KRİTER SAYI 11 S PRE.indd

advertisement
YÜKSEKÖĞRETİM
Yükseköğretimde
Ü
Cumhurbaşkanı
Erdoğan,
“Siz kendi
edebiyatınızı,
sinemanızı,
müziğinizi
üretecek
zemini inşa
edemezseniz,
bireysel
gayretlerle
sınırlı,
kurumsallaşamamış,
dar bir alana
sıkışıp kalmış
bir kültür
sanat ikliminin
ötesine de
geçemezsiniz”
diyerek
akademya ile
toplum arasında
kurulması gerekli
olan ortak
dilin önemini
vurgulamıştır.
Milli Seferberlik
lkemizin zorlu bir
coğrafyada zorlu
bir mücadeleyi çok
boyutlu olarak
sürdürdüğü bir
dönemden geçiyoruz. Mücadelenin
boyutları arttıkça resim netleşirken,
ayrıymış gibi duran düğüm noktalarının aslında aynı ağ örgüsüne bağlı
olduğu ve tüm bileşenleriyle bazen
eş zamanlı bazen de faz farklı bir
şekilde ülkemize, devletimize, milli
iradeye ve yerliliğe karşı topyekun
bir savaşa giriştiği daha açık bir
şekilde görünmeye başladı. Bu
uzun soluklu süreçte mücadelemizi
gevşemeden kararlılıkla sürdürmeli,
diğer taraftan sorumluluklarımızı
yeniden gözden geçirerek yeni
hedeflere yelken açmak durumunda olduğumuzu unutmamalıyız. Bu
bağlamda yükseköğretim kurumlarımıza da büyük sorumluluklar
düşüyor.
Ülkemizin yükseköğretim alanındaki
mücadelesi daha erken tarihlere
rastlar. Yükseköğretime erişimin
önündeki başörtüsü, katsayı, arz
yetersizliği gibi engeller birer birer
aşıldı. Yükseköğretim kurumlarımız
maalesef talebe on yıllarca duyarsız
kalarak arz üretemedi. İkinci Dünya
Savaşı sonrası yükseköğretimde gelişmiş ülkelerin neredeyse
tamamında yaşanan kitleselleşme
evresine ülkemiz ancak 2000’li
yılların sonunda geçebildi.
Bu süreçte yükseköğretime yönelik
muazzam talebi karşılamak için
siyaset kurumunun, özellikle son on
yılda yeni yükseköğretim kurumları açma şeklinde tezahür eden
genişleme politikası belirleyici oldu.
Bu politikanın uygulanması yükseköğretim sistemimizin önemli bir
Mahmut Özer
[email protected]
90
eşiği aşmasını sağladı. Yükseköğretimde okullaşma oranı her geçen yıl
artıyor. Yükseköğretim Kurulu (YÖK)
özellikle son yıllarda yükseköğretimde kalitenin artmasından uluslararasılaşma boyutunun güçlenmesine, doktora eğitiminin nitelik ve
niceliğinin yeniden ele alınmasından
kurumlarda araştırma kapasitesinin
yükselmesi ve misyon farklılaşmasına kadar çok sayıda önemli projeyi
eş zamanlı olarak başarılı bir şekilde
uygulamaya geçirdi.
Bu başarıların elde edilmesi
elbette umut vericidir. Son on yıl
yükseköğretim kurumlarımızın
toplumsal taleplere sırt çevirmek
yerine kulak verdikleri, kendilerini
güncelledikleri ve geliştirdikleri yıllar
oldu. Ancak bu sadece bir başlangıç
adımıdır. Henüz yeni başlayan bu
yolculuk, üniversitelerin toplumun
YÜKSEKÖĞRETİM
Son yıllarda geçmişi ve tarihiyle yüzleşerek medeniyeti ve değerleriyle
ilişki kurmanın yollarını araştıran bir toplumsal talep söz konusudur.
Üniversitelerimizin de bundan azade olması mümkün değildir.
her alanına sirayet ederek sorunlarına çözümler
ürettiği ve hep bir adım daha önde olduğu yöne
doğrudur.
Temel Sorunlar
Bu yolculukta başarılı olabilmemiz için yükseköğretim kurumlarımızla ilgili çözmemiz gereken üç
temel sorun bulunmaktadır. Bunlar bizatihi bilgi
üretiminin yetersizliği, yükseköğretim kurumlarının toplumla ilişki kurduğu alanların kısıtlılığı,
KRİTER · Mart 2017 · www.kriterdergi.com
üretilen çözümlerin ve geliştirilen yaklaşımların
medeniyet ve kültürümüzle örtüşmemesidir.
Üniversitelerimizin en büyük sıkıntısı bilgi
üretimindeki yetersizliktir. Yayın performansı
artmış olmasına rağmen hala sürdürülebilir
düzey ve nitelikte değildir. Üniversitelerin
araştırma performanslarını değerlendirmede
kullanılan en önemli göstergelerden birisi
öğretim üyesi başına düşen doktora mezunu
sayısıdır. Ülkemizde yaklaşık 13-14 öğretim
üyesi başına bir doktora mezunu düşmektedir.
91
Bu oran gelişmiş ülkeler baz alındığında oldukça düşüktür.
Diğer taraftan nitelikli yayınlar
ve atıflar konusunda da sıkıntılar
yaşanmaktadır. Bu sorunu tek başına
öğretim elemanlarının ders yükü
veya öğretim elemanı başına düşen
öğrenci sayısının yüksek olmasıyla
izah etmek rasyonel değildir. Yükseköğretimde son yıllarda yaşanan
büyümeden önce de bu oranların ve
değinilen sorunların pek farklı olma-
YÜKSEKÖĞRETİM
Yükseköğretim kurumlarımızla ilgili çözmemiz gereken üç temel sorun bilgi üretiminin
yetersizliği, yükseköğretim kurumlarının toplumla ilişki kurduğu alanların kısıtlılığı, üretilen
çözümlerin ve geliştirilen yaklaşımların medeniyet ve kültürümüzle örtüşmemesidir.
dığını görmek aslında yapısal bir
probleme işaret etmektedir. Kaldı
ki özellikle son yıllarda araştırma
kapasitesini artırmak ve araştırmayı teşvik etmek için son derece
önemli miktarlarda kamu kaynağı
tahsis edilmiştir. Öğretim elemanlarının özlük haklarında önemli
iyileştirmeler yapılmış ve özellikle
akademik üretkenliği ve katkıyı
teşvik etmek maksadıyla Akademik Teşvik Programı 2016 yılı
itibarıyla uygulamaya konulmuştur. Öğretim elemanlarının döner
sermaye kapsamında yaptıkları
çalışmalardan maksimum faydalanabilmeleri için önemli iyileştirmeler yapılmıştır. Yani mazerete esas
olabilecek sorunlar tek tek ortadan
kaldırılmıştır.
Ancak tüm bu teşviklerin yükseköğretim kurumlarımızdaki
bilimsel ataleti bilimsel dinamizme
dönüştüremediği görülmektedir.
Yükseköğretim kurumlarında güçlü
bir liderlik ve yönetim takımı olsa
bile tüm çalışanların katılımı ve
katkısı mevcut personel rejimiyle
maalesef sağlanamamaktadır. Bu
konuda da düzenlemeye ihtiyaç
duyulmaktadır. Akademyanın sorunları dışarıda arama refleksinden
kurtulması ve kendisiyle yüzleşmesi için vakit geçmiş değildir.
Diğer taraftan bilgi üretiminin yetersiz olduğu bir ortamda üretilen
bilgilerin karşılık geldiği alanların
kısıtlılığı da ayrı bir sorun olarak
önümüzde durmaktadır. Ülkemizin
toplumsal, kültürel, sağlık, fen ve
mühendislik, sanayi gibi temel
faaliyet alanlarını gözlemleyip inceleme ve bu alanlara yönelik bilgi
üretiminde de sorunlar yaşanmaktadır. Maalesef üniversitelerimiz
özelde bulundukları çevreyle,
genelde ise ülke sorunlarıyla yeterli
ilişki kuramamışlardır.
Üniversitelerimizin ülkemizin sorunlarına çözüm üretme yönünde
samimi çabaları olmasına rağmen
bu yetersizdir ve istenilen düzeyde değildir. Dilek, temenni ve
vurgularımız üniversite-sanayi iş
birliği şeklinde somutlaşmış ve öylece kalmıştır. Bu
alanda da son zamanlarda önemli gelişmeler sağlanmış olmasına rağmen yeterli düzey veya ivme
yakalanamamıştır. Bu boyut ülkemizin ekonomik
gelişmesi için çok önemli olmasına rağmen edebiyat, tarih, sosyoloji, arkeoloji, sanat, mimarlık ve
benzeri diğer alanlarda üniversitelerimizin toplumla
kurabileceği organik ilişkiler ve bilgi üretimi daha az
önemli değildir.
Üniversitelerimizin tüm alanlarda çok canlı, dinamik,
araştıran, üreten, tartışan ve paylaşan bir davranış
biçimini ve buna imkan veren iklimi yaygınlaştırmasına acil ihtiyaç vardır. Yükseköğretim sistemimizde
bulunan üniversitelerin heterojenliği göz önüne
alındığında her üniversitenin kendi ölçeğine göre
sorumlulukları farklı olabilir ve bu doğaldır. Ancak
hepsinde olması gereken hususiyet bu ilişkiler
ağının varlık gösterdikleri tüm alanları kapsamasıdır.
Her bir üniversite özelinde bu bağlantıların bazıları
güçlü olabileceği gibi bazıları da zayıf olabilir. Ancak
mutlaka bir şekilde bağ kurulmak zorundadır.
92
Elbette burada vurgulamak istediğimiz evrenselden kopuk yerele bağlanmış üniversiteler özlemi değildir. Zaten küreselleşen
bir dünyada bu mümkün de değildir. Diğer
taraftan yerele katkı yapılırken bu evrensele
de yönelik olmalıdır. Aksi durum ülke sorunlarını göz önüne almayan bir akademyaya
işaret eder ve bu da sorunludur. Üniversitelerimiz birbirleri, dünyadaki yükseköğretim
kurumları ve toplumumuzla güçlü bağlantıları olan bir network yapısına sahip olacak
şekilde bir dinamikliğe kavuşmak durumundadır. Bunun denemeleri bugünden
başlamak zorundadır.
Akademi-Toplum İlişkisi
Üçüncü sorunumuz üretilen bilginin medeniyetimizin değerleriyle ne kadar örtüştüğüdür. Yani bilginin kendi medeniyetimize
ait bir bütüncül bakışın parçaları olarak mı
YÜKSEKÖĞRETİM
geçemezsiniz. Maalesef bu acı
gerçekler başımızı çevirdiğimiz
her yerde tüm çıplaklığıyla karşımıza çıkıyor.”
Ülkemizin çok
cepheli ve çok
boyutlu bir
milli mücadele
verdiği
göz önüne
alındığında,
yükseköğretim
kurumlarımızın
sahici bir
şekilde elini
taşın altına
koymasına her
zamankinden
daha fazla
ihtiyaç vardır.
yoksa Batı medeniyetinin bir bileşeni
olarak mı üretildiği konusu sorgulanmalıdır. Bilgiyi üretildiği kültür havzasının bütüncül bakışından soyutlamak
oldukça zordur. Tüm dünyada olduğu
gibi ülkemizde de bilim insanlarımızın
uzun yıllardır temas kurdukları bilgi
ve kültür Batı medeniyetine aittir.
Entelektüel geleneğimiz bir şekilde
bu minvalde kurulmuştur. Bu bilgi ve
form üretiminin uluslararası hatta
ulusal meşruiyeti ve saygınlığını da
göz önüne alırsak durumun yıllardır
güçlü bir çevrime sahip olduğu daha
da aşikar olur. Akademyanın uzun yıllardır içinde hükmeden Batıcı gelenek
kendisini milli değerlerimizden uzak
tutmuştur. Bu da toplumun bir şekilde
akademyaya karşı kuşku ve yabancılık
duygusuna ve nihayetinde bir güven
problemine yol açmıştır.
KRİTER · Mart 2017 · www.kriterdergi.com
Toplum ile akademya arasında bir
dil farklılığı problemi söz konusudur. Hal bu iken kendi medeniyetiyle ilişkileri zaten kısıtlı
veya sorunlu olan akademyanın,
yaşadığı toprakların medeniyetiyle kültürüne yönelik bilgi üretimi
daha da meydan okuyucu bir hal
arz etmektedir. Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan,
Cumhurbaşkanlığı 2016 Kültür ve
Sanat Büyük Ödülleri töreninde
yaptığı konuşmada bu konunun
önemini şöyle vurgulamıştır:
“Siz kendi edebiyatınızı, sinemanızı, müziğinizi üretecek
zemini inşa edemezseniz,
bireysel gayretlerle sınırlı,
kurumsallaşamamış, dar bir
alana sıkışıp kalmış bir kültür
sanat ikliminin ötesine de
93
Aydınlarımız, entelijansiyamız
ve bilim insanlarımızın bir şekilde medeniyetimizin değerleri,
kültürel mirası, bilgi üretiş biçimi ve
hayatla kurduğu ilişkiye dikkatlerinin çekilmesi zaruridir. Özellikle
son yıllarda geçmişi ve tarihiyle
yüzleşerek medeniyeti ve değerleriyle ilişki kurmanın yollarını
araştıran bir toplumsal talep söz
konusudur. Üniversitelerimizin de
bundan azade olması mümkün
değildir. Hatta bunun için en uygun
vasat olan üniversitelerin topluma
öncülük etme sorumluluğu vardır.
Bu çerçevede beklenti de zamanla
yükselmektedir. Bu meydan okuma
göze alınmadığında yerelde üretilen
bilgi ve dönüştürülen formlar da
medeniyetimizle tutarlı kültüre
karşılık gelmediği gibi Batı medeniyetinin sürekliliğine hem evrensel
hem de yerel düzeyde katkı sunar
duruma düşmekte ve bizi çok ciddi
bir kısır döngüye hapsetmektedir.
Sonuç olarak ülkemizin artık
bölgesinde ve dünyada önemli bir
aktör olduğu ve özellikle son bir
yılda çok cepheli ve çok boyutlu bir
milli mücadele verdiği göz önüne
alındığında, hem bu mücadelede
güçlü olabilmemiz hem de
önümüze koyduğumuz hedeflere
ulaşabilmemiz için yükseköğretim
kurumlarımızın sahici bir şekilde
elini taşın altına koymasına her
zamankinden daha fazla ihtiyaç
vardır. Yukarıda değinilen üç
temel sorun alanının çözümünde
mesafeler alınmıştır ancak bunların
tüm katmanlara yaygınlaştırılması
gerekmektedir. Sorunlar birbirinden
ayrık olmadığı gibi her birinin
çözümü yönünde atılacak adımların
diğer sorunların çözümüne
katkı sunabilme potansiyeli de
bulunmaktadır. Yükseköğretim
kurumlarımız kendi özelinde bu
üç sorunu aşarak bu mücadelede
önemli katkılar sağlayacaktır.
Yükseköğretim kurumlarımızın
bunu başarabilecek kapasitesi
ve potansiyeli vardır. Geçtiği
süreçler, özellikle son yıllardaki
katkılar ve elde ettiği deneyimler
göz önüne alındığında bunu
başarabileceği de görülmektedir.
Download