NKUBAP.00.10.AR.12.03

advertisement
İÇİNDEKİLER
İÇİNDEKİLER…………………………………………………………………………………i
ŞEKİLLER LİSTESİ…………………………………………………………………………..ii
TABLOLAR LİSTESİ………………………………………………………………………...iii
ÖZET…………………………………………………………………………………………..v
ABSTARCT……………………………………………………………..……………………vi
1.GİRİŞ ...................................................................................................................................... 1
2. KAYNAK ÖZETLERİ ve KURAMSAL TEMELLER ........................................................ 2
2.1 Kanserin Moleküler Özellikleri ........................................................................................ 2
2.2. Kanser Biyomarkerleri ve Otoantikorlar ......................................................................... 3
2.3. Otoantikor Üretimi .......................................................................................................... 4
2.4. Heat Shock Protein 70 (HSP70) ...................................................................................... 5
3. MATERYAL ve YÖNTEM ................................................................................................. 10
3.1. Materyal ......................................................................................................................... 10
3.2. Elektrokimyasal Ölçümler ............................................................................................. 10
3.3. İmmobilizasyon Süreci .................................................................................................. 10
3.3.1. ITO Elektrotların Ölçüme Hazırlanması ................................................................. 10
3.3.2. Anti-HSP70’ in ITO Elektrot Yüzeye Kovalent Olarak Bağlanması…………….10
3.3.3 HSP70’ in ITO Elektrot Yüzeye Kovalent Olarak Bağlanması ............................... 12
4. ARAŞTIRMA BULGULARI ve TARTIŞMA .................................................................... 13
4.1. İmmobilizasyon Basamakları ........................................................................................ 13
4.2. Optimizasyon Basamakları ........................................................................................... 13
4.2.1. Anti-HSP70 Konsantrasyonunun Belirlenmesi ...................................................... 13
4.2.2 AntiHSP70 İnkubasyon Süresinin Belirlenmesi ...................................................... 14
4.2.5 Tekrarlanabilirlik ..................................................................................................... 15
4.2.6. Single Frequency Ölçümleri ................................................................................... 17
4.2.7. ITO Temelli AntiHSP70 Biyosensörün SEM Görüntüleri ..................................... 17
4.2.7. Depo Ölçümleri ....................................................................................................... 18
5. SONUÇ ve ÖNERİLER ....................................................................................................... 19
KAYNAKLAR ......................................................................................................................... 20
i
Şekil Listesi
Şekil2.1İmpedans’ın potansiyel(zaman) ve akım(zaman) büyüklüklerine bağımlı
matematiksel gösterimi .............................................................................................................. 8
Şekil 2.2 Bir elektrolitle kontakt halindeki elektroda ilişkin Randles eşdeğer devre modeli .... 9
Şekil 1.1 Altın nanopartikülle kaplanan ITO elektrotun EIS ölçümü…………………...……11
Şekil 3.2 anti HSP70in immobilizasyon adımlarına ait CV ve EIS spektrumu ...................... 11
Şekil 4.1 Farklı anti HSP70 konsantrasyonları ile hazırlanan ITO-AuNP temelli biyosensörün
immobilizasyon kalibrasyon grafikleri ................................................................................... 14
Şekil 4.2 Optimize edilmiş antiHSP70 konsantrasyonuna (1 µg/mL) ait EIS spektrumu….14
Şekil 4.3 anti HSP-70nin farklı sürelerle inkübe edilmesiyle hazırlanan ITO temelli
biyosensörün immobilizasyon kalibrasyon grafikleri .............................................................. 15
Şekil 4.4 Optimize edilmiş antiHSP inkübasyon süresine (75 dakika) ait EIS spektrumu .... 15
Şekil 4.5 Tasarlanan ITO AuNP temelli biyosensörün optimum şartlarına ait EIS spektrumları
………………………………………………………………………………………………...16
Şekil4.6 Optimal şartlardaki ITO-AuNP temelli biyosensörün kalibrasyon grafiği
………………………………………………………………………………………….……..16
Şekil4.7 antiHSP70 temelli biyosensöre HSP70 bağlanmasının gerçek zamanlı ve tek
frekansta yapılan single frequency ölçümü …………….……………………………………17
Şekil4.8 ITO elektrot yüzeyi SEM görüntüleri……………………………………………….18
ii
Tablo Listesi
Tablo 2.1.Biyoelektrokimyasal sistemleri tanımlamakta çok sıklıkla kullanılan impedans
elemanlarının tanımlanmaları, frekans bağımlılıkları ve faz kaymaları………………….…..8
Tablo 4.1. Tekrarlanabilirlik ve R² değerleri…………………………………….…………….16
iii
Bu çalışma, Bu tez NKUBAP tarafından NKUBAP.00.10.AR.13.09 numaralı proje ile
desteklenmiştir.
iv
Özet
Isı şok proteinleri (HSP) metabolizmanın çeşitli inflamasyon durumlarında miktarı hızlıca
artan markerlarındandır. Bu protein ailesinin çeşitli türleri mevcut olmakla birlikte, serumdaki
konsantrasyonu çeşitli hastalıklarla ilişkilendirilmiştir. Bu noktadan yola çıkılarak, bu
çalışmada HSP-70 in erken tanısına yönelik tek kullanımlık ITO elektrotlarla yeni ve hassas
bir biyosensör sistemi geliştirilmiştir. ITO yüzeyinin iletkenliği altın nanopartiküllerle
sağlanırken, kendi kendine oluşan tek tabakalar (SAMs) için sisteamin kullanılmıştır.
Biyosensörün geliştirilmesi aşamasında her bir adım optimize edilmiş ve döngüsel voltametri
ve elektrokimyasal impedans spektroskopisiyle ölçümleri alınmıştır. Antikor-antijen
bağlanmasının sabit frekansta takip edilmesini sağlayan “krono-impedans” tekniği de
çalışmamızda uygulanmıştır. Tasarlanan yeni biyosensör sisteminin tekrar üretilebilirliği ve
tekrarlanabilirlik değerlerinin iyi olduğu görülmüştür. Biyosensörün raf ömrü ve gerçek
serumda uygulanabilirliği de çalışmanın çıktıları arasındadır.
v
ABSTRACT
Heat shock proteins (HSPs) are important molecular signatures in the cellular stress response.
HSP70 could be a potentional biomarker because its overexpression in serum is associated
with many cancers. In the present work, we described a novel immunsensor constructed on a
gold nanoparticles-modified ITO disposable electrode. Anti-HSP70 was immobilized through
covalent with Cysteamine which formed a self-assembled monolayer on gold electrodes.
Cyclic voltammetry (CV) and electrochemical impedance spectroscopy (EIS) techniques were
employed to characterize the immobilization process and to detect. The chrono-impedance
technique to real time monitor the interaction between HSP70 and anti-HSP70 is also
implemented. . To demonstrate the feasibility of the biosensor in practical analysis, the real
serum samples were experienced.
vi
1.GİRİŞ
Son yıllarda serum biyomarkerler, kanser teşhisi için oldukça revaçtadırlar. (Leslie ve
Downes, 2004). Bunlardan serum otoantikorlar, tümör alakalı antijenlere (TAAs) karşı
spesifiktirler. Melanom hastalarının serumlarından alınan örneklerinden yola çıkarak
tanımlanan antijenlerin ilk seralojik tanımlanmasından beri (Robert ve ark. 2000) kanserli
hastalarda (TAAs) ve otoantikor sayısında büyük bir artış söz konusudur (Gallie ve Phillips,
1984).
Kanserin erken evrede tanısı, hastanın hayatını kurtarmada ve hastalığın seyrinin başarılı
bir şekilde takip edilmesinde kritik öneme sahiptir; dolayısıyla kanserin erken tanısı için
spesifik ve hassas yöntemlere ihtiyaç vardır.
Kanda, idrarda ve diğer vücut sıvılarındaki biyomarkerlerın analizi hastalığın
belirlenmesinde uygulanan metotlardandır. Çoklu marker profilleri (varlıkları ve
konsantrasyon seviyeleri) hastalığın başlangıç tanısında elzemdir. Bu metotlar, klinikçilere
(doktorlara) başarılı bir tedavi yöntemine karar verme ve hastaların hayatta kalma oranını
arttırma hususunda destek olabilmektedir. Hali hazırda var olan kanserin seyrini izleme
yöntemleri ağırlıklı olarak boyama ve mikroskopiyi kullanarak hücre morfolojisine dayanan
geleneksel yöntemlerdir. Bunlar, biyopsi alıp akabinde dokuyu hücre fiksasyonu kullanarak
inceleyen ve böylelikle kanserli hücreyi tayin edip tanımlama yaklaşımları sunan invazif
tekniklerdir. Fakat bu testler, kanserin başlangıç aşamasında pek faydalı olamamakta ve
ilerleyen süreçte tekrarlanmayı zorunlu kılabilmektedir (Soper ve ark. 2006).
Kanser, genetik ve çevresel olmak üzere bir çok faktörden etkilenmektedir, çevresel
faktörlere karsinojenik kimyasallar, radyasyon ve bakteriyal (örneğin mide kanserinde) veya
viral infeksiyonların (örneğin servikal kanser) da dâhil olduğu mikrobiyal sebepleri dahil
etmek mümkündür. Kanserin bu denli çeşitli sebeplere bağlı olarak ortaya çıkması, klinik
testleri de oldukça karmaşıklaştırır. Kanserle ilintili 200den fazla hastalık vardır ve bunlar
vücudun çeşitli bölgelerini etkilemektedir. Kanser, normal hücre sinyal yolaklarını bozmak
suretiyle tümör baskılayıcı genlerin inaktivasyonuna ve onkogenlerin aktivasyonuna yol açar.
Bu multifaktöriyel değişiklikler (genetik ve epigenetik) normal memeli hücrelerine kıyasla
daha yüksek büyüme kapasitesi göstererek kanser hücrelerin biçimlenmesine ve hastalığın
başlangıcına sebep olabilir. Fakat tanı sürecinde tek bir gen değişmeden kalmaz ve farklı
lokasyonlarda (organlarda) tümör yolakları değişebilir (Guavardana ve Diamandis,2007).
Tüm bu değişiklikler, özgül bir kanserin tanısında özgül bir değişkeni veya markerı seçmeyi
güçleştirmektedir. Bu yüzden, bir dizi biyobelirteç, hastalığın tanısında potansiyel olarak
analiz edilmektedir.
Kanser testleri için bir biyosensör geliştirmek, kanser biyolojisinin temel elemanlarını ve
karmaşasını bir miktar da olsa anlamakla mümkündür. Kanser, anahtar genlerin DNA
sekanslarının modifikasyonu veya değişiminin sebep olduğu genetik bir hastalıktır. Bu
değişimler, gende veya protein ekspresyonunda bir değişim veya da tümör hücresinin protein
kompozisyonundaki bir değişimi ifade etmektedir. DNAdaki değişim birikmeye başladıkça,
hücre davranışındaki düzen giderek bozulur ve kontrol mekanizmasının olmadığı kanser
hücrelerinin üretilmesiyle nihayetlenir.
1
2. KAYNAK ÖZETLERİ ve KURAMSAL TEMELLER
2.1 Kanserin Moleküler Özellikleri
Kanser, hücrelerin aşırı ve zamansız çoğalmalarına, immün sistemin gözetiminden
kaçmalarına ve nihai olarak da uzaktaki dokuları da istila ederek metastazlar oluşturmalarına
yol açan metabolik ve davranışsal değişiklikler geçirdikleri, çok basamaklı bir süreçtir. Bu
değişiklikler hücre çoğalmasını ve ömrünü, komşu hücrelerle ilişkileri ve immün sistemden
kaçma kapasitesini kontrol eden genetik programlardaki modifikasyonların birikmesiyle
ortaya çıkar. Bu süreç, regülâsyonu bozulmuş, normal hücre büyümesini ve davranışını
denetleyen kurallara uymadıkları için “asi” olarak nitelendirilebilecek hücrelerden oluşan bir
kitlenin oluşumuna neden olur. Böylesi bir kitle uzun bir süre asemptomatik olabilir. Bununla
birlikte, sonunda büyüyerek, fizyolojik işlevleri altüst edecek, kitlenin yerine ve büyüklüğüne
bağlı olarak çok sayıda belirtilere ve kanser hücrelerinin organizma içinde yayılmasına yol
açacaktır (Boyle ve Levin 2008). Kanserin hedeflediği genetik programlar insan genomuna
dağılmış genlerde yazılıdır. İnsan DNA’sının 23 bin kadar gen içerdiği düşünülmektedir. Bu
genlerin 3 bin–5 bin kadarı kanserde regülâsyonu bozulan genetik programlarda rol alan
proteinleri kodlamaktadır. İşlevini kaybeden bir gen, kritik bir proteinin anormal düzeylerde
üretimine (çok az ya da çok fazla), anormal bir protein üretimine ( işlev kazanmış ya da
kaybetmiş), ya da bir proteinin hiç olmamasına sebep olabilir (Boyle ve Levin 2008).
Çoğu kanser sadece tek bir hücreden (ya da az sayıda hücreden) doğar. Bu hücre
kanserli olmak için onkogenlerde ve tümör baskılayıcı genlerde hücrenin normal sınırının çok
ötesinde çoğalmasını sağlayacak birkaç değişiklik geçirmelidir. Bu süreç “asi” hücrelerden
oluşan bir klonun oluşumuna yol açar. Eğer organizma bu klonu tolere ederse ve rahatsız
edilmeden kalırsa, çoğalmaya devam edebilir ve bu süreç içinde içerdiği hücreler gittikçe
artan sayıda modifikasyon biriktirir. Böylesi bozulmuş bir süreçte, sadece en uygun ve en
saldırgan hücreler hayatta kalacak ve daha örgütsüz olan hücrelerin yerini alacaktır. Tümörler
bu şekilde zararlı hale gelirler. Bu aynı zamanda kanser tedavisinin bu denli zor olmasının da
nedenidir: hastalara kanser hücrelerini etkin olarak öldüren bir ilaç verildiğinde, hayatta kalan
az sayıdaki hücre, kendilerini ilaca karşı dirençli kılan değişiklikler geçirmiş olanlardır.
Geride kalan bu ufak hücre grubu kanserin başlangıçtaki biçiminden daha kötü bir biçimde
dönmesi için yeterli olabilir (Herceg 2007).
Tümörün yayılması çoğu zaman kanser hücrelerinin anjiyogenezi, yani tümör
vaskülarizasyonuna yönelik yeni, küçük kan hücrelerinin sentezini artırması ve tümöre
oksijen ve besin sağlaması sonucu kolaylaşır (Boyle ve Levin 2008). DNA diziliminde
mutasyon meydana geldiğinde kanser başlayabilir. Bu mutasyonlar tek bir baz değişikliği
olabilir ve bu durumda bir kodonu tanımlayan 3 bazdan biri değişmiş olur ve bir proteine
farklı bir proteinin eklenmesine yol açar. Bazı durumlarda, bu, söz konusu proteinin
aktivitesini değiştirmek için yeterlidir. Başka DNA mutasyonları ise, çok sayıda bazı
etkileyebilir ve genomdan birkaç gen içeren bir DNA parçası kopar; ya da bu DNA parçası
genomda başka bir yere yerleşerek bitişik olmayan DNA parçalarının birleşmesiyle oluşan
yeni genler oluşarak yeni, anormal proteinlerin sentezine yol açar. Büyüklükleri ne olursa
olsun böylesi değişiklikler “genetik değişimler” ya da “mutasyonlar” olarak adlandırılır. Bu
değişiklikler kanserli hücrelerin DNA dizimlinin saptanmasıyla belirlenebilir. “Kapalı” olan
DNA alanları (bunlar düzeltmeye ve kopyalanmaya kapalıdır) ve açık DNA alanları (hücre
bunları kopyalayabilir, okuyabilir ve RNA ile proteinleri üretmek için kullanabilir) vardır.
Dolayısıyla, hücrelerin program değiştirmenin DNA mutasyonu dışındaki bir yolu, açık
alanlardaki genleri kapatmak, ya da kapalı alanlardakileri açmak için genel paketlemeyi
değiştirmektir. Bu gibi değişiklikler sadece DNA diziliminin saptanması ile belirlenmez.
DNA’nın okunabilirliğini ve DNA’ya erişilebilirliği düzenleyen kimyasal modifikasyonların
2
da analizi gerekmektedir. Bunlar epigenetik değişiklikler olarak adlandırılmaktadır (Nowell
1976).
Hücreler, içsel farklılıklarına karşın, hücre çoğalmasını ve ölümünü kontrol eden
temel süreçlerin gerçekleştirilmesinde ortak planlar doğrultusunda hareket ederler. Bunun bir
sonucu olarak, birçok kanserde, organın yeri ya da hastalığın nedenine bağlı olmaksızın, bazı
onkogenler ve tümör baskılayıcılar değiştiği sıklıkla görülür. Bu genlerin ürünleri, hücre
çoğalmasını, farklılaşmasını ve sağ kalımını kontrol etmek üzere birlikte çalışan bir öğeler
ağının bir parçasıdırlar. Şekil 2.1, tüm kanserli hücrelerde değiştirilmesi gereken gen ve süreç
ağının çekirdeği olarak tanımlanabilecek “kanser kutusunu” göstermektedir. Bu kanser
kutusu, baslıca üç sinyal verme süreci içerir. Bunların ikisi büyümeyi artıran süreçlerdir; biri
ise büyümeyi baskılayan bir mekanizmadır (Boyle ve Levin 2008).
2.2. Kanser Biyomarkerleri ve Otoantikorlar
Biyomarkerler, normal, normal olmayan ya da biyolojik proseslerle gerçekleşen
hücresel, biyokimyasal ya da moleküler değişikliklerdir. Bunlar, tedavi sonucu biyolojik
prosesleri, patolojik prosesleri ya da farmakolojik yanıtları ölçme ve değerlendirmede
kullanılmaktadırlar. Kanser araştırması ve tayininde bir biyomarker kanserin vücutta
olduğunu belirtir. Biyomarker miktarları biyolojik dokuda, hücrede ya da sıvıda tayin
edilebilir. Görüntüleme ücretini en aza indirebilmek ve faydayı en yüksek miktarda
tutabilmek için biyomarkerler serum, üre ve tükürükte de ölçülebilmektedirler.
Kanser biyomarker teknolojisi, oldukça üretken, kullanım alanları yeniliğe açık
teknolojiler içeren bir alandadır. Buna karşın biyomarkerlerin keşfinden kullanılabilirliğine
kadar geçen süre oldukça yavaş ve dolayısıyla bir biyomarkerin kanser teşhisinde
kullanılabilirliğine kadar geçen süre oldukça uzundur. Bunun yanı sıra sınırlı sayıda
biyomarker kanser tayininde kullanılabilmektedir. Bir biyomarkerin laboratuarda belirlenip
klinik ortamda kanser tayininde kullanılmasına kadar geçen süre beş farklı adımdan
oluşmaktadır.
Bunlardan “keşif adımı” olarak da geçen ilki, potansiyel olarak uygun biyomarkerlerin
belirlenmesi aşamasıdır. Bu aşamada normal hücre ile tümörlü hücrelerin protein
ekspresyonları karşılaştırılarak baskılanmış ya da yok edilmiş oldukları tespit edilir. İkinci
aşama “doğrulama” aşamasıdır. Bu aşamada ilk basamakta elde edilen çıplak protein alınarak
diğer bir örnekten elde edilmeye çalışılır. Üçüncü aşamada dokulardan elde edilen
biyomarkerlerin kanser teşhis etme kapasiteleri ölçülür. Dördüncü aşamaya gelindiğinde
biyomarkerin kanseri erken teşhis edip edemediği ölçülür. Bu ölçümlerin spesifikliği ve tekrar
edilebilirliği oldukça önemlidir. Ve son aşama olarak biyomarkerin insanlar üzerinde işe
yarayıp yaramadığı test edilir.
Tümör markerları kanserin biyokimyasal belirleyicileridir. Enzimler, hücre yüzeyi
antijenleri ve hormonlar gibi sitoplâzma proteinleri kanser markerları olabilirler. Klinik
uygulamalarda, marker terimi plazma, vücut sıvıları, katı tümörler, tümör hücreleri, lenf
nodları ve kemik iliğinde tayin edilebilen bir molekülü tanımlamaktadır (Stearns 1998). Bazı
tümör markerları sadece bir kanser tipine spesifik iken bazıları birçok kanser türünde ortaya
çıkabilen moleküllerdir. Tümör hücreleri tarafından üretilen antijenler de spesifik tümör
markerları arasında bulunurlar ve bu hücreler, normal hücrelerden antijenik olarak
farklandırılabilirler. Tümör hücrelerinin herhangi bir proteini potansiyel bir antijen olabilir.
Bu antijenler spesifik olarak diagnoz, prognozun belirlenmesi, tedavinin şekillenmesi ve
izlenmesi gibi çok önemli noktalarda kullanılabilirler (Maciosek 2006).
3
2.3. Otoantikor Üretimi
Kanser hücrelerinin immün takibi, antijen spesifik tümörlerin yıkımlarını tetikler (Barret ve
Rawling, 2001, Bromme ve Kaleta, 2002). Tümör hücrelerinin otolog proteinleri
imminogenetikteki proteinleri betimlemek için kullanılabilirler. (Gallie ve Phillips, 1984,
Ross ve ark. 2004). Bu proteinler mutant olabilir, over ekspres olabilir ya da katlanmaları
değişebilir.
Posttranslasyonel modifikasyona uğramış TAAs (PTMs), immün sistem tarafından yabancı
olarak algılanabilir (Gallie ve Phillips, 1984, Ross ve ark. 2004, Royce ve ark. 2004). PTMs
varlığı, neo-epitor oluşturup ya da self-epitop oluşumunu arttırıp immün sistemi indirger.
TAAs’ların imminogenetik epitopları gibi immün yanıta karşı olan yapılar otoantikor
oluşumunu engeller (Rao, 2003). Ayrıca kötü bir transformasyon sırasında proteinlerin
anormal olarak dizilimi, humoral yanıtı provoke edebilir. Örneğin intraselüler bir protein olan
c-AMP bağlı protein kinaz (PKA), kanser hücreleri tarafından tutulur. Bu ekstraselüler PKA
(ECPKA), kanserli hastaların serumlarında düzenlenir (Jedeszko ve Sloane, 2004, Joyce ve
Hanahan, 2004). Ve bu da kontrol serum örneklerine kıyasla kanserli hastaların ECPKA’ ya
karşı otoantikorlarını daha fazla titre eder. Diğer bir örnek ise; normalde hücre çekirdeğinde
bulunması gereken siklin B1, kanserli hücrelerde sitozolde bulunmaktadır (Lah ve Kos, 1998,
Iacobuzio-Donahue ve ark. 2003, Figler ve ark. 2007, Mikolajczyk ve ark. 2000).
Kanserli hastalardaki bazı immün sistemlerde, sadece tümörlerde bulunan neo-antijenler
bulunmasına rağmen, çoğu tümör-alakalı otoantikorlar anormal olarak ekspres olmuş selfantijenlere karşıdır (Mikolajczyk ve ark. 1997, Mikolajczyk ve ark. 2001, Peter,2001,
Tomkiel ve ark. 2002). p53’ün bağışıklık sağlayıcılığı, overekspres olmasından, nokta
mutasyona uğramasından ve kanser hücrelerinin sitozol ve nukleusunun birikmesinden
kaynaklandığına inanılmaktadır (Loyce ve ark. 2004, Nesterova ve ark. 2006, Noon ve ark.
2004, Lofton-Day ve Mode, 2008, Belinsky ve ark. 1998, Li ve ark., 2007 31-36).
Overekspres olmuş proteinler kanserli hastalarda çok fazla antijen yüklenmesine ve birincil
antikor oluşumuna neden oldukları bilinir. Kanser-testis antijenler (CTAs), germ hattındaki
hücrelerde bulunurlar. Çeşitli tümörlerde ekspres olmuş onkofetal proteinler iyi bilinen TAAs
proteinlerindendir (Jun ve ark. 2005, Rosenfeld ve ark. 2008, Macgregor ve Squire, 2002).
CTAs ya da overekspres olmuş proteinler, self-proteinlere karşı immün tolerans
oluşturabilmektedirler (Sanchez-Carbayo, 2004, Rosenfeld ve ark. 2008). Birçok tümör
tipinde 40’tan fazla CTA gen ailesi bulunmuştur (Tothill, 2001). Bunlar, anormal olarak
ekspres olmuş ve kanserli hastalarda immün yanıtı tetikler, karsinogeneze sebep olur.
Antijenlerdeki modifikasyonun humoral yanıtı nasıl tetiklediği henüz net olarak
bilinmemektedir (Tothill, 2003). Varsayımlardan bir tanesinde tümörlü hücrelerdeki modifiye
intraselüler proteinler ayırıldığında hücrede anormal ölümler gözlemlenmektedir
(Rosenfeld,2008, Belizaire, 2003, Mosbach, 1996, Wang ve ark. 2002). Anormal tümör
hücresi ölümü, anormal apoptoza yönlenir ve apoptoz yerine nekroz gibi ölümlere yönelmeler
vardır (Tansil ve ark. 2005). Tümör hücresi ölümleri gibi tekrar eden döngüler modifiye
intraselüler proteinlerin ısrarcı oluşumlarına neden olur.
Tümör hücresi ölümü, otoimmün yanıtı terikleyen kriptik self-epitopların oluşumuna neden
olur. Diğer bir hipotez ise bazı TAAs’lar lökositlerin ve bu hücrelerdeki G-protein ile
eşleşmiş olmamış dendritik hücrelerin göçüne neden olmaktadır (Zhu ve ark. 2005). Dokuya
özgü TAAs’ların bu kemotaktik aktiviteleri, zarar görmüş dokulardan sinyal göndererek
onarılmasını sağlar.
Diğer hipotezler spesifik imminogenetik modifikasyonlara dayanır. TAAs’lar çapraz bağlı
yabancı antijenle yapısal benzerlik gösterir. Ve bu yapısal benzerlik sonucunda humoral
yanıtlarda da benzerlikler ortaya çıkar. Isıl şok proteinlerine bağlanan TAAs, ısıl şok
proteinlerin bağışıklık sistemini düzenleyici özelliklerinin sonucu olarak imminogenetik
olabilirler (Zordan ve Corn, 1997, Zhang ve ark. 2004). Tümörlü hücre yüzeyine yerleşen
4
intraselüler proteinler bağışıklığı harekete geçirecek kadar anormal şekilde olabilirler. Kanda
bulunan tümör alakalı peptitler potansiyel antijen görevi görebilirler. Bu peptitler tümör
intraselüler proteinlerden oluşmaktadır. Villanueva ve arkadaşları tümörlerin tümör-spesifik
peptitlerden oluşan tamamlayıcı degredasyon yolakları ve ex viva koagülasyonlarının ürünü
olan exoproteazlar içerdiklerini ortaya çıkarmıştır.
TAAs’ları ortaya çıkaran serum otoantikorlar kanser hastalarında erken teşhis ve tedavi için
rol oynamaktadırlar. Ayrıca birçok kanser hastasının serumunda bulunan otoantikorlar,
proliferasyon, apoptoz, sinyal iletimi, hücre döngüsü gibi olaylarla alakalı olarak anormal
özellikler sergilemektedir (Barker ve Tarlov, 2000). Bu imminolojikal “raporcuların” ya da
“nöbetçilerin” hücresel mekanizmaları ne kadar iyi çözülürse erken kanser teşhisi için o kadar
önemli adımlar atılmış olur (Gallie ve Philips, 1984, Sanchez-Carbayo, 2004).
Kanser izlenmesi, semptomlardan dolayı medikal bulguların gözlenmediği bireylere
uygulanan sistematik testleri kapsamaktadır. Kanserden ölüm riski kanserin yayılımı ve fazın
derecesinin artmasına paralel olarak artmaktadır. Kanser izlenmesinin amacı onu erken
dönemde yani asimptomatik fazda belirlemektir. Bu aşamadaki problem çoğu kanser izleme
testi kısmen yetersiz olması ve kanserler izlenme sonucu belirlenmeden önce metastaz yapmış
olabilmektedirler. Kanser izleme testleri arasındaki hassasiyet farklanabilmektedir. %100
hassas bir test yöntemi izlenen populasyondaki tim kanserleri belirlemektedir. Hassasiyetliğin
derecesinin hesaplanması beklenen kanser türlerinin oranına bağlıdır. Bu hesabı yaparken
kanser türünün iyi belirlenmiş olması şarttır. Hassasiyet ayrıca neoplazi olmaksızın bireyler
üzerinde yapılan testlerde ortaya çıkan negatif sonuçların oranıdır (Maciosek 2006).
İzlenmenin avantaj ve dezavantajları çok ciddi bir şekilde tartışılmalıdır ve bu durum
kanser türleri ve testlerine göre oldukça farklılık göstermektedir. Bu noktada hemen tüm
kanser izleme testleri için 3 temel problem göze çarpmaktadır; gecikme zamanı, periyot ve
seçim eğilimi. Bu faktörlerin tümü, bir kanserin ölümcüllüğünün azaltılmasında kullanılan bir
methodun izlenmesinin etkinliğini bozmaktadır (Pinsky 2007).
Bir biyomarker için en önemli iki özellik seçiciliği ve hassaslığıdır. Hassaslık, kanser
hastalarının tümünü içeren bir parametredir. Seçicilik parametresi ise kanserli hastayı sağlıklı
hastadan ayıran ve tüm insanları içeren bir parametredir. İdeal bir biyomarker, %100
hassaslığa ve seçiciliğe sahip olandır. Bu çalışmada HER3 (Human Epidermal Growth Factor)
biyomarkeri kullanılarak hassas ve seçici bir biyosensör tasarlanması planlanmıştır.
2.4. Heat Shock Protein 70 (HSP70)
Şaperonlar ya da ısı şoku proteinleri (heat-shock proteins; Hsp) ilk kez ısı şokuna maruz kalan
hücrelerde tanımlanmıştır. Normal fizyolojik koşullarda, bu proteinlerin görevi; proteinlerin
çökmesini önlemek, yeni sentezlenen proteinlerin üçüncül yapılarını kazanmasını sağlamak,
yanlış katlanmış ve çökmüş proteinleri birbirinden ayırmak ve doğru katlanmasını sağlamak,
ribozomdan görev alacağı yerlere taşımaktır. Stres koşullarında bu proteinlerin sentezi
hızlanır. Hücre farklılaşmasında da önemli rol oynadıkları bilinmektedir. HSP’ler evrimsel
açıdan korunmuş moleküllerdir. Gerek hücre içinde sitoplazma ve organellerde (mitokondri,
endoplazmik retikulum); gerek hücre dışında görülebilirler, hatta hücre membranlarında bile
gözlenebilirler. Bazı şaperonlar işlev görebilmeleri için ko-şaperonlarına ihtiyaç duyarlar.
Kanserleşen hücreler sınırsız bölünme yeteneği, lokal çevrenin kullanımındaki değişiklikler,
yakın veya uzak dokulara yayılma gibi özellikler kazanır. Birçok kanser hücresi yüksek dozda
şaperon üretir. Kanser hücrelerinde şaperonlar, protein kinazların ve hücre büyümesi
yolağındaki transkripsiyon faktörlerinin kararlı hale getirilmesinde, p53 aracılığıyla hücre
döngüsünün kontrolünün etkilenmesinde, hücre dışına salınan HSP’ler ise kanser hücrelerinin
çevre ve uzak dokulara yayılmasında rol oynarlar. Kanser tedavi yaklaşımlarından biri de
şaperonların etkisiz hale getirilmesidir (Calderwood ve ark, 2006).
5
HSP70 bu protein ailesinin arasında stresle uyarılabilir ana proteindir. HSP70’ in fazla
miktarda üretilmesi hücrede tümör oluşumuna yardımcı olur. İnsanda meme kanseri MCF-7
hücrelerinde fazla üretilmiş HSP70 G0/ G1 fazını kısaltarak hücre büyümesini hızlandırır. Bu
HSP70in siklinD1’in stabilize etmesiyle ilgili olabileceği kabul edilmektedir. HSP70in azalışı
ağız kanser hücreleri gibi bazı tümör hücrelerini apoptoza sürükler. Normal hücreler ise
HSP70 in azalışıyla yaşama yeteneklerini yitirmezler. HSP70-2’nin tümör ilerletici
aktivitelerde p53 baskılanmasında rolü vardır. Kanser ilerlemesinde HSP70ler kofaktörlerle
beraber çalışabilirler (Sherman ve ark, 2007).
HSP70 proteini idrar kesesi üroteliyal kanserinde, prostat kanserinde, pankreas
kanserinde, meme kanserinde, endometriyal kanserde ve karaciğer kanserinde biyomarker
olarak da kullanılmıştır.
Biyomarkerların belirlenebilmesine yönelik yeni metodların geliştirilmesi ve yeni
biyomarker gruplarının ortaya çıkarılması yeni inceleme alanlarının ortaya çıkmasını
sağlamaktadır. Bu amaca yönelik olarak birçok eski teknik ve yeni geliştirilen teknikler
kullanılmaya devam edilmektedir.
Genom izlenmesi, genomik DNAdaki anormallikler tümör markerlarının
belirlenebilmesini sağlamaktadır. Yeniden gen düzenlenmeleri, delesyonlar ve
amplifikasyonlar bu tekniklerin merkezini oluşturmaktadır. RNA ekspresyonunun
incelenmesi zor bir yoldur. Çünkü bu teknikte istenen RNA’nın izolasyonu gerekmektedir.
Birçok teknik binlerce genin incelenmesine olanak vermektedir. Spesifik cDNA veya
oligonükleotidlerin küçük miktarları katı bir destek üzerine sabitlenerek bir array
düzenlenebilir. Normal ve tümör hücrelerinden gelen test RNA sı array deki
komplementeriyle hibridizasyona tabi tutulur. Böylelikle RNA’nın miktarı kantitatif olarak
tayin edilebilir. Bu teknik mikroarray olarak adlandırılmaktadır. RNA’nın mikroarraylerle
belirlenmesi zordur. Fakat SAGE( Serial Analysis of Gene Expression) RNA ekspresyonunun
çalışılmasında kullanılan kantitatif bir yöntemdir, ancak bu metodun teknik karmaşıklığı
kullanımını oldukça sınırlandırmaktadır. Ters transkriptaz-Polimeraz Zincir Reaksiyonu da
son zamanlarda kullanılan teknklerden bir tanesidir. Geri transkripsiyon ve ardından
polimeraz zincir reaksiyonu RNA ekspresyonu için kullanılmaktadır. Bu teknolojiyi kullanan
bir ticari klinik deney piyasaya çıkmak üzeredir. Bir diğer metod proteomik çalışmaları temel
almaktadır. Geleneksel metodların çoğu bir tek proteini incelemektedir. Bunun en önemli
örneği immunohistokimyadır. Ayırma teknikleri ve kütle spektrometresindeki son gelişmeler
de çoklu protein örneklerinin ölçümüne olanak sağlamaktadır. Özellikle SELDI ve MALDI
kütle spektrometreleri doku örneklerinden binlerce peptidin belirlenebilmesini mümkün
kılmaktadır.
Biyosensörlerin ilk rapor edildiği tarihten günümüze kadar geçen yaklaşık 65 yıllık
süreçte, sayısız biyoreseptör, çok farklı transduser ile entegre edilerek değişik amaçlar için
biyosensörler geliştirilmiştir. Bu araştırma çalışmalarına paralel olarak, ticari anlamda da
biyosensör pazarı oldukça hızlı ilerleyerek, sağlık, savunma ve gıda gibi alanlarda
kullanılmak üzere değişik ticari ürünler piyasaya sürülmüş ve halen kullanılmaktadır.
Elektrokimyasal biyosensörler günümüzde en sık kullanılan sistemlerden bir tanesidir. Bu
sistemler içinde impedans temelli olan biyosensörler ise son yıllarda çok önemli
avantajlarından dolayı sıklıkla kullanılmaya başlanmıştır.
Elektrokimyasal impedans
spektroskopisi (EIS), kimyasal ve fiziksel özelliklerdeki değişimlere karşı çok duyarlı bir
belirteç olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu teknik çeşitli kaplamalar, piller, yakıt hücreleri gibi
incelemelerin analizi ve karakterizasyonlarında, elektrot kinetiği, iletken polimerler, yarı
iletkenler ve sensörler ve biyosensörler gibi araştırma alanlarında çok açıklayıcı bilgiler sunar.
Elektrot yüzeylerine immobilize edilen nükleik asitler, hücre ve mikroorganizmalarla
geliştirilen biyosensörler, bunların karakterizasyonu ve kullanımı alanlarında da çok önemli
olanaklar sunmaktadır. Elektrokimyasal impedans spektroskopisi özellikle enzimler dışında,
katalitik olmayan biyomolekül etkileşimlerinin (antijen-antikor, DNA gibi) algılanmasında
6
özellikle yüzey plazmon rezonans (SPR) ve piezoelektrik esaslı yöntemlere kıyasla daha
kolay uygulanabilir, ekonomik ve pratik bir seçenek sunar. Bu nedenle son yıllarda, özellikle
immunolojik esaslı biyomolekül etkileşimlerini esas alan analiz amaçlarına yönelik
biyosensör teknolojilerinin geliştirilmesinde algılayıcı sistem olarak elektrokimyasal
impedans spektroskopisi önemli çözümler vaat etmektedir.
Elektrokimyasal impedans spektroskopisi esaslı biyosensör teknolojilerinde, sistemden
sinyallerin alınmasını sağlayacak ileri biyomembran oluşturma tekniklerinin geliştirilmesi,
bunların karaterizasyonu ve değişimlerinin belirlenmesi de sistemin kendisi tarafından
yapılabilmektedir. Bu özellik temel araştırma alanına yönelik ayrıntılı bilgi birikimine imkan
vermesi açısından da çok önemlidir.
Elektokimyasal impedans spektroskopisi (EIS), sistemlerin kompleks elektriksel
dirençlerini, yüzey hassasiyetlerini ve miktarlarındaki değişimleri analiz etmede kullanılan
çok etkili ve kullanışlı bir metottur. Metal korozyon mekanizmalarının aydınlatılmasında,
membranlar boyunca yük aktarımı ve membran/çözelti ara yüzeylerinin karakterizasyonunda
ve optimizasyonunda çok sıklıkla kullanılmaktadır. Son yıllarda ise biyosensörlerin hem
hazırlanma aşamalarının, hem de biyomoleküllerin spesifik etkileşimlerinin izlenmesi ve
kantitatif analizlerinde çok yoğun bir şekilde tercih edilmeye başlanmıştır. EIS’nin kullanımı
ile ilgili ilk örnekler 1980'lerin sonunda rapor edilmiş olmasına rağmen metodun
uygulamaları, enstrümantasyondaki ilerlemelere bağlı olarak son yıllarda çok fazla artış
göstermiştir. Çünkü elektrokimyasal impedans spektroskopisinin kompleks parametreleri
enstrümanların her türlü donanımından çok fazla etkilenebilmektedir. İmpedans teknikleri ile
biyoreseptör ve onun analiti arasındaki etkileşimin belirlenmesinin yanı sıra, transduserde
biyomoleküllerin immobilizasyonu boyunca meydana gelen olaylarda olduğu gibi, yüzey
modifikasyonun karakterizasyonları da başarıyla gerçekleştirilebilir. Bu özellikleri ile
impedans aynı zamanda, yüzey morfolojisinin görüntüleme teknikleriyle aydınlatılmasında
yardımcı ve çok önemli bir araçtır.
Bir sistemin impedansı genellikle küçük bir genlikli potansiyel uygulanması ve akım
cevabının belirlenmesiyle tayin edilir. Bu tanımdan yola çıkarak impedans; potansiyel-zaman
fonksiyonun V(t) akım-zaman I(t) fonksiyonuna bölümüdür. V0 ve I0 maksimum değere
ulaştıklarında, f; frekans, t; zaman, φ potansiyel-zaman ve akım-zaman arasındaki faz
kaymasıdır. Y ise kompleks iletkenlik veya admittanstır.
İmpedans kompleks bir değerdir; çünkü akım sadece genlik açısından farklılık göstermekle
kalmaz, potansiyel-zaman fonksiyonuyla kıyaslandığında faz kayması da gösterir. Bu yüzden
değer ya |Z| ve faz kayması φ ya da reel ZR ve imgesel ZI olarak tanımlanabilir.
7
Şekil 2.1 İmpedans’ın potansiyel(zaman) ve akım(zaman) büyüklüklerine bağımlı matematiksel gösterimi
Bu durum, şekil 2.1.'de gösterilmiştir. Dolayısıyla impedans ölçümlerinin sonuçları iki şekilde
gösterilebilir: Bode grafiği (logf'nin fonksiyonu olarak logZ ve ) veya ZR ve ZI'nın olduğu
Nyquist grafiği şeklinde.
İmpedans "spektroskopisi" adı, impedansın tek bir frekanstan ziyade farklı frekansları
tayin edebilme gerçeğinden türemiştir. Bu sayede bir impedans spektrumundan yüzeylerin,
tabakaların veya membranların değişim ve difüzyon prosesleri ve karakterizasyonu hakkında
bilgi sağlanır. Bu bilgilere ulaşmak için, impedans spektrumu genellikle eşdeğer devre
kullanılarak analiz edilir. Genellikle direnç ve kapasitanstan oluşan bu devre incelenen
sistemin farklı fizikokimyasal özelliklerini açıklar. Ayrıca sistem; elektrokinetik, difüzyon,
partisyon gibi temel yasalardan türeyen transfer fonksiyonları temelinde de tanımlanabilir.
Bu durumda bir impedans elementinin -direnç veya kapasitans- değişimi çözeltinin
bileşiminin bir fonksiyonu olarak değerlendirilir. Bazı durumlarda, tüm impedansla
konsantrasyondaki değişim arasında ilişki kurmak mümkündür.
Elektrokimyasal impedans spektroskopisinde, elektrolit çözeltisi sistemin tek bileşeni
olarak incelendiğinde, impedans davranışı açıklamak için 4 unsur kullanılır: ohmik direnç,
kapasitans, sabit faz ögesi ve Warburg impedans. Bu unsurlar ve tanımlamalarının özeti tablo
2.1'de verilmiştir.
Tablo 2.1. Biyoelektrokimyasal sistemleri tanımlamakta çok sıklıkla kullanılan impedans elemanlarının
tanımlanmaları, frekans bağımlılıkları ve faz kaymaları
8
Eşdeğer devreler, deneysel impedans verilerini seri ve/veya paralel düzenlenmiş ideal
impedans unsurlarla yaklaşık olarak belirlemek için kullanılır. Çoğu elektrokimyasal sistem
bu prosedüre göre analiz edilir. Bir elektrolitle bir elektrodun temasta olduğu bir sistem Randles devresi- çözelti direnci, Rs, yük transfer direnci, Rct, çift tabaka kapasitans Cdl ve
Warburg impedans, W. Şekil 2'de gösterilen Nyquist grafiğinde Rs ve Rct değerleri kolaylıkla
belirlenebilir. Çift tabaka kapasitansı ise yarım dairenin maksimum yaptığı noktadaki
frekanstan hesaplanabilir.
Şekil 2.2 Bir elektrolitle kontakt halindeki elektroda ilişkin Randles eşdeğer devre modeli
Biyolojik bir materyali karakterize etmek için (antikor gibi) elektrotlar sisteme
uygulanmalı böylece elektrokimyasal hücre elde edilmelidir. AC potansiyel uygulanması ile
birlikte, akım tüm sistem elemanlarını -çalışma elektrodu, biyolojik materyal, çözelti ve karşıt
elektrot- dolaşmaya başlayacaktır. Ölçülen impedans, bu elemanların bireysel katkılarının bir
özetidir aslında.
a) Biyolojik bir materyalin impedansı ya belirli bir analitin konsantrasyonunun
fonksiyonu ya da zamanın bir fonksiyonudur. Her iki durumda da her iki elektrodun
impedansı, ölçülecek impedansa kıyasla küçük olmalıdır. Bu da geniş yüzey alanları
kullanılarak sağlanabilir.
Ayrıca, çözeltiden kaynaklanabilecek biyolojik materyalin
nonspesifik bağlanmalarından kaçınılmalıdır, çünkü bu durum ara yüzey impedansı artırır.
b) Çalışma elektroduna biyolojik bileşen immobilize edilir ve analitle ilişkisi tayin
edilir. Bu, tipik bir biyosensör uygulamasıdır. Burada duyar elektrotun impedansı (yani
biyolojik materyalle modifiye edilmiş çalışma elektrodu) aslında tüm impedansı kontrol eder.
Bu yüzden, karşıt elektrodun impedansı belirgin şekilde küçük olmalıdır. Bu da duyar
elektroda göre en az 10 kat daha büyük (alan) elektrot kullanılarak sağlanabilir.
9
3. MATERYAL ve YÖNTEM
3.1. Materyal
Deneyde kullanılan tüm reaktifler, HSP70 ve anti-HSP70 Sigma–Aldrich (St. Louis,
MO, USA)’ den alınmıştır. Tüm seyreltme işlemleri pH 7’ de 0.01M olarak hazırlanan fosfat
tampon ile yapıldı. HSP70 ve antiHSP70 belli konsantrasyonlarda porsiyonlama yaparak
-20ºC’ de muhafaza edilmiştir. Çalışma elektrotu olarak yüzey kullan-at ITO-PET, referans
elektrot olarak KCl ile doygunlaşmış 3 M Ag/AgCl elektrot ve yardımcı elektrot olarak ise 10
cm uzunluğunda platin tel kullanılmıştır. Referans ve yardımcı elektrotlar iBAS,
Warwickshire, UK firmasından, ITO-PET elektrot Sigma–Aldrich (St. Louis, MO, USA)
firmasından getirtilmiştir. Ölçümler ise döngüsel voltametri ve elektrokimyasal impedans
spektroskopi yazılımı olan Echem Analyst içeren (Gamry Instruments, Warminster, USA) bir
bilgisayara bağlı Gamry Potentiostate/Galvanostate, Reference 600 (Gamry Instruments,
Warminster, USA) cihazında alınmıştır.
3.2. Elektrokimyasal Ölçümler
ITO elektrota uygulanan bütün immobilizasyon işlemlerinin karakterizasyonunu
ölçmek için döngüsel voltametriden (CV) ve elektrokimysal impedans spektrokopisinden
(EIS) yararlanılmıştır. CV için potansiyel aralığı -0,5 - 1 V arasında seçilmiş olup (adım
büyüklüğü: 20 mV, tarama hızı: 50 mV/s) ölçümler 0.1 M KCl içeren ve ölçüm için redoks
probu sunan 5 mM K3[Fe(CN)6]/K4[Fe(CN)6] (1:1) çözeltisi içinde gerçekleştirilmiştir.
Elektrokimyasal impedans ölçümleri ise 10 mV alternatif akımda gerçekleştirilmiştir.
Ölçümde kullanılan redoks çifti, döngüsel voltametredeki ile aynıdır. İmpedans spektrumları
10.000 – 0.05 Hz aralığındadır.
Anti-HSP70’ in elektrot yüzeyine bağlanması gerçekleştirildikten sonraki aşama
HSP70’ in elektrot yüzeyine bağlanmasını sağlamaktır. Standart HSP70 konsantrasyon tayin
aralığı 1 fg/mL ila 166 fg/mL aralığında olacak şekilde 100er µL’lik porsiyonlara
daldırılmıştır. Her inkübasyon periyodundan sonra elektrot yüzeyinde fiziksel olarak
absorblanmış HSP70’ i uzaklaştırmak için ultra saf su ile yıkanarak ve Fe(CN)64−/3− redoks
probu içeren çözeltinin bulunduğu hücrede CV ve EIS ölçümleri alınmıştır.
3.3. İmmobilizasyon Süreci
3.3.1. ITO Elektrotların Ölçüme Hazırlanması
Indiyum tin oksit (ITO-PET) elektrotların immobilizasyon aşamasından önce elektrot
temizliği için 10 ar dakika süre ile sırasıyla aseton-sabun çözeltisi ve saf suda ultrasonik
banyoda elektrot temizliği sağlandı. Sonrasında elektrot yüzeyinin iletkenliğini sağlamak için
200 ppm altın çözeltisi ile hazırlanan altın nanopartikülle kaplandı.
3.3.2. Anti-HSP70’ in ITO Elektrot Yüzeye Kovalent Olarak İmmobilizasyonu
Yüzeyi altın nanopartikül ile kaplanarak iletken hale getirilen ITO elektrot yüzeyine
kendiliğinden oluşan tabaka (SAM) oluşturmak için 60 mM (0,015 mg/2ml etanolde)
hazırlanan sisteamin çözeltisinin 100 µL’sine elektrot daldırılarak gece boyu beklendi.
Sonrasında elektrot yüzeyi etanol ve su ile yıkanarak CV ve EIS ölçümleri alındı.
10
A
B
Şekil 3.1 Altın nanopartikülle kaplanan ITO elektrotun EIS ölçümü. B: Sisteamin ile SAM
oluşturulduktan sonra alınan EIS ölçümü
Sisteamin ile gece boyu inkübasyon ile kendiliğinden oluşan tabakalar (SAM) sayesinde en uç
kısımda –SH grupları bulunur. Bu uçların altın nanopartiküle göre iletkenlikleri daha fazladır.
Bu yüzden altınnanopartikül uygulanması sonrasında elde edilen EIS ölçümüne göre daha
düşük sinyallerde EIS sonuçları beklenir. CV ölçümlerinde ise bu durum, katodik anodik pik
farklarının artışından takip edilebilir. Bu işlemin ardından çapraz bağlayıcı ajan olarak
glutaraldehitin eklenmesi ve ardından Anti-HSP70 immobilizasyonuyla EIS spektralarında
artış ve CV voltammogramlarında düşüş gözlenmektedir. Bunun sebebi, aktif uçların
kapanması ve iletkenliğin azalmasıdır. İletkenliğin azalmasıyla elektron transfer direnci de
artmıştır.
Şekil 3.2 anti HSP70in immobilizasyon adımlarına ait CV voltamogramı ve EIS (B) spektrumu (---):
ITO/sisteamin (---): ITO/sisteamin/antiHSP (-■-■-):ITO/sisteamin/antiHSP/BSA
11
3.3.3 HSP70 Biyomarkerının Tayini
Artık biyomarkeri tespit etmek için biyosensör sistemi hazırlanmış olup, hazırlanan bu
biyosensör 1 saat aralıklarla 5 kez farklı HSP70 konsantrasyonlarıyla inkübasyona
bırakılmıştır. Her konsantrasyondaki HSP70 in ilavesinden sonra EIS ve CV ölçümleri
alınmış ve böylelikle tayin takip edilmiştir. Yüzey direncinin artması EIS spektrumlarında net
bir artışı beraberinde getirir. Aynı sonuç, CV piklerinde azalma olarak gözlenmiştir.
12
4. ARAŞTIRMA BULGULARI ve TARTIŞMA
4.1. İmmobilizasyon Basamakları
Bu çalışmada çalışma elektrodu olarak kullanılan ITO-PET elektrot imobilizasyon
basamakları öncesinde aseton-sabun çözeltisi-saf su ile ultrasonik temizlik yapılarak yüzeyi
iletken hale getirebilmek için fiziksel olarak altın nanopartikül ile kaplanmıştır. İletken hale
getirilen yüzey, SAM oluşturmak için sisteamin çözeltisinde gece boyu bırakılarak yüzeyde SH uçları oluşturulmuştur. CV ve EIS ölçümlerine bakıldığında altın nanopartikül ile iletken
hale gelerek düşen EIS sinyalleri, sisteamin bağlanması sonucu iyice düşmüştür. Buna karşılık
CV piklerinde gözle görülür artış gözlemlenmektedir.
Bu işlemin ardından glutaraldehit ve Anti-HSP70 eklenmesiyle amino uçları
bağlanmıştır. Bu da EIS ve CV ölçümlerinde bir önceki adıma göre, EIS’de artış CV’de ise
bir azalış olarak görünür. Bunun sebebi, aktif uçların kapanması ve iletkenliğin azalmasıdır.
İletkenliğin azalmasıyla elektron transfer direnci de artmıştır.
Antikorun bağlayamadığı açık uçları kapatmak için 30 dakika süre ile BSA (Bovin
Serum Albumin) kullanılmıştır. Bu aşamada da iletkenliğin biraz daha azalmasıyla BSA’nın
bağlandığı, EIS ölçümünün artması ve CV ölçümünde ise biraz daha bir azalma olduğu
görülmektedir.
4.2. Optimizasyon Basamakları
4.2.1. Anti-HSP70 Konsantrasyonunun Belirlenmesi
Antikor eklenmesi için hazır hale getirilen elektrotlara farklı anti-HSP70
konsantrasyonlarında inkübasyon yapılmıştır. Bu konsantrasyonlar 0,25, 0,5, 1 ve 2 ve 8
µg/ml olarak belirlenmiştir. 1 saatlik inkübasyonun ardından CV ve EIS ölçümleri alınmıştır.
Bloklama ajanı olarak BSA kullanılmış ve yarım saat inkübasyona bırakılmıştır. Daha sonra
saatte bir olmak üzere her saat HSP70 eklenerek en iyi antikor konsantrasyonunun bulunması
için CV ve EIS ölçümlerinin sonuçlarına bakılmıştır. 0,25, 0,5, 1, 2 ve 8 µg/ml
konsantrasyonlarına ait hesaplanan R2 değerleri sırası ile 0,8108, 0,9758, 0,9578, 0,9357 ve
0,9359’dur. R2 değeri en yüksek 0,5 µg/mL’ye ait olmasına rağmen HSP70 bağlama
kapasitesinin daha yüksek olması sonucunda optimum antiHSP70 konsantrasyonunun 1
µg/mL olduğuna karar verilmiştir.
13
1,20E+04
1,00E+04
ΔR (ohm)
8,00E+03
6,00E+03
4,00E+03
2,00E+03
0,00E+00
0
-2,00E+03
50
100
150
200
HSP-70 (fg/mL)
Şekil 4.1 Farklı anti HSP70 konsantrasyonları ile hazırlanan ITO-AuNP temelli biyosensörün immobilizasyon
kalibrasyon grafikleri (-■-■-): 0,5 µg/mL (---): 1 µg/mL , (-x-x-) : 0,25 µg/mL, (-*-*-): 2 µg/mL
(---) : 8 µg/mL
Şekil 4.2 Optimize edilmiş antiHSP70 konsantrasyonuna (1 µg/mL) ait EIS spektrumu
4.2.2 AntiHSP70 İnkubasyon Süresinin Belirlenmesi
Yüzeyinde SAM oluşturulan elektrot yüzeyine ne kadar sürede etkili bir bağlanma
olacağını anlayabilmek ve daha sonrasında antijen bağlama kapasitesinin ne kadar sürede
daha fazla olacağını görmek için antiHSP70 süre optimizasyonu yapıldı. Süre olarak
antiHSP70 ekledikten sonra 30, 60, 75 ve 90 dakika sonrasında CV ve EIS ölçümleri alındı ve
R2 değerleri hesaplandı. 30, 60, 75 ve 90 dakikalara ait R2 değerleri sırası ile 0,2793, 0,9578,
0,9802 ve 0,7374’tür. En yüksek R2 değerine ve de sonrasında antijen bağlama miktarlarına
bakılarak en uygun sürenin 75 dakika olduğuna karar verildi. Fazla bekleme süreleri
sonrasında proteinin yüzeyde bozunduğu gözlemlenmiştir. Daha kısa sürede ise protein
14
yüzeye yeterli miktarda bağlanmadığı için marker eklemelerinde istenilen sonuç
alınamamıştır.
1,80E+04
1,60E+04
1,40E+04
ΔR (ohm)
1,20E+04
1,00E+04
8,00E+03
6,00E+03
4,00E+03
2,00E+03
0,00E+00
0
50
100
150
200
HSP-70 (fg/mL)
Şekil 4.3 anti HSP-70nin farklı sürelerle inkübe edilmesiyle hazırlanan ITO temelli biyosensörün
immobilizasyon kalibrasyon grafikleri ( ---): 90 dakika (-■-■-): 30 dakika (---): 60 dakika,
(x-x-) : 75 dakika
Şekil 4.4 Optimize edilmiş antiHSP inkübasyon süresine (75 dakika) ait EIS spektrumu 4
4.2.5 Tekrarlanabilirlik
Bütün basamakların optimizasyon koşulları sağlandıktan sonra uygun konsantrasyonlar ve
zamanlarda tekrarlanabilirlik sonuçları alındı. Bu sonuçlara göre ölçümlerin korelasyon sabiti
% 5,85 olarak, ortalama değer ve standart sapması 16,4 fg/mL ve ±0.96 fg/mL olarak
hesaplanmıştır. Sonuçlara göre biyosensörün tekrarlanabilir bir sistem olduğu anlaşılmaktadır.
Şekil 4.6’da ise optimize edilmiş ve tayin aralığı 1-166 fg/mL olan, antiHSP70 temelli HSP70
biyosensörünün kalibrasyon grafiği görülmektedir.
15
Tablo 4.1. Tekrarlanabilirlik ve R² değerleri
Biyosensör
R²
1
2
3
4
5
6
8
9
10
11
12
13
y
0,9974
0,999
0,9855
0,9917
0,9998
0,999
0,9982
0,9945
0,9778
0,9966
0,9995
0,9942
Aralık (fg/mL)
41303x + 574,41
24673x + 112,77
66093x + 481,67
101274x + 488,61
146227x + 27,956
125412x - 217
224353x + 330,64
78013x + 634,71
48068x + 694,91
70843x - 178,02
102017x + 200,15
124822x + 351,06
1-166
1-166
1-166
1-166
1-166
1-166
1-166
1-166
1-166
1-166
1-166
1-166
166 fg/mL
1 fg/mL
Şekil 4.5 Tasarlanan ITO AuNP temelli biyosensörün optimum şartlarına ait EIS spektrumları (---):
ITO/sisteamin
(-■-■-):
ITO/sisteamin/antiHSP70
(---):
ITO/sisteamin/antiHSP70/BSA
( ---): ITO/sisteamin/antiHSP70/BSA/HSP70
18000
16000
14000
12000
y = 102,02x + 200,15
R² = 0,9995
ΔRct(Ω)
10000
8000
6000
4000
2000
0
0
50
100
150
200
HSP70 konsantrasyonu (fg/mL)
Şekil 4.6 Optimal şartlardaki ITO-AuNP temelli biyosensörün kalibrasyon grafiği
16
4.2.6. Single Frequency Ölçümleri
HSP70 ve antiHSP70 arasındaki etkileşimin karakterizasyonu için single frequence
tekniği kullanıldı. Bu teknik, zamana karşı sabit bir frekansın ölçümüne dayanmaktadır.
Böylece tekrarlayan zaman dilimlerinde ve toplam zamanda impedans değişimleri kontrol
edilebilmektedir. Bu amaçla 1 Hz sabit frekans ile impedans ölçümü zamanın ve faz açısının
fonksiyonları olarak ölçüldü.
Şekil 4.7 antiHSP70 temelli biyosensöre HSP70 bağlanmasının gerçek zamanlı ve tek frekansta yapılan single
frequency ölçümü 5
4.2.7. ITO Temelli AntiHSP70 Biyosensörün SEM Görüntüleri
Şekil 4.7’de biyosensör yüzeyinin SEM görüntüleri görülmektedir. A’da elektrot yüzeyinin
iletken yapı kazanabilmesi için yüzeye fiziksel olarak tutunan altın nanopartiküller
görülmektedir. Nanopartikül çap boyutu ölçüldüğü gibi 50 nm ila 80 nm aralığındadır. B’de
ise yüzeydeki sisteamin ile oluşturulan SAM tabakası görülmektedir. C’de antiHSP70
moleküllerinin küreler şeklinde yüzeye tutunması net bir şekilde görülmektedir. D’de yüzeyde
antiHSP70 moleküllerinin yanı sıra farklı olarak yüzeydeki aktif uçların kapanması için
kullanılan BSA moleküllerinin yüzeye bağlanması görülmektedir. Son olarak E’de ise ITO
yüzeyinde antiHSP70 molekülleri ile etkileşime giren HSP70 moleküllerini net bir biçimde
gözlenmektedir.
17
Şekil4.8 ITO elektrot yüzeyi SEM görüntüleri A:Altın nanopartikül B:Sisteamin C:AntiHSP70 D:BSA
E:HSP70
4.2.7. Depo Ölçümleri
ITO-PET kullan-at elektrot ile hazırlanan HSP70 ölçmeye yönelik anti-HSP70 temelli
biyosensörün raf ömrünü tespit etmek amacı ile 5 gün ve 15 gün bekleme sonucunda alınan
ölçümler oldukça başarılıdır.
SÜRE
5 gün
15 gün
y
1271,1x + 1897,4
182,17x + 1265,2
18
R2
0,9981
0,974
5. SONUÇ ve ÖNERİLER
Küresel kanser yükü geçtiğimiz 30 yıl zarfında iki kattan daha fazla artmıştır. 2008’de 12
milyon yeni kanser vakasının teşhis edildiği, kanserden kaynaklanan 7 milyon ölümün
gerçekleştiği ve kanserli 25 milyon kişinin halen hayatta olduğu tahmin edilmektedir. Dünya
nüfusunun süregelen artışı ve yaşlanması kanser yükü üzerinde de büyük değişikliklere yol
açacaktır. 2030’a gelindiğinde 27 milyon kanser vakası, kanserden kaynaklanan yıllık 17
milyon ölüm ve son beş yıl içinde kanser tanısı konmuş 75 milyon kişi rakamlarına ulaşılması
beklenebilir. Kanser, insanlığı bu kadar tehdit eden bir hastalık olmuşken onun daha kolay
teşhis edilebileceği yeni yöntemler bulmak gerekmektedir.
Kanserde erken teşhis, uygulanacak tedavinin başarısı ve yaşama şansının artması
bakımından hayati önem taşımaktadır. Bu sebeple hassas ve spesifik teşhis yöntemleri
geliştirilmektedir. Biyomarkerlerin kan, idrar ve diğer vücut sıvılarında analizi ile geliştirilen
yöntemler, kanser teşhisi için alternatif yöntemler sunmaktadırlar. Bu çeşit analizler, sağlık
çalışanlarına hasta ile ilgili gerekli ilgileri zamanında sunmakta, böylece kısa sürede tedavi
yöntemi belirlenebilmekte ve hastanın yaşam süresi uzamaktadır.
Biyosensörler, fizikokimyasal transduser ile bütünleştirilmiş ya da alakalandırılmış
moleküler tanımlama cihazıdır. Bu cihazlar point-of-care olarak sınıflandırılabilirler ve bu
şekilde evde ya da klinikte kullanılabilme imkânına sahiptirler. Uygun bir biyosensör
tasarlarken cihazın spesifikliğini belli bir markere olan hassaslığı belirlemektedir.
Biyosensörler, kolay kullanım, ucuzluk ve çabuk sonuç verme gibi avantajlar
sağlamaktadırlar.
Elektokimyasal impedans spektroskopisi (EIS), sistemlerin kompleks elektriksel
dirençlerini, yüzey hassasiyetlerini ve miktarlarındaki değişimleri analiz etmede kullanılan
çok etkili ve kullanışlı bir metottur. Son yıllarda biyosensörlerin hem hazırlanma
aşamalarının, hem de biyomoleküllerin spesifik etkileşimlerinin izlenmesi ve kantitatif
analizlerinde çok yoğun bir şekilde tercih edilmeye başlanmıştır. EIS’nin kullanımı ile ilgili
ilk örnekler 1980'lerin sonunda rapor edilmiş olmasına rağmen metodun uygulamaları,
enstrümantasyondaki ilerlemelere bağlı olarak son yıllarda çok fazla artış göstermiştir. Çünkü
elektrokimyasal impedans spektroskopisinin kompleks parametreleri enstrümanların her türlü
donanımından çok fazla etkilenebilmektedir. İmpedans teknikleri ile biyoreseptör ve onun
analiti arasındaki etkileşimin belirlenmesinin yanı sıra, transduserde biyomoleküllerin
immobilizasyonu boyunca meydana gelen olaylarda olduğu gibi, yüzey modifikasyonun
karakterizasyonları da başarıyla gerçekleştirilebilir. Bu özellikleri ile impedans aynı zamanda,
yüzey morfolojisinin görüntüleme teknikleriyle aydınlatılmasında yardımcı ve çok önemli bir
araçtır.
Bu çalışmada, serumdaki artış miktarı birçok kanser türü için teşhis olanağı sağlayan bir
otoantikor olan HSP70 tayinine yönelik antiHSP70 bazlı kullan-at biyosensör tasarlanmıştır.
Bunun için öncelikle döngüsel voltametri ve elektrokimyasal impedans spektroskopisi ile
imobilizasyon adımları ve HSP70’in elektrot yüzeyine bağlanması incelenmiştir.
Biyosensörün başarılı sonuçlar vermesi için tüm adımlar optimize edilmiştir. Bu adımlardan
antiHSP70 konsantrasyonu 1 µg/mL olarak belirlenmiştir. İkinci bir adım olarak biyosensör
tayin aralığı 1-166 pg/mL olarak tespit edilmiştir. Biyosensör için önemli adımlardan biri
tekrarlanabilir bir sistem olmasıdır. Farklı zamanlarda alınan ölçümler sonucunda sistemin
tekrarlanabilirliği tespit edilmiştir. Ayrıca biyosensörün raf ömrü tayini için 5 ve 15 günlük
beklemeler sonucu alınan sonuçlar oldukça başarılıdır. Gerçek serum örneği ile de tasarlanan
biyosensörün laboratuar şartlarında gerçek serumdaki HSP70 tayinini başarıyla saptadığı
görülmüştür.
19
KAYNAKLAR
Barker, S.L.R., Tarlov, M.J., Canavan, H., Hickman, J.J., Locascio, L.E (2000). Analytical
Chemistry, 72: 4899–4903.
Barrett, A.J., Rawlings, N.D (2001). Biological Chemistry 382(5): 727–33.
Belinsky, S.A., Nikula, K.J., Palmisano, W.A (1998). Proceedings of the National Academy
of Sciences USA 95(20):11891–11896.
Belizaire, A.K., Tchistiakova, L., St-Pierre, Y., Alakhov, V (2003). Biochemical and
Biophysical Research Communications, 309:625–630.
Boyle P, Levin B (2008). Dünya Sağlık Örgütü Uluslar arası Kanser Araştırma Kurumu
Dünya Kanser Raporu, Lyon.
Bromme, D. Kaleta, J (2002). Current Pharmaceutical Design 8(18):1639–58.
Calderwood SK, Khaleque MA, Sawyer DB, Ciocca DR (2006). Heat shock proteins in
cancer: chaperones of tumorigenesis, Trends Biochemical Science, 31(3):164-72.
Figler, B.D., Reuther, A.M., Dhar, N (2007). Urology 70(4):711–716.
Gallie, B.L., Phillips, R.A (1984). Ophthalmology 91:666–672.
Gunawardana, C.G, Diamandis, E.P (2007). Cancer Letters 249:110–9.
Herrera, L.J., Raja, S., Gooding, W.E., (2005) Clinical Chemistry 51(1):113–118.
Hoon, D.S., Spugnardi, M., Kuo, C., Huang, S.K., Morton, D.L., Taback, B (2004). Oncogene
23(22):4014–4022.
Iacobuzio-Donahue, C.A., Ashfaq, R., Maitra, A (2003). Cancer Research 63(24), 8614–
8622.
Jedeszko, C., Sloane, B.F (2004). Biological Chemistry 385(11), 1017–1027.
Lah, T.T., Kos, J (1998). Biological Chemistry 379(2), 125–130.
Leslie, N.R., Downes, C.P (2004). Biochemical Journal 382:1–11.
Li, M., Feldstein, J.T., Weinberg, R.A (2007) Nature 449(7163):682–688.
Lofton-Day, C., Mode,l F., Vos, T.D (2008). Clinical Chemistry 54(2):414–423.
Jordan, C.E., Corn, R.M (1997), Analytical Chemistry 69:1449–1456.
Joyce, J.A., Baruch, A., Chehade, K (2004). Cancer Cell 5(5):443–453.
Joyce, J.A., Hanahan, D (2004). Cell Cycle 315(12):1516–1519.
Jun, L., Gad, G., Eric, A. Miska, (2005). Nature 435(7043):834–838.
Macgregor, P.F., Squire, J.A., (2002) Clinical Chemistry 48:1170–1177.
Mikolajczyk, S.D., Millar, L.S.,, Wang, T.J (2000). Cancer Research 60(3):756–759.
Mikolajczyk, S.D., Grauer, L.S., Millar, L.S. (1997). Urology 50(5):710–714.
Mikolajczyk, S.D., Marker, K.M., Millar, L.S. (2001) Cancer Res. 61(18), 6958–6963.
Maciosek M, Edwards N, Coffield A (2006). Priorities among effective clinical preventive
services. Am J Prev Med, 31: 90–96.
Mosbach, K, Ramstrom,O. (1996) Biotechnology, 14, 65–70.
Neaves P, Waddell MJ, Prentice GA (1988). A medium for the detection of Lancefield Group
D cocci in skimmed milk powder by measurement of conductivity changes. Journal
of Applied Bacteriology, 65: 437–448.
Nesterova, M.V., Johnson, M., Cheadle, C. (2006) Cancer Res. 66(18), 8971–8974.
Peter, J. (2001) Cancer Res. 61(3), 957–959.
Pinsky P, Andriole G, Graha E, (2007). Prostate-specific antigen velocity and prostate
cancer. Gleason grade and stage. Cancer, 109: 1689–95.
Robert, V., Michel, P., Flaman, J.M., Chiron, A., Martin, C.,
Charbonnier, F., Paillot, B., Frebourg, T., (2000) Carcinogenesis 21, 563–565.
Rosenfeld, N., Aharonov, R., Meiri, E. (2008) Nat. Biotechnol. 28(4), 462–469.
Ross J.S, Fletcher J.A, Bloom K.J, Linette G.P, Stec J, Symmans W. (2004) Mol Cell
Proteomics 3, 379–98.
20
Sherman M, Multhoff G, Heat shock proteins in cancer, Ann N Y Acad Sci, 1113:192-201,
2007.
Soper, S.A, Brown, K. Ellington, A. Frazier, B. Garcia-Manero, G. G.V, (2006) Biosens
Bioelectron, 21, 932–42.
Stearns V, Yamauchi H, Hayes DF (1998). Circulating tumour markers in breast cancer:
accepted utilities a novel prospect. Breast Cancer Res. Treat., 52: 239-259.
Tansil, N.C, Xie, F., Xie, H., Gao, Z. (2005) Chem Commun, 8, 1064–1066.
Tomkiel, J.E., Alansari, H., Tang, N. (2002) Clin Cancer Res. 8(3), 752–758.
Tothill, I.E. (2001) Comput Electron Agric 30, 205–218.
Tothill IE. (2003) Woodhead Publishing Limited;. ISBN: 1-85573-674-678.
Wang, P.C., Gao, J., Lee, C.S., (2002) J. Chromatogr. A 942, 115–122.
Zhang B, Mao QG, Zhang X, Jiang TL, Chen M, Yu F. (2004) Biosens Bioelectron 19, 711–
20.
Zhu, Q., Chai, Y.Q, Yuan, R., Wang N., Li, X.L, (2005) Chem Lett, 34, 1682–1683
21
Download