgasız olmaz, Gönül sevdasız olmaz. 102. Derdin yoksa söylen, Borcun yoksa evlen. 103. Derede tarla sel için, İletişim 2003/18 14 Mahmut KARADEMİR Tepede harman yel için. 104. Devletliye dokun geç, Fukaradan sakın geç. 105. Dilim seni dilim dilim dileyim, Başıma geleni senden bileyim. 106. Dumansız baca olmaz, Kahırsız koca olmaz. 107. Duvarı nem yıkar, Yiğidi gam yıkar. 108. Düz duvar kesme taştan, İyilik iki baştan. ** 109. Düz duvar kesme taştan olur, Maslahat iki baştan olur. ** 110. Ecel geldi cihana, Baş ağrısı bahane. 111. Eken biçer, Konan göçer. 112. El elden kalmaz, Dil dilden kalmaz. 113. El için ağlayan iki gözden olur Yâr için dövünen iki dizden olur. 114. Elifin hecesi var, Gündüzün gecesi var. 115. Elmayı çayıra dik, Armudu bayıra dik. 116. Elmayı soy da ye, İletişim 2003/18 Atasözlerinde Manzum Yapı Meselesi 15 Armudu say da ye. 117. Emmim dayım, Aldım payım. 118. Ergen gözüyle kız alma, Gece gözüyle bez alma. 119. Erkek sel gibidir, Kadın göl gibidir. 120. Er uyanan yol alır, Er evlenen döl alır. ** 121. Erken kalktım işime, Şeker kattım aşıma. 122. Ersiz avrat olmaz, Yularsız at olmaz. 123. Ersiz ev, Nursuz ev. *** 124. Fakir evinde iki kız, Biri çuvaldız biri biz. 125. Gafile kelâm, Nafile kelâm. 126. Gâvurun tembeli keşiş olur, Müminin tembeli derviş olur. 127. Gedik yüze, Çıktık düze. 128. Gelen geçer Konan göçer. 129. Gelin eşikte, İletişim 2003/18 16 Mahmut KARADEMİR Oğlan beşikte. 130. Gönülsüz namaz, Göklere ağmaz. 131. Gönül var okluğa konar, Gönül var bokluğa konar. 132. Görenedir görene; Köre nedir, köre ne? 133. Görgülü kuşlar, gördüğünü işler, Görmedik kuşlar, ne görmüş ne işler.? 134. Görmemiş görmüş, Gülmeden ölmüş. 135. Gül dalından odun olmaz, Beslemeden kadın olmaz. 136. Gülme komşuna, Gelir başına. 137. Güvenme varlığa, Düşersin darlığa. 138. Güzel bürünür, Çirkin görünür. 139. Güzele güzel derler haz eder, Çirkine güzel derler naz eder. ** 140. Güzellik ondur, Dokuzu dondur. 141. Hacı hacı mı olur gitmekle Mekke’ye, Derviş derviş mi olur gitmekle tekkeye? ** 142. Hacı hacı olmaz gitmekle Mekke’ye İletişim 2003/18 Atasözlerinde Manzum Yapı Meselesi 17 Dede dede olmaz gitmekle tekkeye. 143. Hacı hacıyı Mekke’de bulur. Derviş dervişi tekkede bulur, 144. Hacı Mekke’ye yakışır, Derviş tekkeye yakışır. 145. Hanım eri ile, Peynir deri ile. ** 146. Hanım var arpadan aş eder, Hanım var buğdadan keş eder. ** 147. Harman yel ile olur, Düğün el ile olur. 148. Hanım var ev yapar, Hanım var ev yıkar. ** 149. Hayır söyle komşuna, Hayır çıksın karşına. 150. Hayır dile eşine, Hayır gelsin başına. 151. Helâlzâde barıştırır. Haramzâde karıştırır. 152. Her kimin ki bağı var, Yüreğinde dağı var. ** 153. Hırsızlık bir ekmekle başlar, Kahpelik bir öpmekle başlar. ** 154. İki kişi dinden olur, Öbür kişi candan olur. ** 155. İyilik et kellere, İletişim 2003/18 18 Mahmut KARADEMİR Övünsünler ellere. ** 156. İnsan beşer, Kuldur şaşar. 157. İnsan göre göre alışır, Hayvan süre süre alışır. 158. İnsan insana gerek olur, İki yufkadan börek olur. ** 159. İsin yanına varan is kokar. Misin yanına varan mis kokar. 160. İyiliğe iyilik her kişinin kârı, Kötülüğe iyilik er kişinin kârı. 161. İyiyi kötüyü el bilir Dereyi tepeyi yel bilir. 162. Kalmaz yerde mazlumun âhı, Tahttan indirir padişâhı. ** 163. Kar senesi, Kâr (var) senesi. 164. Kardeşten karın yakın, Kulaktan burun yakın. 165. Katrandan olmaz ki şeker, Olsa da cinsine çeker. 166. Kaynanalar öcü görünür, Oğulları cici görünür. ** 167. Kırk yıllık Kâni, Olur mu Yani? 168. Kız evi, İletişim 2003/18 Atasözlerinde Manzum Yapı Meselesi 19 Naz evi. 169. Kim düşmüş daldan, O bilir haldan. 170. Kocana göre bağla başını, Harcına göre pişir aşını. 171. Kör bıçak ele yavuz, Kem avrat dile yavuz. ** 172. Kör ölür kalem kaşlı olur, Kel ölür sırma saçlı olur. 173. Kürkçünün kürkü olmaz Börkçünün börkü olmaz. 174. Mart ayı, Dert ayı. 175. Mart kapıdan baktırır, Kazma kürek yaktırır. 176. Mazlumun âhı, İndirir şâhı. 177. Mazlumun âhı, Devirir şâhı. ** 178. Ne yavuz ol asıl, Ne miskin ol basıl. 179. Nerde birlik, Orda dirlik. *** 180. Nerde çokluk, Orda bokluk. 181. Saçlar sefadan uzar, İletişim 2003/18 20 Mahmut KARADEMİR Tırnak cefadan uzar. ** 182. Sade pirinç zerde olmaz, bal gerekir kazana; Baba malı tez tükenir, evlat gerek kazana. 183. Sakın verme çobana kızı, Ya koyun güttürür ya kuzu. ** 184. Sakla samanı, Gelir zamanı. 185. Saldık çayıra, Allah kayıra. 186. Selâm para, Kelâm para. 187. Sen ağa ben ağa, Ya sütü kim sağa? ** 188. Sen dede ben dede, Atı kim tımar ede? ** 189. Sık gidersen dostuna, Yatar arka üstüne. 190. Sitte-i sevir, Kapıyı çevir. 191. Söz var iş bitirir, Söz var baş yitirir. 192. Sözü söyle alana, Kulağında kalana. 193. Şık şık eden akçadır, İş bitiren akçadır. 194. Tarlayı düz al, İletişim 2003/18 Atasözlerinde Manzum Yapı Meselesi 21 Kadını kız al. 195. Ummadığın taş, Vurur kırar baş. 196. Uzağa kız verme [y]iter gider, Veresiye satma batar gider. ** 197. Üveye etme, özünde bulursun; Geline etme, kızında bulursun. 198. Üvey öz olmaz, Kemha bez olmaz. 199. Üveyden öz olmaz, Kemhadan bez olmaz. ** 200. Var evi kerem evi, Yok evi verem evi. 201. Varsa hünerin, var her yerde yerin; Yoksa hünerin, var her yerde yerin. 202. Verirsen doyur, Vurursan duyur. 203. Yalancılar dinden olur, Suçsuz adam candan olur. ** 204. Yaman komşu, yaman avrat, yaman at; Birinden göç, birin boşa, birin sat. 205. Yarım hekim candan eder, Yarım hoca dinden eder. 206. Yaş yetmiş, İş bitmiş. 207. Yaşa yaşa, İletişim 2003/18 22 Mahmut KARADEMİR Gör temaşa. 208. Yaza çıkardık danayı, Beğenmez oldu anayı. 209. Yazın gölge hoş, Kışın çuval boş. 210. Yiğidi yas çürütür, Demiri pas çürütür. 211. Yüz verme arsız olur, Az verme hırsız olur. 212. Zengin arabasın dağdan aşırır, Züğürt düz ovada yolunu şaşırır. 213. Zurefânın düşkünü, Beyaz giyer kış günü. 214. Zülüf sefadan uzar, Tırnak cefadan uzar. ** II. Dörtlük şeklindeki atasözleri: 215. Alma alı, Sat yağızı, Bin doruya Besle kırı. 216. Az olsun, Öz olsun. Az söyle Çok dinle 217. Varmı pulun, Herkes kulun; Yok mu pulun, Çıkmaz yolun. ** Varsa pulun, 218. İletişim 2003/18 23 Atasözlerinde Manzum Yapı Meselesi Herkes kulun; Yoksa pulun, Dardır yolun. B. Vezin Yukarda metni verilen atasözleri, vezin bakımından hece ölçüsünün değişik kalıplarına tekabül etmektedir Manzum yapıdaki atasözlerinin, hece kalıbına göre, çoktan aza doğru dağılımı şöyledir: Yedili 49 tane, beşli 34 tane, altılı 29 tane, sekizli 29 tane, dokuzlu 28 tane, dörtlü 15 tane, on birli 9 tane, onlu 9 tane, on ikili 4 tane, on üçlü 3 tane, birer adet de on dörtlü ve on beşli hece kalıbında atasözü vardır. Bu atasözlerinin hece kalıplarına göre dağılımı ise yukarıda verilen numaralara göre şöyledir: Üç Heceli Atasözleri: 168, 174, 123, 179, 180, 206, 216 (= 7) Dört Heceli Atasözleri: 8, 46, 74, 85, 111, 117, 127, 128, 156, 163, 186, 207, 215, 217, 218 (= 15) Beş Heceli Atasözleri: 7, 9, 15, 20, 27, 30, 34, 40, 47, 55, 56, 69, 71, 99, 112, 125, 129, 130, 134, 136, 138, 140, 167, 169, 176, 177, 184, 185, 190, 194, 195, 198, 202, 209 (= 34) Altı Heceli Atasözleri: 1, 10, 12, 23, 41, 43, 50, 54, 66, 67, 68, 72, 80, 82, 86, 87, 100, 102, 107, 119, 122, 137, 145, 148, 178, 187, 188, 191, 199 (=29) Yedi Heceli Atasözleri: 13, 14, 16, 28, 29, 31, 32, 39, 42, 45, 49, 57, 58, 59, 60, 70, 83, 84, 94, 95, 96, 98, 101, 104, 106, 108, 110, 114, 115, 120, 132, 147, 149, 150, 152, 155, 164, 171, 173, 175, 181, 189, 192, 193, 200, 210, 211, 213, 214 (=49) Sekiz Heceli Atasözleri: 3, 22, 24, 25, 26, 38, 44, 51, 52, 63, 65, 73, 75, 76, 77, 91, 97, 103, 118, 124, 131, 135, 144, 151, 154, 165, 203, 205, 208 (= 29) İletişim 2003/18 24 Mahmut KARADEMİR Dokuz Heceli Atasözleri : 5, 6, 11, 17, 19, 21, 36, 37, 48, 61, 64, 78, 81, 89, 92, 93, 109, 116, 121, 146, 153, 157, 158, 161, 162, 166, 172, 183 (= 28) On Heceli Atasözleri: 33, 35, 90, 126, 139, 143, 159, 170, 196 (= 9) On Bir Heceli Atasözleri: 53, 79, 88, 105, 133, 197, 201, 204, 212 (= 9) On İki Heceli Atasözleri: 2, 4, 18, 62 (= 4) On Üç Heceli Atasözleri: 113, 142, 160, (= 3) On Dört Heceli Atasözleri: 141 (=1) On Beş Heceli Atasözleri: 182, (=1) Sonuç Yukarıdaki manzum yapılı atasözü metinlerinin dökümünden hareketle, Türk atasözlerinin nesir cümleleriyle teşkil edildiği gibi mevzun ve mukaffa cümle veya ibareler halinde, manzum olarak da teşkil edildikleri gerçeği isbatı ortada bir hüküm ve tesbit hâlinde ifade edilebilir. Atasözü metinleri, taşıdıkları işlevler bakımından bilgi verme, telkin etme, düşündürme, duygu aktarma, iletişim kurma ve protesto etme görevlerinin birkaçını birden yerine getirmektedirler. Manzum atasözlerinin, mensur atasözlerine nazaran işlevlerini daha kolay yerine getirdiklerini söylemek gerekir. Çünkü manzum söz, mensur sözden yapısı itibariyle daha tesirlidir. Nesir, insana sadece mânâsındaki kuvvet ve çarpıcılıkla tesir ederken, manzum söz, mânâ kuvvetine nazmın getirdiği âhenk ve söz sanatlarının kattığı kuvveti de eklemektedir. Çünkü, bir ifadenin tesir edişi, kalıcılığı ve yaşamasında, muhtevasının çarpıcılığı ve derinliği kadar şekli de önemlidir. Atasözlerinin manzum olarak teşkilinde gözetilen gaye manzum yapının unutulmayı önlemesi, tesir kuvveti, ezberlenme kolaylığı, şifahî ömrünün uzun olması gibi hususlardır. Atasözü metinlerinin kısalığı yüzünden her atasözünü taşıdığı değer ve gördüğü işlev açısından ayrı ayrı tahlile tâbi tutmak metin tekrarı olacağı için buna gerek görülmemiştir. İletişim 2003/18 Atasözlerinde Manzum Yapı Meselesi 25 Kaynaklar AKSOY, Ömer Asım, (1984), Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü: Atasözleri Sözlüğü 1, Dördüncü Baskı, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. AYBARS, Nevin, (1949), Dîvânü Lügâti’t–Türk‘teki Atasözleri ve Öğütler: Transliterasyon, Tercüme, Mevzularına Göre Tasnif, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Basılmamış Mezuniyet Tezi, Türkiyat Enstitüsü nu: 311, XI+141+XI s. BİRTEK, Ferit, (1944), En Eski Türk Savları- Dîvânü Lügâti’t– Türk‘ten Derlemeler I, Ankara: Alâeddin Kıral Basımevi. CAFEROĞLU, Ahmet, (1930), “Orhun Âbidelerinde Atalar Sözü”, Halk Bilgisi Haberleri, 1/3 (Aralık ). ELÇİN, Şükrü, (1969), “Türk Dilinde Atalar Sözü: Kelime, Kavram, Bibliyografya, Örnekler”, Hacettepe Sosyal ve Beşerî Bilimler Dergisi, 1/2 (Ekim) 169-170. ERGİN, Muharrem, 1970, Orhun Âbideleri, İstanbul: Millî Eğitim Basımevi. EYÜBOĞLU, E Kemal, (1973), On Üçüncü Yüzyıldan Günümüze Kadar Şiirde ve Halk Dilinde Atasözleri ve Deyimler, İstanbul: Doğan Kardeş Matbaacılık Sanayii A. Ş. OY, Aydın, (1976-77), “Atasözü”, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi C. I, İstanbul: Dergâh Yayınları. ÖZARSLAN, çalışma). Ersin, (2004) “Tortum Atasözleri”, (basılmamış SARAÇBAŞI, M. Ertuğrul ve İbrahim MINNETOĞLU, (2002) Örnekli ve Açıklamalı Türk Atasözleri Sözlüğü , İstanbul: Bilge Kültür Sanat. TEKİN, Talat, (1968), A Grammar of Orkhon Turkic, Indiana University Publications. İletişim 2003/18 26 Mahmut KARADEMİR ÖZET Halk edebiyatı mahsulleri olan atasözleri yapı bakımından nesir olabileceği gibi manzum da olabilirler. Manzum yapılı atasözleri şiir dilinin imkânları ile tesirde ve kalıcılıkta nesir atasözlerinden önde gelirler. Bu yazıda manzum Türk atasözleri tesbit edilerek vezin bakımından tasnif edilmiştir. ABSTRACT The proverbs are among the folkloric materials that can be in form of prose and verse as well. The proverbs in verse are prior to the proverbs in prose to have an effect on the people because of using the elements of poetic diction. İn this article it has been dealth with putting together the proverbs in verse form in Turkish and tryin to classify according to the metric system of Turkish. İletişim 2003/18 Kamu Çıkarını Korumak İçin Araştırmacı Gazetecilik Bir Alnertanif Olabilir mi? Yard. Doç. Dr. Selda İÇİN AKÇALI∗ İnsanlık tarihi, bilginin yeryüzündeki dağılımını dünyanın dönme hızına koşut kılmaya çalışmanın tarihi olmuştur. Günümüzde, teknolojik gelişmeye paralel olarak herhangi bir bilginin dünyanın bir ucundan diğer ucuna ulaşması saniyelere indirgenmiştir. Medya teknolojisindeki gelişmeler, iletişim araçlarının bilgisayar sistemleri ve telekominikasyon teknikleriyle bütünleşmesi, dijital teknolojinin iletişim araçlarında sağladığı hız, çeşitlilik çok boyutluluk ve multimedya sanayi; veri, görüntü ve metin değişiminde gelişkin bir ortam sağlamakla kalmamış, iletişimin içeriğini, niteliğini, amaç ve işlevlerini de değiştirmiştir. Bu değişime koşut olarak olayların ve gelişmelerin dünyanın her yerinde neredeyse aynı anda yaşandığı, görüldüğü, dinlendiği, bilin(eme)diği görece daha kollektif evrensel- bir çağa girilmiş bulunulmaktadır. Kitle iletişim araçları aracılığı ile haber vermede kullanılan tekniğin değişmesi, ses ve görüntünün de devreye girmesi sadece bilginin değil aynı zamanda haberin yapısını da etkilemiştir. Haber, özellikle radyo ve televizyon ile birlikte yeni bir yapıya kavuşmuş, etkileri farklılaşmıştır. Teknolojik gelişmeler sayesinde özellikle televizyonun, telefon ve bilgisayarla olan kullanımı ve nihayet Internet’in bir ağ ile tüm dünyayı sarması, haberi daha hızlı yayılan ve tüketilen bir olgu olarak yeniden yapılandırmakla kalmamış, haberlerin daha hızlı tüketilmesi, daha farklı haber toplama organizasyonlarına gidilmesini de zorunlu kılmıştır. ∗ Ege Üniversitesi İletişim FakültesiGazetecilik Bölümü- Genel Gazetecilik Anabilim Dalı İletişim 2003/18 2 Selda İÇİN AKÇALI İnsanın en temel gereksinimlerinden biri olan haberleşme, nicelik ve nitelik bakımından farklılıklar göstererek yüzyıllardır içinde şekillendiği toplumun sosyo-politik ve kültürel yapısının bir yansıması olmaktadır. Gittikçe medyatikleşen* bir dünyada, iletişim toplumlarında, farklı sosyal kesimler arasındaki ilişkilerin medya tarafından şekillendirildiği ve bir kanaat oluşturma rejiminde yaşadığımız vurgulanmaktadır (Bilgin,1995). Bilgi çağı, iletişim çağı gibi tanımlamalarla nitelendirilen çağımızda haberleşme faaliyeti, görevi ve sorumlulukları gün geçtikçe daha geniş kesimlerce sorgulanan kitle iletişim araçları tarafından gerçekleştirilmektedir. Bilimsel ve teknolojik gelişme ve değişimlerin yanısıra, nüfusun hızla artması ve yoğunlaşması, kuruluşların büyümesi, çarpıklaşması ve ulusal sınırları aşmasına dikkat çeken Tosun, haberleşme, taşıma araç ve yöntemlerindeki değişimlerle de birlikte nihayet toplumsal ortamın da büyük ölçüde etkilendiğini ve hızla değişmesine neden olduğunu söylemektedir (Tosun,1990:95). Yaşanan bu değişimle beraber, kişilerin yaşamı algılamaları ve yaşam tarzları da değişerek kitle iletişim araçlarının farklı taleplere hizmet etmesi gündeme gelmiştir. İletişim, yazıdan sonra insanlık yaşamını değiştirip dönüştüren önemli “bir sosyal olay” (Corner, Hawthorn, 1987:10) olarak kabul görmüştür. 1970’li yıllarla birlikte, o zamana dek sınırlı bir kesimin ilgi alanında kalan iletişim olgusu, sosyal bilim çevrelerinin çok yoğun ilgilendiği yeni bir inceleme alanı haline gelmiştir. Bu ilgi yoğunlaşmasının nedeni, hiç kuşkusuz, yeni iletişim teknolojilerinin bütün diğer buluşlara ivme kazandırma potansiyelini içermeleri ve yeni bir üretim ve toplumsal düzen paradigmasını taşıyabilecek boyutlara sahip olmalarıdır (Uğur, Bilici, * Medyatik dünya, herşeyin medya diliyle kurulması ve kurgulanmasını dile getirmektedir. Erol Mutlu, “Medya ve Demokrasi”, Yeni Tükiye-Özel Medya Sayısı 96/12, II.Cilt, s.679. * Önceleri kitle iletişimi olgusunu “tek kişilik haçlı seferi” olarak tanımlayan ve eleştirel bakan Mc Luhan, daha sonra “küresel köy” tanımlamasıyla var olan dizgenin pekiştirilmesi anlamına da gelebilecek bir iyimserlik içerisinde görülmektedir. Oskay, Ünsal 1993:225. Mc Luhan’ın “Araç mesajdır” teziyle ilgili bkz.; Alemdar, Kaya 1983: 85-101. * 1972’de Demokrat Parti’nin Washington’daki “Watergate” binasında bulunan merkezine yapılan soygunla başlayan ve 1974’de dünyanın en etkili isimlerinden olan Başkan Richard Milhous Nixon’un istifasıyla sonuçlanan siyasi casusluk olayı. Washington Post’un muhabirlerinden Carl Bernstein ve Bob Woodward bu haberle Pulitzer Ödülünü almışlardır. İletişim 2003/18 Kamu Çıkarını Korumak İçin Araştırmacı Gazetecilik Bir Alnertanif Olabilir mi? 3 1998:448-496). İletişimde yaşanılan gelişmelerin “birer üretim, dağıtım, tüketim, mülkiyet ve denetim sorunu” (O’Neil, 1998:16) olmayı sürdürmesi ve iletişime dair her türlü sorunsalın, sosyal bilimler alanındaki diğer disiplinlerle açıklanmaya çalışılması bunun bir göstergesidir. 20.yüzyılın son çeyreği, gelişmiş ülkelerdeki toplumsal yapının değişen biçimi üzerine farklı görüşlerin ortaya atıldığı bir dönem olmuştur. Bu yeni yapılanmalara atfedilen bilgi toplumu, enformasyon toplumu, postmodern toplum, post-endüstriyel toplum vb. tanımlamalarda da, yine gerçekliğin algılanmasında aracı konumundaki medya, yaşamın tümünün yeni durumlar olarak sunulmasında en büyük etkendir. Her tür değişim ilişkisini kapsayan iletişim, toplumsal düzlemde değişim ilişkisinin kendisi olarak algılanır. Mc Luhan, iletişim teknolojisini uygarlık tarihinin merkezi olarak kabul eder. Ona göre, uygarlık tarihini yaratan bütün diğer teknolojilerin merkezi olan iletişim teknolojisidir (Oskay, 1993:207-226). Mc Luhan’ın ifadesiyle*, insan gövdesinin uzantıları haline gelen kitle iletişim araçları, geçirmiş bulundukları yapısal ve işlevsel değişimler sonucu etkilemenin, inandırmanın, yönlendirmenin en etkin araçları haline gelmişlerdir. Bir anlamda pasif alıcı konumundaki kişi, iletinin içeriğinden çok, sunumu ile ilgilenmeye başlamıştır. Kitle iletişim araçlarının bilgi ve içerik olarak beslendiği kaynaklar değiştiği gibi, bu içeriği aktarma teknikleri de hızla değişmiştir (Hütler, 1981:49-64). Gelinen bu noktada artık kitle iletişim araçları için söz konusu olan bu devrimin, daha çok toplum modelinin devrimine yol açtığı söylenebilir. Kapitalist yaşam koşullarının belirlediği insanlık durumunda yirmi birinci yüzyılın insanı, kendi gerçeğinin bilgisini, elde edemediği kaynakların sahipleri tarafından sağlama ihtiyacı ve iletişim biçimi içine * Önceleri kitle iletişimi olgusunu “tek kişilik haçlı seferi” olarak tanımlayan ve eleştirel bakan Mc Luhan, daha sonra “küresel köy” tanımlamasıyla var olan dizgenin pekiştirilmesi anlamına da gelebilecek bir iyimserlik içerisinde görülmektedir. Oskay, Ünsal 1993:225. Mc Luhan’ın “Araç mesajdır” teziyle ilgili bkz.; Alemdar, Kaya 1983: 85-101. * 1972’de Demokrat Parti’nin Washington’daki “Watergate” binasında bulunan merkezine yapılan soygunla başlayan ve 1974’de dünyanın en etkili isimlerinden olan Başkan Richard Milhous Nixon’un istifasıyla sonuçlanan siyasi casusluk olayı. Washington Post’un muhabirlerinden Carl Bernstein ve Bob Woodward bu haberle Pulitzer Ödülünü almışlardır. İletişim 2003/18 4 Selda İÇİN AKÇALI düşürülmüştür. Raymond Williams’in da belirttiği gibi, günümüzün yeni bireyi ilk kez evinde “pencerelerinden dışarı gözlerini dikmiş” veya “yaşamlarının koşullarını saptayan güçler hakkında enformasyon almak için dışarıdan gelen haberleri” merakla beklemeye başlayan bir ilişki içine girmiştir(Aktaran Erdoğan, 1997:154). Bu yeni iletişim biçiminde kişinin, birtakım sosyal olay ve olgulara karşı daha ilgisiz ve duyarsız kaldığını da söylemek mümkündür. Bu bağlamda Wrigth Mills’de benzer bir ifadeyle, “Kitle toplumu içerisindeki bireyler gündelik yaşamlarını sellerin önünde sürüklenen çakıl taşları gibi yaşamaktadır.” ( Mills, 1974: 426) derken, aynı gerçekliğe dikkat çekmektedir. Günümüz insanının kendi yaşamını ilgilendiren olay ve olgular karşısında medyadan ne oranda bilgilendiği ve bu bilgilendirme işlevinde gazetecinin, özellikle araştırmacı gazetecinin nasıl bir rol oynadığının sorgulanması, bu çalışmanın amaçlarından birini oluşturmaktadır. İletişim teknolojisindeki hızlı gelişmeler, üretimin diğer alanlarındaki yapısal değişikliklerle birlikte, yeni bir toplumsal örgütlenmenin oluşumuna yol açmaktadır. Daha demokratik bir toplum için bilgilendirilmiş vatandaşlar yaratma görevi, toplumsal işlevleri gittikçe yetersizleşen medya sistemleri tarafından gerçekleştirilmektedir. Bu yeni düzenin ekonomi politiği ise, dünya ölçeğinde son derece hızlı hareket edebilen bilgi akış sisteminin kurulması yönünde gelişmiştir. Bu ağ sistemi içinde özellikle gazetecilerin üstlendiği sorumluluk ve ideolojik işlev, toplumsal alanda ihmal edilemez bir belirleyicilik taşımaktadır. Bu işlevler arasında sayılan bilgi ve haber aktarımı ise, bu alandaki en önemli konular olarak ele alınmaktadır. Araştırmacı Gazetecilik Bir Alternatif Olabilir mi? Daha önceleri görevi, büyük ideolojik, felsefi, politik fikirlere ve tartışmalara karşı anlamlar inşa etmek olan gazetecilik mesleği, özellikle bilginin globalleşmesi ile birlikte, büyük değişimin yaşandığı günümüzde, deşifre edemediği bir dünyada, meşruiyetine ve sorumluluğuna anlam vermekte zorlanmaktadır. Klasik gazetecilik mesleği için geçerli olan aktarma, bilgi verme ve bir olayı takip etme modeli artık kamuoyunu tatmin İletişim 2003/18 Kamu Çıkarını Korumak İçin Araştırmacı Gazetecilik Bir Alnertanif Olabilir mi? 5 etmemektedir. Kişilerin her şeyden önce insan olarak toplumsal, siyasal ve kültürel hayata dair öngörüleri kitle iletişim araçlarından aldıkları enformasyon aracılığıyla şekillenir. Bu bağlamda derinlemesine bilgi ve açıklamanın yer aldığı, gerçekle ilişkisi daha somut verilerle işlenmiş haberlerin tercih edilmesi söz konusudur. Gazetecilik faaliyetinin özünde bulunan araştırma, önemli bir toplumsal yükümlülüğü taşıyan gazeteci açısından mesleğinin ayrılmaz bir parçasıdır. Haber üretimine geçebilmek için bilgilere ulaşmak, ulaşılan bu bilgilerin bireylere iletilmesi amacıyla gazetede yer alacak biçime dönüştürmek için gazeteci araştırma eyleminde bulunmaktadır. Araştırma bir konuya biçim vermektir. Konuya biçim vermek ise, görsel belleği kullanarak çamura şekil vermeye benzetilebilir. Araştırmanın, görsel bellekle heykel yapmaya benzetilmesinin nedeni, ortada doğrudan örnek alınabilecek, gözle görülür, somut bir nesnenin olmayışıdır (Barzun, Graff, 1996: 16-17). Bu bağlamda araştırma somut bir nesnenin varlığından yoksun olarak, sorun varsayılan bir konunun tespitini gerektirmektedir. Bilimsel yöntemler ışığında saptanan sorunlar başlangıçta birer varsayımdan ibarettir. Temelinde belli hipotezlerden yola çıkmayı öngören, bilimsel çözüm arayışları süreci olarak kabul edebileceğimiz araştırma; sorunların belirlenmesinden sonuçların değerlendirilmesine kadar birbirine bağımlı birçok aşamadan oluşmaktadır. Araştırma, çok belli bir bilgi değerlendirmesi, veri işlemesi, doğruya yaklaşım tekniği, anket veya istatistik çalışmalarıdır (Furet, 1990: 2). Ancak değişen ve gelişen günümüz medya koşullarında, gerek basının kendi içinden, gerek bilgilerin fazlalığından ve gerekse siyasi, ekonomik, toplumsal ve kültürel ortamdan kaynaklanan nedenlerden dolayı gazetecilik mesleğinde yeni kimlik arayışlarına gidilirken, araştırma faaliyeti de gazeteci kimliğine yeni bir anlam yüklemektedir. Diğer taraftan çalışmanın temel sorunsalını teşkil eden “araştırmacı gazeteci” tanımlamasının yanı sıra, son dönemde farklı gazetecilik adlandırmalarının da –kamu gazeteciliği, vatandaş gazeteciliği vb.- böyle bir arayışı karşıladığını söylemek olasıdır . İletişim 2003/18 6 Selda İÇİN AKÇALI İnsanların her gün bilgiyle kuşatıldıkları medyatik bir ortamda yaşanmakta ve görece çok şey bilinmekte, ancak çok az bilgi kullanılmaktadır. Bize aktarılanların, aslında kimi zaman bilgi kırıntılarından başka bir şey olmadığı ve magazin ağırlıklı haberlerin çok fazla ön plana çıktığı bir habercilik anlayışının hakim olduğunu ileri sürebiliriz. Diğer açıdan, bilgi, günümüz medya ortamında duyarlılık yaratmaktan çok, uyuşturmaya ve insanları çaresiz kılmaya yarar hale gelmiştir. Gerçekten, Jean Baudrillard’ın da vurguladığı gibi, yurttaşların hiç sonu gelmeyen bir enformasyon tipisine ya da bilgi bombardımanına tutulmaları ve kendilerini sarıp sarmalayan enformasyon akımının anlamını çıkarmaya yetecek kadar vakit bulamamaları tehlikesi söz konusudur (Keane,1992:163). Bugünün modern dünyasında birey, var olduğu toplumsal yapı karşısındaki “doğru” tavrı ancak edindiği sağlıklı bilgiler ışığında sergileyebilecektir ve bunu da gündelik yaşamın sıkıntıları karşısına konulan popülerleştirilmiş ve tarihsel bağlamından koparılmış haberler seçeneğiyle değil, göndermede bulunduğu nesnel olguya en yakın duran haber içerikleriyle başarabilecektir. Ayrıca çağdaş dünyanın dokusunun hızla yayılan imge ve iletilerle kuşatıldığı ve bunun da önemli oranda kitle iletişim araçları yoluyla gerçekleştiği bir ortamda (Abergrombie, Nicholas; Television And Society, UK, Politiy Press, 1996, s.1. Aktaran: Ergül, 2000: 12) yaşamı anlamanın beklenilenin tersine, giderek zorlaştığı kabul edilirse, bireyin içinde bulunduğu durum açıkça ortaya çıkacaktır. Okuyucunun/izleyicinin böylesine pasifize edildiği bir iletişim ortamında ise “araştırmacı gazetecilik” bir alternatif gazetecilik anlayışı olarak kabul görmektedir. Günümüz iletişim dünyasında değişen ve gelişim içinde olan gazetecilik anlayışında yeni bir ihtisas alanı olarak adını duyuran araştırmacı gazetecilik, her habercinin haberini hazırlarken en önemli faaliyet sahası olan araştırma eylemine dayanmaktadır. Araştırmacı Gazeteciliğe Çelişkili Yaklaşım Bilgi fazlalığı paradoks olarak, “araştırmacı gazetecilik” kimliğine duyulan ihtiyacı yaratmakta; olaylara çeki düzen vermek, bir olayın içindeki İletişim 2003/18 Kamu Çıkarını Korumak İçin Araştırmacı Gazetecilik Bir Alnertanif Olabilir mi? 7 unsurları ortaya koyarak anlamlandırmak ve gerçeği aramak, nihayetinde tüm bunlar, bu kimliğe duyulan güvenin ifadesi olmaktadır. Ancak toplumun duyduğu bu güven yanında, araştırmacı gazeteciliğe çelişkili yaklaşımlar söz konusudur; bir yandan toplumsal işlevin bir sembolü, referansı, öte yandan da basın kuruluşlarının faaliyetleri karşısında bir rahatsızlık ve üretilen bilgilerin bir çok soru işareti barındırıyor olması (Charon, 1990: 3-10), araştırmacı gazetecinin araştırdığı konuları toplum üzerinde bir kanaat empoze edecek şekilde kullanması, bu çelişkileri ortaya koymaktadır. Araştırmacı gazetecilik, insanların her gün bilgiyle kuşatıldıkları medyatik bir ortamda bu tür bir oluşumun ifadesi olarak kullanılmaktadır. Genel anlamda belirtmek gerekirse, içinde bulunulan çağda teknolojik ilerlemeyle enformasyon sürecinin hızının ve hacminin artması ile birlikte, gazeteciliğin temel prensiplerinden olan “araştırma” faaliyeti yeni bir anlayış olarak “araştırmacı gazeteci” kimliği ile sunulmaktadır. Bu yeni gazeteci kimliği, bilinen gazeteci tanımlamasından farklı olmamakla birlikte, ayırım, araştırmacı gazetecilik kavramının yorumlanmasında ve bu kimliğe yüklenen anlamda ortaya çıkmaktadır. Gazetecilerin büyük bir çoğunluğu bu tanımlamayı reddetmektedir. Çünkü “araştırma” gazetecilik mesleğinden ayrı bir faaliyet olarak kabul edilemez. Nitekim Amerikan gazetecilik tarihinde köklü bir geçmişe sahip olan araştırmacı gazeteciliğin başlangıç tarihi, araştırma geleneğinin her zaman var olduğu ileri sürülerek 1690’lara dayandırılmaktadır ( Turhan, 1997: 27). Ancak, araştırmacı gazetecilik, sıkça anıldığı gibi, “Washington Post”un, “Watergate Skandalı”nı* ortaya çıkarmasının ardından önem kazandığı söylenebilir. Günümüz toplumlarında okuyucular/izleyiciler kendilerine sunulan bilgilerin somut, belgelenmiş açıklamalarını istemektedir. Çok fazla bilginin de bu talebin doğmasında etkili olduğunu söylemek mümkündür. Özellikle, araştırmacı gazetecilere yüklenen misyon bu doğrultudadır, ancak paradoks * 1972’de Demokrat Parti’nin Washington’daki “Watergate” binasında bulunan merkezine yapılan soygunla başlayan ve 1974’de dünyanın en etkili isimlerinden olan Başkan Richard Milhous Nixon’un istifasıyla sonuçlanan siyasi casusluk olayı. Washington Post’un muhabirlerinden Carl Bernstein ve Bob Woodward bu haberle Pulitzer Ödülünü almışlardır. İletişim 2003/18 8 Selda İÇİN AKÇALI olarak araştırmacı gazeteci elbette her zaman salt gerçekliği sunma gibi bir sorumlulukla hareket etmez, ancak gerçekliği ele alışlarındaki doğrudanlık ve kullandıkları söylem böyle bir beklentiye ve ihtiyaca karşılık gelmektedir. Buradan hareketle, kamusal söylemin biçimlendirilmesinde kamuyu kendisi hakkında düşünmeye teşvik edecek ve onu kendi dışında olan bitenler hakkında bilgilendirecek “araştırmacı gazeteci” tipi, belki de kuramsal ve pratik açıdan üzerinde tartışılması gereken, günümüz iletişim ortamının temel sorunsallarından biridir. Öncelikle bu tanımla ilgili olarak terminolojik zorluk dikkat çekmektedir. İngilizce’de “investigative” ; birisi veya bir şey hakkındaki gerçekleri her yönüyle bulmak araştırmak anlamında kullanılmaktadır, “investigative journalism” ise dilimize “araştırmacı gazetecilik” şeklinde çevrilmiştir. Gazetecilerin büyük bir çoğunluğu bu noktada, “araştırmacı gazeteciliğin” gazetecilikten ayrı bir uygulama ve anlayış olmadığı görüşünü benimseyerek bunun bir söz uzatımı (Pléonasme) olduğunu öne sürmektedir. Araştırmacı gazeteci Edwy Plenel, “ mandalla bir tarafa asılan araştırma, büyük kuramsal iletişim ormanını saklayan bir ağaç gibidir” (Plenel, 1990: 3) diyerek, araştırma kavramının gazetecilikten ayrı düşünülmesinin yanılgı olacağını ifade etmektedir. François Gèze ise, araştırmacı gazeteciliği sosyal bilimler krizine bir alternatif olarak görmektedir ve “günümüzde iyi bir gazeteci tarafından işlenen bir konu 15 000-20 000 arası satılırken aynı konu bir akademisyen tarafından işlenseydi 3000’i geçmezdi” demektedir (Ferrand, 1986: 93) *. F. Gèze’nin yaptığı saptamanın ülkemiz için de geçerli olduğunu söylemek mümkündür. Günümüzde birçok gazeteci/yazarın artık araştırmalarını kitap olarak yayınlamayı tercih ettikleri görülmektedir. Patrick Rotman ise, evrensel anlamda gazeteciliğin içinde bulunduğu ortamı; “ideolojinin ve sosyal bilimlerin egemenliğine karşı gelişmiş * Alman gazeteci-yazar Günter Wallraff’ ın “En Alttakiler” (Almanya’nın 80’li yıllarının pek de iyimser olmayan bir aynası olan araştırma dosyası) adıyla yayınladığı kitabı ilk altı ayda iki milyondan fazla satış yaparak pek çok dile de çevrilmiştir. Ülkemizde de, Uğur Mumcu ile gündeme gelen bu gelenek Rıdvan Akar, Jale Özgentürk, Uğur Dündar, Haluk Şahin vb. yazarların ele aldıkları araştırmalarla devam etmektedir. İletişim 2003/18 Kamu Çıkarını Korumak İçin Araştırmacı Gazetecilik Bir Alnertanif Olabilir mi? 9 olan tepki, toplumun eğilimini araştırmacı gazeteciliğe ve büyük anketlere yöneltti. Günümüzde artık, somut şeyler peşindeyiz ve okuyucular olayların somut açıklamalarını istiyorlar” (Ferrand, 1986: 89-93) görüşüyle açıklamaktadır. Bir başka açıdan da, kullanılmayan bilgi potansiyeli “araştırmacı gazeteci”ler aracılığıyla değerlendirilmektedir. Kısaca diyebiliriz ki, bilgi fazlalığında sürekli tükettiğimiz bu bilgi, gitgide parçalanmakta ve tamamlanmadan kaybolmaktadır. Yani gerektiği gibi kullanılmayan bilgi potansiyelinden söz etmek mümkündür. Ve bir çok gazeteci, biraz topladıkları bilgiyi kullanarak haber yapma –ve daha fazla kitaplaştırma- amacını taşımaktadır. Gazetecinin topluma karşı olan gerçekleri açıklama sorumluluğu kimi nedenlerden dolayı doğru bilginin verilişinde sapmalara yol açmakta, böylelikle de karşımıza çıkan gerçek, kurgulanan bir gerçek olmaktadır**. Özellikle son dönemde teknolojinin gelişmesi ve ideolojik yanın medyaya yansıması sonucunda ekonomik gücü elinde bulunduranların çıkarları doğrultusunda gerçekliğin sunumu söz konusu olmaktadır. Toplumsal süreç içinde yer alan bütün bu gelişmelerin sonucunda, kamusal alanın da giderek önem kazandığı bir ortamda basının, hem kendini yeniden topluma karşı ifade etmesi, hem de toplumsal işlevini bu yeni gelişmelereyeni gelişmelereir biçimde yerine getirmesinin bir gereği olarak, zaten gazeteciliğin özünde yer alması gereken araştırma faaliyetlerini yeni bir anlayış gibi, “araştırmacı gazeteci” kimliği ile sunduğu görülmektedir. Çok farklı biçimde tanımlanabilecek araştırma faaliyeti aslında gazeteciliğin bütün alanlarında önemli olmakta, yeni iletişim düzeninde, oluşan bilgi fazlalığının da etkisiyle araştırmacı gazetecilik bir alternatif olarak dikkat çekmektedir. Yeni ortamda, kamunun en önemli ** Hall’e göre, gerçek, gerçekliğin belirli bir tarzda kurulmasıydı: Medya, “gerçekliği” yalnızca yeniden üretmiyor, tanımlıyordu. Gerçeklik tanımları, tüm bir (geniş anlamda) dilsel pratikler yoluyla desteklenip üretiliyordu ve bu dilsel pratikler aracılığıyla “gerçek” in seçilmiş tanımları temsil ediliyordu. Ama temsil etme, yansıtmadan epey farklı bir nosyon. Temsil etme, aktif bir seçme ve sunma, yapılandırma ve biçimlendirme işini ima eder:Yalnızca zaten varolan anlamı aktarma değil, ama daha aktif bir şeylere anlam verme işini ima eder. Söz konusu olan bir anlam pratiğidir, anlam üretimidir: Daha sonra “anlamlandırma pratiği” olarak tanımlanan iş. Medya, anlamlandırma failiydi... (Hall, 1994:57-97) İletişim 2003/18 10 Selda İÇİN AKÇALI sorunu olan bu fazla bilgilerin içinden hangisinin kendisi için önemli olup olmadığı konusuna bir çözüm de, araştırmacı gazetecilik içinde aranmaktadır. Demokrasi ve Bir Profesyonellik İdeolojisi Olarak Araştırmacı Gazetecilik Sansasyona ve önemsizleştirmeye dönük serbest pazar ortamında, yıpranan medyanın demokratik rolü, bir profesyonellik ideolojisi olarak benimsenen araştırmacı gazetecilik anlayışıyla onarılabileceği kabul edilmektedir. Bu anlamda, araştırmacı gazeteciliğin anlamı, gazetecinin ilk görevinin “kamuya hizmet etmek “ olduğu ön koşuluna dayanır. Hak ve özgürlüklerin kamu adına koruyucusu konumunda yer alması gereken medya, politik alanda yer alan kurumların ve kişilerin çalışmalarından, faaliyetlerinden kamuyu bilgilendirmekle sorumludur. Bu noktada, toplumun bilmesi gereken gelişmelerin kamuya iletiminde araştırmacı gazetecilik ön plana çıkmakta ve bu kimliğe olan güveni oluşturmaktadır. İdeolojik sistemde meydana gelen değişimlere bağlı olarak, ekonomik ve siyasal iktidarı elinde bulunduranlar, topluma gerçekleri sunma iddiasını taşıyan profesyonel gazetecilik anlayışına etki edebilmekte ve gerçeğin kendi talep ettikleri doğrultuda kurgulanmasını isteyebilmektedir*. Bu bağlamda, araştırmacı gazeteciliğe atfedilen, öncelikle hükümetin, özel kurum ve kişilerin gözetim altında tutulması işlevi, kısmen de olsa demokratik bir işleyişin önemli bir boyutunu oluşturmaktadır. Diğer yandan, dünyanın ve insanların karşı karşıya bulunduğu temel sorunlarla ilgili bilgi ve haberin yayılması ve tartışılması, demokratik hassasiyetin gelişmesi açısından da zorunludur. Gazeteciliğin demokratik bir kurum olabilmesinin temelinde, doğruyu söylemek gibi etik bir kaygının bulunduğu ileri sürülse de, aslında serbest piyasanın böyle bir misyonun gerçekleştirilmesini engellediği söylenebilir. Medya işletmelerinin kârlarını, dolayısıyla reklâm gelirlerini ve okuyucu/izleyici sayılarını arttırma kaygısı, basın kuruluşlarının haber * Liberal ekonomik yaklaşımın yarattığı pazara uyumlanmış basın üzerine bir yaklaşım için bkz.İnal, Ayşe, Haberi Okumak, İstanbul, Temuçin,1996, s.21. İletişim 2003/18 Kamu Çıkarını Korumak İçin Araştırmacı Gazetecilik Bir Alnertanif Olabilir mi? 11 konularının seçiminde ve sunumunda egemen olan haber değerlerini etkilemekte, bu süreç içinde örgütsel kontrolün yanısıra profesyonelliğe ilişkin normlar da, gazetecilerin pratiklerini belirleyen ve tanımlayan kurallar olarak karşımıza çıkmaktadır. Medyanın içeriğinin nasıl etkilendiğine dair açıklamayı ekonomi-politik bir perspektifle açıklamaya çalışan Golding ve Murdock’a göre** ideoloji üretimi, medya üretiminin genel ekonomik dinamikleri ve bu dinamiklerin neden oldukları belirlenmelerden ayrı tutulamayacağı gibi, bunlar olmaksızın net bir şekilde anlaşılmaları da olası değildir. Bir başka açıdan da, serbest pazar ortamında, kâr kaygıları ve reklamcıların istekleri doğrultusunda biçimlenen haber medyası, belli sorunları gündeme getirirken, belli sorunları da adeta yadsırcasına kamuoyunun gündeminden dışlayan bir sunum biçimi benimsemektedir. Bu bağlamda, gazetecilerin, medya sahipleri, reklamcılar, yayıncılar ve hükümet gibi medyanın dürüstlüğünü tehdit eden içsel ve dışsal güçler karşısında bir denge öğesi olarak hareket etmesinin çok zor olduğu söylenebilir. Toplumun bilinçlendirilmesi sürecinde basının olumlu ya da olumsuz nasıl bir rol oynayabileceği konusunda değişik görüşler olsa da, genel kabul gören görüş, medyanın, kamuoyunda etken bir araç olarak, belirli bir düşünsel ortam oluşturulmasında önemli görevler üstlendiğidir. Sosyal sorumluluk anlayışı doğrultusunda gazetecinin her şeyin üstünde “gerçeği” aktarma sorumluluğu olduğu fikri savunulmaktadır. Gerçekleri aktarmanın “gazeteciliğin can damarı” olduğu söylenmektedir* ve özellikle araştırmacı gazeteciliğin popüler söylemi olan “gerçekleri yalnız gerçekleri izlediniz” söylemi, bu yönde kullanılmaktadır. Basının toplumda bağımsız bir güç ** Bkz., Golding, Peter-Murdock, Graham, “Kültür, İletişim ve Ekonomik Politik”, der.,İrvan, 1997:4976. * Peki gerçekler ancak birtakım hileli stratejilerle elde edilebiliyorsa ne olacak? Araştırmacı gazetecilikte yalan söylemek kaçınılmaz bir strateji değil midir? Gazeteciler kim olduklarını saklayarak, bilmediklerini biliyormuş gibi yaparak, sırlarla dolu güçlü örgütlerin içine girip yolsuzlukları ve dönen dolapları ortaya koymalarını sağlayacak delilleri başarıyla elde etmiyorlar mı? Konunun devamı için bkz., Klaidman, S.Beauchamp,T.L. The Virtous Journalist, New York, Oxford University Press, 1987, s.130. Aktaran; Jackson, Jennifer, “Araştırmacı Gazetecilikte Dürüstlük”, çev. N. Türkoğlu, 1998:120) İletişim 2003/18 12 Selda İÇİN AKÇALI olduğu düşüncesi, diğer yandan kavramlar ve kurallar içinde tanımlanan gazeteciliğin profesyonel bir uzmanlık olduğu ve tüm bunlarla ilişkili olarak “araştırmacı gazeteci”nin ve söylemi olan “verilen haberin gerçeğin kendisi olduğu” iddiasının gerçeği ne kadar yansıttığı ise tartışmalıdır. Diğer yandan, gazeteci ve haber kavramları medya tartışmalarında en çok ele alınan konular olarak dikkat çekmektedir. Günümüzde haber, düşünceden çok sansasyon, açıklamaktan çok ilgi çekici unsur ve kişisel düşüncelere dayalı bir olgu olarak yapılan(dırıl)maktadır. Bir başka ifadeyle, pazar ortamında doğru olanın mutlaka haber olarak verilmesi gerektiği şeklinde bir yapı gelişmemiş, daha ziyade aykırı ve ilginç olan şeyler haber olarak kullanılmaya değer görülmüştür. Buradan hareketle, günümüzde teknolojik ve kültürel alanlarda yaşanan değişimle birlikte, haberdeki “gerçeklik” olgusunun yerini alan eğlenceye ve magazine dayalı sansasyonel bilgilerin sorgulanması da zorunlu olmaktadır. Kaldı ki, okuyucuya/izleyiciye bir araştırmacı gazetecilik örneği olarak sunulan haberlerin büyük bir çoğunluğunun böylesi unsurlar etrafında hazırlanması bir başka tartışma konusunu gündeme getirmektedir. Özellikle, televizyonun doğası* -gizli kamera ve canlı yayın teknikleri kullanarak bilginin görsellik arkasında önemsizleştirilmesi- bu anlayışı zedelemektedir. Bu yeni iletişim ortamında kitle iletişim araçlarının, toplumsal gerçeklerden çok, ekonomik ve siyasal gücü elinde bulunduranların isteklerini yansıtan bir tavır içinde olması, geniş kitleler üzerindeki etki ve saygınlığının da tartışılmasını gerekli kılmaktadır. Bilgi ve Güç Gelişen teknolojinin etkisiyle bilginin alıcı kitlelere ulaşım hızı ve yayıldığı alan artmakta ve bilginin önemi, dolayısıyla niteliği de tartışılır hale gelmektedir. Buradan hareketle, bilginin ne olduğu sorgulandığında, * Bourdieu, televizyonun, tuhaf bir şekilde, göstererek, yapılması gereken şeyin, yani bilgilendirme işinin yapılması için gösterilmesi gerekenden daha başka şeyler göstererek; ya da yine, gösterilmesi gerekeni gösterirken, bunu göstermeyecek ya da anlamsızlaştıracak bir tarzda yaparak, ya da onu gerçekle hiçbir şekilde uyuşmayan bir anlam kazanacak tarzda kurarak gizlediğini söylemektedir. (Bourdieu, 1997:23) İletişim 2003/18 Kamu Çıkarını Korumak İçin Araştırmacı Gazetecilik Bir Alnertanif Olabilir mi? 13 ele alınması gereken soru; “bilgiye nasıl ulaşılabilir? ne bilinebilir, ne bilinemez?” biçimini alır ki bu, ciddi bir güç olarak kullanılan bilginin medyatik sistemde ne kadar önemli bir değer olduğunun göstergesi olmaktadır. Diğer yandan, bilginin topluma ulaşmasındaki aracılık görevi ve sorumluluğu, yeni medya sanayinin kendine özgü bağımlılıkları ve siyasetin bu bağımlılıklar üzerindeki tartışmasız etkileri sonucunda, zarar görmektedir. Ancak, gerçek anlamda bilginin ‘özellikle araştırmacı gazeteciler tarafından aktarıldığı’ konusu ise, eleştirel bir yaklaşımı zorunlu kılmaktadır. Habermas’ın da ifade ettiği gibi, günümüzde bilimin yaşam üzerinde yapabileceği etkilere ilişkin tercihler kararlaştırılırken özgür bir iletişime dayalı toplumsal consensus’u dayanak alması gerektiği yolundaki inanç ve düşünsel görenek ortadan kalkmıştır. Bunun sonucu olarak, “bilimin rasyonelliği” olarak tanımlanan şey arttıkça, çağdaş toplumlardaki yaşamın (praxis’in) kendi alanındaki irrasyonellikler de artmaktadır. Daha açık bir deyişle, çağdaş toplumlardaki bilim ve teknolojinin dayanağı olan olguculuğun (pozitivizmin) yaşam’a (praxis’e) ilişkin değerlendirmeler için gerekli olan ideolojiyi horlaması ve kendisine karşı sayarak onu dışlaması ile başlattığı “bilimselleşme” gelişmelerinin sonucunda, insanın bedensel ve zihinsel edim ve eylemleriyle kendi yaşamını daha insanca ve daha özgür kılmakta insana rehberlik edebilecek ve praxis’e ideolojik bir yanı da olan bir bilgilenme süreci terkedilmiştir (Oskay,1980:205). Jurgen Habermas, günümüzde bu sorunun çözümü için, bir ideolojik alan oluşturma girişimi önerirken, bu ideolojik alanın işlevi olan gerçekliğin bilimsel olarak ussallaştırılması ile, insanın ve dünyasının yorumunu yapmaya çalışan bir değer-yüklü dünya görüşünün oluşturulmasını birbirinden ayırmamayı; bunları birlikte ve uyum içinde gerçekleştirmeyi de şart koşmaktadır. Söz konusu ideolojik alanın “gerçekliği biçimlendirmek yerine, bilinci aydınlığa kavuşturmayı işlev edinmesi” ise zorunludur (Oskay, A.g.e.:206). Habermas’ın çözüm olarak öne sürdüğü, daha yüksek düzeyde düşünebilen başka bir deyişle toplumsal varoluşun gerçekliğini kavrayabilen, İletişim 2003/18 14 Selda İÇİN AKÇALI eleştirel düşünce yeteneğine sahip insanlar yaratma ideali günümüzde bilimden daha çok kitle iletişim araçlarına atfedilen bir sorumluluk olmuştur. Yaşanan değişim sürecinde basının, profesyonel gazetecilerden büyük kapitalin sahipliğine geçmesi, maliyetlerin yükselmesi, insan kaynaklarına yatırımın ikinci plana atılması, haberin satış ve kâr kavramları çerçevesinde ele alınması gibi sorunlar çeşitli düzeylerdeki yansımalarıyla sürekli tartışılan konular olmaktadır. Özellikle Türkiye gibi okur-yazarlık oranının hala çok düşük ve okur-yazar kesimin de çok küçük bir bölümünün okuma alışkanlığını benimsediği bir ülkede, televizyonla birlikte bu sorunların çok daha yoğun bir şekilde yaşandığı gözlenmektedir. Sözlü toplum aşamasından, yazılı toplum aşamasına henüz geçemediği sıkça dile getirilen toplumumuz, bu kez de kendini hiç de hazır olmadığı görsel toplum aşamasında bulmuştur. Türkiye’de yaşanan siyasal, ekonomik, toplumsal ve kültürel tüm çelişkiler ve dengesizliklerle birlikte, giderek kitleselleşen ve görselleşen Türk basını da, daha bilinçsiz bir tüketici toplumu standartlarına göre örgütlendirilme ve hizmet verme yoluna gitmektedir. Özellikle 1990’lı yıllar basının ve gazetecinin sorumluluğunun en fazla eleştirildiği yıllar olmuştur ve 2000’li yılları yaşadığımız bu günlerde de eleştiriler devam etmektedir. Haber mi? Skandal mı? Olay ve haber arasında bağ kurmak için tüm verileri değerlendirmek, doğrulamak, belli ölçütlerden hareketle yorumlamak yerine, ele geçirilen her tür olayı, her tür belgeyi içerikten yoksun olsalar da, “haber”, dahası “araştırmacı gazetecilik haberi” olarak sunma çabasının ön plana çıktığı bir dönemde, toplumsal sorunları kavramada ve bu sorunlara yönelik fikir yürütebilmede araştırmacı gazetecilere olan ihtiyaç artmaktadır. Oysa, “araştırma”, yalnız skandal yaratmak değil, aynı zamanda her konuyla ilgili gerçeklerin gizli yüzünün açığa vurulması amacıyla da gerçekleştirilmelidir. Bir haberi yüzeysellikten çıkarıp, derinleştiren, yorumlayan ve genel bir çerçeveye oturtan habercilik tarzı, her zaman aranan bir tarz olmaktadır. Ancak, en popüler araştırmacı gazetecilik örneklerinin genelde polis ve İletişim 2003/18 Kamu Çıkarını Korumak İçin Araştırmacı Gazetecilik Bir Alnertanif Olabilir mi? 15 adliyeye intikal etmiş sözde kamuoyunu ilgilendiren sıradan olay ve olgularla ilgili olduğu dikkat çekicidir. Diğer yandan, özel hayatların pervasızca gözler önüne serildiği, telefon konuşmalarının teybe alınıp, gizli kameralarla yapılan çekimlerin prim yaptığı günümüzde, okuyucunun/izleyicinin taleplerinin de belirleyici olması beklenmektedir. Belki de gelinen bu noktada yaşanılan bu süreci açıklayabilmek için, toplumun her kesiminin kendisini de içine kattığı kapsamlı bir sorgulama çok daha aydınlatıcı olacaktır. Değerlendirmeler göstermektedir ki, medya ticari kaygılarla, kamu hizmetine yönelik bir yayıncılık anlayışını belirgin bir şekilde terk etmekte, ancak diğer yandan “halk böyle istiyor” biçiminde bir söylemle, pazar mekanizmasının mantığını kullanarak yaptıkları yayını haklılaştırmaktadır. Bir başka ifadeyle, medya, bir yandan gelişen kapitalist pazarda yerini alırken, diğer yandan, pazarın temel kurallarına çok kısa sürede adapte olmuştur. Bu süreç içerisinde ise bilginin dolaşımı, bu yeni pazar prensiplerinin çizdiği sınırlar dahilinde yapılmaya başlanmıştır. Diğer yandan araştırmacı gazeteci, bir olayı bütün yönleriyle ele alan, haber kaynaklarını en iyi şekilde değerlendiren, gerektiğinde bu kaynakları saklayabilen ve belli güç odaklarından gelebilecek baskılara direnebilen ve çalışmasını özgürce ortaya koyabilen kişi olarak tanımlanmaktadır, ancak bu tanımın ülkemiz ve dünya basını için ne kadar geçerli olduğu tartışma konusudur. Medya kuruluşunun bir işletme mantığıyla yönetilmesi ve özellikle de bu ticarileşme mantığının siyasi, sosyal ve kültürel alanda kabul görmesi, yaşanan bu değişimin ve yeni anlayışlara olan ihtiyacın bir göstergesi olmaktadır. Bu arada, dağıtım ve yan sektörlerdeki alanlara da el atarak dikey ve yatay gelişme gösteren medya kuruluşları kısa sürede pazarda egemenlik kurmuşlardır. Zaman zaman belli alanlarda etki yaratmak ve bazı spekülatif amaçlara ulaşmak noktasında da medyanın katkısı önemli olmaktadır. Bu bağlamda, yayın kuruluşlarının, iş hayatının ticari yönde birtakım etkinlikler içinde bulunan firmaların bir yan kurumu olarak hizmet verdiği göz önünde bulundurularak, bu tür ilişkiler içerisinde, haberlerin İletişim 2003/18 16 Selda İÇİN AKÇALI hiçbir tarafın etkisi altında kalmadan dürüst ve tarafsız bir şekilde verildiği söylemine şüpheyle bakmayı gerekli kılmaktadır. Toplum için vazgeçilmez bir ihtiyaç olan haber ve bilgi, yukarıda anlatılan iletişim ve etkileşim ağı içinde oluşturulmaktadır. Gazeteci, haber üretim sürecinde tek başına hareket etmemektedir, üstlendiği görev ve çalıştığı kurumun amaçları çoğu zaman kimi noktalarda çatışmaktadır. Bir başka ifadeyle, gazetecilik pratiği ile bu pratiğin içinde gerçekleştiği pazar koşulları arasında yaşanan bir ikilem ve bu ikilimden kaynaklanan gerilimden söz etmek çok daha olasıdır. Gazeteci en önemli görevi olan haberciliğin yanı sıra, medyatik ürünün tanıtımını arttırmak için kamuoyu oluşturma, izlenme oranı, tiraj gibi aynı zamanda kârı etkileyecek reklâmların verimliliğini arttırmak şeklinde başka faaliyetlerde de bulunmaktadır. Ancak, satış arttırmaya yönelik yapılan bu faaliyetler, prensip olarak gazetecinin başlıca görevi değildir, hatta sorumluluklarının bu faaliyetlerle sınırlı olmaması gerekmektedir. Yukarıda belirtildiği gibi, satış ve reklam gazetenin kârını optimize edebilmek için iki ana kaynak olarak kabul edilmektedir. Bu da göstermektedir ki, kendine toplumsal görevler atfedilen gazetelerin amacı, insancıl ve karşılık beklemeden hizmet vermek veya kamu hizmetini yerine getirmek değildir. Bu noktada araştırmacı gazetecinin kullandığı söylem, piyasa baskılarına direnme kapasiteleri ile kendi yeteneklerini kullanmada bütünüyle pasif olmadıkları doğrultusundadır. Ancak, eğer medyatik sistemde faaliyet gösteren araştırmacı gazetecinin toplumsal sorumluluğunda, ekonomik nedenler gerçeği sunma görevini bastırıyorsa araştırmacı gazetecinin kullandığı bu söylemde önemli bir çelişkinin varolduğunu düşünmek çok daha rasyonel olacaktır. Toplumsal sorumluluk anlayışıyla haber yapan gazeteci için araştırmacı gazetecilik riskli ve zorlu bir alan olarak görülmektedir. Araştırmacı gazeteci, yalnızca medya sahibinin ve içinde bulunduğu sistemin ekonomik baskısı altında değildir, aynı zamanda devletin ya da iktidarın ortaya koyduğu yaptırımlar söz konusudur, hatta gazeteci zaman zaman İletişim 2003/18 Kamu Çıkarını Korumak İçin Araştırmacı Gazetecilik Bir Alnertanif Olabilir mi? 17 yasadışı birtakım baskılara da maruz kalabilmektedir. Bu noktada ise, tamamıyla araştırmacı gazetecinin kişisel cesareti devreye girmektedir ki bu durum, toplumsal sorumluluk anlayışıyla hizmet etmenin mantığına ters düşmektedir. Zira araştırmacı gazeteciliğin hedefi, kurumları ve önceden oluşmuş sosyal önyargılarla mücadele etmek ve sorgulamaktır. Mathien, araştırmacı gazeteciliğin bu konumunu “tehlikeli özgürlük” olarak ifade etmekte ve bunu herkesçe bilinen şu formülle açıklamaktadır; “çizmeyi aşmamayı bilmek” ya da “nereye kadar gideceğimizi bilmek” araştırmacı gazeteci için en önemli prensip olmalıdır ( Mathien, 1992:227). Özellikle günümüzde, bilginin ve bilgi kaynaklarının belli bir denetim altında olduğu göz önüne alındığında, bu gizlilik içinde kaynakları bulmanın ve kullanabilmenin büyük bir sorun olduğu ortadadır. Tüm bu zorlukların ötesinde ayrıca, bazı bilgileri elde etme olanağı, yasal ya da başka nedenlerle olanaksızlaştırılmıştır. Oysa araştırmacı gazeteciden beklenen, iktidarların bilinçli olarak sakladığı olası gerçeklerin ortaya çıkarılması yani, bunun için gerekli olan gizlenen olgular, belgeler ve kanıtların araştırılıp kamuya sunulmasıdır. Demokratik bir hak olarak da kişilerin haber alma hakkı, ancak özgür bir iletişim ortamında gerçekleşebilmektedir. İletişimin demokratikleşmesinde ise, öncelikle ele alınması gereken konu, bir toplumda yaşayan her bireyin yakın ve uzak çevresinde meydana gelen olaylardan, fikir veya düşüncelerden haberdar olabilmesi; olayları, fikir ve düşünceleri yorumlayabilmesi için de enformasyon kaynaklarına serbestçe ulaşabilmesi gerekmektedir. Araştırmacı gazeteciler için enformasyon özgürlüğünün önemi ise yadsınamaz. Enformasyon gazetecinin temel sermayesidir; enformasyon özgürlüğü yolsuzlukların ve diğer kamusal alandaki hataların açığa kavuşturulmasını önemli ölçüde kolaylaştırmaktadır . Diğer yandan, gazetecilerin nesnellik iddiaları ve yapılan haberlerin tarafsız niteliği hiç kuşkusuz, bu ilişkiler ağı içinde gazetecinin durduğu yere İletişim 2003/18 18 Selda İÇİN AKÇALI bağlıdır. Gazetecinin tarafsızlığı ve nesnelliği*, bağımsız ve herkes tarafından anlaşılabilirliği kabul edilebilir ölçüde belgeler ve kanıtlar ortaya koyabilmesiyle mümkün olmaktadır. Ancak, haber üretiminin rutin pratiklerini ve ritmini belirleyen en önemli faktör “zaman” baskısıdır ve bu bağlamda en kolay biçimde ve en kısa zamanda elde edilebilecek bilgi her zaman önceliklidir. Araştırmacı gazeteciliğin en önemli dayanağı olan kişisel kaynaklar bulup geliştirme ve derinlemesine araştırma bu noktada pek de mümkün olamamaktadır. Çünkü haber yapımında özel araştırma, zaman ve parasal açıdan günümüz basın işletmelerinin kolayca kabul edecekleri bir anlayış değildir. Genelde gazeteler, gazetecilerini günlerce bir haber peşinde koşturtmak yerine, rutin kaynaklarla çok sayıda haber yazdırmayı tercih etmektedir. Bu tercih, siyasi ve ideolojik olmaktan çok, medyanın ekonomi politiği ile yakından ilgilidir. Kısaca, kolay ve ucuz haberlerin prim yaptığı gazetecilik anlayışı, profesyonel bir ekiple, her haberin derinlemesine araştırıldığı gazetecilik anlayışı karşısında çok daha az riskli olmaktadır. Bu noktada, bilgi kaynaklarına daha kolay ulaşıp daha hızlı veri toplama ve haber üretim sürecini çok daha profesyonel bir şekilde kullanma yetisini geliştirmiş olan deneyimli gazetecilerin her zaman isim yaptıkları bilinmektedir. Diğer yandan, zaman zaman araştırmacı gazetecinin kaynağa para ödeme şeklinde, etik olarak sorgulanması gereken bir yöntemi tercih ettiği de gözlenmektedir. Ancak, bilgiyi satın alma meslek ahlakı açısından, mesleki rekabetin finansal rekabete dönüşmesine yol açar ki bu, ciddi anlamda bağımsızlığın ve çoğulculuğun yok olması anlamına gelir. Yukarıda vurgulandığı gibi, zamanın gazetecilikte kısıtlayıcı bir faktör olduğu kabul edilmektedir ve bu olumsuzluk, gazetecileri televizyona özgü, kısa sürede hazırlanan kolay, fakat çarpıcı haberler yapmaya yöneltmektedir. Çünkü, televizyonda haberlerin yetiştirilmesi için gerekli zaman daha kısadır ve teknik açıdan da, görsel gücün sağladığı avantajla birlikte televizyon kullanımı çok daha cazip olmaktadır. Güçlü sansasyonel * Haberlerin örgütsel rutinleri, üretim koşulları, gazetecilik değerlerinden kaçınılmaz biçimde etkilendiği ve böylece taraflı olduğu, eleştirel yaklaşım tarafımdan saptanmıştır. Negrine, Ralp,”Politics and Mass Media in Britain”, Routledge, London, 1989, s.150. Aktaran:Poyraz, 2002:19. İletişim 2003/18 Kamu Çıkarını Korumak İçin Araştırmacı Gazetecilik Bir Alnertanif Olabilir mi? 19 olayların ve görüntülerin etkisi ile televizyon Türk medyasında, araştırmacı gazeteciler tarafından öncelikle tercih edilen araç konumundadır. Gerçekten de, en popüler araştırmacı gazetecilik programlarında televizyonun dolayısıyla görselliğin kullanıldığı bilinmektedir. Özellikle son dönemde, gazeteciliğin en çekici tarafının araştırmacı gazetecilik olduğunun savunulmasında televizyonun etkisi büyüktür. Nitekim, “özellikle televizyonda kullanılan sözlü/görsel dil aracılığıyla haber içeriğinin popülerleştirilmesi, özellikle toplumun uzun dönemde bu haber türünü içselleştirmesi ve talep eder hale gelmesiyle birlikte oldukça sakıncalı bir görünüme bürünmektedir” (Ergül, 2000:12).. Bu bağlamda, toplam tirajları nüfusa oranla oldukça düşük olan gazeteler için televizyonun gücünden yararlanmak, özellikle Türk toplumu gibi yazılı kültür ürünlerine fazla rağbet etmeyen bir toplumda oldukça önemli olmaktadır. Bunun yanında, çok küçük bir grup için geçerli olsa da, gazete okurlarının daha ayrıntılı daha kapsamlı ve çok boyutlu bilgi edinme talepleri karşısında televizyonun hızlı tüketilen görsel haber tarzının yanı sıra, derin bilgilendirme yönünü kuvvetlendirmesi gerekliliği gündeme gelmektedir. Türkiye’de medyanın zaman zaman kişilerin özel hayatlarına rahatça girebilecek kadar özgür, diğer yandan da, toplumun tartışması gereken bir çok konuyu gizleme veya göz ardı etme ya da çarpıtma bakımından da bir o kadar kamu sorumluluğundan uzak bir politika izlediği görülmektedir. Bu bağlamda gazetecilerin kamuyu yakından ilgilendiren çok önemli olgu ve olaylar hakkında her zaman yerinde ve anında haberdar olamadıklarını söylemek mümkündür. Nitekim son dönem Türk siyasi hayatında yaşananlar, medyanın, siyasetin görünen ya da görünmesi amaçlanan yüzünün yansıtılmasında önemli bir rolü olduğu yolundaki kanıları doğrulamaktadır. Diğer yandan, büyük bir okuyucu/izleyici kitlesi de güncel olayları derinlemesine takip ettiği, her zaman doğru bilgiye ulaşabildiği yanılsaması içine düşürülmüştür. Yves Aoulou, araştırmacı gazetecinin haberini hazırlarken uymak zorunda olduğu çalışma prensiplerini şöyle açıklamaktadır: Gazeteci hiçbir İletişim 2003/18 20 Selda İÇİN AKÇALI zaman hipotez yaratmamalıdır; elde ettiği sonucun tersini kanıtlamaya çalışmak için herşeyi yapmalıdır, hazırladığı dosyanın sağlamlığı için bu en iyi yol olmaktadır; yaşanmış olay ile dedikodu ve hipotez arasındaki farkı iyi görmelidir; bilgi vericileri korumalı ve hiçbir zaman direkt isim vermemelidir; kamuya açıklanacak bilginin ağırlığını ve yararlılığını tartmalı, manipülasyona olanak sağlamamalıdır (Aoulou, 1986:24). Zaman zaman kullandığı yöntemler tartışılabilir olsa da araştırmacı gazeteciliğin kendine atfettiği değer, bu gazetecilik türünün kamu çıkarı için bir güven teminatı olduğu yönündedir. Kamunun bilme hakkını kullanarak ve kamu çıkarını gözeterek yapılan yolsuzluk ve skandal haberler televizyon kanallarında ve gazete manşetlerinde ayrıcalıklı yerlerini korumaktadırlar. Sonsöz Yerine Araştırmacı gazeteciliğin, okuyucu/izleyicinin doyumunu sağlayacak yeni bir uzmanlık alanı olarak sunulmasına rağmen, bu anlayış ve pratiğin işlerlik kazanabilmesi için birtakım koşulların varlığı zorunludur. Bunlar kurumsal, sektörel ve gazetecinin bireysel sorumluluğu düzeyinde olmak üzere üç başlık altında toplanabilir. Başarılı bir araştırmacı gazetecilik pratiği için bütün koşulların varlığı şarttır. Kurumun faaliyetlerine egemen olan etik, haber üretim sürecinde çok önemli işlevi olan kaynaklar ile araştırmacı gazetecilik çalışmalarını yürütecek gazetecinin mesleki donanımı ve deontolojisi araştırmacı gazetecilikte sağlanabilecek başarıyı etkileyebilmektedir. Bütün bunların yanında, ekonomik, sosyal, kültürel ve yasal sistemler de araştırmacı gazetecilik çalışmalarını etkileyen faktörler arasındadır. Kaldı ki, siyasal sistemin işleyişinin dışında ülkenin sosyal ve kültürel yapısının gazeteciyi etkilememiş olması mümkün değildir. Özetle, medya ile ilgili tartışmaların olması gerektiği gibi hem eleştirel hem de -son sözü söylemek gibi bir iddia olmadan- yapıcı bir şekilde, araştırmacı gazeteci kimliği ve faaliyet gösterdiği medyatik sistemin sorgulandığı bu çalışmada varılan sonuç, toplumsal yozlaşmaya paralel ve ilişkili olarak medyanın içerik sorunu yaşadığı ve bir o kadar da kamuoyu üzerinde etkili olduğu bu dönemde demokrasi için vazgeçilemez bir İletişim 2003/18 21 Kamu Çıkarını Korumak İçin Araştırmacı Gazetecilik Bir Alnertanif Olabilir mi? konumda olan “araştırmacı gazeteci” kimliğine olan güvenin sarsıldığı yolundadır. Kaynaklar AOULOU Yves (1986). D’Investigastion”, Dossier, Paris. “Les Ficelles du Journalisme ALEMDAR Korkmaz - KAYA Raşit (1983). Kitle İletişiminde Temel Yaklaşımlar. Ankara: Savaş. BARZUN, Jacques - GRAFF, Henry F. (1996). Modern Araştırmacı, Çev:Fatoş Dilber. Ankara: Tübitak Popüler Bilim Kitapları 33. BELSEY, Andrew- CHADWİCK, Ruth (1998). Medya ve Gazetecilikte Etik Sorunlar, Der., Çev. Nurçay Türkoğlu. İstanbul: Ayrıntı. BİLGİN, Nuri (1995). “Medyanın İşlevi Günah Keçisi Yaratmak mı?”, Yeni Yüzyıl (11 Ağustos). BOURDIEU, Pierre (1997). Televizyon Üzerine, Çev: Turhan Ilgaz. Ankara: YKY CHARON, Jean-Marie(1990). journalistique”, Esprit, No;12. “Investigation et pratique CHERRY, Colin (1987). “What is Communication?”, Der., John Corner, Jeremy Hawthorn, Communication Studies an Introductory Reader, Edward Arnold. ERGÜL, Hakan (2000). Televizyonda Haberin Magazinleşmesi. İstanbul: İletişim. FERRAND, Christine (1986). “Les grandes enquetes au gout du public”, Livres Hebdo, (29 Eylül). İletişim 2003/18 22 Selda İÇİN AKÇALI FURET, Claude (1990). “On ne découvre pas un scandale à chaque enquete.”, La Lettre Du CPJ. GOLDING, Peter - MURDOCK, Graham, der. (1997). “Kültür, İletişim ve Ekonomik Politik”, der.,ve çev. Süleyman İrvan. Ankara: Ark. HALL, Stuart, der.(1994). “İdeolojinin Yeniden Keşfi:Medya Çalışmalarında Baskı Altında Tutulanın Geri Dönüşü”. Medya, İktidar, İdeoloji, der. ve çev. Mehmet Küçük. Ankara: Ark Yayınevi, HÜTLER, Jürgen (1981). “Kitle İletişim Araştırması”, Çev., Nadi Kafalı, Kurgu. Eskişehir: Eskişehir Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi. İNAL, Ayşe (1996). Haberi Okumak. İstanbul: Temuçin. İRVAN, Süleyman, der. (1997). Medya, Kültür, Siyaset. Bilim Sanat /Ark. JACKSON, Jennifer, (1998). “Araştırmacı Gazetecilikte Dürütlük”, çev.Nurçay Türkoğlu. Medya ve Gazetecilikte Etik Sorunlar, der. Andrew Belsey ve Ruth Chadwick.İstanbul: Ayrıntı. KEANE, John (1992). Medya ve Demokrasi., Çev., Haluk Şahin. İstanbul: Ayrıntı. MATHIEN, Michel (1992). Les Journalistes Dans Le Systeme Médiatique, Hachette Université, Paris. MIILS, Wright (1974). İktidar Ankara: Bilgi. Seçkinleri, çev. Ünsal Oskay. MUTLU, Erol (1996). “Medya ve Demokrasi”, Yeni Türkiye-Özel Medya Sayısı 96/12, II.cilt, İstanbul. NEGRINE, Ralp (2002). “Politics and Mass Media in Britain”, Routledge, London, der., Bedriye Poyraz. Haber ve Haber Programlarında İdeoloji ve Gerçeklik, Ankara: Ütopya. O’Neil, John (1998). “Piyasada Gazetecilik Yapmak”, çev.Nurçay Türkoğlu. Medya ve Gazetecilikte Etik Sorunlar, der. Andrew Belsey ve Ruth Chadwick.İstanbul: Ayrıntı. İletişim 2003/18 Kamu Çıkarını Korumak İçin Araştırmacı Gazetecilik Bir Alnertanif Olabilir mi? 23 OSKAY, Ünsal (1993). Kitle İletişimin Kültürel İşlevleri. İstanbul: Der Yayınları. OSKAY, Ünsal (Tarih Belirtilmemiş). Popüler Kültür Açısından Çağdaş Fantazya Bilim - Kurgu ve Korku Sineması . İstanbul: Der . PLENEL, Edwy (1990). “L’enquete ne se réduit pas aux rubriques police-justice.”, La Lettre Du CPJ. TOSUN, Kemal (1990). Yönetim ve İşletme Politikası-Genel Bilgiler, Birinci Cilt. İstanbul: Yön Ajans. TURHAN, Seyfettin (1997). Araştırmacı Gazetecilik. Ankara: Um;ag Vakfı Yayınları. UĞUR, Aydın - Mücahit Bilici (1998). “Bilgi Toplumu, İnternet ve Demokrasi, Dijital Alemin Genleşen Kamusal Alanı”, Yeni Türkiye 12.Yüzyıl Özel Sayısı, Yıl:4, Sayı:19, Cilt:1. WILLIAMS, Raymond (1997). “ Television, Technology and Cultural Form”, Schoken Books, New York, der., İrfan Erdoğan, İletişim Egemenlik Mücadeleye Giriş. Ankara: İmge Yayınları. Konuyla İlgili İnternet Siteleri; 1.www.secretsofttopprivateeyes.com/advice.htm 2.www.ric.dcccd.edu 3. www.aij-uk.com 4. www.icij.org 5. www.spj.org 6.www.cmfr.com/jvoaji 7.www.pcij.org/investigative.html 8.www.usa.or.th/services/docs/work.35htm İletişim 2003/18 24 Selda İÇİN AKÇALI Özet Giderek kitleselleşen ve görselleşen basınının, toplumsal dönüşüm süreci içinde nasıl bir rol ve işlev üstlendiği sorusu, bir dizi siyasal, kültürel ve ekonomik çözümleme gerekliliğini de beraberinde getirmektedir. Günümüzde teknolojik ve kültürel alanlarda yaşanan değişimle birlikte, haberdeki “gerçeklik” olgusunun yerini alan eğlenceye ve magazine dayalı sansasyonel bilgilerin sorgulanması da zorunlu olmaktadır. Gazeteciliğin kamu yararını dikkate alarak yaptığı haberlerde araştırma büyük yer tutmaktadır. Çünkü toplum, her gün kendisinin bulunduğu ortamın, edindiği tecrübelerin dışına çıkarak gerçekleri ya da günlük yaşamından çok uzak kurguları gösterme ve bilgilendirme hakkını özellikle araştırmacı gazetecilere vermektedir. Ancak, başta televizyon olmak üzere diğer haber kaynaklarının ortaya çıkışı ve bu alanda teknolojilerin çok yüksek maliyetlerle kurulması kısaca, serbest piyasa ekonomisi ilkelerinin geçerli olduğu medya sisteminde çalışma alanı bulan gazetecinin, araştırmacı gazeteci ruhunu ve sosyal sorumluluk anlayışını ciddi olarak zedelemektedir. Diğer yandan, günümüz insanının toplumsal sorunları kavrama ve bu sorunlara yönelik harekete geçmede araştırmacı gazetecilere bağımlılığı gün geçtikçe artmaktadır. Buradan hareketle, araştırmacı gazetecilerin söylemi olan “gerçekleri aktarmak” ya da “kamu gözcülüğü” sorumluluğunu, serbest pazarı dikkate almadan algılamanın büyük bir yanılgı olacağını söylemek mümkündür. İletişim 2003/18 Kamu Çıkarını Korumak İçin Araştırmacı Gazetecilik Bir Alnertanif Olabilir mi? 25 Summary The social transformation process in press brings the question of what kind of role and function is going to be performed, and this issue brings the necessity of political, culturel and economic analization. The discussions about the role of mass media and the social role of journalists in those media is usually taken into consideration with news and with the importance of the function of newsreporting. Nowadays, with the change process in technological and cultural field, it’s needed to examine the sansational eded to examine the sansational s on entertainment and magazine rather than the concept of “reality”. The research in news reporting where the news is for public use occupies a large place. Because the public gives the right of telling realities or the rights of showing finctional news espesially to the investigative journalists as well as the right of being informed. However, the appearance of television and other news media and the high cost of technologies in this field leads the journalist to take part in a media system where the rule of open market economy is valid. Herefore,the investigative jornalists’mission and the perceptiveness social responsibility are seriously damaged. Nowadays, the public depends more on the investigative jornalists in order to comprehend the social problems and take actions against them. In this context, it is impossible to think the responsibilities of investigative journalist such as “reflecting realities” or being “public observer” without not taking the conditions of free market into considerations. İletişim 2003/18 26 İletişim 2003/18 Selda İÇİN AKÇALI Virilio ve "Hızlandırılmış Hakikat" (Gerçekliğin Yok Oluş Estetiğine İlişkin Bir Deneme) Yrd. Doç. Dr. Hüseyin KÖSE∗ Günümüz çağdaş enformasyon söylemi, genellikle iki tür "olay"ı varsaymaktadır: Toplumsal alanda üretilen olay ve olayları sunma tarzının yol açtığı olay. Bu da kısaca şu anlama gelmektedir: Toplumsal dünyada olayları göstermeye aracı olan biçimler, asıl olayın/hakikatin kendisi haline gelebilir. Gerçeklik de, bu anlamda, kendisini tanımlayıcı birçok temsile dönüşebilir. Patrick Charaudeau başta olmak üzere birçok Fransız iletişim bilimcinin temelde işaret ettiği şey budur. İlki ise, herhangi bir dolayım olmaksızın toplumsal gerçekliğe ilişkin edindiğimiz duyumlar ya da diğer bir deyişle, henüz medyatik dile dönüşmemiş bilgilerdir. Bu bakış açısından düşünüldüğünde, ikinci tür olaya ilişkin gerçeklik algılamasında, medya ve özelde televizyon, ilk olay türüne oranla "daha fazla" bir içeriğe sahiptir. Bu içeriğin özü görüntüdür, otantikliğin güvencesidir. Ancak Paul Virilio, "Enformasyon Bombası" adlı çalışmasında, özellikle bu ikinci olay türü bağlamında yeni bir şeyden; olayın nitel boyutunu oluşturan gerçekliğin artık hızlanmış bir gerçeklik olduğundan söz ederek bir adım daha öteye gitmektedir. "Hızlandırılmış Hakikat" teması, küresel medya çağına özgü yeni bir gerçeklik olgusunu gündeme getirmektedir. Konu, telekomünikasyon teknolojisinin hızla yaydığı bu yeni gerçeklik türünün dünyasal zaman ve mekan algılamasını "hız duyumu" açısından yeniden tanımlaması bakımından önemlidir. ∗ Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü Öğretim Üyesi. İletişim 2003/18 2 Hüseyin KÖSE Temelde hız kavramıyla doğrudan ilişkilendirilmiş bulunan bir enformasyon biçiminin "şimdi, geçmiş ve gelecek" şeklinde belirlenmiş olan klasik üçlü süre sınıflandırmasını da yeniden düşünmemizi gerektiren bir yönü mevcuttur. Bu çalışmada, Paul Virilio'nun "hakikatin hızlandırılması" ve buna bağlı olarak "gerçekliğin yok oluş estetiği" şeklinde adlandırdığı olguların hız-enformasyon ilişkisi, görsel kültür ve tele-varoluş kavramları çerçevesinde sorunsallaştırılmasına çalışılmıştır. Enformasyon ve Hız Kavramı Virilio'ya göre, enformasyonun etkileme gücü, artık yeni bir "teknobilim"le, bir "aşırılık bilimiyle" birleşmiş ve bu biçimiyle de enformasyon söylemi artık "önceden olduğu gibi, Tarihin ilerlemesinin bir öznesi değil, hakikatin hızlanmasının yarattığı baş dönmesinin bir öznesi" (2003;9) haline gelmiştir. Yapılandırılışı içinde dilsel bir eylemi gerektiren medya söylemi, aynı dili konuşan ya da ideal bir alıcıya işaret eden, iletişim yeteneğine sahip bir özne ürettiğine göre, söylemin içerdiği ideolojik unsurun varlığı muhakkaktır. Virilio'nun temel tezi, hızlandırılmış hakikatin içinden tanımlanan olayların bu söyleme taraf olmayanlar aleyhine yarattığı "dehşet dengesi"yle ilişkilidir. Artık bilimsel ve mutlak bir doğru arayışı yoktur. Hakikat, yanılsama dolu perspektifler üreten sanal bir dünyanın aşırılığı içinde yitip gitmiştir. "Dünyayı temsil etme araçları" da, bu anlamda, "bilimsel yok oluş estetiğine yardımcı olmaktadır" (Virilio;2003;9). Burada Virilio’nun kullandığı estetik terimi bir tür cazibeyi, çekiciliği ifade etmektedir. Yokluğun çekiciliği, her şeyden önce çabasızlığın, aymazlıkların çekiciliğidir. Yine Virilio’ya göre bu durum, medya; özellikle de elektronik medya gibi akışkan ve kolektif nitelikli iletişim biçimlerinin durumunda daha nettir. Çünkü varsayılan bu ideal alıcı, birçok öznel nitelik ve farklılık barındırmasına rağmen ve dahası, bu özelliklere sahip milyonlarca birey varolduğu halde, küresel düzeyde homojen nitelikli bir tek alıcı olarak düşünülmektedir. Yeni küresel dünyanın "tele-gözetim" stratejisi, aynı zamanda hızlandırılmış hakikatin farklı düşüncelerin olduğu kadar, farklı "mekanların İletişim 2003/18 Virilio ve "Hızlandırılmış Hakikat" 3 sonunu" getiren stratejisidir de. Burada söz konusu olan, "telekomünikasyon araçlarının içine sıkışıp kalmış küçük bir gezegenin mekanının sonunun başlamış olmasıdır" (Virilio;2003;12). Mekanın sonunu getiren telekomünikasyon mucizesi, bir yandan "tele-kıta"ların ortaya çıkışını müjdelerken; bir başka düzlemde de, kıtalar arası yaydığı görüntülerle her şeyi söylemek ve göstermek anlamında bilgi sorununa yeni bir boyut katmıştır. Özellikle de "anın gerçekliği"ni öne çıkaran fotoğrafik görüntü aracılığıyla "doğrudanlık"ın programlanışı ve kıtalar arası enformasyon bağımlılığı, evrensel bir değer olarak olayın göreli ve kısmi bakış açılarını mutlaklaştıran bir saplantıya dönüşmüştür. Bu gelişmeye ek olarak, telekomünikasyon ve özellikle de TV aygıtının sürekli olarak dramatizasyon "scoop"u ve duygusal boyuta ilişkin mübalağalı bir anlatımı karmaşık genel bir işleyiş olarak yaygınlaştırması, Virilio'nun sözünü ettiği hakikatin yok oluş sürecini daha da derinleştirici etkenler olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca artık karşılıklı etkileşimden duyulan hoşnutluk, sürekli olarak geri besleme (feed-back) yardımıyla sağlanacak bir dönüşüm yerine, "genelleşmiş (küresel) interaktifliğe bağlı bir kaza tehdidini beraberinde getirmektedir" (Virilio;2003;14). Bu, Virilio'nun deyimiyle "değişimin dünyasallaştırılması"; varolan gerçekliklerin yüzeyinde hüküm süren "sonlu bir dünyanın içidir" (2003;14). Her bakımdan "enformasyon bombası"yla aydınlatılmış bu yüzey, hakikate ilişkin bir sıkışmanın yeri olduğu kadar, yine Virilio'nun deyimiyle "anlık zaman sıkışmasıyla" (2003;19) sanal gerçekliğe odaklanmış yeni bir algılama tarzının dolaşıma sokulduğu yerdir. Bu nedenledir ki, yeni sentetik görme biçimleriyle tanımlanabilecek bu yeni çağda, artık enformasyon düşünsel ve kültürel bir alışverişten çok, artık sınırsız imge tüketimciliğine ve bizi "alışverişlerin dünyasal zamanına" çağıran "çevremizdeki gerçek dünyanın yerini alan sanal bir görüntüye ışık vermek zorundadır" (2003;19). Hızlandırılmış enformasyonun işaret ettiği bir başka şey, bireyin "düşünen bir varlık" olarak temsilinde değil, insan beyni ile makine (bedensiz varlık) arasındaki ilişkiye karşılık gelen içeriksiz bir metaforda cisimleşmektedir. Buna göre, üzerinde yeterince düşünmek için gereken zaman bulunmayan olayların temel anlatısı, "hiçbir şeyin gerçekleşmemesi, (buna karşılık) her şeyin geçip gitmekte oluşu"na İletişim 2003/18 4 Hüseyin KÖSE (Virilio;2003;21) dair bir yüceltim fikrinin ortaya konmasıdır. Dünyasal hakikate ilişkin bu duyum yitimi, bir değer olarak iletişimin oluşum sürecine ilişkin tarihsel bir kırılmayı haber vermek yanında, artık "bir hayalet uzuv haline gelen bir dünyayı" (Virilio;2003;22) da haber vermektedir Virilio'ya göre. Dünyanın Gerçeksizleşmesi ve "Hızlanım Sineması" Virilio, bu söz konusu kırılmanın izlerini toplumsal/kültürel yaşamın her alanında görmektedir. Sözgelimi, yirmili yılların Hollywood'u üzerinde düşünürken, yazar, özünde bir "hızlanım sineması" şeklinde adlandırdığı bu sanatsal oluşumun ardında da, açıkça "dünyanın gerçeksizleşmesi felaketini" (2003;28) bulgulamaktadır. Hollywood çıkışlı hızlanım sineması, en geniş anlamıyla, enformasyon teknolojisinin her tür çatışmadan arındırılmış yalın bir evren tasarımı uğruna araçsallaştırılması, yani geniş düzeyde bir içeriksizleşme amacına hizmet etmesi, ufki ve düşünsel düzlemde de her şeyi soğuran devasa bir boşluk olarak sunulmasıdır. Dolayısıyla, bu sinemanın temel felsefi dayanağı, kafalardaki normal boşluk duygusuyla rahatsız edilen her tür yaşamsal sorgulamanın, hızlandırılmış gerçeğin yüzeysel açılarıyla bozulması; özetle, "yaşama acısının bastırılması"dır (Virilio;2003;37). Ne var ki, "yaşama acısının bastırılması"nın kendisi de, dramatik olanın yine dramatik olanla daha da derinleştirilmesinden ibarettir. Dramı dramla bastırmak, Virilio'nun deyimiyle "dünyanın gerçekleştirilmesi felaketinin" (2003; 41) ilk adımıdır. Çünkü medyatik görüntünün belirleyici olduğu an, enformasyonun yoğun dramatik bir temsile dönüştüğü andır, bilinçsiz arketiplerin yüceltildiği andır. Burada söz konusu olan, enformasyonun üretimi ve yaratımının paylaşımından duyulan haz değil, iletilerin oluşturduğu emek anı'nın kaydı ya da yeniden-üretiminden ziyade; İzzet Yasar'ın da belirtiği gibi; "tam tersine, donmuş emeğin, deri altına gizlenmiş fiction'u adeta yırtarak, bakış'la karşılaşması ve izleyen gözün retinasına doğrudan kaydedilmesidir "(1999;14). Bu bakımdan, hızlanım sinemasında, görüntü ya da iletilerin hızlılığı, belli bir gerçeklik yaratımı sürecine eşlik etmek yerine, doğrudan doğruya ona "müdahale" etmektedir. İletişim 2003/18 Virilio ve "Hızlandırılmış Hakikat" 5 Uzak ya da yakın plan çekimlerin işlevi için de yine aynı şey geçerlidir. Hızlı bir şekilde "birbirini takip eden yakın plan insan yüzü çekimleri (açık bir biçimde) izleyicinin 'uzay duyumu'nu iptal etmeye yöneliktir" (Yasar;1999; 96). Bu tür hızlı imge akışı, beklenildiği gibi, "uyuşumun yapıcı bir öğesi"ni (Yasar;1999;30) değil, mekana ilişkin algısal bir parçalanmışlığı simgelemektedir. Aynı nedenden dolayı diyebiliriz ki, zamana ve mekana ilişkin algısal bir parçalanmışlığı daha da genişleten dinamik imgelerin söylemi, hız kavramının yakalanamaz ritmi sayesinde "iğdiş edilmiştir". Böyle bir söylemle çerçevelenmiş bir dünya, sürekli kazalar mekanından başka bir şey değildir. Böyle bir kazalar mekanı yalnızca sesin ve görüntünün şifa dolu toprağında sözün bastırılmasından başka bir amaca da hizmet etmez. Hızlı görüntüler yardımıyla oluşturulan bu basınç, Bourdieu'nün de dediği gibi, olsa olsa "sözün ve düşüncenin dolaşımını terörize eder" (Akt.Bora; 2001;18). Aynı olumsuzluk, dinamik imgelerin her yerdeliği yüzünden, bakışın ayrı ayrı mekanları aynı anda algılayışıyla, algıda temel bir çarpıklığa neden olur. Virilio'nun da deyimiyle, enformasyonun "dromosferik (hız-küresel)" evriminde, bakışın ayrıcalıklı satış noktalarına taşınarak yerinden edilmesi, aynı zamanda "uzaktan hareket etmenin yarattığı dromolojik gerçeklik etkisinin yüzeysel zamanını icat etmiştir" (Virilio;2003;112). Bu yüzeysel zaman, hızlanım sinemasının da dünyasal zamanı ve mekanı başlıca "gerçeksizleştirme" edimidir. Bu gelişme, sinemanın ilk ortaya çıkış yıllarında, ne Melies'nin temsil ettiği "düşlemsel" geleneği; ne de Lumieres'lerin öncülük ettiği "belgesel-gerçekçi" geleneği savunulur kılmamaktadır artık. Çünkü gerçekliğin hızlanması, sinemada yeni montaj teknikleriyle rastlantı öğesini düşlemsel boyutta bir "kader" gibi tanımlarken; sinemanın modern devirlerine ait olan geçmiş, şimdi ve gelecek gibi süre sınıflandırmalarını da her tür belgesel kesinliğin dışına itmektedir. Hızın yarattığı yeni gerçeklik duyumları, bir yandan mekan içindeki maddi varoluş biçiminin daralmasını simgelerken; diğer yandan, hızlandırılmış zamansal boyutlar içinde algılanan doğal ya da fizik-mekansal varoluş hissini de daraltmaktadır. Dolayısıyla, dünyasal gerçekliğin algılanışına ilişkin ne düşlemsel, ne de belgeselgerçekçi bir duyuşun varlığı mümkündür artık. Virilio'nun sözleriyle ifade İletişim 2003/18 6 Hüseyin KÖSE edersek, bu yeni evrede artık "maddi hacim 'etkin varoluş' gibi bir geometrik değeri kaybetmekte, 'tele-varoluş' sayesinde olguların doğallığına galebe çalan görsel-işitsel bir hacim çıkmaktadır ortaya" (2003; 114). En masum tanımlamayla görsel iletişimin mutlak zaferi olarak adlandırılabilecek bu gelişme, Benjamin'in deyimiyle "imgenin okuma yazma bilmeyen topluluklarını" yaratmıştır (Akt.Virilio;2003;39). Alain Gauthier de 1993 yılında L'Harmattan yayınevince yayımlanan L'İmpact de l'image (Görüntünün Etkisi) adlı çalışmasında, görsel iletişimin dille ve gerçekliğin temsil biçimleriyle bağlantısına ilişkin Virilio'nun savlarını haklı çıkaracak görüşler öne sürmektedir. Gauthier'e göre de, içinde yaşadığımız ve "tele-gözetim" kavramında ifadesini bulan enformasyon çağında gerçekliğin temsili ile en sabırlı araştırmaların ortaya koyduğu bir gerçeklik temsili arasındaki ayrım, görsel iletişim biçimlerinin artık "dilin bir alt yazısı ya da işaretler arası bir geçiş öğesi yaratmasında" yatmaktadır (Gauthier; 1993;37). Gauthier, sözün artık görüntünün arka planına geçmesiyle, "görüntünün evrensel bir dilin içeriğinde genelleştirilmiş iletişimin fantazmasını gerçekleştirdiğini" (1993;37) belirtmektedir. "Tele-Gözetim" ve Yeni İktidar Yapılanması Nasıl ki Virilio, "hakikatin hızlanması" olarak adlandırdığı olguda, dünyasal gerçekliğe ilişkin "adı konulamayan bir teknik bulaşma tarafından aktarılan kalıtsal bozuklukların" (2003;41) bir yansımasını görüyorsa, Gauthier de "görüntüyü her şeyden önce süreye ve anlıksal gerçeğin kalıcılığına yapılmış bir müdahale" (1993;38) olarak görmektedir. Başka bir deyişle, Gauthier, görüntünün gerçekliğin zamansal kontrolünü hakim bir ikna unsuru olarak değil, "ivedi bir gönderi olarak görselleştirilmiş zamana taşıdığından" (Gauthier;1993; 38) söz etmektedir. Gauthier'nin sözünü ettiği görselleştirme süreci, dolaysız biçimde bir hız çevrimine kazınmıştır. Gauthier'nin bu görsel sürecin hızlılığından kastettiği şey, aslında zamanın araç (medium) yoluyla denetimi, mesajı yapılandıran şeyin bizzat zamanın kendisi olduğudur. Virilio ise, bu hız fikrine ek olarak "görsel bir kirlilik"ten söz etmektedir. Buna göre, adım başı, karşılaşmak istemeyeceğimiz afişler, İletişim 2003/18 Virilio ve "Hızlandırılmış Hakikat" 7 ilanlar ve spot reklam cümleleriyle yaratılan bu kirlilik, zihinsel bir görüş bulanıklılığının da temeli, alt yapısıdır. Özellikle Amerikan reklamcılığını söz konusu görsel kirliliğin baş sorumlusu olarak gören Virilio'ya göre, "yeni bir dünya ekolojisi" (2003; 46) oluşturmayı hedefleyen bu anlayış "dünyanın bütün büyük şehirlerini birkaç saat içinde aynı afişle baştan aşağı donatarak, böylece şu zavallı dünyada yaşayan bütün şehirlileri kendi isteklerine rağmen, kendilerine sunulanı değil, dayatılan şeyi görmek zorunda bırakacaktır" (Virilio;2003; 46). Bu girişim, post-modern dönemin büyük bir işgüzarlığı olarak, hızlı, kültürel bir trafiğin de başlangıcıdır. Gauthier'nin birkaç sayfa ileride ifade ettiği düşünce de tastamam budur. Virilio'nun dolaşımdaki görsel kirliliğe ilişkin çıkarsamaları, Gauthier'de mesajların kaynağında, yani araçta karşılığını bulmaktadır: "Araç, kalıcı olmayan parçalardan kurulu bir söz fazlalığıyla 'durduraksız' görüntülerin yakalanması olanaksız yayılımını kullanmaktadır" (Gauthier;1993;40). Dolayısıyla, Virilio'da aslolan mesajların biçimsel aracılığıyla kurulan hakikatin hızlanması düşüncesinin öncelikli konumuyken; Gauthier'de aslolan, aracın ikinci bir zaman rejimine geçişe izin vermesidir. Buna göre, görüntünün zamanı, yeni bir hakikat ya da hakikatler tanımlamasına olanak tanıyan, bununla birlikte, olayların ve kolektif duyguların açıklamasını işaret eden tek özel varlık şeklimizdir. Yine, Virilio'da küresel bir "tele-gözetim"le sonuçlanan bu hakikat hızlanması, kolektif paylaşıma yeni açıklamalar getirirken; Gauthier'nin doğrudan doğruya aracın (medium) denetimine tabi olan ve araç tarafından yapılandırılan zamanında, alıcıyı/izleyiciyi belli bir davranış kanalına sokmak için değil, salt bir görev olarak kullanmaktadır. Çünkü her şeyden önce, Virilio'nun "tele-gözetim"den anladığı şey, "kendi kaygılarını, saplantılı korkularını bir yaşama alanının aşırı teşhiri yoluyla bütün bir çağla paylaşmak"tır (Virilio;2003;59). Hızlandırılmış gerçekliğin temel anlatısı da, bu yüzden, "toplumsal tele-yakınlık'ın fantastik varoluşudur" (Virilio;2003;59). Söz konusu "tele-yakınlık"ın bireysel davranışlarda belli refleksleri değil, belli şartlı refleksleri öngörmesi ise, söz konusu yakınlık durumunun yapaylığının bir güvencesi olarak anlaşılmalıdır. Bütün bakışları ve duyuları belli ayrıcalıklı satış noktalarına yönelten böyle İletişim 2003/18 8 Hüseyin KÖSE bir yakınlığın evrensel gözetlemeciliğin açık ve nitel bir belirtisi olması da aynı şartlı reflekslerin bir ürünüdür. Nitekim, Virilio'nun aynı şartlı reflekse uyum derecesinin damgasını taşıyan bir "dünya vatandaşı"ndan söz etmesi boşuna değildir. Virilio'nun deyimiyle; "dünya vatandaşı, artık paylaşılan refleksin değil, şartlı refleksin belirlediği bir tür aile oyununun tüketicisidir. Bugün istatistik olarak da tespit edilen tavırların kitleselleşmesi olgusu, demokrasinin kendisini de tehdit etmektedir" (2003;65). Buradan bakıldığında, sözgelimi bugün ABD'nin Irak savaşı özelinde tanık olduğumuz denizler aşırı siyasi müdahaleciliği ve benzer girişimlerle haklılaştırılmaya çalışılan düşüncelerin ardında, gezegen barışının tesisi gibi asılsız bir iddia etrafında oluşturulan küresel bir kamuoyunun ve devletler nezdinde uyulan bir şartlı refleksin demokratik değil de ekonomik itkilerce yönetildiğini görmek bakımından hiç de şaşırtıcı değildir. Çünkü yine Virilio'nun da belirttiği gibi, bugün artık "ekonomik savaş, kendini büyük bir iletişim özgürlüğü savunusunun ardına gizleyerek faaliyet göstermektedir" (2003;64). Söz konusu ekonomik savaş, kendine özgü yeni bir iktidar yapılanması yaratmakta, devletleri bile iktidarsızlaştıran bir işleyişle, uluslar ötesi yeni bir iktidar mekanizmasının dolaşıma sokuluşuna işaret etmektedir. Bu yeni iktidar yapılanmasının iş yaşamındaki yansıması ise, çalışma zamanıyla özel hayat arasındaki ayrımı ortadan kaldıran yeni birtakım uygulamaların başlatılması bakımından oldukça çarpıcıdır. Artık hemen hemen tüm gelişmiş ülkelerde yarı-zamanlı yerine, sıfır zaman'lı iş görüşmelerine imza atılması genel eğilimini başlatan bu uygulamaya göre; "şirketler cep telefonu sayesinde çalışanlarının özel hayatları ile çalışma zamanları arasındaki ayrımı ortadan kaldırmaktadır" (Virilio;2003;67). Virilio, iş yaşamındaki teknoloji -cep telefonu- destekli bu yeni iktidar yapılanmasıyla zaman denetimi uygulamasını "hane içi köleliğin yeniden icadı" (2003;67) diye adlandırmaktadır. Şirketlerin ne zaman isterlerse çalışanlarını "iş başına çağırabileceklerini" anlatan bu yeni eğilimle birlikte, artık Foucault ve Deleuze'ün daha önceden haber verdikleri "kapatma ve kontrol toplumları" tespiti, Virilio'yla birlikte yeni bir küresel "tele-gözetim" evresine girmiş bulunmaktadır. Bu yeni dönemin öncekilerden farkı, yetkeci kişilik ve toplum örüntülerinin yol açtığı baskıcı biçimler değil, tekno İletişim 2003/18 Virilio ve "Hızlandırılmış Hakikat" 9 kültürel gelişmeler, dikişsiz enformasyon ve telekomünikasyon arasındaki suç ortaklığıyla birlikte yürüyen katıksız bir zaman ve mekan denetimi fikridir. Dahası, küresel düzlemde, sıkıştırılmış bir zaman kategorisi içinde gerçekliğin hızlandırılarak denetim sağlayıcı bir güce indirgenmesinin yarattığı rahatsız edici bu yeni görünüm, beraberinde daha derin sorunlar getirmektedir. Virilio'nun da deyimiyle, artık "iletişimin alışılmış teknik sorunlarının yanına, anında yorum yapmanın getirdiği korku verici tuzaklar eklenmiştir" (2003;69). Bundan başka, denebilir ki, imaj teknolojisinin hıza dayalı evreninde seyretmek, asıl harekettir. Dolayısıyla belli bir yorumlama düzlemine gereksinme duymadan yaşamanın temel şartı, hıza uyum sağlanılamadığı zamanlarda, ona boyun eğmektir. Gauthier'nin yerleşik görüntü (image endemique) adını verdiği şey de temelde budur. Yerleşik görüntü, Gauthier'ye göre, zamanın sığınağına yerleşmiştir; bir anlamda, bu, medyatik yoğunluğun büyüklüğü, Virilio'nun "optik karanlığın genişlemesi" adını verdiği şeydir. Gauthier, bir imge aktarım aracı olarak TV ekranı ile herhangi bir başka gündelik ulaşım aracı arasındaki hız ve gerçeklik duyumu açısından hissedilen farkı güzel bir örnekle şöyle açıklamaktadır: "Hız, temelde nesnelerden ve dekordan yararlanır ve bizler, indirgenmiş bir alanda kalmaya mahkum ediliriz. Sözgelimi bir motosiklet üzerindeyken, makineyle (motosiklet) uygun haldeyizdir; hız duyumu korunmuştur. Buna karşılık ekran, bize sadece özel etkiler sayesinde yeniden ulaşan bu izlenimi bozar. İmaj teknolojisi, uzamı yeniden üretir; uzamın bir plandan diğerine geçişi (zamansal) boyutun kaba değişimlerini simgeler" (1993;86). Gauthier, gerçek dünyadaki hız duyumunun zamansal ve uzamsal duyumu birleştirici ya da birbirinden ayırıcı etkilerini, ekrandan yansıyan ve ekran aracılığıyla yeniden üretilmiş dünya imgelerinin algılanışı üzerinde geçersiz kılacak sanal bir mekanizmaya vurgu yapmaktadır. Her şeyden önce, ekranda görüntüsüz bir zaman, boşluğun simgesidir. Buna karşılık, Gauthier'ye göre, "medyatik görüntü israfı" ise, "bizim için lüks ve olayları kendi yüzeysel çarpıklıkları içinde kısaltılmış (zamansal düzlemde sıkıştırılmış) bir vizyona İletişim 2003/18 10 Hüseyin KÖSE uyarlamak haline gelmiştir. Bu yüzdendir ki, görüntü, görüntüden başka bir şeyi çağrıştırmaz" (Gauthier;1993; 56). Sonuç Sonuç olarak, yeni küresel enformasyon teknolojisinde öne çıkarılan şey, artık mekan değil, zamandır. Daha doğrusu, "hızlandırılmış zaman"dır. Hızlandırılmış zamanın doğrudan çıktısıysa "hızlandırılmış gerçeklik" olgusunda karşılığını bulmaktadır. Buna bağlı olarak, dünyasal zamanı ve mekanı kavrayışın temelinde, etkin bir varoluştan ziyade, bir tele-varoluş eğilimi yatmaktadır. Tele-varoluş perspektifinden bakıldığında, modern dönemlere özgü geçmiş, şimdi ve gelecek şeklinde belirlenmiş olan üçlü süre sınıflaması, dünyasal hakikati tanımlamaya yetmemektedir. Çünkü modern sonrası bu yeni dönemde, hem yoğunlaştırılmış, hem de hızlandırılmış bir gerçeklik sunumunun etkisi, hız duyumuyla birlikte, dünyasal zaman ve mekanın doğallığını parçalamış, gerçekliği salt bir zaman dışılık ve mekan dışılık düzlemine indirgemiştir. Bu açıklamalardan hareketle diyebiliriz ki, hız temelinde yapılandırılmış olan görüntü, sıkıştırılmış vizyondur; görüntünün yoğunluğu ise, onun her yerdeliği ile ilgilidir ve böyle bir görüntü derinlikten yoksun bir biçimde yüzeysel gerçeklikleri tüm çarpıklıkları içinde açığa vurur. Şu halde görüntü, geniş ve hızlı yayılımı yüzünden kendi duygusal ve düşünsel verimliliğini yitirdiği gibi, ondan arta kalan şey, sadece tamamıyla yapay, yeniden kurulmuş bir evrendeki görselleştirilmiş olaylar dizisine işaret etmektedir.Virilio'nun asıl kaygısı da burada yatmaktadır: Yani gerçekliğin yalnızca yüzeyine ilişkin edindiğimiz izlenimlerle mesajları algılama konusunda maruz bırakıldığımız hızlılığın, aynı sıkıştırılmış vizyonun doğal bir sonucu olarak, belli bir kısıtlı zaman düzlemini doğurması. Buna ek olarak ayrıca, Virilio’nun işaret ettiği bir başka tehlike, içinde bulunduğumuz sinematik çağın en büyük tehlikesinin, belki de gündelik hayatın zaman ve mekan sınırlarını bir mekan dışılık ve zaman dışılık düzeyine indirgemiş olmasıdır. İşte bilginin sınırsız gelişiminin dramatik olan yanı, belki de budur. Yine özellikle Internet’in, tıpkı ünlü fabl ustası İletişim 2003/18 11 Virilio ve "Hızlandırılmış Hakikat" Ezop'un dil hikayesinde olduğu gibi, çift uçlu bir paradoksla damgalanmış olmasının nedeni de budur. Ya da belki, geleceği haber verilen bir teknik devrim bir dramdan daha fazla bir şeydir. Eğer bireysel hareketlerin akılcılığı, sonunda küresel bir akıl dışılıkla sonuçlanıyorsa, eğer küreselleşme, tarihin hızlanmasının tamamlanması değil de sonlanması ya da bilginin teknik gelişimiyle patlatılmış bir enformasyon bombası, dünyanın sunduğu imkanlar alanının kapanması anlamını simgeliyorsa, neden olmasın? Şu halde, sözü, bir an için tüm hayali uzuvlarıyla birlikte –küresel teknolojik ve iletişimsel ağlarlarla birlikte- hareketsiz kalmış bir dünyanın ütopik erdemine övgüde bulunmak adına, Virilio'nun dramatik bir biçimde sorma cesaretini gösterdiği şu ilginç soruyla tamamlayabiliriz: Gerçekten de hareket olmasaydı, kaza olur muydu?. Ya da yaşamını hızlandırılmış hakikatlerin kuşatması altında kurmaya çalışan tekno-kültürel bir uygarlığın dolaysız "özne"si bir insanlık için, acaba tümüyle hareketsiz kalmanın anlamı her tür iletişimsel kazayı önlemeye yeterli olabilir miydi? Kaynaklar Bora, Tanıl (2001); "Entelektüel Kıstırılmışlık ve Sözün Sınırları", Birikim, sayı: 144, s: 18. Gauthier, Alain (1993); L'impact de l'image, Paris: Edition L'Harmattan. Virilio, Paul (2003); Enformasyon Bombası, Çev: Kaya Şahin, İstanbul: Metis Yayınları. Yasar, İzzet (1999); Balta/Zar, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. İletişim 2003/18 12 Hüseyin KÖSE Abstract According to Virilio, what put forward in new global information technology is the time not anymore place. Indeed, it is “accelareted time”, if accelareted time is directly output, it finds itself in accelareted reality. Depending on this, the tendency of “only one existence” lie in the basis of comprehension of worldly time and place rather than an “eefective existense”. When looked at the perspective as regards only one existence, tripartite duration clssification determined as in past, now and future isnt enough to define worldly reality. Because, in this new period, the impact of presentation of reality both intensified and accelareted to pather with speed sensation has broken down the natırality of wordly time and place and reduced the reality to a solely simultenousness and establishment. Key Words: accelareted time, effective existence, only one existence, information technology, accelareted reality, speed İletişim 2003/18 Virilio ve "Hızlandırılmış Hakikat" 13 İletişim 2003/18 İnternetin Geleceği Hakkında İki Farklı Yaklaşım Kuramcıların Görüşleri Selva ERSÖZ∗ Giriş İletişim insan aktivitelerinin temelini oluşturur. Bugün önemli iletişim araçlarından biri haline gelen internet, tüm sosyal alanlara yayılmakta, onları değiştirmekte ve yeni bir iletişim alanı olarak karşımıza çıkmaktadır. Her yeni icat edilen teknoloji ve bu teknolojinin topluma yayılmasıyla birlikte, kültürün bu araçlar tarafından yönlendirilmesi sonucu çok çeşitli değişiklikler yaşamaya başladık. 90’lı yıllardan itibaren iletişimin ve internetin gücü, bilişim sistemlerinde kaydedilen gelişmeler bizi yeni teknolojik çalkalanmalara sürüklemiştir. İnternet üzerine yapılan teorik araştırmalar, aslında daha çok bu yeni teknolojinin toplum üzerindeki sosyal sonuçlarını inceler ve henüz sınırlı ve dağınık çalışmalardır. Eric Guichard’ın da belirttiği gibi “yeni bir teknolojinin sosyal sonuçlarını, o teknoloji toplumda uzun zaman ve geniş ölçüde yayılmadan ölçemeyiz” ( 1999: 1). Bilişim tarihi henüz ilk zamanlarını yaşarken, internetin diğer teknolojilerle karşılaştırıldığında başdöndürücü bir hızla gelişmesi ve ilerlemesi en uyanık bilişimcinin bile bu gelişmeleri takip etmesini güçleştirmektedir. Ağ ekonomisi ve elektronik enformasyon yönetimi konularda uzman, Dr. Özgür Uçkan’ a göre bilişim ve iletişim teknolojilerinin gelişimi, özellikle de internetin yaygınlaşması, medya ile demokrasi arasında varolduğu düşünülen bağlantı konusunu yeniden gündeme getirmiş, internetin doğasını oluşturan gayri merkezi yapı ve ∗ Kadir Has Üniversitesi İletişim Fakültesi Araştırma Görevlisi, Université de la Méditerrannée (Marsilya, Fransa) Doktora Öğrencisi İletişim 2003/18 Selva ERSÖZ 2 etkileşim boyutunun katılımcı demokrasi bakımından sunduğu imkanlar tartışılmaya başlanmıştır. Bu imkanlar, “ağların ağı” olarak internetin karakteristik özelliklerinden, yani temel yapısını oluşturan “ağ mantığının” getirdiği “küresel”, “gayri merkezi”, “açık”, “sınırsız”, “etkileşimli”, “kullanıcı-denetimli” ve “altyapıdan-bağımsız” niteliklerinden kaynaklanmaktadır ( 2003: 27). Bu makalede araştıracağımız ana soru, internet ve siber kültür insanlık için daha iyi bir gelecek sunabilecek midir yoksa tam tersi etkileri yaratacak ve varolan düzeni yıkacak, sosyal değerlerimizi kaybetmemizi sağlayacak bir araç mı sorusu olacaktır. Bu konuyu kuramcıların görüşlerini özetleyerek aktarmaya çalışacağız. Bunun için de iki ana görüşten yola çıkacağız. Birinci görüş, ki bunu iyimser yaklaşım olarak adlandırabiliriz, internetin insanlar arasındaki iletişimi geliştireceği, yeni bir paylaşım türü yaratacağı, kültür çeşitliliğini sergilemek için yeni bir fırsat yaratacağı gibi bazı temel savlardan yola çıkmaktadır. İkinci görüş ise, kötümser yaklaşım olarak ifade edilebilir. Bu yaklaşım, internetin toplum tarafından özümsenmemesi, sosyal bağın yok olması, kuzey-güney arası eşitsizliğin artması ve internetin egemen sınıfın elinde onların çıkarlarına hizmet eden bir araç haline gelmesi gibi tehdit ve tehlikeleri temel almaktadır. Teorik anlamda bu görüşlerin ana öncülerinden yola çıkarak, iki yaklaşım da örneklerle incelenecek ve sonuç bölümünde de, başta ortaya koyduğumuz internet insanlık için daha iyi bir gelecek sunuyor mu sorusuna cevap verilecektir. Bu çalışma, iki yaklaşımın öncü kuramcılarının internetin genel anlamda geleceği ve etkilerini hakkındaki temel görüşlerini içermektedir. İyimser (Optimist) Yaklaşım İyimser yaklaşımın öncülerinden sayılan Pierre Lévy “Cyberculture (Siber Kültür)” adlı kitabında, bu kültürün özelliklerini, etkileşim, sanal toplulukların oluşumu ve kollektif zeka olarak belirtir (1997: 141-143). bu Siber kültürün teknik alt yapısını evrensel iletişim oluşturmaktadır ve da internet üzerindeki her adresin birbirine bağlı olmasıyla İletişim 2003/18 İnternetin Geleceği Hakkında İki Farklı Yaklaşım Kuramcıların Görüşleri 3 sağlanmaktadır. İnternetin yarattığı etkileşim, kanalları aşarak bizi, tüm dünyaya açılan sınırsız topluma ulaştırır. Telefon hatları, fiberoptik kablolar, uydular, mobil sistemlerle dünyayı ikinci bir küre gibi kaplayan ağların “akış mekanı” üç temel katmandan oluşmaktadır: teknolojik ağ altyapısını biçimlendiren elektronik iletim şebekeleriyle teknik katman; ağ dağıtıcıları ve düğümlerinin biçimlendirdiği mekanın topografyası olarak coğrafi katman; ve ağ kullanıcılarının etkileşim mekanı olarak sosyal katman ( Castells, 1996: 412-417). Siber mekan olarak adlandırılan mekan ise, özünde bir akışlar mekanıdır ve teknik, coğrafi ve sosyal bir gerçekliğe sahiptir. Dr. Özgür Uçkan siber mekanı gerçek bireylerin ve onların oluşturduğu gerçek toplulukların, iletişime ve etkileşime girerek gerçek ilişkiler kurmaları sonucu, gerçek sonuçlar yaratan gerçek eylemlerde bulundukları bir mekan olarak tanımlar. ( 2003: 24) Siber kültürün ikinci özelliği olan sanal topluluklar, Howard Rheingold’un tanımına göre, “siber dünyada ortaya çıkan yeterli sayıda bireyin biraraya gelmesiyle oluşan ortak bir kültür, görüş ya da fikri paylaşan sosyo-kültürel oluşumlardır” (1993: 6). Sanal topluluklar kamuoyu uygulanmalarının işleyişini hızlandırmaktadır. Dr. Uçkan ise sanal toplulukların ortaya çıkışı ile ilgili görüşlerini şöyle özetler: İnternet, yüz binlerce enformasyon kaynağına anında erişim imkanı sunmakta; özellikle merkeziyetçi olmayan bir biçimde tasarlanmış olduğu için coğrafi sınırları etkisiz kılmakta, dolayısıyla da hükümetlerin denetimini güçleştirmekte; görece kolay ve ucuz erişim imkanı taşımakta; sınırsız enformasyon barındırma potansiyeli bulunmakta; tüm kullanıcıların enformasyon almak kadar iletmesine de izin vererek etkileşim boyutunu güçlendirmekte; yeni etkileşim imkanı sayesinde kullanıcıların başka iletişim ortamlarına kıyasla çok daha fazla denetim sahibi olmalarını sağlamakta; belirli bir teknik altyapıdan ( kablolu, kablosuz) ya da işletim platformundan ( windows, linux vb) bağımsız olarak işlevini yürütebilmektedir. Tüm bu nitelikleriyle internet, başlangıcından beri sosyal bağlantı imkanını İletişim 2003/18 4 Selva ERSÖZ canlandırmış ve “sanal topluluk” kavramının ortaya çıkmasına neden olmuştur ( 2001). Ortak bir tartışma zemini oluşturması, uygulama sahasının daha şeffaf ve daha katılımcı hale getirilmesiyle klasik medya araçlarına oranla, bu tartışma zeminlerinin ulaşılmasını ve dağıtılmasını daha kolay kılmaktadır. Sanal topluluklar arasında oluşan sosyal bağ; ortak ilgi alanları, bilginin dağılımı ve ortak öğrenme üzerine kurulmuştur. Günümüzde sanal topluluklar sayesinde, dünyanın dört bir tarafından insanlar yer, zaman ve mekan ayrımı olmaksızın bilgi paylaşabilmekte ve bilgi alışverişinde bulunabilmektedir. Bu da kollektif zekayı oluşturmaktadır. Dijital kanallar sayesinde bugün insanlar her türlü mesaj ve bilgiyi paylaşabilmekte, elektronik konferanslara katılabilmekte, internette bulunan toplumsal bilgilere kolaylıkla ulaşabilmekte ve projeler üreten, dostluk barış ve işbirliğini geliştiren yaşayan canlı bir ansiklopedi oluşturmaktadırlar. Pierre Lévy tarafından siber kültürün üçüncü özeliği olarak belirtilen kollektif zeka ise “her tarafa yayılan, değerini yitirmeyen, zamanla eşgüdümlü olarak hareket eden ve uzmanlıkları harekete geçiren bir zeka” olarak tanımlanır (1994: 67). Kollektif zeka projesi birey ve kollektif kavramlarını yeni bir öğrenme alanı içinde tanımlar. Bu yeni öğrenme alanı; etik temellere dayalı insan ilişkilerini inceleyebildiğimiz, bireylerin uzmanlıklarına göre değerlendirildiği, değişikliklerin anında dönüşüme uğradığı ve herkesin bilgiye hizmet eden bireyler olarak görüldüğü, bu bilgiye giden yolda öğrenme yollarının kesilmediği alan olarak tanımlanabilir. İyimser yaklaşım içerisinde görüşlerine yer vereceğimiz bir başka araştırmacı da “Et Dieu Créa Internet (Ve Tanrı İnterneti Yarattı)” adlı kitabın yazarı Christian Huitema’dır. Yazara göre internet radyo ya da televizyon gibi tek anlamlı bir medya aracı değildir. İnternette herkes aynı zamanda bilgi kaynağı ve tüketici olabilir (1996: 185). İkinci bölümde ayrıntılarıyla inceleyeceğimiz kötümser yaklaşımın öncülerinin başlıca argümanı internetin toplumda yaygınlaşmasıyla birlikte bilgiye ulaşma konusunda eşitsizliğin artacağı yönündedir. Bu görüşe karşılık Huitema, toplumda zaten bilgiye ulaşma konusunda bir ayrımın olduğunu ve bunun İletişim 2003/18 İnternetin Geleceği Hakkında İki Farklı Yaklaşım Kuramcıların Görüşleri 5 internetten önce de bulunduğunu vurgular (1996: 186). Bilgiye ulaşmak hükümet üyeleri gibi bazı ayrıcalıklı kesimler için her zaman daha çabuk ve daha kolay gerçekleşmektedir. Şu durumda yapılması gereken yeni teknolojilerin mümkün olduğunca herkese en hızlı biçimde ulaştırılmasını sağlamak olacaktır. Toplum içindeki eşitsizliklerin yok olması ancak internetin yaygınlaşmasıyla mümkün olacaktır. İnternetten ulaşılan bilginin pahallı olduğu görüşüne karşılık öne sürülen fikir, kullanım yaygınlaştıkça maliyetin düşecek olması görüşüdür. Buna örnek olarak televizyonları verebiliriz. Ayrıca internette haberleşmenin, elektronik posta örneğinde olduğu gibi, telefonla haberleşmeye göre maliyetinin düşüklüğü de unutulmamalıdır. Bugün hemen hemen her evde bir tane televizyon bulunmaktadır; belki de yarın bu durum bilgisayarlar ve internet için geçerli olacaktır. İyimser yaklaşımın ana düşüncelerini bu şekilde özetledikten sonra konuyu bir örnekle daha belirginleştirebiliriz. İnternet bugün her alanda olduğu gibi kültür alanında da çok etkili olmaktadır. Web sitelerin oluşumu bize gerçek bir kültür mozaiği sunmaktadır. İngilizce dilinin etkinliğiilinin etkinliğirağmen, çok değişik dillerde çeşitli web siteleri bugün milyonlarca internet kullanıcısının hizmetine sunulmuştur. Hatta kültürel azınlık toplumları bile interneti kullanarak kendi dillerini ve kültürlerini yaymaya başlamışlardır. Bugün internet ortamı sayesinde pek çok ulus kendi kültürünü yaymakta, yeni kültürler tanımakta ve kaynaşmaktadır. Konuyla ilgili özellikle UNESCO’nun çalışmaları dikkate alınmalıdır. UNESCO’nun web sitesinde ( www.unesco.org) azınlık kültürler, bu kültürlerin özellikleri ve kültürler arası diyaloglarla ilgili detaylı bilgi bulunmaktadır. UNESCO’nun çalışmaları iki açıdan ilgi çekici ve önemlidir. Birincisi, dünya üzerinde bulunan ve kendini geniş ölçüde tanıtma imkanı bulamayan, yeni teknolojilere uzak kültürler hakkında bize kapsamlı bilgiler vermesi ve ikinci olarak da tüm bu bilgilerin internet üzerinden ulaşılabilir durumda olmasıdır. Ayrıntıya girmeden bahsedecek olursak, bugün internet üzerinde en etkin topluluklardan biri, Ermeni topluluklardır. Elektronik ortamda siber kültürün özelliklerini kullanan Ermeni topluluklarının nasıl interneti kullanarak birbiriyleriyle iletişim halinde olduklarını ve dünyanın dört bir köşesine yayılmış olsalar bile kültür ve değerlerini koruduklarını ve en önemlisi diaspora idealini geliştirmek için nasıl çalıştıklarını görebiliriz. İletişim 2003/18 Selva ERSÖZ 6 Kötümser yaklaşım kuramcılarının iddia ettiğinin aksine, internet gerçekte kültürel ayrıcalıkların kaybolmasına değil, onların daha geniş çevrelere daha hızlı bir biçimde tanıtılmalarını sağlar. İnternetteki dil sorunu başlı başına ayrı bir çalışma konusu olmakla birlikte, kısaca değinmek gerekirse, İngilizcenin en yaygın ve ana dil olarak kabul edildiği internet ortamında son yıllarda diğer dillerin kullanımında da artan bir tablonun sergilendiğini görüyoruz. 09-1998 08-2000 01-2000 06-2001 08-2001 10-2001 02-2002 02-2003 ES/İspanyolca 3.37% 8.41% 9.46% 10.95% 11.24% 11.36% 11.60% 10.83% FR/ Fransızca 3.75% 7.33% 7.89% 8.86% 9.13% 9.14% 9.60% 8.82% IT/İtalyanca 2.00% 4.60% 4.93% 5.88% 6.15% 6.15% 6.51% 5.28% PO/ Portekizce 1.09% 3.95% 4.44% 5.40% 5.57% 5.61% 5.62% 4.55% DE/ Almanca 5% 11.00% 11.43% 13.42% 13.74% 14.08% 14.41% 13.87% Tablo 1: İnternette kullanılan dillerin İngilizce karşısındaki gelişimi Kaynak: http://www.funredes.org/LC/L5/evol.html 1999 2001 2003 2005 İngilizce konuşan 91,969,151 milyon 54% 108,282,662 milyon 51% 124,265,453 milyon 46% 147,545,824 milyon 43% İngilizce konuşmayan (percentage) 79,094,449 milyon 46% 104,480,528 milyon 49% 143,733,527 milyon 54% 198,008,511 milyon 57% Toplam 171,168,600 milyon 212,889,190 milyon 268,150,180 milyon 345,735,835 milyon Kaynak: Computer Economics- Tablo 2: İnternet üzerinde kişilerin kullandıkları dillere göre dağılımı Kaynak: http://www.opinionpower.com/statistics.html İletişim 2003/18 7 İnternetin Geleceği Hakkında İki Farklı Yaklaşım Kuramcıların Görüşleri 09-1998 08-2000 01-2000 06-2001 08-2001 10-2001 02-2002 022003 EN/ İngilizce 75% ES/ İspanyolca 57% 55% 52% 51% 50.5% 49% 45% 2.53% 4.79% 5.20% 5.69% 5.73% 5.74% 5.68% 4.87% FR/Fransızca 2.81% 4.18% 4.34% 4.61% 4.66% 4.62% 4.70% 3.97% IT/ İtalyanca 1.50% 2.62% 2.71% 3.06% 3.14% 3.11% 3.19% 2.38% PO/ Portekizce 0.82% 2.25% 2.44% 2.81% 2.84% 2.83% 2.75% 2.05% RO/ Romence 0.15% 0.21% 0.18% 0.17% 0.18% 0.18% 0.16% 0.10% DE/ Almanca XXXX 6.27% 6.29% 6.98% 7.01% 7.11% 7.06% 6.24% resto/e other/ 13.44% 22.67% 23.84% 24.69% 25.45% 25.92% 27.45% 35.39% diğer Tablo3: İngilizce karşısında internette kullanılan diğer dillerin gelişimi Kaynak: http://www.funredes.org/LC/L5/evol.html Yukarıdaki tablolar incelendiğinde, birinci tabloda internette kullanılan dillerin gelişimini görmekteyiz. Funredes1 tarafından gerçekleştirilen bu çalışmada, 1998 Eylül ayından itibaren araştırma alanını kapsayan 5 dilin (Fransızca, Almanca, İtalyanca, İspanyolca ve Portekizce) internet üzerindeki dağılımını verilmiştir. Yüzde oranlar, bu dillerin İngilizce karşısındaki gelişimini göstermektedir. Burada söz konusu olan çalışmanın amacı, interneti kullanan kişilerin kullandıkları dilleri belirlemek değil, internet üzerinde web sitelerinde ve arama motorlarında adı geçen 5 dilin temsil edilme oranlarıdır. İkinci tabloda ise, interneti kullanan kişilerin 1 Funredes 1993 yılından beri faaliyet gösteren, merkezi Dominik Cumhuriyeti’nde bulunan bir sivil toplum örgütüdür. Yeni bilişim ve iletişim teknolojilerinin gelişmekte olan ülkelerde, özellikle Güney Amerika ülkelerinde yaygın ve etkin kullanımı için çalışmalar yapmakta; araştırma projeleri üretmekte ve diğer uluslararası sivil toplum örgütleriyle bağlantılı olarak çalışmaktadır. (http://funredes.org/) İletişim 2003/18 Selva ERSÖZ 8 kullandıkları dillere göre dağılımı yapılmıştır. Son olarak üçüncü tabloda, birinci tabloda gösterilen çalışmanın kapsamlı sonucunu görmekteyiz. İngilizce içerikli internet siteleri karşısında diğer dillerin kullanıldığı internet sitelerinin gelişimi verilmiştir. Bu tablolardaki yüzdelere bakıldığında, İngilizce’nin internet sitelerinde temsil edilme oranında ve İngilizce kullananların interneti kullanma oranında azalma olurken, diğer dillerin internette temsil edilme oranlarında ve İngilizce dışındaki dilleri konuşanların interneti kullanma oranlarında sürekli olmasa da bir artış olduğu dikkat çekmektedir. Tüm bu çalışmalar tek bir dil ya da milletin internetin tek hakimi olamayacağının işaretlerini vermektedir. Herkes yavaş da olsa bu yeni teknolojiyi kullanmaya ve onun özelliklerinden faydalanmaya başlamıştır. İyimser yaklaşım kuramcılarının görüşlerini özetleyecek olursak; • Kamuoyu görüşlerinde monopolün sona ermesi, • Kitle iletişim araçlarının çeşitlenmesi ve evrenselleşmesi, • Bilgiye ulaşmada hızın artması ve istenilen zamanda kolayca bilgiye ulaşılması, • Teknik yetersizlikler yüzünden, herkesin interneti kullanma şansının olmamasına rağmen, web sayfalarında çok büyük bir kültür mozağinin yaratılıyor olması, • İnternet şu an iddia edildiği gibi kaos ve karışıklığa kısmen yol açıyor olsa da, gelecekte çalışmalar, internetin daha demokratik bir ortamda iletişim ve daha şeffaf ve evrensel bir dünya sağlanması için yapılmaktadır. Kötümser (Pesimist) Yaklaşım Kötümser yaklaşımın üstünde durduğu başlıca sorunları dört grup altında toplayabiliriz. İnternetin toplum tarafından özümsenme sorunu, kişiler arası sosyal bağın yok olması riski, eşitsizliklerin, özellikle zengin İletişim 2003/18 İnternetin Geleceği Hakkında İki Farklı Yaklaşım Kuramcıların Görüşleri 9 toplumlarla fakir toplumlar arasındaki eşitsizliklerin artması sorunu ve tarihteki benzer gelişmelerden yola çıkarak, internet gibi bir gücün elit kesimin eline geçerek onların çıkarlarına hizmet için kullanılacağı görüşü olarak sıralayabiliriz. İlk olarak internetin toplum tarafından özümsenme, kabul edilme sorunu üzerinde duracağız. Toplumcu yazar Paul Virilio’ya göre siber ortam bir güç objesi haline gelecektir. Yazara göre, her teknolojik gelişme beraberinde kendi olumsuzluklarını da getirir. Ayrıca araştırmacı; teknolojik gelişmelerin ani yayılan etkilerinin mutlak gücü doğuracağını ve bunun da diktatörlüğü simgelediğini belirtmiştir (1993: 59). Virilio aynı zamanda bilgilendirme ve bilişim çağının bizi düzensizlik ve eşitsizliklere sürüklediğine değinmiştir. Çünkü internet diğer teknolojilerde olduğu gibi, ani etkiler yaratacaktır ve bu ani etkiler neticesinde doğan mutlak güç de ayrıcalıklı bir sınıfa hizmet etmekten öteye gidemeyecektir. İnternetin topluma eşit olarak ulaşması söz konusu bile değildir. Dolayısıyla toplum tarafından benimsenmesinden de bahsedemeyiz. Bunun neticesinde, herkese eşit yollardan ulaşmayan ve herkes tarafından paylaşılamayan bu teknoloji toplum içinde sosyal bağları zayıflatacaktır. Bu güce sahip olan belli bir kesim ise demokrasi ortamını zedeleyecektir. Tüm bu tezler karşısında ise, Jean Louis Weissberg, Paris 13 Üniversitesi’nde “İletişim ve Bilişim Kuramları” dersi uzmanı, internetin geçmiş bilgi ve birikimlerimizi yok etmeyeceğini aksine onlara yenilerini ekleyeceğini söyler ( 1993: 2). Kişiler arası sosyal bağın ise yok olmak bir kenara dursun daha da güçleneceğini belirtmiştir. Bu durumda internetin yarattığı etkileşimi hiçe sayan Paul Virilio, gerçek demokrasinin temellerini nasıl atmayı düşünmektedir? Kötümser yaklaşımın ikinci tezi olan, toplumda sosyal bağın yok olacak olması üzerine Paris Üniveristesi profesörlerinden Serge Latouche’un görüşlerini inceleyebiliriz. Latouche, internetin sadece yerel kültürler üzerinde değil, politika ve Kuzey-Güney arası eşitsizlikler üzerindeki yıkıcı etkilerinden de söz etmektedir. Elektronik ortamda yayınlanan Terminal Dergisi’nin 64. sayısında yer alan bir söyleşisinde Latouche bu fikirlerini şöyle ifade eder: İletişim 2003/18 10 Selva ERSÖZ “ Şu an var olduğunu düşündüğümüz evrensellik kavramı aslında, belli bir grubun çıkarlarına hizmet etmekten başka bir işe yaramamaktadır ve bu da toplumları bir kaosa sürüklemektedir. Aynı zamanda toplumlar arası kültürün kaybolması ve kültürlerin yozlaşması, yok olması gibi sorunlar baş göstermektedir” ( 1992). İnternet erişiminin evrensellikten uzak oluşu aşılması güç sorunları beraberinde getirmektedir. Bilgiye erişebilenler ve erişemeyenler arasında ulusal ve uluslararası ölçekte giderek derinleşen uçurum, yani “ dijital bölünme”, bilişim ve iletişim teknolojilerinin demokratik imkanlarını da ciddi ölçüde sınırlandırmaktadır. Dijital bölünme ya da dijital uçurum bilişim ve iletişim teknolojilerine erişimde eşitsiz dağılımı ifade etmek için kullanılmaktadır ( Norris, 2001: 53). Dijital bölünme interneti “ Atina demokrasisi” modeline olumsuz anlamda benzetilmektedir. Bir yanda bilgiye erişebilen, bunun için yeterli geliri ve kültürel sermayesi olan, istatistiklere göre çoğunlukla erkek, az sayıda seçkin “net yurttaşı”, diğer yanda bilgisayar okuryazarı olmayan, internet erişimi için yeterli kaynağa sahip bulunmayan “köle ve barbar yığınları” bulunmaktadır ( 2003: 37). Üçüncü tez olan, toplumsal eşitsizliklerin artacağı görüşü, yukarıda da belirttiğimiz gibi bazı kuramcılar tarafından tamamen reddedilmektedir. Çünkü internetin sağladığı serbest iletişim sayesindedir ki, insanlar daha geniş bilgiye sahip olmaya ve kendilerinde olmayanı görüp geliştirmeye başlamışlardır. İnternet sayesinde az gelişmiş ya da gelişmekte olan toplumlar durumlarını geliştirebilir ve hatta bu açıdan bakıldığında internet eşitliği sağlayıcı bir faktör olarak da görülebilir. Manuel Castells ise konuya farklı bir açıdan bakmaktadır. “The Internet Galaxy (İnternet Galaksisi)” adlı eserinde, Castells küreselleşen bir ekonomi, internet ağı haline gelen bir toplumda ve herşeyin giderek interenete dayalı hale geldiği bir ortamda; internete bağlı olmamak bir anlamda toplum dışında kalmak ve dışlanmak anlamına gelmek olduğunu belirtir (2001: 334). Bu dışlanmışlığın; ekonomik, sosyal ve kültürel pek çok etkisi olmaktadır. Teknolojik donanım yetersizliği, internet kullanma kültürünün gelişmemiş olması, ekonomik engeller gibi sorunlar kuzey-güney İletişim 2003/18 11 İnternetin Geleceği Hakkında İki Farklı Yaklaşım Kuramcıların Görüşleri arasındaki eşitsizliği, bir anlamda gelişmiş toplumla gelişmememiş ya da gelişmekte olan toplumlar arasındaki uçurumu arttırmaktadır. Kötümser söylem açısı içerisinde son olarak değineceğimiz konu, internetin iddia edildiği gibi bizi daha mükemmel bir topluma, daha demokratik bir iletişime ve daha ahenkli bir topluma götüreceği söyleminin aslında bir ütopyadan ibaret olduğu görüşüdür. Philippe Breton, “ Le Culte d’Internet: Une Menace Pour Le Lien Social (İnternet Kültü: Sosyal Bağ Için Bir Tehdit)” adlı eserinde bize konu hakkındaki görüşlerini şu sözlerle iletir: Politikanın tamamen halk tarafından yönlendirileceği ve herkesin eşit haklara sahip olacağı ideal toplum söylemi aslında hiç bir zaman gerçekleşmesi mümkün olmayan bir ütopyadır. Hatta bu ütopyaya giden yolda yapılan çalışmalar geri tepecek ve ters etkileri doğuracaktır. İşte bu ters etkilerin sonuçları şu an yaşamaya başladık. Teknolojik gelişmeleri, hayatı sürükleyen en büyük değer olarak gören söylem tarihte geçmişten beri varolmaktadır. Yeni teknolojilerin mucizevi sonuçlar doğuracağına dair öne sürülen tezler çok uzun zamandan beri dile getirilmektedir. Bu da yeni teknolojilerin ve modernizmin sanıldığının aksine toplumu daha iyi şartlara götürmeyeceği, sadece yıllardır varolan bir söylemin tekrar edilerek toplumun bir anlamda uyutulduğunun işaretidir ( 2000: 27). Breton, kısaca iyimser kuramcılar tarafından öne sürülen, interneti ve yeni teknolojileri hayatın merkezine koyan tüm görüşleri reddetmektedir. Ona göre, tüm bu söylemler bir ütopyadan ibarettir. Bunu da iletişim ütopyası ya da mesih teknolojisi olarak adlandırır ( 1997: 115). Yeni teknolojilerle hiç bir zaman gerçekleşmeyecek olan ideal toplum bekleyişi dünyayı kurtarmaya gelecek yeni bir mesih bekleyişi kadar ütopiktir. Kötümser yaklaşım kuramcılarının görüşlerini özetleyecek olursak; • Yeni teknolojiler ve internet alanında olan gelişmelerin tümü, belli çıkar gruplarını menfaatlerine hizmet etmektedir ve dünyanın geri kalanının dışlamaktadır. İletişim 2003/18 Selva ERSÖZ 12 • İnternet, toplumu kaos ve eşitsizliğe sürüklemektedir. • Yeni teknolojileri üzerine yapılan söylemin aslında “yeni” hiç bir tarafı yoktur. Bu konuda yıllardır süre gelen konuşmalar sadece aynı mükemmel ve eşit toplum vaatlerinin türevleridir. • Kişiler arası iletişim ve sosyal bağ zayıflamakta; kültürel yozlaşmalar ve kültürlerin kendi öz değerlerini kaybetmesi gibi sorunlar artmaktadır. Sonuç Sonuç olarak başta verdiğimiz soruya geri dönersek, internet ve siber kültür insanlık için daha iyi bir gelecek sunabilir mi soruna şu an için cevap vermek oldukça zordur. İki yaklaşımın da öne sürdüğü görüş ve argümanlarda hem abartılı hem de akla yatkın noktalar bulunmaktadır. Ayrıca başta da belirttiğimiz gibi internet ve internetin toplum üzerindeki sonuçları odaklı çalışmalarda henüz yargıya ve kesin sentezlere varmak için erken olduğu görüşü iletişimle ilgili diğer sosyal bilim uzmanları tarafından da dile getirilmektedir. İnternet 21. yüzyılın başından beri sosyal ve ekonomik bir fenomen haline gelmiştir. Bilginin paylaşımı anlamında da internet hem büyük umutlar vaadeden hem de beraberinde pek çok olumsuzlukları taşıyan bir teknoloji olarak görülmektedir. Bu fenomeninin toplum üzerindeki etkilerini iyi anlamak için, sadece teknik boyuttan bakmamak gerekir. İnternetin gelişimi disiplinler arası ve uluslararası bir bağlamda incelenmelidir. Bunu yaparken de, gelişimi ve değişimi ne abartmak ne de yermek doğru olacaktır. Sosyal, kültürel ve ekonomik değişimler yaşamakta olduğumuz gerçeği yatsınamaz ve toplumun bu değişimlere iyi ayak uydurabilmesi için, bu değişimleri yukarıda bahsettiğimiz disiplinler arası ortamda tartışmamız, anlamamız ve sonuçlarına hazırlanmamız gerekmektedir. İletişim 2003/18 13 İnternetin Geleceği Hakkında İki Farklı Yaklaşım Kuramcıların Görüşleri Kaynaklar Kitap • BRETON, Philippe ( 1997). “L’utopie de la Communication”. Paris: La Découverte. • BRETON, Philippe ( 2000). “Le Culte d’Internet: Une Menace Pour Le Lien Social”, Paris : La Découverte. • CASTELLS, Manuel ( 1996). “The Rise of the Network Society- The Information Age: Economy, Society and Culture- VolumeI ”, Oxford: Blackwell Publishers. • CASTELLS, Manuel ( 2001). Oxford University Press. “The Internet Galaxy”. Oxford: • GUICHARD, Eric (1999). “Informatique et Démocratie”. Institut Français d’Athènes. • HUITEMA, Christian (1996). “Et Dieu Créa l’Internet”. Paris: Eyrolles. • LEVY, Pierre ( 1997). “Cyberculture”. Paris: Edition Odile Jacob. • LEVY, Pierre (1994). “Intelligence Collective : Anthropologie du Cyberespace”. Paris: La Découverte. Pour une • NORRIS, Pippa ( 2001). “Digital Divide: Civic Engagement, Information Poverty and The Internet in Democratic Societies”. New York: Cambridge University Press. • RHEINGOLD, Howard ( 1993). “The Virtual Community: Homesteading on the Electronic Frontier”. Massachusetts: Addison-Wesley. • UÇKAN, Özgür ( 2003). “E-Devlet, E-Demokrasi ve Türkiye”. İstanbul: Literatür Yayıncılık. • VIRILIO, Paul ( 1993). “L’art du Moteur”. Paris: Editions Galilée. İletişim 2003/18 Selva ERSÖZ 14 İnternette Yazı • LATOUCHE, Serge ( 1992). “La Mégamachine et la Destruction du Lien Social”. Revue Terminal. no. 64 http://www.terminal.sgdg.org/, 15 Mart 2004 • UÇKAN, Özgür ( 2001). “Bir Kamusal Alan Olarak İnternet ve Yasal Düzenleme: Sivil toplum Kuruluşlarının Çalışmaları”. ( “İnternetin Hukuksal Boyutları” oturumunda sunulan bildiri). inet-tr’01- VII. Türkiye’de İnternet Konferansı, Harbiye Askeri Müze ve Kültür Merkezi-, 1-3 Kasım 2001. İstanbul http:// inet-tr.org.tr/inetconf7/Sunum/uckan.doc, 20 Mart 2004 • WEISSEBERG, Jean Louis ( 1993). “Ralentir la Communication, A Propos de l’art Du Moteur de Paul Virilio”. Revue Terminal, no. 63, 10 Mart 2004 • http://www.terminal.sgdg.org/, 9 Mart 2004 • http://funredes.org/LC/L5/ultimas.html, 15 Haziran 2004 • http://www.funredes.org/LC/L5/evol.html, 15 Haziran 2004 • http://www.opinionpower.com/statistics.html, 15 Haziran 2004 • http://funredes.org/, 15 Haziran 2004 İletişim 2003/18 15 İnternetin Geleceği Hakkında İki Farklı Yaklaşım Kuramcıların Görüşleri özet Günümüzde internet baş döndürücü bir hızla gelişirken, bu gelişmenin toplumsal, sosyal, kültürel sonuçları da araştırmalara konu olmaktadır. Kimilerine göre bir ütopyadan ibaret olan bilgi toplumu kavramı, kimilerine göre ise toplumsal pek çok sorunun çözümü olacak olan yeni bir çağa geçişimizi simgelemektedir. İnternetin toplum üzerindeki etkileri farklı tartışmalara yol açmaktadır. Bu farklı görüş ve yaklaşımlardan yola çıkarak, internetin geleceği hakkında şimdiden bir çıkarım yapmak oldukça güçtür. İnternet bizler için daha iyi bir gelecek mi hazırlamaktadır, yoksa tam tersine varolan düzeni yıkacak ve sosyal değerlerimizi kaybetmemizi sağlayacak bir araç mıdır? Bu soruya cevap ararken, iki farklı yaklaşım kuramcıların bakış açısıyla incelenmiş, siber kültürün tanımı ve özellikleri anlatılmış, internetin olumlu ve olumsuz yönleri hakkında kuramcıların görüşleri aktarılmaya çalışılmıştır. Sonuç bölümünde ise aktarılan iki görüşlerin özeti yapılmaya çalışılmıştır. Henüz topluma tam olarak yayılmamış ve herkes tarafından benimsenmemiş bu teknolojinin toplum üzerindeki olası etkileri kesinlik kazanmasa da, konuyla ilgili karşıt taraflar çoktan yerlerini almış ve bu etkileri tartışmaya başlamışlardır. Son noktayı koymak için çok erken olmakla birlikte, bu araştırmaların gelişmesi ve çeşitlenmesi gelecek için daha bilinçli ve gelişmiş toplumlar yaratılmasında etkili olacaktır. Anahtar Kelimeler: siber kültür, sanal topluluklar, bilgi toplumu İletişim 2003/18 Selva ERSÖZ 16 Abstract As the internet dazzlingly improves from day to day, this development in social and cultural structure is a topic to researchers. The information society concept can be an utopian idea for some people but on the other hand it is possible to solve many social problems and it symbolizes to pass into a new era. The influence of internet on the society brings out different discussions. According to different approaches, it is hard to make a conclusion on the future of internet. Is internet preparing us a better future or on the contrary will it be a tool to lose our social values and break out the existing order? In searching answer to this question; two different approaches of the theoriticians have been analysed, the definition and the caracteristics of the cyber culture have been explained, positive and negative aspects of the internet have been described according to the theoriticians points of view. At the conclusion, we try to summarize these two different approaches. The internet has not yet been spread out through the society and not been accepted by everybody. For this reason it is not possible to mesure the effectiveness of this technology on the society. On the other hand, contrary supporters have began to discuss the influence of internet on the society. It is yet early to point out the last statement but these research will make socities more conscious and developed. Key Words: cyberculture, virtuel communities, information socie İletişim 2003/18 Kaynakların Düzenlenmesi Metin içinde kaynak gösterme 1- Ana metindeki tüm göndermeler metin içi dipnot sistemi ile belirtilir. Metinde uygun yerde parantez açılarak, yazarın veya yazarların soyadı, yayın tarihi ve alıntılanan sayfa numarası belirtilir. Aynı kaynaklara metinde tekrar gönderme yapılırsa yine aynı yöntem uygulanır, a.g.e., a.g.m. gibi kısaltmalar kullanılmamalıdır. Örnek: (Okay, 2000:71-76) 2- Alıntılanan yazarın adı, metinde geçiyorsa, parantez içinde yazarın adını tekrar etmeye gerek yoktur. Örnek: Özer (1995:57), düşünce alışkanlıklarının “Ben” değeri toptancılığının ve tiryakiliğinin, en dolaysız ifadesi olduğunu söylemektedir. 3- Gönderme yapılan kaynak iki yazarlı ise, her iki yazarın da soyadları kullanılmalıdır. Örnek: (Postman ve Powers, 1996:122) 4- Yazarlar ikiden fazlaysa ilk yazarın soyadından sonda “vd.” ibaresi kullanılmalıdır. Örnek: (Keyman vd., 1996:149) 5- Gönderme yapılan kaynaklar birden fazlaysa, göndermeler noktalı virgülle ayrılmalıdır. Örnek: (Erdoğan, 1997:150; Gürbilek, 1993:61) 6- Metin içinde yer alması uygun görülmeyen açıklamalar için sayfa altı dipnot yöntemi kullanılmalı ve bu notlar metin içinde 1,2,3, şeklinde sıralanmalıdır. Bu not içinde yapılacak göndermelerde de yukarıdaki yöntem uygulanmalıdır. Kaynakçanın Düzenlenmesi 1- Kaynakçada, sadece yazıda gönderme yapılan kaynaklara yer verilmeli ve yazar soyadına göre alfabetik sıralama izlenmelidir. 2- Bir yazarın birden çok çalışması kaynakçada yer alacaksa yayın tarihine göre eskiden yeniye doğru bir sıralama yapılmalıdır. Aynı yılda İletişim 2003/18 yapılan çalışmalar için “a”, “b”, “c,” ibareleri kullanılmalıdır ve bunlar metin içinde yapılan göndermelerde de aynı olmalıdır. Kitap Bostancı, M. Naci (1995). Toplum, Kültür ve Siyaset. Ankara: Vadi Yayınları. Çeviri Kitap Postman, Neil ve Steve Powers (1996). Televizyon Haberlerini İzlemek. Çev. Aslı Tunç. İstanbul: Kavram Yayınları. Derleme Kitap Tufan, Hülya, der. (1995). Kamuoyu Kimin Oyu? İstanbul: Kesit Yayıncılık. Derleme Kitapta Makale Bourdieu, Pierre (1995). “Kamuoyu Yoktur”. Çev. Hülya Tufan. Kamuoyu Kimin Oyu?, der. Hülya Tufan. İstanbul: Kesit Yayıncılık. Dergide Makale Üstünler, Fahriye (2000). “Türkiye’de Demokrasi Tartışmalarının Düşünsel Arka Planı: 1845-1950”. ODTÜ Geliştirme Dergisi, 27(1-2):183206. Yayınlanmamış Tez Yıldırım Becerikli, Sema (1999). Örgüt Kültürü Oluşumunda Örgüt İçi İletişimin Rolü: Departmanlı Mağazacılık Sektöründe İç Halkla İlişkiler Açısından Bir Değerlendirme: Beğendik A.Ş. Örneği. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. İletişim 2003/18 Tebliğ Kaymas, Serhat (2001). “Küreselleşme, Etnik Göç ve Ulus Devlet Üzerine Bir Değerlendirme”, ODTÜ 7. Ulusal Sosyal Bilimler Kongresi, 21-23 Kasım, Ankara. İnternette Makale Atabek, Ümit (1998). Http://www.ilet.gazi.edu.tr. 28.10.1998. “İletişim Teknolojileri”. İletişim Dergisinin Temin Edileceği Şahıslar ve Üniversiteleri Anadolu Üniversitesi: Yrd. Doç. Dr. Banu Dağtaş, Atatürk Üniversitesi: Ar. Gör. Elif Küçük, Başkent Üniversitesi: Öğr. Gör. Serpil Aygün Cengiz, Ege Üniversitesi: Ar. Gör. Olcay Canbudak, Fırat Üniversitesi: Ögr. Gör. Basri Barut, Kocaeli Üniversitesi: Ar. Gör. İhsan Karlı, İstanbul Üniversitesi: Ar. Gör. Ayşe Cengiz, Ar. Gör. Selçuk Hünerli, Selçuk Üniversitesi: Ar. Gör. Aldullah Koçak, Maltepe Üniversitesi: Yrd. Doç. Dr. Pınar Erkarslan. Katkılarından dolayı kendilerine teşekkür ederiz. İletişim 2003/18 Yazı Teslim Kuralları 1- Dergiye gönderilecek yazılar, Word 6.0 ve üstü versiyon (IBM uyumlu) programında yazılmış olmalıdır. 2- Bir buçuk aralıklı olarak Times New Roman yazı karakteriyle 12 punto olarak yazılan ve sayfanın tek yüzüne basılan yazılar 3 kopya olarak bir adet disketle birlikte yayın kuruluna teslim edilmelidir. 3- Makalelerin kaynakça ile birlikte 20 sayfayı geçmemesi tercih edilir. Makalelerin 150 kelime civarında İngilizce ve Türkçe özetleri de yazıyla birlikte gönderilmelidir. Özette, araştırmanın kapsamı ve amacı belirtilmeli, kullanılan yöntem tanımlanmalı ve ulaşılan sonuçlar kısaca verilmelidir. 4- Yazıda paragraflar girintili olmalıdır. 5- Dergiye gönderilecek yazıların başka bir yerde yayınlanmamış olması ya da yayın için değerlendirme aşamasında bulunmaması gerekir. 6- Yazar ismi ya da isimleri makalede değil, makaleye iliştirilecek kapak sayfasında yer almalıdır. Bu kapak sayfasında, yazar isimleri dışında metin başlığı, yazarın adresi, telefon varsa e-posta veya faks numaraları yer almalıdır. 7- Hakem raporları doğrultusunda yazarlardan, yazılarında bazı düzeltmeler yapmaları istenebilir. 8-Yazının yayımlanması konusunda son karar yayın kuruluna aittir. Yayın kurulu kararına ilişkin bir mektup, hakem değerlendirmelerinin birer fotokopisiyle birlikte en kısa sürede yazarlara gönderilir. Yazıların Gönderileceği Adres: İletişim Dergisi G.Ü. İletişim Fakültesi, Bişkek Cad. 81. Sok. 06510 Emek/ANKARA İletişim 2003/18