Nükleer İran`ın

advertisement
İRAN NÜKLEER KRİZİNİN TÜRKİYE’YE OLASI
ETKİLERİ
BİLGE ADAMLAR KURULU RAPORU
Hazırlayanlar:
Doç. Dr. Atilla SANDIKLI
Bilgehan EMEKLİER
RAPOR NO: 47
MAYIS 2012
İRAN NÜKLEER KRİZİNİN TÜRKİYE’YE OLASI ETKİLERİ
BİLGE ADAMLAR KURULU RAPORU
Hazırlayanlar:
Doç. Dr. Atilla SANDIKLI
Bilgehan EMEKLİER
BİLGESAM YAYINLARI
RAPOR NO: 47
Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi
Wise Men Center For Strategic Studies
Mecidiyeköy Yolu Caddesi No:10
Celil Ağa İş Merkezi Kat:9 Daire:36
Mecidiyeköy / İstanbul / Türkiye
Tel: +90 212 217 65 91
Faks: +90 212 217 65 93
www.bilgesam.org
[email protected]
Atatürk Bulvarı Havuzlu Sok. No:4/6
A. Ayrancı / Çankaya / Ankara / Türkiye
Tel : +90 312 425 32 90
Faks: +90 312 425 32 90
Copyright © BİLGESAM MAYIS 2012
Bu yayının tüm hakları saklıdır.
Yayın Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin
izni olmadan elektronik veya mekanik yollarla çoğaltılamaz.
BİLGE ADAMLAR KURULU
Başkan
Salim DERVİŞOĞLU (E. Oramiral)
Başkan Yardımcıları
İlter TÜRKMEN (E. Bakan/Büyükelçi)
Sami SELÇUK (Prof. Dr. / Yargıtay Onursal Başkanı)
Kurul Üyeleri
Kutlu AKTAŞ (E. Bakan/Vali)
Özdem SANBERK (E. Büyükelçi)
Sönmez KÖKSAL (E. Büyükelçi)
Güner ÖZTEK (E. Büyükelçi)
Necdet Yılmaz TİMUR (E. Orgeneral)
Oktar ATAMAN (E. Orgeneral)
Sabahattin ERGİN (E. Koramiral)
Nur VERGİN (Prof. Dr.)
Orhan GÜVENEN (Prof. Dr.)
Ali KARAOSMANOĞLU (Prof. Dr.)
İlter TURAN (Prof. Dr.)
Çelik KURTOĞLU (Prof. Dr.)
Ersin ONULDURAN (Prof. Dr.)
SUNUŞ
İran nükleer krizi, 2002 yılından bu yana uluslararası gündemdeki önceliğini ve önemini
korumaktadır. Nükleer kriz, İran’ın hem Türkiye’nin sınır komşusu olması hem de bölge
jeopolitiğinin stratejik aktörü olması bakımından Türkiye’yi yakından ilgilendirmektedir. Bu
nedenle Türkiye, krizin doğrudan tarafı olmasa da son iki yılda oynadığı arabuluculuk rolü ile
sorunun barışçıl çözümünde yoğun çaba harcamakta, bu konuda kapasitesinin tüm
imkânlarını kullanmaktadır. Krizin doğrudan tarafları olan İran ile ABD ve AB arasındaki
iletişim ve diplomatik arayışların çıkmaza girdiği dönemlerde Türk karar mercilerinin krizin
diplomatik yöntemlerle çözümlenmeye çalışılmasında aktif rol üstlenmesi, müzakerelerin
sürdürebilirliği açısından önem arz etmektedir.
“İran Nükleer Krizinin Türkiye’ye Olası Etkileri” raporunda, İran nükleer krizinin geleceği ve
Türkiye’ye etkileri üç senaryo üzerinden incelenmiştir. Raporda; İran’a askeri operasyon
yapılması, İran’ın Hürmüz Boğazı’nı kapatması ve Şii-Sünni çatışmasının yaşanması gibi belli
başlı olasılıklar üzerinde durulurken, bu üç senaryonun birbirini tetikleme potansiyelinin
yüksek olduğu ve aralarında herhangi bir önceliğin bulunmadığı değerlendirilmektedir.
Diplomatik arayışlardan çok uzun zamandır bir sonuç elde edilememesi, sürecin krize
dönüşmesi ve barışçıl stratejilerin gün geçtikçe tüketilmesi, olası bir sıcak çatışma ortamını ve
bununla ilgili kötümser senaryoları gündeme getirmektedir. Bu nedenle rapor realist bir
perspektifle kaleme alınmış ve çalışmada daha önce tarafımızca hazırlanan “Kaos
Senaryolarının Merkezinde İran” başlıklı rapordan da faydalanılmıştır. Rapor, 20 Nisan 2012
tarihinde gerçekleştirilen Bilge Adamlar Kurulu’nun toplantısında tebliğ edilmiş ve toplantıda
kurul üyelerinin eleştiri ve önerileri doğrultusunda geliştirilerek yayına hazırlanmıştır. Bu
süreçte raporun hazırlanmasına büyük katkılar yapan ve kurul raporu olarak yayınlanmasına
karar veren Bilge Adamlar Kurulu üyelerine teşekkür ederiz. Rapordaki tüm eksiklik ve
kusurlar tarafımıza ait olup faydalı olmasını dileriz.
Doç. Dr. Atilla Sandıklı
İran Nükleer Krizinin Türkiye’ye Olası Etkileri
Giriş
Tahran yönetimi, Şah döneminde başlatılan ve 1980-1988 İran-Irak Savaş’ında olduğu gibi
kimi zaman askıya alınmasına rağmen yine de kararlılıkla devam edilen nükleer programını
İran iç ve dış politikasının önemli bir enstrümanı ve süreklilik unsuru olarak görmektedir. İran
siyasi kültürüne Humeyni döneminden miras kalan ve “bağımsızlık”, “Batı-karşıtlığı” ve
“bölgesel liderlik” gibi parametreler üzerine inşa edilen dış politika anlayışının ana eksenini
oluşturan nükleer program, İran halkını ortak bir hedef etrafında birleştirmektedir. İran’ın
nükleer programı yalnızca iktidar ve muhalefeti ulusal güvenlik ve ulusal çıkar çatısı altında
bütünleştirmemekte, aynı zamanda rejimin sürekliliği konusunda bir meşruiyet kaynağı
olarak görülmektedir. Dolayısıyla İran’da hem iktidar hem de muhalefetin büyük çoğunluğu,
nükleer faaliyetlerin devam etmesi noktasında fikir birliğine sahiptir.
Bölgenin lider gücü ve küresel bir aktör olmak için nükleer programını rasyonel bir dış politika
aracı olarak gören İran, 2002 yılında Washington ve Tahran arasında başlayan ve kısa sürede
çok taraflı bir krize dönüşen nükleer faaliyetlerini kararlılıkla devam ettirmektedir. ABD
önderliğindeki Batı dünyası İran nükleer programının askeri amaçlı olduğunu ve Tahran’ın
nükleer silah üretmeye çalıştığını ileri sürerken, İran ise nükleer faaliyetlerinin sivil amaçlı
olduğunu ve hedeflerinin barışçıl nükleer enerji üretmek olduğunu öne sürmektedir.
Soğuk Savaş döneminde Şah yönetiminin iktidarda olduğu süreç boyunca İran’ın nükleer
faaliyetlerini bizzat destekleyen ABD ve AB bu kez İran nükleer programına karşı çıkmakta;
Rusya ve Çin ise 1979 Devrimi’nden önceki tutumlarının aksine Tahran’ın nükleer
çalışmalarına destek vermektedir. Bu yönüyle İran nükleer krizi, 11 Eylül sonrası beliren yeni
uluslararası sistemde “sistemsel bir katalizör” işlevi görmekte ve uluslararası aktörler
arasında farklı bakış açılarına neden olmaktadır. Küresel sistemin yeniden şekillendiği bu kriz
sürecinde Türkiye ve Brezilya gibi bölgesel aktörler ise arabulucu rolü oynayarak nükleer
krizin diplomatik yöntemlerle çözümlenmesine gayret etmektedir. Bu nedenle Türkiye,
diplomatik müzakerelere ev sahipliği de yaparak kriz çözümünü barışçıl yollarla
gerçekleştirmeye özen göstermektedir.
Buna karşın İran nükleer krizini diplomatik yöntemlerle çözme girişimlerinden sonuç
alınamaması ve bu yöndeki umutların azalmaya başlaması, krizin çatışmaya dönüşme
ihtimalinin yüksek olduğuna dair yorumları beraberinde getirmektedir. Üstelik İran ile ABD
karar alıcılarının söylemsel ve retorik açıdan giderek sertleşmesi ve iki aktör arasında sıcak bir
çatışma yaşanacağına ilişkin değerlendirmelerin uluslararası kamuoyunun gündemine
yerleşmesi, İran’ı küresel kaos senaryolarının merkezine oturtmaktadır. Bu senaryoların ilki,
İran nükleer tesislerinin ve füze sistemlerinin ABD veya İsrail tarafından vurulması; ikincisi,
Hürmüz Boğazı’nın İran tarafından kapatılması; üçüncüsü ise İran’ın Şii-Sünni çatışmasına
1
İran Nükleer Krizinin Türkiye’ye Olası Etkileri
zemin hazırlayacak politikalar izleme olasılığıdır.1 Bu çerçevede raporda öncelikle tarihsel
süreçte Türkiye-İran ilişkileri ve İran nükleer krizindeki güncel gelişmeler incelenecek,
ardından öngörülen üç senaryo tartışılacak ve gerçekleşmesi durumunda bu senaryoların
Türkiye’yi nasıl etkileyeceği üzerinde durulacaktır.
1. Tarihsel Süreçte Türkiye-İran İlişkileri
Türkiye’nin en büyük komşusu olan İran ile ilişkileri tarihsel süreçte her zaman büyük önem
taşımıştır. Bu ilişkiler 1639 Kasr-ı Şirin Anlaşması’ndan itibaren istikrarlı bir gelişme göstermiş
ve bu anlaşma sonrasında iki ülke arasındaki sınır bazı ufak ayarlamalar dışında günümüze
dek değişmemiştir. Buna karşın 1639’dan sonra sınır bölgesinde çıkan ayaklanmalardan
kaynaklanan bazı ihtilaf ve çatışmalar yaşanmıştır. Örneğin 1720 yılında iki ülke arasında 20
yıl süren bir savaş başlamıştır. 1821-1823 yılları arasında iki ülke yine karşı karşıya gelmiş,
Erzurum Anlaşması ile sınırın aynen korunması karara bağlanmasına rağmen sınırın
işaretlenmesi konusunda ihtilaf ve sınır ihlalleri devam etmiştir. Sınırın işaretlenmesi ancak
1914 yılında gerçekleşebilmiştir.2
Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra ikili ilişkilerde bazı sorunlar yaşanmıştır. Mesela
İran’daki dini sınıf ve muhafazakâr kesimler, Atatürk’ün gerçekleştirdiği reformlara ve
Türkiye’de laik bir sistemin inşa edilmesine tepki göstermiştir. Musul sorunu ve 1925’te Doğu
Anadolu’da başlayan isyan sırasında İranlı aşiretler sık sık sınır ihlallerinde bulunmuş ve
Musul sorunu çözüldükten sonra da bu ihlaller zaman zaman devam etmiştir. İki ülke
arasında 1926 yılında imzalanan Güvenlik ve Dostluk Anlaşması’nda taraflar bu eylemlere son
vermeyi ve gerekli önlemleri almayı taahhüt etmiş, ancak sınır olayları yine de sürmüştür.
1926’da imzalanan başka bir anlaşma ile Ağrı bölgesinde Türkiye lehine sınır düzeltmesi
yapılmıştır. Aynı yıl imzalanan Uzlaşma, Yargı Yönetimi ve Hakemlik Anlaşması ile bu sınır
düzeltmesi teyit edilmiştir. 1926 tarihli Güvenlik ve Dostluk Anlaşması 1932’de
güncelleştirilmiş ve böylece iki ülke arasındaki dostluk istikrarlı bir yapıya kavuşturulmuştur.3
1926 yılından sonra yaşanan bu olumlu gelişmelerin en önemli nedenlerinden biri, İran’da
Kaçar hanedanlığını askeri bir darbe ile sona erdiren ve Türkiye’nin modernleşme sürecini
örnek alan Albay Rıza Pehlevi’nin Şah olmasıydı. Şah Pehlevi, 1934 yılında Türkiye’ye yaklaşık
bir ay süren bir ziyarette bulundu ve bu dönemde (1925-1941) iki ülke arasındaki dostane
ilişkiler gelişti. İki ülke bölgedeki gelişmelere karşı benzer dış politika yaklaşımları sergiledi.
Buna rağmen İran, petrol kaynakları sayesinde zenginleştikçe iki ülkenin bölgedeki nüfuz
1
Atilla Sandıklı, Bilgehan Emeklier, “Kaos Senaryolarının Merkezinde İran” Rapor No: 40, BİLGESAM Yayınları,
İstanbul, 2012.
2
İlter Türkmen, “Türkiye Cumhuriyeti’nin Ortadoğu Politikası”, Bilge Adamlar Kurulu Raporu, BİLGESAM
Yayınları, İstanbul, 2010, 11.
3
Türkmen, “Türkiye Cumhuriyeti’nin Ortadoğu Politikası”, Bilge Adamlar Kurulu Raporu, 11.
2
İran Nükleer Krizinin Türkiye’ye Olası Etkileri
rekabeti su yüzüne çıkmaya başladı ve Tahran’ın isteksiz davranması nedeniyle iki ülke
arasında ekonomi ve enerji işbirliği bir türlü geliştirilemedi.4
Albay Rıza Pehlevi’nin oğlu Muhammed Rıza’nın şahlığı döneminde (1941-1979) de ikili
ilişkilerin genel itibarıyla istikrar ve barış içinde olduğu söylenebilir. Bu çerçevede Atatürk ve
Şah Muhammed Rıza döneminde Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında Temmuz 1937
yılında imzalanan ve bölgesel işbirliği anlaşması niteliğinde olan Sadabat Paktı ile ikili
ilişkilerde başlayan barış ve istikrar süreci, Soğuk Savaş konjonktürünün büyük bir
bölümünde devam etti. Aynı şekilde Şubat 1955’te İngiltere, Türkiye, İran, Irak ve Pakistan
arasında yapılan Bağdat Paktı ve sonrasında paktın dağılmasıyla oluşturulan Merkezi
Antlaşma Teşkilatı (CENTO) da Türkiye ile İran arasındaki ilişkilerin işbirliği içinde
gelişmesinde büyük rol oynadı. İki devletin Soğuk Savaş döneminde Batı bloğunda yer
almaları, ikili ilişkilerin iyi seyretmesinde temel etken olmuştur.5 Ancak Pehlevi hanedanını
iktidardan deviren 1979 Humeyni Devrimi, Türkiye-İran ilişkilerinde bir kırılma noktası
oluşturmuş ve iki ülkenin birbirlerinin siyasi rejimlerini tehdit olarak algılamaları ilişkileri
etkilemiştir.
İran’da 1979 yılında yapılan devrim ile yönetim sistemi değişmiş ve Şah dönemindeki
anayasal monarşiden dini cumhuriyete geçilmiştir. İran’da kurulan yeni siyasal sistem,
Türkiye’deki laik devlet düzeniyle tezat teşkil ediyordu. Bu nedenle iki ülke arasında
güvensizlik ve kuşku ortamı oluşmaya başladı. Türkiye, İran’da Türkiye’nin laik sistemine karşı
yayınlar yapıldığı gerekçesiyle rahatsız olduğunu ileri sürerken, İran ise Türkiye’de devrim ve
kendi yöneticileri aleyhine propaganda yapıldığı yönündeki şikâyetlerini ortaya koyuyordu.
Türkiye İran’ı devrim ihraç etmekle, İran da Türkiye’yi kendi rejimini yıkmak için faaliyette
bulunmakla suçluyordu.
Türkiye-İran ilişkileri, 1980-1988 İran-Irak Savaşı yıllarında özellikle Türkiye’nin tarafsız
tutumu nedeniyle gelişme gösterdi. İran ve Irak, Türkiye’nin savaş sırasındaki tarafsızlığına o
kadar güvendi ki, karşılıklı haklarının korunmasını Türkiye’nin Bağdat ve Tahran’daki
büyükelçiliklerine bıraktı. Bu nedenle İran ile ticaret hacmi bu dönemde 2 milyar dolara
ulaştı. Buna rağmen İran ile siyasi ilişkiler kırılgan bir zeminde seyrediyordu. Zira Tahran
yönetimi 1990’lı yıllarda PKK terör örgütüne destek vermeye başlamıştı.
4
Türkmen, “Türkiye Cumhuriyeti’nin Ortadoğu Politikası”, Bilge Adamlar Kurulu Raporu, 11-12.
Soğuk Savaş Dönemi Türkiye-İran İlişkileri için bkz. Gökhan Çetinsaya, “Türk-İran İlişkileri”, içinde Türk Dış
Politikasının Analizi, der. Faruk Sönmezoğlu, Der Yayınları, İstanbul, 2004, 207-234.
5
3
İran Nükleer Krizinin Türkiye’ye Olası Etkileri
İran ile ilişkiler 2000 sonrası
dönemde ise hızlı bir gelişme
gösterdi
ve
diplomatik
temaslar arttı. İki ülke
arasındaki ticaret hacmi
2001’de 1,2 milyar dolar
iken, bu rakam 2010’da 11
milyar dolara, 2011’de ise 15
milyar dolara yükseldi.6
Enerji Bakanı Taner Yıldız,
Şubat
2012’de
yaptığı
açıklamada
Türkiye’nin
petrol ithalatının yaklaşık
%50’sinin ve Mart 2012’de
yaptığı açıklamada doğalgaz
ihtiyacının %20’sinin İran’dan yapıldığını ifade etti. Ayrıca iki ülke arasında Türkmenistan
doğalgazının İran üzerinden Türkiye’ye sevk edilmesi, İran doğalgazının Türkiye üzerinden
Avrupa’ya nakledilmesi ve Güney Pars gaz kaynaklarının belirli fazlarının Türkiye Petrolleri
Anonim Ortaklığı (TPAO) tarafından işletilmesi konularında mutabakat imzalandı. Ancak
bugüne kadar bu projelerde önemli bir gelişme görülmedi. Bununla birlikte Türkiye’ye
yerleştirilen NATO füze kalkanı, Irak’ta son dönemde yaşanan gelişmeler ve Suriye krizi
nedeniyle Türkiye-İran ilişkileri 2011’den itibaren hassas bir çizgide seyretmektedir.
6
Günlük Ortadoğu Bülteni, ORSAM Yayınları, No: 1297, 8,
http://www.orsam.org.tr/tr/trUploads/OrtadoguBulteni/201214_04jantur.pdf
4
İran Nükleer Krizinin Türkiye’ye Olası Etkileri
İran Nükleer Programının Kısa Bir Kronolojisi
İran nükleer programının tarihi arka planı 1950’lerin ikinci yarısına dayanmaktadır. İran 1957
yılında ABD ile nükleer işbirliği anlaşması imzalamış, ardından 1958 yılında Uluslararası Atom
Enerjisi Kurumu’na üye olmuştur. 1959’da Tahran Nükleer Araştırma Merkezi kurulmuştur. ABD,
İran ile 1957’de yaptığı nükleer anlaşma çerçevesinde 1967 yılında 5 MW gücündeki nükleer
araştırma reaktörünü Tahran Nükleer Araştırma Merkezi’ne vermiştir. İran, 1968’de Nükleer
Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması’nı imzalayarak anlaşmanın yürürlüğe girdiği 1970’te bu
anlaşmaya taraf olmuştur. 1974’te Dr. Ekber İtimad önderliğinde İran Atom Enerjisi Kurumu
kurulmuştur. Aynı yıl Şah Rıza Muhammed Pehlevi, 20 yıl içerisinde 20.000 MW’lık enerji
üretecek nükleer tesisleri kurmayı hedeflediklerini açıklamıştır. ABD yönetimi de İran’ın nükleer
faaliyetlerini desteklediğini belirtmiştir. İran’ın Şah döneminde başlayan nükleer programına
ABD’nin yanı sıra Avrupa devletleri de bizzat destek vermiştir. Örneğin 1970’lerin ortasından
itibaren Alman Kraftwerk, Siemens ve Fransız Framatome gibi Batılı şirketler ile Tahran arasında
nükleer işbirliği anlaşmaları imzalanmıştır. Söz konusu anlaşmalar çerçevesinde nükleer tesislerin
inşası, nükleer fizikçilerin eğitimi, nükleer ekipman ve teknolojinin temini gibi konularda İran’ın
destekleneceği belirtilmiş ve bunların bir kısmı da gerçekleştirilmiştir.
Ancak 1979 yılında Humeyni Devrimi ile Pehlevi Hanedanı’na son verilmesi (1925-1979) ve İslam
Cumhuriyeti’nin kurulması, İran’ı ABD liderliğindeki Batı bloğundan uzaklaştırırken, Batı’nın İran
nükleer programına verdiği desteği kesmesine neden olmuştur. Dini lider Humeyni önderliğindeki
Tahran yönetimi, 1980-1988 yılları arasında yaşanan İran-Irak Savaşı nedeniyle nükleer faaliyetleri
durdurmak zorunda kalmıştır. Savaşın ardından nükleer programını devam ettirmek isteyen İran,
1990 sonrası süreçte Rusya ile nükleer işbirliği yaparak Moskova tarafından açıkça, Çin tarafından
ise Amerikan baskısı nedeniyle üstü örtülü bir şekilde desteklenmiştir. Washington yönetiminin
2002 yılında, İran’ın Arak ve Natanz tesislerinde nükleer silah üretmeye çalıştığını ileri sürmesi
üzerine İran ile ABD arasında başlayan nükleer kriz, 2002’den bu yana tırmanarak devam etmiş ve
bu süreçte çok taraflı bir krize dönüşmüştür.
2. İran Nükleer Krizindeki Gelişmeler ve Türkiye
Son yıllarda Türkiye-İran ilişkilerinin hızla gelişmesindeki iki ana neden; Türkiye’nin
“komşularla sıfır sorun” ilkesi çerçevesinde bölge ülkeleriyle ilişkilerin geliştirilmesine özel
önem vermesi ve askeri amaçlı olduğu ileri sürülen nükleer programı nedeniyle Tahran’a
uygulanan yaptırımlar sonucunda İran’ın uluslararası sistemden tecrit edilmesidir. Türkiye
enerji ihtiyacının önemli bir kısmını İran’dan karşılarken, Tahran ile ihracatını artırarak
ekonomisini geliştirmeye çalışmaktadır. Bunun yanı sıra Türkiye nükleer kriz nedeniyle İran’ın
olası bir çatışma ortamına çekilmesini ve dolayısıyla bölgedeki mevcut istikrarsızlığın kontrol
edilemez boyuta gelmesini önlemek için yoğun bir diplomatik çaba harcamaktadır.
Bu nedenle Türkiye, Batı ile İran arasında arabuluculuk girişimlerinde bulunmakta ve nükleer
krizin çözümü konusunda yapıcı bir rol ve sorumluluk üstlenmeye özen göstermektedir. İran,
5
İran Nükleer Krizinin Türkiye’ye Olası Etkileri
Türkiye ile ilişkilerini geliştirmek suretiyle hem kriz çözümünde taraf olmaya devam etmekte
hem de uluslararası toplumla iletişimini sürdürmeye çalışmaktadır. Tahran yönetimi
İstanbul’da 14 Nisan 2012’de yapılan son görüşmeler öncesinde müzakere yeri konusunda
sorun çıkarsa da gerek Batı dünyası gerekse İran, Türkiye’nin arabuluculuk rolünün devamına
sıcak bakmaktadır.
Türkiye, Batı ile İran arasındaki nükleer krizin çözümü konusunda Viyana’daki görüşmelerden
sonuç alınamaması üzerine Brezilya ile birlikte arabuluculuk girişiminde bulunarak söz
konusu diplomatik sürecin yeniden başlatılmasına katkı sağlamıştır. İran’ın bu girişimi kabul
etmesi neticesinde 17 Mayıs 2010 tarihinde Tahran’da İran Cumhurbaşkanı Mahmud
Ahmedinecad, Brezilya Cumhurbaşkanı Lula Da Silva ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın
katılımıyla uranyum takası konusunda bir uzlaşma metni imzalanmıştır.7 Bir anlaşma
niteliğinde olmayan Tahran Bildirisi, İran ile Viyana grubu arasında nükleer yakıt takası
anlaşması yapılmasını sağlamak amacıyla üç ülkenin mutabakata vardığı bir metindir.
İran, söz konusu metne göre düşük düzeyde zenginleştirilmiş 1200 kg uranyumun Türkiye’de
muhafaza edilmesini kabul etmiştir. Metinde ayrıca 1200 kg uranyumun Türkiye’de
bulunduğu sürece İran’a ait olduğu, İran ve Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK)
yetkililerinin istedikleri zaman Türkiye’deki uranyumun depolanma ve saklanma koşullarını
denetleyebilecekleri vurgulanmıştır. Bununla birlikte İran’ın belirtilen hususları kabul ettiğini
7 gün içinde UAEK'ya bildirmesi; ABD, Rusya, Fransa ve UAEK'dan oluşan Viyana grubunun
olumlu cevabına paralel olarak Tahran'daki araştırma reaktörü için gerekli 120 kg yakıtın
teslim edilmesinin taahhüt edilmesi gibi takasla ilgili ayrıntılı konulara kesin anlaşmada yer
verilmesi öngörülmüştür. İran, anlaşmaya varıldıktan sonra düşük oranda zenginleştirilmiş
1200 kg uranyumu bir ay içinde Türkiye’ye göndermeyi kabul etmiştir. Bu çerçevede
metinde, Viyana grubunun da bir yıl içinde 120 kg yakıtı İran'a teslim etmesi gerektiği
belirtilmiş ve bildirinin şartlarına uyulmaması durumunda İran’ın verdiği uranyumu geri
isteme hakkına sahip olduğu ve Türkiye’nin de bu istek doğrultusunda iade işlemini
gerçekleştirmesi öngörülmüştür.8
ABD dışındaki 5+1 üyeleri9 ve UAEK bildiriye ihtiyatla yaklaşmıştır. Tahran yönetiminin kısa
bir süre sonra %20 oranında uranyum zenginleştirme faaliyetlerine devam edeceğini
açıklaması, İran’ın asıl amacının anlaşmaya varmaktan ziyade uluslararası yaptırımlardan
kaçmak olduğu şeklinde değerlendirilmiştir.
7
“İran: Uranyum Takası Türkiye’de Yapılacak”, Radikal, 17 Mayıs 2010,
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=997227&Date=17.05.2010&Categor
yID=81
8
“17 Mayıs 2010 tarihli Türkiye, İran ve Brezilya Dışişleri Bakanları Ortak Deklarasyonu”,
http://www.mfa.gov.tr/17-mayis-2010-tarihli-turkiye_-iran-brezilya-disisleri-bakanlari-ortak
deklarasyonu.tr.mfa
9
5+1 grubu, Birleşmiş Milletler daimi üyeleri ABD, Rusya, Çin, Fransa ve İngiltere ile Almanya’dan oluşmaktadır.
6
İran Nükleer Krizinin Türkiye’ye Olası Etkileri
Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK)
 29 Temmuz 1957 tarihinde kurulan UAEK Birleşmiş Milletler bünyesinde faaliyet gösteren
özerk bir kuruluştur. Merkezi Viyana’da bulunan kurumun şimdiki başkanı Yukiya
Amano’dur.
 UAEK’nın temel amaçları;
 Nükleer enerjinin barışçıl amaçlarla kullanımını sağlamak,
 Nükleer silahların yayılmasını önlemektir.
 Temel işlevleri;
 Nükleer bilim ve teknolojinin barışçıl amaçlarla kullanılması konusunda üye ülkelere
destek sağlamak,
 Denetim mekanizması aracılığıyla ortaya koyduğu nükleer güvenlik standartları
çerçevesinde üye ülkelerin taahhütlerini yerine getirip getirmediğini kontrol etmek,
nükleer tesisleri korunma önlemleri altında bulundurmak ve nükleer programları
denetlemektir.
 İran, UAEK’ya 1958 yılında üye olmuştur.
Tahran Bildirisi’ne en fazla tepki gösteren ülke ABD olmuştur. Washington yönetimi İran’ı
“yeni yaptırımlar uygulanması konusundaki baskıdan kurtulmaya çalışmakla” suçlayarak,
Tahran’ın söz konusu anlaşmayı BM Güvenlik Konseyi toplantısı öncesinde imzalamasına
dikkat çekmiştir. ABD, yaptırım tasarısını gündeme taşıması sonrasında Güvenlik Konseyi
üyelerinin desteğini aldığını açıklamıştır.10
Tahran Bildirisi, Türkiye ve Brezilya’nın girişimlerine rağmen beklenen ve istenen uzlaşı
zeminini sağlayamamış ve BM Güvenlik Konseyi’nden yeni yaptırım kararı çıkma ihtimaline
karşı İran’ın yaptığı diplomatik bir manevra olarak yorumlanmıştır. Bu nedenle Washington
yönetimi, İran’a yeni bir yaptırım uygulanması konusunda Güvenlik Konseyi’ne talepte
bulunmuştur. Türkiye ve Brezilya diplomatik müzakerelere devam edilmesi gerekçesiyle yeni
yaptırımlara karşı çıkmasına rağmen 1929 sayılı yaptırım kararı Türkiye ve Brezilya’nın
“hayır”, Lübnan’ın ise “çekimser” oyuna karşı 12 “evet” oyu ile Güvenlik Konseyi’nce 9
Haziran 2010’da kabul edilmiştir.11
Tahran yönetimi, Güvenlik Konseyi’nin yaptırım kararı sonrasında uranyum zenginleştirme
çalışmalarının Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması’ndan (Non-Proliferation
Treaty; NPT) kaynaklanan bir hakkı olduğunu vurgulayarak nükleer faaliyetlerine devam
etmiş ve kısa bir süre sonra yaklaşık 40 kg %20 oranında zenginleştirilmiş uranyum ürettiğini
10
Bayram Sinkaya, “İran Nükleer Programı Karşısında Türkiye’nin Tutumu Ve Uranyum Takası Mutabakatı”,
Ortadoğu Analiz, Cilt: 2, Sayı:18, 2010, 74-75.
11
Çin ve Rusya daha önceki tutumlarının aksine bu oylamada “evet” oyu kullanmışlardır; Security Council
Imposes Additional Sanctions on Iran, 9 June 2010,
http://www.un.org/News/Press/docs//2010/sc9948.doc.htm
7
İran Nükleer Krizinin Türkiye’ye Olası Etkileri
açıklamıştır.12 Bu gelişmelere karşın askıda bulunan görüşmelere tekrar başlanması için
Türkiye öncülüğündeki diplomatik arayışlar devam etmiş ve 5+1 üyeleriyle İran arasındaki
müzakereler bu kez 21–22 Ocak 2011 tarihlerinde İstanbul’da gerçekleştirilmiştir.
Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması (NPT)
 NPT 1 Temmuz 1968 tarihinde ABD, SSCB ve İngiltere arasında imzalanmış ve 1970’te
yürürlüğe girmiştir. Anlaşmayı sonradan Fransa ve Çin de imzalamıştır. Halen 189 ülke
anlaşmaya taraftır. İsrail, Hindistan ve Pakistan anlaşmayı imzalamamış, Kuzey Kore ise
anlaşmayı imzaladıktan sonra çekilmiştir.
 Bu anlaşmaya göre 1 Ocak 1967 tarihinden önce nükleer silah ve patlayıcıya sahip olan ABD,
SSCB, Fransa, İngiltere ve Çin “nükleer silah sahibi ülkeler” olarak kabul edilmiştir. NPT
rejimi, nükleer silahlanmanın 1 Ocak 1967’den önce nükleer silaha sahip olmayan devletlere
yayılmasını engelleme amacını taşımaktadır.
 Bu çerçevede anlaşmanın temel amaçları;
 Nükleer silahların yayılmasını önlemek,
 Nükleer silahsızlanmayı gerçekleştirmek,
 Nükleer enerjinin barışçıl amaçlı kullanımını sağlamaktır.
 İran, NPT’yi 1970’de onaylayarak NPT rejimine taraf olmuştur. İran; rutin denetimlerinin
dışında aniden ve herhangi bir izne ihtiyaç duymaksızın UAEK’ya özel denetimler yapma
yetkisi tanıyan ve NPT’yi tamamlayıcı bir anlaşma olarak tanımlanabilecek Ek Protokolü
(1997) 18 Aralık 2003’te imzalamış, ancak hala onaylamamıştır.
Görüşmeler sırasında Viyana grubu ülkeleri ABD, Rusya ve Fransa ile İran ilk kez ayrı bir
toplantı gerçekleştirmiş,13 ancak 5+1 üyelerinden oluşan heyete başkanlık yapan AB Dış
Politika Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton görüşmeler sonrasında müzakerelerden olumlu
bir sonuç alamadıklarını belirtmiştir. Ashton, İran’ın nükleer programını sadece barışçıl
amaçlarla sürdürdüğüne ilişkin argümanlar ortaya koyması gerektiğini ve İran’ın işbirliği için
gerekli tavrı sergilemediğini vurgulamıştır.14 Dolayısıyla İstanbul görüşmelerinden de nükleer
krizi diplomatik yöntemlerle çözecek somut bir ilerleme kaydedilememiştir.
12
Ivanka Barzashka, “Using Enrichment Capacity to Estimate Iran’s Breakout Potential”, Federation Of The
American Scientists Issue Brief, 21.01.2011, 14, http://www.faorg/pubs/_docs/IssueBrief_Jan2011_Iran.pdf
“Iran Announces Plan to Produce Medical Reactor Fuel”, http://www.nti.org/gsn/article/iran-announces-planto-produce-medical-reactor-fuel/
13
“22 Ocak 2011, P5+1 ile İran Arasında 21-22 Ocak 2011 Tarihlerinde İstanbul’da Gerçekleştirilen Toplantı Hk”,
http://www.mfa.gov.tr/no_-28_-22-ocak-2011_-p5_1-ile-iran-arasinda-21-22-ocak-2011-tarihlerindeistanbul_da-gerceklestirilen-toplanti-hk_.tr.mfa
14
Programme nucléaire de l’Iran - Déclaration de la Haute Représentante de l’Union européenne, Catherine
Ashton, au nom des E3+3, à l’issue des pourparlers à Istanbul les 21 et 22 janvier 2011 (Bruxelles, 22 Janvier
2011),http://www.diplomatie.gouv.fr/fr/pays-zones-geo/iran/l-union-europeenne-et-liran/article/programmenucleaire-de-l-iran
8
İran Nükleer Krizinin Türkiye’ye Olası Etkileri
Yapılan müzakerelerden bir kez daha sonuç çıkmaması üzerine UAEK Başkanı Yukiya Amano
tarafından İran nükleer çalışmalarıyla ilgili bir rapor hazırlanmıştır. 9 Kasım 2011 tarihinde
açıklanan UAEK raporunda, İran nükleer santrallerinde nükleer silah üretmeye yönelik birçok
deney yapıldığı ve gerçekleştirilen bu deneylerin bir kısmında da başarıya ulaşıldığı
aktarılmıştır. Raporda ayrıca İran'ın nükleer silah tasarımı ve üretimi konusunda faaliyetlerde
bulunduğu ve bu yönde denemeler yaptığı belirtilmiştir. Öte yandan raporun vurguladığı
önemli hususlardan biri de, İran’ın nükleer savaş başlığı elde etmek için bilgisayar
simülasyonları ve modellemeleri gerçekleştirdiğini, nükleer enerji mühendislerinin nükleer
başlıkların füzelere entegrasyonu konusunda çalışmalar yaptığını ve bu kapsamda orta
menzilli Şahab 3 füzesinin nükleer füzeye dönüştürülmeye çalışıldığını ileri sürmüş
olmasıdır.15
Diğer taraftan müzakerelerin yapılamadığı 15 aylık süreçte İran’a uygulanan yaptırımlar etkili
olmaya başlamış ve Tahran yönetimi müzakerelere tekrar başlanılmasına hazır olduğunu
belirtmiştir. Türkiye’nin de girişimleriyle 14 Nisan 2012’de 5+1 ülkelerinin temsilcileri ile İran
temsilcileri İstanbul’da yeniden müzakerelere başlamıştır. İstanbul görüşmesinin ardından
5+1 ülkelerinin temsilcilerine başkanlık eden Catherine Ashton ve İran heyetine başkanlık
yapan İran Yüksek Ulusal Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri Said Celili müzakerelerin olumlu
geçtiğini belirterek müteakip toplantının 23 Mayıs 2012 tarihinde Bağdat’ta yapılacağını
açıklamışlardır. Müzakerelerde NPT’nin esas alınması vurgulanmış, barışçıl nükleer
araştırmaların serbest olduğu fakat gerçekleştirilen nükleer faaliyetlerin NPT rejimine ve Ek
Protokole uygun bir şekilde UAEK’nın denetimine açık ve şeffaf olması gerektiği ifade
edilmiştir.
Türkiye’nin İran nükleer programına yaklaşımı ilkesel ve nettir. Türkiye, NPT’ye üye ülkelerin
sivil amaçlı nükleer enerji üretme hakkı olduğunu ileri sürmekte; askeri amaçlı nükleer
faaliyetlere ve nükleer silahlanmaya karşı olduğunu belirterek NPT rejimine taraf ülkelerin
nükleer programlarını uluslararası denetime açık ve şeffaf geliştirmeleri gerektiğini
savunmaktadır. Bu çerçevede Türkiye, İran nükleer programına ilişkin yürüttüğü politikalarda
“NPT’ye üye bir ülke olarak İran’ın da barışçıl amaçlı araştırma, üretme ve kullanma (nükleer
zenginleştirme faaliyetleri dâhil nükleer yakıt çevrimi) hakkının bulunduğunu” belirtmektedir.
Türkiye, barışçıl amaçlı nükleer enerji hakkı üzerinde dururken bu hakkın kullanılmasının
NPT’de belirtilen sınırlama ve yükümlülüklere uygun olması gerektiğini vurgulamaktadır. Aynı
zamanda İran’ın NPT’den kaynaklanan hak ve yükümlülüklerini tehlikeye sokacak tedbir,
eylem ve retorik açıklamalardan kaçınarak her türlü çatışmacı davranışlardan uzak durmasını
ve bunun yerine nükleer alanda işbirliği yapmasını istemektedir.16
15
Raporun tamamı için bkz. “Implementation of the NPT Safeguards Agreement and Relevant Provisions of
Security Council Resolutions in the Islamic Republic of Iran”, GOV/2011/65,
http://www.iaea.org/Publications/Documents/Board/2011/gov2011-65.pdf
16
“17 Mayıs 2010 tarihli Türkiye, İran ve Brezilya Dışişleri Bakanları Ortak Deklarasyonu”.
9
İran Nükleer Krizinin Türkiye’ye Olası Etkileri
3. İran Nükleer Krizinde Muhtemel Senaryolar ve Türkiye’ye Etkileri
İran’a askeri bir operasyon gerçekleştirilmesi, Hürmüz Boğazı’nın İran tarafından kapatılması
ve bölgede Şii-Sünni çatışmasının çıkması senaryolarının üçünden de en fazla etkilenecek
ülkelerin başında Türkiye gelmektedir. ABD’nin Irak’tan çekilmesi ve Arap Baharı’nın yol
açtığı güvenlik sorunları ve belirsizlik, Türkiye’yi derinden etkileyen gelişmelerdir. Dolayısıyla
enerji temini ve ekonomik konularda yaşanacak krizlerin yanı sıra diplomatik ve siyasi krizler
de gerek bölgesel bir güç olması, gerekse de enerji konusundaki hassasiyetleri nedeniyle
Türkiye’yi zor durumda bırakabilir.
3.1. İran’a Askeri Operasyon Yapılma Senaryosu
Yukiya Amano’nun 9 Kasım 2011’de açıkladığı ve İran’ın nükleer silah ürettiğine dair ciddi
şüpheler olduğunu ileri süren UAEK raporunun ardından İran’ın uranyum zenginleştirme
çalışmalarına devam etmesi ve nükleer yakıt çubuklarını ürettiğini açıklaması uluslararası
kamuoyunu tedirgin etmiştir. Buna paralel olarak Tahran’ın nükleer silah tetik tertibatı
ürettiğine, Şahab-3 (2000 km) füzeleriyle İsrail’i doğrudan vurabilecek kapasiteye ulaştığına,
Fecr-3 (45 km) ve Fecr-5 (75 km) füzeleriyle de Hamas vasıtasıyla İsrail’i vurabileceğine ve bu
nedenle Tahran yönetiminin Tel-Aviv için ciddi bir tehdit oluşturduğuna ilişkin haberlerin ABD
ve İsrail kamuoyunda yayılması tüm dikkatleri İran’a çekmiştir.17
İran’ın Envanterindeki Füze Sistemleri ve Menzilleri
http://www.mfa.gov.tr/17-mayis-2010-tarihli-turkiye_-iran-brezilya-disisleri-bakanlari-ortak
deklarasyonu.tr.mfa
17
Yossi Melman ve Hagar Mizrahi, “News of Palestinian Rockets”,
http://www.jewishpolicycenter.org/2191/haaretz-wikileaks-exclusive-iran-providing-hamas, “HAMAS Rockets”,
http://www.globalsecurity.org/military/world/para/hamas-qassam.htm
10
İran Nükleer Krizinin Türkiye’ye Olası Etkileri
Söz konusu tehdit algılamaları çerçevesinde Tahran’ın nükleer programını engellemek için
askeri müdahale seçeneği üzerinde de durulmaktadır.18 Nitekim ABD’nin İsrail ile birlikte
düzenleyebileceği hava harekâtı ve füze saldırısıyla İran’ın nükleer tesislerini vurma
ihtimalinin arttığına ve ABD’nin herhangi bir askeri operasyon başlatmaması durumunda ise
olası bir saldırının İsrail tarafından tek başına gerçekleştirilebileceğine ilişkin
değerlendirmeler yapılmaktadır. Bu konuda gerekli hazırlıkların üst seviyeye çıkarıldığı ve
harekât ortamının olgunlaştırılmaya çalışıldığına dair görüşler bulunmaktadır.
Geçmişte Tahran’ın nükleer bilgisayar kodlarına virüs saldırılarının gerçekleştirilmesi, İranlı
birçok nükleer uzmanın öldürülmesi ve Tahran'ın yaklaşık 50 km batısındaki Bidganeh'teki
tesiste yaşanan patlamada balistik füze programının önemli isimlerinden Tuğgeneral Hasan
Tehrani Mukaddem ile birlikte 17 kişinin hayatını kaybetmesi, İran’ın endişelerini
artırmaktadır.19 Son olarak da İran’ın önde gelen nükleer bilim adamlarından Mustafa
Ahmedi Ruşen’in 11 Ocak 2012’de öldürülmesi, İran’da istihbarat örgütleri arasında yaşanan
örtülü savaşın devletlerarası sıcak ve açık bir çatışmaya dönüşme ihtimalini gündeme
getirmektedir.20
Bu bağlamda İran, ABD ve İsrail tarafından koordineli bir operasyon planıyla nükleer
tesislerine saldırıda bulunulacağından endişe duymaya başlamış ve Tahran yönetiminin olası
saldırılara karşı hazırlıklarını artırdığı öne sürülmüştür. Nitekim İran’ın Hürmüz Boğazı’nda
Ocak 2012’de yaptığı kapsamlı tatbikat, İran ordusunun askeri hazırlık içinde olduğu
görüşünü desteklemiş; General Muhammed Ali Caferi’nin olası bir saldırı karşısında askeri
güçlere hazır olma emri verdiği ifade edilmiştir. Batılı istihbarat kaynakları ise İran’ın uzun
menzilli füzeleri, tahrip gücü yüksek patlayıcıları, büyük topları ve muhafız birliklerini temel
savunma noktalarına konuşlandırdığını belirtmiştir.21
Öte yandan 14 Nisan 2012 tarihinde İstanbul’da yapılan müzakerelerin hemen ardından İsrail
televizyon kanalı Channel 10, İsrail yönetiminin 23 Mayıs 2012’de Bağdat’ta
gerçekleştirilecek ikinci tur müzakerelere kadar bekleyeceğini, diplomatik müzakerelerin
kesintiye uğraması durumundaysa düzenlenecek bir hava operasyonuyla İsrail ordusunun
İran nükleer tesislerini vuracağını ileri sürmüştür. Operasyonda saldırı uçaklarının, eskort
jetlerin, havada yakıt ikmali sağlayan tanker uçakların, elektronik savaş uçaklarının ve
kurtarma helikopterlerinin kullanılacağı açıklanmıştır. Aynı zamanda İsrail filosunda en uzun
18
Bu konuda bkz. Stephen M. Walt, “Why Attacking İran is a stil bad idea?”, 27.12.2011,
http://walt.foreignpolicy.com/posts/2011/12/27/why_attacking_iran_is_still_a_bad_idea 'Military strike won't
stop Iran's nuclear program', http://www.haaretz.com/news/military-strike-won-t-stop-iran-s-nuclearprogram-1.266113
19
“İran Savaş İçin Hazırlanıyor”, http://www.hurriyet.com.tr/planet/19401449.asp 6 Aralık 2011.
20
“Bomb kills Iran nuclear scientist as crisis mounts”, 12 Ocak 2012,
http://www.sundaytimelk/index.php?option=com_content&view=article&id=14649:bomb-kills-iran-nuclearscientist-as-crisis-mounts&catid=81:news&Itemid=625
21
“İran Savaş İçin Hazırlanıyor”, http://www.hurriyet.com.tr/planet/19401449.asp 6 Aralık 2011.
11
İran Nükleer Krizinin Türkiye’ye Olası Etkileri
menzile sahip olan F-15’ler ile “Eitan” insansız uçaklarının da operasyonun ön saflarında
eşzamanlı olarak yer alacağı iddia edilmiştir. Haberde ayrıca söz konusu operasyon
kapsamında İsrail’de özel sığınakların inşa edildiğinin ileri sürülmesi, İsrail’in İran’a
düzenleyeceği olası askeri harekâtın tüm planlarının yapıldığını ve İsrail’in tüm seçeneklere
hazırlıklı olduğunu göstermesi bakımından önem arz etmektedir.22
Tüm bu gelişmeler çerçevesinde İran’a yapılacak olası bir askeri operasyon, topyekûn ve
sınırlı olmak üzere iki temel harekât tarzıyla yürütülebilir. İran’a yapılacak topyekûn bir askeri
harekâtın Irak ve Afganistan’da olduğu gibi kara, deniz ve hava kuvvetlerinin eşzamanlı
katılımıyla yürütülmesi planlanabilir. Bu seçeneğin hayata geçirilebilmesi için öncelikle
uluslararası meşruiyet aranarak BM aracılığıyla hem uluslararası hukukun temel ilkelerine
uyulmaya hem de operasyonun sorumluluk ve maliyeti paylaşılmaya çalışılabilir. Ancak gerek
uluslararası konjonktür gerekse Rusya ve Çin’in bu seçeneğe sıcak bakmaması nedeniyle
askeri bir operasyon kararının alınması kısa ve orta vadede beklenmemektedir. Zira Suriye
krizinde olduğu gibi veto mekanizmasına başvuran Rusya ve Çin’in İran’a desteği dikkate
alındığında, Güvenlik Konseyi’nden İran’a askeri bir operasyon yapılmasına imkân sağlayacak
bir karar çıkması zor görünmektedir. Üstelik Rusya’nın Buşehr nükleer santralini bitirmesi,
İranlı nükleer uzmanları ve öğrencileri eğitmesi, Tahran’a nükleer teknoloji sağlaması ve
lojistik destek vermesi, nükleer alanda Moskova ile Tahran arasındaki stratejik ortaklığa
işaret etmektedir. Rusya aynı zamanda silah ithalatında İran’ın en önemli tedarikçisi
konumundadır. Bununla birlikte İran ile yaptığı nükleer anlaşmaları Amerikan baskısı
nedeniyle feshetmesine karşın Çin’in de üstü örtülü bir şekilde İran nükleer programını
desteklediği bilinmektedir.
Tahran’ın Moskova ve Pekin ile yaptığı nükleer işbirliğinin yanı sıra jeopolitik çıkarları da göz
önünde bulundurmak gerekir. Nitekim Rusya, Çin ve İran; Suriye krizinde görüldüğü üzere
Batı, Türkiye ve Körfez ülkelerine karşı bir blok oluşturmakta ve Ortadoğu’da bir nevi denge
politikası izlemektedir. Bu kutuplaşmanın İran’a uygulanacak askeri operasyon seçeneğinin
masaya getirilmesi durumunda da yaşanacağı açıktır. Diğer yandan AB’nin yaşadığı ekonomik
kriz göz önünde bulundurulduğunda AB üyelerinin de askeri operasyon tercihine sıcak
bakmayacağı tahmin edilebilir. Kaldı ki bu ülkeler, İran nükleer krizinin başından beri sorunun
diplomatik yöntemlerle çözülmesinden yana tavır almış ve sert güç kullanımını
istemediklerini net bir şekilde dile getirmiştir. İran nükleer krizinde AB’yi ABD’den ayrıştıran
ve Batı’yı ikiye bölen bu yöntemsel farklılaşmayı AB’nin birçok söylem ve eyleminde görmek
mümkündür. Özetle İran’a uluslararası meşruiyete dayalı yapılacak bir askeri harekât zor
görünmektedir.
22
“İsrail'in İran operasyonunun detayları yayınlandı”, 21 Nisan 2012,
http://www.hurriyet.com.tr/planet/20389479.asp
12
İran Nükleer Krizinin Türkiye’ye Olası Etkileri
Bu durumda geriye ABD ve İsrail öncülüğünde oluşturulacak bir koalisyon gücünün askeri
harekât yapma seçeneği kalmaktadır. Ancak ABD ve İsrail’in ortak yürüteceği bir askeri
harekât seçeneği hem uygulanması hem de istenilen sonucun alınması bakımından kolay bir
tercih değildir. Zira Washington yönetimi; ABD’nin Afganistan ve Irak’taki yıpranmışlık ve
başarısızlığı, uluslararası kamuoyunda yitirdiği prestij, savaş ekonomisinin Amerikan halkına
yansıyan olumsuzlukları ve Kasım 2012’de yapılacak başkanlık seçimleri gibi nedenlerden
dolayı kısa bir zaman dilimi içerisinde böyle bir harekâta sıcak bakmayacaktır. Bu durumda
İsrail kamuoyunda ve medyasında çıkan tüm haberlere rağmen Tel Aviv yönetiminin tek
başına askeri operasyon başlatması en azından yakın bir gelecekte zor gözükmektedir.
Diğer bir açıdan İran’a yapılacak topyekûn bir askeri saldırı, hem bölgesel dengeler hem de
başta jeopolitik konumu olmak üzere İran’ın sahip olduğu güç unsurları nedeniyle birçok
zorluğu içermektedir. İran’ın ulusal güç unsurları, ABD’nin Afganistan ve Irak’ta verdiği maddi
ve manevi kayıplarla birlikte değerlendirildiğinde Washington yönetiminin Tahran’a
düzenlenecek muhtemel bir topyekûn saldırıyı kolaylıkla göze alamayacağı düşünülebilir.
İran’ın köklü devlet geleneği, ulusal bilinci, dışarıdan gelen bir tehdide karşı ulusça birlikte
hareket etme özelliği, sahip olduğu kısa ve orta menzilli füzeler, İran ordusunun gayri-nizami
savaş tekniklerini iyi bilmesi, asimetrik çatışma yeteneğinin bulunması, devrim muhafızlarının
bölge ülkelerindeki devlet-dışı aktörleri harekete geçirebilme kapasitesi, İran’ın engebeli ve
dağlık coğrafi yapısı gibi faktörler İran’a yapılacak topyekûn bir saldırının özellikle kara
harekâtının zorluğunu ortaya koymaktadır.
İran Ordusu (2011)
Toplam Askeri Personel (Devrim Muhafızları dâhil): 523,000
Paramiliter Güçler: 40,000
Yedek Askeri Personel: 350,000
Kara Kuvvetleri*
Ana Muharebe Tankı: 1,663
Top: 8,798
Diğer Zırhlı Araçlar: 1,250
Uçak: 33
Helikopter:
Taarruz-50 Diğer-301
Deniz Kuvvetleri
Denizaltı: 23
Devriye/Sahil Güvenlik
Botu: 68
Amfibi Çıkarma Gemisi: 23
Amfibi Lojistik Gemisi: 43
Uçak-19 Helikopter-30
Hava Kuvvetleri
Savaş Uçağı: 336
Nakliye Uçağı: 117
Eğitim Uçağı: 151
Helikopter: 36
Devrim Muhafızları
Askeri Personel:125,000
Devriye/Sahil Güvenlik Botu: 95
Amfibi Çıkarma Gemisi: 4
Füze Ateşleme Rampası:
Orta Menzilli-12
Kısa Menzilli-18
Besic Direniş Gücü
Seferberlik halinde
1.000.000’a kadar çıkabileceği
zannedilmektedir. Besic Gücü,
Devrim Muhafızları’nın Kara
Kuvvetleri’yle birlikte hareket
edebilecek niteliğe
kavuşturulmaktadır.
İran Siber Ordusu
İran’ın siber operasyonlar ve
saldırılar gerçekleştirebilecek bir
ordu geliştirdiği tahmin
edilmektedir.
*Devrim Muhafızları’nın Kara Kuvvetleri ile birlikte hesaplanmıştır.
Kaynak: Routledge, “Chapter Seven: Middle East and North Africa”, The Military Balance Cilt:112 Sayı:1 (2012):
323-326.
13
İran Nükleer Krizinin Türkiye’ye Olası Etkileri
İran köklü devlet geleneğinin etkisiyle dış tehditlere karşı farklı toplumsal hareketlerin
kenetlendiği ve halkın birlikte hareket ettiği bir ülke23 olsa da, yıllarca rejim baskısı altında
giderek kemikleşen bir muhalefetin oluşması farklı senaryoları gündeme getirebilir. Örneğin
İran’daki muhalif çevreler, olası bir kaos ortamında rejim değişikliği arayışına girebilir ve
Türkiye de dâhil uluslararası aktörlerden destek talebinde bulunabilir.
Bu açıdan değerlendirildiğinde Tahran yönetiminin de topyekûn bir savaşı tırmandırmaktan
ve özellikle ilk saldırıyı gerçekleştirmekten kaçınacağı belirtilebilir. Bu yüzden İran
önümüzdeki süreçte muhtemelen, geleneksel diplomasi stratejisi olan satranç oyununu
devam ettirmek isteyecek ve asimetrik tedbirlere yönelecektir.24 Bu kapsamda İran’ın düşük
yoğunluklu ancak süreklilik arz eden bir istikrarsızlığı besleyecek diplomatik hamlelerde
bulunması olasıdır. İran, nükleer krizin başından bu yana müzakere yollarını ne tam olarak
kapatmakta ne de kalıcı bir anlaşmaya yanaşmaktadır. Tahran yönetiminin nükleer kriz
sürecini “kontrollü gerginlik” stratejisiyle atlatmaya çalıştığı görülmektedir. Bu taktiksel
manevralar aynı zamanda Tahran’a nükleer programında ilerleme kaydetmesi için zaman
kazandırmakta ve süreç bu stratejiyi şimdiye kadar iyi yürüten Tahran’ın lehine işlemektedir.
Suriye’deki kriz ise bu anlamda uluslararası kamuoyunun ilgisini Şam’a çekerek nükleer
programı konusunda zamana ihtiyacı olan İran’ın elini güçlendirmektedir.
İran'ın Etnik Yapısı
Farsi
Azeri
Gilaki ve Mazandarani
Kürt
Arap
Lur
Beluci
Türkmen
İran'ın Dini Yapısı
Şii
Sünni
Diğer
Kaynak: CIA Factbook
23
51%
24%
8%
7%
3%
2%
2%
2%
89%
9%
2%
Ayrıca bu durumda, İran’ın çok etnikli sosyolojik
yapısının da Tahran yönetiminin ulusal güvenlik
kaygılarını artıracağı söylenebilir. Nitekim İran’ın
bugünkü sosyo-psikolojisini oluşturan bazı tarihi
tecrübeler, güvenlik hassasiyetlerinin ön planda
tutulmasına neden olmaktadır. Keza II. Dünya
Savaşı’ndan sonra kısa süreliğine kurulan Özerk
Azerbaycan Cumhuriyeti ve Mahabad Kürt Cumhuriyeti,
İran’ın güvenlik eksenli toplumsal ve stratejik
hafızasında yer edinmiştir. Tahran yönetimi, muhtemel
bir kaos ortamında ülkedeki Kürtlerin ayrı bir yönetim
talebinden ve Azerilerin Azerbaycan ile birleşme
taleplerinden çekinmektedir.
2009 yılındaki seçimlerde İran muhalefeti dinamizm ve güç kazanmış gibi görünse de İran’ın iç dengesi askeri
güçlerin konumuna bağlıdır. Zira gerek Besiç milisleri gerekse de devrim muhafızları politik konumlarını ve
güçlerini korumak için İran’daki Yeşil Muhalefetin karşısında yer almaktadır; Bernd Kaussler, “The Iranian Army:
Tasks and Capabilities”, Middle East Institute, http://www.mei.edu/content/iranian-army-tasks-and-capabilities
24
Gawdat Bahgat, “Iran’s Regular Army: Its History and Capacities”, Middle East Institute,
http://www.mei.edu/content/iran%E2%80%99s-regular-army-its-history-and-capacities
14
İran Nükleer Krizinin Türkiye’ye Olası Etkileri
İran-Azerbaycan İlişkileri
SSCB’nin dağılmasıyla özellikle Kafkaslar ve Orta Asya’da ortaya çıkan güç boşluğu ve belirsizlik,
bölgesel güvensizliğin yaşanmasına neden olmuştur. Bölge jeopolitiğinin yeniden şekillendiği bu dönemde
SSCB’den ayrılarak bağımsızlığını kazanan devletler, ilişkilerini güvenlik politikaları ekseninde
kurgulamıştır. Söz konusu süreçte bölgesel aktörler arasında sıklıkla gözlemlenen ve etnik kimlik ve sınır
anlaşmazlıkları üzerinden yaşanan sorunlar, bölgedeki güvensizlik durumunun da temelini teşkil etmiştir.
Bağımsızlığını 30 Ağustos 1991’de ilân eden Azerbaycan ile İran arasındaki ilişkiler bu çerçevede
şekillenmiş ve günümüze kadar güvenlik eksenli bir seyir izlemiştir. Bu sebeple ikili ilişkilerin kırılgan bir
zemine sahip olduğunu ve Azerbaycan’ın bu anlamda İran’ın yumuşak karnını oluşturduğunu söylemek
mümkündür. İran-Azerbaycan ilişkilerinin güven(siz)lik merkezli inşa edilmesine neden olan temel
parametreler şu şekilde özetlenebilir:
 II. Dünya Savaşı sonrasında İran topraklarında kısa süreliğine kurulan Özerk Azerbaycan
Cumhuriyeti, İran’ın psikopolitik hafızasını derinden etkilemiştir.
 Haziran 1992-Haziran 1993 yılları arasında iktidarda bulunan Ebulfeyz Elçibey’in Azerbaycan’ı ve
İran’ın kuzeyini kastederek “Kuzey Azerbaycan” ve “Güney Azerbaycan”ın birleşmesini
hedefleyen “Birleşik Azerbaycan” (Bütov Azerbaycan) söylemini o dönemde resmi olarak gündeme
getirmesi, ikili ilişkilerin gerginleşmesine neden olmuş ve İran’ın yaşadığı tecrübeler İran’ı rahatsız
etmiştir.
 Hem İran’da yaşayan ve Azerbaycan’daki nüfustan fazla olan Azeri nüfusu, hem de İran’dan sonra
en fazla Şii nüfus oranına sahip Azerbaycan’daki Şii nüfusu, ikili ilişkilere özel bir boyut
kazandırmaktadır.
 SSCB’nin dağılmasından sonra Kafkas jeopolitiğinde Moskova-Nahçıvan-Tahran ve Bakü-TiflisAnkara-Batı ekseni belirginleşmiş, ancak Azerbaycan gibi Ermenistan’ın da İsrail ve Batı ile
ilişkilerini geliştirme çabaları söz konusu denklemi karmaşıklaştırmıştır.
 İran, Azerbaycan karşısında Ermenistan’ı “dengeleyici aktör” olarak görmekte ve Batı karşısında da
Rusya’ya yakınlaşma stratejisi izlemektedir.
 Tahran yönetimi, Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki Dağlık Karabağ sorununda Azerbaycan’dan
yana tavır almamış ve hatta Ermenistan’a yakın durmuştur.
 İran ve Azerbaycan Hazar’ın statüsü konusunda anlaşmazlık yaşamaktadır.
 İki ülke arasında bilhassa enerji alanında yaşanan bir rekabet söz konusudur. Bakü-Tiflis-Ceyhan
enerji nakil hattında da görüldüğü üzere Azerbaycan, enerji politikalarını Hazar havzasından çıkan
petrolün Batı’ya nakledilmesi konusunda İran’ın enerji politikalarının karşısına konumlandırmakta
ve bu durum iki aktör arasında yoğun bir jeoekonomik rekabetin yaşanmasına neden olmaktadır.
 Tahran, kendisine yönelik olası bir askeri operasyonda Azerbaycan topraklarının askeri üs olarak
kullanılmasından endişe duymaktadır.
 İran yönetimi, Azerbaycan’ın İsrail ile iyi olan ilişkilerinden ve özellikle silah alımı anlaşmaları
yapmasından rahatsızdır.
15
İran Nükleer Krizinin Türkiye’ye Olası Etkileri
Tüm bu parametreler çerçevesinde İran’a topyekûn askeri bir harekâtın zorluğu, sınırlı bir
askeri harekât seçeneğini gündeme getirmektedir. Diplomatik girişimlerin sonuçsuz kalması
durumunda İran’ın hava saldırılarıyla vurulması daha olası bir askeri seçenektir. Bu harekât
ABD’nin bölgedeki üslerinden, uçak gemilerinden ve füze atma kabiliyetine sahip
gemilerinden koordine edilerek yürütülebilir. İsrail de hava saldırılarına Suriye ve Irak hava
sahasını kullanarak iştirak edebilir. Hatta bu operasyon, Körfez bölgesindeki İngiliz ve Fransız
gemileri ile desteklenebilir. Ancak İsrail’in bu harekâtı tek başına gerçekleştirmesi
durumunda hem harekâtın istenilen sonuçları alması mümkün olmayabilir, hem de İsrail
uluslararası toplumun tepkisini çekebilir.
Bölgedeki Amerikan Üsleri
İsrail’in İran’a Hava Operasyonu Düzenleyebileceği Güzergâhlar
16
İran Nükleer Krizinin Türkiye’ye Olası Etkileri
Hava saldırıları vasıtasıyla yapılacak sınırlı harekâtın ana hedefi; İran’ın nükleer tesisleri,
askeri üsleri, istihbarat birimleri ve diğer stratejik noktaları olacaktır. Fakat bu tercihin
fiiliyata geçirilmesi halinde İran nükleer tesislerinin stratejik konumu, yapılacak olan hava
operasyonun başarısı açısından sorun teşkil edebilir. Zira Tahran yönetiminin olası bir askeri
operasyona karşı nükleer tesislerini dağınık, yerleşim merkezlerine yakın ve yeraltında inşa
etmesi, bu tesislerin vurulmasını engelleyici bir rol oynayabilir. Ayrıca böyle bir durumdan
sivillerin de zarar görecek olması, yapılacak bu operasyonun maliyet ve sorumluluğunu
oldukça artıracaktır. Sınırlı askeri operasyon tercihinin simetrik olmayacak bir şekilde
karşılıklılığa dönüşme potansiyeli de çok yüksektir.
Bu senaryoda Tahran yönetiminin göstereceği reaksiyon, bölgedeki ABD üslerine saldırıda
bulunulması şeklinde gerçekleşebilir. Dolayısıyla Tahran yönetiminin Adana’daki İncirlik ABD
üssü ile Malatya Kürecik’te konuşlandırılan NATO füze savunma sistemini vurma girişimiyle
Türkiye’yi hedef alması durumunda Türkiye açısından önemli bir güvenlik sorunu oluşacaktır.
İran füzelerinin güdüm sistemlerinin ileri teknolojilere sahip olmaması nedeniyle bölge halkı
da bu saldırılardan zarar görebilir ve İran Türkiye’yi sıcak bir çatışmanın içine çekebilir.
Bununla birlikte Türkiye’nin füze savunma sistemlerindeki yetersizlikler, güvenlik kaygılarını
artıracaktır. Ayrıca İran’a düzenlenecek olası bir askeri saldırıda Türkiye lojistik desteğin
beklendiği bir ülke olarak uluslararası toplumdan baskı görebilir ve diplomatik ikilem içinde
kalabilir.
İran’ın bu senaryoda vereceği bir diğer tepki de Ortadoğu’da yakın ilişki içinde bulunduğu
güçleri çatışma ortamına müdahil etme olasılığıdır. Tahran yönetiminin Suriye’deki Esed
rejimi, Lübnan’daki Hizbullah, Filistin’deki Hamas ve Irak’taki Şii gruplar üzerindeki etki
kapasitesi düşünüldüğünde bu aktörleri ABD ya da İsrail’e karşı kolaylıkla harekete geçireceği
varsayılabilir. İsrail-Filistin çatışmaları ve 2006’daki İsrail-Lübnan Savaşı, bu güçlerin gayri
nizami ve gerila savaşlarını başarıyla kullanabilme yetenekleri karşısında İsrail ordusunun ne
derece zorlandığını ortaya koymuştu. Tahran yönetiminin olası bir sıcak çatışmada
konvansiyonel askeri gücü sınırlı bir kapasiteye sahip olmasına karşın bu çatışmayı ülke dışına
yayma ve çatışma alanını genişleterek asimetrik güç unsurlarını harekete geçirebilme
potansiyeli vardır. Bu sebeple Tahran’ın manevra alanını genişletmek ve karşı tarafa maddi
ve manevi zarar vermek amacıyla çatışma alanını kolayca yayabileceği öngörülebilir. Buradan
hareketle İran’a yapılacak askeri bir harekâtın bölge ile sınırlı kalmayacağı ve küresel bir
kaosa dönüşme riskine sahip olduğu söylenebilir.
17
İran Nükleer Krizinin Türkiye’ye Olası Etkileri
Askeri Operasyon Durumunda İran'ın Göstereceği Refleksler25
İsrail'e Hizbullah Saldırıları
Yüksek Olasılık
Ortadoğu'daki Amerikan Güçlerine Saldırı
Yüksek Olasılık
Bölge Ülkelerindeki Petrol Boru Hatlarına Saldırı
Yüksek Olasılık
Şii-Sünni Çatışmasının Çıkması
Yüksek Olasılık
İran'ın Körfez Bölgesinde Petrol Akışını Sabote Etmesi
Yüksek Olasılık
Bölgede Geniş Ölçekli Sokak Gösterileri
Olasılık
Bölge Dışında Hizbullah Saldırıları
Olasılık
İran’ın Şahap Füzeleri ile İsrail’i Vurması
Olasılık
İran'ın Petrol İhracatını Durdurması
Olasılık
İran’da Rejim Değişimi
Düşük Olasılık
İran’ın İntihar Saldırılarına Başvurması
Beklenmiyor
Yukarıdaki tablodan da anlaşılacağı üzere Tahran’a yapılacak bir müdahale ve bunun
karşılığında İran’ın ortaya koyacağı olası bir harekât tarzı; terör saldırılarından Körfez’de
bulunan Amerikan üslerinin hedef alınmasına, başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez
ülkelerindeki petrol yataklarına saldırılmasından enerji lojistiğinin kesilmesine, Batı ile
ilişkileri bulunan ülkelere füze saldırılarında bulunulmasından Sünni-Şii çatışması olasılığına
kadar geniş bir zemindeki risk ve tehditleri içermektedir. Ayrıca bölgede oluşacak böyle bir
kaos ortamında Suriye ve Irak ağırlıklı olmak üzere bölge ülkelerinde uzantıları bulunan PKK
terör örgütü, daha rahat hareket edebilme ve şiddet eylemlerini artırma imkânı bulacaktır.
Bu durumda terör eylemlerindeki artıştan Türkiye de etkilenecektir. Terör eylemlerine karşı
mücadelede deneyimli olsa da Türkiye’nin bu eylemlerden zarar görmemesi mümkün
değildir.
İran’a askeri operasyon seçeneğinin, Türkiye’nin sınır güvenliği ve toplumsal yapısı üzerinde
de etkileri olabilir. Örneğin geçmişte Irak’tan ve günümüzde de Suriye’den Türkiye’ye
gerçekleşen göç dalgasının bir benzeri İran’dan da yaşanabilir. Olası bir çatışmanın bölgeye
yayılması halinde çatışmadan etkilenme derecesine göre diğer bölge ülkelerinden de
Türkiye’ye kitlesel göç gerçekleşebilir. Bu konjonktür, PKK terör örgütünün yapacağı eylemler
25
Tablonun hazırlanmasında yararlanılan kaynak için bkz. Sam Gardiner, "The End of the “Summer of
Diplomacy”: Assessing U. Military Options on Iran", Century Foundation Report, 2006, 16.
18
İran Nükleer Krizinin Türkiye’ye Olası Etkileri
de dikkate alındığında Türkiye’nin sınır güvenliğini ciddi derecede etkileyecektir. Bununla
birlikte sınır bölgesinde başta kaçakçılık ve karaborsacılık olmak üzere çeşitli suçlarda artış
meydana gelebilir.26
İran’a yapılacak olası bir askeri operasyonun önemli etkilerinden biri de tahrip olan nükleer
tesislerden açığa çıkacak radyasyonun bölge ülkelerine yayılma riskidir. Japonya’da deprem
sonrası yaşanan felaketin bir benzerinin, hatta daha da kuvvetlisinin bölgede yaşanması
muhtemeldir. Nükleer tesislerde meydana gelen hasar nedeniyle yayılan radyasyon sadece
İran’ı değil, bütün bölge ülkelerini etkileyecektir. Türkiye’nin böyle bir tehlikeye karşı önlem
alma kapasitesinin sınırlı olması, söz konusu ekolojik tehdidin etki derecesini ve hayatiliğini
daha da artırmaktadır. Ayrıca bu denli bir tehdidin kalıcı etkileri de olacaktır.
Kısacası küresel ölçekli risk ve tehditleri içeren askeri operasyon seçeneğinin geri dönülmesi
zor bir kaosa neden olacağı açıktır. Zira askeri operasyon senaryosunun gerçekleşmesi,
Hürmüz Boğazı’nın kapatılması ve Şii-Sünni çatışması senaryolarını da tetikleyebilir. Domino
etkisiyle bu üç senaryonun yaşanması ve önemli enerji kaynaklarının bulunduğu Ortadoğu’da
sıcak çatışmaların yaygınlaşması dünya ekonomisini ve uluslararası düzeni olumsuz yönde
etkileyecektir. Bu senaryonun gerçekleşmesi halinde Türkiye güvenlik ikilemi içine
düşecektir. Bu açıdan değerlendirildiğinde Türkiye’nin İran ile Batı arasındaki nükleer
müzakerelere bu denli önem vermesi ve arabuluculuk rolü üstlenmesi, idealpolitiğin yanı sıra
reelpolitiğin de bir dışavurumu olarak yorumlanabilir. Bu çerçevede Türkiye’nin İran nükleer
krizinin diplomatik araçlarla çözüme kavuşturulması konusunda önümüzdeki süreçte de aktif
olacağı düşünülmektedir.
3.2. İran’ın Hürmüz Boğazı’nı Kapatması Senaryosu
İran’ın bütün yaptırımlara rağmen uranyum zenginleştirme çalışmalarına devam etmesi ve
bir yıl içinde nükleer silah üretebilecek kapasiteye ulaşabileceğine ilişkin öngörülerde
bulunulması, küresel ve bölgesel aktörlerin kaygılarını artırmaktadır. Bu çerçevede
Washington yönetimi, İran Merkez Bankası ile iş yapan finans kuruluşlarına yaptırım
uygulama kararı almıştır. Bu karara paralel olarak Suriye krizi için toplanan AB Dışişleri
Bakanları da 1 Aralık 2011 tarihinde 143 İran şirketinin mal varlıklarını dondurmuş ve 37 İran
vatandaşına seyahat yasağı getirmiştir. Ayrıca petrol ithalatı üzerine İran ile yeni
anlaşmaların yapılmaması ve 1 Temmuz’dan itibaren petrol ithalatının yasaklanması Ocak
2012’de karara bağlanmıştır.27
26
Nihat Ali Özcan, “İran Sorununun Geleceği: Senaryolar, Bölgesel Etkiler ve Türkiye’ye Öneriler”, TEPAV
Ortadoğu Çalışmaları 1, 43-44.
27
“AB İran’a Petrol Ambargosu Kararı Aldı”, BBC, 23 Ocak 2012.
http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/01/120123_eu_iran_sanction_approved.shtml
19
İran Nükleer Krizinin Türkiye’ye Olası Etkileri
AB Komisyonu'nun verilerine göre 2010 yılında AB ülkeleri ham petrol ihtiyaçlarının %5,8’ini
İran'dan sağlarken,28 İran ise ham petrol ihracatının %17'sini AB’ye yapmaktadır. Gelirinin
yaklaşık yarısını ham petrol ihracatından elde eden İran'ın bu yaptırımlar karşısında Asya
piyasalarına yöneleceği düşünülmekte, ancak başta Çin olmak üzere birçok ülke İran’dan ithal
ettiği petrolü azaltacak tedbirler almakta29 ve petrol ithalatı Rusya, Afrika ve diğer Ortadoğu
ülkelerine kaydırılmaktadır.30 ABD diğer ülkelerden de İran’dan yaptığı petrol ithalatını
durdurmasını istemektedir. Bu gelişmeler çerçevesinde yaptırımların İran üzerindeki etkisinin
her geçen gün artacağı söylenebilir.
28
“Suriye İçin Toplandılar, İran'a Yaptırım Kararı Aldılar”, http://www.haberturk.com/dunya/haber/693310suriye-icin-toplandilar-irana-yaptirim-karari-aldilar 01.12.2011
29
“İran'a AB'den de Petrol Yaptırımı Yolda”,
http://www.cnnturk.com/2012/dunya/01/05/irana.abden.de.petrol.yaptirimi.yolda/643400.0/index.html
05.01.2012
30
Esin Gedik, “Hürmüz kapanırsa petrol 200 dolara çıkar”, 09 Ocak 2012, http://www.aksam.com.tr/hurmuzbogazi-kapanirsa-petrol-200-dolara-cikar,-cari-acik-36-milyar-dolar-artar-91327h.html
20
İran Nükleer Krizinin Türkiye’ye Olası Etkileri
İran söz konusu yaptırım kararları karşısında Hürmüz Boğazı’nı kapatabileceği tehdidinde
bulunmaktadır.31 Bu kapsamda İran Deniz Kuvvetleri, Ocak 2012 başında Basra Körfezi ve
Hürmüz Boğazı’nda deniz tatbikatı yapmıştır. Bu tatbikatta kısa, orta ve uzun menzilli füze
atışları denenmiş; karadan denize ve denizden denize atılan füzelerin 200 km mesafedeki
hedefleri tam isabetle vurduğu açıklanmıştır. İran, deniz tatbikatının hemen ardından kara
kuvvetleriyle de bir tatbikat yapmış ve söz konusu tatbikatlara devam edeceğini belirtmiştir.
Bu gelişmelere paralel olarak Cumhurbaşkanı Ahmedinecad Hürmüz Boğazı’nın girişinde
bulunan ve stratejik bir konuma sahip Hürmüzgan Eyaleti’ne bağlı kentleri ve Ebu Musa
Adasını ziyaret etmiştir. Bu ziyaret, İran’ın adaya el koyduğu 1971 yılından bu yana adaya
yapılan ilk ziyaret olması bakımından sembolik bir önem taşımaktadır. Nitekim bu gezinin
akabinde ABD, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt ve Bahreyn hava kuvvetleri
8-14 Nisan 2012 tarihleri arasında Hürmüz Boğazı’nın girişinde ortak bir tatbikat yapmış ve
bu tatbikatta Hürmüz Boğazı’nın kapatılması tehdidine karşı alınacak tedbirlerin denendiği
belirtilmiştir.32
Tahran yönetimi; ABD’nin Basra Körfezi’nde deniz kuvvetleri bulundurmaması, Hürmüz
Boğazı’ndan uçak gemisi ve donanma geçirmemesi yönünde uyarılarda bulunurken,
Washington yönetimi ise Hürmüz Boğazı’nın her durumda açık bulundurulması için ne
gerekirse yapılacağını belirtmektedir. Amerikan Savunma Bakanı Leon Panetta, Hürmüz
Boğazı’nın kapatılmasını “kırmızı çizgi” olarak değerlendirerek boğazın kapatılması
durumunda gerekli karşılığın ciddi bir biçimde verileceğini vurgulamıştır.33 Diğer yandan
İran’ın uluslararası hukuka göre Hürmüz Boğazı’nı tek taraflı kapatma kararı alması söz
konusu değildir. Dolayısıyla İran’ın bu yönde bir girişimde bulunması ya da boğazı kapatması,
uluslararası hukukun devreye alınarak İran’a askeri operasyona uzanabilen yaptırımların
alınmasını gündeme getirebilir.
31
İran Meclis Başkanı Ali Laricani, Hürmüz Boğazı’nın İran için barış boğazı olduğunu belirterek, Umman Denizi
ile Basra Körfezi’nde macera arayanların cezalandırılacağını belirtmiştir. Tahran yönetimi, Hürmüz Boğazı ve
Basra Körfezi’ne müdahalenin kabul edilemeyeceğini dile getirmektedir.
32
“ABD Uçakları Havalandı, Ahmedinejad Meydan Okudu”, http://dunya.milliyet.com.tr/abd-ucaklarihavalandi-ahmedinejad-meydan-okudu/dunya/dunyadetay/13.04.2012/1527934/default.htm 13.04.2012
33
“ABD'den Son Uyarı: Hürmüz Kırmızı Çizgimizdir”, http://www.hurriyet.com.tr/planet/19633574.asp
08.01.2012
21
İran Nükleer Krizinin Türkiye’ye Olası Etkileri
Küresel petrol üretiminin yaklaşık %25’inin Hürmüz Boğazı’ndan yapıldığı dikkate alındığında
boğazın kapatılması durumunda petrol fiyatlarının kısa bir süre içinde ciddi bir artış
göstereceği tahmin edilmektedir. Nitekim IMF’nin 2012 Dünya Ekonomik Görünüm
Raporu’nda Hürmüz Boğazı’nın kapanması durumunda petrol piyasalarında ve küresel
ekonomide benzeri görülmemiş riskler açığa çıkabileceğine vurgu yapılarak, jeopolitik
belirsizliklerin petrol fiyat artışını tetikleyeceği belirtilmiştir. Ayrıca petrol piyasalarına ilişkin
olası risklerin tanımlandığı raporda İran’ın petrol ihracatını kesme riski ortaya konularak, bu
durumda küresel piyasalarda petrol fiyatlarının ilk etapta %20-30 oranında bir artış
gösterebileceği, bu artışın iki yıl içinde %50’lere varabileceği belirtilmiş ve İran merkezli risk
tanımlamalarına yer verilmiştir.34 Aşağıdaki grafikte petrol fiyatlarındaki artışı tetikleyen
küresel ve bölgesel olaylar incelendiğinde, İran merkezli çıkacak küresel bir krizin petrol
piyasaları için ciddi bir risk teşkil edeceği öngörülebilir.35
Dünyadaki boğazlar arasında petrol lojistiğinde ilk sırada bulunan Hürmüz Boğazı, hem petrol
ihtiyacını bu güzergâhtan temin eden ülkeler, hem küresel ekonomi, hem de dünya
petrolünün %30’unu üreten ve %57 oranında petrol yataklarına sahip olan Körfez ülkeleri
(Bahreyn, İran, Irak, Kuveyt, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan) için yaşamsal
bir öneme sahiptir.36 Zira deniz yoluyla yapılan dünya petrol sevkiyatının yaklaşık %40’ı,
küresel petrol ticaretinin yaklaşık %20’si ve Basra Körfezi’nden yapılan petrol ticaretinin
34
Growth Resuming, Dangers Remain, “World Economic Outlook April 2012”, International Monetary Fund,
http://www.imf.org/external/pubs/ft/weo/2012/01/pdf/text.pdf, 15-16, 34-35.
35
Rudy de Leon, Brian Katulis, Peter Juul, Matt Duss, Ken Sofer, “Strengthening America’s Options on Iran”,
Center for American Progress, Nisan 2012, 18.
36
Anthony H. Cordesman, “Iran, Oil, and the Strait of Hormuz”, Center for Strategic and International Studies,
3/26/07, 2. http://csiorg/files/media/csis/pubs/070326_iranoil_hormuz.pdf
22
İran Nükleer Krizinin Türkiye’ye Olası Etkileri
yaklaşık %90’ı Hürmüz Boğazı üzerinden gerçekleştirilmektedir.37 Aşağıdaki tabloda
görüldüğü üzere Hürmüz Boğazı’ndan en çok petrol temin eden ülkelerin ABD, Çin, Hindistan,
Japonya ve Güney Kore olduğu düşünüldüğünde boğazın kapatılmasının küresel ekonomik
sisteme ne denli etkide bulunabileceği daha açık görülmektedir.38
Görüldüğü üzere Tahran yönetiminin Hürmüz Boğazı’nı kapatması durumunda, Avrupa
merkezli yaşanan ve henüz atlatılamayan finansal krizin küresel bir petrol krizine dönüşeceği
ve söz konusu krizden tüm dünyanın etkileneceği söylenebilir. ABD ve AB ekonomilerinin
güncel durumu ve kırılganlığı nedeniyle uluslararası finansal krizi tetikleyebilecek bu sorun,
uluslararası kamuoyu tarafından oldukça kaygı verici olarak değerlendirilmektedir. Bu
sebeple Washington yönetimi, İran’ın Hürmüz’ü kapatabileceği yönündeki açıklamalarına
karşı Bahreyn’de konuşlu 5. Amerikan Filosu’na ve bu filonun içinde yer alan bir uçak
gemisine ek olarak bir İngiliz ve bir Fransız muhribinin de katılımı ile Abraham Lincoln uçak
gemisi görev grubunu Körfez’e göndermiştir.
Hürmüz Boğazı’nın petrol üreticisi olan Körfez ülkeleri için yaşamsal önemi ve stratejik
konumu, başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkelerinin İran’a karşı kutuplaşmasına ve
ABD ile mevcut stratejik ilişkilerini daha da geliştirmelerine yol açmaktadır. Bu kapsamda
37
Ariel Zirulnick, “Getting the Strait of Hormuz straight: an FAQ”, http://www.csmonitor.com/World/MiddleEast/2011/1229/Getting-the-Strait-of-Hormuz-straight-an-FAQ/Does-Iran-even-have-the-right-to-close-theStrait
38
Rudy de Leon, Brian Katulis, Peter Juul, Matt Duss, Ken Sofer, “Strengthening America’s Options on Iran”,
Center for American Progress, Nisan 2012, 18.
23
İran Nükleer Krizinin Türkiye’ye Olası Etkileri
Hürmüz Boğazı’nın kapatılma olasılığı gündeme geldikten sonra söz konusu ülkeler bir dizi
ortak tatbikat gerçekleştirmiş ve Hürmüz’e alternatif enerji sevkiyat yollarının devreye
alınması konusunda ortak çalışmalarda bulunmuştur. Hürmüz Boğazı’na alternatif
oluşturabilecek enerji nakil hatları arasında Doğu-Batı Ham Petrol Boru Hattı (Petroline),
Trans-Arap Petrol Boru Hattı (Tapline), Irak-Suudi Arabistan Boru Hattı (IPSA), Trans-Arap
Yeni Boru Hattı, Dolphin Hattı ve Abu Dabi Ham Petrol Boru Hattı (ADCOP) bulunmaktadır. 39
Körfez ülkeleri açısından düşünüldüğünde Hürmüz Boğazı odaklı bir krizin bölgede sıcak
çatışmaya yol açacak riskleri taşıdığı söylenebilir.
Türkiye açısından değerlendirildiğinde ise Hürmüz Boğazı’na ilişkin krizin tırmanmasıyla
birlikte Türkiye’nin İran’dan ithal ettiği petrolü azaltması ve müteakiben kesmesi konusunda
baskılar artacaktır. Bu duruma bağlı olarak Türkiye enerji tedarik ettiği ülkeleri
çeşitlendirmeye çalışmaktadır. Fakat yaşanacak krize istinaden gerek enerji temini gerekse
de enerji fiyatlarının artması nedeniyle sosyo-ekonomik açıdan zor bir döneme girilebilir.
Bununla birlikte Türkiye’nin dış ticaretinde komşu ülkeler arasında önemli bir yere sahip İran
ile ekonomik ilişkilerde önemli bir düşüş yaşanabilir. ABD’nin yayımladığı İran yaptırım
muafiyet listesinde Türkiye’nin yer almaması, önümüzdeki dönemde bu düşüşe ivme
kazandırabilir ve Türkiye’nin dış ticaretini olumsuz yönde etkileyebilir.
Boğazın İran tarafından kapatılması durumunda Basra Körfezi’nde sıcak bir çatışmanın
yaşanması olasılık dâhilindedir. Zira ABD, İngiltere, Fransa ve Körfez ülkelerinden oluşan
deniz kuvvetleri boğazı kapatma görevini yürüten İran kuvvetlerine müdahalede bulunabilir.
İran ise bu duruma Hürmüz Boğazı’na mayın döşeyerek karşılık verebilir ve asimetrik güç
unsurlarına yönelebilir. İran’ın körfezin en dar kesimini mayınlaması halinde aynı kuvvetler
mayınları döşemeye çalışan İran kuvvetlerine müdahale edebilir. İran’ın bu girişimleri
karşısında Körfezdeki İran donanması ve kıyıda mevzilenmiş füze sistemleri vurulabilir. Bu
durumda bölgede sıcak bir çatışma yayılabilir; küresel ve bölgesel çapta terör olaylarında
büyük oranda artış görülebilir.
Tüm bu olası gelişmeler Türkiye’nin son zamanlarda yürüttüğü arabuluculuk politikalarını
sürdürmesini zorlaştırabilir. ABD ve Batılı güçler, Türkiye’nin İran karşıtı güçler arasında yer
alması için baskılarını artırabilir. Türkiye bu desteği açık olarak sağlamaması durumunda,
tırmanma aşamasında kötüye gidebileceği değerlendirilen Türk ekonomisi kriz dönemine
girebilir ve dış ticaret açığı sürdürülemez seviyelere çıkabilir. Türkiye, ABD ve Batı Bloğu
içinde yer alması halinde ise İran’ın düşmanca girişimleriyle karşılaşabilir. Böyle bir
39
Söz konusu enerji güzergâhlarının bir kısmı eski olduğu için bakım ve onarıma ihtiyaç duymaktadır. Bir kısmı
ise yapım aşamasında olduğu için henüz kullanıma açılmamıştır. Dolayısıyla bu yolların Hürmüz Boğazı’na uzun
vadede alternatif olabileceği belirtilebilir. Ancak bu boru hatları arasında en dikkat çekeni, Birleşik Arap
Emirlikleri’nin tamamlama aşamasında olduğu ve Hürmüz Boğazı’nı devre dışı bırakan Abu Dabi Ham Petrol
Boru Hattı’dır. Bu hat gemilerin Körfezi dolaşmalarından kaynaklanan 2 günlük zaman kaybını önlemiş olacağı
gibi, günlük 2,5 milyon varil petrol taşıma kapasitesine ulaşacaktır; Leyla Melike Koçgündüz, “Enerjinin Dar
Boğazı: Hürmüz”, ORSAM Dış Politika Analizleri, http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=3290
24
İran Nükleer Krizinin Türkiye’ye Olası Etkileri
konjonktürde İran’ın doğrudan Türkiye’yi hedef alma olasılığı az olsa da Türkiye’deki terör
eylemlerinde artış ve iç karışıklıklar yaşanabilir. Söz konusu muhtemel gelişmeler bölgede
birinci senaryonun yaşanmasına neden olabileceği gibi üçüncü senaryonun, yani Şii-Sünni
çatışmasının fitilini de ateşleyebilir.
Buna karşın İran’ın boğazı uzun süreliğine kapatma olasılığı çok gerçekçi gözükmemektedir.
Zira İran her ne kadar Hürmüz Boğazı’na alternatif enerji yolları arayışında olsa da mevcut
durumda enerji sevkiyatının önemli bir kısmını bu güzergâhtan gerçekleştirmektedir.
Dolayısıyla boğazın uzun süre kapanmasıyla ortaya çıkacak petrol krizinden kendisinin de
etkileneceği ve bu durumun zaten yaptırım kararlarıyla açığa çıkan İran’daki sosyo-ekonomik
gerilimi artıracağı söylenebilir. Sonuç olarak İran, Hürmüz Boğazı’nı kapatma seçeneğini her
ne kadar stratejik bir koz olarak ön plana çıkarsa da İran’ın iç dengeleri açısından bu tercihin
fiiliyata geçirilmesinin ve gerçekleştirilmesi durumunda ise sürdürülebilir bir hamle olmasının
zor olduğu düşünülmektedir.
3.3. Şii-Sünni Çatışması Senaryosu
Aralık 2010’da Tunus’ta başlayan ve kısa sürede diğer bölge ülkelerine yayılan halk
ayaklanmaları, Ortadoğu’daki bölgesel dengeleri değiştirmekte ve Ortadoğu jeopolitiğini
yeniden şekillendirmektedir. Mikro boyutta Ortadoğu’yu makro boyutta ise küresel sistemi
yeniden inşa eden sistemik değişkenler, bölgesel ve küresel aktörlere fırsat ve riskleri aynı
anda sunmaktadır. Yeni güç odaklarının belirdiği, devlet-dışı aktörlerin aktif konuma geldiği,
belirsizlik ve öngörülemezliğin ulusal ve uluslararası stratejileri derinden etkilediği böylesine
bir süreç, farklı risk ve tehdit unsurlarını açığa çıkarmaktadır. Simetrik olabildiği gibi asimetrik
özellikler taşıyan bu tehditlere Suriye’de iktidar ile muhalefet arasında yaşanan çatışmalar
örnek olarak gösterilebilir.
Küresel ve özellikle bölgesel düzlemde “yeni bir Soğuk Savaş”ın başladığına dair yorumlara
neden olan ve bölgedeki inşa sürecini yakından etkileyen Suriye krizi bir yandan bölgedeki
jeopolitik ve jeokültürel kutuplaşmaları belirlerken, diğer yandan da olası bir Şii-Sünni
çatışma riskini gündeme getirmektedir. Bölgedeki halk ayaklanmalarının yol açtığı toplumsal
dinamizm, Suriye’deki çatışmalar ile farklı bir boyut kazanmış ve bölgede meydana gelen
jeopolitik gerginliği üst noktaya taşımıştır. Suriye’deki gelişmelere bağlı olarak bir yanda Batı,
Türkiye ve Körfez ülkeleri; diğer yanda ise İran, Lübnan, Irak, Rusya ve Çin şeklinde beliren
kutuplaşma yalnızca jeostratejik hamleleri içermemekte, aynı zamanda İslam jeopolitiğinde
jeokültürel ayrışmalara neden olabilecek bir potansiyeli de ihtiva etmektedir.
Suriye’deki çatışma ortamıyla birlikte değerlendirildiğinde bölgedeki bazı aktörlerin Esed
rejimini savunurken bazılarının muhalefeti desteklemesi, mezhepsel bir krize yol açabilecek
politikaların uygulanma riskini de barındırmaktadır. Esed rejiminden yana tavır alan İran,
Lübnan ve Irak ile Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar gibi ülkelerin Suriye konusunda karşı
karşıya gelmesi, bölgede mezhepsel bir fay hattının oluşabileceği şeklindeki yorumlara neden
25
İran Nükleer Krizinin Türkiye’ye Olası Etkileri
olmaktadır. Kaldı ki İslam jeopolitiğini böyle bir jeokültürel bölünme oluşturmak suretiyle Şii
ve Sünnileri çatışma ortamına çekme politikasına ilişkin varsayım kaygıları artırmaktadır.
Bölgesel konjonktürde Suriye krizi üzerinden bir yanda öncülüğünü Türkiye’nin yaptığı Sünni
dünya ile diğer yanda liderliğini İran’ın yaptığı Şii dünyanın cepheleştiği izlenimi doğmaktadır.
Uluslararası medya ve kamuoyunda bilinçli ya da bilinçsiz olarak oluşturulan bu imaj, olası bir
mezhepsel ayrışmanın bölge jeopolitiğinin yeniden inşa edilmesinde katalizör olabileceğini
düşündürmektedir.
Son dönemde bölge jeopolitiğinde yaşanan gelişmeler, özelikle Irak ya da Suriye üzerinden
çıkabilecek bir Şii-Sünni çatışmasının ciddi bir şekilde tartışılmasına neden olmaktadır. Karar
alıcıların Suriye krizinde birbiri aleyhinde yaptıkları sert açıklamalar, bir yılı aşmasına rağmen
Suriye’deki çatışmaların kesilmemesi, başta BM olmak üzere küresel aktörlerin bu sorunun
çözümüne ilişkin ortak bir politika üretememesi, ABD’nin Irak’tan çekilmesinin ardından
ülkede mezhepsel gerilimin tırmanması, bölgenin lider gücü olma potansiyelini taşıyan
Türkiye ve İran’ın Suriye krizi konusunda karşı karşıya gelmesi ve bölgedeki silahlanmanın
artan bir ivmeyle devam etmesi gibi gelişmeler bölgedeki jeopolitik ve jeostratejik gerilimin
jeokültürel zemine de yansıma olasılığını güçlendirmektedir.
Ortadoğu’daki Silahlanma ve Askeri Harcamalar (2003-2011 Milyon Dolar)
26
İran Nükleer Krizinin Türkiye’ye Olası Etkileri
Ortadoğu’da Silahlanma ve Ortadoğu Silah Ticaretinde ABD’nin Artan Etkisi
ABD’nin son zamanlarda başta Suudi Arabistan olmak üzere bölge ülkeleriyle silah anlaşmaları
yapması ve bölgedeki askeri harcamaların artması gerilimi somutlaştırmaktadır. Beyaz Saray
geçtiğimiz aylarda, Suudi Arabistan ile yaklaşık 30 milyar dolar değerindeki F-15 savaş uçağının
satışını öngören bir anlaşma yaptıklarını açıklamış; bu anlaşmanın 60 milyar dolarlık silah anlaşması
kapsamında yapıldığını ve helikopter, füze, bomba, radar uyarı sistemi ve gece görüş sistemini
içerdiğini belirtmiştir.1 Amerikan yönetiminin 2011 yılında silah satışı yaptığı ilk on ülkenin beşi
Ortadoğu coğrafyasında yer almaktadır. Bu verilere göre ABD Afganistan’a 5,4 milyar dolar, Suudi
Arabistan’a 3,5 milyar dolar, Irak’a 2 milyar dolar, Birleşik Arap Emirlikleri’ne 1,5 milyar dolar ve
İsrail’e 1,4 milyar dolarlık silah satışında bulunmuştur. ABD’nin Ortadoğu ülkelerine yaptığı silah
satışı toplamı ilk on ülke arasında %49,11’lik orana, tüm silah satışında ise %39,66’lık bir paya
sahiptir.2 Söz konusu silah anlaşmaları ve bölge ülkelerinde artış eğilimi gösteren askeri
harcamalar, ABD’nin bölgede Sünni kuşak oluşturmak suretiyle İran’a karşı yaptığı stratejik
hamleler olarak yorumlanabilir.
Yukarıdaki verilere paralel olarak ABD’nin Ortadoğu silah pazarındaki payı 2003-2006 döneminde
%33 iken, bu oran 2007-2010 döneminde %57’ye çıkmıştır. Ortadoğu’ya 2003-2010 arası dönemde
yapılan silah anlaşması oranlarını gösteren aşağıdaki tabloda dikkat çeken bir diğer nokta da
Rusya’nın bölgeye 2007-2010 yıllarında gerçekleştirdiği silah satış oranının bir önceki döneme göre
büyük bir düşüş göstermesidir. 2007-2010 döneminde Rusya’nın Ortadoğu’daki silah pazarının
büyük bir oranını ABD ele geçirmiştir.3 Bölge ülkelerinin yoğun bir şekilde silahlanması ve artan
savunma harcamaları, bölgede çıkacak olası çatışmalara karşı yapılan bir hazırlık olarak
değerlendirilebilir.
1
27
ABD’den kilit müttefike F-15”, 29 Aralık 2011,
http://dunya.milliyet.com.tr/abd-den-kilit-muttefike-f15/dunya/dunyadetay/29.12.2011/1482122/default.htm
2
Washington yönetiminin silah satışında bulunduğu diğer ülkeler ve yapılan silah satış tutarları şu şekildedir: Tayvan
hükümeti (4,9 milyar dolar), Hindistan (4,5 milyar dolar), Avustralya (3,9 milyar dolar), Japonya (500 milyon dolar) ve
İsveç (500 milyon dolar); Andrea Shalal-Esa, Bob Burgdorfer, U. Foreign arms sales reach $34.8 billion, 5 Aralık 2011,
http://www.reutercom/article/2011/12/06/us-pentagon-weapons-idUSTRE7B500R20111206
3
Richard F. Grimmet, “Conventional Arms Transfers to Developing Nations, 2003-2010”, CRS Report for Congress,
2010,28,44
İran Nükleer Krizinin Türkiye’ye Olası Etkileri
Ortadoğu’daki silahlanma ve askeri harcamalara ilişkin yukarıda yer alan tüm bu veriler,
bölge ülkelerindeki etnik-mezhepsel nüfus dağılımının yanı sıra günümüzdeki mezhepsel
ayrışma riski ile birlikte değerlendirildiğinde, olası bir çatışma ortamının yayılma potansiyelini
göstermektedir.
Söz konusu nüfus oranları40 bir yandan
izlenecek etnik-mezhepsel politikaların
olası bir çatışmaya zemin hazırlaması
durumunda ortaya çıkacak fay hattının
ne derece derin ve şiddetli olacağını,
diğer yandan da İran’ın Şii jeopolitiği
aracılığıyla özellikle Basra Körfezi ve
Ortadoğu havzalarındaki jeokültürel etki
alanını
göstermektedir.
İslam
jeopolitiğindeki Şii ve Sünni nüfus
dağılımını ortaya koyan bu jeokültürel
harita aynı zamanda İran’ın bilhassa 1979
Devrimi’nden sonra öncelik verdiği
Ortadoğu, Güney Kafkasya, Orta ve
İran Dışındaki Şii Nüfus Oranları
Irak
%60-65
Bahreyn
%70
Yemen
%35 (Zeydi)
Lübnan
%35
Kuveyt
%24-30
Katar
%16-20
Birleşik Arap Emirlikleri %16-18
Suriye
%10-16 (Nusayri)
Suudi Arabistan
%5-8
Azerbaycan
%74
Afganistan
%19
Pakistan
%20
Tacikistan
%5
Hindistan
%1
Güney Asya ve Uzak Doğu jeopolitik kesişim hatlarının oluşturduğu Doğu jeopolitiğinin de
“kalpgâhı”nı teşkil etmektedir. Dolayısıyla Tahran yönetiminin Humeyni sonrasında süreklilik
arz eden dış politikasının jeopolitik, jeostratejik, jeoekonomik ve jeokültürel boyutlarının
ağırlık merkezini de bu coğrafya oluşturmaktadır.
Öte yandan İran, Arap Baharı kapsamında bölgede meydana gelen gelişmeleri yakından
izlemekte, bölgeye yönelik strateji ve politikalarını bu çerçevede şekillendirmektedir. İran,
ABD kuvvetlerinin Irak’tan çekilmesi ve bölgedeki ABD yanlısı yönetimlerin halk tarafından
devrilmesiyle ortaya çıkan jeopolitik boşluğu bölgesel gücünü artırmak amacıyla
değerlendirmeye çalışmaktadır. Tahran yönetimi bu kapsamda, Şii nüfusa sahip Körfez
ülkelerindeki halk hareketlerinin başarıya ulaşması için destek sağlamakta ve böylece
ABD’nin bölgedeki etkisini kırmayı hedeflemektedir.
40
Mehmet Şahin, “Şii Jeopolitiği: İran için Fırsatlar ve Engeller”, Akademik Orta Doğu, Cilt: 1, Sayı: 1, 2006,
40; Serkan Taflıoğlu, “İran, Silahlı İslami Hareketler ve Barış Süreci”, Avrasya Dosyası, İsrail Özel Sayısı, Cilt: 5,
Sayı: 1, İlkbahar 1999, 49 ve CIA Factbook, https://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/
Dünya genelindeki Şii nüfusun, Müslüman nüfusun %10-13’ü olduğu tahmin edilmektedir; Emin Salihi,
“Ortadoğu’da Oluşan Yeni Dengeler ve ‘Şii Hilali’ Söylemi”, Bilge Strateji, Cilt: 2, Sayı: 4, Bahar 2011, 186.
28
İran Nükleer Krizinin Türkiye’ye Olası Etkileri
Buna karşın önemli bir Şii nüfusa sahip Bahreyn’de ABD’nin 5. Filosu bulunmakta ve diğer
Körfez ülkelerinde de ciddi bir ABD askeri varlığı yer almaktadır. Ayrıca son yıllarda bölgede
artan İran etkisini dengelemek için faaliyet gösteren Körfez İşbirliği Örgütü’nün bölgesel ve
bölge dışı aktörlerle stratejik ilişkilerini geliştirmesi ve bölge ülkelerine yapılan büyük çaplı
silah alımları İran’ı rahatsız etmektedir. İran, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin
Bahreyn’deki Şii halk ayaklanmasını bastırmak için asker göndermesini şiddetle eleştirmiştir.
Ayrıca Suudi Arabistan yönetiminin kendi Şii kökenli halkının eylemlerine karşı tutumuna
tepki göstermiştir.
İran Ortadoğu’daki Batı yanlısı rejimlere karşı gerçekleştirilen halk hareketlerine destek
verirken, Suriye’deki halk hareketlerine sessiz kalarak ve uluslararası toplumun Esed
yönetimine karşı eleştirilerini Suriye’nin içişlerine müdahale şeklinde yorumlayarak bu
konuda farklı bir yaklaşım sergilemektedir. Tahran yönetiminin Ortadoğu’daki diğer halk
ayaklanmalarından farklı olarak Suriye konusunda izlediği bu politikanın temel nedeni, İran
ile yakın ilişki içinde bulunan %10-16 oranındaki Nusayrilerin Suriye’de iktidarda olmasıdır.
İran’ın Suriye’de yaşanan katliamlara rağmen Esed yönetimine destek vermesi, bölgede
yükselen Şii-Sünni gerginliğini artırmaktadır.
İran yönetiminin Şii hilalini ön plana çıkararak Şii jeopolitiğindeki hareket serbestîsini
artırmak istemesi ve bu yönde stratejiler geliştirmesi, Humeyni’den miras kalan dış politika
anlayışının bir yansımasıdır. Zira İran'ın öncelikli hedefi bölgede kurduğu Şii eksenini korumak
ve bölgesel etkinliğini Şii hilali üzerinden genişletmektir. ABD müdahalesi sonrasında Şiilerin
iktidarda söz sahibi olduğu ve giderek ağırlık kazandığı Irak da Suriye ve Lübnan'a ilave olarak
bu eksene katılmıştır. İran, Irak’ta Şii iktidarın yönetimi devralması sonrasında bu ülke
üzerindeki etkisini her geçen gün artırmaktadır. ABD birliklerinin Irak’tan çekilmesinin hemen
ardından Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Sünni lider Tarık Haşimi hakkında terör olaylarına
karıştığı gerekçesiyle tutuklama kararı çıkarılması, İran’ın bu ülkeyi kısa bir süre sonra
tamamıyla kendi oyun alanı içine dâhil edebileceğini göstermektedir.
Suriye’deki gelişmeler, Şii-Sünni çatışmasını tetikleyebilecek dinamiklere sahiptir. Şii dünyası
ile yakın ilişki içinde olan Nusayri halka dayanan Esed yönetimi, büyük çoğunluğu Sünni olan
bölgelerde tank, top ve hava araçları kullanarak icra ettiği askeri harekât sonucunda sivil
halktan yaklaşık 10.000 kişinin ölümüne ve çok daha fazla kişinin yaralanmasına neden
olmuştur.41 Çoğunluğunu Sünnilerin oluşturduğu muhalif bazı gruplar, bu saldırılara karşı
silahlanmış ve ellerinde bulunan hafif silahlarla Esed yönetimine karşı mücadeleye
başlamıştır. Söz konusu muhalif gruplar bu mukavemeti iç ve dış desteklerle geliştirmeye
çalışmaktadır.
41
22 Şubat 2012 tarihinde yayımlanan BM İnsan Hakları Konseyi Raporuna göre 15 Mart 2011 ve 15 Şubat
2012 tarihleri arasında 8079 kişi öldürülmüştür; Report of the Independent International Commission of
Inquiry on the Syrian Arab Republic, Human Rights Council, 22 Şubat 2012, A/HRC/19/69, 8
http://www.ohchr.org/Documents/HRBodies/HRCouncil/RegularSession/Session19/A-HRC-19-69.pdf
29
İran Nükleer Krizinin Türkiye’ye Olası Etkileri
İran’ın muhalifleri bastırmak için Esed yönetimine silah dâhil her türlü desteği verdiğine
yönelik emareler her geçen gün artmaktadır. Benzer şekilde Irak yönetimi de Esed
yönetimine destek vermekte; Lübnan’daki Şii gruplar da Esed yönetiminin devamından yana
girişimlerde bulunmaktadır. Bütün bu gelişmeler dikkate alındığında Şii-Sünni
kamplaşmasının oluştuğuna ilişkin değerlendirmeler seslendirilmese de bölgede yavaş yavaş
hissedilmeye başlamıştır.
Farklı oranlarda Sünni nüfusa sahip Arap devletleri ve Türkiye, bu katliamlara tepki
göstererek Esed yönetimine karşı eleşirel bir politika benimsemiştir. Türkiye, katliamların
durdurulması girişimlerinin yanında Esed’in yönetimden uzaklaştırılması için muhalif
grupların teşkilatlandırılmasında sorumluluk almaktadır. Hatta son zamanlarda sayıları hızla
artan ve Türkiye’ye kaçan Suriyelilerin Suriye sınırları içinde oluşturulacak korumalı bölgelere
yerleştirilmesi gündeme gelmektedir. Suriye sınırları içinde bu şekilde tampon bölgeler
oluşturulması, Suriye ile gerilimi daha da derinleştirebilir. Söz konusu tampon bölgeler, Şii
toplumlar üzerinde Sünnilerin Nusayri yönetimine karşı bir girişimi olarak değerlendirilebilir
ve çatışma riskini daha da artırabilir.
Nükleer krizin tırmanmasına bağlı olarak İran’ın Suriye’deki gelişmeleri de kullanarak bir ŞiiSünni çatışmasına zemin hazırlayacak politikalar izlemesi durumunda, ortak sınırlara sahip
Türkiye’nin bu gelişmeden büyük zarar görmesi kaçınılmaz hale gelecektir. Olası bir Şii-Sünni
çatışması bölgeye ve Türkiye’ye tahmin edilemeyecek büyüklükte zararlar verebilir. Bu
nedenle gerek uluslararası kamuoyu gerekse Sünni ve Şii nüfusa sahip ülkeler bu hassasiyeti
dikkate almalıdır. Bu bağlamda Esed yönetimine karşı yapılacak muhtemel bir müdahalenin
söylenenlerin aksine bölge dışı ülkeler tarafından yapılması daha uygun olabilir. BM Güvenlik
Konseyi’nde alınabilecek bir kararla bölge dışı aktörler tarafından Suriye’nin ağır silahlarına
zarar verilmesi, muhalefetin teşkilatlanmasını kolaylaştırabileceği gibi Esed yönetimini
destekleyen grupların mücadele gücünü de kırabilir. Bununla birlikte Türkiye’nin muhalif
grupların ortak hareket etmesi ve siyasi bir güç haline gelmesinde, çatışma çözümü ve insani
yardımlar konusunda sorumluluk alması daha faydalı olabilir.
Sonuç
İran, diplomatik yöntemler ile çözüme kavuşturulamayan nükleer kriz nedeniyle öne sürülen
birçok kaos senaryosunun merkezinde yer almaktadır. İran nükleer tesisleri ve füze
sistemlerinin ABD veya İsrail tarafından düzenlenecek bir askeri operasyon ile vurulması;
Hürmüz Boğazı’nın İran tarafından kapatılması, bundan dolayı petrol fiyatlarının hızla artması
ve küresel ölçekli bir petrol krizinin çıkması; ABD kuvvetlerinin Irak’tan çekilmesi ve Arap
Baharı’nın etkisiyle Ortadoğu’da oluşan jeopolitik hassasiyetten yararlanan İran’ın Şii-Sünni
çatışmasına yol açacak politikalar izlemesi gibi senaryolar uluslararası gündemi ciddi bir
biçimde meşgul etmektedir. Bölgesel ve küresel aktörler, İran nükleer krizinin neden olacağı
muhtemel gelişmeleri değerlendirmekte ve başta sıcak çatışma olmak üzere masada bulunan
tüm seçeneklere karşı tedbir arayışındadır.
30
İran Nükleer Krizinin Türkiye’ye Olası Etkileri
Özellikle UAEK’nın 9 Kasım 2011 tarihli raporundan bu yana İran nükleer faaliyetlerinin askeri
amaçlı olduğuna dair ciddi şüphelerin bulunması ve yapılan müzakerelerden bir türlü sonuç
alınamaması, nükleer krizin diplomatik araçlarla çözülemeyeceği yönündeki öngörüleri
güçlendirmektedir. Irak’taki güncel gelişmeler ile birlikte Suriye krizi de göz önünde
bulundurulduğunda kaosa doğru evrilmeye başlayan nükleer kriz sürecinin sıcak bir
çatışmaya dönüşmesi olasılık dâhilindedir. Tahran yönetimi ise bu süreçte nükleer
faaliyetlerine devam etmek için zaman kazanmaya çalışmakta ve nükleer krizi geçici bir
süreliğine de olsa gündemden düşürmek amacıyla Suriye’deki gelişmeler ve bölgedeki diğer
gerilim alanlarından faydalanmaya yönelik politikalar izlemektedir. Tahran yönetimi, bu
strateji çerçevesinde Hürmüz Boğazı’nı kapatacağına ilişkin açıklamalarda bulunarak küresel
güvenliği ve uluslararası ekonomik sistemi tehdit etmekte; Irak ve Suriye üzerinden Şii hilali
ekseninde yürüttüğü bölgesel politikalarla Şiiler ve Sünniler arasında yaşanacak olası bir
mezhepsel gerilimi tırmandırmaktadır.
Tahran yönetimi, güvenlik eksenli oluşturduğu klasik dış politikasının en stratejik
enstrümanları olarak nükleer programını ve füze sistemini görmektedir. Bu sebeple nükleer
faaliyetlerini, sahip olduğu kısa ve orta menzilli füze sistemleri ve üzerinde çalıştığı
kıtalararası balistik füze programlarıyla paralel yürütmektedir. İran’ın uranyum
zenginleştirmeye devam etmesi ve mevcut nükleer faaliyetleriyle birlikte birçok füze
üretmesi, nükleer programının askeri amaçlı olduğuna yönelik kaygıları artırmaktadır.
Nükleer silahlara ve nükleer silah gönderme vasıtalarına sahip olan bir İran’ın kendisini
avantajlı hissedeceği, bölgesel gücünü Şii jeopolitiğini kullanarak yaymaya çalışacağı ve daha
ofansif bir politikaya yönelebileceği söylenebilir. Nükleer bir İran, bölgedeki diğer ülkeler
kadar Türkiye için de tehdittir.
Bütün yaptırımlara ve tehditlere rağmen nükleer çalışmalarına kararlılıkla devam eden İran,
nükleer programının barışçıl olduğunu iddia etmekte, uluslararası aktörler tarafından nükleer
programına ilişkin karar alma aşamalarında müzakerelerin yeniden başlaması için uygun
ortam oluşturmakta ve böylece programda ulaştığı her aşamayı uluslararası kamuoyuna
kabullendirmek için fırsat yaratmaktadır. Nitekim İran’ın bu politika ile nükleer silah ve
gönderme vasıtası üretebilecek kabiliyete ulaşıncaya kadar zaman kazanmaya çalıştığını öne
süren görüşler bulunmaktadır. Bu nedenle Türkiye, İran’a nükleer silah üretmek için zaman
kazandıracak politikalara zemin hazırladığı izlenimi vermekten özenle kaçınmalıdır. Ayrıca
arabuluculuk rolünün İran ve diğer aktörlerin politikaları doğrultusunda kullanılması
konusunda dikkatli olmalı ve farkında olmadan krizin tarafı olmaktan kaçınmaya özen
göstermelidir. Krizin taraflarının bütün tezlerini dikkatle göz önünde bulundurmalı ve krizin
geleceğine yönelik tüm seçenekleri hesaplamalıdır. Her senaryoya karşı hazırlıklı olunması
önemlidir.
ABD’nin tüm ilgisini Kasım 2012’de yapılacak başkanlık seçimlerine vermesi ve Avrupa’da
yaşanan ekonomik kriz dikkate alındığında, Batı’nın 2012 yılının sonuna kadar herhangi bir
askeri operasyona girişemeyeceğini düşünen İran’ın bu konjonktürü zaman kazanmak için
31
İran Nükleer Krizinin Türkiye’ye Olası Etkileri
kullanabileceği ve zenginleştirilmiş uranyum üretme kapasitesini Batılı aktörlere kabul
ettirmeye çalışacağı öngörülebilir. Batılı ülkeler de uygulanan yaptırımların İran üzerindeki
etkisini tam olarak görebilmek için belli bir zamana ihtiyaç duymaktadır. Mevcut durumda
Batı’nın sert güç uygulamalarından uzak duracağı ve diplomatik araçlarla çözüm arayışına
devam edeceği düşünülmektedir. Bu nedenle İsrail’in kontrol edilebilmesi halinde tarafların
müzakerelerle sonuca ulaşmak için bu yılı kullanabileceği, ancak 2012 yılının son aylarından
itibaren ortamın daha da gerginleşeceği varsayılabilir.
İran sınır komşumuz olmasının yanı sıra Türkiye için birçok yönden önemli bir ülkedir.
Türkiye’nin İran ile yapıcı ve dostane ilişkiler içinde bulunması ve bu yöndeki politikalarını
sürdürmesi olumlu ve gereklidir. Ancak ikili ilişkilerin tarihi arka planı göz önüne alındığında
iki ülkenin aslında her zaman birbirlerine rakip durumda oldukları görülmektedir. İran’ın halâ
bölgedeki devlet-dışı aktörler aracılığıyla yürüttüğü politikaların ve bölgede kurmaya çalıştığı
nüfuz alanlarının Türkiye’nin çıkarları ile doğrudan çakışacağı öngörülebilir. Bilhassa nükleer
silaha sahip olması durumunda İran’ın izleyeceği politikaların Türkiye’nin güvenliğini her
açıdan tehdit edeceği unutulmamalıdır. Sonuç olarak Türkiye, İran ile ilişkilerinde birçok
unsuru birbiriyle bağdaştırmak durumundadır. Bir yandan kendi güvenliğinin gereklerini ve
ekonomik çıkarlarını gözetirken, diğer yandan İran’ın genel politikası ile nükleer programının
yol açtığı Ortadoğu’daki kaygı ve hassasiyetler göz önünde bulundurulmalıdır.
32
İran Nükleer Krizinin Türkiye’ye Olası Etkileri
KAYNAKÇA
“22 Ocak 2011, P5+1 ile İran Arasında 21-22 Ocak 2011 Tarihlerinde İstanbul’da
Gerçekleştirilen Toplantı Hk”, http://www.mfa.gov.tr/no_-28_-22-ocak-2011_-p5_1-ile-iranarasinda-21-22-ocak-2011-tarihlerinde-istanbul_da-gerceklestirilen-toplanti-hk_.tr.mfa
“AB
İran’a
Petrol
Ambargosu
Kararı
Aldı”,
BBC,
23
Ocak
2012
http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/01/120123_eu_iran_sanction_approved.shtml
“ABD Uçakları Havalandı, Ahmedinejad Meydan Okudu”, http://dunya.milliyet.com.tr/abducaklari-havalandi-ahmedinejad-meydanokudu/dunya/dunyadetay/13.04.2012/1527934/default.htm 13.04.2012
“ABD'den kilit müttefike F-15”, 29 Aralık 2011, http://dunya.milliyet.com.tr/abd-den-kilitmuttefike-f15/dunya/dunyadetay/29.12.2011/1482122/default.htm
“ABD'den Son Uyarı: Hürmüz Kırmızı Çizgimizdir”,
http://www.hurriyet.com.tr/planet/19633574.asp 08.01.2012
“Bomb kills Iran nuclear scientist as crisis mounts”, 12 Ocak 2012,
http://www.sundaytimes.lk/index.php?option=com_content&view=article&id=14649:bombkills-iran-nuclear-scientist-as-crisis-mounts&catid=81:news&Itemid=625
“HAMAS Rockets”, http://www.globalsecurity.org/military/world/para/hamas-qassam.htm
“Iran
Announces
Plan
to
Produce
Medical
Reactor
Fuel”,
http://www.nti.org/gsn/article/iran-announces-plan-to-produce-medical-reactor-fuel/
“İran Savaş İçin Hazırlanıyor”, http://www.hurriyet.com.tr/planet/19401449.asp 6 Aralık
2011.
“İran: Uranyum Takası Türkiye’de Yapılacak”, Radikal, 17 Mayıs 2010,
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=997227&Date=1
7.05.2010&CategoryID=81
“İran'a AB'den de Petrol Yaptırımı Yolda”,
http://www.cnnturk.com/2012/dunya/01/05/irana.abden.de.petrol.yaptirimi.yolda/643400.
0/index.html 05.01.2012
“İsrail'in İran operasyonunun detayları yayınlandı”, 21 Nisan 2012,
http://www.hurriyet.com.tr/planet/20389479.asp
33
İran Nükleer Krizinin Türkiye’ye Olası Etkileri
“Military strike won't stop Iran's nuclear program”, http://www.haaretz.com/news/militarystrike-won-t-stop-iran-s-nuclear-program-1.266113
“Programme nucléaire de l’Iran - Déclaration de la Haute Représentante de l’Union
européenne”, Catherine Ashton, au nom des E3+3, à l’issue des pourparlers à Istanbul les 21
et 22 janvier 2011 (Bruxelles, 22 Janvier 2011), http://www.diplomatie.gouv.fr/fr/payszones-geo/iran/l-union-europeenne-et-liran/article/programme-nucleaire-de-l-iran
“Suriye İçin Toplandılar, İran'a Yaptırım Kararı Aldılar”,
http://www.haberturk.com/dunya/haber/693310-suriye-icin-toplandilar-irana-yaptirimkarari-aldilar 01.12.2011
17 Mayıs 2010 tarihli Türkiye, İran ve Brezilya Dışişleri Bakanları Ortak Deklarasyonu,
http://www.mfa.gov.tr/17-mayis-2010-tarihli-turkiye_-iran-brezilya-disisleri-bakanlari-ortak
deklarasyonu.tr.mfa
Andrea Shalal-Esa, Bob Burgdorfer, U.S. foreign arms sales reach $34.8 billion”, 5 Aralık
2011,http://www.reuters.com/article/2011/12/06/us-pentagon-weaponsidUSTRE7B500R20111206
Anthony H. Cordesman, “Iran, Oil, and the Strait of Hormuz”, Center for Strategic and
International Studies, 3/26/07, 2.
http://csis.org/files/media/csis/pubs/070326_iranoil_hormuz.pdf
Ariel
Zirulnick,
“Getting
the
Strait
of
Hormuz
straight:
an
FAQ”,
http://www.csmonitor.com/World/Middle-East/2011/1229/Getting-the-Strait-of-Hormuzstraight-an-FAQ/Does-Iran-even-have-the-right-to-close-the-Strait
Atilla Sandıklı, Bilgehan Emeklier, “Kaos Senaryolarının Merkezinde İran” Rapor No: 40,
BİLGESAM Yayınları, İstanbul, 2012.
Bayram Sinkaya, “İran Nükleer Programı Karşısında Türkiye’nin Tutumu ve Uranyum Takası
Mutabakatı”, Ortadoğu Analiz, Cilt: 2, Sayı:18, 2010.
Bernd Kaussler, “The Iranian Army: Tasks and Capabilities”, Middle East Institute,
http://www.mei.edu/content/iranian-army-tasks-and-capabilities
CIA Factbook, https://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/
Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu, http://www.deik.org.tr/
34
İran Nükleer Krizinin Türkiye’ye Olası Etkileri
Emin Salihi, “Ortadoğu’da Oluşan Yeni Dengeler ve ‘Şii Hilali’ Söylemi”, Bilge Strateji, Cilt: 2,
Sayı: 4, Bahar 2011.
Esin Gedik, “Hürmüz kapanırsa petrol 200 dolara çıkar”, 09 Ocak 2012,
http://www.aksam.com.tr/hurmuz-bogazi-kapanirsa-petrol-200-dolara-cikar,-cari-acik-36milyar-dolar-artar-91327h.html
Gawdat Bahgat, “Iran’s Regular Army: Its History and Capacities”, Middle East Institute,
http://www.mei.edu/content/iran%E2%80%99s-regular-army-its-history-and-capacities
Gökhan Çetinsaya, “Türk-İran İlişkileri”, içinde Türk Dış Politikasının Analizi, der. Faruk
Sönmezoğlu, Der Yayınları, İstanbul, 2004.
Growth Resuming, Dangers Remain, “World Economic Outlook April 2012”, International
Monetary Fund, http://www.imf.org/external/pubs/ft/weo/2012/01/pdf/text.pdf
Günlük
Ortadoğu
Bülteni,
ORSAM
Yayınları,
No:
http://www.orsam.org.tr/tr/trUploads/OrtadoguBulteni/201214_04jantur.pdf
1297,
Implementation of the NPT Safeguards Agreement and Relevant Provisions of Security
Council
Resolutions
in
the
Islamic
Republic
of
Iran,
GOV/2011/65,
http://www.iaea.org/Publications/Documents/Board/2011/gov2011-65.pdf
Ivanka Barzashka, “Using Enrichment Capacity to Estimate Iran’s Breakout Potential”,
Federation
Of
The
American
Scientists
Issue
Brief,
21.01.2011,
s.14,
http://www.fas.org/pubs/_docs/IssueBrief_Jan2011_Iran.pdf
İlter Türkmen, “Türkiye Cumhuriyeti’nin Ortadoğu Politikası”, Bilge Adamlar Kurulu Raporu,
BİLGESAM Yayınları, İstanbul, 2010.
Leyla Melike Koçgündüz, “Enerjinin Dar Boğazı: Hürmüz”, ORSAM Dış Politika Analizleri,
http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=3290
Mehmet Şahin, “Şii Jeopolitiği: İran için Fırsatlar ve Engeller”, Akademik Orta Doğu, Cilt: 1,
Sayı: 1, 2006.
Nihat Ali Özcan, “İran Sorununun Geleceği: Senaryolar, Bölgesel Etkiler ve Türkiye’ye
Öneriler”, TEPAV Ortadoğu Çalışmaları 1, 2006.
Report of the Independent International Commission of Inquiry on the Syrian Arab Republic,
Human
Rights
Council,
22
Şubat
2012,
A/HRC/19/69,
http://www.ohchr.org/Documents/HRBodies/HRCouncil/RegularSession/Session19/A-HRC19-69.pdf
35
İran Nükleer Krizinin Türkiye’ye Olası Etkileri
Richard F. Grimmett, “Conventional Arms Transfers to Developing Nations, 2003-2010” , CRS
Report for Congress, 2010.
Rudy de Leon, Brian Katulis, Peter Juul, Matt Duss, Ken Sofer, “Strengthening America’s
Options on Iran”, Center for American Progress, Nisan 2012.
Sam Gardiner, "The End of the “Summer of Diplomacy”: Assessing U.S. Military Options on
Iran", Century Foundation Report, 2006, 16.
Security Council Imposes Additional Sanctions on
http://www.un.org/News/Press/docs//2010/sc9948.doc.htm
Iran,
9
June
2010,
Serkan Taflıoğlu, “İran, Silahlı İslami Hareketler ve Barış Süreci”, Avrasya Dosyası, İsrail Özel
Sayısı, Cilt: 5, Sayı: 1, İlkbahar 1999.
Stephen M. Walt, “Why Attacking Iran is a stil bad idea?”, 27.12.2011,
http://walt.foreignpolicy.com/posts/2011/12/27/why_attacking_iran_is_still_a_bad_idea
Stockholm International Peace Research Institute, http://www.sipri.org/
Türkiye İstatistik Kurumu, http://www.tuik.gov.tr/
Yossi
Melman
ve
Hagar
Mizrahi,
“News
of
Palestinian
Rockets”,
http://www.jewishpolicycenter.org/2191/haaretz-wikileaks-exclusive-iran-providing-hamas
36
İran Nükleer Krizinin Türkiye’ye Olası Etkileri
37
Download