Saltanat Tarihe Karışıyor

advertisement
Yılmadan Yorulmadan
BD KASIM 2016
Dr. Cihangir Dumanlı
1 Kasım 1922
Saltanat
Tarihe
Karışıyor
Mustafa Kemal Atatürk Kurtuluş Savaşı’nın
başlangıcında 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkarken
yeni bir devlet kurma kararını vermişti.
B
üyük nutkunun başlangıcında
kararını şöyle açıklamıştı:
“Gerçekte Osmanlı devletinin
temelleri çökmüş, ömrü tükenmişti...
Efendiler, bu durum karşısında
bir tek karar vardır: o da milli Egemenliğe dayanan kayıtsız şartsız
bağımsız yeni bir Türk devleti
kurmak”. [1]
Atatürk daha yolun başlangı-
cında belirlediği hedefe gidecek
adımları zamanı ve yeri geldikçe
uygulamış, bu stratejisini de şu
sözlerle açıklamıştır:
“Ben ulusun vicdanında ve
geleceğinde sezdiğim büyük gelişim
yeteneğini bir ulusal sır gibi vicdanımda taşıyarak azar azar bütün
toplumumuza uygulatmak zorundaydım.”[2]
17
BD KASIM 2016
Hedef yeni bir devlet kurmak
olunca, doğal olarak bunun ön şartı
eski devletin (Osmanlı imparatorluğu’nun) kaldırılması, yani saltanata
son verilmesidir.
A
slında Osmanlı saltanatına
son verilerek egemenliğin
halka geçmesi Kurtuluş Savaşı’nın
başlangıcından itibaren adım adım
gerçekleştirilmiştir. Amasya bildirisi, Erzurum ve Sivas kongreleri,
TBMM’nin açılması ve yeni
bir anayasanın yapılması saltanatın
sona erdirilmesinin somut aşamalarıdır. Saltanat bu süreç içerisinde
yavaş yavaş etkisiz hale getirilmiş
fakat bu kuruma son ve kesin darbe
1 Kasım 1922’deki bir TBMM
18
kararı ile vurulmuştur.
Zaferden sonra toplanacak
olan barış konferansında Türkiye’yi kimin temsil edeceği
sorunu saltanatın kaldırılması
için fırsat vermiştir.
17 Ekim’de sadrazam
Tevfik Paşa Bursa’da bulunan
Mustafa Kemal’e padişahın
yaveri ve oğlu olan Yüzbaşı
Ali Nuri Bey ile bir mesaj
göndermişti. Sadrazam bu
mesajında:
“Allahın yardımı ile kazanılmış olan muzafferiyet artık
İstanbul ile Ankara hükümetleri arasındaki ihtilaf ve ikiliği kaldırmış ve milli birliği
temin etmiş olduğuna göre,
millete ait mühim hususların
müştereken savunulması için
daha önceden anlaşmak üzere
güvenilir birinin gizlice ve gerekli
talimatla İstanbul’a gönderilmesi”istenmiştir.[3]
Mustafa Kemal’in bu mesaja 18
Ekim’deki cevabı sert ve kesindir:
TBMM ordularının kazandığı
kesin muzafferiyetin tabii neticesi
olmak üzere sulh konferansında
Türkiye Devleti yalnız ve ancak
TBMM tarafından temsil olunur.[4]
27 Ekim’de itilaf devletleri
hem İstanbul hükümetini hem de
TBMM hükümetini barış konferansına resmen davet ettiler. Amaçları
konferansta Ankara -İstanbul çelişkisinden yararlanmaktı. Bu daveti
alan sadrazam Tevfik Paşa bu defa
29 Ekim’de TBMM Başkanlığı’na
başvurarak “İstanbul’a bir temsilci
BD KASIM 2016
gönderin birlikte hareket edelim”
talebini iletti.[5]
İstanbul hükümetinin bu talebi
TBMM’de büyük tepki doğurdu.
Konu üzerinde 30 Ekim 1922’de
mecliste görüşmeler başladı.
Bundan sonra, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmış olduğunu ve
yeni bir Türkiye Devleti doğduğunu
Teşkilat-ı Esasiye kanunu gereğince hâkimiyet haklarının millete ait
bulunduğunu ifade eden bir önerge
hazırlandı. Mustafa Kemal dahil
sekseni aşkın üyeye imza ettirildi.[6]
30
Ekim’de TBMM genel kurulunda yapılan görüşmelerde
tutucu hocalar saltanatın
kaldırılamayacağı, saltanatla hilafetin birbirinden ayrılamayacağını savundular.
31 Ekim’de konu Müdafa-i
Hukuk grubunda görüşüldü. 1 Kasım’daki meclis
toplantısında saltanat ve hilafetin ayrılmasını, saltanatın kaldırılmasını, hilafetin
bırakılmasını öngören bir
kanun tasarısı hazırlanarak
teşkilat-ı esasiye, şer’iye ve
adliye komisyonlarından oluşan bir
karma komisyona iletildi. Görüşmeler dini konular üzerinde yoğunlaştı
ve uzadı. Mustafa Kemal nihayet
tarihi konuşmasının yaptı:
“Efendiler, hakimiyet ve saltanat
hiç kimse tarafından hiç kimseye
ilim gereğidir diye görüşme ve tartışmayla verilmez. Hakimiyet ve saltanat kuvvetle, güçle ve zorla alınır.
Osmanoğulları zorla Türk milletinin
hakimiyetine el koymuşlardır. Bu
zorbalıklarını 600 yıldan beri sürdürmüşlerdir. Şimdi de Türk milleti
bu saldırganlara isyan ederek ve
artık dur diyerek hakimiyet ve saltanatı fiilen eline almış bulunuyor.
Bu bir oldu bittidir. Söz konusu olan
millete Saltanatını, hakimiyetini
bırakacak mıyız bırakmayacak mıyız
meselesi değildir. Mesele, zaten oldu
bitti haline gelmiş olan bu gerçeği
kanunla ifadeden ibarettir. Meclis ve
herkes meseleyi doğal olarak karşılarsa sanırım ki uygun olur. Aksi
halde yine gerçek şekline uygun
olarak ifade edilecektir. Fakat belki
de bazı kafalar kesilecektir.”[7]
Böylece 600 yıllık
Osmanlı saltanatı
kaldırılmış, 1517’den
beri saltanatla
birlikte olan hilafet
saltanattan ayrılmış
oldu.
Bu konuşma üzerine Hoca
Mustafa Efendi “Afedersiniz efendim. Biz konuyu başka bakımdan
ele alıyorduk. Açıklamalarınızla
aydınlandık.”dedi. Konu komisyonca çözüme bağlandı.Hızla bir karar
tasarısı hazırlandı. Aynı gün tasarı
genel kurulda oybirliği ile kabul
edildi.
Böylece 600 yıllık Osmanlı
saltanatı kaldırılmış, 1517’den beri
19
BD KASIM 2016
saltanatla birlikte olan hilafet saltanattan ayrılmış oldu.
S
altanatın kaldırılması bir
kanunla değil, meclis kararı ile
yapılmıştır.:
“Osmanlı İmparatorluğu’nun
İnkıraz Bulup (Sona Erip) Türkiye
Büyük Millet Meclisi Teşekkül
Ettiğine Dair Heyet-i Umumiye
Kararı”. (karar no: 307)[8]
4 Kasım’da İstanbul’daki yönetim Refet Paşa’ya devredildi.
17 Kasım’da Sultan Vahdettin
İngiltere’ye iltica ederek İngiliz
zırhlısı ile İstanbul’dan kaçtı.
18 Kasım’da Abdülmecit Efendi
halife seçildi.
Sonuç:
1. O zamana kadar Türkiye’de
iki devlet ve iki hükümet vardı. 1
Kasım’da bu ikilik hukuken ortadan
kaldırılmış oldu. Artık Türkiye’de
tek bir devlet, tek bir hükümet vardır (TBMM Hükümeti).
2. Saltanatın kaldırılması,
Lozan’da Türkiye’yi kimin temsil edeceği konusunu kesinlikle
çözmüş, bu durum Lozan’da elimizi
güçlendirmiştir.
3. Saltanat ve hilafetin ayrılması
aynı zamanda din ve devlet işlerinin
ayrılması anlamına gelir.
Saltanat’ın kaldırılması Türk
devriminin siyasi ayağının ilk
önemli adımıdır. Cumhuriyet’in
ilanına ve halifeliğin kaldırılmasına
dayanak oluşturmuştur. •
[email protected]
[1] Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, Alfa Yayınları, istabul,
2005 s.14 [2] Özer Ozankaya, Cumhuriyet Çınarı, Cem
Yayınevi, İstanbul, 2003, s292. [3] Şevket Süreyya Aydemir,
Tek Adam Cilt III, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1965, S.53
[4] Aydemir, a.g.e. s. 54 [5] Bülent Tanör, Kurtuluş,
Kuruluş, Cumhuriyet kitaplsarı, istanbul, 2003, s. 185 [6]
Atatürk, a.g.e. s.492 [7] A.g.e. s.493 [8] Tanör, a.g.e. s.187
Medeniyet yolunda yürümek ve
muvaffak olmak hayatın şartıdır.
Bu yol üzerinde ileri değil,
geriye bakmak bilgisizliği ve
ihtiyatsızlığı gösterenler, umumî
medeniyetin coşkun seli altında
boğulmağa mahkûmdurlar.
M. Kemal Atatürk
20
Download