DOLAŞIM SİSTEMİ ve GAZ ALIŞ VERİŞİ

advertisement
DOLAŞIM SİSTEMİ ve GAZ ALIŞ VERİŞİ
•  Ya k l a ş ı k 2 5 t r i l y o n a l y u v a r
hücresine sahibiz.
•  V ü c u d u m u z d a 1 0 0 . 0 0 0 k m
uzunluğunda damar sistemi
bulunur ve bu miktar dünyanın
etrafını 2 kere dönmeye yeterlidir.
•  Dolaşım sistemi elemanlarından
olan kalp, insanda dakikada
60-80 vuruş arasında değişen
bir hızla günde 8000 litre kanı
vücuda pompalar.
•  Günde yaklaşık 100 bin, yılda 40
milyon, tüm insan hayatı
boyunca yaklaşık 2,5 milyar
kere, hiç durmadan yaklaşık 8
ton kanı vücuda pompalar.
•  Normal bir insanda ortalama
ağırlığı 250-300 gramdır.
Dolaşım sistemi diğer sistemlerle bağlantıyı sağlayarak
homeostatik dengenin korunmasını sağlar. Karmaşık
yapılı hayvanların çoğunda, hücrelerin ve akciğerler
gibi organların içinde bulundukları sıvı ortamın
sürekliliğini sağlayan ve dış ortamla kimyasal madde
alışverişinde rol oynayan iç dolaşım sistemleri
bulunmaktadır.
GENEL ÖZELLİKLER
• Organik ve inorganik maddelerin organizmadaki hücrelere iletilmesi taşıma
sistemi (Dolaşım) ile sağlanır.
• Tek hücreli canlılarda özelleşmiş bir taşıma sistemine ihtiyaç yoktur.
Difüzyon ile maddeler taşınır.
• Endoplazmik retikulum, hücre içinde maddelerin taşınmasında görev yapar.
• Çok hücreli canlılarda maddeler (Besinler, artık maddeler) iki türlü taşınır.
• Dolaşım sıvısı genel olarak damarlar içinde değil, vücut boşlukları içinde
dolaşıyorsa açık dolaşım adını alır.
• Dolaşım sıvısı tümüyle özel damarlar ve organlar içerisinde dolaşıyorsa
kapalı dolaşım olarak adlandırılır.
OMURGASIZLARDA DOLAŞIM
Aurelia
• Gerçek dolaşım sistemi bulunmaz. Vücudun tek açıklığı olan ağızdan alınan
besinler kanallar yardımıyla hücrelere kadar taşınır ve artık maddeler gene
aynı açıklıktan dışarı atılır. Sindirim boşluğu aynı zamanda taşıma sistemi
görevi yapar.
• Sırtta bulunan damarın içinden
k a n y a n da m a r la r da n v üc ut
boşluğuna akar (Sinus). Hemolenf
adı verilen sıvı ostialar aracılığıyla
tekrar sırt damarına geri döner.
• Toprak solucanında kan tamamen
damarlar içinde hareket eder. Sırt
damarı ile karın damarı arasında ön
kısımda kalp görevi gören yan
damarlar bulunur.
TEKLİ VE İKİLİ DOLAŞIM
TEKLİ DOLAŞIM
• 
• 
• 
• 
• 
Kemikli balıklarda, vatozlarda ve
köpekbalıklarında görülür.
Kalp iki odacıktan oluşur; bir
kulakçık, bir karıncık
Kan her tam döngüde bir kez
kalpten geçer.
Kalbe giren kan karıncığa
aktarılmadan önce kulakçıkta
toplanır. Karıncığın kasılmasıyla
solungaçlara pompalanır. Oksijen
difüzyonla kana, karbondioksit ise
kandan dış ortama geçer.
Hayvanın kan basıncının düşmesi
kan akışını stabil kılar. Fakat
hayvan yüzdüğünde kasların
hareketine göre yavaşlayan kan
hızlanır.
İKİLİ DOLAŞIM
• 
Amfibi, sürüngen, memeliler ve
kuşlarda görülür.
• 
Kalbin sağ tarafı oksijence fakir
kanı gaz alışveriş dokularının
kılcal damar yataklarına
gönderir. Burada kana net
oksijen girişi ve kandan
karbondioksit çıkışı sağlanır.
• 
Dolaşımın bu bölümü
akciğerdeki kılcal damar
yataklarında gerçekleşiyırsa,
akciğer dolaşımı (pulmonar
dolaşım), akciğer ve deri kılcal
damar yataklarında
gerçekleşiyorsa akciğer-deri
dolaşımı (pulmocutaneous
dolaşım) olarak tanımlanır.
Oksijence zengin kan, gaz değişiminin
yapıldığı dokuları terk ederek diğer
pompaya, kalbin sol tarafına gider.
Kalbin kasılması, bu kanı tüm vücuttaki
organ ve dokuların kılcal damar
yataklarına iletir. O 2 , CO 2 , besin
maddeleri ve atıkların alışverişinden
sonra artık oksijence fakirleşmiş kan,
sistemik dolaşımını tamamlayarak kalbe
döner.
OMURGALILARDA DOLAŞIM
BALIKLARDA DOLAŞIM
• 
• 
• 
• 
• 
• 
Balıkların kalbi; bir karıncık ve
bir kulakçık olmak üzere 2
odacıktan oluşmuştur.
Vücutta kirlenen kan,
toplardamarlarla, kalbe gelir.
Kan, kalpten
solungaçlara
pompalanır.
Solungaçlarla temizlenen kan,
bütün vücut hücrelerine dağılır.
Kalpte kirli, vücutta temiz kan
dolaşır.
B a l ı k l a r d a k ü ç ü k
dolaşım görülmez.
KURBAĞALARDA DOLAŞIM
• 
• 
• 
• 
• 
Kurbağalarda kalp, iki
kulakçık ve bir karıncık olmak
üzere; 3 odacıktan
oluşmuştur.
Vücutta kirlenen kan sağ
kulakçığa, akciğerde
temizlenen kan ise sol
kulakçığa gelir.
Kulakçıkların kasılması ile,
kan, karıncığa geçer.
K i r l i v e t e m i z
kan karıncıkta birbirleriyle
karışır.
Kalpte ve vücutta karışık kan
dolaşır.
SÜRÜNGENLERDE DOLAŞIM
• 
• 
• 
• 
• 
• 
• 
• 
Y ı l a n , k e r t e n k e l e v e
kaplumbağalarda kalp; 2 kulakçık ve
1 karıncık olmak üzere 3
odacıktan oluşmuştur.
Karıncıkta yarım perde bulunur.
Temiz ve kirli kan karıncıkta karışır.
Kalplerinde ve vücutlarında karışık
kan dolaşır.
Timsahlarda kalp, 2 kulakçık ve 2
karıncık olmak üzere; 4
odacıktan oluşmuştur.
Karıncıklarda temiz ve kirli kan
birbiriyle karışmaz.
Kalpten çıkan kan, panizza kanalı adı
verilen bir kanalla birbirine karışır.
Kalpte, temiz; vücutta ise karışık
kan dolaşır.
KUŞLARDA DOLAŞIM
•  Kuşlarda kalp, 2 kulakçık ve
2 karıncık olmak üzere; 4
odacıktan oluşmuştur.
•  Temiz ve kirli kan, kalpte ve
vücutta birbirine karışmaz.
OMURGALI DOLAŞIM SİSTEMLERİNİN
ORGANİZASYONU
• 
• 
• 
• 
• 
• 
• 
• 
İnsanların ve diğer omurgalıların kapalı dolaşım sistemleri çoğunlukla
kardiyovasküler sistem olarak tanımlanır.
Arterler, toplardamarlar ve kılcal damarlar kan damarlarının 3 ana
tipidir. Bu damarların hepsinde kan tek yönde akar.
Arterler temiz kanı kalpten vücut organlarına taşır. (Sadece akciğer
arteri kirli kan taşır.)
Arterler kanı kılcallara götüren anteriollere dallanırlar.
Kılcallar; çapı birkaç hücre kalınlığında olan ve her hücreye ulaşan
damar ağıdır.
Çözünmüş gazlarında aralarında bulunduğu kimyasal maddeler,
kılcalların ince duvarlarından difüzyon ile geçmek suretiyle kan ve
doku hücreleri etrafındaki interstital sıvı arasında değiş tokuş edilir.
Kılcallar kanı kalbe doğru taşıyan venüllerle onlar da toplardamarlarla
birleşir.
Arterler ve toplardamarlar taşıdıkları kanın özelliklerine göre değil akış
yönüne göre tanımlanırlar.
• A tardamar kılcallarındaki kan
basıncı toplardamar kılcallarına
doğru gidildikçe azalır.
• K ılcal damarlarındaki organik
maddelerden dolayı damar dışındaki
doku sıvısı damar içine geçmek için
bir basınç oluşturur. Buna ozmotik
basınç denir.
• Kılcal damarın atardamar ucunda kan basıncı ozmotik basınçtan yüksektir. Kan
içerisindeki besinler ve oksijen doku sıvısına geçer. Kılcal damarın atardamar
ucunda ise kan basıncı ozmotik basınçtan düşüktür. Doku sıvısında bulunan
artık maddeler ve karbondioksit kılcal damarlara geçer. Kan basıncı, sıvının
kılcal damarlardan dışarı çıkmasına yol açar; kan proteinleri de sıvıyı içeri
çeker.
• D olaşım sistemi seçicidir ve kan
vücudun en fazla kan gereken organlarına
yönlendirilebilir.
• K ılcaldamarlar ağıyla bölgesel kan
miktarı ayarlanabilir. Bu kılcalların
başlarındaki sfinkterler (Kas halkası)
yardımıyla gerçekleştirilir.
• Bir yemekten sonra bağırsak duvarındaki
kılcallar içindeki kan akımı büyük oranda
akar ve sindirilen besinlerin kana
karışması böylece sağlanmış olur.
• K ı l c a l l a r d a k i k a n m i k t a r ı n d a k i
değişiklikler ısı kaybının da
ayarlanmasında büyük rol oynar.
Lenfatik Sistemle Sıvı Geri Dönüşü
• 
Her gün erişkin bir insanın kılcal damarlarından komşu dokulara geçen
sıvı miktarı yaklaşık 4-8 L’dir. Kılcal damarların duvarı büyük moleküllere
çok geçirgen olmamasına karşın, bir miktar kan proteini de geçmektedir.
Yitirilen sıvı ve proteinler, lenf sistemi yoluyla kana karışır; lenf sistemi,
kardiyovasküler sistemin kılcal damarıyla iç içe girmiş ince damar ağına
sahiptir.
Sıvı, kılcal damarlardan dışarı sızar ve lenfatik
sistem tarafından kana geri döndürülür. (Bu sıvı,
lenfatik sisteme difüzyonla girince lenf olarak
adlandırılır.) Bu sistem, kapsam olarak ve düşük
hidrostatik basınç altında sıvı akışını sağlayan
mekanizma yönünden dolaşım sistemine paraleldir.
Ayrıca enfeksiyona karşı savaşta da yaşamsal role
sahiptir.
Lanf damarları da toplardamarlarda olduğu gibi
sıvının geriye dönmesini engelleyen kapakçıklara
sahiptir. Damar duvarlarının ritmik kasılmaları,
sıvının ince lenf damarlarına girmesini sağlar.
İskelet kası kasılmaları da lenfin hareketinde rol
oynar.
İnsanda lenf damarları
ve lenf düğümleri
İskelet
kasları
İNSAN KALBİ
• K alp dıştan içe doğru perikart,
miyokart ve endokart tabakalarından
oluşur.
• İ ki katlı perikart içinde kalbin
hareketini kolaylaştıran bir sıvı
bulunur.
• Kaslı Miyokart kalbin çalışmasını
sağlar.
• S ağ kulakçık ile sağ karıncık
İkili kapakçık
arasında üçlü (Triküsbit) kapakçık
AV
bulunur.
Yarımay
kapakçıkları
• Sol kulakçık ile sol karıncık arasında
ise ikili kapakçık (Mitral) vardır.
Üçlü kapakçık
A.V
Miyokart
• Akciğer atardamarının ve Aortun
başında ise yarımay kapakçıkları
vardır.
1) Sağ karıncık kanı akciğerlere
gönderir.
2) Akciğer atardamarı iki kola ayrılır.
3) Akciğer içinde kılcal damar ağı
bulunur.
4) Temizlenen kan sol kulakçığa
akciğer toplardamarı ile gelir.
5) Kan sol karıncığa geçer.
6) Sol karıncıktan aort temiz kanla
çıkar.
7) Aort iki dala ayrılır ve vücudun üst
bölümlerine ulaşır.
8) İç organlara ve vücudun diğer
kısımlarına aort’un diğer ucu
ulaşır.
9) Vücudun üst kısımlarında kirlenen
kan üst toplardamarına geçer.
10) Vücudun alt bölümlerinde
kirlenen kan ise alt toplardamara
ulaşır.
11) Üst ve alt ana toplardamarlar
birleşerek kalbin sağ kulakçığına
açılır.
KALP DÖNGÜSÜ
• Kulakçık ve karıncıklar 0.40 saniye
dinlenmiş halde bulunurlar ve
kasılmazlar.
• Kulakçıklar 0.1 sn de kasılırlar ve
kan kulakçıklardan karıncıklara
geçer.
• Karıncıklar 0.3 sn de kasılır, kan
sağ karıncıktan akciğer
atardamarına, sol karıncıktan ise
aort damarına geçer, bu sırada
kulakçıklarla karıncıklar arasındaki
kapakçıklar kapalıdır.
• Bir dakikada her bir karıncığın
pompaladığı kan miktarına kalp
debisi denir. Bunu kalbin kasılma
sayısı (atış sayısı) ve her bir
kasılmada karıncığın pompaladığı
kan miktarı (atış hacmi) belirler.
(70 ml. atış hacmi 72 atış=5L/dak)
• K alp kasılmalarının atardamar
çeperinden sayılmalarına nabız
denir. Yetişkin bir insanda nabız
sayısı 70 dir.
KALBİN RİTMİK AKIŞI
• Kalp hareketleri sağ kulakçık duvarına yerleşmiş sinoatrial düğüm (SA) den
başlar.
• Kasılma dalgası kulakçıklara doğru yayılır. İkinci düğüm Atriventriküler (AV)
dir.
• A.V den çıkan His demetleri ve Purkinje lifleri aracılığıyla tüm kalbe yayılır.
KANIN YAPISI
Kan plazmasının yaklaşık %90’ı sudur. Çözünmüş olarak bulunan iyonlar kanın
osmotik basıncının sağlanmasında önemli rol oynarlar. Bazı iyonlar kanın
pH’sı 7.4 de tutulmasını sağlarlar. Kan proteinleri kanın akıcılığının
sağlanmasında antikorlar şeklinde vücut savunmasında , kan pıhtılaşmasında
görev alırlar.
• K esilen damardan çıkan tromboplastin ve trombositler pıhtılaşma
reaksiyonlarını başlatır. Protrombinaz enzimi oluşur bu da protrombini
trombine dönüştürür.
• Oluşan fibrin lifleri trombositlere bağlanır ve diğer kan hücreleri ile birlikte kan
akışını engeller.
•  Kalbin çalışma hızı sinirsel ve hormonal
mekanizmalarla düzenlenir.
•  Sempatik sinirler (Hızlandırıcı), adrenalin
ve tiroksin hormonu, kandaki CO 2
yoğunluğu, kafein, nikotin kalp atışlarını
hızlandırır.
•  Parasempatik sinirlerden salgılanan
asetilkolin kalbin çalışma hızında
yavaşlamaya neden olur.
•  Kalbin çalışma hızı ve metabolizma
durumu kalp damarlarındaki gerilme ve
bir kısım kimyasal reseptörler tarafından
algılanır.
•  Tüm kalp fonksiyonları otonom sinir
sistemi tarafından ayarlanır.
•  Kimyasal ve fiziksel değişimlerin yanı sıra
beynin bilinçli bölgelerinde oluşan stres
ve duygusal durumda kalbin çalışma
hızını etkiler.
KARDİYOVASKÜLER HASTALIKLAR
•  A t e r o s k l e r o z :
Damarların yağ
birikimi sonucu
sertleşmesi
KARDİYOVASKÜLER HASTALIKLAR
•  Kalp Krizi: Kalp kasına
oksijence zengin kanı
taşıyan bir koroner arter
yada artellerin tıkanması
sonucunda, kalp kası
dokusunun zarar görmesi
veya ölmesidir.
KARDİYOVASKÜLER HASTALIKLAR
•  Felç (İnme): Oksijen
yokluğuna uygun olarak
beyindeki sinir dokunun
ölmesidir. Felç
çoğunlukla, başta
bulunan artellerin
yırtılması yada
tıkanması sonucu
oluşur.
GAZ ALIŞ VERİŞİ
• 
Gaz alış verişi; çevreden O2 molekülünün alınması ve çevreye CO2’in
verilmesidir.
• 
O2 atmosferde %21 oranında bulunur. İnsanlar soludukları havadaki
O2’nin sadece %25 kadarını kullanırlar.
• 
Solunum ortamı olarak suyu kullanıp gaz alış verişi yapmak daha
zordur. Belirli bir hacimdeki suda çözünen O2 miktarı değişebilir fakat
aynı hacimdeki havadakinden daima daha azdır. Deniz ya da tatlı su
ortamlarında litre başına O2 miktarı 4-8 ml olup, havadakinden yaklaşık
40 kat daha azdır. Deniz ne kadar tuzlu ve sıcaksa da bu miktar o denli
az olacaktır. Bu nedenle suyun daha düşük O2 içeriğine, daha yüksek
yoğunluğa ve viskoziteye sahip olması, balıklar ve ıstakozlar gibi sucul
canlılarının gaz alış verişi için önemli ölçüde enerji harcamalarını
gerektirir.
• 
Gaz alış verişi için gerçekleşmiş olan özelleşmeler, hayvan vücudunda
gaz değişiminin gerçekleştiği yer olan solunum yüzeylerinin yapısında
belirgin olarak görülür.
Solunum Yüzeyleri
• 
Canlı tüm hücreler gibi, gaz alış verişini üstlenen hücreler de su ortamı
ile temasta bulunan plazma zarına sahiptirler. Bu nedenle solunum
yüzeyleri daima nemlidir. O2 ve CO2’in nemli yüzeylerden geçişi,
tamamıya difüzyonla gerçekleşir.
• 
Difüzyon alanı geniş, aşılması gereken mesafa kısa ise; gaz alış verişi
de hızlı olur. Yani solunum yüzeyleri geniş ve ince olma eğilimindedir.
• 
Süngerler, Cnidaria üyeleri ve yassı solucanlar gibi canlılarda vücudun
her hücresi, gaz alış verişi yapılacak dış ortama yeterince yakın
olduğundan, gazlar tüm hücreler ve dış ortam arasında difüzyonla
hızlıca değiştirilebilir.
• 
Ancak çoğu hayvanda, vücut hücrelerinin büyük bir bölümü, dış
ortamla doğrudan temasta değildir. Bu hayvanlardaki solunum yüzeyi,
solunum organlarını oluşturan ince ve nemli epiteldir.
Solunum Yüzeyleri
• 
Deri, toprak solucanları ve bazı amfibiler de solunum organı olarak işlev
görür. Derinin hemen altında yer alan yoğun kılcal damar ağı da dolaşım
sistemiyle dış ortam arasındaki gaz alış verişini kolaylaştırır. Solunum
yüzeylerinin nemli kalması gerektiğinden, toprak solucanları ve deri
solunumu yapan diğer hayvanlar, yaşamlarını ancak nemli ortamlarda
sürdürebilir.
• 
Çoğu hayvanın genel vücut yüzeyi, tüm organizmanın gaz alış verişini
sağlayacak yeterli büyüklükte olmadığından çözüm olarak katlanmış ya
da dallanmış solunum organı geliştirilmiştir. Böylece gaz alış verişi için
yeterli yüzey alanı sağlanmaktadır.
• 
Bu organlar; solungaçlar, trakeler ve akciğerlerdir.
• 
Solungaçlar, karada yaşayan hayvanlar için uygun değildir. hava
akımlarına doğrudan açık olan geniş ve nemli bir yüzey, buharlaşma ile
çok su kaybedecektir. Yine solungaçların filamentleri su ile
desteklenmezse büzülerek birbirlerin yapışmaktadırlar. Bu nedenle çoğu
karasal hayvanda solunum yüzeyleri vücut içerisine hapsedilmiş ve
atmosfere sadece ince borucuklarla açılmaktadırlar.
• Akciğerlerdeki veya solungaçlardaki kan ile çevre arasındaki gaz alışverişine
dış solunum, doku hücreleri ile kan arasındaki gaz alışverişine iç solunum
denir.
• Doku hücrelerine geçen oksijen besinlerin parçalanması esnasında kullanılır
ve ATP oluşur. Buna hücresel solunum denir ve karbondioksit oluşur.
Solungaçlar
• 
• 
• 
• 
• 
• 
Solungaçlar, vücut yüzeyinin dışarıya doğru kıvrım yapmasıyla oluşmuş,
su içerisinde askıda kalan organlardır. Solungaçların toplam yüzey alanı
vücudun geri kalan dış yüzeyinden çok daha geniş olmaktadır.
Solunum ortamının solunum yüzeyi üzerindeki hareketi, ventilasyon
(havalandırma) olarak adlandırılır.
Solungaçlı hayvanlar, ventilasyonu hızlandırmak için ya solungaçlarını
hızla hareket ettirirler ya da suyun solungaçlarının üzerinden geçmesini
sağlarlar.
Örn karides ve ıstakozlar, kürek benzeri üyeleriyle suyu solungaçlarına
yönlendirirken, midye ve deniztarakları suyu siller aracığı ile hareket
ettirirler.
Ahtapot ve mürekkepbalıkları, suyu içeriye alıp dışarıya fışkırtmak
suratiyle solungaçlarını havalandırırlar (harekette bununla sağlanır)
Balıklar, solungaçlarının ventilasyonunu sağlamak için yüzme hareketini
ya da ağzın ve solungaç kapaklarının eşgüdümlü hareketini kullanırlar.
Her iki durumda da, ağıza giren su, farinksteki yarıklardan geçerek
solungaçların üzerinden akar ve sonra da vücuttan dışarıya çıkar.
• H a y v a n l a r d a d e ğ i ş i k
solungaçlar bulunur. Deniz
yıldızında solungaç bütün
vücuda kollar arasında
yayılmıştır.
• Deniz solucanında ise her
bölümde bulunan bir çift ayak
üzerine yerleşmiş solungaç
uzantıları vardır.
• Deniz tarağında solungaçlar
kabuğun içindedir.
• İstakozda solungaçlar uzun
ve dış iskeletin altındadır.
Solungaç kıvrımı
Kan damarları
Solungaç kıvrımı Lameller
arasından
su akımı
Su akımı
Lamel
kapillerlerinde
kan akımı
Ters akım alış verişi
Solungaç iplikleri
Balık, çenelerinin ve operkulumun (solungaç
kapağı) koordineli hareketiyle ağzından su
Sudan kana net O2 net difüzyonu
pompalayarak, solungaçlarının yüzeyinden su
geçişini sağlar.
Her solungaç yayında, lamel adı verilen yassılaşmış plakalardan oluşan iki sıra
solungaç filamenti bulunur. Lamellerdeki kılcallardan geçen kan, sudan oksijeni
alır. Su ve kan arasında gerçekleşen ters akımın, kılcal damarların tüm uzunluğu
boyunca kısmi basınç farklılığı oluşturarak, sudan kana O2 geçişini sağlar.
Trake Sistemleri
• 
• 
• 
• 
• 
Karasal hayvanlarda en yaygın solunum böceklerde görülen trake
sistemidir. Tüm vücut boyunca dallanmış olan hava borucuklarından
oluşan iç solunum yüzeyinin değişik bir tipidir. Kısaca ince dallanmış
tüplerden oluşur.
Trake denen en büyük borucuklar dışarıya açılırlar. Hemen hemen her
hücrenin yüzeyine yaklaşan en ince dallar, uçlarındaki nemli epitel
aracılığıyla gaz değişimini gerçekleştirirler.
Trake sistemi, böcekteki hemen her hücrenin çok yakınına hava
getirdiğinden bu sistem, açık dolaşım sisteminin katkısı olmaksızın O2 ve
CO2 taşınımını gerçekleştirebilmektedir.
Küçük böceklerde trakelerle gerçekleştirilen difüzyon, hücresel solunum
için yeterli gaz alış verişini sağlarken, daha büyük böceklerde yüksek
enerji gereksinimlerini karşılamak amacıyla trake sistemlerindeki
borucuklar bir körük gibi sıkıştırılarak genişleten ritmik vücut hareketleriyle
ventilasyon sağlanmaktadır.
Örn uçan böceklerde uçuş sırasında metabolik hız çok yüksek olduğundan
çok daha fazla O2’e ihtiyaç duymaktadır. Çoğu uçucu böcekte kasılıp
gevşeyen uçuş kasları, havayı trake sistemine hızla pompalamaktadır.
Uçma kaslarındaki hücreler, yüksek metabolik hızı karşılayacak sayıda
mitokondri ile dolu olup, trake borucukları da bu ATP üreten organellere
yeterli oksijeni sağlamaktadır.
Trake Sistemleri
Böceğin solunum sistemi, vücut içinde
dallanmalar gösteren borucuklardan oluşur.
Trake olarak adlandırılan en büyük boru,
böceğin vücudunun yüzeyinde aralıklarla
sıralanmış dıştaki deliklerle bağlantılıdır.
Trakelerin genişlemiş kısımlarından oluşan
hava keseleri, fazla oksijen gereksinimi olan
organların yakınında yer alır.
•  Kitinden oluşan halkalar, trakeyi açık tutarak trakeol denilen küçük
borucuklara havanın girişini kolaylaştırır. Dallanmış trakeoller, tüm vücuttaki
hücrelere doğrudan hava iletir.
•  Trakeolerin uç kısımları kapalı olup sıvı ile doludur. hayvan aktif ve fazla O2
kullanırken sıvının çoğu vücut içine çekilir. Böylece hava ile dolu trakeollerin
hücrelerle temas yüzeyi artar.
•  Hava sıcaklığı gazların difüzyonunu arttırdığı için tropik bölgelerdeki böcekler
diğerlerine göre daha büyük olur.
Akciğerler
•  Böcek vücuduna bir baştan diğer başa yayılan trake sisteminin aksine
akciğerler, bir alana yerleşmiş olan solunum organlarıdır. Vücut yüzeylerinin
içeriye doğru kıvrımlaşmasına örnek oluşturmakta ve tipik olarak çok sayıda
cepten oluşmaktadır. Akciğerlerin solunum yüzeyleri, vücudun diğer
kısımlarıyla temasta olmadığından aradaki boşluk, gazları akciğerlerle
vücudun diğer kısımları arasında taşıyacak olan dolaşım sistemi tarafından
kapatılmalıdır.
•  Akciğerler omurgalılarda olduğu kadar, örümcekler ve kara salyangozları
gibi açık dolaşım sistemine sahip organizmalarda da gelişmiştir.
•  Amfibilerde akciğerler olduğunda, genellikle küçüktür ve geniş bir gaz
değişim alanından yoksundur.
•  Sürüngenler (kuşlar dahil) ve tüm memeliler, gaz alış verişi için tamamen
akciğerlere bağımlıdırlar.
•  Kaplumbağalar akciğer solunumuna ilaveten ağız ve anüsde ki nemli
epitelden de gaz alış verişi yapabilmektedirler.
MEMELİLERİN
SOLUNUM SİSTEMİ
Akciğer vena kolu
(O2’ce zengin kan)
Son bronşiol
Akciğer
arter kolu
(O2’ce fakir
kan)
Burun
boşluğu
Farinks
Larinks
Özafagus
Sol akciğer
Trake
Sağ akciğer
Bronş
Bronşiol
Diyafram
Alveolleri
sarmalayan
yoğun kapiller
yatağı
Memelilerin Solunum Sistemi
Hava, burun deliklerinden girdikten sonra ısıtılır, nemlendirilir, kıllarla filtre
edilir ve burun boşluğundaki karmaşık tünellerden geçerek kokular
bakımından kontrol edilir.
Burun boşluğu farinkse açılır. Farinks, larinks (glottis nefes almak için
açıktır), nefes borusu aracılığı ile trake her biri akciğere giden iki bronşa
ayrılır. Bronşlar dallara ayrılarak bronşiolleri oluşturur.
Oluşan solunum ağacının içini döşeyen epitel, siller ve mukusla kaplıdır.
Mukus, tozları, polenleri, ve diğer partikülleri tutar; hareketli siller bu mukusu
yukarıya doğru hareket ettirerek farinkse getirir ve orada mukus yutularak
yemek borusuna geçebilir. (Mukus yürüyen merdiveni; solunumun
temizlenmesinde yaşamsal öneme sahip)
Memelilerde gaz alışverişi, alveollerde gerçekleşir. Alveoller en ince
bronşiollerin uçlarında kümelenmiş olan hava kesecikleridir. Havanın
oksijeni alveollere girdiğinde, onların nemli iç duvarda çözünür ve epitelden
hızla diffüze olarak, her alveolü sarmalayan kılcal damar ağına geçer. CO2’in
net difüzyonu ise aksi yönde gerçekleşir, yani kılcal damardan ve alveol
epitelinden geçerek alveol içerisindeki havaya girer.
Memelilerin Solunum Sistemi
• 
Sillerin ya da onların yüzeyindeki partikülleri uzaklaştıracak yeterli
hava akımlarının olmaması, alveolleri kontaminasyona karşı oldukça
duyarlı hale getirir. Alveollerde devriye gezen akyuvarlar, yabancı
cisimleri fagosite ederler. Ancak alveoller çok fazla partikül gelecek
olursa, savunma yetersiz kalır, sonuçta enflamasyon gelişir ve geri
dönmeyecek hasarlar ortaya çıkabilir. Örn sigara, kömür gibi
• 
Alveoller oluşacak yüzey gerilimini azaltan maddelerle kaplıdır. (yüzey
aktif ajan; sürfektan) Bu durum normal süresinden 6 hafta ya da daha
önce doğmuş bebeklerde görülen respiratuar distres sendromu (RDS)
denilen hastalığa da neden olmaktadır.
• 
1950’lerin sonunda Mary Ellen Avery, RDS ile sürfektan eksikliğini
ortaya çıkararak Ulusal Bilim Madalyası ödülü almıştır. Sürfektanın,
protein ve fosfolipid karışımından oluştuğunu ve akciğer gelişiminin
tipik olarak gebeliğin 33. haftasında ortaya çıktığını tespit etmiştir.
SOLUNUM
• 
Akciğerlerin havalanmasını sağlayan, birbirini izleyen nefes alma ve
verme sürecine SOLUNUM denir.
AMFİBİ SOLUNUMU; akciğerlerini pozitif basınçla nefes alma sayesinde
havalandırır.
• 
Nefes almanın ilk aşamasında; amfibinin ağız boşluğunun tabanı
havayı burun deliklerinden ağız boşluğuna çeker. Ağız ve burun
delikleri kapalı olarak, ağız boşluğunun tabanı yukarı kaldırılarak,
havanın nefes borusundan aşağıya gitmesi sağlanır.
• 
Soluk vermede ise, hava, akciğerlerin elastiki büzüşmesi ve vücut
duvarındaki kasların kasılmasıyla dışarı atılır.
• 
Erkek kurbağalar çiftleşme öncesi ya da korkutma amaçlı şişme
davranışına girdiklerinde bu solunum döngüsüne ara vererek, soluk
vermeden üst üste bir kaç kez nefes alırlar.
Tek bir nefes
aldığında bunun
sistemden
geçmesi için 2
nefes alma ve 2
nefes verme
d ö n g ü s ü
gerkmektedir.
Kuşlarda alveoller yarine parabronş adı verilen
ince kanalcıklar bulunur. Hava parabronş(hava
tüpleri) içerisinde daima aynı yönde akar.
Bunlar kemiklerin içlerine kadar uzanır.
KUŞLARDA SOLUNUM
SİSTEMİ
• Kuşlar nefes aldıklarında havanın bir kısmı akciğerlere giderken bir kısmı da
arka hava kesesine gider, nefes verirken ise hava keselerindeki hava
akciğerlerden bir kez daha geçer.
• Kuşlar hem nefes alırken hem de nefes verirken hava akciğerlerinden geçtiği
için solunum gazlarından daha çok yararlanırlar. Hava tüplerindeki hava akışı
ile kanın akış yönü birbirlerine terstir.
MEMELİLERDE SOLUNUM
• Amfibi ve kuşların aksine memeliler negatif basınçla nefes alma yolunu
kullanırlar, yani havayı akciğerlere itmek yerine içeriye çekerler. Kas
kasılmalarını kullanarak göğüs boşluğunu aktif olarak genişleterek,
akciğerlerindeki hava basıncını dışarıdaki hava basıncının altına düşürürler.
• Nefes alma sırasında kaburga kasları kasılarak kaburga uçları yukarı doğru
kalkar ve diyafram kasılarak düzleşir. Akciğerlerde oluşan hacim artışı sonucu
akciğerlere hava dolar.
MEMELİLERDE SOLUNUM
• 
Nefes alma sırasında göğüs boşluğunu genişletmek, hayvanın kaburga
kaslarını ve diyaframını kullanmasını gerektirir. Diyafram; iskelet kasından
oluşmuş bir tabaka olup göğüs boşluğunun alt duvarını oluşturur.
• 
Göğüs boşluğunda iki tabakalı zar akciğeri sarmalar. İçteki zar, akciğerin
dışına, dıştaki zar da göğüs duvarının boşluğuna yapışmıştır. Bu iki tabaka
arasındaki dar boşluk sıvı ile doludur. Tabakalar birbiri üzerinde kayabilir
ancak birbirlerinden kolaylıkla ayrılmazlar. Sonuçta, göğüs boşluğunun ve
akciğerlerin hacmi birlikte değişir.
• 
Aktivitenin düzeyine bağlı olarak, solunuma yardımcı olmak amacıyla ek
kaslar da kullanılabilir. Örn; egzersiz sırasında boyun, sırt ve göğüsteki
diğer kaslar, kaburgaları kaldırarak göğüs boşluğunun hacmini genişletir.
• 
Her nefes alış verişinde içeri alınan ve dışarı verilen havanın hacmi Tidal
volüm olarak adlandırılır. Dinlenme halinde insanlarda bu ortalama 500 mL
kadardır. Maksimum düzeyde nefes alma ve nefes verme arasındaki tidal
volüm, Vital kapasite (canlı kapasite) olarak adlandırılır. Ünv. çağındaki
gençlerde 3.4 L ve 4.8 L dir. Kuvvetli nefesten sonra geride kalan hava da
rezidüel hava (artık hava) olarak tanımlanır. Yaşlandıkça akciğerlerimiz
esnekliğini yitirir, vital kapasite azalırken rezidüel volüm artar.
Solunumun Homeostatik Kontrolü
CO2 azalır, pH
normale döner.
Tepki; Medulladan
kaburga kaslarına
ve diyaframa giden
s i n y a l l e r
solunumun hızını
ve derinliğini artırır.
Uyarı; Dokularda CO2 düzeyinin
yükselmesi (Örn egzersiz
sırasında) kan pH’sının
düşmesine neden olur.
Algılayıcı/kontrol merkezi
A n a k a n
damarlarındaki
algılayıcılar
kan pH’sını
algılar.
Medulla ana kan
damarlarından uyarıyı alır.
İnsanlarda Solunumun Kontrolü
• S olunumun düzenlenmesinden esas
sorumlu olan nöronlar, beynin kökünde,
(nefes alma verme merkezi) omurilik
soğanında (medulla oblongatada) bulunur.
Buradan çıkan sinirler diyaframa ve kaburga
kaslarına gider.
• Derin nefes aldığınızda, negatif geri bildirim
mekanizması akciğerlerin aşırı genişlemesini
önler. Nefes alma sırasında, akciğer
dokusundaki gerilmeyi saptayan algılayıcılar,
medulladaki kontrol devrelerine sinir
uyarıları göndererek, daha fazla nefes almayı
engellerler.
• Ayrıca kandaki ve beyin omurilik sıvısında
karbondioksit miktarındaki değişmeler
reseptörler tarafından algılanarak omurilik
soğanındaki merkezleri uyarır.
• Baş arterleri ve aort başında kan pH’ı
değişikliklerine duyarlı reseptörler vardır.
Meydana gelen pH değişmeleri solunum
merkezine iletilir ve solunum sayısı ve
derinliği değişir.
Dolaşım ve Gaz Alış
Verişinin Koordinasyonu
• Akciğere gelen kan içerisindeki
oksijen basıncı alveol içindeki
oksijen basıncından daha
düşüktür, CO2 basıncı ise alveole
göre daha yüksektir. Bu nedenle
kan ile alveol arasında gaz
alışverişi olur.
• Akciğerlerden çıkan kanda O2
basıncı yükselirken CO2 basıncı
düşer.
• Doku hücrelerinde ise yüksek
bir CO 2 basıncı vardır. Bu
nedenle CO2 toplardamara geçer.
Oksijen ise doku hücrelerinde az
olduğu için kandan doku
hücrelerine doğru difüzyona
uğrar.
Değişik bölgelerdeki gazların
basınçları. (mmHg)
Karbon Dioksit Taşınması
• Oksijenin %98’i alyuvarlardaki hemoglobinle geri kalanı ise kan plazmasında
erimiş halde taşınır. Doku hücrelerinde oluşan CO2 ise kan plazmasında
bikarbonat iyonları şeklinde alveol kılcallarına gelir.
• Karbonmonoksit (CO) hemoglobinle tersinir olmayan şekilde bağlanır ve kanın
oksijen taşıma kapasitesi azalır böylece solunum zehirlenmeleri meydana gelir.
SOLUNUM PİGMENTLERİ
• Akciğerlerde, kısmi basınç farklılıkları, O2’nin kana, CO2’inde kandan dışarıya
difüzyonunu sağlar. Vücudun diğer kısımlarında bunun tersi olur. Solunum
pigmentleri, kanın ya da hemolenfin taşıyabileceği O2 oranını önemli ölçüde
artırır.
• H ayvanlarda değişik solunum pigmentleri bulunur. Hemosiyanin
eklembacaklılarda ve yumuşakçalarda bulunur. Oksijen bağlayıcı atom olarak
bakır vardır.
• Hemoglobin ise omurgalıların kanında vardır. Merkezlerinde demir atomu
içeren 4 hem grubu birleşerek büyük bir protein molekülü oluşturmuştur. Her
bir hemoglobin molekülü 4 oksijen molekülü taşıyabilir. Oksijenle birleşmesi
tersinir bir şekilde oluşur.
• Hemoglabin ayrıca CO2 taşınmasında ve kanın tamponlanmasında da görev
yapmaktadır.
Dalan Memelilerde Solunum Adaptasyonları
• İnsanlar 2-3 dk nefes tutabilir
yada 20 m’den derine gen.
d a l a m a z l a r. O 2 ’ n i n % 1 3 ’ ü n ü
kaslarında depolar.
• Derin deniz canlısı olan fok uzun
süre(200-500 m, 20dk) derinlerde
kalabilir. Kanının oksijen taşıma
kapasitesi insanınkinin yaklaşık 2
katıdır. Ayrıca kaslarında yüksek
bir miyoglobin oranı vardır. (%25)
• F ok derinlere daldıkça kalp
çalışma hızı yavaşlar ayrıca
metabolizma hızında bir düşme
gerçekleşir. Bu halde iken kaslar
gerekli enerjiyi daha çok
oksijensiz solunumla karşılar.
• Dalış refleksi olarak bilinen bu durum insanda da gözlenebilir. Doğum
sırasında bebeğin oksijensiz kalması bu sayede atlatılır ayrıca bazı deniz
kazalarında kurbanların uzun bir süre (yaklaşık 20 dakika) soğuk bir suda
boğulmuş bir durumda olmalarına karşın tekrar hayata dönmeleri bu refleksle
açıklanabilir. Refleks vagus siniri ve parasempatik nöronlarla sağlanır.
• Lamalar Güney Amerikanın 5000 m
yüksekliklerindeki dağlarda yaşarlar. Bu
yükseklikte oksijenin basıncı az
olmasına rağmen sahip oldukları
hemoglobinin yapısal özelliğinden
dolayı kanlarının oksijen taşıma
kapasiteleri yüksektir.
• D erin deniz memelilerinin (Balina)
kaslarında bol miktarda miyoglobin
m o l e k ü l ü b u l u n u r. M i y o g l o b i n
hemoglobine göre oksijen molekülüne
bağlanma ilgisi gösterir.
• T üm omurgalılarda hemoglobin ve
miyoglobin bulunmasına karşın
canlıların yaşam yerlerine ve
adaptasyon özelliklerine göre bu
maddelerin miktarları ve yapısal
özellikleri arasında bazı farklar bulunur.
Download