Prof. Dr. Nurettin KALDIRIMCI Rekabet Kurumu Başkanı (Rekabet Kurumu’ nun 14. kuruluş yıldönümü vesilesiyle düzenlenen “Türkiye Ekonomisi İçin Mikro Reformlar ve Rekabet Politikası” konulu Sempozyum’ un açılışında yaptığı konuşma) Sayın Bakanlarım, Sayın Milletvekillerim, Kurullarımızın çok değerli Başkanları, üst düzey kamu yöneticilerimiz, yabancı misyon temsilcileri, sayın basın mensupları, Sempozyumda görev alan, Sempozyumun yapılmasına imkân veren çok değerli konuşmacılarımız, panelistlerimiz, moderatörlerimiz, Rekabet Kurumu’nun çok değerli mensupları, teşrifiniz için, 14. Kuruluş Yıldönümü toplantımıza iştirak ettiğiniz için hepinize teşekkür ediyorum, saygılarımı, sevgilerimi sunuyorum. Kuruluş yıldönümlerinin önemli olduğunu, anlamlı olduğunu söylemek mümkün! Böyle olduğunu düşünmek gerekir. Kuruluş yıldönümleri, geriye dönüp bir bakma, bugüne kadar yapılanları gözden geçirme, gelecek için ümitlenme, geleceğe hazırlanma, kendi kendini sorgulama, olan bitene bir göz atma imkânı verecektir. Bu Kuruluş Yıldönümünün de Rekabet Kurumu için, bütün bunlara vesile olmasını diliyorum. Rekabet Kurumu, 14. Kuruluş Yıldönümünde geleceğe hazırlanmak adına bugüne kadar yaptıklarını gözden geçirmeye de çalıştı bu yıldönümü münasebetiyle. Bugüne kadar aksayan, bugüne kadar eksik gördüğü hususları tamamlamak, bundan sonra daha iyi yapmak adına projeler geliştirdi. Rekabet Kurumu, bütün bunları, kamuoyuyla paylaşmak için yıldönümünü bir vesile olarak gördü. Türkiye ekonomisi için mikro reformlar ve rekabet politikası önemli bir başlık! Mikro reformlar esasen somut, proje odaklı büyük bir tablonun alt başlıkları. Nitekim Rekabet Hukukunun gelişmesi, Rekabet Kurumu’nun etkin olması da Türkiye ve Türk ekonomisi açısından önemli bir mikro reform projesi olarak tanımlanabilir. Bugün üzerinde duracağımız, sanayi stratejisi ve rekabet politikası ilişkisi, teşvik politikaları ve tedbirleri, devlet yardımları, ticaret hukukundaki değişiklikler dolayısıyla şirketlerin karşı karşıya kaldığı fırsatlar, imkânlar ve zorluklar, ile şebeke endüstrileri dediğimiz altyapı projelerinin rekabetçi açıdan irdelenmesi, değerlendirilmesi gibi konular mikro reformlar çerçevesinde anlamlı başlıklardır, diye düşünüyorum. Bugün, gelişen, değişen Türkiye’nin geleceğe hazırlık yolunda hangi somut adımları atmakta olduğunun, bugün nerede durmakta olduğunun da konuşulacağı bir gün olacaktır. Çok değerli misafirler, Dünya ile birlikte Türkiye de hızla değişiyor. Bu değişim sürecini herhalde yönetmek gerekiyor, iyi yönetmek gerekiyor. Toplum mühendisliği değil ama daha fazlasıyla belki değişim mühendisliğine ihtiyacımız var. Değişimi yönetirken hususen siyasi kadrolara, bürokratik kadrolara, aydınlara, sivil toplum önderlerine tabii ki büyük bir görev düşüyor, bu çevrelerin büyük sorumlulukları var. Çünkü, açıkça ifade etmek gerekir ki, bir ülkenin toplumsal kalkınmasında, gelişmesinde siyasal sistem ve kadrolar ile bürokratik sistem ve kadroların hem uyumu, ahengi hem de standardı ve kalitesi çok önemli, çok stratejik bir faktördür. Eğer, her iki sistem ve kadro arasında uyumsuzluk varsa, bu sistemler yeterli standartlardan yoksun ise, kalite anlamında söylüyorum, böyle bir durum, toplum için, bir ayak bağına dönüşebilir. Bu çerçevede Rekabet Kurumu yönetimi olarak, Rekabet Kurumu mensupları olarak, üstlendiğimiz kamu hizmetini yerine getirirken esasen milletimize hizmet etmekten başka çok önemli bir hedefimizin olmadığını, belki de defâetle düşünmemiz ve vurgulamamız gerekiyor. Rekabet Kurumu’nda görev yapan insanlar olarak, dün bir arkadaşımın hatırlatmasıyla ben de yine hatırlatmak istiyorum ki; bugüne kadar maaşlarımızı hiç aksatmadan, sektirmeden, hiçbir ay geciktirmeden, diyelim ki 10 yıldır, 20 yıldır veren devlete, daha doğrusu milletimize karşı bizim de herhalde görevimizi belki yeniden tanımlamamız, yeniden daha etkili olmak için çaba göstermemiz gerekiyor. Tüm kamu yönetimi sisteminin, bütün kamu yöneticilerinin ve görevlilerinin bu duyarlılık içinde olması herhalde icap ediyor. Rekabet Kurumu’nun yaptığı iş anlamlı ve önemli, çünkü rekabet önemli! 20. yüzyılın değil 21. yüzyılın da gerçeği, kaçınılmaz gerçeği, yakıcı gerçeği! Rekabete önem veren, rekabetçi anlayışı, rekabetçi yaklaşımı benimseyen sistemler verimlilik üretiyor, yenilik üretiyor, teknoloji üretiyor, refah üretiyor, özgürlük üretiyor, tüketici memnuniyeti üretiyor. Rekabetten yoksun, kapalı kapılar ardında korunan ve kamuoyundan uzak, millete hesap vermekten, halka, tüketiciye, çalışanlarına hesap vermekten uzak yöneticiler ve yönetim sistemleri bir bakıma rehavet üretiyor, tembellik üretiyor, atalet içinde kalıyorlar. İçinde bulundukları toplum açısından pahalıya mal oluyorlar! Modern dünyanın ortak dili rekabettir! Bu çerçevede, rekabet gücünün çok anlamlı, çok önemli bir kavram olduğunu ifade etmek, belirtmek lazım! Rekabet gücünün aynı zamanda rekabetçi ortam içinde elde edilecek bir özellik olduğunun da farkında olmak lazım. Eğer rekabet gücü, ister bireyler ve teşebbüsler için, ister sektörler ve ülkeler için olsun, eğer, suni desteklerle elde edilmişse; diyelim ki işletmeler için, sektörler için sadece devlet yardımlarıyla elde edilebilen bir rekabet gücünden bahsediyorsak, bu teşebbüslerin yer aldığı bir ekonominin uluslararası alandaki, arenadaki rekabet gücü mesela en azından ihracat pazarlarının elde edilmesi bakımından yeterli olmayacaktır. İhracat yaptığımız pazarları elde tutmak için yeterli olmayacaktır. Toplumsal gelişme ve refah amaçlarına ulaşmak, bu alanlardaki hedefleri gerçekleştirmek için yeterli olmayacaktır. 2011 Rekabet Mektubu’ muzda, bu yüzden, ki bu üçüncü mektubumuz, bu gerekçe ile rekabet gücü ile rekabetçi ortam ilişkisini ele aldık. Dedik ki, eğer bir ülkede teşebbüslerin, sektörlerin ve ülke ekonomisinin rekabet gücü organik olarak gelişecekse, eğer elde edilenleri, hak edilen, kazanılan bir sonuç olarak tanımlayabileceksek, rekabet gücünün illa ki rekabetçi bir ortamda elde edilmesi lazım! Âdil bir piyasa ortamında elde edilmesi lazım, para gücüyle, devlet desteğiyle, manipülatüf davranışlarla, şirketler arası anlaşmalarla, hakim durumun kötüye kullanımıyla, bir güçlünün başka zayıfları ele geçirmesi suretiyle elde edilmemesi lazım! Aksi takdirde, büyüme ve kârlılık sürdürülebilir olmayacaktır, böyle bir durumda. Bunun için rekabetçi ortama ya da rekabet hukukuna, ki, görünmez elin idare edemediği serbest piyasa düzenini rekabet hukuku yoluyla yönettiğimizi farz edersek, rekabetçi ortam ya da rekabet hukukuna uygun davranmak, rekabet gücü elde etmenin en pratik, en doğru, en kalıcı, en sahici yolu olacaktır. “En büyük hile dürüstlüktür” derler, bu ölçüden hareket edersek, kalıcı ve sahici bir rekabet gücünü elde etmenin ve yükseltmenin en önemli şartı da, rekabetçi bir hukuk ortamıdır, adil rekabet ortamıdır. İşletmelerimize ve yöneticilerimize dedik ki, eğer rekabet gücüne sahip olmak istiyorsanız, rekabet gücü önemliyse, rekabet uyum programları hazırlayın. Küçük olsun, büyük olsun bir işletme, bir teşebbüs kendisini rekabetçi açıdan değerlendirebilir. Bir kontrol listesi eşliğinde durumunu gözden geçirebilir ve gerekli tedbirleri alabilir. Eğer almazsa ne olur? Almazsa, belki bugüne kadar yeterince vurgulanmadı, yeterince algılanıp anlaşılmadı, ama rekabetçi kurallara, rekabetin oyun kurallarına, hukuk kurallarına aykırı hareket etmenin, bazen hırsızlık, bazen yolsuzluk, bazen toplumun refahından çalma olarak tanımlandığını bilmek lazım. Batı ülkelerinde pek çok teşebbüs, cezayı bazen tercih ediyor ama isminin, kamuoyunda ve ilgili piyasalarda rekabet kanunlarına aykırı davranan bir teşebbüs olarak anılmasını istemiyor. Bizde de, bir gün gelecek ki, o gün çok uzak değil, çünkü kamuoyumuz bugünlerde meseleye sahip çıkıyor, medya ortamında konu olgunlaşıyor ya da hızla olgunlaşıyor, rekabet hukukuna aykırı, anti rekabetçi, rekabeti kısıtlayan, engelleyen teşebbüs davranışları bundan sonra zannederim o teşebbüsün ürettiği ürünün markasına, o teşebbüsün imajına ve satışlarına etki edecektir. Çünkü modern toplum kurallara uyumu, şeffaflığı ve sorumluluğu öne çıkartmaktadır. Demokrasinin olduğu, katılımcı demokrasinin bulunduğu, şeffaflığın bulunduğu, enformasyonun bu ölçüde geliştiği, iletişim ortamının uluslararası ölçekte, evrensel ölçekte bu kadar etkili olduğu bir dönemde hiç kimse gözlerden uzak yerlerde haksız kazanç elde edemez, bunu uzun süre sürdüremez. Dolayısıyla bir sorumluluk ahlakından da söz etmiş oluyoruz. Rekabet Hukukuna uyum sağlamak ya da hakka, adalete saygı göstermek! Bunu başka şekilde ifade etmek doğru değildir. Hak, hukuk ve adalet eğer önemliyse, bunlar, hepimizin hiç istisnasız, tartışmaksızın kabul ettiğimiz değerler ise, Rekabet Hukukuna uyumu da, bu duyarlılığın ve değerlerin bir alt başlığı olarak kabul etmek abartma olmayacaktır. 2009 Mektubu yazmıştık, kriz dönemini anlattık. 2010 Mektubu yazdık kamuoyumuza, yöneticilerimize, politik çevreye herkese duyurmaya çalıştık ki, rekabet savunuculuğu, sadece Rekabet Kurumu’nun meselesi değil aynı zamanda bütün toplumsal kesimlerin ortak sorumluluğu, ortak meselesi! Üst Kurullarımız, sağ olsunlar ilgi gösterdiler, geçen yıl Nisan ayının sonunda İstanbul’da Rekabet Savunuculuğunun Kurumsallaşması başlığı altında bir toplantı yaptık. Üniversitelerimizle, rekabetin kurumsallaşması, rekabet kültürünün yaygınlaşması, bu alandaki bilimsel çalışmaların artması adına ortak programlar, sempozyumlar yapıyoruz. Erciyes Üniversitesi ile bu sene 9.’sunu yapacağız, Denizli, Pamukkale Üniversitesi ile 4.’sünü yapacağız. Yine bu yıl, Bilgi Üniversitesi’yle, Beykent’le ortak programlarımız var. Ankara Hukuk Fakültesi Bankacılık Enstitüsü bünyesinde yine kurul kararlarının tartışıldığı, ilgili yargı kararlarının tartışıldığı bir programımız var. Arkadaşlarımız hemen hemen davet edildikleri bütün programlara katılıyorlar. Bunları zikretmek istedim, şu manada; bizim asli görevimiz esasen, tabii ki kartellerin önlenmesi, hâkim durumun kötüye kullanımının engellenmesi, tabii ki birleşme ve devralmaların denetlenmesi. Asli, rekabetçi uygulama dediğimiz başlıklar bunlar. Biz bunları esasen 14 yıldır elimizden geldiğince en uygun kararlar vermeye çalışarak bu görevi ifa etmeye çalışıyoruz, ama biliyoruz ki, formel manada kanunlar ve kurallar, eğer yeterince anlaşılmazsa, toplumsal çevre yeterince bilgilenmezse, bir dayatmaya dönüşebilir. Kurallar ve kanunlar uygulanır ama eğer yeterince anlaşılmıyorsa, önemsenmiyorsa, gerekçeleri yeterince bilinmiyorsa, bir bakıma fertlerin vicdanının ve aklının dışında kalabilirler. Bunun için özellikle bu tür toplantıları ve rekabet savunuculuğunu güçlendireceğini düşündüğümüz programları ihmal etmiyoruz. Bugün, bütün konuşmacılarımız, zannederim rekabet politikasıyla ilgili, rekabetin toplumsal açıdan, teşebbüslerimiz açısından ne anlama geldiğine ilişkin olarak daha ayrıntılı açıklamaları çeşitli vesilelerle yapacaklar. Ben bu toplantıyı teşrif eden, bizi yalnız bırakmayan, sevincimizi paylaşan, böyle bir toplantının yapılmasına imkân veren başta Sayın Bakanlarım olmak üzere bütün kamu yöneticilerimizi, bütün mesai arkadaşlarımı saygıyla, sevgiyle tekrar selamlıyorum.