ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ İLÂHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ Çukurova University Journal of Faculty of Divinity Cilt 1 7 Sayı 1 Ocak-Haziran 2017 T. C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ (ÇÜİFD) 2017 (17/1) Ocak-Haziran ISSN: 2564-6427 Sahibi Prof. Dr. Ali Osman Ateş (Dekan), Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayın Kurulu Prof. Dr. Hasan Kayıklık (Başkan), Ç.Ü. İlahiyat Fakültesi Doç. Dr. Bekir Tatlı, Ç.Ü. İlahiyat Fak. - Prof. Dr. Nuran Öztürk, Ç.Ü. İlahiyat Fak. Doç. Dr. Yusuf Gökalp, Ç.Ü. İlahiyat Fak. - Doç. Dr. Tuğrul Yürük, Ç.Ü. İlahiyat Fak. Okt. Şenel Durmaz, Ç.Ü. İlahiyat F.- Arş. Gör. Ahmet Rıfat Geçioğlu, Ç.Ü. İlahiyat Fak. Arş. Gör. Aygül Düzenli, Ç.Ü. İlahiyat F.- Arş. Gör. Ömer Sadıker, Ç.Ü. İlahiyat Fak. Yabancı Dil Editörleri Okt. Şenel Durmaz- Arş. Gör. Ahmet Rıfat Geçioğlu Redaksiyon ve Dizgi Doç. Dr. Bekir Tatlı Yayın Tarihi: Haziran 2017 Dergimizin Yer Aldığı Bazı Veri Tabanları Yazışma Adresi Çukurova Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Balcalı Kampüsü, 01330 Sarıçam/Adana [email protected] Makalelerin bilim, dil ve hukuk bakımından sorumluluğu yazarlarına aittir. Ç. Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi hakemli bir dergi olup yılda iki defa yayımlanır. Danışma Kurulu Prof. Dr. Abdulkadir Evgin, Kahramanmaraş Sütçü İmam Ü. Prof. Dr. Abdülkerim Bahadır, Necmettin Erbakan Ü. Prof. Dr. Adnan Demircan, İstanbul Üniversitesi Prof. Dr. Adnan Koşum, Süleyman Demirel Üniversitesi Prof. Dr. Ahmet İnam, Orta Doğu Üniversitesi Prof. Dr. Bilâl Kemikli, Dumlupınar Üniversitesi Prof. Dr. Halis Albayrak, Ankara Üniversitesi Prof. Dr. Hasan Onat, Ankara Üniversitesi Prof. Dr. Kamil Çakın, Ankara Üniversitesi Prof. Dr. Mehmet Bayraktar, Yeditepe Üniversitesi Prof. Dr. Mehmet Evkuran, Hitit Üniversitesi Prof. Dr. Mustafa Ünal, Erciyes Üniversitesi Prof. Dr. Zeki Salih Zengin, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Bu Sayının Hakemleri (unvan gözetilmeden isim sırasına göre) Prof. Dr. Abdulkadir Evgin, Sütçü İmam Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. Prof. Dr. Abdullah Kahraman, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. Doç. Dr. Abdullah Özbolat, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. Yrd. Doç. Dr. Ali Bayer, Karaman Üniversitesi İslâmî İlimler Fakültesi. Yrd. Doç. Dr. Ali Fidan, Karadeniz Teknik Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. Doç. Dr. Ali Kuşat, Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. Prof. Dr. Ali Ulvi Mehmedoğlu, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. Prof. Dr. Asım Yapıcı, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. Prof. Dr. Aysel Ergül Keskin, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi. Doç. Dr. Bekir Tatlı, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. Doç. Dr. Burhan Baltacı, Kastamonu Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. Prof. Dr. Enbiya Yıldırım, Anakara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. Doç. Dr. Erdal Yıldırım, Munzur Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi. Prof. Dr. Fatih Yahya Ayaz, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. Yrd. Doç. Dr. Ferhat Yılmaz, Mustafa Kemal Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. Yrd. Doç. Dr. Hakan Uğur, Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. Yrd. Doç. Dr. Halil İmamoğlugil, Yıldırım Beyazıt Ü. Toplum Bilimleri Fakültesi. Prof. Dr. Halim Öznurhan, Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. Prof. Dr. Halis Albayrak, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. Doç. Dr. Hasan Akkanat, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. Prof. Dr. Hasan Kayıklık, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. Doç. Dr. Hayri Kaplan, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. Prof. Dr. Himmet Konur, Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. Doç. Dr. Huriye Martı, Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. Prof. Dr. Hüsnü Ezber Bodur, Sütçü İmam Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. Yrd. Doç. Dr. İbrahim Kaplan, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. Doç. Dr. İhsan Çapçıoğlu, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. Prof. Dr. İsmail Erdoğan, Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. Prof. Dr. Mehmet Ali Kırman, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. Yrd. Doç. Dr. Mehmet Fatih Yalçın, Şeyh Edebali Ü. İslâmî İlimler Fakültesi. Prof. Dr. Muhammet Yılmaz, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. Doç. Dr. Musa Alp, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. Doç. Dr. Mustafa Kaya, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. Yrd. Doç. Dr. Mustafa Ulu, Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. Doç. Dr. Nadir Özdemir, Kastamonu Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. Yrd. Doç. Dr. Nail Karagöz, Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. Prof. Dr. Nasi Aslan, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. Prof. Dr. Nurullah Altaş, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. Yrd. Doç. Dr. Nurullah Denizer, Uşak Üniversitesi İslâmî İlimler Fakültesi. Doç. Dr. Saffet Kartopu, Gümüşhane Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. Doç. Dr. Sami Kılınçlı, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. Yrd. Doç. Dr. Sevde Düzgüner, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. Prof. Dr. Temel Yeşilyurt, Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. Prof. Dr. Vahit Göktaş, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. Prof. Dr. Zafer Kızıklı, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. İÇİNDEKİLER MAKALELER / ARTICLES Hasan KAYIKLIK - Mehmet Emin KALGI Dinsel Yaşayış Ölçeği: Geçerlik Güvenirlik Çalışması ......................................... 1 Nasi ASLAN Ahkâm Hadislerinde Psikolojik Etmenler: Regl Dönemindeki Talâk Üzerine Bir İnceleme ....................................................................................... 21 İsmail ŞIK Necmeddin Tarsusî’nin “Urcûze fî Vefeyâti’l-A‘yân Min Mezhebi Ebî Hanîfeti’n-Nu‘mân” Adlı Eseri: Tedkik, Çeviri ve Değerlendirme .................... 39 Abdullah ÖZBOLAT “Organlarımla Dirilmek İstiyorum.”- Organ Bağışının Dini-Toplumsal Arkaplanı ......................................................................................................... 61 Musa ALP Arap Dilinde هل/ Hel ve أ/ Hemze Soru Harflerinin Vaz’ı ve Kullanımı ........... 89 Sami KILINÇLI İşârî Te’vil ve Kuşeyrî’nin Cihad ve Kıtal Ayetlerini Yorumlama Yöntemi ......................................................................................................... 119 Saim YILMAZ - Furkan ERBAŞ Endülüs Emevî Halifesi II. Hakem’in İlmî Kişiliği ve İlim Hayatına Sağladığı Katkılar ........................................................................................... 157 Tuna TUNAGÖZ Ebû’l-Berakât el-Bağdâdî Üzerine Çalışmalar: Bir Kaynakça Denemesi ........ 187 Ertuğrul DÖNER Bazı Kültürlerde ve Dinlerde Zaman .............................................................. 227 Mahmud Esad ERKAYA Tasavvuf Klasiklerinde Sohbet ve Uhuvvetin Temel İlkeleri .......................... 249 Yusuf EMRE - Gülşen ÖZGEN İlahiyat Fakültesi Öğrencilerinin Mizah Anlayışlarının Bazı Değişkenlere Göre İncelenmesi..................................................................... 277 Yasemin GÜLEÇ Adil Davranışlar Gösterme Ölçeği (ADGÖ) .................................................... 299 Emad Gazi KENAN ِ (دراسةٌ س ِ ِ سَل ِ فَلس َفةُ الوطَ ِن واملُواطَنَ ِة ِِف ِ رديرةٌ َت ِ َالَّتب الفك ِر ر ٌيِصيليرة َ وي ا ِإل َ َ َ مي َ َ َ İslami Eğitim Düşüncesinde Vatan ve Vatandaşlık Kavramları...................... 317 Abdulsettar Elhaj HAMED األندلس ِف األدب الَّتكي احلديث Yeni Türk Edebiyatında Endülüs .................................................................... 335 Nurullah DENİZER Bir Müfessir Olarak Süddî el-Kebîr ................................................................ 357 ÇEVİRİLER / TRANSLATIONS Salâhuddin el-İDLÎBÎ / çev. Rıdvan YARBA Eleştirel Kriterler ve Mezhepsel İhtiraslar Arasında Muhaddislerin Râvilere Dair Hükümleri ................................................................................ 389 Loren D. MARKS / çev. Ahmet Rifat GEÇİOĞLU Ruh Sağlığı, Dinî İnanç ve “Sarsıcı Soru” ........................................................ 443 D. Shestopalets / çev. Talip DEMİR İslam’ın Sekülerleşmesi: Kapsamlı Bir Analize Doğru .................................... 455 Petruta P. RUSU - Maria N. TURLIUC / çev. Fatma KIRMAN Psikolojik Araştırmalarda Dindarlığa Yaklaşım Tarzları ................................. 481 Linda WOODHEAD / çev. Harun TUNÇ Toplumsal Cinsiyet ve Sekülerleşme Teorisi ................................................. 501 KİTAP TANITIMLARI / BOOK REVIEWS Tuğba BAKIRTAŞ Bilişsel Psikoloji (E. Bruce Goldstein)............................................................. 511 Fazlı AKIŞ Din ve Birey (Batson, Schoenrade, Ventis) .................................................... 517 Dinsel Yaşayış Ölçeği: Geçerlik Güvenirlik Çalışması Prof. Dr. Hasan KAYIKLIK Mehmet Emin KALGI Atıf / ©- Kayıklık, H.- Kalgı, M. E. (2017). Dinsel Yaşayış Ölçeği: Geçerlik Güvenirlik Çalışması, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 17 (1), 1-19. Öz- Bu çalışmanın amacı, daha önce Kayıklık (2003) tarafından geliştirilen "Dinsel Yaşayış Ölçeği"ni revize etmektir. Revize sürecinde ölçeğin faktör sayısı (3 faktör) aynen korunmuş, fakat ölçeğe yeni maddeler eklenerek ve uzman görüşleri doğrultusunda bazı maddelerde değişiklik yapılarak ölçeğin hem geçerlilik için açımlayıcı ve doğrulayıcı faktör analizi yapılmış hem de güvenirlik analizi için iç tutarlıklık (cronbachalpha) katsayısı hesaplanmıştır. Çalışmada nicel araştırma yöntemlerinden biri olan genel tarama modeli kullanılmıştır. Çalışmanın verileri, Şanlıurfa'nın Siverek ilçesinin Karacadağ Anadolu Lisesinde okuyan ve basit tesadüfî yöntemle seçilen 158 (103 kız, 55 erkek) öğrenci üzerinden alınmıştır. Dinsel Yaşayış Ölçeğini (DYÖ) oluşturan maddelerin açımlayıcı faktör analizinde faktör ortak varyans değerlerinin 0.262-0.960 ve döndürülmüş faktör yük değerlerin 0.390-0.970 arasında değiştiği görülmüştür. Ayrıca DYÖ için yapılan doğrulayıcı faktör analizinde modelin uyum indekslerinden birisi olan X2/sd'nin değeri 1.93, NFI değeri 0.91, NNFI değeri 0.95, CFI değeri 0.95 ve SRMR değeri 0.07, RMSEA değeri 0.07 olduğu görülmüştür. Ölçeğin güvenirlik analizi için iç tutarlılık katsayısı hesaplanmıştır. Buna göre, ölçek maddelerinin iç tutarlık katsayısı 0.930 olarak bulunmuştur. Ayrıca Faktör–1, Faktör–2 ve Faktör–3'ün iç tutarlılık katsayısı sırasıyla 0.982, 0.937 ve 0.875 olarak bulunmuştur. Ölçekteki her bir ifade 7’li likert tipi derecelendirme ile yapılmakta ve her maddeye en düşük bir (1) en yüksek yedi (7) puan verilerek hesaplanmıştır. Buna göre otuz altı (36) maddelik DYÖ'de bir kişinin alabileceği en düşük puan otuz altı (36), en yüksek puan ise iki yüz elli iki (252)’dir. Kişi ölçek ortalamasının üstünde bir puan alabiliyorsa dindar olarak değerlendirilmektedir. Anahtar sözcükler- Dinsel yaşayış ölçeği, geçerlik, güvenirlik, inanç, ibadet, ahlak §§§ Makalenin gelişi: 17.05.2017; Yayına kabul tarihi: 19.06.2017 Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Psikolojisi Anabilim Dalı öğretim üyesi, e-posta: [email protected] Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim Dalı (Din Psikolojisi) Doktora Öğrencisi, e-posta: [email protected] 2 | Hasan Kayıklık - Mehmet Emin Kalgı 1. Giriş Din ve dindarlık konuları insan psikolojisiyle yakından ilişkili olduğu için bilim adamlarınca araştırılan konuların başında gelir. Bu kavramların bilimsel literatürde kullanılmaları önceleri teorik bilgilere dayanmış olsa da ilk saha çalışmalarına yabancı literatürde 1940'larda ve Türkiye'de ise 1980'lerde rastlanmaktadır (Onay, 2001:439). Dindarlık, farklı şekillerde ölçülebildiği için gerek yabancı literatürde (Beckwith ve Morrow, 2005; Cotton, Larkin, Hoopes, Cromer, Rosenthal, 2005; Hyman ve Handal, 2006; Almeida, Neto ve Koenig, 2006) ve gerekse de Türk literatüründe (Uysal, 1996; Cirhinlioğlu, 2010; Hökelekli, 2010; Kayıklık, 2011; Peker, 2011; Tarhan, 2013; Murata&Chittick, 2012; Şentürk, 2013; Yavuz, 2013; Yapıcı; 2013; Hökelekli, 2013) tanımsal olarak da farklılaşmaktadır. Dindarlığın farklı tanımlamasındaki nedenlerin başında kavramın sübjektif (Uysal, 1996) yargılar içermesi yer almaktadır. Çünkü kurumsallaşmış veya kurumsallaşmamış her din, müntesiplerine farklı kurallar çerçevesi çizer. Tek tanrılı dinlerde bile dine yüklenen anlamda farklılaşma olduğu için ortak bir dindarlık tanımı yapılamamaktadır (Yapıcı, 2013:7). Çünkü yapılan dindarlık tanımları kişinin aidiyet hissettiği dine, mezhebe, mesleki durumuna, cinsiyetine vb. psiko-sosyal durumlarına göre değişebilmektedir. 2. Literatür Taraması Bu çalışmanın kavramsal çerçevesini oluştururken din ve dindarlık tanımlarından daha çok bu kavramların farklı tanımlaması üzerinde duruldu. Bununla beraber Türkiye'de geliştirilen ve uyarlanan dindarlık ölçeklerinin durumunu tespit etmek de önemlidir. Ülkemizde dindarlık ölçmeye yönelik ulaşabildiğimiz kadarıyla ilk girişim Tablamacıoğlu (1962) tarafından yapılmıştır. Fakat Tablamacıoğlu (1962) tarafından yapılan bu çalışma, dindarlığa yönelik ölçek olarak geliştirmekten daha çok farklı dindarlık görüntülerini ortaya koymaktan ibarettir. Benzer şekilde bir başka çalışma da Fırat'ın (1977) doktora çalışmasında kullanılmak üzere anket olarak hazırlamıştır (Mutlu, 1989). Bu çalışmaların geçerlilik ve güvenirlik analizleri yapılmadığı için bilimsel anlamda birçok eksiklik barındırmaktadır. Müslüman dindarlık ölçümü ile ilgili istatistiksel analizleri yapılmış ölçeklerin Türkiye'de kullanılması 1980'lere dayanmaktadır (Onay, 2001:439). Bunlardan biri Mutlu (1989) tarafından "İslami Dindarlık Ölçeği" adıyla geliştirilmiş ve geliştirilen bu ölçeğin güvenirlik katsayısı (cronbach-alpha) 0.94 olarak bulunmuştur. Daha sonra Köktaş (1993), dindarlığı ölçmeye yönelik bir ÇÜİFD, 2017, cilt: 1, sayı: 1, ss. 1-19 Dinsel Yaşayış Ölçeği: Geçerlik Güvenirlik Çalışması | 3 çalışma yapmış ve yapmış olduğu bu çalışma beş faktörlüdür. Fakat Köktaş'ın (1993) çalışmasında gerekli istatistiksel analizler yapılmadığı için dezavantajlı olarak değerlendirilmektedir (Onay, 2001:443). Uysal (1995) "İslami Dindarlık Ölçeği" adlı çalışmasının faktörleşmesinde Glock'un beş faktör modelini esas almış ve bunu üniversite ortamında çalışan 439 kişi üzerinde uygulayarak ölçeğin iç tutarlılık katsayısını 0.97 olarak hesaplamıştır. Kayıklık (2000), Allport tarafından geliştirilen iç ve dış güdümlü dindarlık ölçeğini Türkçe'ye uyarlayarak bu alana büyük katkı sağlamıştır. Yine Türkiye'de birçok araştırmacı dini yönelim, yaşayış, tutum, gibi birçok konuda ölçek geliştirme ve uyarlama çalışması yapmıştır. Bunlar; Kaya (1998) "Dini Tutum Ölçeği, Yapıcı (2002) "Dini Dogmatizm Ölçeği", Türküm (2003) "Akılcı Olmayan İnanç Ölçeği", Kayıklık (2003) "Dini Yaşayış Ölçeği", Onay (2004) "Dini Yönelim Ölçeği", Yapıcı (2006) "Dinin Etkisini Hissetme Ölçeği", Yıldız (2006) "Dini Hayat Ölçeği", Arslan (2010) "Paranormal İnanç Ölçeği", Ok (2011) "Ok-Dini Tutum Ölçeği" şeklinde sıralanabilir. Şu an Türkiye'de kullanılan ve ulaşabildiğimiz dindarlık ölçekleri kavramsal çerçeve içerisinde verilmeye çalışılmıştır. Türkiye'de geçmişten günümüze dindarlığı ölçmeye yönelik yapılan çalışmalarda büyük bir artış yaşandığı görülmektedir (Uysal, 1995:263). Fakat bu artış istenen seviyede değildir. Bu anlamda bu çalışma, alana katkı sağlaması beklenmektedir. 3. Yöntem Çalışmada nicel araştırma yöntemlerinden genel tarama modeli kullanılmıştır. Genel tarama modeli, çok sayıda elemandan oluşan bir evrende, evren hakkında genel bir yargıya varmak amacıyla evrenin tümü ya da ondan alınacak bir grup, örnek ya da örneklem üzerinde yapılan tarama düzenlemeleridir (Karasar, 2004:79). 3.1. Evren ve Örneklem Araştırmanın evrenini, Şanlıurfa/Siverek ilçesinin ortaöğretim öğrencileri ve örneklemi ise bu okullardan basit tesadüfî yöntemle seçilmiş olan 158 öğrenci oluşturmaktadır. Örneklemin seçilmesinde farklı demografik özellikler (yaş, cinsiyet, gelir düzeyi) taşıyan öğrencilerin bulunması amaçlanmıştır. Katılımcıların demografik özelliklerine ait bilgiler şu şekildedir: a) cinsiyet: Kız %65.2 (103), Erkek %34.8 (55); b) yaş: 14 %19 (30), 15 %38.6 (61), 16 %8.9 ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 1-19 4 | Hasan Kayıklık - Mehmet Emin Kalgı (14), 17 %17.1 (27), 18 %16.5 (26); c) ailenin aylık gelir düzeyi: Ortanın altı %12 (19), Orta %86.1 (136), Ortanın üstü %1.9 (3) şeklindedir. 3.2. Veri Toplama Çalışmada, nicel veri toplama aracı kullanılmıştır. Nicel veri toplama aracı olarak daha önce Kayıklık (2003) tarafından geliştirilen "Dinsel Yaşayış Ölçeği" kullanılmıştır. Kayıklık (2003) tarafından geliştirilen ölçeğin özgün formu için inanç boyutu üçlü likert tipinde 11 madde, ahlak boyutu dörtlü likert tipinde 9 madde ve ibadet boyutu dörtlü likert tipinde 15 madde olmak üzere toplam 3 boyut ve 35 maddeden oluşmaktadır. İnanç boyutu maddeleri "Katılıyorum (3), Kararsızım (2), Katılmıyorum (1)" şeklinde puanlanırken; ahlak ve ibadet boyutu maddeleri ise "Her Zaman (4), Çoğu Zaman (3), Bazen (2), Hiç (1)" şeklinde puanlanmaktadır. DYÖ'nün revize edilmesi için takip edilen süreçler; maddelerin düzenlenmesi ve madde havuzunun oluşturulması, uzman kişilerin görüşlerine başvurulması, ölçeğin uygulaması ve ölçeğin düzenlenmesi, geçerlik ve güvenirlik analizleri yapılması şeklindedir. Ayrıca geliştirilen DYÖ'nün, geçerlik ve güvenirlik açısından incelenmesi için açımlayıcı faktör analizi, doğrulayıcı faktör analizi, uzman görüşü ve iç tutarlılık katsayısı işlemleri de araştırmacılar tarafından özenle yerine getirilmiştir (Büyüköztürk, 2012; Yılmaz ve Tan, 2016:189; Yılmaz ve Fakirullahoğlu, 2016:226). 3.2.1 Maddelerin Düzenlenmesi ve Madde Havuzunun Oluşturulması Çalışmanın ilk aşamasında Kayıklık (2003) tarafından geliştirilen 35 maddelik DYÖ'nün orijinal soruları esas alınmıştır. Ölçeğin ibadet boyutunun 25. maddesi (Maddi gücüme göre zekâtımı veriyorum) öğrencilerin yaş düzeyi göz önünde bulundurularak ölçekten çıkarılmıştır. Buna göre "Dinsel Yaşayış Ölçeği"nden toplam otuz dört madde alınmıştır. Ayrıca araştırma konusu hakkında derinlemesine literatür taraması yapılmış (Mutlu, 1989; Yapıcı, 2002; Türküm, 2003; Yapıcı, 2006; Arslan, 2010) ve ölçeğe 21 adet standart madde daha eklenmiştir. Bu aşamanın sonunda "Dinsel Yaşayış Ölçeği" ile ilgili 55 maddelik bir anket hazırlanmıştır. Daha sonra kapsam geçerliliği sağlanması için konu alanı uzmanı dokuz (9) öğretim üyesine görüş sorulmuştur. Alınan dönütler çerçevesinde on bir madde [Zayıfları her zaman koruyorum (1), Herkesle iyi geçiniyorum (2), İnancım gereği olan ibadetlerimi yerine getiriyorum (3), Cenaze merasimlerine katılıyorum (4), Mevlit, hatim gibi dinsel toplantılara katılıyorum (5), Hz. Muhammed'e salâvat getiriyorum (6), Gayb âlemi vardır ÇÜİFD, 2017, cilt: 1, sayı: 1, ss. 1-19 Dinsel Yaşayış Ölçeği: Geçerlik Güvenirlik Çalışması | 5 (7), Allah sonsuzdur (8), Allah geçmişte olan ve gelecekte olacak her şeyi bilir (9), Öldükten sonra dirilme vardır (10), Hayır ve şer Allah'tandır (11)] ölçekten çıkarılarak 44 maddelik bir ölçek geliştirilmiştir. Bu maddelerin KGO (Kapsam Geçerlik Oranı) ve KGI (Kapsam Geçerlik İndeksi) değerleri Tablo-1'de sunulmuştur. 158 kişi üzerinde uygulanması yapılan ölçeğin açımlayıcı faktör analizinde sekiz madde [Cennet-cehennem diye bir şey yoktur (1), Kuran zaman aşımına uğramıştır (2), Allah'ın var olup olmadığı kesin değildir (3), Aleyhime olsa da her zaman doğruyu söylüyorum (4), Davranışlarımı Allah'ın her yerde beni gördüğü bilinciyle yapmaya gayret ediyorum (5), Maddi gücüm uygun olursa, hacca gitmeyi düşünüyorum (6), İnancım gereği ilim öğreniyorum (7), Allah'ı tefekkür ediyorum (8)] binişik değerlere sahip ve faktör yük değerleri düşük olması nedeniyle analizden çıkarılarak 36 maddelik bir ölçek geliştirilmiştir. Yapılan analizler ve dönütler göz önünde bulundurularak ölçeğin kapsam ve görünüş geçerliliği sağlanmaya çalışılmıştır (Fraenkel ve Wallen, 2003). Tablo–1. Kapsam Geçerlik Oranı (KGO) ve Kapsam Geçerlik İndeksi (KGİ) Sonuçları Kapsam GeKapsam GeKapsam GeMadde Madde Madde çerlik çerlik çerlik Numarası Numarası Numarası Oranı (KGO) Oranı (KGO) Oranı (KGO) 1 13 25 0,71 1,57 1,29 2 14 26 1,00 1,29 1,29 3 15 27 1,00 1,29 1,29 4 16 28 1,00 1,29 1,00 5 17 29 1,29 1,00 1,00 6 18 30 1,00 0,71 1,00 7 19 31 1,29 1,29 1,29 8 20 32 1,00 1,57 1,29 9 21 33 1,00 1,00 1,00 10 22 34 1,00 1,57 1,57 11 23 35 1,00 0,71 1,57 12 24 36 1,29 1,57 1,29 Kapsam Geçerlik İndeksi (KGİ)= 1,17 ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 1-19 6 | Hasan Kayıklık - Mehmet Emin Kalgı 3.2.2 Derecelendirme Sisteminin Belirlenmesi Standart belirlemeye yönelik yapılan literatür taramasında (Kayıklık, 2003; Yapıcı, 2006; Ok, 2011) 3'lü, 4'lü ve 5'li likert tipi puanlama sistemlerinin kullanıldığı belirlenmiştir. Fakat bu çalışmada, katılımcıların görüşlerini yüksek derecede yansıtması için 7'li likert tipi ölçekleme sistemi kullanılmıştır. Her bir madde için inanç boyutunda ölçekteki ifadelerin puanlanması: "Hiç Katılmıyorum (1), Çok Az Katılıyorum (2), Ender Olarak Katılıyorum (3), Biraz Katılıyorum (4), Oldukça Katılıyorum (5), Genellikle Katılıyorum (6), Tamamen Katılıyorum (7)" şeklindedir. Ahlak ve ibadet boyutları için ölçekteki ifadelerin puanlanması:" Bana Hiç Uygun Değil (1), Bana Pek Uygun Değil (2), Bana Çok Az Uygun (3), Bana Biraz Uygun (4), Bana Oldukça Uygun (5), Bana Genellikle Uygun (6), Bana Her Zaman Uygun (7)" şeklindedir. 3.2.3. Ölçeğin Uygulanması DYÖ'nün uygulanması, 2016-2017 yılında Şanlıurfa'nın Siverek ilçesinin Karacadağ Anadolu Lisesinde eğitim-öğretim gören 158 kişilik bir katılımcı grubu ile yapılmıştır. Araştırmaya katılan kişilerin gönüllü ve objektif olmaları esas alınmış, ölçek formu dağıtılmadan önce katılımcıların araştırma ve ölçek ile ilgili bilgi sahibi olmaları sağlanmış ve katılımcıların anketlere isimlerini yazmamaları istenmiştir. Uygulamalar ortalama 20 dakika sürmüştür. 3.3. Veri Analizi Nicel veri toplama aracı ile elde edilen veriler SPSS 20.0 ve LISREL 9.2 paket programları kullanılarak analiz edilmiştir. Analizlerde açımlayıcı ve doğrulayıcı faktör analizlerine yer verilmiştir. "Açımlayıcı ve doğrulayıcı olmak üzere iki tür faktör analizi yaklaşımı vardır. Açımlayıcı faktör analizinde, değişkenler arasındaki ilişkilerden hareketle faktör bulmaya yönelik bir işlem; doğrulayıcı faktör analizinde ise değişkenler arasındaki ilişkiye dair daha önce saptanan bir hipotezin ya da kuramın test edilmesi söz konusudur" (Büyüköztürk, 2012:123). Dağlı ve Baysal'a göre, araştırmada temel amaç keşfetmek ise açımlayıcı faktör analizi kullanılmalıdır (2016:1255). 4. Bulgular Yapılan analizler sonucunda elde edilen bulguların anlaşılır bir şekilde sunulması için; "ölçeğin puanlanması", "verilerin faktör analizi için uygunluğu", "açımlayıcı faktör analizi" ve "doğrulayıcı faktör analizi" başlıklaması yapılmıştır. ÇÜİFD, 2017, cilt: 1, sayı: 1, ss. 1-19 Dinsel Yaşayış Ölçeği: Geçerlik Güvenirlik Çalışması | 7 4.1 Ölçeğin Puanlanması Güvenirlik ve geçerlik analizleri neticesinde DYÖ, madde yapılarına göre inanç, ahlâk ve ibadet boyutu olmak üzere toplam üç faktör ve 36 maddeden oluşmaktadır. DYÖ'nün inanç boyutu 12 maddeden oluşmaktadır. İnanç boyutu maddeleri "Hiç Katılmıyorum (1), Çok Az Katılıyorum (2), Ender Olarak Katılıyorum (3), Biraz Katılıyorum (4), Oldukça Katılıyorum (5), Genellikle Katılıyorum (6), Tamamen Katılıyorum (7)" biçiminde 7 seçenekle kodlanmakta ve ölçeğin inanç boyutunda en düşük 12, en yüksek 84 puan alınabilmektedir. Ölçeğin hem ahlâk hem de ibadet boyutları da 12'şer maddeden oluşmaktadır. Bu maddeler, " Bana Hiç Uygun Değil (1), Bana Pek Uygun Değil (2), Bana Çok Az Uygun (3), Bana Biraz Uygun (4), Bana Oldukça Uygun (5), Bana Genellikle Uygun (6), Bana Her Zaman Uygun (7) biçiminde kodlanıp puanlanmaktadır. Buna göre ölçeğin ahlâk ve ibadet boyutlarından alınabilecek en düşük 12, en yüksek ise 84 puandır. Bu değerlendirme sonucunda ölçekte alınabilecek en düşük toplam puan 36, en yüksek toplam puan ise 252'dir. Bu değerlendirmeyle beraber katılımcılar ortalamanın üstünde bir puan alabiliyorsa dindar olarak değerlendirilmektedir. 4.2. Verilerin Faktör Analizi İçin Uygunluğu Uygulama sonucunda elde edilen verilerin faktör analizi için uygunluğu Kaiser-Meyer-Olkin (KMO) katsayısı ve Barlett Küresellik (Sphericity) Testi ile hesaplanmıştır. Verilerin faktör analizine uygunluğu için KMO'nun .60'dan yüksek ve Barlett Kürsellik (Sphericity) Testinin anlamlı çıkması gerekir (Büyüköztürk, 2012:126). DYÖ için 158 öğrenci üzerinde yapılan faktör analizinde KMO .878 çıkmıştır. Bu durum örneklem büyüklüğünün faktör analizi için uygun olduğunu göstermektedir. Barlett testi sonucu da anlamlı bulunmuştur [X2 = 6402.908 p<.01]. Bu veriler, faktör çıkartmak için uygun olduğunu göstermektedir. Kaiser-Meyer-Olkin (KMO) katsayısı ve Barlett testlerinin sonuçları Tablo-2'de sunulmuştur. Tablo-2. Dinsel Yaşayış Ölçeğinin Kaiser-Meyer-Olkin (KMO) ve Barlett Testlerinin Sonuçları Kaiser-Meyer-Olkin Örneklem Uyum Ölçüsü Barlet Küresellik Testi ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 1-19 .878 X2 = 6402.908 p= .000 8 | Hasan Kayıklık - Mehmet Emin Kalgı 4.3. Açımlayıcı Faktör Analiz Çalışmaları Öğrencilerin dinsel yaşayış düzeylerini belirlemek için hazırlanan ve 158 öğrenciye uygulanan 36 maddelik taslak ölçme aracının, en az sayıda maddeyle en fazla özelliği ölçebilen bir araca dönüştürülmesi için yapılan açımlayıcı faktör analizi sonucunda öz değeri 1'den büyük olan 3 faktör belirlenmiştir. Birinci faktörün özdeğerinin 13.385 olduğu ve toplam varyansın %29.265'ini; ikinci faktörün özdeğerinin 6.319 olduğu ve toplam varyansın %20.528'ini; ve üçüncü faktörün özdeğerinin 3.550 olduğu ve toplam varyansın %14.580'ini açıkladığı görülmektedir. Her üç faktörün birlikte açıkladıkları toplam varyans ise %64.594'tür. Tabachnick ve Fidell'e (2007) göre, ölçek geliştirme çalışmalarında açıklanan toplam varyansın %50 ve üzeri değerlerin kabul edilebilir olduğunu belirtmektedir. Tablo-3. Dinsel Yaşayış Ölçeğinin Döndürülmüş Temel Bileşenler Analizi Tablosu Döndürme Sonrası Faktör Madde 2.Fak 3.Fakt Ortak 1. Faktörde Numarası törde örde Varyansı Yükü Yükü Yükü 1 Allah yaptığımız her şeyi bilir. 0.960 0.970 Mahşer gününde herkes yaptıkla2 0.951 0.962 rından dolayı hesaba çekilecektir. Kuran-ı Kerim'in haber verdiği her 3 0.928 0.953 şey doğrudur. Kur'an Allah'ın gönderdiği kutsal 4 0.917 0.950 bir kitaptır. 5 Allah'ın var olduğuna inanıyorum. 0.891 0.938 6 Kur'an, Allah'ın emirlerini bildirir. 0.889 0.928 Meleklerin var olduğuna inanıyo7 0.878 0.916 rum. Öldükten sonra ahiret denen 8 0.811 0.888 sonsuz bir hayat olacaktır. Kâinattaki her şey Allah tarafından 9 0.803 0.882 yaratılmıştır. 10 Kıyamet günü vardır. 0.800 0.874 Kur'an günümüze kadar aynen 11 0.786 0.849 korunmuştur. Hz. Muhammed'in Allah'ın pey12 0.685 0.791 gamberi olduğuna inanıyorum. İnsanları aldatmak dini inancıma 13 aykırı olduğu için kimseyi aldat- 0.747 0.834 mamaya özen gösteriyorum. Kumar oynamak günah olduğu 14 için kumar oynamaktan kaçınıyo- 0.700 0.820 rum. ÇÜİFD, 2017, cilt: 1, sayı: 1, ss. 1-19 Dinsel Yaşayış Ölçeği: Geçerlik Güvenirlik Çalışması | 9 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 Bana emanet edilen bir şeyi inancım gereği her zaman korurum. Dini inancıma göre doğru sözlü olmak gerektiğinden, doğru söylemeye gayret ediyorum. Rüşvet alıp-vermek günah olduğu için rüşvet alıp-vermekten kaçınıyorum. Anne-babaya iyi davranmayı Allah emrettiği için anne-babama iyi davranıyorum. Söz verildiği zaman sözünde durmak dini bir kural olduğundan verdiğim sözü tutuyorum. İnancım gereği yoksullara yardım ediyorum. İnsanlara iyi davranmak din tarafından tavsiye edildiği için insanlara iyi davranıyorum. Evlilik dışı cinsel ilişki (zina) dinde yasaklandığı için bu tür ilişkiden kaçınıyorum. Dinde yasak edildiği için uyuşturucu kullanmamaya özen gösteriyorum. Yardım talep edenlere Allah rızası için yardım ediyorum. Namazlarımı kılıyorum Herhangi bir engel olmadığı sürece ibadetlerimi yapıyorum. Farz ibadetlerin dışında da ibadet ediyorum. Televizyonda yayınlanan dinsel programları seyrediyorum. Dinsel yayınlar okuyorum. Hz. Peygamberi (Hz. Muhammed) anma etkinliklerine katılıyorum. Kur'an-ı Kerim okuyorum. Kutsal gün ve gecelerde dua ve ibadet yapıyorum. Ramazan ayı dışında da oruç tutuyorum. Dua ediyorum. Mazeretlerim dışında Ramazan ayında oruç tutuyorum. Allah'ı zikrediyorum. 0.697 0.816 0.762 0.775 0.645 0.773 0.628 0.768 0.617 0.764 0.623 0.758 0.535 0.709 0.500 0.690 0.462 0.665 0.538 0.638 0.569 0.748 0.614 0.743 0.568 0.722 0.520 0.692 0.490 0.687 0.428 0.649 0.456 0.646 0.455 0.621 0.375 0.595 0.467 0.521 0.262 0.493 0.294 0.390 Tablo–3 incelendiğinde faktör ortak varyans değerlerinin 0.262-0.960 ve döndürülmüş faktör yük değerlerin 0.390-0.970 arasında değiştiği görülmektedir. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 1-19 10 | Hasan Kayıklık - Mehmet Emin Kalgı 4.4. Doğrulayıcı Faktör Analiz Çalışmaları Üç faktörlü otuz altı maddelik "Dinsel Yaşayış Ölçeği"nin kuramsal yapısını test etmek için "Doğrulayıcı Faktör Analizi-DFA (Confirmatory Factor Analysis-CFA)" yapılmıştır. Dinsel Yaşayış Ölçeğinin "Doğrulayıcı Faktör Analiz-DFA" sonuçları Tablo-4'te görülmektedir. Tablo-4. Dinsel Yaşayış Ölçeğinin Doğrulayıcı Faktör Analiz Sonuçları ÇÜİFD, 2017, cilt: 1, sayı: 1, ss. 1-19 Dinsel Yaşayış Ölçeği: Geçerlik Güvenirlik Çalışması | 11 Literatürde DFA'da sınanan modelin uyum yeterliliğini belirlemek için pek çok uyum indeksi kullanılmaktadır (Dağlı ve Baysal, 2016:1527-1258). Analizde, Karşılaştırmalı Uyum İndeksi (Comparative Fit Index-CFI), Ki-Kare (Chi-square), Serbestlik Derecesi (Degree of Freedom-df), Yaklaşık Hataların Ortalama Kare Kökü (Root Mean Square Error of Approximation-RMSEA), Standart Ortalama Kalanların Kare Kökü (Standardized Root Mean ResidualSRMR), Normlaştırılmış Uyum İndeksi (Normed Fit Index-NFI) ve Normlaştırılmamış Uyum İndeksi (Non-Normed Fit Index-NNFI) değerleri kullanılmıştır. Beauducel ve Wittman'a (2005) göre bu değerler DFA sonuçlarını değerlendirmede geçerli bilgiler sunmaktadır. DFA ile oluşturulan modellerin uyum değerleri Tablo-5'te görülmektedir. Tablo-5. Doğrulayıcı Faktör Analizi-DFA Uyum Değerleri Analiz X2 df X2/df RMSEA SRMR NFI NNFI CFI Sonuç 1134,01 585 1,93 0,07 0,07 0,91 0,95 0,95 Modelin uyum indekslerinden birisi olan X 2/sd'nin değeri 1.93 olarak bulunmuştur. Ayrıca uyum indekslerinden olan NFI değeri 0.91, NNFI değeri 0.95, CFI değeri 0.95 ve SRMR değeri 0.07, RMSEA değeri 0.07 olduğu görülmüştür. Bu değerlerin "Doğrulayıcı Faktör Analizi-DFA" sonucunda ölçeğin faktör yapısının uyumunun iyi olduğunu göstermektedir. 4.5. Güvenirlik Bu çalışmada "Dinsel Yaşayış Ölçeği"nin güvenirliği, iç tutarlık (Cronbach Alpha) katsayısı ile hesaplanmıştır. Ölçeği oluşturan maddelerin iç tutarlık katsayısı 0.930 olarak bulunmuştur. Ayrıca her bir faktörün iç tutarlık katsayısı kendi içerisinde hesaplanmıştır. Buna göre Faktör–1, Faktör–2 ve Faktör–3'ün iç tutarlılık katsayısı sırasıyla 0.982, 0.937 ve 0.875 olarak hesaplanmıştır. Güvenirlilik katsayısının 0.70 ve daha yüksek olması test puanlarının güvenirliği için yeterli görülmektedir (Büyüköztürk, 2012). ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 1-19 12 | Hasan Kayıklık - Mehmet Emin Kalgı 5. Sonuç ve Tartışma Bu çalışmada, daha önce Kayıklık (2003) tarafından geliştirilen "Dinsel Yaşayış Ölçeği"ni bazı analizlerle revize edilmesi amaçlanmıştır. Yapılan analizler sonucunda ölçeğin üç faktör ve her faktör on iki madde olmak üzere toplam otuz altı maddeden oluştuğu görülmüştür. Kapsam geçerlik çalışması için alanında uzman olan dokuz araştırmacının görüşüne başvurulmuş ve elde edilen analizler sonucunda ölçeğin "Kapsam Geçerlik İndeksi (KGİ)" 1.17 olarak bulunmuştur. Üç faktörlü DYÖ için yapılan açımlayıcı faktör analizi sonucunda ölçeğin döndürülmüş faktör yük değerleri 0.390- 0.970 arasında değişmektedir. Ayrıca ölçeğin inanç faktörü toplam varyansın %29.265'ini, ahlâk faktörü %20.528'ini ve ibadet faktörü %14.801'ini açıklamaktadır. Her üç faktörün birlikte açıkladığı toplam varyans ise %64.594'tür. Kayıklık (2003) tarafından geliştirilen "Dinsel Yaşayış Ölçeği"nin on bir maddeden oluşan inanç boyutu maddelerinin faktör yük değerleri 0.44 ile 0.95, dokuz maddeden oluşan ahlâk boyutu maddelerinin faktör yük değerleri 0.53 ile 0.71, ve on üç maddeden oluşan ibadet boyutu maddelerinin faktör yük değerleri ise 0.36 ile 0.85, arasında değişmektedir. Arslan (2010:30) "Paranormal İnanç Ölçeği" çalışmasında maddelerin faktör yüklerini‚ 0.42 ve 0.86 arasında ve bu maddelerin toplam varyansın %58.7’sini açıkladığını bulmuştur. Ayrıca Ok (2011:541-542) çalışmasında "Ok-Dini Tutum Ölçeği"nin toplam varyansın %86'sını açıkladığını bulmuştur. Dindarlık, inanç gibi ölçeklerde benzer bulgular başka çalışmalarda da rastlanmıştır (Uysal, 1995:264; Kaya, 1998; Onay, 2004; Yıldız, 2006). Üç faktörlü otuz altı maddelik "Dinsel Yaşayış Ölçeği"nin kuramsal yapısını test etmek için "Doğrulayıcı Faktör Analizi" yapılmıştır. Modelin uyum indekslerinden birisi olan X2/sd'nin değeri 1.71, NFI değeri 0.91, NNFI değeri 0.95, CFI değeri 0.96 ve SRMR değeri 0.07, RMSEA değeri 0.06 olarak görülmüştür. Ölçeğin güvenirlik analizi sonucunda iç tutarlılık katsayısı 0.930 olarak bulunmuştur. Bununla birlikte inanç, ahlâk ve ibadet alt faktörlerinin içi tutarlılık katsayıları sırasıyla 0.982, 0.937 ve 0.875 olduğu görülmüştür. Arslan (2010:37) yaptığı "Paranormal İnanç Ölçeği" çalışmasında ise iç tutarlılık katsayısının 0.85 olarak bulmuştur. Ayrıca Mutlu (1989:195) "Dindarlık Ölçeği"nin iç tutarlılık katsayısını 0.94, Yapıcı (2002:115) "Dini Dogmatizm Ölçeği"nin iç tutarlılık katsayısını 0.91; Türküm (2003:43) "Akılcı Olmayan İnanç Ölçeği"nin ÇÜİFD, 2017, cilt: 1, sayı: 1, ss. 1-19 Dinsel Yaşayış Ölçeği: Geçerlik Güvenirlik Çalışması | 13 iç tutarlılık katsayısını 0.84 ve Yapıcı (2006:84) "Dinin Etkisini Hissetme Ölçeği"nin iç tutarlılık katsayısını 0.95 olarak bulmuştur. Bu analizler sonucunda ölçeğin alt boyutlarıyla beraber yüksek düzeyde iç tutarlılığa sahip olduğu, açımlayıcı ve doğrulayıcı faktör geçerliliği bulunduğu görülmüştür. Böylece DYÖ'nün revize edilmesi neticesinde geçerli ve güvenilir bir ölçek olduğu ortaya çıkmıştır. Kaynakça Almeida, A. M., Neto, F. L. ve Koenig, H. G. (2006). Religiousness and mental health: A review. Journal of Rev Bras Psiquiatr, 28 (3), 242-250. Arslan, M. (2010). Paranormal inanç ölçeğinin Türkçe versiyonunun geliştirilmesi: Geçerlik ve güvenirlik çalışması. İ. Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1(2), 23-40. Beauducel, A. & Wittmann, W. W. (2005). Simulation study on fit indexes in cfa based on data with slightly distorted simple structure. Structural Equation Modelling: A Multidisciplinary Journal, 12, 41-75. Beckwith, H. D. & MorrowJ, A. (2005). Sexual attitudes of college students: the impact of religiosity and spirituality. College Student Journal. Büyüköztürk, Ş. (2012). Veri analizi el kitabı. İstatistik, araştırma deseni SPSS uygulamaları ve yorum. Ankara: Pegam Akademi Yayınları. Cirhinlioğlu, F. G. (2010). Din psikolojisi. Ankara: Nobel Yayınları. Cotton, S., Larkin, E., Hoopes, A., Cromer, B. A. ve Rosenthal, S. L. (2005). The impact of adolescent spirituality on depressive symptoms and health risk behaviors. Journal of Adolescent Health, 36 (6). Dağlı, A., Baysal, N. (2016). Yaşam doyumu ölçeğinin Türkçe'ye uyarlanması: Geçerlik ve güvenirlik çalışması. Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, 15 (59), 1250-1262. Fraenkel, J. R., Wallen, N. E. (2003). How to design and evaluate research in education. New York: McGraw-Hill. Hökelekli, H. (2010). Din psikolojisine giriş. İstanbul: Dem Yayınları. Hökelekli, H. (2013). Din psikolojisi. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. Hyman, C. ve Handal, P.J. (2006). Definitions and evaluation of religion and spiritualty items by religious professionals: A plot study. Journal of Religion and Health, 45 (2), 264-282. Karasar, N. (2004). Bilimsel araştırma yöntemleri. Ankara: Nobel Yayın Dağıtım. Kaya, M. (1998). Din eğitiminde iletişim ve dinî tutum. Samsun: Etüt Yayınları. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 1-19 14 | Hasan Kayıklık - Mehmet Emin Kalgı Kayıklık, H. (2000). Dini yaşayış biçimleri: Psikolojik temelleri açısından bir değerlendirme (Yayınlanmamış Doktora Tezi). Dokuz Eylül Üniversitesi, İzmir. Kayıklık, H. (2003). Orta yaş ve yaşlılıkta dinsel eğilimler. Adana: Baki Yayınları. Kayıklık, H. (2011). Din psikolojisi. Adana: Karahan Yayınevi. Köktaş, M. E. (1993). Türkiye'de dini hayat. İstanbul: İşaret Yayınları. Murata, S. Chittick, W. C. (2012). İslâm'ın vizyonu (Turan Koç, Çev.). İstanbul: İnsan Yayınları. Mutlu, K. (1989). Bir dindarlık ölçeği sosyolojide yöntem üzerine bir tartışma. İslami Araştırmalar Dergisi, 3(4), 194-199. Ok, Ü. (2011). Dini tutum ölçeği: Ölçek geliştirme ve geçerlik çalışması. Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi, 8(2), 528-549. Onay, A. (2001). Dindarlık ölçme çalışmaları: Dindarlık ölçümünde üç farklı yaklaşım ve ölçmenin esasları. İslami Araştırmalar Dergisi, 14(3-4), 439-449. Onay, A. (2004). Dindarlık, etkileşim ve değişim. İstanbul: DEM. Peker, H. (2011). Din psikolojisi. İstanbul: Çamlıca Yayınları. Şentürk. H. (2013). Din psikolojisine giriş. İstanbul: İz Yayıncılık. Tabachnick, B. G., Fidell, L. S. (2007). Using multivariate statistics. Boston: Allyn ve Bacon. Tablamcıoğlu, M. (1962). Yaşlara göre dini yaşayışın şiddet ve kesâfeti üzerine bir anket denemesi. A. Ü. İ. F. Dergisi, 141-151. Tarhan, N. (2013). İnanç psikolojisi. İstanbul: Timaş Yayınları. Türküm, A. S. (2003). Akılcı olmayan inanç ölçeğinin geliştirilmesi ve kısaltma çalışmaları. Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Dergisi, 2(19), 41-47. Uysal, V. (1995). İslami dindarlık ölçeği üzerine bir pilot çalışma. İslami Araştırmalar, 8, 263-271. Uysal, V. (1996). Din Psikolojisi Açısından Dini Tutum Davranış ve Şahsiyet Özellikleri. M. Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: İstanbul. Yapıcı, A. (2002). Dini yaşayışın farklı görüntüleri ve dogmatik dindarlık. Ç. Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2(2), 75-118. Yapıcı, A. (2006). Yeni bir dindarlık ölçeği ve üniversiteli gençlerin dinin etkisini hissetme düzeyi: Çukurova Üniversitesi Örneği. Ç. Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, 6(1), 65-115. Yapıcı, A. (2013). Ruh sağlığı ve din: Psiko-sosyal uyum ve dindarlık. Adana: Karahan Yayınevi. Yavuz, K. (2013). Günümüzde inancın psikolojisi. İstanbul: Boğaziçi Yayınları. ÇÜİFD, 2017, cilt: 1, sayı: 1, ss. 1-19 Dinsel Yaşayış Ölçeği: Geçerlik Güvenirlik Çalışması | 15 Yıldız, M. (2006). Ölüm kaygısı ve dindarlık. İzmir: İzmir İlahiyat Vakfı Yay. Yılmaz, A. Tan, E. (2016). The effect of student achievement in cognitive level of peer teaching methods in science teaching. Journal of Currents Researchs on Social Sciences (JoCReSS), 6 (2), 185-200. Yılmaz, A., Fakirullahöğlu, Z. (2016). Standards and procedures for the accreditation of science teacher training program. Journal of Currents Researchs on Social Sciences (JoCReSS), 6 (2), 219-238. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 1-19 16 | Hasan Kayıklık - Mehmet Emin Kalgı 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 Allah yaptığımız her şeyi bilir. Mahşer gününde herkes yaptıklarından dolayı hesaba çekilecektir. Kuran-ı Kerim'in haber verdiği her şey doğrudur. Kur'an Allah'ın gönderdiği kutsal bir kitaptır. Allah'ın var olduğuna inanıyorum. Kur'an, Allah'ın emirlerini bildirir. Meleklerin var olduğuna inanıyorum. Öldükten sonra ahiret denen sonsuz bir hayat olacaktır. Kâinattaki her şey Allah tarafından yaratılmıştır. Kıyamet günü vardır. Kur'an günümüze kadar aynen korunmuştur. Hz. Muhammed'in Allah'ın peygamberi olduğuna inanıyorum. Tümüyle Katılıyorum (7) Genellikle Katılıyorum (6) Oldukça Katılıyorum (5) Biraz Katılıyorum (4) Ender Olarak Katılıyorum (3) Çok Az Katılıyorum (2) Aşağıdaki ifadelerden her birini okuduktan sonra, bu ifadeye ne ölçüde katıldığınızı gösteren sütuna ait olan ve ifadenin hizasında kutucuğun içini (X) işaretini koyarak belirtiniz. Hiç Katılmıyorum (1) Ek–1. Dinsel Yaşayış Ölçeği (DYÖ) Maddeleri () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () ÇÜİFD, 2017, cilt: 1, sayı: 1, ss. 1-19 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 İnsanları aldatmak dini inancıma aykırı olduğu için kimseyi aldatmamaya özen gösteriyorum. Kumar oynamak günah olduğu için kumar oynamaktan kaçınıyorum. Bana emanet edilen bir şeyi inancım gereği her zaman korurum. Dini inancıma göre doğru sözlü olmak gerektiğinden, doğru söylemeye gayret ediyorum. Rüşvet alıp-vermek günah olduğu için rüşvet alıp-vermekten kaçınıyorum. Anne-babaya iyi davranmayı Allah emrettiği için anne-babama iyi davranıyorum. Söz verildiği zaman sözünde durmak dini bir kural olduğundan verdiğim sözü tutuyorum. İnancım gereği yoksullara yardım ediyorum. İnsanlara iyi davranmak din tarafından tavsiye edildiği için insanlara iyi davranıyorum. Evlilik dışı cinsel ilişki (zina) dinde yasaklandığı için bu tür ilişkiden kaçınıyorum. Dinde yasak edildiği için uyuşturucu kullanmamaya özen gösteriyorum. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 1-19 Bana Genellikle Uygun (6) Bana Her Zaman Uygun (7) Bana Oldukça Uygun (5) Bana Biraz Uygun (4) Bana Çok Az Uygun (3) Bana Hiç Uygun Değil (1) Bana Pek Uygun Değil (2) Dinsel Yaşayış Ölçeği: Geçerlik Güvenirlik Çalışması | 17 () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () 18 | Hasan Kayıklık - Mehmet Emin Kalgı 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 Yardım talep edenlere Allah rızası için yardım ediyorum. Namazlarımı kılıyorum Herhangi bir engel olmadığı sürece ibadetlerimi yapıyorum. Farz ibadetlerin dışında da ibadet ediyorum. Televizyonda yayınlanan dinsel programları seyrediyorum. Dinsel yayınlar okuyorum. Hz. Peygamberi (Hz. Muhammed) anma etkinliklerine katılıyorum. Kur'an-ı Kerim okuyorum. Kutsal gün ve gecelerde dua ve ibadet yapıyorum. Ramazan ayı dışında da oruç tutuyorum. Dua ediyorum. Mazeretlerim dışında Ramazan ayında oruç tutuyorum. Allah'ı zikrediyorum. () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () () ÇÜİFD, 2017, cilt: 1, sayı: 1, ss. 1-19 Religious Life Scale: A Study of Validity and Reliability Citation / ©-Kayıklık, H.-Kalgı, M. E. (2017). Religious Life Scale: A Study of Validity and Reliability, Çukurova University Journal of Faculty of Divinity 17 (1), 1-19. Abstract- The aim of this study is to revise the “Religious Lifestyle Scale”, which was developed by Kayıklık (2003). During the revision process, the number of the scale factors (3 factors) have been preserved, but by adding new questions to the scale and making changes to some questions based on specialist opinions, both an analysis of the analytical and corroborative factors has been carried out for the validity of the scale and the co-efficient of its internal consistency (Cronbach-alpha) was calculated in order to analyse its reliability. In the study, the general polling model, one of the quantitative research methods, was used. The data of the study was taken from 158 students (103 girls, 55 boys) who study at the Karacadağ Anatolian Lycee in the district of Siverek in Şanlıurfa province and they were selected using a basic random selection method. In the exploratory factor analysis of the questions that make up the Religious Life Scale (RLS), it was observed that the values of the common factor variance ranged between 0.262-0.960 and the values of the rotated factor loading between 0.390-0.970. Furthermore, in the confirmatory factor analysis carried out on the RLS, it was observed that the value of X2/sd,which is one of the fit indices of the model, was 1.93, the NFI value was 0.91, the NNFI value was 0.95, the CFI value was 0.95, the SRMR value was 0.07, and the RMSEA value was 0.07. The internal consistency co-efficient was calculated for the reliability analysis. According to this, the internal consistency co-efficient of the scale’s questions was found to be 0.930. The internal consistency co-efficient of Factors 1, 2, and 3 were found to be 0.982, 0.937, and 0.875 respectively. Each statement in the scale was made using a 7 point Likert-type scale and each question was calculated by giving one (1) point for the lowest and seven (7) points for the highest. In this way, the lowest score a person can achieve on the thirty-six (36) question RLS is thirty-six (36) points and the highest is two hundred and fiftytwo (252). If a person can get points above the scale’s average, they are considered to be religious. Keywords- Religious life scale, validity, reliability, faith, worship, morals Ahkâm Hadislerinde Psikolojik Etmenler: Regl Dönemindeki Talâk Üzerine Bir İnceleme Prof. Dr. Nasi ASLAN Atıf / ©- Aslan, N. (2017). Ahkâm Hadislerinde Psikolojik Etmenler: Regl Dönemindeki Talâk Üzerine Bir İnceleme, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 17 (1), 21-38. Öz- İslam dini insanları dünya ve âhiret saadeti için doğru yola ulaştırmak amacıyla Allah tarafından indirilmiş bir din olup koyduğu hükümlerde hikmeti gözetmiştir. Bu hikmet gereği insanlara dinî mükellefiyetler yüklenirken, muhatabın maddî-manevî bütün yönleri göz önünde bulundurulmuştur. İnsanın manevî yönünün başında, hatta olaylara bakış açısını da şekillendiren en önemli yönü psikolojisidir. Kur’ân, insan psikolojisini dikkate alarak nâzil olduğu gibi, Hz. Peygamber de hadislerde bu yönü ihmal etmemiştir. Hz Peygamber, “Hiç bir hâkim öfkeli haldeyken hüküm veremez/vermesin!” buyurarak hâkimin hüküm vermede uyması gereken bir ilkeye işaret etmektedir. O ilke, hâkimin sakin ve soğukkanlı olduğu yani duygusal bazı hislerin tesiri altında olmadığı durumda muhakeme yapmasıdır. İslâm hukukçuları da zikredilen hadisi delil alarak öfkeli hale ilaveten hâkimin şiddetli açlık, susuzluk, uykusuzluk, üzüntü ve hastalık durumlarında da hüküm vermesinin uygun olmayacağını ifade etmişlerdir. Hâkimin bazı olumsuz psikolojik hallerinin yargı faaliyetine olumsuz yansımaması noktasında gözetilen makâsıd, psikolojisi bozukken talak tasarrufunda bulunan kimsenin tasarrufunun geçerli olmaması noktasında da gözetilmiştir. Her ne kadar regl döneminde vaki olan talakın geçerliliği konusunda ulema ihtilaf etse de bunun sünnete aykırı bid’at bir uygulama olduğu hususunda görüş birliği içinde olmaları burada da makâsıdın gözetildiğini göstermektedir. Bu makalede nasslarda kadınların özel halleri ile ilgili hükümler verilirken, kadınların içinde bulunduğu ruhsal, psikolojik durumlarının dikkate alındığı örnekler üzerinden tartışılmaktadır. Anahtar sözcükler: Ahkâm hadisleri, psikolojik etmen, talak, hayız, regl, iddet, hikmet §§§ Makalenin gelişi: 13.10.2016; Yayına kabul tarihi: 19.06.2017 Bu makale 7-10 Ekim 2015 tarihlerinde Adana’da yapılan Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevî) Kongresi’nde sunulan tebliğin geliştirilmiş halidir. Çukurova Ü. İlahiyat F. İslâm Hukuku Anabilim Dalı, e-posta: [email protected] 22 | Nasi Aslan Giriş Araştırma başlığında “psikolojik etmenler” derken derin psikolojik analizleri kastetmiyoruz ve buna girmemiz de branş gereği sınırlarımızı aşar. Bundan kastımız ilahi hitab çerçevesinde şer‘î hükümlere muhatap olan mükellefin, gerek ayetler gerekse ahkâm hadislerinde psikolojik durumunun dikkate alınması meselesidir. Bu şekilde bütün ahkâm ayetleri ve hadislerin taramaya tabi tutularak incelenmesi başlı başına bir araştırmayı gerektirir. Bu nedenle biz meseleyi, konuyla doğrudan ilgili birkaç örnek üzerinden tartışmakla birlikte asıl, kadınların regl/adet döneminde gerçekleşen boşanma üzerinde duracağız. Bilindiği üzere İslam hukukunun beşeri hukuk sistemlerine nispetle temayüz ettiği en belirgin vasfı hiç şüphesiz ki onun vahiy kaynaklı olmasıdır. Zira İslami öğretide hükmün kaynağı hakimü’l-mutlak, aşkın varlık olan Allah Teâlâ’dır. Bu, epistemolojik bağlamda böyle olduğu gibi dinin vâdı’ı bağlamında (emir ve yasakları içeren normatif kuralları koyması açısından) da Yüce Allah, Şâri vasfıyla muttasıftır. Âlîm olan ve ilmiyle kullarının dinî ve dünyevî maslahatlarını en iyi bilen Yüce Allah, hakîm olarak onlarla ilgili koyduğu hükümlerde de en ince hikmeti gözetmiştir. Yüce Allah’ın hikmeti gereği, kullarının maddî ve manevî maslahatlarını gözetirken onların psikolojik durumlarını da dikkate almış olması bu kapsamda değerlendirilebilir. Kendini yalnız hisseden mü’mine dost, yardımcı ve vekil olarak Allah’ın kâfî geleceğini bildiren ayetlerde1 bu açıkça görülür. Pratiğe dönük ahkâm ayetlerinde şer’î hitap ile muhatap olan kulun psikolojisinin de dikkate alınması yine hikmet gereğidir. Allah’ın kelamı olan Kur’an’da hikmetin gözetildiği gibi, ahkâm hadislerinde yine kulların her türlü maslahatını muhtevi hikmet gözetilmiş ve buna bağlı olarak psikolojik etmenler dikkate alınmıştır. Zira norm koyucu hükümleri içeren ahkâm hadisleri de vahiy kaynaklı olup dinî nasslar kapsamında mülahaza edilir. Genelde İslam âlimlerine özelde usul bilginlerine göre Hz. Peygamberden dini beyan sadedinde sadır olan sözler vahiy kapsamındadır. Çünkü beyan onun asli görevlerinden birdir. Kur’anda “…insanlara kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da Kur’ân’ı indirdik.” 2 buyrulması buna açıkça delalet eder. Burada söz konusu hadislerin, insan psikolojisini dikkate alan tavrı onun vahiy kaynaklı olması yönüyle doğrudan 1 Bkz. Âl-i İmrân, 3/173; Enfâl 8/40; Hac, 22/78. 2 Nahl, 16/44. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 21-38 Regl Döneminde Talâk | 23 ilintili olmasa da; Yüce Allah’ın Hz. Peygamberi onun muhataplarının durumları ve içinde bulunduğu gerçeklikleri dikkate alacak bir donanımda teçhiz etmesi ve eğitmesi uzak bir ihtimal olmasa gerek. Biz asıl meseleye geçmeden önce konuya ilgi çekmek için âlimlerin cumhuru tarafından aynı/yakın manada anlaşılmış bir kaç örnek üzerinde duracağız. 1. Ahkâm Hadislerinde Psikolojik Etmenlere Dair Örnekleme 1.1. Öfke Halinde Bulunan Bir Hâkimin Hüküm Vermesi/Vermemesi Öfke anında insanın mantıklı düşünme yeteneğinin geçici olarak bloke edildiği akl-ı selim düşünme sürecinin oluşumunun sekteye uğradığı, beynin yargılama ile ilgili bölümünün sağlıklı çalışmadığı bilinmektedir. Aklın ve iradenin etkisinden çıkan, öfke heyecanının yönlendirmesi ile hareket etmeye başlayan bir hâkimin/yargıcın yargılama yapması Hz. Peygamber tarafından doğru bulunmamıştır. Hz. Peygamberin bu açıklaması aynı zamanda öfke heyecanının akıl ve irade üzerinde oluşturduğu olumsuz tesirleri de ortaya koymaktadır.3 “Öfkeli olduğun zaman iki kişi arasında hüküm verme”4 Bu hadis, öfkenin insan üzerindeki etkisi hakkında yeterince ipucu vermektedir. Öfkelenmek, bir tür sarhoşluk ve cinnet halidir. Kızgınlık halinde bilginin değerlendirildiği kalp, düşüncenin kaynağı olan zihin öfkenin tesiri altında kalır. Böyle menfi bir etkinin altına giren kalp ve zihinden erdem ve adalet içeren kararın ya da hükmün çıkması mümkün olmaz.5 Bu itibarla hâkim, yargılama faaliyetinde bulunacağı zaman, mutedil ve sakin bir halde olmalı ki adil bir karar verebilsin. Dolayısıyla onun sağlıklı düşünüp doğru karar vermesine engel olacak her türlü psikolojik etmenlerden uzak bulunması gerekir. Hz. Peygamber, yargıçlık görevini îfa edecek hakimin hüküm vermede uyması gereken bir ilke bağlamında, “Hiç bir hâkim öfkeli 3 Kasapoğlu, Abdurrahman, “Kur’an’da Adalet Psikolojisi-Adaleti Engelleyen Psiko Sosyal Faktörler-” Hikmet Yurdu Dergisi, sayı: 10, -www.hikmetyurdu.com- 2012, s. 95. 4 Buhârî, Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail, Sahîhu’l-Buhârî, nşr. Halil b. Me’mun Şiha, Daru’l-Marife, Beyrut 2010, Ahkâm,13. 5 Aydın, Hayati, Kur’an’da İnsan Psikolojisi, Timaş Yayınları, İstanbul, 1999, s.116. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 21-38 24 | Nasi Aslan haldeyken hüküm veremez/ vermesin.”6 buyurmaktadır. İslâm hukukçuları, bu hadisi delil alarak hâkimin şiddetli açlık, susuzluk, uykusuzluk, üzüntü ve hastalık durumlarında hüküm vermesinin uygun olmayacağı sonucuna ulaşmışlardır.7 Âlimler söz konusu hadisteki illeti dikkate alarak hâkimin psikolojisini etkileyebilecek benzer faktörleri de buna dahil ederek hükmün kapsamını genişletmişlerdir. Bu cümleden olarak olumsuz duyguların veya eşinden uzun süre ayrı kalmış olmasından kaynaklı arzuların tesirinde iken ya da aşırı soğuk ve sıcak ortamda da hüküm vermekten kaçınması gerektiğini belirtmişlerdir.8 Zira hakim için duygu durum bozukluklarına ve dikkatinin dağılmasına ya da duygusal davranmasına neden olabilecek bütün psikolojik etkenler onun adil hüküm vermesine engel olabilecek sakıncalar kapsamında değerlendirilmiştir.9 Fakihlerce, hakimin doğru düşünebilmesi açısından zihinsel ve ruhsal yapısını etkileyecek her türlü olumsuz tesirden uzak bulunması gerektiği görüşü ortak bir kanaat olarak tezahür eder. Netice olarak yukarıda belirttiğimiz gibi hâkimin içinde bulunduğu psikolojik haller ve bunun yargı faaliyetine olumsuz yansımaması noktasında gözetilen bu maslahat, psikolojik durumu bozukken talak tasarrufunda bulunan kimsenin tasarrufunun geçerli olmaması noktasında da gözetilmiş midir? Şimdi bunun üzerinde durmak istiyoruz. 1.2.Öfke Anında Gerçekleşen Talâk/Boşama Öfkeliyken soğukkanlılığını kaybeden insanın değerlendirme yeteneğini yitirdiği, doğruyla yanlışı birbirinden ayırt etme yeteneğinden yoksun kaldığı ve muhakeme gücünü kaybettiği bilinmektedir.10 6 Buhârî, Ahkâm,13; Ebû Dâvûd, Süleyman b. Eş'as, es-Sicistani, Sünenu Ebî Davud, nşr. İzzet Ubeyd ed-De’as, Muhammed Ali es-Seyyid, Dâru’ İbni Hazm, Beyrut,1997, Akdıye, 9. 7 Aslan, Nasi, İslam Hukukunda Yargılama Etiği İlkeleri, Karahan Kitabevi, Adana 2014, s.57,58. 8 Kelvezânî, Mahfuz b. Ahmed, el-Hidâye fi Furûi’l-Fıkhi’l-Hanbeli, Dâru’l-Kütübi’lİlmiye, Beyrut, 2002, c. II, s. 173; İbn Kudâme, Ebû Muhammed Muvaffakuddîn Abdullah b. Ahmed, el-Muğni, nşr. Abdullah b. Abdülmuhsin Türkî, Abdülfettâh Muhammed el-Hulv, Dâru Âlemi’l-Kütüb, Riyad, 1999, c. XIII, s. 439; Bilmen, Ömer Nasuhi, Hukuk-i İslamiye ve Istılâh-ı Fıkhiye Kamusu, Bilmen Yayınları, İstanbul 1970, c. VIII, s. 224. 9 İbn Mâze, Hüsamüddîn, Kitâbu Şerh-i Edebi’l-Kâdî li’l-Hassâf, Bağdat 1977, c. I, s. 340-342. 10 Bkz. Kasapoğlu, “Kur’an’da Adalet Psikolojisi” s. 95. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 21-38 Regl Döneminde Talâk | 25 Öfke insanın benliğini sardığında, bilgi ve irade yeteneği perdelenir, birey kişi, ne söylediğini, ne istediğini bilemez hale gelir. Gazap hali kişiye öyle tesir eder ki, akıl devre dışı kalır. Şüphesiz böyle durumdaki bir kişi doğru ve tutarlı sözler sarf edemez.11 Bu nedenle Hz. Peygamber, “İğlak/aşırı öfke halinde boşama ve azad diyerek öfke ve sinir krizi halindeki boşamayı geçersiz saymıştır. Hadiste geçen “iğlak” kelimesini, İmam Şâfî, Ahmed b. Hanbel, Mâlikî imamlardan Kadı İsmail b. İshak Mesruk ve Ebû Dâvûd gibi birçok âlim “gazap” olarak tefsir etmişlerdir.13 Bu anlam verildiğinde Hz. Peygamber, bu tutumuyla mükellefin psikolojik durumunun hukuki tasarruf üzerindeki etkisine dikkat çekmiştir. Hadiste yer alan “iğlak” kelimesini bazı fakihler “ikrâh” olarak anlamışlardır. İbn Teymiyye de “iğlak” kelimesini kişinin basiretinin kapanarak, sözün maksadını tayin edememesi ve onu bilememesi, sanki maksadı ve iradesi kapanmış gibi olması şeklinde açıklar.14 “İğlak”, dilde kapamak kilitlemek demektir.15 Kızgınlık esnasında kişinin salim düşünme kapısı kapanır. Bu durum onun psikolojisini etkiler. Kızan kimsenin aklı karışır istemediği şeyi söyler. İkrah ve sarhoşluk durumunda olduğu gibi temyiz durumu ortadan kalkması nedeniyle öfkeli şahsın talakı bazı âlimlerce muteber kabul edilmez. Burada öfkeli şahıstan maksat “medhûş” (dehşet içindeki) ya da “ğadbân” (hiddetlenmiş) diye ifade edilen aklı başından gitmiş sinir krizi içindeki bulunan yoktur.” 12 11 Ahmed Abdurrahman, Kızma, Çev. Seyfullah Erdoğmuş, Polen Yayınları, İstanbul 2006, s.19. 12 Ahmed b. Hanbel, Ebû Abdullâh Ahmed b. Muhammed eş-Şeybânî, Müsnedü’lİmâm Ahmed b. Hanbel, thk. Şuayb el-Arnaut-Âdil Mürşid, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut 1995-2001, c. XXXXIII, s. 378 (26360); İbn Mâce, Ebû Abdullâh Muhammed b. Yezîd el-Kazvînî, Sünenü ibni Mâce, Dâru’s-Selâm, Riyâd 1999, Talâk 16 (2046); Ebû Dâvud, Talâk 8 (2193); Dârekutnî, Alî b. Ömer, Sünenü’d-Dârekutnî, thk. Şuayb el-Arnaut ve dğr. Müessesetü’r-Risâle, Beyrut 2004, c. V, s. 65-66 (3988-3999). 13 Ebû Dâvûd, Talâk, 8; İbn Kayyim, Ebû Abdullah Şemseddin Muhammed, Zâdu’lMeâd fi Hayri’l-Ibâd, nşr. Şuayb el-Arnaut, Kuveyt: Mektebetü’l-Menâri’l-İslâm, 1994, c. V, s. 214. 14 İbn Kayyim, Zâdu’l-Meâd, c. V, s. 215. 15 Meşhur dil âlimi Halil b. Ahmed (ö. 175/791) “ ihtedde fülân fe neşibe fî hiddetihî fe ğalega ey gadibe”/ falan hiddetlendi ve hiddetinden kükredi ve kilitlendi yani öfkelendi” ibaresi ile “iglâk” lafzının türediği sözcük olan “ğalega” fiiline bu örnekte “gazap” anlamı vermiş, “iğlâk” kelimesine ise temas etmemiştir. Buradaki manâ kişinin hiddetiyle kendini bir nevi kilitlemesi ve iletişim kanallarını kapatması şeklinde anlaşılabilir. Bkz. Halil, Ebû Abdirrahmân b. Ahmed b. Amr b. Temim elFerâhidî (el-Fürhûdî) Kitâbü’l-ayn, thk. Abdulhamîd Hindâvî, Dâru’l-Kütübi’lİlmiyye, Beyrut 2000, c. V, s. 386. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 21-38 26 | Nasi Aslan kimsedir. Bunda da ölçü, bu durumda olan kimsenin hal ve hareketlerinin ciddi ya da gayri ciddi olduğu ayırt edilemeyecek şekilde iç içe girmesi ve rutinin dışına çıkarak söz ve davranışlarında bozukluğun görülmesidir. Bu sırada o kimsenin akli fonksiyonları yerinde olsa bile öfke durumu, kişinin hissî ve sübjektif bir karar almasına neden olmaktadır.16 2. Kadının Âdet/Regl Döneminde Boşanması Kur’ân ve sünnette boşanma konusu ayrıntılı bir şekilde yer almış, bu husus belli ilke ve esaslara bağlanmıştır. Hepsinden de önemlisi boşanan eşlerin bu süreci en az ruhsal zararla atlatabilmeleri için belli yöntemler önerilmiştir. Boşanmanın üç aşamalı olarak belirlenmesi dolayısıyla eşleri boşanmadan vaz geçirecek şart ve ortamların hazırlanması tavsiye edilmiştir. Bu üç aşamalı süreç, tarafların hatalarının telafisine imkân sağlayarak evliliğe yeniden dönüş olarak değerlendirilebilir. Bu sürecin sonunda eğer eşler boşanmaya karar vermişlerse onlara bu yeni duruma ruhsal açıdan hazırlanabilecek yeterli zaman da kazandırılmış olmaktadır. Burada asıl olan boşanma konusunda tarafların duygusal faktörlerden uzak sağlıklı karar verebilmelerine imkan tanımaktır. Önerilen üç aşamalı boşanma sürecini psikolojik açıdan ele alanlar, bunu tarafların kısa süreli ayrılığı tecrübe etmesine olanak veren “terapötik (iyileştirici) ayrılık olarak” değerlendirmektedirler. 17 Evlilik terapistleri, Kur’an’da boşanma sürecinde uygulanan iyileştirme amaçlı ayrılığı ihtiyaç duyulduğunda başvurulabilecek bir çözüm olarak da önermektedirler. “Ey peygamber, kadınlarınızı boşayacağınızda onları iddete başlayabilecekleri bir zamanda boşayın ve iddeti sayın, Rabbiniz Allah’tan korkun. Bekleme süresi içinde onları evlerinden çıkarmayın, kendileri de çıkmasınlar. Ancak apaçık bir edepsizlik yapmaları durumu, bu hükmün dışındadır(o zaman evden çıkarabilirsiniz). Bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Kim Allah’ın sınırlarını 16 Öfkeli şahsın talakını geçersiz görenlerin yanında; öfke durumunun aklı zedelemeyecek ölçüde olması halinde geçerli olacağını belirten âlimler olduğu gibi öfkelinin talakını mutlak anlamda geçersiz gören âlimler de vardır. Geniş bilgi için bkz. İbn Kayyim, İ’lâmu’l- Muvakkîn an Rabbi’l-Âlemîn, Dâru’l-Kutübi’l-‘İlmiye, Beyrut 1996, c. IV, s. 40; İbn Âbidîn, Muhammed Emîn, Reddü’l-Muhtâr, Dâru Alemi’l-Kütüb, Riyad 2003, c. IV, s. 452; Zuhaylî, Vehbe, el-Fıkhu’l-İslâmî, Dâru’lFikr, Dımaşk 1989, c. VII, s. 364-365; Yaman, Ahmet, İslam Aile Hukuku, MÜ İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul 2008, s.76; Erturhan, Sabri, İslâm Hukuku Açısından Öfkeli Şahsın Talakı, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2002, c. VI, sayı: 2, s. 207-222. 17 Bkz. Kasapoğlu, “Kur’an’da Terapötik Boşanma” Bilimname Dergisi, sayı, 9, 2005, s.77-78. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 21-38 Regl Döneminde Talâk | 27 geçerse kendine yazık etmiş olur. Bilmezsin belki de Allah, bundan sonra (iddet süresi içerisinde) bir iş ortaya çıkarır.”18 Âyette geçen “leallellâhe yuhdisu ba’de zâlik emran” Bu süre içerisinde Allah bir iş ortaya çıkarabilir. Yani karı koca arasında bir uzlaşma, anlaşma fırsatı çıkarabilir. Üç ay gibi bir süre, kızgınlık ve benzeri birikimlerin etkilerini yok edebilir. Bu süre içerisinde Allah kalplerdeki hoşlanmama, düşmanlık ve husumeti çıkarıp, yerine ilgi sevgi ve şefkat koyabilir, böylece yeniden eşlerin birbirine dönmesi, evliliğin tekrar tesisi söz konusu olabilir. “Leallellâhe yuhdisu ba’de zâlik emran” ifadesi boşanma kesinleşmeden önce, bir uzlaşmanın ve böylece evlilik ilişkisinin yeniden sürdürülmesinin imkânına işaret eder.19 Âyette, kadınları iddet içinde boşamak ve iddeti saymak emredilmektedir. İddet kadının temizlik halinde bulunduğu yani adet görmediği durumdur. Müfessirlerin yorumuna göre, kadın hayızlı iken boşama yapılmaz; karısını boşamak isteyen kimse, onun adetten kesilmesini bekler, adet süresi sona erince henüz cinsel ilişkide bulunmadan onu boşar. Birinci ve ikinci boşamanın ardından kocanın eşine dönme hakkı vardır. En iyi/tutarlı boşanma biçimi olan bu boşanma şekli, “sünnî talâk” olarak adlandırılır.20 İddet süresi içerisinde boşama yapmanın birçok olumlu tarafı vardır. Her şeyden önce kadın hayız halinde değildir. Bu yüzden erkekle kadının birbirine cinsel yönden yaklaşmasında bir mani yoktur. Hayız halinde kadının ruh halinde olumsuz faktörler etkili olabilir. Bu da boşanma sürecini olumsuz yönde etkileyebilir. Oysa temizlik halinde yapılan boşamada böyle bir etki söz konusu olmaz. İddet süresine yayılan boşama eylemi, eşlere barışmak, anlaşmazlıkları gidermek, olumlu etkileşim ve iletişim kurabilmek için vakit kazandırır.21 Ayrıca boşanmanın kaçınılmaz olduğu durumlarda, eşlerin bir süre 18 Talâk 65/1. 19 Kurtubî, Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed el-Ensârî, el-Câmi‘ li-Ahkami’l-Kur’ân, Mısır, 1987, c. XVIII, s. 104; el- Kâsımî, Muhammed Cemâlüddîn, Tefsîrü’l-Kâsımî, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arâbî, Beyrut 1994, c. VII, s. 118; Yazır, Elmalılı Muhammed Hamdi, Hak Dini Kuran Dili, Eser Neşriyat İstanbul,1979, c. VII, s. 5065-5066; Bilmen, Ömer Nasuhi, Kur’ân-ı Kerim’in Türkçe Meâli Âlisi ve Tefsiri, Bilmen Yayınevi, İstanbul 1985, c. VIII, s. 3754; Ateş, Süleyman, Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul 1991, c. IX. s. 483-484; Kasapoğlu, “Kur’an’da Terapötik Boşanma” s.78-79. 20 el-Kâsımî, Tefsîrü’l-Kâsımî, c. VII, s. 117; Bilmen, Kur’ân-ı Kerim’in Türkçe Meâli Âlisi ve Tefsiri, c. VIII, s. 3753; Ateş, Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri, c. IX. s. 483. 21 el-Mevdûdî, Ebu’l-A’lâ, Tefhîmü’l-Kur’ân, Çev. Muhammed Han Kayani ve Diğerleri, İnsan Yayınları, İstanbul 1989, c.VI, s.326. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 21-38 28 | Nasi Aslan ayrı yaşamaları, boşanmaya hazırlık için iyi bir geçiş evresi sağlayabilir 22 böylece boşanma taraflar için bir şok olmaktan çıkar. Regl döneminde verilen talakın geçerliliğine gelince, bu konuda âlimler farklı düşünseler de bunun sünnete aykırı ve bid’at olduğu hususunda görüş birliği içindedirler. “Ey peygamber, kadınlarınızı boşayacağınızda onları iddete başlayabilecekleri bir zamanda boşayın ve iddetleri sayın.” 23 emri gereği sünnete uygun boşama, kadının hayız görmediği ve son regl dönemini müteakip içinde cinsel ilişkinin vuku bulmadığı temizlik döneminde bir talak şeklinde gerçekleşen boşamadır. Rivayet edildiğine göre, Abdullah b. Ömer, hanımını, regl döneminde (hayızlı) iken boşamıştı. Bunun üzerine Hz. Ömer, bu durumu Resulullah’a (s.a.v) anlatmıştı. Resulullah (s.a.v), bu duruma kızmış, sonra da: O, hanımına geri dönsün. Hayızından temizlenip (tekrar) bir hayız (daha) görüp sonra (tekrar) temizleninceye kadar (hanımını nikâhı altında) tutsun. Eğer onu boşamak isterse, temizken (kendisiyle) cinsel ilişkide bulunmadan boşasın. İşte şanı yüce olan Allah'ın; kadınların içinde, boşanmasını emrettiği iddet (dönemi) budur” buyurmuştu.24 Buna benzer bir rivayet daha var. Bu rivayetin içerisinde şu ifade yer almaktadır: “Ona emret! Hanımına geri dönsün. Ta ki kadın, içerisinde boşadığı hayız döneminden başka yeni bir hayız görene dek (onu nikâhı altında) tutsun. Eğer onu boşamak isterse, hayızından temizken (kendisiyle) cinsel ilişkide bulunmadan boşasın. İşte Yüce Allah'ın emrettiği iddet (dönemi) için boşamak, budur.25 Zikri geçen ayet (65/1) ve onun beyanı durumunda olan bu hadise göre regl döneminde gerçekleşen bir boşama tasvip edilmemekte hatta bazı 22 Tarhan, Nevzat, Kadın Psikolojisi, Nasıl Yayınları, İstanbul 2005, s. 245; Kasapoğlu, “Kur’an’da Terapötik Boşanma” s. 80. 23 Talâk 65/1. 24 Buhârî, Talâk 2, 3; Müslim, Ebü'l-Hüseyin Müslim b. el-Haccac Sahîh-i Müslim, nşr. Muhammed Fuad Abdülbaki, Müessetü’l-Muhtar, Kahire 2010, Talâk 1-14 (1471); Ebû Dâvûd, Talâk 4 (2179, 2180, 2181, 2182, 2183, 2184, 2185}; Tirmizî, Ebû İsa Muhammed b. İsa, Sünenü't-Tirmîzî, nşr. Ammar Tayyar ve dğr., Müessetü’rRisâle, Dimaşk 2011, Talâk 1 (1175); Nesâî, Ebû Abdurrahman Ahmed b. Ali, Kitab’üs-Süneni'l-Kübrâ, nşr. Hasan Abdülmünim, Müessetü’r-Risâle, Beyrut 2001, Talâk, 1, 3, 5; İbn Mâce, Talâk 3 (2023); Ahmed b. Hanbel, 2/74, 79 25 Bkz.Müslim, Talak, 2,3,4. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 21-38 Regl Döneminde Talâk | 29 âlimlerce haram olduğu belirtilmektedir.26 Nitekim eşini hayızlı iken boşayan kocanın talakı yukarıda geçtiği üzere bazı âlimlerce hukuken geçerli kabul edilse de; ahlaken (ya da diyaneten) onun karısına dönmesi gereği konusunda görüş birliği vardır. Ancak âlimler, kocanın karısına geri dönmesi bağlamında buna atfettikleri hüküm açısından (bu dönmenin vacip mi, ya da müstehap mı olduğu meselesinde) görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Mâlikîlere, bir rivayete göre Ahmed b. Hanbel’e, Şevkânî’ye, ve Zâhirîlerden Dâvûd’a göre dönmesi vaciptir. Koca, hayız halinde boşadığı karısına dönmeye zorlanır.27 Ebû Hanife, İmam Şâfî, Evzaî, ibn Ebî Leylâ, Ebû Sevr, Ahmed b. Hanbel, İshak Kudûrî ile diğer bazı âlimlere göre, böyle durumda kocanın karısına dönmesi müstehaptır. Çünkü Hz. Peygamber’in İbn Ömer’e dönmesi için gıyabında verdiği emir, nedb ifade eder. Bu görüşü savunanlara göre, koca, karısına dönmeye zorlanamaz, ona dönmesi emredilir. 28 Regl döneminde yapılan boşamanın bid’at ve ahlaken haram olduğu kabul edilmesine rağmen âlimlerin cumhuru bunun “bir boşama” şeklinde geçerli olduğu kanaatindedir. Nitekim Hanefî, Malikî, Şâfiî ve Hanbelîler bu görüşte olup onlara göre böyle bir boşama hukukî sonuçlar doğurur.29 Cumhur bu konuda delil olarak, talakla ilgili ayetlerin Kur’an’da mutlak olarak geçtiğini ve bir kayıt içermediğini ayrıca konuyla ilgili yukarıda zikri geçen rivayetin yanında “Abdullah ibn Ömer, hanımını bir talak ile boşamıştı. Bu da kadının talaklarından (bir talak) sayıldı. Bunun üzerine Abdullah, Resu26 İbn Hazm, Ebû Muhammed b. Ali b. Ahmed b. Saîd Zahiri, el-Muhallâ, nşr. Ahmed Muhammed Şakir, İdaretü’t-Tıbaati’l-Müniriyye, Kahire, tsz., c. X, s.163; Kâsânî, Ebû Bekr ‘Alâeddîn Ebû Bekr b. Mes‘ûd b. Ahmed, Bedâi‘u’s-sanâi‘ fî tertîbi’şşerâi‘, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1986, c. III, s. 88; İbn Kudâme, el-Muğnî, c. X, s. 329; Nevevî, Ebû Zekeriyyâ Muhyiddin Yahyâ b. Şeref b. Muri, el-Mecmû‘ şerhu’l-Mühezzeb, thk. Muhammed Necîb Mut‘î, Mektebetü’l-İrşâd, Cidde ts., c. XVIII, s. 216; İbn Kayyim, Zâdu’l-me‘âd, c. V, s. 219; İbn Hacer, Fethu’l-bârî, c. IX, s.351 Beyrut ts.; Zeydân, el-Mufassal, c. VIII, s. 96. 27 İbn Rüşd, Bidâyetü’l-Müctehid, Kahraman Yayınları, İstanbul, 1984; c. II, s.53-54; İbn Kudâme, el-Muğnî, VIII, 238-239; Nevevî , Ebû Zekeriyyâ Muhyiddin Yahyâ b. Şeref b. Muri , Şerhu Sahihi Müslim , c. X, s.60; Şevkânî, Ebû Abdullah Muhammed b. Ali, Neylü’l-evtâr min esrâri müntekâ’l-ahbâr, thk. Muhammed Subhî b. Hasen Hallâk, Dâru İbni’l-Cevzî, yy. 1427, c. XII, s.377-380. 28 Mergînânî, Ebü'l-Hasan Burhaneddin Ali b. Ebî Bekr, el-Hidâye Şerhu Bidâyeti’lMübtedi, nşr. Zalul Yusuf, Daru İhyaui’t-Türasi’l-Arabi, Beyrut 1995, c. I, s. 228; İbn Rüşd, Bidâyetü’l-Müctehid, c. II, s. 53-55. 29 Mergînânî, el-Hidaye, c, I, s. 228; İbn Rüşd, Bidâyetü’l-Müctehid, c. II, s. 53-54; İbn Kudâme, el-Muğnî, c. VIII, s. 238-239. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 21-38 30 | Nasi Aslan lullah’ın (s.a.v) kendisine emrettiği şekilde hanımına geri döndü” şeklinde rivayetlerin yer aldığını ileri sürerler. Ayrıca İbn Ömer için “eşine dönsün” ifadesinden hareketle “dönme” zikredildiğine göre boşama olmuştur şeklinde bir çıkarımda bulunurlar. Zübeydî tarikiyle gelen benzer bir rivayette, Abdullah ibn Ömer şöyle der: “Bunun üzerine eşime geri döndüm. Yapmış olduğum talak ise, kadın için bir talak sayıldı.”30 Aralarında Saîd b. el-Müseyyeb’in de bulunduğu bazı tabiûn fakihleri, Câferü’s-Sâdık, İmam Bâkır, İbn Hazm, İbn Teymiyye, İbn Kayyim elCevziyye, Şevkânî31 ve son dönem âlimlerden Muhammed Abduh, M. Reşid Rıza, Ebû Zehra ve Muhammed Şâkir gibi âlimlere göre, âdet halindeki kadının boşanması muteber olmaz ve hukukî sonuç doğurmaz. 32 Bu âlimlerin delileri de şöyledir: “Ey peygamber! Kadınlarınızı boşayacağınızda onları iddete başlayabilecekleri bir zamanda boşayın ve iddetleri sayın.” 33 Bu ayette Yüce Allah iddetin sayılabileceği bir dönemde yani temizlik döneminde boşamayı emretmiş ve bunu esas kılmıştır. Bunun dışında vâki olan talak muteber değildir. Ayrıca bu ayet talakla ilgili diğer nassların mutlak ifadelerini kayıtlamaktadır. Dolayısıyla erkeğin karısının iddetini gözetmeden boşaması muteber olmaz. Allah’ın emrettiği iddetin mahiyeti, Hz. Peygamber’in Abdullah’dan dolayı babası Hz. Ömer’e söylediği “ O, hanımına geri dönsün. (Hayızından) temizlenip (tekrar) bir hayız (daha) görüp sonra (tekrar) temizleninceye kadar (hanımını nikahı altında) tutsun. Eğer onu boşamak isterse, temizken (kendisiyle) cinsel ilişkide bulunmadan boşasın. İşte şanı yüce olan Allah'ın; kadınların, içinde boşanmasını emrettiği iddet (dönemi) budur” sözü ile beyan olunmuştur. 30 Müslim, Talak 4 (1471). 31 Gerçi Şevkânî es-Seylü’l-cerrâr adlı eserinde bunun aksi görüşe meyleder. Bkz. Şevkânî, es-Seylü’l-cerrâr, c. II, s. 348. 32 el-Hattâbî, Meâlimu’Sünen Şerhu Süneni Ebî Dâvûd, c. III, s. 201; İbn Hazm, elMuhallâ, c. XI, s. 449; Kurtubî, Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed el-Ensârî , elCâmi‘ li-Ahkami’l-Kur’ân, Mısır, 1987, c. XVIII, s.152; İbn Teymiyye, Takıyyüddin elFetâvâ‘l-Kübrâ, Beyrut, 1987 . c. III, s.16; İbn Kayyim, Zâdu’l-Meâd, c. V, s. 218225; Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, c.VI, s. 224-226; Ebû Zehrâ, el-Ahvâlü’ş-Şahsiyye, Kahire, tsz, s. 287-288; Reşid Rıza, Hukuku’n-Nisâ fi’l-İslâm, tsz, s. 170 ; Şâkir, Ahmed Muhammed, Nizâmu’t-talâk fî’l-İslâm, Mektebetü’s-Sünne, yy. ts. s. 19. 33 Talak, 65/1. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 21-38 Regl Döneminde Talâk | 31 Kur’ân’da “Boşama iki defadır.”34 buyrulmaktadır. Bu ayette Allah, izin verilen ve pişmanlık durumunda dönüşü mümkün olan talakı iki ile sınırlandırmıştır. Ayette geçen “merretân” lafzına göre boşama bir defada iki kere değil, bir boşamadan sonra diğer bir temizlik döneminde ikinci bir boşama şeklinde olmalıdır. Bunun dışındakiler talak değildir. Sahabe de bu şeklin dışında gelişen talakı haram olarak görmüştür. Değerlendirme ve Sonuç Hz. Peygamber’in, “Bizim dinimize uygun olmayan her iş merduttur/reddolunur.”35 hadisi Allah ve Rasulünün emri, talebi ve izni dışında gerçekleşen bir talakın geçersiz sayılacağı noktasında önemli bir delil teşkil eder. Çünkü regl döneminde gerçekleşen boşama, Hz Peygamberin boşanmaya dair belirlediği usulün dışında kalmaktadır. Netice itibarıyla bakıldığında kadınları regl döneminde boşamanın muteber olmadığını savunanların görüşlerinin daha isabetli ve delilerinin daha güçlü olduğu görülür. “Kadınlarınızı boşayacağınızda onları iddete başlayabilecekleri bir zamanda boşayın ve iddetleri sayın.”36 emrinin istihbab veya nedb ifade ettiğine dair bir karine olmadığına göre bunun vücub ifade ettiği açıktır. Dolayısıyla bu emre aykırı hayız döneminde yapılan bir boşama geçersiz olacaktır. Her iki taraf İbn Ömer hadisini delil olarak kullansa da “o karısına dönsün” ifadesi bu boşamanın geçerli olmadığını gösterir. 37 Hayız döneminde yapılan boşamanın tasvip edilmemesinin hikmetine gelince, âlimler, boşamanın vaki olduğu hayız günlerinin iddetten sayılmaması nedeniyle iddetin uzayacak olması şeklinde açıklamışlardır. Bu noktada regl dönemindeki kadınların halet-i ruhiyelerinin, bir diğer ifade ile psikolojik durumlarının dikkate alınması meselesine temas edilmemiştir. Oysa kadınların çoğunlukla âdet dönemlerinde hormonal olarak bir kısım değişikliklere maruz kalmaları, bünyelerinde meydana gelen fizyolojik değişiklikler ve aybaşı sendromu etkisiyle normal durumlarda göstermeyecekleri tutum ve davranışlarda bulunmaları muhtemeldir. Bu dönemde gerçekleşen yoğun hormonal değişiklikler sebebiyle kadınlar bazen aşırı duygusal, bazen aşırı öfkeli, bazen ise aşırı kaygılı hissederler ve bu duygu halleri davranışlarına da yansıyabilir. Bu 34 Bakara, 2/229. 35 Buhârî, İ‘tisâm, 20; Sulh 5; Ebû Dâvud, Sünnet, 5. 36 Talak 65/1. 37 Tartışmalarla ilgili geniş bilgi için bkz. Acar, H. İbrahim, İslam Hukukunda Evliliğin Sona Ermesi, Ekev Yayınları, Erzurum, 2000, s.77-92. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 21-38 32 | Nasi Aslan sebeple, bu dönemde dikkat edilmesi gereken en hassas konulardan biri de ilişkilerdir. Erkekler bu dönemlerde kadınların hormon seviyelerinde oluşan değişikliklerden haberdar olmadıklarından kadınların aşırı duygusallığını ve sürekli değişen ruh hallerini yanlış yorumlayabilirler. Bu konu ile ilgili bilgi eksikliği yanlış değerlendirmelere yol açabildiğinden kadınların bu dönemlerinde ilişkilerinin yıpranma olasılığı oldukça yüksektir.38 Kadın, içsel değişikliklerin yanı sıra bu dönemde bazı fiziksel değişikliklere de uğrar. Vücut su toplar ve şişer. Yüzde ve vücutta akneler oluşur. Bazen aşırı terleme de görülebilir. Hem değişen hormon seviyeleri hem de fiziksel özellikler sebebiyle kadın normalde olduğundan daha kötü bir görünüşe sahip olduğuna inanır ve kendini değersiz hissetmeye başlar. 39 İlişkilerde yaşanan sorunlar ve kadının kendi hakkındaki olumsuz algıları birleşince depresyona kadar varabilecek durumlar ortaya çıkabilir. Bu şekilde tezâhür eden geçimsizlik haline duygusal faktörler karışmış olacaktır. Neticede kadının bu psişik hali, boşanma sürecini olumsuz etkileyecektir. Kulunun maddi-manevi her türlü maslahatını gözeten Yüce Şâri, “Sana kadınların özel hallerini sorarlar. De ki o bir sıkıntı/ rahatsızlıktır, bu nedenle ay halinde olan kadınlardan uzak durun”40 buyurarak bu durumdaki kadınlarla ilişki/iletişimde daha dikkatli davranılmasını öğütlemektedir. Hayızın ezâ olduğunu bildiren bu ayet iki yönlü olarak anlaşılabilir. Birincisi, hayız halini yaşamanın kadın için bir eziyet olması durumudur. İkincisi ise, hayız halinde cinsel ilişkinin hem erkeğe hem de kadına vermiş olduğu eziyettir. 41 Bu nedenle ayette “uzak durmadan” maksadın cinsel ilişki olduğu bir gerçektir. Bununla birlikte, onlarla olan diyalogda duyarlı davranılması gerektiği anlamı da ayetin zımnında mevcuttur. Ezâ kelimesinin Kur’an’da farklı yerde kullanıldığı anlamlar, ruhsal ve bedensel açıdan duyulan acıyı, çekilen sıkıntıyı, yaşanılan rahatsızlığı anlat- 38 Markham, Ursula, Kadınlar İçin Stres El Kitabı, Çev. Türkan Tezcan, Alfa/Aktüel Kitabevleri, İstanbul 1993, s.71; Saygılı, Sefa, Yaşam ve Cinsellik, Mozaik Yayınları, İstanbul 2004, s.33-34. 39 Horney, Karen, Kadın Psikolojisi, Çev. Selçuk Budak, Öteki Yayınevi, Ankara 1995, s.102. 40 Bakara, 2/222 41 Kasapoğlu, Kur’an’a Psikolojik Yöneliş Evlilik ve Aile, Kendini Bilmek Yayınları, Malatya 2013, s.109. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 21-38 Regl Döneminde Talâk | 33 maktadır.42 Bu anlatımlarla hayız halindeki kadının yaşadıklarının “ezâ” olarak nitelenmesi arasında anlamlı bir ilişki vardır.43 Çünkü ayette yer alan ezâ kelimesi fizyolojik rahatsızlığı içine aldığı gibi psikolojik sıkıntıları da içerir. Nitekim sıkıntı kapsamında birçok kadında regl döneminde agresiflik, gerilim, ağlamaklık vb. şekilde seyreden duygu durum bozuklukları, günümüz tıp biliminde Premenstrüel disforik sendrom olarak isimlendirilmiştir.44 İşte Kur’an’ın bu zikredilen psikolojik rahatsızlıkları içeren sendromu isimlendirmese de, o çağda vaz ettiği hükümlerde bunu gözetmiş olması dikkat çekicidir. Netice olarak öfke anında insanın mantıklı düşünme yeteneğinin geçici olarak bloke olması ve akl-ı selim düşünme sürecinin oluşumunun sekteye uğraması nedeniyle, Hz. Peygamber, “Hiç bir hâkim öfkeli haldeyken hüküm veremez/ vermesin” buyurarak hakimin öfkeli iken yargılama yapmasını yasaklamıştır. İslâm hukukçuları da zikredilen bu hadisi delil alarak, öfkeli hale ilaveten hâkimin şiddetli açlık, susuzluk, uykusuzluk, üzüntü, hastalık ve sair durumlarda da hüküm vermesinin uygun olmayacağı sonucuna ulaşmışlardır. Bu itibarla hâkimin, yargılama faaliyetinde bulunacağı zaman, mutedil ve sakin bir halde olması, adil bir karar verebilmesinin hikmeti olarak değerlendirilmiştir. Dolayısıyla onun sağlıklı düşünüp doğru karar vermesine engel olacak her türlü psikolojik etmenlerden uzak bulunması gereğine işaret edilmiştir. Aynı şekilde Hz. Peygamber, “İğlak/aşırı öfke halinde boşama ve azad yoktur” buyurarak sinir krizi halindeki öfkeli şahsın da talakının geçersiz olduğuna işaret etmiştir. Hadiste geçen “iğlak” kelimesini, bazı âlimler ikrah olarak anlasalar da âlimlerin kahir ekseriyeti “gazap” olarak tefsir etmiştir. “İğlak” teriminin, kapamak ve kilitlemek anlamını muhtevi olması nedeniyle; öfkeli şahsın salim düşünme kapısının kapanacağı ve psikolojik olarak onun 42 Ezânın farklı anlamları için bkz. Bakara, 2/196,22; Âl-i İmrân, 3/195; Nisâ, 4/16, 102; Tevbe, 9/61; Ahzâb, 33/53,69; İbrahi, 4/14. 43 Kasapoğlu, Kur’an’a Psikolojik Yöneliş Evlilik ve Aile, s.105. 44 Kadınlarda her ayın yaklaşık dörtte birini kapsayan, adet döneminden önce ve adet dönemi sırasında görülen ve bazı duygusal, davranışsal ve somatik (fiziksel) semptomları kapsayan dönemler ‘Adet Dönemi Ruhsal Sorunları (premenstrüel sendrom)’ olarak adlandırılır. Eğer bu dönemde yaşanılan çeşitli semptomlar günlük yaşantının gidişatını bozacak derecede ise buna premenstrüel disforik bozukluk adı verilir. Adet dönemi (Premenstrüel) semptomları ortalama olarak kadınların %70’inde görülürken, premenstrüel disforik bozukluk toplumun çok az bir kısmında görülür. Bu bozukluk, psikiyatrik tanı kitabı olan DSM-IV’te duygu-durum bozukluğu olarak kategorize edilmiştir. Bkz. Özkan, Sedat, Psikiyatrik Tıp, Roche Yayını, İstanbul 1993, s. 217; Markham, Ursula, Baskı Altındaki Kadın, Çev. Murat Sağlam Alfa/Aktüel Kitabevleri, İstanbul 1999, s. 130. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 21-38 34 | Nasi Aslan sağlıklı karar veremeyeceği düşünülmüştür. Bu nedenle öfkeli şahsın talakı da âlimlerin önemli bir kısmı tarafından geçersiz kabul edilmiştir. Hâkimin öfkeli iken ve bazı olumsuz psikolojik hallerinin yargı faaliyetine olumsuz yansımaması noktasında gözetilen makâsıd, öfkeli iken talak tasarrufunda bulunan kimsenin tasarrufunun geçerli olmaması noktasında da gözetilmiştir. Regl döneminde yapılan boşamanın, İbn Ömer hadisinde olduğu gibi, geçersiz kabul edilmesi; bunun sünnete aykırı bid’at bir uygulama olarak değerlendirilmesinde de aynı hikmet ve makâsıd gözetilmiştir. Kadınların özel hallerinden bahseden ayette yer alan “ezâ” kelimesinin fizyolojik rahatsızlığı içine aldığı gibi birçok psikolojik sıkıntıları da içermesi nedeniyle, bu regl döneminde yapılan boşamanın Şâriin gözettiği hikmet ve makâsıda aykırı olacağı bir gerçektir. O halde bu meseleyle alakalı olarak günümüzde, regl döneminde kadının içinde bulunduğu halet-i ruhiyenin ve bunun muhtemel olumsuz etkilerinin izahının, bilimsel veriler ışığında daha kolay yapılacağından; bu dönemde ondan ayrılmanın ve onu boşamanın uygun olmayacağı daha anlaşılır hale gelmiştir. Şâri’in koyduğu hükümlerdeki hikmeti, bu örneklerde olduğu gibi gelişen bilimin ışığında yeniden düşünmek ve araştırmak Müslüman âlimler için büyük önemi haizdir. Bu, İslam hukukunun vahiy kaynaklı ve hikmeti gözeten bir karaktere sahip olmasının ürünüdür/ semeresidir. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 21-38 Regl Döneminde Talâk | 35 Kaynakça Acar, H. İbrahim (2000), İslam Hukukunda Evliliğin Sona Ermesi, Erzurum: Ekev. Ahmed Abdurrahman (2006) , Kızma, Çev. Seyfullah Erdoğmuş, İstanbul: Polen Yayınları, Ahmed b. Hanbel, Ebû Abdullah Ahmed b. Muhammed eş-Şeybânî (1995), elMüsned, XV nşr.: Şuayb el- Arnaût, Beyrut: Müessesetü’r-Risâle. Aslan, Nasi, (2014)İslam Hukukunda Yargılama Etiği İlkeleri, Adana: Karahan Kitabevi. Ateş, Süleyman, (1991), Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri, İstanbul: Yeni Ufuklar Neşriyat. Aydın, Hayati (1999), Kur’an’da İnsan Psikolojisi, İstanbul: Timaş Yayınları. Bilmen, Ömer Nasuhi (1970), Hukuk-i İslamiye ve Istılah-ı Fıkhiye Kamusu, İstanbul: Bilmen Yayınları. ---------, (1985), Kur’ân-ı Kerim’in Türkçe Meâli Âlisi ve Tefsiri, İstanbul: Bilmen Yayınevi. Buhârî, Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail (2010), Sahîhu’l-Buhârî, nşr. Halil b. Me’mun Şiha Beyrut: Dâru’l-Marife. Dârekutnî, Alî b. Ömer (2004), Sünenü’d-Dârekutnî, thk. Şu‘ayb el-Arnavut ve dğr. Beyrut: Müessesetü’r-Risâle. Ebû Dâvûd, Süleyman b. Eş'as es-Sicistânî (1997), Sünenü Ebî Dâvûd, nşr. İzzet Ubeyd ed-De’as, Muhammed Ali es-Seyyid, Beyrut: Dâru İbn Hazm. Ebû Zehrâ, Muhammed (tsz.), el-Ahvâlü’ş-Şahsiyye, Kahire: yy. Erturhan, Sabri, (2002), İslâm Hukuku Açısından Öfkeli Şahsın Talakı, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, , c. VI, sayı: 2, ss. 207222 Halil, Ebû Abdirrahmân b. Ahmed b. Amr b. Temim el-Ferâhidî (el-Fürhûdî), (2000) Kitâbü’l-ayn, thk. Abdulhamîd Hindâvî, Beyrut: Dâru’l-Kütübi’lİlmiyye. Hattâbî, Ebû Süleyman Hamd b. Muhammed b. İbrâhim (tsz.), Meâlimü’sSünen Şerhu Süneni Ebî Dâvûd, nşr. Muhammed Râgıb et-Tabbâh, Haleb: Matbaatü’l-İlmiyye. Horney, Karen, (1995), Kadın Psikolojisi, Çev. Selçuk Budak, Ankara: Öteki Yayınevi. İbn Âbidîn, Muhammed Emîn, (2003), Reddü’l-Muhtâr, Riyad: Dâru Alemi’lKütüb. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 21-38 36 | Nasi Aslan İbn Hacer, Ebü’l-Fazl Şehabeddîn Ahmed Askalânî, (2001), Fethu’l-bârî bişerhi Sahîhi’l-Buhârî, thk. Abdulkâdir Şeybe Hamdî, Riyâd: Mektebetü’l-Mülük Fehdü’l-Vatanî, İbn Hazm, Ebû Muhammed b. Ali b. Ahmed b. Saîd Zahiri, (tsz.), el-Muhallâ, nşr. Ahmed Muhammed Şakir, Kahire: İdâretü’t-Tıbâati’l-Münîriyye. İbn Kayyim, Ebû Abdullah Şemseddin Muhammed, (1994) Zâdu’l-Meâd fi Hayri’l-Ibâd, nşr. Şuayb el-Arnaût, Kuveyt: Mektebetü’l-Menâri’lİslâmî. ----------, (1996), İ’lâmu’l- Muvakkîn an Rabbi’l-Âlemîn, Beyrut: Dâru’l-Kutübi’l‘İlmiye. İbn Kudâme, Ebû Muhammed Muvaffakuddîn Abdullah b. Ahmed (1999), elMuğnî, nşr. Abdullah b. Abdülmuhsin Türkî, Abdülfettâh Muhammed el-Hulv, Riyad: Dâru Âlemi’l-Kütüb. İbn Mâce, Ebû Abdullah Muhammed b. Yezid (2009), Sünenü İbn Mâce, nşr. Ammâr Tayyâr, Yâsir Hasan, Dimaşk: Müessetü’r-Risâle. İbn Mâze, Hüsamüddîn (1977), Kitâbu Şerhi Edebi’l-Kâdî li’l-Hassâf, Bağdat: y.y. İbn Rüşd, Ebü'l-Velîd Muhammed b. Ahmed b. Muhammed Kurtubî (1997), Bidâyetü'l-müctehid ve nihayetü'l-muktesıd, nşr. Abdülmecid Tu’me Halebî, Beyrut: Dârü’l-Ma’rife. İbn Teymiyye, Takıyyüddin (1987), el-Fetâvâ‘l-Kübrâ, Beyrut: Dâru’l-Kütübü’lİlmiyye. Kâsânî, Ebû Bekr ‘Alâeddîn Ebû Bekr b. Mes‘ûd b. Ahmed, (1986), Bedâi‘u’ssanâi‘ fî tertîbi’ş-şerâi‘, Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye. el-Kâsımî, Muhammed Cemâlüddîn, (1994) Tefsîrü’l-Kâsımî, , Beyrut: Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arâbî. Kasapoğlu, Abdurrahman, (2012) “Kur’an’da Adalet Psikolojisi-Adaleti Engelleyen Psiko Sosyal Faktörler” Hikmet Yurdu Dergisi, www.hikmetyurdu.com- sayı: 10, 2012, ss.61-105. -----------, (2005) “Kur’an’da Terapötik Boşanma” Bilimname Dergisi, sayı, 9, ss.75-87. ----------, (2013), Kur’an’a Psikolojik Yöneliş Evlilik ve Aile, Malatya: Kendini Bilmek Yayınları. Kelvezânî, Mahfuz b. Ahmed (2002), el-Hidâye fî Furûi’l-Fıkhi’l-Hanbelî, Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye. Kurtubî, Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed el-Ensârî (1987), el-Câmi’ li ahkâmi’l-Kur’ân, Mısır: Dâru Âlemi’l-Kütüb. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 21-38 Regl Döneminde Talâk | 37 Markham, Ursula, (1993), Kadınlar İçin Stres El Kitabı, Çev. Türkan Tezcan, İstanbul: Alfa/Aktüel Kitabevleri. -----------, (1999), Baskı Altındaki Kadın, Çev. Murat Sağlam, İstanbul: Alfa/Aktüel Kitabevleri. Merğinânî, Ebü'l-Hasan Burhaneddin Ali b. Ebî Bekr (1995), el-Hidâye Şerhu Bidâyeti’l-Mübtedi, nşr. Za’lûl Yûsuf, Beyrut: Dâru İhyâi’t-Türâsi’lArabî. el-Mevdûdî, Ebu’l-A’lâ, (1989), Tefhîmü’l-Kur’ân, Çev. Muhammed Han Kayani ve Diğerleri, İstanbul: İnsan Yayınları. Müslim, Ebü'l-Hüseyin Müslim b. el-Haccac (2010), Sahîhu Müslim, nşr.: Muhammed Fuad Abdülbaki, Kahire: Müessesetü’l-Muhtâr. Nesâî, Ebû Abdurrahman Ahmed b. Ali (2001), Kitabü’s-Süneni'l-Kübrâ, nşr.: Hasan Abdülmün’im, Beyrut: Müessesetü’r-Risâle. Nevevî, Ebû Zekeriyyâ Muhyiddin Yahyâ b. Şeref (1972), Şerhu Sahihi Müslim, Beyrut: Dâru İhyâi't-Türâsi'l-Arabî. ---------, (ts.), el-Mecmû‘ şerhu’l-Mühezzeb thk. Muhammed Necîb Mut‘î, Cidde: Mektebetü’l-İrşâd. Özkan, Sedat, (1993), Psikiyatrik Tıp, , İstanbul: Roche Yayını. Rıza, Muhammed Reşit (1985), Hukuku'n-nisâ fi'l-İslâm, Kahire: Mektebetü'tTürâsi'l-İslâmî. Saygılı, Sefa, (2004), Yaşam ve Cinsellik, İstanbul: Mozaik Yayınları. Şâkir, Ahmed Muhammed, (ts.), Nizâmu’t-talâk fi’l-İslâm, yy.: Mektebetü’sSünne. Şevkânî, Ebû Abdullah Muhammed b. Ali (1427), Neylü’l-evtâr min esrâri müntekâ’l-ahbâr, thk. Muhammed Subhî b. Hasen Hallâk, yy., Dâru İbni’l-Cevzî. ---------, (ts.), es-Seylü’l-cerrâri'l-mütedaffik ‘alâ hadâiki'l-ezhâr, thk. Mahmûd İbrâhîm Zayed, Beyrut: Dârü’l-Kütübi'l-İlmiyye. Tarhan, Nevzat, (2005), Kadın Psikolojisi, İstanbul: Nasıl Yayınları. Tirmizî, Ebû Îsâ Muhammed b. İsa (2011), Sünenü't-Tirmizî, nşr.: Ammâr Tayyâr ve dğr. Dimaşk: Müessesetü’r-Risâle. Yaman, Ahmet, İslam Aile Hukuku, (2008) İstanbul: MÜ İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları. Yazır, Elmalılı Muhammed Hamdi. (1979), Hak Dini Kuran Dili, İstanbul: Eser Neşriyat. Zeydân, Abdulkerîm (1993), el-Mufassal fî ahkâmi’l-mer’e ve’l-beytü’l-müslim fi’ş-şerî‘ati’l- İslâmiyye, Beyrut: Müessesetü’r-Risâle. Zuhaylî, Vehbe, (1989) el-Fıkhu’l-İslâmî, Dımaşk: Dâru’l-Fikr. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 21-38 Psychological Factors in Hadiths of Statutes: A Review on Divorce in Period of Menstruation Citation / ©-Aslan, N. (2017). Psychological Factors in Hadiths of Statutes: A Review on Divorce in Period of Menstruation, Çukurova University Journal of Faculty of Divinity, 17 (1), 21-38. Abstract: The religion of Islam, sent by Allah in order to lead people into the right way for their bliss in life and in the afterlife, has considered wisdom, through the provisions that are laid out. Due to this wisdom, while giving people responsibilities, all the material and moral aspects of the addressee have been taken into consideration. The chief moral aspect of the indivual and the one that even forms his/her point of view to events is his/her psychology. Since Qur’an is revealed considering the human physcolog, the prophet has not ignored this aspect in hadiths. Our prophet indicates a principle that must be followed by the judge before judging in one of his hadiths saying “ a judge must not / cannot judge when he is angry”. This principle is that the judge does the judging when he is calm and nonchalant, in other words when he is not under the influence of some emotions. Judging from the hadiths above, as, proof to the hadith that is recited, the islamic jurists have expressed that in addition to anger, it is not appropriate for a judge to do the judging in an occasion of strong hunger, thirst, sleeplessness, ilness and sadness. The same factors that are taken into consideration to prevent a judge’s some negative psychological moods from influencing his judging are taken into account, as well, to take a husband’s decision of divorce as invalid if he has made that decision when he is not psychologically well. Here, it’s clear that there are intentions of that Muslim scholars having a dispute with the validity of the divorce in the menstruation period but agreeing that this divorce is a bidah that is against sunnah. The examples, of which the psychological conditions of the women are taken into consideration whilst judging on the situations peculiar to them, have been discussed in this article (their mens, etc.). Keywords: Hadiths of statutes, psychological factor, divorce, menstrual period, iddet(waiting period), wisdom Necmeddin Tarsusî’nin “Urcûze fî Vefeyâti’lA‘yân Min Mezhebi Ebî Hanîfeti’n-Nu‘mân” Adlı Eseri: Tedkik, Çeviri ve Değerlendirme Doç. Dr. İsmail ŞIK Atıf / ©- Şık, İ. (2017). Necmeddin Tarsusî’nin “Urcûze fî Vefeyâti’l-A‘yân Min Mezhebi Ebî Hanîfeti’n-Nu‘mân” Adlı Eseri: Tedkik, Çeviri ve Değerlendirme, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 17 (1), 39-60. Öz- Necmeddin Tarsusî, Memlukler döneminde yaşamış bir Hanefî fakihi ve düşünürüdür. Çalışmamızda onun eserlerinden biri olan “Urcûze fî Vefeyâti’lA’yân min Mezhebi Ebî Hanîfeti’n-Nu’mân” adlı âlimlerin vefat tarihinden bahsettiği vefeyât türü bilgiler verdiği risalesini inceleyeceğiz. Eserin Köprülü Kütüphanesi’nin Mehmed Âsım koleksiyonunda 84/3 arşiv numarasıyla kayıtlı bir nüshasını tespit ettik. Tarsusî, “recez” türünde oluşturduğu eserinde, Ebu Hanife’den başlayarak Alâuddin et-Türkmânî’ye kadar olan Hanefî âlimlerin vefat tarihlerini kendine has bir üslupla kodlayarak vermektedir. Eserin genelinde vefat tarihlerini vermek için uygulanan bu metot, öğretilmesi gereken fıkıhçıların sayısının fazla olmasından öğrencilerin ezberlemesini kolaylaştırmak gayesiyle vefat tarihi için harflerden oluşan bir sembol kullanılarak uygulanmıştır. Bu sembolleştirmede Hanefi âlimin ismi verildikten sonra vefat tarihini bildirmek için kullanılan kelime(ler)deki harflerin "ebced hesabı” karşılıklarının toplamı vefat tarihini vermektedir. O, eserde özellikle vefat tarihlerinin kırmızı ile yazıldığını, bununla öğrenmeyi kolaylaştırmayı amaçladığını açıklar. Biyografi yazarlığı, Hanefî gelenekte diğer sünni ekoller kadar yaygın değildir. Tarsusi’nin bu eseri sadece Hanefi âlimleri verirken Hanefi-Mu’tezili, Hanefi-Mâturidi, Hanefi-Eş’ari ayrımı yapmadan Hanefi olarak bildiklerini sıralar. Bu çalışma, erken dönem Hanefi biyografi eserleri içerisinde sayılan önemli bir eser olarak bilim dünyasına katkı sağlayacak verileri barındırmaktadır. Elimizde olan ve sıklıkla kullandığımız tabakâtlardan hem üslup hem de içerik olarak bazı farklılıklar içerir. Anahtar sözcükler- Tarsusî, Hanefî fakihleri, remz, recez Makalenin gelişi: 16.03.2017; Yayına kabul tarihi: 19.06.2017 Bu çalışma Çukurova Üniversitesi BAP-8383 kodlu “Necmeddin Tarsusi’nin Urcuze’sinde Eş‘ari-Hanefi Teolojik Farklılaşmalar” adlı proje kapsamında desteklenmiştir. Çukurova Ü. İlahiyat F. Kelâm Anabilim Dalı, e-posta: [email protected] 40 | İsmail Şık §§§ Giriş Âlimler, fikirleri ve ilim geleneğine yaptığı katkılarla bilinirler. Kendi eserleri, takipçileri tarafından eserlerine yazılan şerhler, fikirlerinden yapılan alıntılar veya biyografi (vefayât/tabakât) tarzı çalışmalarda aktarılan bilgiler neticesinde kimlikleri ve düşünceleri sonraki nesillere aktarılır. Düşünce tarihinde işlenen herhangi bir meselenin daha iyi anlaşılması için fikrin oluştuğu sosyo-kültürel yapı ve gelişim süreci ne kadar önemli ise o fikirleri inşa eden kişinin hayat serüveni -ne zaman ve nerede doğduğu ve hangi şartlarda yaşadığı, hangi işlerle meşgul olduğu vb.- bir o kadar önemlidir. Dolayısıyla fikirleri anlayabilmek onları inşa edenlerin duygu ve düşüncelerini kavrayabilmekle mümkün olacaktır. Yapılan bir araştırmada geçmişte yaşamış ve düşünce dünyasına fikirleriyle damga vurmuş önemli isimler hakkında bir takım bilgilere ulaşmak için ilk önce biyografi eserleri olan vefayâtlar ve tabakâtlara bakılır. Bu kaynak eserler, araştırmanın sıhhati ve güvenirliği için önemli malumatlar barındırırlar. Genel olarak bu tarz biyografi eserlerinde hakkında bilgi verilen şahsın hayatı ile ilgili bir takım veriler ortaya konduktan sonra yaptığı önemli işlerden ve eserlerinin bir kısmı veyahut tamamının isimlerinden bahsedilir. Vefat tarihleri gün ay ve yıl olarak belirtilmeye özen gösterilirken çoğu zaman, verilen doğum tarihine göre daha kesin ve ayrıntılı bilgiler ortaya konur. 1 Biyografi türü eserlerin bir kısmında, hakkında bilgi aktarılacak kişiler isimlere göre tasnif edilirken diğer bir kısmında ise tarih sırası esas alınmaktadır.2 Hanefiler, biyografik eser yazma konusunda sayıca Şafiler, Malikiler ve Hanbeliler kadar olmasa da önemli eserler vermişlerdir.3 1 Bir alanda uzmanlığı ile meşhur olmuş şahısların hayatlarını konu edinen biyografi türü tabakât olarak isimlendirilir. Durmuş, İsmail, “Tabakât”, DİA, ss. 288-290, İstanbul 2010, cilt XXXIX, s. 288. 2 Tabakât kitapları, farklı şekillerde de tasnif edilebilir. Fakihlerle ilgili biyografik bilgileri içeren “fukaha tabakâtı” ve fıkhî istidlâl türlerini tanımlayarak tasnif edilen “fıkhî istidlâl tabakâtı” bunlardan bazılarıdır. Kaya, Eyyüp S., “Tabakât (Fıkıh)”, DİA, ss. 292-294, İstanbul 2010, cilt XXXIX, s. 292. 3 Ebû Abdullah es-Saymerî (436/1044) Ahbâru Ebî Hanife ve Ashabihi; Ebî Asım Muhammed b. İbrahim el-Herevî (458/1066) Tabakâtu’l-Hanefiyye; Abdülkâdir elKureşî'nin (775/1373) el-Cevâhirü'1-Mudiyye fî Tabakâti'l-Hanefiyye; İbrahim b. Muhammed b. Dokmak ( 809/1407), Nazmül-Cemman fi Tabakât Eshabı İmami’lNuman; Muhammed b. Ya'kûb el-Fîrûzâbâdî (817/1415), el-Mirkâtü'l-Vâfîye ilâ Tabakâti'l-Hanefîye; Takıyyüddîn Ahmed b. Alî b. Abdilkâdir b. Muhammed elMakrîzî (ö. 845/1442) et-Tezkire; İbn Kutluboğa, Zeyneddîn Kâsım el-Hanefî (879/1474),Tâcü't-Terâcim fî Tabakâ-ti'l-Hanefiyye. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 39-60 Tarsusî: Urcûze fî Vefeyâti’l-A‘yân… | 41 Biz bu çalışmamızda Necmeddin Tarsûsî’nin “Urcûze fî Vefeyâti’lA’yân min Mezhebi Ebî Hanîfeti’n-Nu’mân” adlı eserinin yazma nüshasından tedkik ve çevirisini vermekle değerli bir biyografi eserini daha fazla kullanılır hale getirmek, Hanefi-Mâturîdi sahada yapılacak çalışmalara yardımcı olmak gayesindeyiz. 1.Necmeddin et-Tarsusî’nin Hayatı ve İlmi Kişiliği Necmeddin Ebu Hak İbrahim b. Ali b. Ahmed b. Abdulvâhid b. Abdulmun’im et-Tarsusî hakkında kaynaklarda verilen bilgiler oldukça sınırlıdır. 4 Hatta bazı bilgilerin çelişik olduğunu da söylemek mümkündür.5 Doğum tarihi kesin olmamakla6 beraber biyografi eserlerinde (721/1321) yılında Şam yakınlarındaki Mizze bölgesinde doğduğu aktarılır. 7 Yine vefat tarihinden hiç bahsetmeyen biyografi kaynakları 8 olduğu gibi, onun 4 Şaban 758/23 Temmuz 1357 yılında öldüğü bilgisini ayrıntılı şekilde veren kaynaklardan da bahsedilebilir.9 Doğum tarihi ve yeri meselesi, kendi eseri olan Vefeyât’ında geçen ibarelerden hareketle tarih verilmeksizin Tarsus’un Gülek kasabasında doğduğu10 ve Halep’e yöneldiği şeklinde yorumlanabileceği11 gibi ataları içinde bu 4 Bağdatlı İsmail Paşa, Hediyyetû’l-Ârifîn Esmâü’l-Mü’ellifin ve Âsâru’l-Musannifîn, İstanbul: Dâru İhyai’t-Türasi’l-Arabi, 1951, cilt I, s. 16. 5 Eser, Ercan “Kadi Necmüddin Et-Tarsusi Ve Tuhfetü't-Türk İsimli Eserinin İslam Hukuku Açısından Analizi”, Türk-İslam Kültür Ve Medeniyetinde Tarsus Sempozyumu, Ankara 2011, s. 232. 6 Zirikli’nin, el-Alâm adlı eserinde 721 yılı olarak verilmesine karşın bazı araştırmacılar bu yılı diğer kaynaklardan elde ettiği bilgiler ışığında h. 710 olarak kabul etmişlerdir. Zirikli, Hayruddin, el-A'lâm Kâmusu’t-Terâcim, Beyrut 1986, s. 45. 7 es-Safedî, A’yânü’l-‘Asr…., cilt I, s. 100; Kılıç, Muharrem, “Necmeddin Tarsusi”, DİA, cilt XL, s. 114. 8 Bağdadlı İsmail Paşa, Hediyyetu 'l-Arifin Esmau '1-Miiellifin ve Asaru '1-Musannifin, M.E. Basımevi, İstanbul 1951, s. 16; İbn Tağriberdi, Ebu'l-Mebasin Cemaluddin Yusuf el-Atabegi, el-Menhe/u's-Safi ve'l-Müstevfi Ba'de'l-Vâfi, thk. Muhammed Muhammed Emin, Kahire 1984, cilt I, s.129-130; en-Nucümu'z-Zâhire, cilt X, s. 326; Abulkadir b. Muhammed el-Kureşi, el-Cevâhiru'l- Mudiyye fi Tabakâti'lHanefiyye, thk. Abdulfettah Muhammed Huluvv, Kahire, 1993, cilt I, s. 213; İbn Kutluboğa, Kasım Ebu '1-Fida Zeynuddin Kasım, Tacu 't-Terâcim, 1996 Beyrut, cilt I, s. 89. 9 Bağdatlı, Hediyyetû’l-Ârifîn…, cilt I, s. 16, Bursalı Muhammed Tabir, Osmanlı Müellifleri, Matbaa-i Amire, İstanbul, 1333, cilt I, s. 346. 10 Zira metinde geçen ( ) هzamiri dedelerine de bizzat kendisine de atfedilebilir. سا َمحه ال ُم َهيْمن الرحي ُم ُب ُجلَق وحلَب فمحيّده ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 39-60 ـ وهو أبو اسحق ابراهي ُم٥ ـ من٦ ٍ ُطرسوس جدُّه ومولِده 42 | İsmail Şık değerlendirme yapılabilir. Ancak diğer bir eseri olan “Kitabü’t-Tevârih” te açıkça Mizze’de 2 Muharrem 720’de doğduğu ifade edilmekte12 olup bu karışıklık ortadan kaldırılmıştır. Tarsusî, hayatının büyük kısmını Memlük Devleti'nin önemli hükümdarlarından Muhammed b. Kalavûn döneminde geçirmiştir. Bu yıllar Anadolu için Selçuklu devletinin dağıldığı beyliklerin kurulduğu dönem olup Ramazanoğlu Beyliğinin kuruluş zamanlarına denk gelmektedir.13 Tarsusî, ilmi gelenekten gelen bir ailenin mensubu olarak ilk eğitimini aile içinde almış olmakla beraber babasının kadılık, Hanefi kadı naipliği ile Medresetü'n-Nuriyyeti'l-Kübra, Medresetü'n-Nuriyyeti’s-Suğra, Reyhaniyye ve Kaymaziyye’deki müderrislik görevi gereği Dımeşk/Şam’da yaşamış ve eğitimini muhtemelen babasının denetiminde Şibliyye Medresesi'nde tamamlamıştır.14 11 Tarsusî, Necmeddin, Urcûze fî Vefeyâti’l-A’yân min Mezhebi Ebî Hanîfeti’nNu’mân, Köprülü Yazma Eser Kütüphanesi Mehmed Âsım no: 34 Ma 84/3, vr.201b-205b, vr. 201b. 12 Tarsusî, Necmeddin, Kitâbü’t-Tevârih, Köprülü Yazma Eser Kütüphanesi Mehmed Âsım no: 34 Ma 84/3, vr. 195a. 13 Beylikler dönemi aynı zamanda Memlukler devrine tekabül etmektedir. Şam, Antakya, Adana, Tarsus ve Mersin bölgesi kısa aralıklarla el değiştirmiştir. Memlukler dönemi siyasi olayları hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Ayaz, Fatih Yahya, Türk Memlükler Dönemi Saray Ağalığı (Üstâdârlık), İFAV, İstanbul 2008; Memlükler Dönemi Vezirlik, İSAM, İstanbul 2009; Şık, İsmail, “Hilafetin Kureyşliliği Tezine Teolojik ve Hukuki Bir Reddiye Tuhfetü’t-Türk Örneği”, Uluslarası Orta Anadolu ve Akdeniz Beylikleri Tarihi, Kültürü ve Medeniyeti Sempozyumu-3 “Ramazanoğulları Beyliği”, (Basılamamış Bildiri Metni), Adana: 2016; Tatlı, Bekir, "Necmeddin et-Tarsûsî (ö. 758/1357) ve Hilafetin Kureyşliliği Hadisine Yaklaşımı”, Uluslarası Orta Anadolu ve Akdeniz Beylikleri Tarihi, Kültürü ve Medeniyeti Sempozyumu-3 “Ramazanoğulları Beyliği”, (Basılamamış Bildiri Metni), Adana: 2016; Karagöz, Nail, “Necmeddin Tarsûsî’nin “Urcuze fi Vefeyati’l-Ayan min Mezhebi Ebi Hanifeti’n-Numan” Adlı Risalesinin Değerlendirilmesi”, Uluslarası Orta Anadolu ve Akdeniz Beylikleri Tarihi, Kültürü ve Medeniyeti Sempozyumu-3 “Ramazanoğulları Beyliği”, (Adana: 2016); Sadıker, Ömer - Akbaş, Hamdi, “Necmeddin Tarsûsî’ye Göre Eş’ariler ile Maturidiler Arasındaki Görüş Ayrılıkları”, Uluslarası Orta Anadolu ve Akdeniz Beylikleri Tarihi, Kültürü ve Medeniyeti Sempozyumu-3 “Ramazanoğulları Beyliği”, (Basılamamış Bildiri Metni), Adana: 2016. 14 Çubukçu, Asri, et-Tarsusî Hayatı, Şahsiyeti ve Eserleri, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Basılamamış Doktora Tezi), Ankara 1977, s. 27; İmaduddin Ebü'l-Fida İsmail b. Ömer İbn Kesir, el-Bidâye ve'n-Nihâye, thk. Abdullah b. Abdulmuhsin et-Türki, Merkezu'l-Buhus ve'd-Dirasati'l-Arabiyye ve'l-İslamiyye, Dımeşk trs, cilt XIV, s. I92, 202, 207, 215,267; cilt XIV, s. 127; Abdulkadir b. Muhammed en-Nu'aymi ed-Dimeşki, ed-Dâris fi Târihi'l-Medâris, thk. Cafer Hüsam, Matbaatu't-Terakld, Dimaşk, 1948, cilt I, s. 606. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 39-60 Tarsusî: Urcûze fî Vefeyâti’l-A‘yân… | 43 Hem ilmi hem de idari sahada oldukça mahir olan Tarsusî kısa ömrüne o müderrislik, kadılık ve kadı’l-kudât gibi üst düzey vazifeleri sığdırmış başarılı bir ilim adamıdır. Bu vazifeleri başarı ile yerine getirirken farklı alanlarda çok sayıda eser telif etmiştir.15 2. Urcûzenin Özellikleri, Muhtevası ve Değerlendirmesi Risale, Köprülü Yazma Eser Kütüphanesi’nin Mehmed Âsım koleksiyonunda 34 Ma 84/3 arşiv numarasıyla kayıtlıdır. 201b-205b varakları arasında yer alan eserde, Ebu Hanife’den başlayarak Alâuddin et-Türkmânî’ye kadar olan yüzden fazla Hanefi âlimin vefat tarihleri ve buna ilaveten bazılarının da vefat yeri ve bazı genel özellikleri hakkında bilgi verilmektedir. Necmeddin Tarsûsî’nin “Urcûze fî Vefeyâti’l-A’yân min Mezhebi Ebî Hanîfeti’n-Nu’mân” adlı çalışması erken dönem biyografi eserlerinden biri olup16 hanefi tabakâtları arasında sayılsa da bu urcûze aslen vefeyât tarzı bir eserdir. Bilindiği üzere vefeyât biyografi eserlerinin genel adı iken, tabakât ise meslek, mezhep, dönem ve yüzyıla göre yapılan tasnife dayanan eserlerdir. Bu anlamda her tabakât eseri aynı zamanda bir vefeyât iken, her vefeyât eseri tabakât tarzında yazılmamış olabilir. Eser günümüze kadar yazma halde kalması nedeniyle pek kullanılmamıştır. Tarsûsî’nin urcûzesi sadece Hanefilerden bahseden bir Hanefi tabakâtı da değildir. Eserde belli mezhep, meslek ve zaman grubu esas alınarak bilgiler verilmemiş, bunun yerine önemli görülen farklı gruplardan, mesleklerden kişilerden bahsedilmiştir. Tarsûsî’nin urcuzesi, vefeyât türünün bariz özelliklerini barındırmakla beraber kendine ait ayırt edici nitelikleri de taşımaktadır. Bu farklılıklardan ilki 15 Eserleri: "el-Fetavâ't-Tarsusîyye" (Enfau'l-Vesâil ila Tahrîrî'l-Mesail fi'l-Furû), elFevaidu'1-Fıkhiyye (el-Fevaidu 'l-Bedriyye), ed-Dürretu's-Seniyye fi Şerh i '1-Fevadi '1-Fıkhiyye, Refu '1-Külfeh ani’l-İhvani fi Keşfi ma Kuddime fihi'1-Kıyasi ala'1İstihsan, Ref'u Kulfeti'-Ta'b Lima Yu'malufi'd-Durus ve'l-Hutab. es-Sıracu’l-Vehha, Umdetu'l-Hukkâm fima la Yuneffezu mine'l-Ahkâm, Risaletün fi Cevazi'l-Cume'tifi Mevdiayni, el-Hasâil fi'1-Furu, el-İhtilâfatu'1- Vakiali fi'l Musannefa, el-İşarat fi Dabti'l-Müşkilat, Şerhu'l-Hidaye li'l-Merğiminî, Zahfretu'Nazzr . fi'l-Eşbâh ve'nNezai, Vefayâtu 'l-A'yan min Mezhebi Ebi Hanifeti'n Nu 'man, Mahzuratu'l-İhram, Menâsiku’-I-Hac, el-İ'lam fi Mustalahi’ş-Şuhud ve 'l-Hukkam fi‘l-Vesaiki'ş-Şeriyye, Enmuzecu'l-Ulum li Erbâb'l Fuhum, Tuhfetü't-Türkfi ma Yecibu en Yu'mele fi'l-Mülk, en-Nuru 'l-Lamtfi ma Yu'melu bihifi'l-Cami, Urcuzetu fi Ma'rifeti mii beyne'l-Eşari ve'l-Hanefiyyeti minel Hilafi Fî Usuliddin. Daha ayrıntılı bilgi için Bkz. Kılıç, Muharrem, “Necmeddin Tarsusi”, 114-115; Eser, “Kadi Necmüddin Et-Tarsusi …..”, s. 235-237; Şık, “Hilafetin Kureyşliliği Tezine …., s. 5. 16 Yine Tarsûsi’nin kendinden önceki yaklaşık 150 senelik bir süreçte Şam kadılığı yapanlardan daha ayrıntılarıyla bahsettiği tabakât tarzı “Kitâbü’t-Tevârih” adlı bir eseri daha vardır. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 39-60 44 | İsmail Şık biyografik malumatlar vermesine rağmen klasik tarzın dışına çıkılarak şiirsel bir üslupla -kaside türü olan urcûze şeklinde- yazılmasıdır. Urcûze, aruz sisteminde recez bahriyle yazılmış kasidedir. Halil b. Ahmed’in aruz sisteminde 7. bahir olarak geçen recez, günlük hayatın her yerinde kendini göstermiş, bazen çarşı-pazarda bazen de kahramanlık hikâyelerinin anlatıldığı savaş meydanlarında veyahut oyun şarkılarının dile getirildiği alanlarda söylenen kasidelerden olmuştur. Kısa vezinlerle söylenmiş küçük manzumeler olan recez, ilk başlarda şair ve edebiyatçılar arasında sanat bakımından fazlaca önem görmemiş olsa da hicrî I. asırdan itibaren daha fazla rağbet görerek sık kullanılır olmuş ve yaygınlaşmıştır. Bilindiği üzere recezle yazılmış kasidelere “urcûze” denmektedir. Sistemini kasideden alan urcûzeler, kısa aralıklarla aynı kafiyedeki kelimelerin tekrarını gerektirdiğinden yazılması ve söylenmesi zor bir manzum türdür. Buna rağmen etkileyici ve didaktik yönünden dolayı Ru'be (ö. 145/ 762) gibi 400 beyitlik urcûze yazan (râcizler) şairler çıkmıştır. İslam Tarihinde özellikle Abbasiler döneminde başlayıp daha sonraları artarak kullanılan recez; hikâye, fıkra, tarih, sarf ve nahiv, belagat, akaid, fıkıh, siyer ve hadis gibi sahaların neredeyse tamamında kullanılmıştır. Tarihî hikâyeleri ve destanî olayları anlatmaya elverişli olduğundan özellikle bu konularda pek çok urcûze yazıldığı görülmektedir. Aslen urcûze söylemenin zorluğundan özellikle öğretici eserlerde kullanılış olmakla beraber bazı yorumlarda didaktik üslubundan dolayı mesnevi gibi nazım türlerinin temelini oluşturduğu kabul edilmektedir. Arap edebiyatında Beşşar b. Bürd (783-784), Ebu Nüvâs (ö. 810), Ebü’l-Atâhiye (ö. 825) ve İbnü’l-Mu’tez (ö.908) gibi isimler recezi kullanmışlardır. İbn Abdürrabbih’in (ö. 940) Endülüs Emevî Halifesi III. Abdurrahman için yazdığı Urcûze’si; Muhammed b. Hasan er-Rahbî’in miras hukukunu anlatan el-Urcûzetü’r-Rahbiyye/Buğyetü’l-Bâhis’i; İbn Hebbâriyye’nin es-Sâdih ve’lBâğım adlı urcûzesi, Nu’mân b. Muhammed’in imamet konusundaki elUrcûzetü’l-Muhtâre’si, İbnü’l-Mu’tezz’in Urcûze fî Târîhi’l-Mu’tez Billâh’ı bunlara örnek verilebilir. Ayrıca Türk-İslam edebiyatında da kullanılan recezin özellikle Yunus Emre, Kadı Burhaneddin ve Nesimî tarafından tercih edilmiş bir kalıp olduğunu söylemekte fayda vardır. Eserin amacı Tarsûsî’nin öğrencilerine âlimlerin vefat tarihlerini kolay bir şekilde öğretmek gayesidir. Tarsûsî’ye göre tarihler, öğretim açısından kolay olamayan bir konu olup sembollerle kodlanması öğrenimini kolaylaştırılması için gereklidir. Tarsûsî, kendinden önce yaşamış önemli isimlerin sayısının oldukça fazla olduğunu, hepsini bir arada saymak için ciltlerce eser yazmak gerektiğini, bunun ise mümkün olmadığını vurgular. O, önce eserinde bahsetmeyi planladığı şahısların sayılarını sınırlandırmış daha sonrada söz ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 39-60 Tarsusî: Urcûze fî Vefeyâti’l-A‘yân… | 45 konusu kişilerin vefat tarihlerinin tamamının hatırda tutulmasının neredeyse imkânsız olduğundan hareketle her birinin vefat tarihini ebced hesabı bir remz haline getirmiştir. Bunu yaparken remizleri kırmızı mürekkeple yazmıştır. Ona göre remizlerin özellikle kırmızı renkli mürekkeple yazılması kolay öğrenilmesi ve ezberletilmesi amacına matuftur.17 Tarsûsî, urcûzesine Allah’ın verdiği nimetlere hamd ve sena ettikten sonra günahlarından dolayı Allah’tan af ve mağfiret dileyerek başlar. Daha sonra sözüne Hz. Muhammed’e salat ve selamla devam eden Tarsusî, kendi ifadesiyle dedelerinin Tarsuslu olduğunu söyler. O, dedelerinin doğduğu yerin Gülek (Cülak), yöneldikleri ve yaşadıkları yerin ise Halep olduğunu belirtir. Tarsusî bu eseri kendi isteğiyle öğrencilerine âlimlerin vefat tarihlerini kolay öğretmek gayesiyle uzun süredir zihninden geçirdiği bir düşüncenin mahsulü olarak kaleme aldığını belirtir.18 O, söz konusu ihtiyacı gidermek için bu tarzda bir eser ortaya koymaya karar vermiştir.19 Tarsusî, Hanefi âlimlerin sayısının risalede yer alan isimlerle sınırlı olmadığını ancak sınırlı sayıda kişiden bahsedebildiğini ifade eder. Ayrıca eserde bahsettiği tüm isimlere eşit miktarda yer ayırmaz. Bazılarının üzerinde birkaç satır dururken diğer bazılarından ise sadece kısaca bahsedip geçer. 20 Tarihleri ebced hesabı harflerden oluşan sembol kelimelerle verir. Tarsusî’nin ebced hesabına uygun bir şekilde vermesini örneklendirmek gerekirse Ebu Hanife’nin vefat tarihi için belirlediği remiz “ ”نقele alınabilir. Ebced21 hesabına göre bu kelimedeki ( )نharfi 50’ye; ( )قharfi ise 100 rakamına karşılık gelir. Bu durumda ()ق100 + ()ن50 = 150 Ebu Hanife’nin vefat yılı olmaktadır. 22 Eserde bu şekilde her bir âlimin vefat tarihi ebced karşılığına denk gelen harflerle belirlenmiş sembollerle ifade edilir. Vefat tarihine ebced hesabı sayısal olarak denk gelen harflerden oluşan kelime çoğu zaman anlamlı bir şeyde olmayabilir. Ancak kelimeyi oluşturan ve metinde kırmızı ile yazılan harflerin 17 Tarsusî, Urcûze fî Vefeyâti’l-A’yân min Mezhebi Ebî Hanîfeti’n-Nu’mân, vr. 201b. Yaptığı çalışmalarla dikkat çeken Tarsusî hakkında İbn Kesir gibi asrının önemli biyografi uzmanının övgülerde bulunması ise ayrı bir dikkat çekici husustur. İbn Kesir, el-Bidôye ve'n-Nihâye, XIV, s.192,202, 207,215, 267. 18 Tarsusî, Urcûze fî Vefeyâti’l-A’yân min Mezhebi Ebî Hanîfeti’n-Nu’mân, vr. 201b. 19 Tarsusî, Urcûze fî Vefeyâti’l-A’yân min Mezhebi Ebî Hanîfeti’n-Nu’mân, vr. 201b. 20 Tarsusî, Urcûze fî Vefeyâti’l-A’yân min Mezhebi Ebî Hanîfeti’n-Nu’mân, vr. 202a; 204a-205a. 21 Ayrıntılı bilgi için bkz. Uzun, Mustafa, “Ebced”, DİA, Ankara 1994, cilt X, s. 68-70. 22 Tarsusî, Urcûze fî Vefeyâti’l-A’yân min Mezhebi Ebî Hanîfeti’n-Nu’mân, vr. 202a. األعظم النعمان ذي الفوائد، ـ أبي حنيفة اإلمام العابد ببلده السالم موته اتفق، ـ في رجب وفاته من عام نق ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 39-60 46 | İsmail Şık ebced hesabıyla karşılık gelen rakamlar toplandığında âlimin vefat tarihi ortaya çıkar. Bu uygulama rakamların ifade ettiği sayısal değerlerin harflerle sembolleştirilerek aktarılmasıdır. Tarsusî, farklı vefat tarihlerini farklı kelimelerle kodlarken vefat tarihleri aynıysa bunları ifade etmek için aynı rakamsal değerde farklı remzleri belirlemek yerine her ikisi için aynı kelimeyi kullanır. Şiir nazmına uysun diye bazen kelimelerdeki harflerden bazılarının düşürüldüğü görülür. Örneğin 44. Beyitte (eda/ )اضاkelimesinin aslı (edae/اضاء (dir. Ancak şiir nazmına uyumdan dolayı kelimedeki hemze düşürülmüştür. Yine aynı metinde (ferre/ ( فرkelimesinde şeddeli kullanmasına rağmen hesaplamada (ر/ra)harfi tek sayı değeri almıştır. Urcûzenin genelinde vefat tarihleri kronolojiye uygun bir sıralama takip edilse de bazı yerlerde örneğin 74. beyitte geçen Hatip İsa’dan bahseden yerde bir önceki tarih olan 636’dan daha önce bir tarih olan 624 yılı verilmiştir. Bu eserde üslup bütünlüğü açısından uyumsuzluk gibi değerlendirilebilirse de asıl dikkate alınması gereken şey tarihi sıralama değil şiirsel anlatıma uyma olduğundan problem oluşturmaz. Ayrıca Müstensihin üslubundan kaynaklanan bir takım farklı yazımlar da göze çarpmaktadır. Örneğin eserde zaid eliften ( )اsonra gelen ya ( )يgenellikle hemzeye ( )ءdönüşmez iken bazı yerlerde hemzeye dönüşmüştür. ( عَلي عَلءالدين/ ) الدينşeklindeki farklı yazılımlar buna örnektir. Yine “ ”مات ابن سناifadesi hemzesiz şekilde “ ” مات بن سناyazılmıştır. Şiirsel kalıplarda ezber yoluyla öğretmek İslam toplumlarında erken dönemden beri kullanılan bir metottur. Bilindiği üzere beyitler arasında var olan uyum ve ahenk ezberlemeyi kolaylaştırmaktadır. Kur’an ayetlerinde de gördüğümüz bu edebi ifade tarzını İslam öncesi ve sonrası Arap şiirinde de bulmak mümkündür. İçlerinde Tarsûsî’nin urcûzeleri de olmak üzere farklı konularda bu tarzda yazılmış çok sayıda eserden bahsetmek mümkündür. Bu eserlerin tamamı öğretim amacıyla yazılmamış olsa da bu şekilde kaleme alınmış eserlerin çokluğu o dönemde ilmi sahada bu edebi tarzın ne kadar yaygın olup kullanıldığını göstermektedir. Tarsûsî, urcuzesinde yüz civarı kişinin vefat tarihinden bahseder. O, “sayılan tüm isimlerin Hanefilerin tamamı olduğunu söylemiyorum” diyerek çalışmasının kısıtlılıklarından da bahseder. Eserin bu özelliklerinden dolayı içinde Hanefi ulemanın (Hanefi-Mu’tezili ve Hanefi-Mâturîdi) ağırlıklı olduğu genel bir vefeyât olarak değerlendirmesinde fayda vardır. Eserinde bahsettiği şahıslarla ilgili verdiği bilgiler ağırlıklı olarak sadece ölüm tarihi iken yaşadığı döneme yaklaştıkça verdiği bilgiler artmaktadır. Önceleri bir beytin her satırı bir kişiye ayrılmışken şahsın tanınmışlığı ve düşünce tarihine etkisi bağlamında önemiyle beraber bir şahsa birkaç beyti ayırıldığı görülmektedir. TarÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 39-60 Tarsusî: Urcûze fî Vefeyâti’l-A‘yân… | 47 susî’nin çalışmamıza konu olan biyografi türünde örneğine az rastlanacak bir esere imza atmış olması önemlidir. 4. Urcûze fî Vefeyâti’l-A’yân min Mezhebi Ebî Hanîfeti’n-Nu’mân” 1-Nazmın başında ve sonunda Allah’ın nimetlerine hamdolsun. 2-Sonra sayısız salat ve selam olsun Tihameli Nebi Mustafa’ya 3-En hayırlı, takva, iyilik ve isâr ehli olan âline ve ashabına 4-Sonra Allah’ın gizli lütuflarını bildirdiği Hanefî kul der ki 5-O, Ebu İshak İbrahim’dir. Müheymin ve Rahim olan onu bağışlasın. 6-Dedeleri Tarsus’tan, doğduğu yer Cülak (Gülek) ve yöneldiği yer Halep’tir. 7-Nice zamandır İlgi duyanlar için Urcuze hatırımdan geçiyordu. 8-Geçmiş vakit ve zamanlarda ileri gelen (âlimler) den vefat edenleri hatırlatan 9-Ümmetin kandili (Ebu Hanife) hayırlının mezhebindeki imamlar ve arkadaşlarına has olan. أرجوزة ِف وفيات األعيان من مذهب ايب.٤ حنيفة النعمان ِ ـ احلمد هلل على١ أنعامه ِ اختتامه يف ّأوِل النَّظم ويف ـ مث الصالة والسالم النام ِي٢ على النيب املصطفى التِّهام ِي وصحبه األخيا ِر َ ـ وآله٣ ِ الب واإليثا ِر ِّ ُّقى و َ أهل الت احلنفي العبيد ِّ ُ ـ٤ َ وبعد قد قال اخلفي ِّ عامله هللا بلطفه َ اهيم ُ ـ وهو أبو اسحق ابر٥ الرحيم ساَمه امل َهْيمن َ ُ ُ ِ ٍ ـ من٦ ُطرسوس جدُّه ومولده ُجبُلَق وحلَب فمحيّده مير يف قدمي الزم ِن ّ ـ كان٧ خباط ِري أرجوزةً للمعت ِن ِ األعيان ـ يذكر َمن مات من٨ ِ يف سالِف األوقات و األزمان ـ خيتص ابألصحاب واألميِّة٩ ِ يف مذهب اخلري سر ِاج األمة 10-Sana açıkça ulaştığı gibi onlardan ölüm tarihlerini kesin olarak bildiklerimi. ِ ًمت موتَه يقينا ُ ـ ممّن عل١٠ ًمنهم كما أيتِيك مستَبِينا 11-Allah (bana) kolaylık versin. Zihnimde ve hafızamda olan kimselere ihsanda bulunsun. ومن ابلذي َّ فيسر هللا ّ ـ١١ ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 39-60 48 | İsmail Şık 12-Ne var ki onların fazla olduğunu (zihninde) muhafaza etmenin büyük emek istediğini gördüm. 13-Dedimki remz hepsini içine alır. Vefat tarihleri az olmayan. 14-Ezberleme yoluyla öğrencilere kolaylık olur. Onlara kolaylık sağlayan maksadına ulaşır. 15-Cümlelerin harflerinden her biri hürmete layık olanların vefat yıllarına işaret eder. 16-Kimse beni (bu işi yapmaya) çağırmadı, bu işe beni kendi düşüncem yöneltti. 17-Nazımla bu Hanefi (demeye) özen gösteriyorum. Benim bildiğimi ey kardeşim sende bil. 18-Kırmızı ile işaretlediklerim ömrün sona erme vaktidir. 19-Şayet bir kusur bulursan ben acizim ve kusur benim için de caizdir. 20-Bu meramımda bana ilham verip beni yönlendiren Yüce Allah’tan isterim. 21-Yardım ve bağışlanma için rahmet, Ahirette şahsım için güzel bir derece. 22-Söze hükümler çıkaran imamımız İmam (ı Azam)’dan bahsederek başlıyorum. 23- Ebu Hanife Âbid İmam Azâm Numan, katkısı çoktur. 24-Vefatı Recep ayında ق ( نق100 ن+50) ِ ضى َخلَ ِدي َ ْقد كان يف ذهن وأف أيت القوم فيهم كثرة ُ ـ لكن ر١٢ شديد العَِّزة َ وحفظُها يب َقى الرمز ََْيوي اجلُملة ّ ـ فقلت إ ّن١٣ َم ْن َوفيَاهتم بغري قلّة ظ به للطلبة ُ ويسهل احلف َ ـ١٤ وم ْن يُعانِيها جيوز مطلبه َ ٍ كل حرف من حروف اجلُمل ُّ ـ و١٥ رمز ِسن امليِّت املبَ ّجل ُ ُ ـ وما دعاين أح ٌد إليها١٦ نفس ذكرى حامل عليها ُ بل ـ وما أعتن بنظم هذا حنف ِي١٧ ِ فيما علمت اي أخي فَاع رف ْ َّ ـ وكلّما وضعتُه ابألمح ِر١٨ ِ فإنه وقت نفاذ العُم ِر ُ عاجز ُ ـ وإن ََتد عيباً فإين١٩ جايز ُ أيضا وإين للعيوب ـ وأسأل هللا الذي أهلمن٢٠ هذا املرام وعليه دلّن ـ معونة ورمحة للمغفرة٢١ وص ْفحة اجلميل يل يف اآلخرة َ ِ ـ فابدأ الكالم يف٢٢ اإلمام ُ إمامنا مستنبط األحكاِم ِ اإلمام ِ ـ أيب حنيفة٢٣ العابد ِ النعمان ذي الفو ِ ائد األعظ ِم ـ يف رجب وفاته من عام نق٢٤ ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 39-60 Tarsusî: Urcûze fî Vefeyâti’l-A‘yân… | 49 =150 yılındadır. Selam diyarında (Bağdat’ta) vefat ettiğinde ittifak vardır. 25-Rabbim ondan (Ebu Hanife’den), O da ondan ve onu takip eden arkadaşlarından razı olsun. ببلدة السالم موته اِتَّـ َفق ِ وعن ْ ـ ْأرضاه ريب ورضي عنه٢٥ ِِ ِ السنَ ْن ُ أصحابه متَّبعيه يف 26-Ondan sonra حنقda ( ح8 + ن50 + ق 100)=158 yılında meşhur Züfer b. Hüzeyl vefat etti. وبعده يف حنق قد مات ُزفَر َ ـ٢٦ 27-Deki; Davud et-Tâî’miz =س( سق60 + ق 100)=160 yılında; Nuh b. Meryem ise ج( جعق3 + ع70 + ق100)= 173 yılında vefat etti. الطائي قل يف عام سق داودان ُ ـ٢٧ ّ 28-Cömert Kâsım b. Ma’n vefat etti ه( هعق5 + ع70+ ق100)=175 ve Hammâd ise و( وعق6 + ع70 + ق100)=176’da. اجلواد َّ ـ والقاسم بن َم ْع ٍن٢٨ 29-İbn Mübarek افقda (1+ ف80+ ق100)=181 vefat etti. Sonra de ki; Ebu Yûsuf بفقda ( ب2 + ف80 + ق100 )=182. ـ وابن املبارك قد قضى يف أفق٢٩ بن اهلذيل يف الذي قد اشتهر ومات نوح بن مرمي يف جعق يف هعق ووعق محَّاد مث أبو يوسف قل يف بفق 30-Muhammed ’زفقde öldü dediler ( ز7 + ف 80 + ق100)= 187; Esed ise ’حفقda göçtü.( ح 8+ ف80 + ق100)=188. قضى َ ـ َممد يف زفق قالوا٣٠ 31-Yusuf es-Semtî ط( طفق9+ ف80+ق 100)=189’da; Oğlu Yakub ise ب( بصق2+ ص 90 + ق100) =192’de vefat etti. السميت مات يف طفق َ ـ ويوسف٣١ 32-Ebu Mutî’ Belhî ط( طصق9+ ص90+ ق 100)=199’da vefat etti, Yüce Allah onu bağışlasın. 33-el-Lü’lüî د( در4+ ر200)=204’de vefat etti İbn Ebî Mâlik de aynı yıl vefat etti. 34-Sonra İbn Rüstem ا( اير1+ ي10+ ر 200)=211’de vefat etti; İlaveten en-Numan da ب ( بير2+ ي10+ ر200)=212’de diye söyle. مضى َ وأسد يف حفق فقد وَنل يعقوب ففي عام بصق َْ ِ ـ ومات أبو مطيع٣٢ البلخي يرمحه العل ِي َ يف طصق قضي َ ـ واللولوي عام درقد٣٣ مضى َ وابن ايب مالك فيه قد ـ مث ابن ُر ْستم قد مضى يف اير٣٤ انفلةً النعما ُن قل يف بري 35-İkrime b. Tarık د( دير4+ ي10+ ر 200)=214’te; Halef ondan sonra ه ( هير5+ي 10+ ر200)=215’te. ـ عكرمة بن طارق يف دير٣٥ 36-Assam ه( هير5+ ي10+ ر200)=215 yılında vefat etti; İbn Eban ondan sonra ا( اكر1+ ك 20+ ر200)=221’de. ـ عصام قد مات بعام هري٣٦ ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 39-60 وخلَف من بعده يف هري َ وابن اَابن بعده يف اكر 50 | İsmail Şık 37-Hayırlı İmam İbn Semaa ج( جلر3+ ل30+ر 200)=233’te ki o, memnun ve uzun ömürlü idi. 38-İsmi Bişr olan İbn Velid ح ( حلر8+ ل30ر + 200)=238’de ki âlim bir imamdı. 39-Yahya b. Ektem ج( جمر3+ م40+ر 200)=243’te vefat etti; Hasan b. Bişr ise دمر ( د4+ م40+ ر200)=244’te diye söyle. 40-Hilal er-Râî (Rey) ه( همر5+ م40+ر 200)=245’te, peşinden Hassâf ا( اسر1+ س 60+ ر200)=261’de. ِّ ـ وابن مساعة اإلمام٣٧ ُاخلري الرض ُّي امل َع َّمُر ِّ يف جل ٍر وهو ُ امسُهُ فَبِ ْشُر ْ َـ وابن الوليد ف٣٨ ُيف حلَ ِروهو اإلمام احلَْب ـ َيي ا بن اكتم قد مات يف مجر٣٩ واحلسن بن بِشر قل يف َد َم ِر ـ مث هالل الراي يف عام مهر٤٠ وبعده اخلَصاف يف عامَ ا َسر 41-Adı Muhammed olan İbn Şuca’ و) وسر6+ س60+ ر200)=266’da vefat ettiğinden emin olunuz. ـ وابن شجاع وامسه َممد٤١ ِ َيف وس ِر وفاتُه ف اعتمدوا 42-İlimleri ihya eden Nasîr b. Yahya ح( حسر8+ س60+ ر200)=268’de vefat etti. ـ وقد قضي نصري بن َيي٤٢ 43-Faizletli İmam İbn Seleme ج( جعر3+ ع70+ ر200)=273’te vefat etti, bütün hayırları bildi. 44-Tahavî’nin hocası İbn Ebi İmran ف ( فر 80+ ر200)=280’de vefat etti. Ve onun nuru aydınlattı. 45-Razi Ebu Hâzim el-Kadı vefat etti de! Abdulhamid ب ( بصر2+ ص90+ ر200)=292’de bundan dönme. 46-Ebu Nasr İmam İbn Selam ه (هش5+ ش 300)=305’de vefat etti, onu ezberle ve sağlamca hatırında tut. 47-Ebu Said el-Berzaî ( زيش7ز+ي10+ ش300)=317’de göçtü, bunu kesinlikle aklında tut. 48-Tahavî ط( طيش9+ ي10+ ش300)=319’da vefat etti. Sonra Saffar و( وكش6+ ك20+ش 300)=326’de diye söyle. 49-Hâkim el Celîl Ebu’l-Fadl د( دلش4+ ل30+ ش 300)=334’te vefat etti. Değeri yücedir. يف َح َس ٍر وللعلوم اَ ْح َي ـ مات اإلمام الفاضل بن سلمة٤٣ ٍ َ يف كل خ ٍري علِمه ُ جعر و ِ قضى َ ـ وابن ايب عمران يف فَـٍّر٤٤ ضا َ َوره ا ُ ُشيخ الطحاوي ون الرضي القاضي ابو حازم قُل ـ مات٤٥ ُّ عبد احلميد يف بصر فال ََتُ ْل ـ مات أبو نصر اإلمام بن سالِم٤٦ وخ ْذه بسالِم ُ ُيف هش فَاح َفظْه البذعي َ ـ وقد قضي أبو سعيد٤٧ اضبِطَنَّهُ َوِع ْ َيف عام ريش ف ـ مث الطحاوي قضي يف طيش٤٨ الصفَّار قُ ْل يف وكش َ وبعده ـ واحلاكم اجلليل يف دلش قضي٤٩ ضا َ وهو أبو الفضل وفضله َو ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 39-60 Tarsusî: Urcûze fî Vefeyâti’l-A‘yân… | 51 مش قد قضي الكرخي ٥٠ـ يف عام ّ ويف دمش قد قضي الشاشي ندواين قضي قُل يف بسش ٥١ـ واهلِ ُ واملتكلِّم احلُسني يف طسش ٥٢ـ مث أبو الليث قضي يف وعش وقبلَه الرازي يف عام عش الز ْعفراين فمات يف دمش ٥٣ـ و َ واجلُرجاين فمات يف حصش ٍ حكت مات القدوري وقَ ْد ٥٤ـ يف بن سينا فيه من غري َمَرْد مات ُ ٥٥ـ مات الدبوسي بعام لَ ِ ت ابو الع َال صاعد يف اَلَ ِ ت َ َ مري قد قضى يف ولت الصْي ُّ ٥٦ـ و َ والناطفي وفاتُه يف ومت ٥٧ـ يف ونت قالوا قضي احلُلواين صاحب املعاين شيخ العلوم ُ ُ ٥٨ـ وقد قضي األقْطع يف عام دعت والبزدوي بعده قُ ْل يف حصت ٥٩ـ وقَـْبـلَه ابو شجاع العلَ ِوي النحوي ُّ يف كصت ذاك الفقيهُ الزَْنري ٦٠ـ يف عام بيث قد قضي َ وهو امام الوقت فاح َف ْظ وادري ِ ِ للنعمان ف املسند ٦١ـ مولّ ُ قد مات يف و ٍ كث بال نَكر ِان احلسام ٦٢ـ يف ولث قد قتل َ وهو الشهيد الوِرع االمام 300)=340’ta ve Şâşîش 40+م ( مش 50-Kerhî 300)=344’te vefat etti.ش 40+م 4+د( دمش ش 60+س 2+ب( بسش 51-Hinduvânî طسش 300)=362’te; kelamcı Hüseyin ise (9+60+300)=369 da vefat etti. ش 70+ع 6 +و( وعش 52-Ebu’l-Leys عش 300)=376’da vefat etti; Râzî ondan önce 300)=370’te.ش 70+ع( ; 300)=394’teش 90+ص 4+د( دصش 53-Za’ferânî 300)=398’deش 90+ص 8+ح(حصش Cürcânî vefat etti. ; 400)=428’deت 20 +ك 8 +ح( حكت 54-Kudûrî Çok geçmeden İbn Sina da vefat etti. 400)=430’da; Ebu’l-Alâت 30+ل( لت 55-Debûsî 400)=431’de öldü.ت 30+ل 1+ا( الت Sâid 400)=436’daت 30+ل 6+و( ولت 56-Saymerî ت 40+م 6+و( ومت göçtü; Nâtıfî’nin vefatı ise 400)=446’dadır. 57-Şeyhu’l-ulûm ve sahibü’l-meânî olan 400)=456’de öldüت 50+ن 6+و( ونت Hulvânî dediler. 400)=474; Pezdevîت 70+ع 4+د(دعت ’58-Akta 400)=498ت 90+ص 8 +ح(حصت ondan sonra de vefat etti 59-Fakih ve nahiv âlimi Ebu Şuca’ el 400)=510’daت 90+ص 20+ك( كصت Alevî’nin vefatından önce. (2+10+500)=512’de vefat etti.بيث 60-Zencerî Zamanın imamı idi bunu böyle belle ve ezberle. ( 61-Numan’ın Müsnedinin müellifi kuşkusuz 500 =526 da vefat etti.ث 20 +ك 6 +و) وكث ل 6+و( ولث 62-Şehid müttaki imam Husam 500)=536’de katledildi.ث30+ ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 39-60 52 | İsmail Şık 63-Nesef’ten Ebu Hafs Ömer ز( زلث7+ل 30+ ث500)=537’te vefat etti ki nazmı meşhurdur. 64-Zemahşerî ح( حلث8+ ل30+ ث500)=538’de vefat etti, kavrayışı ilminde örnektir. 65-Kirmanî ج( جمث3+ م40+ ث500)=543’te; peşinden Belhî ح( حمث8+ م40+ث 500)=548’de vefat etti de. ـ يف زلث مات ابو حفص ُعمر٦٣ ظمه قد اشتهر ُ َمن نسف ون الزخمشري ـ يف حلث مات٦٤ ُّ دري ُّ عالمة يف فنه ِ ـ و٦٥ الكرماين قضي يف مجث وبعده البَلخي قل يف محث 66-Semerkandî ب( بنث2+ ن50+ ث500)=552’de; sonrasında İbn Esed دسث (4+60+500)=564’te vefat etti. ـ والسمرقندي قضي يف بنث٦٦ ٍ وبعده ابن ِ اسد يف دسث 67-Âlim Fâzıl Abdulhâlik, geçmiş imamın Menakıb’ı ona aittir. ـ العامل الفاضل عبد اخلالق٦٧ 68-Bu eserde o, Numan’ın görüşlerini güzel lafız ve manalarla açıklamıştır. 69-Kadıhan’ın ب( بصث2+ ص90+ ث 500)=592’de vefat ettiğinde şek yoktur; (o ise) ondan önce ز( زفث7+ ف80+ ث500)=587’de göçüp gitti. 70-Güvenilir, gözde tek âlim Bedâî müellifi Kâsânî. 71- Gaznevî ‘nin zikrettiği üzere ج ( جصث3+ ص90+ ث500)=593’te vefat etti ki meşhur bir olaydır. 72-Bekrî ج( جيخ3+ ي10+ خ600)=613’te göçtü; sonra Hasîrî و ( ولخ6+ ل30+ خ600)=636’te vefat etti. 73-İmam Melik Muazzam el-Humâm د ( دكخ 4+ ك20+ خ600)=624’te (Hakka) yürüdü. 74-İsa ki okunda isabet vardır, Hatîb’e karşı reddiye maharetini sergilemiştir. 75-Faziletli, söz ustası, derya gibi âlim San’ânî ن( نخ50+ خ600)=650’de (Hakka) yürüdü. له مناقب اإلمام السابق مذهب النعمان فصل فيها َّ ـ٦٨ َ ِ األلفاظ واملعاين أبحسن ـ ال شك قاضي خان يف بصث قضي٦٩ مضي َ وقبله يف زفث فقد ِ اإلتقان ألو َحد ذوا ْ ـ العامل ا٧٠ مولِّف البدايع الكاساين ـ يف جصث فقد قضي فيما ذُكِر٧١ الغزنوي وهو امر مشتهر ـ وقد قضي البكري يف عام جيخ٧٢ مث احلصريي ومات يف وخل ـ يف دكخ قد درج اإلمام٧٣ امللك املعظّم اهلُمام ِ ـ عيسى الذي يف سهمه امل٧٤ صيب ُ الرد على اخلطيب ّ أجاد يف ـ يف عام نخ َد َرج الصنعاين٧٥ ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 39-60 Tarsusî: Urcûze fî Vefeyâti’l-A‘yân… | 53 76-İbn Melik Davud Hıllâtî ب( بنخ2+ ن50+ خ 600)=652’de göçtü ki bu kesindir. 77-Aynı yıl (652) (Menkûbers) Bekbers Razi(yyüddin) el-İmami vefat etti ki halk arasında bu durum yaygındır. 78-Hâvî kitabının müellifi ve Tahavî Akidesi’nin şârihidir. 79-İbn Emin’d-Devle el-Kurazi ح( حنخ8+ ن 50+ خ600)=658’de sözünü ezberle. 80-Aynı yıl (658) ez-Zâhidî de vefat etti, ey genç bilindiği gibi el-Kunye’nin yazarıdır. الفاضل النِّ ْحر ُير ذُوا البيان ـ بن مالك داود اخلالطي٧٦ قضي يف بنج وفيه الشك مضى ِ ـ وفيه بكْبس٧٧ الرض ُّي َ َ اإلمامي مات وذا قد شاع يف األانمي ـ وهو مولف كتاب احلاوي٧٨ وشارح عقيدة الطحاوي ِ ـ ويف حنخ ابن اَِم٧٩ ني الدولة احفظَّ َّن قولَه ْ َالقرظي ف ّ يت َ َـ وفيه مات الزاهدي اي ف٨٠ مولف القنية فيما اثبتا 81-İbnü’l-Adîm س( سخ60+ خ600)=660’ta (dünyası) değişti, ismi Ömer olan büyük arkadaş. ـ وابن العدمي يف سخ فقد َغ َّري٨١ 82-İbn Füveyre el-Kebîr ه(هعخ5+ ع70+ خ 600)=675’te; peşinden و( وعخ6+ ع70+ خ600)=676 yılında vefat etti. ـ وابن الفويرة الكبري يف هعخ٨٢ 83-Faziletli, allame İbn Şemma’ İmadüddin olarak da bilinir. ـ الفاضل العالمة بن الشماع٨٣ 84-Ebu Sadr uzun ömrüne rağmen sonra vefat etti ki o hayır sahibi Ebu’l-Kasem’dir. ـ مات ابو الصدر علي امل َع َّمر٨٤ ُ وهو ابو القسم ذاك اخلَري 85-110 yaşında ف( فخ80+ خ600)=680’yılında vefat etti. Doğumu 500’lü yılların sonlarına doğruydu. 86-Sahibu’l-Muhtar ج( جفخ3+ ف80+ خ 600)=683’te ardından; Said ( دفخ4 د+ ف80+خ 600)=684 yılında. 87-O, yol gösteren âlim bir imam, faydalı, gözde bir allâmeydi. 88-Burhanı ile övülen Nesefî ki Kur’an tefsiri- ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 39-60 الصاحب الكبري وامسه ُع َمر وبعده قد مات يف عام وعخ وهو عماد الدين فيما قد شاع ـ يف عام فخ وهو يف عشر املائة٨٥ ِ اخلم ِس ِمائَة ْ اخر ْ ُ مولده او ـ وصاحب املختار يف عام جفخ٨٦ وبعده سعيد يف عام دفخ ـ وهو اإلمام العامل الرشيد٨٧ األوحد العالمة املفيد ْ ُ املنعوت ابلبهان ـ والنسفي٨٨ ُ 54 | İsmail Şık nin müellifi. 89–O, Râzî ile tartıştı Vefatı- ز( زفخ7+ ف80+ خ600)=687’dedir, bundan dönme. 90- ص( صخ90+ خ600)=690’da müttaki, seyyid, allâme Türkî göçtü dediler. 91-İşhab ve icazda üstün olan Habbâzî اصخ (ا1+ ص90+ خ600)=691’de terk eyledi. 92-Mısır Kadısı Numan ب( بصخ2+ ص90+ خ 600)=692’de göçtü ki o Hatîbî’dir, böyle bil. 93-Hâfizuddin el-Buharî ج( جصخ3+ ص90+خ 600)=693’te; ondan sonra İbn Adîn د( دصخ4+ ص90+ خ600)=694’te diye söyle. 94-Feraiz konusundaki Râyız adlı eserin sahibi seçkin faziletli Cemalüddin’dir. مولف التفسري للقرآن ـ وهو الذي قد انقش الرازي ف ُقل٨٩ يف زفخ وفاتُه فال َتُل الُتكِي ُ ـ يف صخ قالوا قد قضي٩ . السيد العالمة الت َِّقي ـ يف اصخ قد درج احلَبَّازي٩١ ذوا الفضل يف اإلشهاب واإلجياز ِ ـ وقد قضى النعمان٩٢ قاضي ِمص ِر يف بصخ وهو اخلطييب فاَد ِر ـ وحافظ الدين البخاري يف جصخ٩٣ وابن العدين بعده قل يف دصخ ِ ـ مولف الرايض يف الفر٩٤ ائض وهو مجال الدين ذو الفضل الرضي 95-Ve sahibu’l-kebir Muhyiddin ki o Ebu Sadr Şihabüddin’dir. 96-Halep’teki Beni Nuhâs’ın gözdesi ilmiyle yüksek dereceler kazanmıştır 97- ه(هصخ5+ ص90+ خ600)=695’te babası, kendisine künye olan büyük oğlu ise حصخ )ح8+ ص90+ خ600)=698’de vefat etti. Sıkıntı giderildi. 98-Rüknüddin diye çağrılan Semerkandî ا ( اذ 1+ ذ700)=701’de vefat etti. 99-Cemalüddin İbn Ebi’l-İz ج( جذ3+ ذ 700)=703’te vefat etti ki kesindir. 100-Serûcî ي( يذ10+ ذ700)=710’da (Hakka) yürüdü burçların üzerine ulaşacak fazilete sahipti. ـ والصاحب الكبري َمي الدي ِن٩٥ وهو ابو الصدر شهاب الدي ِن ِ ـ عني بَ ِن النُّحاس من اهل٩٦ حلب ِ الر تب ُّ لى َ وقد َرقَا بعلمه اَ ْع سمى َ ـ يف هصخ٩٧ َّ وَنلُه امل ُ ِ يف حصخ قد ْاَنَلَى امل َع َّمى ُ ـ والسمرقندي ففي اذ قضي٩٨ عى بركن الدين فيه مضي َ يُ ْد ـ ويف جذ مات مجال الدي ِن٩٩ ِ ابن ايب العِز وعن يَق ني ـ يف عام يذ َد َر َج السروجي١٠٠ ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 39-60 Tarsusî: Urcûze fî Vefeyâti’l-A‘yân… | 55 ٍ وفضلُه البوج ِ عال على 101-Gaye’nin müellifi Şemsüddin Kadı’lkudat idi, beyanımı ezberle. 102-Aynı yıl ( يذ/710) Maksus ile bilinen Razî(yüddin) de vefat etti, ey zeki! ـ مولف الغاية مشس الدي ِن١٠١ ِ اضبِطَ َّن تَـْب يين ْ َقاضي القضاة ف ـ وفيه أيضا قد قضي الرضي١٠٢ يعرف ابملقصوص اي ذكي 103-Allame zü’l-imame İshak Necmüddin ايذ ( ا1+ ي10+ ذ700)=711’de yürüdü. يف عام ايذ درج العالمة- ١٠٣ 104-Serucî’nin ve Mısır ehlinin şeyhi idi. İlmi derya gibi derindi. ـ شيخ السروجي وأهل مصر١٠٤ اسحق َنم الدين ذو اإلمامة وعلمه الوافر مثل البحر 105-Kefîrî ط (طيذ9+ ي10+ ذ700)=719’de vefat etti; Turhâlî ondan önce ج( جيذ3+ ي10+ذ 700)=713’te diye söyle. ـ وقد قضي الكفريي يف عام طيذ١٠٥ 106-İsrail oğlu Yusuf ه ) هكذ5 + ك20+ ذ700)= 725 ‘te vefat etti ki tahsili çoktu. ـ وقد قضي يوسف ََنل١٠٦ 107-Hayırlı imam Kâbî د( ديذ4+ ي10+ ذ700)=714’te vefat etti bilinir. 108-Nebîh’in müellifi, Konevi’nin hocası, Tokatlı böyle anlatıldı. 109- ب( بكذ2+ ك20+ ذ700)=722’de kadıların kâdısı, faziletli, cesur imam (Hakka) yürüdü. 110-Muhammed İbnü’l-İz el-İz Şemsüddin faziletli, güzel yazan ve açıklayandı. 111-İmamın fetva halifesi Bestamî ح ( حكذ8+ ك20+ ذ700)=728’de göçtü. 112-Mısır’da Serucî’yi demek istiyorum, aynı senenin (728) Recep ayında vefat etti, bunda şek şüphe yoktur. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 39-60 الُتخايل قبله قُل يف جيذ ُو اسراييل يف هكذ وهو كثري التحصيل ُـ يف ديذ مات اإلمام اخلري١٠٧ حرُروا َّ يعرف ابلكايب فيما ـ مولف النبيه شيخ ال ُقونَوي١٠٨ ِ أبرض توقَات كذاك قد ُرِوي ـ يف عام بكذ درج اإلمام١٠٩ اقضى القضاة الفاضل اهلُمام ـ َممد بن العز العز مشس الدين١١٠ ذو الفضل والتحرير والتبيني –يف عام حكذ قد قضي البسطامي١١١ خليفة احلُكم عن اإلمام ـ أعن السروجي و يف مصر قضى١١٢ يف رجب وفيه الشك مضى 56 | İsmail Şık 113-Esmer Muhyiddin diye vasıflanan kesin olarak o da aynı yıl (728) vefat etti. 114-(Ayn )Senenin Recebinin üçünde saltanat emirinin vekili Argun (Ergün) de göçtü. 115-Halep nâibi iken ا( الذ1+ ل30+ ذ 700)=731’de. Çok faziletli ve edepliydi. 116-Radıyyüddin el-Mantıkî ب( بلذ2+ ل30+ ذ 700)=732’de vefat etti. Bu kesin bildiklerimdendir. 117-Şerhi Tabsıratü’l-Esrar olan Menar şârihini ح ( حلذ8+ ل30+ ذ700)=738’te diye söyle. 118-Mısır’da Türkistanlı Şucauddin diye çağrılır, bütün akranlarından üstündür. 119-Bedrüddin ه( هلذ5+ ل30+ ذ700)=735’te vefat etti. İbn Füveyre es-Sağir diye söyle, bundan dönme. 120-Şihab oğlu Abdü’l-Hakk ح( حلذ8+ ل30+ ذ700)=738’de vefat etti, çok ahmak biriydi. 121-Kuhfâzî ه( همذ5+ م40+ ذ700)=745’te yürüdü, eşsiz zamanın allamesiydi. 122-Şemsüddin’in oğlu kadı’l-kudât Alauddin و) ومذ6 + م40+ ذ700(= 746 ‘da vefat etti. 123-Şeyhu’ş-Şuyûh miskinlerin koruyucusu Alauddin ط( طمذ9+ م40+ ذ700)=749’da vefat etti. 124-Mısır kadısı Alauddin et-Türkmanî vefat etti, gurur kaynağıydı. 125-İsimleri ezberleyip zabtında tutan vebadan ن( نذ50+ ذ700)=750’de (öldü). املنعوت َمي الدين ـ واالَ ْمسَر١١٣ ُ فيه قضى وذاك عن يقني ـ وقد قضى كافِ ُل أم ِر السلطنة١١٤ أرغون يف اثلث شهر يف السنة ـ من عام الذ انئبا حبلب١١٥ ِ كثري األدب َ وكان مفضاال ـ يف بلذ مات رضي الدين١١٦ املنطقي وذاك عن يقين ـ يف حلذ قُ ْل شارح املنار١١٧ وشرحه تبصرة األسرار ـ يُ ْد َعى شجاع الدين من تركستاين١١٨ مجيع األقران َ مبصر قد فاق ـ ومات بدر الدين يف هلذ فَـ ُق ْل١١٩ ابن الفويرة الصغري ال َتُ ْل ِ ـ مات الشهاب َنل١٢٠ عبد احلَ ِّق ُ يف حلذ وهو كثري احلُ ْم ِق ـ يف عام مهذ درج القحفازي١٢١ عالمة الوقت بال اَعوا ِز ـ يف ومذ مات عالي الدين١٢٢ ِ قضى القضاةِ َنل مشس الدين َ َا ُ عالي الدي ِن ُ ـ يف طمذ مات١٢٣ احم املسكني ُ شيخ الشيوخ ر ِ ـ مات عالء الدين١٢٤ قاضي مصر َنل ال َفخر ُ الُتكماين وهو ِ الوابء َ ـ يف عام نذ م َن١٢٥ احلافظ الضابط لالمساء ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 39-60 Tarsusî: Urcûze fî Vefeyâti’l-A‘yân… | 57 ِ ت األرجوزة حبمد ِ َّ–مت١٢٦ هللا ِ وعونِه وحس ِن توفيقه ُ 126-Urcuze, Allah’a hamdolsun O’nun yardımı ve başarı vermesiyle sona erdi. Kaynakça Abulkadir b. Muhammed el-Kureşi, el-Cevahiru'l-Mudiyye fî Tabakâti'lHanefiyye (thk. Abdulfettah Muhammed Huluvv), Kahire, 1993. Ahmet Özel, Hanefî Fıkıh Alimleri, Ankara: TDV Yay., 2014, s. 404. Ayaz, Fatih Yahya, Türk Memlükler Dönemi Saray Ağalığı (Üstâdârlık), İFAV, İstanbul 2008. -------- Memlükler Dönemi Vezirlik, İSAM, İstanbul 2009. Bağdadlı İsmail Paşa, Hediyyetu 'l-Arifin Esmau’l--Miiellifin ve Asaru’lMusannifin, M.E. Basımevi, İstanbul. Bağdatlı İsmail Paşa, Hediyyetû’l-ârifîn esmâü’l-mü’ellifin ve âsâru’l- musannifîn, İstanbul: Dâru İhyai’t-Türasi’l-Arabi, 1951. Bedir, Murteza, “er-Rahbiyye”, DİA. Bursalı Muhammed Tabir, Osmanlı Müellifleri, Matbaa-i Amire, İstanbul, 1333. Çakan, İsmail Lütfi, “Ahmed b. Seleme”, DİA. Çetin, Nihat M., “Arûz”, DİA, III, İstanbul 1999. Çubukçu, Asri, et-Tarsusî Hayatı, Şahsiyeti ve Eserleri (Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılamamış Doktora Tezi, Ankara 1977. Durmuş, İsmail, “Tabakat”, DİA, ss. 288-290, İstanbul 2010, Ebu’l-Fazl Burhanüddin en-Nesefî, Telîsü’t-Tefsiri’l-Kebir ed-Dimeşki, Abdulkadir b. Muhammed en-Nu'aymi, ed-Dâris fi Târihi'lMedâris, (thk. Cafer Hüsm), Matbaatu't-Terakld, Dimaşk, 1948. el-Cevahiru'l-Mudıyye, c. 3, s. 1842. (internet alıntısı) Eser, Ercan “Kadi Necmüddin Et-Tarsusi Ve Tuhfetü't-Türk İsimli Eserinin İslam Hukuku Açısından Analizi”, Türk-İslam Kültür Ve Medeniyetinde Tarsus Sempozyumu, 232. Eser, Kadi Necmüddin Et-Tarsusi ve Tuhfetü't-Türk İsimli Eserinin İslam Hukuku Açısından Analizi”,. Haluk İpekten, Eski Türk Edebiyatı Nazım Şekilleri ve Aruz, İstanbul: Dergâh Yayınları, 2001,. http://www.ilimdunyasi.com/tahavi-serhi/tahavi-akidesine-yapilmis-serhler/ ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 39-60 58 | İsmail Şık İbn Kesir, el-Bidtiye ve'n-Nihtiyefi't-Târih, (thk. Abdullah b. Abdulmuhsin etTürki) Merkezu'l-Buhus ve'd-Dirasati'l-Arabiyye ve'l-İslamiyye, Dam Hicr, ty. İbn Kutluboga, Kasım Ebu’l-Fida Zeynuddin Kasım, Tacu't-Terâcim, 1996 Beyrut. İbn Manzur, Lisânü’l-Arab, Kahire: Dâru’l-Meârif, 1119. İbn Tağriberd.i, (İbnTanrıverdi) Ebu'l-Mebasin Cemaluddin Yusuf el-Atabegi, el-Menhelu's-Safi ve'l-Müstevfi ba'de'l-Vafi, (thk. Muhammed Muhammed Emin) Kahire 1984,. İpekten, Haluk, Eski Türk Edebiyatı Nazım Şekilleri ve Aruz, İstanbul: Dergâh Yayınları, 2001. Karagöz, Nail, Necmeddin Tarsusî’nin “Urcûze Fî Vefeyâti’l-A’yân Min Mezhebi Ebî Hanîfeti’n-Nu’mân” Adlı Risalesinin Değerlendirilmesi, (Basılmamış Bildiri Metni),.Adana 2016, Kâtip Çelebi, Keşfü’z-zunûn. Kaya, Eyyüp Said, “Tabakat (Fıkıh)”, DİA, ss. 292-294, İstanbul 2010, XXXIX, s. 292. Kaya, Eyyüp Said, “Tabakat (Fıkıh)”, DİA, XXXIX, ss. 292-294, İstanbul 2010. Kaymâziyye Medresesi müderrislerindendir. Salahuddin Halil es-Safedî, A’yânü’l-‘Asr ve A’vânü’n- Nasr, I-VI, Dımaşk: Dâru’l-Fikr, 1998, III, 271. Kehhâle, Mu‘cemü’l-müellifîn. Kılıç, Muharrem, “Necmeddin Tarsusi” mad, İslam Ansiklopedisi. Kutlu, Sönmez, “Mürcie, ”DİA. Murteza Bedir, “er-Rahbiyye”, Türkiye Diyanet vakfı İslâm Ansiklopedisi, (DİA), (İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 2007), XXXIV, 412, 413; Nihat M. Çetin, “Arûz”, DİA, III, ss. 509-510, İstanbul 1999, 430. Özel, Ahmet, Hanefî Fıkıh Alimleri, Ankara: TDV Yay., 2014. Sadıker, Ömer-Akbaş, Hamdi, “Necmeddin Tarsûsî’ye Göre Eş’ariler ile Maturidiler Arasındaki Görüş Ayrılıkları”, Uluslarası Orta Anadolu ve Akdeniz Beylikleri Tarihi, Kültürü ve Medeniyeti Sempozyumu-3 “Ramazanoğulları Beyliği”, (Basılamamış Bildiri Metni), Adana: 2016. Safedî, Salahuddin Halil, A’yânü’l-‘Asr ve A’vânü’n- Nasr, I-VI, Dımaşk: Dâru’lFikr, 1998. Şık, İsmail, “Hilafetin Kureyşliliği Tezine Teolojik ve Hukuki Bir Reddiye Tuhfetü’t-Türk Örneği”, Uluslarası Orta Anadolu ve Akdeniz Beylikleri Tarihi, ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 39-60 Tarsusî: Urcûze fî Vefeyâti’l-A‘yân… | 59 Kültürü ve Medeniyeti Sempozyumu-3 “Ramazanoğulları Beyliği”, (Basılamamış Bildiri Metni), Adana: 2016. Tarsusî’nin Urcûze fî Ma’rifeti mâ beyne’l-Eşâ’ire ve’l-Hanefiyye mine’l-Hilâf fî Usûli’ddîn Salahuddin Halil es-Safedî, A’yânü’l-‘Asr ve A’vânü’n- Nasr, I-VI, Dımaşk: Dâru’l-Fikr, 1998, I, 102-103. Tatlı,Bekir, "Necmeddin et-Tarsûsî (ö. 758/1357) ve Hilafetin Kureyşliliği Hadisine Yaklaşımı”, Uluslarası Orta Anadolu ve Akdeniz Beylikleri Tarihi, Kültürü ve Medeniyeti Sempozyumu-3 “Ramazanoğulları Beyliği”, (Basılamamış Bildiri Metni), Adana: 2016. Tevfik Rüştü Topuzoğlu, “Recez”, DİA, XXXIV, İstanbul 2007, 509. Umeyre Abdurrahman, İmam Tahâvî, trc. Arif Aytekin, Nesil Dergisi,. Uzun, Mustafa, “Ebced”, DİA, ss. 68-70. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 39-60 Review, Translation and Evaluation of Necmeddin Tarsusî's work named ‘Urcûzah fî Vafayâti'l-A‘yân min Mezhebi Abu Hanîfa al-Nu‘mân’ Citation / ©-Şık, İ. (2017). Review, Translation and Evaluation of Necmeddin Tarsusî’s work named ‘Urcûzah fî Vafayâti'l-A‘yân min Mezhebi Abu Hanîfa al-Nu‘mân’, Çukurova University Journal of Faculty of Divinity 17 (1), 39-60. Abstract- Necmeddin Tarsusi was a Hanafi scribe and a thinker who lived during the period of Memluks. In our study, we want to introduce and evaluate his tract named “Urcûze fî Vefeyâti’l-A’yân min Mezhebi Ebî Hanîfeti’n-Nu’mân”, mentioned the date of death of scholars. We detected the work’s manuscript in, it registered archive copy number 84/3 in collection of Mehmed Asım Köprülü library. Tarsusî, with “recez” type created in his works starting from Ebu Hanifa to Alâuddin et-Turkmani gives the dates of death of Hanafî scholars as much as in a unique style. This method, which is applied to give the date of death throughout the work, is applied by using a symbol consisting of a letter for the date of death in order to facilitate the memorization of the students since the number of the lawyers to be taught is high. In this symbolization, the name of the Hanafi scholar gives the date of the death of the sum of the "equivalent accounts" of the letters in the word (s) used to announce the date of death after the name is given. Biography is not as common as the other Sunni schools in the Hanafi tradition. This work by Tarsusi does not only refer to Hanafi scholars but also to other denominations that he regards as important. This work of Tarsusi does not distinguish between Hanefi-Mu'tazili, HanefiMâturidi, Hanefi-Eş’ari when only Hanafi scholars are given. This work contains data that will contribute to the scientific world as an important work enumerated in early Hanafi biography works. There are some differences in the style and content of other tabakâts that we have and often used. Keywords- Tarsusi, Hanafi faqihs, remz, recez “Organlarımla Dirilmek İstiyorum.”- Organ Bağışının Dini-Toplumsal Arkaplanı Doç. Dr. Abdullah Özbolat Atıf / ©- Özbolat, A. (2017). “Organlarımla Dirilmek İstiyorum.”- Organ Bağışının Dini-Toplumsal Arkaplanı, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 17 (1), 61-87. Öz- Organ bağışında sosyo-kültürel yaklaşımlar, dini kaygılar, bilgi ve bilinç düzeyinin etkisine işaret edilirken, Türkiye'de organ bağışının çok düşük oranlarda kalması, bu konuda çalışma yapmanın önemini göstermektedir. Adana örneğinden hareketle Türkiye'de organ bağışına yönelik görüşler ile organ bağışının dini-toplumsal arkaplanını açıklama ve anlama süreci arasındaki ilişkiyi analiz etmeyi amaçlayan bu çalışma, organ bağışı yapılmamasının arkaplanında dini-toplumsal bir zihniyet yapısının olduğunu iddia etmektedir. Organ bağışının dini-toplumsal bağlamında organ bağışı karar verme sürecini etkileyebilecek iç içe geçmiş pek çok faktörün etkisi vardır. Hiçbir dini gelenek resmi olarak organ bağışı ve naklini yasaklamıyor olsa da, aynı dini grupların mensupları, dini anlayışlarına göre, organ bağışı ve naklinin lehinde ya da aleyhinde bir tavır benimsemektedir. Organ bağışı konu olduğunda dini kaygılar, önemli etkenlerden birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye’de organ bağışı oranları diğer Avrupa ülkeleri ile kıyaslandığında çok yetersiz kalmaktadır. Bu araştırmada, ülkemizde organ bağışı konusunda yaşanan yetersiz durum analiz edilmeye çalışılmış ve organ bağış oranlarının düşük olma nedenleri ortaya çıkarılarak konuyla ilgili çözüm önerileri üretilmeye çalışılmıştır. Organ bağışının toplumsal arkaplanından hareket edilerek, organ bağışına engel olan faktörler, dokuz boyutta kavramsallaştırılmıştır. Toplumsal ve kültürel boyutlarıyla birlikte organ bağışı, çok boyutlu ve karmaşık yönlere sahiptir. Organ bağışını yaygınlaştırmak için bu faktörlere dönük çalışma gerçekleştirmek gerekir. Anahtar sözcükler- Organ bağışı, dini-toplumsal arkaplan, zihniyet, yeniden diriliş, yetersiz bağış, Adana §§§ Makalenin gelişi: 12.05.2017; Yayına kabul tarihi: 19.06.2017 Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Sosyolojisi Anabilim Dalı, e-posta: [email protected] 62 | Abdullah Özbolat Giriş Sosyal bir kurum olan tıp, din, ekonomi, hukuk, siyaset, ahlak, kültür vb. sosyal sistemin unsurları arasında çok yönlü ve karmaşık bir ilişki süreci vardır. Tıp ve din özelinde dünyanın doğu-batı ekseninde farklılaşması gibi ayrımlar gözlendiği gibi, tarihsel ve toplumsal tecrübeler de dünden bugüne anlayış farklılıklarında belirleyici olmaktadır. Tıp ve din ilişkisinde doğu-batı kategorik ayrımlarından hareket edilecek olursa, Batı'da genel itibariyle maddi tedavi, manevi tedavinin yardımcısı iken, İslam dünyasında daha çok manevi tedavi, maddi tedavinin yardımcısı konumunda bir seyir izlemiştir. İslam tıbbının dini karakterli olmaktan daha çok seküler bir niteliğe sahip olduğu anlaşılmaktadır. Osmanlı'da karantina uygulaması ve diş dolgusu gibi bazı konularda dini tartışmalar yaşanmışsa da, İslam dünyasında din-tıp ilişkilerinin seyri Batı'da olduğu gibi, olumsuz bir seyir izlememiş, Batı'da olduğu gibi, ne sıtmada kininin, ne de ameliyatlar da anestezinin kullanılmasına karşı çıkılmıştır (Korkmaz, 2012: 336). Doğu ve Batı olarak kategorik bir ayrımdan hareket edilecek olursa, tıp ve din konusunda günümüzde taban tabana bir yer değiştirme olduğu ileri sürülebilir. Tıp ve din ilişkisinin kesiştiği alanlardan birisi olarak organ bağışına Batı toplumları, Doğu toplumlarından farklı olarak, daha olumlu yaklaşmakta ve daha fazla organ bağışında bulunmaktadır. Doğu ve Batı kategorik ayrımlarıyla bağlantılı olarak tıp ve din ilişkisi konusuna yaklaşımda kültürlerarası farklılıklar da gözlenmektedir. Örneğin, Japon kültüründe, sağlıklı bir birey gelişimi, başkalarıyla artan bir biçimde karşılıklı ilişkilere ihtiyaçla açıklanırken, Amerikan kültüründe, kişinin gelişebilmesi, çevresinden bağımsızlaşmasına bağlı olarak açıklanmaktadır. Kültürlerarası bu farklı anlayış, gelişme teorilerini etkilediği gibi, tıbbi kabulleri de şekillendirmektedir (Good, 2003: 33-34). Yaklaşım farklılıkları tıp ve din arasında gerilim ve çatışma içerikli konular olmakla birlikte, tıp ve din arasındaki işbirliği ve ittifaklar, çoğu zaman bu iki kurumun birbirinin gücünden yararlanma isteğini de göstermektedir. İnanç ve uygulamalarını güçlendirmek amacıyla dinin tıptan faydalanmaya çalıştığı örnekler bulunmaktadır. Örneğin, insan vücudunun mucizevi yapısı, Tanrı'nın varlığına delil olarak gösterilmektedir (Adıvar, 2000: 241-242). Organ bağışının bizim toplumumuz gibi toplumlarda çok düşük oranlarda seyretmesi nedeniyle, tıp/sağlık sektörü, organ bağışının yaygınlaştırılması konusunda dinin toplumsal alandaki etkisinden yararlanmak istemekte, dinin yönlendirici işlevine başvurmaktadır. Organ bağışı, dini, toplumsal, ekonomik, kültürel vb. değişkenlerle birlikte değerlendirmeyi gerektirmektedir. Organ bağışı örneğinde, dini ve toplumsal bir zihniyet1 boyutuyla karşımıza çıktığı görülmektedir. Or1 Bu çalışmada zihniyeti, Ülgenerci anlamda kullandığımızı belirtmemiz gerekir (Ülgener, 2006). Zihniyet; bir anlamda dünyaya bakışı ortaya çıkarır. Tutum, davranış ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 61-87 “Organlarımla Dirilmek İstiyorum.” | 63 gan bağışı ve nakli konusunda insanların organ bağışına karşı pozitif bir tutum sergilemeleri için yanlış inanışları ortaya çıkarmak gerekliliği ifade edilmekte (Güden vd., 2013: 444) ve organ bağışı ve naklinin toplumsal etkileşim, anlamlandırma ve yorumlama süreçlerine bakan yönlerinin hak ettiği düzeyde dikkate alınmadığı ve çalışma yapılması gerekliliği (Macit, Öztaş, 2016), bu çalışmanın gerekçelerinden birisini oluşturmaktadır. Yöntem Organ bağışı oranlarındaki çok düşük oranlar, organ bağışının yapılmama gerekçelerine odaklanmayı gerektirmiş, saha çalışması esnasında organ bağışından kaçınma sebepleri, organ bağışının arkasında bir zihniyet yapısı olduğu sonucuna götürmüştür. Bu zihniyet yapısına sahip bireyler, organ bağışına karşı olumsuz bir tutum sergilemekte, organ bağışı taleplerine direnç göstermektedir. Organ bağışı konusunda toplumda yerleşmiş olan algıyı incelemek amacıyla, Adana merkezde 2016 yılı Şubat- Haziran ayları arasında basit tesâdüfi örneklemle ulaşılan 200 kişiye "organlarınızı bağışlamayı düşünür müsünüz" sorusu yöneltilmiş2, 130 kişiden "hayır, bağışlamak istemem" cevabı alınmıştır. Bu cevaplar üzerine, katılımcılardan organ bağışına olumlu bakmayan kişilerle görüşmeler derinleştirilmiş, organ bağışlamama gerekçeleri ayrıntılı bir biçimde anlaşılmaya, öne sürdükleri gerekçeler dini-toplumsal gerekçeler analiz edilmeye çalışılmıştır. Organ Bağışının Teorik Arkaplanı Organ nakli ile ilgili ilk bilgilere mitolojik bazı gravürlerde rastlanıyor olmakla birlikte, tedavi amaçlı kullanılmasının temelleri 19. yüzyılın başlarında ortaya atılmış ve önce hayvanlarda uygulanan deneysel çalışmalar, daha sonraları insanlar üzerinde yapılan çalışmalarla bugünkü biçimini aldığı belirtilmektedir (akt. Özdağ, 2001: 46). Kaybedilen veya fonksiyonunu yerine getirmeyen bir organın yerine canlı ya da ölü bir vericiden alınan sağlam ve aynı görevi üstlenecek bir organın nakledilmesi olarak organ nakli, birçok hastalığın tedavisinde alternatifsiz bir tedavi yöntemi olarak uygulanmaktadır. Karaciğer, böbrek, pankreas, deri, kalp kapakçığı, kas, el, yüz, kalp gibi birçok naklin mümkün hale geldiği ülkemizde, organları zarar görmüş hastalara büyük umut olan organ nakli konusunda bilinçlilik biraz daha artmış olsa da, her yıl Türkiye’de ve dünyada organ nakli bekleyen insanların sayısı oldukça fazla görünmektedir. Organ bağış oranı her bir milyon hayatını kaybeden kişiye ve eylemlerimize yön verir. Zihniyet, davranış, tutum ve yaklaşımların ve inançların altında yatan temel zihni birikim, fikri altyapıdır. 2 Organ bağışına yönelik tutumların elde edilmesinde yardımını gördüğüm öğrencim Elife Nur Yakar'a teşekkür ederim. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 61-87 64 | Abdullah Özbolat oranla ölçüldüğü durumda, ekonomik anlamda gelişmiş ülkelerde bu oran 2030 aralığında iken, Türkiye'de bu oran 2001'de sadece 0,9 olarak tespit edilmiştir. Ülkelere göre, İspanya 33,6, Belçika 25.2, Kanada 14,1, Fransa 16,2 ve Yunanistan 4,5 olarak sıralanmaktadır (Özdağ, 2001: 46-55). Bu oran Türkiye'de 2013 yılı itibariyle, yaklaşık 10 kat artarak 2,4'e yükselmiş olduğu belirtilmektedir. Bu sonucun bir başka ifadesi, 2000 yılında 300 olan böbrek nakli sayısı, 2013 yılında 3 bine ulaşmıştır (Seymen, 2013). Bu sonuçlar, organ bağışı ve nakil sayısı, hala çok gerilerde olduğumuzu göstermektedir. Organ bağışının artırılması, dünya ülkelerinin gündemindeki yerini korumaya devam etmektedir. Organ bağışının yaygınlaştırmak için devlet eliyle kanuni düzenlemeler de yapıldığı görülmektedir.3 Fransa örneği, organ bağışı konusunun tıp ve din alanları dışında yeni tartışmalara kapı aralayacak gibi görünmektedir. Organ bağışı konusunda sivil toplum kuruluşları da toplumsal sorumluluk olarak konuya yaklaştığı görülmektedir. Bu bağlamdaki örneklerden, "Bağışlarınızla Bekleyiş Bitsin, Hayat Devam Etsin" sloganıyla 1995 yılında Türkiye Böbrek Nakli ve Diyaliz Hastalarına Hizmet Vakfı olarak kurulan, 2013 yılı mart ayından itibaren Türkiye Organ Nakli Vakfı (TONV) adıyla hizmet veren vakfın verdiği istatistiklerine göre, 30 Ekim 2016 tarihi itibariyle ülkemizde, 25361 kişi organ nakli bekliyor, 3946 kişiye başarılı bir biçimde organ nakli yapılmış, 209568 kişi, toplam gönüllü bağışçı ve 2016 yılı gönüllü bağışçı sayısı ise 34068 kişidir (https://www.tonv.org.tr/tr/hakkimizda/(Erişim tarihi:15.12.2016). Zihniyet bağlamında dini-toplumsal bir arkaplanı mevcut olduğu ileri sürülen organ bağışında demografik, sosyo-ekonomik ve dini faktörler, bireyin organlarını bağışlama istekliliğinde etkili görünmektedir (Çolak vd., 2008: 30). Halkın sağlıkla ilgili tutum ve davranışlarında değişiklik amaçlayan tıp ve sağlık sektörü, dinin meşrulaştırıcı gücünden yararlanmak istediği örnekler de bulunmaktadır. Kan bağışı ve organ bağışı ve naklini yaygınlaştırmak için vaaz ve hutbelerin verildiği görülmektedir. 4 Organ bağışının yapılmamasında 3 Organ bağışını devlet eliyle yasa çıkartılarak yaygınlaştırma yönünde önemli bir adım, Fransa tarafından gerçekleştirildi. Haber, "Fransa'da 'otomatik organ bağışı' uygulaması" olarak nitelendi ve Fransa'da, ölmeden önce karşı olduğunu resmen bildirmeyen herkes tüm organlarını bağışlamış sayılacağı ifade edildi. Ulusal Mecliste Aralık ayında kabul edilen sağlık yasası değişikliğine göre, yeni yılın başlamasıyla "otomatik organ bağışı" uygulamasına geçildi. Bu düzenleme, yeni tartışmaları da gündeme getirdi (trthaber.com, 3/1/2017). 4 Şanlıurfa Müftülüğü'nün hutbesine göre, organ nakli ile birçok ölümcül hastalığı tedavi edebilen günümüz tıbbı için, organ bağışı, gerektiğinde kan bağışı İslami ve insani bir görevdir, organ bağışı, bir insanın ölümünü müteakip yapabileceği en faziletli işlerden birisi olarak ifade edilmekte (Koç, 2010), yine aynı şekilde, Adıyaman Gerger Müftülüğü'nün 2 Kasım 2012 Cuma Günü okunmak üzere belirlediği "Cana Can Katmak: Organ Nakli" başlıklı Cuma hutbesinde, alternatifsiz bir tedavi yönteÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 61-87 “Organlarımla Dirilmek İstiyorum.” | 65 dini-toplumsal zihniyet engelleyici bir rol üstlendiği için, organ nakli ve bağışına yaklaşımda tereddütler yaşanmakta, bağış sorunlu bir alana dönüşmektedir. Tereddütlere sebep olan yeniden diriliş konusu gündeme gelmektedir. Ahirette diriliş için kelamcılar, mead, haşr ve neşr, iade, ba's, iadetü's sani vb. isimleri kullanmaktadır ve dirilişin nasıl olacağı konusunda diriliş kuramlarının yaklaşımları çeşitlilik göstermektedir (Yar, 2011: 210-228). Bunlar, "salt bedensel diriliş", "ruhsal diriliş", "ruhun bedene iadesiyle diriliş" şeklinde üç kategoride ele alınırken, "ruhun bedene iadesiyle diriliş" kendi içinde "aynı bedenle diriliş", asli parçaya bağlı diriliş", benzer bedenle diriliş" şeklinde farklı yaklaşımlarla ele alınmaktadır. Yeniden dirilişin nirengi noktası, organların konuşturulması ve şahitliği konusunda düğümlenmektedir. Kur'an'ın ahiret ile ilgili anlatımlarında yer alan organların konuşturulması (ıntâku'l-cevârih), insanın amellerinin kişi tarafından açık bir şekilde bilineceği, hiçbir şeyin gizli kalmayacağı, organların konuşturularak kişinin yaptıklarına şahitlik etmesi gerçeğini simgelemektedir. Bu husus, bazı teoloji fırkaları tarafından literal olarak anlaşılmış ve bunun nasıllığı tartışılmıştır. Dünyada iken işlediği fiillerin yazılı olduğu kitabın verilmesi ve onun organlarının şahitliği aynı niteliklere sahiptir. Kitaplarda yer alan fiillerin dışarıdan bir varlığın kaydetmesine dayanması, insanın bu dünyadaki işlediği fiillerin mutlak olarak karşısına çıkacak olması ve bunlardan hesaba çekilmeyi ifade eden simgesel anlatımlardır (Yar, 2011: 259-282). 5 Organ bağışı konusunda tereddütlere yol açan yeniden dirilişe ilave olarak organ bağışına fakihlerin yaklaşımlarında da farklılıklar gözlenmektedir. Bir grup fakih, insan hayatının ölü insan bedenine gösterilmesi gereken saygı emrinden daha öncelikli olduğunu, dolayısıyla organ naklinin caiz olduğunu belirtirken, diğer bir grup fakih, "ölünün kemiğini kırmak diri iken kemiğini kırmak gibidir" hadisinde (Muvatta, Cenaiz, 45; Ebu Davud, Cenaiz, 60) ifade edildiği gibi, insan bedeninin hukuken saygın kabul edilmesi hükmünün ölümden sonrası için de geçerli olduğunu ve zaruret halinde hayatta kalmak için bile olsa, ölü bedeninden faydalanılmayacağını belirtmiştir. Fakihlerin görüşlerinin oluşmasında, dönemlerinin tıbbi şartları içinde yapılacak organ mi olarak insanları hayata döndürdüğü görülen organ bağışı konusunda, insan hayatına çok değer veren bir dinin mensubu olan Müslümanların bu konuda öncülük yapması beklenmektedir. (http://www.gergermuftulugu.gov.tr/ ?Syf=26&Syz=182843 (Erişim tarihi: 20.12.2016). 5 Bu anlatımlarda belirtilen organların konuşturulmasının, kıyamet gününde doğrunun açığa çıkarılmasını simgelediğini ileri süren Yar'a göre (2011: 259-260), ağızların mühürlenmesi, gerçeği olduğu gibi aktarmama, inkar etme ve saptırma gibi olgulara meydan vermemek içindir. Yar, duyu organlarının insanın dış dünyayı algılaması için bir "araç" olduğunu, örneğin görme eyleminin organı olarak gözün, organizmadan ayrı ve bağımsız olarak görme duyusunu gerçekleştiremediği gibi, organizmadan ayrı olması durumunda onun bir parçası olarak da kabul edilemeyeceğini belirtmektedir. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 61-87 66 | Abdullah Özbolat nakillerinde başarısızlığın muhtemel olmasının da etkili olduğu ileri sürülebilir. Günümüzde tıbbi gelişmelerin mümkün kıldığı yüksek başarı, organ nakli konusundaki görüşleri değiştirmeye başlamıştır (Korkmaz, 2012: 356-357). Günümüz İslâm âlimlerinin birçoğu ve fetva kuruluşları da ölüden organ nakline izin vermekte, Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu’nun 3 Mart 1980 tarih ve 396/13 sayılı kararı bu yöndeki fetvalara örnek olarak gösterilebilirken (İnce, 2007: 375). dini-toplumsal yapıda yerleşik düşüncelerin değişmesi zaman almaktadır. Ülkemizde organ ve doku nakli hizmetleri ile ilgili bugüne kadar yapılan çalışmalara rağmen organ bağışlarını olumsuz yönde etkileyen dini, toplumsal, kültürel vb. pek çok etmene işaret edilmekle birlikte, organ bağışı halen istenilen düzeye ulaşmamıştır. Yasa izin verirken, İran'da böbrek nakilleri 2005'te % 4 iken, 2012 sonunda bu oran % 13'e ulaşmıştır. Kadavradan böbrek naklinde Suudi Arabistan'da % 30, Türkiye ve Kuveyt'te % 25, İran'da % 13 ve bu rakamların yakın bir gelecekte büyük bir değişiklik göstermesi beklenmemektedir (Einollahi, 2008; Masri vd., 2004; Barsoum, 2002). Ölüden organ nakli konusunda, vericinin "beyin ölümünün gerçekleşmiş" olması ve gerekli yasal iznin alınmış olması şartı aranmaktadır. Vericinin ölüm anının tespiti, hem bilim çevrelerini hem de ilgili kamuoyunu meşgul etmeye devam etmektedir. Beyin ölümü konusunda dinitoplumsal zihniyetin kültürlerarası farklılıkları bilinmekte ve kültürlerarası farklılıkların çeşitli boyutları araştırmalara konu olmaktadır. Organ bağışı konusunda kültürlerarası karşılaştırmalı bir araştırma, Kuzey Amerikalıların benliğin, bireyselliğin beyinde yer aldığına inandıkları için beyin ölümü gerçekleşmiş bir bedenden yapılacak organ nakline olumlu baktıklarını, Japonların ise benliğin, bireyselliğin beyinden çok bedende yer aldığını düşündükleri için aynı durumda gerçekleşecek organ nakline sıcak bakmadıklarını ortaya koymaktadır (Haviland vd., 2011:8). Organ bağışı talebi, insan dayanışması ve diğergamlığı üzerine temellendirilmekte ve "organ bağışlamak, bir hayat bağışlamak" olarak ifade edilmektedir (Cantarowich, 2005b: 539). Bu yaklaşımda da, organ bağışına etki eden dini-toplumsal zihniyetin etkisi gözlenmektedir. Organ bağışı ile ilgili sloganlarda geçen “hayat ver”me ifadesinin geleneksel-dini anlam sistemleri içerisinde “hayat verme”nin ancak Allah’a mahsus olduğuna inanan insanların çoğunlukta olduğu bir toplumda bulacağı karşılığı sorunlu hale getirmektedir (Macit, Öztaş, 2016). Hayatı Allah verir düşüncesi güçlü bir argüman olarak karşımızda durmakta, organ bağışının teşvik edilerek yaygınlaştırılması için toplumsal arkaplanın göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Çünkü, organ bağışı konusundaki isteksizliği, bir davranış kalıbı hatta bir yerleşik düşünce haline getiren zihin yapısı aynı kaynaktan beslenmektedir. Organ bağışı konusundaki organ ihtiyacı, organ bağışına yönelik tutumların anlaşılmasının önemini daha da arttırmıştır. Bireyin bağış yapma istekliliğine ilişkin demografik etkenleri, inançları ve tutumları belirleyen çalışÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 61-87 “Organlarımla Dirilmek İstiyorum.” | 67 maların da giderek arttığı görülmekte, ancak ülkemizde ve tüm batı ülkelerinde uygulamada mevzuata uygun olarak, organ temini nihayetinde ölen kişinin ailesinin kararına bağlıdır ve ülkemizde ailelerin % 75'i ölen yakınlarının organlarını bağışlamayı reddetmektedir. Bu nedenle bireyin bağış yapma istekliliğine ilişkin değişkenlerin incelenmesinin yanında, ailenin kararıyla ilişkili etmenlerin araştırılması gerekmektedir (Can, 2016). Organ bağışının yaygınlaştırılması için dini-toplumsal ve kültürel faktörlerin üzerinde durmak gerekir. Organ nakli konusunda bilimsel ve etik sorunların çözülebilmesi için toplumun kültürel, dini, ahlaki değerlerinin göz ardı edilmemesi gerektiği konusu araştırmacılar tarafından vurgulanmakta, toplumun sosyal, ahlaki, kültürel, dini yapısının, inanışlarının kısa sürede değişmesinin mümkün olmadığı, ancak gelişen tıp teknolojisindeki yeni uygulamalar ile modern tıbbın insan yaşamında meydana getirdiği mucizeler topluma yansıtılır, toplumun organ bağışı ve nakli konusundaki endişe ve korkularının giderilir, toplumdaki bireylere bir gün kendileri veya çok sevdikleri kişilerin de organ nakline ihtiyaç duyabilecekleri anlatılabilirse, organ bağışına yönelik yerleşik inançlar değişebilir (Özdağ, 2001: 49). Referans Çerçevesi İlgili literatür değerlendirildiğinde bir kaç eğilim gözlenmektedir: a) Dini inançların organ bağışının karşısında yer aldığını tespit eden çalışmalar bulunduğu gibi (Naçar vd.,2009; Özer, Ekerbiçer, vd. 2010); aile üyelerinin kadavradan organ bağışında da dinin engel olarak rol üstlendiğini tespit eden çalışmalar bulunmaktadır (bkz. El-Shahat, 1999). Bazı çalışmalar ise dinin engelleyici etkisini teyit etmek için inançlı olan ve olmayan kesimlerle karşılaştırma yoluna gitmektedir. Bu örneklerden ateist-agnostik kişilerin dindar insanlardan organ bağışına daha istekli oldukları çalışmalara atıfta bulunmaktadır (Rios vd. (2015: 2601). b) Dinin engelleyici etkisine cevap olarak Göz ve Gürelli (2007) dini inançların organ bağısı üzerine olumsuz etkisinin fazla olmadığını tespit etmiştir. Malezya'daki organ bağışı oranlarındaki düşük düzeydeki dini inanç ilişkisini inceleyen Tumin vd. (2016), katılımcıların çoğunluğunun organ bağışının İslam diniyle uyumlu olduğunu, organ bağışının toplumsal sorumluluk olarak teşvik edilmesi gerektiğini belirttiğini tespit etmektedir. Bu çalışmada, katılımcıların sadece % 17,4'ü organ bağışının dinen uygun olmadığını ileri sürmektedir. c) Organ bağışı oranlarındaki düşük düzeyin sebepleri arasında din görevlileri ve sağlık personeline odaklanan çalışmalar yapılmaktadır. Bu çalışmalardan sağlık personelinin organ bağışı konusundaki güçlükleri aşmada anahtar bir rolü olduğunu, organ bağışı için sağlık personelinin sürece dahil ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 61-87 68 | Abdullah Özbolat edilmesi önerildiği gibi (Topbaş vd., 2011), bir grup araştırmacı, halkın organ bağışına yönelik tutumları üzerinde belirleyici olduğu düşünülen imam, Kur'an Kursu öğreticisi ve İlahiyat öğrencileriyle anket çalışması yaparak organ bağışına olumsuz yaklaşımı analiz etmeye çalışmaktadır (Keçecioğlu vd., 2000; Aykas vd., 2015, Tarhan vd., 2015). Bu çalışmalarda din görevlilerinin büyük çoğunluğu organ bağışının İslam'a uygun olduğunu, organ bağışının erdemli bir davranış olduğunu belirtmektedir (Keçecioğlu vd., 2000: 629). Ancak olumlu bir tutum sergileyen din görevlilerinin organ bağışlama oranları oldukça düşük kalmaktadır (Güden vd., 2013; Keçecioğlu vd. 2000; Naçar vd. 2009). d) Organ bağışı tutumlarını ele alan pek çok çalışmada bilgi eksikliğine vurgu yapmaktadır (Naçar, vd., 2009; Yıldız, vd., 2006; Topbaş, vd., 2011: 774; Panwar vd., 2016). Cantarovich (2005a) halkın organ bağışına olan olumsuz bakış açısının değişmesi için en önemli etkenin eğitim olduğunu belirtmektedir. Okka ve Demireli (2008: 154), organ bağışına olumsuz yaklaşımın arkasında bilgi düzeyinin eksikliği ve yanlış bilgilerin olduğunu ileri sürmektedir. Başal (2015) organ bağışına yönelik bilgi eksikliği ve korkuyu gideren medya ve bilinçlendirme kampanyalarının gerekliliğine işaret etmektedir. Hindistan'ın kuzeydoğusunda Panwar vd. tarafından (2016) "biz niçin organ bağışında düşük oranlardayız" sorusu çerçevesinde gerçekleştirilen çalışmanın sonuçlarında da, bilgi/bilinç eksikliğine işaret edilmekte, medya, internet ve bilinçli programlar yardımıyla bağış oranlarının yükseltilebileceği belirtilmektedir. e) Birçok hasta için kalıcı tedavi vaat eden organ bağışının sadece tıbbi değil, dini, hukuki ve etik boyutlarla yüzleşmeyi gerektirdiği, bizim gibi çoğunluğu Müslüman ülkelerde dini boyutun, soru formu yardımıyla da analiz edilemeyeceği belirtilirken (Naçar, vd., 2009: 4057), derinlemesine görüşme yapmanın organ bağışını engelleyici dini-toplumsal etkenlerin zihniyet bağlamında incelenmesi gerekmektedir. Messina (2015: 2095) organ bağışının bireysel kabuller temelinde kompleks bir konu olduğunu belirtirken, Golmokani vd., (2005), organ bağışının, henüz çözümlenemeyen hukuki, dini, kültürel ve ahlaki problemlerle yüzleşme gerektirdiğini belirtmektedir. Organ bağışı konusu, dini-toplumsal zihniyetle ilgili bir konu olarak ele alınmalıdır. Bu bağlamda, Singapur, Hong Kong, Çin, Malezya gibi Asya ülkelerinde özellikle kadavradan organ bağışının zorluğuna işaret eden Keng Thye (1992), bu yaklaşımın arkaplanında sosyo-kültürel inançlar ve geleneklerin olduğunu ileri sürmektedir. Bizim çalışmamız ilgili literatürde Keng Thye'in çalışmasıyla benzerlik göstermekte, Türkiye'de, Adana örneğinde zihniyet çerçevesinde bir analiz sunmaktadır. Bizim çalışmamızda dokuz boyutta kavramsallaştırıldığı gibi, belirttiğimiz bu zihniyet yapısının dışavurumları yansımakta, "bilinçli, kasıtlı, ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 61-87 “Organlarımla Dirilmek İstiyorum.” | 69 kararlı" bir biçimde organ bağışında bulunmamanın "sabitlenmiş" bir kanaate dayandığı görülmektedir. Organ bağışı yapılmamasında bilgi/bilinç eksikliği önemli bir faktör olduğu ileri sürülebilir ancak böylesine karmaşık, çok boyutlu bir konuda, bilgi eksikliği boyutlardan birisi olarak ifade edilebilir. Din görevlileri ile yapılan çalışmalarda (Keçecioğlu vd., 2000; Özer vd., 2010; Güden, vd, 2013; Aykas, vd., 2015, Tarhan, vd., 2015), Diyanet'in pozitif tavrında olduğu gibi, din görevlilerinde de görülen olumlu tutumun organ bağışına yansımaması çelişkisi tespit edilmiş, derinlemesine görüşme yapılmadığı ve "niçin" sorusu çerçevesinde sorgulanmadığı için davranışa yön veren dini-toplumsal zihniyet analizi yapılamamıştır. 2) Organ Bağışı Yapmamadaki Dini-Toplumsal Zihniyet: Kavramsallaştırma Boyutları Bu çalışma, organ bağışı yapmayı engelleyen dini-toplumsal bir zihniyet yapısı olduğunu ileri sürerek, organ bağışında bulunmak istemeyen katılımcılarla yapılan görüşmelerde, belirttiğimiz dini-toplumsal zihniyet yapısının izlerini takip etmiş, elde edilen veriler zihniyetle ilişkisi içinde kavramsallaştırılmış, görüşmeler sonucunda, elde edilen veriler dokuz boyutta ele alınmıştır. 1) "Organlarımla Dirilmek İstiyorum": Yeniden Diriliş Boyutu Organ bağışına olumlu yaklaşmamada kavramsallaştırılan ilk boyut, yeniden dirilişle ilişkili olarak organlarla dirilme konusudur. Bu boyut, kendi içinde bir bütün olarak yaratılışa atıfta bulunduğu gibi, organların kendisine "emanet" olduğunu, dolayısıyla "bütün" olarak gömülmek isteyip, bütün olarak dirilişi tercih etmekte, organların konuşacağını, şahitlik edeceğini ileri sürerek, "organlarımı verirsem dirilişin problemli olur" şeklinde düşünmektedir. 1a) Organların Şahitliği Düşüncesi "Ahirette organlarımla dirilmek istiyorum", çünkü organların şahitlik edecek, konuşacak yaptığım/yapmadığım fiiller için." (Kadın, 46, İlkokul mezunu, ev hanımı) / "Ahirette organlarımın lazım olacağını düşünüyorum, organların şahitliği için." (Kadın, 21, üniversite öğrencisi) Kur'an, ahiret gününde onların ağızlarının mühürleneceğini, yaptıklarını ellerinin anlatacağını, ayaklarının da şahitlik edeceğini bildirmektedir (Yasin Suresi, 65). Organların işlenen suçlara ilişkin olarak insan aleyhindeki şahitliği, kulakların, gözlerin ve derinin şahitliği olarak da anlatılmaktadır (Fussilet Suresi, 20-22). Organların konuşmasına dayanak olarak gösterilen ayetlerin, belirtilen bağlamın ötesinde bir anlamı olduğunu ileri süren Yar (2011: 281), konuşacak organların, organ nakillerinde olduğu gibi, bir organ iki ayrı bedende yer almış ise her iki bedendeki fiillerinden dolayı şahitlik edebileceği- ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 61-87 70 | Abdullah Özbolat ni belirtmektedir. Yar'a göre, organların konuşturulmasına ilişkin anlatımlar, inkarcıların durumuna açıklık getirme amacındadır. Çünkü, insan, yaptığı iyiliği inkar etmeme gibi bir psikolojiye sahiptir ve iyiliklerden sonra ona verilenler onun hoşlandığı şeylerdir. İnkara dönük fiillerin yer aldığı ve herkesin yüzüne karşı söylenecek, doğruyu konuşacak olan kitaplardadır (Casiye Suresi, 29; Müminun Suresi, 62). 1b) Emanet Düşüncesi "Bu beden bana ait değil, benim olmayan sadece bana emanet olduğu için vermek istemiyorum." (Erkek, 28, Lise mezunu, Kasiyer) / "Öldükten sonra organ benim değil, ölene kadar organlar benim. Bu beden bana emanet." (Erkek, 35, Lisans mezunu, Öğretmen) / "Vücudumun bütün olarak gömülmesini istiyorum, bozulmasını istemiyorum. Yeniden dirilişte Allah'ım emanetine iyi baktım demek için. Aynı şeyi düşündüğüm için kötü alışkanlıklardan uzak durdum bugüne kadar" (Erkek, 50, Ön lisans mezunu, İmam) Organların emanet olduğu düşüncesi, ölümden sonra dirilişte hem bir tasarruf hakkını kendinde görmemeyi hem de organların muhafaza edilerek yükümlülüğün yerine getirilmesini ima etmektedir. Organ bağışına yönelik olumsuz tutumlar da, organlarım bana "emanet" yaklaşımı, literal bir yorumlamaya tabi tutulmaktadır. Ayrıca klasik dönemden modern döneme, insanın tabiata ve kendine yaklaşımında "emanet görmeden" "sahip olmaya" bir dönüşüm yaşansa da, organ bağışı konusunda sergilenen tutum, katılımcının zihniyet yapısını ortaya çıkarmaktadır. Katılımcıların görüşlerine yansıyan "emanet" düşüncesi de, "sahip olma" düşüncesi de organ bağışını engelleyen yaklaşımlar olarak dikkat çekmektedir. 1c) Bedenin Bütünlüğü Düşüncesi "Organ bağışını doğru bulmuyorum. Toprağın altında benimle birlikte bir bütün olarak çürümesini istiyorum. Öldükten sonra bile olsa vücut bütünlüğümün bozulmasını istemem." (Erkek, 26, lisans mezunu, satış müdürü) Kavurmacı, vd. (2014:18), gerçekleştirdikleri çalışmada, katılımcılara, “organ bağışında bulunmayı düşünüyor musunuz?” sorusu yöneltmiş, öğrencilerin %47.8’inin evet, %52.2’sinin ise hayır cevabını verdiğini tespit etmişlerdir. Katılımcıların sadece % 4.2’sinin organ bağışında bulundukları belirlenmiştir. Öğrencilerin organ bağışında bulunmama nedenleri araştırıldığında; % 47.4’ünün vücut bütünlüğü bozulduğu ve %2.5’inin dini inançlarına ters düştüğü için organ bağışında bulunmayı düşünmediği tespit edilmiştir. "Doğduğum gibi aynı organlarımla gömülmek, aynı organlarımla dirilmek isterim. Hem İslami açıdan da etik olduğunu düşünmüyorum." (Kadın, 21, Üniversite öğrencisi) / "Allah’ım böyle tüm verdi öyle alsın." (Kadın, 76, İlkokul ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 61-87 “Organlarımla Dirilmek İstiyorum.” | 71 mezunu, Ev hanımı) / "Geldiğim gibi gitmek isterim. Herkes kendi organından sorumludur." (Kadın, 22, lisans mezunu, öğretmen) Organların bağışlanmamasını önererek, bedenin bütünlüğünü tavsiye eden anlayış bazı çalışmalarda, İslam'ın muhafazakar görüşü olarak ifade edilmekte, bu yaklaşımda bedenin Allah tarafından sadece bize verildiği ve organ bağışının onaylanmadığı ileri sürülmektedir (Naçar, vd., 2009; Alkhawari, vd., 2005). "Diyanet önce uygun görmüyordu ama şimdi uygun görüyor. Bu durumdan kuşkulandım önceden vermek istiyordum ama şimdi vermek istemiyorum. Tüm bedenim aynı anda çürüsün." (Kadın, 31, Lisans mezunu, Öğretmen) Organ bağışına yaklaşımda, bedenin bütünlüğü dile getirilirken, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın organ bağışı konusunda fikir değiştirdiği dile getirilerek, bu kanaatin paylaşılmadığı görülmektedir. Camilerde yıllar yılı vaazlarda, hutbelerde dile getirilen organlarla birlikte haşr olunma, organların şahitliği meselesi bir zihniyete dönüştüğü için toplumun bu zihniyetten vazgeçmesi kolay görünmemektedir. Öyle ki, din görevlileri dahi, bu konuda ikna olmamış görünmektedir (Keçecioğlu vd., 2000; Özer vd., 2010; Güden, Çetinkaya, Naçar, 2013; Aykas, vd., 2015, Tarhan, vd., 2015). 2) "Dinen Uygun Olmadığını Düşünüyorum": Dini Uygunluk Boyutu Organlarını bağışlamayı düşünmeyen katılımcıların dini hassasiyetleri, organ bağışı yapmama yönünde güçlü bir eğilimi karşımıza çıkarmaktadır. Araştırma kapsamında görüşülen bireylerin önemli bir çoğunluğunda, organ bağışının "dinen uygun olmadığı" kanaati gözlenmektedir. Organlarınızı bağışlamayı düşünür müsünüz sorusuna hayır cevabı aldıktan sonra, nedenini sorduğumuzda "dinen uygun değil, ya da dinen uygun mu değil mi kafam karışık" cevabını sorgulamaya çalıştık ama bir sonuç elde edilememiştir. a) Dinen Caiz Değil "Haram olduğu için bağışlamak istemiyorum" (Kadın, 58, Okula gitmemiş, Ev hanımı) / "Dinen günah olduğunu düşünüyorum, caiz mi değil." (Kadın, 32, Lisans mezunu, Biyolog) / "Dinen caiz olmadığını düşünüyorum" (Erkek, 50, İlkokul mezunu, Esnaf) / "Dinen uygun olmadığını bildiğim için vermek istemiyorum." (Erkek, 21, Ön lisans mezunu, Sağlık memuru) / "Dinimizce uygun olmadığı için bağışlamak istemiyorum." (Erkek, 62, İlkokul mezunu, Emekli) Organ nakline ihtiyaç her geçen gün daha da artarken, organ bekleyenlerin sayısı düşünüldüğünde bağış oranı oldukça yetersiz iken, sadece ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 61-87 72 | Abdullah Özbolat Türkiye'de de değil tüm dünyada büyük bir problem karşımızda bulunmaktadır. Türkiye'de hukuki ve dini otoriteler kadavradan organ nakline izin verirken, Türkiye'de ve diğer Müslüman ülkelerde pek çok çalışmada dini sebepler insanların organ naklini reddetmenin nedeni olarak dini gerekçeleri belirtmektedir (Topbaş, vd., 2011). "Güvendiğim kaynaklar dinen uygun olmadığını bildirdikleri için bağışlamayı düşünmüyorum." (Erkek, 26, lisans mezunu, polis) / "Dinen caiz olmadığını düşünüyorum. Diyanetin açıklaması beni tatmin etmedi." (Erkek, 29, Lisans mezunu, Mali müşavir) / "Dinen caiz olmadığından ve diyanetin fetvasının beni tatmin etmemesinden dolayı bağışlamak istemiyorum" (Erkek, 48, Lise mezunu, İmam) Organ bağışı ile ilgili kampanyalara İslam dininin organ nakli ile ilgili verdiği olumlu mesajların da vurgulayıcı bir şekilde dahil edilmesinin organ bağışının artmasında olumlu bir katkı sağlayacağı belirtilmekte (Okka, Demireli, 2008: 155-156) ve dini inançların Türkiye'de organ bağışı ve naklinin önündeki engellerden birisi olduğu göz önünde bulundurulduğunda din görevlilerinin kanaatleri, bu problemin anahtar yönünü oluşturmaktadır. Çünkü, organ bağışı ve nakli ile ilgili olarak din görevlilerinin pozitif veya negatif bakış açıları toplumun kanaatlerini şekillendirmektedir. İstanbul, Zeytinburnu'nda imam ve müezzinlerden oluşan 40 din görevlisinin organ bağışı konusundaki yaklaşımlarını ortaya çıkarmayı amaçlayan çalışmalarında Tarhan vd.'nin (2015) ulaştığı sonuçlara göre, katılımcıların tümü organ bağışının önemine inanıyor, % 80 organlarını bağışlamayı düşünüyor, organlarını bağışlayanların oranı % 5 olarak tespit edilmiştir. Din görevlilerinin % 92,5'i İslam dininin organ bağışına ve nakline olumlu yaklaştığını, % 55 organ bağışı konusunda din görevlilerinin bilgisinin yetersiz olduğunu, % 65 organ bağışını artırmak için din görevlilerinin sorumluluk alarak seminer, konferans, toplantılarda organ bağışının işlenmesi gerektiğini düşünüyor. Çünkü, Türkiye'deki yetersiz organ bağışının bir nedeni de, problemli dini inançlardır (Tarhan, 2015: 1976). Organ bağışı ve nakli konusunda din görevlilerinin tutum ve davranışlarını belirlemek amacıyla Kayseri'de anket çalışmasına katılan 468 din görevlisinin (imam, vaiz, müezzin, Kur'an kursu öğreticisi) % 90,8'i organ bağışının önemine inanıyor, % 57,9 organlarını bağışlamayı düşünüyor, bağışlamış olan % 1,1 olarak tespit edilmiş. Din görevlileri, kendileri bağışa istekli değilken, başkalarından organlarını bağışlamasını beklemektedir (Güden, vd., 2013). Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğrencileri organ bağışı araştırmasında, % 16,5 dine uyumlu olmadığını düşünüyor, Diyanet hiçbir uyumsuzluk olmadığını ifade ediyor olmasına rağmen, % 57,3 henüz karar vermedim, sadece % 23,6 öğrenciler organ bağışlamaya istekli görünmektedir (Naçar, vd., 2009: 4058) ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 61-87 “Organlarımla Dirilmek İstiyorum.” | 73 b) "Dinen belirsizlik söz konusu" "Dinen günah olup olmadığını bilmiyorum tam olarak o yüzden bağışlamak istemiyorum." (Erkek, 29, Lisans mezunu, Muhasebe) / "Günah olup olmadığını bilmiyorum. O yüzden düşünmüyorum." (Kadın, 66, İlkokul terk, ev hanımı) / "Dinen kesin bir şey olmadığı için bağışlamak istemiyorum" (Kadın, 25, Lisans mezunu, Öğretmen) / "Tedirgin oluyorum. Organlarımı bağışladığım zaman öbür dünyada hesap vereceğimi düşünüyorum. Kimin ne kadar yaşayacağını Allah bilir." (Kadın, 54, İlkokul mezunu, Ev hanımı) / "Hayır, vermek istemem, çünkü bu konuda tam bir fetva yok." (Erkek, 48, Ön lisans mezunu, Emekli) / "Bağışlamak gelmiyor içimden. Çünkü dini açıdan bu durumu bir kalıba koyamadığımdan ötürü organ bağışına net bir şey söyleyemiyorum." (Kadın, 42, İlkokul mezunu, Ev hanımı) Ülkemizde Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu’nun organ bağışını “insanın insana yapabileceği en büyük yardım” olarak tanımlamış olması nedeniyle ülkemizde dini inançlar organ bağışını çok fazla olumsuz yönde etkilemediği düşünülebilirse de (Acar, 2007) organ bağışı konusundaki bilgi davranışa dönüşmemekte, tutum ve davranışlar arasında uyumsuzluk gözlenmektedir. Ayrıca Türkiye'de din ve gelenek sosyal hayatı farklı düzeylerde etkiliyor görünmektedir. Ölümden sonra yeniden dirilme ve cennet ya da cehenneme gitme konusu, organ bağışıyla birlikte değerlendirildiğinde çelişkili bir tartışmaya kapı aralamaktadır (Topbaş, vd., 2011). 3) "Organlarımla Günah İşlenebileceğini Düşünüyorum": Dini Kaygı Boyutu Organ bağışı yapmak istemeyen katılımcıların görüşlerinden kavramsallaştırılan bir diğer boyut, dini kaygı boyutudur. Bu boyutta, organlarla günah işlenebileceği endişesi yer almakta, bunun için de, organ bağışlanacak kişinin kimliğinin özellikle bilinmesi gerekliliği ifade edilmektedir. Bu yaklaşımda olan kişiler, bağışladıkları organlardan dolayı, sorumlu tutulacakları endişesi taşımaktadır. Organ bağışı konusundaki olumsuz tutumların dini açıdan çok boyutlu sebepli olduğu görülmektedir. "Vermek istemiyorum, Allah’a inanmayan inançsız bir insana gitme ihtimalinden dolayı tereddüt ediyorum. Sorumlu olmaktan korkarım." (Erkek, 50, Lisans mezunu, Öğretmen) / "Hayır, bağışlamak istemiyorum. Müslüman birine gideceğini nerden bileyim. Kan bile vermem ben. Çünkü organlarımın Müslüman birine gidip gitmeyeceğini bilmiyorum." (Kadın, 69, İlkokul mezunu, Ev hanımı) / "Hayır, bağışlamak istemiyorum. Çünkü vereceğim kişiyi tanımadığım için vermek istemem. İyi biri mi yararlı mı zararlı mı nerden bilebilirim. İçki içen birine verilirse organım kötü bir şey için kullanılmış olacak. İyi olan bir şeyin kötü bir şeye dönüşmesini istemiyorum." (Kadın, 22, lisans mezunu, ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 61-87 74 | Abdullah Özbolat öğretmen) / "Bağışlamakla vicdanen rahat hissetmeyeceğimi düşünüyorum. Benim organımı verdiğim adam belki Allah’a isyan edecek. Bunun tersi de olabilir. Ama hangi yönde olacağının garantisi yok. O zaman Allah yedek organ yaratırdı. Sen bunu yaratmadın ama ben veriyorum deyip Allah’a ortak koşmuş olacağım." (Erkek, 35, Lisans mezunu, Mühendis) / "Hayır, bakalım ne günah işlerler Allah’ın benim için yarattığı organlarla. Ben zaten başkalarından organ da kabul edemem." (Kadın, 25, Üniversite öğrencisi) Güden vd.'nin çalışmasında (2013: 444) gerçekte Müslüman olmayan veya inanmayan birine organ bağışlamak günah işlemesine yardım edebilir veya İslam'ın genel prensipleriyle uyumlu olmayan bir biçimde uzun bir hayat yaşamaya yardım edebileceği ifade edilmekte, dini sorumluluğun bize geçeceğinden endişe edilmektedir. Benzer bir biçimde, İngiliz Müslümanlarla yapılan bir çalışmada Müslüman olmayanlardan organ kabul etmek veya onlara organ bağışlama konusundaki isteksiz tavırda, Müslüman olmayan kimselerin alkol alması, domuz eti yemesi, sigara kullanması vb. öne sürülmektedir (Aslam, Hameed, 2008: 92). Dini çerçevedeki düşüncelerin organ bağışı yapmamada etkili olduğu haberlere de yansımaktadır. Güneydoğu bölgesi halkı, ‘Verdiğimiz kalp ile kötü işler yapılır. Verdiğimiz gözle haram şeylere bakılırsa günah bize yazılır’ düşüncesi nedeniyle organ bağışına sıcak bakmazken, Diyarbakır İl Sağlık Müdürlüğü Organ Bağışı Bölge Koordinasyonu, Diyarbakır’ın yanı sıra, Şırnak ve Hakkâri il ve ilçe müftülükleri ile işbirliği yapmış, hutbe ve vaazlarda organ bağışının günah olmadığı konusu işlenmiştir. Bu çalışma sonucunda Diyarbakır, 2013 yılının ilk 5,5 ayında Türkiye’de en çok organ bağışının yapıldığı şehir olmuştur (Macit, Öztaş, 2016: 35). Bu sonuç, din görevlilerinin toplumdaki yönlendiriciliğini göstermektedir. Bu bağlamda dini görevlileriyle ilgili olarak, Özer ve arkadaşları tarafından (Özer, Sarıtaş, vd., 2010) yapılan bir çalışmada da katılımcıların % 90,2’sinin organ bağışı konusunda din görevlilerinin bilgi vermesi ve öncülük etmesi gerektiği düşüncesinde hem fikir olduğu görülmüştür. Din görevlilerinin, imamların toplumun organ bağışına teşvik edici olduğu gibi, organ bağışından uzaklaştırmak gibi bir işlev üstlendikleri de görülmektedir. İngiltere'de bir çalışmada 10 katılımcı imamlarının/dini liderlerinin tavsiyesini dinleyerek bağış kartını iptal ettirmek istediğini tespit edilmiştir (Alkhawari, vd., 2005:1326). Bu sonuç, topluma rehberlikte çok önemli bir konumda bulunan din görevlilerinin organ bağışının lehinde ve aleyhindeki yaklaşımların belirleyici olduğunu göstermekte (Güden, vd., 2013), özellikle Müslüman ülkelerde gelenekler veya dini inançlar tarafından geliştirilen toplumsal direnç, kadavradan organ bağışını engellemektedir (Naçar, vd., 2009: 4057). ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 61-87 “Organlarımla Dirilmek İstiyorum.” | 75 4) "İhtiyaç Sahibine Ulaşmayacağını Düşünüyorum": İstismar Endişesi Boyutu Organ bağışı tutumlarında bir başka boyut, bağışlanan organların kötüye kullanılmasına yönelik endişe boyutudur. Organ bağışlamak isteyen katılımcıların yaklaşımlarında organın ihtiyaç sahibine ulaşmaması gözlenmekte, istismar konusu organ bağışının önündeki engellerden birisi olarak öne çıkmaktadır. a) İstismara açık "Bağışlamak istemem, sebep olarak gerçek anlamda ihtiyaç sahiplerine ulaşıp ulaşmayacağından emin değilim." (Erkek, 37, Lisans mezunu, Mühendis) /"Bu işin ticaretini yapanların eline düşmeyeceğini nerden bilebilirim. Böyle bir şeyin olmaması için düşünmüyorum. Çok kötü olaylar duyuyoruz televizyondan" (Erkek, 51, Lisans mezunu, Öğretmen) Antalya'da din görevlileri üzerine yapılan çalışmada % 28'i bağışladıkları organlarının onaylamadıkları kişilere gideceğinden endişe etmektedir (Keçecioğlu, vd. 2000: 629). Bir başka çalışmada, katılımcıların % 32,9'u beden bütünlüğü bozulur düşüncesiyle organ bağışı düşünmüyor, % 27,6 organlarının alınmasından korkuyor, % 18,1 organlarım doğru bir biçimde/doğru bir yere ulaşmayacağından kaygılanıyor (Güden vd., 2013: 446). b) Tanıdıklarımın dışında kimseye vermem "Hayır, bağışlamak istemem. Çünkü vereceğim kişiyi tanımıyorum. Tanıdığım kimseye vermeye sıcak bakabilirim belki. İstismara açık bir durum söz konusu bence" (Erkek, 53, Lise mezunu, Emekli) Tönniesçi anlamda "cemaat toplumu" olduğumuzu düşündüren ve birey olmanın çok kolay görünmediği bu yaklaşımla uyumlu olarak, Güden ve arkadaşlarının araştırmalarında (2013: 444), din görevlilerinin % 54,3'ü ihtiyaç olduğunda organlarımı yakın akrabalarıma verebilirim cevabı vermekte, ayrıca Naçar, vd., (2009: 4058) yakınları ya da akrabaları organ-doku nakli bekleyenlerin organ bağışı konusunda daha istekli göründüğünü belirtmektedir. Farklı araştırmalarda da benzer sonuçlar tespit edildiği görülmektedir. İngiltere'de, ülke genelinde yürütülen geniş kapsamlı bir araştırmada; toplumun %30'u, kendiliğinden, % 73'ü de istenildiğinde organ bağışında bulunmaya hazır olduklarını, organ bağışı konusunu kişilerin, ilk kez yakınlarını organ nakli listesinde sıralarını beklerken kaybettikten sonra düşünmeye başladıkları ortaya konulmaktadır (Whyte, 1997). ABD’de Çin kökenli Budistler dini nedenlerle organ vermeyi istemediklerini ancak en yakın akrabalarına verebileceklerini belirtmişlerdir (Lam, vd., 2000). Ayrıca Al-Fagih'in (1991), Suudi Arabis- ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 61-87 76 | Abdullah Özbolat tan'da "organ bağışında toplumun tutumunu incelediği % 87' nin Suudi asıllı, büyük çoğunluğunu öğretmen ve öğrencilerin oluşturduğu araştırmasında; katılımcıların % 65'i yakın akrabasına, sadece % 9,3'ünün akraba olmayana da organ bağışında bulunmaya hazır olduğunu tespit etmiştir. Organ bağışında olduğu gibi benzer yaklaşım kan bağışında da kendi akrabasına kan bağışlamak istendiği görülmektedir. Mersin ilinde toplumun kan bağışı konusundaki bilgi, davranış ve tutumunu değerlendirmek, gönüllü verici kazanımı için izlenmesi gereken yolların neler olduğunu saptama amacıyla, toplumun çeşitli kesim ve farklı meslek gruplarından toplam 3479 kişiye 20 soruluk bir anket uygulanmıştır. Bu çalışmanın kan bağışı üzerine yapılan bir araştırmanın verileri de (Yıldız, vd., 2006: 54) katılımcıların %80’i kanı sadece kendi yakınları ve hastası için sakladığı ve bir başkasına vermeyi istemediği ulaşılan sonuçlar arasındadır. Bu sonuçları toparlayıcı bir biçimde Özdağ (2001: 53) organ bağışlamaya yönelik araştırma sonuçlarında, dinin organ bağışı için iyilik etmek, birinin hayatını kurtarmak, yararlı olma isteği gibi düşüncelerle içsel baskı, teşvik edici bir boyutunun olduğunu, ailenin beklentisi, sosyal baskı, ödül, maddi kazanç beklentisi vb. sosyo-ekonomik faktörlerin dışsal baskı unsuru olduğunu belirtmektedir. Ona göre, bu içsel ve dışsal baskıların, alıcı ile verici arasında kan-bağı, akrabalık ilişkileri bulunmasına göre farklılık gösterdiği, canlıdan canlıya yapılan organ bağış ve nakillerinin ise daha çok aralarında (anneden, babadan çocuklara, kardeşler arasında gibi), genetik akrabalık olan, ya da eş, sevgili, arkadaş vb. duygusal bağ olan kişiler arasında gerçekleştiği görüldüğünü belirtmektedir. 5) "Ölü Bedeni Kutsaldır, Rahatsız Edilmemelidir": Bedenin Kutsallığı Boyutu Organ bağışına yönelik engelleyici tutumlardan birisi de, bedenin kutsallığı boyutudur. Bu boyutta, katılımcıların organ bağışına yaklaşımları, ölü bedeninin kutsallığı ve ölünün organlarının alınması, ölmüş kişiye rahatsızlık vermek olarak yorumlanmaktadır. "Dinen caiz olduğu söylense de öldükten sonra beden ve ruh birbirinden ayrılsa da ben öldükten sonra bedenimle uğraşılmasını istemiyorum." (Kadın, 23, Üniversite öğrencisi) / "Ölüm, hak, kaçış yok. Bunlar niye çıkıyor, ölümden kaçış için değil mi? Sağlık, tıp alanındaki gelişmelere itirazım yok ancak ahiretteki hesaptan kaçmak isteyenler, ölüp gidenin bedenine gözlerini dikiyorlar. Her şey paylaşılmalı ama organlara dokunulmamalı" (Erkek, 52, İlkokul mezunu) / "Benim bir yakınımın ihtiyacı olsa, belki de fikrim değişir ama kabullenemiyorum insanların tutumunu. Fırsatçılık gibi geliyor, insanlar acısıyla uğraşırken, sen ölenin organlarını almaya çalışıyorsun?" (Kadın, 42, Lise mezunu, Ev hanımı) ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 61-87 “Organlarımla Dirilmek İstiyorum.” | 77 Yukarıdaki tutumlarda ölümden sonra kadavradan organ bağışının yapılmamasında dini kabullerin yanında toplumsal ve kültürel kabullerin engelleyici durumu gözlenmektedir. Organ bağışına sıcak bakmamada, ölüye daha çok değer verildiği şeklinde yorumlanan bir tutuma işaret edilmektedir. Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Balcalı Hastanesi Organ Nakli Koordinatörü Dürdane Ertürk, …Toplumumuz ölülerine zaman zaman canlılardan daha çok değer veriyor (Habertürk, 22 Şubat 2013) şeklindeki yaklaşımı, ölünün bedeninin kutsallığına yönelik bir durumu ortaya çıkarmaktadır. Konya'da gerçekleştirilen Okka ve Demireli'nin çalışmasında (2008:152) katılımcıların organlarını bağışlamayı düşünmemelerinin nedeni olarak % 32.4 cesedine müdahale yaptırmak istemediği, %25.0’i dini inancı nedeniyle, % 16.5’i acil bir durumda yanında organ bağışı kartı olması halinde tedavisinin eksik yapılabileceği veya ölümünün kolaylaştırılabileceği endişesi, %14.9’u olayın ticari yönden kullanılabileceği korkusu, %8.0’i ailesinin izin vermeyeceği düşüncesi, %3.2’si ise hiçbir neden belirtmeden kişisel tercihleri olduğu yanıtını vermişlerdir. Bu durum, organ bağışı istatistiklerine de yansımaktadır. Bir araştırmaya göre, ülkemizde yapılan organ nakillerinin yaklaşık olarak %75’i sağlıklı kişilerden alınan organlarla gerçekleşirken, Avrupa ülkelerinde nakillerin %80’inden fazlası kadavradan alınan organlarla yapılmaktadır (Naçar vd., 2001). Benzer bir biçimde ailelerin hayatını kaybetmiş yakınlarının organlarını bağışlamayı reddetme oranı Müslüman ülkelerde % 70'in üzerinde iken, bu oran İspanya'da % 20, Fransa'da % 30 civarındadır (Abadie, Gay, 2006). Organ bağışı için toplumsal ve kültürel yapıyla bağlantılı dini zihniyet anlayışının, bu bağlamda Müslüman dünya görüşünün etkili olduğu görülmektedir. Organ bağışı konusunda toplumumuzda ölünün yakınlarının ölüye saygı gösterme amacıyla, organlarını bağışlamaya sıcak bakmadıkları, yakınları kaybetmenin üzüntüsüyle çok defa kendi acılarını yaşarken önceden doğru bilgilendirme, yönlendirme yapılmadığı için organ bağışı oranları düşük kalmaktadır. 6) "Organlarımın Parçalanmasından Korkuyorum": Korku Boyutu: Organ bağışının önündeki engellerden birisi de, korku boyutu olarak kavramsallaştırılmaktadır. a) Organların parçalanmasından duyulan korku "Korktuğum için vermek istemiyorum" (Erkek, 19, Lise mezunu) / "İnsan öldükten sonra illa ki birilerini yaşatmak ister, ben de ihtiyacı olan insanlara yardım etmek isterim ama ailemin de ben öldükten sonra parçalanmış vücudumu görmelerini istemem." (Kadın, 23, Lisans mezunu, Öğretmen) Organların bağışlanması ve nakil sürecine yönelik korkular, organların "parçalanması" olarak dile getirilmekte, benzer yaklaşım, organ bağışlamayı ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 61-87 78 | Abdullah Özbolat düşünmeyen katılımcılar tarafından Ikels'in (1997), Çin, Hong-Kong ve Tayvan'da yürüttüğü çalışmasında da, "vücudun kesilmesi, parçalanması" gerekçelerden birisi olarak tespit edilmiştir. b) Ölmeden organlarım alınır korkusu "Organlarımı ölmeden alırlar diye korkarım" (Kadın, 30, ön lisans mezunu, ev hanımı) / "Korkuyorum, Ada6 diye bir film izlemiştim" (Erkek, 19, lise mezunu öğrencisi) / "Organlarımı bağışlamayı düşündüğümde sağlık sistemine, hastalara güvensiz olduğumu fark ediyorum. Bence pek çok kişi bağışlar organlarını, ben de. Ancak başıma bir iş gelip hastaneye yattığımda, sağlıkçılar müdahale etmez, tıbbi müdahaleyi yapmaz, nasılsa organlarını bağışlamış vs. derlerse." (Erkek, 40, Üniversite mezunu, Öğretim görevlisi) Yukarıdaki örnekler, bağışçı olmayı düşünse de, kaygılarının organ bağışını engellediğini belirtmektedir. Korkunun kaynağında, "rızam olmadan alırlar" düşüncesi bulunmaktadır. Donör adaylarının organ bağışı yaptıktan sonra kendilerine potansiyel organ bağışçısı olarak bakıldığı için olası hastalık ve ameliyatlarında hastane personeli tarafından ilgisiz davranılması endişesi dile getirilmektedir (Şık, 2015). 7) "Organlarım Sağlıksız": Hastalık Boyutu Organ bağışı konusunda görüşme yaptığımız katılımcıların bir kısmı, organ bağışına karşı çıkarken sağlık durumlarının elvermediğini belirtmektedir. Çeşitli hastalıklara bağlı olarak, "bağışlamak istesem de organlarım işe yaramaz" yorumunu yapmışlardır. "Bağışlamak istemiyorum, çünkü organlarım sağlıksız." (Kadın, 50, İlkokul mezunu, Ev hanımı) / "Benim organlarım zaten bitmiş, kimseye yararı olmaz." (Erkek, 76, İlkokul mezunu, Emekli) / "Benim bütün organlarım zaten hasta" (Kadın, 34, İlkokul mezunu, Ev hanımı) / "Çürüdüğünden dolayı faydası olmayacağını düşünüyorum." (Erkek, 59, Lisans mezunu, Öğretmen) / "Benim bütün organlarım hastalıklı, ayrıca zaten bağışlamak da istemiyorum. Çünkü, bu Allah'ın iradesine müdahale değil mi? Allah uzun ömürlü olmayı hayırlı kılsaydı, organa ihtiyaç mı olurdu?" (Erkek, 58, İlkokul mezunu, Çiftçi). Organ 6 Ada, 2005 yılında vizyona giren filmin konusunda görünüşte dışarıya kapalı ama ütopik bir ortamda yaşayan Lincoln Six Exo ve Jordan Two-Delta diğer herkes gibi düzenlenen yarışmalarla Ada’ya gitmek istemektedirler. Söylentilere göre bu Ada gezegendeki tek kirlenmeye doğal bir ortamdır. Fakat daha sonra anlarlar ki onlar dışarıda yaşayan insanların klonlarıdır ve tek yaşama sebepleri gerçek sahiplerine bir şey olduğunda onların ölecek olmalarıdır ve bu yüzden sıkı bir kaçış planı yapmaya karar verirler. Jordan ve Lincoln bu kötü gerçeği ortaya çıkarmak için ellerinden geleni yapacak ve hayatlarına riske atacaklardır. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 61-87 “Organlarımla Dirilmek İstiyorum.” | 79 bağışlama önündeki engeller sıralanırken son örnekte, organ bağışlamama önünde engeller iç içe geçiyor görünmektedir. 8) "Bilgi Sahibi Değilim": Bilgi Boyutu Organ bağışına sıcak bakmayanlar da kavramsallaştırılan bir diğer boyut, organ bağışına yönelik bilgi eksikliğidir. Organ bağışına yönelik tutum, dini, toplumsal, kültürel pek çok etkenle şekillenirken, katılımcılar tarafından bilgi boyutunda bilgi eksikliğine vurgu yapılmakta, bu durum, enformasyonun önemini göstermektedir. a) Bilgi boyutu "Hayır, bağışlamak istemem, çünkü bu konuda bir bilgim yok. Bilgi sahibi olmadığım bir konuda girişimde bulunmak istemem." (Erkek, 43, Lise mezunu, Pazarlamacı) / "Hiçbir bilgim yok, içim hiç rahat etmiyor. O yüzden vermek istemiyorum." (Erkek, 61, İlkokul mezunu, Emekli) / "Belli bir nedeni yok, bağışlamak istemiyorum, bilgim de yok. Yaşım daha genç. Fakat ilerleyen yaşlarımda fikrim değişebilir" (Kadın, 21, Ön lisans mezunu, işsiz) Okka ve Demireli'nin (2008: 152) çalışmasında, organ bağışının nasıl yapıldığını bilenlerin oranı %17.3 seviyesinde (n=126) kalırken, bilmeyenlerin oranı ise %82.7 (n=604) olarak oldukça yüksek bir oranda bulunmuştur. Katılımcıların organlarını bağışlamayı düşünenlerin oranı %45.5 olarak bulunurken hayır diyenlerin oranı %25.8 (n=188) kararsızların oranı ise %28.8 olarak bulunmuştur. Organ bağışı nasıl arttırılır sorusuna, sağlık personeli ve halkın eğitilmesine önem verilmeli ve bilgilendirme programları yapılmalıdır %57.4, devlet kuruluşları koordineli olarak birlikte çalışmalıdır %18.2, Medya desteği artırılmalıdır %13.8, gönüllü kuruluşların çalışmaları artırılmalıdır seçeneğinin ise %10.6 oranında olduğu görülmektedir. Organ bağışında bulunanlara veya ailesine yapılacak maddi desteğin organ bağışını artıracağına inananların oranı %55.9 iken, artıracağına inanmayanların oranı %39.5, kararsızların oranı ise %4.6 idi." (Okka, Demireli, 2008: 153). Bilgilendirici çalışmalarla sonuç alındığı görüldüğünde, bağışta bulunmaya teşvik etmek için çeşitli kampanyaların düzenlenmesinin gerekliliğini göstermiştir. Bu kampanyalar, belirli bir sistematik içinde hedef kitle oluşturularak yapılmalıdır. Örneğin, Yıldız vd. tarafından (2006: 54) Mersin'de yürütülen kan bağışı özelinde elde edilen verilerdeki, "kan verirsem şişmanlarım, karımla kardeş olurum, hastalık bulaşır, güçsüz kalırım, nasıl olsa biri kan verir" gibi kan bağışını engelleyen yanlış inanışlar ortadan kaldırılmalıdır. Araştırmacılar tarafından öğrencilerin organ nakli ve bağışı konusunda bilgi almayı isteme durumları incelendiğinde, öğrencilerin organ nakli ve bağışı konusunda bilgilendirilmeye istekli oldukları ve bu bilgileri daha çok hekim ve ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 61-87 80 | Abdullah Özbolat din adamlarından almak istedikleri tespit edilmiştir. Baykan ve arkadaşları (2009) öğrencilerin % 89.3’ünün organ nakli ve bağışı konusunda bilgi almak istediklerini saptamışlardır. Benzer bir sonuçla, Kavurmacı ve arkadaşlarının (2014: 18) araştırmaları sonucunda da, öğrencilerin %87.9’unun organ nakli ve bağışı hakkında bilgi/eğitim almak istedikleri ve bu bilgileri %53.7 oranında doktorlardan, %32.9 din adamından, %8.8 hemşirelerden, %4.5 oranında da hepsinden almak istedikleri belirlenmiştir. b) Kalp mi, Beyin mi: Çelişen bilgiler "Beyin ölümü diye bir şey yok. Kalp durunca ölüm olur. Kalp durunca da organlar işe yaramaz. Yıllarca bitkisel hayatta kalıp iyileşen insanlar var." (Erkek, 25, Lise mezunu, Teknisyen) Organ bağışına yönelik katılımcıların görüşlerine yansıyan bir boyut, "beyin ölümü" konusudur. Ölüden organ nakli için bağışçının "beyin ölümünün gerçekleşmiş" olması şartı aranmaktadır. Ancak bağışçının ölüm anının tespiti konusunda bir kafa karışıklığı bulunmaktadır. Konu, Antik Yunan'a götürüldüğünde de beyin mi kalp mi konusunda bir ortak görüş beyan etmemiş görünmektedir. Modern tıp, ölüm için "beyin ölümünü" ileri sürse de, bedenin kontrol merkezini kalp olarak gören bir anlayış öne çıkmakta, beyin ölümü konusunda dini-toplumsal zihniyetin kültürlerarası farklılıkları bilinmektedir. Haviland vd. (2011: 8) organ bağışı konusunda kültürlerarası bir farklılığa işaret etmekte, Kuzey Amerikalıların benliğin, bireyselliğin beyinde yer aldığına inandıkları için beyin ölümü gerçekleşmiş bir bedenden yapılacak organ nakline olumlu baktıklarını, Japonların ise benliğin, bireyselliğin beyinden çok bedende yer aldığını düşündükleri için aynı durumda gerçekleşecek organ nakline sıcak bakmadıklarını tespit etmektedir. İlahiyat fakültesi öğrencilerinin % 51,6'sı tarafından böbrek bağışlamanın bilindiği, diğer organların daha az bilindiği tespit edilmiştir. İslam dini, organ naklinin ölüm gerçekleştikten sonra izin vermektedir. Öğrencilerin % 65,4'ü beyin ölümünü bilmektedir. % 41 beyin ölümü gerçekleşmiş akrabasının organlarını bağışlayabileceğini belirtmiştir (Naçar, vd., 2009: 4059). Duyu organlarının beyinle bağlantısını bilen ama bu delillerin kendisini ikna etmediği Aristoteles, kalbi yaşamın, hareketin ve duyumun arkhê'si diye görüp, beynin kendisinde hiçbir duyumun bulunmadığını ileri sürerken, gençken beyin teorisinden haberdar olan Sokrates, bu kanaatini Platon'a aktarmış, Platon, beyni bedenin canlılığını yeniden üreten güçlerin kaynağı kabul etmiştir (Peters, 2004: 176-178). ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 61-87 “Organlarımla Dirilmek İstiyorum.” | 81 9) "Bana Ait Olanı Vermek İstemiyorum": Bireyselleşme Boyutu Organ bağışına olumsuz tutum da, kavramsallaştırılan son boyut, bireyselleşme boyutudur. Organ bağışı, bedendeki tasarruf hakkını gündeme getirmektedir. Bu boyut, organlarını sahiplenmekte ve paylaşmak istemeyen bir tutum olarak belirmektedir. Yeniden dirilişi düşünerek, bedeni ve organlarını "emanet" olarak gören anlayıştan, bu boyutta, "sahiplenme" yönünde bir anlayışın ortaya çıktığı gözlenmektedir. Bireyselleşme boyutu, birbirine bağlı, özgür davranma, değersizlik ve bencillik tutumu olarak üç alt boyutu karşımıza çıkarmaktadır. "İnsanlara faydalı olacağını düşündüğüm için tabi ki vermek isterim ama kendimi organlarımı bağışlamaya hazır hissetmiyorum. Dışarıdan baskı ya da yönlendirmeyi de hoş görmüyorum. Bu kararı ben tek başıma vermeliyim." (Erkek, 28, ön lisans mezunu, esnaf) / "Kendimi faydalı görmüyorum ve organlarımın da faydalı olacağını düşünmüyorum." (Erkek, 28, Ön Lisans mezunu, Satış danışmanı) / "Çok bencil ve kıskancım. Özen gösterdiğim hiçbir şeyi kimseye veremem." (Kadın, 25, Üniversite öğrencisi) / "Benim organlarım bana ait, kimseye vermek istemem." (Erkek, 20, Üniversite öğrencisi) / "Allah bana verdi, organlarım benimle bu dünyadan gider." (Erkek, 58, İlkokul mezunu, Esnaf) / "Allah benim için yaratmış, benim organım niye bağışlayayım ki?." (Erkek, 29, Lise mezunu, Esnaf) / "Aslında bunun sebebi biraz farklı çünkü bu konuda biraz bencilim." (Erkek, 27, Lisans mezunu, Öğretmen) Özgür davranma, değersizlik ve bencillik tutumu olarak üç boyutta ele alınan bireyselleşme bağlamında Berger ve Luckmann (2008: 77) insanın kendisine yönelik yaklaşımını, “beden olmak” ile bir “bedene sahip olmak” arasında bir denge durumu olarak ele almaktadır. Bu yaklaşım, bedeni hakkında düşünen, bedenine anlam yükleyen bir varlık olarak insanın kendisini hem bedeniyle özdeş hem de bedeni üzerinde tasarruf sahibi bir anlayışla ilişkilendirilebilir. Klasik dönemden modern döneme bedene yaklaşımın paradigmatik bir dönüşüme sahne olduğu görülmektedir. Bu yaklaşım, "emanet görme" anlayışından "sahip olma" anlayışına bir dönüşüm olarak ifade edilebilir. Ölüm, geleneksel dünyada dini bir renge sahip iken, modern dönemde ölüme karşı bakış açılarının ve tutumlarının tıbbın profesyonelleşmesiyle birlikte değiştiği, ölüm artık teknik bir mesele ve değerlendirilmesi tıp mesleğine bırakılmaktadır (Giddens, 2010:206). Beden konusunda "emanet" ten, "sahip olmaya" bir yönelim gözlenirken, ölüm konusunda bir anlamda tam aksi yönde bir yönelim gözlenmektedir. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 61-87 82 | Abdullah Özbolat Sonuç Bu çalışma, organ bağışı yapmamanın toplumsal ve kültürel bir arkaplana sahip olduğundan hareket ederek, organ bağışının yaygınlaştırılması için öncelikle bu toplumsal ve kültürel arkaplanın, zihniyete dönüşen durumun anlaşılması gerektiği fikrinden hareket edilmiştir. Katılımcı görüşleri, organ bağışında bulunmamayı çok yönlü dile getirmişler, organ bağışının dinitoplumsal arkaplanı dokuz boyutta kavramsallaştırılmıştır. Organ bağışının dini, kültürel, toplumsal koşullardan beslendiği belirtilip, bu etkenler "niçin" sorusu çerçevesinde sorgulanmadığı için davranışa yön veren sebep ortaya çıkarılamamaktadır. Bu çalışmada dokuz boyutta kavramsallaştırıldığı gibi, belirttiğimiz bu zihniyet yapısının dışavurumları yansımakta, "bilinçli, kasıtlı, kararlı" bir biçimde organ bağışında bulunmamanın "sabitlenmiş" bir kanaate dayandığı görülmektedir. İlgili literatür, organ bağışı için "eğitim" faktörüne işaret ederken, bu çalışmanın başındaki iddiaya uygun olarak, eğitimin etkenlerden sadece birisi olduğu görülmüştür. Eğitimsizlik ya da bilgi eksikliğinden çok daha fazla, "yerleşik inanç", "kalıplaşmış inanç" olarak nitelenebilecek etkenler tespit edilmiştir. Çeşitli araştırmalar insanların organ bağışı konusunda düşünceye etki eden eğitim, sosyo-ekonomik düzey, kültür ve din gibi önemli faktörlere işaret etmekte, Türkiye'de yeterli sayıda organ nakli merkezi ve tecrübeli sağlık personeli ve doktor bulunmasına rağmen (Tarhan, vd. 2015: 1976), Türkiye'de organ bağışı beklenen oranların çok altında kalmaktadır. Bu sonuç, organ bağışının arkaplanında davranış, tutum ve inançların altında yatan bir zihniyet yapısı olduğunu desteklemektedir. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 61-87 “Organlarımla Dirilmek İstiyorum.” | 83 Kaynakça Abadie A, Gay S. (2006). The Impact of presumed consent legislation on cadaveric organ donation: a cross-country study. J. Health Econ, 25: 599620. Acar, H. İbrahim (2007). Organ bağışının dinimizdeki yeri. Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, S. 27, 17-30. Adıvar, A. Adnan (2000). Tarih Boyunca İlim ve Din. İstanbul, Remzi Kitabevi. Al-Faqih, SR (1991) The Influence of Islamic views on public attitudes towards kidney transplant donation in a Saudi arabian community. Public Health. 105(2): 161-165. Alkhawari FS, Stimson GV, Warrens AN. (2005). "Attitudes toward transplantation in U.K. Muslim Indo-Asians in West London." Am J Transplant. 5(6): 1326-1331. Aslam M, Hameed W. (2008). UK Muslim graduates need more information about organ donation and translant, Transplant International, 21: 92-93. Aykas, A.; A. Uslu; S.M. Doğan (2015). "Intellectuality and attitudes of clergy about organ donation in Turkey: Metasynthesis of observational studies". Transplantation Proceedings, 47, 1066-1069. Barsoum RS. (2002). Overview: End-stage renal disease in the developing world. Artif Organs, 26: 737-746. Başal, Bilgen (2015). "The reasons of low organ donation rates and remedy suggestions: a field survey". International Journal of Social Science, 33: 207-221. Baykan Z, Naçar M, Yamanel R, Uzun AÖ, Daglıtuncezdi S, Davran H ve ark. (2009). Tıp fakültesi birinci sınıf öğrencilerinin organ-doku nakli konusundaki bilgi, tutum ve davranışları. Ulusal Cerrahi Dergisi, 25(4):137141. Berger P. L., Luckmann T. (2008). Gerçekliğin sosyal inşası. (Çev. Vefa Saygın Öğütle). İstanbul: Paradigma Yayınları. Bölükbas N, Eyüpoglu A, Kurt P. (2004). Organ bağışı hakkında üniversite öğrencilerinin düşünceleri. OMÜ Tıp Dergisi; 21(2): 73-77. Can, Fatma (2016). "Organ bağışına onay veren ve vermeyen ailelerin bazı sosyal psikolojik değişkenler yönünden karşılaştırılması". Doktora Tezi. Ankara Üniversitesi. Cantarovich F. (2005a). Public opinion and organ donation suggestions for overcoming barriers. Ann Transplant;10: 22-25. Cantarovich F. (2005b). Influence of socioeconomic and ethical factors on people's behaviour regarding the use of cadaveric organs. Transplantation Proceedings, 37(2), 539-542. Çolak, M.; K. Ersoy; M. Haberal; D. Gürdamar; Ö. Gerçek (2008). "A household study to determine attitudes and beliefs related to organ transplanÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 61-87 84 | Abdullah Özbolat tation and donation: a pilot study in Yapracık village, Ankara, Turkey". Transplantation Proceedings, 40: 29-33. Einollahi B. (2008). Cadaveric kidney transplantation in Iran: behind the middle eastern countries?. Iran J. Kidney Dis; 2(2): 55-56. El-Shahat, Y.I.M. (1999). "Islamic viewpoint of organ transplantation", Transplantation Proceedings, 31: 3271-3274. Giddens A. (2010). Modernite ve bireysel kimlik. (Çev. Ümit Tatlıcan). İstanbul: Say Yayınları. Golmakani MM, Niknam MH, Hedayat KM (2005). Transplantation ethics from the Islamic point of view. Med Sci Monit, 11: 105-109. Good, B. J. (2003). "Kültür ve psikoterapi: kültürlerarası araştırmaların psikoterapi uygulamaları açısından önemi", Kültür ve Ruh Sağlığı: Küreselleşme Koşullarında Kültürel Psikiyatri. (Ed. Kemal Sayar), İstanbul: Metis Yayınları, 33-55. Göz Fügen, Şalk Gürelli, Ş. (2007). Yoğun bakım hemşirelerinin organ bağışı ile ilgili düşünceleri. Fırat Sağlık Hizmetleri Dergisi; 2(5): 77-88. Güden, Emel; Fevziye Çetinkaya; Melis Naçar (2013). "Attitudes and behaviors regarding organ donation: a study on officials of religion in Turkey". J. Relig. Health, 52: 439-449. Haviland, W. vd. (2011). Cultural anthropology the human challenge. United States: Wadsworth Cengage Learning. http://www.gergermuftulugu.gov.tr/?Syf=26&Syz=182843 (Erişim tarihi: 20.12.2016) http://www.haberturk.com/saglik/haber/822210-turkler-canlidan-cok-olusunesahip-cikiyor (Erişim tarihi: 13.10.2016). http://www.trthaber.com/haber/dunya/fransada-otomatik-organ-bagisiuygulamasi-291730.html (Erişim tarihi: 3/1/2017). https://www.tonv.org.tr/tr/hakkimizda/ (Erişim tarihi: 15.12.2016) Ikels, C. (1997) Kidney failure and transplantation in China. SocSciMed., 44 (9): 1271-83. İnce, Orhan (2007). "Organ nakli". Diyanet İslam Ansiklopedisi, C. 33, 373375. Kavurmacı, Mehtap; Neziha Karabulut; Ayşegül Koç (2014). Üniversite öğrencilerinin organ bağışı hakkındaki bilgi ve görüşleri". Hemşirelikte Eğitim ve Araştırma Dergisi,11(2): 15-21. Keçecioğlu, N.; M. Tuncer; L. Yücetin; M. Akaydın; G. Yakupoğlu (2000). "Attitudes of religious people in Turkey regarding organ donation and transplantation". Transplantation Proceedings, 32: 629-630. Keng Thye, Woo (1992). "Social and cultural aspects of organ donation in Asia". Ann. Acad. Med. Singapore. 121(3): 421-427. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 61-87 “Organlarımla Dirilmek İstiyorum.” | 85 Koç, M. Şah (2010). "Organ nakli ve kan bağışı" Cuma hutbesi. Şanlıurfa İl Müftülüğü, 25/06/2010. www.sanliurfamuftulugu.gov.tr, (Erişim Tarihi: 16.09.2015) Korkmaz, Arif (2012). "Tıp ve din", Din Sosyolojisi El Kitabı içinde, Ankara: Grafiker Yayınları, 307-366. Lam WA, McCullough LB. (2000). Influence of religious and spiritual values on the willingness of chinese-americans to donate organs for transplantation. Clin Transplant, 14: 449-456. Macit, Mustafa; Öztaş, Fatih (2016) “‘Kalbinize bir sorun hayat vermek ister mi?’ Kadavradan organ nakli ile ilgili tutumlar, tıp ve toplum (internet gazete haberleri üzerinden bir inceleme)”. İlahiyat Tetkikleri Dergisi, S. 45, 27-44. Masri MA, Haberal MA, Shaheen FA. (2004). Middle east society for organ transplantation (mesot) transplant registry. Exp. Clin. Transplant; 2: 217-20. Messina, E. (2015). "Beyond the officially sacred, donor and believer: religion and organ transplantation". Transplantation Proceedings, 47: 20922096. Naçar, M, Çetinkaya, F, Kanyılmaz, D, Tokgöz, B, Utaş, C. (2001). Hekim adaylarının organ nakline bakış açıları. Türk Nefroloji Diyaliz ve Transplantasyon Dergisi, 10: 123-8. Naçar, M.; F. Çetinkaya, Z. Baykan, and S. Poyrazoğlu (2009). Attitudes and behaviours of students from the faculty of theology regarding organ donation: a study from Turkey". Transplantation Proceedings, 41: 40574061. Okka, Berrin; Orhan Demireli (2008). Konya ilinde halkın organ bağışı konusuna bakış açılarının değerlendirilmesi. Türkiye Klinikleri J. Med. Ethics, 16: 148-158. Özdağ, Nurten (2001). "Organ nakli ve bağışına toplumun bakışı". Cumhuriyet Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, 5 (2): 46-55. Özer N., Sarıtaş S., Karaman Ö. Z. (2010). “Hemşirelik öğrencilerinin organ nakli ve bağışı konusundaki bilgi ve düşüncelerinin incelenmesi”, Anadolu Hemşirelik ve Sağlık Bilimleri Dergisi. 13(2): 1-11. Özer, A.; H.C. Ekerbicer, M. Celik and M. Nacar (2010). Knowledge, attitudes, and behaviors of officials of religion about organ donation in Kahramanmaras, an eastern mediterranean city of Turkey". Transplantation Proceedings, 42, 3363-3367. Panwar, Rajesh; Sujoy Pal; Nihar R. Dash; Peush Sahni; Aarti Vij; Mahesh, C. Misra (2016). "Why are we poor organ donors: a survey focusing on attitudes of the lay public from Northern India". Journal of Clinical and Experimental Hepatology, 6(2): 81-86. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 61-87 86 | Abdullah Özbolat Rios, A.; A. Lopez-Navas; A. Iniesta; M. Mikla; L. Martinez-Alarcón; G. Ramis; P. Ramirez; P. Parrilla (2015). "Involvement of religious factors on the attitude toward organs donation among the ecuadorian population resident in Spain". Transplantation Proceedings, 47, 2600-2602. Seymen, Didem (2013) Organ nakli 10 yılda 10 kat arttı. sabah gazetesi sağlık haberleri. http://www.sabah.com.tr/saglik/2013/11/11/organ-nakli-10yilda-10-kat-artti (Erişim tarihi: 9.11.2016) Şık, İsmail (2016). "Teolojik yorumlar çerçevesinde ahiret inancının organ bağışına olumlu olumsuz etkileri". Tıbbı Nebevi Uluslararası Sempozyumu Bildirileri, (Ed. H. Akkanat; E. Döner) Adana, 569-578. Tarhan, Merve; Levent Dalar; Huseyin Yildirimoglu; Adnan Sayar; Sedat Altin (2015). "The view of religious officials on organ donation and transplantation in the zeytinburnu district of Istanbul". J. Relig Health, 54: 19751985. Topbas¸ M.; S. Türkyilmaz; G. Çan; Ş. Ulusoy; M. Kalyoncu; K. Kaynar; A. Yavuzyilmaz; E. Kiliç; S. Ari; B. Ari (2011). "Information, attitude and behavior toward organ transplantation and donation among health workers in the eastern black sea region of Turkey". Transplantation Proceedings, 43, 773-777. Tumin, Makmor; Abdillah Noh; NurulHuda Mohd Satar; Khaled Tafran; Nawi Abdullah; Wan Ahmad Hafiz Wan Md Adnan; Mohamad Yusoff Sanusi (2016). "Muslims’ views on the permissibility of organ donation: the case of Malaysia". International e-Journal of Science, Medicine & Education Journal (IeJSME), 10(1): 41-46. Ülgener, Sabri (2006). Zihniyet ve din. İstanbul: Derin Yayınları. Whyte, A (1997) The Ultimate gift. Nursing Times, 9 (6): 26-30. Yar, Erkan (2011). Ruh-beden ilişkisi açısından insanın bütünlüğü sorunu. Ankara: Ankara Okulu Yayınları. Yıldız, Çilem; Gürol Emekdaş; Arzu Kanık; Naci Tiftik; Nuri Solaz; Gönül Aslan; Seda Tezcan; Mehmet S. Serin; Sema Erden; İlter Helvacı; Feza Otağ (2006). "Neden kan bağışlamıyoruz? Mersin ili’nde yaşayanlarda kan bağışına genel bakış: anket çalışması". Infeksiyon Dergisi (Turkish Journal of Infection), 20 (1): 41-55. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 61-87 “I Want to Resurge with my Organs” Religious-Social Background of Organ Donation Citation / ©-Özbolat, A. (2017). “I Want to Resurge with my Organs” Religious-Social Background of Organ Donation, Çukurova University Journal of Faculty of Divinity, 17 (1), 61-87. Abstract- While indicating the socio-cultural views, religious concerns and the impact of the state of consciousness and knowledge in organ donation, and having donations at low rates, have shown the importance of the studies on this area. There is an urgent need to gather this information in order to find out the reasons for poor organ donation rates in Adana/Turkey. This study aims to analyze the relationship between the views to organ donation in Turkey and the process of meaning and interpreting on the aspects of religious-social background and claims that there is a structure of religious-social mentality in the background of the lack of organ donation. There are a great number and interwoven of factors that may influence the decision-making process in the context of religioussocial mentality. Even if no religious tradition formally forbids organ donation and transplantation, members of the same religious group may have differing and often conflicting opinions in their own interpretation of how their religion encourages and/or supports organ donation and transplantation. Religious concerns might represent an important issue when donation for transplantation is discussed. Organ donation rates in Turkey when compared with other European countries are very insufficient. This study tries to explore the reasons of low organ donation rates while analyzing the current insufficient organ donation condition of our country and tries to find remedy solutions. Factors that prevent organ donation, by moving from the social background of organ donation, have been conceptualized in nine dimensions. Organ donation has multi-dimensional and complex aspects with the social and cultural dimensions. It is required to perform a study regarding these factors to promote organ donation. Keywords- Organ donation, religious-social background, mentality, resurgence, insufficient donation, Adana Arap Dilinde هل/ Hel ve أ/ Hemze Soru Harflerinin Vaz’ı ve Kullanımı Doç. Dr. Musa ALP Atıf / ©- Alp, M. (2017). Arap Dilinde هل/ Hel ve أ/ Hemze Soru Harflerinin Vaz’ı ve Kullanımı, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 17 (1), 89118. Öz- Bu araştırmada هـل/hel ve أ/hemze soru harflerinin Arap dilinde kullanımı incelenmiştir. Arap dilinde harfler cümlede zait olarak kullanılan tamamlayıcı unsurlardır. İsim ve fiiller vaz’ edilmeleri açısından nadiren hazfedilmekle birlikte harfler sıklıkla hazfedilebilir. هـل/hel ve أ/hemze de soru harfleri olup evet ya da hayır cevabına yönelik sorularda hazfedilebilir. Dolayısıyla bu iki edatın vaz’ açısından cümlede zikredilmeleri istifham haricinde bir amaca yöneliktir. Bu amaç da tekit, taaccüp, iğneleme, emir, hasr gibi cümlenin içeriğinin tamamen tasdiki ya da reddinden başka bir şey değildir. Hatta هـل/hel ve أ/hemze ile yapılan bu tekit, bazen أ ََوال, أفلـم, هـل ِمـن, هـل ِلgibi harflerle birlikte kullanılarak kuvvetlendirme derecesi artırılır. Diğer harflerde olduğu gibi bu iki soru harfi de sözlü dilde evet veya hayır cevabı gerektiren bir soru cümlesinin başında kullanılmadan cümlenin kendisinden bu soru anlaşılır. Kuran-ı Kerim sözlü kültüre göre inmiştir. Ancak Kuran ayetlerinde soru harflerinin sıkça geçtiğini ِ َ َـول ِجلهـنَّم ه ِـل امـت görüyoruz. ألست بِـربِّكمile ـل ِمـن َّم ِزي ٍـد ُ ْت َوتَـ ُق ْ َ َ َ َ ُ يَـ ْـوَم نـَ ُقsorularında olduğu gibi ْ ـول َه bu harflerin görevi, sade bir sorudan ziyade anlamda vurgu ifade etmektir. Sözlü gelenekte bu tür sorulara muhatap olan birinin içeriği olumlu anlamda tasdik etmesi beklenilir. Anahtar sözcükler- İstifam, هل/ hel, أ/ hemze, vaz’ §§§ Makalenin geliş tarihi: 17.03.2017; Yayına kabul tarihi: 19.06.2017 Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Arap Dili ve Belağatı Anabilim Dalı, eposta: [email protected] 90 | Musa Alp Giriş Düşünen bir canlı olan insanoğlu ibtidaen bazı işaretler ve seslerle kendi arasında iletişim kurarak daha çok sosyalleşmiştir. Zaman içerisinde kendisinde var olan düşünme yetisini kullanarak her alanda kesintisiz bir şekilde daha mükemmele doğru ilerlemiştir. Beşeriyetin fikri gelişimine paralel olarak insanoğlu sesleri disipline ederek bir anlam ifade eden müstakil kelimeler oluşturmaya başlamıştır ki Arap dilbiliminde bu olguya vaz’ denilmektedir 1. Zamanla işaretlerin yerini kelimeler almış nihayet insanoğlu yazıyı da icat ederek muhatapları dışındakilere ve kendinden sonra gelecek nesillere yapıp ettiklerini aktarmayı başarmıştır. Yaşayan dünya dillerinin ortak özelliklerinin yanı sıra her dili diğerlerinden ayıran kendine has birtakım yönleri bulunmaktadır. Bu genel kural Arapça için de geçerlidir. Mevcut bilgi ve tecrübelerimizin yanında Suriye, Ürdün, Lübnan, Filistin, Suudi Arabistan, Mısır, Cezayir gibi bizzat bulunduğumuz ülkeler ile Kuveyt, Bahreyn, Umman, Irak gibi Körfez ülkeleri ve Tunus, Libya, Fas gibi Magariba ülkelerinden farklı vesilelerle irtibata geçtiğimiz ana dili Arapça olan kişilerin sözlü kullanımlarından ulaştığımız kanaat; Arapların soru harfleri هل/hel ve أ/hemze ile yapılan soruları evet anlamına gelen نعم/neam ya da hayır anlamındaki ال/lâ cevabını almaya yönelik değil de daha çok genel anlamda te’kîd amaçlı başka amaçlar için kullandıkları yönündedir. Kur’an ayetlerinde de هل/hel ve أ/hemze soru edatlarının kullanımında aynı durumun söz konusudur. Zira Kur’an-ı Kerim sözlü gelenek üzere indirilmiş, toplanması, noktalanması ve harekelenmesi daha sonraki süreçte İslam coğrafyasının genişlemesi üzerine hâsıl olan ihtiyaca binaen gerçekleşmiştir. Dolayısıyla Kur’an ayetlerinin dil yapısını anlamaya çalışırken dönemin sözlü geleneğini esas almalıyız. Günümüz yazılı geleneğinden bakınca sağlıklı bir anlamanın olmayacağını düşünmekteyiz. Bütün bunlardan hareketle şöyle bir varsayıma ulaştık: “Arap dilinde هل/hel ve أ/hemze soru harfleri her ne kadar yazılı gelenekte “evet” ya da “hayır” cevabı için kullanılıyor olsa da sözlü gelenekte bu iki soru edatı cümlede zikredilmemektedir. Sözlü gelenekte bunların zikredilmesi ise vurgudan başka bir şey değildir. Dillerin müfredatı bidayette sözlü geleneğe uygun olarak vaz’ edilmişlerdir. Zira yazı çok sonraları icat edilmiştir.” Bu tespit ve varsayımımızın doğruluk oranını tespit etmek için Kur’an ayetlerinde هل/hel ve أ/hemze soru harflerinin kullanımını vaz’ ilmi kapsamında inceledik. Ayrıca هل/hel ve أ/hemze soru harflerinin aralarındaki ilişkiyi 1 Ali Kuşcu, ‘Unkûdu’z-Zevâhir fi nazmi’l-cevâhir, thk. Ahmed Afîfî, Daru’l-Kutubi’lMısriyye, Kahire 2001, s. 170. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 89-118 Arap Dilinde هل/ Hel ve أ/ Hemze Soru Harfleri | 91 irdeleyerek bu harflerin birbirinden bağımsız olarak ayrı ayrı mı vazedildikleri ya da birinin diğerinden mi türediği hususunu vaz’ ilmi açısından araştırdık. Araştırma, Arapçada soru harfleri olan هل/hel ve أ/hemze’nin kullanımı ile sınırlandırılmış olup farklı amaçlarla vazedilmiş olan ve müstakil çalışma konuları olarak değerlendirilmesi gerektiğini düşündüğümüz أين/eyne, مىت/metâ, كيف/keyfe gibi diğer soru isimlerine bu araştırmada değinilmemiştir. Farklı görüşler olsa da insanoğlunun ilk vazettiği kelimenin isim olduğunu düşünmekteyiz. Bu konuyla ilintili olarak Arap dil ekolleri arasında var olan “Mastar fiilden mi yoksa fiil mastardan mı türedi?” sorusu aslında ilk vazedilen kelimenin tartışılmasından başka bir şey değildir. Zira Kûfe dil ekolü mastarın fiilden türediğini savunurken Basra dil ekolü fiilin mastardan türediğini benimsemektedir2. Bize göre ilk vazedilen kelime isimdir. Çünkü faili olmayan bir fiilden söz edilemez. Fail de ancak isim olur. Dolayısıyla ilk vazedilen kelime isim olmak durumundadır. Su isteyen birisi “su” dedikten sonra “ver” ya da “istiyorum” fiillerini zikretmeden işaret yardımıyla meramını ifade edebilir. İlk vazedilen kelime ister isim, ister fiil olsun, kesin olan bir şey var ki o da harflerin tamamlayıcı bir unsur olarak vaz‘edildiğidir. Zira Arap dili harflerin3 vaz‘ edilmesi sonucu günümüzdeki gelişmiş halini almıştır. Çünkü insanoğlu ihtiyaca binaen kelime üretir yani vaz‘ faaliyetinde bulunur. Eğer vaz’ sırasına göre kelimeleri sıralayacak olursak isim, fiil ve harf şeklinde bir sıralama yapabiliriz. Arap dilinde de bütün dillerde olduğu gibi isim, muayyen bir nesneyi ifade ederken; fiil, zamanla mukayyet bir eylemi ifade etmektedir. Ancak genel anlamıyla edat dediğimiz bazı kelimeler vardır ki bunlara harf denilmektedir4. Harf, kendi başına müstakil bir anlam ifade etmeyen ancak bir isim ya da fiil ile kullanıldığında bir anlam kazanan kelimelerdir. Daha anlaşılır bir ifade ile Arap dilinde harf yardımcı unsurdur. Dolaysıyla harfler tamamlayıcı konumunda olup harf kullanılmadan da anlam bir şekilde ifade edilebilir. !رجل ُ ايifadesi yâ/ ايnida harfini kullanmadan !;رجل ُ 2 Abdurrahman b. Muhammed el-Ensari Ebu’l-Berakat Kemalettin el-Enbari, el-İnsaf fi mesâili’l-hilaf beyne’n-nahviyyin el-Basriyyin ve’l-Kufiyyin, Mektebetu’l- Asriyye, Beyrut 2003, I, 192. 3 Harf teriminden kastedilen edat diye adlandırdığımız isim, fiil gibi bir kelime türü olup Türkçedeki “a, e, b, c” gibi sesli ya da sessiz yalın tek sesler değildir. Arap dilinde harf; ba/ِ بـ, lam/ ِلgibi tek ses; min/مِ ن, fi/ فِيgibi iki ses; ila/إلى, munzu/ منذgibi üç ses; hatta/حتّى, hâşâ/ حاشاgibi dört sesten oluşabilir. 4 Abdurrahman b. Muhammed el-Ensari Ebu’l-Berakat Kemalettin el-Enbari, Esrâru’lArabiyye, Dâru’l-Erkam, Beyrut 1999, s. 40. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 89-118 92 | Musa Alp قد دخلifadesi kad/ قدharfini kullanmadan ;دخل سأكتب/ سوفifadesi sevfe/ سوفharfini kullanmadan ;أكتب إىل البيت/ دخلت ِفifadesi harfi cerleri kullanmadan البيت َ ;دخلت إن الرجل طالبifadesi inne/ إنharfini kullanmadan ;الرجل طالب أشرقت الشمسifadesi te’nis harfi ta/ تharfini kullanmadan ;أشرق الشمس حضرت الدرس ليلىifadesi te’nis harfi ta/ تkullanmadan الدرس ليلى ;حضر َ إن تتِين أكرمكcümlesinde şart harfi in/ إنharfini kullanmadan 5 ائتِين أكرمكifadeleri kullanılabilir. Aynı şekilde Kur’an kıraatlerinde de harflerin bazen hazfedildiği görülmektedir. Nitekim Bakara 275. ayetinde اءهُ َمو ِعظَةٌ ِمن َربِ ِه فَان تَ َهى فَ لَهُ َما َ فَ َمن َج ِاّلل ِ ِ ر َف َوأَم ُرهُ إ َىل ر َ َسل, te’nis ta/’تsı bulunmamaktadır. Nahl 36. ayetinde َوِمن ُهم َمن َحقت َعلَيه َ الضşeklinde fiil müennes gelmişken Araf 30. ayette ُرَللَة َ فَ ِري ًقا َه َدى َوفَ ِري ًقا َح رق َعلَي ِه ُم الضfiil ُرَللَة ِ وأ َ ِ رile müzekker olarak varit olmuştur. Benzer durum Hud 94 ُصي َحة َموا ال ر ُ ين ظَل َ َخ َذت الذ َ ِ وأَ َخ َذ الرayetlerinde de söz konusudur. ‘Fiil ile fail arasına Hud 67 ُصي َحة ل ظ ين ذ َ َموا ال ر ُ َ َ başka bir kelime girerse uyum aranmaz’ şeklinde bir kural geliştirilmiş olsa da netice itibarıyla te’nis harfi hazfedilebilmektedir ve yukarıdaki örneklerde olduğu gibi her iki kullanım da Kuran’da mevcuttur. Aynı şekilde Tevbe süresi 100. ٍ ِ ِ ٍ ayeti ile ilgili ار َ َوأve ار َ َوأşeklinde iki müteُ ََع رد ََلُم َجنرات ََت ِري ََتتَ َها األَْن ُ ََع رد ََلُم َجنرات ََت ِري من ََتتها األَْن 7 ِ 6 ِ ِ َجاءْتُم رسل ُُهم ِِبلب يِن ِ ِ ِ vatür kıraat bulunmaktadır . Yine Kuran’da ات َوِِبلزُّبُر َوِبلكتَاب ال ُمنر َ ُُ َ َ ِ ِ جآ ُؤوا ِِبلب يَِن8 ayetinِ َات َوالزُّبُ ِر َوالكت ayetinde الزبرve الكتابharfi cer ( )بile geçerken اب ال ُمنِ ِر َ َ de ise cer harfi hazfedilmiştir. İlk ayet Mekki sûre olan Fatır’da, ikincisi ise Medeni sûre olan Al-i İmran’da geçmektedir. Mekki süreler zaman açısından Medeni sürelerden daha önce olduğu gibi Mekke halkı da Medine halkına nazaran daha inatçı ve az anlayışlı idi. Dolayısıyla harf hazfedilmeyip zikredilerek vurgu ifade edilmiştir. Konuyu destekler mahiyette Hicr sûresi 4. َوَما أَهلَكنَا ِ ِ ِ ٍ ِ ٍ ُوم ٌ اب رمعل ٌ من قَ ريَة إِالر َوََلَا كَتile Şuara 208. َوَما أَهلَكنَا من قَ ريَة إِرال ََلَا ُمنذ ُرayetleri örnek olarak verilebilir. İlkinde vav/ وlı ikincisinde ise vav/ وsız varit olmuştur. Bu iki ayeti nahvî açıdan yorumlayan İbnü’l-Esir, ما رأيت رجَلً إال وعليه ثيابcümlesinin vav/’وsız haliyle 5 Cemaluddin Abdullah b. Hişam el-Ensârî, Şuzûru’z-zeheb, (tah. Berakât Yusuf Hebbût), Daru’l-Fikr, Beyrut, 1414/1994, s.456. 6 Ebu Bekir b. Ebî Dâvud Abdullah b. Süleyman el-Ezdi, Kitâbu’l-mesâhif (tah. Muhammed b. Abduh), Faruk el-Hadîse Yay. Kahire 2002, s. 154; Cemaleddin Ebu’lFerec Abdurrahman el-Cevzi, Funûnu’l-efnân fî uyûni’l-Kur’ân, Daru’l-Beşâir, Beyrut 1987, s.379; Ebu Abdillah Bedreddin Muhammed b. Abdillah b. Bahadır ezZerkeşi, el-Burhan fî ulûmi’l-Kur’ân (tah. M. Ebu’l-Fazl İbrahim), Daru’l-Marife, Beyrut 1957, I, 140. 7 Fatır, 35/25. 8 Al-i İmran, 3/184. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 89-118 Arap Dilinde هل/ Hel ve أ/ Hemze Soru Harfleri | 93 ِ de söylenebileceğini ifade etmektedir. Hatta Bakara 38’de ف َعلَي ِهم ٌ اي فََلَ َخو َ فَ َمن تَب َع ُه َد َوالَ ُهم ََي َزنُو َنbinaları farklı amaca yönelik olan بع َ َ تgeçmekteyken Taha 123’de فَ َم ِن ِ اي فَ ََل يَض ُّل َوَال يَش َقى َ اتfiili geçmektedir. İlk َ اتربَ َع ُه َدyine binası farklı anlamı aynı olan ربع ِقَالُوا ََت ر ayette ziyade harf olan elif/ اve ta/ تhazfedilmiştir. Yusuf süresi ّلل تَفتَأُ تَذ ُك ُر ِ ِ ِ ي َ وس ً ف َح رىت تَ ُكو َن َح َر َ ضا أَو تَ ُكو َن م َن اَلَالك ُ ُ ي85. ayetinde, ال تزالanlamına gelen ُ تَفتَأfiilinin başında bulunması gereken الharfi hazfedilmiştir. Benzer durumu İmru’l-Kays’ın ولو قطعوا رأسي لديك وأويِصايل... “ فقلت ميي هللا أبرح قاعداBaşımı ve diğer organlarımı önünde kesseler Allah’a yemin olsun ki oturmaya devam edeceğim” şiirinde ال أبرح şeklinde olması gereken أبرحifadesinde الharfinin hazfedilmesinde görmekteyiz9. Hatta muzari fiili olumsuzlaştıran الolumsuzluk harfi Sa’d bin Ebî Vakkas tarafından içki içmemesi konusunda uyarılan Ebu Mihcen es-Sekafî’nin şu beytinde görülmektedir10 مناقب ْتلك الرجل احلليما... رأيت اخلمر يِصاحلة وفيها وال أسقي هبا أبدا ندميا... فَل وهللا أشرهبا حيايت “Faydaları aklı başında adama zarar verse bile içkiyi faydalı gördüm, Allah’a yemin olsun ki hayatım boyunca onu içmeyeceğim, kesinlikle ona yoldaş olmayacağım.” Hz. Peygamberin ashabını anlatan Enes b. Malik’ten ينامون مث يصلون وال " "يتوضؤونşeklinde gelen bu haber ile مث يصلون ال يتوضؤونşeklinde aynı lafızla gelen başka bir haberde atıf harfi vav/’وın hazfedildiği görülmektedir. İkinci haber واليتوضؤونşeklinde olması gerekirken و/vav hazfedilmiştir 11 . Atıf harfi olan ِ َال َيلُونَ ُكم َخب ًاال ودُّوا ما َعنِتُّم قَد ب َد vav/’وın Kuran’da hazfedilmesine ise Ali İmran sûresi ت َ َ َ َ َ ِ ِ ضاءُ من أَف َواه ِهم غ ب ال şeklindeki 118. ayetini örnek olarak gösterebiliriz. Burada aslı وقد َ َ ِ َ بَ َدت البَ غşeklindedir. Aynı şekilde çoğulu برامجolan برانمجörneğinde olduğu gibi ُضاء çoğul yapılırken müfret isimlerin bazı harfleri hazfedilebilmektedir. Sibeveyh, ِ َ ِِمرن تَر ِ َُّه َداء أَن ت harflerin hazfedilebileceğine dair Bakara 182 اهَا فَ تُذَكِ َر ُ ض رل إح َد َ ضو َن م َن الش اهَا األُخ َرى ُ إِح َدayetindeki ألن تضلgerekirken lam/ ِلharfi cerri hazfedilerek أن تضلşeklinde varit olan durumu gösterir 12 . Dolayısıyla belagat açısından makama 9 Bkz. İbnu’l-Esîr, el-Meselu’s-sâir fî edebi’l-kâtib ve’ş-şâir, Dâru Nahda, Kahire trs, II, 256. 10 İbnu’l-Esîr, el-Meselu’s-sâir, II, 257. 11 İbnu’l-Esîr, el-Meselu’s-sâir, II, 257. 12 Sibeveyh, el-Kitâb, Thk. Abdüsselam Muhammed Harun, Mektebetu’l-Hancî, 1408/1988, III, 154. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 89-118 94 | Musa Alp uygun olarak Mekki sûrelerin tekitli kullanımı daha uygun düşmektedir. Aynı ayetin Medine versiyonunda ise harf olan cer edatları hazfedilmiştir13. Eğer harfler vaz’ ve delalet açısından lüzum ifade etmiş olsalardı her halükarda hazfedilmemeleri gerekirdi. Buradan da şayet vurguya gerek yok ise harflerin hazfedilebileceğini anlamaktayız. Bütün bu örneklerden hareketle, Arap dilinde harflerin cümlenin olmazsa olmaz bir öğesi olmayıp tamamlayıcı olarak adlandırabileceğimiz kuvvetlendirme üslubu olduğunu dolayısıyla hazfedilebileceğini söyleyebiliriz. O halde soru harfleri هل/hel ve أ/hemze de نعمya da الcevapları kastedildiğinde harf oldukları için hazfedilebilir. Bu iki soru harfinin zikri ise tekit amaçlıdır. Sözlü dil uygulamaları -ki Kur’an da sözlü kültür dil kültürüdür- dikkate alınarak harflerin kolaylıkla hazfedilebildiğini tekrar zikredelim. I) Arap Dilinde İstifhâm Arap dilinde soru üslubu belagat açısından azımsanamaz bir öneme sahiptir. Soru üslubunun insanlar arasında iletişimin devamında meramın hedefe ulaştırılması konusundaki rolü büyüktür. Mütekellim ile muhatap arasında daimi bir iletişim bulunur. Bu iletişimin verici, alıcı ve mesaj şeklinde üç yönü öne çıkar. Eğer hitap hakiki ya da manevi soru halini alırsa amaç çeşitlenir, soru şekli değişebilir. Dolayısıyla Arap dilciler de bu duruma kayıtsız kalmamış nahiv kitaplarında soru edatlarına bilhassa da soru harfleri, özellikleri ve kullanımlarına fazlaca yer ayırmışlardır. İstifham kelimesi فهمmazi fiil kökünden türetilmiş استفعالvezninde bir mastardır. Kelimenin kökü olan فهمfiili muhatabın sarf ettiği kelimelerin manasını tasavvur etmek manasına gelmektedir14. Bu mastarın başındaki zait harfler ( ت، س، )اtalep bildirirler. Dolayısıyla istifham, daha önce bilinmeyen bir şeyi bunun için vaz’ edilen edatlardan birisiyle öğrenmek istemektir. Arap dilinde sormakla ilgili istifhamdan başka istifsar, istizab, istintak ve istihbar gibi çok kullanımı olmayan birkaç kelime daha bulunmaktadır15. Arap dilinde istifham “Bir şeyin zihinde belirginleşmiş olmasını talep etmek 16” olarak da tanımlanmıştır. Soru ifadeleri genelde bir ifadeyi tasdik (hükmün onaylanması) ve ta- 13 Bkz. Abdülazim İbrahim Muhammed, Hasâisu’t-ta‘bîri’l-Kurânî ve Simâtuhu’lbelâgiyye, Mektebetu Vehbe, 1413/1992, II, 16-17. 14 İbn Manzur, Ebu’l Fadl Cemalüddin Muhammed, Lisanü’l-Arab, Daru’l-Kütübi’lİlmiyye, thk. Ahmet Haydar, Beyrut 1971, VII, 420. 15 Ebû Hilâl el-Askerî, el-Furûku’l-luğaviyye, thk. Beytullah Beyat, Kum 1412, s. 414. 16 Sa‛düddin Taftâzânî, Muhtasaru’l-me‛ânî, Salah Bilici Kitabevi, İstanbul, s. 197. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 89-118 Arap Dilinde هل/ Hel ve أ/ Hemze Soru Harfleri | 95 savvur (zihinde beliren birden fazla hükmün gerçeğini belirlemek) etmek amacıyla kullanılır17. Anlamak istenilen durum özne-yüklem ilişkisi içerisinde ise burada istifham tasdik için kullanılır. Şayet durum özne-yüklem haricinde ise istifham tasavvur için kullanılır. Örneğin قام زي ٌد؟ َ “ هلZeyd kalktı mı?” cümlesinde soru ifadesi kalkma eyleminin gerçekleşmesi durumunu sorgulamak için, bir diğer ifadeyle Zeyd’e isnat edilen kalkma eylemini tasdik ettirmek için kullanılmıştır. Tasavvur anlamında kullanılan soru cümlesine örnek olarak من ِف الدار؟ “Evde kim var?” cümlesi verilebilir. Görüldüğü gibi soruyu soran kişi evde birisinin olduğunu bilmektedir. Burada soru soranın amacı evde bulunan şahsın kimliğini tayin ve tasavvur etmektir18. Arapçada soru edatlarından هلsadece tasdik için, hemze ise hem tasdik hem de tasavvur için kullanılır. Diğer soru edatları ise sadece tasavvur içindir 19. Arap dilinde soru edatları ve üslubu ile ilgili olarak Avnullah Enes Ateş “İstifhâm Üslûbunun Mecâzi Kullanımları ve Meallere Yansıması”20; A. Yaşar Koçak, “Hemze (Arap Dilinde)”; “Sarf İlminde Hemze”; “Nahivde Hemze”21, M. Cevat Ergin “Arap Dilinde İstifham Edatları”22, A. İhsan Pala, “Soru Cümlelerinin Emre Delâleti”23, Mustafa Kayapınar, “ ‘Hemze’ ve ‘Hel’ İstifham Edatlarının Kur`an-ı Kerim'de Nahiv ve Belagat Açısından Kullanımı ”24, Sahip Aktaş, “Kuran’da İstifham Üslubu”25, Aynı şekilde Arap âleminde de Uslubu’l-istifham 17 Kazvînî, Celâleddîn Muhammed b. Abdurrahmân el-Hatîb, el-Îzāh fî ‛ulûmi’l-belâğa, Kahire, I, 131-137. 18 Bkz. Taftâzânî, Muhtasaru’l-me‛ânî, s. 197-205. 19 Bkz. Taftâzânî, Muhtasaru’l-me‛ânî, s. 131-140. 20 Avnullah Enes Ateş, “İstifhâm Üslûbunun Mecâzi Kullanımları ve Meallere Yansıması”, Çanakkale Onsekiz Mart Ünivesitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı: 8, 2016, s. 123 -141. 21 A. Yaşar Koçak, “Hemze (Arap Dilinde)”, Şarkiyat Mecmuası, sayı: 13, 2008, s. 8389; “Sarf İlminde Hemze”, Şarkiyat Mecmuası, sayı: 14, 2009, s. 71-94; “Nahivde Hemze”, Şarkiyat Mecmuası, sayı: 16, 2010/1, s. 83-103. 22 Mehmet Cevat Ergin, Arap Dilinde İstifham Edatları, Yayımlanmış Yüksek Lisans Tezi, DÜSBE, Diyarbakır 1998. 23 İhsan Pala, “Soru Cümlelerinin Emre Delâleti”, Nüsha Dergisi, sayı: 17, Bahar 2005, s. 67-84. 24 Mustafa Kayapınar, Hemze” ve “Hel” İstifham Edatlarının Kur`an-ı Kerim'de Nahiv ve Belagat Açısından Kullanımı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sivas 1999. 25 Sahip Aktaş, Kuran’da İstifham Üslubu, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, FÜSBE, Elazığ 2006. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 89-118 96 | Musa Alp genel adı altında farklı çalışmalar da bulunmaktadır. Hüsni Abdulcelil’in “Esâlîbu’l-istifhâm fi’ş-şi’ri’l-Cahilî”26 adlı kitabı bulunmaktadır. 1) Soru Harfi Hemze/أ Hemze istifham edatlarının aslı kabul edilir 27. Nitekim Sibeveyh‘e göre hemze dışında istifham asıllı başka bir edat bulunmamaktadır28. Ona göre هل gibi soru edatlarının başında önceleri hemze bulunmaktaydı. Daha sonra bunların müstakil soru edatı olarak kullanılışları yaygınlaşmış ve süreç içerisinde hemzeli kullanım terk edilerek hel/ هلmüstakilleşmiştir29. İstifham edatlarından hemze Kur’an-ı Kerim’de 560 ayette geçmektedir. A) Soru Hemzesi Çeşitleri a) Basit Hali Hemzenin cevapta evet veya hayır anlamını gerektiren kullanımını gerektiren istifham halidir. Bu hali oldukça az kullanılır. أ أنت طالب؟/ Sen öğrenci misin? . أان طالب، نعم/ Evet, ben öğrenciyim, ya da لست أان طالبا، ال/ Hayır, ben öğrenci değilim. b) Tesviye سواء/ sevâ’ kelimesinden sonra kullanılması. Bu tür kullanımda evet ya da hayır değil de sunulan konulardan biri tercih edilir. Dahası eğer iki şey arasında tesviye var ise bunlardan biri muhatapça seçilmeye sevk edilir. Muhatabın üçüncü bir alternatif seçme hakkı bulunmamaktadır. Tesviye amaçlı hemze ile sorulan soruların cevapları verilirken ال/lâ (hayır) نعم/neam (evet) edatları kullanılmaz. Bunun yerine cümlede geçen bir kelime tekrar edilir. 30. ت ََلُم أم ََل تَستَ غ ِفر ََلُم َ َس َواءٌ َعلَيهم أَستَ غ َفر 26 Hüsni Abdulcelil Yusuf, Esâlîbu’l-istifhâm fi’ş-şi’ri’l-Cahilî, Daru’s-Sekâfe, Kahire. 27 Nureddin Abdurrahman el-Câmî, el-Fevâidu’z-ziyâiyye, thk. Usame Taha er-Rıfâî, Daru’l-Kutubi’l- İslamiyye, İstanbul trs., s. 377. 28 Amr b. Osman b. Kanber Ebû Bişr Sibeveyh, el-Kitâb, thk. Abdusselam Muhammed Harun, Mektebetu’l-Hancî, Kahire 1988, II, 99. 29 es-Suyuti, Celaleddin Abdurrahman b. Ebi Bekr, el-İtkân fî ‘ulumi’l-Kur’ân, Daru İbn Kesir, Beyrut 2000, I, 461. 30 el-Lebidî, Hemzetü’l-istifham fi’l- Kur’ani’l-Kerim, el-Maktebetü’l-Vataniyye, Amman, s. 8. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 89-118 Arap Dilinde هل/ Hel ve أ/ Hemze Soru Harfleri | 97 “Bağışlanmaları için Allah’a dua etmişsin veya etmemişsin onlar için birdir.”31 ِ ُوسواء َعلَي ِهم أَأَن َذرَْتُم أَم ََل ت نذرُهم الَ يُؤِمنُو َن ََ َ “Kendilerini uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir, asla iman etmezler.”32 c) İnkârî/İbtâlî Soru hemzesinden sonra içerik gerçek olmayıp yalan olduğunu ortaya koymak için kullanılır. ي َو راَّتَ َذ ِم َن ال َمآلئِ َك ِة إِ َان ًث َ ِ“ أَفَأَيِص َفا ُكم َربُّ ُكم ِِبلبَنRabbiniz erkek çocukları size verdi de kendisi meleklerden kız çocuklar mı edindi?”33 “ أَ َش ِه ُدوا َخل َق ُهمYoksa yaratılışlarına tanık mı oldular?”34 األوِل (“ أَفَ َعيِينَا ِبخلَل ِق رDüşünseler ya) ilk yaratışta acze düştük mü?”35 ٍ “ أَلَيس هللا بِ َكAllah kuluna kâfi değil mi?”36 اف َعب َد ُه ُ َ يِصد َر َك َ “ أَََل نَش َرحSenin kalbini açıp genişletmedik mi?”37 َ لك 38 ت تُن ِق ُذ َمن ِِف النرا ِر َ “ أَفَأَنCehennemdekileri sen mi kurtaracaksın?” Yani لست َ منق َذهم/ “Onların kurtarıcısı değilsin, sen onları kurtaramayacaksın” anlamına gelmektedir. d) İnkârî Tevbîhî Soru hemzesinden sonra gelen kısım gerçek ama faili kınanmakta, hoş karşılanmamaktadır. “ أتَعب ُدو َن َما تَن ِحتُو َنKendi ellerinizle yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz?” 39 ِ “ أَغَرAllah’tan başkasına mı yalvarırsınız?”40 هللا تَدعون َ 31 Münafikun, 63/6. 32 Yasin, 36/10. 33 İsra, 17/40. 34 Zuhruf, 43/19. 35 Kâf, 50/15. 36 Zümer, 39/36. 37 İnşirah, 94/1. 38 Bakara, 2/30. 39 Saffat, 37/95. 40 Enâm, 6/40. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 89-118 98 | Musa Alp e) Takrir Bir olayın olumlu ya da olumsuz olduğu konusunda muhatabın kabulü ve itirafına yönelik bir sorudur. Fiil, fail ya da meful bih’in ikrarıdır. تأ َ صر َ صر َ َ أَأ،ًنصرت بَكرا َ َ أَبَكراً ن،ًت بَكرا َ ََنت ن “Bekir’e yardım ettin mi?”, “Bekir’e yardım eden sen misin?”, “Bekir’e mi yardım ettin?” f) Tehekküm Alay ve başa kakma amaçlı kullanılır. آِب ُؤَان َ َُيِص ََلت َ بأ َ َّت َك َما يَعبُ ُد ُ َك ت ُم ُر َك أَن ن ُ قالُوا اي ُش َعي “Ey Şuayb! Atalarımızın taptığı şeylerden vazgeçmemizi sana ibadetin (dinin) mi emrediyor?”41 g) Emir Hemze istifham kalıbında emir ifadesi için kullanılabilir. ِ ِِ ِ ِِ َموا فَ َق ِد اهتَ َدوا َ آج ُّ فَإن َح ُ وك فَ ُقل أَسلَم َ ِاب َواألُمي َ َين أُوتُوا الكت ُ ي أَأَسلَمتُم فَِإن أَسل َ ت َوج ِه َي ّلل َوَم ِن اتربَ َع ِن َوقُل للرذ ِصر ِِبل ِعباد ِ ك البَلَغُ واّلل ب ر ِ ِ ر َي ل ع ا َّن إ ف ا و ل و ت ن إ و َ َ ر َ ٌ َُ َ َ َ َ ََ “Siz de (Allah’a) teslim oldunuz mu?”42 Buradaki sorudan amaçlanan ِ ‘( أَسل ُمواteslim olun)’ anlamıdır. h) Taacüp ِ ف م رد الظ رل َ ِأَََل تَ َر إىل َرب َ َ ك َكي “Rabbinin gölgeyi nasıl uzattığını görmedin mi?”43 ı) İstibta ِ ُوهبم لِذك ِر ِ ِ هللا َ آمنُوا أن ََّت ُُ ش َع قُل َ ين َ أَََل ََين للرذ “İman edenlerin, Allah’ı anmak (ve vahyedilen gerçeği düşünmek)ten dolayı kalplerinin (heyecanla) ürperme zamanı gelmedi mi?” 44 ِ أَب َشراً ِمنرا واحداً نَتربِ ُعه َ “İçimizden tek başına bir beşere mi, ona ha uyacağız?” 45 41 Hud, 11/87. 42 Al-i İmran, 3/20. 43 Furkan, 25/45. 44 Hadid, 57/16. 45 Kamer, 54/24. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 89-118 Arap Dilinde هل/ Hel ve أ/ Hemze Soru Harfleri | 99 B) Soru Hemzesinin Yazım Özellikleri a) Soru Hemzesinin Vasıl Hemzesi Önüne Gelmesi Soru hemzesinin vasıl hemzesi önüne gelmesi durumunda soru hemzesi kalır diğer hemze ise hem yazıda hem sözde düşer. Zira vasıl hemzesinin görevi konuşma esnasında geçişi sağlamaktır. Vasıl hemzesinin önüne soru hemzesinin gelmesi durumunda soru hemzesi baki kalıp vasıl hemzesi düşürülür46. . ابن الرئيس أنتBaşkanın oğlu sensin. Hemzesi vasıl olan ابنisminin önüne soru hemzesi َ’أnin gelmesi durumunda uzatma yapılmadan أبنşeklini alır. أَبن الرئيس أنت؟/ Başkanın oğlu sen misin? امرأة الرئيس/ Başkanın karısı ِ أمرأة الرئيس/ Başkanın karısı sen miأنت؟ استضعف/ Misafir ağırlamak ئيس؟ َ أَستضعف/ Başkanı ağırladın mı? َ ت الر sin? اشَّتى/ Satın almak ِ رأَّتذ ُُت ِعن َد ًهللا َعهدا الكتاب؟ يت َ أَشَّت/ Kitabı satın aldın mı? َ “Siz bunun için Allah'tan söz mü aldınız?”47 ِ َ ت أم ُكن العالي َ أستَك ََب َ ت م َن “Büyüklük mü taslıyorsun yoksa ululardan mısın?”48 ت َلُم؟ َ أَستَ غ َفر “Bağışlanmaları için Allah’a dua etmişsin veya etmemişsin onlar için birdir.”49 ِ البني؟ َ أَيِصطَفى البنات على “Allah, kızları oğlanlara tercih mi etmiş!”50 َع الغيب َ أَطرل “O, gaybı mı biliyor, yoksa..”51 46 Abdulalim İbrahim, el-İmlâ’ ve-tarkîm fi’l-kitâbeti’l-Arabiyye, Mektebetu Garîb, Mısır Trs. s.44. 47 Bakara, 2/80. 48 Sâd, 38/75. 49 Münafikun, 63/6. 50 Saffât, 37/153. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 89-118 100 | Musa Alp ِ أَف ََّتى على ًهللا كذِب “Allah hakkında yalan mı uyduruyor (yoksa).”52 Şiirde de benzer kullanımlar bulunmaktadır. 53 ِ ض الش ٍ أب َن قَ ي:فقالت ريب يُع ِجبُها ُ وبَع... س ذا؟ Kadın şöyle dedi: İbn Kays bu mu? Burada ابنkelimesinin önüne soru hemzesi gelmiş ve neticede أَبنşeklini almıştır. b) Soru Hemzesinin Kasem İle Kullanımı ِ ifadesinin önüne soru hemzesi gelirse آلل ِ şeklini Yemin lafzı olan ولل ِ alır. Kendisine yemin olunan isim و/vav’dan naşi mecrur olur. ‘آلل لتفعلَ رن؟ ِ ُ أتde/Yapacağım diye Allah’a yemin eder misin?’ ifadesi aslında قسم ِبلل لتَ ف َعلَ رن؟ mektir. Burada hem soru hem de yemin و/vav’ı ın var olduğu şeklinde anlam verilir. Aynı şekilde soru harfi hemze/’أnin yemin ifadeleri olan ُ اَميَ ُن – اَيkelimeleِ آي ِ آمي ِنiki hemze şeklinde imale yapılarak ِ ve هللا؟ rinin önüne gelmesi halinde هللا؟ kullanılır54. c) Soru Hemzesinin Lam-ı Tarifin Önüne Gelmesi: ‘Adam bunu yaptı’ anlamına gelen . الرجل فعل ذلكcümlesinin hemze ile soru yapılacak olursa آلرجل فعل ذلك؟ ‘Bunu adam mı yaptı?’ şeklini alır dolayısıyُ la ilk hemze okunur, lam-ı tarifin hemzesi ise sakin yapılarak imale edilmiş olur. آلل خرٌ أما يش ِرُكون؟ “Allah mı daha hayırlı yoksa (O’na) koştukları ortaklar mı?” 55 َحرم ِأم األُن ثَيَي آل رذكري ِن “De ki: ‘O, (bunlardan) iki erkeği mi, iki dişiyi mi haram kıldı?”56 ت قَ بل َ صي َ آآل َن وقَد َع “Şimdi mi? Hâlbuki daha önce (hep) baş kaldırmıştın.”57 51 Meryem, 19/78. 52 Sebe, 34/8. 53 Muhammed bin Yezid el-Muberrid, el-Kâmil fi’-lluğati ve’l-edeb, thk. Muhammed Ebu’l-Fadl İbrahim, Daru’l-Fikri’l-Arabî, Kahire 1997, II, 190; Emil Bedi’ Yakub, elMu’cemu’l-mufassal fî şevâhidi’l-‘Arabiyye, Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 1996, I, 180. 54 Abdülganî bin Ali ed-Dakr, Mu’cemu’l-kavâidi’l-Arabiyye, II, 253. 55 Neml, 27/59. 56 En‘am, 6/143. 57 Yunus, 10/91. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 89-118 Arap Dilinde هل/ Hel ve أ/ Hemze Soru Harfleri | 101 ِ فوşiirinde de görülِ فَس رل... ب َش ُّفه Ma’n bin Evs’in عليه ِجس َمه أم تَ َعبردا ُّ ُهللا َما أد ِري أآحل َ َ düğü üzere احلبkelimesindeki lam-ı tarifin önüne soru hemzesi gelerek ب ُّ ُأآحل şeklini almıştır58. d) Soru Hemzesinin Katı Hemzesinin Önüne Geçmesi Kendilerine ehl-i tahkîk denilen Araplardan bir kısım gibi iki hemzenin bir araya gelmesini hoş karşılamayarak aralarını elif ile ayırmışlardır. Dolayısıyla أنتzamirinin önüne soru hemzesi gelmesi durumunda آأنتşeklinde kullanmışlardır. Buna örnek olarak da Zü’r-Rumme’nin şu beyti verilebilir: َفيا ظَبية وبي النرقا آأنت أم ُّأم ساَل... الوع َساء بي جَلجل َ “Ey Celacil ile Neka arasındaki yumuşak verimli arazideki ceylan, bu sen misin ya da Ümmü Sâlim mi?” Hicaz âlimlerinden Ebû Amr da aynı görüşü benimsemiştir. Onlar آأنك وآأنتşeklinde kullanmalarına rağmen Ebû Temîm’in de aralarında olduğu diğer bir grup soru hemzesinin önünde başka bir kelime olmamasına binaen iki hemzenin arasına sakin bir elif getirmeksizin o ikisini ’أَأَنتyi ’أَأَنك ;آنتyi de آنكşeklinde imâle yaparak okumuşlardır59. Aynı şekilde soru hemzesi إفعالbabının mazi sığası önünde geldiğinde bazı kıraat ve kabile lehçeler imale yaparak okumuşlardır60. ءَأَن َذرَْتُم أَم ِ ُ ََل ت/ “Onları uyarsan da uyarmasan da (sonuçta) inanmayacaklarنذرُهم الَ يُؤِمنُو َن dır”61. C) Soru أ/Hemzesinden Sonra ف/Fa ve و/Vav Gelmesi 62 ت تُن ِق ُذ َمن ِِف النرا ِر َ أَفَأَن/ “Cehennemdekileri sen mi kurtaracaksın?” ayetinde görüldüğü üzere soru hemzesinden sonra fa harfi gelmiş olup anlamı tekit etmekte, sıradan bir soru olmayıp tam tersine ‘sen onları cehennemden kurtaramazsın’ şeklinde bir kesinlik ortaya konulmaktadır63. ِِ ر ِ أَفَ لَم يَ ِسرُوا ِِف األَر ين ِمن قَ بلِ ِهم َ ض فَ يَنظ ُُروا َكي َ ف َكا َن َعاقبَةُ الذ “(Kâfirler) yeryüzünde hiç gezmediler mi ki, kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görsünler!“64 58 Müberred, el-Kâmil fi’l-luğa ve’l-edeb, II, 176. 59 Sibeveyh, el-Kitab, III, 551. 60 Ebu Mansur Muhammed bin Ahmed bin el-Ezherî el-Heravî, Tehzîbu’l-luğa, thk. Muhammed Ivad Murib, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabi, Beyrut 2001, XXV, 491. 61 Bakara, 2/6. Konuyla ilgili olarak ayrıca bkz. İbn Dürüsteveyh, Kitâbu’l-küttâb, thk. İbrahim es-Sâmirânî, Daru’l-Kütübi’s-Sekâfiyye, Kuveyt 1977, s.26-27. 62 Bakara, 2/30. 63 Ahmed bin Faris bin Zekeriyya el-Kazvînî, es-Sâhibî fî fıkhi’l-luğa ve mesâiluhâ ve sunenu’l-Arab fî kelâmihâ, nşr, Muhammed Ali Beydûn, 1997, s. 138. 64 Yusuf, 12/109. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 89-118 102 | Musa Alp ِ ِ ِ أَفَ لَم يَ ِسرُوا ِِف األَر ُوب الرِِت ِِف ٌ ض فَ تَ ُكو َن ََلُم قُل ُ ار َولَكن تَع َمى ال ُقل َ ُوب يَعقلُو َن ِهبَا أَو آ َذا ٌن يَس َم ُعو َن ِهبَا فَِإ رْنَا َال تَع َمى األَب ُص الص ُدوِر ُّ “(Sana karşı çıkanlar) hiç yeryüzünde dolaşmadılar mı? Zira dolaşsalardı elbette düşünecek kalpleri ve işitecek kulakları olurdu. Ama gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lâkin göğüsler içindeki kalpler kör olur.” 65 ِ َأ ََوالَ يَ َرو َن أ رَْنُم يُفتَ نُو َن ِِف ُك ِل َع ٍام رمرًة أَو َمرت ي مثُر الَ يَتُوبُو َن َوالَ ُهم يَ رذ رك ُرو َن “Onlar, her yıl bir veya iki kez (çeşitli belâlarla) imtihan edildiklerıni görmüyorlar mı? Sonra da ne tevbe ediyorlar ne de ibret alıyorlar.” 66 ِ أ ََوَال يَذ ُك ُر ك َشي ئًا ُ َنسا ُن أ رَان َخلَقنَاهُ ِمن قَ ب ُل َوََل ي َ اإل “İnsan düşünmez mi ki, daha önce o hiçbir şey olmadığı halde biz kendisini yaratmışızdır?” 67 َم َما يُ ِس ُّرو َن َوَما يُعلِنُو َن ُ أ ََوالَ يَعل ُ َمو َن أَ رن هللاَ يَعل “Onlar bilmezler mi ki, gizlediklerini de açıkça yaptıklarını da Allah bilmektedir.”68 ِ ِ ال ب لَى ول ِ ِ ال إِب ر ِاهيم َر َكن لِيَط َمئِ رن قَ ليب َ َف َُتيِي ال َموتَى ق َ ب أَِرِِن َكي َ َ َ َال أ ََوََل تُؤمن ق ُ َ َ ََوإذ ق “İbrahim Rabbine: Ey Rabbim! Ölüyü nasıl dirilttiğini bana göster, demişti. Rabbi ona: Yoksa inanmadın mı? dedi. İbrahim: Hayır! İnandım, fakat kalbimin mutmain olması için (görmek istedim), dedi.” 69 ِ سماو ِ ِ ات َواألَر َق اّللُ ِمن َشي ٍء َ ض َوَما َخل َ َ أ ََوََل يَنظ ُُروا ِِف َملَ ُكوت ال ر “Göklerin ve yerin hükümranlığına, Allah'ın yarattığı her şeye ve ecellerinin yaklaşmış olabileceğine bakmadılar mı?” 70 ِ ِ يل َ َمهُ ُعل َ أ ََوََل يَ ُكن ََلُم آيَةً أَن يَعل َ َماء بَِين إس َرائ “Benî İsrail bilginlerinin onu bilmesi, onlar için bir delil değil midir?” 71 Yukarıda verdiğimiz ayetlerden de anlaşıldığı üzere أ/hemze soru harfinden sonra و/vav ya da ف/fa gelerek, zaten vurgu amaçlı kullanılan sorunun anlam ikinci defa kuvvetlendirilmiştir. 65 Hac, 22/46. 66 Tevbe, 9/126. 67 Meryem, 19/67. 68 Bakara, 2/77. 69 Bakara, 2/260. 70 Araf, 7/185. 71 Şuara, 26/197. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 89-118 Arap Dilinde هل/ Hel ve أ/ Hemze Soru Harfleri | 103 D) Soru أ/Hemzesinin ه/Hâ’ya Dönüşmesi Kalb Arap dili içerisinde önemli bir yere sahiptir. Bazen yakın mahreçli sesler birbirine dönüşebilir. Bu durum soru hemzesinde de görülmektedir. ك؟ َ ِ آلر ُج ُل فَعل َذلyerine ك َ ِعل ذَل ُ ;هأ َ ََلرجل ف أنت فعلت ذلك؟yerine هأَنت فَ َعلَت ذَلِكifadeleri kullanılabilir. Eğer hemze vasıl ise dilciler pek hoş karşılamamakla beraber yine de cevaz vermektedirler. ،أ رََّتَذ ُُت أَف ََّتى، أَيِصطفىşeklinde kullanılması en uygun olanıdır. Fakat Tay’ kabilesi, أَزي ٌد فَ َع َل ك؟ َ ِ ذَلyerine ك؟ َ ِ;ه َزي ٌد فَ َع َل َذل َ ! أَاي فَل ُنyerine ! َهيا فَل ُنifadesini kullanmaktadırlar. Şebib ِ ِ ِ bin el-Bersâ’nın şiirinde de املُلوك ال َقماقِ ِم هام َ أبَسيافنا... ،ماحنا ُ َها َمن ََل تَ نَ له ِر، نُ َفل ُقşeklinde hemze yerine ه/ha kullanılmıştır72. Arap dilinde hemze soru edatlarının aslı kabul edilir. Arap dilcilerden bir gurup dilimizde ‘eşanlamlılık’ dediğimiz müteradif kelimeleri kabul etmemektedirler. Hatta Ebu’l-Hilâl el-Askerî gibi bazı dilciler dilde eş anlamlılığın olmadığına dair “Furûk Luğaviyye” adlı eserler telif etmişlerdir73. Onlara göre müradif diye adlandırılan kelimeler aslında ya mecazi kullanım ya da başka bir amaca yönelik vazedilmiş farklı kelimelerden başka bir şey değildir. Bir anlam için konulmuş bir kelime varken, aynı anlam için başka bir kelimenin vazedilmesi abes kabul edilir74. Bu durum birçok yerde birbirinin yerine kullanılabilen soru harfleri hemze ve hel edatlarında da görülmektedir. Dolayısıyla biz bunların aslında farklı vazedilmediklerini düşünmekteyiz. Mahreçleri açısından أ/hemze ile ه/ha sesleri boğazın en alt kısmından çıkan yakın seslerdir. Yakın seslerin birbirlerine dönüşmesi sık görülen bir hadisedir. Nitekim yukarıdaki örnekte de bu durum açıkça görülmektedir. Bizim kanaatimiz هل/hel soru edatı أ/hemze harfinden türetilmiştir. Önce أ/e sesi, ه/he sesine dönüşüp biri diğerinin yerine kullanılmaya başlanmış. Bilahare ه/he sesi lâm-ı tarif ile marife olan isimlerin önüne gelmesi durumunda, الدرس+ه halini alıp vasıl ile okuduğunda ( َهالدرسhe’d-ders) şeklini almıştır. Özellikle de kameri harfle başlayan bir ismin başına geldiğinde ه/he soru harfi, örneğin ال َقلَم ifadesi (القلم+ َهال َقلَم )هhalini almak durumundadır. Lâmı tarif Arapçanın asli unsuru olan bir harftir. Ne var ki Araplar konuşmalarında احلمدifadesini ‘e-hamdu”, السَلمmarife ismini ‘ اسَلمe’slâm’ şeklinde seslendirmektedirler. Zaman içerisinde bu durum farklılık arz ederek lam-ı tarifin sakin olan ل/l sesi önündeki ه/he 72 Bkz. İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, XXV, 483. 73 Bkz. Ebû Hilâl el-Askerî, el-Furûku’l-luğaviyye, thk. Beytullah Beyat, Kum 1412. 74 Geniş bilgi için bkz. Ali Kuşcu, ‘Unkûdu’z-zevâhir, s. 171-176. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 89-118 104 | Musa Alp soru harfiyle birleştirilip هلşekline dönüşerek müstakil bir kelime halini almıştır. Benzer durum ‘Su getir / جئ ِِبملاءifadesinde de görülmektedir. Zira جاءfiilinin emri olan جئgel, ba/ بharfi cerri ile kullanılınca ‘getir’ anlamına gelmektedir. Bu kalıp günlük hayatta o kadar sık kullanılmaktadır ki son kelimeye ait olan ِ ب/ba harfi cerri bir önceki ile kullanılmaya başlamış ve ِجيب ماءşeklini almıştır. ِ Burada hem lam-ı tarifin ل/lam’ı düşürülmüş hem de ب/ba önceki جئemrinin adeta asli bir harfi gibi kullanım kolaylığı sağlanmıştır. 2) Soru Harfi هل/Hel Hel/ هلsadece tasdik için kullanılır. Bundan dolayı muttasıla olan أم den sonra gelen bir muadil ile zikredilmez. Çünkü muttasıla olan أمsadece tasavvur sorularında kullanılır. هلise sadece tasdik türü sorularda kullanıldığı ve muzari fiile gelecek anlamı kazandırdığından dolayı zaman yönü ağır basmaktadır. Dolayısıyla fiil ile olan ilgisi diğer edatlara göre daha fazladır 75. Hel/ هلmuzari fiilin başına getirildiğinde سve سوفgibi fiilin anlamını istikbale çevirir. Bu sebeple هل, hal ifade eden muzari fiilin başına gelmez. Çünkü هلfiilin gerçekleşmesi hususunda tereddüt bildirir. Oysa hal bildiren ifadelerde olaya şahit olunduğundan tereddüt söz konusu değildir. Örneğin; هل تضرب زيدا وهو أخوك؟denilmez. Çünkü cümle inkâr anlamı taşımaktadır. وهو أخوكifadesi hâle delalet etmekte ve inkâr edilen fiilin şimdi gerçekleştiğini göstermektedir76. Bu sebeple muzari fiilin anlamını istikbale çeviren هل, bu ve benzeri cümlelerde kullanılmaz. Doğru olanı hemzenin kullanılmasıdır. Aynı şekilde أتقولون “ على هللا ما ال تعلمون؟Allah’a karşı bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?” 77 ayetinde karineler o anki durumdan bahsedildiğini, geleceğe ait bir durumun söz konusu olmadığını göstermektedir 78 . Buradaki istifham kınama anlamı taşımaktadır. Kınama şu anda veya geçmişte meydana gelmiş bir fiil için yapılır. Gelecekte meydana gelecek bir fiil için kınama söz konusu olamaz. Bu sebeple ’هلin bu gibi yerlerde kullanılması uygun değildir. Tehzîbu’l-luğa’da soru harfi hel/ هلile ilgili şu bilgilere yer verilmektedir: “Züheyr’in أَهل أنت واصلُه؟şeklindeki sözünde أve هلberaber kullanılmıştır. Hâlbuki iki soru harfi bir arada kullanılmaz, dolayısıyla burada bir problem ortaya çıkmaktadır. Seleme, Ferra’nın şöyle dediğini nakleder: Normal anlamı ile هل 75 Sekkâkî, Ebû Yakub Yusuf b. Muhammed b. Ali, Miftâhu’l-ulûm, thk. Abdulhamid Hindâvî), Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye, Beyrut 2014, s. 419. 76 Sekkâkî, Miftâhu’l-ulûm, s. 419. 77 Yunus,10/68. 78 Sekkâkî, Miftâhu’l-ulûm, s. 421. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 89-118 Arap Dilinde هل/ Hel ve أ/ Hemze Soru Harfleri | 105 istifham için kullanılmasının yanında هلcahd yani inkarî tasdik لت تقوله؟ َ هل زyani ما زلت تقوله/hala bunu diyorsun şeklinde, haberi tahkikî هل أتى على اإلنسان حني من الدهرyani قد أتى/gelmiştir şeklinde ve de هل وعظتُك؟ هل أعطيتُك؟ifadelerinde olduğu gibi قد،قد وعظتك أعطيتكşeklinde ikrar için kullanılmaktadır. Ayrıca لت تقوله؟ َ هل زifadesi مىت زلت تقولve كيف زلت تقولanlamında kullanan da vardır. Ferra ve Kisaî, هلkendi anlamının ٍ عيش ٍ أال هل أخوşeklinde أال ما أخو عيشcahd anlamında (inkari tasdik) dışında لذيذ بدائم kullanıldığı gibi قدanlamında tahkik; tevbîh; emir ve tenbih anlamlarında da kullanılmaktadır, der. هلedatına ا/elif ilave edildiği zaman اسكن /sakin ol anlamıْ ِ na gelir. الصاحلُون فحي َهالَ بِ ُع َمَر إِذا ذُكَِرifadesindeki هال, اسكن sakin ol anlamına gelmekteْ dir. Eğer هلedatının lam’ı şeddelenirse geçmiş ya da gelecek zamanın vurgulu tasdiği anlamına gelir. فَـ َه ْل أَنْـتُ ْم ُّمنتَـ ُهو َن/ “Vazgeçmeyecek misiniz?” 79 burada هل, حي هل ّ yani أقبل إىلanlamındadır ve gelecek zaman içerir. هل أتى على اإلنسان حني من الدهر ayetinde ise قدanlamında geçmiş zaman ifade etmektedir.”80 Hel/ هلin hükmün bilindiğini zannettirecek bir terkipte kullanılması da uygun değildir. Mansup veya mecrur olan mamulün fiile takdim edildiği cümleler bu türdendir. Çünkü mamul olan ismin fiil üzerine takdimi genellikle konuşanın hükmü bildiğini, ancak isim üzerinde tereddüt ettiğini gösterir 81 . Bazı nahivcilere göre ise هلaslında tahkik ifade eden ( )قدanlamındadır. Onlara göre هل, önceleri soru edatı olarak kullanılmak istendiğinde başına hemze getirilerek kullanılırdı. Ancak sonradan istifhamda çokça kullanıldığından başındaki hemze terk edildi. Böylece هلde hemze gibi tek başına kullanılır hale ِ ِ هل أتى على اإلنسayetinde geçen هلsoru ifadesinin قد geldi82. Örneğin ي ِمن الدره ِر ٌ ان ح َ ِ ِ قد أتى على اإلنسmanasını anlamı ifade ettiği belirtilmiş aslında bu ayetin ي ِمن الدره ِر ٌ ان ح َ içerdiği öne sürülmüştür83. Fiile daha yakın olduğundan normal şartlarda soru harfi hel/’هلi هل زيد منطلق؟Zeyd gitmekte midir? örneğinde olduğu gibi böylesi bir isim cümlesinin başına getirerek kullanmak uygun değildir. Ayrıca هل َل يقم زيد؟, هل ال يفهم عمرو؟cümlelerinde olduğu gibi olumsuz cümlenin başına gelmediği gibi هل إذا قمت فصل يِصَلة ؟ cümlesinde olduğu gibi şart edatlarının başına da gelmez. Aynı şekilde إنbaş- 79 Maide, 5/91. 80 Bkz. Ezherî, Ebû Mansur Muhammed b. Ahmed, Tehzîbu’l-luğa, thk. Riyad Zeki Kasım, Daru’l-Marife, Beyrut 2001, IV, 237; İbn Cinnî, Ebu’l-Feth Osman, elHasâis, thk. Abdulhamid Hindâvî, Daru’l-Kütübi’l-Ilmiyye, Beyrut 2013, II, 223. 81 Sekkâkî, Miftâhu’l-ulûm, s. 419. 82 Sibeveyh, el-Kitâb, III, 325. 83 Ezherî, Tehzîbu’l-luğa, IV, 3776; İbn Cinnî, el-Hasâis, III, 223. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 89-118 106 | Musa Alp layan cümlenin başına getirilmez. Dolayısıyla هل إن األمر مسافر؟şeklinde kullanılmaz84. III) Vaz’ İlmi Açısından Soru Harfleri أ/Hemze ve هل/ Hel Soru edatı olan hemze/ أve hel/’هلin ne amaçlı vaz’ edildiği konusunda Arap dilbilimciler arasında farklı görüşler vardır. Bunlar istifham ya da istihbar ifadelerinden sadece biri ya da her ikisi için mi vaz ’edilmiştir? Her ne kadar genel olarak ikisi için vazedildiği söylenilse de daha çok istihbar amaçlı vazedildiği yönündeki görüşler ağırlıktadır. İstihbar ile istifham arasında ince bir farktan bahsedilmektedir. O da ilk önce istihbar yani bir şeyin varlığı ya da yokluğu; olup olmadığını anlamak için değil de bilgi verme amaçlı olduğudur. ِ ال ر ِون ا ر ِ ي ِمن ُد ِراس ر ِ َاَّت ُذ ِوِن َوأ ُِمي إِ ََل ِ ت لِلن Zira,ّلل َ َ“ َوإِذ قAllah (kıyamet günü) َ ت قُل َ يسى اب َن َمرَيَ أَأَن َ اّللُ َاي ع َ şöyle dedi: "Ey Meryem oğlu İsa! Sen mi insanlara Allah'ı bırakarak beni ve anamı iki ilah edinin dedin?" ayetinde olduğu gibi istifham amaçlı değil de soruyu soranın bildiği bir bilgiyi soru sorulan kişiye aktarma isteğinden başka bir şey değildir, denilmektedir. Bu ayette soru üslubu kullanılarak belaği bir anlatım bulunmakta olup sorulan kişide bahsedilen bilginin kalıcı olması hedeflenmektedir. Bu ilk soru mukabilinde sorulan kişinin evet ya da hayır şekِ ِ اذكرile أمسعين, linde cevap vermesi yerine ‘bildiklerini anlat’ anlamına gelen أخَبِن, ِ أعلمينgibi karşılık vermesi beklenilir. Eğer bu şekilde sorulan kişide bilgi oluşur ve konunun mahiyetini anlarsa amaç hâsıl olmuş demektir. Fakat sorulan kişi kendisine iletilen bilgiyi anlamayıp tekrar sorarsa işte burada artık istifhamdan söz edilebilir85. ِراس ر ِ ت لِلن Yukarıda verdiğimiz Maide sûresi 116. ayetinde اَّت ُذ ِوِن َ ت قُل َ أَأَنşeklinde hemze ile varit olan cümlenin cevabı evet ya da hayır olmadığı zaten ِ devamda görülmektedir. َم َما ِِف َ ُك َما يَ ُكو ُن ِيل أَن أَق َ َق َ َال ُسب َحان ُ س ِيل ِِبَ ٍق إِن ُك ُ نت قُلتُهُ فَ َقد َعلمتَهُ تَعل َ ول َما لَي ِ ِ ِ َِنت َعَلرمُ الغُيُوب ِ ر َ ك إن َ َم َما ِف نَفس َ كأ ُ (“ نَفسي َوالَ أَعلİsa da) şöyle diyecek: "Çünkü seni bütün eksikliklerden uzak tutarım. Hakkım olmayan bir şeyi söylemem benim için söz konusu olamaz. Eğer ben onu söylemiş olsaydım elbette sen bunu bilirdin. Sen benim içimde olanı bilirsin, ama ben sende olanı bilemem. Şüphesiz ki yalnızca sen gaybları hakkıyla bilensin." Ayetten anladığımıza göre İsa 84 Bkz. Ebû Said es-Seyrâfî Hüseyin b. Abdillah b. El-Merzubân, Şerhu Kitâbi Sibeveyh, Thk. Ahmed Hüseyin Mehdelî, Dıru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 2008, I, 482-483. 85 İbn Faris Ebu’l-Hasen bin Zekeriyya, es-Sâhibî fî fıkhı’l-luğati’ ve suneni’l-Arab fî kelâmiha, Tah. Ahmed Sakr, Silsiletu’z-zehâir, Sayı 99, Kahire – 2003, s.197; esSuyutî Celaluddin Abdurrahman bin Ebi Bekr, el-İtkân fî ulûmi’l-Kurân, elMektebetü’s-Sahâfiyye, Beyrut - 1973, II/79. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 89-118 Arap Dilinde هل/ Hel ve أ/ Hemze Soru Harfleri | 107 böyle bir söz söylememiştir. Ama soru ile anlatılan bu durum, İsa’yı annesi Meryem’i kendilerinin Tanrı edindikleri ve de cezasını çekeceklerine ve de Allah’ın her şeyden müstağni olduğu sadece kendisinin İlah olduğuna işaret edilmektedir. ت هَ َذا ِِبَِلَِتنَا َاي ِإب رَ ِاهيم َ ت فَعَل َ “ قَالُوا أَأَنŞöyle dediler: Sen mi yaptın bunu Tanrılarımıza İbrahim!”86 “Puta tapanlar, putların başına geleni görünce yapanın İbrahim’den başkası olmadığını aslında bilmekteydiler. Burada âdete “Biz aslında biliyoruz senin yaptığını ama yine de haydi yapmadığını söyle”, “bunu sen yapmadın inşallah” gibi bir anlam ifade etsin diye hemze ile sorulmuştur. İbrahim’in cevabı da evet/ نعمya da hayır/ الşeklinde olmamıştır. Nitekim bir ِ ال بل فَ علَه َكبِرهم ه َذا فَاسأَلُوهم إِن َكانُوا ي sonraki ayette نط ُقو َن ُ َ ُُ ُ َ َ َ َ(“ قİbrahim) şöyle dedi: (Ne ben َ mi!) Tam tersine, onların şu büyükleri yaptı (konuşabilirse) ona sorun” denilmiştir. Görüldüğü üzere istifham edatı ile aslında bir olayın vahameti anlatılmak istenilmektedir. Yani buradaki soru üslubu istifham amaçlı değil de istihbar amaçlı bir soru olup yegâne ilahın Allah olduğuna muhataplarını götürmektedir. Hemzenin ال/la, ما/ma ve ليس/leyse gibi olumsuzluk edatları ile kullanılması ise zaten doğrudan içeriğin onayı ya da durumun kabullenilmesinden başka bir şey değildir. Sonuçta bu tür sorularda بلى/belâ cevabı verilerek mefhumun zıttı tasdik olunur. Kur’an ayetlerinin tamamında bu durum görülmektedir. ألست بربكم قالوا بلى/ “Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Haşa) Tabi ki (Sen bizim Rabbimizsin) dediler”87. Aynı şekilde, ت بَِربِ ُكم ُ “ أَلَسBen sizin Rabbiniz değil ِ miyim?” sorusuna da vurgulu bir cevap “ قَالُوا بَلَى َشهدانTabi ki bunu onaylayıp kabul etmekteyiz, dediler.” şeklinde verilmiştir. س ِمن ُكم َر ُج ٌل ر ِشي ٌد َ (“ أَلَيAllah aşkına) yok mu içinizde aklı başında bir adam?” sorusuna cevap ise ت َما لَنَا ِِف َ قَالُوا لََقد َعلِم ِ َم َما نُ ِري ُد َ ك من َح ٍق َوإِنر َ ِ“ بَنَاتSen bizim kızlarında hakkımız olmadığını biliyorsun, ne ُ ك لَتَ عل istediğimizi iyi biliyorsun, dediler”.88 şeklinde verilmiştir. Görüldüğü üzere bu ayetlerdeki sorular aslında sorudan öte “aklınızı başınıza alın, doğruyu tasdik edin” gibi anlamlara gelmektedir. Nitekim verilen cevaplar da bunu göstermek89 ٍ ح بَِق ِر tedir.يب ُّ س ُ الصب َ “ أَلَيSabah yakın değil mi?” Yani “Tabiî ki sabah yakındır, ِ ِ yakında kurtulacağız”.ين َ رم َمث ًوى لل َكاف ِر َ س ِِف َج َهن َ “ أَلَيCehennemde kâfirlere yer mi 90 ٍ اّلل بِ َك yok!” Yani “Tabi ki yer çoktur” demektir..اف َعب َد ُه ُس ر َ “ أَلَيKuluna Allah yetmez ِ ِ ِ ٍ ِ س ر mi?” Yani kuluna Allah tabi ki yeter. اّللُ ب َعزيز ذي انت َقام َ “ أَلَيAllah yüce ve intikam 86 Enbiya, 21/62. 87 Araf, 7/172. 88 Hud, 11/78, 79, 80 89 Hud, 11/81. 90 Zümer, 39/32; Ankebut, 29/69. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 89-118 108 | Musa Alp alan değil midir?” Yani “Sakın aklınızdan çıkarmayın Allah yüce ve intikam alıcıdır.”91 Aynı şekilde Kuran’da, muhatabını tasdike zorlayan, aksini kesinlikle kabul etmeyen ليس/leyse ile sorulu anlatımla muhatabı “aksini düşünmeden kabule” götüren çok sayıda ayet bulunmaktadır92. Kuran’da birçok ayette farklı formlarda la/ الolumsuzluk edatı geçtiği gibi özel soru formunda أالya da أفَلşeklinde geçen ayetler de bulunmaktadır. Bu ayetlerde belagatin inceliklerini rahatlıkla görmek mümkündür. Zira bu soru formatı, evet ya da hayır amaçlı olmayıp, muhatabın dikkatini çekerek o konuya artık eğilmelerine yöneliktir ve bu durum belağî bir ifade ile istenilmektedir. Giriş kısmında da belirttiğimiz gibi Arap dilinde harfler cümlenin asli unsuru olmayıp anlamı kuvvetlendirmek için vaz’ edilmiştir. Araplar, bazen pekiştirmede ileri giderek birden çok pekiştirme unsurunu kullanmaktadırlar. Olumsuzluk bir hasr sebebi iken bunun yanında hemze ve de fa/ فya da vav/ وharfِ leri bir arada kullanılarak tam üç vurgu bir araya gelebilmektedir. اب َ ََوأَنتُم تَت لُو َن الكت 93 ِ “ أَفََلَ تَعقلُو َنKitab’ı okuduğunuz halde akletmez misiniz?” . Yani “Aklınızı başınıza toplayın” anlamındadır. أَفََلَ يَتَ َدبر ُرو َن ال ُقرآ َنayeti de أفَل تعقلونanlamında aynı şekilde hemzeli olumsuz soru ile kullanılmaktadır94. Hemzenin tasdik anlamında kullanıldığı أفَل تذكرونya da “ أَفََلَ تَتَ َذ رك ُرو َنHiç düşünmez misin?” Hala ibret almıyor musunuz?” şeklinde çevrilen 95 bu ibare aslında “Düşünmelisiniz, mutlaka düşünün, kör olmayın” gibi anlamlar ifade etmekte olup olumlu cevabı بلى/ belâ olumsuz cevabı da نعم/neam olan bir basit soru değildir96. Görmek, anlamak, idrak etmek, hatırlamak gibi anlamlara gelen رأىfiili أَفَ ََل يَ َرو َنgibi türevleri de أفَلolumsuz soru edatları ile kullanılarak muhataplarına sorudan ziyade dikkat çekilmek üzere geçtiği görülmektedir 97 . “Görmezler mi?” şeklinde çevrildiğini gördüğümüz bu ifade sorudan ziyade “Görsünler artık, bilsinler, hatırlasınlar, anlasınlar, görmezden gelmesinler” gibi anlamlar 91 Zümer, 39/36-37. 92 Bkz. Enfal, 8/30-53; Zümer, 39/60; Zuhruf, 43/51; 4Ahkaf, 6/34; Kıyame, 75/40; Tin, 95/8. 93 Bakara/44-76. أفال تعقلونibaresi Kuran’da çok sayıda geçmektedir. Ayrıca bkz. Al-i İmran 3/65; Yusuf, 12/109; Adiyat, 100/9; Mülk, 67/14. 94 Benzer ayetler için bkz. Maide, 5/74; Muhammed, 47/24; Müminun, 23/68. 95 Bkz. Ali Özek ve diğerleri, TDV Kur’an-ı Kerim Meali, En‘am, 6/50, 11/24, http://arsiv.diyanetvakfi.org.tr/meal/mealindex.htm. Erişim tarihi: 01.12.2016. 96 Ayetler, siyak ve sibakları için bkz. Enam, 6/50; Yunus, 10/3; Hud, 11/24. 97 Bkz. Taha 20/89; Enbiya, 21/30, Duhan, 44; Tevbe, 9/126. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 89-118 Arap Dilinde هل/ Hel ve أ/ Hemze Soru Harfleri | 109 ِ أَفَ ََل ي بve صرو َن ِ ifade etmektedir. Aynı durum ص ُرو َن ُ ُ أَفَ ََل تُبşeklinde kullanımlarını gördüğümüz رأىfiili ile yakın anlamlı olan أبصرfiilinde de söz konusudur98. Yakın anlama gelen نظرfiili de aynı kalıpta أَفَ ََل يَنظ ُُرو َنşeklinde geçmektedir99. Yani “kör müsünüz; görün artık” anlamına gelmektedir. Yine hissi fiil olan ve işitmek, duymak, söz dinlemek gibi anlamlara ِ gelen مسعfiili de أفَلolumsuz kalıbıyla kullanılarak muhataplarının konuya yoğunlaşmalarının vaktinin geldiğini belirtmek üzere varit olmuştur. Kuran’da أَفَ ََل تَس َمعُو َنve أَفَ ََل يَس َمعُو َنşeklinde türevleri kullanılmakta olup TDV Mealinde “Hala işitmeyecek misiniz, hala kulak vermeyecekler mi?” şeklinde tercüme edilmiş olan bu ifadelerin sibakında Allah’ın ayetleri zikredilerek muhataplar itaate çağrılmaktadır. Dolayısıyla bunlar basit anlamda birer olumsuz soru olmayıp “İtaat edin artık, size itaat gerekir” gibi anlamlar ifade etmektedir 100. Takva ifade eden اتقىfiili de Kuran’da أفَلya da أالolumsuz soru edatı ile varit olmuştur. “Hala sakınmayacak mısınız” şeklinde tercüme edilmiş olan أَفََلَ تَتر ُقو َنibaresi “Artık sakınmanızın, korkmanızın, adam olmanızın vakti geldi” şeklinde anlamak bağlama daha uygun düşmektedir. 101 Aynı şekilde şükür anlamına gelen شكرfiili de أفَلolumsuz soru kalıbıyla لِيَأ ُكلُوا ِمن ََثَِرهِ َوَما َع ِملَتهُ أَي ِدي ِهم أَفَ ََل “ يَش ُك ُرو َنTa ki, onların meyvelerinden ve elleriyle bunlardan imal ettiklerinden yesinler. Hâla şükretmeyecekler mi (artık şükredin)?” ayetinde geçmektedir102. Hemze ile olumsuzluk edatı arasına vav/ وgirerek de kullanılabilir. ِ أ ََوَال يَذ ُك ُر/ “İnsan düşünmez mi ki, daha önce o ك َشي ًئا ُ َنسا ُن أ رَان َخلَقنَ ُاه ِمن قَ ب ُل َوََل ي َ اإل hiçbir şey olmadığı halde biz kendisini yaratmışızdır?”103 َم َما يُ ِس ُّرو َن َوَما يُعلِنُو َن ُ “ أ ََوالَ يَعلOnlar bilmezler mi ki, gizlediklerini de ُ َمو َن أَ رن اّللَ يَعل açıkça yaptıklarını da Allah bilmektedir.” 104 Zan ifade eden ظنile أالkalıbı kullanılabilir. ك أ رَْنُم َمب عُوثُو َن ُّ “ أ ََال يَظOnlar düşünmezler mi ki, büyük bir günde (hesap َ ُِن أُولَئ vermek için) diriltilecekler!”105 98 Bkz. Secde, 32/27; Kasas, 28/72. 99 Bkz. Gaşiye, 88/17. 100 Bkz. Kasas, 28/71; Secde, 32/26. 101 Bkz. Araf, 7/65; Yunus,10/31; Müninun, 23/32; Şuara, 26/11, 106, 124, 142, 161, 177; Saffât, 37/124; 102 Yasin, 36/35. 103 Meryem, 19/67. 104 Bakara, 2/77. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 89-118 110 | Musa Alp Hemze, َل/lem olumsuzluk edatı ile kullanılabileceği gibi arasına vav/و girerek de çift vurgulu olarak da kullanılabilir. آايِيت تُت لَى َعلَي ُكم فَ ُكنتُم ِهبَا تُ َك ِذبُو َن َ “ أَََل تَ ُكنSize âyetlerim okunurdu da, siz onları ya106 lanlardınız değil mi?” ِ ِ اّلل و ِ ِ ي ِِف األَر ًاس َعة ُ ض قَال َوا أَََل تَ ُكن أَر َ (“ قَالُوا ُكنرا ُمستَض َعفMelekler) ‘ne işde idiniz!’ dediَ ض ler. Onlar da «Biz yeryüzünde çaresizdik» diye cevap verdiler. Melekler de: ‘Allah'ın yeri geniş değil miydi?” 107 ِ ِ ر يل َ َمهُ ُعل َ “ أ ََوََل يَ ُكن َلُم آيَةً أَن يَعلBenî İsrail bilginlerinin onu bilmesi, onlar َ َماء بَِين إس َرائ 108 için bir delil değil midir?” أَل يكşeklinde de özel bir kullanım da vardır. ك نُط َفةً ِمن رم ٍِين ُمي َن ُ َ“ أَََل يO, (döl yatağına) akıtılan meninin içinden bir nutfe 109 (sperm) değil miydi? ِ ٍ َج ٍل قَ ِر سمتُم ِمن قَ ب ُل َما لَ ُكم ِمن َزَو ٍال ُّ ك َونَتربِ ِع َ َيب ُُِّّنب َدع َوت َ َربرنَا أَخرَان إِ َىل أ َ الر ُس َل أ ََوََل تَ ُكونُوا أَق “Ey Rabbimiz! Yakın bir müddete kadar bize süre ver de senin davetine uyalım ve peygamberlere tâbi olalım» diyecekleri gün hakkında insanları uyar. (Onlara denilir ki:) «Daha önce, sizin için bir zevâl olmadığına, yemin etmemiş miydiniz?” 110“ Hissi fiil olan رأىfiilinin soru harfi hemze ile kullanılmıştır. ِ ٍ “ أَََل ي روا إِ َىل الطر ِر مسخGöğün boşluğunda emre boyun ُررات ِِف َج ِو ال رس َماء َما ُميس ُك ُه رن إِالر اّلل َ َُ ََ eğdirilmiş olarak uçuşan kuşları görmediler mi? Onları orada Allah'tan başkası tutamaz. Kuşkusuz bunda inanan bir toplum için ibretler vardır.” 111 ِر ِ سماو اهَا ُ َض َكانَتَا َرت ًقا فَ َفتَ قن َ ات َواألَر َ َ ين َك َف ُروا أَ رن ال ر َ “ أ ََوََل يَ َر الذİnkâr edenler, göklerle yer bitişik bir halde iken bizim, onları birbirinden kopardığımızı görüp düşünmediler mi?”112 105 Mutaffifin, 83/4. 106 Müninun, 23/105. 107 Nisa, 4/97. 108 Şuara, 26/197. 109 Kıyame, 75/37. 110 İbrahim, 14/44. 111 Nahl, 16/79. Ayrıca bkz. Enâm, 6/6; Araf, 7/148; Neml, 27/86; Yasin, 36/31; Bakara, 2/143, 246, 256; Al-i İmran, 3/28; Nisa, 4/44, 49, 51, 60, 77; İbrahim, 14/19, 24, 28; Meryem, 19/83; Hac, 22/18, 63, 65; Nur, 24/ 41, 43; Furkan, 25/45; Şuara, 26/ 225; Lokman, 31/20, 29, 31; Fatır, 35/27; Zümer, 39/21; Mücadele, 58/7, 8, 14; Haşr, 59/11; Nuh, 71/15; Fecr, 89/6; Fil, 105/1. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 89-118 Arap Dilinde هل/ Hel ve أ/ Hemze Soru Harfleri | 111 ِر ِ َق ال رسماو ُق مثلَهم َ ض قادر على أن خيل َ ات َواألَر َ َ َ “ أ ََوََل يَ َروا أَ رن اّللَ الذي َخلDüşünmediler mi ki, gökleri ve yeri yaratmış olan Allah, kendilerinin benzerini yaratmaya da kadirdir!”113 Kur’an-ı Kerim’de hemze soru edatının olumsuzluk ifade eden başka fiiller ile de أَفَ لَم يَيأَسgibi geçtiği görülmektedir. “Hala anlamadılar mı? Yani anlasınlar artık, anlamındadır114. Doğruluğa eriştirmek anlamında هدىfiili de أفلمya da أوَلkalıbı ile kullanılmaktadır115. Kuran’da hemze ile yapılan soru kalıplarına baktığımızda bunların َنت َ أَأ ِون اّلل ِ ِ ي ِمن ُد ِراس ر ِ َاَّت ُذ ِوِن َوأ ُِمي إِ ََل ِ لت للن َ ُ“ قİnsanlara sen mi ‘Allah’ın dışında beni ve annemi َ birer tanrı kabul edin’ dedin?” ayetinde 116 olduğu gibi mazi fiilin başına, tekit için gelen açık zamirlerden önce, aynı şekilde “ أَأَنتُم ََّتلُ ُقونَهُ أَم ََن ُن اخلَالِ ُقو َنOnu siz mi yaratıyorsunuz yoksa biz miyiz yaratan?” ayetindeki117 gibi muzari fiilin veya “ أَأَنتُم أَ َش ُّد َخل ًقا أَِم ال رس َماءŞimdi, sizi yaratmak mı daha zor yoksa göğü yaratmak mı?” örneğindeki118 gibi muzari olarak yorumlanabilecek bir ifadenin başına gelebildiğini görmekteyiz. “هل/Hel” ise kimi yerde, هل من, هل عند, هل لناgibi haberin öne geçtiği ismin cümlesi ile kullanılmaktadır119. Haddi zatında haberin öne geçmesi doğrudan vurgudur. Dolayısıyla bu vurgulu cümle هلile soruya çevrilerek sıradan bir soru olarak değil de katiyet ifade etmek üzere varit olmuştur. قُل َهل ِعن َد ُكم ِمن ِعل ٍم 120 “ فَ تُخ ِر ُجوهُ لَنَاDe ki bize açıklayacak bilginiz var mı?” ayeti “Bilginiz var mı; biliyor musunuz?” anlamında değil de “Tabi ki bilginiz yok” anlamındadır. Zaten ayetin devamı " إِن تَتربِ ُعو َن إِالر الظر رنZandan başka bir şeye uymuyorsunuz” ve devamında يِصو َن ُ “ َوإِن أَنتُم إَالر ََّت ُرSiz yalan söylüyorsunuz” şeklinde açıklayacak bilgilerinin olmadığı ayan beyan ortaya konulmaktadır. İkinci bir örnek de يَ ُقولُو َن َهل لرنَا ِم َن األَم ِر 112 Enbiya, 21/30. 113 İsra, 17/99. Ayrıca bkz. Ra’d, 13/41, Nahl, 16/48; Ankebut, 29/19, 67; Rum, 30/37; Secde, 32/27; Ahkaf, 46/33; Enbiya, 21/30; Şuara, 26/7; Fussilet, 41/15; Mülk, 67/19, Yasin, 36/71, 77. 114 Ra’d, 13/31. 115 Taha, 20/120, 128; Secde, 32/26. 116 Maide, 5/116. Diğer örnekler için ayrıca bkz. Enbiya, 21/62; Vakıa, 56/69,72; Furkan, 25/17. 117 Vakıa, 56/59; Ayrıca bkz. Vakıa, 56/64. 118 Naziat, 79/27. Ayrıca bkz. Bakara, 2/140. 119 Al-i İmrân, 3/154; Enam, 6/148; Kaf, 50/30. 120 Enam, 6/148. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 89-118 112 | Musa Alp ِ “من َشي ٍءBu işten bize bir şey var mı?121” yani “bize ne, bizi ilgilendirmez” gibi bir anlamdadır. Nitekim ayetin devamında bu durumun tespiti “األمر كله لل َ قل إن/ “De ki iş tamamen Allah’a aittir” şeklinde cevabi olarak niyetleri ortaya konulmaktadır. Görüldüğü üzere bu tür kullanımlar bir soru üslubundan ziyade konunun vurgulu bir şekilde ortaya konulması şeklinde değerlendirilmelidir 122. Hel, فَ َهل أَنتُم ُّمنتَ ُهو َنayetinde“Bunlardan vazgeçtiniz mi?” 123 anlamından ziyade “Artık bunlardan vazgeçin”; فَ َهل أَنتُم ُّمسلِ ُمو َنayetinde ise “Sizler Müslümanlar mısınız?” 124 anlamından çok “Artık Müslüman olun!” şeklinde emir ifade ِ اب ِ (“ فَ َهل أَنتُم ُّمغنُو َن َعنرا ِمن َع َذKıyamet gününde) etmektedir.اّلل ِمن َشي ٍء قَالُوا لَو َه َد َاان اّللُ ََلََدي نَاك hepsi Allah'ın huzuruna çıkacak ve zayıflar o büyüklük taslayanlara diyecekler ki: ‘Biz sizin tâbilerinizdik. Şimdi siz, Allah'ın azabından herhangi bir şeyi bizden savabilir misiniz?’ Onlar da diyecekler ki: «(Ne yapalım) Allah bizi hidayete erdirseydi biz de sizi doğru yola iletirdik. 125” Ayette savabilirsiniz anlamında değil de “Azabı bizden savın” şeklinde emir içermektedir. Zaten cevaben de “Biz kendimizden savdık da siz mi kaldınız” anlamına gelen bir söz ile serzenişte bulunmaktadırlar. Kur’an-ı Kerim’de hel / هلsoru edatının mazi fiil ile geçtiği de görülmektedir. Bu ayetler incelendiğinde هلsoru harfinin mazi fiillerle de sıradan evet ya da hayır cevabına yönelik olmadığı, aksine içeriğin pekiştirilmesine yönelik olduğu görülür.وسى ُ ” َو َهل أ َََت َك َح ِدMusa’nın sözü sana geldi mi?” 126 ayeَ يث ُم tinde, anlatıldığı üzere muhatabın evet ya da hayır deme ihtimali bulunmamaktadır. “Kesinlikle onun sözünü bilirsin, unutma, hatırla” gibi anlamlara gelmektedir. Zaten ayetin devamında da “Hani o bir ateş görmüştü…” şeklinde hatırlatıcı ve tamamlayıcı bilgi verilmektedir. Dahası Hz. Muhammed muhatap alınarak Musa olayı diğer Müslümanlara ibretlik olarak anlatılmaktadır. ُّ فَ َهل َو َج Diğer bir ayette de bizzat evet/ نعمcevabı verilerek دُت رما َو َع َد َربُّ ُكم َح ًّقا قَالُوا نَ َعم “Rabbinizin vaat ettiklerini gerçek buldunuz mu? Evet dediler.” Zaten ayetin sibakında “Biz Rabbimizin bize vaat ettiğini gerçek bulduk”127 bilgisi verildikten sonra böyle bir soru varit olmuştur. Tabii ki cevabın evet olması beklenir. Hatta bizzat ayette ‘evet’ cevabı verilerek konu tasdik edilmekte/ettirilmektedir. 121 Al-i İmran, 3/154. 122 Benzer kullanımlar için ayrıca bkz. Araf, 7/53; Yunus, 10/34, 35; Nahl, 16/35. 123 Maide, 5/91. 124 Hud, 11/14. 125 İbrahim, 14/21. 126 Taha, 20/9. 127 Araf, 7/44. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 89-118 Arap Dilinde هل/ Hel ve أ/ Hemze Soru Harfleri | 113 Bazen de هل/hel ile yapılan sorularda bilginin onayı değil de bilgisizliِ ف وأ ِ َخ ِيه إِذ أَنتم ج ِ ğin onayı vurgulanmaktadır. اهلُو َن َ َ“ قYusuf dedi ki: َ ُ ُ ُال َهل َعلمتُم رما فَ َعلتُم بِي َ َ وس Siz, cahilliğiniz yüzünden Yusuf ve kardeşine yaptıklarınızı biliyor musunuz?”128 Tefsirlerde belirtildiğine göre Hz. Yusuf’u kuyuya atan kardeşleri, bu en küçük kardeşlerine de daima hakaret ve eziyet ederlerdi. Dolayısıyla kendileri tarafından bilinen bir konunun yine o kişilere sorulması abesle iştigaldir. Allah da her türlü abesten beridir. O halde burada başka bir amaca yönelik olarak هل/hel ile soru varit olmuştur. O da “Sakın unutmayın yaptıklarınızı, siz unutsanız da biz unutmayacağız’ gibi anlamlara gelmektedir. Zemahşeri, olayın çirkinliğine vurgu yapıldığını belirtir 129. Arap dilinde olumsuz cümleler her zaman belagat açısından öne çıkmaktadır. Olumsuzdan olumluya gitmek beliğ ifadeler olarak kabul edilir. هل/hel bırakın istifham edatı olarak kullanılmasını bazen nefiy/olumsuzluk edatı olarak, إالile kullanılır130. Bu durumda da hasr yapılmış olur. Dolayısıyla هل/hel’in sadece “mi?” sorusu için vazedilmediğini görüyoruz. َك إِالر ال َقو ُم الظرالِ ُمو َن ُ “ َهل يُهلZalimler güruhundan başka kimse helak edilmez. / Sadece zalimler güruhu helak edilir.”131“ َهل ُُي َزو َن إِالر َما َكانُوا يَع َملُو َنSadece yaptıklarından dolayı cezalandırılacaklardır.”132 Bununla birlikte belki soru kalıbıyla “Yaptıklarından başka bir şeyle mi cezalandırılacaklar?” şeklinde de çevrilebilir. Dilimize nasıl aktarırsak aktaralım. هل/soru harfi; temel bir soru edatı olması dışında beliğ bir ifade ile dikkat çekerek bilgi vermek amacına matuf bir göreve sahiptir 133. Kuran’da هل/hel muzari fiil ile de geçmektedir. Anlamı diğerlerinde olduğu gibi anlamın onaylanmasından başka bir şey değildir. ك َعلَى َ َق َ وسى َهل أَتربِ ُع َ ال لَهُ ُم ِ ِ ِ ر ِ ت رُش ًدا َ “أَن تُ َعل َمن ِما عُلمMusa ona: ‘Sana öğretilenden, bana, doğruyu bulmama yardım edecek bir bilgi öğretmen için sana tâbi olayım mı? dedi’.” 134 Burada ‘tabi olmayacağı’ hel soru harfi ile ifade edilmiştir. Nitekim devamı olan 67 ve 68. Ayetlerde “Dedi ki: Doğrusu sen benimle beraberliğe sabredemezsin. (İç yüzünü) kavrayamadığın bir bilgiye nasıl sabredersin?” şeklinde tabi olunmaya- 128 Yusuf, 12/89. 129 Ebu’l-Kasım Mahmud b. Ömer ez-Zemahşerî, el-Keşşâf ‘an hakâiki ğavâmizi’tTenzîl, Dâru’l-Kutubi’l-Arabi, Beyrut 1407, II, 500. 130 Ebu’l-Feth Osman bin Cinnî, el-Hasâis, el-Heyetu’l-Mısrıyye, I, 168. 131 En‘am, 6/47. 132 Araf, 7/147. 133 هل/hel’in kullanımları içi ayrıca bkz. Bakara, 2/210; Enam, 6/158; Araf, 7/53;Tevbe, 9/52; Yusuf, 12/64; Yunus, 10/102; Najl, 16/33; İsra, 17/93; Enbiya, 21/3. 134 Kehf, 18/66. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 89-118 114 | Musa Alp ِ ِ cağı açıklanmıştır. Bu konuda diğer bir örnek de ين أَع َم ًاال َ س ِر َ “ قُل َهل نُنَ بئُ ُكم ِبألَخDe ki: Size, (yaptıkları) işler bakımından en çok ziyana uğrayanları bildirelim mi?”135 Burada muhatabın hayır deme ihtimali bulunmamaktadır. Öyleyse buradaki soru edatı هل/hel, bir konuya dikkat çekmek, daha iyi anlaşılmasını sağlamak için kullanılmıştır. Ayetin devamında “İyi işler yaptıklarını sandıkları halde, dünya hayatında çabaları boşa giden kimselerdir.” şeklinde zaten sorunun amacı olan cevap verilmiştir. Sorudan ziyade kuvvetlendirme amacına yönelik Kur’an-ı Kerim’de pek çok örnek bulunmaktadır136. Kuran’da هل/hel soru harfinin tesviye amaçlı سواءile kullanıldığını da görmekteyiz. Bu tür sorularda, iki ya da daha fazla taraftan birinin tercihi değil de durumun olmazlığı ifade edilmektedir. Bu yönüyle tek tercihli olan ifadeleri, olumsuzluk edata ve ’إالnın beraber kullanıldıkları hasra benzetmek mümkünِ “ قُل َهل يستَ ِوي األَعمى والبDe ki: Görenle (anlayan) görmeyen (anladür. صرُ أَفََلَ تَتَ َف رك ُرو َن َ َ َ َ mayan) bir olur mu? Düşünmüyor musunuz?” 137 Burada “Tabi ki bir olmaz” ِِ anlamı kastedilmiştir. َمو َن ُ “ َهل يَستَ ُوو َن احلَم ُد ّلل بَل أَكثَ ُرُهم الَ يَعلOnlar eşit olurlar mı? Doğrusu hamd Allah'a mahsustur. Fakat onların çoğu (bunu) bilmezler.” 138 Görüldüğü üzere iki zümrenin de her halde eşit olmayacakları ifade edilmektedir. Hemen devamında da zaten onların bunu anlayamayacakları ifade edilmiştir139. Kur’an-ı Kerim’de hel/ هلsorusuna yine aynı soru ile cevap verildiği de görülmektedir. Soruya soruyla yapılan cevap, sıradan bir evet ya da hayır anlamından öte muhataba olayı vurgulu bir şekilde anlatan hasr üslubundan ٍ ول هل ِمن رم ِز ِ ول ِِل َهنرم َه ِل امتَ ََل başka bir şey değildir. Kaf süresi 50.( يد َ ُ ت َوتَ ُق َ َ ُ )يَوَم نَ ُقayeti bu duruma en güzel örnek teşkil etmektedir. Ayette birkaç vurgu birden bulunmaktadır. Hem fiilin faili biz/ َننşeklindedir hem de soruya evet ya da hayır şeklinde değil de yine هل منsorusu ile cevap verilmiştir. Ayrıca o gün cehenneme sorarız değil de deriz ifadesi geçmektedir. Bu ayet TDV Mealinde “O gün cehenneme «Doldun mu?» deriz. O da «Daha var mı?» der.” şeklinde verilmiştir. “Tabii ki dolmam, asla dolmam” şeklinde anlamak daha uygun düşmektedir. Ayrıca gelecek zamanda cereyan edecek bir konu mazi fiil ile kullanılmıştır. Zemahşeri, “Cehennemin her gireni alabilecek kadar geniş ve 135 Kehf, 18/103. 136 Bkz. Tevbe, 9/127; Maide, 5/59, 60; Enam, 6/148; 18/94; Meryem, 19/65, 98; Taha, 20/40, 120; Hac, 22/15. 137 Maide, 5/50. 138 Nahl, 16/75. 139 Benzer ayetler için bkz. Hud, 11/24; Ra’d, 13/16; Nahl, 16/76. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 89-118 Arap Dilinde هل/ Hel ve أ/ Hemze Soru Harfleri | 115 oraya girenlerin çok olduğunu tahyil ve tasvir için bir soru üslubu kullanılmıştır” der140. Dolayısıyla Arap sözlü geleneğinde soru harfleri olan hel/ هلve hemze/أ, evet ya da hayır anlamına gelen sorularda genellikle zikredilmemektedir. Eğer zikredilirse de normal bir sorudan öte tekit, taaccüp, tasdik gibi anlamlar ifade etmektedir. Sözlü geleneğe uygun olarak peyderpey inen Kur’an ayetlerinde de hel/ هلve hemze/ أsoru harflerinin tekit amaçlı varit olduğu görülmektedir. Hatta başka bir harf ya da olumsuzluk gibi farklı bir formda kullanılarak hasr ifade etmektedir. Bu iki harf olumsuzluk formunda gelen ألست بربكمayetinde olduğu gibi muhatabını tasdiğe zorlayan بلىcevabı için; فَ َهل أَن تُم ُّمنتَ ُهو َنayetinde olduğu gibi ‘artık vazgeçin’ anlamına gelmesi için kullanılmaktadır. Hazfi caiz olan bir harfin zikredilmesi vurgu ifadesine yönelik bir kullanımdır. Aynı durum hel/ هلve hemze/ أsoru harfleri için de geçerlidir. Bu da şunu göstermektedir: Bu iki soru harflerin cümlede zikredilmesi doğrudan anlamı güçlendirmeye yönelik olup, bu tür kullanımlarla içeriğin tasdik edilmesi amaçlanmaktadır. Kaynakça A. Yaşar Koçak, “Hemze (Arap Dilinde)”, Şarkiyat Mecmuası, sayı: 13, 2008, s. 83-89. Abdulalim İbrahim, el-İmlâ’ ve’t-tarkîm fi’l-kitâbeti’l-Arabiyye, Mektebetu Garîb, Mısır tsz. Abdülazim İbrahim Muhammed, Hasâisu’t-ta´bîri’l-Kur’ânî ve simâtuhu’lbelâgiyye, Mektebetu Vehbe I - II, by. 1992. Ali Kuşcu, ‘Unkûdu’z-Zevâhir fi nazmi’l-cevâhir, thk. Ahmed Afîfî, Daru’lKutubi’l-Mısriyye, Kahire 2001. Ali Özek ve diğerleri, Kur’an-ı Kerim Meali, TDV, (http://arsiv.diyanetvakfi.org. tr/ meal/mealindex.htm.) Erişim tarihi: 01.12.2016. el-Askerî, Ebû Hilâl, el-Furûku’l-Luğaviyye, thk. Beytullah Beyat, Kum 1412. Avnullah Enes Ateş, “İstifhâm Üslûbunun Mecâzi Kullanımları ve Meallere Yansıması”, Çanakkale Onsekiz Mart Ünivesitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı: 8, 2016, s. 123 -141. el-Cevzi, Cemaleddin Ebu’l-Ferec Abdurrahman, Funûnu’l-efnân fî uyûni’lKur’ân, Daru’l-Beşâir, Beyrut 1987. ed-Dakr, Abdülganî b. Ali, Mu’cemu’l-kavâidi’l-Arabiyye, by., tsz. 140 Zemhaşeri, el-Keşşaf, 4, 388. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 89-118 116 | Musa Alp el-Enbari, Ebu’l-Berakat Kemaleddin Abdurrahman b. Muhammed el-Ensari, Esrâru’l-Arabiyye, Dâru’l-Erkam, Beyrut 1999. _____________, el-İnsaf fi mesâili’l-hilaf beyne’n-nahviyyin el-Basriyyin ve’lKufiyyin, Mektebetu’l- Asriyye, Beyrut 2003. İbn Ebî Dâvud, Ebu Bekir Abdullah b. Süleyman el-Ezdi, Kitâbu’l-mesâhif, thk. Muhammed b. Abduh, Faruk el-Hadîse Yay., Kahire 2002. el-Ezherî, Ebu Mansur Muhammed bin Ahmed el-Heravî, Tehzîbu’l-luğa, thk. Muhammed Ivad Murib, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabi, Beyrut 2001. Emil Bedi’ Yakub, el-Mu’cemu’l-mufassal fî şevâhidi’l-‘Arabiyye, Daru’lKutubi’l-İlmiyye, Beyrut 1996. Hüsni Abdulcelil Yusuf, Esâlîbu’l-istifhâm fi’ş-şi´ri’l-cahilî, Daru’s-Sekâfe, Kahire tsz. İbn Cinnî, Ebu’l-Feth Osman, el-Hasâis, thk. Abdulhamid Hindâvî, Daru’lKütübi’l-İlmiyye, Beyrut 2013. İbn Dürüstüveyh, Kitâbu’l-küttâb, thk. İbrahim es-Sâmirânî, Daru’l-Kütübi’sSekâfiyye, Kuveyt 1977. İbn Faris, Ahmed bin Zekeriyya el-Kazvînî, es-Sâhibî fî fıkhi’l-luğa ve mesâiluhâ ve sunenu’l-Arab fî kelâmihâ, nşr, Muhammed Ali Beydûn, Beyrut 1997. İbn Hişam el-Ensârî, Cemaluddin Abdullah, Şuzûru’z-zeheb, thk. Berakât Yusuf Hebbût, Daru’l-Fikr, Beyrut, 1994. İbn Manzur, Ebu’l Fadl Cemalüddin Muhammed, Lisanü’l-Arab, Daru’lKütübi’l-İlmiyye I - XV, thk. Ahmet Haydar, Beyrut 1971. İbnu’l-Esîr, el-Meselu’s-sâir fî edebi’l-kâtib ve’ş-şâir, Dâru Nahda I - IV, Kahire tsz. İhsan Pala, “Soru Cümlelerinin Emre Delâleti”, Nüsha Dergisi, sayı: 17, Bahar 2005, s. 67-84. Kazvînî, Celâleddîn Muhammed b. Abdurrahman el-Hatîb, el-Îzāh fî ‛ulûmi’lbelâğa, I - II, Kahire tsz. el-Lebidî, Hemzetü’l-istifham fi’l- Kur’âni’l-Kerim, el-Mektebetü’l-Vataniyye, Amman 1992. Mehmet Cevat Ergin, Arap Dilinde İstifham Edatları, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, DÜSBE, Diyarbakır 1998. Mustafa Kayapınar, Hemze” ve “Hel” İstifham Edatlarının Kur’an-ı Kerim'de Nahiv ve Belagat Açısından Kullanımı, Yayımlanmamış Yüksek Li- ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 89-118 Arap Dilinde هل/ Hel ve أ/ Hemze Soru Harfleri | 117 sans Tezi, Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sivas 1999. el-Muberred, Muhammed bin Yezid, el-Kâmil fi’l-luğa ve’l-edeb, thk. Muhammed Ebu’l-Fadl İbrahim, Daru’l-Fikri’l-Arabî, Kahire 1997, Nureddin Abdurrahman el-Câmî, el-Fevâidu’z-ziyâiyye, thk. Usame Taha erRıfâî, Daru’l-Kutubi’l- İslamiyye, Beyrut tsz. Sahip Aktaş, Kuran’da İstifham Üslubu, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, FÜSBE, Elazığ 2006. Sekkâkî, Ebû Yakub Yusuf b. Muhammed b. Ali, Miftâhu’l-ulûm, thk. Abdulhamid Hindâvî, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut 2014. Sibeveyh, Amr b. Osman b. Kanber Ebû Bişr, el-Kitâb, thk. Abdusselam Muhammed Harun, Mektebetu’l-Hancî I - IV, Kahire 1988. Seyrâfi, Ebû Said es-Seyrâfî Hüseyin b. Abdillah b. El-Merzubân, Şerhu Kitâbi Sibeveyh, Thk. Ahmed Hüseyin Mehdelî, Dıru’l-Kütübi’l-İlmiyye, I-V, Beyrut 2008 es-Suyuti, Celaleddin Abdurrahman b. Ebu Bekr, el-İtkân fî ulumi’l-Kur’ân, Daru İbn Kesir I - II, Beyrut 2000. Taftâzânî, Sa´düddin, Muhtasaru’l-me‛ânî, Salah Bilici Kitabevi, İstanbul tsz. ez-Zemahşerî, Ebu’l-Kasım Mahmud b. Ömer, Keşşâf an hakâiki ğavâmızi’tTenzîl, Dâru’l-Kutubi’l-Arabi I - IV, Beyrut 1407. ez-Zerkeşi, Ebu Abdullah Bedreddin Muhammed b. Abdullah b. Bahadır, elBurhan fî ulûmi’l-Kur’ân, thk. M. Ebu’l-Fazl İbrahim, Daru’l-Marife I IV, Beyrut 1957. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 89-118 The Use and Laying of هل/ Hal and أ/ Hamzah Question Letters in Arabic Citation / ©-Alp, M. (2017). The Use and Laying of هـل/ Hal and أ/ Hamzah Question Letters in Arabic, Çukurova University Journal of Faculty of Divinity, 17 (1), 89-118. Abstract- In this research, the use of هل/hal and أ/hamzah question letters in Arabic language has been examined. In the Arabic language, letters are complementary elements that are used in a cumulative manner. Names and verbs in the terms of Laying are rarely removed from the point of appearance. Question letters are frequently removed. The question letters هل/hal and أ/hamzah may not be mentioned in the question for yes or no answer. These two prepositions are aimed at the point of citation except for asking questions. This purpose is nothing more than a complete denial or rejection of the content of the sentence such as consolidation, astonishment, elimination, behest and belong to something. Even this monotype constructed with هل/hal and أ/hamzah is sometimes used together with the letters هل ل, هل من, أفلم, أوالto increase the degree of strengthening. As in the other letters, these two question letters mean verbally, even if they are not used at the beginning of a question which requires yes or no answer, the answer is self-explanatory. The Quran descended according to the verbal culture. However, we see that the question letters often pass in the Quranic verses. Just as in the questions of " "ألست بربكمand "يوم نقول جلهنم هل امت ت وتقول " هل من مزيدthe task of these letters is to express the emphasis in meaning, rather than a simple question. In the verbal tradition, it is expected that someone who has been exposed to such questions should confirm the content in a positive sense. Keywords- Asking questions, هل/ hal, أ/ hamzah, laying İşârî Te’vil ve Kuşeyrî’nin Cihad ve Kıtal Ayetlerini Yorumlama Yöntemi Doç. Dr. Sami KILINÇLI Atıf / ©- Kılınçlı, S. (2017). İşârî Te’vil ve Kuşeyrî’nin Cihad ve Kıtal Ayetlerini Yorumlama Yöntemi, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 17 (1), 119-155. Öz- İslam tarihinde ortaya çıkan Kur’an’ı yorumlama çabalarından biri de işârî/irfânî te’vil anlayışıdır. Sûfîler kendi anlayışlarının Kur’an’dan kaynaklandığını açıklamak ve görüşlerini ayetlerle temellendirerek insanlara ulaştırmak için işârî tarzda eserler telif etmişlerdir. Sûfîlerin bu anlayışında ayetlerin zâhirî anlamları gözetilmekle birlikte kalplerine doğan işâret ve ilhamlar da te’vilin rotasını belirlemiştir. Bu eserler son dönemlerde her ne kadar işârî tefsir olarak tanımlanmakla birlikte sûfîler eserlerini tefsir olarak değil, hakâik, letâif, keşf gibi kendi irfânî te’vil tarzlarına göre isimlendirmişlerdir. Bu eserlerin en meşhurlarından biri de Kuşeyrî’nin Letâifu’l-İşârât isimli kitabıdır. Kuşeyrî bu eserinde cihad ve kıtalle ilgili ayetleri genel olarak zâhirî anlamlarına ve tarihî bağlamlarına uygun olarak açıklamakla birlikte birçok ayeti de işârî tarzda te’vil etmiştir. Sûfîler, insanın en büyük düşmanı kendi içindeki nefsi olduğundan hareketle cihadı büyük cihad, düşmanla yapılan cihadı ise küçük cihad olarak isimlendirdikleri için Kuşeyrî’nin te’villerinde de nefisle cihad konusu öne çıkmıştır. Kuşeyrî ayetleri yorumlarken sûfî düşünceye ait kalp, nefs ve sır gibi kavramlara da yer vermiştir. Anahtar sözcükler- Tasavvuf, sûfî, te’vil, nefs, cihad §§§ Makalenin geliş tarihi: 27.10.2016; Yayına kabul tarihi: 19.06.2017 Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tefsir Anabilim Dalı öğretim üyesi, e-posta: [email protected] 120 | Sami Kılınçlı Giriş Kur’an’ı Kerim ilk ayetlerinin nazil olmaya başlanmasıyla birlikte anlama faaliyetine konu olmuş ve tarihsel süreçte tefsir ve te’vil kavramları çerçevesinde farklı usuller geliştirilerek tarihi süreçte çok geniş bir literatür oluşmuştur. Müslümanların genel tefsir algıları rivayet ağırlıklı tefsirlerin yanı sıra fıkhî, kelamî ve lügavî tefsir eserleri çerçevesinde şekillenmiştir. Felsefî, diğer ifadeyle burhanî te’vil anlayışı ise genel anlayışın dışında kaldığı için bazı âlimlerce eleştirilmiştir. 1 Aşağıda da nakledeceğimiz üzere nazarî ve feyzî/işârî olarak iki farklı şekilde değerlendirilen irfânî/iş’ârî te’vil anlayışı da farklı açılardan eleştirilmiştir. Biz bu makalede iş’ârî te’vil anlayışının 2 ne olduğu, hakkında neler söylendiğine dair bazı temel bilgiler nakletmekle birlikte asıl olarak bu te’vil türünün ana metinlerinden biri olan Kuşeyrî’nin Letâifu’l-İşârât isimli eserinde cihad ve kıtal ayetlerinin nasıl anlaşılıp yorumladığını ortaya koymaya çalışacağız. 1. İşârî Te’vil Hakkındaki Mütâlaalar İmam Maturîdî (v. 333/944) tefsirin Kur’an’ın inişine şahit olan, bağlamı bilen sahabeye, te’vilin ise fukahaya ait olduğunu 3 açıklamış; Vâhidî (v. 1 Felsefî/Burhânî tefsir anlayışa yönelik eleştiriler, değerlendirmeler için bkz. Muhammed Hüseyin ez-Zehebî, et-Tefsîr ve’l-Müfessirûn, Mektebetu Vehbe, VII. Baskı, Kahire, 2000, I, 308-318; İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, Fecr Yayınevi, Ankara, 1996, II, 30-40. Beyanî, burhanî ve irfânî te’villle ilgili olarak bkz. Muhammed Âbid el-Câbirî, Arap–İslam Kültürünün Akıl Yapısı, Kitabevi, çev. Burhan Köroğlu ve diğerleri, İstanbul, 1999, s. 17-603. 2 “İşârî tefsir” kullanımıyla ilgili olarak Mustafa Öztürk, “Klasik dönemde sûfîlerin Kur’an ayetleriyle ilgili görüş ve yorumlarını ifade maksadıyla işaret, i‘tibar, hakîkat, latife, sır gibi çeşitli kelime ve terimler kullanılmış, son dönemde ve günümüzde ise “işârî tefsir” tabiri yaygınlık kazanmıştır. Bize göre “işârî tefsir” tabiri hem anlam hem de kullanım açısından sorunludur. Bu konudaki yapılan tanımlara göre sonuçta ‘işârî tefsir’ diye isimlendirilen şey aslında tefsir değil, te’vildir. Bize göre bu tür yorumlarla ilgili en isabetli değerlendirme “tasavvufî-irfânî te’vil”dir.” demektedir. Mustafa Öztürk, Tefsirin Halleri, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2013. s. 81-82, 84. Biz de bu değerlendirmelere bağlı kalarak işârî te’vil tabirini kullanacağız. Bununla birlikte nakilde bulunduğumuz kaynaklardaki “işârî tefsir” şeklindeki kullanımları asıllarına uygun olarak kaydedeceğiz. 3 Ebû Mansûr el-Maturîdî, Te’vîlâtu Ehli’s-Sünne, th. Mecdî Bâsellûm, Dâru’l-kütübi’lİlmiyye, I, Baskı, Beyrut, 2005, I, 349. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 119-155 İşârî Te’vil ve Kuşeyrî’nin Cihad ve Kıtal Ayetleri Yorumu | 121 468/1076) de aynı doğrultuda Kur’an tefsirinin nakil ve semadan ibaret olduğunu, tefsir alanında vahyin nüzulüne şahitlik eden sahabilere ait nakillerden bağımsız olarak, akıl-tedebbür ve re’y-tefekkür temelinde görüş beyan etmenin caiz olmadığını açıkça ifade ederek “kitap ve sünnet dışında kalan ve bu ikisine dayanmayan her ilim batıldır. Bu konuda Hz. Peygamber, sahabiler ve tabiûn işi sıkı tutmuşlar ve kendi re’yi ile görüş belirtenin doğru bir görüş ortaya koymuş olsa bile hatalı kabul etmişlerdir.” 4 demektedir. Bu açıklamalara göre tefsir sahabeye ait bir faaliyettir ve rivayete dayanması gerekmektedir. Vâhidî’nin “Ebu Abdurrahman es-Sülemî Hakâiku’t-Tefsir adlı bir kitap yazmış; eğer o eserinin tefsir olduğuna inanıyorsa küfre girmiştir.” dediği nakledilmektedir. Vâhidî başkalarını eleştiren, rahat konuşan bir karaktere sahip olduğu için5 naklettiğimiz görüşünde de bu yönünün ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Sözlükte “bir nesneyi gösterme, bir anlamı üstü kapalı bir şekilde ifade etme, dolaylı ve kinâyeli anlatım” gibi manalara gelen işâret,6 tasavvufta “maksadı söz aracılığı olmadan başkasına bildirme; ibareyle anlatılamayan, yalnızca ilham, keşf gibi yollarla elde edilmiş bilgi ve sezgi sayesinde anlaşılabilecek kadar gizli olan mânâ” şeklinde tanımlandığı için keşf ve ilhamla Kur’an ayetlerinin bir kısmının veya tamamının yorumlandığı tefsirler de işârî (remzî) tefsir adını almıştır. Söz konusu gizli anlamları kavramanın yolu olarak görüldüğü için tasavvufa “işaret ilmi” de denilmiştir. 7 Aşağıdaki nakillerde de görüleceği üzere sûfîlerin Kur’an yorumları tefsir olarak kabul edilmemekle birlikte birçok âlim tarafından yine de tefsir kavramı da yer verilerek işârî tefsir olarak kaydedilmiştir. “İşârî tefsir” kullanımıyla ilgili olarak Mustafa Öztürk’ün ifadesine göre, “Klasik dönemde sûfîlerin Kur’an ayetleriyle ilgili görüş ve yorumlarını ifade 4 Ebu’l-Hasen Ali b. Ahmed el-Vâhidî, el-Vasît fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-Mecîd, thk. Komisyon, Beyrut, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1994. I, 47-49. 5 Bkz. Ebû Amr Takıyyüddîn İbnü’s-Salâh eş-Şehrezûrî, Fetâvâ ve Mesâilü İbnisSalâh, nşr. Abdülmu’tî Emîn Kal’acî, Beyrut 1986, II, 196; Bkz. Ebû Abdillah Şemsüddîn Muhammed ez-Zehebî, Siyerü A’lâmi’n-Nübelâ, nşr. Şuayb el-Arnaût, Müessesetü’r-Risâle, I. Baskı, Beyrut 1984, XVIII, 342; Zerkeşî, el-Burhân, II, 105; Suyûtî, el-İtkân, II, 472. Ayrıca bkz. Uludağ, “İşârî Tefsir”, XXIII, 426-427. Vâhidî’nin hayatı ve görüşleri için bkz. Hadiye Ünsal, “Ebü’l-Hasen el-Vâhidî’nin Hayatı, Eserleri ve Tefsir Tarihindeki Yeri”, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 13, Sayı:1, s.135-164. 6 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, th. Heyet, Dâru’l-Maârif, Kahire, trs, IV, 2358. 7 Süleyman Uludağ, “İşârî Tefsir”, DİA, İstanbul, 2011, XXIII, 424-425. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 119-155 122 | Sami Kılınçlı maksadıyla işaret, i‘tibar, hakîkat, latife, sır gibi çeşitli kelime ve terimler kullanılmış, son dönemde ve günümüzde ise “işârî tefsir” tabiri yaygınlık kazanmıştır.”8 “Aslında sûfîlere ait yorumların ‘işârî tefsir’ şeklinde isimlendirilmesi, ‘tefsir’ kavramının gelişi güzel biçimde isti‘mal edilmesidir. Ayrıca, bu isimlendirmenin modern dönemde revaç bulduğu belirtilmelidir. Günümüzdeki Kur’an ve tefsir araştırmalarıyla kıyaslandığında, dini ilimlerle ilgili ıstılah ve kavramları kullanma hususunda geçmiş ulemaya ait eserlerin çok daha titiz ve dakik ifadeler içerdiği gerçeği teslim edilmelidir. Sûfîlere ait yorumların ‘tefsir’ değeri taşımaması bir yana, bu yorumların mana ve muhteva itibariyle okuyucunun pratik hayatında anlamlı bir karşılık bulması da söz konusu değildir.” 9 “Bize göre sûfîlerin Kur’an yorumları tefsirden çok farklı bir niteliğe sahip olduğu için bize göre bu tür yorumlarla ilgili en isabetli değerlendirme “tasavvufî-irfânî te’vil”dir.”10 demektedir. Biz de bu değerlendirmelere bağlı kalarak çalışmamızda kendi ifadelerimizde işârî te’vil tabirini kullanacağız. Ancak nakilde bulunduğumuz kaynaklardaki “işârî tefsir” şeklindeki kullanımları asıllarına uygun olarak kaydedeceğiz. Sûfîlere göre Kur’an’da mevcut kelime, lafız ve cümlelerin ilk bakışta akla gelen dış (zahr-zâhir) anlamlarından başka bunların sûfînin mârifetteki derecesine göre halka halka genişleyen iç (batn-bâtın) mânaları da vardır. Bu mânaya ulaşmak, bilgi birikimi ve tefekkür kabiliyetinin yanında ahlâkî olgunlukla birlikte keşf ve ilham gibi bilgi kanallarının açık olmasıyla mümkündür. Sûfîlerin kalbe doğan işaretler ve/veya bâtınî manalarla ilgili meşruiyet delilleri arasında tefekkür ve tedebbür ile Kur’an okumayı salık veren ayetler çok önemli bir yer tutmaktadır. Kur’an’ın dış anlamını Arapça bilenler, iç anlamını ise yakîn ehli olan ârifler bilebilir. Bununla birlikte mûtedil mutasavvıflar zâhirî mânaya ve bu mânalardan çıkan şer‘î hükümlere de büyük önem verdiklerinden bâtınî mânanın zâhirî anlamı geçersiz kılmaması gerektiğini de özellikle belirtirler. 11 8 Mustafa Öztürk, Tefsirin Halleri, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2013. s. 80. 9 Öztürk, Tefsirin Halleri, s. 91-92. 10 Öztürk, Tefsirin Halleri, s. 82. 11 Öztürk, Tefsirin Halleri, s. 83; Süleyman Uludağ, “İşârî Tefsir”, DİA, İstanbul, 2011, XXIII, 424-427. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 119-155 İşârî Te’vil ve Kuşeyrî’nin Cihad ve Kıtal Ayetleri Yorumu | 123 Tasavvufî yorumun meşruiyet delilleri arasında çok farklı yorumlara konu olan ve farklı şekillerde nakledilen “Kur’an’daki her ayetin zahrı/zâhiri, batnı/bâtını; her harfin haddi, her haddin de matla’ı vardır.” 12 rivayeti bulunmaktadır. İşârî te’vilin öncü isimlerinden Sülemî de (v. 412/1021) kendi te’vil anlayışına bu rivayetleri dayanak yapmıştır. 13 Ancak bu rivayetler hem sübut hem delalet açısından ciddi problemler taşımaktadır. İbn Teymiyye’ye göre söz konusu rivayetler uydurmadır.14 Sûfîlerin Kur’an yorumları hakkında Zerkeşî, (v. 794/1392) “Sûfîlerin Kur’an tefsiri bağlamında söyledikleri şeyler tefsir değildir. Bunlar ancak onların Kur’an tilaveti sırasında fark ettikleri manevi hakikatler ve istiğrak halleridir.”15 denildiğini naklederken; Suyûtî (v. 911/1505) ise daha açık bir ifadeyle, “Sûfîlerin Kur’an’la ilgili görüş ve yorumları tefsir değildir.” demiştir. 16 Kendisi de bir sûfî olan Şah Veliyyullah’a göre ise sûfîlerin işâretleri ve i‘tibarları aslında tefsir ilminden değildir. Ancak bunlar, Kur’an’ı dinleyen ve tefekkür eden sâlikin kalbine doğan, kendisine keşf olunan şeyler veya kendisine verilen ma’rifettir. Bu durum Leyla ve Mecnun hikâyesini dinleyen aşığın zihninde kendi aşkına dair bazı hatıraların canlanmasına benzemektedir. 17 12 Ahmed b. Ali Ebû Yaʻlâ el-Mevsılî, Müsnedü Ebî Yaʻlâ el-Mevsılî, thk. Huseyn Selîm Esed, I-XIV, Dâru’l-Me’mûn li’t-Türâs-Dâru’s-Sekâfeti’l-Arabiyye, Şam-Beyrut 1986-1992, IX, 81-83, 278. Ebü’l-Hasen Alî b. Ebî Bekr Heysemî, Mecmeʻu’zZevâid ve Menbeʻul-Fevâid, thk. Muhammed Abdülkâdir Ahmed Atâ, I-XII, Dâru’lKütübi’l-İlmiyye, Beyrut 2001, VII, 316; Ahmed b. İbrâhîm Bezzâr, Müsnedü’lBezzâr, thk. Mahfûzurrahmân Zeynullah (I-IX), Âdil b. Sa‘d (X-XVIII), I-XVIII, Mektebetü’l-Ulûm ve’l-Hikem, Medine 1988-2009, V, 441-42. 13 Muhammed b. Hüseyin b. Musa el-Ezdî es-Sülemî, Tefsîru’s-Sülemî (Hakâiku’tTefsîr), th. Seyyid İmrân, Daru’l-kütübi’l-ilmiyye, I. Baskı, Beyrut, 2001, s. 21-23. Ayrıca bkz. Bedreddin Ebû Abdillâh Bedrüddîn Muhammed b. Bahâdır b. Abdillâh ez-Zerkeşî, el-Burhan fi Ulûmi'l-Kur'an, Thk. Mustafa Abdulkadir Ata, Daru'lKütübi'l-İlmiyye, Beyrut, 1971., II, 95; 104, 105; Celaleddin Abdurrahman es-Suyuti, el-İtkan fi Ulumi'l-Kur'an, thk. Ahmed b. Ali, Daru'l-Hadis, Kahire, 2006, II, 473-475. Zâhir-bâtın hakkında geniş bilgi ve değerlendirme için bkz. Mustafa Öztürk, Kur’an ve Aşırı Yorum, İstanbul, 2011, s. 240-248. 14 İbn Teymiyye, Ebü’l-Abbas Takiyyüddîn Ahmed, Mecmûu’l-Fetâvâ, nşr. Âmir elCezzâr, Enver el-Bâz, Dâru’l-Vefâ, III. Baskı, 2005, XIII, 124. 15 Zerkeşî, el-Burhân, II, 105. 16 Suyûtî, el-İtkân, II, 472. 17 Şah Veliyyullah ed-Dıhlevî, el-Fevzu’l-Kebîr fî Usûli’t-Tefsîr, Tefsir Usulü, İ’tisam Yay. Ankara, 2015, s. 222. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 119-155 124 | Sami Kılınçlı İbn Teymiyye’ye göre, “insanların çoğundan ya da bir kısmından saklı kalan bir ilim türü olarak bahsedilen bâtın ilmi iki çeşittir: İlki, zâhir ilmine aykırı olan bâtın; ikincisi de zâhire ters düşmeyen bâtın ilmidir. Bunlardan birincisi batıldır. Her kim, zâhiri ilme aykırı düşen bir bâtın ilmine ya da bu tür bir bâtının bilgisine sahip olduğunu iddia ederse hata yapmış olur. Bu takdirde o, ya mülhid-zındık ya da cahil ve dalalete düşmüş, hatalı biridir. İkincisine yani zâhire ters düşmeyen bâtın ilmine gelince; bu, zâhir ilmi çerçevesinde görüş beyan etme mesabesindedir. Dolayısıyla, doğru olabileceği gibi yanlış da olabilir. Bâtın, zâhire muhalif olmadığı ve yine genel kabul gören zâhire muhalefet açısından bir asılsızlığı bilinmediği sürece, doğru olarak kabul edilir. Şayet batıl olduğu bilinirse, reddedilir. Ne doğruluğu ve ne de yanlışlığı bilinirse, bu durumda yargıda bulunulmaz, susulur. Genel kabul gören zâhire aykırı olan bâtın örneği, İsmailiyye fırkasından, Bâtınî Karmatîler, Nusayrîler ve benzerleri ile yine bu fırkalarla aynı anlayışı paylaşan filozoflar, aşırı mutasavvıflar ve kelamcıların ileri sürdükleri iddialarda ifadesini bulmaktadır.” 18 “Bâtınî yorumlar konusundaki görüşler iki madde halinde özetlenebilir. Birincisi: İslami temel bilgilere/dinin temel ilkelerine aykırı olduğu için özü itibarıyla batıl olduğu için kabul edilmesi mümkün olmayan yorumlar. İkincisi: özü itibariyle doğru olan manalardır. Sûfîler bu manaları Kur'an ve hadiste onların anladıkları anlamlardan farklı manaları içeren lafızlarla temellendirmekte ve bu yorumlarına da “işârât” diye isimlendirmektedirler. Nitekim Ebu Abdurrahman es-Sülemî'nin “Hakaiku’t-Tefsîr” adlı eserinde buna dair pek çok örnek bulmak mümkündür. Ancak bu tür yorumlarda da lafız sadece bu anlama geliyor denilmesi Allah’a iftira olduğu için doğru değildir. Böyle bir iddia içermeyen yorumlar ise lafzın delaleti türünden değil i’tibar ve kıyas kabilinden yapılan yorumlardır. Bu yorumlar bir tür kıyastır. Fıkıhçılar bu tür yorumları kıyas, sûfîler ise işâret olarak isimlendirmişlerdir. Sonuç olarak bu yorumların da sahih ve bâtıl olanları vardır.”19 18 İbn Teymiyye, Mecmûu’l-Fetâvâ, XIII, 125-126. 19 İbn Teymiyye, Mecmûu’l-Fetâvâ, XIII, 128-130. İbn Teymiyye’nin görüşlerine benzer görüşler serdeden Zürkanî, Zehebî ve Mennâu’l-Kattân görüşleri için bkz. Zehebî, et-Tefsîr ve’l-Müfessirûn, II, 251-260; 265-266; Muhammed Abdulazîm ezZürkânî, Menâhilu’l-İrfân, th. Fevvâz Ahmed Zemerlî, Dâru’l-Kütübi’l-Arabî, I. Baskı, Beyrut, 1995, I, 127. Benzer açıklamalar için bk. Mennâu’l-Kattân, Mebâhis fî Ulûmi’l-Kur’ân, Mektebetu Vehbe, XI. Baskı, Kahire, 2000, s. 346-347. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 119-155 İşârî Te’vil ve Kuşeyrî’nin Cihad ve Kıtal Ayetleri Yorumu | 125 Temel ilkeleri İbn Teymiyye tarafından ortaya konulup daha sonraki âlimler tarafından sistematize edilen söz konusu bu şartlar 20 Öztürk’e göre bir yönüyle tasavvufî-işârî yorum tarzını kontrollü biçimde Sünnî beyânî-kelamî sistemin içine alma, diğer yönüyle de Şiî-İsmâilî geleneğe özgü bâtınî te’vil tarzını tümden olumsuzlayıp dışarıda tutma işlevi görmektedir. 21 Bu şartlar aynı zamanda işârî te’vil yönteminin Kur’ân’ın zâhirini iptal edecek şekilde olmaması gerektiği yönündeki kaygıları yansıtmaktadır. Bu kaygının temelinde ise dinin algılanmasında ve yaşanmasında sabit bir çerçevenin bulunması daha genel ifadeyle dinin korunması amacı bulunduğundan bu çerçevenin dışına çıktığı kabul edilen nazarî sûfî tefsir kabul görmemiştir. Ulemânın farklı dönemlerdeki bu eleştirilerini dikkate alan ve gereksiz tartışmalara girmek istemeyen sûfîler Mustafa Öztürk’e göre, “Kur’an yorumlarını genellikle işaret, latife gibi kelime/kavramlarla ifade ederek, tasavvufî Kur’an yorumlarını muhtevi eserlerin tefsir diye isimlendirilmemesine özen göstermişlerdir. Söz gelimi Kuşeyrî (v. 465/1072) Kur’an’ın tasavvufî yorumuyla ilgili eserini Letâifu’l-İşârât, Necmeddîn-i Dâye (v. 654/1256) Bahrü’l-Hakâik ve’l-Meânî (Aynu’l-Hayât veya et-Te’vîlâtu’n-Necmiyye), ve Reşîdüddîn-i Meybüdî (v. 520/1126’dan sonra) Keşfu’l-Esrâr ve Uddetu’l-Ebrâr, İsmail Hakkı Bursevî (v. 1137/1725) Ruhu’l-Beyân diye isimlendirmiştir. Gerçi Sehl etTüsterî’nin (v. 283/896) her sureden birkaç ayetin tasavvufî yorumunu içeren eseri Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, Ebu Abdurrahman es-Sülemî’nin (v. 412/1021) eseri ise Hakâiku’t-Tefsir ismini taşır; fakat Tüsterî’nin eseri bizzat kendi telifi olmadığı gibi, eserin bu şekilde isimlendirilmesi de ona ait değildir. Hakâik, letâif, keşf gibi isimlendirmelerden de anlaşılacağı üzere, sûfîlerin Kur’an yorumları tefsirden çok farklı bir niteliğe sahiptir. Bize göre bu tür yorumlarla ilgili en isabetli değerlendirme “tasavvufî-irfânî te’vil”dir. Sûfîlerin te’villeri aslında “i’tibar” kavramında ifadesini bulan irfânî düşünce ve kıyasın ürünüdür.” 22 Kur’an’ın sûfî/irfânî tarzda ilk olarak yorumlayan Sülemî eserinin mukaddimesinde şunları kaydetmektedir: “Zâhir ehli Kur’an’ın müşkilâtı, ahkâmı, 20 Bkz. Mennâu’l-Kattân, Mebâhis fî Ulûmi’l-Kur’ân, Mektebetu Vehbe, XI. Baskı, Kahire, 2000, s. 348. Ayrıca bk. İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, II, 13; Ateş, İşârî Tefsir Okulu, s. 21. Ayrıca bkz. Mahmut Ay, “İşarî Tefsiri Yeniden Düşünmek”, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2011, 24, “103-148,” s. 106. 21 Öztürk, Tefsirin Halleri, s. 90. 22 Öztürk, Tefsirin Halleri, s. 81-82. Ayrıca bkz. Uludağ, “İşârî Tefsir”, XXIII, 427. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 119-155 126 | Sami Kılınçlı i‘rabı, dilsel yönü, mücmeli, müfesseri, nâsih ve mensûhu gibi konularda pek çok eser vermişlerdir. Ancak hakîkati bilenlerin (sûfîlerin) açıklamaları ise düzensiz bir şekilde sadece Ebu’l-Abbas el-Atâ ve İmam Ca’ferî Sadık’tan nakledilmiştir. Ben bu bilgileri ve hakîkat ehline, şeyhlere ait açıklamaları sure tertibini dikkate alarak gücüm ve gayretim nisbetinde derlemek istedim. İbn Mes’ud’un Rasulullah’tan naklettiğine göre ‘Kur’an yedi harf üzere vahyedilmiştir. Her ayetin zahrı, batnı vardır. Her harfin ise had ve matla’ı vardır.’ Buna yakın bir tarzda İmam-ı Ca’fer de, ‘Allah’ın kitabı ibadet, işâret, letâif ve hakâik olmak dört esasa dayanmaktadır. İbadet avâma, işaret havasa, letâif evliyaya, hakâik ise enbiyaya aittir.” demiştir. Hz. Ali ise, “Her ayetin zâhir, bâtın, had ve matla’ olmak üzere dört anlamı vardır.” Kur’an’ın zâhiri onu tilavet etmek, bâtını anlamak, haddı ibare, işaret, ahkâm, helal ve haram; matla’ ise Allah’ın o ayetle kuldan istediğidir. Allah Kur’an’ı ibâre, işaret, letâif ve hakâik olarak kılmıştır. İbadet dinlemeye, işaret akla, letâif müşâhadeye ve hakâik ise istislama/ Allah’a teslim olmaya bağlıdır.”23 Bu makalede cihad ve kıtal ayetleriyle ilgili görüşlerini tahlil edeceğimiz Kuşeyrî ise eserine kendi te’vil yöntemiyle ilgili şunları kaydetmektedir: “Evliyasının kalplerini irfanıyla açan, yoluna girmek isteyenlere burhanının ışıklarıyla hakkın metodunu ortaya koyan, imanın tahkikini arzu edenlere basireti lütfeden, seçtiği sevgili kulu Muhammed’e hidayet ve mucize olarak furkanı indiren, âlimlerin göğsüne Kur’an’ın ma’rifetini ve te’vilini yerleştiren, onları Kur’an’ın nüzulünün ve kıssalarının ilmiyle şereflendiren, kitabının vad’i, vaîdi, muhkemi, müteşâbihi ve nâsihine imanla âlimleri rızıklandıran; kullarının en seçkinlerini (mutasavvufları) Kur’an’ın esrarının, işaretlerinin incelikleriyle onların basiretlerini nurlandıran, rumuzlarının esrarına işaret eden Allah’a hamd olsun. Bu seçkin kullar diğer insanlara gizli kalan gaybın nurlarını bilmeye has kılındılar. İnsanlara bu hakikatlerin inceliklerini anlatıp, ona işaret ediyorlar ve en güzel şekilde açıklıyorlar. Onların insanlara anlattıkları ve anlatmadıkları her şeyin hükmü Allah’a aittir. 23 Sülemî, Tefsîru’s-Sülemî (Hakâiku’t-Tefsîr), I, 19-23. Bu rivayetler hakkındaki değerlendirmeler için bkz. Mustafa Öztürk, Kur’an ve Aşırı Yorum, Ankara Okulu Yayınları, 3. Baskı, Ankara, 2014, 250-259. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 119-155 İşârî Te’vil ve Kuşeyrî’nin Cihad ve Kıtal Ayetleri Yorumu | 127 Bizim bu kitabımız ma’rifet ehlinin lisanıyla Kur’an’ın işaretlerinden bir kısmını açıklamaktadır. Bu açıklamalar ayetlerin lafızlarının manalarına, usullerine bağlı kalınarak yazılmıştır.”24 Meşhur sûfîlerden ve el-Bahru’l-Medîd isimli eserin müellifi olan İbn Acibe ise (ö. 1224/1809) tefsirinin mukaddimesinde şunları kaydetmektedir: “En yüce ilimlerden biri de tefsirdir. Bu ilimde ancak insanlardan öğrenilen Arap dili, sarf, lügat, beyan, fıkıh, hadis ve tarih gibi ilimlerde derinleştikten sonra imanın tadını alan kemal ehlinden bir kişinin sohbetiyle zevk, hal ve makam açılarından tasavvufa dalan kişi bu konuda yetkili olabilir. Bu yetkinliğe sahip olmayan kişinin tefsir konusunda susarak gücü oranında şeriat ilimleriyle iştigal etmesi en doğru yoldur. Bil ki zâhir ehli için Kur’an’ın zâhiri, bâtın ehli için de Kur’an’ın bâtını vardır. Bâtın ehlinin tefsirini ancak bâtın ehli tadıp, anlayabilir. Bunların dışındakiler bu tür tefsirleri anlayamaz ve tadını alamaz. Bu tür bâtıni tefsirlere zâhir anlam açıklandıktan sonra ince, hassas, dikkatli bir şekilde işaret edilmesi gerekir. Bu işarî yorumlar akıl üstü bir kaynaktan geldiği, rivayetlerle bilinemeyeceği için anlama yetenekleri bu işaretleri kavramaya yetmeyenlerin onları inkâr etmeye çalışmaması ve bu sırlara teslim olması gerekir. Bu yorumları kabul etmeyen muârızların ‘Bu tür yorumlar Allah ve Rasulü’nün kelamını değiştirmektir’ demeleri seni işârî yorumları kabul etmekten alıkoymasın. Eğer sûfîler kendi yorumları hakkında ‘bu ayetin esas manası budur’ demiş olsalardı o takdirde bu tavır ayetin değiştirilmesi olurdu. Ancak sûfîler ayetin zâhiri anlamını göre kabul edip, açıkladıktan sonra kendi yorumlarını yapıyorlar.”25 Bütün bu yorumlar sûfîlerin eserlerini bilinçli bir şekilde ayetlerin nüzul vasatındaki ilk anlamı tespit etmek anlamındaki tefsir çalışması anlamında yapmadıklarını, kendi usullerince Kur’an’ı anlayıp yorumladıklarını göstermektedir. 24 Abdulkerim b. Hevâzin el-Kuşeyrî, Letâfu’l-İşârât, th. Abdullatif Hasan Abdurrahman, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 2000, I, 5. 25 Ahmed b. Muhammed b. Acîbe, el-Bahru’l-Medîd fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-Mecîd, th. Ahmed Abdullah el-Kuraşî Raslân, Kahire, 1999, I, 49-50. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 119-155 128 | Sami Kılınçlı 2. Kuşeyrî ve Letâifu’l-İşârât İsimli Eseri Rebîülevvel 376’da (Temmuz 986) bugün İran’ın Türkmenistan sınırı yakınındaki Kûçan kasabasının bulunduğu Üstüvâ yöresinde doğan Kuşeyrî baba tarafından Kuşeyr, anne tarafından Benî Süleym kabilesine mensuptur. Küçük yaşta babasını kaybedince akrabalarından Ebü’l-Kāsım el-Yemânî’nin himayesinde büyüdü, Arapça ve edebiyat bilgilerini ondan öğrendi. Biniciliğe ve silâh kullanmaya heves etti; iyi bir binici ve silâhşör oldu. Kuşeyrî, babasından miras kalan köyüne konulan ağır verginin hafifletilmesini sağlamak ve hesap öğrenip maliye memuru (müstevfî) olmak amacıyla genç yaşta Nîşâbur’a gitti. Burada bir rastlantı sonucu dönemin tanınmış sûfîlerinden Ebû Ali ed-Dekkāk’ın sohbet meclisine katıldı ve kendisinden etkilenerek müridi olmak istedi. Dekkāk ona önce ilim tahsil etmesini söyledi. Bunun üzerine Kuşeyrî Ebû Bekir Muhammed et-Tûsî’den Şâfiî fıkhını öğrendi. Ayrıca kelâm âlimi İbn Fûrek’in, onun vefatından sonra Ebû İshak elİsferâyînî’nin derslerine devam etti. İsferâyînî’nin kendisine derslerine devam etmesi gerekmediğini, kitaplarını okumasının yeterli olduğunu söylemesi, onun bu sıralarda kelâm ilminde oldukça ileri bir seviyeye ulaşmış olduğunu göstermektedir. Kuşeyrî bu dönemde Bâkıllânî’nin eserlerini inceleyerek Eş‘ârî kelâmını benimsedi. İlimle meşgul olduğu bu yıllarda bir yandan da mürşidi Dekkāk’ın sohbetlerine devam ederek tasavvufî alanda kendini geliştirdi. Dekkāk onu kızı Fâtıma ile evlendirdi ve medresesinde ders vermesine izin verdi. Hadis ilmiyle de uğraşan Kuşeyrî el-Müstedrek müellifi Hâkim enNîsâbûrî, Ebü’l-Hüseyin el-Haffâf, Ebû Nuaym el-İsferâyînî, Ebû Bekir Abdûs el-Müzekkî, Ebü’l-Hasan el-Ahvâzî gibi muhaddislerin derslerine devam etti. Hatîb el-Bağdâdî başta olmak üzere birçok tanınmış muhaddis kendisinden hadis rivayet etti. Mürşidi Dekkāk’ın vefatından (405/1015) sonra Ebû Muhammed b. Hüseyin es-Sülemî’ye intisap ederek tasavvufî bilgisini ve tecrübelerini arttıran Kuşeyrî’nin etrafında çok sayıda öğrenci toplandı, ayrıca halkın saygı ve güvenini kazandı. Ali b. Hasan el-Bâharzî, Kuşeyrî’nin güzel hitabeti ve etkili vaazlarından söz ederken taşa hitap etse onu bile eriteceğini, meclisine şeytan getirilip bağlansa tövbe edeceğini söylemektedir. Tasavvuf literatürünün temel kitapları arasında yer alan er-Risâle adlı eserin de müellifi olan Kuşeyrî Nîşâbur’daki medresesinde 437’de (1045) ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 119-155 İşârî Te’vil ve Kuşeyrî’nin Cihad ve Kıtal Ayetleri Yorumu | 129 başladığı hadis derslerini ölümüne (465/1072) kadar yirmi yedi yıl boyunca sürdürdü. Tasavvuf, kelâm, hadis, fıkıh, tefsir, gramer, lügat ve edebiyat gibi ilim dallarında geniş bilgisi olan Kuşeyrî fıkıhta Şafiî, itikadda Eş’arî mezhebine bağlıdır. Daha çok mutasavvıf kimliğiyle tanınan Kuşeyrî tasavvuf tarihinin en önemli kaynaklarından sayılan er-Risâle; esmâ-i hüsnâyı şerhettiği et-Tahbîr fi’t-Tezkîr; zikir âdâbına dair Tertîbü’s-Sülûk fî Tarîki’llâh; gramer terimleri ve kurallarının tasavvufî tarzda yorumlandığı Nahvü’l-Kulûb gibi eserlerinin yanı sıra kendisinden sonrakileri de etkileyen Letâifu’l-İşârât isimli bir tefsir de yazmıştır.26 Kuşeyrî tefsirinde hocası Sülemî’den çok istifade etmiştir. Metodu, Sülemî’nin metoduna yakındır. İleri sürülen fikirler, Sülemî’nin tefsirindeki fikirlerdir. Ancak bu tefsirde senetler atılmış, kaynaklardan bahsedilememiştir. Yani Kuşeyrî, Sülemî tefsirindeki bilgileri kendi düşünce potasından geçirerek yazmıştır. Kuşeyrî, ayetin özetle manasını verdikten sonra çeşitli anlamları üzerindeki görüşlere değinir: “Bazıları şöyle anlıyor, bazıları böyle anlıyor.” der. Şahıs zikretmeden tasavvuf ehli arasında dolaşan anonim manaları sıralar, sonra fasıl diye attığı bir başlıkla va‘z uslubuna geçer, içli bir ifade ile zühd ve Tanrı sevgisine dair manalar verir. Gerçekten bu ifadeler, kendisinin çok güzel bir vaiz olduğunu, büyülü bir ifade yeteneğine sahip bulunduğunu gösterir. 27 Eserinde bazı ayetleri zâhiri anlamlarına göre bazılarını da işârî usulle açıklamaktadır. Bazı yerlerde de sûfî yorum yaptığını cümleye “ işâreten…” 28 şeklinde başlayarak ihsas ederken bir çok yerde böyle vurgu yapmadan doğrudan işârî yorumlara geçmektedir. Tefsirinde tüm ayetlere yer vermekle birlikte geniş açıklamalara da girmemektedir. 26 Zehebî, Siyerü A’lâmi’n-Nübelâ, XVIII, 227-233; Zeynuddin Muhammed Abdurraûf el-Münâvî, Tabakâtu’s-Sûfiyye el-Kevâkibu’d-Durriyye fî Terâcimi’s-Sâdâti’sSufiyye et-Tabakâtu’l-Kübrâ, thk. Muhammed Edîb el-Câdır, Dâru Sâdır, Beyrut, 1999, II, 186-189; Süleyman Uludağ, “Kuşeyrî, Abdulkerîm b. Hevâzin”, DİA, Ankara, 2002, XXVI, 474; Süleyman Uludağ, “İşârî Tefsir, DİA; XXIII, 427. 27 Ateş, İşârî Tefsir Okulu, s. 100. 28 Bkz. Kuşeyrî, Letâfu’l-İşârât, I, 92, 93, 94, 95, 96, 402, 411. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 119-155 130 | Sami Kılınçlı 3. Cihad ve İslam’daki Önemi Arap dilinde “cehd-cühd” mastarıyla kökteş olan cihad kelimesindeki asıl mana Cevherî’ye (ö. 400/1009’dan önce) göre “tâkat”tir. 29 Buna mukabil diğer bazı dilciler “cehd”in meşakkat, “cühd”ün tâkat anlamına geldiği yahut her ikisinin de vüs’at ve tâkati (güç, kudret) ifade ettiğini de kaydetmişlerdir. 30 Cihad ve mücâhede kelimeleri düşmana karşı bütün imkânları seferber etmek anlamına gelmektedir. Cihad görünen düşmanla, şeytanla ve nefisle olmak üzere üç kısma ayrılmaktadır. 31 Zâhiri cihad, Allah’ın kelimesinin, dininin en yüce olması için kâfirlerle yapılan savaş ve mülhitlere karşı delillerle yapılan cihaddır. Bâtıni cihad ise cihadın en zoru olan nefis ve şeytanla yapılan cihaddır. “Büyük cihaddan küçük cihada döndük” rivayeti de bunu anlatmaktadır.”32 Bir müslümanın Allah’a taat yolunda tüm gayretini ortaya koymasını ifade eden bir kelime ve kavram olarak tüm çeşitleriyle Müslüman şahsiyet ve İslam toplumunun oluşmasında, varlığının sürdürülmesinde çok önemli bir kavram olan cihad Kur’ân-ı Kerîm’de isim olarak dört, bundan türeyen fiil şeklinde yirmi dört yerde geçmektedir; “cihad eden” anlamındaki mücahid ise iki âyette zikredilmiştir. 33 Bu âyetlerin bir kısmında34 cihad kelimesinden doğrudan savaşın kastedildiği anlaşılmakta, bir kısmında da cihad “Allah’ın rızâsına 29 Ebü’l-Hüseyn Ahmed İbn Fâris, Mu’cemü Mekâyîsi’l-Luğa, nşr. Abdüsselâm Muhammed Hârûn, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1970, I. 486; Ebû Nasr İsmâîl b. Hammâd el-Cevherî, es-Sıhâh, nşr. Ahmed Abdülkâdir Atâ, Dâru’l-İlm li’l-Melâyîn, Üçüncü Baskı, Beyrut 1984, II. 460. 30 Bkz. Ebü’l-Kâsım Hüseyn b. Muhammed Râğıb el-İsfehânî, el-Müfredât fî Ğarîbi’lKur’ân, th. Muhammed Halil Aytânî, Dâru’l-Ma’rife, IV. Baskı, Beyrut, 2005, s. 108; Ebü’l-Feyz Muhammed el-Murtazâ ez-Zebîdî, Tâcu’l-Arûs min Cevâhiri’l-Kâmûs, nşr. Abdüsselâm Muhammed Hârûn, Matbaatü Hükûmeti’l-Küveyt, İkinci Baskı, Mansûra 1994, VII. 534; Mecduddin Muhammed b. Ya‘kub el-Fîruzabâdî, Besâiru Zevi’t-Temyîz fî Letâifi’l-Kitâbi’l-Azîz, thk. Muhammed Ali en-Neccâr, Beyrut, Mektebetu’l-İlmiyye, trs. II, 401. 31 İsfehânî, el-Müfredât fî Ğarîbi’l-Kur’ân, s. 108; Semîn el- Halebî, Umdetu’l-Huffâz, s. 651. 32 Ahmed b. Yûsuf b. Abduddâim es-Semin el-Halebî, Umdetul Huffâz fî Tefsîri Eşrâfi’l-Elfâz, thk. Muhammed Bâsil Uyûnu’s-Sûd, Beyrut, Dâru’l-Kütübü’l-İlmiyye, 1996, s. 651; Fîrûzâbâdî, Besâiru Zevi’t-Temyîz, II, 402-403. 33 Bkz. Muhammed Fuad Abdulbâkî, el-Mu‘cemu’l-Müfehres li Elfâzi’l-Kur’âni’l-Kerîm, Matbatu Daru’l-Kütübi’l-Mısriyye, Kahire, 1364. s. 183. 34 Bkz. et-Tevbe 9/41, 44, 81, 86. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 119-155 İşârî Te’vil ve Kuşeyrî’nin Cihad ve Kıtal Ayetleri Yorumu | 131 uygun bir şekilde yaşama çabası” şeklinde özetlenebilecek olan genel anlamıyla geçmektedir. Bu kapsam genişliğine rağmen İslâm hukukçularının daha çok “müslüman olmayanlarla savaş” anlamındaki cihada ağırlık vermeleri, bu tür cihadın hukukî bir mahiyet arzetmesi ve birtakım hukukî sonuçlar doğurması sebebiyledir. Nitekim fıkıh kitaplarında, başta savaş ve barış münasebetleri olmak üzere devletler hukukuyla ilgili konuların ele alındığı bölümler “kitâbü’l-cihâd” (veya kitâbü’s-siyer) şeklinde adlandırılmıştır. Bunun yanında nefisle mücâhede şeklindeki cihadla daha çok tasavvuf ehli ilgilenmiştir. Bu sebeple cihadın savaştan ibaret olduğunu düşünmek gerçeği yansıtmadığı gibi cihada yalnız savaş anlamının verilmesi, Kur’an ve Sünnet’te ifade edilen anlam ve kapsamı bakımından eksik ve yanlış sayılır. 35 4. Tasavvuf Geleneğinde ve Kuşeyrî’ye Göre Cihad İslam geleneğindeki hâkim cihad anlayışının fakihler ve fakih müfessirlerce şekillendirildiği, dolayısıyla büyük resmin fıkıh-tefsir literatüründe resmedildiği şüphesizdir. Buna mukabil mutasavvıflar cihad konusundaki yaklaşımlarıyla farklı bir anlayışı temsil etmektedir. 36 Bu gelenekteki cihad anlayışı, “Küçük cihaddan büyük cihada döndük” (race’nâ mine’l-cihâdi’l-asğar ile’lcihâdi’l-ekber) mealindeki rivayete dayanır. Ali el-Kârî (v. 1014/1605) gibi bazı âlimler bu rivayetin senet/sübut yönüyle zayıf olduğu tespitinde bulunmuş, 37 söz konusu rivayete göre Hz. Peygamber bir gazve dönüşünde sahabilere, “Hayırlı bir yere, aynı zamanda küçük cihaddan büyük cihada döndünüz” buyurduğunda sahabiler, “Büyük cihad nedir” diye sorduklarında Rasulullah, “Kulun hevâsıyla mücahadesidir” buyurmuştur. Ancak rivayetin meşhur olan şekli “Büyük cihaddan küçük cihada döndük” şeklindedir. “Bu rivayeti Beyhakî (v. 458/1066) ve Gazâlî (v. 505/1111) zayıf bir senetle sahabi Cabir b. Abdillah’tan nakletmiş; Hatip el-Bağdâdî (v. 392/1002) de bu rivayeti Tarih’inde aynı raviden nakletmiştir. Ancak İbn Hacer el-Askalânî (v. 852/1449) bunun tâbiûn kuşağından İbrahim b. Ebî Able’ye (v. 152/769) ait bir söz olduğunu, 35 Ahmet Özel, “Cihad”, DİA, İstanbul, 1993, VII, 527-528. 36 Mustafa Öztürk, “Cihad Ayetleri: Tefsir Birikimine, İslâm Geleneğine ve Günümüze Yansımaları”, İslam Kaynaklarında Geleneğinde ve Günümüzde Cihad Çalıştayı, Kuramer, İstanbul, 2016. s. 103. 37 Ebü’l-Hasen Nûruddîn Ali el-Kârî, el-Esrâru’l-Merfûa fi’l-Ahbâri’l-Mevdûa, nşr. Muhammed b. Lütfi es-Sabbâğ, el-Mektebü’l-İslâmî, İkinci Baskı, Beyrut 1986, s. 211-212. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 119-155 132 | Sami Kılınçlı zaman içinde dilden dile yayılarak şöhret bulduğunu belirtmiştir. 38 İbn Tey- miyye (v. 728/1328) ise rivayetin asılsız/uydurma olduğunu savunmuştur.39 Kuşeyri’ye göre zâhir cihad açıktan kâfirlerle yapılan ve “küçük cihaddan büyük cihada döndünüz/döndük” rivayetinde de anlatılan; bâtıni olan ise nefis ve şeytanla yapılandır. 40 “Kişinin en büyük düşmanı göğsünde/kendi içinde bulunan nefsidir. Kulun nefsiyle olan en büyük cihad konusunda her çeşit riyazet yoluyla ona baskı uygulaması, kendisinden istenilen amelleri yerine getirmede tüm gücünü kullanarak ruhsat oluşturacak şekildeki te’villere başvurmadan her zaman en zor olan mücadele yöntemini tercih etmesi gerekir. Tevbenin hakikati tam olarak günahtan vazgeçerek ona herhangi bir kalıntı/kırıntı bırakmamaktır. Kâfir şahıs nasıl şirkten vazgeçip İslam’a girip gereğince amel ettiğinde ondan el çekilir ve serbest bırakılırsa nefs boyun eğip, beşeri zaaflar yok edilene/silinene kadar onunla mücadelenin devam etmesi gerekir.41 “Allah için cihad, ilk olarak haramları, sonra şüpheli durumları ve mubahları terk etmektir. Bunlara ek olarak da Allah’tan başkasıyla bağları kesmek ve her anında Allah’ın rızasına uymayan meşguliyetlerden kendini arındırarak Allah için bütün duyu organlarını yanlış şeylerden muhafaza etmen ve her nefeste Allah ile birlikte olmandır.” 42 “Kişi nefsini öldürmediği sürece cihadı sahih/doğru olmaz. Bunun için öncelikle kişinin kalbinden rahatını düşünmeyi çıkarıp nefsi ölüme teslim etmesi gerekir.” 43 “Allah Teâlâ kalplerine iman yerleşmediği halde iman iddiasında bulunanlardan imanın kabul edilmesini hasr edatını da kullanarak herhangi bir şüpheye kapılmadan Allah ve 38 Bkz. Ebü’l-Fidâ İsmail b. Muhammed el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ ve Müzîlü’l-İlbâs, nşr. Husâmu’d-Din el-Kudsî, Mektebetu’l-Kudsî, Kahire, 1351, I, 424-425. Ayrıca bkz., “Cihad Ayetleri: Tefsir Birikimine, İslâm Geleneğine ve Günümüze Yansımaları”, s. 103. 9. dipnot 39 İbn Teymiyye, Mecmûu’l-Fetâvâ, XI. 93-94. Zehebî’nin (ö. 748/1348) naklettiği bilgiye göre Muhammed b. Ziyâd el-Makdisî, İbrahim b. Ebî Able’nin savaştan dönen müslümanlara, “Küçük cihaddan döndünüz; peki büyük cihad, kalple cihad hususunda ne yaptınız?” dediğini nakletmiştir. Bkz. Zehebî, Siyerü A’lâmi’nNübelâ, VI. 325. 40 Kuşeyrî, Letâifu’l-İşârât, I, 395. İlgili ayet Enfal, 8/41. 41 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, I. 408. İlgili ayet Tevbe, 9/5. 42 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, II, 463. İlgili ayet Ankebut, 29/69. 43 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, I, 215. İlgili ayet Nisa, 4/74. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 119-155 İşârî Te’vil ve Kuşeyrî’nin Cihad ve Kıtal Ayetleri Yorumu | 133 Rasulüne iman ederek Allah yolunda malları ve canlarıyla cihad etme şartlarına bağladı. Bunlara bağlı kalanların imanı makbul diğerlerininki değildir. 44 Gayrimüslimlere yönelik olarak nasıl Hz. Musa ve Harun’a “Firavn’a yumuşak konuşmaları”45 emredildiyse Peygamberimiz de müşriklerle tartışma ortamı oluşturmadan onları ilk önce güzel ahlaka davet etti. Ancak muhataplar kendilerine hakikat yeterince açıklanmasına, özür olarak öne sürebilecekleri bir durum kalmamasına rağmen batılda ısrar edip müstekbirce davrandıkları zaman tehdit ve zorlama gündeme geldi. Bundan da sonuç alınmayıp konuşma ve kınama işe yaramadığında ise tüm gücü, imkânları kullanarak cihad, savaş gündeme gelmiştir.”46 Yukarıda naklettiğimiz bilgilerden de anlaşıldığı gibi sûfî bir âlim olan Kuşeyrî nefisle cihadı ön plana çıkarmakla birlikte ayetlerin açıklamalarında Kur’an’ın genel içeriğine ve sünnetteki uygulamaya bağlı olarak cihadın tüm çeşitlerini ve hangi şartlarda hangisinin öncelikli olduğu hususlarını da açıklamaktadır. 4.1. Kuşeyrî’nin Cihad Ayetlerini Yorumlama Yöntemi Pek çok konuda yetkin bir âlim olan olduğu için ayetlerin nüzul bağlamıyla ilgili bilgilere de sahip olan Kuşeyrî bazı ayetleri bu bağlam bilgisini dikkate alarak açıklarken bazılarını ise sûfî bakış açısını temel alarak yorumlamıştır. Çalışmamız Kuşeyrî’nin cihad ve kıtalle ilgili ayetlerle ilgili yorumlarını ortaya koymayı amaçlamaktadır. Makalenin hacminin artmaması için ayetlerin bağlam bilgisine girmeden sadece kaynaklardaki yerlerine işaret ederek müellifin yorumları üzerinde duracağız. 4.1.1. Cihad Ayetlerinin Yorumunda Zâhirî Anlamı Dikkate Alması Kuşeyrî Furkan suresi 25/52. ayetteki Hz. Peygamber’e “Kâfirlere itaat etme ve sana verdiğimiz Kur’an’la onlara karşı bütün gücünle mücadele et.” emrini ayetin indiği vasatla da uyumlu 47 bir şekilde “Bizden başkasına mey44 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, III, 223-224. İlgili ayet Hucurat, 49/15. 45 Taha, 20/44. 46 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, I. 435; III, 335. İlgili ayetler Tevbe, 9/73 ve Tahrim, 66/9. 47 Bkz. Ebu’l-Hasen Mukâtil, b. Süleyman Tefsîru Mukâtil b. Süleyman, thk. Ahmed Ferid, I. Baskı, Beyrut, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2003. II, 439; Ebu’l-Ferec Cemalud- ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 119-155 134 | Sami Kılınçlı letmeden, onlara taviz vermeden emirlerimizi tam olarak yerine getir. Biz her şart ve durumda seni korur ve hiçbir zaman yardım gölgemizi senden kaldırmayız.” 48 şeklinde; “Kim Allah yolunda çalışıp didinirse, bunu ancak kendi iyiliği için yapmış olur…49 ayetini ise “Kim iyilik yaparsa nefsinin kurtuluşunu isteyerek saadetini elde etmiş olur. Kim de günah işlerse kendisinin cezalandırılmasını istemiş ve kötü akıbetini hazırlamış olur. İtaat edenlere sevapları verilir, asilere gelince onları azab beklemektedir. Hak/Hakikat aziz, üstündür. Başkasına ihtiyacı yoktur. Ona tabi olmak ona bir güzellik eklemediği gibi, günahlar da ona bir leke getirmez.” 50 şeklinde te’vil etmektedir. Şirke dönmesi için anne babası tarafından baskıya maruz kalan mü’mine bu konuda onlara itaat etmemesini emreden Ankebut, 29/8. ayetini51, “Allah Teâla kullarına anne babalarının hakkını gözetmeyi sıkı bir şekilde emretmiştir. Ancak Allah’ın hakkını gözetmek onların isteklerini gözetmenden daha önemlidir. Eğer onlar Allah’a şirk koşman konusunda seninle mücadele eder, baskı uygularlarsa onlara itaat etme, her şeye rağmen onlara yumuşak davran”52 şeklinde açıklamaktadır. Tevbe, 9/86. ayette cihad emri gelince hali vakti yerinde olan münafıkların savaşa gitmek istemedikleri anlatılmaktadır.53 Bu ayeti “Kendilerine cihad emredilip iş ciddiye binince zenginler mal, mülkleriyle ilgilenmeyi mazeret göstererek cihaddan geri kalmak istediler. İşte bunlar Allah Teâlâ’nın yardımından mahrum bırakılan ve kalpleri O’nun rızasını kazanmayı istemekten uzak tutulanlardır.”54 şeklinde açıklayan Kuşeyrî, Allah yolunda cihada çıkmak istemeyen Müslümanları “Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, kabileniz, kazanıp biriktirdiniz malınız-mülkünüz, kötüye gitmesinden endişe ettiğiniz ticaretiniz, çok sevdiğiniz evleriniz sizin için Allah’tan, elçisinden din Abdurrahman b. Ali İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr fî İlmi’t-Tefsir, Beyrut, elMektebu’l-İslamî, 1948. III, 323. 48 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, II, 387. 49 Ankebut, 29/6. 50 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, II, 451. 51 Bkz. Mukâtil, Tefsîr, I, 512; İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, III, 399-400. 52 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, II, 452. 53 Bkz. Mukâtil, Tefsîr, II, 64; Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr, Câmiu’l-Beyân ‘an Te’vîli Âyi’l-Kur’an, thk. Abdullah b. Abdulmuhsin et-Türkî, Dâru’l-Kütübü’İlmiyye, Dördüncü Baskı, Beyrut, 2005. VI, 441. 54 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, I, 438. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 119-155 İşârî Te’vil ve Kuşeyrî’nin Cihad ve Kıtal Ayetleri Yorumu | 135 ve Allah yolunda cihad etmekten daha güzel ve önemliyse, o zaman Allah’ın ceza/azap hükmünün gelmesini, bekleyin! [Bilin ki] Allah imanın gereklerini yerine getirmeyenleri umduklarına kavuşturmaz.” şeklinde eleştiren Tevbe Suresi 9/24. ayeti 55, “ayetteki ‘bekleyin’ emrinde Müslümanlara herhangi bir seçim, izin veya görevlerini bırakıp zevklerini tercih edebileceklerine dair bir izin bulunmamaktadır. Aksine Allah’ın emirlerini bırakıp hazlarına tabi olmaktan güçlü bir şekilde sakındırma ve kınama vardır. Zaman kaderin ayrıntılarını açığa çıkaran adil bir hakemdir. Tevhid konusunda sadakatin belirtisi Allah’ın dışındaki her şeyle alakayı kesmek; yanlış âdetleri terk etmek ve iyi hallerin devamı hususunda Allah ile yetinmektir. Ayrıca kimin dini zarar ederse zevkleri de zarar eder. Nefsini zevklerin işgalinden kurtarmadıkça, ilâhî müşahadelere nâil olup imar olamazsın”56 şeklinde açıklamaktadır. Allah Teâlâ’nın Müslümanları mücahidler ve sabredenler ortaya çıkıncaya kadar sınayacağını anlatan Muhammed, 47/31. ayeti57, “İmtihan ve belalarla insanların cevherleri, muhlisleriyle yalancı ve münafıkları ortaya çıkarılır. İman edip ihlaslı olanlar kurtulurken kâfirler, münafıklar zillete ve alçaklığa duçar olurlar. Şekavetle damgalanarak cezalandırılırlar”;58 benzer içerikteki Ali İmran, 3/142. ayeti59, “Kim zorluklarla mücadele etmeden büyük bir makam ulaşacağını zannediyorsa kuruntuları onu helake sürüklemiş demektir. Kim, istediği, arzu ettiği talebin gerçek kıymetini anlar, bilirse onun için gayret sarf etmek ona kolay gelir.”60 şeklinde, Allah katında karlı olan ticaretin cihad olduğunu açıklayan Saff, 61/10 ve 11. ayetleri ise “Ticarette tacir açısından kazanma ve kaybetme söz konusu olduğu için iman ve cihad ayette ticaret olarak isimlendirilmiştir. Kul gayret ettiği zaman iman ve cihadla cenneti kazanır. Bunun tersi durumda ise zarara uğrar” 61 tarzında açıklamıştır. Cihad edenlerle etmeyenler ayırt edilmedikçe ve Müslümanlardan başkasını sırdaş edinmeyenler ortaya çıkarılmadıkça Müslümanların imtihan- 55 Bkz. Mukâtil, Tefsîr, II, 41; Taberî, Câmiu’l-Beyân, VI, 339. 56 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, I, 414. 57 Bkz. Taberî, Câmiu’l-Beyân, XI, 325; İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, IV, 122. 58 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, I, 205. İlgili ayet Muhammed, 47/31. 59 Bkz. Mukâtil, Tefsîr, I, 194; Ebu’l-Hasen Ali b. Ahmed el-Vâhidî, el-Vasît fî Tefsîri’lKur’âni’l-Mecîd, thk. Komisyon, Beyrut, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1994. I, 498. 60 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, I, 173. 61 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, III, 316. Saff, 61/11. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 119-155 136 | Sami Kılınçlı lardan kurtulamayacaklarını açıklayan Tevbe, 9/16. ayetle 62 ilgili olarak, “Kim herhangi bir icraatı olmadan sadece kendisinin kuru iddialarıyla Allah’ın kendinden razı olacağını zannediyorsa o bu hesabında yanılgı içindedir. Allah Teâla onlardan Allah’a güvenerek, Allah ile iktifa ederek ve Allah’tan başkasından teberri ederek Allah için mücahade sözünde durmalarını, Allah’dan başkasına meyletmekten vazgeçmelerini ve Allah’ın düşmanlarıyla birlikte yaşamaktan uzaklaşmalarını istemiştir. Âl-i İmran, 3/28. ayette de Müslümanlardan başkasını dost, sırdaş edinmelerinin yasaklanması (da bu anlamdadır ve bu ayetle de Müslümanların sırlarını kâfirlere söylemeleri yasaklanmıştır. Müslümanın kendisinin sırlarına vakıf olmaması için öncelikli olarak kendisinden uzak durması gereken en yaman düşman olan nefsidir. Beyazıd-ı Bistamî’nin mükâşefe anında Allah Teâlâ’ya “Seni nasıl talep edeyim” diye sorduğu ve O’nun da “Nefsini terk ederek beni talep et” buyurduğu nakledilmektedir.”63 demektedir. Enfal, 8/72-75. ayetlerde hicret eden Müslümanların birbirlerinin velileri oldukları, özürsüz hicret etmeyenlerle ve kâfirlerle herhangi bir velayet ilişkisinin kalmadığı anlatılmaktadır. 64 Bu ayetleri, “Hicretin mükemmel hali kötü ahlakı terk etmek, nefsi şehvetin isteklerinden uzak tutmak, kötü dostları bırakmak, kulun ayağının kaydığı, günaha girdiği yerlerden uzaklaşmaktır. Ayrıca dünyalık menfaatlerin/hazların vatanından Hakk’ın rızasının olduğu vatana hicret etmektir. Bu ayetler kâfirlerle Müslümanlar arasındaki koruma ve himayeyi ortadan kaldırmıştır. Müslüman kendine düşman olana düşman, dost olana dosttur. Kâfirler de aynı şekilde davranmaktadırlar. Şimdi Müslümanlarla aynı yolda yürüyenler ve gelecekte de bu yola dâhil olacak olanlar bir sayılacak, ülfet ve şartlar bunları bir araya getirecek, velayet ilişkisi onları kapsayacaktır. Bunlar ahirette Allah’ın büyük mükâfatına nail olacak ve azaptan kurtulacaklardı. Bunlara düşen sorumluluk birbirlerinin sevmek, samimi ilişkiler geliştirmek ve birbirlerinin velisi olmaktır.”65 şeklinde açıklamaktadır. 62 Bkz. Taberî, Câmiu’l-Beyân, VI, 333-334; İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, II, 241-242. 63 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, I, 411. Tevbe, 9/16. 64 Bkz. Vâhidî, el-Vasît, II, 473-474; İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, II, 227-229. 65 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, I, 405. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 119-155 İşârî Te’vil ve Kuşeyrî’nin Cihad ve Kıtal Ayetleri Yorumu | 137 4.1.2. Cihad Ayetlerinin Yorumunda İşârî Te’vili Dikkate Alması Kuşeyrî aşağıda nakledeceğimiz şekilde cihad kavramının geçtiği bazı ayetleri işârî ağırlıklı olarak yorumlamıştır. Allah Teâlâ Ankebut, 29/69. ayette kendi yolunda cihad edenleri yollarına ileteceğini haber vermektedir. 66 Kuşeyrî bu ayeti işârî ağırlıklı olarak, “Zâhirlerini mücâhedeyle süsleyenlerin sırları/kalpleri müşâhadelerle güzelleştirilir. Onlar zâhirlerini kendilerine emredilen vazifelerle meşgul ettikleri için onların sırları lütuflara nail edildi. Onlar bizim için zorluklara katlanarak namazlarını kılınca güzel sonuçlarla mükâfatlandırdık, sevince boğduk… ” 67 şeklinde yorumlamaktadır. Maide, 5/35. ayette Müslümanlara Allah’tan korkmaları, O’na yaklaşmak için vesile aramaları ve cihad etmeleri emredilmektedir.68 Bu ayetin tefsirinde cihad konusuna hiç değinmeyen Kuşeyrî vesîle arama konusuna yoğunlaşarak bu konuda daha önce dile getirilen “vesile aramak güç ve kuvvetten beri olmak, imanın hakikatine vasıl olmak ise Allah’ın lütfu ve kudretidir.” “Kulun Allah Teâlâ’nın kendisine lütfettiği lütufları, ihsanları ile O’na kurbiyet tesis etmesi; O’nun ihtiyarının kul için en iyi olduğunu kabul etmektir.” “Her türlü şüpheden arınmak; amelleri riyadan temizlemek; amelleri beğenilme derdinden soyutlamak ve nefsi hazlardan halas etmektir.” 69 gibi yorumları nakletmektedir. Tevbe, 9/41. ayette Müslümanlara binekli veya yaya her durumda mal ve canlarıyla Allah yolunda cihadı (savaşı) emreden ayeti 70 işârî tarzda, “Allah Teâlâ Müslümanlara emredilenleri tam olarak yerine getirmeyi, her durumda görevlerine bağlı kalmayı emretti. ‘Hifâfen’ lafzı kalplerin huzur halini anlatır ki bu durumda nefisle mücâhede konusunda herhangi bir yorgunluk, bitkinlik hissedilmemesi gerekir. ‘Sikâlen’ lafzı ise zorluklarla karşı karşıya gelindiğinde katlanmayı ve kendilerinden alınan biate bağlı kalmayı” anlatır. Ayrıca ‘hifâfen’in kulun kendi ihtiyarından ve isteklerinden azade olduğu anları; 66 Bkz. İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, III, 414. 67 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, II, 463. 68 Bkz. Mukâtil, Tefsîr, I, 297. 69 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, I, 263. 70 Bkz. Taberî, Câmiu’l-Beyân, VI, 379. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 119-155 138 | Sami Kılınçlı ‘sikâlen’in ise Allah Teâlâ’nın lütfunu elde etmeyi amaçlarken dünyevi ihtiyaçların kalbe baskı yaptığı anları anlattığı da söylenmiştir.” 71 Hacılara su vermekle Allah yolunda cihad etmeyi bir tutanların eleştirildiği 72 Tevbe, 9/19. ayeti de aynı tarzda “Zâhiren görevlerini yapanla sırlarının ilişkisiyle istikamet bulan; ilimlerden ışık alanla marifet güneşleriyle gören; kapıda hizmet için duranla Hakka yakınlığı elde eden; nifak üzere olanla imanını gerçekleştirerek ona uygun davranan bir değildir. Aralarında çok büyük mesafeler vardır.” 73 olarak açıklamıştır. Kuşeyrî’nin bu işârî yorumları ayetlerin bağlamıyla uyuşmamakla birlikte İslam’ın genel prensipleriyle de çatışmamaktadır. Ayrıca müellif ayetlerin tek gerçek anlamlarının bu işârî yorumlar olduğunu da iddia etmemektedir. Bu haliyle diğer âlimlerin sûfî bakış açısıyla ilgili yaptıkları eleştirileri dikkate aldığı söylenilebilir. 4.2. Kuşeyrî’nin Kıtal Ayetlerini Yorumlama Yöntemi Düşmanla savaşmak, onları öldürmek anlamına gelen “katele” fili ve türevleri Kur’an’ı Kerim’de pek çok ayette geçmektedir. 74 Bu ayetlerin zâhiri anlamları düşmanı öldürmek olmakla birlikte sûfîler tarafından nefisle savaşmak şeklinde yorumlanmıştır. Müslümanlara savaşma izni Hacc, 22/39. ayetle verilmiş, Bakara, 2/190. ayette ise Allah yolunda savaşmak emredilmişti. Kuşeyrî cihadla ilgili ayetlerde olduğu gibi kıtalle ilgili bazı ayetleri de zâhirî anlamları çerçevesinde yorumlarken bazılarını da işârî ağırlıklı yorumlamıştır. 4.2.1. Kıtal Ayetlerinin Yorumunda Zâhirî Anlamı Dikkate Alması Kuşeyrî, Hacc, 22/39. ayeti tarihi bağlamıyla 75 uyumlu bir şekilde, “Zâhirde Müslümanlara düşmanlarından bir zarar, zillet, zulüm geldiğinde veya yabancı düşmanlardan istila geldiğinde Allah Teâlâ düşmanlarından intikam alır. Müslümanlar genel olarak endişeye kapılmadan sükûn ve Allah’a teslim halindedirler. Kaderin ayrıntıları sırası gelen üzerinde hükmünü sürdürmekte ve felaketler düşmanlarını kuşatmaktadır.” yorumlarını yaptıktan 71 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, I, 423. 72 Bkz. Vâhidî, el-Vasît, I, 485-486. 73 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, I, 412. Tevbe, 9/19. 74 Bkz. İsfehânî, el-Müfredât, s. 394; Abdulbâkî, Mu‘cemu’l-Müfehres, s. 533-536. 75 Vâhidî, el-Vasît, III, 273. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 119-155 İşârî Te’vil ve Kuşeyrî’nin Cihad ve Kıtal Ayetleri Yorumu | 139 sonra işârî yorumlara geçerek “Nefisten ve vesveselerden dolayı bazen evliyanın kalbine bir zulüm/karanlık gelir. Kalbin sakinlerinin bazı saf halleri gider ve kalplerini nefsin istekleri kaplar. Gaflet kalbi kapladığı için onu ifsat edecek bazı işler yapar. Kalp bu durumdan kurtulmayı ister. Buna cevap olarak Cenab-ı Hak kuluna yönelerek vesveseleri yok eder… 76 şekilde açıklamaktadır. Müslümanlara savaşı emreden Bakara, 2/190. ayetin77 yorumunda ise, “Nefislerinizi Hakkın emanetleri olarak kabul edin. Eğer Allah canın muhafaza edilmesini, korunmasını isterse onu koruyun. Eğer canınızı savaşta feda etmeyi emrederse onu bu yolda feda etmekten çekinmeyin. Barış zamanı savaştan el çekmen, savaş zamanı ise savaşman gerekir. Yoksa ilahi sınırları çiğnemiş olursun. ”78 şeklindeki yorumuyla bir Müslümanın cihad, hayat ve ölüm konularında sahip olması gereken hassasiyetleri dile getirmektedir. Fitne kalmayıncaya kadar savaşmayı emreden Enfal, 8/39. ayeti ise tamamen zâhiri anlamını79 dikkate alarak “Allah Teâlâ Müslümanlara kâfirlerle savaşmayı, hatta onların köklerini kazıyıncaya kadar savaşmayı emretti. Tâki Müslümanlar onlardan zarar gelmeyeceğinden emin olsunlar, fitneleri tamamen el etek çeksin. Hareket etme kabiliyeti olduğu sürece yılandan emin olunmadığı gibi düşmanın da tamamen tüm köklerinin sökülmesi ve şirkin İslam beldelerinden tekrar yeşermeyecek şekilde yok edilmesi gerekmektedir. Eğer o müşrikler kibirlenerek imandan yüz çevirirlerse Allah sizin veliniz olduğu, size her türlü yardım etmeyi üstlendiği için kalplerinizde onlardan korkuya dair herhangi bir eser olmasın. Siz her ne kadar iyi kul olmasanız da O, en iyi Mevla’nız ve yardımcınızdır. Allah kalpleri irfanıyla aydınlattığı zaman ‘ne güzel Mevla’, bağışlanma nimetiyle sizi nimetlendirdiği günde de ‘ne güzel yardımcıdır’ denilir. Ayrıca sen üzerine düşeni yapmasan da ‘ne güzel Mevla’, görevini yerine getirdiğinde de ‘ne güzel yardımcı’ da denir.”80 şeklinde yorumlamaktadır. 76 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, II. 323-324. 77 Mukâtil, Tefsîr, I, 101. 78 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, I, 92. 79 Bkz. Taberî, Câmiu’l-Beyân, VI, 245-247; İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, II, 211. 80 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, I, 394-395. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 119-155 140 | Sami Kılınçlı Kuşeyrî, Rıdvan biatının anlatıldığı Fetih suresi, 48/10. ayet tarihî bağlamıyla uyumlu olarak açıklamıştır.81 “Kâfirler sizinle savaşsalardı kesinlikle arkalarını dönüp kaçarlardı…” şeklindeki Fetih, 48/22. ayetini 82 “Hayber, Esed ve Gatafanlılar sizinle savaşılarsa kesinlikle yenilecekler, Allah’a rağmen kendilerine yardım edecek birini de bulamayacaklar.” şeklinde açıklarken; Allah’ın Müslümanlara yardımının değişmeyen sünnetullah olduğunu açıklayan aynı surenin 23. ayetini ise “Düşmanların yenilgiye uğramaları, yardımsız kalmaları Allah’ın sünnetidir ve bunda herhangi bir değişiklik göremezsin.” 83 şeklinde zâhire uygun olarak açıklamıştır. Müslümanların birbirlerine karşı merhametli, kâfirlere karşı çok çetin ve tavizsiz olduklarını açıklayan Fetih, 48/29. ayeti84, “Müslümanların kâfirlere karşı izzetli olmaları onlara karşı güçlü, sert olmalarıdır. Hz. Peygamberin sahabeyle birlikte güçlü bir konuma gelmesi tek başına güçlü bir şekilde bitip, büyüyen sonra etrafında diğerlerinin de bitmesiyle de güçlenen ekine benzetilmiştir.”85 şeklinde ayetin nüzul bağlamına uygun olarak açıklamıştır. Mekke’deyken savaşın emredilmesini isteyip de Medine’de savaş farz kılınınca savaşmak istemeyenleri eleştiren Nisa, 4/77. ayeti ise yine zâhiri anlamına86 bağlı olarak “Savaş onlara farz kılınınca savaş onlara ağır geldi. Savaşmadan Allah’ın lütfuna elde etmek için acele ettiler. Kulluk, Allah’ın emrini ağır görmemek, acele etmemek/aceleyi nefyetmek, Allah’ın emirlerinin zor gelmesinden ve bunlardan sıkılmaktan uzak durmaktır.” 87 şeklinde zâhire uygun olarak açıklamıştır. Nisa, 4/84. ayette Hz. Peygamber’e Allah yolunda savaşması, sadece kendinden sorumlu olduğu ve mü’minleri de cihada teşvik etmesi emredilmektedir. 88 Bu ayeti “Bütün benliğinle emrimize teslim olarak bizimle istikamet üzere ol. Hiç kimse bu yüce makamda senin benzerin değildir. Bundan dolayı 81 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, III, 211. 82 Bkz. Taberî, Câmiu’l-Beyân, XI, 339-339; 354; İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, IV, 129130; 134. 83 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, III, 215. 84 Bkz. İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, IV, 138-140. 85 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, III, 218. 86 Bkz. Mukâtil, Tefsîr, I, 242; Vâhidî, el-Vasît, II, 81-83. 87 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, I, 216. 88 Bkz. Vâhidî, el-Vasît, II, 88. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 119-155 İşârî Te’vil ve Kuşeyrî’nin Cihad ve Kıtal Ayetleri Yorumu | 141 sana yüklediğimiz sorumluluğu bir başkasına yüklemeyiz. Sen numune-i imtisal olmada eşsiz olduğun için sana teklif ettiğimizi başkasına teklif etmeyiz.”89 şeklinde; şehid olmanın ve Allah yolunda savaşmanın değerini anlatan Al-i İmran 3/157. ayetini zâhire bağlı kalarak90 “Allah için rahatını feda etmek Allah’ın razı olmadığı bir hayattan hayırlıdır. Allah Teâlâ’ya dönmek Allah ile birlikte başka varlıkların da olduğu bir ortamdan daha hayırlıdır. Kulun Allah’ı bırakıpta yöneldiği şeylerin herhangi bir değeri yoktur. Bütün bunlardan sonra ister dünyayı istersen ahireti tercih et. Varılacak yer Allah Teâlâ olunca bu yolculuk ne güzel olur….”91 şeklinde zâhire bağlı olarak açıklamıştır. 4.2.2. Kıtal Ayetlerinin Yorumunda İşârî Te’vili Dikkate Alması Kuşeyrî bazı ayetlerin yorumunda sûfî bakış açısını öne çıkarmaktadır. Fitne/baskı ve zulüm kalmayıncaya kadar kâfirlerle savaşmayı emreden 92 Bakara, 2/193. ayeti tamamen tasavvufî bir şekilde “Bu ayetten nefisle mücâhedeye işaret vardır. En yaman düşman içinde olan nefsindir. Beşeriyetten hiçbir eser kalmayıncaya kadar nefisle mücadeleyi tüm usullerine uygun olarak yerine getir. Kalbini ve nefsini Allah'a teslim et. O’na karşı ne çekişme, kendini muhafaza etme, tedbir ve ne de irade gibi hallerden hiçbiri sende kalmasın. Allah Teâlâ senin hakkında istediği hükmü uygulasın. Sen de hiçbir irade kalmayıp tamamen mahviyet oluşsun. Eğer nefis teslim olursa o zaman sana kulluğu az yaptırmaya çalışması dışında bir düşmanın kalmaz. Kim bu mücadeleyi hakkıyla yaparsa en üst mertebeye ulaşır.” 93 diye te’vil etmektedir. Nisa Suresi 4/71-73. ayetlerde Müslümanlara düşmanlarına karşı tedbirlerini almaları, duruma göre topluca veya gruplar halinde sefere çıkmaları emredilerek iman iddiasında bulunan bazılarının dünyevî çıkarlarını gözeterek hem tehlikelerden uzak durmayı hem de ganimete ortak olmayı istedikleri açıklanarak bu kişiler eleştirilmektedir.94 Bu ayeti Kuşeyrî “El-firaru ilallah Allah’a yönelenlerin sıfatlarındandır. El-firaru maallah ise O’na vasıl olanların sıfatlarındandır. El-firaru ma’llah ise 89 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, I, 218. 90 Bkz. Taberî, Câmiu’l-Beyân, III, 492-493; Vâhidî, el-Vasît, I, 511-512. 91 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, I, 179. 92 Bkz. Vâhidî, el-Vasît, I, 292. 93 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, I, 93. 94 Bkz. Taberî, Câmiu’l-Beyân, IV, 167-170. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 119-155 142 | Sami Kılınçlı ancak fi’l-firari ilallah’daki sadakat ile olur. Allah dışındaki her şeyden kaçmak ise her muvahhidin halidir. Savaşa gitmemek için işi ağırdan alanlar bu güzel sıfatlara sahip olmadıkları için hazlarına bağlanmışlardır. Müslümanların başına bir sıkıntı gelince kendi hallerine şükrederek, ‘Bizi bu sıkıntılara düşenlere tabi olmaktan koruyan Allah’a hamd olsun, yoksa aynı sıkıntılara biz de maruz kalırdık’ derler. Eğer bir nimete, ganimete sahip olursanız sizin yanınıza gelirler ve ‘keşke bunlarla birlikte olsaydık’ diye temenni ederler. İşte bunlar hem dünyada hem de ahirette hüsrana uğramışlardır. Bunlar ne kâfir ne de muhlis mü’minler değil ikiyüzlülerdir.”95 şeklinde açıklamaktadır. Nisa Suresi 74-76. ayetlerde ise Müslümanlar savaşa teşvik edilmekte, Mekke’de baskı altında kalan sahabîleri kurtarmaları için savaşmaları emredilerek, inananların Allah, inanmayanların ise tağut yolunda savaştıkları anlatılmaktadır.96 Bu ayetlerle ilgili olarak Kuşeyrî, “Kim kendi benliğinde nefsini öldürmezse nefisle cihadı sahih/doğru olmaz. Bunun için öncelikle rahata olan düşkünlüğü kalpten çıkarması ve sonrada nefsi ölüme teslim etmesi gerekir. Bunu başarırsa bizimle baki olması sırf kendi nefsi için yaşamasından, hayatta olmasından hayırlıdır. Ey Müslümanlar Sizi Allah yolunda savaşmaktan hangi şey uzak tutuyor? Canını Allah için harcamaya seni teşvik etmeyen ne? Allah yolunda, Allah için ruhlarınızı harcasanız ne olur? Allah’ın sizin mükâfatınızı tam vermeyeceğinizden mi korkuyorsunuz? Allah’ın huzurunda toplanacağınızı bilmiyor musunuz? Allah için canınızı verdikten sonra O’nunla/ Allah ile birlikte baki olmakla niçin yetinmiyorsunuz? Allah için ihlaslı olanlar hiçbir şeyi Allah’a tercih etmezler. Hiçbir şeyi Allah’tan esirgemezler. Onlar daima Allah için nefislerini kontrol ederler. Kâfirler ise mü’minlerin bu hasletlerinin tam aksine bir durum içindedirler. ‘Şeytanın taraftarlarıyla savaşın’ ayetiyle Allah Teâlâ Müslümanları cesaretlendirip, kuvvetlendirdi ve düşmanlarınıza karşı içinizde korku beslemeyin. Ben velinizim ve düşmanlarınıza karşı siz yeterim buyurdu.” 97 demektedir. 95 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, I, 215. 96 Bkz. Mukâtil, Tefsîr, I, 241-242. 97 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, I, 215-216. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 119-155 İşârî Te’vil ve Kuşeyrî’nin Cihad ve Kıtal Ayetleri Yorumu | 143 Savaşın kazanılması için askerlerin yerlerini korumaları çok önemli bir husus olduğu için Enfal, 8/45. ayette, “[Ey Müminler!] Herhangi bir düşman birliğiyle savaşmak üzere karşılaştığınızda sağlam ve sıkı durun; Allah’ı da çokça anın ki [bu sayede güçlenecek maneviyatınızla] zafere ulaşın.” buyrulmaktadır.98 Bu ayeti Kuşeyrî, “Müslümanlara müşrik bir grupla karşılaştıklarında sabit durup kaçmamaları emredildi. Sebat, yakînin ve kalbin kuvveti ile olur. Bu da ancak basiretin açılması ve bütün olan biten her şeyin O’ndan kaynaklandığını bilmekle olur. Ancak bu durumda kişi Allah’a teslim olarak O’nun hükmüne razı olup O’ndan yardım bekler. Bundan dolayı Allah Teâlâ Müslümanları zikre yönlendirerek ‘Allah’ı çok zikredin’ buyurdu. Bütün hayırlar kalbin sebat bulmasıyla elde edilir ve insanların değerleri de bununla açığa çıkar. Herhangi bir insanın aklına onu rahatsız eden yanlış bir düşünce veya onu telaşlandıran/etkileyen bir vesvese geldiğinde kim basiret sahibiyse durur ve bu akla gelen düşüncelerin hakikatini anlar. Nefsine hâkim olduğu, (metanetini koruduğu) kalbi sakin olduğu ve özü saf olduğu için gelen vesveselere kapılmaz. Bunlar büyüklerin özellikleridir.” 99 Al-i İmran, 3/200. ayette düşmanlara karşı sabırlı ve uyanık olmak emredilmektedir.100 Bu ayeti, “Sabır kulun kendisiyle alakalı tek başına olduğu durumlar için, musâbere ise düşmanla ilgili durumlarda kullanılır. Ribat daha özel bir anlam taşımakla birlikte sabrın bir çeşididir. Sabrın başlangıcı ilk noktası ‘tasabbur’, sonra sırasıyla ‘sabır’, ‘musâbere’ ve son olarak da ‘istibâr’ gelir denilmektedir. Ayrıca emirleri yerine getirme ve nehiylerden kaçınmada sabredin, hevâ ve şehvetleri terk etmede, isteklerden ve Allah dışındaki şeylerle alakayı terk etmede ‘sâbirû’, her hal ve zamanda sohbete devam konusunda ‘râbitû’ denilmektedir. Nefislerinizle sabredin, kalplerinizle ‘sâbirû’, sırlarınızla ‘râbitû’ da denilmiştir. Kul gaybet anında sabrettiğinde sabrı acı bulur. Fakat ru’yet ve müşahede halinde sabrı yudumlarsa o zaman tadını lezzetli bulur.” 101 şeklinde işârî tarzda yorumlamıştır. 98 Bkz. Vâhidî, el-Vasît, I, 463-464. 99 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, I, 397. 100 Bkz. Taberî, Câmiu’l-Beyân, III, 561-564. 101 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, I, 192. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 119-155 144 | Sami Kılınçlı Müşriklerle savaşa girmek istemeyen Müslümanları uyaran Tevbe, 9/13. ve 14. ayetleri, “Allah Teâlâ Müslümanları bu konudaki emirlerini gözeterek, düşmana karşı kine kapılmadan onları savaşa teşvik etti. Kim nefsi için kızıp öfkelenirse yanlış yapmış olur. Kim Allah için gazaplanırsa Allah’ın yardımı ona yakındır. Allah’tan korkmak O’na kavuşmanın müjdecisidir. Allah’tan başkasından korkmak ise O’ndan ayrılığın habercisidir. Korkmanın aslı ise sırrı silkelemek, onu günahlardan ve Allah’ın emirlerine muhalefet etmekten arındırmaktır. Allah Teâlâ yardım ve zafer va’d ederek Müslümanların kendi yolunda canlarını feda etmelerini kolaylaştırdı. Düşmanın yenilgisini, rezil olmasını görmek de Allah yolunda savaşmayı kolaylaştırdığı gibi zafere ulaşmak da amaca giden yoldaki yorgunlukları yok eder. 102 şeklinde açıklamıştır. Aynı surenin 15. ayetinde Müslümanların kalplerinin kâfirleri yenerek huzura kavuşması anlatılmaktadır. Kuşeyrî ayeti “Müslümanların kalplerinin şifası makam ve derecelerindeki konumlarına göre değişir. Her biri kendi durumuna göre düşmanı kahr-ı perişan edip zafere ulaşarak, umduğuna nail olarak, sevdiklerine kavuşarak ve Allah ile bekâ bularak şifaya kavuşurlar. Aynı şekilde kalplerindeki kinin yok olması da farklı sebeplere, vesilelere bağlıdır.” 103 şeklinde kalp huzurunun farklı veçhelerini dikkate alarak açıklamıştır. Ehl-i kitapla cizye verene kadar savaşı emreden104 Tevbe, 9/29. ayeti “Kim alçaklığı, hor ve hakir olmayı hak etmişse seni onun şerrinden ona hak ettiği zilleti tattırmak kurtarabilir. Kim düşmanına yağcılık yaparsa düşmanının kötülüğünü tatmayı hak etmiş olur. En büyük düşmanın ve imana gelme ihtimali en uzak olan kötülüğün kontrolüne girmiş olan nefsindir. Onu ancak mücâhedenin büyük bıçağıyla kurban ederek kökünden sökülebilirsin. Nefis, kendi kendine Allah’ın takdirine iman etmez ve şüpheden soyutlanmaz. Onu ancak her türlü karşı tedbiri alarak dizginleyebilirsin. Bil ki nefis, ancak Allah’ın emirlerinin uygulanmasıyla sakinleşir ve tehditlerle yola gelir.105 102 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, I, 410-411. 103 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, I, 411. 104 Bkz. Vâhidî, el-Vasît, II, 489. 105 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, I, 416. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 119-155 İşârî Te’vil ve Kuşeyrî’nin Cihad ve Kıtal Ayetleri Yorumu | 145 Bakara, 2/191-194. ayetlerde “müşriklerin bulundukları yerde öldürülmeleri ve haram aylarda savaş hukukuna dikkat etmeleri” gibi konular açıklanmaktadır.106 Bu ayetlerin yorumlarında, “Allah Teâlâ Müslümanlara ‘dostlarıma karşı velayeti ve yardımlaşmayı ortaya koymak, bunlara bağlı kalmak nasıl göreviniz ise düşmanlarıma karşı da düşmanlığınızı canlı, güçlü tutmanız da sizin görevinizdir. Aranızda yakın akrabalık bağları düşman olduklarınızı size unutturmasın, onlara şefkat göstermeyin, öncelikle onların sevgilerini ve dostluklarını kalbinizden çıkarın sonra da zilleti tatmaları ve zelil olarak kalmaları için onları İslam beldelerinden sürgün edin.” 107 demektedir şeklinde zâhiri anlama uygun açıklamalar yapan Kuşeyrî, “Fitne insan öldürmekten daha kötüdür.” ayetindeki fitne kelimesinin Müslümanlara yapılan işkence ve şirk olarak değil de işâreten diyerek yaygın anlamıyla fitne olarak algılayıp, “Allah’tan uzak kalmanın musibetlerinden dolayı kalbe gelen baskı ve işkenceler nefsin terbiyesi edilmesi sürecindeki mihnetten daha zordur. Çünkü kalbin ölümü, nefsin ölümünden daha zordur. Nefislerin canlılığı sevdikleriyle olurken, kalbin canlılığı ise ancak Allah (c.c.) ile olur. Allah’a iman olmadığında kalp ölmüş olur. Allah'tan uzak durmak rahatından ve hayatından uzak durmaktan daha zor olduğu için ‘Fitne adam öldürmekten daha kötüdür.’ denilmiştir.”108 demektedir. Bakara, 2/191 ve 193. ayetlerdeki “Mescidin (Kâbe’nin) yanında kâfirler sizinle savaşmadıkça onlarla savaşmayın” kısmını “Bu bölümden işaret yaptığın nafile ibadetlerden dolayı da olsa sakın ‘şu kadar farz, nafile işledim’ gibi düşüncelerle Allah'la olan vaktini bulandırma. Elinden geldiğince seni Allah ile birlikte olmaktan alıkoyan her şeyden bağını kes. Ayetteki ‘haram aylar karşılıklı’ ifadesinden işâreten anlaşılan ‘Allah için olan iki görevle aynı anda muhatap olduğunda içinde bulunduğun durumu dikkate alarak öncelikli olanı yerine getirmen ve az da olsa nefsine pay çıkarma ihtimali olduğu için ikisi arasında tercih yapmaktan sakınmandır. Yoksa Hakkın şuhûdundan perdelenir ve kalbinin basireti kör olur, kapanır. Hevâna ters gelen her şey yapman en uygun olandır, nefsinin seni cezbetmesi ve ona uyman ise en kötü şeydir.”109 şeklinde işâreten lafzını/tenbihini kullanarak açıklamıştır. 106 Bkz. Taberî, Câmiu’l-Beyân, II, 198-206. 107 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, I, 92. 108 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, I, 92-93. 109 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, I, 93-94. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 119-155 146 | Sami Kılınçlı Kuşeyrî’nin sûfî yorumu “işâreten” kelimesini/uyarısını kullanarak vermesi bu yaptığı yorumların zâhirî anlamın dışında olduğunu bildiğini ve okuyucuyu işârî yorumları zâhirî anlam yerine koymaması konusunda uyardığı şeklinde anlaşılabilir. Onun bu durumu zayıf ve uydurma rivayetleri senetleriyle naklederek okuyucuya, “Ben senediyle naklediyorum, sen senetleri incele, kendi kararını ver” demiş olan muhaddislerin ve diğer ulemanın tavrına benzemektedir. Bakara, 2/216. ve 217. ayetlerde, “Müslümanların hoşuna gitmese de kendilerine savaşın farz kılındığı ve haram aylarda savaşmanın günah olduğu ancak müşriklerin Müslümanlara işkence etmelerinin, onları Mekke’den çıkarmalarının daha büyük günah olduğu” anlatılmaktadır. 110 Bu ayetlerle ilgili olarak Kuşeyrî, “Savaşa girmek, savaşla yüzleşmek nefislere zor gelmektedir.” dedikten sonra işârî yorumlara geçerek “Kalplerin rahata/huzura ermesi öncelikli konu olduğu için acele edilmiştir. Mutluluk nefislere muhalefetle elde edilebilir. Kim nefsine uyarsa en yüce muhabbeti kaçırmış olur. Aynı şekilde saadet kalbe uymakla elde edilir. Kim kalbe muhalefet ederse en yüce yoldan sapmış olur. Hakka teslim olana müjdeler olsun… Nefis hazla, kalp ise hakla bâkî kalır.” demektedir. Bakara, 2/217. ayette ise haram aylar konusuna hiç değinmeden işâreten lafzını kullanarak, “Gaflet ehli seni kontrol altına almaya güç yetirebilirlerse seni kendi gafletlerine çevirmek/sürüklemek isterler ve senden de ancak bu şekilde razı olurlar. Kim Allah ile olan ahdini fesh ederse kalbi batıla çevrilmiş olur/mesh olur.”111 yorumunu yapmaktadır. Kuşeyrî, savaşla ilgili bazı ayetleri ise işârî ağırlıkta yorumlamıştır. Şehitlerin ölü olarak telakki edilmemesini emreden112 Al-i İmran, 3/169. ayeti, “Gerçek hayat, Hakkın rızası uğruna nefsi yendikten sonra Hakkı zikrederek yaşamaktır. Bu hayat, Hak’dan uzak bir şekilde nimetlerle canlı kalmaktan daha üstündür.”113 şeklinde açıklarken; Allah Teâlâ yardım ettiğinde kimsenin Müslümanlara galip gelemeyeceğini anlatan 114 Al-i İmran, 3/160. ayeti, “Sadece bedenlerini düşünenler için Allah’ın yardımı, başarılı kılınmaları; ruhlarını düşünenler için ise hakikatlerin yaşanmasıdır. Allah size hem dünyevî işleri110 Mukâtil, Tefsîr, I, 113-115. 111 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, I, 103. 112 Bkz. Vâhidî, el-Vasît, I, 513. 113 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, I, 183. 114 Bkz. Vâhidî, el-Vasît, I, 519. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 119-155 İşârî Te’vil ve Kuşeyrî’nin Cihad ve Kıtal Ayetleri Yorumu | 147 nizde hem de sırlarınızı istikamete erdirerek yardım eder. İyi bil ki senin en yaman düşmanın içindeki nefsindir. Allah’ın nefse karşı yardımı rahmetiyle onun isteklerinin, şehvetlerin hücumunun hezimete uğratılması ve tüm kontrolün Allah Teâlâ’ya ait olmasıdır. Günahla baş başa bırakılmak ise yardımsız kendi haline bırakılmak demektir.”115 şeklinde açıklamıştır. Ganimetlerin beşte birinin kimlere ait olduğunu açıklayan 116 Enfal, 8/41. ayete farklı bir açıdan yaklaşan Kuşeyrî, “Müslümanların savaşta kâfirlerin mallarından ele geçirdiklerine ganimet, savaşmadan ele geçirdiklerine de fey denir. Cihadda açıktan kâfirlerle yapılan zâhir ve nefis ve şeytanla yapılan, rivayette de büyük cihad olarak tanımlanan bâtınî olmak üzere iki türlüdür. Küçük cihadda zafer anında ganimet elde edildiği gibi büyük cihadda da Müslümanın düşmanı olan şeytan ve hevânın elinden zâhiri ve bâtinî olarak günaha batmış, hevâsına kapılmış ve şehvetlere esir olmuş nefsini kurtarması da onun ganimetidir. Ganimetin beşte biri Allah ve Rasulü için pay olarak ayrılır. Bu ayette işâreten büyük cihadın sonunda elde edilen ganimetten de sadece Allah’a ait olup kulun hiçbir nasibi olmayan bir pay vardır. Bu pay ahiret lütuflarından, Allah’a yakın olma semerelerinden, O’na yönelmenin hususiyetlerinden bir özellik, nasip yoktur. Bu durumda her türlü payın boyunduruğundan, köleliğinden azade olur, sadece Allah için Allah ile birlikte olur ve O’nun dışındaki her şey yok olur.117 demektedir. Bakara 195. ayetteki “İnfak edin, kendinizi tehlikeye atmayın” emrini118 ise, “Zenginlerin infakı mallarıyla, âbidlerin infakı nefisleriyle ilgilidir. Bun- lar ibadetlerini ve diğer vazifelerini bekletmezler. Ariflerin infakı kalpleriyledir. Kalpleriyle ilgili ahkâmı geciktirmezler. Âşıkların infakı ruhlarıyladır ki sevgilerini geciktirmezler, bekletmezler. Zenginlerin infakı nimetlerden, fakirlerin infakı ise niyetlerindeki kararlılıklarındandır. Zenginlerin infakı keselerinden mallarını çıkarmak, fakirlerin infakı rahata düşkünlükten vazgeçmek, muvahhidlerin 115 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, I, 180-181. 116 Bkz. Taberî, Câmiu’l-Beyân, VI, 247-254. 117 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, I, 395-396. 118 Bkz. Vâhidî, el-Vasît, I, 293-294. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 119-155 148 | Sami Kılınçlı infakı ise sırlarından halkı/yaratılmışları çıkarmaktır.” 119 şeklinde açıklarken Müslümanlara müşrikler haram aylarda savaş açtıkları takdirde onlarla topluca savaşmaları emredilen Tevbe, 9/36. ayeti ise, “Avâm için bazı aylar ibadetlerin yoğunlaştırılacağı aylar iken, havâs ehli için bütün aylar Şaban ve Ramazan, tüm günler Cuma ve her yer mescittir. ‘Bu aylarda savaşmayın’ emriyle avâma ‘bu aylarda günah işlemeyin’ buyruluyor. Havas için ise bu yasak bütün aylarda geçerlidir. ‘Topluca savaşın’ emri ise kendisi kadar etkili başka bir silah olmayan düşmandan tebberrî etmendir.”120 şeklinde işârî bir tarzda yorumlamaktadır. Tevbe, 9/60. ayette zekât verileceklerden gruplardan birinin de Allah yolunda olanlar oldukları açıklanmaktadır.121 Bu ayeti de hem zâhiri hem de işârî bir şekilde “Zâhiri ilimlerin diliyle söylersek fıkhî meselelerde ayrıntısıyla açıklandığı gibi kim Allah’ın yoluna girerse ona zekâttan bir pay verilmesi gerekir. Bu yolda ise kim Allah yoluna girerse onun bu yolda arzulanan hedeflere ulaşması için önce malını, sonra makamını, sonra nefsini ve ruhunu harcaması/feda etmesi gerekir. Bu ilke bu yolun ilk adımıdır.” açıklamaktadır. 122 Düşmana karşı güç, hazırlamayı, at beslemeyi emreden 123 Enfal, 8/60. ayet “Düşmanla savaşmak için gücünüzün nispetinde kuvvet hazırlamayı emretmektedir. Bu güçlerin en hayırlısı kalbin Allah ile güçlenmesidir ki bu konuda herkesin durduğu yer farklıdır. İnsanlar durumlarına göre kalplerini Allah’ın yardım va’di, Hakk Teâlâ’nın halini bilmesi, Rabbinden gelen şahitlik, Rabbinin rızasını nefsinin arzusuna tercih ederek ve Mevlâsının rızası için amelde bulunarak kalbini güçlendirir. Bu ayetten işâreten Müslümanın ganimet için veya düşmanı yenerek gönlünü rahatlatmak için değil, sırf Allah’ın davasının en üstü olması için mücâhede etmesi gerektiği anlaşılmaktadır.”124 Kuşeyrî ele aldığımız ayetlerden az bir kısmında ise konuyu seyr-u süluk ve müridin durumuyla bağlantı kurarak açıklamaktadır. Tevbe, 9/42. 119 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, I, 94. 120 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, I, 419. 121 Bkz. Vâhidî, el-Vasît, I, 505-506. 122 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, I, 431. 123 Bkz. Mukâtil, Tefsîr, II, 25. 124 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, I, 401-402. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 119-155 İşârî Te’vil ve Kuşeyrî’nin Cihad ve Kıtal Ayetleri Yorumu | 149 ayette münafıkların ve savaşa katılmamak için mazeret uyduranların kolay ve yakın bir mesafedeki savaş veya ganimet söz konusu olsaydı savaşa iştirak etmek isteyecekleri anlatılmaktadır. 125 Bu ayeti önce zâhiri anlamına uygun açıklayan Kuşeyrî daha sonra sözü müridin seyr-u sülukuna getirerek, “Müridin ruhsatlara tabi olup, tembelliğe meylettiğini ve te’villerle kendine mazeretler uydurduğunu gördüğün zaman onun yoldan çıkmış olduğunu, süluktan geri kaldığını bil. Kim hedefine ulaşmak için gayret ediyorsa o tembellik yurduna uğramaz. Yola koyulur ve çalışmaktan, zorluklardan kaçınmaz, hiçbir şey onu yıldıramaz.”126 demektedir. Müslümanlara, kâfirlerden kendilerine yakın olanlarıyla savaşmalarını emreden127 Tevbe, 9/123. ayeti, “Müslümana en yakın olan kâfir, mücadele etmesi gereken en yaman düşman nefsidir. Kâfirlerle savaşacak kişinin savaşa, nefsiyle mücadeleyle başlaması gerekir. Çünkü Rasulullah (a.s.), ‘Küçük cihaddan büyük cihada döndük’ buyurmuştur. Ayetin ‘sizde bir sertlik ve direnç görsünler’ kısmı kim düşmanına iltimas geçer, ona karşı tedbirini almazsa düşmanı onu kahreder. Aynı şekilde mürid de hakikati talep etmekten vazgeçip bir takım yanlış te’villere yönelirse Allah ile ahdini bozmuş olur ki bu durumda zâhir ehlinin irtidat dediği duruma düşmüş olur.”128 diyerek müridin irtidatı gibi tamamen sûfîlerle ilgili bir konuya geçiş yapmıştır. 4.3. Kuşeyrî’nin Cihad ve Kıtal Ayetlerini Yorumlarken Kullandığı Kavramlar Bir düşüncenin, ilmîn sistemleştirilmesinde, ortak zihniyetin oluşma ve sürdürülmesinde temel yapı taşları kavramlardır. Her ilmî yapı gibi tasavvufun da kendine ait bir kavramlar dünyası bulunmaktadır. Kuşeyrî de ele aldığımız ayetlerde konuları kendi düşünce sistemi içerisinde anlatmak için birçok kavram ve kavram olarak kullanılan tamlamalar kullanmıştır. Bu kavramlardan nefs, hevâ, riya, basîret, cihad, yakîn, infak, zekât, ganimet, vesvese, âbid, kalp ve tebberrî gibi kavramlar Kur’an’da pek 125 Bkz. İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, II, 263. 126 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, I, 423. 127 Bkz. Taberî, Câmiu’l-Beyân, VI, 217-516. 128 Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, I, 454. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 119-155 150 | Sami Kılınçlı çok ayette geçmektedir. Yapılan yorumlarda nefs, zekât, ganimet, âbid, cihad gibi birçok kavramın sûfî düşünce içerisinde anlam değişime uğrayarak yeni anlamlarda kullanııldıkları anlaşılmaktadır.129 İnfak konusunu âşıkların infakı, muvahhidlerin infakı, zenginlerin ve fakirlerin infakı diye ayırması; sûfî usulle Allah yolunda gidenin bu yolda her şeyini harcamasını zekât olarak açıklaması; genel anlamda kul anlamın gelen âbid kavramını seyr-i sulûk ehli anlamında kullanması da bu durumu açıklamaktadır. Kuşeyrî’nin kullandığı zâhir, bâtın, tasabbur, musâbere, ribat, latîfe, gaybet, müşâhede, âşık, avâm, havâs, mücâhede, mücâhede bıçağı, Allah’a kurbiyet tesis etmek, kalbin ölümü, nefsin ölümü, kalbin hakla baki kalması, nefsin hazla baki kalması, seyr-i sülûk, kalp ahkâmı, haz, haz vatanı, günah vatanı, müridin irtidatı, kalbin huzur hali, zulmetin kalbi örtmesi, kalbin sakini olmak, el-mücâdeletu lillah, el-mücâdeletu fi’llah, el-firâru illallah, el-firâru maallah, Allah ile bekâ bulmak gibi kavram ve kullanımlar genel çerçevede İslam düşüncesi içerisinde yer bulmakla birlikte özelde sûfîlere ait eleştiriye açık değerlendirmelerdir. Kuşeyrî eserinin mukaddimesinden ve yorumlarından sûfîlerin diğer ilim ehlinden daha derin bilgilere ve daha hassas bir yaşantıya sahip olduklarını iddia ettiği anlaşılmaktadır. Avâm ve havâs ayrımı, infak, zekât ve ganimetle ilgili açıklamaları da bu düşüncesini yansıtmaktadır. Ayrıca tarikat adabına uymayan müridi Allah’la ahdinden dönmüş kabul ederek irtidat etmiş olacağını söylemesi de konuları kendi düşünce sistemi içerisinde kavramsallaştırarak sistematize ettiğini göstermektedir. 129 Sûfîlerin kullandıkları kavramların kökenleri ve Kur’an’la ilişkileri konusunda geniş bilgi için bkz. Mahmud Esad Erkaya, “Kur’an Kaynaklı Tasavvuf Kavramları”, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Adana, 2015. s. 45-346. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 119-155 İşârî Te’vil ve Kuşeyrî’nin Cihad ve Kıtal Ayetleri Yorumu | 151 Sonuç İrfânî ekolün önde gelen isimlerinden olan Kuşeyrî’nin Letâifu’l-İşârât adlı eserinde cihad ve kıtalle ilgili ayetleri anlama ve yorumlama yöntemiyle ilgili ulaştığımız sonuçları şu şeklide sıralayabiliriz. 1. Kuşeyri eserini Letâifu’l-İşârât olarak isimlendirerek ve mukaddimesinde kitabını âriflerin usulüne göre yazacağını açıklayarak kitabının genel anlamda bilindik tefsir eseri olmadığını açıklamıştır. Konuları açıklarken hem zâhirî anlamları hem de işâreten kaydını düşerek keşf ve ilhâma dayalı açıklamalara yer vermesi açıkladığı usule bağlı kaldığını göstermektedir. 2. Kuşeyrî işârî te’vile yönelik diğer âlimler tarafından yapılan eleştirileri bildiğinden birçok ayette işârî yorumlarına “işâreten” kaydını düşerek başlamaktadır. Bu tenbih ile okuyucuya, “Bundan sonra okuyacağın yorumlar kendimize has usul, bilgi ve anlayışımıza göre yazılanlardır. Bu gözle okuman gerekir” demek istemiştir. Bu durum zayıf ve uydurma da olsa rivayetleri eserine senetleriyle alan ve okuyucuya, “Ben sana rivayetleri senetleriyle aktarıyorum, kabul edip etmemek sana kalmış” diyen muhaddislerin ve bilgileri senetleriyle nakleden müfessir v.b. âlimlerin anlayış ve tavırlarıyla benzeşmektedir. 3. Mütekellim, fakîh ve filolog müfessirlerin tefsirlerinde kendi alanlarıyla ilgili oluşturulan kavramları ve hadis ıstılahlarını kullandıkları gibi Kuşeyrî eserinde sûfî terminolojiye ait nefs, kalp, sır, ruh, havâtır, ilham, işâret, müşâhade ve latîfe gibi kavramlara yer vermiştir. Bu kavramların bazıları Kur’an’daki anlamlarıyla kullanılırken, bazılarına da yeni anlamlar yüklenmiştir. 4. Kuşeyrî, eserindeki cihad ve kıtalle ilgili yaptığı yorumlarla özelde sûfîleri/müridleri genelde ise tüm Müslümanları düşmanla ve nefisle mücadelede hep gayretli, canlı, fedakâr olmaya, zorluklara katlanmaya teşvik etmekte, ruhsatlara ve birtakım yanlış te’villere yönelerek mücadeleden kaçmamaya çağırmaktadır. 5. Eserdeki bazı işârî yorumlarla ayetlerin zâhirî anlamları arasındaki bağın zayıf olduğu anlaşılmaktadır. Mekkî ve Medenî sureler birbirinin devamı olarak Müslüman şahsiyet ve toplumu inşâ etmiştir. Mekke döneminde mü’min şahsiyetin inşâ edildiğini, Medine’de ise bu inşânın devamı olarak gerekli durumlarda savaşın emredildiğini düşündüğümüzde Mekkî surelerde ele alınan ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 119-155 152 | Sami Kılınçlı tevhid, iman, ahlak, dünyevîleşmeme ve kalp olgunluğu gibi konuların anlam muhtevalarının işârî yorum şeklinde esere yansıtıldığı söylenilebilir. Kuşeyrî’nin açıklamaları sûfî düşünce açısından tutarlılığa sahip olmakla birlikte gerek usul gerekse muhteva olarak diğer âlimlerin eleştiri ve tartışmalarına açık mülahazalardır. Kaynakça Abdulbâkî, Muhammed Fuad, el-Mu‘cemu’l-Müfehres li Elfâzi’l-Kur’âni’l-Kerîm, Matbatu Daru’l-Kütübi’l-Mısriyye, Kahire, 1364. Aclûnî, Ebü’l-Fidâ İsmail b. Muhammed Keşfü’l-Hafâ ve Müzîlü’l-İlbâs, nşr. Husâmu’d-Din el-Kudsî, Mektebetu’l-Kudsî, Kahire, 1351. Ateş, Süleyman, İşârî Tefsir Okulu, Yeni Ufuklar Neşriyat, II. Baskı, İstanbul, 1998. Ay, Mahmut, “İşari Tefsiri Yeniden Düşünmek”, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2011, 24, “103-148,” Bezzâr, Ahmed b. İbrâhîm, Müsnedü’l-Bezzâr, thk. Mahfûzurrahmân Zeynullah, Âdil b. Sa‘d, Mektebetü’l-Ulûm ve’l-Hikem, Medine 1988-2009. Câbirî, Muhammed Âbid, Arap–İslam Kültürünün Akıl Yapısı, Kitabevi, çev. Burhan Köroğlu ve diğerleri, İstanbul, 1999. Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Tarihi, Fecr Yayınevi, Ankara, 1996. Cevherî, Ebû Nasr İsmâîl b. Hammâd. es-Sıhâh, nşr. Ahmed Abdülkâdir Atâ, Dâru’l-İlm li’l-Melâyîn, Üçüncü Baskı, Beyrut 1984. Dıhlevî, Şah Veliyyullah, el-Feyzu’l-Kebîr fî Usûli’t-Tefsîr, Tefsir Usulü, Ankara, 2015. Fîruzabâdî, Mecduddin Muhammed b. Ya‘kub, Besâiru Zevi’t-Temyîz fî Letâifi’l-Kitâbi’l-Azîz, thk. Muhammed Ali en-Neccâr, Beyrut, Mektebetu’lİlmiyye, trs. Halebî, Ahmed b. Yûsuf b. Abduddâim es-Semin, Umdetu’l Huffâz fî Tefsîri Eşrâfi’l-Elfâz, thk. Muhammed Bâsil Uyûnu’s-Sûd, Beyrut, Dâru’lKütübü’l-İlmiyye, 1996. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 119-155 İşârî Te’vil ve Kuşeyrî’nin Cihad ve Kıtal Ayetleri Yorumu | 153 Heysemî, Ebü’l-Hasen Alî b. Ebî Bekr, Mecmeʻu’z-Zevâid ve Menbeʻul-Fevâid, thk. Muhammed Abdülkâdir Ahmed Atâ, I-XII, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 2001. İbn Acîbe, Ahmed b. Muhammed, el-Bahru’l-Medîd fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-Mecîd, th. Ahmed Abdullah el-Kuraşî Raslân, Kahire, 1999. İbnu’l-Cevzî, Ebu’l-Ferec Cemaluddin Abdurrahman Ali, Zâdu’l-Mesîr fî İlmi’tTefsir, Beyrut, el-Mektebu’l-İslamî, 1948. İbn Fâris, Ebü’l-Hüseyn Ahmed, Mu’cemü Mekâyîsi’l-Luğa, nşr. Abdüsselâm Muhammed Hârûn, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1970. İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, th. Heyet, Dâru’l-Maârif, Kahire, trs, İbnü’s-Salâh, Ebû Amr Takıyyüddîn eş-Şehrezûrî, Fetâvâ ve Mesâilü İbnisSalâh, nşr. Abdülmu’tî Emîn Kal’acî, Beyrut 1986. İbn Teymiyye, Ebü’l-Abbas Takiyyüddîn Ahmed, Mecmûu’l-Fetâvâ, nşr. Âmir el-Cezzâr, Enver el-Bâz, Dâru’l-Vefâ, III. Baskı, 2005. İsfahânî, Ebü’l-Kâsım Hüseyn b. Muhammed Râğıb, el-Müfredât fî Garîbi’lKur’an, thk. Muhammed Halil Aytânî, IV. Baskı, Beyrut, Dâru’l-Ma‘rife, 2005. Kuşeyrî, Abdulkerim b. Hevâzin, Letâfu’l-İşârât, th. Abdullatif Hasan Abdurrahman, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 2000, Mennâu’l-Kattân, Mebâhis fî Ulûmi’l-Kur’ân, Mektebetu Vehbe, XI. Baskı, Kahire, 2000 Maturîdî, Ebû Mansûr, Te’vîlâtu Ehl’i-Sünne, th. Mecdî Bâslûm, Dâru’l-kütübi’lİlmiyye, I, Baskı, Beyrut, 2005. Mevsılî, Ahmed b. Ali Ebû Yaʻlâ, Müsnedü Ebî Yaʻlâ el-Mevsılî, thk. Huseyn Selîm Esed, I-XIV, Dâru’l-Me’mûn li’t-Türâs-Dâru’s-Sekâfeti’l- Arabiyye, Şam-Beyrut 1986-1992. Mukâtil, Ebu’l-Hasen b. Süleyman, Tefsîru Mukâtil b. Süleyman, thk. Ahmed Ferid, I. Baskı, Beyrut, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2003. Münâvî, Zeynuddin Muhammed Abdurraûf, Tabakâtu’s-Sûfiyye el-Kevâkibu’dDurriyye fî Terâcimi’s-Sâdâti’s-Sufiyye et-Tabakâtu’l-Kübrâ, thk. Muhammed Edîb el-Câdır, Dâru Sâdır, Beyrut, 1999. Özel, Ahmet, “Cihad”, DİA, İstanbul, 1993, VII. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 119-155 154 | Sami Kılınçlı Öztürk, Mustafa, Tefsirin Halleri, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2013. ……... Kur’an ve Aşırı Yorum, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2014. ……... “Cihad Ayetleri: Tefsir Birikimine, İslâm Geleneğine ve Günümüze Yansımaları”, İslam Kaynaklarında Geleneğinde ve Günümüzde Cihad Çalıştayı, Kuramer, İstanbul, 2016. Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr, Câmiu’l-Beyân ‘an Te’vîli Âyi’l-Kur’an, thk. Abdullah b. Abdulmuhsin et-Türkî, Dâru’l-Kütübü’-İlmiyye, Dördüncü Baskı, Beyrut, 2005. Uludağ, Süleyman, “İşârî Tefsir”, DİA, İstanbul, 2011. ……... “Kuşeyrî, Abdulkerîm b. Hevâzin”, DİA, Ankara, 2002, XXVI. Ünsal, Hadiye “Ebü’l-Hasen el-Vâhidî’nin Hayatı, Eserleri ve Tefsir Tarihindeki Yeri”, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 13, Sayı:1, s.135-164. Suyuti, Celaleddin Abdurrahman, el-İtkan fi Ulumi'l-Kur'an, thk. Ahmed b. Ali, Daru'l-Hadis, Kahire, 2006. Sülemî, Muhammed b. Hüseyin b. Musa el-Ezdî, Tefsîru’s-Sülemî (Hakâiku’tTefsîr), th. Seyyid İmrân, Daru’l-kütübi’l-ilmiyye, I. Baskı, Beyrut, 2001. Vâhidî, Ebu’l-Hasen Ali b. Ahmed, el-Vasît fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-Mecîd, thk. Komisyon, Beyrut, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1994. Zehebî, Ebû Abdillah Şemsüddîn Muhammed Siyerü A’lâmi’n-Nübelâ, nşr. Şuayb el-Arnaût, Müessesetü’r-Risâle, I. Baskı, Beyrut 1984. Zehebî, Muhammed Hüseyin, et-Tefsîr ve’l-Müfessirûn, Mektebetu Vehbe, VII. Baskı, Kahire, 2000. Zerkeşî, Bedreddin Ebû Abdillâh Bedrüddîn Muhammed b. Bahâdır b. Abdillâh, el-Burhan fi Ulûmi'l-Kur'an, Thk. Mustafa Abdulkadir Ata, Daru'lKütübi'l-İlmiyye, Beyrut, 1971. Zürkânî, Muhammed Abdulazîm Menâhilu’l-İrfân, th. Fevvâz Ahmed Zemerlî, Dâru’l-Kütübi’l-Arabî, I. Baskı, Beyrut, 1995. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 119-155 Isharî Te’wil and Qushayri’s Interpretation Method of Jihad and Qital Verses Citation / ©-Kılınçlı, S. (2017). Isharî Te’wil and Qushayri’s Interpretation Method of Jihad and Qital Verses, Çukurova University Journal of Faculty of Divinity, 17 (1), 119-155. Abstract- “Isharî/irfânî” (gnostic) te’wil approach is one of the efforts emerged in Islam history in order to understand the Qur’an. Sufis have produced works in ishari style in order to explain that their understanding has its roots in Qur’an and convey their ideas to humans by establishing links with Qur’an verses. In this vision of Sufis, along with respecting the apparent meanings of verses, signs and inspirations coming from heart have directed the te’wil. Although those works are defined as “ishari tafsir” in the later ages, Sufis have named their works as not tafsir but by names like “haqaiq, lataif, kashf” in accordance with their te’wil style. ‘Lata’if al-Isharat’ by alQushayri is one of the most well known of these works. AlQushayri, in this work, besides explaining verses related with jihad and qital in accordance with their apparent meanings and historical contexts, he interpreted many verses in ishari way. As the greatest enemy of humankind is the nafs inside according to Sufis, they defined the jihad against nafs as the major jihad, and the jihad against enemy as the minor jihad. For this reason jihad against nafs has standed out in alQushayri’s te’wils. Al-Qushayri also mentioned terms like qalb (heart), nafs, sir (secret) belonging to sufi thought in his interpretations. Keywords- Islamic sufism, sufi, ta’vil, nafs, jihad Endülüs Emevî Halifesi II. Hakem’in İlmî Kişiliği ve İlim Hayatına Sağladığı Katkılar Doç. Dr. Saim YILMAZ Furkan ERBAŞ Atıf / ©- Yılmaz, S.- Erbaş, F. (2017). Endülüs Emevî Halifesi II. Hakem’in İlmî Kişiliği ve İlim Hayatına Sağladığı Katkılar, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 17 (1), 157-185. Öz- Endülüs Emevîleri’nde ilmî faaliyetler alanındaki en parlak devir, II. Hakem döneminde yaşanmıştır. Kendisi de âlim olan ve “Bilge Halife” olarak isimlendirilen II. Hakem, ülkesindeki ilmî faaliyetlerin artması için büyük bir gayret içerisinde olmuştur. Onun hiçbir ayırım yapmaksızın dönemindeki âlimlere kucak açması ve onlara tanıdığı geniş imkanlar, başkent Kurtuba’nın âlimlerin toplandığı önemli bir ilim merkezi haline gelmesini sağlamıştır. Aynı zamanda dünyanın dört bir tarafından toplanan kitaplarla, Medinetüzzehrâ saray kütüphanesi İslam dünyasının üç büyük kütüphanesinden biri haline getirilmiştir. Fakir çocuklara ücretsiz eğitim veren okullar açılarak ülkede okuryazarlık oranında ciddi bir artış sağlanmıştır. İki kısımdan meydana gelen bu makalede öncelikle II. Hakem’in ilmî kişiliği, ardından ülkesindeki ilim hayatına sağladığı katkılar ele alınacaktır. Anahtar sözcükler- Endülüs Emevîleri, Hakem b. Abdurrahmân, Kurtuba Medresesi, Medinetüzzehra Saray Kütüphanesi §§§ Makalenin geliş tarihi: 22.12.2016; Yayına kabul tarihi: 19.06.2017 Bu makale, “Endülüs Emevî Halifesi Hakem b. Abdurrahmân ve Dönemi” isimli yüksek lisans tezinden yararlanılarak üretilmiştir. Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Tarihi Anabilim Dalı, eposta: [email protected] Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İslam Tarihi Anabilim Dalı Yüksek Lisans Öğrencisi, eposta: [email protected] 158 | Saim Yılmaz- Furkan Erbaş Giriş Hakem b. Abdurrahmân’ın (350-366/961-976) yaklaşık on altı yıl süren halifelik dönemi, Endülüs Emevîleri’nin “altın çağı” olarak kabul edilen ve yaklaşık yüzyıl süren yükseliş döneminin (300-399/912-1009) ortasına tesadüf eder. Bu dönemin ilk elli yılını kapsayan babası III. Abdurrahmân (300-350/912-961) devrinde sağlanan siyasî ve askerî alanlardaki yükseliş ve istikrar dönemini; II. Hakem’in halifeliği döneminde yaşanan ilim, kültür ve medeniyet sahalarındaki parlak devir takip eder. Bu yüzden kaynaklar onun siyasî ve askerî başarılarından daha çok ilim, kültür ve medeniyet alanlarında yaptığı katkılardan söz eder. Nitekim onun döneminde Endülüs Emevîleri’nin başkenti Kurtuba, İslam dünyasındaki üç büyük ilim merkezinden biri haline gelmiştir. “Bilge Halife” olarak isimlendirilen II. Hakem’in ilmî kişiliğini ve ülkesindeki ilim hayatına sağladığı katkıları ele almayı hedefleyen bu makale, iki kısımdan meydana gelmektedir. Birinci kısımda Endülüs Emevîleri’ne ilim alanında en parlak devri yaşatan ve âlim sıfatıyla tanınan II. Hakem’in ilmî kişiliği ele alınacaktır. Onun ülkesindeki ilim hayatına sağladığı katkıları ele alan ikinci kısım üç alt başlık altında incelenecektir. Öncelikle onun Kurtuba medresesinde, sarayda veya herhangi bir başka görevde istihdam ettiği veya eser telif etmeye teşvik ettiği âlimlerden Tabakat kitaplarından tespit edebildiğimiz kadarıyla örnekler sunularak, Kurtuba’nın canlı bir ilim merkezi haline gelmesindeki katkısı tespite çalışılacaktır. Ardından Medinetüzzehrâ Saray kütüphanesinin İslam dünyasındaki üç büyük kütüphaneden biri haline gelmesini sağlayan kitap koleksiyonu ve bunun için ortaya koyduğu gayret incelenecektir. Son olarak toplumda eğitim ve öğretimi yaygınlaştırmak adına yapmış olduğu düzenlemeler ve onun bu ilmî faaliyetlerinin topluma yansıması ortaya konacaktır. I. İlmî Kişiliği Her idareci ülkesindeki ilmî faaliyetleri ilerletmek adına az veya çok bir takım düzenlemelerde bulunur. Çoğu zaman bu düzenlemeleri, söz konusu alana dışarıdan kanun ve emirlerle yön veren bir idarecinin icraatları şeklinde değerlendirmek mümkündür. Ancak II. Hakem’in bu alana olan ilgisini ve yaptığı düzenlemeleri, olaya dışarıdan yön veren herhangi bir idarecinin icraatları gibi ele almak yeterli ve doğru bir yaklaşım olmayacaktır. Onun halifelik öncesi ve halifelik sonrası hayatı bir bütün olarak incelendiğinde öncelikli uğraş alanının ilmî faaliyetler olduğu görülür. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 157-185 Endülüs Emevî Halifesi II. Hakem’in İlmî Kişiliği | 159 II. Hakem’in hayatını anlatan kaynakların vurguladığı en başta gelen özelliği “âlim ve dindar” kişiliğidir. Çocuk yaşta veliaht tayin edilen II. Hakem’in, babası III. Abdurrahmân tarafından özel olarak yetiştirildiği muhakkaktır. Nahiv âlimi Ebü’l-Velîd Hişâm b. Velîd el-Gâfikî (ö. 317/929),1 Osman b. Nasr b. Abdillâh el-Mushafî (ö. 325/937)2 ile nahiv ve mantık âlimi Muhammed b. İsmâil el-Hakîm (ö. 331/943) onun eğitim ve öğretimi ile ilgilenmeleri için özel olarak görevlendirilmiş hocalardandı. 3 Çocukluk ve gençlik yıllarını ilim meclislerinde geçiren II. Hakem, pek çok sahada dönemin önde gelen âlimlerinden dersler aldı. Hadis, fıkıh, tarih, dil ve neseb âlimi Kâsım b. Esbağ elBeyyânî (ö. 340/951),4 III. Abdurrahmân zamanında Tuleytula’da kadılık yapmış olan muhaddis Ebû Ömer Ahmed b. Duhaym (ö. 338/950), 5 muhaddis ve fakih Muhammed b. Muhammed b. Abdüsselâm el-Huşenî (ö. 333/945),6 Sa‘d (veya Sa‘îd) b. Câbir el-Kelâ‘î (ö. 325/937),7 muhaddis Ebû Yahya Zekeriyyâ b. Hattâb (ö. 337/949)8 ve Muhammed b. Mervân b. el-Gaşşâ el-Batalyevsî onun ders aldığı âlimlerden bazılarıydı. 9 Ayrıca hadis, fıkıh, dil ve şiir âlimi 1 Abdullah b. Muhammed b. Faradî, Târîhu ulemâi’l-Endelüs (nşr. Beşşâr Avvâd), III, Tûnus 2008, II, 217-218. 2 İbnü’l-Faradî, Târîhu ulemâi’l-Endelüs, I, 397. 3 Muhammed b. Abdillâh b. Ebbâr, et-Tekmile li kitâbi’s-sıla (thk. Abdûsselâm Mihrâs), I-IV, Beyrut 1995, I, 226. Ayrıca bk. İbnü’l-Faradî, Târîhu ulemâi’l-Endelüs, II, 72; Ebü’l-Kâsım Sâid b. Ahmed b. Sâid el-Endelüsî, Kitâbu tabakâti’l-ümem (nşr. P. Louis Cheikho), Beyrut 1912, s. 65. 4 Hayatı hakkında bilgi için bk. İbnü’l-Faradî, Târîhu ulemâi’l-Endelüs, I, 467-469; Mehmet Görmez, “Kâsım b. Esbağ”, DİA, XXIV (İstanbul 2001), s. 540-541. 5 Hayatı hakkında bilgi için bk. İbnü’l-Faradî, Târîhu ulemâi’l-Endelüs, I, 78-79. 6 Hayatı hakkında bilgi için bk. İbnü’l-Faradî, Târîhu ulemâi’l-Endelüs, II, 74; Ebû Abdillâh Muhammed b. Ebî Nasr Fütûh (Fettûh) b. Abdillâh el-Humeydî, Cezvetü’lmuktebis (nşr. Muhammed Beşşâr Avvâd), Tûnus 2008, s. 57-58. 7 Hayatı hakkında bilgi için bk. İbnü’l-Faradî, Târîhu ulemâi’l-Endelüs, I, 234-235; Humeydî, Cezvetü’l-muktebis, s. 330; Ahmed b. Yahyâ b. Dabbî, Bugyetü’lmültemis fî târîhi ricâli ehli’l-Endelüs (nşr. İbrâhim el-Ebyârî), I-II, Kahire-Beyrut 1989, II, 17; Muhammed b. Ahmed ez-Zehebî, Târîhu’l-İslâm ve vefeyâtu’l-meşâhîr ve’l-a’lâm (Sene:321-330) (nşr. Ömer Abdüsselâm Tedmürî), Beyrut 1989, XXIV, 171-172. 8 Hayatı hakkında bilgi için bk. İbnü’l-Faradî, Târîhu ulemâi’l-Endelüs, I, 211-212. 9 Karşılaştırmalı olarak bk. İbnü’l-Ebbâr, et-Tekmile li kitâbi’s-sıla, I, 226; Zehebî, Siyeru a‘lâmi’n-nübelâ’ (nşr. Şuayb el-Arnâut), I-XXV, Beyrut 1981-1982; VIII, 269; a.mlf, Târîhu’l-İslâm, XXVI, 358; Ahmed b. Muhammed el-Makkarî, Nefhu’t-tîb min ğusni’l-Endelüsi’r-Râtib (thk. İhsân Abbâs), I-VIII, Beyrut 1988, I, 395. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 157-185 160 | Saim Yılmaz- Furkan Erbaş hocası Sâbit b. Kâsım b. Sâbit b. Hazm’dan (ö. 352/963) 10 “ed-Delâil fi Garîbi’l-Hadîs” isimli kitap için icazeti bulunmaktaydı.11 Çocukluk ve gençlik yıllarında dönemin en seçkin hocalarından İslami ilimlerde iyi bir eğitim alan II. Hakem’in, ilerleyen yıllarda belli ilim dallarında daha da uzmanlaştığı bildirilmektedir. Fıkıh, ensâb ve tarih ilimleri onun ilgi duyduğu ve derinleştiği sahaların başında gelmekteydi. İbnü’l-Hatîb’in (ö. 776/1374-1375) ifadeleriyle o, mezhepleri ve aralarındaki görüş ayrılıklarını bilen bir fakihti. Neseb ilminde en önde gelenlerdendi. Çok geniş tarih bilgisine sahipti. Kitap aşığıydı ve kitap toplamayı çok severdi. Rical ilminde bir âlimi diğerinden, bir nesildekini diğer nesildekinden ayırabilecek temyiz gücüne sahipti. Bu alana özel bir ilgisi vardı ve bu yüzden bu alanda imam kabul edilirdi.12 İbnü’l-Hatîb’in anlatımına benzer ifadeleri döneme en yakın tarihçi İbn Hayyân (ö. 469/1076)13 başta olmak üzere II. Hakem’in hayatı hakkında bilgi veren kaynakların neredeyse tamamında bulmak mümkündür.14 II. Hakem çocuk yaşta veliaht tayin edilmiş olmasına rağmen babası III. Abdurrahmân’ın uzun süre hayatta kalması sebebiyle çok geç yaşta halife olabilmiştir. Geçen bu uzun sürenin onun ilimle daha fazla meşgul olmasını sağladığını düşünmek mümkündür. Nitekim İbnü’l-Ebbâr’ın (ö. 658/1260) bildirdiğine göre o, kütüphanesinde bulunan kitapların neredeyse tamamını okumuş ve incelemiştir. Baş tarafına, sonuna veya ekler ilave etmek suretiyle okuduğu her kitaba kendi el yazısıyla şerhler düşerdi. Bu şerhlerde kitap mü10 Detaylı bilgi için bk. İbrâhîm b. Alî b. Ferhûn, ed-Dîbâcu’l-müzheb fî ma’rifeti âyâni ulemâi’l-mezheb (nşr. Muhammed el-Ahmedî Ebu’n-nûr), I-II, Kahire 1972, II, 14748. İbn Ferhûn, Sâbit b. Kâsım’ın 302 yılında vefat ettiğini bildirmektedir. Bu bilgi yanlış olmalıdır. Zira kendisinden icâzet alan Halife II. Hakem 302 yılında doğmuştur. Nitekim İbnü’l-Faradî, Sâbit b. Kâsım’ın 352 yılında vefat ettiğini kaydetmektedir. Bk. İbnü’l-Faradî, Târîhu ulemâi’l-Endelüs, I, 155. 11 Karşılaştırmalı olarak bk. İbnü’l-Ebbâr, et-Tekmile li kitâbi’s-sıla, I, 226; Zehebî, Siyeru a‘lâmi’n-nübelâ’, VIII, 269; a.mlf, Târîhu’l-İslâm, XXVI, 358; Makkarî, Nefhu’t-tîb, I, 395. 12 Muhammed b. Abdillâh b. Hatîb, A’mâlu’l-a’lâm fî men bûyi’a kable’l-ihtilâm min mulûki’l-İslâm (nşr. Lêvi-Provençal), Beyrut 1956, s. 41; a. mlf., el-İhâta fi ahbâri Gırnâta (nşr. Muhammed Abdullah İnân), I-IV, Kahire 1974, I, 478. Ayrıca bk. Mehmet Özdemir, Endülüs Müslümanları (Siyasî Tarih), Ankara 2016, s. 143. 13 İbnü’l-Ebbâr, Kitâbu’l-hulleti’s-siyerâ’, I, 201. 14 Müellifi meçhul, Zikru bilâdi’l-Endülüs (nşr. Luis Molina), Madrid 1983, s. 169; Alî b. Muhammed b. el-Esîr, el-Kâmil fi’t-târîh (thk. Ebi’l-Fidâ Abdullah el-Kâdî), I-XI, Beyrut, 1987, VIII, 677; Ebü’l-Fidâ İsmâîl b. Alî, el-Muhtasar fî ahbâri’l-beşer (nşr. Matbaatu’l Hüseyniyye el-Mısriyye), I-IV, Kahire 1286/1869, II, 117; İsmâîl b. Ömer b. Kesîr, el-Bidâye ve’n-nihâye (nşr. Abdullah b. Abdülmuhsîn et-Türkî), I-XXI, Riyad 1419/1998, XV, 371. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 157-185 Endülüs Emevî Halifesi II. Hakem’in İlmî Kişiliği | 161 ellifinin nesebi, doğum ve vefat tarihleri ile müellifi tanıtıcı diğer bilgileri kaydeder; hatta bu kitaptan rivayette bulunan ve bu kitap hakkında görüş belirten ravilerin nesebleri hakkında da bilgiler verirdi. Endülüslü âlimler güvenilir kabul ettikleri II. Hakem’in başka yerde bulunmayan bu bilgilerinden istifade ederek eserlerinde ondan alıntılar yaparlardı.15 Nitekim Târîhu ulemâi’l-Endelüs isimli eserin müellifi İbnü’l-Faradî (ö. 403/1013), muhaddis Ebû Yahyâ Zekeriyyâ b. Hattâb hakkındaki bir bilgiyi II. Hakem’in şerhinden okuduğunu nakletmektedir.16 Hatta İbnü’l-Faradî’den iki buçuk asır sonra yaşamış olan İbnü’l-Ebbâr, II. Hakem’in şerh yazdığı eserlerden kendisine de bir cüz ulaştığını ve bundan çokça faydalandığını bildirmektedir.17 Makkarî’nin (1041/1632) Nefhu’t-tîb adlı eserinde verilen dolaylı bir bilgiden Halife II. Hakem’in sadece mevcut eserleri okumak, incelemek ve şerh etmekle kalmadığı bizzat kitap telif ettiği anlaşılmaktadır. Makkarî, doğudan Endülüs’e gelen Ali evladına mensup kişiler hakkında verdiği bilgiler kısmında Haşim b. Hüseyin hakkında aktardıklarını Halife II. Hakem’in Ensâbu’ttâlibiyyîne ve’l-aleviyyîne’l-kâdimîne ilâ’l-Mağrib isimli eserine dayandırmaktadır.18 Tespit edebildiğimiz kadarıyla II. Hakem’in telif ettiği bu eser günümüze ulaşmamıştır. Diğer taraftan Endülüs’ün siyasî tarihi hakkında bir eser yazmış olan Muhammed İmamüddin, II. Hakem’in İspanya tarihi üzerine de bir eser kaleme aldığını ancak bu eserin günümüze ulaşmadığını bildirmektedir. 19 Ne var ki incelediğimiz kaynaklarda böyle bir bilgiye tesadüf edemediğimizi belirtmemiz gerekir. Dönemindeki ilim adamlarının güvenilir âlim olarak kabul ettikleri, şerh veya telif olarak yazmış olduklarından istifade ettikleri Halife II. Hakem, İbnü’lFaradî ve İbn Beşkuvâl’ın (ö. 578/1183) Endülüslü ilim adamlarını tanıtan biyografi eserlerinde yer almaz. İbnü’l-Ebbâr, bu iki müellifin eserlerinde, II. Hakem gibi büyük bir âlimin hayatına dair herhangi bir malumata yer vermemelerini haklı bir şekilde hayretle karşılar.20 Doğrusu söz konusu müelliflerin 15 İbnü’l-Ebbâr, et-Tekmile li kitâbi’s-sıla, I, 227; a. mlf., Kitâbu’l-hulleti’s-siyerâ’ (nşr. Hüseyin Mû’nis), I-II, Kahire 1963, I, 202. 16 İbnü’l-Faradî, Târîhu ulemâi’l-Endelüs, I, 212. 17 İbnü’l-Ebbâr, et-Tekmile li kitâbi’s-sıla, I, 227; a. mlf., Kitâbu’l-hulleti’s-siyerâ’, I, 202. 18 Makkarî, Nefhu’t-tîb, III, 60. 19 S. Muhammed İmamüddin, Endülüs Siyasi Tarihi (trc. Yusuf Yazar), Ankara 1990, s. 210. 20 İbnü’l-Ebbâr, et-Tekmile li kitâbi’s-sıla, I, 227. Ayrıca bk. Makkarî, Nefhu’t-tîb, I, 395. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 157-185 162 | Saim Yılmaz- Furkan Erbaş bu tutumlarına, II. Hakem’i halife olarak kabul etmeleri sebebiyle eserlerine almamış olabilecekleri şeklinde bir izah getirmek dışında başka bir yorum yapmak mümkün gözükmez. II. Hakem’in halife olmasıyla birlikte ilmî alandaki faaliyetleri tahmin edilenin aksine daha da artmıştır. Onun halife olmasından sonraki ilmî faaliyetlerine dair en net ifadeleri İbnü’l-Ebbâr’ın eserinde bulmak mümkündür. Onun çocukluğundan vefatına kadar ilimle meşgul olduğunu belirten müellif, ilimle meşgul olmayı krallığın dünyada sağlayacağı bütün lezzetlere tercih ettiğini ve bir an bile bu uğraşından vazgeçmediğinin önemle altını çizer. 21 Halife oluncaya kadar sürekli kendi ilmî birikimini artırmaya çalışan II. Hakem, makalenin bundan sonraki kısmında genişçe ele alınacağı gibi halife olduktan sonra da sürekli ilim meclislerine katılarak, âlimleri himaye ederek ve büyük bir kitap koleksiyonu oluşturarak kendisiyle birlikte ülkesinin ve halkın bu alandaki seviyesini artırmak adına elinden gelen bütün gayreti ortaya koymuştur. II. İlim Hayatına Sağladığı Katkılar 1. Âlimleri Himayesi Endülüs Emevîleri, ilim, kültür ve medeniyet sahalarındaki en parlak dönemini II. Hakem’in halifeliği zamanında yaşamıştır. Babası III. Abdurrahmân’ın uzun süren halifeliği döneminde içeride ve dışarıda sağlamış olduğu sükûn ve istikrar, bu duruma zemin hazırlayan en önemli unsur olmuştur. Siyasî ve askerî alanda sağlanan bu huzur ortamı, âlim kişiliğiyle tanınan II. Hakem’in elinde devletin ilim, kültür ve medeniyet sahalarında büyük bir sıçrama yapmasının önünü açmıştır. II. Hakem döneminde en fazla ilerlemenin kaydedildiği ilmî alandaki faaliyetlerin iki temel düstura dayandığını söylemek mümkündür. Bunlardan birincisi ilmin yeşereceği zemini hazırlamak; ikincisi ise bu faaliyetlerin toplum tarafından benimsenmesinde ön ayak olmaktır. İlmî alanda Endülüs Emevîleri’ne altın çağını yaşatan II. Hakem, bu işi kanun ve emirlerle tanzim etmek yerine ilmin yeşereceği zemini hazırlamak adına ilmin olmazsa olmaz iki unsurunu bir araya getirmenin gayreti içerisinde olmuştur. Bu iki aslî unsurdan biri olan âlimler, onun tarafından daima himaye görmüş ve teşvik edilmişlerdir. Bundan sonraki kısımda ele alınacağı gibi en az âlimler kadar ilgi gören diğer unsur kitaplar olmuştur. Bir taraftan ülkesindeki âlimleri kitap telif etmek için 21 İbnü’l-Ebbâr, et-Tekmile li kitâbi’s-sıla, I, 226. Ayrıca bk. Makkarî, Nefhu’t-tîb, I, 395. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 157-185 Endülüs Emevî Halifesi II. Hakem’in İlmî Kişiliği | 163 sürekli teşvik ederken, diğer taraftan da ülkesi dışında yazılan kitapları elde etmek için hiçbir fedakârlıktan kaçınmamıştır. II. Hakem döneminde yaşamış âlimlerin biyografilerini konu alan tabakat kitapları üzerinde yapılacak hızlı bir tarama, onun âlimleri himaye etme hususundaki gayretlerine şahitlik edecek birçok veriye ulaşmak için yeterli olacaktır. İlme olan düşkünlüğü ile ün salmış olan II. Hakem alanında uzman birçok ilim adamını himaye ederek,22 onları Kurtuba medresesinde, Medinetüzzehrâ sarayında ve daha pek çok önemli görevlerde istihdam etmiştir. Bunlardan pek çoğunu eser telif etmeye teşvik ederken, kaleme aldıkları eserleri kendisine takdim eden âlimleri ise taltif etmeyi ihmal etmemiştir. Kuşkusuz onun âlimlere gösterdiği bu yakın ilgi ve alaka pek çok âlimin Endülüs’e gelmesine ve pek çok yeni eserin telif edilmesine kapı aralamış ve buranın canlı bir ilim merkezine dönüşmesini sağlamıştır. İbnü’s-Saffâr diye bilinen Ebû Muhammed Abdullâh b. Muhammed b. Muğîs (ö. 352/963), Halife II. Hakem’in itibar gösterdiği Endülüs’ün meşhur şair ve ediplerindendi. II. Hakem 352 (963) yılında Hristiyan krallıklar üzerine sefere çıkarken İbnü’s-Saffâr’a savaşta kendisine eşlik etmesi için haber gönderdi. Ancak İbnü’s-Saffâr rahatsızlığı sebebiyle bu sefere gelemeyeceğini bildirdi. Bunun üzerine Halife II. Hakem, Ebû Bekir es-Sûlî’nin (ö. 335/946)23 Abbâsî halifelerinin şiirlerini bir araya getirdiği eserine benzeyen doğudaki ve Endülüs’teki Emevî halifelerinin şiirlerini derleyen bir kitap yazması halinde onun bu mazeretini kabul edeceğini bildirdi. İbnü’s-Saffâr bu teklifi kabul edince II. Hakem sarayındaki nehire nâzır bir odayı rahat bir şekilde çalışabilmesi için ona tahsis etti. İbnü’s-Saffâr’ın, bütün vaktini ayırarak kısa zamanda yazımını tamamladığı bu eser, henüz seferden dönmemiş olan II. Hakem’e Tuleytula’da iken ulaştırılmıştır.24 Arap dili ve edebiyatı alanında belki de II. Hakem’in en fazla ilgisine mazhar olan âlim, Ebû Ali el-Kâlî el-Bağdâdî (ö. 356/967) olmuştur. II. Hakem’in babası III. Abdurrahmân zamanında Bağdat’tan Endülüs’e davet edilen 22 Louis Bertrand, İspanya Tarihi (trc. Galip Kemali Söylemezoğlu, Nurullah Ataç), İstanbul 1940, s. 53. 23 Türk asıllı tarihçi, edip ve aynı zamanda şair olan Ebû Bekir es-Sûlî’nin hayatı hakkında bilgi için bk. Abdülkerim Özaydın, “Sûlî, Ebû Bekir”, DİA, XXXVII (İstanbul 2009), s. 492-493. 24 Humeydî, Cezvetü’l-muktebis, s. 363, 364; İbn Beşkuvâl, es-sıla (nşr. İbrâhim elEbyârî), I-III, Kahire 1990, I, 378; Dabbî, Bugyetü’l-mültemis, II, 431-432; Julian Ribera, el-Mektebâtu ve hevâtu’l-kutubi fî İspânyâ el-İslâmiyye (Arapça trc. Cemâl Muhammed Mihraz), I-II, Kahire 1958, I, 89. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 157-185 164 | Saim Yılmaz- Furkan Erbaş Ebû Ali, 330 (941) yılında Kurtuba’ya geldiğinde Halife III. Abdurrahmân ve veliaht II. Hakem tarafından büyük bir törenle karşılanmıştır. II. Hakem halife olduktan sonra da Ebû Ali el-Kâlî’yi hiçbir zaman yanından ayırmamış; o daima sevip saydığı ve istifade ettiği âlimlerden birisi olmuştur. Kurtuba medresesinin yanı sıra Medinetüzzehrâ sarayında da dersler vermesi istenen Ebû Ali el-Kâlî, buralarda Arap tarihi, ensâb ilmi, Arap dili, şiiri ve edebiyatı gibi dersler okutmuştur. Arap dili ve edebiyatına dair meşhur “el-Emâlî” adlı eserini Endülüs’e geldikten sonra kaleme almıştır. Endülüs’te telif edilen ilk sözlük olma özelliğine sahip “el-Bâri‘ fî’l-luga” isimli eserini ise Halife II. Hakem’in isteği doğrultusunda kaleme almış ve kendisine takdim etmiştir. 25 Nitekim İbn Haldûn (ö. 808/1406), II. Hakem’in daima himaye ve desteklerini gören Ebû Ali el-Kâlî’nin Endülüs ilim hayatına kazandırdıklarını ifade ederken “onun ilmi ve birikimleri Endülüs’e miras kalmıştır”26 demektedir. Ebû Ali el-Kâlî, Endülüs’te Arap Edebiyatı alanında pek çok ilim adamı yetiştirmiş ve bunlar da Halife II. Hakem tarafından himaye edilmişlerdir. Dil ve edebiyat âlimi Muhammed b. Ebî’l-Hüseyin el-Fihrî (ö. 394/1003-1004), Ebû Alî el-Kâlî’nin öğrencisi ve aynı zamanda kâtibiydi. Halife II. Hakem, Ebû Ali el-Kâlî’den, ünlü dil ve edebiyat âlimi Halîl b. Ahmed’in (ö. 175/791) meşhur sözlüğü Kitâbu’l-‘ayn gibi bir sözlük telif etmesini istediğinde onu da hocasına yardım etmek üzere görevlendirmiştir. Halife II. Hakem’in isteği üzerine Ebû Alî el-Kâlî tarafından telif edilen “el-Bâri‘ fî’l-luga” isimli bu eserin tertib edilerek temize çekilmesi görevi de Muhammed el-Fihrî ile Muhammed b. Ma‘mer el-Ceyyânî’ye verilmiştir.27 Ensâb ve tarih ilimlerinin yanı sıra Arap dilinde de yetkin bir kimse olan Muhammed b. Ebân el-Lahmî (ö. 354/965), Ebû Alî el-Kâlî’nin öğrencilerinden olup II. Hakem’in kendisine itibar gösterdiği âlimlerdendi. Şurta kadılığı görevinde bulunan Muhammed b. Ebân’ın pek çok telif kitabı bulunmaktaydı. 28 25 Ebû Ali el-Kâlî hakkında bilgi için bk. Ebû Ali İsmâîl b. el-Kâsım b. Ayzûn el-Kâlî elBağdâdî, el-Emâlî, (nşr. Dâru’l-kutubi’l-ilmiyye), I-IV, Beyrut ts. I, 11, 15-16, 17; İbn Haldûn, Kitâbu’l-‘İber ve divânü’l-mübtede’ ve’l-haber, (nşr. Halîl Şehâde), I-VII Beyrut 2001, IV, 187; Makkarî, Nefhu’t-tîb, I, 386; Ebû Sâlih, “Cühûdü’l-Hakem’’, Mecelle Dirâsât Endelüsiyye, VI, 38; Hüseyin Elmalı, “Kâlî’’, DİA, XXIV (İstanbul 2001), s. 259-260. 26 İbn Haldûn, el-‘İber, IV, 187. 27 Humeydî, Cezvetü’l-muktebis, s. 78-79; Dabbî, Bugyetü’l-mültemis, I, 99; Süleyman Tülücü, “el-Bâri‘”, DİA, V (İstanbul 1992), s. 73-74. 28 İbnü’l-Faradî, Târîhu ulemâi’l-Endelüs, II, 91; Zehebî, Tarihu’l-İslâm, XXVI, 111. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 157-185 Endülüs Emevî Halifesi II. Hakem’in İlmî Kişiliği | 165 Mutarrif b. Îsâ el-Gassânî (ö.356/966) Halife II. Hakem döneminde yaşamış, Arap dili ve edebiyatı alanında önde gelen alimlerdendi. Bu alanda pek çok kıymetli eseri bulunan Mutarrif b. Îsâ, II. Hakem tarafından İlbîre kâdılığına tayin edilmiştir.29 Araştırmacılardan Abdullah İnân onun Ahbâru kûretu İlbîre adlı eserini II. Hakem’e takdim ettiğini belirtmekteyse de 30 biz kaynaklarda bunu teyit eden bir bilgiye rastlayamadık. Arap dili ve edebiyat alimi ve aynı zamanda dönemin önde gelen fıkıh ve kelam alimlerinden olan Muhammed b. Yahyâ er-Rebâhî (ö. 358/969), II. Hakem’in babası III. Abdurrahmân döneminde halifenin oğlu Mugîre’nin eğitimi ile görevlendirilmişti. II. Hakem halife olduktan sonra Muhammed b. Yahyâ er-Rebâhî’yi çeşitli divanlarda görevlendirmek suretiyle onun idarede daha iyi bir konum elde etmesine imkan sağlamıştı.31 Edebiyat alimi ve şair Ahmed b. Muhammed b. Ferec el-Ceyyânî (ö. 366/976), Halife II. Hakem’in isteği doğrultusunda İbn Dâvûd el-İsfahânî’nin (ö. 297/910) eseri “Kitâbu’z-zühre” nin benzeri “Kitâbu’l-Hadâik” isimli bir şiir antolojisi derleyerek bu eseri halifeye takdim etmiştir. Kitabını 200 bölüme ayıran İbn Ferec, her bölümde sadece Endülüslü şairlerden seçtiği 200 beyit kaydetmiştir.32 Arap dili ve edebiyatı âlimi Ebû Bekir Muhammed b. Hasen ezZübeydî (ö. 379/989), memleketi İşbîliye’den bizzat Halife II. Hakem tarafından Kurtuba’ya davet edilmiştir. Burada halifenin oğlu veliaht II. Hişâm’ın (366-399/976-1009) özel hocası olarak görevlendirilmiştir. Halife II. Hakem’in en yakın dostlarından biri haline gelen Ebû Bekir ez-Zübeydî, daha sonra memleketi İşbîliye’ye dönmek istemişse de buna izin verilmemiştir. Halife II. Hakem’in oğlu II. Hişâm döneminde Kurtuba’da kadılık ve şurta görevlerinde bulunan Ebû Bekir ez-Zübeydî, en son kendi isteği üzerine memleketi İşbîliye’ye kadı tayin edilmiş ve bu görevde iken vefat etmiştir. Kurtuba’da bulun29 Detaylı bilgi için bk. İbnü’l-Faradî, Târîhu ulemâi’l-Endelüs, II, 173; Kâdî İyâz b. Mûsâ b. İyâz, Tertîbu’l-medârik ve takrîbu’l-mesâlik (thk. Sa’îd Ahmed A’râb), I-VIII, Rabat 1403/1982, VII, 19; Ebü’l-Fazl Celâlüddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr esSüyûtî, Buğyetü’l-vu’ât fî tabakati’l-lugaviyyîn ve’n-nuhâ (thk. Muhammed Ebü’lFazl İbrâhim), I-II, Beyrut 1399/1979, II, 289. 30 Muhammed Abdullâh ‘İnân, Devletü’l-İslâm fi’l-Endelüs, I-II, Kahire 1417/1997, I, 505. 31 Muhammed b. Hasen ez-Zübeydî, Tabakâtu’n-nahviyyîn ve’l-lügaviyyîn (nşr. Muhammed Ebû’l-Fazl İbrâhim), Kahire 1954, s. 314; İbnü’l-Faradî, Târîhu ulemâi’lEndelüs, II, 93-94. 32 Dabbî, Bugyetü’l-mültemis, I, 194; Mehmet Yavuz, “İbn Ferec el-Ceyyânî”, DİA, XIX (İstanbul 1999), s. 491. Ayrıca bk. İbn Beşkuvâl, es-sıla, I, 30. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 157-185 166 | Saim Yılmaz- Furkan Erbaş duğu süre içerisinde birçok Arap dili ve edebiyatı âlimi yetiştiren Ebû Bekir ezZübeydî, aynı zamanda bu alanda pek çok kıymetli eser de telif etmiştir. 33 Bunlardan “Tabakâtu’n-nahviyyîn ve’l-lügaviyyîn” isimli eseri Halife II. Hakem’in isteği doğrultusunda kaleme almıştır. Bu eserin mukaddimesinde kaydettiğine göre II. Hakem, kendisinden başlangıçtan o güne kadar yaşamış olan nahiv, lugat ve edebiyat âlimlerinin doğum, ölüm, nesep, seyahat, mezhep bilgilerini ve ilimdeki derecelerini gösteren bir eser telif etmesini istemiştir. Bunun üzerine eseri telif etmeye başlayan Ebû Bekir ez-Zübeydî, bu süreçte Halife II. Hakem’den maddî-manevî büyük destek gördüğünü belirtir.34 Kudüs’ten 360’lı yıllarda Endülüs’e gelen Ebû Mervân Abdülmelik b. Muhammed, II. Hakem’in itibar gösterdiği ve himaye ettiği dil ve edebiyat âlimlerinden birisiydi.35 Dil ve edebiyata karşı büyük ilgi gösteren Halife II. Hakem’in emri doğrultusunda Endülüslü şairlerin hayatlarını anlatan ve şiirlerini konu alan başka eserlerin de telif edildiği ancak bunlardan bir kısmının günümüze ulaşmadığı anlaşılmaktadır. Nitekim II. Hakem döneminde Endülüslü şairlerin biyografilerini kaydeden birçok kitap vücuda getirildiğini zikreden İbn Hazm (ö. 456/1064), bunlardan “Ahbâru şu‘arâi İlbîre” isimli bir kitabın on cüzlük bölümünü bizzat gördüğünü ifade etmektedir.36 Humeydî’nin (ö. 488/1095) bildirdiğine göre ise Halife II. Hakem’in emriyle Endülüslü şair İbn Abdirrabbih’e (ö. 328/940)37 ait şiirler bir araya toplanmıştır. Humeydî, kendi zamanına ulaşan bu eserin yirmi cüzünden fazlasını bizzat görmüş ve incelemiştir. 38 Endülüslü tarihçi Ebû Abdullâh Muhammed b. Yûsuf el-Verrâk, “Mesâlikü İfrîkıyâ ve memâlikühâ” isimli eserini II. Hakem’in isteği üzerine telif 33 Geniş bilgi için bk. Ebû Mervân Halef b. Hayyân, el-Muktebes min enbâi ehli’lEndelüs (nşr. Abdurrahmân Ali el-Haccî), Beyrut 1965, s. 133-34; Alî b. Mûsâ b. Saîd el-Mağribî, el-Muğrib fî hule’l-Mağrib (nşr. Şevkî Dayf), I-II, Kahire 1953-1955, I, 255-56; Makkarî, Nefhu’t-tîb, IV, 7; Halit Zevalsiz, “Zübeydî, Ebû Bekir”, DİA, XLIX (İstanbul 2013), s. 519-520. 34 Zübeydî, Tabakât, s. 17-18. Ayrıca bk. Zevalsiz, “Zübeydî, Ebû Bekir”, s. 519-520. 35 İbnü’l-Faradî, Târîhu ulemâi’l-Endelüs, I, 365. 36 Makkarî, Nefhu’t-tîb, III, 174. 37 Hakkında detaylı bilgi için bk. Humeydî, Cezvetü’l-muktebis, 151-154; Dabbî, Bugyetü’l-mültemis, I, 191-193 38 Humeydî, Cezvetü’l-muktebis, s. 151; Dabbî, Bugyetü’l-mültemis, I, 191. Ayrıca bk. Faruk Çiftçi, Endülüs'te Hilafet Dönemi Edebî Çevresi, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum 1999, s. 68-69. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 157-185 Endülüs Emevî Halifesi II. Hakem’in İlmî Kişiliği | 167 etmiştir. 39 Aynı şekilde tarihçi İshâk b. Seleme, II. Hakem’in isteği üzerine yarımadadaki şehirler, kaleler, valiler, savaşlar, fakihler ve şairler ile ilgili bilgilerin yer aldığı bir Endülüs tarihi kaleme almıştı.40 Yine edebiyatçı ve tarihçi Îsâ b. Ahmed b. Muhammed el-Kinânî de (ö. 379/989) kaynaklarda adı zikredilmeyen bir tarih kitabını II. Hakem’ın isteği üzerine telif etmişti.41 Antakyalı kıraat âlimi Ebü’l-Hasen Ali b. Muhammed el-Antakî (ö. 377/987) Kurtuba’ya II. Hakem’in halifelik dönemine tesadüf eden 352 (963) yılında gelmiştir. Kaynaklar onun buraya gelmesi için Halife II. Hakem tarafından herhangi bir davetin yapılıp yapılmadığını zikretmezler. Ancak dönemin en önde gelen kıraat alimine Halife II. Hakem’in büyük bir itibar ve saygı gösterdiğinin önemle altını çizerler.42 Mâliki fakihlerin şeyhi kabul edilen İshâk b. İbrâhîm b. Meserre (ö. 354/965), II. Hakem’in beraber olduklarında istediği gibi oturmasına müsaade ettiği ve son derece saygı gösterdiği âlimlerden birisiydi. 43 Mâlikî fakihi ve biyografi yazarı Ebû Abdullâh Muhammed b. Hâris elHuşenî (ö. 361/971) II. Hakem’in veliahtlığı sırasında Kurtuba’ya gelmişti. II. Hakem’in ona karşı veliahtlığı sırasında gösterdiği yakın ilgi halifeliği döneminde artarak devam etmiştir. Muhammed b. Hâris el-Huşenî, onun halifeliği döneminde Beccâne’de mirasla ilgili kadılık görevine ve Kurtuba’da şûra üyeliğine tayin edilmiştir. Muhammed b. Hâris el-Huşenî’nin başta meşhur eseri “Kudâtu Kurtuba” olmak üzere pek çok eserini II. Hakem için kaleme aldığı kaydedilmektedir.44 39 Humeydî, Cezvetü’l-muktebis, s. 145; İbnü’l-Ebbâr, et-Tekmile li kitâbi’s-sıla, I, 294; Makkarî, Nefhu’t-tîb, III, 163. 40 İbnü’l-Faradî, Târîhu ulemâi’l-Endelüs, I, 126. Ayrıca bk. Humeydî, Cezvetü’lmuktebis, s. 237. 41 Ebû Abdullâh Muhammed b. Muhammed el-Merrâküşî, ez-Zeyl ve’t-Tekmiletu likitâbi’l-vusûl ve’s-sıla (nşr. İhsân Abbâs), I-VI, Tunus 2012, III, 408. 42 İbnü’l-Faradî, Târîhu ulemâi’l-Endelüs, I, 411-412; Zehebî, Tarihu’l-İslâm, XXVI, 613-614. Ayrıca bk. Sühâ Ba’yûn, İshâmu’l-ulemâi’l-müslimîn fi’l-ulûmi fî’l-Endelüs, Beyrut 2008, s. 89. 43 Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ’, XVI, s. 79-80, 107-108. 44 Muhammed b. Hâris el-Huşenî, Kudâtu Kurtuba ve ulemâi İfrikiyye (thk. Seyyid İzzet Attâr), Kahire 1372/1953, neşredenin mukaddimesi, s. 7; İbnü’l-Faradî, Târîhu ulemâi’l-Endelüs, II, 147-148; Zehebî, Siyeru a‘lâmi’n-nübelâ’, XVI, 165-166; Ahmet Özel, “Huşenî, Muhammed b. Hâris”, DİA, XVIII (İstanbul 1998), s. 421-422. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 157-185 168 | Saim Yılmaz- Furkan Erbaş Fakih Muhammed b. Abdullâh b. Seyyid (ö. 363/973-974), Halife II. Hakem için “el-Müstahrece” adlı eseri tasnif etmiştir.45 Endülüslü Mâlikî fakihi Utbî (ö. 255/869) tarafından kaleme alınan ve mezhep içerisinde şöhret bulan eserde, Mâlikî fakihlerin görüşleri derlenmiştir.46 Endülüslü fakihlerden Ahmed b. Abdülmelik b. Hâşim el-İşbîlî (ö. 401/1010) ve Ebû Bekr Muhammed b. Ubeydullâh el-Kureşî el-Mu‘aytî (ö. 367/978), Halife II. Hakem’in teşvikiyle Mâlikî mezhebi imamı Mâlik b. Enes’in (ö. 179/795) görüşlerini “el-İstî‘ab” adlı eserde toplayarak II. Hakem’e ithaf etmişlerdir. II. Hakem buna çok sevinmiş ve kendilerini kadılar şûrasına davet ederek oradakilerin kendisinden ilmî hususlarda faydalanmasını sağlamıştır. 47 Mu‘tezile mezhebine mensup akılcı görüşleriyle tanınan fakih ve dil alimi Ahmed b. Abdulvehhâb b. Yûnus (ö. 369/979), II. Hakem’in saraydaki ilim meclislerine katılan alimlerden birisiydi.48 Hadis alanında dönemin önde gelen muhaddislerinden Ebü’l-Kasım Hâlid b. Sa‘d el-Kurtubî (ö. 352/963) Endülüslü hadis alimlerini anlatan bir ricâl kitabını II. Hakem’in talebi üzerine telif etmişti. Aslen Kurtubalı olan Hâlid b. Sa‘d hakkında II. Hakem’in “Doğudakiler bize karşı Yahyâ b. Maîn (ö. 233/848)49 ile övündüklerinde biz de onlara karşı Hâlid b. Sa‘d ile övünürüz.” dediği kaydedilmektedir.50 Muhaddis Muhammed b. Yahyâ b. Müferric (ö. 380/990), Halife II. Hakem’in kendisine itibar gösterdiği âlimlerdendi. Hadis ilminde ve özellikle hadis ricâli konusunda derin bilgi sahibi olan İbn Müferric’in fıkhü’l-hadîse ve Hasan-ı Basrî ile Zührî’nin görüşlerini derlediği kitapları başta olmak üzere tâbiîn fıkhına dair eserler telif etmiştir. Bu eserlerinden bir kısmını Halife II. Hakem’e takdim eden İbn Müferric, yine onun emriyle hocası Kāsım b. Asbağ’ın rivayetlerini “Müsned” adı altında bir araya toplamıştır. II. Hakem değer 45 İbnü’l-Faradî, Târîhu ulemâi’l-Endelüs, II, 99. 46 Eser hakkında detaylı bilgi için bk. Ali Hakan Çavuşoğlu, “Utbî, Muhammed b. Ahmed”, DİA, XLII (İstanbul 2012), s. 238. 47 İbn Beşkuvâl, es-Sıla, I, 54. 48 İbnü’l-Faradî, Târîhu ulemâi’l-Endelüs, I, 93. 49 Hayatı hakkında bilgi için bk. Erdinç Ahatlı, “Yahyâ b. Maîn”, DİA, XXXXIII (İstanbul 2013), s. 256-257. 50 İbnü’l-Faradî, Târîhu ulemâi’l-Endelüs, I, 189-191. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 157-185 Endülüs Emevî Halifesi II. Hakem’in İlmî Kişiliği | 169 verdiği bu âlimi sırasıyla İstece ve Reyyo şehirlerine kadı olarak tayin etmiştir.51 Muhaddis Ebû Osman Ya‘îş b. Sa‘îd b. Muhammed el-Verrâk (ö. 394/1003) “Müsned” adlı eserini Halife II. Hakem’in isteği doğrultusunda telif etmişti.52 İlimler arasında ayrım gözetmeyen II. Hakem, tıp ilmiyle uğraşan dönemin önde gelen alimlerine de destek olmuş; sarayda doktor olarak veya diğer hizmetlerde onlardan istifade etmiştir. Tabip, şâir ve dilci olan Muhammed b. Temlîh (ö.361/972), Halife III. Abdurrahmân döneminde itibar görmüş bilginlerdendi. Bu özelliğini II. Hakem nezdinde de sürdürmeye devam etmiştir. II. Hakem onu Kurtuba camiinin genişletilmesi ve bir takım ilaveler yapılması aşamasında denetim yapması için vazifelendirmişti. Tarihçi Sâid elEndelüsî (ö. 462/1070), Kurtuba camii mihrabı duvarında onun isminin altın varakla yazılmış olduğunu bildirmektedir. 53 İbnü’l-Kinânî nisbesiyle ünlü Ebü’lVelîd Muhammed b. Hüseyin (ö 358’den sonra), II. Hakem ve babası tarafından himaye görmüş dönemin önde gelen tıp alimlerindendi. 54 İyi bir mantıkçı ve filozof olan Ahmed b. Hakem b. Hafsûn (ö. 372/982), II. Hakem’in himayesi altına aldığı bilginlerdendi. Asıl mesleği tabiplik olan Ahmed b. Hakem, II. Hakem’in himayesi altına girdikten sonra bu mesleğini sarayda da devam ettirmiştir.55 Ebû Bekr Ahmed b. Câbir (ö. 366’dan sonra), II. Hakem ve oğlu II. Hişâm’ın himayesinde Kurtuba’da tabiplik yapmış deneyimli bir şahsiyetti. 56 Aynı şekilde Ebû Abdülmelik es-Sakafî de Halife II. Hakem ve babası döne- 51 İbnü’l-Faradî, Târîhu ulemâi’l-Endelüs, II, 122-24; Humeydî, Cezvetü’l-muktebis, s. 61-62; Makkarî, Nefhu’t-tîb, II, 218-219; H. Kamil Yaşaroğlu, “İbn Müferric”, DİA, XX (İstanbul 1999), s. 215. Ayrıca bk. Ali b. Hasan İbn Asâkir, Târîhu medîneti Dımaşk (nşr. Ömer b. Garâme el-Amrî), I-LXXX, Beyrut 1415-1421/1995-2001, LI, 114-117; Dabbî, Bugyetü’l-mültemis, I, 69-70. 52 Dabbî, Bugyetü’l-mültemis, II, 691. 53 Ebû Dâvûd Süleymân b. Hassân b. Cülcül, Tabakâtu’l-etıbbâ ve’l-hukemâ (thk. Fuâd Seyyid), Beyrut 1985 s. 108-109; Sâid el-Endelüsî, Kitâbu tabakâti’l-ümem, s.80; Ahmed b. el-Kâsım b. Ebî Usaybia, Uyûnu’l-enbâ’ fî tabakâti’l-etibbâ’ (thk. Nizâr Rızâ), Beyrut 1965, s. 491. 54 İbn Cülcül, Tabakâtu’l-etıbbâ, s. 109; Sâid el-Endelüsî, Kitâbu tabakâti’l-ümem, s. 80; İbn Ebî Usaybia, Uyûnu’l-enbâ’, s. 491. 55 İbn Cülcül, Tabakâtu’l-etıbbâ, s. 110; Sâid el-Endelüsî, Kitâbu tabakâti’l-ümem, s. 80; İbn Ebî Usaybia, Uyûnu’l-enbâ’, s. 491. 56 İbn Cülcül, Tabakâtu’l-etıbbâ, s. 110; İbn Ebî Usaybia, Uyûnu’l-enbâ’, s. 492. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 157-185 170 | Saim Yılmaz- Furkan Erbaş minde himaye görmüş bir tabip ve mühendisti. 57 Tabiplerin pîri olarak kabul edilen Ebû Mûsâ Hârûn el-Eşûnî de II. Hakem’in ve babası III. Abdurrahmân’ın himayesinde bulunan şahsiyetlerdendi. 58 II. Hakem’in yanında tabiplik görevini yerine getirenlerden birisi de Ebu’l-‘Alâ b. Ebû Ca‘fer Ahmed b. Hassân’dır.59 Ebû Abdullah en-Nedrûmî de aynı şekilde II. Hakem’in yanında tabiplik görevini deruhte etmiş bir zattı.60 Yunus b. Ahmed el-Harrânî’nin iki oğlu Ömer (ö. 351’den sonra) ve Ahmed (ö. 366’dan sonra) halife III. Abdurrahmân zamanında ilim tahsil etmek için Bağdat’a gitmişler ve burada kaldıkları on yıl süre zarfında ünlü Yunan filozofu ve tabibi Calinus’un (ö. 200) kitaplarını okumuşlardır. 351 (962) yılında Endülüs’e dönen bu iki kardeşi II. Hakem himayesi altına almış ve onlara tıp alanında çalışmalar yapmaları için destek olmuştur. 61 Muhammed b. Âbdûn el-Cebelî de (ö. 361/972) 347 (958) yılında Mısır ve Basra’ya ilim tahsil etmek için gitmiştir. Buralarda tıp alanında tahsil görerek bu alanda temâyüz etmiştir. 360 (971) yılında Endülüs’e dönen Muhammed, II. Hakem tarafından himaye altına alınmış ve onun oğlu II. Hişâm zamanında da çalışmalarını sürdürmüştür.62 II. Hakem’in alimleri himaye etme konusunda gayri müslim ilim adamlarını da desteklemekten geri kalmadığı anlaşılmaktadır. 63 Nitekim Yahudi şeriatı ve tarihi hakkında derin bilgiye sahip olan Yahudi bilginlerinden Hasdây b. İshâk, tıp alanında da temayüz etmiş bir kimseydi. Bu Yahudi alimi Halife II. Hakem’in hizmetinde bulunmaktaydı.64 57 İbn Cülcül, Tabakâtu’l-etıbbâ, s. 111; Sâid el-Endelüsî, Kitâbu tabakâti’l-ümem, s. 80; İbn Ebî Usaybia, Uyûnu’l-enbâ’, s. 492. 58 İbn Cülcül, Tabakâtu’l-etıbbâ, s. 112; İbn Ebî Usaybia, Uyûnu’l-enbâ’, s. 492. 59 Bilgi için bk. İbn Ebî Usaybia, Uyûnu’l-enbâ’, s. 535. 60 Bilgi için bk. İbn Ebî Usaybia, Uyûnu’l-enbâ’, s. 537. 61 İbn Cülcül, Tabakâtu’l-etıbbâ, s. 112-13; Sâid el-Endelüsî, Kitâbu tabakâti’l-ümem, s. 80, 81. 62 İbn Cülcül, Tabakâtu’l-etıbbâ, s. 115-16; Sâid el-Endelüsî, Kitâbu tabakâti’l-ümem, s. 81. 63 II. Hakem’in gayri müslim ilim adamlarına verdiği destek hakkında değerlendirme için bk. Reinhart Pieter Anne Dozy, Spanish Islam (İngilizce trc. F. Griffin Stokes), London 1972, s. 455. 64 Sâid el-Endelüsî, Kitâbu tabakâti’l-ümem, s. 88-89; İbn Ebî Usaybia, Uyûnu’l-enbâ’, s. 498; Abdülmecîd Na‘naî, Târîhu’d-devleti’i-emeviyye fî Endülüs, Beyrut 1986, s. 411. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 157-185 Endülüs Emevî Halifesi II. Hakem’in İlmî Kişiliği | 171 II. Hakem döneminde matematik ve astronomi alanında da önemli ilim adamları yetişmiş ve bunlar da halifenin desteğine muhatap olmuşlardır. Endülüs’te bu bilim dallarının gelişmesinde büyük katkısı bulunan filozof, matematikçi ve astronomi bilgini Ebü’l-Kâsım Mesleme b. Ahmed el-Mecrîtî (ö. 398/1007) II. Hakem zamanında yaşamıştı. Onun usturlab, ticari aritmetik ve Harizmî tablolarının bir özeti hakkında telif ettiği eserler bu alanda özel bir öneme sahipti. Mesleme, Harizmî’nin Zic’inde önemli düzenlemeler yapmış ve Arin’in meridyenini değiştirmiştir.65 Levî-Provençal Hakem döneminde Mesleme’nin adıyla Endülüs’te bir medrese açıldığını belirtmekteyse de 66 bu bilgiyi kaynaklardan teyit edemediğimizi belirtmemiz gerekir. Muhtemelen onun bu tespiti, Mecrîtî’nin astronomi ve matematik alanlarında yetiştirmiş olduğu talebelerin kendinden sonraki dönemde bir ekol haline gelmesine işaret ediyor olmalıdır. II. Hakem’in değer verdiği ve çalışmalarını desteklediği bu alanlardaki âlimlerden birisi de matematik, geometri ve kimya alanlarında âlim, nahivde de üstat bir kimse olan Abdullah b. Muhammed es-Sirrî’dir.67 Ebû Bekir Ahmed b. Muhammed b. Ahmed ise II. Hakem döneminde matematik, geometri ve astronomi alanlarında dersler veren alimlerden biriydi. 68 2. Kitap Koleksiyonu: Saray Kütüphanesi Halife II. Hakem’in Endülüs’te ilmin gelişmesi için yaptığı en önemli katkılardan birisi de Medinetüzzehrâ sarayında büyük bir kütüphane oluşturmasıydı. “Kitap kurdu” olarak nitelenen II. Hakem, önceki kısımda ele alındığı gibi bir taraftan dönemindeki alimleri kitap telif etmeye yönlendirirken, diğer taraftan da Endülüs dışında yazılan kitapları elde etmek için büyük bir gayret içerisine girmiştir. Nitekim İbnü’l-Ebbâr, onun bu özelliğini dile getirirken İslam dünyasında kitap toplamak için Halife II. Hakem kadar gayret gösteren ikinci bir halifenin bulunmadığını ifade eder.69 65 Sâid el-Endelüsî, Kitâbu tabakâti’l-ümem, s. 69; Alî b. Yûsuf b. el-Kıftî, İhbâru’lulemâ’ bi ahbâri’l-hükemâ’ (thk. İbrâhim Şemsüddîn), Beyrut 2005, s. 244; İbn Ebî Usaybia, Uyûnu’l-enbâ’ s. 482-483. 66 Lêvi-Provençal, Târîhu İspanya el-İslâmiyye mine’l-fethi ilâ sükûti’l-hilâfetî’lKurtubiyye (711-1031) (Arapça trc. Ali Abdürraûf el-Bembî ve dğr.), I-II, Kahire 2002, II, 441. 67 Sâid el-Endelüsî, Kitâbu tabakâti’l-ümem, s. 67-68; Ba’yûn, İshâm, s. 116. 68 Sâid el-Endelüsî, Kitâbu tabakâti’l-ümem, s. 68. 69 İbnü’l-Ebbâr, Kitâbu’l-hulleti’s-siyerâ’, I, 201. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 157-185 172 | Saim Yılmaz- Furkan Erbaş Halife II. Hakem’in kitap toplama konusundaki çaba ve gayretleri, İslam dünyasındaki üç büyük kütüphaneden biri kabul edilen Medinetüzzehrâ Saray Kütüphanesinin oluşmasını sağlamıştır. Kalkaşendî’nin (ö. 821/1418) bildirdiğine göre İslâm dünyasında üç meşhur kütüphane mevcuttur. Bunlardan birincisi Abbâsîler’in Bağdat’ta kurmuş oldukları kütüphanedir. Sayılamayacak derecede çok kitap barındıran bu kütüphane, 656 (1258) yılındaki Moğol istilası sırasında yıkılmıştır. İkincisi Mısır’da içerisinde pek çok kıymetli eseri barındıran Fâtımîler’e ait kütüphanedir. Üçüncü kütüphane ise Endülüs Emevîleri’ne ait meşhur saray kütüphanesidir.70 Kalkaşendî, bu kütüphanenin II. Hakem dönemine ait olduğunu açık bir şekilde ifade etmez. Ancak İbn Haldûn, Endülüs saray kütüphanesinde en fazla kitabın II. Hakem döneminde toplandığını net bir şekilde belirtir.71 Kaynaklarda II. Hakem’in oluşturduğu kütüphane de 400.000 cilde yakın kitap bulunduğu, 72 burada bulunan kitapların isimlerinin kaydedildiği katalogların ellişer yapraklık 73 kırk dört ciltten oluştuğu bildirilmektedir. 74 Bu kütüphane, bulunduğu yer dar geldiği için taşınması gerektiğinde yeni yapılan bir binaya altı ay gibi bir süre zarfında ancak taşınabilmiştir. 75 II. Hakem’in bu denli büyük bir kütüphane oluşturmasında seleflerinin bırakmış oldukları miras önemli bir yer tutmaktaydı. Endülüs Emevî sarayında, devletin kurucusu I. Abdurrahmân zamanında bir kütüphane oluşturulmuştu. Dördüncü Endülüs Emevî emiri II. Abdurrahmân (206-238/822-852) kitap biriktirmeye çok meraklı bir hükümdardı. O, Grekçe ve Farsça’dan Arapça’ya tercüme edilmiş eserleri toplamaları için özel memurlar görevlendirmişti. 76 Beşinci Endülüs Emevî emiri olan I. Muhammed (238-273/852-886) zamanında saray kütüphanesi Kurtuba’daki en büyük kütüphanelerden biri haline gel- 70 Ahmed b. Alî el-Kalkaşendî, Subhu’l-a’şâ fî sınâ’ati’l-inşâ Abdürresûl İbrâhim), I-XIV, Kahire 1340/1922, I, 466-67. (nşr. Muhammed 71 İbn Haldûn, el-‘İber, IV, 188; Makkarî, Nefhu’t-tîb, I, 386. 72 Makkarî, Nefhu’t-tîb, I, 395; Zikru bilâdi’l-Endelüs, s. 169. Bu rakamın 600.000 olduğu da söylenmiştir. bk. Hakkı Dursun Yıldız, “Endülüs Emevileri’’, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, I-XV, İstanbul 1992, IV, 484. 73 Alî b. Ahmed b. Saîd b. Hazm, Cemheretu ensâbi’l-‘Arab (nşr. Lêvi-Provençal), Mısır 1948, s. 92. Bu katalogların yirmi yapraktan meydana geldiği hakkında bk. İbn Haldûn, el-‘İber, IV, 187; İbn Saîd, el-Muğrib, I, 186. 74 İbn Hazm, Cemheretu ensâbi’l-‘Arab, s. 92. 75 Makkarî, Nefhu’t-tîb, I, 395; Ribera, el-Mektebât, I, 89. 76 Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, IV, 482. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 157-185 Endülüs Emevî Halifesi II. Hakem’in İlmî Kişiliği | 173 mişti.77 II. Hakem’in babası III. Abdurrahmân’a Bizans İmparatoru VII. Konstantin’in (295-348/908-959) hediye ettiği kıymetli kitaplarla bu kütüphane daha da zenginleşmişti.78 Halife olduktan sonra seleflerinden devraldığı saray kütüphanesine iki önemli koleksiyonu birden ilave eden II. Hakem, mevcut kütüphanenin bir anda zenginleşmesini sağlamış oldu. Bu iki önemli koleksiyondan birisi kitap aşığı olan II. Hakem’in, çocukluğundan beri oluşturduğu kendi şahsî kütüphanesiydi. Diğer önemli koleksiyon ise babasından önce vefat eden kardeşi Abdullah’a ait olan ve onun vefatından sonra kendisine intikal etmiş bulunan kardeşinin özel kütüphanesiydi.79 II. Hakem’in Medinetüzzehrâ saray kütüphanesindeki kitap koleksiyonunu çoğaltma çabaları halifeliği boyunca devam etmiştir. Kitap elde etmek için hiçbir masraf ve külfetten kaçınmayan II. Hakem, Kahire, Dımaşk, Bağdat, Mekke, Medine, Kayrevan ve Horasan gibi ilim ve kültür merkezlerinde kitap satın almakla görevli temsilciler bulundurmaktaydı. Böylece çok yüksek meblağlara da olsa eski ve yeni kıymetli yazmaları temin edebiliyordu. 80 Edebiyatçı ve lügatçi Muhammed b. Ebi’l Hüseyin el-Fihrî, Ceyyanlı Muhammed b. Ma’mer Bağdat’ta kitap toplamak ile görevli Muhammed b. Tarhân bunlardan sadece birkaçıydı.81 II. Hakem kitap toplama konusunda Endülüslü olmayan kimseleri de bu görevde istihdam etmiştir. Söz konusu görevlilerden Mısırlı İbn Hayyân, Bağdatlı İbn Yakûb el-Kindî ve yine Bağdatlı Muhammed İbn Fercân’ı sayabiliriz.82 II. Hakem, ilim merkezlerinde bulundurduğu temsilciler vasıtasıyla sadece mevcut kitapları temin etmekle kalmaz, aynı zamanda müelliflerin yazmakta olduğu kitaplardan da haberdar olabilmekteydi. Ardından gönderdiği hediyelerle bu eserlerin ilk olarak kendisine takdim edilmesini sağlayabilmek- 77 ‘İnân, Devletü’l-İslâm, I, 504; Özdemir, Endülüs Müslümanlar (Siyasî Tarih), s. 143. 78 Makkarî, Nefhu’t-tîb, I, 367; ‘İnân, Devletü’l-İslâm, I, 505. 79 İbnü’l-Ebbâr, Kitâbu’l-hulleti’s-siyerâ’, I, 201; a.mlf, et-Tekmile, I, 227; Na’naî, Târîhu’d-devleti’l-Emeviyye, s. 409; Lane-Poole Stanley, The Moors of Spain, London 1888, s. 155. 80 Karşılaştırmalı olarak bk. Muhammed b. Ahmed ez-Zehebî, Düvelü’l-İslâm (nşr. Hasan İsmâil Merve, Mahmûd el-Arnâût), I-II, Beyrut 1999, I, 334; İbn Haldûn, el‘İber, IV, 187-88; Makkarî, Nefhu’t-tîb, I, 386; Mehmet Özdemir, “Hakem II’’, DİA, XV (İstanbul 1997), s. 173-174. 81 Karşılaştırmalı olarak bk. Humeydî, Cezvetü’l-muktebis, s. 78-79; İbnü’l-Ebbâr, Kitâbu’l-hulleti’s-siyerâ’, I, 202; İmamüddin, Endülüs Siyasi Tarihi, s. 208; Ribera, el-Mektebât, I, 88. 82 Ribera, el-Mektebât, I, 88. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 157-185 174 | Saim Yılmaz- Furkan Erbaş teydi.83 Nitekim meşhur Emevî tarihçisi ve şair Ebu’l-Ferec el-İsfahânî’nin (ö. 356/967) “el-Eğânî” adlı meşhur eserini bitirmek üzere olduğunu öğrenince kendisine 1000 dinar göndererek eserin ilk nüshasını kendisine takdim etmesini istemiştir. Bunun üzerine II. Hakem’in isteğini geri çevirmeyen Ebu’l-Ferec el-İsfahânî, eserin yazımını tamamladıktan sonra ilk olarak bu eseri II. Hakem’e göndermiştir. Hatta Ebu’l-Ferec el-İsfahânî’nin, bu kitaptan başka Benî Ümeyye’yi öven bir kasideyi ve Emevî ailesi mensuplarını tanıtan ve onların menkıbelerini anlatan bir eseri de II. Hakem için kaleme aldığı ve kendisine gönderdiği kaydedilmektedir.84 II. Hakem’in kendisiyle irtibata geçtiği âlimlerden biri de Mâlikî fakih Ebû Bekr Muhammed b. Abdullâh el-Ebherî (ö. 375/986) olmuştur. O, İmam Mâlik’in önde gelen talebelerinden Abdullâh İbn Abdilhakem el-Leysî’nin (ö. 214/829) “el-Muhtasarü’s-sağîr” adlı eserine yazmış olduğu şerhi, II. Hakem’in talebi doğrultusunda ilk olarak Endülüs’e göndermiştir.85 İbnü’l-Ebbâr’ın bildirdiğine göre II. Hakem, Mısırlı Mâlikî fakihlerin önde gelenlerinden Ebu İshâk Muhammed b. Kâsım b. Şa’bân ve Ebu Ömer Muhammed b. Yûsuf b. Ya’kûb el-Kindî’ye de çeşitli hediyeler göndermiştir.86 Medinetüzzehra saray kütüphanesinde birçok memur çalışmaktaydı. İbn Haldûn oldukça kabiliyetli ve usta olarak nitelediği bu memurların istinsah, tasnif ve ciltleme işleriyle meşgul olduklarını belirtmektedir.87 Dışarıdan gelen kitaplar kütüphanedeki görevliler tarafından istinsah edilerek en güzel şekilde ciltlemeleri yapılmaktaydı.88 Ebü’l-Fazl Âbbâs b. Âmr el-Kinânî (ö.379/989), 89 Ebû Yahya Zekeriyya b. Abdullah, 90 Yûsuf el-Bellûtî ve Zafer el-Bağdâdî, 91 Dilci Ebû Ca‘fer Ahmed b. Sa‘îd b. Makdes,92 kitap istinsah eden ve ciltleyen 83 Hüseyin Algül, İslam Tarihi, I-IV, İstanbul 1997, III, 473; Hasan İbrâhim Hasan, Siyasi-Dînî-Kültürel-Sosyal İslâm Tarihi (trc. İsmail Yiğit-Sadrettin Gümüş), I-VI, İstanbul 1992, IV, 87. 84 İbnü’l-Ebbâr, Kitâbu’l-hulleti’s-siyerâ’, I, 201-202; İbn Haldûn, el-‘İber, IV, 188; Makkarî, Nefhu’t-tîb, I, 386; Reinhart Dozy, el-Müslimûn fî Endelüs (Arapça trc: Hasan Habeşî), I-III, Kahire 1994, II, 67. 85 İbn Haldûn, el-‘İber, IV, 188; Makkarî, Nefhu’t-tîb, I, 386. 86 İbnü’l-Ebbâr, Kitâbu’l-hulleti’s-siyerâ’, I, 201. 87 İbn Haldûn, el-‘İber, IV, 188. 88 Lêvi-Provençal Êvariste, el-Hadâratü’l-‘Arabiyye fî İspanya (Arapça trc. Tâhir Ahmed Mekkî), Kahire 1414/1994, s. 89-90. 89 İbnü’l-Faradî, Târîhu ulemâi’l-Endelüs, I, 390. 90 İbnü’l-Ebbâr, et-Tekmile li kitâbi’s-sıla, I, 264. 91 İbnü’l-Ebbâr, et-Tekmile li kitâbi’s-sıla, I, 264. 92 İbnü’l-Faradî, Târîhu ulemâi’l-Endelüs, I, 96. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 157-185 Endülüs Emevî Halifesi II. Hakem’in İlmî Kişiliği | 175 görevlilerdendi.93 Kurtubalı meşhur edip, şair ve tarihçilerden biri olan Arîb b. Sa‘d’da (ö.369/979-80) II. Hakem’in hizmetindeki kâtiplerindendi. 94 Kütüphanede istihdam edilen görevliler arasında bayanlar da yer almaktaydı. Doksan dört yaşında vefat etmiş olan Fâtımâ bnt. Zekeriyyâ b. Abdullâh babası gibi II. Hakem’in kâtipliğini yapan deneyimli bir kimseydi. 95 Yine bayanlardan II. Hakem’in kütüphanesinde kâtiplik görevinde bulunanlardan birisi de şâir, hattat ve dilci olan Kurtubalı Lübnâ (ö. 374/984) idi. 96 Kütüphanenin kataloglarından Telid isimli bir genç sorumluydu. 97 II. Hakem, kütüphanenin genel idaresini kardeşi Abdülazîz’e tevdi etmişti. Diğer kardeşi Münzir ise Kurtuba medresesinin idaresinden sorumlu idi. 98 Bazı tarihçilerin “kitapların dar gelmeye başladığı kütüphane” olarak tanımladıkları II. Hakem’in büyük emeklerle oluşturduğu Medinetüzzehra saray kütüphanesinde99 bulunan kitapların pek çoğu kendisinden kısa bir süre sonra yok edilmiştir. Ne yazık ki bu kütüphanedeki kitapların çoğu oğlu II. Hişâm’ın halifeliği döneminde idareyi elinde bulunduran Hâcib Mansûr İbn Ebû Âmir tarafından bir kısmı satılmış ve geriye kalan kısmı ise yine onun teşvikleri ile Berberîler tarafından yağmalanmıştır.100 93 İmâmuddîn, Endülüs Siyasi Tarihi, s. 208; Ribera, el-Mektebât, I, 87. Ayrıca bk. Makkarî, Nefhu’t-tîb, III, 111. 94 Watt W. Montgomery-Pierre Cachia, Endülüs Tarihi (trc. Cumhur Ersin Adıgüzel, Qiyas Şükürov), İstanbul 2011, s. 85; Mehmet Aykaç “Arîb b. Sa‘d”, DİA, III (İstanbul 1991) s. 359-360. 95 İbn Beşkuvâl, es-sıla, III, 994; İbnü’l-Ebbâr, et-Tekmile li kitâbi’s-sıla, I, 264; Ribera, el-Mektebât, I, 87. 96 İbn Beşkuvâl, es-sıla, III, 992; Ribera, el-Mektebât, I, 87. 97 İbnü’l-Ebbâr, et-Tekmile li kitâbi’s-sıla, I, 190; Ribera, el-Mektebât, I, 87. 98 ‘İnân, Devletü’l-İslâm, I, 506; Halîl İbrâhîm Sâmirâî, Târîhu’l-Ârab ve hadâratuhum fi’l- Endelüs, Beyrut 2000, s. 191; Ba’yûn, İshâm, s. 80. 99 Zehebî, Siyeru a‘lâmi’n-nübelâ’, VIII, 269; Abdülhayy b. Ahmed b. İmâd, Şezerâtu’z-zeheb fî ahbâri men zeheb (nşr. Abdülkâdir el-Arnâût, Muhammed elArnâût), I-X, Beyrut 1989, IV, 352. 100 İbn Haldûn, el-’İber, IV, 188; Makkarî, Nefhu’t-tîb, I, 386. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 157-185 176 | Saim Yılmaz- Furkan Erbaş 3. Toplumda Eğitim-Öğretim Faaliyetlerini Yaygınlaştırması Çocukluğundan beri ilmi faaliyetler içerisinde bulunan ve dönemin alimleri arasında kabul edilen II. Hakem, halife olduktan sonra kendisiyle birlikte devletinin ve halkının bu alandaki seviyesini artırmak adına elinden gelen bütün gayreti ortaya koymuştur. Onun dönemindeki alimleri himaye etmesi ve onları çeşitli alanlarda istihdam etmesinin yanı sıra, çeşitli bölgelerden getirttiği kitaplarla sarayında büyük bir kütüphane oluşturması devletin merkezi Kurtuba’nın önemli bir ilim merkezi haline gelmesini sağlamıştır. Bununla birlikte onun bu alandaki en büyük başarısı yapmış olduğu bu faaliyetlere halkın katılımını sağlamış olmasıdır. Bu husustaki en açık tespit, II. Hakem’den kısa bir süre sonra yaşayan ve Tuleytula şehrinde kadılık görevinde bulunan Sâid elEndelüsî’ye aittir. Onun tespitlerine göre II. Hakem’in ilme karşı olan düşkünlüğü ve bu yönde yapmış olduğu çalışmalar, Endülüs halkına ilim öğrenme hususunda ilham kaynağı olmuştur. Halifenin bu çabalarını gören halktan birçok kimse bu uğurda çalışmalar yapmakla kendilerini sorumlu hissetmişlerdir.101 Başkent Kurtuba’da II. Hakem’in kütüphanesinden başka çok değerli şahsi kütüphaneler de bulunuyordu. Kurtuba’da saray kütüphanesinden sonra en büyük kütüphanelerden birisi İbn Futays ailesine aitti. Daha sonra bu kütüphanenin içerisindeki binlerce kitap iç karışıklıklar sırasında kırk bin Kâsımî dinarına satılmıştır. 102 Ayrıca daha önce adı geçen Aişe bnt. Ahmed eKurtubî’nin (ö. 400/1009) ise Kurtuba’daki en gözde kütüphanelerinden birine sahip olduğu bilinmektedir.103 Hiç şüphesiz kütüphaneler ve kitap çarşıları sadece başkent Kurtuba’da değildi. Endülüs’ün muhtelif bölgelerinde de birçok kütüphane ve sahaf bulunmaktaydı. Ancak bunlar Kurtuba’dakiler ile zenginlik ve çeşitlilik yönünden asla yarışamazdı. İnsanlar arasında Kurtuba’da bir şarkıcı ölse, çalgı aletleri İşbiliye’de satılır; buna karşılık İşbiliye’de bir âlim ölse, kitapları hemen Kurtuba’da müşteri buluverirdi sözü darb-ı mesel haline gelmişti.104 101 Sâid el-Endelüsî, Kitâbu tabakâti’l-ümem, s. 66. 102 İbn-i Beşkuvâl, es-Sıla, II, 468; Özdemir, Endülüs Müslümanları (Kültür ve Medeniyet), Ankara 2013, s. 159. 103 İbn-i Beşkuvâl, es-Sıla, III, 992-993; Özdemir, Endülüs Müslümanları (Kültür ve Medeniyet), s. 159. 104 Makkarî, Nefh, I, 155. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 157-185 Endülüs Emevî Halifesi II. Hakem’in İlmî Kişiliği | 177 II. Hakem dönemi, erkekler kadar kadınların da ilimle meşgul oldukları bir dönem olmuştur.105 Bu dönemde Endülüs’te ilme merak duyan ve bu konuda ciddi gayretleri ile şöhret bulmuş olan hanımlara da rastlamak mümkündür.106 II. Hakem’in kütüphanesinde çalışanlar listesinde daha önceden isimlerini zikrettiğimiz Lübnâ (ö. 374/984) ve Fâtıma bnt. Zekeriyyâ b. Abdullâh (ö. 417/1026) gibi hanımlar bu dönemde şiir ve nesir türü yazılar yazma, hitabet ve hesap ilimlerinde uzmanlaşmıştı.107 Yine bu dönemde Safiyye bnt. Abdillâh er-Reyyî (ö. 387/997), Aişe bnt. Ahmed el-Kurtubî (ö. 400/1009), II. Hakem’in babası III. Abdurrahmân’ın cariyesi Râziye (ö. 423/1032) ve Hatîce bnt. Ca’fer et-Temîmî ve gibi bayanlar kendilerini özellikle şiirde ve hitabette yetiştirmişlerdi.108 Kuvvetle muhtemel bu hanımlardan bazıları ilimle meşguliyetleri sebebiyle evlenememişlerdi. 109 Aynı zamanda kitap istinsah etme, ciltleme ve süsleme konularında oldukça mahir olan bu hanımlar, Endülüs’te yaşanan ilmi canlılığa katkıda bulunmaktaydılar.110 II. Hakem’in eğitim-ögretim faaliyetlerinin toplumda yaygınlık kazanabilmesi adına gerçekleştirdiği en önemli icraat, fakir ve yetim çocukların ücretsiz eğitim alabilecekleri kurumlar açmasıydı. Onun talimatıyla 356 (967) yılında Kurtuba camiinin batı tarafında daru’s-sadaka adı verilen fakir ve kimsesiz çocukların Kur’an’ı Kerimi öğrenebilecekleri ve sarf, nahiv, hadis gibi dersler alabilecekleri bir okul açıldı. Öğrencilerden ücret alınmadan eğitim verilen bu kurumda görevli hocaların maaşları II. Hakem’in hususi hazinesinden karşılanmaktaydı. Daha sonraki süreç içerisinde Kurtuba ve çevresindeki çocukların ücretsiz eğitim gördüğü bu okulların sayısı hızla arttı. Kurtuba camisinin etrafında üç, diğer mahallelerde yirmi dört olmak üzere toplamda yirmi yedi adet bu türden okul açılmıştır. Bu okullar hakkında en detaylı bilgileri aktaran İbn İzârî (ö. 712/1312’den sonra), II. Hakem’in ön ayak olduğu bu uygulamayı onun gerçekleştirdiği en hayırlı işlerden biri olarak nitelemektedir. 111 İbn 105 Makkarî, Nefhu’t-tîb, IV, 166. 106 Ziyâ Paşa Endülüs Tarihi (nşr. Yasemin Ödük, Kâzım Masumi, Fatma Şahin), I-IV, İstanbul 2007, I, 120. 107 İbn Beşkuvâl, es-Sıla, III, 992, 994. 108 İbn Beşkuvâl, es-Sıla, III, 992-994, 109 İbn Beşkuvâl, es-Sıla, III, 993-994, 110 Na‘naî, Târîhu’d-devleti’l-Emeviyye, s. 410. 111 Ahmed b. Muhammed b. İzârî, el-Beyânu’l-Muğrib fi ihtisâri’l-ahbâri mulûki’lEndelüs ve’l-Mağrib (thk. Beşşar Avvad Ma’ruf, Mahmud Beşşar Avvad), I-IV, Tunus 2013, II, 226; Muhammed Abdülhamîd İsâ, Târîhu’t-ta’lîm fi’l-Endelüs, Kahire 1982, s. 207-208; Ebû Sâlih, “Cühûdü’l-Hakem”, VI, 32-33. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 157-185 178 | Saim Yılmaz- Furkan Erbaş Hayyân’ın (ö. 469/1076) vermiş olduğu bilgiye göre II. Hakem, vefatından kısa bir süre öncesine tesadüf eden 364 yılı Cemâziyelevvel ayında (Ocak-Şubat 975) Kurtuba çarşısında kendisine ait “Serrâcîn” dükkânlarının gelirlerini bu okullarda ders veren hocaların maaşlarının karşılanması için tahsis etti. 112 Böylece o, başlatmış olduğu bu uygulamanın devamlılığını sağlamak adına önemli bir adım atmış oldu. İnsanların ilim talep etmelerini sürekli teşvik eden ve birçok kimsenin çocuğunun ücretsiz eğitim almasına olanak sağlayan Halife II. Hakem, haklı bir şekilde şâirlerin şiirinde övgüye mazhar olmuştur. Endülüslü şâir Ebû Abdullâh Muhammed b. Şuhays’ın şiirinde bunu net bir şekilde görmek mümkündür. Ulu camiinin etrafında yetimler için taçlandırılmış okullar mevuttur, Eğer Kur’an sûrelerine konuşma imkânı verilseydi, Ey sûreleri okuyan ve kavrayanların hayırlısı diye seni çağırırlardı. 113 Hollandalı şarkiyatçı Dozy, Endülüs Emevileri’ne ilmî anlamda en parlak devrini yaşatan II. Hakem dönemini değerlendirirken haklı olarak pek çok övgü cümlelerine yer vermektedir. Ona göre II. Hakem gibi münevver bir sultanın kanatları altında Endülüs’te ilmin her alanında büyük gelişmeler yaşanmıştır. Bu dönemde pek çok okulun açıldığına dikkat çeken Dozy, bu hususta Müslümanların idaresi altında bulunan Endülüs ile Hıristiyanların idaresi altında bulunan Avrupa’yı mukayese eder. Bu dönemde Hıristiyanların idaresi altında bulunan Avrupa’da ruhban sınıfına mensup olmayan pek çok insan okuma yazma bilmezken, Endülüs’te neredeyse herkesin okuryazar olduğuna dikkat çeker. Bu durumun ortaya çıkmasında fakir ve kimsesiz çocukların ücretsiz eğitim almalarını sağlamak için II. Hakem’in açmış olduğu okulların önemini vurgular. Bu okullarda ders veren hocaların maaşlarının bizzat II. Hakem’in özel hazinesinden karşılandığını belirtir. 114 İspanyol araştırmacı Modesto Lafuente’nin, II. Hakem döneminde yaşanan ilmî gelişmelerle ilgili yaptığı değerlendirmeler tam bir hayranlık ifade eder. II. Hakem’in babası III. Abdurrahmân dönemini azamet ve görkem dönemi olarak nitelerken, II. Hakem dönemini ise, edebiyat ve medeniyet dönemi olarak tanımlar. Arap kaynakların övgüyle bahsettikleri aydınlanmacı Halife 112 İbn Hayyân, el-Muktebes, s. 207; İbn İzârî, el-Beyânu’l-Muğrib, II, 237; Ebû Sâlih, “Cühûdü’l-Hakem”, VI, 33. 113 İbn İzârî, el-Beyânu’l-Muğrib, II, 226. 114 Dozy, Spanish Islam, s. 455; a.mlf, el-Müslimûn fî Endelüs, II, 67. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 157-185 Endülüs Emevî Halifesi II. Hakem’in İlmî Kişiliği | 179 II. Hakem’in yapmış olduğu güzel icraatları zikretmekten sırf Hristiyan olmadığı için geri kalınamayacağını vurgular. Aksi halde bunun büyük bir haksızlık olacağına dikkat çeker. Ona göre Octavius’un Roma dönemi İspanya’sında tesis ettiği sulhu II. Hakem, Arap İspanya’sında tesis etmiştir. II. Hakem, savaş ve zaferden anlamadığı için değil, aksine Octavius’un yaptığı gibi vicdanının sesine kulak verdiği için kitapları silah depolarına, üniversitelerin taçlarını kanlı savaşların taçlarına tercih etmiştir. II. Hakem ile birlikte İspanya’da Augustos asrı bin sene sonra yeniden diriltilmiştir. Onun döneminde Kurtuba sarayı büyük bir akademiye dönüştürülmüştür. Bu akademiden birçok zeki ve kabiliyetli bilgin yetişmiştir. Büyük çaba ve harcamalar neticesinde 400.000 ila 600.000 cilt kitabın bir araya getirildiği muazzam kütüphane, şüphesiz takdire şayan bir gayretin ve sabrın göstergesidir. Döneminde herkesi barış içerisinde yaşamaktan memnun kaldığı bu meşhur hükümdar tam bir edebiyat aşığıdır. Endülüs’te ondan önce medenîleşme tohumu ekilmişti. Onun döneminde artık ekilen tohum büyümüş, bol yağmurların ve güneş ışınlarının ardından bir fidan olarak filizlenmişti.115 Sonuç Çocuk yaşta veliaht tayin edilen II. Hakem, babası III. Abdurrahmân tarafından özel olarak yetiştirilmiş ve İslamî ilimlerde dönemin önde gelen âlimlerinden dersler almıştır. İlerleyen yıllarda daha fazla ilgi duyduğu fıkıh, ensâb ve tarih ilimlerinde uzmanlaşmıştır. Babası III. Abdurrahmân’ın uzun süre hayatta kalması sebebiyle çok geç yaşta halife olan ve bu uzun süreç içerisinde ilimle meşguliyetini daha da artıran II. Hakem, okuduğu kitaplara kendi el yazısıyla ilave ettiği şerhlerle dönemindeki ve kendinden sonraki âlimlere kaynaklık etmiştir. Hatta onun, Ensâbu’t-tâlibiyyîne ve’l-aleviyyîne’lkâdimîne ilâ’l-Mağrib isimli Endülüs’e gelen Ali evladının neseplerini inceleyen ve diğeri ise İspanya tarihi hakkında olmak üzere iki eser telif ettiği bildirilmektedir. Halife olduktan sonra ilmî alandaki faaliyetlerini daha da yoğunlaştıran II. Hakem, bundan sonraki süreç içerisinde kendisiyle birlikte ülkesinin ve halkın bu alandaki seviyesini artırmak adına elinden gelen bütün gayreti ortaya koymuştur. Babası III. Abdurrahmân’dan siyasî ve askerî bakımdan sükun ve istikrar sağlanmış bir iktidar devralan II. Hakem dönemi ilmî anlamda en parlak devrin yaşandığı bir dönem olmuştur. İslamî ilimlerde ve müspet bilimlerde 115 İnân, Devletü’l-İslâm, I, 508-509; Özdemir, Endülüs Müslümanları (Siyasî Tarih), s. 145. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 157-185 180 | Saim Yılmaz- Furkan Erbaş faaliyet gösteren âlimlere ayırım yapmaksızın kucak açması ve teşvikte bulunması, Endülüs Emevîleri’nin başkenti Kurtuba’nın kısa zamanda canlı bir ilim merkezine dönüşmesini sağlamıştır. Onun teşvikleri ve sağladığı imkanlar sayesinde pek çok yeni kitap telif edilmiştir. Kaynaklarda “kitap kurdu” ve “kitapların dar geldiği bir kütüphaneye” sahip hükümdar olarak tanımlanan II. Hakem’in Kahire, Dımaşk, Bağdat, Mekke, Medine ve Kayrevan gibi önemli merkezlerde kitap toplamak üzere görevlendirdiği özel kimseler bulunmaktaydı. Doğu’da telif edilen kitaplar, onun ilgi ve gayretleri neticesinde piyasaya çıkmadan önce onun kütüphanesine gelirdi. Medinetüzzehrâ saray kütüphanesinde 400.000’e yakın kitap bulunmaktaydı ve bu kitapların isimlerini gösteren ellişer sayfadan oluşan kataloglar kırk dört ciltten oluşmaktaydı. Onun ilme düşkünlüğü ve kitap toplama merakının halk üzerinde meydana getirdiği etki sonucunda Kurtuba önemli bir kitap satış merkezi haline gelmişti. Eğitim alanında fakir ve kimsesiz çocuklara ücretsiz eğitim vermek üzere kurduğu okulla, Kurtuba’da bu türden yirmi yedi okulun açılmasına öncülük etmişti. Onun bu uygulaması, Avrupa’da çok az kimsenin okuma yazma bildiği bu dönemde, ülkesinde okur-yazarlık oranında ciddi bir artışın meydana gelmesini sağlamıştır. Bununla birlikte II. Hakem’den sonra iktidara gelen idarecilerin başta Medinetüzzehrâ saray kütüphanesi olmak üzere kütüphanelerdeki özellikle felsefe içerikli kitapların yakılmasını emretmeleri, onun zamanında yaşanan ilmî canlılığın kısa zamanda sona ermesine neden olmuştur. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 157-185 Endülüs Emevî Halifesi II. Hakem’in İlmî Kişiliği | 181 Kaynakça Ahatlı, Erdinç, “Yahyâ b. Maîn”, DİA, XXXXIII (İstanbul 2013), s. 256-257. Algül, Hüseyin, İslam Tarihi, I-IV, İstanbul 1997. Aykaç, Mehmet, “Arîb b. Sa‘d”, DİA, III (İstanbul 1991) s. 359-360. Bâ’yûn, Sühâ, İshâmu’l-ulemâi’l-müslimîn fi’l-ulûmi fî’l-Endelüs, Beyrut 2008. Bertrand, Louis, İspanya Tarihi (trc. Galip Kemali Söylemezoğlu-Nurullah Ataç), İstanbul 1940. Çavuşoğlu, Ali Hakan, “Utbî, Muhammed b. Ahmed”, DİA, XLII (İstanbul 2012), s. 237-239. Çiftçi, Faruk, Endülüs'te Hilafet Dönemi Edebî Çevresi (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum 1999. ed-Dabbî, Ebû Ca’fer Ahmed b. Yahyâ b. Ahmed b. Amîre (ö. 599/1203), Bugyetü’l-mültemis fî târîhi ricâli ehli’l-Endelüs (nşr. İbrâhim elEbyârî), I-II, Kahire-Beyrut 1989. Dozy, Reinhart Pieter Anne, Histoire des Musulmans d’Espagne ‘Spanish Islam’ (İngilizce trc. F. Griffin Stokes), London 1972. ____, el-Müslimûn fî Endelüs (Arapça trc. Hasan Habeşî), I-III, Kahire 1994 Düveydâr, Hüseyin Yûsuf, el-Mucteme‘u el-Endelüsî fî’l-‘asrı’l-Ümevî (138/755-422/1030), İskenderiye 1414/1994. Ebû Sâlih, Vâil, ‘’Cuhûdu’l-Hakem el-Mustansır fî tetavvuri’l-hareketi’l-‘ilmiyye fî’l-Endelüs’’, Mecelle Dirâsât Endelüsiyye, VI, Tunus, 1411/1991. Ebü’l-Fidâ, Melikü’l-Müeyyed İmâdüddîn İsmâîl b. Alî b. Mahmûd el-Eyyûbî Ebü’l-Fidâ (ö. 732/1331), el-Muhtasar fî-ahbâri’l-beşer (nşr. Matbaatu’l Hüseyniyye el-Mısriyye), I-IV, Kahire 1286/1869. Elmalı, Hüseyin, “Kâlî’’, DİA, XXIV (İstanbul 2001), s. 259-260. Görmez, Mehmet, “Kâsım b. Esbağ”, DİA, XXIV (İstanbul 2001), s. 540-541. Hasan İbrahim Hasan, Siyasi-Dînî-Kültürel-Sosyal İslâm Tarihi (trc. İsmail Yiğit-Sadrettin Gümüş), I-VI, İstanbul 1992. el-Humeydî, Ebû Abdillâh Muhammed b. Ebî Nasr Fütûh (Fettûh) b. Abdillâh (ö. 488/1095), Cezvetü’l-muktebis fî zikri vülâti’l (fî târîhi ulemâi)Endelüs (nşr. Muhammed Beşşâr Avvâd), Tûnus 2008. el-Huşenî, Ebû Abdillâh Muhammed b. Hâris b. Esed el-Kayrevânî (ö. 361/971), Kudâtu Kurtuba ve ulemâi İfrikiyye (thk. Seyyid İzzet Attâr), Kahire 1372/1953. İbn Asâkir, Ali b. Hasan (ö. 571/1176), Târîhu medîneti Dımaşk (nşr. Ömer b. Garâme el-Amrî), I-LXXX, Beyrut 1415-1421/1995-2001. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 157-185 182 | Saim Yılmaz- Furkan Erbaş İbn Beşkuvâl, Ebü’l-Kâsım Halef b. Abdülmelik el-Endelüsî (ö. 578/1183), esSıla (nşr. İbrâhim el-Ebyârî), I-III, Kahire 1990. İbn Cülcül, Ebû Dâvûd Süleymân b. Hassân (ö. 384/994), Tabakâtu’l-etıbbâ ve’l-hukemâ (thk. Fuâd Seyyid), Beyrut 1985. İbn Ebî Usaybia, Ahmed b. el-Kâsım (ö. 668/1269), Uyûnu’l-enbâ’ fî tabakâti’letibbâ’ (thk. Nizâr Rızâ), Beyrut 1965. İbn Ferhûn, Ebü’l-Vefâ (Ebû İshâk) Burhânüddîn İbrâhîm b. Alî b. Muhammed el-Ceyyânî el-Medenî, el-Mâlikî (ö. 799/1397), ed-Dîbâcu’l-müzehheb fî ma’rifeti âyâni ulemâi’l-mezheb (nşr. Muhammed el-Ahmedî Ebu’nnûr), I-II, Kahire 1972. İbn Haldûn, Ebû Zeyd Abdurrahmân b. Muhammed (ö. 808/1406), Kitâbu’l‘İber ve divânü’l-mübtede’ ve’l-haber, (nşr. Halîl Şehâde), I-VII Beyrut 2001. İbn Hayyân, Ebû Mervân Hayyân Halef b. Hüseyn b. Muhammed b. Hayyân el-Kurtubî el-Endelüsî (ö. 469/1076), el-Muktebes min enbâi ehli’lEndelüs (nşr. Abdurrahmân Ali el-Haccî), Beyrut 1965. İbn Hazm, Ebû Muhammed Alî b. Ahmed b. Saîd el-Endelüsî el-Kurtubî (ö. 456/1064), Cemheretu ensâbi’l-‘Arab (nşr. Lêvı-Provençal), Mısır 1948. İbn İzârî, Ahmed b. Muhammed, (ö. 712/1312’den sonra), el-Beyânu’l-Muğrib fi ihtisâri’l-ahbâri mulûki’l-Endelüs ve’l-Mağrib (thk. Beşşar Avvad Ma’ruf, Mahmud Beşşar Avvad), I-IV, Tunus 2013. İbn Kesîr, Ebü’l-Fidâ’ İmâdüddîn İsmâîl b. Ömer (ö. 774/1373), el-Bidâye ve’nnihâye (nşr. Abdullah b. Abdülmuhsîn et-Türkî), I-XXI, Riyad 1419/1998. İbn Saîd el-Mağribî, Ebü’l-Hasen Nûruddîn Alî b. Mûsâ b. Muhammed b. Abdilmelîk (ö. 685/1286), el-Muğrib fî hule’l-Mağrib (nşr. Şevkî Dayf), I-II, Kahire 1953-1955. İbnü’l-Ebbâr, Ebû Abdillâh Muhammed b. Abdillâh b. Ebî Bekr b. Abdîllah b. Abdurrahmân b. Ahmed b. Ebî Bekr el-Kudaî (ö. 658/1260), etTekmile li kitâbi’s-sıla (thk. Abdûsselâm Mihrâs), I-IV, Beyrut 1995. ___________, Kitâbu’l-hulleti’s-siyarâ’ (nşr. Hüseyin Mû’nis), I-II, Kahire 1963. İbnü’l-Esîr, Alî b. Muhammed (ö. 630/1233), el-Kâmil fi’t-târîh (thk. Ebi’l-Fidâ Abdullah el-Kâdî), I-XI, Beyrut, 1987. İbnü’l-Faradî, Ebü’l-Velîd Abdullah b. Muhammed b. Yûsuf el-Kurtubî el-Ezdî (ö. 403/1013), Târîhu ulemâi’l-Endelüs (nşr. Beşşâr Avvâd), I-II, Tûnus 2008. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 157-185 Endülüs Emevî Halifesi II. Hakem’in İlmî Kişiliği | 183 İbnü’l-Hatîb, Ebû Abdillâh Zü’l-vizâreteyn Lisânüddîn Muhammed b. Abdillâh b. Saîd (ö. 776/1374-75), el-İhâta fi ahbâri Gırnâta (nşr. Muhammed Abdullah İnân), I-IV, Kahire 1974. ___________, A’mâlu’l-A’lâm fî men bûyi’a kable’l-ihtilâm min mulûki’l-İslâm (nşr. Lêvi-Provençal), Beyrut 1956. İbnü’l-İmâd, Ebü’l-Felâh Abdülhay b. Ahmed b. Muhammed es-Sâlihî elHanbeli (ö. 1089/1679), Şezerâtu’z-zeheb fî ahbâri men zeheb (nşr. Abdülkâdir el-Arnâût, Muhammed el-Arnâût), I-X, Beyrut 1989. İbnü’l-Kıftî, Alî b. Yûsuf (ö. 646/1248), İhbâru’l-ulemâ’ bi ahbâri’l-hükemâ’ (thk. İbrâhim Şemsüddîn), Beyrut 2005. İmâmuddîn, S. M., Endülüs Siyasi Târihi (trc. Yusuf Yazar), Ankara 1990. İnân, Muhammed Abdullâh, Devletu’l-İslâm fi’l-Endelüs, I-II, Kahire 1417/1997. Kâdî İyâz, İyâz b. Mûsâ b. İyâz, Tertîbu’l-medârik ve takrîbu’l-mesâlik (thk. Sa’îd Ahmed A’râb), I-VIII, Rabat 1403/1982. el-Kâlî, Ebû Alî İsmâîl b. el-Kâsım b. Ayzûn el-Bağdâdî (ö. 356/967), el-Emâlî (nşr. Dâru’l-kutubi’l-ilmiyye), I-IV, Beyrut ts. el-Kalkaşendî, Ebü’l-Abbâs Şihâbüddîn Ahmed b. Alî (ö. 821/1418), Subhu’la’şâ fî sınâ’ati’l-inşâ (nşr. Muhammed Abdürresûl İbrâhim), I-XIV, Kahire 1340/1922. el-Makkarî, Ebû’l-Abbâs Şihâbüddîn Ahmed b. Muhammed b. Ahmed elKureşî et-Tilimsânî el-Fâsî (ö. 1041/1632), Nefhu’t-tîb min ğusni’lEndelüsi’r-Râtib (thk. İhsân Abbâs), I-VIII, Beyrut 1988. el-Merrâküşî, Ebû Abdillâh Muhammed b. Muhammed b. Abdilmelik b. Muhammed b. Saîd el-Evsî el-Ensârî (ö. 703/1303), ez-Zeyl ve’ttekmiletu li-kitâbi’l-vusûl ve’s-sıla (nşr.İhsân Abbâs), I-VI, Tunus 2012. Müellifi Meçhul, Zikru bilâdi’l-Endülüs (nşr. Luis Molina), Madrid 1983. Na’naî, Abdülmecîd, Târîhu’d-devleti’i-emeviyye fî Endülüs, Beyrut 1986. Özaydın, Abdülkerim, “Sûlî, Ebû Bekir”, DİA, XXXVII (İstanbul 2009), s. 492493. Özdemir, Mehmet, Endülüs Müslümanları (Siyasi Tarih), Ankara 2016. _________, Endülüs Müslümanları (Kültür ve Medeniyet), Ankara 2013. _________, “Hakem II’’, DİA, XV (İstanbul 1997), s. 173-174. Özel, Ahmet, “Huşenî, Muhammed b. Hâris”, DİA, XVIII (İstanbul 1998), s. 421-422. Provençal, Lêvi, el-Hadâratü’l-‘Arabiyye fî İspanya (Arapça trc. Tâhir Ahmed Mekkî), Kahire 1414/1994. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 157-185 184 | Saim Yılmaz- Furkan Erbaş _________, Târîhu İspanya el-İslâmiyye mine’l-fethi ilâ sükûti’l-hilâfetî’lKurtubiyye (711-1031) (Arapça trc. Ali Abdürraûf el-Bembî ve dğr.), III, Kahire 2002. Ribera, Julian, el-mektebâtu ve hevâtu’l-kutubi fî İspânyâ el-İslâmiyye (Arapça trc. Cemâl Muhammed Mihraz), I-II, Kahire 1958. Sâid el-Endelüsî, Ebü’l-Kâsım Sâid b. Ahmed (ö. 462/1070), Kitâbu tabakâtu’lümem (nşr. P. Louis Cheikho), Beyrut 1912. Sâmirâî, Halîl İbrâhîm, Târîhu’l-Ârab ve hadâratuhum fi’l- Endelüs, Beyrut 2000. Stanley, Lane-Poole, The Moors of Spain, London 1888. es-Süyûtî, Ebü’l-Fazl Celâlüddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr b. Muhammed elHudayrî eş-Şâfiî (ö. 911/1505), Buğyetu’l-vu’ât fî tabakati’l-lugaviyyîn ve’n-nuhât (thk. Muhammed Ebu’l-Fazl İbrâhim), I-II, Beyrut 1399/1979. Tülücü, Süleyman, “el-Bâri‘”, DİA, V (İstanbul 1992), s. 73-74. Watt, W. Montgomery-CACHİA, Pierre, Endülüs Tarihi (trc. Cumhur Ersin Adıgüzel, Qiyas Şükürov), İstanbul 2011. Yaşaroğlu, H. Kamil, “İbn Müferric”, DİA, XX (İstanbul 1999), s. 215. Yavuz, Mehmet, “İbn Ferec el-Ceyyânî”, DİA, XIX (İstanbul 1999), s. 491. Yıldız, Hakkı Dursun, (Redaktör), “Endülüs Emevileri’’, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, I-XV, İstanbul 1992. ez-Zehebî, Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed (ö. 748/1348), Siyeru a‘lâmi’n-nübelâ’ (nşr. Şuayb el-Arnâut), I-XXV, Beyrut 19811982. ________, Târîhu’l-İslâm ve vefeyâtu’l-meşâhîr ve’l-a’lâm (nşr. Ömer Abdüsselâm Tedmürî), I-LIII, Beyrut 1989. ________, Düvelü’l-İslâm (nşr. Hasan İsmâil Merve, Mahmûd el-Arnâût), I-II, Beyrut 1999. Zevalsiz, Halit, “Zübeydî, Ebû Bekir”, DİA, XLIX (İstanbul 2013), s. 519-520. Ziya Paşa (ö. 1297/1880), Endülüs Tarihi (nşr. Yasemin Ödük, Kâzım Masumi, Fatma Şahin), I-IV, İstanbul 2007. ez-Zübeydî, Ebû Bekr Muhammed b. el-Hasen b. Abdillâh b. Mezhic (ö. 379/989), Tabakâtu’n-nahviyyîn ve’l-lügaviyyîn (nşr. Muhammed Ebû’l-Fazl İbrâhim), Kahire 1954. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 157-185 Hakam II, Caliph of Andalusian Umayyads, as a Scholar and His Contributions to the Scholarly Activities of His Time Citation / ©-Yılmaz, S.- Erbaş, F. (2017). Hakam II, Caliph of Andalusian Umayyads, as a Scholar and His Contributions to the Scholarly Activities of His Time, Çukurova University Journal of Faculty of Divinity, 17 (1), 157-185. Abstract- The most brilliant era of the Caliphate of Andalusian Umayyads in terms of scientific activities is under reign of the Hakam II, who is also a scholar and therefore is called “Wise Caliph”, made great efforts to increase the scientific activities in his country. The fact that he embraced scholars of his time without making any distinction and provided many possibilities for scholars helped the capital Cordoba to become an important scientific center. At the same time, the imperial library of the Palace of Madinat al Zahra which contained many valuables collections of manuscripts collected from all over the world has become one of the three largest libraries of Islamic world. Schools offering free education to poor children have been opened, resulting in a significant increase in the literacy rate in the country. This article which consists of two parts, will focus in the first part on his scholarship in traditional Islamic sciences, and in the second part on the contributions he made to the scientific activities in Cordoba. Keywords- The Caliphate of Andalusian Umayyads, Hakam b. Abdurrahman, Madrasah of Cordoba, The Library of the Palace of Madinat al Zahra Ebû’l-Berakât el-Bağdâdî Üzerine Çalışmalar: Bir Kaynakça Denemesi Yrd. Doç. Dr. Tuna TUNAGÖZ Atıf / ©- Tunagöz, T. (2017). Ebû’l-Berakât el-Bağdâdî Üzerine Çalışmalar: Bir Kaynakça Denemesi, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 17 (1), 187-225. Öz- Bu makalede, İslâm felsefesi tarihinin önemli temsilcilerinden birisi olan Ebû’l-Berakât el-Bağdâdî (ö. 547/1152) üzerine yapılan akademik çalışmalar hakkında bir kaynakça oluşturulmuştur. Çalışmada, öncelikle Bağdâdî’nin ilmî kişiliği hakkında bilgi verilmiş, ardından kaynakçanın yöntemi açıklanmıştır. Bunları takiben, Bağdâdî’nin kendi eserlerinin yazmaları, neşirleri ve çevirileri; filozofun hayatı ve eserleri hakkında bilgi veren klasik ve muasır kaynaklar; onun hakkında yayımlanmış kitap, kitap bölümü, makale ve ansiklopedi maddesi, bildiri düzeyinde eserler listelenmiştir. Çalışma, değerlendirme ve sonuç bölümü ile tamamlanmıştır. Bağdâdî hakkında yapılan çalışmaların son zamanlarda hız kazandığı ve onun fizik, metafizik teorileri ile felsefesindeki eleştirelliğe odaklanmış olduğu çalışmanın temel bulguları arasındadır. Bununla birlikte, filozofun bazı eserlerinin henüz neşredilmediği ve onun düşünce dünyasındaki meselelerin önemli bir kısmının henüz incelenmediği görülmektedir. Yine, Bağdâdî’nin fikrî kaynakları ve etkileri araştırmacıların ilgisini beklemektedir. Anahtar sözcükler- Ebû’l-Berakât el-Bağdâdî, kaynakça, İslâm Felsefesi Tarihi, İslâm Bilim Tarihi, İslâm Tıp Tarihi §§§ Makalenin geliş tarihi: 22.05.2017; Yayına kabul tarihi: 19.06.2017 Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Felsefesi Anabilim Dalı, e-posta: [email protected]. Bu çalışma, Çukurova Üniversitesi BAP Koordinasyon Birimi tarafından desteklenen 8485 numaralı Bireysel Araştırma Projesi kapsamında hazırlanmıştır. 188 | Tuna Tunagöz Giriş Ebû’l‐Berakât Hibetullâh b. ʿAlî b. Melkâ el‐Bağdâdî (ö. 547/1152), metafizik, mantık, fizik, psikoloji, tıp, gökbilim ve eczacılık sahalarında eserler vermiş bir filozoftur. Bağdâdî ile aynı dönemde yaşayan ilahiyat âlimi ve tarihçi Ẓahîru’d-Dîn el-Beyhaḳî (ö. 565/1169), bazılarının onu Aristoteles’e (ö. m.ö. 384) denk bir filozof olarak değerlendirdiğini aktarır. 1 Bu değerlendirmenin mübalağalı olduğu söylenebilir; fakat Bağdâdî’nin yaygın biçimde “Evḥadu’zZamân” (Çağın Eşsizi) lakabıyla anılmış olması 2 döneminde kazandığı ilmî saygınlığın açık bir ifadesidir. Filozof, şöhretini öncelikli olarak tıptaki uzmanlığına borçludur. Klasik dönem kültür tarihçisi Ḳıfṭî (ö. 646/1248), çağdaşı tabiplerin çeşitli meseleleri ona sorduğu ve onun verdiği cevaplardan oluşan notların elden ele dolaştığı bilgisini vermektedir.3 Kayıp durumdaki İḫtiṣâru’t-Teşrîḥ (Anatomi Özeti) ve elAḳrâbâẕîn (İlaç Formülleri Kitapçığı) ile günümüze ulaşan Berşeʿas̱â (Hızla İyileştiren Formül) ve Emînu’l-Ervâḥ (Ruhların Dayanağı) onun tıp sahasındaki eserleridir. Yetkin bir tabip olmakla birlikte, Bağdâdî adını daha çok Meşşâî felsefeye yönelttiği eleştiriler ve özgün bir felsefî sistem kurma teşebbüsüyle duyurmuştur. Ḳıfṭî onun mantık, fizik ve ilahiyat bahislerinden oluşan başeseri elKitâbu’l-Muʿteber fî’l-Ḥikme’yi (Felsefî Değerlendirmeler Kitabı), “bu devirde bu sahada yazılmış en güzel eser”4 olarak nitelemektedir. Yine onun Risâle fî’l-ʿAḳl ve Mâhiyyetih (Akıl ve Mahiyeti Hakkında Risale) isimli eseri, Meşşâîlere alternatif bir akıl anlayışı teklif etmektedir. Sadece bazı parçalarına sahip olduğumuz Kitâbu’n-Nefs (Nefs Kitabı) ise özgün nefs kuramının ilk adımlarını temsil etmektedir. Filozofun ayrıca Risâle fî Mâhiyyeti’l-Melâl (Usancın Mahiyeti Hakkında Risale) isimli psikoloji sahasında ve Risâle fî Sebebi Ẓuhûri’l-Kevâkib Leylen ve Ḫafâʾihâ Nehâran (Yıldızların Yalnızca Geceleri Görülüp Gündüzleri Görülmemesi Hakkında Risale) isimli gökbilim sahasında bir eseri mevcuttur. Bağımsız filozof Ebû’l‐Berakât el‐Bağdâdî’nin İslâm düşünce tarihinin başat temsilcilerinden birisi olduğu söylenemez. Fakat özellikle yaşadığı dö- 1 Beyhaḳî, Tetimmetu Ṣıvâni’l-Ḥikme, s. 152. Dipnotlardaki eserlerin künyeleri çalışma içindeki listelerde yer almaktadır. 2 İbn Ebî Uṣaybiʿa, ʿUyûnu’l-Enbâʾ, s. 349. 3 Ḳıfṭî, İḫbâru’l-ʿUlemâʾ, s. 226. 4 Ḳıfṭî, İḫbâru’l-ʿUlemâʾ, s. 224. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 187-225 Ebû’l-Berakât el-Bağdâdî Üzerine Çalışmalar | 189 nemde egemen felsefî sistem olan Yeni Eflatuncu Aristoculuğa yönelttiği tenkitler bağlamında kendisinden sonraki pek çok düşünüre etki etmiştir: Felsefî kelâmın en büyük temsilcilerinden birisi olan Faḫru’d-Dîn erRâzî (ö. 606/1210), Bağdâdî’den, kelâmî değerler dizisine yaklaştığı tabiat, nefs ve ilahiyat bahislerinde oldukça faydalanmıştır. İşrâkî filozof Şehrazûrî (ö. 687/1288 sonrası), onun filozoflara yönelttiği eleştirilerin çoğunluğunu Bağdâdî kanalından elde ettiğini ifade etmektedir. 5 Çok yönlü âlim ve felsefe eleştirmeni İbn Teymiyye (ö. 728/1328), Bağdâdî’yi Meşşâî düşünceyi taklit etmeyen ve nübüvvet ışığıyla aydınlanan bir düşünür olarak takdim etmiştir. İbn Teymiyye, Bağdâdî’nin, ilâhî sıfatlar, zat-sıfat ilişkisi, Allah’ın tikelleri bilmesi gibi meselelerdeki yorumlarını saygı ve takdirle anmış ve yer yer onun düşüncelerinden istifade etmiştir. 6 Bu düşünürlerin dışında İşrâkî felsefenin kurucusu Suhraverdî (ö. 587/1191), onun takipçisi ve şârihi Şehrazûrî (ö. 687/1288 sonrası), Ekberî mutasavvıf ve filozof Dâvûd el-Ḳayṣerî (ö. 751/1350), muhakkik felsefî kelâmcılar ʿAḍudu’d-Dîn el-Îcî (ö. 756/1355), Seyyid Şerîf el-Curcânî (ö. 816/1413) ve Celâlu’d-Dîn ed-Devvânî (ö. 908/1502) Bağdâdî’nin düşüncelerinden yararlanmışlardır.7 Bağdâdî’nin fikirleri, ayrıca Ortaçağ Yahudi filozofları Abraham bar Ḥiyya (ö. ykl. 1136), İbn Kemmûne (ö. 683/1284)8, Gersonides (ö. 1344) ve Ḥasday Kreskas (ö. ykl. 1411) ile Ortaçağ Hristiyan filozofları Johannes Buridanus (ö. 1358’ten sonra) ve Saksonyalı Albertus’ta (ö. 1390) yankı bulmuştur.9 Bu makale, yukarıda ilmî kişiliği tasvir edilen Ebû’l‐Berakât elBağdâdî’nin eserleri ve onun düşünce sistemi üzerine yapılan çalışmalara dair bir kaynakça niteliğindedir. Çalışmanın hedefi, Bağdâdî üzerine inceleme yapacak bir araştırmacıya hangi yayınlarla ilgilenmesi ve hangi araştırma konularına yönelmesi gerektiği hususunda rehberlik yapmaktır. Çalışma, Bağdâdî ile ilgili yapılmış tüm eserleri eksiksiz biçimde tespit ettiği iddiasında de5 Şehrazûrî, Bilgelerin Tarihi ve Özdeyişleri, s. 915. 6 Çağrıcı, “Ebü’l-Berekât el-Bağdâdî”, s. 307-308. 7 Çağrıcı, “Ebü’l-Berekât el-Bağdâdî”, s. 307. 8 Langermann, “Al-Baghdadi, Abu ’l-Barakat (fl. c.1200-50)”, s. 637-638. 9 [Roth], “Hibat Allah”, s. 462; Pines, “Studies in Abu’l-Barakāt Al-Baghdādī’s Poetics and Metaphysics”, s. 169-170. Bağdâdî’nin hayatı, eserleri ve etkisi hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Tunagöz, Ebü’l-Berekât el-Bağdâdî Felsefesinde Tanrı, s. 2455. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 187-225 190 | Tuna Tunagöz ğildir. Lakin bu hedefe yaklaşabilmek için elden geldiğince gayret göstermiş durumdadır. Çalışmada öncelikle Bağdâdî’nin eserlerinin yazmaları listelenmiştir. Yazmaları bulunan eserler alt başlıklara ayrılmış ve mevcut yazmaların her birisi elden geldiğince ayrıntılı biçimde tasvir edilmiştir. Bu kısmı Bağdâdî’nin eserlerinin neşir ve çevirilerine ayrılan bölüm takip etmiştir. Neşirler ve çeviriler ayrı başlıklar halinde ele alınmıştır. Bu bapta yapılan çalışmaların bir kısmı tez ve makaleler içerisinde yer almaktadır. Bahsedilen türdeki eserlere dair açıklamalar yapılmış ve onlar tekrardan kaçınma düşüncesiyle tez ve makale bölümleri içerisinde yeniden zikredilmemiştir. Aynı gerekçeyle, herhangi bir çalışma sadece ilk kez ele alındığı yerde anılmış; bir eserin yeni baskısı ve tıpkıbasımı tespit edilmişse buna yönelik bilgiler dipnotta ifade edilmiş, ayrı başlık açılmamıştır. Fakat başka bir yayın türüyle tekrarlanan çalışmalar, makale sonundaki değerlendirme ve sonuç kısmında dikkate alınmıştır. Bağdâdî’nin hayatı ve eserleri ile ilgili açıklama yapan kaynaklar klasik ve muasır alt başlıklarına ayrılmıştır. Bu eserlerin Bağdâdî’ye yönelik bölümlerinin başlıkları tırnak içinde belirtilmiştir. Kitap bölümleri başlığı altındaki çalışmaların büyük kısmı doğrudan Bağdâdî için ayrılmış bölümlerdir. Herhangi bir yayın türünde Bağdâdî’nin isminin geçmediği girdiler okuyucuyu yanıltmamalıdır. Zira bunların tümü Bağdâdî’nin düşüncelerine yönelik incelemeler içerdiği için listeye dâhil edilmiştir. Bilimsel toplantılarda sunulan çalışmalar bölümünde basılı olanlar ve olmayanlar bir arada zikredilmiştir. Hazırlık veya baskı aşamasında olan eserlere dipnotlarda dikkat çekilmiştir. Yazarların isimleri alfabetik olarak sıralanmış ve sıralamada “el/al” takıları dikkate alınmamıştır. Bir kaynakça çalışmasının hitap edeceği kitlenin genel olabileceği düşüncesiyle, Arapça ve Farsça sözcüklerin imlasında Türkiye’de yaygın olan usule değil, o sözcüklerin ait olduğu dildeki aslına sadık kalınmıştır. Kullanılan kaynaklardaki Arapça ve Farsça harflerin çevriyazımları şu şekildedir: ( أʾ) | ( بb) | ( پp) | ( تt) | ( ثs̱) | ( جc) | ( چç) | ( حḥ) | ( خḫ) | ( دd) | ( ذẕ) | ر (r) | ( زz) | ( ژj) | ( سs) | ( شş) | ( صṣ) | ( ضḍ/ż) | ( طt) | ( ظẓ) | ( عʿ) | ( غğ) | ( فf) | (قḳ) | ( كk) | ( گg) | ( لl) | ( مm) | ( نn) | ( هh) | ( وv) | ( يy) | ا... (â) | ي... (î) | و... (û) Çalışmada aşağıda listelenen kısaltmalar kullanılmıştır: b.: bin/ibn | b.b.: basımevi belirtilmemiş | c.: cilt/volume/mucelled | çev.: çeviren/translator/el-mutercim | Dânişgâh: Kitâbḫâne-i Merkezî-i Dânişgâh-i Tahran | Dânişgede: Kitâbḫâne-i Dânişgede-i İlâhiyyât-i Dânişgâh-i Tahrân | ist.: istinsah | Mar‘aşî: Kitâbḫâne-i Bozorg-i Hażret-i Âyetullâhi’lÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 187-225 Ebû’l-Berakât el-Bağdâdî Üzerine Çalışmalar | 191 ʿUzmâ Marʿaşî-i Necefî | Melik: Muʾessese-i Kitâbḫâne ve Mûze-i Millî-i Melik | muk.: mukabele | m.ö.: milattan önce | müst.: müstensih | nr.: numara | nşr.: neşreden | Rażavî: Kitâbḫâne, Sâzmân-ı Kitâbḫânehâ, Mûzehâ ve Merkez-i Esnâd-i Âstân-i Ḳuds-i Rażavî | ö.: ölümü | s.: sayfa/page/ ṣafḥa | Sipehsâlâr: Kitâbḫâne-i Medrese-i ʿÂlî-i Şehîd Muṭahharî-i Sipehsâlâr | Şûrâ-yı İslâmî: Kitabhâne, Mûze ve Merkez-i Esnâd-i Meclis-i Şûrâ-yı İslâmî | Şûrâ-yı Millî: Mûze ve Merkez-i Esnâd-i Meclis-i Şûrâ-yı Millî | t.y.: tarih yok/no date/dûne târîḫ | y.: yaprak/folio/varaḳ | YEK: Yazma Eser Kütüphanesi | v.dğr.: ve diğerleri/and others/ve’l-âḫârûn | ykl.: yaklaşık | yy.: yüzyıl. I. Eserlerinin Yazmaları 1. el-Kitâbu’l-Muʿteber fî’l-Ḥikme el-Bağdâdî, Ebû’l-Berakât, el-Kitâbu’l-Muʿteber fî’l-Ḥikme, İstanbul, Süleymaniye YEK, Fâtih, nr. 3224, 194 y., müst. Hibetullâh b. Muḥammed b. ʿAlî b. el-Ḥasen el-Ḳuraşî, Ẕû’l-ḳaʿde 595/Ağustos 1199.10 –––––, el-Kitâbu’l-Muʿteber fî’l-Ḥikme, İstanbul, Köprülü YEK, Fâzıl Ahmed Paşa, nr. 919, 252 y. 11 –––––, el-Kitâbu’l-Muʿteber fî’l-Ḥikme, İstanbul, Süleymaniye YEK, Fâtih, nr. 3225, 209 y.12 –––––, el-Kitâbu’l-Muʿteber fî’l-Ḥikme, İstanbul, Süleymaniye YEK, Fâtih, nr. 3226, 212 y.13 –––––, el-Kitâbu’l-Muʿteber fî’l-Ḥikme, İstanbul, Süleymaniye YEK, Es‘ad Efendi, nr. 1931, 332 y., müst. Muḥammed b. eẓ-Ẓahîr b. Mesʿûd b. Evḥad b. Mesʿûd b. Aḥmed el-Ḳârî (el-ʿAlâʾ el-Ebîverdî), ist. Gürgenç 10 Nüsha, Bağdâdî’nin el-Kitâbu’l-Muʿteber’i öğrencisine imlâ ettirdiği nüshadan istinsah edilen nüshadan istinsah edilmiştir. Eser bu yolla telif edildiğinden, bu nüshanın soyağacının asıl nüshaya dayandığı söylenebilir. Müstensih kitabı dört cilt olarak istinsah etmiştir; fakat elimizdeki nüsha yalnızca ilahiyat bölümünü ihtiva eden dördüncü cilttir. Mantık ve fizik bölümlerine karşılık gelen ilk üç cilt kayıp durumdadır. 11 Müstensih kitabı dört cilt olarak istinsah etmiştir; fakat elimizdeki nüsha kitabın yalnızca mantık bölümünü ihtiva eden birinci cilttir. Nüshanın üçüncü cildi Fâtih 3225’te, dördüncü cildi Fâtih 3226’da kayıtlıdır. 12 Bir önceki nüsha ile aynı kalemden çıkan nüsha, kitabın fizik bölümünün son iki cüz’ünü (nebat, hayevan ve nefs) ihtiva eden üçüncü cilttir. Kayıp olan ikinci ciltte fizik bölümünün ilk dört cüz’ünün yer aldığı anlaşılmaktadır. 13 Önceki iki nüsha ile aynı kalemden çıkan nüsha, kitabın ilahiyat bölümünü ihtiva eden dördüncü cilttir. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 187-225 192 | Tuna Tunagöz (Curcâniyye), 12 Ẕû’l-kaʿde 742/19 Nisan 1342; muk. Kırım, Azak, 25 Cumâdâ’l-ûlâ 744/15 Ekim 1343.14 –––––, el-Kitâbu’l-Muʿteber fî’l-Ḥikme, İstanbul, Süleymaniye YEK, Lâleli, nr. 2553, Ramażân 564/Ağustos 1169.15 –––––, el-Kitâbu’l-Muʿteber fî’l-Ḥikme, İstanbul, Topkapı Müzesi YEK, III. Ahmed, nr. 3222, 225 y.16 –––––, el-Kitâbu’l-Muʿteber fî’l-Ḥikme, Şam, el-Mektebetu’ẓ-Ẓâhiriyye, nr. 6789, 250 y.17 –––––, el-Kitâbu’l-Muʿteber fî’l-Ḥikme, Necef, Mektebetu’r-Ravḍati’lḤaydariyye, nr. 576, müst. Ebû Saʿd b. Nefîs b. Mubârak, Bağdat, Şevvâl 538/Nisan 1144.18 –––––, el-Kitâbu’l-Muʿteber fî’l-Ḥikme, Meşhed, Rażavî, nr. 5666, 444 y.19 –––––, el-Kitâbu’l-Muʿteber fî’l-Ḥikme, Tahran, Dânişgâh, nr. 1993/2, y. 255b-331a.20 –––––, el-Kitâbu’l-Muʿteber fî’l-Ḥikme, Tahran, Melik, nr. 5678, 76 y., 12./18. yy.21 –––––, el-Kitâbu’l-Muʿteber fî’l-Ḥikme, Tahran, Sipehsâlâr, nr. 8375, 197 y., müst. Edîb Pişvârî, 14./20. yy. 22 14 Müstensih, kitabın üç bölümünü tek cilt içerisinde istinsah etmiştir. Kitabın tüm bölümlerini içeren nüsha, bu yönüyle diğerlerinden ayrılmaktadır. 15 Müstensih kitabı dört cilt olarak istinsah etmiştir; fakat elimizdeki nüsha kitabın mantık ve ilahiyat bölümlerini ihtiva eden birinci ve dördüncü cilttir. 16 Müstensih kitabı dört cilt olarak istinsah etmiştir; fakat elimizdeki nüsha kitabın fizik bölümünün ilk kısımlarını ihtiva eden ikinci cilttir. 17 Nüshada kitabın fizik ve ilahiyat bölümleri yer almaktadır. 18 Bu nüsha eldekiler içerisinde en eski olanıdır. Bağdâdî hayatta iken, kendisi gibi Yahudi iken ihtida eden öğrencisi İsḥâḳ b. İbrâhîm b. ʿAzrâ için istinsah edilmiştir. 19 Nüsha kitabın ilk bölümü olan mantığın üçüncü makalesi kıyas ile başlayıp ilahiyatın son faslıyla bitmektedir. İlahiyatın sonundaki “taʿlîḳ” kısmı mevcut değildir. 20 Nüshada fizik bölümünün hareket ve zaman konularına ait beş faslı yer almaktadır. 21 Nüshada “Semʿu’l-Kiyân” ve “es-Semâʾ ve’l-ʿÂlem” bahisleri yer almaktadır. 22 Nüshada nefs bahsinin ikinci faslından başlayıp on birinci faslına kadar devam etmektedir. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 187-225 Ebû’l-Berakât el-Bağdâdî Üzerine Çalışmalar | 193 –––––, el-Kitâbu’l-Muʿteber fî’l-Ḥikme, Tahran, Şûrâ-yı İslâmî, nr. 10612, müst. Muḥammed b. Ebî’l-Fevâris b. Ebî Saʿd, 13 Rabîʿu’l-âḫir 599/30 Aralık 1202.23 –––––, el-Kitâbu’l-Muʿteber fî’l-Ḥikme, Kazvin, Kitâbḫâne-i Ḫanedân-i Mîr Ḥuseynâ-yı Ḳazvînî, nr. 174.24 –––––, el-Kitâbu’l-Muʿteber fî’l-Ḥikme, Kum, Kitâbḫâne-i Merkez-i İḥyâ-i Mîrâs̱-ı İslâmî, nr. 3457, 135 y., 11./17. yy. 25 –––––, Hâẕihî’l-Kerârîs min Kitâbi’l-Mu‘teber min Ṭabîʿiyyâtı Evḥadi’zZamân, Konya Bölge YEK, Yusuf Ağa, nr. 4690/6, y. 1a-72a, 6./12. yy.26 2. Kitâbu’n-Nefs el-Bağdâdî, Ebû’l-Berakât, Min Kitâb li-Ebî’l-Berakât el-Bağdâdî fî ʿİlmi’n-Nefs, İstanbul, Süleymaniye YEK, Ayasofya, nr. 4855, y. 104a-109b, 713-721/1313-1321. –––––, “Ḳâle fî Kitâbi’n-Nefs elleẕî Ṣannefehû Ḳadîmen fî Faṣlin minh: (…)”, el-Kitâbu’l-Muʿteber fî’l-Ḥikme: en-Nefs sonunda, Meşhed, Rażavî, nr. 5666, y. 327b-328a.27 23 Nüsha kitabın ilk bölümü olan mantığın üçüncü makalesi “kıyas” ile başlayıp fizik kitabının “nefs” bahsine kadar devam etmektedir (Merâğî, Fihrist-i Nusḫahâ-i Ḫaṭṭî-i Kitâbḫâne-i Meclis-i Şûrâ-yı İslâmî, c. 33/1, s. 131). Kitâbḫâne-i Ḥuseyn Miftâḥ, nr. 1321 kaydı altında, aynı özelliklere sahip bir nüshadan bahsedilmektedir (Dirâyetî, Fihristvâre-i Destneveşthâ-i Îrân, c. 9, s. 838). Bahsedilen nüshanın bu şahsî kütüphaneden Meclis-i Şûrâ-yı İslâmî’ye aktarıldığını, her iki kaydın aynı metinden bahsettiğini sanıyorum. 24 Nüsha, fizik bölümünün başından nefs bahsine kadardır. 25 Nüsha, fizik bölümünün bir kısmını ihtiva etmektedir. 26 Nüsha, kitabın fizik bölümünün son kısmı olan nefs bahsinin ikinci ve on dokuzuncu fasılları ile ilahiyatın birkaç faslını ihtiva etmektedir. el-Kitâbu’lMuʿteber’in tespit edebildiğim yazmaları yukarıdakilerle sınırlıdır. Bununla birlikte, eserin ilk neşrini gerçekleştiren muhakkiklerden Zeynu’l-ʿÂbidîn el-Mûsevî, Şerafettin Yaltkaya’nın yardımıyla İstanbul’dan, müellif nüshasıyla mukabele edilmiş, yazısı iyi, kadim ve sıhhatli bir nüsha satın aldıklarını ve bu nüshanın Haydarabad’daki Âsafiyye Kütüphanesi’ne nakledildiğini ifade etmektedir (c. 1, s. 278-279; c. 3, s. 253). Tahkikte “ ”صفharfleriyle simgelenen bu nüshanın kaynağının Yaḥyâ b. Vefâʾ tarafından müellif metninden çoğaltılan nüsha olduğu ve istinsahın el-Muẓaffer b. ʿUmer b. Muḥammed b. ʿAlî el-Meyyâfâriḳî tarafından Raceb 556/Haziran-Temmuz 1161 tarihinde tamamlandığı tahkik içindeki bilgilerden anlaşılmaktadır (c. 1, s. 282; c. 2, s. 451). Eğer kaybomamışsa nüshanın hâlâ Âsafiyye Kütüphanesi’nde olması gerekir. Fakat tüm araştırmalarıma rağmen elimizdeki en eski tarihli bu tam nüshanın izine rastlayamadım. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 187-225 194 | Tuna Tunagöz 3. Risâle fî’l-ʿAḳl ve Mâhiyyetih el-Bağdâdî, Ebû’l-Berakât, Risâle fî’l-ʿAḳl ve Mâhiyyetih, Leipzig, Universitätsbibliothek, Vollers, nr. 882/1, y. 1a-17a. 4. Risâle fî Sebebi Ẓuhûri’l-Kevâkib Leylen ve Ḫafâʾihâ Nehâran el-Bağdâdî, Ebû’l-Berakât, Risâle fî Sebebi Ẓuhûri’l-Kevâkib Leylen ve Ḫafâʾihâ Nehâran, Tahran, Şûrâ-yı Millî, nr. 3923/22, s. 200-203, 8./14. yy. –––––, Risâle fî Ẓuhûri’l-Kevâkib Leylen ve Ḫafâʾihâ Nehâran, Berlin, Staatsbibliothek, Petermann II, nr. 466/8, y. 47a-48b, müst. Muḥammed b. Aḥmed es-Sâvî, ykl. 890/1485. –––––, Risâle fî Sebebi Ẓuhûri’l-Kevâkib Leylen ve Ḫafâʾihâ Nehâran, Tahran, Dânişgâh, nr. 2783/1, s. 1-5, 14./20. yy. –––––, Risâle fî Sebebi Ẓuhûri’l-Kevâkib Leylen ve Ḫafâʾihâ Nehâran, Meşhed, Rażavî, nr. 6012, Mordâd 1311/Ağustos 1932. –––––, Risâle fî Ẓuhûri’l-Kevâkib Leylen ve Ḫafâʾihâ Nehâran, Tahran, Dânişgâh, nr. 6710/19, y. 65a-65b, müst. Naṣîru’d-Dîn Muḥammed erRażavî. [el-Bağdâdî, Ebû’l-Berakât], Ẓuhûru’l-Kevâkib Leylen ve İḫtifâʾihâ Nehâran, Tahran, Melik, nr. 2412/2, s. 25-31, müst. Muḥammed b. ʿAlî edDâmiğânî, 659/1260-61.28 –––––, Risâle fî Sebebi Ẓuhûri’l-Kevâkib Leylen ve Ḫafâʾihâ Nehâran, Meşhed, Kitâbḫâne, Rażavî, nr. 11452/16, 3 y., müst. Şihâbu’d-Dîn ʿAlî eṭṬabaṭabâʾî, 27 Ẕû’l-ḳaʿde 1019/10 Şubat 1611. –––––, Risâle fî Sebebi Ẓuhûri’l-Kevâkib Leylen ve Ḫafâʾihâ Nehâran, Tahran, Dânişgâh, nr. 4732/2, s. 27-31, 12./18. yy. –––––, [Risâle fî Sebebi Ẓuhûri’l-Kevâkib Leylen ve Ḫafâʾihâ Nehâran], Krakow, Jagiellońska Biblioteka, Ms. or. fol. 218/34, y. 440b-443a, 1061/1651. 27 Her iki yazma Bağdâdî’nin Kitâbu’n-Nefs isimli eserden pasajlar içermektedir. Bağdâdî’nin bu eseri değerlendirme, neşir ve İngilizce tercüme olarak yayıma hazırlanmaktadır: Wan Abdullah, Wan Suhaimi, An Analysis, Annotated English Translation and Critical Edition of Abū al-Barakāt el-Baghdādī’s Treatise on Soul: Kitāb fî ʿIlm al-Nafs, http://www.kalamresearch.com/~kalamres/article.php?artID=48 (Erişim: 01.04.2017). 28 Bu nüsha ve takip eden üç nüshada müellif ismi yer almamaktadır. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 187-225 Ebû’l-Berakât el-Bağdâdî Üzerine Çalışmalar | 195 İbn Sînâ, Ebû ʿAlî, Risâle fî Ruʾyeti’l-Kevâkib bi’l-Leyl lâ bi’n-Nehâr, İstanbul, Süleymaniye YEK, Ayasofya, nr. 4832/13, y. 57a-57b, 700/130001.29 –––––, Risâle fî Ruʾyeti’l-Kevâkib bi’l-Leyl lâ bi’n-Nehâr, Meşhed, Rażavî, nr. 5295/1, s. 1-2, müst. Muḥammed Ḥuseyn b. Ḫalef et-Tebrîzî, 1041/1631-32. –––––, Risâle fî Ruʾyeti’l-Kevâkib bi’l-Leyl ve’n-Nehâr, Meşhed, Rażavî, nr. 5590/3, s. 146-149, 12./18. yy. –––––, Risâle fî Ruʾyeti’l-Kevâkib bi’l-Leyl lâ bi’n-Nehâr, Meşhed, Rażavî, nr. 12124/10, 1 y., müst. Esedullâh b. Muneccim el-Mâzenderânî, 1308/1890-91. –––––, Risâle fî Ruʾyeti’l-Kevâkib fî’l-Leyl lâ bi’n-Nehâr, Tahran, Kitâbḫâne-i Asgar Mehdevî, nr. 282/6, s. 84, müst. Muḥammed Ṭâhir elMeşhedî, 1309/1891-92. –––––, Risâle fî Ruʾyeti’l-Kevâkib fî’l-Leyl lâ fi’n-Nehâr, Meşhed, Rażavî, nr. 12297/27, s. 363-364, müst. Muḥammed Ṭâhir el-Meşhedî, 1309/1891-92. –––––, Risâle fî Ruʾyeti’l-Kevâkib fî’l-Leyl, Tahran, Dânişgede, nr. 709/2, y. 27b-28b, müst. Ḥabîb es-Simnânî, 29 Mordâd 1312/20 Ağustos 1933. 5. Risâle fî Mâhiyyeti’l-Melâl el-Bağdâdî, Ebû’l-Berakât, Risâle li-Ebî’l-Berakât el-Bağdâdî fî Mâhiyyeti’l-Melâl, Tahran, Melik, nr. 6188/20, s.136-143, 11./17. yy. –––––, Hâẕihî Risâletun fî’l-Melâl li-Ebî’l-Berakât el-Bağdâdî, Kum, Marʿaşî, nr. 12388/6, y. 201a-203b, 9./15. yy. 29 Bu nüsha ve takip eden altı nüsha, daha önceki nüshalarla aynı metne sahip olmakla birlikte, risaleyi farklı isimle İbn Sînâ’ya atfetmiştir. Nüshalar gerçekte Bağdâdî külliyatına dâhildir. Bahsedilen karışıklığın nedeni, eserin Bağdâdî’ye aidiyetine yönelik kanıtlar ve tüm nüshalar hakkında bilgi için bkz. Tunagöz, “İslam Bilim Tarihinden Bir Sayfa: Risâle fî sebebi zuhûri’l-kevâkib leylen ve hafâiha nehâran”, s. 41-49, 51-54. Bu nüshanın yer aldığı mecmua tıpkıbasım olarak yayımlanmıştır: İbn Sînâ, “Risâle fî Ruʾyeti’l-Kevâkib bi’l-Leyl lâ bi’n-Nehâr”, Mecmûʿu Ayâṣûfyâ 4832: Maḳâlât fî’r-Riyâḍiyyât ve’l-Felsefe ve’l-Âs̱âri’l-ʿUlviyye ve’l-Felek=Codex Ayasofya 4832: A Collection of Mathematical, Philosophical, Meteorological, and Astromical Treatises, Frankfurt am Main: Institut für Geschichte der arabisch-islamischen Wissenschaften an der Johann Wolfgang Goethe-Universität, 2010, s. 117-118. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 187-225 196 | Tuna Tunagöz –––––, Risâle fî’l-Kelâl li-Evḥadi’z-Zamân Ebî’l-Berakât eṭ-Ṭabîb, Tahran, Şûrâ-yı Millî, nr. 706/2, s.162-163, müst. Abdu’l-Ğanî b. Vecîhi’d-Dîn, Dâru’s-Salṭana-Kazvin, Raceb 1006/1598. –––––, Risâle fî’l-Melâl li-Evḥadi’z-Zamân Ebî’l-Berakât eṭ-Ṭabîb, Meşhed, Rażavî, nr. 13134, y. 68b-69a, müst. Muḥammed Rıżâ, Şaʿbân 1065/Haziran-Temmuz 1655. 6. Berşeʿas̱â el-Bağdâdî, Ebû’l-Berakât, Berşeʿas̱â el-Mucerreb li-Ebî’l-Berakât elBağdâdî, İstanbul, Süleymaniye YEK, Ayasofya, nr. 3555/2, y. 39a. –––––, Sıfatu Tiryâḳi Berşeʿas̱â li-Evḥadi’z-Zamân Ebî’l-Berakât, İstanbul, Köprülü YEK, Fâzıl Ahmed Paşa, nr. 985/2, y. 74b, müst. Necmu’dDîn el-Kerḫînî, 10 Şaʿbân 787/16 Eylül 1385. –––––, Sıfatu Berşeʿas̱â el-Mensûb ilâ Evḥadi’z-Zamân Ebî’l-Berakât, Manisa YEK, nr. 1781/6, y. 152b-156a, müst. Zekeriyyâ b. Bilâl el-Merâğî, Bağdat, Raceb 617/Eylül 1220. –––––, Berşeʿas̱â el-Mucerreb li-Ebî’l-Berakât el-Bağdâdî, Tokyo, Institute of Oriental Culture, Daiber Collection, nr. 113/23, y. 207a-208a, müst. Muḥammed Naṣîr b. Şâh Ḥuseyn es-Seyyâf et-Tebrîzî, 1062/1652. –––––, Şerbetu Berşeʿas̱â, Tahran, Dânişgâh, nr. 4217/1, y. 1a-2a, 12./18. yy. –––––, Tiryâḳu Berşeʿas̱â, Tahran, Melik, nr. 4218/1, s. 1-5, 846/1442-43. –––––, Tiryâḳu Berşeʿas̱â, Tahran, Kitâbḫâne-i Ḥuseyn Miftâḥ, Muḥammed Ḥuseyn, nr. 328/5, 3 s., müst. Muḥammed el-Mutaṭabbib, 19 Şevvâl 1246/2 Nisan 1831. –––––, Tiryâḳu Berşeğs̱â li-Evhadi’z-Zamân, Kahire, Dâru’l-Kutubi’lMısriyye, Teymûriyye, nr. 191/4, y. 122a-123a. –––––, Sıfatu Berşeʿas̱â, Konya Bölge YEK, Yusuf Ağa, nr. 4983, y. 154b-157a, 723/1323.30 30 Nüsha, sayısal çekimi yapılmadan kütüphaneden çalındığı için kayıp durumdadır. Kayıtlı bu yazmaların dışında, Berşeʿas̱â’nın, birisi Osmanlı Türkçesinde kaleme alınmış, diğeri ise Farsça manzum tasvirî çevirileri bulunmaktadır: (1) [Meçhul], Sıfatu Tiryâḳi Berişʿîs̱â, İstanbul, Süleymaniye YEK, Ayasofya, 3595/2, y. 174b177a. (2) [Meçhul], [Berşeʿas̱â-yı Manẓûm], Tahran, Şûrâ-yı İslâmî, nr. 6264, y. 3b. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 187-225 Ebû’l-Berakât el-Bağdâdî Üzerine Çalışmalar | 197 7. Emînu’l-Ervâḥ el-Bağdâdî, Ebû’l-Berakât, Emînu’l-Ervâḥ, Manisa YEK, nr. 1781/7, y. 156a-157a, müst. Zekeriyyâ b. Bilâl el-Merâğî, Bağdat, Raceb 617/Eylül 1220. –––––, Emînu’l-Ervâḥ, Konya Bölge YEK, Yusuf Ağa, nr. 4983, y. 157b-159a.31 8. [Tefsîru Kitâbi Ḳôhelet] el-Bağdâdî, Ebû’l-Berakât, Oxford, Bodleian Library, Pococke, nr. 274, 177 y. –––––, Sankt Peterburg, Rossiyskaya Natsionalnaya Biblioteka, nr. 1767. II. Eserlerinin Neşirleri ve Çevirileri 1. Neşirler el-Bağdâdî, Ebû’l-Berakât, el-Kitâbu’l-Muʿteber fî’l-Ḥikme, 3 cilt, nşr. Zeynu’l-ʿÂbidîn el-Mûsevî v.dğr., Haydarâbâd: İdâretu Cemʿiyyeti Dâʾireti’lMaʿârifî’l-ʿUs̱mâniyye, 1357-58/1938-39.32 –––––, el-Kitâbu’l-Muʿteber fî’l-Ḥikmeti’l-İlâhiyye, 3 cilt, nşr. Yûsuf Maḥmûd, Doha [Katar]: Dâru’l-Ḥikme, 1432/2012.33 31 Nüsha, sayısal çekimi yapılmadan kütüphaneden çalındığı için kayıp durumdadır. 32 el-Kitâbu’l-Muʿteber’in bu ilk neşrinde İstanbul’dan Haydarabad Âsafiyye Kütüphanesi’ne nakledilen nüsha ( )صفesas alınmış; ayrıca Fâzıl Ahmed Paşa 919 ()كو, Es‘ad Efendi 1931 ()سع, Lâleli 2553 ( )الnüshaları kullanılmıştır. Eserin naşiri olarak pek çok kaynakta Suleymân en-Nedvî ve Şerafettin Yaltkaya gösterilmektedir. Bu yaygın hatanın muhtemel nedeni, neşrin iç kapağında muhakkiklerin isimlerinin anılmaması; bununla birlikte, Nedvî’nin tahkikli metnin sonuna bir makale eklemesi ve tahkik için İstanbul’dan bir nüsha temin eden Yaltkaya’nın isminin tahkik içinde anılması olabilir. Fakat eserin mantık ve ilahiyat ciltlerinin sonuna eklenen açıklamalardan (c. 1, s. 279; c. 3, s. 253), neşri Zeynu’lʿÂbidîn el-Mûsevî, ʿAbdullâh b. Aḥmed el-ʿAlevî, Aḥmed b. Muḥammed el-Yemânî ve Muḥammed ʿÂdil el-Ḳuddûsî’nin gerçekleştirdiği anlaşılmaktadır. Eserin tıpkıbasımları şöyledir: (1) el-Bağdâdî, el-Kitâbu’l-Muʿteber fî’l-Ḥikme, 3 cilt, nşr. Zeynu’l-ʿÂbidîn el-Mûsevî v.dğr., İsfahan: İntişârât-i Dânişgâh-i İṣfahân, 1415/1995. (2) el-Bağdâdî, el-Kitâbu’l-Muʿteber fî’l-Ḥikmeti’l-İlâhiyye, 1 cilt içinde 3 cilt, nşr. Zeynu’l-ʿÂbidîn el-Mûsevî v.dğr., Cubeyl: Dâr ve Mektebetu Bîblûn, 2005. Yeni dizgi: el-Bağdâdî, el-Kitâbu’l-Muʿteber fî’l-Ḥikmeti’l-İlâhiyye, 1 cilt içinde 3 cilt, nşr. Zeynu’l-ʿÂbidîn el-Mûsevî v.dğr., Beyrut: Menşûrâtu’l-Cemel, 2012. 33 Bu neşir Haydarabad baskısını ve III. Ahmed nr. 3222’de kayıtlı nüshanın mikrofilmini kullanmıştır. Bu neşrin kaynağına katkısı, daha iyi bir dizgi ve imla sunmaktan ibarettir. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 187-225 198 | Tuna Tunagöz –––––, Kitâbu’l-Muʿteber fî’l-Ḥikme, 2 cilt, nşr. Muḥammed ʿUs̱mân, Kahire: Mektebetu’s̱-S̱ekâfeti’d-Dîniyye, 2015.34 Langermann, Yitzhak Tzvi, “A fragment of Abū’l-Barakāt alBaghdādī’s al-Kitāb al-Muʿtabar”, Kiryat Sefer, 61 (1986-87), s. 361-362 [İbranca].35 Pines, Shelomo, “Le-Ḥeḳer Peruşo şel Ebû’l‐Berakât el-Bağdâdî ʿal Sefer Ḳôhelet: Arbaʿah Tekstîm”, Tarbiẕ, 33:2 (1963), s.198-213.36 Poznanski, Samuel, “Mitteilungen aus Handschriftlichen Bibelkommentaren: Aus Abu-l-Barakât Hibat-Allah’s arabischem Kommentar zu Kohelet”, Zeitschrift für hebraeische Bibliographie, 16 (1913), s. 32-36.37 eṭ-Ṭayyib, Aḥmed Muḥammed, “Un traité d’Abū l-Barakāt al-Baġdādī sur l’intellect: Kitāb Ṣahīh Adillat al-Naql fī Māhiyyat al-ʿAql”, Annales Islamologiques, 16 (1980), s. 127-147.38 Tunagöz, Tuna, “Ebū’l-Berakāt el-Baġdādī’nin Risāle fī Māhiyyeti’lMelāl Adlı Eseri: İnceleme, Eleştirel Metin ve Çeviri”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 57:2 (2016), s. 1-45. 34 Bu neşir metin olarak Haydarabad baskısını kullanmış, herhangi bir yazmayı esas almamıştır. Naşirin dayandığı metne katkısı, yer yer dipnotlarda açıklamalar yapmak, daha iyi bir dizgi ve imla sunmaktan ibarettir. 35 Bu makalede el-Kitâbu’l-Muʿteber’in İbranî harfleriyle yazılmış Arapça metninin birkaç pasajı neşredilmiştir. Tıpkıbasım: Langermann, Y. Tzvi, “A fragment of Abū al-Barakāt al-Baghdādī’s al-Kitāb al-Muʿtabar”, Mi-ginze ha-Makhon le-tatslume kitve ha-yad ha-‘Ivriyim, ed. Avraham David, Kudüs: Bet ha-sefarim ha-leʼumi vehauniversitaʼi, 1995, s. 50-51. 36 Makale, Bağdâdî’nin Ḳôhelet Şerhi’nin dört seçme metni ve bu metinler üzerine bir incelemedir. Tıpkıbasım: Pines, Shlomo, “Le-Ḥeḳer Peruşo şel Ebû’l‐Berakât elBağdâdî ʿal Sefer Ḳôhelet: Arbaʿah Tekstîm”, Beyn Maḫşevet Yisraʾîl li-Maḫşevet ha-ʿAmîm: Meḫḳarîm be-Toldot ha-filosofyah ha-Yehudit, Kudüs: Mosad Bialîk, 1977, s. 68-83. Bağdâdî’nin bu eserinin tenkitli tam metninin ve İngilizce tercümesinin yayıma hazırlandığı ifade edilmektedir: Robinson, James T., Abū alBarakāt al-Baghdādī’s Commentary on Qohelet: Edition of the Judeo-Arabic Text with English Translation and Introduction, https://divinity.uchicago.edu/sites/default/files/imce/pdfs/ CVs/james%20robinson%252c%20cv% 202015.pdf (Erişim: 06.03.2017). 37 Makale, Bağdâdî’nin Ḳôhelet Şerhi’nde yer alan birkaç pasajın neşridir. 38 Makalede, Bağdâdî’nin akıl risalesi hakkında bilgilere yer verilmiş ve bilinen tek nüshasının (Leipzig, Vollers, nr. 882/1) tahkiki yapılmıştır. Muhakkikin isim tercihi, mecmuanın iç kapak sayfasındaki ibareye dayanmaktadır (y. 1a). Metnin girişinde ise eser Risâle fî’l-ʿAḳl ve Mâhiyyetih adıyla anılmaktadır (y. 1b). ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 187-225 Ebû’l-Berakât el-Bağdâdî Üzerine Çalışmalar | 199 –––––, “İslam Bilim Tarihinden Bir Sayfa: Risâle fî sebebi zuhûri’lkevâkib leylen ve hafâiha nehâran (İnceleme, Tenkitli Metin ve Çeviri)”, Dîvân: Disiplinlerarası Çalışmalar Dergisi, 20:38 (2015/1), s. 39-82. Wan Abdullah, Wan Suhaimi, “The Arabic Text”, Abū al-Barakāt’s Psychology: Critical Edition of the Section on Soul (al-Nafs) from al-Muʿtabar fī al-Ḥikmah with Analysis and Translation of Selected Texts, Doktora Tezi, Kuala Lumpur: International Islamic University, International Institute of Islamic Thought and Civilization, 2007, s. 178-510.39 –––––, “Naṣṣu’l-Muʿteber fî’l-Ḥikme: Ḳısmu’l-ʿİlmi’l-İlâhî”, el-İlâhiyyât mine’l-Muʿteber li-Ebî’l-Berakât el-Bağdâdî: Taḥḳîḳ ve Dirâse, Yüksek Lisans Tezi, Kahire: Câmiʿatu’l-Ḳâhira, 1998, s. 202-550. 2. Çeviriler Binti Muhammad, Zarina, The Heavenly Phenomena: A Study of Abū’l-Barakāt al-Baghdādī’s Kitāb al-Muʿtabar, Yüksek Lisans Tezi, Kuala Lumpur: International Institute of Islamic Thought and Civilization, 2003, s. 1442.40 Gökmen, Fatin, “Yıldızların Gece Görünüp de Gündüz Görünmemesi Hakkında Şeyhürreis İbni Ali Sina’nın Risâlesi”, Büyük Türk Filozof ve Tıb Üstadı İbni Sina: Şahsiyeti ve Eserleri Hakkında Tetkikler, İstanbul: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1937, s. 1-4.41 39 Tezin ilk bölümünde Bağdâdî’nin nefs teorisi incelenmiştir (s. 11-122). İkinci bölümde el-Kitâbu’l-Muʿteber’in nefs bahsinin birinci, ikinci, altıncı, onuncu ve on beşinci fasılları İngilizceye çevrilmiştir. Üçüncü ve son bölümde ise nefs bahsinin tümü tahkik edilmiştir. Bu tezin ve Bağdâdî’nin nefs anlayışı ile ilgili bir çalışmanın iki ayrı kitap olarak yayıma hazırlandığı ifade edilmektedir: Wan Abdullah, W. S., Abū al-Barakāt on Soul: A Critical Edition of Section on Soul from al-Muʿtabar fī alḤikmah with an Annotated Summary; Abū al-Barakāt el-Baghdādī’s Psychology, http://www.kalamresearch.com/~kalamres/article.php?artID=48 (Erişim: 01.04.2017). 40 Tezin dört bölümünde, el-Kitâbu’l-Muʿteber’in fizik bölümünün ikinci cüz’ünün dört faslının (3-5, 8) İngilizce çevirisine yer verilmiştir. 41 Daha önce bahsedildiği üzere, Bağdâdî’nin Risâle fî Sebebi Zuhûri’l-Ẓevâkib Leylen ve Ḫafâʾiha Nehâran isimli eseri, çeşitli nüshalarda farklı isimle İbn Sînâ’ya atfedilmiştir. Kullandığı nüshalara binaen eseri İbn Sînâ’ya atfeden Gökmen’in çevirisi, yazar ve eser ismindeki yanlışlığa rağmen, gerçekte Bağdâdî külliyatına dâhildir. Çalışmanın yeni bir baskısı bulunmaktadır: Gökmen, Fatin, “Yıldızların Gece Görünüp de Gündüz Görünmemesi Hakkında Şeyhürreis İbni Ali Sina’nın Risalesi”, Büyük Türk Filozof ve Tıp Üstadı İbni Sina: Şahsiyeti ve Eserleri Hakkında Tetkikler, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2014, s. 861-865. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 187-225 200 | Tuna Tunagöz Nasir, Ahmad Malki, Some Aspects of Abū al-Barakāt al-Baghdādī’s Metaphysics: A Partial Translation of Kitāb al-Muʿtabar with Introduction, Doktora Tezi, Kuala Lumpur: Islamic Thought and Civilization, International Islamic University Malaysia, 2011.42 Nony, Sylvie, “Traduction de la Physique du Kitāb al-Muʿtabar”, Abū lBarakāt al-Baġdādī: une théorie physique de la variation du mouvement au XIIe siècle, à Bagdad içinde, Doktora Tezi, Paris: Université Paris-Diderot, Histoire et Philosophie des Sciences, 2010, s. 389-498.43 Özpilavcı, Ferruh, “Ebü’l-Berekât el-Bağdadi: Sahîhi Edilleti’n-Nakl fî Mâhiyyeti’l-Akl: Akıl Riselesi”, İslâmî İlimler Dergisi, 5:2 (2010), s. 247-261.44 Rashed, Roshdi, “Fragment of al-Muʿtabar fī al-ḥikma of Abū alBarakāt al-Baghdādī”, Geometry and Dioptrics in Classical Islam, London: AlFurqān Islamic Heritage Foundation, 1426/2005, s. 990. 45 Rosenthal, Franz, “Die Naturwissenschaft”, Das Fortleben der Antike im Islam, Zürih: Artemis Verlag, 1965, s. 224-242.46 Ünver, Ahmet Süheyl, “Avicenna Explains Why Stars Are Visible at Night and Not During the Day”, Journal of the History of Medicine and Allied Sciences, 1:2 (1946), s. 330-334.47 42 Bu tezi temin edemedim; fakat isminden el-Kitâbu’l-Muʿteber’in ilahiyat bölümünün kısmî çevirisine yer verdiği anlaşılmaktadır. 43 Bağdâdî’nin hareket kuramını inceleyen tezin dokuzuncu ve sonuncu bölümünde, el-Kitâbu’l-Muʿteber’in fizik bölümünün birinci cüz’ündeki on altı faslın (4, 10-18, 2328) Fransızca tercümesine yer verilmiştir. 44 Makale Aḥmed M. eṭ-Ṭayyib tarafından neşredilen akıl risalesinin Türkçe çevirisidir. 45 Kitapta, el-Kitâbu’l-Muʿteber’in fizik bölümündeki küçük bir pasajın (1939: c. 2, s. 97) Arapça metnine ve İngilizce çevirisine yer verilmiştir. 46 Kitapta, el-Kitâbu’l-Mu‘teber’in fizik bölümünün birinci cüz’ünün birinci faslının ikinci yarısı ile (fiziğin konusu), dokuzuncu (hareket) ve on üçüncü (boşluk) fasıllarının tamamı Almancaya çevrilmiştir. Kitabın İngilizce çevirisi de bulunmaktadır: Rosenthal, Franz, “Natural Science”, The Classical Heritage in Islam, çev. Emile & Jenny Marmorstein, New York: Routledge, 1992, s. 163-176. 47 Gökmen’in çalışmasında olduğu gibi, kullandığı nüshaya (Ayasofya 4832/13) binaen eseri İbn Sînâ’ya atfeden Ünver, öncelikle risale hakkında kısa bilgiler vermiş; ardından eseri serbest ve tasvirî biçimde İngilizceye çevirmiştir. Yazar ve eser ismindeki yanlışlığa rağmen, bu çalışma da Bağdâdî külliyatına dâhildir. Yazar daha sonra aynı çalışmayı Türkçe yayımlamıştır: Ünver, A. Süheyl, “İbni Sinanın, Yıldızların Gece Görünüp Gündüz Görülmemeleri Hakkındaki Makalesi”, İbni Sina: Hayatı ve Eserleri Hakkında Çalışmalar, İstanbul: Bürhaneddin Erenler Matbaası, 1955, s. 106-110. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 187-225 Ebû’l-Berakât el-Bağdâdî Üzerine Çalışmalar | 201 Wiedemann, E[ilhard], “Ueber den Grund, aus dem die Sterne bei Nacht sichtbar und bei Tage verborgen sind, von Hibbat Allâh Ibn Malkâ al Jehûdî al Bagdâdî”, Jahrbuch der Photographie und Reproduktionstechnik, 23 (1909), s. 49-54.48 [Yaltkaya], M. Şerefeddin, İlâhiyat: (Bağdat) lı Ebulberekât Namındaki Feylesofun [Kitabülmuteber] inin Üçüncü Kısmının Tercemesini Muhtevidir, İstanbul: Bürhanettin Matbaası, 1932.49 III. Hayatını ve Eserlerini Konu Edinen Eserler 1. Klasik Eserler el-Beyhaḳî, Ẓahîru’d-Dîn, “el-Feylesûf Evḥadu’z-Zamân Ebû’l-Berakât b. Melkâ(n) eṭ-Ṭabîb”, Târîḫu Ḥukemâʾi’l-İslâm, nşr. Muḥammed Kurd ʿAlî, Şam: Maṭbaʿatu’t-Teraḳḳî bi-Dimeşḳ, 1365/1946, s. 152-154.50 48 Bağdâdî’nin Risâle fî Sebebi Ẓuhûri’l-Kevâkib Leylen ve Ḫafâʾiha Nehâran isimli eserinin Berlin Milli Kütüphanesi’ndeki nüshasına (nr. 466/8) dayanan makale, giriş mahiyetinde bazı bilgilerle risalenin serbest ve özet bir biçimde Almancaya çevirisini ihtiva etmektedir. Makalenin tıpkıbasımları: (1) Wiedemann, Eilhard, “Ueber den Grund, aus dem die Sterne bei Nacht sichtbar und bei Tage verborgen sind, von Hibbat Allâh Ibn Malkâ al Jehûdî al Bagdâdî”, Gesammelte Schriften zur arabisch-islamischen Wissenschaftsgeschichte, ed. Dorothea Girke, Frankfurt am Main: Institute for the History of Arabic-Islamic Science at the Johann Wolfgang Goethe University, 1984, c. 1, s. 348-353. (2) Wiedemann, Eilhard, “Ueber den Grund, aus dem die Sterne bei Nacht sichtbar und bei Tage verborgen sind, von Hibbat Allâh Ibn Malkâ al Jehûdî al Bagdâdî”, Natural Sciences in Islam, Optics: Texts and Studies III, ed. Fuat Sezgin, Frankfurt am Main: Institute for the History of Arabic-Islamic Science at the Johann Wolfgang Goethe University, 2001, s. 113118. 49 Kitapta öncelikle Bağdâdî’nin hayatına ve eserlerine yönelik bilgiler verilmiş, ardından el-Kitâbu’l-Muʿteber’in ilahiyat cildinin önemli bir kısmı tasvirî biçimde tercüme edilmiştir. Kitap, Yaltkaya’nın farklı zamanlarda ve farklı isimlerle yayımlanan altı ayrı makalesinin birleştirilmiş halidir: (1) Şerafeddin, M., “Ebu alBerekât al-Bağdadî: Hayatı, İlâhiyat”, Darülfünun İlahiyat Fakültesi Mecmuası: Tarihî, İçtimaî, Dinî, Felsefî, 4:17 (1930), s. 25-41. (2) Şerafeddin, M., “[Başlıksız]”, Darülfünun İlâhıyat Fakültesi Mecmuası: Tarihî, İçtimaî, Dinî, Felsefî, 5:18 (1931), s. 1-15. (3) [M. Şerefeddin], “Kitbul-Mu’teber”, Darülfünun İlâhiyat Fakültesi Mecmuası: Tarihî, İctimaî, Dinî, Felsefî, 5:19 (1931), s. 1-16. (4) Şerafeddin, M., “Kitâb al-Mu’teber”, Darülfünun İlâhiyat Fakültesi Mecmuası: Tarihî, İctimaî, Dinî, Felsefî, 5:20 (1931), s. 1-16. (5) Şerafeddin, M., “Kitap al-muteber”, Darülfünun İlâhiyat Fakültesi Mecmuası: Tarihî, İçtimaî, Dinî, Felsefî, 5:21 (1931), s. 1-16. (6) Şerafeddin, M., “Kitap-al-muteber”, Darülfünun İlâhıyat Fakültesi Mecmuası: Tarihî, İçtimaî, Dinî, Felsefî, 5:22 (1931), s. 14-26. 50 Diğer baskılar: (1) el-Beyhaḳî, Ẓahîru’d-Dîn, “el-Feylesûf Evḥadu’z-Zamân Ebû’lBerakât b. Melkâ eṭ-Ṭabîb”, Kitâbu Tetimmeti Ṣıvâni’l-Ḥikme, nşr. Muḥammed Şefîʿ, Lahor: b.b., 1351/1932, s. 150-153. (2) el-Beyhaḳî, Ẓahîru’d-Dîn, “Evḥadu’z- ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 187-225 202 | Tuna Tunagöz Ebû’l-Fidâʾ, ʿİmâdu’d-Dîn, “Evḥadu’z-Zamân Ebû’l-Berakât Hibetullâh b. Melkân el-Ḥakîm”, el-Muḫtasar fî Aḫbâri’l-Beşer, nşr. Maḥmûd Deyyûb, Beyrut: Dâru’l-Kutubi’l-ʿİlmiyye, 1417/1197, c. 2, s. 118.51 el-Ğazzûlî, ʿAlâʾu’d-Dîn, “Evḥadu’z-Zamân Hibetullâh Ebû’l-Berakât”, Meṭâliʿu’l-Budûr fî Menâzili’s-Surûr, [Kahire]: Maṭbaʿatu İdârati’l-Vaṭan, 12991300, c. 2, s. 105-106. İbn Ebî Uṣaybiʿa, “Evḥadu’z-Zamân Ebû’l-Berakât Hibetullâh b. ʿAlî b. Melkâ”, ʿUyûnu’l-Enbâʾ fî Ṭabaḳâti’l-Eṭıbbâʾ, nşr. Nizâr Rıḍâ, Beyrut: Dâru Mektebeti’l-Ḥayât, t.y., s. 374-376.52 İbn Ḫalliḳân, “Hibetullâh b. ʿAlî b. Melkân”, Vefeyâtu’l-Aʿyân ve Enbâʾu Ebnâʾi’z-Zamân, nşr. İḥsân ʿAbbâs, Beyrut: Dâru Ṣâdır, 1397/1977, c. 6, s. 74-75. İbnu’l-ʿİbrî, Ebû’l-Ferac, Târîhu Muḫtasari’d-Duvel, nşr. Anṭûn Ṣâliḥânî el-Yesûʿî, Beyrut: Dâru’r-Râʾidi’l-Lubnânî, 1403/1983, s. 360-366. Kâtib Çelebî, “el-Muʿteber fî’l-Mantıḳ”, Keşfu’ẓ-Ẓunûn ʿan Esâmî’lKutub ve’l-Funûn, nşr. Şerefeddin Yaltkaya & Kilisli Muallim Rifat, İstanbul: Maârif Matbaası, 1941, c. 2, s. 1731.53 el-Ḳıfṭî, Cemâlu’d-Dîn, “Hibetullâh b. Melkâ”, İḫbâru’l-ʿUlemâʾ biAḫbâri'l-Ḥukemâʾ, nşr. İbrâhîm Şemsu’d-Dîn, Beyrut: Dâru’l-Kutubi’l-ʿİlmiyye, 1426/2005, s. 256-259.54 Zamân Ebû’l-Berakât b. Melkâ el-Bağdâdî”, Tetimmetu Ṣıvâni’l-Ḥikme, nşr. Rafîḳ el-ʿAcem, Beyrut: Dâru’l-Fikri’l-Lubnânî, 1994, s. 125-127. (3) el-Beyhaḳî, Ẓahîru’dDîn, “el-Feylesûf Evḥadu’z-Zamân Ebû’l-Berakât b. Melkân eṭ-Ṭabîb”, Târîḫu Ḥukemâʾi’l-İslâm, nşr. Memdûḥ Ḥasen Muḥammed, Kahire: Mektebetu’s̱S̱ekâfeti’d-Dîniyye, 1417/1996, s. 171-172. Eserin 14. yüzyılda yapılmış bir Farsça tercümesi de bulunmaktadır: el-Beyhaḳî, Ẓahîru’d-Dîn, “el-Feylesûf Evḥadu’zZamân Ebû’l-Berakât b. Melkâ el-Bağdâdî”, Durretu’l-Aḫbâr ve Lemʿatu’l-Envâr, çev. Nâṣıru’d-Dîn b. ʿUmdeti’l-Mulk el-Yezdî, nşr. ʿAlî Evcubî, Tahran: Muʾessese-i İntişârat-ı Ḥikmet, 1388 hş./2009-10, s. 91-93. 51 Diğer baskı: Ebû’l-Fidâʾ, ʿİmâdu’d-Dîn, “Evḥadu’z-Zamân Ebû’l-Berakât Hibetullâh b. Melkân el-Ḥakîm”, el-Muḫtasar fî Aḫbâri’l-Beşer, [Kahire]: el-Maṭbaʿatu’lḤuseyniyyetu’l-Mıṣriyye, t.y., c. 3, s. 43. 52 Diğer baskı: (1) İbn Ebî Uṣaybiʿa, “Evḥadu’z-Zamân Ebû’l-Berakât Hibetullâh b. ʿAlî b. Melkâ”, Kitâbu ʿuyûnu’l-Enbâʾ fî Ṭabaḳâti’l-Eṭıbbâʾ, nşr. İmriʾu’l-Ḳays eṭ-Ṭaḥḥân (August Müller), [Kahire]: el-Maṭbaʿatu’l-Vehbiyye, 1299/1883, s. 278-280. 53 Diğer baskı: Kâtib Çelebî, “Muʿteber fî’l-Mantıḳ”, Keşfu’ẓ-Ẓunûn ʿan Esâmî’l-Kutub ve’l-Funûn: Lexicon Bibliographicum et Encyclopaedicum, nşr. Gustavus Fluegel, Leipzig: Oriental Translation Fund of Great Britain and Ireland, 1850, c. 5, s. 620. 54 Diğer baskılar: (1) el-Ḳıfṭî, Cemâlu’d-Dîn, “Hibetullâh b. Melkâ Ebû’l-Berekât”, Ibn al-Qifṭi’s Taʾrīḫ al-Ḥukamāʾ, nşr. Julius Lippert, Leipzig: Dieterich’sche ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 187-225 Ebû’l-Berakât el-Bağdâdî Üzerine Çalışmalar | 203 [Meçhul], “el-Feylesûf Evḥadu’z-Zamân Ebû’l-Berakât b. Melkâ elBağdâdî”, Muḫtasar fî Ẕikri’l-Ḥukemâʾi’l-Yûnâniyyîn ve’l-Milliyyîn, Madrid, Real Biblioteca del Monasterio de El Escorial, Arabes, nr. 635, y. 61a. el-ʿUmerî, İbn Faḍlullâh, “Evḥadu’z-Zamân, Ebû’l-Berakât Hibetullâh b. ʿAlî b. Melkâ el-Beledî”, Mesâliku’l-Ebṣâr fî Memâliki’l-Emṣâr, nşr. Kâmil Selmân el-Cubûrî, Beyrut: Dâru’l-Kutubi’l-ʿİlmiyye, 2010, c. 9, s. 247-250.55 eṣ-Ṣafedî, Ḫalîl b. Aybek, “Evḥadu’z-Zamân eṭ-Ṭabîb”, el-Vâfî bi’lVefeyât, nşr. Aḥmed el-Arnaʾûṭ & Turkî Muṣṭafâ, Beyrut: Dâru İḥyâʾi’t-Turâs̱i’lʿArabî, 1420/2000, c. 27, s. 178.56 –––––, “Hibetullâh b. ʿAlî b. Melkâ Ebû’l-Berakât Evḥadu’z-Zamân”, Neks̱u’l-Himyân fî Nuketi’l-ʿUmyân, nşr. Muṣṭafâ ʿAbdu’l-Ḳâdir ʿAṭâ, Beyrut: Dâru’l-Kutubi’l-ʿİlmiyye, 1428/2007, s. 289-290.57 eş-Şehrazûrî, Şemsu’d-Dîn, “Ebû’l-Berakât el-Bağdâdî”, Nuzhetu’lErvâḥ: Bilgelerin Tarihi ve Özdeyişleri, nşr. ve çev. Eşref Altaş, İstanbul: Türkiye Yazma Eserleri Kurumu Başkanlığı Yayınları, 2016, s. 794-797.58 el-Vaṭvâṭ, Raşîdu’d-Dîn, “Kitâb ilâ’l-Ḥakîm el-ʿÂlim Ebî’l-Berakât eṭṬabîb el-Bağdâdî mine’l-Haḍrati’l-Ḫârizmşâhiyye”, Mecmûʿatu Rasâʾili Raşîdi’d-Dîn el-Vaṭvâṭ, nşr. Muḥammed Efendî Fehmî, [Kahire]: Matbaʿatu’lMaʿârif, 1315, c. 1, s. 64-65. eẕ-Ẕehebî, Şemsu’d-Dîn, “Ebû’l-Berakât Hibetullâh b. ʿAlî b. Melkâ elBeledî”, Siyeru Aʿlâmi’n-Nubelâʾ, nşr. Şuʿayb el-Arnaʾût v.dğr., Beyrut: Muʾessesetu’r-Risâle, 1405/1985, c. 20, s. 419.59 Verlagsbuchhandlung, 1903, s. 343-346. (2) Ḳıfṭî, Cemâlu’d-Dîn, “Hibetullâh b. Melkâ”, Kitâbu İḫbâru’l-ʿUlemâʾ bi-Aḫbâri'l-Ḥukemâʾ, nşr. Muḥammed Emîn elḪâncî, Mısır: Maṭbaʿatu’s-Saʿâde, 1326/1908-09, s. 224-227. 55 Diğer baskı: el-ʿUmerî, İbn Faḍlullâh, “Evḥadu’z-Zamân, Ebû’l-Berakât Hibetullâh b. ʿAlî b. Melkâ el-Beledî”, Mesâliku’l-Ebṣâr fî Memâliki’l-Emṣâr, Abu Dabi: elMecmaʿu’s̱- S̱ekâfî, 1423/2003, c. 9, s. 452-456. 56 Diğer baskı: eṣ-Ṣafedî, Ḫalîl b. Aybek, “Evḥadu’z-Zamân eṭ-Ṭabîb”, Kitâbu’l-Vâfî bi’l-vefeyât, nşr. Otfried Weintritt, Beyrut: Maṭbaʿatu’ş-Şeriketi’l-Muttaḥıde li’tTevzîʿ, 1418/1997, c. 6/27, s. 300-302. 57 Diğer baskı: eṣ-Ṣafedî, Ḫalîl b. Aybek, “Hibetullâh b. ʿAlî b. Melkâʾ Ebû’l-Berakât [Evḥadu’z-Zamân] eṭ-Ṭabîb el-Faḍıl”, Nektu’l-Himyân fî Nuketi’l-ʿUmyân, Mısır: elMaṭbaʿatu’l-Cemâliyye, 1329/1911, s. 304. 58 Diğer baskı: eş-Şehrazûrî, Şemsu’d-Dîn, “Ebû’l-Berakât el-Bağdâdî”, Târîḫu’lḤukemaʾ: Nuzhetu’l-Ervâḥ ve Ravḍatu’l-Efrâḥ, nşr. ʻAbdu’l-Kerîm Ebû Şuveyrib, Trablus: Cemʿiyyetu’d-Daʿveti’l-İslâmiyyeti’l-ʿÂlemiyye, 1398/1988, s. 343-344. 59 Diğer baskı: eẕ-Ẕehebî, Şemsu’d-Dîn, “Ebû’l-Berakât”, Siyeru Aʿlâmi’n-Nubelâʾ, Kahire: Dâru’l-Ḥadîs̱, 1427/2006, c. 15, s. 168. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 187-225 204 | Tuna Tunagöz –––––, “Ebû’l-Berakât”, Tehẕîbu Siyeri Aʿlâmi’n-Nubelâʾ, nşr. Şuʿayb el-Arnaʾût v.dğr., Beyrut: Muʾessesetu’r-Risâle, 1412/1991, c. 3, s. 55. –––––, “Evḥadu’z-Zamân eṭ-Ṭabîb”, Târîḫu’l-İslâm ve Vefeyâtu’lMeşâhîr ve’l-Aʿlâm, nşr. ʿUmer ʿAbdu’s-Selâm Tedmurî, Beyrut: Dâru’lKitâbi’l-ʿArabî, 1413/1993, c. 38, s. 340-342. 2. Muasır Kaynaklar Ağırakça, Ahmet, “Evhadü’z-zaman Ebu’l-Berekât”, İslâm Tıp Tarihi (Başlangıçtan VII./XIII. Yüzyıla Kadar), İstanbul: Nobel Tıp Kitapevleri, 2004, s. 234-237. ʿAkkâvî, Ruḥâb Ḫıḍr, “İbn Melkâ el-Beledî (t.560 h./1172 m.)”, elMûcez fî Târîḫi’ṭ-Ṭıbb ʿinde’l-ʿArab, Beyrut: Dâru’l-Menâhil, t.y., s. 228231.ʿAtıyyetullâh, Aḥmed, “Evḥadu’z-Zamân”, el-Ḳâmûsu’l-İslâmî, Kahire: Mektebetu’n-Naḥḍati’l-Mıṣriyye, 1963, c. 1, s. 212. el-Bağdâdî, İsmâʿîl Bâşâ, “İbn Melkâ el-Beledî”, Hediyyetu’l-ʿÂrifîn: Esmâʾu’l-Muʾellifîn ve Âs̱âru’l-Muṣannifîn, nşr. Rifat Bilge v.dğr., Ankara: Millî Eğitim Bakanlığı, 1955, c. 2, s. 505-506.60 Brockelmann, Carl, “Auḥadazzamān Hibatallāh ʿA. b. Malkā a.’lBarakāt al-Baġdādī al-Baladī”, Geschichte der arabischen Litteratur, Leiden: E. J. Brill, 1943, c. 1, s. 602. –––––, “Auḥadazzamān Hibatallāh ʿA. b. Malkā a.’l-Barakāt alBaġdādī al-Baladī”, Geschichte der arabischen Litteratur: Supplementband, Leiden: E. J. Brill, 1943, c. 1, s. 831. –––––, “Hibatallâh b. Malka abû ʾl Barakât al Baġdâdî”, Geschichte der arabischen Litteratur, Weimar: Verlag von Emil Felber, 1898, c. 1, s. 460. el-Cezzâr, Fikrî, “Evḥadu’z-Zamân”, Medâḫilu’l-Muʾellifîn ve’l-Aʿlâm el-ʿArab hattâ ʿÂm 1215 h.=1800 m., Riyad: Mektebetu’l-Melik Fehd elVaṭaniyye, 1411/1991, c. 1, s. 117-118. Daiber, Hans, “Abū l-Barakāt al-Bagdādī”, Bibliography of Islamic Philosophy, II: Index of Names, Terms and Topics, Leiden & Boston & Köln: Brill, 1999, s. 9. 60 Tıpkıbasım: el-Bağdâdî, İsmâʿîl Bâşâ, “İbn Melkâ el-Beledî”, Hediyyetu’l-ʿÂrifîn: Esmâʾu’l-Muʾellifîn ve Âs̱âru’l-Muṣannifîn, nşr. Rifat Bilge v.dğr., Lübnan: Dâru İḥyâʾi’t-Turâs̱i’l-ʿArabî, t.y., c. 2, s. 505-506. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 187-225 Ebû’l-Berakât el-Bağdâdî Üzerine Çalışmalar | 205 ed-Deffâʿ, ʿAlî ʿAbdullâh, “Hibetullâh b. Melkâ el-Bağdâdî”, Aʿlâmu’lʿArab ve’l-Muslimîn fî’ṭ-Ṭıbb, Beyrut: Muʾessesetu’r-Risâle, 1983, s. 168-176. Dirâyetî, Muṣṭafâ, “el-Muʿteber”, Fihristvâre-i Destneveşthâ-i Îrân (Denâ), Tahran: İntişârât-ı Kitâbḫâne-i Meclis-i Şûrâ-yı İslâmî, 1389 hş./2010, c. 9, s. 838. Dirâyetî, Muṣṭafâ & Dirâyetî, Muctebâ, “Tiryâḳu Berşeʿas̱â”, Fihristgân-i Nusḫahâ-i Ḫaṭṭî-i Îrân (Feḫnâ), Tahran: Sâzmân-ı Esnâd ve Kitâbḫâne-i Millî-i Cumhûrî-i İslâmî-i Îrân, 1390 hş./2011, c. 8, s. 162-163. Fernini, Ilias, “Barakāt (Abū’l-Barakāt)”, A Bibliography of Scholars in Medieval Islam: 150-1000 A.H. (750-1600 A.D.), Abu Dabi: Cultural Foundation, 1998, s. 34-35. İhsanoğlu, Ekmeleddin & Rosenfeld, Boris A., “Hibatallah al-Baladi alBaghdadi”, Mathematicians, Astronomers and Other Scholars of Islamic Civilization and Their Works (7th-19th c.), İstanbul: Ircica Publications, 2003, s. 184. Karabulut, Ali Rıza & Karabulut, Ahmet Turan, “Hibetullâh b. ʿAlî b. Melkâ”, Muʿcemu’t-Târîḫi’t-Turâs̱i’l-İslâmî fî Mektebâti’l-ʿÂlem: el-Maḫṭûṭât ve’l-Maṭbûʿât, Kayseri: Mektebe Yayınları, t.y., c. 5, s. 3874. Karabulut, Ali Rıza, “Hibetullâh b. ʿAlî b. Melkâ”, Muʿcemu’lMahṭûṭâti’l-Mevcûde fî Mektebâti İstânbûl ve Anâṭûlî, Kayseri: Akabe Kitabevi, t.y., c. 3, s. 1630-1631. Keḥḥâle, ʿUmer Rıḍâ, “Hibetullâh Evḥadu’z-Zamân”, Muʿcemu’lMuʾellifîn, Beyrut: Muʾessesetu’r-Risâle, 1414/1993, c. 4, s. 59.61 Leclerc, Lucien, “Aboul Barakat Aouhad Ezzeman”, Histoire de la médecine arabe: Exposé complet des traductions du grec; les sciences en Orient, leur transmission à l'Occident par les traductions latines, Paris: Ernest Ledoux, 1876, c. 2, s. 29-31. Pines, Shlomo, “Abu’l-Barakāt al-Baghdādī, Hibat Allah”, Dictionary of Scientific Biography, ed. Charles Coulston Gillispie, New York: Charles Scribner’s Sons, 1970, c. 1, s. 26-28. es-Sâmerrâʾî, Kemâl, “Ebû’l-Berekât b. Melkâ al-Beledî”, Muḫtaṣaru Târîḫi’ṭ-Ṭıbbi’l-ʿArabî, Beyrut: Dâru’n-Niḍâl, 1409/1989, c. 1, s. 527-530. 61 Diğer baskı: Keḥḥâle, ʿUmer Rıḍâ, “Hibetullâh Evḥadu’z-Zamân”, Muʿcemu’lMuʾellifîn, Beyrut: Mektebetu’l-Mus̱ennâ & Dâru İḥyâʾi’t-Turâs̱i’l-ʿArabî, t.y., c. 13, s. 142-143. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 187-225 206 | Tuna Tunagöz Sarton, George Alfred Leon, “Hibatallāh ibn Malkā”, Introduction to the History of Science: From Rabbi ben Ezra to Roger Bacon, Baltimore: The Williams & Wilkins Company, 1931, c. 2/1, s. 382. 62 Sezgin, Fuat, “Abu l-Barakāt Hibatallāh b. ʿAlī b. Malkā al-Baġdādī”, Geschichte des arabischen Schrifttums, Leiden: E. J. Brill, 1979, c. 7, s. 215. Steinschneider, Moritz, “Abu’l-Barakat Hibat Allah b. Ali (Eli?) b. Malka (od. Malkan) al-Baladi”, Die arabische Literatur der Juden, Frankfurt: J. Kauffmann, 1902, s. 182-186. Suter, Heinrich, “Hibetallâh b. ʿAlî b. Melkâ, Abû’l-Barakât, el-Beledî”, Die Mathematiker und Astronomen der Araber und Ihre Worke, Leipzig: Druck und Verlag von B. G. Teubner, 1900, s. 123. 63 Şeşen, Ramazan v.dğr., “İbn Melkâ, Evḥadu’z-Zamân Ebû’l-Berakât Hibetullâh b. ʿAlî el-Bağdâdî”, Fihrisu Maḫṭûṭati’ṭ-Ṭıbbi’l-İslâmî bi’l-Luğati’lʿArabiyye ve’t-Turkiyye ve’l-Fârisiyye fî Mektebâti Turkiyâ, İstanbul: IRCICA, 1404/1984, s. 90-91. Şeşen, Ramazan, “Kitâbu’l-Muʿteber fî’l-Ḥikme”, Nevâdiru’lMaḫṭûṭâti’l-ʿArabiyye fî Mektebâti Turkiyâ, Beyrut: Dâru’l-Kitâbi’l-Cedîd, 1975, c. 1, s. 187. Ṭarâbîşî, Cûrc, “Ebû’l-Berakât el-Bağdâdî”, Muʿcemu’l-Felâsife: elFelâsife, el-Menâṭıḳa, el-Mutekellimûn, el-Lâhûtiyyûn, el-Mutaṣavvifûn, Beyrut: Dâru’ṭ-Ṭalîʿa li’ṭ-Ṭıbâʿa ve’n-Neşr, 2006, s. 36. Wüstenfeld, Ferdinand, “Abul-Berakât Hibetallah Ben Ali Melkân Auhad el-Zamân el-Beldi”, Geschichte der arabischen Aerzte und Naturforscher, Göttingen: Vandenhoeck und Ruprecht, 1840, s. 98-99. ez-Ziriklî, Ḫayru’d-Dîn, “Evḥadu’z-Zamân”, el-Aʿlâm: Ḳâmûsu Terâcîm li-Eşheri’r-Ricâl ve’n-Nisâʾ mine’l-ʿArab ve’l-Mustaʿribîn ve’l-Musteşriḳîn, Beyrut: Dâru’l-ʿİlm li’l-Melâyîn, 2002, c. 8, s. 74-75. 62 Tıpkıbasım: Sarton, George Alfred Leon, “Hibatallāh ibn Malkā”, Introduction to the History of Science: From Rabbi ben Ezra to Roger Bacon, Baltimore: The Williams & Wilkins Company, 1962, c. 2/1, s. 382. 63 Tıpkıbasım: Suter, Heinrich, “Hibetallâh b. ʿAlî b. Melkâ, Abû’l-Barakât, el-Beledî”, Die Mathematiker und Astronomen der Araber und Ihre Worke, London & New York: Johnson Reprint Corporation, 1972, s. 123. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 187-225 Ebû’l-Berakât el-Bağdâdî Üzerine Çalışmalar | 207 IV. Tezler Aḥmed, Muḥammed Seyyid Muḥammed, el-İtticâhu’l-İşrâḳî fî Felsefeti Ebî’l-Berakât el-Bağdâdî, Doktora Tezi, Asyût: Câmiʿatu Asyûṭ, 2014. Alaca, Cengiz, Ebu’l-Berekât el-Bağdâdi'nin Metafizik Düşünceleri, Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2001. Çakır Baş, Derya, Ebu’l-Berekât el-Bağdâdî’nin Din Felsefesi, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1995. Dağ, Mehmet, The Philosophy of Abū’l-Barakāt al-Baghdādī with Special Reference to His Concept of Time, Doktora Tezi, Durham: University of Durham, 1970. Haron, Mohd Fadhil, Teori kejadian alam menurut Abū al-Barakāt alBaghdādī, Yüksek Lisans Tezi, Selangor [Malezya]: Universiti Kebangsaan Malaysia, Fakulti Pengajian Islam, 2009. Ḥasen, Ṣabrî ʿUs̱mân Muḥammed, el-Felsefetu’ṭ-Ṭabîʿiyye ve’lİlâhiyye ʿinde Ebî’l-Berakât el-Bağdâdî, Doktora Tezi, Kahire: Câmiʿatu’lḲâhira, 1982. Ḥasâneyn, Rabîʿ Ḥasâneyn Muḥammed, el-Cânibu’l-İlâhî beyne Ebî’lBerakât el-Bağdâdî (t: 547h.) ve İbn Ruşd (t: 595h.): Dirâse Muḳârene, Yüksek Lisans Tezi, Kahire: Câmiʿatu’l-Ezher, 2015. Ğazzâl, ʿAbdu’r-Raʾûf ʿAydârûs ʿAlî, Naẓariyyetu’s-Saʿâde ve ʿAlâkatuhâ bi’l-Fiʿli’l-İnsânî ʿinde Kullin min: Ebû’l-Barakât el-Bağdâdî ve Faḫru’d-Dîn er-Râzî, Doktora Tezi, Zeḳâzîḳ [Mısır]: Câmiʿatu’z-Zeḳâzîḳ, 1999. İbrâhîm, Niʿme Muḥammed, Ebû’l-Berakât el-Bağdâdî ve Felsefetuhû’ṭ-Ṭabîʿiyye, Yüksek Lisans Tezi, Bağdat: Câmiʿatu Bağdâd, 1981. –––––, ʿİlmu Mâ-baʿde’ṭ-ṭabîʿa fî Felsefeti Ebî’l-Berakât el-Bağdâdî, Doktora Tezi, Kufe: Câmiʿatu’l-Kûfe, 1995. Al-Khelaifi, Abd al-Hakeem, The Psychology of Abū al-Barakāt alBaghdādī, Doktora Tezi, Manchester: University of Manchester, 1995. Lameer, Joep, De Aristotelische Théorie van het Syllogisme in de Logica van Abū l-Barakāt Al-Baġdādī, Yüksek Lisans Tezi, Leiden: [Universiteit Leiden], 1986.64 64 Bu teze yönelik bilgi için bkz. Daiber, Bibliography of Islamic Philosophy, c. 1, s. 14. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 187-225 208 | Tuna Tunagöz Mâlullâh, Ṣalâḥ ʿUs̱mân Ṣâliḥ, el-Ḳıyâs ve’l-Burhân: Dirâse fî Mantıḳi Ebî’l-Berakât el-Bağdâdî, Doktora Tezi, Kahire: Câmiʿatu’l-Ḳâhira, 2002. Mirzâ, İḥsân bint ʿAbdu’l-Ğaffâr ʿAbdullâh, Ârâʾu Ebî’l-Berakât elBağdâdî el-İʿtiḳâdiyye fî’l-İlâhiyyât: Dirâse ve Naḳd ʿalâ Ḍavʾi ʿAḳîdeti Ehli’sSunne ve’l-Cemâʿa, Yüksek Lisans Tezi, Mekke: Câmiʿatu Ummi’l-Ḳurâ, 1415/1994. Nasrat, Haidar Ali, La théorie de l'émanation chez Avicenne, AlBaghdadi et Sohrawardi, Doktora Tezi, Paris: Université Paris-Sorbonne, 1973. Okan, Kutlu, Ebu’l-Berekat el-Bağdadi’nin Bilgi Teorisi, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2015. Özkan, Yakup, Ebu’l-Berekat el-Bağdadi’nin Tanrı Anlayışı, Yüksek Lisans Tezi, Sakarya: Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2010. Özpilavcı, Ferruh, Ebu’l-Berekât el-Bağdadî’de Nefs Teorisi, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 2000. –––––, Ebü’l-Berekât el-Bağdâdî’de Tabiat Felsefesi, Doktora Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2008. Pavlov, Moshe M., Abū’l-Barakāt al-Baghdādī: An Introduction to his Metaphysics in the Conception of Existent Being and its Nexus to the Notion of God, Yüksek Lisans Tezi, Kudüs: Hebrew University, 2003. –––––, The Epistemological and Logical Foundations of the Metaphysics of the Kitāb al-Mu‘tabar fî’l-Hikma of Abū’l-Barakāt al-Baghdādī, Doktora Tezi, Kudüs: Hebrew University, 2011. Er-Rabîʿî, Nebeʾ ʿAbdu’s-Settâr Câbir, el-Mantıḳ ʿinde Ebî’l-Berakât el-Bağdâdî: Dirâse Taḥlîliyye, Yüksek Lisans Tezi, Kufe: Câmiʿatu’l-Kûfe, 2012. Rızḳullâh, Îzîs Eyyûb, Muşkiletu’n-Nefsi’l-İnsâniyye fî Felsefeti Ebî’lBerakât el-Bağdâdî (İbn Melkâ) ve Maṣâdiruhû’l-Yûnâniyye, Yüksek Lisans Tezi, Kahire: Câmiʿatu’l-Ḳâhira, 1987. Sâlim, Aḥmed b. Aḥmed, Muşkiletu Ḳıdemi’l-ʿÂlem ve Ḥudûs̱ih ʿinde Ebî’l-Berakât el-Bağdâdî ve Faḫri’d-Dîn er-Râzî, Doktora Tezi, Asyûṭ: Câmiʿatu Asyûṭ, 2005. Şehîd, Ḥuseyn Ḥamze, el-Mevḳıfu’n-Naḳdî ʿinde Ebî’l-Berakât elBağdâdî: Naẓariyyetu’l-Maʿrife Enmûzecen, Doktora Tezi, Kufe: Câmiʿatu’lKûfe, 2012. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 187-225 Ebû’l-Berakât el-Bağdâdî Üzerine Çalışmalar | 209 eṭ-Ṭayyib, Aḥmed Muḥammed, Mevḳıfu Ebî’l-Berakât el-Bağdâdî mine’l-Felsefeti’l-Meşşâʾiyye, Doktora Tezi, Kahire: Câmiʿatu’l-Ezher, 1990. Tunagöz, Tuna, Ebû’l-Berakât el-Bağdâdı̂ ’de Tanrı Düşüncesi, Doktora Tezi, Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2012.65 V. Kitaplar Ebû Saʿde, Muḥammed Ḥuseynî, el-Vucûd ve’l-Ḫulûd fî Felsefeti Ebî’l-Berakât el-Bağdâdî, Kahire: Mektebetu’l-Usra, 1993. Echer, Abdu’l-Ḥakîm, Ebû’l-Berakât el-Bağdâdî: Binâʾu’l-ʿÂlem ʿalâ Mesâʾili’d-Dîn ve’d-Ders fî’l-Huviyye, Beyrut: el-Merkezu’s̱-S̱eḳâfiyyu’l-ʿArabî, 2011. Ḥasen, Ṣabrî ʿUs̱mân Muḥammed, el-Felsefetu’ṭ-Ṭabîʿiyye ve’lİlâhiyye ʿinde Ebî’l-Berakât el-Bağdâdî, İskenderiye: Dâru’d-Daʿve li’ṭ-Ṭabʿ ve’n-Neşr ve’t-Tevzîʿ, 1982. İbrâhîm, Niʿme Muḥammed, Ebû’l-Berakât el-Bağdâdî ve Felsefetuhû’ṭ-Ṭabîʿiyye, Necef: Dâru’ḍ-Ḍıyâʾ, 2007.66 –––––, ʿİlmu Mâ-baʿde’ṭ-ṭabîʿa fî Felsefeti Ebî’l-Berakât el-Bağdâdî, Necef: Dâru’ḍ-Ḍıyâʾ, 2007.67 ʿÎdî, Ḥamîd, Naḳd-ı ʿAkâyid: Berresî Naẓarât-ı İntiḳâdi-i Ebû’l-Berakât Bağdâdî ber Ârâ ve ʿAḳâyid-i Felsefî-i Şeyḫi’r-Reʾîs Ebû ʿAlî Sînâ, Hürremâbâd: Eflâk, 1382 hş./2003. Nony, Sylvie, Les variations du mouvement: Abū al-Barakāt, un physicien à Bagdad (VIe/XIIe siècle), Kahire: Institut Français d'Archéologie Orientale, 2016.68 Pavlov, Moshe M., Abū’l-Barakāt al-Baghdādī’s Scientific Philosophy: The Kitāb al-Muʿtabar, New York: Routledge, 2017. 65 İSAM’ın İlahiyat Fakülteleri tezler kataloğu veri tabanında Bağdâdî felsefesine yönelik iki ayrı tezin hazırlık aşamasında olduğu ifade edilmektedir: (1) Yeşil, Mustafa, Ebu’l-Berekât el-Bağdâdî’de Eleştiri, Doktora Tezi, Konya: Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü; (2) Sağlam, Masum, Ebu’l-Berekât el-Bağdâdî’de İlliyet Teorisi, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. (http://ktp.isam.org.tr/?url=tezilh/findrecords.php; erişim: 24.03.2017) 66 Çalışma yazarın yüksek lisans tezine dayanmaktadır. 67 Çalışma yazarın doktora tezine dayanmaktadır. 68 Çalışma yazarın doktora tezine dayanmaktadır. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 187-225 210 | Tuna Tunagöz –––––, Abū’l-Barakāt al-Baghdādī’s Metaphysical Philosophy: The Kitāb al-Mu‘tabar, New York: Routledge, 2017. Pines, Shlomo, Nouvelles etudes sur Awḥad al-Zamân Abu-l-Barakât al-Baghdâdî, Paris: Librairie Durlacher, 1955. 69 Seydebî, Cemâl Raceb, Ebû’l-Berakât el-Bağdâdî ve Felsefetuhû’lİlâhiyye: Dirâse li-Mevḳıfihî’n-Naḳdî min Felsefeti İbn Sînâ, Kahire: Mektebetu Vehbe, 1996. eṭ-Ṭayyib, Aḥmed Muḥammed, el-Cânibu’n-Naḳdî fî Felsefeti Ebî’lBerakât el-Bağdâdî, Kahire: Dâru’ş-Şurûḳ, 2004.70 Tunagöz, Tuna, Ebü’l-Berekât el-Bağdâdî Felsefesinde Tanrı, Ankara: İSAM Yayınları, 2017.71 VI. Kitap Bölümleri Adamson, Peter, “All Things Considered: Abū l-Barakāt al-Baghdādī”, Philosophy in the Islamic World: A History of Philosophy without any Gaps III, Oxford: Oxford University Press, 2016, s. 302-308. el-Âlûsî, Ḥusâm, “Ebû’l-Berakât el-Bağdâdî”, ez-Zamân fî’l-Fikri’d-Dînî ve’l-Felsefî el-ḳadîm, Beyrut: el-Muʾessesetu’l-ʿArabiyye li’d-Dirâsât ve’nNeşr, 1400/1980, s. 81-86.72 Cohn-Sherbok, Dan, “Abu Al-Barakat”, Medieval Jewish Philosophy: An Introduction, London: Routledge, 1996, s. 75-79. Corbin, Henry, “Abû’l-Barakât al-Baghdâdî”, Histoire de la philosophie islamique, [Paris]: Gallimard, 1986, s. 249-253.73 69 Tıpkıbasım: Pines, Shlomo, “Nouvelles etudes sur Awḥad al-Zamân Abu’l-Barakât al-Baghdâdî”, The Collected Works of Shlomo Pines, I: Studies in Abu’l-Barakāt alBaghdādī: Physics and Metaphysics, Kudüs: Magnes Press, Hebrew University & Leiden: Brill, 1979, s. 96-173. 70 Çalışma yazarın doktora tezine dayanmaktadır. 71 Çalışma yazarın doktora tezine dayanmaktadır. 72 Yeni Baskı: el-Âlûsî, Ḥusâm, “Ebû’l-Berakât el-Bağdâdî”, ez-Zamân fî’l-Fikri’d-Dînî ve’l-Felsefî ve Felsefeti’l-ʿİlm, Beyrut: el-Muʾessesetu’l-ʿArabiyye li’d-Dirâsât ve’nNeşr, 2005, s. 108-113. 73 Çeviriler: (1) Türkçe: Corbin, Henry, “Ebul-Berekât-ul-Bağdadî”, İslâm Felsefesi Tarihi: Başlangıçtan İbn Rüşd’ün Ölümüne, çev. Hüseyin Hatemi, İstanbul: İletişim Yayınları, 2013, c. 1, s. 315-319. (2) İngilizce: Corbin, Henry, “Abu al-Barakat alBaghdadi”, History of Islamic Philosophy, çev. Liadain Sherrard & Philip Sherrard, London & New York: Kegan Paul International, t.y., s. 177-179. (3) Arapça: Corbin, ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 187-225 Ebû’l-Berakât el-Bağdâdî Üzerine Çalışmalar | 211 Ebû Rayyân, Muḥammed ʿAlî, “Ebû’l-Berakât el-Bağdâdî”, Târîḫu’lFikri’l-Felsefî fî’l-İslâm, İskenderiye: Dâru’l-Maʿrifeti’l-Câmiʿiyye, 1990, s. 377406. Gil, Moshe, “Jewish Figures in the Twelfth and the Thirteenth Centuries: Abū’l-Barakāt Hibat Allah b. ʿAlī b. Malkā”, Jews in Islamic Countries in the Middle Ages, çev. David Strassler, Leiden: Brill, 2004, s. 469-475. Hasnawi, Ahmad, “Taxinomie topique: La classification thémistéenne des lieux chez Boèce, Averroès et Abū l-Barakāt al-Baghdādī”, Words, Texts and Concepts Cruising the Mediterranean Sea: Studies on the Sources, Contents and Influences of Islamic Civilization and Arabic Philosophy and Science, ed. Rüdiger Arnzen & Jörn Thielmann, Leuven: Peeters Publishers, 2004, s. 245-257. Huveydî, Yaḥyâ, “Naḳdu Ebî’l-Berakât el-Bağdâdî li-Naẓariyyeti İbn Sînâ fî’n-Nefs ve’l-ʿAkl”, Muḥâḍarât fî’l-Felsefeti’l-İslâmiyye, Kahire: Mektebetu’n-Naḥḍati’l-Mıṣriyye, 1965, s. 191-259.74 Kaukua, Jari, “Self, Agent, Soul: Abū al-Barakāt al-Baghdādī's Critical Reception of Avicennian Psychology”, Subjectivity and Selfhood in Medieval and Early Modern Philosophy, ed. Jari Kaukua & Tomas Ekenberg, Switzerland: Springer, 2016, s. 75-89. –––––, “Self-awareness without substance: from Abū al-Barakāt alBaghdādī to Suhrawardī”, Self-Awareness in Islamic Philosophy: Avicenna and Beyond, Cambridge, Cambridge University Press, 2015, s. 104-123. Luṭf, Sâmî Naṣr, “Ebû’l-Berakât el-Bağdâdî”, Nemâẕic min Felsefeti’lİslâmiyyîn, Kahire: Mektebetu Saʿîd Raʾfet, 1977. Murâd, Saʿîd, “Naẓariyyetu’s-Saʿâde ʿinde Ebî’l-Berakât el-Bağdâdî”, ed-Duktûr Tevfîḳ eṭ-Ṭavîl Mufekkiran ʿArabiyyen ve Râʾiden li’l-Felsefeti’lḪuluḳıyye: Buhûs ʿanh ve Dirâsât Muhdât ileyh, ed. ʿÂṭıf el-ʿIrâḳî, Kahire: elMeclisu’l-Aʿlâ li’s̱-S̱ekâfe, 1995, s. 281-290. Nony, Sylvie, “La dynamique d’Abū l-Barakāt: faire le vide pour penser le changement du changement”, In the Age of Averroes: Arabic Philo- Henry, “Ebû’l-Berakât el-Bağdâdî”, Târîḫu’l-Felsefeti’l-ʿArabiyye, çev. Naṣîr Muruvve & Ḥasen Ḳabîsî, Beyrut: ʿUveydât li’n-Neşr ve’ṭ-Ṭıbâʿa, 1998, s. 268-271. 74 Bu çalışma başka bir eser içerisinde de yayımlanmıştır: Huveydî, Yaḥyâ, “Naḳdu Ebî’l-Berakât el-Bağdâdî li-Naẓariyyeti İbn Sînâ fî’n-Nefs ve’l-ʿAkl”, Dirâsât fi ʿİlmi’lKelâm ve’l-Felsefeti’l-İslâmiyye, Kahire: Dâru’s̱-S̱ekâfe li’ṭ-Ṭıbâʿa ve’n-Neşr, 1977, s. 239-307. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 187-225 212 | Tuna Tunagöz sophy in the Sixth/Twelfth Century, ed. Peter Adamson, London: The Warburg Institute, 2011, s. 93-116. –––––, “Two Arabic Theories of Impetus”, çev. Peter E. Pormann, Islamic Medical and Scientific Tradition, III: The Physical Sciences: Physics, Astronomy, Geodesy, ed. Peter E. Pormann, London: Routledge, 2011, s. 332. Pachniak, Katarzyna, “Abū al-Barakāt al-Baghdādī”, Filozofia polityki muzułmańskiej: na podstawie dzieł Abū Ḥāmida al-Ḡazālego, Varşova: Dialog, 2001. Pines, Shlomo, “Concluding Remarks”, The Collected Works of Shlomo Pines, I: Studies in Abu’l-Barakāt al-Baghdādī: Physics and Metaphysics, Kudüs: Magnes Press, Hebrew University & Leiden: Brill, 1979, s. 335338. –––––, “Note on Abu’l-Barakât’s Celestial Physics”, The Collected Works of Shlomo Pines, I: Studies in Abu’l-Barakāt al-Baghdādī: Physics and Metaphysics, Kudüs: Magnes Press, Hebrew University & Leiden: Brill, 1979, s. 175-180. –––––, “Studies in Abu’l-Barakāt Al-Baghdādī’s Poetics and Metaphysics”, Scripta Hierosolymitana, VI: Studies in Philosophy, ed. Samuel H. Bergman, Jerusalem: Magnes Press, Hebrew University, 1960, s. 120-198.75 Sirat, Colette, “Judah Halevi and Abu-l-Barakāt”, A History of Jewish Philosophy in the Middle Ages, Cambridge: Cambridge University Press, 1996, s. 113-140. Street, Tony, “Arabic Logic: Abū-l-Barakāt al-Baġdādī’s Logic”, Handbook of the History of Logic, I: Greek, Indian and Arabic Logic, ed. Dov N. Gabbay & John Woods, Amsterdam: Elsevier, 2004, s. 569-571.76 Stroumsa, Sarah, “Abū’l-Barakāt al-Bagdādī, The Jews of Medieval Islam: Community, Society, and Identity, ed. Daniel Frank, Leiden: Brill, 1995, s. 186-189. 75 Tıpkıbasım: Pines, Shlomo, “Studies in Abu’l-Barakāt Al-Baghdādī’s Poetics and Metaphysics”, The Collected Works of Shlomo Pines, I: Studies in Abu’l-Barakāt alBaghdādī: Physics and Metaphysics, Kudüs: Magnes Press, Hebrew University & Leiden: Brill, 1979, s. 259-334. 76 Türkçe Çeviri: Street, Tony, “Arapça Mantık: Ebu’l-Berekât el-Bağdâdî’nin Mantığı”, İslam Mantık Tarihi, der. ve çev. Harun Kuşlu, İstanbul: Klasik, 2013, s. 77-80. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 187-225 Ebû’l-Berakât el-Bağdâdî Üzerine Çalışmalar | 213 –––––, “On the Maimonidean Controversy in the East: The Role of Abū’l-Barakāt al-Baghdādī”, Hebrew and Arabic Studies in Honour of Joshua Blau, Kudüs: Hebrew University, 1993, s. 415-422 [İbranca]. Şeraf, Muḥammed Celâl Ebû’l-Futûḥ, el-Meẕhebu’l-İşrâḳî beyne’lFelsefe ve’d-Dîn fî’l-Fikri’l-İslâmî, Kahire: Dâru’l-Maʿârif, 1972. Taylan, Necip, “Ebu’l-Berekât Bağdâdî (1076-1166)”, Anahatlarıyla İslâm Felsefesi: Kaynakları, Temsilcileri, Tesirleri, İstanbul: Ensar Neşriyat, 2011, s. 275-278. et-Tikrîtî, Nâcî, “Ebû’l-Berakât el-Bağdâdî”, el-Felsefetu’lAḫlâḳıyyetu’l-ʿArabiyye ʿinde Mufekkirî’l-İslâm, Beyrut: Dâru’l-Endelus, 1402/1982, s. 336-342. Ülken, Hilmi Ziya, “Ebu’l Berekat Bağdadi”, İslâm Felsefesi: Kaynakları ve Tesirleri, [İstanbul]: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1967, s. 220227.77 Wan Abdullah, Wan Suhaimi, “Kreativiti dan imaginasi dalam pengamatan al- Baghdādī”, Kreativiti dan Imaginasi Dalam Psikologi Islami: Pengamatan al-Ghazzālī, al-Baghdādī dan al-Rāzī, ed. Mohd Z. Ismail, Kuala Lumpur: Institut Kefahaman Islam Malaysia (IKIM), 2011, s. 29-53.78 VII. Makaleler ʿAbduh, Muṣṭafâ Muḥammed Yaḥyâ, “Ebû’l-Berakât el-Bağdâdî ve’lʿİlmu’l-İlâhî”, el-Mecelletu’l-ʿİlmiyye li-Kulliyyeti Uṣûli’d-Dîn ve’d-Daʿve bi’zZeḳâzîḳ, 21 (2008-09), s. 3777-3822. el-Âlûsî, Ḥusâm, “Dirâse Naḳdiyye li-Naẓariyyeti’l-Feyḍ el-Fârâbiyye ve Nâḳidîhâ min Vicheti Naẓar Muʿâsıra”, el-Mevrid, 7:2 (1978), s. 157-176. 77 Yeni Baskı: Ülken, Hilmi Ziya, “Ebu’l-Berekât Bağdâdî (1076-1166)”, Eski Yunan’dan Çağdaş Düşünceye Doğru İslâm Felsefesi: Kaynakları ve Etkileri, İstanbul: Ülken Yayınları, 1998, s. 198-204. 78 Yayımlanan bu çalışmaların dışında, Bağdâdî’nin akıl anlayışını konu edinen kitap bölümü düzeyinde bir çalışmanın yayım sürecinde olduğu ifade edilmektedir: Marcotte, Roxanne D., “L’intellect chez Abū al-Barakāt al-Baghdadī (mort vers 547/1152)”, Noétique et théorie de la connaissance dans la philosophie arabomusulmane des IXe-XVIIe siècles, ed. Henrik Lagerlund, Paris: Vrin, 2017. https://religions.uqam.ca/component/savrepertoireprofesseurs/cv?mId= e814k4rI0vQ_ (Erişim: 20.04.2017). ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 187-225 214 | Tuna Tunagöz Arnaldez, Roger, “La doctrine de l’âme dans la philosophie d’Abû’ lBarakât al-Baghdâdî”, Studia Islamica, 66 (1987), s. 105-112. el-Bizri, Nader, “In Defence of the Sovereignty of Philosophy: AlBaghdādī’s Critique of Ibn al-Haytham’s Geometrisation of Place”, Arabic Sciences and Philosophy, 17:1 (2007), s. 57-80. Cihan, Ahmet Kamil, “Ebu’l-Berekat el-Bağdadi’nin Akıl Görüşü”, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 28 (2010/1), s. 1-17. –––––, “Ebu’l-Berekat el-Bağdadi’nin Mantık İlmine Bakışı”, İslâmî İlimler Dergisi, 5:2 (2010), s. 35-45. Dinanî, Gulam Huseyin İbrahim, “Ebu’l-Berekat’ın Akıl Yorumunun Değerlendirilmesi”, Misbah: İslami Düşünce ve Araştırma Dergisi, 4:10 (2015), s. 75-96. Ebû Rayyân, Muḥammed ʿAlî, “Naḳdu Ebî’l-Berakât el-Bağdâdî liFelsefeti İbn Sînâ”, Mecelletu Kulliyyeti’l-Âdâb, Câmiʿatu’l-İskenderiyye, 12 (1958), s. 19-46. Freudenthal, Gad & Zonta, Mauro, “Avicenna among Medieval Jews: The Reception of Avicenna’s Philosophical, Scientific and Medical Writings in Jewish Cultures, East And West”, Arabic Sciences and Philosophy, 22 (2012), s. 217-287. Griffel, Frank, “Between al-Ghazālī and Abū l-Barakāt al-Baghdādī: The Dialectical Turn in the Philosophy of Iraq and Iran During the Sixth/Twelfth Century”, In the Age of Averroes: Arabic Philosophy in the Sixth/Twelfth Century, ed. Peter Adamson, London: The Warburg Institute, 2011, s. 45-75. Ḫâdimî, ʿAynullâh, “Naḳd u Berresî-i Dîdegâh-i Ebû’l-Berakât Bağdâdî der-bâre-i Çekûnegî-i Peydâyiş-i Kes̱îr ez Vâḥid”, Mecelle-i Felsefe ve Kelâmı İslâmî, 43:2 (1389 hş./2011), s. 39-57. el-Ḫalîfî, Abdu’l-Ḥakîm, “Naḳdu Ebî’l-Berakât el-Bağdâdî liNaẓariyyeti’ṣ-Ṣûra ledâ’l-Meşşâʾiyye ve Es̱eruhû fî’l-Medreseti’l-İşrâḳıyye”, Afkar: Jurnal Akidah & Pemikiran Islam, 9 (2008), s. 185-222. Hasnawi, Ahmad, “Boèce, Averroès et Abū al-Barakāt al-Baġdādī, témoins des écrits de Thémistius sur les Topiques d'Aristote”, Arabic Sciences and Philosophy, 17:2 (2007), s. 203-265. İzmirli, İsmail Hakkı, “İslamda Felsefe Cereyanı-6”, Darülfünun İlahiyat Fakültesi Mecmuası: Tarihî, İçtimaî, Dinî, Felsefî, 4:17 (1930), s. 9-24. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 187-225 Ebû’l-Berakât el-Bağdâdî Üzerine Çalışmalar | 215 Janssens, Jules, “Abū al-Barakāt al-Baghdādī and His Use of Ibn Sīnā’s al-Ḥ ikma al-‘Arūḍiyya (or another work closely related to it) in the Logical Part of His Kitāb al-Mu‘tabar”, Nazariyat: Journal for the History of Islamic Philosophy and Sciences, 3:1 (2016), s. 1-22.79 Marcotte, Roxanne D., “La conversion tardive d'un philosophe: Abū al-Barakāt al-Baghdādī (mort vers 545/1150) sur 'L'intellect et sa quiddité (alʿAql wa māhiyyatu-hu)'”, Documenti e Studi sulla Tradizione Filosofica Medievale, 15 (2004), s. 201-226. Mohamad, Ismail, “Abū al-Barakāt al-Baghdādī: Pengkritik Ibnu Sīnā”, Dakwah, 259:20 (1998), s. 23-27. Mucâhid, Muntaṣır Maḥmûd, “Naẓariyyetu’l-Ḥareke İslâmî”, Mecelletu Âfâḳi’s̱-S̱ekâfe ve’t-Turâs̱, 3:11, s. 76-80. fi’t-Turâs̱i’l- en-Nedvî, Suleymân, “Kitâbu’l-Muʿteber ve Ṣâḥibuh”, el-Kitâbu’lMuʿteber fî’l-Ḥikme sonunda, nşr. Zeynu’l-ʿÂbidîn el-Mûsevî v.dğr., Haydarâbâd: İdâretu Cemʿiyyeti Dâʾireti’l-Maʿârifî’l-ʿUs̱mâniyye, 1357-58/1938-39, c. 3, s. 230-252. Nony, Sylvie, “Les audaces de la physique arabe du XIIe siècle: Dans la synthèse d'Abū l-Barakāt al-Baghdādī (m.1152)”, MIDEO: Mélanges de l'Institut Dominicain d'Études Orientales du Caire, 29 (2012), s. 27-50. Özpilavcı, Ferruh, “Akıl Risaleleri Geleneği ve Bu Gelenek İçinde Ebü’l-Berekât el-Bağdâdî’nin Akıl Risalesi”, İslâmî İlimler Dergisi, 5:2 (2010), s. 75-106. –––––, “Nedensellik Bağlamında Ebü’l-Berekât el-Bağdâdî’nin Meşşâî Gelenek İçindeki Yeri”, Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, 10:1 (2010), s. 53-78. Pinès, Salomon, “Études sur Awḥad al-Zamân Abu’l-Barakât alBaghdâdî”, Revue des Études Juives, 103 (1938), s. 3-64. –––––, “Études sur Awḥad al-Zamân Abu’l-Barakât al-Baghdâdî”, Revue des Études Juives, 104 (1938), s. 1-33.80 79 Türkçesi: Janssens, Jules, “Ebü’l-Berekât el-Bağdâdî’nin Kitâbü’l-Mu‘teber’inin Mantık Kısmında İbn Sînâ’nın el-Hikmetü’l-Arûziyye’sini (veya onunla yakından ilişkili diğer bir eseri) Kullanımı”, çev. Muhammet F. Kılıç, Nazariyat: İslâm Felsefe ve Bilim Tarihi Araştırmaları Dergisi, 3:1 (2016), s. 1-22. 80 Pines’in yukarıdaki iki makalesi, birleştirilmiş ve tıpkıbasım olarak yayımlanmıştır: Pines, Shlomo, “Études sur Aḥwad al-Zamân Abu’l-Barakât al-Baghdâdî”, The Collected Works of Shlomo Pines, I: Studies in Abu’l-Barakāt al-Baghdādī: Physics ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 187-225 216 | Tuna Tunagöz –––––, “La conception de la conscience de soi chez Avicenne et chez Abu'l-Barakāt el-Baghdādı̄ ”, Archives D’Histoire doctrinale et littéraire du Moyen age, 21 (1954), s. 21-98.81 Rûsân, Zâhid Ḫalef, “Ebû’l-Berakât el-Bağdâdî ve İbn Sînâ fî S̱elâs̱ Mesâʾil Mîtâfîzîkıyye”, Muʾte li’l-Buḥûs̱ ve’d-Dirâsât, 6:3 (2001), s. 139-164. Shihadeh, Ayman, “Avicenna's Corporeal Form and Proof of Prime Matter in Twelfth-Century Critical Philosophy: Abū l-Barakāt, al-Masʿūdī and al-Rāzī”, Oriens, 42 (2014), s. 364-396. Sözen, Kemal, “Ebu’l-Berekât el-Bağdâdî’nin Zaman Teorisi”, Dînî Araştırmalar, 4:10 (2000), s. 161-186. Stroumsa, Sarah, “On Jewish Intellecual Converts to Islam in the Early Middle Ages”, Pe‘amin, 42 (1990), s. 61-75 [İbranca]. eṭ-Ṭayyib, Aḥmed Muḥammed, “el-İtticâhu’l-Felsefî ʿinde Ebî’l-Berakât el-Bağdâdî”, Afkar: Jurnal Akidah & Pemikiran Islam, 4 (2003), s. 203-250. Tunagöz, Tuna, “Ebû’l-Berakât el-Bağdâdî’nin Hudûs Deliline Yönelik Eleştirileri”, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 12:1 (2012), s. 171-203. –––––, “İslâm Felsefesinin Klâsik Çağında Özgürlükçü Bir Teori: Ebû’l-Berakât el-Bağdâdî’nin Kader Anlayışı”, Kutadgubilig: Felsefe-Bilim Araştırmaları Dergisi, 25 (2014), s. 165-193. –––––, “Tanrı'nın Cüz'îlere Dair Bilgisi Tartışmasında Gazzâlî'ye Felsefe Cephesinden Bir Destek”, Kelam Araştırmaları Dergisi, 11:1 (2013), s. 393-424. Üçer, İbrahim Halil, “Ebu’l-Berekat el-Bağdadi Metafiziği”, İLEM Yıllık, 3:3 (2008), s. 117-132. Ülken, Hilmi Ziya, “Ebu-l-Bereqât Bagdadî (1076-1166)”, Felsefe Arkivi, 2:3 (1949), s. 119-127. and Metaphysics, Kudüs: Magnes Press, Hebrew University & Leiden: Brill, 1979, s. 1-95. 81 Tıpkıbasımlar: (1) Pines, Shlomo, “La Conception de Soi chez Avicenne et chez Abu’l-Barakât al-Baghdâdî”, Abū ʻAlı̄ ibn Sı̄ nā (d. 428/1037): Texts and Studies, Frankfurt am Main: Institute for the History of Arabic-Islamic Science at the Johann Wolfgang Goethe University, 1999, c. 3, s. 289-366. (2) Pines, Shlomo, “La Conception de Soi chez Avicenne et chez Abu’l-Barakât al-Baghdâdî”, The Collected Works of Shlomo Pines, I: Studies in Abu’l-Barakāt al-Baghdādī: Physics and Metaphysics, Kudüs: Magnes Press, Hebrew University & Leiden: Brill, 1979, s. 181-258. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 187-225 Ebû’l-Berakât el-Bağdâdî Üzerine Çalışmalar | 217 Wan Abdullah, Wan Suhaimi, “Abu Al-Barakat Al-Baghdadi (467547H): Suatu Biografi”, Jurnal Usuluddin, 9 (1999), s. 73-96. –––––, “el-Edille ʿalâ Vucûdillâhi Teʿâlâ ʿinde Ebî’l-Berakât elBağdâdî”, Jurnal Usuluddin, 23-24 (2006), s. 255-280.82 –––––, “Ibn Sīnā and Abū al-Barakāt al-Baghdādī on the origination of the soul (Ḥ udūth al-nafs) and the invalidation of its transmigration (Ibtāl ̣ altanāsukh)”, Islam & Science, 5 (2007), s. 151-164.83 –––––, “Konsep Ilmu Dan Pembelajarannya Mengikut Pandangan Abu Al-Barakat al-Baghdadi (547H)”, Jurnal Usuluddin, 8 (1998), s. 97-106.84 –––––, “Kajian manuskrip al-Mu‘tabar fī al-ḥikmah (Kitāb al-Nafs) karangan Abū al-Barakāt al-Baghdādī (547H./1152M.): ke arah suatu kaedah suntingan ilmiah warisan manuskrip Melayu-Islam”, Afkar: Jurnal Akidah & Pemikiran Islam, 6 (2005), s. 273-304. VII. Ansiklopedi Maddeleri Arnaldez, Roger, “Abū l-Barakāt”, Encyclopédie philosophique universelle: Les oeuvres philosophiques, ed. Jean-François Mattéi, Paris: Presses universitaires de France, 1992, c. 3/1, s. 363-367. Ebû Zeyd, Munâ, “Ebû’l-Berakât el-Bağdâdî”, Mevsûʿatu Aʿlâmi’lFikri’l-İslâmî, Kahire: el-Meclisu’l-Aʿlâ li’ş-Şuʾûni’l-İslâmiyye, 1425/2004, s. 137-140. 82 Yayımlanan bu çalışmaların dışında, Bağdâdî ile Şehristânî’nin varoluş açıklamalarını konu edinen bir makalenin yayım sürecinde olduğu ifade edilmektedir: Lammer, Andreas, “Two Twelfth-Century Hardliners on Creation and Divine Eternity: al-Šahrastānī and Abū l-Barakāt on God’s Priority over the World.” https://lmu-munich.academia.edu/AndreasLammer (Erişim: 05.03. 2017). 83 Tıpkıbasım: Wan Abdullah, W. S., “Ibn Sīnā and Abū al-Barakāt al-Baghdādī on the origination of the soul (Ḥudūth al-nafs) and the invalidation of its transmigration (Ibtāl ̣ al-tanāsukh)”, Islam and Science: Historic and Contemporary Perspectives II: Contemporary Issues in Islam and Science, ed. Muzaffar Iqbal, New York: Routledge, 2012, s. 111-124. 84 Genişletilmiş İngilizce baskı: Wan Abdullah, W. S., “Abū al-Barakāt al-Baghdādī’s Concept of Knowledge and its Acquisition”, 2nd Workshop on Kalam Epistemology Paper Presentations, http://www.issimalaysia.org.my/home/wp-content/uploads/2016/03/Abu-alBarakats-Concept-of-Knowledge-and-its-Acquisition.pdf. (Erişim: 05.03.2017). ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 187-225 218 | Tuna Tunagöz Alfâ, Rûnî Îlî, “İbn Melkâ, Hibetullâh b. ʿAlî el-Beledî”, Mevsûʿatu Aʿlâmi’l-Felsefe: el-ʿArab ve’l-Ecânib, Beyrut: Dâru’l-Kutubi’l-ʿİlmiyye, 1412/1992, c. 1, s. 38-39. Bedevî, Abdu’r-Rahmân, “Ebû’l-Berakât”, Mevsûʿatu’l-Felsefe, Beyrut: el-Muʾessesetu’l-ʿArabiyye li’d-Dirâsât ve’n-Neşr, 1984, c. 1, s. 78-79. Çağrıcı, Mustafa, “Ebü’l-Berekât el-Bağdâdî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, İstanbul: TDV, 1994, c. 10, s. 300-309. Ebû Rayyân, Muḥammed ʿAlî, “Ebû’l-Berakât el-Bağdâdî”, Mevsûʿatu’l-Ḥaḍârati’l-İslâmiyye, Amman: Menşûrâtu’l-Mecmaʿi’l-Melikî liBuḥûs̱i’l-Ḥaḍârati’l-İslâmiyye, 1993, c. 1, 42-45. Ḫayyir, Muḥsin, “İbn Melkâ (Hibetullâh b. ʿAlî)”, el-Mevsûʿatu’lʿArabiyye, Şam: Heyʾetu’l-Mevsûʿati’l-ʿArabiyye, 2007, c. 19, s. 440-441. Langermann, Yitzhak Tzvi, “Abū ’l-Barakāt”, Encyclopaedia of the History of Science, Technology, and Medicine in Non-Western Cultures, ed. Helaine Selin, [New York]: Springer Science+Business Media, B. V., 1997, s. 67.85 –––––, “Al-Baghdadi, Abu ’l-Barakat (fl. c.1200-50)”, Routledge Encyclopedia of Philosophy, ed. Edward Craig, London: Routledge, 1998, c. 1, s. 636-638. –––––, “Al-Baghdadi, Abu ’l-Barakat (fl. c.1200-50)”, Concise Routledge Encyclopedia of Philosophy, ed. Edward Craig, London & New York: Routledge, 2000, s. 74. Madelung, Wilferd, “Abu’l-Barakāt al-Baḡdādī, Awḥad-al-Zamān Hebatallāh b. ʿAlī b. Malkā Baladī”, Encyclopaedia Iranica, ed. Ehsan Yarshater, London: Routledge and Kegan Paul, 1983, c. 1, s. 266-268. Marcotte, Roxanne D., “Abū l-Barakāt al-Baghdādī”, Encyclopedia of Medieval Philosophy: Philosophy Between 500 and 1500, ed. Henrik Lagerlund, New York: Springer, 2011, s. 10-12. Muvaḥḥid, Ṣamed, "Ebû’l-Berakât, Hibetullâh b. ʿAlî (Elî) b. Melkâ (Melkân) Bağdâdî”, Dâʾiretu’l-Maʿârif-i Bozorg-i İslâmî, ed. Muḥammed Kâẓım 85 Diğer baskılar: (1) Langermann, Y. Tzvi, “Abū ’l-Barakāt”, Encyclopaedia of the History of Science, Technology, and Medicine in Non-Western Cultures, ed. Helaine Selin, Berlin & New York: Springer, 2008, s. 8-9. (2) Langermann, Y. Tzvi, “Abū ’l-Barakāt”, Encyclopaedia of the History of Science, Technology, and Medicine in Non-Western Cultures, ed. Helaine Selin, Berlin & New York: Springer, 2016, s. 8-9. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 187-225 Ebû’l-Berakât el-Bağdâdî Üzerine Çalışmalar | 219 Mûsevî Bûcnûrdî, Tahran, Merkez-i Dâʾiretu’l-Maʿârif-i Bozorg-i İslâmî, 1372 hş./1993-94, c. 5, s. 202-209.86 Pines, Shlomo, “Abu ’l-Barakāt Hibat Allāh b. Malkā al-Baghdadi alBaladī”, The Encyclopaedia of Islam, New Edition, Leiden: E. J. Brill, 1960, c. 1, s. 111-113.87 Schloessinger, Max, “Hibat Allah Abu al-Barakat b. ‘Ali b. Malka (Malkan) al-Baladi”, The Jewish Encyclopedia, New York: Funk and Wagnalls, 1904, c. 6, s. 384. Stillman, Norman Arthur & Pines, Shlomo, “Abūʾl-Barakāt alBaghdādī”, Encyclopedia of Jews in the Islamic World, ed. Norman A. Stillman, Leiden: Brill, 2010, c. 1, s. 31-34. eş-Şebîbî, Muḥammed Rıżâ, “el-Felsefetu’l-İslâmiyye fî Edvârihâ’lMuḫtelife”, Dâʾiretu’l-Maʿârifî’l-İslâmiyyeti’ş-Şîʿiyye, ed. Ḥasen el-Emîn, Beyrut: Daru’t-Teʿâruf li’l-Maṭbûʿât, 1422/2002, c. 17, s. 179-193. Zobel, Moshe Nahum, “Hibat Allah, Abu Al-Barakāt (Nathanel) Ben Ali (Eli) Al-Baghdādī”, Encyclopaedia Judaica, Berlin: Verlag Eschkol A.-G., 1931, c. 8.88 VIII. Bilimsel Toplantılarda Sunulan Çalışmalar Muehlethaler, Lukas, “Abū l-Barakāt al-Baghdādī’s Kitāb al-Muʿtabar and the Avicennan Tradition”, AJS 42nd Annual Conference, Boston, 19-21 Aralık 2010. –––––, “Bare self-awareness as cognitive basis in the epistemology of Abū l-Barakāt al-Baghdādī”, The 3rd SSALT Workshop, Between Selfhood 86 İngilizce Çeviri: Mowahhed, Samad, "Abū al-Barakāt, Hibat Allāh b. ʿAlī b. Malkā (Eli ben Malkān) al-Baghdādī”, çev. Maryam Rezaee & Jawad Qasemi, Encyclopaedia Islamica, ed. Wilferd Madelung & Farhad Daftary, Leiden: E. J. Brill, 2008, c. 1, s. 632-644. 87 Fransızca Çeviri: Pines, Shlomo, “Abu’l-Barakāt Hibat Allāh b. Malkā al-Baghdādī al-Baladī”, Encyclopédie de l’Islam, Nouvelle édition, Leiden: Brill & Paris: G.-P. Maisonneuve & Larose, 1980, c. 1, s. 114-116. 88 Diğer baskılar: (1) [Roth, Cecil (ed.)], “Hibat Allah, Abu Al-Barakāt (Nathanel) Ben Ali (Eli) Al-Baghdādī”, Encyclopaedia Judaica, ed. Cecil Roth, Kudüs: Keter Publishing House, [1971], c. 8, s. 461-462. (2) Encyclopaedia Judaica (Germany), “Hibat Allah, Abu Al-Barakāt (Nathanel) Ben Ali (Eli) Al-Baghdādī”, Encyclopaedia Judaica, Second Edition, ed. Fred Skolnik v.dğr., New York & London: Thomson Gale, 2007, c. 9, s. 92-93. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 187-225 220 | Tuna Tunagöz and Self-awareness: Varieties of Subjectivity in the Arabic and Latin Traditions, Berlin, The Finnish Institute, 12 Nisan 2012. –––––, “The Reception of Abū al-Barakāt’s Philosophical Work: A Reappraisal”, EAJS Conference Judaism in the Mediterranean Context, Ravenna-İtalya, 25-29 Temmuz 2010. –––––, “ʿUmar ibn Sahlān al-Sāwī’s Nahj al-taqdīs and the Early Reception of Abū al-Barakāt al-Baghdādī’s Philosophical Work”, 8th International Conference of the SIHSPAI: Philosophy and Science in Classical Islamic Civilisation, Londra, 3-5 Aralık 2010. Okan, Kutlu, “Husulî ile Huzurî Bilgi Arasında: Ebu’l-Berekât elBağdadî’nin Epistemolojisi ve İbn Sina Eleştirileri”, IV. Türkiye Lisansüstü Çalışmalar Kongresi Bildiriler Kitabı V: Felsefe-Eğitim-İletişim, İstanbul: Matsis Matbaa, 2015, s. 91-102. –––––, “Is the Active Intellect Necessary: A Presentation on Abu'lBarakat's Understanding of the Aql al-Faal”, Representation and Reality, Workshop 15: De Anima in the Arabic Tradition, Göteborg-İsveç, 28-29 Nisan 2017. Tunagöz, Tuna, “Ebü’l-Berekât el-Bağdâdî’nin Risâle fî mâhiyyeti’lmelâl Adlı Eseri Üzerine”, Asos Congress Bildiri Kitabı, Elazığ: Asos Yayınları, 2016, s. 2666-2678. –––––, “Ebü’l-Berekât el-Bağdâdî’nin Risâle fî sebebi zuhûri’l-kevâkib leylen ve hafâiha nehâran İsimli Risalesi Üzerine”, 14. Uluslararası Türk Dünyası Sosyal Bilimler Kongresi: Bildiriler Kitabı, İstanbul: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, 2016, s. 150-157. –––––, “Ebü'l-Berekât el-Bağdâdî Felsefesinde İnsan Özgürlüğü”, 14. Uluslararası Türk Dünyası Sosyal Bilimler Kongresi: Bildiriler Kitabı, İstanbul: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, 2016, s. 158-168. Ülken, Hilmi Ziya, “Un philosophe de l’Islam: Ebu-l-Berekat Bagdadi”, Proceedings of the Tenth International Congress of Philosophy, ed. E. W. Beth & H. J. Pos, Amsterdam: Library of the 10th International Congress of Philosophy, 1949, s. 270-273.89 89 Temmuz 2017’de Berlin’de gerçekleşecek bir uluslararası konferansta, Hârizmşahlar devleti inşâ kâtibi Vaṭvâṭ’ın kaleme aldığı iki davet mektubunu esas alan “İslâm Tıp Tarihi Araştırmalarına Bir Katkı: Hârizmşahlar Devleti Yazışmalarında Tabip Ebü’l-Berekât el-Bağdâdî ve Hibetullah İbnü’t-Tilmîz” isimli bir bildiri sunacağım. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 187-225 Ebû’l-Berakât el-Bağdâdî Üzerine Çalışmalar | 221 Sonuç ve Değerlendirme Bağdâdî’nin temel eseri el-Kitâbu’l-Muʿteber’in, tam ve eksik, on yedi nüshası mevcuttur. Bu nüshaların sekizi Türkiye, yedisi İran, biri Irak, biri de Suriye kütüphanelerinde yer almaktadır. Yalnızca Irak’taki nüsha (Ḥaydariyye 576) onun sağlığında çoğaltılmıştır ve eserin neşirlerinin hiçbirisinde kullanılmamıştır. Vefatının akabinde çoğaltılan nüshalar içerisinde en önemlileri ise, İstanbul’dan Haydarabad’a nakledilen ve şu an mevcudiyeti hakkında kesin bir bilgi bulunmayan Âsafiyye nüshası ile Lâleli 2553, Es‘ad Efendi 1931, Fâzıl Ahmed Paşa 919, Şûrâ-yı İslâmî 10612, Fâtih 3224, 3225, 3226, Rażavî 5666 ve Yusuf Ağa 4690/6’dır. Son altı nüsha, şimdiye dek yapılan üç ayrı neşrin hiçbirisinde kullanılmamıştır. el-Kitâbu’l-Muʿteber’in neşirleri içerisinde en sağlıklısı, Zeynu’l-ʿÂbidîn el-Mûsevî ve arkadaşları tarafından Haydarabad’da 1938-39 yılları arasında tamamlanmış olanıdır. Devrinin koşulları bakımından iyi olduğu söylenebilecek bu neşrin en büyük eksikliği, kullandığı nüsha sayısının bugün için yetersiz kalması, günümüz tahkik standartlarını karşılamaması ve imla-dizgi sorunlarıdır. Bu metni esas alan Yûsuf Maḥmûd ve Muḥammed ʿUs̱mân tarafından yapılan muahhar neşirler eseri yanlış isimlendirdiği gibi, sadece daha iyi bir dizgi ve imla sunmuş durumdadır. Dolayısıyla, Bağdâdî’nin bu asıl eserinin, mevcut en iyi yazmalara dayanan ve daha gelişkin bir tekniğe sahip bir neşrinin hazırlanması önem arzetmektedir. Ayrıca, zor bir üsluba sahip bu eserin İngilizceye ve/veya Türkçeye çevrilmesi, Bağdâdî’nin felsefî sisteminin anlaşılmasına önemli katkılar sağlayacaktır. Birkaç çalışma içerisindeki kısmî çeviriler, araştırmacılara bu hususta yardımcı olacak niteliktedir. Tek nüshası bulunan Risâle fî’l-ʿAḳl, on altı nüshası bulunan Risâle fî Sebebi Ẓuhûri’l-Kevâkib ve dört nüshası bulunan Risâle fî Mâhiyyeti’l-Melâl isimli eserler incelenmiş, tahkik edilmiş ve Türkçeye çevrilmiş durumdadır. İki eksik nüshası bulunan Kitâbu’n-Nefs ile eksik ve tam birer nüshası bulunan Kôhelet Şerhi’nin inceleme, tahkik ve İngilizce çeviri olarak yayıma hazırlandığı ifade edilmektedir. Bu durumda henüz çalışılmamış eserler olarak filozofun günümüze ulaşan iki tıp eseri Berşeʿas̱â ile Emînu’l-Ervâḥ kalmaktadır. Berşeʿas̱â’nın sekiz nüshasının üçü Türkiye’de, üçü İran’da, biri Mısır’da, biri de Japonya’dadır. Emînu’l-Ervâḥ’ın eldeki tek nüshası ise Türkiye’dedir. Her iki risalenin inceleme, tahkik ve çeviri olarak ilim dünyasına kazandırılması Bağdâdî’nin düşünce dünyasının aydınlatılması bağlamında önemli bir kazanıma karşılık gelecektir. Eğer yazmaları tespit edilebilirse İḫtiṣâru’t-Teşrîḥ ve elAḳrâbâẕîn de bu listeye eklenmelidir. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 187-225 222 | Tuna Tunagöz Bağdâdî’nin hayatı ve eserleri, on yedisi klasik, yirmi dokuzu muasır kırk üç eser içerisinde konu edilmektedir. Klasik dönem eserleri, Bağdâdî’nin yaşamöyküsünü ve ilmî kişiliğini aktarma bakımından önemli boşluklar barındırmaktadır. Bunlar içerisinde Beyhaḳî ile İbn Ebî Uṣaybiʿa’nın eserlerinin daha zengin bir içeriğe sahip olduğu söylenebilir. Muasır eserler ise, büyük çoğunluğu itibariyle, birbirini tekrar eden bilgiler sunmaktadır. Bağdâdî hakkında bilgi verilen ilk akademik çalışma Ferdinand Wüstenfeld’e aittir. Müslüman tıp ve tabiat âlimlerini tanıtan 1840 tarihli bu çalışmayı, çoğunluğu yine biyo-bibliyografik nitelikteki, Leclerc, Brockelmann, Suter, Steinschneider ve Schloessinger’in çalışmaları takip etmiştir. 1904 yılında yayımlanan sonuncusunun ardından Wiedemann’ın 1909 tarihli eser incelemesi ve tasvirî tercümesi gelmiştir. Tüm bunlar bahsedilen yarım yüzyılı aşan sürece Alman akademisinin damgasını vurduğunu ifade etmektedir. Fakat bu etkin rol sonraki dönemde ortadan kalkmıştır. Eski tarihli çalışmalar içerisinde en kapsamlı ve bu nedenle önemlisi, Yaltkaya’nın 1930-31 tarihleri arasında artarda yayımladığı altı makaledir. Yaltkaya, bu çalışmalarda, Bağdâdî’nin hayatına ve eserlerine yönelik önceki eserlerden çok daha ayrıntılı bilgiler vermiş; en önemlisi el-Kitâbu’lMuʿteber’in metafizik bölümünün önemli bir kısmını Türkçeye çevirmiştir. Bu makaleler bir yıl sonra müstakil bir kitap içerisinde toplanmıştır. Diğer önemli çalışma, el-Kitâbu’l-Muʿteber’in neşrinin ardına en-Nedvî’nin eklediği makaledir. Shlomo Pines, 1938 yılında yayımlanan iki önemli makalesi ile filozof hakkında yapılan çalışmalara iştirak etmeye başlamıştır. Ülken 1949 tarihli bildiri ve makalesi ile bu sürece katılmış; sonraki döneme yön veren isim, sonuncusu 1979’da yayımlanan farklı nicelikteki müteakip sekiz müstakil çalışmasıyla Pines olmuştur. Bağdâdî felsefesi üzerine, on beşi yüksek lisans, on yedisi doktora olmak üzere otuz iki tez hazırlanmıştır. Bunların ilki, Mehmet Dağ’ın 1970 tarihli doktora tezidir. Tezlerin on üçü Arapça, sekizi İngilizce, yedisi Türkçe, ikisi Fransızca, biri Felemenkçe, biri de Malayca’dır. Bu çalışmaların dokuzu Mısır, yedisi Türkiye, dördü Malezya, dördü Irak, ikisi Fransa, ikisi İngiltere, ikisi İsrail, ikisi Hollanda, biri Suudi Arabistan üniversitelerinde gerçekleştirilmiştir. Tezler, Bağdâdî’nin fizik ve metafizik teorileri ile felsefesindeki eleştirelliğe odaklanmış durumdadır. Üç tezde ise filozofun mantık anlayışı incelenmiştir. Tezlerin önemli bir kısmının Türk akademisyenlere ait ve Türkçe olması –ki Türkçe iki tezin devam ettiği de belirtilmektedir– dikkat çekici bir husustur. Tezlerin dışında, kitap, kitap bölümü, makale, ansiklopedi maddesi, bildiri gibi çalışmalarda da bu durum devam etmektedir. Bağdâdî’nin eserlerinin yazmaÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 187-225 Ebû’l-Berakât el-Bağdâdî Üzerine Çalışmalar | 223 larının önemli bir kısmının Türkiye’deki kütüphanelerde bulunması, Şerafeddin Yaltkaya’nın öncü çalışmaları ve Hilmi Ziya Ülken’in 1949’a uzanan araştırmaları bu durumun nedeni olarak gösterilebilir. Filozof hakkında yayımlanan kitapların sayıca az olduğu görülmektedir. Çoğu, araştırmacıların tezlerine dayanan bu eserler on beş adettir. Kitapların yedisi Arapça, üçü İngilizce, ikisi Türkçe, ikisi Fransızca, biri de Farsçadır. Pines imzalı ilk kitabın yayım tarihi 1955’tir. En kapsamlı eser de ona ait 1979 tarihli çalışmadır. ʿÎdî’nin eseri, Bağdâdî üzerine tespit edebildiğim üç Farsça çalışmadan birisi durumundadır. Çalışmaların çoğunun 2000’lerden sonra ve dördünün 2016 itibariyle yazılmış olması, kitap çalışmalarının artacağı yönünde bir izlenime kapı aralamaktadır. Kitapların tezlerle aynı konulara odaklandığı görülmektedir. Fakat burada mantık bahsi yer almamaktadır. Bağdâdî felsefesi ile ilgilenen kırk sekiz kitap bölümü bulunmaktadır. Bu çalışmaların on sekizi İngilizce, onu Arapça, yedisi Fransızca, altısı Türkçe, üçü Almanca, ikisi İbranca, biri Malayca ve biri de Lehçedir. Pines, Ebû Rayyân ve Ülken tarafından kaleme alınmış bölümler, çalışmalar içerisinde ön plana çıkmaktadır. Dikkat çeken hususlardan birisi, İslâm felsefesi tarihine yönelik eski ya da yeni tarihli çalışmaların büyük çoğunluğunda Bağdâdî ile ilgili bir bölüm bulunmamasıdır. Corbin, Ebû Rayyân, Ülken, Taylan ve Adamson’un çalışmaları az sayıdaki istisnaya karşılık gelmektedir. Makaleler, tüm çalışmalar içerisinde en büyük yekûnu tutmaktadır. Türkçe yayın sayısının diğer dillerin çok önünde oluşu dikkat çekicidir. Tespit edebildiğim elli üç makalenin, yirmi biri Türkçe, dokuzu Arapça, sekizi İngilizce, yedisi Fransızca, dördü Malayca, ikisi İbranca, biri Almanca, biri de Farsçadır. Bu çalışmalar Bağdâdî’nin eserlerin neşirleri, çevirileri; onun mantık, fizik, metafizik sahasındaki görüşleri ve Meşşâî felsefeye alternatif yorumlarını konu edinmekte ve içeriğin çeşitliliği bakımından kitap bölümleri ile birlikte en önemli yayın grubunu oluşturmaktadır. Ansiklopedilerde Bağdâdî’yi konu edinen madde sayısı yirmidir. Bunların onu İngilizce, altısı Arapça, ikisi Fransızca, biri Türkçe, biri Farsça, biri de Fransızcadır. Maddelerin önemli bir kısmı hemen hemen aynı bilgileri tekrarlamaktadır. Çağrıcı ve Muvaḥḥid tarafından kaleme alınan maddeler diğerleri içerisinde ön plana çıkmaktadır. Bilimsel toplantılarda sunulan çalışmaların, 1949 yılında başlamış olsalar da, oldukça yetersiz olduğu görülmektedir. Toplam on etkinliğin sadece beşi basılmış durumdadır. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 187-225 224 | Tuna Tunagöz Tüm bu çalışmalar içerisinde en büyük eksiklik, Ebû’l-Berakât elBağdâdî felsefesini bütüncül olarak değerlendiren bir eserin ortaya çıkmamış olmasıdır. el-Kitâbu’l-Muʿteber’in neşir ve tercümesinin ve Bağdâdî’nin mantık anlayışına daha yoğun ilginin sözü edilen çalışma için hazırlık basamağı olacağı aşikârdır. Yine, mevcut iki tıp eserinin neşri, düşünürün meşhur tabipliğini ve İslâm tıp tarihindeki yerini ortaya koyacak çalışmalara kapı aralayacaktır. Dinî ve felsefî literatürü vukufla inceleyen ve bu müktesabatı uzun bir tefekkür sürecinin ardından özgün bir düşünce sistemine dönüştüren filozofun felsefî kaynakları ve düşünce tarihine etkisi ilgilenilmesi gereken diğer araştırma alanlarıdır. Felsefî kelâmın zirve isimlerinden ve İslâm düşüncesinin dönüştürücülerinden Faḫru’d-Dîn er-Râzî üzerindeki etkisi henüz incelenmemiştir. Filozofun İşrâkî felsefe ile İbn Teymiyye düşüncesi üzerindeki; ayrıca giriş bölümünde zikredilen gayr-ı müslim düşünürlere etkisi de akademik ilgiyi beklemektedir. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 187-225 Works on Abū’l-Barakāt al-Bağdādī: A Bibliographical Essay Citation/©- Tunagöz, T. (2017). Works on Abū’l-Barakāt alBağdādī: A Bibliographical Essay, Çukurova University Journal of Faculty of Divinity, 17 (1), 187-225. Abstract- In this paper I present a bibliography of Abū’lBarakāt al-Baġdādī (d.547/1152), who is one of the leading figures in the history of Islamic Philosophy. Initially some brief information about his scientific personality is given and then the method of our examination is explained. The manuscripts of al-Baġdādī’s works, publishing and translations of them, and the published books, sections, papers and encyclopedia papers are listed in the study. Also I noticed the classical and modern books giving information about the life and works of the philosopher. One of the key findings of our examination is that the number of the studies about alBağdādī has rapidly increased in recent years and focused on the criticism in his philosophy. Neither some works of the philosopher have been published nor the huge part of the issues in his thought have been examined yet. On the other hand, al-Baġdādī’s intellectual sources and his effects are waiting for the researchers’ attention. Keywords- Abū’l-Barakāt al-Bağdādī, bibliographical essay, history of Islamic philosophy, history of Islamic science, history of Islamic medicine Bazı Kültürlerde ve Dinlerde Zaman Yrd. Doç. Dr. Ertuğrul DÖNER Atıf / ©- Döner, E. (2017). Bazı Kültürlerde ve Dinlerde Zaman, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 17 (1), 227-247. Öz- İnsanoğlu tarih boyunca zamanı/dehri anlama ve anlamlandırma gayreti içinde olmuştur. İnsan yaşamının ve düşünsel faaliyetlerinin temel paradigmalarından biri olan zaman, ilk nazarda çoğumuza aşina gelse de, tanımlanmaya çalışınca ilk veçhesini kaybederek bir varoluş problemi olduğunu hissettirmektedir. Bu bağlamda zaman konusunda birçok farklı görüş ileri sürülmüş, hemen hemen her toplum kendi kültür ve düşünce yapısına uygun bir şekilde zamanı tanımlama gayreti çerisine girmiştir. Zamanın algılanışı ve zaman üzerine tepkiler kültürle doğrudan ilişkilidir. Ayrıca kültürel bütün olgular bir şekilde belirli bir zaman diliminde meydana gelir. İnsanlar, varlık, oluş, anlam, olayların akışı içindeki yerlerini tayin edebilmek için öğrenmek, anlamlandırmak zorunda oldukları araçlardan biri de zamandır. Biz de burada başta mitoloji olmak üzere, Yunan, İran gibi bazı kültürlerin, Yahudilik, Hıristiyanlık ve özellikle İslam düşüncesinin zamana bakış açısını ele almaya çalışacağız. Anahtar sözcükler- Zaman, dehr, gün, felek, kader §§§ Giriş İnsanoğlu tarih boyunca zamanı anlama ve anlamlandırma gayreti içinde olmuştur. İnsan yaşamının ve düşünsel faaliyetinin temel paradigmalarından biri olan zaman, ilk nazarda çoğumuza aşina gelse de, tanımlanmaya Makalenin gelişi 21.04.2017; Yayına kabul tarihi: 19.06.2017 Bu makale, Çukurova Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Koordinasyon Birimi tarafından desteklenen 6818 ID numaralı “Zaman Kavramı Üzerine Bir İnceleme” başlıklı projenin ürünleri arasındadır. Çukurova Ü. İlahiyat Fakültesi Tefsir Anabilim Dalı, e-posta: [email protected] 228 | Ertuğrul Döner çalışınca ilk veçhesini kaybederek bir varoluş problemi olduğunu hissettirmektedir. Bu bağlamda zaman konusunda birçok farklı görüş ileri sürülmüş, hemen hemen her toplum kendi kültür ve düşünce yapısına uygun bir şekilde zamanı tanımlama yoluna gitmiştir.1 Geçmişi, şimdiyi ve geleceği kapsayan yapısıyla zaman bölünebilir, dönemlere ve parçalara ayrılabilir bir biçimde ele alınmakla birlikte, bir dizi olay akışının gerçekleşmesinin bir bileşeni olarak da düşünülmüştür. Geçmişe, şimdiye ve geleceğe dair betimlemeler, gerçeklikle kurduğu ilişki bakımından, salt insan belleği ve deneyimi olarak iş görmez; aynı zamanda bir dünya görüşünü de kapsar. Bu durum insanı-varlığı “şimdi”nin içine konuşlandırır. 2 Ayrıca zaman tanrısal bir lütuftur. Zaman ile sonsuzluk arasında kurulan bağ, tanrısal yaratmaya gönderme yapar ve insanı zaman içinde-üstünde bir değerlendirmeye tabi tutar.3 Eski dönemlerde zaman anlayışında tabiatla iç içelik hâkimdir. Sosyal hayat, güneşin doğuşuyla başlar ve batışıyla sona erer. Zaman aralıklarını belirlemek saatin değil, gün ışığının elindedir. Bunu yıldızların hareketleri, med-cezir, yağış-kuraklık, gün-gece, mevsimler gibi birtakım belirleyiciler etkiler. Zaman, gün, saat, dakika ve saniyelerin toplamı değil, olayların ve tecrübelerin işaretleridir. O, bireysellikten uzak, tekrarlanan kolektif etkinliklerin ritminden başka bir şey değildir. 4 Güneşin günlük hareketinin gözlemlenmesinden çıkarsanan döngüsel-dairevî hareketin ilk savları, güneş tanrısının doğumu ve ölümü gibi mitolojik bir açıklamaya dayandırılmıştır. O dönemin insanları, gündelik yaşantıları içinde kendi doğal gözlemlerinden yola çıkarak işlerine-hayatlarına yardımcı olan ya da onları engelleyen dost-düşman güçle- 1 Osman Nuri Küçük, “Zaman Düşüncesinin Tasavvufî Açılımı”, Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, cilt: 3, sayı: 9, 2002, s. 3. Zaman konusunda dönemli bir çalışma için bkz. Norbert Elias, Zaman Üzerine, çev. Veysel Atayman, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2000. 2 Arkaik insanın hayatı, zaman içinde yer almasına karşın, temel olarak zamanın külfetini taşımaz, zamanın geri çevrilemez olduğunu ayırt etmez. İlkel insan tıpkı bir mistik ya da genelde dinsel insan gibi kesintisiz bir şimdiki zamanın içinde yaşar. Ve insan başka bir insanın jestlerini tekrarlar ve bu tekrarlama aracılığıyla daima zamandışı bir şimdiki zamanın içinde yaşar. Bkz. Mircea Eliade, Edebi Dönüş Mitosu, çev. Ümit Altuğ, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara 1994, s. 88. 3 K. Özlem Alp, “Postmodern Resimde Zaman-Mekan Temsili”, Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi, sayı: 20, 2015, s. 320. 4 Jean Baudrillard, Tüketim Toplumu, çev. Hazal Deliceçaylı-Ferda Keskin, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2008, s. 195-196. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 227-247 Bazı Kültürlerde ve Dinlerde Zaman | 229 ri belirlemiştir.5 Bu düzen, doğum-ölüm, yeniden dirilme vs. ayinleri ile tanrının sürüp giden yaratma eylemi olarak kabul edilmiştir. Burada tanrı, yaratılış, insan, yaşam ve benzeri her şey “olgu”lar olarak görülmüştür. 6 Bazı Kültürlerde ve Dinlerde Zaman Eski Yunan’da insan yaşamı kozmostaki gibi döngüsel-dairevi bir düzene sahiptir. Tarih, sonsuz döngüsel bir süreçtir. Zaman, içinde olayların geçtiği şeydir. Yunanlılara göre dünya bir mekân, bir mahaldir. Olan her şey bu dünya içinde olmaktadır.7 Eski Yunan’da zaman kavramı “geçmiş ve gelecek zaman”dan ziyade özellikle “şimdiki zaman”la ilgilidir. Günlük yaşam “şimdi”de cereyan etmekte ve bu bağlamda kairos önemli bir rol oynamaktadır. O, insan yaşamını, gelişimini ve en uygun zamanı ifade eden kavramdır. En uygun zaman ise şimdikidir ve o zamanın niteliğini gösteren bir olgudur. Bunun karşısına zamanın niceliksel özelliğini ifade eden khronos çıkmakta ve o art arda gelmeyi, durmadan akıp gitmeyi, saatin gösterdiği zamanı ifade etmektedir. 8 Eski Yunan’da khronos 9 zamanın babası ve çocuklarını yutan, çıplak, yaşlı, kel, sakallı ve omuzlarında kanatları olan bir varlık olarak betimlenir. Yunan mitolojisinde khronos kadar meşhur olmasa da zaman tanrısı olarak aion’dan bahsedilir. Aion, bütün zaman boyutlarının en üstünde, sonsuz zaman boyutunu sembolize eder.10 5 Eliade, zamanın yeniden doğumunun sürekli olarak -yılın aralıkları içinde degerçekleştiği aya ilişkin inançların eskiye dayandığına vurgu yapar. Ay ölecek olan yaratıkların ilkidir ve o yeniden yaşayacakların da ilkidir. Ölüme, dirilişe, doğurganlığa, yeniden doğmağa ilişkin ilk tutarlı teorilerin oluşmasında ay mitosları önemli bir yer tutmaktadır. Ayın zamanı ölçmeye yaradığını, ayın evrelerinin – güneş yılından çok önce ve daha somut bir şekilde- bir zaman birimini (ayı) göstermesi önemlidir. İnsanın doğumu, büyümesi, gerilemesi ve yok oluşu ay devrelerine benzetilmektedir. Burada insanlığın yok oluşu ve yeniden ortaya çıkışı döngüsel-dairevi bir yaklaşımı sergiler. Eliade, Edebi Dönüş Mitosu, s. 89-90. 6 Kubilay Aysevenler, “Antikçağ’dan Günümüze Tarih Tasarımları”, Çağdaş Türkiye Araştırmaları Dergisi, cilt: 8, sayı: 18-19, 2009, s. 5. 7 Harvey Cox, Secular City: Secularization and Urbanization in Theological Perspective, Princeton University Press, 2013, s. 23; Salih Özer, “İslam Düşüncesinde Kutsal (Zaman) Kavramı: Ritüeller/Kutlamalar Örneği”, İslâmî Araştırmalar Dergisi, cilt: 18, sayı: 3, 2005, s. 306. 8 Bedia Akarsu, Felsefe Terimleri Sözlüğü, İnkilâp Kitabevi Yayın, İstanbul 1998, s. 203. 9 Khronos’un Zeus’un babası olduğu ifade edilir. Bkz. Seyyid Hüseyin Nasr, Bilgi ve Kutsal, İz Yayıncılık, İstanbul 2013, s. 240. 10 Arslan Topakkaya, Felsefe, Din ve Kültür’de Zaman, Paradigma Yayıncılık, İstanbul 2013, s. 105-106. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 227-247 230 | Ertuğrul Döner İran hikâyeleri Farsça konuşan her çocuğun çok iyi bildiği, zamanın ötesinde, bununla birlikte hikâyenin başladığı bir nokta olan ebedî şimdinin metafizik anlamını ihtiva eden “Bir varmış, bir yokmuş, Allah’tan başka kimse yokmuş” cümlesiyle başlar. Zamanın başlangıcı, aslı, zaman içinde yaşanılan tüm olaylar, bu “bir varmış, bir yokmuş”a aittir. Hem metafiziğe ve hem de zamanın yok edemediği mit ve sembollere ait “hiçbir zaman” da, tüm zamanlar da “bir zamanlar”ın (bir varmış, bir yokmuş) içindedir. Bunlar her şeyin kendisinden doğduğu “ebedî an”ın değişmezliğini paylaşırlar. 11 Zaman kelimesinin kökeni, eski bir İran dini akımı olan Zurvanizm’e kadar dayandırılır. Farsçada Zervan ya da Zorvan olarak telaffuz edilen Zurvan, (Avesta dilinde Zrvan; Pehlevice Zaravan)12 Avesta’da zaman anlamında; zamanın kutsallığını kabul eden ikincil bir tanrının 13 adı olarak kullanılır.14 Eliade, Avesta’da zaman için kullanılan terimin “thwaşa” olduğunu ve sözcük olarak tam karşılığının “Aziz” veya “Acele eden” anlamlarına geldiğini ifade eder. Widengren’e göre bu sözcüğün en başından beri gök kubbeyi ifade eden, yazgılara hükmeden bir gök tanrıya özgü sıfatlardan biri olduğunu dile getiren Eliade, büyük olasılıkla Zurvan’ın başlangıçta zamanın kaynağı olan, iyi ve kötü talihi dağıtan, yazgıya hükmeden bir gök tanrısı olduğunu belirtir. Zurvan’ın arkaik bir yapıya sahip olduğunu söyleyen Eliade’ye göre o, kozmik kutuplaşmalarda her türlü uzlaşmaz zıtlığı bünyesinde bir arada barındıran bazı ilkel tanrıları hatırlatır.15 Zurvan, hem başı ve sonu olmayan zamanı (sonsuz zaman) hem de sınırlı olan (uzun özerk zaman), diğer bir ifadeyle dünyevî (12.000 sene) zamanı ifade eder. Dünyevî zamanın en belirgin özelliği Ahuramazda ile Ehrimen arasında meydana gelen çatışma ve savaşla ortaya çıkmış olması ve bu sayede onun belirlenmesidir. Bütün bir insanlık tarihine anlam kazandıran şey bu mücadeledir. Ahuramazda dünyayı mistik bir sene içinde yaratmıştır. İnsanlar her sene bu dinî yılı ve insanın bu dinî yıl içinde yaratılmasını kutla- 11 Nasr, Bilgi ve Kutsal, s. 241. 12 Mehmet Alıcı, Kadim İran’da Din: Monoteizm’den Düalizm’e Mecusi Tanrı Anlayışı, İstanbul 2012, s. 237; Hayreddin Kızıl, “Zurvanizm’in Kuruluşu ve Sasaniler Dönemindeki Etkileri”, Ekev Akademi Dergisi, yıl: 17, sayı: 56, 2006, s. 296. 13 Zerdüştlüğün ismini aldığı zaman anlamına gelen Zurvan’ın en yüksek Tanrı’nın adı olduğu ifade edilir. Bkz. Topakkaya, Felsefe, Din ve Kültür’de Zaman, s. 42. 14 Mary Boyce, Zoroastrians their Religious Beliefs and Practices, Boston 1979, s. 68. 15 Mircea Eliade, Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi: Gotoma Budha’dan Hıristiyanlığın Doğuşuna, çev. Ali Berktay, İstanbul 2003, s. 357. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 227-247 Bazı Kültürlerde ve Dinlerde Zaman | 231 makta, bu sebeple de dünyayı ve oluşu canlı tutmaya çalışmaktadırlar. 16 Geç dönem Avesta’da Zurvan’a çok az değinilir; fakat o her daim zaman ve kaderle ilişkili bir şekilde ifade edilir. Doğruların ve dinsizlerin ruhlarının Mazda’nın yarattığı Cinvat köprüsüne ulaşmadan önce Zurvan’ın açtığı yolda ilerledikleri belirtilir. Kader/zaman, bir anlamda her bir bireye tanınmış geçici sürenin eskatolojik bir ifadesidir.17 İnsan zaman ve mekânın ortasında bulunan ve onun içinde devinen bir varlıktır. O, sabah güneşin doğuşuna ve akşam olunca da batışına göre kendisini konumlandırır. Eski İsrail’de insan zaman içinde durmadan kürek çeken birisi olarak ifade edilir. Burada insan durmadan geriye doğru kürek çeker ve aslında o geleceğe doğru yol alır. 18 Yahudi geleneğinde zaman kutsal bir tarihin aracısı olarak kabul edilir. Seçilmiş bir halkın başına gelen özel birtakım olaylar silsilesinin aracısı olan zaman kutsanmıştır; o ebedî bir dönüş, Tanrıyla halk arasındaki sözleşme ve inancın ilahi bir yoludur. 19 Yahudilik, Antik Yunan’daki zamanın ezeliliği anlayışına yabancıdır. Zaman evrenin yaratılması sonrası ortaya çıkmıştır. Evren zaman içinde değil; zaman evren içinde yaratılmıştır. Geç İncil döneminde zaman kavramı için kullanılan kelime zeman’dır. Bu kelime Eski Ahitte “belirlenmiş zaman” anlamına gelen et ya da mo’ed kelimesinin yerine kullanılmıştır. Rabbani literatürde bir zaman birimi olarak kullanılan zeman bütün zamanı kapsayan bir kavram değildir. Evrensel düzenin mevcut olması yani mo’ed (belirlenmiş zaman olarak evrensel düzenin ikinci dönemine karşılık gelir) Yahudilerin zamana verdiği değeri göstermektedir. Ayrıca evrensel düzenin birinci dönemine zera’im adı verilmiş; kutsal zaman ve kutsal mekan birlikte ifade edilmiştir. Yine Yahudilikte yaratılış (altı günlük bir zaman dilimi), şabat/dinlenme günü, yom kippur/kefaret günü, roşaşana/yılbaşı gibi zamana dair önemli birtakım kavramlar bulunmaktadır.20 Zamana dair önemli birtakım bilgilerin verildiği kitap Süleyman’ın Bilgeliği ya da Bilgelik Kitabı’dır. Bu kitap, zamanı, daha doğrusu dünyevî zama- 16 Topakkaya, Felsefe, Din ve Kültür’de Zaman, s. 43. 17 Eliade, Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi: Gotoma Budha’dan Hıristiyanlığın Doğuşuna, s. 357. 18 Hans Walter Wolff, Anthropology of the Old Testament, translated from the German by Margaret Kohl, S.C.M. Press, Philadelphia 1974, s. 88-89. 19 Faiz Kalın, Felsefe ve Bilim Işığında Kur’ân’da Zaman Kavramı, Rağbet Yayınları, İstanbul 2005, s. 26. 20 Topakkaya, Felsefe, Din ve Kültür’de Zaman, s. 46-48. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 227-247 232 | Ertuğrul Döner nı belirli ve sabit bir değer olarak kabul eder. Bu yüzden Yunanca kairos kelimesini kullanır. Buna karşılık ve bunu sınırlayan ve sonsuzluk anlamına gelen di’aionos kavramına yer verir. Bu kavramlardan hareketle ölümsüzlük anlamında atanasia ve yok olmama anlamında ise aftarsia kavramları geliştirilmiştir. Bu son iki kavram zamanın boyunduruğu altında olmamakla birlikte, özellikle hem Tanrılar hem de insan ruhu söz konusu olduğunda kullanılan kavramlardır. Atanasia genel anlamda ölümsüzlüğün nasıl olduğuna değinirken, aftarsia bu ölümsüzlüğün nasıl düşünülmesi gerektiğini tasvir etmektedir. 21 Süleyman’ın Bilgeliği ya da Bilgelik Kitabı’nda yaşam ölümle son bulacak olsa da bu sadece kairos’un son bulmasıdır. Hayatını Tanrının emir ve yasakları çerçevesinde yaşayanlar öldükten sonra sonsuzluğu yakalayacaktır. Burada zaman ölümle sınırlandırılmakla birlikte o, aynı zamanda sonsuzluğa açılan kapıdır. Her canlı kairos’un etkisindedir. İnanmayanlar için ölüm sonun başlangıcıdır.22 Tanrı başlangıçta bütün varlıkları bir düzen içinde yaratmış; bununla birlikte ölümle ilgili bir şey yapmamıştır. Buna binâen insan, yaratılıştaki bu düzene muhalif bir tutum sergilemiş ve ölümlü olmaya adımlamıştır.23 İnsan, dünyevî zamanın başlangıcıdır; o artık zamansal bir varlıktır ve o ölünceye kadar da zaman insan üzerinde hükümranlığını sürdürecektir. Hıristiyanlık, devrî zaman anlayışına parçacı yaklaşıp, zamanı doğrusal bir tarzda ele alarak tarihsel zamanın değerlendirilmesinde farklı bir metot takip etmiştir.24 Zahirî açıklamalarıyla İbrahim’den önce var olan İsa’yı logos olarak kabul eden Hıristiyanlık, insanlık tarihini üç temel nokta üzerinden anlamlandırmıştır: Âdem’in yeryüzüne inişi/düşüşü, Tanrının oğlunun tarihte ikinci Âdem olarak vücut bulması ve İsa’nın tekrar gelmesi ve dünyanın sonu.25 Geleneksel Hıristiyan düşüncesi zaman ve mekân probleminin çözümünü zaman ve mekânı aşarak hakikate kavuşmada aramıştır. Tanrı bedene bürünmüş, tarihsel olarak insanî bir varoluşu üstlenmiştir. Bu sebeple tarih/zaman kutsallaştırılmaya layık bir hale dönüşmüştür. İncil tarafından zikredilen illud tempus,26 belirlenmiş bir zamandır. Dinsel zamana katılan çağdaş 21 Topakkaya, Felsefe, Din ve Kültür’de Zaman, s. 60-61. 22 Bilgelik Kitabı 4/19. 23 Yaratılış 2/15-17. 24 Bkz. Mustafa Safran-Ahmet Şimşek, “Tarih yazımında Bir Sorun: Tarih ve Zaman İlişkisi”, Tarihin Peşinde-Uluslararası Tarih ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, sayı: 1, 2009, s. 15-16. 25 Nasr, Bilgi ve Kutsal, s. 245. 26 Zamandan önce mitsel bir zaman (a mythical time before time). ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 227-247 Bazı Kültürlerde ve Dinlerde Zaman | 233 Hıristiyan, İsa’nın içinde yaşadığı, can çekiştiği ve yeniden hayata geldiği illud tempus’a ulaşmaktadır. Hıristiyan için, kutsal takvim İsa’nın varoluşunun olaylarını, aynen sonsuz bir şekilde yeniden ele almaktadır; fakat tüm bunlar zaman içinde cereyan etmiştir. Bunlar artık zamanın kökeninde, “başlangıçta” cereyan etmiş olaylar değildir. Kısaca tarih/zaman tanrının dünyadaki varlığının yeni bir boyutu haline gelmiştir. Burada tanrının tarihe müdahalesinin, İsa’nın tarihsel kimliği içinde bedene bürünmenin tarih-aşırı/üstü bir amacına dönüşmüştür.27 Bazı İncil yorumcuları Tanrının krallığının tarihin dışında gerçekleşecek bir şeymiş gibi algılanmasını yanlış bulmuştur; İsa’nın bizatihi kendisinin ebediyetin şimdiki zamanda görünmesi olduğu kabulüyle, Tanrının krallığının tamamlanmış-bitmiş bir süreç olarak görülemeyeceğini ifade etmişlerdir. Tanrı krallığı ile Tanrının oğlunun krallığı birdir. Burada Tanrının krallığı Tanrı ile insan, zaman ile sonsuzluk arasındaki farkı ortadan kaldırmamaktadır. Bu durum İsa’nın şahsında ve Tanrının tarihle kendini açımlamasından başka bir şey değildir. 28 Yani sonlu varlık ile sonsuz varlık arasındaki ilişki canlı ve dinamiktir. Zaman tanrının ebediliği ile kuşatılmıştır. Tanrının sonsuzluğu zamanın içinde cereyan edebilmiştir. Tanrı hem geçmişte, hem şimdi ve hem de gelecekte Tanrıdır ve onun hâkimiyeti geçmiş, şimdi ve geleceğin üzerindedir. Sonlu ve sınırlı zamanın (kairos) kaynağı bizzat sonsuzluğun kendisidir (aion). İsa’nın zamanla ilgili kullandığı kavramların başında kairos gelir. Yeni Ahit’te İsa’nın belirli bir zaman olan kairos ile geçip giden zaman anlamındaki khronos arasında nasıl bir ayrım yaptığı keskin çizgilerle belli değildir. 29 Tanrının krallığı sadece burada ve yakında olmayıp aynı zamanda İsa’nın gelmesiyle aşkın olanın da habercisidir. Başlangıçta yaratılışla 30 tam bir oluş gerçekleşmemiş, İsa’nın dünyaya gelişiyle tam bir oluş meydana gelmiştir. Yeni Ahit’de kairos ve khronos kavramlarının yanı sıra sonsuzluk anlamında aion kelimesine yer verilir. Özellikle Yunanca İncillerde bu kelime hem normal zaman hem de sonsuzluk anlamında kullanılmaktadır. 31 Bu dünyada insanlar 27 Mircea Eliade, Kutsal ve Dindışı, Gece Yayınları, Ankara 1991, s.91-92. 28 Topakkaya, Felsefe, Din ve Kültür’de Zaman, s. 65-66. 29 Vakit tamam oldu, Allah’ın melekûtu yakındır. Tevbe edin ve İncil’e iman edin. Markos 1/15. 30 Başlangıçta Tanrı gökleri ve yeryüzünü yarattı. Yaratılış 1/1. 31 İsa, “Benim ve Müjde’nin uğruna evini, çocuklarını ya da topraklarını bırakıp da birlikte yüz kat daha fazla eve, kardeşe, çağda sonsuz yaşama kavuşmayacak ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 227-247 kardeşlerini, anne ya da babasını, şimdi, bu çağda çekeceği zulümlerle anneye, çocuğa, toprağa ve gelecek hiç kimse yoktur. Markos 10/30. 234 | Ertuğrul Döner şeytanı ve ölümü yenmeli, aynı zamanda sayılı olan ömür dakikalarını (kairos) ebedileştirmelidir (aion). İnsan sonsuz hayattaki mutluluğu kazanmalıdır. Cahiliye Arap ve İslam Literatüründe Zaman Sözlükte “kısa veya uzun vakit, az ya da çok süren bölünebilir müddet” gibi anlamlara gelen zaman kelimesinin (çoğulu ezmine/zemenin [çoğulu ezmân, ezmün]) örfte altı ayı aşmayan bir süre için kullanıldığı belirtilir. Dilciler de zamanın iki ile altı ay arasında bir müddeti kapsadığını ifade ederler. Bununla birlikte Ezmân’ın “bir insanın yaşadığı ömür” anlamına geldiği de kaydedilir. “Meyve zamanı, hurma zamanı, panayır zamanı, yaz ve kış zamanı” şeklinde belirli birtakım olaylar bağlamında, her yıl gerçekleşen dönemler ve mevsimler için kullanılan zaman kelimesi, bir kimsenin yönetimde kaldığı süre için de kullanılmaktadır.32 Kur’an’ı Kerim diğer kutsal kitaplara göre zamanı, hem kavramsal hem de zamanın pratik yaşamla ve hatta öldükten sonraki yaşamla ilişkisi bağlamında ele alır. Kur’an, zamanı genel anlamda bir varoluş kategorisi olarak inceler ve bu bağlamda birbirinden farklı birçok kavrama yer verir. Gerek “zaman” kelimesi gerekse onun sürekliliğini ifade eden “devam”, zamanda öncesizliği belirten “ezel” ve “kıdem” gibi terimler Kur’an’ı Kerim’de geçmez.33 Buna karşılık gece ve gündüz, tan yerinin ağarmasından güneş doğuncaya kadar olan zaman, gündüz içerisinde herhangi bir saat, ikindi vakti, sabahın erken saatleri veya akşamın geç vakitleri, “sürekli zaman” ve dehr anlamı taşıyan asr34 kelimesi Kur’an’ı Kerim’de yer alır.35 Vakt,36 herhangi bir şeyin belirlendiği zaman, zamanın belirli bir birimi, zamanın veya dehrin bir parçası anlamlarına gelmektedir.37 Sâ’at,38 zamanın cüzlerinden bir İnsanoğluna karşı bir söz söyleyen, bağışlanacak; ama Kutsal Ruh’a karşı bir söz söyleyen, ne bu çağda, ne de gelecek çağda bağışlanacaktır. Matta 12/32. 32 Ebû Mansur Muhammed Ezherî, Tehzîbü’l-Luğa, Beyrut 2004, X. 64; Ebü’l Fazl Cemâlüddîn Muhammed İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, Kahire 1119, s. 1867; Ebü’lFeyz Muhammed Murtaza ez-Zebîdî, Tâcü’l-Arûs min Cevâhiri’l-Kâmûs, thk. Abdüssettar Ahmed Ferrac, Kuveyt 1965, XXXV. 151-152. 33 İlhan Kutluer, “Zaman”, DİA, İstanbul 2013, XLIV. 111. 34 Asr 103/1. 35 Ezherî, Tehzîbü’l-Luğa, I. 444-445; İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, s. 2968; Zebîdî, Tâcü’l-Arûs min Cevâhiri’l-Kâmûs, XIII. 60. 36 Bakara 2/189; A’râf 7/142, 143, 155; Nisâ 4/10; Duhân 44/40. 37 Ebü’l-Kâsım Hüseyin b. Muhammed Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât fî Garîbi’lKur’ân, Beyrut trs., s. 529. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 227-247 Bazı Kültürlerde ve Dinlerde Zaman | 235 cüz, en asgari bir vakit, muayyen bir zaman, dönem, devir, kıyamet gibi manalar ifade etmektedir.39 Hîn,40 bir şeyin elde edilme ve meydana gelme vakti, devam eden şey, ecel, kıyamet günü, süre, müddet, belirsiz zaman, dehr, dehr’den bir vakit, zamanın tamamı, kırk yıl, yedi yıl, iki yıl, bir yıl veya daha fazlası, altı ay ve iki ay gibi süreler için kullanılır. 41 Ebed,42 dehr, sonu olmayan dehr, daima, her zaman, parçalara ayrılamayan zaman, mutlak zaman anlamlarındadır.43 Ölüm vakti, insan hayatının tayin edilmiş süresi, ömür, her topluluğa verilen belirli bir süre/belli bir yaşam süresi, belirlenmiş zaman anlamında kullanılan ecel 44 kelimesi Kur’an’ı Kerim’de çokça geçer. 45 Sermed, kesilmeksizin akıp giden, devam eden zaman, uzun gece, geceye veya gündüze ulaşan zaman, süreklilik, Allah’ın geceyi ve gündüzü kıyamete kadar uzatması/devam ettirmesi anlamlarına sahiptir. 46 Devam etmek, uzun zaman kalmak anlamında masdar olan huld47 (hulûd) kelimesi ise “uzun zaman, süreklilik” anlamında isim olarak da kullanılır. Dilcilerin belirttiğine göre huld’un asıl anlamı, “bir şeyin tabii hali üzere devam edip değişme ve bozulmaya maruz kalmaması veya değişmenin uzun zaman sonra gerçekleşmesi”dir. Buna göre huld kavramının sözlük anlamları içinde “ebediyet” yoktur. Kelime ayrıca “ebedi” manasında cennetin isimlerinden biri olarak da kullanılmıştır.48 Belirsiz bir süre, art arda geçen uzun seneler, uzun devir/dönem ve dehr gibi anlamlara gelen hukub kelimesi için dilciler yıl/yıllar, iki yıl, otuz yıl veya daha az ya da 38 Ar’af 7/34; Hûd 11/104; Sebe 34/30. 39 Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât fî Garîbi’l-Kur’ân, s. 248. 40 İbrâhîm 14/25; Enbiyâ 21/111; Mü’min’un 23/25, 54. 41 İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, s. 1073; Zebîdî, Tâcü’l-Arûs min Cevâhiri’l-Kâmûs, XXXIV. 470. Ezherî, Tehzîbü’l-Luğa adlı eserinde hîn kelimesini dehrden bir vakit anlamı yerine zamandan bir vakit manasında kullanmış ve dilcilerin hîn kelimesinin süresi konusunda ihtilaf ettiklerine değinmiştir. Bkz. Ezherî, Tehzîbü’l-Luğa, IV. 121. 42 Bakara 2/95; Enbiyâ 21/34; Nûr 24/4, 17. 43 İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, s. 4; Zebîdî, Tâcü’l-Arûs min Cevâhiri’l-Kâmûs, VII. 371. 44 Bakara 2/231, 234, 235, 282; En’âm 6/128; Ar’âf 7/34. 45 Ezherî, Tehzîbü’l-Luğa, VIII. 443; İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, s. 32; Zebîdî, Tâcü’lArûs min Cevâhiri’l-Kâmûs, XXVII. 434. 46 İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, s. 2000; Zebîdî, Tâcü’l-Arûs min Cevâhiri’l-Kâmûs, VIII. 190. 47 Yûnus 10/52; Tâhâ 20/120; Enbiyâ 21/34. 48 Ezherî, Tehzîbü’l-Luğa, V. 421; Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât fî Garîbi’l-Kur’ân, s. 154; İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, s. 1225. Huld kavramı hakkında daha geniş bilgi için bkz. Bekir Topaloğlu, “Huld”, DİA, İstanbul 1998, XVIII. 324. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 227-247 236 | Ertuğrul Döner daha fazla bir süre, seksen yıl ya da daha fazla bir süre, bin yıl gibi birbirinden oldukça farklı zaman aralıkları vermişlerdir. 49 Dehr, 50 sözlüklerde sınırı belli olmayan uzun zaman, sürekli zaman anlamında 51 ve çoğu yerde zaman kelimesiyle karşılaştırmalı olarak kullanılır. Ezherî’nin Tehzîbü’l-Luğa adlı eserinde dilci Şemir’in dehr ve zamanın bir olduğu/aynı anlama geldiği şeklindeki görüşüne yer verilmiş, dilci Ebû Heysem’in ise Şemir’in zaman ve dehr konusunda yanlış düşündüğü nakledilmiştir. Ona göre zaman; meyve zamanı, hurma zamanı, yaz ve kış zamanı şeklinde özellikle iki veya altı aylık zaman dilimini kapsarken, dehr sonsuzdur. Ayrıca Ezherî, Arapların dehri, uzun dönemden bir dönem manasında kullandıklarını ve dünya hayatının tamamı için dehr denildiğini belirtmiştir. 52 Zaman kelimesinin dehrin az veya çok bütün parçalarında kullanılması sebebiyle daha umumî ve genel bir manaya geldiğini ifade eden Elmalılı Hamdi Yazır, zamanın geçmiş, şimdiki ve gelecek kısımlarına ayrıldığını ve kâinatın baştan sona kadar bir uzamasının ifadesi olduğundan dehrin makamlarından bir parça olduğunu söylemiştir.53 Zamanın/dehrin âlemdeki oluş ve bozuluşlarda etkin olduğu şeklinde formüle edilebilecek bir yaklaşım çeşitli toplumlarda birçok taraftar bulmuştur. Cahiliye Araplarında da özellikle kader ve ölüm düşüncesiyle paralel bir şekilde yaratılış, ilahi kanunlar, ahiret hayatı, hesaba çekilme, cennet ve cehennem, huld gibi bazı konular zaman/dehr ilişkisiyle açıklanmaya çalışılmıştır. Cahiliye Arapları ölüm düşüncesine merak saldıkları halde, öldükten sonra insanın başına ne geleceği, ne olacağı şeklinde bir düşünceye yer vermemiş,54 dünya hayatından sonra bir şeyin olmayacağı, vücudun toprağa girdik- 49 İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, s. 938; Zebîdî, Tâcü’l-Arûs min Cevâhiri’l-Kâmûs, II. 301. 50 Câsiye 45/24; İnsan (Dehr) 76/1. 51 İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, s. 1439. 52 Ezherî, Tehzîbü’l-Luğa, IV. 430-431; X. 64. 53 Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul 1979, VI. 4323. 54 Mekke müşriklerinin, hür irade sahibi, fail bir ilahı inkâr etme hususundaki şüphelerine gelince, bu da onların, “Bizi, o sürekli zamandan başkası helak etmez” şeklindeki sözlerinden anlaşılan husustur ki, bu da, “Şahısların üremesi, tabiatların kaynaşmasını gerektiren feleklerin hareketi sebebiyle olur. Binâenaleyh bu kaynaşma, hususî bir biçimde tahakkuk ettiğinde hayat, başka bir tarzda gerçekleştiğinde ise ölüm hadisesi meydana gelir. Hayatı ve ölümü gerektiren, tabiatların tesiri ve feleklerin hareketleridir. Bu konuda, hür ve irade sahibi bir failin bulunduğunu kabule gerek yoktur” demektir. Sonuç itibariyle bu grup, hem ilâhı, hem de öldükten sonra dirilmeyi ve kıyameti inkâr etmişlerdir. Bkz. Ebû Abdillah Muhammed Fahreddîn erRâzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, Beyrut 1981, XXVII. 270-271. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 227-247 Bazı Kültürlerde ve Dinlerde Zaman | 237 ten sonra çürüyeceği ve ruhun rüzgâr gibi uçup gideceğine inanmışlardır. 55 İslam’dan önce Araplar yaratma işini Allah’ın yaptığına inanmakla birlikte, yaratma sonrası insanın yaratıcısıyla bütün bağlarının kesildiğine ve hayatın daha kuvvetli bir başka varlığın yönetimine geçtiğine inanmaktadır. 56 Bu varlığın yönetimi insanın ölümüne kadar devam eder ve ölüm bu zalim diktatörün son hamlesidir ve onun adı dehr’dir.57 İlk yaratılıştan sonra dehrin dizginleri eline aldığına inanan kimseler, başlarına bir musibet, felaket geldiğinde bunu dehrden bilir ve dehre söverlerdi.58 Dehrin kızlarının öldürücü oklarını atması karşısında insanın çaresizliği, dehrin kanca gibi dişlerini açmış beklemesi, dehrin köpek dişleriyle insanı ısırması ve yaşlılığın dehrin bir oyunu, küçüklerin akıbetinin de dehrin hükmüne boyun eğmek olduğu şeklindeki ifadeler bazı Cahiliye şiirleri içerisinde yer almaktadır.59 Kur’an’ı Kerim’de Câsiye 45/24. ayette “Onlar, “Hayat bu dünyada yaşadığımızdan ibarettir. [Tesadüfen geldiğimiz] bu dünyada birilerimiz ölür, birilerimiz doğar ve bu hep böyle devam edip gider. Bizi yok edecek olan şey, zamanın akıp gitmesinden, ömrün bitmesinden başka bir şey değildir.” diyorlar. Hâlbuki onlar bu konuda gerçeği bildiklerinden değil, sırf ölüm sonrası dirilişten derin şüphe duyduklarından böyle söylüyorlar.” şeklindeki ifadelerde Cahiliye devri insanının hayatını ve ölümü hiç durmadan akıp giden zamanın öğütücü etkisine bağlayıp ahireti inkâr eden tutumunu kınamak ve İnsan 55 Toshihiko Izutsu, Kur’ân’da Allah ve İnsan, çev. Süleyman Ateş, Yeni Ufuklar Neşriyat, Ankara 1975, s. 117. Ayrıca bkz. Şehristânî, Arapların bir kısmının yaratıcının varlığını ve ölüm sonrası hayatı inkâr ettiklerini, diğer bir kısmının ise Allah’ın varlığını ve ilk yaratılışı kabul etmekle birlikte, ahiretteki dirilişe inanmadıklarını belirtmektedir. İlk grupta yer alanlar, hayatı tabiata, ölüm ve yok oluşu dehrin gücüne bağlamışlardır. Buna göre, varlık âlemine çıkaran, yaşatan güç tabiat, yok oluşa sürükleyen ise dehrdir. Bkz. Ebu’l-Feth Muhammed eşŞehristânî, el-Milel ve’n-Nihal, Beyrut 1967; II. 235. Şehristânî’nin verdiği bilgiler ışığında, hayatı ve ölümü dehrin gücüne bağlamak ve ölümden sonraki hayatın varlığını yadsımak şeklinde özetlenebilecek anlayışın tüm Araplarca benimsendiğini söylemek mümkün değildir. 56 Araplar, insan hayatını ilgilendiren rızık, ecel, bahtiyarlık ve bedbahtlık gibi birçok hususun dehr/zaman diye adlandırılan kaçınılmaz bir kuvvet tarafından ezelde tayin edildiğini düşünmüşlerdir. Ancak bu düşüncede dehr ibadet edilecek bir mabud olarak değil; mutlaka hesaba katılması gereken kozmik bir güç olarak tasavvur edilmiştir. Bkz. Montgomery Watt, Modern Dünyada İslam Vahyi, çev. Mehmet S. Aydın, Hülbe Yayınları, Ankara 1982, s. 61. 57 Izutsu, Kur’ân’da Allah ve İnsan, s. 118. 58 Ezherî, Tehzîbü’l-Luğa, IV. 430; İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, s. 1439. 59 Ebû Abdillah Muhammed Kurtubî, el-Câmi’ li Ahkâmi’l-Kur’ân, Beyrut 2006, XIX. 166; Izutsu, Kur’ân’da Allah ve İnsan, s. 117-122. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 227-247 238 | Ertuğrul Döner (Dehr) 76/1. ayette “Gerçek şu ki kendisinden “insan” olarak söz edilmeye değer bir varlık hâline gelinceye kadar insanın üzerinden uzun zaman geçti.” şeklindeki ifadelerde insanın yeryüzünde tam anlamıyla insan sıfatıyla anılması noktasında “çok uzun bir zaman” geçtiğini vurgulamak için “dehr” kelimesi kullanılmıştır.60 Mücâhid (ö. 104/722) dehrin “yıllar ve günler” anlamına geldiğini belirtmiş, Katâde (ö. 117/735) ise dehri “yaşadığımız ömür” diye açıklamıştır. Her iki anlamın da bir olduğunu ifade eden Kurtubî (ö. 671/1273), dehre “geçip giden zaman” şeklinde mana verilebileceğini belirtmiştir. 61 Râğıb elİsfahânî (ö. 502/1108) dehrin, kâinatın var oluşunun başlangıcından sonuna kadar olan müddetin ismi olduğunu ifade etmiştir. Uzun bir müddete dehr denilebileceğini söyleyen Râğıb, zamanın az bir müddete denilmesi kabulüyle dehrden farklı olduğunu ifade etmiştir. Bir kimsenin dehri ifadesinin, onun hayat müddeti anlamına geldiğini belirten Râğıb, dehrin masdar veya isim olabileceğine işaret ederek, masdar olduğunda kahretmek, yenmek ve istilâ etmek, isim olduğunda ise vakit, bütün zaman, kâinatın baştan sonuna kadar akıp geçmesi manalarına geldiğini söylemiştir.62 Ebû Hüreyre (ö. 58/677) Hz. Peygamber’in: “Cahiliye dönemi bazı insanları ‘Bizi gece ve gündüzden başkası helak etmiyor. Bizi helak eden, öldüren ve bize hayat veren odur’ diyor ve dehre sövüyorlardı. Buna binâen Yüce Allah da şöyle buyurmaktadır: Âdemoğlu dehre (zamana) söverek bana eziyet veriyor. Hâlbuki dehr benim, iş benim elimdedir. Geceyi ve gündüzü ben evirip çeviririm.” 63 buyurduğunu rivayet etmektedir. 64 Kurtubî, Buhârî ve Müslim’de benzer şekilde rivayet edilen bu hadisin, Muvatta’da “Sizden herhangi bir kimse sakın zaman kahrolsun demesin. Çünkü Allah dehrin kendisidir.” 65 şeklinde nakledildiğini belirtmiştir. “Dehr, Allah’ın isimlerindendir” diyenler bu hadisi delil göstermiş ve şu ifadelere yer vermişlerdir: “İlim adamlarından dehri Al- 60 Kur’an’ı Kerim’de geçen dehr kavramı üzerine önemli bir çalışma için bkz. Mustafa Öztürk, “Kur’an’da ve İslam Öncesi Arap Düşüncesinde “Dehr” Kavramı”, OMÜİFD, sayı: 16, 2003, s. 254-257. 61 Kurtubî, el-Câmi’ li Ahkâmi’l-Kur’ân, XIX. 164. 62 Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât fî Garîbi’l-Kur’ân, s.173. 63 Buhârî, “Tefâsîr” 316; Müslim, “Elfâz” 1. 64 Zamana sövmeyi yasaklayan hadisin senet ve metin açısından değerlendirilmesiyle ilgili önemli bir çalışma için bkz. Abdullah Karahan, “Zamana Sövmeyi Yasaklayan Hadisin Tenkid ve Tetkiki”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, cilt: 17, sayı: 2, 2008, s. 463-518. 65 Mâlik b. Enes, “Câmiʻ” 3608. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 227-247 Bazı Kültürlerde ve Dinlerde Zaman | 239 lah’ın isimlerinden biri olarak kabul etmeyenlerin bu yaklaşımları, Arapların Cahiliye dönemindeki tutumlarını reddetmek ile açıklanabilir. Çünkü onlar, Allah’ın bu ayetle haklarında haber verdiği şekilde, asıl failin zaman olduğuna inanıyorlardı. Bu bakımdan onlara herhangi bir zarar, sıkıntı ya da hoşlanmadıkları bir şey gelip çattığında bunu zamana nispet ediyorlardı. Bu hususta kendilerine: “Siz dehre (zamana) sövmeyiniz. Çünkü Allah zamanın kendisidir. Yani sizin zamana izafe ettiğiniz bu işlerin faili yüce Allah’ın kendisidir. Dolayısıyla bu sövme -haşa- O’na gider” denildi ve bu sebepten onların bu tutumları yasaklanmış oldu.” Bu kanaatin doğruluğunun delilini Ebû Hüreyre’nin Hz. Peygamber’den naklettiği “Âdemoğlu Bana eziyet veriyor...” hadisi ile destekleyen Kurtubî, Ebû Ali es-Sakafî’nin şu beyitleri ile sözlerine devam eder: “Ey başına bir musibet geldi mi zamana sitem eden kişi! Sana sıkıntı vermesi sebebiyle zamanı kınama! Çünkü zaman, bir memurdur ve onun bir amiri vardır. Zaman da o amirin emrine boyun eğer. Nice kâfir vardır ki pek çoktur serveti ve küfrüne rağmen kat be kat artar. Nice mümin de vardır ki bir dirhemi yoktur da fakirliğine rağmen imanı artar.” 66 Bazı Araplar tarafından olumsuz bir şekilde yorumlanan dehre, hakikatte yok ise de bir kudret bir ilahlık payesi verilmiş gibidir. Fakat Kur’an’ı Kerim’de her şeyin faili ve maliki olduğu ifade edilen Allah’ın kudret ve yaratma alanına dehr de dâhildir. Evvel ve âhir olan Allah tüm varlık âleminin nihai varisidir. Netice itibariyle hîn ve dehr de dâhil, Allah’tan bağımsız olarak var olma gücü hiçbir şeyde mevcut değildir. Ayrıca Kur’an’ı Kerim dünya ve ahiret hayatını anlatırken, dünyevi, fani ve muvakkat olana bağlanma/saplanma tehlikesine de sıklıkla atıfta bulunur.67 Zamanın devrî oluşu ve bunun âlemdeki kozmik düzenle ilişkisi tarih öncesi dönemlerden beri bilinmekle beraber başlangıçta zamanın takvim kullanımına temel teşkil edecek şekilde nasıl bölündüğü belli değildir. Bununla birlikte ilk zaman bölümlemelerinin ay ve güneşin periyodik hareketlerine bağlı olarak yapıldığı tahmin edilebilir. Bilhassa ayın safhalarından hareketle otuz günlük zaman biriminin tespiti takvim hazırlama konusunda ilk adımı teşkil eder. Otuz günlük safha içerisinde tabiattaki canlı yapıda meydana gelen periyodik değişim muhtemelen hafta anlayışına yol açmıştır. Astronomik bir 66 Kurtubî, el-Câmi’ li Ahkâmi’l-Kur’ân, XIX. 164-166. Câsiye 45/24. ayet bağlamında “dehr” konusuna benzer bir yaklaşım için bkz. Ebü’l-Fidâ İmâdüddîn İsmâil İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, thk. Mustafa es-Seyyid Muhammed vd., Kahire 2000, XII. 363-364. 67 Sadık Kılıç, “Modern Toplumun Bunalımında Zamana Bakış Açısının Payı ve Mircea Eliade”, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı: 6, 1986, s. 276. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 227-247 240 | Ertuğrul Döner temele dayanmayan yedi günlük zaman birimi, Sâmî kültürlerde ayın dünya etrafında dönerken geçirdiği dört safhanın (yeni ay, ilk dördün, dolunay ve son dördün) yedişer gün sürmesinden veya ayın yedi gezegende konaklaması inancından kaynaklanmış olmalıdır.68 Kur’an’ı Kerim’de zamanı ifade eden kelimeler hem işin ya da ibadetin vaktini belirlemek/bildirmek yahut tarihi bir hadiseye atıfta bulunmak amacıyla kronolojik bağlamlarda, hem de kozmolojik anlamda yer alır. Yevm (gün), 69 şehr (ay)70 ve sene (yıl)71 gibi sınırlı zaman belirten bu süreler içerisinde en çok kullanılanı yevm kelimesidir. 72 Yevm, güneşin doğuşundan batışına kadar geçen süreye verilen addır.73 Yevm kelimesinin dehr anlamına geldiği de söylenmiştir.74 Geleneksel İslam toplumunda gün olarak zaman, gece ve gündüzden oluşan iki birimdir. Ancak bu konuda gecenin mi, yoksa gündüzün mü gün tanımını temsil ettiği noktasında mutlak bir görüş birliği yoktur. Çoğunluk gecenin günü temsil ettiğini iddia ederken, bazı kimseler günü belirleyen şeyin gündüz olduğunu söylemişlerdir.75 Araplar Cahiliye döneminde haftanın birinci gününe “Evvel”, ikinci gününe “Ehven”, üçüncü gününe “Cubâr/Cebbâr”, dördüncü gününe “Dubâr/Debbâr”, beşinci gününe “Mu’nis”, Cuma gününe “Arûbe” 76 ve Cumartesi gününe “Şiyâr/Şeyyâr” adını vermişlerdir. 77 İslami dönemde ise günlerin isimlendirilmesi konusunda birtakım rivayetler mevcuttur. İbn Abbas’tan gelen 68 Kürşat Demirci, “Hafta Tatili (İslam’dan önceki Din ve Toplumlarda), DİA, İstanbul 1997, XV. 128. 69 Bakara 2/184, 185, 203; Mâide 5/89; Mü’minûn 23/113. 70 En’âm 6/77; Yûnûs 10/5; İbrâhîm 14/33. 71 Bakara 2/96; Mâide 5/26; Hac 22/47. 72 Kutluer, “Zaman”, DİA, XLIV. 111. 73 Ezherî, Tehzîbü’l-Luğa, II. 512; İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, s. 4974. 74 Zebîdî, Tâcü’l-Arûs min Cevâhiri’l-Kâmûs, XXXIV. 145. 75 Ramazan Altınay, “Erken Dönem İslâm Toplumunda Zaman (Gün-Ay-Mevsim-Yıl) Anlayışı ve Günlük Hayata Etkileri”, Dinî Araştırmalar, cilt: 7, sayı: 21, 2005, s. 225. 76 İbranicede “grup” manasına gelen ereb(v) kelimesi, Yahudiler tarafından ereb(v) sh(ş)abat (cumartesi akşamı) şeklinde Cuma günü için kullanılmıştır. Aramicede “arefe günü”, Süryanicede “rahmet” anlamına gelen bu kelime Arapçaya arûbe şeklinde geçmiştir. Arûbe yerine Cuma isminin Araplar arasında ne zaman kullanılmaya başlandığı hakkında ise birbirinden farklı birtakım rivayetler bulunmaktadır. Daha geniş bilgi için bkz. Mustafa Fayda, “Arûbe”, DİA, İstanbul 1991, III. 422; Hayreddin Karaman, “Cuma”, DİA, İstanbul 1993, VIII. 85. 77 Ebu’l-Hasen Ali b. Hüseyin Mesûdî, Murûcu’z-Zeheb ve Meâdinu’l-Cevher, thk. Muhammed Muhyiddin Abdülhamid, Beyrut trs., II. 207. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 227-247 Bazı Kültürlerde ve Dinlerde Zaman | 241 bir rivayette “Allah, birinci günü yaratmış ve ona “Bir” adını vermiştir. Daha sonra ikinci günü yaratmış ve ona “İkinci” demiş, ardından sonraki günleri yaratmış ve onlara “Üçüncü”, “Dördüncü”, “Beşinci” adlarını vermiştir. “Cuma” günü yaratıkların toplanma günüdür. “Cumartesi” ise Âdem’in yaratıldığı ve yaratılışın kesintiye uğradığı gündür. 78 Kur’an’ı Kerim’de “Gece ve gündüzün birbirini takip etmesinde, sürelerin değişmesinde, Allah’ın göklerde ve yerde yarattığı her şeyde, O’nun kudretine”,79 işaret edilmiş, akıl sahibi kimselerin düşünüp ibret almasını gerektirecek bu ifadelerde Allah, zamanın yaratıcısı ve düzenleyicisi olarak vasfedilmiştir. Yine Kur’an’ı Kerim’de “Allah’ın insanların uyuyup dinlenmesi için geceyi karanlık, çalışıp işlerini görmeleri için gündüzü aydınlık kıldığına” 80 dikkat çekilmiştir. Bununla birlikte İsrâ 17/12. ayette “…yılların sayısını, ayların ve günlerin hesabını yapabilesiniz diye her yeni günün başlangıcında gecenin işareti olan ayı görünmez kılıp gündüzün işareti olan güneşin meydana çıkarıldığına” 81 işaret edilerek gün, ay ve yılların hesaplanabilir oluşu, kâinattaki her şeyin bir ölçü ile devam ettiği belirtilmiştir. Yine Kur’an’ı Kerim’de “Her yeni güne başlarken Rabbini (namazda) överek yücelt”, 82 “Sabah namazından önce, öğleyin soyunup dökündüğünüz zaman ve bir de yatsı namazından sonra”,83 “Namazlara, özellikle orta namaza (sabah veya ikindi namazına)”,84 “Gerek akşam vaktine girdiğinizde gerek sabaha eriştiğinizde (namazla) Allah’ı zikredin” 85 , “…öğle ve ikindi vakitlerine eriştiğinizde (namazla) Allah’ı zikredin”, 86 “Sabah-akşam demeden Rabbinin adını anmaya devam et”, 87 “Güneşin doğuşundan ve batışından önce (namazla) Rabbini överek yücelt”, 88 “Güneşin zevalinden gecenin karanlığı basıncaya kadar (belli vakitlerde) na- 78 Mesûdî, Murûcu’z-Zeheb ve Meâdinu’l-Cevher, II. 206-207; Ebü’l-Abbâs Ahmed b. Ali Kalkaşendî, Subhu’l-Aşâ fî Sınââti’l-İnşâ, thk. Muhammed Hüseyin Şemsüddin vd., Beyrut 1987, II. 367. 79 Bakara 2/164; Âli İmrân 3/190; Fussilet 41/37; Câsiye 45/3, 5; Yûnus 10/6. 80 Yûnus 10/67; Furkân 25/47; Neml 27/86; Mü’min 40/61; Nebe’ 78/9-11. 81 Benzer ifadeler için bkz. En’am 6/96. 82 Tûr 52/49. 83 Nûr 24/58. 84 Bakara 2/238. 85 Rûm 30/17. 86 Rûm 30/18. 87 İnsân 76/25. Benzer ifadeler için bkz. Hûd 11/114. 88 Tâ-Hâ 20/130. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 227-247 242 | Ertuğrul Döner maz kıl”,89 gibi ayetlerde gün (günün belirli zamanları) kavramı namaz ve ibadet/dua vakitleriyle de ilişkilendirilmiş ve birçok ayette “gece ibadeti”nin önemine değinilmiştir.90 Ayrıca Kur’an’ı Kerim’de “sabahın aydınlığına”, 91 “kuşluk vaktine ve karanlığı çöken geceye”, 92 “her yeri karanlığa bürüyen geceye, ortalığı aydınlatan gündüze”, 93 “akşamın alacakaranlığına, geceye ve onun karanlık örtüsü altında barınan her şeye” 94 ve “aya, geçip giden geceye, ağaran sabaha andolsun ki” 95 şeklindeki yemin cümleleriyle Allah’ın kudretine vurgu yapılmış, insanlara birtakım nasihat ve hatırlatmalarda bulunulmuştur.96 Zamanla ilgili vurgularda önemli bir husus, zamanın insanın günlük yaşamındaki yeri ve değerine yapılan göndermelerdir. Kur’an sadece zamana dair birtakım kavramları saymakla kalmaz; bu kavramların insanla, doğayla ilişkisine ve iç içeliğine de vurgu yapar. Kur’an’ı Kerim’de kâinatla ilgili verilen bilgilerde göklerin ve yerin yaratılışının belirli günlerde inşa edildiği anlatılmıştır. “Göklerin, yer ve ikisi arasında bulunan her şeyin altı günde/evrede” 97 yaratıldığı ifade edilmiş, inkâr edenlere Allah’ın kudretini görüp düşünmeleri gerektiği ve Allah’ın insanların yapıp ettiklerini gördüğü belirtilmiştir. 98 Ayrıca Kur’an’da gün kelimesi “din/hesap günü”, 99 “kıyamet günü”, 100 “sûra üflendiği gün”, 101 gibi önemli birtakım günler/zamanlar için de kullanılmıştır. 89 İsrâ 17/78. Benzer ifadeler için bkz. Kâf 50/39-40. 90 İsrâ 17/79; Furkân 25/64; İnsân 76/26. 91 Fecr 89/1. 92 Duhâ 93/1-2. 93 Şems 91/1-6; Leyl 92/1-2. 94 İnşikâk 84/16-18. 95 Müddessir 74/32-34. 96 Bu bağlamda kullanılan kavramlardan bazıları şunladır: Nehâr gündüzün başlaması, fecr tan yerinin ağarması, sabah, duha güneşin yükselmeye başlaması, öğle ile sabahın ortası, zuhr öğle, mesâ öğle namazından akşama kadar olan süre, işâ yatsı vakti ya da gece vakti, leyl gece, şehr ay, usbu’ hafta, yedi günlük zaman dilimi. 97 Furkân 25/59. Benzer ifadeler için bkz. A’râf 7/54; Yûnus 10/3; Hûd 11/7; Hadîd 57/4. 98 Göklerin ve yerin (kâinat) yaratılışıyla ilgili detaylı bilgi için bkz. Mustafa Öztürk, Kur’an ve Yaratılış, Kur’an Araştırmaları Merkezi Yayınları, İstanbul 2015. 99 Fâtiha 1/4. 100 A’râf 7/187; Rûm 30/55. 101 En’âm 6/73. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 227-247 Bazı Kültürlerde ve Dinlerde Zaman | 243 Hilâlin ilk doğuşu yeni bir ayın veya yılın başlangıcını göstermekte olup ramazan orucu 102 ve hac 103 gibi her yıl tekrarlanan bazı ibadetlerin ve diğer uygulamaların özel zamanlarını tayin bakımından görülmesi önem taşır. Ayrıca Tevbe 9/36. ayette “Allah katında ayların sayısı, O’nun gökleri ve yeri yarattığı zaman belirlediği düzen gereği on iki ve bunlardan dördü (Zilkâde, Zilhicce, Muharrem ve Receb) haram, yani savaşın yasaklandığı” aylar olduğu belirtilmiştir. Kur’an’ı Kerim’de sadece Ramazan ayının adı geçmekte olup, Kur’an’ı Kerim’in indirilmeye başlandığı zamanın Kadir gecesi 104 ve bu gecenin de bin aydan daha hayırlı olduğu belirtilmiştir.105 Sonuç Zaman bizatihi kültürden bağımsız bir şekilde mevcuttur; fakat zamanın algılanışı ve zaman üzerine tepkiler kültürle doğrudan ilişkilidir. Ayrıca kültürel bütün olgular bir şekilde belirli bir zaman diliminde meydana gelir. İnsanlar, varlık, oluş, anlam, olayların akışı içindeki yerlerini tayin edebilmek için öğrenmek, anlamlandırmak zorunda oldukları araçlardan biri de zamandır. Mitoloji, zamanı ani bir fışkırma ile başlatır. Bu fışkırmanın ötesi zamansızlıktır. Bu sebeple geçici zamanın içinde, sürekliliğin varlığı söz konusudur. Mitoloji, zamanın kökenini ve açılımını “üstün an” anlayışına dayandırır ve mitolojide, başlangıçta yaşanan üstün an’a dönmek amaçlanır. Zaman bazı topluluklarda sadece doğanın, buradalığın değil; özellikle kutsalın da anlamıdır. Zaman, Zurvanizm’de kabul edildiği üzere, hem zamanın kaynağı hem de iyi ve kötü talihi dağıtan, yazgıya hükmeden bir tanrıdır. Yunanlılara göre dünya bir mekân, bir mahaldi. Olan her şey dünya içinde olmaktaydı. Oysa Yahudilere göre dünya temelde yaratılışla başlayan ve nihai sona doğru ilerleyen bir dizi olayların yaşandığı tarihti. Burada İnsan zamanın içinde sonsuzluğu yakalamaya çalışan bir varlık olarak görülmüş; bu bağlamda zaman tanrıya ebedî bir dönüşün aracısı olarak kutsanmıştır. Hıristiyanlıkta tanrı bedene bürünmüş, insanî bir varoluşa düşüş yaşamıştır. Burada ise Tanrı, İsa’da tarih üstü bir amaca dönüşmüştür. Tanrı tarih üstü bir varlık iken, bu düşüşle tanrı zamanın içine katışmış ve sonlu varlık ile sonsuz varlık arasındaki dinamik ilişki ile sonsuzluk zamanın içine, zaman da sonsuzluğun içine dâhil olmuştur. 102 Bakara 2/185. 103 Bakara 2/189. 104 Kadr 97/1. 105 Kadr 97/3. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 227-247 244 | Ertuğrul Döner Dolayısıyla Hıristiyanlık için zaman, İsa’nın içinde yaşadığı, can çekiştiği ve yeniden hayata geldiği an’a ulaşmaktır. İslam öncesi Arap toplumunda zaman, daha çok insanların gündelik faaliyetlerine, genel anlamda da hayatlarına yön veren bir varlık olarak düşünülmüştür. Zamanın yıkıcı gücü özellikle insan varlığının sona ermesinde kendini gösteren olumsuz bir fail ve malik olarak görülen dehr süreç içerisinde farklı isimler almıştır (meniyye (çoğulu menâyâ), menün, himâm, humme). Açıkçası bu kelimelerin hepsi ölüm manasına gelir ki burada dehrin ölüm üzerinden kendini gerçekleştirdiğine inanılmıştır. Dehrin bu sonlandırıcı etkisi deterministik bir karakteri haizdir. İnsanın hayattan ayrılması önceden tayin edilmiş ve insan buna zorlanmıştır. Bütün varlıkların karşılaşacağı bir günü; yani eceli vardır. Ve bu da zamanla kader kavramıyla da bütünleşmiş bir yapıya dönüşmüştür. Kanaatimizce evrenin fiziksel düzlemleri ile sosyal düzlemleri arasındaki kopmaz bağlantıları gözden kaçırdığımız sürece, başka deyişle, insan toplumlarının ortaya çıkışını ve gelişimini, insan dışı o büyük doğal çemberin içinde kalan bir süreç olarak görmeyi beceremediğimiz sürece, zamanı çok da iyi anlamak mümkün değildir. Zamanı anlayabilmek için, doğa ve insan gibi iki farklı yerden değil de, doğanın, varlığın, oluşun içindeki insan noktasından hareketle insanı ve insana dair olanı anlama çabası içinde olmalıyız. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 227-247 Bazı Kültürlerde ve Dinlerde Zaman | 245 Kaynakça Akarsu, Bedia, Felsefe Terimleri Sözlüğü, İnkilâp Kitabevi Yayın, İstanbul 1998. Alıcı, Mehmet, Kadim İran’da Din: Monoteizm’den Düalizm’e Mecusi Tanrı Anlayışı, İstanbul 2012. Alp, K. Özlem, “Postmodern Resimde Zaman-Mekan Temsili”, Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi, sayı: 20, 2015. Altınay, Ramazan, “Erken Dönem İslâm Toplumunda Zaman (Gün-AyMevsim-Yıl) Anlayışı ve Günlük Hayata Etkileri”, Dinî Araştırmalar, cilt: 7, sayı: 21, 2005. Aysevenler, Kubilay, “Antikçağ’dan Günümüze Tarih Tasarımları”, Çağdaş Türkiye Araştırmaları Dergisi, cilt: 8, sayı: 18-19, 2009. Baudrillard, Jean, Tüketim Toplumu, çev. Hazal Deliceçaylı-Ferda Keskin, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2008. Boyce, Mary, Zoroastrians their Religious Beliefs and Practices, Boston 1979. Cox, Harvey, Secular City: Secularization and Urbanization in Theological Perspective, Princeton University Press, 2013. Demirci, Kürşat, “Hafta Tatili (İslam’dan önceki Din ve Toplumlarda), DİA, İstanbul 1997. Eliade, Mircea, Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi: Gotoma Budha’dan Hıristiyanlığın Doğuşuna, çev. Ali Berktay, İstanbul 2003. Eliade, Mircea, Edebi Dönüş Mitosu, çev. Ümit Altuğ, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara 1994. Eliade, Mircea, Kutsal ve Dindışı, Gece Yayınları, Ankara 1991. Elias, Norbert, Zaman Üzerine, çev. Veysel Atayman, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2000. Ezherî, Ebû Mansur Muhammed, Tehzîbü’l-Luğa, Beyrut 2004. Fahreddîn er-Râzî, Ebû Abdillah Muhammed, et-Tefsîru’l-Kebîr, Beyrut 1981. Fayda, Mustafa, “Arûbe”, DİA, İstanbul 1991. Izutsu, Toshihiko, Kur’ân’da Allah ve İnsan, çev. Süleyman Ateş, Yeni Ufuklar Neşriyat, Ankara 1975. İbn Kesîr, Ebü’l-Fidâ İmâdüddîn İsmâil, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, thk. Mustafa es-Seyyid Muhammed vd., Kahire 2000. İbn Manzûr, Ebü’l Fazl Cemâlüddîn Muhammed, Lisânü’l-Arab, Kahire 1119. Kalın, Faiz, Felsefe ve Bilim Işığında Kur’ân’da Zaman Kavramı, Rağbet Yayınları, İstanbul 2005. Kalkaşendî, Ebü’l-Abbâs Ahmed b. Ali, Subhu’l-Aşâ fî Sınââti’l-İnşâ, thk. Muhammed Hüseyin Şemsüddin vd., Beyrut 1987. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 227-247 246 | Ertuğrul Döner Karahan, Abdullah, “Zamana Sövmeyi Yasaklayan Hadisin Tenkid ve Tetkiki”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, cilt: 17, sayı: 2, 2008. Karaman, Hayreddin, “Cuma”, DİA, İstanbul 1993. Kılıç, Sadık, “Modern Toplumun Bunalımında Zamana Bakış Açısının Payı ve Mircea Eliade”, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı: 6, 1986. Kızıl, Hayreddin, “Zurvanizm’in Kuruluşu ve Sasaniler Dönemindeki Etkileri”, Ekev Akademi Dergisi, yıl: 17, sayı: 56, 2006. Kurtubî, Ebû Abdillah Muhammed, el-Câmi’ li Ahkâmi’l-Kur’ân, Beyrut 2006. Kutluer, İlhan, “Zaman”, DİA, İstanbul 2013. Küçük, Osman Nuri, “Zaman Düşüncesinin Tasavvufî Açılımı”, Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, cilt: 3, sayı: 9, 2002. Mesûdî, Ebu’l-Hasen Ali b. Hüseyin, Murûcu’z-Zeheb ve Meâdinu’l-Cevher, thk. Muhammed Muhyiddin Abdülhamid, Beyrut trs. Nasr, Seyyid Hüseyin, Bilgi ve Kutsal, İz Yayıncılık, İstanbul 2013, s. 240. Özer, Salih, “İslam Düşüncesinde Kutsal (Zaman) Kavramı: Ritüeller/Kutlamalar Örneği”, İslâmî Araştırmalar Dergisi, cilt: 18, sayı: 3, 2005. Öztürk, Mustafa, “Kur’an’da ve İslam Öncesi Arap Düşüncesinde “Dehr” Kavramı”, OMÜİFD, sayı: 16, 2003. Öztürk, Mustafa, Kur’an ve Yaratılış, Kur’an Araştırmaları Merkezi Yayınları, İstanbul 2015. Râgıb el-İsfahânî, Ebü’l-Kâsım Hüseyin b. Muhammed, el-Müfredât fî Garîbi’lKur’ân, Beyrut trs. Safran, Mustafa-Şimşek, Ahmet, “Tarih yazımında Bir Sorun: Tarih ve Zaman İlişkisi”, Tarihin Peşinde-Uluslararası Tarih ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, sayı: 1, 2009. Şehristânî, Ebu’l-Feth Muhammed, el-Milel ve’n-Nihal, Beyrut 1967. Topakkaya, Arslan, Felsefe, Din ve Kültür’de Zaman, Paradigma Yayıncılık, İstanbul 2013. Topaloğlu, Bekir, “Huld”, DİA, İstanbul 1998. Watt, Montgomery, Modern Dünyada İslam Vahyi, çev. Mehmet S. Aydın, Hülbe Yayınları, Ankara 1982. Wolff, Hans Walter, Anthropology of the Old Testament, translated from the German by Margaret Kohl, S.C.M. Press, Philadelphia 1974 Yazır, Elmalılı Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul 1979. Zebîdî, Ebü’l-Feyz Muhammed Murtaza, Tâcü’l-Arûs min Cevâhiri’l-Kâmûs, thk. Abdüssettar Ahmed Ferrac, Kuveyt 1965. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 227-247 Time in Some Cultures and Religions Citation / ©- Döner, E. (2017). Time in Some Cultures and Religions, Çukurova University Journal of Faculty of Divinity, 17 (1), 227-247. Abstract- Human beings have sought to understand and interpret “time (al-dahr)” throughout history. Time, one of the basic paradigms of human life and intellectual efforts, shows itself, as we attempt to define it, as an existence problem by loosing the first face, even it looks familiar at the first view. In this context, many opinions related time have been expressed, and almost every society has defined “time” according to its culture and mentality. Perception of time and responses to it are directly related to culture. In addition, every cultural event occurs in a certain period of time. One of the tools mankind needs to learn and interpret to explain their existence, presence, significance and determine their place in course of events is the time. We also attempt to consider approaches of some cultures, mythology in particular, such as Helen or Persian cultures, and some thoughts, such as Jewish, Christian, and Islamic thought in particular, to ‘time’. Keywords- Time, dahr, day, falak, fate Tasavvuf Klasiklerinde Sohbet ve Uhuvvetin Temel İlkeleri Yrd. Doç. Dr. Mahmud Esad ERKAYA Atıf / ©- Erkaya, M. E. (2017). Tasavvuf Klasiklerinde Sohbet ve Uhuvvetin Temel İlkeleri, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 17 (1), 249276. Öz- Tasavvuf, bazı sûfîlere göre, bütünüyle âdâbdan oluşmaktadır. Bundan dolayıdır ki kişinin çevresi ve rabbi ile olan ilişkilerini düzenleyen âdâb kuralları tasavvuf edebiyatında önemli bir yer teşkil etmiştir. Tasavvuf klasikleri incelendiğinde ibadetler, sefer, konaklama, eşler arası ilişkiler, semâ, temizlik, yeme, içme, giyim kuşam, misafir ağırlama gibi pek çok konuda edeblere yer verildiği görülmektedir. Sohbet ve kardeşliğin âdâbı da bu kaynaklarda üzerinde durulan önemli bir mevzudur. Sohbet kavramı, Tasavvufta bir yandan bireyler arasındaki sevgi ve anlayış temelli birliktelik anlamındaki arkadaşlığı, diğer taraftan da dînî ve dünyevî konuların konuşulduğu ortamları ifâde etmektedir. Esas itibariyle tasavvufî eğitim, Hz. Peygamber ile ashabı arasındaki ilişki örnek alınarak sohbet metoduna dayandırılmış, mürşid ile mürid arasındaki bilgi ve edeb aktarımı birlikte yaşama suretiyle gerçekleşmiştir. Dolayısıyla mürid ile mürşid arasındaki ilişkinin sınırları ve edebleri de ayrıntılı bir şekilde kaynaklarda ele alınmıştır. Öte yandan müridin kendi seviyesindeki kimselerle arkadaşlık ve din kardeşliği âdâbı da temel bazı ilke ve esaslar tespit edilerek düzenlenmiştir. Bu bağlamda klasikleşmiş tasavvuf kaynaklarında kimlerle arkadaşlık edileceği, arkadaşlığın gayesi, şekli ve ihvân ile olan muamelelerde esas alınması gereken usule dair geniş malumat bulmak mümkündür. Bu çalışmada sohbet ve ihvân kavramları çerçevesinde mutasavvıfların birbirleriyle ve toplum ile olan ilişkilerine dair tespitler yapılacaktır. Anahtar sözcükler- Sohbet, kardeşlik, arkadaşlık, tasavvuf, uhuvvet §§§ Makalenin gelişi 12.05.2017; Yayına kabul tarihi: 19.06.2017 Bu çalışma Çukurova Üniversitesi BAP Birimi tarafından SED-2017-8257 kodlu proje kapsamında desteklenmiştir. Çukurova Ü. İlahiyat F. Tasavvuf Anabilim Dalı, e-posta: [email protected] 250 | Mahmud Esad Erkaya Giriş Tasavvuf, kul ile rabbi arasındaki ilişkiler kadar kişi ile toplum arasındaki münasebetleri de konu edinen bir ilimdir. Sefer, konaklama, eşler arası ilişkiler, semâ, temizlik, yeme, içme, giyim kuşam, misafir ağırlama gibi pek çok konuda müridin diğer insanlar karşısında nasıl davranacağı ve hangi ilkelere bağlı kalacağı bir taraftan tasavvuf büyüklerinin hayatlarında müşahede edilirken diğer taraftan da tasavvuf kaynaklarında ayrıntıları ile yer almıştır. Daha ismen ortaya çıktığı dönemlerden itibaren tasavvufun birtakım edeblerden oluşan bir ilim olduğu vurgulanmış,1 bu doğrultuda müridlerin riayet etmesi gereken edeblere dair eserler kaleme alınmıştır. Âdâbü’l-mürîdîn, edebü’lmürîd, âdâbü’l-mutasavvıfe, el-vasâya ve tarîkatnâme gibi adlarla telif edilen bu eserlerde şeyhlere intisap ederek tasavvufa girmiş olan müridlerin uymaları gereken âdâb ve erkâna dair detaylı bilgiler verilmiştir.2 Bu eserlerdeki edeb kurallarının büyük çoğunluğu yalnızca tasavvuf ehlini veya müridleri ilgilendiren kurallar olmayıp tüm müslümanların istifade edebileceği genel ahlâkî prensiplerdir. Örneğin Ebû Hâmid el-Gazzâlî’nin (ö. 505/1111) İhyâu ulûmi’ddîn’de âyet ve hadislerden hareketle ele aldığı âdâb kurallarının tüm müslümanlara hitap ettiğini burada söyleyebiliriz. 3 İşte bu çalışmada ele alacağımız 1 Örneğin Ebû Hafs el-Haddâd (ö. 260/874) tasavvufu “Tasavvuf tümüyle edepten ibarettir.” sözleriyle tanımlamıştır. Bkz. Ebü’l-Hasen Hücvîrî, Keşfu’l-mahcûb (Hakikat Bilgisi), çev. Uludağ, (İstanbul: Dergâh, 2010), s. 103. 2 Hâris el-Muhâsibî’nin (ö. 243/857) Âdâbü‟n-Nüfûs ve el-Vesâyâ adlı eserleri, Yahyâ b. Muâz er-Râzî’nin (ö. 258/872) Kitâbü‟l-Mürîdîn’ini, Cüneyd-i Bağdâdî’nin (ö. 298/910) Edebü’l-müftakir-ila’llah’ını, Ebû Ali Rûzbârî’nin (ö. 303/915) Kitâbü Edebi’l-fakr’ını, Hakîm et-Tirmîzî’nin (ö. 320/932) Riyâzetü’n-nefs, Âdâbü‟l-mürîdîn ve Kitâbü Edebi’n-nefs adlı eserlerini, İbn Hafîf eş-Şîrâzî’nin (ö. 371/982) Kitâbü’lİktisâd’ını, Ebu’l-Kasım el-Vezzân’ın (V. asır), Edebü’l-mürîdîn’ini, Sülemî’nin (ö. 412/1021) Âdâbü’s-suhbe ve hüsnü’l-uşre, Câmiu âdâbi’s-sûfiyye, Âdâbü’l-fakr ve şerâituhû ve Beyânü zeleli’l-fukarâ ve mevâcibü âdâbihim adlı eserlerini, Tâhir b. el-Hüseyin Cassâs’ın (ö. 418/1027) Ahkâmü’l-mürîdîn’ini, Hâce Abdullah el-Ensârî el-Herevî’nin (ö. 481/1089) Muhtasar fî âdâbi’s-sûfiyye’sini, Yusuf Hemedânî’nin (ö. 535/1140) Risâle Der Âdâb’ını, Necmeddin Kübrâ’nın (ö. 618/1221) Âdâbü’lmürîdîn, Âdâbu’s-sûfiyye, Âdâbü’s-sâlikîn, Âdâbü’l-mutasavvife ve Âdâbü’s-sülûk ilâ Hazret-i Mâliki’l-Mülk ve Melikü’l-Mülûk adlı eserleri, Ebû Hafs Ömer esSühreverdî’nin (ö. 632/1234), Avârifü’l-maârif ve İrşâdü’l-mürîdîn adlı eserlerini ve Muhyiddîn İbnü’l-Arabî’nin (ö. 638/1240) Âdâbü‟l-mürîd adlı eserini bu bağlamda örnek verebiliriz. Bkz. Süleyman Gökbulut, “Ebu’n-Necîb Ziyâüddîn es-Sühreverdî ve Âdâbü’l-Mürîdîn Adlı Eseri”, Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 28 (2008): 144; Süleyman Uludağ, “Âdâbü’l-mürîd”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), I, 336. 3 Ebû Hamid Huccetülislâm Muhammed b. Muhammed Gazzâlî, İhyâu ulûmi’d-dîn (Beyrut: Mektebetü’l-Asriyye, 2013), II, 214 v.dğr. Ayrıca bkz. Faruk Sancar, “Gazâlî Düşüncesinde Kardeşlik ve Kardeşlik Hakları”, Kutlu Doğum Haftası “Hz. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 249-276 Sohbet ve Uhuvvetin Temel İlkeleri | 251 sohbet ve uhuvvet ile ilgili öne sürülen âdâb kurallarının büyük bir bölümünün böyle evrensel ahlâk ilkeleri kabilinden ele alınabileceğini söylemek mümkündür. Bu bağlamda makalede öncelikle sohbet ve uhuvvet kavramları üzerinde durulacak, ardından tasavvuf klasiklerinden tespit edeceğimiz temel ilkeler gruplandırılarak yine bizim vereceğimiz başlıklar altında ele alınacaktır. a. Sohbet ve Uhuvvet Kavramları Tasavvufta sohbet ( )الصحبةkavramı, Türkçe’de kullanılan sohbet kelimesinden daha geniş bir anlam alanına sahiptir. Nitekim sohbet, sözlükte, “kısa bir süre de olsa birlikte olmak, çokça mülâzemet etmek, arkadaşlık, hasbihal, dostluk, söyleşi ve bedenle ya da gönülle uzun süre beraberlik hali” gibi anlamlara gelmektedir. 4 Tasavvufta ise şeyh yahut büyük âlimler ile birlikte olup onlardan mânevî anlamda feyizlenmek, onların ilimlerinden ve edeblerinden istifade etmek mânâsına gelebildiği gibi kelime anlamından hareketle çeşitli seviyelerdeki insanlarla yapılan arkadaşlık anlamına da gelmektedir.5 Nitekim sohbet kavramı tasavvufta çeşitli taksimlerle ele alınmaktadır. Söz gelimi Kuşeyrî, sohbetin üç şeklinden bahsetmektedir. Bunlardan ilki kişinin kendinden üstün olanlarla sohbetidir. Bu, özelde müridin mürşidi ile olan tasavvufî eğitime dayalı birlikteliğidir. Bunun dışında kişinin kendisinden yaşça büyük kimselerle yaptığı sohbet de bu kapsama girmektedir. Kuşeyrî, bunun esas itibariyle hizmet mahiyetinde olduğunu belirtmektedir. İkincisi kendinden aşağı olan kimselerle yapılan sohbettir. Bu da şefkat ve merhamet odaklı bir muameleyi gerekli kılmaktadır. Şefkat ve muhabbet ile muamele eden kişi, karşısındaki kimseden saygıya dayalı itaat ve hürmet görecektir. Üçüncüsü ise eşit kimselerin sohbeti/arkadaşlığıdır. Bu da îsâr ve fütüvvet üzerine binâ Peygamber Kardeşlik Ahlakı ve Kardeşlik Hukuku” Sempozyumu (21-22 Nisan 2012), (2013). 4 Ebü’l-Kāsım Hüseyn b. Muhammed b. el-Mufaddal Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât fî garîbi’l-Kur’ân, haz. ed-Dâvûdî (Beyrut: Dâru’l-Kalem, 1412), s. 275; Ebü’l-Fazl Muhammed b. Mükerrem b. Ali el-Ensârî İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, haz. Abdullah Ali Kebir, v.dğr. (Kahire: Dâru’l-maârif, ty.), XXIV, 2401; Süleyman Uludağ, “Sohbet”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), XXXVII, 350.Râgıb el-İsfahânî, elMüfredât, s. 275; İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, XXIV, 2401; Süleyman Uludağ, “Sohbet”, DİA, İstanbul, 2009, XXXVII, 350. 5 Sohbet kavramının tasavvuftaki kullanımı ile ilgili ayrıca bkz. Bülent Akot, “Tasavvufî İrşad Metodu Olarak Sohbetin Fonksiyonu = Function of Gabfest as Sufistic Guidance Method”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi = The Journal of International Social Research, VII/31 (2014): 31. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 249-276 252 | Mahmud Esad Erkaya edilmelidir.6 Çalışmada esas alacağımız anlam kişinin yapacağı her türlü arkadaşlığı kapsamakla birlikte daha çok kişinin kendi dengi olan kimselerle kuracağı arkadaşlığı içerecektir. Ashâb ve sahabe kelimeleri de sohbet ile aynı kökten türemiş olup gramer itibariyle ism-i fâil kalıbındaki sâhib kelimesinin çoğul kipini oluşturmaktadır. Hz. Peygamber’in Mekke’den Medine’ye hicreti esnasında Sevr dağındaki bir mağaraya Hz. Ebû Bekir ile birlikte sığınmasına atıfta bulunan ِ ول لِص ِ َ“ ) َثِِن اث نHani Peygamber mağaraya sığınan احبِ ِه َال ََت َزن إِ رن ر (.اّللَ َم َعنَا َ ُ ي إِذ ُهَا ِِف الغَا ِر إِذ يَ ُق َ iki kişiden biri iken yanındaki can dostunu, ‘Tasalanma; çünkü Allah bizimle beraber!’ diyerek teselli etmişti.”7 âyetinde geçen sâhib kelimesi aynı zamanda Hz. Peygamber’in yakın arkadaşlarını ifade eden sahabe kavramına olduğu gibi8 tasavvufun temel kavramlarından olan sohbet kavramına da kaynaklık etmektedir. Dolayısıyla Hz. Peygamber ile yapılan dostluk, arkadaşlık ve onunla uzun süre beraber yaşamayı ifade eden sahabe mefhumunun tasavvuftaki yansımasının sohbet kavramı ve metodu ile ifade edildiğini söylemek mümkündür. Nitekim Hz. Peygamber’i bir kez dahi görme imkânı elde eden herkesin sahâbî olduğu kanaatinde olan hadisçilerin aksine bir veya iki defa görmüş fakat beraber yaşama imkânı bulamamış kimselerin sahâbî sayılamayacağı kanaati fıkıh usulcülerince ileri sürülmüştür. Diğer bir deyişle usulcülere göre ancak kendisine tâbî olma gayesiyle Hz. Peygamber’le bir süre birlikte yaşama tecrübesi bulanan kimseler sahâbî kabul edilebilir. 9 Usulcülerin yaklaşımlarının esası olan “uzun süre birlikte yaşama” şartı tasavvuftaki sohbet kavramının da esasını teşkil etmektedir. Bu bakımdan mutasavvıfların sohbet anlayışının fakihlerin sahâbî kavramına olan yaklaşımları ile uyum arz ettiği anlaşılmaktadır.10 Kuşeyrî’ye göre bu âyette Hz. Peygamber ve Hz. Ebû Bekir arasındaki dostluk ve arkadaşlık, tasavvuftaki sohbet kavramına tekabül et- 6 Ebü’l-Kâsım Zeynülislâm Abdülkerîm b. Hevâzin Kuşeyrî, er-Risâletü’l-Kuşeyriyye, haz. el-Mansûr (Beyrut: Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1422/2001), s. 326. 7 et-Tevbe 9/40; Kuşeyrî, er-Risâle, s. 325; Hücvîrî, Keşfu’l-mahcûb (Hakikat Bilgisi), s. 400. 8 Bkz. Bünyamin Erul, Sahabenin Sünnet Anlayışı (Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yay., 2005), s. 1. 9 Ebü’l-Hasan Seyyid Şerif Ali b. Muhammed b. Ali Cürcânî, Mu’cemü’t-ta’rîfât, haz. el-Münşâvî (Kahire: Muhammed Sıddîk el-Münşâvî, ty.), s. 113; Muhammed b. A’lâ b. Ali el-Fârukî el-Hanefî Tehânevî, Mevsûatü keşşâfi ıstılâhâti’l-fünûn ve’l-ulûm, haz. el-Acem (Beyrut: Mektebetu Lübnan [Librairie du Liban], 1996), s. 1060; Erul, Sahabenin Sünnet Anlayışı, s. 5. 10 Mahmud Esad Erkaya, Kur’an Kaynaklı Tasavvuf Kavramları (Ankara: Otto, 2017), s. 119. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 249-276 Sohbet ve Uhuvvetin Temel İlkeleri | 253 mektedir. Diğer bir ifâde ile tasavvuftaki sohbet kavramı Hz. Peygamber ile ashabı arasındaki samimi ilişkiye dayanmaktadır.11 Uhuvvet ( )اخوةise kelime olarak kardeşlik anlamına gelmektedir. Sözlükte “Kardeş, arkadaş, yoldaş, dost, meslektaş ve ortak” gibi anlamlara gelen ah ( )اخkökü, kişinin aynı anne veya babadan dünyaya gelmesi veya sütkardeşliği sebebiyle oluşan kan bağını ifade etmekle birlikte kabile, din, zanaat, muamele, alışveriş, sevgi gibi ilişkiler vesilesiyle oluşan manevi bağı da kapsamaktadır.12 Bir görüşe göre kelimenin ihve ( )اخوةşeklindeki çoğulu kan bağını, ihvân ( )اخوانşeklindeki çoğulu ise mânevî bağı ifade etmek için kullanılmaktadır.13 Tasavvufta ise uhuvvet, genel anlamıyla din kardeşliği ve arkadaşlık anlamıyla kullanıldığı gibi özelde aynı tarikata bağlı olan müridlerin aralarındaki kardeşliği ifâde etmektedir.14 Bu anlayışın temeli Kur’ân’da mü’minlerden ِ ِ kardeşler olarak bahsedilmesine dayanmaktadır. (َخ َوي ُكم َي أ َ َ)إِ رَّنَا ال ُمؤمنُو َن إِخ َوةٌ فَأَيِصل ُحوا ب “Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin.”15 âyeti başta olmak üzere Kur’ân’da yer alan pek çok âyette 16 mü’minlerin kardeşliğine vurgu yapılmış olması, buna ilaveten hadislerde din kardeşliğinin öne çıkartılarak özellikle ensar ile muhacirlerin birbirleriyle kardeş ilan edilmesi 17 tasavvuftaki ihvân anlayışının temellerini oluşturmuştur. Uhuvvet ve ihvân kavramları tasavvufta özel anlamıyla müridlerin arasındaki kardeşliği ifade etmek üzere yaygın bir şekilde kullanılmakla birlikte bu çalışmada klasik tasavvuf kaynaklarında kullanıldığı şekliyle kişinin diğer müslümanlarla olan muamelelerini de kapsayacak şekilde ele alınacaktır. Sohbet ve uhuvvet kavramlarının özel anlamından ziyade genel anlamı esas alındığında kişinin hayatı boyunca karşılaşıp görüşeceği, belirli bir müddet vakit geçireceği din birliği olan kimseleri kasteden kavramlar olduğu görülmektedir. Dolayısıyla çalışmamızda tasavvuf kaynaklarında geçtiği şekliyle sohbet ve uhuvvet kavramları yakın anlamlı terimler olarak genel anlamları ile kullanılacak ve temel ilkeler bu bağlamda her iki kavramı da kapsaya- 11 Bkz. Kuşeyrî, er-Risâle, s. 325; Hücvîrî, Keşfu’l-mahcûb (Hakikat Bilgisi), s. 400. 12 Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât fî garîbi’l-Kur’ân. 13 Halil b. Ahmed, Kitâbü’l-ayn, haz. Hindâvî (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2003), s. 60; İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, I, 40. 14 Süleyman Uludağ, “İhvan”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), XXI, 580. 15 el-Hucurât 49/10. 16 Örneğin bkz. Âl-i İmrân 3/103; et-Tevbe 9/11; el-Haşr 59/10. 17 Buhârî, İ’tisâm, 16, no. 7340; Ebû Dâvûd, Ferâiz, 17, no. 2926. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 249-276 254 | Mahmud Esad Erkaya cak şekilde belirlenecektir. Buna ilaveten yeri geldikçe özel anlamları ile ilgili esaslara da değinilecektir. b. Temel İlkeler Tasavvuf klasiklerinde müridin gerek şeyhi ile gerekse diğer müridlerle olan münasebetleri ayrıntılı bir şekilde edeb kuralları çerçevesinde ele alındığı gibi müridin arkadaşlık etmesi muhtemel tüm müslümanlarla gerçekleşmesi beklenen ideal ilişki şekli de kapsamlı bir şekilde yer almaktadır. Bu bağlamda kaynaklarda kimlerle arkadaşlık edileceği, arkadaşlığın gayesi, şekli, ihvân ile olan muamelelerde esas alınması gereken usule dair geniş malumat bulmak mümkündür.18 Burada klasik tasavvuf kaynaklarından hareketle sohbet ve uhuvvete dair temel ilkeler tespit edilecektir. Tespitlerde tasavvuf klasikleri arasında âdaba dair önemli bilgiler veren Serrâc’ın (ö. 378/988) elLüma‘ fî târîhi’t-Tasavvufi’l-İslâmî adlı eseri, Ebû Tâlib el-Mekkî’nin (ö. 386/996) Kûtü’l-kulûb’u, Hücvîrî’nin (ö. 465/1072) Keşfu’l-mahcûb’u, Kuşeyrî’nin (ö. 465/1072) er-Risâle’si, Gazzâlî’nin (ö. 505/1111) İhyâu ulûmi’ddîn’i, Ebü’n-Necîb es-Sühreverdî’nin (ö. 563/1168) Âdâbü’l-mürîdîn’i ve Ebû Hafs es-Sühreverdî’nin (ö. 632/1234) Avârifü'l-maârif aldı eseri temel alınacaktır. Söz konusu eserlerden el-Lüma‘da sohbet adabına müstakil bir bölüm ayırılmıştır. Serrâc, burada umumiyetle sûfîlerin sözlerini ve başlarından geçen ibretlik olayları zikretmekle yetinmiş, sohbetin ilkelerine dair çıkarımlar yapmamıştır. Bununla birlikte muhtevası yönünden kendisinden sonraki dönemde yazılan eserlere tesiri olmuş, sohbet konusunda Serrâc’a atıfta bulunulmuştur. Bu atıflarda kimi zaman Serrâc’ın konu ile ilgili sözlerine ismi de zikredilerek değinilmiş, kimi zamansa naklettiği diğer sûfîlerin hikmetli sözlerine yer verilmiştir. Bu yönüyle Serrâc’ın el-Lüma‘sının kendisinden sonraki dönemde kaleme alınan eserlere kaynaklık teşkil etmiş olduğu görülmektedir. 18 Sohbet âdâbı tasavvuf tarihi boyunca muhtelif sûfî müellifler tarafından kaleme alınmış, sohbetin önemi ve nasıl icra edilmesi gerektiği ayrıntılarıyla kayda geçmiştir. Bu bağlamda yapılan bazı çalışmalar için bkz. Ahmet Ögke, “Oğlanlar Şeyhi İbrâhim Efendi’ye Göre Sohbet Âdâbı”, İslâmî Araştırmalar Dergisi, XVII/1 (2004): 86; Müzeyyen Altunbay, “Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri ve Marifetnâme’de Sohbet Adabı”, Bütün Yönleriyle Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri Sempozyumu (16-18 Kasım 2011 Erzurum) Bildiriler, (2012), s. 96; Safi Arpaguş, “Tasavvuf Kültüründe Kardeşlik Algısı”, Kutlu Doğum Haftası “Hz. Peygamber Kardeşlik Ahlakı ve Kardeşlik Hukuku” Sempozyumu (21-22 Nisan 2012), (2013); Safi Arpaguş, “Alvarlı Hâce Muhammed Lutfî’nin Dîvân’ında Bir Seyr u Sülûk Metodu Olarak Sohbet”, Uluslararası Hâce Muhammed Lutfî (Alvarlı Efe) Sempozyumu (25-26 Nisan 2013, Erzurum) Bildiriler, (2013). ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 249-276 Sohbet ve Uhuvvetin Temel İlkeleri | 255 Öte yandan Serrâc’ın çağdaşı Ebû Tâlib el-Mekkî de, Kûtü’l-kulûb’da sohbet ve uhuvvete geniş bir yer ayırmış, burada kardeşliğin mahiyeti, önemi, arkadaş seçimi, arkadaş ile geçimin nasıl olması gerektiği, arkadaşı yalnızca Allah için sevmek, ona karşı ihlaslı olmak gibi sohbet ve uhuvvette dikkat edilmesi gereken hususlar üzerinde durulmuştur. Mekkî’nin, Serrâc’a göre konuyu çok geniş bir şekilde ele aldığı görülmektedir. Makalede çıkardığımız temel ilkeler de büyük oranda Mekkî’nin eserinde yer alan bilgilerden elde ettiğimiz veriler doğrultusunda şekillenmiştir. Kendisinden sonra yazılan eserlerde de benzer konuların ele alındığı düşünüldüğünde Mekkî’nin konuyu geniş bir şeklide ele almış olmasının kendisinden sonraki sûfîlere tesir etmiş olabileceğini göstermektedir. Bu tesir büyük oranda Gazzâlî’de görülmektedir. Nitekim Gazzâlî de Mekkî’de olduğu gibi İhyâu ulûmi’d-dîn’de ülfet ve uhuvvetin faziletine geniş bir bölüm ayırmıştır. Burada öncelikle uhuvvetin önemine dair âyet ve hadislere yer vermiş, ardından dostluğun dünyalık merkezli olmaması gerektiğini vurgulayarak arkadaşlık edilecek kimsede bulunması gereken vasıflar üzerinde durmuş ve son olarak arkadaşların birbirleri üzerindeki haklarından bahsetmiştir. Burada şu hususu da belirtmeliyiz ki kendisinden önce kaleme alınmış tasavvuf klasikleri ile karşılaştırıldığında Gazzâlî’nin eserinin daha sistemli ve geniş bir şeklide konuyu ele almış olduğu hemen görülmektedir. Sûfîlerin sohbetteki âdâbına dair müstakil bir bölüm ayıran sûfîlerden birisi de Hücvîrî’dir. Hücvîrî, Keşfu’l-mahcûb’unda âyet ve hadislerden örnekler vererek sohbetin önemini vurgulanmış, sonrasında sûfîlerin konu ile ilgili sözlerine yer vermiştir. Hücvîrî, konuyu Serrâc’dan daha detaylı ele almakla birlikte Mekkî ve Gazzâlî kadar geniş açıklamalarda bulunmamıştır. Hücvîrî ile çağdaş sûfîlerden Kuşeyrî ise er-Risâle’de sohbet konusuna ayrı bir bölümde yer vermiş, âdeti olduğu üzere verdiği bir-iki âyetin ardından sûfîlerin sözlerine geçmiştir. Konuyu yaklaşık olarak Hücvîrî ile aynı hacimde ele almış, konuyu sûfîlerin söz ve davranışları özelinde aktarmıştır. Kuşeyrî buna ilaveten kendi hayatından da örnekler vererek müridin şeyhi ile arkadaşlığının nasıl olması gerektiği konusunda önemli bilgiler vermiştir. Ebü’n-Necîb es-Sühreverdî de Âdâbü’l-mürîdîn adlı eserinde sohbet âdabına yer vermektedir. Burada öncelikle sohbetin çeşitlerinden bahseden Sühreverdî, muhatabın seviyesine göre sohbetin şeklinin ayarlanması gerektiğini vurgulamaktadır. Bunun yanında vücuttaki her azanın kendisine ait bir edebi bulunduğunu ifâde eden Sühreverdî, sonrasında ise arkadaşlığın öneminden bahsetmektedir. Muhataba göre sohbetin şeklinin değişmesi yönün- ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 249-276 256 | Mahmud Esad Erkaya deki açıklamaları ve her azaya özel bir edebden bahsetmesi Sühreverdî’yi diğer sûfîlerden ayırmaktadır. Ebû Hafs es-Sühreverdî ise Avârifü'l-maârif’te sohbet ve uhuvvetin âdâbı konusuna bir bölüm ayırmış, arkadaşlığın doğru bir şekilde yürütülmesi için gerekli kurallardan bahsetmiştir. Sühreverdî’nin bahsettiği edeb kurallarının burada tespit ettiğimiz ilkelerin büyük bir kısmına kaynaklık teşkil ettiğini söyleyebiliriz. Bu bakımdan kendisinden önceki kaynaklardaki muhtevayı veciz bir şekilde içerdiğini söylemek mümkündür. Söz konusu tasavvuf klasiklerinde sohbet ve uhuvvet kavramları çoğu zaman birbirlerinin yerine kullanılmıştır. Aynı konular kimi zaman uhuvvet kimi zamansa sohbet başlığı altında ele alınmıştır. Bu kavramlarla kişinin kendi seviyesindekilerle, kendisinden aşağıdakilerle ve kendisinden üst seviyelerdeki kimselerle yaptığı dostluk ve arkadaşlık ifâde edilmiştir. Bunun yanında özel olarak müridin şeyhi ile ilişkilerini kastetmek için sohbet, müridlerin birbirleriyle olan ilişkileri için ise uhuvvet kavramının kullanıldığı görülmektedir. Sohbet ve uhuvvet bağlamında esas alınan temel ilkeler, söz konusu kaynaklarda dağınık olarak yer almış, kimi zaman bir sûfînin hayatından bir kesit olarak sunulmuş, kimi zamansa hikmetli bir söz olarak vurgulanmıştır. Bizim burada yapacağımız, kaynaklarda dağınık halde olan ilkeleri tespit ederek belirleyeceğimiz başlıklar altında değerlendirmek olacaktır. Klasik tasavvuf kaynakları incelendiğinde üzerinde önemle durulan hususlardan ilkinin doğru arkadaş seçimi mevzusu olduğu görülmektedir. 1. Doğru Arkadaş Seçimi Doğru arkadaş seçimi, insanlar arası ilişkilerde yalnızca sûfîlerin değil, her müslümanın esas alması gereken temel bir ilkedir. Nitekim Hakk’ın rızasına uygun samimi bir dostluğun kurulabilmesi doğru arkadaş seçmekten ِِ ِ ِ geçmektedir. Hz. Peygamber’in (sas) (َح ُد ُكم َمن ُخيَالِ ُل َ “ )الر ُج ُل َعلَى دي ِن َخليله فَ ليَ نظُر أKişi dostunun dini üzeredir. Bu yüzden her biriniz, kiminle dostluk ettiğine dikkat etsin.”19 hadisi uyarınca sûfîler doğru arkadaş seçimine dikkat etmişlerdir. Onlara göre bir kimsenin iyi insanlarla dostluk kurması durumunda, kendisi kötü bile olsa zamanla arkadaşları vesilesiyle iyileşmesi mümkündür. Öte yandan şerli kimselerle arkadaşlık edenin, kendi halinin de zamanla kötüleşmesi muhtemeldir. Zira onlarla birlikte olmak, kötülüğe rıza gösterdiği anlamına da gelmektedir. Kötülüğe rıza göstermek ise kişiyi zamanla bulunduğu halden daha 19 Tirmizî, Zühd, 45, no. 2378; Ebû Dâvûd, Edeb, 16, no. 4833. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 249-276 Sohbet ve Uhuvvetin Temel İlkeleri | 257 aşağı bir konuma sevk edecektir.20 Bunun için arkadaşlık edilecek kimsenin, kişinin dünyasını ve ahiretini mamur edecek bir kişiliğe sahip olması önemli görülmektedir. Doğru arkadaş seçimine dair sûfîlerin belirlediği bazı kıstaslar bulunmaktadır. Söz gelimi Ebû Tâlib el-Mekkî’ye göre üç kimseyle arkadaşlık kurulmaz: a. Bidat sahibi ile b. Açıkça günah işleyen fasık ile c. Sırf dünyalık menfaatler için zenginlerle dostluk kuran fakir ile 21 Ebû Tâlib el-Mekkî’nin belirlediği bu ölçütler arkadaşlığın ancak dindar kimselerle yapılması gerektiğini göstermektedir. Aynı hususu Gazzâlî (ö. 505/1111) de dile getirmekte ve arkadaşlık edilecek kişide beş vasfın bulunması gerektiğini belirtmektedir: a. Akıllı olmak b. Güzel ahlâk sahibi olmak c. Fasık (günahkâr) olmamak d. Bidat sahibi olmamak e. Dünyalığa karşı hırslı olmamak22 Gazzâlî’nin vurguladığı bu vasıflardan, sohbet ve kardeşlik edilecek kimsenin öncelikle dinin hükümlerine riayet etmesi ve bunun neticesi olarak da ahlâkını güzelleştirmiş olması gerektiği anlaşılmaktadır. Sûfîler sağlam bir imanı ve dine uygun ameli bulunmayan kimsenin gerçek bir arkadaş hatta aile ferdi dahi olamayacağı kanaatindedirler. Bu düşüncelerini Hz. Nuh’un iman etmeyen oğlu hakkında Kur’ân’da “Ey Nûh! O, asla senin âilenden değildir.”23 buyurularak oğlunun Hz. Nuh’un ehlinden sayılmayacağını bildirmesinden 20 Hücvîrî, Keşfu’l-mahcûb (Hakikat Bilgisi), s. 399. 21 Muhammed b. Ali b. Atıyye el-Hârisî Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtü’l-kulûb fî muâmeleti’l-mahbûb ve vasfu tarîki’l-mürid ilâ makami’t-tevhid, haz. ed-Derkâvî (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2009), II, 370. 22 Gazzâlî, İhyâu ulûmi’d-dîn, II, 231. 23 Hûd 11/46. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 249-276 258 | Mahmud Esad Erkaya çıkartmaktadırlar.24 Bunun için sûfîler arkadaşın itikat ve dini hükümler konusunda bilgi ve amel sahibi olmasına büyük önem vermektedirler. Şehabeddin es-Sühreverdî arkadaşı kişinin halini yansıtan bir aynaya benzeterek onunla dostluk kurmayı kendisini muhasebe etmesi için bir vasıta olarak değerlendirmektedir. Sühreverdî’ye göre müridde bir kimse ile arkadaşlık kurma hissi yahut bir meyil oluştuğunda öncelikle karşısındakinin haline bakmalıdır. Eğer o kimse iyi huylu, güzel hal sahibi bir kimse ise bu aynı zamanda kendisinin halinin güzel olduğuna dair bir işarettir. Nitekim mü’min mü’minin aynası olması hasebiyle o şahısta kendi halinin bir yansımasını görmüş olacaktır. Bunun tam tersi de mümkündür. Eğer muhabbet edilen kimsenin davranışları ve durumu kötü ise öncelikle kendisini kınamalı ve o şahıstan uzaklaşmalıdır. Çünkü böyle bir kimse ile dostluk kurulması halinde her iki tarafın da düzelmesi zor olacaktır. Dolayısıyla mürid öncelikle kendi halini düzeltmeli, sonra arkadaşına yönelmelidir. Meyledilen kimsenin hali güzel ise ve onunla beraber olmaya dikkat edilirse kendi halinin de güzel olacağını anlamalıdır. Fakat bu durum her zaman bu şekilde cereyan etmeyebilmekte ve mürid fâsık kimselerden ziyade sâlih görünenlerden zarar görebilmektedir. Çünkü fâsık kimselerin kim olduğu zahiren ortadadır ve ona göre tedbir almak mümkündür. Fakat sâlih görünen münafık kimseler ile yapacağı sohbet ve arkadaşlık neticesinde tabii olarak aralarında etkileşim ve müridin halinde bozulmalar görülebilecektir. Bunun için mürid, uyanık olmalı ve kendisini Allah’ın rızasından uzaklaştıracak her türlü arkadaşlıktan uzak durmalıdır.25 Sühreverdî’nin arkadaşlık kurmaya yüklediği bu fonksiyon, ele aldığımız diğer tasavvuf kaynaklarında bulunmayan orijinal bir yorumdur. Bu şekliyle arkadaşlık, kişinin kendisine çeki düzen verebilmesi için önemli bir kıstas olarak değerlendirilmiştir. Bunu günlük hayatta test etmemiz mümkündür. Nitekim kişi ancak kendi karakterine uygun olan kimselerle arkadaşlık etmek isteyecektir. Örneğin dürüst bir kimse ancak kendisi gibi dürüstlerle arkadaşlık edecek, bunu aksine kötü karakterli kimseler ise kendi mizacına uygun kimselerle dostluk edecektir. Dolayısıyla kişinin arkadaşına bakarak kendisine çeki düzen vermesi mümkündür. Münafık kimselerle yapılacak dostlukta ise ölçü Allah’ın emir ve yasakları olacaktır. Bu durumda Allah’a asi olan kimselerle 24 Ziyâüddîn Abdülkahir b. Abdillâh Ebü’n-Necîb es-Sühreverdî, Âdâbü’l-mürîdîn, haz. Asım İbrahim el-Keyyâlî (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2013), s. 34. 25 Şehabeddin Ömer b. Muhammed Ebû Hafs es-Sühreverdî, Avârifü'l-maârif (Beyrut: Dâru Sâdır, 2010), s. 223, 224. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 249-276 Sohbet ve Uhuvvetin Temel İlkeleri | 259 dostluk kurmak uygun bir davranış olmayacaktır. Dolayısıyla Sühreverdî’nin bu anlayışının pratik bir karşılığı bulunmaktadır. 2. Samimiyet Sağlam bir arkadaşlığın gerçekleşmesi için tarafların birbirlerine karşı samimi olması gerekir. Mürid, arkadaşının yanında yahut gıyabında her ne zaman olursa olsun onu savunmalı, ona karşı içi dışı bir olmalıdır. Sûfîler samimiyetin ölçüsünü kişinin arkadaşına dair tavır ve davranışlarında onun varlığının ve yokluğunun bir olmasına bağlamaktadırlar. Onlara göre kişinin, arkadaşının gıyabında ya da yanında iken halinde bir değişiklik yoksa bu arkadaşlık samimi bir arkadaşlık demektir. Eğer bu iki durumda, kişinin halinde farklılık oluyorsa burada samimiyetsizlik ve yağcılık olduğu açıktır.26 Sağlıklı bir arkadaşlığın kurulup sürdürülebilmesi için taraflar, birbirlerinin arkasından hainlik yapmamalı, birbirlerini sevmedikleri şekilde yanlarında veya gıyaplarında anmamalı, birbirlerine hiçbir surette yalan söylememeli, birbirlerini özür dileme veya idare etme durumuna düşürmemeli ve muhatabını gücünün yetmeyeceği yahut yapmak istemeyeceği işleri yapmak durumunda bırakmamalıdır.27 Samimiyet ilkesi günümüz arkadaşlık ilişkilerinde eksikliği hemen sezilen bir ilkedir. İkiyüzlülük, kişinin yanında başka arkasında başka konuşma ve koğuculuk gibi davranışlar arkadaşlar arasındaki güven duygusunu zedelediği gibi dostluğun kısa ömürlü olmasına da sebebiyet vermektedir. Bu bakımdan sûfîlerin üzerinde önemle durduğu bu ilkenin evrensel bir ilke olduğu görülmektedir. 3. Allah’ın Rızasını Kazanmak Arkadaşlığın kurulması ve sürdürülmesinde esas gaye Allah’ın rızasını kazanmak olmalıdır. Nitekim Hücvîrî sûfînin sohbet konusundaki vasıflarını sayarken şu hususları vurgulamaktadır: Sufi kimseyi küçümsemez, yaşlılara hürmet göstererek onları baba mesabesinde görür, yaşıtlarını kardeşleri gibi görerek onlara içten ve samimi bir şekilde davranır, küçüklere ise evlatları gibi şefkatle muamele eder. Sûfî kin, haset, hıyanet, gıybet, nefret ve düşmanlık duygularından mümkün olduğunca kaçınarak herkese samimi davranır. Nitekim onlara göre arkadaşlık Cenâb-ı Hakk’ın rızasını kazanma gayesiyle kuru- 26 Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtü’l-kulûb, II, 366. 27 Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtü’l-kulûb, II, 376. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 249-276 260 | Mahmud Esad Erkaya lur. Bunun içindir ki kuldan sadır olan hatalı söz ve fiiller Hak rızası için kurulan arkadaşlığı bozamaz.28 Bu ilke samimiyet ilkesiyle doğrudan alakalıdır. Kişinin arkadaşına karşı samimi olmasında en büyük etken bu arkadaşlığın dünyevî menfaatler doğrultusunda değil Allah rızasını kazanmak için kurulmuş olmasıdır. Diğer bir deyişle Allah’ın rızasını kazanma düşüncesiyle kurulan dostluklarda samimiyetsizlik ortadan kalkacaktır. 4. Güven Arkadaşlığın sürdürülmesinde tarafların karşılıklı olarak birbirlerine güven duymaları önemli bir etkendir. Öyle ki tasavvuf kaynaklarında üzerinde sıklıkla durulan hususlardan birisi de arkadaşlığın güven üzerine kurulmasıdır. Kiminle sohbet edilmesi gerektiği kendisine sorulduğunda bir sûfî temel ilkeyi şöyle dile getirmiştir: “‘Kalk gidelim.’ denildiğinde ‘Nereye?’ diyorsa, o kimse gerçekten arkadaş değildir.”29 Bu söz tasavvuf kaynaklarının hemen hepsinde arkadaşlığın âdâbı arasında sayılmış, arkadaşı tarafından çağırıldığında “Nereye?”, “Niçin?”, “Hangi sebeple?” gibi sorular yöneltmeme kuralı arkadaşlığın temel ilkelerden birisi haline gelmiştir.30 Bu şekilde güven merkezli bir arkadaşlığın kurulması, tarafların, doğu arkadaş seçimi ilkesinde belirttiğimiz akıllı olmak, güzel ahlâk sahibi olmak, fasık (günahkâr) olmamak, bidat sahibi olmamak ve dünyalığa karşı hırslı olmamak gibi vasıfları haiz olmalarından geçmektedir. Ancak bu vasıfları taşıyan arkadaşlar birbirlerine mutlak anlamda güven duyabilecektir. Aksi takdirde karşılıklı güvensizlik oluşacak ve neticede arkadaşlık yürümeyecektir. Öte yandan böyle bir arkadaşlığın kurulabilmesi için kişinin her türlü şahsi menfaatten geçerek arkadaşını kendisine tercih etmesi gerekmektedir. Her hal ve hareketinde arkadaşını öncelediğinde kendisi aleyhinde olabilecek durumları önemsemeyecek, böylece arkadaşından gelen her türlü ezaya katlanabileceği şuurunda olacaktır. Böylece arkadaşının isteği doğrultusunda hareket etmek ona ağır gelmeyecektir. Fakat güvenin bu boyutunu içeren bir arkadaşlık günümüz insanı düşünüldüğünde neredeyse imkânsızdır. Nitekim artık kişinin değil arkadaşına, en yakınına dahi bu düzeyde bir güveni kalmamıştır. Bunda yukarıdaki vasıfları taşıyacak gerçek arkadaşların azalması ve îsâr duygusu- 28 Hücvîrî, Keşfu’l-mahcûb (Hakikat Bilgisi), s. 401. 29 Ebû Nasr Abdullah b. Ali et-Tûsî Serrâc, el-Lüma‘ fî târîhi’t-Tasavvufi’l-İslâmî, haz. el-Hindâvî (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2007), s. 163. 30 Ebû Hafs es-Sühreverdî, Avârifü'l-maârif, s. 239, 240. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 249-276 Sohbet ve Uhuvvetin Temel İlkeleri | 261 nun tasavvuftaki boyutuyla benimsenmemiş olmasının önemli bir etkisinin olduğu düşünülebilir. Bu bakımdan söz konusu ilkenin günümüz için biraz esnetilmesi daha uygun olacaktır. Zira genel anlamda güven duygusunun esas alındığı bir arkadaşlık modeli dahi arkadaşlığın sağlam temeller üzerine bina edilmesi için kifayet edecektir. 5. Tevâzû Arkadaşlıkta muhatabın hiçbir zaman küçümsenmemesi önemli bir ilkedir. Bu ilke doğrultusunda yaşlılar gençleri, yaşlarından ötürü az günah işlemiş oldukları düşüncesiyle üstün görmelerinin gerektiği belirtilmiştir. Aynı şekilde gençlerin de, yaşça kendilerinden büyük olanları, ibadete ve hizmete daha evvel başlamış olmaları hasebiyle kendilerinden üstün görmeleri gerektiği ifâde edilmiştir. Böylece kişideki kibir ve üstünlük düşüncesi yok olacaktır.31 Bu ilkede sûfîlerin tevâzûyu dini temeller üzerinde günah-sevap düzeyinde yorumladıkları görülmektedir. Fakat bunu diğer alanlara da teşmil ederek hayatın bütününde kişinin arkadaşlarına karşı tevâzûyu elden bırakmaması şeklinde anlamak da mümkündür. 6. Şefkat Mü’minlerin birbirlerine karşı sabır ve merhamet dairesinde ilişki kurmaları âyetlerde ifâdesini bulunan önemli bir vasıftır.32 Örneğin Beled sûresinde (وايِصوا ِبملَر ََحَ ِة وايِصوا ِِبل ر َ َص َِب َوت َ َ)وت َ buyurularak mü’minlerin “birbirlerine sabır ve merhameti öğütleme”sinin gerekliliği vurgulanmaktadır. 33 Bunun için arkadaşların birbirleri ile münasebeti sabır ve şefkat üzerine kurulmalıdır. 34 Sûfîlere göre Sevr mağarasında Hz. Peygamber (sas) ile Hz. Ebû Bekir’in arasında geçen diyalog arkadaşlığın şefkat ile nasıl yürütüldüğünün güzel bir örneğidir. ِ ول لِص ِ َ“ ) َثِِن اث نHani احبِ ِه ال ََت َزن إِ رن ر Kur’an’da şöyle buyurulmaktadır: (اّللَ َمعَنَا َ ُ ي إِذ ُهَا ِِف الغَا ِر إِذ يَ ُق َ onlar mağarada bulunuyorlardı. Hani o, arkadaşına, ‘Üzülme, çünkü Allah bizimle beraber’ diyordu.”35 Ayette öncelikle Hz. Ebû Bekir için Hz. Peygamber’in arkadaşı olarak bahsedilmektedir. Bundan dolayı tasavvuftaki sohbet 31 Hücvîrî, Keşfu’l-mahcûb (Hakikat Bilgisi), s. 403. 32 Bkz. el-Mâide 5/54; el-Fetih 48/29. 33 el-Beled 90/17. 34 Kuşeyrî, er-Risâle, s. 325; Hücvîrî, Keşfu’l-mahcûb (Hakikat Bilgisi), s. 400; Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtü’l-kulûb, II, 372; Ebû Hafs es-Sühreverdî, Avârifü'l-maârif, s. 239, 240. 35 et-Tevbe 9/40. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 249-276 262 | Mahmud Esad Erkaya kavramı bu âyete isnad edilmektedir. Hz. Peygamber’in arkadaşını “Üzülme, çünkü Allah bizimle beraber” şeklinde teskin etmesi ise şefkatli bir arkadaşın tesellisi olarak yorumlanmaktadır.36 Hz. Peygamberin örnek hayatında olduğu gibi arkadaşlık ilişkilerinde mü’milerin şefkat ve merhamet odaklı bir yaklaşım sergilemeleri sûfîlerin önemsedikleri bir husus olmuştur. 7. Bilgi Paylaşımı Arkadaşların birbirlerine karşı yerine getirmeleri gereken vazifelerden birisi de ilim bakımından birbirlerinin eksiklerini tamamlamalarıdır. Sûfîlere göre bir kimse ilim bakımından kendisinden daha üstün veya aşağıda olan kimselerle arkadaşlık edebilir. Bu arkadaşlıkta kişi kendisinden üstün olan kimsenin ilminden istifade etmeyi, kendisinden aşağıda olan kimseyi ise ilmî anlamda faydalandırmayı esas almalıdır. Nitekim Peygamber (sas) şöyle buyurmaktadır: (“ )إن من متام التقوى تعليم من ال يعلمBilgisiz bir kimseye bilgi vermek takvânın kemâlindendir.”37 Bu rivâyet, takvânın tamam olmasını insanlara ilim öğreterek faydalı olmaya bağlamaktadır. Takvânın Allah’a karşı kulluk sorumluluğunu yerine getirmek olduğu düşünüldüğünde, insanlara yararlı olmanın kişinin sorumlulukları arasında sayıldığı anlaşılacaktır. Bu şekilde gerçekleşen bir arkadaşlık aynı zamanda toplumun bilgi düzeyini de arttıracaktır. 8. Muhatabın Seviyesini Dikkate Alma Arkadaşlığın ilkelerinden biri de herkesle seviyesine göre muamele etmektir. İnsan hayatı boyunca her türlü insanla az ya da çok vakit geçirerek arkadaşlık münasebeti kurabilmektedir. Bu ilişkilerinde muhatabın seviyesine göre davranması, arkadaşlığın sürdürülmesi açısından önemli bir husustur. Bundan dolayı tasavvuf kaynaklarında hangi insanlarla nasıl muamele edilmesi gerektiği hususunda önemli ilkelerden bahsedilmektedir. Söz gelimi Ebû Hafs el-Haddâd’a (ö. 260/874) sohbetin âdâbı sorulduğunda şu ilkeleri saydığı nakledilmektedir: a. Şeyhlere/yaşlılara hürmet etmek b. İhvân ile güzel muamele etmek c. Küçüklere nasihat etmek d. Kendi seviyesinde olmayanlarla sohbeti terk etmek e. İsâr ile muamele etmek 36 Kuşeyrî, er-Risâle, s. 325; Hücvîrî, Keşfu’l-mahcûb (Hakikat Bilgisi), s. 400. 37 Hücvîrî, Keşfu’l-mahcûb (Hakikat Bilgisi), s. 399. Rivayet, bilebildiğimiz kadarıyla hadis kaynaklarında yer almamaktadır. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 249-276 Sohbet ve Uhuvvetin Temel İlkeleri | 263 f. Biriktirmekten kaçınmak g. Dini ve dünyevî meselelerde yardımlaşmak.38 Benzer ilkeler diğer sûfîler tarafından da dile getirilmiştir. Ebü’n-Necîb es-Sühreverdî’nin ifâde ettiğine göre sohbet, büyük ve yaşlı kimselerle saygı ve hürmetle, akranlarla güler yüz, güzel söz ve ihsân ile memnun edecek şekilde, küçüklerle ise şefkatle onları irşad etme ve eğitme suretinde gerçekleşir. Bunun dışında toplumun çeşitli kesimlerinden kimselerle nasıl muamele edileceği de anlatılmış, mürşidlerle sohbet ise daha detaylı bir şeklide ele alınmıştır. Özetle mürşidlerle sohbet onların emir ve yasaklarına riayet etme şeklinde gerçekleşir ki bu hakikatte hizmet olarak tezahür etmektedir. 39 Ayrıca müridin faziletini bildiği kişilere ayrıca hürmet göstermesi de gereklidir.40 Hizmetçilerle olan muamele, lütuf ve hoşgörü ile yapılır. Gariplerle olan sohbet güler yüz, sevgi ve edeble yerine getirilir. Cahillerle yapılacak sohbet, güzel ahlak, sabır, idare etme, tahammül, rahmet nazarıyla bakma suretiyle gerçekleşir. Aile efradı ile olan sohbet onlara şefkatle davranarak tedip etme ve böylece onları âyette41 ifâde edildiği gibi cehennem ateşinden koruma suretiyle gerçekleşir. İhvân ile sohbet, mümkün olduğunca onlara muvafakat etmek ve şeriata aykırı olmadıkları müddetçe onlara muhalefet etmemek, haset etmemek ve kin gütmemek ile yürütülür. Yöneticilerle sohbet, Allah’ın emir ve yasaklarına, sünnete aykırı olmadığı müddetçe onları dinleme ve itaat etme şeklinde icra edilir. Eğer hükümdar zalim ise mümkün olduğunca ondan uzak durmak tavsiye edilir. Böyle kimselere yakınlaşmak ancak nasihat ederek onu doğru yola çekmek için yapılmalıdır. 42 Bu ilke, sohbetin geniş anlamından hareketle kişinin karşılaşabileceği her seviyeden muhatap ile nasıl muamele edilmesi gerektiğini incelikleriyle ortaya koymaktadır. Bu durum, tasavvufî terbiye kapsamında müridin yalnızca şeyhine ve diğer müridlere karşı değil, hayatı boyunca karşılaşabileceği toplumun çeşitli kesimlerinden her türlü insanla muamelesinin nasıl olacağına dair detaylı bir eğitimden geçtiğini göstermektedir. Bu ilkeler günümüzde uy- 38 Ebû Hafs es-Sühreverdî, Avârifü'l-maârif, s. 34; Ebü’n-Necîb es-Sühreverdî, Âdâbü’l-mürîdîn. 39 Ebü’n-Necîb es-Sühreverdî, Âdâbü’l-mürîdîn, s. 36-38. 40 Ebû Hafs es-Sühreverdî, Avârifü'l-maârif, s. 237. 41 et-Tahrîm 66/6. 42 Ebü’n-Necîb es-Sühreverdî, Âdâbü’l-mürîdîn, s. 36-38. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 249-276 264 | Mahmud Esad Erkaya gulandığında insanlar arasında nezakete ve karşılıklı anlayışa dayalı seviyeli ilişkilerin yaygınlaşacağı öngörülebilir. 9. Arkadaşlıkta İstikrar Arkadaşlığın devamı için her şeyden önce tarafların bunu sürdürme konusunda kararlı olması gerekmektedir. Sûfîler, müridin salih kimselerle arkadaşlığı sürdürme konusunda kararlı olmalarını ve böyle kimselerden ayrılmaktan kaçınmaları gerektiğini vurgulamışlardır. 43 Bunun için arkadaşlığın sürdürülmesinde karşılıklı olarak bazı hususlara riayet etmek zaruri görülmektedir. İhvânın hatalarını görmezden gelmek, gerektiğinde onlara nasihat etmek, mümkün olduğunca ayıplarını örtmek ve onlarda görülen ayıplar hakkında uyarıda bulunmak sağlıklı bir arkadaşlığın sürdürülebilmesi için önemli görülmüştür. Samimiyet içermeyen, pamuk ipliğine dayalı arkadaşlıkların ise kısa süreli olması işten bile değildir. 10. Yumuşak Huyluluk Arkadaşlığın sağlıklı bir şekilde sürdürülmesi için tarafların birbirlerine yumuşak davranmaları esastır. Bunun sağlanması ise nefse uymak suretiyle arkadaşların birbirlerine kaba davranma gibi fiillerden kat’î surette kaçınmalarına bağlanmıştır. Ebû Alî er-Rûzbârî (ö. 322/934) “Yüksekte olana kaba davranmak küstahlık, aynı seviyedekine kaba davranmak edebsizlik ve aşağıdakine kaba davranmak ise acziyettir.” diyerek mümkün olduğunca kaba davranmaktan kaçınmanın gerekliliğini vurgulamıştır.44 11. Hoşgörü Dostun hata ve küçük yanılgılarını affetmek de arkadaşlığın ilkelerinden biridir. Nitekim kişi zaman zaman çeşitli hata ve günahlara düşebilir. Fakat hatasından dönme ihtimali her zaman bulunmaktadır. Bundan dolayı müride düşen arkadaşına gerekli öğüt ve nasihatte bulunmak ve onu dışlamamak, hatasından dönmesi için çaba sarf etmektir.45 Bu bağlamda şu beş şey edebe aykırı görülmektedir. a. Kendisine ağır gelen ve dolayısıyla sevmediği işleri yapmaya zorlamak b. Hakkında doğru bilgiye sahip olduğu halde dedikodulara sessiz kalıp razı olmak 43 Ebû Hafs es-Sühreverdî, Avârifü'l-maârif, s. 239. 44 Ebû Hafs es-Sühreverdî, Avârifü'l-maârif, s. 239, 240. 45 Bkz. Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtü’l-kulûb, II, 366; Gazzâlî, İhyâu ulûmi’d-dîn, II, 248. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 249-276 Sohbet ve Uhuvvetin Temel İlkeleri | 265 c. Devamlı nereden gelip nereye gittiğini sorgulamak d. Hakkında tecessüs yapmak (kusurlarını araştırmak) e. Hakkında tehassüs yapmak (hakkında yayılan haberlere itibar etmek)46 Bu maddelerden de anlaşıldığı gibi sağlıklı bir arkadaşlığın yürütülebilmesi için tarafların birbirlerinin kusurlarını araştırmaması, gıybet, tecessüs ve tehassüsten kaçınması, görülen ayıpların gizlenmesi önemli görülmüştür. Arkadaşı idare etmek, iyi geçinmek fakat yağcılık yapmamak da arkadaşlığın gereklerindendir. İdare etmek ile yağcılık yapmak birbirine benzemekle birlikte aralarında bazı farkların olduğu ifâde edilmektedir. İdare etmek, arkadaşın iyiliğini ümit etmek, bunun için onunla iyi geçinip ondan gelen kötülüklere tahammül etmektir. Yağcılık ise arzuları tatmin etmek, mevki ve makam elde etmek ve haz elde etme kastıyla yapılmaktadır. 47 O halde arkadaşlığı sağlıklı bir şekilde sürdürebilmek adına yağcılığa kaçmadan muhatabın kusurların görmezden gelerek onu hoş görmek önemli bir ilkedir. 12. İnsaf Sûfîlere göre ihvâna insaf ile yaklaşmak bununla birlikte onlardan insaf beklememek de arkadaşlığın bir gereğidir. Ebû Osman el-Hîrî (ö. 298/910) “Sohbetin hakkı, malı kardeşin ile paylaşman, onun malına tamah etmemen, ona insaflı davranman, ondan insaf beklememen, ona tabi olman fakat onun sana tabi olmasını beklememen, ondan sana gelenleri çok görmen, senden ona gidenleri ise az görmendir.” diyerek bu hususu vurgulamaktadır.48 İnsaf mevzuunda da olduğu gibi sûfîlerin genel tavırları Allah’tan başka kimseden hiçbir şey beklememektir. Hal böyle olduğunda insanlardan kendilerine karşı işlenebilecek her türlü kötü davranış karşısında sağlam bir şekilde durmaları mümkün olmaktadır. Aynı şekilde yaptıkları iyiliklerin de karşılığını yalnız Allah’tan beklemelerinden dolayı insanlardan gelebilecek vefasızlıklardan asgari düzeyde etkilenmektedirler. 46 Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtü’l-kulûb, II, 383. 47 Ebû Hafs es-Sühreverdî, Avârifü'l-maârif, s. 239, 240. 48 Ebû Hafs es-Sühreverdî, Avârifü'l-maârif, s. 238. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 249-276 266 | Mahmud Esad Erkaya 13. Gerektiğinde Arkadaşı Uyarmak Sûfîlere göre arkadaşlığın gereklerinden biri de tarafların eksik ve kusurlu davranışlar konusunda birbirlerini uyarmalarıdır. Nitekim Hz. Peygamber (sas) “Mümin, müminin aynasıdır.” 49 buyurmaktadır. Arkadaşın da bir ayna gibi kardeşinin hata ve kusurlarını kendisine bildirmesi söz konusu hataların düzelmesi için önemli bir husustur. Bunun için mü’min, arkadaşının eksiklerini görmesini sağlamalı, onların düzeltilmesi ve güzel şekle bürünmesi için elinden geleni yapmalıdır. Hz. Ömer “Bana ayıbımı gösteren kimseye Allah rahmet etsin.” buyurarak hataları uygun şekilde karşı tarafa bildirmenin önemini vurgulamıştır.50 Burada şu hususu belirtmemiz gerekmektedir ki arkadaşlara yapılacak uyarılarda muhatabın durumu ve konumu dikkate alınmalıdır. Sûfîlere göre kişinin kendi astı konumunda olan, yani sözünü dinleyebilecek mevkideki kimseleri uyarması tesirli olacaktır. Fakat aynı seviyedekilerin birbirlerini ikaz etmesi hatta kişinin kendinden yüksek mertebede olanları uyarması her zaman için olumlu karşılanmayacaktır. Bundan dolayı karşı tarafın razı olmaması ve kulak asmaması böylece arada soğukluk veya dargınlık oluşması ihtimaline karşı kusurların tevil edilerek görmezden gelinmesi uygun olacaktır.51 Sûfîlere göre kişi eğer sözünde sadık ve samimi ise uyarılması hoşuna gidecektir. Fakat yalancı ise kendisine öğüt verilmesinden rahatsız olacak ve yapılan uyarılar boşa çıkacaktır. Şu durumda arkadaşın samimi olmadığı da görülecektir.52 Hz. Ömer’in “Bana ayıbımı gösteren kimseye Allah rahmet etsin.” sözü uyarıların olumlu bir şekilde karşılanmasının büyük bir erdem olduğunu göstermektedir. Tâbiînden Meymûn b. Mihrân (ö. 117/735) “Benim hoşlanmayacağım şeyi yüzüme söyle. Zira insan sevmediği şeyi yüzüne karşı söylemediği müddetçe gerçekten samimi olmaz. Sadık kimse kedisine doğruyu söyleyeni sever. Yalancı ise samimi olanı sevmez.” dedikten sonra “Fakat siz nasihat edenleri sevmiyorsunuz.” âyetine53 işarette bulunmaktadır.54 49 Ebû Dâvûd, Edeb, 49, no. 4918. 50 Ebü’n-Necîb es-Sühreverdî, Âdâbü’l-mürîdîn, s. 35. 51 Kuşeyrî, er-Risâle, s. 325. 52 Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtü’l-kulûb, II, 370; Ebû Hafs es-Sühreverdî, Avârifü'l-maârif, s. 236. 53 el-A‘râf 7/79. 54 Ebû Hafs es-Sühreverdî, Avârifü'l-maârif, s. 236. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 249-276 Sohbet ve Uhuvvetin Temel İlkeleri | 267 Arkadaşların uyarılmasında karşı tarafın incinmemesi için gayet nazik ve gizli bir şekilde yapılması gerektiği sûfîler tarafından ayrıca vurgulanmaktadır. Aksi takdirde bu uyarılar, arkadaş ile aranın açılmasına sebep olacaktır.55 Sûfîlerin bu ilkeyle vurguladıkları husus, arkadaşlıkta tarafların birbirlerine daima ıslah edici, daha iyiye sevk edici, ayıp ve kusurları mümkün olduğunca yok edici bir tavırla muamele etmelerinin gerektiğidir. Burada karşı tarafın halinin daima göz önünde bulundurulması, kişinin adeta psikolog edasıyla karış tarafla olan muameleleri düzenlemesi gerektiğini göstermektedir. Bu yönüyle sûfîlerin insan psikolojisi konusunda ince bir anlayış sahibi oldukları sezilmektedir. 14. Diğerkâmlık Sûfîlere göre gerçek arkadaşlık ancak kişinin arkadaşını kedisine tercih etmesiyle mümkün olabilir. Kişinin arkadaşını kendisine tercih etmesi özellikle maddî konularda tezahür etmektedir. Gazzâlî, arkadaşların birbirlerinin malı üzerinde hakkı olduğunu ve bu hakkın üç derece halinde karşılanacağını belirtmektedir. En aşağı derece, arkadaşın bir ihtiyacı olduğunda istemesine fırsat vermeden hemen bu ihtiyacı karşılamaktır. İkinci derecesi, arkadaşın adeta mal üzerinde eşit derecede ortaklığı varmış gibi düşünerek gerektiğinde malı onunla bölüşmektir. En üst derecesi ise kişinin arkadaşını kendisine tercih etmesidir (îsâr). Gazzâlî, bu üç dereceden hiç birisine uygun olmayan bir arkadaşlığın hakiki anlamda bir arkadaşlık olmadığını belirtmektedir. 56 Zira tasavvufta müridin, hiçbir şeyi kendi mülkü olarak görmeyip her şeyin hakikat itibariyle Allah’ın kendisine emaneti olarak görmesi esastır. Mürid bunun şuuruna erdiğinde kendisine ait her türlü eşyayı arkadaşları ile rahat bir şekilde paylaşabilecek, mala mülke gönlünü bağlamayacaktır. 57 Elindekileri sahiplenmediği için paylaşması da kolay olacaktır. Bu bağlamda sûfîler dünyalığa düşkün olan kimselerle arkadaşlık yapmaktan kaçınılması gerektiğini vurgulamışlardır. Ayrıca “Öyle ise bizim zikrimizden yüz çeviren ve dünya hayatından başka bir şey istemeyen kimselerden yüz çevir.”58 âyetinin de buna işaret ettiğini belirtmişlerdir. 59 İbrahim b. Şeybân (ö. 330/941), “benim ayakkabım” 55 Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtü’l-kulûb, II, 370; Ebû Hafs es-Sühreverdî, Avârifü'l-maârif, s. 236. 56 Gazzâlî, İhyâu ulûmi’d-dîn, II, 235. 57 Ebû Hafs es-Sühreverdî, Avârifü'l-maârif, s. 236. 58 en-Necm 53/29. 59 Ebû Hafs es-Sühreverdî, Avârifü'l-maârif, s. 237. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 249-276 268 | Mahmud Esad Erkaya gibi ifadelerle mal ve mülkü kendilerine nisbet edenler ile arkadaşlık yapılmayacağını bildirmiştir.60 Ebû Kasım el-Cürcânî’ye sohbetin esası sorulduğunda “Hazzını (ve itibarını) sohbette arama.” demiştir. “Zira arkadaşlıktaki tüm âfetlerin kaynağı; herkesin sohbette kendi haz ve zevkini talep etmesidir. Bir kimse kedi hazzından feragat eder ve yoldaşının hazzına riayet ederse işte o vakit sohbette isabet etmiş olur.” 61 Öte yandan gerçek manada arkadaşlık eden kimsenin arkadaşına hiçbir konuda haset etmemesi, hatta dini ve dünyevî her türlü meselede onu ِ ِِ ِ kendine tercih etmesi beklenmektedir. (.ٌايِصة َ ص َ “ ) َويُؤث ُرو َن َعلَى أَن ُفس ِهم َولَو َكا َن هبم َخMuhtaç 62 durumda olsalar bile onları kendilerine tercih ederler.” Bu ayete göre insan Allah için sevdiği kardeşini kendisine tercih etmeli, ihtiyacı olduğu halde malını ona vermelidir. Sûfîlere göre bu, sıddîklerin makamında olanlar içindir. Bu seviyede olmayan kişi en azından malını onunla paylaşmalıdır. Zira bu davranış, sıddîklerin fedakârlığı seviyesinde olmasa da genel olarak mü’minlerin edinmesi gereken bir ahlâkî vasıftır. Ayrıca bazı sûfîlerce mü’minin din kardeşini ailesinden ve çocuklarından da önde tutması tavsiye edilmektedir. Nitekim eş ve çocuklar dünyevî bir sevgiyle sevilmektedir. Buna karşın arkadaş ise sırf Allah rızası için sevildiğinden doğrudan ahirete müteallik bir sevgiye sahiptir. 63 Başta Gazzâlî olmak üzere sûfîlerin özellikle mal konusunda arkadaşlarını kendilerine tercih etmeleri gerektiği hususu, dünyaya karşı zâhidliğin ileri bir boyutu olarak karşımıza çıkmaktadır. İhtiyaçları karşılamanın bugün dahi arkadaşların birbirleri için rahatlıkla gerçekleştirebilecekleri bir davranış olduğunu söyleyebiliriz. Fakat mal varlığının yarısının veya tamamının arkadaşın olduğunu veya onda ortak olduğunu düşünmek benimsenmesi çok zor bir fiil gibi gözükmektedir. Bununa birlikte Hz. Peygamber ile ashabı ve özellikle ensar ve muhacirler arsındaki ilişki düşünüldüğünde kişinin arkadaşını kendisine tercih etmesi gerçekten fedakârca ve zor bir davranış olsa da imkânsız olmadığı anlaşılmaktadır. 64 Bu bakımdan tasavvuftaki bu ilkenin sadece sûfîlerin değil, gerçek anlamda bir dostluk ilişkisi kurmak isteyen herkesin örnek alması gereken ilkelerden olduğunu söyleyebiliriz. 60 Gazzâlî, İhyâu ulûmi’d-dîn, II, 236; Ebû Hafs es-Sühreverdî, Avârifü'l-maârif, s. 236. 61 Hücvîrî, Keşfu’l-mahcûb (Hakikat Bilgisi), s. 401. 62 el-Haşr 59/9. 63 Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtü’l-kulûb, II, 369. 64 Sancar, “Gazâlî Düşüncesinde Kardeşlik ve Kardeşlik Hakları”, s. 204. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 249-276 Sohbet ve Uhuvvetin Temel İlkeleri | 269 15. Arkadaşın İhtiyacını Gidermek Arkadaşların birbirleri üzerindeki haklarından birisi de her türlü ihtiyacın karşılanması hususunda yardımlaşmaktır. Kişinin arkadaşına yardım etmesi, onu maddeten ve mânen desteklemesi arkadaşlığın gereklerinden biridir. Arkadaşa yapılacak yardım; ihtiyacı olduğunda bedenen, kendisine haksızlık edildiğinde sözle ve muhtaç olduğunda mali olarak gerçekleşebilir. Bunların dışında sıkıntılı zamanlarında kendisine inanıp güvenmek suretiyle kalben de gerçekleştirilebilir.65 Bunun gerçekleştirilmesi için kişi arkadaşının ihtiyacını kendi ihtiyacı olarak görmeli, kendi ihtiyaçlarını unutmadığı gibi arkadaşının ihtiyaçlarını da araştırıp tespit etmelidir. Bu bağlamda arkadaş bir şeye ihtiyaç duyduğunda, daha o istemeden yardım etmek suretiyle ihtiyacın giderilmesi temel ilkedir. İstenmeden ihtiyacın görülüp yerine getirilmesi vurgulanırken arkadaşın bir ihtiyacını arz ettiği zaman onu güzellikle yerine getirmenin arkadaşlığın en aşağı derecesi olduğu da ifâde edilmektedir. 66 16. Eziyet Etmekten Kaçınmak Lüzumsuz isteklerde bulunarak yük olmamak arkadaşlığın bir gereğidir. Hatta yük olmamak gayesiyle arkadaştan ihtiyacı mümkün olduğunca gizlemenin daha uygun olacağı sûfîlerce kabul edilmektedir. Bu bağlamda “Kendisinden beklenmeyeni arkadaşlarından bekleyen onlara zulmetmiş olur. Kendisinden bekleneni arkadaşlarından da bekleyen onları yormuş olur. Kimseden bir şey beklemeyen ise arkadaşlarına fazilet göstermiş olur.” denilmiştir.67 Hz. Ali’ye atfedilen “Arkadaşın şerlisi seni kendisini idare etmeye muhtaç eden, özür dilemek durumunda olan ve seni sıkıntıya sokandır.” 68 sözü sûfîlerin bu konudaki temel saikleri olmuştur. Buradan hareketle arkadaşlarını, kendisini idare etmek ve ondan özür dilemek zorunda bırakmamak, onları sıkıntıya sokmamak, tam aksine onların isteklerini kendi isteklerine tercih etmek prensip haline getirilmiştir. 65 Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtü’l-kulûb, II, 371. 66 Gazzâlî, İhyâu ulûmi’d-dîn, II, 238. 67 Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtü’l-kulûb, II, 365; Gazzâlî, İhyâu ulûmi’d-dîn, II, 255. 68 Ebû Hafs es-Sühreverdî, Avârifü'l-maârif, s. 239, 240. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 249-276 270 | Mahmud Esad Erkaya Öte yandan müridin, arkadaşlarının hizmetine koşması, sıkıntılarını gidermesi, dine muhalefet etmediği müddetçe isteklerini yerine getirmesi ve onlardan gelecek her türlü eziyete tahammül etmesi tavsiye edilmiştir.69 17. Dua ve Af Dileme Hayattayken arkadaşın gıyabında istiğfarda bulunmak, onlardaki çirkinlikleri gidermesi için, öldükten sonra da günahlarının affı için Allah’a dua etmek de arkadaşlığın gerektirdiği bir vazifedir. 70 Zünnûn el-Mısrî’ye (ö. 245/859) kiminle arkadaşlık yapılır diye sorulduğunda “Hastalandığın zaman seni ziyarete gelen ve günah işlediğinde ise senin için tevbe eden kimse ile” diyerek cevap vermiştir.71 Yahyâ b. Muâz er-Râzî (ö. 258/872), dost olan kimseye “Allah’a dua ettiğinde beni de hatırla.” demeye ihtiyaç duymayı bir kusur olarak görmektedir. Nitekim ona göre bir saatlik bile samimi dostluk kurmuş olmanın bir ömür boyu dua edilmesine bedel olabilecek kadar kıymetli olduğunu belirtmektedir. Râzî’ye göre yapılan hatalar neticesinde özür beklemek bile samimiyetsizlik ve aradaki soğukluktan ileri gelir. Samimi dostluklarda hataları hoş görmek esastır.72 18. Edeb Arkadaşlığın devamlılığının sağlanmasında müridin bazı edeblere riayet etmesi gerekmektedir. Sûfîler ihvan ile münasebetlerinde vücuttaki her bir organ için bazı edeb kaideleri olduğundan bahsetmektedirler. Söz gelimi gözün edebi haramlara bakmamak ve genel olarak insanların ve özelde ihvanın ayıp ve kusurlarını görmemektir. Bunun yanında dostlara daima şefkat nazarı ve ibretle bakmak, ayrıca konuşurken de gözleri onlardan ayırmamak gözün edebleri arasında sayılmaktadır. Dilin edebi, daima Allah’ı zikretmek, ihvanı arkalarından hayır ve dua ile anmak, gerektiğinde onlara nasihat etmek ve kendileriyle hoşlanmayacakları şekilde konuşmamaktır. Bunun yanında gıybet etmemek, insanların arasını bozmamak, sövmemek, mâlâyânîye dalmamak, alçak sesle ve muhatabın 69 Ebû Hafs es-Sühreverdî, Avârifü'l-maârif, s. 236; Ebü’n-Necîb es-Sühreverdî, Âdâbü’l-mürîdîn, s. 35. 70 Gazzâlî, İhyâu ulûmi’d-dîn, II, 252; Ebû Hafs es-Sühreverdî, Avârifü'l-maârif, s. 239, 240. 71 Kuşeyrî, er-Risâle, s. 328. 72 Hücvîrî, Keşfu’l-mahcûb (Hakikat Bilgisi), s. 399. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 249-276 Sohbet ve Uhuvvetin Temel İlkeleri | 271 anlayacağı şekilde konuşmak da kişinin konuşmasında dikkat edeceği hususlar arasında sayılmaktadır. Dinlemenin edebi çirkin ve günah içeren sözleri, gıybet ve nemime gibi kötü konuşmaları işitmemek, bunların yerine zikir, vaaz ve hikmet gibi faydalı şeyleri dinlemektir. Ayrıca dostlarla görüşürken onları can kulağı ile inanarak ve güvenerek dinlemek, ona itiraz ederek sözünü kesmemek de bu kapsamda mütalaa edilmektedir. Ellerin edebi, arkadaşlara el ile yapılabilecek yardımdan geri durmamak, onlara daima ihsanda bulunmak, hizmet etmek ve yasaklar hususunda yardımlaşmamaktır. Ayakların edebi, arkadaşların iyiliği için koşturmak, yeryüzünde kibirlenerek yürümemektir. Bunun yanında yürürken arkadaşların arkasında yürümek, misafir olarak geldiklerinde ayakta karşılamak, onlar oturmadan oturmamak da bu kapsamda sayılmaktadır.73 Kalbin edebi ise kötü düşünceleri zihinden atarak güzel düşünceleri yerleştirmek; Allah’ın yüceliğini, nimetlerini ve yaratmasındaki muhteşemliği düşünmektir.74 Edeb kapsamında sayılanlar esas itibariyle arkadaşlık ve dostluk için saydığımız temel ilkelerin azalar üzerinde dağılmış hali gibidir. Arkadaşın ayıp ve kusurlarını görmemek, onlara hoşgörüyle yaklaşmak, onlarla güzel konuşmak, tevâzû ile yaklaşmak… İşte bu ilkeler organlar vasıtasıyla hayata geçirildiğinde arkadaşlık sağlam temeller üzerine oturacak ve süreklilik kazanacaktır. 19. Dile Sahip Olmak Mürid arkadaşı hakkında ne zaman konuşup ne zaman susması gerektiğini bilmelidir. Öncelikle arkadaşının gıyabında, aleyhinde olacak şekilde konuşmamalı, gıybet etmemeli, ayıp ve kusurunu biliyorsa dahi susmalı ve bunları ifşâ etmemelidir. Yine yolda arkadaşı ile karşılaştığı zaman nereden gelip nereye gittiğini sormamalıdır. Nitekim gereksiz sorular yöneltildiğinde, açıklama yapmak istemeyen kimse yalan söylemek durumunda kalabilecektir.75 Bu ihtimale binâen mümkün olduğunca soru sorulmaması tavsiye edilmektedir. Öte yandan aralarındaki sırları başkalarına açmamaları da arkadaş73 Gazzâlî, İhyâu ulûmi’d-dîn, II, 258, 259; Ebü’n-Necîb es-Sühreverdî, Âdâbü’lmürîdîn, s. 38-40. 74 Ebü’n-Necîb es-Sühreverdî, Âdâbü’l-mürîdîn, s. 40. 75 Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtü’l-kulûb, II, 383. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 249-276 272 | Mahmud Esad Erkaya lık âdâbındandır. Özetle kişi arkadaşının hoşlanmayacağı her türlü sözden kaçınmalı, mümkün olduğunca ona muhalefet ve itiraz etmemelidir. 76 Fakat bunun bir istisnasından da bahsedilmektedir ki o da emr-i maruf ve nehy-i münker bağlamında arkadaşı ikaz sadedinde yapılan konuşmalar bu kapsama girmemektedir. Zira bu durum karşı tarafın menfaatine olan uyarılardan oluşmaktadır.77 Karşı taraf memnun olmayacaksa bile onun bazı ayıp ve kusurlarını ortadan kaldırmak adına ikaz edilmesi arkadaşlığın bir gereği olacaktır. 20. Güzel Söz Yeri geldiğinde susmak arkadaşlığın bir gereği olduğu gibi yeri geldiğinde de güzel söz ile muhabbet etmek arkadaşlığın icap ettirdiği bir haldir. Arkadaşın halini, hatırını sormak ve mutlulukları paylaşmak da arkadaşlığın bir gereğidir. Nitekim Hz. Peygamber (َُخاهُ فَ ليُ علِمهُ إِ رايه َح ر َ َح ُد ُكم أ َب أ َ “ )إِ َذا أSizden biriniz 78 kardeşini sevdiğinde, sevdiğini kendisine duyursun.” buyurarak mü’minlerin sevgilerini dile getirmelerini tavsiye etmektedir. Böylece aradaki muhabbetin çoğalması hedeflenmektedir.79 Konuşmanın gerekli olduğu zamanlardan biri de kişinin övülmeyi arzu edebileceği yerlerde onun iyi yönlerini dile getirmektir. Nitekim bu şekilde muhatabın sevgisini celp etmek kolay olacaktır. Yine kişinin ailesini, çocuklarını, ahlâkını, kıyafetini, sözlerini yalan söylememek suretiyle övmek de aradaki muhabbeti arttıracağı için tavsiye edilmektedir. Bunun yanında arkadaşa teşekkür etmek, ilim öğretmek, öğüt vermek ve yahut gıyabında ona yöneltilen ithamlara karşı kendisini savunmak için konuşmak zorunluluk arz etmektedir.80 21. Vefâ Müslüman kardeşine karşı vefâlı olmalı, kendisiyle ölünceye kadar dost olarak kalmalı, vefatının ardından ise aile efradına karşı dostluğun gereklerini yerine getirmelidir. Sûfîlere göre arkadaşın dost ve akrabalarını arayıp sormak ve onlarla ilgilenmek vefânın ilk şeklidir. İkinci şekli, kişi hangi mertebeye yükselirse yükselsin dostu ile tevazu içerisinde muamele etmesi ve ha- 76 Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtü’l-kulûb, II, 374. 77 Gazzâlî, İhyâu ulûmi’d-dîn, II, 239. 78 Tirmizî, Zühd, 54, no. 2392. Ayrıca bkz. Ebû Dâvûd, Edeb, 112-113, no. 5125. 79 Tasavvufta muhabbet kavramı ile ilgili bkz. Mansur Gökcan, “Havf ve Recâ (Korku ve Ümit) Dengesi”, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, XVI/2 (2016): 175. 80 Gazzâlî, İhyâu ulûmi’d-dîn, II, 245-248. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 249-276 Sohbet ve Uhuvvetin Temel İlkeleri | 273 linde hiçbir değişiklik bulunmamasıdır. Vefânın şekillerinden birisi de dost ile ayrı kalmaktan son derece üzülmek ve ayrılığı gerektirecek durumlardan nefret etmektir. Son olarak dostun düşmanı ile dostluk kurmamaktır.81 Sonuç Mürid-mürşid ve ihvanlar arası ilişkilerini Hz. Peygamber ile ashabı arasındaki yakın ilişkiye dayandıran sûfîler dostluklarını sohbet ve uhuvvet anlayışı üzerine şekillendirmişlerdir. Onlar, sağlıklı arkadaşlığın tesisi ve devamlılığını, âyet ve hadislerden yaptıkları çıkarımlara kişisel kanaat ve tecrübelerini de ilave etmek sûretiyle tespit ettikleri âdâb ve erkâna uyulmasına bağlamışlardır. Tasavvuf klasikleri bağlamında tespit ettiğimiz ilkeler düşünüldüğünde sûfîlerin arkadaşlıkta önem verdikleri ilk ve en önemli maddenin doğru arkadaş tercihi olduğu görülmektedir. Sûfilere göre arkadaşın sağlam bir itikada sahip, dinin emir ve yasaklarına tabi ve güzel ahlâklı olması zorunluluk arz etmektedir. İsabetli bir arkadaş tercihinin ardından samimiyet, ihlas, güven ve şefkat temelli kurulan arkadaşlıkta taraflara düşen kararlı bir şekilde arkadaşlığı sürdürmektir. Bunun için tarafların hoşgörülü, insaflı, paylaşımcı, karşı tarafı düşünen bir arkadaş modeli sergilemesi her şeyin önünde gelmektedir. Bu şekilde kurulup sürdürülen bir arkadaşlığın devamlı olacağı öngörülmektedir. Sûfîlerin tesis etmiş oldukları arkadaşlıkta dikkat çeken önemli bir husus da zühd merkezli bir dostluk modelinin öne çıkarılmasıdır. Sûfîlere göre kişi dünyalığa önem vermemesi dolayısıyla her durumda maddeten ve mânen arkadaşını kendisine tercih edebilmelidir. Zira arkadaşlık yalnızca Allah rızası için kurulduğundan bu ilişkide maddi bir beklenti söz konusu olmayacaktır. Kişinin, mal varlığında arkadaşını ortak olarak görmesi, hatta tüm varlığının asıl itibariyle kendisine ait olmadığını düşünmesi ilk bakışta uygulanması mümkün olmayan hayalî bir düşünce gibi gelse de Hz. Peygamber ve ashabının yaşantısı düşünüldüğünde ve özellikle ensar ve muhacirler arasındaki ilişki göz önünde bulundurulduğunda hayata geçirilmesinin çok da uzak bir ihtimal olmadığı anlaşılacaktır. Buna rağmen ortalama bir mü’min için aşırı olduğu düşünülebilecek zühd ile ilgili bazı hususlar dışarıda bırakılacak olursa, asırlar önce sûfîler tarafından ortaya konulan bu ilkelerin, yalnızca kendi zamanlarına değil günümüze de hitap eden prensipler olduğu görülmektedir. Söz konusu ilkeler arasında, gerek tasavvuf yolunda ilerlemek iradesini göste81 Bkz. Gazzâlî, İhyâu ulûmi’d-dîn, II, 253-255. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 249-276 274 | Mahmud Esad Erkaya ren müridler gerekse tasavvufî çevrenin dışında müslüman olsun ya da olmasın sağlıklı dostluk ve arkadaşlık ilişkilerini tesis etmek isteyen herkesin benimseyebileceği evrensel ilkelerin yer aldığını söylemek mümkündür. Kaynakça Akot, Bülent, “Tasavvufî İrşad Metodu Olarak Sohbetin Fonksiyonu = Function of Gabfest as Sufistic Guidance Method”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi = The Journal of International Social Research, VII/31 (2014), ss. 30-39. Altunbay, Müzeyyen, “Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri ve Marifetnâme’de Sohbet Adabı”, Bütün Yönleriyle Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri Sempozyumu (16-18 Kasım 2011 Erzurum) Bildiriler, 2012, ss. 95-104. Arpaguş, Safi, “Alvarlı Hâce Muhammed Lutfî’nin Dîvân’ında Bir Seyr u Sülûk Metodu Olarak Sohbet”, Uluslararası Hâce Muhammed Lutfî (Alvarlı Efe) Sempozyumu (25-26 Nisan 2013, Erzurum) Bildiriler, 2013, ss. 539-548. ———, “Tasavvuf Kültüründe Kardeşlik Algısı”, Kutlu Doğum Haftası “Hz. Peygamber Kardeşlik Ahlakı ve Kardeşlik Hukuku” Sempozyumu (2122 Nisan 2012), (2013), ss. 432-441. Cürcânî, Ebü’l-Hasan Seyyid Şerif Ali b. Muhammed b. Ali, Mu’cemü’t-ta’rîfât, haz. Muhammed Sıddîk el-Münşâvî, Kahire: Muhammed Sıddîk elMünşâvî, ty. Ebû Hafs es-Sühreverdî, Şehabeddin Ömer b. Muhammed, Avârifü'l-maârif, Beyrut: Dâru Sâdır, 2010. Ebû Tâlib el-Mekkî, Muhammed b. Ali b. Atıyye el-Hârisî Kûtü’l-kulûb fî muâmeleti’l-mahbûb ve vasfu tarîki’l-mürid ilâ makami’t-tevhid, haz. Asım İbrâhim el-Keyyâlî el-Hüseynî eş-Şâzelî ed-Derkâvî, I-II, Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2009. Ebü’n-Necîb es-Sühreverdî, Ziyâüddîn Abdülkahir b. Abdillâh, Âdâbü’lmürîdîn, haz. Asım İbrahim el-Keyyâlî, Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2013. Erkaya, Mahmud Esad, Kur’an Kaynaklı Tasavvuf Kavramları, Ankara: Otto, 2017. Erul, Bünyamin, Sahabenin Sünnet Anlayışı, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yay., 2005. Gazzâlî, Ebû Hamid Huccetülislâm Muhammed b. Muhammed, İhyâu ulûmi’ddîn, I-V, Beyrut: Mektebetü’l-Asriyye, 2013. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 249-276 Sohbet ve Uhuvvetin Temel İlkeleri | 275 Gökbulut, Süleyman, “Ebu’n-Necîb Ziyâüddîn es-Sühreverdî ve Âdâbü’lMürîdîn Adlı Eseri”, Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 28 (2008), ss. 135-152. Gökcan, Mansur, “Havf ve Recâ (Korku ve Ümit) Dengesi”, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, XVI/2 (2016), ss. 171-192. Halil b. Ahmed, Kitâbü’l-ayn, haz. Abdülhamid Hindâvî, I-IV, Beyrut: Dâru’lKütübi’l-İlmiyye, 2003. Hücvîrî, Ebü’l-Hasen, Keşfu’l-mahcûb (Hakikat Bilgisi), çev. Süleyman Uludağ, İstanbul: Dergâh, 2010. İbn Manzûr, Ebü’l-Fazl Muhammed b. Mükerrem b. Ali el-Ensârî, Lisânü’lArab, haz. Abdullah Ali Kebir, Muhammed Ahmed Hasbullah – Hâşim Muhammed eş-Şâzelî, I-VI, Kahire: Dâru’l-maârif, ty. Kuşeyrî, Ebü’l-Kâsım Zeynülislâm Abdülkerîm b. Hevâzin, er-Risâletü’lKuşeyriyye, haz. Halil el-Mansûr, Beyrut: Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1422/2001. Ögke, Ahmet, “Oğlanlar Şeyhi İbrâhim Efendi’ye Göre Sohbet Âdâbı”, İslâmî Araştırmalar Dergisi, XVII/1 (2004), ss. 84-90. Râgıb el-İsfahânî, Ebü’l-Kāsım Hüseyn b. Muhammed b. el-Mufaddal, elMüfredât fî garîbi’l-Kur’ân, haz. Safvân Adnân ed-Dâvûdî, Beyrut: Dâru’l-Kalem, 1412. Sancar, Faruk, “Gazâlî Düşüncesinde Kardeşlik ve Kardeşlik Hakları”, Kutlu Doğum Haftası “Hz. Peygamber Kardeşlik Ahlakı ve Kardeşlik Hukuku” Sempozyumu (21-22 Nisan 2012), (2013), ss. 200-212. Serrâc, Ebû Nasr Abdullah b. Ali et-Tûsî, el-Lüma‘ fî târîhi’t-Tasavvufi’l-İslâmî, haz. Kamil Mustafa el-Hindâvî, Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2007. Tehânevî, Muhammed b. A’lâ b. Ali el-Fârukî el-Hanefî Mevsûatü keşşâfi ıstılâhâti’l-fünûn ve’l-ulûm, haz. Refîk el-Acem, I-II, Beyrut: Mektebetu Lübnan [Librairie du Liban], 1996. Uludağ, Süleyman, “Âdâbü’l-mürîd”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), 1988, I. ———, “İhvan”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul 2000, XXI. ———, “Sohbet”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul 2009, XXXVII, 350351. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 249-276 Basic Principles of Religious Conversations (Sohbet) and Brotherhood (Uhuvvet) in the Main Sufi Classical Books Citation / ©- Erkaya, M. E. (2017). Basic Principles of Religious Conversations (Sohbet) and Brotherhood (Uhuvvet) in the Main Sufi Classical Books, Çukurova University Journal of Faculty of Divinity, 17 (1), 249-276. Abstract- According to some sufis, Sufism is entirely composed of the good manners (âdâb). Therefore the moral codes regulating a person’s environment and their relationship with the Allah has constituted an important place in the literature of Sufism. In main sufi classical books, many good manners are defined, such as the worship, expedition (sefer), accommodation (ikamet), peer-to-peer relationships, whirl (sema), cleaning, eating, drinking, clothing, and hospitality. Religious conversation (sohbet) and brotherhood (uhuvvet) are also the important issues in these books. The concept of sohbet is used in two meaning: The first meaning is companionship, based on love and understanding between individuals. The second meaning is conversation. Essentially in Sufi education sohbet method is carried out. This method is based on the companionship between the Prophet and his companions. Therefore, the boundaries and manners of the relationship between murid and murshid have been mentioned in sufi sources in details. On the other hand, the good manners of friendship of murids with each other have been formed by determining some basic principles. In this context, many topics have been addressed in the main Sufi classical books such as how to choose right friend, the purpose and characteristics of ideal friendship and method of communication with friends. In this paper, we will explain the relationship of Sufis to each other and society in the context of companionship and the fellowship. Keywords- Companionship, fellowship, sufism, uhuvvet İlahiyat Fakültesi Öğrencilerinin Mizah Anlayışlarının Bazı Değişkenlere Göre İncelenmesi Arş. Gör.Yusuf EMRE Gülşen ÖZGEN Atıf / ©- Emre, Y.- Özgen, G. (2017). İlahiyat Fakültesi Öğrencilerinin Mizah Anlayışlarının Bazı Değişkenlere Göre İncelenmesi, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 17 (1), 277-298. Öz- Mizah anlayışı ve dindarlık birbirlerinden uzak kavramlar olarak algılanmaktadır. Bundan dolayı olsa gerek ülkemizde bu iki kavram arasındaki ilişkiyi araştıran çalışma sayısı oldukça azdır. Araştırmanın amacı yüksek din öğrenimi gören öğrencilerin mizah anlayışlarını demografik değişkenler ve dindarlık algısı bağlamında incelemektir. Araştırmanın örneklemi 2014-2015 eğitimöğretim yılında Türkiye’nin 6 İlahiyat Fakültesinde öğrenim gören toplam 346 kişiden (186 kız, 160 erkek) oluşan ilahiyat lisans ve ilköğretim din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenliği öğrencileridir. Katılımcıların mizah anlayışları hakkında bilgi toplamak için Aslan, Alparslan, Evlice, Aslan ve Cenkseven (1999) tarafından Türkçe’ye uyarlanmış Çok Boyutlu Mizah Duygusu Ölçeği (ÇBMDÖ) kullanılmıştır. Bu araştırma sonucunda, katılımcıların mizah anlayışlarının, cinsiyete, yaşa, sosyoekonomik düzeye göre anlamlı şekilde farklılaştığı ancak sınıf düzeyine ve ikamet edilen yere göre farklılaşmadığı tespit edilmiştir. Literatürdeki birçok araştırmanın aksine araştırma bulgularına bakıldığında öğrencilerin dindarlık algısı ve mizah anlayışları arasında olumlu bir ilişki olduğu görülmüştür. Anahtar sözcükler- Mizah anlayışı, dindarlık, mizah, çok boyutlu mizah duygusu ölçeği, İlahiyat Fakültesi §§§ Makalenin gelişi 15.07.2016; Yayına kabul tarihi: 19.06.2017 Çukurova Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Din Psikolojisi Anabilim Dalı, e-posta: [email protected] Marmara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü PDR Anabilim Dalı Doktora Öğrencisi, e-posta:[email protected] 278 | Yusuf Emre - Gülşen Özgen Giriş Mizah kavramı tarihsel süreç içerisinde çoğunlukla “gülmeye yol açan uyaran” olarak değerlendirilmiş, psikolojinin ayrı bir bilim dalı olarak kendini kanıtlaması ile birlikte daha ayrıntılı olarak incelenmeye başlamıştır. Söz gelimi Freud (2012) mizahı sinirsel enerjinin gülme yolu ile serbest bırakılması olarak tanımlarken, Allport (1961) sağlıklı ve olgun bir kişilik karakteri olarak betimlemiştir. Benzer şekilde Maslow (1970) ise, mizahın kendini gerçekleştirmiş bireylerdeki karakteristik özelliklerden biri olduğunu savunmuştur. Mizahın kişiliğe yansıyan yönü olan mizah anlayışı (sense of humor), farklı ögeleri ve fonksiyonları olan bir grup özellik olarak ortaya çıkmaktadır (Thorson & Powell, 1993a). Mizah anlayışı; gülme eğiliminin sıklığı, espri yapma ve başkalarının yaptığı esprilere gülme gibi alışılmış davranış kalıpları; mizah yaratma, başkalarını eğlendirme ve komik olayları hatırlama gibi bir yetenek; neşelilik, maskaralık gibi mizaç özelliği; mizahi öğelerin birçok çeşidiyle eğlenme gibi estetik bir tepki, mizaha ve komik insanlara olan olumlu yaklaşma gibi bir tutum; hayatı çok ciddiye almayan bir bakış ve hayatta karşılaşılan zorluklarla bir başa çıkma mekanizması olarak karşımıza çıkabilir. Mizah anlayışını oluşturan kimi ögeler birbirleriyle sıkı bir ilişki içinde olurken, kimileri olmayabilir. Sözgelimi, insanları güldürmekten hoşlanan bir kimse zorluklarla baş ederken mizahı kullanma eğiliminde olmayabilir (Martin, 2007). Mizahın bu farklı bileşenlerinden dolayı, onun kullanılması bireyden bireye farklılaşmakta ve kişinin mizaha olan eğilimine, kişiliğine, mizahi uyarana dikkat seviyesine ve zekâsına bağlı olarak değişmektedir. İnsanların mizahı kullanma tercihleri ise sahip oldukları mizah repertuvarı ile mümkün olmaktadır (Thorson & Powell, 1993a). Bu sayede mizah çok boyutlu bir yapıya kavuşmaktadır (José, Parreira, Thorson & Allwardt, 2007). Thorson ve Powell (1993a)’a göre mizah duygusunun çok boyutlu yapısı içerisinde, mizah üretme ve mizahı sosyal amaçlan için kullanma, mizahı başa çıkma yolu olarak kullanma, mizah üreten kişilere karşı tutum ve mizahı değerlendirme unsurları bulunmaktadır. Kısaca belirtmek gerekirse, mizah üretme ve mizahı sosyal amaçlan için kullanma ile bireyin kendini esprili olarak tanımlaması, sosyal ortamlarda mizahı sıklıkla kullanması, mizahla sıkıntılı durumları yumuşatabilmesi kastedilmektedir. Mizah yoluyla başa çıkma, hayatta karşılaşılan problemlerle başa çıkarken mizahi bir tutum sergileme, olayların üstesinden gülerek gelme ve bu başa çıkma tarzını değerli bulmayı içermektedir. Mizah üreten kişilere karşı tutum, esprili, şaka yapan ve insanları güldüren kişilere yönelik değer yargılarını içerir. Mizahı değerlendirme ise, mizahın duyuşsal yönüne ve işlevlerine yönelik yapılan değerlendirmeleri ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 277-298 İlahiyat Fakültesi Öğrencilerinin Mizah Anlayışları | 279 içerir. İyi bir espriden keyif duyma, mizahı rahatlatıcı bulma ve espri yapan kişilerin yeteneklerini takdir etme unsurları sayılabilir. Mizah ve Din Mizah ve gülme, dini gelenekte uzunca bir süre mesafeli olunması gereken, sakıncalı olabilecek konular arasında görülmüştür. Söz konusu tutumun, dini metin ve içeriklerde mizahı sınırlandıran, mizah ve gülmeye mesafeli olunması gerektiğine dair ima ve sözlerin bulunması ile ilgili olduğu söylenebilir. Söz gelimi İncil’de Hz. İsa’nın güldüğünden hiç bahsedilmemiş olması, mizahın inançlı insanların ciddiyetini ve Tanrı korkularını azaltacağının düşünülmesi gibi nedenlerle Hristiyanlık asık suratlı bir din olarak algılanmaktadır (Bennett, 2011; Avcı, 2003). Benzer şekilde, Kuran-ı Kerim’de geçen bazı1 ayetlerde alaya alma, dalga geçme ve küçük görme gibi anlamlara gelen gülmenin, din tarafından tamamen kötü bir davranış ilan edilmiş dolayısıyla yasaklanmış gibi algılanmasına neden olabilmektedir. Diğer taraftan kutsal metinlerde peygamberlerin gülmesine yer verilmemesi ve tarihsel olaylarda gülmenin alaycı, aşağılayıcı, saldırgan yönünün eleştirilmesi dindarlar nazarında önyargılara neden olabilmekte ve dinlerin mizahı ve gülmeyi tamamen yasakladığı şeklinde yorumlara yol açabilmektedir. Saroglou (2014) din ile mizah arasında mesafe olmasının “haklı” nedenleri olduğundan bahsetmektedir. Zira mizahın doğasında toplumsal normların ihlali ve bozuma uğraması, anlamsız bir dünya ihtimali ve anlamlar üzerine oyun vardır. Aynı zamanda sürprizi, kontrol kaybını, yenilik ve belirsizliğe açıklığı içeren mizah; ahlâk, hakikat ve sevgi ile ilgili olan şeylerin zarar görmesine neden olabilmektedir. Diğer taraftan din ise anlamlı bir dünya hayatını, yaşamdaki düzeni, kontrolün gerekliliğini (Saroglou, 2002a), yenilik ve belirsizlikteki sıkıntıyı (Schwartz & Huismans, 1995) kişiler arası ilişkilerde ahlâkî değerlere bağlı kalma sorumluluğunu (Saroglou, 2002b) vurgulamaktadır. Bu bağlamda din, otokontrolü ortadan kaldırdığı için ölçüsüz gülmeye ve mizahın din ile uyuşmayan yönlerine mesafe koymuş ve onu eleştirmiştir. 1 “Siz ise onlarla alay ediyordunuz. O kadar ki onlar size beni anmayı unutturdu. Onlara hep gülüyordunuz.” (Mü’minûn, 110), “(Mûsâ) mucizelerimizi kendilerine getirince, bir de bakmışsın, o mucizelere gülüyorlar!” (Zuhruf, 47), “Şimdi siz gaflet içinde eğlenerek bu söze mi (Kur’an’a mı) şaşıyorsunuz, gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz?” (Necm, 59, 60, 61) ve “Ya da o memleketlerin halkları kuşluk vakti gülüp oynarken kendilerine azabımızın gelmesinden emin mi oldular?” (A’râf, 98) ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 277-298 280 | Yusuf Emre - Gülşen Özgen Collicutt ve Gray (2012) ise din ile mizah arasındaki uyuşmazlığın sebeplerini altı madde ile açıklamaktadır. Bunlardan ilki “kutsal karşısında mizahın dünyevi yönü”dür. Zira bilindiği gibi din kutsalla ilgilenir. Mizahın nesnesini dünyevileştiren, değersizleştiren yönü kutsalı zedelemektedir. Dolayısıyla dindar insanların bu tür mizah anlayışına mesafeli tutum sergilemesi beklenen bir durumdur. İkinci olarak, “inanca karşı alaycı mizah anlayışı” gösterilebilir. Birçok peygamber dini öğretilerini anlatırken, kendilerine inananlar olduğu gibi inanmayıp alay eden ve bunu mizahi unsurlar kullanarak küçük gören, değersizleştiren karşıt görüşlü insanlar da olmuştur. Böylesi durumlarda dinler, mizahın alaycı yönüne mesafeli tavır takınmışlardır. Bir diğer neden de “zarar veren tepkiler olarak muzaffer gülme ve nida” dır. İnsanları ayrım gözetmeksizin iyi davranmayı, onlarla iyi geçinmeyi ve iyi iletişim kurmayı öğütleyen dinlerin bu tür gülme biçimini hoş görmesi düşünülemez. Dolayısıyla mizahın bünyesinde bulunan üstünlük göstergesi, galibiyet sevinci ile karşısındakileri incitme gibi durumlar dinler tarafından hoş karşılanmamıştır. Dinlerin mizahta hoş görmediği bir diğer özellik de “otokontrolü bozan gülme” biçimidir. Bilindiği gibi dinler, insanların dengeli, kontrollü ve kendi davranışlarından sorumlu olduğu bir yaşam biçimini vurgulamaktadır. Gülmenin aşırı durumunda ise söz konusu denge ve kontrol zarar görmektedir. Dolayısıyla iki durum birbirinin karşısında yer almaktadır. Din ve mizah arasına mesafe koyan bir diğer neden ise “otoriteyi sarsan mizah anlayışı”dır. Mizahın en önemli özelliklerinden biri de isyan ve otoriteye başkaldırıdır. Bu özellik dinlerin otoriteye itaat ve uyumlu olma anlayışıyla çelişmektedir. Son olarak mizahın absürd ve anlamsızlıktan beslenmesi din ile ayrışma nedenlerinden biridir. Zira dinler, hayatta her şeyin bir anlamı olduğunu, tesadüfün, rastgele gerçekleşen herhangi bir şeyin olamayacağını vurgular. Kısaca din ve mizahın birbiriyle uyuşmayan yönleri, aralarında mesafe oluşmasına neden olmuştur. Diğer taraftan, mizah ile dinin uyuşmayan yönlerinin olması ortak yönlerinin olmadığı anlamına gelmemektedir. İki kavramın azımsanmayacak ortak paydalarının olduğundan bahsedilebilir. Her şeyden önce din ve mizah insan hayatının iki önemli gerçeğidir. Yaşamın tamamında olmasa bile birçok yönünde etkili olmak dinin en önemli ideallerindendir. Mizah ise hayatın birçok alanında, kişiler arası ve sosyal ilişkilerin düzenlenmesinde (Cann, Norman, Welbourne & Calhoun, 2008) yaşam doyumunu artırmada (Ay, Gökler ve Koçak, 2013) kendisine yer bulabilmektedir. Ayrıca mizahın, başa çıkma fonksiyonu sayesinde stresli yaşam olayları karşısında daha yapıcı bir görev üstlendiği söylenebilir (Kuiper & Nicholl, 2004; Abel, 2002; Szabo, 2003). Benzer bir şekilde dinî argümanlar da kişinin anlam veremediği ve çıkmaza girdiği ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 277-298 İlahiyat Fakültesi Öğrencilerinin Mizah Anlayışları | 281 durumlarda alternatif anlamlar sunarak dinî başa çıkma ile bireyin psikolojisine katkı sağlayabilmektedir (Saroglou, 2014; Koenig, George & Titus, 2004; Park, 2005; Ayten, Göcen, Sevinç ve Öztürk, 2002; Özgen, 2014). Mizah-din ilişkisinde mizah, dinî konularda kutsal değerleri profanlaştırmadığı ve küçük düşürmediği sürece ikisi arasında normal bir etkileşimden bahsedilebilir. Mizah ve din, başa çıkma örneğinde olduğu gibi birçok ortak amaca hizmet edebilecek niteliklere sahiptir (Capps, 2006). Bunu yaparken birbirlerinden de faydalandıklarını söylemek yanlış olmaz. Zira dinî literatürde çok sayıda mizahî öğenin olduğundan bahsedilebilir (bkz. Doğan, 2004; Doğan, 2006; Marzolph, 2000). Söz gelimi bazı yeni dini hareketlerde doğu ve antik yunan dinlerindekine benzeyen mizah ifadelerine ve hatta ritüelleşmiş kutsal kahkahaya rastlamak mümkündür (Saroglou, 2014). Bu bağlamda mizah – dindarlık ilişkisinin çok yönlü ve çok boyutlu olarak düşünülmeye ve değerlendirilmeye ihtiyacı olduğu görülmektedir. Mizah ve din üzerine yapılan uygulamalı çalışmalara (Saroglou, 2002a; Saroglou & Anciaux, 2004) bakıldığında, dindar bireylerin mizaha karşı olumlu bir tutumda olmadıkları ve dindar olmayanlara göre mizahı daha az kullandıklarına yönelik bulgular elde edilmiştir. Bu durum araştırmacılar tarafından mizahın saçmalığı ortaya çıkarması, cinsellik, hazcılık ve saldırganlık dürtüleri içermesi gibi dinî ve ahlâkî kurallara ters düşen özellikleri nedeniyle dindarlar tarafından cazip bulunmamış olabileceği şeklinde yorumlanmıştır. Batı örnekleminde yapılan bu çalışmaların karşısında ülkemizde dindar bireylerin mizah anlayışlarının nasıl olduğu sorusu çalışmamızın temel problemini oluşturmaktadır. Yükseköğretim seviyesinde din eğitimi alan ve nispeten dindar olarak kabul edilebilecek ilahiyat fakültesi öğrencilerinin mizah anlayışı hakkında fikir edinmeyi amaçlayan bu çalışma, ülkemizdeki farklı bölge ve üniversitelerdeki öğrencilere ulaşarak genel bir fikir vermek istemektedir. Cevap Aranan Sorular 1. Yüksek din öğrenimi gören öğrencilerin, mizah anlayışı alt boyutlarına yaklaşımları nasıldır? Katılımcılar, mizah anlayışının hangi alt boyutuna daha fazla, hangisine daha az önem veriyorlar? İlahiyat lisans ve ilköğretim din kültürü ve ahlak bilgisi (İDKAB) öğretmenliği bölümü öğrencileri arasında mizah anlayışı alt boyutlarında anlamlı bir farklılık var mı? 2. Öğrencilerin dindarlık algıları ile mizah anlayışı alt boyutları arasında anlamlılık seviyesine ulaşan ilişkiler var mıdır? ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 277-298 282 | Yusuf Emre - Gülşen Özgen 3. İlahiyat Fakültesi öğrencilerinin mizah anlayışı demografik değişkenler açısından farklılaşmakta mıdır? Yöntem Araştırmanın Modeli Bu araştırma, yüksek din öğrenimi (İlahiyat lisans ve İDKAB öğretmenliği bölümü) gören öğrencilerin mizah anlayışına ilişkin algılarını belirlemeye yönelik tarama modelinde betimsel bir çalışmadır. Araştırma bulguları SPSS 20 programı ile işlenmiş; Bağımsız Gruplar t-Testi, Pearson Çarpım Moment Korelasyon Analizi ve Tek Yönlü Varyans Analizi istatistik teknikleri kullanılarak Mizah Anlayışı alt boyutları ile Dindarlık Algısı ve demografik değişkenler arasındaki ilişki ve farklılıklar analiz edilmiştir. Şekil 1. Araştırmanın Modeli Örneklem 2014-2015 eğitim-öğretim yılında yapılan bu çalışmaya Marmara, İstanbul, Erzurum, Çukurova, Dokuz Eylül ve Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğrencilerinden tesadüfi yöntemle seçilen 346 kişi katılmıştır. Bunlardan 186’sı (% 53,8) kız, 160’ı (% 46,2) ise erkektir. Katılımcıların yaş aralığı 17-38, yaş ortalaması ise 22.22’dir. Araştırmaya katılan öğrencilerin 202’si (% 58,4) İlahiyat Lisans bölümü, 144’ü (% 41,6) ise İDKAB öğretmenliği bölümünde eğitim görmektedirler. Sınıflarına göre dağılıma bakıldığında ise 1. sınıftan 71 ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 277-298 İlahiyat Fakültesi Öğrencilerinin Mizah Anlayışları | 283 (% 20,5), 2. sınıftan 63 (% 18,2), 3. sınıftan 112 (% 32,4) ve 4. sınıftan 97 (% 28,0) kişinin katıldığı görülmektedir. Ayrıca öğrencilerin 294’ü (% 85,0) kentte (büyükşehir, il, ilçe), 52’si (% 15,0) kırda (kasaba, köy) ikamet ettiğini belirtmiştir. Veri Toplama Araçları Kişisel Bilgi Formu: Kişisel bilgi formunda katılımcılara cinsiyet, yaş, aile gelir durumu, yaşamın çoğunun geçirildiği yer, akademik başarı durumu, okuduğu bölüm ve sınıf gibi sorular sorulmuştur. Ayrıca, araştırmaya katılanların dindarlık algısını belirlemek amacıyla, katılımcılara 6’lı likert tipi (1 = Dinle bir ilgim yok, 6 = Çok dindarım) bir ölçek uygulanmıştır. Çok Boyutlu Mizah Duygusu Ölçeği (ÇBMDÖ): Thorson ve Powell (1993a) tarafından geliştirilmiş; Aslan, Alparslan, Evlice, Aslan ve Cenkseven (1999) tarafından Türkçe’ye uyarlanmış 24 ifadeden oluşan 5’li likert tipi bir ölçektir. Ölçeğin ismi “Çok Boyutlu Mizah Duygusu” olarak Türkçe’ye kazandırılmış olmasına karşın “sense of humor” ifadesinin “mizah anlayışı” olarak çevrildiğinde anlatılmak isteneni daha iyi karşılayacağı düşünüldüğü için makalede mizah duygusu yerine mizah anlayışı ifadesi kullanılmıştır. Ölçeğin maddeleri, (1) “bana hiç uygun değil” ve (5) “bana tamamıyla uygun” arasında değişen 5’li likert tarzda yanıtlanmaktadır. Olumsuz ifadeler içeren maddeler tersten, 5-1 olarak puanlanmıştır. Ölçekten alınabilecek en düşük puan 24, en yüksek puan 120’dir. Ana bileşenler ve Oblimin rotasyonu yöntemleri kullanılarak yapılan faktör analizi sonucu, toplam varyansın %54.8’ini açıklayabilen ve özdeğeri 1’in üzerinde olan ölçeğin dört alt boyutunun olduğu doğrulanmıştır. Birinci alt boyut, mizah üretme ve mizahı sosyal amaçlan için kullanma (M.Ü.), ikinci alt boyut mizahı başa çıkma yolu olarak kullanma (M.B.K), üçüncü alt boyut mizah üreten kişilere karşı tutum (M.T.), dördüncü alt boyut ise mizahı değerlendirme (M.D.)dir. “Mizah üreten insanları takdir ederim.” ifadesi birden fazla faktöre yüklenme yaptığı için analize alınmamıştır. Ölçeğin Cronbach alfa katsayısı 0. 88’dir. Bulgular Mizah Anlayışı ve Dindarlıkla İlgili Bulgular İlahiyat Fakültesi öğrencilerinin mizah anlayışı alt boyutlarına verdikleri önem sırası ortalamalar üzerinden Şekil 2’de gösterilmiştir. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 277-298 284 | Yusuf Emre - Gülşen Özgen Şekil 2. Mizah Anlayışı Alt Boyutları Önem Sırası (Ort.) Ortalamalara bakılacak olursa, mizah üreten kişilere karşı tutum ( =4.05), mizahı değerlendirme ( =3.89), mizahı başa çıkma yolu olarak kullanma ( =3.56) ve mizah üretme ( =2.89) şeklinde bir sıralamanın ortaya çıktığı görülecektir. Mizah üreten kişilere karşı tutum en çok önemsenen boyut olarak ön plana çıkarken, mizah üretme boyutunun son sırada kalması ise ilgi çekici bir sonuç olmuştur. Araştırmada cevap aranan sorulardan olan “İlahiyat lisans ve İDKAB öğretmenliği bölümü öğrencileri arasında mizah anlayışı alt boyutlarında anlamlı bir farklılık var mı?” ifadesine ilişkin yapılan bağımsız gruplar t-testi analizi sonuçları Tablo 1’de sunulmuştur. Tablo 1 Mizah Anlayışı Alt Boyutlarının Bölüme Göre Analizi (t-testi) Alt Boyut M.Ü. M.B.K. M.T. M.D. Bölüm N S t sd p -2.848 344 .005 -1.478 344 .140 .624 344 .533 -1.597 344 .111 İlahiyat 202 2.77 .90 DKAB 144 3.04 .84 İlahiyat 202 3.50 .69 DKAB 144 3.62 .76 İlahiyat 202 4.06 .62 DKAB 144 4.01 .67 İlahiyat 202 3.83 .82 DKAB 144 3.97 .86 ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 277-298 İlahiyat Fakültesi Öğrencilerinin Mizah Anlayışları | 285 Tablo-1’de görüldüğü gibi İDKAB bölümü öğrencileri ortalamalar üzerinden ilahiyat lisans bölümü öğrencilerinden mizah üretme, mizahı başa çıkma yolu olarak kullanma ve mizahı değerlendirme alt boyutlarından daha fazla puan alırken, mizah üreten kişilere karşı tutum alt boyutunda tersi durum ortaya çıkmıştır. Bu sonuçlar içerisinde anlamlılık seviyesine ulaşabilen tek farklılık mizah üretme alt boyutunda görülmüştür [t(346): -2.848, p<0.05]. Buna göre İDKAB bölümü öğrencilerinin İlahiyat lisans bölümü öğrencilerine göre mizah konusunda daha üretken olduklarını söylemek mümkündür. Dindarlık algısı ile mizah anlayışı alt boyutları arasında anlamlılık seviyesine ulaşan ilişkiler olup olmadığını belirlemek için yapılan Pearson Korelasyon analiz sonuçları Tablo 2’de sunulmuştur. Tablo 2 Dindarlık Algısı ile Mizah Anlayışı Alt Boyutları Arasındaki İlişkiye Dair Pearson Korelasyon Sonuçları Mizah Anlayışı Dindarlık Algısı Alt Boyutları N r p M.Ü. 334 .031 .578 M.B.K. 334 .000 .993 M.T. 334 .113* .039 M.D. 334 .025 .648 *p<.05 Tablo 2’deki sonuçlara göre dindarlık algısı ile mizah üretme (r=.031, p>.05), mizahı başa çıkma yolu olarak kullanma (r=.000, p>.05) ve mizahı değerlendirme (r=.025, p>.05) alt boyutları arasında anlamlılık seviyesine ulaşan ilişki söz konusu değildir. Dindarlık algısı ile mizah üreten kişilere karşı tutum (r=.113, p<.05) arasında ise pozitif yönde anlamlı ilişki vardır. Diğer bir ifadeyle, dindarlık algısına verilen puanlar arttıkça mizaha ve mizah yapanlara karşı tutum puanları da artmıştır. Mizah Anlayışı ve Demografik Değişkenlerle İlgili Bulgular Öğrencilerin Çok Boyutlu Mizah Duygusu Ölçeği’nden almış oldukları toplam ortalama puanlarının cinsiyete göre anlamlı bir fark oluşturup oluşturmadığını bulmak için yapılan Bağımsız Gruplar t-Testi sonuçları Tablo-3’te gösterilmiştir. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 277-298 286 | Yusuf Emre - Gülşen Özgen Tablo 3 Mizah Anlayışı Alt Boyutlarının Cinsiyete Göre Analizi (t-testi) Alt Boyut M.Ü. M.B.K. M.T. M.D. Cinsiyet N S t sd p -2.657 344 .008 4.160 344 .000 3.515 344 .001 2.460 344 .014 Kız 186 2.77 .88 Erkek 160 3.02 .87 Kız 186 3.70 .72 Erkek 160 3.38 .69 Kız 186 4.15 .58 Erkek 160 3.91 .69 Kız 186 3.99 .83 Erkek 160 3.77 .84 Tablo 3’te görüldüğü gibi kızların mizah üretme alt boyutuna ilişkin aritmetik ortalama puanı 2.77 iken, erkeklerin aritmetik ortalama puanı 3.02’dir. Yapılan t-testi analizi sonucunda öğrencilerin mizah üretme alt boyutunda (t(344)= -2.657, p<.05) cinsiyete göre anlamlı farklılaşmanın olduğu, erkek öğrencilerin kızlara göre mizah üretme boyutundan daha fazla puan aldığı saptanmıştır. Tablo 3’e tekrar bakıldığında, mizahı başa çıkma yolu olarak kullanma (t(344)= 4.160, p<.05), mizahı üreten kişilere karşı tutum (t(344)= 3.515, p<.05) ve mizahı değerlendirme (t(344)= 2.460, p<.05) alt boyutlarında ise kız öğrencilerin erkek öğrencilere göre daha fazla puan aldıkları ve bu farkın anlamlılık seviyesinde olduğu görülmektedir. Tablo 4 Mizah Anlayışı Alt Boyutlarının İkamete Göre Analizi (t-testi) Alt Boyut M.Ü. M.B.K. M.T. M.D. İkamet N S t sd p .137 344 .891 1.315 344 .189 1.364 344 .177 1.291 344 .198 Kent 294 2.89 .89 Kır 52 2.87 .85 Kent 294 3.57 .73 Kır 52 3.43 .69 Kent 294 4.06 .62 Kır 52 3.91 .75 Kent 294 3.91 .84 Kır 52 3.75 .86 ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 277-298 İlahiyat Fakültesi Öğrencilerinin Mizah Anlayışları | 287 Mizah anlayışı alt boyutlarına etkisi sorgulanan bir diğer değişken öğrencilerin ikamet ettiği yerin özellikleridir. İkamet edilen yerin özelliğine göre Mizah Anlayışı alt boyutlarının tamamında kentte yaşayanlar kırda yaşayanlara göre daha fazla puan almış, Tablo 4’te sunulan veriler, farklılıkların anlamlı olduğunu göstermiştir. Ancak, bağımsız gruplar t-testi analiz sonuçları bu farklılıkların [ mizah üretme (t(344)= .137, p>.05), mizahı başa çıkma yolu olarak kullanma (t(344)= 1.315, p>.05), mizah üreten kişilere karşı tutum (t(344)= 1.364, p>.05) ve mizahı değerlendirme (t(344)= 1.291, p>.05)] alt boyutlarında anlamlılık seviyesine ulaşmadığını söylemektedir. Tablo 5 Öğrencilerin Sosyoekonomik Durumlarına İlişkin Tek Yönlü Varyans Analizi (ANOVA) Sonuçları Mizah Anlayışı Alt Boyutu M.Ü. M.B.K. M.T. M.D. Ekonomik Durum N S Alt 36 2.77 .91 Orta 254 2.82 .86 Üst 56 3.24 .89 Toplam 346 2.88 .88 Alt 36 3.55 .78 Orta 254 3.53 .69 Üst 56 3.67 .82 Toplam 346 3.55 .72 Alt 36 3.96 .74 Orta 254 4.05 .63 Üst 56 4.03 .67 Toplam 346 4.04 .65 Alt 36 3.98 .89 Orta 254 3.83 .86 Üst 56 4.08 .72 Toplam 346 3.89 .84 ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 277-298 F p Hochberg’s GT2 5.652 .004 Üst - Orta. Üst - Alt .922 .399 .365 .694 2.189 .114 288 | Yusuf Emre - Gülşen Özgen Tablo-5’de görüldüğü gibi Tek Yönlü Varyans Analizi (ANOVA) sonuçlarında İlahiyat Fakültesi öğrencilerinin mizah üretme alt boyutunda ekonomik duruma göre anlamlı bir fark bulunmuştur [F(2-343)= 5.652, p<.05]. Farkın hangi gruplar arasında olduğunu bulmak için grup sayıları arasındaki farkın büyük olduğu durumlarda daha sağlıklı sonuçlar veren Hochberg’s GT2 testi kullanılmıştır. Hochberg’s GT2 testinin sonuçlarına göre, sosyoekonomik bakımından üst düzeyde olduklarını ifade eden öğrencilerin ( =3.24) mizah üretme puanlarının, orta düzeyde olan ( =2.82) ve alt düzeyde olan öğrencilerden ( =2.77) daha yüksek olduğu saptanmıştır. Tablo 5’e tekrar bakıldığında, İlahiyat Fakültesi öğrencilerinin mizahı başa çıkma yolu olarak kullanma [F(2-343)= .922, p>.05], mizah üreten kişilere karşı tutum [F(2-343)= .365, p>.05] ve mizahı değerlendirme [F(2-343)= 2.189, p>.05] alt boyutlarında sosyoekonomik duruma göre anlamlı bir fark olmadığı görülmektedir. Öğrencilerin öğrenim gördükleri sınıfa göre mizah anlayışı alt boyutlarında anlamlı farklılık olup olmadığını tespit etmek için yapılan ANOVA sonuçları Tablo 6’da sunulmuştur. Tablo 6 Öğrencilerin Sınıflarına İlişkin Tek Yönlü Varyans Analizi (ANOVA) Sonuçları Mizah Anlayışı Alt Boyutu M.Ü. M.B.K M.T. Sınıf N 1 71 2.82 .88 2 63 3.06 .83 3 112 2.92 .89 4 97 2.74 .87 Toplam 343 2.87 .88 1 71 3.42 .73 2 63 3.59 .73 3 112 3.59 .72 4 97 3.55 .70 Toplam 343 3.54 .72 1 71 4.05 .64 2 63 3.95 .66 3 112 4.05 .67 4 97 4.07 .62 Toplam 343 4.04 .65 S F p 1.949 .122 .874 .455 .455 .714 ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 277-298 İlahiyat Fakültesi Öğrencilerinin Mizah Anlayışları | 289 M.D. 1 71 3.74 .88 2 63 3.83 .97 3 112 3.99 .78 4 97 3.88 .79 Toplam 343 3.88 .84 1.352 .257 Tablo-6’da görüldüğü gibi tek faktörlü varyans analizi sonuçlarında İlahiyat Fakültesi öğrencilerinin mizah üretme [F(5-337)= 1.949, p>.05], mizahı başa çıkma yolu olarak kullanma [F(5-337)= .874, p>.05], mizah üreten kişilere karşı tutum [F(2-343)= .455, p>.05] ve mizahı değerlendirme [F(2-343)= 1.352, p>.05] alt boyutlarında sınıfa göre anlamlı bir fark ortaya çıkmamıştır. Yaş ile mizah anlayışı alt boyutları arasında anlamlılık seviyesine ulaşan ilişkiler olup olmadığını belirlemek için yapılan Pearson Korelasyon analiz sonuçları Tablo 7’de gösterilmiştir. Tablo 7 Yaş ile Mizah Anlayışı Alt Boyutları Arasındaki İlişkiye Dair Pearson Korelasyon Sonuçları Yaş Mizah Anlayışı Alt Boyutları N r p M.Ü. 335 -.094 .086 M.B.K. 335 -.115* .036 M.T. 335 -.034 .533 M.D. 335 -.085 .121 *p<.05 Tablo 7’deki sonuçlara bakıldığında, yaş değişkeninin mizah anlayışı alt boyutlarının tamamı ile negatif yönde korelasyona sahip olduğu görülmektedir. Yani yaş arttıkça mizahla ilgili maddelere verilen puanlar düşmektedir. Ancak Pearson Korelasyon sonuçlarına göre, yaş ile mizah üretme (r=-.094, p>.05), mizah üreten kişilere karşı tutum (r=-.034, p>.05) ve mizahı değerlendirme (r=-.085, p>.05) alt boyutları arasındaki ilişkiler anlamlılık seviyesinde değildir. Yalnızca mizahı başa çıkma yolu olarak kullanma (r=-.115, p<.05) arasındaki korelasyon anlamlılık seviyesine ulaşmıştır. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 277-298 290 | Yusuf Emre - Gülşen Özgen Tartışma ve Sonuç Araştırma bulgularına göre, İlahiyat Fakültesi öğrencilerinin mizah anlayışı alt boyutlarına verdikleri önem düzeyleri, mizah üreten kişilere karşı tutum, mizahı değerlendirme, mizahı başa çıkma yolu olarak kullanma ve mizah üretme(ve mizahı sosyal amaçları için kullanma) şeklinde bir sıralama ortaya çıkarmıştır (Şekil-2). Karikatürden hoşlanma, mizah yapılan ortamlardan keyif almayı ve şakaların insanları neşelendiren etkinlikler olduğunu içeren mizah üreten kişilere karşı tutum boyutunun diğer alt boyutların önüne geçmesi İlahiyat Fakültesi öğrencilerinin mizaha ve mizah yapan kişilere karşı olumlu tutumunu göstermektedir. Bunun yanı sıra; nüktedan olarak tanınmak, insanları güldürüp eğlendirebilme, mizahta orijinal olma ve sıradan şeyleri komik şekilde anlatabilme gibi mizahı etkin biçimde kullanma anlamlarına gelen mizah üretme ve mizahı sosyal amaçlar için kullanma alt boyutunun son sırada olması, İlahiyat Fakültesi öğrencilerinin mizah üretme hususunda çekingen bir tavır sergiledikleri şeklinde yorumlanabilir. Sıralamadaki diğer alt boyutlara dikkat edildiğinde mizah hakkındaki onaylayıcı ve takdir edici maddeleri barındıran mizahı değerlendirme boyutu, mizahı stres ve problemlere karşı başa çıkma yöntemi olarak kullanma boyutundan daha fazla önemsenmiştir. Bu durum, ilahiyat fakültesi öğrencilerinin mizah hakkında olumlu tutumlara sahip olduklarına, mizahı onayladıkları ve mizahi içeriklerin hayatlarında bulunmasından mutluluk duyduklarını ancak mizahı etkin biçimde kullanma ve mizah üretme hususunda nispeten çekingen olduklarına işaret etmektedir. Söz konusu sonuç, literatürde mevcut olan dindarlığın mizah üretmeye sınırlandırıcı etkide bulunduğuna yönelik görüşleri doğrular nitelikte bir veri olarak karşımıza çıkmaktadır. Diğer taraftan Saroglou ve Scariot’un (2002d) Belçika Louvain Katolik Üniversitesi öğrencileri örnekleminde yaptığı araştırmada dindarlık ile mizah yaratıcılığı arasında negatif yönde anlamlı ilişkiler tespit etmesi de çalışmamızla uyumlu bir sonuç olmuştur. Kültürümüzde ağır ol molla desinler atasözünün ciddi ve vakarlı durmanın dindarlığın bir gerekliliği olduğunu ifade etmesi tesadüf değildir. İlahiyat lisans ile İDKAB bölümü öğrencileri arasında mizah anlayışı alt boyutlarından mizah üretme, bir diğer deyişle sosyal ortamda mizahı kullanma açısından anlamlılığa ulaşan farklılıklar tespit edilmiştir (Tablo-1). İDKAB bölümü öğrencileri ilahiyat lisans bölümü öğrencilerine göre mizah üretme hususunda daha fazla puan almışlardır. Bu durum yoğun din dersi alan ilahiyat lisans bölümü öğrencilerinin, din ile mizahın birbiriyle uyuşmayan özelliklerinin etkisini İDKAB bölümü öğrencilerine göre daha fazla hissetmiş olması ile açıklanabilir. Zira dünya hayatının anlamlılığını, yaşamdaki düzeni, ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 277-298 İlahiyat Fakültesi Öğrencilerinin Mizah Anlayışları | 291 kişiler arası ilişkilerde sorumluluğu vurgulayan din; toplumsal normların ihlalinden, anlam bozumundan, kişilerarası ilişkileri zora sokabilecek (küfürlü, müstehcen içerikli, agresif ve alay içeren) mizahi öğelerden, ölçüsüz gülme ve sürprizlerden beslenen mizahı sınırlandırmak ister (Doğan, 2004; Altınay, 2004). Kısaca, dinin mizahı kendi ölçüsüne göre sınırlandırması yoğun din eğitimi alan öğrencilerin mizah üretkenliği hususunda daha çekingen olmasını etkilemiş olabilir. Diğer taraftan, İDKAB bölümü öğrencilerinin aldığı sınıf yönetimi ve eğitim psikolojisi gibi dersler aracılığıyla mizahın ders başarısını ve öğrenilen bilgilerin kalıcılığını olumlu yönde etkilediğine (Savaş, 2003; Çelik, 2014; Şahin, 2010) yönelik formasyona sahip olmaları, onların, ilahiyat lisans öğrencilerine nispetle mizaha daha fazla önem verdiği sonucunu açıklayabilir. Dindarlık algısı ile mizah anlayışı alt boyutları arasındaki ilişkilere bakıldığında yalnızca mizah üreten kişilere karşı tutum boyutu arasında pozitif yönde anlamlı bir korelasyon bulunmuştur (Tablo-2). Bu sonuç, dindarlık algısından yüksek puan alan öğrencilerin, mizaha ve mizahla ilgilenen kişilere karşı olumlu bir tutum içinde oldukları; şaka yapmayı ve karikatürleri insanların neşelenmesine katkı sağlayıcı etkisini onayladıkları; fıkra anlatan espri yapan kişilerin yanında olmaktan mutluluk duydukları ve şaka yapılan ortamlarda kendilerini rahat hissettikleri anlamına gelmektedir. Genel bir değerlendirme yapılacak olursa, din ile mizahın uyuşmayan yönleri mizah üretkenliğini sınırlandırsa da öğrencilerin mizaha tamamen olumsuz bakmasına neden olmamaktadır. Bunda dinin mizah ile ortak amaçları ve fonksiyonlarının da bulunmasının (sorunlarla başa çıkma ve iletişimi kolaylaştırma gibi), mizahın son yıllarda mutlu ve sağlıklı olmayla ilişkilendirilmesi ve nitelikli insan özelliği olarak ön plana çıkmasının etkileri olabilir. Nitekim son yıllarda pozitif psikoloji araştırmalarında mizah, 24 karakter özelliği arasında sayılmaktadır (Akın ve Bilgin, 2015). Mizah anlayışı ile cinsiyet arasında anlamlı farklılığın olup olmadığına bakıldığında, Mizah üretme boyutunda erkeklerin kızlara göre; mizahı başa çıkma yolu olarak kullanma, mizah üreten kişilere karşı tutum ve mizahı değerlendirme boyutunda ise kızların erkeklere nispetle daha fazla puan aldıkları ve bu puan farkının anlamlılık seviyesine ulaştığı tespit edilmiştir (Tablo-3). Bu sonuçlara göre erkek öğrencilerin, kız öğrencilere göre fıkra anlatma, esprili ve muzip sözler üretme, şaka yapma hususunda daha istekli ve etkin oldukları söylenebilir. Diğer taraftan kız öğrenciler ise mizah üretmeyi tercih etmeseler de mizahı günlük sıkıntı ve stresten uzaklaşma adına kullanma, mizahı onaylama, mizah yapan kişilere ilgi gösterme ve mizahi unsurları takdir etme gibi konularda erkek öğrencilerden farklılaştıkları araştırma bulgularınca destekÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 277-298 292 | Yusuf Emre - Gülşen Özgen lenmektedir. (Martin, Puhlik-Doris, Larsen, Gray & Weir, 2003; Thorson & Powell, 1993b). Söz konusu farklılıkları toplumun cinsiyete yüklediği anlam ve onlardan beklentileri ile açıklamak mümkündür. Zira mizah üretmek, gülmek ve güldürmek özellikle kızlar açısından düşünüldüğünde geleneksel rol beklentileri ile uyuşmayabilir. Ancak erkekler bu konuda daha rahat yetiştirilirler. Elbette bu durumu genellemek (kültürel özellikler taşıdığı için) mümkün değildir. Çünkü kültürlerarası araştırma sonuçları genellikle birbirinden farklı bulgulara işaret etmektedir. Boyle ve Joss-Reid’in (2004) Avusturalyalı öğrencilerde, Jose ve arkadaşlarının (2007) Portekiz örnekleminde, Esterhuyse ve arkadaşlarının (2013) Güney Afrikalı ergenlerde ve Tariq ve Khan’ın (2013) Pakistanlı lise ve üniversite öğrencileri örnekleminde yaptığı araştırmalarda mizah anlayışı ile cinsiyet arasında anlamlı farklılık tespit edilememiştir. Diğer taraftan Madhan ve arkadaşlarının (2013) Hindistan’da diş hekimliği fakültesi öğrencileri ile yaptığı araştırmada ise mizah anlayışı hususunda erkek öğrenciler kız öğrencilere göre daha puan almışlar, aradaki bu fark anlamlılık seviyesine ulaşmıştır. Benzer şekilde Saroglou (2002c)’nun mizah yaratıcılığı hususunda erkeklerin karşı cinse göre daha çok puan aldığı çalışması mevcuttur. Öğrencilerin ikamet ettikleri yerin özelliğine göre mizah anlayışı alt boyutlarında anlamlı farklılık ortaya çıkmamıştır (Tablo-4). Şehir merkezlerinde ya da köy ve kasabada ikamet ediyor olmak öğrencilerin mizaha yaklaşım tarzlarını çok fazla etkilememiştir. Bu sonuç, mizahın mekân fark etmeksizin insanî bir edim olduğuyla açıklanabilir. Zira mizah insanın olduğu her yerde vardır. Belki ikamet edilen yerin özelliği mizahın türünü ya da içeriğini değiştirebilir; ancak normal koşullarda mizah üretme, mizahı kullanma ve mizah üreten kişilere karşı tutum gibi mizahî edimlerin ikamete göre farklılık oluşturması beklenen bir sonuç değildir. İlahiyat Fakültesi öğrencilerinin sosyoekonomik düzey bakımından yalnızca mizah üretme alt boyutunda anlamlı bir fark bulunmuştur (Tablo-5). Buna göre sosyoekonomik olarak üst düzeyde bulunan öğrenciler, orta ve alt düzeyde olanlara göre daha yüksek puan almışlardır. Diğer bir ifadeyle sosyoekonomik bakımından üst düzeyde olan öğrencilerle, orta ve alt düzeyde olanlar arasında nüktedan olma, mizahı sıklıkla kullanma ve insanları güldürme yeteneğini temsil eden mizah üretme konusunda anlamlı farklılık vardır. Literatürde benzer sonuçlara rastlanmıştır. Ay ve arkadaşları (2013) tarafından yapılan bir çalışmada kendilerini üst sosyoekonomik düzeyde algılayan öğrenciler, mizahı gündelik hayatında kullanma, ilişkileri kolaylaştırma ve grupta kabul görme gibi amaçlar için kullanmaktadır. Kuzgun (1987) tarafınÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 277-298 İlahiyat Fakültesi Öğrencilerinin Mizah Anlayışları | 293 dan yapılan ve bireyin psikolojik ihtiyaçlarının bulunduğu sosyoekonomik düzeye göre farklılık gösterip göstermediğini araştıran bir çalışmada alt sosyoekonomik düzeyde bulunanların itaat ve uyum, üst sosyoekonomik düzeyde bulunanların ise bağımsızlık, özerklik, kendine güven, başkalarına hâkim olma, otoriteye ve geleneklere karşı çıkmayla karakterize edilen bir ihtiyaç örüntüsüne sahip oldukları saptanmıştır. Takdir edilir ki, üst sosyoekonomik düzeyde bulunan öğrencilerin karakteristik özellikleri mizah anlayışını çağrıştırmakta ve hatta mizah anlayışına sahip olan kişilerde karşılaşılan kişilik özellikleri arasında yer almaktadır (Thorson & Powell, 1993c). Öğrencilerin öğrenim gördükleri sınıfa göre mizah anlayışı alt boyutlarında anlamlı bir farklılık tespit edilememiştir (Tablo-6). Yani sınıflar arası mizaha bakış açısı ve tutum açısından belirgin bir farklılık gözlenmemiştir. Ancak Madhan ve arkadaşlarının (2013) çalışmasında ise 3.,4., ve 5. sınıf ile 1. ve 2. sınıf arasında ve 5. sınıf ile 3. sınıf arasında üst sınıfların daha yüksek puan aldığı, ve bu farkın anlamlılık seviyesine ulaştığı tespit edilmiştir. Araştırmacılar bu durumu Diş Hekimliği Fakültesi öğrencilerinin üst sınıflara doğru ders yoğunluğunun artmasına paralel olarak stresin artması ve öğrencilerin bu stresi yenmek için mizahı başa çıkma olarak kullandıkları için mizah anlayışı puanlarının artmış olabileceği şeklinde yorumlamışlardır. Son olarak yaş ile mizah anlayışı alt boyutları arasındaki ilişkilere bakıldığında yaş değişkeninin mizah anlayışı alt boyutlarının tamamı ile negatif yönde korelasyona sahip olduğu görülmektedir (Tablo-7). Diğer bir ifadeyle yaş arttıkça mizahla ilgili maddelere verilen puanlar düşme eğilimindedir. Ancak söz konusu korelasyon yalnızca mizahı başa çıkma yolu olarak kullanma alt boyutunda anlamlılık seviyesine ulaşmıştır. Bu sonuca göre, yaş arttıkça öğrencilerin günlük problemleri ve stresi yenme hususunda mizaha daha az başvurdukları söylenebilir. Benzer şekilde Jose ve arkadaşları (2007) mizah anlayışı toplam puanı ile mizah üreten kişilere karşı tutum alt boyutu ile yaş arasında olumsuz ilişki tespit etmiştir. Sonuç olarak, ilahiyat lisans ve İDKAB öğrencilerinin mizah anlayışları ve dindarlık algıları arasındaki ilişkinin araştırıldığı bu çalışmada İlahiyat Fakültesi öğrencilerinin, gülmeye ve mizaha yönelik olumsuz bir tavır ve tutumda olmadıkları tespit edilmiştir. Araştırma sonuçları, mizah üretme ve mizahı günlük hayatta etkin kullanma hususunda nispeten çekingen olsalar da öğrencilerin mizah üreten kişileri takdir ettiklerini, mizahı onayladıklarını ve mizaha karşı olumlu tutum geliştirdiklerini ortaya koymuştur. Diğer taraftan İlahiyat Fakültesi öğrencilerinin mizah anlayışları ile dindarlık algıları arasında mizaha ve mizahçılara karşı tutum konusunda pozitif yönde anlamlı ilişkilerin olduğu ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 277-298 294 | Yusuf Emre - Gülşen Özgen görülmüştür. Buradan hareketle, yüksek din eğitimi alan İlahiyat Fakültesi öğrencilerinin mizah konusunda yaratıcı ve üretken olmasalar da, mizaha ilgili duydukları ve mizaha karşı olumlu tutum geliştirdikleri sonucuna varılabilir. Örneklemin İlahiyat Fakülteleri öğrencilerinden oluşması, bu araştırmanın en önemli sınırlılığıdır. Bundan sonra yapılacak çalışmalarda mizah anlayışı, daha geniş örneklemlerde incelenebilir, farklı bölümlerle karşılaştırmalı çalışmalar yapılabilir ve farklı değişkenlerle olan ilişkileri araştırılabilir. Yapılan bu çalışmanın bir ön çalışma niteliğinde olduğu, bundan sonra araştırma yapacak araştırmacılara ışık tutacağı ve literatüre katkı sağlayacağı umut edilmektedir. Kaynakça Abel, M. H. (2002). Humor, stress, and coping strategies. International Journal of Humor Research, 15(4), 365-381. Akın, A., ve Bilgin, O. (2015). Çocuklar İçin Çok Boyutlu Mizah Anlayışı Ölçeği’nin Türkçe formu: Geçerlik ve güvenirlik çalışması. Journal of International Social Research, 8(37), 684-688. Allport, G. W. (1961). Pattern and growth in personality. New York: Holt, Rinehart&Winston. Altınay, R. (2004). İslâm mizahının ortaya çıkışı ve ilk örnekleri. Nüsha, 15, (Sayfa Numarası Yok). http://www.doguedebiyati.com/nusha.htm adresinden 9 Nisan 2014 tarihinde edinilmiştir. Aslan, H. S., Alparslan, Z. N., Evlice, Y. E., Aslan, O., ve Cenkseven, F. (1999). Çok Boyutlu Mizah Duygusu Ölçeği: Faktör yapısı, güvenirlik ve geçerlik çalışması. Psikiyatri Psikoloji Psikofarmakoloji Dergisi, 7(1), 3339. Avcı, A. (2003). Toplumsal eleştiri söylemi olarak mizah ve gülmece. Birikim, 166, (Sayfa Numarası Yok), http://www.birikimdergisi.com/birikimyazi/3891/toplumsal-elestiri-soylemi-olarak-mizah-ve-gulmece#.VxTejLBLaY adresinden 4 Mayıs 2014 tarihinde edinilmiştir. Ay, Ö., Gökler, R. ve Koçak, R. (2013). Mizah tarzları, yaratıclık ve yaşam doyumu: Ortaöğretim öğrencileri üzerinde bir inceleme. International Journal of Social Science, 6(6), 739-767. Ayten, A., Göcen, G., Sevinç, K. ve Öztürk, E. (2012). Dini başa çıkma, şükür ve hayat memnuniyeti ilişkisi: Hastalar, hasta yakınları ve hastane çalı- ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 277-298 İlahiyat Fakültesi Öğrencilerinin Mizah Anlayışları | 295 şanları üzerine amprik bir araştırma. Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, 12(2), 45-79. Bennett, D. J. (2011). The humor of Christ: A different methodological approach. Humor: International Journal of Humor Research, 24(3), 349-356. Boyle, G. J., & Joss-Reid, J. M. (2004). Relationship of humor to health: A psychometric investigation. British Journal of Health Psychology, 9, 5166. Cann, A., Norman, M. A., Welbourne, J. L., & Calhoun, L. G. (2008). Attachment styles, conflict styles and humour styles: Interrelationships and associations with relationship satisfaction. European Journal of Personality, 22(2), 131-146. Capps, D. (2006). Religion and humor: Estranged bedfellows. Pastoral Psychology, 54(5), 413-438. Collicutt J. & Gray, A. (2012). A merry heart doeth good like a medicine: Humor, religion and wellbeing. Mental Health, Religion & Culture. 15 (8), 759-778. Çelik, B. (2014). Dokuzuncu sınıf bı̇ lgı̇ ve ı̇ letı̇ şı̇ m teknolojı̇ sı̇ dersı̇ nde mı̇ zah ve kavram karı̇ katürü kullanımının öğrencı̇ başarısı, tutumu, kaygısı ve kalıcılığa etkı̇ sı̇ . Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Aydın: Adnan Menderes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Ensitütüsü. Dixon, P., Willingham, W. K., Chandler, C. K., & McDoughal, K. (1986). Relating social ınterest and dogmatism to hapiness and sense of humor. Individual Psychology: Journal of Adlerian Therory, Research & Practice, 42(3), 421-427. Doğan, Y. (2004). Hz. Peygamber ve mizah. Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, 8(2), 191-203. Doğan, Y. (2006). Emeviler döneminde mizahı etkileyen faktörler. İstem, 4(8), 2006, 209-236. Esterhuyse, K. G., Nortje, N., Pienaar, A., & Beukes, R. B. (2013). Sense of humour and adolescents' cognitive flexibility. South African Family Practice, 55(1), 90-95. Freud, S. (2012). Espriler ve bilinçdışı ile ilişkileri, Emre Kapkın (çev.), İstanbul: Payel Yayıncılık. José, H., Parreira, P., Thorson, J. A., & Allwardt, D. (2007). A factor-analytic study of the multidimensional sense of humor scale with a Portuguese sample. North American Journal of Psychology, 9(3), 595-610. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 277-298 296 | Yusuf Emre - Gülşen Özgen Koenig, H. G., George, L. K., & Titus, P. (2004). Religion, spirituality, and health in medically ill hospitalized older patients. Journal of the American Geriatrics Society, 52(4), 554-562. Kuiper, N. A., & Nicholl, S. (2004). Thoughts of feeling better? Sense of humor and physical health. Humor: International Journal of Humor Research, 17(1/2), 37-66. Kuzgun, Y. (1987). Sosyo-ekonomik düzey ve psikolojik ihtiyaçlar. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, 1-2, 55-68. Kur’an-ı Kerim Meali (2015). Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları Madhan, B., Barik, A. K., Patil, R., Gayathri, H., & Reddy, M. S. R. (2013). Sense of humor and its association with psychological disturbances among dental students in India. Journal Of Dental Education, 77(10), 1338-1344. Martin, R. (2007). Psychology of humor: An integrative approach. United States of America: Elsevier Academic Press. Martin, R., Puhlik-Doris, P., Larsen, G., Gray, J., & Weir, K. (2003). Individual differences of uses of humor and their relation to psychological wellbeing: Development of Humor Styles Questionarre. Journal of Research in Personality, 37(1), 48-75. Marzolph, U. (2000). The Qoran and jocular literature. Arabica, 47(3/4), 478487. Maslow A. (1970). Motivation and Personality, New York: Harper and Row Publishers. Özgen, G. (2014). Üsküdar bölgesinde görev yapan öğretmenlerin mizah tarzları ve dini başa çıkmaları arasındaki ilişki. Yayınlanmamış yüksek lisans tezi. İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Ensitütüsü. Park, C. L. (2005). Religion as a meaning‐making framework in coping with life stress. Journal of Social İssues, 61(4), 707-729. Saroglou, V. (2002a). Beyond dogmatism: The need for closure as releated to religion. Mental Helath, Religion & Culture, 5(2), 183-194. Saroglou, V. (2002b). Religion and Five Factors of Personality: A metaanalytic review. Personality and Individual Differences, 32, 15-25. Saroglou, V. (2002c). Religiousness, religious fundementalism and quest as predictors of humor creation. The International Journal For The Psychology of Religion, 12(3), 177-188. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 277-298 İlahiyat Fakültesi Öğrencilerinin Mizah Anlayışları | 297 Saroglou, V. (2014). Religion, personality, and social behavior. New York: Psychology Press. Saroglou, V., & Anciaux, L. (2004). Liking sick humor: Coping styles and religion as predictors. Humor: International Journal of Humor Research, 17(3), 257-277. Saroglou, V., & Scariot, C. (2002). Humor Styles Questionnaire: Personality and educational correlates in Belgian high school and college students. European Journal of Personality, 16(1), 43-54. Savaş, S. (2013). İlköğretim 7. Sınıf Türkçe Derslerinde Mizah Kullanımının Öğrenci Başarısına Etkisi. Karaelmas Eğitim Bilimleri Dergisi, 1(1), 7388. Schwartz, S. H., & Huismans, S. E. (1995). Value priorities and religiosity in four western religions. Social Psychology Quarterly, 58, 88-107. Szabo, A. (2003). The acute effect of humour and exercise on mood and anxiety. Journal of Leisure Research, 35(2), 152-162. Şahin, O. (2010). Sosyal bilgiler öğretiminde mizah kullanımının öğrencilerin akademik başarılarına ve tutumlarına etkisi. Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2(3), 56-73. Tariq, Q., & Khan, N. A. (2013). Relationship of sense of humor and mental health: A coorelational study. Asian Journal of Social Sciences & Humanities, 2(1), 331-337. Thorson, J. A., & Powell, F. C. (1993a). Development and validation of a multidimensional sense of humor scale. Journal of Clinical Psychology, 49, 13-23. Thorson, J. A., & Powell, F. C. (1993b). Relationships of death anxiety and sense of humor. Psychological Reports, 72, 1364–1366. Thorson, J. A., & Powell, F. C. (1993c). Sense of humor and dimensions of personality. Journal of clinical Psychology, 49(6), 799-809. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 277-298 Reviewing the Sense of Humor of Undergraduate Students at Faculty of Divinity in Terms of Some Variables Citation / ©- Emre, Y.-Özgen, G. (2017). Reviewing the Sense of Humor of Undergraduate Students at Faculty of Divinity in Terms of Some Variables, Çukurova University Journal of Faculty of Divinity, 17 (1), 277-298. Abstract- It is thought that the sense of humor and religiosity are irrelevant concepts and therefore in Turkey there aren’t enough researches that examine the relationship between these two concepts. A descriptive survey design was utilised to determine the relation between religiosity and sense of humor of undergraduates who are educated at the Faculty of Divinity and to investigate the role of the demographic variables on sense of humor. The data were collected in the academic year of 2014-2015. The sample consisted of 346 undergraduate students from the faculty of divinity and religious culture and moral education at six separate faculties of divinity in Turkey. Multidimensional Sense of Humor Scale which was adapted by Aslan, Alparslan, Evlice, Aslan and cenkseven (1999) was administered to collect the data on sense of humor of participants. According to the results of statistical analyses regarding the sense of humor, age, sex and income level were found to be associated with the sense of humor of the participants, but there was not difference between sense of humor and the grade and residense of the participants. Contrary to relevant researches and literature, results indicated that there was positive correlation between sense of humor and religiosity of the undergradute students. Keywords- Sense of humor, religiousness, humor, multidimensional sense of humor scale, faculty of divinity Adil Davranışlar Gösterme Ölçeği (ADGÖ) Dr.Yasemin GÜLEÇ Atıf / ©- Güleç, Y. (2017). Adil Davranışlar Gösterme Ölçeği (ADGÖ), Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 17 (1), 299-315. Öz- Bu çalışmanın amacı "Adil Davranışlar Gösterme Ölçeği" nin geçerlik ve güvenirlik çalışmasının sonuçlarını ortaya koymaktır. Ölçek İslam ahlakına göre adalet erdeminin ilkelerinden yararlanılarak hazırlanmıştır. Ölçeğin hazırlık aşamasında, uzman görüşlerinden sonra,70 maddeden 26 madde çıkarılmış madde sayısı 44'e indirilmiştir. Pilot uygulama yedi farklı fakülte ve bölümden rastlantısal olarak seçilen 256 üniversite öğrencisi üzerinde yapılmıştır. Faktör analizi sonucunda, dağınık ve düşük yük değerlerinden dolayı olumsuz ifade içeren 2 madde, ayrıca denekler tarafından tam olarak anlaşılmadığı düşünülen 3 madde çıkarılmıştır. Daha sonra bazı maddelerin ifadeleri değiştirilip, yeni sorular da eklenerek, 40 maddelik bir form oluşturulmuştur. 40 maddeden oluşan yeni anket formu, 9 farklı fakülte ve bölümlerden 1. ve 4. sınıfta öğrenim gören 919 kişilik gruba uygulanmıştır. Faktör analizi sonucunda bazı maddeler dağınık ve düşük yük değerlerinden dolayı ölçekten çıkarılmış, toplam varyansın % 61,302 'sini açıklayan 32 madde ve altı boyut ortaya çıkmıştır. Varimax faktör döndürme işleminden sonra, teorik bilgiler çerçevesinde, madde yüklerinin de birbirine yakınlığı göz önüne alınarak, 32 maddeden oluşan 5 boyutlu ("inanç-ibadet", "farkındalık" "emanet-doğruluk", "önyargıdan uzak olma", "israftan kaçınma") bir ölçek elde edilmiştir. Ölçeğin yapı geçerliliğini test etmek amacıyla yapılan faktör analizi ve güvenilirliğini test etmek için yapılan iç-tutarlılık analizi sonuçları, "Adil Davranışlar Gösterme Ölçeği (ADGÖ)" nin geçerli, güvenilir ve istatistikî açıdan araştırmaya uygun olduğunu göstermektedir. Anahtar sözcükler- Dini ahlak, adalet erdemi, adil olma, adil davranışlar gösterme ölçeği §§§ Makalenin gelişi 06.12.2016; Yayına kabul tarihi: 19.06.2017 Karlsruhe Eğitim Ateşeliği Felsefe ve Din Bilimleri-Din Eğitimi, Pforzheim/Karlsruhe Almanya, e-posta: [email protected] 300 | Yasemin Güleç Giriş İslam filozof ve ahlakçıları ahlaki değer tasniflerine,1 adalet erdeminin kapsamına giren erdemlere yer vermişlerdir. 2 Ancak günümüzde uygulanan ve yaygın hale gelen, ahlakın testlerle ölçülmesi gibi bir çaba içersinde olmamışlardır. Batı literatüründe psikolojide değer testleri ilk defa Spanger (Spanger, 2001) tarafından kullanılmıştır. Spanger'dan ilham alarak yapılan "Study of Values" adlı geniş bir çalışmada (Allport, Vernon, & Linzey, A Study Of Values, 1960) değerler altı grup3 halinde ele alınmıştır. Daha sonraki çalışmalarda daha sistemli ve analitik değer kategorileri geliştirildiği görülmektedir (Schwartz, 1992) (Rokeach, 1973). Ahlaki değerler üzerinde yapılan çalışmalar, ahlaki değerleri birçok başlık altında toplamaktadır (Lickona, 1991) (Deroche & William, 2001) Lickona ahlaki değerleri; "dürüstlük, saygı, sorumluluk, sempati, iç disiplin, kararlılık, yardımseverlik, işbirliği ve cesaret" olarak sınıflandırmaktadır. Deroche ve William ise; "dürüstlük, performans değerlerine saygı (iş eğitimi ve disiplin), farlılıklara saygı, takım üyesi olarak diğerleriyle çalışabilme, yaptığı davranışın sorumluluğunu üstlenme, diğerlerine ve otoriteye saygı, kişisel hayat ve aile hayatına adanmışlık, vatandaşı olduğu ülke ile gurur duymak, kendine saygı, sürekli gelişme için hedef ve hayat hakkında heyecan" olarak sınıflandırmaktadır. Ahlak psikolojisi sahasında, ahlaki gelişmeyi merhaleler halinde ele alan, kaynağı Piaget'e dayanan, Kolberg tarafından geliştirilen ve uygulanan çalışmalar yapılmıştır. Türkiye'de Güngör'ün (Güngör, 1993) çalışması ahlakın 1 Dört Erdem Teorisi: i. Arzu gücü (el-kuvvet’üş-şeheviyye)’nün itidalinden; iffet. ii. Öfke gücünün itidalinden; şecaat. iii. Akıl gücünün itidalinden; hikmet. iv. Üç erdemin (iffet, şecaat, hikmet) birlikte bulunmasıyla adalet gerçekleşir. İslam filozof ve ahlakçılarının, Kınalızade'ye kadar, dört erdem teorisini çok küçük farklarla tekrar ettikleri görülmektedir. 2 İbn Miskeveyh, adalet faziletinin kapsamına giren erdemleri yirmiye ayırmıştır: 1Sadâkat 2-Ülfet3-Vefa 4-Şefkat 5-Merhamet 6-Mükâfat 7-Güzel işbirliği 8-Güzel hüküm 9-Hürmet 10- Teslim 11-Tevekkül 12-İbadet 13-Kini terk etmek 14Mükafâtu’l-hayr bi’ş-şer (kötülüğe iyilikle karşılık vermek) 15-İsti’malu’l-lutuf (lutüfkar olmak) 16-Mürüvvet 17-Birinin kötülüğünü anlatmama 18-Birinin iyiliğini anlatma 19-Terkü’l-muâdat (düşmanlık etmemek) 20-Allah’ın adını yemin olarak kullanmaktan kaçınma olarak yirmiye ayırmıştır. Nasreddin Tusi bu erdemleri on ikiye indirmiştir: 1-Sadakat 2-Ülfet 3-Vefa 4-Şefkat 5-Merhamet 6-Mükâfat 7-Güzel işbirliği 8-Güzel hüküm 9-Hürmet 10-Teslim 11-Tevekkül 12-İbadet. Kınalızade ve Gülşeni de bu konuda Tusi'yi takip etmişlerdir. 3 Estetik, teorik, iktisadi, siyasi, sosyal ve dini değerler. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 299-315 Adil Davranışlar Gösterme Ölçeği (ADGÖ) | 301 testle ölçülmesi alanında önemli bir çalışmadır. 4 Son yıllarda, bu alanda yapılan çalışmalar artarak devam etmektedir. Üniversite, lise 5 ve ilköğretim 6 öğrencileri düzeyinde hazırlanan ahlaki değer ölçekleri bulunmaktadır. Üniversite öğrencileri seviyesinde hazırlanan Ahlaki Değerler Ölçeği; saygı/dürüstlük, kendini kontrol/disiplin, sorumluluk, kararlılık, işbirliği, empati kibarlık/naziklik, vatanseverlik/vatandaşlık, tolerans/farklılık olarak dokuz (9) alt boyuttan oluşmaktadır (Cafoğlu & Akar, 2004). Araştırmacı tarafından geliştirilen bu ölçek, Türk toplumunun diniahlaki yapısını içeriden kavrama çabasında olması, kuramsal temelinin özgünlüğü açısından önem arz etmektedir. Ahlak eğitim ve öğretimi ile ilgili çalışmalar incelendiğinde, çoğunlukla benzer teorik temellendirmelerden hareket edildiği, alan araştırmalarında kullanılan ölçeklerin teorik temellerinin özgün bir şekilde verilemediği, çoğu zaman diğer kültürlerden ölçek uyarlama çalışmalarına başvurulduğu görülmektedir. Bu sebeple ahlaki erdemlerin, ana ve alt erdemler olarak sade ve anlaşılır bir şekilde, dini-ahlaki yapıya uygun etimolojik tahlillerinin yapılması, bu doğrultuda alan araştırmalarıyla desteklenmesi önem arz etmektedir. Bu ölçeğin geçerlik ve güvenirlik çalışmaları (17-26) yaş grubundaki üniversite öğrencileri üzerinde yapılmıştır. Çalışmada öğrencilerin adil davranışlarda bulunma eğilimleri, dört ana boyuttan hareketle, beş boyutta ele alınmakta, öğrencilerin davranışları 32 madde ile ölçülmektedir: i. Allah-insan; inanç-ibadet (10 madde). ii. İnsan- kendisi; farkındalık (7 madde). iii. İnsan-toplum; emanet-doğruluk (6 madde), önyargıdan uzak olma (4 madde). iv. İnsan-tabiat; israftan kaçınma (5 madde). 4 Güngör bu çalışmasında, Spanger ve Allport, Vernon ve Lindzey 'in klasik değer tercihleri sırasına (estetik, teorik, iktisadi, siyasi, sosyal ve dini değerler) ahlaki değerleri de ekleyerek yeni bir değerler sıralaması ölçeği elde etmiştir. 5 14-17 yaş arası öğrencilere yönelik "İnsani Değerler Ölçeği (İDÖ)" (Dilmaç, 2007), "Toplumsal Değerler Tutum Ölçeği;" "çevrecilik, insan hakları, eşitlik ve sosyal adalet, sosyal bütünlük, sevecenlik, gelenek, sorumluluk, dürüstlük, kontrol" olarak 9 alt boyuttan oluşmaktadır (Gömleksiz, 2004). Şengün ve Kaya tarafından (Şengün, 2008) geliştirilen "Ahlaki Olgunluk Ölçeği" ise 66 maddeden oluşmaktadır. Bu ölçekler beş dereceli likert tipi olarak hazırlanmıştır. 6 İlköğretim yedinci sınıf öğrencilerine yönelik "Adil Olma Ölçeği (AOÖ)" (Katılmış, 2010). ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 299-315 302 | Yasemin Güleç Ölçekteki maddeler, "hiçbir zaman=1, bazen=2, çoğu zaman=3 her zaman=4 "şeklinde puanlanarak, dörtlü likert ölçeği olarak (Karasar, 2007, s. 139-141) geliştirilmiştir. Her bir boyut için ayrı olmak üzere, aritmetik ortalamalar hesaplanmış ve analizler bu ortalamalara göre yapılmıştır. Puanların artması veya azalması bireylerin "adil olma" erdemine ne kadar sahip olduğu veya olmadığı yönünde fikir vermektedir. Kuramsal Çerçeve Adaleti bir erdem olarak ele almak, daha anlaşılır ve genel bir sınıflamayı gerekli kılmaktadır. Kur'an'da adalet ve zulüm kavramını; "Allah-varlık, Allah-insan, insan-toplum, insan-tabiat ilişkisi" olarak dört ana başlık altında ele almak mümkündür. Dini ahlak açısından adalet erdemi, öncelikle insanın yaratıcısı ile ilişkisinden başlayıp (Alusi, 1997, s. 3/42,16 ; Zemahşeri, 1998, s. 1/608), kendini anlamlandırmasıyla devam eden (İzutsu, Kur’an’da Allah ve İnsan, 1975, s. 71-72), topluma doğru uzanan bir süreci ifade etmektedir (Kur'an-ı Kerim, 7/89; 21/112; 24/25; 38/26; 39/69,75; 40/78 ). Bununla birlikte insanın tabi çevreye karşı sorumluluklarını adalet erdemi altında ele almak, ahlaki anlamda insanın, tabii çevre ile ayrılmaz bir bütün (Kur'an-ı Kerim, 2/64, 259; 16/ 65; 29/63; 30/19, 24; 35/ 9; 36/ 33; 57/17) olduğu düşüncesinden kaynaklanmaktadır. Erdemleri kesin çizgilerle birbirinden ayırmanın zor olduğu, hiçbir zaman göz ardı edilmemelidir. Ancak erdemlerin mahiyetinin daha iyi anlaşılmasına ve uygulanmasına katkı sağlamak için, genel bir tanımlama ve sınıflama yapılması faydalı olabilir. Tabandan başlayan ve zirveye doğru ilerleyen faziletler çizgisinde, adalet erdeminin tabanda (başlangıç) bulunması makul görünmektedir.7 Diğer ahlaki faziletlere ulaşabilmek için, öncelikle herkesin erdem açısından asgari nitelikleri bulundurması gerekmektedir. Adalet, kişinin gereken kadar verip, hakkını alması, iyilik ise, gerekenden daha fazla verip, hakkından daha azını almasıdır (İsfehani, 2002, s. 552). Adaletin üstünde iyilik varsa, iyiliğin üstünde de sevgiye dair erdemlerin olması beklenir. Böylece erdem yoluna girmenin ilk basamağı, adil olma çabasıyla başlamış olur. Bu sınıflandırmadan, adalet erdeminin, iyilik ve sevgiye dair erdemlere kıyasla daha önemsiz olduğu çıkarılamaz. Adil olmanın ne anlama geldiğini bilmek, diğer erdemlerin mahiyetinin daha iyi anlaşılmasına ve uygulanmasına katkı saylayacaktır (Güleç, 2014, s. 29). 7 Bkz. Ek I: Şekil 1. Ahlaki Değerlerin Sınıflandırılması ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 299-315 Adil Davranışlar Gösterme Ölçeği (ADGÖ) | 303 Kur'an'da adalet ve zulüm kavramının anlamları (İzutsu, 1991, s. 222 ; Ece, 2000, s. 27; Alusi, 1997, s. 155) bazı İslam filozof ve ahlakçılarının adalet erdemi ile ilgili görüşleri (Rifat, tsz., s. 21; Sina, eş-Şifa, el-İlahiyat, 1960, s. 441; Farabi, 1983, s. 63-64; Miskeveyh, Risâle fî Mâhiyeti'l-Adl, 1964, s. 1819; Kınalızade, tsz, s. 124) birlikte değerlendirildiğinde, adalet erdeminin, din ve ahlak eğitimine yansımaları; "sorumluluk", "hakkaniyet", "denge " prensibi olarak ortaya çıkmaktadır. Adaletin mahiyetini oluşturan, sorumluluk, hakkaniyet ve denge prensiplerine riayet etmek, o davranışın "adil" vasfını almasının öncelikli şartlarıdır. Bununla birlikte, "adil olma" hem bu prensiplerden ayrılmamayı, hem de bunların "istikrarlı" bir şekilde yapılmasını gerektirmektedir. Aynı zamanda adalet erdemi, adil olan davranışların başkalarına yayılıp paylaşılmasıyla olgunlaşır (Güleç, 2014, s. 31-58). Adalet, ideal bir toplum için ideal bir durum (Platon, 1975, s. 435/ a-b) olmakla birlikte, öncelikle bireyde başlaması gereken bir erdemdir. İnsana ait kişisel ve toplumsal bir olgu, paylaşımı ve sorumluluk duygusunu harekete geçiren bir duygudur. Ancak insan bu sorumluluk duygusuna aykırı hareket edebilir. Bu sebeple insana sorumluluklarının daima hatırlatılması gerekmektedir. Fıtrattaki doğruya yönelme ve adaleti gerçekleştirme yönündeki eğiliminden (Kindi, 1994, s. 71-72; Sina, eş-Şifa, el-İlahiyat, 1960, s. 429-430; Miskeveyh, Ahlakı Olgunlaştırma, 1983, s. 103) kasıtlı olarak uzaklaştıran bir dini ve ahlaki eğitim verilmedikçe, her insan temel ahlaki erdemlere karşı meyilli bulunmaktadır. İnsandaki önemli duygulardan biri olan bencillik, hakkaniyet ilkesinin ihlal edilmesine, insanın adaletten ayrılıp zulme yönelmesine sebep olan en önemli etkenlerden biridir (Kur'an-ı Kerim, 2/145; 4/153; 30/29; 38/26). İnsanın bir ifrattan diğerine sıçraması, bazı temel ahlaki gerginlikleri açığa çıkarmaktadır. İnsan davranışlarının istikrarlı ve verimli olması isteniyorsa, eğitimin faaliyet göstermesi gereken yer, bu ahlaki gerginlikler alanıdır (Fazlurrahman, 1998, s. 63). Adil olmanın insanın tek bir tarafıyla ilgili olduğunu söylemek mümkün değildir. Gerçekte adalet, bir bütün olarak, nasıl insan olunması gerektiği ile yakından ilgilidir. Bu erdem, bir kişiye, "başkalarının haklarına saygı göstermeyi emrettiği gibi, başkalarının da o kişinin haklarına saygı göstermelerini" salık verir. Adalet, ister toplumsal ister bireysel olsun, bir uyum ve denge halidir. Adalette ruhun iç durumu, iç eylemlerindeki düzen ve ödevin yerine getirilmesi söz konusudur. Böylece ruhun bütün bölümleri kendine düşen işi iyi yaparsa, ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 299-315 304 | Yasemin Güleç hepsi bir uyum içerisinde bulunursa, ruhun erdemi de doğru bir nitelik kazanır ve bölümleri arasında doğru bir bağlantı kurar (Platon, 1975, s. 443/d-e ; Sina, Tis’u Resail fi’l-Hikme ve’t Tabiiyyat, 1298, s. 102-103). Akıl ve duygu ayrımı yaparak, duyguları birer zayıflık olarak görüp, onların eğitilmez olduğu düşünüldüğünde,8 işlenip geliştirilmesi mümkün olmayacaktır. Gerçekte zulme sebep olan davranış, bilgisizlikten çok, duyguların dengede olmamasından kaynaklanmaktadır. Bu sebeple İslam ahlakı, zulüm karakterini eğitmede, duygu eğitimine ağırlık verilmesini salık vermektedir. Bazı bireylerin ahlaki anlamda en yüksek anlayış ve duyarlılığa ulaşabilmesi mümkün olabilir. Ancak hiçbir bireyde ahlaki sorgulamalar bitmez. İnsan, hayat boyu fazilette hep daha yükseği aramaya eğilimlidir. Bu arayışın, insanın yaratılışındaki “adalet duygusundan” kaynaklandığını söylemek mümkündür. Yöntem 1. Araştırma Modeli Araştırma bir ölçek geliştirme çalışması niteliğindedir. Veriler, olasılığa dayalı örnekleme yöntemlerinden biri olan basit tesadüfî örnekleme (Altınışık, Coşkun, Bayraktaroğlu, & Yıldırım, 2010, s. 138) yöntemiyle, anket tekniğinden faydalanılarak toplanmıştır. 2. Evren ve Örneklem Ölçeğin geçerlik ve güvenirlik çalışmaları için pilot uygulama, 20122013 eğitim-öğretim yılı güz döneminde, İstanbul'da öğrenimlerine devam eden; Hukuk, Tıp, İlahiyat, Eğitim, Felsefe, İktisat, Mühendislik fakülte ve bölümlerinde okuyan 256 üniversite öğrencisi üzerinde yapılmıştır. İkinci uygulama, 2012-2013 öğretim yılı bahar yarıyılı itibariyle İstanbul Üniversitesi'nin dokuz farklı fakülte ve bölümlerinde öğrenimlerine devam etmekte olan 1. ve 4. sınıflardan, 17-26 yaşları arasındaki, 919 üniversite öğrencisinden oluşturulmuştur. Araştırmaya katılanların % 55,9’u (s=514) erkek, % 44,1’i (s= 405) kadındır. Örneklemin % 28,4'ü (s=257 ) 17-19 yaş aralığında, % 71,6'sı (s=648 ) 20-26 yaş aralığındadır. 8 Aristo, ev yapa yapa mimar, gitar çala çala gitarcı olunduğunu, bunun gibi adil şeyler yapa yapa adil insan, ölçülü davrana davrana ölçülü insan, yiğitçe davrana davrana yiğit insanlar olunabileceğini düşünmektedir (Aristo, 2007, s. 29-30) ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 299-315 Adil Davranışlar Gösterme Ölçeği (ADGÖ) | 305 3. Adil Davranışlar Gösterme Ölçeği’nin (ADGÖ) Maddelerinin Geliştirilmesi Öncelikle Kur'an' da adalet erdemi, bazı filozof ve ahlakçıların adalet teorileri incelendikten sonra, adalet erdemi ile ilgili bilgileri bir bütün olarak ele alarak, Türk toplumunun sosyal, kültürel, dini, ahlaki yapısı düşünülerek sorular hazırlanmıştır. Adalet erdeminin ahlaki anlamda, erdemlilik aşamasında bir başlangıç olduğu düşüncesinden hareketle, adil olmakla ilgili olabilecek düşünce, duygu ve tutumlar asgari düzeyde tutulmuş, aşırı idealize edilmiş, anlaşılması zor ve uzun cümlelere yer verilmemiştir. İnsanın yaratıcısına karşı en önemli görevleri, duygu, düşünce ve davranışlarında kendisini ne kadar tanıdığı, diğer insanlarla olumlu ilişkiler kurabilme, ayrıca insanın kendisiyle bir bütün oluşturan tabiatın farkına varması ile ilgili ifadelerin bulunduğu, 70 maddelik bir havuz oluşturulmuştur. Madde havuzunu oluşturan ifadelerin, üniversite öğrencilerinin adil olma düzeylerini ölçebilirliği konusunda, kapsam geçerliklerini belirlemek amacıyla uzman görüşüne başvurulmuştur (Büyüköztürk, 2011, s. 168). Uzman görüşlerinden sonra, 26 madde havuzdan çıkarılarak, 44 maddelik deneme formu oluşturulmuştur. 256 kişi üzerinde yapılan pilot çalışma sonucunda, ölçeğin yapı geçerliliğini test etmek için faktör analizi (Büyüköztürk, 2011, s. 123-124; Altınışık, Coşkun, Bayraktaroğlu, & Yıldırım, 2010, s. 121) yapılmıştır. KaiserMayer-Olkin (KMO) örneklem yeterlilik testinin (MSA=,81), faktör analizinin dayandığı korelasyonların istatistiksel olarak anlamlılığını gösteren Bartllettküresellik testinin (X2 = 3,954) olduğu tespit edilmiştir. Faktör analizi sonucunda, dağınık ve düşük yük değerlerinden dolayı olumsuz ifade içeren 2 madde, ayrıca denekler tarafından tam olarak anlaşılmadığı düşünülen 3 madde çıkarılmıştır. Daha sonra bazı maddelerin ifadeleri değiştirilip, yeni sorular eklenerek, 40 maddelik bir form oluşturulmuştur. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 299-315 306 | Yasemin Güleç 4. Adil Davranışlar Gösterme Ölçeği’nin (ADGÖ) Geçerlik ve Güvenirlik Çalışmaları İlk uygulamadan sonra yapılan değişikliklerle, 40 maddeden oluşan yeni anket formu, 919 kişilik gruba uygulanmıştır. Faktör analizi sonucunda, Bartllett-küresellik testinin (X2=1,585), Kasiyer Meyer Olkin (KMO) testinin ise (MSA=,91) olduğu tespit edilmiştir. Her ne kadar MSA değeri, genel olarak faktör analizinin veri seti için uygunluğuna işaret etse de, her bir değişkenin toplam çözüme katkı sağlayıp sağlamadığı veya önerilen çözümde bozucu etkiye sahip olup olmadığını tespit etmek için, anti-image korelasyon matrisi (Altınışık, Coşkun, Bayraktaroğlu, & Yıldırım, 2010, s. 285) incelenmiştir. Hiç bir maddenin köşegen değerlerinin 0,5 den küçük olmadığı tespit edilmiştir. Teorik bilgiler ve yapılan ahlaki değer sınıflandırması9 doğrultusunda, insanın kendi bedenine karşı sorumluluğunun (sıhhat) ölçülmeye çalışıldığı 5 madde dağınık ve düşük yük değerlerinden dolayı ölçekten çıkarılmıştır. Ayrıca 3 madde (0,42'nin altında madde yükü olanlar) analiz dışı bırakılmıştır. Analiz sonucunda toplam varyansın % 61,302 'sini açıklayan altı boyut ortaya çıkmıştır. Varimax faktör döndürme (Büyüköztürk, 2011, s. 125-126) işleminden sonra, teorik bilgiler çerçevesinde, madde yüklerinin de birbirine yakınlığı göz önüne alınarak, 32 maddeden oluşan 5 boyutlu bir ölçek elde edilmiştir. Ölçeğin (KMO) değeri (MSA=,89), Bartllett-küresellik testinin (X2 =1,480) olduğu tespit edilmiştir. Ölçeğin güvenilirliğini test etmek için yapılan iç-tutarlılık (Altınışık, Coşkun, Bayraktaroğlu, & Yıldırım, 2010, s. 124) analizi sonrasında ölçeğin genelinin ve alt boyutların iç tutarlılık katsayısını gösteren Cronbach Alpha değerleri şu şekildedir: Ölçek genel (α= 87), inanç-ibadet ( = 95; farkındalık ( 2)=75; emanet-doğruluk 3)=78; önyarıdan uzak olma ( 4)=76; israfı önleme ( )=79 olarak tespit edilmiştir. 9 Bkz. EK I: Şekil 1. Ahlaki Erdem Sınıflandırması ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 299-315 Adil Davranışlar Gösterme Ölçeği (ADGÖ) | 307 5. Adil Davranışlar Gösterme Ölçeği (ADGÖ)' nin Boyutları 5.1. İnanç-İbadet Boyutu Tablo- 1: Allah-İnsan: İnanç-İbadet Boyutu Madde Yük ve Toplam Korelasyonu Madde Toplam No İfadeler 3 Tüm varlıkların rızkını Allah’ın verdiğine , 91 inanıyorum , 90 4 Nimetlerin gerçek sahibi Allah’tır. , 92 , 89 2 Her şeyi var edenin Allah olduğuna , 90 inanıyorum , 87 1 Allah’ın varlığına ve birliğine inanıyorum , 88 , 86 6 İyiliklerimin Allah tarafından ödüllendiri, 87 leceğine inanıyorum , 87 9 İbadetleri yalnızca Allah için yaparım , 86 , 86 7 Yapılan kötülüklerin Allah tarafından , 84 cezalandırılacağını düşünürüm ,85 10 İyilik yaparken Allah rızasını gözetirim , 82 , 84 5 Verdiği nimetlerden dolayı Allaha şükre, 77 derim , 79 8 Allah’a karşı farz olan sorumluluklarımı ,71 yerine getirmeye çalışırım , 75 Madde Yükü Korelasyonu İnanç-ibadet boyutu, insanın yaratıcısına karşı adil olması olarak nitelendirilebilecek, duygu, düşünce ve davranışlar içeren tutumlardan oluşmaktadır. Bu boyut toplam 10 maddeden oluşmakta olup, puan ranjı 10-40'dır. Örneklemin bu boyuttan aldığı en düşük puan 10, en yüksek puan 40, ortalama puan ( 36,44)' dır (ss.6,13). 5.2. Farkındalık Boyutu Tablo- 2: İnsan- Kendisi: Farkındalık Boyutu Madde Yük ve Toplam Korelasyonu Madde Madde Toplam Korelasyonu No İfadeler 22 Yaşadığım sorunların üstesinden gele,71 bilmeyi başarırım ,70 21 Duygularımı kontrol edebilirim ,66 , 66 16 Zayıf yönlerimi söyleyebilirim , 61 , 58 ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 299-315 Yükü 308 | Yasemin Güleç 23 Bir şeyler yapmak için kendi kendimi , 60 harekete geçirebilirim , 65 18 Haksızlığa uğradığımda kendimi sorgu, 59 layabilirim , 62 20 Yanlış yapınca doğru olana yönelirim , 58 , 68 19 Elimdeki imkânlarla yetinirim , 50 , 58 İnsanın kendisi ile ilişkisinde, kendine karşı adil olması olarak ifade edilebilecek farkındalık yönelimi, kişinin kendini tanıma, duygularını kontrol edebilme, sorunlarını çözebilme, yaptığı hatalardan dönebilme, elindeki imkânları değerlendirebilme gibi duygu, düşünce ve davranışlarını içermektedir. Bu boyut toplam 7 maddeden oluşmakta olup, puan ranjı 7-28'dir. Örneklemin bu boyuttan aldığı en düşük puan 9, en yüksek puan 28, ortalama puan ( 21,05) dir (ss= 3,07). 5.3. Emanet-doğruluk Tablo- 3: İnsan-Toplum: Emanet-Doğruluk Boyutu Madde Yük ve Toplam Korelasyonu No İfadeler Madde Yükü Madde Toplam Korelasyonu 25 Verdiğim sözü yerine getirim , 76 , 71 27 Korunmak üzere verilen her şeyi dikkat, 70 lice korurum , 74 26 Anne baba hakkını gözetirim , 65 , 68 28 Görevli olduğum işi en güzel şekilde , 62 yaparım , 68 24 Doğruları söyleyebilirim , 54 , 65 29 Ortak kullanılan kamu mallarını korurum , 45 , 67 Emanet- doğruluk boyutu, insanın kendisinden başlayarak, topluma doğru devam eden; sözünde durma, görevli olduğu işi yapma, kamu mallarını koruma, anne-baba başta olma üzere, diğer insanların haklarına saygı gösterme gibi yönelimlerini kapsamaktadır. Bu boyut toplam 6 maddeden oluşmakta olup, puan ranjı 6-24'dür. Örneklemin bu boyuttan aldığı en düşük puan 6, en yüksek puan 24, ortalama puan ( = 20,38) dir (ss=2,35). ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 299-315 Adil Davranışlar Gösterme Ölçeği (ADGÖ) | 309 5. 4. Önyargıdan Uzak Olma Boyutu Tablo-4: İnsan-Toplum: Önyargıdan Uzak Olma Boyutu Madde Yük ve Toplam Korelasyonu Madde Yükü Madde Toplam Korelasyonu Farklı inançlara saygı gösteririm , 82 , 79 32 Başkalarının düşüncelerine saygı gösteririm , 79 , 83 30 Farklı ırklara saygı gösteririm , 74 , 75 33 İnsanları tanımadan haklarında olumsuz düşünmekten kaçınırım , 46 , 66 No İfadeler 31 Önyargıdan uzak olma boyutu, insanın diğer insanlar ve toplumla ilişkisinde, farklı inanç, düşünce ve ırklara saygı ve hoşgörü gösterme tutumlarını içermektedir. Bu boyut toplam 4 maddeden oluşmakta olup, puan ranjı 416'dır. Örneklemin bu boyuttan aldığı en düşük puan 4, en yüksek puan 16, ortalama puan ( = 13,83) dür (ss=1,94) 5.5. İsraftan Kaçınma Boyutu Tablo- 5: İsraftan Kaçınma Boyutu Madde Yük ve Toplam Korelasyonu Madde Yükü Madde Toplam Korelasyonu Tabiatın (Doğa) korunması gereken bir emanet olduğunu düşünürüm , 63 , 70 37 Hayvanların canı olduğunu düşünerek onlara zarar vermem , 80 , 71 39 Boşa yanan lambaları söndürürüm , 79 , 75 40 Kullanılmayan suyun boşa akmasına izin , 77 vermem , 76 38 Doğal güzelliklere zarar vermemeye dikkat ederim , 78 No İfadeler 36 , 72 Bu boyut, insanın doğaya karşı öncelikli sorumluluklarını; tabiatı emanet olarak görme, doğal güzelliklere ve hayvanlara zarar vermeme, enerji kaynaklarını gereksiz yere kullanmama gibi yönelimleri içermektedir. Boyut 5 maddeden oluşmakta olup, puan ranjı 5-20'dir. Örneklemin bu boyuttan aldığı ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 299-315 310 | Yasemin Güleç en düşük puan 8, en yüksek puan 20, ortalama puan ( (ss=2,31). = 17,60) dir Sonuç Erdemlerin birbiriyle iç içe olduğu, erdemlerin tanımlanırken birbirinden tamamen kopuk olarak tanımlanmasının zor olduğu unutulmamalıdır. Ancak insan davranışlarını anlamlandırmada çok önemli bir değere sahip olan erdemler konusunda araştırma yapan araştırmacıların da bir tanımlamaya gitmek istemeleri doğal kabul edilebilir. Din bilimleri alanında, din ve değerler eğitim ve öğretimi sahasında yapılacak olan emprik çalışmalar için, bireyi ve toplumu farklı açılardan incelerken, ölçme arçlarına başvurmanın önemi ortadadır. Ancak hazırlanan ölçeklerin ölçülmek istenilen olguyu ölçebilme gücü sürekli tartışılan bir konu olmaya devam etmektedir. Bu anlamda araştırılmak istenen konu hakkında literatür incelemesi, bireysel ve toplumsal algıda konunun algılanma biçimini tespit etmek oldukça önemlidir. Bu ölçek, Türk toplumunun dini-ahlaki yapısını içeriden kavrama çabasıyla, kuramsal temelinin; Kur'an, bazı filozof ve ahlakçıların, adalet erdemi ile ilgili görüşleri incelendikten sonra, bir ahlaki değerler sınıflandırması yapılarak, erdem ve ilke temelli yaklaşımla maddelerinin oluşturulması bakımından, özgün olma çabasında olan bir ölçektir. Adil Davranışlar Gösterme (ADGÖ) ölçeğinde, öğrencilerin adil davranışlarda bulunma eğilimleri: "Allah-insan: inanç-ibadet; insan- kendisi: farkındalık; insan-toplum: emanet-doğruluk ve önyargıdan uzak olma; insantabiat: israftan kaçınma" olarak beş boyutta ele alınmakta, öğrencilerin davranışları 32 madde ile ölçülmeye çalışılmaktadır. Ölçekte, kişinin Yaratıcısına karşı en önemli görevleri; duygu, düşünce ve davranışlarında kendisini ne kadar tanıdığı; diğer insanlarla olumlu ilişkiler kurabilme; insanın kendisiyle bir bütün oluşturan tabiatın farkına varması ile ilgili ifadelere yer verilmiştir. Ölçeğin geçerlik ve güvenirlik çalışmaları 17-26 yaş üniversite öğrencileri üzerinde yapılmıştır. Ölçeğin yapı geçerliliğini test etmek amacıyla yapılan faktör analizi ve güvenilirliğini test etmek için yapılan iç-tutarlılık analizi sonuçları, Adil Davranışlar Gösterme Ölçeği (ADGÖ)'nin geçerli, güvenilir ve istatistikî açıdan araştırmaya uygun olduğunu göstermektedir. İfade edildiği gibi, ölçeklerin geçerlilik ve güvenirlikleri, ön teorik araştırma, ölçeğin maddelerinin kavramı ölçebilme gücü, araştırmayı yapan araştırmacının deneyimi, araştırmanın zamanı ve araştırmanın yapıldığı örnekleÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 299-315 Adil Davranışlar Gösterme Ölçeği (ADGÖ) | 311 me göre değişebilmektedir. Bu anlamda hazırlanan bu ölçeğin bazı sınırlılıklarının olacağı unutmamalıdır. Ölçekler, farklı araştırmacılar tarafından, farklı örneklem gruplarında uygulanarak, her araştırmada tekrardan geçerlilik ve güvenilirlikleri kontrol edilerek, standart hale getirilmeye çalışılmalıdır. Kaynakça Allport, G. W., Vernon, E., & Linzey, G. (1960). A Study Of Values. Boston: Houghton-Mifflin. Altınışık, R., Coşkun, R., Bayraktaroğlu, S., & Yıldırım, E. (2010). Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri. Sakarya: Sakarya . Alusi. (1997). Ruhu’l-Meani. Beyrut: Daru’l-Fikr. Aristo. (2007). Nikomakhos’a Etik. (S. Babür, Çev.) Ankara: Bilgesu. Büyüköztürk, Ş. (2011). Sosyal Bilimler İçin Veri Analizi El Kitabı. Ankara: Pegem. Cafoğlu, Z., & Akar, Ö. (2004). Üniversitelerde Ahlaki Değerlerin Davranışa Yansımasının Oluşturduğu Örgüt İkliminin Algılanması. R. Kaymakcam, S. Kenan, H. Hökelekli, Z. Arslan, & M. Zengin (Dü) içinde, Değerler ve Eğitimi (s. 773-796). İstanbul: Dem. Deroche, E. F., & William, M. M. (2001). Education Hearts And Minds: A Comprehensive Character Education Framework. California: Corwin Press. Dilmaç, B. (2007). Bir Grup Fen Lisesi Öğrencisine Verilen İnsani Değerler Eğitiminin İinsani Değerler Ölçeği İle Sınanması. Konya: Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi. Ece, K. H. (2000). İslam’ın Temel Kavramları. İstanbul: Beyan. Farabi. (1983). Tahsilü's-Saade. (C. A. Yasin, Dü.) Beyrut: Dârü'l-Endelüs. Fazlurrahman. ( 1998). Ana Konularıyla Kur’an. (A. Açıkgenç, Çev.) Ankara: Ankara Okulu Gömleksiz, M. N. (2004). "Lise Öğrencilerinin Toplumsal Değerlere İlişkin Tutumları: Elazığ İli Örneği", Değerler ve Eğitimi. R. Kaymakcan, S. Kenan, H. Hökelekli, M. Zengin, & Z. Ş. Arslan (Dü.). içinde (s. 727741). İstanbul: Dem. Güleç, Y. (2014). Adil Davranışlar Göstermede Din Eğitiminin Rolü (İstanbul Üniversitesi Öğrencileri Örneği). Konya: Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi. Güngör, E. (1993). Değerler Psikolojisi. Amsterdam: Hollanda Türk Akademisyenler Birliği Vakfı . ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 299-315 312 | Yasemin Güleç İsfehani. (2002). Müfredat. (S. A. Davudi, Dü.) Beyrut: Dârü’ş-Şamiyye. İzutsu, T. (1975). Kur’an’da Allah ve İnsan. (S. Ateş, Çev.) Ankara: Ankara Üniversitesi. İzutsu, T. (1991). Kur’an’da Dini ve Ahlaki Kavramlar. (S. Ayaz, Çev.) İstanbul: Pınar. Karasar, N. (2007). Bilimsel Araştırma Yöntemi. İstanbul: Nobel. Katılmış, A. (2010). Sosyal Bilgiler Dersindeki Bazı Değişkenlerin Kazandırılmasına Yönelik Bir Karakter Eğitimi Programının Geliştirilmesi, İstanbul: Marmara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi. Kınalızade, A. (tsz). Ahlak-ı Alai. (H. Algül, Dü.) İstanbul. Kindi. (1994). Felsefi Risaleler (Resailu’l-Kindi el-felsefiyye). (M. Kaya, Çev.) İstanbul: İz. Kur'an-ı Kerim. Lickona, T. E. (1991). Education For Character: How Schools Can Teach Respect And Resposibility. New York: Bantam Books. Miskeveyh, İ. (1983). Ahlakı Olgunlaştırma . (A. Şener, & İ. Kayaoğlu, Çev.) Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları. Miskeveyh, İ. (1964). Risâle fî Mâhiyeti'l-Adl. (M. Khan, & E.J.Brill, Dü) Leiden: E.J.Brill. Platon. (1975). Devlet. (S. Eyyüboğlu, & M. A. Cimboz, Çev.) İstanbul: Remzi. Rifat, A. (tsz.). Tasvir-i Ahlak. (H. Algül, Dü.) Tercüman . Rokeach, M. ( 1973). The Nature of Human Values. New York: Free Press. Schwartz, S. H. (1992). Universal in the Content and Structure of Values: Theoretical Advenced And Empirical Test in Countries. L. Berkowitz (Dü.) içinde, Advences in Exprimental Social Psychology (s. 1-65). New York: Academik Press. Sina, İ. (1298). Tis’u Resail fi’l-Hikme ve’t Tabiiyyat. İstanbul: Matbaatü'lCevaib. Sina, İ. (1960). eş-Şifa, el-İlahiyat. (G.Anavati, & S.Zaid, Dü) Kahire. Spanger, E. (2001). Kişilik Tıpleri. (A. Aydoğan, Çev.) İstanbul, İsganbul: İz. Şengün, M. (2008). Lise Öğrencilerinin Ahlaki Olgunluk Düzeylerinin Bazı Kişisel Değişkenler Açısından İncelenmesi, Samsun: Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi. Zemahşeri. (1998). el-Keşşaf. Riyad: Mektebetü’l-Ubeykan. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 299-315 Adil Davranışlar Gösterme Ölçeği (ADGÖ) | 313 Ek I: Şekiller Şekil 1. Ahlaki Değerler Sınıflandırması ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 299-315 314 | Yasemin Güleç Ek II: Tablolar Her Zaman Çoğu Zaman Bazen Adil Davranışlar Gösterme (ADGÖ) Ölçeği Aşağıdaki İfadeleri olmak istediğiniz gibi değil olduğunuz gibi "X"ile belirtiniz. Hiçbir Zaman Tablo 1. Adil Davranışlar Gösterme Ölçeği (ADGÖ) 1) Allah’ın varlığına ve birliğine inanıyorum 2) Her şeyi var edenin Allah olduğuna inanıyorum 3) Nimetlerin gerçek sahibi Allah’tır. 4) Tüm varlıkların rızkını Allah’ın verdiğine inanıyorum 5) Verdiği nimetlerden dolayı Allaha şükrederim 6) İyiliklerimin Allah tarafından ödüllendirileceğine inanıyorum 7) Yapılan kötülüklerin Allah tarafından cezalandırılacağını düşünürüm 8) Allah’a karşı farz olan sorumluluklarımı yerine getirmeye çalışırım 9) İbadetleri yalnızca Allah için yaparım 10) İyilik yaparken Allah rızasını gözetirim. 11) Yaşadığım sorunların üstesinden gelebilmeyi başarırım 12) Duygularımı kontrol edebilirim 13) Zayıf yönlerimi söyleyebilirim 14) Bir şeyler yapmak için kendi kendimi harekete geçirebilirim 15) Haksızlığa uğradığımda kendimi sorgulayabilirim 16) Yanlış yapınca doğru olana yönelirim 17) Elimdeki imkânlarla yetinirim 18) Verdiğim sözü yerine getirim 19) Korunmak üzere verilen her şeyi dikkatlice korurum 20) Anne baba hakkını gözetirim 21) Görevli olduğum işi en güzel şekilde yaparım 22) Doğruları söyleyebilirim 23) Ortak kullanılan kamu mallarını korurum 24) Farklı inançlara saygı gösteririm 25) Başkalarının düşüncelerine saygı gösteririm 26) Farklı ırklara saygı gösteririm 27) İnsanları tanımadan haklarında olumsuz düşünmekten kaçınırım 28) Tabiatın (Doğa) korunması gereken bir emanet olduğunu düşünürüm 29) Hayvanların canı olduğunu düşünerek onlara zarar vermem 30) Boşa yanan lambaları söndürürüm 31) Kullanılmayan suyun boşa akmasına izin vermem 32) Doğal güzelliklere zarar vermemeye dikkat ederim ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 299-315 Fair Treatment Scale Citation / ©- Güleç, Y. (2017). Fair Treatment Scale, Çukurova University Journal of Faculty of Divinity, 17 (1), 299-315. Abstract- The aim of this study is to reveal the results of the validity and reliability of “Fair Treatment Scale”. The scale was prepared basing on the principles of the virtue of justice in Islamic morality. The first stage of study, having utilized from theoretical background and consulting views of the various experts, it was eliminated 26 elements out of 70 elements that were collected. Number of the elements has been reduced from 70 to 44. Firstly, pilot study has been carried out on the randomly chosen 256 university students in seven different faculties and departments. At the end of the factor analysis, some elements, 2 elements containg negative statements and 3 elements not understood by test subjects have been eliminated, due to statistical scattered and low load. Expressions of other some elements have been altered, in addition to new elements, questionnaire form with 40 elements has been created. Secondly new questionnaire form has been carried out on randomly chosen 919 university students with first and fourth years in nine different faculties and departments. At the end of the factor analysis, some elements have been eliminated, due to statistical scattered and low load, it has been concluded a scale explaining % 61,302 of the total variance and with 32 elements and six factors. After varimax factor rotation, considering the theoretical background and similar elements in terms of load, it has been obtained a scale consisting of 32 elements and five factors (“faith-worship”, “awareness”, “trust-righteousness”, “being away from prejudice”, “avoiding prodigality”). Results of factor analysis for analyzing the construct validity of the scale and for analyzing the reliability of internal consistency have been concluded that the scale was valid, reliable, and suitable for statistical researchs. Keywords- Religious ethics, virtue of justice, fairness, fair behaviour scale ِ (دراسةٌ س ِ ِ سَل ِ رديرةٌ َت ِ َالَّتب الوطَ ِن واملَُواطَنَ ِة ِِف ال ِفك ِر ر ٌيِصيليرة َ وي ا ِإل َ َ َ مي َ ُلس َفة َ َف İslami Eğitim Düşüncesinde Vatan ve Vatandaşlık Kavramları Yrd. Doç. Dr. Emad Gazi Kanaan ِ ِ سال ِ ِّ َالُتب Atıf / ©- Kanaan, E. G. (2017). )ٌاسةٌ َس ِرديَّةٌ ََت ِصيليَّة َّ الوطَ ِن وامل َواطَنَ ِة ِيف ال ِفك ِر َ مي (د َر َ ُلس َفة َ َف ّ َ وي اإل ُ İslami Eğitim Düşüncesinde Vatan ve Vatandaşlık Kavramları, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 17 (1), 317-333. Öz- Bu araştırma; İslami eğitim düşüncesi açısından vatan ve vatandaşlık kavramları ne anlama gelir sorunsalını ele almaktadır. Mevcut araştırma şunları hedeflemektedir: a) İçinde bulunduğumuz asırda görülen çeşitli ve çok sayıda sorulara cevap olması için, Kur’an-ı Kerim ve Sünneti Nebevi ışığında vatan kavramı ve konumu, b) İslami eğitim düşüncesi perspektifinden vatan ve vatandaşlık kavramlarının tanımı, c) İslam hukukun kapsamlılığının izahı ve yararlı birçok modern kavramlara benzerliği. Araştırmanın önemi ve yazılmasına neden olan faktörleri şu noktalarla özetlenebilir: a) İslami eğitim düşüncesi perspektifinden vatan ve vatandaşlık kavramlarının tanımı, b) Vatan ve vatandaşlık kavramlarının olumsuz yönleri ve gereksiz uygulamaları, c) Vatan sevgisi ve vatana vefa konularında yüksek bir konumda olan Müslüman nesillerinin yetişmesinde İslami Hukukun kaydettiği başarı. Araştırma birçok sonuç ve önerilerle sonlandırılmıştır. En önemlileri şunlardır: a)Vatan ve vatandaşlık kavramları oldukça önemli bir husus olup, İslam bilimi uzmanlarınca, doğru İslam görüşüne uygun şekilde ele almaları gerekir/gerekmektedir. b)Araştırma derin ve kapsamlı İslami eğitim yönteminin Müslüman halkın bireylerinden yüksek derecede etkin vatandaşların bulunduğu nesillerin yetiştirilmesindeki başarısını belgelemiştir. c)Araştırma İslami eğitim düşüncesinin vatana inanan ve gelişmesine çalışan nesillerin yetiştirilmesinde yeterli olmadığı iddialarını çürüten analitik ve eleştirel çalışmaların yapılmasının önemli olduğunu önermekte, her asırda ve her yerde erdemli ve başarılı insan yetiştirilmesi için İslami hukukun yeterliliğini vurgulamaktadır. Anahtar sözcükler- Vatan, vatandaşlık, İslami eğitim düşüncesi §§§ Makalenin gelişi: 08.06.2016; Yayına kabul tarihi: 19.06.2017 Kilis Ü. İlahiyat F. Din Eğitimi Anabilim Dalı, e-posta: [email protected] 318 | Emad Gazi Kanaan امللخص: تلخصت مشكلة البحث يف السؤال اآليت :ما مفهوم الوطن واملواطنة يف منظور الفكر الُتبوي اإلسالمي؟ الوطَن وفِ ْق َهه يف ضوء هدي القرآن الكرمي والسنة النبوية ,من أجل اإلجابة عن والدراسة احلالية هدفت إىل :أَ -تلية منزلة َ اإلسالمي. تساؤالت كثرت ورؤى تنوعت يف العصر الراهن .ب -التعريف مبفهوم الوطن واملواطنة يف منظور الفكر الُتبوي ِّ ت -تبيان مشولية الشريعة اإلسالمية وَماكاهتا لعديد املفاهيم املعاصرة احلديثة النافعة .وتتلخص أمهية البحث ودوافع كتابته يف النقاط اآلتية :أ -التعريف مبفهوم الوطن واملواطنة يف منظور الفكر الُتبوي اإلسالمي .ب -نقد الرؤية السلبية واملمارسات صِ السْب ِق للشريعة اإلسالمية يف ختريج أجيال متتالية من املسلمني َتلت ب َّ اجلوفاء ملفهوم الوطن واملواطنة .ت -تسجيل قَ َ أبعلى منازل حب الوطن والوفاء له .وخلصت الدراسة إىل مجلة من النتائج والتوصيات ،ومن أمهها :أ -مفهوم الوطن واملواطنة مبحث فائق األمهية ينبغي على الباحثني املتخصصني يف العلوم اإلسالمية معاجلته وفق الرؤية اإلسالمية الرشيدة .ب -وثَّقت الدراسة َناح مناهج الُتبية اإلسالمية الشاملة والعميقة يف ختريج أجيال من أبناء األمة املسلمة الذين َتلو أبعلى درجات املواطنة اإلجيابية الفاعلة .ت -توصي الدراسة أبمهية إَناز دراسات َتليلية َتصيلية نقدية تفنِّد دعوى عجز الفكر الُتبوي اإلسالمي عن تربية أجيال تؤمن ابلوطن وعمل على بنائه وهو ما يؤكد صالحية الشريعة اإلسالمية اخلامتة لبناء اإلنسان الصاحل الناجح يف كل عصر ومكان. الكلمات املفتاحية :الوطن -املواطنة – الفكر الُتبوي اإلسالمي أوالً :خطة البحث -1امل َق ِّدمة ُ -2مشكلة البحث: -3أمهية البحث ومسوغاته: -4أهداف البحث: -5مصطلحات البحث: ثنياً :احملتوى العلمي .1الغربةُ عن الوطن يف َتربة اهلجرةِ النـَّبَ ِويَِّة .2متََ ُّكن الوفاء للوطن من قلب النيب صلى هللا عليه وسلم الفتح املب ِ ني ملكة املكرمة .3ثقافة املواطنة بعد ِ شيد ونِْق ُفور) .4مبدأ االنتماء للوطن يف التاريخ اإلسالمي َّ (الر ُ يصدح ابحلَ ِّق) اعي .5مبدأ االنتماء للوطن يف التاريخ اإلسالمي (األوز ُّ ُ .6مبدأ االنتماء للوطن يف التاريخ اإلسالمي (ابن تَـيْ ِميَّة وقَ َازان) الرعيل األول) .7مبدأ االنتماء للوطن يف منهج الصحابة (عائشةُ تبكي َّ .8مبدأ االنتماء للوطن يف التاريخ اإلسالمي (صاحب النَّـ ْق ِ وم ْسلَ َمةَ) ب َ الرومي يـُغَِّن للوطن) .9مبدأ االنتماء للوطن يف األدب العريب (ابن ُّ ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 317-333 مي الوطَ ِن وامل َواطَنَ ِة ِيف ال ِفك ِر َّ سال ِّ وي ا ِإل َ الُتبَ ِّ لس َفةُ َ | 319فَ َ ُ .10مبدأ االنتماء للوطن يف األدب العريب (أشجا ُن الُتانيم الوضَّاءة) .11فريضة التغيري يف الفكر الُتبوي اإلسالمي ثلثاً :نتائج البحث وتويِصياته رابعاً :مصادر البحث ومراجع أوالً :خطة البحث -1املقدمة ِ ِ ِ ِ يب هللا َّس املسلمون األوائل طالئع الدولة املُ ْسل َمة املنشودة يوم كانت فكَْرًة بِ ْك ِراً طفق البَـنَّاءُ العظيم َُمَ َّمد بن عبد هللا نَِ ُّ لقد تنف َ ِ ِ ورسوله عليه الصالة والسالم يضع لَبنَاهتَا األوىل يف بيت األرقم بن أيب األرقم مبشاركة فاعلة من أصحابه رضي هللا عنهم. ٍ وعذاابت مضنيةً ,وإخالصاً فريداً ,وهم يتطلَّعون إىل فج ٍر ٍ قادم جيمعهم َتت ظالل وط ٍن ُمثَّ بذل الرعيل األول دماءً ميمونةً, َيفظ ال ِّدين ,ويصون احلرمات. ٍ وقضى هللا أمراً كان مفعوالً بنشأة دولة اإلسالم األوىل يف إثر هجرٍة خالدةٍ ,ومؤاخاةٍ ٍ أعز اإلسالم وأهله بعدما مكينة, وجهاد َّ دحر ظُنُو َن اجلاهلية اخلرقاء. الع ْد َل على إعجاز الشريعة يف مجع خمتلف الفرقاء على موائد التناصر فكان الوطن احلاضن الرؤوم ,وكانت املواطنة الشاهد َ والتعاضد والتناصح يف هللا وهلل ِوفْ َق منهج هللا. يضخ يف جسد املرء دماء الكرامة احلمراء ,وتغريد ِ آسٌر وقلب ُّ َّس املرء هبا عبق احلريةٌ , إن الوطن يف فلسفة اإلسالم رئةٌ يتنف ُ ِ ِ يتزوُد منها جلَنَّته يف السماء. يـُبْ ِه ُج الروح ويـُبَ ِّد ُد أحلك الظلمات ,إنه َجنَّةُ املؤمن يف األرض اليت َّ ت اإلنسان من تطبيق منهج الوحيني عليها ,فإن أقدس الُتاب ما استطاع املسلم أرض َم َّكنَ ْ إن الوطن يف فقه الشريعة اخلامتة ٌ ِ ِ ِ ٍ السجود عليه هلل مستَ ِأمنَاً ظهره من ٍ ب يُ َشتّت ,أو ف َ ٍ سيف يقطع ,أو ُس ْوط يُ ْدمي ,أو ر ْع ٍ َت تُـ ْغوي. ُْ ُ -2مشكلة البحث: إن التصور احلصيف لفقه الوطن يف املنظور اإلسالمي هو مدار حديث املسلمني عامة ،يقع فيه اختالف مُتامي األطراف ،وتدور يف تفاصيله تباينات شىت ،وإن العامل اإلسالمي اليوم جينح إىل مفاهيم قطرية ضيقة َتد من إمكانيات التواصل الفاعل ،وتقتل مبادرات الوحدة والتكامل الناجعة. وحيث أن الفكر الُتبوي اإلسالمي له منهج دقيق يف توصيف جغرافيا الوطن املسلم ،وتعريف مقومات الوحدة اإلسالمية املنشودة ،فإن مشكلة البحث تتلخص يف السؤال اآليت :ما مفهوم الوطن واملواطنة ِف منظور الفكر الَّتبوي اإلسَلمي؟ -3أهية البحث ومسوغاته :تتلخص أمهية البحث ودوافع كتابته يف النقاط اآلتية: أ -التعريف مبفهوم الوطن واملواطنة يف منظور الفكر الُتبوي اإلسالمي. ب -نقد الرؤية السلبية واملمارسات اجلوفاء ملفهوم الوطن واملواطنة. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 317-333 320 | Emad Gazi Kanaan صِ السبْ ِق للشريعة اإلسالمية يف ختريج أجيال متتالية من املسلمني َتلت أبعلى منازل حب الوطن والوفاء ب َّ ت -تسجيل قَ َ له. -4أهداف البحث :يَـنْ ُش ُد البحث َتقيق األهداف اآلتية: اإلسالمي. أ -التعريف مبفهوم الوطن واملواطنة يف منظور الفكر الُتبوي ِّ ب -تبيان مشولية الشريعة اإلسالمية وَماكاهتا لعديد املفاهيم املعاصرة احلديثة النافعة. -5 مصطلحات البحث :ومن أمهها اآليت: أ -الوطن :هو األرض اليت ولدان عليها وعشنا من خرياهتا ،وتربينا يف ظالل ثقافتها ومعتقداهتا. ب -املواطنة :هي منهج يضبط معتقدات وقيم وسلوكات اإلنسان يف أثناء تعايشه مع َميطه اإلنساين. الَّتبَ ِ السنَّة. وي َ اإلسَل ِميِ :هو فلسفة اإلسالم يف تربية الفرد واجلماعة املسلمة يف ضوء توجيهات الكتاب و ُّ ت -املَن َه ِج َ ثنياً :احملتوى العلمي -1الغربةُ عن الوطن ِف َتربة اَلجرةِ النربَ ِويرِة على أطالل َم َّكةَ امل َكَّرَمة اليت طفقت تغيب أنوار بيتها احلرام ،وأحالم عشقها املَرام... ُ ُ السهاد الطويلة ،اليت بدأت تتوارى خلف جباهلا السوداء ،وشعاهبا الرمضاء ،آمال يتيمة ،وآالم وعلى إيقاع والدة ليايل ُّ مريرة... يل ،فلو أن املشركي َل ُخيرجوِن َل أحب بَلد هللا إىل هللا ،وأنت ُّ ت شفتاهُ الطَّاهراتن( :أنت ُّ أحب بَلد هللا إ ر هنالك متَْتَ َم ْ ()1 أخرج منك) . ِ ِ َّيب صلى هللا عليه وسلم وأصحابه رضي هللا العذاب َ الع ْذ ُ وهذه هي سنوات الغربة العجاف تُتامى أطرافها ،و ُ ب يف سبيل هللا للن ِّ عنهم راح يتخضَّب ٍ ين أوفياء ..صهيب وبالل ،وأنصا ٍر كرماء ..أبو ر ومهاج وعمار، محزة آبجال وأقدا ٍر ..شهداءَ سعداءَ: َ ُ َّ أيوب وضرار ،وأيذن هللا القدير للطريد والشريد واجلريح واألسري أن يعودوا إىل َمكةَ اخلري ،فيدخلوها يف عام الفتح َّ مظفرين العدو املنهزم عندما راح آمنني ،وعلى رأس الكتيبة اخلضراء أهبر الفاتح َُمَ َّم ٌد األمني صلى هللا عليه وسلم اجليش املنتصر و َّ يطأطئ رأسه الشريف حىت تالمس حليته شعر دابتهُّ ،مثَ ها هو يغضب مستنكراً لَ َّما ملعت له بوارق السيوف – على الرغم من وتتحرَر فتحاً ال حرابً – ليقال له :هذا خالد بن الوليد قُـ ْوتِل فقاتل ،ليجيب: أنه هنى عن القتال يف َم َّكةَ؛ إذ أراد هلا أن َّ تتطهر َّ ()2 ِ لح َمة ،اليوم (قضاءُ هللا خرٌ ،ويـُ َق ِّوُم مسار سعد بن عبادة الذي خاطب يوم الفتح أاب سفيان قائالً له( :اليوم يوم املَ َ (3 ِ يوم يُ َعظ ُم هللا فيه ال َكعبَة، تُستَ َح ُّل ال َكعبَة ،بقوله أليب سفيان الذي جاءه يشكو إليه سعداً( :كذب سعد ،ولكن هذا ٌ سى فيه ال َكعبَة (. 4 ٌ ويوم تُك َ ( )1الطبري« :جامع البيان في تأوي القرآن» ،سورة ُم َح َّمد ،القول في تأويل قوله تعالى :ﮅ ﭩ ﭪ ﭫ ﭬ ﭭ ﮄ [ ُم َح َّمد،]١٣ : حديث.)28927( : ً ( )2البيهقي :معرفة السنن واآلثار ،كتاب السير ،المسلم يدخل دار الحرب فيشتري دارا أو غيرها ،حديث.)5677( : ( )3كذب سعد :أي أخطأ. ( )4ابن كثير« :السيرة النَّبَويَّة».)553/3( ، ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 317-333 مي الوطَ ِن وامل َواطَنَ ِة ِيف ال ِفك ِر َّ سال ِّ وي ا ِإل َ الُتبَ ِّ لس َفةُ َ | 321فَ َ ُ ِ ت َُمَ َّم ٍد صلى هللا عليه وسلم ومنشأه ،حيث األهل والعشرية ،وبيت هللا العتيق، ومْنـبَ ُ الوطَن األُ ُّم قْبـلَةُ إبراهيم عليه السالمَ ، إنه َ ِ ِ ب صداها ،وحكاايت ثبات الصحابة األسطورية – برغم إيغال أابطرة ومقام إمساعيل الذبيح ،وأحاديث بيت األ َْرقَم مل يَغ ْ الشرك ابألذى – ال يزال أَثـَرَها ،هنا عبق ذكر الزوجة الوفية سيدة نساء العاملني خدجية رضي هللا عنها ،وهناك مواقف ِ مشرف ٌة ِّ ّ ُ ِ تعمدها للعم أيب طالب ،وقريباً من احلرم وَتت لظى صحراء ََْن ٍد هتف ٌ َح ٌد ،وَتدَّى الكفر عمر الفاروق هبجرةٍ َّ َح ٌد أ َ بالل :أ َ ّ أَ ْن تكون ُم ْعلَنَةً لكسر هيبة قريش. َّيب صلى هللا عليه وسلم عطاء غري ََْم ُذوذ ،وتضحية أبنفس األمثان اليت ميلكها املرء ،حياته تبذل قرابانً إن املواطنة يف فكر الن َِّ ِ الوطَن على أمل العودة إليه والبناء فيه قريباً يف كنف ظروف أفضل، لوطن يكون آية للناس إىل يوم الدين ،وغربةٌ ُمفز َعةٌ عن َ وابالعتماد على معطيات أقوى. ٍ ٍ ِ روح َّ ض ال يفُت، وقلب انب ٌ الوطَن يف الثقافة السياسية النـَّبَويَّة ليس أرضاً ُختْتَ َ صُر يف جغرافية معينة ،بل للوطن ٌ خالقةٌ ال تيأسٌ ، وَ ٍ ِ رجال أوفياءُ بذلوا بني يديك الوطَن ٌ الوطَن أ ََايد بيضاءَ بُسطَ ْ ت إليك إذ قطعك النَّاس ،و َ فالوطَن بيت آواك إذ طردك النَّاس ،و َ َ ِ يك لك ثياابً ،وتداوي لك جراحاً ،وتناجي لك رابًَّ كرمي ًا وَت ، ا طعام لك تطهو أايديهن ليات ما برحت َ ً َّ أرواحهم ،ونساءٌ فُ ْ َ ض ٌ ِ َّيب صلى هللا عليه وسلم ومعه آله وزوجاته تسأله لك نصراً قريباً ،إهنم األنصار الذين كان قلبهم الكبري مبثابة َ الوطَن الثاين للن ِّ وأصحابه املؤمنون. صَرِة أهلها لرسول هللا املهدور دمه ،واملعروضة مقابل رأسه العِ َش ُار فيثرب سابقاً اليت أصبحت املدينة املنورة الحقاً بفضل نُ ْ َّ َّيب صلى هللا عليه وسلم عن عظيم فضل أبنائها على الرسالة اخلامتة بسبب لقاء َمكةَ وأهلها من النَّفائس ،معاذ هللا أن يغفل الن َُّ ِ ِ ِ ِ الرُد على من َم َّسهُ الشيطان بسوء الظن متوجس ًا و ج، اخلزر و األوس من أبنائها اد د و و ارها و أن ر ح َّ ََ جديد ،ولن تغفو عيناه عن س ْ َّيب صلى هللا عليه وسلم بعض الصدقات للقريشيني بغية َتليف قلوهبم جاء واضحاً وحامساً( :أال إن النراس ِد َث ِري، من بذل الن َِّ واألنصار ِش َعاري( ، 5لو سلك النراس وادايً وسلكت األنصار شعبةً التبعت شعبةَ األنصار ،ولوال اَلجرة لكنت رجَلً من يل من األنصار فليحسن إىل حمسنهم ،وليتجاوز عن مسيئهم ،ومن أفزعهم فقد أفزع هذا الذي بي األنصار فمن ُوِ َ (6 هاتي) وأشار إىل نفسه صلى هللا عليه وسلم . ث فيها نبيَّاً خامتاًَ ،تلى يف إن وفاء َّ ت فيها نبااتً حسناً ،وبُعِ َ الرسول صلى هللا عليه وسلم صاحب الشريعة ل رض اليت أُنْبِ َ ٍ ٍ ومتَـ َّوجة مببادرات اإلصالح من خالل بذله عليه الصالة والسالم لسنني عمره بعد البعثة يف أعظم ُحلَّة ُمطََّرزةٍ مبواقف الوفاء ُ ِ ٍ سبيل إنقاذ أهل موطنه َم َّكةَ من عبودية مهينة حلجارة عاجزة ،وانتشال قريش من ُع ْرف ٍ َح َّل لرجل أن يُق َّل خبنصره اآلمث بغيض أ َ َّ ت به طفلته احلسناء الرقيقة تَـنْ ُش ُد برفقة والدها أمناً وفرحاً ،لِتَ ِح َّل ابملالك البيء الطامة الكبى ،فقد طفق ذلك الذي تَ َشبَّـثَ ْ األب يواري قلب صغريته الطاهر يف الُتاب ،ال يصرفه عن عظيم ذنبه ُحنُـ ُّو البنت على أبيها تزيل ما علق بلحيته من رمال ،ومل الرمل اليت أهلبت يوقظ ضمريه الذي مل يَِف ْد من رمحة البهائم ببنيها اشتكاء املوءدة املتصاعدُ ،مثَّ أنينها اخلافت ،من أذى ذَ َّرات َّ عيناها ،وقَطَعت الحقاً نشيجها ،وبعد أن ألقاها يف ظلمة حفرةٍ ٍ ف ما أرادوا َتقيقه آمثة جلبت للجاهلية العار أبد الدهر ِخ َال َ َ الشرك يف انديهم – عندما أَفَ َل س اجلواري يف الُتاب ،ها هو هذا اجملرم يزهو متبخُتاً بعمله املشني ،وقد استقبله َّ أئمة ِّ من َد ِّ ِ ِ ِ الع ُّم أَنْت!! َدفْ ُن البنات من املكُْرَمات!! ،وإن هللا سبحانه إليهم ُمْنجزاً نصره العظيم على َّ الصغرية القتيلة –مبدحه قائلني :ن ْع َم َ َ ص فيه األبصار ،عن األدلة له ابملرصاد مسائالً َّإايه ،ومن َّ حرضه من شرار مستقبليه اخلانسني يف زمرته ،وذلك يف يوم تَ ْش َخ ُ طفلة ٍ اليت س َّو َغت هلم إزهاق روح ٍ حاملة ُم َسالِ َم ٍة ،قال تعاىل :ﮅﭭ ﭮ ﭯ ﭰ ﭱ ﭲ ﭳ ﮄ [التكوير.]٩ – ٨ : َ -2متََ ُّكن الوفاء للوطن من قلب النيب يِصلى هللا عليه وسلم ()5 شِعار :ال ّ ال ّدِثار وال ّ شعَ َرهُ ،وال ّدِثار هو الثوب الذي فوقه ,ومنه شِعار بكسر الشين هو الثوب الذي يلي الجسد ،ألنه يلي َ حديثه ‘ لألنصار« :أنتم الشِّعار ،والنَّاس الدِّثار» ،أي أنتم الخاصة والبطانة. ( )6أحمد :مسند األنصار ،حديث أبي قتادة األنصاري ،حديث.)22037( : ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 317-333 322 | Emad Gazi Kanaan ٍ َتم ٍ َّيب صلى هللا عليه وسلم إىل الطائف دروساً ابلغةً ٍ حصيفة ،إذ إنك ال تكلِّف نفسك لية حباجة إىل وقف ٍة ُّ إن يف قصة هجرة الن َِّ ِ ِ َّ ٍ حب االنتقام ،والرغبة اجلاَمة يف الثأر والتشفي، كثري العناء يف ضوء توظيفك لبعض من ُم َسل َمات فطرتك البشرية اجملبولة على ّ وهي مجيعها دوافع أصيلة تتدفق يف عروق اإلنسان ،حىت تقف مذهوالً حريان أمام قرار رسول الرمحة صلى هللا عليه وسلم الرافض ٍ حبزم أن يصيب القريشيني أدىن أذى ،وذلك على أمل أن يستبدل هللا حال كفرهم البواح ،إبميان راسخ يستوطن قلوهبم املظلمة. ٍ ِ اببتالء عظي ٍم يف هذه الرحلة الدعوية اليت أسفرت عن خماطر َمجٍَّة نزلت مبوالان العريب صلى هللا عليه وسلم َّيب ُّ لقد امتُح َن الن َُّ ٍ بغيضة من جهالء َّج ِربَةُ أسفرت عن رفض للحق من قبل أعيان ثقيف عامة ،وعن مكابرة رسول هللا صلى هللا عليه وسلم ،فالت ْ َّيب صلى هللا عليه وسلم احلصول على وعد منهم يضمن سرية عتاهتا -ما أعظم قبحهما -متثَّلت أوالً :بعدم قبوهلم طلب الن َِّ الزايرة عن طريق َح ْج ِ ب خبها عن قريش املستعرة غيظاً من دعوة اإلسالم ،واثنياً :بتسليطهم سفهاء القوم وَمانينهم على مقام ِ ب النَّاْ ِزُل ابلصادق األمني ،تُط ُّل على رسول هللا فرصةٌ اندرةٌ تشفي الظلم املَُرَّك ُ النُّـبُـ َّوة الشريفُ ،مثَّ من بعد ذلك القهر احلاقد ,و ُ ِ َّيب صلى هللا عليه وسلم عند ف املظلوم ،وتدفع خطر قريش ل بد ،إنه َملَ ُ الصدر ،وتريح البال ،وتـُنْص ُ ك اجلبال يف حضرة الن َِّ مشارف َم َّكةَ املباركة؛ وقد محل يف جعبته عرضاً مغرايً للغاية يـُْن ِهي عذاابت رسول هللا صلى هللا عليه وسلم كافة ،حيث روت ُح ٍد، الر َ َّيب َّ السيدة عائشة رضي هللا عنها أهنا سألت زوجها الن ََّ سول صلى هللا عليه وسلم :هل أتى عليك يوم كان أشد من يوم أ ُ ضت نفسي على ابن عبد ايليل بن ر ع إذ العقبة، يوم منهم لقيت ما قال( :لقد لقيت من قومك ما لقيت ،وكان أَ َش رد ََ ُ عبد ُكَلل ،فلم ُيبين إىل ما أردت ،فانطلقت وأان مهموم على وجهي ،فلم أستفق إال وأان بقرن الثعالب فرفعت رأسي، فإذا أان بسحابة قد أظلرتين ،فنظرت فإذا فيها جَبيل ،فناداِن فقال :إن هللا قد مسع قول قومك لك ،وما ردُّوا عليك، عليُّ ،مثَ قال :اي ُحمَ رمد ،فقال :ذلك فيما وقد بَ َع َ ك اِلبال لتأمره مبا شئت فيهم ،فناداِن َملَ َ ث إليك َملَ َ ك اِلبال فَ َسلر َم ر ريب صلى هللا عليه وسلم :بل أرجو أن خيرج هللا من أيِصَلهبم من يعبد ن ال فقال األخشبي؟ عليهم أطبق أن شئت إن شئت، َُّ (7 هللا وحده ،ال يشرك به شيئاً . ضُر إىل ذاكرة املتابع لتطورات أحداث الرواية -دومنا إرادة منه -موقف نيب هللا نوح عليه السالم من قومه بعد وهنا ََْي ُ تكذيبهم له ،إذ ضاقت روحه هبم ذرعاً ففزع إىل هللا يناشدهُ – حبر ٍقة -إهالكهم عن بكرة أبيهم ،قال تعاىل :ﮅﯫ ﯬ ﯭ ﯮ ﯯ ﯰ ﯱ ﯲ ﯳ ﯴ ﯵ ﯶ ﯷ ﯸ ﯹ ﯺ ﯻ ﯼ ﯽ ﯾ ﯿ ﮄ [نوح ،]٢٧ - ٢٦ :وإن هذا املوقف الثائر على أابطرة الظلم وأشياعهم؛ هو أيضاً موقف العديد من القادة عب التاريخ الذين جاءهتم فرص للنيل من خصومهم السياسيني والعسكريني من أبناء وطنهم الذين أوقعوا عليهم ظلماً ،حيث كان ردُّهم اليتيم الذي توثِّقه أروقةُ سجالت التاريخ اإلنساين هو غَّن مبتهجاً :أهالً وسهالً ومرحباً بطرق االنتقام كافة ،مهما كانت الطرق ترحاب محيمي ،و ٌ استقبال كرنفايلٌّ ،لسان حاله يت َّ ٌّ ٌ ِ ِ دي على العرض وعن ة، ي ودمو مدمرة ِّ َّ املالئكي املنتصر له جاء خمتلفاً أي هناايت مأساويَّة أسفرت ،غري أن اجلواب امل َح َّم َّ ّ ّ ُ جذرايًَّ ،وخمتصراً جداً( :بل أرجو أن خيرج هللا من أيِصَلهبم من يعبد هللا وحده ،ال يشرك به شيئاً . أليس يف هذا احللم االستثنائي والرمحة املذهلة وفاء َعَّز نظريه لبيت هللا احلرام َّ ببكة امل َكَّرَمة ؟ ُ ٍ شامل ِّ استئصال ٍ أال ُّ اضي رجالً وطنياً؟ يعد من أنقذ أبناء وطنه من معوالً على أم ٍر افُت ٍّ الفتح املب ِ ي ملكة املكرمة -3ثقافة املواطنة بعد ِ إن الصور املشرقة تزيد املتابع لتطورات األحداث يف سرية رسول هللا صلى هللا عليه وسلم مع قريش ذهوالً واستغراابً من عظيم رمحته بقومه اليت هي جزء من رمحته للعاملني ،قال تعاىل :ﮅ ﮐ ﮑ ﮒ ﮓ ﮔ ﮄ [األنبياء ،]١٠٧ :ومن ذلك أن قريشاً أوغلت يف َغيِّها ،وأغرقت يف طغياهنا ،وأخذها كِ ْبُ اجلاهلية ابإلمث ،حيث قتلت أصحاب رسول هللا صلى هللا عليه وسلم وأهدرت دم ِ ظلم َّيب شخصياً ،وأنفذت خمططاً شيطاينَّ التصميم واإلخراج بغية إزهاق روحه الطاهرة ،فكانت اهلجرة فراراً ابل ّدين ،وتبعها ٌ الن َِّ ( )7البخار ي :كتاب بدء الخلق ،باب إذا قال أحدكم :آمين والمالئكة في السماء ،حديث.)3075( : ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 317-333 مي الوطَ ِن وامل َواطَنَ ِة ِيف ال ِفك ِر َّ سال ِّ وي ا ِإل َ الُتبَ ِّ لس َفةُ َ | 323فَ َ ُ ِ ب ألموال ت ،حاكتها أايدي َس َدنَِة ِّ ات ،وح ْق ٌد وُكُرَاب ٌ وظُلُ َم ٌ الشرك يف َم َّكةَ املُ َكَّرَمةَ ، الوثَن ،فَ َسلْ ٌ وم َهَرهتَا محاقة مجاهري ُعبَّاد َ ِ ِ ريب هللا طال حىت النساء املسلمات العفيفات ،وعلى املسلمني ،وتَ ْشري ٌد للنساء واألطفال عن األزواج ،وقَـتْ ٌل بَغيْ ٌ ض ملن قال ّ خروج ساف ٍر عن أبسط أعراف العرب ،وأقل رأسهم ُمسَيَّةُ زوجة ايسر أم عمار ،وزينب بنت رسول هللا املختار ,وذلك يف ٍ مقتضيات مروءهتم. ِ اطس بعدما َشاه ِ ِ ِ ِ ت الوجوه ،واستسلم امل ِّكيُّو َن ملصريهم َ ُمثَّ أمضى هللا وعده نَبيَّه الكرمي وأتى نصر هللا والفتح ،فَأ ُْرغ َمت املََع ُ َ احملتوم ،ومل تغب عنهم مطلقاً عاقبة يهود املدينة املنورة اليت ليست عنهم ببعيد ال يف الزمان وال يف املكان ،وعلى رأسهم بنو ِ ِ ش َر قر ٍ خ قريظة ،وجاء السؤال التارخيي َملجالً يف ظالل البيت احلرام( :اي مع َ راً ،أَ ٌ يش ،ما تُ َرو َن أَِِن فَاع ٌل في ُكم؟ قالواَ :خ َ اذهبُوا فَأَن تُم الطُّلَ َقاءُ (. 8 وابن أ ٍ َخ َك ِر ٍي ،قالَ : َك ِريٌُ ، العام ضرابً من أمسى ضروب امل َواطَنَة ،إذ إنه َتاوز َماضياً خمُْ ِزَايً للمشركني، وي ِّ أال ترى أيها القارئ الكرمي يف هذا العفو النـَّبَ ِّ ُ وفتح أبواابً من اخلري دون أايديهم امللطخة ابلَ ِّدماء ،وقلوهبم الغارقة ابآلاثم ،وخزائنهم املتخمة ابحلرام ،حيث كان حصاد رمحته األمارة ابلسوء ،ووساوس الشيطان املُتبِّص ابملؤمنني الدوائر ،حلاق الكفار مبوكب النور ومواطنته اخلالصة من شوائب النَّفس َّ الذي قاد قوافله امليمونة إىل جنات عرضها السموات واألرض سيد ولد آدم عليه أشرف الصالة وأمت التسليم. الرسول األعظم كان أسوًة حسنةً خلَلَ ٍ ف صا ٍحل أتقن االقتداء ،وأجاد يف ِّ َتري تفاصيل االقتفاء ،وأقاصيص أبناء اإلسالم إن َّ الذين أيقنوا على مدار التاريخ اإلسالمي رفعة منزلة الوطَن عند رسول هللا كثرية ِّ ومشرفة ،فقد التزم قادة املسلمني وعلماؤهم َ وعامتهم هنج النُّـبـ َّوةِ َّ ِ ِ الوطَن أبن هم من ا ر ا ر وإق ، ا ب وح وفاء املال و لد و ال و َّفس ن ال على وإيثاره له، الوطَن والوالء َّ َّ ً ً ً ُ ُ َ الرشيد يف حب َ حاضن حرية اإلنسان امل ِكني ،وضامن كرامته احلصني ،ويتضح توافق أبناء اإلسالم على توثيق وطنيَّتهم يف حقائق اترخيية َ عديدة متثِّل هلا املواقف امل ِشعَّة اآلتية(:)9 ُ ومسَلوا عينيه، فمن املواقف املشهودة هلارون َّ الرِشيد ،أنه لَ َّما انتصر على ملك الروم قسطنطني ،اثر الرعية على قسطنطني َ الرِشيد ،فقررت مصاحلته على جزية ونَ َّ صبُوا مكانه أ َُّمهُ (رينيه) ،ومنحوها لقب (أوغسطه) ،غري أهنا كانت أعجز من أن تواجه َّ ِ ِ ِ الرشيد بكتاب جاء فيه: تؤديها كل عام ،فغضب الروم لوهنها ،وعزلوها ،ونَ َّ صبُوا مكاهنا ملكاً امسه( :ن ْق ُفور) الذي فاجأ َّ ّ -4مبدأ االنتماء للوطن ِف التاريخ اإلسَلمي (الرشي ُد ونِق ُفور الرِّخ ،وأقامت نفسها مقام (من نِْق ُفور ملك الروم ،إىل هارون ملك العرب :أما بعد :فإن امللكة اليت كانت قبلي أقامتك مقام ُّ ()10 ت َح ِقْيـ َقاً حبمل أمثاله إليها ،ولكن ذلك ضعف النساء ومحُْ ُق ُه َّن ،فإذا قرأت كتايب البَـْي َد ِق ،فَ َح َملَ ْ ت إليك من أمواهلا ما ُكْن َ ِ ك من أمواهلا ،وافتد نفسك مبا يقع به املصادرة لك ،وإال فالسيف بيننا وبينك). فاردد ما حصل قبَـلَ َ ( )8ابن هشام« :السيرة النَّبَويَّة».)412/2( ، ()9 يقول الداعية سلمان العوده « :إن التاريخ يعيد نفسه ،فأحداث األمس هي نفسها أحداث اليوم ،والمواقف المنتظرة من تمر بها أزمات متكررة في العصور المتعاقبة تحتاج رجال اليوم هي المواقف التي كان يفعلها رجال األمس ،واأل ُ َّمةُ ُّ فيها إلى أن تعود إلى ماضيها ،وتعيد النظر فيه: باألمس كانوا هنا واليوم قد تاهوا ب ف بحر باهلل الروم عن عر ٍ ُّ َ سلْ خ َْل َ َّ ً َ ْتُ العين مجراها ع َم د وأخطأت ا يوم سيرتهم ب ل ق ما يعلم هللا ْ ُ ِ نسيناه ماض لنا كان ونحن استرشد الغرب بالماضي فأرشدهم ٍ إن علينا أن نعود إلى ماضينا ،نستلهم منه الدرس والعبرة ،ونستنطق مواقف أئمة الهدى ومشايخ اإلسالم) .سلمان العوده: «سلطان العلماء».)23( ، الرخُّ :قطعة من قطع الشطرنج ،وهي القلعة (الطابية) ،وال َب ْي َدقُ :من أدوات الشطرنج أيضاً ،ويمثِّل جندياً ،ومعروف أن (ُّ )10 ق حركةً وقيمة ًعلى رقعة لعبة الشطرنج. ُّ الر َّخ أقوى من البَ ْي َد ِ ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 317-333 324 | Emad Gazi Kanaan الرِشيد مل يُ ِط ْق أح ٌد أن ينظر إليه لشدة غضبه ،فدعا بدواة وكتب على ظهر الكتاب: ص الكتاب إىل َّ ولَ َّما َخلُ َ (بسم هللا الرمحن الرحيم :من هارون أمري املؤمنني ،إىل نِْق ُفور كلب الروم ،قد قرأت كتابك اي ابن الكافرة ،واجلواب ما تراه دون أن تسمعه ،والسالم). ()11 الرِشيد من يومه ،وسار حىت نزل بباب ِهَرقْـلَةَ ،ففتح و َغنِ َم ،واصطفى وأفاد ،فطلب نِْق ُفور املوادعة على َخَراج ص َّ َ وش َخ َ ِ يؤديه يف كل سنة ،فأجابه إىل ذلك. ّ وعزته توجيهاً صرَياً ماضياً إىل يوم ال ِّدين َّ اخلوار الذي الرِشيد َّ حلكام املسلمني َّ ادهُ :إن احلاكم املسلم َّ إن يف أنفة َّ وعامتهمَ ،م َف ُ ِ ٍ ٍ جراء ذلك املستقر من َتته، عدو متغطرس َخ ْشيَةَ أن يز َ فتتضرُر َّ َّ َّ العدو كرسيَّهُ لزل ُ بطش ذلك ّ ترتعد فرائصه جزعاً من ّ مكتسبات احلكم املذهلةَّ ، ويتعكُر صفو ليايل مسره الفاتنة. ع املذلَّةَ والعار يف الراضي أبن َّ إن هذا احلاكم مضيِّ ٌع ل مانة العظمى اليت عاهد هللا والنَّاس أن يرعاها ،والشَّعب املستكني َّ يتجر َ صامت على الباطل ،ذنبه مياثل أضعاف ذنب سلطانه اجلائر اجلبان، مهزوم شعب ٌ ٌ أكناف مبايعة آمثة لزعيمه املقدَّس ،هو ٌ واحلَ ُّل هلذه املأساة اجلائحة يكمن يف َترر الشَّعب املهزوم من قيود خوفه ،كي يستطيع أن يثور ليكسر قضبان سجنه. الوطَن اجلريح ستدفع براعمه أغلى مثن ،غري أنه ال بد من ن يف احلاكم واحملكوم على السواء يف خطر ،و َ وإن صفة اإلنسان َ الوطَ ِّ ِ فجر قريب تشرق فيه مشس أبناء األ َُّمة الشرفاء ،الذين سيحررون الشَّعب من نَََت احلظرية ،وتعود ل َُّمة – إبذن هللا وحده – على أايديهم البيضاء أَمادها الغفرية. ٍ ِ بسرعة ضخ ُم إن النَِّفاق داءٌ ٌ تزداد وتت َّ عضال فت ٌ َّاك يبطش جبسد األ َُّمة فيهلكه ،اتركاً إَنازاهتا أثراً بعد عني ،وإن مفاسد النَّفاق ُ تنافس أبس َهنَِم ِ ألسنة النَّار وهي تُبِيْ ُد بيادر اهلشيم ،فتغدو وابءً جيتاح حاضر األ َُّمة ومستقبلها ،وإن لعنة النِّفاق َّ اهلدام متتزج ُ قاتل ال مناص من إزهاقه األرواح ،وال مشاحةَ يف إفنائه كرائم امل َق َّدرات ،وذلك عندما يصدر عن عامل جليل ِّ بسم ٍ تعو ُل عليه ٍّ ُ األ َُّمة إحقاق احلق وإبطال الباطل ،أايًَّ كانت األمثان املُتتبة على ذلك املوقف ابهظة ،فإن العلماء ورثة األنبياء ،وهم هبذه احلقيقة أعلم اخلَلْق ،وإن رسالة األنبياء كان من أهم مالَمها الصدح ابحلقيقة يف سبيل فضح أكاذيب املخادعني ،وهم يف اتم ٍة لدفع ضرائب هذا الصدق مع هللا والنَّاس ،وهبذا يتجلى أن على العامل نشر اهلداية يف أزمان الضاللة ،بغض النظر جاهزيٍَّة َّ ِ ِ الوطَنيَّة عن املخاطر املُتتبة على أدائه هذه الفريضة الدقيقة العظيمة األثر يف حفظ ديْ ِن املسلمني وأعراضهم وأمواهلم ،وهذه هي َ تقب يعفي ِ خوف من ٍ موت مر ٍ العامل من أداء فريضة مقارعة الطواغيت أجل صورها وأنفعها على وجه اإلطالق ،فال ٌ احلََّقةُ يف ِّ ِ ٍ ٍ ٍ ص ْوَمهُ امل َحَّرَم عن املضلِّلني ،وال قلق من تعذيب شديد ،أو سج ٍن مديد ،أو نف ٍي ال تُـ ْعلَ ُم لنهايته خامتة ,يُ َس ِّوغُ للعامل املسلم َ ُ ٍ سلطان جائر. حق عند قول كلمة ٍّ يصدح ِبحلَ ِق اعي -5مبدأ االنتماء للوطن ِف التاريخ اإلسَلمي (األوز ُّ ُ ِ َّث اعي رمحه هللا تعاىل فيما َحد َ ومن احلوادث اليت وقف فيها العامل حيث أراده هللا ورسوله واملؤمنون ،ما هنض به اإلمام األوز ُّ َّ ()12 ِ علي َمحَاََة -بعث إليه عنه أمحد بن الغَ ْم ِر حيث قال :لَ َّما َجلت احملنة اليت نزلت ابألَوزاع ِّي -لَ َّما نزل عبد هللا بن ٍّ ِِ ص. فَأُشخ َ ٍ يد احلِم ِ ص ِّي(.)13 قال :فنزل على ثَوٍر بن يز ْ َص :خرج. (َ )11 شخ َ (َ )12جلَّت :جاءت. ()13 ي ،محدث ثقة ،ثبت ،فقيه ،روى له الستة ،غير أنه كان يرى القدر ،مات في بيت المقدس سنة هو أبو خالد الحِ ْم ِ ص ُّ (153هـ). ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 317-333 مي الوطَ ِن وامل َواطَنَ ِة ِيف ال ِفك ِر َّ سال ِّ وي ا ِإل َ الُتبَ ِّ لس َفةُ َ | 325فَ َ ُ ِ ُجابِهُ حبرف. ور يتكلم يف ال َق َد ِر من بعد صالة العشاء اآلخرة ،إىل أن طلع الفجر ،وأان ساكت ما أ َ قال األَوزاع ُّي :فلم يزل ثَ ٌ ِ ت على عبد هللا بن ًّ ِ غ من قتل بن أُميَّة ،حيث قتل فلَ َّما السفاح لَ َّما فَـَر َ عم َّ َ صلَّيت ُمثَّ أتيت َمحَاََة ،فَأ ُْدخلْ ُ انكشف ال َف ْجُرَ ، علي ّ ()14 ِ َّ ف ابلسيوف منهم يومئذ نيفاً وسبعني ،ودخلت أختطى القتلى ،وكان قد َع ََّّب عبد هللا بن ٍّ علي أصحابه أربعة أصناف :صنْ ٌ ف معهم األعمدةِ ، ف معهم اجلِزرةُِ ، املسلَّلةِ ، ف معهم الكافِْر ُك ْوَابت(.)15 وصْن ٌ وصْن ٌ وصْن ٌ ََ َُ ِ فقال :اي أَوزاع ُّي! أَيـُ َع ُّد مقامنا هذا ،ومسريان ِرَابطاً? َّ َص ُدقَـنَّهُ ،واستبسلت للموت. رت ُمثَّ قلت :أل ْ فتفك ُ يب صلى هللا عليه وسلم أنه قال( :من كانت هجرته إىل هللا ورسوله ،فهجرته إىل هللا ورسوله، فقلت :جاءت اآلاثر عن النَّ َِّ ()16 ومن كانت هجرته إىل دنيا يصيبها ،أو امرأة ينكحها ،فهجرته إىل ما هاجر إليه) . ِ ِ ِ ت فأجب!. ت ,فقال :قد علمت من حيث ح ْد َ قال األَوزاع ُّي فقال يل :ما تقول يف دماء بن أُميَّة? ،قال :فَح ْد ُ قلت :كان هلم عليك عهد. وإايهم ،وال عهد ،ما تقول يف دمائهم? قال :فاجعلن َّ قلت :حرام لقول رسول هللا صلى هللا عليه وسلم( :ال َيل دم امرئ مسلم ،يشهد أن ال إله إال هللا وأِن رسول هللا ،إال إبحدى ثَلث :النرفس ِبلنرفس ،والثَ يِب الزاِن ،واملار ُق من ِ الدين الترارك للجماعة)(.)17 ُ فقال :وِملَ ،ويلك? ِِ ني(.?)18 وقال :أليست اخلالفة وصية من رسول هللا ،قاتل عليها ٌّ علي رضي هللا عنه بِص ّف ْ َ قلت :لو كانت ِ وصيَّةً ما رضي ابحلَ َك َمني. قال :فما تقول يف أموال بن أُميَّة? قلت :إن كانت هلم حالالً فهي عليك حرام ،وإن كانت عليهم حراماً فهي عليك أحرم. فنكس رأسه ،ونكست ،فأطلتُ ،مثَّ قلت :البَـ ْول! فأشار بيده ،اذهب! ،فقمت ،فجعلت ال أخطو خطوة إال قلت :إن رأسي يقع عندها!. قال الذهيب يف السري معلقاً على بطولة األَوز ِ علي ملكاً جباراً، السفاح( :قد كان عبد هللا بن ٍّ السفَّاك ابن أخي َّ اع ِّي مع ذلك َّ ِ ِ ِ ِ ِ السوء الذين َُيَ ّسنون احلق كما ترى ،ال َك َخلْ ٍق من ُعلَماء َّ سفَّاكاً لل ّدماء ،صعب املَراس ،ومع هذا فاإلمام األَوزاع ُّي يَ ْ ص َد ُعهُ مبُِّر ِّ ل مراء ما يقتحمون به من الظلم والعسف ،ويَـ ْقلبون هلم الباطل َح َّقاً ،قاتلهم هللا! أو يسكتون مع القدرة على بيان احلق)(.)19 ( )14الذهبي« :الجرح والتعديل».)213/1( ، ( )15الكافِرْ ُك ْوبَات :جمع الكافِرْ ُك ْوب ،وهي المقرعة. ( )16الطبراني« :المعجم األوسط» ،باب العين ،باب الميم من اسمهُ :م َح َّمد ،حديث.)7178( : ( )17البخاري :كتاب الديات ،باب قول هللا تعالى :ﮅ ﮱ ﯓ ﯔ ﮄ [الَ َّمائدة ،]٤٥ :حديث.)6498( : ()18 الرقة وبالس ،حدثت فيه موقعة بين سيدنا علي وسيدنا الرقة على شاطئ الفرات من الجانب الغربي بين َّ موض ٌع بقرب َّ معاوية رضي هللا عنهما سنة (37هـ). ( )19الذهبي« :سير أعالم النبالء».)125/7( ، ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 317-333 326 | Emad Gazi Kanaan ٍ رحم هللا األَوز ِ طاعات اع َّي إذ ُح َّق له أن َيظى بوصفه رجالً من رجال هللا سبحانه وتعاىل ،فقد كانت أايم عمره املباركة مجُْلَةَ ٍ حق كانت أقسى عليهم من طعنات وقرابت توزَّعت بني ركوع وسجود ينب املنب واحملراب ،أو َماهدة للظاملني بكلمات ٍّ احلَِراب. ازان -6مبدأ االنتماء للوطن ِف التاريخ اإلسَلمي (ابن تَ ي ِميرة وقَ َ فتح ر ٍ ابينّ غف ٍري لشيخ اإلسالم ابن ومن آايت عطاء هللا يف خلقه َمتنـُّنَاً منه سبحانه على من يشاء من عباده ،ما ََتَتَّى من ٍ ِ بِ تَـيْميَّة ،الذي يستقيم أن نقتبس من اترخيه احلافل بكلمات احلَ ِّق عند السالطني اجلائرين ما يعزز من فهم السلف لفقه ُح ّ ِ َّيب صلى هللا عليه وسلم لوطنه ،وبذله امل َه َج فداء أمنه ِّ وعزه ،ومن تلك املواقع الكثرية البن تَـْيميَّة نسرد احلادثة البطولية اآلتية: الن َِّ ُ لَ َّما ظهر قازان بن أرغون ملك التتار على دمشق جاءه ملك ال ُك ْرِج ،وبذل له أمواالً كثريًة على أن ميَُ ِّكنه من الفتك ابملسلمني من أهل دمشق ،وعندما وصل اخلب إىل شيخ اإلسالم ابن تَـيْ ِميَّة خرج والتقاه يف بلدة النـَّبْك بريف دمشق يف يوم االثنني ب منه حىت الصقت ركبتاه ركبة السلطان ،وقال له( :أنت تزعم أنك مسلم(،)20 الثالث من ربيع اآلخر سنة (699هـ) ،وقَـُر َ قاض ،وإمام ،وشيخِ ، ومعك ٍ اه َدا وجد َ ُّك كاان كافرين ،وما عمال الذي عملتَ ،ع َ ٌ وم َؤذّنون – على ما بلغنا – فغزوتنا ،وأبوك َ ٌ ُ ت). تَ ،و ُج ْر َ فَـ َوفَّيا ،وأنت عاهدَّت فغدرت ،وقلت فما َوفَّـْي َ ُّداً الدعاء ،فقال ُمثَّ عرض عليه قازان عروضاً دنيويَّ ًة َّ خاصةً ليشُتي منه والءً أعمى فرفض شيخ اإلسالم ،فطلب منه قازان تَود َ ِ ِ ُّ اإلمام يف دعائه( :اللهم :إن كان هذا عبدك َممود إمنا يقاتل لتكون كلمة هللا هي العليا ،وليكون ال ّدين ُكلهُ هلل ،فانصره وأيّده، ِ ِ وملّكه البالد والعباد ،وإن كان إمنا قام رايءً ومسعةً وطلباً للدنيا ،ولتكون كلمته هي العليا ،وليُذ َّل اإلسالم وأهلهْ ، فاخ ُذلهُ ِ ودمره ،واقطع دابره). َ وزل ِزلهُّ ، قال الشيخ الصاحل أبو بكر بن قوام الب ِ الس ُّي راوي القصة ( :فجعلنا َنمع ثيابنا خوفاً من أن يصيبنا بدمه ،إذا أمر بقتله )، َ ص ِري وغريه( :كدت أن هتلكنا وهتلك نفسك ،وهللا ال نصحبك من هنا، ص ْر َ ولَ َّما خرجوا قال له قاضي القضاة َنم الدين بن َ فقال :وأان وهللا ال أصحبكم)(.)21 إن شيخ اإلسالم ابن تَـيْ ِميَّة رجل وطنٌّ بدرجة امتياز ،فالروح اململوكة خلالقها هي نَ ْذ ٌر بني يدي هللا سبحانه قد استوجب ٍ بسخاء على هذا النِيَّ ِة :اللهم إين مشروع شهيد يف سبيلك ما أحييتن ،أبذل روحي لوجهك وحدك كما إمضاءه ،لي َقدَّم صَرةً لدينك ،وإحقاقاً حلقوق خلقك ،وذوداً عن أعراض املسلمني وحرمات بالدهم. أمرتن ،نُ ْ ِ ب للوفاء حيثما توافرت األسباب ،وكأن حال الشيخ ال يبح أن والنَّذر يف فقه اجلهاد عند شيخ اإلسالم هو َديْ ٌن ُم ْستَـ ْوج ٌ يكون ُمَرابِطاً على الثغور يرتقب منادي الرمحن :حيَّا على اجلهاد ،وإن فقه األولوايت هذا الذي اعتمده الشيخ اجملاهد ابن وَتتَـ َقُر يف قلبه مغرايت التعلق ابلدنيا قاطبة. ضاءَ ُل فيها عظام األهوالُْ ، تَـيْ ِميَّة جعل الدنيا صغرية يف عينيه ،تَـتَ َ إن فلسفة ابن تَـيْ ِميَّة يف التعامل مع احلُ َّكام الظاملني ختتصر يف هذا املنطق امل ْح َكم :إن احلاكم اجلائر الذي مل يرع للمسلمني إَِّالً ِ ِ صابئ عن دستور العدلُِّ ، متطرف يف استعمال السلطة ،وإن اجلواب الشايف ملثله ومل يَف هلم ابلذ َمم ،هو امرؤ مارق عن احلقٌ ، ٍ ِ ٍ ِ ٍ ٍ اسخ حق يف مقام صدق ،وذلك مع ضمان توافر فريضة َع َقديَّة ،هي وجوب استحضار معتقد إسالمي ر ٍ ٍّ خيتصر يف كلمات ّ مك ٍ ني َتلِّيه اآلية املباركة اآلتية الدَّاعمة ألركان اليقني :ﮅ ﮆ ﮇ ﮈ ﮉ ﮊ ﮋ ﮌ ﮍ ﮎ ﮏﮐ ﮑ ﮒ ﮓ ﮔ ﮄ [التوبة.]٥١ : ِ ٍ وش ٌ ٍ دم طاهر يغدو جلن ٍَّة قرابانً، إن َوطَنِيَّة شيخ اإلسالم اإلمام ابن تَـْي ِميَّة هي فداءٌ ال ُهَراءٌُ ، روع أبفعال ال تنطُّ ٌع أبقوال ،هي ٌ وشهادة خالصة لرِّهبا ِع ْرفَاانً. ( )20أعلن قازان بن أرغون ملك التتار في سنة (695هـ) إسالمه على يد نائبه األمير نوروز ،وتس َّمى :محمود ،ودخل أكثر التتار في اإلسالم. ُ ( )21عبده كوشك« :صفحات مشرقة من تاريخ أعالم األ َّمة».)581( ، ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 317-333 مي الوطَ ِن وامل َواطَنَ ِة ِيف ال ِفك ِر َّ سال ِّ وي ا ِإل َ الُتبَ ِّ لس َفةُ َ | 327فَ َ ُ نعم وهللا!؟ إن اخلطب َجلَ ٌل ،واألمر عظيم. فوا أسفا على أ َُّمة اإلسالم لِ َما آلت إليه أحواهلا!؟ املسرات ،ولكن ما أعظم لطف هللا فهو تبارك وتعاىل فالعني وهللا كادت ُّ تبيض من كثرة الدمع ،وإن احلسرات قد أذهبت َّ أرحم وأحلم. -7مبدأ االنتماء للوطن ِف منهج الصحابة (عائشةُ تبكي الرعيل األول وقد حدثنا َُمَ َّمد بن عبد هللا بن الزبري ،عن عروة ،عن أبيه ،قال :قالت عائشة رضي هللا عنها يوماً :رحم هللا لبيداً( ،)22إذ قال: ب َذ َه َ يَـتَ َح َّدثُو َن َّ ِ ين الذ َ اش يـُ َع ُ خمََانَةً ِيف ِ يت َوبَق ُ اب َويـُ َع ُ أَكنَافِ ِهم وم َالذَةً َ َك ِج ِ ِيف خلْ ٍ لد ف َ قَائِلُ ُهم وإِن َمل يَشغَبِ َ األَجر ِ ب َ () 23 قالُ :مثَّ تقول عائِشة :هذا كيف لو أدرك لبِي ٌد من حنن بني ظهر ِ انيه؟! ي :كيف لو أدركت عائِشة من حنن بني ظهر ِ انيه؟! قال :ويقول ُّ الزه ِر ُّ ي من حنن بني ظهر ِ انيه؟! معمٌر :كيف لو أدرك ُّ وقال َّ الزه ِر ُّ ()24 -8مبدأ االنتماء للوطن ِف التاريخ اإلسَلمي (يِصاحب النر ق ِ ومسلَ َمةَ ب َ ويف صفحة منرية أخرى َتلق َوطَنِيَّة الرعيل املبارك من هذه األ َُّمة املسلمة ،لتالقح أهداب النجوم يف أفالكها ،وتناغي أحالم القمر يف خدورها ،وفيها مينح املسلم وطنه مجيع ما يطيق ودومنا أي مقابل ،فهو عطاء لوجه هللا وحده ،ال يرتقب منه منفعةً ِ املخلصني :ﮅ ﭚ ﭛ ﭜ ﭝ ﭞ ﭟ ﭠ ﭡ ﭢ ﭣ ﭤ ﭥ ﭦ دنيويةً عابرًة ،بل منازل أخرويةً ابقيةً ،وقد قال تعاىل مبشراً هؤالء املؤمنني الوطَن تبيُّنه احلادثة النادرة اآلتية: ﭧ ﭨ ﭩ ﭪ ﭫ ﭬ ﭭ ﭮ ﭯ ﭰ ﮄ [الليل ،]٢١ – ١٧ :وإن هذا التسامي احلَصري يف محاية َ كان َم ْسلَ َمةُ بن عبد امللك بن مروان( )25أحد قادة الفتح اإلسالمي الكبار ،ويف يوم من أايم هللا يف جهاده اجمليد ،حاصر ٍ رجل من حصناً منيعاً من حصون الرومُ ،مثَّ ندب املقاتلني إىل نَـ ْقب منه ،فما أجرى هللا فتحه على يد أحد منهمُ ،مثَّ تقدَّم ٌ عُ ْر ِ ض اجليش( ،)26فأانله هللا نعمة فتحه ،فدخل املسلمون من ورائه. ()22 يِ ‘ هو لبي ُد بن ربيعةَ بن مالك ،أبو عقيل العامر ُّ ي ،أحد الشعراء الفرسان في الجاهلية ،أدرك اإلسالم ،ووفد على النَّبَ ّ وأعلن إسالمه ،وقد ترك لبي ٌد ال ّ شِعر ،فلم يقل في اإلسالم إال بيتا ً واحداً: ْ صال ُح عاتب المر ُء الكريم َكنَف ِس ِه ما وال َمرْ ُء يُص ِل ُحهُ الجليس ال َّ َ ()23 والتخون ،أي التنقص ،و َم َالذَةً :مصدر َملَذَةَ َم ْلذا ً و َم َالذَةً ،والم ِْل ِوذُ والَمالذُ :الذي ال يصدق في َمخَانَةً :مصد من الخيانة، ُّ مودته. ( )24ابن حجر العسقالني« :المطالب العالية» ،كتاب األدب ،باب ال ّ شِعر ،حديث.)2659( : ضرغام من بني أ ُ َميَّة ،فتوحاته مشهورة ،سار في ( )120ألفا ً لفتح القسطنطينية سنة (96هـ) ،وغزا ( )25أبو األصبغ ،أمير ِ َّ سِند وهي إقليم في الباكستان سنة (109هـ) ،تولى عدة إمارات إسالمية ،مات بالشام التُّرك وهم جيل من المغول ،وال ّ سنة (120هـ). ض الجيش :من عامة الجند وليس من قادتهم. ( )26من عُرْ ِ ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 317-333 328 | Emad Gazi Kanaan واندى َم ْسلَمةُ :أين صاحب النَّـ ْق ِ ب؟ فما جاءه من أحد ،فنادى :إين قد أمرت اآلذن إبدخاله ساعة أييت ،فعزمت عليه َّإال َ جاء. وجاء رجل ،فقال لآلذن :استأذن يل األمري. فقال له :أنت صاحب النَّـ ْق ِ ب. قال الرجل :أان أخبكم عنه. وأتى اآلذن َم ْسلَمةَ ،فأخبه عن الرجل فأذن له ،فقال :إن صاحب النَّـ ْق ِ ب أيخذ عليكم ثالاثً :أََّال تُ َس ِّودوا امسه يف صحيفة إىل َ امللك ،وال َتمروا له بشيء ،وال تسألوه ِممَّن هو؟. قال َم ْسلَ َمةُ :فذلك له. قال الرجل :أان هو. فكان َم ْسلَمةُ ال يصلي بعدها صالة إال قال :اللهم اجعلن مع صاحب النَّـ ْق ِ ب(.)27 َ الرومي يُغَِين للوطن -9مبدأ االنتماء للوطن ِف األدب العريب (ابن ُّ ِ كشف املعَّن َّ َّ ب اإلهبام وقد أحسن ابن ُّ الرومي عندما َ الوطَن ،حيث قال كالماً فَ ْ صالًَ ،يُ ْذه ُ وبني العلة اليت يـُ ْع َش ُق من أجلها َ ٍ ٍ ٍ ٍ َّم الوطَنٍ ، وروح – ما أنفسها – تـُ َقد ُ الوطَن ،ووقت يـُبْ َذ ُل بعنفوان كي يزهر بـُْرعُ ُم َ عن أسرار َماْل ينفق بسخاء من أجل بناء َ الوطَن ،قال رمحه هللا: قرابانً إىل هللا خالقها رجاءَ أن َيفظ تراب َ ويل ُّت َع ِهد ُ ب وحبَّ َ إذا َّأال آليت وطن ُ ٌ الشباب َشرخ به ِ الرجال أوطا َن أوطاهنم ذَ َكُروا ْ و َّأال كنعمةِ مآرب ُ هود عُ َ أبيعه ونِعمةً إليهم ُ َّ ذكَرْهتُُم َّهر مالكا أرى غريي له الد َ ٍ ظاللكا يف أصبحوا قوم هنالكا الشباب قضَّاها ُ ِ لذلكا فحنُّوا فيها الصبا ّ -10مبدأ االنتماء للوطن ِف األدب العريب (أشجا ُن الَّتانيم الوضراءة كما أ َّ َن يف أكناف املقطوعة الشعرية أو املوسيقية أو الروحية أو الوطنية أو اليت يستقيم أَ ْن تُ َس َّمى جبميع ما سلف من ٍ ٍ املصطلحات ,وذلك يف ضوء ما َتمله ُكلٌّ منها من عمق يف الدَّاللة ,وإيغال يف قوة التعبري ,إن يف قلب تلكم املشاعر الرحب امل ِهْي ِ ب تلحظ أقماراً ذاكرةً, اجليَّاشة ,والُتانيم الوضَّاءةَ ,وطَنَاً َم ِكْيـنَاً بتارخيه ,وعلى ضفافها بيتاً آسراً بدفئه ,ويف فضائها َّ َ وأ ََْنُ َماً شاخمةً ,وإِ َّن برهان مجيع ما ادَّعينا ,يتجلَّى عندما تتفتح ورود قلب القارئ لربيع األبيات الرائعات اآلتيات: الـعـي ُـن ريــانةٌ بعد َ بـالـدم ِع فِراقِها الوطنا أقل َق َها ال أن ِ وال فت سـَاكِـَناً أل ْ ِ وال ى س ال تُـح َّ َكَر ً ( )27ابن عساكر« :تاريخ دمشق» .)36/85( ،وانظر؛ محمود شيت خطاب« :أقباس روحانية».)75 – 74( ، ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 317-333 َس َكنَا َو َسنا مي الوطَ ِن وامل َواطَنَ ِة ِيف ال ِفك ِر َّ سال ِّ وي ا ِإل َ الُتبَ ِّ لس َفةُ َ | 329فَ َ ُ ِ ساحن ٍة ُك ِّل يف ترى كـانت ِ ت لوال ـلب أنَّةٌ صع َد ْ َ والـق ُ أِ َعلِموا هم ب ُح الذين ـت ُّ لـي َ ْ ِ ُمفارقَـ ُه ْم َحسبُن ـنت مـا ك ُ أ َ بِِه الزما ُن بث ع ا ـوطن م يـا ً َ َ ِ ِ بك عن سو َاك غ ََّن ق ْد كان يل َ أُنُف ًا ض ًة و ر إال ـت مـا َْ َ كـن َ أذَى وك ليك َعـطََفوا فأوس ُع َ َع َ َ ضبَ ًا ق ا و د ر ج ف عليك َو َحـنَـ ْوا َ َ َّ َ َُ صنٍ على َغ ََّّن اي طـائراً غُ ُ ِ ِ َش َجن ت ِمن ئ ش ما ج ه و زدين َْ َ ْ ِ ست ما أَذْ َك ْـرتَـنـي لَ ُ انسيَهُ َوو ِاديَ ُه (بَـَردى) أّذْ َك ْـرتَـن وأ ِ َكلَفي من ت َحـَّبـةً َسَرْر ُ أْ ِ ِ ويَـ ْغلبُن ذا ك ْـم أُغـالـبُـهُ ِ ِ ِ ُربوعه ُم يف ـات لـي ذ ْك َـري ٌ َّ أبدًا ب ذ ع م ـب ي ر ـ ـغ ل ا إ ّن َُ ٌ َ َ َح َسنا ترى ال وابتت ُح ْسناً, ْ أان فيه ْت أنـكـرتهُ, َو َش َكك ُ هـنالِ ُهنا لقيت ما ك َوُه ُـم ُ ُ ِ البدان روح َي فارق حـتَّـى تُ َ الزمنا بك أغرى الذي ذا َمن َّ ِ ِ ِ غ ََّن نك كـان يل بسو َاك ال َع َ َو َجَّن َمغ ِرس ًا وطابت ت م ر ْ َكَُ ْ ِ منَـنَا األذى ـس ُّـمو َن وه ُـم ُ يُ َ بَِقنَا َّموا قد ت و ة ـ ن ـو ن ـ ـس َم ْ ًَ ََ ُ صنا ذلك يَسقي و(النيل) الغُ ُ ُ ِ ِ ِ الش َجنا َّ ف ر ع ت ي ل ث م نت ك إ ْن َ ُ ْ ُ َ ِ َحَزان َّدت ذكرى ب َولَ ُـر َّ َجد ْ وثَُّن بِِه آحـادًا والـطـي َـر َك َمنا فيهم َوَهـواي العجاً َهتَنا َكـ ْفـ َكـ ْفتُ ُه إذا َد ْم ٌـع ُّ َو َسنا ُه َّـن َتل َقاً الـحـياةُ ظَ َعنا وإن يَـْنـ َعم لَ ْـم َح َّـل إن -11فريضة التغير ِف الفكر الَّتبوي اإلسَلمي َّس ال تطيق مشرفةً ُّ الوطَن يف الفكر الُتبوي اإلسالمي ُميثِّل كعبةً َّ َتج إليها قلوب أبنائه كل حلظة ،فهو ليس َّإال َحَرٌم مقد ٌ إن َ ِ ٍ َّ َمتل ابلوكالة، فهو ن ط الو ابن ة ل حب املعتدي َّام اهلد ذلك ا َّع ن ق م جاء اء و س ؛ عابث ٍ معتد بيد ا َّس ن مد الطاهر ابه ر ت ترى أن املروءة َ َُ ً ً ٌّ ُ َ الوطَن هو مسجد أقصى ََِت ُّن أرواح املؤمنني و ال، و األم و اض ر األع و اح و األر حرمات جيتاح أو جاء َماهراً هبويَِّة َغاْ ٍز جش ٍع َ ٍ لتحريره من ِ ٍ ٍ نبوي شر ٍ يف نبتت فيه الوطَن ال يعدو أن يعيش يف صدور املسلمني عشقاً ندايًَّ مبثابة مسجد ٍّ رجس آمث َمتال ،و َ ِ ِ ِ ِ ِ ِ ِ ِ ِ احلني وحسن أولئك يقني والشُّهداء و َّ ت يف بَقيْعه أجساد َّ بذار اإلسالم األوىل ،وتَ َدثـََّر ْ الص َ الص ّد َ ني من النَّـبَـيّ َ السادة املُ ْخبت ْ َ ني و ّ رفيقاً. الوطَن اليت َع َكفت وسائل اإلعالم اهلدَّامة -أبشكاهلا كافة -على تسويقها؛ هي نتاج إن الصورة املُ َش َّوهة القبيحة حلب َ ِ ِ ٍ ٍ ِ تؤدى من قبَل احلاكم َمرد طقوس ُمْبـتَ َذلَة َّ السامة تصوير امل َواطَنَة بع ّدها َّ تقهقر ُم ْزِم ٍن ألحوال األ َُّمة املسلمة اليت كان من مفرزاهتا َّ ُ ات م ِهينةٍ جراء تبعيَّ ٍ اهلائم على وجهه بعدما قام ذلك الدَّخيل بتشويه التاريخ ،وتلويث احلاضر ،وإجهاض املستقبل ،وذلك َّ ُ للقاصي والداين قد انتحلها ،واليت أسهمت بدورها يف اختصار األ َُّمة يف أن تصبح ذيالً شارداً للغرب اترة وللشرق يف أخرى. لقد أَفَ َل َنم التفوق العلمي ،والتقدم التكنولوجي ،عن املسلمني اليوم والعرب منهم خاصة ,حىت غدا ضالَّةً استحال عليهم فسئِ َم النَّاس حىت من احلديث َتصيلها برغم آالف اخلطط اخلمسية ،واالسُتاتيجيات العشرية ،اليت أخفقت براَمها َمتمعةَ ، عنها بعد ماليني الوعود امل َس ِّكنة اجلوفاء ،لذلك ويف َردَّةِ فِ ْع ٍل سلبيَّ ٍة استبدلت أ َُّمةُ سورة احلديد تطلعها إىل األخذ بزمام املبادرة يف َماالت الصناعات و ُ االبتكارات احلديثة املتوالدة مع إشراقة كل صباح ابكر ،ابجُتا ٍر وضي ٍع ال يتفق ودستور األ َُّمة الذي يريد هلا البقاء على ُسدَّةِ خري أمة أخرجت للناس. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 317-333 330 | Emad Gazi Kanaan فطفق املسلمون اليوم يستوردون كل نفيس من العامل املعاصر من مستلزمات احلياة الضرورية ،وذلك بعدما تصدَّقت عليهم تكتالت العامل املهيمنة بتحقيق تقدٍُّم ُم ِه ٍّم يف َماالت تصنيع علب احملارم الفاخرة ،وأمناط البسكويت الشهية ،وأكياس البطاطا املقليِّة امل َس ْر ِطنَ ِة ،ويف بعض احلاالت احلساسة وبسبب الفائض اهلائل من األموال اليت متلكها بعض بالد املسلمني ،ساعدت ُ الدول الكبى بعض املسلمني على بناء انطحات السحاب الباسقة للغاية ،ومراكز التسوق امل ْشغِ ِلة للمسلم عن جلسات ُ اخللوة بغية التدبر والتأمل والتفكري ،وكان من أكب إَنازات قادة األ َُّمة احلاليني أهنم انلوا من سادة الدنيا يف َمال املدنيَّة ِمنَ َحاً وهبتهم فرصاً حقيقيةً تساعدهم على تقليل شكاوى أبناء اإلسالم من وقع التخلُّف عليهم ،وذلك عب السماح هلم أن ينجحوا ومسلسالت مفسدةٍ ،حبيث تشتمل على تر ٍ ٍ يف إعداد برامج تلفزيونية ملْ ِه ٍية ،و ٍ فيه فات ٍن ٍ كفيل بتعطيل العقل املسلم، أفالم ُ ٍ يري مب ٍ ك. وإشغال القلب املؤمن ،وإبقاء املشاعر يف حالة موت سر ٍّ ُ ْ إن من مل َُْت ِد معه نفعاً كل خمططات تثبيط عزمية األ َُّمة السابقة ،حبيث إهنا مل تستطع أن تشغله عن مدارسة أحوال األ َُّمة ،بل ِ ص األ َُّمة من خيوط الدُّمى املتحركة امل َكبِّلَ ِة إلرادة التغيري املنشود يف واقعها إهنا تدفعه بقوة حنو البحث الدؤوب عن حلول ُختَلّ ُ ُ املأساوي ،فإن هذا املسلم املرابط املستبشر خرياً ابهلل سبحانه وتعاىل أمام خيارات جهنَّمية كثرية ،فاملقابر ابنتظاره إن لزم األمُر تورطه جبرمية اخليانة العظمى ملفاهتا ُم َع َّدةٌ سلفاً فهي ألمثاله ابملرصاد ،وهذا ُكلُّهُ طبعاً إذا مل يشفق عليه أولو استَطََر ،وهتمة ُّ وْ فيض من رمحتهم الواسعة الغفرية؛ الوطَنيني املرهتنني ألعداء املسلمني من أبناء دينه ،فإنه إذا ما َم َّسهُ من هؤالء ٌ النهي واألمر من َ فهناك من غرف الزانزين املنفردة ما يفي بغرض ختزينه لعشرات السنوات ،حىت ير َّ تد عن َوطَنِيَّتِ ِه امللْغُومة ،إىل َوطَنِيَّ ِة القوم َ املأفُونة. َ لقد كان من نتائج ذلك التضليل والتجهيل والتفقري والتقتيل والُتويع الذي نزل أببناء األ َُّمة املسلمة ،أَ ْن َرَك َن املسلمون اليوم إىل حالة من اإلدمان على التخلف ،والتسليم ابلواقع املزري ،فراراً من تفك ٍري بـن ٍ َّاء مبستقبل األ َُّمة ومصريها سيجلب -ال َمالة - َ لصاحبه ،وألسرته ،وألقرابئه ،ولزمالئه ،ولبلدته أو َحيِّ ِه ،حسرات احلياة الدنيا قاطبة ،وويل بعد ذلك ملن يفكر يف أن يفعل فعلته الشنعاء مرة أخرى من نَِْري سوط ال يرحم ،ومن َعْت َم ِة سجن ال يـُْت َخم. ِ الرسول األكرم ،هي رمحة أببناء أ َُّمتِ ِه رجاء أن ال يبقوا دون سائر األمم!؟ َّيب األعظم ،و َّ إن َوطَنيَّة الن َِّ وإن وطَنِيَّة اخللف الصاحل هي مبثابة ٍ قلب يؤمن حبب أبناء أ َُّمتِ ِه أوالًٍ ، وعقل جيتهد يف توصيف املشكالت وتشخيص العلل ُمثَّ َ اقُتاح احللول األ َْمثَ ِل هلا اثنياً ،فتلك الوطَنِيَّة هي ليست إال يداً تزرع ،وتبن ،وتصنِّع ،وتعلِّم ،وتطبِّ وهلُ َّم َجَّرا؟. بَ ... ُ َ إن األ َُّمة املسلمة ما زالت أرضاً خصبةً قادرةً على توفري مجيع الطاقات املطلوبة لتحقيق هنضة شاملة وعميقة َتيي األ َُّمة من ِ فتوحدها ِّ كل من يَـْن ُش ُد حضارة وتقويهاُ ،مثَّ تُِقلُّها إىل ِّ جديدّ ، مصاف أقوى األمم ،لتعود كما كانت -وقد ُح َّق هلا – ُو ْج َهةَ ِّ علمية وأدبية وأخالقية!؟. اشاهُ أَ ْن إنه اليقني املطلق الذي ال تطاله يد القنوط من رمحة هللا سبحانه ،والذي هو وعد هللا للمؤمنني ابلتمكني ،وهللاُ َح َ ِ ني معظٍَّم معاذ هللا أن تَـ ُفلَّه ِغلْظَةُ احلِنْ ِ ف و ْع َدهُ ،والذي نقسم عليه بيم ٍ ث الزنيم :فباهلل الطالب الغالب املدرك املهلك املنتقم ُ خيُْل َ َ ِ ِ اجلبار ِ ِ الس ِر وأخفى ( ،)28أن لليل املسلمني فجراً قادماً ولو بعد حني ،تستجديه آهات احلي القيّوم الذي ال إله إال هو عاملُ ّ ّ ِ وتبشر به تسابيح َّ وتتحس ُسه أفئدة العارفني. الذاكرين، َّ املظلومنيُ ّ ، ()28 هذه يَ َميِنٌ ُمغَ َّل َ ظةٌ وأنواعها هي اليمين التي غ ّلِظت بالزمان ،أو المكان ،أو بزيادة األسماء والصفات مثل اليمين السابق، أو بحضور جمع ،أو بالتكرار .فالتغليظ بالزمان هو :أن يكون الحلف بعد العصر ،وعصر الجمعة أولى من غيره، والتغليظ بالمكان :أن يكون الحلف عند منبر المسجد الجامع من جهة المحراب ،وكونه على المنبر أولى ،أما التغليظ في مكة ،فهو أن يكون بين الركن األسود والمقام .والتغليظ بالزمان والمكان يكون في اللعان والقسامة وبعض الدعاوى. والتغليظ بزيادة األسماء و الصفات نحو :وهللا الطالب الغالب المدرك المهلك الذي يعلم السر وأخفى ،ونحو :وهللا الذي ال إله إال هو عالم الغيب والشهادة الرحمن الرحيم الذي يعلم من السر ما يعلم من العالنية ،وهذا التغليظ يكون في بعض ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 317-333 مي الوطَ ِن وامل َواطَنَ ِة ِيف ال ِفك ِر َّ سال ِّ وي ا ِإل َ الُتبَ ِّ لس َفةُ َ | 331فَ َ ُ إننا نَبِيت كل ٍ ليلة على ذاك اليقني ،يَ ْس َم ُع العابر من قرب نوافذان نشيج حسراتنا واألنني ،ونصبح عليه َيدوان للقياه كل ُْ الشوق واحلنني....ورجع ِش ِ غاف أفئدتنا يبتهل ملواله ُمتَ ْمتِ َماً ..اللهم آمني آمني. ْ َ ُ ٍ صادق ،وأشد ساعات الليل ُحلْ َكةً وسواداً هي السويعات اليت تسبق بزوغ الفجر، ب الليل الغَ ِس ُق بفج ٍر (فَ ُسنَّةُ هللا أن يَـ ْع ُق َ ()29 وسنَـنَاً اثبتةً ال تتبدَّل ،وال بد لنا أن نعيها ونتعامل على بصرية معها) . اىب، َت ال صارمة انني لَ ِك ْن هلل يف خلقه قو ُ ُ ثلثاً :نتائج البحث وتويِصياته خلص الباحث إىل مجلة من النتائج والتوصيات ,ومن أمهها: أ -مفهوم الوطن واملواطنة مبحث فائق األمهية ينبغي على الباحثني املتخصصني يف العلوم اإلسالمية معاجلته وفق الرؤية اإلسالمية الرشيدة. ب -وثَّقت الدراسة َناح مناهج الُتبية اإلسالمية الشاملة والعميقة يف ختريج أجيال من أبناء األمة املسلمة الذين َتلو أبعلى درجات املواطنة اإلجيابية الفاعلة. توصي الدراسة أبمهية إَناز دراسات َتليلية َتصيلية نقدية تفنِّد دعوى عجز الفكر الُتبوي اإلسالمي عن تربية أجيال تؤمن ابلوطن وعمل على بنائه وهو ما يؤكد صالحية الشريعة اإلسالمية اخلامتة لبناء اإلنسان الصاحل الناجح يف كل عصر ومكان. رابعاً :مصادر البحث ومراجع القرآن الكرمي. أمحد بن احلسني البيهقي :معرفة السنن واآلثرَ ،تقيق عبد املعطي أمني قلعجي ،دار قتيبة (دمشق -بريوت) ،الطبعة األوىل1991 ،م. أمحد بن حنبل الشيباين :مسند أَحد بن حنبلَ ،تقيق شعيب األرنؤوط وآخرون ،مؤسسة الرسالة ،الطبعة األوىل ،بريوت، 2001م. أمحد بن علي بن حجر العسقالين :املطالب العالية بزوائد املسانيد الثمانية ،تنسيق سعد بن انصر بن عبد العزيز الشثري، دار العاصمة ،دار الغيث ،الطبعة األوىل ،السعودية1419 ،هـ. سليمان بن أمحد أبو القاسم الطباين :املعجم األوسطَ ،تقيق طارق بن عوض هللا بن َممد ،وعبد احملسن بن إبراهيم احلسين، دار احلرمني ،القاهرة ،د -ت. مشس الدين َممد بن أمحد الذهيب :ذكر من يعتمد قوله ِف اِلرح والتعديلَ ،تقيق عبد الفتاح أبو غدة ،دار البشائر ،الطبعة الرابعة ،بريوت1990 ،م. مشس الدين َممد بن أمحد الذهيب :سر أعَلم النبَلءَ ،مموعة من احملققني إبشراف الشيخ شعيب األرانؤوط ،مؤسسة الرسالة ،الطبعة الثالثة ،بريوت1985 ,م. عبد الرمحن السهيلي :الروض األنف ِف شرح السرة النبويةَ ,تقيق عمر عبد السالم السالمي ,دار إحياء الُتاث العريب، الطبعة األوىل بريوت2000 ,م. عبد امللك بن هشام :السرة النبويةَ ،تقيق َممد السرجاين ،مكتبة الُتاث اإلسالمي ،حلب1978 ،م. الدعاوى .والتغليظ بحضور جمع هو :أن يحضر الحلف جماعة من أعيان البلدة وصلحائها ،وأقلهم أربعة ,وهذا التغليظ يكون في اللعان .والتغليظ بالتكرار هو :تكرار اليمين خمسين مرة ،وهذا يكون في القسامة. ()29 يوسف القرضاوي« :جيل النصر المنشود».)5( ، ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 317-333 332 | Emad Gazi Kanaan عبده كوشك :يِصفحات مشرق من َتريخ أعَلم األُرمة ،دار الفيحاء ،الطبعة األوىل ،دمشق2009 ،م. علي بن احلسن املعروف اببن عساكرَ :تريخ دمشقَ ،تقيق عمرو بن غرامة العمروي ،دار الفكر ،دمشق1995 ،م. َُمَ َّمد بن إمساعيل البخاري :يِصحيح البخاريَ ،تقيق مصطفى البغا ،دار العلوم اإلنسانية ،الطبعة الثانية ،دمشق1993 ،م. َممد بن جرير الطبي :جامع البيان ِف تويل آي القرآنَ ،تقيق أمحد َممد شاكر ،مؤسسة الرسالة ،الطبعة األوىل ،بريوت، 2000م. يوسف القرضاوي :جيل النصر املنشود ،مكتبة وهبة ،الطبعة الثالثة ،القاهرة1992 ،م. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 317-333 The Concepts of Nation and Citizenship in the Islamic Educational Thought Citation / ©- Kenan, E. G. (2017). The Concepts of Nation and Citizenship in the Islamic Educational Thought, Çukurova University Journal of Faculty of Divinity, 17 (1), 317-333. Abstract- The study aims to shed light on the homeland in the light of the Quran and Sunnah. The investigator does his study through the descriptive analytic method using inference and induction tools to identity the most important educational values the principles and learning methods the educational Islamic point of view to rooting homeland. The present study aimed to the following: a- Clarify the status of the nation in the Holy Quran and Sunnah. b- Definition of the concept of citizenship in the nation and the Islamic educational thought. c- Totalitarian Islamic statement of many contemporary concepts beneficial law. Then investigator started to compare the present Islamic nation with its best. The importance of the study is determined as follows: a- The importance of identify the nation and citizenship in the Islamic educational thought. b- Criticism the wrong understanding of the nation and citizenship conception. cConfirm the superiority of Islamic law in the education of generations of Muslims understand correctly the concept of nation citizenship. Finally, the study confirmed that the Jihad for the sake of God is one of the ordinances of Islam, which created a cream difficult imposed by the circumstances surrounding the Islamic nation on. The most important findings and recommendations of the study as follows: a-The conception of the nation and citizenship is so much important for researchers to achieve it in the Islamic educational thought. b- The study confirmed the success of the overall Islamic education curriculum in the graduation Muslim generations are characterized by the highest levels of the positive active citizenship. c- The importance of the completion of a cash analytical studies confirm the invalidity suit inability of the Islamic Educational Thought for breeding and graduating generations believe in the country and is working on its construction which confirms the validity of Islamic law to produce good man in every time and place. Keywords- Islamic curriculum educational, homeland, citizenship األندلس ِف األدب الَّتكي احلديث Yeni Türk Edebiyatında Endülüs Okt. Abdulsettar Elhaj Hamed Atıf / ©- Kanaan, E. G. (2017). األندلس ِف األدب الَّتكي احلديثYeni Türk Edebiyatında Endülüs, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 17 (1), 335-354. Öz- Bu makalede Arap harfleriyle yazılmış olan (1839-1928) yeni Türk edebiyatındaki Endülüs imajı ele alınmıştır. İbnü’l-Arabî’nin yaşadığı döneme dayanan Endülüs-Türk ilişkileri özet bir şekilde verilmiştir. Söz konusu dönemdeki Türk edebiyatçılarının Endülüs’le ilgili vermiş olduğu eserler tanıtılarak Türk edebiyatında Endülüs konusu kronolojik bir şekilde ele alınmıştır. Makalede Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu şartlar göz önünde bulundurularak edebiyatçıların edebî eserlerde Endülüs’ü neden ve nasıl ele aldıkları incelenmiştir. Türk edebiyatçıları, Batı saldırılarına karşı İslâm medeniyetini savunmak için gereken malzemeyi Endülüs’te bulmuşlardır. Endülüs, çöküş dönemini yaşayan Osmanlıların moralini yükseltmek için bir araç olarak kullanılmıştır. Endülüs’ün akıbeti de Osmanlı için bir ders olarak sunulmuştur. Ele alınmış olan eserlerde Endülüslülerin ve İspanyolların imajları incelenmiştir. Genellikle Endülüslülerin imajı olumluyken İspanyolların imajı olumsuz olmuştur. Anahtar sözcükler- Endülüs, Yeni Türk Edebiyatı, Osmanlı Devleti, Türk Tiyatrosu, İslâmî Edebiyat §§§ :امللخص م) إذ تقدم حملة عن1928-1839( تتناول هذه املقالة صورة األندلس يف األدب الُتكي احلديث املكتوب ابحلروف العربية ِّ ،عالقة الُتك ابألندلس اليت متتد إىل زمن الشيخ املتصوف ابن عريب وتؤرخ ملوضوع األندلس يف األدب الُتكي يف احلقبة وتبحث هذه املقالة يف أسباب استلهام األندلس وَتلياهتا.املذكورة بذكر أهم األدابء الذين تناولوا األندلس يف مؤلفاهتم األدبية Makalenin gelişi: 21.06.2016; Yayına kabul tarihi: 19.06.2017 İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, eposta: [email protected] 336 | Abdulsettar Elhaj Hamed يف أعماهلم األدبية ،مفسرة ذلك يف ضوء الظروف التارخيية اليت كانت متر هبا الدولة العثمانية ،فقد وجد الكتّاب الُتك يف األندلس ما يلزمهم للدفاع عن احلضارة اإلسالمية يف وجه هجمات الغرب ،فكانت األندلس وسيلة لرفع معنوايت العثمانيني الذين كانوا يعيشون حالة انكسار ،وكان مصري األندلس درسا ألخذ العبة .واملقالة تبني صورة األندلسيني واإلسبان يف األعمال األدبية املدروسة ،وبشكل عام بدت صورة األندلسني مشرقة أما صورة اإلسبان فقد كانت سلبية. الكلمات املفتاحية :األندلس ،األدب الُتكي احلديث ،الدولة العثمانية ،املسرح الُتكي ،األدب اإلسالمي .1مقدمة األندلس اسم أطلقه العرب املسلمون على املناطق اليت سيطروا عليها يف شبه اجلزيرة األيبريية (إسبانيا والبتغال) يف العصر األموي .حيث استمرت سيطرت املسلمني يف األندلس أكثر من سبعة قرون ،أقاموا خالهلا حضارة حققت إَنازات للبشرية يف خمتلف امليادين .لكن اإلسبان استطاعوا القضاء على حكم املسلمني فيها تدرجيياً ،ومع سقوط إمارة غرانطة عام 1492م انتهت سلطة املسلمني متاماً يف األندلس. ول ندلس مكانة مهمة عند املسلمني مجيعاً ،فهي فردوسهم املفقود ،وعلى الرغم من مرور القرون على انداثر موضوعا ألعمال شعرائهم وأدابئهم األدبية على اختالف حكمهم فيها مل ينسوها وبقيت ِذكراها منقوشة يف ذاكرهتم ،وصارت ً أعراقهم وألسنتهم ،فكتب عنها العريب والُتكي والباكستاين واملاليزي وغريهم ،حيث تناولوا اترخيها وحضارهتا يف رواايهتم ومسرحياهتم وقصصهم وأشعارهم ،فنالت مكانة مهمة يف اآلداب اإلسالمية بلغاهتا املختلفة. ومن هنا كان من الطبيعي أن يويل األدابء الُتك اهتماماً مبوضوع األندلس ،وأن يستلهموا أعماهلم من اترخيها املشرق .وال سيما يف احلقبة األخرية من حياة الدولة العثمانية ،فقد مرت هذه الدولة أبحداث وظروف جعلت من األندلس موضوعاً َمبباً ل دابء والشعراء الُتك ،ففي النصف الثاين من القرن التاسع عشر وأوائل القرن العشرين أصبح موضوع األندلس من أهم املوضوعات املتناولة يف األدب الُتكي ،وتناوله أبرز األدابء يف تلك احلقبة. .2 العَلقة بي الَّتك واألندلس ميكن إرجاع العالقة بني الُتك واألندلسني إىل زمن وصول الشيخ األندلسي َميي الدين ابن عريب إىل بالد األانضول يف زمن السالجقة ،حيث كان يُتدد على مدهنا ،وأقام يف كل من مالطية وقونية وقيسرية وحران يف الفُتة الواقعة بني 1 عامي 1211 -1206م ،وترك يف هذه املدن مريدين له. و ّأما احللقة الثانية من هذا التواصل بني الُتك واألندلسيني فتمثلت إبرسال األندلسيني سفرياً إىل السلطان العثماين ابيزيد الثاين َيمل رسالة تتضمن طلب املدد واملساعدة من السلطان حلماية األندلسيني من اإلسبان ،وطلب توسط السلطان ابيزيد الثاين لدى البااب يف روما ليحث اإلسبان على الكف عن إيذاء األندلسيني .لكن السلطان ابيزيد وقتئذ كان يعاين من عوائق منعته من إرسال اجلنود ملساندة األندلسيني أمهها النزاع على العرش مع أخيه األمري جم ،وحربه مع دولة املماليك .فلم يتمكن السلطان إال من إرسال أسطول لضرب السواحل اإلسبانية ونقل من تبقى من األندلسني إىل سواحل اجلزائر وأراضي 2 الدولة العثمانية. ومثلما كان اهتمام السلطان العثماين َمدوداً ابألندلس وأهلها ،كان اهتمام املثقفني العثمانيني هبم َمدوداً أيضاً يف تلك احلقبة .واقتصر اهتمامهم يف البداية على ابن رشيد ،فقد كتب كل من عالء الدين الطوسي والبورصوي حاجي زاده Osmanlı-Endülüs M. Erol Kılıç, “İbnü’l-Arabî Muhyiddin” DIA, c 20; s 495-516. 1 )Feridun Bilgin,“Gırnata İsyanı (1568-1570 İlişkileri” Usûl, 11 (2009/1),117-140 2 Çerçevesinde ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 335-354 | 337األندلس ِف األدب الَّتكي احلديث يردان فيه على أفكار ابن رشد .وقام ابن كمال حاجي زادة يف عهد السلطان سليم ،بتشجع من السلطان َممد الفاتح ،كتاابً ّ بكتابة حاشية على كتاب "هتافت الفالسفة" أيضاً. ّأما يف َمال األدب فقد كان الُتك العثمانيون مطلعني على األدب األندلسي ،وذلك يف إطار تعلمهم األدب العريب يف امل دارس يف تلك احلقبة ،إال أن موضوع األندلس مل يدخل األدب العثماين يف احلقبة نفسها ،ومل يتطرق له الشعراء واألدابء العثمانيون ،وانتظروا حىت عصر التنظيمات لتصبح األندلس واترخيها وحضارهتا من أهم املواضيع احملببة لديهم .ويرجع بعض الباحثني إمهال الكتّاب العثمانيني األندلس يف أعماهلم إىل بعد األندلس عن الدولة العثمانية وعدم وجود رابط جغرايف 3 بني أراضي الدولة العثمانية واألندلس. .3 األدِبء الَّتك واألندلس سنتعرف يف هذه الفقرة على أبرز األدابء الُتك الذين عاشوا يف أواخر الدولة العثمانية وبداية اجلمهورية الُتكية، وتناولوا األندلس يف مؤلفاهتم مع إعطاء نبذة خمتصرة عن تلك املؤلفات. .3.1ضياء ِبشا (1880 -1829 كان ضياء ابشا من أشد خصوم السلطان عبد العزيز الذي أبعده إىل قبص فهرب إىل ابريس ،بيد أنه بعد عودته كثريا من أفكاره اليت كان ينادي هبا من قبل ،فقد عاد من الغرب شرقياً ميجد الشرق وثقافته .قام ضياء ابشا غري ً من املنفى ََّ بُتمجة كتاب لويس فياردوت َتت عنوان "َتريخ األندلس" 4الذي بدأ بُتمجته عام 1861م ،غري أن ترمجته مل تكن مطابقة ل صل الفرنسي ،بل إن الباحثة إَني أنغينون شككت يف أن يكون كتاب "َتريخ األندلس" ترمجة للكتاب الفرنسي ،فقد تبني هلا خالل مقارنة فهرس الكتاب األصل وفهرس الكتاب املُتجم أن املواضيع خمتلفة يف الكتابني 5،كما أن ضياء ابشا زين كتابه أببيات من الشعر الُتكي والعريب والفارسي تناسب األحداث والوقائع اليت يسردها ،وأشار يف مقدمة الكتاب أيضاً إىل مراجعته للمصادر العربية واألوربية يف أثناء كتابته.6 يكاد جيمع الكتّاب الُتك على أن من أهم أسباب اهتمام أدابئهم ابألندلس كتاب اتريخ األندلس ،أما سبب َتليف هذا الكتاب أو نقله فهو ـ ـ كما ذكره املؤلف يف مقدمة الكتاب ـ ـ أن األمويني يف األندلس أشادوا حضارة عظيمة استفادت منها الشعوب كلّها غري أن العثمانيني ُح ِرموا من االستفادة منها ،فقام هو بتأليف هذا الكتاب لسد هذا الفراغ.7 ويرى الباحث إمساعيل أرون سال أن مثة سببني لتأليف الكتاب؛ األول؛ لفت انتباه املبهورين ابحلضارة الغربية إىل احلضارة اإلسالمية يف األندلس ،وبيان دورها يف ظهور احلضارة الغربية املعاصرة ،والثاين؛ رفع معنوايت العثمانيني الذين كانوا يعيشون 8 حالة انكسار واهنزام يف خمتلف أحناء الدولة العثمانية على خمتلف الصعد. Beşir Ayvazoğlu, “Edebiyatımızda Endülüs”, Endülüs'ten İspanya'ya, Ankara, Türkiye Diyanet Vakfı, 1996.s. 80 3 Ziya Paşa, Endülüs Tarihi, İstanbul, Karabet ve Kasbar Matbaası, 1304 H/18861887: Tab-ı Sânî (2. bs.). 4 İnci Enginün, “Edebiyatımızda Endülüs”, Araştırmalar ve Belgeler, Dergâh Yay, İstanbul 2000, s. 32-41 5 Ziya Paşa, Endülüs Tarihi, s. 5-6 6 Ziya Paşa, Endülüs Tarihi, s. 6 7 İsmail E. Erünsal,“Türk Edebiyatında Endülüs’e İlginin Uyanmasında Ziya Paşa’nın Endülüs Tarihi adlı Tercümesinin Rolü ve Bu Tercümenin Yapılış Nedenleri”,Ötekilerin Peşinde Ahmet Yaşar Ocak’a Armağan, haz. Mehmet Öz, Fatih Yeşil, Timaş Yayınları, İstanbul 2015, s. 417-423. 8 ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 335-354 338 | Abdulsettar Elhaj Hamed يف بداية الكتاب يتحدث الكاتب عن بداية اإلسالم وانتشاره ،مث يشري إىل دور الدولتني العباسية يف الشرق واألموية يف األندلس يف نشر العلم والثقافة ،وكيف أن التعصب املسيحي يف األندلس حرم العامل من أشياء كثرية .ويتابع الكاتب يف طيات الكتاب سرد األحداث التارخيية ،واملقارنة بني احلضارتني اإلسالمية والغربية ،ويعلي من شأن احلضارة العربية واإلسالمية ،ويتحدث عن النظام والعلم والقيم اليت جلبها املسلمون العرب إلسبانيا ،وكيف استفادت احلضارة الغربية من علوم املسلمني يف األندلس ،مشرياً إىل أن إخراج املسلمني من األندلس أدى إىل َتخر العلم يف العامل. كما ترجم ضياء ابشا كتاب ليفال وتشرول عن "حماكم التفتيش" 1882م ،بيد أن هذا الكتاب ظل يف ظل كتابه األول ومل يشتهر. ومن اجلدير ابلذكر أن ضياء ابشا ألّف أول َمموعة شعرية يف عصر التنظيمات مؤلفة من أشعار اختارها من العربية والُتكية والفارسية يف عامي )َ (1874-1875تت عنوان "خراِبت" .9وقد أعطى ألشعار األندلسني مكاانً مهماً يف خمتاراته ،كما ذكر يف مقدمة هذا الكتاب عدداً من أمساء الشعراء األندلسيني الذين أعجب بشعرهم ،ونذكر منهم ـ ـ على سبيل املثال ال احلصر ـ ـ أاب الوليد ابن زيدون وابن ليون وابن خفاجة وابن سكرة وابن اخلطيب. ومن بني األشعار اليت اختارها ضياء ابشا مرثية األندلس أليب البقاء الرندي ،وقصيدة ابن عبدون يف راثء بن األفطس اليت يقول يف مطلعها: الدهر يفجع بعد العني ابألثر فما البكاء على األشياح والصور كما اختار قصائد وأشعار لكل من ابن محديس الصقلي ولسان الدين ابن اخلطيب وابن خفاجة وأيب القاسم عامر بن هشام وابن األزرق األندلسي وابن عمار وأبو حيان األندلسي وابن جبري وابن سكرة وغريهم من األندلسيني. .3.2انمق كمال (1888 -1840م : انمق كمال أحد مؤسسي األدب الُتكي احلديث ،تطرق يف أثناء حديثه عن املسرح ونشأته يف مقدمة إحدى رواايته إىل ذكر األندلس ،فقد ذكر أنه ال ميكن أن يكون العرب قد أمهلوا املسرح يف املاضي إمهاالً كامالً ،ويذكر أن صاحب "نفح الطيب" قد ذكر يف كتابه نوعاً من أنواع التسلية اليت كانت شائعة يف األندلس ،وع ّد انمق كمال هذا النوع من التسلية 10 نوعاً من أنواع املسرح. أن الشاعر انمق كمال من َميب الشعر العريب ،وكثرياً ما يستشهد أببيات من الشعر العريب يف مقالته ورسائله، وخاصة أشعار شعراء أهل املشرق ،من األبيات اليت استشهد هبا بيت من الشعر ينسب ل مري األموي األندلسي عبد الرمحن بن احلكم يف رسالة وجهها إىل أحد أصدقائه وهو: 11 ٍ فشباب رأي القوم عند شباهبا" بتجارب "والشيخ إن َي ِو النُهى .3.3عبد احلق حامد (1937-1852 كان الشاعر الرومنتيكي عبد احلق حامد ـ ـ امللقب ابلشاعر األعظم ـ ـ من أكثر أدابء الُتك اهتماماً ابألندلس ،فقد ويتبَّن الشاعر عبد احلق حامد اإليديولوجية اإلسالمية اليت َتلت يف كث ٍري من مؤلفاته، خصها خبمس مسرحيات من مسرحياتهّ . ّ ومن ضمنها مسرحياته األندلسية اليت تصدى فيها إىل أولئك الذين يربطون بني التخلف واإلسالم. Ziya Paşa. Harabat, 1291-1292. İstanbul, Matbaa-i Âmire, 1 c.'de 3 c. 9 Namık Kemal, Namık Kemal'in Türk Dili ve Edebiyatı Üzerine Görüşleri ve Yazıları, haz, Kazım Yetiş, 2. Bs, İstanbul, Alfa Yayım Dağıtım, 1996. s.355-356 10 Namık Kemal, Namık Kemal'in Türk Dili ve Edebiyatı Üzerine Görüşleri ve Yazıları, s. 240 11 ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 335-354 | 339األندلس ِف األدب الَّتكي احلديث تناول عبد احلق حامد ضمن سلسلة املسرحيات املتعلقة ابألندلس سقو َط األندلس يف مسرحيته األوىل "نظيفة- َ . 12"1876تدث يف هذه املسرحية عن أخطاء عبد هللا الصغري ،وعن مكائد فردانندو الظامل ،وأجرى مقارنة بني أخالق املسلمني وأخالق اإلسبان رجحت فيها الكفة للمسلمني .يف املسرحية ترفض نظيفة ـ الفتاة املسلمة العفيفة ـ ـ طلب امللك العيش معه يف قصره ،وتقدم على االنتحار لرفضه إرساهلا إىل بلد إسالمي حر تعيش فيه حبرية. املنتصر فردانندو الذي أحبها َ وتناول يف مسرحية "طارق " 1879 -ـ ـ اليت كانت من أكثر أعمال عبد احلق حامد شهرة ـ ـ فتح األندلس السريع والناجح حسب املعطيات التارخيية. وتناول يف مسرحية "تزر أو امللك عبد الرَحن الثالث "1880 -احلقبة الذهبية من اتريخ األندلسَ ،تدث فيها عن قصة حب عبد الرمحن الثالث ـ ـ أقوى حكام األندلس ـ ـ لفتاة إسبانية ،إذ يروى أن عبد الرمحن الثالث مل يعش سعيداً إال ثالثة عشر يوماً وهي احلقبة اليت أحب هبا الفتاة اإلسبانية ،وتنتهي هذه احلقبة مع قيام ثورة ضده ،فيقرر التضحية ابلفتاة اإلسبانية وحببها من أجل إعادة االستقرار لوطنه. وتناول يف مسرحية "ابن موسى "1880 -فُتة التأسيس واالستيطان وما ختللها من مكائد ودسائس أعاقت عملية فتح األندلس وأخرهتا. أما يف مسرحية "عبد هللا الصغر "1817-فقد تناول سقوط غرانطة آخر معاقل العرب املسلمني يف األندلس. لكن عبد احلق حامد أطلق العنان خلياله يف هذه املسرحية وابتعد عن احلقائق التارخيية ،فبعد خسارة أيب عبد هللا الصغري غرانطة اضطر ملغادرة البالد والذهاب إىل املغرب مصطحباً معه كارولينا ،كارولينا هذه فتاة إسبانية أحبها أبو عبد هللا وكانت منبوذة من قبل َمتمعها اإلسباين .بيد أن املغرب رفض استقبال هذا امللك اجلبان الذي فرط بوطنه ،فاضطر للعودة من جديد إىل األندلس مع كارولينا ،وهناك عاش بقية حياته معها يف كوخها الصغري .فقد عاش يف الكوخ حياة سعيدة أسعد من تلك اليت كان قد عاشها يف قصر احلمراء. وميكن تلخيص أفكار حامد يف مسرحياته األندلسية على الشكل اآليت: يبز يف مسرحياته قوة اإلسالم وشجاعة املسلمني من خالل فتح األندلس ويقارن دائماً بني املسلمني واملسيحيني ،ويرى أن أخالق املسلمني أمسى من أخالق املسيحيني. املسلمون كلهم يناضلون إلعالء كلمة هللا ،فقد نذروا أنفسهم يف سبيل هللا ،كما أهنم ميتلكون إدارة صلبة ومتواضعة .أما اإلسبان فمعظمهم ظاملون وضعفاء ،ورجال الدين منهم صورهتم سلبية جداً. يركز يف مسرحياته على مفاهيم اإلسالم واإلنسانية والعدالة واحلق والشريعة ،ويربط بني االحنطاط األخالقي واحنطاط الدولة ،فإذا ما فسدت األخالق يف دولة ما وضاعت احلقوق وانعدمت العدالة بني الناس فيها فإن هذا االحنطاط سيكون سبباً لسقوط تلك الدولة. يظهر مكانة املرأة املرموقة يف اجملتمع األندلسي. وينقص. 13 - حامد خيرج عن الرواايت التارخيية يف أماكن كثرية من مسرحياته ،ويطلق العنان خلياله فيغري ويبدل ويزيد Abdülhak Hamid Tarhan, Tarık yahut Endülüs’ün Fethi, İbn Musa yahut Zatü’l;Cemal, Tezer yahut Melik Abdurrahmanü’s-Salis, Nazife, Abdullahü’s-Sagir. haz İnci Enginün. İstanbul, Dergâh Yayınları, 2002. 12 İnci Enginün, “Edebiyatımızda Endülüs”, Araştırmalar ve Belgeler, s. 32-41. 13 ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 335-354 340 | Abdulsettar Elhaj Hamed .3.4مشس الدين سامي (1904 -1850 كتب مشس الدين سامي مخس مسرحيات ،استلهم ثالاث منها من اتريخ األندلس ،واملسرحيات اليت استلهمها من اتريخ األندلس هي "سيدي َيىي" 14و"وجدان" 15و"مظاَل األندلس" ،غري أن املسرحية األخرية مل تصل إلينا .عمد الكاتب من خالل مسرحيَّتيه اللتني استلهمهما من اتريخ األندلس إىل الُتكيز على مبدأ التضحية من أجل الوطن. تع ّد مسرحية "سيدي َيىي" اليت نشرت يف عام 1875أول مسرحية يف األدب الُتكي تستلهم سقوط األندلس يف .1492تناول مشس الدين سامي يف مسرحية "سيدي َيىي" شخصية سيدي َيىي املثرية للجدل .وتدور أحداث هذه املسرحية يف أواخر القرن التاسع اهلجري وبداية القرن العاشر اهلجري يف األندلس يف قلعة رازه ومدينة قشتالة. بطل املسرحية سيدي َيىي هو ابن عم خليفة األندلس الشيخ أبو احلسن ،سيدي َيىي رجل يف اخلامسة واألربعني من عمره ،وهو قائد قلعة رازه اليت حاصرها اإلسبان ،وجوعوا أهلها الذين انتشرت بينهم األوبئة ،وبعد مقاومة طويلة فتح عما سيدي َيىي ابب القلعة اخلارجيّ ، وخري أهل القلعة بني االستسالم للعدو أو االنسحاب معه إىل داخل احلصن للدفاع ّ وَتصن يف القلعة مع َمموعة من الناس الذين فضلوا البقاء معه. عثمان، خادمه عند أمانة تب ّقى من القلعة ،وترك ابنته حليمة ّ غري أ ن أحد رجال سيدي َيىي فتح ابب احلصن لإلسبان مقابل أموال وعدوه إبعطائها له ،فاعتقلوا سيدي َيىي وأودعوه السجن .يف السجن خيدع اخلائن بدرو َيىي ،وينجح بدرو ابهلرب من السجن بعد أخذ مالبس َيىي وخامته .ويق ّدم نفسه لإلسبان أبنه سيدي َيىي ويتّفق معهم. ويف تلك األثناء كان عثمان خادم َيىي يعيش هو وابنه يوسف وابنة َيىي حليمة عند أسرة إسبانبة كالعبيد ،يف البداية يوسف كان يظن أن حليمة أخته ،لكن وبعد أن عرف أن حليمة ابنة َيىي وقع يف حبها. يصدر امللك وامللكة عفواً عاماً خيرج مبوجبه َيىي من السجن ،ويبدأ ابلبحث عن ابنته حليمة ،وجيدها بعد ذلك يتعقب بدرو ،ويكشف للملك وامللكة حقيقة املكائد اليت حاكها بدرو الذي يودع السجن إىل األبد ،ويسأل امللك َيىي عن رغبتة فيقول له إنه يرغب يف إعطائه احلرية يف الذهاب إىل املكان الذي يريد. يصرح مشس الدين سامي يف مقدمة هذه املسرحية املليئة ابملغامرات أبن مسرحيته مل تكتب وفقاً لكتب التاريخ، ويرى أنه وال ينبغي أن يُعُتض عليه ألنه مل يلتزم ابألحداث التارخيية ألن هدفه األول من كتابة املسرحية تبئة سيدي َيىي من هتمة اخليانة اليت ألصقها التاريخ به.16 و ّأما مسرحيته الثانية اليت بعنوان "وجدان" تناول فيها الفُتة األخرية من الوجود اإلسالمي يف األندلس وابلتحديد فُتة سقوط غرانطة .نشأت "فاطمة" بطلة هذه املسرحية يف غرانطة يتيمةً برعاية أخيها حسن .وهي َتب "رضوان" الذي َتديد ٍ موعد لزواجهما ،ولكن ضغوط اإلسبان احملاصرين غرانطة ترغم الشاب رضوان على ُعرف بشجاعته وحبه لوطنه ،ويتم ُ َتجيل الزواج واالنضمام إىل قوات قائد فرسان غرانطة موسى بن أيب الغسان للدفاع عن غرانطة. أما أخو فاطمة حسن فيمثل الشخصية السلبية اليت تعود إىل رشدها يف آخر األمر .فهو َيب "ليونورا" الفتاة املسيحية وللزواج منها يوافق على اعتناق الكاثوليكية ،وتغ يري امسه إىل ألفونس ،ويبتعد عن املسلمني ،وال يشاركهم يف الدفاع عن غرانطة ،فيحظى أخرياً بلقب الدون من امللك فرديناند .ولكن حسن مل يكتف بكل ذلك بل طلب من فاطمة أن تعتنق الكاثوليكية أيضاً لكي تتزوج من شقيق زوجته ليوانردو الذي كان َيبها كثرياً .وخدعها بقوله أن رضوان قد قتل ،وأن اعتناق الكاثوليكية أمر مؤقّت .عندما يتقدم اجلميع اىل َمكمة التفتيش اليت يرأسها الكاردينال ميسي إلثبات صحة اعتناقهم للكاثوليكية يقع الكاردينال يف حب فاطمة من النظرة األوىل ،وهو ما أاثر غرية رئيسة الراهبات فكتب رسالة اىل البااب يف روما تشرح فيها وضع الكاردينال. Şemseddin Sami, Seydî Yahya, İstanbul; Tasvir-i Efkâr Matbaası, 1292. 14 Şemseddin Sami, Vicdan, haz, İrfan Morina. Üsküp, Logos-A, 2014. 15 Şemseddin Sami, Seydî Yahya, s.4 16 ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 335-354 | 341األندلس ِف األدب الَّتكي احلديث يف الفصل األخري ،يرسل البااب كارديناالً جديداً مع أمر بعزل الكاردينال ميسي ،ولكن رضوان يكمن له يف الطريق ،ويقتله ويلبس مالبسه ليقوم إبيصال األمر إىل الكاردينال ميسي ،وعزله مث َترير حبيبته فاطمة وشقيقها حسن من السجن ،وعندما يرى حسن أخته فاطمة وما تعرضت له من تعذيب يصحو ضمريه ويعود إىل إسالمه ،وتتأثر زوجته ليونورا أيضاً بذلك وتقرر اعتناق اإلسالم. .3.5معلم انجي (1893 -1850 تناول الشاعر واملفكر العثماين معلم انجي يف منظومته املسماة "موسى أبو الغسان أو َحيت" 1882م احلقبة األخرية من الوجود اإلسالمي يف األندلسَ ،تدث فيها عن موسى ابن أيب الغساين أحد األبطال األندلسيني ،بيد أن املنظومة ال تقتصر على حكاية هذا البطل فقد َتدث فيها معلم انجي عن فتح األندلس وتطور العلوم فيها إابن عصرها الذهيب بدعم من اخللفاء ،كما أشار فيها إىل دور األندلس يف احلضارة األوربية. 17 يبدأ الشاعر يف منظومته ابحلديث عن بداايت اإلسالم الذي يشبهه ابلنور الذي غمر بالد العرب ،ووصل يف فُتة قصرية إىل بالد األندلس ،فمحا اجلهل املستشري بني الناس ،وأحل مكانه العلم ،مشرياً إىل دور كل من طارق بن زايد وموسى بن نصري يف نشر هذا الدين ،وتدعي مه يف شبه جزيرة األندلس ،وبفضل وحدة الكلمة متكن املسلمون من فتح األندلس ،ونشر اإلسالم فيها .فاألمة املتحدة ال ميكن أن تزول ،أما األمة اليت تدب التفرقة بني أفرادها وتبتعد عن الوحدة فمصريها الزوال ،كما 18 أشار الشاعر إىل أمهية العدل يف الدولة ،فهو "عنان التوفيق" وأساسه. مث يشري الشاعر إىل أ ّن األندلس هي مدار افتخار العرب ومثرة جهدهم ،فقد أسسوا فيها حضارة عظيمة ،وجعلوا أهم مركز للعلم يف العامل .وأملح الشاعر إىل دور اخللفاء يف نشر من قرطبة عاصمة سياسية هلم ،ومل يكتفوا بذلك بل جعلوها ّ العلم وتشجيعه ،فقد حض اخللفاء على العلم ،فكثر يف األندلس العلماء واحلكماء والشعراء .وأشار إىل أن العلم يف األندلس قد انتقل فيما بعد إىل أوروبة. وبعد وصول األندلس إىل الذروة يف عصر عبد الرمحن الثالث بدأت هذه احلضارة ابلزوال بسبب فساد أخالق احلكام ،وانصرافهم إىل اللهو وانشغاهلم عن إدارة الدولة .استغل اإلسبان هذا األمر ،وأخذوا يستولون على املدن األندلسية مدينة مدينة حىت بقيت غرانطة املالذ الوحيد للمسلمني يف األندلس. بعد ذلك يصور لنا الشاعر املشاورات اليت جرت بني احلكماء والعلماء واألمراء والقادة يف هبو قصر احلمراء بعد سوء حال البالد ،واستيالء اإلسبان على ممالك األندلس كلّها ما عدا غرانطة ،يتكلم يف هذا االجتماع احلاجب أبو القاسم ابسم أيب عبد هللا الصغري ،ويبني للمجتمعني أن االستسالم وقبول محاية اإلسبان هو احلل الوحيد ،يصمت اجلميع إال فارس فرسان غرانطة وأحد زعماء العشائر العربية فيها موسى ابن أيب الغساين الذي يرى أن الناس يف غرانطة يرفضون االستسالم، وأن يف املدينة عشرين ألفاً من الفرسان ،وهم مستعدون للدفاع عن مدينتهم .يضطر أبو عبد هللا الصغري إىل القبول برأي موسى ،ويرفض التسليم. َياصر اإلسبان املدينة ،ويستبسل موسى يف الدفاع عن غرانطة ،وكلما زاد اخلطر ازدادت بسالت موسى وشجاعته .يرى الشاعر أن موسى هو زبدة البسالة العربية ،ألنه حارب واستبسل كما استبسل الفاَتون من قبل .غري أن األعداء حاصروا املدينة من كل اجلهات ،وقطعوا عن أهلها الطعام ،وحل قحط يف املدينة .فاجتمع أعيان غرانطة مرة أخرى، ورفض اجملتمعون كلّهم احلرب وقبلوا االستسالم ،فانتفض موسى بينهم ،وألقى خطبة عصماء ذكرهم فيها مبا فعله اإلسبان من جرائم حبق األندلسيني يف املدن األندلسية اليت استولوا عليها ،مث َّاهتم أعيان غرانطة ابجلنب واخليانة واجلري وراء املنافع الشخصية واملال ،وأخبهم أبهنم سيدفعون الثمن غالياً يف املستقبل ،وأضاف أبنه ال ميكن لرجل غيور أن يعيش يف غرانطة بعد أن يستويل عليها األعداء .فيخيم الصمت على اجمللس سكت بعد هذه اخلطبة ،وخيرج موسى من اجمللس منتفضا كاألسد ،ويعتلي فرسه، Muallim Naci, Musa b. Ebu’l-Gazan; yahud Hamiyyet, Matba’a-i Ebuzziya, İstanbul, 1299. 17 Muallim Naci, Musa b. Ebu’l-Gazan; yahud Hamiyyet, s.5 18 ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 335-354 342 | Abdulsettar Elhaj Hamed وينطلق إىل َميط غرانطة ،وَيارب األعداء احملاصرين للمدينة ابلقرب من النهر ،وينتصر على َمموعة منهم ،لكن َتتيه َمموعة أخرى ،وقد جرح ،فيلقى نفسه يف النهر خمافة أن يقع يف أيديهم أسرياً. 19 ومن اجلدير ابلذكر أن معلم انجي ألف كتاب "األسامي" الذي ترجم فيه ألكثر من 700شخصية إسالمية مشهورة ،أعطى يف كتابه هذا للشخصيات األندلسية املشهورة مكاانً مهماً ،فقد ترجم لثالث وعشرين شخصية أندلسية ،كما ترجم لبعض ملوك األندلس من مثل عبد الرمحن األول ،وعبد الرمحن الثاين ،وعبد الرمحن الثالث ،كما ترجم لبعض علماء أيضا لشعراء األندلس من مثل عائشة القرطبية. األندلس من مثل ابن البيطار ،وابن رشد ،ولبَّن األندلسية ،وترجم ً .3.6حممد عاكف (1936-1873 على الرغم من أن الشاعر الوطن ومؤلف النشيد الوطن للجمهورية الُتكية َممد عاكف كان من أشهر الشعراء اإلسالميني يف فُتة اهنيار الدولة العثمانية ،وَتسيس اجلمهورية الُتكية ،إال أنه مل يتناول األندلس إال يف منظومته الطويلة "منَب السليمانية" . 20اليت تناول فيها أوضاع املسلمني يف خمتلف أحناء العامل يف عصره ،ودعا املسلمني فيها إىل الوحدة .يف هذه املنظومة يبث الشاعر أفكاره على لسان خطيب مسجد السليمانية ،وعندما يصور اخلطيب للمصلني الوضع الذي آلت إليه أحوال املسلمني يف العامل ،وكيف أن املساجد َتولت إىل دور ل وبرا ،تتعاىل أصوات الناس ابلبكاء يف املسجد ،فيشبه الشاعر اخلطيب بكاء القوم ببكاء آخر ملوك األندلس أيب عبد هللا الصغري حيث يقول: "إِ َّن بكاءكم هذا أشبَهَ بكاءً آخر صاحب احلظ العاثر الذي أ ُِخ َذ ِمن يده اتج األندلس ُ ب ر ه و جانب ل اجلميل البلد هذا عطى عندما أ َ َ ََ َ َ ٍ َّ صخرةٍ َكبرية ونَظََر َحولَه هر َ تَ َسل َق ظَ َ هول الزمرديَّة اليت تركها الس ُ بدت مثل اجلنةُّ ، ني يبكي بِ ٍ صوت ٍ لقد جعلت املسك ِ عال حق جداً من الناحية األخرى تَرى أُم امللك أن هذا ٌ وتقول» :إبك مثل النساء ملكا مضاعا مل َتافظ عليه مثل الرجال«" 21 .3.7سامي ِبشا زادة َسزائي (1936 -1859 أحد أهم الكتاب والروائيني الُتك ،عمل سفرياً للدولة العثمانية يف مدريد يف الفُتة الواقعة بني عامي 1909و 1914م ،فزار األندلس وكتب عنها مقالتني؛ األوىل بعنوان "املسجد اِلامع :احلمراء" 22كتبها يف أثناء زايرته ل ندلس يف عام 1914م ،والثانية بعنوان "غرانطة" 23كتبها يف أثناء حرب التحرير الوطنية يف عام 1921م. Muallim Naci, Esâmî, İstanbul, Mahmud Bey Matbaası, 1308. 19 Mehmed Akif, Safahât İkinci Kitap Süleymaniye Kürsüsünde, Sebil'ür-reşad Kütüphanesi:1, İstanbul,(1912) 2.tab’ı. 20 Mehmed Akif Ersoy, Safahât İkinci Kitap Süleymaniye Kürsüsünde, s.48 21 Samipaşazade Sezai, Sami Paşazade Sezai'nin Hikâye, Hatıra, Mektup ve Edebi Makaleleri. haz. Zeynep Kerman. İstanbul, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, 1981. S, 277-280 22 Samipaşazade Sezai, Sami Paşazade Sezai'nin Hikâye, Hatıra, Mektup ve Edebi Makaleleri. s.166-170 23 ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 335-354 | 343األندلس ِف األدب الَّتكي احلديث يصف سامي ابشا زاده سزائي يف مقالته "املسجد اِلامع :احلمراء" املسجد اجلامع يف مدينة قرطبة وصفاً تعريفياً مبيّناً طوله وعرضه وعدد األعمدة املوجودة فيه .فهذا املسجد الذي كان أكب املساجد يف املعمورة ،وقد أصبح مقصداً لطالب العلوم يؤمونه من الشرق والغرب لينهلوا من العلوم فيه .ويصف لنا شوارع قرطبة الضيقة اليت ذكرته ابلروح األندلسية واإلنسان األندلسي ،وجعلته َُيس أبنه انتقل إىل القرون الوسطى. َتول فيه واكتشف كل زاوية من زواايه ،فيتحدث عن موقع ينتقل بعد ذلك للحديث عن قصر احلمراء الذي ّ القصر ومنظره اخلارجي ،وقاعاته والزخارف اليت زيّنت جدرانه ،وعكست الروح العربية عليها .ويرى الكاتب أن املرء الب ّد من وَيسه ،فالغربيون يصابون خبيبة أمل عند رؤيته ألهنم عندما ال يرون متثاالً منصوابً يف أن يكون شرقياً حىت يفهم قصر احلمراءّ ، القصر أو صورة على جدار يعدون ذلك نقصاً عظيماً. إال أن عبارة "ال غالب إال هللا" املكتوبة ابخلط الكويف يف كل مكان يف غرانطة مل ترق للكاتب ،لقد ذكرته هذه العبارة ابلتواكل املستشري بني الشرقيني ،والذي كان سبباً من أسباب ضياع األندلس. أما مقالته الثانية "غرانطة" فقد بدأها ٍ بُتمجة لبيت شعر عريب ،مفاده أ ّن الشمس مل تشرق على مدينتني أمجل من دمشق وغرانطة. امحر وجه املدينة من أشعة الشمس ،وبدت له بيوت وكان الوقت حلظة دخول الكاتب املدينة وقت الغروب ،وقد ّ حي البيازين الذي كانت تسكنه العوائل العربية األصيلة فاَتةً أبواهبا كأمنا تنتظر أصحاهبا القدماء ،أما نوافذها املفتوحة فبدت له كأمنا تنتظر أشعارهم وأفكارهم اليت ستنزل من السماء. يتحدث الكاتب عن أحاسيسه اليت انتابته يف أثناء زايرته ملدينة غرانطة ،ويعطى حملة عن موقع واتريخ املدينة، غرانطة كانت املالذ األخري للمسلمني يف األندلس ،بعد سقوط قرطبة وإشبيلية وبلنسية توجه املسلمون إىل مالذهم األخري غرانطة .وعلى الرغم من املكائد والتأخر من الناحية العسكرية ،وحالة االنكسار اليت كان يعيشها العرب يف تلك احلقبة إال أن اهتمامهم ابلعلم واألدب مل يتأثر بل على العكس من ذلك لقد ز َاد اهتمامهم ابلعلم ،ويرى الكاتب أن هذه اخلاصية-أي متسك العرب ابلعلم يف عصور االحنطاط -من اخلصائص اخلارقة للعادة يف العرب؛ فاحلروب اخلارجية والفَت والثورات الداخلية واملصائب العظام اليت أملت هبم مل تستطع أن متنعهم من إعالء شأن العلم واألدب ،ومن أن يصبحوا أمة عظيمة ،ويضرب مثالً على ذلك تطور العلم يف الفُتة العباسية على الرغم من االحنطاط السياسي والعسكري .يرى الكاتب أن هذه احلالة ظهرت يف غرانطة أيضاً ،فقد وصلت غرانطة إىل الذروة حضارايً ،فقد جعل منها البناؤون العرب مدينة رائعة ،بيد أن غرانطة مل تكن لديها قوة مسلحة قادرة على الدفاع عنها فكان مصريها الزوال. مث ينتقل ليصف حال املدينة يف تلك احلقبة ،وتسُتعي انتباهه اهلضبة اليت أطلق منها أبو عبد هللا تنهيدته األخرية، وخيل إليه أنه يسمع تلك الزفرة اليت أطلقها أبو عبدهللا الصغري عندما غادر املدينة ،كما الح للكاتب من هذه اهلضبة طيف خيال رأى مسلماً شرقياً يريد أن يقول له شيئاً. ويف املساء عاد الطيف يالحقه ،فمنعه من النوم ،وعندما فتح النافذة ونظر إىل اهلضبة اليت أطلق منها العرب تنهيدهتم األخرية ،بدا له طيف امرأة ترتدي نقاابً أسود ،هذه املرأة كانت تنظر ابضطراب وحسرة إىل غرانطة وقصر احلمراء. لقد كان هذا الطيف لعائشة اليت قالت البنها "ابك مثل النساء ملكاً ُمضاعاً مل َتافظ عليه مثل الرجال" .كانت َتمل يف يدها كتاابً ،وترتدي نقاابً ،رفعته عن وجهها ،ونظرت حوهلا ،واقُتبت من الكاتب ،فنهض احُتاماً هلا ،لقد أخبته أبهنا تطوف يف غرانطة كل ليلة بعد منتصف الليل ،وأن ابنها الذي مل يستطع الدفاع عن غرانطة ال يزال يبكي منذ 500سنة .ويف هناية حديثها قدمت له القرآن الكرمي هدية ليسلمه ملسلمي األانضول. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 335-354 344 | Abdulsettar Elhaj Hamed .3.8علي أكرم (1937-1867 الشاعر علي أكرم هو ابن الكاتب واملفكر الكبري انمق كمال ،نظم هذا الشاعر قصيدة بعنوان "سائح عريب ِف األندلس"َ 24،تدث فيها عن سائح عريب رأى شجرة خنيل يف األندلس ذكرته بوطنه ،فراح خياطب تلك النخلة .يقول الشاعر علي أكرم أبن والده انمق كمال روى له يف صغره حكاية شاعر عريب نظم قصيدة خاطب فيها خنلة رآها يف األندلس .بَـيْد أن علي أكرم يذكر أنه مل ير القصيدة العربية. إن القصيدة اليت تزيد عن مثانني شطراً ليست ترمجة ملنظومة عربية ـ كما تعتقد الباحثة إَني أنغينون 25ـ ـ وإن كانت بعض أبياهتا مستوحاة من القطعتني اللتني قاهلما األمري األموي عبد الرمحن الداخل عندما رأى خنلة يف األندلس ذكرته بدمشق .26نذكر بيتني منها ملشاهبتهما أبيات األمري األموي ومها: "آه اي رفيقيت يف احملنة ،أيتها النخلة العجماء ترمجاان حىت البكاء ال يكون حلالك يف الغربة ً أنت مربوطة بُتاب احملنة اس ُكيت ...أنت َمكوم على ابلعويل والغربة " 27 .3.9حممد نظام الدين كان فليبلي زاده َممد نظام الدين معاون مدير مكتب عنب يف دمشق يف احلقبة الواقعة بني عامي 1912 و1914م ،ترجم يف تلك احلقبة قصيدة أيب البقاء الرندي يف راثء األندلس شعراً إىل اللغة الُتكية مبساعدة مدرس اللغة العربية 28 شعرا أندلسيًا إىل اللغة الُتكية. يف املدرسة السلطانية عبد القادر املبارك ،ليكون بذلك أول من ترجم ً َ.3.10يىي كمال 1958 -1884 عمل الشاعر َيىي كمال سفرياً للجمهورية الُتكية يف إسبانيا يف احلقبة الواقعة بني عامي 1928و 1930وَتدث عن انطباعاته عن األندلس يف رسائل أرسلها ألصدقائه ،مجعت فيما بعد َتت عنوان "ذكرايت إسبانيا" 29.كما هي احلال عند سزائي َتدث َيىي كمال عن أهم معلمني من معامل األندلس؛ جامع قرطبة وقصر احلمراء. ففي أثناء َتواله يف قرطبة الحظ أن الطابع الشرقي َيكم املدينة ،فالشوارع واألسواق ذات الطراز الشرقي تشعر املرء أبنه يف دولة َماورة لُتكيا على حد تعبريه ،إال أن اآلاثر اإلسالمية مل يبق منها سوى جامع قرطبة وحصن ،وعندما دخل الشاعر َيىي كمال جامع قرطبة أحس نفسه يف وسط غابة من األعمدة ،غري أن التعديالت اليت أجريت على اجلامع لتحويله Midhat Cemal, Nefais-i Edebiye, Dersaâdet, Araks Matbaası, 1329. 1. c. s. 98-103 24 İnci Enginün, “Edebiyatımızda Endülüs”, Araştırmalar ve Belgeler, s. 32-41 25 يا نحل أنت غريبة مثلي ...في الغرب نائية عن األصل /فأبكي وهل تبكي مكبسة ...عجماء لم تطبع على خبلي .انظر: تاريخ الفكر األندلسي ،آنخبل جنثالث بلنثيا ،تر :حسين مؤنس .مكتبة الثقافة الدينية ،القاهرة .1955ص 51 26 Midhat Cemal, Nefais-i Edebiye, 1. c. s. 102 27 Zekai Konrapa, “Endülüs Mersiyesi-Nizami Tercümesi ve Endülüs Tarihine Kısa Bir Bakış”, İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü Dergisi, 1964, sayı: 2, s. 165-184. 28 Yahya Kemal Beyatlı, Mektuplar ve Makaleler. İstanbul, İstanbul Fetih Cemiyeti, Yahya Kemal Enstitüsü, 1977. s. 3-20 29 ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 335-354 | 345األندلس ِف األدب الَّتكي احلديث إىل كنيسة مل ترق للشاعر ،وعد هذه التعديالت نوعاً من التخريب .لكن رغم ذلك فاجلامع مجيل ،وكان سيكون أمجل بسجاده 30 وقناديله على حد وصف الشاعر. أما غرانطة اليت وصفها أبهنا الذكرى األخرية اليت تركها العرب يف األندلس بعد أن اجتمعوا فيها من كل أحناء األندلس أحبها كثرياً ،وعدها من أمجل األماكن اليت تستحق الزايرة على وجه األرض ،ويذكر الشاعر أنه زار كل من قرطبة وإشبيلية وطليطلة وبلنسية وغريها من مدن األندلس ،إال أن غرانطة كانت أمجلهن ،فمن زارها مرة وال ميكنه أن ينساها وسيذكرها دائماً 31.ومن املفارقات اليت جذبت انتباه الشاعر وجود بناءَين يف هذه املدينة ،األول؛ القلعة البسيطة اليت بناها جيش الفتح األول بقيادة طارق بن زايد ،والثاين؛ قصر احلمراء الذي كان آخر ما بناه املسلمون فيها ،مل ترق للشاعر جنات العريف بسبب التحريف الذي طاهلا.32 وَتدث الشاعر أيضاً يف إحدى رسائله عن رقص الفلمنكو الذي عده رقصاً عربياً أعدم بدوره أيضاً على يد الغجر يف إسبانيا 33.كما كتب قصيدة بعنوان "الرقص األندلسي". .3.11أَحد جودت إمره (1961-1878 األندلس يف حكاية خرافية بعنوان "حكاية تناول الكاتب والباحث يف َمال اللغة الُتكية أمحد جودت إمره َ األندلس" .34تدور أحداث هذه احلكاية اليت صدرت يف عام 1916يف مدينة غرانطة يف حقبة احلكم العريب هلا ،حيث كان املسلمون واألسبان يعيشون جنباً إىل جنب يف هذه املدينة. بطل هذه احلكاية رجل أندلسي فقري كان يعمل سقاء يف غرانطة ،يقع يف يده كتاب فيه توصيف لطريقة الوصول إىل كنز مدفون يف أطراف غرانطة ،ينجح السقا َممد يف الوصول إىل الكنز مبساعدة منجم مغريب ،فيبدأ ببيع اجلواهر اليت عثر عليها ،لينفق منها على نفسه ،لكنه مل يُتك مهنته حىت ال يكتشف الناس أمره ،ولكن كانت زوجته يف البيت تلبس احللي اليت جلبها ،يف يوم من األايم رأها جاره األسباين بدريغو وهي ترتدي العقود واخلالخل الذهبية ،فطلب بدريغو من َممد أن خيبه مبصدر املالَ ،ممد رجل طيب َيب اخلري للجميع ،لذلك يوافق على اصطحاب بدريغو احلالق إىل املغارة ،فيذهب الثالثة؛ املنجم املغريب وَممد وبدريغو إىل املغارة ،لكن املغريب مل يكن مطمئنا لبدريغو ،وبعد أن محل بدريغو ما يستطيع من اجلواهر، وصعد الدرج الطويل ،ووصل إىل ابب املغارة ،مل يكتف مبا أخذ ،وقرر النزول مرة اثنية إلحضار املزيد من الذهب ،وبعد أن نزل أطفاء املغريب الشمعة األمر الذي أدى إىل إغالق ابب املغارة وبدريغو يف داخلها. .3.12سليمان نظيف (1927 -1870 تناول الكاتب والشاعر سليمان نظيف الذي عمل فُتة طويلة من حياته يف العراق موضوع األندلس يف قصيدته "الكوبيون" 35اليت كتبها يف فُتة احلرب األمريكية اإلسبانية يف كواب ،وأهداها إىل شهداء األندلس. Yahya Kemal, Mektuplar ve Makaleler. s. 5-6 30 Yahya Kemal, Mektuplar ve Makaleler. s.15 31 Yahya Kemal, Mektuplar ve Makaleler. s.7-8 32 Yahya Kemal. Mektuplar ve Makaleler. s.7 33 Ahmet Cevdet Emre, Endülüs Masalı, Sadâ-yı Millet Matbaası, İstanbul, 1332/ 1916. 34 Süleyman Nazif, Firak-ı Irak: Mesaib-i Vatana Ağlayan Bir Kaç Neşide, Dersaadet, Mahmud Bey Matbaası, 1336. s. 62-63 35 ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 335-354 346 | Abdulsettar Elhaj Hamed يقول سليمان نظيف إن سبب كتابة هذه القصيدة اليت يظهر فيها جبالء العداء لإلسبان هو مأساة األندلس اليت مسعها قب ل أربعني سنة .فقد انتقد الشاعر يف القصيدة سياسة اإلسبان االستعمارية ،وذكرهم مبظاملهم يف األندلس .نقتطف من هذه القصيدة هذا املقطع املتعلق ابألندلس: "هدمت األندلس واه ..مل ننس إىل اآلن. إيل أهنا َتمل منا املدد اليوم- خييل ّصدى ألف اي وياله يضرب ِ آفاقك اابت تَـ ُع ُّد املظاملَ املاضية". واخلر ُ 36 .3.13مدحت مجال كونت أي (1956-1885 تناول الشاعر والروائي مدحت مجال قصر احلمراء يف قصيدته "احلمراء" اليت نشرت يف عام 1909م .خياطب الشاعر يف قصيدته هذه قصر احلمراء ،ويستنكر تركه بيد اإلسبان ،ويشبهه جبنازة العرب ،ويصفه أبنه روح بال بدن ،ويلومه الحتفاظه بزينته وهو يف يد األعداء ،ويطلب منه أن يتخلى عنها ،كما يطلب منه أن يظهر كيف استطاع فرد جاهل من األمة أن ميحو أمته -رمبا هذه إشارة أليب عبد هللا الصغري -وأن يظهر للناس ما معَّن ظلم البشر .ويُنهي الشاعر قصيدته هبذا البيت الذي يطلب فيه من قصر احلمراء ابلزوال احُتاماً ملاضيه املشرق: "كفى ...استحي من ُع ِّ لوك البائس واهندم احُتاماً ملاضيك اجمليد". .4 37 َتليات استلهام األندلس ِف األدب الَّتكي وجد الكتّاب الُتك يف األندلس كل ما يلزمهم للدفاع عن احلضارة اإلسالمية اليت ينتمون إليها يف وجه هجمات الغ رب الشرسة ،فكانت األندلس مالذا يلجؤون إليها لرفع الروح املعنوية للعثمانيني الذين كانوا يعيشون حالة انكسار ،وكما وجد الكتاب الُتك يف مصري األندلس درسا ألخذ العبة فراحوا َيذرون الشعب الُتكي العثماين من مصري كمصري األندلس ما مل ينهضوا للدفاع عن أنفسهم وأوطاهنم .كما زار بعض من الكتّاب الُتك داير األندلس فوصفوا يف كتاابهتم مجال طبيعتها وآاثرها اليت أحبوها كثرياً وأحسوا الروح العربية فيها. .4.1األندلس وسيلة للدفاع ِف وجه احلضارة الغربية بدأ اهتمام األدابء الُتك ابألندلس بشكل فعلي مع بداية عصر التنظيمات يف الدولة العثمانية يف عام 1839م. ففي بداية هذا العصر انفتحت الدولة العثمانية على الغرب ،وبدأت الثقافة الغربية تتغلغل يف الثقافة الُتكية ،وابتت أحد أهم مصادر األدب الُتكي ،وعلى الرغم من إعجاب املثقفني من الُتك ببعض جوانب هذه الثقافة كانوا حذرين يف التعامل معها، كانوا ال يراتحون هلا ،ألن قسماً من روادها وفالسفتها كانوا يهامجون الدين عموماً ،واإلسالم واملسلمني خصوصاً .وكان األدابء الُتك الذين تربّوا على الثقافة اإلسالمية ينبون للدفاع عن اإلسالم عندما يهامجه الكتاب والفالسفة الغربيون ،فبدأ 38 َّد فيها ِّادعاءات بعضهم بكتابة َّ "الرِّد َّايت" ،ولعل أبرزهم يف هذا املضمار األديب والشاعر انمق كمال ،الذي كتب َرّديّة فَـن َ الفيلسوف الفرنسي أرنست رينان ،ومل يقتصر األمر على الردايت ،فقد قام بعضهم ابستلهام صفحات مشرقة من التاريخ Süleyman Nazif, Firak-ı Irak: Mesaib-i Vatana Ağlayan Bir Kaç Neşide, s. 62 36 Mithat Cemal Kuntay, “Elhamra”, Sırat-ı Müstakim (Ekim 1324), c.1, sayı. 8, s. 118. 37 Namık Kemal, Külliyat-ı Kemal, Birinci Tertib, Renan Müdafaanamesi, İstanbul, Mahmud Bey Matbaası 1326. 38 ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 335-354 | 347األندلس ِف األدب الَّتكي احلديث اإلسالمي يف أعماهلم األدبية إلثبات أن اإلسالم دين اليعادي العلم أو يقف يف وجهه ،فوجدوا يف اتريخ األندلس املشرق ع ضالتهم ،فتاريخ األندلس يشكل دعامة التاريخ اإلسالمي املشرق .يف ظل االنفتاح على احلضارة الغربية كانت األندلس الدر َ القوية اليت اتقى هبا الُتك هجمات أعدائهم الغربيني ،فاألدابء ،ومن خالل أعماهلم ،أرادوا أن يقولوا للعامل الغريب إن اإلسالم مل يكن عدواً للعلم يوماً بل كان حامياً وراعياً له ،والدليل على ذلك احلضارة األندلسية اليت لوالها ملا وصلت أورواب إىل ما وصلت إليه من التقدم العلمي. املستهدف يف هذا اخلطاب طبعاً ليس الغربيني فقط بل الشعب العثماين الذي شعر قسم منه ابالنبهار أمام هذه احلضارة الغربية أيضا ،فكان من واجب الكتاب الُتك َتصني َمتمعهم من االدعاءات اليت كانت تصدر من الغرب. وترى الباحثة إَني أنغينون أن تصوير عبد احلق حامد يف مسرحياته األندلسية األخالق والقيم اليت يتحلى هبا املسلمون والنظام الذي أحضروه إىل إسبانيا رد على أرنست رينان وأمثاله من املهامجني لإلسالم .فقد تصدى إىل أولئك الذين 39 يربطون بني التخلف واإلسالم ،وكانت مسرحياته األندلسية مبثابة أجوبة هلم. ويدخل يف هذا النطاق أيضاً تساؤل ضياء ابشا اآليت الذي أورده يف مقدمة كتابه "خراِبت" مشرياً فيه إىل أن احلضارة الغربية ماكانت لتكون لوال األندلس. "لو أن نور األندلس مل ينتشر من كان يوقظ أورواب من نوم اجلهل". 40 ويشُتك معلم انجي مع ضياء ابشا يف الُتكيز على أن أصل احلضارة الغربية هو احلضارة األندلسية. "(األندلس) أثر اجتهاد العرب أوروبة أخذت منها العرفان وال تزال تبيعنا إايه". 41 كذلك سامي ابشا زادة سزائي ،أشار يف مقالته "غرانطة" إىل التقدم العلمي الذي حققه األندلسيون ومع خروجهم من األندلس َتخر العلم يف العامل 400سنة.42 .4.2األندلس درس ألخذ العَبة. مثة تشابه كبري بني الدولة العثمانية واألندلس ،فكلتامها كانتا دولتني إسالميتني غري مرغوب فيهما يف أوروبة ،وكانتا ختوضان حرابً من أجل البقاء ضد املسيحيني ،وكانتا تفقدان أجزاء من أراضيهما تدرجيياً لصاحل املسيحيني األوربيني .يف بداية القرن التاسع عشر تقهقر العثمانيون أمام الغرب ،وبدأ العامل الغريب َياول إخراج الدولة العثمانية من أوروبة ،هلذا كان العثمانيون خيافون من مصري يشبه مصري األندلس ،هلذا السبب َند أن احلقبة اليت ركز عليها الكتاب الُتك يف كتابتهم احلقبة األخرية من حياة الدولة العربية يف األندلس .ويف هذا الصدد يرى الباحث بشري أيواز أوغلو أ ّن ضياء ابشا يف كتابه "َتريخ األندلس" حاول استخراج دروس ألخذ العبة من خالل إبراز النقاط املشُتكة بني األندلس يف زمن ملوك الطوائف والدولة العثمانية اليت 43 كانت تعيش عصر انقراضها. İnci Enginün, “Edebiyatımızda Endülüs”, Araştırmalar ve Belgeler, s. 32-41 39 Ziya Paşa. Harabat, s.IX 40 Muallim Naci, Musa b. Ebu’l-Gazan, s. 7-8 41 Samipaşazade Sezai, Sami Paşazade Sezai'nin Hikâye, Hatıra, Mektup ve Edebi Makaleleri. s.167 42 Beşir Ayvazoğlu, “Edebiyatımızda Endülüs”, Endülüs'ten İspanya'ya, s.81 43 ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 335-354 348 | Abdulsettar Elhaj Hamed لقد ركز األدابء الُتك يف أعماهلم على الفُتة األخرية من حياة الدولة العربية اإلسالمية يف األندلس .فقد تناول عبد احلق حامد فُتة السقوط يف مسرحيتني،كذلك فعل مشس الدين سامي يف مسرحيتيه املتعلقتني ابألندلس ،كما تناول معلم انجي الفُتة نفسها يف منظومته ،وأملح إليها سامي ابشا زادة سزائي يف مقاالته وَممد عاكف يف شعره. إن حديث الكتّاب الُتك يف أواخر الدولة العثمانية عن سقوط األندلس هبذه الكثرة يشري إىل شعور عام كان ينتاهبم أبن مصرياً كمصري األندلس ابنتظارهم ،فأخذوا َيذرون من الوقوع فيما وقع به األندلسيون ،لذا نرى معلم انجي يف منظومته َيذر الشعب من الفرقة ،وَيثّه على الوحدة ،يقول: "إذا كانت الوحدة من طبع الشعب هل من املمكن أن تزول الدولة؟ أن شقاق الشعب آفة امللك وروح امللك اتفاق الشعب الشعب الذي يفارق االَتاد فليقطع أمله من مراده الوطن ال يعيش من دون اَتاد ألن البدن ال يعيش يف غياب الروح. االتفاق أصل القوة والعزة االفُتاق سبب الضعف والذل " 44 يذكر سامي ابشا زادة سزائي يف مقالته "غرانطة" أبناء قومه الذين كانوا خيوضون حرب التحرير مبصري يشبه مصري األندلسيني الذين تركوا أرضهم إن مل يدافعوا عنها .فعندما كان يف غرانطة زاره طيف عائشة أم أيب عبد هللا الصغري ،فأخبته أبن ابنها الذي مل يدافع عن غرانطة اليزال يبكي منذ 500سنة .وأوصته أن يوصل القرآن الكرمي الذي أهدته إايه ملسلمي األانضول الذين خيوضون حرب التحرير الوطنية 45.وما هذه املقاربة إال للفت أنظار الُتك إىل ضرورة االستماتة يف الدفاع عن الوطن ،وأخذ العبة من األندلس اليت مل يدافعوا عنها ففقدوها وال يزالون يبكون عليها. أما َممد عاكف كان من الشعراء الذين ربطوا بني بكاء أيب عبد هللا الصغري وبكاء العثمانيني يف جامع السليمانية ،لعله يشري بذلك إىل أن البكاء ال جيدي نفعاً ،وأن على املسلمني التحرك والدفاع عن أوطاهنم ومقدساهتم وإال فمصري كمصري األندلس ينتظرهنم: " إِ َّن بكاءكم هذا أشبَهَ بكاءً آخر 46 صاحب احلظ العاثر الذي أ ُِخ َذ ِمن يده اتج األندلس". ُ يستحضر الشاعر يف هذه األبيات بكاء أيب عبد هللا ألخذ العبة منه. Muallim Naci, Musa b. Ebu’l-Gazan, s. 5. 44 Samipaşazade Sezai, Sami Paşazade Sezai'nin Hikâye, Hatıra, Mektup ve Edebi Makaleleri. s.170. 45 Mehmed Akif, Safahât İkinci Kitap Süleymaniye Kürsüsünde, s.48 46 ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 335-354 | 349األندلس ِف األدب الَّتكي احلديث .4.3األندلس مثل َيتذى به ووسيلة لرفع املعنوايت. تعايش األداين واألعراق املختلفة يف ظل حكم إن من أوجه التشابه بني الدولة العثمانية والدولة األندلسية ُ املسلمني ،ومن هنا اليستغرب تذكر األدابء النموذج األندلسي واستحضاره يف أعماهلم األدبية يف فُتة كانت تقهقر فيها الدولة العثمانية ،وَتتاج إىل من يوقف هذا التدهور ،ويرفع من معنوايت العثمانيني .فكانت تلك الفُتة َتتاج إىل حكام عادلني، وقاد ة شجعان ،وشعب يقدم مصلحة الدولة على مصلحته الشخصية .من هنا كان استلهام الشخصيات القيادية يف األعمال األدبية موضع اهتمام الكتاب الُتك .وكان أفضل من قدم منوذجاً للحاكم املثايل الشاعر األعظم عبد احلق حامد ،فأجاب بذلك عن سؤال كيف جيب أن يكون احلاكم؟ لقد قام عبد احلق حامد يف مسرحياته املتعلقة ابألندلس بعرض شخصية رجل الدولة املثايل الذي يتحلى ابلشجاعة والعدل والقدرة على التضحية بكل شيء يف سبيل الوطن لنقد رجال الدولة يف عصره، وليبني حاجة الدولة العثمانية إىل مثل هؤالء الرجال 47.فقد قدم ثالثة مناذج إجيابية رئيسة للحاكم والقائد املسلم هذه النماذج هي طارق بن زايد ،وموسى بن نصري ،وعبد الرمحن الثالث .إ ّن القاسم املشُتك بني هؤالء احلكام التضحية ابلسعادة الشخصية لتأمني السعادة للشعب والقوة للدولة. معلم انجي أيضاً قدم شخصية إجيابية يف زمن سقوط األندلس وهي شخصية موسى بن أيب الغسان الذي ضحى بنفسه يف سبيل غرانطة ،ومل يقبل االسستالم وتسليم املدينة على الرغم من قبول أعيان غرانطة مجيعهم االستسالم والتسليم. وهنالك بعض الشخصيات السلبية اترخيياً يف اجملتمع األندلسي َتولت إىل شخصيات قيادية إجيابية يف بعض األعمال األدبية من مثل شخصية سيدي َيىي اليت صورها مشس الدين سامي على أهنا شخصية وطنية وشجاعة على العكس مما هي عليه يف كتب التاريخ. من املالحظ أن معظم األعمال األدبية اليت تناولت سقوط األندلس كانت تصر على إظهار نضال األندلسيني حىت آخر رمق ورفضهم االستسالم ،يف مسرحية "نظيفة" لعبد احلق حامد هتزم الفتاة املسلمة نظيفة فردانندو الذي استطاع هزمية األندلسيني برفضها العيش يف قصره .وَند يف مسرحية "سيدي َيىي" أيضاً هذا اإلصرار على رفض االستسالم على الرغم من كل الظروف اليت كانت َتيط ببطل املسرحية .ولعل أبرز منوذج لالستماته يف الدفاع عن الوطن ورفض االستسالم يقدمه معلم انجي يف منظومته من خالل شخصية موسى بن أيب الغسان. ميكننا يف هذا الصدد أن نقول إن الشخصيات األندلسية اليت ترجم هلا معلم انجي يف كتابه األسامي تدخل يف إطار تقدمي مناذج إجيابية َيتذى هبا. .4.4األندلس رمز للجمال بدت األندلس يف كتاابت بعض األدابء الُتك رمزاً للجمال ،كما هي احلال يف كتاابت سامي ابشا زاده سزائي وَيىي كمال اللذين زارا إسباين وعمال فيها فُتة من الزمن .فقد وصفا يف كتاابهتما مجال األندلس الطبيعي ومجال آاثرها التارخيية اليت خلفها العرب املسلمون فيها. إىل جانب مجال الطبيعة كان كل من املسجد اجلامع يف قرطبة وقصر احلمراء يف غزانطة َمط إعجاهبما .وكانت غرانطة أكثر ما أاثر إعجاهبما من املدن األندلسية .وكانت الزخارف واملقرنصات والبك مثار إعجاهبما ،ومن ذلك الوصف اآليت الذي ذكره سامي ابشا زاده سزائي يف معرض حديثه عن غرانطة: " ما أرق وأظرف وأش ف تلك املقرنصات واأللوان؛ األمحر ،واألزرق الغامق ،واألصفر الذهيب ..إن الروح العربية 48 القدمية اليت كانت منبع هذا اجلمال تتجلى يف جوهر الصنعة املكنون فيها " İnci Enginün, “Edebiyatımızda Endülüs”, Araştırmalar ve Belgeler, Dergâh Yay., İstanbul 2000, s. 32-41 47 Samipaşazade Sezai, Sami Paşazade Sezai'nin Hikâye, Hatıra, Mektup ve Edebi Makaleleri. s.144 48 ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 335-354 350 | Abdulsettar Elhaj Hamed .5 يِصورة اإلسبان واألندلسينب بدت صورة األندلسني يف كتاابت األدابء الُتك اليت تناولوا فيها األندلس مشرقة ،فظهر األندلسيون كحماة لإلسالم ورعاة للعدل وأهل للقيم النبيلة والفضائل .أما اإلسبان فلم تكن صورهتم فيها أبمجل مما كانت عليه حاهلم أايم َماكم التفتيش. كانت معظم الشخصيات اإلسالمية يف املسرحيات اليت تناولت األندلس شخصيات إجيابية تتمتع ابألخالق العالية ،والقيم النبيلة ،وهي يف َمملها شخصيات فاضلة ومثالية ،نذرت نفسها يف سبيل هللا .فقد برأ عبد احلق حامد شخصياته األندلسية من كثري من التهم التارخيية ،وأظهرها شخصيات خالية من العيوب .وأييت يف مقدمه هذه الشخصيات كل من طارق بن زايد وموسى بن نصري وأبنائه .أما املرأة األندلسية فقد بدت عفيفة طاهرة تضحي بنفسها يف سبيل وطنها. إىل جانب هذه الشخصيات اإلجيابية كانت هناك بعض الشخصيات األندلسية السلبية ،نذكر منها شخصية "زيد" يف مسرحية "سيدي َيىي" الذي خان سيده من أجل املال الذي َيبه كثرياً ،زيد أيضاً فاقد للحس الوطن ،ويرى أن الرج ال الذين ميوتون يف سبيل الوطن محقى .ومن الشخصيات السلبية شخصية حسن يف مسرحية "وجدان" الذي ترك كل دينه وأصدقاءة وأقرابء ،ومل يفكر إال بنفسه ومبستقبله ،وهو كاذب خمادع خدع أقرب الناس إليه ،إال أنه يصحو من غفلته يف هناية األمر ويعود إىل رشده. كانت الشخصيات اإلسبانية مبعظمها ظاملة وسلبية ،وأييت على رأس هذه الشخصيات من القادة وامللوك رودريك وفرديناندو ،أما شخصيات رجل الدين من الكاثوليك فقد كانت يف منتهى البشاعة يف خمتلف املسرحيات .نذكر من هذه الشخصيات على سبيل املثال كردانل غرانطة يف مسرحية "وجدان" الذي وقع يف حب فاطمة فأراد أن يظفر هبا ،وحاول حبسها ليجعل منها عبدة له يف الدير .لعل سبب الصورة السلبية لرجال الدين اإلسبان يف املسرحيات هو دورهم السليب واملخزي يف َماكم التفتيش يف األندلس. كانت هناك بعض الشخصيات اإلسبانية اإلجيابية ،وهم يف الغالب ممن غري دينه ودخل اإلسالم ،غري أن هناك شخصيات بقيت على الكاثوليكية ،إال أهنا كانت إجيابية ،نذكر من تلك الشخصيات ملك إسبانيا يف مسرحية "سيدي َيىي" الذى بدا عادالً يف املسرحية ،غري أن عدالة امللك كانت لغرض تبأة سيدي َيىي وإخراجه من السجن ال لغرض مدح عدالة اإلسبان .وشخصية "مركادوا" يف مسرحية "ابن موسى" الذي كان َمط احُتام املسلمني ،فقد مات دفاعاً عن وطنه َتت قيادة رودريك الذي يكرهه. مثة يف "حكاية األندلس " أيضا شخصيتان رئيسيتان؛ األوىل السقا َممد الذي ميثل املسلمني أما الثانية فشخصية احلالق بدريغو الذي ميثل اإلسبانَ .ممد رجل شريف وكل أهل غرانطة تشهد حبسن سريته على الرغم من فقره ،السقا َممد رجل طيب القلب ،ال يعرف احلقد واألاننية ،أما احلالق بدريغو فهو رجل شرير وماكر وخائن ،يكره املسلمني ،ويكره َممد السقاء ،واهتمه بقتل رجل مغريب وسرقة أمواله ،فهو حسود وأانين وطماع وجبان. ويذكر الكاتب يف احلكاية أن املسلم الشريف ال ميكن أن يرتكب جرمية من أجل املال مهما كان فقرياً .نقتبس من هذه احلكاية اخلرافية هذه الفقرة اليت تصور حال األسبان الذين كانوا يعيشون َتت احلكم العريب يف األندلس. "يف ذلك الزمن كان اإلسبان يعيشون َتت حكم املسلمني ،وال َيبون العرب أبداً ،الذين ال يقطعون الطرق منهم يف اجلبال كانوا يظهرون الطاعة والوالء للمسلمني ،لكن قلوهبم مل تكن خالية من احلقد واخلصومة للمسلمني ( )...حىت احلالق 49 الفقري بدريغو إسباين ُم ِّ تطرف ،أي عدو للعرب ،وعدو للمسلمني" مما سبق يتضح لنا ميل الكتّاب الُتك إىل مدح األندلسيني وذم أعدائهم ،فحىت يف املقاالت األدبية َند أن الكتاب الُتك ال يُتددون يف وصف اإلسبان ابخلشونة والتعصب 50.ولعل ذلك من ابب االنتصار للمظلوم .وأوضح ما يبني موقف الُتك من اإلسبان القول اآليت للشاعر َيىي كمال: Ahmet Cevdet, Endülüs Masalı, s.14 49 Samipaşazade Sezai, Sami Paşazade Sezai'nin Hikâye, Hatıra, Mektup ve Edebi Makaleleri. s. 279. 50 ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 335-354 | 351األندلس ِف األدب الَّتكي احلديث األندلس وكأننا حنن من فقدها ،أصبحنا أعداء لإلسبان .حىت إن عداءان هلم فاق عداءان "احُتقنا لفقد العرب َ 51 كثريا .ألن نريان َماكم التفتيش مل تكن تفارق أعيننا". للسالفيني الذين أساؤوا لنا ً ومن هذا القبيل أيضا القول اآليت ل ديب والشاعر سليمان نظيف: "مل أكن قد بلغت العاشرة من عمري حني مسعت مبغامرة األندلس اليت ستبقى ذكرى ضياعها مثل خيال حسرة 52 يطوف يف خواطر األمة اإلسالمية دائماً ،وستُبكى دائماً .أربعون سنة كاملة ولدي غيظ وحقد على إسبانيا" اخلامتة لقد كان عند أدابء الُتك نبأ عن أهل األندلس وحضارهتا ،إال أهنا مل تدخل أدهبم إال بعد عصر التنظيمات ،فبدؤوا أوالً ابلكتابة عن اترخيها ،بعد ذلك أصبحت من املوضوعات احملببة عندهم ،فتناولوها يف مسرحياهتم وأشعارهم ومقاالهتم األدبية ،وترمجوا حلكامها وعلمائها وشعرائها يف ترامجهم ،كما أفسحوا اجملال ألشعار األندلسيني يف خمتاراهتم الشعرية ،وكانت أول قصيدة ترمجوها من أدهبا راثؤها. إن اإلحساس بدنو أجل الدولة العثمانية بعد عصر التنظيمات ،والشعور ابهلزمية الذي بدأ ينتاب العثمانيني أمام الغرب دفع األدابء الُتك إىل البحث عن منوذج َيتذى يصلح لدولتهم ويصلحها ،فكان النموذج األندلسي من بني النماذج اليت طرحوها .فراحوا َيثون حكامهم ،بطريقة غري مباشرة ،على التشبه حبكام األندلس األوائل يف االلتزام ابلعدل واملساواة وتقدمي مصاحل الدولة على مصاحلهم الشخصية .وحالوا رفع معنوايت العثمانيني املنهارة أمام بريق احلضارة الغربية، وذكروهم ابملرياث الذي تركه هلم أبناء حضارهتم اإلسالمية من األندلسيني مبينني ضرورة االستفادة منه لبناء دولة ال شرقية وال غربية كتلك اليت كانت يف األندلس. Yahya Kemal, Tarih Musahabeleri, İstanbul, İstanbul Fetih Cemiyeti, 1976. s. 104 51 Nurullah Çetin, "Süleyman Nazif'in Fırâk-ı Irak Adlı Eseri", Türkoloji Dergisi, C. XI, s. 1, Ankara 1993, s.255 52 ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 335-354 352 | Abdulsettar Elhaj Hamed املصادر واملراجع Abdülhak Hamid Tarhan, Tarık yahut Endülüs’ün Fethi, İbn Musa yahut Zatü’lCemal, Tezer yahut Melik Abdurrahmanü’s-Salis, Nazife, Abdullahü’sSagir. haz; İnci Enginün. İstanbul, Dergâh Yayınları, 2002. Ahmet Cevdet Emre, Endülüs Masalı, Sadâ-yı Millet Matbaası, İstanbul, 1332 /1916. Beşir Ayvazoğlu, “Edebiyatımızda Endülüs”, Endülüs'ten İspanya'ya, Ankara, Türkiye Diyanet Vakfı, 1996. s.79-85 Feridun Bilgin,“Gırnata İsyanı (1568-1570) Çerçevesinde Osmanlı-Endülüs İlişkileri” Usûl, 11 (2009/1),117-140 İnci Enginün, “Edebiyatımızda Endülüs”, Araştırmalar ve Belgeler, Dergâh Yay., İstanbul 2000, s. 32-41 İsmail E. Erünsal ,“Türk Edebiyatında Endülüs’e İlginin Uyanmasında Ziya Paşa’nın Endülüs Tarihi adlı Tercümesinin Rolü ve Bu Tercümenin Yapılış Nedenleri”,Ötekilerin Peşinde Ahmet Yaşar Ocak’a Armağan, haz. Mehmet Öz, Fatih Yeşil, Timaş Yayınları, İstanbul 2015, s. 417423. M. Erol Kılıç, “İbnü’l-Arabî Muhyiddin” DIA, c 20; s 495-516. Mehmed Âkif, Safahât İkinci Kitap Süleymaniye Kürsüsünde, Sebil'ür-reşad Kütüphanesi:1, İstanbul,(1912) 2.tab’ı. Midhat Cemal, Nefais-i Edebiye, Dersaâdet, Araks Matbaası, 1329. 1. c. s. 98103 Mithat Cemal Kuntay , “Elhamra”, Sırat-ı Müstakim (Ekim 1324), c.1, sayı. 8, s. 118. Muallim Naci, Esâmî, İstanbul, Mahmud Bey Matbaası, 1308. Muallim Naci, Musa b. Ebu’l-Gazan; yahud Hamiyyet, Matba’a-i Ebuzziya, İstanbul, 1299. Namık Kemal, Namık Kemal'in Türk Dili ve Edebiyatı Üzerine Görüşleri ve Yazıları, haz, Kazım Yetiş, 2. Bs, İstanbul, Alfa Yayım Dağıtım, 1996. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 335-354 | األندلس ِف األدب الَّتكي احلديث353 Namık Kemal, Külliyat-ı Kemal, Birinci Tertib, Renan Müdafaanamesi, İstanbul, Mahmud Bey Matbaası 1326. Nurullah Çetin, "Süleyman Nazif'in Fırâk-ı Irak Adlı Eseri", Türkoloji Dergisi, C. XI, s. 1, Ankara 1993, s. 233-256. Samipaşazade Sezai, Sami Paşazade Sezai'nin Hikâye, Hatıra, Mektup ve Edebi Makaleleri. haz. Zeynep Kerman. İstanbul, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, 1981 Süleyman Nazif, Firak-ı Irak: Mesaib-i Vatana Ağlayan Bir Kaç Neşide, Dersaadet, Mahmud Bey Matbaası, 1336. Şemseddin Sami, Seydî Yahya, İstanbul; Tasvir-i Efkâr Matbaası, 1292. Şemseddin Sami, Vicdan, haz, İrfan Morina. Üsküp, Logos-A, 2014. Yahya Kemal Beyatlı, Mektuplar ve Makaleler. İstanbul, İstanbul Fetih Cemiyeti, Yahya Kemal Enstitüsü, 1977. Yahya Kemal, Tarih Musahabeleri, İstanbul, İstanbul Fetih Cemiyeti, 1976. Zekai Konrapa, “Endülüs Mersiyesi-Nizami Tercümesi ve Endülüs Tarihine Kısa Bir Bakış”, İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü Dergisi, 1964, sayı: 2, s. 165-184. Ziya Paşa, Endülüs Tarihi, İstanbul, Karabet ve Kasbar Matbaası, 1304 H/1886-1887: Tab-ı Sânî (2. bs.). Ziya Paşa. Harabat, 1291-1292. İstanbul, Matbaa-i Âmire, 1 c.'de 3 c ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 335-354 Andalusia in Modern Turkish Literature Citation / ©- Hamed, A. H. (2017). Andalusia in Modern Turkish Literature, Çukurova University Journal of Faculty of Divinity, 17 (1), 335-354. Abstract- This article discusses the image of Andalusia in modern Turkish literature written in Arabic script (1839-1928). It provides an overview of the relationship between Ottomans and Andalusia that goes back to the time of mystic sheikh Ibn Arabi. And it chronicles the subject of Andalusia in the Turkish literature in the socalled period by mentioning the most important writers who talked about Andalusia in their literature writings. This article examines the causes of the of authoring on Andalusia and its manifestations in their literary works interpreted in the light of historical circumstances that were experienced by the Ottoman Empire. Turkish writers found in Andalusia what enforces them to defend Islamic civilization against western attacks. Andalusia was a way to inspire Ottomans who were in deteriorated situation. Andalusia end was lesson because of the similar elements between Andalusia and the Ottoman Empire. It also presents an image of Andalusians and the Spanish people in the given literary works. Generally the image of Andalusians seemed bright but the image of Spanish people was negative. Keywords- Andalusia, modern Turkish literature, Ottoman Empire, Turkish theater, Islamic literature Bir Müfessir Olarak Süddî el-Kebîr Yrd. Doç. Dr. Nurullah DENİZER Atıf / ©- Denizer, N. (2017). Bir Müfessir Olarak Süddî el-Kebîr, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 17 (1), 357-388. Öz- Tefsir ilmi, Kur’ân’ın nâzil olmaya başlaması ile birlikte ve Hz. Peygamber’in kendisine vahyedilen ayetleri insanlara tebliği ve gerekli yerleri açıklaması suretiyle tatbiki olarak başlamıştır. Hz. Peygamber’in vefatından sonra sahabîler Kur’ân’a dair Hz. Peygamber’den öğrendikleri bilgileri gerek sadece naklederek gerekse yorumlamak suretiyle kendilerinden sonraki nesil olan tâbiîlere aktarmışlardır. Tâbiîn dönemi, İslam topraklarının genişlemesi, farklı ırk ve kültürden olan insanların da İslam’ı kabul etmesiyle birlikte ortaya çıkan yeni soru ve sorunların Kur’ân ışığında anlaşılması ve yorumlanmasına dair farklı yaklaşımların tezahür ettiği bir dönemdir. Bu dönemde Mekke, Medine ve Kûfe’de oluşan tefsir medreselerinde yetişen tâbiîler, sahabîlerden aldıkları bilgiler ışığında Kur’ân’ın anlaşılması ve uygulanması hususunda yöntem olarak birbirlerinden ayrışmaya başlamışlardır. Ayrıca bu dönem, tefsire dair bilgilerin müstakil risaleler halinde telif edilmeye başlandığı bir zaman dilimidir. Süddî el-Kebîr de Hicaz’da doğmuş Kûfe’de yaşamış ve tefsire dair naklettiği pek çok rivayetle sonraki dönem müfessirlerine kaynaklık etmiş tâbiînin önde gelen şahsiyetlerinden birisidir. Bilhassa İbn Abbas ve İbn Mes‘ûd’dan nakillerde bulunan Süddî’nin kendisine atfedilen tam bir tefsirinden kaynaklarda bahsedilse de günümüze ulaşan bu vasıfta bir eser bulunmamaktadır. Süddî’den gelen tefsir rivayetleri, bilhassa rivayet tefsirleri içerisinde dağınık olarak yer almaktadır. Bu rivayetler incelendiğinde onun, Kur’ân’ı Kur’ân ve sünnet ile tefsir yöntemlerini kullandığı, nüzul sebepleri ve tarihî bilgilerden istifade ettiği, yer yer şer‘i hükümler çıkardığı, nesh ve müteşabih gibi konularda fikir beyan ettiği görülmektedir. Naklettiği rivayetlerde Süddî’nin en çok eleştiri aldığı nokta ise isrâiliyyâta yoğun bir şekilde yer vermesidir. Bu çalışmada Süddî’nin hayatı, ilmî yönü ve hakkındaki Şîilik iddiaları değerlendirilecek, kendisinden gelen tefsir rivayetleri ekseninde onun tefsir yöntemi ve müfessir yönü ortaya konulmaya çalışılacaktır. Anahtar sözcükler- Tefsir, rivayet tefsiri, yöntem, Süddî §§§ Makalenin gelişi: 02.05.2017; Yayına kabul tarihi: 19.06.2017 Uşak Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Tefsir Anabilim Dalı, e-posta: [email protected] 358 | Nurullah Denizer Giriş Tâbiîler Hz. Peygamber’in, “İnsanların en hayırlısı benim asrımda olanlar, sonra onları takip edenler, sonra onları takip edenlerdir.” 1 diyerek övdüğü ve Kur’ân’ın anlaşılması ve sonraki nesillere aktarılması hususunda önemli rol üstlenen bir nesildir. Tâbiîler gerek Hicaz’daki gerekse genişleyen İslam topraklarının çeşitli beldelerine yerleşen sahabîlerden ders almışlar ve onlardan öğrendikleri bilgileri sonraki nesillere aktaran bir köprü vazifesi görmüşlerdir. Hızla genişleyen İslam coğrafyasının farklı bölgelerinde ashab, Kur’ân’ı ve Hz. Peygamber’den öğrendiklerini bu beldelerdeki yeni Müslümanlara öğretmiş ve buralarda ilim halkaları oluşturmuşlardır. İslam toplumu içerisinde etnik ve kültürel farklılıkların artması, Müslümanların farklı soru ve sorunlarla karşılaşmalarına sebep olmuş ve bunun neticesinde Kur’ân tefsirinde farklı yöntemlerin kullanıldığı tefsir medreseleri teşekkül etmiştir. Bu medreselerde ashabtan ders alan tâbiîler özellikle hadis ve tefsir alanında önemli hizmetler vermişler ve bu ilimlerin yazıya geçirilmesi faaliyetinin ilk adımlarını atmışlardır. Ayrıca tefsir ilmi açısından bakıldığında bu dönem; Kur’ân’ı anlama ve yorumlama faaliyetindeki yöntem çeşitliliğinin Mekke, Medine ve Kûfe medreselerinde sistematik bir şekilde ilk defa ayrıştığı bir dönem olarak değerlendirilebilir. Bu çalışmada müfessir yönünü ele alacağımız Süddî, nakle verdiği öncelik ve önemle bilinen Mekke ve Medine medreselerinin bulunduğu Hicaz’da doğması ve re’y ile tefsire verdiği önem ile temayüz etmiş Kûfe’de yaşaması bakımından tefsir ilmi açısından önemli bir konumda yer almaktadır. 1. Süddî el-Kebîr’in (v. 127/745) Hayatı, İlmi ve Şahsiyeti 1.1. İsmi ve Soyu Süddî’nin tam adı, İsmail b. Abdirrahman b. Ebî Kerîme es-Süddî elKebîr’dir ve Kureyş’in reisi Zeyneb binti Kays b. Mahreme el-Muttalibî b. Abdu Menaf b. Kusayy’ın mevlâsıdır. Künyesi Ebû Muhammed’dir. Süddî’nin künyesi ve babasının ismi ile ilgili bir ihtilaf olmamakla beraber onun soyu hakkında bazı tartışmalar mevcuttur. Buhârî ve İbn Hacer, Süddî’nin atalarını ‘İsmail b. Abdurrahman b. Ebî Kerîme’ şeklinde sıralarken 2, İbn Hıbbân el-Büstî, İbnü’l-Esîr ve Yâkût el-Hamevî bu sıralamayı ‘İsmail b. Abdurrahman b. Ebî 1 2 Müslim, Ebû Huseyn Müslim b. Haccâc el-Kuşeyrî, Sahîh, Dâru Tayyibe, Riyad, 426, Fedâil, 52. İbn Hacer Askalânî Ebu’l-Fazl Şihâbuddîn Ahmed, Tehzîbu’t-Tehzîb, Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1984, VI, 232; İbn Ebî Hâtim, Ebû Muhammed Abdurrahman b. Muhammed b. İdrîs, el-Cerh ve’t-Ta‘dîl, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut, 1952, II, 184. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 357-388 Bir Müfessir Olarak Süddî el-Kebîr | 359 Züeyb’ şeklinde tayin etmişlerdir. 3 Her ne kadar Hicaz da doğmuş olsa da Süddî’nin Hicazla olan ilişkisi, kölelik ve doğum yeri bakımından olmalıdır. Zira kaynaklarda babasının, İsfahan’ın önde gelen kimselerinden olduğu zikredilmektedir.4 Onun ‘Süddî’5 ismi ile anılması hususunda da bir takım görüş farklılıkları söz konusudur. Bir görüşe göre Süddî, Kûfe’deki büyük mescidin eşiğinde oturup orada başörtüsü sattığından dolayı ‘Süddî’ olarak meşhur olmuştur ki yaygın olan görüş de budur.6 Diğer bir görüşe göre ise Süddî, şehrin ‘Südd’ yahut ‘Südde’ denilen bir mevkisinde ikamet ettiği için, bu yere nisbetle Süddî olarak anılmaktadır.7 1.2. Doğumu Ve Vefati Süddî’nin doğum tarihi hakkında kaynaklarda net bir bilgi mevcut değildir. Tam bir tarih verememekle beraber kaynaklar; Süddî’nin, sahabeden Hasan b. Ali, Sa‘d b. Ebî Vakkas, Ebû Hureyre, İbn-i Abbas, İbn-i Ömer ve Ebû Sa‘îd el-Hudrî ile görüştüğünü bildirmekte ancak bu görüşmelerin ne 3 4 5 6 7 İbn Hibban, Ebû Hâtim Muhammed b. Hibban b. Ahmed et-Temîmî, Meşahiru Ulemai’l-Emsâr, thk. Marzûk Alî İbrahim, Dâru’l-Vefâ, Mansûre, 1991, s. 178; İbnü’l-Esîr, Ebu’l-Hasan İzzeddin Ali b.Muhammed b. Abdülkerim, el-Lübab fî Tehzibi’l-Ensâb, Dâru Sâdır, Beyrut, t.y., II, 110. İsfahânî, Ebû Nuaym Ahmed b. Abdullah b. İshak, Kitâbu Târîhi İsbahan: Zikru Ahbâri İsbahan, thk. Seyyid Kisrevî Hasan, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1990, I, 247. ‘Südde’ sözlükte, kapı, kapı eşiği, eşik, oturak yeri, oturulacak yer, divan anlamlarına gelmektedir. İbn Düreyd, Ebû Bekr Muhammed b. el-Hazm el-Ezdî elBasrî, Kitâbu Cemheratiʼl-Luga, thk. Remzi Münîr Ba‘lebekî, Dâru’l-İlm li’l-Melâyîn, Beyrut, 1987, I, 111; Cevherî, Ebû Nasr İsmâîl b. Hammâd, es-Sıhâh Tâcu’l-Lüga ve Sıhâhi’l-Arabiyye, thk. Ahmed Abdulgafûr Attâr, Dâru’l-İlm li’l-Melâyîn, Beyrut, 1987, II, 486. Fîruzâbâdî, Ebu’t-Tâhir Mecdüddîn Muhammed b. Ya‘kûb b. Muhammed, el-Kâmûsu’l-Muhît, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut, 2005, s. 287; Zebîdî, Muhammed Murtaza el-Huseynî, Tâcuʼl-ʻArûs min Cevâhiriʼl-Kâmûs, thk. Abdulazîz Matar, 2. bs., Kuveyt, 1994, VIII, 183; İbn Manzûr, Ebuʼl-Fazl Cemâluddîn Muhammed b. Mükerrem el-Ifrikî, Lisânüʼl-ʻArab, Dâru Sâdır, Beyrut, t.y., III, 209. Mervezî, Ebû Sa‘d Abdülkerim b. Muhammed b. Mansur Sem‘ânî, el-Ensâb, Dâiretü Maârifi’l-Osmâniyye, Haydarâbâd, 1962, VII, 109; Hazrecî, Ahmed b. Muhammed, Hulasatu Tezhîbi Tehzîbi’l-Kemâl fî Esmâi’r-Ricâl, thk. Abdulfettâh Ebû Gudde, Mektebetü’l-Matbûâti’l-İslâmiyye-Dâru’l-Beşâir, Haleb-Beyrut, 1416, s. 35; İbnü’l-Esîr, el-Lübab fî Tehzibi’l-Ensâb, II, 110. İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim b. Kuteybe Dîneverî, el-Maârif, thk. Servet Ukkâşe, Heyetü’l-Mısriyyeti’l-Âmme li’l-Kitâb, Kahire, 1992, s. 596; İbn Mâkûlâ, Ebû Nasr Sa’dülmelik Ali b. Hibetullah b. Ali, el-İkmal fî Refʻi’l-İrtiyab ani’lMü’telif ve’l-Muhtelif mine’l-Esma ve’l-Küna ve’l-Ensâb, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1990, IV, 568. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 357-388 360 | Nurullah Denizer zaman ve hangi mekânda olduğuna dair bir bilgi vermemektedirler. 8 Kaynakların verdiği bu bilgiye dayanarak bir tahmin yürütülecek olursa, Süddî’nin yukarıda isimleri geçen sahabeler arasında en erken vefat eden Hasan b. Ali’nin vefat tarihi olan h. 49 yılından önce yaşamış olması gerekir. Buna göre Süddî, Sa‘d b. Ebî Vakkas (v. h. 55) ile altı, Ebû Hureyre (v. h. 57) ile on, İbn-i Abbas (v. h. 68) ile on dokuz, Ebu Sa‘îd el Hudrî (v. h. 74) ve İbn-i Ömer (v. h. 73) ile de yirmi beş yıl yahut bundan daha uzun müddet, aynı zamanda yaşamıştır. Kaynaklar Süddî’nin doğum yerini Hicaz olarak belirtmişler, daha belirli bir mekân ismi zikretmemişlerdir. Bununla birlikte onun, babasından naklettiği, “Zeyneb bint Kays Hz. Peygamber (s.a.s.) ile birlikte her iki kıbleye doğru da namaz kılmıştı.”9 haberinden hareketle onun Medine’de doğduğu ve büyüdüğü söylenebilir. Zira kıblenin Mescid-i Aksa’dan Kâbe'ye çevrilmesi, Mekke’nin fethinden önce Medine’de gerçekleşmiştir. Ayrıca Süddî’nin görüştüğü ve haber rivayet ettiği sahâbîlerin Medine'de bulunmaları da, onun Medine'de büyüdüğü görüşünü desteklemektedir. Süddî, Emevîler döneminde Mervan b. Muhammed’in hilafeti sırasında h. 127 veya h. 128 yılında Irak’ta vefat etmiştir.10 1.3. İslam Beldelerine Seyahatleri Süddî hayatı boyunca, doğduğu Hicaz bölgesinde kalmak yerine; dinî, ilmî, edebî, fikrî ve ticarî hareketlerin önemli bir merkezi olan Kûfe’ye göç etti. Süddî Kûfe’de, geçimini temin etmek için ticaretle uğraşmış, ayrıca Kûfe’deki tefsir ulemasıyla irtibata geçerek Kur’ân tefsiri ile meşgul olmuştur. 11 Bu devirde Kûfe’deki siyasi hayat bir türlü istikrar kazanamamış ve Kûfe, isyan ve kargaşanın eksik olmadığı bir şehir haline gelmişti. 12 Süddî bu karmaşanın ve siyasi olayların karşısında durmuş, bunların içine dâhil olmaktan kaçınmıştır. Ali b. Ebî Tâlib’in hilafetinden sonra Kûfe hilafet merkezi olmuş ve daha sonra da Şia mezhebinin merkezi haline gelmişti. Kûfe, ilmî faa- 8 9 10 11 12 İbn Hacer Askalanî, Tehzîbu’t-Tehzîb, Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1984, I, 273-274; Hamevî Ebû Abdullah Şihâbuddîn Yâkût b. Abdullah Yakut , Mu‘cemu’l-Udebâ, thk. İhsân Abbâs, Dâru’l-Garbi’l-İslâmî, Beyrut, 1993, II, 724 . İbn Abdilber, Ebû Ömer Cemaleddîn Yûsuf b. Abdullah b. Muhammed Kurtubî, elİsti‘âb fî Ma‘rifeti’l-Ashâb, thk. Ali Muhammed Bicâvî, Dâru’l-Cîl, Beyrut, t.y., IV, 1857. İbnü’l-Esîr, el-Lübab fî Tehzibi’l-Ensâb, II, 110; Hamevî, Mu‘cemu’l-Udebâ, II, 724. Muhammed ‘Atâ Yûsuf, Tefsîru’s-Süddî el-Kebîr, Dâru’l-Vefâ, Mansûre, 1993, s. 20. Halîf, Yusuf, Hayatü’ş-Şi‘r fi'l-Kûfe ila Nihâyeti Karni’s-Sâni li’l-Hicre, Dâru’l-Kitâbi’lArabî, Kahire, 1968, s. 200. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 357-388 Bir Müfessir Olarak Süddî el-Kebîr | 361 liyetler açısından Hicaz’a göre daha ileri bir konumda olan ve fikrî cereyanların kaynaştığı bir yer idi. Burada ilimle meşgul olanlar, sıhhatine itimat edebilecekleri bir hadis bulamadıkları zaman re’ye ve kıyasa müracaat ederlerdi. 13 Bu karışık fikrî ortama rağmen Süddî’nin tefsirine baktığımızda, daha sonra da belirteceğimiz gibi onun ne Şîa mezhebine bağlı olduğuna, ne de felsefi eğilimleri olduğuna dair herhangi bir işaret bulamamaktayız. 1.4. Hocaları Süddî’nin hocalarının başında İbn Abbas gelir. Süddî, İbn Abbas’ın ilminden yararlanmış ve tefsirinde İbn Abbas’tan nakiller yapmıştır.14 Süddî’nin İbn Abbas’tan istifadesi ondan işitmesi ve rivayet etmesine dayanmaktadır. Bu konuda kendisi, “Ben bunu İbn Abbas’tan aldım. Doğru ise de, yanlış ise de onun sözüdür.” demiştir.15 Bununla birlikte onun bu beyanı, kendisinin sadece bir nakledici olarak algılanmasına yol açmamalıdır. Zira Süddî çoğunlukla, bir nakilde bulunmadan önce kendisi de bazı açıklamalar yapmaktadır. Örneğin “‘Ey ateş! İbrahim’e karşı serin ve esenlik ol’ dedik.” 16 ayetinin tefsirinde Süddî, Hz. İbrâhim'in ateşe atılması hazırlıklarına dair uzun sayılabilecek bilgiler verdikten sonra İbn Abbas'tan “Eğer ayette ‘selâm’ kavli zikredilmemiş olsaydı Hz. İbrahim soğuktan ölürdü.” kavlini rivayet etmiştir.17 Süddî’nin bir diğer hocası da Abdullah. b. Mes‘ûd’dur. Ancak Süddî, Abdullah b. Mes‘ûd’dan, İbn Abbas’tan yararlandığı kadar faydalanamamış, istifadesi, sadece ondan nakiller yapmakla sınırlı kalmıştır. İbn Teymiyye’nin belirttiğine göre Süddî’nin tefsirindeki nakillerin çoğu İbn Abbas ve Abdullah b. Mes‘ûd’a aittir. 18 Bunların yanı sıra Süddî; Enes b. Malik ve Mürretü'lHemedânî'den bizzat işittiği haberleri aktarmış19, babası Abdurrahman b. Ebî Kerîme, Yahya b. ‘Abbâd, Ebû Salih b. Bâzan, Saîd b. Ubeyde, Ebû Abdurrahman es-Sülemî , ‘Atâ b. Rebah, ‘Ikrime20, Abdu Hayr21 Kelbî, Dâvud b. Ebî 13 14 15 16 17 18 19 20 Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usûlü, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 1993, s. 237-238 İbnü’l-Esîr, el-Lübab fî Tehzibi’l-Ensâb, II, 110; İbn Hacer Askalanî, Tehzîbu’tTehzîb, I, 274. Hamevî, Mu‘cemu’l-Udebâ, II, 725. Enbiya 21/69. ِيم ُ قُ ْلنَا يَا ن َ َار ُكونِي بَرْ دًا َو َ س َال ًما َع َلى ِإب َْراه Taberî, Ebû Cafer İbn Cerîr Muhammed b. Cerîr b. Yezîd, Câmiu‘l-Beyân fî Tefsiri’l-Kur’ân, thk. Abdullah b. Abdulmuhsin et-Türkî, Dâru Hicr li’t-Tıbâa ve’nNeşr, 2001, XVI, 306. İbn Teymiyye, Ebu’l-Abbas Takıyyüddîn Ahmed b. Abdulhalîm, Mukaddime fî Usûli’t-Tefsir, Dâru Mektebeti’l-Hayât, Beyrut, 1988, s. 41-42. Buhârî, Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail, et-Târîhu'l-Kebîr, Dâiretü’l-Meârifi’lOsmâniyye, Haydarabad, t.y., I, 361. İbn Hacer Askalânî, Tehzîbu’t-Tehzîb, I, 274. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 357-388 362 | Nurullah Denizer Hind, Hişâm b. ‘Urve,’den nakillere de tefsirinde yer vermiştir. 22 Yûsuf b. ‘Adiyy, ‘Alâ b. Amr, Ebû İbrahim et-Tercumânî, Süfyân es-Sevrî, Şu‘be, Hasan b. Sâlih, Ebû Avâne, Ebû Bekr b. Ayyâş, Semmâk b. Harb, İsmail b. Ebî Hâlid, İsâ b. Ömer el-Hemedânî, Süleymân et-Teymî, Osmân b. Sâbit, Mâlik b. Muğavvel, Zeyd b. Ebî Enîse, Sellâm b. Selîm (Ebu’l-Ahvas), İsrâîl b. Yûnus, İsmail b. Ebî İshâk (Ebû İsrâîl) ve Ziyâd b. Hayseme gibi isimler de Süddî’den nakilde bulunmuşlardır.23 1.5. İlmî Konumu Süddî tefsir ve hadis alanlarında oldukça yüksek mertebeye sahip ve Kûfeliler arasında tefsire dair en çok nakilde bulunan âlim bir kimse idi. 24 Buharî’nin naklettiğine göre Yahya b. Ma‘în “Süddî’yi hayırdan başka bir şeyle anan kimse görmedim” demiştir.25 Ancak Süddî’nin ilimdeki bu yüksek mertebesi, bazı kıskançlık kapılarının açılmasına neden olmuştur. Süddî hakkında, haksız bir şekilde iftira kapısını açan ilk kimse, çağdaşı Şa‘bî’dir. Şa‘bî, Süddî’nin Kur’ân konusunda cahil olduğunu söylemiştir 26 ancak Buhârî’nin bildirdiğine göre İsmail b. Ebû Halid -ki Şa‘bî ve Süddî’nin çağdaşı olan güvenilir bir kimsedir- Süddî’nin, Kur’ân’ı Şa‘bî’den daha iyi bildiği görüşündedir. 27 Süddî’nin aleyhinde sözler söyleyen ve onu kötüleyenlerden birisi de Cürcânî’dir. Cürcânî’nin dediğine göre Kûfe’de Süddî ve Kelbî olmak üzere iki yalancı vardır ki bunlardan birisi ölmüştür.28 Cürcânî'nin bu iddiası, onun da rivayetlerinde yalancılıkla itham edilmesi sebebiyle dikkate alınmayabilir. 29 Diğer yandan bu yalancılık ithamları ile Süddî el-Kebîr’in değil, onun kız kardeşinin oğlu olan Muhammed b. Mervân es-Süddî es-Sağîr’in kast ediliyor olması da mümkündür. Zira muhaddisler, Süddî es-Sagîr’in kâzib olduğu ve 21 22 23 24 25 26 27 28 29 İbn Ebî Hâtim, el-Cerh ve’t-Ta‘dîl, II, 184. Hamevî, Mu‘cemu’l-Udebâ, II, 725. Hamevî, Mu‘cemu’l-Udebâ, II, 725; İbnü’l-Esîr, el-Lübab fî Tehzibi’l-Ensâb, II, 110; Askalanî, Tehzîbu’t-Tehzîb, I, 274; İbn Ebî Hâtim, el-Cerh ve’t-Ta‘dîl, II, 184. Cerrahoğlu, İsmail, “Süddî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2010, XXXVIII, 17. Buhârî, Sahîh, I, 361; İbn Ebî Hâtim, el-Cerh ve’t-Ta‘dîl, II, 184; Hamevî, Mu‘cemu’l-Udebâ, II, 725. Bu eserde mezkûr söz, Yahyâ b. Sa‘îd’den nakledilmiştir. İbn Hacer Askalânî, Tehzîbu’t-Tehzîb, I, 274; Cürcânî, Ebû Ahmed Abdullah b. Adî, el-Kâmil fî Du‘afâi’r-Rical, thk. Yahyâ Muhtâr Gazâvî, Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1988, I, 276. Buhârî, Sahîh, I, 361. İbn Hacer Askalânî, Tehzîbu’t-Tehzîb, I, 274. İbn Hacer Askalânî, Lisânü’l-Mîzân, Müessesetü’l-A‘lemî li’l-Matbûât, Beyrut, 1971, I, 259. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 357-388 Bir Müfessir Olarak Süddî el-Kebîr | 363 ondan hadis alınmaması gerektiği hususunda görüş bildirmişlerdir. 30 Cürcânî’den nakledilen Süddî’nin yalancı olduğuna dair haberde ise Süddî elKebîr’in mi yoksa Süddî es-Sagîr’in mi kast edildiğine dair bir kayıt bulunmamaktadır. Süddî’nin yaptığı rivayetlerin güvenilirliği hususunda hadis otoritelerinin görüş birliği içerisinde olduğunu söylemek mümkün değildir. Hakkında yapılan değerlendirmeler, sika, zayıf, leyyin ve kâzib gibi geniş bir yelpaze içerisinde çeşitlilik arz eder bir niteliktedir. 31 Yine de Buhârî ve Ahmed b. Hanbel’in kendisini sika olarak görmesi, Şu‘be b. Haccâc ve Süfyân es-Sevrî gibi hadis ilminin önde gelen âlimlerinin Süddî’den nakilde bulunmaktan çekinmemeleri, onun güvenilirliği konusunda delil olacak önemli noktalardır. 1.6. Kişiliği ve Özellikleri Süddî’nin dış görünüşü ile ilgili kaynakların bize sunduğu bilgi; onun, oturduğu zaman göğsünü örtecek kadar uzun bir sakalı olduğundan ibarettir. 32 Kişiliğine gelince ise o, yüksek derecede ahlak ve edep sahibi salih bir kimse idi. Öyle ki hayâsı onu, kendisi hakkında söylenen mesnedsiz ve kıskançlık içeren sözlere karşılık vermekten dahi alıkoyardı. Hatta bir gün talebelerine tefsir dersi yaparken oraya gelen Şa‘bî'nin kendisine ağır sözler söyleyerek hakaret ettiği, kendisinin ise bu sözlere bir karşılık vermediği rivayet edilmiştir.33 1.7. Hakkındaki Şîilik İddiaları Süddî'nin Şîi olduğuna dair ilk iddia hicri sekizinci asrın ortalarında Zehebî tarafından “Süddî Şîi olmakla itham edilmiştir." şeklinde dile getirilmişken34, İbn Hacer el-Askalânî bu iddiaya iki rivayet ilave etmiştir. İbn Hacer’in Hüseyin b. Vâkıd’dan naklettiğine göre o, Süddî’ye bazı sorular sormak için gelmiş; tam yanından ayrılırken Süddî’nin Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer hakkında kötü sözler söylediğini işitmiştir. Aynı şekilde ‘Ukaylî’den de, Süddî’nin Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’i diline doladığı rivayet edilmiştir. 35 Farklı kaynaklarda da Süddî’nin Şîa’ya meylettiği söylense hatta adı Şîa’nın önde gelenlerinin yer 30 31 32 33 34 35 İbn Ebî Hâtim, el-Cerh ve’t-Ta‘dîl, VIII, 86. Mizzî, Ebu’l-Haccac Cemaleddin Yusuf b. Abdurrahman b. Yusuf, Tehzibü’lKemâl fî Esmâi’r-Ricâl, thk. Beşşâr Avvâd Ma‘rûf, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut, 1980, III, 134-137. Hamevî, Mu‘cemu’l-Udebâ, II, 725. Taberî, Câmiu‘l-Beyân, I, 87; Cürcânî, el-Kâmil fî Du‘afâi’r-Rical, I, 276. Zehebî, Ebû Abdullah Şemseddîn Muhammed b. Ahmed b. Osman, Mîzânü’l-İ‘tidâl fî Nakdi’r-Ricâl, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1995, I, 396. İbn Hacer Askalânî, Tehzîbu’t-Tehzîb, I, 274. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 357-388 364 | Nurullah Denizer verildiği tabakat eserlerinde Alî b. Hüseyin, Muhammed Bâkır ve Cafer esSâdık’ın ashabından olduğu zikredilse dahi bu iddiayı ispatlayacak sağlam bir delil bulunmamaktadır.36 Süddî’nin tefsire dair olan rivayetlerine bakınca da bu iddiayı destekleyecek mahiyette olmasa dahi, bağlantı kurulabilecek sadece tek bir rivayetin olduğu görülmektedir. “Arkalarından ne gök ne de yer ağladı. Onlara mühlet de verilmedi.”37 ayetinin tefsirinde Taberî’nin yaptığı rivayete göre Süddî bu ayet hakkında, “Hüseyin b. Ali katledildiği zaman gökyüzü ağladı, göz yaşları da kırmızıydı.” şeklinde bir açıklama yapmıştır.38 1.8. Eserleri 1- Tefsîrü’s-Süddî: İbn Nedim’in bu isimle tespit ettiği kitabın 39 elimize ulaşıp ulaşmadığı bilinmemektedir. Ebû Ya‘lâ el-Halîlî, Süddî’nin bu tefsirinin, ittifakla olmasa da talebesi Esbât b. Nasr el-Hemedânî tarafından rivayet edildiğinin söylendiğini belirterek, Süddî’nin tefsirinin, en faziletli tefsirlerden biri olduğuna işaret etmektedir.40 Muhammed ‘Atâ Yusuf, altı ayrı rivayet tefsirinde Süddî’ye nisbet edilen rivayetleri bir araya getirerek neşretmiştir. 2- Kitâbu’n-Nâsih ve’l-Mensûh: İbnü’l-Cevzî, Süddî’ye ait bu isimde bir kitaptan söz etmektedir.41 3- el-Megâzî ve’s-Siyer: İbn Tağrîberdî, en-Nücûmu’z-Zahira fî Mülûkü Mısr ve’l-Kâhira adlı eserinde Süddî’ye bu isimde bir eser nispet etmektedir.42 36 37 38 39 40 41 42 Cuzcânî, İshak İbrâhim b. Yakub b. İshak es-Sa‘di, Ahvâlü’r-Ricâl, thk. Subhî elBedrî Samerraî, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut 1985, I, 54; Muhsin Emin, Ebu Muhammed Seyyid Muhsin b. Abdilkerim b. Ali, A‘yânü’ş-Şî‘a, Dâru’t-Taarruf li’lMatbûât, Beyrut, 1983, I, 379-380. َ ض َو َما كَانُوا ُم ْن Duhân 44/29. َظ ِرين َّ فَ َما بَكَتْ َعلَ ْي ِه ُم ال ُ ْس َما ُء َو ْاألَر Taberî, Câmiu‘l-Beyân, XXI, 41. İbnü’n-Nedim, Ebu’l-Ferec Muhammed b. İshak, el-Fihrist, thk. İbrahim Ramazan, Dâru’l-Ma‘rife, Beyrut, 1997, s. 53. Kazvinî, Ebû Ya‘la el-Halil b. Abdillah b. Ahmed el-Halîlî, el-İrşâd fî Ma‘rifeti Ulûmi’lHadîs, Riyad, Mektebetü’r-Rüşd, 1989, s. 398. İbnü’l-Cevzî, Abdurrahman b. Ali b. Abdullah, Nâsihu’l-Kur’ân ve Menâsihuhu, elCâmiatü’l-İslâmiyye, Medine, 2003, s. 104. İbn Tağrîberdî, Cemaleddin Ebi’l-Muhasin Yûsuf el-Atabekî, en-Nücûmu’z-Zahira fî Mülûkü Mısr ve’l-Kâhira, Kahire, 1963, I, 308. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 357-388 Bir Müfessir Olarak Süddî el-Kebîr | 365 2. Süddî’nin Tefsirinin Özellikleri ve Yöntemi 2.1 Özellikleri 2.1.1. Kaynak Olması Süddî’nin İbn Mes‘ûd ve İbn Abbas’tan aldığı rivayetlerle oluşan tefsirini, öğrencisi Esbât b. Nasrân el-Hemedânî rivayet etmektedir. Ebû Salih ve Ebû Mâlik vasıtalarıyla İbn-i Abbâs’a, Mürr vasıtasıyla da İbn Mes‘ûd’a nispet edilen bu tefsiri Taberî, kendi tefsirinde mezkûr Esbât vasıtasıyla nakletmektedir.43 Süddî’den tefsir ile ilgili gelen rivayetleri kullanan başlıca altı tefsir mevcuttur ve bu tefsirler kronolojik olarak şu şekilde sıralanabilir: Ebû Ca‘fer Muhammed b. Cerîr et-Taberî (v. 310) Câmiu’l-Beyân ‘an Te’vîli’l-Kur’ân, Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed el-Kurtubî (v. 671) el-Câmi‘ li-Ahkâmi’l-Kur’ân, İsmail b. Ömer b. Kesîr (v. 774) Tefsîru’l-Kur’âni’l-‘Azîm, Celaleddin Suyûtî (v. 911) ed-Dürrü’l-Mensûr fi’t-Tefsîr bi’l-Me’sûr, Muhammed b. Ali b. Abdullah eş-Şevkânî es-San‘ânî (v. 1250) Fethu’l-Kadîr, Âlûsî (v. 1270) Rûhu’l-Meânî fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-‘Azîm ve’s-Seb‘u’l-Mesânî. 2.1.2 Tam Bir Tefsir Olması Sahabe devri ve tabiîn devrinin ilk dönemlerine kadar Kur’ân tefsirine dair çalışmalar garîb, müşkil, mücmel ve mübhem lafızların açıklanması ve sebeb-i nüzûlü belirtmek gibi konularla sınırlıydı. Bu nedenle tefsir edilen ayetler, sadece bu konuları kapsayan ayetleri içeriyordu. Buna rağmen Süddî’nin tefsirinin, Kur’ân’ın çok az bir kısmı hariç tamamını içerdiği anlaşılmaktadır. İbn Nedîm el-Fihrist adlı eserinde Kitâbu Tefsîri’s-Süddî adıyla bu eserden bahsetmiş44, Suyûtî de İtkân’da Süddî’nin tefsirinin emsalsiz bir tefsir olduğunu belirtmiştir.45 Fuad Sezgin de Süddî’nin tefsirinin Kur’ân’ın tamamını ihtiva ettiğini belirtmiştir. 46 Bununla birlikte günümüze ulaşmış ve Süddî’ye nispet edilen tam tefsir mahiyetinde bir eser tespit edilememiştir. Süddî’den nakledilen tefsir rivayetlerinin miktarı fazla olsa da Kur’ân’ın tamamını kapsayacak mahiyette değildir. 43 44 45 46 Bilmen, Ömer Nasuhi, Büyük Tefsir Tarihi: Tabakâtü’l-Müfessirîn, Bilmen Yayınevi, İstanbul, 1973, I, 288-289. İbnü’n-Nedim, el-Fihrist, s. 53. Suyûtî, Celâleddîn Abdurrahmân, el-İtkân fî ‘Ulûmi’l-Kur’ân, thk. Muhammed Ebu’lFadl İbrahim, el-Mektebetü’l-‘Asriyye, Beyrut, 1997, IV, 208. Sezgin, Fuad, Târîhu’t-Turâsi’l-Arabî, İdâretü’s-Sekâfeti ve’n-Neşr biʻl-Câmia, Riyad, 1991, I, 77. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 357-388 366 | Nurullah Denizer 2.1.3. İbn Abbas’tan Etkilenmesi Süddî, İbn Abbas ile çağdaştır. Ondan ders almış, onun meclisinde bulunmuş ve ondan nakiller yapmıştır.47 İbn Abbas’ın tefsirdeki üstün mertebesi düşünülecek olursa, Süddî’nin, onun derslerinde bulunması ve ondan nakiller yapmasının önemi daha da artacak ve bu nedenle Süddî’nin, tefsirinde hocası İbn Abbas’tan etkilendiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Tefsirlerde aynı rivayetlerin hem Süddî’ye hem de İbn Abbas’a nispet edilmesi, Süddî ve İbn Abbas arasındaki etkileşimi açıkça ortaya koymaktadır. Örneğin “Birbirinize düşman olarak (o cennetten) inin.”48 ayetinin tefsirinde bu ayetin muhataplarının Hz. Adem, Hz. Havva ve yılan olduğu rivayetini Taberî; İbn Vekî‘Mûsâ b. Hârûn-‘Amr b. Hammâd el-Kannâd-Esbât-Süddî isnad zinciri ile verirken49, Suyûtî aynı haberi İbn Abbas’a dayandırmaktadır.50 Aynı şekilde “Ben size, ben göklerin ve yerin gayblarını bilirim, sizin açıkladığınızı da, içinizde gizlediğinizi de bilirim dememiş miydim?” 51 ayetinin tefsirinde de Taberî, İblis’in içinde sakladığı şeyin kibir olduğu haberini Süddî-Ebû Mâlik-İbn Abbas isnad zinciri ile zikrederken52 İbn Kesîr aynı haberi, hem aynı sened ile vererek hem de müstakil olarak Süddî’ye nispet ederek rivayet etmiştir. 53 Bu örneklerden Süddî’nin İbn Abbas’tan rivayette bulunduğu anlaşıldığı gibi sonraki âlimlerin bu rivayetleri müstakil olarak Süddî’ye atfetmek suretiyle karıştırdıkları sonucuna da varılabilir. 2.1.4. Siyasi Gruplardan Etkilenmesi Hicrî ikinci asrın ortalarında, İslam’da ilk defa siyasi ayrılıklar zuhur etmiş; Havâric, Şia ve Mürcie gibi gruplar ortaya çıkmıştı. Bu siyasi yönelişlerin Süddî’yi de etkilediği ve bu etkilenmenin, onun tefsirine de yansıdığı söylenmektedir. Örneğin Hüseyin b. Vâkıd el-Mervezî Kur’ân’dan yetmiş ayetin tefsirini sormak için Süddî’nin yanına gittiğini, cevaplarını aldıktan sonra ayrılırken onun Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer için kötü sözler söylediğini iddia etmiştir.54 Taberî, “Arkalarından ne gök, ne de yer ağladı. Onlara süre de verilme- 47 48 49 50 51 52 53 54 İbn Hacer Askalânî, Tehzîbu’t-Tehzîb, I, 275. ُ ِا ْهب Bakara 2/36. عدُو ٍ ض ُك ْم ِلبَ ْع ُ طوا بَ ْع َ ض Taberî, Câmiu‘l-Beyân, I, 572. Suyûtî, Celâleddîn, ed-Dürrü’l-Mensûr fi’t-Tefsîr bi’l-Me’sûr, thk. Abdullah Abdilmuhsin et-Türkî, Merkezi Hicr li’l-Buhûs ve’d-Dirâseti’l-Arabiyye ve’l-İslâmiyye, Kahire, 2003, I, 294. Bakara 2/33. َض َوأَ ْعلَ ُم َما ت ُ ْبدُونَ َو َما ُك ْنت ُ ْم تَ ْكت ُ ُمون ِ س َم َوا َّ ْب ال ِ ْت َو ْاألَر َ ِإنِّي أَ ْعلَ ُم َغي Taberî, Câmiu‘l-Beyân, I, 531. İbn Kesîr, Ebû’l-Fidâ İsmâil b. Kesîr el-Kuraşî, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, thk. Sâmî b. Muhammed es-Sellâme, Dâru Tayyibe, Riyad, 1999, I, 226. Cuzcânî, Ahvâlü’r-Ricâl, I, 54. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 357-388 Bir Müfessir Olarak Süddî el-Kebîr | 367 di” 55 ayetinin tefsirini yaparken Muhammed b. İsmail-Abdurrahman b. Ebû Hammâd-Hakem b. Zahîr-Süddî şeklinde rivayet zincirini saydıktan sonra Süddî’den şu sözü nakleder: “Hüseyin b. Ali (r. a.) katledildiği zaman gökyüzü ağladı ve yağmur kırmızı yağdı.”56 Suyûtî de “Bizden iyi kimseler olduğu gibi, iyi olmayanlar da var. Biz türlü türlü yollar tutmuşuz”57 ayetinin tefsirinde Süddî’den naklen şu açıklamayı yapmıştır: “Yani cinler; Kaderiye, Mürcie, Şia ve Rafızî gibi gruplara bölünmüşlerdi”58 Tefsirlerde geçen bu ve bunun gibi rivayetlere rağmen Süddî’nin tefsiri dikkatli bir şekilde incelendiğinde, Süddî’nin, bu siyasi fırkalardan hiç birine intisap etmediği ve ehl-i sünnet yolunu tuttuğu görülmektedir. Zira Süddî, bu fırkaların arasındaki en büyük ihtilaf sebebi olan ru’yetullah (Allah’ın görülmesi) ve mürtekibü’l-kebîre (büyük günah işleyenin durumu) hususlarına bahis konusu olan ayetlere yaptığı tefsirlerde, ehl-i sünnet yolunu tuttuğunu açık bir şekilde göstermiştir. Süddî’nin; “Gözler O’nu idrak edemez ama O, gözleri idrak eder. O, en gizli şeyleri bilendir, (her şeyden) hakkıyla haberdar olandır.”59 ayetinin tefsirine dair “Hiçbir şey onu göremez, o ise yaratılmış olanları görür.”60 ve “Şüphesiz Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında dilediğini bağışlar.”61 ayetine dair “Allah büyük günah işlemekten sakınan müslümanları bağışlar.” 62 açıklamaları, onun ehl-i sünnet çizgisinde bulunduğuna dair önemli bir delil olarak kabul edilebilir. 2.1.5. Lügavî Yönü Süddî’den gelen tefsir rivayetlerinin lügavî yönünü ele almadan önce İbn-i Abbas’ın “Eğer Allah’ın kitabından bir kelimenin ne olduğunu anlamazsanız şiire başvurun. Zira şiir Arabın dîvanıdır.” 63 sözünü zikretmek yerinde olacaktır. Süddî’nin, öğrencisi olması ve ondan ders almasına rağmen İbn Abbas’ın bu tavsiyesine uyduğunu söyleyebilmek mümkün değildir. Süddî’nin tefsirine bakıldığında onun sadece bir yerde Hutam b. Hind’e ait üç beyit zik55 56 57 58 59 60 61 62 63 َ ض َو َما َكانُوا ُم ْن Duhân 44/29. َظ ِرين َّ فَ َما بَكَتْ َعلَ ْي ِه ُم ال ُ ْس َما ُء َو ْاألَر Taberî, Câmiu‘l-Beyân, XXI, 41. َ صا ِلحُونَ َومِ َّنا دُونَ َذلِكَ ُك َّنا Cin 72/11. ط َرائِقَ قِ َددًا َّ َوأَنَّا مِ نَّا ال Suyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, XV, 22. En’âm 6/103. ير ُ يف ْال َخ ِب ُ ص ُ ِار َوه َُو اللَّط َ ص َ ار َوه َُو يُد ِْركُ ْاأل َ ْب َ َال تُد ِْر ُكهُ ْاأل َ ْب Taberî, Câmiu‘l-Beyân, IX, 462; İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, VI, 128; Suyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, VI, 163. Nisa 4/116. َّللاَ َال يَ ْغف ُِر أَ ْن يُ ْش َركَ بِ ِه َويَ ْغف ُِر َما دُونَ ذَلِكَ ِل َم ْن يَشَا ُء َّ إِ َّن Taberî, Câmiu‘l-Beyân, VII, 485. Kayrevânî, Ebû Alî Hasen b. Reşîk Ezdî İbn Reşîk, el-‘Umde fî Mehâsini’ş-Şi‘ri ve Âdâbih, thk. Muhammed Muhyiddîn Abdulhamîd, Dâru’l-Cîl, Beyrut, 1981, I, 30. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 357-388 368 | Nurullah Denizer rettiğini görürüz. Ancak onun bu beyitleri zikretmesinin amacı, kapalı olan manayı açmak değil nüzul sebebi ile ilgili bir açıklama yapmaktır.64 Süddî manası kapalı olan ayetleri açıklarken, şiirle istişhadda bulunmak yerine sözlük anlamlarını vererek kapalılığı gidermeyi daha çok tercih etmiştir ve kendisine isnâd edilen rivayetlerde bu yola başvurduğu yerler oldukça fazladır. Örneğin Süddî, Sâffât suresi 146. ayette geçen ‘ ’يقطيkelimesinin ‘ ’قرعkelimesi ile tefsir etmiş ve Arapların kabak anlamına gelen bu kelimeyi ‘ ’دِبعlafzı ile kullandıklarını beyan etmiştir.65 Yine Müzzemmil suresi 5. ayette geçen ‘ ’ثقيلkelimesi de Süddî tarafından Arapça’da kullanımından da örnek verilerek ‘ ’كريkelimesi ile açıklanmıştır.66 Süddî’nin yabancı dilden Arapça’ya geçmiş ve Kur’ân’da yer alan kelimeler hakkında bilgiler verdiği de görülmektedir. Bakara suresi 57-58. ayetlerde67 Yahudilerin ‘hıtta (bizi bağışla)’ lafzını ‘hınta (buğday)’ olarak zikrettikleri ve bunun da İbranca kırmızı buğday anlamına gelen ‘hittâ sumhasâ’ lafzına olan benzerlikten geldiği Süddî tarafından zikredilmiştir.68 2.1.6. Kur’ân’da Arapça Olmayan Kelimelerin Bulunduğunu Kabul Etmesi Âlimler Kur’ân’da Arapça’nın dışındaki dillere ait kelimelerin olup olmadığı hakkında ihtilafa düşmüştür. 69 Süddî ise, Kur’ân’da; Nabat dilinden, İbranca’dan, Kıptî dilinden, Habeş dilinden, Yemen dilinden ve Süryanice’den bazı kelimeler olduğunu tespit etmiş ve yeri geldikçe bunları açıklamaya çalışmıştır. 64 65 66 67 68 69 Taberî, Câmiu‘l-Beyân, VIII, 31. Taberî, Câmiu‘l-Beyân, XIX, 636; İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, XII, 59. Kurtubî, Ebû Abdurrahman Muhammed b. Ahmed b. Ebî Bekr, el-Câmî‘ li-Ahkâmi’lKur’ân, thk. Abdullah b. Abdulmuhsin et-Türkî, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut, 2006, XXI, 324; Şevkânî, Muhammed Ali b. Muhammed, Fethu’l-Kadîr, thk. Abdurrahman Umeyre, Daru’l-Vefâ, Mansûre, 1994, V, 419. “Hani bir zamanlar ‘Şu şehre girin de onun nimetlerinden dilediğiniz şekilde bol bol yiyin ve kapıdan secde ederek girin ve ‘hıtta (bizi bağışla)’ deyin ki, size, hatalarınızı mağfiret ediverelim, iyilik yapanlara nimetlerimizi daha da arttıracağız.’ dedik. Bunun üzerine o zulme devam edenler sözü değiştirdiler, onu kendilerine söylenildiğinden başka bir şekle soktular. Biz de kötülük yaptıkları için o zalimlere ُ َوإِ ْذ قُ ْلنَا ا ْد ُخلُوا َه ِذ ِه ْالقَرْ يَةَ فَ ُكلُوا مِ ْن َها َحي murdar bir azap indirdik.”. س َّجدًا َوقُولُوا ُ اب َ َْث ِشئْت ُ ْم َر َغدًا َوا ْد ُخلُوا ْالب َّ ِح َ َظلَ ُموا قَ ْو ًال َغي َْر الَّذِي قِي َل لَ ُه ْم فَأ َ ْنزَ ْلنَا َعلَى الَّذِين َ َ) فَبَ َّد َل الَّذِين58( َسن َِزي ُد ْال ُمحْ ِسنِين َ طةٌ نَ ْغفِرْ لَ ُك ْم َخ ظلَ ُموا َ طايَا ُك ْم َو َسقُون َّ ِرجْ زً ا مِ نَ ال ُ س َماءِ ِب َما كَانُوا يَ ْف Taberî, Câmiu‘l-Beyân, I, 725; Kurtubî, el-Câmî‘ li-Ahkâmi’l-Kur’ân, II, 125. Suyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, II, 105. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 357-388 Bir Müfessir Olarak Süddî el-Kebîr | 369 Örneğin Süddî, “Tâ Hâ” 70 lafzının Nebâtî dilinde “Ey insan!” 71, Kehf suresi 107. ayetteki ‘Firdevs’ kelimesinin ise aynı dilde cömertlik manasına geldiğini söylemiştir.72 Taberî ve İbn Kesîr, Yûsuf suresi 23. ayette yer alan ‘ ’هيت لكlafzının Kıptî dilinde ‘’هلم لك73; Taberî ve Kurtubî, Sebe suresi 14. ayetteki ‘ ’منسأةlafzının Habeş dilinde ‘ ’العصاmanasına geldiğini Süddî’den rivayet etmişlerdir. 74 2.2. Yöntemi Tabiîn müfessirleri, Kur’ân’ı anlamak için öncelikle Kur’ân’ın kendisine, sahabenin, Hz. Peygamber’den nakillerine, sahabeden gelen tefsirle ilgili rivayetlere; sonra da Ehl-i Kitap’tan aldıkları bazı bilgilere, kendi ictihad ve görüşlerine dayanırlardı. 75 Süddî, yukarıda saydığımız kaynakları kendine çıkış noktası olarak almakla beraber bunlara ilaveten re’y ve ictihad yöntemini kullanarak tefsirinde yer yer şer’î hükümler vermiş, Arapça olmayan kelimelere dair açıklamalarda bulunmuş, belagat ve edebiyat konularına değinmiş ve tefsire ait farklı bilgilerden de faydalanmıştır. Şimdi Süddî’nin tefsirinde kullandığı bu kaynakları kısaca açıklamaya çalışalım: 2.2.1. Kur’ân’ın Kur’ân ile Tefsiri Kur’ân tefsirinin ilk kaynağı elbette ki Kur’ân’ın kendisidir. Süddî’den gelen tefsir rivayetlerinde de onun, Kur’ân tefsirinin ilk adımı sayılabilecek bu yöntemden uzak kalmadığı görülmektedir. Örneğin “Onlar tartışırlarken, en yüksek topluluk (mele-i a‘lâ) hakkında benim hiçbir bilgim yoktu” 76 ayetini “Rabbin meleklere: ‘Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım.’ dediği vakit onlar: ‘Oradaki nizamı bozacak ve yeryüzünü kana bulayacak bir mahlûk mu yarata- 70 71 72 73 74 75 76 Tâ Hâ 20/1. طه Kurtubî, el-Câmî‘ li-Ahkâmi’l-Kur’ân, XIV, 9; İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, V, 271, Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, III, 489. Suyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, IX, 694; Âlûsî, Şihabuddin Mahmud, Rûhu’l-Me‘ânî fî Tefsîri’l-Kur’ani’l-Azîm ve’s-Seb‘i’l-Mesânî, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut, t.y., XVI, 50. Taberî, Câmiu‘l-Beyân, XIII, 72; İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, IV, 379. Taberî, Câmiu‘l-Beyân, XIX, 238; Kurtubî, el-Câmî‘ li-Ahkâmi’l-Kur’ân, XVII, 270. Demirci, Muhsin, Tefsir Tarihi, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul, 2003, s. 94; Duman, M. Zeki, “Tabiûn Döneminde Tefsir Faaliyeti (Meşhur Müfessirler, Kaynakları ve Bu Tefsirin Değeri)”, Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı: 4, 1987, s. 231-232; Turgay, Nurettin, “Tabiunun/ Tabiilerin Tefsir İlmindeki Yeri”, Bilimname, 2010/1, cilt: VIII, sayı: 18, s. 102-106. Sâd 38/69. ََص ُمون ِ َل ْاأل َ ْع َلى إِ ْذ يَ ْخت ِ َ َما كَانَ لِي مِ ْن ع ِْل ٍم بِ ْال َم ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 357-388 370 | Nurullah Denizer caksın? Oysa biz seni överek tesbih ve takdis etmekteyiz.’ dediler. Allah: ‘Ben, sizin bilmediğiniz pek çok şey bilirim.’ buyurdu.” 77 ayeti ile açıklamıştır.78 Yine Süddî, “Orada Zekeriya Rabbine dua etti…” 79 ayetindeki Zekeriyya’nın duasını; “…Rabbim! Beni tek başıma bırakma, sen varislerin en hayırlısısın.”80 ayeti ile tefsir etmiştir.81 2.2.2. Kur’ân’ın Sünnet ile Tefsiri Tefsirde başvurulması gereken ikinci kaynak olan hadîs-i şeriflerden Süddî de yararlanmış ve Hz. Peygamber’e nisbet edilen otuz kadar hadisi tefsirinde zikretmiştir. Süddî’nin naklettiği bu hadisler sebeb-i nüzûl, fıkhî hükümler, sahabeler hakkındaki menkıbeler ve bazı gazvelere dairdir. Süddî “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin ve sizden olan ulu’l-emre (idarecilere) de. Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde, Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resûlüne arz edin. Bu, daha iyidir, sonuç bakımından da daha güzeldir.”82 ayetinin nüzûl sebebini açıklarken Hz. Peygamber’den gelen bir nakilden faydalanmıştır. Buna göre bu ayet, Hâlid b. Velîd komutanlığında savaşa giden bir birlikte yer alan Ammâr b. Yâsir’in müslüman olmak isteyen bir düşman askerine komutanından izinsiz eman vermesi, bu sebeple komutanıyla arasında tartışma çıkması, sefer dönüşü Hâlid ile Ammâr’ın Hz. Peygamber’in huzurunda tartışması, Hz. Peygamber’in Ammâr’ın verdiği teminatı tanıdığı ancak komutanından izinsiz bir daha böyle bir iş yapmaması gerektiğini söylemesi üzerine inmiştir. Süddî bu olayı naklettikten sonra Hz. Peygamber’in “Ammâr’a söven Allah’a sövmüş olur, Ammâr’a buğzeden Allah’a buğzetmiş olur, Ammâr’a lanet eden Allah’a lanet etmiş olur.” 83 hadisini aktarmıştır.84 77 78 79 80 81 82 83 84 Bakara 2/30. ض َخلِي َفةً َقالُو ْا أَتَ ْجعَ ُل فِي َها َمن يُ ْف ِس ُد فِي َها َويَ ْس ِفكُ ال ِّد َماء ِ َْوإِ ْذ َقا َل َربُّكَ ل ِْل َمالَئِ َك ِة إِنِّي َجا ِع ٌل فِي األَر َِس لَكَ قَا َل إِنِّي أَ ْعلَ ُم َما الَ تَ ْعلَ ُمون ُ س ِّب ُح بِ َح ْمدِكَ َونُقَ ّد َ َُونَحْ نُ ن Taberî, Câmiu‘l-Beyân, XX, 142; Kurtubî, el-Câmî‘ li-Ahkâmi’l-Kur’ân, XVIII, 236. Âl-i İmrân 3/38. ُُهنَالِكَ َد َعا زَ ك َِريَّا َربَّه Enbiya 21/89. َارثِين ِ َربّ ِ َال تَذَرْ نِي فَرْ دًا َوأَنتَ َخي ُْر ْال َو Taberî, Câmiu‘l-Beyân, V, 360. ِ َّ َيءٍ فَ ُردُّوهُ ِإلَى Nisâ 4/59. َّللا ُ الر َّ َّللا َوأَطِ يعُوا ْ سو َل َوأُولِي ْاأل َ ْم ِر مِ ْن ُك ْم فَإِ ْن تَنَازَ ْعتُ ْم فِي ش َ َّ َيا أَيُّ َها الَّذِينَ آ َمنُوا أَطِ يعُوا ً سنُ تَأ ْ ِو ِ َّ ِسو ِل إِ ْن ُك ْنت ُ ْم تُؤْ مِ نُونَ ب يال ُ الر َّ َو َ ْاَّلل َو ْاليَ ْو ِم ْاآلخِ ِر ذَلِكَ َخي ٌْر َوأَح Taberânî, Ebuʼl-Kâsım Süleyman b. Ahmed b. Eyyûb el-Lahmî, Muʻcemuʼl-Kebîr, thk. Hamdi b. Abdulmecîd es-Selefî, Mektebetü İbn Teymiyye, Kahire, 1994, Hadis No: 3830, IV, 112; Hindî, Alâüddîn Alî b. Müttakî b. Hüsâmüddîn el-Bürhanfûrî, Kenzüʼl-ʻUmmâl fî Süneniʼl-Akvâl veʼl-Efʻâl, thk. Bekrî Hayyânî, Safvet es-Sekâ, Müessesetüʼr-Risâle, Beyrut, 1981, Hadis No: 37389, 37391, XIII, 533-534. Taberî, Câmiu‘l-Beyân, VII, 178; Suyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr IV, 503. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 357-388 Bir Müfessir Olarak Süddî el-Kebîr | 371 “Hani sen sabah erkenden müminleri savaş mevzilerine yerleştirmek için ailenden ayrılmıştın. Allah, hakkıyla işiten ve bilendir.” 85 ayetine dair Süddî’den gelen rivayet şöyledir: Müşriklerin Uhud Dağı’nın eteklerinde toplandığını haber alan Hz. Peygamber’e; özellikle Bedir savaşına katılmayan bazı sahâbîler, Medine’den çıkıp düşmana hücum etmeyi teklif ettiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber zırhını kuşanmıştır. Düşmana hücum edilmesini teklif edenlerden bazıları, Hz. Peygamber’i böyle görünce bu ısrarlı tekliflerinden pişman olarak “Acaba biz, Resûlullah’ı zorladık mı? Ey Allah’ın Resûlü, dilersen Medine’de kalalım.” deyince Hz. Peygamber şu cevabı vermiştir: “Bir Peygamber zırhını giydikten sonra Allah, onun karar verdiği hususta hükmünü verinceye kadar geri dönmesi ona yakışmaz.” 86 buyurmuşlardır.87 2.2.3. Tarihî Bilgilerden Yararlanması Tefsirde, tarihî bilgilerden yararlanma konusuna gelince, Süddî bu alanın önde gelenlerinden biri olarak kabul edilebilir. Zira o tefsirinde; İsrailoğulları88, Hz. Musa89, firavun90, Hz. İbrahim91, Hz. Yusuf ve kardeşleri92, Hz. İsa ve havarileri93, Lût kavmi94, Âd kavmi95, Semûd kavmi96 ve buna benzer konularda tarihî bilgilere oldukça yoğun bir şekilde yer vermiştir. Süddî bunun gibi İslam öncesi tarihî olaylara ilişkin bilgiler vermenin yanı sıra gazveler ve 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 Âl-i ‘İmrân 3/121. س ۪ميعٌعَل۪ ي ٌم ُ َو ِا ْذ َغد َْوتَ مِ ْن اَ ْهلِكَ ت ُ َب ّ ِو َ َّللا ُ ٰ ئ ْال ُمؤْ مِ ن۪ ينَ َمقَا ِع َد ل ِْل ِقتَا ِل َو Nesâî, Ebû Abdurrahman Ahmed b. Ali b. Şuayb, Sünenü’l-Kübrâ, thk. Hasan Abdulmun’in Şelebi, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut, 2001, Kitâbu’t-Ta‘bîr, 17. Taberî, Câmiu‘l-Beyân, VI, 9. Benzer örnekler için bkz. Taberî, VII, 178; XI, 317. Taberî, Câmiu‘l-Beyân, IV, 441, V, 578, VIII, 237, IX, 121, XVI, 140; Kurtubî, elCâmî‘ li-Ahkâmi’l-Kur’ân, IV, 228-229, V, 203; Suyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, V, 593. Taberî, Câmiu‘l-Beyân, I, 670, II, 78-79, X, 468; İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, III, 479-480. Taberî, Câmiu‘l-Beyân, I, 648, X, 387, XVI, 61, Suyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, XI, 242243; Âlûsî, Rûhu’l-Me‘ânî, XIX, 65. Taberî, Câmiu‘l-Beyân, II, 518, IV, 627, XVI, 295, XVI, 306; İbn Kesîr, Tefsîru’lKur’âni’l-Azîm, II, 455, IX, 412-413; Kurtubî, el-Câmî‘ li-Ahkâmi’l-Kur’ân, II, 124125; Âlûsî, Rûhu’l-Me‘ânî, I, 381. Taberî, Câmiu‘l-Beyân, XIII, 29, XIII, 34, XIII, 80, XIII, 152, XIII, 223, XIII, 277, XIII, 369; İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, IV, 375, IV, 387, IV, 414; Kurtubî, el-Câmî‘ li-Ahkâmi’l-Kur’ân, XI, 280. Taberî, Câmiu‘l-Beyân, V, 437, V, 446, V, 447, VII, 654, IX, 121; Kurtubî, el-Câmî‘ li-Ahkâmi’l-Kur’ân, VII, 212; Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, I, 571. Taberî, Câmiu‘l-Beyân, XII, 496, XII, 515, XII, 519; Suyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, VIII, 108, VIII, 109. Taberî, Câmiu‘l-Beyân, X, 278. Taberî, Câmiu‘l-Beyân, X, 284. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 357-388 372 | Nurullah Denizer seriyyeler gibi İslam sonrası bazı tarihî vakalar hakkında da rivayetlerde bulunmuştur.97 Misal olarak kardeşlerinin Hz. Yûsuf’u kuyuya atması ile ilgili olarak Süddî’den nakledilen bir rivayet şu şekildedir: Kardeşleri Hz. Yûsuf'u kuyuya sarkıtmaya başladıklarında, o kuyunun kenarına tutunarak direnmiş; bunun üzerine kardeşleri onun ellerini bağlayarak üzerinden gömleğini çıkarmışlardır. Hz. Yûsuf bunun üzerine: “Ey kardeşlerim! Gömleğimi bana geri veriniz. Bu kuyuda ona sarılayım. Ölürsem kefenim olur, hayatta kalırsam onunla avret mahallimi örterim.” dedi. Kardeşleri ona: “Güneşi, ayı ve on bir yıldızı çağır da onlar seni teselli etsinler ve seni giydirsinler.” diyerek cevap verince o bu sefer: “Ben hiçbir şey görmedim.” demiştir. Ancak kardeşleri onu kuyuya sarkıtmış, kuyunun ortasına ulaştığı sırada de düşüp ölsün diye onu bırakıvermişlerdir. Hz. Yûsuf kuyuda bulunan suyun üzerine düşmüş, sonra da bir kaya parçasına ulaşıp üzerine çıkmıştır.98 “Mûsâ, kavmine dedi ki: ‘Ey kavmim! Sizler, buzağıyı ilâh edinmekle kendinize yazık ettiniz. Gelin yaratıcınıza tövbe edin de nefislerinizi öldürün (kendinizi düzeltin). Bu, Yaratıcınız katında sizin için daha iyidir. Böylece Allah da onların tövbesini kabul etti. Çünkü O, tövbeleri çok kabul edendir, çok merhametlidir.”99 Süddî bu ayette geçen ‘nefislerinizi öldürün’ lafzı hakkında, buzağıya tapanlarla tapmayanların kılıç kılıca karşı karşıya geldiklerini, çarpışma esnasında iki tarafın da helâk olacak kadar fazla sayıda can kaybı yaşadığını rivayet etmiştir. Hatta aralarından yetmiş bin kişi ölmüş ve nihayet Hz. Mûsâ ve Hârûn “Rabbimiz, İsrâiloğulları helâk oldu, Rabbimiz, arta kalanlar(ı bağışla)!” diye dua ettiler. Bunun üzerine Allah onlara silahlarını bırakmalarını emretti ve tövbelerini kabul etti. Her iki gruptan da öldürülenler şehîd oluyordu. Kalanların da günahları bağışlanmış oluyordu. İşte Allah’ın, “Allah da tövbenizi kabul etmişti. Çünkü O, tövbeleri çok kabul edendir, çok merhametlidir.” sözünün anlamı budur.100 Hendek savaşından bahseden, “Hani onlardan bir grup, “Ey Medine halkı! Sizin burada durmak imkânınız yok. Haydi, geri dönün.” demişti. Onlardan bir başka grup da, “Evlerimiz korumasız.” diyerek Peygamberden izin istiyorlardı. Oysa evleri açık korumasız değildi. Onlar sadece kaçmak istiyor- 97 98 99 100 Taberî, Câmiu‘l-Beyân, VI, 9, VI, 13, VI, 217, XI, 65; İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’lAzîm, IV, 23, Suyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, XI, 750, Kurtubî, el-Câmî‘ li-Ahkâmi’lKur’ân, XVII, 99. Taberî, Câmiu‘l-Beyân, XIII, 29; Kurtubî, el-Câmî‘ li-Ahkâmi’l-Kur’ân, XI, 278. َ سى ِلقَ ْومِ ِه يَا قَ ْو ِم إِنَّ ُك ْم Bakara 2/54. س ُك ْم ذَ ِل ُك ْم َ ُارئِ ُك ْم فَا ْقت ُلُوا أَ ْنف َ ُظلَ ْمت ُ ْم أَ ْنف َ َوإِ ْذ قَا َل ُمو ِ َس ُك ْم بِاتِّخَا ِذ ُك ُم ْالعِجْ َل فَتُوبُوا إِلَى ب الرحِ ي ُم َّ َُاب َعلَ ْي ُك ْم إِنَّهُ ه َُو التَّ َّواب َ ارئِ ُك ْم فَت ِ ََخي ٌْر لَ ُك ْم ِع ْن َد ب İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, I, 262-263. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 357-388 Bir Müfessir Olarak Süddî el-Kebîr | 373 lardı.”101 ayetinde asılsız bahaneler ileri sürerek Hz. Peygamber’den izin isteyen kimselerin Benî Hârise’den ensâra mensup iki kişi olduğu Süddî tarafından rivayet edilmiştir ki bunlar, Ebu Arâbe b. Evs ve Evs b. Kayzî’dir. 102 2.2.4. Şer‘î Hükümler Çıkarması Süddî re’y ve ictihada dayanarak tefsirinde bazı şer‘î hükümler de istinbat etmiştir. Onun en çok üzerinde yoğunlaştığı konular ise namaz, hac, zekât, talak, evlilik, miras ve taharet gibi konulardır. Süddî tefsirinde bu konularla ilgili fıkhî hükümleri verirken ayet ve hadisleri delil gösterdiği gibi bunlar ile istişhad etmeden kendi ictihadıyla hükümler verdiği de olmuştur. Süddî tefsirinin muhtelif yerlerinde yirmi beşten fazla furu‘u fıkıh konusunda değerlendirmeler yapmıştır.103 Örneğin, “Kendileri, geriye zayıf çocuklar bıraktıkları takdirde onların durumundan endişe edecek olanlar, (yetimlerin hakkına dokunmaktan da) çekinsinler. Allah’tan korksunlar ve doğru söz söylesinler.” 104 ayeti hakkında Süddî, ölümü anında malını vasiyet eden kişinin yanında bulunan kimselerin, vasiyet edenin malını dağıtması için onu teşvik etmemesi ve geriye kalan mirasçılarını mağdur etmemesi gerektiğini; ona malından, mirasçılarını mağdur etmeyecek kadarını vasiyet etmesini tavsiye etmelerini söylemiştir. Zira kendileri vasiyet eden kişinin durumunda olsalardı geride bırakacakları çocuklarının mağdur edilmelerine razı olmazlardı. Öyleyse kendi çocukları için endişelendikleri gibi müslüman kardeşlerinin çocukları için de endişelenmeleri ve onlara doğru sözle doğru tavsiyelerde bulunmaları gerekir.105 “Eğer bir kadın kocasının, kendisine kötü davranmasından yahut yüz çevirmesinden endişe ederse, uzlaşarak aralarını düzeltmelerinde ikisine de bir günah yoktur. Uzlaşmak daha hayırlıdır.” 106 ayetini Süddî, bir kadının eşinde kendisinin yaşlanmasından yahut çocuk sahibi olamamasından ötürü bir soğukluk görmesi ve eşinin de ona “Ben senden daha genç ve belki de bana bir çocuk verecek biri ile evlenmek istiyorum.” demesi durumunda kadının gününden vaz geçerek ve nafakasının bir kısmından fedakarlık ederek anlaşabileceği ve boşanmadan kocasının yanında kalabileceği şeklinde açıklamıştır. Süddî bu ayetin Hz. Peygamber ve eşi Sevde bint Zem‘a hakkında nâzil olduğunu belirterek görüşünü desteklemiştir. Buna göre Sevde yaşlanınca Hz. 101 102 103 104 105 106 َ َْوإِ ْذ قَالَت Ahzâb 33/13. ي يَقُولُونَ إِ َّن بُيُوتَنَا َ طائِفَة ٌ مِ ْن ُه ْم يَا أَ ْه َل يَثْ ِر َّ ِام لَ ُك ْم فَارْ ِجعُوا َويَ ْستَأْذِنُ فَ ِريقٌ مِ ْن ُه ُم النَّب َ َب َال ُمق ٌ ارا ه ا م و ة ر و ع ً ِي بِ َع ْو َرةٍ ِإ ْن ي ُِريدُونَ ِإ َّال ف َِر ْ َ َ َ َ َ Kurtubî, el-Câmî‘ li-Ahkâmi’l-Kur’ân, XVII, 99. Kurtubî, el-Câmî‘ li-Ahkâmi’l-Kur’ân, VI, 129, VI, 143, VII, 25, VII, 270, VII, 325-326. Nisâ 4/9. سدِيدًا ِ ًش الَّذِينَ لَ ْو ت ََر ُكوا مِ ْن خ َْل ِف ِه ْم ذُ ِ ّريَّة َ َّللا َو ْليَقُولُوا قَ ْو ًال َ َو ْليَ ْخ َ َّ ض َعافًا خَافُوا َعلَ ْي ِه ْم فَ ْليَتَّقُوا Taberî, Câmiu‘l-Beyân, VI, 448. Nisâ: 128. ص ْل ُح َخي ٌْر ْ ُام َرأَة ٌ خَافَتْ مِ ْن بَ ْع ِل َها نُشُوزً ا أَ ْو إِع َْراضًا َف َال ُجنَا َح َع َل ْي ِه َما أَ ْن ي ُّ ص ْل ًحا َوال ْ َوإِ ِن ُ ص ِل َحا بَ ْينَ ُه َما ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 357-388 374 | Nurullah Denizer Peygamber başka bir eş almak istemiş, Sevde ise kendi gününü Hz. Aişe’ye vermiş ancak Hz. Peygamber’in kendisini boşamamasını istemiştir. 107 2.2.5. Sebeb-i Nüzûl Rivayetlerini Kullanması Hz. Peygamber’e sorulan bir soru yahut vuku bulan bir hadise dolayısıyla birkaç ayetin ya da bütün bir surenin indirilmesine âmil olan olay, gelişme veya şartlara ‘sebeb-i nüzûl’ denilmektedir. 108 Bir ayetin nüzûl sebebini bilmek, o ayetin manasının anlaşılmasına yardımcı olur. Zira sebebi bilmek, müsebbibi bilmeye götürdüğü gibi109 nüzûl sebebini beyan etmeden ve üzerine inmiş olduğu olayı bilmeden bir ayetin tefsirinin mümkün olmayacağı âlimler tarafından ifade edilmiştir. 110 Mevzubahis soru, olay yahut şartların bilinmesinin yegâne yolu tarihi bilgiler ve sahabîlerden nakledilen rivayetler olduğu için nüzûl sebeplerinin makbuliyeti, âlimler tarafından ilgili rivayetlerin sıhhatine bağlanmış, dolayısıyla hadis usûlünde hadislerin sıhhati için aranan şartlar nüzûl sebebi rivayetleri için de geçerli sayılmıştır.111 Süddî de tefsirinde, nüzûl sebeplerine ayrı bir ihtimam göstermiş ve yüzden fazla nüzûl sebebi zikretmiştir. Nüzûl sebeplerini bildirirken bazen “Rasûlüllah’a şöyle soruldu ve bunun üzerine şu ayet indi.” şeklinde bir ifade kullanmış, bazen de ayetin inmesine neden olan hadiseyi zikretmiştir. Süddî’nin bu nüzûl sebeplerini naklederken hem hakiki iniş sebepleri olarak kabul edilen ve delil kabul edilen kalıpları hem de delil kabul edilmeyen, sadece ihtimal bildiren sebeb-i nüzûl rivayet etme kalıplarını 112 da kullanmıştır. Süddî’nin bu nüzûl sebebi zikretme ifadelerinden birinci türe şu ayet örnek olarak gösterilebilir: “(Çocuklar sadece) ikiden fazla kız iseler, (ölenin geriye) bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer kız bir ise (mirasın) yarısı onundur.” 113 Taberî bu ayetin nüzûl sebebi hakkında; Süddî’ye isnâd ettiği bir rivayeti şöyle nakletmektedir: “Cahiliye dönemi insanları, cariyelere ve küçük köle çocuklara mirastan pay vermiyorlardı. Mirastan ancak, savaşa katılabilen erkekler pay alabiliyorlardı. Hassan b. Sabit’in kardeşi Abdurrahman öldü ve arkasında 107 108 109 110 111 112 113 Taberî, Câmiu‘l-Beyân, VII, 563. Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, s. 115; Albayrak, Halis, Tefsir Usûlü, Şule Yayınları, İstanbul, 1998, s. 159. İbn Teymiyye, Mukaddime fî Usûli’t-Tefsir, s. 16. Vâhidî, Ebu’l-Hasan Ali b. Ahmed b. Muhammed en-Nisâbûrî, Esbâbü’n-Nüzûl, thk. Kemâl Besyûnî Zağlûl, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1991, s. 10. Demirci, Muhsin, Tefsir Usûlü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, 3. bs, İstanbul, 2003s. 151. Nüzûl sebebi rivayet etme kalıpları ve bunların delil kabul edilme kriterleri için bkz. Zürkânî, Muhammed Abdülazîm, Menâhilü’l-İrfân fî ‘Ulûmi’l-Kur’ân, thk. Fevvâz Ahmed Zemerlî, Dâru’l-Kitâbi’l-Arabî, Beyrut, 1995, I, 96. Nisâ 4/11 ْف ُ ساء فَ ْوقَ اثْنَتَي ِْن فَلَ ُه َّن ثُلُثَا َما ت ََركَ َوإِن كَانَتْ َواحِ َدةً فَلَ َها النِّص َ ِفَإِن ُك َّن ن ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 357-388 Bir Müfessir Olarak Süddî el-Kebîr | 375 karısı Ümmü Kücce’yi ve beş çocuğunu bıraktı. Varisler geldiler ve bütün mirası aldılar. Ümmü Kücce Rasûlüllah’a gitti ve şikâyette bulundu. Bunun üzerine Allah, bu ayeti nâzil etti.”114 “Hani münafıklar ve kalplerinde hastalık olanlar, ‘Allah ve Resûlü bize ancak aldatmak için vaadde bulunmuşlar.’ diyorlardı.” ayetinin 115 nüzûl sebebi Süddî tarafından Hz. Peygamber’e dayandırılarak rivayet edilmiştir. Hendek savaşı öncesinde hendek kazılırken Hz. Peygamber kazmasını taşa vurmuş ve gökyüzündeki yıldırımlar gibi parlak ve güçlü bir kıvılcım çıkmış, ikinci sefer vurduğunda da aynısı tekrarlanmıştır. Bunu gören Selmân, “Ey Allah’ın Rasûlü! Kazmayı her vuruşunda gökyüzüne yükselen kıvılcımlar gördüm.” deyince Hz. Peygamber, “Sizin için Rum saraylarının, Yemen şehirlerinin kapıları açılmıştır.” diyerek fetih müjdesi vermiştir. Bu olay insanlar arasında yayılınca ensardan Beşîr b. Muattib “Muhammed bize Yemen’in şehirlerini, Rum saraylarını vaad ediyor ama biz ölüm korkusuyla ihtiyacımızı gidermeye bile gidemiyoruz. Yemin olsun bu bir aldatmadır.” demiş ve bunun üzerine Allah bu ayeti nâzil etmiştir.116 Süddî’nin her hangi bir açıklama yapmadan ve Hz. Peygamber ile ilgili bir nakilde bulunmadan, doğrudan nuzûle sebep olan olayı anlatmasının örneği ise “‘Allah fakirdir biz ise zenginiz.’ diyenlerin sözlerini Allah elbette işitmiştir.”117 ayetinin nüzûl sebebine dair Taberî’nin Süddî’den naklettiği şu rivayette görülmektedir: “Mersedoğullarından bir Yahudi olan Finhas ismindeki biri Ebû Bekir ile karşılaştı ve konuştular. Ebû Bekir ona ‘Ya Finhas! Allah’tan kork, O’na iman et, doğru kimselerden ol ve Allah’a güzel bir borç ver.’ dedi. Finhas şöyle karşılık verdi: ‘Ya Ebû Bekir! Hem Rabbimiz zengindir diyorsun hem de bizim malımızdan borç istiyorsun. Sadece fakirler zenginlerden borç ister. Şayet sen söylediğinde doğru isen sizin Allah’ınız fakirdir.’ dedi. Bunun üzerine Allah bu ayeti indirdi.”118 “Rableri onlara, kendi katından bir rahmet, bir hoşnutluk ve kendilerine içinde tükenmez nimetler bulunan cennetler müjdelemektedir.” mealindeki Tevbe suresi 21. ayete dair Süddî’den nakledilen nüzûl sebebi rivayeti de bu türe örnek gösterilebilir. Rivayete göre Hz. Ali, İbn Abbas ve Şeybe b. Osman birbirlerine karşı övünüyorlardı. İbn Abbas hacılara su verdiği için, Şeybe de Kabe’yi imar ettiği için diğerlerinden faziletli olduklarını söylüyorlardı. Hz. Ali 114 115 116 117 118 Taberî, Câmiu‘l-Beyân, VI, 457. Ahzâb 33/12 ورا َّ ض َما َو َع َدنَا ُ َّللاُ َو َر ٌ َوإِ ْذ يَقُو ُل ْال ُمنَافِقُونَ َوالَّذِينَ فِي قُلُوبِ ِه ْم َم َر ً سولُهُ إِ َّال غ ُُر Suyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, XI, 750-751. Âl-i Imrân 3/181 ِير َونَحْ نُ أَ ْغنِيَاء ٌ َّللاَ فَق ّ َّللاُ قَ ْو َل الَّذِينَ قَالُواْ إِ َّن ّ سمِ َع َ لَّقَ ْد Taberî, Câmiu‘l-Beyân, VI, 279. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 357-388 376 | Nurullah Denizer ise onlara “Ben Rasûlullah ile birlikte hicret ettim ve onunla beraber Allah yolunda cihad ettim.” diyerek karşılık verdi ve Allah bu ayeti indirdi. 119 2.2.6. Kırâatler Kırâat ilmi; “Kur’ân kelimelerinin nasıl okunacağını ve râvilerine nisbet etmek suretiyle bu kelimeler üzerindeki farklı okuyuşları konu edinen bir ilim” olarak tarif edilmiştir.120 Hz. Peygamber hayatta iken, Kur’ân’ın farklı şekillerde okunmasına bizzat kendisinin müsaade ettiğini kaynaklarda belirtilmektedir. Özellikle yedi harf olgusuyla bağlantılı olarak Hz. Ömer ve Hişam b. Hakîm arasında cereyan eden olaya baktığımızda121, Kur’ân’ın okunması konusunda Hz. Peygamber’in kolaylık tarafını seçtiğini, ashabını külfete sokmak istemediği görülmektedir.122 İşte bu şekilde, henüz Hz. Peygamber zamanında ortaya çıkan Kur’ân’ın farklı okunuşları, sahabe ve tabiîn kanalıyla günümüze kadar ulaşmıştır. Kıraâtlar genellikle ‘Yedi kıraât’ veya ‘On kıraât’ şeklinde anılmaktadırlar. Sahîh ve meşhur bu on kırâatin imamları Süddî ile hemen hemen çağdaş olsalar da kıraâtlar için yapılmış bu sınıflama Süddî’nin yaşadığı devirden sonra meydana geldiği için onun yaptığı kırâat tercihlerinin mezkûr sınıflamaya dâhil edilmesi doğru olmayacaktır. Süddî’nin kıraatlere dair yaptığı bazı nakillere örnek olarak şu ayetleri gösterebiliriz: Kurtubî; Ömer b. Abdülaziz, İbn-i Kesîr, Katâde ve Süddî’nin ‘ َوأَ ِرَان 123 ِ ِ َ ’وأَرَان منşeklinde َ’منَاس َكنَا ayetini okurken bu kelimeyi ‘ ’رharfinin sükûnuyla ‘اس َكنَا َ َ 124 okuduklarını nakletmiştir. Bu kıraât, İbn Kesîr’in tercih ettiği kırâattır. 125 119 120 121 122 123 124 125 Taberî, Câmiu‘l-Beyân, XI, 380. İbnü’l-Cezerî, Şemseddin Ebu’l-Hayr Muhammed b. Muhammed, Müncidü’lMukri’în ve Mürşidü’t-Tâlibîn, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1999, s. 9. Rivayet edildiğine göre Hz. Ömer, Hişam’ın, Furkan Suresini, onun Hz. Peygamber’den öğrendiğinden farklı bir şekilde okuduğunu işitir. Sonra onu Hz. Peygamberin huzuruna getirir ve şikâyetini bildirir. Hz. Peygamber Furkan Suresini önce Hişam’a okutur ve “Böyle indirildi.” der. Sonra Hz. Ömer’e okutur ve okumasını bitirdikten sonra ona da “Böyle indirildi.” der. Sonra da “Kur’ân yedi harf üzere indirilmiştir, hangisi kolayınıza gelirse onu okuyun” buyurmuştur. [Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 40, 43, 264; el-Buhârî, Sahîh, VI, 227-228; Müslim, Sahîh, I, 56; en-Nesâî, Sünen, II, 116.] Albayrak, Tefsir Usûlü s. 30. Bakara 2/128. Kurtubî, el-Câmî‘ li-Ahkâmi’l-Kur’ân, II, 398. İbn Mücâhid, Ebû Bekr Ahmed b. Musa b. Abbas et-Temîmî, Kitâbu’s-Seb‘a fi’lKırâât, Dâru’l-Maârif, Kahire, 1972, s. 170. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 357-388 Bir Müfessir Olarak Süddî el-Kebîr | 377 Kurtubî, Yûnus suresi 30. ayette bulunan ‘ ’تبلوkelimesini Süddî’nin ‘’تتلو şeklinde okuduğunu rivayet etmiştir126 ki bu kırâat Hamza ve Kisâî’nin tercih ettiği kırâatır.127 Âlûsî de Süddî’nin; ‘’أ ََمرَان ُمَّتَفِ َيها128 ayetini ‘’مin şeddesiyle ‘ ’أَ رمرَانşeklinde okuduğunu bildirmiştir.129 Süddî’nin tercih ettiği bu kırâat, Ebû Amr’ın kırâatidir.130 Şevkânî ise Müddessir suresi 5. ayetteki ‘ ’الرجزlafzının Süddî tarafından ‘ ’رharfinin dammıyla okunduğunu haber vermiştir 131 ki bu da Asım ve Hafs’ın kırâatidir.132 2.2.7. Nâsih-Mensûh Nesih sözlükte, ‘ortadan kaldırmak, ilgâ etmek, yok etmek, yazmak, bir şeyi bir yerden başka bir yere aktarmak’; terim olarak ise ‘şer‘î bir hükmü, bir başka şer‘î delille kaldırmak veya mukaddem tarihli bir nassın hükmünü, muahhar tarihli bir nass ile değiştirmektir.133 Kur’ân’da neshin varlığı tartışmasının tam olarak ne zaman başladığı tespit edilememekle beraber, hicri birinci yüzyılın sonlarına doğru zuhur ettiği söylenebilir. Kur’ân’da neshin bizatihi bulunduğunu söyleyenler, İslam âlimlerinin çoğunluğunu teşkil etmektedir. Bununla beraber her asırda, neshin varlığına dair kanıtları çürütmeye çalışarak antitez hazırlayan âlimler de çıkagelmiştir.134 Kur’ân’da neshin varlığını kabul edenlerin bu görüşlerine delil olarak getirdikleri ayetlere dair Süddî’den nakledilen rivayetler, onun Kur’ân’da neshin mevcudiyetini kabul ettiğini göstermektedir. Mesela o, “Herhangi bir ayetin hükmünü yürürlükten kaldırır (nesheder) veya unutturursak, onun yerine daha hayırlısını veya onun benzerini getiririz.” 135 ayetini tefsir ederken “Buradaki ‘nesh’, (hükmü) almak; ‘unutturmak’, (bu alınan hükmün) terk edilmesi; ‘daha hayırlısını getirmek’, nesh edilen hükümden daha hayırlı bir hüküm getirmek; 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 Kurtubî, el-Câmî‘ li-Ahkâmi’l-Kur’ân, X, 489. İbn Mücâhid, Kitâbu’s-Seb‘a fi’l-Kırâât s. 325. İsrâ 17/16 Âlûsî, Rûhu’l-Me‘ânî, XV, 44. İbn Mücâhid, Kitâbu’s-Seb‘a fi’l-Kırâât s. 379. Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, V, 431. İbn Mücâhid, Kitâbu’s-Seb‘a fi’l-Kırâât s. 659. Cürcânî, Seyyid Şerîf, et-Ta‘rîfât, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1983, s. 240; Zürkânî, Menâhilü’l-İrfân fî ‘Ulûmi’l-Kur’ân, II, 139. Demirci, Tefsir Usûlü, s. 160-161. Bakara 2/106 ت بِ َخي ٍْر ِّم ْن َها أَ ْو مِثْ ِل َها ِ ْ س ْخ مِ ْن آيَ ٍة أَ ْو نُن ِس َها نَأ َ َما نَن ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 357-388 378 | Nurullah Denizer ‘benzerini getirmek’ ise, terk edilen hükmün benzerinin getirilmesi anlamına gelir” demiştir.136 “Biz bir âyetin yerine başka bir âyeti getirdiğimiz zaman…” 137 ayetini tefsir ederken de Süddî, “Buradaki bir ayetin yerine başka bir ayet getirmeden maksat nâsih ve mensûhtur. Yani bu, ‘Biz bir ayeti nesh ettiğimiz zaman onun yerine başkasını getiririz.’ anlamındadır. İnkârcılar Hz. Peygamber’e ‘Sen söylediğin bir şeyi sonradan değiştiriyorsun, bu söylediklerini uyduruyorsun’ diyorlardı. Hâlbuki ‘Allah ne indirdiğini çok iyi bilmektedir.’” demiştir.138 Süddî’nin yukarıdaki ayetler için yaptığı açıklamaları göz önüne aldığımızda onun, Kur’ân’da neshin varlığı konusunda, neshe cevaz veren çoğunluğun görüşüne daha yakın olduğu görülmektedir. Bununla birlikte bazı âlimler tarafından inkârcılarla iyi geçinmeyi, onlardan yüz çevirmeyi ve onlardan gelecek eziyetlere sabretmeyi emreden yüzden fazla ayeti nesh ettiği kabul edilen 139 ve kıtâl/seyf ayeti olarak anılan Tevbe suresi 5. ayet 140 hakkında Süddî’den nakledilen rivayet dikkat çekicidir. Zira kendisinden nakledilen rivayetlerden neshi kabul ettiği anlaşılan Süddî, mezkûr ayetin Muhammed suresi 4. ayet141 ile nesh edildiği görüşündedir.142 136 137 138 139 140 141 142 Taberî, Câmiu‘l-Beyân, II, 389, 400; İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, I, 375, 376, 378. Nahl 16/101 َوإِذَا بَد َّْلنَا آيَةً َّمكَانَ آيَ ٍة Suyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, IX, 115. İbn Hazm, Ebû Muhammed b. Ali b. Ahmed b. Saîd ez-Zahiri, en-Nâsih ve’lMensûh fi’l-Kur’âni’l-Kerîm, thk. Abdulgaffâr Süleyman Bündârî, Dârü’l-Kütübi’lİlmiyye, Beyrut, 1986, s. 18; Sehavî, Ebu’l-Hasan Alemuddîn Ali b. Muhammed b. Abdüssamed, Cemâlü’l-Kurrâ ve Kemâlu’l-İkrâ’, Müessesetü’l-Kütübi’s-Sekâfiyye, Beyrut, 1999, s. 705, İbn Cüzeyy, Ebu’l-Kâsım Muhammed b. Ahmed b. Muhammed el-Kelbî el-Gırnatî, et-Teshîl li ‘Ulûmi’t-Tenzîl, thk. Rıza Ferec elHümâmî, Mektebetü’l-Asriyye, Beyrut, 2005, 30-32. ُ سلَ َخ ْاأل َ ْش ُه ُر ْال ُح ُر ُم فَا ْقتُلُوا ْال ُم ْش ِركِينَ َحي ص ٍد فَإِ ْن تَابُوا ُ ْْث َو َج ْدت ُ ُمو ُه ْم َو ُخذُو ُه ْم َواح َ فَإِذَا ا ْن َ ْص ُرو ُه ْم َوا ْقعُ ُدوا لَ ُه ْم ُك َّل َمر َّ ص َالةَ َوآت َُوا ور َرحِ ي ٌم َّ “ َوأَقَا ُموا الHaram aylar çıkınca bu Allah’a ortak ٌ َُّللا َغف َ الزكَاةَ فَخَلُّوا َ َّ سبِيلَ ُه ْم إِ َّن koşanları artık bulduğunuz yerde öldürün, onları yakalayıp hapsedin ve her gözetleme yerine oturup onları gözetleyin. Eğer tövbe ederler, namazı kılıp zekâtı da verirlerse, kendilerini serbest bırakın. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.” ُ ب َحتَّى ِإ َذا أَ ْث َخ ْنت ُ ُمو ُه ْم َف ُض َع ْال َحرْ ب ِّ ب ِ الر َقا َ َشدُّوا ْال َوثَاقَ َفإِ َّما َم ًّنا َب ْع ُد َو ِإ َّما ِفدَا ًء َحتَّى ت َ َْفإِ َذا َلقِيت ُ ُم َّالذِينَ َكف َُروا َفضَر ِ َّ سبِي ِل ُضلَّ أَ ْع َمالَ ُه ْم ٍ ض ُك ْم بِبَ ْع َّ ارهَا ذَلِكَ َولَ ْو يَشَا ُء ِ َّللا فَلَ ْن ي َ ص َر مِ ْن ُه ْم َولَك ِْن ِليَ ْبلُ َو بَ ْع َ ض َوالَّذِينَ قُتِلُوا فِي َ ََّللاُ َال ْنت َ َأَ ْوز “(Savaşta) inkâr edenlerle karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun. Nihayet onları çökertip etkisiz hâle getirdiğinizde bağı sıkı bağlayın (sağ kalanlarını esir alın). Artık bundan sonra (esirleri) ya karşılıksız ya da fidye karşılığı salıverin. Savaş sona erinceye kadar hüküm budur. Eğer Allah dileseydi, onlardan öç alırdı. Fakat sizi birbirinizle denemek için böyle yapıyor. Allah yolunda öldürülenlere gelince, Allah onların amellerini asla boşa çıkarmayacaktır.” Kurtubî, el-Câmî‘ li-Ahkâmi’l-Kur’ân, X, 110. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 357-388 Bir Müfessir Olarak Süddî el-Kebîr | 379 Süddî’nin, muhkem olduğu açık olan ayetler arasında nâsih-mensûh ilişkisi kurduğuna dair rivayetler de nakledilmiştir. Misal olarak, “Ey iman edenler! Allah’tan, O’na yaraşır şekilde korkun ve ancak müslümanlar olarak can verin.”143 mealindeki Âl-i ‘İmrân suresi 102. ayetin, “O halde gücünüzün yettiği kadar Allah'tan korkun, dinleyin, itaat edin, kendi iyiliğinize olarak harcayın.” 144 ayeti ile nesh edildiği Süddî’den rivayet edilmiştir. 145 Bu iki ayeti nâsih-mensûh ilişkisi içerisinde değerlendiren tek kimse Süddî olmamakla birlikte bu ayetlerin muhkem olduğunu ve birbirleri arasında nesh irtibatı kurulamayacağı görüşünde olan âlimler de bulunmaktadır.146 2.2.8. Müteşâbih Süddî’nin müteşâbih konusuna olan yaklaşımı, Âl-i İmrân suresi 7. hakkında kendisinden yapılan nakillerde karşımıza çıkmaktadır. Müteşabih konusunu nâsih-mensûh bağlamında değerlendiren Süddî, ayetlerin müteşabih olanlarına tâbî olan kimselerin, kalplerinde haktan sapma duygusu bulunanlar olduğunu ve onların nesh eden ve nesh edilen ayetlerle ilgili olarak, “Niçin nesh eden ayet gelinceye kadar, nesh edilen ayetle amel edildi, sonra o bırakıldı ve nesh eden ayetle amel edilmeye başlandı? Önceden gelip de nesh edilen ayetle amel etmek yerine, baştan itibaren nesh eden ayetle amel edilmiş olsaydı daha iyi olmaz mıydı? Buna göre Kur’ân’da bir yerde geçen bir ayetle amel eden kişi cehennem azabına uğratılmakla tehdit edilmekte, başka bir yerde zikredilen bir ayette aynı ameli işleyen kimseye ise herhangi bir azap vacib olmamaktadır. Bu nasıl olur?" dediklerini ve bu şekilde insanları doğru yoldan saptırmaya çalıştıklarını söylemektedir.148 Süddî’ye göre ayette bahsedilen fitneden maksat şirk 149, onun te’vilinin peşine düşmekten kasıt ise bazı kimselerin nesh edici son hükümler gelmeden önce onların ayet147 143 144 145 146 147 148 149 ََّللا َح َّق تُقَاتِ ِه َو َال تَ ُموت ُ َّن إِ َّال َوأَ ْنت ُ ْم ُم ْس ِل ُمون َ َّ يَا أَيُّ َها الَّذِينَ آ َمنُوا اتَّقُوا َ ََّللا َما ا ْست ط ْعت ُ ْم َوا ْس َمعُوا َوأَطِ يعُوا َوأَ ْن ِفقُوا َخي ًْرا ِأل َ ْنفُ ِس ُك ْم َ َّ فَاتَّقُوا Taberî, Câmiu‘l-Beyân, V, 642. İbnü’l-Cevzî, Nâsihu’l-Kur’ân ve Menâsihuhu, s. 328-332. ب َوأُخ َُر ُمتَشَابِ َهاتٌ فَأ َ َّما الَّذِينَ فِي قُلُوبِ ِه ْم زَ ْي ٌغ فَيَتَّبِعُونَ َما ِ َاب مِ ْنهُ آيَاتٌ ُمحْ َك َماتٌ ه َُّن أ ُ ُّم ْال ِكتَا َ ه َُو الَّذِي أَ ْنزَ َل َعلَيْكَ ْال ِكت الرا ِس ُخونَ فِي ْالع ِْل ِم يَقُولُونَ آ َمنَّا بِ ِه ُكل مِ ْن ِع ْن ِد َربِّنَا َو َما َّ تَشَابَهَ مِ ْنهُ ا ْبتِغَا َء ْال ِفتْنَ ِة َوا ْبتِغَا َء تَأ َ ِوي ِل ِه َو َما َي ْعلَ ُم تَأ ْ ِويلَهُ إِ َّال َّ َّللاُ َو ب ِ “ يَذَّ َّك ُر ِإ َّال أُولُو ْاأل َ ْلبَاO, sana Kitab’ı indirendir. Onun (Kur’an’ın) bazı ayetleri muhkemdir, onlar kitabın anasıdır. Diğerleri de müteşâbihtir. Kalplerinde bir eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun olmadık yorumlarını yapmak için müteşâbih ayetlerinin ardına düşerler. Oysa onun gerçek manasını ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar, ‘Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır.’ derler. (Bu inceliği) ancak akıl sahipleri düşünüp anlar.” Taberî, Câmiu‘l-Beyân, V, 205. Taberî, Câmiu‘l-Beyân, V, 212. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 357-388 380 | Nurullah Denizer ne zaman geleceklerini bilmeye çalışmalarıdır. 150 Ayette bahsedilen ilimde derinleşmiş olan kimseler ise Süddî’ye göre müminlerdir. Zira onlar nâsih olsun, mensûh olsun Rableri katından indirilen her şeye iman eden kimselerdir.151 Süddî’nin muhkem ve müteşâbih ayetleri nesh konusu ile ilişkilendirmesi, İbn Abbas ile yakın bir ilişki içerisinde olmasına bağlanabilir. Zira İbn Abbas’tan nakledilen “Muhkemler nâsih, helal, haram, hudud, feraiz, iman edilip amel edilen; müteşabihler ise mensûh, mukaddem, muahhar, emsâl, yeminler, iman edilip amel edilmeyen hususlardır.” 152 rivayeti o dönemde müteşabih ve nesh kavramları arasında bir irtibat kurulduğunun göstergesidir. Bununla birlikte erken dönem rivayetlerinde geçen nesh kavramının, usûlcülerin daha sonra bu kavrama yükledikleri ve yukarıda zikrettiğimiz tanımdan çok daha geniş bir kapsamda kullanıldığını da belirtmek gerekir. 153 Muhtemeldir ki Süddî, nesh konusu hakkında kafa karıştırıcı sorular soran kimseleri Âl-i İmrân suresi 7. ayette fitne çıkarmak isteyenlerle ilişkilendirerek bu yorumda bulunmuştur. 2.2.9. İsrâiliyyât Tefsir literatüründe isrâiliyyât kavramı; tefsire girmiş olan, özellikle Yahudi, Hıristiyan ve diğer dinlere ait kültür kalıntılarıyla, dinin gerek lehine gerekse aleyhine uydurulup Hz. Peygamber’e ve onun muasırları olan sahabe ve müteakip nesillere izafe edilen her türlü haberi içermektedir. Kısa bir ifade ile İslam’a yabancı olan her şey bu kavram bünyesinde değerlendirilebilir. 154 Süddî’nin tefsirine baktığımızda, onun da isrâiliyyâta dair rivayetleri çok miktarda zikrettiğini görürüz. Süddî’nin yaptığı bu rivayetler genellikle peygamber kıssaları, geçmiş kavimler ve Kur’ân’da geçen bazı özel isimlerle ilgili rivayetlerdir. İsrâilî kaynaklı haberlerin bu konular hakkında nakledilmesi, Tevrat, İncil ve Kur’ân’da bilhassa bu konular üzerinde ortak anlatımların bulunmasıdır. Kur’ân veciz üslûbu gereği bu konular hakkında tafsilata girmeden, sadece vereceği mesaj odaklı bir anlatım yaparken Tevrat ve İncil’de bu konulara dair uzun ve detaylı açıklamalar bulunmaktadır.155 Kur’ân ayetlerinin 150 151 152 153 154 155 Taberî, Câmiu‘l-Beyân, V, 215. Taberî, Câmiu‘l-Beyân, V, 224. Suyûtî, el-İtkân, III, 4. Bu konu ile ilgili olarak bkz. Aydın, Muhammed, Genel Tefsir Kuralları, Nûn Yayıncılık, İstanbul, 2009, s. 137-139; Dinç, Ömer, Hicri “İlk Üç Asır Bağlamında Nesh Meselesinin Tarihî Süreci Üzerine Bir Tahlil Değerlendirmesi”, III. Türkiye Lisansüstü Çalışmalar Kongresi Bildiriler Kitabı - I (Sosyoloji-İlahiyat-Eğitim) 15-18 Mayıs 2014, Sakarya, 2014, s. 208. Aydemir, Abdullah, Tefsirde İsrâiliyyât, Beyan Yayınları, İstanbul, 2000, s. 29. Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyât, s. 74. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 357-388 Bir Müfessir Olarak Süddî el-Kebîr | 381 teker teker tefsir edilmeye başlandığı tâbiûn döneminde, hakkında Hz. Peygamber ve sahâbîden herhangi bir nakil bulunmayan bu mevzularda Ehl-i Kitap’tan gelen nakiller de kullanılmış ve isrâiliyyât olarak tabir edilen nakiller İslâmî kaynaklara girmeye başlamıştır Bu dönemde yaşayan bir kimse olarak Süddî’nin de bu rivayetleri kullanması doğal karşılanabilir. Onun yaptığı isrâilî rivayetlere örnek olarak şunları gösterebiliriz: “Allah, dedi ki: “Birbirinizin düşmanı olarak inin (oradan).” 156 ayetinde muhatap, Süddî’den gelen nakle göre Adem, Havva ve yılandır. Allah yılana lanet etmiş, onun ayaklarını koparmış, onu karnı üzerinde sürünmeye mahkûm etmiş ve ona yiyecek olarak toprak takdir edilmiştir.157 “Bize bir hükümdar gönder de Allah yolunda savaşalım” 158 ayeti hakkında Süddî, Allah’ın İsrailoğullarının bu dualarına karşılık Şimon’u gönderdiğini söylemiş159; “Allah kendisine mülk verdi diye İbrahim ile Rabbi hakkında tartışanı görmedin mi?”160 ayetinde de bu tartışmayı yapan kimsenin Nemrut olduğu161, Furkân suresi 38. ayette162 kendilerinden bahsedilen ‘Ress Ashabı’nın da Antakya ehli, ‘Ress’in ise Antakya’da bulunan bir kuyu olduğu ve bu kavmin Habîb en-Neccâr’ı öldüren kavim oldukları kendisinden rivayet edilmiştir.163 Sâd suresi 21-24. ayetlerin tefsirinde Sûyûtî’nin Süddî’den naklettiğine göre Hz. Dâvud evinin çatısında yıkanan bir kadın görmüş, güzelliğinden etkilenerek onu soruşturmuş, evli olduğunu öğrenince kocasını peş peşe savaşlara göndermiş ve kocası bu savaşlardan birinde ölünce onu nikâhlamıştır.164 Taberî de Sâd suresi 34. ayette Hz. Süleyman’ın imtihana tâbî tutulması hakkında Süddî’den bir rivayet nakletmiştir. Buna göre şeytan, Hz. Süleyman’ın suretine bürünerek onun yüzüğünü emanet ettiği hanımına yaklaşarak yüzüğü ele geçirmiş, böylece Hz. Süleyman kırk gün süreyle hükmünü kaybetmiştir.165 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 ُ َِوقُ ْلنَا ا ْهب Bakara: 2/36 ض َعدُو ٍ ض ُك ْم ِلبَ ْع ُ طوا بَ ْع Taberî, Câmiu‘l-Beyân, I, 572. Ayrıca bkz. Eski Ahid, Tekvin, 3/14. ْ ا ْب َع Bakara 2/246 َِّللا ّ س ِبي ِل َ ث لَنَا َم ِل ًكا نُّقَاتِلْ فِي Taberî, Câmiu‘l-Beyân, IV, 436; Kurtubî, el-Câmî‘ li-Ahkâmi’l-Kur’ân, IV, 228; Suyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, III, 135. Bakara 2/258 ََّللاُ ْال ُم ْلك ّ ُِيم فِي ِربِّ ِه أَ ْن آتَاه َ أَلَ ْم ت ََر إِلَى الَّذِي َحآ َّج إِب َْراه Taberî, Câmiu‘l-Beyân, IV, 575. ِيرا ْ َ“ َو َعادًا َوثَ ُمو َد َوأÂd ve Semûd kavimlerini, Ress halkını ve َّ اب ّ ِ الر ً س َوقُ ُرونًا َبيْنَ ذَلِكَ َكث َ ص َح bunların arasında pek çok nesilleri de helâk ettik.” Kurtubî, el-Câmî‘ li-Ahkâmi’l-Kur’ân, XV, 411. Suyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, XII, 533. Taberî, Câmiu‘l-Beyân, XX, 91. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 357-388 382 | Nurullah Denizer İbrahim en-Nehâî’nin (v. 96/714) Süddî’yi, halkın bildiğine benzer bilgilerle tefsir yapmakla itham etmesinin 166, Şa‘bî’nin ona, “Makadına tokmak ile vurulması, senin burada oturmandan (tefsir dersi yapmandan) daha hayırlıdır167 demesinin, yine Süddî’ye Kur’ân ilminden bir pay verildiğini söyleyen bir kimseye Şa‘bî’nin, “Ona Kur’ân’ın cehaletinden bir pay verilmiştir.” diyerek cevap vermesinin168, onun tefsir yaparken isrâiliyat kabilinden bu tür peygamberlerin sıfatları ve İslam düşüncesi ile bağdaştırılması mümkün olmayan haberleri kullanması ile ilişkili olduğu düşünülebilir. Öyle ki Hudayrî de onun, Kûfe medresesinde yetişmesine rağmen bu ekolün yöntemine aykırı olarak Ehl-i kitaptan çok sayıda nakilde bulunduğu ve bu konuda son derece müsamahakâr olduğunu belirtmiştir. 169 Tedvîn döneminde isrâiliyyâtın yoğun bir şekilde İslam kaynaklarına girdiği bir vâkıadır. Bununla birlikte bu bilgileri kullanan kimselerin, onları hangi bağlamda kullandıkları bilinmemektedir. Bu rivayetlerin gerçekten bir bilgi olarak kabul edilip nakledilmiş olabileceği gibi, misal olarak yahut kıyas yapma amacıyla zikredilmiş olabileceği, hatta nakledildikten tenkid edilmiş olabileceği de göz önünde bulundurulmalıdır. Sonuç İslam dininin Arabistan sınırlarını aşarak farklı dil ve kültürlere sahip toplumlar arasında da yayılmaya başlaması bilhassa tâbiîler dönemine denk düşmektedir. Bu dönemde tabiîler gerek kendi beldelerine gelen sahabîlerden ders alarak gerekse kendileri İslam’ı öğrenmek için ilim öğrenme amaçlı seyahatler yaparak ashabtan Kur’ân ve Hz. Peygamber’in sünnetine dair bilgileri öğrenmişler ve bilhassa hadis ve tefsir ilminin tedvin edilmesine önayak olmuşlardır. Hicaz’da doğan ve Irak’ta vefat eden Süddî de yaptığı tefsir nakilleriyle ashabtan ve çağdaşı tâbiîlerden aldığı bilgileri bazen naklederek bazen de yorumlayarak sonraki nesillere aktarmış önemli bir şahsiyettir. Her ne kadar hakkında bazı menfi haberler verilmiş ve kendisinin yaptığı rivayetlerin güvenilirliği hakkında bir ittifak sağlanamamış olsa da hadis ilminde otorite kabul edilen Buhârî, Ahmed b. Hanbel, Şu‘be b. Haccâc ve Süfyân es-Sevrî gibi kimselerin ondan nakillerde bulunması Süddî’nin güvenilirliği hususunda bize önemli bir ipucu vermektedir. Bazı kaynaklarda onun Şîi yahut Şiâ’ya yakın olduğuna dair haberler bulunsa da kendisinden gelen rivayetlere bakıldığında Süddî ile Şîa arasında organik bağ kuracak açık bir delil bulunma166 167 168 169 İbn Ebî Hâtim, el-Cerh ve’t-Ta‘dîl, II, 184. Taberî, Câmiu‘l-Beyân, I, 87. Ahmed b. Hanbel, Ebû Abdullah Ahmed b. Muhammed eş-Şeybânî, el-‘İlel ve Ma‘rifetü’r-Ricâl, thk. Vasiyyullah b. Muhammed Abbâs, Dâru’l-Hânî, Riyad, 1422, II, 334. Hudayrî, Muhammed b. Abdullah b. Ali, Tefsîru’t-Tabiîn, Dâru’l-Vatan, Riyad, 1990, I, 305. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 357-388 Bir Müfessir Olarak Süddî el-Kebîr | 383 maktadır. Kûfeliler arasında tefsire dair en çok rivayette bulunan kimseler arasında gösterilmesi de onu tefsir ilmi açısından önemli kılmaktadır. Kaynaklarda kendisine ait tam bir tefsir bulunduğuna dair haberler yer alsa da günümüze ulaşan bu mahiyette bir eser tespit edilememiştir. Süddî’den gelen tefsir rivayetleri karşımıza, başta Taberî ve İbn Kesîr olmak üzere farklı tefsirlerde dağınık bir halde bulunmaktadır. Süddî’den gelen rivayetler ışığında onun tefsir yöntemi incelendiğinde onun, Kur’ân’ı anlamanın en temel yöntemleri olarak addedilebilecek Kur’ân’ın Kur’ân ve sünnet ile tefsirinden sıklıkla yararlandığı görülmektedir. Diğer yandan onun, ayetleri açıklarken nüzul sebeplerini zikrettiği ve çeşitli tarihi bilgilerden yararlandığı da görülmektedir. Şer‘î hükümler konusunda Süddî zaman zaman ayet ve hadisleri delil olarak kullanırken kimi zaman da re’y ve ictihad ile hüküm istinbat etmiştir. Nesh konusunda Kur’ân’da neshin varlığını kabul eden tarafta yer alan Süddî, müteşabih konusunu da nesh bağlamında değerlendirmiş, müteşabih ayetlerin te’vilinin peşine düşenleri nâsih son hükümler gelmeden önce onların ne zaman geleceklerini bilmeye çalışanlar, ilimde derinleşmiş olanları ise nâsih olsun, mensûh olsun Rableri katından indirilen her şeye iman eden müminler olarak değerlendirilmiştir. Süddî’den gelen tefsir rivayetlerinde belki de en çok tenkide tabi tutulan husus, onun isrâiliyyât kabilinden haberlere sıklıkla yer vermesidir. Öyle ki Süddî bazen peygamberlik görevine yakışmayacak vasıfları onlara isnad eden haberleri de ayetlerin tefsirinde kullanmıştır. Bu durum sadece Süddî’ye has bir durum değildir. Kur’ân ayetlerinin teker teker ele alınarak tefsir edilmeye başlandığı tâbiîn döneminde, hakkında Hz. Peygamber’den bir rivayet yahut ashabtan bir bilgi ulaşmayan ayetler için isrâiliyyât olarak isimlendirilen bilgilerin kullanıldığı pek çok tefsir eseri bulunmaktadır. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 357-388 384 | Nurullah Denizer Kaynakça Ahmed b. Hanbel, Ebû Abdullah Ahmed b. Muhammed eş-Şeybânî, el-‘İlel ve Ma‘rifetü’r-Ricâl, thk. Vasiyyullah b. Muhammed Abbâs, Dâru’l-Hânî, Riyad, 1422. Albayrak, Halis, Tefsir Usûlü, Şule Yayınları, İstanbul, 1998. Âlûsî, Şihabuddin Mahmud, Rûhu’l-Me‘ânî fî Tefsîri’l-Kur’ani’l-Azîm ve’sSeb‘i’l-Mesânî, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut, t.y. Aydemir, Abdullah, Tefsirde İsrâiliyyât, Beyan Yayınları, İstanbul, 2000. Aydın, Muhammed, Genel Tefsir Kuralları, Nûn Yayıncılık, İstanbul, 2009. Bilmen, Ömer Nasuhi, Büyük Tefsir Tarihi: Tabakâtü’l-Müfessirîn, Bilmen Yayınevi, İstanbul, 1973. Buhârî, Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail, et-Târîhu'l-Kebîr, Dâiretü’lMeârifi’l-Osmâniyye, Haydarabad, t.y. Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usûlü, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 1993. -------------, “Süddî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2010. Cevherî, Ebû Nasr İsmâîl b. Hammâd, es-Sıhâh Tâcu'l-Lüga ve Sıhâhi'lArabiyye, thk. Ahmed Abdulgafûr Attâr, Dâru’l-İlm li’l-Melâyîn, Beyrut, 1987. Cürcânî, Seyyid Şerîf, et-Ta‘rîfât, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1983. Cürcânî, Ebû Ahmed Abdullah b. Adî, el-Kâmil fî Du‘afâi’r-Rical, thk. Yahyâ Muhtâr Gazâvî, Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1988. Cuzcânî, İshak İbrâhim b. Yakub b. İshak es-Sa‘di, Ahvâlü’r-Ricâl, thk. Subhî el-Bedrî Samerraî, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut 1985. Demirci, Muhsin, Tefsir Usûlü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, 3. bs, İstanbul, 2003. -------------, Tefsir Tarihi, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul, 2003. Dinç, Ömer, Hicri “İlk Üç Asır Bağlamında Nesh Meselesinin Tarihî Süreci Üzerine Bir Tahlil Değerlendirmesi”, III. Türkiye Lisansüstü Çalışmalar Kongresi Bildiriler Kitabı - I (Sosyoloji-İlahiyat-Eğitim) 15-18 Mayıs 2014, Sakarya, 2014, ss. 203-219. Duman, M. Zeki, “Tabiûn Döneminde Tefsir Faaliyeti (Meşhur Müfessirler, Kaynakları ve Bu Tefsirin Değeri)”, Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı: 4, 1987, ss. 209-238. Fîruzâbâdî, Ebu’t-Tahir Mecdüddîn Muhammed b. Ya‘kûb b. Muhammed, elKâmûsu'l-Muhît, Müessesetü'r-Risâle, Beyrut, 2005. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 357-388 Bir Müfessir Olarak Süddî el-Kebîr | 385 Halîf, Yusuf, Hayatü’ş-Şi‘r fi'l-Kûfe ila Nihâyeti Karni’s-Sâni li’l-Hicre, Dâru’lKitâbi’l-Arabî, Kahire, 1968. Hamevî, Ebû Abdullah Şihâbuddîn Yâkût b. Abdullah Yakut, Mu‘cemu’lUdebâ, thk. İhsân Abbâs, Dâru’l-Garbi’l-İslâmî, Beyrut, 1993. Hazrecî, Ahmed b. Muhammed, Hulasatu Tezhîbi Tehzîbi'l-Kemâl fî Esmâi'rRicâl, thk. Abdulfettâh Ebû Gudde, Mektebetü’l-matbûâti’l-islâmiyyeDâru’l-Beşâir, Haleb-Beyrut, 1416. Hindî, Alâüddîn Alî b. Müttakî b. Hüsâmüddîn el-Bürhanfûrî, Kenzüʼl-ʻUmmâl fî Süneniʼl-Akvâl veʼl-Efʻâl, thk. Bekrî Hayyânî, Safvet es-Sekâ, Müessesetüʼr-Risâle, Beyrut, 1981. Hudayrî, Muhammed b. Abdullah b. Ali, Tefsîru’t-Tabiîn, Dâru’l-Vatan, Riyad, 1990. İbn Abdilber, Ebû Ömer Cemaleddîn Yûsuf b. Abdullah b. Muhammed Kurtubî, el-İsti‘âb fî Ma‘rifeti’l-Ashâb, thk. Ali Muhammed Bicâvî, Dâru’l-Cîl, Beyrut, t.y.. İbnü’l-Cevzî, Abdurrahman b. Ali b. Abdullah, Nâsihu’l-Kur’ân ve Menâsihuhu, el-Câmiatü’l-İslâmiyye, Medine, 2003. İbnü’l-Cezerî, Şemseddin Ebu’l-Hayr Muhammed b. Muhammed, Müncidü’lMukri’în ve Mürşidü’t-Tâlibîn, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1999. İbn Cüzeyy, Ebu’l-Kâsım Muhammed b. Ahmed b. Muhammed el-Kelbî elGırnatî, et-Teshîl li ‘Ulûmi’t-Tenzîl, thk. Rıza Ferec el-Hümâmî, Mektebetü’l-Asriyye, Beyrut, 2005. İbn Düreyd, Ebû Bekr Muhammed b. el-Hazm el-Ezdî el-Basrî, Kitâbu Cemheratiʼl-Luga, thk. Remzi Münîr Ba‘lebekî, Dâru’l-İlm li’l-Melâyîn, Beyrut, 1987. İbn Ebî Hâtim, Ebû Muhammed Abdurrahman b. Muhammed b. İdrîs, elCerh ve’t-Ta‘dîl, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, t.y., [Dâru'l-Meârifi'lOsmâniyye, Haydarâbad, 1952’nin ofseti.] İbnü’l-Esîr, Ebu’l-Hasan İzzeddin Ali b.Muhammed b.Abdülkerim, el-Lübab fî Tehzibi’l-Ensâb, Dâru Sâdır, Beyrut, t.y. İbn Hacer Askalânî, Ebu’l-Fazl Şihâbuddîn Ahmed, Lisânü’l-Mîzân, Müessesetü’l-A‘lemî li’l-Matbûât, Beyrut, 1971. -------------, Tehzîbu’t-Tehzîb, Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1984. İbn Hazm, Ebû Muhammed b. Ali b. Ahmed b. Saîd ez-Zahiri, en-Nâsih ve’lMensûh fi’l-Kur’âni’l-Kerîm, thk. Abdulgaffâr Süleyman Bündârî, Dârü’lKütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1986. İbn Hibban, Ebû Hâtim Muhammed b. Hibban b. Ahmed et-Temîmî, Meşahiru Ulemai'l-Emsâr, thk. Marzûk Alî İbrahim, Dâru’l-Vefâ, Mansûre, 1991. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 357-388 386 | Nurullah Denizer İbn Kesîr, Ebû’l-Fidâ İsmâil b. Kesîr el-Kuraşî, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, thk. Sâmî b. Muhammed es-Sellâme, Dâru Tayyibe, Riyad, 1999. İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim b. Kuteybe Dîneverî, elMaârif, thk. Servet Ukkâşe, Heyetü’l-Mısriyyeti’l-Amme li’l-Kitâb, Kahire, 1992. İbn Mâkûlâ, Ebû Nasr Sa‘dülmelik Ali b. Hibetullah b. Ali, el-İkmal fî Refʻi’lİrtiyab ani’l-Mü’telif ve’l-Muhtelif mine’l-Esma ve’l-Küna ve’l-Ensâb, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1990. İbn Manzûr, Ebuʼl-Fazl Cemâluddîn Muhammed b. Mükerrem el-Ifrikî, Lisânüʼl-ʻArab, Dâru Sâdır, Beyrut, t.y. İbn Mücâhid, Ebû Bekr Ahmed b. Musa b. Abbas et-Temîmî, Kitâbu’s-Seb‘a fi’l-Kırâât, Dâru’l-Maârif, Kahire, 1972. İbnü’n-Nedîm, Muhammed b. İshak Ebu’l-Ferec, el-Fihrist, thk. İbrahim Ramazan, Dâru’l-Ma‘rife, Beyrut, 1997. İbn Tağrîberdî, Cemaleddin Ebi’l-Muhasin Yûsuf el-Atabekî, en-Nücûmu’zZahira fî Mülûkü Mısr ve’l-Kâhira, Kahire, 1963. İbn Teymiyye, Ebu’l-Abbas Takıyyüddîn Ahmed b. Abdulhalîm, Mukaddime fî Usûli’t-Tefsîr, Dâru Mektebeti’l-Hayât, Beyrut, 1980. İsfahânî, Ebû Nuaym Ahmed b. Abdullah b. İshak, Kitâbu Târîhi İsbahan: Zikru Ahbâri İsbahan, thk. Seyyid Kisrevî Hasan, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1990. Kayrevânî, Ebû Alî Hasen b. Reşîk Ezdî İbn Reşîk, el-‘Umde fî Mehâsini’ş-Şi‘ri ve Âdâbih, thk. Muhammed Muhyiddîn Abdulhamîd, Dâru’l-Cîl, Beyrut, 1981. Kazvinî, Ebû Ya‘la el-Halil b. Abdillah b. Ahmed el-Halîlî, el-İrşâd fî Ma‘rifeti Ulûmi’l-Hadîs, Riyad, Mektebetü’r-Rüşd, 1989. Kurtubî, Ebû Abdurrahman Muhammed b. Ahmed b. Ebî Bekr, el-Câmî‘ liAhkâmi’l-Kur’ân, thk. Abdullah b. Abdulmuhsin et-Türkî, Müessesetü’rRisâle, Beyrut, 2006. Mervezî, Ebû Sa‘d Abdülkerim b. Muhammed b. Mansur Sem‘ânî, el-Ensâb, Dâiretü Maârifi’l-Osmâniyye, Haydarâbâd, 1962. Mizzî, Ebu’l-Haccac Cemaleddin Yusuf b. Abdurrahman b. Yusuf, Tehzibü’lKemâl fî Esmâi’r-Ricâl, thk. Beşşâr Avvâd Ma‘rûf, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut, 1980. Muhammed ‘Atâ Yûsuf, Tefsîru’s-Süddî el-Kebîr, Dâru’l-Vefâ, Mansûre, 1993. Muhsin Emin, Ebu Muhammed Seyyid Muhsin b. Abdilkerim b. Ali, A‘yânü’şŞî‘a, Dâru’t-Taarruf li’l-Matbûât, Beyrut, 1983. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 357-388 Bir Müfessir Olarak Süddî el-Kebîr | 387 Müslim, Ebû Huseyn Müslim b. Haccâc el-Kuşeyrî, Sahîh, Dâru Tayyibe, Riyad, 1426. Sehavî, Ebu’l-Hasan Alemuddîn Ali b. Muhammed b. Abdüssamed, Cemalü’lKurrâ ve Kemâlu’l-İkrâ’, Müessesetü’l-Kütübi’s-Sekâfiyye, Beyrut, 1999. Sezgin, Fuad, Târîhu’t-Turâsi’l-Arabî, İdâretü’s-Sekâfeti ve’n-Neşr biʻl-Câmia, Riyad, 1991. Suyûtî, Celâleddîn, ed-Dürrü’l-Mensûr fi’t-Tefsîr bi’l-Me’sûr, thk. Abdullah Abdilmuhsin et-Türkî, Merkezi Hicr li’l-Buhûs ve’d-Dirâseti’l-Arabiyye ve’lİslâmiyye, Kahire, 2003. -------------, el-İtkân fî ‘Ulûmi’l-Kur’ân, thk. Muhammed Ebu’l-Fadl İbrahim, elMektebetü’l-‘Asriyye, Beyrut, 1997 Şevkânî, Muhammed Ali b. Muhammed, Fethu’l-Kadîr, thk. Abdurrahman Umeyre, Daru’l-Vefâ, Mansûre, 1994. Taberânî, Ebuʼl-Kâsım Süleyman b. Ahmed b. Eyyûb el-Lahmî, MuʻcemuʼlKebîr, thk. Hamdi b. Abdulmecîd es-Selefî, Mektebetü İbn Teymiyye, Kahire, 1994. Taberî, Ebû Cafer İbn Cerîr Muhammed b. Cerîr b. Yezîd, Câmiu‘l-Beyân fî Tefsiri’l-Kur’ân, thk. Abdullah b. Abdulmuhsin et-Türkî, Dâru Hicr li'tTıbâa ve’n-Neşr, 2001. Turgay, Nurettin, “Tabiunun/Tabiilerin Tefsir İlmindeki Yeri”, Bilimname, 2010/1, cilt: VIII, sayı: 18, ss. 93-114 Vâhidî, Ebu’l-Hasan Ali b. Ahmed b. Muhammed en-Nisâbûrî, Esbâbü’nNüzûl, thk. Kemâl Besyûnî Zağlûl, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1991. Zebîdî, Muhammed Murtaza el-Huseynî, Tâcuʼl-ʻArûs min Cevâhiriʼl-Kâmûs, thk. Abdulazîz Matar, 2. bs., Kuveyt, 1994. Zehebî, Ebû Abdullah Şemseddîn Muhammed b. Ahmed b. Osman, Mîzânü’lİ‘tidâl fî Nakdi’r-Ricâl, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1995. Zürkânî, Muhammed Abdülazîm, Menâhilü’l-İrfân fî ‘Ulûmi’l-Kur’ân, thk. Fevvâz Ahmed Zemerlî, Dâru’l-Kitâbi’l-Arabî, Beyrut, 1995. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 357-388 Suddi al Kebir as an Exegete Citation / ©-Denizer, N. (2017). Suddi al Kebir as an Exegete, Çukurova University Journal of Faculty of Divinity, 17 (1), 357-388. Abstract- From the moment when the Qur'an begins to be revealed, teaching and explaining the necessary parts of verses was started by Prophet himself. After Prophet Muhammad’s (s.a.a.w) demise, first muslim generations transferred informations that they have learned from The Prophet to the second muslim generations by transfering the verbal information directly and interpreting it. The second generations era is a period that different problems and questions had emerged due to the expansion of Islamic lands rising, increasing the number of Muslims from different cultures and nations. Accordingly different approaches have arised in understanding and interpreting The Quran. In this period, the educators raised in the Tafsir medreseses that are established in Mecca, Medina and Kufah began to separate from each other, developed different ideas and methods of understanding and applying the Qur'an in the light of the information they receive from the companions. In additon, information about Tafsir began to be copyrighted as separated leaflets in this period. Suddî al-Kebir is also one of the prominent figures of second muslim generations who was born in Hijaza and lived in Qufa, and who led many commentaries on and later hermenetics. Although there are references to a source of a complete commentary attributed to Suddi who referring to Ibn Abbas and Ibn Mas'ûd mostly, there is no work of this quality that reaches the present day. Narrative Tafsir comments by Suddi are found in narrated comments discursively. When these narrations are examined, he uses exegesis by means of the qoran and sunnah method and he also uses evelatory occasions and historical information and accordingly made out some religious judgements, he expresses opinions about naskh and mutashabih. Suddi was criticised strongly for giving wide coverage to Israiliyyat. In this study, Süddî's life, scientific direction and claims about him to be Shiitel will be evaluated and his tafsir method and commentary direction will be tried to be expressed. Keywords- Commentary, narrated commentary, method, Suddi ÇEVİRİ Eleştirel Kriterler ve Mezhepsel İhtiraslar Arasında Muhaddislerin Râvilere Dair Hükümleri Prof. Dr. Salâhuddîn b. Ahmed b. Muhammed Sa‘îd elİDLİBÎ Çev. Arş. Gör. Rıdvan YARBA Atıf / ©- el-İdlibî, S. (2017). Eleştirel Kriterler ve Mezhepsel İhtiraslar Arasında Muhaddislerin Râvilere Dair Hükümleri, çev. Rıdvan Yarba, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 17 (1), 389-441. Öz- Bu çalışma, Suriyeli Hadis âlimlerinden Salâhuddîn b. Ahmed b. Muhammed Sa‘îd el-İdlibî’nin kaleme aldığı bir makalenin çevirisidir. Müellif, makalesinde ‘araştırmacı (bâhis)’ olarak hitap ettiği kişinin, muhaddislere yönelttiği eleştirilerinden altısına yer vermiştir. Şiî olduğu anlaşılan bu araştırmacının yönelttiği eleştirilerde iddia ettiği temel husus, muhaddislerin bilhassa cerh ve ta‘dîl imamlarının tarafgir bir tutum içinde oldukları hususudur. Başka bir deyişle araştırmacı, mezhep taassubundan dolayı muhaddislerin Şîa’yı mutlak olarak cerh ettiklerini, buna karşın Nâsıbîleri genellikle ta‘dîl ettiklerini iddia Makalenin gelişi: 12.04.2017; Yayına kabul tarihi: 19.06.2017 Orijinal ismi: بني املعايري النقدية واألهواء املذهبية- أحكام احملدثني على الرواةolup yazarın web sayfasında yayınlanmıştır. Bkz. http://idlbi.net/ahkam/ (16.05.2017). Çeviri boyunca gerekli görülen yerlerde mütercim tarafından dipnotta bilgi verilmiş ve bu kısımlar [çevirenin notu] şeklinde belirtilmiştir. Ayrıca müellifin kaynak gösterdiği eserlerin künyesi ve diğer bilgileri de çeviren tarafından kaydedilmiştir. Emekli öğretim üyesi olup halen Suudi Arabistan-Cidde’de ikamet etmektedir. e-posta: [email protected] Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Hadis Anabilim Dalı, e-posta: [email protected] 390 | Salâhuddin el-İdlibî / çev. Rıdvan Yarba etmektedir. Müellif, araştırmacının bu iddialarının insaflı ve dürüst bir çalışmanın ürünü olmadığının tespitinin kayda değer olduğunu söylemektedir. Bu amaçla muhaddislerin gerçekten Hz. Ali taraftarlarını (Şîa) veya Nâsıbîler başta olmak üzere Sünnîleri sırf mezheplerinden dolayı cerh veya ta‘dîl edip etmediklerini ilgili kaynaklardan örnekler getirmek suretiyle ortaya koymaya çalışmıştır. Bu anlamda Sünnî oldukları ve muhaddislerin mezheplerini destekleyecek rivayetler naklettikleri halde zayıf kabul edilen ve yine Şiî olduğu halde ta‘dîl edilen birçok râviyi örnek göstermiştir. Sonuç olarak müellif, sünnetin intikalinde ciddi bir emek harcayan muhaddislerin titizlik ve tarafsızlıktan ödün vermeksizin rivayetleri birbirinden ayıkladıklarını söylemiştir. Râviler hususunda ise Şiî veya Sünnî olmasına bakmaksızın rivayet ettiği şeylere göre değerlendirildiklerini ifade etmiştir. Münferit şahısların değerlendirmelerinin bütün muhaddislere teşmil edilmesinin de doğru olmayacağını dile getirmiştir. Anahtar sözcükler- Hadis, Cerh, ta‘dîl, rivayet, muhaddis §§§ Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla… Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Salât ve selam Efendimiz Nebiy-yi Emîn Muhammed’in, âlinin, ashâbının ve güzel mübarek kardeşlerinin üzerine olsun. Sonra, Hadis-i Nebevî’nin cerh ve ta‘dîl imamları, bu dine karşı en hırslı ve yüce Rasûlümüz’e (s.a.) karşı en şevkli insanlardı. Bu sebeple hadislerin yazımı, toplanması, tenkit edilmesi ve onların ve rivayetlerinin durumlarını incelemek suretiyle râvilerin isimlerinin toplanması uğruna ömürler harcamışlardır. Bu da Rasûlullah’tan (s.a.) gelen rivayetlerin sahih olanlarını olmayanlardan ayırmak, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak ve Rasûlünün (s.a.) adına yalanı men etmek içindi. Bu yorucu çabalar karşılığında da -genelde- insanlardan ödül veya teşekkür istemezlerdi. Harcanan bu zaman ve emekler, onlardan hatalar vuku bulmadığı anlamına gelmez ve masum da değillerdi. Ancak emeklerini harcamış olmaları ve -bildiğim kadarıyla- dikkat ve dürüstlük bakımından kimsenin kendilerine erişemeyeceği yüksek bir mertebe bulunmaları onlara yeter. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 389-441 Muhaddislerin Râvilere Dair Hükümleri | 391 Bazı araştırmacılar tarafından hadis âlimlerine yöneltilen itham Bazı araştırmacılarda hadis âlimlerinin, râvilerle onların rivayetleri hakkındaki hükümlerinin insaflı tenkit kriterlerine uymadığı, hâkim otoritenin -özellikle Emevîler’in- tarafını tuttuğu, bunun da çoğunlukla Nevâsıb’a1 karşı iyi davranmak, onları tevsîk etmek (sika kabul etmek) ve Ehl-i beyt’i cerh etmek anlamına geldiği şeklinde kendini göstermiştir. Bu durum doğru ve tarafsız gayretli bir çalışmaya dayalı olsaydı, sikaları hadis imamlarının sözleriyle sarsardı. Peki, bu fiilen doğru mudur? Allah’ın izniyle bu çalışmada, bu önemli mesele hakkında doğrudan yana ortaya çıkarılacak şeylerin bir kısmı bulunacaktır. Gücümün yettiği kadarını Yüce Mevlâ’nın (c.c.) hepimizin [çabasını] ihlas[lı] kılma, gayeye ulaştırma ve kabulle karşılamak [suretiyle] minnet etmesini isteyerek sarf etmem benim için yeterlidir. Bu araştırmacılardan birinin sözlerinden seçmeler Araştırmacılardan biri şöyle dedi: “Muhaddislerin Şîa’dan rivayeti terk etmemelerine rağmen yine de muhaddislerin veya başkalarının geleneğinin onlara baskısı ve Nevâsıb’a karşı üsluplarında görülen nezaket, Emevî Devleti’ndeki sonra da Abbâsî Devleti’ndeki siyasî hegemonyadan etkilenmelerinin sonucudur.” Daha sonra bu araştırmacı şöyle dedi: “Fâtımatü’z-Zehrâ ve Ali b. Ebû Tâlib’in oğlunun torunu Ebû Abdullah Cafer es-Sâdık b. Muhammed el-Bâkır b. Ali Zeynülâbidîn b. el-Hüseyn… Ali b. elMedînî şöyle demiştir: “Yahyâ b. Saʻîd el-Kattân’a onun hakkında soru sorulmuş, o da ‘İçimde ona karşı bir şey var ve Mücâlid bana ondan daha sevimlidir.’ demiştir.” 1 İmâmiyye Şîası literatüründe Hz. Ali’ye, evlâtlarına ve taraftarlarına karşı olan zümrelere verilen bir isimdir. Geniş bilgi için bkz. Öz, Mustafa, “Nâsıbe”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, XXXII, ss. 393-394, İstanbul 2006. [çevirenin notu]. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 389-441 392 | Salâhuddin el-İdlibî / çev. Rıdvan Yarba Daha sonra araştırmacı şöyle demiştir: “Cerh ve taʻdîl kitapları, Hz. Ali’yi seven herkesle ilgili cerh (tecrîh) ve ayıplama (teşnîʻ) ile doldurulmuştur. Onun olsun, ashâbının veya Kûfe’de kalmış olsun bunlardan birinin faziletine dair bir hadis rivayet edenin vay haline! Öte yandan Harîz b. Osman ve benzerlerinin tercemelerinde olduğu gibi, Ali’yi lanetleyen ve onun değerini düşürmek için yalan hadisler rivayet edeni adil (taʻdîl) ve sika (tevsîk) kabul eder ve İbrahim b. Zuheyr el-Kûfî’nin tercemsinde olduğu gibi Muʻâviye’nin kötü hasletlerini rivayet edenin hadisini silip ortadan kaldırırlar.” Araştırmacı daha sonra şöyle demiştir: “Muhaddisler Şîa’yı mutlak olarak cerh, Nevâsıb’ı da çoğunlukla sika kabul ediyorlar. Hz. Ebû Bekir sevgisini taʻdîl, Hz. Ali sevgisini de cerh sebebi olarak görüyorlar. Buhârî’nin (ö. 256/870) Ali b. Hâşim’den sakındığı gibi, takiyyeyi savundukları gerekçesiyle de Şîʻa’dan rivayette bulunmaktan kaçındılar.” Daha sonra araştırmacı şöyle dedi: “Şîʻa’nın cerh edilmiş (mecrûh) olduğunu kabul etsek bile muhaddisler onları terk etmedi ve edemeyecek de. İşte bu İmam Buhârî, şeyhlerinin çoğu Şîʻa’dır. Onun şeyhlerinden biri Ubeydullah b. Musa’dır ki onun hakkında muhtarık (fanatik, ateşli) ve buna benzer bir şey söylenmiştir. Allame Sârimüddîn el-Vezîr 2 , hadis kitaplarının rivayetleriyle ve kıymetli haberleriyle (cevâhirü ahbârihim) doldurulduğu Ehl-i beytten ve taraftarlarından (Şiî) 161 hafızı zikretmiştir ki sıhâh sahipleri helal ve haram konusunda ona güvenmiştir.” Araştırmacı, muhaddislerin râviye karşı tutumları hakkında söz söylediği sırada şöyle demektedir: “Yalan olduğuna hükmedilmiş faziletlerini rivayet edenin aksine Muâviye’nin kötü hasletlerine dair herhangi bir rivayete karşı tutumları, râvinin cerh edilmesi ve adaletinin düşürülmesi olmuştur. Zira [onun faziletlerini nakleden râvi] cerh edilmez ve adaleti düşürülmez.” 2 Sârimüddîn İbrâhim b. Muhammed el-Vezîr. [çevirenin notu]. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 389-441 Muhaddislerin Râvilere Dair Hükümleri | 393 Ben de yardım edecek olan Allah’tır diyorum ve kendisinden hidayet ve başarı hususunda yardım diliyorum: Öncelikle bu söylemin insaflı ve dürüst bir araştırmanın sonucu mu, yoksa hevadan etkilenmenin bir neticesi mi olduğunun sorulması gerekir?! Bu mesele araştırma ve derinlemesine incelemeye değer değil midir?! Garip olan araştırmacının muhaddislerle ilgili olarak Harîz b. Osman ve benzerlerinin tercemelerinde olduğu gibi Ali’yi lanetleyen ve onun değerini düşürmek için yalan hadisler rivayet edenleri âdil ve sika kabul ettiklerini söylemesidir! Acaba araştırmacının yanında Hz. Ali’nin (r.a.) değerini düşürmek amacıyla rivayet edilen yalan haberlerden bazıları/biri var mıdır? Keşke bazı örnekleri toplama ve o hadislerde sika kabul ettikleri râviye yüklenmelerini açıklama zahmetine katlansaydı! Araştırmacı burada aşırı bir Nâsıbî olan Harîz b. Osman’ı zikretti. Acaba Harîz, Hz. Ali’nin (r.a.) değerini düşürme ve ona yüklenme hususunda bir tek rivayet nakletmiş midir? İstenen şey en azından bir rivayetin zikredilmesidir. Allah (c.c.), “De ki: “Sizde bize göstereceğiniz bir bilgi var mı?”3 diye buyurmuyor mu? Harîz b. Osman Hz. Ali’ye (r.a.) sövdüğü ve Buhârî’nin de Sahîh’inde ondan rivayette bulunduğu söylenmiştir! Diyorum ki Sahîh’inde Buhârî, onun iki hadisini rivayet etmiştir. İlkine gelince o, Vâsile b. el-Eskaʻ’ın (ö. 85/704) Rasûlullah’tan (s.a.) olan hadisidir. Buna göre Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Üç şey yalan ve iftiranın en büyüklerindendir: Kişinin kendi babasından başkasına neseb iddia etmesi yahut rüyasında görmediği bir şeyi kendi gözüne göstermesi (rüyasında görmediği bir şeyi rüyada gördüğünü iddia etmesi) yahut da Rasûlullah’ın (s.a.) söylemediği bir şeyi söyledi demesidir.”4 İkincisine gelince Harîz, Rasûlullah’ın (s.a.) ashâbından Abdullah b. Büsr’e ‘Sen Peygamber'i gördün mü, yaşlı mıydı?’ diye 3 6 En‘âm 148. 4 Buhârî, Muhammed b. İsmâ‘îl, Sahîhu’l-Buhârî, thk. Mustafâ Dîb elBuğâ, I-VII, Dâru İbn Kesîr-Yemâme, Beyrut 1993, Menâkıb 4 (3318). ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 389-441 394 | Salâhuddin el-İdlibî / çev. Rıdvan Yarba sormuş, o da ‘(Evet gördüm.) Alt dudağı ile çenesi arasında birkaç beyaz saç teli bulunuyordu.’ demiştir.”5 İşte bunlar, onun Buhârî’deki rivayetleridir. Müslim’in (ö. 261/875) Sahîh’inde ise rivayeti yoktur. Peki, muhaddisler Hz. Ali’yi (r.a.) seven herkesi cerh ediyorlar mı? Muhaddisler râvi tercemesinde bidatine işaret etmek amacıyla onun Şiî, Nâsıbî, Kaderî, Mürciî veya Haricî olduğunu zikreder. Ancak bu onun bidat nedeniyle zayıf olduğu anlamına gelmez. Aksine rivayetlerinde reddedilecek bir şey bulmadıkları zaman onun sika olduğuna hükmederler. Bununla birlikte bazıları bidatçinin ve rivayetlerinin terk edilmesi görüşünde olmuş olabilir. Ancak rivayetlerinde kendilerinden dolayı hakkında zayıflıkla hükmedilmeye müstahak olan garâib ve menâkîr türünden bir şey gördüklerinde onun zayıf olduğunu söylerler. Garip olan araştırmacının cerh ve taʻdîl kitaplarının Hz. Ali’yi seven herkes için tecrîhlerle dolup taştığını ve Şiîleri mutlak anlamda cerh edip onlardan rivayet etmekten kaçındığını söylemesidir. Bizzat kendisi hadis kitaplarının 161 Ehl-i beyt hafızının rivayetleriyle doldurulduğunu ve sıhâh sahiplerinin helal ve haram konusunda bu rivayetlere güvendiklerini zikretmektedir! Hangi çelişki bu çelişkiden daha büyüktür ve hangi akılları küçümseme bundan daha kuvvetlidir! Bu necis araştırmacı hevayla doldurduğu şeyleri yazması için kalemin dizginlerini gevşek tutuyor gibi. Saʻîd b. Huseym el-Kûfî’nin tercemesine bak. İbnü’l-Cüneyd (ö. 381/991), Yahyâ b. Maʻîn’in (ö. 233/848) şöyle dediğini nakletmiştir: “Kûfelidir. Onda beis yoktur. Sikadır. Yahyâ’ya o Şiî’dir, denildi de o, ‘Şiî ve sikadır, Kaderî ve sikadır.’ dedi.” Bu cerh ve taʻdîl imamlarının usulüdür. İbn Maʻîn de (r.) onların büyüklerindendir. Onlar, sika kabul etme (tevsîk) ile bidat ehli olmayı (ibtidâʻ) birbirinden ayırıyorlar. Rivayeti doğru (müstakîm) olduğunda Şiî veya Kaderî olduğu halde râviyi sika; rivayeti münker 5 Buhârî, Menâkıb 20 (3353). ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 389-441 Muhaddislerin Râvilere Dair Hükümleri | 395 olduğunda sünnete bağlılıkta titiz olduğu halde onu zayıf kabul ediyorlardı. Üstelik iltifat ve yüklenme olmaksızın [bunu yapıyorlardı]. Sonra -Sahîhayn, sünenler, müsnedler, fezâilü’s-sahâbeye (sahâbenin faziletlerine dair kitaplara), Nesâî’nin (ö. 303/915) elHasâis kitabına ve diğerlerinden başlamak üzere- hadis kitaplarına bak. Bunların içerisinde dört halifenin faziletlerine dair sahih senetli hadisler bulunduğunu ve Hz. Ali'nin faziletine dair hadislerin, diğer üç halifenin faziletleri hakkında sahih olanların toplamından daha çok olduğunu göreceksin. Buna karşılık Muʻâviye’nin fazileti hakkında sahih olan bir tane hadis yoktur. Düşün. Şayet araştırmanın muhaddisler hakkında tasavvur ettikleri doğru olsaydı, Hz. Ali’nin faziletleri hakkında Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman’ın faziletlerine dair sahih hadisleri aşan bu çok sayıdaki sahih hadisleri görmememiz aksine Muʻâviye’nin fazileti hakkındaki birçok sahih hadisi görmemiz gerekirdi. Ancak vakıa bunun aksinedir. Çünkü Ahmed b. Hanbel’in (ö. 241/855) akranı büyük imam İshâk b. Râhûye’nin (ö. 238/853) dediği gibi, Muʻâviye’nin faziletine dair onların içinde eleştiri kriterlerine uygun bir tek sahih hadis yoktur. İşte bunlar, muhaddislerin kendilerini sika kabul ettiği Ehl-i beyt ve onların taraftarlarından [Şiî] bazılarıdır ve onlardan başka çokça bulunur. Onlardan olmak üzere: Abdullah b. Hasen b. Hasen b. Ali (r.a.): Sika. Hüseyn b. Ali b. el-Hüseyn b. Ali (r.a.): Sika. Şüreyh b. Hâni b. Yezîd: Hz. Ali’nin (r.a.) ashâbından olup onunla savaşlara şahit olmuştur. Onun sika kabul edilmesi hususunda ittifak ettiler. Mâlik b. İsmail Ebû Gassân en-Nehdî el-Kûfî: Katı bir şiîydi. Sika olduğu hususunda ittifak ettiler ve sika, mutkın olarak nitelenmiştir. Cafer b. Ziyâd el-Ahmer: Ezdî6 (ö. 374/985) şöyle dedi: “Orta yoldan sapmış, saldırgan ve aşırı şiîliği var. Hadisi müstakimdir. Bir 6 Ebü’l-Feth Muhammed b. Hüseyn b. Ahmed el-Ezdî el-Mevsılî. [çevirenin notu]. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 389-441 396 | Salâhuddin el-İdlibî / çev. Rıdvan Yarba grup onu şiî olarak nitelemiştir. Bununla birlikte bir grubun kendisinden olan rivayetine göre İbn Maʻîn onu sika kabul etmiştir. Yine İclî (ö. 261/875), Osmân b. Ebû Şeybe (ö. 239/853) ve Yaʻkûb b. Süfyân el-Fesevî (ö. 277-890) onu sika kabul etmiştir. Ebû Zürʻa (ö. 264/878) ve Ebû Dâvud (ö. 275-889) ‘sadûktur.’ demiştir. Ahmed [b. Hanbel] ‘Sâlihu’l-hadîstir.’ derken Nesâî (ö. 303/915), ‘Onda beis yoktur (Leyse bihi be’s).’ demiştir. Yine Dârekutnî (ö. 385/995) ‘Onunla iʻtibâr edilir.’ demiştir. İbn Ammâr, ‘Onlara göre hüccet değildir.’ demiştir. İbn Hibbân (ö. 354-965) el-Mecrûhîn’de ‘Sikalardan rivayet ettiğinde kalpte onlara karşı oluşan bazı şeylerle teferrüd eder.’ demiştir. Ezdî’nin rivayetlerinde münkerlik bulunan kişinin üzerinde durmayan sözü üzerinde düşün. Nasıl da onun şiîlikteki aşırılığını ve hadisinin müstakîm olduğunu zikretti. İbn Hibbân’a gelince o, Hz. Ali’den rahatsızlık duymakla nitelenemez. Çünkü es-Sikât kitabında onların tercemelerini okuyan kişinin bileceği gibi o, Ehl-i beyti sevenlerdendir. Onun hakkındaki sözü ise, rivayetlerinde benimsemediği şeyleri gördüğü anlamına gelmektedir. Muhammed b. Cühâde el-Kûfî: Şiîlikte aşırıydı ve onun sika olduğunda ittifak etmişlerdir. Ali b. Kâdim el-Kûfî: Fesevî şöyle demiştir: “Şiîlikten dolayı ondan hadis yazmayı azalttım. O Şiîliğe meylediyordu. Sonra büyüklerimizin genelinin ondan hadis yazdığını ve onun sika olduğunu söylediklerini gördüm.”7 368 senesinde vefat eden Cafer b. Muhammed b. Cafer b. Kûleveyh: Zehebî (ö. 748/1347) şöyle demiştir: “Şiî imamların büyüklerindendi. Şeyh Müfîd’in hocasıdır. Müfîd onun hakkında şöyle demiştir: “İnsanların onun için kullandıkları nitelikler ancak güzellik, fıkıh, din ve sikalık türündendir. Hatta o bunların da üstündedir.” 8 İmam Zehebî de onu herhangi bir şeyden dolayı tenkit etmedi. 7 Fesevî, Ya‘kûb b. Süfyân, el-Ma‘rife ve’t-târîh, thk. Ekrem Ziyâ el-Ömerî, I-IV, Mektebetü’d-Dâr, Medine 1990, II, 436. 8 Zehebî, Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed, Târîhu’l-İslâm ve vefeyâtü’lmeşâhîr ve’l-a‘lâm, thk. Ömer Abdüsselâm Tedmürî, I-LIII, Dâru’lKütübi’l-Arabî, Beyrut 1986-2000, XXVI, 393. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 389-441 Muhaddislerin Râvilere Dair Hükümleri | 397 Amr b. Câbir el-Hadramî: İclî, es-Sü’âlât kitabında şöyle demiştir: “Amr b. Câbir el-Hadramî Mısırlı tabiînden bir sikadır ve Şiîlikte aşırıya giderdi.”9 Yaʻkûb b. Süfyân da onu sikaların arasında zikretmiştir. Berkî de (?) teşeyyuʻdan10 dolayı zayıf kabul edilenler arasında zikretmiştir. Bu da, yani onların vakıf oldukları rivayetleri arasında münker rivayetler bulmamaları veya sika mertebesinden aşağıda olması hasebiyle de rivayet ettiklerinin yanında bunların çok olmaması, teşeyyuʻun –onlara göre- zayıflık anlamına gelmediğini ifade eder türdendir. Bunların dışındakilerin onun rivayetlerinde münkerler gördüğü böylece görüşlerinin bunlara muhalif olduğunda şüphe yoktur. Nitekim Ahmed [b. Hanbel] ‘Câbir b. Abdullah’tan münker [rivayet]ler nakletti.’, Nesâî ve Cûzcânî ‘Sika değildir/Leyse bi-sika.’, İbn Hibbân ‘Onun haberiyle ihticac edilmez.’ ve Dârekutnî ed-Duʻafâ kitabında ‘Metrûktur.’ demiştir. Ezdî de onu yalancılıkla itham etmiştir. Bunun rivayetlerinde değil de görüşlerindeki yalancılık sebebiyle olması mümkündür. Zira o, ‘Ali (r.a.) bulutlardadır.’ derdi. Abdurrahman b. Salih el-Ezdî el-Atekî: Hatîb el-Bağdâdî (ö. 463/1071) Târîhu Bağdâd’da şöyle demiştir: “Bize ʻAtîkî Yusuf b. Ömer el-Kavvâs’tan, o Muhammed b. Musa el-Hallâl’dan, o Yaʻkûb b. Yusuf el-Mutavvaʻî’den olmak üzere şöyle haber verdi: Abdurrahman b. Salih el-Ezdî Râfızî’ydi. Ahmed b. Hanbel’i aldatarak ona yakınlaşıyordu. Ahmed b. Hanbel’e ‘Ey Ebû Abdullah, Abdurrahman 9 İclî, Ahmed b. Abdillah, Maʻrifetü’s-sikât, thk. Abdülalîm Abdülazîm elBestevî, I-II, Mektebetü’d-Dâr, Medine 1985, II, 172. Salâhuddîn el-İdlibî, İclî’nin söz konusu eserinin “Kitâbü Su’âlâti Ebî Müslim Sâlih ebâhü ...” diye başlamasından olsa gerek eserden ‘Kitâbü’s-Su’âlât’ diye bahsetmiştir. Bkz. Âşıkkutlu, Emin, “İclî, Ebü’l-Hasan”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, XXI, ss. 417, İstanbul 2000. [çevirenin notu]. 10 Hadis terimi olarak teşeyyu‘, ilk dönem âlimlerinin bir kısmına göre râvinin Hz. Ali’yi Resûl-i Ekrem’den sonraki en faziletli kişi saymasıdır. Birçok âlime göre ise Hz. Ebû Bekir ile Ömer’in faziletini kabul etmekle birlikte Hz. Ali’nin Osman’dan üstün, muhalifleriyle yaptığı savaşlarda kendisinin haklı, onların haksız olduğuna inanmasıdır. Teşeyyu‘un müteahhirîn dönemindeki anlamı, Hz. Ali’yi bütün sahâbîlerden üstün görüp ilk üç halife ile sahâbîlerin çoğu hakkında menfi kanaatler taşımaktır. Bkz. Aşıkkutlu, Emin, “Teşeyyu‘”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, XL, ss. 564-565, İstanbul 2011. [çevirenin notu]. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 389-441 398 | Salâhuddin el-İdlibî / çev. Rıdvan Yarba Râfızî’dir.’ denildi. O da ‘Sübhânallah, bir adam Rasûlullah’ın Ehl-i beytinden bir topluluğu sevdi, biz ise ona ‘Onları sevme.’ diyoruz. O sikadır’ diye karşılık verdi.” [el-Atîkî Ahmed b. Muhammed b. Ahmed b. Muhammed, 367 senesinde doğdu ve 441 senesinde vefat etti. Ebü’l-Kâsım el-Ezherî onu sika kabul etmiştir. Hatîb [el-Bağdâdî] de ‘Sadûktur.’ demiştir. Yusuf b. Ömer el-Kavvâs 330 senesinde doğdu ve 385 senesinde vefat etti. Ezherî, el-Atîkî ve Hatîb [el-Bağdâdî] onu sika kabul etmiştir. Muhammed b. Musa b. Ali el-Hallâl edDûlâbî 323 senesinde vefat etti. el-Kavvâs onu sika kabul etmiştir. Yaʻkûb b. Yusuf b. Eyyûb el-Mutavvaʻî 208 senesinde doğdu ve 287 senesinde vefat etti. Dârekutnî onu sika kabul etmiştir.] Bu sahih bir seneddir. Yine Yahyâ b. Maʻîn Musa b. Harun rivayetinde onu sika kabul etmiştir. Ebû Hâtim ve Salih b. Muhammed ‘Sadûktur.’ Demiş, İbn Hibbân da onu es-Sikât’ta zikretmiştir. Yahyâ b. Saʻîd el-Kattân Cafer-i Sâdık’ı (r.) zayıf kabul etti mi? Araştırmacı Cafer-i Sâdık’ı zikri sırasında şöyle dedi: “Yahyâ b. Saʻîd el-Kattân’a Cafer-i Sâdık’ın durumu soruldu. O da ‘İçimde ona karşı bir şey var. Mücâlid ise bana ondan daha sevimlidir.’ dedi.” Cerh ve taʻdîl imamı Yahyâ b. Saʻîd el-Kattân, İmam Cafer-i Sâdık hakkında bu sözü söylediğinde ne anlama gelir? Bu zayıf kabul etme anlamına ve yine onun rivayetlerinin büyük bir kısmının mürsel olduğu böylece zayıflığın kendi şahsından dolayı değil de irsâlinden dolayı onlarda vuku bulduğu anlamına gelebilir. Bu da İbn Adî’nin Saʻîd el-Hakem b. Ebî Meryem’den, onun da Ebû Bekr b. Ayyâş’tan naklettiği şey gibidir. Buna göre Ebû Bekr b. Ayyâş’a, ‘Ona yetiştiğin halde neden Caʻfer b. Muhammed’den hadis almıyorsun?’ denildi. Bunun üzerine şöyle demiştir: “Ona rivayet ettiği hadislerden işittiklerinin olup olmadığını sorduk; o da ‘Hayır ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 389-441 Muhaddislerin Râvilere Dair Hükümleri | 399 ancak atalarımızdan naklettiğimiz rivayetlerdir.’ diye cevap verdi. Muhaddisler ise mürsel rivayetleri sahih kabul etmezler.”11 Bu sözde zayıf kabul etme söz konusu olduğunda onu sika kabul eden imamların sözlerini de unutmamamız gerekir. O imamlar da Şâfiî, Yahyâ b. Maʻîn, Ebû Hâtim er-Râzî, Sâcî, Nesâî, İbn Hibbân ve İbn Adî’dir. Hatta Ebû Hâtim er-Râzî ‘Sikadır, onun gibisinin durumu sorulmaz.’ demiştir. Muhaddisler Muʻâviye’nin kötü hasletlerini rivayet edenleri silip atıyorlar mı? Araştırmacı muhaddisler hakkında şöyle dedi: “Muhaddisler İbrâhîm b. el-Hakem b. Züheyr el-Kûfî’nin tercemesinde olduğu gibi Muʻâviye’nin kötü hasletlerini rivayet edenleri silip atıyorlar.” Ben şöyle derim: “İbrâhîm b. el-Hakem b. Züheyr’i, Ezdî ve Dârekutnî zayıf kabul etmiş, Ebû Hâtim de onu yalancılıkla itham etmiştir. Zehebî Ebû Hâtim er-Râzî’den onun hakkında ‘Yalancıdır/Kezzâb; Muʻâviye’nin kötü hasletlerini rivayet etti, biz de ondan yazdıklarımızı silip yok ettik.’ dediğini nakletmiştir.”12 Ebû Hâtim er-Râzî’nin el-Cerh ve’t-taʻdîl kitabında bu şahıs hakkında söylediği şey ‘yalancı/kezzâb’ kelimesidir ve üzerine bir şey eklememiştir.13 Ebû Hâtim’den naklettiği bu şey, İbnü’l-Cevzî’nin (ö. 597/1200) ed-Duʻafâ ve’l-metrûkîn kitabında da aynıdır. Bunun İbnü’l-Cevzî’nin (r.) vehimlerinden olması mümkündür. Muhaddislerin birinden bunun gibi bir sözün nakli sabit olduğunda iki şekilden birine göre açıklanır: Birinci şekil, Muʻâviye’nin kötü hasletleri ile onun hakkında yazdıklarının silinip yol edilmesi arasındaki bağlantıyı kaldırmak ve böylece ‘Yalancıdır/kezzâb; Muʻâviye’nin kötü hasletleri hakkında 11 İbn Adî, Ebû Ahmed Abdullah b. Adî, el-Kâmil fî duʻafâi’r-ricâl, thk. A. Ahmed Abdülmevcûd vdğ., I-IX, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1997, II, 356. 12 İbn Hacer el-Askalânî, Ahmed b. Ali, Lisânü’l-Mîzân, nşr. Abdülfettâh Ebû Gudde, I-X, Mektebetü’l-Matbûʻâti’l-İslâmiyye, Beyrut 2002, I, 267. 13 İbn Ebî Hâtim, Abdurrahmân b. Muhammed, el-Cerh ve’t-ta’dîl, I-IX, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1952, II, 94-5. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 389-441 400 | Salâhuddin el-İdlibî / çev. Rıdvan Yarba rivayette bulundu. Böylece ondan yazdıklarımızı silip yok ettik.’ şeklinde okumakla olur. Bu durumda ‘Muʻâviye’nin kötü hasletleri hakkında rivayette bulundu.’ sözü, ondan yazdıklarını silip yok etmenin sebebi değil yalnızca râviyi tarif için ve silip yok etmenin sebebi de, onun yalancı oluşu olur. Bu da İbn Ebî Hâtim’in Ebû Vâkıd el-Leysî Salih b. Muhammed b. Zâide (ö. 68/687-88) hakkındaki ‘Gazvelere katılan biriydi; münkeru’l-hadîstir.14’ şeklindeki sözüne benzemiş olur ve burada kastedilen şey gazvelere katıldığı için münkeru’l-hadîs olduğu değildir. Etraflıca düşün. İkinci şekil ise, mutlak olanın takyidi olarak mülahaza edilmesidir. O zaman da anlam, ‘Yalancıdır/kezzâb. Muʻâviye’nin kötü hasletleri hakkında münker rivayetlerde bulundu. Böylece biz de ondan yazdıklarımızı silip yok ettik.’ şeklinde olur. Bu da, Muʻâviye’nin kötü hasletleri hakkında nakledilen tüm rivayetlerin Rasûlullah’a (s.a.) nisbetinin sabit olmadığı anlamına gelir. Durum böyle olmakla birlikte ben İbrahim b. el-Hakem b. Züheyr’in, Muʻâviye’nin kötü hasletleri hakkında naklettiği bir rivayete vakıf olmadım. Ancak babasının bu konuda Âsım b. Ebü’nNücûd’dan, onun da Zir b. Hubeyş’ten, onun da İbn Mesʻûd’dan naklettiği bir rivayeti15 bulunmaktadır. Yine İbrahim b. el-Hakem b. Züheyr’in Ebû Hâtim’in kendisinden duyduğu münker rivayetlerinin bulunduğu, onların da onun ithamına sebeb olduğunda şüphe yoktur. Nitekim İbn Ebû Hâtim (ö. 327/938) şöyle demiştir: “Babam Rey’de ondan hadis yazdı ancak ondan rivayette bulunmayıp hadisini terk etti.” 14 Cerh ve taʻdîl terimi olarak ‘münkeru’l-hadîs’, cerhin Zehebî’ye göre beşinci, Irâkî’ye göre dördüncü mertebesinde bulunan bir râvi hakkında kullanılan bir sîgadır. Böyle bir râvinin rivayet ettiği hadis, araştırma ve değerlendirme yanı iʻtibâr amaçlı alınır. Buhârî ise bunu, kendilerinden hadis almanın helal olmadığı râviler için kullanır. Bkz. Aydınlı, Hadis Istılahları Sözlüğü, s. 212-3. [çevirenin notu]. 15 Müellif bu rivayet için kaynak vermemiştir. Ancak zikrettiği senedle gelen rivayetler bulunmaktadır. Bkz. İbn Hibbân, Ebû Hâtim Muhammed b. Hibbân, el-Mecrûhîn mine’l-muhaddisîn ve’d-du‘afâ ve’l-metrûkîn, thk. Mahmûd İbrâhîm Zâyed, I-III, Dâru’l-Ma‘rife, Beyrut 1992, I, 250; İbn Adî, el-Kâmil fî duʻafâ, II, 491. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 389-441 Muhaddislerin Râvilere Dair Hükümleri | 401 Münekkit imamlar Muʻâviye’nin faziletlerini rivayet edenleri sika kabul ediyor mu? Eğer muhaddisler, Âl-i beyt taraftarı râvileri cerh etmiş ve Emevî ile Abbasî devletinin siyasi hegemonyasının tesirinde kalarak Nâsıbîleri hoş karşılayıp çoğunlukla sika kabul etmiş olsaydı, onların yanında Hz. Ali’nin (r.a.) faziletine dair Nebevî hadislerden bir şeyin sahih olmaması ya da az bir şeyin olması ve Muʻâviye’nin faziletine dair büyük miktarda sahih hadisin olması gerekirdi. Ancak vakıa tamamen bunun aksinedir. Ehl-i sünnet muhaddislerin kriterlerinde Hz. Ali’nin (r.a.) faziletine dair çok sayıda hadis sahih olmuş ve Muʻâviye’nin faziletine dair bir tek rivayet sahih olmamıştır. Ey akıl sahipleri iyice düşünün. Muʻâviye’nin faziletlerine dair hadisleri rivayet eden râviler Bunun yanı sıra burada, araştırmacının muhaddislerin siyasi hegemonyanın etkisinde kalarak çoğunlukla onları sika kabul ettikleri yönündeki iddiasının doğruluk derecesini anlamak için, hadis imamlarının Muʻâviye’nin faziletlerine dair rivayette bulunulan râviler hakkındaki sözlerinden vakıf olduklarımı arz etmek isterim. İbrahim b. Zekeriyyâ el-Abdesî el-Vâsıtî Mâlik- Abdullah b. Dînâr- İbn Ömer (r.a.) kanalıyla Caʻfer[-i Sâdık]ın Rasûlullah’a (s.a.) ayva hediye ettiğini, Rasûlullah’ın (s.a.) da Muʻâviye’ye üç tanesini verip ‘Beni bunlarla cennette karşıla.’ buyurduğunu rivayet etmiştir. İbn Hibbân şöyle demiştir: “Bu mevzûdur, aslı yoktur.” Yine bu râvi, yani İbrahim b. Zekeriyyâ hakkında şöyle demiştir: “Mâlik’ten mevzû hadisler getirmektedir.” İbn Ebû Hâtim onun hakkında ‘Hadis[ler]i münkerdir.’ ve İbn Adî ‘Batıl şeylerle rivayette bulunur.’ demiştir.16 Muhaddislerin yöntemini bilmeyen kişi bunu garipser ve bütün sahâbeyi âdil görmelerine rağmen muhaddislerin bu hadis hak16 İbn Hacer el-Askalânî, Lisânü’l-Mîzân, I, 282-3. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 389-441 402 | Salâhuddin el-İdlibî / çev. Rıdvan Yarba kındaki uydurma ve münker yönündeki hükümlerinin anlamı nedir ve [yoksa] onlara göre Muʻâviye [Rasûlullah’la] sohbet şerefine nail olan ve cennete girmesi umulan biri değil midir, diye sorar. [Cevaben] derim ki: Muhaddisler yalnızca mananın sahihliğine bakmazlar aksine kendilerine göre sabit olan Nebevî hadislere ve Rasûlullah’ın (s.a.) üzerinde bulunduğu gerçekliğe dair birikimin yardımıyla rivayetin insicam veya insicamsızlığına bakarlar. Onlara göre bir konu hakkında, örneğin Muʻâviye’nin faziletleri hakkında çok sayıda rivayetin gelmiş olması onun sübutuna hükmetmeleri için yeterli değildir. Yine Muʻâviye’nin müslümanlardan bir fert olması, onun faziletine ve cennetle müjdelenmesine dair hadislerin gelmesi için yeterli değildir. Onların Muʻâviye’nin sâbikûndan [İslâm’a ilk girenler] ve nübüvvet devrindeki mümtaz konumdaki ashâptan olmadığına, onun ancak Mekke’nin fethinden sonra İslam’a girmiş tulekâdan olduğuna, hilafet konusunda tartışıp onu zor kullanarak aldığına ve sonra da onu oğluna bıraktığına baktıklarında şüphe yoktur. Bundan sonra ancak cahillerin ve başka münker rivayetlerle tanınan kişilerin rivayet ettiği ve faziletle menkıbeler belirleyen benzer hadisleri görürüz. Burada da buna benzer rivayetlerde münker, batıl veya uydurma; râvileri hakkında da tecrîh ve ithâm hükmünü verme hususunda muhaddislerin duraksamadıklarını görüyoruz. Ebû Abdullah Ahmed b. Abdullah b. Mismâr ed-Deyraʻâkûlî İbnü’n-Neccâr (ö. 643/1245) şöyle demiştir: “Ebü’r-Rabîʻ ezZehrânî’den Muʻâviye b. Ebû Süfyân’ın menkıbeleri hakkında mevzû ve münker olan bir hadis rivayet etti.” Bu hususta Zehebî ve İbn Hacer (ö. 852/1448) ona muvafakat etmiştir. 17 İbnü’n-Neccâr’ın işaret ettiği mevzû hadis, ‘Ey Muʻâviye, senin faziletin hakkında şüpheye 17 İbn Hacer el-Askalânî, Lisânü’l-Mîzân, I, 504-5. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 389-441 Muhaddislerin Râvilere Dair Hükümleri | 403 duyan kişi, kıyamet günü boynunda ateşten bir halka olduğu halde yer onun için yarılacaktır.’ şeklindeki hadistir.18 Ahmed b. Muhammed b. Nâfiʻ es-Sûfî Hafız İmam Ebû Saʻîd en-Nakkâş (ö. 414/1023) 19 , elMevzûʻât 20 kitabında Ahmed b. Muhammed b. Nâfiʻ tarîkiyle onun Huseyn b. Yahyâ el-Hınnâî’den, onun da Hammâd b. Zeyd’den, onun da Nafiʻ’den, onun da İbn Ömer’den (r.anhümâ) olmak üzere şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Ayetü’l-Kürsî indiği zaman Rasûlullah (s.a.) Muʻâviye’ye ‘Bunu yaz.’ diye buyurdu. O, ‘Ey Allah’ın Rasûlü, [başka birine] yazdırdıysan ben neden yazayım ki?’ dedi. Rasûlullah (s.a.) ise ‘Onu okuyan kimse yoktur ki ecri sana ait olmasın.’ buyurdu.” en-Nakkâş şöyle dedi: “Bu, şüphesiz mevzû bir hadistir.” İbnü’lCevzî (ö. 597/1200) ve Zehebî de bu râvi hakkında ‘Onu [yalancılık ve hadis uydurmakla] itham etmişlerdir.’ demişlerdir.21 Bu en-Nakkâş da, 414 senesinde vefat eden hafız İmam Ebû Saʻîd Muhammed b. Ali b. Amr el-Esbehânî el-Hanbelî olup yalancı/kezzâb Ebû Bekir en-Nakkâş el-Bağdâdî değildir. İshâk b. Muhammed b. İshâk es-Sûsî İbn Hacer onun hakkında şöyle demiştir: “Muʻâviye’nin faziletleri hakkında kabîh olan mevzû rivayetleri getiren bu cahil, bu 18 Müellif burada rivayetin kaynağını vermemiştir. Bu nedenle rivayetin kaynağına ulaşmaya çalıştık. Bkz. İbn Arrâk, Ali b. Muhammed, Tenzîhü’ş-şerîʻati’l-merfûʻa ʻani’l-ahbâri’ş-şenîʻeti’l-mevzûʻa, Abdülvehhâb Abdüllatîf-Abdullah Muhammed es-Sıddîk, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut ts., II, 21. [çevirenin notu]. 19 Müellif burada en-Nakkâş’ın hangi en-Nakkâş olduğunu sarih şekilde ifade etmemiştir. Ancak verdiği bilgilerden 414/1023 senesinde vefat eden en-Nakkâş olduğunu tahmin etmekteyiz. [çevirenin notu]. 20 Müellifin bahsettiği Ebû Saʻîd en-Nakkâş adında tespit edebildiğimiz tek kişi 414/1023 tarihinde vefat eden Ebû Saʻîd Muhammed b. Ali b. Amr b. Mehdî en-Nakkâş el-Esbehânî el-Hanbelî olup ‘el-Mevzûʻât’ adlı bir eseri bulunmamaktadır. Bkz. Ziriklî, Hayreddîn b. Mahmûd, el-Aʻlâm, I-VIII, Dâru’l-İlm li’l-Melâyîn, Beyrut 2002, VI, 275. [çevirenin notu]. 21 İbn Hacer el-Askalânî, Lisânü’l-Mîzân, I, 634. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 389-441 404 | Salâhuddin el-İdlibî / çev. Rıdvan Yarba getirdikleriyle kendisi veya meçhul hocaları itham edilmiş durumdalar.”22 Asbağ Ebû Bekir eş-Şeybânî es-Süddî’den, o da Abdühayr’dan, o da Hz. Ali’den (r.a.) olmak üzere şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Ümmet içerisinde cennete ilk girecek kişiler Ebû Bekir ve Ömer’dir. Ben Muʻâviye’yle birlikte hesap için bekletileceğiz.” Ukaylî (ö. 322/934) ed-Duʻafâ’da bu rivayet edip râvi hakkında şöyle dedi: “Meçhuldür ve hadisi mahfûz değildir.” İbnü’l-Cevzî de bunu, el-Vâhiyât’ta tahriç etmiştir. İbn Hacer de şöyle demiştir: “Bunun, el-Mevzûʻât kitabında olması evladır.” Zehebî de bu haberi münker olarak nitelemiştir.23 Cebele b. Atıyye Birinden, o da Mesleme b. Mahled’den rivayet ettiğine göre Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Allah’ım, Muʻâviye’ye kitabı öğret ve onu beldelere hâkim kıl.” Zehebî bu haberi ‘/münker bimarre’ olarak nitelemiştir. İbn Hacer şöyle demiştir: “Hadisteki afet muhtemelen meçhul olan kişidendir. Cebele’ye gelince, İbn Ebî Hâtim İbn Maʻîn’den onu sika kabul ettiğini nakletmiştir.” 24 Onların ‘afet filan kişidendir’ sözü, hadisin mevzû veya mevzûya benzer olduğu anlamına gelir. Caʻfer b. Muhammed el-Antâkî Züheyr b. Muʻâviye’den, o da Ebû Hâlid el-Vâlibî’den, o da Târık b. Şihâb’dan, o da Huzeyfe b. el-Yemân’dan olmak üzere Rasûlullah’ın (s.a.) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Muʻâviye, kıyamet günü üzerinde nurdan bir ridâ olduğu halde haşredilecek.” İbn Hibbân şöyle demiştir: “Bu [rivayet] mevzûdur, aslı yoktur.” Yine bu Caʻfer b. Muhammed hakkında ‘Bu, Züheyr b. Muʻâviye’den mevzû, sebt/sika olan başkasından da maklûb [haberler] rivayet 22 İbn Hacer, Lisânü’l-Mîzân, II, 75-6. 23 İbn Hacer, Lisânü’l-Mîzân, II, 209. 24 İbn Hacer, Lisânü’l-Mîzân, II, 420. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 389-441 Muhaddislerin Râvilere Dair Hükümleri | 405 eden bir şeyhtir.’ demiştir. Zehebî bu haberin batıl olduğunu söylemiş, İbn Hacer de ona muvafakat etmiştir.25 el-Hasen b. Şebîb el-Müktib Mervân b. Muʻâviye’den, o da Abdurrahman b. Abdullah b. Dînâr’dan, o da babasından, o da İbn Ömer’den (r.anhümâ) olmak üzere Rasûlullah’ın (s.a.) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Şam şehirlerini yüce ve güçlü biri yönetecek. O benden, ben de ondanım. Bir adam ‘O kişi kimdir?’ diye sordu. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.) elindeki bir çubukla Muʻâviye’nin kafasına [işaret ederek] ‘O budur.’ buyurdu.” İbn Adî râvi hakkında şöyle demiştir: “Sikalardan batıl haberler rivayet etmiştir.” İbn Hibbân onu es-Sikât’ta zikretmiş ve ‘Garîb [haberler] rivayet etmiş olabilir.’ demiştir. Berkânî (ö. 425/1034) de Dârekutnî’den olmak üzere ‘Onun haberleri kavî değildir/leyse bikavî, iʻtibâr için alınır.’ demiştir. Zehebî Dârekutnî’nin sözünü naklederken şu sözüyle yorumda bulunmuştur: “[Bu konuda] verilmiş kesin hüküm (el-müteʻayyin) İbn Adî’nin hakkında söylediği şeydir.”26 Onu leyyin kabul etmekle yetinen kişinin, onun İbn Adî’nin rivayet ettiği rivayetine vakıf olmadığı açıktır. Şayet ona vakıf olsaydı, onun hakkında İbn Adî’nin verdiği hükmü vermekte tereddüt etmezdi. el-Hasen b. Kesîr Bekr b. Eymen’den, o Âmir es-Sârımî’den, o Ebü’zZübeyr’den, o da Câbir b. Abdullah’tan (r.anhümâ) olmak üzere Rasûlullah’ın (s.a.) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Muʻâviye’yi benim minberim üzerinde görürseniz, onu kabul ediniz. Zira o güvenen ve güvenilendir.” Hatîb el-Bağdâdî bunu Târîhu Bağdâd’da rivayet etmiş ve şöyle demiştir: “Bu vecih dışında onu yazmadım. Senedinin Muhammed b. İshâk ile Ebü’z-Zübeyr arasındaki râvilerin tümü meçhuldür.”27 İbn Hacer de onu ikrar etmiştir. 25 İbn Hacer, Lisânü’l-Mîzân, II, 467. 26 İbn Hacer, Lisânü’l-Mîzân, III, 56-7. 27 İbn Hacer, Lisânü’l-Mîzân, III, 108-9. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 389-441 406 | Salâhuddin el-İdlibî / çev. Rıdvan Yarba Abdullah b. Bekkâr Babasından, o da babasından, o Ebû Mûsâ el-Eşʻarî’den (r.a.) olmak üzere şöyle rivayet etmiştir: “Rasûlullah (s.a.) Ümmü Habîbe’nin yanına geldi. O sırada Muʻâviye’nin başı onun hücresindeydi. Rasûlullah (s.a.) Ümmü Habîbe’ye hitaben ‘Onu seviyor musun?’ buyurdu. O da ‘Bana ne oluyor da onu sevmeyeyim.’ diye cevap verdi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu: “Allah ve Rasûlü de onu seviyor.” Ukaylî bunu ed-Duʻafâ’da rivayet etti ve râvi hakkında şöyle dedi: “Nesebi meçhuldür ve rivayeti mahfûz değildir.” Zehebî ve İbn Hacer onu ikrar etmiştir.28 Abdullah b. Hafs el-Vekîl es-Sâmirî Süreyc’ten, o Hüşeym’den, o Seyyâr’dan, o Sâbit’ten, o da Enes’ten (r.a.) olmak üzere Rasûlullah’ın (s.a.) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Ashâbımdan Muʻâviye dışında kimsenin yokluğunu hissetmedim. Onu sekiz yıl boyunca görmüyorum; sonra içi rahmet, bacakları zebercedden olan miskten bir deve üzerinde bana geliyor, ben de ‘Neredeydin?’ diyorum. O da ‘Rabbimin arşının altında bir bahçede O bana, ben O’na münacat ediyordum.’ diye cevap veriyordu. Rasûlullah (s.a.) ‘Bu dünyada sana sövülmesinin karşılığıdır.’ buyurdu.” İbn Adî bunu ondan rivayet edip ‘Bu mevzû hadistir.’ dedi. Râvi hakkında ise şöyle dedi: “Kâne yesruku’l-hadîs 29 . Kendisinin uydurduğunda şüphe etmediğim hadisleri bana imlâ ediyordu.” Hatîb el-Bağdâdî de bu hadis hakkında şöyle demiştir: “Bu hadis, sened ve metin bakımından batıldır ve el-Vekîl’in uydurduğu bir hadis olduğunu düşünüyoruz. Zira kendisi dışındaki senedindeki tüm râviler sikadır.” Zehebî de ‘İbn Adî’nin bu deccâlden30 hadis alması gerekmez- 28 İbn Hacer el-Askalânî, Lisânü’l-Mîzân, IV, 442. 29 Serikatü’l-hadîs/sirkatü’l-hadîs: Bir kimsenin (sârık), bir hocadan duymamış/muteber bir yolla almamış olduğu bir hadisi ondan duymuş/muteber bir yolla almış olduğunu iddia etmesi veya bir hocadan geldiği bilinen bir hadisi bu hocanın tabakasındaki diğer bir hocaya nispet etmesi anlamında kullanılmaktadır. Bkz. Aydınlı, Abdullah, Hadis Istılahları Sözlüğü, İFAV Yayınları, İstanbul 2011, s. 276, 279. [çevirenin notu]. 30 Cerh ve taʻdîl terimi olarak ‘deccâl’, Zehebî ve Irâkî’ye göre cerhin 1., Sehâvî’ye göre 2. Mertebesinde bulunan râvi hakkında kullanılan bir ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 389-441 Muhaddislerin Râvilere Dair Hükümleri | 407 di.’ demiştir. İbn Hacer şöyle dedi: “Cûzekânî onun Süreyc’in Hüşeym’den olan mezkûr hadisini ileri sürüp ‘Bu, hasen garîb bir hadistir.’ dedi.” Yine İbn Hacer şöyle demiştir: “El yazmasından okuduğum yerde İbnü’l-Cevzî onu ‘Taraf tutmaktan Allah’a sığınırız. Bu kitabın müellifine bu hadisin mevzû olduğu gizli değildir.’ şeklinde eleştirmiştir.”31 Eğer muhaddis olduğu halde Cûzekânî’nin bu hadisi hasen kabul ettiğini görmüyor musun dersen, ben de Cûzekânî, 543 senesinde vefat etmiş olan el-Huseyn b. İbrâhîm b. el-Huseyn b. Cafer’dir ve el-Ebâtîl kitabının müellifidir, derim. İbnü’l-Cevzî, el-Mevzûʻât kitabında pazartesi günü kılınan namaz ve başka namazlar hakkında hadis uydurmakla itham etmiş ve şöyle demiştir: “Bu adamın hadis ilminden payı varmış! Kalpleri köreltenlerden Allah münezzehtir.” Zehebî de Tabakâtü’l-Huffâz’da onun kitabı hakkında şöyle demiştir: “Kitabı, içindeki vehimlerin yanı sıra mevzû ve vâhî hadisleri içermektedir.” İbn Hacer de bunun üzerine ‘Kitabın çoğu hakkında tartışmalar vardır.’ demiştir.32 Cûzekânî müteahhirîndendir ve hem zaman hem de kıymet bakımından imamlar tabakasından değildir. Abdurrahman b. el-Hüsâm Abdurrahman b. el-Hüsâm şöyle dedi: Bize Havrân ahalisinden bana gelen33 biri, başka birinden haber verip şöyle dedi: Hâşim oğullarından on kişi toplanıp sabah erkenden Rasûlullah’ın (s.a.) yanına geldiler. Namazını bitirdiğinde ‘Ey Allah’ın Rasûlü, bazı işlerimizi sana arz etmek için geldik. Allah bu risâleti faziletli kılmış, seni onunla bizi de senin şerefinle şereflendirdi. Şu Muʻâviye b. Ebî Süfyân vahyi yazıyor. Bizse senin ev halkından bu işte ondan daha evlasının olduğunu düşünüyoruz.’ dediler. Rasûlullah (s.a.) ‘Evet, o sîgadır. Böyle bir râvinin rivayet ettiği hadis hiçbir suretle alınamaz. Bkz. Aydınlı, Hadis Istılahları Sözlüğü, s. 54. [çevirenin notu]. 31 İbn Hacer el-Askalânî, Lisânü’l-Mîzân, IV, 461-2. 32 İbn Hacer, a.g.e., III, 142-46. 33 Burada ‘bana gelen’ şeklinde çevirdiğimiz ‘’مر بي َّ ibaresinin, Târîhu Dımaşk’ta ‘ ’مريşeklinde geçtiğini belirtmek gerekir. Bkz. İbn Asâkir, Ali b. el-Hasen, Târîhu Medîneti Dımaşk, thk. Muhibbüddîn Ebû Sa‘îd Ömer b. Garâme el-Amravî, I-LXXX, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1995-2000, XXXIV, 304. [çevirenin notu]. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 389-441 408 | Salâhuddin el-İdlibî / çev. Rıdvan Yarba halde başka birini arayıp bulun.’ buyurdu. Râvi her dört günde bir Allah’ın katından Muhammed’e (s.a.) inerdi. Bu arada Cebrail kırk gün boyunca inmedi. Kırkıncı gün olduğunda Cebrail içinde ‘Ey Muhammed, vahyini yazmak için Allah’ın seçtiği kişiyi değiştirme hakkın yoktur. Onu görevinde bırak zira o güvenilir biridir.’ yazılı bir sahifeyle indirildi. İbn Asâkir (ö. 571/1176) Târîh’inde şöyle demiştir: “Bu, münker bir haberdir ve hadis[in senedin]de birden çok meçhul [râvi] vardır.” İbn Hacer de şöyle diyerek yorumda bulunmuştur: “Aksine batıl olduğu hususunda kesin hüküm verilen bir haberdir. Allah’a yemin olsun ki bunu iftira eden kişinin imanının gitmiş olmasından korkarım.”34 Abdülazîz b. Bahr el-Mervezî İsmâʻîl b. Ayyâş’tan, o Abdurrahman b. Abdullah b. Dînâr’dan, o babasından, o da İbn Ömer’den (r.anhümâ) olmak üzere Rasûlullah’ın (s.a.) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Şimdi yanınıza cennet ehlinden biri çıkıp gelecek. Derken Muʻâviye çıkıp geldi. Bunun üzerine ‘Ey Muʻâviye, sen bendensin ben de sendenim. Cennet kapısında bu ikisi gibi benimle yan yana olacaksın.’ buyurdu ve iki parmağına işaret etti.” İbn Adî, râvinin maʻrûf olmadığını söyledi. Zehebî de bu haberi batıl olarak nitelemiş, İbn Hacer de onu onaylamıştır.35 Abdülmelik b. Yezîd Dârekutnî, Garâibü Mâlik’te İshâk b. Vehb el-Allâf- Abdülmelik b. Yezîd- Mâlik- Nâfiʻ- İbn Ömer tarîkiyle İbn Ömer’in şöyle dediğini tahriç etmiştir: “Caʻfer b. Ebû Tâlib Rasûlullah’a (s.a.) dört ayva hediye etti. Rasûlullah bunların üçünü Muʻâviye’ye verip ‘Bunlarla bizi cennette karşıla.’ buyurdu.” Zehebî, Abdülmelik b. Yezîd’le ilgili olarak ‘Onun kim olduğu bilinmiyor.’ demiştir. 36 Abdülfettâh Ebû Gudde (r.) de, el-Lisân’ın haşiyesinde, tercemesinde de geçtiği gibi, İshâk b. Vehb el-Allâf’ın 34 İbn Hacer, Lisânü’l-Mîzân, V, 95. 35 İbn Hacer, Lisânü’l-Mîzân, V, 194. 36 İbn Hacer, a.g.e., V, 278-79. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 389-441 Muhaddislerin Râvilere Dair Hükümleri | 409 yalancı/kezzâb ve suçun onda olduğuna dikkat çekmiştir. [İbn Hacer’in Lisânü’l-Mîzân’ı, II, 82-3’e bakınız. Orada İbn Hibbân’ın ‘Açık açık hadis uydurur.’, Dârekutnî’nin, ‘Yalancı (kezzâb), metrûk.’ ve Hâkim’in (ö. 405/1014) ‘İbn Vehb’den mevzû hadisler rivayet etmiştir, sâkıtu’l-hadîstir.’ dediği yer almaktadır. 37 ] Abdülmelik b. Yezîd aslı itibariyle bilinmeyen ve kendisinden rivayette bulunan kişi de yalancı/kezzâb ve hadis uyduran/vaddâʻ olduğunda, hadisten dolayı itham edilen kişi ondan rivayette bulunan İshâk b. Vehb el-Allâf olmaktadır. Bu meçhul râvinin ismi de, yalancı râvinin bir uydurması olabilir. Bunun yanı sıra bu hadis benzer şekilde İbrahim b. Zekeriyyâ elAbdesî el-Vâsıtî’nin tercemesinde, onun Mâlik’ten olmak üzere Abdullah b. Dînâr-İbn Ömer tarîkiyle geçmiştir.38 Ubeydullah b. Süleyman İbn Asâkir, et-Târîh’inde, bu râvinin tercemesinde onun Abdurrezzâk- Maʻmer- Enes b. Mâlik- Rasûlullah’tan (s.a.) olan tarîkiyle Rasûlullah’ın (s.a.) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Cennete gireceğim ve orada yalnızca Muʻâviye’yi yetmiş yıl boyunca kaybedeceğim. Sonra onu görecek ve ‘Ey Muʻâviye, neredeydin?’ diyeceğim. O da ‘Rabbimin arşının altındaydım da eliyle bana ‘Bu, dünya hayatında sana sövmelerinin karşılıdır.’ diyerek hediyeler veriyordu.’ diyecektir.” İbn Asâkir şöyle demiştir: “Bu, münker bir hadistir ve senedinde birden çok meçhul râvi vardır.” Zehebî de bu haberi batıl olarak nitelemiş ve İbn Hacer onu onaylamıştır.39 Gâlib b. Ubeydullah el-Ukaylî el-Cezerî Atâ’dan, onun da Ebû Hüreyre’den (r.a.) olmak üzere Rasûlullah’ın (s.a.) Muʻâviye’ye ok verdiği ve ‘Bunu al ve cennette beni onunla karşıla.’ buyurduğunu rivayet etmiştir. 37 Bkz. İbn Hacer, a.g.e., II, 82-3. 38 İbn Hacer, a.g.e., I, 282-3. [çevirenin notu]. 39 İbn Hacer, a.g.e., V, 330. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 389-441 410 | Salâhuddin el-İdlibî / çev. Rıdvan Yarba Gâlib b. Ubeydullah, zayıflığında ittifak edilmiştir. Onun hakkında İbn Maʻîn ve Nesâî ‘Sika değildir ve hadisi yazılmaz.’ demişlerdir. Ebû Hâtim de ‘Metrûkü’l-hadîs 40 , münkeru’l-hadîs.’ demiştir. Zehebî de bu hadisi mevzû olarak nitelemiş, İbn Hacer de onu onaylamıştır. 41 Kâsım b. Behrâm da, Ebü’z-Zübeyr- Câbir- Rasûlullah (s.a.) kanalıyla benzerini rivayet etmiştir. Bu Kâsım hakkında İbn Hibbân, ‘Hiçbir şekilde onunla ihticac edilmez.’, İbn Adî de ‘Yalancı/Kezzâb’ demiştir.42 Vezîr el-Cezerî de bu hadisi Gâlib b. Ubeydullah’tan rivayet etmiştir. İbn Maʻîn ‘Okla ilgili Muʻâviye hadisini rivayet eden Vezîr’in hiçbir değeri yoktur (leyse bi-şey’).’ demiş; Ebû Zürʻa, Yaʻkûb b. Şeybe, Sâcî ve başkaları onu zayıf kabul etmişlerdir.43 Muhammed b. el-Hasen Senedli bir şekilde Saʻd’dan, Rasûlullah’ın (s.a.) Muʻâviye için ‘O, üzerinde dışı rahmet, içi rıza olan nurdan bir elbiseyle haşredilecek. Vahiy yazmaktan dolayı insanlar arasında onunla övünecek.’ buyurduğunu rivayet etmiştir. Yine senedli bir şekilde Rasûlullah’ın (s.a.) ‘Muʻâviye, hilminden ve Rabbimin kelamına olan güveninden dolayı nebi olarak tekrar diriltilecek.’ buyurduğunu rivayet etmiştir. İmam Zehebî, bu Muhammed b. el-Hasen hakkında şöyle demiştir: “İshâk b. Muhammed es-Sûsî ondan Muʻâviye hakkında uydurulmuş hadisler rivayet etmiştir. Bu tefsir sahibi en-Nakkâş olabilir ki o da yalancıdır (kezzâb) veya diğer deccallerden biridir.” İbn Hacer de onu onaylamıştır.44 Ondan rivayette bulunan İshâk b. Mu- 40 Cerh ve taʻdîl terimi olarak ‘metrûkü’l-hadîs’, sika olduğu hiç belirtilmediği halde bir cerh sebebiyle tenkide uğramış olan râvi için kullanılır. Böyle bir râvi Zehebî ve Sehâvî’ye göre cerhin üçüncü, Irâkî’ye göre ikinci mertebesindedir. İbn Hacer’in Takrîb’deki sıralamaya göre ise onuncu mertebededir. Böyle bir râvinin hadisi hiçbir suretle alınmaz. Bkz. Aydınlı, Hadis Istılahları Sözlüğü, s. 181. [çevirenin notu]. 41 İbn Hacer el-Askalânî, Lisânü’l-Mîzân, VI, 297-9. 42 İbn Hacer, a.g.e., VI, 369-70. 43 İbn Hacer, a.g.e., VIII, 376-7. 44 İbn Hacer, a.g.e., VII, 67. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 389-441 Muhaddislerin Râvilere Dair Hükümleri | 411 hammed b. İshâk es-Sûsî de, daha önce zikredilen, Muʻâviye’nin faziletleriyle ilgili çirkin mevzû rivayetler getiren ve kendisinin veya meçhul hocalarının itham edildiği kişidir. Bu en-Nakkâş da, 266 senesinde doğup 351 senesinde vefat eden kari, müfessir Ebû Bekir Muhammed b. el-Hasen b. Muhammed b. Ziyâd el-Mevsılî elBağdâdî’dir. Metrûkü’l-hadîs ve yalancıdır/kezzâb ve daha önce zikredilen Ebû Saʻîd en-Nakkâş’tan başkasıdır. Muhammed b. Recâ Abdurrahman b. Ebü’z-Zinâd- Babası [Ebü’z-Zinâd]- Hârice b. Zeyd b. Sâbit- Babası- Rasûlullah (s.a.) kanalıyla Rasûlullah’ın (s.a.) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Ey Ümmü Habîbe, Allah için Muʻâviye’yi senden daha çok seviyorum. Onu adeta cennet döşeklerinin üzerinde görüyorum.” Zehebî, bu haberi batıl olmakla ve bu râviyi de, hadis uydurmakla ittiham edilmekle nitelemiş; İbn Hacer de onu onaylamıştır.45 Muhammed b. Züheyr b. Atıyye es-Sülemî Ezdî, onun tarîkiyle Ebû Muhammed -ki Beytü’l-Makdis’te kalıyordu-- Hişâm b. Mevdûd- Muvarrık el-İclî- Ubâde b. Sâmit’ten Ubâde’nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Allah peygamberine ‘Muʻâviye’den vahiy yazmasını iste; zira güvenilir biridir.’ diye vahyetti.” Ezdî, bu râvi hakkında ‘Sâkıt, meçhul biridir, hadisi yazılmaz.’; Zehebî de bu haberin batıl olduğunu ve Muhammed b. Züheyr’in onu iftira olarak söylemiş olabileceğini söylemiştir. İbn Hacer de seneddeki iki meçhul kişiden yalnızca birini hadis uydurmakla itham etmenin hoş olmadığına işaret etmiştir.46 Bunda da, mesela iftira atmak suretiyle uyduran kişinin Beytü’l-Makdis’te kalan Ebû Muhammed veya onun şeyhinin olabileceğine işarettir. 45 İbn Hacer, a.g.e., VII, 132-3. 46 İbn Hacer el-Askalânî, Lisânü’l-Mîzân, VII, 141-2. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 389-441 412 | Salâhuddin el-İdlibî / çev. Rıdvan Yarba Muhammed b. Abdülhamîd et-Temîmî el-Meflûc O, Esram b. Havşeb- Ebû Sinân- Dahhâk- Nezzâl b. SebreAli (r.a.) tarîkiyle Rasûlullah’ın (s.a.) Muʻâviye’den vahiy yazmasını istediğini, bunu Cebrail’e danıştığını böylece emin biri olduğu için onun yazmasını istediğini rivayet etmiştir. Zehebî, Muhammed b. Gâlib Temtâm’ın, Muhammed b. Abdülhamîd’i zayıf kabul ettiğini ve sonra ‘Esram sika değildir.’ dediğini nakletmiş, İbn Hacer de onu onaylamıştır.47 Saʻleb’in kölesi, 345 senesinde vefat eden Muhammed b. Abdülvâhid b. Ebû Hâşim Ebû Ömer ez-Zâhid Muʻâviye’nin faziletleri hakkında rivayet edilmiş hadisleri topladığı bir cüzü vardı. Âlimler onu hadiste sika kabul ederken, dilde sika kabul etmiyorlardı. İbn Hacer şöyle demiştir: “Muʻâviye’nin faziletleri hakkında bir araya getirdiği cüzü gördüm; içinde çok sayıda mevzû şey buldum. Cüzdeki afetler ondan başkasına aittir.”48 Muhammed b. Yezîd el-Âbid Muhammed b. Amr b. Alkame’den, Muʻâviye’nin faziletlerine dair bir haber rivayet etmiştir. Nitekim Zehebî de böyle demiştir. Yine o, bu haberin onun afeti olduğunu söylemiş, İbn Hacer de onu onaylamıştır.49 Halife Mütevekkil’in mevlası Meserre b. Abdullah el-Hâdim Kirdevs b. Muhammed el-Kâfilânî- Yezîd b. Muhammed elMervezî- Babası- Dedesi tarîkiyle Hz. Ali’nin (r.a.) şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Rasûlullah’ın (s.a.) yanında olduğum sırada Muʻâviye çıkageldi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.) kalemi elimden alıp Muʻâviye’ye verdi. Bunu Allah’ın O’na emrettiğinden başka bir şey içimde hissetmedim.” İbn Hacer, ‘Bu batıl bir haberdir ve senedi de uydurmadır.’ demiştir. Hatîb el-Bağdâdî onun Ebû Bekir ve 47 İbn Hacer, a.g.e., VII, 313-4. 48 İbn Hacer, a.g.e., VII, 319-20. 49 İbn Hacer, a.g.e., VII, 592. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 389-441 Muhaddislerin Râvilere Dair Hükümleri | 413 Ömer’e nefreti mucip bir hadisini rivayet etmiş ve şöyle demiştir: “Bu hadis yalandır. Meserre dışında senedinde zikredilmiş bütün râviler sikadır ve suç ondadır. Çünkü bunu vefatından dört yıl sonra Ebû Zürʻa’dan işittiğini söylemiştir.” 50 Yine Hatîb, Târîhu Bağdâd’daki tercemesinde onunla ilgili olarak ‘Sika değildir.’51, başka bir yerde de ‘Zâhibü’l-hadîs.’52 demiştir.53 Ebû Tâhir Mûsâ b. Muhammed b. Atâ ed-Dimyâtî el-Belkâvî el-Makdisî Mâlik- Nâfiʻ- İbn Ömer tarîkiyle Rasûlullah’ın (s.a.) Muʻâviye’ye bir ayva verip ‘Cennette beni bununla karşıla.’ buyurduğunu rivayet etmiştir. Ebû Zürʻa er-Râzî ve Ebû Hâtim er-Râzî onu yalancı kabul etmiştir. Nesâî, ‘Sika değildir.’, Dârekutnî ve başkası da ‘Metrûktur.’, demiştir. İbn Adî ‘Kâne yesruku’l-hadîs.’, İbn Hibbân ‘Ondan hadis rivayet etmek helal değildir, hadis uyduruyordu.’, İbn Yûnus, ‘Mâlik’ten mevzû hadisler rivayet etmiştir ve metrûkü’lhadîstir.’ ve Ukaylî ‘Sikalardan batıl ve mevzû hadisler rivayet eder.’ demiştir.54 Yahyâ b. Gâlib Zehebî, ‘Babasından olmak üzere el-Hasen’den, Muʻâviye’nin faziletlerine dair rivayette bulunup mevzû bir haber zikretti.’ demiş, İbn Hacer de onu onaylamıştır.55 Ben derim ki, bu râvi daha önce tercemesi geçen ve Muʻâviye’nin faziletlerine dair mevzû bir haberi rivayet eden Gâlib b. Ubeydullah’ın oğlu olabilir. 50 İbn Hacer, a.g.e., VIII, 36-7. 51 Hatîb el-Bağdâdî, Muhammed b. Ali, Târîhu Bağdâd, thk. Beşşâr ʻAvvâd Maʻrûf, XVII, Dâru’l-Garbi’l-İslâmî, Beyrut 2001, XV, 365. 52 Cerh ve taʻdîl terimi olarak ‘zâhibü’l-hadîs’, cerhin Zehebî ve Sehâvî’ye göre üçüncü, Irâkî’ye göre ikinci mertebesinde bulunan bir râvi hakkında kullanılan bir sîgadır. Böyle bir râvinin rivayet ettiği hadis hiçbir suretle alınmaz. Bkz. Aydınlı, Hadis Istılahları Sözlüğü, s. 335. [çevirenin notu]. 53 Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, II, 530. 54 İbn Hacer el-Askalânî, Lisânü’l-Mîzân, VIII, 216-8. 55 İbn Hacer, a.g.e., VIII, 470. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 389-441 414 | Salâhuddin el-İdlibî / çev. Rıdvan Yarba Yaʻîş b. Hişâm el-Karkasânî Mâlik- Nâfiʻ tarîkiyle İbn Ömer’in şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Rasûlullah’ın (s.a.) yanındaydık. Ona ayva hediye edildi. Ashâbına birer tane, Muʻâviye’ye de onlardan bir tanesini verdi ve ‘Cennette beni bununla karşılarsın.’ buyurdu.” Hafız Zehebî (r.) bu haberin mevzû olduğunu, râvi Yaʻîş b. Hişâm hakkında da ‘Ondan rivayet eden kişi meçhuldür ve ikisinden biri bu hadisi uydurmuştur.’ demiş, İbn Hacer onu onaylamıştır. Yaʻîş b. Hişâm’ı Dârekutnî ve İbn Asâkir zayıf kabul etmiştir. Ondan rivayette bulunan kişi Ahmed b. Cehver el-Karkasânî56 olup ‘Bize Yaʻîş b. Hişâm el-Hâbûrî tahdîs etti; ayrıca Yahyâ b. Maʻîn’in ‘[Yaʻîş b. Hişâm] sikaydı.’ dediğini işittim.’ demiştir. 57 Bu Ahmed b. Cehver’in tercemesinde Zehebî, ‘Yalanla itham edilen bir şeyhtir.’ demiş, İbn Hacer de onu onaylamış ve ‘Yahyâ b. Maʻîn’in Yaʻîş b. Hişâm sikaydı dediğini işittiğini iddia etmesinin onun batıl sözlerindendir.’ demiştir.58 Bu yalancının, kendisinden batıl uydurma haberleri terviç etmek için Yahyâ b. Maʻîn’in bir diğer yalancıyı sika kabul ettiği iddiasına olan hırsına bir bak. Ancak Allah cerh ve taʻdîl imamlarının diliyle sünnetin aleyhine yalan söyleyenleri açığa çıkarmayı murat etmektedir. Onlar ki bu ve benzeri müfterileri gözetlemektedirler. Lisânü’l-Mîzân’da Bulamadığım Muʻâviye’nin faziletlerine Dair Hadisler İbn Adî el-Kâmil’de, Osman b. Abdurrahman’ın Atâ b. Ebû Rebâh’tan, onun da İbn Abbâs’tan olmak üzere Rasûlullah’ın (s.a.) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Allah’ım, Muʻâviye’ye kitab ile hesabı öğret ve onu azaptan koru.”59 56 Müellifin ‘Ahmed b. Cehver el-Karkasânî’ olarak verdiği bu şahıs, yine müellifin atıfta bulunduğu eserde ‘Ahmed b. Cumhûr el-Askalânî’ olarak kayıtlıdır. Bunun sehven olduğu kanaatindeyiz. Bkz. İbn Hacer elAskalânî, Lisânü’l-Mîzân, I, 420-1. [çevirenin notu]. 57 İbn Hacer, Lisânü’l-Mîzân, VIII, 542-3. 58 İbn Hacer, Lisânü’l-Mîzân, I, 420-1. 59 İbn Adî, el-Kâmil fî duʻafâ, VIII, 146. [çevirenin notu]. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 389-441 Muhaddislerin Râvilere Dair Hükümleri | 415 Osman b. Abdurrahman hakkında Ebû Hâtim ‘Hadisi yazılır ancak onunla ihticac edilmez.’ 60, İbn Adî de ‘Münkeru’l-hadîstir ve rivayet ettiklerinin tamamı ya isnad ya da metin olarak münkerdir.’ demiştir.61 İbnü’l-Cevzî el-Mevzûʻat’ta Ahmed b. Abdullah el-Eylî- Humeyd et-Tavîl- Enes b. Mâlik tarîkiyle Rasûlullah’ın (s.a.) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Cebrail (a.s.), beraberinde saf altından bir kalem olduğu halde yanıma indi ve ‘Yüceler yücesi sana selam söylüyor ve habibim, bu kalemi arşın üstünden Muʻâviye b. Ebû Süfyân’a [vermen] için sana hediye etmiştim, o kalemi ona ulaştır ve bu kalemle Ayetü’l-Kürsî’yi yazmasını, şekil verip harekelemesini ve sana onu arz etmesini emret; ayeti yazdığı saatten kıyamete kadar onu okuyanların sayısı kadar sevap yazdım, buyuruyor.’ dedi.” 62 İbnü’l-Cevzî şöyle demiştir: “Bu mevzû bir hadistir. Onu uyduran kişi ne kadar da soğukkanlıdır. Bu işte ustalaşmıştır. Râvilerinin çoğu meçhuldür.” 63 Zehebî de şöyle demiştir: “Ahmed b. Abdullah elEylî’nin Humeyd et-Tavîl[den rivayeti] bilinmiyor ve haber batıldır. Bu da onun işi gibi görünüyor.”64 İbnü’l-Cevzî el-Mevzûʻât’ta İbn Adî’nin senediyle birlikte -ki o da Esram b. Havşeb’in senediyledir- Hz. Ali’den onun şöyle dediğini rivayet etmiştir: “İbn Hatal vahiy yazıyordu. Daha sonra kafir oldu ve Mekkelilere katıldı. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.) ‘İbn Hatal’ı öldürene cennet vardır.’ buyurdu. Mekke’nin fethi yılı Kabe’nin örtülerine asılı olduğu halde öldürüldü. Rasûlullah da (s.a.) Muʻâviye’nin vahyi yazmasını istedi ve Cebrail’e danıştı. Bunun üzerine o, ‘Ondan yazmasını iste zira o güvenilir biridir.’ dedi.” 65 İbnü’l-Cevzî, ‘Bununla 60 İbn Ebî Hâtim, el-Cerh ve’t-ta’dîl, VI, 158. [çevirenin notu]. 61 İbn Adî, el-Kâmil fî duʻafâ, VI, 273-7. [çevirenin notu]. 62 İbnü’l-Cevzî, Ebü’l-Ferec Abdurrahmân b. Ali, Kitâbü’l-Mevzûʻât, nşr. Abdurrahman Muhammed Osmân, I-III, el-Mektebetü’s-Selefiyye, Medine 1966, II, 15. [çevirenin notu]. 63 İbnü’l-Cevzî, el-Mevzûʻât, II, 16. [çevirenin notu]. 64 İbn Hacer, Lisânü’l-Mîzân, I, 506. 65 Müellifin burada rivayeti muhtasar bir şekilde aktarmıştır. Rivayetin tamamı için bkz. İbnü’l-Cevzî, el-Mevzûʻât, II, 17. [çevirenin notu]. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 389-441 416 | Salâhuddin el-İdlibî / çev. Rıdvan Yarba itham edilen kişi Esram’dır.’ demiştir.66 Bu Esram b. Havşeb hakkında Yahyâ b. Maʻîn ‘Pis bir yalancıdır.’ demiştir. Buhârî, Müslim, Nesâî ve Fellâs (ö.249/864) ‘Metrûktur.’, Dârekutnî ‘Münkeru’lhadîstir.’, Hâkim ve Nakkâş da ‘Mevzû haberleri rivayet ediyor.’ demiştir.67 İbnü’l-Cevzî el-Mevzûʻât’ta Hatîb el-Bağdâdî tarîkiyle -ki bu da Ali b. Abdullah b. Ferec el-Berdânî’nin senediyledir- Ebû Hüreyre’den olmak üzere onun Rasûlullah’ı (s.a.) şöyle buyururken işittiğini rivayet etmiştir: “Allah’ın yanında güvenilir kişiler üçtür: Ben, Cebrail ve Muʻâviye.” İbnü’l-Cevzî, Hatîb el-Bağdâdî’den bunun suçunun elBerdânî’ye ait olduğunu nakletmiştir. 68 [İbnü’l-Cevzî, el-Mevzûʻât.] Zehebî de Ali b. Abdullah el-Berdanî’nin hadis uydurmakla itham edildiğini zikretmiş ve bu hadisi de onun batıl rivayetlerinden saymış; İbn Hacer de onu onaylamıştır.69 İbnü’l-Cevzî el-Mevzûʻât’ta İbn Adî tarîkiyle -ki bu da Ahmed b. İsa el-Haşşâb’ın tarikidir- Vâsile b. el-Eskaʻ senediyle Rasûlullah’ın (s.a.) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Allah’ın yanında güvenilir kişiler üçtür: Cebrail, ben ve Muʻâviye.” İbnü’l-Cevzî Nesâî ve İbn Hibbân’dan bu hadisin mevzû, İbn Adî’den de her yönden batıl olduğunu nakletmiştir.70 Ahmed b. İsa el-Haşşâb’ın hakkında ise İbn Hibbân şöyle demiştir: “Meşhur kişilerden münker, sikalardan da maklûb rivayetleri naklederdi.” Dârekutnî ‘Leyse bi’l-kavî’, Mesleme ‘Kezzâb, mevzû hadisler rivayet etti.’ ve İbn Tâhir ‘Kezzâb, hadis uydurur.’ demiştir.71 Dârekutnî’nin, el-Haşşâb’ın bu rivayetine vakıf olmadığı gözükmektedir. Yoksa diğer imamlar gibi o da onun hakkında sert davranırdı. İbnü’l-Cevzî el-Mevzûʻât’ta İbn Abbâs’tan olmak üzere onun şöyle dediğini nakletmiştir: “Cebrail Rasûlullah’ın (s.a) yanına geldi. 66 İbnü’l-Cevzî, el-Mevzûʻât, II, 19. [çevirenin notu]. 67 İbn Hacer, Lisânü’l-Mîzân, II, 210-2. 68 İbnü’l-Cevzî, el-Mevzûʻât, II, 17. [çevirenin notu]. 69 İbn Hacer, Lisânü’l-Mîzân, V, 554. 70 İbnü’l-Cevzî, el-Mevzûʻât, II, 17. [çevirenin notu]. 71 İbn Hacer, Lisânü’l-Mîzân, I, 568-9. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 389-441 Muhaddislerin Râvilere Dair Hükümleri | 417 O sırada yanında Muʻâviye vardı ve [vahiy] yazmaktaydı. Bunun üzerine Cebrail ‘Ey Muhammed, senin bu kâtibin emin biridir.’ dedi.” İbnü’l-Cevzî ‘Bu hadisin senedinde meçhul kişiler var.’ demiştir.72 İbnü’l-Cevzî el-Mevzûʻât’ta Muhammed b. Muʻâviye tarîkiyle, Ubâde b. Sâmit senediyle onun şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Allah, Nebî’ye (s.a.) ‘Muʻâviye’den [vahyi] yazmasını iste; o çok güvenilir biridir.’ diye vahyetti.” Aynı şekilde el-Mevzûʻât’ta senedli şekilde Câbir b. Abdullah’tan olmak üzere Muhammed b. Muʻâviye ez-Ziyâdî’den Rasûlullah’ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Muʻâviye’nin [vahyi] yazması konusunda Rabbimle istişare ettim; O da ‘Ondan yazmasını iste; o güvenilir biridir.’ buyurdu.” İbnü’l-Cevzî, İmam Ahmed, Yahyâ b. Maʻîn ve Dârekutnî’den bu Muhammed b. Muʻâviye’nin yalancı/kezzâb olduğunu nakletmiştir.73 Bu iki rivayet dolayısıyla Muhammed b. Muʻâviye’ye yüklenmelerinin seneddeki en zayıf kişi olmasından kaynaklandığı görülüyor. Yoksa İbnü’l-Cevzî, iki tarîkte dininden emin olunmayan ve meçhul olan başkasının da bulunduğunu zikretmiştir. Bu Muhammed b. Muʻâviye, Aʻyen en-Nîsâbûrî el-Bağdâdî el-Mekkî’nin oğludur. Mizzî onu, Tehzîbü’l-Kemâl’de temyiz amaçlı zikretmiş ve Ebû Zürʻa erRâzî’ye sorulduğunu, onun da şöyle dediğini nakletmiştir: “Salih bir şeyhti ancak kendisine her ne telkin edilirse kabul ederdi ve bu senin hadisindir denilen her şeyi rivayet ederdi. Kendisine biri gelip ona ‘Bu Muʻallâ er-Râzî’nin hadislerindendir ve sen de onunla birlikteydin.’ der, o da tevehhümle birlikte onları rivayet ederdi.” Bu râvi hakkında söylenenlerden biri de ölüm haberi kendisine geldiğinde Yahyâ b. Maʻîn’in ‘Onu öldüren Allah’a hamd olsun. Zira o Rasûlullah (s.a.) aleyhine yalan söylerdi.’ demiş olmasıdır. Yine Ahmed ‘Onun hadislerini mevzû hadisler olarak gördüm.’ demiştir. Buhârî, Bezzâr ve Ebû Ahmed el-Hâkim ‘Mütâbaat edilmeyen hadisler rivayet etti.’, Müslim ‘Metrûkü’l-hadîs.’, Nesâî ‘Metrûkü’l-hadîs, leyse bi-sika.’ ve 72 İbnü’l-Cevzî, el-Mevzûʻât, II, 18. [çevirenin notu]. 73 İbnü’l-Cevzî, a.g.e., II, 18. [çevirenin notu]. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 389-441 418 | Salâhuddin el-İdlibî / çev. Rıdvan Yarba Berkânî de ‘Hadis uydururdu.’ demiştir. 74 Keşke bazıları imamların buradaki ‘Mütâbaat edilmeyen hadisler rivayet etti.’ şeklindeki sözlerinin manasını anlayabilseydi. İbnü’l-Cevzî el-Mevzûʻât’ta, İbn Adî’den Muhammed b. Ahmed b. Yezîd tarîkiyle, onun Sâbit’ten, onun da Enes’ten olan senediyle Rasûlullah’ın (s.a.) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Allah vahyi hususunda gökte Cebrail’e, yerde de Muhammed ve Muʻâviye b. Ebû Süfyân’a güvenmiştir.” Sonra İbn Adî’nin râvi ve rivayeti zayıf kabul ettiğini zikretmiştir.75 Muhammed b. Ahmed b. Yezîd el-Belhî hakkında İbn Adî, ‘Dımaşk’ta ondan hadis yazdım. Zayıf biridir. Bize münker şeyler rivayet etti. Sâriku’l-hadîs biridir ve hadis ehlinden değildir.’ demiş ve onun bu rivayetini zikretmiştir.76 İbnü’l-Cevzî el-Mevzûʻât’ta İbn Batta tarîkiyle onun şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Bize Ebû Salih Ebü’l-Ahves’ten, o Nuʻaym b. Hammâd’dan, o Muhammed b. Şuʻayb b. Şâbûr’dan, o Mervân b. Cünâh’tan, o Yunus b. Meysere b. Halbes’ten, o da Abdullah b. Büsr’den olmak üzere Rasûlullah’ın (s.a.) Ebû Bekir ve Ömer’le istişare ettiğini, onların da ‘Allah ve Rasûlü daha iyi bilir.’ dediklerini, bunun üzerine Rasûlullah’ın (s.a.) ‘Bana Muʻâviye’yi çağırın.’ diye emrettiğini, yanına geldiğinde de ‘Ona işlerinizi devredin, o güçlü ve güvenilir biridir.’ buyurduğunu rivayet etmiştir.” İbnü’l-Cevzî, rivayetin senediyle ilgili yorum yaparak şöyle demiştir: “Senedde Mervân b. Cünâh bulunmaktadır ki Ebû Hâtim erRâzî onun hakkında ‘Onunla ihticac edilmez.’ demiştir.” 77 [İbnü’lCevzî, el-Mevzûʻât] Ben de şöyle derim: “Bu rivayetin mevzû olduğunda şüphe yoktur ancak bu rivayette suçun Mervân b. Cünâh’ta olması gerek74 Mizzî, Ebü’l-Haccâc Yûsuf b. Abdirrahmân, Tehzîbü’l-Kemâl, thk. Beşşâr Avvâd Maʻrûf, I-XXXV, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut 1983-1992, XXVI, 478-82. 75 İbnü’l-Cevzî, el-Mevzûʻât, II, 18. [çevirenin notu]. 76 İbn Adî, el-Kâmil fî duʻafâ, VII, 557-8. Ayrıca bkz. İbn Hacer, Lisânü’lMîzân, VI, 493. 77 İbnü’l-Cevzî, el-Mevzûʻât, II, 19. [çevirenin notu]. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 389-441 Muhaddislerin Râvilere Dair Hükümleri | 419 mez. O ki Dühaym, Ebû Dâvud ve Ebû Ali el-Hüseyn b. Ali enNîsâbûrî’nin sika kabul ettiği; İbn Hibbân’ın es-Sikât’ta zikrettiği, hakkında Dârekutnî’nin ‘Lâ be’se bih.’ ve Ebû Hâtim’in ‘Şeyh, hadisi yazılır ve kendisiyle ihticac edilmez.’ dediği kişidir.”78 Bu râvinin sika bir tabiî olan Yunus b. Meysere’den olmak üzere bir sahâbîden münker olan bu rivayeti nakletmesi mümkün değildir. Bu nedenle senedde bunun sorumluluğunu taşıyacak başka birinin olması kaçınılmazdır. Suçun İbn Batta’nın hocası Ebû Salih’in olması mümkündür ki o, 361 senesinde vefat eden Halef b. Muhammed el-Hayyâm elBuhârî’dir. Bunu da Ebû Saʻd el-İdrisî’nin zayıf kabul ettiği, hakkında Ebû Yaʻlâ el-Halîlî’nin (ö. 446/1055) ‘Karıştırmıştır. Gerçekten zayıf biridir ve bilinmeyen metinler rivayet etmiştir.’ ve Hâkim ile Ebû Zürʻa’nın da ‘Ondan çokça hadis yazdık ve onun mesuliyetinden beriyiz. Biz ondan yalnızca iʻtibâr için hadis yazdık.’ dediği kişidir.79 Ebû Salih olarak künyelenen bu karıştırıcı kişinin, Muʻâviye adına bu metnin benzerini uydurmuş ve 279 senesinde vefat eden sika râvi Ebü’l-Ahves Muhammed b. Heysem’den semâʻ iddiasıyla birlikte ona bu senedi yerleştirmiş olması ve böylece onu rivayet etmiş olması uzak bir ihtimal değildir. Takdim edilenlerden araştırmacının muhaddisler hakkında ‘Çoğunlukla Hz. Ali ve taraftarlarının muhaliflerini sika kabul ediyorlar.’ ve ‘Muʻâviye’nin faziletlerine dair yalan olduğuna hükmedilmiş şeyleri rivayet eden kişi cerh edilmiyor ve adaleti düşürülmüyor.’ Demek suretiyle haktan saptığı ortaya çıkmaktadır. Onun bu sözleri de, vakıaya aykırı olan hayallerindendir. 78 Mizzî, Tehzîbü’l-Kemâl, XXVII, 386-7. 79 İbn Hacer, Lisânü’l-Mîzân, III, 372-3. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 389-441 420 | Salâhuddin el-İdlibî / çev. Rıdvan Yarba Hz. Osman ve Hz. Ömer’in (r.anhümâ) Fazileti Hakkında Rivayet Edilen Bazı Münker Rivayetler Bu konuya ilgili olan iki hadis, Osman b. Affân’ın (r.) fazileti hakkında rivayet edilen iki hadistir. Onları onun soyundan biri, Osman b. Halid b. Ömer el-Emevî el-Osmanî rivayet etmiştir. Bu râvi Hz. Osman’ın faziletine dair iki hadis rivayet etti. Bunlardan biri, Rasûlullah’ın (s.a.) ‘Ey Osman, bu Cebrail’dir ve Allah’tan olmak üzere ‘Rukiye’nin mihr-i misliyle ve onunla yaptığın hayat arkadaşlığı gibi bir arkadaşlık yapmak üzere seni Ümmü Gülsüm ile evlendirdim.’ diyor.’ diye buyurduğu hadistir. İkincisi de Rasûlullah’ın (s.a.) ‘Her peygamberin cennette bir arkadaşı var; benim cennetteki arkadaşım da Osman b. Affan’dır.’ buyurduğu hadistir. Peki, bu râvinin münekkit imamların sözlerinden nasibi ne olmuştur? Münekkit imamların yöntemleriyle râvi ve rivayetlerin tenkidindeki titizliklerini idrak etmeyenlere bu râvi onların nazarında sika gibi görünür. Ancak vakıa bunun aksinedir. Onlar onun hakkında ‘Yanında münker rivayetler vardır. Münkeru’l-hadîs. Leyse bi-sika. Sikalardan maklûb rivayetler nakledenlerdendi. Mâlik ve başkasından mevzû rivayetler nakletmiştir.’ demişlerdir.80 Bu da, Râşit halifelerden birinin faziletine dair rivayet edilmiş rivayetlerin zayıf kabul edilmesine götürse bile kimseye iltimas geçmeyen yöntemin sonuçlarındandır. İmam Ahmed’e (r.) Ukbe b. Âmir’in ‘Benden sonra peygamber gelseydi bu Ömer olurdu.’ şeklindeki hadisi soruldu da o, ‘Onu bırak, bana göre o münkerdir.’ diye karşılık vermiştir. 80 Mizzî, Tehzîbü’l-Kemâl, XIX, 363-65; İbn Hacer el-Askalânî, Ahmed b. Ali, Tehzîbü’t-Tehzîb, I-XII, Matbaʻatü Dâireti’l-Meʻârifi’n-Nizâmiyye, Haydarâbâd 1325-1327, VII, 114. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 389-441 Muhaddislerin Râvilere Dair Hükümleri | 421 Râşit Halifelerin Faziletleri Hakkında Rivayet Edilen Hadislere Mevzû Oldukları Hükmünün Verilmesi İbnü’l-Cevzî el-Mevzûʻâtü’l-kübrâ kitabında Ebû Bekir’in faziletine dair 16 [II, 64], Ömer’in faziletine dair 3 [II, 64-7], ikisinin faziletine dair 9 [II, 67-78], Osman’ın faziletine dair 6 [II, 78-88], üç halifenin faziletine dair 2 [II, 90-1], Ali’nin faziletine dair 60 [II, 92-196], dört halifenin faziletine dair 4 [II, 196-200], Muʻâviye’nin faziletine dair 6 [II, 249-63] senedleriyle nakledilmiş hadis zikretmiştir. 81 Muʻâviye’nin faziletine dair bu hadislerden biri yedi sahâbîden rivayet edilmiştir ve bu, onu mevzû hadislerden olmaktan çıkarmaz. Daha sonra İbnü’l-Cevzî münekkit hadis imamı İshâk b. Râhûye’nin ‘Muʻâviye’nin faziletine dair Rasûlullah’tan (s.a.) sahih olan hiçbir şey yoktur.’ dediğini rivayet etmiştir. Yine İbnü’l-Cevzî, zayıf (vâhiye) hadisler hakkındaki el-ʻİlelü’l-mütenâhiye kitabında münferit ve bir arada olmak üzere dört Râşit halife ve Muʻâviye’nin faziletlerine dair zayıf senedli hadisleri zikretmiştir.82 İşte, şayet araştırmacının muhaddisler hakkındaki tasavvurları doğru olsaydı, mevzû ve zayıf (vâhiye) hadisler içinde Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Muʻâviye’nin faziletine dair olan bu çok sayıdaki hadisi görmemiz gerekirdi. İmam İbn Adî el-Kâmil fî duʻafâi’r-ricâl kitabında şöyle demiştir: “Bize el-hasen b. Ali en-Nîsâbûrî Mısır’da ve Muhammed b. Hamdûn b. Halid Nisabur’da haber verip dedi ki: Bize Abdullah [b. Muhammed] b. Saʻîd b. Ebû Meryem haber verip dedi ki: Bize dedem haber verip dedi ki: Bize Süfyân b. Uyeyne Amr b. Dînâr’dan olmak üzere ‘İşlerinde onlara danış.’ ayeti hakkında İbn Abbâs’ın ‘Ebû Bekir ve Ömer’e [danış].’ dediğini haber verdi.” İbn Adî bununla ilgili şöyle yorum yapmıştır: “Bu İbn Uyeyne’den mahfûz olan bir değildir. Bu Abdullah b. Muhammed b. Saʻîd b. Ebû Meryem de ya 81 Bu bilgiler eserin Nurettin Boyacılar tahkikli baskısına göre verilmiştir. Bkz. İbnü’l-Cevzî, Ebü’l-Ferec Abdurrahmân b. Ali, Kitâbü’l-Mevzûʻât, thk. Nurettin Boyacılar, I-III, Advâü’s-Selef, Riyad 1997. 82 İbnu’l-Cevzî, Ebü’l-Ferec Abdurrahmân b. Ali, el-ʻİlelü’l-mütenâhiye fi’lehâdîsi’l-vâhiye, thk. Halîl el-Mîs, I-II, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1983, I, 188-225. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 389-441 422 | Salâhuddin el-İdlibî / çev. Rıdvan Yarba kafasından çıkan şeyi bilmeyen muğaffel biridir ya da kasıtlı olarak [hadis uydurmaktadır]. Zira onun burada zikretmeyeceğim mahfûz olmayan başka hadisini gördüm.” Heva ehlinden biri bize İbn Adî’nin, İbn Abbâs’tan mevkûf olarak rivayet edilmiş olan bu hadisin neden mahfûz olmadığını açıklayabilir mi? İbn Adî’nin, ‘İşlerinde onlara danış.’ şeklindeki Allah’ın sözünden muradın Ebû Bekir ve Ömer’le istişare olduğuna dair tefsirin İbn Abbâs’tan sahih olmasını imkânsız gördüğü, gün gibi ortada değil midir? Bunda münekkit muhaddislerin bakışlarındaki dikkate ve titizlikteki yüce mertebelerine dair açık bir delil yok mudur? İmamlar, Her Sünnî’yi Özellikle Sünnette Aşırı Olanını Sika Kabul Ediyor mu? Bugün bazı araştırmacıların zannettiğinin aksine rivayetlerinde kendisiyle cerh edilmeyi gerektiren bir şey bulduklarında, râvinin sünnete aşırı bağlı ve bidatleri reddeden bir Sünnî olması onu cerh etmekten muhaddisleri alıkoymamıştır. Bunlar da bu duruma delalet eden örneklerdir: Hammâd b. Seleme Hammâd b. Seleme’nin sünnete aşırı bağlılığı ve bidatlere direnişiyle meşhur olmasından dolayı âlimlerin gönlünde bilhassa ehl-i hadisin yanında büyük bir yeri vardır. Öyle ki İbn Medînî şöyle demiştir: “Hammâd b. Seleme’nin hakkında konuşanı din hususunda itham etmişlerdir.” İbn Hibbân da es-Sikât’ta şöyle demiştir: “Hammâd b. Seleme’nin akranlarından fazilet, dindarlık, ibadet etme, ilim, yazma, toplama, sünnette ve bidatleri ortadan kaldırmadaki katılık konusunda onun gibisi yoktu.” Yine imamlar onu övmüş, İclî, Sâcî ve Nesâî onu sika kabul etmiştir. Bu ise münekkitlerden bir grubun rivayetlerinde gördükleri şeyleri açıklamalarını engellemedi. Yahyâ b. Saʻîd el-Kattân ‘Hammâd’ın Ziyâd el-Aʻlem ve Kays b. Saʻd’den [olan senedi, belirttiği gibi] böyle değildir.’ demiştir. Yine o, ‘Rivayet ettiği şey Hammâd Kays b. Saʻd’den şeklindeyse, dediği gibidir.’ demiştir. Abdullah b. Ahmed babasına onun neden böyle bir şeyi söylediğini sordu da Ahmed [b. Hanbel], ‘Çünkü merfû kıldığı hadisler rivayet etmiştir.’ ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 389-441 Muhaddislerin Râvilere Dair Hükümleri | 423 diye cevap vermiştir. Yani onlar hakkında bilinen şey, mevkûf olduklarıdır. İmam Ahmed onu sika kabul etmiş ve bir keresinde ‘Eyyûb’dan insanların müsned olarak rivayet etmedikleri hadisleri müsned hale getirdi.’ demiştir. Yine İbn Maʻîn onu sika kabul etmiş ve bir keresinde ‘Kim ondan kitaplarındaki şeyleri işittiyse onda ihtilaf vardır. Kim de nüshalarından işittiyse o doğrudur.’ demiştir. Böylece İbn Maʻîn, Hammâd’ın hocalarından işittikleriyle kitapları arasını ayırmıştır. Yani hafızasında teğayyur vaki olmuş gibidir. Dolayısıyla hocalarından işittiği nüshaları sahihtir ancak ömrünün sonlarında kitaplarını yazdığında onlarda hata vaki olmuştur. İbn Saʻd da ‘Sika, kesiru’l-hadîstir ve bazen münker rivayetler nakletti.’ demiştir. Beyhakî de ‘Müslümanların imamlarından biridir ancak yaşlandığında hıfzı kötüleşti.’ demiştir.83 Ömer b. Harun el-Belhî Hâkim Târîhu Nîsâbûr’da onun hakkında ‘Ehl-i sünnetten ve onları savunanlardan biriydi.’ demiştir. Bununla birlikte Kuteybe b. Saʻîd’in Cerîr b. Abdülhamid er-Râzî’ye şöyle demiştir: “Ömer b. Harun bize Kasım b. Mebrûr’dan olmak üzere onun Cebrail Rasûlullah’ın (s.a.) yanına indiğini ve ‘Kâtibin güvenilir biridir.’ dediğini rivayet etti. Yani Muʻaviye. Bunun üzerine Cerîr ‘Ona git ve ona yalan söyledin, de.’ demiştir.”84 Cerîr b. Abdülhamid er-Râzî’nin cevabının süratine, münker rivayeti reddedişteki ve râvisi hakkında hüküm verişteki keskinliğine bakar mısın! Bunlar da, münekkit imamların Ehl-i sünnetten ve onları savunanlardan biri olan Ömer b. Harun hakkındaki sözleridir: “Mukâribü’l-hadîs, zayıf kabul edilmiş, zayıf, münker rivayetler nakletti, metrûkü’l-hadîs, sikalardan muʻdal rivayetleri rivayet eder, yalan söyler, hadisi değersiz pis yalancı.” 83 İbn Hacer, Tehzîbü’t-Tehzîb, III, 11-16. 84 İbn Hacer, Tehzîbü’t-Tehzîb, VII, 501-5. [çevirenin notu]. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 389-441 424 | Salâhuddin el-İdlibî / çev. Rıdvan Yarba 323 senesinde vefat eden Ahmed b. Muhammed b. Amr b. Musʻab el-Musʻabî el-Mervezî İbn Hibbân onun hakkında şöyle demiştir: “Kendi zamanındakilerin sünnette en sağlamları, sünneti en çok savunanları, sünnetin haremini en çok müdafaa edenleri ve ona muhalefet edenleri en çok zelil edenleri olmasına rağmen eserler (âsâr) için metinler uydurur, haberler için de senedleri maklûb kılardı. Yine bununla birlikte hadis uydurur ve maklûb kılardı. Onun sünnetteki katılığına ve sünneti savunmasına dair bildiklerimiz, onun hakkında suskun kalmamıza engel olmaz.”85 Dârekutnî de onun hakkında ‘Tatlı dilli bir hafız, sünnette ve bidatlere karşı koymada eşsiz biriydi fakat hadis uydururdu.’ demiştir.86 Dağûlî onu yalancılıkla, Ebû Saʻd el-İdrîsî de hadis uydurmakla itham etmiştir. 87 Onun bidatçilere karşı koymakla birlikte kendi zamanındakilerin sünnette en katıları olması, münekkitlerin onun hadis uyduranlardan biri olduğu yönündeki nitelemesinde ona yardımcı oldu mu?! Müemmel b. İsmail Yaʻkûb b. Süfyân el-Fesevî ‘Sünnî yüce bir hocadır.’ demiş ve Ebû Hâtim er-Râzî onu sünnete aşırı bağlı olarak nitelemiştir. Yahya b. Maʻîn ve İshâk b. Râhûye onu sika kabul etmiş ancak İbn Saʻd onun hakkında ‘Sikadır, çokça hata eder.’, Ebû Hâtim ‘Sadûktur, sünnete aşırı bağlıdır ve çokça hata eder.’ ve Yaʻkûb b. Süfyân da ‘Sika hocalarından münker rivayetler nakleder.’ demiştir. İbn Hibbân onu es-Sikât’ta zikretmiş ve ‘Bazen hata etti.’ demiştir. Dârekutnî de ‘Sikadır, çokça hata eder.’ demiştir. 88 Onun sünnete 85 Müellifin râvi hakkındaki bilgileri muhtasar şekilde ele aldığı görülmektedir. İbn Hibbân’ın değerlendirmesinin tamamı için bkz. İbn Hibbân, elMecrûhîn, I, 156. 86 Bkz. Zehebî, Târîhu’l-İslâm, XXIV, 123. 87 Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VI, 238-9; İbn Hacer el-Askalânî, Lisânü’l-Mîzân, I, 642-3. 88 İbn Hacer, Tehzîbü’t-Tehzîb, X, 380-1. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 389-441 Muhaddislerin Râvilere Dair Hükümleri | 425 aşırı bağlı olması, durumunun açıklanması ve çokça hata etmesi hususunda ona şefaat etmemiştir. Mısır’da konaklayan Nuʻaym b. Hammâd İmam Ahmed ‘Nuʻaym Ebû ʻIsme’nin kâtibiydi. Ebû ʻIsme de Cehmiyye ve heva sahiplerine karşı red konusunda şiddetli biriydi. Nuʻaym de ondan öğrendi.’ ve İbn Adî de ‘Sünnette katı olan biriydi ve Kur’ân[ın mahlûkluğu meselesinden dolayı] mihnede hapisteyken öldü.’ demiştir.89 İmam Ahmed ve İclî onu sika kabul etmiştir. İbn Maʻîn de bir rivayete göre onu sika kabul etmiş, bir rivayette ‘Ancak bazı şeylerde vehmeder ve hata ederdi.’, başka bir rivayette de ‘Hadiste değeri yoktur ancak sünnete bağlıdır.’ demiştir. Salih Cezere ‘Kendisine mütâbaat edilmeyen çok münker rivayeti vardır.’ ve İbn Yunus ‘Sikalardan münker rivayetler nakletti.’ demiştir. İbn Hibbân onu esSikat’ta zikretmiş ve ‘Bazen hata ve vehmetmiştir.’ demiştir. Dârekutnî de ‘Sünnette imamdı ve çokça vehmi vardı.’ demiştir.90 Muhaddisler, Mezhepte Muʻtezilî veya Hanefî Olan Râviyi Mezhebinden Dolayı Zayıf Kabul Eder mi? Bazıları muhaddislerin akide ve fıkıhtaki görüşlerinde kendilerine uymayan herkesi, Muʻtezile’nin tamamını, Ebû Hanîfe’yi ve onun mezhebinde olan herkesi zayıf kabul ettiklerini zannediyorlar. Bu ise doğru değildir. Çünkü onlar, kendisinde hata ettiği ve ondan olduğuna ihtimal vermedikleri rivayetlerini bulduklarında râviyi zayıf kabul ediyorlar. İmam Ebû Hanîfe’yi sened ve metinde vaki olan hatalardan dolayı zayıf kabul etmişlerdir. Şayet onu zayıf kabul etmeleri taassup saikiyle olsaydı, onun mezhebinden olanların tümünü zayıf kabul ederlerdi. Ancak vakıa bunun aksinedir. Yalnızca razı olmayacakları sözlerle kendilerine ulaştığında rivayeti terk etmeyi uygun görüyor, talebelerine ondan hadis yazmayı yasaklıyor ancak bu sebeple onu zayıf kabul etmiyorlardı. 89 Mizzî, Tehzîbü’l-Kemâl, XXIX, 466-81; İbn Hacer, Tehzîbü’t-Tehzîb, X, 459. [çevirenin notu]. 90 Mizzî, a.g.e., XXIX, 469; İbn Hacer, a.g.e., X, 458-63. [çevirenin notu]. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 389-441 426 | Salâhuddin el-İdlibî / çev. Rıdvan Yarba Bunlar da söylediklerimin doğruluğunu ortaya koyan bazı örneklerdir: 384 senesinde vefat eden Muhammed b. İmrân b. Mûsâ el-Merzûbânî Nebîz içerdi. Ebû İshâk el-Ezherî onun hakkında ‘Muʻtezile’dendi ve sika değildi.’ demiştir. Hatîb el-Bağdâdî de buna yorum yaparak ‘Bize göre onun durumu yalan [söylemesiyle ilgili] değildir.’ demiş ve sika olan hocası Ahmed b. Muhammed b. Ahmed b. Muhammed el-Atîkî’den, onun Muʻtezile’den ve sika biri olduğunu nakletmiştir. 91 Atîkî’nin el-Merzûbânî’yi sika kabul edişine ve Hatîb el-Bağdâdî’yle Zehebî’nin onu ikrarına baksana. İmam Ebû Hanîfe’nin öğrencisi Yaʻkûb b. İbrahim Ebû Yusuf el-Kâdî Bazı muhaddisler onu leyyin kabul etmiştir fakat İbn Saʻd onu et-Tabakâtü’l-kübrâ’da zikredip şöyle demiştir: “Ebû Yusuf’un yanında çokça hadis vardı ve hadisteki hıfzıyla bilinirdi. Daha sonra Ebû Hanîfe’ye iltizam etti ve rey ona galip geldi.”92 İmam Buhârî onu ed-Duʻafâ kitabında zikredip ‘Yahya, Abdurrahmân, Vekîʻ ve başkası onu terk etti.’ demiştir.93 Yani Yahya b. Saʻîd el-Kattân, Abdurrahman b. Mehdî ve Vekîʻ ondan rivayet etmeyi terk etti. Bununla birlikte İmam Ahmed onun hakkında ‘Sadûktur ancak Ebû Hanîfe’nin ashâbındandır. Ondan rivayette bulunmak gerekmez.’, Yahya b. Maʻîn ‘Ashâb-ı hadîse çok meylederdi ve kendisinden hasis yazdık. Artık insanlar ondan hadis almaz oldu.’ ve Ebû Hâtim er-Râzî ‘Hadisi yazılır; bana el-Hasen el-Lü’lüî’den daha sevimlidir.’ demiştir. 94 İbn Hibbân’a gelince onu es-Sikât’ta zikredip 91 Zehebî, Târîhu’l-İslâm, XXVII, 87-8. 92 İbn Sa‘d, Muhammed b. Sa‘d b. Menîʻ, et-Tabakâtü’l-kebîr, thk. Ali Muhammed Ömer, I-XI, Mektebetü’l-Hancî, Kahire 2001, IX, 332. [çevirenin notu]. 93 Buhârî, Muhammed b. İsmâʻîl, ed-Duʻafâu’s-Sağîr (ed-duʻafâ ve’lmetrûkîn li’n-Nesâî ile birlikte), thk. Mahmûd İbrâhîm Zâyed, Dâru’lMaʻrife, Beyrut 1986, s. 128. [çevirenin notu]. 94 İbn Ebî Hâtim, el-Cerh ve’t-ta’dîl, IX, 201-2. [çevirenin notu]. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 389-441 Muhaddislerin Râvilere Dair Hükümleri | 427 şöyle demiştir: “Mütkın bir hocaydı. Züfer ve Ebû Yusuf’u bize göre haberlerdeki adaletlerinden dolayı sikalar, onlara benzemeyenleri de zayıflar arasına dâhil ettik.”95 İbn Adî de Ebû Yusuf’u el-Kâmil fi’d-duʻafâ kitabında zikredip ‘Sika biri ondan, o da sika birinden rivayette bulunduğunda, onda ve rivayetlerinde bir beis yoktur.’ demiştir.96 İmam Ebû Hanîfe’nin öğrencisi Züfer b. Hüzeyl İbn Saʻd onun hakkında et-Tabakât’ta ‘Züfer’in hadiste bir değeri yoktur.’ demiştir.97 Ancak Ebû Nuʻaym el-Fazl b. Dükeyn ve İbn Maʻîn ‘Sika, me’mûn.’ demişlerdir.98 Dârekutnî de onu sika kabul etmiş [Sü’âlâtü’l-Berkânî’de olduğu gibi], İbn Hibbân da onu esSikât’ta zikredip ‘Mütkın, hafız ve az hata yapan biriydi.’ demiştir.99 199 senesinde vefat eden Ebû Ömer Hafs b. Abdurrahman b. Ömer b. Ferrûh el-Belhî İmam Ebû Hanîfe’den rivayette bulunanlardan biridir. Vakar, fıkıh ve vera ile nitelendiği gibi onun Horasanlı ashâbının en fakihi olarak nitelenmiştir. Onun hakkında Ebû Hâtim ‘Sadûk ve müztaribü’l-hadîstir.’100 ve Halîlî ‘Taʻrif ve tünkir.’101 demiştir.102 Cerh ve taʻdîl imamlarının bu kadarı, diğerlerinin de bir sözünün olmasına engel değildir. Nitekim Ebû Dâvud ‘Horasanlı ve 95 İbn Hibbân, Ebû Hâtim Muhammed b. Hibbân, es-Sikât, I-X, Meclisü Dâiretü’l-Me‘ârif, Haydarâbâd 1973, VII, 646. 96 İbn Adî, el-Kâmil fî duʻafâ, VIII, 468. [çevirenin notu]. 97 İbn Sa‘d, et-Tabakât, VIII, 509. [çevirenin notu]. 98 İbn Ebî Hâtim, el-Cerh ve’t-ta’dîl, III, 609. [çevirenin notu]. 99 İbn Hibbân, es-Sikât, VI, 339. [çevirenin notu]. 100 İbn Ebî Hâtim, el-Cerh ve’t-ta’dîl, III, 176. [çevirenin notu]. 101 Ta‘rif ve tünkir ()تعرف وتنكر, cerhin Zehebî’ye göre beşinci, Sehâvî’ye göre altıncı mertebesinde bulunan bir râvi hakkında kullanılan bir sîgadır. Böyle bir râvinin rivayet ettiği hadis, başka bir senedinin olup olmadığını araştırmak ve ona göre değerlendirmek üzere yani i‘tibâr için alınır. Bkz. Aydınlı, Hadis Istılahları Sözlüğü, s. 307, 333. 102 Halîlî, Ebû Yaʻlâ Halîl b. Ahmed, el-İrşâd fî maʻrifeti ʻulemâi’l-hadîs, nşr. Muhammed Saîd b. Ömer İdrîs, I-III, Mektebetü’r-Rüşd, Riyad 1989, III, 944. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 389-441 428 | Salâhuddin el-İdlibî / çev. Rıdvan Yarba mürciîdir ancak sadûktur.’ ve Nesâî ‘Sadûktur.’ demiştir. İbn Hibbân onu es-Sikât’ta zikredip ‘Mürciîydi.’ demiş, Hâkim de onu sika kabul etmiştir.103 Böylece cerh ve taʻdîl imamlarının onun hakkındaki görüşleri farklılık arz etmiş ve her biri onun rivayetleri hakkındaki görüşlerinin kendilerini ulaştırdığı şeyi söylemiştir. Şayet her hanefî onlara göre mecrûh olsaydı, tümünün sözleri onun zayıf kabul edilmesi noktasında birleşirdi. Medâin kadısı Ebû Zeyd Hammâd b. Düleyl Ebû Hanîfe’den rivayette bulundu ve fıkhı ondan aldı. Ezdî onu zayıf kabul etmiş ancak Ebû Dâvud onun hakkında ‘Leyse bihi be’s.’ demiştir. İbn Maʻîn, İbn Ammâr ve Ebû Hâtim onu sika kabul etmiş, İbn Hibbân da es-Sikât’ta zikretmiştir.104 183 senesinde vefat eden Nadr b. Muhammed el-Kuraşî el-Âmirî –mevlaları- el-Mervezî Ebû Hanîfe’nin ashâbındandı. Ezdî onu zayıf kabul etmiştir. Buhârî ve Sâcî ‘Onda zayıflık vardır.’ ve Ebû Ahmed el-Hâkim (ö. 378/988) de ‘Leyse bi’l-kavî.’ demiştir. Nesâî ve Dârekutnî onu sika kabul etmiş, İbn Hibbân da es-Sikât’ta zikredip ‘Mürciîydi.’ demiştir.105 Rebâh b. Halid el-Kûfî Yahya b. Maʻîn ve İclî şöyle demişlerdir: “Onda beis yoktur. Şiîlik taraftarıydı. Ebû Hanîfe’nin ashâbındandı.” Yani onun mezhep ve görüşündeydi.106 103 Mizzî, Tehzîbü’l-Kemâl, VII, 22-5. Ayıca bkz. İbn Hibbân, es-Sikât, VIII, 199. [çevirenin notu]. 104 Mizzî, Tehzîbü’l-Kemâl, VII, 236-8. [çevirenin notu]. 105 İbn Hacer, Tehzîbü’t-Tehzîb, X, 444-5. [çevirenin notu]. 106 İclî, Maʻrifetü’s-sikât, I, 349. [çevirenin notu] ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 389-441 Muhaddislerin Râvilere Dair Hükümleri | 429 211 senesinde vefat eden Muʻallâ b. Mansûr er-Râzî el-Bağdâdî 350 senesinde vefat eden Ahmed b. Kâmil el-Kâdî el-Fakîh el-Hanefî şöyle demiştir: “Muʻallâ b. Mansûr Ebû Yusuf ve Muhammed’in ashâbının büyüklerinden ve nakil ve rivayette sikalarındandır.” Ahmed b. Hanbel ‘Muʻallâ’dan bir şey hatta bir harf bile yazmadım.’ demiştir. Onun hakkında kötü düşünceye sahipti. Onun Mürciî olduğu, şürûtu 107 yazdığını ve onları yazan kişinin yalandan uzak olmayacağı görüşündeydi. Yine o, ‘Reye uygun düşen şeyleri rivayet ederdi ve her gün iki veya üç hadiste hata ederdi.’ demiştir. İbn Saʻd, Ebû Hâtim er-Râzî ve Ebû Zürʻa er-Râzî ‘Sadûktur.’ demiştir. İbn Maʻîn, İclî, Yaʻkûb b. Şeybe ve Hatîb el-Bağdâdî onu sika kabul etmiş ve İbn Hibbân onu es-Sikât’ta zikretmiştir.108 280 senesinde vefat eden İbn Ebî İmrân Ebû Caʻfer Musa b. İsa O, Ebû Caʻfer et-Tahâvî’nin ve kendi zamanında Hanefîlerin Mısır’daki hocasıydı. Ebû Saʻîd b. Yunus ‘Sikadır.’ demiş, Hatîb elBağdâdî de onu ikrar etmiştir.109 Musul kadısı ve Hanefîlerin hocası Ebû Caʻfer es-Semnânî Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Ahmed Hatîb el-Bağdâdî ‘Ondan hadis yazdım. O sadûk, faziletli ve hanefîydi.’ demiştir.110 107 “Hukukî muameleleri kayıt altına almak üzere düzenlenen belgeler, senetler”e verilen isimdir. Bkz. Atar, Fahrettin, “Şürût ve Sicillât”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, XXXIX, s. 270, ss. 270-273, İstanbul 2010. [çevirenin notu]. 108 İbn Kesîr, Ebü’l-Fidâ İsmâ‘îl b. Ömer, et-Tekmîl fi’l-cerh ve’t-ta‘dîl ve ma‘rifetü’s-sikât ve’d-du‘afâ ve’l-mecâhîl, thk. Şâdî b. Muhammed b. Sâlim, I-IV, Merkezü’n-Nu‘mân, Sana 2011, I, 106-8. 109 Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VI, 348. [çevirenin notu]. 110 Zehebî, Târîhu’l-İslâm, XXX, 104. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 389-441 430 | Salâhuddin el-İdlibî / çev. Rıdvan Yarba Hanefî fakîh Ahmed b. Ali b. Muhammed b. Musa elİsterâbâzî Hatîb el-Bağdâdî onu zikretmiş ve sika kabul etmiştir.111 Ebû Bekir İshâk b. İbrahim b. Halid et-Talakî el-İsterâbâzî Hamza b. Yusuf es-Sehmî el-Cürcânî ‘Ehl-i reyden ve hadiste sika biriydi.’ demiştir.112 Ahmed b. Abbâs el-İsterâbâzî Hamza b. Yusuf ‘Ehl-i reyden fakîh ve sika biriydi.’ demiştir.113 Ebû Osman Şeddâd b. Hakîm el-Belhî Züfer b. Hüzeyl’den rivayette bulunan râvilerden biridir. İbn Hibbân şöyle demiştir: “Mürciîlikteki taassubu ve sünnetleri benimseyip onları talep edenlere buğzetmesi nedeniyle onun hadislerinden sakınmayı tercih ederim. Sikalardan rivayette bulunduğunda müstakîmü’l-hadîs biridir.” Halîlî de şöyle demiştir: “Sevrî, Ebû Caʻfer erRâzî ve akranlarından rivayet etti. Züfer b. Hüzeyl’den bir nüsha rivayet etti. Sadûktur.”114 Muhaddisler, hak ettikleri zaman akrabalarını zayıf kabul ediyorlar mı? Abdullah b. Caʻfer b. Nüceyh el-Medînî: Zayıf, münkeru’l-hadîs biridir. Ayrıca o, İmam Ali elMedînî’nin babasıdır. Ali el-Medînî, babasından rivayet etmezdi. Bir grup kimseler onu, ana babaya itaatsizlikle itham ediyordu. Ömrünün sonlarına geldiğinde ondan [babasından] rivayet etti. Babasını bir keresinde zikredip ‘Sadûktur, bana Derâverdî’den daha sevimlidir.’ 111 Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, V, 519-20. 112 Sehmî, Ebü’l-Kâsım Hamza b. Yûsuf, Târîhu Cürcân, nşr. Muhammed Abdülmuʻîd Hân, Âlemü’l-Kütüb, Beyrut 1987, s. 516. 113 Sehmî, Târîhu Cürcân, s. 511. 114 İbn Hacer, Lisânü’l-Mîzân, IV, 237. Ayrıca bkz. İbn Hibbân, es-Sikât, VIII, 310; Halîlî, el-İrşâd fî maʻrifeti ʻulemâi’l-hadîs, IX, 931. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 389-441 Muhaddislerin Râvilere Dair Hükümleri | 431 demiştir. Bir keresinde de babasından rivayette bulunup ‘Şeyhin hadisinde bir şeyler var.’ dedi. Babası hakkında kendisine soru soruldu da o, ‘Benden başkasına sorun.’ diye karşılık verdi. Soruyu tekrar ettiler. Bunun üzerine başını öne eğdi sonra başını kaldırarak ‘Bu, dindir.’ dedi. Yani onunla ilgili olarak hayırlı bir şey söylemem ve onu övgüyle zikretmem babalık hakkıdır ancak dinim burada bunları yapmamamı gerektiriyor. Çünkü Rasûlullah’tan (s.a.) gelen hadis dindir ve o hadiste kuvvetli bir değildir (Leyse bi’l-kavî). Kuteybe b. Saʻîd de bir keresinde Abdullah b. Caʻfer el-Medînî’den rivayette bulundu. Bunun üzerine meclisten genç biri kalkarak ‘Oğlu ondan hoşnut değildi. Nihayet ondan memnun oldu.’ dedi.115 Abdullah b. Süleymân b. el-Eşʻas es-Sicistânî: Sünen’in sahibi imam Ebû Dâvud’un oğlu. Dârekutnî ve başkası onu sika kabul etmiş ve âlimler onun hıfzını itiraf etmiştir. Bununla birlikte babası ‘Oğlum Abdullah yalancıdır/kezzâb.’ demiştir. İbrahim el-Esbehânî de onu ‘yalancı/kezzâb’ saymıştır. İbn Sâʻid (ö. 318/930) da ‘Babasının onun hakkında söyledikleri bize yeter.’ demiştir.116 Huseyn b. el-Mütevekkil b. Ebü’s-Serî el-Askalânî ki Muhammed b. el-Mütevekkil’in kardeşidir: Kardeşi Muhammed onun hakkında ‘Kardeşimden [hadis] yazmayınız, o yalancıdır (kezzâb).’ ve Ebû Arûbe de (ö. 318/931) ‘Yalancıdır (kezzâb); annemin dayısıdır.’ demiş, bir bakası da onu zayıf saymıştır.117 Ahmed b. Muhammed b. Muhammed b. Süleyman elBâgendî: Babası onun için ‘Yalan uydurur (yekzib).’ demiştir.118 115 İbn Hacer, Tehzîbü’t-Tehzîb, V, 174-6. 116 İbn Hacer, Lisânü’l-Mîzân, IV, 490-1. 117 A.g.m., a.g.e., II, 365-6. 118 Dârekutnî, Ebü’l-Hasen Ali b. Ömer, Suâlâtü Hamza’bni Yûsuf es-Sehmî li’d-Dârekutnî ve ğayrihî mine’l-meşâyih fi’l-cerh ve’t-taʻdîl, thk. Muvaffak b. Abdillah b. Abdilkâdir, Mektebetü’l-Meʻârif, Riyad 1984, s. 132. Ayrıca bkz. Komisyon, Mevsûʻatü akvâli ed-Dârekutnî fî ricâli’l-hadîs ve ʻilelihî, III, Âlemü’l-Kütüb, Beyrut 2001, I, 94. [çevirenin notu]. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 389-441 432 | Salâhuddin el-İdlibî / çev. Rıdvan Yarba Muhammed b. Muhammed b. Süleyman el-Bâgendî: Oğlu Ahmed onun için ‘Yalan uydurur (yekzib).’ demiştir.119 Her baba ve oğlunda rivayette veya hadis sirkatinde gevşeklikten bir şey olmuş böylece her biri diğeri hakkında yalan lafzını ıtlak etmiş olabilir. Bu da akrabalık bağının herhangi birini kendi görüşünü bütün açıklığıyla söylemesine engel olmadığı anlamına gelmektedir. [23.04.2017-00.38] Muhaddislerin Nezaheti ve Nefsanî Hevalardan Aşırı Uzaklığına Dair Daha Önce Zikredilenlerin Dışındaki Karineler Kesin olarak bilinen şeylerden biri, yazımı ve tedvini yolunda rıhle yapıp dolaşmaya olan hırsla birlikte muhaddislerin hadis yazımına olan ilgileridir. Bu yöneliş fikrini teyit eden bir hadis gelmiştir. Bu hadise ve muhaddislerin ona olan duruşlarına bak: Bu hadis dört tarîkle sika bir tabiî, Ebû Hüreyre’nin öğrencisi Ebû Salih es-Semmân’ın Ebû Hüreyre’den olan dört tarîkle gelmiştir. Buna göre bir adam hafızasıyla ilgili olarak Rasûlullah’a (s.a.) şikâyette bulundu. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.) ‘Hıfzın hususunda sağ [elinden] yardım iste.’ yani yaz, buyurmuştur.120 Dört tarîkin ilkinde Hasîb b. Cahder bulunmaktadır ki Şuʻbe, Yahyâ b. Saʻîd el-Kattân, Yahya b. Maʻîn, Buhârî, Sâcî ve İbnü’lCârûd onu yalancı/kezzâb kabul etmiştir. İkinci tarîkte Yahya b. Saʻîd el-Attâr bulunmaktadır. Onun hakkında İbn Maʻîn ‘Leyse bi-şey’.’, Cûzcânî ve Ukaylî ‘Münkeru’lhadîs.’ demiştir. İbn Huzeyme, İbn Adî ve Mesleme b. Kâsım onu zayıf kabul etmiş. İbn Hibbân ‘Sağlam olanlardan [esbât] mevzû rivayetler nakleder.’ demiştir. 119 Dârekutnî, Suâlât, s. 132. Ayrıca bkz. Komisyon, Mevsûʻat, I, 94. [çevirenin notu]. 120 Hatîb el-Bağdâdî, Ebû Bekr Ahmed b. Alî b. Sâbit el-Bağdâdî, Takyîdü’lʻilm, thk. Yûsuf el-ʻUş, Dâru İhyâi’s-Sünneti’n-Nebeviyye, Beyrut 1974, s. 65-8. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 389-441 Muhaddislerin Râvilere Dair Hükümleri | 433 Üçüncü tarîkte Halîl b. Mürre bulunmaktadır. Onun hakkında Buhârî ‘Münkeru’l-hadîs.’ ve Ebû Hâtim ‘Leyse bi’l-kavî.’ demiştir. Nesâî onu zayıf kabul etmiş, Sâcî, Ukaylî, İbnü’l-Cârûd, Berkî ve İbnü’s-Seken onu zayıflar arasında zikretmiştir. Ahmed b. Salih elMısrî de onu sika kabul etmiştir. Dördüncü tarîkte de Mesʻade b. Elyesaʻ bulunmaktadır. İmam Ahmed onun hakkında ‘Uzun bir süreden beridir onun hadislerini yırtıp attık.’ demiş, Ebû Dâvud da onu yalancı/kezzâb kabul etmiştir. Bugün ise birçok insan bu hadiste bir problem [nekaret] görmemektedir. Ayrıca muhaddislerin uygulamasını desteklemektedir. Belki de ona bakanların çoğu onun sahih olduğunu düşünmektedir. Ancak muhaddislerin farklı bir bakışı vardır. Görüyorsun: Rasûlullah’ın (s.a.) zamanında, birinin Rasûlullah’a gelerek hafızasından şikayetçi olacak ve O’nun da ‘Hıfzın hususunda sağ [elinden] yardım iste.’ buyuracağı derecede yazı vasıtaları yaygın ve kolay mıydı?! Yine bu hadis, Ebû Salih’in Ebû Hüreyre’den işittiği ve yalancılarla münker râvilerin rivayetinde kendisinden teferrüd ettiklerinden miydi?! Muhaddislerin durumunu niteleme hakkında garîb bir hadis gelmiştir. O da Muhammed b. Yusuf b. Yaʻkûb er-Rakkî’nin Taberânî’den, onun İshâk ed-Deberî’den, onun Abdürrezzâk esSanʻânî’den, onun Maʻmer’den, onun Enes’ten, onun da Rasûlullah’tan (s.a.) olan tarîkiyle rivayet edilmiştir ve metni şöyledir: “Kıyamet günü ashâb-ı hadîs ellerinde hokkalarla gelir. Onları en iyi tanıyan olduğu halde Allah Teâlâ, Cebrail’e onların yanına gitmesini ve onlara kim olduklarını sormasını emreder. Böylece ‘Kimsiniz?’ diye sorar ve onlar da ‘Biz ashâb-ı hadisiz.’ derler. Bunun üzerine Allah (cc.) şöyle buyurur: “Yapıp ettiklerinize karşılık cennete girin. Dünyada olduğunuz sürece peygamberime salavat getirdiniz.”121 Onlardan ve hokkaları taşımalarından haber verildi diye muhaddisler, bu hadisle sevinmediler ve bu nebevî mucizelerdendir de demediler fakat onun uydurulmuş olduğuna hükmettiler. Dârekutnî 121 İbnü’l-Cevzî, el-Mevzûʻât, I, 260. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 389-441 434 | Salâhuddin el-İdlibî / çev. Rıdvan Yarba ‘Muhammed b. Yusuf er-Rakkî, altmışa yakın nüsha [dolusu hadis] uydurmuştur.’ ve Hatîb el-Bağdâdî ‘Bu hadis uydurmadır ve suç erRakkî’ye aittir.’ demiştir.122 Muhaddislerin Allah’ın kelamı Kur’ân’ın mahlûk olmadığını söyledikleri, Kur’ân’ın mahlûk olduğunu söyleyenleri şiddetle reddettikleri, imanın bir söz ve amelden olup artıp eksildiğini söyledikleri, Mürcie, Kaderiye vesaire bidat ehlini hoş görmedikleri, doğru sözlü ve sağlam kişilerin dışındakilerden rivayetten sakındırdıkları bilinen bir şeydir. Bu maksatlarla Rasûlullah’tan (s.a.) hadisler nakledildiğinde, onların -birçoklarına göre- bu hadisleri kabul etmeye, yaymaya ve onlara güvenmeye teşebbüs ettikleri düşünülür. Ancak vakıa bunun aksinedir. Şu hadislere ve muhaddislerin onlar hakkındaki hükmüne bakınız: Muhammed b. Abd b. Âmir es-Semerkandî tarîkiyle, Câbir’in (r.a.) merfû olan rivayetiyle Rasûlullah’ın (s.a.) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Kim Kur’ân mahlûktur derse, kâfir olmuştur.” [Dârekutnî ‘Muhammed b. Abd yalan söyler ve hadis uydurur.’123 ve Zehebî ‘Hadis uydururdu.’ demiştir.124 Muhammed b. Yahya b. Razîn el-Masîsî tarîkiyle, Enes’in merfû olan rivayetiyle Rasûlullah’ın (s.a.) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Allah ve Kur’ân dışında, göklerde ve ikisinin arasında bulunan her şey mahlûktur, yaratılmıştır. Bu da O’nun kelamıdır; O’nunla başladı ve O’na dönecektir. Benim ümmetimden kimi gruplar gelecek Kur’ân mahlûktur diyecektir. Kim bunu derse kâfir olmuştur.” 122 İbnü’l-Cevzî, a.g.e., I, 260. Dârekutnî’ye ait ‘Muhammed b. Yusuf erRakkî, altmışa yakın nüsha [dolusu hadis] uydurmuştur.’ şeklindeki değerlendirme, el-Mevzûʻât’ın Nurettin boyacılar tahkikli baskısında yer almakta, Abdurrahman Muhammed Osman tahkikli baskıda ise bulunmamaktadır. Krş. İbnü’l-Cevzî, el-Mevzûʻât (thk. Nurettin Boyacılar), I, 425. 123 İbnü’l-Cevzî, el-Mevzûʻât, I, 107. 124 Müellifin el-Mevzûʻât’tan işarette bulunduğu yerde Zehebî’nin söz konusu değerlendirmesine vakıf olamadığımız için onun el-Muğnî’sine başvurma yoluna gitmeyi uygun gördük. Bkz. Zehebî, Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed, el-Muğnî fi’d-duʻafâ, nşr. Nûreddîn Itr, I-II, Dâru’lMeʻârif, Halep 1971, II, 610. [çevirenin notu]. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 389-441 Muhaddislerin Râvilere Dair Hükümleri | 435 [İbn Hibbân ‘Muhammed b. Yahya b. Razîn, deccâldi ve hadis uydururdu.’125 ve Hatîb el-Bağdâdî ‘Zâhibü’l-hadîstir.’ demiştir.126 Ammâr b. Matar127 tarîkiyle olmak üzere Muʻâz’ın rivayetinden merfû olarak ‘İman artar ve eksilir.’ diye rivayet edilmiştir. [Ebû Hâtim er-Râzî ‘Ammâr b. Matar yalan söylerdi.’ ve İbn Adî ‘Metrûkü’lhadîstir, hadisleri batıldır.’ demiştir.128 Ahmed b. Muhammed b. Harb’in Muhammed b. Humeyd erRâzî’den olan tarîkiyle merfû olarak Ebû Hüreyre’den şu rivayet nakledilmiştir: “İman söz ve ameldir, artar ve eksilir. Bunun dışında bir şey söyleyen bidatçidir.” [İbn Adî ve İbn Hibbân, Ahmed b. Muhammed b. Harb hakkında ‘Yalancıydı ve hadis uydururdu.’ demiştir. Muhammed b. Humeyd’i de Ebû Zürʻa, İbn Vâre (ö. 270/884) ve başkası ‘yalancı (kezzâb) kabul etmiştir.129 Enes’ten merfû olarak şöyle rivayet edilmiştir: “Ümmetimden iki sınıf vardır ki onlara şefaatim ulaşmayacaktır: Mürcie ve Kaderiyye.”130 Abdullah b. Büsr, Hz. Âişe ve İbn Abbâs’tan merfû olarak şöyle rivayet edilmiştir: “Kim bidat sahibi birine hürmet ederse, İslâm’ın yıkılmasına yardım etmiştir.” [Müellif, hadisin senedlerinin durumlarını açıkladıktan sonra ‘Ancak bunun bir benzeri Fudayl b. İyâz ve ehl-i haberden benzerlerinden rivayet edilmektedir.’ demiştir.131] 125 İbnü’l-Cevzî, el-Mevzûʻât, I, 107. 126 Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, XV, 181. 127 İbnü’l-Cevzî, el-Mevzûʻât, I, 129-30. 128 İbnü’l-Cevzî, a.g.e., I, 130. 129 İbnü’l-Cevzî, a.g.e., I, 130. 130 İbnü’l-Cevzî, a.g.e., I, 134. 131 İbnü’l-Cevzî, a.g.e., I, 271. Bu baskıda ‘Abdullah b. Bişr’ olarak kaydedilen isim, Nurettin Boyacılar tahkikli baskıda ‘Abdullah b. Büsr’ olarak geçmektedir. Bkz. İbnü’l-Cevzî, el-Mevzûʻât (thk. Nurettin Boyacılar), I, 444. Bunlardan ‘Abdullah b. Büsr’ün doğru olduğu kanaatindeyiz. Nitekim Süyûtî’de bu şekilde kaydetmiştir. Bkz. Suyûti, Celâlüddîn Abdurrahmân, el-Le’âli’l-masnûʻa fi’l-ehâdîsi’l-mevzûʻa, I-II, Dâru’l-Maʻrife, Beyrut ts., I, 252. [çevirenin notu]. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 389-441 436 | Salâhuddin el-İdlibî / çev. Rıdvan Yarba Harun b. Harun’un Abdullah b. Ziyâd b. Sem‘ân’dan, onun Mücâhid’den, onun da İbn Abbâs’tan tarîkiyle merfû olarak şöyle rivayet edilmiştir: “Ümmetimin helaki üç şeydedir: Asabiyet, Kaderiyye ve sağlam (sebt) olmayandan rivayet.” 132 [Harun b. Harun’un hakkında Buhârî ve Ebû Hâtim ‘Hadisinde mütâbaat edilmez.’ demiştir. Nesâî ve Dârekutnî onu zayıf kabul etmiştir. İbn Hibbân da şöyle demiştir: “Sikalardan mevzû rivayetler naklederdi.” Abdullah b. Ziyâd b. Sem‘ân’ı da Mâlik ve Cûzcânî yalancı (kezzâb) kabul etmiştir. Ahmed ‘Metrûkü’l-hadîs.’, İbn Ma‘în ‘Leyse bi-sika (sika değildir).’ ve Ebû Zür‘a ‘Lâ şey’.’ demiştir.133] Hafız Ebü’ş-Şeyh el-Esbehânî, Tabakâtü’l-muhaddisîn biEsbehân’da ‘Ahmed b. İbrahim b. Yezîd, mütâbaat edilmeyecek iki münker hadis rivayet etti.’ demiş, daha sonra onun tarîkiyle bu iki hadisi rivayet etmiştir. Onlardan biri Ömer b. Hattâb’dan olup Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: “İnsanlar yarın mahşer yerinde toplanacaktır. Sonra onlardan ashâbıma iftira atanlarla onlara buğz edenler toplanacak ve ateşte haşrolunacaklar.” İkincisi İbn Ömer’den olup buna göre Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Ashâbıma söven hariç herkes kıyamet günü kurtuluşu umar. Mahşer yerinde bulunanlar onları [onlara sövenleri] lanetler.”134 Zehebî el-Mîzân’da bu râvi hakkında ‘Münker rivayetleri vardır.’ demiştir. 135 Muhaddislere göre sahâbeye iftira edip sövenlere ceza vadeden bu iki hadisteki problem (nekaret) nedir?! Muhaddislerin nazarında bu tür metinler Rasûlullah’ın (s.a.) sözüne benzemiyor. Bu nedenle yaklaşım ve görüşlerini teyit etmesi halinde bile onlar hakkında münker hükmünü veriyorlar. 132 İbnü’l-Cevzî, el-Mevzûʻât, I, 277. 133 Müellifin, zikredilen âlimlere dair değerlendirmelerinin tümünü içeren bir kaynağa ulaşamadık. Bu nedenle söz konusu değerlendirmelerin büyük kısmını içeren Tehzîbü’l-Kemâl’e işaret etmekle yetinmek zorunda kaldık. Bkz. Mizzî, Tehzîbü’l-Kemâl, XXX, 120. 134 Ebü’ş-Şeyh, Ebû Muhammed Abdullah b. Muhammed, Tabakâtü’lmuhaddisîn bi-İsbahân ve’l-vâridîne ‘aleyhâ, thk. Abdülgafûr Abdülhak Hüseyin el-Belûşî, I-IV, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut 1992, III, 261-2 135 Zehebî, Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed, Mîzânü’l-iʻtidâl fî nakdi’rricâl, thk. Muhammed Rıdvân Arkasûsî vdğ., I-V, Dâru’r-Risâleti’lÂlemiyye, Beyrut 2009, I, 110. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 389-441 Muhaddislerin Râvilere Dair Hükümleri | 437 Haklarında uydurma hükmünün verilmiş olan bu iki hadis ve benzerleri, muhaddislerin titizliğine ve hevadan uzak olmalarına açık bir delil değil midir?! Bunda kendi zamanında vaki olmayan bu noktalar hakkında ashâbına haber vermemesi nedeniyle bu hadislerin Rasûlullah’a (s.a.) nispetinde bir sorun (nekâret) gördükleri için muhaddislerin bakışının dikkatine en büyük delil yok mudur? Bu işin sonunda da sormak isterim: Sair İslâmî ve İslâmî olmayan grupların âlimlerinde titizlik, dindarlık ve nefsin hevalarından uzak durma noktasında bu hadis âlimi imamların sahip olduklarının benzeri bulunuyor mu?! Araştırmanın En Önemli Sonuçları Münekkit hadis âlimleri, nebevî sünnete ait rivayetleri toplama ve onları tüm nezihlik, yalınlık ve hevadan uzak bir şekilde arındırmada çabalarını harcamaktadır. Muhaddislerin râvilere ilişkin hükümleri, hoşgörü, iltifat ve saldırı olmaksızın insaflı tenkit ölçülerine dayanmaktadır. Muhaddisler, rivayetleri müstakim olduğunda Şiî veya Nâsıbî kişiyi sika; sünnete aşırı bağlı kişiyi de rivayetlerinde münkerler bulunduğunda zayıf kabul etmektedirler. Rasûlullah’ın (s.a.) sözüne benzemediği ve ondan geldiği bilinen sabit rivayetlerle insicam içinde bulunmadığında itikadî görüş ve mezheplerini destekleyen hadis hakkında mevzû hükmünü verdikleri gibi, Râşit halifelerden birinin faziletine dair rivayet edilmiş bir hadisi bazen zayıf kabul etmekte veya onun mevzû olduğuna hükmetmektedirler. Hadis imamları müçtehittir ve içtihatları çeşitlilik arz etmiştir. Her birine de hadisler ve râviler hakkında içtihatlarının kendilerini götürdüğü şey miktarınca bir şey söylemesi yeterlidir. Muhaddis imamlardan birinin sözüne vakıf olan hiç kimseye, bu sözü mutlak olarak muhaddislere nispet etmesi caiz olmaz. Her şeyden münezzeh ve yüce olan Allah, en iyi bilendir. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 389-441 438 | Salâhuddin el-İdlibî / çev. Rıdvan Yarba Kaynakça Âşıkkutlu, Emin, “İclî, Ebü’l-Hasan”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, XXI, ss. 417, İstanbul 2000. ……………, “Teşeyyu‘”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, XL, ss. 564-565, İstanbul 2011. Atar, Fahrettin, “Şürût ve Sicillât”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, XXXIX, ss. 270-273, İstanbul 2010. Aydınlı, Abdullah, Hadis Istılahları Sözlüğü, İFAV Yayınları, İstanbul 2011. Buhârî, Muhammed b. İsmâ‘îl, Sahîhu’l-Buhârî, thk. Mustafâ Dîb elBuğâ, I-VII, Dâru İbn Kesîr-Yemâme, Beyrut 1993. ……………, ed-Duʻafâü’s-sağîr (ed-Duʻafâ ve’l-metrûkîn li’n-Nesâî ile birlikte), thk. Mahmûd İbrâhîm Zâyed, Dâru’l-Maʻrife, Beyrut 1986. Dârekutnî, Ebü’l-Hasen Ali b. Ömer, Suâlâtü Hamza’bni Yûsuf esSehmî li’d-Dârekutnî ve ğayrihî mine’l-meşâyih fi’l-cerh ve’ttaʻdîl, thk. Muvaffak b. Abdillah b. Abdilkâdir, Mektebetü’lMeʻârif, Riyad 1984. Ebü’ş-Şeyh, Ebû Muhammed Abdullah b. Muhammed, Tabakâtü’lmuhaddisîn bi-İsbahân ve’l-vâridîne ‘aleyhâ, thk. Abdülgafûr Abdülhak Hüseyin el-Belûşî, I-IV, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut 1992. Fesevî, Ya‘kûb b. Süfyân, el-Ma‘rife ve’t-târîh, thk. Ekrem Ziyâ elÖmerî, I-IV, Mektebetü’d-Dâr, Medine 1990. Halîlî, Ebû Yaʻlâ Halîl b. Ahmed, el-İrşâd fî maʻrifeti ʻulemâi’l-hadîs, nşr. Muhammed Saîd b. Ömer İdrîs, I-III, Mektebetü’r-Rüşd, Riyad 1989. Hatîb el-Bağdâdî, Ebû Bekr Ahmed b. Alî b. Sâbit el-Bağdâdî, Takyîdü’l-ʻilm, thk. Yûsuf el-ʻUş, Dâru İhyâi’s-Sünneti’nNebeviyye, Beyrut 1974. ……………, Târîhu Bağdâd, thk. Beşşâr Avvâd Maʻrûf, XVII, Dâru’lGarbi’l-İslâmî, Beyrut 2001. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 389-441 Muhaddislerin Râvilere Dair Hükümleri | 439 İbn Adî, Ebû Ahmed Abdullah b. Adî, el-Kâmil fî duʻafâi’r-ricâl, thk. A. Ahmed Abdülmevcûd vdğ., I-IX, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1997. İbn Arrâk, Ali b. Muhammed, Tenzîhü’ş-şerîʻati’l-merfûʻa ʻani’lahbâri’ş-şenîʻeti’l-mevzûʻa, Abdülvehhâb Abdüllatîf - Abdullah Muhammed es-Sıddîk, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut ts. İbn Asâkir, Ali b. el-Hasen, Târîhu Medîneti Dımaşk, thk. Muhibbüddîn Ebû Sa‘îd Ömer b. Garâme el-Amravî, I-LXXX, Dâru’lFikr, Beyrut 1995-2000. İbn Ebî Hâtim, Abdurrahmân b. Muhammed, el-Cerh ve’t-ta’dîl, I-IX, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1952. İbn Hacer el-Askalânî, Ahmed b. Ali, Lisânü’l-Mîzân, nşr. Abdülfettâh Ebû Gudde, I-X, Mektebetü’l-Matbûʻâti’l-İslâmiyye, Beyrut 2002. ……………, Tehzîbü’t-Tehzîb, I-XII, Matbaʻatü Dâireti’l-Meʻârifi’nNizâmiyye, Haydarâbâd 1325-1327. İbn Hibbân, Ebû Hâtim Muhammed b. Hibbân, el-Mecrûhîn mine’lmuhaddisîn ve’d-du‘afâ ve’l-metrûkîn, thk. Mahmûd İbrâhîm Zâyed, I-III, Dâru’l-Ma‘rife, Beyrut 1992. ……………, es-Sikât, I-X, Meclisü Dâiretü’l-Me‘ârif, Haydarâbâd 1973. İbn Kesîr, Ebü’l-Fidâ İsmâ‘îl b. Ömer, et-Tekmîl fi’l-cerh ve’t-ta‘dîl ve ma‘rifetü’s-sikât ve’d-du‘afâ ve’l-mecâhîl, thk. Şâdî b. Muhammed b. Sâlim, I-IV, Merkezü’n-Nu‘mân, Sana 2011. İbn Sa‘d, Muhammed b. Sa‘d b. Menîʻ, et-Tabakâtü’l-kebîr, thk. Ali Muhammed Ömer, I-XI, Mektebetü’l-Hancî, Kahire 2001. İbnu’l-Cevzî, Ebü’l-Ferec Abdurrahmân b. Ali, el-ʻİlelü’l-mütenâhiye fi’l-ehâdîsi’l-vâhiye, thk. Halîl el-Mîs, I-II, Dâru’l-Kütübi’lİlmiyye, Beyrut 1983. ……………, Kitâbü’l-Mevzûʻât, thk. Nurettin Boyacılar, I-III, Advâü’sSelef, Riyad 1997. ……………, Kitâbü’l-Mevzûʻât, nşr. Abdurrahman Muhammed Osmân, I-III, el-Mektebetü’s-Selefiyye, Medine 1966. İclî, Ahmed b. Abdillah, Maʻrifetü’s-sikât, thk. Abdülalîm Abdülazîm el-Bestevî, I-II, Mektebetü’d-Dâr, Medine 1985. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 389-441 440 | Salâhuddin el-İdlibî / çev. Rıdvan Yarba Komisyon, Mevsûʻatü akvâli ed-Dârekutnî fî ricâli’l-hadîs ve ʻilelihî, III, Âlemü’l-Kütüb, Beyrut 2001. Mizzî, Ebü’l-Haccâc Yûsuf b. Abdirrahmân, Tehzîbü’l-Kemâl, thk. Beşşâr Avvâd Maʻrûf, I-XXXV, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut 1983-1992. Öz, Mustafa, “Nâsıbe”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, XXXII, ss. 393-394, İstanbul 2006. Sehmî, Ebü’l-Kâsım Hamza b. Yûsuf, Târîhu Cürcân, nşr. Muhammed Abdülmuʻîd Hân, Âlemü’l-Kütüb, Beyrut 1987. Suyûti, Celâlüddîn Abdurrahmân, el-Le’âli’l-masnûʻa fi’l-ehâdîsi’lmevzûʻa, I-II, Dâru’l-Maʻrife, Beyrut ts. Zehebî, Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed, Mîzânü’l-iʻtidâl fî nakdi’r-ricâl, thk. Muhammed Rıdvân Arkasûsî vdğ., I-V, Dâru’rRisâleti’l-Âlemiyye, Beyrut 2009. ……………, el-Muğnî fi’d-duʻafâ, nşr. Nûreddîn Itr, I-II, Dâru’l-Meʻârif, Halep 1971. ……………, Târîhu’l-İslâm ve vefeyâtü’l-meşâhîr ve’l-a‘lâm, thk. Ömer Abdüsselâm Tedmürî, I-LIII, Dâru’l-Kütübi’l-Arabî, Beyrut 1986-2000. Ziriklî, Hayreddîn b. Mahmûd, el-Aʻlâm, I-VIII, Dâru’l-İlm li’l-Melâyîn, Beyrut 2002. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 389-441 The Muhaddiths’ Judgements on Hadith Narrators Between the Critical Criteria and the Sectarian Ambitions Citation / ©- al-Idlibi, S. (2017). The Muhaddiths’ Judgements on Hadith Narrators Between the Critical Criteria and the Sectarian Ambitions, translate: Rıdvan Yarba, Çukurova University Journal of Faculty of Divinity, 17 (1), 389-441. Abstract- This study is the translation of the article written by Salahuddin bin Ahmed bin Muhammed bin Saeed el-Idlibi who is one of Syrian hadith scholars. In his article, the author gives place to six criticisms directed by the person who is addressed as 'researcher' (bâhith). The main point that this researcher, who is understood to be Shi'a, claims in his criticisms that the traditioners (muhaddith), especially jarh and ta’deel imams, exhibit a biased attitude. In other words, the researcher claims that the traditioners have absolutely impugn (jarh) Shia because of the sectarian intent, whereas they usually amend (ta’deel) the Nasibîs. The author says that it is noteworthy to determine that these researchers’ claims are not products of a right-minded and honest work. For this purpose, the author tries to reveal whether the traditioners really impugn (jarh) the Ali suppporters and and amend (ta’deel) the Sunni, by bringing examples from relevant sources. In this sense, he showed examples of the many narrators who are considered to be weak (da’îf) though they are Sunni and they narrate the hadiths that support the traditioners’ sects, and also who are amended though they are Shiah. As a result, the author has said that traditioners who spend a great deal of labor in the transfer process of Sunnah seperated the narratives from each other without compromising diligence and neutrality. About the narrators he stated that regardless of being Shi or Sunni, they were evaluated according to their narratives. He has also been stated that it would not be right to extend the evaluations of individual persons to all muhaddithsality academical research done over Jewish historian Capsali. Keywords- Jarh, ta’deel, narrative, traditioner Ruh Sağlığı, Dinî İnanç ve “Sarsıcı Soru” Loren D. MARKS Çev. Arş. Gör. Ahmet Rifat GEÇİOĞLU Atıf / ©- Marks, L. D. (2017). Ruh Sağlığı, Dinî İnanç ve “Sarsıcı Soru”, çev. Ahmet Rifat Geçioğlu, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 17 (1), 443-453. Öz- İnsanoğlunun, varlığın başlangıcından bu yana, yaşamın bu dünya hayatından ibaret olup olmadığına dair sarsıcı soruya aradıkları cevapların başında “din” gelmektedir. Her ne kadar realite bu olsa da, son 150 yılın önemli bir bölümünde, sosyal bilimciler din konusuna temkinli yaklaşmışlar ve çalışmalarında dine yer vermekten kaçınmışlardır. Başlangıçta Freud gibi isimlerin deneysel veriye dayanmayan teorileri, din ve ruh sağlığı arasında olumsuz bir ilişki olduğunu ileri sürmüştür ve bu yaklaşım, alanda çalışma yapacak araştırmacıların dine yönelik tutumlarını etkilemiştir. Bununla birlikte ilerleyen dönemlerde dindarlık ve ruh sağlığı arasında olumlu bir ilişki olduğu üzerine birçok deneysel veri ortaya çıkmıştır. Bu veriler, DSM III’teki olumsuz referansların DSM IV’te ortadan kalkmasına yol açmıştır. Bu süreçte Rodney Stark ve Jeff Levin’in bu konuya tarafsız bir şekilde yaklaşmaları, aynı zamanda Kenneth I. Pargament, Harold G. Koenig, Michael E. McCullough ve David B. Larson gibi isimlerin eserleriyle olan katkıları, din ve ruh sağlığı ilişkisi üzerine yapılan önyargılı yaklaşımların kırılmasında etkin rol oynamıştır. Günümüz ruh sağlığı-din ilişkisine yönelik çalışmalar, geçmişe nazaran daha titiz, dengeli ve kapsamlı bir değerlendirmeye tabi tutulmaktadır. Bu bağlamda, çalışmaların çift boyutlu olarak, dinin hem sağlıklı olan yönlerine hem de olmayan yönlerine odaklandığı görülmektedir. Bu yaklaşımın, bundan sonraki çalışmalara da ışık tutacağı söylenebilir. Bütün bu gelişmeler, ruh sağlığı araştırmacılarının din ve maneviyat konusuna olan ilgilerinin artması gerektiğini de göstermektedir. Anahtar sözcükler- Ruh sağlığı, din, dindarlık, maneviyat, anlam arayışı §§§ Makalenin gelişi: 17.05.2017; Yayına kabul tarihi: 19.06.2017 Orijinal yayın: Marks, L. D. (2006). Mental health, religious belief, and “the terrifying question”. Journal of Child and Family Studies, 15(2), 135-141. Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Psikolojisi Anabilim Dalı, e-posta: [email protected] 444 | Loren D. Marks / çev. Ahmet Rıfat Geçioğlu Tim Burton’un son filmi olan Büyük Balık’ta (Big Fish), Albert Finney’in canlandırdığı, genellikle inanılması güç olayları uzun ve kendinin de içinde yer alacak şekilde anlatmaya meyyal karakter Edward Bloom, filmdeki bir yemek sahnesinde, Kongo’daki vahşi papağanların din hariç politika, sinema, moda vb. her konuda tartıştıklarını söyler. Oğlu kuşkuyla “Neden din hariç?” diye sorunca babası şöyle cevap verir: “Çünkü din hakkında konuşmak kabalıktır. Kimi inciteceğini bilemezsin.” Son 150 yılın kayda değer bir bölümünde, birçok sosyal bilimcide bu düşüncenin yankı bulduğu ve onların, araştırmalarında dine yer vermekten kaçındıkları görülmektedir. Bununla birlikte dindarlık ve ruh sağlığı arasında güçlü bir ters yönlü ilişkinin olduğunu varsayanların oluşturduğu, sesini epeyce duyuran bir grup da vardı. Karl Marx için din, insanların afyonuydu. Albert Ellis dini, psikopatolojinin bir formu olarak görüyordu. Freud ilk dönem çalışmalarında dini saplantılı evrensel bir nevroz olarak tanımlıyordu. Hatta Freud (1927, s. 88) bir defasında dini sarhoş edici bir “içki”, “zehir”, “üstesinden gelinmesi gereken çocuksuluk” olarak ifade ediyordu (Bahsedilenler eserin aynı sayfasında geçmektedir). Dine yapılan bu tenkitler deneysel bir veriye dayanmasa da, bu eleştiriler ruh sağlığı uzmanlarının ve araştırmacılarının dine bakışını etkilemişti. Bunun sebebi belki de verilerin eksik olduğu yerde dogmaların bir doktrin haline gelebilmesidir. 1990’lı yılların başlarında DSM III’ün yeniden gözden geçirilmesi, dindarlık ve dinî inanca yapılan olumsuz referansların yinelendiğini göstermiştir. Bununla birlikte bu olumsuz referanslar, DSM IV’te ortadan kaldırılmıştır. Peki neden? Ruh sağlığı uzmanlarının tutumundaki ani değişimden kaynaklı değil elbette. Doğruyu söylemek gerekirse psikologlar, halen Amerika’daki en az dindar gruplardan biri olarak kalmaya devam ediyorlar (Stark & Finke, 2000). Bu ani değişim, -kısmen de olsa- dinî katılım ile ruh sağlığı arasındaki ilişki üzerine önemli miktarda deneysel verinin ortaya çıkması ve bu verilerin büyük kısmının DSM III’teki din karşıtı tutumu desteklememesi sebebiyle meydana gelmiştir. ÇÜİFD, 2017, cilt: 17, sayı: 1, ss. 443-453 Ruh Sağlığı, Dinî İnanç ve “Sarsıcı Soru” | 445 DİN ÜZERİNE YAPILAN RUH SAĞLIĞI ARAŞTIRMALARI 1971 yılında yaptığı deneysel çalışmasında sosyolog Rodney Stark, dinin ruh sağlığının zıddı olduğu hipotezini öne sürdü. Onun vardığı sonuç, dinî bağlanmanın psikopatolojiyle anlamlı düzeyde ilişkili olduğunu söylüyordu. Ancak ne var ki bu ilişki ters yöndeydi. Bundan tam 35 yıl sonra Stark, Amerika’nın en önde gelen din sosyologlarından biri olmuştur ve kariyerini, din karşıtlığının dini destekleyen fikirlerle yer değiştirmesine yardım eden, yüksek nitelikli verilere sahip titiz çalışmalar ortaya koyarak oluşturmuştur. Stark kendini “inanma kabiliyetinden yoksun” olarak bulan bir ateist olsa da, onun 1971’deki çalışması ve ondan sonra gelen çalışmaları, deneysel temelli bir tarafsızlık anlayışını teşvik etmek suretiyle dine dair önyargılı düşüncenin değişiminde kilit bir rol oynamış, ayrıca örnek gösterilen çalışmaları ve şakayla karışık söylediği “arsız köylü ateizmini