Sağlıkta Adres Başkent Sayı 5 / KIŞ 2012 Başkent Üniversitesi Hastanesi yayınıdır. TANI VE TEDAVİ BİRİMLERİ Acil Tıp n Anesteziyoloji - Ağrı kliniği n Aile Hekimliği n Beyin ve Sinir Cerrahisi n Çocuk Cerrahisi n Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları n Dermatoloji - Aşırı Terleme Tedavisi - Botox Uygulaması - Fototerapi n Diş Hekimliği n Endokrinoloji n Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji n Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon n n n n n n n n n n n n n n n n n n n n n n Gastroenteroloji Genel Cerrahi - Yanık Polikliniği Göğüs Hastalıkları - Sigara Bırakma Kliniği - Uyku Laboratuarı Hematoloji Kalp Damar Cerrahisi Göz Hastalıkları Kadın Hastalıkları ve Doğum - Tüp Bebek Kardiyoloji Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Nefroloji - Ayaş Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezi - Yapracık Geriatri ve Psikososyal Rehabilitasyon Merkezi - Yenikent Diyaliz Nöroloji Nükleer Tıp Ortopedi ve Travmatoloji Patoloji Plastik ve Rekonsrüktif Cerrahisi Psikiyatri Romatoloji Radyodiagnostik Tıbbi Genetik Tıbbi Onkoloji Üroloji - Taş Kırma Kliniği - Ürodinami Laboratuarı İÇİNDEKİLER 04 08 12 14 18 20 24 26 30 34 38 1 Editörden Sağlık ve Magazin Dergisi Sahibi Başkent Üniversitesi Hastanesi Adına Başhekim Prof. Dr. Ali HABERAL Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Melek ALKAN ÇAKMAK Tasarım Uygulama Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi İletişim Tasarımı Bölümü Baskı Can Matematik Limited Şirketi İvedik Organize Sanayi Ağaç İşleri Sitesi, 21.Cadde 524. Sokak, No: 30 İvedik/ANKARA Tel: (0312) 395 06 70 Yayın Türü Yerel Süreli Yayın Basım Tarihi 19/01/2012 Okuyucu Köşesi için mail adresimiz [email protected] 2 İdare Adresi Mareşal Fevzi Çakmak Caddesi 10.Sokak, No:45 Bahçelievler/ANKARA Tel: (0312) 212 68 68 Faks: (0312) 223 73 33 www.baskent-ank.edu.tr Yeni yıl ve yeni uımutlar Yepyeni bir yıl, yepyeni umutlar…Her ne kadar takvimden koparılan o son yaprağa atıfta bulunduğumuz anlam oldukça fazla olsa da, 1 Ocak sabahına uyanmanın heyacanını hiç kimse inkar edemez. Yaşayacağımız günün, 31 Aralık’ın ertesi günü olduğunu bilsek de, çocukça bir mutluluktur o. Akılla da işi olmaz bu garip heyecanın. Bu yüzdendir ki; Noel Babanın anlamını ne sorgulamaya ihtiyaç duyulur, ne akıl ve mantık çerçevesinde tanımlamaya. Çünkü; Noel Baba, günümüz siyasi aktörlerinin ve ideolojik tanımlamaların nesnesi olamayacak kadar güçlü bir imgedir. Bu yüzden gerçeğin tatsızlığını ve acımasızlığını bir süreliğine unutup, yeni gelen bir yıla umutlar yüklemenin dayanılmaz hafifliği içinde yazılan bir sunum yazısı bu. Öyle ya, 2011 ne çok acılara sahne oldu: Sahip olunan dil, din, ırk farkı gözetmeksizin birarada huzur ve barış içinde yaşayan bir ecdatın torunları olmamıza rağmen aramıza nifak tohumları serpildi. Yüzlerce ana baba yavrularını şehit verdi bu topraklara, kimi sivil vatandaşlarımız terörist eylemlerin amacı olan korku ve savaşın öznesi oldu, kimileri de terörist sanıldığı için bombaların altında kaldı. Komşu devletlerden esen savaş rüzgarlarını ensemizde hissettik, küreselleşen dünyada yaşamanın yarattığı bilinçle herkes için barış istedik. Sevdiklerine son görevlerini bile yerine getiremeyen, neyle suçlandığını hala bilmeyen bilim insanlarımızı parmaklıkların arkasında bıraktık. Uzun tutukluluk sürelerine bizden ya da ötekilerden diye ayrım yapmadan karşı çıktık ki; vicdanlarımızdaki örselenmiş adalet duygusu daha fazla yara almasın. Yaptığımız binaların mezar olduğu doğal afetler yaşandı. Elbirliği ile acılarına ortak olmaya çalışırken, depremden kurtulanlar kurtulduklarına sevinemeden, ısınmak için kaldıkları çadırlarında yanarak veda ettiler şu hayata. Kadına, çocuğa yöneltilen şiddet bağrımızı yaktı, yapanların yanına kar kaldı. Yüreklerimizdekinin izdüşümünde kaybolduk, şiddete uğrayanları koruyamadık… Daha sayamadığımız nice olumsuz toplumsal olaylara ve kişisel kıyametlerimize perde çekip, koca bir seneyi arkada bırakıyor olmanın yarattığı bir hesaplaşma içinde olduğumuz günlerdeyiz şimdi. 365 gün içinde yapmadığımız hayat muhasebesinin yükünü bir süre daha bizlerle. Ne de olsa geçen her gün bize; biraz yaş aldırdı, biraz akıllandı, belki biraz ceplerimize can cakan tecrübeler bıraktı. Fakat önemli olanın; giden günlerdeki hüzünleri, mutsuzlukları alınacak dersler hanesine yazıp, yeni başlangıçlara, yeni kararlara odaklanmak olduğunu gösterdi. Yeni yıl dediğimiz olgu bir yanılsama ve kurmacadan ibaret olsa da; büyümeyi öğrenemediğimiz çocukluklarımızın ışığında sevdiklerimizle birlikte sağlık dolu günler getirsin hepinize. Tüm umutlarınızın, hayallerinizin ve olmazlarınızın gerçekleştiği bir yıl geçirmeniz dileğiyle… Melek ALKAN ÇAKMAK 3 Dr. Özlem KURT AZAP Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji ABD GRİP (İNFLUENZA) 4 Tıp dilinde influenza adı verilen grip hastalığı influenza virüslerinin etken olduğu bir solunum yolu enfeksiyonudur. Ateş, halsizlik ve kas ağrıları nedeniyle hastaları günlük işlerini yapamaz hale getirebildiğinden “paçavra hastalığı” olarak da adlandırılır. Her yıl dünyada yaklaşık 500 milyon kişi gribe yakalanmaktadır. Her yıl görülen grip salgınlarının yani “epidemi”lerinin dışında bazı yıllarda yeni bir influenza virüsünün hastalık yapmaya başlaması ile birlikte “pandemi” görülebilmektedir. Pandemi; bir kıta, hatta tüm dünya yüzeyi gibi çok geniş bir alanda yayılan ve etkisini gösteren salgın hastalıklara verilen genel addır. Pandemi olduğunda gripten etkilenen kişi sayısı ve ölüm olguları çok artmaktadır. Örneğin 1918 yılında görülen grip pandemisinde 20 milyondan fazla hatta bazı kaynaklara göre 40 milyon insanın öldüğü belirtilmektedir. 2009 yılında dünyada görülen başlangıçta “domuz gribi” olarak adlandırılan grip pandemisi de milyonlarca kişiyi etkilemiştir. 5 Salgınlar, ılıman iklim kuşağında, kuzey yarım kürede Ekim-Nisan ve güney yarım kürede Mayıs-Eylül aylarında görülür. Tropikal bölgelerde tüm yıl boyunca saptanabilir. Grip Hastalığının Etkeni: İnfluenza Virusu Grip hastalığına neden olan etkenler, İnfluenza A ve İnfluenza B virüsleridir. İnsanlarda yaygın hastalığa yol açan influenza A virüsudur. İnfluenza A virusu insan, domuz, kuş, at gibi hayvanlarda, influenza B sadece insanda hastalık oluşturmaktadır. Sadece hayvanlarda hastalık oluşturan influenza Nezle ile gribin en önemli farkı gripte ateş olması; nezlede olmamasıdır. Ayrıca nezle genellikle “ayakta geçirilen” bir hastalık iken grip hastaların günlük işlerini yapmasını engelleyecek kadar halsizliğe yol açabilir. Her iki hastalıkta da burun akıntısı veya tıkanıklığı, boğaz ağrısı ve öksürük olabilir. A virüsünün alt tipleri de vardır. Bunun en bilinen örneği kuş gribidir. Son yıllarda bu virüsun insanlara da bulaşabildiği gösterilmiştir. Bunlar az sayıda vakalar olmakla birlikte, büyük salgınların olmasından endişe edilmektedir. Grip Hastalığının Belirti ve Bulguları Grip hastalığında belirtiler, 1-2 günlük bir kuluçka döneminden sonra birdenbire başlar. Sık görülen belirtiler; ateş (38 - 41°C), baş ağrısı, yorgunluk hissi, kuru öksürük, boğaz ağrısı, burun akıntısı ve kas ağrıları gibi yakınmalardır. Ateş, genellikle 3-5 gün sürer. Yorgunluk ve halsizlik daha uzun sürebilmesine rağmen sağlıklı kimselerde grip semptomları yaklaşık bir hafta sürer. Altta yatan hastalığı, bağışıklık yetmezliği olanlarda, küçük çocuklar ve yaşlılarda yaşamı tehdit edici komplikasyonlar gelişebilir. Akciğer komplikasyonları en sık görülen grip komplikasyonlarıdır. Virüsün direkt etkisine bağlı zatürre veya bakterilere bağlı zatürre şeklinde görülebilir. Grip ve Nezle Ayrımı Grip (influenza) ve nezle (soğuk algınlığı), olmakla birlikte farklı virüslerle meydana gelmektedir. Nezleye sebep olan 100’den fazla virüs vardır ve bu nedenle defalarca kez nezle olmak mümkündür. 6 Aşı önerilen gruplar: Gribe yakalanan çocuklarda ve gençlerde •50 yaş ve üzerindekiler, •Huzur evinde kalan veya kronik bakım verilen bir sağlık ünitesinde kalan her yaştan kişiler, •Kronik akciğer ve kalp hastaları, •Uzun süreli aspirin tedavisi verilen •6 ay-18 yaş arası çocuklar, •Kronik böbrek hastalığı olanlar, •Şeker hastalığı olanlar, •Bağışıklık sisteminde yetersizlik veya baskılanma durumu olan hastalar (kanser hastaları, AIDS olanlar, organ nakli yapılmış olanlar, steroid alanlar, kemoterapi ya da radyoterapi uygulananlar) •Gebeler, •Doktorlar, hemşireler ve hastanede çalışan diğer personel. Aspirin kullanılması tavsiye edilmez. Aspirin çok nadir görülen, ancak tehlikeli olan “Reye Sendromu’na” neden olabilir. Aspirin yerine dinlenme, bol sıvı alma ve belirtileri hafifleten ilaçlar tercih edilmelidir. Sonuçta grip tedavisinde yatak istirahati, bol sıvı alımı, ağrı kesici ve ateş düşürücüler gibi ilaçlar ile semptomatik tedavi önerilir. Komplikasyonlar yakından takip edilmeli ve uygun şekilde tedavi edilmelidirler. Gribe yönelik antiviral ilaç başlanması kararı doktor tarafından verilmelidir. Grip Hastalığının Bulaşma Yolları Grip, öksürük ve hapşırma sonucu, içerisinde hastalığa neden olan canlı virüsleri taşıyan damlacıkların çevreye saçılması ile yayılır. Bu damlacıklar birkaç saat boyunca havada kalabilir ve insanlara hastalığı bulaştırabilir. Bu nedenle okul, iş yeri gibi kalabalık ortamlarda bulunan kimseler özellikle risk altındadır. Ayrıca hasta kişinin eline ve oradan da kapı kolu, telefon gibi nesnelere bulaşan, virüs içeren parçacıklar başka bir kişinin temas etmesi sonucu eline oradan da elini ağzına, burnuna, gözüne götürmesiyle hastalığa yol açabilir. Tokalaşma, öpüşme, bir metreden fazla yaklaşarak konuşma önemli bulaş yollarıdır. Grip Hastalığının Tedavisi Grip tedavisinde antibiyotikler etkili değildir ve çoğu zaman gereksiz olarak kullanılmaktadır. Gereksiz antibiyotik kullanımı, bakterilerde direnç gelişimine neden olarak bazı enfeksiyonların tedavisini geciktirdiği gibi tedavi masraflarını da artırmaktadır. Antibiyotikler, hastalık sırasında ikincil olarak görülen bakteriyel enfeksiyonlar (sinüzit, zatürree ve orta kulak iltihabı gibi) gelişirse kullanılmalıdır. Grip Hastalığından Korunma Yolları Gripten korunmak için önerilen yöntem aşılanmadır. Dünya Sağlık Örgütü virüsün değişikliklerini yakından izleyip, aşı bileşimi için yıllık önerilerde bulunur. Her yıl aşı içeriği Dünya Sağlık Örgütü’nün önerileri dikkate alınarak hazırlanır. Son yıllarda kullanılan aşılarda iki influenza A alt tipi ve bir influenza B suşları yer almaktadır. Örneğin bu yılki aşının içinde geçtiğimiz yıl pandemiye neden olan İnfluenza A H1N1 virüsü ile birlikte İnfluenza A H3N2 ve influenza B virüsleri bulunmaktadır. Hazırlanan aşı ile salgında saptanan virüslerle antijenik benzerlik varsa aşı %50-80 korunma sağlayabilir. Sağlıklı erişkinlerde aşı ile sağlanan koruyucu antikor düzeyi influenza A için %80’in üzerinde bildirilmiştir. Yaşlılarda koruyuculuk oranı daha düşük olmakla birlikte komplikasyonları ve ölüm oranını azalttığı saptanmıştır. Kuzey yarım kürede salgın kış aylarında görüldüğünden aşı, sonbahar başlangıcında yani eylül ve ekim aylarında yapılmalıdır. Ayrıca mart, nisan ayları ikinci salgın dönemi olduğundan eylül, ekim veya kasım aylarında aşı belirtileri sıklıkla karıştırılabilen iki farklı hastalıktır. Her iki hastalıkta viral bir infeksiyon lanılmalıdır. Grip tedavisinde influenza virüslerine yönelik olarak kullanılabilecek ilaçlar oseltamivir ve zanamivirdir. İlaç kullanımına enfeksiyonun ilk iki günü içinde başlandığında hastalık belirtileri daha hafif geçirilir. Bu ilaçlar kesinlikle doktor tavsiyesi ve gözetiminde kul- yaptırmayanlar kış aylarında da yaptırabilir. Aşı, grip komplikasyonlarının sık görüldüğü, bu hastalara hastalığı bulaştırma olasılığı yüksek olan kimselere, influenzadan korunmak isteyen 6 aydan büyük ve yumurta alerjisi olmayan herkese önerilir. 7 Prof. Dr. Hakan CANER Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroşirürji ABD Öğretim Üyesi Bel Fıtığı Ayakları üzerinde dik olarak yürüyen tek canlı olan insanoğlu belki de bu nedenle tarih boyunca bel ağrılarına maruz kalmış, tedavisi için her türlü yolu denemiş ve denemektedir. Her bel ağrısı bel fıtığı demek değildir. Onlarca başka hastalıkta bel ağrısı ile kendini gösterebilir ve tedavileri de dolayısı ile çok farklıdır. 8 9 Bel fıtığı denilen hastalık omurga kemikleri arasında bulunan kıkırdak dokunun, zarının yırtılarak dışarı çıkıp bacaklara giden sinir uçlarına basması ile ortaya çıkan bir durumdur. Bu konunun daha iyi anlaşılması için önce insan omurgasının yapısına bakılacak olursa bel iskelet yapısı 5 adet omurga kemiği ile sakrum denilen sağrı kemiği ile bu kemikler arasında yer alan kıkırdak dokulardan (diskler) yapılmıştır. Bacaklara giden sinirler de önce omurga kanalı içinde seyrettikten sonra sırası ile omurga kemikleri ile kıkırdak yapıların birleşme bölgelerinde olan omurganın yanındaki deliklerden dışarı çıkıp daha sonra birleşerek siyatik sinirini oluştururlar. Kemik ve kıkırdak dokusunun birbiri ardına sıralanması ile oluşan omurga bu kendine özgü yapısı itibariyle esnek bir yapıya aynı zamanda da vücut ağırlığını taşıyabilecek bir kuvvete sahiptir. Bu kıkırdak ve kemik yapıyı bir arada tutmayı sağlayan kuvvetli bağ dokusu yapıları da mevcuttur. Bu mükemmel yapı zaman içerisinde hasara uğramaya başlayınca da şikayetler yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlar. Omurga kemikleri arasında bulunan kıkırdak dokusu (Disk) çocukluk ve gençlik yıllarında %80 civarında su içerirler. Bu su kıkırdak dokusunun jelatinöz özelliğini verir ve bu sayede diskler üzerine binen vücut ağırlığının eşit olarak tüm kemik yapıya dağılmasını ve belin esnekliğini sağlamaktadır. İnsanlar yaşlandıkça kişiden kişiye değişmekle beraber disklerdeki bu su miktarı yavaş yavaş azalmaya başlamakta ve buna bağlı olarak ta diskin şeklinde değişiklikler olmaktadır. Örneğin diskin yüksekliği ve elastikiyeti azalmakta ve diske binen yükün kemiklere eşit olarak dağılımı bozulmaktadır. Bu aşamada kişiler genellikle hareketle beraber olan bel ağrılarından şikayet etmeye başlarlar. Kalça veya bacağa vuran bir ağrı yoktur. Diskin elastikiyetindeki azalma kişilerin ters bir hareket yapması, ağır bir eşya kaldırması topraktan bir kök sökmesi veya ağır bir eşyayı itme gibi kuvvet gerektirecek işler yaptıklarında disk üzerine binen kuvvetlerin ani artışı ve bu kuvvetlerin kıkırdak dokusu tarafında eşit 10 dağıtılamaması sonucu kıkırdak dokusunun zarı yırtılmakta ve kıkırdak maddesi buradan dışarı akarak diskin hemen yanından geçmekte olan sinir uçlarına bası yapmaktadırlar. Kıkırdak maddesi sinir uçlarına değerek kimyasal olarak sinir uçlarını uyarıp ağrıya neden olurken, kıkırdak dokusunun yaptığı baskının şiddetine bağlı olarak da bacak ve ayakta uyuşmalar görülmeye başlar. Bu baskı devam ederse de bir süre sonra ayakta veya bacakta kuvvet azlığı ve çok nadir olmak kaydıyla idrar ve büyük abdest yapmada ve cinsel fonksiyonlarda bozukluklar başlar. Bel fıtıkları teorik olarak her omurga seviyesinde görülebilirse de %90 4. ve 5. bel omurları ile 5. ve Sakrum 1 denilen seviye arasından çıkmakta ve yine çoğunlukla sağ veya sol bacağa giden sinirlere bası yapmaktadırlar. Bazen de orta hat denilen yerden dışarı çıkarak her iki bacak sinirine bası yapabilir ve buna bağlı yürümede kısıtlılık gelişebilmektedir. Özetleyecek olursak bel fıtığı olan hastaların çoğunluğu bel ağrısı, tek veya iki taraflı bacak ağrısı ve/veya bacak ve ayağa vuran uyuşma şikayetleri ile gelirler. Bu hastaların yapılan muayenelerinde de şikayetçi oldukları bacaklarını kaldırmaya çalıştığımızda şiddetli ağrı duydukları görülür. Ayak bileği ve ayak parmaklarında kuvvet azlığı ve ağrıyan bacaklarında duyuda azalma, yanma hissi ve ayak refleksi kayıpları sık olarak görülen bulgulardır. Bel fıtığının tedavisinde doktorların elinde değişik seçenekler mevcut olup hastalığın şiddeti ve süresi göz önüne alınarak hangi seçeneğin kullanılacağına karar verilir. Hastanın bel fıtığı şikayetleri yeni başlamış ve muayenede belirgin kuvvet kaybı, duyu kaybı, refleks kaybı yoksa öncelikli olarak evde istirahat ve ilaç tedavisi verilerek 10 gün kadar hastaların dinlenmesi istenir. On gün sonra tekrar hastalar görülerek muayeneleri tekrarlanır ve şikayetlerinin derecesi öğrenilir. Hastanın şikayetlerinde belirgin bir düzelme ve muayenede de bir kötüleşme yoksa hastaya evde yapabileceği sırt ve karın kaslarını kuvvetlendirici fizik tedavi egzersizleri verilerek tedaviye devam edilir. Burada önemli olan nokta hasta- nın verilen bu egzersizleri devamlı ve düzenli yapmasıdır. Bu sayede karın ve bel adaleleri kuvvetlenir ve vücut ağırlığının sadece kemik yapı değil kaslar tarafından da paylaşılması sağlanır. Uzun dönemde yüzmek de bel sağlığı açısından son derece faydalı bir spordur. Haftada 3 defa 30 dakika kadar yüzmek yeterlidir. Basketbol-voleybol gibi zıplama gerektiren, tenis-golf gibi bele yük bindiren sporlar faydalı değildir, şikayetleri arttırabilir. Yürüme sporu havalı tabanlı spor ayakkabı ve tartan pistte yapıldığı zaman önerilir. Koşmak ise yine bele yük bindirdiği için önerilmemektedir. Hastanın önerilen sporları minimum 2 ay yaptıktan sonra doktoru ile sonuçları irdeleyip yeniden egzersiz programını düzenlemesi önerilir. Çünkü herkese aynı sporlar aynı etkiyi yapmamakta, bazen ağrıların artmasına bile neden olabilmektedirler. Eğer hasta ilk başvurusunda ciddi nörolojik hasarlarla (ayak kuvvetinde belirgin azalma, ayak ve bacak duyu hissinde belirgin azalma veya yanma hissi, idrar yapmada zorluk, erkeklerde ani ereksiyon kaybı) geliyorsa hastaya cerrahi müdahale önerilir. Cerrahi olarak değişik cerrahi müdahale teknikleri mevcut olup beyin ve sinir cerrahisi doktoru, hastanın bel fıtığının durumuna, anatomik özelliklerine ve en önemlisi kendi cerrahi tecrübesine dayanarak hangi cerrahi seçeneği uygulayacağını hastası ile tartışarak karar verir. Dünya literatüründe şu an için kabul edilen altın standart tedavi mikrocerrahi ile diskin çıkarılmasıdır. %90 dan fazla hastada bu cerrahi yaklaşım iyi sonuç vermekle beraber bazı hastalarda diskin arasından çıktığı iki omurganın birbiri ile olan bağlantısı çok gevşek ise ilerde bu iki kemik arasında kayma gelişip şikayetler tekrarlayacağı için komşu iki omurga kemiğinin vida-rod sistemi ile birleştirilmesi yapılabilir. Bel fıtığı hastası genç ve tek seviyede bel fıtığı varsa ameliyatta fıtıkları temizlendikten sonra aynı mesafeye disk protezi konulabilir. Böylece o bölgedeki hareketin devamı sağlanabilir. Günümüzde teknolojik gelişmelere bağlı olarak disk cerrahisine yönelik çok çeşitli ameliyat aletleri ve yaklaşım yolları çıkmakta ve denenmektedir. Bunlar arasında endoskopik disk cerrahisi en çok yapılanı olup belli endikasyonları olan hastalarda ve cerrahın endoskopik tecrübesi varsa yapılabilir. Mikrocerrahiye göre üstün tarafı daha az adale dokusu hasarı oluşturduğu için cerrahi sonrası erken dönemde hastalar daha konforlu olmaktadırlar. Fakat tekrar fıtık çıkma olasılığı mikrocerrahiye göre daha yüksektir. Halk arasında kapalı sistem diye bilenen nükleoplasti ve IDET uygulamaları ise bir süre popüler olup kullanılmış ise de yapılan bilimsel çalışmalarda bu cerrahi yöntemlerin hiçbir fayda sağlamadığı saptanmış olup, hemen hemen tamamen terk edilmişlerdir. Yine halkımızın çok sık sorduğu laserle ameliyat yapılıyor mu? sorusuna gelinecek olursa endoskopik cerrahilerin bir kısmında laser ışını disk dokusunu yakıp küçültme amacı ile kullanılmakta olup çok rutin bir uygulama değildir. Laser ışının kendisi sinir dokusuna gelir ise geriye dönüşsüz ağır hasarlar oluşturduğu için mümkün olduğu kadar beyin cerrahisinin hiçbir ameliyatında kullanılmamaktadır. Bel fıtığı ameliyatı olacak hastaların en büyük korkularından biri de ameliyat sonrası felç olma ihtimalleridir. Yukarda da belirtildiği gibi bel fıtıklarının %90’ından fazlası belin son 2 omuru olan L4-L5 ve L5-S1 arasındaki kıkırdak dokuların çıkmasından olmakta ve bu seviyede omurga kanalının içinde omurilik bulunmamaktadır. Dolayısıyla ameliyat esnasında bir omurilik zedelenmesi olma ihtimali yoktur. Buna bağlı olarak da belden aşağı felç olma ihtimali yoktur. Ancak fıtığın bastığı sinir kökü cerrahi sırasında hasar görür ise ona bağlı ayak parmaklarında veya ayak bileğinde hareket kısıtlılığı olabilir. Bu olasılık da mikroskop ile yapılan mikrocerrahi işleminde nerdeyse %0’a yakındır. Hastalara ameliyat planlandığında ameliyat yapılacak seviye 1 veya 2 seviye ise isteğe bağlı olmak kaydıyla spinal anestezi öncelikli düşünülür. Genel anesteziye oranla hastalar tarafından daha kolay tolere edilen spinal anestezi de hasta ameliyat sonrası dönemde daha erken ağızdan beslenmeye başlamakta ve isterlerse aynı gün evlerine gitmeleri sağlanmaktadır. Ameliyat sonrası ilk 1-1,5 ay kadar hastalar- dan iyi istirahat etmeleri önerilmektedir. Özellikle ilk 10 gün boyunca tuvalet ihtiyaçlarını karşılayıp, oturarak yemek yemek ve günde 3-4 defa evde 5-10 dakika yürüme dışında kalan zamanda yatmaları tavsiye edilir. Daha sonra yatış süreleri giderek azaltılarak yavaş yavaş günlük hayatlarına dönmeleri teşvik edilir. 1-1,5 ay dolduktan sonra da hastalar işlerinin başına dönebilirler. Korse, hastaların büyük çoğunluğuna ameliyat sonrası önerilmemektedir. Özellikle vida- rod takılarak omurgaların birleştirilmesi ameliyatı yapılan hastalara geçici süre ile verilmektedir. Uzun süre korse kullanılması bel ve karın adalelerinin zayıflamasına yol açarak omurga üstüne daha fazla vücut ağırlığının binmesine neden olmaktadır. Bu nedenle bel fıtığı olan hastalara uzun süreli korse takmaları önerilmemektedir. Ameliyat olsun olmasın gerçekten bel fıtığı olan hastaların hepsinin hayat boyu bel sağlıklarına dikkat etmeleri gerekmektedir. Bu nedenle aşırı kilo omurgalara binen yükü arttırdığı, sigara içmek ise kemik ve kıkırdak yapısını belirgin bozduğu için yasaktır. Dengesiz ağır yük taşıma, ağır bir eşyanın itilmesi çekilmesi, yukarı raflardan uzanarak bir eşya almaya kalkmak, yere eğilip bir işle uğraşmak gibi bele aşırı yük bindiren hareketlerden kaçınmak gerekir. 11 Dental implantlar tecrübeli ellerde ve doğru bir şekilde uygulandığında hem hekim hem de hasta açısından diğer protezlere göre daha yüz güldürücü bir tedavi seçeneğidir. Tek diş eksikliği, çoklu diş eksikliği ve total diş eksikliğinin tedavisinde implant uygulanabilmektedir. Prof. Dr. Sina UÇKAN Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Ağız, Diş ve Çene Cerrahisi Anabilim Dalı Tek bir dişin kaybı durumunda, geleneksel yöntem komşu iki dişi küçültüp o bölgeye köprü yapmaktır. Fakat eksik dişin yerine implant destekli bir restorasyon yapıldığında, komşu dişlerin kesilmesine gerek kalmamakta ve sağlıklı diş dokuları korunmuş olmaktadır. Dişlerin mine ve dentin denilen sert yapılarının kesilerek küçültülmesi ile en az iki sağlam dişte madde kaybı oluşur, üzerine yapılan köprü ile kökün bağlantı yerlerinde hijyen sağlanması zor olacağı için dişeti problemleri ve kemik çekilmeleri meydana gelir. Komşu dişler kaybedilmiş dişlerin de çiğneme kuvvetlerini karşılayacakları için ayak dişlere gelen yükler de artar ve bütün bunlar dişlerin kaybıyla sonuçlanabilir. 12 Dental İmplant Nedir? Birden fazla diş eksikliğinde, eksik dişin sayısına ve yerine göre ya köprü yada hareketli bölümlü protezlerle eksik bölgeler doldurulmaktadır. Eğer kayıp dişin önü yada arkasında doğal diş yoksa zaten köprü yapılması mümkün değildir. Bu durumda da hareketli protez ya da implant yapılabilir. Eksik diş bölgesine uygun sayıda implant yerleştirerek üzerine yapılacak sabit bir köprüyle, ağızdaki diğer doğal dişler korunacak veya hasta hareketli protez kullanmak zorunda kalmayacaktır. Dental implantlar, eksik olan dişi tamamlamak veya dişlerin fonksiyon ve estetiğini tekrar kazandırmak amacıyla çene kemiğine yerleştirilen ve doğal diş kökünü taklit eden , özel tasarlanmış vida benzeri yapılardır. Genellikle titanyumdan üretilirler. Titanyum doku dostu bir malzemedir ve kemiğe tamamen bağlanır. Günümüzde diş implantları, kaybedilen dişlerin yerine konulmasında en iyi alternatiftir ve 5 yıllık takip sürecinde başarı oranları %95 gibi oldukça yüksek bir orandadır. Total dişsiz çenelerde geleneksel tedavi yöntemi hareketli protezlerdir, ancak tat alma ve konuşma kısıtlılığı, fonksiyon sırasında protezin oynaması hareketli protez hastaları için oldukça sıkıntılı bir durum yaratmaktadır. Çene kemiğine yerleştirilen 6-8 adet implant üzerine yapılan sabit köprüler ile yada 2-4 adet implant üzerine çıt çıt mekanizması ile oturan protezler ile hastalar hareketli protezlerin sebep olduğu zorluklardan kurtulabilirler. Genel sağlık durumu uygun olduğu sürece implant uygulamasında üst yaş sınırı yoktur ancak henüz kemik gelişimini tamamlamamış çok genç hastalarda uygulanması tercih edilmemekte, gelişimin tamamlanması beklenmektedir. İmplant yapılması planlanan hastanın medikal durumunun değerlendirilmesi olabilecek komplikasyonları önlemek açısından oldukça önemlidir. Diabet, hipertansiyon, kemik erimesi, kalpdamar rahatsızlıkları, kan, karaciğer, böbrek, tiroid hastalıkları, kontrol altına alınmış kanser vakalarında implant uygulaması yapılabilmektedir. Burada önemli olan hastalığın kontrol altında olup olmamasıdır. Kontrol altında olmayan hastalıklarda implantı yapacak diş hekimi ile hastanın medikal doktoru arasında görüş alışverişi yapılarak, hastalık kontrol altına alınır ve bundan sonra implant planlanır. Hastanın kullanmakta olduğu ilaçlar da değerlendirilerek gerekli olduğunda implant uygulamasından birkaç gün önce kan sulandırıcı ilaçlar gibi kullanılan bazı ilaçlara ara verilebilir yada işlem öncesinde koruyucu olarak antibiotik kullanımı gerekebilir. İmplantın yerleştirilebilmesi için çene kemiğinin yeterli yükseklik ve genişlikte olması gerekmektedir. İmplantın yerleştirileceği bölgedeki kemiğin kalitesi de implantın başarısını etkilemektedir. Diş çekimi sonrasında dişsiz kalan çene kemiğinde erime meydana gelmektedir. Yapılan köprü ve hareketli protezlerde çiğneme kuvvetleri direk olarak kemiğe iletilmez, ancak implant kemik içine yerleştirildiği ve diş kökünü taklit ettiği için çiğneme kuvvetlerini kemiğe iletir ve bu kuvvetler kemikte meydana gelecek erimeyi engeller. Bu nedenle diş çekimi sonrası çok zaman kaybetmeden implant yapılması önemlidir. Diş çekim yuvasının uygun olması durumda çekimin yapıldığı seansta implant yerleştirilebileceği gibi, bu bölgenin kemik ile dolması beklenerek de implant yapılması gerekebilir. Uzun yıllar dişsiz kalmış ya da herhangi bir nedenle çene kemiğinde kayıp meydana gelmiş kişilerde kemiğin hem yüksekliği hem de geniş- liği implant yerleştirilmesi için yetersiz olabilir. Bu durumda kemik miktarını arttırmaya yönelik ilave cerrahi işlemler gerekmektedir. Hastanın başka bölgelerinden implant yapılacak bölgeye kemik taşıyarak bu bölgedeki kemik miktarı arttırılabileceği gibi sentetik, hayvan kaynaklı ya da kadavra kaynaklı kemik materyalleri de kullanılabilir. Bu kemik materyalleri birçok işleme tabi tutulup, standart prosedürlerle sterilizasyonu sağlanarak kullanıma hazır hale getirilirler ve kullanımları güvenlidir. Bu prosedürlerin gerektiği durumlarda tedavi süreci uzamakta ve biraz daha zahmetli olmaktadır. Operasyon istisnai durumlar dışında lokal anestezi altında gerçekleştirilmektedir. Çalışma ortamının steril olması implantın başarısını etkileyen önemli faktörlerden biridir. Çene kemiğine uygun çap ve boyda implant yuvası açılır ve implant yerleştirilir. İmplant işlemleri sonrasında hafif ağrı olabilir, yüzde şişlik, morluk görülebilir, sızı şeklinde kanama devam edebilir ancak birkaç gün içinde bu sıkıntılar ortadan kalkar. Çoğu zaman diş çekiminden bile daha basit bir operasyondur ve bir çok hasta işlem sonrasında duyulan ağrının diş çekimi sonrasında yaşanan ağrıdan daha hafif olduğunu belirtmektedir. İmplant ile kemiğin bağlantısının gerçekleşmesi için ortalama 3 ay beklenilir ve bu sürenin sonunda protez yapılırak implant çiğneme fonksiyonuna katılır. Bekleme sürecinde hastaya geçici bir protez yapılabilir ve hasta bu dönemi dişsiz geçirmemiş olur. Cerrahi müdahale gerektirmesi, kemik ile implantın kaynaşması için bekleme süresi gerekmesi ve maliyeti yüksek bir tedavi alternatifi olması implant uygulamasının dezavantajları olarak sayılabilir. Hatalı cerrahi uygulamalar, hatalı protezler, kötü ağız hijyeni, diş sıkma alışkanlığı, sigara kullanımı gibi faktörler implantın başarısını olumsuz yönde etkilemekte, implantın kaybına neden olabilmektedir. İmplantın çevresinde de tıpkı doğal dişin çevresindeki gibi dişeti ve kemik bulunduğundan bu dokularda meydana gelen istenmeyen durumlar implantın sağlığını da etkilemektedir. Bu nedenle implantı da doğal diş gibi düşünerek hijyen konusunda özen gösterilmelidir ve 6 ayda bir düzenli olarak kontroller için hekime başvurulmalıdır. 13 Tüp Bebek Merkezi “Günün gereklerini yerine getiren, sizi oyalamayan ve gereksiz masrafları yaptırmayan genel değil kişiye özgü tedavi yöntemleri ile Tüp bebek Merkez’imiz bebeğinize ulaşma yolundaki en önemli köprüdür.” 14 Son 30 yılda ulaşım ve iletişimin hızlanması yaşamımızı çok değiştirdi. Az zamanda çok şey yapmaya çalışıyoruz... Yaşamdan beklentiler arttı, alışkanlıklar değişti.Hem kırsal, hem de kentsel alanda evlilikler artık daha geç yaşlarda yapılıyor. Çevre kirliliği, sigara ve toplumsal bir sorun olan obezitenin vücudumuzda yaptığı zararları az çok hepimiz biliyoruz. Bunun sonucu günümüzde üretkenlik azalmakta ve bebek sahibi olmakta güçlük çekilmektedir. Eskiden bunlardan bahsetmek çok zor idi... Fakat insanlarımız artık bu durumu saklamak yerine yardım alabilecekleri yerlere başvuruyorlar. 1960’lı yıllarda üreme zorluğu çeken çiftlere fazla bir şey yapılamıyordu. İlaçlarla yapılan yumurtlama tedavileri yeni başlamış, ancak başarı oranı düşüktü. 1970’li yıllarda laparoskopinin keşfi ve mikrocerrahi kurallarının oluşturulması ile kanalları tıkalı kadınlara kısmen de olsa yardım başladı. Ancak 1978’de İngiltere, Londra’da Luisa Brown’ın tüpbebek yöntemi ile doğmasıyla yeni bir çığır açıldı. Bu yöntem 1990’larda acemilik döneminden ustalık dönemine, 2000’li yıllarda ise endüstriyel dönemine geçti. Artık yüksek teknolojinin kullanıldığı bir yöntem olan tüp bebek veya genel adlandırması ile Yardımlı Üreme Teknikleri en başarılı gebelik oranlarını sağlamakta ve başarı sıralamasında diğer yöntemlerin çok üstünde yer almaktadır. Şu anda dünyada tüpbebek yöntemi ile doğmuş 10 milyonun üzerinde bebek bulunmaktadır. Başkent Üniversitesi Ankara Hastanesi Tüpbebek Ünitesi 1998 yılında faaliyete geçmiştir. Yıllar boyunca çok titiz ve hasta odaklı yaklaşımı ile, ticari kaygılardan uzak, hastanın yararına olabilecek tüm uygulamaları uygulayarak hizmet vermiştir. YIllardır değişmeyen deneyimli çekirdek kadrosu, hem klinik, hem de laboratuvar ortamında güven vermektedir. ISO 2009 standartlarının uygulandığı ve denetlendiği Merkezimizde Prof. Dr. Hulusi Bülent Zeyneloğlu ve Doç. Dr. Göğşen Önalan hastaları kendileri görmekte ve incelemektedirler. Detaylı ön incelemeleri takiben Kanıta Dayalı Tıp Uygulamaları ölçüsünde gerekli testler istenmektedir. Merkezimiz gereksiz tetkik ve tedavilerle hastanın hem maddi, hem manevi, hem de zaman kaybı açısından yıpranmasından kaçınmaktadır. Prof. Dr. Hulusi Bülent Zeyneloğlu Merkezimizin kuruluşundan bu yana sorumlusu olarak çalışmakta, laboratuvar ve kliniğin başarılı sonuçlarına ulaşmasında rolü çok büyüktür Kendisi şu anda Üre- me Endokrinolojisi ve İnfertilite Derneği’nin Başkanlığı’nı yürütmektedir. Merkezimizde etkinliği kanıtlanmış tüm tanı ve tedavi yöntemleri bulunmaktadır. Sırf yenilik ve diğer merkezlerden farklı olsun diye hastaya değişik opsiyonlar ve uygulamalar sunulmamaktadır. Çünkü bu yöntemlerin etkinliği ve üstünlüğü kanıtlanmamışsa, hastalarımızın elindeki şansları da düşürmekte veya gereksiz maddi kayba yol açmaktadır. Doktorlarımız 15 bir endoskopik yöntemdir. Embryonun yerleştiği rahim yatağındaki en ufak bozukluk gebelik şansını azaltmaktadır. Hastaların %30-40’ında rahim yatağında bozukluk görülmektedir. En çok polip, myom, iltihap ve yapışıklık görülmektedir. Ofis histeroskopisi olarak adlandırılan sistem son derece ince bir araç olup, sadece lokal anestezi ile rahim içinin incelenmesine izin vermektedir. 5000 üstünde uygulama ile çok deneyimli olan Merkezimize Türkiye’nin her bölgesinden rahim içi yapışıklıkları nedeni ile gebe kalamayan veya regl göremeyen hastalar gönderilmektedir. İnfertilite cerrahisi konusunda çok deneyimli olan Merkezimiz laparoskopik cerrahi konusunda çok deneyimlidir. Laparoskopik yöntemle myom çıkarılması, endometriosiz cerrahisi ve diğer operasyonlar konusunda Anadolu’nun hemen her köşesinden hastalar merkezimize gelmektedir. Toplumsal faaliyetleri ihmal etmeyen Merkezimiz tüp bebek partileri, toplumsal bilgilendirme toplantılarını sık sık düzenlemektedir. 2011 içinde Karaman Belediyesi, Konya Kipa AVM ve Ankara Yenişehir Belediyesi ile ortak girişimler sonucunda infertilite bilgilendirme toplantıları yapmışlardır. Özellikle Kanal B televizyonunda “Başkent’de Sağlık” programında infertillite konusunda bilgilendirme yayınları yapılmaktadır. Arşiv programlara Kanal B’nin internet sayfasından ulaşabilirsiniz. Bunların yanısıra Prof. Dr. Hulusi Bülent Zeyneloğlu’nun Dünya Yaşlılık Derneği tarafın- dan geç yaşta anne olmayı tattırdığı için 2011 Uluslararası Zamanı Tersine Kuranlar ödülüne layık görüldüğünü belirtmek isteriz. Özetle, infertilite tedavisi konuya çok hakim akademik uzmanların kontrolünde sempatik personel yardımı ile günün gereklerini yerine getiren, sizi oyalamayan ve gereksiz masrafları yaptırmayan genel değil kişiye özgü tedavi yöntemleri ile Tüp bebek Merkez’imiz bebeğinize ulaşma yolundaki en önemli köprüdür. Başkent Üniversitesi Hastanesi Tüp Bebek Merkezi Kubilay Sokak No:36, Maltepe/ANKARA Sol Baştan; Teknisyen Hüsamettin Topdemİr, Doç.Dr.Göğşen ÖNALAN, Emb. Lab. Meral CANKURTARAN ACAR, Emb. Lab. İlknur ÇELİK, Süha MUSLU, Emb. Lab. Tülay DURAK, Prof. Dr. Hulusi Bülent ZEYNELOĞLU, Sekreter Nazan SARILKAN, Hemşire Özlem ÖZTOPRAK, Hemşire Deniz ÖZTÜRK DEMİRCİ Prof. Dr. Hulusi Bülent ZEYNELOĞLU, Başkent Üniversitesi Ankara Hastanesi Tüp Bebek Merkezi Sorumlusu yapacakları uygulamaları detaylı olarak hastalarımıza açıklamakta ve kanıtlarını gerek internet gerekse de yapılmış çalışmaların makaleleri üzerinden göstermektedir. Doktorlarımız genellikle tüpbebek uygulamasından önceki ay içinde hastalarımızı sık sık görerek hangi uygulamanın uygun olacağını tayin etmektedirler. Bu şekilde yüksek gebelik oranlarını sağlamakta ve hastalarımızın yüzlerini güldürmektedirler. Hemşirelerimiz, tedavi sürecindeki hastalarımıza belki ilk duyduklarında karışık gelebilen tedavi şemalarını sabırla anlatmakta ve her bir hastaya tek tek ulaşarak günlük uygulamalar hakkında bilgi vermektedir. Tüp Bebek Ünitemizin sekreterliğine ait cep telefonundan, merkezimize her an ulaşabilirsiniz. Sekreterlerimiz karışık bürokratik işlemleri detaylı anlatmakta, aynı anda randevu taleplerinize anında yanıt vermektedir. Üç yıl önce yenilenen Tüp bebek laboratuvarı ve ameliyathanesi çağımızın gereklerini 16 özenle yerine getirmektedir. Embryologlarımız ve biyologlarımız başarılı bir laboratuvar ortamında titizlikle çalışarak yüksek başarıyı devam ettirmektedirler. Gebelik şansının yüksek olduğu 5. gün blastokist transferi birçok hastaya başarı ile uygulanmaktadır. Son yıllarda başarısı kanıtlanmış dondurma teknikleri ile yüksek gebelik oranları elde edilmektedir. Bu iki yöntem tek embryonun zorunlu olduğu günümüzde başarı için iki altın anahtardır. Embryo dondurulması çok gerekli ve hemen her hastaya önerilmesi gereken bir durumdur zira, böylece bir sonraki uygulamada hastanın tüpbebek ilaçları ile yumurtlama tedavisi alması ve yumurta toplama işleminine gereksinimi olmayacaktır. Genetik inceleme bu hastalarımız için sıklıkla gerekmektedir. Aynı binada bulunan Genetik bölümümüz birçok üniversite hastanesinde hala yapılamayan embryo üzerindeki preimplantasyon genetik tanı yöntemini yapabilmekte ve çok kısa bir süre önce 5-6 kromozom üzerinde işaretleme ile tanı yapabilirken artık 24 kromozom üzerinde yapmaktadır. Ayrıca çok özel genetik bozuklukları olan hastalarımız için önceden hazırlık yapılarak kendilerine özel tanı işaretleyicileri hazırlatmaktadır. Bütün bu işlemler birçok özel merkezin sunduğu ücretlerden çok daha ucuza mal olmaktadır. Erkek infertilite nedenlerinden birisi olan azospermi (Menide sperm görülememesi) standart yaklaşımda hastaların %50’sinde sperm bulunmaktadır. Fakat Üroloji bölümünün uyguladığı mikrotese (cerrahi mikroskop ile yaklaşık 300 kat büyütülmüş görme alanı ile görülmesi ve bulunması zor olan dokuların içinde sperm arama yöntemi) ile daha önceki uygulamalarında bile sperm bulunmayan hastaların %5-10’unda sperm bulunmaktadır. Bu yüzden biz hastalarımıza mikrotese yöntemini önermekteyiz. Merkezimiz ayrıca histeroskopi konusunda çok deneyimli ve bir referans merkezidir. Histeroskopi rahim içinin değerlendirildiği ve gerektiğinde cerrahi işlemlerin yapıldığı 17 Bölgenin Tek Tam Donanımlı Yanık Yoğun Bakım Ünitesi Konya Başkent’te Hastanenin yanık ünitesi 05.07.2003 tarihinden itibaren hasta kabulüne başlamıştır. Toplam yatak kapasitesi 6’ya çıkarılmıştır. Yanık Yoğun Bakım Ünitesi Konya ve ilçelerine tam donanımlı olarak yanık tedavi hizmeti veren ilk ve tek merkezdir. Başkent Üniversitesi Kurucu Rektörü Sayın Prof. Dr. Mehmet Haberal tarafından bu bölgedeki eksiklik tamamlanmış ve Konyalıların hizmetine sunulmuştur. Yanık Yoğun Bakım Ünitesi teknolojinin son imkânları ile donatılmış, tıbbın bütün yenilikleri kullanılarak, konusunda uzman kadrosuyla hizmet vermektedir. Sürekli artan hasta sayısıyla Konya ve çevre illerinin ihtiyaçları kaliteden ödün vermeden karşılanmaya çalışılmaktadır. Yanık Tedavi Merkezi’nde 2003-2011 yılları arasında 320 hasta yatarak tedavi gördü. Başkent Üniversitesi Konya Uygulama ve Araştırma Merkezi Yanık Yoğun Bakım Sorumlusu ve Genel Cerrahi Anabilim Dalı Öğretim Görevlisi Yrd. Doç. Dr. Emin TÜRK, yanık tedavisinin zor ve pahalı bir tedavi olduğunu belirterek, “Yanıklar genellikle dikkatsizlik ya da ihmal sonucu olan kazalardır. Bu nedenle halkımızı daha dikkatli ve duyarlı olmaya çağırıyoruz. Unutulmamalıdır ki; yanıklar tıbbi tedavi gerektiren acil vakalardır. Halk arasında yaygın olarak kullanılan kocakarı ilaçları çoğu zaman tedaviyi zorlaştırmakta ve bazen hastaları geri dönüşü olmayan bir yola sokmaktadır. Herhangi bir yanık afeti ile karşılaşıldığında mutlaka yanık tedavi hizmeti veren bir sağlık kuruluşuna vakit kaybetmeden başvurulmalıdır” dedi. Başkent Üniversitesi Konya Hastanesi Yanık Ünitesinin Bazı Teknik Özellikleri: • • • • • • • • • • • • • 18 Konya ve civarının tam donanımlı ilk ve tek yanık tedavi merkezidir. Hepa mikro filtrasyon havalandırma sistemiyle ısıtılıp soğutulmaktadır. Her hasta için özel diyetisyen kontrolünde rejimler belirlenmektedir. Özel ültraviyoleli pansuman odası vardır. Her hasta moniterize edilerek yaşamsal bulguları takip edilmektedir. Dünya standartlarında yanık hasta bakımı ve tedavisi yapılmaktadır. Acil müdahale odası ve solunum destek ünitesi bulunmaktadır. Tedavi sonrası hasta takibi yapılmaktadır. İleri düzey yanık hastaları için depritman greftleme ve deri nakli yapılabilmektedir. Dycem ve steril disposilok paspaslı giriş ünitesine sahiptir. Baır hugger ile hastaya özel ısıtma sistemi uygulanmaktadır. Ünitenin içi bakterilerin ve küflerin oluşumunu önleyen geometride yapılmış ve uygun iç çepe kaplamasıyla kaplanmıştır. Diyaliz ihtiyacı olan hastalar için yoğun bakım içi diyaliz sistemi mevcuttur. 19 Yrd. Doç. Dr. Gülsüm Atay Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Yaşamın İlk Üç Yılında Sosyal Gelişim İnsan yaklaşık 100 milyar beyin hücresi ile doğarlar. Gelişim bu sinir hücreleri arasında ilişkiyi sağlayan bağlantıların artması ile olmaktadır. Araştırmalar bu bağlantıların bebeklerin gereksinimlerine uygun, duyarlı ve şefkatli bakımla birlikte sağlanan çevresel uyaranlarla geliştiğini göstermektedir. Beyin gelişiminin doğumdan sonra en hızlı olduğu ilk 3 yaşta bebeğe sağlanan uyaranlarla ne kadar keyifli deneyimler yaşarsa gelişimi o kadar iyi etkilemektedir. Çocukların gereksinimlerine ve isteklerine değer verildiğini ve bunların yerine getirildiğini hissetmeleri çevreleri üzerinde etkileri olduğu duygusunun gelişmesini sağlayarak öz güvenlerini arttırmakta ve sosyal gelişimleri için sağlam temellerin atılmasını sağlamaktadır. 20 Sosyal gelişim diğer insanlarla olumlu ilişkiler geliştirebilme ve bu ilişkileri uygun şekilde sürdürebilmek için gerekli değerleri, bilgi ve becerilerin kazanılmasıdır. Yaşamın ilk yıllarından itibaren çocukların sosyal gelişimlerinin iyi olması daha sonraki yaşam deneyimlerini belirlemektedir. Sosyal gelişimleri iyi olan çocuklar daha iyi konuşurlar, öz güvenleri daha yüksektir, okula daha iyi uyum sağlarlar ve karşılaştıkları sorunları daha iyi çözerler. Bu olumlu etkiler daha sonraki yaşamlarına da olumlu yansımaktadır. Sosyal gelişimle ilgili beceriler doğum sonrası dönemde çocuğun doğuştan sahip olduğu mizaç, anne babası ve diğer yakınlarıyla ilişkisi ve yaşanılan deneyimlerin karşılıklı etkileşimleri ile kazanılmaktadır. Sosyal gelişim, duygusal gelişim ve özgüven birbirleriyle yakın ilişkilidir. Çocukların sosyal gelişiminin desteklenmesi için duygusal gelişimleri ve özgüvenleri de eş zamanlı desteklenmelidir. Sosyal gelişim doğumdan itibaren başlar. Bebekler sosyal gelişimleri için gerekli temel donanıma sahip olarak doğarlar. İnsan yüzüne bakmayı severler özellikle annelerinin yüzüne bakmayı içgüdüsel olarak tercih ederler ve kısa bir süre sonra onu tanırlar. Anne ve babalarının seslerini doğum öncesi dönemde tanımaya başlarlar ve doğum sonrasında tercih ederler. Kendileriyle konuşulmasından, mutlu bir yüz ifadesiyle kendilerine bakılmasından hoşlanırlar. Bebeklerin kendileriyle konuşulması, şarkı söylenmesi, dokunulması, oynanması gibi tekrarlayan olumlu deneyimler yaşamaları gelişimlerini olumlu etkilemektedir. Yaklaşık iki aylık olduklarında kendileriyle konuşulduğunda gülümsemeyi daha sonra karşılıklı ses çıkarmayı ve kendileriyle konuşulmasını sağlamak için sesler çıkarmayı öğrenirler. Bu davranışlar sosyal gelişimin ilk göstergeleridir. Küçük bebekler henüz kendilerinin ayrı bir birey olduklarının farkında değildirler. Annelerinin ve çevrelerindeki kişilerin olumsuz duygularını onlar fark ettirmemeye çalışsa da hissederler ve bundan olumsuz etkilenirler. Annesi mutsuz, huzursuz olduğunda bebek de huzursuz olur, daha çok ağlar. Bu durum anne ve bebeğin birlikte yaşadıkları keyifli deneyimlerin azalmasına, bebeğin duygusal ve sosyal gelişiminin olumsuz etkilenmesine neden olabilir. Küçük bebeklerin her ağladıklarında kucağa alınmaları yatıştırılmaları onları şımartmaz. Sevgilerini gösterebilmeyi öğrenmek için önce sevgiye doymaları gerekir. Zamanla farklı gereksinimlerini farklı şekilde ağlar gibi sesler çıkararak anlatmayı öğrenirler. Bu sesleri ayırt ederek uygun karşılıklarla gereksinimlerini hemen gidermek, onları kucağa almak, sevgi ve şefkat göstermek kendilerini değerli hissetmelerini sağlar, 21 özgüvenlerini ve duygusal gelişimlerini arttırarak sosyal gelişimlerini destekler. Yaşamın ilk aylarındaki olumlu deneyimlerin etkisiyle sosyal ilişkiler kurmaktan giderek daha fazla keyif alırlar ve 4-6 aylık olduklarında yabancılara da ilgi duymaya onlara gülmeye, sesler ve hareketlerle karşılık vermeye başlarlar. Bebekler 6-9 aylık olduklarında farklı sesler çıkarabilirler. Farklı gereksinimlerini ve duygularını farklı şekilde ağlayarak, sesler çıkararak ve beden dili kullanarak ifade edebilmeyi öğrenirler. Bu dönem onların çevrelerindekilerden ayrı bir birey olduklarını ve tek başına yaşayamayacaklarını da fark ettikleri dönemdir. Yalnız kalmaktan ve yabancılardan korkmaya başlar. Bebeklerin yalnız kalmaktan korkmaları, gece sık sık uyanarak annelerinin yakında olup olmadığını kontrol etmeleri normal ve sağlıklı davranışlardır. Bu dönemde “cee” oyunu oynanması, odadan çıkarken haber vermek, diğer odadayken onunla konuşmaya devam etmek ve dönüldüğünde “cee” oyunu yapmak yalnız kaldığında sakin kalabilme becerisinin artmasını destekleyecektir. Çalışan anneler genellikle bu dönemde işe tekrar başlamak- tadırlar. Bebeğin annesi işteyken ona bakım verecek kişi ile anne işe başlamadan önce birlikte olmaya başlaması, ona alışması annesi uzaktayken onunla birlikte kalmaya alışması önemlidir. Anneler işe giderken mümkün olduğunca bebeklerinin onlara bakan kişiyle birlikte kendilerini yolcu etmelerini sağlamalıdırlar. Yabancılarla karşılaştığında korkmasına saygı göstermek, alışması için fırsat vermek ve kendi isteğiyle ilişkiyi başlatmasını desteklemek sosyal gelişimini olumlu etkileyecektir. Yabancılarla sık sık karşılaşmasını sağlayacak fırsatlar yaratmak korkusunu yenebilmesini ve yabancılarla nasıl ilişki kurabileceğini öğrenmesinde yardımcı olacaktır. Bu dönemde bebekler ağladıklarında bazı şeylerin yapılmasını sağladıklarını, hızlandırdıklarını fark ederler. İsteklerinin karşılanamayacağı durumlarda dikkatleri başka şeye yönlendirilerek yatıştırılabilirler. Bazı zamanlarda ise isteklerini hemen karşılayabilmek mümkün olmayabilir. Bu durumda ağladıklarında telaşlanmamak, konuşarak yatıştırmaya çalışmak ve kendi kendilerini yatıştırabilmeyi öğrenmelerini sağlamak duygusal gelişimlerini destekleyecektir. Kendi kendisini yatıştırmayı öğrenmesi daha sonraki yaşamında hoşuna gitmeyen sosyal olaylar karşısında sakin kalabilmesini böylece sorunlara daha iyi çözümler geliştirebilme becerisini arttırabilmesini sağlayarak sosyal gelişimini destekleyecektir. Bebeklerin çoğunun yabancı korkusu 12-24 ayda azalır. Anneleri ya da çok iyi tanıdıkları kişiler yakınlarındayken bağımsız olarak dolaşmaya ve çevrelerini keşfetmeye başlarlar. Keşifleri sırasında zaman zaman yalnız olmadıklarını hissetmek için yakınlarının yanına gelerek ya da bakarak kontrol ederler. Kontroller sırasında onun görebileceği yakınlıkta olmak önemlidir. Annesinin yakında olamadığı durumlarda yatışabilmek için oyuncak, battaniye gibi bir eşyasına gereksinim duyması normal bir davranıştır. Diğer çocuklara ilgi duymaya başlarlar ancak onlarla birlikte ne yapacaklarını henüz bilemezler, ilişkiyi başlatabilmek için vurmak, itmek gibi olumsuz davranışlar gösterebilirler. Oyuncaklarını paylaşmak istemeyebilirler. Bu süreçte anne babalar onlara uygun sosyal davranışları öğrenmelerinde sabırla rehberlik etmelidirler. Uygun olmayan davranışlar “vurmak yok” gibi kısa ve net cümleler- le anlatılmalı, nasıl yapabilecekleri gösterilmelidir. Bu dönemde diğer çocuklarla daha sık karşılaşabilecekleri ortamlarda bulunmaları, nasıl oynayabileceklerini öğrenmeleri için onlarla birlikte oynanması, karşılıklı top atma oyunu gibi oyunlar oynayarak oyuncaklarla sırayla oynanabileceğinin gösterilmesi uygun sosyal davranış ve becerileri öğrenmelerini hızlandıracaktır. Çocuklar uygun sosyal davranışları çevrelerinden gözlemleyerek ve taklit ederek öğrenirler. Anne babalar kendi sosyal davranışlarına da dikkat ederek onlara örnek olmalıdırlar. Çocuklar 2-3 yaşında olduklarında bağımsız yaşamayı daha iyi öğrenebilmek için yaşamın getirdiği kuralları ve sınırları öğrenme çabasına girerler. Bu kurallar ve sınırlar karşısında kendi güçlerinin ne olduğunu, bunların ne kadar esnetilebileceğini, esnettiklerinde ne olduğunu anlayabilmek için günlük yaşamın hemen her anında inatlaşmaya hazırdırlar. Bu dönemde aileler bir taraftan onların bağımsız yaşamayı öğrenme heveslerini anlayıp desteklemeleri, diğer taraftan sınırları öğrenmeleri için rehberlik etmeleri gerekmektedir. Kuralların ve sınırların fazla olması, uygun olmayan davranışlar gösterdiklerinde ayıplanmaları 22 onların özgüvenlerini ve duygusal gelişimlerini olumsuz etkileyerek daha sonraki yaşamlarında sosyal ilişkiler başlatmak ve sağlıklı yürütmekte zorlanmalarına neden olabilir. Diğer yandan konulan sınırların onların ağlamak gibi davranışları karşısında kaldırılması, esnetilmesi kuralların, doğru davranışın ne olduğu konusunda kafalarını karıştırır, öğrenmek istediklerini öğrenemezler ve öğrenemedikleri için öfkeleri daha da artar. Bu dönemdeki çocuklara mümkün olduğunca az “hayır” denilmeli ancak “hayır” denildiğinde geri adım atılmamalıdır. Bunun sağlanabilmesi için bir taraftan çatışma yaratacak durumlar azaltılırken diğer taraftan kendi seçimlerini yapması desteklenmeli böylece olaylar üzerinde kendinin de gücü olduğu duygusu verilmelidir. Örneğin, mevsime uygun olmayan bir giysiyi giymekte ısrar eden bir çocuğa o giysiyi giyemeyeceği ama uygun iki giysiden birisini seçebileceği söylenebilir. Bu dönemde diğer çocuklarla birlikte oynayabilme becerileri artmakla birlikte aralarındaki çatışmalar devam eder. Çocuklarla birlikte paylaşmanın gerekmediği ama her çocuğa düşen ayrı bir etkinliğin olduğu birlikte resim yapılması, kumla oynamak gibi oyunlar oynanması yaşıtlarıyla sosyal ilişki içinde kalmaktan keyif almaklarını arttı- racaktır. Günlük yaşamla ilgili deneyimlerinin artması ile birlikte evcilik gibi hayali oyunları daha iyi oynamaya başlarlar. Bu oyunlar onların sosyal yaşam deneyimlerini daha iyi kavrayabilmeleri ve uygun davranışlar geliştirebilmeleri için önemli fırsatlardır. Diğer kişilerin duygularını da daha iyi anlamaya başladıkları bu dönemde onlarla evcilik, komşuculuk gibi oyunlar oynayarak ve bu sırada kısaca duygulardan bahsederek davranışları karşısında başkalarının neler hissedebileceğini daha iyi kavramaları desteklenebilir, uygun sosyal davranışlar öğretilebilir. Sosyal yaşam deneyimlerinin artmasıyla birlikte kıskanmak, kırılmak, utanmak gibi daha karmaşık duygusal deneyimler yaşayacaklar ve başkalarının yaşadıklarına tanık olacaktır. Henüz ne olduğunu bilmedikleri bu deneyimlerin hemen fark edilmesi, bunların ne olduğunun anlatılması, normal olduğunun belirtilmesi ve doğru tepkisel davranışların öğretilmesi duygusal ve sosyal gelişimlerini destekleyerek uygun sosyal davranış ve becerileri kazanmalarını kolaylaştıracaktır. Tüm yaşlarda çocukların gösterdikleri uygun sosyal davranış ve becerilerin anne babaları tarafından hızla fark edilmesi ve bunların övülmesi sosyal gelişimlerinin desteklenmesi için çok önemlidir. 23 Doç.Dr.Gaye Ulubay Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı KOAH Nefesinizi koruyun, sigaradan uzak durun. Sigara içiyor ya da içmişseniz Koah Hastası olabilirsiniz. Nefesinizi ölçtürün. 24 Akciğerlerimiz soluk alıp verme ve havadaki oksijeni kana taşıma görevini üstlenen organımızdır. KOAH ise, akciğerlerdeki havayollarının kısmen tıkanması ile seyreden ve yaygın görülen bir hastalıktır. KOAH hastalığın kısaltılmış adıdır ve kronik yani uzun süredir varolan, obstrüktif; yani tıkayıcı akciğer hastalığı sözcüklerinin baş harflerinden oluşur. KOAH’lı hastalar nefes alıp verme sırasında zorluk yaşarlar. Sağlıklı kişilerde havayolları açık ve temizdir. KOAH’lı hastalarda ise hava yolları daralmış ve sigara, toz etkisiyle kirlenmiştir, hasarlıdır. Havayollarının duvarları kalınlaşmış ve şiştir. Bu nedenle nefes alıp verme sırasında hava akciğerlerimize rahatça girip çıkamaz. Böylelikle, başlangıçta merdiven çıkma, ağır yük taşıma, koşma gibi ağır egzersizler sırasında hastalık ilerledikçe yol yürüme, hatta konuşma, evde yemek pişirme, banyo gibi günlük ihtiyaçları giderme sırasında ve hatta uykuda nefes alıp vermede sorun yaşarlar. Bu hastalar özellikle kış aylarında en az 3 ay boyunca nefes darlığının yanı sıra öksürük ve balgam çıkarma belirtilerini de yaşar. Nefes darlığı belirtisi başlangıçta ağır egzersizdedir. Bu nedenle çoğu hasta hastalığın erken dönemlerinde belirtilerin farkında bile değildir. Ülkemizdeki her 10 hastadan 9’u kendisinde hastalık olduğunu bilmemektedir. Hastalığın oluşumunda en önemli etken sigaradır. Bunun dışında mesleki ortamda maruz kalınan tozlar, iyi havalandırılmayan evlerde ısınma ve yemek pişirme amacıyla kullanılan odun, tezek gibi yakıtların dumanlarına maruz kalmak da akciğerlerimizde KOAH oluşmasına neden olur. Sigara içimi ve toz, ev içi yakıt kullanımına bağlı geliştiğinden genellikle 40 yaşın üzerinde görülen bir hastalıktır. Ülkemizde sigara içimi ile ilişkili olarak daha çok erkeklerde görülür. Genetik geçiş özelliği olabildiğinden çok az sayıda hastada 40 yaşın altında karşımıza çıkabilir. KOAH bulaşıcı bir hastalık değildir, hastanın kendisinden başka kimseye sağlık açısından zarar vermez. KOAH hastalığı seyri sırasında hastalara zor anlar yaşatan ancak kesinlikle önlenebilen ve tedavi edilebilen bir hastalıktır. Bu yüzden sigara kullanan ya da kullanmış olan, iş yerinde tozlara maruziyeti olan, evde odun-tezek gibi ısınma ve pişirme yöntemlerini kullanan kişilerin öksürük, balgam ve nefes darlığı şikayetleri varsa mutlaka KOAH yönünden değerlendirilmek üzere doktora başvurması gereklidir. Çünkü hastalığın tanısı ne kadar erken konulursa hastanın tedaviden faydalanma oranı o kadar yüksek olur. Hastalığın tanısı çok kısa ve kolay bir yöntem olan spirometrik ölçüm yöntemi ile 3-4 dakikada konulabilmektedir. Spirometrik ölçüm kolayca yapılabilen ve akciğerlerimizin kapasitesini, işlevlerini ölçen bir soluk ölçüm testidir. Tanı konulmasını takiben hastanın hastalığının derecesine göre uygun tedavi yöntemlerinden birisi seçilir. KOAH tedavisinde ilk adım sigaranın bırakılması ile ev içi ve çevresel tozlara maruziyetin sonlandırılmasıdır. Ayrıca bronşların açılmasını sağlayan ve nefes yolu ile kullanan inhaler adı verilen çeşitli ilaçlar hastaya verilmektedir. Hastalığın seyri sırasında ileri evre hastalarımızda akciğer işlevlerinin belirgin azalması sonucunda kanda oksijen düzeyi düşmektedir. Bu hastalarımıza evlerinde oksijen destek tedavileri de uygulanarak yaşam kaliteleri artırılmaktadır. Cerrahi tedavi ileri derecede hastalığı olan az sayıda hastada uygulanmaktadır. Hastalarımızın zaman zaman hastaneye yatarak tedavi edilmesi gerekebilir. Fizyoterapistler tarafından gösterilen solunum egzersizlerinin ve önerilen düzeyde günlük yürüyüşlerin yapılması hastalarımızın yaşam kalitesini çok olumlu yönde etkiler. Ayrıca bu hastalarımızın yılda enaz 2 kez doktor kontrolüne gidip, her yıl sonbahar aylarında grip aşısını ve 7 yılda bir zatürre aşısını yaptırması önerilir. Uygun tedavi seçenekleri ile hastalarımız; daha iyi ve rahat nefes alabilir, daha az öksürür, daha güçlü ve evde kendi işini kendisi yapabilir hale gelmektedir. Bu nedenle KOAH’tan korkmayıp, doktor önerisi doğrultusunda uygun tedavi ile hayatı yaşanır hale getirebilmenin ve hatta normal, uzun bir hayatın yaşanabileceğini unutmamak gereklidir. 25 Dr. Selvi CERAN Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Depresyon, ‘‘derin üzüntülü bazen de hem üzüntülü, hem kaygılı bir duygudurum içinde, düşünce, konuşma, hareket ve fizyolojik işlevlerde yavaşlama, durgunlaşma ve bunların yanı sıra değersizlik, küçüklük, güçsüzlük, isteksizlik, karamsarlık duygu ve düşünceleri ile belirli bir duygudurum bozukluğudur’’. Depresyon tam olarak iyileşebildiği gibi, sıklıkla yineleme ve bazen de kronik gidiş gösteren bir hastalıktır. Mevsimsel değişikliklerin canlılar üzerindeki etkisi çok uzun zamandan beri bilinmektedir. Bu etki, memelilerde üreme dönemleri, enerji kullanımı, vücut yağ miktarı gibi alanlarda gözlenebilirken insanlarda, mevsimlere bağlı olarak doğum ve ölüm oranları, büyüme hızı, depresyon, mani ve intihar sıklığında bu etkiyi gözlemek olasıdır. 26 Kış Depresyonu Mevsimsel değişikliklerle eşzamanlı, yılın belirli dönemlerinde ortaya çıkan ve yineleyen duygudurum değişiklikleri, mevsimsel duygudurum bozukluğu (MDB) olarak adlandırılmaktadır. Duygudurum bozukluklarının bir alt tipi olarak kabul edilen MDB sonbahar ve kış aylarında depresyon nöbetlerinin, ilkbahar ve yaz aylarında normal veya coşkun duygudurum nöbetlerinin olması ile karakterize döngüsel bir hastalıktır. Sıklıkla kış aylarında depresif dönemler şeklinde seyrettiği için mevsimsel depresyon yerine kış depresyonu terimi de kullanılır. Hastalar depresyon dönemi sırasında, dikkat toplamada güçlük, kaygı, cinsel istek kaybı, yorgunluk, gün boyunca uyuklama, iştahın ve karbonhidrat gereksiniminin art- ması gibi belirtilerden yakınırlar. Bu yakınmalar kapalı günlerde daha da kötüleşir. Tedavi edilmeyen depresyon dönemleri tipik olarak ilkbaharda biter. Yaz aylarında coşkun duygudurum; hırçın mizaç, cinsel istek ve enerji artması, uyku ve gereksiniminin ve iştahın azalması, yaratıcılığın artması ve kışın kazanılan kiloların kaybı gibi belirtiler olur. Genellikle MAB 20-30’lu yaşlarda başlar, kadınlarda erkeklere oranla 4-5 kat daha fazla görülür. Kış Depresyonu Oluşumunda Rol Oynayan Faktörler Bilimsel çalışmalarda hastalığın sebepleri hakkında tam bir görüş birliğine varılamamasına rağmen; kalıtım, stres ve biyokimyasal maddelerin rol oynadığı bilinmektedir. Bazı insanlarda kimyasal değişiklikler kış aylarında ortaya çıkmaktadır. MDB’nin ortaya çıkışına yönelik ana varsayım, gün ışığının biyolojik ritim üzerine etkisidir. Bu varsayımdan yola çıkılarak, gün ışığının süre ve zamanındaki değişikliklerle bozukluğun yaygınlığı arasında bir ilişki olabileceği düşünülmüş ve bozukluğun bu yönünü araştırmaya yönelik, dünyanın farklı bölgelerinde, farklı enlemlerde gerçekleştirilmiş çok sayıda alan çalışması yapılmıştır. Kış tipi depresyon sonbahar ya da kış aylarında; yaklaşık olarak Kasım ayından Mart ayına kadar güneş ışığındaki azalmaya bağlı olarak yaşanır. Aralık, Ocak ve Şubat aylarında şiddetini arttırmaktadır. Tekrarlayan depresyon atakları hep aynı mevsime denk gelir. Ataklar arasındaki dönemde (yılın diğer mevsimlerinde) hastalar tamamen düzelir. Yapılan çalışmalarda kış depresyonları genellikle Ekim-Kasım aylarında başlayıp Şubat-Nisan aylarında bittiği gözlenmiştir. Ülkemizde de benzer bir durum söz konusudur. Bu depresyon ekvatordan uzakta yaşayan nüfusun %6’dan fazlasını etkiler. Kaba olarak ekvatordan uzaklaşıldıkça etkilenen hasta sayısı daha fazladır. Hastalığın şiddeti depresyonda geçirilen zamanın uzunluğu ile ilgili olup bunu da bulunulan enlem belirlemektedir Bu bozukluk, yüksek alanlarda daha yaygındır. İskandinav ülkeleri gibi kuzey ülkelerine doğru gidildikçe bu bozukluğun görülme olasılığı da artmaktadır. 27 MDB’si olan hastaların birinci derecede akrabalarında, özellikle de ebeveyn ya da çocuklarında daha yüksek oranda genel ya da mevsimsel duygudurum bozukluğu görülmektedir. Sonuçta mevsimsel duygudurum değişmelerinin altında genetik yatkınlığın rolü önemli görünmektedir. Tanı Belirtiler ve Bulgular Depresyonda en sık görülen belirtiler ve bulgular aşağıda sıralanmıştır. 28 • İsteksizlik ve hayattan zevk alamama en önemli belirtilerdir. • Çökkün bir hastada genel olarak yüz çizgileri belirgin, alın çizgileri derinleşmiş, omuzlar çöküktür, yüzünde üzüntülü bir ifade vardı. • Kimi hastaların kendilerine bakımı azalmış olabilir. • Bazı hastalarda genel bir yavaşlama ve durgunluk hemen göze çarpar. Bazen çok sıkıntılı ve tedirgin bir görünüm ile birlikte hasta yerinde duramaz, ileri geri yürür. • Etkinlik azlığı gözlenebilir. • Hareketlerde yavaşlama belirgindir. Ağır çökkünlüğü olan bazı hastalar güçlükle konuşur, yürür ve iş yaparlar • Enerji kaybı, çabuk yorulma gözlenebilir. • Düşünce hızı yavaşlamıştır. Hasta, düşüncelerini düşük bir ses tonuyla yavaş ve zorlukla söyleyebilir. • Düşünce içeriği; pişmanlıklar, acı veren olumsuz anılar ve gelecek korkusu ile doludur. Geçmiş zaman iyi yaşanmamış, gelecek ise karanlık ve umutsuz görünebilir. Hastada kendini suçlama eğilimi vardır ve öz saygısı azalmıştır, kendini işe yaramaz değersiz, küçük görür. • Hastanın hissettiği suçluluk değersizlik, işe yaramazlık düşünceleri hastada cezalandırma beklentilerine yol açabilir, ölüm isteği ve öz kıyım düşünceleri gelişebilir. • Çökkünlük, genel bir keyifsizlikten, derin üzüntü, iç acısı duyma derecesine varan artma vardır. Sık ve kolay ağlama olabilir. • Bazı hastalarda üzüntü ile birlikte kaygı, tedirginlik kimi zamanda öfke hali olabilir. • Hastalar sıklıkla unutkanlıktan yakınırlar; fakat bu gerçek bir bellek bozukluğu değildir. Unutkanlık ağır üzüntü, iç sıkıntısı ve dikkat dağınıklığına bağlıdır. • Bedensel yakınmalar olabilir, bu nedenle dâhiliye uzmanına başvurular olabilir. • Uyku bozukluğu: depresyonda uykuya dalmakta ve sürdürmekte güçlük yaşanabilir, kış depresyonunda ise genellikle uyku artmıştır. • İştah azalması veya artması (daha çok karbonhidratlı yiyeceklere yönelme) gözlenebilir. • Cinsel istek azalması ya da kaybı olabilir. Herkeste görülen günlük sıkıntıları, karamsar davranışları kış depresyonuyla karıştırmamak gerekir. Depresyonu bir bozukluk olarak farklılaştıran bu belirtilerin bir arada oluşu, yoğunluğu ve sürekliliğidir. Depresyon tanısı koyabilmek için çökkün duygudurum ve isteksizlik ya da hayattan zevk alamamanın da içinde bulunduğu en az beş belirtinin olması, bu belirtilerin kişinin sosyal veya iş hayatında soruna yol açmaya başlaması, gündelik işlevini aksatacak şiddette olması ve en az iki hafta sürmesi gerekir. Bu belirtilere dikkat etmek ve psikiyatri uzmanına başvurmak gerekir. Kış Depresyonunda Tedaviler Depresyonu olan kişiler tedaviye alınacaklarında verilecek ilk karar, tedavinin hangi ortamda yapılacağıdır. Tedavi seçenekleri aşağıda açıklanmıştır. 1. İlaçla tedavi Halen piyasada bulunan bütün antidepresan ilaçlar depresyon tedavisinde etkilidirler; ancak daha hızlı etki göstermesi, daha az yan etkisinin olması ve diğer ilaçlarla etkileşimleri antidepresan seçiminde etkilidir. ışık gibi). Floresan ışığın, hastanın bir metre uzağında, günde 0,5-2 saat tutulması gerekir ve dakikada bir kez hastanın ışığa göz atması sağlanır. Hasta, ışığa sürekli bakmaz. Üç veya dört gün içinde belirgin iyileşme olur. rapinin sabahları uygulanmasını önermişlerdir; bazı çalışmalarda ise gün batımından sonra verilmesinin daha uygun olduğu ifade edilmiştir. Ayrıca hem sabah hem gün batımında uygulanmasını savunanlar da vardır. Işık sağaltımının günün erken saatlerinde Yapılan deneylerde ışığa bakılmadan, ışık yalnızca deriye tutulduğunda hiçbir etki görülmemektedir; çünkü tedavinin odak noktası, ışığın gözün retina tabakasına nüfuz etmesidir. Fototerapinin uygulama zamanı da tartışmalıdır. Bazı çalışmalarda fotote- uygulanması daha etkili bulunmuştur. Işık tedavisi (fototerapi) çalışmalarında bir hafta boyunca her gün iki saat ortalama olarak 2500 lüks ışık altında kalınmasının plasebodan daha etkili olduğu bulunmuştur. Antidepresan ilaçlara yanıt 2-3 hafta düzenli kullanıldıktan sonra başlar. Ayaktan hastaların %20 – 35 ‘i antidepresan tedaviye cevap vermez. Depresyon sıklıkla yineleyici olduğundan ve bazen de kronik seyir gösterdiği için, tedaviyi sonlandırma konusunda dikkatli olunmalıdır. İlaç tedavisinde genel prensip idame tedaviye, akut tedaviye yanıt alınmış olan dozla devam edilmesi ve tam bir iyileşme olmadıkça kesilmemesidir. Tedavi sonlandırılmaya karar verildiğinde ise ilaçlar yavaş kesilmelidir, aksi halde kesilme belirtileri gözlenecektir. Tedavi sonlandırılırken mutlaka doktora danışılmalıdır. 2. Psikoterapiler Depresyonda psikoterapinin yeri önemlidir. Ağır çökkünlüklerde başlangıçta kuşkusuz ilaç tedavisi önceliklidir; ancak hasta düzeldikçe psikoterapi sürecinde depresyona neden olabilecek, depresyonu süreğenleştirecek ya da yinelemesine neden olacak kişilik ve çevre etkenleri de ele alınır. 3. Işıkla Tedavi (fototerapi ) Fototerapinin antidepresan etkisi kanıtlamış olup, uygulama şekli halen tartışmalıdır. Çeşitli ışık tiplerinin MAB tedavisinde etkili olduğu ifade edilmektedir. Ancak bu ışık kaynaklarının karşılaştırmalı çalışmaları yoktur ve yan etkileri tam olarak bilinmemektedir. Işıkla tedavide 2500-1000 lüx dozunda parlak güneş ışığı verecek nitelikte güneşin bütün dalga boylarını içeren ışık kullanılır. (Yani parlak bir bahar günündeki yoğun 29 Uzm. Fzt. Aydan AYTAR Pilates Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizik Tedavi Anabilim Dalı 30 Joseph H. Pilates diyor ki; “10 seansta farkı hissedeceksiniz, 20 seansta farkı görecek ve 30 seansta tamamen yenileneceksiniz… Pilates metodu veya pilates yirminci yüzyılın başlarında Joseph H. Pilates tarafından geliştirilmiş bir sistem olarak tanımlanır. Pilates, kendi egzersiz sistemini 1900’ lerin başlarında Almanya’da geliştirmiştir. Çocukluğunda astım ve raşitizm hastalığına yakalanan Pilates’in yöntemi, sağlıksız ve kırılgan bedenini güçlendirme kararlılığından doğmuştur. Pilates bu yöntemini, kasları eğitmek için zihnin gücünden faydalanma yaklaşımını vurgulamak için “Kontroloji Sanatı” ya da “Kas Kontrolü” olarak adlandırmıştır. Birinci Dünya Savaşı sırasında toplama kampına alınan Pilates, buradaki arkadaşlarına yöntemini öğretmiş ve onların 1918’deki grip salgını sırasında sağlıklarını korumasını sağlamıştır. Savaşın sonraki dönemlerinde bir hastanede görev yapmış ve burada yatağa bağlı hastalara hizmet vermiştir. Onlarla birlikte çalışırken, yataklara hastaların sorunlu kol ve bacaklarını destekleyecek yaylar monte etmiştir. Bir süre sonra Pilates ve doktorlar, bu hastaların daha hızlı bir şekilde iyileştiklerini fark etmişlerdir. Yaylarla gerçekleştirilen bu egzersizler, Pilates’in daha sonra minder egzersizleri ile bir arada kullanılması için tasarladığı aletli çalışmaların temelini oluşturmuştur. Pilates esneme ile güçlenme egzersizlerinden oluşan bir EGZERSİZ sistemdir. Bu sistem ile • Kaslar güçlenir • Duruş düzelir • Esneklik ve Denge gelişir. Pilates, bedenin dengeli tutulmasına yardımcı olan ve omurgayı desteklemekte önemli işlevi olan temel kaslar üzerine yoğunlaşılan sağlıklı ve formda olma programıdır. Pilates bedeni ve zihni birleştirerek çok daha düzgün bir form kazanılmasına yardımcı olur. Egzersizin önemi ve faydaları göz önüne alınacak olursa pilatesin de doğru ve uzman kişiler ile yapıldığı zaman sağlayacağı yararlar yadsınamaz. Fitness endüstrisinin yeni ve yaratıcı yöntemler geliştirmek için çabaladığı günümüzde, zihin-beden ilişkisine odaklanan egzersiz yöntemlerinde büyük bir artış gözlenmektedir. Günümüzde moda haline gelen egzersiz programlarından pilates sadece sağlıklı bir 31 beden, sağlıklı bir zihin ve sağlıklı bir yaşam yaratmak amacı ile değil aynı zamanda pek çok fizyoterapist tarafından rehabilitasyon sürecinin bir parçası olarak da kullanılmaktadır. Hastalarda uygulanan “Klinik Pilates” uzman fizyoterapistler gözetiminde yapılmalı, kişiye ve hastalığa özel olmalıdır. Eski egzersiz rutinlerinde kaslar gruplara ayırmakta ve bedeni bir bütün olarak ele almak yerine her bir bölge ayrı ayrı çalıştırılmakta idi. Bugün birçoğumuzun zayıf bir fiziksel görüntüye sahip olmamızın sebebi, bedenin belli bölgelerine odaklanarak diğer bölgeleri göz ardı eden karmaşık ve verimsiz egzersizlerin yarattığı dengesizliktir. Eğer egzersiz yapmaktaki amacımız bedenlerimizi dengelemek, dolaşım sistemimizi geliştirmek, gerginliği azaltmak, dayanıklılığı arttırmak, daha iyi görünmek ve kendimizi çok daha iyi hissetmekse tüm bu amaçları gerçekleştirme yeteneği, pilates egzersizleri ile mümkün olabilmektedir. 32 Pilates felsefesi genel bir zindelik sağlamak için zihin ve bedeni bir arada çalıştırmaya odaklanmıştır. Pilatesin Temel Amaçları: • Bütün vücudun düzgün ve dengeli gelişip kuvvetlenmesini sağlamak • Doğru nefes alıp vermeyi sağlamak • Güçlü, esnek ve dengeli gelişmiş bir vücuda sahip olmayı sağlamak • Esnek hareket kabiliyetine sahip omurga ve eklemler oluşturmak • Sağlıklı kan dolaşımı sağlamak • Sağlıklı beden/zihin/ruh birliğini sağlamak Hareketlerinizi kontrol ve koordine etmek için dikkatinizi topladığınızda bedeniniz daha dengeli gelişir, omurga ve eklemleriniz daha sağlıklı bir hareket ortamına sahip olur; böylece kan dolaşımı artarak nefes alıp verme kapasiteniz artar. Bu da bütün dokularınıza daha fazla oksijen gitmesini sağlar. Pilates, kasların sadece şişkin değil esnek ve güçlü olmalarını da sağlar. Pilatesin faydaları yalnızca kaslarla kalmaz, güçlü ve esnek eklemler de bu egzersizlerin hedefleri arasındadır. Düzenli pilates egzersizi güçlü, esnek ve dengeli gelişmiş bir vücuda sahip olmayı sağlar. Pilates omurga ve eklemlerinizi güçlendirir, duruşunuzu dikleştirir ve daha uzun görünmenizi sağlar. Dik durmanız ciğerlerinizi genişletir ve diğer bütün organlarınıza görevlerini daha sağlıklı ve verimli bir şekilde yerine getirmeleri için gerekli yeri açar. Eklem yerlerinizdeki basıncın azalması size daha fazla gücü hareket kabiliyeti ve enerji verir. Daha esnek bir omurga sadece vücudunuza sağlam bir destek vermekle kalmaz. Kaburga kemikleriniz doğrudan omurganıza bağlı olduğu için kambur bir duruş doğru ve düzenli nefes almanızı engeller. Omurganız dik ve esnek değilse, vücudunuzdaki bütün eklem yerlerinde ve kaslarınızda ağrılar oluşur. Pilates egzersizleri ile bu ağrılarda azalma meydana gelmesi mümkün olabilmektedir. Pilates İçin Temel Altı Prensip Mevcuttur. manda hiç duraksamayarak yapılmalıdır. Konsantrasyon: Pilates yaparken hareketlere yoğunlaşmak, bedenin uyum içinde nasıl çalıştığına ve hangi kasların kullanılıp, hangilerinin kullanılmadığına dikkat etmek gerekir. Kesinlik: Hareketler belirsizce değil, hakkı Kontrol: Pilates metodunda kontrol çok önemlidir. Kontrol için bedenin iyi dinlenmesi ve hareketlerin gösterildiği şekilde uygulanması, olası sakatlıkların önlenmesi gerekir. verilerek tam yapılmalıdır. Hareket seansları birbirleri içinde ve birbirleri arasında koordine olmalıdır. Nefes: Nefes alıp verme, panik olmadan sırtın arkasına ve altına derin nefes alıp bütün nefesi tamamıyla dışarı üflemek yoluyla olmalıdır. Böylece, nefes tamamen boşaltılıp, kan temizlenmiş olur. Merkezleme: Pilates Metodu’nda, doğru hareket sanatlarında olduğu gibi merkez, göbek, bel ve kalça çevresidir. İç organları ve omurgayı yerinde tutan kas sistemlerini içerir. Merkezleme, üst bedenin stabilitesini ve esnemeyi, uzamayı sağlar. Akıcı hareket: Hareketler acele edilmeden, her noktadan tek tek geçerek ama aynı za- Pilates, yoga, jimnastik, modern dans ve diğer hareket sistemlerinden etkilenmiştir. Pilates egzersizleri uzman kişiler ile yapıldığı takdirde her yaştan insanın rahatlıkla uygulayabileceği bir egzersiz sistemdir. Ayrıca pilates egzersizleri engelli bireylere de uygun hale getirilebilir, böylece fiziksel ve zihinsel rahatlama, uyum ve vücut farkındalığı sağlanabilir. 33 Katarakt nedir? Prof. Dr. Ahmet AKMAN Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı Gözün doğal lensinin opaklaşması olarak adlandırılan katarakt dünyada en sık körlük nedenidir. Her yıl 1 milyon insan katarakt ameliyatı olmaktadır. En sık görülen katarakt tipi yaşa bağlı katarakttır en sık 60’lı yaşlarda görülür. Kataraktın ilaçla tedavisi yoktur, standart tedavisi opaklaşmış lensi uzaklaştırmak ve yerine yapay göz içi lensi (GİL) yerleştirmektir. Cerrahi sırasında en az girişimsel cerrahi tekniği kullanmak cerrahinin neden olduğu astigmatizm ve bakteriyel enfeksiyonlar gibi komplikasyonları azaltmak yönünden önemlidir. Modern GİL’lerin optikleri cerrahi sonrasında görmenin kaliteli olmasını ve hasta memnuniyetini sağlamaktadır. Kataraktın tipleri ve klinik özellikleri nelerdir? Tanı nasıl konulur? Kataraktın çok çeşitli nedenleri ve tipleri vardır, değişik şekilde sınıflanabilir. Konjenital katarakt, doğumda veya hayatın ilk bir yılında lensin opaklaşması olarak tanımlanabilir. Rahim içi enfeksiyonlar, metabolik durumlar ve çeşitli konjenital sendromlar konjenital katarakta neden olabilir. Kazanılmış kataraktın en sık nedeni yaşa bağlı katarakttır. Bunun yanında toksik etkiler (sigara içmek, ilaçlar), radyasyon (ultraviyole ışık), sistemik hastalıklar (diyabet, atopik dermatit, hipokalsemi), bazı göz hastalıkları (üveit, enfeksiyonlar, glokom) ve travma da katarakta neden olabilir. Kataraktlı hastalarda en sık görülen semptom yavaş yavaş gelişen görmede azalmadır. Bazen ışık hassasiyeti de olabilir. Lensin nükleer bölümünün opaklaşması, lensin refraktif gücünün artmasına neden olabilir hasta daha miyopik hale gelebilir, yakın görmesi de bundan etkilenebilir. Göz hastalıkları uzmanı; göz bebeği dilate olunca biyomikroskopik ön segment muayenesinde katarakt tanısını koyabilir. Katarakt tanısı konulan hastanın görme keskinliği, gözün ön segment muayenesi ve dilatefundus muayenesi dokümente edilir. Katarakt ameliyatı planlanan hastalarda korneanın refraktif gücü, ön kamaranın derinliği, gözün aksiyel uzunluğu ölçülerek göze katarakt ameliyatı sırasında konulacak GİL gücü hesaplanır. Katarakt cerrahisi sırasında hangi tip anestezi kullanılır? Katarakt cerrahisi damla ve jel ile topikal veya peri- ya da retrobulberanestezik madde injeksiyonu ile yapılabilir. Günümüzde daha çok topikal anestezi tercih edilmektedir. Topikal Katarakt Cerrahisi ve Göz İçi Lens Yerleştirimi 34 35 anestezinin tercih edilme nedenleri görmenin hızlı iyileşmesi, minimal girişimsel cerrahi teknik uygulandığında hastanın cerrahi sırasında koopere olabilmesidir. Ancak topikal anestezi altında katarakt ameliyatı yapmak cerrah için zordur ve iyi bir hasta uyumu gerektirir. Antikoagulan tedavi almakta olan hastalara yapılacak katarakt ameliyatında eğer hastaya topikal anestezi planlanıyorsa hasta kumarin veya asetilsalisilikasid gibi antikoagulan tedavisini almaya devam edebilir ancak peri- ya da retrobulberinjeksiyon yapılması planlanıyorsa hemoraji riski yüksek olacağı için antikoagulan tedaviye ara verilmelidir. Cerrahi teknik nasıldır? Eğer hastanın glokom, retinal hastalık gibi ek sorunları ve hastaneye yatırılması gereken sistemik bir sorunu yoksa katarakt cerrahisi günübirlik bir cerrahidir. Gözün dış yüzeyindeki bakteri konsantrasyonunu azaltmak ve göz içi infeksiyonları azaltmak için ameliyattan önce birkaç gün süre ile antibiyotik damlalar kullanılabilir. Gözbebeği ameliyattan önce damlalar ile büyütülür. Ameliyat sonrası yara stabilitesi ve kendi kendine kapanması açısından bugün korneal tünel insizyonlar ile cerrahiye başlanır. Katarakt ameliyatında klasik olarak kornea üst bölümünden kesiler uygulansa da yan kesiler de sık kullanılmaktadır. Eğer korneal astigmatizm mevcutsa kornea kesisi en dik meridyenden olacak şekilde yapılabilir. En yeni tekniklerden biri kornea insizyonunun 2mm’den daha küçük olduğu yaklaşımlardır. Bu teknikler bu kadar küçük kesiye uygun cerrahi aletler ve katlanabilir GİL gerektirir. Günümüzde katarakt cerrahisinin standart metodu fakoemülsifikasyondur. Bu yöntemde önce lensin ön kapsülünde yuvarlak merkezi bir açıklık oluşturulur ardından bu açıklık içinde lens materyali yüksek ultrasonik sıklıkta titreşen içi boş iğne ile parçalanır ve emilir. Bütün cerrahi sırasında göze viskoelastik materyaller uygulanır. Bu maddeler hem gözün yapılarını korur hem de cerraha çalışacak alan yaratır. 36 Göz içi lenslerin özellikleri nelerdir? Modern GİL’ler genellikle sferiktir ve lenssiz gözün sferik eşdeğerini düzeltir. Genelde GİL’lerin kırıcılık gücü 10-30 D arasında değişir. Genellikle GİL çapları 12-13mm arasındadır, optik çapları 6mm’dir. Rijidpolimetilmataktilat, katlanabilir silikon, hidrofobik veya hidrofilikakrilat yapıda olabilirler. Katlanabilir GİL’ler3mm’den küçük kornea insizyonlarından kapsül içine yerleştirilebilirler. Katarakt ameliyatı sonrası gelişebilecek kapsül opaklığını engellemek için lensler keskin arka kenarlı olacak şekilde tasarlanmıştır. Modern katarakt cerrahisi GİL’lerin yerleştirilmesinde sferik düzeltme ile birlikte görme kalitesini arttırmayı hedefler. Asferik göziçi lensler nelerdir? Bu lenslerin optik alanında mükemmelleştirilmiş yüzey açısı yüksek sferik sapmaların düzeltilmesini sağlar. Görme kalitesini arttırmakla birlikte özellikle pupil geniş olduğundakontrastsensitiviyi iyileştirirler. Torik göz içi lensleri nelerdir? Kornea astigmatizminin 1D’den fazla olduğu durumlarda torik GİL’leri yerleştirilebilir. Kornea astigmatizminin olduğu aksa uyan bölgede optik bölgede düzeltme yapar. Bu lensler yerleştirildiğinde uygun aksta yerleştirildiğine ve stabilitesine dikkat edilmelidir. Multifokal göz içi lensleri nelerdir? Multifokal göz içi lensleri iki veya daha fazla odak noktası ile yakın ve uzakta ek optik düzeltme gerektirmeden görmeyi sağlar. Akomodatif göz içi lensleri nelerdir? Katarakt ameliyatından sonra hem yakın hem uzak mesafeden okumak için akomadasyonu kullanmak için tasarlanmış lenslerdir. Çalışma prensibi lensin öne ve arkaya doğru hareketi üzerinden tasarlanmıştır. Ancak yakın okumada orta derece bir iyileşme yaparlar. Daha iyi akomodasyon yapacak lensler araştırma ve test fazındadır. Mavi ışığı filtre eden (sarı) göz içi lenslerinin özellikleri nelerdir? Mavi filtre ışığın kısa dalga boyu kompanentinin geçişini azaltır. Bu dalga boyunun makü- lada foto-oksidatif hasar yaptığı ve yaşa bağlı makülahastalığı riskini arttırdığı düşünülmektedir. Bunun yanında kısa dalga boyu uzun dalga boyuna göre daha fazla kırılmaktadır ve kontrast görmeyi bozmaktadır. Mavi ışık filtre eden lensler kontrastsensitiviteyi bozmamaktadır. Katarakt cerrahisinin sonuçları nasıldır? Katarakt cerrahisinde ameliyatın komplikasyonsuz geçmesinin yanında uzun dönemde görmeye ait sonuçlar ana başarı kriteridir. En sık kullanılan değerlendirme ölçütleri yüksek kontrast görme keskinliği ve göz içi lens için belirlenmiş görme mesafelerindeki bakiye kırma kusurudur. ‘Görme kalitesi’ terimi yüksek kontrast görme keskinliği göz önünde bulundurularak türetilmiştir. Fakat görme keskinliği tespiti basit ve hızlıca ölçülebilir ancak karmaşık görme algısı fenomeninin ölçümü için tam ve yeterli bir yöntem değildir. Görme kalitesi, hastanın bireysel görme gereksinimleri içerisinde yeterli görebilmesidir. Çeşitli objektif ve sübjektif ölçümler görme kalitesinin tespiti için kullanılmaktadır. Özet olarak, bütün görsel fonksiyonlar içinde en önemlisi ve en kolay ölçülebileni olan yüksek kontrast görme keskinliğinin, günümüzde kullanılan göz içi lens tiplerinin uygulanmasından sonra kabul edilebilir sınırlara girdiği sonucuna varılmıştır. Modern, esnek bir göz içi lens uygulamasından sonra, görmeyi bozabilecek başka bir göz hastalığı da yoksa hastalar tam görme keskinliğine ulaşırlar. Katarakt cerrahisinde komplikasyon gelişme oranı nedir? Genel olarak katarakt cerrahisinden sonra oluşan komplikasyonlar çok nadirdir (<%1). Operasyon sırasında oluşabilecek komplikasyonlar nelerdir? Lokal anestezi için kullanılan enjeksiyon tekniklerine bağlı olan göz arkasında kanama, göz küresinin delinmesi, anestezik maddeye karşı alerjik reaksiyon gibi komplikasyonlar, günümüzde daha çok damla ve jel formu anesteziklerin kullanılması sonucu çok nadir görülür. Diğer potansiyel operasyon içi komp- likasyonlar kullanılan cerrahi tekniğe bağlı oluşmaktadır. Bu komplikasyonlara korneal tünel açılması için yapılan kesinin verdiği hasar ve buna bağlı göz içi basınç azalması, üveal dokuların yara yerinden dışarı çıkması, fakoemülsifikasyon cihazının yarattığı ısı hasarı, kapsül yırtılması sonucu göz içi lensin yer değiştirmesi, vitreus kaybı ve ciddi kanama örnek olarak verilebilir. Operasyon sonrası oluşabilecek komplikasyonlar nelerdir? Operasyon sonrası oluşan ağrı kornea epitelinin hasarı, göz içi basıncının artışı veya göz içi enfeksiyona işaret ediyor olabilir. Operasyon sonrası oluşan en ciddi komplikasyonlardan biri olan endoftalmi (göz içi enfeksiyon) dikkatli yapılan antiseptik önlemler sayesinde günümüzde çok nadiren görülür (%0,05). Diğer az görülen komplikasyonlar göz içi basıncın azalmasıyla birlikte yara yeri ayrılması, yara bölgesine doğru epitel büyümesi ve göz içi lensin yer değiştirmesi olarak sıralanabilir. Ameliyat sonrası tedavi ve takip nasıl planlanır? Ameliyat sonrası tedavi antibiyotik damlalar ile birlikte kortikosteroidli venonsteroid damlaların azalan dozda 2-4 hafta kullanılmasını içerir. Hasta ameliyattan sonra ilk birkaç gün gözünü kaşımaması, ovuşturmaması, ameliyat olan göz tarafına yatmaması yönünden uyarılmalıdır. Sabunla, şampuanla, makyaj malzemeleri ile direkt temastan kaçınılmalı, havuza ve saunaya gidilmemelidir. Uygulanan cerrahi tekniğe göre değişmekle birlikte ilk hafta ağır egzersizlerden kaçınılmalıdır. Hasta araba kullanmaya ameliyattan sonra görme keskinliği test edilince ve göz doktoru onay verince başlayabilir. Hasta görmede ani azalma, kırmızılık, ağrı, uçuşma gibi semptomlar olursa hemen hastaneye gelmesi yönünden uyarılmalıdır. Göz doktoru genelde hastayı ameliyattan sonra ilk gün, 1. hafta ve 1. ayda muayene eder. 1. ayda gerekli ise uzak ve yakın gözlüğünü ayarlar. 37 Uzm. Dyt. İrem EMİNSOY Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Beslenme Ve Diyet Sorumlusu Kış Aylarında Beslenme 38 Kış aylarında kapalı ortamlarda bulunma sıklığımız artmaktadır. Bu da hastalıkların yayılması için daha uygun ortamların oluşmasına neden olmaktadır. Ayrıca kalabalık alışveriş merkezleri, çocuk oyun alanları, kalabalık misafirlikler de bulaşma için uygun yerlerdir. Bulaşma ya hasta kişinin tükürüğünün el ya da eşyalarla geçmesi ya da öksürük ve aksırıkla etrafa dağılan virüslerin bizlere ulaşması ile olur. Kış aylarında ortaya çıkan hastalıklardan korunmak için başlangıç olarak yeterli ve dengeli beslenme en önemli anahtardır. Kişilerin yaş, cinsiyet, boy ve ağırlık, fiziksel aktivite, meslek ve kişisel özelliklerine göre diyet planlaması yapılmalıdır. Enerji, protein, yağ, karbonhidrattan yeterli miktarda alındığında, hastalıklardan korunmak kolaylaşmaktadır. Ayrıca besin çeşitliliğine de yer vermek önemlidir. Tek yönlü beslenmede, diğer yiyeceklerden alabileceğimiz besin öğelerinden uzak kalmaktayız. Bu da vücudumuzun çalışması için gerekli besin öğelerinin eksik alınmasına neden olmaktadır. Gecelerin uzaması ve evde geçirilen sürenin artması, fiziksel aktivitenin azalması ile kış aylarında ağırlık artışları gözlenmektedir. Genelde gece tüketilen atıştırmalıklar veya içeceklerin enerjileri yazın tüketilenlere göre daha yüksektir. Bu nedenle ara öğün tercihlerini tatlı, patlamış mısır, salep, sıcak çikolata gibi enerjisi daha yüksek olan besinler yerine meyve, süt, ıhlamur gibi besinleri tercih etmek daha uygun olabilir. Çevre kirliliği, stres, yağlı diyetler, sağlıksız beslenme, hazır gıda tüketimi, sigara, ilaç tedavileri, alkol tüketimi, radyasyon, böcek ilaçları insan vücudunda serbest radikallerin oluşumunu artırmaktadır. Serbest radikallere karşı antioksidanlar en etkili bileşiklerdir. Antioksidanlar, gıdalarda oksidatif bozulmayı önleyen veya geciktiren bileşikler olarak tanımlanmaktadırlar. Antioksidan vitamin ve minerallerin vücuda zararlı serbest radikallerden vücudu koruma etkisi vardır. Serbest radikaller atomlar ve atom grupları hücrelerde hasara neden olabilir. Bu atom grupları bağışıklık sistemini etkileyip, enfeksiyonlar, kalp hastalığın, ateroskleroz, kanser, artrit, katarak, anfizem, retinopati gibi hastalıklara yol açabilir. Antioksidanlar Antioksidan vitamin olarak bilinen A, C ve E vitaminleri yanında, özellikle çinko ve selenyum mineralleri de serbest radikal olarak adlandırdığımız bileşikleri vücuttan uzaklaştırmada görev almaktadır. Özellikle dışardan aldığımız antioksidan özellikli bu maddeler, hücrelerimizi koruyucu onarıcı etkilerinden dolayı çok önemli antioksidanlardır. Antioksidan kapasitesi en yüksek olan alfa tokoferoldür (E vitamini). Hücrelerin yapısında bulunan yağ asitlerinin yapılarının bozulmasını önler böylece hücrenin sağlam kalmasını sağlar. A vitamini: Gözün değişik ışık durumlarında görmesini sağlar, deri ve organları saran epitelyum doku bütünlüğü için gereklidir. Embriyonik gelişimde önemli rol oynar, bağışıklık sisteminde etkilidir. Oksidasyon stresinden hücreyi korumaktadır. Antikor oluşumunda etkilidir. Enfeksiyonlarla birlikte çocuklarda A vitamini yetersizliği görülebilmektedir. Fiziksel aktivite, iklim değişiklileri ile A vitamini ihtiyacında önemli bir değişiklik olmamaktadır. Kronik ishaller ve protein enerji malnütrisyonunda yetersizliği daha sık görülmektedir. Enfeksiyonların da A vitamini depolarını azalttığı düşülmektedir. E vitamini: A vitaminin organizmadaki etkisini artırır. Doymamış yağ asitlerinin vücut dokularındaki oksidasyonunu önler. Hücre zarının korunmasını sağlar. Kan akıcılığına yardımcıdır. Yeterli miktarda E vitamini alımı kalp damar hastalıklarından korunmayı sağlamaktadır. DNA yıpranmasını önler, yeterli miktarda alınması ile sindirim sistemi, akciğer ve prostat kanser riskini azaltır. C vitamini: Vitaminler içinde en dayanıksız olanıdır. Bitki dokusunun kesilmesi, soyma, ezilme ve kurutma ile C vitamini etkisi azalır. Kılcal damarların kuvvetli olması, demirin indirgenmesi, kalsiyum, tiamin, riboflavin, pantotonik asit ve A, E vitaminlerinin vücutta kullanılması için gereklidir. Çinko: Antioksidan savunma sisteminde enzim yapısı için önemlidir. Yetersizliğinde tat almada azalma, karanlığa uyumda azalma, sinir ve sindirim sisteminde bozukluklar görülebilir. Selenyum: Hücre zarının dayanıklılığını artırmaktadır. Selenyum yetersizliği iyot yetersizliği hastalığının etkisini artırmaktadır. Güçlü bir antioksidan olan selenyum, bağışıklık sistemini 39 güçlendirir ve kanser riskini azaltır. Hücreleri korur ve yaşlanmayı geciktirir. Doku esnekliğini arttırarak ve kalp hücrelerini destekleyerek kalp ve damar sağlığının korunmasına yardımcı olur. Fitokimyasal: Sebze, meyve, tane, tahıl ve baklagiller sağlığı koruyan ve yaşama zindelik katan binlerce kimyasal madde içermektedir. Tek başlarına besin özelliği taşımayan bu maddeler fitokimyasallar olarak adlandırılmaktadır. Bugün, fitokimyasallar koruyucu hekimlik ve diğer tıbbi ve biyolojik disiplinler tarafımdan vücut savunmasında kullanılan bir süper cephane gibi algılanmaktadır. Antioksidan özelliği olan bazı kış sebze ve meyveler Karnıbahar: C vitaminden zengindir. Kanser önlemeye yardımcı fitokimyasal içermektedir. Kara lahana: A, C Vitaminleri ve folattan zen- 40 gindir. İyi bir posa ve kalsiyum kaynağıdır. Kanser önlemeye yardımcı fitokimyasallardan zengindir. Beyaz Lahana: C vitamininden zengindir, kanser önlemeye yardımcı fitokimyasallar içermektedir. Brokoli : A ve C vitamininden zengindir. A vitamini ve fitokimyasallar ile kanseri önlemeye yardımcıdır. Brüksel lahanası: C vitamininden yüksektir. Folat ve A vitamini için iyi bir kaynaktır. Kanseri önlemeye yardımcı fitokimyasallar içermektedir. Sarımsak: Kanser önlemeye yardımcı fitokimyasal içermektedir. Bağışıklık sistemini destekler, antioksidandır. Soğan: Kanser önlemeye yardımcı fitokimyasal içermektedir. Bağışıklık sistemini destekler, antioksidandır. Turp: C vitamininden zengindir. Biyoflavonoid ve indoller kanserin önlenmesine yardımcıdır. Havuç: A vitamininden zengindir, kanser ve kalp hastalığı önlemeye yardımcı fitokimyasallar içermektedir. Tere: Folat, A ve C vitamininden zengindir, kanser önlemeye yardımcı fitokimyasallar içermektedir. Greyfurt: C vitamininden zengindir. Bazı kanser türleri önlemeye yardımcı antioksidan içermektedir. Limon: C vitamini ve posadan zengindir. Kanser önlemeye yardımcı biyoflavonoidler içermektedir. Portakal: C vitamini, folat ve posa için iyi bir kaynaktır. Sağlığı destekleyen antioksidanlar içermektedir. Yeterli ve dengeli beslenme ayrıca antioksidan olan sebze ve meyvelere de hayatımızda yer vermek ile bağışıklık sistemimizi kuvvetlendirmek söz konusu olabilmektir. Sağlıklı bir kış geçirmeniz dileklerimizle… ANLAŞMALI KURUMLAR LİSTESİ SİGORTA ŞİRKETLERİ BANKALAR 1- ACIBADEM SAĞLIK SİGORTASI A.Ş. 1- BANK ASYA A.Ş. 2- AK HAYAT SİGORTA A.Ş. 2- FORTİS BANK A.Ş. 3- AMERICAN LIFE HAYAT SİGORTA A.Ş. 3- ESBANK EMEKLİ SANDIĞI VAKFI 4- ALLİANZ SİGORTA A.Ş. 4- T. EXIMBANK A.Ş. 5- ANADOLU ANONİM TÜRK SİGORTA A.Ş. 5- T. İŞ BANKASI A.Ş. 6- ANKARA ANONİM TÜRK SİGORTA A.Ş. 6- ŞEKERBANK VAKFI 7- AXA SİGORTA A.Ş. 7- T.C. MERKEZ BANKASI 8- GROUPAMA SİGORTA A.Ş. 8- T.C. MERKEZ BANKASI SOSYAL GÜVENLİK VAKFI 9- HALK SİGORTA (BİRLİK SİGORTA) A.Ş. 9- TÜRKİYE VAKIFLAR BANKASI YRD. SAND. VAKFI 10-DABKOVİÇ DENİZ ACENTALIĞI 10-GARANTİ BANKASI A.Ş. 11-DEMİR HAYAT SİGORTA A.Ş. 12-DUBAİ-GROUP SİGORTA A.Ş. TİCARET ŞİRKETLERİ 13-EUREKO SİGORTA A.Ş. 1- GİMSA LTD. ŞTİ. 14-ERGO SİGORTA A.Ş. 2- KAREL ELEKTRONİK A.Ş. 15-SOMPO JAPAN SİGORTA A.Ş. 16-GARANTİ SİGORTA A.Ş. DİĞER KURUMLAR 17-GENERALİ SİGORTA A.Ş. 1- ANKARA SANAYİ ODASI BAŞKANLIĞI 18-GÜNEŞ HAYAT SİGORTA A.Ş. 2- ANKARA TİCARET ODASI BAŞKANLIĞI 19-GÜVEN SİGORTA A.Ş. 3- ANADOLU A.T. SİGORTA (Personeli) 20-HDI SİGORTA A.Ş. 4- MİLLİ REASÜRANS T.A.Ş. VAKFI 21-INTERGLOBAL/TAWUNİYA 5- İSVİÇRE BÜYÜKELÇİLİĞİ 22-INTER PARTNER ASSISTANCE 6- KKTC SAĞLIK BAKANLIĞI 23-MAPFRE GENEL YAŞAM SİGORTA A.Ş. 7- LİBYA BÜYÜKELÇİLİĞİ 24-MARM A.Ş. 8- SOSYAL GÜVENLİK KURUMU 25-MED-NET SAĞLIK 9- TÜRKİYE ODALAR VE BORSALAR BİRLİĞİ 26-CGM MEDICAL BİLGİ SİSTEMLERİ A.Ş. 10-T.MUHARİP GAZİLER DERNEĞİ GENEL BAŞKANLIĞI 27-RAY SİGORTA A.Ş. 11-T. GAZİLER KÜLTÜR VE YARDIMLAŞMA VAKFI 28-YAPI KREDİ SİGORTA A.Ş. 12-TÜRK GÜREŞ VAKFI 29-ZÜRİCH SİGORTA A.Ş. 13-TÜRK TELEKOM VAKFI 30-ZİRAAT SİGORTA A.Ş. 14-TCDD VAKFI YABANCI SİGORTA VE ASSISTANCE ŞİRKETLER PİLOTAJ 1- BUPA INSURANCE LTD.İNGİLTERE 2- HELİPORTUGAL S.A. 2- EURO – CENTER 3- SİNDEL HAVACILIK 3- EUROP ASSISTANCE 4- TÜRK HAVA KURUMU 4- GMC SERVICES INTERNATIONAL FRANSA 5- YÜZÜAK HAVACILIK 5- MONDIAL ASSISTANCE 6- REMED ASSISTANCE 7- S.O.S. INTERNATIONAL AMBULANS SERVİSİ A.Ş. 8- TUR ASSIST 9- VANBREDA 10-ADAC 1- HAN HAVACILIK BALONCULUK Mareşal Fevzi Çakmak Caddesi 10.Sokak, No:45 Bahçelievler/ANKARA Tel: (0312) 212 68 68 Faks: (0312) 223 73 33 www.baskent-ank.edu.tr