temel anestezi el kitabı

advertisement
TEMEL
ANESTEZİ
EL KİTABI
ED‹TÖR
PROF. DR. YÜKSEL KEÇ‹K
ED‹TÖR YARDIMCILARI
PROF. DR. NESLİHAN ALKIŞ
PROF. DR. DİLEK YÖRÜKOĞLU
DOÇ. DR. ZEKERİYYA ALANOĞLU
GÜNEŞ TIP KİTABEVLERİ
EDİTÖR ÖNSÖZÜ
Değerli Meslekdaşlarım
Temel Anestezi kitabımızın yayımlanması üzerinden yaklaşık bir yıl geçti.
Sizlerden aldığımız olumlu geri bildirimler kitaba emek veren herkesi çok
mutlu etmiştir. Temel Anestezi kitabının projesine başlarken öngördüğümüz, meslekdaşlarımız için güvenilir bir başvuru kitabı olmasıydı. Ancak
özellikle mesleğe yeni başlayan hekimler için kolay taşınabilecek ve acil
durumlarda başvurulabilecek özet kitap niteliğinde olan “El Kitabının”
hazırlanması yine bu proje içinde yer almaktaydı. Sizlere yararlı olacağını
düşündüğümüz bu “El Kitabı”nı sunarak projemizin ikinci aşamasını
gerçekleştirmiş oluyoruz. Temel Anestezi El Kitabı’nın amacı doğrultusunda bazı bölümler çıkartılmıştır. Pratik uygulamada daha fazla başvurulacak bilgileri içeren bölümlere yer verilmiştir.
Bu kitabın hazırlanmasında emeği geçen tüm yazarlara, editör yardımcısı
arkadaşlarıma ve basımı özenle gerçekleştiren “Güneş Tıp Kitabevleri”
mensuplarına şükranlarımı sunarım.
Meslekdaşlarıma yararlı olması dileğiyle.
17 - Eylül - 2012
Prof. Dr. YÜKSEL KEÇİK
v
YAZARLAR
Doç. Dr. Şule Akın
Prof. Dr. Yeşim Batislam
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anesteziyoloji ve Reanimasyon
Anabilim Dalı
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anesteziyoloji ve Reanimasyon
Anabilim Dalı
Doç. Dr. Seda Banu Akıncı
Prof. Dr. Mustafa Kemal Bayar
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anesteziyoloji ve Reanimasyon
Anabilim Dalı
Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anesteziyoloji ve Reanimasyon
Anabilim Dalı
Doç. Dr. Ö. Taylan Akkaya
Prof. Dr. Ünase Büyükkoçak
Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve
Araştırma Hastanesi 1. Anestezi ve
Reanimasyon Kliniği, Ağrı Ünitesi
Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anesteziyoloji ve Reanimasyon
Anabilim Dalı
Yard. Doç. Dr. Filiz Alkaya
Uzm. Dr. Özlem Selvi Can
Süleyman Demirel Üniversitesi
Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve
Reanimasyon Anabilim Dalı
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anesteziyoloji ve Reanimasyon
Anabilim Dalı
Prof. Dr. Neslihan Alkış
Doç. Dr. Özgür Canbay
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anesteziyoloji ve Reanimasyon
Anabilim Dalı
Prof. Dr. İbrahim Aşık
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anesteziyoloji ve Reanimasyon
Anabilim Dalı Algoloji Bilim Dalı
Prof. Dr. Hilmi Ömer Ayanoğlu
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anesteziyoloji ve Reanimasyon
Anabilim Dalı
Prof. Dr. Demet Aydın
Celal Bayar Üniversitesi
Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve
Reanimasyon Anabilim Dalı
Uzm. Dr. Bahar Aydınlı
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anesteziyoloji ve Reanimasyon
Anabilim Dalı
Doç. Dr. Melike Cengiz
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anesteziyoloji ve Reanimasyon
Anabilim Dalı
Prof. Dr. Sacide Demiralp
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anesteziyoloji ve Reanimasyon
Anabilim Dalı
Prof. Dr. Çiğdem Evren Denker
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anesteziyoloji ve Reanimasyon
Anabilim Dalı
Prof. Dr. Yalım Dikmen
Türkiye Yüksek İhtisas Eğitim ve
Araştırma Hastanesi Anesteziyoloji
ve Reanimasyon Kliniği
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa
Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve
Reanimasyon Anabilim Dalı
Yoğun Bakım Bilim Dalı
Prof. Dr. S. Taner Balcıoğlu
Prof. Dr. Aslı Dönmez
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anesteziyoloji ve Reanimasyon
Anabilim Dalı
Türkiye Yüksek İhtisas Eğitim ve
Araştırma Hastanesi Anesteziyoloji
ve Reanimasyon Kliniği
Doç. Dr. Hülya Teltik Başar
Uzm. Dr. Gökçen Emmez
Ankara Eğitim ve Araştırma
Hastanesi Anesteziyoloji ve
Reanimasyon Kliniği
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anesteziyoloji ve Reanimasyon
Anabilim Dalı
vii
viii
YAZARLAR
Doç. Dr. Özcan Erdemli
Prof. Dr. Feray Gürsoy
Türkiye Yüksek İhtisas Eğitim ve
Araştırma Hastanesi Anesteziyoloji
ve Reanimasyon Kliniği
Adnan Menderes Üniversitesi
Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve
Reanimasyon Anabilim Dalı
Uzm. Dr. Ali Fırat Esmer
Doç. Dr. Hasan Hepağuşlar
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anatomi Anabilim Dalı
Dokuz Eylül Üniversitesi
Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve
Reanimasyon Anabilim Dalı
Doç. Dr. Can Eyigör
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anesteziyoloji ve Reanimasyon
Anabilim Dalı
Yard. Doç. Dr. Şükran Geze
Karadeniz Teknik Üniversitesi
Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve
Reanimasyon Anabilim Dalı
Prof. Dr. Necati Gökmen
Dokuz Eylül Üniversitesi
Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve
Reanimasyon Anabilim Dalı
Uzm. Dr. Asutay Orak Göktuğ
Ankara Eğitim ve Araştırma
Hastanesi Anesteziyoloji ve
Reanimasyon Kliniği
Doç. Dr. Bülent Gören
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi
Fizyoloji Anabilim Dalı
Prof. Dr. Suna Gören
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anesteziyoloji ve Reanimasyon
Anabilim Dalı
Uzm. Dr. Çiğdem Yıldırım Güçlü
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anesteziyoloji ve Reanimasyon
Anabilim Dalı
Prof. Dr. Tayfun Güler
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anesteziyoloji ve Reanimasyon
Anabilim Dalı
Prof. Dr. Berrin Günaydın
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anesteziyoloji ve Reanimasyon
Anabilim Dalı
Uzm. Dr. Gözde İnan
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anesteziyoloji ve Reanimasyon
Anabilim Dalı
Doç. Dr. Leyla İyilikçi
Dokuz Eylül Üniversitesi
Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve
Reanimasyon Anabilim Dalı
Prof. Dr. Ş. Ferda Kahveci
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anesteziyoloji ve Reanimasyon
Anabilim Dalı
Prof. Dr. Lale Karabıyık
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anesteziyoloji ve Reanimasyon
Anabilim Dalı
Doç. Dr. Çetin Kaymak
Ankara Eğitim ve Araştırma
Hastanesi Anesteziyoloji ve
Reanimasyon Kliniği
Prof. Dr. Yüksel Keçik
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anesteziyoloji ve Reaminasyon
Anabilim Dalı
Doç. Dr. Gönül Tezcan Keleş
Celal Bayar Üniversitesi
Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve
Reanimasyon Anabilim Dalı
Doç. Dr. Pakize Kırdemir
Süleyman Demirel Üniversitesi
Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve
Reanimasyon Anabilim Dalı
Algoloji Bilim Dalı
Uzm. Dr. Ş. Türkan Kudsioğlu
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anesteziyoloji ve Reanimasyon
Anabilim Dalı
Yoğun Bakım Bilim Dalı
Dr. Siyami Ersek Kalp ve Damar
Cerrahisi Merkezi Eğitim ve
Araştırma Hastanesi
Anesteziyoloji ve Reanimasyon
Kliniği
Doç. Dr. Yavuz Gürkan
Prof. Dr. Bahar Kuvaki
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anesteziyoloji ve Reanimasyon
Anabilim Dalı
Dokuz Eylül Üniversitesi
Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve
Reanimasyon Anabilim Dalı
Doç. Dr. Murat Gündüz
YAZARLAR
Uzm. Dr. Esra Mercanoğlu
Prof. Dr. Atilla Ramazanoğlu
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anesteziyoloji ve Reanimasyon
Anabilim Dalı
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anesteziyoloji ve Reanimasyon
Anabilim Dalı
Uzm. Dr. Başak Ceyda Meço
Prof. Dr. Binnur Sarıhasan
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anesteziyoloji ve Reanimasyon
Anabilim Dalı
Ondokuz Mayıs Üniversitesi
Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve
Reanimasyon Anabilim Dalı
Yard. Doç. Dr. Hüseyin Oğuzalp
Doç. Dr. M. Murat Sayın
Çanakkale Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anesteziyoloji ve Reanimasyon
Anabilim Dalı
Prof. Dr. Mehmet Oral
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anesteziyoloji ve Reanimasyon
Anabilim Dalı
Uzm. Dr. Elvan Öçmen
Dokuz Eylül Üniversitesi
Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve
Reanimasyon Anabilim Dalı
Prof. Dr. Selmin Ökesli
Selçuk Üniversitesi Meram
Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve
Reanimasyon Anabilim Dalı
Prof. Dr. Oya Özatamer
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anesteziyoloji ve Reanimasyon
Anabilim Dalı
Uzm. Dr. Ayşe Ongun Özcan
Ankara Eğitim ve Araştırma
Hastanesi Anesteziyoloji ve
Reanimasyon Kliniği
Uzm. Dr. Namık Özcan
Ankara Dışkapı Yıldırım Beyazıt
Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Anesteziyoloji ve Reanimasyon
Kliniği
Prof. Dr. Mine Solak
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anesteziyoloji ve Reanimasyon
Anabilim Dalı
Prof. Dr. Altan Şahin
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anesteziyoloji ve Reanimasyon
Anabilim Dalı
Doç. Dr. Selda Şen
Adnan Menderes Üniversitesi
Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve
Reanimasyon Anabilim Dalı
Uzm. Dr. Tülin Şen
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anatomi Anabilim Dalı
Uzm. Dr. Suna Akın Takmaz
Ankara Eğitim ve Araştırma
Hastanesi Anesteziyoloji ve
Reanimasyon Kliniği
Ankara Eğitim ve Araştırma
Hastanesi Anesteziyoloji ve
Reanimasyon Kliniği
Prof. Dr. İbrahim Tekdemir
Uzm. Dr. Menekşe Özçelik
Doç. Dr. Sibel Temur
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anatomi Anabilim Dalı
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anesteziyoloji ve Reanimasyon
Anabilim Dalı
Yeditepe Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anesteziyoloji ve Reanimasyon
Anabilim Dalı
Prof. Dr. Saadet Özgen
Prof. Dr. Kamil Toker
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anesteziyoloji ve Reanimasyon
Anabilim Dalı
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anesteziyoloji ve Reanimasyon
Anabilim Dalı
Prof. Dr. Zerrin Özköse
Doç. Dr. Adnan Torgay
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anesteziyoloji ve Reanimasyon
Anabilim Dalı
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anesteziyoloji ve Reanimasyon
Anabilim Dalı
Doç. Dr. Onur Özlü
Alparslan Turan, MD
Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve
Araştırma Hastanesi
Anestezi ve Reanimasyon Kliniği
Associate Professor of
Anesthesiology Cleveland Clinic,
OH, USA
ix
x
YAZARLAR
Prof. Dr. Işıl Özkoçak Turan
Doç. Dr. Murat Yılmaz
Zonguldak Karaelmas Üniversitesi
Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve
Reanimasyon Anabilim Dalı
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anesteziyoloji ve Reanimasyon
Anabilim Dalı
Uzm. Dr. Sanem Çakar Turhan
Prof. Dr. Aysun Yılmazlar
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anesteziyoloji ve Reanimasyon
Anabilim Dalı
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anesteziyoloji ve Reanimasyon
Anabilim Dalı
Prof. Dr. Necmettin Ünal
Prof. Dr. Dilek Yörükoğlu
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anesteziyoloji ve Reanimasyon
Anabilim Dalı
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anesteziyoloji ve Reanimasyon
Anabilim Dalı
Prof. Dr. Meltem Uyar
Doç. Dr. Pınar Zeyneloğlu
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anesteziyoloji ve Reanimasyon
Anabilim Dalı
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anesteziyoloji ve Reanimasyon
Anabilim Dalı
Yard. Doç. Dr. Şaban Yalçın
Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anesteziyoloji ve Reanimasyon
Anabilim Dalı
İÇİNDEKİLER
EDİTÖR ÖNSÖZÜ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . vii
YAZARLAR . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ix
KISIM I
TEMEL BİLGİLER
BÖLÜM 1
SİNİR VE SOLUNUM SİSTEMİNİN KLİNİK ANATOMİSİ . . . . . . . . . . . 3
Dr. Tülin Şen, Dr. Ali Fırat Esmer, Dr. İbrahim Tekdemir
BÖLÜM 2
ANESTEZİ MAKİNASI. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 31
Dr. Altan Şahin
BÖLÜM 3
FARMAKOLOJİDE TEMEL PRENSİPLER . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 43
Dr. Bahar Kuvaki
BÖLÜM 4
İNHALASYON ANESTEZİKLERİ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 55
Dr. Sibel Temur
BÖLÜM 5
OPİOİDLER . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 63
Dr. Hülya Teltik Başar
BÖLÜM 6
NONOPİOİD İNTRAVENÖZ ANESTEZİKLER . . . . . . . . . . . . . . . . . . 67
Dr. Özlem Selvi Can
BÖLÜM 7
LOKAL ANESTEZİKLER . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 83
Dr. Alparslan Turan
BÖLÜM 8
KAS GEVŞETİCİLER . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 91
Dr. M. Murat Sayın
BÖLÜM 9
ANTİHİPERTANSİFLER, VAZODİLATATÖRLER,
DİÜRETİKLER VE STATİNLER. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 107
Dr. Necati Gökmen, Dr. Elvan Öçmen
BÖLÜM 10
ANTİARİTMİKLER . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 129
Dr. Leyla İyilikçi
xi
xii
İÇİNDEKİLER
BÖLÜM 11
OTONOM SİNİR SİSTEMİ İLAÇLARI: ADRENERJİK
AGONİST VE ANTAGONİSTLERİ KOLİNERJİK
ANTİKOLİNERJİKLER VE ANTİKOLİNESTERAZLAR . . . . . . . . . . 137
Dr. Şule Akın
BÖLÜM 12
PSİKOTROP VE ANTİEPİLEPTİKLER . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 147
Dr. Şükran Geze
BÖLÜM 13
ANTİKOAGÜLAN İLAÇLAR . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 155
Dr. Selda Şen
BÖLÜM 14
NONSTEROİD ANTİİNFLAMATUAR İLAÇLAR (NSAİİ) . . . . . . . . . 165
Dr. Pakize Kırdemir
BÖLÜM 15
GASTROİNTESTİNAL SİSTEM İLAÇLARI. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 173
Dr. Feray Gürsoy
BÖLÜM 16
VİTAMİNLER, BİTKİSEL İLAÇLAR VE ANESTEZİ . . . . . . . . . . . . . 177
Dr. Ayşe Ongun Özcan, Dr. Çetin Kaymak
BÖLÜM 17
KARDİYOVASKÜLER SİSTEM FİZYOLOJİSİ. . . . . . . . . . . . . . . . . . 183
Dr. Suna Gören, Dr. Bülent Gören
BÖLÜM 18
SOLUNUM FİZYOLOJİSİ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 201
Dr. Hüseyin Oğuzalp, Dr. Seda Banu Akıncı
BÖLÜM 19
AKCİĞER VOLÜM VE KAPASİTELERİ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 203
Dr. Filiz Alkaya
BÖLÜM 20
SEREBRAL FİZYOLOJİ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 213
Dr. Zerrin Özköse, Dr. Gökçen Emmez
BÖLÜM 21
HEPATİK SİSTEM FİZYOLOJİSİ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 221
Dr. Mine Solak
BÖLÜM 22
RENAL FİZYOLOJİ VE ANESTEZİ. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 225
Dr. Lale Karabıyık, Dr. Gözde İnan
BÖLÜM 23
SİNİR-KAS KAVŞAĞI FİZYOLOJİSİ VE MONİTORİZASYONU . . . . 233
Dr. Şaban Yalçın
BÖLÜM 24
SIVI-ELEKTROLİT VE ASİT-BAZ FİZYOLOJİSİ. . . . . . . . . . . . . . . . 239
Dr. Murat Gündüz
İÇİNDEKİLER
BÖLÜM 25
TERMOREGÜLASYON . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 245
Dr. Işıl Özkoçak Turan
BÖLÜM 26
YENİDOĞAN VE ÇOCUK FİZYOLOJİSİ. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 249
Dr. Selmin Ökesli
BÖLÜM 27
AĞRI; ANATOMİ VE NÖROFİZYOLOJİ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 253
Dr. İbrahim Aşık
KISIM II
ÖZEL CERRAHİ UYGULAMALARDA ANESTEZİ
BÖLÜM 28
KARDİYAK CERRAHİ VE ANESTEZİ. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 257
Dr. Bahar Aydınlı, Dr. Çiğdem Yıldırım Güçlü, Dr. Aslı Dönmez
BÖLÜM 29
GÖĞÜS CERRAHİSİNDE ANESTEZİ. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 271
Dr. Sacide Demiralp, Dr. Başak Ceyda Meço
BÖLÜM 30
NÖROANESTEZİ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 285
Dr. Yüksel Keçik
BÖLÜM 31
UYANIK KRANİYOTOMİ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 295
Dr. Dilek Yörükoğlu
BÖLÜM 32
PEDİATRİK ANESTEZİ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 305
Dr. Menekşe Özçelik
BÖLÜM 33
GERİATRİK ANESTEZİ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 317
Dr. Hasan Hepağuşlar
BÖLÜM 34
BÜYÜK DAMAR CERRAHİLERİNDE ANESTEZİ . . . . . . . . . . . . . . 323
Dr. Tayfun Güler
BÖLÜM 35
OBSTETRİK VE JİNEKOLOJİK ANESTEZİ. . . . . . . . . . . . . . . . . . . 365
Dr. Berrin Günaydın
BÖLÜM 36
ÜROGENİTAL SİSTEM CERRAHİSİNDE ANESTEZİ . . . . . . . . . . . 385
Dr. Yeşim Batislam
BÖLÜM 37
KULAK BURUN BOĞAZ CERRAHİSİNDE ANESTEZİ . . . . . . . . . . 395
Dr. Oya Özatamer, Dr. Sanem Çakar Turhan
xiii
xiv
İÇİNDEKİLER
BÖLÜM 38
GÖZ CERRAHİSİNDE ANESTEZİ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 399
Dr. Asutay Orak Göktuğ
BÖLÜM 39
ENDOKRİN CERRAHİSİNDE ANESTEZİ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 413
Dr. Gönül Tezcan Keleş
BÖLÜM 40
PLASTİK CERRAHİDE ANESTEZİ. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 427
Dr. Saadet Özgen, Dr. Özgür Canbay
BÖLÜM 41
DİAEBETES MELLİTUS VE ANESTEZİ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 435
Dr. Adnan Torgay
BÖLÜM 42
ORTOPEDİK CERRAHİDE ANESTEZİ. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 439
Dr. Suna Akın Takmaz
BÖLÜM 43
KALP HASTALARINDA NON-KARDİYAK
CERRAHİ ANESTEZİSİ. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 463
Dr. Çiğdem Evren Denker
BÖLÜM 44
TRAVMA VE YANIKTA ANESTEZİ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 473
Dr. Pınar Zeyneloğlu
BÖLÜM 45
ORGAN TRANSPLANTASYONUNDA ANESTEZİ . . . . . . . . . . . . . . 483
Dr. Hilmi Ömer Ayanoğlu
KISIM III
ÖZEL KONULAR
BÖLÜM 46
MONİTORİZASYON. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 509
Dr. Namık Özcan
BÖLÜM 47
ANESTEZİ ÖNCESİ HASTA DEĞERLENDİRMESİ
VE HAZIRLIK. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 525
Dr. S. Taner Balcıoğlu
BÖLÜM 48
ANESTEZİ SONRASI DERLENME VE SORUNLAR . . . . . . . . . . . . 541
Dr. Onur Özlü
BÖLÜM 49
SPİNAL, EPİDURAL VE KAUDAL ANESTEZİ . . . . . . . . . . . . . . . . . 561
Dr. Aysun Yılmazlar
BÖLÜM 50
PLEKSUS BLOKLARI VE ULTRASON UYGULAMASI . . . . . . . . . . 565
Dr. Yavuz Gürkan
İÇİNDEKİLER
BÖLÜM 51
İNTRAVENÖZ REJYONAL ANESTEZİ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 583
Dr. Binnur Sarıhasan
BÖLÜM 52
KAN TRANSFÜZYONU VE KAN ÜRÜNLERİ. . . . . . . . . . . . . . . . . . 585
Dr. Mustafa Kemal Bayar
BÖLÜM 53
ANESTEZİ HASTA POZİSYONLARI. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 593
Dr. Ünase Büyükkocak
BÖLÜM 54
KARDİYOPULMONER RESÜSİTASYON . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 605
Dr. Neslihan Alkış, Dr. Menekşe Özçelik
BÖLÜM 55
ZOR HAVAYOLU . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 641
Dr. Kamil Toker
BÖLÜM 56
AMELİYATHANE DIŞI ANESTEZİ. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 649
Dr. Çiğdem Yıldırım Güçlü
BÖLÜM 57
GÜNÜBİRLİK CERRAHİDE ANESTEZİ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 655
Dr. Esra Mercanoğlu
BÖLÜM 58
YOĞUN BAKIM YAPILANMASI VE İLKELERİ . . . . . . . . . . . . . . . . . 659
Dr. Yalım Dikmen
BÖLÜM 59
PULMONER EMBOLİ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 665
Dr. Mehmet Oral
BÖLÜM 60
MEKANİK VENTİLASYON . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 671
Dr. Necmettin Ünal
BÖLÜM 61
AKUT SOLUNUM YETMEZLİĞİ VE OKSİJEN TEDAVİSİ . . . . . . . . 687
Dr. Ş. Ferda Kahveci
BÖLÜM 62
AKUT AĞRILI HASTAYA YAKLAŞIM . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 695
Dr. Ö. Taylan Akkaya
BÖLÜM 63
KRONİK AĞRI TEDAVİSİ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 701
Dr. Meltem Uyar, Dr. Can Eyigör
BÖLÜM 64
TRANSÖZOFAGEAL EKOKARDİYOGRAFİ. . . . . . . . . . . . . . . . . . . 707
Dr. Ş. Türkan Kudsioğlu, Dr. Özcan Erdemli
xv
xvi
İÇİNDEKİLER
KISIM IV
EKLER
EK A
BÖLÜM 65
BRADİKARDİ VE TAŞİKARDİ ALGORİTMALARI . . . . . . . . . . . . . . 725
Dr. Demet Aydın
BÖLÜM 66
RESUSİTASYON ALGORİTMASI . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 727
Dr. Neslihan Alkış
BÖLÜM 67
BEYİN ÖLÜMÜ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 729
Dr. Atilla Ramazanoğlu, Dr. Melike Cengiz, Dr. Murat Yılmaz
KISIM V
EKLER
EK B
ANESTEZİ PRATİĞİNDE SIK KULLANILAN
İLAÇLAR VE DOZLARI. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 731
Dr. Zekeriyya Alanoğlu, Dr. Çiğdem Yıldırım Güçlü
İNDEKS . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 745
BÖLÜM
1
SİNİR VE SOLUNUM SİSTEMİNİN
KLİNİK ANATOMİSİ
Dr. Tülin Şen, Dr. Ali Fırat Esmer, Dr. İbrahim Tekdemir
MEDULLA SPİNALİS
Vücudun büyük bir bölümünden gelen uyarıları beyine taşıyan, beyinden
gelen ve istemli hareketleri başlatan impulsları ilgili bölgelere ileten ve organlara giden özellikle sempatik sistem olmak üzere bazı bölgelere giden parasempatik sisteme ait liflerin de çıkış merkezi olan medulla spinalis, columna
vertebralis’in içerisinde yerleşmiştir. Embriyonel dönemin yaklaşık olarak
üçüncü ayına kadar medulla spinalis, columna vertebralis’in tamamını kaplar.
Bu dönemden sonra kemik yapı daha hızlı büyüyerek gelişir ve medulla
spinalis’in alt ucu olan conus medullaris yeni doğanda üçüncü lumbal
vertebra’nın alt kenarı seviyesine, erişkinlerde normal seviyesi olarak erkeklerde L1-2 vertebralar arasındaki discus intervertebralis, kadınlarda L2 vertebra ortaları seviyesine kadar çıkar. Conus medullaris’in altında devam edip
kendilerine ait intervertebral deliklere doğru uzanan spinal sinir liflerinden
oluşan topluluk görünüşünden dolayı cauda equina olarak adlandırılır.
Medulla spinalis’in dış yüzünde pek çok oluk bulunmaktadır. Bunlarda
orta hatta ön tarafta yer alan geniş yarık fissura mediana anterior, arkada
orta hattaki daha az belirgin olan oluk sulcus medianus posterior olarak
isimlendirilir. Spinal sinirlerin köklerinin medulla spinalis’e girdiği ve çıktığı
ön ve arka dış taraftaki oluklar ise sulcus anterolateralis ve sulcus posterolateralis olarak isimlendirilmektedirler. Bütün medulla spinalis boyunca uzanan bu oluklar dışında T6 medulla spinalis segmenti ve yukarısındaki bölümde yer alan sulcus medianus posteror ile sulcus posterolateralis arasında yerleşmiş sulcus intermedius posterior olarak isimlendirilen bir oluk daha
bulunur.
Medulla spinalis’in içyapısına bakarsak iç kısmında hücre gövdelerinden
oluşan substantia grisea’yı (gri cevher) bunun dışında ise hücrelerin uzantılarından oluşan substantia alba’yı (beyaz cevher) görürüz. Gri cevherin
oluşturduğu çıkıntılardan öne doğru olanı columna anterior, arkaya doğru
olanı columna posterior ve dışa doğru olanı da columna lateralis olarak
adlandırılır. Ağırlıklı olarak hücrelerin aksonları tarafından oluşturulan ve
inen ve çıkan yolların bulunduğu beyaz cevher tıpkı gri cevher gibi üç bölümde incelenir: Sulcus anterolateralis’in iç bölümündeki funiculus anterior, sulcus anterolateralis ile posterolateralis arasındaki funiculus lateralis ve sulcus
posterolateralis’in iç bölümündeki funiculus posterior. Funiculus anterior’da
korteksden gelen ve çapraz yapmayan vücudun aynı yarısındaki iskelet kaslarını kontrol eden motor yollar olan tractus corticospinalis anterior, iç kulak-
3
4
KISIM I: TEMEL BİLGİLER
tan ve cerebellum’dan gelen vücudun pozisyonu ile ilgili uyarıları taşıyarak kas
tonusunun ayarlanmasını dengenin korunmasını sağlayan tractus vestibulospinalis, vücuttan gelen basınç ve temas duyularını taşıyan tractus spinothalamicus anterior gibi yollar bulunur. Funiculus lateralis’de korteksden başlayarak iskelet kaslarının çok büyük bir çoğunluğunu kontrol eden ve bulbus’daki
decussatio pyramidum’da çapraz yapan tractus corticospinalis lateralis, ağrı
ve ısı duyularını taşıyan tractus spinothalamicus lateralis ve şuursuz derin
duyuları cerebellum’a taşıyan tractus spinocerebellaris anterior ve posterior
gibi yollar bulunur. Funiculus posterior’da ise gövdenin üst ve alt yarılarından gelen şuurlu derin duyuyu taşıyan sırasıyla fasciculus cuneatus ve fasciculus gracilis yer almaktadır.
Beyin ve Medulla Spinalis’in Zarları
Columna vertebralis içerisindeki medulla spinalis, meninksler olarak adlandırılan üç tabaka zar ile çevrelenmiştir. Bunlar dıştan içe doğru dura mater,
arachnoidea mater ve pia mater olarak isimlendirilirler. Aynı zarlar kranium
içerisinde beyni de sararlar ve foramen magnum içerisinden geçerek medulla
spinalis çevresinde devam ederler. Medulla spinalis çevresindeki dura mater
genellikle S2 vertebra seviyesinde filum terminale’nin yapısına katılarak aşağı
doğru devam eder ve filum terminale ile beraber 2. coccygeal vertebra seviyesinde periost ile kaynaşarak sonlanır. Dura mater’İn iç yüzünü döşeyen arachnoidea mater tabakası kranium içerisinde beynin iki hemisferi arasındaki
büyük yarık olan fissura longitudinalis cerebri’nin içerisine uzanır. Vertebral
kanal içerisinde ise yanlarda spinal sinirlerin çevresini saran uzantılar gönderir. En içteki beyin zarı olan pia mater beyin ve medulla spinalis yüzeyini
sıkıca sararak bu yapılardaki bütün oluklara girer. Bu yapı aynı zamanda perifere, dural kılıfa doğru uzanan, ligamentum denticulatum olarak isimlendirilen, medulla spinalis’i asan bağları oluşturur. Pia mater, medulla spinalis’in
sonlandığı nokta olan conus medullaris’in distalinde filum terminale’yi
oluşturarak aşağı doğru uzanır.
Bu meninksler birbirleriyle ve vertebral kanalın iç yüzü ile aralarında
epidural, sudural ve subarachnoid aralıkları oluştururlar. Dura mater’in dış
bölümü olan epidural aralıkta yağ dokusu, spinal sinir kökleri ve damarlar
bulunur. Dura mater ile arachnoidea mater arasındaki subdural aralık aslında pek çok bölgede arachnoidea mater, dura mater’e neredeyse yapışık olarak
seyrettiği için potansiyel bir aralık olarak tanımlanabilir. Arachnoidea mater
ile pia mater arasındaki bölge olan subarachnoid aralık, içerdiği beyinomurilik sıvısı (BOS) nedeniyle oldukça önemli bir boşluktur.
Beyin Omurilik Sıvısı (BOS)
Lateral ventriküller ile üçüncü ve dördüncü ventrikülde bulunan plexus
choroideus’lar tarafından üretilen BOS, berrak ve renksiz bir sıvıdır. BOS’nın
büyük bir bölümü lateral ventriküllerden sentezlendikten sonra foramen
interventriculare’lerden geçerek üçüncü ventriküle gelir. Burada da üretilmeye devam eden BOS mesencephalon içerisinde bulunan aquaductus
cerebri (Sylvius kanalı) aracılığıyla dördüncü ventriküle geçer. Dördüncü
ventrikülden de apertura mediana (foramen Magendi) ve lateralis’ler (foramen Luschka) aracılığıyla subarachnoid aralığa geçen BOS bütün merkezi
sinir sisteminin çevresine yayılır. Subarachnoid aralıktaki BOS dural sinüslerden sinus sagittalis superior çevresinde yerleşmiş olan villi arachnoidales
tarafından emilerek venöz sisteme katılır.
BÖLÜM 1: SİNİR VE SOLUNUM SİSTEMİNİN KLİNİK ANATOMİSİ
5
Medulla spinalis’in sonlandığı nokta olan conus medullaris seviyesinin
altında medulla spinalis’in çevresini saran pia mater, filum terminale’nin yapısına katılarak aşağı doğru uzanır. Bu noktadan itibaren pia ve arachnoidea
mater arasındaki aralık oldukça genişlemiş durumdadır. Bu nedenden ötürü
BOS’nın incelenmesi gerektiği durumlarda bu aralığa girişler conus
medullaris’in bulunduğu seviye olan ikinci-üçünü lumbal vertebranın altındaki bir seviyeden daha kolay ve güvenli gerçekleştirilebilir. L3-4 veya daha
ziyade L4-5 vertebralar arasından bir iğne ile girilerek BOS alınması yöntemine lumbal ponksiyon adı verilir.
PERİFERİK SİNİR SİSTEMİ
Periferik sinir sistemi medulla spinalis ile bağlantılı spinal sinirler, direkt olarak beyin veya beyin sapı ile bağlantılı kranial sinirler ve otonom sinir sisteminin bölümleri olmak üzere üç ana başlık altında incelenebilir. Periferik
sinirlerin çoğunluğu miyelinli sinir liflerinden oluşur. Spinal sinirler ve kranial sinirlerin büyük bir bölümü bu şekildedir. Miyelinsiz lifler özellikle otonom
sinir sisteminde preganglionik lifler olarak bulunurlar.
SPİNAL SİNİRLER
Medulla spinalis’te 33 segment bulunmasına rağmen bu segmentlerden ayrılan 31 çift spinal sinir vardır: Sekiz servikal, 12 torakal, beş lumbal, beş sakral
ve bir koksigeal çift olmak üzere. Son iki koksigeal medulla spinalis segmentinden ayrılması gereken spinal sinirler gelişmemiştir. Birinci servikal spinal
sinir atlas ile occipital kemik arasından, sekizinci servikal spinal sinir C7-T1
vertebraları arasından çıkarken geri kalan bölgelerdeki spinal sinirler kendi
sayılarına uyan vertebranın aşağısından çıkarlar.
Spinal sinirler medulla spinalis ile ön ve arka kökleri aracılığıyla bağlanmıştır. Ön kökler (radix anterior) medulla spinalis’i terk eden ağırlıklı olarak
motor bunun yanı sıra medulla spinalis’in segmentine bağlı olmak üzere simpatik ve parasimpatik liflerden oluşurken medulla spinalis’e giren arka kökler
(radix posterior) vücuttan gelen duyuları taşıyan sensitif liflerden oluşurlar.
Her bir arka kökte spinal ganglion olarak isimlendirilen sensitif liflerin
pseudo-unipolar karakterde hücre merkezleri bulunur. Bu spinal ganglionların dış tarafında ön ve arka kökler birbirleriyle birleşerek spinal sinirleri
oluştururlar. Radix anterior ve posterior birleşip spinal siniri oluşturana kadar
dura mater’den oluşmuş bir kılıf ile sarılıdır.
Spinal sinirler vertebraların arasındaki intervertebral deliklerden geçtikten hemen sonra ramus anterior ve ramus posterior olarak isimlendirilen ön
ve arka dallarına ayrılırlar. Ramus posterior, vertebraların transvers çıkıntıları
arasından arkaya doğru dönerek medial ve lateral dallarına ayrılır. Bu dallar
ilgili vertebral kasların motor innervasyonunu sağlar. Ayrıca arkada bu kasları örten derinin sensitif innervasyonu da bu ramus posterior’lar tarafından
algılanır. Ramus anterior’lar ise ön tarafa doğru seyrederek vücudun geri
kalan bölümlerindeki kutanöz ve somatomotor innervasyonu sağlar.
Birinci ve ikinci servikal spinal sinirler haricinde spinal sinirlerin ön dalları arka dallarından daha kalındır. Bu ilk iki servikal spinal sinirin arka dalları özeldir. Birinci servikal spinal sinirin arka dalı n. suboccipitalis olarak
6
KISIM I: TEMEL BİLGİLER
isimlendirilir. İkinci servikal spinal sinirin arka dalı atlas ile axis arasından
geçtikten sonra medial ve lateral dallarına ayrılır. N. occipitalis major olarak
isimlendirilen medial dalın motor ve sensitif lifleri bulunur. Sensitif lifler
başın arka kısmında vertex’e kadar olan kafa derisinin innervasyonundan
sorumludur.
Boyunun bir kısmının, gövdenin ve ekstremitelerin motor ve duyusal
innervasyonunun büyük bir bölümü spinal sinirlerin ramus anterior’ları tarafından sağlanır. Gövdenin innervasyonu segmental olarak torakal spinal
sinirlerden ayrı ayrı sağlanırken; boyun ve ekstremitelerin innervasyonunu
sağlayan spinal sinirlerin ramus anterior’ları servikal, brakial, lumbal ve sakral sinir ağlarını (plexus) oluştururlar.
Plexus Cervicalis
İlk dört servikal spinal sinirin ön dallarının birleşmesiyle oluşan plexus cervicalis boyun kasları ve derisinin innervasyonunun yanı sıra diafragma’nın da
motor innervasyonunu sağlar. Plexus cervicalis, sternocleidomastoideus kasının (SCM) derininde levator scapula ve orta skalen kasların yüzeyelinde yerleşmiştir.
[Plexus cervicalis’in yüzeyel deri dalları:]
Bu sinirler boyunda sensitif innervasyonu sağlayan C2-C4 spinal sinirlerin ön
dallarının oluşturduğu liflerdir. Çıkan (n. occipitalis minor ve n. auricularis
magnus), inen (n. supraclavicularis) ve transvers düzlemde ilerleyen (n. transversus colli) dalları bulunur. N. occipitalis minor (C2), SCM’nin arka kenarının orta noktasından (punctum nervosum) dönerek yukarı doğru ilerler ve
kulak kepçesinin üst 1/3’lük bölümü, mastoid çıkıntı ve occipital bölge derisinden duyu alan dallarına ayrılır. Bir diğer yukarı doğru çıkan dal olan n.
auricularis magnus (C2-3) plexus cervicalis’in en kalın kutanöz dalıdır. Tıpkı
n. occipitalis minor gibi SCM’nin arka orta bölümünde yüzeyelleştikten sonra
angulus mandibula’ya doğru ilerler. Kulak kepçesinin alt 2/3’lük bölümü,
mastoid çıkıntı ve massetter kası ile parotis bezinin üstünü örten derinin
innervasyonunu sağlar. N. transversus colli (C2-3) punctum nervosum’da
yüzeyelleştikten sonra platysma ve v. jugularis externa’nın derininde öne
doğru uzanır. N. supraclavicularis (C3-4), plexus cervicalis’in diğer deri
dallarının biraz daha aşağısında yüzeyelleşerek aşağı doğru uzanarak
clavicula’nın altındaki bölge derisinde dağılır.
[Plexus cervicalis’in derin dalları:]
Bu dallar rectus capitis anterior ve lateralis’ler, longus capitis ve cervicis gibi
vertebraların önünde yerleşmiş olan kasların motor innervasyonlarını sağlarlar. Bunun dışında levator scapula’nın innervasyonuna ve n. accessorius’un
yapısına katılarak SCM ve trapezius kaslarının motor innervasyonuna katkıda
bulunurlar.
[N. phrenicus:]
N. phrenicus (C3-5) motor lifleri ile diafragma’nın motor innervasyonunu
sağlayan, sensitif lifleri ile de diafragmanın merkezi bölümünün yanı sıra
pleura ve perikard’dan da duyu alan plexus cervicalis’in en önemli dalıdır.
Anterior skalen kasın dış kenarında C3-5 spinal sinirlerin ön köklerinin birleşmesiyle oluşan n. phrenicus aşağı doğru yoluna devam ederek kasın medial kenarında subklavian arter ve venin arasından geçerek thoraks içerisine
girer. Bu sırada sağ tarafta soldan farklı olarak ductus thoracicus’u arkadan
BÖLÜM 1: SİNİR VE SOLUNUM SİSTEMİNİN KLİNİK ANATOMİSİ
7
çaprazlar. Thoraks içerisinde sağ tarafta ağırlıklı olarak büyük venler, sol
tarafta ise arterler ile komşuluk göstererek n. vagus’un ön tarafında mediastinal pleura ve perikard arasında yoluna devam eder. Diafragma’yı sağ tarafta
genellikle v. cava inferior’un geçtiği delikten sol da ise perikardın diafragma
ile birleşim yerinin hemen dış tarafından geçerek motor liflerini verir.
Plexus Brachialis
Üst ekstremitelerin motor ve duyusal innervasyonunun neredeyse tamamını
sağlayan plexus brachialis, C5-T1 spinal sinirlerin ön köklerine C4 ve T2 den
gelen dalların katılması sonucunda, ön ve orta skalen kasların arasında oluşur.
Başlangıçta C5 ve C6’ya C4’den gelen dalların katılımıyla truncus superior,
C7’den çıkan lifler tek başına truncus medius, C8 ve T1’e T2’den gelen dalların katılımıyla da truncus inferior oluşur. Truncus’lar skalen kasların arasından geçtikten sonra, birinci kostanın dış kenarına kadar uzanıp burada ön ve
arka dallarına ayrılırlar. Truncus’ların ön ve arka dalları kendi aralarında
birleşerek fasciculus’ları oluştururlar. Bu fasciculus’ların isimlendirilmeleri
axiller arter ile olan pozisyonlarına göredir. Her üç truncus’un arka dalı axiller
arterin arkasında bir araya gelerek fasciculus posterior’u, truncus superior ve
medius’un ön dalları axiller arterin dış tarafında birleşerek fasciculus
lateralis’i, truncus inferior’un ön dalı tek baçına axiller arterin medialinde
fasciculus medialis’i oluşturur.
Plexus brachialis’den ayrılan sinirleri gruplara ayırarak seviye seviye incelersek:
1. Direkt olarak plexus’un yapısına katılan spinal sinirlerden ayrılanlar:
• Skalen kaslara ve longus colli’ye giden musküler dallar
• N. phrenicus’un yapısına katılan bit dal
• Rhomboid kasları ve levator scapulae’yı innerve eden n. dorsalis
scapulae
• Serratus anterior’un innervasyonunu sağlayan n. thoracicus longus
2. Trunkuslardan ayrılanlar:
• M. subclavius’un innervasyonunu sağlayan ve n. phrenicus’a gönderebileceği dallar dolayısıyla klinik olarak önemli olabilen n. subclavius
• N. suprascapularis: Scapula’nın üst kenarındaki incisura scapula’nın
içerisinden geçer ve m. supraspinatus ve infraspinatus’un innervasyonunu sağlar.
Her iki sinirde truncus superior’dan ayrılırlar.
3. Fasciculus medialis’den ayrılanlar:
• M. pectoralis major ve minor’un innervasyonuna katılan n. pectoralis medialis.
• Kolun iç bölümünün derisinden duyu alan n. cutaneus brachii
medialis.
• Ön kolun iç bölümünün derisinden duyu alan n. cutaneus antebrachii medialis.
• Plexus terminalis’in terminal dallarından olan n. medianus’u oluşturan dallardan biri olan radix medialis n. mediani
• Terminal dallardan biri olan n. ulnaris
4. Fasciculus lateralis’den ayrılanlar:
• M. pectoralis major’un innervasyonuna katılan n. pectoralis lateralis.
• Plexus terminalis’in terminal dallarından olan n. medianus’u oluşturan dallardan biri olan radix lateralis n. mediani
• Terminal dallardan biri olan n. musculocutaneus
BÖLÜM
2
ANESTEZİ MAKİNASI
Dr. Altan Şahin
Anestezi Makinası, anestetikler ve yaşam için gerekli olan gazları, doğru ve
ayarlanabilir şekilde hastaya veren cihazlardır. Anestezi cihazları günümüzde
“Anestezi Sunum Sistemi” (Anesthesia Delivery System) olarak da adlandırılmaktadır.
Günümüzdeki standartlara göre anestezi sisteminde olması gereken özellikler şunlardır:
•
•
•
•
•
•
Anestetik gaz ve buharların öngörülen oranlarda hastaya verebilmeli
Klinisyenin hastanın solunum hızını, volümünü ve basıncını kontrol
edebilmesine yardımcı olmalı
Anestezi makinasındaki gaz konsantrasyonlarını monitörize edebilmeli
Hastaya ait diğer parametreleri monitörize edebilmeli
Hastayı korumak için güvenlik sistemlerine sahip olmalı
Atık gazları sistemden uzaklaştırmalıdır.
ANESTEZİ CİHAZI BÖLÜMLERİ
Temel anlamda bir anestezi sistemi şu bölümlerden oluşur:
• Gaz kaynağı: Merkezi ya da silindirlerden
• Anestezi makinası
• Vaporizatörler
• Solunum devresi
• CO2 absorbanı
• Atık sistemi
• Ventilatör
• Monitörler
Gaz Kaynağı
Anestezi uygulamasında kullanılan başlıca gazlar; oksijen (O2), azot protoksit
(N2O) ve medikal havadır. Ayrıca anestezi uygulamasında helyum (He),
Heliox (He-O2), karbondioksit (CO2) ve azot (N2) gibi gazlar da kullanılabilmektedir. Ancak anestezi uygulamasında anestetik özelliği bulunmamasına
karşın mutlaka bulunması gereken ve güvenlik sistemlerinde de esas olarak
kontrol edilmesi gereken gaz O2’dir.
Bu gazlar kurumların tercihi, cihazların özellikleri ve hastanelerin kapasitelerine göre silindirler veya merkezi gaz sistemlerinden sağlanır.
31
32
KISIM I: TEMEL BİLGİLER
Silindirler
Silindirlerde anestetik gazlar sıvı veya yüksek basınçlı gaz halindedirler.
Silindire bağlı bir manometreden de bu basınç psig (pounds per square inch
gauge) ya da kPa (kilo Paskal) biriminde okunur. Ayrıca silindire takılan bir
regülatör de gaz silindirden çıkarken basıncının düşmesini sağlar. Dolu bir E
standart büyüklüğünde O2 silindiri 2200 psig basınçta 625 lt O2 içerir. Aynı
büyüklükte bir N2O silindiri ise 745 psig basınçta 1590 lt N2O içerir. Anestezi
cihazının çalışması için gerekli basınç ise 50 psig’dir. Silindire takılan regülatör, silindir içinde yüksek basınçta bulunan gazların bu basınca indirgenmesinde kullanılır.
Anestezi makinasına direkt bağlı silindirler genellikle anestezi sistemine
acil durumlarda gaz girişine yardımcı olurlar. Merkezi sistemdeki gaz akımı
düştüğünde veya gelmediğinde sistemde gaz kaynağı olarak kullanılırlar.
Silindir volüm ve basınçları
Bir silindirin içindeki gazın standart ısı ve basınçtaki miktarı silindir volümü
olarak adlandırılır. Dolu bir silindirdeki gaz hacmi silindirin büyüklüğü ve
gazın tipine (sıvı ya da basınçlı gaz) göre değişir.
Basınçlı gaz içeren silindirlerde manometrede okunan gaz basıncı, silindirin içindeki gaz miktarı hakkında fikir verir. O2, hava ve Heliox için silindirdeki gaz miktarı eksildikçe manometredeki basınç ta düşer.
N2O ve CO2 silindirleri ise basınçlı gaz ve sıvıyı birlikte içerir. Dolu bir
N2O silindirindeki N2O’nun çoğu sıvı formdadır. Gaz kullanıldıkça sıvı formdan gaz forma geçiş olur. Bu süre içinde manometredeki basınç sabittir.
Bunda azalma başlaması tüm sıvı formun gaz haline geçip, gazında azalmaya
başladığının göstergesidir. Silindir basıncının tehlikeli derecede artmasını
önlemek için özellikle sıcak iklimli bölgelerde silindiri çok doldurmamak
gerekir. Basınç altında sıvılaşan gazlarda, gaz kısmın basıncı, sıvı kısım tükeninceye kadar sabit kalır. Bu nedenle silindir içindeki gaz miktarı ancak silindirin tartılması ile değerlendirilebilir. N2O, başlangıç miktarının ¼’üne indiğinde tamamı gaz formdadır. Ayrıca dikkat edilmesi gereken bir başka nokta
da başlangıçta sıvı kısmın üzerinde sıkışmış halde bulunan gaz nedeniyle, gaz
akımı yüksek olmakta, sıvılaşmış kısım azaldıkça akım düşmektedir.
Silindir güvenliği
Silindirler periyodik olarak hidrolik olarak çalışma basınçlarının en az %50
üzerindeki basınçlarda test edilmeli ve test edilme zamanı silindir üzerinde
gösterilmelidir. Silindirlerin en zayıf yeri üst kısmındaki valvleridir. Ayrıca
silindirler yanıcı ve patlayıcı maddelerden, yağ ve lubrikanlardan uzak tutulmalıdır .
Merkezi Gaz Sistemleri
Büyük hastanelerde merkezi gaz sistemleri, anestezi makinasının esas gaz
kaynaklarıdır. Sıvı gaz tankları ya da büyük silindirler merkezi sisteme gaz
sağlarlar. Büyük silindirler aynı anda 6-12 adet silindirden gaz verebilen bir
manifolda bağlıdır. Çoğunlukla 2 manifold kullanılarak, bir sistemde basınç
düştüğünde diğerinin devreye otomatik olarak girmesi sonucu basıncın
devamlılığı sağlanır.
Kabul gören standartlara göre O2 borularındaki basınç 45-55 psig olmalıdır. Gaz bu basınçla hastanenin her yerine ulaşır. Bu basınç uygun boru kalınlığında (yaklaşık 40mm), 1500 l/dak akım sağlayabilmekte ve bu akım 500m
uzaklığa kadar sadece %5 basınç azalması ile ulaşabilmektedir.
BÖLÜM 2: ANESTEZİ MAKİNASI
33
Güvenlik
Güvenlik sistemleri, sisteme yanlış gaz bağlanmasını engellemeye yönelik
önlemleri içerir. Bunlar:
•
•
•
Renk kodları
Pin index
Diameter index
Pin İndeks Sistemi (PISS): Bir silindirin anestezi makinası ile yanlış bağ-
lanmasını önlemek amacıyla geliştirilmiş bir güvenlik sistemidir. Makinanın
bağlantı borusundaki 2 adet pinin, silindir çıkış valvindeki deliklere karşılıklı
gelmesi prensibine dayanır. Eğer karşılıklı gelmiyorsa bağlantı yapılamaz.
Diameter Index Sistemi: Anestezi makinası girişinde de bağlantı çaplarının
her gazda farklı olması prensibine dayanan “Diameter index safety system”
(DISS) ile yanlış bağlantı önlenir.
ANESTEZİ MAKİNASI
Anestezi uygulamasında vazgeçilmez bir cihazdır. Genel olarak üç bölümden
oluşur:
•
•
•
Yüksek basınçlı bölüm, merkezi sistem ya da silindirden gelen gazın
indirgeyici manometreye kadar olan bölümdür
Orta basınçlı bölüm, Manometre ile akımölçerler arasındaki bölümdür
Düşük basınçlı bölüm ise akımölçerden sonraki bölümdür.
Şekil 1: Anestezi Cihazına genel bakış.
34
KISIM I: TEMEL BİLGİLER
Merkezi sistem ya da silindirden gelen O2 öncelikle pnömatik çıkışlar ve
O2 flush düğmesine ulaşır. Sistem çalışır durumda iken:
•
•
•
•
Gelen O2 basıncı düşük O2 alarmı ve kapatıcı valvlere (fail-safe) ulaşır
Yeterli O2 basıncı kapatıcı valvleri açar ve diğer gazların sisteme girişine
olanak verir
O2 ve diğer gazlar akımölçerlerinden ayarlandıkları oranda geçerler
Karışan gaz vaporizatöre girer
Basınç Regülatörleri
Bir anestezi cihazında gaz akımının düşük ve sabit bir basınçta kontrollü olarak verilmesi gerekir. Yüksek basınçlı silindirlerden anestezi cihazına sabit gaz
akımını sağlamak için basınç regülatörleri kullanılır. Merkezi sistemden sabit
basınçla gelen gazlarda ise herhangi bir regülatöre gereksinim yoktur.
Manometreler
Anestezi cihazında iki yerde bulunurlar. Birincisi cihazın gaz girişindedir. Bu,
silindir ya da boru hattından makinaya ulaşan gaz basıncını gösterir. İkincisi
ise hastaya ulaşan sistemdedir. Hastanın havayolu basıncını gösterir.
O2 Basıncının Azalmasına Karşı Güvenlik Önlemleri
(Fail-Safe)
Cihazın gaz girişi ile cihazda gaz akımını kontrol eden ve ölçen bölümler
arasına yerleştirilmiştir. Makinaya giren O2 basıncı belli bir değerin altına
düştüğünde regülatör N2O girişini kapatır. Bu sistemlerin önemli bir sakıncası; mekanik birer sistem olduklarından O2’nin gelmesi gereken borudan yanlışlıkla başka bir gaz gelirse de çalışırlar. Hipoksik karışım vermemek için en
önemli koruyucu yaklaşım oksijen analizörü kullanmaktır.
Gazların Anestezi Makinasında Dağıtımı
Gaz kaynağından anestezi cihazına ulaşan O2 ve N2O gibi gazlar, güvenlik
valvlerinden geçtikten sonra dağıtım sistemine gelirler. Dağıtım 2 şekilde
yapılabilir:
1. Gaz oranlaması: Total gaz akımına bağımlı olmaksızın belli oranlarda
gazları dağıtır.
2. Gaz karıştırılması (mixing): Modern anestezi makinalarının çoğunda
kullanılan bu sistemde her gazın akım hızı bağımsız olarak kontrol edilir.
Çoğu makinada dağıtım ünitesi bir vidalı valv ile değişken çaplı bir akımölçer olan rotametre içerir.
Akımölçerler (Flowmetreler)
Geleneksel anestezi cihazlarında en sık kullanılan flowmetreler cam tüp rotametrelerdir. Bunlar, çapı yukarı çıktıkça kalınlaşan, içindeki bobin veya küre
ile üzerinde gaz akımını gösteren skala bulunan cam birer tüptür (Thorpe
tüpü). Gaz akımı tüpün içinde gerçekleşir. Akım arttıkça indikatör yükselir.
Akımölçerde gaz akımı üç faktöre bağlıdır:
•
•
•
Tüpte bobin veya kürenin bulunduğu bölgenin çapı
Bobin veya kürenin meydana getirdiği darlığın ardındaki basınç farklılığı
Gazın fiziksel özellikleri (viskosite, dansite)
BÖLÜM 2: ANESTEZİ MAKİNASI
35
Her gaz için özgün akımölçerler vardır. Bunlar birbirine paralel olarak
bağlıdır ve ortak bir manifolddan makinayı terk eder. Gazların konsantrasyon
ve total akımı makinanın kontrol ve ölçüm sistemi ile ayarlanır.
Akımölçerlerde indikatör olarak bobin veya küre kullanılabilir. Bobinlerin
üst ucundan, kürelerin ise ekvatorundan gaz akımı okunur.
Akımölçerlerin Pozisyonu: Akımölçeri terk eden gaz ortak bir manifoldda
toplanır. Bu manifoldda akımölçerlerin çıkışa olan uzaklığı ve sıraları önemlidir. Eğer O2 akımölçeri çıkışa uzaksa bobin seviyesinin üzerinde veya manifoldda herhangi bir kaçak olması durumunda hastaya hipoksik bir gaz karışımı verme olasılığı olacaktır. Bu nedenle O2 akımölçerinin çıkışa en yakın
olması gerekir .
Akım Kontrolörleri: Yüksek teknoloji ürünü anestezi makinelerinde gaz
akımı otomatik olarak ayarlanabilmektedir. Vidalı valvlerin yerine kullanılan
servo motorlarla elektronik olarak daha hassas ölçümler yapılabilmektedir.
O2 flush (bypass) valvi: Anestezi verilmesi sırasında solunum devresini
akımölçerlerin sağlayabileceğinden daha fazla O2 ile doldurmak gerekebilir.
Bu, hasta ile maske arasındaki kaçağı kompanze etmek nedeniyle ya da acil bir
durumda yüksek akımla O2 vermek için gerekebilir. Bu sistem 30-70 l/dak hız
ve 20-45 psig basınçla O2’i vaporizatöre uğramadan solunum havasına verir.
Eğer takılı kalırsa hasta %100 O2 alırken anestetik alamayacaktır ve akciğerler
yüksek basınca maruz kalacaktır.
VAPORİZATÖRLER
Sıvı volatil anestetik maddelerin ölçülebilir konsantrasyonlarda buhar haline
dönüştürülebilmesi için vaporizatörler kullanılır.
Vaporizatörler genel anlamda iki grupta sınıflandırılabilirler:
1. Yüksek rezistanslı vaporizatörler
a. Kalibrasyonu olmayanlar
b. Kalibrasyonu olanlar
c. Bubble through vaporizatörler
2. Düşük rezistanslı vaporizatörler
a. Drawover tip vaporizatörler
b. Halka sistemi içinde kullanılan vaporizatörler
Günümüzde en çok kullanılan vaporizatörler yüksek rezistanslı kalibrasyonlu vaporizatörlerdir. Çalışma prensipleri belli basınçla gelen gazların sıvı
anestetik içinden veya üzerinden geçirilmesidir
Taze gaz vaporizatöre geldiğinde elle kontrol edilen bir valv ile ikiye ayrılır. Vaporizatöre giren taşıyıcı gaz ile bypass yapan gazın oranı, ayrışma oranı
(splitting ratio) olarak adlandırılır. Çıkış kanalında bulunan bir başka valv de
anestezi cihazındaki ventilatörlerin ters basıncına bağlı pompa etkisini (pumping effect) minimalize etmek için yerleştirilmiştir.
Kalibrasyonlu yüksek basınçlı vaporizatörlerin özellikleri:
i.
Isı kompanzasyonu: Isı değişiklikleri vaporizatörün çıktısını etkilemektedir. Vaporizatör çıktısının sabit olması için sıvı anestetik maddenin ısısı
iki yolla kontrol edilir:
BÖLÜM
3
FARMAKOLOJİDE
TEMEL PRENSİPLER
Dr. Bahar Kuvaki
İlaç, tıpta kullanılan ve biyolojik etkinliği olan saf bir kimyasal maddeyi ya da
ona eşdeğer olan bitkisel veya hayvansal kaynaklı, standard miktarda aktif
madde içeren bir karışımı ifade eder. Bir ilaç vücutta bazı etkiler oluşturur,
yani ilacın organizma üzerine etkileri vardır. Bu etkiler çeşitli mekanizmalarla
ortaya çıkar ve farmakodinamik işlevler olarak adlandırılır. Bir ilaç vücuda
girdiği zaman, vücut hemen ilaç üzerinde çalışmaya başlar: alınım, dağılım,
metabolizma (biyotransformasyon) ve eliminasyon. Bunlar farmakokinetik
işlevlerdir.
FARMAKODİNAMİK
Çoğu ilaç, vücudun kontrol sistemleri üzerinden etki eder ve genelde hücrelerin özelleşmiş bölgelerine bağlanarak onun fonksiyonunu değiştirir ve dolayısıyla o hücrenin fizyolojik veya patolojik sistemdeki katkısını etkiler. Bu tip
ilaçların yapısı çok özelliklidir ve kimyasal yapılarındaki en küçük bir değişiklik etkinliğini önemli oranda değiştirir.
Etki Mekanizmları
İlaç etki mekanizmalarına genel olarak bakıldığında, çoğunlukla hücre
membranında spesifik reseptörler üzerinden veya daha az oranda başka sistemler üzerinden etkili oldukları görülmektedir. Kimyasal ve fizik özellikleri
nedeniyle organizma üzerinde spesifik veya spesifik olmayan etkileri vardır.
Spesifik etkiler, maddenin kimyasal yapısı ile yakın ilişkilidir ve reseptörler
üzerinden etkileşim sonucu ortaya çıkarlar. Spesifik olmayan etkiler, kimyasal
yapıdan çok, biyolojik membranlarda çözünürlük gibi fizik özellikleri ile
yakın ilişkilidirler. İlaçların biyolojik yapılara olan spesifik veya spesifik olmayan etkileri hücresel ve moleküler düzeyde karakteristik değişikliklere neden
olur. Bu düzeyde ise ilaç etkileri belli başlı reaksiyon örnekleriyle ortaya çıkar.
Bunlar:
•
•
•
•
İyon kanallarının açılması veya bloke edilmesi
Membranlardaki taşıma sistemlerinin etkilenmesi
Enzimlerin aktive veya inhibe edilmesi
Biyosentezin değiştirilmesi
[Reseptörler]
Reseptörler veya reseptör proteinleri kompleks moleküllerdir, maddelerin
seçici olarak bağlanmalarına izin verirler (ligand) ve bunlarla etkileşime girer-
43
44
KISIM I: TEMEL BİLGİLER
ler. Sadece endojen (fizyolojik) maddelere değil (örn. Nörotransmitterler veya
hormonlar) ekzojen maddelere (ilaç) de bağlanma olanağı sağlarlar. Genelde
hücre membranının dışında yer alırlar (plazma membranı) ve daha az olarak
da hücre içinde bulunurlar.
Membranda yer alan en önemli reseptör proteinleri; iyon kanalı reseptörleri ve G-Proteinine bağlı reseptörlerdir. Bunlar sinyalleri dışarıdan içeriye
ileterek hücre içi ve hücre dışı arasında bağlantı sağlarlar. Bu sinyal iletimi
genelde intraselüler biyolojik süreçleri başlatan bir olaydır. İyon kanalı reseptörlerine örnek verilecek olursa: nikotinik tip asetilkolin reseptörleri, GABAA
subreseptör tipi, NMDA ve NMDA olmayan glutamat reseptörleri, Glisin
reseptörleri, 5 HT3-subtip serotonin reseptörleri sayılabilir. G-protein ilişkili
reseptörlere örnekler: adrenerjik ve dopaminerjik reseptörler, muskarinik tip
asetilkolin reseptörleri, GABAB subtip, opioid, histamin, prostaglandin, anjiyotensin, vazopressin ve adenozin reseptörleri ve serotonin reseptörleridir
(5-HT3 hariç).
[Enzimler]
Bir ilaç ve enzim arasındaki etkileşim birçok açıdan ilaç ve reseptör arasındaki etkileşime benzer. İlaçlar doğal maddelere benzeyerek enzim için onlarla
yarış halinde olurlar ve enzimin etkisini değiştirebilirler. Örn. etanol, alkol
dehidrogenaz enzimine bağlanarak metanolün toksik metaboliti olan formik
asite dönüşümünü engeller. Bu nedenle metanol entoksikasyonunda etanol
kullanılır. Bu örnek enzim aktivitesinin kompetitif yani geri dönüşümlü olarak inhibe edilmesine yöneliktir. Enzimin geri dönüşümü olmayan inhibisyonuna örnek olarak organofosfor insektisidler verilebilir. Bunlar asetilkolinesteraza kovalant bağlarla geri dönüşümsüz olarak bağlanırlar ve etkilerinin
geçmesi için yeni enzimlerin oluşması gerekir.
[Agonistler ve antagonistler]
[Agonistler]. Doğal transmitter veya hormona benzedikleri için reseptörleri
aktive ederler, ancak doğal olan agonistlere göre degradasyona daha dayanıklı oldukları için daha uzun süre etki ederler. Örneğin salbutamolün bronkodilatör etkisi adrenaline göre daha uzun sürer. Bazı maddeler direkt reseptöre
bağlanmadan agonistik etki gösterebilir. Bunlar agonist değildir ve indirekt
mimetik olarak adlandırılabilirler.
[Antagonistler]. Reseptörler tarafından tanınabilecek ve bağlanmasını
sağlayacak kadar doğal agonistlere benzerler ancak yanıt oluşturmazlar ve
böylece doğal agonistin etki göstermesini bloke ederler. Hiçbir aktive edici
etkisi olmayanlara saf antagonist denir. Genelde reseptöre bağlanmak için
agonist ile “yarışırlar”, buna kompetitif antagonist denir. Örn. Atropin – asetilkolin, non-depolarizan nöromüsküler bloker – asetilkolin, naloksan – morfin. Kompetitif antagonizma dışında kompetitif olmayan, fonksiyonel, fizyolojik ve kimyasal antagonizma vardır. Kompetitif olmayan antagonizmada,
antagonist madde reseptörün herhangi bir yerine bağlanarak yapısını bozar ve
böylece agonist madde bağlanamaz. Fonksiyonel antagonizmada agonist ve
antagonistin etki yerleri ayrı ayrıdır ve aynı dokuda zıt etkiler oluşturur (örn.
Damar çapının nifedipin ve noradrenalin ile farklı etkilenmesi). Fizyolojik
antagonizmada fonksiyonel antagonizmanın özel bir şekli vardır. Fizyolojik
karşı düzenlemeler ile agonistin etkisi hafifletilebilir (örn. Otonom homeostatik refleksler). Kimyasal antagonizma tamamen kimyasal reaksiyon şeklindedir ve sadece in vivo değil, in vitro ortamda da olur. (örn. Heparin – protamin). Toksikolojideki antidot kullanımı bu mekanizmaya dayanmaktadır.
BÖLÜM 3: FARMAKOLOJİDE TEMEL PRENSİPLER
45
Kimyasal antagonizma psödoantagonizma olarak da adlandırılmaktadır.
[Parsiyel agonistler] Bazı ilaçlar doğal agonistin reseptöre ulaşmasını
bloke etse de kendileri düşük derecede de olsa reseptörü aktive edebilirler,
yani hem antagonist hem agonist özellikleri vardır.
[Reseptöre bağlanma ve ayrılma]
Eğer ilacı reseptöre bağlayan güçler zayıfsa, bağlanma ve ayrılma kolay olur.
Bağlanma güçlüyse (örn. kovalant bağlanma) ayrılma olmaz ve durum irreversible (geri dönüşümüsüz) olarak adlandırılır. Bir antagonist reseptöre reversible
(geri dönüşümlü) olarak bağlanmışsa, bir agonistin kitle etkisiyle reseptörden
ayrılabilir. Yani, bir agonist, antagonistin üzerinde yeterli konsantrasyonlara
ulaştığında, agonist yanıtı yeniden ortaya çıkar. Örn. β-bloker etkisinde olan
hastalar düşük olan kalp hızlarını ekzersiz sırasında artırabiliyorlarsa, reseptör
blokajını aşacak miktarlarda katekolamin (agonist) salgılanmış ve sempatik
yanıt oluşmuş demektir. β-adrenerjik blokerinin dozunun artırılmasıyla bu
yanıt baskılanabilir ve endojen transmitterler ile yarışacak düzeyde β-reseptör
blokajı sağlanmış olur. Bazı ilaçlar ise reseptöre geri dönüşümsüz bağlanırlar ve
ortamda fazla miktarda doğal agonist bulunması da etkiyi değiştirmez.
[Seçicilik]
Bir hastaya ilaç verilirken o ilacın seçici olarak belli bir etkiyi oluşturması
istenir. İlacın seçici olabilmesi için gerekli özellikler şunlardır: ilacın modifikasyona uğratılması, ilacın hedefe yönelik uygulanması, ilacın kimyasal yapısının (stereoselektivite) değiştirilmesi.
Doz-Yanıt İlişkileri
Bir ilacın istenilen niteleyici etkilerinin ortaya çıkması için önemli unsurlar:
intrinsik aktivite, afinite, doz-yanıt eğrisi, efektif doz ve terapötik aralıktır. Bir
maddenin intrinsik aktivitesi onun maksimal etkisini belirler, afinite ise
bunun oluşması için gerekli dozu ifade eder. Aynı etki için aynı doz gerektiren
iki ilaca eşit etkinlikte oldukları (equipotent) söylenebilir.
Bir ilacın dozuna veya konsantrasyonuna bağlı gelişen etki, doz-yanıt
eğrisini oluşturur. Uygulanan bir ilaç dozu ile onun etkisi genelde lineer değildir, yani dozun iki katına çıkarılması yanıtı da iki katına çıkarmaz. Daha çok
sigmoid bir eğri söz konusudur. Bu eğrinin analizi sırasında önemli olan bazı
noktalar vardır:
•
•
•
Eşik doz, yani etkinin ortaya çıktığı en düşük (minimum) doz (afiniteyi
belirler).
Ulaşılabilecek en fazla (maksimum) etki (intrinsik aktivite).
Eğrinin yükselme eğimi (etkinin başladığı ve maksimum etkiye ulaştığı
doz aralığının ifadesidir).
[Potens ve etkinlik]
Potens, bir ilacın miktarına göre etkinliğidir. Örn. Bir A ilacının ağırlığına
göre etkisi, B ilacına göre daha fazlaysa, A ilacı B ilacına göre daha potenttir.
Farmakolojik etkinlik ilacın (agonistin) bir reseptöre bağlanmasının oluşturduğu yanıtın gücü ile ilgilidir. Klinisyenler terapötik etkinlik yönüyle ilgilenirler ve şu şekilde tanımlarlar: “Terapötik etkinlik, bir ilacın etki oluşturması ve
maksimum etkiyi de kapsamasıdır”. Örn bir A ilacı ile, B ilacının daha fazla
verilmesiyle de oluşturulamayan terapötik etki elde edilebilir. Bu durumda A
ilacının terapötik etkinliği daha yüksektir. Terapötik etkinliklerdeki farklılıklar klinik öneme sahiptir
46
KISIM I: TEMEL BİLGİLER
Terapötik indeks, LD50/ED50 olarak ifade edilir ve hayvan deneyleri ile
saptanır. LD50 hayvanların %50’sinde ölümcül etki oluşturan dozdur. Yani
terapötik indeks ne kadar yüksekse klinik kullanımı o kadar güvenlidir.
Dozun artırılması ile hastada istenen yanıt da genelde artar ancak maksimum
bir yanıttan sonra daha fazla doz artırımı yararlı olmaz ve istenmeyen etkiler
ortaya çıkar. Bunun nedeni çoğu ilacın tek bir doz-yanıt eğrisine sahip olmaması, istenen ve istenmeyen tüm etkileri için farklı eğrilerinin bulunmasıdır.
Dozun istenilen etkinin maksimumun üzerine çıkarılmak istenmesi durumunda, yeni ve istenmeyen etkiler ortaya çıkar. Toksik etkiler için doz-yanıt
eğrisi istenilen etki eğrisinin solunda ise veya onunla çakışıyorsa, bu ilaç klinik uygulama için çok uygun değildir. Ancak burada toksik/yan etki olarak
neyin kastedildiği önemlidir.
[Sinerjik etki]
Antagonizma ile söz konusu olan ilaç etkisinin azalmasının tersi olarak, sinerjide iki veya daha fazla ilacın verilmesiyle diğer ilacın etkisinin artırılması söz
konusudur. Burada her bir ilacın etkisi diğerinin üstüne eklenmektedir (additif etki). Genelde maddeler aynı reseptör veya reseptörler sistemi üzerinden
etkilidir. Potansiyalizasyonda iki maddenin ayrı ayrı etkisinin toplam etkisinin (additif etki) üzerinde bir etki oluşmaktadır (supra-additif etki). Bu
durumda genelde farklı reseptörler üzerinden etki söz konusudur. Anestezi
uygulamalarında hipnotiklerin, analjeziklerin ve nöromüsküler blokerlerin
paralel kullanımında da sinerjik etki rol oynamaktadır.
[Reseptöre bağlı etkilerde değişimin olması]
Reseptörle ilişkili etkilerde feedback mekanizmaları gelişmektedir ve etkinin
akut veya kronik değişime (modulasyon) uğramasını sağlamaktadır.
Akut etki modülasyonu: Sinaptik aralığa noradrenalin nörotransmitterinin salınması pre- veya postsinaptik α-reseptörlerin aktivasyonuna neden
olur. Postsinaptik uyarı klinik etkiyi oluştururken presinaptik uyarı daha fazla
noradrenalin salınmasını engeller (negatif feedback). Böylece abarmış yanıtların ortaya çıkması engellenir. Benzer durumların tüm sinyal iletim sistemlerinde olduğu düşünülmektedir. Daha nadir olarak pozitif feedback gelişir.
Kronik etki modülasyonu: Reseptörlerin oluşması ve fonksiyon durumları da değişime uğramaktadır (reseptör adaptasyonu). Bazı kronik hastalıklarda reseptör antagonistleriyle gerçekleştirilen uzun süreli reseptör stimülasyonu olan durumlarda (örn. Opioid bağımlılığı, alkolizm, kalp yetersizliği,
diyabet) bazı endojen ve ekzojen maddelerin reseptörü uyarıcı etkileri azalır.
Bu fenomene desensibilizasyon denir ve reseptör afinitesinde veya reseptör
sayısında azalma ile açıklanır (down regulation). Bunun tersi olan hipersensibilizasyon durumu ise azalan reseptör uyarısından sonra, yani uzun süreli
antagonist tedavisinden veya denervasyondan sonra (kalp transplantasyonu,
parapleji/tetrapleji) gelişir. Bir antagonistin (örn. Klonidin, beta reseptör blokeri) aniden kesilmesi ile gelişen aşırı agonistik etki (rebound etki) reseptör
afinitesinin ve sayısının artması ile (up regulation) açıklanmaktadır.
[Tolerans]
Bir ilacın sürekli veya tekrarlanan dozlarda uygulanması, oluşturduğu etkinin
giderek azalmasına neden olabilir. Daha düşük dozla elde edilen etki için
zaman içinde daha yüksek doza gereksinim duyulmasına tolerans denir.
Bunun farmakodinamik (reseptör ile ilişkili), farmakokinetik veya fizyolojik
nedenleri olabilir. Reseptör sayısının azalması da buna örnektir. Opioidlerin
BÖLÜM 3: FARMAKOLOJİDE TEMEL PRENSİPLER
47
kullanımı, toleransa bir örnek oluşturmaktadır. Taşiflaksi ise, sık uygulanan
dozlar sonucunda ilaç etkisinin giderek azalması, yani ilaca direnç gelişmesidir. Taşifilaksi toleransdan daha erken gelişiyor gibi görünmektedir. Daha çok
presinaptik depolardan agonistlerin salınmasına neden olan indirekt mimetikler ile tedavi sırasında gelişebilmektedir. Dakikalar veya saatler içinde tekrar uygulanan mimetikler etkinin azalmasına neden olur çünkü agonistler o
hızda yeniden oluşturulamaz ve ortamdaki konsantrasyonları azalır (örn.
İndirekt sempatomimetik etkili olan burun damlalarının vazokonstriktör
etkilerinin zaman içinde azalması). Nitratlara gelişen tolerans da taşiflaksi ile
açıklanmaktadır.
Enzim indüksiyonunda farmakokinetik etki söz konusudur. Karaciğerdeki
Sitokrom P450 monooksijenaz sisteminin bazı enzimlerinin metabolik aktivitesi birçok madde ile (örn. Barbitüratlar) artmaktadır. Bu tip maddelerin
tekrarlanan veya sürekli uygulamalarında birkaç gün içinde hem kendi, hem
de bu enzim sisteminin kullanıldığı diğer maddelerin metabolizmaları artar.
Sonuçta aynı dozlarda azalmış yanıtlar ortaya çıkar.
Fizyolojik düzenleme: Burada otonom refleksler (dolaşım sistemi ile ilgili)
ve humoral regulatuvar sistemler (renin anjiotensin aldosteron sistemi) yer
almaktadır. Bunların fonksiyonu homeostazın korunması veya yeniden
düzenlenmesidir. Örn. Bir vazodilatör antihipertansif ajan ile kan basıncı
başlangıçta düşer. Organizma tarafından volüm açığı varmış gibi algılanır ve
RAA sistemi gibi regulatuvar mekanizmalar devreye girer. Bundan dolayı da
sodyum ve su tutulması meydana gelerek kan basıncının yükselmesi sağlanır
(ilaç aynı dozda alındığı halde). Bu örnek bir ilacın vücutta oluşturduğu karmaşık yanıtlara bir örnek olarak da verilebilir.
FARMAKOKİNETİK
Farmakodinamik, bir ilacın organizmaya yaptıklarıyla ilgilenirken, farmakokinetik, organizmanın ilaca yaptıklarıyla ilgilenir.
Farmakokinetik; bir ilaç molekülünün vücuda girmesi için hücre membranını geçmesi veya alınımı (absorbsiyon), vücutta dağılması (distribüsyon),
vücuttan atılması (eliminasyon) ve bu arada uğradığı yapısal değişikliklerin
(metabolize olması, biyotransformasyon) incelenmesidir.
Bir ilacın alınımı, dağılımı, metabolizması ve atılımının hepsi membrandan geçişi içerir. İlaçların membrandan geçiş mekanizmaları ve bu geçişi
etkileyen moleküllerin ve zarın fizikokimyasal özellikleri, ilaçların insan
vücudunda yer değiştirmesini anlamak için önemlidir. Bir ilacın etki yerindeki hareketi ve biyoyararlanımını belirleyen özellikleri onun molekül büyüklüğü, şekli, iyonizasyon derecesi, iyonize ve iyonize olmayan şekillerinin nispi
yağda erirliği ve serum/doku proteinlerine bağlanmasıdır.
Hücre membranlarının iç bölümü apolar olduğu için polar (hidrofil) maddelerin membranın içine geçmesi çok zordur veya mümkün değildir. Böylece
membran, iyonların geçişine karşı doğal bir bariyer oluştururken, intra ve
ekstraselüler alanda iyon konsantrasyon farkı oluşur. Bu durum aynı zamanda
membran potansiyellerinin oluşumuna da neden olur. Yüklü parçacıkların
hücre membranından geçişi ancak iyon kanalları (kanal proteinleri) aracılığıyla veya yine membranda yer alan özel taşıyıcı proteinlerle mümkündür .
İlaçların Uygulanma Yolları ve Alınımı (Absorbsiyon)
İlaçlar çeşitli yollardan uygulanabilir. İntravenöz uygulama ile öngörülebilir
plazma konsantrasyonları oluşur. Oral, intramüsküler veya subkutan uygula-
BÖLÜM
28
KARDİYAK CERRAHİ VE ANESTEZİ
Dr. Bahar Aydınlı, Dr. Çiğdem Yıldırım Güçlü, Dr. Aslı Dönmez
Kardiyovasküler hastalıklar tüm dünyada artan mortalite ve morbiditenin
önemli nedenlerinden biridir. Kardiyovasküler hastalığı olanlarda anestezi
uygulamasında normal kardiyak fizyolojinin yanı sıra hastalıkların patofizyoloji ve tedavilerinin, anestezik ajanların etki ve etki mekanizmalarının da
bilinmesi gerekmektedir.
KALP CERRAHİSİ GEÇİRECEK HASTALARIN
DEĞERLENDİRİLMESİ
Kalp cerrahisi geçirecek tüm hastalar perioperatif morbidite ve anestezi yönetimi açısından dikkatli değerlendirilmelidir. Preoperatif dönemde hemogram,
hemostaz, biyokimya, kan grubu, kültürler, idrar tahlili, akciğer grafisi, elektrokardiyogram gibi tetkiklerin yanı sıra kalbin kontraksiyonu, duvar hareketleri ve mevcut sistemik hastalıkların varlığı değerlendirilmelidir.
Kalp cerrahisine bağlı mortalitenin hastanın preoperatif özelliklerinden
tahmin edilme çabaları bir takım skorlama sistemleri geliştirilmesine yol
açmıştır. Bunlar arasında en yaygın kullanılan EuroSCORE risk skorlama
sistemi Tablo 1’de görülmektedir.
HAZIRLIK VE MONİTÖRİZASYON
Kalp cerrahisi anestezisinde anestezi planının önceden belirlenmesi ve yeterli
hazırlığın yapılması oldukça önemlidir.
Premedikasyon
Kalp cerrahisi geçirecek hastada anksiyetenin giderilmesi ve sedasyonun sağlanması, hem hasta konforunun iyileştirilmesi hem de anestezi indüksiyonu
ve endotrakeal entübasyonun istenmeyen etkilerinin en aza indirilmesi açısından esastır. Bu amaçla kullanılan ajanlar standart premedikasyonda kullanılan ajanlardan farklı olmamakla birlikte özellikle ejeksiyon fraksiyonu (EF)
düşük olan hastalarda dikkatli olunmalıdır. Premedikasyonda kullanılan ilaçlar Tablo 2’de görülmektedir.
Monitörizasyon:
Bu hastalarda eşlik eden sistemik hastalıklar, cerrahi sırasında gelişebilecek
hemodinamik değişiklikler ve özellikli cerrahi uygulamalar nedeniyle uygun
ve yeterli monitörizasyonun yapılması esastır.
257
258
KISIM II: ÖZEL CERRAHİ UYGULAMALARDA ANESTEZİ
Tablo 1: EUROSCORE
Tanımlama
Skor
Hastaya ait faktörler
Yaş
60 yaşın üzerinde her 5 yıl için ek 1 puan
1
Cinsiyet
Kadın
1
Kronik akciğer hastalığı
Akciğer hastalığı için uzun süre bronkodilatör
veya steroid kullanımı
1
Kalp dışı arter hastalığı
Kladikasyo, karotis oklüzyonu veya %50
üzerinde stenoz, abdominal aort, ekstremite
arterleri veya karotiste geçirilmiş ya da
planlanmış girişim
2
Nörolojik disfonksiyon
Hareket kabiliyetini veya günden güne
fonksiyonlarını azaltan şiddetli hastalık
2
Geçirilmiş kalp ameliyatı
Perikardın açılmış olması gerekli
3
Serum kreatinin düzeyi
Preoperatif > 200 μmol/L
2
Aktif endokardit
Hastanın ameliyat sırasında endokardit
için halen antibiyotik tedavisinde olması
3
Preoperatif ventriküler taşikardi/ fibrilasyon,
önlenmiş ani ölüm, preoperatif kalp masajı,
operasyon odasına ulaşmadan preoperatif
ventilasyon, preoperatif inotropik destek,
intraaortik balon pompası uygulanması
veya preoperatif akut böbrek yetmezliği
3
Kritik preoperatif durum
Kalp ile ilgili faktörler
Kararsız anjina
Anestezi odasına ulaştığı esnada iv
nitrat gerektiren istirahat anjinası
2
Sol ventrikül disfonksiyonu
Orta derecede veya EF % 30-50
1
Kötü derecede veya EF < % 30
3
Yakında geçirilmiş MI < 90 gün
2
Sistolik pulmoner arter basıncı> 60 mmHg
2
Acil
Anjiografi ile aynı gün yapılan ameliyat
2
İzole koroner bypass
bağımsız major ameliyatı
dışındaki ameliyatlar
Koroner bypass ameliyatına ilave veya
kardiyak ameliyat
Torasik aort cerrahisi
Çıkan, arkus veya inen aort hastalıkları
Pulmoner hipertansiyon
Ameliyatla ilgili faktörler
Post infarkt septal rüptür
3
4
Standart monitörizasyon; Elektrokardiyografi (EKG), invaziv kan basıncı,
santral venöz basınç, pulmoner arter kateteri, end tidal karbondioksit basıncı
(ETCO2), idrar çıkışı, nabız oksimetresi, vücut sıcaklığı ve aktive edilmiş pıhtılaşma zamanı (activated clotting time: ACT) takibini içerir.
Özellikli monitörizasyonlar; eşlik eden sistemik hastalıklara ve özellikli
cerrahi uygulamalara göre değişmekle birlikte elektroensefalogram (EEG),
bispektral indeks (BİS), near infrared retrospektroskopi (NIRS), transkranial
doppler, tromboelastogram (TEG), non invaziv kardiyak output, uyarılmış
potansiyeller, sürekli mikse venöz oksijen saturasyon takibi ve trans özofageal
ekokardiyografi (TÖE) kullanılabilir.
BÖLÜM 28: GERİATRİK ANESTEZİ
259
Tablo 2: Premedikasyonda Kullanılan İlaç Dozları
Lorazepam
Doz
Veriliş Şekli
1-2 mg
2-4 mg oral ( 30-40 μg/kg)
iv (operasyon odası)
po (operasyondan 30-60
dk önce)
Midazolam
1-2 mg (15-20 μg/kg)
iv (operasyon odası)
Morfin
2-5 mg ( 0.03- 0.07 mg/kg)
3-10 mg (0.05-0.15 mg/kg)
iv (operasyon odası)
im (operasyondan 30-60 dk
önce)
Fentanil
50-100 μg ( 0.5-1 μg/kg)
iv (operasyon odası)
Diazepam
0.1 mg/kg
po (operasyondan 1 gece
önce)
ANESTEZİ İNDÜKSİYONU
Hasta ameliyathaneye alınmadan önce, hastanın kardiyak ve patofizyolojik
durumu ile hava yoluyla ilgili parametrelerinin son kez değerlendirilmesi,
tüm hazırlıkların tekrar gözden geçirilmesi, anestezi cihazı ve monitörlerin
hatasız çalıştığından emin olunması gereklidir. Anestezi indüksiyonunun
güvenli bir biçimde yapılması çoğu zaman ajan seçiminden daha önemlidir.
Hastanın anestezi indüksiyonu yavaş, kontrollü ve yeterli bir biçimde yapılmalıdır. Yeterli anestezi derinliği sağlanmadan entübasyon girişimine geçilmesi kardiyak rezervleri sınırda olan bir hastada miyokardın O2 tüketimini
arttıracağından entübasyon, yeterli anestezi derinliği sağlandığında ve kas
gevşeticiler kullanılarak gerçekleştirilmelidir. Kullanılan ilaçların dozları
Tablo 3’de özetlenmiştir.
Tüm volatil ajanlar miyokard O2 dengesi üzerinde genellikle sunumdan
çok gereksinimi azaltan olumlu bir etkiye sahiptir. Son yıllarda iskemik miyokard üzerine koruyucu etkilerinin olduğunun saptanması ve hızlı derlenme
sağlamaları nedeniyle inhalasyon anestezikleri anestezi idamesinde tercih
edilen ajanlar haline gelmiştir. Kardiyovasküler sistem üzerine olan etkileri
seçilen ajana ve doza göre değişiklik gösterir. Kardiyovasküler sistem üzerine
minimal etkili ve yandaş hastalığa bağlı organ patolojilerinde güvenle kullanılabilen ajanlar tercih edilmektedir.
KARDİYOPULMONER BYPASS ÖNCESİ DÖNEMDE
ANESTEZİ YÖNETİMİ
Hemodinamik olarak değişken yanıtların görüldüğü bir dönem olduğundan
anestezik ajanların ve yardımcı ilaçların kontrollü uygulanması gereken bir
dönemdir. Anestezi indüksiyonunu takiben laringoskopiye karşı gelişen abartılı hemodinamik yanıt anestezik ajanların titre edilerek kullanılmasıyla kontrol altına alınmalı, takiben gelişebilecek hipotansiyon ve miyokard iskemisine
karşı hazırlıklı olunmalıdır. Kan basıncı düşüşü yeterli sıvı replasmanı ve/veya
efedrin gibi vazokonstriktör ajanların kullanımıyla tedavi edilmelidir.
İndüksiyon ve entübasyon sonrası dönemde cerrahi insizyon ve sternotomi ile
birlikte sempatik sistem aktive olur. Bu dönemde anestezi derinliğinin yeterli
260
KISIM II: ÖZEL CERRAHİ UYGULAMALARDA ANESTEZİ
Tablo 3: İndüksiyonda Kullanılan İlaçlar
İndüksiyon
İnfüzyon
Fentanil
10-150 μg/kg
Sufentanil
10-20 μg/k
Alfentanil
100-200 μg/kg
25-75 μg/kg
Remifentanil
0.5-1 μg/kg
1-3 μg/kg/dk
Propofol
1-2 mg/kg
2 mg/kg/sa
Midazolam
0.15 mg/kg
0.1 μg/kg/dk
Tiyopental
2-4 mg/kg
Etomidat
0.15-0.3 mg/kg
Diazepam
0.3-0.6 mg/kg
Ketamin
1-2 mg/kg
olduğundan emin olunmalı ve gerekirse ek dozlar yapılmalıdır. Anestezi
derinleştirildiğinde bile hipertansiyon ve taşikardi devam ediyorsa nitrogliserin, nitroprussid infüzyonu ve/veya esmolol gibi kısa etkili ajanlarla müdahale edilmelidir.
Kalp cerrahisinde kardiyopulmoner bypass rezervuarında ve devrelerinde
pıhtı oluşumunu önlemek için pompaya girmeden önce antikoagülasyon
sağlanması zorunludur. Bu amaçla AT-III’ü aktifleştirerek antikoagülasyon
sağlayan fraksiyone olmayan heparin kullanılır. Heparinizasyonun yeterli
olup olmadığı ACT takibi ile yapılır. Bazal ACT değeri cerrahi başlamadan
önce ölçülmeli, 200 sn altında 4mg/kg (400 Ü/kg), 200 sn üzerindeki değerlerde ise 3mg/kg (300 Ü/kg) heparin yapılmalıdır. KPB için güvenli ACT
değeri 400-450 sn’dir. ACT değerinde yeterli yükselme sağlanamadıysa, heparinin son kullanma tarihi, saklama koşulları ve intravenöz yol kontrol edilmeli, ACT değeri tekrarlanmalı, hala düşükse ilave 5000-10000 Ü heparin yapılmalıdır. Uygun heparin dozuna rağmen ACT değerinde yeterli yükselme
sağlanamadıysa heparin direnci akla gelmeli ve AT-III konsantresi ve taze
donmuş plazma ile tedavi edilmelidir.
Aortik ve venöz kanülasyonların yapıldığı dönem KPB için kritik bir
dönemdir. Yeterli heparinizasyon sonrası öncelikle innominat arterin hemen
proksimalinde çıkan aortaya aortik kanül yerleştirilir. Böylece gerekli durumlarda hızlı sıvı infüzyonu yapılması sağlanır. Kanülasyon sırasında kan basıncı
90-100 mmHg arasında tutulmalıdır. Kanül içinde hava kabarcıkları dikkatlice çıkarılmalıdır. Sağ atriyuma bir veya iki venöz kanül yerleştirilir. Venöz
kanülasyon sırasında genellikle tedavi gerektirmeyen ve hemodinamik bozulmalara yol açmayan atriyal aritmiler olabilir, kanül yerleşimi sonrası sıklıkla
sonlanır. Kanülasyon sonrası kanüllere venöz kanın dolmasıyla kalp boşalarak
hipotansiyon gelişebilir. Bu özellikle intravasküler volümü az olan bebek ve
çocuklarda çok önemlidir.
KARDİYOPULMONER BYPASS DÖNEMİ
Bu dönemde dolaşım ve solunum vücut dışında sağlanır. Yeterli heparinizasyon sonrası venöz kanüldeki klempin kaldırılmasıyla kardiyopulmoner
bypass başlatılır. Venöz dönüşün yeterli olduğu kontrol edildikten sonra
BÖLÜM 28: GERİATRİK ANESTEZİ
261
pompa akımı arttırılarak vücut kitle indeksine göre hesaplanan akım düzeyine ulaşılır (2.0-2.4 lt/dk/m2 veya 50 m2/kg/dak).
Kardiyopulmoner Bypass Devresi
Kalp cerrahisi hastalarında operasyon sırasında dolaşım ve solunumu vücut
dışında sağlayan KPB devresi kullanılır. Bu devre venöz rezervuar, oksijenatör,
ısı değiştirici, ana pompa ve arteriyal filtre olmak üzere 5 komponentten oluşur. Tüm kardiyopulmoner bypass devresinin hava embolisini engelleyecek
kadar başlangıç solüsyonuyla doldurulması gerekmektedir. Her kliniğin başlangıç solüsyonu tercihi farklı olmakla birlikte ciddi anemisi olan hastalar
dışında bu amaçla kristaloid ve kolloidler kullanılabilir. Hematokriti düşük
olan hastalarda ve kan hacmi düşük bebeklerde başlangıç solüsyonuna kan
ilave edilmesi gerekebilir.
Kardiyopulmoner Bypass Sırasında Anestezi Yönetimi
KPB başlatıldıktan sonra oluşturulan sistemik arteriyel kan basıncı dikkatli
takip edilmeli ve gerekli durumlarda müdahale edilmelidir. Hastanın yaşına
ve yandaş hastalığına göre değişmekle beraber ortalama arter basıncının
yeterli organ perfüzyonu sağlayacak düzeyde olması gerekir. Sistemik arteriyel
kan basıncı KPB başladıktan hemen sonra genellikle düşer. Bu düşüş kan
viskozitesini ve SVR’yi düşüren hemodilüsyon nedeniyle olur. KPB başladıktan sonra 30-60 dakikada bir ACT, kan gazları, elektrolitler, hemoglobin,
glukoz düzeyi ve oksijenasyon kontrol edilir. Pompa sırasında hedeflenen
değerler Tablo 4’de özetlenmiştir.
Parsiyel bypass sırasında ventilasyon devam eder, total bypass’a geçildiğinde genellikle durdurulur ve oksijenasyon pompa tarafından sağlanır.
Anestezi derinliği belli aralıklarla takip edilmeli hipoterminin anestezik ilaçlara yaptığı etkiler hatırlanmalıdır. Isınma döneminde anesteziklerin metabolizması hızlanacağından ilave dozlar yapılmalıdır.
İdrar çıkışı 1 mL/kg/sa olacak şekilde ayarlanmalı, ortalama arter basıncı
KPB süresince 50-70 mmHg civarında tutulmalıdır.
Hipoterminin düzeyi konusunda farklı görüşler ve sonuçlar mevcuttur.
Yine klinikler arası farklılıklar olmakla birlikte sıklıkla kullanılan uygulama,
vücut sıcaklığının 20-32 °C arasında tutulmasıdır. Vücut sıcaklığında her 10
ºC’ lik azalma metabolik oksijen gereksiniminde yarı yarıya bir düşüş oluşturur. Cerrahi ve KPB sırasında stres hormonlarındaki artış, hepatik glukoz
üretimini arttırırken periferik insülin kullanımını ve insülin üretimini azaltarak hiperglisemiye neden olur. Hipergliseminin nörolojik hasar riskini arttırdığı bilinmektedir.
Tablo 4: Kardiyopulmoner Bypass Sırasında Hedeflenen Değerler
ACT (sn)
> 400-450
2
Sistemik kan akımı (L/dak/m )
2-2.5 L 37 °C, 1.7-2 veya 2-2.5 L 30°C
Sistemik kan basıncı (mmHg)
50-70
Arteriyal kan gazları (mmHg)
PO2>250, PCO2 35-45, pH 7.4
SvO2 (%)
> 65
Hematokrit (%)
> 20
Kan şekeri (mg/dL)
100-180
BÖLÜM
29
GÖĞÜS CERRAHİSİNDE ANESTEZİ
Dr. Sacide Demiralp, Dr. Başak Ceyda Meço
GİRİŞ
Göğüs cerrahisi akciğerlerin, havayollarının ve göğüs kafesi içindeki (kalp
hariç) diğer yapıların gerek tanısal gerek ise tedavi amaçla uygulanan işlemlerini kapsamaktadır. Bu işlemler esnasında akciğerlerin ve hava yolunun cerrahlar ve anestezistler tarafından eş zamanlı olarak kullanılıyor olması bu
olguların anestezi idamesini zorlaştırmaktadır.
Bu bölümde göğüs cerrahisinde anestezi operasyon öncesi hazırlık, tek
akciğer ventilasyonunun sağlanması ve idamesi ve postoperatif dönem bakımı
olmak üzere 3 bölümde anlatılmaya çalışılacaktır. Bölüm sonunda özellikli
girişimlere ayrı ayrı değinilecektir.
PREOPERATİF DEĞERLENDİRME
Preoperatif değerlendirmede girişimin morbiditesinin azaltılamsı ve perioperatif idamenin planlanması hedeflenmektedir. Bu değerlendirme ile hastanın
girişim öncesi hayatına en kısa sürede geri döndürülmesi hedeflenmektedir.
Bu amaçla rutin preoperatif laboratuvar tetkiklerinin yanı sıra akciğer hastalığının yayılımı ve ciddiyeti ve hastalıkla ilişkili kardiyak tutulum değerlendirilmelidir. Bu hastaların girişimi tolere edip edemeyeceklerine işlem öncesi
karar verilmelidir.
Bu olgularda akciğer ve yara bakımının yanı sıra, beta-blokerlar ile kardiyak komplikasyonların önlenmesi, multimodal ağrı tedavisinin planlanması,
sıkı kan şekeri kontrolü, nütrisyonel destek ve tromboemboli profilaksisi
önemli preoperatif hedeflerdir.
Anamnez
Solunum sistemi ile ilişkili semptomlar sorgulanmalıdır. Bunlar dispne, öksürük, göğüs ağrısı, egzersiz intoleransı ve balgam olarak sıralanabilir. Ayrıca,
postoperatif pulmoner komplikasyon insidansını arttıran sigara tüketiminin
ve malnütrisyonun da sorgulanması da önemlidir.
Dispne şikayeti efor ve günlük aktivite ile ilişkisine göre derecelendirilir.
Öksürüğün süresi ve oluşma sıklığı önemlidir. Prodüktif öksürüklerde balgamın hacmi ve niteliği değerlendirilir. Balgamın arttığı ve havayollarının
reaktif olduğu durumlarda infeksiyon düşünülmelidir. İnfeksiyonun değerlendirilmesi açısından balgam kültürü istenebilir. Olası üst veya alt solunum
271
272
KISIM II: ÖZEL CERRAHİ UYGULAMALARDA ANESTEZİ
yoları infeksiyonlarının cerrahi girişim öncesi tedavi edilmesi ve kontrol altına alınması önemlidir. Hemoptizi varlığı solunum yoluna invaze tümörler
açısından anestezisti uyarmalıdır. Bu gibi durumlarda endobronşiyal entübasyonda dikkatli olunmalıdır.
Yeni tanı almış akciğer tümörlerinın %40’ında göğüs ağrısı mevcuttur. Bu
ağrı genellikle orta şiddette, devamlı ve tümörün olduğu tarafta künt bir ağrı
olarak tarif edilir. Bir diğer göğüs ağrısı da plevraya direk tümör yayılımı ile
ilişkili plöretik ağrıdır. Bu ağrı nefes alma ve öksürme ile şiddetlenir ve hasta
tarafından iyi lokalize edilir. Mediyastinal tümörler de zor lokalize edilen,
retrosternal yanma tarzında tarif edilen ağrıya neden olabilirler.
Sigara tüketimi değerlendirilirken paket-yıl sayısı değerlendirilir (bir
günde tüketilen sigara sayısı x sigara tüketilen yıl). Egzersiz toleransı hastaların genel durumlarının değerlendirilmesinde kullanılan kolay bir testtir. Üç
ve daha fazla kat merdiveni çıkabilen hastlarda riskler daha az iken, 2 kattan
az merdiven çıkabilenlerde risk artmaktadır (16).
Preoperatif dönemde beslenme parametrelerinin değerlendirilmesi de
önemlidir. Albümin düzeyi 3.5 mg/dL’in altında olduğunda postoperatif pulmoner komplikasyonlar artmaktadır.
Ayrıca tümör olgularında tümör basısına bağlı gelişen semptomlar, paraneoplastik sendrom bulguları ve metaztatik tutulumlara bağlı ortaya çıkan
şikayetler göz ardı edilmemelidir.
Fizik Muayene ve Laboratuvar Bulguları
Siyanoz varlığı respiratuvar rezervin sınırlı olduğunu düşündürürken, parmaklarda çomaklaşma kronik akciğer hastalığını, maligniteyi veya sağdan
sola şantlı konjenital kalp hastalıklarını düşündürmelidir. Rutin laboratuvar
tetkiklerinde tam kan sayımında polistemi tesbit edilmesi arteriel Hg satürasyonundaki kronik düşüşü belirtirken, lökositoz aktif pulmoner infeksiyonu
düşündürmelidir. Malignittelerde metastaz olabilecek organlara spesifik laboratuvar tetkikleri değerlendirilmelidir (karaciğer ve kemik enzimleri, BUN ve
kreatinin değerleri gibi).
Toraks cerrahisinde PA akciğer grafisinde trakea ve karinanın orta hatta
göre yerleşimi (bası veya invazyon belirtileri) entübasyonunun planlanmasında dikkat edilmesi gereken durumlardan biridir. Mediyastinal kitleler PA
akciğer grafisi ile değerlendirmeli çift lümenli tüp yerleştirmede zorluk, intraoperatif dönemde zor ventilasyon ve zor diseksiyon açısından anestezisti
uyarmalıdır. Ayrıca PA ve lateral akciğer grafileri ile akciğer parankimi kronik
obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) ve lezyonun yerleşimi açısından incelenmelidir.
Yine plevral effüzyon, kardiyomegali, büllöz kist ve apseler PA akciğer
grafisinde görülebilir ve anestezi tekniğinin ve risklerinin belirlenmesinde
önemlidir.
Toraksın bilgisayarlı tomografisi ile tümörün yerleşimi ve boyutu hakkında bilgi edinilebilir.
Arter kan gazı (AKG) analizi, oksijenasyon, karbondiyoksit atılımı ve
dolayısı ile hastanın akciğer fonksiyonları hakkında fikir veren bir testtir.
Eşlik Eden Hastalıklar ve Solunum Fonksiyon Testleri (SFT)
Toraks cerrahisi planlanan olgularda kardiyovasküler sistemin değerlendirilmesi önemlidir. Kardiyopulmoner risk indeksi (CPRI) torasik cerrahi sonrası
sonucu öngörmede kullanılan multifaktoryel bir indekstir. Bu indekste kardiyak ve pulmoner parametreler kombine edilerek 1’den 10’a kadar bir skor
BÖLÜM 29: GÖĞÜS CERRAHİSİNDE ANESTEZİ
273
hesaplanır. Dört ve üzeri değerler postoperatif pulmoner ve kardiyak komplikasyonların habercisidir.
Torasik cerrahi planlanan hastalarda akciğer fonksiyonları açısından başlangıç noktasının belirlenmesi için solunum fonksiyon testleri mutlak yapılması gereken rutin testlerdendir ve 3 amaçla yapılır:
1. Postoperatif morbidite ve mortalite riskleri yüksek hastaların belirlenmesi
2. Postoperatif kısa veya uzun dönem solunum desteğine ihtiyaç duyacak
hastaların tesbit edilmesi
3. Bronkodilatatör tedavinin reversibl havayolu tıkanıklıklarına etkisinin
değerlendirilmesi
SFT’nin sonucunda, hastanın postoperatif dönemde solunum fonsiyonlarının bozulmasına neden olmadan ne kadar doku çıkartılabileceği belirlenmeye çalışılır.
FEV1’in tahmin edilen değerinin %80’inden fazla veya pnömonektomi
için 2 Lt den, lobektomi için 1.5 Lt yüksek olduğu durumlarda hastalara ek
test yapılması gerekmez, bu hasta grubu rezeksiyon açısından düşük risk grubunu oluşturur. Ancak interstisiyel akciğer hastalığı olan veya egzersiz ile
solunum sıkıntısı gelişen hastalarda akciğerlerin parankimal fonksiyonunu
ifade eden difüzyon kapasitesi değerlendirilir (DLco: alveoler membran
bütünlüğü ve akciğerlere kapiller kan akım değerlendirmesi).
SFT’de FEV1’in ve DLco’nin %60’ın altında olması durumunda postoperatif riskler artmaktadır. Bu gibi durumlarda ventilasyon perfüzyon sintigrafisi ile postoperatif FEV1 ve DLco değerlerinin hesaplanması hedeflenir
(postoperatif tahmini FEV1=preoperatif FEV1 x kontrlateral perfüzyon %). Bu
değerler %40’ın üzerinde olduğu durumlarda hastalar orta riskli gruba dâhil
olurlar. Ancak bu değerlerin %40’ın altında olduğu durumlarda egzersiz testlerine başvurulmalıdır. Egzersiz testlerinden elde edilen bilgiler ise (VO2max)
kardiyopulmoner rezervler hakkında bilgi verir ve hastanın fiziksel durumunun ifadesidir. Bu değerin 15 mL/kg/dk’nın altında olduğu durumlarda ancak
yüksek riskle parsiyel rezeksiyon yapılabilir.
Hazırlık
Preoperatif hazırlık aşamasında sigaranın kesilmesi, infeksiyonların tedavisi,
inspiratuvar kasların fizyoterapi ile çalıştırılması ve beslenme durumunun
optimize edilmesi önemlidir. Perioperatif dönem işlem öncesi detaylı bir
şekilde planlanmalıdır (kas-koruyucu cerrahi, minimal invaziv seçeneklerin
değerlendirilmesi ve rejyonel analjezi gibi). Yine peroperatif hazırlık aşamasında postoperatif dönemin planlanması da çok önemlidir (solunum egzersisleri, ağrı tedavisi gibi).
Sigara tüketiminin durdurulması ile en uygun koşulların iki-üç ay içinde
sağlandığı düşünülmektedir.
Toraks cerrahisi geçiren hastada anesteziye ve cerrahi işleme bağlı olarak
akciğer hacimlerinde azalma ve atelektaziler postoperatif pulmoner komplikasyonların başlangıç noktasıdır. Bunların önlenmesinde profilaktik akciğer
genişletici manevralar önerilmektedir. Bu amaçla uygulanan teknikler insentiv spirometri, derin nefes egzersizleri, solunum fizyoterapisi, erken mobilizasyon ve CPAP olarak sıralanabilir.
Bunlara ilave olarak preoperatif dönemde hastaların hidrasyon ve beslenme parametrelerinin de optimize edilmesi önerilmektedir. Yeterli hidrasyon
ile sekresyonların vizkozitesinin azaltılarak atılımının kolaylaştırıması ve
274
KISIM II: ÖZEL CERRAHİ UYGULAMALARDA ANESTEZİ
beslenme parametrelerinin iyileştirilmesi ile infeksiyonların insidansının
azaltılması hedeflenmektedir.
Günümüzde gaströzefageal reflü (GÖR) ile pulmoner semptomlar arasındaki yakın ilişki bilinmektedir. GÖR tanısı olan hastalara preoperatif dönemde partikülsüz antiasit ve gastrik motiliteyi arttıran ajanlar (ör. metpamid)
verilmelidir.
İNTRAOPERATİF DÖNEM
Monitörizasyon
Temel monitörizasyon EKG, kan basıncı, SaO2, et CO2 ve anestezik ajanların
analizini içerir. Ek monitörizasyon seçimi hastanın preoperatif dönem değerlendirmesine göre, her hastaya özgün olarak planlanmalıdır.
Büyük damarlara basi ihtimali veya ciddi intravasküler şiftlerin beklendiği durumlarda ve sik arter kan gazı takibi gereken olgularda invaziv arteriyel
kan basıncı monitörizasyonu uygulanmalıdır. Bunların yanı sıra, eşlik eden
kardiyak hastalıkların varlığında da invaziv kan basıncı monitörizasyonuna
gerek duyulabilir.
Santral venöz basınç; hastanın intravasküler volüm durumunu, venöz
tonusunu ve sağ kalp fonksiyonlarını gösteren bir parametredir. Özellikle
pnömonektomi planlanan olgularda bu parametrelerin takibi önemlidir.
Ayrıca, hızlı sıvı ve kan transfüzyonlarının veya inotrop ajanların gerekli olacağı düşünülen olgularda santral kateterizasyona ihtiyaç duyulmaktadır.
Majör özefagus cerrahilerinde gerek intraoperatif sıvı resüsitasyonu için gerek
ise postoperatif dönemde hastanın belli bir süre parenteral yoldan beslenmesi
için santral yol gerekebilmektedir.
Transözefageal ekokardiyografi (TEE) ventriküler, valvüler ve kalp duvarı
fonksiyonların intraoperatif değerlendirilmesinde önemli role sahiptir.
TEE’nin en sık kullanım alanı akciğer nakilleridir.
Tek Akciğer Ventilasyonu(TAV)
Akciğerlerin izolasyonunun gerekli olduğu durumlarda tek akciğer ventilasyonu kesinlikle gerekmektedir. Bunlar: masif kanama, apse, alveoler proteinozis ve bronkoplevral fistül olarak sıralanmaktadır. Bu tür durumlarda, hedef
hastalıksız akciğeri korumaktır.
İki akciğerin birbirinden ayırılması gereken olgularda ise kontaminasyon
riski yoktur, burada hedef cerrahi sahanın daha kolay erişlebilir olmasıdır.
TAV uygulanan, lateral dekübit pozisyonda ve anestezi uygulanan hastada
mediyastinal yapılar alttaki akciğerin üzerine bası uygularken, ameliyat masası ve abdominal organlar da yine bu akciğerin genişlemesine engel olurlar. Bu
nedenlerden dolayı alttaki akciğerin ventilasyonu azalırken yer çekiminin
etkisi ile kanlanması artar. Bu değişiklikler V/Q oranının bozulmasına neden
olur.
Bu olgularda tek akciğer ventilasyonu uygulandığında üstteki akciğere
giden kan oksijenlenemeyeceği için, sağdan sola şant oluşmasına neden olur.
Ancak, ventile olmayan akciğerde gelişen hipoksik pulmoner vazokonstrüksiyon bu etkiyi hafifletir.
Bu istenmeyen etkileri önlemek için çift lümenli entübasyon ile altta
kalan akciğere selektif PEEP uygulanabilir. Bu yöntemle altta kalan akciğerin
ventilasyonu arttırılabilir.
BÖLÜM 29: GÖĞÜS CERRAHİSİNDE ANESTEZİ
275
Ventilasyonun anlamlı ölçüde bozulduğu ve hastanın tek akciğer ventilasyonunu tolere edemeyeceği durumlar bu yöntemin kontrendikasyonlarıdır.
Aynı şekilde, havayolunun sağlanmasında güçlük yaşanan ve TAV için gerekli tekniklerden birinin uygulanamadığı durumlarda bu yöntem kullanılamaz.
TAV’nun uygulanmasında 3 değişik yöntem uygulanmaktadır. Bunlar
endobronşiyal tüpler, çift lümenli tüpler ve bronşiyal blokerler olarak sıralanmaktadır.
Endobronşiyal entübasyon rutinde kullanılan tek lümenli endotrakeal
tüplerin normal pozisyonundan daha ileriye, ana bronş seviyesine kadar ilerletilmesi ile gerçekleştirilir. Bu teknik akciğerlerin birbirinden ayrılmasında
en kolay, en hızlı ve en etkin yöntemdir. Ancak, bu yöntem ile sadece tüpün
ilerletildiği taraf akciğere erişim sağlanmış olur, diğer akciğer ventile ve aspire
edilemez. Bu yöntemle tüp sıklıkla, daha düz açı ile ilerleyen sağ akciğere
yönelir.
Çift lümenli tüpler (ÇLT) tek akciğer ventilasyonunda akciğerleri birbirinden ayırmak için en sık kullanılan yöntemdir. Burada her lümen ayrı bir
akciğeri havalandırmak için tasarlanmıştır. Bu lümenlerden biri diğerinden
uzundur ve tüp uzun lümenin adı ile adlandırılır (sol veya sağ). Kısa olan
lümenin trakea seviyesinde kalması hedeflenmektedir. ÇLT’lerin iki kafı
bulunmaktadır ve proksimal olan kaf trakeada şişirildiğinde akciğerleri dış
ortamdan ayırır. Distal kaf ilgili ana bronşta şişirilir ve her iki akciğeri birbirinden ayırır. Bu tüplerin 26-28F (pediyatrik) den 41 F’e kadar değişik boyları
mevcuttur (35F, 37F, 39F, 41F). Tüpün boyu hastanın boyuna göre seçilir ve
1,60 metreden kısa kadınlarda 35 F, uzunlarda 37 F ve 1,70 metreden kısa
erkeklerde 39 F ve uzunlarda 41 F olarak kabaca hesaplanabilir. Bu tüplerin
duvarlarındaki radyo opak çizgi, radyolojik tetkikler ile yerleşimlerinin kontrölünü kolaylaştırırken, bronşial kafın mavi rengi fiberoptik bronkoskop ile
tanınmasını sağlar.
ÇLT uygulamalarında sağ torakotomilerde sol ve sol torakotomilerde sağ
tüp tercih edilir ancak sağ üst lob bronşunun ayrımı kişiden kişiye farklılık
gösterir ve bazı olgularda karinaya çok yakın yerleşimli olabilir. Bu durumda
sağ üst lob girişi ÇLT ile tıkanabilir. Dolayısı ile günümüzde sol torakotomiler
için de sol ÇLT ile tercih olabilmektedir.
ÇLT ile entübasyon gerçekleştirildikten sonra tüpün yerinin teyidi çok
önemlidir. Bronkoskopinin uygulanabilir olmadığı yerlerde oskültasyon yöntemi ile ÇLT yerinin teyidi günümüzde hala sıkça kullanılan temel yöntemdir.
Bu yöntemde, ÇLT ile entübasyon gerçekleştirildikten sonra önce trakeal kaf
şişirilir ve her iki akciğerde solunum seslerinin varlığı dinlenir. Solunum seslerinin eşit olmadığı durumlarda tüpün solunum sesi alınan tarafa fazla ilerletildiği ve trakeal lümenin ana bronşa kaydığı düşünülmeli ve tüp 2-3 cm geri
çekilmelidir. İkinci aşamada sağ tüp takılan olgularda sağ taraf, sol tüp takılanlarda sol taraf klemplenir, klemplenen taraf solunum devresinden ayrılır ve
bronşial kaf, bronşial lümenden kaçak olmayana kadar, yavaşça şişirilir. Bu
şekilde bronşial kaf kontrollü şişirilir ve aşırı basınca bağlı bronş hasarı oluşması önlenir. Daha sonra klemp kaldırılır ve her iki kaf şişik iken iki tarafın
eşit havalandığı teyit edilir. Son olarak sıra ile iki tarafta klemplenir ve her
seferinde uygun akciğerin havalandığı kontrol edilir.
ÇLT yerleşiminin kontrolünde oskültasyon ve bronkoskopinin yanı sıra
akciğer grafisi, floroskopi ve selektif kapnografi gibi yöntemler de uygulanabilir.
Tek akciğer ventilasyonu uygulanan olgularda hasta lateral dekübit pozisyona alındığında akciğerler bir kere daha dinlenerek ÇLT’ün yeri teyit edilmelidir. Bu hastalarada mümkün olduğu kadar uzun sure çift akciğer ventilasyo-
BÖLÜM
30
NÖROANESTEZİ
Dr. Yüksel Keçik
Nöroanestezi, kapsadığı hasta grubu, hasta grubunun çok geniş olması, hastalarda meydana gelen patofizyolojik değişiklikler, anestezi ile oluşturulan sistemik etkiler itibariyle özellik arzetmektedir.
ANESTEZİK AJANLARIN ETKİLERİ
İnhalasyon anesteziklerinin SSS fonksiyonlarındaki etkileri, beyin O2 tüketim
hızı (CMRO2), beyin kan akımı (BKA), EEG ve uyarılmış potansiyellere etkileri ile ilişkilidir. İnhalasyon ajanları beyin kan akımını arttırıp, CMRO2’yi
azaltarak BKA/CMRO2 oranını arttırırlar. İnhalasyon ajanları CO2’’in reaktivitesini inhibe etmezler hatta belirgin hale getirirler. Sonuçta normal beyinde
volatil anesteziklere cevap olarak oluşan beyin vazodilatasyonu, hipokapni
düzeyinin artması ile azaltılıp ortadan kaldırılabilir. Bu cevap intrakraniyal
patoloji varlığında gerçekleşmez. İnhalasyon ajanları BKA ve beyin kan volümünü arttırdığı için bu hastalarda bu anesteziklerin kullanılması intrakraniyal
basınç artışı açısından risklidir (Tablo 1 ve Tablo 2).
Tablo 1: Anestezik ajanların beyin fizyolojisine etkileri.
Anestezik
BMH
BKA
BOS
Üretim
BOS
Emilim
BKV
KİB
Halotan
↓↓
↑↑↑
↓
↓
↑↑
↑↑
İzofluran
↓↓↓
↑
±
↑
↑↑
↑
Desfluran
↓↓↓
↑
↑
↓
↑
↑↑
Sevofluran
↓↓↓
↑
?
?
↑
↑↑
Nitröz Oksit
↓
↑
±
±
±
↑
Barbütüratlar
↓↓↓↓
↓↓↓
±
↑
↓↓
↓↓↓
Etomidat
↓↓↓
↓↓
±
↑
↓↓
↓↓
Propofol
↓↓↓
↓↓↓↓
?
?
↓↓
↓↓
Benzodiazepinler
↓↓
↓
±
↑
↓
↓
Ketamin
±
↑↑
±
↓
↓
↓↓
Opioidler
±
±
±
↑
±
±
↓↓
↓↓
?
?
↓↓
↓↓
Lidokain
285
286
KISIM II: ÖZEL CERRAHİ UYGULAMALARDA ANESTEZİ
Tablo 2: Anestezik ilaçların beyin kan akımı (BKA), beyinde oksijen metabolizma hızı (BO2MH) ve kafaiçi basıncı (KİB) üzerine etkileri.Etkiler beyin
kompliyansı,KİB, anestezik ilaç konsantrasyonu, ilaçların farklı kombinasyonları, PaCO2 ve beyin perfüzyon basıncına (BPB) göre değişiklik gösterebilir
İlaçlar
BKA
BO2MH
KİB
İnhalasyon anestezikleri
↑ / ↑↑
↓↓↓
↑
• İzofluran
↓/φ
↓↓↓
φ/↑
• Sevofluran
↑ / ↑↑
↓↓↓
φ/↑
• Desfluran
↑ / ↑↑
↑ / ↑↑
↑ / ↑↑
• Barbütüratlar
↓↓ / ↓↓↓
↓↓↓
↓↓ / ↓↓↓
• Etomidat
↓↓ / ↓↓↓
↓↓↓
↓↓ / ↓↓↓
• Propofol
↓↓ / ↓↓↓
↓↓↓
↓↓ / ↓↓↓
• Benzodiyazepinler
↓ / ↓↓
↓ / ↓↓
φ/↓
• Opioidler
φ/↓
φ/↓
φ/↑
İntravenöz anestezikler
BEYİN CERRAHİSİ HASTALARINDA PREOPERATİF
DEĞERLENDİRME
Preoperatif değerlendirme kapsamında; tam nörolojik muayene, bilinç durumu,
kafa içi basınç artışının olup olmaması, fokal nörolojik hasar varlığını kapsayacak şekilde yapılmalıdır. Genellikle nöroşirurjikal girişimler uzun sürer. Ayrıca
özel ve alışılmadık pozisyonlar verilerek hiperventilasyon, serebral dehidratasyon gibi yöntemlerin uygulanması gerekebilir. Bilinç düzeyi azalmış hastalarda
sıvı ve elektrolit anomalileri olağandır. Bu hastalarda sıvı alımı azaldığı için
dehidratasyon sıkça karşımıza çıkar. Ayrıca nöroendokrin anomaliler, diüretiklere bağlı diürez ve elektrolit anomalileri, steroide bağlı hiperglisemi ve radyolojide kullanılan kontrast ilaçların yol açtığı elektrolit anomalileri olası durumlardır. Anestezi öncesi bütün bu bozukluklar düzeltilmelidir.
NÖROANESTEZİDE POZİSYONLAR
Nöroşirürjikal girişimler için hastaya verilecek pozisyonlarda, cerrah ile anestezist işbirliği sağlanmalıdır. Anterior ve orta kraniyumda cerrahi girişimler
(frontal, temporal, parieto-oksipital kraniyotomiler) genellikle supin pozisyonda yapılır.
Venöz drenajı ve cerrahi girişimi kolaylaştırmak için, baş hafifçe yükseltilmelidir. Ancak oturur pozisyondaki hastalar gibi başın fazla yükseltildiği
hastalarda ortostatik hipotansiyon ve serebral perfüzyon basıncında azalma,
endotrakeal tüpün ve arteriyel kateterin yer değiştirmesi, tansiyon pnömosefalus ve venöz hava embolisi gibi riskli durumlar gelişebilir. Çene ile sternum
arasında iki parmak mesafe kalmalıdır.
Boynun ciddi lateral fleksiyon ve ekstansiyonundan kaçınılmalıdır. Başın
döndürülmesi sırasında brakial pleksus hasarlarına dikkat etmelidir. Omuz
altına konacak yastıklarla bu komplikasyon önlenebilir.
BÖLÜM 30: NÖROANESTEZİ
287
Skapula, el bilekleri, dirsek, sakrum vb. kolayca basıya uğrayan bölgelerin
korunması önemlidir. Tüm eklemlerin nötral pozisyonda tutulması gerekir.
Yan pozisyonda kulaklar korunmalıdır. Venöz staz ve trombozun önlenmesi
için bacaklara masaj yapan ve proksimale doğru aralıklı olarak şişen aletler
kullanılabilir, varis çorabı veya elastik bandaj uygulaması mutlaka yapılmalıdır. Ayrıca dizler hafif fleksiyona getirilerek desteklenmelidir.
Oturur Pozisyon: Posterior fossa ve posterior servikal vertebral girişimlerde
kullanılan bir pozisyondur.Yerçekimi sebebiyle kanın cerrahi alandan uzaklaşması hem cerrahi işlemi kolaylaştırır hemde kanamayı azaltarak transfüzyon ihtiyacını azaltır. Aterosklerotik kalp hastalığı, ciddi hipertansiyon veya
hipotansiyon, ciddi servikal kanal stenozu ve intrakardiyak şantlar için sakıncalı durumlardandır. Cerrahi boyunca yeterli serebral perfüzyon basıncı sağlanmalıdır. Venöz basıncın atmosfer basıncından düşük olması nedeniyle
venlerden içeri giren hava, venöz hava embolisine, patent foramen ovale varlığında paradoks hava embolisine, venöz drenaj ve BOS drenajı ile boşalan
alanın hava ile dolmasına bağlı tansiyon pnömosefalusa yol açar. Önlenmesi
için dura kapanmadan hemen önce hiperventilasyona ve diüretik tedaviye son
vererek beynin subdural boşluğu doldurmasına izin vermek, N2O kullanılıyorsa uygulamasını sonlandırıp boşluğun genişlemesini önlemek, subdural
mesafeyi serum fizyolojik ile doldurmak gibi yöntemler kullanılabilir.
Venöz hava embolisinin tedavisi;
- %100 O2 uygulaması (N2O’nun kesilmesi)
- Başın mümkünse daha aşağı indirilmesi
- Bilateral juguler venöz kompresyon
- Cerrahi bölgenin hava ile temasını kesecek biçimde ıslak gazlı bezle örtülmesi
- Bone wax ile kemiklerin kaplanması
- Venöz basıncı arttırmak için sıvı replasmanı
- Havanın sağ atriumdan kateter aracılığıyla aspire edilmesi (sol lateral pozisyon havanın sağ atriuma toplanması için uygulanabilir.
Yüz üstü pozisyon: Orta hat yerleşimli posterior fossa tümörlerinde tercih
edilebilecek bir pozisyondur.
Bu pozisyon bazı sorunlar yaratır ;
- Vücut ağırlığının karın duvarına yüklenmesi sonucu diyafram hareketlerinin sınırlanması
Tablo 3: Oturur pozisyonun komplikasyonları
• Hava yolunda ödem
• Makroglossi
• Santral kord sendromu
• Paradoks hava embolisi
• Kompartman sendromu ve
siyatik nöropati
• Parapleji
• Azalmış serebral perfüzyon basıncı
• Periferal nöropati (common
peroneal)
• Omuz çıkığı
• Pnömosefali
• Endotrakeal tüpün yanlış yerleşimi
• Kuadripleji
• Hipotansiyon
• Subdural hematom
• Juguler venöz tıkanıklık
• Venöz hava embolisi
288
KISIM II: ÖZEL CERRAHİ UYGULAMALARDA ANESTEZİ
- Karın içi basıncın artması sonucu venöz dönüşün güçleşmesi
- Parmaklar ve kemiksi yapılar üzerine binen ağırlık sonucu basınç travması
oluşması
- Kadınlarda memeler, erkeklerde genital organların basınç altında kalması
- Baş ve boynun pozisyonunu ayarlama güçlüğü
- Göz yaralanmaları ve göze aşırı bası nedeniyle retinal iskemi gelişmesi
- Brakial pleksus, ulnar sinir, peroneal sinir ve tendonlarda basıya bağlı zedelenmeler olması
- Oturur pozisyona göre, kanama olasılığı daha fazladır.
Sırt üstü pozisyon: En sık kullanılan pozisyondur. Hastanın sırt üstü bütünüyle düz yatması yerine uzun süreli ekstansiyonun sakıncalarını gidermek
için boyun, kalça ve dizlerin hafif fleksiyonda tutulması uygundur. Bu pozisyonda kolun abdüksiyonu 90 dereceden fazla olmamalı ve önkol pronasyonda
tutulmamalıdır. (sinir hasarlarını önlemek için) Baldırlar üzerine bası derin
ven trombozu eğilimini arttıracağından varis çorabı veya elastik bandaj uygulaması yapılmalı, dizlerin ve ayak bileklerinin altına destekler yerleştirilmelidir.
Yan pozisyon (Lateral dekübit pozisyon): Bu pozisyonda ventilasyon/
perfüzyon ilişkisi bozulur (altta kalan akciğer daha az havalanıyor olmasına
karşın daha fazla kanlanır) ve altta kalan akciğerde atelektazi olasılığı artar.
Tespitin omuzlar ve kalça hizasında yapılması ve bacaklar arasına yastık konması gerekmektedir. Altta kalan kol masanın baş kısmından omuz abdüksiyon
ve dirsek fleksiyon açıları 90 dereceyi geçmeyecek şekilde aşağıda üçgen bezler yardımıyla tespit edilir. Yine dirsek ve el bileğine olacak basıyı önlemek
için bu bölgeler pamuk rulolar ile korunmalıdır.
SEREBROVASKÜLER HASTALIKLARDA ANESTEZİ
Anevrizma kan damarlarının anormal lokalize genişlemesi olarak tanımlanır.
Operasyon öncesi ayrıntılı nörolojik muayene ve bilinç değerlendirilmesi
postoperatif gelişebilecek durumların ayrımı açısından önemlidir. Hastalarda
EKG değişiklikleri görülür. (T negatifliği, ST depresyonu, Q dalgası, çeşitli
aritmiler…) Bu değişiklikler genellikle SAK’tan 48 saat sonra ortaya çıkar ve
10 gün ile 6 hafta arasında normale döner.(T negatifliği aylarca devam edebilir) EKG değişiklikleri perioperatif mortalite ve morbidite ile operasyon kararını etkilemez ancak operasyon sırasında seçilecek invaziv monitorizasyon
yöntemlerini etkiler. Pulmoner ödem SAK’lı olgulardan yaşayanların
%23’ünde, ölenlerin ise %90’ında rastlanılan bir durumdur. SAK’lı olguların
%36-100’ünde intravasküler volüm beklenenin altındadır. Bunun nedenleri
arasında supin diürez, sıvının interstisyel alana kaçışı, yatak istirahati ve negatif nitrojen dengesi gibi durumlar yer alır. Hiponatremi, hipokalemi ve hipokalsemi gibi preoperatif düzeltilmesi gereken elektrolit bozuklukları gözlenir.
Özellikle endovasküler girişim uygulanacaklar olmak üzere, hastalar konrast
alerjisi, protamin alerjisi, gebelik öyküsü ve daha önceki antikoagülan kullanım öyküsü açısından sorgulanmalıdır.
İNTRAKRANİYAL ANEVRİZMALARIN CERRAHİ
TEDAVİSİ
Zamanlaması konusunda fikir birliği olmamakla beraber çoğu cerrah yeniden
kanama ve vazospazm riskinin düşük olması nedeniyle ilk 48 saatte erken
BÖLÜM 30: NÖROANESTEZİ
289
cerrahiyi tercih eder. Bazı cerrahlar ise 7 günden sonra beynin daha yumuşak
olması nedeniyle cerrahinin daha kolay olacağını savunur.
Beyin Relaksasyonu: Beynin rahatlatılması cerrahi görüşün sağlanması ve
klipleme işleminin kolaylaşması açısından önemlidir. Cerrahi işlem süresince
yeterli beyin perfüzyonu sağlanmalı, hipotansiyon ve hipertansiyon ataklarından kaçınılmalı, uygun doz ve konsantrasyonda anestezik ajan kullanılmalı,
normoventilasyon ve yeterli oksijenizasyon sağlanmalıdır. Tüm bunlara rağmen beynin rahatlatılması için farmakolojik yaklaşımlar gerekebilir.
- Mannitol; Genellikle 0.5-1 g/kg dozda kullanılır
- Furosemid; KİB ve beyin su içeriğini azaltmada tek başına 1 mg/kg gibi
yüksek dozda yada mannitol ile birlikte 0.25–1 mg/kg gibi düşük dozda
kullanılabilir
- BOS drenajı
Anestezi
Anevrizma cerrahisi için uygulanacak anestezik yöntem;
- Anevrizmanın transmural basınç gradientini korumalı
- Yeterli serebral perfüzyon basıncı ve oksijen sunumunu sağlamalı
- Hızlı ve büyük orandaki KİB değişikliklerine yol açmamalı
- En az beyin sertliğinde en iyi cerrahi görüşü sağlamalı
- Hızlı derlenmeye olanak vermelidir.
Premedikasyon anksiyetesi olan hastalarda hipertansiyonu önlemek için
kullanılabilir fakat nörolojik değerlendirmeyi engelleyebileceği için rutin
uygulanmayabilir. İndüksiyon sırasında tüm anestezik ilaçlar kullanılabilmekle birlikte önemli olan yumuşak şekilde, ciddi basınç değişimi olmaksızın
entübasyon işleminin gerçekleştirilmesidir. İdamede ağrılı uyaranlara yanıtsızlığı sağlayacak şekilde intravenöz veya inhalasyon ajanları ile sağlanır.
İntrakraniyal basınç artışı kliniği kötüleştirsede hızla düzeltilmesi transmural
basıncı yükselteceğinden yeniden kanamaya yol açabilir. Sıvı replasmanı
anevrizma kliplenmeden önce normovolemik, kliplendikten sonra ise hafif
hipervolemi olacak şekilde yapılmalıdır. Hipokapni serebral kan akımı azalması ile ilk dönemde faydalı gibi görünsede ilerleyen dönemde serebral perfüzyonu bozacağından kaçınılmalıdır.
İNTRAKRANİYAL ANEVRİZMALARIN
ENDOVASKÜLER TEDAVİSİ
Bu yöntem uygun endikasyon ile cerrahi girişime iyi bir alternatif olabilmektedir. Genellikle elektif koşullarda uygulanan işlem için anesteziyolog anevrizma için uygun anestezi yöntemini uygulayarak, postop erken derlenmeyi
sağlamalıdır.
HİPOTERMİ
Vücut sıcaklığı azaldığı zaman beyin metabolizma hızı düşerek kreatinfosfat
düzeyinin azalmadan korunması mümkün olur. İnvitro çalışma sonuçlarına
göre hipotermi ATP yi korur, kalsiyum akışını azaltır ve hipoksi sonrası elektrofizyolojik derlenmeyi iyileştirir. Hafif hipoterminin yararlı olabileceği öngörülse de, rüptüre anevrizma cerrahisi sonunda hastalarda klinik iyileşme
kanıtlanamamıştır.
BÖLÜM
46
MONİTORİZASYON
Dr. Namık Özcan
KARDİYOVASKÜLER MONİTORİZASYON
Stetoskopi
Stetoskop tıp pratiğine 1800’lerin başında girse de, cerrahi sırasında kardiyovasküler monitorizasyon amacıyla kullanılmaya başlanması yüzyıl kadar
sonra olmuştur. Bu tarihten yıllar sonra prekordiyal ya da ösofagial steteskop,
anestezi altındaki hastaların dolaşımlarının ve solunumlarının değerlendirilmesini rutin hale dönüşmüştür.
Kalp Hızı Monitorizasyonu
En basit ve en az invaziv kardiyak monitorizasyon, kalp hızının ölçülmesidir.
Anestezinin ve cerrahinin hasta üzerindeki etkisini belirlemenin en kolay
yollarından olan kalp hızı ölçümü, modern elektronik cihazlarla yapılabileceği gibi, nabız üzerine yerleştirilen parmaklarla da yapılabilir.
EKG kalp hızını, R-R süresini ölçüp bu süre üzerinden hesaplama yaparak
belirler. Bu işlem, bir dakika içinde belirli aralıklarla yapılır ve ortalama kalp
hızı değer olarak ekrana yansıtılır.
Nabız Monitorizasyonu
Kalp hızı ile nabız arasındaki ayırım, kalp kasının depolarizasyonu ve sistolik
kasılmanın periferik arterlerde palpe edilebilir pulsasyon oluşturup oluşturamamasında yatar. Pulse deficit (nabız açığı), nabzın kalp hızından düşük
olduğu durumları tanımlar. Bu durum; atriyal fibrilasyon, diyastolde kalp
dolumunun azaldığı kısa R-R mesafeli durumlar ve nabzın hissedilemediği
durumlarda gözlenir. Pulse deficitin en ileri örneği; elektromekanik disosiyasyon ve nabızsız elektriksel aktivitedir.
Birçok monitör nabız ve kalp hızını ayrı ayrı gösterir. Kalp hızı EKG’den
hesaplanırken nabzın kaynağı sıklıkla pulse oksimetrenin pletismograf trasesidir. Periferik arteryel tıkanıklıklarda ve şiddetli vazokonstriksiyon varlığında pletismograf sinyalinin kalitesi düşer. Nabız ayrıca invaziv kan basıncı
trasesinden ölçülebileceği gibi, non-invaziv kan basıncı ölçümü sırasında
oluşan osilasyonlardan da ölçülebilir. Nabız ve kalp hızı monitorizasyonu
birbirini tamamlar.
Arteryel Kan Basıncı Monitorizasyonu
Kan basıncı da kalp hızı gibi temel kardiyovasküler vital bulgulardandır. Kan
basıncı ölçümü iki ana teknikle mümkündür. İndirekt metodda şişirilebilir,
509
510
KISIM III: ÖZEL KONULAR
manşonlu, invaziv olmayan cihazlar kullanılır. Direkt metodda ise bir girişim
ile arter içine bir kanül yerleştirilir ve basınç monitöre aktarılır. Klinik pratikte değişik tekniklerle ölçülmüş kan basınçları birbirlerinden belirgin farklılıklar gösterir.
Arteryel Kan Basıncının İndirekt Ölçümü
[Manuel Aralıklı Teknikler]
İdeal manşon boyu humerus boyunun %80’i kadar, genişliği ise humerus
çevresinin en az %140’ı kadar olmalıdır. Manşon bağlanmadan önce tamamen
boşaltılmalı, şişen balon kısmı tam arter üzerine gelecek şekilde fazla sıkmadan bağlanmalıdır. Hastaya göre büyük manşonlar, hastaya küçük manşonlardan daha az hata ile ölçüme imkan verirler. Küçük seçilmiş manşonlarla kan
basıncı olduğundan daha yüksek ölçülür. Manşonun söndürülme hızı ilk
Korotkoff sesinin duyulabilmesi için yavaş olmalıdır.
[Otomatik Aralıklı Teknikler]
Otomatik sistemlerin en büyük avantajı sık ve eşit aralıklarla kan basıncını
ölçmeleri ve bu süre içerisinde kullanıcıya diğer görevleri yapması için imkan
tanımalarıdır. Birçok otomatik noninvaziv kan basıncı ölçüm cihazı 1876’da
Marey tarafından tanımlanan osilometrik metodu kullanır. Bu metodda arteryel pulsasyonun peak yaptığı değer ortalama arter basıncını verir. Sistolik ve
diyastolik kan basınçları ise bu değere göre hesaplanır. Sistolik ve diyastolik kan
basıncı ölçümleri ortalama arter basıncı ölçümünden daha az güvenilirdir.
Otomatik aralıklı noninvaziv kan basıncı ölçümü için ayrıca dopler, fotoosilometri, arter duvar hareketleri gibi metodlar da kullanılabilir.
Noninvaziv kan basıncı ölçümünün yapıldığı kolda dolaşım bozukluğu,
nöropati, travma varllığı, irregüler kardiyak ritim olan, antikoagulasyon ya da
trombolitik tedavi alan hastalarda uzun süre ile sık yapılan ölçümler komplikasyonlara neden olabilir. Ağrı, peteşi ve ekimozlar, ekstremite ödemi, venöz
staz, tromboflebit, periferik nöropati, kompartman sendromu olası komplikasyonlar arasındadır.
Arteryel Kan Basıncının Direkt Ölçümü
Kan basıncının arter kanülasyonu ve dalga formu ile direkt ölçümü; maliyetinin yüksek olması, kendine has komplikasyonların bulunması, ölçüm düzeneğinin gerekmesi ve sonuçların değerlendirilmesi için bilgi ve tecrübeye gerek
olmasına rağmen halen referans standart olarak kabul edilmektedir. Direkt
arteryal kan basıncı ölçümü; anlık kan basıncı takibinin gerekli olduğu ciddi
kardiyovasküler hastalık veya hemodinamik instabilitenin olduğu hastalarda
ve ani kardiyovasküler değişikliklere, ciddi kan kayıplarına, sıvı şiftlerine
neden olan cerrahi girişimlerde endikedir. Direkt arteryel basınç monitorizasyonun en önemli avantajı kan basıncı değişikliklerinin indirekt metodlara
göre çok daha erken farkedilmesidir. Arteryel kan basıncı monitorizasyonu
sık kan örneğinin alındığı ve baypas cerrahisi gibi noninvaziv metodların
kullanılamadığı durumlarda da endikedir.
[Direkt Arteryel Basınç Monitorizasyonunun Komplikasyonları]
İnvaziv arter monitorizasyonunun komplikasyon oranları çok düşüktür.
Örneğin uzun süreli radiyal arter kanülasyonuna bağlı distal iskemi riski
%0.1’den azdır. Özellikle damar hastalıkları, trombositoz, şok, yüksek doz
vazopressör kullanımında, uzun süreli kanülasyon ve enfeksiyon varlığında
bu risk artar. Daha az sıklıkla olmasına karşın, fistül ve anevrizma oluşumu,
BÖLÜM 46: MONİTORİZASYON
511
hematom, embolizasyon, enfeksiyon ve sepsis, periferik nöropati komplikasyon olarak gözlenebilir. Diğer bir grup komplikasyon da basınç monitorizasyonu düzeneğinin düzgün kurulamaması, kalibrasyonun düzgün yapılmaması, cihazların doğru okuma yapamaması veya sonuçların doğru değerlendirilmemesine bağlıdır.
[Direkt Kan Basıncı Ölçümünün Teknik Yönleri]
Direkt arteryel kan basıncı ölçümü için kullanılan basınç sinyali, arter kateterinden, sistemi oluşturan setlerden, üçlü musluklardan, yıkama sisteminden,
basıncı sinyale çeviren transducerden, monitördeki amplifikasyondan etkilenir. Dalga formu underdamped olup kan basıncını olduğundan yüksek, overdamped olup olduğundan düşük ölçebilir. Her iki durumda da ortalama arter
basıncı bu durumdan minimum etkilenir. Underdamped durumda dalga
formuna fizyolojik olmayan, parazite benzer dalgalar eklenir. Overdamped
durumunda ise dalga küntleşir, sistolik diyastolik farkı azalır ve detaylar (dikrotik çentik) kaybolur.
Kan basıncı ölçümüne başlamadan önce transdüser atmosfere açılıp sıfırlanmalıdır. Transducer seviyesi, genellikle aort kavsine göre hesaplanır.
Bunun için supin yatan hastada transducer orta aksiller çizgi veya sternum
seviyesine hizalanır.
Arteryel Basınç Dalgaları
Normal bir arteriyel basınç dalgası, sistolik yükselme, sistolik tepe, sistolik
düşme, dikrotik çentik, diyastolik azalma ve diyastol sonu basınç parçalarından
oluşur (Şekil 1). Dikrotik çentik aort kapağının kapanması ile oluşur. Sistolik
tepe, sistolik basınç değerini, diyastol sonu basıncı ise diyastol değerini verir.
Ortalama arter basıncı, monitöre göre değişmekle birlikte en kaba haliyle
diyastolik basıncın, nabız basıncının üçte biri ile toplanması ile elde edilir. Aort
kavsi ile kıyaslandığında, periferik arterlerdeki basınç dalgasında, sistolik yükselme dikleşir, sistolik tepe basıncı artar, dikrotik çentik ve diyastol sonu basınç
değerleri azalır. Böylelikle periferik arterlerde yüksek sistolik, düşük diyastolik
basınç ölçümünden dolayı, nabız basıncı artmış görülür. Tüm bu değişikliklere
Şekil 1: Normal arteriyal kan basıncı dalga formu. 1: sistolik yükselme, 2: sistolik tepe
basıncı, 3: sistolik düşme, 4: dikrotik çentik, 5: diyastolik düşme, 6: diyastol sonu
basıncı.
512
KISIM III: ÖZEL KONULAR
rağmen aorttaki ortalama arter basıncı radyal arterdeki ortalama arter basıncından hafif yüksektir. Santralden perifere doğru olan bu değişiklikler, yaş,
fizyolojik, patolojik ve farmakolojik birçok faktörden etkilenirler.
Emboli, ateroskleroz, arter diseksiyonu gibi periferik arterleri etkileyen
patolojik durumların varlığında, arteryel kan basıncı monitorizasyonu normal olan arter tarafından yapılmalıdır. Klinikte pratik olarak, periferik nabızlar palpe edilmeli ve nabız basınçları arasında fark varsa nabzın en iyi hissedildiği ve nabız basıncının en yüksek olduğu arter kanüle edilmelidir.
Vazopressörlerin kullanıldığı şoktaki kritik hastalarda femoral arterdeki
sistolik basınç, radyal artere göre 50 mm Hg bile yüksek olabilir.
Arteryel basınç dalgaları bize patolojik durumlar hakkında da bilgi verir.
Aort stenozunda, atım hacmi azalır, nabız basıncı azalır, arteryel basınç dalgası sistolde geç pik yapar (pulsus tardus) ve amplitidü küçülür (pulsus parvus).
Dikrotik çentik kaybolur. Basınç dalgası overdamped olmuş sistemi andırır.
Aort regurjitasyonunda, basınç dalgası hızlı yükselir, nabız basıncı artmıştır. Diyastol sırasında kanın sol ventriküle geri dönüşüne bağlı olarak
diyastolik basınç düşer. Çok artmış atım hacmine bağlı olarak iki tane sistolik
pik dalgası gözlenebilir. Bu dalgaların biri sistol diğeri kanın geri dönüşüne
bağlı olarak oluşur.
Hipertrofik kardiyomyopatide, sistolik tepenin ardından bir kubbe şeklinde iki tepeli bir dalga formu görülür.
Genellikle ileri derece aort stenozuna bağlı olarak gelişen ciddi sol ventrikül sistolik disfonksiyonunda, yüksek ve düşük nabız basınçlı dalgalar birbirini takip eder (pulsus alternans). Bigeminal ritimde aynı basınç dalgasını
oluşturur ancak pulsus alternansta ritim düzenlidir.
Pulsus paradoksusta inspirasyon sırasında sistolik basınçta 10-12 mm
Hg’lık düşüşler olur. Pulsus paradoksus kardiyak tamponatın klasik bulgusudur. Havayolu tıkanıklığı, dispne, bronkospazm gibi intratorasik basınçta
büyük dalgalanmalara neden olan durumlarda da pulsus paradoksus görülebilir. Ancak kalp tamponatında inspirasyon sırasında nabız basıncı azalırken,
zorlu inspirasyon sırasında nabız basıncında önemli değişiklik olmaz.
Sıvı Tedavisine Cevabın Belirlenmesinde Arteryel Basınç
Dalgalarının Kullanılması
İnspirasyon ve ekspirasyon sırasında sistemik arteryel basıçta siklik değişiklikler olur. Bu değişiklikler ölçülebilir ve sistolik basınç varyasyonu (SPV)
olarak ifade edilir. Sistolik arter basıncı, inspirasyon sırasında artar, ekspirasyon sırasında ise azalır, SPV bu iki durum arasındaki farkı ifade eder. Mekanik
ventilasyon altındaki bir hastada SPV 7-10 mmHg arasında değişiklik gösterir
(Şekil 2). Klinikte hipovoleminin SPV de dramatik artışlara neden olduğu
Şekil 2: Sistolik basınç varyasyonu (SPV). 1: apneik, bazal sistolik kan basıncı, 2: Δ
Yükselme: pozitif basınçlı inspirasyon sırasında sistolik kan basıncı, 3: Δ Düşme:
ekspirasyon sırasında sistolik kan basıncı. Normal şartlarda sistolik varyasyon 10
mmHg’yı geçmez.
BÖLÜM 46: MONİTORİZASYON
513
hem insan hem de hayvan çalışmalarında gösterilmiştir. Kardiyak önyükün
belirlenmesinde dinamik bir indikatör olan SPV, statik belirleyiciler olan
santral venöz basınç ve pulmoner arter wedge basıncından daha değerli bilgiler sağlar, hangi hastanın sıvı replasmanından fayda göreceğini gösterir.
Sıvıya cevabı gösteren bir başka dinamik gösterge de nabız basınç değişkenliğidir (pulse pressure variation), (PPV). PPV, solunum siklusu boyunca
arteryel nabız basıncındaki maksimum değişikliğin maksimum ve minimum
nabız basınçlarının ortalamasına bölünmesi ile elde edilir (Şekil 3). PPV normalde %13’ü aşmamalıdır.
Bu parametrelere benzer olarak atım hacmi değişkenliği de (Stroke
Volume Variation), (SVV) sıvı tedavisne cevabı belirlemede etkilidir. Normal
değeri olan %10’un üzerindeki değerler sıvı replasmanı ile hemodinamik
cevap alınacağının göstergesidir.
Santral Venöz Basınç Monitorizasyonu
Santral venöz basınç (CVP) monitorizasyonu için santral venöz kanülasyon
gereklidir. Santral venöz kanülasyonun diğer endikasyonları; pulmoner arter
kateterizasyonu ve monitorizasyonu, transvenöz pacing, geçici hemodiyaliz,
ilaç uygulamaları, hiperalimentasyon, hızlı sıvı verilmesi gerekliliği, emboli
aspirasyonu, periferik venöz yolun bulunmaması, tekrarlayan kan testleri
gerekliliğidir.
Uzun süre kalacak kateterler için subklavian venler tercih edilir.
Enfeksiyon oranları diğer bölgelerden düşük, hasta konforu ise yüksektir.
Subklavian venin bulunması sırasında başarısız olunduğunda çoklu denemelerden kesinlikle kaçınılmalıdır, zira pnömotoraks ve subklavian arter yaralanmaları deneme sayıları ile direkt ilişkilidir. Bilateral subklavian kateter
denenmesi ise kesinlikle önerilmemektedir.
Süperior vena kavaya ulaşan tüm katerlerin yerleri radyolojik olarak da
doğrulanmalıdır. Kateter ucu ideal olarak süperior vena kava içinde sağ ana
bronş seviyesinin üzerinde olmalıdır.
Santral Venöz Basınç Monitorizasyonunun Komplikasyonları
Komplikasyonların neredeyse tamamı kanülasyon işlemi ile ilgilidir. Ortalama
%15 hastada bir çeşit komplikasyon gözlenir. En sık damar yaralanmalarına
bağlı komplikasyonlar gözlenir. Hemotoraks, kardiyak tamponat, pneumotoraks, sinir yaralanmaları, aritmiler, venöz, arteriel, pulmoner tromboemboliler, sistemik ve lokal enfeksiyonlar sık görülen diğer komplikasyonlardır.
Şekil 3: Nabız basınç varyasyonu (PPV). PPmax: Maksimum nabız basıncı, PPmin:
minimum nabız basıncı.
BÖLÜM
47
ANESTEZİ ÖNCESİ HASTA
DEĞERLENDİRMESİ VE HAZIRLIK
Dr. S. Taner Balcıoğlu
Anestezi komplikasyonlarının ve anesteziden ölümlerin büyük ölçüde nedeni,
hastanın anestezi öncesi iyi değerlendirilmemesine bağlıdır. Preanestezik vizit
hiçbir durumun gözden kaçmaması için belirli bir plân içinde yapılmalıdır.
Vital bulguların sonrasında yapılan sistemik muayene hastanın hastalıkları ve son durumu hakkında bilgi verir. Preoperatif değerlendirmede öncelikli önemli olan, muayene ile tanı koymak değil, hastanın anestezi açısından
sorun yaratabilecek sistemik hastalıklarını işaret eden bulgular varlığında,
operasyon öncesinde hastanın en iyi bir duruma getirilmesini sağlamaktır. Bu
bulgulara göre hasta, konuyla ilgili hekimlere yönlendirilerek veya gerekirse
ilgili bölümlerden konsültasyon istenerek ayrıntılı incelenir ve operasyona
hazırlanır.
Preoperatif değerlendirme ve hazırlığın amaçları:
1. Hastanın fizik ve psikolojik durumunun, laboratuar verilerinin ve yandaş
hastalıklarının belirlenmesi.
2. Hastanın farmakolojik durumunun yani almakta olduğu ilaçlar ve diğer
tedavilerin değerlendirilmesi.
3. Anestezi riskinin belirlenmesi.
4. Anestezi yönteminin ve ilaçların kararlaştırılması.
5. Preoperatif beslenme.
6. Premedikasyon olarak sıralanabilir.
Bu amaçların gerçekleştirilmesi, yatan hastalarda daha kolaydır. Hastanın
kendinden veya operasyonun şeklinden kaynaklanan ciddi sorunlar varsa
hazırlık dönemi ve operasyon tarihi cerrahi ekiple ortak olarak kararlaştırılması uygundur. Uygun vakalarda değerlendirme, hazırlık ve önerilerin daha
önceden yapılarak operasyon sabahı hastaneye gelmeleri şeklindedir. Son
yıllarlarda anestezi polikliniği kavramı ortaya atılmıştır. Bu uygulama ile ameliyat iptalleri ve gecikmelerin en aza indirgenmesi amaçlanmaktadır.
1. FİZİK VE PSİKOLOJİK DURUMUN BELİRLENMESİ
a. Fizik Muayene
Anestezi alması planlanan tüm hastalara vital bulguların da kaydedildiği
ayrıntılı bir fizik muayene yapılmalıdır. Fizik muayene hastanın sağlık durumunun belirlenmesi ve oluşabilecek anestezi komplikasyonlarının tespit
edilmesi açısından önemlidir. Hastanın fizik durumunun değerlendirilmesi
525
526
KISIM III: ÖZEL KONULAR
hikaye alınması ve fizik muayenede fark edilen sorunlar üzerinde yoğunlaşılarak yapılır. Hastaların preoperatif değerlendirmesinde iyi bir hikaye alınması ve fizik muayene, rutin laboratuvar, kardiyovasküler ve pulmoner testlerden
çok daha önemlidir.
Fizik muayenede ağız içi muayenesi anesteziyologların hava yolu açıklığını sağlayabilmeleri açısından da önem taşır. Hava yolu açıklığının korunması
anesteziyologların en büyük sorumluluklarından biridir, bu nedenle preoperatif değerlendirmede anestezi doktorlarının gerek hikaye alırken gerekse de
ağız içi muayenesi yaparak operasyon sırasındaki hava yolu açıklığının korunması konusunu planlamaları gereklidir. Hava yolu açıklığının kontrol altında
olmaması özellikle larenks reflekslerinin baskılanmış olduğu durumlarda
tehlikelidir. Anatomik veya patolojik obstrüksiyonlar, mide içeriğinin regürjite edilmesi veya orofarenkste yabancı cisimler hava yolunu kapatabilir veya
akciğerlere kaçabilir. Konjenital anomaliler, inflamatuvar, dejeneratif ve fibrotik olaylar, tümörler, endokrin nedenler, travmalar gibi anatomik nedenler ve
kısa. adeleli boyun, küçük ve geride mandibula, yüksek damak ve küçük ağız,
hareketi kısıtlı mandibula, hareketi kısıtlı atlantooksipital eklem, büyük dil,
özellikle dil kökünün geniş olması ve aşırı şişmanlık gibi fizyolojik nedenler
ve hava yolunun açıklığının sağlanmasında güçlüğe neden olabilirler.
Zor entübasyonun fizik bulguları olarak;
•
•
•
•
•
•
•
Kısa kaslı boyun
Küçük alt çene
Çıkık üst kesici dişler
Tempora-mandibular eklemde hareket kısıtlılığı
Uzun yüksek tavanlı damak
Alveolo-mental mesafenin uzaması
Servikal hareket azlığı sayılabilir.
Klinikte, preoperatif zor entübasyonu değerlendirmede en çok kullanılan
testler; Orofarengeal görünüm (Mallampati testi), tiromental uzaklık ve başın
ekstansiyon derecesidir.
Orofarengeal Görünüm (Mallampati testi): Bu test dilin göreceli büyüklüğü ve kapladığı yeri temel alır).
Bu teste Samsoon ve Young tarafından bir sınıf eklenerek olup dört sınıf
haline getirilmiştir.
Sınıf 1: Uvula, yumuşak damak, tonsil yatağı, ön ve arka plikalar rahatlıkla görülüyor. Bu sınıftaki hastalarda larengoskopi sırasında vokal kordlar
rahatlıkla görülebilir.
Sınıf 2: Uvula ve yumuşak damak görülür.
Sınıf 3: Uvula tabanı ve yumuşak damak görülür.
Sınıf 4: Uvula dil kökü tarafından tamamen kapatılmış, farenks duvarı
görülmez. Bu sınıftaki hastalarda larengoskopi sırasında vokal kordlar görülmez.
Mallampati sınıf 3. ve 4. derecede zor entübasyon beklenmeli ve hazırlıklı olunmalıdır.
Tiromental Uzaklık: Larenksin önünde kalan bölgeyi ifade eder. Baş ekstansiyonda iken, çene ucu ile tiroid kıkırdağın en çıkıntılı kısmı arasındaki uzaklıktır. Larengoskopi sırasında larengeal ve farengeal eksenlerin çakışması açı-
BÖLÜM 47: ANESTEZİ ÖNCESİ HASTA DEĞERLENDİRMESİ VE HAZIRLIK
527
sından önemlidir. Kısa ise eksenler arasındaki açıyı düzleştirmek güç olacaktır. Cetvel veya parmaklarla ölçülebilir. 6 cm ve daha kısa ise entübasyon
güçlüğü olabilir.
< 6 cm
6-6,5 cm
6,5 cm
zor entübasyon
şüpheli entübasyon
kolay entübasyon
Sternomental Uzaklık: Baş tam ekstansiyonda iken çenenin en alt uç noktası ile manibriyum sterni arasındaki uzaklık <12,5 cm den az ise zor entübasyon olarak hasta değerlendirilir).
b. Hikaye
Uyanık ve koopere hastalarda kendisinden, diğer durumlarda yakınlarından
alınabilir. Hikaye alınması sırasında belirli bir sırayla gidilmesi, zamanla bu
sıraya alışılmasını ve hikayenin daha hızlı ve tam olarak alınabilmesini sağlar.
İyi bir tıbbi hikaye alınması; soruların açık olmasına, cevapların dikkatle dinlenmesine, gözleme ve alınan bilgilerin düzenli bir şekilde birleştirilmesine
bağlıdır. Sorular hastanın kafasını karıştırmadan, klinik olarak anlam taşıyacak
şekilde sorulmalıdır. Özellikle sorulması gereken konular şöyle sıralanabilir.
c. Yaş
Hastanın yaşı hem anesteziye yanıt, hem de belirli yaşlardaki hastaların, özellikle küçük çocuk ve yaşlıların spesifik özellikleri ve hastalıkları açısından
önemlidir. Çocukların anatomik ve fizyolojik özellikleri, özellikle birinci yaş
grubunda bazı sistemlerin tam fonksiyon yapamaması anestezi riskini artırır.
Çocuklar entübasyon güçlüğü, solunum obstrüksiyonu acısından dikkatle
incelenmelidir. Yaşlı hastalar ise spesifik özellikleri yönünden riski yüksek
hastalar arasına girerler. Yaşam koşullarının giderek düzelmesine bağlı olarak,
ileri yaştaki hastaların operasyon ve anestezi sorunlarıyla daha çok karşılaşılmaktadır. Yaşlıların anestezisi sırasında, kardiyovasküler ve solunum sistemi
komplikasyonları, kompanzasyonlarının sınırlı olmasına bağlı olarak iki misli
yüksek oranda görülmektedir. Bu nedenle preoperatif değerlendirmede bu
risk faktörünün üzerinde daha çok durulması gerekmektedir.
d. Yandaş Hastalıklar
Girişim öncesinde sorgulama sırasında hastanın dahili problemlerinin belirlenmesi, ilgili bölümlerden konsültasyon istenmesini ve hastanın perioperatif
döneme en optimum şekilde hazırlanmasını sağlar. Eşlik eden hastalıkların
değerlendirilmesi hastanın riskinin belirlenmesinde de önem taşımaktadır.
Konjenital kalp hastası çocuklarda intrakardiyak patoloji tüm detayları ile
ortaya konmalıdır. Konjenital kalp hastalığı olup herhangi bir girişim yapılacak çocuklarda bakteriyal endokardit önlenmesi için antibiotik profilaksisi
önerilmelidir.
Bakteriyel endokardit anbiyotik profilaksisi, her ne kadar prospektif bir
çalışma ile faydası ispatlanmış olmasa da, birçok ülke için standard ve rutin
bir uygulamadır. Enfektif endokardit patogenezinde ilk olay, anormal endotel
yüzeyinde küçük enfekte olmayan bir trombusun oluşumudur. Dolaşımdaki
geçici bir bakteriyemi ile enfekte olan hastada gerçekleşen bakteriyel proliferasyon, kalp kapaklarında vejetasyon formasyonuna yol açmaktadır.
528
KISIM III: ÖZEL KONULAR
Endokardit Profilaksisi Önerilenler
Yüksek Riskli Kardiyak Durumlar
•
•
•
•
Prostetik kapaklar
Bakteriyel endokardit geçirmiş olanlar
Kompleks siyanotik konjenital kalp hastalıkları
Pulmoner şant operasyonu yapılmış hastalar
Orta Riskli Kardiyak Durumlar
•
•
•
Diğer konjenital kalp hastalıkları,
Hipertrofik kardiyak miyopati,
Mitral yetmezlikli mitral kapak prolapsusu
Endokardit Profilaksisi Önerilmeyenler
•
•
•
•
•
•
•
Sekundum tipi ASD,
Onarılmış ASD/VSD/PDA lılarda postoperatif. 6 ay geçtikten sonra
Mitral yetmezliği olmayan mitral kapak prolapsusu,
By-pass ameliyatı olmuş hastalar,
Kapak disfonksiyonu olmayan romatizmal ateş geçirmiş veya Kawasaki
hastalığı geçirmiş hastalar,
Kalp pili olanlar
Fizyolojik, fonksiyonel veya masum üfürümü olanlar
e. Geçirilmiş Ameliyatlar ve Anestezi Deneyimi ve
Komplikasyonlar
Geçirilmiş hastalık ve ameliyatlar, varsa anestezi deneyimi ve komplikasyonları öğrenilir. Genel anestezi almış ve anesteziden sonra geç solumuş hastalarda psödokolinesteraz enzim eksikliği olabileceği anestezi doktorunun daha
dikkatli olmasını gerektirebilir.
f. Şişmanlık
Şişmanlık hem anesteziyi hem cerrahiyi güçleştiren bir faktördür. Hava yolunun açık tutulması, pozisyon verilmesi, adale gevşekliğinin sağlanması, damar
yolunun açılmasında güçlükle karşılaşılabilir. Hipoventilasyon, amfizem, arterioskleroz, diabet gibi hastalıklar sıklıkla eklenmiş olabilir. Sadece kardiovasküler sistem değil, solunum sisteminde de fizyopatolojik değişiklikler beklenir. Akciğer kapasitesi ve rezidüel volüm önemli oranda azalmıştır.
İntraabdominal basıncın artması, diafragmanın yukarı itilmesi, torakal yağ
dokusunun akciğerlere baskı yapması sonucu fonksiyonel rezidüel kapasitede
azalmaya yol açar. İntraabdominal basıncın artmış olması aynı zamanda
regürjitasyon, özafajit ve asit aspirasyonu gibi komplikasyonları yönünden de
riski artırmaktadır. Ventilasyon/perfüzyon bozukluğu sonucu Pa02 azalır.
Akciğer kompliansının azalması, solunum işini ve oksijen tüketimini 2-3 kat
artırır. Anestezikler için bir depo oluşturan yağ dokusu, şişmanlarda anesteziklerin fazla miktarda tutulmasına da neden olmaktadır
g. Zayıflık
Hastanın genel görünümü ve beslenme durumu önemlidir. Aşırı zayıf, hızlı
kilo kaybetmiş hastalar anesteziklere duyarlı olabilir. Postoperatif komplikasyonları arttırır. Bu nedenle, preoperatif dönemde hastaların en az 15 gün süre
ile parenteral ya da enteral beslenme ile malnütrisyonun tedavisi önerilmektedir.
BÖLÜM 47: ANESTEZİ ÖNCESİ HASTA DEĞERLENDİRMESİ VE HAZIRLIK
529
h. Sigara
Sigaranın solunum sistemi üzerindeki olumsuz etkileri nedeniyle anestezi
sırasında ve sonrasında komplikasyonlar artmaktadır, ideal koşullarda sigaraya bağlı risklerin azaltılması için cerrahinin en az sekiz hafta öncesinde bırakılması tavsiye edilmektedir. 24 saat önce kesilmesi bile, karboksihemoglobin
seviyesinin düşmesini sağlar. Özellikle torasik cerrahi uygulanacak hastaların
sigarayı bırakması sağlanmalıdır. Sigara içimi, solunum fonksiyonunu ve alveoler makrofajları bloke eder, sekresyonu artırır, oksijen transport kapasitesini
düşürür, immun mekanizmayı inhibe eder. Sonuç olarak fonksiyonel rezidüel
kapasite, komplians, akım hızı, difüzyon kapasitesi ve sürfaktanlarda azalma,
ventilasyon/perfüzyon oranında bozulma ile kronik obstrüktif akciğer hastalığı gelişir. Sigaranın bu olumsuz etkilerine anestezi ve cerrahinin de etkileri
eklendiğinde postoperatif komplikasyon riski daha da artmaktadır.
ı. Alkol
Alkol alışkanlığı karaciğer fonksiyonlarını bozabileceği gibi anestezik gazlara
duyarlılığı azaltabilir. Kardiyomiyopati, hepatit, karaciğer bozukluğu nedeni
ile hemorajik problemler, postoperatif deliryum tremens görülme olasılığı
fazladır. Beynin hipoksiye olan toleransı da kısıtlanmıştır. Midenin boşalmasının gecikmesine bağlı olarak özofagus sfinkter tonusunun azalması ve aspirasyon riski de oldukça yüksektir. Ayrıca bu hastalarda birçok organ fonksiyon bozukluğu olabileceği de unutulmamalıdır. Kronik alkoliklerde anestezi
indüksiyonu uzun, akut alkol zehirlenmelerinde ise santral sinir sistemi depresyonu nedeniyle anestezik madde gereksinimi azalmış olabilir.
i. Laboratuvar İncelemeleri
Preoperatif laboratuvar incelemeleri, hastada o zamana kadar farkedilmemiş
hastalıkların ortaya çıkarılması, operatuvar ve postoperatuvar dönemlerde
yapılacak diğer incelemeler için kontrol değeri taşıması açısından önemlidir.
Ayrıntılı bir hikaye ve fizik muayene ile bir anormallik bulunmadıkça preoperatif testlerin yararsız olduğu şeklinde son yıllarda beliren görüşler, ancak
düzenli sağlık kontrolleri yapılan ve sağlık bilincinin üst düzeyde olduğu
ülkeler için geçerli olabilir. Düzenli sağlık kontrolü altındaki hastalarda yeniden laboratuvar testlerini yenilemenin masrafı arttıracağı düşünülmektedir.
Bizde olduğu gibi, düzenli sağlık kontrolü yaptırmayan toplumlarda hiç
olmazsa anestezi öncesi yapılan bir incelemenin yararlı olacağı savunulmaktadır. Bazı basit cerrahi girişimler için standartlar konmaya çalışılmış olmasına rağmen kesin bir liste verilmesi olanaksızdır. Hiçbir sağlık problemi düşünülmeyen preoperatif laboratuvar testlerinin rutin yapılmadığı çocuklar, preoperatif rutin testlerin yapıldığı hastalarla karşılaştırıldığında, anestezi tekniği, komplikasyonlar, hastanede kalış süresi, cerrahinin ertelenmesi açısından
farklı bulunmamıştır. Anestezi alacak her çocukta ise, kan ve idrar tetkikleri
yaptırılması önerilir. Rutin akciğer filmi konusunda tereddütler olup, sadece
endikasyon olduğunda çektirilmesini önerenler vardır. Anestezi verilecek her
hastada rutin kan ve idrar tetkikleri, akciğer filmi, 40 yaşın üstünde EKG
yaptırılması yaygın olarak uygulanmaktadır.
Orta cerrahi girişimlerde ve yaşlı hastalarda hemoglobin, hematokrit,
tam kan sayımı, pıhtılaşma, protrombin zamanlan, idrar miktarı, yoğunluk,
kan elektrolitleri, üre, şeker, protein, kan gazları
Büyük girişimlerde; endokrinolojik testler, kardiak debi, solunum fonksiyon testleri, kalp kateterizasyonu ve ileri radyolojik testler gerekebilir.
BÖLÜM
48
ANESTEZİ SONRASI DERLENME
VE SORUNLAR
Dr. Onur Özlü
Anestezi sonrası derlenme üniteleri (ASDÜ), hastalarda anestezi ve cerrahinin yarattığı fizyolojik değişiklerin düzeldiği, bu esnada hastaların optimum
güvenliğini sağlamak için hastaların monitorize edilerek tıbbi izlemlerinin
yapıldığı, bu işlemlerin yapılabilmesi için eğitimli ekibi ve elverişli fiziksel
düzenleri bulunan ünitelerdir. Bu ünitelerin ameliyat salonlarına yakın olmaları gerekir.
Ayaktan hastalar ve yatan hastalar anestezi sonrası eşit şartlara sahip derlenme ünitelerinde izlenmelidir. Bütün hastalar için gereken postoperatif
bakım düzeyi, altta yatan hastalığın şiddeti, cerrahi ve anestezi işlemlerine ait
süre ve zorluk dereceleri ile postoperatif komplikasyon gelişme risklerine göre
belirlenmeli; yaş, ASA sınıflaması, ayaktan veya yatan hasta olmaları ile sosyal
güvence kurumlarını dikkate alınmamalıdır.
ASDÜ’de sorumlu hekim, derlenme ünitesinde hasta ve ünite ekibinin
güvenliğini sağlamakla yükümlüdür. ASDÜ postoperatif komplikasyonları
hemen tanıyabilecek özel eğitimli hemşire ekibine sahiptir. Çalışan elemanların anestezi sonrası bakım ile ilgili sertifikasyonunun ve sürekli eğitim programlarının olması gerekir. Eleman sayısının standartların altına düşmemesi
gerekir. Operasyon salonu başına 1.5 yatak, 2 hasta başına bir hemşire oranları sağlanmalıdır. Ekibin, hastanın mahremiyet ve haysiyetine önem vermesi,
hastanın psikolojisini olumsuz etkileyebilecek hoşa gitmeyen veya korkabileceği olayları en aza indirmesi gerekmektedir. Çalışanların sağlığı için Hepatit
B aşısı gibi gerekli aşıları sağlanmalıdır. Çalışanlar, enfeksiyon kontrolü,
kesici-delici malzemelerin atılması, kan ile geçen hastalıklar konusunda
önlemler yanında, metisilin dirençli Stafilokok veya tüberkülozdan korunma
konularında gerekli bilgi birikimine sahip olmalıdır.
Derlenme üniteleri, enfeksiyonların hastanenin çeşitli servislerinden
ameliyat salonları aracılığı ile geldiği kavşak noktalarıdır. Bu nedenle görevli
hemşireler hastaları özellikle el ile bulaşan hastalıklardan da korumalıdır. İş
yükü ve hasta bakımı açısından yoğun bakım ünitelerine benzer olan
ASDÜ’de el hijyenine önem verilmelidir.
DERLENME ÜNİTESİNE TRANSPORT
Hasta ameliyat salonundan ASDÜ‘ne nakledilirken üst solunum yollarının
açıklığı ve etkin solunumun devamlılığı, anestezi doktoru tarafından göğüs
kafesinin kalkması ve inmesinin gözlemlenmesi, solunum seslerinin dinlenmesi, veya hastanın ağız ve burnunun üzerine getirilen el ayası içinde ekshale
541
542
KISIM III: ÖZEL KONULAR
edilen soluğun hissedilmesi ile kontrol edilir. Transport sırasında gereken
destekleyici tedaviler devam ettirilir.
Genel anestezi almış hastaların ASDÜ’ne transportu sırasında destekleyici oksijen almaları gerekir. ASDÜ’ne gelen hastalarda hipoksemiye (<%90) yol
açan en önemli faktörün, transport sırasında oda havasının solunmasıdır.
Diğer önemli faktörler, yüksek vücut kitle indeksi, sedasyon skoru ve solunum
hızıdır.
Günübirlik cerrahi uygulanan ileri yaş (>60 yaş) ve aşırı vücut ağırlığına
(100 kg) sahip erişkinlerde, oksijen desaturasyonu riskinin yüksek olduğu
gösterilmiştir. Minör cerrahi geçiren sağlıklı hastalarda sadece hipoventilasyon hipoksemiye neden olabilir.
ASDÜ’NE Kabul
Anestezist hastanın anamnezini, medikal durumu, anestezi ve cerrahi işlemi
ile ilgili bilgileri, ASDÜ’nde görevli hemşireye iletir. Monitorize edilmesi gerekenler, hastanın oksijenasyonu (puls oksimetre), ventilasyonu ( solunum
sayısı, hava yolunun açıklığı, kapnografi), ve dolaşımıdır (sistemik kan basıncı, kalp hızı, EKG). Hastanın gözlem raporuna vital bulguları ile medikal
durumu ile ilgili gerekli bilgiler kaydedilir. Vital bulgular ilk 15 dakika her 5
dakikada bir, daha sonra 15 dakika ara ile kayıd edilmelidir.
Anestezi Sonrası Derlenme Ünitesinin Standartları
Anestezi sonrası derlenme ünitelerinin standartları ‘’American Society Of
Anesthesiologists (ASA)’’tarafından belirlenmiş olup bütün anestezi verilen
alanlarda uygulanmaktadır.
Standart I-Genel anestezi, rejyonal anestezi veya monitorize anestezi bakımı
uygulanan bütün hastalara doğru anestezi sonrası bakım uygulanmalıdır.
1. Anestezi sonrası bakım ünitesi veya eşit düzeyde anestezi sonrası
bakım uygulayabilecek üniteler (örn: cerrahi yoğun bakım ünitesi)
anesteziden sonra hastayı almalıdır.
2. ASDÜ‘de medikal yaklaşım ve uygulamalar Anestezi Departmanının
belirleyerek onayladığı prosedür ve işlemler ile yönetilmelidir.
3. ASDÜ’nin planı, cihaz donanımı ve ekibi gerekli akreditasyon ve
lisanslara sahip olmalıdır.
Standart II-Hastaya, ASDÜ’ne nakledilirken hastanın klinik durumunu bilen
anestezi doktoru eşlik eder. Transport sırasında hasta sürekli monitorize
edilerek değerlendirilir, tedavisi devam eder. Gerektiğinde destekler yapılır.
Standart III-ASDÜ’da görevli hemşireye, hastaya eşlik eden anestezi doktoru
bilgi verir. Hastanın durumu kaydedilir, hemşire hastanın sorumluluğunu
alana kadar hekim ASDÜ’de kalır.
Standart IV-ASDÜ’da hastanın oksijenasyon, solunum, dolaşım şuur durumu
ve vücud sıcaklığı sürekli değerlendirilmelidir. Yazılı rapor tutulur.
Gereken konsültasyonlar ve ilgili birimlerle koordinasyon anestezistin
sorumluluğundadır
Standart V-Hastanın ASDÜ ‘den gönderilmesinden hekim sorumludur.
1. Taburculuk kriterleri Anesteziyoloji Departmanının ve ilgili hekimlerin mutlaka onayı ile uygulanır. ASDÜ ‘den sorumlu hekim olmadığı
durumlarda hemşire taburculuk kriterlerini değerlendirir ve taburculuk sorumluluğunu alan hekimin adını raporlara mutlaka kayıd eder.
BÖLÜM 48: ANESTEZİ SONRASI DERLENME VE SORUNLAR
543
Tablo 1: ASDÜ’de Önerilen Monitorizasyon ve Değerlendirmeler
Solunum
Solunum hızı
Havayolunun açıklığı
Oksijen saturasyonu
Kardiyovasküler sistem
Nabız hızı
Kan basıncı
Elektrokardiyogram*
Nöromusküler
Fizik inceleme
Nöromusküler blokaj*
Sinir stimülasyonu*
Mental durum
Vücud sıcaklığı*
Ağrı
Bulantı Kusma
İdrar *
İdrar yapma
Output
Drenaj ve kanama*
*Endikasyonu olan hastalarda
ASA’nın kılavuzunda önerilen değerlendirmeler ve monitorizasyon Tablo
1’de belirtilmiştir.
Erken Postoperatif Dönmde Fizyolojik Değişiklikler
Genel anestezi ve cerrahinin etkilerinden çıkış sırasında organ sistemlerini
etkileyen fizyolojik değişiklikler gelişebilir. En sık postoperatif bulantı ve
kusma, hipoksi, hipotermi titreme ve kardiyovasküler instabilite izlenir.
ASDÜ’de gelişen komplikasyon oranı %23.7 olarak oldukça yüksek gözlemiştir. En sık bulantı kusma gelişmesine karşılık, en ciddi istenmeyen sonuçlar en
fazla hava yolu, solunum ve kardiyovasküler kaynaklıdır. Anestezi sonrası
komplikasyonların yarısı ilk bir saatte, %75’i ise ilk beş saatte izlenmektedir ve
derlenme dönemindeki komplikasyonların prognozu anestezi sırasındaki
komplikasyonlardan daha kötüdür.
Taburculuk Kriterleri
ASDÜ’den taburculuk için zorunlu minimum kalış süresi gerekmemektedir,
kalış süresini hastanın durumu belirler. Hastalar solunum depresyonu ve
kardiyak depresyon riskleri tamamen ortadan kalkana kadar ve mental
durumları düzelene kadar takip edilmelidir. Hemodinamik parametreler,
hastanın kendi referans değerlerine dönmelidir.
Bazı hastalar için uygulanması gerekse de, idrar yapabilmek veya saydam
sıvıları bulantı ve kusma olmadan içebilmek, ASDÜ’den taburculuk için rutin
protokolün bir bölümü değildir.
Taburculuk Kriterleri
1. Hasta uyanık ve oryante olmalıdır. Mental durumu başlangıçta normal
olmayan hastalarda ise anestezi öncesi duruma dönmelidir.
544
KISIM III: ÖZEL KONULAR
2. Vital bulgular stabil ve kabul edilebilir sınırlarda olmalıdır.
3. Taburculuk hasta özel kriterlere eriştikten sonra yapılmalıdır. Skorlama
sistemlerinin kullanılması hastanın taburculuğa uygunluğunun belgelenmesini sağlar.
4. Günübirlik cerrahi uygulanan hastalar, evde de refakat edecek ve gelişebilecek komplikasyonları bildirebilecek bir erişkinin sorumluluğunda
taburcu edilmelidir.
5. Günübirlik cerrahi uygulanan hastalara; işlem sonrası diyetini, uygulanacak ilaç tedavisini, yapabileceği fiziksel ve zihinsel aktiviteleri ve acil
durumda arayabileceği telefon numarasını belirten bilgiler yazılı olarak
verilmelidir.
Anestezi Sonrası Skorlama Sistemleri
Anesteziden derlenmeyi monitorize etmek için Aldrete ve Kroulik 1970’de
geliştirdiği Anestezi Sonrası Skorlama Sistemi’nde aktivite, solunum, dolaşım,
bilinç, ve renk değişkenleri 0, 1 veya 2 olarak numaralandırır. Skorun 10 üzerinden 9 olması ASDÜ’den taburculuk için yeterlidir. Teknoloji ve anestezi
pratiğindeki gelişmeler, günübirlik cerrahinin yerleşmesi ile yıllar içinde sistemde değişiklikler olmuş, puls oksimetre 1995’de oksijenasyonun göz ile
değerlendirilmesinin yerini almıştır.
Günübirlik cerrahi uygulanan hastalar için farklı değerlendirmeler geliştirilmiş, eve taburculuğa hazır olma ile ilgili taburculuk kriterleri uygulanmaya
başlamıştır. Başlıca beş kriter temel alınır: vital bulgular, mental durum, ağrı/
bulantı-kusma, cerrahi kanama, idrar çıkışı. Kullanımda olan versiyonda ağrı
ve bulantı-kusma ayrımı yapılmış, taburculuk öncesi idrar yapımı gerekliliği
Tablo 2: Anestezi Sonrası Derlenme Ünitelerinden Taburculuk Skoru
Değerlendirilmesi Gereken Değişkenler
Skor
Aktivite
Sözlü emir ile dört ekstermitesini hareket ettirebiliyor
Sözlü emir ile iki ekstermitesini hareket ettirebiliyor
Sözlü emir ile ekstermitelerini hareket ettiremiyor
2
1
0
Solunum
Derin nefes alabiliyor ve rahat öksürüyor
Dispne
Apne
2
1
0
Dolaşım
Sistemik kan basıncı anestezi öncesi değerin %20
Sistemik kan basıncı anestezi öncesi değerin %20-%49
Sitemik kan basıncı anestezi öncesi değerin %50
2
1
0
Şuur
Tamamen uyanık
Uyandırılabilir
Yanıt yok
2
1
0
Oksijen saturasyonu (Puls oksimetri)
Oda havası solurken >%92
Saturasyonun >%90 olması için oksijen desteğinin gerekmesi
Oksijen desteği ile <%90
Toplam
Toplam ≥9 olması ASDÜ’den servise taburculuk için yeterlidir.
10
BÖLÜM 48: ANESTEZİ SONRASI DERLENME VE SORUNLAR
545
Tablo 3: Erişkin Sorumluluğunda Eve Göndermek için Taburculuk Kriterleri
Değerlendirilmesi Gereken Değişkenler
Vital Bulgular (Stabil ve yaş ve anestezi öncesi değerlerle uyumlu)
Sistemik kan basıncı ve kalp hızı anestezi öncesi değerin %20’si
içinde
Sistemik kan basıncı ve kalp hızı anestezi öncesi değerin %20-%40’ı
içinde
Sistemik kan basıncı anestezi ve kalp hızı anestezi öncesi değerin
> %40
Aktivite seviyesi
Başdönmesi olmadan düzgün yürüyebilmek veya anestezi öncesi
duruma dönmek
Yardım gerekmesi
Yürüyemiyor
Skor
2
1
0
2
1
0
Bulantı-Kusma
Yok-Minimal
Orta
Ağır (tekrarlayan tedavilerden sonra devam ediyor)
2
1
0
Ağrı (minimal-ağrının olmaması; oral analjeziklerel kontrol edilen ağrı)
Evet
Hayır
2
1
Cerrahi Kanama (cerrahi işlem için beklenen miktarda)
Minimal (pansuman değişikliği gerekmiyor)
Orta (iki defaya kadar pansuman değişikliği gerekiyor)
Ağır (üçdefadan daha çok pansuman değişikliği gerekiyor
2
1
0
Toplam
10
Toplam ≥9 olması ASDÜ’den eve taburculuk için yeterlidir.
çıkarılmıştır. Vital bulgular yaş ve preoperatif değerlerle uyumlu omalıdır.
Günübirlik cerrahide postoperatif ağrı taburculuğun gecikmesine ve tekrar
hastaneye gelmeye neden olan en önemli nedendir. Ağrı oral analjeziklerle
kontrol edilebilir olmalı, ağrının tipi, yeri ve şiddeti beklenen postoperatif
hastanın durumu ile uyumlu olmalıdır. Cerrahi kanama miktarı yapılan işlemle uyumlu olmalı, postoperatif bulant-kusma minimum olmalıdır.
SOLUNUM PROBLEMLERİ
Üst Solunum Yolu Obstrüksiyonları
Faringeal kas tonusunun kaybı
Sedasyon altındaki hastalarda, erken postoperatif dönemde hava yolu obstrüksiyonunun en sık nedeni farinks kaslarındaki tonus kaybı ile dilin posterior farinksi kapatmasıdır. İntravenöz ve inhalasyon anestezikleri, nöromusküler blok yapan ilaçlar ve opioidlerin hepsi ASDÜ’deki hastalarda farinks
kaslarında tonus kaybına yol açar. Uyanık hastada, farinks kaslarının kontraksiyonu ile eş zamanlı diyafram tarafından yaratılan negatif inspiratuvar basınç
üst solunum yollarının açılmasını sağlar. Bu fonksiyonların sonucunda inspiryum sırasında dil ve yumuşak damağın öne doğru çekilmesi hava yolunun
çadır gibi gerilerek açılmasını sağlar. Uyku sırasıda faringeal kas tonusunun
azalması hava yolu obstrüksiyonuna zemin hazırlar. Faringeal dokuların inspirasyon sırasında kollapsına karşılık refleks olarak solunum eforunda ve
BÖLÜM
66
RESUSİTASYON ALGORİTMASI
Dr. Neslihan Alkış
ERİŞKİN İLERİ YAŞAM DESTEĞİ ALGORİTMASI
Cevapsız mı?
Solumuyor ve nadiren iç çekiyor
Resüsitasyon ekibini çağır!
KPR 30:2
Defibrilatör/Monitör’e bağla
Kesintileri en aza indir
Ritmi
değerlendir
Şoklanabilir ritim
(VF / Nabızsız VT)
1 Şok
Derhal KPR’ye başla:
2 dakika
Kesintileri en aza indir
Şoklanamaz ritim
(NEA / Asistoli)
Spontan dolaşımın
geri dönüşü
ERKEN POST KARDİYAK
ARREST TEDAVİSİ
- ABCDE yaklaşımını kullan
- Kontrollü oksijenizasyon ve
ventilasyon
- 12 , derivasyonlu EKG
- Tetikleyen nedeni tedavi et
- Isı kontrolu / terapötik
hipotermi
KPR SIRASINDA
KPR SIRASINDA
- Yüksek kaliteli KPR sağla; hız, derinlik, geri
çekilme
- KPR’yi bölmeden planlama yap
- Oksijen ver
- İleri hava yolu ve kapnografi düşün
- İleri hava yolu sağlandıktan sonra sürekli
göğüs kompresyonları uygula
- Her 3 - 5 dakikada bir adrenaliin ver
- Geri döndürülebilir nedeleri düzelt
Derhal KPR’ye başla:
2 dakika
Kesintileri en aza indir
-
Hipoksi
Hipovolemi
Hipo-/Hiperkalemi/Metabolik
Hipotermi
Trombozis
Tamponat - Kardiyak
Toksinler
Tansiyon pnömotoraks
727
Download