OCAK 2017

advertisement
OCAK 2017
A
llah’ın Selamı üzerinize olsun.
Dünyayı tanıma derdi içinde olan kardeşlerim,
Enformasyon çağında dezenformasyon çöplüğüyle kuşatılmamızdan dolayı gerek İslam ülkelerini gerekse dünyayı tanıma, haberdar olma noktasında teşkilat mensuplarımızla birlikte
araştırmalar yaparak derlediğimiz “UGSAM Aylık Bülteni” ni istifadenize sunuyoruz.
Bizler inanıyoruz ki; bilgiyle, güvenilir kaynaklarla desteklenmeyen yorumlar hamaset ve cehalet yüklüdür. Kime neden dost, kime
neden düşman diyoruz? Kimi tanıyoruz? Bunların okumasını,
tahlilini yapma mecburiyetimiz vardır.
Bizler inanıyoruz ki; zihinleri karmaşaya sevk eden, algı oyunları
ve medya araçları yoluyla insanları psikolojik etki altına alan,
bunun sonucunda insanların birbirlerini, ülkeleri ve olayları yanlış tanımasına sebep olan mevcut küresel sistemde; sorunların
çözümünün “dünyayı iyi tanımak” ve “Hakka dayalı bir usulle olaylara yaklaşmak” yoluyla gerçekleşebileceğini savunuyoruz.
Sizlerin istifadesine sunduğumuz ve sunacağımız Aylık Bültenler; ülkeler ve uluslararası manada önemli gelişmeleri, öngörebildiğimiz tehdit algılamaları ve tedbirlerini, küresel sermayenin
nasıl işlediği ve karşıt tezleri bulabileceğiniz adresinizdir.
Bu vesile ile Uluslararası Gençlik Strateji Araştırma Merkezimizin teşkilatımıza, ülkemize ve insanlığa hayırlı olmasını ve güzel
çalışmalar çıkarmasını Rabbimizden niyaz ediyoruz.
Anadolu Gençlik Derneği
Dış İlişkiler Komisyonu
UGSAM Koordinatörlüğü
İÇİNDEKİLER
05
KARADENİZİN
KUZEYİNE BAKIŞ
07
FAS
12
BANGLADEŞ
22
KIBRIS
32
DOĞU
TÜRKİSTAN
04
HABER VE
ANALİZLER
09
TÜRKİYE-İSRAİL
İLİŞKİLERİ
13
GAMBİYA
14
İNCİRLİK
30
YENİ SAVAŞ
STRATEJİSİ
HABER - ANALİZ
AB’nin dönem
başkanlığını altı aylığına
Malta üslendi.
01,01,2017
BM Genel Sekreterliği
görevine Portekiz eski
Başbakanı Antonio
Guterres seçildi.
Guterres beş yıl görev
yapacak.
02,01,2017
Türk askerinin Afganistan’daki görev süresini
2 yıl daha uzatan tezkere TBMM ‘de kabul
edildi.
03,01,2017
ABD, son iki ayda Körfez ülkeleri olan Kuveyt,
Katar, SuudiArabistan
ve BAE’ye 40,8 milyar $
silah satışında bulunduğunu açıkladı.
03,01,2017
İsrail, şahısları veya ulusal güvenliği
tehdit eden internet
içeriklerinin yasaklanmasını öngören yasa
tasarısını ilk oturumda
kabul etti.
04,01,2017
Çin’de demiryolu
yapımında yeni aşama: 2017’de 2100 km
demiryolu yapımı için 115
milyar $ bütçe ayrıldığı
açıklandı.
THINK
TANK
T
hink-tank kavramının doğduğu ülke
olan ABD, düşünce kuruluşlarının
ehemmiyetinin en iyi anlaşıldığı ülkedir.
Sayı bakımından en çok düşünce kuruluşu ABD’de bulunurken nitelik
bakımından da en etkin faaliyetleri
yürüten kuruluşlar buradadır.
Bu kuruluşları Amerika Birleşik
Devletleri ve birkaç elit aile tarafından finanse edilmektedir. Genelliklede
çalışmalar finance edenlerin çıkarlarına yönelik çalışmalar yapılmaktadır.
Finansör ailelerin başında Rockefeller
ailesi ve Soros ailesi
gelmektedir. Councel
of foreign Relations
(CFR) Dış İlişkiler
Konseyi’nde bu aileler fazlasıyla etkindir.
Öyle ki Dış İlişkiler
Konseyi’nin
araştırma
merkezinin
adı “Rockefeller Enstitüsü”dür.
Türkiye’de ise çok yönlü ve aktif bir
dış politikaya vizyon katan en önemli
düşünce kuruluşu D-8’ler fikrini bünyesinden çıkararak ülke
yönetimindekilere etki
edebilen ESAM’dır.
Şuan ülkemizde 2016
itibariyle 32 Think
Tank ve düşünce kuruluşu varken ABD’in
bir eyaleti olan California’da 169 Thin-Tank vardır.
Mukayese edilemeyecek bir fark vardır.
04,01,2017
04
/ugsamnews
HABER - ANALİZ
Etiyopya’da kuraklıktan
etkilenen ve yardıma
muhtaç kişi sayısı 10.2
milyondan 5.6 milyona
geriledi.
05,01,2017
Çin ve İsrail arasında
varılan mutabakatla Çin,
6 ay boyunca 6 bin inşaat
işçisini İsrail’e göndereceği açıklandı.
05,01,2017
Uluslararası Göç
Örgütünce, 2016’da
dünya genelinde 7
bin 495 sığınmacının
hayatını kaybettiği
açıklandı.
06,01,2017
Pentagon’dan yapılan
açıklamaya göre “2016
yılı içinde 7 ülkeye hava
saldırılarında toplam
26.171 bomba atıldı”.
07,01,2017
Whatsapp’tan yapılan
açıklamaya göre 2016’da
toplamda 63 milyar mesaj gönderildi. Bu oranın
7.9 milyarı fotoğraf, 2.4
milyarının ise video
olarak belirtildi.
08,01,2017
Pakistan’da iki yıl önce
kurulan Askeri Mahkeme’ler görev süresinin
bitmesiyle faaliyetlerine
son verildiği açıklandı.
KARA
DENİZİN
KUZEYİNE
BAKIŞ
Doğu ortaklığı projesiyle AB’nin, eski Sovyet
coğrafyalarıyla entegre olma ve nüfus
hinterlandını geliştirmek isteyen Rusya’nın
çıkar çatışmalarına sahne olan Ukrayna
2017 yılına da yoğun silahlı çatışmalarla
girdi. Daha önce 16 saatlik Minsk zirvesinde
varılan ateşkesin başarıya ulaşamaması
neticesinde toplanan dörtlü temas gurubu da bu noktada başarıyı yakalayamadı.
Topraklarının doğu kısmında Donetsk
Halk Cumhuriyeti ve Lugansk Halk Cumhuriyeti adı altında bağımsızlık ilan eden,
Novorossiya Federasyonu adı altında
birleşen ayrılıkçılarla 2 yıldır sürdürdüğü
Donbass savaşında henüz somut bir başarı
elde edemedi. Ukrayna topraklarında hali
hazırda süren bu savaş adeta Rusya’yla
batı arasında patlak vermesi muhtemel bir
fiili çatışmanın fragmanı gibi. Rusya’nın
Ukrayna sınırlarındaki askeri varlığını %10
arttırma hamlesi, İngiltere’nin Karadeniz’e
donanma indirmek istemesi ABD ve NATO’nun baltık ülkerine ve Rusya çizgisindeki
ülkelere askeri yığınak yapması, tatbikatlar
düzenlemesi gibi hadiselerle örtülü olmaktan çıkan güç mücadelesi de bu iddianın
kanıtı olarak algılanabilir.
Diğer taraftan Ukrayna, Güney topraklarının büyük kısmını içine alan Kırım’ı
2014’te fiili olarak kaybetti. Kırım 2014 yılında düzenlenen referandumla
bağımsızlığını ilan etti ve hemen ardından düzenlediği ikinci bir referandumla
Rusya’ya katılma kararı aldı. Ukrayna’nın
kendine bağlı özerk parlamenter bir birim
olarak gördüğü, Rusya’nın ise federe bölgesi
olarak nitelendirdiği bölgedeki %15’lik Kırım
tatar nüfusu yakın zamanda gerçekleşen bu
iki referandumu da boykot ederek tavrını
Ukrayna’dan yana koydu. Başkenti AKMESCİT olan kırımda Tatar nüfusu maalesef
otoritelerce muhatap kabul edilmiyor.
Ahmet Mithat ODABAŞ
09,01,2017
05
/ugsamnews
HABER - ANALİZ
İsrail Necef Çölü’nde
dünyanın en büyük
güneş enerji kulesini
inşa ediyor. Santralin
yıllık 121 megawatt
elektrik üretmesi planlanıyor.
10,01,2017
Uluslararası Astronomi
Birliği’nin tespitlerine
göre, en geç 5 yıl içinde
yıldız sisteminde iki
yıldız çarpışacak ve ‘’kızıl
nova’’ oluşacak.
10,01,2017
2012 kayıtlarına göre
Endonezya’da resmen
13 bin 466 ada bulunuyordu. Endonezya 2016
itibariyle ada sayısını 14
bin 752 olarak
11,01,2017
güncelledi.
Almanya, Kuzey Irak’ta
bulunan askerlerin
görev sürelerinin 31
Ocak 2018’e kadar uzatılmasına karar verdi.
12,01,2017
Türkiye sınır güvenliğinin artırılması amacıyla
öncelikle İran, Irak ve
Suriye gümrük kapılarında “yüz kayıt sistemi”
kuruldu.
MÜSLÜMAN
KARDEŞLER
TERÖRİST
DEĞİLDİR
3 temmuz2013’te Mısır Genelkurmay
Başkanı Abdülfettah el-Sisi’nin Muhammed Mursi’ye askeri darbe yapmasından sonra 3.533 sivil hayatını
kaybetmiş Müslüman Kardeşler üyelerinden birçoğu hapse atılmıştı.
Lakin Müslüman Kardeşler silaha
sarılmadığı halde baskılar gün geçtikçe artmıştır.
20 Ocakta Amerika’da başa
geçen Donald Trump Müslüman
Kardeşler hareketini terör listesine alma hazırlığı ise asla kabul
edilemez. Mağdur durumda olduğu
ve zulme uğradığı halde Müslüman
Kardeşler nasıl terörist ilan edilebilir?
ABD ve Batı , Müslüman Kardeşler’in
söylem ve faaliyetlerinden rahatsız
olduğundan dolayı bu terör listesine
alınma hazırlığını yapıyor.
13,01,2017
Çin Dışişleri Bakanı
Wang Yi, Çin yönetimi
olarak Nijerya’da 40
milyar dolarlık yatırım
yapmayı planladıklarını
açıkladı.
13,01,2017
06
/ugsamnews
HABER - ANALİZ
İnternet üzerinden
satış yapan Amazon,
önümüzdeki 18 ay içinde
ABD’de tam zamanlı
çalışacak 100 bin kişiyi
işe alacağını duyurdu.
13,01,2017
ABD’nin Afganistan
güvenlik güçlerine
ülkenin tamamını koruması için 64 milyar dolarlık yardım gönderdiği
açıklandı.
14,01,2017
Çin’in önemli bankalarından Bank of China
Limited Türkiye’de faaliyet göstermek üzere
banka kuruluşu için
başvuruda bulundu.
14,01,2017
Belarus, AB ile anlaşarak,
ülkede 10 bin Suriye’li ve
çeçen mülteciye kamp kuracağını açıkladı. AB mülteci
kapmı için Belarus’a 7
milyon € ödeyecek.
14,01,2017
Vatikan’ın Filistin’i devlet olarak tanımasının
ardından Vatikan’da ilk
kez Filistin Büyükelçiliği
açıldı.
15,01,2017
İsrail, Rabin meydanında Netenyahu karşıtı
yüzlerce kişi protesto
yaparak Netenyahu’nun
istafını istedi.
FAS
E
tiyopya’nın başkenti Addis Ababa’da
düzenlenen 28. Afrika Birliği Zirvesi’nde
Fas’ın yeniden birliğe üye olması kararlaştırıldı.
Bağımsızlık ileri süren Batı Sahra’nın Afrika
Birliği’ne üye olmasının ardından 1984
yılında birlikten çekilme kararı alan Fas, 21
Temmuz 2016’da birliğe tekrar döneceğini
açıklamıştı.
Fas Parlamentosu Temsilciler Meclisi’nde 18
Ocak’ta onaylanan Afrika Birliği’ne katılım
yasa tasarısı, 19 Ocak’ta parlamentonun
ikinci kanadı Danışmanlar Meclisi’nden de
geçmişti.
Ülkenin bu kararı sonrası çok sayıda Afrika ülkesi Fas’ın birliğe yeniden katılmasını
destekleyeceklerini açıklamıştı.
Fas’ın üyeliği sonrası birliğe üye devletlerin
sayısı 55’e çıktı.
Batı Sahra sorunu
Fas’ın 1975 yılında eski İspanyol sömürgesi
Batı Sahra’yı topraklarına katmasının ardından, Cezayir’in destek verdiği bağımsızlık
yanlısı Polisario Cephesi ile Fas yönetimi
arasında başlayan gerginlik hala devam
ediyor. Fas, bölgenin kendi egemenliğinde
kalması gerektiğini savunurken, Polisario
Cephesi, Batı Sahra’nın bağımsız devlet olduğunu ileri sürüyor.
Polisario Cephesi, 1991 yılında Birleşmiş Milletlerin ara buluculuğunda varılan ateşkes
anlaşmasına kadar Fas güvenlik güçlerine karşı silahlı mücadele yürütüyordu.
Ateşkes anlaşmasından bu yana Batı Sahra’nın statüsüyle ilgili görüşmeler başarıya
ulaşamadı.
Fas, 2007 yılında sorunun çözüme ulaşması
için Batı Sahra’ya kendisine bağlı özerklik
verilmesini gündeme getirmiş ancak bölgenin kaderinin belirlenmesi için referandum
yapılmasını savunan Polisario Cephesi buna
karşı çıkmıştı.
1984 yılında Afrika Birliği tam üyesi olan
Batı Sahra, BM tarafından tanınmıyor.
15,01,2017
07
/ugsamnews
HABER - ANALİZ
Suudi Arabistan, Riyad’da 13 ülkenin
genelkurmay başkanlarının katıldığı IŞİD ile
mücadele ittifakı’
toplantısı düzenlendi.
16,01,2017
Türkiye’de, Başta Körfez ülkelerinden olmak
üzere 21 bin 178 yabancı
uyrukluya, 19 bin 91
konut ve bin 912 parsel
satışı yapıldı.
16,01,2017
İsrail’in NATO ofisi açıldı.
17,01,2017
Yemen’deki savaşta ölü
sayısı 10.000’e ulaştı.
17,01,2017
Avrupa İmar ve Kalkınma
Bankası (EBRD), geçen yıl
Türkiye’deki projelere
1,9 milyar euro seviyesinde yatırım yapıldığını
açıkladı.
17,01,2017
Güney Kıbrıs Rum
yönetimi, “tasarruf
etmek için” Belçika’nın
başkenti Brüksel’deki
büyükelçiliğini kapattı.
18,01,2017
BUNUN BEDELİNİ KİM,
?
NE ZAMANA KADAR ÖDER?
ABD
Başkanı Donald Trump, 29 Ocak
2017’de Washington’da Beyaz
Saray’daki Oval Ofis’te Suudi Arabistan’ın Kralı
Salman ile telefon da görüştü. (REUTERS / Jonathan Ernst)
Beyaz Saray’dan yapılan açıklamada pazar
günü Trump ve Kral Salman arasındaki telefon
görüşmesinde liderler, devam eden çatışmalar
nedeniyle yerlerinden edilmiş mültecilere yardım
etmek için güvenli bölge oluşturmaya karar verdiler.
Gelelim hikayemize, Trump Suriye’de güvenli bir
bölge oluşturmak için çağrıda bulundu ve planı
Suriyeli mültecilerin Avrupa’ya ve başka ülkelere
göç ettirmenin bir yolu olarak gördü.
Fakat görüyoruz ki Suriye’deki güvenli bölgeler
birçok nedenden ötürü kötü bir fikir. ABD kuvvetlerinin önümüzdeki yıllarda Suriye’nin bir
bölümünü ele geçirme ihtimali olduğu şimdiden
belli. Bunu güvenli bölgelerin ne kadar ‘güvenli’
olduğunu ispat için söyleyebiliriz. Daha önce de
‘demokrasi ve huzur’ için Irak’ta bulunan ABD’nin
neler ortaya çıkardığını görmemek ise körlük olur.
Yemen’in ise bu kapsama dahil edilmesi Trump
için yeni bir şey ve Suriye’deki güvenli bölgeler
için verdiği destekten kıyasla daha az mantıklı.
Çünkü ne bölgeye hakim ne de bölge insanlarının
yapısına .
Hiç şüphe yok ki Yemen sivilleri tehdit altında ancak sivil nüfusa yönelik başlıca tehditlerden biri,
ülkenin altyapısını bozan ve halkını kıtlığın eşiğine
getiren Suudi liderliğindeki savaş çabası.
Yemen’deki güvenli bölgeler buna karşı mı gidecek?
Hayır, elbette ..
İşin açığı Suudilerin Güney sınırlarına ve Aden
körfezindeki hakimiyet kurma çabası, ABD ve İsrail Siyonizmininde orta doğu emellerinin olduğu
aşikarken ancak tabiri caizse maşalıktan öteye
gidemeyecek.
1-Peki ya bu güvenli bölgeler ve ikametçileri; tüm
suçlular tarafından (Rus savaş uçakları ve Suriye’deki ABD destekli isyancı gruplar ya da Yemen’de göz ardı edilmeyen Suudi hava saldırıları)
zararlardan korunacaklar mı?
2-Güvenli bölgelerin uygulanması için gerekli olan
görevler (düşman hava savunmalarının bastırılması, lojistik destek, muharebe arama ve kurtarma, vb.) için hangi ülkelere askeri güç sağlayacak?
Görünen o ki Suudi Bank yine musluğu açacak, akacak para ile ise ABD yapımı kurşunlar
müslümanların üzerine yağacak ..
Umarım yanılırım, umarım bedelini uzun süre
müslüman kardeşlerimiz ödemez .
Selam ve dualar ümmet birliği üzerine olsun…
M. Emin KARABAL
08
/ugsamnews
HABER - ANALİZ
Suudi Arabistan
Cibuti’ye askeri üs kuruyor. İmzalar atıldı.
TÜRKİYE - İSRAİL
İLİŞKİLERİNE DAİR
18,01,2017
CIA, ABD vatandaşlarına ait bilgilerin toplanması, analiz edilmesi ve
saklanmasındaki hukuksal çerçeveyi düzenleyen
iç yönetmelik hazırladı.
19,01,2017
WHO gelecekte büyük
salgınlara yol açacak
en korkulan virüsleri
açıkladı. Listenin en
başında MERS,Lassa
Ateşi ve Nipah virüsleri
19,01,2017
bulunuyor.
Tunus’ta geçen yıl cumhurbaşkanlığı muhafız alayına düzenlenen saldırının
ardından ilan edilen
olağanüstü hal, bir ay daha
uzatıldı.
19,01,2017
BDDK, Ziraat Bankasının
Gürcistan’da faaliyet
gösteren şubelerinin
iştirak banka çatısı altında faaliyetini sürdürmesine izin verdi.
19,01,2017
Yeni ABD Başkanı Trump
tarafından Oval Ofis’te
imzalanan ilk kararname “Obamacare”
olarak bilinen sağlık reformu yasasının iptalini
kapsadı.
T
ürkiye-İsrail ilişkilerindeki normalleşme
seyri, son derece anormal bir şekilde
seyretti. Taraflar arasında aleni bir şekilde
cereyan etmesi gereken diplomatik buluşmaların bir çoğu gizlice gerçekleştirildi,
kamuoyu bundan haberdar edilmedi. Sanki
kamuoyundan bir şey saklanıyormuşcasına
temasların bir çoğu basın ve medya kuruluşlarının bilgisi dışında gerçekleştirildi.
Türkiye’nin dış politikasına taalluk eden
bir çok konuda olduğu gibi bu hususta da
Türkiye’nin tutumu anlaşılabilmiş değildir.
Taraflar arasındaki gerginlik 31 Mayıs 2010
tarihinde gerçekleşmiş olan bu saldırıdan
önce İsrail’in 2009 yılında Gazze’ye başlattığı saldırıyla en az bir yıl önce başlamıştı.
Türkiye’nin resmi açıklamaları, gerginliğin İsrailli yetkililerin Türk bürokratları
ile temasları sırasında verdikleri sözlere
bağlı kalmamaları ve Gazze’ye başlattıkları
saldırıda hedef alınan noktaların büyük
ölçüde sivil yerleşim bölgelerinden ibaret
olduğu şeklindeydi.
Mavi Marmara saldırısı tam da Gazze’de
Filistinli sivillerin İsrail tarafından katledildiği dökme kurşun operasyonunun ardından geldi. Bu saldırının ayrıntıları çokça
yazılıp çizildiği için ayrıntılarına girmeyeceğiz ancak 9 Türk vatandaşının şehit olduğu bu saldırıyla ilgili olarak başta dönemin
başbakanı R. Tayyip Erdoğan olmak üzere
Türkiye tarafının önce çok sert açıklamalar
yapıp bu saldırının etkileri kamuoyunda
azalmaya başladığında ise bu kez, taraflar
arasındaki ilişkileri normalleşme amacıyla
masa altından gizli görüşmeler ve diplomatik temaslar gerçekleştirmeleri, Türkiye’nin
siyasetinin ne kadar pragmatik, tutarsız
ve ilkelerden yoksun olduğunu göstermesi
açısından ibret verici bir tablo ortaya koymaktadır.
20,01,2017
09
/ugsamnews
HABER - ANALİZ
Jandarma ve Sahil
Güvenlik’te başörtüsü
yasağı kalktı.
20,01,2017
44.000 Rus askeri
Ukrayna’nın Batı
ve Kuzey sınırına
konuşlandırıldı.
21,01,2017
Hindistan, 464 adet
T-90 MS tanklarını
Pakistan sınırı boyunca konuşlandırmaya
başladı.
22,01,2017
İsrail, Doğu Kudüs’te
protesto ve itirazlara
rağmen 566 yeni konutun inşaatı için onay
verdi.
22,01,2017
Romanya’da hükümetin
acil kararnameyle binlerce hükümlünün affını
öngören tasarısı, ülke
genelinde protesto edildi.
23,01,2017
Trump’ın CIA Direktörü
adayı Cumhuriyetçi
Kansas vekili Pompeo,
gerekli sayıya ulaşarak
CIA’in yeni direktörü
oldu.
Ahmet Davutoğlu’nun hegemonya üzerine kurulu Stratejik Derinlik paradigması çökmüş, hayaller üzerine kurulan
bir dış politikanın oluşturduğu artçı
sarsıntılar, dengeleri Türkiye’nin aleyhine köklü bir şekilde değiştirmiştir.
Türkiye’nin neden İsrail’le gerginlik
yaşadığı son derece açıktır. Korsan
İsrail devletinin gerek Gazze’deki masum sivillere yönelik başlattığı Dökme
Kurşun Operasyonu gerek Mavi Marmara saldırısı benzeri başka iki ülke
arasında medana gelse, savaş ilanı için
yeterliyken Türkiye sadece diplomatik
açıklamalar yapmak ve Telaviv’deki elçilik düzeyini maslahatgüzarlığa indirmekle yetinmiştir.
İki ülke arasındaki ilişkilerin kısa bir
dönem Dışişleri Bakanlığı da yapmış
olan eski İsrail büyükelçisi ve Davutoğlu’nun en güvendiği isim olarak bilinen
ve Dıişişlerinin kara kutusu Feridun
Sinirlioğlu’nun bu ilişkilerin gizli boyutunu götürmesi ise başlıbaşına bir
hadisedir. AKP bir çok kamu kuruluşundaki eski kadroları balyoz gibi tuzla
buz ettiği halde Dışişlerini, Milli Görüş
kökenli olmayan bürokratlara teslim etmesi ve işleri her alanda Sinirlioğlu gibi
isimler üzerinden yürütmesi oldukça
manidardır. Zira bu tür işler, Mavi Marmara davası için uluslararası düzeyde
adalet aranırken İHH heyetinin karşısına çıkartılan zorlukların AKP kadroları
değil de eski Türkiye’den kalan kadrolar tarafından icra edildiği yönündeki
gerekçelere zemin bulmak için ortaya
atıldığını anlamak için dahi olmaya
gerek yok. AKP kendisine islamcı bir
görünüm vererek bir taraftan kendisine
yöneltilecek suçlamaları bloke ederken
özünde ise hep ABD ve NATO politikalarıyla gayet uyumlu prağmatik bir
süreç takip etmiş, dolayısıyla İslamcı
görünümün seçimlerde ve tabanda
getirdiği avantajlardan yararlanmanın
hazzını doyasıya yaşamıştır.
İslam ÖZKAN
24,01,2017
10
/ugsamnews
HABER - ANALİZ
İngiltere’de Anayasa
Mahkemesi, ülkenin
AB’den çıkma sürecini
parlamentonun başlatmasına hükmetti.
24,01,2017
Kırgızistan’da kamuya
açık yerlerde çevreye rahatsızlık vermek, küfür
etmek ve alkollü
içecekler tüketmek
yasaklandı.
TRUMP’TAN YÜZ BULAN İSRAİL
İŞGALE DEVAM DEDİ
25,01,2017
Malta Şövalyeleri’nin
lideri Matthew
Festing, PapaFrancesco
ile yaşadığı sürtüşmeden
sonra istifa etti.
25,01,2017
Fransa’da parlamento,
Karadağ’ın NATO’nun
29’uncu üye ülke olmasına
onay vererek ön protokolü
imzaladı.
26,01,2017
BM, Çad Gölü Bölgesinde 11 milyon kişinin
“ümitsizce yardıma
ihtiyaç duyduğunu”
ve 500.000’den fazla
çocuğun yetersiz beslendiğini açıkladı.
27,01,2017
Brezilya’da, artan
sarıhumma vakaları
nedeniyle 11,5 milyon doz
yeni aşı siparişi verildi.
İşgal devleti İsrail her yeni gün bir
zulme imza atmaya devam etmekte.
ABD’nin yeni Başkanı Donald Trump’ın
yemin ederek göreve başladığı 20
Ocak’tan bu yana İsrail’in işgali altında
bulunan Doğu Kudüs ve Batı Şeria’da
6 binden fazla yeni konut yapılmasına
onay vermesi “Trump iktidarının İsrail’deki sağcıların iştahını kabartması”
bakımından önemlidir.
Bu kararlara sevinen Siyonist
yapılanmanın Tel Aviv’de düzenledikleri Ulusal Güvenlik Araştırmaları
Enstitüsü Konferansında konuşan
İsrailli yetkililer de “Trump’ın göreve
gelişini, planlarını uygulamaya koyma
noktasında fırsat olarak gördüklerini”
ifade ettiler.
İsrail yönetimi alenen bu kararlarıyla Filistin halkına ve İslam alemine
meydan okumaya devam etmektedir.
İslam ümmeti liderlerinin, Siyonislerin
pervasızca açıklamaları ve kararlarına karşı suskunluklarının ise hala
aşılamamış bir sorun olarak karşımızda durmaktadır.
27,01,2017
11
/ugsamnews
HABER - ANALİZ
Mahmud Abbas,
Müslümanlar için özel
bir öneme sahip olan
Temim b. Evs ed-Dâri
Vakfı’nı Kudüs Rum Ortodoks Patrikhanesi’ne
hibe etti.
27,01,2017
BM Yemen özel temsilcisi İbrahim Veled Şeyh,
Yemen’de acilen gıda
yardımı yapılması
gereken 18.2 milyon insan olduğu açıklandı.
BANGLADEŞ
Bangladeş’te zalim Hasina yönetiminin Cemaat-i İslamiye karşı
yaptığı zulüm gün
geçtikçe devam ediyor.
Suçsuz yere tutuklamalar ve işkencelerle
Müslümanlar yıldırılmaya çalışılıyor.
28,01,2017
Çin, nükleer başlıklı
balistik füze
bataryalarını Rusya
sınırına kaydırdı.
29,01,2017
Trump’un İngiltere’ye
yapacağı resmi ziyaretin engellenmesi için
başlatılan imza kampanyası bir milyonu geçti.
30,01,2017
Rusya’da askeri
harcamalar SSCB
döneminden buyana en
üst seviyeye çıktı.
30,01,2017
ABD’de YPG’ye 200 zırhlı
araç ve mühimmat verildi.
İslam davasının kutlu
liderlerinden olan Gulam Azam, Abdulkadir
Molla, Muhammed
Kamaruzzaman, Muhammed Mir Kaseme,
Ali Ahsan al-Mücahid,
Motiur Rahman Nizami’nin idamlarından
sonra da kana doymayan zalim Hasina
yönetimi ve polis
teşkilatı, Kur’an okuyan ve sadece ders
yapmak için bir araya
gelen insanları “devlete isyan için toplandılar iftirası” ile
tutukluyor ve akla
hayale sığmayacak
zulümler yapıyor.
Bangladeş’teki ve
coğrafyamızdaki zulümleri durdurabilmek
ve İslam ümmetinin
birliğini tesis etmek
için var gücümüzle
çalışmamız gerekiyor
Gulam AZAM
Abdulkadir MOLLA
Muhammed
Kamaruzzaman
Muhammed
Mir Kaseme
Ali İhsan el
Mücahid
Motiur
Rahman Nizami
31,01,2017
12
/ugsamnews
HABER - ANALİZ
İsrail Dışişleri yeni Genel
Direktörü Yuval Rotem
başkanlığındaki heyet
Türkiye-İsrail normalleşme görüşmeleri
için Ankara’ya geldi.
31,01,2017
Diyanet İşleri Başkanı
Görmez: 2016 yılında
Avrupa’da 356 cami’nin
saldırıya uğradığını
açıkladı.
31,01,2017
Kültür ve Turizm Bakanı
Nabi Avcı ve beraberindeki heyetin 6-8
şubat tarihlerinde İsrail
ve Filistin’i ziyaret
edeceği bildirildi.
31,01,2017
- Yahya Jammeh’in İngiliz Milletler Topluluğu’nu terk etmesi
- Gambiya’yı İslam Devleti ilan
etmesi
- Fetö’cüleri ülkesinden kovması
ve okullarını kapatması
- Arakanlı Müslümanlara sahip
çıkması
- Sömürgecilere karşı verdiği
mücale ve benzeri nedenlerden
dolayı çok zor zamanlar yaşadı.
Gambiya’da yapılan seçimlerde
Batı yanlısı Adama Barrow’un kazanmasıyla başlayan süreçte Yahya Jammeh’in seçimi tanımaması ve ülkede
ohal ilan etmesi, sonrasında ise Batı
yanlısı devletlerin askeri müdahaleye
kalkışmasıyla Adama Barrow Gambiya devletinin başına geçti. Yahya Jammeh ise ülkesini terketmek zorunda
kaldı.
Yahya JAMMEH
DEMOKRATUR
HİKAYE
A
frika’nın batısındaki İslam ülkesi Gambiya’da Yahya Jammeh dönemi resmen
sona erdi. Batı yanlısı Afrika ülkelerinin
askeri müdahalesiyle işgalin eşiğine gelen
ülkede, otoriter lider Yahya Jammeh “kan
dökülmemesi” için görevden çekildi. 22
yıl Gambiya’yı yöneten Jammeh’in siyasi
sicilinde Batı’yı kızdıran kaliteli icraatları
kaldı.
Adama Barrow
Gambiya devletinin başına geçen
Adama Barrow’un gelir gelmez ilk işi
Gambiya’yı “İslam devleti değildir”
olarak deklare etmek ve Gambiya’nın
künyesindeki ‘İslam Devleti’ ibaresini
kaldırmak oldu.
13
/ugsamnews
RAPOR
İ
N
C
İ
R
L
İ
K
NE ZAMAN KURULDU,
NASIL KURULDU?
İ
zmir Hava Üssü, Stinger füzeleri için
Şile Üssü, Konya 3. Ana Jet Üs Komutanlığı,
Vault füze rampalarının bulunduğu
Balıkesir Jet Üssü, Muğla Aksaz Deniz Üssü, Ordu-Perşembe, Malatya Kürecik,
AWACS’ların bulunduğu Tekirdağ Çorlu,
Hatay Kisecik Radar Üssü… Say say bitmiyor… Bunlar Kaliforniya veya Atlanta’da
değil, Türkiye’deki bilinen 28 NATO-Amerikan Üssünden
sadece bir kaçı. Ancak içlerinde en önemlisi ABD hava kuvvetleri 39. Ana Jet
Üssünün bulunduğu İncirlik…
Yalta Konferansı ile dünya Komünist
ve liberal Batı olmak üzere fiilen ikiye
bölündü.
İki dünya birbirine karşı “Düşman”
ilan edildi. Soğuk Savaş dönemi başladı.
Batının askeri birlik gücü NATO kuruldu
ve hedefi de Komünizmle Mücadele olarak
belirlendi. Ta ki 1990’lara kadar.”
Komünizmle Mücadele edilmezse, bütün
dünyaya yayılır, Sovyetler güneye
inebilirdi…İşte bu danışıklı gerekçelerle
Batı dünyasının savunması için,
Amerika-Avrupa eksenini seçen Türkiye
gibi müttefik ülkelerde askeri üsler
kurulmaya başlandı.
Üzerinde güneş batmayan Büyük
Britanya yer altına inecek, yeni dünyanın
Patronu Amerika olacaktı…ABD, Truman
Doktrini sınırları çerçevesinde
Türkiye’de bir üs kurulması için girişimlere böylece başladı. Hem o yıllarda
kurulmaya çalışılan Batının kızıl elması
İsrail’in etrafı da “Kontrol altına
alınıp güvenli hale” getirilmiş olacaktı…
İşte o günlerde Roosevelt, Churchill ve
Çan-Kay-Şek, 22-26 Kasım 1943’te Kahire’de
Ortadoğu’nun taksimi için bir toplantı düzenlediler. İncirlik Hava Üssü
kurulması kararı da burada alındı. İnşaatına da Amerikan Mühendisler
Kolordusunca 1951 baharında başlandı.
Türk Genelkurmayı ve ABD Hava
Kuvvetleri Aralık 1954 yılında yeni Hava
Üssü için “Ortak Kullanım”
anlaşmasını imzaladı ve böylece resmen
bir yabancı üs Türkiye toprakları
üzerinde kurulmuş oldu. Yeni kurulan
askeri üssün ilk ismi ise Adana Hava Üssü
idi.
İNCİRLİK ÜSSÜ’NÜN COĞRAFİ
DURUMU
Uluslar arası Hava Taşımacılığı
Birliği’ndeki (IATA) kodu UAB olan İncirlik Üssü, Adana’nın 15 Kilometre dışında
32 bin dönüm arazi üzerine kuruludur.
Üssün Irak’a uzaklığı ise yaklaşık 700
Kilometre. İncirlik Üssü, D-400 karayolu
ve TAG otoyolunun yanı sıra demiryolu ile
de Güneydoğu’ya açılabilecek konumda.
İncirlik üssünde 1 adet ana uçak pistinin
yanında 1adet de acil iniş pisti, 300er
kişilik 15 otel ve 10’ar kişilik 500 çadır
bulunuyor. Adeta şehir içinde şehir, ordu
içinde ordu, devlet içinde devlet…
14
/ugsamnews
RAPOR
KİMİN TOPRAĞI?
Türk Genelkurmayına göre İncirlik Üssü hukuki
olarak, ne ABD, ne de NATO’ya ait…
İncirlik Üssü Türk Hava Kuvvetleri, 10. Tanker Üs
Komutanlığı’na bağlı bir üs statüsünde görünüyor.
İncirlik Üssü BM kararları ve NATO anlaşmaları
çevresinde Bakanlar Kurulu kararları ve ikili anlaşmalar ile statüsü belirlenerek kullandırılıyor. 3
Temmuz 1969’da ABD ile Türkiye arasında İncirlik
için Ortak Savunma ve İşbirliği Antlaşması (OSİA)
imzalandı. Buna göre İncirlik; NATO amaçları için
meşru müdafaa kapsamında kullanabilecekti…
Ancak, 1974 yılında farklı bir şey oldu… Türkiye,
MSP Lideri ve Başbakan Yardımcısı Necmettin
Erbakan’ın komutasında Kıbrıs Barış Harekatını
yapınca Amerika, müttefik falan dinlemedi…Şubat
1975’te Türkiye’ye silah ambargosu uygulaması
sonucu OSİA da fesh edildi. Ancak 1978’de ambargo
kaldırılınca adeta bir “Lütuf” gibi bu kez 12 Eylül’e
çeyrek kala 29 Mart 1980’de ABD ile Savunma
ve Ekonomik İşbirliği Antlaşması(SEİA) imzalandı.
SEİA antlaşması, her yıl otomatik olarak uzatılıyor.
Antlaşma gereğince ABD Üstte 48 adet savaş uçağı
bulundurabiliyor.
NEDEN ADANA?
İncirlik ABD’nin denizaşırı 13. Büyük üssü.
Aynı zamanda Orta Asya ve Ortadoğu’daki ABD
hava kuvvetlerine açık en büyük askeri üs Kapsamlı
görevler için İncirlik’in seçilmesinin sebepleri ise
hava koşullarının güzelliği, uçsuz bir menzile sahip
olması, Akdeniz’e, Kıbrıs’a ve İsrail’e yakın olması.
Ayrıca İncirlik; Nil ile Fırat arası topraklara en fazla
3 saatlik uçuş mesafesinde olması. ADANA’DA KÜÇÜK AMERİKA
Demokrat Parti ile birlikte 1952’de Türkiye,
maalesef NATO’ya girmiş, Aralık 1954 tarihinde
ise TSK, ABD hava kuvvetleri ile ortak bir anlaşma
imzalamış, böylelikle Adana hava üssü resmi olarak
açılmıştır. İncirlik ile birlikte ABD’nin Türkiye topraklarındaki varlığı da tescillenmiştir. Anlaşma
gereğince üs, Orta Doğu’da çıkabilecek olan olası
krizlere müdahale için kullanılacaktır. İncirlik,
Adana’daki Küçük Amerika diye tanımlanmıştır.
Ancak; 1960’ların sonlarında tüm dünyada başlayan
ABD karşıtlığı ve 1968’in etkisi Türkiye’de İncirlik
sorununu, Meclis’e taşıdı. Özellikle sol muhalefetin
baskısı dönemin başbakanı Demirel’e “üs yok, tesis
var” dedirtecektir. O günden bugüne sağcı muhafazakâr veya solcu ama Amerikancı iktidarlar, İncirlik’teki ABD varlığını yumuşatma çabasına gittiler
hep. 1960’da imzalanan OSİA ve
1980’de imzalanan SEİA Antlaşmaları ile İncirlik’in
statüsü ABD için üs değil tesis durumuna getirildi.
Artık İncirlik hukuki olarak ABD kullanımına tahsis
edilmiş Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ait bir hava üssüydü. Dolayısıyla üssün kullanımı için TBMM’nin özel
izni gerekiyor. 1991 yılında Birinci Körfez Savaşı
sırasında bu şekilde kullanıma açıldı. Ancak 1 Mart
2003’te ise 1980’de imzalanan SEİA kapsamına girmediği için asker rotasyonu ve malzeme taşıma için
ana sevkiyat noktası olarak kullanımına izin verilmedi.
GİZLİ KARARNAME İLE İNCİRLİK’TE
TBMM DEVRE DIŞI
ABD’nin İncirlik Üssü’nü kullanımı 2003’ten bugüne
Bakanlar Kurulu’nun 23 Haziran 2003
tarihli 5755 sayılı kararı çerçevesinde düzenleniyor.
İçeriği bir süre gizli tutulan ama 2004’te açıklanan
kararname asker rotasyonu, teknik ve insani
yardım kullanımı için TBMM’nin izninin alınmasının
gerekli olmadığını düzenliyor. Bu kararnameyle ABD,
Irak Savaşı süresince asker sevkiyatını
İncirlik üzerinden gerçekleştirdi. Bir yıllık düzenlenen kararname 2004 sonrası açıklanmadı ama
her yıl otomatik olarak uzatıldı.
Darbeler, terör, Kuzey Irak ve Kuzey Suriye’de Kürt
Devleti-Koridoru ve PKK üzerinden okunacak olursa, İncirlik’in kullanımı ve varlığı, ABD ve Türkiye
arasında gittikçe artan önemli bir gerilim ve kırılma
noktası olacağı uzak bir tahmin
değil…Çünkü İncirlik ABD için stratejiktir. ABD için
stratejik olan ise, Türkiye için beka meselesidir.
İNCİRLİK ÜSSÜ’NDE NELER VAR?
İki adet askeri nakliye uçaklarının dahi
inebileceği 3 bin metre boyunda pist… 5 bin askerin barınacağı yaşam alanları… Askerlerin aileleri
de İncirlik’te kalabiliyor… Onlarca askeri uçağın
korunacağı sert zeminden yapılan uçak hangarları… Askeri hastane… Amerikan conilerinin rahatı
için kafeler, barlar ve yüzme havuzları... Bölgeyi
dinleyebilecek askeri radarlar. U-2 casus uçakları
dahil… 50’ye yakın son model savaş uçağı… Nakliye
15
/ugsamnews
RAPOR
uçakları, istihbarat uçakları… Hava ikmal uçakları…
“Irak’ı bombalayan uçakların ve ‘Darbelerin yakıtı
İncirlik’ten” manşetleri hafızalarımızda çok tazedir…
İncirlik’te yaklaşık 1500 ABD askeri bulunuyor. Ailelerle birlikte İncirlik’in nüfusu 5 bini buluyor.
Sabit filo bulunmuyor. İncirlik’te Hava kuvvetleri
39’uncu Kanat Komutanlığı görev yapıyor.
İNCİRLİK’TEKİ NÜKLEER SİLAHLAR
2006’da, üzerinde patlayıcı madde yazılı tırların
üsten çıkıp İskenderun Limanı’na, oradan Güney
Kıbrıs’taki Agratour Üssü’ne oradan da Lübnan
ve Filistin’e karşı kullanılmak üzere İsrail’e gittiği
medyaya yansımıştı. Ulusal Kaynaklar Savunma
Konseyi’nin Şubat 2005 tarihli Hans M.Kristensen
tarafından düzenlenmiş raporda “Avrupa’daki
Amerikan Nükleer Silahları” konulu raporuna göre,
üste, yerleştirilmeleri 1998 yılında tamamlanmış 90
adet B-61tipi nükleer başlığın bulunduğunu biliyoruz.” deniyor. Kongre’ye bağlı Araştırma Servisi’nde
görevli nükleer politika uzmanı Amy Woolf ise,
“Toplamda Avrupa’nın çeşitli kentlerinde saklı
200 kadar B61 var.” demişti. 2010’da yayımlanan
Wikileaks belgelerinde İncirlik’te Hiroşima’ya atılanların 21 katı etkili B-61 nükleer bomba bulunduğu
belirtilmişti. İstanbul, Ankara, Diyarbakır, Elazığ,
Gaziantep, Adana, Bursa ve Kayseri’de canlı bombalara şahit olan Türkiye’nin nükleer toptan canlı
bombasının adı da İncirlik demek…
İNCİRLİK’İ TEK ERBAKAN KAPATTI
HÜRRİYET: ERBAKAN, TÜRK DIŞ
POLİTİKASINDA YENİ DEVİR BAŞLATTI
1974 Kıbrıs harekâtı sonrasında ABD,
NATO’dan müttefiki Türkiye’ye silah ambargosu koydu…Buna karşılık Türkiye ne mi yaptı? Tarihler 26
Temmuz 1975’i gösterdiğinde Hürriyet Gazetesi’nin
manşeti gayet manidardı: Hükümete vekalet eden
Milli Selamet Partisi Lideri ve Başbakan
Yardımcısı Necmettin Erbakan’ın kararı ile başta İncirlik olmak üzere Türkiye’deki Amerikan üslerinin
tamamına el konuldu…Hürriyet’in manşeti,
“Üslere el koyduk!” olurken sürmanşet; “Ambargo
kararının kalkmaması üzerine: Türk Dış Politikasında Yeni bir Devir Başlıyor” diyordu. Başyazıda
ise “Türkiye için artık Amerika yok!”tu! Türkiye’nin
İncirlik’in kullanımını askıya alma kararı, ambargonun kaldırılmasıyla ortadan kalkacaktı.
SİYONİZMİN İNCİRLİK’TEKİ ÇEKİCİ
Amerika, İncirlik ve Çekiç Güç’ün varlığı için hep
“Masum” gerekçeler üretti. Bunlardan biri de
1991’deki 1. Körfez Savaşı yıllarında, bu günlerde
devletleşme yolunda ilerleyen Kuzey Irak’ın, yani
36’ıncı Paralelin Kuzey’inin güvenliğini sağlamaktı. Kuzey’deki Kürtleri Saddam’dan korumak için merhamet timsali Amerika, Çekiç Güç askerlerini
Türkiye’ye gönderdi...Bu gücün ismine de Huzur
Harekatı(!) adını verdi. Çekiç Güç, 1991-1996 yılları
arasında İncirlik ve Diyarbakır’da icra-i faaliyet
eyledi…Yine o yıllarda terör şebekesi PKK’yı dağlardan desteklediği ise Genelkurmay belgelerinde ve
Meclis kürsüsünde sık sık ifade edilecekti…
RAKAMLARLA ÇEKİÇ GÜÇ
12 Temmuz 1991’den itibaren Türkiye’de konuşlanmasına izin verilen uluslararası güçteki toplam
görevli sayısı 1862 kişiydi.. Çekiç Güç’ün askeri güç
dağılımı da şöyleydi: ABD (1416), İngiltere (183), Fransa (139), Türkiye (74). İncirlik’te 1803, Pirinçlikte 49,
Zaho’da 10 asker… Irak’ın kuzeyindeki Zaho’da da
askeri karargâh bile oluşturuldu.
UÇAKLARDAN PKK’YA SİLAH YARDIMLARI
Bugünlerde PKK’nın Suriye kolu PYD/YPG’yi “Kendi
kara gücü” olarak ilan eden Amerika’nın 90’lardaki
fedai gücü ise PKK idi. Lojistiği ise İncirlik’teki Çekiç
Güç’ten olacaktı…Dağlarda barınan PKK’ya; silah ve
mühimmat ile gıda malzemesi dolu paketleri havadan bölgeye atan Amerikan hava güçleri, PKK’yı her
yönden desteklemişti. Irak’ın kuzeyinde bir Kürt
devleti oluşumu için gereken her şey yapılmıştı.
ÇEKİÇ GÜÇ’ÜN ÖTEKİ İCRAATLARI
Terör örgütüne verdiği desteği örtmeye çalışsa da,
Çekiç Güç’ün Türkiye’nin egemenliğini ve güvenliğini
hiçe sayan çeşitli davranışları, Türk subaylarının
raporlarında şöyle sıralanır:
•MCC Başkanı Albay Naab ve yerine gelen Albay
Wilson, Kuzey Irak’ta Kürtlerin kendi yönetimlerini
kurmaları için sürekli Kürt liderlerle görüştü.
•Okul yapımı, kitap, doküman temini ve Kürtlerin
kendi radyo ve televizyonlarını yapabilmeleri için
malzeme, teçhizat sağladı.
•Türk makamlarına haber vermeden Çekiç Güç
helikopteriyle Irak tarafına yüksek güçlü telsiz
götürdü.
•Albay Naab ve Albay Wilson, Kuzey Irak’ta bir
güvenlik sisteminin oluşturulması ve düzenli ordunun
kurulması ve eğitimi için çaba harcadılar.
16
/ugsamnews
RAPOR
• ABD’ye ait F-111 uçağı, Mardin radarına elektronik karıştırma uyguladı.
•36. paralelin güneyine dönüş yapan bir
Irak uçağına ateş açılarak düşürüldü.
•1993 Ocak ayında yaşanan kriz sırasında AWACS’larda görevli Türk temsilcisine görev dosyaları ve görev sonucu
raporları verilmedi.
21. Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş:
İncirlik kapatılmalı
Şehirde ve kırsalda bir dönem alan
hakimiyetini kaybettirdiği için PKK’nın
kahvesine zehir koydurup öldürtmeye
kalkıştığı, 21. Genelkurmay Başkanı
ve dönemin partisi DYP Kilis Milletvekili Doğan Güreş ise, 1993 yılında,
PKK’ya malzeme taşıdığı tespit edilen
ABD helikopteri için “Vur emri” vermişti. “İncirlik’ten kalkan koalisyon
uçakları arasında İngiliz uçakları var,
ABD uçakları var. Biz de Kuzey Irak’ta
PKK varlığını biliyoruz. Herkes PKK’yı
destekliyor.” diyen Doğan Güreş Paşa;
o dönemde İncirlik üssünden kalkan
ABD uçaklarının mevzi kaybeden ve
ağır hasara uğrayan PKK’lılara lojistik
ve silah yardımı yaptığını açıklamıştı. “ABD’nin PKK’ya yardım ettiğini eskiden
beri bildiklerini” açıklayan Güreş, İncirlik’in kapatılması gerektiğini söylemişti.
EŞREF BİTLİS SUİKASTİ VE
İNCİRLİK
Kritik soru şudur: Dönemin
Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis
Paşa Neden Öldürüldü?
Çekiç Güç’ün göründüğünden farklı
hedefleri olduğunun, hem de oldukça
“pis” ve “karanlık” hedefleri olduğunun
bir başka göstergesi ise Çekiç Güç’e
karşı çıkan bazı önemli isimlerin ilginç
akıbetleridir…Ortak özellikleri Çekiç
Güç’ün gitmesini istemek olan bu
kişiler, nedense birbiri ardına “fail-i
meçhul” cinayetlerin kurbanı oldular.
Örneğin Hulusi Sayın ve İbrahim Selen.
İkisi de korgeneraldi. İkisi de Güneydoğu’da Jandarma Bölge Asayiş Komutanıydı. Ve ikisi de öldürüldü. İki emekli
korgeneralin ortak yönleri ise Çekiç
Güç’e karşı çıkmalarıydı…
Çekiç Güç’ün gitmesi gerektiğini
düşünen ve sorunun çözümü yolunda
çok önemli bir isim olan Jandarma
Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis
ise, Suikastlar Yılı olan 1993’ün 17 Şubat’ında uçak kazası süsü verilen bir
sabotajla şehit edildi. Bu vahim olaydan
tam iki ay önce, 17 Aralık 1992’de, Eşref
Bitlis’i taşıyan UH-60 helikopteri Kuzey
Irak üzerinde Çekiç Güç’e bağlı iki F-15
tarafından taciz edilmiş, düşmekten
zor kurtulmuştu… Türkiye’nin tam otuz
yıldır gücünü tüketen ve 80 Milyonun
Kardeş ve Yeniden Büyük Türkiye
olmasının önündeki en büyük engel
olan “Kürt Meselesini” çözmede katkı
sağlayacak ender kişilerden biri olarak
görülüyordu. Dahası, Eşref Paşa’nın
çok güvendiği kişilerden ikisi, Paşa’nın
Güneydoğu’daki özel kadrosunda yer
alan iki istihbaratçı, Ahmet Cem Ersever ve Mustafa Deniz de fail-i meçhul
cinayetlere kurban gitmişlerdi…
Her MGK’da, “Çekiç Güç, PKK’nın hareket alanını genişletiyor, Derhal kontrol
altına
almalıyız” diyordu. Ama “Birileri” fazla
ileri gittiğini düşünmüştü…
İNCİRLİK KALMALI, ERBAKAN
GİTMELİ
1991yılında yuvalanan Çekiç
Güç’ün hesaplanan ömrü kısa oldu.
1995 seçimleri ile en büyük parti olan
Refah Partisi bütün engellemelere
rağmen 1996 yılında iktidar ortağı
olarak hükümeti kurdu. Başbakan Prof.
Dr. Necmettin Erbakan, göreve gelir
gelmez ilk iş olarak Çekiç Güç’ün görev
süresini sonlandırdı. Böylelikle Çekiç
Güç’ün önemli bir bölümü ülkeyi terk
etmek zorunda kaldı. Daha sonra ise
Çekiç Güç Türkiye’de lekelenen adını
Keşif Gücü olarak değiştirse de bu
anlamda ciddi bir varlık gösteremedi.
1975’te İncirlik’i üç yıl kapatan, yüzde
21 gibi çok düşük bir oy ve koalisyonla
iktidarda kalabildiği 1 yılda Çekiç Güç’ü
“Halleden” Başbakan Erbakan’ın, bir
tam dönem iktidarda kalsa İncirlik ve
17
/ugsamnews
RAPOR
bilumum Amerikan varlığını Türkiye’den söküp
atacağı, Irak ve Suriye’nin işgaline de engel çıkaracağını Batı çok iyi görüyordu. O halde İncirlik
kalmalı, Erbakan gitmeliydi…Öyle de oldu. Nitekim
Refah-Yol’un kurulması ve Başbakan Erbakan’ın
Çekiç Güç’ü bölgeden çıkarmasından sonra terörün
fiili desteği kırıldığı için eylemlerin azaldığı gözlendi.
2003 YILINDA YENİDEN GÜNDEME GELDİ
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin pazarlıkları
içinde geçen süreç sonunda, “ABD’ye Türkiye’den
kuzey cephesi” sağlayacak olan “Tezkere” 1 Mart
2003 günü TBMM’yegetirildi. Ancak, o dönem Saadet Partisi ve Milli Görüş Lideri Erbakan’ın uyarıları
kamuoyunda büyük yankı uyandırdı. Ve Erdoğan-Gül
İktidarının Tezkeresi TBMM’den geçemedi… Bu aynı
zamanda ABD-Türkiye ilişkilerinde de bugüne
değin giderek açılan bir kırılma meydana getirdi.
Hem Washington, hem de İktidar TSK’yı, “tezkerenin
geçmesi konusunda gerekli liderliği yapamamakla”
suçluyordu… Her şeye rağmen dönemin iktidarı,
20 Mart 2003 günü, TBMM’den ikinci bir tezkere
çıkartarak, ABD’ye Türk hava sahasını açtı. Ve
ABD de ikinci tezkereyle birlikte Irak’a saldırdı.
2003 Haziran ayından itibaren ABD’nin İncirliği
Lojistik ve transit geçişler için kullanmasının
hukuki dayanağının da 23 Haziran 2003 tarihinde
imzalanan gizli bir bakanlar kurulu kararından
kaynaklandığı zamanla ortaya çıkmıştı. (Dosya No:
2003/5755) Bu anlaşma her yıl Haziran ayında bir
yıl uzatılıyor. Bu durumda İncirlik Üssü’nün bugüne
kadar halktan gizli kararlar ile kullanıldığı açıkça
görülüyor
SURİYE OLAYLARI İLE ALAN
GENİŞLETTİLER
Türkiye, Çekiç Güç’ten sonra Fitne Üssü
İncirlik’in de kapatılmasını beklerken, öte
yandan yeni coniler için yeni yerler yapılıyor. TürkABD Ortak Savunma Tesisi olan İncirlik Hava
Üssü’ndeki ABD’nin 39’uncu Taktik Grup Komutanlığı, Rusya’nın da Suriye’deki İŞİD hedeflerini vurmaya başladığı şu günlerde yoğun çalışmaya başladı.
Birleşik Görev Gücü’nün
konuşlanması için İncirlik Üssü’nde kurulan ve ‘Patriot Kasabası” adı verilen
çadırkent projesi yenilenmiş durumda. Çadırkentte
2 bin 250 yabancı personel aynı anda kalabilecek. GUANTANAMO UÇAKLARI İNCİRLİK’TEN
GEÇMİŞTİ
11 Eylül sonrası Bush ABD’sinin Afganistan
ve Irak’tan topladığı suçsuz
Müslümanları Guantanamou zindanlarına taşıyan
askeri kargo uçaklarının
İncirlik’e indiği de yıllar sonra ortaya çıkacaktı. Zulmün yakıtı da, bombası
da İncirlik’tendi.
AMERİKALI ASKERLERİN VUKUATLARI
İncirlik’teki Amerikan askerlerinin adli vakaları da saymakla bitmiyor. Yoldan çevirip
konuşacağınız her Adanalının söyleyecekleri aynı:
İşte birkaç örnek:
İncirlik Üssü’nde 17 Eylül 2005 yılında kafeden çıkıp
otomobiliyle lojmanına dönen Hava
Pilot Binbaşı Ferih Dinçer ile eşini, 5 ABD askeri
çavuş yere yatırıp
kelepçeledi. Köpekler ise üzerlerine saldırdı. Sonra
ABD’li çavuş ülkesine
gönderildi. Türk Binbaşı ise olay ört-bas edilmek
istenince istifa edip bir
özel havayolu şirketine geçti. Konuyla ilgili aranan
ABD Büyükelçiliği’nin
cevabı ise küstahçaydı: “Bu soruya Türk Genelkurmay’ı yanıt versin.”
ÜSTE BULUNAN CAMİYE SALDIRDILAR,
KUR’AN-I YAKTILAR
Adana’daki İncirlik Üssü’nde 2013 yılbaşı gecesi
ABD’li askerlerin 10’uncu Tanker Üs Komutanlığı’ndaki camiye girip, ahşap minberi parçaladıkları,
camları kırdıkları ve Kuran’ı Kerim’leri yırttıkları
iddiaları infial uyandırmıştı. Açıklama yapmak zorunda kalan TSK, Mescit’in camlarının kırıldığını
doğrulamıştı. 1 Nisan 2006’da 19 ve 20’li yaşlardaki
iki Türk genci ABD’li kız arkadaşlarını İncirlik Hava
Üssü’ne götürürken ABD’li astsubay 24 yaşındaki
George Lopez tarafından yumruklanarak dövülür.
Türk gençler şikayetten vazgeçer, Lopez’e 10
ay hapis cezası verilip ertelenir. Amerikalı çavuş 20
yaşındaki Christopher Anthony Shumaker’in kullandığı otomobil, iki kişiyi taşıyan motosiklete çarptı.
Hamile kadınla eşi öldü. Er Shumaker’i cezaevine
girmekten ABD askeri yetkililerinin mahkemeye
18
/ugsamnews
RAPOR
verdiği taahhütname kurtardı. Shumaker ülkesine
tayin edildi. Türkler öldüğüyle kaldı… Üstte öğretmen olarak bulunan Jonathan Smith’in Cemalpaşa
Mahallesi’nde kiraladığı dairede Çağ Üniversitesi
öğrencisi İlker Altuğ’un cesedi, boğazı kesilmiş halde
bulundu… Üste görevli ABD’li astsubaylar Donald
Graves ve Zachary; “Vatandaşlarınızıda ... edeyim,
sendikanızı da ... ederim” şeklinde hakarette bulunarak Harb-İş Sendikası Adana Şube Başkanı Mustafa Acet’in astığı grev kararı duyurusunu
yırttı…
lerdeki üslerden havalanarak silahları ulaştırdığı
biliniyor. Fırat Kalkanı Operasyonu ile bölgeye Türkiye’ye karşı da PYD ve DEAŞ birlikte harekete geçirildi. ABD üslerinden gönderilen silahlar ve mühimmat
bu terör şebekeleri eliyle askerlerimizi şehit etmeye
devam ediyor.
KENDİ TOPRAKLARIMIZDA, KENDİ
HALKIMIZA KÜFÜR
Yenişehir’de oturan Mr. Morris adındaki
Amerikalı uzman, kapısının önündeki motosikletinin
çamurluğuna dokunan 11 yaşındaki Turhan adındaki çocuğu evinin penceresinden av tüfeği ile
vurur. Yaralı çocuk hastaneye kaldırılır. Morris
görevi başında olduğunu söylediğinden polisler dokunamaz. Amerikalı ceza bile almaz. Türk bayrağını
yırtan Amerikalı Wilburd Martin “Bütün Türkler ….
Çocuğudur.” diyerek hakaret eder.( 11.05.1964 )
6.08.1966’da Diyarbakır’a 20 kilometre uzaktaki
Pirinçlik hava alanında korumakla görevli Türk
birliğinin başındaki subaya Amerikalı subay silah
çeker. Birliğin başındaki Türk teğmenin adı Yılmaz
Baysan’dır. Amerikalılar teğmeni silah zoruyla hapsederler. Türk birliğindeki diğer askerler silahlarını
alarak komutanlarını kurtarır. Amerikalı SW, Topkapı Sarayı Bağdat Köşkünden sedef kakmalı takımları çalarken yakalanır. 1961’de gerçekleşen bu olayda SW ifadesinde; ülkemizi çok sevdiğini amacının
hırsızlık değil Türkiye’den anı götürmek olduğunu
söyler.
Suriye iç savaşının başlamasından sonra İncirlik
Üssü nasıl bir rol üstlendi. PYD’yi kendi kara gücü
olarak tanımlayan ABD bu üsten ne tür yardımlar
yaptı? 15 Temmuz sürecinde İncirlik üssü neden
gündeme geldi ve soruşturma dosyasına neden
‘takipsizlik’ kararı verildi.
PYD’YE SİLAH AKTARMAYA DEVAM EDİYOR
BİR AYDA 13 KEZ SİLAH SEVKİYATI
Tarihler 14 Aralık 2016’yı gösterdiğinde ABD’nin
PYD’ye silah aktardığı bir kez daha
ortaya çıktı. Son bir ayda ‘Aralık-2016’ silah yüklü
V-22 tipi helikopterler ABD üslerinden havalanarak
Suriye’nin iç bölgelerinde yer alan Aynel Arap’a
silah taşıdı. Son sevkiyatta ise 7 adet helikopterle
roketatar, tanksavar, otomatik piyade tüfekleri ile
askeri mühimmat indirildi. Söz konusu PYD’ye
silah aktaran ABD’nin bu helikopterleri yakın bölge-
15 TEMMUZ’UN YAKITI İNCİRLİK’TEN
15 Temmuz kanlı askeri darbe girişimini FETÖ üzerinden örgütleyen Amerika’ydı. İncirlik’ten
takviye ve ikmal alan darbeci uçaklar; TBMM’yi,
Cumhurbaşkanlığı’nı, Emniyet’i,
Genelkurmay’ı, Türksat’ı, İstanbul Belediyesini,
Havaalanını, Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın araç
ve oteli ile, Boğaz Köprüsü ve Ankara meydanlarında milleti şehit etmekten geri durmamıştı. İtfaiye
araçlarıyla kapatıldığı için kalkamayan Malatya’daki TSK envanterinde bulunmayan bomba yüklü 8
kargo uçağı Kayseri’den değil, darbeye destek için
İncirlik’ten kaydırılmıştı. Dönemin Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanı Süleyman Soylu’nun “Darbenin
arkasında ABD var” sözleriyle de İncirlik’in darbe
desteğini resmi kayıtlara geçirmişti.
BAŞBAKAN YILDIRIM’DA İNCİRLİK’E
DİKKAT ÇEKMİŞTİ
Darbeden günler sonra İncirlik ismi
kamuoyunun gündemini meşgul ederken Başbakan
Binali Yıldırım’da İncirlik Üssü’ne dikkatleri çekmişti. Rus TASS ajansına yazdığı makalede Yıldırım,
darbe girişiminin İncirlik’te koordine edildiğini şu
sözlerle teyit etmişti: “Cuntaya katılan subaylar
Gülen ağına üye olduklarını teyit etti. Ağın üyeleri
Türkiye’nin yargı organlarına, okullarına ve üniversitelerine, ülkenin güneyinde bulunan ve darbenin
koordine edildiği NATO’ya ait İncirlik’teki hava
üssüne sızdı.” 15 Temmuz Darbe Girişimi ile ilgili ifadeler bununla da sınırla kalmadı. Washington Post
Yazarı Davit Ignatius’ta makalesinde, 15 Temmuz’un
İncirlik ayağını kaleme aldı. FETÖ-PKK üst düzey yetkililerinin İncirlik’te görüştüğünü aktaran Ignatius,
İncirlik’in bu süreçte kullanıldığını itiraf etmekten
kaçınmadı…
19
/ugsamnews
RAPOR
hinde bölgede bulunan birliklerde inceleme ve denetlemelerde bulunmak üzere Adana’daydı. Orgeneral
AKAR ilk olarak 10’uncu Tanker Üs Komutanlığı/
İncirlik’te incelemelerde bulundu. Daha sonra ABD
personelinin Noel’ini kutlamak için İncirlik’te bulunan ABD Genelkurmay Başkanı Orgeneral
Joseph Dunford ile de bir görüşme gerçekleştirdiği
ortaya çıktı. Amerikalılarla işbirliği yapan, sığınma
isteyen Türk komutan Van, tutuklandı. İncirlik’in
darbeci olduğunu devletin bakanları söyledi.
ERBAKAN: ÇEKİÇ GÜÇ İŞGAL KUVVETİDİR,
İKİNCİ SEVR’DİR. DERHAL GÖNDERİLSİN
İNCİRLİK DOSYASINA YETKİSİZLİK
KARARI
15 Temmuz Darbe Girişimindeki rolü ortada
olan İncirlik ile ilgili gelişmeler ise dikkat çekti. Adana Cumhuriyet Başsavcılığı’nın İncirlik’te darbeye
destek verenlere ilişkin yürüttüğü soruşturma dosyasına ise yetkisizlik kararı verildi. İncirlik’te darbe
girişimiyle ilgili sürecin planlayıcılarından olduğu
iddia edilen Bekir Ercan Van ile onun talimatları
doğrultusunda Cumhurbaşkanlığı Külliyesi, TBMM
ve Özel Harekat Daire Başkanlığını bombalayan
savaş uçaklarına havada tanker uçakları ile yakıt
ikmalinde bulundukları belirlenen filo komutanı ve
pilotların da bulunduğu 20 askerle ilgili soruşturmada yetkisizlik kararı verildi.Yetkisizlik kararıyla,
onlarca ek klasörden oluşan soruşturma dosyası,
darbe girişimine katılan Hava Kuvvetleri Komutanlığında görevli generaller ve subaylarla ilgili ana
soruşturmanın yürütüldüğü Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığına gönderilmişti.
ALMANYA’DA İNCİRLİK’E GELİYOR
2016 yılının başında Almanya’da İncirlik’e
gözünü dikmeye başladı. Daha önce
yaklaşık 250 askeri ile üste bulunan Almanya, İncirlik’te kendisine ait bir
bölüm istedi. Haziran ayının ortalarında her iki ülke
arasında varılan ‘Teknik
Düzenleme’ adlı mutabakat neticesinde Almanya
Tornado tipi keşif uçağı ile yakıt ikmal uçağı bulundurmaya başladı.
ABD GENELKURMAY’I DA İNCİRLİK’E GELDİ
Bu süreçte gizli bir görüşmenin yaşandığı
bir iki gün sonra ortaya çıktı. Genelkurmay Başkanı
Orgeneral Hulusi Akar, beraberinde Kara
Kuvvetleri Komutanıyla birlikte 05 Aralık 2016 tari-
Milli Görüş Lideri ve Refah Partisi Genel Başkanı
Prof. Dr. Necmettin Erbakan, 1994 yılında Çekiç
Güç’e karşı TBMM’den haykıran tek liderdir.
Çekiç Güç bu ülkede durdukça siz ne bağımsızlıktan
bahsedebilirsiniz. Ne bu ülkede milli bir menfaati
koruyabilirsiniz. Bu bizim bütün haysiyetimizi kıran
bir güçtür. Şahsiyetli politikanın ilk yapacağı iş,
bu gücü geldiği yere göndermektir.”
ERBAKAN: ÇEKİÇ GÜÇ’TE YAHUDİ ASKERLER VAR
Terör örgütü ile Çekiç Güç, dolayısıyla ABD
arasındaki ilişkiden söz ederken, acaba
İsrail’in “Kürt bağlantısı” PKK’ya , hatta Çekiç Güç’e
kadar uzanıyor muydu? Turan Yavuz’un, “ABD’nin
Kürt Kartı” kitabında anlattığına göre; Washington’daki Türk Büyükelçiliğini arayan dönemin
ABD Dışişleri Bakanlığı yetkilisi, karşısındaki Türk
diplomata küstahça bir öneri getirmişti.
NİÇİN ERBAKAN’I, 10 BİN METREDEN
ATMAK İSTEDİLER?
“Çekiç Güç”e dahil bir çok Amerikalı asker var. Sayın Erbakan’a söyleyin, Çekiç Güç’e bağlı
bütün askerlerimizi incelesin. İçlerinde Musevi asıllı
tek bir asker bulursa, biz o askeri bir helikoptere
bindireceğiz ve 10 bin metreden aşağıya
atacağız. Ancak Çekiç Güç’e bağlı Amerikalı askerler
arasında Musevi asıllı
bulamazsa, o zaman kendilerini bir helikoptere
koyacağız ve 10 bin metre
aşağıya atacağız!” Ellerinden gelse atacaklardı da..
Erbakan’ın suçu, PKK
terörünün hamisinin, İsrail olduğunu ifşa etmesiydi..
UGSAM / DERLEME
İNCİRLİK
ÜSSÜ
20
/ugsamnews
RAPOR
KIBRIS
KIBRIS ADASI NEDEN STRATEJİK OLARAK
ÖNEMLİ?
B
ir uçak gemisi düşünün dünyanın en büyüğü
olsun. Üzerine onlarca değil, gerekirse yüzlerce, binlerce uçak yerleştirilebilsin. Birkaç
yüz asker değil, on binlercesi bir anda bu gemide
olsun. Başta taze gıda olmak üzere, iğneden ipliğe
ihtiyaç duyulabilecek birçok şey on yıllarca karaya
çıkılmadan yine bu geminin sunduğu imkânlarla karşılanabilsin. Üstelik herhangi bir saldırı ile
batırılma, denizin dibini boylama gibi bir korkunuz
da olmasın. Yani, dünyanın en büyük, konforlu,
güvenli, sağlam ve ekonomik uçak gemisi olsun.
Ve siz bu uçak gemisiyle Cebelitarık, Boğazlar
(İstanbul-Çanakkale) ve Süveyş “Su Yolları Üçgeni”
üzerinden dünyanın en stratejik geçiş noktalarını
kontrol edebilme, Akdeniz-Karadeniz-Hazar-Basra-Kızıldeniz Beşgen Havzası’na en az maliyetle,
her an çok daha etkin güç projeksiyonu yapabilme
imkân ve inisiyatifine sahip olun. Üstelik bu uçak
gemisine sahip olma, size bölgedeki enerji güvenliği
ve çevreleme politikalarında da iktisadi-ticari çıkarlarınızı her an savunabilecek birer sabit askeri ve
ticari üs boyutlarıyla da büyük bir avantaj sağlasın.
Sanırım dünyanın en büyük uçak gemisinin doğudan batıya doğru birer mızrak ucu gibi uzanan ve
Avrasya merkezli “Yeni Büyük Oyun”da önemi her
geçen gün daha da artan Kıbrıs adası olduğunu
anlamışsınızdır. Anlamışsınızdır diye özellikle belirtiyorum çünkü bu uçak gemisinin öneminin halen
farkında olmayan ve AB aşkına Kıbrıs’ı feda etmeye hazırlanan önemli bir kesim vardır. Rahmetli
Erbakan Hoca’nın, Kıbrıs bütünüyle elimizden
çıkmak üzereyken 1974 şanlı Barış Harekâtıyla
Kuzey Kıbrıs’ı kurtarma çabalarının asıl nedeni,
Siyonist-emperyalist ve işbirlikçilerinin niye bu denli
rahatsız ettiği şimdi daha iyi anlaşılmaktadır. Kıbrıs
tarih boyu uygarlıklar için büyük önem arz etmiştir.
Bu kadar öneme sahip bu stratejik ada elbette en
çok bizim için önemlidir. Oysa adanın jeopolitiğinde
çok hızlı bir değişim yaşanmaktadır. Bu değişimi
görenler, “Uzaktaki Yakın Çevreler Politikası” anlayışı çerçevesinde bölgeye değişik gerekçeleri
göstererek yerleşmeye başlamış durumdalar.
Örneğin, düne kadar bölgede Türkiye ve Yunanistan
ikilisi arasında ön plana çıkan, ABD’nin ise doğrudan müdahil olmaktan çekindiği Kıbrıs sorununda
bugün Avrupa Birliği (AB), Rusya, İsrail, Çin ve hatta
Suriye-Lübnan boyutuyla İran’ın da “ben varım”
dediği yeni bir mücadeleyle karşı karşıyayız. ABD’nin
BOP ile tek başına uygulamada karşı karşıya kaldığı
sıkıntılar sonucu ortaya çıkan güç zafiyeti ve bunun
bölgede yol açtığı güç boşluğunu doldurma girişimleri yatıyor. Doğu Akdeniz’de keşfedilen hidrokarbon
kaynakları, enerji güzergâhlarının güvenliği, su,
Suriye’de dip yapan Arap Baharı ve bunun yol açtığı
çok boyutlu güvenlik sorunları, AB’nin Annan’ı telafi
girişimleri ve Büyük İsrail Projesi’ni de göz önünde
bulundurmak lazımdır. Bu değişim ve girişimleri
görmemek gaflet, önem vermemek hıyanet sayılır.
Kıbrıs Doğu Akdeniz siyaseti içi hayati öneme sahiptir . Türkiye açısından bakıldığında, “Kıbrıs Gemisi”nin ciddi anlamda su almaya başladığı anlaşılacaktır. Arka planda büyük ölçüde ABD’nin destek verdiği
AB’nin Kıbrıs’a yönelik yumuşak güç politikası büyük
ölçüde etkisini göstermeye başlamıştır. AB’nin Kıbrıs
sorununu “siyaseten çözüm” adı altında başlattığı
Türkiye’yi adadan “AB’ye üyelik vaadiyle” sıfırlamaya
çalıştığı, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin adadan tamamen ya da büyük ölçüde çekilmesini amaçladığı,
bu kapsamda Kıbrıs Türklerine yönelik “duygusal
kopuş” hedefli “Kılcal Damarlar Operasyonu” ile de
Türkiye ile KKTC arasında derin bariyerler oluşturmaya başladığı politikada emperyalistler çok önemli
mesafeler almış durumdadır.
Bu bağlamda Kıbrıs her yönüyle önemini daha da
artırarak önümüzde durmaktadır. Kıbrıs’ın önemini
anlamak için bazı hususların tekrar iyi incelenmesi
ve hatırlanması önem arz etmektedir.
Kısa Tarihçe
Osmanlı İmparatorluğu’nun 1571 yılında fethettiği Kıbrıs adası 307 yıl Osmanlı hâkimiyetinde
kalmış, 1878 yılında hükümranlık hakkı Osmanlı İmparatorluğunda kalması şartıyla İngiltere’ye devredilmiştir. Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu ile İngiltere’nin ayrı saflarda yer almasının
da bir sonucu olarak, İngiltere 1914’te tek taraflı bir kararla adayı ilhak etmiştir. Türkiye ada üzerindeki
İngiliz egemenliğini Lozan Antlaşması’yla 1923’te tanımıştır. Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanmasını ve
tamamen bir Elên adası olmasını isteyen (ENOSİS)
Rumların 1950’li yıllarda başlattığı kanlı mücadele
sonucunda, Türkler de adanın Yunanistan ve Türkiye arasında paylaşılması esasına dayanan “Taksim” tezini savunmuştur. İngiltere bazı özel şartlarla adanın yönetimini Kıbrıslılara bıraktı. NATO
içerisinde bir çatlak istemeyen ABD ile İngiltere’nin
destekleriyle 1959 yılında İsviçre’nin Zürih kentinde
21
/ugsamnews
RAPOR
ve Kıbrıs gemisi sağlama alınmıştır. Kıbrıs Türk
halkının varlığı da güvence altına alınmıştır. Türk
Barış Harekâtı aynı zamanda Yunanistan’da cunta
idaresinin de sonu olmuştur. Kıbrıs Barış Harekâtı
aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti döneminde
kazanılmış tek toprak parçasıdır. Sadece Barış
Harekâtı başlı başına stratejik derinlik açısından
irdelenmesi gereken tarihimizin yarım kalmış en
başarılı atağıdır.
Türk ve Yunan dışişleri bakanları Kıbrıs devletini
oluşturacak anlaşmaları imzaladıktan sonra İngiltere, Türkiye ve Yunanistan başbakanları ile adanın
iki toplumunun lideri Başpiskopos Makarios ile Dr.
Fazıl Küçük ‘ün Londra’da imzaladıkları antlaşmalarla Kıbrıs Cumhuriyeti’nin temellerini attılar.
Sonuçta ne “ENOSİS” ne de “Taksim”i öngören
İngiltere, Türkiye ve Yunanistan’ın garantörlüğünü
üstlendiği, egemenliği sınırlandırılmış bir Kıbrıs
Cumhuriyeti kuruldu (1960).
Barış harekâtının adı bile buradaki asıl niyeti
ortaya koymaktadır. Bu süreçle birlikte ada ikiye
bölünmüştür. Barış Hârekatı sonrasında 1975 nüfus
mübadelesi anlaşmasıyla Kuzey’den Güney’e tahminen 120.000 Rum, Güney’den Kuzey’e de 65.000
Türk geçmiş, böylece nüfus bakımından homojen
iki kesim meydana gelmiştir. Bu iki kesim, 180
km boyunca uzanan ve genişliği 5 metre ile 7 km. arasında değişen bir “ara bölge” ile birbirinden
ayrılmıştır. Bugün Kuzey Kıbrıs’ın yaklaşık 300.000
kişilik nüfusuna karşı, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nde 1.000.000 civarında Rum yaşamaktadır.
1974 yılında adada oluşan yeni fiili durumda
iki kesimlilik ortaya çıkmış oldu. KKTC’ nin 1983
1959 ve 1960 antlaşmalarının belirgin en
yılında resmen kurulması, Yunanistan’ın 1981
önemli özelliği Rumlar ile Türkler arasında kurmuş
yılında Avrupa Topluluğu’na üyeliği, Türkiye-Avruolduğu dengedir. Bu dengeye göre Türk halkı Rumlarla birlikte Kıbrıs Cumhuriyeti’nin eşit bir ortağıdır pa Birliği ilişkileri çerçevesinde Kıbrıs sorunu ve
ve Kıbrıs’ta iki toplumluluk sağlanmıştır. Ancak yerel Annan Planı gibi günümüze kadar gelen bir süreç
de ortaya çıkmış oldu.
yönetim ile ilgili olan konularda çıkan anlaşmazlıklar ve bunun sonucunda Türklerin elde ettikleri
Kıbrıs Adası’nın Stratejik Önemi Kıbrıs adası
hakların anayasayı işlemez hale getirdiğini iddia
tarih
boyunca
hep önemli bir ada olmuştur. Güney
eden Makarios’un, Türkleri eşit ortaklıktan “azınlık”
Anadolu
ile
Mezopotamya’ya
geniş açı ile hâkim
statüsüne indirmeyi amaçlayan 13 maddelik değişikdurumda olan, Orta Doğu’ya açılmak ve oraları
lik önerisinin Türkler tarafından reddedilmesinden
kontrol etmek isteyen devletler için vazgeçilmez
sonra, Rumların 1963’ten itibaren silaha sarılarak
bir üs olarak görülmüştür. Bu özelliği ile hem bölge
Türkler üzerinde kanlı oyunlar oynamaya kalkmasıyla Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kuran dengeler alt üst devletlerinin hem de bölge-dışı devletlerinin her
zaman ilgisini çekmiştir. Çıkartılan bir miktar bakır
olmuştur ve anayasal sistem Rumların sorumsuzca
davranışları sonucunda çökmüştür. Rum kesiminde cevheri dışında önemli bir zenginliği bulunmayan
adanın değerini belirleyen asıl özellik, ticaret yollarımeclis her sene başpapaz ile açılır, laik değillerdir.
na ve stratejik bölgelere olan yakınlığıdır. Bu önemi
nedeniyle milattan önce 450 yılında Mısırlılar ilk kez
1963-1974 yılları arasındaki dönem Türk
adayı işgal etmişler daha sonraki yıllarda da ada
toplumu, ana yasal haklarını kullanamadan yaşadı
sırasıyla; Fenikeliler, Yunanlılar, Mısırlılar, Makedve tecrit edilmiş bir şekilde ve de terör örgütü
onyalılar, Romalılar, Bizanslılar ve Cenovalıların
EOKA-B’nin katliamlarına maruz kaldı. 1974 yılında
işgaline uğramıştır. 1489 yılında Venediklilerin eline
ENOSİS’e ihanet ettiği gerekçesiyle Yunanistan’dageçen ada o yıllarda itibaren Akdeniz’in en büyük
ki cuntanın da desteklediği bir darbeyle Rumlar
korsan yönetimine ev sahipliği yapmıştır.
Makarios’u yıktılar. 1959-1960 antlaşmalarında
belirtilen garantörlük haklarını kullanan Prof.Dr
Necmettin Erbakan’ın başbakan yardımcılığında,
başbakana vekalet ediyorken Türkiye, adadaki
Türklerin güvenliğini de dikkate alarak 20 Temmuz 1974 günü Barış Hârekatını başlatmıştır. Böylece Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakı önlenmiş
22
/ugsamnews
F
RAPOR
atih Sultan Mehmet’in 1453 yılında İstanbul’u fethetmesi, buradan başlayarak
sınırlarını 3 kıtaya genişletmesi, daha
sonra Akdeniz’de Kıbrıs, Girit, Rodos gibi stratejik önem taşıyan adaları fethetmesi, Akdeniz’de
deniz hâkimiyeti kurmayı hedefleyen, bilinçli bir
jeopolitik düşüncedir.
“Deniz Hâkimiyet Teorisini” ortaya koyan
Mahan, İngiltere’nin Asya ve Avrupa’daki konumundan etkilenerek, “Denizlere hâkim olan,
Dünyaya hâkim olur” tezini ortaya sürmüştü.
Ayrıca uluslararası gücün en büyük göstergelerinden biri olarak deniz donanma gücünü olduğunu söylemiştir. İşte bu teoriden yola çıkarak
Kıbrıs Adasına baktığımızda, Karadeniz’den gelen, İstanbul Boğazı, Marmara, Çanakkale Boğazı
yoluyla Akdeniz’e ulaşan, Akdeniz’den Süveyş
Kanalına yoluyla, Kızıldeniz’e oradan da Hint
Okyanusu’na açılan, Akdeniz’den Fırat ve Dicle
nehirlerinin vadisini takiben Basra Körfezi’ne
inen stratejik yollar üzerinde bulunmasından
dolayı Kıbrıs, jeo-stratejik öneme sahiptir. Ayrıca Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarını birleştiren
jeopolitik bir konuma sahip olmasıyla da, Avrupa
için önemli bir deniz olarak kabul edilmektedir.
Uluslararası bir suyolu olan Akdeniz, Atlas ve
Hint Okyanusu’ndan, Avrupa’nın iç kısımlarına
ulaşan tek deniz yolu olma özelliği ile önemlidir.
Bu özelliğinden dolayı Akdeniz, yüzyıllarca “ticaret ve deniz ulaşımı” yollarının bir kesişme noktası olmuştur. Akdeniz, Cebel-i Tarık Boğazı ile
Atlas Okyanusu’na, Süveyş Kanalı ile Kızıldeniz’e
ve oradan da Hint Okyanusu’na açılır. Çanakkale
ve İstanbul Boğazları da, Akdeniz’i Karadeniz’e
bağlar. Akdeniz, Afrika’nın kuzey ucu ile Sicilya
Adası arasında dar bir boğazla birbirine bağlanan; Doğu Akdeniz ve Batı Akdeniz olmak üzere
iki geniş havzadan oluşmaktadır. Kısaca Kıbrıs,
Akdeniz’den Süveyş Kanalı yoluyla Kızıldeniz’e
oradan da Hint Okyanusu’na açılan, Akdeniz’den
Fırat ve Dicle nehirlerinin vadisini takiben Basra
Körfezi’ne inen stratejik yollar üzerinde bulunmasında dolayı jeopolitik açıdan paha biçilemeyecek kadar değerli bir ada konumundadır. Bu
bakımdan Kıbrıs, geçmişten günümüze kadar
bu bölgede nüfuz sahibi olmak isteyen ve adı
geçen stratejik noktaları geçirerek Akdeniz’de
egemenlik kurmayı amaçlayan güçlerin odak
noktasını oluşturmuş ve güç mücadelelerine
sahne olmuştur. Bugün de aynı özelliği artırarak
korumaktadır.
Çarlık Rusya’sı ile Osmanlı İmparatorluğu
arasında geçen savaşta, Osmanlı Devleti’ne
yardımda bulunmak amacıyla Kıbrıs’ın idaresini geçici olarak Osmanlı Devleti’nden devralan
İngiltere; uzun yıllardır Kıbrıs, Malta ve Cebel-i Tarık’taki varlığıyla Akdeniz’de hep üstün
konumda bulunmuş, Orta Doğu’daki çıkarlarını
kontrol altında tutmuş, Hindistan’dan gelip, Akdeniz’den geçerek İngiltere’ye uzanan ticaret yolunu açık tutmuştur. Zürih ve Londra antlaşmalarında Kıbrıs’ın güneyinde toplam yüzölçümü 98
mil kare olan Dikelya ile Akrotriri üslerini elinde
bulundurmuştur. Bu üsler hala İngiltere’ye aittir.
İngiltere ülke dışındaki üslerini kapatmış olsa da
buradaki varlığını hala korumaktadır.
Kıbrıs Adası Akdeniz’in doğusunda en az
270 derecelik açıyla Orta Doğu’ya ve 360 derecelik bir açıyla da Kuzey Afrika’ya hâkim bir duruma sahiptir. Diğer yandan Kıbrıs’ın kuzey kıyısı,
Türkiye’nin tüm Akdeniz sahilinin kontrolüne
imkân sağlamaktadır.
Orta Doğu’da etkili bir konuma gelmenin bir yolu da Kıbrıs adasının stratejik amaçlı
kullanılmasıdır. Bu nedenle İngiltere dünyadaki
kendi yönetimindeki ve denetimindeki birçok
üssü kapatmasına rağmen Kıbrıs’taki üslerine
büyük önem vermektedir. Çünkü Kıbrıs adası
gerektiğinde askeri bir yığınak bölgesi, hava kuvvetleri için mükemmel bir üs, insanlı ve insansız
istihbarat ve karşı istihbarat faaliyetleri için çok
önemli fırsatlar sağlamaktadır.
Kıbrıs adası tarihi boyunca Orta Doğu’ya
açılmak isteyen devletler için hep önem teşkil
etmiş ve vazgeçilmez stratejik ve ticari bir üs
olarak görülmüştür. Adaya hâkim olan güç, her
daim Türkiye’den Mısır’a, Lübnan’dan İran’a kadar olan bölgeyi kontrol etmiş, Türkiye üzerinden
Orta Doğu’ya açılamayan güçler; Kıbrıs adasını
amaçları için kullanmışlardır. Sicilya ve Sardunya’dan sonra Akdeniz’in üçüncü büyük adası
olan Kıbrıs’ın en yakın komşusu Türkiye’dir.
23
/ugsamnews
RAPOR
Kıbrıs, Güney Anadolu sahillerinden sadece 70 km,
Suriye’den 100 km, Mısır’dan 400 km ve Yunanistan’dan ise 800 km uzaklıktadır.
Kıbrıs adasının Türkiye, Kıbrıs Türkleri ve
dolayısıyla Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (K.K.T.C)
açısından öneminden bahsetmek gerekirse;
Yunanlı Tarihçi Dr. Achille Emiliyanidis adada
yaşayan insanlar hakkında “Kıbrıs’ın ilk halkı kuvvetli bir ihtimalle Anadolu kıyılarında gelip adaya
yerleşmiştir. Bunlar âdet ve davranışlarını da beraberlerinde getirmişlerdir.” demektedir. Kıbrıs, kesintisiz olarak 307 yıl Türkler’in
hâkimiyeti altında kalmıştır. Adada yaşayan
değişik kökenli halka, 1517’den sonra Türk halkı da
katılmıştır. Kıbrıs tarihi boyunca birçok uygarlık
ve medeniyete ev sahipliği yapmış, hiçbir dönemde
bir ulusun veya bir devletin, sadece kendi dininden
veya ırkından olanlara yaşama hakkı tanıdığı bir
ada olmamıştır.
Bunun her denenmesi sırasında adada büyük
sıkıntılarla karşılaşılmış, büyük çalkantılara neden
olmuştur. Dolayısıyla bugün Kıbrıs’ın, üzerinde
tek bir millet varmış gibi gösterilmesi, bu tarihi
gerçekleri üssünü kapatılması anlamına gelmektedir. Eğer konu Türkiye’nin kontrol altına alınması
ve Orta Doğu’nun Batı’ya açılımının Kıbrıs üzerinden kontrol altına alınmak istenmesi ise, bunun
ne Türkiye ne de Kıbrıs Türkleri tarafından kabul
edilemeyeceğinin anlaşılmış olması gerekmektedir.
Ege denizi olduğu gibi, Kıbrıs adası da, Türkiye’nin
güvenliği açısından son derece önem taşıyan bir
yere sahiptir.
Yakın gelecekte Kıbrıs ile Türkiye’nin önemi
daha da artacak iken ve dünya siyasetinin temel
yörüngesine enerji ve su politikaları oturacak iken
Kıbrıs’a gerekli önem verilmemektedir. Türkiye,
Orta Doğu bölgesindeki en verimli ve kullanılabilir
su kaynaklarına sahiptir. Fırat nehri üzerinde kurulan bir dizi barajdan elde edilen hidroelektrik enerjisi, Türkiye genelinde ve bu bölgeden kurulmakta olan endüstri için hayati bir önem taşımaktadır.
Ayrıca Türkiye’de petrol üreten kuyuların tamamı
bu bölgeden bulunmaktadır. Kerkük-Yumurtalık
petrol boru hattından geçmektedir. 2006 yılında
tamamlanan Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattıyla
beraber diğer doğalgaz ve petrol boru hatlarının
İskenderun körfezine kadar uzanması, bölgenin
ve Kıbrıs’ın stratejik önemini bir kat daha artırmaktadır. Enerjinin ve endüstri ürünlerinin dünya
pazarlarına İskenderun ve Mersin limanlarından
ihraç edileceği dikkate alındığında, İskenderun
körfezi yakın bir gelecekte bir enerji terminali ve
bir ticaret üssü durumuna gelebilecektir.
1960 yıllardan sonra Kıbrıs, Türk dış politikasından temel ekseninde odak haline gelmiştir.
Türk dış politikası Kıbrıs etrafında şekillenmiş ve
diğer alanlardaki faaliyetler bu politika doğrultusunda şekillenmiştir. Kıbrıs sorunundan ortaya
çıkan veya bu politikanın getirdiği sonuçlardan
meydana gelen faaliyet dalları; Amerika, Sovyet
Rusya, Yunanistan ve Orta Doğu ile ilişkilerimizi
belirlemiştir. Bu da çok normaldir. Çünkü Kıbrıs,
Türkiye için hayati öneme sahip milli bir değerdir.
Ve realist teori açıdan bakarsak bir dış politika
her şeyden önce milli çıkar ekseninde olmalıdır. Milli çıkar eksenli politikadan bahsetmek gerekirse burada Türkiye’nin belirlediği iki ana politika
vardır. Birincisi Türkiye’nin güvenliği, milli çıkarı
açısından Kıbrıs adasının taşıdığı stratejik önemdir. Çünkü Türkiye’nin güvenliği, Kıbrıs’ın başka
bir gücün elinde bulunması, Türkiye’nin güneyden
kuşatılması anlamına geleceğinden, adanın hâkimiyetinin ya Türkiye’nin elinde olması ya da başka
bir güç tarafından tehdit unsuru sağlamayacak
şekilde bir statüde olması gerekmektedir. Doğu
Akdeniz’de hareket serbestliği Kıbrıs’ın güvenilir
olmasına bağlıdır. İkinci nokta ise; Kıbrıs adasında
yaşayan Kıbrıs Türk halkının, Kıbrıs’taki varlığı,
geleceği ve güvenliği, bağımsız, egemen ve insan
haklarının en üst düzeyde korunduğu bir halk
olarak korunmasını sağlamaktır. Türkiye bu iki
unsur çerçevesinde politikalarını belirlemelidir,
daha önce Kıbrıs’ın geleceğini 1959 ve 1960 antlaşmalarıyla belirlemeye çalışmıştır.
Son zamanlarda ki en büyük sorun ise,
gerek Türkiye’nin gerekse Kıbrıs’ın AB ile olan
ilişkilerinden kaynaklanmaktadır. 1999 Helsinki
zirvesinde Türkiye, Avrupa Birliği’ne aday ülke
olarak kabul edilirken önüne konan şartlardan
bir tanesi de Kıbrıs konusunun dört yıl içinde bir
çözüme kavuşturulması isteğidir. AB Kıbrıs sorunun çözümünde Türkiye’yi tek taraflı olarak
yükümlülük altına sokmakta, Yunanistan’ı serbest
bırakmak suretiyle Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti’ni zorlamakta ve bütün çözümsüzlük
24
/ugsamnews
RAPOR
yolları tamamen bu iki ülkeden kaynaklanıyormuş
gibi muamele uygulamaktadır. Kıbrıs konusunun
kesin bir çözüm getirilmeden Rum kesiminin AB’ye
alınması da, Kıbrıs’taki iki halkı, Türkiye’yi, Yunanistan’ı ve AB’yi genel olarak bölgedeki barış ve istikrarı etkileyecek krize neden olabilecektir. Ayrıca
Rum kesiminin AB’ye alınması karşılıklı çözüm
sürecini yavaşlatmaktadır.
AB, Kıbrıs’ta jeopolitik çıkar sağlamak için,
1960 yılından günümüze kadar meydana gelen
olayları ve adadaki mevcut “de facto” durumu hiç
olmamış gibi kabul ederek, Kıbrıs sorununa kalıcı
ve tarafları tatmin eden bir çözüm bulmadan, Rum
kesimini adanın tamamını temsil ettiğini öne sürerek üyeliğe kabul etmesi, Türkiye’nin ada üzerindeki
konumunu uluslararası hukuk açısından etkilemiş,
ada üzerindeki hak ve iddialarını yok saymıştır. Bu
durumda AB, Doğu Akdeniz’de, Türkiye ile Yunanistan arasında zaten 1981 yılında Yunanistan lehine
bozulmuş olan dengeleri daha da bozmuş karşılıklı
ilişkilerle çözüm yolunu daha da zor hale getirmiştir.
Kıbrıs sorununun çözümünde tarafların temel
pozisyonlarını neler olduğunu bir kez daha bakalım:
Kıbrıslı Türkler nasıl bir çözüm istemektedir? Daha
öncede bahsettiğimiz gibi Kıbrıs Türk halkı öncelikle
can ve mal güvenliklerinin sağlanmasını istemektedir. Bu, ancak Türkiye’nin etkin ve fiili güvencesiyle sağlanabilecektir. Ayrıca Kıbrıs Türkler’i
kendi bölgelerinde özerk yönetime sahip olmayı ve
oluşturulacak birleşik devlette, çoğunluğun isteğine
boyun eğmeksizin, azınlık statüsünü kesinlikle kabul
etmemektedir.
Kıbrıslı Rumlar, Kuzeye özgürce geçebilmeyi
ve Kıbrıs Türk bölgesinde özgürce, hiçbir kısıtlama
olmadan, yerleşebilmeyi ve mal-mülk edinebilmeyi
istemektedir. Ayrıca kendi hükümet yapılarını
oluştururken, Kıbrıs Türk kesiminin vetosu olmaksızın özgürce kararlar almak istemektedir.
Türkiye, adadaki Türk nüfusunun uzun vadeli güvenliğini güvence altına almayı istemekte ve
varılacak çözümde, Kıbrıs Türk toplumuna Kıbrıslı
Rumların egemenliği altındaki bir azınlık statüsünün
verilmesini kesinlikle reddetmektedir. Ayrıca Avrupa Birliği’nin Kıbrıs üzerindeki stratejik amaçları
olması ve Türk ve Rum arasındaki anlaşmaya bakmadan Kıbrıs’ı bir bütün olarak görüp AB’ye alması,
öte yandan NATO’nun ittifak üyeleri olan Türkiye
ve Yunanistan arasındaki ilişkileri siyasal açıdan
en çok zedeleyebilecek ve böylelikle, İttifak’ın güneydoğu kanadında sürekli bir istikrarsızlık durumu
yaratabileceği endişesi olması Kıbrıs konusunun
sadece Türk-Yunan sorunu değil uluslararası bir
sorun olduğunu ve adanın bir satranç tahtası haline
geldiği bir gerçektir.
AVRUPA İÇİN KIBRIS’IN ÖNEMİ
Kıbrıs’ın AB için emperyal hedeflere ulaşmak
amacıyla büyük değerler taşıdığı bir gerçektir.
Öncelikle AB için coğrafyasını daha da genişletmek
imkânı doğmuştur. İkinci olarak ise, Orta Doğu’daki karlı arz talep ilişkisi AB için Kıbrıs’ın cazibe
merkezi hale gelmesine neden olmuştur. Büyük çapta sanayileşmiş olan AB, ihtiyaç duyduğun petrolün
yüzde 80’e yakın bir kısmını Orta Doğu’dan temin etmekte ve bu petrolün neredeyse tamamı Avrupa’ya
Akdeniz üzerinden gelmektedir. Dünyada petrol
rezervlerinin giderek azaldığı, petrolün arz ve talebi
arasında kurulan hassas dengenin 21.yüzyılda daha
da önemli bir noktaya geleceği düşünülürse; Akdeniz ile Orta Doğu’nun AB için taşıdığı jeopolitik ve
jeostratejik önem kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
Bu konuda dengeyi bozacak küçük bir müdahale,
petrol pazarının alt üst edecektir. Böyle bir durum,
AB’yi bir bütün olarak ve AB üyesi ülkeleri teker
teker olumsuz yönde etkileyecek ve büyük kayıplara
neden olabilecektir. Dünya düzeninde büyük bir güç
merkezi olarak yer almak isteyen AB’nin, Akdeniz
ve Ege Denizinde bir deniz hâkimiyeti kurma amacına yönelik politika izlemesi, büyüme ve genişleme
stratejisinin bir gereğidir. AB’nin bu hedefini
gerçekleştirebilmesi, ancak bu denizlerde başta
Kıbrıs olmak üzere, Cebel-i Tarık Boğazı, Malta ve Girit gibi adaların kontrolünü alabilmesinden geçmektedir. Avrupa Birliği bahsettiğimiz gibi Akdeniz’de
kuracağı bir deniz hâkimiyeti ve Orta Doğu’da sahip
olacağı nüfuzu ölçüsünde 21.yüzyıl dünyasında etkili
olabilecektir. AB, bu amaçla halen elinde sayılan
Girit ve Malta adalarıyla Cebel-i Tarık Boğazı’na ek
olarak, Doğu Akdeniz’deki stratejik noktaları kontrol
altında tutan Kıbrıs’ı çözülmemiş sorunlara rağmen
Avrupa Birliği’ne alarak Avrupa Birliği için ne kadar önemli olduğunu gözler önüne sermiştir. AB,
Akdeniz’e hâkim olmadan dünya sahnesine süper
güç olarak çıkmasının çok zor olduğunu bilmekte ve
bu anlayış çerçevesinde hareket etmektedir. Daha
25
/ugsamnews
RAPOR
önce de bahsettiğimiz “Deniz Hâkimiyet Teorisi”
ekseninde politikalarını belirleyen AB, Akdeniz’deki
üstünlüğünü sağlamlaştırma için Kıbrıs’a ayrı bir
önem vermektedir.
AVRASYA İÇİN KIBRIS’IN ÖNEMİ
Sovyetler’in dağılmasının ardından Türk dış
politikasında kimi zaman doğru, kimi zaman yanlış
ifadelerle anlatılmaya çalışan Avrasya kavramı çoğu
zaman kesin bir tanıma ulaşmamıştı. Son yıllarda
Avrasya üzerine yapılan çalışmaların artması Türkiye’de Avrasya kavramının daha da iyi öğrenilmesine neden olmuştur. Zaman zaman tanımı yapılan
Avrasya kavramı, Arnavutluk’tan Çin Seddi’ne kadar
uzanan bir Türk bölgesi, Rusya ile paylaşılan bir
alan olarak tanımlanmış ise de; gerçek Avrasya
ne sadece Türklerin ne de Rusların bir nüfuz alanıdır, bu bölgede yaşayan toplumların, devletlerin
bağımsızlık ve refah içinde yaşamaları gereken
ortak bir alandır. Bu bakımdan Türkiye’nin bölgesine bakış açısındaki değişim ve gelişimleri, izlenilen
politikaların arkasındaki niyet ve zihniyeti eleştirisel
bir yaklaşımla ele alınmasında fayda vardır.
1920 yılından başlayarak Sofya’da, sonra
Prag’da yayınlanan dergilerle “Avrasyacılık” yeni
bir fikir olarak ortaya atılmıştır. Bu çalışmalar
daha sonra Paris’te ve Berlin’de yine aynı aydınlar
tarafından hazırlanmış kitaplar, derlemelerle yayınlarına devam etmişlerdir. Bu ekolün esas görüşleri
1926 yılında Paris’te N.Trubetskoy’un derlediği
“Avrasyacılık: Sistematik Tanımlama Denemesi” başlıklı manifestoda yoğun olarak ifade edilmiştir.
Buna göre Avrasyacılar, Avrupa uygarlığından onları
ayıran ve pek çok farklı belirleyen Rusya’nın politik
temelinin Moğollar tarafından atıldığına inanmaktadırlar.
Sovyetler Birliği 73 yıl yaşadıktan sonra
çözülünce, dünya yeni bir döneme girdi. İkinci Dünya
Savaşı sonrasının koşullarında, bütün dünya iki kutuplu bir siyasal yapılanmaya yönelince, Türkiye’de
Sovyet tehdidi nedeniyle Batı bloku içerisinde yer
almış ve NATO’ya üye olarak batı güvenlik sistemi
doğrultusunda kendi geleceğini aramıştır. Sovyetlerin ortadan kalması, bir anlamda Rusya hegemonyasını da sona erdirmiş, ideolojik doğu blokuna bağlı
bulunan devletler bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir.
Türkiye’yi çevreleyen Sovyetler Birliği’nin
ortadan kalkması ve Balkanlardaki sosyalist ülkelerin dış dünyaya bağımsız bir yapılanma içerisinde
açılmasıyla beraber, Türkiye büyük bir baskıdan
kurtulmuştur. Sürekli olarak komünizm tehdidi ile
korkutulma dönem bitmiş, bir rahatlama aşamasına
gelinmiştir. Sosyalist sistemin dağılmasıyla beraber
Demirperde denilen sınır ortadan kalkmış ve eski
Sovyet Cumhuriyetleri dış dünyaya açılmışlardır.
Böylesine bir açılış Balkanlar, Kafkasya ve Orta
Asya’yı dünyanın gündemine oturtmuştur.
Demirperde’nin kalkmasıyla beraber bu bölgenin
tamamını kapsayan kıtasal alan olarak Avrasya
kıtası, dünyanın geleceğe yönelik gidişinde ana
merkez ve hegemonya çekişmesi alanı olarak ortaya çıkmış ve bu mücadele günümüze kadar devam
etmiştir.
Eski dönemin söylemleri ile konuya baktığımızda, her gün Avrupa ve Asya sözcüklerinin
fazlasıyla kullanıldığı ülkemizde, bu iki kıtanın
birleşmesinden meydana gelen merkezi alanın adı
olarak, Avrasya kavramının pek de fazla kullanılmadığı görülmektedir. Uzun yıllar Rusya ile bölge
devletleri ile beraber Amerika ve İngiltere gibi emperyalist devletler sürekli olarak Avrasya kavramı
ile yakından ilgilenmiş ve dünya hegemonyası
doğrultusunda bu bölgenin ele geçirilmesi için mücadele etmişlerdir. Türkiye ise, Avrasya’nın tam
ortasında yer alan merkezi bir konuma olmasına
rağmen bu bölge ile son zamana kadar yakından
ilgilenmemiş, emperyalist güçler ise Türkiye’nin
tarihsel bağlarını koparmak için ellerinden geleni
yapmışlardır. Soğuk savaş sonrasında Demirperde’nin kalkmasıyla beraber Avrasya süreci
başlamıştır.
Kültürel ve coğrafi bir bütün olarak Avrasya
tarihinin belkemiği, ana karayı Pasifik Okyanusu’ndan Karpatlara kadar kat eden büyük bozkır
oluşturmaktadır. “Bozkıra hükmeden, Avrasya’nın
politik ve kültürel birleştiricisi olmuştur.” Avrasya
kavramını yeniden yorumlayan Rus sosyolog ve
jeopolitikacısı A.Dugin “Yeni Avrasya Hareketi” adlı
bir partiyle çalışmalarını hız vermiştir. A.Dugin
Avrasya’yı tanımlarken Baltık Cumhuriyetleri’ni,
Polonya’yı ve Türkiye’yi dahil etmektedir. Türkiye’yi
dâhil ederken Kıbrıs’ı da stratejik nokta olarak
vurgulamakta ve Kıbrıs adasının Avrasya hâkimiyeti için son derece önemli bir ada olduğunu altına
çizerek anlatmaktadır. Dugin, Atlantikçiler “in asıl
niyetini; Avrasya medeniyetini, kültürünü, dil çeşitliliğini ve dil yakınlıklarını, Avrasya topluluklarının
Etno-Kültürel ilişkilerini ve jeopolitika konularındaki yakınlıklarına bir tampon oluşturmak şeklinde
yorumlamaktadır. Avrasya’daki olası bütünleşme
hareketlerine de engel olarak görmektedir. Dugin’e
göre, Avrasya’nın yer altı ve yer üstü zenginliklerinin farkında olan Atlantikçiler aynı zamanda da bu
değerleri yönetme ve kontrol etme ihtirasından ileri
gelen niyetleri ile hareket etmektedir. (18)
26
/ugsamnews
RAPOR
Sonuç:
Bölgesel ve küresel stratejilerin önemi
bugünkü dünya sisteminde tüm etkisiyle hissedilmektedir. Bu AB’nin Maastricht Anlaşması ile başlayan
Genişleme Süreci’nde de ortaya çıkmıştır. Bir yandan kendi sınırlarını üye olmayanlara karşı yüksek
bir set ören AB, diğer yandan da fırsat bulduğu
zamanda Avrupa coğrafyasının kapsamını kendi
anlayışı çerçevesinden genişletmektedir.
2000”li yılların başından bugüne ABD tarafından ortaya atılan ve yeni tanımlanan Büyük Orta
Doğu Projesi, başta bölge aktörleri olarak Türkiye, İran, İsrail, Mısır ve Suudi Arabistan’ı ön plana
çıkarmıştır. Bu bağlamda Kıbrıs uluslararası aktörler tarafından daha da önemsenmektedir. Bu önemsenme bir yandan AB’nin Kıbrıs’ı bir bütün olarak
kendi birliğine üye yapma şeklinde ortaya konurken;
diğer yandan da ABD’nin Büyük Orta Doğu Projesi’nde yer alma şekli ile tanımlanmaktadır.
Jeopolitik açından Kıbrıs, adada yaşayan
300 bin Türk’ün eşit siyasi haklara sahip, güven
içerisinde bağımsız ve egemen olarak varlıklarını
devam ettirebilecekleri bir vatan olarak değerlendirilmektedir. Türkiye için Kıbrıs da, yabancı güçler
tarafından Anadolu’nun güneyden kuşatılmasına ve
ulusal güvenliğinin tehdit edilmesine engel olunması
misyonunu taşır. Orta Doğu, Akdeniz, Ege, Süveyş
Kanalı, Kızıldeniz ve Körfez dünyansın büyük güçlerinin ilgisini çeken yaşamsal bir bölgedir. Bu bölgenin
hemen odağında bulunan Kıbrıs adasında stratejik yaşamını devam ettirmek, tüm devletler için
son derece önemlidir. Çünkü Kıbrıs, etrafını saran
bölgelere “ bölgesel ve stratejik güç” olma yolunda
bir açılım sağlar. Hiçbir stratejist, hiçbir uluslararası ilişkiler uzmanı 21.yüzyılda Kıbrıs’ın stratejik
önemini kaybettiğini veya değerini yitirdiğini iddia
edemez. Böyle bir söyleme sahip olan günümüzdeki
liberal(!) aydınlar Kıbrıs’ın Türkiye üzerinde bir yük,
Avrupa Birliğine girmede bir engel olarak görmeleri, bu kişilerin Türkiye’yi ilgilendiren her türlü
uluslararası konuda, sorunda Türkiye aleyhinde
yer almaları gerçeği bilmezlik ya da satın alınmanın
bir yansıması olarak değerlendirmek hiç de yanlış
olmasa gerek. Yüzyıllar önce Shakespeare’in bile
Kıbrıs’ın önemi fark etmesi ve Othello’da Kıbrıs’ın
öneminden söz etmesi, Jose d’Acosta, “Historia
Naturelle des Indes” adlı eserinde “Yeni dünya”da bugüne kadar Avrupa, Asya ve Afrika kıtaları
açısından Akdeniz havzası ve bu havza içinde yer
alan Kıbrıs adasının taşıdığı önemde stratejik önemi
haiz bir coğrafya keşfedilmemiştir.” sözüyle adanın
önemini vurgularken, tarihçi Fernand Braudel
de “Akdeniz ve Akdeniz Dünyası” adlı iki ciltlik
eserinde başta İngiliz ve Fransızlar olmak üzere Batı
dünyasının Kıbrıs üzerindeki politikalarını ortaya
koymuş ve adanın dünya diplomasisinde oynadığı
stratejik rolü gözler önüne sererken ve böyle sayısız
nice değerlendirmeler var iken maalesef bizim
ülkemizde kendilerine aydın diyen siyasi hedeflerini
menfaate dayalı zihniyetteki bir grup insanın böyle
değerlendirmeler yapması son derece vahim ve
düşündürücüdür.
Kıbrıs son yıllarda ülke politikalarında gerekli önemi görmese de Türkiye dışındaki devletlerin
ve küresel emperyalist-Siyonist projelerin merkezine oturmuştur.
Kıbrıs’ın önemini bir asrı aşkın bir tarih öncesinde Siyonist hareketin para kaynağı Lord Rothschild‘e Temmuz 1902’de şöyle dile getirir: “Kıbrıs’ı
düzene sokmalıyız ve kuvvetle almalıyız. Kıbrıs’tan
Müslümanlar gider, Rumlar iyi bir fiyata topraklarını
satar, Atina’ya veya Girit’e göç eder. Filistin, Yahudiler için çok küçük, bu nedenle Filistin’e yakın bir yer
sağlamamız gerekiyor. Filistin’e Kıbrıs ve El Ansh
de dâhil edilmelidir.” (Şükrü Gürel, Siyonist Plan ve
Kıbrıs Milletlerarası Müstemleke Türk Yıllığı 1979,
sayfa 83-95) Türkiye’nin stratejik çıkarları ve ulusal
güvenliği açısından Kıbrıs’ın önemi özetle şu
başlıklar altında sıralayabiliriz:
1- Kıbrıs’taki 300 bin kişilik Türk nüfusu ile tarihsel ve kültürel miras Türkiye’yi doğrudan ilgilendirmektedir. 2- Ege’nin büyük oranda Yunan gölüne
dönüştüğü dikkate alındığında Kıbrıs, Türkiye’nin
hemen yanı başında, Türkiye için Akdeniz’e ve
uluslararası sulara çıkış yolu üzerindedir.
3- Türkiye aynı zamanda bir Akdeniz ve Orta Doğu
ülkesi olup, bölgenin en büyük ülkesinin Doğu Akdeniz ve Orta Doğu’da ekonomik ve siyasal varlığını
sürdürebilmesi için Kıbrıs’ta Türk varlığının korunması hayati bir önem taşımaktadır.
4- 1990 sonrası dönemin stratejik bölgesel
gelişmeleri ışığında Orta Asya petrollerinin enerji
hattı Türkiye’nin güneyinin güvenlik ve savunma
sorununu arttırmıştır. Türkiye yakın bir gelecekte
dünyanın önemli enerji terminallerinden birisi
olacağından, bölgenin ticari önemi de artacaktır.
Dolayısıyla Türkiye bu ekonomik ve ticari potansi-
27
/ugsamnews
RAPOR
yeli “güvenlik altına almak” zorundadır.
5- Güney Doğu Anadolu (GAP) Projesi tamamen bitirildiğinde bölgenin dünya ile bağlantısı
İskenderun-Mersin arasından sağlanacağından 40
mil güneyde Kıbrıs’tan bölgenin ticari yol güvenliği
garanti altına alınmalıdır.
6- Türkiye yeni gelişmekte olan Asya ekonomik
pazarının batı kapısı üzerindedir. Asya, dünya ile
deniz bağlantısını Batı” da, Türkiye’nin Akdeniz
kapısı üzerinden sağlayacaktır. Dolayısıyla bu batı
kapısının önünde de Kıbrıs durmaktadır.
7- Kıbrıs adasının bir Yunan adası, deniz ve hava
üslerinin kuşattığı bir yer haline gelmesi, Türkiye’nin hayati ulusal çıkarlarını tehdit edeceği
gibi yeni güvenlik sorunları doğuracaktır. Esasen
Ege’de denge Türkiye’nin aleyhine bozulduğundan
Akdeniz’de de Kıbrıs, Yunanistan’ın egemenlik
alanı haline gelirse, Doğu Akdeniz bölgesinin en
büyük ölçekli bölgesi olan Türkiye nefes alamaz
hale gelecektir.
8 - Kıbrıs, Türkiye’nin ulusal güvenliği açısından hayati öneme haizdir. Özellikle 1990 sonrası
dönemde Türkiye jeopolitik coğrafyasında “güvenliği
açısından kendi inisiyatifini daha fazla kullanmak”
zorunda kalmıştır ve bundan sonra da kalacaktır.
9- Türkiye’nin ortasında yer aldığı bölge,
dünyanın en istikrarsız ve sıcak çatışmalarının
olduğu yerdir. Orta Doğu tam olarak istikrara
kavuşmadığı sürece, sıcak çatışmalar ihtimali
potansiyel olarak Türkiye’nin güvenliğini tehdit etmeye devam edeceğinden Türkiye’nin uluslararası
siyaseti, ulusal çıkarları ve güvenliği açısından,
Kıbrıs’ın önemi daha da artmaktadır.
10- Dolayısıyla Kıbrıs’taki Türk varlığının artırarak
devamı, refah seviyensin artırılması, mevcut bazı
sorunların süratle ortadan kaldırılması Türkiye’nin
ulusal güvenliği için büyük önem taşımaktadır.
MEHMET HARPUTLUOĞLU
28
/ugsamnews
RAPOR
YENİ SAVAŞ STRATEJİSİ OLARAK
KİMYASALLAR
E
B
O
L
A
Dünya geliştikçe Hak ve Batıl arasında süre gelen
savaş; yeni ve daha ölümcül bir noktaya taşınmış,
topların ve tüfeklerin yerini daha teknolojik silahlar
almıştır. Son yıllarda ise bu mücadele biyoteknolojik
boyutlar kazanmış ve kurşunların yanı sıra daha
ölümcül ve kitlesel katliamlara sebep olacak biyolojik ajanlar geliştirilmiştir.
Son 50 yıl içerisinde biyolojik silahlar neredeyse
kurşunlar kadar can almış ve hızla yayılım göstermiştir.Ülkemizde de kuş gribi, domuz gribi gibi
biyolojik ajanlar geçtiğimiz dönemlerde birçok kişiyi
etkilemiştir.
Gerek yeraltı kaynakları gerekse insan gücü
bakımından tüm dünyanın gözünü diktiği Afrika
kıtası ise bu tür biyolojik denemelere en çok maruz
kalan coğrafi bölgedir. Batıl güçler çeşitli biyolojik
deneylerini 1970’lerden bu yana Afrikalı kardeşlerimiz üzerinde yapmak suretiyle zulümlerine zulüm
katmaktadırlar.
Günümüzde de hala kitlesel katliama yol açabilecek düzeyde yıkım gücüne sahip olan EBOLA
virüsü ; ilk olarak Afrika kıtasında şuan ki ismiyle
Demokratik Kongo Cumhuriyetinde(eski adıyla Zaire) ortaya çıkmıştır. Batıl güçlerin deyişiyle
virüsün hala kaynağı belirlenememiş; sözüm ona
adını da aldığı Ebola nehrinden bulaştığı iddia
edilmiştir.
Bu beş türden bugüne kadar ilk dördü; Afrika’da
insanlarda büyük salgınlara yol açmışlardır. REV’in
Filipinler ve Çin Halk Cumhuriyeti’nde insanları
enfekte ettiği saptanmış ancak bugüne kadar REV
kaynaklı bir hastalık ya da ölüm rapor edilmemiştir.
1976 yılında; Ebolanın ilk olarak izole edildiği bölge
;14. yüzyıldan bu yana birçok Avrupa ülkesi tarafından sömürge olarak kullanılmıştır. İlk olarak
Portekizliler tarafından 14. yüzyılda sömürge olarak
kullanılan coğrafya; daha sonra birleşik krallık ve
18. yüzyıldan 1960 yılına kadar(ilk olarak 1885 yılında
Belçika kralı II.Leopold tarafından Belçika koloni
imparatorluğu kurma hayaliyle) Belçika sömürgesi olmuştur. Resmi dili (sömürge olması itibariyle)
Fransızca olan Demokratik Kongo, halen batıl güçler
tarafından sömürü bölgesi olarak görülmektedir.
1960 yılında bağımsızlığının ilanından sonra bölgeyi kontrol altında tutmak isteyen Belçika; bölgede
çalışmalarını sürdürmüş ve nihayetinde 1976 yılında
patlak veren Ebola virüsünü ilk olarak Belçikalı Prof.
Dr. S.R. Pattyn izole etmiştir. Pattyn 1977 yılında virüs
hakkında yayınladığı kitabıyla bu yeni ajanı dünyaya
tanıtmıştır.
Pattyn, yazdığı
makalede; virüsü
tanımlayıp belirtilerini, hastalığın seyrini
ve yaptığı çalışmaları detaylı olarak
belirtmiş; elde ettiği
çalışma sonuçlarını
da ekleyerek bu yeni
ajanı; daha sonra
da kullanılabilecek
şekilde; aydınlatarak
yayınlamıştır.
Ebola ; hastalık olarak Pattyn’in de ortaya koyduğu gibi; ilk etapta baş ağrılarıyla kendini gösteren
daha sonra çeşitli sindirim sistemi sorunlarına yol
açarak ilerleyen ve nihai olarak ölüm ile sonuçlanan
sistemik bir hastalıktır.
Ebola virüsü; Filovirüs ailesi içindeki Ebolavirüs cinsi içinde bulunan bir RNA virüsüdür.
Ebolavirüs cinsi içinde de beş tür vardır:
1.Zaire Ebola Virüs(ZEV)
2.Sudan Ebola Virüs(SEV)
3.Tai Forest Ebola Virüs(TFEV)
4.Bundibugyo Ebola Virüs(BEV)
5.Reston Ebola Virüs(REV)
29
/ugsamnews
RAPOR
Ebolanın sebep olduğu baş ağrıları; genellikle kafa
içi basıncı arttıracak şekilde ciddi kanamalar sonucu ortaya çıkar ve birkaç gün sürer. Bir sonraki
aşamada ise virüs sindirim sistemini hedef alarak
alınan gıdaların emilimini bozar ve hasta ağır ishal
ile savaşmak zorunda kalır. Tedaviye yanıtsız bu
ishal tablosu; yerini ciddi sindirim kanalı kanamalarına yol açar ve hastanın hayatı; bu kanamalar
sebebi ile son bulur.
Hastalarda, aşırı su kaybına bağlı olarak, çeşitli lezyonlar gözlenir ki; bu lezyonlar özellikle ağız
çevresinde lokalizedir.
Son 50 yılda birçok can alan Ebola son olarak 2014
yılında Sierra Leone’ de ciddi bir salgına sebep
olmuştur.
Bu salgının ardından; 2015 yılı mart ayında
Kanada Halk Sağlığı Ajansı tarafından; VSV-EBOV adını taşıyan aşı geliştirildi. Dünya Sağlık Örgütü
aşıyı onaylayarak geliştirilmesi gerektiğini de ilave
ederek bu aşı üzerinden yeni çalışmalar başlattı. Aşı
üretilmesi için bir alman firması olan MERCK ilaç
firmasına verildi.
SONUÇ
Ebolanın dünya nezdinde tanıtımından hemen sonra
bu bölgeden nemalanmak isteyen ABD; hemen kendi
bünyesindeki bir sağlık kuruluşunu orada çalışma
yapmak için görevlendirmiştir. Centers for Disease
Control and Prevention U.S. Department of Health
& Human Services tam adıyla çalışmaya başlayan,
kısaca CDC; yıllarca tedavi bulmak bahanesiyle
çalışmalar yapmış ve ne ilginçtir ki hem Belçika
hem de ABD’nin çalışmalarından sonra hastalık;
Afrika’da farklı ülkeler sıçramış ve birçok insanın
ölümüne sebep olmuştur.
Sonuç olarak; batıl önümüzdeki
dönemde silahların, kurşunların
yerini alacak olan bu yeni savaş
stratejisini geliştirmek için kitleleri kullanmaktan çekinmemektedir. Bizler de Müslümanlar olarak
katliam gereci olarak kullanılan
biyoteknoloji konusunda gerekli
ilerlemeyi göstermeli ve bir sonraki salgın, saldırı, için gerekli
tedbirleri almalıyız. Bu vesile ile
HZ. PEYGAMBER EFENDİMİZ’in
‘’Müslüman bir delikten iki defa
ısırılmaz’’ hadis-i şeriflerinin
gereğini yapmalıyız.
Selam ve Dua ile...
Fatih KIRMIZI
30
/ugsamnews
RAPOR
KANAYAN YARA
DOĞU TÜRKİSTAN
Yüz Ölçümü: 1.828.418 Km2
Coğrafik Konumu
D
oğu Türkistan 40 Milyondan fazla Uygur
Türkçesi konuşan Müslüman Türkün yaşadığı
bir Türk İslam yurdudur. Doğu Türkistan’ın
Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Pakistan,
Hindistan (Kaşmir), Tibet, Moğolistan ve Çin ile kara
sınırları vardır
Nüfusu: 40 milyon
Doğu Türkistan da Çoğunluğu Uygur
Türkleri teşkil ederken, eskiden beri diğer Kardeş
Türkî topluluklardan Kazak, Kırgız, Özbek, Tatar,
Tacik, Hui(Dungan) Müslümanları da beraber yaşamaktadır. Doğu Türkistan Çin işgaline geçtiğinde
300.000 ‘i aşmayan işgalci Çinli göçmenlerin sayısı,
şuan nerdeyse Doğu Türkistan nüfusunu aşmış durumdadır.Çinliler şuan nüfusun % 45 teşkil etmektedir. 1949 da yapılan nüfusistatistiklerinde Türklerin
nüfusu 6 milyon olarak kayıtlara geçmiş ancak Çinlilere göre 65 yıl sonra Uygurların nüfus kanununa
boy eğmeden gösterdiği gayret ve direnişe rağmen
Türklerin nüfusu yaklaşık 12 milyona ulaşabilmiş ve
65 yıl öncesinde 280 bin olan ve tek çocuk kanununa
uyan Çinli Han nüfusunun 10 milyonu aşarak bir rekor kayıt etmiş. Çililer toplam Türkistan nüfusunun
22 milyon civarında olduğunu açıklamaktadır.
Onlarca senedir çinin bu nüfus istatistik rakamları
sabit bir şekilde kalmaktadır.
Meşhur kadim Şehirler: Kaşgar, Yarkent, Hotan,
Aksu, Kumul, Altay, Gulca ve Turfan.
Din: 100 % Sünni Müslüman
Dil: Uygur Türkçesi. Ayrıca Doğu Türkistan da farklı
lehçelerde Türkçe konuşan çeşitli Türk soydaş
kavimlerden Kazak, Kırgız, Özbek, Tatar, Tacikler
yaşamaktadır…
Ekonomik Durum:
Doğu Türkistan bir tarım bölgesidir. Buğday,
arpa, pirinç benzeri gıda maddelerinin tümü; ayrıca
pamuk ve yağlı hububat yanında çeşitli meyveler de
yetiştirilmektedir. Kendi sakinlerinin gıda ihtiyacını
karşıladığı gibi başta Çin olmak üzere dış ülkelere de
ihracat yapabilmektedir. Bu bölgede Türk boylarından Kazak ve Kırgızlar hayvancılıkla meşguldürler.
Ticaret:
Doğu Türkistan ahalisi genellikle tarım, ticaret ve hayvancılık ile uğraşır. Bir kısmı dış ticaretle meşguldür. İhracat yapılan ülkelerin başında
Hindistan, Pakistan, Türkiye, Türki Cumhuriyetleri,
Çin ve Rusya gelir. Pamuk, yün, deri, yukarıda
zikredilen ülkelere ihraç edilen malların
önemlileridir.
DOĞU TÜRKİSTANİN YER ALTI
ZENGİNLİKLERİ
Doğu Türkistan; petrol, demir-çelik, bakır,
altın, kömür, uranyum gibi stratejik öneme sahip
hammaddelere ve sayısız yeraltı ve yerüstü zenginliklerine sahip bir ülkedir. Çin’de mevcut 148 madenin 118 çeşidi Doğu Türkistan’dan çıkarılmaktadır.
Doğal kaynaklar bakımından dünyanın en zengin
ülkelerinden sayılır. Maalesef bunca zenginliklerin
sahibi olmasına rağmen şu anda en “geri kalmış
bir bölge” hüviyetini taşımaktadır. Halkımız kendi
topraklarında yoksulluk içinde yaşamaktadır. Bunun
başlıca sebebi, bu zenginliklerin talan edilircesine
Çin’e taşınması ve ülkede kurulu bütün sanayi tesislerinden sağlanan gelirin tamamının Pekin’e aktarılmasıdır. Nitekim Çin yöneticileri, Çin’in ham madde
zenginliklerinin % 85’inin Doğu Türkistan’dan elde
edildiğini itiraf etmektedirler. Ülke sanayi kuruluşlarında çalışanların % 90’ını ve petrol tesislerinde
çalışanların % 99’unu bölgeye yerleştirilen göçmen
Çinliler oluşturmaktadır. Bu bakımdan Türkler
arasında işsizlik oranı çok yüksektir. Kısacası, Doğu
Türkistan dünyanın en zengin bölgesi ve en fakir
halkıdır.
Yazı şekli: Arap alfabesi, Osmanlıca ve Çağatay yazı
şeklinin modern halidir.
Hava iklimi
Doğu Türkistan, dünyanın mutedil bölgelerinden
sayılmakla beraber dağlık bölgeler ve kuzey tarafları oldukça soğuktur. Dağlık bölgelere kar ve
yağmur çok yağar. Düz ovalarda ise yağışlar azdır.
31
/ugsamnews
RAPOR
Çin Esaretinin Kısaca Tarihçesi
İpek yolu üzerinde yer alan bu
toprak tarih boyunca İslam ve Dünya
medeniyetine büyük katkılar sunmuştur. 10. asırda medeniyetin beşiği
haline gelen bu topraklarda kimliği
olarak bilinen Kaşgarlı Mahmut ve
Yusuf Has Hacib gibi ilim sahasında
büyük şaheserler yaratmış âlimler
yaşamıştır. Sultan Abdülkerim Saltuk
Buğrahan’ınMüslüman olmasıyla beraber İslam dinini devlet dini olarak
hayata geçirdiğinden itibaren ta
1876’lara kadar yaklaşık 1000 senedir
Doğu Türkistan Halkı çok güçlü ve
şanlı imparatorluklar, Hanlıklar
kurarak bütün Orta Asya, Moğolistan,
Çin’inbir kısmıAfganistan, Keşmir
bölgelerine kadar büyük coğrafyayı
yönetmiştir.
Doğu Türkistan’da ilk Çin
işgali 1750 yılında başlamış ve 1862
tarihine kadar sürmüştür. Bu süre
içinde Doğu Türkistan’da 42 isyan
hareketi olmuştur. 1863 yılında Yakup
Beg BEDEVLET, Kaşgar merkez olmak
üzere, Kaşgariye devletini kurmayı
başarmıştır. Bu devlet Osmanlı sultanı Sultan Abdülaziz’e biat etmiş ve
devleti aliye den yardım istemiş ve
istedikleri yardımı almaya muvaffak
olmuştur. Yakup Beg, en büyük desteği
ise Sultan II. Abdulhamid Han tarafından görmüştür. Bu desteğe rağmen
kurulan devlet uzun ömürlü olamamıştır. Osmanlı Devleti’nin bu dönemde sıkıntılı günler geçiriyor olması
bölgeye yeterli desteği vermesini
engellemiştir. Osmanlı Saltanatının
içinde bulunduğu durumu fırsat bilen
Ruslar Batı Türkistan’ı, Çinliler de
Doğu Türkistan’ı aralarında paylaşmışlardı.
18. Yüzyılınsonlarından itibaren Çin’in yoğun işgal harekâtı ve
Rusların müdahaleleri ile YakupBeg
Bedevlet’in kuruduğu Kaşgariye
Devleti yıkılarak Çinliler tarafından
işgal edildi. Halkımız Çin işgaline karşı
sürekli mücadeleyi sürdürdü.
1933 da Sabit Damollamliderliğindeki
milli mücadele konseyi Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti’ni kurarak
dünyaya duyurdu. İngiltereve Afganistan gibi ülkeler bu yeni devleti
tanıdı. Rusya, Afganistan başta olmak
üzere bazı batılı ülkeler Doğu Türkistan’da konsolosluklar açtı. Rusyave
Çin işbirliği yaparak Doğu Türkistanlı Müslümanlar ile ÇinliDungan
Müslümanlar arasında fitne çıkartarak yeni hükümeti acze uğrattılar
ve kısabirzaman sonra Doğu Türkistanİslam Cumhuriyeti yıkıldı. Milletimizin caymaz gayreti neticesinde
tekrar 1944yılında Doğu Türkistan
İslam Cumhuriyeti kuruldu ama yine
Rusların oyunu ile bu cumhuriyetin
Başkanı ortadan kaldırıldı ve 1949 da
Doğu Türkistan Resmen Çin tarafından işgal edildi.
Ogünden günümüze kadar
Çinliler Doğu Türkistan’ın milli kimliği
ve demografik yapısını yok etmeye
yönelik büyük gayret sarf etti. Doğu
Türkistan’a Çin göçü hiç durmadı
sürekli Çinli yerleşimcilere yönelik
çok cazip teşvik ve istisnai maddi
yardım kampanyaları ile milyonlarca
Çinliyi gayri meşru ve sözde özerk
bölge statüsü kanunlarını çiğneyerek bölgemize yerleştirdiler ve halen
daha hızla ilerlemekteler.
Milyonlarca insan çeşitli
devrim sloganları altında sonu bitmek
bilmeyen sinsi operasyonlarla katledildi milyonlarca kadınzorla kürtaja
maruz bırakılarak bebekleri katledildi. Ülkemizin adı Türkistan’dı XİNJİANG(Sincan) oldu.Dilimiz yazımız,
kültür ve medeniyetimiz Çin işgalcileri tarafından büyük baskı ve tearuzlara maruz kaldı. Yer altı ve yer üstü
zenginliklerimize rağmen halkımız
çok fakır bırakıldı. Yurdumuz tarih
boyunca ilim ve irfan, medeniyet ve
uygarlıkların beşiği olmuş ama Çinlilerin çıkarttığı yangın her şeyi silip
süpürmüş halkımızın üstüne cehaletve karanlıkörtüsü örtülmüştür.
Doğu Türkistan meselesi Çin’in iç
meselesi değil.
32
Milyonlarca
insan çeşitli
devrim sloganları altında
sonu bitmek
bilmeyen sinsi
operasyonlarla
katledildi milyonlarca kadınzorla
kürtaja maruz
bırakılarak bebekleri katledildi.
/ugsamnews
RAPOR
H
er ne kadar komünist Çin yönetimi, Doğu Türkistan’ın kendi topraklarının bir parçası olduğu
iddiasında bulunsa da, bu toprakların Çin’in doğal
sınırları olarak kabul edilen Çin Seddi’nin dışında kalıyor olması, bu iddiayı çürüten etkenlerden
biridir. Çin’in bölge işgalinin ardından bu topraklara,
“yeni kazanılan yer” anlamını taşıyan, “Xinjiang” (Sincan) adını koyması ise bu tarihi gerçeği değiştirmemektedir.
uluslararası arenada öne sürdüğü iddialardan biri
de, bu bölgenin “Çin topraklarının bir parçası olduğu”, dolayısıyla da Doğu Türkistan’da yaşananların
“Çin’in iç meselesine hiç kimsenin karışmaması gerektiği” telkinidir. Oysa tarihi kaynaklar ve gerçekler
bu iddiayı yalanlamaktadır.
Tüm bu tarihi bilgiler, coğrafi ve sosyolojik gerçekler Doğu Türkistan’ın Çin’in bir parçası
olmadığı, aksine Çin’in tarih boyunca topraklarına
katmayı heveslendiği ve yaşanan savaşlar ayrı bir
bölge olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Doğu
Türkistan halkı en zor ve çetin koşullarda dahi Çin
idaresini kabullenmemiş, sık sık bağımsızlık girişimlerinde bulunmuş, gerektiğinde silahlı mücadeleye
de başvurmuştur.
Günümüzde Doğu Türkistan
D
Doğu Türkistan’ın Çin toprağı olduğu
yönündeki iddiayı geçersiz kılan çok açık demografik gerçekler de vardır. Doğu Türkistan nüfus
yapısı, dili, dini, sahip olduğu etnik köken, milli ve
manevi birikimi açısından kültür ve medeniyeti ve
tarihi gerçekleri de Çin’den tamamen bağımsız bir
yapı sergilemektedir. “Giyim, kuşam, yemek ve dil
olarak Uygurlar Orta Krallıktan tamamen farklıdırlar... Dağlar, ovalar ve büyük çöl bizi onlardan ayırır”.
Doğu Türkistan topraklarından geçen “İpek Yolu”
tarih boyunca Çin ekonomisinde önemli bir yer
tutmuştur. Günümüzde de Çin’in, Doğu Türkistan
topraklarını hâkimiyeti altında bulundurma isteğinin altında, bu stratejik alanı denetimi altında tutma
isteği yatmaktadır. Bu farklılık tarih boyunca korunmuş, Çin işgali altında geçen dönemlerde de herhangi bir asimilasyon yaşanmamıştır.
İş bu güçlü temellere dayalı hak davası
nedeniyle kendi topraklarının işgal edildiğini hiç
kabullenemeyen ve Çin’den bağımsızlık ve özgürlük
isteyen 40 milyonu aşkın Müslüman Türk topluluğun iradesi o kadar güçlü ve kökleri o kadar derin
ki Çin’in safsataları, baskıları ve Uygurları devre
dışı bırakarak kapalı siyasi perdeler arkasında
gerçekleştirilen sinsi anlaşmalarve iş birliklerine rağmen milletimizin bugünlerde sergiledikleri
direnişi ve gayret ve iradesi şunu gösterdi ki Doğu
Türkistan halkı bu haklı iradeden caymayacaktır ve
hakkını alana kadar bu yoldan vazgeçmeyecektir.
Çin’in, Doğu Türkistan halkına karşı yaptığı zulüm,
insan hakları ihlallerini ve katliamları gizlemek için
oğu Türkistan halkı 65 senedir insanoğlunun
görmediğizulümleri,horluk ve eziyeti gördü.
Türkistan’ı dünyadan ayrı ve kapalı tuttular, Doğu
Türkistan İslam âlemi için sanki Zulkarney’ninyaptığı duvarın ötesinde kalmış gibi unutulan bir
toprak oldu. Gün geçtikçe ve Çin’in her açıdan
büyümesiyle birlikte Doğu Türkistan’da Müslümanların sıkıntıları da o hızla arttı. Çin Doğu Türkistan
üzerindeki işgalini garantilemek amacıyla İslam
âleminin gözünü boyamak için her tülü yalan ve
siyasi ve diplomatik cambazlıklara başvurmaktadır.
Şanghay İşbirliği Örgütü de bu anlamda Çin
ile Rusya’nın siyasi, askeri, güvenlik ve iktisadi menfaat ve çıkarlarını, sinsiemperyalist politikalarını,
devlet terörünü meşrulaştırma görevini suratla
geliştirmede etkili rol oynamaktadır. Günümüzde
bütün Dünya’da ezilmiş milletler uyanırken, zincirlerbirer –birer kırılırken her tarafta bir hareketlilik, özgürlük ve hürriyet meşaleleri yakılmışken,
Çin Doğu Türkistan’da inanç ve vicdan özgürlüğü,
kılık kıyafet ve yaşam tarzımıza doğrudan ve açıkça
darbe vurmaya devam ediyor ve zalimaneuygulamalarını meşrulaştırma çabasını sürdürüyor. Zamanzaman Çin Devletin zirvesi bile İslam aleminin
hassas bir dönemde olduğuna aldırmadan dünyanın
gözüne bakarak basın açıklaması yaparak, 2 milyarlık İslam ümmetinin ciğer parçası olan 40 milyon Müslümanın İslami itikat, ibadet, kılık kıyafet ve
yaşam ile birlikte Türk İslam medeniyetini alenen
yasakladığını hiç çekinmeden duyurabilmektedir,
Müslümanlara açık tehdit sözleriyle,başkaldırırsan siler, bitiririm diye rahat bir şekilde katliam ve
işkence politikasını devam ettirmektedir.
33
/ugsamnews
RAPOR
D
oğu Türkistan’da Yaptıkları bunca zulüm
ve İslam karşıtı uygulamalarına rağmen İslam âleminden hiç tepki görmeyen Çin gözleri
kararmışçasına hareket etme konusunda daha da
cesaretlendirmektedir. Her ay seri bir şekilde sözde
mahkemeye çıkartıp daha önceden hazırladıkları
kararname ile hiç hukuki prosedür ve savunma
hakki tanımadan gençlerimizi idama göndermektedir.
İnsan hakları:
D
oğu Türkistan, Dünya genelinde ve özellikle
veAsya’da insan hakları ihlallerinin en yoğun
yaşandığı yerlerden biridir. Çin Hükümetinin Uygur
asıllı Müslümanlara yönelik baskı politikaları her
geçen gün artmakta ve dünya bu duruma seyirci
kalmaktadır.
Doğu Türkistan’da başta yaşam hakkına
yönelik ihlaller olmak üzere, mahkûmlar üzerinden organ ticareti, gösteri ve toplanma hakkına
dair ihlaller, basın ve ifade özgürlüğü alanındaki
sınırlamalar, zorunlu iş göçü uygulaması, sosyal ve
kültürel alanda yaşanan baskılar, kürtaj ve kısırlaştırma politikaları başlıca insan hakları problemleri olarak çözülmeyi beklemektedir.
İnsan Hakları Günü, İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin kabul edildiği gün olan 10 Aralık
1948’den bu yana her 10 Aralık’ta küresel olarak
kutlanan bir özel gündür. Ancak,günümüzde Çin,
işgal altında tuttuğu Doğu Türkistan’da insalığı Yok
ediyor,bizler ise hala ihlali konuşmaktayız.
2014 ramazanda oruç, teravih yasaklandı,
oruçluları zorla meydana toplayıp oruçlarını
bozdurdular, ramazan bayramının birinci günü
kaşgar’da 2 kenti büyük bir askeri harekâtla yerle bir etti yaklaşık 3000 kişi şehit edildi yine İslam
âleminden en ufak bir tepki görmedi. Bu dur bugün
Doğu Türkistan’ın gerçek hikâyesi. Çaresizce kendi
hallerine terk edilmiş öksüz ve unutulmuş bir millet
kızıl ejderin burun ucunda beka mücadelesi veriyor
Uygurcayı resmen yasaklayıp bütün eğitim sistemini
Çinceye çevirdiler. Yetmedi Türkistan’ın demografik
yapısını değiştirmek için sözde kalkındırma projesi sayesinde eski şehirlerimizi yıkıp yerli ahaliyi
kasıtlı bir şekilde göçe zorlayarak onların yerlerine
milyonlarca Çinlileri yerleştirme projesini sinsice
sürdürüyor. Böylekısa bir gelecekte Doğu Türkistan
tamamen Çinlileşecek, ondan sonra Doğu
Türkistan meselesinin konuşulması dahi anlamsız
halle geleceğinden korkuyoruz.
Nükler testler ve yan etkileri.
K
ızıl Çin aynı şekilde 1966 senesinden beri
günümüze kadar sürekli olarak Doğu Türkistan
topraklarında gizli bir şekilde Nükleer ve diğer
kimyasal silahların denemelerini yaparak halkın
sağlığını ciddi tehlikeye uğratmaktadır. Bunun sonucu her yeni doğan 100 çocuğun 10’u sakat doğmaktadır. Dolayısıyla Kanser ve diğer vahim hastalıklar
gittikçe Uygur halkını esir almaktadır.
Dünyanın bir çok yerinde bu ihlaller zalimler tarafından umursanmadan devam edildiği gibi
DOĞU TÜRKİSTANDA 21.yüzyılda insan oğlunun tahmin edemediği kadar ağır derecede temel haklar ve
hukuk ihlal ediliyor.
Günümüzde Doğu Türkistan’daki İnsani hak
ve Hukuk ihlallerini şu başlıklar altında tesbit edebiliriz ;
•
ifade ve düşünce yasak
•
inanmak ve uygulamak yasak
•
milli kültür ve medeniyet yasak
•
din ve İnan öğrenimi ve öğretimi yasak
•
ülke, bölge, şehirler kent ve köyler arası
izinsiz seyahat ve dolaşım yasak
•
Uygur Türkçesi eğitim alanında çift dilli
eğitim sistemi oyunu ile yasaklanmış durumda
•
pasaportlar toplatılıyor,verilmiyor ve seyahat etme hakkı yasak
•
illegal ( legal olan’ı zaten Yok) dini faaliyetler yasak.
•
dini içerikili kılık kıyafetlerin giyilmesi
yasak
•
Camii giriş kartı olmadan girilmesi yasak
•
Ramazanda memur, emekli , öğrenci ve 18
yaş altındakiler oruç yasak
•
internet ve sosyal medyanın serbest kullanımı yasak
•
18 yaş altındakilere ebeveynin dinini öğretmesi ve teşebbüs ermesi yasak
•
Yeniden cami inşaatı yasak, var olanları
34
/ugsamnews
RAPOR
yıkılıyor ( Son bir ay içinde Doğu Türkistan genelinde 100 e yakın camiinin yıktırıldığı tahmin
edilmeketedir.)
•
Hac farizasını yerine getirmek ve Umre
yapmak yasak( Binlerce Uygur Türkü, hac ve Umre
için Türkiye’ye gelmektedir. Kaçak yollardan gitmeye çalışırken, trajik hadiseler ve hüsran ile biten
sonuçlar ile pençeleşiyorlar.
Ancak, 10 Aralık İnsan Hakları günü söylem,demeç
ve vaazları yanı içi boş sadece laflar ile hiç bir işe
yaramıyor. İhlalleri önlemeye yetmiyor. Bu söylemeler,demeçler ve vaazlar İster Müslümanlık, ister
soydaşlık adına ister insanlık adına yanı kim tarafından ve ne adına ifade edilirse edilsin,Önce herkes
öncelikle ve ivedilikle kendi vicdanını yoklamalı ve
vicdanının sesine kulak vermeli ve gereğini yerine
getirmelidir,diya düşünüyoruz.
larına tepki olarak halkımızın yaptığı her eylemi Çin
yönetimi Terörist hareket, dışa bağlı ve kötü unsurlar falan diyerek hemen sürgündeki faaliyet yapan
teşkilatları hedef gösterip onlara karşı karalama
kampanyası başlatıyor. Artık halkımız vatan içinde
olsun ya muhacerette herkes uyanmış, davanın çok
çetin ve zorluklarının bilincinde birlik beraberliğin
mücadele yolunda mutabakatın önemini anladılar.
Her kes bireysel olsun ya örgütsel herkes çok inançlı ve dirayetli bir şekilde azimle ilerlemektedir.
Din ve Vicdan Özgürlüklerine kısıtlama.
İşgalci Çin 1 Ocak 2015 den itibaren Bütün
Doğu Türkistan genelinde İslami yaşam, Dini Eğitim,
kılık kifayet ve ibadetlere çok kapsayıcı bir yasak getirdi. Yasaklar yürüklüğe koyulduktan hemen sonra
40 milyon Müslüman zulmün tadını her zamankinden daha da şiddetle hisseti.
Aslında zaten 65 senedir bu zulüm ve
işkence, insani temel hak ve özgürlüklerin hepsi
baskı altındaydı. Din ve inanç özgürlüğüne de uzun
zamandır yasal bir düzenleme olmaksızın Çinin ana
yasasında Sözde temel insani haktır kelimesine
rağmen yapacağını engelsiz bir şekilde rahatlıkla
yapmaktaydı.
Asimilasyon ve demografik değişim
A
yrıca Çinin bölgemizde hassas uygulamalarından biri de Uygur kızlarının zorunlu göçe tabi
tutulma politikasıdır. Özellikle evlilik ve çalışma
çağındaki Uygurlara yönelik bu zorunlu göçlerle
insanlarımız Çin’in batısı ve güneyindeki çalışma
bölgelerine gönderilmektedirler. Çin hükümeti aynı
şekilde Doğu Türkistanlı genç kızlarını da Çin’in iç
kesimine göçe zorlamakta ve bu kızların çoğundan
aileleri bir daha haber alamamaktadır, seyahat ve
benzeri tüm özgürlükleri kısıtlanmıştır. Bu kamplardan kaçmayı başaran Uygur kızlarının anlattıkları
insanın kanını donduracak vahamettedir. Bu kamplardan kaçanların aileleri hapse atılmakta ya da
ödeyemeyeceği kadar büyük para cezalarına çarpılmaktadır.
Hızla Doğu Türkistan’da Kalkındırma projesi
adıaltında kır, dök başlatılmış olup, yerli ahaliyi zorla
göçettirerek sokakların Uygurca adları Çinceye
değiştirilerek milyonlarca Çinli yerleşimcileri zorla
getirip yerleştirmeye başladı. Çinin Yanlış politika-
Camilere genlerin kadınların, çocukların,
emekliler ve çalışanların vs. Ramazan’da oruç
teravih ve Kuran eğitimi yasağı ile birlikte evlerde
de kuran ve dini içerikli kitapların saklanması da
yasakların içindeydi ancak Çin şuan bu yasağın
resmen ilan ederek duyurması Doğu Türkistan’da
resmen İslam ve Müslümanlara karşı savaş ilanı
yapmış oluyor. Dini yaşam kılık kıyafet din eğitimi
gibi meselelerde çok radikal tavır alan Çin yönetimiİslami itikat ve inanç haklarımıza, halkımızın
namusu olan hanım kızlarımıza, İslami yaşam ve
kültürümüze ellerini uzatmayla başladı.
Çin, Din ve vicdan özgürlüğü meselesinde
en çirkin uygulama ve kısıtlamaları bölgemizde
gerçekleştirmektedir, Dünyada başka hiçbir yerde
olmayıp sadece Doğu Türkistan’da rastladığımız
bir başka insan hakları ihlali ise camilere giriş
çıkışların sınırlandırılmasıdır. Camilerin kapılarına asılan listelerde camiye girmesi, camide ibadet
etmesi yasak olan kişiler belirtilmektedir. 18 yaşın
altındakiler, memurlar, işçiler, emekliler, belediye
görevlileri, parti mensupları ve kadınlar yasaklı
listesinde bulunmaktadır. Müslümanlara yönelik
hem dinî hem de etnik ayrımcılık yapmakta ve bunu
gizleme ihtiyacı dahi görmemektedir.
35
/ugsamnews
RAPOR
Çin 65 senedir Doğu Türkistan Müslümanlarının inanç ibadet dini yaşam ve kültürüne elinden
gelen bütün imkânlarla beş koldan saldırdı, dinsiz
ateist ve Çinlileştirmek için bütün proje ve planlarını
uyguladı ancak bu aziz milleti Allah korudu, dinini, milli kimliği, kültür ve medeniyeti korumak için
büyük bedeller vererek direndi ve hiç tavız vermeden bugünlere ulaştı.
Şuan İslam âlemindeki karışıklık ve kargaşayı ve batının İslam ve Müslümanlara yönelik
başlattığı algı operasyonlarını fırsat bilen Çin Doğu
Türkistan’da 2015 yılına resmen alenen İslami yasal
yolla yasaklayarak girdi. Aslında doğu Türkistan bu
yeni yasayı çıkarmasada Çin’in elini tutan yoktu zaten fiili olarak şiddetli baskı ve uygulamalarıyla İslam
dini yasak bir durumdaydı.
Şu an Doğu Türkistan’da Çin hükümetinin
açtığı tek okul dışında dini eğitim vermek kesinlikle
yasaktır. Çin hükümeti camilerin açık olduğunu
savunmaktadır. Camiler açık ama naz kılanların
girmesi yasak, en son dünyada kimsenin yapmadığını yaparak Camiye giriş kartı icat ettiler, kartı
olmayanlar camiye giremez, her Müslüman istediği
zaman istediği camiye de giremez hale getirdiler.
Son zamanlarda gayri meşru dini faaliyetlere darbe
sloganıyla kuran medreselerine şiddetli operasyon
yapmaktadırlar. Bu çerçevede yapılan baskın ve operasyonlar neticesinde yaralanan ve ölen çocuklar
oldu. İslami kıyafet ve yaşama karşı açıkça hakaret
sözleri içeren ve yasaklayan afişler sokak ve kavşaklara asıldı. Özellikle Kaşgar ve Hotan gibi tarihi ve dindar şehirlerde tesettür, eşarp ve Türkiye
menşeli kıyafet satan mağazalardan bütün malları
toplatıp sahiplerine para cezası yazarak kapattılar.
Son bu yılbaşında İslam dinine getirilen yasaklar
çerçevesinde sakallı bıyıklı erkekler, tesettürlü,
peçeli, başörtülü, abaya, Per düse veya tamamen
kapalı giyinen bayanların sokaklarda yürümesi,hastane ve diğer memuriyet idarelerine girmeleri,
otobüs ve taksilere binmeleri, hatta kendi evlerinde
de toplanarak hatim dua ve benzeri faaliyetler için
bir araya gelmeleri evde kuran başta olmak üzere
dini kitap, ses ve video arşivi bulundurmak da ciddi
suç teşkil etmektedir. Bu tür insanlara sahip çıkan,
teşvik eden, kuran kursu açan, onlara yardım ve
yataklık eden evlerinde dini içerikli kitap ve malzeme bulunduranlarbu yasaya aykırı davrandıkları
gerekçesiyle tutuklanacak,terörist kategorisinde
yargılanacak,evleri ve bütün mülkleri müsadere
edilecek veya evleri yıkılacaktır.
Zorunlu Kürtaj uygulaması
B
ölgedeki Uygur nüfusunu olumsuz etkileyen
ve insanların temel haklarını kısıtlayan sert ve
acımasız, insanlık suçu sayılacak uygulamalardan
bir diğeri de zorunlu kürtaj uygulamasıdır. Çinliler
için bir, azınlıklar için iki olan çocuk sınırlamasında söz konusu sınırın üstünde hamilelik devlet
tarafından tespit edilmiş ise mecburi kürtaj yaptırılmaktadır. Zorunlu kürtaj uygulaması, hamilelik
aşamasında cinsiyeti tespit edilen bebeklerin kız
ise aileler tarafından düşük yaptırılarak öldürülmelerine sebep olmakta, bu da kadın-erkek nüfus
dengesinde ciddi bir bozulmaya yol açmaktadır.
Yasayla izin verilenden daha fazla çocuk sahibi
olan Uygurlar çocuklarının bir kısmını kayıt ettirememekte ve böylece birkaç milyon kayıtsız (kara
nüfus)olarak bilinen Türkistanlı çocuk “madden var
ama hukuken yok” insanlar olarak, kimlik, eğitim,
sağlık, iş, seyahat gibi temel haklarını kullanmaktan
uzak bir hayata mahkûm edilmektedirler. Yukarıda
zikrettiğimiz ihlallere ek olarak; siyasi mahkûmlar
üzerinden organ ticareti, gösteri ve toplanma hakkına dair ihlaller, basın ve ifade özgürlüğü alanındaki
sınırlamalar, sosyal ve kültürel alanda yaşanan
baskılar Doğu Türkistan’da yaşanan başlıca insan
hakları sorunları olarak çözüm beklemektedir.
Uygurcayı kaldırma politikası.
Çin hükümeti, sözde Uygur özerk bölge yasalarına
aykırı olarak 2002 senesinden beri başta Üniversiteler olmak üzere ilkokuldan itibaren yavaş yavaş
Uygur yazısını ortadan kaldırarak Uygur Türklerine
Çin’ce eğitimi zorunlu kılmaktadır. 1949 yılından beri
birkaç kez alfabemizi Kiril sonra Latin sonra Arapça
Uygur alfabesi ve son olarak tamamen Uygurcayı
ortadan kaldırarak anaokulundan itibaren Çince
zorunlu olarak öğretilir olmuştur. Doğu Türkistan
da farklı Türk lehçelerinde konuşan yerli halk çift
dilde eğitim propagandası sayesinde Çinceyi kullanmaya zorlanarak bir çeşit zulüm örneği daha
sergilemektedir. Bir milletin gelenek-göreneklerini,
dinî inançlarını, kendisine özgü dillerini ve toprak
bütünlüğünü elinden kaybetmesi demek, o milletin
tarihten silinmesi demektir. Hâlbuki binlerce senelik şekilden ibaret Çin yazısında hiçbir değişikliğe
gidilmemiştir.
Seyahat özgürlüğü
D
oğu Türkistan’da seyahat önünde de ciddi engeller bulunmaktadır. Bazen bir köyden diğerine
giderken dahi yerel güvenlik kurumlarından belge
almak gerekmektedir. Reşit bir insanın bile yurt
dışına çıkmak için pasaport alabilmesi neredeyse
imkânsızdır. Son günlerde yaşanan bir gelişmeyle
36
/ugsamnews
RAPOR
ise seyahat özgürlüğünün kısıtlanmasında yeni bir
uygulamaya geçilmiştir. Zira daha önce kendilerine
pasaport verilen kişilerin pasaportlarına devlet
tarafından el konmaya başlanmıştır. Pasaport müracaatında bulunan Doğu Türkistanlılar, devlet memuru da olsalar, ancak çok büyük ücretler ve bedeller
ödeyerek pasaportlarını alabilmektedirler. Oysaki
bir Çinli pasaport müracaatında bulunduğunda talebi en geç 15 gün içerisinde yerine getirilmektedir.
Doğu Türkistan’da artan baskılar ve katı politik
nedeniyle hayatı tehlikede hisseden ve can
güvenlikleri korkusu taşıdığı ideasında bulunan
onbini aşkın Uygur Türkleri yurt dışına kaçmaya başlamıştır. Kamboçya Vietnam, Tayland ve
Malezya’da Türkiye’ye ulaşmak için ciddi sıkıntılar
içinde bir kısmı tutuklu, büyük bir kısmı ise sınırsınır ülke -ülke dolaşarakbil ahirTürkiye’ye çok
zor şartlarda ulaşmaya başadırlar. Geçmiş İki sene
içerisinde göç edip mezkûr ülkelere ulaşan birçok
Uygur yerli polis tarafından tutuklanıp Çine iade
edilmiştir. İade edilenlerin akıbetleri tam olarak
bilinmezken çeşitli vahim söylemler gelmektedir.
Halen 400’e yakın Uygur muhacir bir senedir Tayland polisinin elinde çok kötü şartlarda tutsak durumdadır, Türkiye’ye gelmeyi beklemektedirler.
Mücadele yolunda karşılaştığımız zorluklar.
İşgalci Çin, günümüzde İslam ve Müslümanlara
karşı yapılan negatif propagandalar ile ilişkili bazı
olay ve gelişmeleri kaçınılmaz fırsat bilerek bütün
siyasi, iktisadi ve istihbarat güçlerini kullanarak
Doğu Türkistan’daki 40 milyon Müslüman halkı
topyekûn ve muhaceretteki deki bütün teşkilatlara
karşı asılsız töhmet, iftiralar ve sahte delillerle
karalama kampanyası başlatmış ve kendisinin
halkımıza yönelik başlattığı terör operasyonlarını
Sözde Teröre karşı Savaş hareketinin bir parçası
olarak lens etmeye çalışmaktadır.
düzenleyerek dünya kamuoyuna sözde Terörist
Teşkilatların ve Terörist kişilerin listesini ilan
ediyor. Gerçi dünya kamuoyu Çin’in bu gerçek dışı
ithamlarına karşı temkinli ve sağduyulu bir tavır
sergilese de Çin, kendisinin oluşturduğu bölgesel
siyasi ve stratejik müttefiklerinin (en önde Pakistan
ve Şanghay İşbirliği Örgütüne üye Türki Cumhuriyetler olmak üzere) desteği ve aracılığıyla belirli bir
mesafe kat etmiş durumdadır. Bu sayede yüzlerce
mağdur Türkistanlı siyasi sığınmacı Çin’e iade edildi
ve çoğu idam ve diğerleri müebbet gibi ağır cezalara
çarptırılmıştır.
Doğu Türkistan meselesinin sadece bir kaç somut
gerçeklerini hatırlatmakta yarar var:
1- 18. yüz yıllarında taarruz ve savaşlar
yaşanmış ise de Doğu Türkistan 1933 ‘e
kadar bağımsız bir devlet idi.
2- 1949 da Çin işgal etti,Çin topraklarının
bir parçası değildir.
3- Çin 65 senedir milyonlarca Uygur
Müslümanı katletti ve halen devam ediyor.
4- kültür ve medeniyetimiz ve tarihi eserlerimizi yok etmeye devam ediyor.
5- Din ve Dil yasaklandı
6- Kızlarımız ve namusumuz çiğnenmeye
devam ediyor.
7- Çin göçü ile bölge insanlarını yok ediyor.
8- zorunlu kürtaj ve ameliyat ile her gün
yüzlerce bebek katlediliyor. Daha ne olsun
diyeceğiz.
Hidayetullah OĞUZHAN
Doğu Türkistan Maarif ve Dayanışma Derneği
Başkanı
KANAYAN YARA
DOĞUTÜRKİSTAN
Çin Hükümeti nezdinde bütün Doğu Türkistanlılar “Teröristtir. Zaman zaman Çin Halk Cumhuriyeti Güvenlik Bakanlığı basın açıklamaları
37
/ugsamnews
Download